Sayı 16 - TüvTürk

Transkript

Sayı 16 - TüvTürk
KARİYER LİDERLİĞİN BEŞ KURALI
10
11
12
2015
Prens Adaları’nın “abisi” Büyükada
Puslu adalar atlası
Otomobil
Hayat kurtaran
teknolojiler
Hayat
Sinan’ın İstanbul’u
Söyleşi
English Summary of Contents
Oyuncu, yazar ve
şimdi de yönetmen:
Görkem Yeltan
Eğitime giden
yolunuz açık olsun…
Uzun süren yaz tatilinin ardından yeni eğitim ve öğretim yılı başladı. Türkiye’nin dört bir yanındaki milyonlarca çocuğumuz ve gencimiz, “ders zili”nin çalmasıyla birlikte, hem öğretmenlerine hem de arkadaşlarına kavuştu. Öncelikle başta öğrencilerimiz olmak üzere eğitim
dünyası içinde olan herkesin başarılı bir yıl geçirmesini temenni ederim. Malumunuz; 20152016 eğitim-öğretim yılının başlamasıyla birlikte, servis araçları bir kez daha gündemimize
geldi. Günümüz koşullarında çocuklarımızın okullarına servis araçları olmaksızın ulaşması
neredeyse imkânsız. Şu günlerde İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerin yanı sıra ülkemizin her yanından trafiğe çıkan binlerce okul servisi, evlatlarımızın ulaşımını sağlamakta
önemli bir görev üstleniyor.
Canlarımızı emanet ederek büyük bir sorumluluk yüklediğimiz servis araçlarının, birtakım
yükümlülükleri de yerine getirmesi gerekiyor. Okul Servis Araçları Hizmet Yönetmeliği’ne
göre bu tür taşıtların temiz, bakımlı ve güvenli durumda bulundurulmaları, alta ayda bir bakım ve onarımlarını yaptırmaları, dahası Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin öngördüğü yıllık
periyodik muayenelerden geçmiş olmaları şart. TÜVTÜRK olarak bizler, diğer tüm taşıtlarda yaptığımız gibi, servis araçlarının muayenelerinde de son derece titiz bir çalışma sürdürüyoruz. Bununla birlikte Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı Karayolu Düzenleme
Genel Müdürlüğü, İçişleri Bakanlığı Jandarma Genel Komutanlığı ve Michelin Lastikleri’yle
birlikte “İyi Dersler Şoför Amca” projesini oluşturduk. Bu projeyle taşımalı eğitim sisteminde öğrenci taşımacılığı yapan şoförlerin trafik güvenliği, ilkyardım ve iletişim konusunda bilgi ve becerilerini artırmayı hedefliyoruz.
Bu satırlar aracılığıyla değinmek istediğimiz bir diğer konuysa, mevsimsel değişikle birlikte yol koşullarının da farklılaşması… Sonbaharın gelmesiyle birlikte değişen hava koşulları,
trafiğin seyrini de etkileyecek kuşkusuz. Hepimiz, kaygan zemin nedeniyle çok daha dikkatli davranmak zorundayız. Mevsim yazdan sonbahara doğru evrilirken, zamanı geldiği halde
henüz muayenelerini yaptırmayan araç sahiplerini, en kısa zamanda randevularını alarak istasyonlarımıza bekliyoruz.
Tüm dünyada birer marka haline gelmiş otomotiv şirketleri, yürüttükleri çeşitli projelerle güvenlik alanına önemli yatırımlar yapıyorlar. Her biri son derece değerli çalışmalar. Ama
şunu da unutmamak gerekiyor: Hiçbir çalışma, direksiyonu tutan ellerin, yani bizlerin göstereceği hassasiyetle kıyaslanamaz. Zira kazaların hiç de azımsanmayacak kadar önemli bölümü, insanların ihmal ve kusuru nedeniyle meydana geliyor. O nedenle hepimizin biraz daha
özenli, biraz daha hassas ve biraz da dikkatli olması gerekiyor...
Saygılarımla...
KEMAL ÖREN
SD26700
TÜVTÜRK CEO
TÜVTÜRK OLARAK
BIZLER, DIĞER TÜM
TAŞITLARDA YAPTIĞIMIZ
GIBI, SERVIS ARAÇLARININ
MUAYENELERINDE DE SON
DERECE TITIZ BIR ÇALIŞMA
SÜRDÜRÜYORUZ.
24
Söyleşi
20
Tarihten
10
Hayat
İçindekiler
28
Kariyer
EKİM-KASIM-ARALIK 2015
06 HABERLER
Dünyada ve Türkiye’de
öne çıkan haberler...
10 HAYAT
Devasa bir imparatorluğun üzerine
titrediği başkent, bir yeniçerinin
maharetli elleriyle nasıl şekillendi?
Ustaların ustası Mimar Sinan,
yapıtlarıyla İstanbul’a hem bir ruh
hem de görsel zenginlik kazandırdı.
20 TARİHTEN
II. Dünya Savaşı’nda İngiliz
donanma istihbaratında masabaşı
bir işi olan 17F kod adlı Ian
Fleming, yaratıcılığını tasarladığı
4
İSTASYON
operasyonlarda gösterdi. Savaştan
sonra ise James Bond’u yarattı.
24 SÖYLEŞİ
O koltuğunun altına yazarlığı ve
oyunculuğu sığdıran bir isim. Çocuk
kitapları da yazan Görkem Yeltan,
hayatı zenginleştirmenin yolunun
üretimden geçtiğine inanan bir isim.
28 KARİYER
Dave Ulrich, Norm Smallwood
ve Kate Sweetman’ın ortak
çalışmasından doğan
“Liderliğin Beş Kuralı” adlı kitap,
liderlikle yöneticilik arasındaki derin
farka dikkat çekici nitelikte.
32 GEZİ
İstanbul’un gözbebeği Prens
Adaları’nın “abisi” Büyükada, eski
adıyla Prinkipo, şehrin bugün
ancak siyah-beyaz ya da sepya
fotoğraflarında uyandırdığı sayfiye
yeri duygusunu yaşatan, tarihi kadar
mekânlarıyla da özel bir durak. Bu
durakta karşılaşacaklarınız sizi mest
edecek...
38 OTOMOBİL
Teknoloji o kadar hızlı gelişiyor
ki, otomobil üreticileri de buna
yetişmeye çalışıyor. İşte yakın
gelecekte otomobillerimizde
göreceğimiz teknolojiler.
40 YEMEK
Hem sofranın hem de sohbetin baş
tacı mezelerimizle ne kadar övünsek
az. Meze kültürünü geçmişten bugüne
iyi tanımak kadar, onu koruyup sahip
çıkmak da önemli.
44 SAĞLIK
Doğumsal kan hastalıklarından
bazı kanser türlerine kadar, birçok
hastalığın tedavisinde kullanılan
kök hücre nakliyle ilgili sorularımızı
Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Kemik
İliği Transplantasyon Ünitesi ve Labcell
Hücre Laboratuvarı ve Kordon Kanı
Bankası’ndan Prof. Dr. Ercüment Ovalı
yanıtladı.
38 Otomobil
46 UZMAN GÖZÜYLE
TÜVTÜRK Teknik Eğitmeni Rıdvan
İlhan, araçlardaki aktif ve pasif
güvenlik sistemlerini anlatıyor.
50 OYUN
Konsol ve mobil oyunlar…
54 POPÜLER KÜLTÜR
Sinema, müzik, televizyon…
56 TÜVTÜRK HABERLER
62 ENGLISH SUMMARY
OF CONTENTS
İmtiyaz Sahibi
TÜVTURK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım
ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören
Yönetim Yeri
Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18
Maslak-Şişli-İSTANBUL
Yayın Yönetmeni Sema Uludağ
Yayın Koordinatörü M. Koray Özcan
(Sorumlu Müdür)
Görsel Yönetmen Erhan Teksöz
Yapım Yeri Doğuş Grubu İletişim Yayıncılık ve
Ticaret A.Ş. Doğuş Power Center Ahi Evran Polaris
Caddesi No: 4 Maslak 34398 İstanbul
Tel: 0212 304 00 00 (Santral)
Baskı yeri Ömür Matbaacılık A.Ş. Beysan Sanayi
Sitesi Birlik Cad. No: 20 Haramidere-Beylikdüzüİstanbul Tel: 0212 422 76 00
Yayın Türü Üç aylık yaygın süreli yayın, TÜVTÜRK
Araç Muayene İstasyonları kurumsal yayınıdır,
parayla satılmaz. [email protected]
İSTASYON
5
HABERLER
Dikkat: Evimiz
tam bir mikrop
yuvası!
ATLARA
HAYRAN
OLMAK IÇIN
BIR NEDEN
DAHA
Memeli Canlılar İletişimi
araştırmacılarının elde ettiği
veriler atları sevmemiz
için bir nedenimizin daha
olduğunu ortaya çıkarıyor.
Araştırmaya göre atların
yüz hareketlerinden bazıları
insanınkiyle benzerlik
gösteriyor.
n Hayvanlar âleminin en nevi şahsına münhasır canlılarıdır atlar. Hayatında
bir kez olsun onlarla yan yana olmamış kişiler tarafından bile sevilirler. Adları
asaletle birlikte anılır. Atlara duyulan hayranlığın boşa olmadığını kanıtlayan
bir çalışma daha kamuoyu ile paylaşıldı. Plos One dergisinin haberine göre
Memeli Canlılar İletişimi alanında projeler üreten araştırmacılar, atların da
tıpkı insanlar gibi kaslarını kullanarak çeşitli yüz ifadeleri oluşturduğunu
ortaya çıkardı. Buna göre atlar iletişim kurmak için mimiklerini; mimikleri
içinse burun deliklerini, dudaklarını ve gözlerini kullanıyorlar. Postmouth
ve Duquesne Üniversiteleri araştırmacılarının işbirliğiyle gerçekleştirilen
ve Sussex ekibi tarafından tasarlanan “The Equine Facial Action Coding
System / Atların Yüz Eylem Kodlama Sistemi” adlı araştırmada, atların
birbirinden farklı 17 yüz hareketinin olduğu tespit edildi. Bu veriyi insandaki
27, şempanzelerdeki 13 ve köpeklerdeki 16 farklı yüz hareketiyle karşılaştıran
araştırmacılar, atlardaki kimi yüz ifadelerinin insanın yüz ifadesiyle benzerlik
gösterdiği sonucuna eriştiler. İnsanlarla atlar arasındaki yüz yapısının
farklılıklarına rağmen; dudak ve göz hareketleriyle ilgili benzerliklerinin
bulunması, araştırmacıları bu durumun duygularla bağlantısı olup olmadığı
konusuna yöneltti. Atların yüzlerindeki tüm hareketleri, doğal olarak
oluşan davranışlarını geniş bir yelpazede inceleyebilmek için videoya
kaydettiler. Belirlenen her bir yüz hareketine bir kod veren araştırmacılar,
atların karmaşık ve akıcı sosyal sistemleriyle oldukça geniş bir aralıkta
yüz hareketleri olduğunu ve bu ifadeleri pek çok diğer hayvan ve insanla
paylaştıklarını belirtiyor. Bu noktada yüz ifadelerinin gelişiminde sosyal
etkenlerin belirgin bir etkisi olduğu üzerinde de dikkatle duruluyor.
BEYNIN EN ESKI IŞLEVI: GÜLMEK
n Gülmek, insana ait bir eylem kuşkusuz. Peki, neden
güleriz? Gülmemiz için komik bulduğumuz şeylerin mi
olması gerekir? Gülme Uzmanı Robert Provine, yaptığı
incelemeler sonucunda gülmenin ille de komik bir olayla
vuku bulmadığına dikkat çekiyor. Alışveriş merkezi, okul,
ofis, parti gibi farklı ortamlarda gülen insanları inceleyen
Provine, birçok gülme eylemenin şakalaşma ya da
komik bir hikâye nedeniyle ortaya çıkmadığını, sıradan
cümleler aracılığıyla bile gülebildiklerini tespit etmiş.
Tüm bu verilerden yola çıkan BBC Dergi’nin, neden
güldüğümüze dair hazırladığı makalede şu cümlelere
yer veriliyor: Beynimizde gülmeyi kontrol eden bölge
subkorteks içindedir. Evrimsel gelişme bakımından
beynin bu bölümü, nefes alma, temel refleksleri kontrol
etme gibi en eski ve birincil sorumlulukları üstlenir.
Yani gülmeyi kontrol eden mekanizmalar, beynin çok
daha sonra gelişen ve dil ve hafıza gibi işlevleri yerine
getiren bölümlerinden uzaktadır. Uygunsuz olduğunu
bildiğimiz durumlarda bile gülmeyi bastırmamız
belki de bu nedenle zordur. Tersi de aynı derecede
doğru; yani, talep üzerine gülmek imkânsızdır. Zorla
güldüğünüz zaman, onun gerçek bir gülüş olmadığı
anlaşılır. Gülmenin bir diğer önemli yanı ise o eyleme
özgü sesler çıkarmamızdır. Hiç duymayan sağırlar bile
güldüğünde aynı sesi çıkarırlar. İnsanların çıkardığı
gülme sesleri, konuşmanın akustik özelliklerini taşır; bu
da, gülme sırasında beynin nefes alma ve konuşma için
kullandığımız kısımlarının ele geçirildiğinin başka bir
kanıtıdır.
Fakat bu yine de asıl sorumuzu, neden güldüğümüzü
cevaplamıyor. Gülme Uzmanı Provine, gülmenin konuşmada
noktalama işaretlerine benzer bir işlev gördüğünü,
konuşma içine gelişigüzel serpiştirilmediğini söylüyor. Bu
gözlemler bize şunu gösteriyor: Gülmek tümüyle sosyal
bir olgudur ve beynimizin en eski işlevlerinden biridir;
hayatımızda köklü bir yeri vardır. Ezcümle hoşumuza gittiği
için, beynimiz öyle emrettiği için, sosyal bakımdan uyum
göstermek için güleriz.
Hırsızların karmaşık dünyası
Empati sonsuz bir kaynak değil!
n Son beş on yıl içerisinde dilimize yerleşen ve sıkça kullanılan kelimelerden biri de “empati” olsa gerek. Oysa
www.nytimes.com’da yayınlanan bir haber, empati kurarak karşımızdakini anlamaya çalışmanın sanıldığı kadar kolay
olmadığını gösteriyor. Habere göre empati ayrımcı bir duygu, zira yapılan araştırmalar farklı ırktan, ulustan ya da
inançtan insanların duygularını daha az paylaşabildiğimizi kanıtlıyor. Dolasıyla empati sanıldığının aksine herkese
uzanabilen, sonsuz bir kaynak değil. Yapılan araştırmalar, empatinin kendi duygusal uzamımızdan başkalarınınkine
ulaşmak için verdiğimiz bir karar olduğunu gösteriyor. Empatimizin sınırları belirli olmakla birlikte, ne hissetmek
istediğimize bağlı olarak bu sınırları değiştirebiliyoruz. 20 yıl kadar önce psikolog Daniel Batson ve çalışma
arkadaşlarının tamamladığı bir çalışmaya göre, kişi karşı tarafla kuracağı duygusal bağın kendisinden vakit ya da para
götüreceğine inanıyorsa, bu bağı kurmaktan kaçındığını gösteriyor. Daha yakın zamanda, Daryl Cameron ve Keith Payne
tarafından yürütülen bir deneydeyse, benzer dürtülerin neden ortada tek bir kurban varken (toplu yıkımlara kıyasla)
daha fazla empati kurduğumuz üzerine yoğunlaşılıyor. Öte yandan psikopatların ya da narsistlerin bile istedikleri
takdirde empati kurabildikleri sonucuna varıldı. Bu da empatinin sınırlarını insanın kendisinin belirlediğini kanıtlayan bir
başka çalışma olarak kayıtlara geçti.
6
İSTASYON
n Bu haber özellikle evlerinde tek bir
toza bile tahammül edemeyen titiz
insanları çileden çıkaracak nitelikte.
Zira Colorado Üniversitesi’nden bir
grup araştırmacının Amerika Birleşik
Devletlerin’deki evlerden aldığı
örnekler, evlerimizin tam anlamıyla
mikrop yuvaları olduğunu kanıtlar
nitelikte. Doç. Dr. Noah Fierer’in
liderliğinde yürütülen araştırma,
birçok gönüllüsü bulunan ABD’deki
“Evlerimizdeki Vahşi Yaşam” adlı
projesinin bir parçası olarak hayata
geçirildi. 1200 hanede yaşayan
gönüllüler, temizlik sırasında
genelde göz ardı edilen kapıların üst
kısımlarında biriken toz örneklerini
araştırmacılara gönderdi. Genetik
incelemede, evdeki tozda mikroskobik
canlılar tespit edildi. Araştırmacılar,
ortalama bir hanede 2 binden
fazla farklı mantar yapısı buldu. Dr.
Fierer, evlerde görülen mantarların
çoğunun, kıyafetler veya açık pencere
ve kapılar aracılığıyla dışarıdan
geldiğini belirtiyor. İşin daha da vahim
olan tarafıysa her bir hanede 7 bin
farklı bakteri türüne rastlanması.
Araştırmanın bir diğer dikkate değer
bölümünde, evcil hayvanların mikrop
türlerinde değişiklik yarattığına
yönelik. Sonuçları Proceedings of the
Royal Society B dergisinde yayınlanan
araştırmada bir sonraki adım, bu
mikrop ve mantarların insan sağlığını
nasıl etkilediğinin incelenmesi olacak.
n Birçoğumuz hırsızları fazla zeki insanlar olarak değerlendirmesek bile
Portsmouth Üniversitesi’nden Adli Tıp Psikoloğu Clarie Nee, bunun doğru
olmadığını kanıtlayan çalışmalar gerçekleştiriyor. Hırsızların düşünme biçimini
anlamak üzere bir bilgisayar programı geliştirmeye çalışan Nee, bu ilginç
projesine hapishanedeki mahkûmlarla çalışarak başlamış. Mahkûmların tüm
samimiyetleriyle “iş yapış biçimlerini” anlatmasıyla birlikte ortaya enteresan
sonuçlar çıkmış. BBC Dergi’den David Robson imzalı habere göre, hırsızlar
paraya ihtiyaç duyduklarında hemen harekete geçebiliyorlar. Potansiyel hedefleri
önceden belirliyorlar. Ama potansiyel hedeften daha rahat girebilecekleri bir ev
buldukları takdirde hedef değiştirebiliyorlar. Nee ve öğrencileri, mahkûmların girebilecekleri sanal bir ev yaratmışlar. Ev
sanal olsa da hırsızların ‘işlerini’ ciddiye aldıklarını, gerçek bir eve nasıl gireceklerse oraya da aynı özenle girdiklerini tespit
etmişler. Nee’nin simülasyon evinde tecrübeli hırsızlar önce üst kattaki yatak odalarına, daha sonra aşağıdaki oturma
odasına yönelmişler. Bu sırada önlerine çıkan ceketlerin ceplerindeki cüzdan ve kredi kartlarının yanı sıra mücevher ve
marka giysileri de almışlar. Nee, bu bilinçdışı davranışı müzisyenlerin, satranç ve tenis oyuncularınınkiyle karşılaştırıyor ve
onların da en önemli kararları olayın akışı içinde kendiliğinden verdiklerine dair bildirimlerde bulunuyor.
İSTASYON
7
HABERLER
HAZIRLAYAN: RESUL BUKSUR
HAVADAN SELFIE’LE BENI!
Drone’lar, quadropter ya da insansız hava araçları... Son birkaç yıl içinde hızla
yaygınlaşan bu araçlar, gündelik hayatın içine de girmek üzere.
rı olarak görülen dört pervaneli Drone’lar, yakında gökyüzünü dolduracak bir süratle
yaygınlaşıyor. Fiyatları 150 liradan başlayan mikro Drone’lardan fiyatı 10 bin liralara
çıkıp film çekebilenlerine, havadan kargo teslimatı yapanlardan tepenizde otomatik olarak sizi takip edenlere kadar, birçok çeşit ve fonksiyona sahip modeller üretilmeye başladı. Bu konudaki kritik gelişme, video çekim ve havadan-selfie dalgasında olacak gibi görünüyor. Drone’lar geliştikçe, üzerine eklenen GoPro gibi gelişmiş
mini kameralarla ilginç ve eğlenceli videolar çekmek çok kolaylaştı. Popüler kamera üreticisi GoPro’nun bile Drone
projesi başlatması, bu trendin ne kadar güçlü olduğunun bir göstergesi. Drone’ların bu kadar hızlı yayılmasının birkaç önemli nedeni var. Öncelikle bu araçlar, artık tablet ve
akıllı telefonlarınızla kolaylıkla yönetilebilir
hale geldi. Daha uzun mesafeye sürüş için
radyo kontrol üniteleri de kullanabiliyorsunuz. Sürüş için Drone üzerindeki GPS destee
ğiyle gideceği tüm rotayı telefondaki
styl
Life
S
C
harita üzerinde işaretlemeniz
OTI
e
ROB
yeterli. Otomatik sürüş
ron
D
D
3
ro
yetenekleriyle isteniMik
len bir nokta çevresinde dairesel dönüş
yapması, siz nereye giderseniz havadan otomatik olarak
sizi takip etmesi gibi
sürüşü kolaylaştıracak birçok yenilik söz
Sym
konusu. Haritadan işaretledia
ğiniz bir noktaya kendi kendine inebilmesi de cabası. Otomatik sarsıntı giderici yetenekleri sayesinde sarsıntısız bir uçuş
yapan Drone, video ve fotoğraf çekimlerinde yüksek bir kalite sunabiliyor. Bu yetenekleri sayesinde sinema endüstrisi tarafından sıkça kullanılır hale geldi. Bunlara
bir de video gözlüklerle kullanımı ekleyin, kendinizi gökyüzünde hissetmemeniz için
bir neden kalmıyor. Tüm bu yeni yetenekleriyle artık
“akıllı Drone”lar da denilen bu araçlar, örneğin Lily gibi sürmeye gerek kalmadan otomatik olarak sizi takip ediyor. İstasyon dergisi, sizin için en
yeni Drone’ları bir araya getirdi. Adalar’ın “abisi”
ONLAR BU TEKNOLOJININ ÖNCÜLERI
Ünlü teknoloji dergisi Wired’ın yayın yönetmeni, ayrıldıktan sonra Drone şirketi kurmuştu. 3DRobotics adındaki şirketin ilk Drone’u Solo, yakında piyasaya çıkıyor. İçinde
mikro bilgisayar bulunan ürün, özel gimbal sayesinde GoPro Hero’lar için üretilmiş
ilk Drone özelliğine de sahip. Kontrol ünitesinde mini bir bilgisayar kullanan Solo,
8
İSTASYON
akıllı telefon ve tabletlerle GoPro’nun tüm özelliklerini gerçekleştiriyor. Filmcilerin ve
fotoğrafçıların ihtiyaçlarını dikkate alan şirket, Solo’nun birkaç temel uçuş moduyla sürücünün görüntü çekimine yoğunlaşmasını sağlıyor. Solo’nun rota uçuşu, dairesel uçuş, selfie ve takip uçuşu modları var. Kumandadaki HDMI çıkışıyla canlı görüntü alabildiğiniz gibi video gözlüklerle de kullanabiliyorsunuz. Dolu pille 25 dakika uçan
1,5 kiloluk Solo’nun gimbal aparatı, 399 Dolar’a ayrı olarak satılacak. www.3drobotics.
com sitesinden inceleyebileceğiniz ürüne, 999 Dolar’a sahip olabilirsiniz.
Lily
-Ca
Par
rot
me
ra-D
ron
e
Beb
op
Phantom
n Hızla ucuzlayan ve gelişen teknolojilerle birlikte, başta eğlenceli hobi oyuncakla-
İlk Drone üreten şirketlerden Parrot, geçtiğimiz aylarda yeni nesil Drone’larını duyurmuştu. Minidrone serisinin yanı sıra Bebop adıyla üzerinde kamera entegre edilmiş ve gelişmiş bir kontrol ünitesiyle satışa çıktı. Ürün görüntü sabitleme teknolojisiyle sabit bir video kayıt imkânı sunuyor. Kumanda ünitesi Skycontroller ile 2
kilometre, cep telefonunuzla 300 metreye kadar mesafede sürüş yapabiliyor. Kumanda ünitesinin önemli bir farkı, HDMI girişiyle Cinemizer Zeiss ve Sony Personal
Viewer gibi video gözlükleriyle de kullanılabilmesi. Bebop’un içinde GPS, ivme ölçer, jiroskop, manyetometre gibi üç eksenli çok sayıda sensör, 8 metre menzilli bir
ultrason sensörü, bir basınç sensörü ve hız ölçümü yapmak için bir de dikey kamera bulunuyor. Balık gözü tipi bir objektifiyle 14 megapiksellik kameraya sahip Parrot
Bebop Drone, 180 derece açılı yüksek kalitede full HD videolar ve fotoğraflar çekebiliyor. www.parrot.com sitesinden inceleyebileceğiniz bu ürün 3 bin 300 TL.
Yukarıda belirttiğimiz gibi Parrot’un bir diğer yeni serisi Minidrone’lar oldu. Bunlar
gündelik kullanım için üretilen versiyonlar. 500 gramlık küçük ve hafif tasarımlarıyla ev ortamı için de uygunlar. Altındaki küçük kamerayla hava-selfie’leri çekebiliyor
ve gece sürüşleri için önünde iki LED lamba bulunuyor. Bluetooth üzerinden akıllı telefon ve tabletle FreeFlight 3 aplikasyonuyla kullanılıyor. Fiyatıysa 99 Dolar’dan
başlayıp 129 Dolar’a kadar yükseliyor.
Par
Eğer gelişmiş ama uygun fiyatlı bir Drone ihtiyacınız varsa,
rotHyd
Walkera’yı deneyebilirsiniz. Karbon fiber kasasıyla dikkat çerofo
il
ken cihazı, modüler yapısıyla çeşitli versiyonlarda alabiliyorsunuz. HD kameralı versiyonuyla bir kilometre mesafeye kadar
kullanım sunuyor. GoPro kameranızı da destekleyen Runner
250, saatte 40 km hıza ulaşabiliyor. www.walkera.com sitesinden de göreceğiniz gibi ayrı satılan kablosuz video gözlüğü de
destekleyen ve fiyatı 259 Dolar olan Drone, gece sürüşleri için
önde iki LED fara da sahip.
Küçük ve eğlenceli olduğu kadar Drone dünyasına giriş için oldukça ekonomik bir seçenek olan Syma Nano, iki avucunuza sığacak kadar küçük olmasına rağmen
altı yönlü uçuş kontrol sistemiyle pahalı modellerin keyfini sürmenizi vaat ediyor. USB üzerinden şarjla sekiz dakika
kadar uçuş sağlıyor. Dört renk seçeneği ve kumandasıyla birlikte gelen ürünle ilgili detaylı bilgiyi www.symatoys.
Par
com sitesinden öğrenebilir ve bu ürüne
rot
Min
25 Dolar’a sahip olabilirsiniz.
idro
ne
Küçük ve ekonomik olsun, bir de kamerası olsun diyorsanız işte size Micro Drone 2.0. HD kamera versiyonuyla SD karta kayıt yapabiliyor. Oldukça eğlenceli bir kullanımı
olan ve 99 Euro’ya satın alabileceğiniz bu model, USB üzerinden şarj edilerek sekiz dakika uçabiliyor. Havadan mikro selfie
için ideal bir seçim.
Yine GoPro ile değerlendirilebilecek, görece uygun fiyatlı Ghost serisi Drone’lar, oldukça kolay kullanımıyla dikkat çekiyor. Doğrudan akıllı telefonlara yüklenen uygulamayla çalışıyor.
Suya ve rüzgâra dayanıklı 650 gramlık Ghost Arial, 30 dakika uçuş yapıyor. 799 Dolar’a satın alabileceğiniz ürünle ilgili ayrıntılı bilgiye www.ehang.
com sitesinden ulaşabilirsiniz.
Lily Camera adlı Drone, efsane olmaya aday. Tamamen uçan bir kamera olarak tasarlanan Drone’un sürüş ünitesi bile sadece sizi takip etmek üzerine kurgulanmış küçük bir disk şeklinde. Havaya atıldığı anda uçmaya başlayan Lily’nin tek görevi üzerinizde taşıdığınız diski takip etmek. Saate 40 kilometre hıza çıkabilen Lily, 15 metre
yüksekliğe kadar sizi takip edebiliyor ve su geçirmez. Saniyede 60 frame 1080p HD
kamerasıyla “havadan selfie”cilerin gözdesi olacağına kesin gözüyle bakabiliriz. 19
Dolar’a satılan ürünle ilgili www.lily.camera sitesinden bilgi alabilirsiniz.
Gho
st
a
lker
Wa
Drone konusunda en popüler markalardan olan DJI ise geçtiğimiz aylarda yeni
Drone’u Phantom 3’ü piyasaya çıkardı. Pro ve Advanced iki versiyonda üretilen Phantom 3, gelişmiş radyo bağlantısıyla 2 kilometreye kadar HD 1080p ve 4K video kaydı
yapabilen kameralara sahip ve 12 megapiksel fotoğraf çekebiliyor. Hem kendi radyo
kontrol ünitesiyle hem de akıllı telefon ve tabletlerle entegre kullanılabiliyor. Görüntüleri canlı olarak tabletten izleyebiliyorsunuz. Drone’un altında yer alan üç yönlü gimbal, 93 derece açılı, 4K ve 1080p çekim yapabilen kamerayı hareket ettirmenizi sağlıyor. Ayrıntılı bilgiyi www.dji.com’dan alabileceğiniz ürünün fiyatıysa 5 bin TL.
Uçan araba geliyor
n Daha önce kanatları katlanabilir
bir uçan araba tasarımı yapan Terrafugia adındaki şirket, şimdi daha
gelişmiş ve elektrik motoruyla çalışan yeni bir model üzerinde yoğun-
laşmış durumda. TF-X adındaki araba dikey olarak havalanabilecek,
320 km hıza çıkarak 800 km uçabilecek. Ancak bu araca binebilmek
için 10 yıl kadar beklemek gerekiyor.
Gopro’dan Mini Hero
n Drone olayının en önemli kısmı, kuşkusuz havadan video kayıt. Aksiyon kameraların en popüleri GoPro, yeni modeli Session’ı tanıttı. Oldukça küçük olarak
tasarlanan ürün her türlü Drone üzerine kolayca takılabilecek boyutta. Model,
HERO4’lerden yüzde 50 küçük ve yüzde 40 daha hafif. 1080p çözünürlükte 60
fps video ve 8MP fotoğraf çekebiliyor. Su geçirmez tasarımıyla 10 metre derine
inebiliyor. 430 Euro / shop.gopro.com
Lastik değiştirmeye son
n Kumho tarafından geliştirilen
Maxplo isimli konsept lastikler,
hava ve zeminin durumuna göre
şekil değiştirebiliyor. Bunun için
tekerleğin içerisine yerleştirilen
ve hidrojenle çalışan bir motor
kullanılıyor. Eğer üretilirse 700 x
700 x 250 mm ölçülerinde ve
11 kilogram olacak.
Şarjlı otoban
n İngiltere Ulaştırma Bakanlığı ilginç bir
proje için denemelere başlayacağını duyurdu. Bu çalışmayla hızla yaygınlaşan
elektrikli otomobillerin en büyük sorunu olan şarj ihtiyacını kökten çözmeyi
hedefliyor. Buna göre otobanların altına, kablosuz şarj teknolojisi döşenmesi planlanıyor. Yol üzerinde ilerleyen cihazlar, bir yandan da şarj olabilecekler.
Kulağa oldukça hoş geliyor…
İSTASYON
9
HAYAT
Vişegrad’daki Sokollu Mehmed
Paşa Köprüsü, Mimar Sinan’ın
Türkiye sınırları dışında kalan
eserlerinden biri. Bosna–Hersek
en önemli
’in kültürel kimliğinde önemli
bir yere sahip olan köprü, Nob
Ödülü sahibi yazar Ivo Andriç’i
el Edebiyat
n Drina Köprüsü adlı romanın
da başrol oynuyor.
M DOGAN/SHUTTERSTOCK
SİNAN’IN
İSTANBUL’U
DEVASA BIR IMPARATORLUĞUN ÜZERINE
TITREDIĞI BAŞKENT, BIR YENIÇERININ
MAHARETLI ELLERINDE NASIL ŞEKILLENDI?
Mimar Sinan aradan geçen 5 yüz
yıla rağmen hayranlık duyulan
bir isim olmaya devam ediyor.
ve yaşadığı dönemi tüm yönleri
Sinan’ı
yle ele alan, Tophane–i Amire’
deki “Sinan: Mimari Dehanın Şah
sergisindeki videolar, interaktif
eserleri”
uygulamalar, illüstrasyonlar ve
Kılıç Ali Paşa Camii’ninki gibi mak
meraklı bakışları üstüne topladı
etler
.
DİNÇER DİNÇ
Ayasofya’yı yeniden yorumlayan planıyla Süleymaniye Camii,
1557 yılından bu yana İstanbul siluetinin ayrılmaz bir parçası.
DİNÇER DİNÇ
10
İSTASYON
İSTASYON
11
HAYAT
GÜNÜN BIRINDE, SAADETLI PADIŞAHIN ARTIK IYICE KOCAMIŞ MIMARBAŞI
ABDÜLMENNAN OĞLU SINAN, ZAMAN SAYFASINDA ADI VE IZI KALIP HAYIRLA
ANILMASINA VESILE OLSUN DIYE, BU KIRIK GÖNÜLLÜ, DEĞERSIZ, ELINDEN
TUTANI OLMAYAN VE DÜŞKÜN SÂÎ’DEN, HASBIHALLERINI, NAZIM VE NESRI
BIRLEŞTIREREK YAZMAMI ARZU ETTILER. Yazı: DIDEM GÜRZAP
G
1985 yılında “İstanbul’un Tarihi
Bölgeleri” kapsamında UNESCO
Dünya Miras Listesi’ne giren
Süleymaniye Camii özellikle cuma
namazlarında büyük kalabalıkları
ağırlıyor.
12
İSTASYON
ücüm yettiğince yazıp anlatarak, sevinç
kaynağı olan huzurlarına kırık dökük bir
armağan ile vardım. Yazdığım bu risaleye
de Tezkiretü’l Bünyân adını verdim. Bu
destanı okuyan dostlardan dileğim, eksiklerini –olabildiği ölçüde– bağışlama eteğiyle örtüp, bu
değersizi ‘yapıt veren hedef olur’ meydanına hedef tahtası
etmemeleridir...”
Heybetli bir imparatorluğun topraklarında dünyaya
gözünü açan, “mertebeden mertebeye” geçen, uzun bir
ömür yaşayan, tam dört padişahın hükümdarlığına tanıklık eden, sadece mescitlerinin sayısı dört yüzü aşan başmimar Sinan, şöhretini ebedileştirmek ve ölümünden sonra
da hayır dualarıyla anılmak istediği için bizzat sipariş eder
şair–nakkaş Mustafa Sâî’ye otobiyografisini. O anlatır, Sâî
dinler, not alır, yazar. Önsöze de yukarıdaki cümleleri sıralar. O mimarbaşıdır ki, eserleriyle sadece bir devre değil
yüzyıllara, yalnız İstanbul’a değil imparatorluk sınırları
içinde sayısız kente adını yazmıştır. Çok şeyle anılır Sinan.
Ama en çok da siluetini şekillendirdiği İstanbul’la...
“Sade bir semtini sevmenin bile ömre değer” olduğu
şehir İstanbul. Ve çağdaşları, ardılları ve daha nicelerinin
deyimiyle “ileri gelen mühendislerin gözdesi, büyük kurucuların süsü, üstatların üstadı, devrin gerçeklerinden
haberdar olanların başkanı, zamanın Eukleides’i, sultanın
mimarı, hakanın hocası” Mimar Sinan... Birinin adı öbürü
olmadan eksik kalır. İstanbul ve Sinan’ın etle kemik olma
hali Sinan’ın yarım yüzyılı bulan başmimarlık sürecinde
eserleriyle can verdiği İstanbul siluetinden ileri gelir. Eserlerinin yüzde 75’ini bu şehirde inşa ettiği düşünülecek olursa mimarbaşına “İstanbul’un mimarı” demek hiç de yanlış
olmaz.
Bizans öncesindeki tarihi ve coğrafi macerasını konumuz dışında bırakacak olursak aslında iki İstanbul’dan söz
etmek mümkün. Roma ve Ortodoks anıtlarıyla şekillenen
Bizans dönemi Konstantinopolis’i ve fetih sonrasında si-
luetine eklemlenmiş İslami unsurlarla değişen yüzüyle İstanbul... Bu iki İstanbul artık yalnızca dönem haritaları ve
kimi gravürlerde yaşıyor olsa da İstanbul’da Fatih Sultan
Mehmed’le başlayan değişimden haritalar, belgeler ve kayıtlar sayesinde haberdarız. Fatih’in İstanbul’da başlattığı
imar çalışmaları, kendi adına yaptırdığı II. Mehmed Külliyesi ile sınırlı kalmamış, İstanbul bu dönemde Mahmut
