- Aile Hekimliği Portalı

Transkript

- Aile Hekimliği Portalı
1
Yenİ Çıkan İlaç ve Takvİye Edİcİ Gıdalar
OROFEN %5 krem
Etken Madde: İbuprofen 50 mg
Özelliği: Adale romatizması, dejeneratif ağrılı eklem hastalıkları (artroz),
omurganın ve diğer eklemlerin iltihabi romatizmal hastalıklarında, eklem
yakınındaki yumuşak dokunun (sinovyal keseler, sinir, sinir kılıfları, tendon
ve eklem kapsülü) iltihabi hastalıklarında, omuz sertliği, bel ağrısı, lumbago,
spor ve kaza yaralanmalarındaki ezilme, burkulma, gerilmelerin dıştan veya
destekleyici tedavisinde kullanılır.
P.S.F.: 5,12 TL
Firma: ORO
HEKSOBEN Gargara 200 ml
Etken Madde: 100 ml’lik çözelti 120 mg (%0.12) klorheksidin diglukonat ve 150
mg (%0.15) benzidamin hidroklorür içerir.
Özelliği: Ağız ve boğaz antisepsisi, hastanın yutma fonksiyonunun rahatlaması
ve diş eti rahatsızlıklarında semptom giderici olarak kullanılır. Diş hekimliğinde
işlemlerden önce profilaktik amaçlı kullanılabilir.
P.S.F.: (6,13 TL)
Firma: ORO
HEKSOBEN Oral sprey 30 ml
Etken Madde: 30 ml (1 şişe) ‘de; Klorheksidin diglukonat 36 mg (% 0.12),
Benzidamin HCl 45 mg (% 0.15)
Özelliği: Ağız ve boğaz antisepsisi, hastanın yutma fonksiyonunun rahatlatılması
ve diş eti rahatsızlıklarında semptom giderici olarak kullanılır. Diş hekimliğinde
işlemlerden önce profilaktik amaçlı kullanılabilir.
P.S.F.: 7,13 TL
Firma: ORO
ORALDİN çözelti
Etken Madde: Rhubarb kökü ekstresi 0.05 g (en az 0.003 g antrakinon
glikozid içeren), Salisilik asit 0.01 g
Özelliği: Ağız ve diş eti dokularının akut ve kronik ağrılı iltihaplarında, Ağız
yaralarında, Protez vuruklarında kullanılır.
P.S.F.: (6,32 TL)
Firma: ORO
2
3
İÇİNDEKİLER
42
22
IRMAK ATUK
GÖRÜNDÜĞÜ
GİBİ DEĞİL
16
34
40
46
52
Dr. Fikret KURT
KÜRŞAT BAŞAR
DR. HAKAN UZUN
UZM. DR. MİTHAT TOSUN
DR. ŞİNASİ GÖNENÇ
DR. HATİCE BOLATCAN
48
TASARIM HARİKASI
VOLVO S60 DRİVE
8
MEGAPİKSEL
11
BÜYÜK FİKİR
13
n KOTAN
Dr. Aysu
36
KİTAP KULÜBÜ
18
TÜP BEBEK MERKEZİMİZ
HİZMETİNİZDE
MEDICANA
26
KANSER EL ELE VERİLEREK
ÜSTESİNDEN GELİNECEK
Doç. Dr. Murat GÜLTEKİN
30
SAFRANBOLU
DR. HASAN KOCA
50
55
TEKNOLOJİ
RUHUNUZ
VE BEDENİNİZ
NEFES ALSIN
4
5
EDİTÖR
kalemleri bu ay
NE YAZDI?
KÜNYE
İMTİYAZ SAHİBİ VE GENEL YAYIN
YÖNETMENİ
MUHAMMET SIDDIK AKDOĞAN
YAYIN EDİTÖRÜ
MURAT KAAN YURTTÜRK
YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
MUHAMMET SIDDIK AKDOĞAN
REDAKTÖR
CEYDA AKDOĞAN
HUKUK DANIŞMANI
Av. Fahrettin CANPOLAT
KURUMSAL İLETİŞİM
TM Bilgisayar
Tel: (0 362) 237 22 56
Kazımkarabekir Mah. Siteler Bulvarı
No:3Demetkent Sitesi A Blok Daire 8
İlkadım/SAMSUN
www.ailehekimleri.net
[email protected]
[email protected]
GRAFİK TASARIM
UĞUR OFSET
www.ugurofset.com.tr
REKLAM REZERVASYON
GSM: 0 505 637 00 69
BASKI YERİ
UĞUR OFSET MATBAACILIK
Pazar Mahallesi Mukayyitzade Sk.
No:48 İlkadım/SAMSUN
Tel: 0362 431 52 55 – 432 09 90
Baskı Tarihi: 5 TEMMUZ 2015
6
Dr. Tolga SUCU
Bir şeyler yapılmalı!
Biz hekimler ve diğer sağlık çalışanları hastalar, hasta yakınları ya da bir insanı
iyileştirmek, onu iyi kılmak için hayatımızı verdiğimiz mesleğimiz içerisinde, o
kişiler tarafından şiddete maruz kalıyoruz.
Şiddet eylemi gerçekleşiyor.
Sonrası? Sonrasında yazılı açıklamalar, alkışlı yürüyüşler ve duyurular,
kınamalar… Bu şiddet sonrası yapılan olaylar böyle uzayıp gider. İyi de ya
sonrası?
Sonrası?
Sonrası herşey kaldığı yerden devam ediyor. Her gün bir meslektaşımız
daha şiddete, darp olayına hatta cinayete kurban ediliyor. Bizler toplumu
sağlıklı kılmak ve yaşamlarını daha da kaliteli kılmak adına varız. Bunu halk
biliyor mu? Yetkililer bunu yeterince halka açıklayabiliyorlar mı?
Bu sayımızda bu konulara yer verdik.
Sonra Yalova’ya uzandık ve Yalova Aile Hekimleri Derneği Başkanı Dr. Aysun
Kotan ile yaşadığımız sorunları, farklı bir bakış açısıyla ele aldık.
Birbirinden değerli meslektaşlarımızın yazıları, teknoloji ve otomobil
sayflarımızla bu ay da okunası ve elden düşürülmemesi gereken bir dergi
çıkartmanın onuru içindeyiz.
Gezi sayfalarımızda ülkemizde de olması düşünülen sağlık turizminin
dünyadaki en iyi ve en kaliteli örneklerini işledik.
Muğla Aile Hekimleri Derneği Kurucu Üyesi ve Genel Sekreteri Dr. Fikret Kurt,
onca iş yükünün ve angaryanın arasında bizler için çok önemli bir bilgisayar
programını nasıl hayata geçirdiğini anlattı.
Türkiye’de 2007 yılından itibaren Kanser kontrol Programı’nın hayata
geçirildiğini belirten Türkiye Halk Sağlığı Kanser Daire Başkanı Doç.Dr.Murat
Gültekin, 4 ana evreden oluşan programda Aile Hekimleri’ne büyük
görevler düştüğünü söylüyor. Zira, Dünya kanserin tedavisine 480 milyar
dolar civarında bir para harcıyor.
Bu yazın en güzel tarafı, siz değerli okuyucularımıza yeni ve farklı sayfaları
buluşturmak olacak.
Bu yaz hepimize mutluluk getirsin.
Bir sonraki sayımızda görüşmek üzere…
7
PARALEL EVRENLERE
UZANAN TÜNEL
CERN’İN Büyük Hadron Çarpıştırıcısı fizikte çığır
açmaya hazır. 3 Haziran 2015’te yeniden faaliyete
geçirilen çarpıştırıcı artık iki katı kapasiteyle çalışıp,
protonları benzeri görülmemiş bir hızla çarpıştıracak.
Yeni güç 13 TeV’e (tera elektronvolt) dayandı. Bu
öyle büyük bir enerji ki artık paralel evrenler, kara
delikler ve karanlık maddenin sırları aydınlatılabilir.
Çünkü bu tür bilgilere ulaşmak için en azından 11
TeV enerji seviyesinde deney yapılması gerekiyor.
8
9
BÜYÜK FİKİR
Kronik ağrı
ACINIZI GÖRÜYORUZ
Yeni bir görüntüleme tekniği kronik
ağrının gizemini (ve önyargıları)
ortadan kaldırabilir
Yazı/Araştırma: Kaan YURTTÜRK
İnsanların canını en çok yakan şey kronik ağrı. Bu, örneğin
ABD’nin en büyük sağlık sorunu ve kalp hastalıklarının,
kanserlerin ve diyabetin toplamından daha fazla kişiyi, tam
100 milyon insanı etkiliyor. Üstelik Tıp Enstitüsü’nün 2011 yılı
raporuna bakılırsa bu rakama huzur evindeki yaşlılar, acı
çeken çocuklar ve savaş gazileri katılmamış.
Kronik ağrı Amerikalıların maluliyet yardımı almasının birincil
sebebi olsa da, en az anlaşılan rahatsızlıklardan. Tıp
fakültelerinde doktorlara bu konuda neredeyse hiçbir
şey öğretilmiyor ve dört yıllık eğitimde ortalama sadece
dokuz saat bu konudan söz ediliyor. Federal hükümet de
bu konunun araştırılmasına neredeyse hiç yardım etmiyor.
HIV/AIDS hastası her kişi için 2.562 dolar harcanırken
44
Hastalık
Kontrol
Ve Önleme
Merkezi
verilerine
göre
ABD’de her
gün
reçeteli ilaçların aşırı
dozundan
ölen
insan sayısı.
gerekse de toplum, ilaç bağımlısı
ya da hastalık hastası gözüyle
bakıyor. Ağrının kan tahlili ya da
biyogöstergesi olmadığından bu tür
hastalara deneme yanılma tedavileri
uygulanıyor. Hastaların ağrılarının gözle
onaylanması bu önyargıları ortadan
kaldırmada etkili olacak.
Fakat bu sadece başlangıç. Artık kronik
ağrının etkinleşmesini görebildiğimize
göre ilaç şirketleri yeni tedaviler
üretmek için klinik deneylerde daha
cüretkar davranabilecek. Acı tersine
döndürülebilir. Belki de 5 ya da 10
yıl içinde bunu yapabilecek ilaçlar
olacak.
Bu teknik kronik
ağrının varlığını
ispatlamak için daha
iyi bir yol sunuyor.
ANADOLU PLATOSU
ANADOLU’YA bir de uzaydan bakmaya ne dersiniz?
Japonya’nın Gelişmiş Yer Gözlem Uydusu ALAS
tarafından kaydedilen bu fotoğrafta gördüğümüz
beyaz gölgeler Tersakan Gölü.
10
kronik ağrı için yıllık araştırma bütçesi 4 dolar. Kaynak
eksikliğinin önde gelen sebebi, acının varlığını doğrulamanın
objektif bir yönteminin bulunmaması.
Ama
nihayet
Boston’daki
Massachusetts
Genel
Hastanesi’nden (MGH) doktorların kronik ağrıyı ilk defa
tüm ayrıntılarıyla görmesini sağlayan yepyeni bir beyin
tarama yöntemi geldi. PET (pozitron emisyon tomografisi)
ile MRI (manyetik rezonansla görüntüleme) teknolojilerini bir
araya getiren bu yöntem, bir hastanın canının yandığını
kesin olarak doğrulayabiliyor ve kronik ağrı teşhisinde
çok daha iyi bir alternatif sunuyor. Hastalarda yapılan
deneylerde, vücutlarının neresinde ağrı varsa oraya denk
düşen beyin bölgesinin etkinleştiği görüldü.
Yeni yöntem glial hücrelerin (bağışıklık sisteminden gelen
ancak sinir sisteminde ikamet eden hücreler) kronik ağrı
hastalarında nasıl etkinleştiğinin, acı sinyallerinin beyne
iletimini nasıl artırdığının etkileyici görüntülerini ortaya koydu.
Geçen birkaç yıl içerisinde bu olay hayvanlar üzerindeki
çalışmalarda ortaya konuldu, fakat aynısının insanlar için
de geçerli olduğu ilk kez kanıtlandı ve bu ileriye doğru
atılan büyük bir adım.
Bu deneylerdeki bulguların etkisi, bilimin ötesine geçiyor.
Kronik ağrıdan muzdarip birçok insana gerek doktorlar
Kaynak: HASTALIK ÖNLEME MERKEZİ
11
KAFANIZI KURCALAYAN
KEŞFET
BiR SORU MU VAR
?
KİTAP
KULÜBÜ
[email protected]
Adresine yollayın cevaplayalım
Hazırlayan: Kaan YURTTÜRK
Kara delikler başka evrenlere
açılan bir geçit olabilir mi?
Kısa yanıt:Beynimizin zevk ve ödülle
ilişkilendirilen birimlerinin devreye girmesi.
C
FMRI teknolojisi
kullanılarak yapılan
araştırmalar, kaşıma
esnasında beynin farklı
bölgelerinde aktivite
oluştuğunu gösterdi.
Bu bölgeler zevk ve
ödülle ilişkilendirilen
birimler. Kaşıma
eylemini kendimiz
gerçekleştiriyorsak ve
gerçekten kaşınan
bir bölge üzerinde
yapıyorsak bu etki daha
da artıyor.
Ancak bu hazzın
endorfin salgılanmasıyla
bir alakası olup olmadığı
henüz bilinmiyor.
Böyle bir mekanizmayı
evrimsel anlamda
bir faydası olduğu
için geliştirmiş de
olabiliriz. Bilim insanları,
geçmişte parazitleri
bu şekilde derimizden
kazıdığımızı, dolayısıyla
zaman içinde kaşıma
eyleminin beyinde haz
uyandıracak şekilde
değişime uğradığını
düşünüyorlar. Kanıtlarda
bunu doğrularcasına,
bunun çok ama çok
eski bir tepki olduğunu
ortaya koymakta.
Örneğin; bazı balıklar
da dahil olmak üzere
tüm omurgalılar
(gerektiğinde yardım
alarak) kaşınmaktalar.
Alkışlama eyleminin
kaynağı nedir?
Kısa yanıt:Roma İmparatoru Heraklius
olabilir.
12
C
C
Kara delikleri çok iyi
tanımıyoruz. Haklarında
bildiğimiz şeylerin hepsi
birbirinden garip. Bir
kara deliğin içindeki
tekillik noktasında
tüm fizik kurallarının
geçerliliğini yitiriyor
oluşuysa, aklımızın
alabileceğinden
daha büyük şeylerle
yüzleşmek anlamına
geliyor. Evrenimizin
farklı noktalarını
birbirine bağlıyor
olabileceklerini
Alkış;
bize
güzel
gelen,
onayladığımız, desteklediğimiz
durumlarda
kullandığımız
bir eylem. Bebeklerin bile ilk
öğrendikleri şeylerden biri budur.
Peki bunu neden yapıyoruz?
İlk ne zaman alkışlamaya
başladığımız konusunda bir
takım tahminler olsa da bunu
tam olarak bilmek imkansız. Bazı
tarihçiler, Roma İmparatorluğu
zamanında
edinilen
bir
alışkanlık olduğunu söylüyor.
Yazılanlara göre; imparator
Heraklius,
barbarların
kralını
davet eder ve onu herkesin
önünde küçük düşürmek ister.
Ama o sırada imparatorluk
gücünü kaybetmeye başlamış
olduğundan, bunu yapmak
için yeni bir yol denemeye
düşünen bilim
insanlarının sayısı
hiç de az değil.
Peki başka evrenlere
açılan bir geçit olma
ihtimali var mı? Olabilir,
neden olmasın? Yine
de bundan asla emin
olamayız. Günümüzde
bazı fizikçiler, kara
deliklerin içlerinde tekillik
bölgesi diye bir şey
olmadığını düşünmeye
başladılar. Bu doğruysa,
evrenler arası bir kapı
olabileceği fikri de
güçlenmiş olur.
karar verir. Plana göre; barbar
kral konuşurken, halkın içinden
birkaç kişi kralın konuşması
duyulmasın diye aynı anda
alkışlamaya başlayacaktır. O
gün başlayan bu hareket, daha
sonra imparatorun güzel sözlerini
onurlandırmak için de kullanılır.
Ama bu hikayede bir sorun var.
Nitekim alkışlayan tek tür biz
değiliz. Goril, şempanze ve
orangutanlar da bu eylemi
gerçekleştiriyorlar.
Onlar
genelde
dikkati
kendilerine
çekmek için kullanıyorlar tabii.
Dolayısıyla
alkışın
doğada
rastlanan bir durum olduğunu
ama onaylamak adına kullanan
tek türün biz olduğumuzu
söyleyebiliriz.
?
TÜRDEN TÜRE
YETENEKLİ
BAY KAZUO ISHIGURO
Kısa yanıt:Olabilir, neden olmasın?
Kaşınınca iyi hissetmemizin sebebi nedir?
HANGİ TÜRÜ
TERCİH
EDERSİNİZ
Gömülü Dev / Kazuo
Ishıguro
YKY
BAŞIBOZUK TAKILMAYI
MERAK EDENE
Kapı Birden Vuruldu /
Etgar Keret
Pegasus Yayınevi
Kalabalıklar içindeyken
yalnızlık sularında
boğulanlar, kendilerini her
daim yedek saflarında
ya da kazazedeler
arasında bulanlar, güneşli
günlerde bile çamura
basmayı başaranlar ve
talih kuşunun kuyruğuna
tutunup yukarılara uçma
hayalleriyle en dibe
vuranlar bir araya geliyor
ve hayat denen tuhaf
mucizenin akışına aksak
ritimlerle karşı çıkıyor.
Yeteneği zamanında duyurulan
(on yıl arayla iki kez gelecek vaat
eden genç Britanyalı yazarlar
arasında gösterilmişti), birikimi
İngiliz edebiyatı alanında olan,
deneyimi sayısız ödülle ve adaylıkla kanıtlanmış Ishiguro’nun, bu
yeni alanda başarısını belirleyecek olan kriter bence ‘mesele’si
olacak.
VİYANA’YI ‘AŞK’ İLE
KEŞFETMEK İSTEYENE
Viyana’da Aşk / David
Vogel / YKY
Birinci Dünya Savaşı
öncesinde Viyana’yı farklı
sınıflar ve kesimlerden
karakterlerle tüm
yönleriyle anlatmayı
başaran David Vogel,
haklı olarak Franz Kafka,
Stefan Zweig, Joseph
Roth gibi çağdaşı büyük
yazarlarla karşılaştırılıyor.
Bu romanda da çok
fazla karşımıza çıkan bir
erkek tipi var. Cebinde
beş kuruşu olmayan,
üstelik ne doğru dürüst
bir eğitimi ne de belli bir
mesleği olan, avare bir
adam.
Yeni romanı ‘Gömülü Dev’ yayınlandığından beri Kazuo Ishıguro,
İngiliz yayın piyasasının en önemli
gündem maddelerinden biri haline geldi. Olay, fantastik/mitik bir
anlatı damarına, şimdiye kadar
yabancı durmuş bir kıdemli yazarın girip giremeyeceğiyle ilgili…
Dünyayla aynı anda bizde de yayınlanan ‘Gömülü Dev’, edebiyat
eleştirmenlerinden de geçerli aldı.
Kabaca, Kral Arthur sonrası dönemde, mistik bir unutuştan muzdarip yaşlı bir çiftin, Britonlar ile Saksonların düşman kardeşler olarak
tetikte yaşadıkları bir coğrafyada,
oğullarının köyüne doğru seyahate
çıkmaları ve devler, ejderler, savaşçılar ve Yuvarlak Masa emeklileriyle dolu bir macera yaşamaları
olarak özetlenebilecek bu roman,
çok satar listesinin tepesine – en
azından İngiltere’de- kuruldu. Sırası gelmişken quest türü romanların
en neşeli temsilcilerinden biri olan
Terry Pratchett’ın ölümünden duyduğum üzüntüyü de belirteyim,
nedense fantezi/bilimkurgu yazarları erken ayrılıyor .
EDEBİYAT ALEMLERİNDE KONUŞULAN 3 MEVZU
1
2
İngiliz Yazar Louis de Bernieres, son kitabı ’Kanatsız Kuşlar’da Mustafa Kemal Atatürk’e geniş yer verdi v en ünlü yazar, “O kitap Atatürksüz olmazdı.Çünkü o dönemde yapılan bütün büyük işlerde
Atatürk çıkıyor karşınıza” dedi.
3
Köy kökenli bir ailenin çocuğu olan ve hayatı boyunca taşıdığı
o iri gövdesinin altında tam bir çocuk ruhu taşıyan ünlü yazar
Honore De Balzac’ın, kitabını yazarken duyduğu sonsuz cinsel
isteğini, gün içerisinde beraber olduğu altı kadınla ancak giderebilmesi.
Dünyanın okunabilir en küçük kitabınının yaratıcısı şair, yazar ve
Uluslararası Aktivist Sanatçılar Birliği Kurucu Başkanı Ümit Yaşar Işıkhan’a dünyanın en küçük kitaplığı armağan edildi.
İNSANI KEŞFETMEK
İSTEYENE
Mucize Tatlı / Giuseppina
Torregrossa /
Doğan Kitap
Özellikle belirtmekte
fayda var ki, kitabın yazarı
Torregrossa İtalya’nın en
tanınmış jinekologlarından.
Bu nedenle yarattığı
kahraman Agata’nın
ailesindeki bütün
kadınların hikayesinde
arzulu bir erkek var. Ama
bu hikayelerin tartışmasız
başrol oyuncusu memeler!
Agata’nın teyzeleri Nellina
ve Titina ileri yaşlarında tek
göğüsleriyle kalmış birer
Amazon.
KÜLT BİR ROMAN
OKUMAK İSTEYENE
Şahika / Archıbald Joseph
Cronın / Altın Bilek Yayınları
Archıbald Joseph Cronın’ın
milyonlarca okura ulaşan
efsane romanı ‘Şahika’,
Pınar Temurcan’ın harika
çevirisiyle raflardaki yerini
aldı. Pek çok modern
yazara ilham veren,
sinema filmi ile milyonlarca
insanı etkilemeyi başaran
Şahika, yazıldığı günden
bugüne yetmişin üzerinde
ülkede yayımlanan kült bir
roman… Genç bir doktor,
1920’lerde salgın hastalık,
fakirlik ve batıl inançlarla
karşı karşıya kalır…
Sonrasında mı...
13
4 bin polis alınacak
Genç doktor trafik
kazasında hayatını
kaybetti
Sağlık Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü ile işbirliği yaparak, sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin engellenmesi amacıyla büyük hastanelerde
4 bin polis istihdam etmeye hazırlanıyor. Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Eyüp
Gümüş, Samsun Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Hastanesinde
Opr. Dr. Kamil Furtun’un uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetmesiyle yeniden gündeme gelen sağlık çalışanlarına yönelik şiddet konusuyla ilgili AA muhabirine yaptığı açıklamada, sağlık çalışanlarının Türkiye’nin her yerinde yüzlerce hastaya hizmet verdiklerini söyledi. Günde
yaklaşık 1 milyon vatandaşın hastanelere gittiğini dile getiren Gümüş,
“Bunların içerisinde sabıkalı olanlar, madde bağımlıları, sorunlu hastalar,
husumet olayları da olabiliyor. Hastanelerimiz her türlü adli vakanın da
gelebildiği alanlar. Burada şiddet giderek artmaya başladı” dedi.
