CEM UZAN VE GENÇ PARTİ ÖRNEK OLAYI Abstract

Transkript

CEM UZAN VE GENÇ PARTİ ÖRNEK OLAYI Abstract
MEDYA PATRONLUĞUNDAN BAŞBAKANLIĞA YÜKSELME İSTEKLERİ:
CEM UZAN VE GENÇ PARTİ ÖRNEK OLAYI
LEVENT YAYLAGÜL
[email protected]
Gazi University
(Turkey)
ERDAL DAĞTAŞ
[email protected]
Gazi University
(Turkey)
Abstract
As it is known, there is a close relation between media and politics which interdetermine each
other. Media play a key role in agenda-setting and manipulating the people’s daily
perception. In this context, the subjects that media give priority become the people’s
precedence matters. The people are very important in two ways. First of all they are
consumer and secondly they are voter.
In the global order the political parties and their members need to media to survive in the
political arena. In the advertiser-supported commercial media regime, the politicians have to
market themselves like the other commodities. That is why media are the most important
channels thorough which the politicians can reach the voters.
In the political process the political parties have to buy space and / or promotion times for the
political advertisement from the media. This is very expensive for the parties or candidates.
Because political parties usually have limited budget for the political campaign.
On the other hand in Turkey, with the process of concentration and monopolization of the
capital, which control the media become very important power to form and manipulate the
political life. While some media owners supporting definite political movements, some media
owners such as Cem Uzan participate in the political life as an active agent and used the
media which he owns to realize his targets and desires. Before Cem Uzan, Italian prime
minister Silvio Berlusconi’s success was the first concrete sample of the media ownership and
political relation. Before the general election on 3rd November 2002, Cem Uzan who
established the Young Party, has continued to the activities of propoganda by his own media
channels like displaying the same aim and trend in Turkey.
Berlusconi’s party which is named as Forza Italia, depends on an enormous and
concentrated media power in Italy. And also, this party has been an important politics power
by using a staff with intertwining of the trade and political functions.
At the transition process from the company concerts to the Young Party, Uzan’s politics
focuses on the centered of the media, visualization and exhibitation that has been appeared
like an important element before the general election on 3rd November 2002.
The Young Party did not enter the parliament which was gained the per cent 7.2 votes at the
end of this campaign. However, a political party that has been established in this short time
and has not had a historical heritage in Turkish political life, has gained success. The problem
of this study is combined with the backgrounds of the Young Party’s success. How did
Young Party go in such a success altough it didn’t have political tradition and heritage?
Why did people support this party?
These mainly research questions constitute the hypothesis of this study: Which of the sectors
support the Cem Uzan and his political party? How the Uzan’s media group affects the
election and especially Young Party during the general election on 3rd November 2002?
Have the Uzan’s media group and his cultural industry manipulated the crowds? And also,
has the conception of the crowd’s spirutual been rationalized by the media and cultural
industry?
At the frame of these research questions, how did the media and especially the Uzan’s group
media represent the Young Party and Cem Uzan, Young Party’s political programme, the
strategies of Young Party’s campaign which used the slogan and discourses and so on before
the general election on 3rd November 2002 that has been evaluated from the point of view the
relationship between media and politics.
Özet
Medya ile siyaset arasında, birbirini besleyen yakın bir ilişki bulunmaktadır. Medya, halkın
gündeminin belirlenmesi ve yönlendirilmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Bu bağlamda,
medyanın öncelik tanıdığı tartışma konuları geniş kitlelerin de önceliği haline gelmektedir.
Bu kitlelerin toplumsal sistem açısından önemi ise, hem bir tüketici hem de seçmen
olmalarından kaynaklanmaktadır.
Küreselleşen dünyada siyasiler ve siyasi partiler varlıklarını sürdürebilmek için medyaya
ihtiyaç duymaktadır. Reklâm desteğine dayalı ticarî medya kuruluşlarında siyasiler, diğer
metalar gibi kendilerini medya aracılığıyla pazarlamak zorundadır. Bunun için,
siyasetçilerin seçmen kitleleriyle buluşabilecekleri en önemli kanallardan biri televizyondur.
Öte yandan, etkisi daha az oranda da olsa, diğer kitle iletişim araçlarının da seçmen
eğilimlerini yönlendirmede belirleyiciliği bulunmaktadır.
Aktif politika dönemlerinde, siyasal partiler reklâm ve tanıtım faaliyetlerini gerçekleştirmek
için kitle iletişim araçlarından zaman ya da alan satın almak durumundadır. Bu ise, maliyeti
yüksek bir iştir. Çünkü, siyasal partilerin ya da siyasilerin sınırlı kampanya bütçeleri ile
bunu gerçekleştirmeleri güçtür.
Ayrıca, Türkiye’de sermayenin yoğunlaşması ve tekelleşmeyle birlikte, siyasetin şekillenmesi
ve toplumun siyasal olarak yönlendirilmesinde medya önemli bir güç haline gelmiştir. Kimi
medya kuruluşlarının sahipleri belli siyasal hareketleri destekleyip, onlarla çıkar ilişkisine
girerken; kimi medya sahipleri de doğrudan kendileri siyasal hayata atılarak, kontrol ettikleri
medyayı amaçlarını gerçekleştirmede bir araç olarak kullanmaktadır. İtalyan medya patronu
Silvio Berlusconi’nin, İtalya’da sahibi olduğu medyanın desteğiyle başbakanlığa yükselmesi,
bu duruma somut bir örnek oluşturmaktadır. Türkiye’de ise, 3 Kasım 2002 genel seçimleri
öncesinde Genç Parti’yi kuran ve sahibi olduğu medya kanalları aracılığıyla propaganda
faaliyetini sürdüren Cem Uzan benzer bir hedefi ve eğilimi sergilemektedir.
