15 Temmuz Darbe Girişimi ve Milletin Zaferi - Dunyabulteni

Transkript

15 Temmuz Darbe Girişimi ve Milletin Zaferi - Dunyabulteni
> DÜBAM
DUNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
15 Temmuz Darbe Girişimi
ve Milletin Zaferi
> 2016 AĞUSTOS
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
DÜBAM
Genel Yayın Yönetmeni
Erhan Erken
Yayın Koordinatörü
Hazinadar Hasan Hız
DÜBAM Yayınları
Küresel İletişim Merkezi
Barbaros Bulvarı, Balmumcu / Beşiktaş
Tel: (0212) 274 80 21 – 274 80 22
www.dunyabulteni.net/dubam
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
4
<
İÇİNDEKİLER
Erhan Erken
Darbe girişiminden geriye kalan üzüntü ve sevinçlerimiz
Dani Rodrik
Türkiye’nin şaşırtıcı darbesi
Stratfor
Türkiye’nin geleceği kadar cüretkâr bir darbe
Yücel Oğurlu
‘Organize Derin Faşizm’ Millet Duvarına Çarptı
Carl Bilt
Erdoğan İçin ayağa kalk Avrupa!
Levent Baştürk
Mağlup Edilen Darbe Girişimi; Saptırmalar, Gerçekler
Deniz Baran
Darbenin ‘Batı’ günlüğü-1
Deniz Baran
Darbenin ‘Batı’ günlüğü-2
Sinan Özdemir
5
> 2016 AĞUSTOS
15 Temmuz kalkışması, NATO ve Amerika
Azam Temimi
Türkiye’deki başarısız darbe: Arap Dünyasında karlı ve zararlı çıkanlar
Fatih Sabuncu
İran darbeye nasıl baktı?
Murat Aliu
Arnavutlar Neden Erdoğan’ı Destekliyor?
Bayram Pomak
Darbe başarılı olsaydı Kosova ne kaybedecekti?
Akif Emre
Meydanların Dili
New York Times
Türkiye’nin yeni Amerikan karşıtlığı
Bill Van Auken
NYT, ABD’nin darbedeki rolünü örtbas ediyor
Levent Baştürk
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Mısır darbesi ve Türkiye’deki darbe girişiminin kısa mukayesesi
Mohammad Pervez Bilgrami
Two Coups: Same Plotters, Different Results
Mustafa Acar
The West Keep Reading Turkey Wrong: It Is A Shame!
6
<
SUNUŞ
15 Temmuz gecesi Türk Silahlı Kuvvetleri içinde örgütlenen ve kendilerini
Yurtta Sulh hareketi olarak tanımlayan bir kısım silahlı güçler ülkemizde
darbeye teşebbüs ettiler. Merkezinde Fethullahçı Terör Örgütü’nün yer aldığı
bu yapının kalkışmasının ilk anlarında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin resmi internet
sitesinde ve TRT ekranlarında yayınlanan bildiride ordunun yönetime el
koyduğu belirtilerek ülkede ‘sıkı yönetim ve sokağa çıkma yasağı’ ilan edildi.
Yaşanan gelişmeler üzerinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, CNN
Türk’te FaceTime aracılığı ile gerçekleştirdiği bağlantıda darbecilere hiçbir
şekilde imkan tanınmayacağını ifade ederek halkı darbeye tepki göstermek
için meydanlara ve havalimanlarına çıkmaya davet etti. Çağrının ardından,
Türkiye’nin birçok ilinde darbe karşıtı protesto gösterileri düzenlendi ve
Türkiye halkı kendilerini tankların önünde siper etti.
16 Temmuz sabahı ise Türk Silahlı Kuvvetleri ve Emniyet Genel Müdürlüğü
personelinin gerçekleştirdiği operasyonlar sonucunda darbe girişimi bastırıldı
ve askerler silahları ile birlikte teslim oldu. Olaylar sonucunda 104’ü darbe
yanlısı asker olmak üzere 300’den fazla kişi hayatını kaybetti, 1491 kişi
yaralandı, farklı rütbelerden 8036 asker gözaltına alındı. Yargı ve sivil siyaset
mensupları dahil olmak üzere toplam gözaltı sayısı 22 Temmuz tarihi ile
birlikte 10 bini buldu. Bunun yanı sıra askerî, idari ve adli kurumlarda birçok
kişi görevden alındı.
Şüphesiz askeri darbe girişimi Türk siyasi tarihinin en önemli dönüm
noktasıydı.
‘Dünya Bülteni ve İngilizce yayın yapan World Bulletin’ olarak 15 Temmuz
askeri darbe girişiminin perde arkasını ele alan çok sayıda yazılar yayınladık.
Bu farklı kalemlerin yazılarını DÜBAM olarak bir dosyada birleştirdik.
7
> 2016 AĞUSTOS
Türkiye’nin yakın dönem ‘tarihi kalıcı bir not defteri’ olması açısından faydalı
olmasını temenni ediyoruz.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
8
<
Darbe girişiminden geriye kalan
üzüntü ve sevinçlerimiz
Erhan Erken
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bu güne kadar askerin siyasi ve sosyal hayata
farklı ölçülerde müdahale ettiği kabaca beş dönem yaşandı. 27 Mayıs 1960
Darbesi, 1980 Darbesi, 1971 Muhtırası, 28 Şubat 1997 Post Modern Darbesi
ve 27 Nisan e-muhtırası. Tüm bu hadiselerin hepsinde çeşitli derecelerde sivil
hayata bir müdahale olsa da şartları, yapılış şekilleri ve sonuçları itibariyle birçok noktada farklılık göstermekteydiler.
Daha evvelki dört örneğin dışında en son gerçekleştirilmeye çalışılan 27
Nisan e-muhtırasında, siyasi otorite muhtırayı verenlere karşı siyasi olarak boyun eğmemiş ve gelişen süreç, sonunda muhtıra verenlerin dahi hatırlamak
istemeyeceği bir şekle bürünmüştü.
27 Nisan sonrasında da Türkiye’de muhtıra ve askeri darbe dönemlerinin
artık bittiği tarzında toplumda bir güven oluşmaya başlanmıştı.
Ak Partinin 2001 ‘de kurulmasından sonra henüz bir yıl bile geçmeden
2002’de iktidara gelişi ile Türkiye’de yeni bir dönem başlamıştı. Yaklaşık 10 yılı
süren istikrarlı bir dönemden sonra dış dünyada da meydana gelmeye başlayan problemlerin de tesiriyle bazı sıkıntılar ortaya çıkmıştı. Doğu ve güneydoğudaki terör olaylarında artış başlamış ve 2013 gezi olayları sonrasında da
ülkede siyasete dış müdahale emareleri görülür olmuştu.
9
> 2016 AĞUSTOS
Arka arkaya gelen seçimler, öncesindeki çözüm süreci arayışları, yaklaşık
1 yıldır özellikle doğu bölgelerimizdeki PKK merkezli kalkışma hamleleri ile
mücadele, dış konjonktürün bizi zorladığı yalnızlaşma ve sonrasında gelen yeniden dostlukları kuvvetlendirme hamleleri, iç ve dış politikada sürekli değişen
karar alma süreçleri, ülkenin gündemini yoğun olarak meşgul etti..
Sn. Binali Yıldırım’ın Başbakanlığında kurulan son Hükümet ile birlikte Rusya ve İsrail ile yeniden yumuşamaya başlayan dış politika, arkadan gelmesi
beklenen Mısır ile ilişkilerin yeniden tesisine yönelik sinyaller, ülkede yeni bir
dönemin başladığına dair beklentileri de beraberinde getirmişti.
Tam bu gelişmeler yaşanırken 15 Temmuz akşamı Türkiye yeni bir askeri
kalkışmaya sahne oldu. Daha evvelki darbelerin aksine, sebeplerinin herhalde
zamanla daha berraklaşacağı bir zamanda, yani saat 22.00 sularında yeni kalkışmanın düğmesine basıldı.
Ülke ilk bakışta daha önceki örneklerinden ayrı olarak ciddi bir darbe ortamında değildi. Sadece yaklaşan Yüksek Askeri Şura’da MGK kararıyla Fethullahçı Terör Örgütü olarak isimlendirilen yapıya karşı geniş bir tasfiye yapılacağına dair haberler, sonrasında ortaya çıkabilecek gelişmeler ile ilgili tedirginlikler
oluşturmuştu ama bunlar gündemde çok da sert bir mücadele olacağı izlenimini uyandırmıyordu. Veya dışarıdan bakanlar resmi böyle okuyorlardı ama içten
içe kaynamanın boyutları anlaşıldığı üzere daha da derinlerdeydi.
Peki ne olmuştu da böylesi bir hareket ortaya çıkmıştı?
Kalkışma, ordunun geleneksel hiyerarşik düzeninde bir kalkışma değildi. Üst
komuta heyeti bütünüyle darbenin yanında görünmüyordu. Askeriyenin içinde
sadece belli bir bölümün darbe girişiminin içinde yer aldığı anlaşılıyordu
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Fethullahçı Terör Örgütü / Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY)’nın askeriyenin içindeki uzantılarının önemli bir güç oluşturduğu ile ilgili yorumlar yapılmakla birlikte bunun çok da büyük bir problem oluşturmayacağı konusunda
( bu tarz bir darbe girişimi de dahil) genel bir kanı vardı veya öyle bir algı yayılıyordu.
Boğaziçi Köprülerini kapatılması ile başlayan darbe süreci, ilk etapta İstanbul ve Ankara’da çok sıkıntılı saatlerin yaşanmasına sebep oldu. Daha sonra
Sn Cumhurbaşkanının tatilini geçirmekte olduğu bölgeye yönelik ciddi bir saldırının olduğu ortaya çıktı. Üst düzey komutanların rehin alındığı haberleri çok
ciddiydi. TRT darbeciler tarafından bir süreliğine de olsa ele geçirildi ve bura10
<
dan korsan bir bildiri okundu.
Meclis ve Cumhurbaşkanı Sarayına bombalar atıldı. Tankların önüne çıkan
silahsız halka ateş açıldı. Yollarda arabalar ve insanlar maalesef tanklar tarafından ezildi. Kalkışmada kullanan belli sayıdaki helikopter ve savaş uçağından çeşitli hedeflere ateş açıldı bombalar atıldı.
Sn. Cumhurbaşkanı ve Başbakanın halka mesaj ulaştırıp darbeye karşı sokaklara çıkılması çağrıları çok ciddi bir karşılık buldu. Bu çağrı ve halkın buna
anında tepki göstermesi darbe girişiminin başarılı olamamasını sağlayan çok
önemli bir gelişmeydi.
Boyutları zamanla daha iyi kavranabilecek olan bu büyük kalkışma şimdilik
11
> 2015 EKİM > 2016
Halkın öncelikle şaşkınlıkla izlediği ve Cumhurbaşkanı ve Başbakanın çağrısıyla hemen harekete geçerek büyük bir çoğunlukla içinde yer aldığı ve cesaretle sahiplendiği bir mücadelenin sonrasında ibre tersine döndü.
bertaraf edilmiş gibi görünüyor. Fakat yetkililerin ikazlarına göre büyük ölçüde
kontrol sağlansa da henüz tehlike tam ve mutlak olarak geçmiş değil ve süreç
tamamıyla ve kökten çözülemedi. Hala biraz da olsa sıkıntılar devam ediyor.
İnşallah en kısa zamanda bu tehlike ortadan kalkar ve toplumsal hayatımız
normal seyrine döner.
Yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığımız bu
sürecin her bir safhasının detaylı bir analize ihtiyaç duyduğu kesin. Bu
analizin biraz daha zaman geçtikten ve taşlar
yerine oturduktan sonra
yapılabileceğini tahmin
etmekteyiz.
Bu ülkede yaşayan insanlar olarak ilk bilgi ve
analizlerimize göre bu
hadise sonrasında farklı yönleriyle bizleri üzen ve sevindiren noktaları zikretmeyi arzu etmekteyiz.
ÜZÜNTÜ VEREN NOKTALAR
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
-Bu kalkışmada askeriye içindeki bir kısım insanlar halkın kendilerine vermiş olduğu maddi ve manevi gücü kötüye kullandılar. Halkın parasıyla alınmış
ve kendilerine teslim edilmiş silahları, halka ve onun seçmiş olduğu yönetime
karşı kullandılar.
-Dünyanın ve bölgenin en büyük Ordu’larından biri olan ve mazlum ülkeler
için de bir umut olan Türk Devletinin Ordusu ile ilgili içerde ve dışarıda kısmen
de olsa yanlış bir algı oluşmasına sebep oldular.
- Ülkenin halk tarafından seçilmiş olan Cumhurbaşkanına karşı silahlı güç
kullanmayı denediler.
12
<
-Silahsız halkın üzerine ateş açtılar onların bir kısmını tanklarla ezdiler
-Türkiye Büyük Millet Meclisini bombaladılar.
-Ankara’daki Devletin çok önemli yönetim birimlerine bomba attılar, uçak ve
helikopterlerle ateş açtılar.
-Türk Ordusu içinde ikilik varmış görüntüsü oluşturmaya çalıştılar
-Ülkenin topyekün moral motivasyonuna menfi etkilerde bulundular, vatandaşın güven duygusunu sarsmaya çalıştılar.
-Ekonomik açıdan sıkıntılar ortaya çıkmasına katkı sağlayacak bir ortam
oluşmasına sebep oldular.
-Kalkıştıkları darbe teşebbüsü ile özellikle genç nesillere kötü örnek oldular.
SEVİNÇ KAYNAĞI OLAN GELİŞMELER
-Halkımız bu darbe teşebbüsüne karşı çok cesur ve yiğitçe bir tepki gösterdi
-Kadın, erkek, yaşlı, genç ve çocuklarıyla meydanlara çıktılar, sivil bir karşı
koyuş gösterdiler. Daha önceki darbelerde ve darbe girişimlerinde görülmeyen
bir sivil direniş örneği verilmesi halkın kendi kazanımlarına sahip olması konusundaki güzel bir örnekti.
-Sayın Cumhurbaşkanı’mız ve Başbakanımız çok zor şartlar içinde de olsalar, cesur bir şekilde halka ve darbeye katılmayan kesimlere yönelik mesaj
oluşturdular, moral ve istikamet verdiler.
- Daha önceki birçok olayda görülmediği üzere tüm partiler bu darbe girişimine karşı tepki koydular.
-TRT çok kısa bir süreliğine işgal edilmiş olsa da farklı yayın organlarının
mevcudiyeti ve özellikle ana akım medyanın darbe girişiminin karşısında olması, bu girişimin başarıya ulaşamaması noktasında önemli bir kazanım olarak
kayıtlara geçti.
-Bu tür kaotik ortamlarda meydana gelmesi muhtemel olabilecek bir asker
13
> 2016 AĞUSTOS
-Yarı sivil ve sivil kurumlar darbe girişimine karşı çok kısa bir sürede tepki
ortaya koydular, toplantılar yaptılar, bildiriler yayınladılar ve taraflarını net olarak belirttiler.
polis karşılaşması ve yoğun bir silahlı mücadele içine girilmesi tehlikesi oluşmadı ve bu tehlike kısmen az bir zaiyatla savuşturuldu.
SONUÇ OLARAK
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Allah’a Şükür ki bu kalkışmayı yapanlar başarılı olamadılar. Şayet başarılı
olaydılar, ortaya çıkacak sonuçlar hem Türkiye, hem bölgemiz, hem de dünya
dengeleri açısından çok farklı sonuçları da beraberinde getirebilirdi.
Bundan sonrası için de azami ölçüde dikkatli olmaya devam edilmesi gerekiyor. Darbe yapmaya tevessül edebilecek unsurları karşı bir daha böyle
bir şeye kalkışmalarını engelleyecek ölçüde tedbirler alınması konusunda çalışmalar yapılacağına inanıyoruz. Tabii bu kalkışmanın elebaşları için de en
şiddetli cezaların verilmesi gerektiği de ihmal edilmemesi gereken önemli bir
nokta.
Çok seri bir şekilde tüm kesimlerin, yaraların sarılması için azami gayret
göstermesi gerekmektedir. Burada devletin yetkili organları kadar tüm yarı sivil ve sivil organizasyonların ve gönüllü kuruluşların özel bir gayret göstermesinin önemini bir defa daha hatırlatmamız gerekiyor.
14
<
Sıkıntıların ve en uç duyguların yaşandığı dönemlerde insanların ve yönetimlerin sınavları da daha çetin olur. Bu sebepten böylesi dönemlerde davranışlara çok dikkat edilmesinin öneminin altını çizmekte yarar var. Sapla samanın
birbirine karışmaması için azami ölçüde gayret sarf edilmeli ve her durumda
adaletten ayrılmamaya dikkat edilmelidir
Tepkiler belli bir ölçü dairesinde olmalı, yanlış yapan kesimlere karşı olan kararlar ve davranışlar günahsız insanların ve toplulukların mağduriyetine sebep
olmamalıdır.
Darbe girişimi sırasında ve süreç devam ederken bu kalkışmayla ilgili dış
ülkelerin tavırları da özellikle analiz edilmeli ve bundan sonraki süreçle ilgili
olarak bir kenara dikkatlice not edilmelidir.
Yalan haberlere kesinlikle prim verilememeli, ortaya saçılan bilgiler başkalarına nakledilirken muhakkak tetkik edilmelidir.
Bu darbe girişimine karşı çok önemli bir fonksiyon gören halkımızın tepkilerinin de kontrol edilmesi ve belli bir disiplinle kanalize edilmesi hayati önem
taşımaktadır. Bu sebeple meydanlara çıkan halkımızın bu haklı tepkilerinin belli
bir disiplin içinde sürdürülmesi konusunda herkese ve her kesime çok ciddi
görevler düşmektedir.
Tüm milletimize geçmiş olsun dileklerimizi sunuyoruz. Bu işe karar verenleri, organize edenleri, teşvik edenleri ve destek olanları tüm kalbimizle tel’in
ediyoruz. Bu kalkışmada vefat eden tüm kardeşlerimize Allah’dan Rahmet ve
sevenlerine başsağlığı diliyoruz. Yaralılara acil şifalar temenni ediyoruz.
15
> 2016 AĞUSTOS
Allah’ın selamı üzerinize olsun
Türkiye’nin şaşırtıcı darbesi
Dani Rodrik
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Başarılı veya başarısız askeri darbeler Türkiye’de tahmin edilebilir bir model
takip ediyorlar: Askerler tarafından Kemal Atatürk’ün seküler vizyonuna düşman olduğu düşünülen politik gruplar –genelde İslamcılar- gitgide artan şekilde güç kazanır. Tansiyon yükselir. Çoğu kere sokaklardaki şiddet buna eşlik
eder. Daha sonra ordu, düzeni ve laik ilkeleri yeniden sağlamak için anayasadan aldığı gücü (!) öne sürerek devreye girer ve askeri darbe olur.
Bu seferki çok farklıydı. Laik ordu mensuplarını hedef alan sahte davalar
sayesinde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan askeri hiyerarşiyi yeniden
yapılandırmayı başarabilmiş ve kendi adamlarını en tepeye koyabilmişti. Ülke
bir dizi terör saldırısı ve kötüye giden ekonomi ile sarsılırken askeriyede veya
Erdoğan muhaliflerinde, bir tedirginlik duyarak harekete geçmeye dair hiçbir
16
<
iz yoktu. Tam aksine Erdoğan’ın son zamanlarda Rusya ve İsrail ile tekrar uzlaşması ile Suriye iç savaşındaki aktif rolden geri çekilmeye dair duyduğu açık
arzu beraber ele alındığında yüksek rütbeli askerler ferahlamış olmalıydılar.
Az çok şaşırtıcı olan bir durum da cuntacıların neredeyse amatörce tavrıydı;
Genelkurmay Başkanı’nı zapt ettikleri halde Erdoğan’ı veya herhangi bir üst
düzey siyasetçiyi alıkoyma konusunda herhangi bir ciddi girişimleri besbelli
yoktu. Büyük TV kanallarının saatlerce yayına devam etmesine izin verildi ve
askerler TV stüdyosunda gözüktüklerinde de yetersizlikleri neredeyse komik
bir haldeydi. Uçaklar sivilleri bombaladı ve parlamentoya saldırdı ki Kürtlerin
isyan ettiği bölgeler haricindeki yerler için bu, Türk ordusunun karakteristik
davranışına çok tersti.
Sosyal medya, tanklarından çıkarılmış ve sivil kalabalıklarca silahsızlandırılmış (ve bazen daha kötüsü), talihsiz (ve apaçık ki bilgisiz) askerlerin fotoğraflarıyla doluydu. Askeri darbelerden nefret eder hale gelse de hâlâ askerlerini
seven bir ülkede görmeyi hiç düşünemeyeceğim sahnelerdi.
Erdoğan eski müttefiki ve şimdiki can düşmanı, sürgündeki din adamı;
Philadelphia’nın dışından büyük bir İslami harekete liderlik yapan Fethullah
Gülen’i hemen suçladı. Buna şüpheyle yaklaşmak için açık sebepler olsa da,
bu iddia göründüğü gibi çok da tuhaf değil. Ordu içinde güçlü bir Gülenci varlığı
olduğunu biliyoruz. Esasında ordu, Erdoğan Hareketi’nin polis, yargı ve medyadaki taraftarlarını tasfiye ettiğinden beri Gülencilerin Türkiye’de kalan son
kalesiydi.
Ayrıca Erdoğan’ın ordu içindeki Gülencilere karşı büyük bir hamle hazırlığında olduğunu da biliyoruz. Birkaç ordu mensubu zaten daha önceki davalarda delil uydurmaktan ötürü tutuklanmıştı ve önümüzdeki Yüksek Askeri Şura
toplantısında yapılacak işlerden birinin Gülencilerin büyük çapta bir tasfiyesinin olduğuna dair söylentiler vardı.
17
> 2016 AĞUSTOS
Yani Gülencilerin sebebi vardı ve darbe girişiminin zamanlaması da onların
bu işe dahil oldukları tezini güçlendiriyor. Büyük ironi ise darbenin, Erdoğan’ın
uzun süredir korktuğu laikçilerden değil, en nihayetinde, Erdoğan’a karşı pek
çok darbe senaryosunu uydurmakla sorumlu tutulan bir zamanki müttefiğinden
gelmiş olma ihtimali.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Fakat yine de kanlı bir askeri darbe Gülen Hareketi’nin geleneksel yöntemlerinin çok dışında kalıyor, Hareket normalde silahlı eylemler veya açık şiddet
yerine sahne arkası entrikaları tercih ediyordu. Türkiye’deki son kalelerini kaybetme beklentileri göz önüne alınırsa darbe belki de son bir gayretti. Fakat olan
biten hakkında birçok cevaplanmamış soru ile önümüzdeki haftalarda birçok
garip dönüşlerin belirmesi sürpriz olmaz.
Sıradakinin muhtemelen ne olacağına dair daha az belirsizlik mevcut. Darbe teşebbüsü Erdoğan’ın kinini daha da güçlendirecek ve Gülen Hareketi’ne
dair daha geniş bir cadı avını besleyecek. Orduda ve başka yerlerde binlerce
kişi pozisyonlarından uzaklaştırıldı, gözaltına alındı ve gerek hukukun üstünlüğü ve gerekse masumiyet karinesinin daha az dikkate alındığı bir ortamda yargılanacaklar. Hâlihazırda cuntacılar için ürkütücü şekilde idam cezasının geri
getirilmesi çağrıları da başladı ki, son yaşananlardan sonra bunun Erdoğan tarafından sempati ile bakılan bir kategori olduğu görülüyor. Kuşatılmış askerlere
karşı bazı grupların uyguladığı şiddet de ülkede geriye kalan tüm yargı süreci
18
<
prosedürlerini tehlikeye atabilecek bir radikalliğe işaret ediyor.
Darbe teşebbüsü ekonomi için de kötü bir haber. Erdoğan’ın Rusya ve İsrail ile yakınlarda gerçekleştirdiği üstünkörü uzlaşma, büyük olasılıkla yabancı
sermaye ve turist akışının yeniden sağlanması arzusuyla yapıldı. Bu umutlar
şimdi büyük olasılıkla gerçeğe dönüşmeyecek. Başarısız darbe, ülkedeki politik bölünmenin en karamsar gözlemcilerin düşündüğünden dahi daha fazla derinleştiğini ortaya çıkarıyor. Bunun da yatırımcılar ve ziyaretçiler için cezbedici
bir atmosfer yaratması güç görünüyor.