Paşa, Firuz Ağa camileri, Beyazıt Külliyesi gibi irili ufaklı
yapılarla bezenmiş.
Ancak fetih dönemi İstanbul’u değişik türde pek çok
eserin can bulduğu yer olsa da, bu mimari gelişimin eski
İstanbul ve Suriçi ile sınırlı kaldığı bir gerçek. Prof. Dr.
Doğan Kuban’a göre, Osmanlı İstanbul’unu kentleşme
macerası içinde dört ayrı yüzü ile ele almak mümkün. Ve
Kuban’ın sözünü ettiği bu dört aşama Sinan’la başlıyor.
İlki 16. yüzyılda yaratım sürecine başlanan ve 17. yüzyıla
dek uzanan İstanbul. Sinan’ın İstanbul’u diyebileceğimiz
bu dönemde gerek Suriçi, gerek Üsküdar’daki anıtlar hâlâ
ayakta. İkinci evre 18. yüzyıla denk geliyor. Bu dönemde
yapılaşma birinci evreyle örtüşen bir stilde ilerliyor ama
artık etki alanı daha geniş: Eski kent dışında, özellikle de
Boğaziçi’nde belirgin bir gelişme yaşanıyor. Üçüncü İstanbul, 19. yüzyılın ikinci yarısında yaratılan, birinci evreyle
hâlâ örtüşme gösterse de ikinci evreyi tamamen silip yok
eden, Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme dönemini de
kapsayan, emperyalist çağın imgelerini içeren bir İstanbul. Ve dördüncü evre, yani bizim İstanbul’umuz. Hemen
hemen bütün geçmiş görünümlerini silmiş, bu çağlardan
kalan birkaç anıtı ancak müzelik, turistik nesneler olarak
saklayabilmiş bir şehir olan İstanbul...
İstanbul’un klasik silueti, anıtların ve yerleşim alanlarının yoğunluğunun yanı sıra Haliç limanının hareketliliğinin de bir sonucu olarak şekilleniyor aslında. Haliç’in o
dönemlerde İstanbul içindeki rolünü fizikteki anlamıyla
bir çekim merkezi olarak yorumlayabiliriz. Her şeyi kendisine doğru çeken bir mıknatıs gibi Haliç. Öyle ki en ünİSTASYON
13
HAYAT
Kadırgalimanı’ndaki İsmihan Sultan ve Sokollu Mehmed Paşa Külliyesi’nin yapılışı,
Batılı güçlerle Akdeniz’de yapılan deniz savaşlarının yoğunlaştığı, Hıristiyanlık
ile İslam arasındaki askeri ve siyasi rekabetin pekiştiği yıllara denk geliyor. Bu
atmosferin yansıması, Kâbe’den gelen siyah taşın dört parçasının caminin önemli
noktalarına yerleştirilmesi olmuştu.
lüleri de dahil olmak üzere, camilerin yüzde 30’u Haliç’in
güney yamaçları üzerine inşa ediliyor. Yine bu dönemde
Haliç’e uzanan ana cadde, yani kentin ana ekseni artık son
biçimini alıyor. 1580’lere gelindiğindeyse Sinan tarafından
yeniden şekil verilen şehir, yüzünü tamamen denize doğru
çeviriyor. Hatta deniz kıyısına cami inşa etmek gibi 16. yüzyıla özgü bir eğilimden bile söz etmek mümkün. Bu, aynı
zamanda bugün hâlâ İstanbul kıyılarını nakış gibi bezeyen Tophane’deki Kılıç Ali Paşa, Üsküdar’daki Mihrimah
Sultan ve Şemsi Ahmed Paşa külliyeleri gibi yapıların inşa
edilmesine yol açan eğilim.
Mimar Sinan’ın eliyle yepyeni bir çehre kazanan İstanbul siluetini, Matrakçı Nasuh ile o dönemde yolu İstanbul’a
düşmüş çok sayıda seyyah ve dışişleri görevlisinin çizimlerinden ve Hassa Mimarlar Ocağı belge ve planlarından biliyoruz. Söz konusu dönemde Sinan’ın camileri genellikle
kalabalık şekilde iskân edilmiş olan Suriçi’nin dış mahallelerinde, özellikle de Yenibahçe’deki (Kadırgalimanı civarı) kara surları bölgesinde ve işlek şehir kapıları boyunca
yoğunlaşıyor. Mimarbaşının diğer camileri de, üç kazaya
ve Boğaziçi kıyılarında yeni gelişen varoşlara dağılmış durumda. Tüm eserleri kent dokusu içinde önemli bir yer tutuyor ve içlerinden bazıları özellikle öne çıkıyor. Suriçi’nin
yerleşim dışı boş tepeleri olan Şehzadebaşı ve Edirnekapı’yı
taçlandıran, Sultan Süleyman ile iki gözde çocuğu Şehzade Mehmed ve Mihrimah Sultan için inşa edilen görkemli
bahsi geçen, bugünün tanımıyla organik mimariden farklı
bir şey değil ve bu mimari de, bazen devamlılık, bazense
zıtlık üzerine kurulu bir ilişkiyi içeriyor. Örneğin Suriçi’nin
alçak, kiremit damlı ve çok renkli evlerinin türdeş dokusunun, anıtsal kubbeli Sinan yapılarının büyüleyici bir şekilde öne çıkmasını sağlayan sade bir fon oluşturduğunu söylemek mümkün. Sinan’ın bu yaklaşımı çevresiyle öylesine
bir uyum oluşturuyor ki, 1683’te Fransız ressam ve seyyah
Guillaume Joseph Grelot’nun, şehri, “Bu, muhakkak ki evrenin her yerinden daha üstün olan bir parçası, gözü her
bakımdan nefis bir görüntüyle besleyen renk renk boyalı o
evlerin arasında, sıradan binalardan çok daha yüksekte akıl
almaz sayıda kubbeler, kubbecikler, minareler ve kuleler
görünüyor. Bütün bu kubbeler kurşunla kaplı, aynı zamanda minareler ve bunların külâhları hep yaldızlı,” sözleriyle
tanımlamasına neden oluyor.
Bazı araştırmacılar, Sinan’ın yapıtlarını evrensel konuma getiren başlıca unsurun ne kubbelerin çapı ne de cemaatin işlevsel olarak dini ve sosyal görevlerini en doğru
biçimde yerine getirmelerini sağlayan mimari olduğu görüşünde. 1992 yılında yitirdiğimiz Doç. Dr. Umur Erkman, Batı’da anıt tipi yapıların genellikle etrafından kendini soyutlayıp çevredeki yapılaşmanın boyutlarıyla kesin
ve bilinçli bir zıtlık oluşturduğunu söylüyor. Anıtı ön plana
çıkaran da tam olarak bu özelliği oluyor. Sinan’ın yapılarının çevreyle özgün ilişkisi, anıtın, kendini çevresinden
HALIÇ’IN O DÖNEMLERDE İSTANBUL IÇINDEKI ROLÜNÜ FIZIKTEKI ANLAMIYLA BIR
ÇEKIM MERKEZI OLARAK YORUMLAYABILIRIZ.
Acemioğlanlığından Başmimarlığa Devşirme uygulaması Osmanlı İmparatorluğu’nda yaygındı
ve minyatürlere de konu olmuştu (üstte). Kayseri’nin Ağırnas kasabasında dünyaya gelen Sinan,
devşirilen diğer oğlanlarla birlikte İstanbul’a getirildi. Kanuni Sultan Süleyman’ın ordusunda
görevliyken katıldığı Karaboğdan seferi sırasında Prut Nehri üzerine yaptığı köprüyle mimarlık
kariyerine dikkat çekici bir giriş yapan Sinan, çok geçmeden imparatorluğun mimarbaşı olacaktı.
14
İSTASYON
Bir Arzu Nesnesi: Ayasofya’nın Kubbesi Ayasofya’nın etkileyici kubbesi uzun yıllar
Osmanlı İmparatorluğu topraklarında rakipsiz bir şekilde yükseldi. Sinan’ın iki minare ve
kubbe baskısına önlem olarak payandalar eklediği yapının görkemi mimarbaşını oldukça
etkilemiş olmalı ki, otobiyografik eseri Tezkiretü’l Bünyân’da Ayasofya’dan birçok kez
söz ediyor.
külliyeler veya daha önceleri bulunduğu hâkim tepeye inşa
edilen, 1557’den bu yana limandan, Galata’dan, Eyüp’ten
ve hatta Üsküdar’dan İstanbul siluetine hâkim olan Süleymaniye gibi.
Tarihin pek çok döneminde olduğu gibi Sinan’ın eserlerini yarattığı dönemde de yapıların gösterişli olması büyük
önem taşıyor. Burada gösterişten kasıtsa genelde yükseklik, büyüklük gibi niteliksel özellikler. Sinan’ın en büyük
özelliği de işte tam bu noktada gizli. Eserlerinde “yapabileceğinin en büyüğünü yapma hırsı”na rastlamak zor çünkü
o, yapılarının topografyayla uyum içinde olmasını önemseyen bir mimar.
Sinan Çağı adlı kitabıyla mimarbaşına ilişkin çok değerli bir esere hayat veren yazar Prof. Dr. Gülru Necipoğlu’nun
ifadesiyle, dönemde “Camilerin inşası için tercih edilen
yüksek tepe ve kıyılar, bunların görünürlüğünü artırarak
başkentin donatılmasına da katkıda bulunuyor. Su kitleleriyle birbirinden ayrılmış şehir peyzajına yerleştirilmiş
Sinan camileri, İstanbul’un topografyasıyla aktif bir etkileşim içinde.” Mimar Sinan’ın çevre–mimari ilişkisini ayrıntılarıyla ele alan Necipoğlu’na göre, “Bu yapıların en temel
özelliklerinden biri, sadece topografya ile değil, çevrelerindeki diğer yapılarla da bir bütün olarak algılanacakları bir
‘mekân ruhu’ yaratmaları. Külliyelerin geometrik düzenleri, merkezden çevreye doğru yayılarak organik dokulu kent
mimarisi ve mevcut sokaklarla kaynaşıyor.” Ki bu anlatıda
soyutlamadan, tam tersi onunla bütünleşerek var oluşu,
araziye saygılı bu büyük ustayı, dünya mimarisi içinde özel
bir konuma yükseltiyor. Erkman’a göre mimarbaşının başarı ve öngörüsü “gelecekteki çevrenin ölçüsünü saptamak,
gelecekle diyalog kurmak, kentin ilerideki siluetini ve karakterini belirleme”ye kadar uzanıyor.
Necipoğlu ile Erkman bazı noktalarda çelişiyor gibi
görünse de aslında her ikisi de Sinan’ın şehir dokusuyla
girdiği ilişkide anlamlar üretmesi konusunun iki yönünü
ele alıyor. Sinan yapılarının, çevreyle plan düzlemindeki bu
alçakgönüllü uzlaşısını spesifik olarak gösteren örnekler
yüzyılların ardından hâlâ gözlerimizin önünde.
Süleymaniye kompleksinde Darü’l Hadis’in konumu,
Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii’nin kuzey kesiminde
surlara rastlayan bölümün biçimlendirilişi, Eyüp Zal Mahmut Paşa Külliyesi’nde farklı kotlardaki her iki avlunun dış
duvarlarının, aksa çapraz giden yollara göre biçimlenmesi
içerideki düzeni de hiçbir şekilde bozmuyor. Şehirle o mükemmel uyumu görebilmek için bakmanız yeterli.
Adım adım inşa edilen, topografyayla uyumlu bu mimari ve dışa dönük şehir peyzajı, aşamalı olarak gelişen bir
şehir planlaması olarak da okunabilir pekâlâ. Şehrin ufuk
çizgisini ve mekânsal yapısını belirleyen bu cami ve külliye
yapıları, şehrin düğüm noktaları olarak düşünülebilir. Dönemin yabancı ziyaretçileri de, tuttukları kayıtlarda sokak
adlarının olmadığını ve insanların birincil referans noktaİSTASYON
15
HAYAT
larını bu büyük camilerin yönlerinin belirlediğini gözlemlediklerini aktarıyor. Öyle bir İstanbul ki bu, mimari eserler kuzeyi, güneyi, doğuyu, batıyı belirliyor...
Yalnız bunun modern anlamda bir şehir planlaması anlamına geldiği yanılgısına kapılmamak gerek. 19. yüzyıla
kadar, Osmanlı şehirlerinin gelişim doğrultusunu belirlemek için imar planı veya projelerinden yararlanılmıyor.
Osmanlı kentleri gelişimlerini çoğu zaman önceden var
olan yerleşimlerin üzerinde ya da hemen yanında sürdürüyor. Antik kentlerin kültürel varlık olarak görülmesi bir
yana, özellikle itibarlı camilerin yapımlarında bu kalıntıların taş ve sütunları kullanılıyor. Mevcut yapılar, fethedenlerin istek ve gereksinimlerine, politik ve simgesel
amaçlarına göre işlev kazanıyor ya da yıkılarak yerlerine
yenileri yapılıyor. Modern öncesi dönemlerin dünyadaki
genel geçer geleneği de bu zaten. Çoğu zaman kolektif hafızayı yıkmak, yeniyi benimsetmek, gücünü ispat etmek gibi
nedenlerle geçmişin hatıralarının bilinçli olarak yok edildiği bir dönem bu.
Prof. Dr. Zeynep Ahunbay, Sinan’ın 16. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu sınırları içindeki çalışmalarını, gelişimin
baştan sona tasarlandığı bir yerleşme söz konusu olmadığı
için, bugünkü anlamda şehir planlaması kapsamında ele
almanın mümkün olmadığını söylüyor ve bunun, kentsel
tasarım değil de “sit planlama” olarak adlandırılmasının
daha doğru olacağının altını çiziyor. Neredeyse matematiksel bir ritim ve ölçeği içinde barındıran bu planlama, en
büyük birimi merkez alarak gittikçe küçülen birimlerle devam eden bir dizi olarak yapının bittiği noktadan (en azın-
araştırması da konuyla ilgili bazı bilgilere yer veriyor. Buna
göre, hassa mimarları Eski İmaret çevresinde keşif yapıyor
ve yapıya sonradan eklenen kısımların yıkılmasını öneriyor. Sultan bu konuda çok duyarlı ve mimarbaşı Sinan’ın
dikkatini, olasılıkla benzer şekilde eklerle doldurulmuş
olan Zeyrek, Kalenderhane ve Ayasofya gibi başka mekân
ve anıtlara yöneltiyor. Böylece Ayasofya için araştırma yapılıyor ve temizlemenin gerekli olduğu belirleniyor. Ancak
yapıyı saran gecekonduların yıkımı karışıklık yaratıyor,
itiraz sesleri yükselmeye başlıyor. Yıkımdan zarar göreceklere göre asıl yıkılması gereken, “özde kâfir bir yapı olan”
Ayasofya’nın ta kendisi. Ancak Sultan bu konuda kararlı ve
dirençli. Konuyu fermanıyla bir karara bağlıyor. Ancak, bu
temizlikle boşaltılan alanın daha sonraki tarihlerde nasıl
kullanıldığına baktığımızda, tutarlılık olmaması nedeniyle
aynı mekânın güneybatı tarafının hiç de ferah olmayan bir
şekilde II. Selim, III. Murad ve III. Mehmed türbeleriyle
doldurulduğu görülüyor. Bu da bugün anladığımız anlamda bir şehir planlamacılığının söz konusu olmadığını gösteriyor. Aslında, sözü edilen modern planlama zihniyetinin
günümüzde var olduğunu söylemek de oldukça güç.
Sinan’ın mesleki etkinliğinin büyük bir bölümü dinî
veya din dışı eğitim, sağlık hizmetleri, misafirler, bilim
insanları, öğrenciler ve yoksullar için barınma, yemek olanakları sağlayan ve imaret kavramı altında toplanan külliyeler yapmakla geçiyor. Böylece İstanbul’da büyük külliyeler ve merkezi planlı camiler devri başlıyor. 16. yüzyılda
aynı zamanda Osmanlı kentlerinin nüfus artışı hızlanıyor.
Kentlerin kalabalıklaşmasına paralel olarak da boş alan
ESERLERINDE “YAPABILECEĞININ EN BÜYÜĞÜNÜ
YAPMA HIRSI”NA RASTLAMAK ZOR...
dan yapıldığı dönemlerde) dizinin mantığını bozmadan
devam ediyor.
Sultanın istek ve direktiflerine göre, kadı tarafından yönetilen büyük kentlerde mimarinin de sultan tarafından
idare edilen fermanlara göre şekil bulduğunu belirtmeye
gerek var mı? Sultanın bu konulardan haberdar oluşu ise
kadı ve mimarbaşı aracılığıyla gerçekleşiyor. Dolayısıyla
alınan kararlar, onların kişisel görüş, deneyim ve bilgisi
doğrultusunda sultanın nihai kararıyla şekilleniyor. Peki
bu kararlar neye göre veriliyor? İşte orası muamma.
Dönemde, sultanların, sağlıklı ve düzenli bir kentsel
çevre tanımı nasıldı, kesin olarak bilinmiyor. Bu konuda
yazılı belge çok az. Ancak İstanbul başta olmak üzere Osmanlı kentlerinin şekillenişine bakarak ve bugüne kalmış
kimi yazılı kaynaklar aracılığıyla genel bir fikir edinmek
mümkün. Sinan’ın otobiyografisi Tezkiretü’l Bünyân’a
göre, Şehzade Camii’nin Eski Yeniçeri Odaları’nın yakınında yapılmasını Kanuni Sultan Süleyman emrediyor.
Sultan II. Selim’in kentsel çevre konusundaki eğilimlerini,
Eski İmaret ve Ayasofya çevresinin temizlenmesiyle ilgili bazı yazışmalara dayanarak görmek mümkün. Ahmet
Refik Altınay’ın On Altıncı Asırda İstanbul Hayatı adlı
16
İSTASYON
Sinan’ın eserleri yalnızca işleviyle var olmuyor. Birçoğu, İstanbul’daki Süleymaniye Camii gibi, yapıldığı kentlere adanmış birer anıt olma özelliği de taşıyor. Belgrad’dan Van’a,
Budapeşte’den Mekke’ye dek Sinan’ın bir kısmı halen ayakta, bir kısmıysa tarihe gömülmüş olan 300’ü aşkın eseri milyonlarca insanın hayatında iz bıraktı (üstte).
Alibey Deresi Vadisi üzerindeki Mağlova Sukemeri, Sinan’ın İstanbul’da inşa ettiği farklı türdeki yapılardan biri. Kemer yüzyıllar sonra bile hâlâ İstanbul’a su taşıyor (altta).
bulma zorluğu baş gösteriyor. Hal böyle olunca külliyeler
için yeni yerleşim alanlarına doğru bir açılım yaşanıyor, kamulaştırmaya başvuruluyor ya da gayrimüslimlere ait kimi
dini yapılar dönüştürülerek kullanılıyor. Örneğin İstanbul’daki Atik Valide Külliyesi, Üsküdar’ın, “Yeni Mahalle”
olarak anılmasından da anlaşıldığı gibi, imara açılan farklı
bir yöresinde kuruluyor.
Sinan camileri sadece kentsel çevre ile değil aynı zamanda doğayla da uyum içinde bir bütünlük yaratıyor. Bu camilerin özellikli konumları, çoğunlukla bahçelere ve ufuktaki
görünümlere açılan pencereler ve revaklarla çerçevelenmiş
panoramik peyzajlara hâkim bir konumda. Eski metinlerin
cami külliyelerinin avlularını zevk verici gezi yerleri olarak
tanımladığını görüyoruz. Sinan’ın, özellikle selâtin camilerinin (sultanların yaptırdığı camiler) demir şebekeli pencerelerle delinmiş çevre duvarlarıyla kuşatılan dış avluları, yaya
ve atlı trafiğine açık kamusal geçit ve gezinti alanları olarak
da kullanılıyor. Mimarbaşı, külliyelerinin avlularından yakın
çevrenin ve kentin diğer bölgelerinin algılanmasına olanak
veren, doğanın güzelliklerini kent tasarımıyla kaynaştıran,
kenti kentliye sevdiren bakış noktaları tasarlıyor. Süleymaniye dış avlusundan Haliç ve Boğaz’a doğru, Üsküdar Şemsi
İSTASYON
17
HAYAT
Paşa ve Mihrimah Sultan camilerinden Tarihi Yarımada
ve Avrupa yakasına doğru açılan manzarasıyla İstanbul’un
zenginliğini gözler önüne seriyor.
Sinan yapıları, inşa edildikleri yıllarda kendi içlerinde
de bir iletişime sahip. 16. yüzyılda Sinan yapıları ve külliyelerinin birinden bakıldığında diğerini görebilmek mümkün. Çevrelerinde yer alan evlerin alçak görünüşleri bir fon
oluştururken söz konusu yapılar hem çevreyle bütünlüklü
bir ruh oluşturuyor, hem de o çevrenin içinde öne çıkıyor.
Ne yazık ki günümüzde çarpık kentleşme nedeniyle ar-
İstanbul yapan görünümleri yalnızca eski gravürler ve fotoğraflarda görebiliyoruz artık... Sinan’ın İstanbul’unun
üzerine bir beton perdesi örülmüş gibi.
Sinan’ın İstanbul’daki eserleri arasında Süleymaniye’nin
yeri biraz daha ayrıcalıklı. İstanbul’un simgelerinden biri
haline gelen Süleymaniye bir cami olmanın çok ötesinde,
aynen Roma’daki San Pietro gibi kurumlaşmış bir sosyal
düşünce, tarihi özümsemiş bir imge. Osmanlı’nın yükseliş
döneminin son büyük sultanı II. Süleyman’ın adını taşıyan bu selâtin camisi adını aldığı padişahın savaş zaferleri-
ÖYLE BIR İSTANBUL KI BU, MIMARI ESERLER KUZEYI,
GÜNEYI, DOĞUYU, BATIYI BELIRLIYOR.
tık bu tarihi yapıları belirli bir mesafeden görme olanağı
yok. İstanbul’un son yüzyılda çok büyük bir tahribat yaşadığı, özellikle deniz surlarının tahrip olduğu, Sinan’ın eserlerinin çok yüksek binalar arasında kaybolduğu bir gerçek.
Mimari düşünce ögesinden yoksun, salt kullanıma yönelik
yapıların şehrin genel görünümünü oluşturduğu, tarihi
panoramayı budayan kimi etmenler sonucu, İstanbul’u
18
İSTASYON
ni taçlandırırken bir yandan da yapıldığı kentin çehresini
değiştiren bir başyapıt haline geliyor. Evliya Çelebi’nin, inşaatında Belgrad, Malta ve Rodos seferlerinden elde edilen gelirlerin kullanıldığını iddia ettiği Süleymaniye’nin
yapım aşamasına dair ilginç yönlerinden biri de neredeyse
bütün devlet mekanizmasını seferber eden bir örgütlenmeye neden olması. Özellikle tersane çalışanları, impa-
ratorluğun her köşesinden malzeme taşınmasına katkı
sağlıyor: Roma dönemine ait ören yerlerinden toplanan
mermer sütunlar, bloklar ve kaplama levhaları deniz yoluyla getiriliyor; bu ağır ve değerli malzemenin nakli, iskelelerin kurulması ve ağır yükün bocurgatlarla kaldırılmasında yine denizciler rol alıyor. Evliya Çelebi’ye göre 3 bin
kürek mahkûmu temellerin yapımında çalışıyor. İnşaatta
çalışan ustaların arasında Hıristiyanlarla Müslümanların
sayısı neredeyse eşit. Günde ortalama 2 bin işçi çalışıyor,
yoğunluk arttıkça işçi sayısı da artıyor. Yedi yıl süren harıl
harıl bir çalışma!
Bu kadar simgesel bir yapıya ilişkin verilmesi gereken
en önemli karar, caminin yeri. Peki buna nasıl karar verildi? Artık Suriçi’nde geniş ve konumu uygun bir alan
bulunmadığı için Sultan Süleyman, adını taşıyacak cami
için Eski Saray’ın bulunduğu alanın kullanılmasına izin
veriyor. Bu eğimli arazide Sinan, Süleymaniye Camii’ni
yaparken topografyayı zorlamıyor ve organik bir mimari
anlayışı içinde hareket ediyor. Süleymaniye’nin üçüncü
ve dördüncü medreselerinde, Bizans’ın mevcut teraslama
sisteminden de yararlanarak arazi eğimini başarıyla kullanıyor. Burada mimarbaşının, zor olanı, ustalığıyla yaratıcılığını gösterecek bir vesile haline getirdiğini görüyoruz.
Yapı, ana kubbeden başlayarak yan kubbelere, revaklara
kadar uzanan, oradan yakın yapılara atlayıp uzak çevreye
kadar yayılan, sonra tekrar uyum içinde başka bir anıtın
ana kubbesine doğru yükselen bir dalgalanmanın parçası
oluyor. Külliyeyse 5,5 hektarlık bir alanı kaplıyor ve dört
medrese, bir tıp okulu, bir darüşşifa, bir imaret, bir küçük
hamam, bir sıbyan mektebi, dükkânlar, bekâr odaları,
ahırlar ve biri sultana, diğeri de eşi Hürrem Sultan’a ait
iki türbeden oluşuyor.
Süleymaniye Haliç’ten, Galata sırtlarından, Topkapı
Sarayı ve Zeyrek’ten farklı görünüşlerle algılanabiliyor.
Sinan için önemli olan, tek bakış yönüne dayalı bir etki
yaratmak değil. Başmimar, değişik bakış noktalarından
kavranabilen çoklu etkiyi yakalamayı da büyük bir ustalıkla başarıyor. Külliyenin tamamını, yakın planda bütünüyle algılamak olası değil. Camiye güney yönünden yaklaşırken ara mekânlarda perdelenen görüşler söz konusu.
Ayşe Kadın Sokağı’ndan caminin yan cephesi kısmen görünüyor. İki medrese arasındaki iç sokak sınırlı bir görünüşe olanak verirken Tiryaki Çarşısı önüne ulaşıldığında
cami tüm haşmetiyle her şeye egemen oluveriyor.
Sinan’ın, hakkında uzun uzun yazılacak tek eseri elbette
Süleymaniye değil. Her bir eseriyle efsaneleşmiş bir mimar
o. Böyle olmasa “mimar” kelimesi adının bir parçası haline
gelebilir miydi?
Bazı kaynaklara
göre imparatorlukta
Kâbe’den sonra
en çok saygı gören
yapı olan Ayasofya
(üstte) ile selâtin
camileri arasındaki
ikonografik diyalog,
16. yüzyıldan bu
yana devam ediyor.
Bu diyaloğun etkilerini
Sinan’ın diğer
bazı eserlerinde de
görmek mümkün.
Örneğin Tophane’deki
Kılıç Ali Paşa Camii,
model olarak
Ayasofya’yı almış.
Bu konu National Geographic Türkiye dergisinden özetlenerek alınmıştır, NG Türkiye abone hattı: 444 18 59 veya 0 850 222 18 59
İSTASYON
19
TARİHTEN
James Bond’u yaratan adam:
Adım Fleming…
17F Ian Fleming
II. Dünya Savaşı’nda İngiliz donanma istihbaratında masabaşı bir işi olan 17F kod
adlı Ian Fleming, yaratıcılığını tasarladığı operasyonlarda gösterdi. Savaştan sonra
ise James Bond’u yarattı. Bu kahraman, yaratıcısı gibi biraz soğuktu; kadın ve içki
düşkünüydü. Ama bununla birlikte, sahada çalışan bir eylem adamıydı.
P
eenemünde roket üretim tesislerinden çıkan kafile, hızla
batı yönünde ilerliyordu. İçlerinde Wernher von Braun
ve kardeşi Magnus’un da bulunduğu
Nazi bilimadamları, Rus ordusunun
yaklaşması üzerine üslerini terketmişlerdi. Amaçları Amerikalılar’a sığınmak
olan Almanlar, aslında çamurlu yollarda boşuna çabalıyorlardı; zaten müttefikler çok önceden bu seçkin beyinleri
ele geçirerek kendileri için çalıştırmayı
planlamışlardı.
Fizikçi Prof. General Dornberger’in
başını çektiği bilimadamları grubu,
3 Mayıs 1945 günü kendilerini arayan
İngiliz askerleri tarafından esir alındı-
lar ve anlaşma gereği, Amerikan karşı
casusluk ajanı Charles L. Stewart komutasındaki askerlere teslim edildiler.
Von Braun, bir hava akınında yaralanan askıdaki koluyla, Amerikalılar’ın
ortasında fotoğrafçılara poz verirken,
kendilerini paketleyen İngiliz askerleri
yok oldular. Nazi bilimadamlarını ele
geçiren İngiliz birliği, 30 Saldırı
Birimi (30 Assault Unit) ismini
taşıyordu. Donanma istihbaratına bağlı bu özel komando birliği,
Ian Fleming isimli bir deniz yarbayı tarafından kurulmuştu.
Ian Lancaster Fleming,
bir burjuva ailesine mensuptu. 28 Mayıs 1908’de Londra
Mayfair’de dünyaya geldi. Babası, ünlü bir İskoçyalı bankerin
oğlu, Muhafazakar Parti milletvekili Valentine Fleming’di. Ian
dokuz yaşındayken, I. Dünya
Savaşı sırasında Batı cephesinde öldü. Aileye annesi Evelyn
St. Croix sahip çıktı ve oğullarını yetiştirdi.
BAŞARISIZ ÇOCUK
Ağabeyi Peter, çok iyi bir öğrenciyken, Ian seçkin İngiliz
çocuklarının gittiği Eton’dan
Alman bilimadamları Reutte’de Amerikan
kuvvetlerine teslim edildikten sonra,
3 Mayıs 1945. Von Braun’un kolu birkaç
hafta önce hava akını sırasında kırılmış.
20 İSTASYON
“bir hizmetçi kızla yaşanan bir olaydan”
dolayı mezun olamadan ayrıldı; Slandhurst Askerî Akademisi’ne girdi. Ancak
bu akademiyi de subay olamadan bitirdi. Zaten o günlerde, ordunun ona göre
olmadığını anlamıştı. Ian’a göre, “silahlı
kuvvetlerdeki toplumsal birliktelik anlayışı, kişilik kavramını yok ediyordu.”
Arayış içindeki genç adam,
Avrupa’da okumaya karar verdi. Önce
Avusturya Kitzbühel’de ve Münih
Üniversitesi’nde okuyarak Almanca,
Cenevre Üniversitesi’nde Fransızca öğrendi. İngiltere’ye döndüğünde Dışişleri
Bakanlığı’nın giriş sınavlarına katıldıysa da, başarılı olamadı. Bunun üzerine, ağabeyi Peter gibi gazeteciliği seçti.
Peter Fleming, ömrü boyunca dünyayı
dolaşarak yazdığı kitaplarla kendi çapında ün sahibi bir yazar olacaktı. Ian
ise, Reuters haber ajansında muhabirliğe başladı. Bir süre Moskova’da gazeteci
olarak çalıştıktan sonra, bu mesleği de
bıraktı ve aracı bir şirkette borsacı oldu.
Ama bu iş de ona başarı veya tatmin
sağlayamadı. Birkaç yıl sonra II. Dünya
Savaşı çıktı.
KOD ADI 17F
Ian Fleming, 1940’ta donanma istihbaratının başındaki Amiral John Henry
Godfrey tarafından keşfedildi. Amiralin kişisel yardımcısı olarak 17F kod
adıyla hizmete alınan Ian, kendisini
başka ufuklara taşıyan yeni bir yaşam
biçimiyle tanışacaktı. İlk görevi, Oxford
İSTASYON
21
TARİHTEN
SARSILAN İNGILIZ ISTIHBARATINA
JAMES BOND TEDAVISI
007
romanları,
1960’larda İngiliz istihbaratının imajına
ilaç gibi geldi.
Savaş sırasında istihbarat servisine alınan seçkin öğrenciler, 1950’lerde büyük bir sorun
yaratmışlardı. Cambridge Beşlisi skandalı, dünya istihbarat tarihinin en
ünlü olayıdır. Cambridge Üniversitesi’nden mezun bu gençler, daha
İngiliz istihbaratına girmeden Sovyet ajanı olmuşlardı. Savaşta ve sonra gelen Soğuk Savaş’ta
ikili ajan veya “köstebek” olarak yıllarca çalışan Guy Burgess, Donald
Maclean, Harold “Kim”
Philby ve çok sonradan
Anthony Blunt deşifre oldular. Bu rezaletin yavaş yavaş ortaya
çıktığı ve İngiliz istihbaratına ağır darbe vurduğu sırada Hollywood, Bond romanlarına el attı. Çevrilen ilk film Dr. No
oldu. İngiltere’de kısıtlı bir kitle tarafın-
22 İSTASYON
dan okunan Fleming’in romanları, filmler piyasaya çıkmaya başladıktan sonra
Batı dünyasında bir fenomen haline geldi. ABD Başkanı J. F. Kennedy, 17 Mart
1961’de Life dergisinde çıkan bir yazıda,
en sevdiği 10 roman arasında From Russia, with
Love’ı da sayınca, Bond
romanlarının satışında
patlama olduğu gibi, yapımcılar bu romanı ikinci Bond filminde beyazperdeye aktarmaya karar
verdi.
Dr. No filminde James
Bond rolündeki Sean
Connery, kumar oynarken karşısında oturan güzel kadını etkilemek için
Ronson çakmağıyla yaktığı sigarasından bir nefes
çekip, “Adım Bond… James Bond” dediği anda,
Ian Fleming’in kahramanı 007 artık dünya markası olmuştu.
Üniversitesi coğrafya profesörü Kenneth Mason’la
birlikte farklı ülke coğrafyalarının askerî operasyonlara yatkınlıkları konusunda bir rapor hazırlamaktı. Fleming daha sonra yine Prof. Mason’la “Deniz
istihbaratı coğrafyası el kitapları serisi” projesinde
çalıştı.
Ian’ın planladığı ilk sıcak operasyon “Ruthless/
Acımasız” kod adlı harekat oldu. Bu operasyon,
Alman donanmasının kullandığı, Alman kara ve
hava ordusunun ünlü Enigma şifre makinesinin bir
versiyonunu ele geçirmeyi amaçlıyordu. Bir Alman
uçağı bulunacak, içine Alman Hava Kuvvetleri üniformaları giydirilmiş İngiliz ajanları yerleştirilecek
ve uçak, Manş Denizi’ne “mecburi iniş” yapacaktı.
Uçaktaki ajanlar, onları kurtarmaya gelen Alman
kurtarma gemisini ele geçirecek ve böylece Alman
donanmasının şifre makinesine sahip olacaklardı.
Ancak Fleming’in tasarladığı bu plan uygulanmadı.
Mayıs 1941’de, Hitler’in sağ kolu Rudolf Hess’in
uçağıyla İngiltere’ye kaçışını da Ian Fleming dâhil
olmak üzere İngiliz istihbaratçılarına bağlayan iddialar ortaya atıldı, ancak bunlar kanıtlanamadı.
Fleming’in aktif olarak katıldığı bir başka operasyonun adı ise, daha sonra benzer isimli bir James
Bond filmi çekildiği için çok daha iyi biliniyor: “Goldeneye”, yani “Altın Göz”. Bu operasyon, İspanya
savaşa katılırsa, İngilizlere ait Cebelitarık kayasının
nasıl savunulacağına yönelikti ve 17F planlamasına
katıldığı bu operasyonun adını çok sevmişti.
Fleming, şifre kırıcı beyinlerin toplandığı Buckinghamshire’daki Bletchley Park ile istihbarat daireleri arasında koordinasyonu sağlayan subaylardan biriydi. Ayrıca
savaş sırasında okyanusun karşı kıyısına geçerek, Amerikan gizli servisleriyle birlikte de çalıştı. Bu dönemde CIA’in
temellerini atan “vahşi “ Bill Donovan, Ian’ın yaşamına girmiş oldu.
Ancak Fleming’in en önemli projesi, 1942’nin son aylarında, Alman gizli servisi Abwehr’in paramiliter gruplarına
karşı, donanma istihbaratı bünyesinde 30 Komando Saldırı Birimi’ni kurması oldu. Sonradan “30 Saldırı Birimi” adı
verilen bu özel birlikte başta 65 kişi görev almıştı. Personel
sayısı savaş sonunda 650’ye ulaşacaktı.
17F’in komandoları, Dieppe akınına ve Yunan adalarına yapılan komando baskınlarına, Kuzey Afrika, Pantelleria, Sicilya ve Salerno amfibi harekatlarına katıldılar.
Fleming’in önerisiyle, Normandiya çıkarmasından sonra
Target Force-T Force adını alan kuruluşun görevi, işgalden