İtalya’da “Forza Italia” adlı parti, Berlusconi’nin çok büyük çaplı, tekelci bir medya gücüne
dayanarak, ticarî ve siyasi fonksiyonlarının içiçe geçtiği bir kadro kullanımıyla büyük bir
politik güç haline gelmiştir.
Cem Uzan’ın şirket konserlerinden Genç Parti’ye geçiş sürecinde yürüttüğü politikanın
medya odaklı hale gelişi, görselleşmesi ve gösterileşmesi 3 Kasım 2002 genel seçimleri
öncesinde dikkat çeken önemli bir unsur olarak belirginlik kazanmıştır.
Bu kampanya sonunda, Genç Parti’nin yüzde 7.2’lik bir oy oranıyla parlamento dışında
kalması, Türk siyasal hayatında bu kadar kısa sürede kurulan ve tarihsel bir mirasa sahip
olmayan bir siyasal partinin elde ettiği başarının ardındaki nedenler bu çalışmanın
sorunsalını oluşturmaktadır.
Türkiye’deki tekelleşmiş medya ortamında önemli bir güç olan ve bu gücünü finans, enerji,
çimento vb. alanlardaki yatırımlardan aldığı kuvvetle perçinleyen Cem Uzan, sahibi olduğu
medya kuruluşlarının ve kültür endüstrilerinin, kitleleri güdüp yönlendirme ve yaşanan
süreci rasyonel olarak değerlendirememe doğrultusunda kitle ruhu anlayışını güçlendirmesi
bu çalışmanın varsayımını oluşturmaktadır.
Bu temel varsayım çerçevesinde, 3 Kasım 2002 genel seçimleri öncesinde Genç Parti ve onun
nezdinde Cem Uzan’ın medyada ve özellikle Uzan Grubu medyasındaki temsiliyetî, parti
programı, kampanya stratejileri, miting konuşmalarında kullanılan slogan ve söylemler vb.
unsurlar medya-siyaset ilişkisi ekseninde ele alınarak değerlendirilmiştir.
480
MEDYA PATRONLUĞUNDAN BAŞBAKANLIĞA YÜKSELME İSTEKLERİ:
CEM UZAN VE GENÇ PARTİ ÖRNEK OLAYI
Giriş
Bu yazının amacı, 3 Kasım 2002 genel seçimlerinden kısa bir süre önce kurulan ve seçimlerde %
7.2 gibi ciddi bir oy oranına ulaşan Genç Parti’nin başarısının altında yatan sebepleri
incelemektir. Bunun için öncelikle kısa bir şekilde Türkiye’nin toplumsal yapısının tarihsel
analizi yapılacak daha sonra da bu yapı içerisinde Genç Parti’nin seçimdeki başarısının altında
yatan sebepler, elde edilen başarıda bu partinin başkanının sahip olduğu medyanın etkisi ile
Genç Parti’nin seçim sonrasında önünün kesilmesine yönelik çalışmaların analizi yapılacaktır.
Bu çalışma, tarihsel perspektifle hazırlanmış nitel bir analizdir. Bu bağlamda, çalışma pozitivist
yaklaşımın sadece görünen gerçeğinin ötesine geçip bu gerçeklerin altında yatan tarihsel ve
toplumsal sebeplerle bu durumu doğuran mülkiyet ilişkilerinin tarihsel dönüşümünü ortaya
koymayı amaçlamaktadır.
Genç Parti olgusunu anlayabilmek için olayın, içinde gerçekleştiği tarihsel ve toplumsal
arkaplanın doğru anlaşılması ve insanları bu partiye oy vermeye iten sebeplerle, ticarî bir
etkinlik ve bir mülkiyet olan medyanın siyasî amaçlarla kullanımının bu sürece etkisinin
incelemesi gerekir. Bilindiği gibi, siyasal partilerin seçmen kitlelerine ulaşmada ve onları
yönlendirerek siyasî başarı kazanmada medya kuruluşlarının önemli işlevleri vardır. Bu
ilişkinin en somut göstergesi, İtalya’nın önde gelen medya patronlarından Silvio Berlusconi’nin
bugün, İtalya’nın başbakanı olmasıdır. Benzer bir biçimde Genç Parti’nin başkanı da sahip
olduğu medyayı bu seçimlerde kendi siyasal amaçları doğrultusunda kullanarak belli bir siyasî
başarıya ulaşmıştır. Oy verme eylemi belli bir siyasal ve sınıfsal bilincin yansımasıdır. Bu süreçte
egemenlik ve bağımlılık ilişkileri çerçevesinde, toplumsal bilincin oluşturucu unsurlarından
birisi de medya kuruluşları ve bunlar aracılığıyla yayılan egemen ideolojidir. Bu ideolojiyi
belirleyen toplumun üretici güçlerinin gelişim düzeyinin ve ülkenin dünya sistemi içerisindeki
yerine bağlı olan toplumsal güçler arasındaki mücadeledir.
Çalışmanın Kuramsal ve Tarihsel Boyutu
Türkiye’nin toplum, devlet ve siyaset hayatı Batı’dakinden son derece farklı ama, tamamen
Batı’daki gelişmelere bağlı olmuştur. Gerek Osmanlı devletinin geçirmiş olduğu dönüşüm,
gerekse dünya sistemi içerisinde Türkiye Cumhuriyeti’nin gelişim süreci Batı’daki kapitalizmin
gelişim dinamikleri tarafından koşullandırılmıştır. Batı’da feodal toplumun bağrında gelişen
ticaret burjuvazisinin özellikle sanayi devrimi ile ekonomiye tamamen egemen olması ve
Fransız burjuva devrimi ile de feodal yönetim ve devlet tipini tasfiye ederek yerine, işçi sınıfının
uzun süreli mücadeleleri sonucu şekillenen parlamenter burjuva demokrasilerinin kurulmasıyla
sonuçlanmıştır.