Ama politik olarak başarısız darbe Erdoğan için bir nimet. Aynı kendisinin
henüz iktidarda kalıp kalmayacağı belirsizken belirttiği gibi, “bu kalkışma bize
Allah’ın bir nimeti. Çünkü bu, orduyu temizlemek için sebebi teşkil edecek”.
Şimdi darbe başarısız oldu, Erdoğan da başkanlığını güçlendirmek ve gücü
elinde toplamak için uzun süredir istediği anayasal değişiklikleri yapacak politik
rüzgarı arkasına alacak.
Böylece darbenin başarısız olması Erdoğan’ın otoriter bir sistem kurabilmesi için payanda olacak ve bu hal Türk demokrasisi için çok da iyi olmayacak.
Öte yandan eğer darbe başarılı olsaydı demokratik taleplere atılacak yumruk,
uzun vadeli etkileriyle de daha sert olacaktı. Bu da en azından sevinebilmek
için bir sebep olarak görülebilir.
Kaynak: Dani Rodrik/ Project Syndicate
19
> 2016 AĞUSTOS
Dünya Bülteni için tercüme eden: Deniz Baran
Türkiye’nin geleceği kadar
cüretkâr bir darbe
Stratfor
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Türkiye’de yaşanan kısa süreli darbe teşebbüsünden tuhaf sahneler zihnimize kazındı: silah zoruyla ordunun yönetime el koyduğunu deklare eden bir
TRT spikeri, paniklemiş bir CNN Türk muhabiri ve onun iPhone’undan halkı
sokaklara çağıran gözleri şişmiş cumhurbaşkanı, kalabalığın üzerine mermiler
yağdıran Kobra helikopterler, müminleri meydanlara dökmek için geceyi inleten salâlar, polis ve siviller tarafından durdurulan askeri kamuflaj içindeki kuvvetler, cumhurbaşkanının taraftarlarınca linç edilmiş kanlar içindeki bir asker
ve kendi ülkeleri kuşatma altındayken Türkiye’deki bu tezat duruma istihzayla
bakan Suriyeliler.
Fakat 15 Temmuz olayları yaşanırken beni asıl çarpan ve gözden kaçan
bir başka sahne daha vardı. Saat sabah üç sularıydı, yani darbeciler harekete geçtikten kabaca beş saat sonrası. Darbe çoktan çatırdama sinyalleri vermeye başlamıştı. Ekibimiz bir ekranın etrafında toplanmış, Tayyip Erdoğan’ın
İstanbul Atatürk Havalimanı’na yaptığı uçuşu gösteren minik uçak simgesini
izliyordu. Cumhurbaşkanını derdest etmek zorunda olan darbecilerin F-16’ları
hala havadaydı ve bu Erdoğan’ın tatilini geçirdiği Marmaris’ten imparatorluğun
başkenti İstanbul’a yapacağı kısa ve tehlikeli seyahatin ciddiyetini arttırıyordu.
Uçağın transponder vericisi kapatılmıştı ve biz de acaba Erdoğan güvenli bir
iniş gerçekleştirdi mi diye muallakta kalmıştık. Birkaç dakika sonra cumhurbaşkanı FaceTime konuşmasındaki takım elbise ve kravatı üzerinde olduğu halde
NTV ekranında gözüktü ve darbenin arkasındaki “paralel” güçleri temizleyeceğine ahdetti. Erdoğan şevkle ve olanca hiddetiyle konuşurken, arkasındaki
20
Türkiye’nin geleceği kadar cüretkâr bir darbe
<
büyük portrede, Mustafa Kemal Atatürk karamsar bakışlarla doksan sene önce
kurduğu cumhuriyetin akıbetine şahitlik ediyordu.
Bazıları bu darbe teşebbüsünü tarihin tekerrürü gibi sunmakta gecikmedi:
Ordu, İslami düzene karşı Atatürk cumhuriyetinin seküler esaslarını savunmak
için 60’lı ve 90’lı yıllar arasında olduğu gibi müdahaleye kalkışıyordu. Ancak bu
Türk siyasetinin fevkalade kolaycı ve demode bir yorumu. 21. yüzyılın Türkiyesi ne seküler elitlerin silahları ve askerleri altında ne de yalnızca tek tip İslamcı bir kampın idaresi altında yaşıyor. Türkiye’nin fay hatları çok daha girift ve
bu hatların anlaşılması sadece bu küstah darbe teşebbüsünün köklerini değil,
aynı zamanda ülkenin jeopolitik geleceğini anlamada da kritik.
21
> 2016 AĞUSTOS
Türkiye kaçınılmaz bir kimlik krizinden muztarip. Türkiye’yi kaba hatlarıyla
resmedecek olsaydık, şöyle bir memleket portresi görürdük: Asya ile Avrupa’yı
birleştiren, İstanbul ve Marmara Denizi havzasındaki mukim ekseriyeti seküler
tutucular ile Anadolu havalisindeki daha dindar bir ahali arasında bölünmüş
bir ülke. Atatürk, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun
külleri üzerine ulusçuluktan gücünü alan, Batı felsefesi rehberliğinde bir ülke
kurmuştu. Ona göre Türk devleti geniş, çok uluslu bir imparatorluğun dertlerinden âzâde olacak; onun yerine daha mütevâzı, Karadeniz ile Akdeniz arasında
köprü vazifesi gören güçlü bir toprak parçasına dikkatini sarf edecekti. Atatürk
bir imparatorluğun ölümüne şahitlik edip bir ulus devletin ise doğumuna öncülük etmişti. O devletin idâmesi için de ordu güçlü, seküler bir ruhun korunmasıyla tavzif edilmeliydi. Ancak o zaman Türkiye gerçek mânâda Batı ile olan
bağlarını çekip çevirebilir, sınırlarının ötesindeki İslam ülkelerinin zorluklarından sakınmış olurdu.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Buna ilaveten, Atatürk ulusunu birleştirmeye de muhtaçtı. İslam’ın oynayacağı rolü tamamen göz ardı etmek yerine, dini kurumlaştırma yoluna gitti. Dini,
devletin güdümünde idare edilmesi ve Türk vatandaşlarının imparatorluğun
gayrimüslim bakiyesinden ayırt edilmesi için Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurdurttu. Boşnaklar, Arnavutlar ve Çerkezler ekseriyetle yeni Türk kimliğine razı
olurlarken ülkenin ağırlıkla Müslüman olan Kürt azınlığın etnik kimliği elinden
alınıp “dağ Türkleri” şeklinde telakki edildiler. Bu esnada İslam kimlik de ülke
sathında yaşamaya devam etti.
Bu, Türkiye’nin 20. yüzyılıydı. Yıllar boyunca seküler politikalar ve sermaye imparatorlukları saltanat sürerken Anadolu dışlanmış ve azınlıkların da
Türk ulusal kimliğine asimile olması beklenmişti.
Fakat 1970’lerden başlayarak, ülkenin muhafazakar kesimleri tedricen etkilerini arttırmaya başladı. Bu uyanışta, Said Nursî’nin İslam’ı Batı bilimiyle kaynaştırma anlayışının mirasçısı olan Fethullah Gülen’in, önderlik ettiği hareketin
22
Türkiye’nin geleceği kadar cüretkâr bir darbe
<
tabanı rol oynadı. Gülen özetle Türkiye’nin İslam hüviyeti hasebiyle Batı’dan
kaçınmamasını, her ikisinin de en iyi yönlerini alması gerektiğini vâzediyordu.
Türkiye’yi bu doğrultuda şekillendirmek için Gülen önce ülkedeki
kurumları kendi takipçileriyle doldurmayı lüzumlu gördü. Vaazlarında,
takipçilerine “mevcudiyetinizi hissettirmeden çok ilerilere gidin, sistemin
can damarları içinde tüm kademeleri
ele geçirene kadar dolaşın” çağrıları
yapıyordu. Gülen’in talimatı altındaki
muhafazakarlar (religious conservatives) ve onu taklide çalışan önderler aynen böyle yaptı. Taşranın güvenliğinden sorumlu jandarmadaki gevşek özgeçmiş sorgulamalarından faydalanıp güvenlik bürokrasisinde yuvalanmaya
başladılar. Aynı zamanda, Anadolulu işadamlarını Orta Doğu, Orta Asya ve
Afrika’daki pazarlara bağlayan etkileyici şebekeler geliştirip İstanbul’un seküler
kodamanlarına kafa tuttular. İyi finanse edilmiş ve nüfuzlu medya şirketler ile
okulları palazlandı. Bu okullarda ülkenin İslami kimliğini tekrar kucaklarken bir
ayağını da Batı’da tutmaya devam edeceği yeni devrinin hakimleri, siyasetçileri, öğretmenleri, polisleri, pilotları ve ordu komutanları yetişti.
Bir ekonomik krizi müteakip, Adalet ve Kalkınma Partisi 2000’lerde heybetli
bir güce erişmiş, İstanbul’dan Anadolu’ya uzanan bir destek sağlamıştı. Par23
> 2016 AĞUSTOS
80’li yılların sonlarında, Soğuk Savaş’ın kaotik güvenlik ortamının da yardımıyla, ordunun gerekli olan müdahaleyi hızlıca yapması ve Atatürk’ün seküler modelinden sapmış demokratik bir hükümeti devirmesi için kurumsal
gücü vardı. Fakat 1990’ların Soğuk Savaş sonrası nispî barış ortamında ordu,
Türkiye’nin ilk İslamcı hükümetini iktidardan etmek için daha kurnaz yöntemlere -”post-modern darbe”- başvurmalıydı. Yeni yüzyıl girmeden, ordunun İslamcıları kolaylıkla ve hızlıca al aşağı etme kabiliyeti bir hayli zayıflamıştı.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
ti ve yandaşlarının özgüvenleri kabardıkça, yıllar yılı kendilerine köstek olan
odakları budamaya giriştiler. Hükümet Balyoz ve Ergenekon davalarına ön
ayak oldu, yeni Türkiye’nin karşısında olan ve aşırı milliyetçi subaylar, politikacılar, hakimler ve işadamlarından müteşekkil “derin devletin” kökünü kazımayı
planladı. 2010’a kadar İslamcılar (Islamists) ordunun derinliklerine nüfuz etmiş, Gülenci medya kuruluşları askeri personele şantaj yapmak için kullanılacak istihbaratla donatılmıştı. Bir dizi mahkemenin ardından ki hepsine Gülenci
hakimler başkanlık etti, ordu temizlenmiş ve hava kuvvetleri, jandarma ve donanma kademeleri Gülencilerle dolmuştu.
Erdoğan’ın, Gülencilerin vasıtasıyla zayıflayan ordudan faydalandığına
şüphe yok. Ama Gülencilerin de ne derece güçlendiklerinin farkındaydı. Gülen,
gönüllü sürgünde olduğu Pennsylvania’dan siyaseten kendini daha çok öne
sürmeye ve Erdoğan’ın politikaları hilafına sesini daha çok yükseltmeye başladı. Erdoğan’ın Mavi Marmara hadisesi sonrası İsrail’le karşı karşıya gelişi Arap
dünyasındaki saygınlığını arttırırken, kendisinin İsrail karşıtı duruşuna 2013’te
Gülen’den eleştiri geldi. Ama bardağı taşıran son damla 2013 sonlarında, Gü-
24
Türkiye’nin geleceği kadar cüretkâr bir darbe
<
len hareketinin yargıdaki nüfuzu marifetiyle ses kayıtları sızdırıp Erdoğan’ın
oğlu Bilal de dahil olmak üzere yakın çevresini bir yolsuzluk skandalına bulaştırmaya çalıştığında geldi.
O noktadan itibaren, Gülencilerle Erdoğan taraftarları arasındaki gedik kapanmayacak hale geldi. 2014’te Gülenci bir savcı Erdoğan’ın kilit bürokratlarından olan Hakan Fidan’ı PKK ile gizli görüşmeler gerçekleştirdiği suçlamasıyla
hedef aldı. (Çevirmenin notu: yazar 7 Şubat 2012 hadisesine atıfta bulunuyor
olmalı.) Öyle görünüyor ki Gülen kendi hareketini dahil edilmeden Erdoğan
ve Fidan’ın PKK ile barış müzakereleri yürütmesini kendine yediremedi. Aynı
yıl (Ç.N: 2013’ü kastediyor) Gülen, Erdoğan’ın Gezi protestolarını sert şekilde
bastırmasını bariz şekilde eleştirdi, daha da ileri gidip AKP iktidarının altını
oymak için kendi hareketine temelden karşı olan seküler muhalefet partilerden bile yardım arandı. İhtilaf gittikçe derinleşirken, Erdoğan hala gücü varken
Gülencileri tasfiye etmenin iyi olacağına karar verdi. Gülencilerin orduya karşı
kullandığı silahların aynısına sahip olan Erdoğan eski yol arkadaşlarını yok
etmek için yerel ve uluslararası bir kampanya başlattı.
25
> 2016 AĞUSTOS
2014 itibariyle Türk hükümeti Gülenci medya ajanslarını ve okulları kapattı,
bankalarına ve şirketlerine el koydu, hakimleri görevden aldı. Fakat ordunun
temizlenmesi yarım kalmıştı. Erdoğan kendi iktidarına karşı en büyük tehdidin
orduda olduğunu biliyordu ama oranın icabına kademe kademe bakmayı tercih
etti. Anlaşılan o ki Hakan Fidan darbenin istihbaratını hazırlık safhasında aldı
ancak darbenin faillerini 1 Ağustos’taki Yüksek Askeri Şûra öncesi yakalattırmayı planladığı söyleniyor. İfşâ olduklarının öğrenen darbeciler darbeyi öne
almaya karar verip 15 Temmuz’da da harekete geçtiler. Ancak ordu içerisinde
marjinal, küçük bir fraksiyonu teşkil ettikleri için daha başından başarısızlığa
mahkumdular. Devlet kanalını işgal edip aynısını özel kanallar için düşünmediler. Sokakları dolduran büyük kalabalıkların ve darbeye karşı birlik olma çağrısı
yapan muhalefet partilerinden gösterdiği üzere, darbe karşıtı hava Erdoğan
karşıtı havaya baskın çıktı. Başladıktan iki sonra darbe çatırdamaya başladı ve
24 saatten kısa sürede tamamen çöktü.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Tüm bunlar Türkiye’nin bir şiddet sarmalına nasıl geldiğini açıklıyor fakat ülkenin önünde aynı şekilde karmaşık bir yol uzanıyor. Başarısız darbenin en çabuk sonucu bir diğer şümullü tasfiye olacak. Bu yazıyı yazarken, yaklaşık 3000
asker gözaltına altında ve 2700 hakime de görevden el çektirildi. Fakat açık
olmak gerekirse, Gülen hareketi tek başına bunların sorumlusu değildi. Her
ne kadar darbe teşebbüsündeki kilit faktör ordudaki Gülenci hücreler olsa da,
Gülenciler Erdoğan muhalifleri tarafından maşa olarak kullanıldı; aynı geçmişte AKP tarafından kullanılmaları gibi. Erdoğan yine de her tipteki muhaliflerini
yakalatmak için “paralel” yaftasını kullanacaktır. Elbette bu darbenin, iktidarını
daha da pekiştirmek için Erdoğan tarafından planlandığı anlamına gelmiyor,
ancak Türkiye’nin darbelerle dolu geçmişine sünger çekme adına anayasada
reform yapma planlarını hızlandırmak için bu çirkin hadiseyi istismar edecektir.
Bu da ona cumhurbaşkanı olarak gücünü arttırma imkanı verip muhaliflerinin
üzerine gitmesi için daha çok alan açacaktır.
26
Türkiye’nin geleceği kadar cüretkâr bir darbe
<
Kaçınılmaz misilleme devam ettikçe, Avrupalıların insan haklarına saygı temalı nutukları da sağır kulaklara çalınacaktır. Türk liderler emniyette hissetmek
için gerekli gördükleri şeyleri yapacaklar, Avrupalı meslektaşları da Ankara’yla
vardıkları göçmen anlaşmasına halel gelmesin diye sessiz kalacaklardır. Erdoğan benzer şekilde IŞİD ile savaşta Washington’un Ankara’nın işbirliğine olan
güvenini, Gülen’in ABD’den iadesini talep ederken kullanacaktır.
lerle olan savaşta ABD’nin omzuna daha çok yük binecektir. Suudi Arabistan
27
> 2016 AĞUSTOS
Tedbirlerin kısa vâdedeki sonuçları ve Batı ile yapılacak takasların ötesinde,
Ankara’nın önünde daha büyük problemler var. Böylesi büyük ölçekte bir başkaldırıdan Türkiye’nin ordusunu tanzim etmesi uzun zaman alacak. Gülenciler
kendi dönemlerinde yüzlerce askeri personeli tasfiye etmişlerdi; şimdi binlerce
fazlası, yüksek rütbeli komutanlar da dahil olmak üzere ayıklanıyor. Kürt militanlar, radikal solcu gruplar ve IŞİD daha çok saldırı düzenlemek Türkiye’deki
bu fevkalâde kırılgan ahvalden yararlanabilecek ve devleti kutuplaştıran odaklara katkıda bulunacaktır. Bu arada Türkiye’nin harici zayıflığı da artacaktır.
Ankara’nın dikkatini dahili tehditlere verirken, Kürt ayrılıkçılar ile Suriye, İran ve
Rusya Türkiye’nin Orta Doğu’daki hedeflerine çomak sokmak için daha fazla
boşluk bulacaktır. Türkiye’ye kolayca bel bağlamayacağı için IŞİD gibi tehdit-
gibi Sünni güçler ise bölgede kendilerine daha büyük bir rol kapmanın derdine
düşecektir.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Ve Türkiye’nin kimlik krizinin zuhur edeceği yer de işte burası. Türkiye, sınırlarının ötesinde daha derin bir nüfuz gerektiren neo-Osmanlıcı bir yola saptı.
Bu sınır ötesi Kuzey Suriye ve Irak kadar Libya, Gazze ve Dağlık Karabağ
da demek. Aynı zamanda, Türkiye’nin yöneticileri Atatürk Türkiye’sinin de sınırlarını idare ediyor ve cumhuriyetin bütünlüğünü de korumakla mükellefler.
Haliyle politikalarındaki tezatlar daha sık görülecek. Hatta Türkiye’nin faaliyetleri şizofrenik bile görünebilir. Türk hükümeti Kürtlerle zaten çözüm müzakerelerine öncülük etmiş ve azınlıkların özerkliğe sahip olabileceği vilâyetleri de
gündemine almıştı ki bir sene sonrasında devlete karşı her türden bir Kürt
teşebbüsünü terörizm olarak değerlendirip çok sert bir savaş (crackdown) başlatıncaya kadar.
Bu arada bazı gruplar Suriye ve Irak’ta daha büyük çaplı bir askeri müdahalenin gerekli olduğunu savunurken diğer bazı gruplar da bunun Atatürk’ün
zamanında uyardığı yıkıma davetiye çıkaracağını söylüyor. (Darbecilerin ilk
emirlerinden birinin Kuzey Irak’taki Türk birliklerinin geri çekilmesi olduğu bir
tesadüf değil.) İslamcılar,
Türkiye’nin İslam dünyasındaki nüfuzunun yeniden
şekillendirme başvuracağı
taktikler hususunda fikrî ayrılığa düşmüş durumdalar.
Gülenciler okullar, ticaret
anlaşmaları ve medya yoluyla ılımlı bir nüfuz tesis
etmenin müdafiliğine soyunmuş durumdalar. Erdoğan ise bir dizi zorluklarla
28
Türkiye’nin geleceği kadar cüretkâr bir darbe
<
karşılaşan devlet başkanı olarak silahlı kuvvetleri yurtdışındaki tehditlerle başa
çıkmak üzere konuşlandırmaya daha istekli ve Orta Doğu’yu kendi vizyonuna
göre şekillendirme konusunda daha agresif tutkular besliyor.
15 Temmuz’da TRT spikerine silah doğrultanlar Erdoğan sonrası Türkiye’nin
yönetimi maksadıyla bir “Yurtta Sulh Konseyi” teşkil ettiler. “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilk kez Atatürk tarafından 1931 yılında ifade edildi. Türkiye’nin resmi
dış politika düstûru haline gelen bu söz, yurtiçindeki istikrarlı bir cumhuriyetle Türkiye’nin sınırları ötesinde zuhur eden sorunlara etkin şekilde müdahale
edeceği fikrini pekiştirmektedir.
Fakat Türkiye’nin bugün karşılaştığı problemler 20. yüzyılda karşılaştıklarıyla aynı değil ve sulh getirmesi için elzem olan pasiflik ile maceraperestlik arasındaki dengeye dair Türkiye ve yurtdışındaki yorumlar da birbirinden farklılık
arz etmektedir. Kesin olarak söyleyebileceğimiz ise Türkiye’nin yakın gelecekte yurtta ve cihanda sulh beklememesi gerektiğidir.
Türkiye’nin muhafazakar sınıfının yükselişi onlarca yıl var olacak onlarca
yıllık bir proje. Erdoğan Türkiye’nin başında olsun veya olmasın, Türkiye genişlemeci yoluna devam edecek: öyle bir yol ki birbiriyle uyumsuz bir grup İslamcı
ve milliyetçilerin öncülüğündeki gelişigüzel bir darbe ile bile kısa devre yapması ihtimal dahilinde değildi. Türkiye tarihin bu fasılasında böyle bir rotada,
çünkü jeopolitik bunu istiyor. Ama kimse bunun sakin bir yolculuk olacağını
söylemedi.
Kaynak: Stratfor.com
29
> 2016 AĞUSTOS
Dünya Bülteni için çeviren: Mustafa Doğan
‘Organize Derin Faşizm’
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Millet Duvarına Çarptı
Yücel Oğurlu
1980 askeri darbesinde 11 yaşında bir çocuktum fakat ilk gününden itibaren
darbenin ne anlama geldiğini Rahmetli babamın ve abimin yüzündeki endişeden kısmen anlayabilmiştim. 1987 yılında hukuk fakültesi öğrencisi iken hala
askeri cuntanın mahkum değil, tutuklu olarak hapsettiği insanların var olduğunu
bizzat görmüştüm. Bu darbe 650 bin insanı sorgulamış, 100 bine yakın insanı
işkenceden geçirmiş, yine o dönemde küçücük ekonomisi olan bir ülkede yüzbinlerce kişinin işsiz kalmasına yol açmıştı. Darbenin etkileri 3 yıl sonra yapılan
seçimlere rağmen en az 10 yıl kadar sürmüş, sivilleşme ve demokratikleşme
çok uzun zaman almıştı. Türkiye 1971, 1980, 28 Şubat 1997 ve e-muhtıra olarak adlandırdığımız 27 Nisan darbesi ile aslında Türkiye’nin düşünce hayatına,
30
‘Organize Derin Faşizm’ Millet Duvarına Çarptı
<
entelektüel gelişimine, sosyal ve kültürel ilerleyişine darbe vurulmuştu. En son
15 Temmuz 2016 gecesinde olağan askeri hiyerarşiden destek alamayan isyancı bir güruhun alışılmadık tarzda “askeri darbe girişimine” şahit olduk. Ve
bu vesileyle arkasından çıkan şebekeyi de bütün Türkiye tanımış oldu.
Bu terörist güruh, darbe girişiminin ilk saatlerinde Televizyon kanallarına ele
geçirmeye çalışmasına, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Genelkurmay Başkanlığı, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi Polis Akademisi Özel Harekat ve Özel Kuvvetler ve Milli İstihbarat Teşkilatı gibi Devleti en yüksek seviyede temsil eden
binalara helikopter, uçak ve tanklarla saldırmışlardı. Türkiye’deki hiçbir darbe
girişiminde halka ve devlet kurumlarına karşı böylesi kanlı bir “askeri harekat” ile yürütülmemişti. Halkın tepkisi de yine alışılagelmişin dışında oldu. Toplumun her kesiminden insan, sadece Türk bayraklarını alarak çıplak elleriyle
tankları durdurmaya çalıştı, tankları durdurmak için kendilerini tankların altına
atanlar, tankların üzerine çıkanlar oldu. Tarihe geçecek bu şanlı direniş, milletin
asaletinin yeniden tescili oldu.