kurtarılan Avrupa ve Almanya’daki önemli hedefleri ele geçirmekti. Bu hedefler arasında roketler, füze sistemleri, jet
uçakları ve yüksek hızlı denizaltılar bulunuyordu.
BIR KAHRAMAN YARATMAK
II. Dünya Savaşı sona erdiğinde 17F, sivil yaşama geri döndü. Çeşitli gazetelerde çalışan Fleming, 1953’te yeniden doğacaktı. Savaş sırasında Jamaica adasını keşfetmiş, buraya
yerleşmeye karar vermişti. 1952’de, uzun süreli sevgilisi
Lady Anne Rothemere hamile kalınca, onunla evlenmeye
karar verdi. Karı-koca, Jamaica’da “Goldeneye” adını ver-
SOĞUK SAVAŞ BITTI,
AMA EFSANE DEVAM ETTI
S
ean Connery, Ian Fleming’in ölümünden sonra üç filmde daha James Bond rolünü üstlendi. Genel kanıya göre,
daha sonra Bond rolünde oynayan diğer beş aktör (George Lazenby, Roger Moore,
Timothy Dalton, Pierce Brosnan ve Daniel Craig) onun imajına
yaklaşamamıştır.
Ama Soğuk Savaş
bittiği halde, James Bond efsanesi
sona ermedi ve filmler yüksek gişe hasılatı
yapmaya devam etti.
Ian Fleming ölmesine rağmen, James
Bond’un yeni romanları
da yazıldı. Telif haklarını
Alman Askerî İstihbarat Teşkilatı Başkanı General Erich
Fellgiebel, 3 Ekim 1942’deki Peenemünde roket atışı için
Wernher von Braun ve ekibini tebrik ediyor.
dikleri eve yerleştiler. İlk James Bond macerası
olan Casino Royale burada yazılacaktı. Romanın kahramanı, kod adı 007 olan James Bond
isimli bir İngiliz ajanıydı. Bundan böyle Ian
Fleming, savaş sırasında istihbarat görevlisi
olarak edindiği tecrübeyi, Soğuk Savaş dönemine başarıyla uygulayacaktı. Ancak kendisi
istihbaratta yaratıcı gücünü operasyon tasarlayarak geçiren bir masa başı elemanıyken,
yarattığı kahraman sahada görev yapan bir eylem adamıydı. Ama bu karakterin yaratıcısına
benzeyen pek çok yönü de vardı. Soğukkanlı,
hatta soğuk bir kadın avcısıydı, çok içki içiyor,
sigarasını elinden düşürmüyordu.
James Bond karakteri için birçok kişiden
ilham almıştı, ama bunların içinde en önemlisi
Sir William Stephenson’du. Savaşta İngiliz gizli servisinin ABD temsilciliğini yürüten Kanada kökenli Stephenson, “Intrepid / Korkusuz”
sıfatıyla tanınıyordu. Fleming, ABD’de bulunduğu dönemde karşılaştığı bu usta casustan
çok etkilenmişti.
Onu etkileyen bir başka ünlü casus da
Patrick Dalzel-Job’du. 17 yaşındayken kendi
kullandığı yelkenliyle Almanların Norveç’e
çıkışına tanık olmuş, bunu Londra’ya aktararak, İngiliz istihbaratının harekete geçmesini
sağlamıştı. Sonra deniz piyade komandolarına
katılacak, Fleming ile çalışacaktı. Fleming, casusluk yaşamında tanıdığı bazı kişileri de sayfalarına taşıdı. Amiral Godfrey, kitaplarındaki
istihbarat başkanı “M”, gizli servis silah uzmanı
Geoffrey Boothoy da “Q” olacaktı.
Ian Fleming, Casino Royale (1953), Live
and Let Die (1954), Moonraker (1955), Dia-
monds Are Forever (1956), From Russia, with
Love (1957), Dr. No (1958), Goldfinger (1959),
For Your Eyes Only (1960), Thunderball
(1961), The Spy who Loved Me (1962), On Her
Majesty’s Secret Service (1963), You Only Live
Bu konu NTV Tarih dergisinden özetlenerek alınmıştır.
elinde bulunduran Gildrose Yayınevi’nin
(şimdiki adı Ian Fleming Yayınları) isteğiyle, Kingsley Amis (Robert Markham takma adıyla),
John Gardner, Raymond Benson, Charlie Higson, Sebastian Faulks, yeni Bond romanları
kaleme aldılar. Amerikalı gerilim romanı yazarı Jeffery
Deaver, son James
Bond’u yazdı. Bu kitapların sayısı, Ian
Fleming’in özgün
romanlarının sayısını ikiye katladı. Elbette kahramanın,
çizgi romanları ve
sayısız video oyunu da var. Yani James Bond, çoktan yaratıcısını aştı.
Twice (1964) ve ölümünden sonra yayımlanan
The Man with the Golden Gun (1965), Octopussy and The Living Daylights (1966) başlıklı
14 James Bond kitabı yazdı.
Ian Fleming, romanlarının, onlardan yapılan filmlerin başarılarına tanık olacak kadar
yaşadı. Dr. No, Rusya’dan Sevgilerle ve Altın
Parmak filmleri, yazarın hayatta olduğu sıralarda çevrilmiş ve vizyona girerek çok iyi gişe
hasılatı elde etmişlerdi. Ancak James Bond’un
yaratıcısı, 12 Ağustos 1964 günü geçirdiği
kalp krizi nedeniyle öldü. Yaşamının son
iki yılında kazandığı paraları sınırsız bir
cömertlikle harcayan Fleming, sadece
56 yaşındaydı ve içkiye düşkünlüğü alkoliklik boyutlarına ulaşmış, günlük sigara
tüketimi üç pakete çıkmıştı.
Birçok yazarın başına gelen olay, yani
yarattığı kahramanın yazarının kişiliğini yok etmesi, Fleming’i kahrediyordu.
Fotoğrafçılar eline tabanca verip Bond
pozu vermesini istiyordu. Sadece bu
durumdan kurtulabilmek için Chitty
Chitty Bang Bang isminde bir çocuk
romanı yazmıştı; bu romandan yapılan müzikal ve şarkı da ün kazanacaktı. Ian Fleming,
Swindon kentine bağlı Sevenhampton’da
toprağa verildi. Tek oğlu Caspar, 23 yaşında
intihar edecekti.
İSTASYON
23
SÖYLEŞİ
Her şeye
zaman yaratılır...
Yeter ki istensin!
Koltuğunun altına birçok şeyi sığdıran ve sığdırdıklarının hepsini rahatlıkla
taşıyan kaç oyuncu tanıyorsunuz? Bir elin parmakları kadar belki…
İşte Görkem Yeltan da onlardan biri… Şimdiye kadar oyunculuk, yazarlık, şarkı sözü
yazarlığı yapan Yeltan, yakın bir tarihte vizyona girecek “Yemekteydik ve Karar
Verdim” adlı filmde, yönetmen koltuğunda oturuyor.
RÖPORTAJ: MURAT PAK FOTOĞRAFLAR: İBRAHIM AKGÜN
K
endisini, 90’larda oyuncu olarak tanıdık.
Tiyatrolar, diziler, filmler… 2000’lerdeyse kitapları karşımıza çıkmaya başladı.
Hedefinde çocuklar vardı, onlar için yazıyordu. Bugün çocuk edebiyatının en üretken yazarlarından biri kabul ediliyor. Yaz aylarında
haber geldi: Görkem Yeltan film yönetiyor! Daha
önce, oynadığı kimi filmlerin senaryolarına katkıda bulunmuşluğu vardı; ama yönetmen olmak yeni
bir durumdu. Arzu Okay (Yıllar sonra ilk defa sinemaya dönüyor), Mehmet Güreli, Kaan Çakır,
Sema Poyraz, Gökçer Genç, Ayçıl Yeltan, Kaan Çakır, Turgay Aydın, Ilgaz Kocatürk gibi oyuncuların
rol aldığı “Yemekteydik ve Karar Verdim” önümüzdeki günlerde sinemaseverlerin karşısına çıkacak.
Oyunculuk, yazarlık, yönetmenlik! Bitmedi sırada şarkı sözü yazarlığı, çocuklarla ilgili yaptığı kimi
çalışmalar da varmış! Hani derler ya “10 parmağında 10 marifet” diye, Yeltan işte öyle bir sanatçı.
24
İSTASYON
Hem oyunculuk tarzı hem de fiziksel olarak Isabelle Huppert ve Tilda Swinton’ı andıran Yeltan,
“Gölge”, “Uzak İhtimal”, “Eylül” gibi sinema filmlerindeki performansıyla festivallerden birçok ödül
aldı. “Kırmızı’nın Mektupları”, “Hımbıl Beyaz”,
“Haliç’ten Bulutlar Geçerken”, “Korkusuz Meles”in
de aralarında bulunduğu 16 kitabı bulunuyor…
Yönetmenlik macerası da devam edeceğe benziyor.
Peki, Görkem Yeltan bütün bunlara nasıl yetişiyor?
Aslında onun için bir şeye yetişmek gibi bir durum
söz konusu değil. Üretmeyi seviyor. Titizlenerek de
üretiyor. Devamını kendisinden dinleyelim…
Oyunculuk, yazarlık ve şimdi de yönetmenlik. Koltuğunuzun altındaki karpuzlar çoğalıyor. Günümüzde insanlar bir işe bile zor yetişirken siz nasıl
bu kadar çok işle başa çıkıyorsunuz?
Sanatın disiplinlerinin birbirini hem etkilediğini
hem de geliştirdiğini düşünenlerdenim. Bu sayİSTASYON
25
SÖYLEŞİ
dıklarınızın dışında çocuk kitapları yazarken resimle
tanışmam ya da müzikle yakınlığımı şarkı sözleriyle
başka bir noktaya getirmem elbette tesadüfi değil. Her
şey birbirinin içinden çıkıyor ve sanki benim dışımda,
beni geliştirmek, beslemek, ortaya çıkardığım işleri
desteklemek için birbiriyle yarışıyor. Yetişmekten çok
bana yol gösteriyor gibiler. Hiçbirinin bir diğerinden
uzak olmadığı ortada ve bana kalırsa insan istediği her
yaratımı ortaya çıkartabilecek zamana fazlasıyla sahip.
Yeter ki istesin. Elbette o alan üzerinde çalışmak, araştırma yapmak, etrafa detaylıca bakabilmek de zorunlu
zaman kullanmayı beraberinde getiriyor. İstek, bu zamanı da insana kolaylıkla veriyor.
bir savaş ortamında olsa dahi ona çarpan bir kitap kapağı, bir resim, herhangi bir ninni kolaylıkla çocuğun
rotasını sanata çevirebilir. Benim büyüdüğüm yer ise
Ege’nin tam ortası. Heykellerin, resimlerin, çok kültürlülüğün tüm yapıtlarını içinde barındıran topraklar. Elbette burada gözünü, kulağını sanata kapatmayan, tam
tersine onunla yaşamayı mutluluk unsuru haline getirmiş bir ailenin içinde büyümemin de çok büyük katkısı
var. Nazilli, Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde Sümerbank
Basma Fabrikası’nda süregiden yaşamla caz orkestralarının kurulduğu, çevresindeki antik kentlerde açık hava
tiyatrolarını barındıran, farklı medeniyetlerin müziklerine kulağını kapamadan
müziği günümüze aktarabilmiş, içinden geçen “Gıdı
Gıdı Treni”yle bir çocuğun
hayal dünyasını gıdıklayan
bir trene çevirebilecek eşsiz
zenginliklere sahip bir yer.
Böyle bir taşra, üniversite
yıllarına kadar orada yaşamış birine büyük fırsatlar
sağlıyor. Bu durumda farklı
nefes tekniklerine meyletmek, onları deneyerek nefes
alıp vermek; yani yaşamak
olağan bir seçim gibi görünüyor bana.
Yazmak, oynamak, yönetmek birbirini nasıl etkiliyor?
Oyunculuk eğitimimden önce, yazı dünyasındaki amatör çalışmalarımı saymazsak, benim için başlangıcın
oyunculuk olduğunu söyleyebiliriz. Oyunculuk daha
önceden yaratılana katkıda bulunarak can vermek...
Yazarlıksa bir anlamda olmayanı var etmek. Oyunculukta size verilen bir karakterin geçmişini, karakter
özelliklerini, size sunulmayan kısımlarını tamamlamaya çalışırken, karakterin bundan sonraki çizgisini düşlerken bir nevi yazarlık alıştırması yaparsınız. Bu alıştırmaların yazı hayatımda beni beslediğini, güçlendirdiğini düşünüyorum. Yazarın dünyasında sahneye koyduğu ya da filme aldığı, resmini yaptığı hayal dünyası
yansımalarının oyunculuk mecrasındaki alıştırmalarla
birleşince yönetmenliğe yatkınlık yarattığı da muhakkak. Ben geçişlerimin, iç seslerimin, isteklerimin izini
sürerek böyle çoklu bir yola saptım sanıyorum.
Hayata farklı alanlarda iz bırakıyorsunuz. Bunların
nasıl bir karşılığı oluyor sizin dünyanızda?
İleride izlerinin sürülüp sürülmeyeceğini bilemediğiniz
tuhaf bir yolculuk bu. Öte yandan iz bırakma isteği, yaşamın çok güçlü damarlarından biri. Bir anlamda çocuk
yapma isteği gibi. Öylesine güçlü, ortaya çıktığını gördüğünüzde öylesine büyük mutluluk verici ki... Yaptığınız
her iş sizden bağımsız nefes alıp vermeye başladığında
heyecandan kulaklarınızı sağır edecek mutluluk naraları
atılıyor etrafta adeta. En önemlisi de çok iyi biliyorsunuz
ki, o siz olmadan da yaşamaya devam edebilecek ve sizin hiç tanımadığınız, göremeyeceğiniz, bilemeyeceğiniz
dünyalarda gezinerek kendine bambaşka renkler giyebilecek kadar canlı.
Yazarlık serüveninizde çocuklara dokunuyorsunuz.
Türkiye’de yetişkinlerle çocuklar arasındaki ilişki nasıl,
bu konuda bir değişim var mı?
Şarkı sözleri ve senaryo alanında çocuklara ilişkin yaptığım çalışmalar, henüz gün ışığına çıkmadı. Bu nedenle
onları ayrı tutarak cevap verecek olursam, yazdığım çocuk
kitaplarıyla gazetelerdeki makalelerde uzun yıllardır çocuk üzerine çalıştığım ve kendimi bu alanda geliştirmek
için her daim upuzun yolculuklar yaptığım doğru. Bunun
içerisinde, dünya edebiyatını takip edebildiğim diller ölçüsünde takip etmek, çocuğa ilişkin çizgilerin peşinden
26
İSTASYON
GÖRKEM YELTAN: “SANATIN DISIPLINLERININ BIRBIRINI HEM
ETKILEDIĞINI HEM DE GELIŞTIRDIĞINI DÜŞÜNENLERDENIM… HER
ŞEY BIRBIRININ IÇINDEN ÇIKIYOR VE SANKI BENIM DIŞIMDA, BENI
GELIŞTIRMEK, BESLEMEK, ORTAYA ÇIKARDIĞIM IŞLERI DESTEKLEMEK
IÇIN BIRBIRIYLE YARIŞIYOR.”
gitmek ve çocuğun birey olarak kabul edildiği kültürlere özenerek bakmak da var. Bizim çocukla kurduğumuz
ilişkinin; bir etkileşimden ve karşımızdakini birey olarak
varsaymaktan çok öğretici bir çizgide gezindiğini görüp
üzülüyorum. Öte yandan atılan küçük adımların bile ne
kadar önemli olduğunu biliyor ve bu adımları gördükçe
ileriye dair büyük ümitler besliyorum.
Çocukluğunuz Nazilli’de geçmiş. Taşrada büyümek nasıl
etkiliyor insanı? Yani bu kadar sanatın farklı alanlarında
üretken olmanızın çocukluğunuzla bir ilgisi var mı?
Bir çocuğun gözleriyle dünyaya bakmaya kalkışırsanız,
hiçbir sanatsal ürünü göremeyeceğini düşünürüz; oysa
2000’lerden beri çocuk kitapları yazıyorsunuz. Artık
çocuk edebiyatı günümüzde
daha görünür oldu. Acaba
çocuk edebiyatında belli bir
kırılma yaşanıyor mu?
Dünyanın pek çok ülkesi, çocuk edebiyatında bambaşka
çizgilerde geziniyor. Tıpkı çocuğun birey olarak algılanması gibi. Çocuk edebiyatı da esas
durduğu yerde yani edebi bir
ürün niteliğinde. Bizde buna
yönelik ürünlere yaklaşan yaratıcılarımız, bugün itibarıyla
azımsanmayacak kadar çoğaldı. Bütüne bakacak olursak
henüz günün anlayışını yakalayan bir çizgiye varamasak
bile yükselişe geçmek ümit
verici. Birbirinden beslenen
sanat ürünlerinin varlığından henüz söz edemiyon olmaksa,
hem bu noktada önemli bir gösterge hem de üzücü. Dünyaya mal olan karakterlerimizin olmaması, çocuk filmlerimizin
dünyadaki çocuk film festivallerinde çocuklarla buluşamaması ve çizgi romanlarımızın, müziklerimizin yeterli bir duruş sergileyememesi de bir o kadar kırgınlık, üzüntü yaratıyor
bende. Belli bir kırılmadan bahsedecek olursak içimdeki kırılmalar, kırgınlıklar geliveriyor aklıma nedense...
Genelde ilk filmini çeken yönetmenlerle çalıştınız. Sonra da
siz ilk filminizi çektiniz. Bu ilk film çekmek nasıl bir ruh hali?
İlk kitabınız yayımlandığında uyanıp onun orada olup olmadığını kontrol etmek gibi... İlk sahneye çıkışınızda heyecandan kalbinizin kulaklarınızda atması gibi... İlk şarkı
sözünüzü biri mırıldanırken duyduğunuzda inanamaz
gözlerle o kişiye bakmak gibi... İlk resimlerinizi birinin
evinin ya da işyerinin duvarında görüp de taklalar atmak
ve zıplamak istiyormuşsunuz gibi... Bunların hepsini yaparken ortaya ne çıkacağını sadece siz biliyormuşsunuz
gibi. Sizin bildiğinizi başkaları da bilince dudaklarınızın
kenarının kulaklarınıza yaklaşmak için birbiriyle yarışmaları gibi.
“Yemekteydik ve Karar Verdim” şimdilerde seyirci için
gün sayıyor. Oynadığınız bir
filmin seyirciyle buluşacak
olmasıyla, yönettiğiniz bir
filmin seyirciyle buluşacak
olmasında heyecan olarak
bir fark var mı? Bu film sizde nasıl bir iz bıraktı?
Her ikisi de çok büyük bir
heyecan. İkisi arasında yaratım ve uygulama iplerinde
farklı tekniklerle yürümek
söz konusu. İki ip düşünün.
Her ikisi de çok yükseğe gerilmiş. Birinin üzerinde yürüyorsunuz ve sizi izleyenler
nefeslerini tutup ipin üzerindeki sizi takip ediyorlar.
Bir diğerinde ipi sadece siz
görebiliyorsunuz. Bu durumda izleyenler olmayan
ipi de sizin adımlarınızla var
ediyorlar.
Tiyatro oyunları, diziler,
filmler, ödüller… Oyunculuk
macerasında aklınızda kalan
unutmadıklarınız hangi yapımlar oldu?
Hiçbirini unutmadım. Unutmam mümkün değil. Konservatuvar sınavına giriş parçamı
da unutmadım, oynadığım
rolleri de. Oyunculuk eğitimimden önce nasıl oynayacağımı kestiremediğim, ancak üzerinde çok çalıştığım karakterleri ve sahnelerini de. Bir anlamda kafanızda var ettiklerinize
de yakın gözüyle bakabilirsiniz ne de olsa. Bu öyle kolayca
unutacağınız, sırtınızı dönüp uzaklaşacağınız bir yolculuk değil ki. Gittiğiniz yollar, gördükleriniz, hissettikleriniz, rüzgârın
nasıl estiği, güneşin nasıl yaktığı, hangi araçlara bindiğiniz,
yürüyerek mi yoksa emekleyerek mi devam ettiğiniz unutulamıyor.
İSTASYON
27
KARİYER
5
kuralı
Dave Ulrich, Norm Smallwood
ve Kate Sweetman’ın ortak
çalışmasından doğan
“Liderliğin Beş Kuralı” adlı
kitap, liderlikle yöneticilik
arasındaki derin farka dikkat
çekici nitelikte. İşte bu kitaptan
seçtiğimiz satır başları…
K
imse liderliğin önemine karşı çıkmaz… Yapılan araştırmalar liderlik kalitesinin, yatırımcıların, müşterilerin ve çalışanların beklentilerini karşılamaya yardımcı olduğunu ortaya
koyuyor. Liderliğin önemini anlasak ve etkin
liderler gördüğümüzde diğerlerinden hemen ayırt edebilsek bile, “nasıl etkin bir lider olunur?” gibi basit bir
soruya incelikli, ustaca bir yanıt vermemiz çok daha zordur… Yaptığımız kapsamlı araştırmalarda ve görüşmelerde, bütün mükemmel liderlerin uyması gereken beş
temel kural keşfettik. Diğer tüm kodlar gibi liderlik kodu
da hem bir yapı sunuyor hem de kılavuzluk yapıyor. Bu
kod bazı liderlerde doğuştan var; bazılarınınsa bunu öğrenmesi gerek, ama her ne şekilde olursa olsun kod, etkin
liderliğin başlıca koşulu. Liderlik kodu beş kuraldan oluşuyor. Kurallar, oyunun nasıl oynandığını ortaya koyar;
bir girişimin temel unsurlarını gösterir. Kuralları bilmek
davranışınızı adapte edebilmenizi, dolayısıyla başarılı olmanızı sağlar… Geniş bir yelpazeye yayılan bir dizi kişisel
liderlik özelliği vardır. Bunlara kişisel yeterlilik diyoruz.
“Geleceği biçimlendirmek”, “iş bitirici olmak”, “çalışanların işe bağlanmalarını sağlamak”, “yeni kuşakların yetişmesine katkı sağlamak” ve “kendine yatırım yapmak” liderliğin beş kuralıdır.
GELECEĞI BIÇIMLENDIRIN
Liderin strateji uzmanı, yönüdür. Strateji uzmanları, “nereye doğru gidiyoruz” sorusunu yanıtlar ve çalışanların da
gidilen yönü anlamalarını sağlarlar. Strateji uzmanlarının
kuralları, yapılması mümkün olana ilişkin ilkeleri yaratmak, tanımlamak ve bunları gerçekleştirmekle ilgilidir.
Geleceği biçimlendirmek için bir strateji uzmanı olun…
Bunun için de dört kuralı unutmayın: Meraklı olun ve geleceğinize dair bir bakış açısı geliştirin; dışarıdaki en deneyimli kişileri içeriye davet edin; organizasyonunuzu işe
katın ve hiç kimsenin her şeyi bilemeyeceğini unutmayın; stratejiyi organizasyon için çekici hale getirin. Strateji, nereye gitmek istediğiniz hakkında net bir fikre sahip olmaktır.
Gelecekte neler olabileceğini her daim merak etmek
ve kendinize özgü görüş açısı geliştirmek için ne yapabilirsiniz? Olasılıkları hissedebilmeli, sizi rahat ve güvenli
hissettiğiniz alandan dışarı çıkarıp zorlayacak yeni fikirlere erişebilmelisiniz. Müşterileriniz, yatırımcılarınız, çalışanlarınız veya rakipleriniz arasında bulunan ileri görüşlü kişilerle irtibat kurun. Farklı alanlarda kitaplar okuyun.
Henüz teknoloji dostu değilseniz, hemen teknoloji dostu
olun. Gelecekteki en iyi müşterilerinizin karşılaşabilecekleri sorunları deneyimleyin.
Strateji uzmanlarının dikkate alması gereken bir başka önemli paydaş da toplumdur. Fakat kabul görmüş değerlerle yaşamanın ötesinde, kurumsal sosyal sorumluluk,
sürdürülebilirlik ve daha az kaynak tüketmenin yollarını
bulmakla ilgilidir. Sosyal sorumluluk aynı zamanda hayırseverliktir.
Stratejik liderlik, strateji kabiliyetinin organizasyonun bütününe yayılmasını gerektirir. Çekici stratejinin
ABC’si olarak tanımlanacak altı ölçüt belirledik. Strateji;
“heyecan uyandırmalı”, “davranışları etkilemeli”, “müşteri odaklı olmalı”, “disiplin sağlamalı”, “harekete geçirmeli”, “odaklanmayı sağlamalı”dır. Sonuç olarak iyi bir öykü
insanın aklına (zekice ve bilgi doludur), yüreğine (duyguludur) ve ayaklarına (harekete geçirir) hitap eder. Liderler
birer strateji uzmanı olarak kendi organizasyonlarının öyküsünü çalışanlarına, yatırımcılarına ve müşterilerine anlatabilmelidirler.
İŞ BITIRICI OLUN
Liderlerin icraatçı tarafları, “hedeflediğimiz noktaya ulaşacağımızdan nasıl emin olabiliriz” sorusuna odaklanır.
İcraatçıların kuralları, işleri bitirmeye yönelik konularla ilgilidir. İş bitirici olmak için “değişimin gerçekleşmesini sağlayın”, “bir karar protokolü takip edin”, “sonuçlardan sorumlu tutun”, “takımlar kurun” ve “teknik yeterlilik
sağlayın”. Nereye gideceğinizi bilmekle oraya fiilen varmak birbirinden tamamen farklı şeylerdir. İcra, bildiğimizi yaptığımıza dönüştürmektir. Bir lider olarak, icra yeteneğiniz stratejik hedefleri eylemlere, arzuları sonuçlara ve
28
İSTASYON
İSTASYON
29
KARİYER
Bir yetenek yöneticisi olarak göreviniz, organizasyon
hedeflerine ulaşma yolunda insanlara mesleki zirve yaşatmaktır. Liderlerin doğru becerilere sahip doğru kişiyi,
doğru göreve doğru zamanda yerleştirmeleri gereği açıktır; pozisyonun gerektirdikleriyle bireyin kişisel yetkinliklerini sistematik bir şekilde eşleştirmenizi gerektirir.
Günümüzün iş dünyasında küreselleşme, teknoloji, değişim, nüfus hareketleri, rekabet, müşteriler ve para piyasaları da dâhil olmak üzere talepler son derece fazladır.
Taleplerden boğulan her insan, depresyona ya da kariyerinde atalete yenik düşebilir. Çalışanlar bu tür yoğun taleplerle başa çıkabilmek için kaynaklara ihtiyaç duyarlar.
Bir lider olarak sizin göreviniz yersiz talepleri fark etmek
ve bunların sayısını azaltmaktır.
İnsanlar genellikle stresten kurtulmalarını ve taze, yeni
fikirlerle dolmalarını sağlayacak duygusal bir molaya ihtiyaç duyarlar. İşyerinize biraz eğlence katmak için çeşitli tekniklerden yararlanabilirsiniz. Mizah, kutlamalar,
etkinlikler, yarışmalar, ödül ve takdir, semboller, kendi
kendiyle dalga geçme, spor merkezleri ve şahsa özel hizmetler bu tekniklerdendir.
Yeteneği bulmak, işe bağlanmasını ve şirkette kalmasını sağlamak insanları yetiştirip geliştirmenizi gerektirir.
Burada genel kural şudur: Eğer başka insanların hayatlarıyla ve başarılarıyla en az onlar kadar gurur duyar ve en
az onların kendilerine gösterdikleri saygı kadar saygı gösterirseniz, o zaman onları iyi niyet ve sadakat göstermeye
teşvik etmiş olursunuz. Bunun sonucunda işten duyulan
kişisel tatmin, işe bağlılık ve daha iyi bir iş çıkarmak için
gerekli verimlilik artacaktır.
LIDERLIK KODU BEŞ LIDERLIK KURALINI IÇERIR.
BUNUNLA BIRLIKTE, KURALLARIN YARARLI OLABILMESI
IÇIN TANIMLANMALARI YETMEZ, KULLANILMALARI VE
EYLEME DÖNÜŞTÜRÜLMELERI DE GEREKIR.
geleceği şu anın gerçekliğine dönüştürmenizi sağlar. Strateji olmadan icra kördür; buna karşılık, icra edilemeyen
strateji boş bir umuttur. İcraat, kaçınılmaz olarak değişimin gerçekleşmesini sağlamayı gerektirir. Günümüzde hiçbir sistem veya sürecin hareketsiz kalması mümkün
değildir. Müşteri ihtiyaçları değişir, teknolojiler gelişir,
sürekli yenilik yapmak zorunludur ve mevcut fırsatlar ortadan kalkarken sürekli yeni fırsatlar ortaya çıkar... Değişimi bir kontrol listesiyle disiplinli bir şekilde yürütmek,
değişim hakkında bildiklerimizi yaptığımız şeylere dönüştürür. Bir organizasyonda konuşulamayan ama organizasyonun işleyişini etkileyen ve değişimi engelleyen alışkanlıklara virüs diyoruz. Gereğinden fazla bilgilendirmek,
kendi bildiğimizi okumak, sonucunu görmeden eleştirmek, sahte onaylamalar yapmak, geleceği dikiz aynasında
aramak, kademeye göre değer vermek, bizim yerine benim
işim demek, emir-komutaya sırt dayamak ve sorunu değil,
kişileri eleştirmek değişimi engelleyen virüslerdir.
Büyük organizasyonlarda uygulamaya yönelik işlerin
30
İSTASYON
çoğu, takım düzeyinde gerçekleştirilir. Takımlar farklı beceri ve yetenekleri olan kişileri ortak bir amaç etrafında
toplar. Yüksek performanslı takımlar aracılığıyla icraatlarını yürüten liderler, dört konuda başarılı olmuşlardır: Bir
süreçle desteklenen, bir amaç belirleme, rolleri yönetme/
karar verme, ilişkiler kurma ve öğrenme. Her takım varlığını sürdürmek için net bir amaca ve nasıl ilerleyeceğini gösteren bir yol haritasına ihtiyaç duyar. Lider, takımın
her üyesinin en üst düzeyde katkıda bulunmasını sağlamak için yönetim sorunlarını çözmelidir. Her birey rolünü, yani takıma nasıl katkıda bulunduğunu ve ne şekilde
katkı sağladığını bilmeye ihtiyaç duyar. Takım içi ilişkiler de çok önemlidir. Bağlılık ve değer vermeyi temel alan
bu tür ilişkiler, hem iyi hem de zor dönemlerde varlığımızı sürdürebilmemizi sağlar.
ÇALIŞANLARIN IŞE BAĞLANMALARINI SAĞLAYIN
Çalışanların işe bağlanmaları için, bir yetenek yöneticisi olun. Yetenek yöneticileri çevrelerindeki kişileri yetiştirir ve geliştirir. Takipçiler yoksa liderlik asla ortaya çıkamaz. Liderler diğer kişileri stratejileri tanımlayarak ve
icranın bir parçası yaparak işe bağlarlar. Yetenek yönetimi
prensipte basit olmakla birlikte, uygulamada kolay değildir. Başarılı yetenek yöneticileri çalışanlarının en fazla işi
en iyi şekilde yapmalarını sağlar. İhtiyacınız olan yeteneği
şirketinizde tutup geliştirme konusunda ciddiyseniz, çalışanlarla dürüst, açık ve çift yönlü bir diyalog kurarak içten
bir bağ yaratmanız gerekir.
YENI KUŞAĞI YETIŞTIRIN
Yetenek yöneticileri, insanlar aracılığıyla kısa vadeli sonuçlar elde etmeyi sağlarken, insan sermayesi geliştiriciler, organizasyonun gelecekteki stratejik başarısı için gerekli daha uzun vadeli kabiliyetlere sahip olmasını sağlar.
İnsan sermayesi geliştiriciler, yeni kuşak yeteneklere yatırım yaparlar. Bugünün yetenekleri önemlidir, ama yarının
yetenekleri de aynı derecede önemlidir. Yarının yeteneğine yatırım yapan liderler geleceği inşa eder; sürdürülebilirliği sağlar ve bir miras bırakırlar.
Başarı, doğru becerilere sahip doğru insanları doğru zamanda doğru yerde bulundurmayı gerektirir. Strateji bir kez netlik kazandıktan sonra, kilit pozisyonları ve
onları dolduracak kişileri belirleyin. Bu tür bir eşleştirme,
hem insanları hem de pozisyonları farklılaştırmanızı gerektirir. İnsanların ve pozisyonların farklılaştırılması zorlu ayrımlar yapabilmesi gereken cesur bir lider olmayı ve
aynı zamanda kilit pozisyon ve kişilere yönelik ölçütleri
anlayıp kavramayı gerektirir.
Çalışan markası, şirket markasından doğar: Güçlü bir
çalışan markası mevcut çalışanlarla geleceğin çalışanlarına, o şirkette çalışmaları karşılığında ne beklemeleri gerektiğine ilişkin mesajlar gönderir. Geleceğin çalışanlarını
geliştirmek genellikle çalışanın, hem kendi kişisel kariyer
fırsatlarının hem de şirketin gelecekteki ihtiyaçlarının farkında olmasını sağlamayı gerektirir. Doğru yeteneği bulup organizasyonunuza getirdiğinizde, onu yakın markaja
alın. Bir kere yakaladınız mı, bir daha sakın bırakmayın.
Yeni gelenlere koçluk ve mentorluk vererek, nasıl uyum
sağlayabileceklerini ve başarılı olacaklarını anlamalarına
yardım edebilirsiniz. İşleri delege etmek ve bireylere yetki
vermek hem bireyleri hem de organizasyonu güçlendirir.
KENDINIZE YATIRIM YAPIN
Kişisel yeterlilik, liderlik kodunun merkezinde yer alır. Etkin liderlik yalnızca bilgi ve davranışlardan ibaret değildir.
Liderler, öğrenen kişilerdir. Başarıdan, başarısızlıktan, görevlerden, kitaplardan, derslerden, insanlardan ve yaşamın ta kendisinden daima bir
şeyler öğrenirler. İnandıkları ve ilgi duydukları konularda tutkuludurlar ve önem verdikleri şey her neyse, olağanüstü boyutta bir
enerji ve ilgiyi ona yöneltirler. Etkin liderler
başkalarında bağlılık ve iyi niyet uyandırırlar
çünkü kendileri de dürüst ve güvenilir davranırlar. Kararlı ve coşkuludurlar, gözü pek
ve cesurca eylemlerde bulunabilirler. Ortaya
çıkan durumlarla başa çıkma yetenekleri konusunda kendilerine güvenirler ve belirsizliğe hoşgörüyle yaklaşabilirler.
Kendinize yatırım yapmak için, kişisel
yeterliliğe sahip olun… Bunun için de “düşüncelerinizde net olun, detaylarda kaybolmayın”; “kendinizi tanıyın”; “strese dayanıklı olun”; “öğrenme kıvraklığına sahip olun”;
“karakterli ve dürüst olmaya özen gösterin”;
“kendinize iyi bakın”; “kişisel enerji ve tutkuya sahip olun”.
Liderlik kodu beş liderlik kuralını içerir. Bununla birlikte, kuralların yararlı olabilmesi için tanımlanmaları
yetmez, kullanılmaları ve eyleme dönüştürülmeleri de gerekir. Kod, liderliğin tek bir unsurunun diğer unsurlardan
daha fazla üstünde durma tuzağına düşmemizi engeller.
İyi liderler kodun tüm unsurlarına ilişkin bilgi, beceri ve
perspektife sahip olmalıdır.
İSTASYON
31
GEZİ
Puslu adalar
atlası
Bostancı’dan vapurla 40 dakika
uzaklıkta, ama denizde yol aldıkça
arkanızda kalan şehirden çok farklı
bir dünya... İstanbul’un ünlü Prens
Adaları’nın “abisi” Büyükada,
eski adıyla Prinkipo, şehrin bugün
ancak siyah-beyaz ya da sepya
fotoğraflarında uyandırdığı sayfiye
yeri duygusunu halen yaşatan,
tarihi kadar mekânlarıyla da özel
bir durak. YAZI: TÜMAY YAZICI
32
İSTASYON
N
e zaman mevzubahis Büyükada olsa, hep düşle gerçeğin iç içe geçtiği aynı anı gözümde canlanır: Mevsimlerden yaz. Ailecek puslu bir sabahta, Bostancı’dan kalkan bir teknedeyiz.