Bu gelişme, Batı Avrupa toplum yapılarının kendi iç dinamiklerinin gelişimi sonucu olmuştur.
Oysaki, Osmanlı örneğinde olduğu gibi, pek çok Doğu tipi haraççı üretim tarzına sahip despotik
yapılarda parlamenter sistem, siyasal partiler ve burjuva tarzı demokrasi sistemine bu
toplumların kendi içsel dinamiklerinin tarihsel gelişimi sonucu geçilmemiştir. Bu tip toplumlar,
sömürgeci Batı devletlerinin yayılan kapitalist üretim ilişkilerine eklemlenmeleri ile oluşmuş
(Keyder, 1979: 26); tarihsel olarak farklı bir, toplum, devlet, demokrasi ve siyasal yapıya sahip
481
olmuşlardır. Batı’lı toplumlar feodaliteden kapitalist sisteme geçip yeni bir toplumsal ve siyasal
yapı oluştururken Osmanlı’lar neden kapitalist sisteme geçememiştir? Batı Avrupa’daki toplumlar
feodal düzenden merkantilist sisteme geçerken Osmanlı bu gelişmeleri gösterememiştir.
Osmanlı’daki işbölümü kırla şehir ve uluslararası ticaretle bütünleşen ve sermaye birikimine yol
açan bir özel mülkiyet kurumu yoktur. Osmanlı’da da, tarımsal üretim esastır. Küçük
imalâthanelerde ilkel araçlarla basit meta üretimi yapılmaktadır. Tarımsal üretimi gerçekleştiren
geniş bir köylü (Müslüman ve Hıristiyan) nüfusu vardır. Bu dönemde tarımsal üretim verimlilik
açısından azalmaktadır. Pazarlar, panayırların ve uluslararası ticaretin olması meta üretimi
yapan imalathanelerin göstergesidir. Ancak, meta üretimi köylerle şehirler arasındaki ticaretin
gelişimine imkân verecek durumda değildir. İç ticaret gelişmemiş ve uluslararası ticarete
bağlanamayınca yeterince sermaye birikimi olmamıştır. Sermaye birikiminin olmayışı, üretimi
artırmak için manifaktürü geliştirip sanayiye dönüştürecek yeniliklerin oluşmasını engellemiştir.
Osmanlı’nın tarımsal askerî bir toplum olması, asker beslemek için tarım ürünleri ihracının
yasaklanmasına sebep olmuştur. Böyle bir ihraç olmayınca, para girişi ve sermaye birikimi de
olmamıştır. Ayrıca, bu dönemde uluslararası ticaret yolları Ortadoğu ve Akdeniz’in dışına
kaymıştır. Yine bu dönemde devletin giderleri artarken, gelirleri de azalmaktadır. Ne tarımda ne
de imalâtta üretim artışı sağlayacak bir gelişme görülmemiştir. Tarıma dayalı düzende toprağın
sahibi padişahtır ve onun karşısında toprağı işleyen köylüler mevcuttur. Bunun dışında,
padişahın rütbe ve makam verdiği din adamları, yönetici gruplar ve askerlerden oluşan bir yapı
vardır (Küçükömer, 1994: 173-175). Bu ara grupların üretimden aldığı pay, üretim aracı sahibi
olmalarını sağlamaz. Bunların elde ettikleri pay tüketime gider.
Kapitalizmin Batı’da gelişmesi ile birlikte Doğu’lu devlet Batı karşısında kendi varlığını
sürdürebilmek için reformlar yapıp sanayileşmeye çalışmıştır. Sanayileşme süreciyle kapıkulu
içinde kapitalist bir zümre türemiştir. Devlet tarafından yaratılan bu kapitalistler, Batı’dan farklı
olarak fonksiyonel bir gelişmenin sonucudur.
Batı’da gelişen kapitalizmin emperyalist aşamaya ulaşmasıyla birlikte bu ülkelere giren
emperyalizm kendisiyle işbirliği yapan bir kapitalist sınıf yaratmıştır. Bunlar, devletin yarattığı
kapitalistlerle kaynaşmıştır. Böylece Asya tipi toplumlarda temel sınıf yapısı değişmemiş, bu
yapıya kapıkulu sınıfının bir alt zümresi olan kapitalist zümre ile halk sınıfının bir alt zümresi
olan işçi zümresi eklenmiştir. Dolayısıyla azgelişmiş ülkeler, hem eski üretim tarzlarının hem de
kapitalist üretim tarzının etkisi altında bir “geçiş üretim tarzı”na sahiptirler. Azgelişmiş
ülkelerde sınıf açısından üç güç; kapıkulu, kapitalistler ve halktır. Kapıkulu ve kapitalistler
değer yaratmadıkları halde, halk tarafından yaratılan artık değeri paylaşırlar. Bu toplumlarda
kapıkulu sınıfı, devletin devamını sağlar (Divitçioğlu, 1991: 43-45).
Osmanlı toplumunda 18. yüzyıla kadar toprak mülkiyetinin biricik sahibi olan Sultan’la,
sarayda kümelenmiş ulema ve askerden oluşan (kapıkulları) sömüren sınıf ile doğrudan üretici
olan reaya (halk) arasındaki zıtlık; 18. yüzyıldan sonra yerini ideoloji kertesinde gerçekleşen
Batı’lı-laik bürokrat sınıflar ile yeniçeri-esnaf-ulema birleşmesinden doğan halk sınıfı arasındaki
zıtlığa bırakmıştır (Divitçioğlu, 1991: 93).
19. yüzyıldan itibaren egemen mülkiyet ilişkilerindeki değişim, yoğunlaşan Osmanlı
toplumunda bu yeni mülkiyet ilişkilerine uygun düşmeyen siyasal yapı tasfiye edilerek; bunun
yerine yeni üretim ilişkileri ile uygun bir yönetim tarzı olan yeni bir siyasal yapı kurulmuştur.