Kırıkkale’de otomobilin devrilmesi sonucu
1 kişi öldü, 1 kişi yaralandı. Ahmet Burak
Kaplan (26) idaresindeki 31 ARR 81 plakalı
otomobil, Kaman-Ankara karayolunun İğdebeli köyü yakınlarında, karşı şeride geçerek devrildi. Kazada ağır yaralanan sürücü, Karakeçili Devlet Hastanesine, Meryem
Akyıl ise (26) Kırıkkale Yüksek İhtisas Hastanesine kaldırıldı. Sürücü, hastanedeki müdahaleye rağmen kurtarılamadı. Bingöl’ün
Yedisu ilçesinde doktor olarak görev yaptığı öğrenilen Kaplan’ın cenazesi, Kırıkkale
Yüksek İhtisas Hastanesi morguna kaldırıldı.
bu
ay
neler
oldu?
Sağlıkta şiddet son bulmuyor
Sağlıkta şiddet, geçtiğimiz ay Samsun’da silahlı
saldırı sonucu yaşamını yitiren Op. Dr. Kamil
Furtun’dan sonra da devam ediyor.
“KELLE KOLTUKTA ÇALIŞIYORUZ”
Saldırganlardan şikayetçi olduğunu belirten İyikesici, 10
gün iş göremez raporu aldığını kaydetti. Olaydan sonra
psikolojik travma yaşadığını ifade eden İyikesici, “Bu tip
olayların bir daha yaşanmasını istemiyorum. Okmeydanı
Hastanesi’nde hiçbir güvenlik önlemi yok. Resmen kelle
koltukta çalışıyoruz. Bir takım önlemlerin alınmasını istiyorum” diye konuştu.
Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Doğum
Kliniği’nde görevli asistan hekim, hasta yakınları tarafından
darp edildi. İstanbul Tabip Odası üyeleri ve yöneticilerinin aralarında bulunduğu sağlık çalışanı bir grup, hastane önünde bir açıklama yaparak saldırıyı kınadı. Eyleme
darp edilen asistan hekim Mustafa Okan İyikesici’nin yanı
sıra Türk Tabipler Birliği 2. Başkanı Prof. Dr. Raşit Tükel, İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Ozan Toraman
ile hastanede çalışan sağlık personeli katıldı. Burada bir
konuşma yapan asistan hekim Mustafa Okan İyikesici uğradığı saldırıyı anlattı.
14
GÜVENCESİZ KOŞULLARDA
ÇALIŞILIYOR
Raşit Tükel ise konuşmasında sağlık çalışanlarına yönelik
kontrolden çıkmış şiddet olaylarıyla karşı karşıya kalındığını
dikkat çekti. Tükel, “Günde 30 sağlık çalışanı şiddete uğruyor, ayda bin şiddet vakasıyla karşı karşıya kalıyoruz. 2002
yılında sağlıkta dönüşüm programının uygulanmaya başlaması ve hastalarımızın giderek bu program içerisinde
mağduriyetinin arttığı bir dönem yaşıyoruz” dedi.
SEVK SİSTEMİ
YENİDEN Mİ GELİYOR?
Prof.Dr.Eyüp Gümüş: Bu yıl yaklaşık 6 bin
kadar hekim kadromuz geliyor Ağustos
ayında. Seneye daha fazla. Bunların büyük bir kısmını aile hekimliğine kaydıracağız. Örneğin Bolu ilini ele alalım. Buraya
ciddi bir aile hekimliği organizasyonu
yaptık nüfusa göre. 2500 kişiye bir aile
hekimliği koyduk.
Şu an 3.700 ortalama. O zaman o aile
hekimliğinin işyükü çok artmaz. Daha
önce bu organizasyon hiç yapılmadığı
için bir anda aile hekimleri patlamıştı.
Bunu bir iki ilimizde artılarını ve eksilerini,
vatandaşımıza bir kamuoyu algısı yaptırarak, bilgilendirerek yapacağız. Aynı
zamanda ultrason, röntgen sistemini de
aile hekimliğine entegre edeceğiz. Yani
vatandaşın yüzde 90 işinin çözüldüğü bir
ortamı hazırlamamız gerekiyor.
Aile hekimlerinden
Savcı’nın o
cümlesine
kınama!
İkiz çocuklarına aşı yaptırmamasıyla gündeme gelen Savcı’ya,
yaptıkları işlem karşılığında döner
sermaye almayan aile hekimlerinden kınama geldi. AHEF Genel Sekreteri Dr. Lütfi Tiyetli, savcı
tarafından yapılan açıklamaların
gerçeği yansıtmadığı ifade ederek şunları söyledi; “Yeni doğan
bebekleri için aşı yaptırmayı reddeden ebeveynlerin, Türkiye’de
bebeklerin bağışıklama sorumluluğunu alan Aile Hekimleri için
yaptıkları söylemler gerçeği yansıtmamaktadır. Biz Türkiye’nin aile
hekimleri olarak en büyük hedefimiz, gelecek nesillerin dünden
daha iyi şartlarda, daha sağlıklı
yaşamasıdır. Aile Hekimliğinde
döner sermaye uygulaması olmadığı gibi, aşılar üzerinden her hangi menfaat sağlanması da söz konusu değildir. Yapılan bağışıklama
hizmetleri herkes için aynıdır.
Karikatür: Dr. Serdar ÇELİKTAŞ
15
Kürşat BAŞAR
YAZAR
YÜREĞİNİN
GÖTÜRDÜĞÜ
YER NERESİ?
SON ZAMANLARDA GİTTİKÇE DAHA FAZLA DUYUYORUM BAZI
SÖZLERİ…
Bunlardan biri ‘Carpe Diem’.
‘Hayatı yakala’ ya da ‘an’ı yaşa’ anlamlarında kullanılan bir
söz.
Ne çok kadının sosyal medya hesaplarında motto gibi
kullanılıyor.
‘Yüreğinin götürdüğü yere git’ ya da ‘hayat bir gündür, o da
bugündür’ gibi sözlerde var.
Bana ilginç gelen bu sözleri söyleyenlerin çoğunun pek
öyle ‘an’ı yaşayan, kafasına göre takılan, bir anda bütün
hayatını değiştirip maceralara atılan insanlar olmaması…
Hatta tam aksine, olur olmaz şeylerden sorun çıkartan, ele
güne kafayı takıp dertlenen, üstüne vazife olmayan her
şeyle uğraşıp kendisini unutan insanlar içlerinde…
Belki de içimizde kalan, hiç gerçekleştiremeyecek olsak da
bize büyülü gelen bir şey.
Belki yalnızca bir özlemi dile getiriyor.
Değil gününü yaşamak, ‘an’ın tadını çıkartmak, yarını boş
vermek filan, en keyifli tatilde bile yemeğin bilmemnesine
takıp sorun çıkartanlar var ‘carpe diem’ mottosu yazıp
duran arkadaşlarımın arasında..
Kim bilir insan belki de belli bir yaşa gelince artık en azından
gençlere ‘hayatını yaşa, fazla dert etme her şeyi’ demek
istiyor.
Carpe diem aslında, Horatius’un bir şiirinde geçer. ‘Biz daha
burada konuşurken, zaman uçmuş gitmiş olacak, günü
yakala, yarın da gelip geçecek çünkü, dün olacak…’ der.
16
Hazcı felsefenin bir terimi gibi anlaşılır daha çok ama
örneğin çok daha sonraları Byron’un kullanacağı
anlamıyla, hayatı boş kaygılarla geçirmek yerine
anlamlı ve güzel yaşamak şeklinde de anlaşılabilir.
Ünlü ‘Ölü Ozanlar Derneği’ filmini hatırlarsınız. Orada
unutulmaz öğretmen tiplemesinde Robin Williams,
bir derste öğrencilerine carpe diem’i hatırlatıyordu.
Okuttuğu şiir de, ‘Henüz vakit varken tomurcuklarını
topla / Zaman hala uçup gidiyor / Ve bugün
gülümseyen bir çiçek yarın ölmüş olacak…’tı.
Sonra öğrencilerine geçmişte kendileri gibi pek çok
genç insanın hayata sonsuz umutlarla başladığını,
pek çok şeyi başaracağına inandığını ama şimdi
hepsinin çoktan çiçeklere gübre olduğunu söyler ve
şöyle der:
“Carpe, carpe diem. ‘An’ı yaşayın ve hayatınızı
olağandışı kılın…”
‘An’ı yaşamak hayatı olağandışı kılmak… Elbette pek
çoğumuzun istediği ama başaramadığı bir şey.
Felsefenin en temel tartışma konularından biri
aslında… Yalnızca kurulu düzen açısından değil,
hayatın gerçek anlamının ne olduğu sorusu…
Elinizde bilinmeyen bir süre varken, yarın ne
olacağımızı hiçbirimiz tam olarak bilemezken pek de
mutlu olmadığımız bir hayatı sürdürmeye çalışmak
mı doğrudur yoksa istediği gibi yaşayıp pek çok riski
göze almak mı?
Elbette günümüzdeki tartışma biraz daha farklı.
Aslında ‘Ferrarisini Satan Bilge’ misali, fazla risk
almadan bütün hayatını değiştirebilecek olanlar
tartışıyor konuyu.
Yoksa, çoluk çocuk bir yanda, iş güç bir yanda,
toplumsal düzenin normları bir yanda, aile, geçmiş
ve kişisel durum bir yanda sizi belirlemişken yüreğinin
götürdüğü yere gitmek pek o kadar kolay değil.
Bu konuyu oldukça ciddiye alıp sıkça dile getiren bir
arkadaşımız vardı. Bir gün kocası ondan ayrılıp yeni
bir sevgili buldu. Arkadaşımız, kıyametleri kopardı
elbette ve ‘Meğer ne yanılmışım, hayatımı bir alçakla
geçirmişim’ gibi şeyler yazmaya başladı eskiden
‘carpe diem’ yazdığı sosyal medya sayfasına…
“İyi ama yüreğinin götürdüğü yere git deyip duran
sen değil miydin? Adam da öyle yapmış, şimdi niye
kızıyorsun?” diyemedik tabii kendisine…
Ayrıca insanın, yüreğini dinleyerek gideceği her yer
de gerçekten beklediği yer olmayabilir…
Bir arkadaşım bu konuyu tartışırken, karısına dönüp,
“Yahu ne yüreğinin götürdüğü yeri, sen beni
arkadaşlarımla maça göndermiyorsun…” deyiverdi
örneğin.
Bir başka arkadaşımız daha gerçekçi çıktı ve bu
felsefik tartışmayı pek manasız Eğer imkanınız varsa ya da bazen
bulduğunu şu sözlerle anlattı: “Yarın hayatın sizi getirdiği bir noktada ister
çocuklardan biri öğleden sonra istemez yeniden başlamak zorunda
okuldan alınacak, öteki akşamüstü kaldıysanız gerçekten de bundan
kursa gidecek, ben işten çıkıp bu sonra ne yapmak istediğinizi yeniden
ikisine yetişmek için 1,5 saat araba düşünüp bir şeylere başlayabilirsiniz.
kullanacağım. Yeni aldığımız evin Ve belki tamamen hazcı felsefenin
taksitleri altı yıl sonra bitiyor, bu arada kullandığı anlamda değil de, bu
çocuklar
büyüyüp
üniversiteye sözleri günlük hayatımızın içine farklı
başlayacaklar, onların geleceğini bir biçimde taşıyabiliriz.
düşünmekteyim, o yüzden carpe mi Hayatın içindeki küçük, gereksiz
diyem, ne diyem bilemedim…”
ayrıntıları
takmayarak,
elimizde
olmayan,
değiştiremeyeceğimiz
konuları dert edinmeyerek, bazı
şeyleri
belki
de
görmezden
Evet şairane sözleri seviyoruz ama gelerek, kendimize ve gerçekte ne
hayatı fazla ciddiye almamak, istediğimize daha fazla odaklanıp
gelecek planları yaparken yalnızca kendi özel yanlarımızı geliştirerek
kendi zevkimize göre tasarlamak o aslında yaşadığımız hayatı daha
kadar kolay değil.
anlamlı kılabiliriz.
Hayatınızı
olağandışı
kılmak
birdenbire her şeyi altüst etmek, bir
anda olmadık maceralara kalkışmak
yerine her gününüze farklı bir gözle
bakabilmek anlamına da gelebilir.
Her gününüze ama aslında kendinize
farklı bir gözle bakabilmek ve belki
de başkalarına da kendinizi, onların
istediği değil de sizin istediğiniz
şekilde anlatabilmek…
Bizi gerçekten heyecanlandıran, bize
gerçekten mutluluk veren, zaman
elimizden kayıp gitmeden bizi bu
hayatta farklı kılan şeyleri bulup
hayatımızı biraz daha anlamlı hale
getirebiliriz.
Çünkü gerçekten de değerli olan tek
şey zamandır.
17
ONKOLOJİ
MERKEZİ
Medicana International Samsun Hastanesi Onkoloji Merkezi, kanserin tanı ve tedavisini bilimsel veriler ışığında; alanında uzman hekimler, ileri teknolojik altyapı, tüm branşların bir arada bulunduğu multidisipliner bir yaklaşım ile
gerçekleştirmektedir. Merkeze başvuran hastalar, bütüncül bir tedavi planı ile değerlendirilmekte ve hastaya özel
uygulamalar yine konsey kararı ile belirlenmektedir.
Medicana International Samsun Hastanesi Onkoloji Merkezi’nde; hedefe yönelik ilaç ve molekül uygulamalarının
yapıldığı Tıbbi Onkoloji, 3 Boyutlu Konformal Radyoterapi ve yoğunluk ayarlı radyoterapi ( IMRT ) imkanı sunan Radyasyon Onkolojisi, tüm solid organ tümörlerinin cerrahisinin hem açık hem de laparoskopik olarak yapılabildiği Onkolojik
Cerrahi hizmeti sunulmaktadır.
Hastalar, en gelişmiş kanser tedavilerinin yanı sıra merkezde psikolojik destek alma imkanına da sahiptir.
Onkolojide hedefe
yönelik tedaviler;
Medikal Onkoloji
Medicana International Samsun Hastanesi Tıbbi Onkoloji ünitesinde teknolojik ve bilimsel olarak en güncel
tedavi protokolleri uygulanmaktadır.
Yalnızca kanserli hücreyi hedefleyemeye yönelik akıllı ilaç ve antikor
tedavileri, hastaların yaşam süresi
ve kalitesini artırmakta, kanserli dokuda bulunan bazı antijenik yapıları
tanıyarak, yalnızca bu hücrelerin yok
olmasını sağlayıcı özellikleri ile sağlıklı dokulara verilen zararı minimum
düzeye indirerek, hasta için yan etki
oluşturabilecek sorunları da ortadan
kaldırmaktadır.
Son jenerasyon ışın
tedavi teknolojisi;
Radyasyon Onkolojisi
Medicana International Samsun
Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Bölümü’nde kanser tedavisinde devrim
niteliği taşıyan en yeni jenerasyon ışın
tedavi teknolojisi olan IMRT ( Yoğunluk ayarlı radyoterapi ) ve 3 Boyutlu
Konformal Radyoterapi sistemi kullanılmaktadır. Sistem; doğru hedef
üstünlüğü ile tedavi odağına daha
iyi isabet eden ışınlama, yüksek performanslı tedavi sürecini hasta konforu için bir arada sunabilen özelliklere
sahiptir.
18
Hastaya özel kanser
cerrahisi
Donanımlı cerrahi ekibi ile akciğer,
meme, gastrointestinal, jinekolojik ve
diğer tüm alanların kanserinde hastalar ameliyat öncesi onkoloji konseyinde değerlendirilmektedir. Hastaların
tedavi kararları konseye katılan hekimlerin ortak görüşleri doğrultusunda; hastanın yaşı, tıbbı ve psikososyal
durumu, istek ve beklentileri göz önüne alınarak değerlendirilir. Merkezde;
gastrointestinal, tiroid bezi, meme ve
böbreküstü bezi tümörleri; yumurtalık,
rahim ve rahim ağzı tümörleri ile vajina ve vulvaya ait tümörler; kemik ve
yumuşak doku tümörleri, akciğer ve
toraks duvarı tümörleri, pediatik cerrahi, beyin cerrahisi, santral ve periferik sinir sistemi tümörleri, deri tümörleri
ve melanomlar; prostat, mesane ve
böbrek tümörleri; larenks ve boyun
tümörlerinin cerrahisi başarı ile gerçekleştirilmektedir.
Konsey kararı ile kişiye
özel tedavi
Onkolojik tedavinin her hasta için
farklı olması anlayışı ile hizmet veren
merkez, hastaya tedavi programını,
3 farklı uygulamanın çeşitli kombinasyonu şeklinde yapmaktadır. Medikal Onkoloji’de kemoterapik ajanlar,
Radyasyon Onkolojisi’nde iyonizan
radyasyon kullanılmakta ve Onkolojik
cerrahide de tümöral oluşum ameliyat ile çıkarılmaktadır. Medicana
International Samsun Hastanesi On-
koloji Merkezi, bu üç tedavi basamağını, ulusal ve uluslararası alanda
çok önemli başarılara imza atmış
akademik kadrosu, kişiye özel tedavi
uygulaması ilkesi ile oluşturan kişisel
tedavi alanları ve hastanın her açıdan değerlendirildiği ve en uygun
tedavi seçeneğinin belirlendiği konsey kararları ile gerçekleştirmektedir.
Kişiye özel tedavi protokolleri belirlenerek, multidisipliner bir yaklaşım
ile tedaviler gerçekleştirilmektedir.
Tedavi süreçlerinde hastaların diyet
programları, psikolojik yapıları, sosyal
uyumları, yaşam kaliteleri ve beklentileri göz önüne alınarak gerekli planlamalar yapılmaktadır.
Hastalara özel mimari
alanlar
Medicana International Samsun
Hastanesi Onkoloji Merkezi, hastalara özel tasarlanan mimari alanları ile
de öne çıkmaktadır. Hem Tıbbı Onkoloji hem de Radyasyon Onkolojisi
’nde kullanılan dinlendirici ve sakinleştirici özellikte renk tonlarının kullanıldığı geniş ve ferah bekleme alanları
planlanmıştır.
19
TÜP BEBEK MERKEZİMİZ
HİZMETİNİZDE
Tüp Bebekte En Çok Merak Edİlenler
Tüp bebek
uygulamalarında
gebe kalma şansını
belirleyen faktörler?
Tüp bebek uygulamalarında gebe
kalma şansını belirleyen birçok nokta
bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi tedavi görmekte olan kadının yaşıdır. Gebe kalma şansı 35 yaşından
genç kadınlarda en yüksek, 35-38
yaş arasında kabul edilebilir, 38-40
yaş arasında azalan, 40-42 yaş arasında yine de ümidimizi muhafaza
ettiğimiz, 42-44 yaş arasında ise gittikçe düşmüş durumdadır. Transfer
edilen embryo sayısı da gebelik şansını belirleyen bir faktördür. Tüm yaş
gruplarına bakıldığında tek embryo
transferi ile gebelik beklentisi % 28
dolaylarında iken, çift embryo transferi ile bu oran % 45’e çıkmaktadır.
Tek embryo transferi yapılan vakalarda geriye dondurulabilecek birçok embryo kalmaktadır ve bunların
kullanımı ile de ciddi oranda ilave
gebeliklere ulaşılmaktadır.. Ciddi derecede erkek faktörüne bağlı infertilitede, spermin ciddi şekil bozukluğu
gösterdiği çiftlerde ve sperm üretiminin testiküler yetmezlik nedeniyle bozulduğu azoospermik vakalarda yine
gebelik şansı tüp bebek tedavisinde
düşmektedir.
sayısı arttıkça gebelik beklentisinde
bir azalma olacaktır. Bu nedenle 8.
ya da 10. denemeden sonra gebelik
öykülerine tanık olmaktayız.
Dondurulmuş
embriyolar ile gebelik
şansımız var mı?
Transfer sonrası
nelere dikkat etmem
gerekiyor?
Bazı tüp bebek uygulamalarında
transfer edilen embryoların dışında
elimizde geride çok iyi kaliteli embryolar kalabilmektedir. Bu embryoların dondurulup saklanması, aileye ileride tekrar bir gebelik şansı
verebilmektedir. O nedenle embryo
dondurma hastalar için çok faydalı
bir uygulamadır. Dondurulan embryolar çözündükten sonra % 70-80
canlı kalmakta ve % 50-70 oranında
gebelikle sonuçlanmaktadır. Dondurulmuş embryolar ile elde edilen
bebeklerin sağlığı, doğal yolla elde
edilen gebeliklerden farklı değildir.
Halk arasında düşünülenin aksine,
transfer sonrası hareket etmek, ağır
kaldırmak, seyahat etmek, öksürmek,
ıkınmak, yükseğe uzanmak, transferden hemen sonra ayağa kalkmak
gibi aktivitelerin gebeliğin tutunma
ve devamı üzerine herhangi hiçbir
olumsuz etkisi yoktur. Bu dönemde
dikkat edilmesi gereken doktorların
önerdiği ilaçları düzenli kullanılması
ve eğer yumurtalıklar aşırı derecede
uyarılmış ve büyümüşlerse de fazla
ağrı ve rahatsızlık duyulmaması için
dinlenilmesidir.
.
Tüp bebekte
düşük daha mı sık
izlenmektedir?
Tüp bebek tedavisi ile elde edilen
gebeliklerde düşük riski, normal yolla
kalınan gebeliklerden çok az daha
yüksektir. Bunun nedeni tedaviden
değil, gebe kalamamaya neden
olan problemin kendisinden kaynaklanmaktadır.
Tüp bebeği en fazla
kaç defa deneyebiliriz? Tüp bebek
Deneme sayısı konusunda bir sınır
bulunmamaktadır; fakat iyi merkez- gebeliklerinin başında
lerde yapılan tedavilere rağmen izlenen vajinal
gebeliğe ulaşılamamışsa, deneme
kanamalar normal
midir?
Gebe kalmış hiçbir hastada vajinal
kanama normal kabul edilmemelidir ve doktora mutlaka danışılmalıdır.
Fakat öte yandan da tüp bebek gebeliklerinin başında vajinal kanama
ve lekelenmelere çok sık rastlanılmaktadır. Bu mutlaka kötüye gidişin
bir göstergesi olmayabilir.
20
Embriyoların yumurta
toplama işleminden
sonra 5. gün mü
transfer edilmeleri
gerekmektedir?