Üstü açık tekne epeyce gürültü çıkarıp dalgaların üstünde hafifçe inip kalkarak ilerliyor... Bir süre sonra, pusun ardında bir şey belirmeye başlıyor. Sanki bizi ileride bekleyen, kocaman simsiyah bir korsan gemisiymiş
gibi heyecanlandığımı hatırlıyorum... Ama babamın elini omzumda hissetmemle beraber korkudan duyduğum
heyecan diniyor ve düş kendini gerçeğe bırakıyor; tekne,
büyükçe bir adanın iskelesine yanaşıyor...
Herkesin gönlünde bir ada yatar; kimi “aristokrat” Burgazada’ya düşkündür, kimi “memur çocuğu”
Heybeliada’ya. Benimkinde ise “yarı sosyetik” Sedef
Adası yatar; ben küçükken ailece hafta sonu yüzmeye
gittiğimiz, babamın bana yüzmeyi öğrettiği Sedef Adası... Artık deniz taksiyle direkt ulaşabiliyorsunuz, ama
eskiden Sedef Adası’na -kendi tekneniz yoksa tabii- ancak Büyükada aktarmalı gidebiliyordunuz. Dolayısıyla
bizim yolumuz da sık sık, o zamanlar bende -çocukluk
işte- huşu uyandıran Büyükada’dan geçerdi...
ADALAR’IN “ABISI”
Doğma büyüme İstanbullu olan, İstanbul’da “Acaba
koli basili var mı?” endişesi olmadan denize girebilmiş
kişilerin gözünde kentin sıfırı tükettiği söylenebilir.
Bu, elitist “Eskiden tarihi Kadıköy Çarşısı’na takım elbisesiz gelinmezdi” nostaljisi değil. Bu, geçmişe “doğal
açıdan” duyulan özlem kaynaklı bir nostalji. Zira İstanbul, bugün ancak siyah-beyaz ya da sepya fotoğraflarında yapabildiği sayfiye yeri duygusu uyandırmayalı çok
oldu. Kent artık havası, suyu ve toprağıyla sakinlerini
ciddi biçimde tehdit ediyor. Fakat Adalar, nam-ı diğer
Prens Adaları, bu biraz distopik resimde, halen sığınılacak liman olmayı sürdürüyorlar. Korna sesleri, egzoz
İSTASYON
33
GEZİ
dumanı, gökdelenlerin gölgesindeki keşmekeş ve beton
yığınının yerini süslü faytonları çeken atların nal seslerine, bisikletlere, yeşil tepelere, eski ve güzel köşklere,
konaklara bıraktığı, yazın sokakların yasemin ve hanımelinin tatlımsı kokusuyla dolduğu bir sığınak... Evet,
Marmara Denizi’ne serpiştirilmiş beş ada (aslında dokuz ada bulunuyor, ancak bunlardan beşinde yerleşim
var) içinde herkesin bir favorisi var, ama herkes de kabul eder ki; “abileri” Büyükada, başka türlü bir büyüye sahiptir. Sakinlerine, “şehrin” konforunu sunar, ama
bunu kesinlikle daha “insancıl” koşullarda yapar...
Büyükada’da ev sahibi olacak kadar “şanslı” olmayabilirsiniz belki, ama adanın havasını solumak, sunduklarının tadını çıkarmak için tek yapmanız gereken
Kabataş, Kadıköy ya da Bostancı’dan kalkan vapura
binmek. Şu sıralar herkes hafta sonu Adalar’daki kalabalıktan şikâyetçi, ancak bilen bilir; Adalar’ın tadı en
güzel, hafta içinde ve sonbahar-kış aylarında çıkarılır
zaten. Sakindir, sessizdir ve tüm sokaklar size aittir.
İzmir Saat Kulesi’nin de mimarı olan Mihran Azaryan imzalı, geçmişte Cumhuriyet Halk Partisi’nin Adalar İlçe Merkezi ve adanın ilk kışlık sineması olarak da
kullanılan Büyakada iskelesine vardığınız anda, rahatladığınızı hissedersiniz. Fakat, kaldırımlara hatta sokağın ortasına sere serpe uzanmış kedilere özenip miskinlik yapmak yok. Zira, yüzölçümü 5,4 kilometrekare olsa
da Büyükada’da görülecek, yapılacak şey çok. Ama önce
kahvaltı… Bunun için adresiniz, Recep Koç Caddesi’ndeki Büyükada Pastanesi. Rum pastacılık kültürünün gerçek bir temsilcisi, 80 küsur yıllık bir ada klasiği olan
pastanenin işletmesi, yaklaşık 30 yıldır Hüseyin Karayaprak ve eşi Nevruz Hanım’a ait. Kurullaki’si (Rumcada kuru pasta demek), meyveli kekleri ve börekitas’ları (bir çeşit küçük poğaça) nefis. Börekitas’lar içinde en
Atlar, bisikletler, dinsel mekânlar... Bir
adadaki sakin ve sessiz yaşamdan çok
daha fazlasını sunuyor
Büyükada. Bunun için
tek yapmanız gereken
bir vapura atlayıp huzura yol almak...
meşhur olanı ise patlıcanlısı; ama siz gitmişken kıymalı, peynirli ve patatesli olanından da alın ve ada sakinleri
gibi sahilde çay eşliğinde yiyerek kahvaltınızı edin. Adadaki geziniz sırasında kan şekeriniz düşerse diye yanınıza, pastanenin nefis sakızlı lokumlu kurabiyelerinden
almayı da unutmayın.
Sahilde börekitas ve çayla alınan kalorilerin “panzehiri” ise adanın en yüksek tepesi olan Yücetepe’ye tırmanmak. Yücetepe, adanın en turistik noktalarından
biri. Popülaritesini daha çok, ev sahipliği yaptığı Aya
Yorgi Kilisesi’ne borçlu. Tepeye çıkmak için önce Birlik Meydanı’na (ada sakinlerinin deyişiyle Lunapark
Meydanı’na) varmalısınız. Tembeller buraya (zavallı atlara kıyabiliyorlarsa tabii) faytonla gidebilir. Ama
en güzeli, tabana kuvvet deyip Küçük Tur rotasını takip ederek yürümek… Yol boyunca şekliyle Kremlin Sarayı’nınkileri hatırlatan kubbelere sahip Splendid Pa-
las Hotel’den restore edilerek Büyükada Kültür Evi’ne
dönüştürülen tarihi Turing Evi’ne ve 1929-1933 yıllarında, sürgündeki Troçki’yi ağırlamış yıkık Sivastopol
Köşkü’ne, adanın tarihi mirasının en güzel parçalarından bazılarını görebilirsiniz. Adanın nezih mahallesi
Nizam’ın zarif köşkleri ve konakları da cabası... Birlik
Meydanı’ndan sonra, 20-30 dakika süren dik yokuşu
da tırmandınız mı, Yücetepe’desiniz.
Sadece Büyükada’nın değil, tüm Adalar’ın en yüksek
tepesi olan Yücetepe’nin manzarası inanılmaz. Bu manzarayı daha da keyifli kılansa kilisenin kapı komşusu Yücetepe Ayayorgi Kır Gazinosu. 1979 yılından beri hizmet
veren gazinonun doğal bir atmosferi ve basit ama lezzetli
yemekleri var. Soğuk ya da sıcak içecek eşliğinde ev yapımı köfte, parmak patates ya da ızgara sucuk, artı harikulade manzara, size sızlayan tabanlarınızı unutturacaktır,
emin olun.
BUGÜN İSTANBULLULAR’IN ŞEHRIN KARMAŞASINDAN KAÇIP GÜNÜBIRLIK DE OLSA
SIĞINDIKLARI BIR LIMAN OLAN BÜYÜKADA, BIZANS DÖNEMINDE GÖZDEN DÜŞEN
KRALIYET YA DA RUHBAN SINIFI MENSUPLARININ SÜRGÜN YERIYDI.
34
İSTASYON
İSTASYON
35
GEZİ
ADALAR BAĞIMSIZ SANAT PLATFORMU
TARAFINDAN YAPILAN DENIZKIZI HEYKELI
GEÇTIĞIMIZ YIL HAZIRAN AYINDAN BU YANA
BÜYÜKADA’DA. DENIZKIZI, RESSAM VE
HEYKELTRAŞ FERYAL TANERI’NIN ESERI.
19’uncu yüzyılın ikinci
yarısında buharlı vapurun gelişiyle birlikte
Büyükada’ya olan ilgi
artmıştı. İstanbul’un
varlıklı aileleri yazlık
ev olarak zarif köşkler ve etkileyici konaklar inşa ettirmeye başlamıştı.
PERILI KÖŞK
Tepelere tırmanmaya devam… Sırada, Ada’nın ikinci en yüksek yeri olan İsa Tepesi var. 15 dakikalık tırmanışın sonunda sizi, Büyükada’yla ilgili anımdakine
benzer, film gibi bir kare bekliyor. Ama bir farkla: Bu
kez işin içinde hayal gücü yok, her şey gerçek! Bugünkü yıkık dökük haliyle bir Guillermo Del Toro filminde
Ulaşım
Acelesi olan deniz taksiye binebilir (444 44
98; www.deniztaksi.com.tr). Ama Adalar’a vapurla gidilir... Kabataş’tan kalkan Adalar vapuru sırasıyla Kadıköy, Kınalıada, Burgazada ve
Heybeliada’ya uğradıktan sonra Büyükada’ya
varıyor. Bostancı hareketli Adalar vapuruysa direkt Büyükada’ya gidiyor ve yolculuk sadece
40 dakika sürüyor (www.sehirhatlari.com.tr).
Bunun dışında adaya deniz otobüsü (www.ido.
36
İSTASYON
kendine zorlanmadan yer bulabilecek kadar ürkütücü
olan bu devasa ahşap yapı, Büyükada Rum Yetimhanesi. Bina, 19’uncu yüzyılın sonuna doğru Fransız bir
şirket tarafından Prinkipo Palas adlı bir casino hotel
olarak inşa ettirilmiş. Ancak saraydan otelde kumar
oynanması için izin alınamayınca bina satışa çıkarılmış ve sonra yetimhaneye dönüştürülmüş... 1960’lardan beri boş olan yetimhanenin Avrupa’nın en büyük,
dünyanın ise ikinci en büyük ahşap binası olduğu söyleniyor. Harabeye dönmüş olsa da çok etkileyici olan
yapı, bugün Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin kontrolünde ve küllerinden doğacağı günü bekliyor.
İsa Tepesi’nden, ormanın içinden geçen Âşıklar
Yolu’nu takip ederek sahile dönün ve güneş batmadan
önce Kumsal Caddesi’ndeki restoran Prinkipo’daki yerinizi alın. Sahibi Ahmet Tanrıverdi, nam-ı diğer Fıstık Ahmet, doğma büyüme Büyükadalı. Rumlar, Ermeniler ve Yahudilerden öğrendiği tariflere sadık kalarak
yaptığı mezelerin tadı, İstanbul’un en iyilerinden biri
sayılmasını haklı çıkaracak lezzette. Elma ve kaparili tavuk salatası, kereviz yaprağıyla sunulan pilaki, çubuk tarçınlı zeytinyağlılar, burada tadılacaklar listenizde mutlaka olmalı.
Anlayacağınız üzere Büyükada, doğal güzelliği ve
tarihi mirası kadar işinin ehli yeme-içme mekânlarıyla
da varolan bir yer. Sizi, deniz kıyısından alıp tepelere çıkardığı gibi, sabah kahvaltısından akşam yemeğine, tadı damağınızda kalacak tecrübeler yaşatıyor. Hal
böyle olunca, eve dönüş için vapura binmeden önce son
bir yere daha uğramak gerekiyor: Sarıyer Dondurma ve
Muhallebicisi. Saat kulesinin sağından yukarı tırmanınca, bisikletçileri geçer geçmez solda, İş Bankası’nın
karşı sırasında yer alan bu küçük ve mütevazı dondurmacı, İstanbul’un en iyilerinden biri. Mevsim meyvelerinden taze sütle, eski usulde yapılan dondurma çeşitleri nefis. Kaymaklı ve fıstıklısı ise birer klasik. İster
kapta, ister külahta, elinizde Sarıyer Dondurma ve
Muhallebicisi’nden aldığınız dondurmayla “şehre” gidecek vapura binerken, Büyükada’da yaşama hayallerine kapılırsanız bilin ki yalnız değilsiniz. Vapurda şöyle
bir etrafınıza bakın ve yüzlerinde tebessüm ya da tatlı
bir yorgunluğun izi, neredeyse herkesin gözlerinde aynı
hayali okuyabildiğinizi göreceksiniz.
com.tr) ya da motorla da (mavimarmara.net)
ulaşım sağlanıyor.
Nerede kalmalı?
Büyükada ziyaretinizi uzatmak isterseniz bu konaklama seçenekleri aklınızın bir köşesinde olsun. Splendid Palace Büyükada (0216 382 69 50;
www.splendidhotel.net) 1908’de inşa edilmiş, Art
Nouveau esinli otelde konaklamak, zaman makinesiyle geçmişe ışınlanmak gibi.
Aya Nikola Otel (0216 382 41 43; www.ayanikolabutikpansiyon.com) Büyükada’nın doğusunda, Sedef Adası’na nazır Aya Nikola plajında yer
alan pansiyonun 11 şirin odası, adeta denizle kucaklaşıyor.
Ascot Hotel Büyükada (0216 382 28 88; www.ascot.com.tr) İskeleye birkaç dakikalık yürüyüş mesafesinde yer alan, begonvillerle sarılı butik otelin dinlendirici bir atmosferi ve serinlemeniz için
yüzme havuzu var.
İSTASYON
37
OTOMOBİL
YAZI: FATİH YURDAKUL
Hayat kurtaran teknolojiler
H
er yanımızda bulunan hava yastıkları, frenlerin kilitlenmesini önleyen ABS sistemleri, elektronik denge kontrol veya çekiş kontrol sistemleri tüm otomobillerde adeta bir
standart haline geldi. Bu tür teknolojileri görmeye çok alıştık, ancak otomobil dünyası hızla yeni güvenlik teknolojilerini sunmaya devam ediyor. Kazasız bir gelecek için çalışan otomobil üreticileri, herkesi
şaşırtacak yeni güvenlik teknolojileri üzerinde çalışıyor. Bunların bir kısmı üretime çok yaklaşmış prototiplerde, bir kısmıysa markaların en üst modellerinde kullanılıyor.
Gelişen teknolojilerin başında sadece park etme derdine son vermekle kalmayarak birçok derde deva
olan park asistanları geliyor. Bunun yeni bir teknoloji olmadığını düşünebilirsiniz, fakat son 10 yılda çıkan park asistanları, yavaş çalışmalarının yanı sıra bazı güvenlik dezavantajlarını içeriyordu. Her koşulu zorlamaktan
hoşlanan mühendisler, park asistanlarını da bir sonraki seviyeye taşımak üzereler. Park etmeyi birçok kişinin sevmediğini biliyoruz, bu tür durumlarda otomobillerine ufak da
olsa can sıkıcı hasarlar veren birçok kullanıcı da var. Neyse
ki, otomobil firmalarının ve tedarikçilerin ürettiği son nesil
park asistanları bu tür sorunları ortadan kaldırıyor. VW Gru-
38
İSTASYON
bu, BMW, Mercedes gibi markaların yanı sıra Bosch ve
Valeo gibi büyük tedarikçiler de bu konuda ciddi çalışmalar yürütüyor. Bu sistemler kendi içlerinde bazı farklılar
içeriyorlar, ancak temel prensip daha hassas park etmek.
Aracın üzerindeki sensörlerle birlikte direksiyon milimetrik hareketlerle yönlendirme yapıyor ve frenle gaz pedalı da yüksek bir hassasiyetle kullanılıyor. Park etme işlemi, bir cep telefonu uygulamasıyla da yapılabiliyor. Evet,
eğer akıllı telefonunuz varsa, uygulamayı yüklüyorsunuz
ve otomobilin park işlemini ister dışarıdan, isterseniz de
aracın içerisinden gerçekleştirebiliyorsunuz. Birkaç ekran
hareketiyle otomobilinizi her defasında kusursuz biçimde
park edebilirsiniz. Bu park teknolojisini destekleyen bazı
sistemler yapılırken, üreticiler de kendi sistemlerini adapte etmeye başladılar. Dokunmatik bir ekrana sahip anahtarıyla otomobilinizi dar yerlere dışarıdayken park edebilir ve park yerinden çıkarabilirsiniz.
Dik park edilmiş bir park alanından geri geri çıkarken sizden habersiz hızla gelen otomobilleri görmeniz imkânsızdır.
Fakat yeni otomobil teknolojileri sayesinde, bunun da önüne
geçiliyor. Araçların tamponunda yer alan radarlar, yaklaşan
aracı algılıyor, size ekrandan görsel veya sesli olarak uyarıyor.
Geri geri çıkmaya devam ettiğinizdeyse, otomatik fren yaparak
sizi bu ciddi maddi hasarlı kazadan koruyor.
Teknoloji o kadar
hızlı gelişiyor ki,
otomobil üreticileri
de buna yetişmeye
çalışıyor. İşte
yakın gelecekte
otomobillerimizde
göreceğimiz
teknolojiler.
Peki ya aynasız otomobile ne dersiniz? Aslında bu bir süredir düşünülen bir fikir, ancak bunu gerçekleştirmek için önce
kanun koyucuları ikna etmek gerekiyor. Tedarikçiler ve üreticilerse, bunun geliştirecekleri sistemlerle mümkün olacağı ve
bu kuralın gereksiz olduğu fikrinde. Mühendislere ve tasarımcılara göre aynalar otomobillerdeki sürtünmeyi yüzde 6-8 oranında artırıyor, bu sebeple hem tüketim hem de CO2 emisyonu
yukarıya doğru çekiliyor. Ayrıca daha yüksek hızlarda aynalar sebebiyle gürültü de artıyor. Aynaların yerini, yüksek çözünürlüklü kameralar alıyor. Dış dikiz aynalarının olduğu yerde
küçük 65 derecelik açıya sahip kameralar yerleştiriliyor. İç dikiz aynasının yerine de tavanda konumlandırılan bir kamera
kullanılıyor. Bu kameralardaki görüntülerse, kokpitin ortasında ekrana yansıtılıyor. Bu üç kameranın görüntüsü sürücünün
istediği gibi değiştirilebiliyor. Kameralar sayesinde sürücü 180
derecelik arka görüş açısı elde ediyor. Daha gelişmiş sistemlerde görüntünün sürücü göstergelerine de taşınabildiği bu sistem yakıt tüketimini de düşürüyor.
GELECEK BU TEKNOLOJILERDE
Elektronik sistemlerin otomobillerin içine girmesiyle, aracın
görünmeyen tarafları da bu modaya uymaya başladı. Hidrolik sistemlerin yerini alması beklenen bu elektronik frenler, kulağa güvenliymiş gibi gelmese bile, mekanik sistemlere oranla
birçok avantaja sahip. Elektronik fren sayesinde gaz pedalı ve
diskler arasındaki bağlantı kısalırken sürücü fren pedalı sertliğini istediği gibi ayarlayabilecek. İster sportif bir his, isterse de
yumuşak bir pedal tercih edebilecek. Bunu da tek bir düğmeyle
ayarlayabilecek. Elektronik fren sadece 100 milisaniyede 400
bar fren basıncı sağlarken, mekanik frenler bunu 700 milisaniyede gerçekleştiriyor. Hem daha fazla fren basıncı hem
de daha hızlı tepki süresi sayesinde fren mesafesi 60-70 km/
s’lik hızlarda bile 4 metre kadar kısalıyor. Bu sistemin daha
hafif olması sayesinde mekanik sistemlere göre yakıt tasarrufu elde etmek de mümkün oluyor.
Frenlerde hal böyleyken, teknoloji, birçok sürücünün
şikâyet ettiği çukur sorununa da çözüm üretiyor. Süspansiyonlara, jantlara ve sürüş konforuna zarar veren bu sorun,
yakın gelecekte devreye girmesi mümkün olan sistemle ortadan kalkacak. Jaguar ve Land Rover’ın geliştirme aşamasında olduğu sistem, aynı zamanda yerel yönetimlerle de entegre biçimde çalışıyor ve çukurlar hakkında bu birimlere
bilgi gönderiyor. Sistem aracın üzerindeki sensörler ve adaptif süspansiyonlar sayesinde çalışıyor. Navigasyonun GPS’i
ile tam olarak konum gönderilebiliyor. Geçilen çukurun büyüklüğü, genişliği ve derinliği ölçülebiliyor. Diğer yandan
araç radarla bu çukurları tespit ederek çok ciddi bir tehlike
yaratıyorsa otomobili yavaşlatıyor, hatta durdurabiliyor. İşin
en güzel noktasıysa, bu sistemin birbirine bağlantılı çalışan
araçları çukurlar konusunda uyarması. Sürücüler o bölgeden
geçerken ister sesli, isterse de görsel olarak uyarılabilecek. Bu
da sizi kazaların yanı sıra jant, lastik patlaması veya süspansiyon arızaları gibi önemli hasarlardan koruyacak.
Kızılötesi kameraların devrede olduğu bir diğer sistemdeyse karanlık yolları adeta aydınlatıyor. Otomobillerin ızgarasındaki bu kameralar, karanlık yollarda en büyük yardımcılarınızdan biri. Bir nesneye yaklaştığınızda bunu tanıyan
sistem aracın ortasında bulunan ekranda bunu gösteriyor.
Buna ek olarak hayvanın veya insanın olduğu yeri onların
gözünü kamaştırmadan aydınlatıyor. Sürücü fark etmeden
bu canlılarla yaklaşırsa sesli olarak uyarı da yapılabiliyor. Bu
uyarıyla birlikte otomobil fren yapmaya hazır hale geliyor.
Böylece gece yapılacak ciddi kazalar engellenebiliyor.
Yayaları ve bisikletleri algılayan sistemin ardından şimdi
de Volvo tarafından motosikletleri algılayan sistem geliştirildi. Sık yaşanan motosiklet kazalarının önüne geçmesi beklenen sistem, hareket halindeyken yanınızdan geçen motosikletleri radarları sayesinde algılayabiliyor. Daha da önemlisi
kavşağa gelirken motosiklet sürücüsünü fark etmeyen otomobillerin sebep olduğu kazalar. Bu sık ve ölümcül kazayı
önlemeyi amaçlayan Volvo’nun sistemi, şu anda 25 derecelik açılarla kavşakları tarıyor. Motosikleti tespit ettiğinde araç
sürücüsü durmazsa, ya tam fren yapıyor ya da biraz frenlemeyle motosikletin güvenli biçimde geçmesini sağlıyor.
Tüm bunlarla birlikte Google Glass gibi gözlükler, otomobil dünyasına da giriş yapıyor. Bunların otomobillerle
ne ilgisi olduğunu düşünebilirsiniz, fakat özellikle dar alanda manevra yaparken bu gözlükler gerçekten işe yarayabilir. Aracın özellikle sütunlarında yer alan kamera sistemleri,
adeta sütunsuz bir otomobil kullanıyor hissi yaratıyor. Gözlüğü taktığınızda başınızı nereye çevirirseniz o yöndeki kamera devreye giriyor ve kaldırım, engel veya canlıları açıkça
görebiliyorsunuz. 360 derecelik bir görüş açısı sağlayan bu
gözlük, otomobil teknolojisinde bir devir açabilir.
İSTASYON
39
YEME-İÇME
Artsın eksilmesin,
taşsın dökülmesin
Hem sofranın hem sohbetin baş tacı mezelerimizle ne kadar övünsek az. Meze kültürünü geçmişten bugüne
iyi tanımak kadar, onu koruyup sahip çıkmak da önem taşıyor. YAZI: GAYE ŞAHIN
U
skumru çirozu, balık pastırması, torik lakerdası, tuzlu sardalye, pilaki, topik, tarama... Mutfağımızın medar-ı iftiharı, muhabbet sofralarının baş
tacı mezeleri sayarken, bugün pek çoğunu güçlükle bulabilmenin burukluğu da kendisini hissettirmiyor değil. Meze tanımı dilimize Farsça “tat almak” anlamına gelen “mez” köküyle girmiş. Genelde tüm Akdeniz kıyılarında,
özellikle de kuzey kesimlerde, Anadolu’da ve Yunanistan’da,
sofralara konulan küçük tabaklardaki lezzetlere meze, mezza ya da mezedes denildiğini duymak mümkün. İtalyanlar
mezzano, Araplarsa mezzah diye telaffuz ediyor. İspanyolların meşhur tapas sunumları da yine genel Akdeniz meze
kültürüyle benzerlikler taşıyor.
Mezenin sadece bizim topraklarımızdaki geçmişine odaklanacak olursak, kaynağının genelde azınlıklar olduğunu görüyoruz. Roma döneminden sonra Anadolu’da yaşamaya
devam eden etnik grupların; özellikle de Rumların, Osmanlı saray mutfağına ve meze kültürümüze etkisi büyük. Meze
çeşitleri ve yapılış biçimleri Anadolu ve Ege’de, hatta sadece Kapadokya’da bile farklılık gösterse de, özellikle İstanbul
mutfağı dediğimiz özgün kültür; tarih boyunca Rum, Ermeni, Yahudi, Levanten, Çerkez, Gürcü toplulukların geleneklerinden beslenmiş. Saray mutfağı da evlerde pişen yemekler
de bu kültürlerin zengin yerel malzemelerimizle birleşiminden ortaya çıkan güzel bir harman olmuş.
MAKSAT MUHABBETI DAIM KILMAK
Karın doyurmayı değil paylaşmayı, bolca sohbeti, keyfi temsil eden meze kültürü, günümüzde sofralarımızın da
vazgeçilmezi kuşkusuz. Daha çok İstanbul’la özdeşleştirilmesinin sebebiyse, şehrin köklü bir meyhane kültürüne sahip olması...
Azınlıkların gidişinin ardından sadece meze yapıp satan
özel dükkânların pek çoğu ardı ardına kapandı. Bu da mezelerin hem lezzetlerinin hem de tariflerinin yavaş yavaş unutulmasına neden oldu. Bugün umut vadeden birtakım gelişmeler
yaşansa da; İstanbul’un parmak ısırtan hakiki mezelerini bulmak artık öyle kolay değil. Bu kültüre sahip çıkmayı iş edinen
yeni jenerasyon; acılı ezme, haydari gibi soframıza çok sonra
eklenen mezeleri daha iyi tanıyor, yeni dönem mekânlar balık
yokluğunda çeşitli ot mezelerini yıldızlaştırıyor.
Mezenin ne olduğu kadar, nasıl tüketilmesi gerektiği de bir
o kadar önem arz ediyor, çünkü mesele karın doyurmak değil.
Mezenin özünde uzun vakit geçirmek, paylaşmak, muhabbete
40
İSTASYON
eşlik etmek var. Karnınızı doyurmaması, sizi hafif tutması gerekiyor. Dolayısıyla tıka basa yemek yenen mekânlarda sunulan 30-40 çeşit meze, her ne kadar cam dolabın ardında güzel
görünse de aslında bu kültürün gerçeğini yansıtmıyor.
Türkiye’de özellikle son 15 yıl içinde yaşanan gastronomi atağı, meraklılarının gerçek mezelerin peşine düşmesine vesile oldu diyebiliriz. Genç şeflerin yorumlarıyla
farklı, yaratıcı yeni nesil mezelerin ortaya çıkması da sevindirici bir başka gelişme. Tabii bugün en iyi restoranlarda bile çiroza rastlayamıyoruz, çünkü hakikisi uskumrudan yapılıyor ve uskumru bulmak oldukça güç. Taze
uskumrunun derisi çıkarılıp içine dolma harcı konularak pişirilen uskumru dolması için de, ayakta kalmayı başaran mezeci dükkânlarını bir bir arşınlamak gerek. Saman ateşinde pişerek hazırlanan balık pastırması, hamsiden
yapılan balık ezmesi, ançüez gibi lezzetlerin hepsi nadir
bulunan mezeler arasında sayılabilir. Şükür ki, torik lakerdası modern mekânlarla birlikte hızlı bir geri dönüş yaşıyor.
Yine de bugün herhangi bir mekânın meze dolabında görebileceğiniz közlenmiş patlıcan salatası, ot
kavurmaları, bagagannuş, baklanın en tazesinden yapılmış harika bir fava, barbunya, börülce, humus, tarama, her ne kadar balık eksikliğini kapatmak için icat olmuşsa da
lezzetiyle şapka çıkarttıran acılı ezme, haydari, köpoğlu mancası, hem bakanın hem tadanın içini açmaya yetiyor... Ciğer, kalamar
ve ahtapot yahnileri
yerineyse bugün daha
çok kızartma, ızgara ya
da güveç usulleri tercih
ediliyor. İstanbul’da
kalan ve Rum mutfak kültürünü yansıtan birkaç mekândaysa
hâlâ peynir ve sarımsak
ağırlıklı yoğun mezeler, yahniler bulunabiliyor.
Geleneksel mezelerin yanı sıra yeni ve yaratıcı mezelerin yapılması da bu kültürün gelişerek sürmesi adına güzel
bir adım. Bugün teknolojinin yardımıyla mesafeler azalırken, şefler farklı kültürleri tanıyor, yeni malzemelere ulaşıyor, kendi malzemelerini de aynı şekilde dünyaya tanıtabiliyor. Meze kültürünü yeniden yorumlamak, onu yok
olmaktan kurtaran ve geleceğe aktaran bir gelişim. Meze
neticede bir felsefeyi temsil eden basit bir tekniğin adı... Bu
teknik ve felsefeye uygun pek çok yeni lezzet oluşturmak da
mümkün… Yemek kültürüne sahip çıkan, doğru malzeme
kullanan ve doğru birleştiren bir aşçı, yaratıcılığını kullanarak harika mezeler yaratabilir. Kısacası; köklü bir meze
kültürümüz olduğu doğru, ama önce malzemeye, özellikle
kaybolan balıklara sahip çıkmak; hem geçmişten bugüne
uzanan tatları hem de yaratıcı yeni mezeleri korumak için
sağlam adımlar atmak, belki bir enstitü kurmak gerekiyor.
Umarız sofralarımızın bu renkli ve özgün kültürü, bundan
böyle hiç eksilmez hep çoğalır; lezzetleri damakta, tarifleri
hafızalarımızda her zaman kazılı kalır...
İyi meze nerede yenir?
Meze by Lemon Tree: Pera’da yedi masalı minicik, ama çok şık bir mekân
Meze by Lemon Tree. Şefi Gençay Üçok, her gün mutfağa girip hem Türk hem
dünya malzemelerinden harmanladığı mezelerini hazırlıyor. Yeşil tatlı biberlerin
içini (Ankara tatlısı) ezine koyun peyniri, kaymak, Antep fıstığı ve taze soğanla
hazırladığı bir içle dolduruyor. Güneşte kurutulmuş hamsileri, taze biberlerle
karıştırıyor. Norveç’ten getirdiği somonları 90’ların meşhur kokteyl sosuna banıp,
fasulyeleri, köz kestane ve soğanla karıştırıyor. Kavrulmuş taze fasulye üzerinde
sarımsaklı yoğurt ve ev yapımı domates salçası ile uyguladığı manca yorumu,
kuru cacık, cevizli ve pestolu bebe sübyeler, hepsi takdiri hak ediyor.
Tadal Mezecisi: 1950’den bu yana Şişli’de (Pangaltı) varlığını sürdüren aile
işletmesi Tadal, İstanbul’da kalan tek tük geleneksel mezeci dükkânından biri.
Burada uskumru dolması, balık pastırması gibi hüner isteyen deniz mezelerini
satın almak mümkün. Ailenin sohbeti de yemekler kadar keyifli.
Karaköy Lokantası: Uzun yıllardır zeytinyağlılardan ara sıcaklara ve mezelere,
kimlik sahibi yeni yorumlar getiren Karaköy Lokantası, meze denilince akla gelen
en özel adreslerden.
Münferit: Münferit’in kurucusu Ferit Sarper,
yöresinden temin ettiği malzemeleri mezelerinde
kullanarak alıştığımız lezzetlere farklı yorumlar
getiriyor.
Barba Vasilis: Tarihi Troya Butik Otel’in zemin
katında, 10 masalı mavi beyaz bir mekân. Sahibi
Vasilis Bey, tirokafteri, skordalia, tarama, Rum
pilakisi gibi geleneksel Rum ve Yunan mezelerini
sunuyor.
Jash: Cihangir’de antika objelerin
süslediği minik bir mekân Jash,
ama lezzet konusunda devleşiyor.
Jash Ermenice’de “yemek-aş”
anlamına geliyor, ama menüde
sadece Ermeni yemekleri olduğu
düşünülmesin. Söğüş dil, keşkek
ya da patlıcanlı ve etli meyhane
bulguru özleyenler bu lezzetleri
Jash’ta bulabilir.
İnciraltı: Meze kültürünü tanıtmak istediğiniz birini kolundan tutup
götüreceğiniz birkaç mekândan biri de İnciraltı. Beylerbeyi’nde keyifli bir bahçeye
sahip İnciraltı’nda, ızgara ahtapot ve uykuluk tatmak gerek. Osmanlı ve Ermeni
mezelerinden oluşan geniş mönüde, muhammara, köpoğlu mancası gibi özlenen
tatları ve Ermeni mezelerinin en güzellerinden topiği bulabilirsiniz.
Giritli Restoran: Ege otlarından yapılan mezelerinin hemen hepsi burada var.
Girit’in meşhur kırma zeytinini ve keçi peynirini bolca kullanıyorlar.
Ferah Feza: Karaköy’ün iddialı mekânı Ferah Feza’da Türk malzemelerinin
Akdeniz yorumlarını tatmak mümkün. İtalya ya da İspanya gibi bildik adreslerden
değil, tüm Akdeniz kıyılarından esinlenen farklı ve yaratıcı mezeleri var.
Yeni Lokanta: Son dönemin en popüler mekânlarından Yeni Lokanta, eski
Changa şeflerinden Civan Er’in kendi mekânı. Şef doğal, sade tabaklarla Türk
mutfağına yeni yorumlar getiriyor.
Saklı Köşk Moda: Moda Caddesi’nden tramvay yoluna doğru yükselen
apartmanların arasında gizlenen Saklı Köşk, Anadolu’nun zengin mutfağından
esinlenilerek yaratılan meze tabakları hazırlıyor.
İSTASYON
41
SAĞLIK
Biliminsanları,
yaptıkları bir
araştırmada
her 50 kişiden
birinin zihin
gözünün kör
olduğunu
ortaya çıkardı.
Diğer bir
ifadeyle her
50 kişiden
biri, gözlerini
kapayıp bir şeyi
hayal etmek
istediklerinde
hiçbir şey
göremiyorlar.
ZIHIN
GÖZÜNÜZ
AÇIK
OLSUN…
n Hangimiz, “gözlerini kapa ve…” diye başlayan
bir cümleyi kurmadık ki… Gözlerimizi kapayıp zihnimizde bir yeri canlandırmak, hayalimizde canlandırdığımız o yere gitmek, son derece sıradan ve
bir o kadar da basit bir eylem gibi geliyor birçoğumuza. Hatta bazılarımız, mutluluğa ulaşmanın
yollarından birinin de gözlerimizi kapayıp hayallere dalmaktan geçtiğini bile düşünebiliyoruz; ki biz
kendilerine hayalperest adını veriyoruz. Oysa BBC
Sağlık Editörü James Gallgher, geçtiğimiz aylarda
hazırladığı bir haberle, kamuoyuna durumun aslında hiç de böyle kolay olmadığını duyurdu. Zihnindeki görüntüyü hayalinde canlandırabilme yetisi, halk arasında “zihin gözü” olarak tanımlanıyor.
Biliminsanlarının yaptığı araştırmalarsa, bazı insanların ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar zihinlerindeki görüntüyü canlandıramadıklarını tespit
ettiler. Zihinde her şeyi ayrıntılarıyla canlandırabilme yetisine hyperphantasia adı verilirken, uzmanlar yeni sağlık durumunu “aphantasia” olarak adlandırıyorlar. Birbirinden tamamen farklı bu
iki durumun kişileri nasıl etkilediğine dair bir çalışma yapan Bilişsel ve Davranış Nörolojisi Profesörü
Adam Zeman, Cortex adlı dergide, aphantasia durumuna ilişkin yeni bulguları paylaştı. Gallgher’e
konuyla ilgili yorumda bulunan Zeman, “İnsanlar
bana bu durumun tespit edilmesinden ve adlandırılmasından duydukları memnuniyeti ifade ediyorlar. Çünkü bu tuhaflığı yıllardır diğerlerine açıklamaya çalışıyor ve anlatmakta zorluk yaşıyorlardı”