Bu yapı, dönemin egemen sınıfları olan eşraf, ayan, ticaret burjuvazisi, asker ve sivil bürokrat
işbirliği ile kurulmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran dinamik güçler kendilerini siyasi olarak
482
da ifade edebilecekleri bir platform olan Cumhuriyet Halk Fırkası’nı (CHF daha sonra CHP)
içerisinde yer almışlardır. CHP, bir iki ‘başarısız’ çok partili siyasal sistem denemeleri dışında
1950’ye kadar ülkeyi yönetmiştir.
CHP döneminde, hâkim sınıf üç zümreden oluşur. Bunlar; devleti temsil eden asker ve sivil
bürokratlar, ticaret ve bir miktar finans burjuvazisi ve büyük toprak sahipleridir. Asker ve sivil
bürokrat üretilen artık değere el koyarken, bunların karşısında bu artık değeri üreten sanayi
işçileri, tarımda çalışan nüfus ile esnafın dahil olduğu halk bunların karşısında yer almaktadır
(Divitçioğlu, 1991:57-58).
1950’lerde burjuvazi güçlenerek iktidarı almıştır. Bu gelişmelerde, içsel ve dışsal dinamikler
etkili olmuştur. Kapitalizme geçiş aşamasında bulunan her üretim tarzındaki bağımsız devletin
asli görevi burjuvaziyi yaratmaktır. İkinci Dünya Savaşı sonrası Truman Doktrini ve Marshall
Planı çerçevesinde Batı sermayesi Türkiye’ye girmiştir. İktisadî yardım, kredi ve iştirâkler
şeklindedir. Bu dönemde Kemalist ideoloji, kapitalist ideolojiye dönüşmüştür. DP, iç sermaye
birikimi, dış yardım ve kredilerle iktidara gelmiştir (Divitçioğlu, 1991: 60-61).
Bu dönemde CHP, önceleri liberal bir ekonomi politikası izlemiş; 1929 ekonomik bunalımının
etkisiyle zorunlu olarak içe kapanmış ve devletçi bir politika ile sanayileşmeye çalışmıştır.
Sanayi için ihtiyaç duyulan kaynak, tarım kesiminden transfer edilmiştir. Bu kaynağı ele
geçirmek için köylüler üzerinde uygulanan ekonomik ve siyasal baskı, 1950’de DP’nin hükümet
kurmasıyla sonuçlanmıştır. Çok partili siyasal sistemin zorunlu koşulu olan seçimler, geniş
seçmen kitlelerine yönelik popülist bir politika izlenmesini gerektirmiştir (Boratav, 1989: 9).
Bunun neticesinde DP ve onun devamı olan partiler 1980’lere kadar izledikleri popülist
politikalarla geniş köylü kitlelerinin desteğini kazanarak iktidarda kalmışlardır. Halk Partisi’nin
sanayileşme iktisat politikası tarım kesiminin sömürülmesi ile gerçekleşirken, Demokrat
Parti’nin enflasyonla kalkınma siyasetinin de işçi ve orta sınıfı halkın ezilmesi pahasına elde
edilmiştir (Divitçioğlu, 1991: 11).
Bu dönemde, dünyadaki gelişmelere paralel olarak izlenen ithal ikâmeci politikalar ve tarımdaki
makineleşme sonucu köyden kente göç hızlanmıştır. 1970’li yıllardaki dünya ekonomik krizi ve
korumacı ithal ikâmeci modellerin iflas etmesi, sermaye açısından dünya çapında yeni bir
birikim modeline geçilmesini zorunlu kılmıştır. Bu yeni model, dışa açık neo-liberal sermaye
birikim modelidir. Bu politikalar sonucu, yeni bir talan ekonomisi ile sınıfsal katmanlar daha da
pekişmiştir. Sistem, köyden kente göç sonucu, göç edenleri istihdâm edebilecek bir sanayileşme
olmadığı için marjinalleşen geniş bir kitle yaratmıştır. Bu kitle, neo-liberal ekonomi politikaları
ve etnik temelli şiddet ile daha da marjinalleştirilmiş ultra sağ, faşist ve dinsel temelli partilerin
seçmen kitlesini oluşturmuşlardır. Çünkü, 1950-80 dönemine --hatta bu süreç 2000’lere kadar
uzatılabilir- merkez sağ ve sol partiler bu geniş kitle için ekonomik bir fayda üretememişlerdir.
Bu tip partilerden umudunu kesen kitleler, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve Genç Parti (GP)
gibi, egemen güç ve mülkiyet ilişkileri açısından rasyonel olmayan vaatlerine umut bağlar bir
hale gelmişlerdir.