31
> 2016 AĞUSTOS
Milletin kanını eline bulaştıran bu hain terör şebekesi, kutsal İslam dininin
değerlerini, peygamber ve sahabe sevgisini kullanarak insanları çevresine toplamıştı. İyi ve ahlaklı insan yetiştirme iddiasıyla okulları açarken. İslam’ın en
temel emirlerinden olan ahlaklı olma, dürüst olma, ikiyüzlü olmama gibi en basit ahlaki ilkeleri, uzun vadeli çıkarları adına çiğnemeyi temel düsturlar olarak
kullandı. Şii İran kültüründeki, liderin hata yapmayacağı anlayışına, yani “imam
masum” anlayışına adını bile bilmeden girmiş oldular. Yine Şiiliğin en temel kurallarından olan ve onlara göre sevap kabul edilen olduğundan farklı görünme
yani “takiye inancını” tedbir adıyla Anadolu’nun saf insanlarına transfer ettiler.
Diğer bir nokta ise bugüne kadar kendilerine yakın ve benzer hiç bir grupla yan
yana durmayıp sürekli olarak en muhalif gruplarla her noktada işbirliği yapabildiler. Devlet içerisindeki bütün bu gizli yapılanmanın daha demokratik daha
ahlaklı ve daha iyi bir Türkiye için olmadığını hala anlayamayan insanların var
olması gerçekten çok üzücü.
Eğer bu askeri darbe başarılı olmuş olsaydı nasıl bir ülkeye uyanabilirdik: Öncelikle bu askeri darbenin Türkiye’de tek bir grubu yanı kendilerini
meşrulaştıran ve diğer hiçbir düşünce ve görüşe hayat hakkı tanımayan bir
grup olduğunu bilmek gerekiyor. Kendilerini seçilmiş insanlar topluluğu olarak
zanneden bir kitlenin, diğer insanlara değer verme ihtimali yoktur. Bu yapı,
Türkiye’nin en uzun sürecek faşizmini kurma potansiyelini içerisinde taşıyor.
Devlet kurumlarına sızarken hakim oldukları alanlarda başka hiçbir görüşe
izin vermediklerini Türkiye’de herkes bilir. Hileli yollarla Devlet kadrolarını nasıl işgal ettikleri ve birbiriyle gizli bir dayanışma içinde diğer insanları nasıl
fişlediklerini, sicillerini bozduklarını, sahte ihbar mektuplarıyla hayatlarını kararttıklarını ve hayat hakkı tanımadıklarını, onları yakinen tanıyan herkes çok
iyi bilir. Ahlaklı, güler yüzlü, iyiliksever vitrin görüntüsünün altındaki devasa
kibir ve seçilmişlik psikolojisi en normal insanı bile bir süre sonra psikolojik
olarak deforme eder. Bu yapının kendisi dışında dostu yoktur ve sadece gerektiğinde kullanacağı araçlar olarak gördüğü ve kullandıktan sonra atmaya
hazır olduğu geçici yapılar ve “köprüler” vardır. Bu yapının, psikolojik tahlili ile
ilahiyat alanındaki açıkları her nedense ciddi bir şekilde halen yapılmamıştır.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Bütün bunlara binaen darbe başarılı olmuş olsaydı Türkiye’de kendileri
dışındaki bütün yapılar için bir cehennem hayatı başlayacaktı. Kısa sürede
orta vadede ve uzun vadede bütün Türkiye’ye hakim olana kadar bu tasfiye
sürecekti. Bunun anlamı kendileri dışındaki bütün kamu personelinin tasfiyesi
ve Türkiye’de tek bir görüşün hakimiyeti ve diz çöktürülmesi devam edecekti.
Türkiye’de yetişmiş insan kaynağı fazlasıyla var. Polis, öğretmen, asker
olmak için sırada bekleyen yüz binlerce insan var. Sağlıklı ve bir rekabetçi ortam kurulması kaydıyla eğitim kalitesi bakımından Türkiye’deki eğitim, sağlık
ve yükseköğrenim alanı hızla kendisini yenileyecektir.
Batı basınında olağanüstü hal ile ilgili eleştirileri de anlamak gerçekten çok
güç. Fransa’da yaşanan olayların hemen ardından olağanüstü hal ilan edil32
‘Organize Derin Faşizm’ Millet Duvarına Çarptı
<
mesi kimseyi her nedense rahatsız etmedi. Geçen hafta Almanya’da yaşanan
üzücü olayın ardından Münih’te derhal Olağanüstü hal ilan edildi. Türkiye’de
de kanlı bir askeri darbe girişimi oluyor, ülkenin güvenliğini, bütünlüğünü, iç
barışını ve geleceğini etkileyen sıra dışı olaylar yaşanıyor. Yüzlerce ölümlü
olayın kanları henüz yerde kurumadan duruyor. Böyle bir ortamda olağanüstü
hal ilan edilmemesi tuhaf olmaz mı? Hiç kuşkusuz devletler kendilerini ve halklarını tehdit altında hissettiklerinde normal olarak bu tür tedbirlere başvururlar.
Bu tedbirler anayasanın ve hukukun çizdiği sınırlar içerisinde sonuna kadar
kullanılabilir.
Bu darbe girişimi, Türkiye’de demokrat, dindar, milliyetçi, Sünni veya Alevi,
Sol görüşlü özgürlüğüne düşkün, aklını ve kalbini başkalarına teslim etmeyen
insanların zaferi ile bastırılmıştır.
33
> 2016 AĞUSTOS
Şimdi Yeni dönemde olağanüstü hal den sonra Türkiye’nin bütün özgürlükçü güçlerinin, demokrasiyi koruma, geliştirme, uluslararası ekonomik rekabet
ve ülke refahının yükseltilmesi için yeni bir dayanışmaya girişmesi gerekir. Bu
hain ve sürpriz darbe girişiminin Türk toplumunun birbirine kenetlenmesine ve
geleceğe daha güvenli adımlarla yürümesi ve karanlık, kapalı ve gizemli yapılar yerine açık toplum inşasına vesile olması umuduyla…
Erdoğan İçin ayağa kalk Avrupa!
Carl Bildt
Darbelerin demokratik değerler üzerinde yükselen bölgelerde yeri yoktur.
Brüksel uykuda mı yoksa umarsız mı? Türkiye’deki 15 Temmuz darbe teşebbüsüne Avrupalı liderlerin kayıtsız kalmasından sonra sorulan soru bu.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Asî ordu birliklerinin Türkiye’de başarıya ulaştığını ve bir tür siyasi cuntanın
devlet gücünü ele geçirdiğini bir düşünsenize.
Albayların Atina’da, Nisan 1967’de tanklarıyla iktidarı zapt edip binlerce
insanı tutuklaması ve Yunanistan ve Avrupa için yaklaşık on yıl sürecek bir
kâbusu başlatması kadar kolay olmazdı zannediyorum.
Ankara ve İstanbul sokaklarında, darbeciler kendilerine muhalif mahiyetteki
gösterileri bastırırken büyük katliamlara tanık olabilirdik. Kahire’de, Temmuz
34
Erdoğan İçin ayağa kalk Avrupa!
<
2013 darbesinin hemen akabinde patlak veren kanlı gaddarlığı hatırlasanıza.
Türkiye’deki muvaffak bir darbe kuvvetle muhtemel ki ülkeyi bir iç savaş girdabına sürüklerdi. Ve sonuçları da ağır olurdu.
Şiddetten, kaostan ve ölümden kaçan milyonlarca Türk vatandaşı Türkiye’deki 2 milyondan fazla Suriyeliye katılıp Avrupa’ya doğru yola çıkardı. Avrupa Birliği de 2015’te olduğundan daha büyük bir mülteci felaketiyle karşı karşıya kalmış olurdu.
AB, üye yahut aday olsun, hiçbir ülkesinde bir darbe teşebbüsüne şahit olmamıştı. TV kanallarını işgal eden, meclisi bombalayan ve ülkenin seçilmiş
cumhurbaşkanını derdest etmeye çalışan bir darbe teşebbüsüyle kıyaslayınca,
Macaristan veya başka bir yerde, yönetim anlayışımıza dâir kafa tutuşların pek
de bir ehemmiyeti kalmıyor.
265 can ve 1100 yaralı pahasına bu tehdit önlendi. Türkiye’deki siyasî partiler darbeyi kınamak için birlikte hareket etme hususunda çabuk davrandılar.
Bu emsalsiz dayanışmanın Türkiye’de demokrasiyi daha sağlam bir zemine
oturtacağını ümit edebiliriz.
Gelgelelim darbe gecesi AB’nin yaşananları kınaması biraz zaman aldı. Üstelik Türkiye’yi terk eden kıdemli AB temsilcilerinin de, anayasal düzenine karşı
en ciddi tehditle muhatap olan AB adayı bir ülkeyi destekleyici mahiyette hiçbir
söz ve fiili olmadı.
Alınan tedbirlerin aşırıya gideceğine dâir ciddi bir risk de yok değil. Olaylar
durulmaya başlarken, Avrupa Konseyi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin
de meseleyi çok dikkatlice değerlendireceğini samimiyetle ümit ediyorum. Dar35
> 2016 AĞUSTOS
Buna mukabil, Avrupalı liderler Gülen hareketiyle ilintili tüm unsurları temizlemek için Türk makamları tarafından atılan adımları sorgulamakta ise hiç gecikmedi. Türkiye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni askıya almak isteyince
AB liderleri buna şiddetle itiraz ettiler. Unuttukları ise Kasım ayındaki terör saldırılarından sonra aynısını Fransa’nın da yapmış olmasıydı. Anayasal düzenini
yıkmaya teşebbüs edenlere karşı Türkiye’nin kendisini korumak için gereken
tedbirleri alma hakkı elbette var.
beyi desteklemiş olmasına ihtimal olmayan gazeteciler tutuklanmış vaziyette.
Bu elbette eleştirilmelidir.
Güzel haber şu ki Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjörn Jagland bu
hafta Türkiye’ye gidiyor.
Eğer Avrupa darbeyle mücadelede etkin bir görüntü vermezse ahlakî itibarını kaybetmeyi riske atmış oluyor. Avrupa’nın 2013’teki Mısır darbesine gösterdiği utanç verici reaksiyon bu husustaki konumunu zaten zedeledi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yakın danışmanı İbrahim Kalın’ın
darbeden birkaç gün sonra hükümetin darbeye karşı attığı adımlara Batı’dan
gelen eleştirilere karşılık attığı şu twit yeterince açıklayıcıydı: “Darbe başarılı
olsaydı Mısır’da oldguğu gibi yine darbecileri desteklerdiniz. Siz bu milleti tanımıyorsunuz ama onlar sizi tanıyor.”
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Eğer ki AB liderleri derhal Türkiye’ye gidip darbeye yönelik korkularını bildirmiş, Türk halkını darbeyi püskürttüğü için tebrik etmiş ve Cumhurbaşkanıyla, hükümetle ve TBMM’deki parti liderleri ve diğer kesimlerle bir araya gelip
Türkiye için demokratik ve Avrupaî bir yolun müştereken nasıl tesis edileceğini
tartışmış olsalardı bugün AB çok daha iyi bir konumda olurdu.
36
Erdoğan İçin ayağa kalk Avrupa!
<
Böyle bir şey Türkiye’nin otoriterleşmeye sürüklenmesini engeller miydi, bunun elbette garantisi yok. Ancak Avrupa en azından kendi politik idealleri ve
demokratik değerleri için bir duruş göstermiş olabilirdi.
Darbeden sonra Erdoğan ile görüşecek ilk lider Vladimir Putin olabilir. Eğer
öyle olursa, bu Avrupa için bir utanç olacaktır.
Kaynak: Politico
37
> 2016 AĞUSTOS
Dünya Bültei için çeviren: Mustafa Doğan
Mağlup Edilen Darbe Girişimi;
Saptırmalar, Gerçekler
Levent Baştürk
Türkiye 15 Temmuz günü bir darbe girişimine tanık oldu. 1970’lerden başlayarak devleti ele geçirme amacında olan din referanslı bir batıni kült örgütü,
sistemli bir şekilde devlet kurumlarına sızmaya başlamıştı. Artık yeterince güçlenmiş olduğuna inanan örgüt, ilk olarak Şubat 2012’de, dönemin siyasi iktidarına karşı harekete geçti. Örgüt mensubu yargıya sızmış bir başsavcı, yine
örgüt mensubu emniyet elemanlarının da desteğini alarak MIT Müsteşarı’nı
tutuklama amacıyla sorgulamaya yeltendi. Aslında bu müsteşar üzerinden
dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a karşı bir operasyondu.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Bunu 17-25 Aralık 2013’teki operasyon izledi. Türk kamuoyunun algısını
ülkede yolsuzluk iddialarıyla manipüle etmeye yeltenen oluşum, adli kurumlardaki ve emniyetteki uzantılarını devreye soktu. Amaç bir yargı darbesiyle
Erdoğan hükümetine son vermekti. Bunda da başarılı olmadı.
Aralık 2014 kalkışmasının ardından, rejimin kurumlarını kullanarak ve rejimin kurallarını manipüle ederek iktidarı deviremeyen kült oluşumunun devlete
sızmış kalıntılarının temizlenmesi için devlet harekete geçti. Gidişatın kendisi
için bir çıkmaz sokak olduğunu gören oluşum sonunda sistem dışına çıkmaya
karar verdi. Bu defa askeri darbe yoluyla devleti ele geçirmek amacıyla, ordunun çeşitli birimlerine sızmış olan uyuyan hücreleri devreye sokmak suretiyle,
15 Temmuz günü harekete geçtiler.
Darbecilerin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı etkisiz hale getirmeyi başaramamaları, darbenin icraatı safhasında hükümetin elini hem maddi hem de mane38
Mağlup Edilen Darbe Girişimi; Saptırmalar, Gerçekler
<
vi olarak güçlendirdi. Ayrıca darbe girişimi önemli ölçüde Ankara ve İstanbul
illerinde hakimiyeti ele geçirmeyi amaçlamıştı. Bu durum ilerleyen saatlerde
darbecilerin aleyhine gelişti. İletişim ve medya üzerinde denetim sağlayamamaları, havaalanlarını ele geçirememeleri ve hükümet yetkililerini pasifize
edememeleri girişim için büyük bir handikap oluşturdu.
Ancak, batini kült oluşumunun askeri devreye sokarak giriştiği devlete karşı
bu başkaldırısının en temeldeki başarısızlık nedenleri başka unsurlarda yatıyor.
İkinci önemli faktör ise, 15 Temmuz’da darbe için yola çıkan kült oluşumu
mensuplarının halk desteğinden yoksun olmalarıdır. Giriştikleri eylemin hiç bir
toplumsal kabul zemini yoktu. Muarızları ise 2002’den beri her seçimde sürekli
oyunu artıran bir siyasi parti ve halkın yarısının desteğine sahip karizmatik bir
Cumhurbaşkanı vardı. Ayrıca, Ak Parti iktidarı döneminde sağlanan göreceli
ekonomik istikrar ve büyüme sonucunda büyümüş ve milli irade safında duran
güçlü bir orta sınıf da karşılarındaydı. Bir anda halk kendini sokaklara attı ve
39
> 2016 AĞUSTOS
Bunların başında, AK Parti’nin iktidara geldiği ilk günden beri sürekli olarak
askeri vesayet sistemini ortadan kaldırmak için verdiği sistemli ve tedrici mücadele geliyor.
milli iradeye sahip çıktı. Daha önce dört kez askeri darbenin başarıya ulaştığı
ülkede bu bir ilkti.
Son olarak da, 15 Temmuz günü harekete geçen darbeci grubun ordunun
zirvesinden, yani en üst düzey komutanlardan destek alamaması girişimin
başarısızlığına neden olmuştur. Darbeciler daha çok devlete sızmış dış bağlantıları olan Fethullahçı kült oluşumunun elemanlarıydılar. Ordu’nun kilit makamlarına sızmış olmalarına rağmen, orduya hakim değildiler. Ayrıca güvenlik
teşkilatının diğer önemli unsuru polisi de karşılarında buldular.
BATI MEDYASININ ÇİFTE STANDARDI
Türkiye’de halkın askeri darbeyi önlemek için meydanlara inmesi ve kendi-
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
sini tankların önüne siper etmesi, yakın dönem Türk siyasi hayatının en önemli
vakalarından biridir. Hal buyken, Batılı yorumcuların ve yetkililerin halkın iradesine sahip çıkmasını görmemezlikten geldiklerini görüyoruz. Bunun yerine
hükümetin darbecilere vereceği karşılık üzerine yoğunlaşarak çeşitli spekülasyonlar yaptıklarına tanık oluyoruz.
Ortada apaçık bir oldubittiye “hayır”
diyen bir halk manifestosu varken,
“Batılı olmayan bir ulusun kaçınılmaz
demokrasi açığı”nı ortaya dökme telaşı içinde oldukları dikkatimizi çekiyor.
Adeta “ne yaparsanız yapın, demokrasi sınavını geçemeyeceksiniz” uslubunu dışa vurmalarını gözlemliyoruz.
İktidara geldiği günden bugüne askeri vesayetin alanını daraltan bir iktidar var Türkiye’de. İşte bu vesayete
set çekilmesidir ki, 15 Temmuz’da hal40
Mağlup Edilen Darbe Girişimi; Saptırmalar, Gerçekler
<
kı oyuna sahip olmak için meydanlara döktü. Oysa Batı basınının çoğunluğu
bunu gözardı etti. Bunu yaparken de Türkiye’de 2002’den beri sürekli oyunu
artıran bir iktidarı şeytanlaştırmadan yola çıktılar. Dolayısıyla, milli iradesine
sahip çıkan bir halkı neredeyse suç işlemiş durumuna soktular. 15 Temmuz
darbesinin başarıya ulaşamamış olmasıyla hayıflanır bir görüntü çizdiler ve
geçmiş darbeleri de adeta onurlandırdılar. Çünkü o darbeler güya laikliği, sözde dini devlet özlemi çekenlere karşı korumuştu. 15 Temmuz’un başarısızlığına üzülürken de aynı mantık üzerinden hareket ettikleri görülmekteydi. Onlara
göre Recep Tayyip Erdoğan’ın da nihai amacı din devleti idi. Oysa Erdoğan
2012 yılında çıkmış olduğu Kuzey Afrika gezisinde ziyaret ettiği ülkelerde laiklik çağrısı yapmış bir liderdi.
BBC ve The Independent gibi medya organları adeta Erdoğan karşıtı propagandaya dönüştürdüler yayınlarını. Hatta bir BBC yorumcusu “Erdoğan’ın
öldürülememiş olmasının darbecilerin bir hatası” olduğunu ifade etme cüreti
bile gösterebilecekti.
Batılı yetkililerin, uluslararası örgütlerin ve kurumların tavırları da medyadakinden farksızdı. Demokrasi dersi vermiş olan Türkiye halkının adı yoktu.
Varsa yoksa bütün dertleri, başarısız darbe girişimi sonrasında devletin 250
insanın ölümüne neden olanlardan nasıl hesap soracağı olmuştu. Acaba hükümet asıl faillerin üstüne mi gidecekti, yoksa önceden hazır olan listelerdeki
isimlerin peşine mi düşecekti?
Bunları yaparken de unuttukları şuydu: ABD ve AB üyesi devletlerin çoğunda terör zanlılarının somut bir suçlama olmaksızın gözaltına alınmasına ve
tutuklanmasına imkan veren yasaların varlığı.
41
> 2016 AĞUSTOS
Türkiye’de halkın milli iradeye sahip çıkması şu gerçeği de ortaya koydu:
Batı’nın Ortadoğu’da izlediği çifte standartlı politikaları, sahip olduğunu iddia
ettiği yüksek ahlaki zeminin aslında aldatıcı ikiyüzlülüğün bataklığında yeşerdiğini gösteriyordu.
‘DİNİ GÖRÜŞLERİN ÇATIŞMASI BAHANE, DEZENFORMASYON ŞAHANE’
Batı medyasında dile getirilenler ve Batılı yetkililerin tavırları bağlamında 3
Ağustos tarihli, ABD’nin etkili yayın organlarından Foreign Policy Dergisi’nin
websitesinde çıkan bir yazı dikkati çeken bir özellik taşımakta. Erdawd Luttwak
imzasını taşıyan yazı ciddi manada Batı kamuoyunu olumsuz biçimde etkilemeye yönelik bir dezenformasyon niteliği taşıyor.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Luttwak yazısında devlet kurumlarından Gülenist kült hareketinin unsurlarının temizlenmesini bir “dini ayrımcılık savaşı” olarak değerlendirmiş. Bu noktaya nasıl gelindiğini ise Luttwak özetle şöyle izah ediyor:
Erdoğan ve Gülen, ordunun da içinde yer aldığı seküler elitlere karşı bir ittifak oluşturmuşlardı. Ancak ikisi arasında uzun vadede uzlaştırılması imkansız
bir ayrışma noktası vardı: Her ikisinin İslam anlayışları tamamen birbirlerine
zıttı. Gülen ılımlı, uzlaşmacı, başka dinlerle ve İslam’ın farklı yorumlarıyla bira42
Mağlup Edilen Darbe Girişimi; Saptırmalar, Gerçekler
<
rada yaşamayı kabullenmiş bir anlayışa sahipti. Buna karşılık Erdoğan, bütün
dünyayı fethetmek isteyen katı bir Sünni yorumuna bağlıydı. 2009 yılına gelindiğinde, Gülen içinde yer aldığı ittifakla nasıl bir tehlikenin ortaya çıkmasına yol
açtığını farketti ve Erdoğan’ı tasfiye etmek için fırsat kollamaya başladı.
Bu bağlamda, Luttwak’a göre başarısız darbe sonrası devlet kurumlarından
Gülenistlerin uzaklaştırılması bu nedenle dini ayrımcılığa dayalı bir savaş özelliği taşıyor!
Luttwak’ın yukarıda özetlenen yaklaşımının Türkiye’de yaşanılan gerçeklikte bir karşılığı bulunmuyor. Erdoğan ile Gülen farklı din anlayışlarına sahip
olsalar bile, Gülenist kült hareketiyle Türkiye’de mevcut iktidar arasında yaşanan sorun tamamıyla siyasal bir nitelik taşıyor ve bu nedenle de içinde karşı
karşıya olduğumuz sorunu anlamak için siyaset bağlamında kalınarak yapılan
bir açıklama anlamlı olacaktır.
Her şeyden önde Erdoğan ve arkadaşları 2001 yılında Adalet ve Kalkınma
Partisi’ni kurduklarında İslamcı bir oluşum olmadıklarını defalarca ifade etmişler ve kendilerini “muhafazakar demokrat” olarak tanımlamışlardı. Kısaca, Ak
Parti toplumun sosyal, kültürel ve tarihi değerleriyle barışık muhafazakar bir
kitle partisi olarak yola çıkmıştı. Bir kitle partisi olarak da başından beri her çeşit toplumsal kesimi bünyesinde barındırmayı amaçlamıştı. Yani bir yerde, tek
bir çatı altında toplanmış bir “büyük koalisyon” söz konusuydu. Bu bağlamda
kapıları Gülen hareketine de, diğer dini sosyal oluşumlara da açıktı. Dolayısıyla, destek kitlesini oluşturan şu veya bu grupla dini doktrin açısından bir ikilem
yaşaması gibi bir sorunu yoktu.
Lakin Gülenistler, halka gitmiş ve ondan onay almış bir oluşum olmamasına
rağmen, kendilerini iktidarın ortağı olarak gördüler. Hatta devletin sahibi gibi
görmeye başladılar. Bu çercevede iktidardan sürekli taviz beklediler. İstedik43
> 2016 AĞUSTOS
Kitle partisine destek veren unsurlardan biri olarak Gülenistlerden beklenen,
diğer sivil toplum unsurları gibi hareket etmesiydi. Elbette, toplumsal taleplerini
karar vericilere taşıyan bir baskı grubu gibi hareket etmelerinde bir sakınca
olamazdı.
lerini alamadıklarını düşündüklerinde kendi cemaat ağlarını kullanarak, devlet
kademelerini ele geçirmek için hummalı bir çaba içine girdiler.
Gülenistler Türkiye’de muazzam bir kapasiteye sahip bir aktör olarak hareket etmeye başlamışlardı. Fakat siyasi faaliyetlerini hiç bir şekilde yasal bir
siyasi örgütlenme gibi yürütmediler. Sivil toplum yapılanması görünümü, siyasi
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
güçlerinin gerçek kaynaklarını örtme fonksiyonunu gördü. Sahip oldukları gücün en önemli kaynağını da devletin çeşitli kurumları içindeki uzantıları oluşturuyordu. Devlet içindeki bu uzantılar kendi çıkarları söz konusu olduğunda,
devletin her türlü resmi ve yasal karar verme süreçlerini gözardı ederek hareket ediyorlardı. Kısaca, karşımızda devlet kurumlarının kılcal damarlarına
kadar sızmış olan fakat siyasi sistemin kurallarıyla kendisini bağlı görmeyen
bir aktördü.