diyor. Zeman, aphantasia’nın bir sağlık sorunu olmadığına ve toplumda her 50 kişiden birinde görülebileceğine de dikkat çekiyor.
Gallgher, haberinde zihin gözü ‘kör’ olan
HASTALIĞIMIZIN NEDENI
DOĞDUĞUMUZ AY MI?
Ocak
n Sağlığımızın bozulmasına vesile olan nedenler üzerine yapılan araştırmalar, kimi zaman öyle
boyutlara varıyor ki, insan içten içe “yok artık”
demekten kendini alamıyor. Biyokimyager Nicholas Tatonetti ve ekibinin New York Hastanesi’nde
gerçekleştirdiği bir inceleme, bu duruma verilebilecek en iyi örneklerden biri. Zira Tatanotti ve
arkadaşları, doğduğumuz ayın hastalıklarımızla
bir ilgisi olup olmadığını öğrenmek amacıyla bir
araştırma yaptı. Hastaların medikal hikâyeleriyle
doğdukları ay arasındaki bağı araştırmak amacıyla yıllar süren bir incelemeye imza atan Nicholas Tatonetti ve ekibi, bu çalışmaya embriyo
ve fetusun gelişiminde iç mekanizmaları etkile-
42
İSTASYON
Şubat
Mart
TAKVİM
Mayıs
Haziran
Temmuz
Eylül
Ekim
Kasım
yen çevresel koşulların mevcut olması ve bunun
da doğulan mevsim ve/veya ayla ilişkilendirilebileceği gerçeğinden yola çıkarak başladı. Sonuçları www.journaldelascience.fr sitesinde yayınlanan
Lancaster’lı (İngiltere) Niel Kenmuir ile zihin gözü
tamamen açık Lauren Beard’ın görüşlerine de yer
veriyor. Çocukken uyuyamadığı zamanlarda üvey
babasının kendisine koyunları saymasını salık verdiğini, ancak bunu yapamadığını belirten Kenmuir,
belleğinin bir bakıma korkunç olduğunu, nişanlısını bile gözünün önüne getirmekte zorlandığını söylüyor. Kitap illüstratörü Lauren Beard ise yazarları
okuduğunda bütün görüntüleri doğrudan zihninde canlandırabildiğine dikkat çekiyor: “Çok sağlam
bir hayalgücüm var, dünyayı yaratabilir ve eklemeler yaparak zihnimde giderek büyütebilirim, karakterleri geliştirebilirim. Görüntüleri hayal edememek
nasıl bir şey tahmin bile edemiyorum.”
Tüm bu anlattıklarımız, karşımızdaki kişiye “gözlerini kapa ve hayal et” derken bir kez daha düşünmemiz gerektiğini hatırlatıyor.
araştırmanın merkezüssü New York
Hastanesi’ydi. 1985 ila 2013 yılları arasında New York Hastanesi’nde
tedavi gören 1 milyondan fazla hastanın verilerini analiz eden Tatonetti ve ekibi, kimi hastalıkların kişinin
doğduğu ayla ilgili olduğunu belirledi. Örneğin temmuz ya da ekim
ayında doğanlarda astım hastalığına yakalanma ihtimali, diğer aylarda
doğanlara oranla çok daha yüksek.
Hiperaktivite gibi bir sağlık sorunuyla daha ziyade kasım ayında doğanlarda karşılaşılırken, mart ayında
dünyaya gelenlerin kardiyovasküler hastalıklara
yakalanma riskinin daha yüksek olduğu yine bu
araştırmanın sonuçları arasında bulunuyor.
PARLAK MAVI IŞIKTAN
UZAK DURUN!
Bilgisayarlardan, tabletlerden ve cep telefonlarından yayılan mavi ışığın,
uyku tetikleyen hormon melatonini baskılayarak, sirkadiyen ritmine zarar
verdiği ve kişiyi dinlendirici bir uyku halinden uzaklaştırdığı kanıtlandı.
n Günümüz modern koşullarında bilgisayarsız,
cep telefonsuz veya tabletsiz bir yaşam sürdürmek neredeyse imkânsız hale geldi. Haberleşme ve iletişim için bu cihazlara duyulan ihtiyaç tartışılmaz. Ancak bu tür cihazların yaydığı
mavi ışığın uyku ve uyanıklık döngüsüne önemli zararlar vermesi de söz konusu. Connecticut
Üniversitesi’nden Kanser Epidemiyolojisti Richard Stevens, son otuz yıldır bu önemli sağlık
problemi üzerindeki çalışmalarını sürdürüyor.
Stevens’a göre, tipik aydınlatmanın fizyolojimizi
etkilediği artık yeterince açık. Ancak daha iyi bir
aydınlatma, fizyolojimiz üzerindeki olumsuz etkileri azaltabilir. Burada daha iyi aydınlatmadan
kasıt, daha loş ışıklar kullanmak ve akıllı cihazların yaydığı parlak mavi ışıktan kaçınmak.
Bu gibi cihazlar, akşamları kullanıldıkların-
da yaydıkları mavi ışık nedeniyle uyku tetikleyen
hormon melatonini baskılayarak, vücudun sirkadiyen ritmine zarar veriyor ve kişiyi dinlendirici
bir uyku halinden uzaklaştırıyor. Stevens ve Yale
Üniversitesi’nden yardımcı yazar Yong Zhu, Philosophical Transactions of the Royal Society B.
adlı İngiliz dergisinde yayınladıkları bir makalede, sirkadiyen ritmin bozulmasının kısa süreli ve
henüz şüpheli kabul edilen uzun süreli etkilerini açıklamışlar. Çalışmanın şimdiye kadar bilinen,
aydınlatmanın sağlık üzerindeki etkilerini sentezleyen yeni bir analiz olduğunu belirten yazarlar;
kesin olarak bilinemese de meme kanseri, obezite, diyabet, depresyon ve büyük olasılıkla diğer
kanser türleriyle aydınlatmanın uzun süreli etkileri arasında bağlantı olduğunu kanıtlayan gelişmeleri ortaya koyuyor.
Sonuçları www.sciencedaily.com’da yayınlanan
araştırmayla ilgi Stevens, “Elbette ki tüm bu açıklamalar, akşamları ne kadar ışığa maruz kalındığıyla alakalı. Her akşam 20.00’da tüm ışıkları kapatmak; ya da ışığa maruz kalmamak söz konusu
değil. Yalnızca, okuma işlevini akıllı cihazlar yerine bir kitap aracılığıyla gerçekleştirme opsiyonuna sahipseniz, kitabı tercih etmek vücut saatiniz
ve ritminiz için daha az zararlı olacaktır” diyor.
DÜŞÜK ÖZSAYGI
VE ÖLÜM…
n Kişinin çevresindekile-
re olduğu kadar, kendine
de saygı duyması gerektiği
bir gerçek. Yapılan bir araştırma bir kez daha kanıtladı ki, kişinin özsaygısı ölüm
düşüncesini kabullenmekte bile rol oynuyor. İngiltere’deki Kent Üniversitesi’nin
psikoloji bölümünde görev
yapan Dr. Arnaud Wisman
liderliğindeki bir grup araştırmacının yaptığı beş ayrı
çalışmaya göre, özsaygısı
düşük olan kişilerin, ölümlü olduklarını çağrıştıracak
durumlardan kaçınmak için
odaklarını benlik algısından
uzaklaştırdıklarını belirledi.
www.sciencedaily.com haberine göre, araştırmada
düşük özsaygıyla ölümlülük
hakkında bilinçsizce kaygıları olan kişiler arasında nedensel ve ampirik bir bağlantı bulundu ve söz konusu
DAMARLARIN TEMIZLIĞI
ONLARDAN SORULUR
Nisan
Ağustos
Aralık
n Kan akışını sağlayan damarlarımızın, tıkınmaması ve
temiz kalması yaşamsal bir önem taşıyor. Bunun önüne geçmek için alınacak tedbirler ise basit. İşte damarları temizleyen gıdalardan birkaçı… Günlük beslenmemizde bu gıdalara yer açmak uzun ve sağlıklı yaşama
giden yolda önemli bir adım olarak nitelendirilebilir.
Badem: E vitamini, çözülebilen lif ve tekli doymamış
yağlar açısından zengin olan badem, içerdiği antioksidanlar sayesinde damarlardaki hasarı gideriyor.
Zerdeçal: Damar temizliğinde en etkili baharatlardan
biri olan zerdeçal, damar sertliğini önlüyor ve yağ depolanmasını engelliyor.
Nar: İçerisinde barındırdığı antioksidanlar sayesinde
kan akışını artırıp damarların tıkanmasını önlüyor.
Yeşilçay: Damarlara hasar veren oksidatif stresi azaltıyor ve damarları temizliyor. İçerdiği antioksidanlarla
kolesterolü düşürüp kalbi koruyor.
Yulaf: Kolesterolü düşürüyor ve damarları temizliyor.
bulgular hem laboratuvarlarda hem de bağımsız ortamlarda kanıtlandı. Öz farkındalıktan kaçış olarak
belirlenen bu durum; kişinin kendisiyle ilgili yazılar
yazmaktan kaçınma, alkol
tüketimini artırma ve benlik algısıyla ilişkili düşüncelerden bağımsız hareket
etmede artış olarak gözlemlendi. Aşırı alkol tüketimi, sigara ve uyuşturucu
kullanımı, aşırı yemek yeme
gibi sağlık açısından risk
teşkil eden tutumlara daha
eğilimli oldukları belirlenen
özsaygısı düşük bireylerin
bu noktadaki gerekçesinin;
benlik algısından uzaklaşmak olduğu tespit edildi. Bu
durum, en azından kısa vadede kendi olumsuz bilinç
algılarından uzaklaşmalarını sağlıyor. Çalışmanın, gelecek dönemlerde toplum
sağlığı hakkında verilecek
kararlarda, önemli roller
oynaması bekleniyor.
Açai üzümü: Kolesterolü düşüren bu
meyve kan akışını dengelenmesini, dolayısıyla kalbin korunmasını sağlıyor.
Tarçın: Antioksidan deposu tarçın, kandaki şekeri düşürür ve damarları korur.
Günde bir çay kaşığı tarçının kandaki
yağ oranını yüzde 26 oranında azalttığı
kaydediliyor.
Zeytinyağı: Akdeniz ülkelerinde kalp
hastalıklarının görünme oranının düşük
olmasının en önemli sebebi zeytinyağı
kullanılması. Zeytinyağının içerdiği antioksidanlar sayesinde kanseri önleme ve
tansiyonu düşürme özelliği de var.
Kuşkonmaz: Damarlardaki baskıyı azaltıyor ve kan
akışını hızlandırıyor. Ayrıca damar tıkanıklığı ve enflamasyona (iltihaplanma) iyi geliyor.
İSTASYON
43
SAĞLIK
Kandaki mucize
Doğumsal kan hastalıklarından bazı kanser türlerine kadar, birçok sağlık sorununun
tedavisinde kullanılan kök hücre nakliyle ilgili bilgi veren Acıbadem Kozyatağı
Hastanesi Kemik İliği Transplantasyon Ünitesi ve Labcell Hücre Laboratuvarı ve
Kordon Kanı Bankası’ndan Prof. Dr. Ercüment Ovalı, önümüzdeki on yıl içerisinde bu
alanda çok önemli gelişmeler yaşanacağını belirtiyor.
RÖPORTAJ: SEMA ULUDAĞ
Kanserin çağımızın en önemli hastalığı olduğu
aşikâr. Her geçen gün artan vaka sayısı, tıp alanında faaliyet gösteren biliminsanlarını soruna
çare bulmak amacıyla durmaksızın çalışmaya
yöneltiyor. Son yıllarda, çeşitli mecralarda adına sıkça rastladığımız kök hücre naklininse,
başta kanser vakaları olmak üzere birçok hastalığa çözüm olabilme ihtimali üzerinde duruluyor. Bu alanda yaşanan sevindirici gelişmelerin yanı sıra uzmanların yakın gelecekte yarı
uyumlu nakilde de tıpkı tam uyumlu nakildeki
gibi başarılı olunabileceğinin müjdesinin vermesi dikkatleri bir kez daha kök hücre nakline
çeviriyor. Peki ama nedir bu kök hücre? Nasıl
ve kimlere naklediliyor? Hangi hastalıklara
çare oluyor? Bu ve buna benzer birçok sorunun
yanıtı almak üzere Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Kemik İliği Transplantasyon Ünitesi ve
Labcell Hücre Laboratuvarı ve Kordon Kanı
Bankası’ndan Prof. Dr. Ercüment Ovalı’ya başvurduk.
Basit bir tanımlamayla kök hücre nedir?
Kendini kopyalayabilen, aynı zamanda farklı
hücrelere de dönüşebilen hücrelere kök hücre
adını veriyoruz.
Hangi hastalıkların kök hücre nakliyle tedavi
edildiğini öğrenebilir miyiz?
Kök hücre nakli, yüksek doz tedavinin gerektiği ve/veya özellikle tedaviye dirençli kan ve lenf
hastalıklarıyla ilgili kanserlerin ve bazı genetik
hastalıkların tedavisinde uygulanıyor.
Çeşitli kaynaklar kök hücrenin kandan, kemik
iliğinden ve göbek kordonundan elde edildiğini belirtiyor. Bu alanlardan kök hücre elde
etme işlemi nasıl gerçekleşiyor?
Yöntemlerden biri, kök hücrelerin kemik iliğinden direkt toplanması ki, bu işlem kemik
içine uzanan iğneler aracılığıyla, ameliyathanelerde gerçekleştiriliyor. Bir diğer yöntemdeyse,
44
İSTASYON
verilen bir ilaç vasıtasıyla hareketlendirilen kök
hücreler, aferez adı verilen cihazla toplanarak
elde ediliyor. Bu işlem donör oturur pozisyondayken ve çayını içerken yapılabiliyor. Üçüncü
yöntem olan kordon kanıysa, doğumun ardından plasenta ile bebek arasındaki kordonun içine bir iğne sokarak, bebek kordondan
ayrıldıktan sonra gerçekleştiriliyor. İşlemin
anne ve bebek açısından hiçbir riski olmadığı,
burada altı çizilmesi gereken en önemli nokta
olarak karşımıza çıkıyor. Tüm bunlarla birlikte
son zamanlarda bir başka yöntem daha ortaya
çıktı: Periferik kan… Periferik kan, kök hücrelerin toplanabilmesinde kolaylık sağlayan bir
yöntem olmakla birlikte girdiği vücutta hızla
yapılanabilmesi, diğer bir ifadeyle tutması nedeniyle hem alıcı hem de verici açısından daha
avantajlı bir yöntem olarak karşımıza çıkıyor.
Nakil işlemi nasıl yapılıyor? Nakil işlemi sırasında karşılaşılabilecek herhangi bir komplikasyondan söz etmek mümkün mü?
Kök hücrede nakil işlemi, alıcının kendisine
ait kan ve bağışıklık sisteminin radyoterapi
ve/veya kemoterapiyle yok edilmesiyle başlar.
Ardından vericiden alınan kök hücreler, alıcıya damar kanalıyla verilir. Bu işlemin birtakım
yan etkileri de yok değil. Bunlar, kemik iliğinin
tutmaması, verici kemik iliğinin alıcıyı reddet-
Acıbadem Kozyatağı
Hastanesi Kemik İliği
Transplantasyon
Ünitesi ve Labcell
Hücre Laboratuvarı
ve Kordon Kanı
Bankası’ndan Prof.
Dr. Ercüment Ovalı.
mesi, çeşitli enfeksiyonların meydana gelmesi
ve ilaçlardan kaynaklanan yan etkiler olarak
sıralanabilir. Bununla birlikte, günümüz koşullarında yapılan kendinden kendine nakillerde ilk yüz günlük başarı oranı yüzde 95 iken
başkasından yapılan nakillerde yüzde 90’ın
üzerinde oluyor.
Kök hücre nakillerinde Türkiye’nin geldiği
noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’nin dünyada uygulanan tüm nakil
tiplerini başarıyla yapabilen nadir ülkeler arasında yer aldığını söyleyebiliriz. Özellikle tüm
dünyada yeni bir kavram olarak karşımıza
çıkan ayıklanmış kök hücrelerle yapılan nakillerde, Türkiye’deki bazı merkezlerin tüm dünyayla başa baş hizmet verdiğini görüyoruz. Bu
tür nakillerde hastanın hastanedeki yatış süresi
hayli kısalıyor; hasta daha az yan etkiye maruz
kalıyor. Daha başarılı sonuçlar da elde ediliyor.
Türkiye’de donör organizasyonunda yetkili
kurum olan Sağlık Bakanlığı, 18 ila 40 yaş
arasındaki herkesi donör programına kabul
edebiliyor.
Kök hücre naklinde donörlük konusunda gönüllü bulmakta zorlanıyor musunuz? Gönüllü
donör olmak isteyen kişilerin öncelikle atması
gereken adımlar nelerdir?
Çok değil bir yıl öncesine kadar, uygun donör
bulmak önemli bir sorun olarak karşımıza
çıkıyordu. Ancak yürürlüğe giren TÜRKÖK
projesi sayesinde bu sorun artık çözüldü diyebiliriz. 18 ila 40 yaş arasındaki bir kişi,
Kızılay’ın kan bankasına giderek 15 dakikada
gönüllü kemik iliği donörü olma sürecini tamamlayabiliyor. Üstelik kemik iliğinin kendini yenileyebilen bir doku olması sebebiyle,
bir kişinin birden fazla kez verici olabilmesi de
söz konusu.
“TÜRKIYE’NIN DÜNYADA UYGULANAN TÜM NAKIL TIPLERINI VE
AYIKLANMIŞ KÖK HÜCRE NAKLINI BAŞARIYLA YAPABILEN NADIR
ÜLKELER ARASINDA YER ALDIĞINI SÖYLEYEBILIRIZ.”
Kök hücre naklinde kimler donör olabiliyor?
Donör olabilmek için belli bir yaş sınırlaması
var mı?
Donör olmada yaşın hiçbir önemi yoktur,
nakil için her yaştan aday kullanılabilir.
Hekimler kök hücre nakli için doku ve kan
grubu uyumuna, cinsiyete, kiloya, alıcıyla
vericinin yaşları arasındaki dengeye bakar
ki, burada alıcı ile vericinin yaşlarının toplamının 100’ü geçmemesi istenir. Tüm bunların yanı sıra hekim alıcı ve vericinin taşıdığı
viral enfeksiyöz hastalıkları ve riskleri değerlendirerek nakil tipini ve donörü belirler.
Son yıllarda aileler, doğan bebeklerinin kordonlarını laboratuvarlarda ya da bu konuyla ilgili kurumlarda saklama eğilimi içerisindeler.
Bu eğilimi nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu gerçekten de işe yarayan bir yöntem olabilir mi?
Kordon kanı temelde iki ayrı kök hücre barındırır: Kemik iliği nakillerinde kullanılan kan
kök hücrelerini ve rejeneartif tıpta kullanılabilen mezenkimal kök hücrelerini (MKH). Bu
nedenle kordon kanı saklanması gereklilikleri
de bu iki hücre üzerinden değerlendirilmelidir.
Aile eğer kan kök hücresi için kordon kanını
saklatıyorsa, şunu unutmaması gerekir: En
değerli kordon kanı başkasının kordon kanı,
yani Latince tabiriyle allojenik kordon kanıdır. Çünkü bu hücreler, kanserle kişinin kendi hücrelerinden daha başarılı savaşırlar veya
allojenik kordon kanı, bebeğin kendi genetik
hastalıklarını taşımadığından, genetik hastalıklarının tedavisinde başkasının kök hücreleri
daha önemlidir. Kordon kanının kendisi için
(otolog) kullanım olasılığı, sadece bazı nadir
hastalıklar için işe yarar ve bunu olasılığı 15
binde birden daha azdır. Bu nedenle bir bebeğe ait kordon kanının, kendisi için değil, ya
ailedeki diğer çocuklar ya da toplum için saklanması önerilir. Kordon kanında bulunan
MKH’lar içinse durumun biraz farklı olduğunu söyleyebiliriz. Rejeneratif, yani yenileyici
tıbbın en ümit verici hücresi MKH’lerdir. En
güvenli, en etkin MKH, doku uyum sorunu
olmaması nedeniyle kişinin kendi MKH’sıdır.
İşte bu durum nedeniyle günümüzde ailelere
karma kordon kanı bankacılığı öneriliyor. Bu
modelde kordon kanı MKH’leri verici bebek
için, kan kök hücreleriyse doku uyumu olan
başka bebekler için saklanıyor. Böylece bebek
etkin MKH ve kan kök hücre kullanımına sahip oluyor.
Kaynaklar bizi yanıltmıyorsa, kök hücre sadece sağlık değil, estetik değeri olan bir konu aynı
zamanda. Birebir sağlık için yapılan kök hücre
nakliyle estetik için uygulanan nakil arasında
uygulama yöntemleri açısında benzerlikler ya
da farklılıklar var mı?
Estetik amaçlı kullanılan bugün için çok sayıda
hücre söz konusudur. Bunların başında fibroblast, yağ hücreleri, yağ kök hücreleri ve diğer
mezenkimal kök hücreler geliyor. Sanıldığının
aksine Platelet Rich Plazma (PRP) adı verilen
kan pulcuklarından oluşan uygulamalar, kök
hücre değildir. Kök hücre ve diğer hücrelerin
doğru endikasyon, doz ve uygulamaya etkin
sonuçlar verebileceği artık kabul edilen bir gerçek. Özellikle yüzde kırışıklıkların, skar izlerinin azaltılması, meme yapımı (mamoplasti),
yanık tedavileri gibi konularda hücre tedavileri
kendilerine önemli bir alan yarattılar.
Son olarak önümüzdeki yıllarda bu alanda bizleri nelerin beklediğini öğrenebilir miyiz?
Önümüzdeki 10 yılda, hücresel tedavilerde,
özellikle de kanserle savaşan hücreler, aşılar
ve kemik iliği nakil modeli olan immünotrapilerde önemli gelişmeler olacağını söylemek
mümkün. Bununla birlikte bir diğer gelişme
de organ hasarlarının giderildiği, laboratuvarda yapılan organ modellemelerinin olduğu ve hücrelerin kullanıldığı yenileyici tıpta
gerçekleşecek.
İSTASYON
45
UZMAN GÖZÜYLE
düşerse, o tekerleğe fren uygulayarak
patinaja düşmesi engellenir ve tekerlek
dönme hareketinin diğer tekerleğe
geçmesini sağlayarak aracın hareket
etmesini sağlar. 8-LASTIK BASINÇ İKAZ
SISTEMI, tekerleklerde bulunan basınç
sensörleri vasıtasıyla gelen bilgileri
toplayan antenlerden oluşmaktadır.
8
Basınç sensörlerinden gelen bilgiler
kontrol ünitesinde değerlendirilerek
olası basınç farklılığı göstergedeki
8
8
9
10
ikazla sürücüye bildirilir. 9-YAĞMUR
SENSÖRÜ VE CAM SILECEKLERI, ön camda bulunan enfraruj foto diyotlarla yağmur şiddetine göre aralıklı olarak verilen komutlarla görüş alanı otomatik olarak
temizlenir ve aktif güvenlik oluşturulur. 10-HIZ VE EMNIYET MESAFESI KONTROLÜ, aracın ön kısmına yerleştirilen ve elektronik olarak kontrol edilen bir radar
sayesinde, önde giden araçla arasındaki mesafeyi hesaplayarak önceden belirlenmiş aralıkta takip etmeyi mümkün kılar. Ayrıca mesafe düştüğünde otomatik olarak
uyarı verir ve ihtiyaç halinde frenleme yapar.
5
Araçlarda Bulunan
Güvenlik Sistemleri
Trafik kazası, karayolunda hareket halinde olan bir veya birden fazla taşıtın karıştığı; ölüm, yaralanma ve maddi
hasarla sonuçlanan bir olaydır. Bu nedenle, her ne sebeple ve hangi kusurlarla olursa olsun, trafik kazaları
taşıtlarla yapılmaktadır. Öncelikle kazaların önlenmesi ve bunun mümkün olmadığı durumlarda, kaza sonrası
kayıp veya yaralanmaların azaltılması için araç tasarımcılarının araçlara yerleştirdikleri koruyucu güvenlik
sistemlerini TÜVTÜRK Teknik Eğitmeni Rıdvan İlhan anlatıyor.
Trafik güvenliği; üç maddenin birbiriyle uyumunun
sağlandığı zamanlarda vardır. Bu üç unsurun herhangi
birinde uyumsuzluk varsa Trafik Güvenliği riskli, yani
her an kaza oluşabilir duruma geçilmektedir. Bunlar,
Yol-Taşıt-İnsan’dır. Gelin şimdi bu üç unsurun “Taşıt”
kısmında yapılan veya alınan önlemeleri inceleyelim.
6
PASIF GÜVENLIK, kaza oluşmaması için yapılan her şeye rağmen, kaza kaçınılmazsa bu durumda araç içinde bulunan sürücü ve yolcuların hayatta kalmaları
ve en az yara alarak atlatmalarını sağlamaya çalışan elemanlara verilen isimdir. Yine araçlara bu sistemlerden ne kadar çok konumlandırılırsa can kaybı veya
kazadan daha az bir şekilde yara alarak kurtulma şansı artar. Şimdi bu sistemlerden bazılarını inceleyelim.
1
2
Araçlarla yapılan kazaların en az hasarla atlatılması için araçlarda
iki kategoride güvenlik sistemleri bulunur. Bunlardan ilki, kaza
oluşmaması için devrede olan güvenlik sistemleri, yani “Aktif
Güvenlik Sistemleri”; ikicisi ise kaza oluşmuş ve bundan en az hasar
ve kayıpla kurtulmamızı sağlayan “Pasif Güvenlik Sistemleri”dir.
KAZA 11
AKTIF GÜVENLIK, sürücünün kazadan kaçınması için taşıtın kumanda ve frenleme yeteneklerini, bilgilendirme sistemlerini ve ergonomik olarak yerleştirilmiş
kumandalarını kapsar. Kaza ihtimalinin azaltılması ya da araçların kaza oluşumuna daha az yol açacak biçimde yapılandırılması, araca daha çok aktif güvenlik
elemanlarının ilave edilmesiyle mümkün olur. Bu güvenlik elemanlarından bazıları şunlardır.
1- ADAPTIF FARLAR’ı, gece yapılan sürüşlerde diğer farlardan
ayıran özelliği, viraj içinin aydınlatılmasını sağlamasıdır. Aracın
dönüş yönüne göre hareket eden farların, bu sayede daha
kör noktaları da aydınlatarak herhangi bir tehlikeli durum
karşısında önceden tepki vermemize aracılık eder. 2- XENON
2a
5
FARLAR, halojen ve akkor ampullere göre çok daha etkin bir
aydınlatma oluşturur. Bu sayede aydınlatılan bölgenin daha
ABS
görünür bir hal alması sağlanarak sürüş güvenliği arttırılır.
2A-DYNAMIC LIGHT ASSIST, dinamik maskeleme özellikli
bu sistem, karşıdan gelenlerin gözünü kamaştırmadan sürekli şekilde uzun farla sürüş yapılabilmesine imkân verir. Maskeleme fonksiyonu sayesinde uzun far kısmi
olarak örtülebilir. Trafikte bulunan diğer araçlar ve yolun aydınlatılma seviyesiyle ilgili bilgiler, dikiz aynasında bulunan bir kamera tarafından sürekli olarak ölçülür.
Dinamik uzun far asistanı böylece, yolun tamamıyla aydınlatılmasını belirgin oranda iyileştirir. Bu aydınlatmalara matris led farlar, multi beam led farlar gibi değişik
çalışma sistemine sahip farları da ekleyebiliriz. 3- YAN DIKIZ AYNALARI, sürücünün görüş çevresindeki kör noktaları yok eder. Böylece, sürücü başını veya vücudunu
çevirmeden, güvenli bir şekilde aracın etrafındaki trafiğin durumunu kontrol edebilir. 4- ÜÇÜNCÜ STOP LAMBASI, aracın fren (stop) lambalarını daha belirgin hale
getirerek öndeki aracın fren yaptığını daha önceden farkedebilmek için tasarlanmıştır. Bu sayede kazanın geç farkedilme sonucunda oluşmasının önüne geçilerek, aktif
bir güvenlik sağlanır; yani kazanın oluşması engellenir. 5- ABS sisteminin görevi, ani bir frenleme durumunda tekerleklerin kilitlenmesini önleyerek aracın kaymasını ve
kontrolünün kaybedilmesini engelleyerek kontrollü bir frenleme yapılmasına olanak tanımaktır. 6- ESP, Elektronik Denge Programı olarak adlandırılan sistem, aracın
savrulması esnasında gerekli bilgileri algılayıcılardan alarak, aracın dönme yapmasını istediğimiz istikamete doğrulmasını sağlayan sistemdir. Doğrultma sırasında
sistem bir tekerleğe frenleme yaptırır, diğer üç tekerlek frenleme yapmaz. 7-ASR, Anti Patinaj Sistem, aracın kalkışı esnasında tekerleklerden herhangi biri patinaja
46
İSTASYON
2
3
3
7
4
6
10
1
7
4
12
12
13
11
5
9
8
1- GÜVENLIĞI ARTIRILMIŞ YOLCU KABINI, çarpışma durumunda yapısal olarak belirlenmiş deformasyon davranışı ve
mümkün olduğunca sağlam yolcu kabini, yolcuların yaşama alanını güvenlik altına alacak şekilde yapılmıştır. Bu sayede
kazadan olabildiğince az hasarla çıkılır. 2- KOLTUK İŞGAL SEZICILERI, belirli bir ağırlığın üzerinde aktif hale geçerek
çarpışma anında hava yastıklarının yolculu koltuklarda açılmasını sağlar. 3-HAVA YASTIKLARI, en etkili pasif güvenlik
elemanıdır. Çarpışma esnasında sürücü veya yolcuların etkiyi en az şekilde hissetmesi için görev yapar. 4- AKÜ EMNIYET
TERMINALI, aracın tüm elektrik beslemesini kaza sonrası olası kısa devre sonucu oluşacak yangın vb. durumları ortadan
kaldırmak için çalışmaktadır. 5- YAKIT KESME VALFI, eski araçlarda kullanılan mekanik bir sistemdir. Kaza anında yakıt
kaçağından kaynaklanacak bir tehlikenin oluşmaması için yakıtın depodan gelişini engelleyerek tehlikenin azalmasına
hizmet eder. Günümüz araçlarında bu sistem elektronik olarak takip edilir. 6- ROLL BAR, üstü açık Cabrio araçlarda
kullanılan bu sistem, aracın takla atması veya takla atma tehlikesi durumlarında devreye girerek sürücü ve yolcular için
daha fazla yaşam alanı oluşturur. 7- EMNIYET KEMERI, yapılan deneyler göstermiştir ki; saatte 7 kilometreden daha
az hızlarda yapılan kazalarda, yolcu kolları ve ayakları yardımıyla vücut hareketlerini kontrol edebilir. Daha yüksek
hızlardaysa yolcunun başının veya vücudunun taşıtın ön tarafına çarpma riski artar. Bu yüzden emniyet kemeri yolcuların
öne doğru hareketini mümkün olduğunca erken yakalamalı ve gergin olmalıdır. 8- KATLANABILIR DIREKSIYON MILI,
aracın önden çarpışmalı bir kazada direksiyon milinin hareketiyle direksiyon simidinin şoförün göğüs kafesine zarar
verme riski çok yüksektir. Bu yüzden direksiyon milleri direksiyon kolonuna zarar vermeden 150 milimetreye kadar içeri
gömülebilmektedir. Bu mesafe de şoförün korunmasında önemli bir yer tutar. 9- KATLANABILIR PEDAL SISTEMI, yine
önden çarpışmalı kazalarda fren pedalı arkasında bulunan itici çubuk katlanarak şoförün ayağının kırılmaması için bir
alan oluşturur. 10- KOLTUKLAR, iyi bir yapıda olması vücuda ve omuzları iyi kavraması istenir. Böylece bel dik durur
ve kan dolaşımı rahat olur. 11- KOLTUK KAFALIKLARI, görevi önden veya arkadan çarpmalı kazalarda savrulan kafayı
desteklemektir. Boynun korunması için bu çok önemlidir. Farklı boydaki yolcuların bu sistemden yararlanabilmesi için
kafalığın boynu ve açısını kendisine göre ayarlaması gerekir. 12- ISO-FIX ÇOCUK KOLTUĞU SABITLEME SISTEMI,
otomobilerde çocukların güvenle seyehat edebilmeleri için özel çocuk koltukları tasarlanmıştır. Kaza anındaysa bu
koltukların sabit olması gerekir. Koltukların araca sabitlenmesi için kullanılan sistemdir. 13- ARKADAN ÇARPMAYA KARŞI
KORUMA DEMIRI, araca arkadan çarpma durumunda çarpan aracın öndeki aracın altına girmesini önlemek için araçların
arka kısımlarına takılan çeşitli tiplerde üretilen sistemlere denir.
SONUÇ OLARAK; günümüz araçlarında aktif ve pasif güvenlik sistemlerinin sayısının daha fazla olması beklenmektedir. Bu sistemlerin fazla olmasının yanı
sıra aktif güvenlik sistemlerinin sürekli çalışması istenirken, pasif güvenlik sistemlerinin ise çalışmasına gerek kalmaması, hatta unutulması temenni edilir.
Kullandığınız araçta aktif güvenlik sistemlerinin sürekli olarak faal durumda olması, pasif güvenlik sistemlerinizin çalışmasına gerek kalmaması dileklerimizle...
İSTASYON
47
SOSYAL MEDYA
PINTEREST’TEN BEKLENEN
ADIM: “SATIN AL” BUTONU
SEVENLERINI
ÜZMEYECEK BIR
WINDOWS 10
n Windows 8 ve 8.1’i genel olarak değerlendirdiğimizde, kullanım deneyimi açısından olumsuz dönüşler aldığını görmüştük. “Acaba nasıl olacak” sorusuyla
birlikte merakla beklediğimiz Windows 10, nihayet yayında! İşte Windows 10’un başlıca özellikleri: Windows
10’a genel olarak baktığımızda, ilk göze çarpan tasarımın değiştiği oluyor. Windows 10’un arayüz tasarımının oldukça şık ve kullanışlı bir şekilde tasarlandığını
görüyoruz. Yeni Windows’ta ikonlar da şekil değiştir-
miş olarak karşımıza geliyor. Windows 8’deki “Başlat”
menüsü sorunu, Windows 10 ile çözülüyor. Herkesin
alıştığı “Başlat” menüsü, Windows 10’da daha kullanışlı ve şık bir şekilde tasarlanmış olarak geri geliyor. “Kişisel yardımcınız” olarak tanıtılan “Cortana” Windows
10’da da mevcut. Henüz Türkçe dil seçeneği olmamakla birlikte, yakın zamanda gelmesi bekleniyor. “Cortana” sizi günlük olaylardan haberdar ederken, günlük
işlerinizi yönetmede yardımcı olacak. Windows 10 ile
gelen yeniliklerden biri de “Görev Görünümü”nde gerçekliyor. “Görev Görünümü”nde yapılan çoklu masaüstü yeniliği sayesinde, açık uygulamalarınız arasında
gezinirken, birden fazla masaüstü oluşturup, uygulamaları oraya atıp, gruplandırabiliyorsunuz. Son olarak
Windows 10’dan oyunseverler için de güzel bir haber
var. DirectX12 desteğiyle oyun performansları daha iyi
olacak. Bakalım siz de memnun kalacak mısınız?
Neslican Ciddi, Sosyal Medya Uzmanı, Pixelplus Interactive
48
İSTASYON
yanında mavi bir “Satın al” düğmesi yer alıyor.
Alıştığımız kırmızı “Pin it!” butonunun hemen
yanında. Ürünler fiyat ve hatta renk filtreleri kullanılarak ayrıştırılabiliyor. Apple Pay ya da kredi kartı yollarını kullanarak ödeme yapılabiliyor.
Ödemeler Stripe ve PayPal şirketi olan Braintree
üzerinden gerçekleşiyor.