Çiftler; medyada yer alan haberlerin etkisiyle embryo transfer günleri
5. gün olmayınca bazen üzüntüye
kapılmakta ve şanslarının azaldığını
düşünmektedirler. 5. gün (blastokist)
transferi bazı ailelerde gebelik şansını
artırırken, bazı ailelerde tam tersi etki
yapıp bu şansı azaltabilir. Blastokist
transferi yapabilmek için bazı şartların oluşması gerekmektedir. Tedavi
sonrası toplanan yumurta sayısının
10 adetin üstünde olması, 3. gün en
azından 3 adet birinci kalitede embryo gelişiyor olması gibi. Bu şartlar yoksa blastokist transferine gitmek mevcut şansın azalmasına neden olabilir.
O nedenle her denemede şansın
daha yüksek olduğu bir transfer günü
vardır. Bazen 5. gün uygunken, çoğu
vakada 3. gün transferleri en yüksek
başarıyı vermekte, eldeki embryo sayısı çok az ise de bazen 2. gün transeri tercih edilmektedir.
21
RÖPORTAJ
‘MİSAFİR
AVRUPA ÜLKELERİ ÖNEM VERİYOR HASTA’ TANIMI
YAPILMALI
Gelişmiş ülkelerde be-
Elektronik Kayıt Sistemi’ne (EKS) gönderilmesi ve aile hekiminin erişkin aşılarını
aynı bebeklerde olduğu gibi sistemde görebilmesi gerekiyor.
Dr. Fikret
KURT
AZİMLİ OL
VE FARK YARAT
Başarı öyle havadan gelmiyor. Muğla Aile Hekimleri Derneği Kurucu Üyesi ve Genel Sekreteri Dr. Fikret Kurt,
görev yaptığı Aile Sağlığı Merkezi’nin şartları da göz önünde bulundurulacak olursa, 23 yıllık kariyerinde çok
önemli bilimsel bir çalışmaya imza attı. ‘65 Yaş Üstü Erişkin Bağışıklama Sorgulama Programı’ adlı projesiyle
AHEKON 2012’de ödül aldı. 2011 yılında poliklinik için başvuran 65 yaş üstü hastalara yapılan influenza aşı
sayısı 204 iken (yüzde 39 Aşılama/Poliklinik), yarattığı program sayesinde 2012 yılında bu sayı 598’e (yüzde 95
Aşılama/Poliklinik) çıktı.
SAHADA ÇALIŞMAK ZORDUR. BU ZORLUĞUN DERECESİ AİLE HEKİMLERİNE
ANGARYA İŞLERİN DE YÜKLENMESİYLE
DAHA DA ARTTI. Düşünün sahada aktif bir şekilde görev yapıyorsunuz. Bir
taraftan aile hekimliğinin görev ve
sorumluluklarını yerine getirmeye çalışırken diğer taraftan da angarya işlerle uğraşmak zorunda kalıyorsunuz.
Tüm bu yoğun iş yükü arasında aile
hekimleri için çok önemli bir projeye de imza atıyorsunuz. Bugün AHBS
programına entegre edilen 65 Yaş
Üstü Erişkin Bağışıklama Sorgulama
Programı’nın mimarı Dr. Fikret Kurt ile
bu projesini ve diğer merak ettiğimiz
konulara dair keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
PROJENİN
GELİŞMESİ İÇİN
DESTEK
GEREKİYOR
Dr. Fikret Kurt’un oluşturduğu 65 Yaş
Üstü Erişkin Bağışıklama Sorgulama
Programı, sadece 65 yaş üstü hasta
geldiğinde erişkin bağışıklama sorgusunu çalıştırıyor. Ama aynı sorgulama
yaş sınırı aramaksızın hipertansiyon,
diyabet, böbrek yetmezliği, dalak
yokluğu gibi tıbbi endikasyonlarda
da çalışabilmeli.
Bu projenin bu yönde geliştirilebilmesi
22
için desteğe ihtiyaç duyduğunu belirten Dr. Kurt, “Programın en kullanışlı
özelliğinden biri; siz hangi dönemde
isterseniz sorgulamayı açıyorsunuz.
Yani grip aşısı için Sonhabar aylarında
programı aktif edebiliyorsunuz. Diğer
aylarda ise pasif hale getirebiliyorsunuz. Diğer bir özelliği ise hazırlanan
4 aşıdan (influenza, pnömomokok,
hepatit, tetanoz), istediğiniz aşıları aktif edebiliyor ve istediğinizi yine pasif
hale getirebiliyorsunuz ” diyor.
Fakat, programın doğru çalışabilmesi için aile hekimine kayıtlı hastaların tüm erişkin aşıları yapıldığı
anda Aile Hekimliği Bilgi Sistemi’ne
(AHBS) girilmesi gerekiyor. Eğer bir
kişi aşılarını hastane ya da başka bir
birimde yaptırırsa bilgilerin doğrudan
bek-çocuk aşılarına yönelik bazı standartların
oluşturulduğuna dikkat
çeken Dr. Fikret Kurt,
“Aynı zamanda Avrupa
ülkelerinde erişkin bağışıklama programına da
önem verilmeye başlandı. Bizde bu çalışmaları
teşvik eden en önemli
kişilerden biri Hacettepe
Üniversitesi İç Hastalıkları öğretim üyesi Prof. Dr.
Serhat Ünal’dır. Çünkü
kendisi erişkin bağışıklama programlarıyla ilgili
bizlerde çok ciddi farkındalık oluşturdu. Yine
bu çalışmada bize yol
gösteren ve çalışmamızı bilgisayar programına
entegre etmeyi sağlayan Muğla Sıtkı Koçman
Üniversitesi Tıp Fakültesi
Aile Hekimliği Ana Bilim
Dalı Öğretim Üyesi Yrd.
Doç. Dr. Emine Neşe Yeniçeri’ye teşekkürlerimizi
sunuyoruz” diyor.
Dergimiz aracılığıyla sahada çalışan aile hekimlerine çağrıda bulunan Dr. Fikret Kurt, bilimsel çalışmalar için sahada görev yapmanın bulunmaz bir fırsat
olduğunu ve bunun iyi bir şekilde değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor. Son 2
yıldır aile hekimlerinin haklarını aramak için eylemlerle uğraşmak zorunda kaldığını hatırlatan Dr. Kurt, Sağlık Bakanlığı’nın aile hekimleriyle uğraşmak yerine
onların projelerine ve çalışmalarına destek vermesi gerektiğinin altını çiziyor.
Muğla gibi tatil beldelerinde görev
yapan aile hekimlerinin en büyük sorununun misafir hasta yoğunluğu olduğuna dikkat çeken Dr. Fikret Kurt,
Sağlık Bakanlığı tarafından misafir
hasta tanımının daha kapsamlı bir
şekilde yapılması gerektiğini söylüyor.
Bu tür yerlerde nüfus yapısının hareketli olduğunu belirten Dr. Kurt, performans sistemine harcanan zaman ve
enerjinin de çok fazla olduğunu ifade
ediyor.
Peki, Muğla’da ASM kiraları yüksek
mi ve ilgili merciler size bu konuda
yardımcı oluyor mu?
ASM kiraları çok yüksek. Bu konuda
2011 yılında çok büyük sorunlar yaşandı. Daha sonra bir nebze de olsa
gereken düzeltmeler yapıldı, fakat
yine de ASM kiralarımız gereğinden
fazla yüksek. Halk Sağlığı Müdürlüğü’nün bize bu konu da çok yardımları oldu. Bazı ASM’lerdeki aile
hekimlerimizin yerel yönetimlerle çok
iyi iletişimler kurup sorunlarını çözdüğünü de görüyoruz.
ÖZEL MİYİZ,
YOKSA KAMU
MU?
Avrupalı meslektaşlarınızla bir kıyaslama yaptığınızda Türkiye’deki
uygulamayı nasıl bulmaktasınız?
Aile hekimliği uygulaması bizim ülkemizde asla layıkıyla yapılmadı,
yapılamadı. Ne bizler aile hekimliği uygulamasına ait özel bir statüye geçebildik, ne de idarecilerimiz
amirlikten vazgeçebildi. Öncelikle
aile hekimliği uygulmasında statümüz belli olmalı. Özel miyiz, yoksa
kamu mu? Kararı iyi vermeliyiz. Bazı
şeyler özelleşmemeliydi, en ilginç
örnek; sağlık ocaklarımızın sabit Türk
Telekom numaraları asla şahsa özel
satılmamalıydı. İdari arşivlerde bulunan birçok sabit telefon şu an yer
değiştiren aile hekiminin taşınması ile
nakledildi, kapatıldı. Hizmet verdiğimiz binaların standardı mutlaka bina
23
sahiplerince (Sağlık müdürlüğü, belediye vs.) oturtulmalıydı. Eski dönemde sağlık ocağı hizmeti verdiğimiz ve eksikleri olan birçok binaya “ASM olabilir”
onayını veren idare daha sonra çıkarılan gruplandırma şartlarına uygun binalar olmadığını belirtti.
Bu bir tezat değil mi? Yıllarca sağlık ocağında gerekli
olmayan defibrilatör, biz aile hekimi olunca mı gerekli oldu? Hoş, alınan o defibrliatörler de adeta birer
oyuncak gibi alındı, ASM’lere kondu ve şimdiden birçoğu bozulmaya başladı. Sadece defibrilatör için
bu ülkeden kaç dolar çıktı hesap etmek lazım.
Avrupa’da yapılan aile hekimliği sistemi konusunda bir
bilgim yok, ama Türkiye’de sağlık ocağı sistemi, aksayan yönlerine rağmen bize daha uygun bir sistemdi.
Bence sağlık ocağı sistemi revize edilebilirdi. Belki
aile hekimliğine ilk geçildiği dönemlerde (bundan önceki Sağlık Bakanlığı dönemi) bakanlık tarafında da
aile hekimliğini geliştirmek için çaba gösterilmekteydi,
ama yeni bakanlık döneminde (son 2,5 yıldır) aile hekimliğini bitirmek için çaba gösterilmektedir.
ÜVEY EVLATLARIZ
Türkiye’de aile hekimliğinin geleceğini pek de iyi görmediğini belirten ve bu konuda oldukça karamsar bir
tablo çizen Dr. Fikret Kurt, “Aile hekimleri şu an yasadan çok, sisteme sahip çıkacak bir bakanlığa ihtiyaç
duymaktadır. Biz 2.5 yıldır bakanlığın üvey evlatlarıyız”
diyor.
Son zamanlarda sağlık çalışanları ve hekimlere yönelik şiddet olaylarında yaşanan artışa da dikkat çeken
Dr. Kurt, “Bunun en büyük sebebi sağlık sistemini ve sağlık
sistemindeki personeli popülist yaklaşımlara kurban eden
siyasetçilerdir. Sağlıkta şiddette birçok siyasetçinin medyadaki beyanı körükleyici olmasıdır. Sadece bu iktidar
döneminde değil birçok dönemde sağlık çalışanları hep
oy malzemesi olarak kullanılmış ve hep itilip kakılmışlardır. Çok çarpıcı bir örnek vermek istiyorum. Daha 2012’de
kuruluşun istediği yasaya aykırı rapor talepleri için doğru
bir çözüm üretememiş, sadece vatandaşlara sağlıkla ilgili sorulardan oluşan anket tarzı sorularla “Veriverin gitsin”
mantığını işletmiştir. Hiçbir yasal geçerliliği olmayacak “işe
giriş raporu” vermedi diye birçok hekim arkadaşımız darp
edilmektedir. Sözlü hakaretlerin ise haddi hesabı yoktur.
Sağlıkta şiddet için yasa çıkarılmalıdır, ama bu yasayı çıkarırken asla oy toplayıcılar bu ekibin içinde olmamalıdır.
Yani hukuk siyasetten üstün olmalıdır” diyor.
Peki, ücret ve sözleşme yönetmeliği hakkında düşünceleriniz nelerdir?
Biz Muğla ili olarak 2010 Aralık ayında aile hekimliğine
geçtik ve o günden bugüne sadece ücret kaybı yaşadık.
Asla iyiye gidiş olmadı. Daha bu ay bile yüzde 30’lara
yakın mobil hizmet ödeneğimizde düşüşler oldu ve
korkarım daha da kötüye gidecek.
“
24
“
bakanlık işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili “İşe giriş raporları
ancak ve ancak işyerini bilen, gören, denetleyen bir işyeri
hekimi veya OSGB firmalarınca verilebilir” diye bir kanun
çıkarmışken, idareciler, işe giriş raporu olarak kullanılacak
diye, aile hekimlerince verilen ve asla işe giriş belgesi olamayacak rapor olduğu iddia edilen birer cümlelik yazılara göz yummaktadır. Hatta bakanlık, birçok kurum ve
Sadece defibrilatör
için bu ülkeden kaç
dolar çıktı hesap
etmek lazım.
25
Doç. Dr. Murat GÜLTEKİN
EL ELE VERİLEREK
ÜSTESİNDEN GELİNECEK
Kanser halen kalp ve damar hastalıklarından sonra dünyada en fazla ölüme neden olan ikinci
hastalık olarak nitelendiriliyor. Bu madalyonun bir yüzü. Dünya kanserin tedavisine 480 milyar
dolar civarında bir para harcıyor. Dünyada sadece tedavi masrafı değil, kanserin toplam maliyeti;
iş gücü kaybı, ilaca, hastaneye ödenen para gibi unsurları da gözönünde bulundurduğunuzda
ortaya bir trilyon dolardan fazla bir rakam çıkıyor. Peki, ülkemizde kanserle mücadelede son
durum nedir ve aile hekimleri bu mücadelede ne gibi görevler üstlenecek? Türkiye’de 2007
yılından itibaren Kanser kontrol Programı’nın hayata geçirildiğini belirten Türkiye Halk Sağlığı
Kanser Daire Başkanı Doç.Dr.Murat Gültekin, 4 ana evreden oluşan programda Aile Hekimleri’ne
büyük görevler düştüğünü söylüyor.
DOÇ.DR.MURAT
GÜLTEKİN
“ Aile hekimleri,
kanser kontrol
programında çok
önemli bir rol
üstleniyor. Bizim
için önceliği olan
konu kanser
taramaları.
Mamografi, rahim
ağzı kanseri ya da
bağırsak kanseri
taramasından
habersiz binlerce
vatandaşımız var.
Türkiye’de bu
programın başarısı,
vatandaşlarımıza
aile hekimlerimizce
tarama yapılmasıyla
gerçekleşecektir.”
26
Dünya Sağlık Örgütü’ne
(WHO) bağlı bir kuruluş olan
Uluslararası Kanser Araştırmaları Örgütü’nün (IARC)
verilerine göre, geçen yıl
17 milyon hastaya kanser
teşhisi konuldu, 11 milyon
kanser hastası ise yaşamını
yitirdi. Buna karşılık kanser
teşhisi konulduğu halde
hayatta olanların sayısı 25
milyona çıktı. 2030 yılı itibarı ile yılda 26 milyon yeni
hastaya kanser teşhisi konulacağı tahmin ediliyor.
Hastalığın ülkelerin sağlık
sistemlerine getirdiği yük,
hastalarda ve ailelerinde
yol açtığı duygusal yıkım ve
topluma maliyeti ise tehlikenin boyutunu daha da
gözler önüne seriyor.
Ancak kanser tüm dünyada yayılırken, ölüm oranlarındaki dengesizliğin de
yavaşca artmaya başladığı görülüyor. Avrupa Birliği, ABD ve diğer gelişmiş
ülkelerde kanserden ölüm
oranları düşüyor. Buna karşılık kanserle mücadelede
kaynakları yetersiz kalan
orta ve düşük gelirli ülkeler-
de, etkin tedaviler uygulanamadığı için ölüm oranları yükseliyor.
Peki Türkiye’de Sağlık Bakanlığı tarafından 2007
yılından itibaren hayata
geçirilen Kanser Kontrol
Programı’nda ne aşamaya
gelindi ve Türkiye’nin kanserle mücadelesinde aile
hekimlerinin üstleneceği rol
ne olacak? Bütün bu merak edilen soruların cevabını Sağlık Bakanlığı Türkiye
Halk Sağlığı Kanser Daire
Başkanı Doç. Dr. Murat Gültekin’den aldık.
Kanserle
mücadelede
öncelikli hedefleriniz neler
ve bu hedeflere ulaşmada aile hekimlerinin üstleneceği rol nedir?
2002 yılında ülkemizde
kanserden ölümler tüm
ölümlerin yüzde 12’sini
oluşturmaktayken bu oran
2009’da yüzde 21’e çıktı.
Kanserde benzer seyir devam ettiği takdirde, 2030
yılına gelindiğinde yıllık 22
milyon yeni vakanın ortaya
çıkması yani 2008 verilerine
göre yeni vakalarda yüzde
75 artış olması bekleniyor.
Sık rastlanmakta ve görülme sıklığı zaman içinde
hızla artmakta olan bu hastalığın tam ve etkin kontrolü
ancak dinamik, çok yönlü,
bilimsel, multidisipliner ve
maliyet etkin bir program
ile mümkün olabilecek.
Bu nedenle 2011 yılında
Birleşmiş Milletler onayı ile
tüm dünya ülkeleri alınan
tedbir kararları ile 2025 yılına kadar içinde kanserinde
yer aldığı bulaşıcı olmayan
hastalıklardan ölüm hızını
yüzde 25 oranında azaltabilmek için ulusal kontrol
programları hazırlamaya
başladı. Türkiye’nin 2007
yılından beri mevcut olan
kanser kontrol programının
4 ana maddesi var. Bunlar kanser kayıtçılığı, kanser
önleme, kanser tarama ve
kanserin tedavisi ile palyatif
bakım.
Özellikle ortaya çıkışının
önlenebildiği, taramalarla ölümün yok edilebildiği
ve erken teşhis edildiğinde
tedavinin yaşam kalitesine
çok şey katabildiği kanser
türlerini göz önüne alırsak hastalığın tim kurullarında yer alıyoruz. Türkiye’nin
takibi ve korunmanın önemi artıyor. kanserle olan mücadelesi ve konu ile
ilgili alt yapısı geçmişlere dayanıyor.
Bu nedenle Kanser Daire Başkanlığı olarak da uluslararası arenada
isim yapmış bir daireyiz. Dünya
Sağlık Örgütü’nün Avrupa bölgesinin
kanser kontrol programlarını yürüten
ve onları monitörize eden, kanser
yönetim kurulu üyelerinden birisiyiz.
Aile hekimleri tarafından gerçekleştiBu açıdan kanser kayıtçılığı, kanser
rilecek olan taramalarla erken teşhis
tarama-erken teşhis ve kanser önedildiğinde kanserin önlenebilir bir
leme gibi konularda önemli işbirlikhastalık olduğuna dikkat çeken Doç.
lerimiz mevcut.
Dr. Murat Gültekin, bunun için de aile
hekimlerinin bu mücadeleye destek
Ayrıca DSÖ’nün kansere özel Uluslaraolması gerektiğini söylüyor.
rası Kanser Araştırma Ajansı’nın (IARC)
bilimsel komite üyesiyiz. Her yıl hem
Peki, bunun uygulanabilirliği nasıl
bilimsel hem de yönetim kurulu topsağlanacak?
lantılarına katılıyoruz. Hangi maddeBurada sağlık personeli, kanserli haslerin kanserojen olduğu, hangilerinin
ta ve yakını, sivil toplum örgütleri ve
olmadığı konusunda tüm dünyayı
bilim insanları her dört aşamada da
etkileyen ciddi kararların alındığı topbir araya gelebilmeliler. Elbette ki bilantılara katılıp, bilimsel veriler eşliğinrinci basamak sağlık çalışanları çok
de ülkemizin görüşlerini sunuyoruz.
önemli. Çünkü Anadolu’nun en ücra
köşelerine dek yaygınlaşmış ve halka
DSÖ ile beraber çalıştığımız bir dien rahat ulaşabilen sağlık hizmetim
ğer konuda elektro manyetik alanbirinci basamak hizmetidir.
ların sağlık üzerine etkileridir. ElektGerek Aile Hekimleri gerekse Aile
romanyetik alanlar, kablosuz internet,
Sağlığı Elemanları kontrol programımızın dört başlığında da çok
önemli rol sahibi olmakla beraber,
bizim şu an için en önemli ve acil
olarak yapılması gereken konu
kanser taramalarıdır. Çünkü hala
mamografiyi rahim ağzı kanseri ya
da bağırsak kanseri taramasını duymamış binlerce vatandaşımız var.
Bu vatandaşlarımıza Aile Hekimlerimizce tarama yapılması Türkiye’de
kanser kontrol programının başarısı açısından çok önemli.
Bunun dışında tedaviden ağrı kontrolüne, palyatif bakımdan evde sağlık
hizmetlerine kadar tüm konularda
Aile Hekimlerimiz çok etkin rol oynayabilirler. Ayrıca önleme çalışmalarının en önemli basamaklarından olan
tütün ve obeziteyle mücadelede de
önemli görevler üstlenmektedirler.
Son olarak da kanser kayıtçılığında
aile hekimlerine kayıtlı kanser vakaları
ile destek olmaktadırlar.
KONTROL ALTINA
ALINABİLİR!
Dünya Kanser Örgütüyle yürütülen
ortak projeler var mı? Varsa bu projeler hakkında bilgi verir misiniz?
Ülke olarak kanser alanında gerek
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) gerekse
uluslararası kanser örgütlerinin yöne-
cep telefonları ve kanser ilişkisi teknolojinin gelişmesiyle beraber gündeme
gelmiş, pek çok araştırma ve bilimsel
yayına konu olmuştur. Teknolojik cihazlar neredeyse takip edilemeyecek
hızda gelişiyor. Her geçen gün, daha
etkin ve daha az EM dalga yayılımlı cihazlar üretiliyor. Bununla beraber,
uluslararası çalışmalar halen devam
ediyor. Bu konuda DSÖ ve Avrupa
Birliği Kanser kurullarının üyesi olarak
bilimsel gelişmeler tarafımızca takip
edilmekte ve kamuoyu bilgilendirmesi yapılmaktadır. 2012 yılında Dünya
Sağlık Örgütü tarafından başlatılmış
olan “Elektromanyetik Alanlar” Projesinde de ülkemiz aktif olarak rol
alıyor. Bu proje aracılığıyla güncel bilimsel veriler ışığında uluslararası ortak
standartların geliştirilmesi planlanıyor.
İzmir Kanser Kayıt Merkezi 20 yıllık
deneyimi ve sürekliliği nedeniyle
2013 yılında DSÖ’ye bağlı çalışan
IARC tarafından dünya üzerinde seçilen 6 merkezden biri oldu, tüm Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz bölgesinde
yer alan ülkeler için kanser kayıtçılığı
DOÇ.DR.MURAT GÜLTEKİN
Ka
ns e
rin
RÖPORTAJ
27
eğitim merkezi olmayı başardı. Bu
bölgelerden gelenlerin eğitimlerine
devam ediliyor.