Ayrıca, Gülenistlerin devlet içinde oluşturduğu paralel yapılanma yoluyla
güç kullanımları açık suistmallere yol açmaya başlamıştı. Emniyet ve yargı
içine sızmış unsurlarını, bazı siyasi hesaplarını görmek için, rakip gördüklerine karşı keyfi bir biçimde kullanmaktan çekinmiyorlardı. Dolayısyla, iktidara
rağmen sistemin kurallarına karşı hareket eden bir siyasi güç ortaya çıkmıştı.
44
Mağlup Edilen Darbe Girişimi; Saptırmalar, Gerçekler
<
Böyle bir çalışma tarzını benimsemiş bir yapılanmaya karşı türü ne olursa olsun hiç bir siyasi yönetimin müsahamakar olması imkansızdı. İktidarın artık
kendisine karşı kayıtsız kalmayacağını anlayan yapılanma son hamle olarak
da 15 Temmuz’daki darbe girişimine yeltendi.
Gülenist yapılanmayla meşru iktidar arasında yaşananları bütün boyuylarıyla açıklamak için dış faktörlere de değinmek gerekiyor. Ancak bu yazı kapsamında buna yerimiz kalmadı. Bir iki cümleyle dediklerimizi toparlayacak olursak
olanları şu şekilde toparlamamız mümkün:
45
> 2016 AĞUSTOS
Mevcut sorunu iki farklı dini perspektifin çatışması olarak göstermeye çalışmak veya otoriterleşen bir rejimin kendisine tehdit olarak gördüğü bir oluşumu
tasfiyesi şeklinde açıklamak, Erdoğan-Gülen kült arasındaki çatışmayı saptırmaktan ibarettir. Sorun doğrudan, kendini devlet olarak gören devlet içine sızmış bir yapının bütün kural ve kanunları hiçe sayarak ülke dışından da aldığı
destekle devleti ele geçirme teşebbüsüdür.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Darbenin ‘Batı’ günlüğü -1 | Batı basını adeta
darbenin arkasındaydı
Deniz Baran
Şu an görev yaptığım gazetedeki işim gereği, zalim darbe teşebbüsünün
olduğu 15 Temmuz gecesinden itibaren yoğun şekilde Batı basınını takip ediyorum. Bilhassa ana akım denebilecek yayın organları ilk son dakikaları geçtikleri andan beri takibimde. Haftasonundan itibaren de köşe yazıları, yorumlar
ve bolca görüş yazıları günlük gazetelerde, dergilerde yer almaya başladı. Şu
ana kadar genel tabloyu tek bir cümle ile değerlendirecek olursam diyeceğim
şu olurdu: Bizim tereddütsüz zalim darbe dediğimiz hadisede zalim vurgusunu
başka yere yapmak için ortaya konan müthiş bir çaba.
Tek tek topladığım verileri saymaya kalksam upuzun bir yazıya malzeme çıkar. Hatta en ana akım 5 yayın organı ile çerçeveyi çizsek, İngiltere ve ABD’den
46
Darbenin ‘Batı’ günlüğü -1
<
bir seçki yapsak dahi yeterli. Esasında sorun da tam burada başlıyor… Bu
“sorun”un adını koymak, bugün, oldukça önemli. Zira sonuçlarını hemen hissedemediğimiz kadar vahim sonuçlar doğuran, Batı halklarıyla bu coğrafyaların
zihinsel kopuşunu pekiştiren oldukça kronik bir hastalıktan bahsediyoruz. Hem
de bu hastalığın virüsü kimi zaman bünyeye istemdışı yayılıyor.
Batı basınının bize bakışındaki problemi ne sorusunu izaha kalkışmadan
evvel bir şeyi not etmek isterim. Tipik bir “bunlar külliyen art niyetli, külliyen
yalancı, külliyen İslam düşmanı” gibi bir ön kabulü ispatlama dürtüsüyle bu
çabaya girişmedim. Darbe teşebbüsünün verdiği öfke ve ıstırabın içerisinde
olabildikçe sakin zamanlarımda yazılan/ çizilenin üzerine düşündüm. Bunu
sağlamak için kimi metinleri tekrar okudum. Ve en önemlisi de onların bir taraf
olma hakkına, siyasi maziden ve ideolojik tercihlerden kaynaklanan bazı ön
kabullerle belli şeylere elden geldiğince şüpheci yaklaşma hakkına riayet etmeye çalıştım; herkesin öncelikli endişeleri olabileceğini ve o perspektiften bir
bakış açısı inşa edebileceğini gözettim. Çünkü bunu ben de, biz de, bizim mahallemiz de başka vakitlerde yapıyor. Mesela Avrupa’daki terör saldırılarında
birçok sıradan vatandaş öldüğünde Avrupa devletlerinin bu vahim katliamları
ortaya çıkaran politikalarını hatırlatmamız böyle bir şey belki de onların gözünde. Velhasıl kısaca empati kurdum. Sosyal medya ortamında sık yaşandığı gibi
elime geçirdiğim her şeyi, haklı öfkemle, bana saygısızca gelen her yazının
üzerine fırlatmama gayretini gösterdim.
Darbe gecesinde flaş haber olarak bültenlere düşen darbe girişimine dair ilk
saatlerde olan biteni aktarma modunda olan ABD ve İngiltere ana akım medyasının darbe girişiminin başarısız olduğunun anlaşılmasından itibaren farklı
bir kulvara girdiğini ve elbirliği etmişçesine “şimdi ne olacak?” sorusuna cevap
47
> 2016 AĞUSTOS
Peki bu tavrı gösterince 15 Temmuz sonrası yazılıp çizilenler basit bir “öncelik meselesi” ya da “anlayışsızlık” olarak nitelenip geçilebiliyor mu? Hayır. Net
bir şekilde art niyet örneklerini , algıda seçiciliğin kabul edilemeyecek derecede
zirve yaptığı yayınları görüyoruz. Batı basındaki birçok ana akım organın genel
yayın politikası ve o organlardaki bazı yazarların yazıları algı manipülasyonu
yapıyor. Bir ajandaya hizmet ediyorlar mı ya da kaçı ediyor? Orası meçhul…
arama gayretine girdiğini görüyoruz. “Şimdi ne oldu?” sorusunun üzerinde durma meselesi ise haberciliğin hatırına, asgari vurgu ile yapıldı. Yapıldığında da,
çoğu zaman kasıtlı şekilde, meseleyi darbenin bir numaralı hedefi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yıkma yollarını zorlayacak bir şüphecilikle yapıldı. Hayatın
olağan akışına göre olayları birazcık takip eden ve “vakanın” haberini yapmak
gibi temel vazifesini icra etmek isteyen bir basın organının tercih etmemesi gereken bir kulvardı bu. Hele Gülen Cemaati’nin fail olup olmadığı konusunda ilk
başta anlaşılır olan (hadi dışarıdan göz diyelim) temkinleri onca veriden sonra
da sürünce mesele “aptala yatmaya” döndü. Bunu bir sonraki yazıda detaylı
inceleyeceğim, “Gülenciler mi var arkasında gerçekten” tınısı güzel bir algı
oyununa dönmeye başladı zira…
ÖRNEKLERLE BATI BASININ ALGI MANİPÜLASYONU
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Halil Berktay yazdığı gibi darbenin püskürtülmesini adeta bir gönülsüzlükle
veren Batı basının başat unsurları, Türkiye içerisinde darbeyi desteklemese
de emsalsiz bir direniş sergileyen halk kitlesini hor görmek için sınırları zorlayan kesimin oluşturduğu bakış açısından etkilenmişçesine fazlaca endişeli ve
karamsar bir perspektifin üzerine yatmayı münasip gördü. Ya da belki kamuoyunu onlar oluşturdu… Tavuk mu yumurtadan çıkar yumurta mı tavuktan? Her
neyse… Bu mecralar o kadar karamsardı ki neredeyse olan biteni kınamayı
unutacak yazılar gördük. Daha profesyonelleri (sinsi mi demeliyiz?) metinlerdeki vurgu oyunlarıyla işin içinden sıyrıldı.
ABD’nin en büyük haber merkezlerinden Fox News’te eski bir Amerikan albayı Ralph Peters’ın başlığı yukarıda bahsettiğimiz yönde bir yayın politikasının işaret fişeğiydi: “Turkey’s Last Hope Dies” yani “Türkiye’nin son umudu
ölüyor”. İmiş… Hadi neo-con mantığı ile meseleyi ele alıp mevcut hükümetten
nefret ediyorsunuz, peki son umut olan neydi? “Tamam iyi oldu da Türkiye’nin
geleceği ne olacak”çılardan dahi daha insafsız bir başlık. Yorum yok. Vicdansızlar.
48
Darbenin ‘Batı’ günlüğü -1
<
http://www.foxnews.com/opinion/2016/07/16/turkeys-last-hope-dies.html
BBC, 17 Temmuz’da yayımladığı yazıda (ki yazar imzası yoktu, belli ki genel
editorya yazısı) şu temayı tercih etti: Recep Tayyip Erdoğan: Turkey’s ruthless
President… Türkiye’nin gaddar cumhurbaşkanı.
Dikkat edin haber metni darbe meselesi üzerine veriliyor. Darbenin bir numaralı hedefi Erdoğan. Hedef alan cunta henüz yüzlerce kişinin ölümüne yol
açmış, halkı bombalamış bir cunta. 48 saat dahi geçmemiş. BBC editoryasının
gaddar bulduğu kişi ise Erdoğan. Deseniz acaba Erdoğan’ın sıkı önlem talimatları falan mı… Hayır, henüz 17 Temmuz, daha darbe tehlikesi dahi geçmemiş. Yazının içerisinde Erdoğan’ın cunta girişimine karşı yaptıklarına dair
tek kelime yok. Darbeye de utanmasalar değinmeyeceklermiş. Darbe girişimini
yapan cunta liderine yapılması gereken bir portreyi Erdoğan’a yapmayı uygun görmüşler. Bol bol İslami yönünün altını çizerek. Yarım yamalak bilgilerle,
özensiz anlatımlarla. Bir algıda seçicilik şaheseri…
http://www.bbc.com/news/world-europe-13746679
49
> 2016 AĞUSTOS
Esasında BBC’den yolumuza devam edersek bu yazıya bir dolu malzeme
bulabiliriz. Her açıdan rezil bir kulvarda ilerlediler. Kimi zaman açıkça, kimi
zaman sinsice algı manipülasyonlarına imza attılar, atıyorlar. BBC gibi uluslararası çapta habercilik yapan, imaj olarak saygın bir kurumun üzerine düşen
objektiflikten çok uzakta olmakla kalmadılar. Bir ajandaya hizmet edercesine
meselenin tali yönüne vurgu yapıp, yani Erdoğan’a kafayı takıp cunta zulmünün kendisine doğru dürüst değinmediler. BBC Türkçe de bu perspektifin takipçisi olmaktan imtina etmedi tabi ki, halkın onurlu direnişine leke sürecek her
tali olayı ana mesele edip neredeyse darbenin püskürtüldüğüne üzülür hâle
getirdiler bizleri…
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Batı basınının başat unsuru deyince akla ilk gelecek Foreign Policy de boş
durmadı. Tüm bu organlar elbirliği ile pek elverişli bir nokta olan Erdoğan’dan
nefret, Müslüman hassasiyetleri olan halktan antipati noktasında durarak olan
biteni sinsice itibarsızlaştırıyorlardı. Ama bu seferki fail salt bir ideolojik nefretin
ve aşırı yanlılığın ötesinde bir ajandaya hizmet ettiğinden kuvvetle şüphelenebileceğimiz bir isim: Michael Rubin. Neo-conların şahı mı desek… Hani birkaç
ay önce Türkiye’de darbe iması yapmıştı da bir hayli tartışmıştık. Bu ziftten
daha karanlık adam Foreign Policy’deki sayfasında bize nasıl bir karanlığa yol
aldığımıza dair imalar yaptı. Pek cürretliydi hem de, diğerleri gibi alttan alta
vermiyordu mesajını: Erdoğan Has Nobody To Blame For The Coup But Himself… “Erdoğan kimseyi suçlayamaz, kendisini suçlasın” demeye getiriyordu.
Cuntanın saldırısından canını 15 dakika ile kurtaran Erdoğan kimseyi suçlayamazmış… Rubin’in cürretkârlığı burada sona ermiyor, yazının sonuna doğ50
Darbenin ‘Batı’ günlüğü -1
<
ru ilerledikçe cunta liderinin Erdoğan olduğunu falan duymayı bekliyorsunuz.
Hem de cuntanın gerçek liderlerinden Fetullah Gülen’in ara cümlelerle aklandığı paragraflar size eşlik ediyor. Erdoğan dostlukları çabuk bitiriyormuş… “Barış
ve dini hoşgörüyü tavsiye eden Türk teolog” Fetullah Gülen’in takipçilerini kullanmış da işi biter bitmez onlara zulmetmiş… Halbuki ikisi de darbelerden çok
çekmiş… Dünya alemin bildiklerini bu Amerikan derin devletinin kurdunun bilmemesi mümkün mü? Değil. Neyse ki biz Rubin’in ne olduğunu iyi biliyoruz…
http://foreignpolicy.com/2016/07/15/erdogan-has-nobody-to-blame-for-thecoup-but-himself/
ABD’nin ana akım gazetesi New York Times da BBC’den halliceydi. Aynı
ithamları tekrar yapmama gerek yok. Rezil bir algı manipülasyonu… Öyle ki
halkın emsali görülmemiş direnişi için The Counter-coup yani karşı darbe demeyi tercih edecek bir algı manipülasyonu. Bu başlığı atan da bir yazar değil,
doğrudan yayın kurulu. İnsaf.
Ancak daha da acı olan, New York Times’da bu kasıtlı algı çarpıtmasına yol
açan diğer yazıların çoğunda Türkiye’den birinin imzası vardı. Kim olduğunu
bilen biliyordur, ismini zikretmeye gerek yok ancak bu şahıs vb. durumdaki
başka şahıslara dair bir minik değerlendirme yapacağım en sonda. Şu an sa51
> 2016 AĞUSTOS
http://www.nytimes.com/2016/07/16/opinion/the-counter-coup-in-turkey.
html
dece şunu not etmek istiyorum:
http://www.nytimes.com/2016/07/19/world/europe/turkey-erdogan-crackdown.html
Bu linkteki haberin başlığı tepkiler üzerine değiştirildi. Bu kadar da insafsız
ve onursuz bir başlık atamayız dediler sanırım. Tüm halk kaybettiği onlarca
canın kederini ve zalim cuntacılara duyduğu derin öfkeyi taşırken, başka yerde
olsa demokrasi fedaisi ilan edecekleri halkı utanmadan sıkılmadan “Erdoğan’ın
koyunu” ilan etti bu yazı evvelinde… Hem de bunu anlatırken bir cenaze fotoğrafı kullanacak kadar aymaz ve utanmazlardı. Öncesindeki bir yazıda da
canını siper eden halkı “caddelerde dans eden İslamcılar” ilan etmişti.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Allah sizi, senin gibileri ıslah etsin. New York Times’ın Bağdat Büro Şefi olan
Tim Arango neyin nesidir hiçbir fikrim yok ama o diğer yazarsa bu insanlara
aklıselim dersi verecek olan… Aklı ona kalsın. Vicdansız.
The Guardian normalde takip ettiğim bir gazete olmadığı için genel yayın
politikası ne yöndeydi, göz atamadım. Ancak Alev Scott isimli birinin yazdığı
oldukça taraflı ve işin kötüsü gerçekleri çarpıtan yazıydı. Yazı başlığına bakılırsa darbe bitmiş ama “şiddet yanlısı çeteler” ortaya salınmış. İç kamuoyunda
bu tartışma çok yürütüldü, anlamak istemeyene anlatmak güç… Birçok ilde devasa kitlelerin sokağa döküldüğü bir gecede vandalizm denebilecek ne kadar
olay vardı dense sayılabilecek doğru dürüst bir şey yok ki sosyolojik bir olgudur, bunca kitlenin sokağa döküldüğü herhangi ama herhangi bir örnekte arada
52
Darbenin ‘Batı’ günlüğü -1
<
taşkınlıklar yapanlar çıkması kaçınılmazdır. Bunun tüm hareketi itibarsızlaştırma malzemesi olarak kullanılması büyük kurnazlıktır. Ve bu denli bir direnişte
onar onar ölen ama vandallık yapmayan bu kitlenin kendisini tüm gece ateş
altında tutan, yanındakileri bir bir vuran askere olan öfke patlamaları bambaşka bir imajla sunuldu. Burada olan linç girişimleri iyi ki oldu mu diyoruz, hayır.
Ama bunu demiyoruz diye yaratılan bu saçma imajı da kucaklayacak değiliz.
Haklı bir infialin yarattığı öfkeyi sen “her daim şiddet yanlısı dindar yobazların”
temel amacı gibi verirsen, bunu da Batı’nın İslamofobik sembolleri üzerinden
pekiştirirsen en kurnaz insafsızlığın altına imza atmış olursun. Scott’un yaptığı
gibi… Gerçek olsaydı dahi devasa kitleleri IŞİDci gibi gösteremeyecek olan (ve
gerçek olsaydı iğrenç, kabul edilemez bir hadise olacak olan) kafa kesme olayının fos çıkmasına değinmiyorum bile… Hadi ona hepimiz başta inandırıldık.
https://www.theguardian.com/commentisfree/2016/jul/17/turkey-defeatedcoup-military-turkish-army
53
> 2016 AĞUSTOS
Beni şaşırtan bir diğer yayın organı ise hakkaniyetli bir yayın olarak düşündüğüm The Independent’tı. Robert Fisk gibilerin endişeli yazılarının üzerinde
durmuyorum. Bunlar da pekala “bu mudur tek lafın arkadaş” diyerek tartışılabilecek şeyler ama hadi bir kısmı da haklı endişeler, bu kimseler de zaten
takıntılı kimseler deyip geçelim. Kaldı ki iç basında Fisk tarzı zilyon tane yazı
varken Fisk’e dil uzatmak gereksiz olur. Peki ya The Independent’ın Orta Doğu
muhabiri olan ve bir dönem baş manipülatör Financial Times’ta aynı görevi
üstlenmiş olan Patrick Cockburn’ün o aşağılık yazısı neydi?
Daha 17 Temmuz’da, hükümetin doğru dürüst karşı hamle dahi yapmadığı
bir dönemde “Erdoğan, başarısız darbeyi seküler Türkiye’nin son izlerinden kurtulmak için kullanıyor” başlığını attı. Yazısında ise buna dair tek bir veri vermiyordu. Zaten veremezdi de… Ama vermeyi dahi denememişti. Yazısında hiç var
olmayan bir şeyi başlığa taşımak ve bu başlıkla müthiş bir algı oyunu yapmak
katıksız bir art niyetti.
Bu muhabir hâlâ durmadı, durmuyor. Zerre iş ahlakı olmayanı durduracak
bir şey yok demek ki… Orta Doğu muhabiri olarak bihaber olamayacağı bir
mesele iken Gülencilerin nasıl virüs gibi her yere yayıldığı ve cunta girişiminin
arkasında onların olduğu da günbegün belirginleşirken Cockburn’ün tek vurguladığı şey büyük sayıda tutuklamalar, kurumların içinin boşaltıldığı… Hiçbir şey
yokmuş da hükümet kendi kendine tasfiye yapıyor havası yaratıyor adeta.
BATI BASINI VE LİDERLERİ BİRBİRİNİ TAMAMLIYOR
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Tabi basını takip ettik diye basını mercek altına aldık. Onların yeri gelince
art niyetle, yer gelince takıntılı bir nefretle, en hafifinden de körlükle hareket
54
Darbenin ‘Batı’ günlüğü -1
<
ettiğini parçaları bir bir incelerken değil hepsini birden değerlendirince daha
iyi kavrıyoruz. Sadece 4 günde bu denli yoğun şekilde salt bir algıya hizmet
eden bunca örneğe maruz kalmamız da bağlamı kurmamıza yardımcı oluyor
herhalde. Ancak bağlamı daha da geniş şekilde görebileceğimiz bir nokta var
ki basından kafamızı kaldırıp Batılı politik mercilerin, liderlerin mesajlarına bakmak. Birçoğunun basınlarındaki perspektifi tamamlayıcı olması tesadüf mü?
Allah bilir… Kendi ülkesinde idam cezasına yer veren ABD’nin, Türkiye’nin tamamıyla askeri bir savunma örgütü olan ve bariz bir şekilde ne teorik ne de
pratik olarak insan haklarıyla yapacağı hiçbir şey olmayan NATO’ya üyeliğinin
riske gireceğini söylemesi komik değil mi? Fransa’dan, İngiltere’den gelen bilimum vurgusu tuhaf mesajlara girmiyorum. Reichstag hikayesini bariz verileri bildikleri halde buralara uyduracaklarına kendi global Reichstag oyunlarına
baksınlar diyelim, yeter.
Yukarıda demiştim ya şu yabancı kurumlarda çalışan Türkiyeli gazetecilere
dair bir noktaya değineceğim. Sanıyorum ki bu nokta önemli. Bazen kendi art
niyetleri dışında bu ana basın organlarının yanlış veya fazla yanlı bilgilendiriliyor olmaları da söz konusu:
- Bu kurumlarda çalışıp Türkiye’den haber aktaran kimseler eğer kendi habercilik standartlarını oturtamayacak kadar ideolojik takıntılara sahipse belli
şeyleri kenara atıp belli şeyleri öne çıkarıyor olabilirler. En nihayetinde çalıştıkları organa perspektif katanlar da bu yazarlar.
Bu meselede de iş bize düşüyor. TRT World bu bakımdan bir nimet ancak
kasıtlı/kasıtsız kara propagandalara karşı sistematik cevaplar geliştirecek mekanizmaları geliştirmemiz lazım. Üç beş site, üç beş sosyal medya hesabı, üç
beş yazar/gazeteci… Bu yetmiyor belli ki. Olay troll zihniyetlere kalıyor ki on55
> 2016 AĞUSTOS
- İkinci faktör de doğrudan Gülenciler faktörü. Devletin ve hatta devletlerin
(pek tabii yapılandıkları başka devletler de söz konusu ) içine bu denli sızan
bu haşhaşi hareketinin uluslararası basında da birçok kaleyi tutuyor olması
muhtemel. Belki de her zaman art niyet timsali kişiler değil de yanlış bilgiyle
zehirlenen yazarlar facia yaklaşımlara imza atıyorlardır.
ların neyi ne kadar onarabildikleri, ne kadar gerçek yahut hakkaniyet peşinde
koştukları tartışılır. Darbeye darbe dedirtmekte dahi zorlanıyorsak bunda biraz
şapkayı öne koyup düşünmek de bize düşüyor. Bu yazının derdi de budur
zaten.
Bu arada Batı basınından örnekler sayarken daha ilk dakikada Fetullah
Gülen’e röportaj şansı verip de darbenin başarısız olmasından pek bir karamsarlık duyan en büyük algı manipülatörü Financial Times’ı unuttum mu? Hayır.
Onlar Gülen’e özel yer verdi. O yüzden Gülen ile onları ayırmadım. Spesifik
olarak, Batı basınının Gülen’e karşı oynadığı “bilmemezlikten gelme” oyununa
odaklanacağımız sıradaki yazıda bu oyunun baş aktörü FT’ye daha çok ihtiyacımız olacak.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Not: Batı ana akım basınını eleştirirken topyekun bir kötüleme elbette yapmıyoruz. David Hearst, Glenn Greenwald gibi hakkaniyetli gazetecilere selam
olsun
56
<
Darbenin ‘Batı’ günlüğü-2 |
Batı basınının Gülen körlüğü
Deniz Baran
Ülkemizde gerçekleşen 15 Temmuz darbe girişimi şüphesiz ki sadece yerel
çapta değil küresel çapta yankı uyandırdı. Darbenin püskürtülmesi sonrasında ilginç olan şeylerden biri ise Batı ana akım basınının tavrıydı. Bu tavrın ne
olduğuna dair yazı, bir önceki yazıdır ve bu yazının mütemmim cüzüdür. Önce
onu okumanızı rica ederim zira bir daha bu tavrın ne olduğunu izah etmeyeceğim.