Pinterest, orta ve küçük ölçülü şirketlerin de site
üzerinden rahat satış yapabilmesi için Shopify ve
Demandware ile işbirliği yapmayı da ihmal etmemiş. Satın alınabilen Pin’ler Pinterest’te gördüğümüz yaratıcı fikirleri gerçek hayata getirecek yollardan biri. Ne diyelim, keyifli alışverişler!
iPhone kullanıcıları da artık
WhatsApp Web’te!
Swarm oyun oynamayı seviyor
n Foursquare üzerinden yapılan check-in’ler, bir süre önce Swarm üzerinden yapılmaya başlanmıştı. En büyük merak konusu, mayor’lukların ve badge’lerin Swarm’a
gelip gelmeyeceğiydi. Daha sonra Swarm tarafından mayor’luk ve badge’lerin geri
geleceği haberini almıştık ve işte nihayet geldi! Swarm, getirdiği bu özellikleriyle
kendisini bir oyun platformuna çevirmeye başladı. Oyunlaştırmaya, Foursquare’den
aşina olduğumuz badge almak ve mayor olmak özellikleriyle başladı. Yaptığımız yer
bildirimlerine göre etiketler kazanmaya geri başladık. Yani bir İtalyan restoranı seveniyseniz, belli bir check-in
sayısından sonra “Spagetti Canavarı”
etiketi almanız muhtemel. Kim bilir belki de diğer etiketleri açmak için farklı
mekânları denemek için bir fırsat yaratırsınız. Swarm, mayor olma hakkınınsa o mekânda en fazla check-in yapanda olması gerektiğini düşünüyor. Aman
check-in yapmayı unutmayın ki, mayor’luğu kaptırmayın. Bu özelliklere ek olarak
“Liderlik Tablosu” da geri döndü; yani check-in yaptıkça puan toplamak. Bu yeni
özellikle, Swarm’u arkadaşlarınızla yarıştığınız bir platform haline getirebiliyorsunuz. Her yaptığınız check-in sırasında Swarm size bir puan veriyor. Aldığınız puanlara göre “Liderlik Tablosu”nda yerinizi sağlamlaştırıyorsunuz. Puanlar hafta sonunda sıfırlanıyor, yeni haftaya başlarken yarış yeniden başlıyor. Bakalım birinci sıraya
yükselebilecek misiniz?
n Pinterest gün geçtikçe adını duyurarak kadınlar başta olmak üzere kullanıcıların mobilde sık ziyaret ettiği bir platform haline geldi.
70 milyondan fazla kullanıcıya ulaşan uygulama, en çok ABD’de kullanılıyor. Mecra istatistiklerinden bazılarını incelediğimizde iddialı bir
sosyal mecra olduğunu söylemeden geçemeyiz. Örneğin bu uygulamada açılan işletme hesaplarının toplam sayısı 500 bin. iPad üzerinden
gerçekleştirilen tüm sosyal paylaşımların içinde
Pinterest’in oranı yüzde 48.2 iken platform üzerinden ürün satın alan müşterilerin ürün başına
ödedikleri ortalama fiyat 140-180 Dolar. Webmasto.com’un verilerine göre dünyanın en çok
ziyaret edilen siteleri arasında 49’uncu sırada.
Birçok uygulama gibi Pinterest de iş dünyasında
uzun süredir beklenen adımı atarak, yapısına bir
de her kategoriden paylaşımların yapıldığı “Satın al” düğmesi ekledi. İstatistiklere bakıldığında
“geç bile kalmış!” diyebiliriz.
Artık kullanıcılar bu görsel keşif platformunu
kullanarak, uygulamadan hiç çıkmadan alışveriş yapabiliyorlar. Satın almaya uygun ürünlerin
Facebook’tan
nefes aldıran uygulama
n Facebook’ta gelen uygulama ve oyun isteklerinden sıkıldınız mı? Bu soru-
ya evet diye cevap verenlerin sayısının hiç de az olmadığını tahmin ediyoruz.
Birçoğumuz Facebook’u severek kullanıyoruz. Facebook’un en güzel yanlarından biri uygulamalar; fakat kimi zaman arkadaşlardan gelen çeşitli uygulama ve oyun istekleri insanları bu keyifli mecradan uzaklaştırıyor. Sürekli ve
üst üste telefonlara ve bilgisayara gelen bildirimler ve uyarılar, kimi zaman
can sıkıcı olabiliyor. Özellikle de durmadan size bir şeyler anlatmaya çalışarak ana sayfanızı dolduranlar bir yerden sonra sıkıcı olabiliyor. “Facebook’un
böyle durumlar için de bir çözümü var” desek, eminiz birçok kişi bunu kullanmak için hemen telefonuna ve bilgisayarına koşacaktır. Uygulamalardan
gelen bildirimleri Hesap > Gizlilik Ayarları > Uygulamalar ve İnternet Siteleri altından “ayarları düzenle”ye tıklayarak kontrol edebilirsiniz. “Tüm platform uygulamalarını Kapat“a tıklayarak arkadaşlarınızın size domates ekme,
azılı suçluların peşine düşme isteği gibi istekler göndermesini engelleyebilir;
“Candy Crush’ta 584’üncü bölümü geçemedim, can gerekiyor” gibi konuşmaları duymaktan kurtulabilirsiniz.
n Son yıllarda her akıllı telefon sahibinin kul-
landığı ve SMS’in pabucunu dama atan WhatsApp, yine bir yenilikle karşımızda. Geçtiğimiz
yıl Facebook tarafından 19 milyar Dolar gibi inanılmaz bir fiyata satın alınan popüler mesajlaşma platformu WhatsApp, sene başında Android, Blackberry ve Windows uygulamaları için
web’den mesajlaşma programını kullanıma sunmuştu. Fakat bu hizmet iPhone’larda kullanılamıyordu. Whatsapp büyük ilgi gören bu hizme-
tini artık iPhone’lar için de hayata
geçirdi. iOS için de kullanıma açılan versiyonuyla şimdi iPhone kullanıcıları da bilgisayarlarından
WhatsApp kullanabilecek.
WhatsApp Web’i kullanmak isteyen iPhone kullanıcılarının
şu adımları izlemesi gerekli:
iPhone’da WhatsApp uygulamasını açın. WhatsApp uygulamasının alt bölümünde yer alan
ayarlar bölümüne tıklayın. Bu işlemi yaptıktan sonra PC’nizden WhatsApp Web sitesini
açın. Daha sonra iPhone’da ayarlar bölümünde yer alan WhatsApp Web seçeneğine tıklayın ve PC ekranında bulunan QR kodu kamera
yardımı ile okutun. Bu işlemleri yaptıktan sonra artık siz de Whatsapp’ı bilgisayarınızdan kullanabilirsiniz.
Kubilay Cengiz, Sosyal Medya Uzmanı,
Pixelplus Interactive
Sosyal medya sayfaları
Line, Popcorn Buzz
uygulamasıyla
görücüye çıktı
n Popüler mobil sosyal ağlardan biri olan Line’ı
kullanmayanlar da mutlaka bir yerden duymuşlardır. Henüz denemeyenlerse bu haberden sonra indirip denemeye başlayabilirler. Line; kişilerin
grup ya da bireysel olarak ücretsiz mesajlaşabilecekleri, ücretsiz sesli ve görüntülü arama yapabilecekleri, konuşmaları eğlenceli sticker ve
ifadelerle süsleyebilecekleri, fotoğraf ve video
paylaşabilecekleri, sesli mesaj da yollayabilecekleri, ünlülerden haberler alabilecekleri ve yüksek kalite videolar oluşturup düzenleyerek kendi profillerinde paylaşabilecekleri bir uygulama.
Türkiye’de 10 milyon kayıtlı kullanıcı sayısını geçen ve farklı bir çalışma prensibine sahip olan
uygulama, yeni ücretsiz mobil uygulaması olan
Popcorn Buzz’ı duyurdu. Bu uygulama sayesinde kullanıcılar, tek kişiyle mesajlaşmanın yanı sıra
200 kişiyle aynı anda konferans şeklinde sesli görüşme yapabilecekler. Kulağa biraz çılgın gelse
de, şirketler için oldukça işlevsel olduğunu söyleyelim. Kullanıcı deneyimi açısından da efektif olan
uygulama için bir kullanıcı adı ve fotoğrafı belirlemek yeterli. Line kullanıcılarıysa mevcut arkadaş listelerini Popcorn Buzz ile anında senkronize
ederek grup görüşmelerine başlayabilirler. Konferans görüşmelerinde konuşmaya katılan kullanıcıların ikonları ve yanlarında beliren yeşil nokta sayesinde kimin konuştuğu anlaşılabiliyor.
Dahası, Popcorn Buzz ile birlikte Line’da konuşmalar takip edilip istendiği takdirde yedeklenip mail adresine gönderilebiliyor. iOS ve Android
kullanıcıları için duyurulan uygulama, iddialı konferans görüşme özelliği ve 3G, 4G ve Wi-Fi dâhil
tüm ağlarda şifrelenerek oluşturduğu güvenlik standartlarıyla iletişimde çıtayı birkaç tık daha
yukarıya çekiyor. Gelecek günlerdeki gelişmeleri
hep beraber göreceğiz.
Şebnem Kavcin, Sosyal Medya Uzmanı,
Pixelplus Interactive
tarafından hazırlanmıştır.
İSTASYON
49
OYUN VE TEKNOLOJİ
HAZIRLAYAN: RESUL BUKSUR
TÜRKLER OYUN IŞINE ISINDI
Türk oyun yapımcıları, mobil oyunlarıyla dünyanın da ilgisini çekmeye
başladı. İşte size son birkaç ayda çıkan ilginç mobil oyunlar...
n RECONTACT ISTANBUL
n METROBÜS RACE IN ISTANBUL
MINECRAFT HIKÂYE OLUYOR
Küçüğünden büyüğüne her kesimden insanın gönlüne taht kuran efsane oyun Minecraft, sonbaharda farklı
bir tarzda tasarlanan Story Mode ile fanatiklerinin karşısına çıkacak.
n Bir kuşak için Pacman, Süper Mario neyse, bugün
Minecraft da o desek abartmış olmayız. Markus,
nam-ı diğer “Notch” Persson adındaki genç bir
programcı tarafından yaratılan Minecraft’ı, Lego’nun
üç boyutlu oyun versiyonuna benzetebiliriz. Persson
oyunu yayınlamak için beş yıl önce Mojang adında
bir şirket kurarak yola çıktı ve oyun geçtiğimiz yıl
Microsoft’a tam 2,5 milyar Dolar’a satıldı. Başta
PC oyunu olarak yola çıkan Minecraft, kısa sürede
PlayStation’dan Xbox’a, cep telefonlarından
Mac’lere kadar her platforma yayıldı. Beş yılda yüz
milyonlarca kişiyi kendine çeken oyunun en önemli
özelliği, basit bir grafik arayüzle lego gibi küplerle
oynanıyor olması. Ve bir de oyuna başladığınızda,
tek başınıza doğada hayatta kalma üzerine
kurgulanmış ve tabii ki yaratıcılığınızı sergilemenize
olanak sağlayacak bir yapısı olması.
Birçoklarının bildiği gibi Minecraft, temelde iki
farklı moda sahipti. Hayatta Kalma (Survival) ve
Yaratıcı (Creative) modlar. Birkaç mod daha olsa
da en bilinenler bunlardı. Survival modda, boş bir
dünyada, kendinize ev ve eşyalardan oluşan bir
hayat kurmanız ve kendinizi gece ortaya çıkan
yaratıklardan korumanız gerekiyor. Creative mod ise
size sonsuz araç ve gereç kullanma imkânı vererek
yaratıcılığınızın sınırlarında neler yapabileceğinizi
test ediyor. İnternet üzerindeki sunucularla aynı
dünyaya girme imkânı da sunan oyun, böylece çok
daha fazla kişinin Minecraft evrenine katılmasının
yolunu açtı. Hatta tıpkı Minecraft gibi küplerden
tasarlanmış belirli bölgelerde Hunger Games
filminden esinlenerek birbiriyle savaşma versiyonu
da bir hayli ilgi görüyor.
50
İSTASYON
Ama Minecraft’ın modlarına bir
yenisi daha ekleniyor. Survival ve
Creative modlarda kendi başınıza
bir dünyanız oluyordu. Ancak
sonbaharda gelmesi beklenen
“Minecraft: Story Mode”,
hikâyesi olan klasik bir
oyun gibi oynanacak. Tabii
ki yine Minecraft’ın ruhuna uygun
özgün bir tarza sahip olacak. Daha
önce Walking Dead ve Game of Thrones gibi
dizi filmlerin oyunlarını yapan Telltale Games
tarafından oluşturulacak bu yeni modda,
oyuncunun seçimleriyle değişecek hikâyeler
sunulacak. Yani oyun içinde yapacağınız her
bir seçim nedeniyle, farklı bir hikâye ve
sonla karşılaşacaksınız. Bir de yeni gelen
bilgilere göre, oyuncular hem erkek
hem de kadın birçok farklı karakterden
istediklerini seçip oynayabilecekler.
Bu arada Minecraft’ta ilk defa
insan sesine yer verilecek.
“Minecraft: Story
Mode”da, erkek
başkarakterleri
Patton Oswalt, kadın
başkarakterleri ise
Catherine Taber
seslendirecek. Oyun tek bir
seferde değil, bölüm bölüm
yayınlanacak ve ilk bölüm
sonbaharda çıkacak.
İstanbul’un en popüler ve ıstıraplı ulaşım aracı
Metrobüsler, oyun oldu. Türk oyun stüdyosu
Atom Games tarafından geliştirilen “Metrobüs:
Race in Istanbul” oyununun kurgusu, kalp krizi
geçiren şoförün yerine geçip metrobüstekileri
kurtarmak. Yoldaki engellere takılmamak,
sağa sola çarpmadan ve olabildiğince fazla
altın toplayarak son durağa ilerliyorsunuz.
İstanbul temalı olan oyunda, Boğaz Köprüsü
manzarası da mevcut elbette. Oyun, iOS ve
Android’lerde ücretsiz…
Dedektif tarzındaki bulmaca oyunu “Recontact
İstanbul”, Türk yapımcı Eray Dinç’in tarafından
yapılmış. Farklı tarzı ve eğlenceli oynanışının
yanı sıra, gerçek video görüntülerden
oluşmasıyla diğer oyunlardan biraz farklı.
İstanbul’un bilindik mekânlarında, size verilen
talimatlar
doğrultusunda
belirli kişileri
bulmaya
çalışıyorsunuz.
Geliştiriciliğini
Can Aksoy,
yapımcılığını
Simay Dinç
ve müziklerini Umut Saruhan Özgüler’in
üstlendiği oyun, dünyada da oldukça
ilgi görünce ekip New York ve Londra
versiyonlarını yapmak için kolları sıvamış bile.
iOS, 2,69 TL
n ANGRY BIRDS 2
Uzun yıllardır farklı sürümleri yayınlansa bile ikinci
bir versiyonu çıkmayan Angry Birds, sonunda yeni
yüzüyle karşımızda. Oyuna ilgi büyük. Daha ilk gün
1 milyon indirilen oyun, üç günde 10 milyon indirme
sayısını geçti. İkinci sürümün ücretsiz olması da bu
rakama ulaşılmasında etkili oldu.
n NEED FOR ŞAHIN
n PAC-MAN YENIDEN
Atom Games’in çıkardığı Need for Şahin,
Türkiye’nin artık efsaneleşmiş otomobil
modelleri olan Şahin ve Kartal üzerine
kurgulanmış bir oyun. Beşiktaş’ta geçen
oyunda farklı renk seçenekleriyle Dolmabahçe,
Süleyman Seba Caddesi ve Vodafone Arena gibi
bölgelerde gaza yükleniyorsunuz. Bilgisayara
karşı yarıştığınız oyunda arayı açmak için ayrıca
Nitro desteği de bulunuyor. Çoklu oyuncu
modunun da gelmesi beklenen oyunun en büyük
eksiği, Şahin ve Kartal’larda bir hayli moda olan
uçuk modifiye seçeneklerinin olmaması.
İlk olarak 35 yıl önce çıkan efsane oyun Pac-Man,
2007’de Xbox 360 için ilk Pac-Man’in geliştiricisi
olan Tõru Iwatani‘nin imzasıyla Pacman
Championship Edition adıyla yenilenmişti. Bu
oyunun geliştirilmiş mobil versiyonu Pacman DX,
şimdi iOS ve Andorid cihazlarında yerini aldı.
132 ayrı seviye ve 10 özel bölüme sahip mobil
Pacman 12,99 liraya indirilebiliyor.
2015 YILININ EN SON OYUNLARI
* NO MAN’S SKY (SONBAHAR)
* CALL OF DUTY: BLACK OPS III (6 KASIM)
* SUPER MARIO MAKER (11 EYLÜL)
* ASSASSIN’S CREED SYNDICATE (23 EKIM)
* HALO 5: GUARDIANS (27 EKIM)
* METAL GEAR SOLID V: THE PHANTOM PAIN (1 EYLÜL)
* STAR WARS BATTLEFRONT (17 KASIM)
* LEGO DIMENSIONS (28 EYLÜL)
* FIFA 16 (27 EYLÜL)
* UNCHARTED: THE NATHAN DRAKE COLLECTION (9 EKIM)
* HITMAN (8 ARALIK)
n XBOX ONE KUMANDASINA HARICI KLAVYE
Microsoft, geçtiğimiz aylarda Xbox One için
hazırladığı QWERTY klavyesini duyurdu.
Kumandanın altından bağlanan klavye,
Windows 10 işletim sistemli bilgisayarlarda da
kullanılabiliyor. Bir önceki modelin aksine X1 ve
X2 olmak üzere iki programlanabilir tuşla gelen
klavye, karanlık ortamlar için arka aydınlatmaya
da sahip. Kasım ayında, 35 Dolar’a raflarda yer
alması bekleniyor.
İSTASYON
51
ÇOCUK
tanı
y
e
ş
a
y
n
a
Tasm
rına
düşmanla
Garip
AMA
,
Gercek
AŞAĞIDAKİ BİLGİLER
SENİ ŞAŞIRTACAK
BİRÇOK
KURBAĞA
GİBİ
Bir İspanyol
adasındaki restoranda
AFRİKA
BOĞA
KULAK
KESİLDİM.
ızgara yerine
yanardağ
ağzı
ÇÖL
TİLKİSİ
kullanılıyor.
KULAKLARIYLA
YERALTINDA
HAREKET EDEN
MİNİK BÖCEKLERİN
BİLE SESİNİ
işareti
“ücreti
öde”
anlamına
geliyor.
Ses
çeliğin
içinden
havaya oranla
17 kat
hızlı geçer.
52
İSTASYON
DUYABİLİR.
KAN PLAZMASI
YERİNE KULLANILABİLİR.
iki metre
uzaksındır.
YER.
Garip Ama
Gerçek ve daha
fazla interaktif
n
konuyu NG KIDS’i
iPad dergisinde
bulabilirsin.
ABD’de düzenlenen
NASCAR yarışlarında
PİLOTLAR
TEK BİR YARIŞTA
2İLA 5KİLO
TERLER.
yaklaşık
YEŞİLDİR.
OLGUNLAŞMAMIŞ
HİNDİSTANCEVİZİ
SUYU
örümcekten
KANI
DERİSİNİ
bir binada
çalışıyor.
Yeni Zelanda’da içinde
hayalet olduğu söylenen
iki kavanoz 4000 TL’ye
satıldı.
Sokaktayken
herhangi bir
Bazı
LERİN
KERTENKELE
DEĞİŞTİRDİĞİ
PEMBE EV adı verilen
meydan
okuyabilir.
KURBAĞASI
DEVASA
Japoncada elle
yapılan
HAPŞIRARAK
Astronotlar uzayda
spatula unuttu.
Arjantin devlet başkanı
HAMAMBÖCEĞİNİN
BAŞI KOPSA
BİLE
DENTAFOBİ
DİŞÇİ KORKUSUDUR.
İngiltere’de
KARA
KEDİLERİN
UĞUR
GETİRDİĞİNE
inanılır.
ABD’nin
Missouri
eyaletinde
FRANKENSTEIN
adında bir
kasaba vardır.
ANTENLERİ
HAREKET
EDEBİLİR.
Kanada
ki
Newfoundland’de
Tilt Cove
köyünde sadece
kişi
yaşıyor.
Bu konu NATIONAL GEOGRAPHIC KIDS Türkiye dergisinden alınmıştır, NG KIDS abone hattı: 444 18 59 veya 0 850 222 18 59
İSTASYON
53
KÜLTÜR
SANAT
GÜZEL BAKAN GENÇ KIZ,
YAKIŞIKLI JÖN
O şimdi öğrenci
Bu yıl altıncı yaşını kutlayacak
olan Malatya Uluslararası Film
Festivali’nde Onur Ödülleri,
Serdar Gökhan ve
Perihan Savaş’a verilecek.
n Bu yıl 6-12 Kasım tarihlerinde gerçekleştirilecek
Malatya Uluslararası Film Festivali’nde ödül
alacak sanatçılar belli oldu. Türk sinemasının
emektarlarından Serdar Gökhan ve Perihan Savaş bu
ödüle değer bulan oyuncular. “Yeşilçam’ın Yakışıklı
Jönü” Serdar Gökhan, sinemaya adımını Feri Cansel
ile başrolleri paylaştığı “Kadırgalı Ali” filmiyle attı. Türk
sinemasının yumruklarını kötülere karşı konuşturan
avantür kahramanı Gökhan; “Baybars”, “Estergon
Kalesi”, “Akma Tuna”, “Malkoçoğlu Kurt Bey”, “Kara
Pençe”, “Kara Orkun”, “Turhanoğlu Çal Hasan”
gibi kılıçlı-kahramanlı filmlerle sinema seyircisinin
büyük beğenisini kazandı. Usta yönetmen Lütfi Ö.
Akad’ın çektiği “Irmak” ve “Gökçe Çiçek” adlı filmlerle
performansını sergileyen Gökhan, birçok başarılı dizi
filmde önemli rollerle karşımıza çıktı.
Malatya Uluslararası Film Festivali kapsamında
verilecek olan “Onur Ödülü”ne değer görülen
isimlerden bir diğeri ise Yeşilçam’ın en güzel
aktrislerinden Perihan Savaş. 1974’ten itibaren daha
çok Sezer Film’e ait piyasa filmlerinde Cüneyt Arkın,
Tarık Akan ve Kadir İnanır gibi önde gelen isimlerle
Bu konserler kaçmaz!
n Dünyanın en iyi canlı müzik mekânları arasında gösterilen Babylon, “Babylon
Presents” serisi ile Babylon ruhunu Türkiye’nin farklı şehirlerine taşıyor.
Geçtiğimiz sezon sahne aldığı Babylon konserinde büyük ilgiyle karşılanan Hindi
Zahra, Babylon Presents serisi kapsamında bu sezon İstanbul’un yanı sıra Ankara
ve İzmir’de de izleyicisiyle buluşuyor.
Caz ve dünya müziğini benzersiz bir şekilde harmanlayan genç ve yetenekli
sanatçı Hindi Zahra, kendine özgü üslubunu, caz ve Fas kökenlerinden gelen
enstrümanlarla zenginleştirmeyi başarıyor. Babylon Presents konserlerinin ilki
için 17 Ekim’de İstanbul Volkswagen Arena’da izleyicisinin karşısına çıkacak
Hindi Zahra, 18 Ekim’de Ankara Hayal Kahvesi’nde ve 20 Ekim’de İzmir Arena’da
sahne alacak. Hindi Zahra’nın 17 Ekim İstanbul konseri öncesinde, Volkswagen
Arena Türkiye’nin en güçlü kadın vokallerinden Ceylan Ertem’in benzersiz
performansına da ev sahipliği yapacak. “Soluk” adlı ilk solo albümünü 2010
yılında yayımlayan Ceylan Ertem, hayatında ve Türk müzik tarihinde iz bırakmış
kadın müzisyenlerin şarkılarını yorumlayacak. Babylon Presents biletleri biletix.
com, Biletix satış gişeleri ve çağrı merkezinden satın alınabiliyor.
54
İSTASYON
KITAPSEVERLERIN DIKKATINE:
GERI SAYIM BAŞLADI!
birlikte rol alan ve “güzel bakan genç kız” olarak
tanınan Savaş, 1978’den itibaren arabesk-türkücü
furyası filmlerin başrolünde göründü. 1984 yapımı
Bilge Olgaç filmi “Kaşık Düşmanı” filmiyle yeni bir
başarıya imza attı. Bilge Olgaç ile çektiği “İpekçe”,
sinema oyunculuğunun doruk noktası sayıldı. Bir
süre müzik çalışmaları yaptı. 1990’lı yıllarda sinema
çalışmalarının yanına televizyonu da ekleyen Perihan
Savaş, 2001’de oyunculuğa başladığı İstanbul Şehir
Tiyatrosu kadrosuna geri döndü.
Perihan Savaş ve Serdar Gökhan’a ödülleri
6 Kasım’da Malatya Kongre ve Kültür Merkezi’nde
düzenlenecek Festival Açılış Töreni’nde verilecek.
n Kitap kurtlarının merak ve heyecanla beklediği
Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’nın açılmasına
günler kaldı. Bu yıl “Mizah: Hayata Gülümseyerek
Bakmak” temasıyla 7 Kasım’da kapılarını açacak olan
fuar, dokuz gün boyunca kitapseverleri ağırlayacak.
Karikatür sanatçısı Tan Oral’ın “Onur Çizeri” olarak yer
alacağı; panellere, söyleşilere ve çeşitli etkinliklere
katılacağı fuarda, Oral’ın yaşamını, çalışmalarını ve
eserlerini içeren bir de sergi hazırlanacak. Bununla
birlikte usta yazar Aziz Nesin’in 100’üncü doğum
yılı olması nedeniyle “Aziz Nesin 100 Yaşında”
etkinliği gerçekleştirilecek ve etkinlik kapsamında
küratörlüğünü Işın Önol’un yaptığı “Ömrüne Sığmayan
Adam Aziz Nesin:1915-2015” başlıklı bir sergi açılacak.
Takipçilerinin çok iyi bildiği gibi fuarda her yıl bir
ülkenin yayıncıları ve yazarları Onur Konuğu olarak
ağırlanıyor. Fuarın bu yılki Onur Konuğu’nun Romanya
olması nedeniyle söz konusu ülkeden 12 yazar, iki
moderatör ve iki çevirmen Türkiye’ye gelecek. İki kitabın
ilk tanıtımlarının yine bu fuarda yapılması Romanya’nın
konuya verdiği önemi gösterirken, ziyaretçiler paneller,
söyleşiler, müzik dinletileri aracılığıyla Romanya
kültürünü yakından tanıma imkânı elde edecek.
Yaklaşık 700 yayınevinin katılacağı Uluslararası
İstanbul Kitap Fuarı’nı geçen yıl olduğu gibi bu yıl da 500
bin kişinin ziyaret etmesi bekleniyor.
Tuzlu Su’da
Bienal
Carolyn Christov-Bakargiev, bu yılki
temayla ilgili olarak şunları söylüyor:
“Tuzlu Su: Düşünce Biçimleri Üzerine
n İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) Bir Teori, bir materyalin –tuzlu su–
tarafından düzenlenen Bienal, bu
ve düğümlerle dalgaların çelişen
sene kelimenin tam anlamıyla tüm
imge-biçimlerinin etrafında dönüyor.
kenti fethediyor. “Tuzlu Su: Düşünce Çizginin nereye çekileceğini, nerede
Biçimleri Üzerine Bir Teori” başlığıyla geri çekileceğini, nerede yaklaşıp
5 Eylül ila 1 Kasım tarihleri arasında nerede uzaklaşacağını araştırıyor.
gerçekleşecek Bienal kapsamında,
Bunu, açık denizlerde, düz yüzeyler
30 mekânda 80 katılımcının 1500
üzerinde parmak uçlarımızla yaptığı
işi sergileniyor. Rumeli Feneri’nden gibi, sualtının derinliklerinde, kat
Beyoğlu’na oradan Büyükada’ya
kat şifrelemeler açılmadan önce
kadar birçok yerin sanat mekânı
de yapıyor. Boğaziçi ekseninde
olarak değerlendirildiği Bienal’in
kentin geneline yayılan bu sergi,
başlığının Tuzlu Su olarak seçilmesi
dünyayı şiirsel ve politik olarak
de tesadüf değil elbette. Zira tuzlu su şekillendiren ve dönüştüren, görünür
içinde hayat barındıran, insana hem ve görünmez farklı dalga örüntülerini
yaşam hem de ferahlık sunan ama
ve frekanslarını, su akıntılarını ve
aynı zamanda içilmeyen ve öldürücü yoğunluklarını ele alıyor. Sanatla
olan bir şey. Etkinliğin küratörü
birlikte ve sanat aracılığıyla yas
n Antonio Banderas’ı nasıl bilirsiniz?
Yakışıklı, yetenekli, oyunculuğun
hakkını veren profesyonellerden
biri… Karizmatik olduğu da aşikâr.
Rol aldığı filmler sayesinde dünya
üzerinde milyonlarca hayranı
bulunan Banderas, şimdi de modaya
merak saldı. Bu öyle böyle bir merak
da değil üstelik. Aralarında Alexander
McQueen, Stelle McCartney ve
John Galliano gibi ünlü isimlerinde
bulunduğu birçok modacıyı mezun
eden Central Saint Martins’e kayıt
yaptırması Banderas’ın bu konudaki
ciddiyetinin göstergesi. 54 yaşındaki
aktörün moda camiasındaki
yaratıcılığı ne boyutlara varır bilinmez
ama ne üretirse üretsin başta
kadınlar olmak üzere dünyanın dört
bir yanından milyonlarca kişinin
odağında olacağına şüphe yok.
tutuyor, hatırlıyor, kınıyor, iyileşmeye
çalışıyoruz ve kendimizi bu mekânda
beraber yaşamış birçok topluluğun
neşe ve canlılık olasılıklarına
adıyor, formdan yeşeren yaşama
sıçrıyoruz. 14. İstanbul Bienali’ni
ziyaret ettiğinizde tuzlu suyun
üstünde epey zaman geçireceksiniz.
Mekânlar arasında, özellikle de
vapurlarla yapılacak seyahatlerle,
ziyaretçilerin sanatı deneyimleme
süreleri yavaşlayacak. Bu da çok
sağlıklı, çünkü tuzlu su solunum
problemleriyle pek çok başka
hastalığın iyileşmesine yardımcı
olduğu gibi sinirleri de yatıştırıyor.”
Siz de ortamın giderek
kaotikleştiği dünyamızda tuzlu
suyun ferahlığından yararlanmak
isterseniz, rotanızı Bienal’e doğru
çevirebilirsiniz.
İSTASYON
55
ORS
Egzoz Gaz Emisyon Ölçümünü
Yaptrdnz m?
Hız ve kolaylık
sağlayacak yenileme
Daha temiz bir çevre ve yakt tasarrufu için
egzoz gaz emisyon ölçümünüzü mutlaka yaptrn.
Uluslararas standartlara uygun egzoz gaz
emisyon ölçümünü, araç muayene
istasyonlarmzda yaptrabilirsiniz.
TÜVTÜRK, internet sitesini ve tüm araç sahiplerinin internet üzerinden ücretsiz muayene randevusu
alabildikleri online randevu sistemini, kullanıcı ihtiyaçlarına ve dijital trendlere göre yeniledi.
Böylece ücretsiz araç muayene randevuları çok daha hızlı ve kolay hale geldi.
G
ünümüz yaşamının her kapıyı açan sihirli anahtarı, teknoloji kuşkusuz. İnternet kullanmadığımız bırakın bir gün,
bir saat bile yok neredeyse. Mobil teknoloji sayesinde, hayli
uzun zamandır, nerede olursak olalım sanal dünyaya ulaşma şansına da sahibiz üstelik. Durumu rakamlarla açıklamak gerektiğinde, gözler önüne serilen tablo bize önemli bir veri de sunuyor
aslında. www.wearesocial.net sitesinin verilerine göre, 2015 yılı itibarıyla dünya çapında 1 milyar 52 milyon kişi mobil internet kullanıyor. 70 milyonun üzerinde nüfusa sahip Türkiye’de bu rakam 31,7
olarak karşımıza çıkıyor. Diğer bir ifadeyle Türkiye’de yaşayanların
neredeyse yarısı, mobil iletişimle teşrikimesai içinde bulunuyor.
Mobilite alışverişten mekân seçmeye, randevu almadan herhangi bir konuda araştırma yapıp bilgi edinmeye kadar, hayatın her alanında kendini gösteriyor. TÜVTÜRK’ün verileri de bunu kanıtlıyor.
Bu verilere göre araç muayenesi için gerekli olan randevuların yüzde 66’sı, kurumun internet sitesi üzerinden alınıyor. Bu yılın Ocak
ila Temmuz ayları arasında geçen yedi aylık dönemde 3,4 milyon
randevunun alındığı www.tuvturk.com.tr internet sitesi, ayda ortalama 1 milyon ziyaretçiyle Türkiye’nin en çok ziyaret edilen internet sitelerinden biri. Mobil internet kullanıcılarının oranının da her
gün artış gösterdiği internet sitesi ve site üzerindeki online randevu
sistemi, araç sahiplerinin mobil internet kullanım ihtiyacına
cevap vermek üzere responsive (ekran ebadına göre ayarlanabilen) bir yapıda düzenlendi.
Milyonlarca araç sahibine muayene randevusu alma konusunda kolaylık sağlayan bu uygulama, kapsamlı bir kullanıcı
deneyiminden geçirilerek dijital tasarım, kullanım ve teknoloji trendlerine uygun olacak
şekilde oluşturuldu.
Yeni sistemde kullanıcılar,
www.tuvturk.com.tr üzerinden
yalnızca araç plakası ve şehir
girerek, randevu alımına başlayabiliyor. Lokasyon tanıma
özelliğiyle sistem, kullanıcının
bulunduğu ili ve yeri algılıyor,
istasyonların doluluk oranlarına göre randevu saati ve günü tavsiye
ediyor, muayene tekrarı randevusu için gelen araçları plakadan tanıyarak ilgili istasyona yönlendiriyor. Siteye paralel olarak responsi-
56
İSTASYON
Randevu ve bilgi için
tuvturk.com.tr
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
ve hale getirilerek mobil cihazlara uyumluluğu
sağlanan harita ara yüzünde, kullanıcıların bulunduğu noktadan seçtikleri istasyona yol tarifi de sunuluyor.
Tüm bu yeniliklerin, araç kullanıcılarının
yorumları ve tavsiyeleri ışığında kullanıcı deneyimi bazlı (UX) tasarım sonrasında gerçekleştiren TÜVTÜRK, yeni internet sitesi aracılığıyla ortalama 2 dakika 20 saniye süren randevu alma süresini, 1 dakika 30 saniyeye
indiriyor.
TÜVTURK Araç Muayene İstasyonlar
TÜVTURK, bir TÜV SÜD - DOĞUŞ - BRIDGEPOINT ortaklğdr.
www.tuvturk.com.tr
Güven verir.
De¤er katar.
TÜVTÜRK
CAN DOSTLARI HAREKETI 2015-2016 BAŞLADI
Patrick Fox (soldan dördüncü),
Ordu Merkez İstasyonu’na giderek
çalışmalarla ilgili bilgi aldı.
Klemens Schmiederer (soldan beşinci) Dudullu ve Orhanlı
istasyonlarının ardından, Viktor Metz ile birlikte (sağ başta) Maslak
Motosiklet Muayene İstasyonu’nu ziyaret etti
İSTASYONLARA ÜST DÜZEY ZIYARET
Amirler bir
araya geldi
TÜVTÜRK istasyonları üst düzey yöneticiler tarafından ziyaret edildi. İlk ziyaret 5 Ağustos’ta TÜVTÜRK’ün
ortağı olan Bridgepoint adına TÜVTÜRK Yönetim Kurulu Üyesi Patrick Fox tarafından Ordu Merkez İstasyonu’na yapıldı. Bu tarihten iki hafta sonra, 20 Ağustos’ta ise
TÜV SÜD Yönetim Kurulu Üyesi Klemens Schmiederer, İstanbul’daki üç istasyona
ziyarette bulundu. Schmiederer, Dudullu ve Orhanlı İstasyonu’nun yanı sıra
Maslak Motosiklet Muayene İstasyonu’nu gezerek operasyonlarla ilgili bilgi aldı. Maslak Motosiklet Muayene İstasyonu’nun ziyaretçilerinden bir diğeri ise TÜVTÜRK Denetim
Kurulu Üyesi Viktor Metz oldu.
Daha yaygın hizmet verebilmek amacıyla her geçen
gün istasyon ve çalışan sayısını artıran TÜVTÜRK, düzenlediği bir dizi toplantı zinciriyle amirleri bir araya getirdi. Mayıs ayında
başlayan ve Türkiye’nin dört bir yanından gelen amirlerin katıldığı
“Bölgesel İstasyon Amirleri Toplantıları”; Gaziantep, Adana, İstanbul, Van, Kars, Diyarbakır, Kayseri, İzmir, Bodrum, Ankara, Konya
Antalya, Bursa, Samsun ve Bolu’nun ardından, Ağustos ayında Trabzon’daki organizasyonla son buldu.
IDARI BINADA
YENI KONSEPT
Finlandiya’ya
bilgi paylaşım ziyareti
Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı (UDHB) Karayolu Düzenleme Genel Müdürlüğü yetkileriyle TÜVTÜRK temsilcileri, 17-20 Ağustos tarihlerinde Finlandiya’nın başkenti Helsinki’ye teknik bir gezi düzenledi. Karayolu Düzenleme
Genel Müdür Yardımcısı Ahmet Güner, Daire Başkanı Yılmaz Kılavuz, Mühendis Serdar
Günaydın UDHB’yi; Aykut Özgülsün ve Ahmet Bulut ise TÜVTÜRK’ü temsilen bu ziyarete