ülkesinde ruhsatlanmış bir ilaca artık bizim insanlarımız da en hızlı şekilde ve dünya ile aynı anda ulaşabilmektedir. Elbette bazen de sosyal
güvenlik kurumundaki ilaç geri ödeme
ve fiyatlandırma politikalarımızın güncelleme hızının yeterli olmaması nedeni ile kanser ilaçlarına ulaşımda sorunlar yaşandığını biliyoruz. Ama resme
topyekûn bakıldığında bu tür sorunların
çok münferit görüldüğünü, her yıl yüzbinlerce hastamızın ilaçlarına sorunsuz
bir şekilde eriştiğini söyleyebiliriz.
170 BİN KİŞİYE
KANSER TEŞHİSİ
KONDU
Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Derneği tarafından 2011 yılında
Türkiye’nin kanser insidansını ortaya
koyan bir araştırmaya imza atılmıştı.
Bu araştırmanın verilerine göre 2011
yılında Türkiye’nin kanser insidansı
200 Bine ulaşmıştı. Peki, son güncellemelere göre bu veriler nelerdir? Türkiye Halk Sağlığı Kanser Daire
Başkanı Doç. Dr. Murat Gültekin, son
güncellemelerde Türkiye’de 170 Bin
kişiye kanser teşhisi konulduğunu söylüyor. Üstelik bu kanserlerin 5’de 3’ü
erkeklerde , 5’de 2’si ise kadınlarda
görülüyor. Bu istatiski veriyi biraz daha
açacak olursak her 100 Bin erkeğin 275’inde ve her 100 Bin kadının
182’sinde kanser görülüyor. Erkeklerde en sık görülen kanser türü prostat
ve akciğer kanseri iken, kadınlarda
en sık görülen kanser türü ise meme
kanseri. Erkeklerde en sık görülen
kanser türünün akciğer kanseri olmasındaki başlıca etmen ise tütüne
bağlı faktörler.
KANSERLE
MÜCADELEDE
AİLE HEKİMİNİN
ROLÜ
Türkiye’de kanserle mücadelede,
kansere neden olan faktörlerin azaltılmasına yönelik çok ciddi adımlar
atıldı. Kapalı alanlarda tütün kullanımı konusunda ciddi kararların alınarak hayata geçirilmesi bunlardan birisiydi. Türkiye Halk Sağlığı Kanser Daire
Başkanı Doç. Dr. Murat Gültekin, obezite ile mücadele, kanser taramaları,
kanserli hastalarda ağrı kontrolü ve
semptom yönetimi yani kısaca palyatif bakımda aile hekimlerine ve
aile sağlığı elemanlarına çok büyük
bir görev düştüğünü söylüyor.
28
Kanser dünya genelinde her yıl 8
milyon ölüme neden oluyor. Kanserle mücadelede ve tedavide alternatif tıptan da yararlanmak düşünülüyor mu?
Dünya genelinde ve Türkiye’de bu
konuda yapılmış bir çok araştırmaya göre kanserli hastaların önemli bir
oranının alternatif veya tamamlayıcı tıp tedavileri kullandığını biliyoruz.
Bu anlamda uluslararası örneklerde
irdelenerek en azından kullanılan
bu tedavilerin kayıt altına alınması, doktor kontrolü altında olması ve
potansiyel bir umut varsa bunların bilimsel gerçeklere uygun test edilmesi
gerektiğini düşünüyoruz. Bu amaçla
Sağlık Bakanlığımızın Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğüne (SHGM) bağlı
Geleneksel, Tamamlayıcı ve Alternatif Tıp Uygulamaları Daire Başkanlığı
kurulmuştur. Konuyla ilgili DSÖ ile ortak çalışmalar yürütmektedirler.
Ayrıca Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı (TÜSEB) yasası içesinde kurulan
Kanser Enstitüsü ve Geleneksel ve
Tamamlayıcı Tıp Enstitüsü kurulacak
ve bu konularda AR-GE çalışmaları
da yapacaktır. Mevcut durumda bu
konular ile ilgili Başkanlığımıza iletilen
sorulara günümüzün en güncel bilimsel verileriyle raporlar hazırlayarak
vatandaşlarımızın sorularını yanıtlamaktayız. Gelecekte de bu konuyla
ilgili yukarıda da bahsettiğim gibi ARGE amaçlı, bilimsel çalışmalar yapılacak ve buradan çıkan sonuçlar
halkımız ile paylaşılacaktır.
Ülkemizde kanser tedavisinde kullanılan ilaçlara devlet desteği var
mı? Bu yönde atılacak adımlar ya
da çalışmalar nelerdir?
Türkiye bu konuda bir çok dünya ülkesine göre çok şanslı durumdadır.
Bunu Türkiye’deki tıbbi onkoloji, pediatrik onkoloji, radyasyon onkolojisi,
gibi kanser alanında çalışan uzmanlık örgütlerine sorduğunuz zaman
kanser tedavisinde kullanılan hemen
hemen bütün ilaçların devlet desteğiyle karşılandığını söyleyeceklerdir.
Genel politikamız uluslararası standartlara girmiş tüm ilaç ve tedavilerin tüm vatandaşlarımıza ücretsiz olarak ulaştırılmasıdır. Bunun bu
şekilde devam edeceğini umuyoruz.
Zaman zaman kanser ilaçlarına erişim ile ilgili yaşanılan sorunlar medyada yer almakta. Bu sorun sadece
fiyatla ilgili bir sorun değildir. Bazen üretim yeri ya da hammadde
sıkıntıları nedeni ile yurt dışı üretim
sorunları ortaya çıkmakta ve ilaç
yoka girebilmektedir. Bu durumda
ilaca ulaşım sorunu sadece Türkiye’de değil, Avrupa’da ve pek çok
dünya ülkesinde görülebilmektedir. Bu tür sorunlarda gerek ülke olarak gerekse de uluslararası arenada
değişik önlemler alarak ilaçların yoka
girmesini önlemeye çalışıyoruz. Örneğin günümüz itibari ile 30’dan
fazla kanser tedavisinde kullanılan
molekülün yerli üretimi gerçekleştiren bir ülke olduk. Dahası kanser
konusunda dünyanın herhangi bir
Son olarak aile hekimlerine neler
söylemek istersiniz?
Tüm taramalarda elde edilen bir başka fayda ise, meme, bağırsak ve rahim gibi çok önemli organların erken
teşhis ile kurtarılabilmesidir. Özellikle
doğurganlık açısından bu son derece
önemli bir konudur. Gereksiz radyoterapi ve kemoterapilerin önüne geçilmesi de bir diğer önemli avantajdır.
81 İlimizde kanser tarama sonrasında
hastaların yönlendirilebileceği, kalite
standartları belirlenmiş teşhis merkezleri organizasyon yapısı kurulmuştur.
Bu yapıya göre; birinci basamakta
tarama sonrası şüpheli hastalar tarama yapılan birim tarafından, o ildeki
teşhis merkezinin görevli sekretaryasına
yönlendirilmekte ve bu sekreterya kanalıyla ilgili randevuları ve süreç takip
edilmektedir.
Dünyada ve Türkiye de ölüm nedenlerinin başında gelen kanserle mücadelede Aile Hekimlerimiz ile birlikte ortak
çalışmalarımız ile hedeflere ulaşmamız mümkün olacaktır. Kanserin erken
evrede yakalandığında yüksek oranda
tedavi edilebilir bir hastalık olduğu DSÖ
(Dünya Sağlık Örgütü)’ünce de kabul
görmüş bir gerçektir. 2013 yılından itibaren kanser tarama oranlarımızın arttırılması ve daha çok insanın hayatına
dokunabilmek için Aile hekimlerimizin
katkıları olmazsa olmazımızdır. Aile hekimlerimizin de bizi bu yolda yalnız
bırakmayacaklarına yürekten inanıyorum.
REKOR DÜZEYDE
TARAMA GERÇEKLEŞTİRİLDİ
Türkiye Halk Sağlığı Kanser Daire Başkanlığı’nın kanserle mücadelede
aile hekimlerinden beklediği perfor-
mansı ve çalışmayı, aile hekimleri
beklentilerin de üstünde oldukça
başarılı bir şekilde gerçekleştirdi.
Bakın, aile hekimleri sadece geçtiğimiz yıl ülke genelinde rekor düzeyde tarama yaptı, KETEM, TSM ve
ASM’lerde 350 Bin kadına meme,
500 Bin kadına rahim ağzı ve 800
Bin kadın ve erkeğe kalın bağırsak
kanseri taraması gerçekleştirdi.
Bu taramaların meme kanserinde
30 Bini, rahim ağzı kanserinde 104
Bini ve kalın bağırsak kanserinde
570 Bini aile hekimleri tarafından
yapıldı. Bu rakamlardan da anlaşılacağı üzere aile hekimleri taramalarda kilit bir rol oynadı. Ancak
toplum tabanlı taramaların etkin
olabilmesi için hedef nüfusun en az
yüzde 70’inin taranması gerekiyor.
Taramalar aslında kanser kontrolünün sadece bir parçasını oluşturuyor.
Aile hekimlerinin ne derece yoğun
bir şekilde çalıştığının farkında olduklarını belirten Doç. Dr. Murat
Gültekin, “Ancak kanserin üstesinden gelebilmek için desteklerine de
sonuna kadar ihtiyaç duymaktayız.
Bir toplum sağlığı sorunu da olan
kanserin üstesinden gelmenin hepimizin ortak görevi olduğunu düşünüyorum. Sahada ilk aşamada halk
ile iç içe çalışan Aile hekimlerimizi
kanser kontrol çalışmalarına katkıda
bulunarak, kanseri yenmeye gönül
veren bizlerle beraber yürümeye ve
kanseri hep beraber yenmeye davet ediyoruz” diyor.
TÜRKİYE’DE, DSÖ VE ULUSLARARASI
KANSER DERNEKLERİNİN ÖNERDİĞİ
DOĞRULTUDA MEME, KALIN BAĞIRSAK VE RAHİM AĞZI KANSER TARAMALARI YAPILIYOR
*Meme kanseri taramaları: 40 yaşından itibaren kadın nüfusa; gelişmiş teknolojiye sahip mamografi
cihazları ile yapılıyor. Kadınlarda
en sık görülen kanser olan meme
kanserinde son yıllarda mamografinin erken teşhis açısından faydaları
tartışılıyor. DSÖ bilimsel kurulu Ekim
2014’de mamografi konusundaki tüm şüpheleri masaya yatırdı ve
meme kanseri taramalarında kullanılan yöntemler ile ilgili tüm yayınları
değerlendirdi. Bu değerlendirme
sonucunda mamografi ile meme
kanseri taramasının meme kanserinden ölümleri en az yüzde 40
oranında azalttığı tespit edildi ve
mamografi dışında diğer tarama
yöntemlerinin meme kanserinden
ölümleri azaltmadığı belirtildi. Mamografi programının uzun yıllardır
sürdürüldüğü Amerika, Avustralya,
İngiltere ve değişik AB ülkelerinde
de meme kanserlerinin yaklaşık yüzde 70-80’i erken evrede tespit ediliyor. Türkiye’de teşhis edilen olguların yarısından fazlası erken evrede.
Ancak birinci basamakta düzenli
yapılan taramalarda teşhis edilen
kanserlerin yüzde 80’i erken evrede.
* Kalın bağırsak kanseri taramaları:
50 yaşından itibaren kadın ve erkek
nüfusa; gaitada gizli kan kiti yardımıyla hızlı, pratik ve güvenilir şekilde
yapılıyor. Dışkıda gizli kan saptanıp
kolonoskopi yapılan kişilerde henüz
kanserleşmemiş polip halindeki tümörler tespit edilerek kanser gelişmesi önlenebildiği gibi kanser gelişmiş olan olgularda da erken teşhis
ile ölüm oranları azaltılıyor. Sadece
Dışkıda Gizli Kan Testi ile kolorektal
kanser taraması kanserden ölümleri
yüzde 38 oranında, kolonoskopi ile
yapılan taramalar ise kanserden
ölümleri yüzde 60 ile 70 oranında
azalttı. Dışkıda Gizli Kan Testi taraması ile yukarı bağırsak kanserlerinde yüzde 20, aşağı bağırsak kanserlerinde yüzde 70; tüm bağırsak
kanserleri ele alındığında da yüzde
65 oranında erken evrede tespit etmek mümkün.
*Rahim ağzı kanserleri taramaları:
30 yaşından itibaren kadın nüfusa
yapılıyor. Rahim ağzı kanseri taramalarında Ulusal Servikal Tarama
Standartları, Aralık 2012’de yapılan
pilot çalışmalar, alınan uzman ve
dernek görüşleri ile Kanser Daire
Başkanlığı’nın çalışmaları sonucunda yenilendi. 30-65 yaş arası kadınlara her 5 yılda bir servikal smear
yapılması şeklinde olan standartlara HPV testi eklendi. Bu halde birinci basamak sağlık hizmeti olarak 30-65 yaş arasındaki kadınlara
her 5 yılda bir HPV testi ile servikal
kanser taraması yapılıyor. HPV pozitif bulunan olguların yönetimi de
refleks sitoloji ve HPV genotipleme
ile birlikte yapılıyor. Mevcut tarama
programında HPV testi negatif olan
olgular 5 yıl sonra tekrar taramaya
çağrılıyor. Dünya üzerinde serviks
kanseri taramasının etkin ve kaliteli bir şekilde yapılabildiği ülkelerde
serviks kanseri sıklık ve ölüm oranında yüzde 70’ten fazla azalma sağlandı. Serviks kanseri rutin tarama
ile yüzde 95’in üzerinde bir oranda
erken yakalanabilir ve yüzde 90’ın
üzerinde başarı ile tedavi edilebilir.
29
kanatlı kapılarda karşılıklı iki tokmak
bulunur. Bazılarında bir de küçük
tokmak da vardır daha aşağısında.
Bu iki tokmak birbirinden farklı sesler
çıkarır. Biri kapıyı çalan kişinin erkek,
diğeri bayan olduğunu bildirir ev
sahibine. Küçük tokmak ise çocuklar
için yapılmıştır. Ev sahipleri evde
değillerse, bu tokmaklar iple birbirine
bağlı, evdelerse ise ip çözüktür ve
tokmaklardan birinden sarkar. Köyün
yukarısında tarihi bir çamaşırhane
bulunmaktadır. Eğer bu köye yolunuz
düşecek olursa, bu çamaşırhaneyi
mutlaka görmenizi tavsiye ederim.
Bir de köy meydanında gözleme
yemeyi sakın ihmal etmeyin.
SAFRANBOLU
Dr. Hasan
KOCA
Safranbolu evleri,
Karabük iline bağlı
Safranbolu ilçesinde, 18.
ve 19. yüzyıl Osmanlı kent
dokusunun günümüze
kadar korunduğu
bölgenin genel adıdır.
UNESCO tarafından
17.12.1994’de Dünya
Kültür Mirası listesine
alınmıştır. Safranbolu
evlerinin çok uzun süre
depreme dayandığı rivayet
edilir. Safranbolu evleri
beyaz renklidir ve bu
evler birbirinin önlerini
kapatmazlar.
30
ESKİ SAFRANBOLU
Safranbolu Karabük iline bağlı bir
ilçedir. Şehrin daha yukarıda yer
alan kent merkezi Yeni Safranbolu
olarak anılır. Biz ise, geleneksel
Türk toplum yaşamının özelliklerini
yaşatan, tarihi ve kültürel eserlerini
tüm insanlara sunan örnek bir kent
olan Eski Safranbolu’yu gezeceğiz.
Sahip olduğu zengin kültürel miras
ve bu mirasın korumadaki başarısı
Safranbolu’yu bir dünya kenti ününe
kavuşturmuş ve UNESCO tarafından
Dünya Miras Listesi’ne alınmasını
sağlamıştır. 1200’ü koruma altında
olan sayısız kültürel eseri bulunan
Safranbolu, bugün kent ölçeğinde
en iyi korunan yer olarak anılmaktadır.
Hıdırlık Tepesi’ne çıkıp söyle tarihin
fotoğrafını çekmeden olmaz. Tüm
Safranbolu manzarasına hakimdir
bu tepe ve kenti gezmeye gelenlerin
genellikle ilk uğrak noktasıdır.
Üyesi olduğum Zonguldak Fotoğraf
Derneği, yılda en az iki kez düzenlediği
Temel Fotoğrafçılık Semineri’ne katılan
kursiyerlerini, uygulamalı çekim gezisi
için genellikle Safranbolu’ya götürür.
Ben de bu seminerlerde eğitmenlik
görevi yaptığım için bu gezilerde,
diğer eğitmenlerimizle birlikte birkaç
yıldır sürekli Safranbolu’ya giderim.
Fotoğrafa ilginiz olsun, olmasın en
iyi Safranbolu rotasını anlatmak
istiyorum bu ay sizlere. Aranızda
mutlaka Safranbolu’yu göreniniz
olmuştur. Görmeyenlerin bile az, çok
bir fikri vardır Safranbolu hakkında.
Safranbolu deyince akla hemen
geliveren şeylerin başında kentin
adını aldığı safran çiçeği gelir.
Beraberinde
Safranbolu
evleri,
hemen peşine de Safranbolu
lokumu. İlla da çifte kavrulmuş. Bizim
paketlenmiş halde yediğimiz bu
lokumları kim yapar, kim kavurur pek
de merak etmeyiz.
YÖRÜK KÖYÜ
Safranbolu’ya gidip de Yörük Köyü’nü
görmemek
olmaz.
Karabük’ten
Safranbolu istikametine giderken
Kastamonu yol ayrımından o yöne
dönmek gerekir Yörük Köyü’ne
gitmek için. Yaklaşık 10 km gittikten
sonra küçük bir yol ayrımı tabelası
çıkar karşınıza. Buradan girdiğinizde
yapısı neredeyse hiç bozulmamış köy
evleriyle sizi karşılayacaktır. Bu evlerin
en tipik özelliği kapı tokmaklarıdır. İki
Birçoğu kaybolmaya yüz tutmuş
zanaatkarları barındıran bu yaşlı
kent, çoğumuzun ilgisini çekecek
görüntüler
oluşturur.
Demirciler
Arastası’nda demirciler her gün
demire şekil verirken, fotoğrafçılar
özellikle de Demirci Kazım Usta’yı hiç
rahat bırakmazlar. Kazım Usta ocağını
yaktımı,
kapısında
fotoğrafçılar
yerlerini çoktan almışlardır bile. O
çekiciyle kızgın demirini dövdükçe,
basar deklanşöre fotoğrafçılar.
Yemeniciler Arastası’nda bu kez Erhan
Usta karşılar bizi. Yemenicilik Mesleği
günümüzde unutulmaya yüz tutmuş
mesleklerdendir. Yemeni Ustası Erhan
BAŞKAYA, günümüzde yemenicilik
mesleğini yapan nadir insanlardan
biridir. Dükkanının içinde duran
koltuk değneklerini fark etmezseniz,
oturarak
çalıştığı
için
engelli
olduğunu fark edemeyebilirsiniz.
Erhan Usta kendisinin hiçbir zaman
31
giyemeyeceği yemenileri yaparken,
izlemeye
doyamazsınız.
Hatta
Arasta’da közde pişen meşhur
kahvelerinizi
beklerken
ya
da
yudumlarken
gözünüz
kayıverir
dükkanının penceresine. Ustası hiç
bitmez Safranbolu’nun. Bir yanda
lokum ustaları, bir başka yanda cam
ustaları, su kabağı ustaları.
SAFRANBOLU EVLERİ
Safranbolu’yu ülkemizde ve dünyada
ön plana çıkaran en önemli unsur
geleneksel Türk mimarisi tarzındaki
Safranbolu
evleridir.
Safranbolu
evleri iki ayrı kesimde gruplanmış
durumdadır. Birincisi “Şehir” diye
bilinen ve kışlık olarak kullanılan,
ikincisi “Bağlar” diye bilinen ve yazlık
olarak kullanılan kesimdir. Hemen
hemen herkesin bir kışlık bir de yazlık
evi vardır. Yöre halkı kışın şehirdeki
evinde yaşar ve yazın havaların
ısınmasıyla Bağlar’daki yazlık evine
göçer.
Safranbolu evinin boyutunu ve
biçimini belirleyen üç temel unsurdan
söz edilebilir. Çok nüfuslu büyük
aile yapısı, yağışlı iklim, kültürel ve
maddi zenginlik. Safranbolu evlerinin
“çevreye saygılı” olarak tasarlandığı,
günümüz
mimarlarınca
sıklıkla
vurgulanır. Doğa-insan-ev, sokak-ev,
sokak-çarşı ilişkileri son derece düzenli
ve dengelidir. Çevreye olduğu kadar
komşuya da saygı egemendir. Hiç bir
ev diğerinin görüşünü engellemez.
Tüm evler bahçe içinde, çoğunlukla
üç katlı, 6-8 odalı, insan ihtiyaçlarına
göre
tasarlanmış
ve
estetikle
biçimlendirilmiş büyük konaklardır.
Evlerin yapımında taş, kerpiç, ahşap
ve alaturka kiremit kullanılmıştır.
Bahçeler sokaktan taş duvarlarla
ayrılmıştır. Çift kanatlı büyükçe
kapılarla bahçeye, bazen de
doğrudan eve girilir. İhtişamı daha
kapıda görmek mümkündür. Ahşap
kanatlı pencerelerin sayısı oda
büyüklüğüne
göre
değişmekle
birlikte genellikle fazladır. Bir kısım
büyük konaklarda havuzlu odalar
bulunmaktadır.
Havuzlar
büyük
hacimli ve insan boyu derinliktedir.
32
İNCEKAYA SU KEMERİ VE TOKATLI
KANYONU
Uzaktan bakınca küçücük gibi
görünür ama içine girdiğinizde
bir çırpıda gezebileceğiniz bir yer
değildir Safranbolu. Her dükkanında
saatlerce zaman geçirebilirsiniz.
Ama bizim gibi günübirlik bir
gezi yapıyorsanız, biraz acele
davranmalısınız. Bazı güzellikleri bir
sonraki gezilerinize bırakıp, gezerken
sık sık ikram edilen lokumlarını
tattığınız lokumcu dükkanlarından
birinden
lokumlarınızı
aldıktan
sonra hemen yola koyulmalısınız.
Yeni Safranbolu’nun içinden geçip
Tokatlı Kanyonu’na ulaşmalısınız gün
bitmeden. Kanyona ulaştığınızda
İncekaya Su Kemeri karşılar sizi. En
iyi Kanyon manzarası Kristal Teras
denilen bir gözlem alanından yapılır.
Burada bir şeyler yiyip, çayınızı
yudumlarken, günün yorgunluğunu
da bir nebze atarsınız.
Günün sonunda aklımızda tek bir
soru kalır. Yediğimiz o güzel lokumları
kim pişirir, kim kavurur? Belki bir daha
ki gelişimizde bu sorunun cevabını
öğrenebiliriz.
33
Hakan UZUN - TRABZON
YAZAR
SURİYE’Lİ
MÜLTECİLERE,
KORUYUCU
SAĞLIK
HİZMETLERİNİ
KİM VERECEK?