57
> 2016 AĞUSTOS
Bu yazının konusu, Batı basın organlarına yönelttiğimiz genel eleştiriler
değil, spesifik olarak bu organların birçoğunun, darbenin arkasında Gülen
Cemaati’ne mensup kişilerin olup olmadığını hâlâ oldukça zayıf bir tonda tartışıyor olmasıdır. Hatta bazılarının genel tablodaki olumsuzluğu Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bağlama dürtüsüyle olsa gerek, Gülen Cemaati’nden çok normalleştiren bir dille; yer yer olumlayarak bahsettiğini de görüyoruz. Bir ajan-
daya hizmet etmek için veya kasıtlı bir körlükten… Sebebi her neyse, bu denli
dünya çapında yayın organlarının rahatlıkla ulaşabileceği birçok veriye kendi
satırlarında yer vermemesi bana bir tür “bilmemezlikten gelme” oyununu hatırlatıyor. Gazeteciliğin kökeninde olan asgari şüpheciliği çok aşan bu oyunu
kırmak, onların aktaramadıkları birçok göstergeyi aktarmak da bu hâlde bizlere düşüyor. Neden “Gülen Cemaati suçlu gösteriliyor ama nedir ki acaba…”
tonundan daha güçlü bir tonun ortaya konmasının gerektiğini tek tek ortaya
koymaya çalışacağım.
BATI BASINININ FETHULLAH GÜLEN ZAAFİYETİ
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Önceki yazıda Financial Times’ı buraya sakladığımı söylemiştim. Sebebi,
daha ilk günden Fethullah Gülen’e mikrofon uzatıp bunun üzerine birkaç gündür Erdoğan yönetimi temelli bir karamsarlık yayma yönünde yayın politikası
tutturan bu gazetenin “Gülen konusunda aptala yatma” oyununun başı çekmesidir. Apar topar röportaj verdirilen Gülen’in mülakatındaki sözlerine bakalım:
“17 Aralık, 25 Aralık hadisesi münasebetiyle yine taraftarları yaptılar falan
gibi dediler. Ben onu yeminle teminat vereyim. O arkadaşlardan da ben binde
bir tanesini tanımam. Ama beni tanıyabilirler. Ama yazdığınız çizdiğiniz şeyler
veya konuştuğunuz şeyler veya bir kısım arkadaşların yaptıkları şeylerin siz de
içinde bulunduğunuzdan dolayı meselelerin size mal edilmesi, siz yapıyor gibi
58
Darbenin ‘Batı’ günlüğü -2
<
gösterilmesi açısından tanınabilirsiniz. Sizi böyle tanımış olabilirler. Adliyedekiler böyle tanımış olabilir. Emniyettekiler böyle tanımış olabilir.”
Ne dediğini anlamak güç. Çok da mühim değil. Çünkü aklımızla alay eden
yalan şimdi geliyor:
“O mesele bir iki sene evvel oldu. 17 Aralık, 25 Aralık hadisesi, sanki onu
cemaat, hizmet hareketi yapmış gibi gösterdiler. Aslı astarı yoktu. O da bir iftiraydı.”
O yüzden bütün Gülenci cephe bu hadiseleri öne sürdü, arkasında durdu,
canhıraş savundu öyle mi? Hükümet ile aralarındaki ölümcül savaşın bu meseleden neşet ettiğini biliyoruz, bu savaş sırasında kullandıkları tüm argümanlar
17-25 Aralık’ı sahiplenir şekilde değil miydi?
Sıkıntı Gülen’in yalanları değil. Kendisi röportajlarının devamında “Yapsa
yapsa Erdoğan’ın kendisi yapmıştır” da dedi, topu Kemalistlere atmaya da çalıştı. Sıkıntı, Batı basınının bu söylenenleri hâlâ kaale alır bir görüntü vermesi.
Hadi röportaj aynen aktarıldı, sonrasında şu yukarıdaki 17-25 Aralık’ı biz
yapmadık tarzı sözlere dair hiçbir izahın yapılmaması çok manidar ve iyi niyetli
olarak görülmüyor.? Buna susarak algı manipülasyonu denir.. Gülen’in sözlerinin hala itibara layık sözler olarak gösterilmeye çalışıldığının bariz bir delili.
DARBE GİRİŞİMİ NEDEN ERDOĞAN TİYATROSU DEĞİLDİ
Her şeyden önce cuntacılar verdikleri ifadelerinde itiraflara başladılar. Bu
yüzden bu farazi teze karşı olan bitenlerin tiyatro olmasının hayatın olağan
akışına uygun olmadığına, hükümetin kendi yanındaki güçleri konsolide etmek için ne denli uğraştığına dair örnekler vererek tiyatro tezini çürütmenin bir
gereği kalmadı. Batı medyası bu kadar şüpheci ise hâlâ Hulusi Akar’ın yaveri
Yarbay Lütfü Türkkan’ın ifadelerine göz atabilir.
59
> 2016 AĞUSTOS
İfadelerden sonra ne anlatsak gereksiz esasında... Fakat yetmez diyenler
için darbecilere ait ses kayıtları yayımlandı. Oradaki zulüm diyaloglarının hiç
de tiyatroyu andırmadığını, halkına kurşun ve bomba yağdıracak manyaklar
(!) cuntasının nasıl gözünün döndüğünü dinleyebilirler. Ak Parti teşkilatlarını
vurun diyenlerden, köprüde halkı “pert” edenlerden. Taviz yok ezin geçin diyenlerden, uçaklardan destek isteyenlere… Her şey ortada.
Şu ana kadarki aktarılanların yeterli olmadığı söylenirse o zaman cuntacıların Whatsapp yazışmalarını adres gösterelim. Gerçi bu cani insanların sesinden duyduğuna inanmayanın klavyeden çıkana itibar etmesi beklenir mi
bilmiyorum ama bu bariz delili zikretmemek olmaz.
İlave olarak, darbe yazışmalarına, cuntacıların çantalarından çıkan sıkıyönetim listelerine bakılabilir
Devam edersek, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uçağının savaş uçakları tarafından taciz edilmiş olmasına, Başbakan Binali Yıldırım’ın arabasının kurşunlanmasına, ve kuvvet komutanlarının esir alınmalarına da dikkat çekmemiz
gerekir.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Yetmezse hiç de tiyatro oynayan bir cunta gibi değil de pek ciddi niyetleri
olan bir cunta gibi duran bu organizasyonun hiç de yansıtıldığı kadar amatör olmadığını, İstanbul ve Ankara’da kritik noktaları ele geçirmek üzere ne
planlar yaptığını, kendisine direnç gösterecek önemli mevkileri göz kırpmadan
katlettiğini işaret edelim. Mesela ordunun özel kuvvetler komutanlığına yapılan baskını kahraman asker Ömer Halisdemir’in durduruş hikayesini, Terörle
Mücadele Daire Başkanı Turgut Aslan’ın ilk etapta öldürülüşü, Özel Kuvvetler
Komutanı Zekai Aksakallı’nın helikopter saldırısından zor kurtulduğunu hatırlayalım.
Kişiler katledilmekle kalmıyor; özel kuvvetler eğitim karargahı vuruluyor,
Parlamento vuruluyor, Türksat vuruluyor, MİT vuruluyor… Karşıda bir tiyatro
için çok stratejik hareket eden bir cunta söz konusu. Ya da illa tiyatro diyecekseniz, oyuncular oyunu gerçeğe döndürmeye karar vermiş gibi gözüküyor…
Zaten TSK’daki alt seviye generallerin neredeyse üçte birinin işin içerisinde
olduğu bir cuntadan bahsediyoruz; 220 civarı tuğgeneralin üçte biri, 70 civarı
tümgeneralin 10 tanesi… Ve bazı korgeneral ve orgeneraller. Bir siyasi liderin
60
Darbenin ‘Batı’ günlüğü -2
<
böyle bir ekiple tiyatroya kalkışması zaten hiçbir politik akla sığacak bir iş değil. Hele ki Hava Kuvvetleri’nden önemli sayıda bir üst düzey komutanı böyle
bir oyuna sokmak…
Delilleri sergilemeye devam
edersek; o gece ve devamındaki sabahında Türkiye’nin dört bir
yanında askeri karargahlarda
kanlı çatışmaların sürdüğünü de
eklememiz gerekir.. Tiyatro olsa
bu kadarına da gerek olmazdı
herhalde değil mi? Bursa’nın, şu
ilin, bu ilin bir ilçe karargahında
çatışmalar olmadan da tiyatro
sergilenebilirdi sanıyorum ki.
Ya da cuntacı zanlısı askerlerin gözaltındaki fotoğraflarına dikkatlice bakmanızı öneririm. Bu denli hırpalanmayı, dayak yemeyi, onurunun kırılmasını
göze alacak tiyatro oyuncularının var olması da hiç inandırıcı değil.
Bunların hepsinden öte de devasa bir ulusal güvenlik açığı kalacak bir ülke
pahasına böyle bir oyuna kimse girişmez. Ne oluyorsa cidden yapıldı. Bu net.
Böyle Darbe Girişimi mi Olur?
Olur. Her darbe girişimi başarılı olacak diye bir kaide yok. Ayrıca emsalsiz
bir direniş olsa dahi 15 Temmuz gecesi yaşadıklarımız, tam anlamıyla emsalsiz de değil. Daha önce Rusya’da Gorbaçov yönetimine karşı 1991 yılında
girişilen darbe de halkın direnişi ile hüsrana uğratılmıştı. Yani olabiliyormuş.
61
> 2016 AĞUSTOS
Ayrıca darbe, güvenlik uzmanlarından ve eski askerlerden dinlediğimiz kadarıyla o kadar da amatörce değildi. Sadece darbe planını akamete uğratacak
birkaç faktör birleşti ve bunun üzerine halkın sokaklara dökülmesiyle işin seyri
değişti. Örneğin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kaldığı otele saldırı düzenlendi
ve Erdoğan bu saldırıdan 15 dakika ile kurtulmuş. Eğer bu saldırı başarıya
ulaşsaydı belki de darbe de başarılı olacaktı. Bu tip kırılma noktalarını görmeden salt sonuca bakarak geçmişi yorumlamak yanlış bir mantık. Son derece
hedefine ulaşan 1980 darbesinin dahi ne denli endişeler altında yapıldığını
bizzat Kenan Evren’in ağzından dinleyebilirsiniz; açık röportajları var.
Başka kırılma noktalarını merak edersek… Darbe planının aslında gece,
sabaha karşı yapılması planlanıyorken sızıntı sebebiyle apar topar erkene
alındığı artık biliniyor ki bu tek başına planları ciddi aksatacak bir durum.
Daha önceki darbelerde aktif rol üstlenen, İstanbul’daki 1. Ordu’nun cuntacılara katılmaması ve ordu komutanı Ümit Dündar’ın Erdoğan ile irtibata geçmesi önemli bir nokta.
Cuntanın emir-komuta zinciri içerisinde olmamasından doğan aksaklıklar
çok önemli. Ki daha bu da Türkiye tarihinde ilk değil, hem Talat Aydemir hem
de Cemal Madanoğlu cuntalarına kısaca göz atmak iyi olur.
Medyanın kenetlenerek cuntaya karşı durması ve bu sayede Erdoğan’ın en
popüler haber kanallarından ulusa seslenecek imkanı bulması da darbecilerin
tahmin ettiğinden çok daha büyük bir etki yaratmış olsa gerek. O anda moral
üstünlüğü kazanan halkın oluk oluk sokağa akması illa da beklenebilir bir şey
değildi.
Medya gibi muhalefet partilerinin de darbeye karşı durması ve darbecilerin
herhangi bir sivil ayağının olmaması da onlar için önemli bir handikaptı.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Gülen’in İddia Ettiği Gibi Bir Tiyatro Var Olmadığını Anladık. Peki Gülen Neyi
Saklıyor?
Gülen’in suçu ona buna atma sözleri gerçekten inandırıcı geliyorsa artık
meselenin özüne gelelim. Gülen neden bu işin faili olabilir?
Batı ana akım basını bu konuda en basit mantık kurgularını dahi kurmuyor
gibi. Bunda onlara haber aktaran Türkiye muhabirlerinin tutumu da etkili olabilir.
62
Darbenin ‘Batı’ günlüğü - 2
<
Esasında yukarıda adını zikrettiğimiz yaver Levent Türkkan sadece cunta
planını değil Gülen cemaatine mensup olduğunu da itiraf etti. Bu itiraf yazıyı
burada kesmeye yeterli olabilir. Ama meseleyi tane tane, makro düzlemden
mikro düzleme ilerleyerek ele alalım. Her şeyden önce bir vakıa olarak Gülen
Cemaati’nin Ak Parti, DSP, ANAP veya şu-bu hükümetleri ile sınırlı kalmayan
bir şekilde onlarca yıldır devlet içerisinde muazzam bir yapılanmaya gittiği biliniyor mu? Evet biliniyor. Batı basını da gayet iyi biliyor. Sırf aylarca uğraştıkları
Wikileaks belgelerini karıştırsalar fazla fazla veri bulabilirler.
İkinci olarak bu cemaat rastgele değil, son derece stratejik bir yapılanmaya
gidiyor mu? Evet, bu da biliniyor. En azından son 3 yılda iyice öğrendik.
Üçüncüsü, bu sızma stratejisini uygulamak için Türkiye’deki genel sınavlarda hile yöntemlerine başvurdukları artık alenen ortaya çıktı. O halde Gülencilerin askeriyede yıllar boyu etkili bir yapılanma kurmaları için gerekli şartlar var
diyebiliriz.
Ak Parti Hükümeti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile girdikleri mücadelede ise
yıllar boyu sızdıkları tüm kalelerini kaybetmekteyken artık bir varoluş mücadelesi vermekteydi. On yıllar boyunca sarsıntılı dönemlere rağmen hep kazanmaya alışmış bu yapı, gücünün zirvesinde hissettiği bir dönemde düşüşe
geçmiş ancak kalan canıyla savaşmaktaydı. Hukuk usullerini zorlayan, kimi
zaman bertaraf eden, devasa hamlelerle de olsa Gülenciler; polis, hukuk, iş
dünyası, basın gibi birçok alanda büyük darbeler almıştı. Bu yapıya son darbeyi vuracak olan ise daha önce dokunulamamış olan ordudaki ayağını temizlemek olacaktı.
63
> 2016 AĞUSTOS
Ayrıca Gülencilerin askeriyeye sızarken yaptıkları tasfiyeler son yıllarda
siyasi konjonktürün değişmesiyle ayyuka çıkmıştı. Daha önce Türk Silahlı
Kuvvetleri’nin birçok personelinin darbe davaları ile yerlerinden edilmek istendikleri ortaya çıkmıştı misal… Yakın bir örnekten bahsetmek gerekirse, darbeden henüz 1-2 hafta öncesinde başlayan haberlerde ordu içerisindeki Gülenci
yapılanmanın kendinden olmayan askeri lise öğrencilerini nasıl elimine ettiğine
dair kanıtlar ortaya dökülüyordu.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Eğer darbe girişimi olmasaydı 16-17 Temmuz sabahı Gülenci askerlere gözaltı operasyonu yapılacağı söylentilerden biri. Daha önce ordudaki Gülenci
yapı içerisinde yer almış ve parasal ağları yönetmiş subayların itirafları vardı. Ancak en azından sıradaki Yüksek Askeri Şura’da o askerlerin tasfiye edileceğine kesin gözüyle bakılıyordu. Ki bu bile tek başına Gülencilerin neden
darbeye kalkıştığını izah eden bir argüman olabilir... Fakat ne hikmetse Batı
basınında bu kritik detaya dair pek az bilgi görüyoruz.
Peki Gülenciler orduda bu kadar mı güçlüydü? Her şeyden önce cuntanın
ana gövdesinin Gülen cemaati mensubu askerler olduğu bilinmekle beraber
herhangi bir çıkardan ötürü suç ortaklığı yapmış başka kimselerin olması muhtemel gözüküyor. O gece ordunun belli bölümlerinin fazla pasif kalması dikkat çekici ve kamuoyunda tartışılıyor. Fakat çok somut iki gerçek var ki birincisi, Gülen cemaati, adamlarını ordunun en kritik noktalarına yerleştirmeyi
başarmış. Nicelik olarak ordunun tümüne kıyasla çok büyük bir yapı olmasa
dahi emre itaat bağlamında yahut bilgi kirliliği ile rahatlıkla ordunun birçok birimini harekete geçirebilecek, işlerine gelmeyen kısımlarını da kilitleyebilecek
koltuklarda adamları var. Bunun detaylarına girmek çok uzun olur ancak hem
Cumhurbaşkanı’nın hem Genelkurmay Başkanı’nın en yakınındaki yaverlerin
bu cuntada yer alması ne dediğimizi izah ediyor sanırım? Cemaat, hükümet ile
64
Darbenin ‘Batı’ günlüğü - 2
<
savaşa girdikten sonraki ilk seçimlerde de niceliksel bir etki sağlayamadı ama
Türkiye’yi sarsmayı başarmıştı değil mi? Ayrıca cemaatin dış bağlantılarını da
hesaba kattığımızda ordu içerisindeki Gülencilerin darbe cüretine kalkışmaları
pek saçma değil.
Olay gününden de çok ilginç iki önemli detay verelim:
Erdoğan’ın kaldığı oteli basan Muharebet Arama Kurtarma (MAK) komandolarının çatışma girdikleri sırada “inlerimize girecektiniz, inlerinize giriyoruz”
dediği ileri sürülüyor. Eğer bu doğruysa oldukça büyük bir gösterge, zira “in”
metaforu Gülenciler ile Erdoğan arasındaki çatışmanın en büyük sembolüydü.
İkinci ve ispata muhtaç olmayan, çok önemli detay ise cuntacıların sokaklara sürdüğü askeri araçlardan asker olmadığı halde askeri üniforma giyen
kişilerin çıkması. Ne hikmetse bu kişiler, Gülen cemaatine bağlı olmaktan ötürü
görevlerinden uzaklaştırılan ve aranan kimselerdi. Bir anda ortaya çıkıverdiler.
Ne tuhaf değil mi?
65
> 2016 AĞUSTOS
Bu darbe planının 8 ay önce ABD’de planlandığına dair söylentiler de ortada
dolaşıyor. Bu henüz söylenti olduğu için sadece kenara not edelim.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
15 Temmuz kalkışması,
NATO ve Amerika
Sinan Özdemir
Başarısızlıkla sonuçlanan 15 Temmuz kalkışmasının ardından Amerika Birleşik Devletleri ve NATO ile olan ilişkimiz mercek altında. ABD ve NATO’nun
kalkışmadan haberdar olup olmadığı sorgulanıyor. Amerika’nın darbe teşebbüsünde bulunan Gülen’i koruması ve iadeye yanaşmaması şüpheleri
artırıyor. Darbe girişiminin ilk saatlerinde CNN İnternational’de canlı yayına
katılan emekli CİA ajanlarının, startejistlerinin açıklamaları tarafsız olmanın
çok ötesinde darbcilerden yana açık tavır aldıklarını gösteriyor. Darbe günü
Amerika’da bulunmayan ve nedense Türkiye’de bulunan Woodrow Wilson
Merkezi Ortadoğu Programı Direktörü Henri Barkey’in Türkiye, ABD ve NATO
66
15 Temmuz kalkışması, NATO ve Amerika
<
konusunda üç gün önce Amerika’nın Sesi’ne yaptığı açıklamalar tartışmayı
nedenli ciddiye aldıklarını gösteriyor. Barkey’in “Kürt sorunu” ve “ılımlı İslam”
konularında çalışmaları bulunuyor. Türkiye’nin yine yakından tandığı bir başka
isim Graham Fuller’le (eski CİA Türkiye istasyonu şefi ; Gülen’in yeşil kart alması için destek veren isimlerin başında geliyor) yakın arkadaş. Özel bağlantıları,
eşinin ABD Merkezi Haberalma Teşkilatı’nda (CİA) üst düzeyde görevli olması
açıklamalarına ayrı bir renk katıyor.
Aslında filmi biraz daha geriden alarak darbe teşebbüsünden bir hafta önce
gerçekleşen NATO’nun Varşova Zirvesi’ne dönmekte yarar var. NATO zirvede
kabul ettiği bir dizi kararla soğuk barışa son verdi ve 15 sene sonra ilk defa doğrudan Rusya’yı karşısına aldı. Zirve öncesi Ankara-Moskova hattında buzlar eri67
> 2016 AĞUSTOS
Barkey’in açıklamalarına dönmeden önce 15 Temmuz akşamına dönelim.
Türkiye’nin darbe girişimini püskürtmeye çalıştığı saatlerde dış dünyadan gelen tepkiler sıralaması yapıldığında NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in
gecikmeli açıklaması göze çarpıyor. Ardından söyleyip söylemediği muammaya dönüşen ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin Türkiye’nin NATO’daki yerine
ilişkin açıklaması geldi. Stoltenberg gecikmeli açıklamasından altı gün sonra
yeni bir açıklama ile Türkiye’nin NATO içindeki yerine övgüler düzüyordu ve
fakat Rusya Dışişleri Bakanı Basın Sözcüsü Maria Zaharova’nın altı çizdiği ve
sorduğu “Türkiye’nin ihtiyacı olduğunda NATO nerdeydi ?” sorusuna herhangi bir yanıt aldığımız söylenemez. Darbe teşebbüsünde bulunanların TRT’de
okuttukları bildirideki NATO’ya bağlılık vurgusu geleceği ilişkin güvence olarak
görülmüş olabilir mi ? 1960 ihtilalini yapanlardan son ihtilal teşebbüsüne hepsinin NATO’ya bağlı kalacaklarını vurgulamaları alelade bir ifade olarak görülebilir
mi ? Türkiye’nin NATO içindeki yeri (ikinci büyük ordusu) çok vurgulanıyor ama
karşılıklı ilişkilerimizde , örneğin teröre karşı mücadelde, 5. madde söz konusu
olduğunda diğer ittifak üyelerinin ikircikli tutumu nasıl izah edilebilir ? Son ve
belki de en önemli soru Brüksel’de görev yapmış ve bugün darbeye katılmak
suçuyla tutuklanan veya aranan üst düzey rütbelilerden, görev süreleri içinde
tesis ettikleri özel ilişkilerden cesaret bularak, darbeye ilişkin herhangi bir bilgi
alınmış mıdır ? (iç istihabarat boyutu)
me sürecine girmişti. Dalgalanan Türkiye-Rusya ilişkilerinde açmaya hazırlandığımız yeni sayfa bir takım çevrelerde rahatsızlığa sebep olduğu bir gerçek
(rahatsızlık Gülenci pilotların Rus uçağını düşürmeden önce de vardı). Rahatsızlık duyulan elbette ticari ilişkimiz değil. Asıl rahatsızlık ittifak üyelerinin çemberi daraltmaya hazırlandığı , aktif kuşatmaya geçtiği bir dönemde Türkiye’nin
, bir dönem İran söz konusu olduğunda daha dengeli bir politikadan yana tavır alması gibi, daha esnek bir tutum alabileceği endişesinden kaynaklanıyor.
Türkiye’nin başta güvenlik koridoru olmak üzere Suriye’nin kuzeyinde yaşanan hareketliliklerden duyduğu kaygılara bigane kalan NATO’nun Suriye’de
statejik üstünlüğünü yitirmesinden , Rusya’nın startejik olarak Ortadoğu’ya
yerleşmesinden sonra kolay olanı tercih ederek başka bir sahada Rusya’ya
cevap vermeye çalışması Baltık, Karadeniz ve boğazlarda (Montrö Sözleşmesi) yeni gerilimlere davetiye çıkaracağı endişesini büyütüyor. Türkiye’nin
terörle mücadelesinde kulaklarını tıkayanların kendi çıkarları doğrultusunda
farklı bir gündemi empoze etmeye çalıştığını görüyoruz.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Sağladığı asgari desteğin dışında üç maymunları oynayan Amerika’nın (ve
pek tabii NATO) stratejik düzlemde Asya’yı güvenlik politikalarının merkezine
yerleştirirken Avrasya’nın siyasi ve iktisadi bir güç olarak ortaya çıkmasını da
engellemektedir. Türkiye-Amerika ilişkilerinde 2010’dan bu yana yaşanan gerilimlerin (buna karşın Gülen-Amerika yakınlaşmasının) ardında yatan sebeplerden biri bu. Soğuk Savaş sonrası , iki kutuplu dünyadan çok kutuplu dünyaya geçişimiz doğal olarak farklı antantların önünü açtı. Ne var ki, 1960’dan bu
yana aynı grubun üyesi olmaya zorlandığımız bir gerçek. Üstü örtülü çıkarılmamızdan söz edilse de kendi isteğimizle ayrılmadığımız sürece onların bizi
kapı dışarı edeceklerini düşünmek zor. Başvekil Adnan Menderes’in 2 Temmuz
1960’da Moskova’ya gitmeye hazırlanması , 54. Hükümet Başbakanı Prof. Dr.