katıldı. Araç muayene mevzuatının ve işleyişinin incelendiği gezide, ilgili kanun ve prosedürler hakkında bilgi alışverişinde bulundu. Finlandiyalı A-Katsastus yetkilileri tarafından
son derece sıcak bir şekilde ağırlanan heyet, iki muayene istasyonu ve eğitim tesislerini gezerek, işlerin pratikte nasıl yürütüldüğüne dair fikir edindi. UDHB yetkilileri ayrıca Finlandiya polisinin kontrolünde yapılan yol boyu araç denetim hususuyla ilgili
de ayrıntılı bilgi aldı. Bu konuyla ilgili mevzuatı ve prosedürleri de inceleyen heyet, yol denetimlerini bizzat yerinde inceledi.
58
İSTASYON
Millî Eğitim Bakanlığı Temel Eğitim Genel Müdürlüğü, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı ve TÜVTÜRK işbirliğinde hayata geçirilen Can Dostları Hareketi projesinin temsilci öğretmen eğitim semineri gerçekleştirildi. 2010 yılında başlayan bu proje, okullarda trafik güvenliği ve bireysel sorumluluklar konusunda farkındalık yaratılmasını amaçlıyor. Bu kapsamda, öncelikle
ilkokulların dördüncü sınıf öğretmenleri, trafik güvenliği konulu eğitim seminerine katılıyor. Seminere katılan öğretmenler, kendi okullarındaki diğer dördüncü sınıf öğretmenlerine eğitim programını aktarıyor. Projeye özgü destekleyici materyaller ve kaynaklardan faydalanan öğretmenler, öğrencilere ve velilere trafik güvenliği eğitimi verip servis sürücülerine yönelik iletişim çalışmaları gerçekleştiriyor. Projenin devam ettiği beş yıllık süre zarfında 45 farklı ilde, 491
okulda, 4 bin 400 öğretmene eğitim verildi. Öğretmenler aracılığıyla 137 bin öğrenciye, 274 binden fazla veliye ve 7 bin
500 servis şoförüne doğrudan ulaşıldı. Projenin 2015-2016 eğitim öğretim yılına yönelik temsilci öğretmen eğitim semineri, 8-10 Eylül’de İstanbul’da yapıldı. Ankara, Bursa, Çanakkale, Denizli, Elazığ, Hatay, İstanbul, İzmir, Tokat, Trabzon ve
Zonguldak’tan 101 öğretmenin katıldığı seminerde, katılımcılara trafikteki tehlike ve riskler, taşıt sahibi olmanın getirdiği
sorumluluklar, kazalardan korunma, emniyet kemerinin önemi gibi birçok konuda eğitim verildi. Trafik Güvenliği derslerinin daha verimli işlenmesi için tavsiyelerin paylaşıldığı seminerlerde, etkileşimli uygulamalar da yapıldı. Bu eğitimlerle, bu eğitim öğretim yılında 11 ilde 916 öğretmene, 31 bin öğrenciye, 62 bin veliye ve 500 servis şoförüne doğrudan ulaşılması hedefleniyor. Eğitim seminerinin açılışında konuşan Milli Eğitim Bakanlığı Temel
Eğitim Genel Müdürlüğü Ar-Ge ve Projeler Daire Başkanlığı temsilcisi Cemal Tınkılıç, erken yaşta
edinilen davranışların trafik kültürünün yerleşmesinde son derece önemli olduğunu vurguladı ve Can Dostları Hareketi projesinin buna katkı sağladığını belirtti. Proje ortağı TÜVTÜRK’ün İletişim ve İş Geliştirme Direktörü Koray Özcan ise Trafikte
Sorumluluk Hareketi hakkında bilgi paylaştıktan sonra, Can Dostları Hareketi projesiyle yarına yatırım yaptıklarını dile getirdi.
Muayene işlemleri öncesinde ve muayene esnasında, araç sahiplerinin enerjilerini ve zamanlarını en az şekilde harcamasına vesile olacak uygulamaları gerçekleştiren
TÜVTÜRK, son olarak istasyonlarının fiziki görünümünü tasarımsal olarak yenilemek için önemli bir adım attı. Hem personelin
iş sağlığı ve konforunu iyileştirmek hem de araç sahiplerine iyi bir
deneyim yaşatmak amacıyla İdari Binaları’nın iyileştirilmesini kapsayan bu projede, Dudullu pilot istasyon olarak seçildi. Estetik ve
konforun bir arada olması gerektiği düşüncesiyle yeniden tasarlanan istasyonda, İdari Bina’nın iç tasarımı, daha fonksiyonel olacak
şekilde düzenlendi. Bankolar müşterilerle yüz yüze iletişimi artıracak şekilde dizayn edildi; daha kullanışlı ve estetik oturma grupları yerleştirildi; müşterilerin araç teslim sonrasındaki tüm süreçleri
izlemesini sağlayan bekleme salonu, tüm muayene sürecini izleyebilecekleri şekilde yeniden tasarlandı. Ses izolasyonunu sağlayan
sistemin kullanıldığı istasyonda, daha sıcak bir atmosfer yaratabilmek amacıyla ağaç malzemeye öncelik tanındı. Tuvaletin, ibadethanenin ve personel yemekhanesinin yenilendiği istasyonda ayrıca, araç muayenesi ve TÜVTÜRK
ile ilgili kapalı devre televizyon yayını başlatıldı.
İSTASYON
59
TÜVTÜRK
BILMEK ANLAMAK, ANLAMAK ÇÖZMEKTIR!
TÜVTÜRK’ün İstanbul’daki istasyonlarında görev alanların katıldığı ve bu yıl üçüncüsü gerçekleştirilen Bilgi
Yarışması’nın kazananları belli oldu. Araç Muayene Teknisyenleri, Egzoz Emisyon Teknisyenleri ve Müşteri Kabul
Görevlileri’nin katıldığı yarışmayla, gerek bilgi ve tecrübenin geliştirilmesi gerekse hizmet kalitesinin artırılması hedefleniyor. Yarışmanın ilk adımında, Ocak ila Haziran ayları arasında her hafta bir sınav yapılarak katılımcıların bilgisi ölçüldü. En yüksek ortalamaya sahip olan Orhanlı, Haraçcı, Hadımköy ve Dudullu ekipleri finale kalma şansı
elde etti. Ekipler final bölümünde hem teorik hem de pratik tecrübelerini sergiledi. Pratik bölümde ekipler bir araç üzerinde çalıştılar ve bu çalışma misafirlere dört kamera aracılığıyla canlı olarak yansıtıldı. Birinciliği ise Ali Rıza Mengene, Aydın Kartal, Berat Oruç ve Öznur Acar’dan oluşan
Orhanlı istasyonu ekibi alırken, ikinciliği Haraçcı, üçüncülüğü Hadımköy, dördüncülüğü ise Dudullu ekipleri kazandı. Birincilerin yurtdışı seyahati, ikincilerinse Samsung Galaxy Tab’s tablet kazandığı yarışmada ödüller,
TÜVTÜRK İstanbul ve TÜVTÜRK Kuzey personelinin katıldığı bir törenle verildi.
Sayı da artıyor,
kalite de
Kırıkkale Yahşihan
Sivas Gemerek
60
İSTASYON
Türkiye’nin dört bir yanındaki istasyonları aracılığıyla araç
muayenesi gerçekleştiren TÜVTÜRK, hizmet kalitesini bir üst noktaya taşıyan adımlar atıyor. İstasyonların yenilenmesi ve yüzde 100 randevulu
sisteme geçilmesi de bu amaç doğrultusunda gerçekleştirilen çalışmalar arasında bulunuyor. Geride bıraktığımız yaz ayları içinde Ordu’daki Merkez İdari
Binası’nı genişleten TÜVTÜRK, Yahşihan’daki (Kırıkkale) istasyonuna ek kanal
inşaatını tamamladı. Sivas’ın Gemerek ilçesinde iki kanallı yeni bir istasyonu da hizmete açan TÜVTÜRK; Temmuz, Ağustos ve Eylül aylarında, yüzde 100 randevuyla hizmet veren istasyon sayısını 122’ye çıkardı. Buna göre
TÜVTÜRK’ün Amasya (Merkez ve Merzifon), Ardahan, Artvin, İzmir (Aliağa),
Kars, Kütahya, Uşak, Bilecik (Bozüyük), Tokat (Merkez, Niksar ve Turhal), Bartın (Merkez), Karabük (Merkez), Kastamonu (Merkez), Kütahya (Tavşanlı) ve Zonguldak (Merkez ve
Ereğli) istasyonları yüzde 100 randevulu sistemle çalışmaya başladı.
TÜRKAK AKREDITASYON
DENETIMLERI TAMAMLANDI
TS EN ISO IEC 17020 standardı kapsamında, Türk Akreditasyon Kurumu
(TÜRKAK) tarafından gerçekleştirilen Akreditasyon Denetimleri’nin ikinci çevriminin son gözetim denetimi tamamlandı. 26-27 Ağustos’ta TÜVTÜRK
Genel Müdürlük Sistem Denetimi ile başlayan çalışma, 1-12 Eylül tarihlerinde eşzamanlı olarak 48 istasyonun ziyaret edilmesiyle devam etti. Denetimler, otomotiv sektörünün temsilcileri, öğretim görevlileri ve TÜRKAK yetkililerinden oluşan toplam 20 kişilik bir ekip tarafından
yapıldı. TÜVTÜRK Kurumsal Gelişim ve Teknik Koordinasyon
bölümü, tüm süreç boyunca sahada bu ekibe refakat etti.
28 Eylül’de yapılan kapanış toplantısının detaylarına ve
TÜRKAK denetim sonuçları raporlarına, İstasyon dergisinin bir sonraki sayısında yer verilecektir.
TRAFIKTE
SORUMLULUK
HAREKETI İSTANBUL’DA
Uygulanmaya başladığı 2010 yılından beri, iletişim kanallarıyla 3,5
milyon; saha faaliyetleriyle ise 1 milyondan fazla kişiye ulaşan Trafikte
Sorumluluk Hareketi’nin en son durağı İstanbul’du. Trafik güvenliği ve bireysel sorumluluklar konusunda farkındalığın geliştirilmesini hedefleyen
Trafikte Sorumluluk Hareketi, bu kapsam doğrultusunda 8-9 Eylül’de Ataşehir Brandium Alışveriş Merkezi’nde bir saha çalışması düzenledi. Şehir
içinde ve şehirlerarası yollarda emniyet kemeri takmanın öneminin simülatörler aracılığıyla aktarıldığı etkinlikte katılımcılar, 5 kilometre gibi düşük bir hızda bile emniyet kemerinin nasıl hayat kurtaran bir unsur olduğunu deneyimleme fırsatı elde etti. Kazaların önemli bir bölümünün
alkollü araç kullanımından kaynaklandığı gerçeğinden hareket edilen etkinlikte, katılımcılardan alkol gözlükleri takarak
kaleye şut çekmesi istendi. Bisiklet ve motosiklet gibi iki tekerlekli araçlarda kask takmanın önemine dikkat çekilen bir diğer etkinlik, katılımcıların yoğun ilgisiyle karşılandı. Trafikte Sorumluluk Hareketi kapsamında düzenlenen
saha çalışmasında ayrıca, katılımcılar TÜVTÜRK
Gezici Araç Muayene İstasyonu’nda gerçekleştirilen araç muayenesi ve güvenliğiyle ilgili bilgi alma olanağı da buldu. Etkinliğe
yaklaşık bin kişi katıldı.
İSTASYON
61
ENGLISH SUMMARY
Five Rules of Leadership
“Leadership Brand:
Five Rules To Lead By”
written by Dave Ulrich,
Norm Smallwood
and Kate Sweetman
draws attention to the
profound difference
between leadership
and management.
Here are some
subtitles we’ve picked
from the book…
No one can deny the importance of leadership…
Researches show that high quality of leadership
helps meeting the expectations of investors, customers and employees. While we can stipulate
that leadership matters and that we know it
when we encounter it, it is much more difficult
to find an elusive answer to the simple question
“What makes an effective leader?” Through
the researches and meetings we have made in
depth, we have discovered what we now know
the five essential rules all excellent leaders must
follow. There is a wide range of personal leadership characteristics. We name it “personal
proficiency.” The Leadership Code involves five
rules: “Shape the future”, “make things happen”,
“engage today’s talent”, “build the next generation” and “invest in yourself”.
62
İSTASYON
SHAPE THE FUTURE
Be a strategist to shape the future… For that, do
not forget these four rules: Be curious and develop a perspective about your future; invite in
the most experienced people out there; involve
your organization; remember that no “one”
can know everything; make your strategy appealing for your organization. Strategy is being
clear about where you want to go. You should
be able to feel the probabilities and reach out to
new ideas that will take you out of your comfort
zone and challenge you. Be in touch with your
customers, stakeholders, employees and the
foresighted people among your competitors.
Read books in different fields. If you are not
friends with technology yet, be right away. Another important element that strategists should
take into consideration is society. However, it’s
more about corporate social responsibility, sustainability and finding ways to consume less
rather than living with accepted values. Strategic leadership requires that the proficiency of
strategy exists in all levels of the organization.
We have designated six criterions that can be
defined as a must for an appealing strategy. A
strategy must “excite”, “affect behaviours”, “be
customer-oriented”, “discipline”, “evoke”, and
“provide focus”.
MAKE THINGS HAPPEN
As a leader, your ability to execute will enable
you to turn strategic aspirations into actions,
desires into results, and desired futures into
present reality. Execution without strategy
may be blind, but strategy without execution
is unfounded hope. No system or process is
ever static these days: Customer needs evolve,
technologies improve, continuous innovations
are required, and new opportunities arise just
as existing opportunities dry up... Executing
change with a check list in a disciplined way
turns what we know about change into what
we do. The habits that can not be discussed but
affect the operation’s functioning and prevent
the change are called viruses. Reporting more
than necessary, having your own way, criticizing
before seeing the results, giving fake approvals,
taking a decision altogether, looking for the future in the rear-view window, dignifying people
according to their ranks, saying ‘my job’ rather
than ‘our jobs’, leaning your back against chain
of command and criticizing people rather the
problem are the viruses that prevent change.
In the big organizations, most of the organizational work is done on team level. Teams
gather people with different capabilities and
talents for a common purpose. Leaders that execute via high-performance teams have become
successful in four themes. A leader should solve
managerial problems for each member of the
team to contribute in a maximum way.
personal competences with what the position
requires.
In today’s business life, there are many demands coming from globalism, technology,
change, population movements, competition,
customers and money markets. Employees
need resources to be able to deal with those
excessive demands. As a leader, your duty is to
realize the nonsense demands and decrease the
number of them.
People usually need an emotional break that
will make them let off steam and come up with
fresh, brand new ideas. You can use different
methods to add a little fun to your organization
such as humor, celebrations, activities, contests,
prize and appreciation, symbols, sport centres
and tailor-made services.
BUILD THE NEXT GENERATION
Human capital developers invest in the next
generation of talent. Leaders who invest in
tomorrow’s talent build the future, create sustainability, and ensure a legacy. Success requires
having the right people with right skills the right
time at the right place. Once your strategy is
ENGAGE TODAY’S TALENT
Be a talent manager to engage employees. Talent managers nurture and develop others. Managing talent is simple in principle but not easy
in practice. If you are serious about keeping the
talent you need in your organization and make
him/her improve, you need to create an honest,
open and two-way dialogue and build a bond
with them.
As a talent manager your duty is making
your employees on top of their professional
lives. It is obvious that leaders should employ
the right person in the right position at the
right time; you need to match the individual’s
clear, define the key positions and people who
will fill them. That kind of matching requires
you to differentiate both people and positions.
Differentiating people and positions requires
being a brave leader that can make tough distinctions and grasping the criteria for key positions and people at the same time.
Employee brand comes out of company
brand: A strong employee brand sends messages to existing employees and employees of
the future regarding what they should expect
in exchange for their work at that company.
Developing employees of the future requires
making sure that the employee would be aware
of his/her own personal career opportunities
and of company’s future needs. When you find
the right talent and bring him/her you’re your
organization, follow him/her closely. Once you
catch him/her, never let her/him go.
INVEST IN YOURSELF
Personal proficiency stands in the centre of
leadership code. Effective leadership is not
only about knowledge and behavior. Leaders
are learners. They always learn from success,
failure, duties, books, lessons, people and life
itself. They are passionate about their beliefs
and interests and they give extraordinary energy
towards whatever they are interested in. Effective leaders arouse commitment
and good intentions in others
because they act honest and reliable. They are determined and
enthusiastic; they can be involved in courageous and bold
actions. They have confidence
in their skills for dealing with
unpredicted situations and are
tolerant to uncertainty.
To invest in yourself, have
personal proficiency…For that,
“be clear in your thoughts,
don’t get lost in details”; “know yourself”; “be
stress-resistant”; “have an agile mind to learn”;
“pay attention to be solid and honest”; “take care
of yourself”; “have personal energy and passion”.
İSTASYON
63
ENGLISH SUMMARY
Let it swell not fall,
let it overflow not pour
Written by: GAYE ŞAHIN
We can’t brag enough about our mezes, the king of both
our dinner table and our long conversations. It’s important
to protect and look after the meze culture as well as to
know it well from past to present.
Salted and dried mackerel, fish pastrami, lakerda, salty
sardines, pilaki (cold white beans vinaigrette), topic (dish
made of chickpeas onion currants, cumin and tahini), tarama (cream of Turkish red caviar)… When we count mezes
the feather of our cuisine and king of dinner table with long
conversation, we also feel resentment because most of them
are very hard to find now. The word meze came into our
language from the root “mez” meaning “taste” in Persian.
Appetizers served in small plates in almost all shores of
Mediterranean, especially on the northern parts, in Anatolia and Greece are called meze, mezza or mezedes . Italians
call them mezzano, Arabs say mezzah. The famous Spanish
tapa version is also similar to Mediterranean meze culture.
If we focus on the history of meze only in our land, we
see that its roots go back mostly to the minorities. The
ethnical groups that continued to live in Anatolia after the
Roman period, especially Romans had a big effect on Ottoman palace cuisine and our meze culture. Even though
the types of meze and the methods of cooking them vary in
Anatolia and Aegean region, even only in Cappadocia, the
unique culture we call Istanbul cuisine is nourished from
the traditions of Greeks, Armenians, Jews, Levantines,
Circassians and Georgians throughout history. Ottoman
palace cuisine and homemade dishes are a nice blend of
these cultures with our rich local produce.
THE IDEA IS TO KEEP THE
CONVERSATION GOING
Representing sharing not eating your fill, long conversations and joy, the meze culture is, no doubt, an essential
part of our dinner table. The reason that it is more identified with Istanbul is that the city has a deep-rooted tavern
culture…
After minorities are gone, most of the special shops that
make and sell only meze have been closed one after another. That has caused the fact that both the taste and recipes of mezes have been forgotten gradually. Even though
there are promising developments today, it’s not so easy
to find the authentic delicious mezes of Istanbul now. The
new generation that has made looking after this culture its
business knows mezes that have found their place on our
dinner table much later better; new restaurants promote
various herbs in the absence of fish. How to consume meze
is also as important because it’s not all about eating your
fill. It’s about spending a long time, sharing and being a
part of the conversation. It should not fill your stomach
64
İSTASYON
but keep you light. Therefore, 30-40 types of mezes served
in restaurants where people stuff themselves may look
tempting behind the glass window but don’t reflect the
reality of this culture.
We can say that the gastronomy attack of especially the
last 15 years in Turkey has caused curious people to go after
real mezes. Another pleasing development is that different
new generation mezes have started to appear with young
chef’s creative touches. Of course, even in best restaurants
we can’t come across çiroz because genuine çiroz is made
from mackerel and it’s hard to find mackerel. To find a
stuffed mackerel – you skin fresh mackerel and stuff it with
dressing – you need check all meze shops which have somehow survived. Fish pastrami cooked in flash in the pan and
anchovy paste is among the rarely-found mezes now. Thank
God lakerda is now making a fast comeback as more and
more modern taverns are being opened.
Maybe grilled eggplant salad, roasted herbs, bagagannuş (made with grilled eggplant, tahini and lemon), an
excellent fava made with fresh broad beans,
kidney beans, cow peas, hummus, tarama etc
that you can see in the showcase of a random place are invented to cover up fish deficiency… However, mezes such as acılı ezme
(hot spicy tomato dip), köpoğlu mancası (an
eggplant-based meze) cheers you and your
taste buds up. Today,
fried, grilled or casserole version liver,
calamari or octopus
is preferred rather
than stewed. In a few
restaurants survived
in İstanbul that serve
Roman cuisine, you
can still find cheese
and garlic-based rich
mezes and stews.
In the name of keeping and developing this culture,
making new and imaginative mezes as well as traditional
ones is a good step. While distances narrow down today
with the help of technology, chefs can get to know different
cultures, reach new ingredients, and introduce their own
ingredients to the world. Reinterpreting meze culture is
a development that saves it from extinction and transfers
it to the future. After all, meze is the name of a technique
that represents a philosophy. It is also possible to create
many new tastes compatible with this technique and philosophy. A chef, who looks after her food culture, uses right
ingredients and combine them together can create excellent mezes innovatively. In short, it’s true that we have a
deep-rooted meze culture but it is necessary to look after
ingredients, especially fish in extinction, to take firm steps
to protect traditional and new mezes, and maybe to found
an institute. We hope that this colorful, unique culture will
not fall from our dinner table but swell; their taste and
recipes always stay in our memory...
Where to eat good meze in Istanbul?
Meze by Lemon Tree: A tiny but very chic place in Pera with seven tables. Chef
Gençay Üçok prepares mezes every day both from Turkish and international
cuisine. He stuffs green sweet peppers (Ankara peppers) with a stuffing that
includes ezine sheep cheese, cream, pistachio and green onions. He mixes
sun-dried anchovies with fresh peppers. He soaks the salmons he orders from
Norway in the famous cocktail sauce of 90s; mixes beans with grilled chestnuts
and onions. His own version of manca – yoghurt with garlic and homemade
tomato paste over roasted green beans, dry tsatsiki, baby cuttle fish with walnut
and pesto… All deserve homage.
Tadal Mezecisi: A family business in Pangaltı-Şişli since 1950. It’s one of the few
traditional meze shops survived in Istanbul. You can find seafood mezes here
that need skill like stuffed mackerel and fish pastrami. The conversation with
the family is as tasty as the food.
Karaköy Lokantası: One of the most special places to eat meze, this restaurant
adds unique touches to olive oil dishes, starter entrees and mezes.
Münferit: Using ingredients he brings from his
regions, the founder Ferit Sarper interprets the
traditional tastes in a different way.
Barba Vasilis: A blue-white place with 10 tables
on the ground floor of Tarihi Troya Butik Otel.
The owner Mr. Vasilis serves traditional Greek
and Roman mezes such as tirokafteri, skordalia,
tarama and Roman pilaki
Jash: A tiny place with antique ornaments in
Cihangir. But it becomes
a giant when it comes to
taste. Jash means “food”
in Armenian but the menu
includes dishes from other
regions as well. Those who
miss cold tongue, keşkek (a
dish of mutton or chicken
and coursely ground wheat)
or creacked wheat dish with
eggplant or meat can go to Jash.
İnciraltı: If you want to introduce meze culture to someone, you can grab him
by the arm and take him to this place. You have to taste grilled octopus and
sweetbread of a lamb in İnciraltı which is located in Beylerbeyi and has a nice
garden. The comprehensive menu consists of Ottoman and Armenian mezes.
You can find tastes we have missed such as muhammara and köpoğlu mancası,
and topik – one of the best Armenian mezes.
Giritli Restoran: Serves almost all of the mezes made from Crete’s famous
herbs. They use Crete’s famous olives and goat cheese a lot.
Ferah Feza: You can taste Mediterranean interpretation of Turkish ingredients
in this hip place in Karaköy. They have different and innovative mezes inspired
by not only familiar regions like Spain or Italy but all Mediterranean shores.
Yeni Lokanta: One of the most popular places recently owned by Civan Er, an
ex-chef of Changa. The chef adds innovative touches to Turkish cuisine with
natural and simple dishes.
Saklı Köşk Moda: Hidden between the tall buildings rising from Moda Caddesi
to tram road, Saklı Köşk prepares meze plates inspired by the rich Anatolian
cuisine.
İSTASYON
65
ENGLISH SUMMARY
TÜVTÜRK news
A HIGH-LEVEL VISIT TO
STATIONS
n TÜVTÜRK stations were visited by senior executives
of TÜVTÜRK. The first visit was paid to Ordu Central
Station by TÜVTÜRK Board Member - on behalf of the
TÜVTÜRK partner Bridgepoint - Patrick Fox on the
5th of August. Two weeks after that date, TÜV SÜD and
TÜVTÜRK Board Member Klemens Schmiederer paid
a visit to three stations in Istanbul on the 20th of August
together with Viktor Metz, member of audit committee of
TÜVTÜRK. Schmiederer paid a visit Dudullu and Orhanlı
stations as well as Maslak Motorcycle Inspection Station and
obtained information about operations.
While Klemens Schmiederer (fifth from the left) and Viktor Metz (seventh from the left) visited
Maslak Motorcycle Inspection Station, Dudullu and Orhanlı stations.
Patrick Fox (fourth from the left) paid a visit to Ordu Central Station.
66
İSTASYON
AN INNOVATION TO DELIVER
SPEED AND CONVENIENCE
TÜVTÜRK renewed its web site and online
appointment system in line with user
needs and digital trends. Thus, free vehicle
inspection appointments have become
faster and easier.
n Mobility reveals itself in every part of life from shopping
to picking a restaurant, to make a search about something
to gain information. TÜVTÜRK’s data also proves that.
According to that data, 66 per cent of the appointments
needed for vehicle inspection are made through the web site
of the company. One of the most visited web sites of Turkey
with a hit rate of 1 million
per month, www.tuvturk.com.tr received 3.4 million
appointments during the 7-month period from January
until July this year. The web site with increasing mobile
hit rate and its online appointment system were designed
responsive to meet the vehicle owners’ need of mobile
internet. The new site makes it easy to get an inspection
appointment for millions of vehicle owners. It went through
a comprehensive user test and designed to fit the digital
design and user experience and technological trends. In the
new system, users can start making an appointment by only
typing license plate and city name
on www.tuvturk.com.tr. With location recognition
feature, system recognizes the city and location of the user,
recommends an appointment date and hour depending
on the occupancy rate, and recognizes the vehicles trying
to get a re-inspection appointment and directs them to
the suitable station. The responsive map interface made to
responsive to mobile devices also offer directions
from their location to the station they pick. Stating that all
these innovations were made after user-experience
based design (UX) in the light of vehicle owners’ comments
and advises, TÜVTÜRK cut down the time of getting an
appointment from 2 minutes 20 seconds to 1 minute 30
seconds via the new web site. The share of reservations via
internet also increased after the new site...
“SOSYAL MEDYA
EKIBIMIZ
ISI BILIYOR”
DEMIS MIYDIK?
#workhard
#partyhard
DÜNYANIN ÖNDE GELEN ULUSLARARASI İŞ ÖDÜLLERİ
YARIŞMASINDAN STEVIE ÖDÜLÜ İLE DÖNDÜK.
En İyi Facebook Hayran Sayfası Kategorisinde Gold Stevie Ödülü
En İyi Instagram Kullanımı Kategorisinde Gold Stevie Ödülü
En İyi Twitter Kullanımı Kategorisinde Silver Stevie Ödülü
Araçlar ve Hizmetler Kategorisinde Silver Stevie Ödülü
Deneysel ve Yenilikçi Kategorisinde Bronze Stevie Ödülü
/pixelplus
/Pixelplus
Akademi
Sektörel bilgi ve
tecrübenin
merkezi
TÜVTÜRK Akademi
www.tuvturkakademi.com.tr