Bir zamanların güçlü ve kendi kendine yeten ekonomisine sahip olan Osmanlı devleti, Batı’da
kapitalizmin gelişimi ve emperyalist aşamaya ulaşması ile Batı’nın ekonomik siyasal ve kültürel
egemenliğine tabi kılınmıştır. Özellikle Cumhuriyet’in kuruluşuyla benimsenen politikalar
ekonomik, siyasal ve kültürel alanda ciddi bir ikilem yaratmıştır ve ülke dünya sisteminde
bağımlı bir konuma gelmiştir. Ülkede modernleşme, Batılılaşma olarak algılanmıştır. Bunun
neticesinde, yerli ekonomik, siyasal, sosyal, kültürel, eğitim ve hukuk kurumları Batı’dakilere
483
benzetilmeye çalışılmıştır. Bu süreçte Batı’lılarla iş birliği yapan, onlar gibi yaşayan ve onlar gibi
tüketen bir seçkin grup türemiştir. Bunların hayat tarzları ve düşünce biçimleri tamamen
Batı’lılara benzemiş ve bunlar toplumun çoğunluğunu oluşturan halk kesimlerinden oldukça
farklılaşmıştır. Modernleşme süreciyle toplum atomlaşmaya başlamış, otorite merkezileşmiş,
bürokratlaşmış ve homojen bir kültürel yapı oluşmuştur. Kültür alanı laikleştirilirken toplumsal
pratikler rasyonelleşmiş ve teknolojinin yönlendiriciliği artmıştır. Kentleşme oranı artmış ancak
katılımcı demokrasi gerçekleştirilememiştir. Otorite ve denetimin merkezileşmesi ve kültürün
homojenleşmesi sonucu otoriter bir siyasal sistem ortaya çıkmıştır. Devlet yüceltilmiş ve her
türlü toplumsal istek ve talepler devlete karşı işlenmiş suç sayılarak en ağır şekillerde
bastırılmıştır. Modernleşme en çok Althusser’ci ifadeyle devletin baskı aygıtlarında yaşanmış
modern, baskıcı bir ordu ve polis örgütü kurulmuştur. Batı’nın ekonomik ve mali denetimi
altında yöneticiler ve bürokrasi dünya sistemiyle gittikçe bütünleşen Batılılaşma, laikleşme ve
merkezî otoriteye dayalı sistemi pekiştirmeye devam etmişlerdir. Sivil toplum örgütleri olarak
adlandırılabilecek kuruluşlar hiçbir zaman inisiyatif sahibi olamamışlar, basın, sendikalar,
üniversiteler, meslek kuruluşları ve gönüllü kuruluşlar her zaman merkezi otoritenin
denetiminde olmuş ve hiçbir toplumsal konuda üretici bir rol oynayamamışlardır. İktidardakiler
hiçbir zaman halk yığınlarının desteğini tam olarak arkalarına alamamışlar, belli seçimlerde
başarılı olan siyasi partiler vatandaşın istek ve beklentilerine cevap verememişler ve halk siyasi
olarak daima bir arayış içinde olmuş ve gitgide radikal sağ partilere yönelmeye başlamıştır.
Ülkenin siyasi sistemi içe kapalı olmadığı gibi totaliter de değildir. Dış dünyadaki gelişmelere
son derece duyarlı ve bağımlıdır. Ekonomik açıdan da sistem, uluslararası mal ve hizmetlerin
akışına açık ve kamuoyu dünyadaki gelişmelere duyarlıdır. Ülke kötü bir şekilde
yönetilmektedir, siyasal alanda baskı vardır. Sosyal adalet hiçbir zaman sağlanamamaktadır.
Kültürel alanda, bir yabancılaşma yaşanmaktadır. Rüşvet ve kamu kaynaklarının bireyler
tarafından talan edilmesi sonucu, siyasal sistem meşruluğunu gittikçe yitirmektedir. Ekonomik
alandaki hızla büyüme ve dünya sistemiyle bütünleşme, kitle iletişim araçları ve reklâmlarla
yeni tüketim mallarına olan iştah ve bunun neticesinde oluşan tüketim toplumu, köyden kente
göçün ve çarpık kentleşmenin artması ile kültürün lâikleşmesi ve homojenleşmesi artmıştır.
Kentlerin nüfusu çoğalırken, kentte yaşayan yoksul halkın sayısı her geçen gün daha da
artmıştır.
Günümüz Türk toplumu, Cumhuriyet döneminde hızlı bir değişim süreci geçirmiştir. Bu
değişimle devingen ve dinamik bir toplumsal yapı oluşurken; geçici ve köksüz bir kimlik inşası
sürecine gidilmiş, geçim kaygısı, tüketim toplumuna ve tüketim mallarına duyulan özlem ve
anomi çarpık bir toplumsal yapı ortaya çıkarmıştır. Bu yapı, ulus-devlet sınırları içerisinde ve
uluslararası çokuluslu şirketlerin gözetiminde olmaktadır. Bu tür egemenlik ilişkilerine karşı çok
çeşitli tepki biçimleri geliştirilmiştir. Bunlar, bireysel tatminsizlikler ve kişisel depresyonlardan
anomik isyanlara, örgütlü rasyonel şiddet eylemlerine, pasif direniş biçimlerine ve işbirliğinden
kaçınmaya kadar çeşitli kategorilerde gerçekleşmektedir (Tehranian,1983: 99).
Modernleşme süreci geleneksel toplumsal yaşamı çözündürürken; onun yerine sanayileşmeye
dayalı olarak gerçek modern ilişkileri de koyamamış, medya aracılığıyla insanların beklenti
düzeyleri yükselirken bunların gerçekleşememesi düş kırıklıkları ve tatminsizliklere sebep
olmuştur. Sözü edilen durum toplumsal ezikliğe, bu eziklik saldırganlığa, saldırganlık da
baskıya sebep olmuştur. Kitle iletişim teknolojilerinin yardımıyla bu kitleler, merkez-çevre
ilişkileri içerisinde kitle olarak izleyici ve medya tüketicisi haline getirilmişlerdir. Medya bu
insanlara sansasyon, dedikodu, ucuz eğlence ve bolca umut satmaya başlamıştır. İnsanların
büyük bir çoğunluğu fakir, cahil ve güçsüz bir biçimde yaşamaya mahkum edilmiştir. Günümüz
484
insanının gereksinimleri, toplumsal bir yapı içerisinde evrensel iletişim ağlarının yardımıyla
küresel ölçekte tanımlanır duruma gelmiştir (Tehranian,1983: 103).
24 Ocak Kararları ve 1980 askeri darbesinin ardından Türkiye’de televizyon hem geniş kitleleri
eğlence sektörüne eklemlemiş hem de liberalizmin çıkarına olacak şekilde toplumun hazcı bir
ideolojiyi içselleştirmesini sağlamıştır. Uygulanan liberal ekonomi politikaları ile tüketim
kültürü geliştirilmeye çalışılmıştır. Televizyon, sömürülen ve bağımlı konumdaki sınıfların
içinde bulundukları koşulları rasyonelleştirme ve doğallaştırma işlevini yerine getirir olmuştur.