Necmettin Erbakan’ın alternatif dış politika arayışları felaketle son buldu. Birincisi Mayıs 1960 darbesiyle (NATO ve CENTO’ya tamamen bağlanmamızla) ; ikincisi postmodern darbeyle devre dışı bırakıldı. Ortadoğu’nun siyasi ve
coğrafi olarak yeniden dizayn edildiği bir zamanda 15 Temmuz’da gerçekleşen
68
15 Temmuz kalkışması, NATO ve Amerika
<
kalkışma kuklacının kısa yoldan manevra yapma istemi olarak da okunabilir.
Kuzey Suriye veya Irak gelecek dönemde Amerika Birleşik Devletleri’nin yeniden keşfe çıkacağı bölgelerin başında geliyor.
askeri bir organizasyonun üzerinden Batı ile olan bağlarımızı değerlendirmesi
69
> 2016 AĞUSTOS
Bu noktada Henri Barkey’in Voice of Amerika için verdiği mülakatta Türkiye’deki yaşananlara ilişkin yaptığı değerlendirmelerde altını çizdiği husuların
başında “Türk askerinin genlerinde darbe fikrinin yerleştiği” (56 senede dördü başarılı, üçü başarısız yedi darbe) vurgusu yer alıyor. Kendinden emin bir
edayla gelecek yıllarda yeni bir darbenin gerçekleşeceğini söylüyor. Türkiye’nin
başta ordu olmak üzere gerçekleştirmeye hazırlandığı reformları değerlendirmeye dahil etmediği anlaşılıyor. Gülen’in iadesi konusunda, “ılımlı İslam” firinin
düşünürü Graham Fuller gibi tarafgir. Siyasi boyutunu gözardı ederek meseleye sadece hukuki mülahazalarla yaklaşmayı tercih ediyor. Gülen değerlendirilirken değerlendirmeye dahil edilmeyen siyasi boyut Türkiye-Amerika ilişkileri
başlığında ele alınıyor. Amerika ile arasını açılmasını Batı ile en güçlü bağı
olan NATO’dan kopması anlamına geleceğini söylüyor. Türkiye’nin doğulu ve
batılı yüzünü NATO’ya indirgemesi bir yana meseleyi cuntacıların penceresinden yaklaşarak değerlendirdiği anlaşılıyor. 1960’dan bu yana orduyu laikliğin
ve demokrasinin garantörü / teminatı olarak takdim eden Batı’nın NATO gibi
NATO’nun neyin garantörü (veya garantisi) olduğu sorusunu sorduruyor !?!
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Türkiye’nin 15 Temmuz kalkışmasından sonra bir daha bu tür hadiselerin
yaşanmaması için başta ordu olmak üzere devleti yeniden yapılandırdığı bir
dönemde Batı’nın neden şaşkınlıkla karşıladığı NATO ekseninde yürütülen
tartışmalardan anlaşılabilir. Birinci Cumhuriyet (1923-1960) döneminin ardından Türkiye’nin tarih sahnesine dönüşü 1974 Kıbrıs harekatıyla gerçekleşmişti. Bütün zorluklara , ambargolara ve meydan okumalara rağmen Türkiye
varlığını bir kere daha kanıtlamıştı. Son kertede 15 Temmuz kalkışmasından
sonra Türkiye’nin yeni bir yol ayrımında olduğunu söylemek mümkün. Terörün
iç ve dış kaynakları gibi darbelerin de iç ve dış kaynakları olduğu göz önünde
bulundurulduğunda restorasyonun yalnızca iç politikayla sınırlandırılmaması
geleceğe daha emin adımlarla yürüyebilmemiz için dış politika boyutunu da
dahil etmesi gerekecektir.
70
<
Türkiye’deki başarısız darbe: Arap Dünyasında karlı ve zararlı çıkanlar
Azam Temimi
Adalet ve Kalkınma Partisi yönetime geldikten itibaren Türkiye, Arap komşularına açıldı ve sanki birbirlerini ilk kez keşfediyorlar atmosferi oluştu. Bu
71
> 2016 AĞUSTOS
Türkiye’deki başarısız darbe girişimine Arap dünyasından gösterilen tepkilere baktığınızda, darbeyi memnuniyetle karşılayan, başarıya ulaşmasını
temenni eden ve darbeciler lehine aldatıcı bir medya operasyonuna girişenlerin, özgürlük ve demokrasi düşmanları olduğunu görürsünüz. Diğer yandan
Türkiye için endişelenen, darbenin başarısız olmasını uman, Allah’a Türkiye’yi
düşmanlarından koruması için dua eden ve darbeciler başarısız olduklarında
sevinçle dolan ve kutlamalar yapıp tatlılar dağıtanların, mazlumlar ve ezilenler
yahut onların destekçi ve gönüldaşları olduğunu görürsünüz.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
açılımla Türkiye ve komşularının tek vücut oldukları dönemlere ait bir nostalji
hissi kendini gösterdi. Ki bu tek vücudu sömürgeciler paramparça ve darmadağın hale getirmişti. Sonraki nesillere ise, Batı’da asırlar içinde ortaya çıkmış
olan milliyetçi devlet modelinin başarısız ve komik bir taklidi olan oluşumlar
miras kalmıştı. Evet, bizlere beşerin cürufu olan kişilerin yönettiği başarısız
devletler miras bıraktılar. Bu yöneticilerin çıkarları zorbaların çıkarlarıyla kesişiyordu, halklara düşmanlık yapıyor, kaynaklarına tasallut ediyorlardı. Sonrasında ise ne bir uyanış gerçekleşti, ne de onurlu bir hayat vücut buldu. İşte
böylece bize aşağılanma ve pişmanlığı miras bıraktılar.
Recep Tayyip Erdoğan idaresindeki Adalet ve Kalkınma
Partisi’nin iktidarı döneminde
Türkiye ve Arap komşuları arasında ticaret canlandı,
yardımlaşma ve işbirliği komşuluk boyutunu aştı; Arap Baharı rüzgarları estiği zaman
Türkiye, halkların yanında
yer alarak onların özgürlük,
demokrasi ve insanlık onuruna olan arzularına destek verdi. Aynı şekilde Yeni Türkiye, Filistin’in de yanında yer alarak mümkün olan tüm araçları kullanarak Filistinlilerin üzerindeki
ablukayı hafifletmeye katkıda bulundu. Bu ise Filistin’i işgal eden Siyonistlerin
ve işgalin ve ablukanın devam etmesi için onlarla işbirliği yapan kötücül Arap
rejimlerinin canını sıktı.
Bu başarısız darbe girişiminin yerel, bölgesel ve uluslararası anlamdaki
gerçek organizatörlerinin kim olduğunu anlamak için şimdilik elimizde yeterince bilgi yok. Ancak demokratik Türkiye’den nefret eden, darbeye sevinen ve
Türkiye’yi seven ve onu destekleyenlerle alay edenlerin, darbe başarılı olsa,
72
Türkiye’deki başarısız darbe: Arap Dünyasında karlı ve zararlı çıkanlar
<
Adalet ve Kalkınma Partisi yönetimden uzaklaştırılsa, Türkiye askerin elinde
ve postallarının altındaki o eski zulüm dönemlerine dönse sevinçten deliye
döneceklerini tahmin ediyoruz.
Bölgede olup bitenlerden haberdar olan birisi için, Türkiye’de demokrasinin
zayıflamasının devasa insani krizlere yol açacak olduğu gerçeği bir sır değildir.
Zira Türkiye’nin devlet televizyonunu ele geçiren askerlerin yaptığı açıklamadan anlaşıldığı üzere darbeciler, Mısır’daki darbecilerin karakteristiğini taşıyorlardı. Bu sebeple Esed ve Sisi gibi tiranları destekleyecekleri ve tiranlık
ve yozlaşmadan kurtulmak isteyen halkların karşısında yer alacakları belliydi.
Bundan sonrası için, Arap ülkelerinde kendisine yer bulamayan ve Türklerin
onlara evlerinden önce kalplerini açtığı milyonlarca Suriyeli mültecinin, Mısır’daki darbecilerin kendilerine Türkiye’de güvenli bir sığınak bulmaya zorladığı Mısırlıların durumunu tahayyül etmek zor değildir. Yine darbenin başarılı
olması ve darbe yönetimindeki Türkiye’nin, Filistinlileri destekleme yönündeki
mevcut tavrı değiştirmesi sonucu Filistinlilerin yaşayacağı hayal kırıklığını tasavvur etmek de zor olmasa gerekir.
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Türkiye’si araştırmacıların Arap dünyası için
daha iyi bir gelecek ararken özlemle baktıkları bir model teşkil etmiştir. Bu model gelişim ve uyanışı, Arap ve İslam dünyasına açılmayı, mustazaflara destek
olmayı, Avrupa ve ötesindeki büyük devletlerle ilişkilerinde titiz bir tavır takınmayı başarmış bir modeldir.
73
> 2016 AĞUSTOS
Basiret sahibi herkes, Türkiye’de darbe başarılı olsa bunun özgürlük ve demokrasinin düşmanlarına, ümmetin meselelerine ve en önemlisi Filistin meselesine düşmanca tavır takınanlara hizmet edeceğini görebilir. Aynı şekilde
basiret sahibi herkes, darbenin başarısız olmasının bu düşman karakterli kişilerde şu ana kadar etkisinden kurtulamadıkları ve asla etkisinden kurtulamayacakları büyük bir hayal kırıklığı oluşturduğunu görebilir.
İran darbeye nasıl baktı?
Fatih Sabuncu
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Darbe girişimini yakından takip eden ülkelerden birisi de İran oldu. Darbe
saatlerinde hızlı bir şekilde Milli Güvenlik Konseyi toplantı ve durum değerlendirmesi yaptı. Türkiye’deki İranlıların güvenliği ne olacak, darbenin başarılı olması durumunda ilişkiler ne olacak, eğer Türkiye karışırsa Ortadoğu’dan
İran’a gelebilecek tehditler nasıl önlenecek başlıkların bazılarıydı.
İlk uçuşları iptal eden ülke de yine İran oldu. Türkiye-İran sınırının kapatıldığı, sınırda geniş güvenlik önlemleri alındığı duyuruldu.
Siyasiler ise ilk etapta tarafını çok da belli etmedi denilebilir. Zira Dışişleri
Bakanı Cevad Zarif ilk açıklamasını darbe saatlerinde twitter üzerinden yaptı
ve “istikrar ve Türk halkının geleceği hayati önem taşıyor. Bu hususta birlik
74
İran darbeye nasıl baktı?
<
ve sabır kaçınılmayacak kadar önemli” ifadelerini kullandı. İlk bakışta darbe
kelimesinin dahi kullanılmadığı bu açıklama, olayların sonunda kim iktidarı ele
alırsa onun desteklendiğini söylemek halinde bir sorun oluşturmazdı.
16 Temmuz sabahı darbe girişimi başarısız olunca, Cevad Zarif bir mesaj
daha atma gereği duydu ve “Türk halkı kendi seçtiği hükümet ve demokrasisini
cesaretle savundu. Darbenin bizim bölgemizde hiçbir yeri olmadığını kanıtladı.” ifadelerini kullandı. Bu kez açıklamalar daha netti ve açıklamasını suyun
aktığı yöne çevirebildi, “ilk tepki veren ben oldum” diyerek de pekiştirdi. Daha
sonra Meclis Başkanı Ali Laricani, Milli Güvenlik Konsey Sekreteri Ali Şamhani
gibi isimlerden kınamalar geldi.
Peki, ülkenin siyasi yöneticisi neden iki gün sonra tepkisini gösterdi?
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ise ABD ve Rusya’dan çok sonra tepki
gösterdi. 17 Temmuz Pazar günü Kirmanşah bölgesinde halka hitap ederken
“Halen bölgede birilerinin darbeyle iktidarları değiştirebileceklerini, tankla, topla, uçakla, helikopterle halk tarafından seçilmiş bir yönetimi alaşağı edebileceklerini zannediyorlar” ifadelerini kullandı. Bu gecikme siyasi bir soğukluğun
göstergesi de olabilir, açıklama yapacak coşkuyu yakalayamadığından da gerçekleşmiş olabilir. Bu kısmın yorumunu okuyucularımızın takdirlerine bırakıyoruz
Hatemi, “Başından itibaren yetkililerimiz darbeyi kınadı. Ancak darbeyi kınamak hükümeti eleştirmeyeceğiz anlamına gelmiyor… IŞİD’e destek veren
ve meydan veren tek ülke Türkiye idi. IŞİD’e ofis verdi, sınırda pazarlar kurdu,
petrolünü taşıdı. Siz dökülen tüm kanlarda ortaksınız, bu canileri kışkırttınız.
Ancak son günlerde bu yılanların Türk Devletini de ısırmasından dolayı pişmanlar. Ancak özür dilemeniz gerekiyor. Erdoğan dünyadaki tüm IŞİD kurban75
> 2016 AĞUSTOS
Ancak Cuma hutbesi hatibi Ayetullah Seyid Ahmed Hatemi’in açıklamaları
siyasi söylemlerin dışında bir düşünceyi ortaya koyuyordu. Hatemi, yüz binlerce insanın dinlediği ve devlet televizyonundan canlı yayınlanan hutbesinde
adeta Türkiye’deki darbe girişimine adeta “ohh” diye bir konuşma yaptı. Bu
konuşma, yaşanan bu sıkıntıya hükümetin sebep olduğunu vurgulayan vahim
bir konuşma olarak kayıtlara geçti
larından özür dilemeli” şeklinde konuştu.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Hatemi’nin konuşmasında Türkiye’deki darbe girişimini eleştirmek yerine
hükümeti sert şekilde eleştirmesi, bazı kesimler tarafından gizli mutluluğun
ifadesi olarak yorumlandıAncak anlaşılmayan şey şu ki; 1979 yılında bir halk
devrimi ile iktidarı ele alan, Şah’a karşı halkın nasıl başkaldırdığını dillerinden
düşürmeyen İranlılar, Türkiye’de meydanlarda bir grup teröristin halka ateş açmasından nasıl mutluluk duyabiliyor. Oysa din alimlerinden de beklenen, Türk
halkının darbeye, kurşuna, tanka, topa karşı dik duruşuna bir kutlama idi.
Peki, İran’ın bu darbe girişimi karşısındaki tutumunu izleyenler, siyasetçilerin İran’da kullanılması yasak olan twitter aracılığı ile “darbeyi sert şekilde kınıyoruz” sözlerini mi ciddiye alacak, yoksa bütün devlet adamlarının bir arada
olduğu Cuma namazında, yüzbinlerin dinlediği hutbede konuşan ve uzmanlar
meclisi gibi büyük bir makamda olan Ayetullah’ın, Türk Hükümetine olan sert
tepkisini mi?
76
<
Arnavutlar neden Erdoğan’ı
destekliyor?
Murat M. Aliu
Bu kitlesel ve ısrarcı desteğin temelinde yatan, Müslüman Arnavutların bazı
Arnavut liderler, entelektüeller ve islamofob Arnavut medyasına karşı tepkili olmalarıdır. Müslüman Arnavutlar Erdoğan’ı destekleyerek, Müslümanlara
karşı nefret güden ve anti-İslam retoriğini kariyer yapmak amacıyla kullanan
siyasetçi ve entelektüellere karşı tepkilerini ortaya koymaktadır. (bu tepkiler
77
> 2016 AĞUSTOS
Müslüman Arnavutların Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik büyük ilgi ve desteği son günlerde daha da artmıştır. Geniş bir kitle tarafından sosyal medyada Erdoğan’a gösterilen destek,
gerçeği bilenleri değil, bilmeyenleri çok şaşırtmıştır. Yalanlara ve propagandaya yenik düşmeyen, gerçekleri olduğu gibi görebilen Arnavutlar Türkiye
Cumhurbaşkanı’na yönelik bahsi geçen büyük desteğinin sebebinin farkındadır.
ayrıca birçok Arnavut medyasına karşı da gösterilmektedir çünkü islamofobinin sesi olarak kullanılan bu medyalar Türkiye’deki son olaylarla ilgili de yanlış
bilgilendirme ve yalan haberler yapmıştır.)
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Maalesef Arnavutların yaşadığı topraklarda yıllardır Dizrael’in bahsettiği
“Doğu üzerinden kariyer yapmak” yaklaşımı benimsenmektedir, ancak bugünkü Arnavut realitesinde bu yaklaşım “Anti-İslam üzerinden kariyer yapmak”
şeklinde uyarlanmıştır. Yıllardır birçok siyasetçi, entelektüel, gazeteci ya da
sivil toplum aktivisti, İslam dinine ve Müslümanlara karşı saldırı ve hakaret
bombardımanlarından sonra ödül olarak milletvekili, bakan, büyükelçi ve bunlara benzer yüksek makamlara gelmiştir. (en son örneği bunlardan birinin büyükelçi olarak atanmasıdır). Bu insanlar bu şekilde kariyer yapmakta ve ayrıca
para kazanmaktadır. Bu noktada burada ortaya çıkan soru şu: bu kontrolsüz
islamofobik karalama ne tür sonuçlara sebebiyet vermiştir? Müslümanlara
karşı nefreti teşvik eden bu tür yaklaşımlar birçok insanı üzerek gitgide yabancılaştırmıştır. Böylece insanlar dini inançlarına karşı hakaretleri daha fazla
dinlememek için, bu tarz yaklaşımı sergileyen elitler ve medyalardan uzaklaşmak zorunda kalmıştır. Yerel medya ve siyasi figürlerden koptuktan sonra, bu
insanların en çok teselli bulabileceği ve yakınlık hissettikleri siyasi figür, Kosova, Arnavutluk, Makedonya ve bütün Arnavutlar için sürekli desteğini açık bir
şekilde ifade etmiş olan karizmatik lider Erdoğan olmuştur. Erdoğan’ın Arnavutlara yönelik desteği sözde değil de, daha çok somut bir şekilde gösterilmiş
bir destek olup olmaması ve kime daha çok destek vermiş olduğu geniş bir
şekilde tartışılabilen bir konudur ancak genel algı her zaman Erdoğan’ın Arnavutları maddi ve manevi desteklemiş olduğu yönündedir. Erdoğan, Arnavut
islamofobi elit ve medyaların devamlı baskısı altında bulunan Müslüman Arnavutlarının dini hak ve özgürlüklerinin savunucusu olmuştur. Başka bir ifade ile,
İslam dinine karşı olmayı bir meslek veya kariyer haline getiren birçok Arnavut
siyasetçi, entelektüel ve gazetecinin aksine, Erdoğan’ın İslami değerlerinin kararlı bir şekilde savunucusu olduğu yönünde güçlü bir algı Arnavutlar arasında
da hâkimdir.
78
Arnavutlar neden Erdoğan’ı destekliyor?
<
Bu bağlamda, dini kimlikler söz konusu olduğunda, bütün dini toplulukların,
onları temsil eden makamlarla özdeşleştiği dikkate alınması gerekmektedir.
Örneğin Arnavut Katolikler Vatikan ile özdeşleşmekte, Kosova’daki Sırplar Sırp
Ortodoks Kilisesi ile özdeşleşmekte ve saire. Ancak Arnavut Müslümanların
ve dünyadaki diğer Müslümanlarının özdeşleşebileceği bir makamı söz konusu değildir. Arnavut Müslümanlar ağır bir islamofobik baskı altında olunca
dini açıdan özdeşleşebilecekleri makamları Türkiye’de ve onun karizmatik liderinde aramaya başlamıştır. Aslında böyle bir eğilimin dayanağını ortak tarihi
geçmişimizde bulabiliriz. Türkiye devleti, Arnavutların da dahil olduğu Halifeliği
birkaç yüzyıl boyunca yaşatan Osmanlı İmparatorluğunun varisidir. Bu açıdan
bakıldığında Arnavut Müslüman Topluluğunun güçlü bir tarihi de dini hafızasına sahip olduğu söylenebilir. Diğer taraftan, Cumhurbaşkanı Erdoğan bakış
açısı ve karizmasıyla, Müslüman Arnavutlarla sınırlı olmamak üzere, böyle bir
beklentiyi beslemiştir. Söz konusu beklentinin ne ölçüde gerçek olduğu tartışılabilecek diğer bir konudur. Ancak Arnavut elitler, entelektüeller ve medyaların
yarattığı islamofobi ortamı kapsamında, böyle bir beklenti her zaman olmuş ve
olmaya devam edecektir.
sebebi de budur. Yani, islamofobik baskı, İslam dinine inanan birçok Arnavut’u,
uğradıkları psikolojik şiddetten korunmak için bir sığınak aramak zorunda bırakmıştır ve onların bu durumunu güçlü Türk liderinin kolaylaştıracağı ümidi
ağırlıktadır. Erdoğan’ı destekleyen ve onunla özdeşleşen bütün Arnavutların
bu noktaya gelmesi kendiliğinden oluşan bir gelişme ya da bir tesadüf değildir.
Onların bu noktaya gelmelerinin sebebi Osmanlı İmparatorluğu ya da Halifelikle bağlılığı değildir, liderler, entelektüeller ve medyaların özellikle son on yıldaki
islamofobik tacizci saldırılarıdır.
79
> 2016 AĞUSTOS
Arnavutların dışındaki çevrelerden de teşvik edilen tacizci islamofobların
devamlı saldırılarından (Dostoyevski’nin bir eserinin ismi gibi) “Hakaret edilmiş
ve Aşağılanmış” Müslüman Arnavutların büyük bir kısmı, devamlı hakaretlerden korunmanın en iyi yolu, Erdoğan’ın desteğine sığınmak olduğu düşüncesindedir. Gerçekler böyledir, Erdoğan’ın geniş bir şekilde desteklenmesinin
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Erdoğan’a yönelik özellikle son günlerde gitgide artan destek ayrıca adaletle
alakalı bir konudur. Demokratik bir şekilde seçilen Erdoğan ve Türk hükümeti,
bir askeri darbe tehdidiyle karşı karşıya kalmıştır. Askeri darbe her hâlükârda
demokrasinin zıddı ve kabul edilemez bir eylemdir. Son günlerde Erdoğan’a
yönelik artan bu destek, Türk devletin iç siyasi işlerine karışma eğilimi olarak
değil, darbeye karşı bir dik duruş ve Erdoğan’la dayanışma şeklinde yorumlanması daha iyi olacaktır. Belki de Erdoğan ve Türk hükümetinin böyle bir şeye
ihtiyaçları da yoktur. Erdoğan’ın, Türk milletin kitlesel ve kararlı yardımıyla darbecilere karşı ulaştığı hızlı zaferi, onu cesur ve yıkılmaz bir lider yapmaktadır.
Bu durum dünyadaki Müslümanların, onun figürüyle özdeşleşmelerini daha da
çok teşvik edecektir. Böyle bir yaklaşım bizde de görülecektir, en azından bizim liderlerin islamofobiyi kariyer amaçlı olarak kullandıkları ve çoğu Arnavutların dini duygularına hakaret etmekten vazgeçmediği sürece, bu böyle devam
edecektir.
80
<
Darbe başarılı olsaydı Kosova
ne kaybedecekti?
Bayram Pomak
15 Temmuz akşamı Türkiye çok ciddi bir tehlike atlattı. On dört yıl boyunca
iktidarda olan ve demokratik bir şekilde seçilmiş bir hükümet ve Cumhurbaşkanı askeri darbeyle yerinden edilmek istendi. Öyle bir askeri darbe ki… Kendi
halkını helikopterlerle tarayan, kendi parlamentosunu bombalayan gözü dönmüş, askeri kıyafete bürünmüş, sözde bir hocanın peşinden giden teröristler
tarafından Türkiye Cumhuriyeti esir alınmak istendi.
81
> 2016 AĞUSTOS
Demokrasilerin en büyük düşmanı olan darbeler demokratların da en büyük
düşmanıydı ancak ne hikmetse Türkiye’de olan darbe girişimi daha bitmeden
sözde demokrat medyalar, algı sapmaları yaparak, darbeyi küçümsemeye ve
askerlere yapılan muameleyi gündeme getirmeye başladılar. Dünya medyası
her zamanki gibi sadece görmek istediğini görüyor, duymak istediğini duymaya
devam ediyor.