Benzer belgeler

Sayı 7 - TüvTürk

Sayı 7 - TüvTürk İmtiyaz Sahibi TÜVTURK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören Yönetim Yeri Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18 Maslak-Şişli-İSTANBUL Yayın Yönetmeni Sema Uludağ Y...

Detaylı

Sayı 12 - TüvTürk

Sayı 12 - TüvTürk 50 OYUN Konsol ve mobil oyunlar…

Detaylı

Sayı 9 - TüvTürk

Sayı 9 - TüvTürk İmtiyaz Sahibi TÜVTURK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören Yönetim Yeri Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18 Maslak-Şişli-İSTANBUL Yayın Yönetmeni Sema Uludağ Y...

Detaylı

Sayı 10 - TüvTürk

Sayı 10 - TüvTürk İmtiyaz Sahibi TÜVTURK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören Yönetim Yeri Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18 Maslak-Şişli-İSTANBUL Yayın Yönetmeni Sema Uludağ Y...

Detaylı

Sayı 17 - TüvTürk

Sayı 17 - TüvTürk İmtiyaz Sahibi TÜVTURK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören Yönetim Yeri Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18 Maslak-Şişli-İSTANBUL Yayın Yönetmeni Sema Uludağ Y...

Detaylı

Sayı 15 - TüvTürk

Sayı 15 - TüvTürk 56 TÜVTÜRK HABERLER 62 ENGLISH SUMMARY OF CONTENTS

Detaylı