Televizyon, egemenliğin sürdürülmesi için bir rıza üretim aracıdır (Oktay,1996: 1380).
Türkiye’nin kentleşmesi, sanayileşmesiz bir kentleşmedir. Bunun sebebi, nüfus baskısı, tarımın
makinalaşması, toprağın küçük parçalara bölünmesi, kasabalardaki iş olanaklarının sınırlı olması,
tarım ve kasabadaki düşük gelir düzeyidir. Kitle iletişim araçları, insanların beklentilerini
yükseltmiştir. Köyden kente göç edenler niteliksiz bir işgücüdür ve çoğunluğu hizmet sektörüne
yönelmiştir. Türkiye’nin kentleşmesi, kentte yığılmadır. İnsanlar daha iyi yaşam koşulları için göç
etmektedir ancak şehirdeki kaynakların eşitsiz dağılımı ve dengesiz kullanımı bu insanlar
arasında tatminsizlikler yaratmaktadır. Gecekondu olayı, bir konut sorunu çözme yöntemi haline
gelmiştir. Buralar, düşük toplumsal ve ekonomik düzeydeki insanların yaşadığı mahallelerdir
(Kongar, 1976:395). Köyden kente göç eden bu insanlar, öncelikle bir konut ve gelir sahibi olmayı
istemektedir. Bunun yanında, çocuklarının geleceğini garanti altına almayı ummaktadırlar. Bu
insanlar, bugünün siyasi yapısında en geniş seçmen kesimlerinden birisini oluşturmaktadır.
1980’li yıllardan itibaren Türkiye’de uygulanmaya başlayan neo-liberal politikaların sonucu,
dışa dönük pazar modeli çerçevesinde ücretler maliyeti artıran ve dolayısıyla rekâbeti
engelleyici bir unsur olarak görülmüş ve askeri darbenin de yardımıyla emek hareketi
örgütsüzleştirilerek kazanılmış haklar iyice geriletilmiştir. Bunun sonucunda, ülkede zaten
bozuk olan gelir dağılımı daha da bozulmuş ve geniş halk kitleleri çok zor koşullar altında
yaşam savaşlarını sürdürmüşlerdir (Sönmez, 1992: 124). Günümüz Türkiye’sinin sahip olduğu
bütün zenginlik bin adet aile ve birkaç banka sahibi tarafından denetlenmektedir (Başkaya, 1999:
364). Bu yapı 2000’ler Türkiye’sinin siyasi yapılarını şekillendiren temel oluşumlardandır. Bu
yapı içerisinde geniş kitleler egemen yapı tarafından yönlendirilen, asker, vergi kaynağı ve
seçmen olmanın ötesinde hiçbir örgütlü belirleyiciliğe sahip olamamıştır (Başkaya, 1996: 46). Bu
insanları yönlendirmede hem ekonomik ve fiziksel şiddet hem de bilinç yönetim araçları olan
din, eğitim, medya ve politika gibi araçlar kullanılmıştır. Özellikle 1980 darbesinden sonra
kitlelerin tepkisini kontrol altına alabilmek için örgütlü din bir toplumsal sosyalleştirme aracı
olarak kullanılmıştır. Yaşanan sorunların sebebi, toplumsal yapının dışında doğa üstü güçlerde
aranmaya başlanmıştır. ABD’nin SSCB’ye karşı kullandığı ılımlı din hem kitleleri hem de ABD
karşıtı radikal dinci örgütlenmeleri kontrol etmek için kullanılmıştır. Günümüzde de ABD
yanlısı ılımlı İslamcı partiler iktidara gelerek kitlelerin kontrolünü sağlama ve Amerikan
çıkarlarını gerçekleştirmek için çalışmaktadırlar. Bu bağlamda Genç Parti, kendisini ABD ve
İslamcı grupların karşıtı olarak konumlandırarak modernleşmeci bir siyasi parti görünümü
çizmektedir. Bütün siyasal mücadeleler belirli çıkarların ve toplumsal güçlerin mücadelesidir.
Bugün güçlü olanlar ya da gücü kontrol edenler, belli bir toplumsal tatminsizliği deneyimleyen
geniş “lümpen proleterlerin” temsilcisi olmaya aday ve onlara yaslanmaya çalışan Genç
Parti’nin önünü kesmek için çaba sarf etmektedirler. Bu anlamda Genç Parti, Frank’ın (1995)
tabiriyle bir lümpen burjuvazi partisi görünümündedir. Çünkü, bu partiyi kontrol eden
burjuvazinin yapısı, varolan bağımlılık ilişkilerini yeniden üretecek komprador burjuvazi
özelliğinde olmasıdır. Ulusalcı söylemler, popülist politikalar sonucunda seçmen tabanını
yönlendirerek güç kazanma arzusunun dile getirilmesidir. Çünkü, bu partinin seçmen kesimini
485
teşkil eden alt proleter gruplar köyden kente göç eden, kentin varoşlarında yaşayan ve istikrarlı
bir iş bulamayan ve sanayileşme olmadığı için proleteryanın da saflarında yer alma imkânı
bulamayan ikinci kuşak şehirli genç nüfustur. Bu insanlar, düzenli bir hayat yaşama şansını
bulamayan ve işgüçlerini bile satamayan insanlardan oluşmaktadır (Lacoste, 1996). Bunlar
kolayca, dinsel görüşlerce ya da neo-faşist söylemlerce yönlendirilebilmektedir. Bu insanlar aynı
zamanda, eğitim düzeyleri de düşük olduğu için modern yaşamla bütünleşecek kişisel
donanıma da sahip değillerdir. Geleneksel yapının çözülmesi neticesinde bu insanlar, bir kültür
bunalımına da düşmekte bunu telafi etmek için de geçmişteki dinsel ya da seküler motifli
muhteşem günlere dönmeyi vaat eden neo-faşist ideolojilere de kolayca eklemlenebilmektedirler.