SURİYE’DE Kİ SAVAŞ SEBEBİYLE YAKLAŞIK 2.000.000 SURİYE’
Lİ MÜLTECİ KONTROLSÜZ BİR ŞEKİLDE ülkemize geçiş
yaparak, mülteci kampları dışında, ülkemizin tüm illerine
yerleşmişlerdir. Suriye’ li mülteciler sınır kapılarından, kayıt
olmadan, herhangi bir sağlık kontrolünden geçirilmeden,
bebekler ve çocuklar aşılanmadan, kontrolsüz bir şekilde
geçiş yaptıklarından, dolayı, hem iç işleri açısından hem de
sağlık açısından sorunlar yaşanmaktadır.
Suriyeli Mülteciler, ülkemizde iki şekilde yerleşim
göstermektedirler. Mülteciler için hazırlanmış olan
kamplarda kalanlar ve mülteci kampları dışında ülkemizin
her iline yerleşenler şeklindedir. Özellikle kamplar dışında
kalan mültecilerin sayısı çoğunluğu oluşturmaktadır.
Şimdi gelelim bu Suriyeli Mültecilere birinci basamak sağlık
hizmetinin kim tarafından verilmesi gerektiğine …
Bu konuda yine kanun, yönetmelik ve yönergelere bakalım
34
25.03.2015 tarih ve 2875 sayılı “Geçici Koruma Altına
Alınanlara Verilecek Sağlık Hizmetlerine Dair Esaslar”
a ilişkin Yönerge’ nin 8. Maddesi’nin 1. Fıkrasında;
“Geçici korunanlara birinci basamak sağlık
hizmetleri Halk Sağlığı Müdürlüğünce verilir.” hükmü
yer almaktadır. Halk Sağlığı Müdürlüğü bu hizmeti
Merkez ve Taşra Teşkilatı eliyle vermektedir.
07.03.2012 tarih ve 28226 sayılı Resmi Gazete’ de
yayınlanarak yürürlüğe giren Sağlık Bakanlığı Bağlı
Kuruluşları Hizmet Birimlerinin Görevleri ile Çalışma
Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin Taşra Hizmet
Birimlerinin Görev ve Kadroları başlıklı 35. Maddesinde
yer alan “ Bağlı kuruluşların taşra hizmet birimlerinin
görevleri, çalışma usul ve esasları, kadro standartları
ve iş tanımları ile ilgili diğer hususlar Kurumlarının teklifi
ve Bakan onayı ile yürürlüğe konulacak yönerge ile
belirlenir.” hükmünün verdiği yetki ile 10.04.2012 tarih
ve 1737 sayılı Bakan Olur‘ u ile Türkiye Halk Sağlığı
Kurumu Taşra Teşkilatı Hizmet Birimlerinin Görevleri,
Çalışma Usul ve Esasları ile Kadro Standartları
Hakkında Yönerge yayınlanmıştır. Yönergenin Taşra
Teşkilatı başlıklı 6. Maddesinde ise “ Taşra teşkilatı;
halk sağlığı müdürlükleri, toplum sağlığı merkezleri ve
halk sağlığı laboratuvarından oluşur. Müdür Kurumun
ildeki temsilcisidir.” şeklinde düzenleme yapılmış,
ancak Aile Sağlığı Merkezleri veya Aile Hekimliği
Birimleri şeklinde hiçbir yapıya Teşkilat için de yer
verilmemiştir.
Bu durumda 05.02.2015 tarih ve 29258 sayılı Resmi
Gazete’ de yayınlanarak yürürlüğe giren, Toplum
Sağlığı Merkezi ve Bağlı Birimler Yönetmeliği’ nin
Tanımlar kısmının yer aldığı 4. Maddesinin, p)
bendinde” TSM mobil sağlık hizmeti; mevsimsel
tarım işçileri, mülteciler gibi temel sağlık hizmetlerine
kolay ulaşamayan dezavantajlı gruplara bulunduğu
mahalde verilecek koruyucu ve geliştirici sağlık
hizmetlerini” hükmü yer almaktadır.
Bu hüküm ile mültecilerin birinci
basamak koruyucu sağlık hizmetlerini
verme
görevi
Toplum
Sağlığı
Merkezlerine verilmiştir.
Aile hekimleri açısından konuyu
inceleyecek olursak, 5258 sayılı
Aile Hekimliği Kanunu’nun Tanımlar
kısmının yer aldığı 2. Maddesinde “
Aile hekimi; kişiye yönelik koruyucu
sağlık hizmetleri ile birinci basamak
teşhis, tedavi ve rehabilite edici
sağlık hizmetlerini yaş, cinsiyet ve
hastalık ayrımı yapmaksızın her kişiye
kapsamlı ve devamlı olarak belli
bir mekânda vermekle yükümlü,
gerektiği ölçüde gezici sağlık
hizmeti veren ve tam gün esasına
göre çalışan aile hekimliği uzmanı
veya Sağlık Bakanlığının öngördüğü
eğitimleri alan uzman tabip veya
tabiptir.”
hükmü ile Hizmetin
Esaslarını belirleyen 5. Maddesinde
“Aile hekimliği uygulamasına geçilen
yerlerde kişilerin aile hekimine kaydı
yapılır. Bakanlıkça belirlenen süre
sonunda kişiler aile hekimlerini
değiştirebilirler. Her bir aile hekimi için
kayıtlı kişi sayısı; asgarî 1000, azamî
4000’dir. Aralıksız iki ayı aşmayan
süreyle kayıtlı kişi sayısı 1000’den az
olabilir.” hükmü yer almaktadır.
Aile Hekimliği Kanunun da yer alan
bu hükümlere göre, aile hekimleri,
“Kişiye yönelik koruyucu sağlık
hizmetleri ile birinci basamak teşhis,
tedavi ve rehabilite edici sağlık
hizmetleri “ olarak adlandırılan “Aile
Hekimliği Hizmetlerini” kendilerine
kayıtlı asgari 1000, azami 4000
kişiye bir sözleşme dönemi boyunca
sunmak zorundadırlar. Aile Hekimleri
sunmuş oldukları “Aile Hekimliği
Hizmetleri
karşılığında
Maliye
Bakanlığı’ nın Sağlık Bakanlığına tahsis
etmiş olduğu “03.5 Hizmet AlımlarıAile Hekimliği Hizmetleri” ekonomik
kodlu bütçe kaleminden “ Hak Ediş “
almaktadırlar.
Aile Hekimliği Kanunu’ nun 5.
Maddesinin 2. Paragrafında” . (Ek
cümle:11/10/2011-KHK-663/58
md.)
Aile
hekimliği
hizmetleri
dışında kalan birinci basamak sağlık
hizmetleri toplum sağlığı merkezleri
tarafından verilir ve bu merkezlerin
organizasyonu, kadroları, görevleri
ile çalışma usûl ve esasları Türkiye
Halk Sağlığı Kurumunca belirlenir.
Yabancılar hakkında ilgili mevzuat
hükümleri uygulanır.” hükmü ile aile
hekimliği hizmetleri dışında kalan
birinci basamak sağlık hizmetlerinin
Toplum Sağlığı Merkezleri tarafından
verileceği açık bir şekilde ifade
edilmiştir.
Yukarıda
açıkladığımız
Kanun,
Yönetmelik ve Yönergelere göre
Suriye’ li mültecilerin Birinci Basamak
Koruyucu Sağlık Hizmetleri, Halk
Sağlığı Müdürlüğü’nün ve ona bağlı
olan Toplum Sağlığı Merkezlerinin
görevidir. Aile Hekimlerinin T.C
numarası olan, kendisine kesin kayıtlı
Suriye’ li hastalar dışında, acil sağlık
hizmetleri hariç, mültecilerin birinci
basamak koruyucu sağlık hizmetlerini
verme görevi bulunmamaktadır.
Ayrıca Suriye’ li mültecilerin dil
problemi
olduğu
düşünüldüğü
zaman, sağlık problemlerini doğru
aktara bilmeleri için tercümanın
olduğu, Toplum Sağlığı Merkezlerinde
açılacak mülteci poliklinikleri veya
TSM mobil sağlık hizmetleriyle,
mültecilerin
birinci
basamak
koruyucu sağlık hizmetlerini alması
sağlanmalıdır.
Bunun dışında ülkede sürekli yer
değiştiren, kimi zaman Suriye’
ye giriş-çıkış yapan, kimi zaman
Avrupa ve diğer ülkelere geçiş
yapan, içişleri bakanlığının bile takip
etmekte zorlandığı 2.000.000 kişinin
ve kayıt altına alınamayan bir o
kadar daha kişinin, T.C numarası
olmadan aile hekimlerine atanarak,
aile hekimlerine performans kesintisi
yapılmasına, ne kimsenin hakkı, ne
de hukuku vardır.
Adaletin ve Hukuk’un üstün olduğu
bir ülkede yaşamak dileklerimle...
Sağlıcakla kalın.
35
RÖPORTAJ
Dr. Aysun KOTAN
lerinde aşmaları gereken ne tür engeller olacak?
BU SİSTEM
HASTALANDI!
Yalova Aile Hekimleri Derneği Başkanı olmasının yanı sıra sahadaki deneyimi, çalışmaları
ve donanımıyla Türkiye’deki aile hekimliği uygulamasının aksayan yönlerini çok iyi analiz
ediyor. Türkiye’deki uygulamanın pek çok noktada eksik, aksak ve çarpık geliştiğini söylese de,
sorunların çözümüne yönelik kayda değer önerilerde de bulunuyor Dr. Aysun Kotan.
Aile hekimliği modelini genel sağlık
sisteminin dışında ele almak ve her
yönüyle analiz etmek gerekiyor. Avrupa ülkelerindeki örnekleriyle karşılaştırıldığında ‘Aile Hekimliği Uygulaması’nın, genel sağlık politikasından ayrı
tutularak, daha da bilimsel bir şekilde
ele alındığını görüyoruz. Kim bilir belki
de ülkemizdeki uygulamada yaşanan sorunların temelinde, aile hekimliğinin politik olarak ele alınması ve
bilimsel yönlerinin göz ardı edilmesi
olabilir.
Türkiye aile hekimliği uygulamasına
geçtiğinde, herkes değişimin tüm
36
disiplinler için kaçınılmaz olduğunun
farkındaydı. Oysa önemli olan, bu
değişimin gelişme ile eşdeğer olarak gerçekleşmesiydi. Bu zamana
kadar gerçekleştirdiğimiz her röportajda, aile hekimlerimiz yetkililerden,
aile hekimi olmanın temel taşlarının
ne olduğu ya da ne olmadığı konusunda düşünmelerini istedi. Peki,
bu istek yetkililerce değerlendirildi mi? Hiç sanmıyoruz. Öyle olsaydı
geçen yıldan bu yıla ve daha önceki
yıllardan bugünlere kadar devir daim
eden sorunlar bir şekilde çözülmüş
olurdu.
Sürekli aile hekimlerinin sorunlarını dile
getiriyor olmanın ve bu sorunları yetkili mercilerle de görüşmenin verdiği
deneyimle rahatlıkla söyleyebilirim ki;
Aile hekimliği dinamizmini kendisini ‘ilişkiler’ üzerinden tanımlamasına dayanıyor. Toplumlar, ortamlar,
sorunlar değiştikçe ilişkiler de değişecektir. Aile hekimliğinde yaşanan
sorunların bir kısmı, bir anlamda kendisini var eden bu dinamizmi kaçırmasından da kaynaklanıyor. Sahada aktif olarak çalışan aile hekimleri,
geleceklerinin nasıl olacağını merak
ediyor. Daha da önemlisi bir disiplin
olarak görülebilecekler mi? Bu yıl ön-
Yalova Aile Hekimleri Derneği Başkanı Dr. Aysun Kotan ile aile hekimliği uygulamasında yaşanan sorunları
ve kendisinin bu sorunlara yönelik
farklı bir bakış açısıyla ortaya koyduğu
çözüm önerilerini konuştuk.
Ülkemizde uygulanan aile hekimliğinde yaşadığınız sorunlar nelerdir?
Sizce bu sorunların aşılmasına yönelik ne gibi adımlar atılmalıdır?
Türkiye’de aile hekimliği tanımsız, çarpıtılmış ve hiçbir muadiline uymayan
bir uygulamadır. Böyle bir tespitte
bulunmam sanırım çok da yanlış olmaz. Öncelikle statüsü ve tanımı net
olarak yapılmamış, sistemin açıklarını
kapatmak için populist bir mantıkla
oldu bittiye getirilerek geçilen ve bunun da sonuçları şuan yaşadığımız
angaryalar ve artan iş yükü, tükenmişlikle birlikte aslında iyiye gittiği
söylense de kötüye giden bir Aile
Hekimliği modeli ortaya çıkmıştır.
Bu tespitlerden sonra Avrupa’daki
benzerleri ile kıyaslarsak, elbette ki o
ülkelerin de kendilerine has sorunlar
yaşadıklarını görüyoruz. İngiltere aile
hekimlerini uzman kabul etmezken,
Almanya’daki meslektaşlarımız SGK
sistemiyle sorun yaşıyor. İspanyol
meslektaşlarımız ithal hekim krizi yaşıyor. Ancak Avrupa genelinde olmayan ve bizde ön planda olan
şey dayatmalar. Onlarda genellikle
gönüllülük esas alınırken bizde ise
dayatmalarla sorun çözülmeye çalışılıyor. İş yükü ve kayıtlı nüfusun fazlalığı ve negatif performans uygulaması da Avrupa da olmayan ve bizde
mevcut olan olumsuzluklar olarak
söylenebilir.
Sözleşmelerin tek taraflı yapılması
ve nöbet dayatmaları da söylenebilecek diğer farklı uygulamalar.
Bazı ülkelerde ise, mesela Brüksel’de
aile hekimleri adına yapılacak düzenlemeleri federasyonlar yapmakla
yetkilidir. Görüldüğü gibi bizim daha
çok fazla katedeceğimiz mesafe
var.
Son birkaç yıldır ciddi oranlarda
sağlıkta şiddetin arttığını görüyoruz. Peki, sizin sağlıkta şiddet konusundaki düşünceleriniz neler?
Artan iş yükü, ücret adaletsizliği, siyasi
rant için kullanılma ve tükenmişlik içinde olan sağlık çalışanları, kışkırtılmış
ve sağlık okur yazarlığı konusunda
donanımsız, sağlık hizmetini nerden
ve nasıl alması gerektiğini bilmeyen,
aşırı ve usulsüz talepleri olan hasta
gruplarıyla muhatap olunca şiddet
kaçınılmaz oluyor.
Bir taraftan bakanlığın mobbingleri
diğer taraftan mesleki tatminsizlik ve
sistemin tüm açmazlarında günah
keçisi ilan edilen, ön plana çıkarılan
sağlık çalışanları ve nefret söylemleriyle kışkırtılmış bir toplum…
Her gün bir kadının öldürüldüğü, çocuk istismar ve tecavüzlerinin arttığı,
evde, işyerinde, trafikte, sokakta kısacası her yerde şiddetin kol gezdiği
bir ülke olduk ne yazık ki. Bu konuda
da tüm STK’ lar, partiler ve aydınlara
çok iş düşüyor. Bir an evvel sağlıkta
şiddet yasasının çıkarılması ceza indirimlerinin uygulanmaması konusunda çalışmalar yapılması ve baskı
grupları oluşturulması gerekiyor.
“80 AİLE
HEKİMİNİN
YAPTIĞINI
54 AİLE
HEKİMİ İLE
BAŞARDIK”
Sağlık Bakanlığı’nın memnuniyet anketinde Yalova’nın ilk sırada yer aldığını söylüyor Dr. Aysun Kotan. Yine
bakanlık tarafından iş yükünün değerlendirildiği başka bir araştırmada
ilk sırada Yalova’nın yer aldığını söyleyen Dr. Kotan, “Bakın, 2015 yılının
başında açıklanan raporda 54 aile
hekimiyle yapılan işin ülke ortalaması
ve iş yükü hesaplandığında 80 aile
hekimi gerektirdiği tespit edildi. Halkın memnuniyeti ve iş yükümüzün
fazlalığı durumumuzu özetliyor olmalı” diyor.
Dr. Aysun Kotan’a göre Yalova gibi
küçük bir ilde görev yapmanın avantajları olduğu kadar dezavantajları
da olabiliyor. Herkesin birbirini tanıyor
olmasından dolayı hastalara ulaşmanın kolay olması bir avantaj fakat, hastalarda davranışsal değişiklik
yaratmak ve onları harekete geçir37
bir ilk. Bu hepimizin başarısı ancak,
kurumsal anlamada değerlendirirsek
AHEF’in önderliği ve katkısı çok önemli
bir rol oynamıştır.
mek ise oldukça zor. İşte tam da bu
noktada bir yıldır süren nöbet eylemliliğinde (Yalova nöbet eylemine yüzde 50 oranında katılım gösterdi),
son yönetmelik değişikliği nedeniyle
geri adım atıldığını belirten Dr. Aysun
Kotan, “Artık yasal sürecin takibine
karar verildi. Ben ve yönetim kurulundan bir arkadaşım dışında herkes nöbetlere katılım kararı aldı.
Bu kararda elbette ki Halk Sağlığı
Merkezi’nin soruşturma ve ceza
vermesi konusundaki gayretleriyle
de Türkiye’de ilk sıraya yerleşmek
istemesi oldukça etkili oldu. Pek
çok ilde soruşturma dahi olmazken, bizler ilk cezaları aldık ve üstelik acil nöbetleriyle ilgili cezalarımız da verilmeye devam ediyor”
diyor.
Bunun dışında Yalova’da görev yapan aile hekimlerinin en büyük problemlerinden biri de, her hangi bir
standartı olmayan uygulamalar. Aylık
çalışmalar, adli-defin nöbetleri gibi
konularda yurt genelindeki örnek uygulamaların değerlendirilmemesi de
bu sorunların varlığına devam etmesine neden oluyor. Dr. Kotan, bunda
hantal davranan ve çözüm odaklı
insiyatif kullanamayan yöneticilerin
büyük katkısı olduğunu söylüyor.
TEK HEKİMLİ
ASM’LER!
Yalova’da kaç aile hekimi var ve
ASM kiraları ile ilgili olarak ne söyle38
mek istersiniz? Yerel yönetimler ASM
kiralarıyla ilgili olarak size yardımcı
oluyor mu?
54 aile hekiminin bulunduğu ilimizde
en önemli sorunlardan birisi de tek
hekimli ASM’ler.İyi planlamalar yapılamayıp bir de siyasi nedenlerden
dolayı kapatılamayan sağlık ocakları
yüzünden birbirine yakın çok sayıda
tek hekimli ASM’ler oluşturuldu. Elbetteki tek hekim çalışmak, zaten ağır
olan iş yüküne hem ekonomik hem
de sosyal yönden yeni yükler ekliyor.
Tüm Türkiye’de olduğu gibi bizde de
ASM kiraları bölgesel ölçekli düşündüğümüzde dahi oldukça yüksek
ve özellikle sanal ASM ‘lerdeki aile
hekimleri oldukça mağdur. Yerel yönetimlerin çok katkısı yok bir kaç ASM
dışında. TOKİ ve Kalıcı Konutlarda kira
ödemeden site yönetiminin belirlediği konutlarda hizmet üretiliyor.
AİLE
HEKİMLERİ
TARİH YAZIYOR
AHEF’in sahada aile hekimlerinin
yaşadığı sorunlara yönelik yürüttüğü çalışmaları nasıl buluyorsunuz?
Öncelikle sürece daha bütünsel bakacak olursak; aile hekimleri tarih yazıyor. Hiç bir meslek grubu bu kadar organize, bu kadar kararlı ve
donanımlı bir şekilde ve bu kadar
uzun bir süre hak arama mücadelesi vermedi. Bu ülke tarihinde
liği Kanunu
• Tek taraflı sözleşmelerle dayatılan
çalışmalar
• Yönetmeliklerle dayatılan adli-defin nöbetleri, acil-tsm-asm nöbetleri ve bunlara karşı geliştirdiğimiz nöbet eylemliliklerinin hukuksal
olarak başlayan yeni dönem mücadelesi
• Sağlıkta şiddet ve yasasının çıkartılması ile ilgili çalışmalar
• Emeklilik şartlarımız ve yıpranma
payı ile ilgili çalışmalar
• Bakanlığın idari baskı ve mobbingler vb gibi pek çok görev ve
bunların dışında da sunmamız
gereken sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesi,bilimsel veri tabanının
oluşturulması gibi daha da artırabileceğimiz görevler bulunmaktadır.
Ancak şu gerçeği de görmemek
mümkün değil; son bir yılda sadece
nöbet gündemiyle uğraşan saha,
dernekler ve AHEF diğer sorunlarla,
bilimsel program ve veri toplama
gibi konularla yeterince ilgilenememiştir. Bu öznel bir durum olmakla
birlikte, mutlaka bunu değiştirecek
mekanizmalar oluşturmak ve kendi
verilerimizi toplayacak çalışmalar
yapmak ve mesleki diğer konularla
ilgili de tespitler ve önermeler oluşturmak zorundadır. Çünkü, tek bir
noktaya odaklanmak körleşmeye
neden olabilir. Son dönemde yaşanan motivasyon ve moral kaybı da
sanırım tam da bu nokta da anlam
kazanıyor.
Yeni bir dönem, yeni bir AHEF ile
hep birlikte mücadeleye devam.
HAKLIYIZ,KAZANACAĞIZ. Teşekkürler.
AHEF yönetiminde alınan kararların
sahaya tam olarak yansıtılamadığı görülüyor. Peki, kongre öncesi
AHEF’de yönetimin sahada yeterince etkin olamaması hakkındaki
düşünceleriniz nelerdir?
Evet, son dönemde sahada bir takım huzursuzluklar ve ayrışmalar olduğu, bunun sorumlularından birinin
de AHEF Yönetim Kurulu olduğu söylenebilir.
Uzun, yorucu ve daha önce hiç deneyimlemediğimiz bir süreçte hepimiz gibi AHEF’deki arkadaşlarımızda
yıprandı, yoruldu ve süreç içinde hatalar, yanlış anlamalar, tecrübesizlikten gelen bir takım hantallıklar yaşandı. STK ‘lar da bu tip benzeri süreçler
yaşanması doğaldır. Sonuçta hiç
kimse profesyonel olarak bu işi yapmıyor. Oldukça özveriyle yürüyen ve
amacı mesleki dayanışma ve örgütlülük olan, pek çok bileşenden ( bakanlık, diğer STK’lar, sendikalar, saha,
iç tartışmalar…) oluşan bu süreci yönetmek çok da kolay olmasa gerek.
yaç vardır. Sahanın beklentisi de bu
yöndedir.