Bununla beraber dünya medyasından beslenen Kosova’nın sözde demokrat gazetecileri her zamanki çifte standartlarını açık açık göstererek darbe zaferi çığlıkları atmaya başladılar. Bazı haddini bilmezler daha darbe başlarken
‘Güle Güle Erdoğan’ çığlıkları atarken bazı diğerleri de ‘Türkiye’de tatilde olan
Kosovalıları’ darbecilere katılmaları için çağrı yapıyordu. Çünkü bunlar için
demokrasi sadece kendi çıkarları için var, eğer kendi çıkarları aleyhine çıkan
sonuçlar olursa o sonuçları manipüle etmek, sonuçlar aleyhine konuşmak,
çifte standart uygulamak bunların en büyük alameti farıkalarıdır.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Peki Erdoğan’ın gitmesi Kosova dış politikası için ne anlama gelmektedir?
Daha Kosova 2008 yılında bağımsızlığını ilan ederken AK Parti hükümeti
altı yıllık hükümetti ve daha Kosova bağımsızlığını ilan eder etmez Türkiye
Cumhuriyeti Kosova’nın bağımsızlığını kabul etti. Bu destek ileri ki dönemde Türkiye’nin Kosova’ya yapacağı desteklerin en önemli göstergesiydi. Yeni
bağımsız olan Kosova’nın uluslararası arenada çok ciddi desteğe ihtiyacı
vardı ve bu ihtiyaç bugün dahi devam etmektedir. Her uluslararası arenada
Tayyip Erdoğan Kosova’yı dile getirdi. BM kürsüsünde dünyaya hitap ederken Kosova’yı unutmadı, İslam Teşkilatı Örgütünde Müslüman Devletlere hitap ederken Kosova’yı unutmadı, UNESCO’da UEFA’da ve daha nerelerde.
Kapalı kapılar ardında Kosova’nın tüm siyasileri, bürokratları ve diplomatları
Türkiye’nin Kosova için neler yaptığını çok iyi bilmektedir ancak bir yerlerin
baskısından dolayı bunları dile getirememektedir.
Bütün bunlara rağmen bir kısım haddini bilmezler sürekli şekilde bu yardım ve destekleri Türkiye’nin gizli gündemi varmış gibi lanse etmeye devam
etti ve devam etmeye devam etmektedir. Aslında onlar da çok iyi bir şekilde
Türkiye’nin böyle bir ajandasının olmadığını bilmektedir, yaptıkları en büyük
eleştirilerden biri Türkiye’nin bir sürü kurumunun Kosova’da bulunduğudur
halbuki bazı ülkelerin kurumları Türkiye’nin kurumlarından çok daha fazla olmasına rağmen onları ısrarla görmezden geliyor ve Türkiye’yi neredeyse bir
tehlikeymiş gibi lanse etmeye, o algıyı yaratmaya sistematik bir şekilde devam
82
Darbe başarılı olsaydı Kosova ne kaybedecekti?
<
ediyor ve bir akıl tutulması yaşıyorlar.
Özetle, bütün bunlara rağmen, bütün bu karalama kampanyalarına rağmen
Kosova halkının sevgisi Türkiye Cumhuriyetine ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a
her geçen gün daha da artmaktadır çünkü halkın basireti haklıyı haksızdan
ayırmaya yeter.
83
> 2016 AĞUSTOS
Eğer o gece darbe başarılı olsaydı Kosova dış politikada en güçlü müttefiklerinden biri olan Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın da
desteğini kaybetmiş olacaktı.Bu meseleyi gözü dönmüş, akıl tutulması yaşayan sözde gazetecilerin, sözde analistlerin anlamasını beklemiyorum ancak
siyasilerin, bürokratları, diplomatların ve Kosova halkının çok iyi anladığını biliyorum.
Meydanların dili
Akif Emre
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Bir gece yarısı ansızın meydanlara fırlayan insanlar önce darbecileri şaşırttı. Darbecilerin zihin dünyası ve ait oldukları gelenek, toplumu doğru okuyup
algılamalarına engeldi. Tanklara, üniformaya, ateş hattında ölüme kendiliğinden koşan insanların hissiyatını anlamaları imkansızdı. Bu nedenle kusursuz
gibi görünen darbe planının en büyük yanılgısı toplumdaki dinamizmi görememeleri oldu. Bir anda açığa çıkan bu direnme biçimi bu topraklara aidiyet
hissinden başka bir şey değildi. Yani yerlilik dediğimiz mihenk taşı.
Gece yarısı darbe baskınından itibaren düne kadar meydanları dolduran
kitlenin eyleminde yatan hissiyatı, siyasi tercihi, kültürel aidiyeti kabul etmese
bile takdir etmesi gereken devrimci körlük de kıyasıya yanıldı. Devrim, direniş
gibi yaldızlı sloganları kimseye bırakmayan sol, batıcı, sosyalist entelijansiya84
Meydanların dili
<
nın ideolojik kibirleri meydanları anlamaya engeldi. Gezi’de hortumla sıkılan
sudan ıslananlardan direniş destanı çıkartanlar, üzerinden iki tank geçmesine
rağmen yıkılmayan gençleri, çelik paletlere direnen kadınları anlamayacaklardı. Bu yönüyle Türkiye’de ideolojik okumaların, toplumsal kuramların yeniden
gözden geçirmeye mecbur kalacakları bir isyan biçimi, direniş ahlakı ortaya
çıktı.
15 Temmuz’dan düne kadar kesintisiz devam eden gösterileri anlamlı kılan
husus direnmeyi ortaya çıkaran hissiyat boyutu idi. Gösterilerin süreklilik kazanarak adeta kurumsallaşması ile yeni bir forma büründüğü söylenebilir. Milyonlarca insanın her gece meydanlara akın etmesini sağlayan şey ile ortaya çıkan
sonucun ne kadar örtüştüğü üzerinde kafa yormakta yarar var. İhaneti hazmedememiş yerli bir duyuş, duruş ve davranışın tarihi sükunetinin meydanlara
akmasıydı bu gösteriler. Geri kalanı siyasal kurguların, ideolojik yorumların,
toplumsal mühendisliğin ilgi alanına giriyordu.
Her akşam milyonları bir araya getiren saik ile ortaya çıkan hasılanın dökümünü iyi yapmak gelecek adına anlamlı olabilir.
-Kitlesel eylemlerin dönüştürücü gücü her zaman için vardır. Kitleleri ilk anda
harekete geçiren dinamizm ile kitleleri meydanlarda tutan şey arasında bir boşluk oluşması da kaçınılmaz görünüyordu.
-Darbe girişimine karşı çıkanlar her şeyden önce nihilist bir başkaldırı peşinde değil ihanete uğramış olmaya karşı bir çığlık, bir isyan sergilediler
-Gözden kaçırılmaması gereken en önemli husus ilk andan itibaren ateş
hattına gidenler kendilerinin aşağılandığını, kişiliklerinin hiçe sayıldığını hissetmeleri ve buna olan öfkeleri son derece belirleyiciydi. Bu anlamda modern
siyasal bilinç,/birey tepkisi sergilendiği gözden kaçmamalı.
-Gösterilerin kısa sürede kurumsal yapıların denetim ve yönlendirmesi ile bir
85
> 2016 AĞUSTOS
Günlerce süren gösteriler sırasında insanlar bir tür siyasal aidiyet duygularıyla sahaya inerken bu süreçte müthiş bir olgunluk sergilediler, en küçük
taşkınlığın bile olmaması kitle olmaktan başka bir varlık, şuur olduklarını gösterdiler.
disiplin sağlandı, hatta tek sesli bir ideolojik söyleme evrildi.
-Platformlardan kitleleri yönlendiren çizgi son derece milliyetçi, devletçi bir
dile dönüşmekte gecikmedi.
-Vatan, devlet, bayrak temalı söylem Müslümanca hassasiyeti olan kitlelerin sistemle aralarında var olduğu düşünülen mesafeyi kapatmasında önemli
işlev gördü. Milyonların motive edildiği bu süreçte din ve bayrak üzerinden
devletin kutsandığı dolayısıyla sistemin sorgulanmadığı bir söyleme evrildi. Bu
durum Cumhuriyet tarihi boyunca bu yoğunlukta tezahür etmemiş bir momentum olarak kayda geçecektir.
-Darbe girişiminin söz konusu olduğu ortam için tedbirli olmanın anlaşılabilir
yanı var elbette. Ancak bu tedbir refleksinin kitlesel dinamizmi emen dahası
dönüştüren kontrol mekanizmasının işletildiği de gerçek.
- Bu nedenledir ki bunca katılım ve heyecana rağmen eylemin dönüştürücü gücünü ortaya çıkaran verimlerin alınmasını engellemesi de kaçınılmazdı.
Bunca yaşanmış destansı hikayeye rağmen yeni bir slogan, yeni bir görsellik,
bir şarkı sözünün bile üretilmemesi gerçekten düşündürtücüdür. Estetik ve sanatsal yaratıcılığın ortaya çıkması da bastırılmış oldu.
-Özellikle gençlerin, ruhu gençlerin yaratıcı dinamizmini ortaya çıkartacak
bir ortamın oluşmaması kaçırılmış bir fırsattır.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Nihayetinde meydanlara hakim olan söylemin tek bir siyasal ses ve devletçi
bir tona bürünmesi başlangıçta darbeye karşı olan farklı toplumsal kesimlerin
katılımını engelleyici işlev görmüş olabilir.
Sonuç olarak, milyonlar vakarlı duruşu ile görevlerini yaptılar, siyasal sonuçları ise daha çok milliyetçi-muhafazakar tonu öne çıkaran yönlendiricilere
ait. Millet sağduyusu ile memlekete dair sözünü canı pahasına söyledi, ortaya
çıkan birlik ruhu fena halde mozaikleşen toplumun geleceğine dair iyimser
olmak için yeterli sebeptir. Geri kalan kısım siyasal tasarım ve toplum mühendisliğine giriyor.
86
<
Türkiye’nin yeni Amerikan karşıtlığı
New York Times
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a göre, 15 Temmuz darbesinin arkasındaki isim,
1999’dan beri Pennsylvania’da gönüllü inzivada yaşayan ve bu teşebbüste bir
dahli olduğunu reddeden din adamı Fethullah Gülen. Ancak hükümet yanlısı
medya, siyasi liderler ve toplumun tüm kesimlerinden sıradan vatandaşlar, it87
> 2016 AĞUSTOS
Başarısız bir darbe teşebbüsüyle sarsılan Türkiye’de hükümet ve çok sayıda
vatandaş suçlayacak birini bulmak için çok istekli. Gerçekleri ortaya koyacak
dikkatli bir soruşturma yerine, Amerika’yı bu kalkışmanın suç ortağı olmakla
itham ettiler. Bu, gerçek ve hayali düşmanlara karşı hükümetin geniş kapsamlı
bir temizliğiyle karışık yeni bir Amerikan karşıtlığı dalgasını ateşlerken bir yandan da NATO ve ABD ile ilişkiler ve Türkiye’nin uzun vâdeli istikrarı için risk
teşkil ediyor.
hamları yalanlayan Washington’u suçluyorlar.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Amerika’nın Orta Doğu’daki en üst rütbeli komutanı General Joseph Votel,
Türk ordusundaki temizliğin Amerikalılarla mesaisi olup şu anda hapiste olan
Türk subaylarına dair endişelerini belirtti. Erdoğan Votel’e tepki gösterip onu
darbecilerin yanında olmakla suçladı. Erdoğan, Salı günkü [2 Ağustos 2016]
konuşmasında tepkisini sürdürdü, Batı’nın darbecilerin yanında durduğunu ve
terörizmi desteklediğini söyledi.
Bu esnada hükümet yanlısı Yeni Şafak gazetesi de bir dönem Afganistan’da
NATO komutanlığı da yapmış olan General John Campbell’ı, Woodrow Wilson
Center isimli Amerikan düşünce kuruluşunda Orta Doğu programının direktörü olan Henri Barkey’i ve
CIA’i darbenin arkasında
olmakla suçladı. Barkey’e
yönelik kanıt ne peki? Darbe patlak verdiğinde kendisi akademisyenler için düzenlenen bir konferans için
İstanbul’a yakın bir adada
bulunuyordu. Gazete bunu
“gizli bir toplantı” olarak
naklederken Barkey’in de
birkaç telefon görüşmesi
yaptığını belirtti ki öyle pek de şüphe uyandıracak bir hareket değil. İlaveten
gazete, ABD’nin Erdoğan’a darbe gecesi suikast teşebbüsünde bulunduğunu
iddia eden bir manşetle çıktı.
ABD’nin, hem NATO’nun güvenliği hem de IŞİD’le olan savaşta ortaklığı hayati önemde olan NATO üyesi bir müttefikinin altını oyması hiç de akla uygun
gelmiyor; üstelik bölgenin ekseriyeti kaos içindeyken.
88
Türkiye’nin yeni Amerikan karşıtlığı
<
237 insanın ölümüne sebep olan [29 Temmuz itibariyle] darbe teşebbüsünden dolayı yaşadıkları travma anlaşılır olmakla birlikte, Türkler sahtekâr ve
alaycı bir oyun oynuyorlar. Erdoğan, darbeyi yeterince sert kınamadıkları için
Batı ülkelerine tepki gösterdi fakat onun asıl şikâyeti, ordudan, bakanlıklardan,
okullardan ve üniversitelerden 66 bin insanın tasfiye edilmesi üzerine Batılı ülkelerin tedirginliklerini belirtmiş olmaları. Bu, mazur görülebilecek seviyeyi de
geçen ve dahası, mevzubahis kurumların karakterini ve gücünü radikal şekilde
altüst edecek bir rakam.
Amerikalı yetkililer haklı olarak Erdoğan’ın eleştirilerinin dozunu arttırmak
ve baskı kurmak suretiyle Washington’u, Gülen’in Türkiye’ye iadesine dönük
talebine mecbur etmeye çalıştığını düşünüyorlar. Türkiye idari dokümanları
Amerika’ya gönderdi ama iade için resmi, hukukî bir talepte bulunmadı. Amerikalılar da Gülen’i suçlayacak hiçbir kanıt görmedi şimdiye kadar.
89
> 2016 AĞUSTOS
Türklere hatırlatılması gereken şu ki Gülen’in yasal olarak Amerika’da bulunma hakkı var ve ABD Adalet Bakanlığı Gülen’i teslim edip etmeyeceğine
karar vermeden önce titiz bir sorgulama yapmak zorunda; bilhassa Türkiye gibi,
yasal prosedürün gittikçe müphemleştiği ve söylentilere göre gözaltındakilere
işkence yapıldığı bir ülkeye iade söz konusuysa.
Türkiye’nin asıl görevi darbeyi kimin, niçin planladığına dair bir açıklama
getirmek. Ama bu da gerçekleri keşfetmek lehine komplo teorilerini bir kenara
bırakmayı gerektirir.
Washington’daki beklenti Gülen üzerindeki gerilimin daha da kötüleşeceği
ve bunun da Türkiye’yi Rusya’ya yakınlaştırabileceği. Yine de Amerikalı yetkililer Türklerin IŞİD’e karşı yürütülen savaşta işbirliğine devam edeceklerine yönelik, ABD Genelkurmay Başkanı Orgeneral Joseph F. Dunford’un Pazartesi
günü [1 Ağustos] gerçekleşen Ankara ziyaretinde de olduğu gibi, gizli güvenceler verdiğini ifade ediyorlar. Şimdiye kadar verilen güvenceler yerine gelmiş
görünüyor.
Uzun vâdede ise ABD ve NATO’yu bekleyen daha ciddi bir problem var:
demokratik değerlerden uzaklaşan kilit roldeki bir müttefikle ne yapılacak?
Amerikalı yetkililer seçenekleri değerlendirmeye başladıklarını söylüyorlar ki
buna günün birinde NATO’nun, antidemokratik faaliyetler için özellikle tanımlanmamış bazı sonuçlara varması da dahil.
NATO atacağı muhtemel bir adımın iması bile Erdoğan’ı çileden çıkartması mümkün. Lâkin Batı ile uyuşmayacak prensiplere ve uygulamalara kucak
açan bir Türkiye’nin güvenilir bir müttefik olabileceğini veya Türkiye’nin kalkınması ve güvenliğini sırtını dayadığı NATO olmadan nasıl sağlayacağı sorularına cevap vermek zor.
Kaynak: New York Times
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Dünya Bülteni için çeviren: Mustafa Doğan
90
<
NYT, ABD’nin darbedeki rolünü örtbas ediyor
Bill Van Auken
4 Ağustos tarihli “Türkiye’nin Yeni Amerikan Karşıtlığı” başlığını taşıyan editör yazısında New York Times, ülkenin seçilmiş cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı devirme maksatlı 15 Temmuz’daki başarısız darbenin arkasında
Washington’un olduğu yolunda gayet açık ve sağlam temelleri olan bir sonuca
vardıkları için Türk hükümetini ve Türk halkını azarlıyor.
91
> 2016 AĞUSTOS
“Başarısız bir darbe teşebbüsüyle sarsılan Türkiye’de hükümet ve çok sayıda vatandaş suçlayacak birini bulmak için çok istekli. Gerçekleri ortaya koyacak dikkatli bir soruşturma yerine, Amerika’yı bu kalkışmanın suç ortağı olmakla itham ettiler,” iddiasında bulunuyor Times ve ekliyor” Bu da yeni bir Amerikan
karşıtlığı dalgasını ateşledi.”
Times bu gibi suçlamalara mantıksız ve absürt şeylermiş gibi muamele ediyor. “ ABD’nin, hem NATO’nun güvenliği hem de IŞİD’le olan savaşta ortaklığı
hayati önemde olan NATO üyesi bir müttefikinin altını oyması hiç de akla uygun gelmiyor; üstelik bölgenin ekseriyeti kaos içindeyken.”
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Türkiye 1952’den beri ABD’nin bir NATO müttefiki. O tarihten sonra Washington Türk ordusunun iktidarı zapt edişine bir değil, üç kere destek çıktı
-1960, 1971 ve 1980’de- geçen ayki kanlı olaylar hariç.
Geçen aylarda Erdoğan yönetiminin “ortaklığı”, bilhassa artan ABD-Rusya
tansiyonun gölgesinde Ankara’nın Moskova’yla uzlaşma arayışları hususunda sorgulanmıştı. İlişkiler Suriye konusunda daha da kötüye gitti. Öyle ki
Ankara’nın kendisi için hayatî bir tehdit olarak gördüğü Kürt ayrılıkçılarla Amerikan ordusu bir ittifak kurdu.
“Türkler aldatıcı ve şüphelendirici bir oyun oynuyorlar” diyen Times, ABD’nin
başarısız darbeyle bir alakasının olmadığını demeye getiriyor.
Mesela alaycılığa ve sahtekarlığa geldiğinde Times’ın emsali yoktur. Nasıl
92
NYT, ABD’nin darbedeki rolünü örtbas ediyor
<
olur da ABD’nin darbeyle ilgisinin olmadığını iddia edebilir?
Şurası açık ki darbe büyük oranda Türkiye’nin güneydoğusundaki İncirlik
Hava Üssü’nden organize edildi. 1,400 Amerikan askeri personeli ve yüzlerce
Amerikan taşerona ev sahipliği yapan üs, Amerika’nın Irak ve Suriye’ye olan
hava saldırılarının merkezi değil yalnızca. Aynı zamanda Amerika’nın Avrupa’daki en geniş nükleer silah stoku olan üste, sayısı 90’ı bulan ve her biri
Hiroşima’ya atılandan on kat daha yıkıcı bir güce sahip olan B-61 taktik nükleer bombalar bulunuyor.
Darbe başarısız olduktan sonra, bu teşebbüste mühim bir rol oynayan ve
Pentagon yakın ilişkileri olan üs komutanı Amerikalı meslektaşlarından sığınma talep etti.
Eğer CIA ve diğer Amerikan istihbarat kurumları Amerikan ordusunun burnunun dibinde organize edilen bu eli kulağında darbe hakkında hiçbir şey bilmiyorduysa, bu Amerikan tarihindeki en büyük istihbarat fiyaskolarından biri
demektir. Peki nükleer bombaların yönünün El-Kaide’ye, IŞİD’e veya benzeri
bir oluşuma çevrildiği bir yerde bu yaşanan İslamcı bir darbe olsaydı? Böyle bir
fiyasko CIA başkanı John Brennan, Amiral Michael Rogers, NSA başkanı ve
diğerlerinin istifası anlamına gelirdi. Tabii ki bu istifalar yaşanmadı.
Dahası, Erdoğan’ın tatilini geçirdiği otele gelen askerî suikast timinden kıl
payı kaçmasının yegane sebebi, darbecilerin haberleşmelerini saptayan Rus
istihbaratının kendisine önceden uyarı göndermesiydi.
Aynı haberleşmeleri muhtemelen duymuş olan Amerikan ordusu yahut onlarca yıldır faaliyet gösterdikleri bir ülkede istihbarat yetenekleri Rus meslektaşlarından çok daha üstün olması gereken CIA ve NSA’de bu istihbaratın
aynısı, hatta daha kapsamlısı yok muydu yani?
Amerikan hükümeti adına Dışişleri Bakanı John Kerry’nin Moskova’da bulunduğu esnada darbenin başarısız olacağının da anlaşılmasından önce gelen
93
> 2016 AĞUSTOS
Onların Erdoğan’a benzer bir ikaz göndermeme kararlarının tek bir tercümesi olabilir: Obama, Amerikan ordusu ve istihbarat şefleri Tayyip Erdoğan’ın
öldüğünü görmek istediler.
ilk reaksiyonu da aynı sonuca çıkıyor. Kerry Amerika’nın Türkiye’de “istikrar,
barış ve devamlılıktan yana olduğunu” ifade etmekle yetindi. Ne Erdoğan’ın
ismi ne de seçilmiş sivil bir yönetimin devamına dair herhangi bir endişe açıklamada yer aldı.
Bu politikanın pervasızlığı ve kabahati inanılmaz. Irak, Libya ve Suriye’de
milyonlarca insanı öldüren ve sakat bırakmış olan Amerikan emperyalizmi,
bölgesel ve global hegemonyasını ilerletmek için aynı şeyleri Türkiye’de de
yapmaya hazırdı.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
İktidardaki AKP’nin büyük halk desteği ortadayken başarıya ulaşacak
bir darbeyi, Mısır’daki Amerikan diktatörü General Abdülfettah el-Sisi veya
Türkiye’nin 1980 darbesini zorba baskısını bile geride bırakacak katliamlar takip ederdi. Bunun muhtemel sonucu da Avrupa sınırındaki bir NATO ülkesinde
patlak verecek bir iç savaş olurdu.
Times’ın gizlemeye çalıştığı işte bu. Türkiye’de hadiseleri kasıtlı çarpıtmalarından tutun da Rusya cumhurbaşkanı Vladimir Putin’i kanıt olmadığı halde
Demokratik Ulusal Komite’nin (DNC) maillerini çalıp WikiLeaks’e aktarmakla
itham etmesine kadar Times gitgide Amerikan ordusu ve istihbarat aygıtının
medya şûbesi olma vazifesini görüyor, operasyonlarına yardım yataklık edip
94
NYT, ABD’nin darbedeki rolünü örtbas ediyor
<
suçlarını örtbas ediyor.
Geçen hafta Dünya Sosyalistleri Web Sitesi (WSWS) “James
Bennet Kimdir” başlıklı bir makale yayınlayıp Times’ın yeni atanan sayfa editörü James Bennet’ın siyasî şeceresine dikkat çekti.
“Medya, politik düzen ve devlet aygıtı arasındaki ilişkinin” tipik bir
örneğini teşkil eden Bennet’ın ailesinin bağlantılarına, CIA paravanı
USAID’in eski başkanı babası ile Colorado’dan kıdemli senatör erkek kardeşine dikkati çektik.
Times’ın yalnızca editoryal kısmına değil, haber kısmına da hükmeden dezenformasyon ve propaganda CIA’nin nerede bitip haberin nerede başladığını bilmeyi imkansız hale getiriyor.
Times’ın logosunda “basıma uygun her haber” sloganı yer alsa
da gazetenin asıl fonksiyonu Amerikan devletinin hedefleri ve çıkarları doğrultusunda haberi çarpıtmak, manipüle ve örtbas edip kamuoyunu savaşa hazırlamaktır.