Çünkü bu insanlar, zengin sınıfın yoksulların aleyhine olacak şekilde zenginleşmelerinin
sebebini ekonomik yapıda değil; üst yapıda yani fikirler düzeyinde algılayabilmektedir.
Özellikle ülkenin etnik çeşitliliği de, yaşanan ekonomik krizler sayesinde neo-faşist söylemlerin
gelişmesine olanak sağlamaktadır. Ayrıca, egemen güçler bu farklılıkları karşı karşıya getirecek
politikalar uygulamaktadırlar. İşte böyle bir yapı içerisinde doğmuş olan Genç Parti’nin
arkaplanı ve söylemleri nelerdir?
Cem Uzan ve Genç Parti’nin Arkaplanı
Uzanlar, daha doğrusu baba Kemal Uzan, 1960’lı yıllarda müteahhitlik işiyle uğraşmaktaydı.
Uzanlar’ın yıldızı aslında, Özal’lı yıllarla birlikte parlamıştır. IMF ile yaptığı uzun görüşmeler
sonucunda, dönemin Başbakanlık Müsteşarı olan Turgut Özal 24 Ocak 1980 Ekonomik
Kararları’nı hazırlamış ve uygulayacısı olmuştur. 1970’li yılların ikinci yarısında dünya
genelinde uygulamaya konulan neo-liberal politikaların Türkiye’deki temsilcisi olmaya soyunan
Özal, ülke ekonomisinin ithal ikâmeci modelden serbest piyasa modeline dönüşümünü sağlamış
ve sermayenin ekonomideki alanını genişletecek bir devlet müdahalesinin mimarı olmuştur.
Sözü edilen dönemde, Özal yerli sermayeyi korumak ve kollamak adına yakın çevresine
krediler dağıtarak, ahbap-çavuş kapitalizminin Türkiye’deki en yılmaz temsilcisi olmuştur.
Hayalî ihracata göz yumma, kendisine yakın işadamlarını kayırma ve devlet imkânlarından
faydalanmalarını sağlama Özal’ın icraatlarından sadece bazıları olmuştur.
Uzan Grubu’nun yükselişi de, tanımlanan bu döneme denk düşmektedir. Türkiye’nin ilk ticarî
ve beraberinde korsan televizyon kanalı olan Star’ın ortaklarından birinin Ahmet Özal; diğerinin
ise Cem Uzan olması tesadüfî değildir. Bu dönemden sonra, Uzan Grubu inanılmaz bir büyüme
göstermiştir. 1990’lı yıllarda hız kazanan özelleştirme politikalarının sonucunda Uzan ailesi hem
ahbap-çavuş ilişkilerini hem de özel bir televizyon kanalına hatta kanallarına sahip olmanın
avantajını kullanarak özelleştirme ihalelerinde en ön saflarda yer almaya başlamıştır. Enerji ve
çimento sektörü, Uzan Grubu’nun en çok ilgi gösterdiği alanlar olmuştur. Finans sektöründe de
önce İmar Bankası, sonrasında da Adabank ile boy göstermişlerdir. Telekomünikasyon alanında
ise, Telsim ile GSM sektörüne girmişlerdir. Türkiye süper liginde yer alan İstanbulspor ve
Adanaspor sahipliğine kadar uzanan süreçte; bir de yazılı basın alanında Star ve Damga
gazetesini yayımlayarak dağıtım, reklâm ve ilân alanındaki pastadan da pay almaya başlamıştır.
Bununla birlikte, Uzan Grubu’nun 46. kuruluş yıldönümü kutlamalarıyla Türkiye’de büyük ve
orta ölçekli kent meydanlarının konserlerle ele geçirilmesi süreci, beraberinde yeni bir siyasal
partinin habercisi olmuştur.
486
Genç Parti’nin, Türkiye’deki siyasal yaşama katılışı aslında bir oldu bittiye getirilmiştir.1 Üç
aylık gibi kısa bir zaman diliminde, Genç Parti’nin bir başka siyasal partiye el koyması2 yoluyla
3 Kasım 2002 milletvekili genel seçimlerine girerek, seçmenden yüzde 7.2 gibi yüksek bir oranda
oy alabilmeyi başarmıştır. Bu durum, Türkiye’deki mevcut siyaset ortamının gösterileşmesinin
ve Cem Uzan’ı destekleyen, sahibi olduğu medyanın sergilediği işlevselliğin irdelenmesi açısından
dikkate değer bir örnek olarak önem kazanmaktadır.
Sarışın ve Mavi Gözlü Siyasi Bir Pop-Star Yaratılıyor…
“Kırmızı renkte açık ağızları birbirine bakan iki hilâl ay, bu iki ayın tam ortasında bir yıldız”
olarak belirlenmiş amblemiyle kitlelerin önüne çıkan Genç Parti, bütün siyasal eylem ve
açıklamalarında tek lider / adam olarak Cem Uzan’ın imza ve söylemiyle halka seslenmektedir.
Genç Parti’nin internet sitesine bakıldığında, parti ambleminin altında, amblemden belki de
daha büyük bir “Cem Uzan” imzası bulunmaktadır (http://gencparti.com). Genç Parti’nin 10
Temmuz 2002’den bugüne uzanan süreçte siyasal açılımlarının kaynaklarına göz atıldığında,
partinin Cem Uzan dışında bir başka sözcüsünün ya da özerk kamusal niteliğe sahip bir
temsilcisinin olmadığı gözlemlenmektedir. Milletvekili adaylarının tek tip kıyafete bürünmüş
bir biçimde Uzan’ı seçim meydanlarında karşılaması, Nazi Almanya’sı benzeri bir enstanteneye
yol açmaktadır.