Son dönemde eylemliliklerle ilgili
AHEF YK’nın geç refleks göstermesi, Bakanlıkla yapılan görüşmeler ve sonrasında sahaya verilen
mesajlarla çıkan yönetmeliklerin
çelişmesi sahanın Yönetim Kurulu’
na olan inancını zedelemiştir. Kaldı ki YK’lar belli periyotlarla yenilenmelidir ki zaaflar oluşmasın. Bu
gün geldiğimiz nokta da artık yeni,
dinamik ve şeffaf bir yönetime ihti-
Şu an gelinen aşama tarihsel bir misyon da taşımaktadır. Bugün yapacaklarımız ya da yapmadıklarımız
gelecekteki
meslekdaşlarımıza
bırakacağımız en önemli miras
olacaktır. İyi bir miras bırakmak için
daha çok çalışmak ve mücadeleyi
bırakmadan kazanımlar elde ederek
devam etmek zorundayız.
Sürecin başından beri içinde olanlar,
eski ve yeni YK üyeleri ve katkı sağlayacak herkes ötekileştirmeden deneyimlerini paylaşacakları alt komisyonlar aracılığıyla yada danışmanlık
statüsüyle mutlaka sürece dahil edilmeli, çok daha kapsayıcı, çok daha
dinamik, çok daha demokratik bir
AHEF oluşturulmalıdır. Yönetimiyle, alt
komisyonlarıyla uyum içinde çalışan,
sahaya hakim, şeffaf, genel kabul
görmüş, kapsayıcı bir AHEF.
Son olarak söylemek istedikleriniz
nelerdir?
Son olarak; önümüzde çok önemli
bir AHEF Genel Kurulu var. Son genel
kuruldan günümüze geçen süreçte
ne yazık ki AHEF’in kurumsal yapısı ve
imajı zarar gördü. Örgütümüz adına bu olumsuz süreci sonlandırmak,
AHEF’ i tüm komisyon ve kurullarıyla
yeniden işler hale getirmek ve yeni
dönemde bizleri bekleyen yeni ve
önemli görevlere hızla el atmak zorunluluğu oluştu. Her zamankinden
çok daha fazla birlik ve beraberliğe,
şeffaflık ve dinamizme ihtiyacımızın
olacağı bir döneme giriyoruz. Her bireyin ve her yöneticinin bu dönemde
daha fazla sorumluluk alması,ayrıştırıcı değil birleştirici davranış ve söylemleri ön plana çıkartması ve görev
alarak üzerine düşeni layıkıyla yapması gerekiyor. Önemli görevler ve
sorumluluklar bizleri bekliyor.
Önümüzde;
• Yeniden tanımlanması ( özlük
haklarımız, görevlerimiz, ücret tanımlarımız)gereken bir Aile Hekim-
AYSUN KOTAN KİM DİR?
1967 yılında Eskişehir’de doğdu. 1984
yılında İTÜ Mimarlık
Fakültesi ile üniversite
hayatına atıldı. Ancak
bir yıl sonra Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni
kazanarak bu mesleğe
ilk adımını attı. Ordu,
Fatsa ve Çanakkale’de
görev yaptıktan sonra 17 yıldır Yalova’da
hekimlik yapıyor. 2008
yılından itibaren aile
hekimi. 2012 yılında
Yalova Aile Hekimleri
Derneği Yönetim Kurulu üyeliği yaptı ve
2014 yılında Yalova
Aile Hekimleri Derneği
Başkanı oldu. 2 çocuğu var. Ailesi ve mesleği dışında en vazgeçilmezi spor. Tenis ve
voleybol oynuyor.
39
YAZAR
Uzm. Dr. Mithat TOSUN
almaya kalktığında, Romalıların ummadıkları
mekanik düzeneklerle Roma gemilerine verdiği
hasar, palangalarla yukarı çıkartılan çok ağır
taşlar ve Arşimet’in tasarladığı mancınıklarla çok
uzaklara atılmalarıyla yaptığı savunma; hala değişik
üniversitelerin deneysel tarih çalışmaları kapsamında
başaramadıkları ve efsane olarak nitelendirilmeye
çalışılan aynalarla güneş ışıklarını kullanarak roma
gemilerini yakma gibi yöntemlerle Romalılara kök
söktürmüştür. Yine de MÖ 212’de Sirakuza, Romalılar
tarafından sıkı bir kuşatmaya maruz kalmış ve
fethedilmiştir.
ARŞİMET
NE ZAMAN ACİLDE, AMBULANSTA YA DA HASTANEDE GÖREVİ
BAŞINDA BİR DOKTOR DARP EDİLSE, ne zaman değerli bir bilim
adamının bir tinerci tarafından katledilebilme olasılığı endişesi
aklıma gelse, hep Arşimet’in hazin sonu gelir aklıma…
Gelmiş geçmiş dahiler arasında birinci sıraya oturturum
Arşimeti (MÖ 287 – MÖ 212). Sicilya-Sirakuza da yaşamış.
Ünlü bir astronom olan Hetophoras’ın oğlu olarak dünyaya
gelmiş iskenderiye’de,
Euklid’den (Beşinci postulasına hayranımdır. Belki bunun için
ayrı bir makale yazarım) ders almış, onun büyük bir hayranı
olmuş. Bu arada Konon, Dositheos ve Eratosthenes ile
arkadaş olmuş ve daha sonra da onlarla mektuplaşmıştır.
Matematikçi, mühendis, astronom, fizikçi ve filozof olan
Arşimet, Romalı general Claudius Marcellus Sirakuza’yı
40
“Bana derhal Arşimet’i getirin” diye
emreder.
Kağıdın zor bulunduğu, papirüs
ve perşomenlerin pahalı olduğu
o dönemde Arşimet nemli ince
kum üzerinde geometri çalışmaları
yapıyor, problem çözüyordu. Onca
hengamenin ve patırtının içinde
kumların üstüne çemberler çizmiş, bir
probleme odaklanmıştı yine.
Birleşik makaralar, sonsuz vidalar, hidrostatik vidalar,
statik ve özellikle hidrostatik alanındaki buluşları ve
katkıları, Pi sayısını o çağda daha kesin belirlemesi,
kürenin hacim ve yüzeyini hesaplamaları, konik
cisimlerin hacim ve yüzey hesaplamaları ile
ilgili çalışmaları onun diferansiyel ve integralin
geliştirilmesinde de öncülük yapmıştır ve bunların
temellerini atmıştır.
Aynı anda Sirakuza kralı Hieron’un yakın akrabasıdır
Arşimet. Yani kral aslında Arşimet gibi bir danışmanı
olduğu için çok şanslıdır. Hieron tapınağa konmak
üzere som altından bir taç siparişi verir. Taç yapılır
gelir ama kralın içine bir kurt düşer: “Ya sarraf
altının bir kısmını çalmış, yerine bakır veya gümüş
karıştırarak aynı gramajı tutturmuşsa…”
Arşimet’i çağırıp sorunu açtığında:
– Arşimet: “ Kolay kralım, düşündüğün şeye bak.
Tacı eritir ve küp halinde bir külçe haline getiririz.
Altının özkütlesi belli. Hacminden, taç som
altından mı, katkı var mı size şak diye hesaplayıp
söyleyebilirim “
– Hieron: “Arşimet, sen benimle dalga mı
geçiyorsun. Tacı erittikten sonra sana bunu şak
diye ben de hesaplar söylerim. Ya taç gerçekten
som altındansa… Bunu yaptırmak için sarrafa
hem iyi para verdim, hem de yeni bir siparişle
kaybedecek vaktim yok.Seni buraya bunu
söylemen için çağırmadım. Hesaplarını taca zarar
vermeden yap “
– Arşimet: “Hmmmm. Haklısınız majesteleri. Tacı
eritmeden hacmini hesaplamanın bir yolunu
bulmalıyım. Bana müsaade!” der ve ayrılır.
Sorun, taca zarar vermeden hacmini hesaplamaya
kalmıştır.
Düşün düşün… Arşimet’in bilinçaltı çözüm için
kuluçkaya yatmıştır. Bunalan Arşimet antik Yunan’ın
meşhur hamamlarına gidip gevşemek ve
düşünmeye orada devam etmek ister. Hamamda
köleler havuzu silme doldurmuştur. Arşimet havuza
girerken taşan suyu bilinçaltı farkeder ve beyin farklı
raylarda düşünmeyi sürdürmeye başlar. Havuzda
iyice gevşeyen Arşimet’ in zihni hala tacın hacmini
nasıl hesaplayacağını düşünmekle meşguldür.
Elindeki tasla oynarken jeton birden
düşer.
“ Heureka “ “ Evreka, evraka “
(Türkçe altyazı: Buldum, buldum) diye
çırılçıplak hamamdan fırlar.
Gymnasion’larda çıplak spor yapan
Yunanlılar için Arşimet’in çıplaklığı
çok da garipsenecek bir durum
değildir o çağlarda. Bugün bizler
bunu eğlenceli olarak algılıyoruz…
Arşimet’in bulduğu fizik yasası aslında
bir yan üründü ve asıl sevinci krala
müjdeyi verebilmekti. O aslında
tacın hacmini taca zarar vermeden
hesaplayabilmenin
bir
yolunu
bulmuştu ve krala müjde vermeye
koşuyordu…
“Suda erimeyen bir madde suya
sokulduğunda hacmi kadar su
taşırır“ kuralıydı bulduğu. Sorun
çözülmüştü.
“ Kralım çözümü buldum “
“ Nasıl? “
“ Tacın ağırlığı kadar bir altın
külçesini, sonrada tacın kendisini
silme su dolu bir kaba sokacağız.
İkisinin de taşırdığı su miktarı aynı
ise sorun yok. Ama taç daha çok
su taşırırsa sarraf içine bir şeyler
karıştırmıştır demektir “
“ Hmmm… Bravo arşimet. Bu
dediğini hemen yapalım “ der.
… Ve uyanık sarraf cezalandırılmıştı
diye hatırlıyorum.
Taşan sıvının hacmi, sıvının yoğunluğu
ve yerçekimi ivmesinin çarpımı,
sıvının kaldırma gücünü veriyordu.
Bu hikaye aynı anda sorunları
tanımlama ve problem çözüm
stratejileri için de güzel bir örnektir.
Marcellus, Sirakuza’ ya girdiğinde
askerlerine:
“Hey Arşimet. Derhal bizimle
geliyorsun. Marcellus seni istiyor “
der iki asker.
“ Bir dakika birader, Şu problemi
çözeyim hemen geliyorum “
“ Sen bizimle dalga mı geçiyorsun?
“ der askerlerden biri ve ayaklarıyla
kumların
üzerindeki
çemberleri
silmeye başlar.
“ Noli turbare circulos meos “ (latince)
“ Dokunmayın çemberlerime “ diye
bağırarak askerin çizmelerine sarılır
Arşimet.
Ama Arşimet’ten iyice canları da
yanmış olan Romalı asker kılıcını
(Gladio) Arşimet’e saplar ve “Bana
sağlam bir dayanak noktası verin,
dünyayı yerinden oynatayım “ diyen
çok değerli bir bilim adamının yaşamı
bir romalı askerin magandalığı ile işte
böyle son bulur.
Arşimet’in ölümü benim için hazin ve
acı bir hikaye olmuştur hep. Plutarch’
a göre mezar taşına – “perì sphaíras
kaì kylíndrou” başlıklı yazısında da bu
çalışmasına ne kadar önem verdiği
ve bu çalışmasıyla ne kadar gurur
duyduğu yansımıştır – küre ve silindir
resmi nakşedilmesini vasiyet etmiştir.
Ne zaman acilde, ambulansta
ya da hastanede görevi başında
bir doktor darp edilse, ne zaman
değerli bir bilim adamının bir
tinerci tarafından katledilebilme
olasılığı endişesi aklıma gelse, hep
Arşimet’in hazin sonu gelir aklıma…
Tarih artık en azından bu şekilde
tekerrür etmemeli.
41
RÖPORTAJ
Manken Irmak ATUK
fazla yakışıklı ve güzellik üstüne
kurulu bir sistem var. Bir anda şöhret
olan 18 yaşındaki bir kızın büyük bir
olgunlukla bunu hazmetmesini ve
devam etmesini bekleyemezsiniz. Bu
çok büyük bir haksızlık olur. O yüzden
onlara hiç kızamıyorum dolayısıyla
sektöre giren 50 genç manken var ise,
bunların ancak 10’u çok bilinçli olarak
devam edebiliyor. Diğer 40’ına ise çok
yazık oluyor. İşte o zaman o 40’ının
vay hallerine… Kim yardımcı oluyor
mesela onlara çok merak ediyorum.
Çok korunaklı bir sektör de değil bu.
GÖRÜNDÜĞÜ
GİBİ DEĞİL
Her insan gibi bir mücadelesi var.
Birazcık virajları keskin. Pes etmemesi
gereken bir hayat; üstelik yolun daha
çok başında… Irmak Atuk, sağlığı ve
güzelliğiyle ilgili tüyoları Ailehekimleri.
net Dergisi’ne açıkladı.
Sizin bu sektörde çok paralar dönüyor
mu?
Çok paralar dönüyor gibi konuşmalar
yapılıyor ama halbuki böyle bir şey söz
konusu değil. Bir de bayağı bir hafifletildi
bizim mesleğimizin altı. Eski saygınlığının
da
kaldığını
düşünmüyorum.
İnsanlar ‘çok kazanıyorsunuz bir de
şımarıksınız’ tavrına girmeye başladı.
Sosyal medyanın da buna çok etkisi
var. Halbuki öyle değil ki, çok zordur
bizim mesleğimiz. Her hangi bir
yerinizde ufacık dahi bir yara ya da
kesik olsa podyuma çıkamazsınız. Ünlü
markaların modeli olamazsınız.
RÖPORTAJ: KAAN YURTTÜRK
Manken
ve
ünlülerin
güzellik
yöntemleri hep merak edilir...
Onlar Türkiye ve dünyanın en güzel
kadınları... Ciltleri her zaman ışıl ışıl
parlıyor. Pürüzsüz tenleri ve şekilli
vücutları göz kamaştırıyor. Güzellikleri
doğuştan ama bakımlı görünmek
için uyguladıkları çeşitli yöntemler de
var. İşte ünlü manken Irmak Atuk’un
güzellik yöntemleri, güzellikle ilgili
tüyoları ve sırları...
Irmak Atuk, günde iki saat mutlaka
spor yapıyor. Ünlü manken mutlaka
her gün 250 gram çiğ semiz otu
yiyor. Bir spor bağımlısı olan Atuk, spor
ve güzellik merkezlerinin zamanını
çalması nedeniyle, evini, bir SPA
merkezine çevirdi.
“Makyajla asla uyumam, hatta
evde vakit bile geçirmem. Temizlik
benim için çok önemlidir. Cildimin
her zaman taze ve temiz olmasını
isterim” diyen ünlü manken Irmak
Atuk, aile hekiminden son derece
memnun. Sağlığına çok fazla önem
verdiğinden aile hekimini pek
ziyaret etmediğini söyleyen Irmak
Atuk, sağlıkta yaşanan şiddete karşı
yetkililerin seyirci kalmaması gerektiği
ifade ediyor. Kendisi de bir dönem
kadına uygulanan şiddeti protesto
etmek amacıyla, böyle bir konuyu
baz alan çekimlere katıldığını belirten
Atuk, hayatın hangi alanında olursa
olsun uygulanan şiddetin son bulması
gerektiğini düşünüyor.
Spot ışıkları, moda çekimleri ve
podyumdan
oluşan
görkemli
hayatının dışında Irmak Atuk, sağlıkta
her hangi bir projenin içerisinde de yer
almaktan büyük bir onur duyacağını
42
Ünlü manken Irmak ATUK kadına şiddetle ilgili konularda çok
sayıda çalışma yaptı, Sağlıkta şiddete de karşı olan ATUK,
gönüllü olarak bu çalışmalarda yer almak istiyor.
söylüyor. Evet, sağlıkla ilgili her hangi
bir konuda kamuyu aydınlatıcı bir
çalışma yapılmak isteniyorsa, hemen
belirtelim Irmak Atuk bu çalışmaların
içerisinde gönüllü olarak yer almak
istiyor.
günlerinde yanında olmak gibi. Biraz
yazmak, daha fazla kitap okumak,
tiyatro izlemek, biraz soluklanmak
ve nefes almak gibi… Bir süredir çok
fırsatım olamıyor bunlara; bu duruma
biraz takılıyorum.
Şu sıralar gündeminde neler var?
Nelerle meşgulsün ve en çok kafanı
neler meşgul ediyor?
Çok yoğun çalışıyorum iki senedir.
Bu yüzden kendi adıma üretmek
istediğim alanlar biraz eksik kaldı.
Kendi hayatımla ilgili yapmak
istediğim çok şey var ve onlara zaman
kalmıyor. Arkadaşlarımla zaman
geçirmek ve arkadaşlarımın özel
Senin dönemindeki mankenler ile
şimdikiler arasında farklar var mı?
Çok fark var ama ben şanslıydım,
çalıştığım genç mankenlerle ilgili. Bir
kere son on senedir riskli bir döneme
girildi. Bir anda şöhret oluyor herkes.
Anlık şöhretler var. Kimseyi kırmadan
söylemek istiyorum ama mankenliğin
ünlü
olmak
için
kullanıldığını
hissediyorum ve görüyorum. Çok
Sosyal medya bizi yanıltıyor. Aslında
hayatta hiçbir şey göründüğü gibi
değil, değil mi?
Evet, hiç kimsenin hayatı dışarıdan
göründğü gibi değil ve ben şunu iddia
ediyorum ki; ne kadar varlığın varsa ne
kadar rahat görünüyorsan, bir o kadar
dertlisin aslında. Yani hiçbir şey kolay
değil. Artık hayat bizden karşılıklı olarak
biraz daha empati ve sevgi istiyor diye
düşünüyorum. Keşke biraz daha kalp
gözüyle baksak.
Bu meslekte uzun bir yol kat ettiniz.
Bugün yaptığınız iş nasıl bir haz
veriyor? İlk başladığınız da nasıldı?
İlk beş yıl o kadar da herşeyin farkında
değildim. Benim şansım şu; önüme
hep iyi markalar geldi. Bu nedenle
ben yırttım bir şekilde. İnsanlar biz seni
örnek alıyoruz demeye başladıklarında
anladım durumu. ‘Eyvah, bir dakika ben
ne yapıyorum, nasıl bir meslekteyim
de tanımadığım insanların hayatına
dokunabiliyorum?’ dedim.
Hayatına dönüp baktığında nasıl bir
hikaye görüyorsun?
Farkı yok. Beni izleyen, beni takip eden,
beni seven hiç kimseden bir farkım
yok. Her insan gibi bir mücadelem
var. Birazcık virajlarım keskin. Biraz
43
“
Ne kadar
varlığın varsa
ne kadar rahat
görünüyorsan,
bir o kadar
dertlisin aslında.
“
zorluklarım ve iniş çıkışlarım bol oldu.
Pes etmemem gereken bir hayat;
daha da çok başındayım yani.
Çok şeyler yaşayacağım. Güzel
şeyler yaşayacağımı umuyorum
artık. Çok güzel şeyler yaşadığımı
da düşünüyorum. Mesleğimin bir
şans olduğuna inanıyorum bu
anlamda. Kendi hayatımı daha
kolay sırtlanabilmem, kendimi daha
güçlü hissedebilmem için Allah
bana güzel bir meslek vermiş. Ben
hayatı seviyorum ve kucaklıyorum
her şeyiyle. Tabii ki yorulduğum
anlar oluyor ama iyi ki de benim
hayatım. Tüm yalnızlığıyla ya da tüm
kalabalığıyla güzel bir hayat.
Zorluklarla başa çıkma şekliniz
nedir?
Durmam, hiç durmam yani. Deli
gibi çalışırım. Çalıştıkça unutuyorum.
Çalıştıkça ve kazandıkça hem
başarı hem de maddi anlamda
rahatlıyorum. Her zorluğun karşısında
çalışmak gücümü ve direncimi
artırdı.
Bu Samsun’a ilk gelişin mi? Daha
önce gelmiş olsan seni fark
ederdim zira çok güzelsin. Genetik
olarak şanslısın yani…
Teşekkür ederim. Beni defile sonrası
hemen
sıkıştırdın
yani
haliyle
terliyim biraz. Evet, ilk kez PİAZZA
YÖNETİMİ’nin bu organizasyonu için
geldim. Ben sigara içmiyorum, alkol
kullanmıyorum. Çünkü kendime de
dikkat etmek zorundayım. Takviyeye
çok ihtiyacım olmuyor.
44
Maalesef bu söyleşi kısa olmak
zorunda.
Bana
o
değerli
zamanından bir parça ayırdığın
için teşekkür ederim.
Biliyormusun, gözlerin çok harika.
Yani
hep
gözlerinle
konuşan
bakışların var. Tüm sağlık çalışanlarını
ve doktorlarımızı seviyoruz. Sağlıkta
şiddeti kınıyorum. Sizlere de başarılar
diliyorum.
45
Dr. Şinasi GÖNENÇ
YAZAR
ÖLÜMÜ ÖP,
İMAJIMA DOKUNMA
ATALARIMIZIN “DOSTLAR ALIŞVERİŞTE GÖRSÜN” DİYE
BİR YAKLAŞIMI VARDIR. BÖYLECE BİR ANLAMDA “Maddi
durumumuzun kötü olduğu anlaşılmasın” demek isterler.
Öylesine önemlidir ki maddi eksikliğin belli edilmemesi;
bunun için yüz ve mimikler düzeltilir, kıyafetler mutlaka en iyi
46
görünecek şekilde hazırlanır. Duruş ne kadar “Alçak
dağları ben yarattım” havasında olursa dostlara
alışverişte görünmenin inandırıcılığının da o kadar
artacağı düşünülür.
Bu anlayışa sahip olanlar için bu duruş hayatın bütün
alanlarında geçerlidir. İnsanlar bir şekilde eksikliğini
yaşadıkları şeyleri ve olumsuz şartlarını diğer insanların
fark etmemesi uğruna türlü çabalar sarf ederler.
İnsanların şartlar ve ortam ne olursa olsun toplum
nezdinde sağladıkları intiba ve oluşturdukları statüyü
korumaya çalışmaları doğal kabul edilebilir bir
şey. Bu aynı zamanda, “Kendisiyle barışık insan”
tanımlamasının mantığına da uygun düşüyor.
İnsanların içinde bulundukları kötü şartlara yenik
düşmemesi, içindeki yaşam sevgisini kaybetmemesi
ve nihayet topluma ait ve toplumun bir parçası olarak
yaşamına devam etmeye çalışması bir anlamda
saygı duyulacak bir durum.
Bu çerçevede; toplumun da ihtiyacı olan bir
duygudan söz ediyoruz. Şöyle ki, yaşam şartları
ve standartlarında düşme olan kişiler içine
kapanıp toplum dışına çıksa bu bir şekilde
toplumun bütünlüğünü tehdit edebilecek bir olguya
dönüşebilir. Hem genel morali olumsuz etkilemesi
hem de insanların zafiyetini ortaya dökmesi sebebiyle
toplumu oluşturan bireylerin bir özgüven eksikliği ve
gelecek kaygısı yaşamasına sebebiyet verebilir.