Kaynak: Wsws.org
95
> 2016 AĞUSTOS
Dünya Bülteni için çeviren: Mustafa Doğan
Mısır darbesi ve Türkiye’deki darbe girişiminin
kısa mukayesesi
2010 yılının son ayında Tunus’taki halkın sokaklara dökülmesiyle başlayan Arap Baharı olarak adlandırılmış gelişmelerin ardından Ortadoğu bölgesi,
post-kolonyal dönemde daha önceden görmediğiniz bir kargaşaya doğru yuvarlandı. Adeta bir çığ gibi büyüyen ve yayılan siyasi istikrarsızlık bütün bölge
ülkerinin bir gerçeği olmaya doğru gidiyor. Suriye, Libya ve Yemen’de iç savaşlar yaşanmakta şu an. Ulusötesi şiddet örgütleri, istikrarsızlığın derinleştiği ülkelerde kendilerine müsait bir zemin bulmaktalar. İlaveten son üç yılda,
Temmuz 2013’de gerçekleştirilen Mısır darbesine ve 15 Temmuz 2016’da Türkiye’deki darbe girişimlerine şahit olduk.
Her iki ülkede de darbecilerin ana gayesinin seçimler işbaşına gelmiş iktidarları devirmek olduğu görülmekte. Her iki olayın zaman olarak birbirlerine
96
> 2016 AĞUSTOS
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Levent Baştürk
Mısır darbesi ve Türkiye’deki darbe girişiminin kısa mukayesesi
<
yakınlığı ve her iki iktidarında dünya görüşü olarak bir ortak paydaya sahip
olmaları, Mısır’da darbenin başarılı olmuşken neden Türkiye’de başarılı olamadığı konusunu gündeme getirmektedir. Türkiye’nin bilinen derin darbeler tarihi de bu son girişimin neden başarısız olduğunu ayrıca merak konusu haline
getirmektedir.
Türkiye’deki darbenin başarısız olmasının nedenleri arasında çeşitli analizciler aşağıdaki göreceğimiz birtakım teknik detaylar üzerinde yoğunlaşmışlardır:
Darbecilerin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı etkisiz hale getirememeleri, darbe
girişiminin yurt sathında kontrolü sağlamaya yönelik bir çaba olmaktan ziyade,
önemli ölçüde Ankara ve İstanbul illeriyle sınırlı kalması, iletişim ve medya
üzerinde kontrol sağlamaktaki başarısızlıkları, havaalanları üzerinde denetim
sağlayamamaları ve hükümet yetkililerinin görevlerinin başında kalarak sürekli
halka açıklama yapmaları.
Birincisi, Ocak 2011’de, halk ayaklanması sonucunda eski devlet başkanı
Hüsnü Mübarek devrilmiş olmakla beraber, Mısır’da demokratikleşme dene97
> 2016 AĞUSTOS
Bütün bu detayların olayı açıklamayı kolaylaştıran yönleri olmakla birlikte
asıl gözden kaçan hususlar şunlardır:
yimi asker vesayeti altında yürürlüğe konmuştur. Ayrıca askeri vesayeti, yargı
vesayeti de takviye etmiştir. İpleri elinde tutma niyetindeki ordu, süreci demokrasiye geçişten ziyade kendi kontrolünde yeni bir düzen tesis etme sürecinde
bir zaman kazanma olarak değerlendirmeye çalışmıştır.
Türkiye’de ise, Ak Parti’nin iktidara geldiği 2002 yılından beri, asker-sivil
hükümet ilişkileri sürekli olarak askerin siyasi rejim içindeki ağırlığını azaltan
bir gelişme seyri izlemiştir. 2007 E-muhtırasında hükümetin dik durması ve
seçime gitmesi, bir yerde askerin sistem üzerindeki baskısını seçmen takdirine sunma niteliği taşımıştır. 2007 seçimlerinden Ak Parti’nin oyunu artırarak
çıkması ordunun geri adım atmasıyla sonuçlanmıştır. Ergenekon ve Balyoz
yargılama süreçleriyle de askerin sistem içinde ağırlığının azalması süreci devam etmiştir. Aynı yönde girişimler yargı vesayetini kırmak için de atılmıştır.
Öncelik daha hayati önem arzeden askeri vesayetin kaldırılmasına verildiği
için yargının reformasyonu konusunda biraz geç kalınmıştır. Ancak onun tek
başına sistemi kilitleme potansiyeli büyük ölçüde elimine edilmiştir.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
İkinci olarak, Mısır’ın seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi yönetimi, bir yıl gibi kısa bir süre içinde Mısır’daki eski düzene karşı yeterince güç
kazanamamıştır. Sadece ordu değil, emniyet teşkilatı, iş dünyası ve medya
da tamamıyla onun karşısında pozisyon almıştır. Mursi’nin tek avantajı milli
iradeyi temsil edişidir. Darbeciler, darbe öncesi ilk iş olarak Mursi’nin milli irade
temelli meşruiyet zeminini ortadan kaldıracak bir plan izlemişlerdir. Bu plan
neticesince Mısır toplumunun önemli bir kısmının Mursi yönetimine karşı siyasi seferberliği sağlanmıştır.
Türkiye’de ise, darbe için yola çıkanlar halk desteğinden yoksundular. Giriştikleri eylem bir toplumsal zeminden yoksundu. Aksine karşılarında bir istisnası
dışında girdiği her seçimde sürekli oyunu artıran bir siyasi hareketin karizmatik
liderini buldular. Ayrıca, Ak Parti iktidarı döneminde sağlanan ekonomik istikrar ve büyüme sonucu ortaya çıkan güçlenen orta sınıf sosyal ve ekonomik
kazanımlarının siyasi istikrardan geçtiği düşüncesiyle Ak Parti iktidarı yanında
98
Mısır darbesi ve Türkiye’deki darbe girişiminin kısa mukayesesi
<
kararlı bir tutum almaya hazırdı. Gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve gerekse hükümet temsilcilerinin halka yapmış olduğu çağrılar karşılığını buldu. Bir
anda milyonlarca Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kendini sokaklara attı ve milli
iradeye sahip çıktı.
Türkiye’de ise darbeciler hiç bir kuvvet komutanından destek alamadıkları
gibi, girişimin fiilen içinde yeralanlar arasında ordu komutanı veya orgeneral
99
> 2016 AĞUSTOS
Son olarak, Mısır’da ordunun seçilmişlere karşı bir bütün olarak harekete
geçmeye muktedir olmasına rağmen, Türkiye’de 15 Temmuz günü harekete geçen darbeci grubun emir komuta zincirine göre örgütlenme gerçekleştirmekten aciz kaldıklarını söyleyebiliriz. Mısır’da ordu’nun başı olan Abdulfettah
El-Sisi aynı zamanda Mursi hükümetinin savunma bakanıydı. Ayrıca Mısır’ın
oldukça güçlü polis teşkilatı da orduyla tam bir uyum içinde hareket etti.
seviyesinde olan bile yoktu. Darbeciler daha çok devlete sızmış dış bağlantıları olan dini hareket görünümlü Fethullahçı kült hareketinin elemanlarıydılar.
Ordu’nun kilit makamlarına sızmış olmalarına rağmen, orduya hakim değildiler.
Ayrıca güvenlik teşkilatının diğer önemli unsuru polisi de karşılarında buldular.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Peki dış dünya Mısır ve Türkiye deneyimleri konusunda nasıl bir sınav verdi? Darbe girişiminin bastırılması sürecinde seçimle işbaşına gelmiş iktidarın
yanında net bir tavır almada geç kalmalarının yanısıra, hem ABD hem de AB
Türkiye’ye, idam cezasının geri getirilmesi ve gözaltına alınanlara nasıl davranılması gerektiği gibi hususlarda uyarılarda bulundular. Oysa her ikisi de Mısır
darbesi sonrasında çok kötü bir sınav vermişlerdi. Mısır’daki kanlı darbeye
karşı bir tavır almakta hem geç hem de yetersiz kaldılar. El Sisi önderliğindeki
baskıcı acımasız askeri rejimle kısa süre içinde normal ilişkilerin sürdürülmesi
askeri darbeye destek verdikleri gösterir bir nitelik arzetti. Lakin bu ABD ve
AB’nin Türkiye hükümetine darbe sonrasında nasıl davranacağı konusunda
uyarılarda ve tehditlerde bulunmaları tipik bir çifte standart örneğiydi. Anlayamadıkları taraf, ülkemizde Batı’ya karşı zaten varolan tarihi güvensizlik duygusunun bu sorumsuz davranışların neticesinde daha da artacak olmasıydı.
Özellikle ABD’nin tavrı Türk toplumunun bakış açısından oldukça sorunlu
bir mahiyet arzetmekte. Türk halkının çok önemli bir kısmı için darbe girişimi
Fethullah Gülen örgütünün insiyatifi sonucunda icra edilmiş durumda. Buna
rağmen ABD, örgütü koruyucu mahiyette pervasız bir tavır benimsemiş gibi
davranmakta. Darbecilerin Amerikalıların kullanımındaki İncirlik Üssü bağı da
hesaba katılınca, ABD’nin darbe sonrasındaki tutumu Türk toplumunda haklı
bir tepki çekmiştir. Türkiye 240 civarında insanın ölümüyle sonuçlanan darbe girişimi yaşamıştır. Buna rağmen binlerce insanın kanına girmiş, onbinleri
hapse sokmuş ve binlerce insanın kayıp olmasından sorumlu Mısır hükümeti
karşısında kötü bir sınav vermiş ABD ve AB’nin Türk hükümetine yönelik tavırları, Türkiye halkında varolan ABD ve AB’nin bu darbe girişiminin arkasında
olduklarına dair kanaati pekiştirmekten başka işe yaramamıştır.
100
<
Two Coups: Same Plotters, Different Results
Mohammad Pervez Bilgrami
The July 15 failed military coup in Turkey did not go the way the July 3, 2013
coup in Egypt. The brave people of Turkey thwarted a extremist invasion of
their country, and deprived the sadist Americans, other European capitals and
their regional collaborators in the Middle East of joy and celebration. There is
101
> 2016 AĞUSTOS
The international coup plotters in the business of destabilising governments
and organising military overthrows of elected leaders must have been baffled
how their two biggest coup attempts of this century produced starkly different
results.
much sadness in the enemy circles that the coup plotters were foiled in their
evil designs of taking over Turkey.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
There are many Pentagon and CIA fingerprints on the failed coup in Turkey.
They succeeded in Egypt and today’s Egypt is run like a colony of foreign invaders. Though the plotters behind both the coups are the same, the combinations of regional collaborators are different. As usual, the perpetrators and foot
soldiers are the same local stooges and agents.
The US Embassy in Ankara in its emergency message to US citizens called
it an “uprising”. US Secretary of State John Kerry was in deep mourning after
the Turkish “uprising” turned in to a “failed coup.” In his initial statement, Kerry
used all sorts of terms except the word “democracy” as the international criminal gang set in motion its ugly project for Turkey. He hoped for “stability and
peace and continuity” within Turkey. The European capitals maintained hours
102
Two Coups: Same Plotters, Different Results
<
of intriguing silence as they waited to see which way the wind was blowing in
Istanbul and Ankara. They started issuing solidarity statements only after the
coup attempt fell flat.
The regional CIA and Pentagon base in Abu Dhabi and its state-controlled
media spread the message that President Erdogan had fled the country. Abu
Dhabi rulers and their propaganda tools are at the service of the CIA and Pentagon plotters. It is pertinent to note that Abdel Fattah El Sisi’s Egypt, a US
lackey and Saudi protege, blocked the UN Security Council’s condemnation of
coup attempt in Turkey.
The USA’s other hypocritical Western allies, self-serving Middle Eastern
dictators and despotic Arab monarchies would have erupted in joy if Turkey’s
democratically-elected government had become a victim of the coup attempt.
They all celebrated the destruction, massacres and overthrow of constitutional
order in Egypt. But there will be no more Egypts. These evil forces must correct their behaviour and their criminal bent of mind.
It was not the attempted coup in Turkey that shocked the leaders across the
countries of the NATO and the EU but the utter failure of the coup. Turkey under President Recep Tayyip Erdogan has shown how democracy, good governance and inclusive development represent national strength, achievement,
peace and dignity.
The hypocrite West, which is suffering from Islamophobia and racism among
various diseases, resorted to the most undemocratic game plan to topple the
Turkey’s democratically elected government. They were drunk of the success
they had achieved in Egypt.
103
> 2016 AĞUSTOS
The historic role of the Turkish people in thwarting the coup bid proves that
democracy in Turkey is deep rooted. A new extraordinary example of bravery
has been set for the region and the world by the Turkish people. Obviously, the
Turkish people have ensured the longevity of their country’s democratic setup
while giving an unforgettable lesson to the plotters.
There are a lot of external and internal factors working in the troubled Middle East. The failed coup attempt in Turkey is simply not about how many enemies President Erdogan made during the last one and half decade. How about
Mohammed Morsi in Egypt? He had not even been allowed to make enemies.
In fact, this is the clash of ideologies where the West’s immoral and thuggish
imperial powers are hell bent to thwart the rule of independent minded political
leaders who dare to challenge their centuries-long hegemony in the region.
The failed coup attempt in Turkey clearly illustrates that Americans have
lost the primacy in orchestrating their military coups. The ring leader of the
failed coup Fethullah Gulen has long been a CIA-controlled asset, and the
possibility of the Americans’ repatriation of Gulen alive to Turkey is quite remote. Today FETO (Fethullah Gulen extremist Organisation) represents the
worst kind of treachery.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Though Egypt and Turkey are two structurally different countries, Turks
have already enjoyed the fruits of democracy during the last 14 years under
the current AK Party rule. So they have showed much more political maturity,
social cohesion and community dynamism to thwart the coup. Unlike Egypt,
all the four major political parties in Turkey opposed the coup attempt. Egypt
of 2013 is more or less comparable to the Turkey of 1980.
Strong evidence and clear signs exist that the CIA-Pentagon were the mastermind in plotting the coup in Turkey. Americans and Europeans have managed to create so many deadly assets in various sectors in Turkey. Messages
from Western capitals of supporting a legitimately-elected president and a democratic parliament started pouring in when it became pretty clear to them
that the coup was failing. Americans and other Westerners quickly adjusted
104
Two Coups: Same Plotters, Different Results
<
to ground realities, but Turkey-bashing in the Western press has exponentially
increased.
105
> 2016 AĞUSTOS
After successfully neutralizing Egypt even before its emergence, Americans
plotted the same fate for Turkey. The CIA and the Pentagon, and indeed other
members of the international criminal gang, cannot be expected to sit idle for
long. Strong defensive and offensive measures must be adopted without delays to make sure that the enemies of Turkey are neutralized and, if necessary,
annihilated. Turkey must prevail against the forces of destruction and chaos in
the interest of democratic system and stability in the region.
The West Keep Reading Turkey Wrong:
It Is A Shame!
Mustafa Acar
What happened on July 15, Friday night? Well, first a small group within the
army, apparently acting outside of the command-chain, tried to topple down
democratically elected President and the government through a coup d’état,
by blocking the major highways, bridges, airports, cutting the communication
channels, controlling the TV stations, newspapers, news networks, and declaring the martial law across the country. They used tanks, helicopters, even
F-16 warrior jets, bombing the Parliament, Presidential Palace, the hotel where
the President was residing, Special Forces Headquarters and satellite communication center. That’s was around 10:00-11:00 pm. Then the second stage
began: resistance by our leaders, political parties, members of the Parliament
and the people all hand-in-hand, in solidarity. Mr. Erdogan, democratically elected Turkish President, by using social media and the cellular phones, asked
people to come out to streets and squares and resist against the military intervention. And that’s what people did: millions went out to streets, walked against
the tanks, prevented them from moving further. People chanted together: Not
106
> 2016 AĞUSTOS
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
On Friday night July 15, 2016, history was rewritten in Turkey: we witnessed
a coup attempt first and then we saw how a people can save democracy by
reacting immediately and decisively. It was obviously one of those historical
moments that changed the Turkish political history forever. We witnessed simultaneously both a coup attempt and the resistance by democratic forces at
the same time, at the same night; everything happened right before our eyes.
Turkish people from every corner, be it leftist-rightist, young-old, Alevites-Sunnis, Turks-Kurds, or conservative-liberal altogether have been celebrating the
democracy festival since then, every single day, starting from dawn to dusk.
The West Keep Reading Turkey Wrong: It Is A Shame!
<
this time! Enough is enough! We will die but not return. Leaving behind some
240 dead, 1400 injured, we saved our democracy that night.
me that many Turks felt deep inside since the execution of Mr. Menderes, the
then Prime Minister during 1960 coup, in early 1960’s that people did not went
out and resist against the coup and stand by him. On July 15, 2016 however,
it was time to go out and do what should be done. One would say that Turkish
people in a sense took revenge of Mr. Menderes and all others who suffered
from all the military interventions conducted in the last four decades. No matter
from what angle you look, it was a night we can be proud of and tell our children and grandchildren; we paid the price of freedom and saved our democracy
107
> 2016 AĞUSTOS
It was a historical moment. Because for the first time in the long history of
military interventions and memorandums (1960, 1971, 1980, 1997 and 2007),
Turkish people openly and courageously resisted against a coup. It was a sha-
that night. Our political leaders were in solidarity and agreed upon for the first
time on an issue for a long time, not typical in Turkish political scene. People
from every walk of life were out to streets and squares across the country to
save democracy and push the soldiers back to the barracks before the sun rise
in the next morning.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Normally one would expect that the Western countries and the media to
applaud this historical moment. After all, the West is known to champion and
support democracy and democratic values, right? Yet, the Western media seemed to fail badly once again to cover this very critical, once-in-a-lifetime event
in Turkey objectively and accurately. Many of them were either biased, or illinformed, even worse, skewed and corrupted in their reporting. The following
piece gives you an idea on how many of the Western media circles read Turkey
wrong by drawing our attention to 10 Shameful Examples of Western Media
“Reporting” on Turkey Coup You might be critical of Erdogan and some of his
policies; you may not like some of the things he does, his style, his vision, etc.
I myself am critical of some of his policies as well. But let me make one thing
clear: Erdogan is not a dictator, on the contrary, he is one of very few elected
leaders in a vast Muslim geography. He came to power through free and fair
elections, he is the most charismatic leader in recent Turkish history with a
tremendous popular support.
Another discouraging example on reading Turkey wrong is the comment
in his blog by Graham E. Fuller, a well-known analyst and a former senior
CIA official, as well as author of numerous books on the Muslim World,three
of which2 have been translated into Turkish by myself. Mr. Fuller, who generally has quite plausible observations and experience on what’s going on in
the Muslim world, says something on July 15 incidents one can hardly agree
with: …But looking at the dramatically failed coup attempt against Erdogan last
week, I believe it is unlikely that Gulen was the mastermind behind it. Of course in the absence of evidence so far no one can speak with certainty. Gulen’s
social movement probably has well over a million followers or sympathizers
108
The West Keep Reading Turkey Wrong: It Is A Shame!
<
who are not under centralized control. With the arrests of tens of thousands
this week and the use of torture already evident, there is no telling what kind of
“confessions” will be generated(“Islamists at War in Turkey,” July 22, 2016, ).
Mr. Fuller in his lengthy comment argues that the Gulen Movement (GM) is a
civilian movement that has nothing to do with violence and political ambitions.
Well, based on our experience in recent years, I would say, in the simplest
words, the following: That’s what we thought so, Mr. Fuller, but it was a long time
ago! It is over now, we have changed our minds dramatically in recent years
about the possible real intentions and ambitions of this so called “movement.”
Leaving aside the
theological contradictions and deficiencies, our minds
have become mixed
whether we should
call this a “movement” or “terrorist
organization.” Since
early 2012, we have
witnessed so many
occasions, attempts
or findings, and heard so many “confessions” by the former members of this
109
> 2016 AĞUSTOS
organization on the dirty political calculations and plans to seize the power and
control the state, that we have no doubt at all now that this movement is not an
innocent philanthropic organization. We figure out that its ambitions go much
beyond the relatively innocent educational and social assistance activities. We
see a secret illegal parallel structure within the state (recently referred to as
the “Parallel State Structure”) which placed its members in many critical state
institutions including army, security, judiciary, education and other branches of
bureaucracy.
One would wonder why a philanthropic civilian movement would want to
control the secret intelligence agency, public order and security agency, the
army, police and the judiciary? What kind of an explanation would be offered
for illegal phone listening, tapes, secretly recorded private inappropriate bedroom images?
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
What about distributing the questions to its members right before the exams
to enable them to have undeserved advantage over the others for employment
and educational opportunites? What about the Judiciary operations to unleash
the MIT’s secret assistance trucks and calling Erdogan as “Jihadist” in the
media outlets? Last but not least, Chief of Staff Gn. Akar reportedly said that
the organizers of the July 15 coup attempt wanted to put him in that night in
contact with Fethullah Gulen, their “opinion master”. Once upon a time, many
of us believed that they were good guys with good intensions, focusing on education and social programs, hence sending our children to their schools, prep
schools/ tutoring centers, and even contributed to their philanthropic activities.
But not anymore, because they lost our trust through these several dark, illegal, illegitimate, ill-intentional activities and operations one after another in the
last couple of years.
110
The West Keep Reading Turkey Wrong: It Is A Shame!
<
Well, one would argue that by controlling the state they might have been
trying to feel safe from the government’s any possible persecution they faced
in the past. I would understand this, however, even if this argument is true, this
is not the way to go.
In a democracy, if anyone wants to rule the country, or control the government, the way to get power is simple and obvious: fair and free elections. You
should openly involve in the political power game, set up your political party,
draft your program, go to the public, introduce yourself and talk about your
programs, and ask people to vote for you. If you get the majority support, then
come to power and rule the government, control the bureaucracy. There is no
other, legitimate way to use power in a democracy.
Being involved in a coup attempt would be the worst thing a “civilian” movement to do; that would be a suicidal thing to finish all your legitimacy in the
eyes of public and that’s exactly what this movement did last week, hence
virtually finished itself.
Another example for reading Turkey wrong is the comment in Newsweek
Magazine a few months ago by Mr. Rubin, demeaning Erdogan and predicting a possible coup in Turkey 4 months ahead, interesting. () A dear friend
of mine, Mr. Onder Uluyol commented on Mr. Rubin’s misperceptions and illinformed analysis. Let’s listen to him:
“A good example of how many friends in the West read Turkey wrong.
The author (M. Rubin) is not a clueless person, Newsweek is not a fringe
publication either. This article represents the state of media that many friends
in the West get their information from about Turkey.
So what is wrong with this article?
Where it fails is how it portrays the Turkish people. It equates Erdogan with
111
> 2016 AĞUSTOS
It does predict the coup 4 months in advance. It also does predict the tacit
approval the coup would have gotten from the Western leaders had it been
successful.
Saddam, and portrays the Turkish people as voiceless and clueless herd.
I was in Turkey when the coup was attempted. My immediate reaction
which I shared on my Facebook wall was that it was a suicidal attempt that
would fail.
I thought it would fail because I knew two things: 1. People in Turkey believe deeply in the democratic process as the best way to reflect their wishes,
and don’t believe that a military intervention solves any political or economic
or cultural issue. 2. Neither the Gulenist nor ultra Kemalist officers who may
have been behind the coup have any support among the masses.
Many of my western friends though think the opposite. That there is hardly
any democracy in Turkey, and Erdogan is ruling with an iron fist, and that Gulen is the only voice for moderation.
Well my friends, your sources of information have failed you.
Democracy won in Turkey. Almost all people opposed the coup, all media
and all political parties stood together against the coup. Yes Erdogan won not through an iron fist but because of his appeal to people and because of
people’s belief in democracy.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
As a final note, please think about what would have happened to democracy and (maybe more importantly to many of you) to secularism had the coup
succeeded and Gulen took control of Turkey.”
112
113
<
> 2016 AĞUSTOS
The West Keep Reading Turkey Wrong: It Is A Shame!
> DÜBAM DUNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
15 Temmuz Darbe Girişimi
ve Halkın Zaferi
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
> 2016 AĞUSTOS
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
114
DÜBAM Yayınları
Küresel İletişim Merkezi
Barbaros Bulvarı, Balmumcu / Beşiktaş
Tel: (0212) 274 80 21 – 274 80 22
www.dunyabulteni.net/dubam

Benzer belgeler