Bir duygunun, bir anlayışın, bir kavramın böyle doğal
sınırları içinde kalması, gerektiği gibi beslenip uygun
mecralara doğru ilerlemesi güzel bir şey. Bu hem
insanların kişiliklerini sağlamlaştıran hem de toplumsal
ilişkilerini düzene koyan bir artı değer olarak karşımıza
çıkıyor.
Ne var ki böyle spontane olarak
gelişmiş, beğenilmiş ve toplum
nezdinde kabul görmüş güzel
duyguların yozlaşmaya başlaması
özellikle
gelişmesini
henüz
tamamlayamamış
toplumlarda
kolay ve hızlı oluyor galiba. Giderek
ekseninden sapan olumlu düşünce
ve anlayışlar hızlı bir biçimde
güzelliklerini kaybedip toplumun
bütünlüğünde
onulmaz
yaralar
açacak
davranışlar
bütününe
dönüşebiliyor.
Niyetim günümüzde karşımıza çıkan
bir antiteden; imaj çılgınlığından söz
etmek ve onu açmak. İmaj çılgınlığı
dediğim şey, başlangıçta masum
hatta oynadığı rol açısından topluma
yararlı olabilecek bir duygunun, iyi
algılanmaması ya da suni ve sahte
bazı
kaygılarla kötüye evrilmesi
olarak ortaya çıkıyor. Dayanma
gücünün, sağlam ve korunmuş kişilik
ögelerinin, içi boş, kof ve dayanıksız
görüntülere
dönüşmesi
haline
geliyor. İyi ve güçlü görünebilme
isteğinin kötü bir saplantıya dönüşüp,
insanın
doğallığını,
toplumsal
ilişkilerindeki samimiliğini ve nihayet
diğer insanlara olan saygısını tehdit
eder hale gelmesine sebep oluyor.
Mevlana Celaleddin-i Rumi’ nin
“Ya olduğun gibi görün, ya
göründüğün gibi ol” sözünü
hepimiz biliriz. Sadece bilmekle
kalmayıp çeşitli ortamlarda türlü
vesilelerle ortaya koymaktan da çok
hoşlanırız. Ama nedendir bilinmez,
Mevlana’ya ve onun bilgeliğine ev
sahipliği yapmış doğu coğrafyası sıra
imaj meselesine gelince Mevlana’
dan habersiz batı toplumlarını bir
anda yaya bırakmayı başarıveriyor.
Üstelik de imaj kavramını ortaya
koyan, parlatan hatta yazımızda da
kullandığımız imaj kelimesinin de asıl
sahibi batılılar olduğu halde...
“Bu imaj çılgınlığına nasıl geldik ?
“, “nereden başladık ? “, “nasıl bu
kadar hızlı esiri olduk ? “ bunların
herbiri ayrı bir tartışmanın konusu
olabilecek kadar çetin ve karmaşık
sorular. Ama kişiliklerin; bu çılgınlığın
tatlı bir sarhoşluk veren çekici dişlileri
arasında kaybolup gidişini hepimiz
çaresiz bir biçimde izliyoruz. İzliyoruz
diyorum ama sanırım biz de içinde
olmalıyız. Bir toplumu böylesine
sarmış bulunan bir dalgalanmadan
etkilenmemeyi
başarmış
kişiler
herhalde toplumun biraz da olsa
dışında kalabilmeyi göze alabilmiş
olmalılar. Bizler o kişilerden biri
olabilecek cesareti taşıyor muyuz,
gösterebiliyor muyuz emin değilim.
İmaj çılgınlığından etkilenmeden
kurtulmanın bir yolu da herhalde
kişinin topluma sunduğu ve gösterdiği
halinin içini doldurabilmesi olmalı.
Ama gariptir bu duyguya yakalanmış
olanlar imajını korumak için herşeyi
yapmaya hazırken, onu haketme
yolunu seçene hiç rastlanmıyor. O
zaman da ortaya olmayanı varmış
gibi göstermeye çalışan türedi
kişilikler çıkıyor. Bu kişilerin suni hayat
algıları ve davranış biçimleri onları
zaman zaman komik, zaman
zaman sahtekar, zaman zaman da
çaresizlikten bunalıp etrafa saldıran
tuhaf insanlara dönüştürüyor.
Bahaneleri de hazır oluyor genellikle
imaj düşkünlerinin. “Toplum böyle
istiyor hatta böyle davranmaya
itiyor”
dendi mi kendilerince
meselenin
geçerli
gerekçesi
bulunmuş oluyor. Unutulmamalıdır ki
toplumun beklentilerini ve isteklerini
yönlendiren ve etkileyen bireylerin tek
tek kendileridir. Varsa bile sonradan
oluşmuş olan bu yanlış beklentiye
gerekli cevabı verecek olan yine
insanların
samimi
davranışları
olmalıdır.
Toplumumuzda
şu
günlerde
yiyecek
maddeleri
ve
giyeceklerde organik olanlara bir
dönüş başladığını gözlemliyoruz.
Bu yönelim hemen hemen yeni
bir trend oluşturmaya başladı. Bu
vesileyle toplumumuzda “Organik
insan” ihtiyacını farkeden, hisseden
ve kendini de organik olmaya hazır
gören kişilerin sayısı bakalım ne
zaman imaj düşkünlerini geçecek ?
Yoksa; ne zaman imaj düşkünlerinin
sayısına yaklaşma eğilimi gösterecek
mi demeliydim?
47
OTOMOBİL
Tasarım harikası
VOLVO S60 DRİVE
Volvo satın alanlar artık sadece güvenlik donanımlarına değil, bunun yanında çekici bir tasarıma da
kavuşuyor. İnsanların güvenlik denildiğinde aklına ilk gelen markalardan olan Volvo, S60 modeli ile
bunu hak ediyor.
VOLVO S60 1.6 DRİVE TASARIM
Volvo’nun S60 tasarımı yepyeni bir boyuta
geçmiş. Zira, yeni S60 hiçbir sedan
Volvo’nun görünmediği kadar sportif
görünüyor. Bu aracı test ederken yolda
dikkat çektiğimiz gibi, meraklı bakışlar
üzerinizden eksik olmadı diyebilirim. Ön
tampona yerleştirilmiş ve far grubundan
ayrı duran gündüz farları aracı ayırt
edilebilir kılıyor. Profil görünümünde S60
tavanının eğimli arka kısmı dikkat çekiyor.
Bagaj kapağının uç kısmına kadar uzanan
tavan çizgisi modelin dinamik görüntüsünü
oluşturan en önemli detay.
KÖR NOKTA KALMIYOR
Dikkatli gözler S60’a yandan baktıklarında
aynaların altındaki sensörleri fark edecektir.
S60’ın sahip olduğu Blis sisteminin bir
parçası olan sensörler kör noktada kalan
araçları tespit ederek sürücüyü uyarıyor.
YÜKSEK GÖRÜNÜM
S60’ın arka kısmında yüksek bagaj
kapağı yapısı ve ters L formundaki
farlar dikkat çekiyor. Aracın tasarımıyla
bütünlük oluşturan arka kısım gerçekten
iyi görünüyor. Bagaj kapağındaki Drive
logosu bu Volvo’nun 1.6 litrelik ekonomik
ve çevreci bir dizel olduğunun işareti.
48
İÇ MEKAN
Aracın
sürücüye
yönelik tasarlanmış iç
mekanında kullanılan
malzemeler
gayet
kaliteli. Orta konsolda
yer alan büyük bilgi
ekranı S60’ın içerisini
çok şık gösteriyor.
Bu sistem oldukça
detaylı ayarlara sahip
ve kullanımı basit.
Volvo, atık Türkiye
için de navigasyon
desteği veriyor ve
sistemin çalışması gayet sağlıklı. Bu
ekran üzerinden geri görüş kamerasını
izleyebiliyorsunuz ve sistemin video
oynatma desteği de var. Modelin orta
konsolundaki düğmelerin yerleşimi gayet
başarılı ve sorunsuzca kullanılıyorlar.
Start&stop, şerit takip asistanı, BLIS
sistemi ve park sensörlerini devreden
çıkaran butonlar orta konsolun en altına
yerleştirilmiş. S60’ın elektronik el freni
direksiyonun sol tarafına, motoru çalıştıran
buton ise sağ tarafına yerleştirilmiş. Gri
renkli gösterge paneli rahat okunan
aracın direksiyonu da gayet ergonomik
ve kolay kavranıyor.
KONFOR VE YOL TUTUŞ
Volvo S60 ile çok konforlu bir yolculuk
yapıyorsunuz ve gayet başarılı yol tutuş
özelliklerine sahip. Sürücüyü oldukça iyi
bilgilendiren direksiyon sistemi, hassas
frenleri ve iyi yol tutuş özellikleriyle dinamik
sürüşlerde sürücüsünü yalnız bırakmıyor.
Konfor konusunda da adından söz
ettiren model, vücudu iyi kavrayan
koltukları, sessiz kabini ve yeterli konfor
donanımlarıyla yolculukları keyifli hale
getiriyor. S60’da dört kişinin yolculuk
etmesi sıkıntı yaratmıyor.
49
TEKNOLOJİ
Sony WS610
Sony kulaklığı takın, antrenman yapın
Dalış yaparken sevdiğiniz şarkıları dinleyin. Bu suya dayanıklı kulaklığı 2 metre derinliğe kadar suya daldırabilir, böylece
yüzerken müzik dinleyebilirsiniz. Bu kablosuz ve takılabilir hepsi
bir arada kulaklık, sizinle birlikte hareket etmek için tasarlandı.
Kablo karmaşasına elveda deyin ve performansınızı en üst seviyeye çıkarmaya odaklanın. Hafif, başı saran bant, işler hareketlendiğinde bile başınızı sıkıca tutacak ve yerinde kalacak
şekilde tasarlandı.
Yenilenen Moto G
Popüler Android’li telefonlardan biri olan Moto
G’nin yeni sürümünün ilk görüntüsü ortaya çıktı. 2015 model Moto G’nin özellikleri arasında
Snapdragon 410 işlemci, 1GB RAM, 13 megapiksel arka kamera, 1.280 x 720 piksel ekran çözünürlüğü var. Moto G’nin sol tarafında herhangi
bir düğme veya işlev bulunmuyor. Üst tarafta ise
tam ortada duran bir kulaklık girişi var. Güç ve ses
düğmeleri, telefonun sağ tarafındalar. Bu düğmelere ulaşmak ve basmak sorunsuz ve kolay.
Moto G, teknik özellikleriyle HTC One Mini, Samsung Galaxy S4 Mini ve Nokia Lumia 820 gibi çift
çekirdekli cepleri geçecek kadar iyi. Üstelik ekranı
bu ceplerden daha büyük. Çözünürlük açısından
da Samsung ve Nokia’yı yeniyor.
Galaxy S7
Galaxy S7’de kullanılacak
kamera Sony tarafından
gelişmelere bağlı. Samsung akıllı telefonlarda genellikle Sony üretimi sensörler kullanıyor. Samsung’un
Sony 4K UHD TV
Sony yeni 4K UHD TV ile izlediğiniz her şeyde üstün gerçekçiliğe sahip ayrıntılar için sahneler analiz ediliyor ve özel bir
görüntü veritabanıyla eşleştiriliyor. Tüm favori TV eğlence içeriğinize ince ayrıntılar ve zarif renklerle hayat verin. Uygulamaları, oyunları ve hızla büyüyen 4K yayın ve internet içeriğini kolayca keşfedin.
Xperia Z3
Surface Pro 3 Tablet
Microsoft tarafından 2.200 TL’den başlayan fiyatlarla satışa sunulmuş durumda. Tablet ve dizüstü bilgisayar kullanım alışkanlıklarını bir araya getiren yeni tablet “Surface Pen” adı verilen
ekran kalemi ile geliyor. 12 inç ClearType Full HD Plus ekrana
sahip olan Microsoft Surface Pro 3, Intel Core i3, i5 yada i7
işlemci seçenekleri ile satışa sunuluyor. 4 GB ve 8 GB’lık 2 farklı
RAM seçeneği olan tabletin dahili bellek / hafızası da 64GB/
128GB(4GB Ram) veya 256GB/512GB(8GB Ram)
ileri ekran teknolojisi ve son
olacak. 5 Mega Piksel ön ve arka kamerası ile satışa
günlerde bu yöndeki çasunulan tabletin sadece Wi-Fi veri bağlantı seçeneği
lışmaları artırması Galaxy
bulunuyor.
S7’de esnek ekran kullanılacağı ihtimalini güçlendirdi.
Samsung Galaxy S7 teknik
özellikleriyle de Apple’ın oldukça üstüne çıktı.
SmartBand Talk SWR30
Çağrı yapmak ve yanıtlamak için ihtiyaç duyduğunuz her şey şimdi bileğinizde. Bir çağrı geldiğinde,
yanıtlamak için bir kez basın ve çağrıyı akıllı telefonunuzu cebinizden veya çantanızdan çıkarmadan
yanıtlayın. Hiçbir aramayı kaçırmayın.SmartBand Talk
ekranında, mesaj ve diğer bildirimleri geldikleri anda
görebilir ve açabilirsiniz. Hayatla bağlantıda kalın ve
neler olup bittiğini görün.
50
Zamana meydan okuyacak tasarım
Sony’nin mükemmellik tutkusu sonucunda, bu suya dayanıklı
akıllı telefonda tasarım ve mühendisliğin harmanlanmasıyla
zamana meydan okuyacak bir güzelliğe ulaşıldı. Son derece
ince ve yuvarlak
hatlara sahip alüminyum
çerçevesi, eşsiz bir tasarıma sahip olan
güç düğmesi ve
dayanıklı temperli
camdan üretilmiş
panelleri, bu cihaza şıklık ve üstün bir
kalite katıyor. Ayrıca, kullanımı kolay
bir arabirime ve
simetrik bir tasarıma sahip olan bu
akıllı telefon elinize
çok iyi oturuyor.
Tatlı suda yüzerken suya dayanıklı
Xperia Z3 cihazının
en iyi akıllı telefon
kamerasıyla
30
dakikaya
kadar
fotoğraf çekebilirsiniz.
51
Dr. Hatice BOLATCAN
YAZAR
ARA GÜLER’E
DAİR...
16 AĞUSTOS 1928’DE İSTANBUL’DA DÜNYAYA GELEN ARA
GÜLER’İN BABASI DACAT BEY BEYOĞLUN’DA ECZACIDIR.
Annesi Verjin Hanımsa Mısır’dan gelen köklü bir ailenin kızıdır.
Ara Güler’in sinemaya ilgisi çocuk yaşta babasının kendine
yılbaşı hediyesi olarak aldığı film gösterme makinasıyla
başlar. Dacat Bey İpekçi sütüdyolarının sahibi dostundan
rica edip oğlu Ara’yı yanına ‘’çırak’’ olarak alınmasını
sağlamıştı. Sütüdyoya gidip geldikçe sinemaya tutkuyla
52
bağlandı. Ancak bir süre sonra sütüdyoda çıkan
yangın hem Ara’yı hem anne-babasını korkutmuştu.
O günden sonra sütüdyoya adımını atamadı.
Bundan sonra Ara tiyatroya yöneldi. Bu yönelim
hayatının şekillenmesine yön verecekti. Bundan
sonra da fotoğrafçılığa yöneldi.
Fotoğraf anlayışının modernliğine karşın kalbinin
derinlerinde son derece gelenekseldir. Amatörce
heyecanını hiç kaybetmedi. Doğu kültürü ile
batı(Avrupa) kültürü arasında kendi varlığı ile ortak
yaşamı canlandırır. ‘’Yaratıcı Amerikalılar’’ isimli bir
foto-röportaj yaptı. Bunlar ‘’olağanüstü ikna gücü
taşıyan portreler oldu.
Ara röportaja giderken soru hazırlamaz. Örneğin bir
çobanı çekecekse onunla çay içer, sohbet eder
günün bir bölümünü onunla geçirir. Çekeceği
insanın hayatına dahil olur. ‘’İnsanın memleketi
ne doyduğu yer ne doğduğu yerdir. İnsanın
memleketi camından bakıp bir kıza aşık olduğun
çocukluğunun geçtiği yerdir’’ der. Ara Güler’in
vizyoner, entelektüel, dünya insanı olmasında
sinema,tiyatro, fotoğrafla ilgilenmiş olması, hayata
ve olaylara bütüncül bakması etkili olmuştur. Ara
Güler’e göre fotojurnalist kendini geliştirmelidir.
‘’Fotoğrafçı çok dolu olmalı. Resim bilecek, müzik
bilecek, tiyatrodan anlayacak, çok okuyacak,
anında karar verebilecek yani çok zeki olacak.
Fotojurnalist kültürünü çoğaltmalı.
Dünyanın
farkına varmalıdır. Dünyayı bilecek, çok gezecek.
Zevklerinin çok gelişmiş olması gerekir’’ der Ara Güler.
İyi şeyler olaylara bütünsel bakmakla zenginleştirilmiş
bir kültürle, estetik bir bakış açısıyla, gelişmiş zevklerle
ancak bunlar olunca yani iyi bir kültürden sonra gelir.
Bunlar evrensel bir insan olmanın da realitesidir.
Yaptığı işlerin bütünü önemlidir
ancak Nuh’un Gemisi, Nemrut
Dağı, Afrodisias ile insanlık tarihine
katkıları çarpıcıdır. Fotoğraflarıyla
tüm dünyaya Nemrut Dağı’nı ve
Afrodisias’ı tanıtan da O’dur. Nuh’un
Gemisi’nin fotoğraflarını çekerken ilk
havadan çekimi gerçekleştirmiştir.
Siyasetçilerden Turgut Özal, Süleyman
Demirel, Tansu Çiller, Erbakan, Kenan
Evren, Ecevit’i çekmiştir. Bunlardan
Ecevit’le en rahat çalışmıştır. Zira O
Ecevit’i, Ecevit te O’nu tanımaktadır.
Charlie Chaplin Ara Güler’in fotoğrafını
çekmek isteyip te çekemediği kişidir.
Önemlidir O’nun için. Çünki O’na
hayata bakmayı öğreten, vizyon
veren kişidir Chaplin. Enstein da
çekmek isteyip çekemediği isimler
arasında.
İlk
başlarda
tiyatro,
sinema,
yazarlık hepsini denemişse de
foto muhabirliğini seçti. Kendini Hayatta en çok korktuğu şey
fotoğrafınaskeri, eri olarak görür. depremdir. Adapazarı, Erzurum,
Ara algıları açık bir çocuktur. Çocuk Gediz depremlerine ve Varto
yaşlarda haftada üç kez tiyatro depremine gitmiştir. Son yıllarda
izlemeye gitmiş, daha sonra Muhsin gelişen bir uçak fobisi vardır.
Ertuğrul’dan tiyatro dersleri almıştır. Helikopterden
korkmaz
ama
Tiyatro izliyorken yüz ve mimiklere uçağa binmekten korkar olmuştur.
önem vermesi, oyuncuların yüzlerini Ahmet Kutsi Tecer’in Köşebaşı ve
dikkatlice izlemesi ve o piyeslerin Haldun Taner’in Fazilet Eczanesi
arkasındaki
dekor...Ara
Güler’in eserlerinden
çok
etkilenmiştir.
fotoğraflarında
kompozisyon Orhan Peker’in ressam olduğuna
duygusunu geliştirmiştir. Tiyatroya inanır. Şahin Kaygun’la çok iyi
şöyle bir bakış açısı geliştirmiştir. arkadaştırlar. En beğendiği ve
Her temsil O’nun için her gün bir onayladığı sanatçılardan biridir.
kompozisyonun bozulup kurulmasıdır. Şahin Kaygun’un yaptıklarını daha
Sinemayla
da
ilgilenmiştir. sanata yakın bulur.
Ara
Güler
Kameranın arkasına geçip oradan kendini fotoğraf sanatçısı değil, foto
bakmasının fotoğraf üzerine etkisi
büyüktür. Sinema ve tiyatroyla içiçe
olması Ara’nın kendinde fotoğrafçılığı
biriktirmiştir.
Foto
muhabirliğinin
kişinin kişiye öğretebileceği bir şey
olmadığını düşünür.
Başka
bir
deyişle tiyatro ve sinema kolektiftir
birkaç kişiyle birlikte olur. Ancak
foto muhabirliğinin bireysel olduğu
görüşündedir. Arşivinde biriktirdiklerini
kitap haline getirmek önemlidir O’nun
için. Filmlerde ve reklam filmlerinde
oynamış ancak para almamıştır.
Caroline Koç arkadaşıdır. Kendinden
onbeş fotoğraf istemiş, vakıf yararına
müzayedede yüksek meblağlara
satılmıştır. Buna karşın Ara Güler hiçbir
şey talep etmedi.
muhabiri olarak görür. O’na göre
foto muhabiri tarihi makinasıyla
yazan adamdır. Foto muhabiri
gazeteci olan adamdan olur. Foto
muhabiri bomba patladığı zaman
bombaya doğru giden adamdır.
Halbuki fotoğrafçı bombadan kaçar
gider karısının yanına koşar, ötekisi
ölüme koşar. Kendisini tehlikeye
atan adamdır. Aradaki fark budur.
Foto muhabirinin işlevi yalnızca
olayların gidişatını izlemek değil,
devrinin yaşamını, sanatını, gelenek
ve göreneklerini,insanların nelerle
uğraştıklarını, sevinçlerini,üzüntülerini
gelecek çağlara aktarmaktır.
Picasso, Sophia Loren, Salvador Dali
başta olmak üzere pek çok ünlünün
fotoğraflarını çekmiştir. Picasso ‘’sen
benim fotoğrafımı çektin ben de
senin resmini çizeyim’’ der ve Ara
Güler’in portresini çizmiştir.
Fotoğrafta en önemli unsur insandır.
En güzel fotoğraf veren yer tabiatın
kendidir.Tabiat ışık serper güzel olur.
Işığı toplayıp götürür karanlık yapar
başka bir şey olur. Sihirli boya her
zaman var olacaktır. Bu ışıktır. Işık
sanatın başlangıcıdır her zaman.
Pek çok ödüller almasına rağmen
Cumhurbaşkanlığı ödülü her şeyden
çok hoşuna gitmiştir. Çünki kendi
milletinin O’nu beğenmesi ve takdir
etmesi önemlidir.
53
GEZİ
Şifalı
Bodyism
Spa’lar trendi
54
Yogi
nefesi
Ruhunuz ve bedeniniz
nefes alsın!...
55
HİÇ SORUN DEĞİL!
SOUKYA
Bangalore, Hindistan
Farklı ihtiyaçlara çözüm odaklı tedaviler
sunan en iyi merkezleri gururla sunarız.
BÜYÜK BİR
AMELİYAT
SONRASI
İYİLEŞTİRME
TEDAVİLERİ
GRAND RESORT BAD RAGAZ
İSVİÇRE
İŞİN ASLI; İsviçre’nin medikal spa’larının dünya çapında bir numara olmalarının bir nedeni de çığır açan,
fütüristik Bad Ragaz. Burada dermotolojil problemlerden romatizmaya,
hareket kabiliyetinden kısırlığa ya da
nörolojik kas sistemi problemlerine
her türlü sağlık sorunu için çözüm sunuluyor. Dünyanın en zenginleri hastalandıklarında, rehabilitasyona ihtiyaç duyduklarında ve üst seviyede
tıbbi destel almak zorunda kaldıklarında Bad Ragaz’a geliyorlar. Bad Ragaz’ı bu denli özel kılan, insanların termal sularında şifa bulmaya geldikleri
19. yüzyıldan beri İsviçre’nin en mü56
him sağlık merkezlerinden biri olması.
Burası zamanla Michelin yıldızlı restoranı, casinosu, klasik müzik programı,
golf sahası ve üç otel binasının içinde
toplam 276 odası ile sessiz, sakin ve
huzurlu bir şifa merkezi haline gelmiş.
İçlerindeki en eski otel binası antikalarla dolu ve balmumu kokuyor; en
eskisi ise birkaç sene önce açılan,
alanında çitayı yükselten 12 spa süiti. Spa süitleri konaklamak için ideal.
Yerden tavana uzanan camlardan
Konstanz Gölü ve arkasındaki Alplerin
manzarasına dalıp buhar odası ve
saunanın keyfine varabilirsiniz. Odalarda otomatik aydınlatma ve yatak
ayarı var. Otele bir de dört tarafı terasla çevrili, yattığınız yerden Alplere
doyacağınız Presidential Süit eklendi. Burada ayrıca kocaman masaj
odalarına sahip, akıllara durgunluk
veren bir spa ve hayatınızda görebileceğiniz en güzel kapalı yüzme
havuzlarından biri var. Her yönüyle
mükemmel Tıbbi Sağlık Merkezi’nde
ise bir rehabilitasyon ve spor merkezi
bulunuyor; etrafta dolaşan aşırı güzel
vücutlu gençlerin kaynağı, burası.
İsviçre Olimpik takımları da Bad Ragaz’a antrenman ve check-up için
geliyor. Bad Ragaz’da bir tiyatro salonu ve büyük operasyon geçirenlerin
dinlenmesi için 24 saat tıbbi destek sunan yeni bir bölüm
var. Yakında bir psikiyatri bölümü açılacak. Buradaki tıbbi
uygulamaların derinliği ve çeşitliliği gerçekten hayranlık
uyandırıcı. En güven verici yanı ise 70 kişilik doktor ve
uzman kadrosunun alışılmış tıp metotları haricinde altgernatif ve tamamlayıcı tedavilere inanıyor olması; yani
alternatif tıbbın da en son öğretileri burada. Kilo verme
ve yeme bozukluklarına da çok önem veriliyor; hastalara son derece şefkatli ve kişisel bir metotla yaklaşıyorlar.
Fazla kilolarınızdan çok sıkıldıysanız burası onlardan ebediyen kurtulmak için doğru adres. Kesinlikle korkmayın;
doktorlar hemen ilaç tedavisine başvuran tiplerden değil, aksine doğru beslenme, egzersiz, uyku ve doğa ile
temasa ve bunların iyileştirici etkilerine inanan insanlar.
TAVSİYE: Yürüyüş için uygun ayakkabı getirin. Spa’ya gelen Alman bir misafir şöyle demiş: “Buraya gelmeden
önce tembel bir insandım. Şimdi ise dağlara çıkıyorum
ve 85 yaşında tırmanmaya gelmiş insanlarla karşılaşıyorum. Temiz hava yaşlanmayı engelliyor; adeta doğal
detoks ve botoks gibi.” Heveslendirici!
İŞİN ASLI; Yorulmuş bedenlere ve zihinlere şifa veren
bu gizli Hint cevheri aslında birçoğumuzun ihtiyacı
olan şeyi sunuyor. Rock yıldızları ve gurulardan (Sting
ve Deepak Chopra) kraliyet ailesi mensuplarına (Prens
Charles ve Cornwall Düşesi) ağır topların huzur bulmaya geldiği Soukya; gür yeşil tabiatı, rengarenk çiçekleri,
organik sebze ve ot bahçeleriyle büyüleyici doğal bir
güzelliğe sahip. Kuş cıvıltıları, fiskiyelerin fışırtısı, rüzgar
çanları, büyük havadar terası, etrafında şezlonglar olan
yüzme havuzu ve harika bir hizmet de cabası. Ancak
Soukya’nın nimetleri bunlarla sınırlı değil. Hindistan’ın ileri gelen holistik şifa uzmanlarından Dr. Issac Mathai’nin
vizyonu ile şekillenmiş, dünyaca ünlü bir tedavi merkezi
burası. Tedavilere stresle başa çıkma ve kötü alışkanlıklardan arınma amaçlı modern psikoterapi de dahil.
Burası günümüzün başlıca sağlık problemleri olan uykusuzluk, enerji düşüklüğü, ışıltısız, soluk cilt ve hazımsızlık
konularında önde gelen Hintli spa aynı zamanda. Doktorun fiziksel ve duygusal sağlığınıza dair her şeyi dinledikten sonra size özel masajlar, refleksoloji, temel yogo
egzersizleri ve ilaç içeren doğal bir reçete oluşturması
gayet motive edici. Soukya’da program disiplinli ve 12
hektarlık tesisin hiçbir köşesinde sigara ve alkol tüketimine izin verilmiyor.
Günün ilk yoga seansı ile sabah 7.15’te uyanıp hava
kararınca 21.00 gibi yatağa giriyorsunuz. Bu huzurlu
ortamda bir güzel dinlenmeye ve lezzetli ve sağlıklı yiyecekler tüketmeye yönlendiriliyorsunuz. Kuşları izlemek
ya da yemek kurslarına katılmak, erken saatte uykuya
dalmak üzere sizi meşgul edecek aktiviteler. Soukya’yı
gerçekten özel kılan ise tüm bu hizmetleri sunma yöntemleri. Dr. Mathai, gıda terapisti karısı ve çocuklarıyla birlikte tıpkı personelinin çoğu gibi burada yaşıyor.
Gerçek profesyonellik, işe bağlılık ve merhamet, burayı
burası yapan değerler. Amaç misafirleri “iyileştirmek”.
Sadece fiziksel olarak değil ruhsal derinlikten de söz
ediyoruz. Sonuçta misafirler daha mutlu ve hayatın zorluklarına karşı daha dirençli hissederek ayrılıyorlar.
TAVSİYE; Cornwall Düşesi tarafından yaptırılan kütüphanelerinde, Paramahansa Yogananda’nın Bir Yoginin
Otobiyografisi kitabı gibi spiritüel klasiklere göz atın.
STRESTEN
ARINMA VE
ALTERNATİF
TERAPİLER.
57
LOHNEA
Villars-Sur-Ollon, İsviçre
ESPACE VITALITE HENRI CHENOT AT L’ALBERETA
Erbusco, İtalya
İŞİN ASLI; Yeni doğum mu yaptınız? Perişan mı hissediyorsunuz? Birkaç saat ekstra uyku dışında en çok ihtiyacınız
olan şey yeniden zinde hissedebilmek mi? O halde sizi
buraya alalım; hem de lezzetli diyet ve detoks yemekler
eşliğinde… Milano’nun kuzeydoğusundaki Franciacorta
tepelerinde gizlenmiş, hem lüks bir inziva mekanı hem de
medikal ve wellness spa olarak hizmet veren tesiste konaklayan tüm misafirler, klasik ve şık odalarda uyumanın,
yattıkları yerden yemyeşil kır manzarasına doymanın keyfine varıyorlar. Spa tedavileri için gelenlere özel bir restoran
da var. Henri Chenot metodu ile tasarlanmış tedaviler,
vücut bileşenleriniz, enerji kanallarınız ve toksin analiziniz yapıldıktan sonra spa doktoru tarafından size özel bir
programla diyetisyenler, terapistler ve kişisel spor hoca-
ları desteğinde uygulanıyor. Tedavilerin amacı, fiziksel ve
psikolojik gücünüzü doruğa çıkartmak. Chenot’nun Çin
ve Batı tıbbını sentezleyen “Biontology” metoduna sadık
kalan tedavilerin arasında bloke olmuş enerji kanallarınızı
açmak için yoğun masajlar, akupunktur ve Pranayama
nefes pratiği var. Ayrıca su masajı, gevşetici bir çamur
banyosu ve (biraz tuhaf ve rahatsızlık verici) bir basınçlı
su terapisi de mevcut. Jimnastik seansları, karın sıkılaştırıcı
masajlar, fitness dersleri, selülit tedavileri ve medikal ekip
ile konsültasyon seanslarından da faydalanabilirsiniz. Belki
kendinizi şımartabileceğiniz bir yer değil ama hedefe varması ile meşhur.
TAVSİYE: Butiğe mutlaka göz atın; Cire Trudon mumlardan
ve Brunello Cucinelli kaşmirlerden alın.
HAMİLELİK
VE DOĞUM
SONRASI GÜÇ
KAZANDIRAN
TEDAVİLER
58
İŞİN ASLI; Burası misafirlerle çok az yerde eşine rastlayabileceğiniz bir özenle ilgilenilen havalı bir medikal
spa. 2013 yılında açılmış Lohnea ilk günden beri neredeyse her an dolu. İsviçre’de bir dağ köyünde yan
yana dört ahşap ve taştan yapılmış bu yerde toplam
dokuz misafir konaklayabiliyor. Lohnea’nın yaratıcısı
tıp doktorluğuna yönelmeden önce atlet olan, İsviçre’nin olimpik spor takımlarının doktorluğunu yapmış
ünlü hekim Michel Golay. Golay aynı zamanda tıbbi
masör ve geleneksel Çin tıbbı uzmanı. Fitness’a, rehabilitasyona, sağlıklı ve probiyotik beslenmeye çok
önem veriyor. Hem Batılı hem de alternatif tedaviler
konusunda bilgi sahibi olan Golay açık yürekli, ılımlı ve
sempatik bir adam. Doktorundan memnun olmayan
hastalar için değerli bir kaynak. Burada ilk gününüz Dr.
Golay ile dört saatlik konsültasyon ve tepeden tırnağa sağlık taraması ile başlıyor. Kan tahlilleri ve sonra
da psikolojik ve motor tepkilerinizi ölçümlemek için
NASA’da yapılanlara benzer analizler yaptırıyorsunuz.
Son hız çalışan bir Power Plate’in üzerinde gözlerinizi
kapatıp (neredeyse imkansız şekilde) tek ayak üstünde
durmaya çalışmak gibi zorlayıcı denge ve koordinasyon testlerine, kalp ve akciğer kapasitesi ölçümlerine
tabi tutuluyorsunuz. Tüm testlerin neticeleri çıktıktan
sonra Dr. Golay size özel bir fitness ve sağlık programı
oluşturuyor. Her gün salonda ve yüksek tempo dağ
yürüyüşü gibi açık alanda olmak üzere en az dört saat
sürecek yoğun bir egzersiz programı sizi bekliyor. Aynı
zamanda masaj, lavman ve kızılötesi sauna seanslarına hazır olun. Lohnea’nın fizik tedavi uzmanı ve yoga
hocasıda sizinle özel olarak ilgileniyor; kafatasında
birbirine bağlanan noktaları harekete geçirmek için
tığ büyüklüğünde plastik bir iğne ile osteopati tedavisi
uyguluyor. Bu acı veren bir metot olmamakla beraber
keyif verici olduğu da söylenemez ama sonucunda
zihinsel kapasiteniz yükseliyor. Suunto saati ve kardiyo
kayışı ile kalp atışınız takip ediliyor ve herkesin sağlık
durumu, uyku düzenleri, egzersize verdikleri fiziksel tepkiler, stres seviyeleri, her an gözetim altında tutuluyor.
Lohnea’da yemekler (rezeneli ve misket limonlu salata, haşlanmış tavuk, üstünde İsviçre çikolatası eritilmiş
armutlar…) lezzetli, yerel ve organik. Burayı bu kadar
çekici kılan ise Dr. Golay ile yapılan günlük seanslar;
Golay kemiklerinizi çekiştirip çıtırdatacak; sindirim sisteminizi hızlandırmak için karnınıza, nörolojik sisteminizi canlandırmak için kafanıza kuvvetli masajlar yapacak. Kalp monitörünüzü takmak ve bilgilerinizi Dr.
Golay’a iletmek suretiyle programınız dört ay boyunca
da devam edecek; on beş günde bir doktorunuzdan
rapor alacaksınız. Golay’ın yegane amacı sizi rahatsız
eden tüm sağlık problemlerinizin köküne (sakini bir kararlılıkla) inebilmek.
TAVSİYE; Burası fitness meraklıları için biçilmiş kaftan.
Eski Tour de France bisikletçilerini ve golf şampiyonlarını kendinize özel fitness eğitmeni olarak tutabilirsiniz.
HER TÜRDEN
SAĞLIK
SORUNU İÇİN
BİREBİR İLGİ
59
SİNEMA
Kaan YURTTÜRK
KARANLIK
YERLER
YÖNETMEN
Gilles Paquet-Brenner
OYUNCULAR
Charlize Theron,
Chloe Grace Moretz,
Nicholas Hoult,
Christina Hendricks,
Tye Sheridan,
Corey Stoll
YAPIM
2015 İngiltereFransa-ABD
113dk.
Dağıtım:Mars (Tanweer)
FİLM, KÜÇÜK
BİR KANSAS
KASABASINDA
GEÇSE DE,
ABD’NİN ORTA
KESİMLERİNDEKİ
‘KAYIP’ MEKANLARA,
KAH BİR ÇİFTLİK
EVİNE,
KAH STRİPTİZ
KULÜBÜNE
UZANIYOR.
60
OK FİLM SEYREDEN ELEŞTİRMEN İÇİN
NADİR SAYILABİLECEK BİR DURUM
BAŞIMA GELDİ. DRAM, AKSİYON, SUÇ,
KOMEDİ, gizem, korku, gerilim, savaş gibi
neredeyse her türde üretmiş Fransız yazaryönetmen Gilles Paquet-Brenner’ın görece
en hafif işi “Ödeşme” (Gomez & Tavares)
dışındaki beş uzun metrajlı filminden birini
bile seyretmediğimi fark ettim. Doğrusu
merak da ettim. Çünkü ‘Karanlık Yerler’,
‘Saklı Amerika’ üzerine çekilmiş iyilerden
biri. Anımsatalım ki, uyarladığı eserin
yazarı Gillian Flynn.
1971 Kansas doğumlu Flynn, 2014’te,
üçüncü romanından bizzat senaryolaştırdığı
‘Kayıp Kız’la (Gone Girl), eleştirmenlerden/
yazarlardan ülke çapında 16 ödül
kazanmış; David Fincher’in yönettiği,
seyirciye, bir ölüm kalım alanı haline gelen
evlilik kurumundaki kadın ile erkeğin
birbirlerine karşı tekinsiz yaklaşımlarını
tartıştıran film, bir olay olmuştu.
‘Karanlık Yerler’, üç kitabı olan Flynn’in 2009
tarihli ikinci romanı. Geçenlerde DNR’a
gittiğimde bu kitabı, filmdeki izlenme
sayısının yüksek olması nedeniyle yeni
yeni raflarda görür olduk. Açıkcası kitabını
da okumanızı salık veriyorum. Film küçük
bir Kansas kasabasında geçse de, ABD’nin
orta kesimlerindeki, soluk, unutulmuş, ‘kayıp’
yerlere-mekanlara, kah bir çiftlik evine,
kah bir striptiz kulübüne uzanıyor. Hikayeye
geçmeden önce, ‘Ölümcül Tuzak’ (The Hurt
Locker) ile dalında Oscar adayı olan, İngiliz
görüntü yönetmeni Barry Ackroyd’un canlılığı
kaybolmuş solgun tonlardaki görüntüleriyle
yaratılan atmosfer etkisinin, seyredeni özel
bir ruh haliyle buluşturduğunu düşünüyorum.
Paquet-Brenner’ın ait olmadığı bir ülkenin
derinlerindeki tuhaf, irkiltici dünyayı bu
denli başarıyla kurmasına şaşırdım…
Bu, bütçeyle değil, bakış ve eserin
özüne nüfus etmekle ilgili olduğundan,
yineleyeyim, yönetmeni belleğimde özel
bir yere yerleştirdim.
Film, öykünün ana kahramanı ve anlatıcısı
Libby Day’in (Charlize Theron), “içimde
gerçek bir organ gibi yer kaplayan
sinsi bir kötülük var” sözleriyle başlıyor.
O, bavulların, kolilerin, yılların biriktirdiği eski
yığınların arasındaki dar bir alanda yaşadığı
dairesinin iki aylık kirasını ödeyememiş
bir mutsuz kadın. 25 yıl önce, bir gece,
yaşadıkları çiftlik evinde annesi Patty
(Christina Hendricks) ile iki küçük kız kardeşi
öldürülmüş, kendisi ise pencereden kaçarak
canını zor kurtarmış…
Polise verdiği ifade sonucu, cinayetleri
ağabeyi Ben’in (Tye Sheridan) işlediğine
dair hüküm verilmiş… Patty ise, ülkenin
küçük mağduru olarak yıllarca yardımlarla
yaşamış, fakat artık denizin bittiği noktada!
Şimdi, üzerinde kuşku bulutları dağılmamış
ya da çözülememiş tuhaf vakaları
araştıran Cinayet Kulübü üyeleri adına
Libby ile temasa geçen Lyle (Nicholas
Hoult) sayesinde, o cinayet gecesine dair
araştırmalar yeniden başlayacaktır.
Hikaye yıllar sonra Libby’nin, hapisteki
Ben’le (Corey Stoll) görüşmesinden sonra,
geçmişin izlerini sürmeye başlamasıyla ve
paralelindeki geriye dönüşlerle seyirciyi
içine çekiyor… 1980’lerde, evi terk
etmiş berbat babalarının ardından dört
çocuğuyla çaresiz kalmış annelerinin
yoksulluktan çıkmak için çırpınışları sürerken,
hem Ben, hem de Libby’nin gözündeki
cinayet gecesine giden günlerin arka
planı oldukça karamsar: Ydetmişlerin
petrol krizi sonrasında kimileri için devam
eden ekonomik bunalım, sınıfsal ayrımların
keskinleştirdiği adaletsizlik; bir yanda
tutuculuk, diğer yanda tarikat patlaması…
Gençlere yönelik tuzaklardan en dehşet
Christina Hendricks, anne karakterinde güven ve duyarlılığı
birleştiriyor. Tam da bu karakterin oyuncusu.
verici olanı, bir zamanlar Türkiye’de
de can almış Satanizm çeşitlerinin
yaygınlaşması!
‘Karanlık Yerler’, içten içe çürümüş,
boğazına kadar suça ve günaha batmış
karanlık yüzlü Amerika’nın umutsuzluğunu
ve uygarlık görüntüsü arkasındaki
gaddarlığını
yansıtıyor.
O
katliam
gecesine doğru adım adım yaklaşırken,
bu yansımaların özellikle genç ruhlarda
yarattığı tahribatla ilgileniyor… Çaresizliğin
son durağında aklın ve yüreğin iflası
ile fedakarlığın gerçekte ne anlama
geldiğinin örneklerini inceliyor. Vicdanın,
şaşmaz adalet ısrarına vurgu yapıyor…
Yoğunlaşmanız gereken filmlerden.
Son bölüm aceleye
gelmiş gibi. Tekrar
kurgulanabilir.
FİLM, ÇÜRÜMÜŞ,
BOĞAZINA KADAR
SUÇA VE
GÜNAHA BATMIŞ
AMERİKA’NIN
UMUTSUZLUĞUNU
VE UYGARLIK
GÖRÜNTÜSÜ
ARDINDAKİ
GADDARLIĞINI
YANSITIYOR.
61
ÇENGEL BULMACA
ÖD
Ü
LLÜ
Yukarıdan Aşağı
Soldan Sağa
1. Yanma sonucu deride oluşan içi sıvı dolu kabarıklık
2. Başkasına işkence etmekten zevk alan kişi
3. Tıpta, kansızlık
5. Gözde belirli bir bozukluk olmaksızın oluşan görme tembelliği
6. ABD ve Kanada arasındaki sınırda bulunan dünyanın en büyük ikinci şelalesi
8. Anatomide alt çene kemiği
9. Tıpta, dudak
14. Resim 3’deki Muğla Aile Hekimleri Derneği genel sekreteri
15. Arjantinli Eva Peron’un hayat hikayesini konu alan müzikal
16. Bir organdaki kanser hücrelerinin vücudun başka bir bölümüne yayılması
18. Solunumun geçici olarak durması
20. Renk körlüğü
21. Tıpta, rahim, döl yatağı
25. Erdem, iyi huyların tümü anlamında bir kadın ismi
26. Ciltte nokta biçimindeki kanama (damar dışına kan çıkması)
28. B vitamini noksanlığında oluşan ağır bir polinevrit
29. Memeden kendiliğinden süt gelmesi
31. Omurganın sağa veya sola eğriliği ile karakterize şekil bozukluğu
32. Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığının kısaltması
35. Tıpta, bel ağrısı
37. Ölüm sebebinin netlik kazanması için yapılan ceset inceleme işlemi
4. 11 ayın sultanı mübarek ay, oruç ayı
7. Kalpte 2 adet bulunan karıncık
10. 9 Ağustos 1945’te ABD’nin atom bombası attığı Japonya şehri
11. Gözün en iç tabakası, ağ tabaka
12. Herpes zoster virüsünün neden olduğu ağrılı bir cilt hastalığı
13. Çevre dokulardan kese tarzında doku ile ayrılan içerisi cerahat
dolu oluşum
15. Tıpta, beyin iltihabı
17. Su kıyılarında yaşayan, gagasında deriden kesesi olan iri bir kuş
19. Kna damarlarının pıhtı veya aterom plaklarıyla tıkanması
22. Bir taşınmazın üstündeki mülkiyet hakkını gösteren belge
23. Barsak tıkanması
24. Japon mafyası
27. Tıpta mesaneden sonraki idrar yoluna verilen ad
30. Tıpta,soluk alıp verme,solunum
33. Nişastayı dekstrin ve maltoza çeviren enzim
34. Resim 1’deki rock müziği sanatçımız
36. Resim 2’deki Yalova Aile Hekimleri Derneği başkanı
38. Tıpta, testis iltihaplanması
39. Demir elementinin vücutta depo edilen şekli
30 TEMMUZ’da Anahtar Kodunu
aşağıdaki E-mail adresine gönderen ilk
Aile Hekimine 32 GB Flash Memori HEDİYE!
e-mail: [email protected]
Not: Mail adresine gelen cevapların
gönderiş saatlerine bakılacaktır.
62
63
64