Genç Parti’nin kuruluşundan bugüne sergilediği “lider partisi” kategorisinin ötesinde;
tamamıyla bir “kişi parti” ile ya da “partileşmiş kişiyle” karşılaşılmaktadır. Mussolini’nin “Kara
Ceketli”ler İtalya’sından belki de tek farkı, Cem Uzan’ın kendisinin kravatsız ve kolları yarıya
kadar sıyrılmış beyaz (ancak markalı) bir gömleği tercih etmesinde yatmaktadır.
Ecevit’in işçi kasketi, Demirel’in fötr şapkası, Özal’ın dolmakalemi gibi Uzan’ın da kısa sürede
kitlelere benimsettiği kravatsız beyaz gömleği (özellikle terlemiş haliyle) belli anlamlar
taşımaktadır:
“Kolları sıvalı, kravatsız ve yakası stilize bir şekilde kaykılmış beyaz gömlek
önemli mesajlara sahiptir: Sade ve şık, ak-pak, genç, dinamik, atak,
delikanlı… Kravatsız ve ceketsizliğiyle halka yakın, ama gömleğinin markalı,
beyazlığıyla aynı zamanda öncü ve elit….” (Bora, 2002: 54-55).
Genel seçimlere uzanan konserle karışık miting süreçlerinde, Cem Uzan’ın sahneye çıkış ve
ayrılış anları, tam bir pop star kurgusu içinde tasarlanmıştır. Arabesk ve fantezi uvertürlerle
beslenen mitinglerde; isminin anılmasıyla “Dağ başını duman almış” marşı çalmaya
başlamaktadır. Uzan’ın kürsüye gelinceye değin, güvenliği garanti altına alınmış koridordan
geçerken halkla el temasına geçmesi ve arada durarak kalabalığı selâmlaması her iki tarafın
karşılıklı gerçekleştirdiği bir “katharsis” olarak pek çok meydanda gerçekleştirilmiştir. Bu
senaryo, miting meydanlarının en az konuşma kadar önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Sözü
3 Kasım 2002 miletvekili genel seçimleri öncesinde, Genç Parti’nin Türkiye genelinde yeterli düzeyde
örgütlenmemiş olması, bu partinin seçimlere girmesine engel teşkil etmekteydi. Bu sorun ise, Hasan Celal
Güzel’in lideri olduğu “Yeniden Doğuş Partisi”nin ele geçirilmesiyle çözülmüştür.
2 Yeniden Doğuş Partisi’nin, “Genç Parti” adını almasının zorlanmasıyla gerçekleşen bu sürece karşı koyan,
ancak engelleyemeyen Hasan Celal Güzel’e göre bu durum, açıkça bir satınalmadır (Aktaran Bora, 2002:
53-54).
1
487
edilen durum, bir başka deyişle, “siyasi pop starların” halka yakınlığını, halkın içine girmekten
korkmayışını temsil etmektedir.
Genç Parti’nin Programı: Neo-faşist Bir Manifesto Kokmakta…
Genç Parti’nin parti programıyla, Cem Uzan’ın kamuya açık basın toplantıları ve demeçleri ile
seçim meydanlarında sarfettiği düşünceler arasında kapatılması mümkün olmayan bir uçurum
bulunmaktadır. Bu yönüyle, post-modern bir parti programı olarak da tanımlanabilecek Genç
Parti’nin siyasî programı, yansıttığı ilkeler silsilesinin makro/bütünlüklü, geleceğe yönelik
istikrarlı çözün önerilerini sıralamaktan ziyade; kısa vadeli, palyatif öneriler sunan oportünist
pragmatizmin açılımlarıyla halka seslenen bir program olarak öne çıkmaktadır.
Sadece burada verilecek somut iki örnek, bu iddiayı kanıtlayacak nitelikte olup, diğer çelişkiler
parti programının ayrıntılı analizinden çıkarılabilir
(Bakınız http://gencparti.com.partiprogramı):
Birincisi, Genç Parti programının “ekonomik yapı” ve “sosyal yapı” bölümlerinde, Cem
Uzan’ın sürekli vurguladığı “sosyal devlet” vaadlerinin ve “IMF karşıtlığının” (Bakınız
http://gencparti.com/basin-aciklamalari) ve (htttp://gencparti.com/manifesto) izlerine rastlamak
mümkün değildir. Tersine program, devletin sosyal işlevleri dahil bütün sorumluluklarından
süratle arındırılmasına yönelik, tipik neo-liberal deregülasyon stratejisini yansıtmaktadır.
Programa göre, “Devlet ekonomik faaliyetlerin hemen her alanından çok süratli bir şekilde
çekilmeli, gerçekleştiren değil, düzenleyen ve yol gösteren bir yapıya kavuşmalıdır. Devlet,
hiçbir ekonomik alanda faaliyet göstermemelidir. Devletin asıl görevi, kalkınmanın ana unsuru
olan siyasî ve ekonomik istikrarı sağlamaktır.”
İkincisi ise, “Bütün kamu iktisadî kuruluşları özelleştirilmeli, verimli ve çalışması mümkün
olmayanlar ise tasfiye edilmelidir.” Sermayenin akışkanlığı konusunda ise, Cem Uzan’ın halka
seslenişlerindeki “millî sermayeci” tutumundan eser bulunmamaktadır: “Yerli ya da yabancı
sermaye ayrımı ortadan kalkmalı. Yabancı sermaye, herhangi bir izne tabi olmaksızın ülke
içinde dilediği alanda faaliyete girebilmelidir.”
İrdelenen bu konuda, Genç Parti’nin parti programının okunmasıyla, söyleme dökülen sloganlar
karşılaştırıldığında nasıl eklektik bir yapının ortaya çıktığı ve Genç Parti’nin post-modern bir
parti özelliği taşıdığı daha iyi anlaşılacaktır.
Neo-liberalizmin Ufak Tefek Taşları Üzerinde Genç Parti İktidarı Hedefliyor!..
Cem Uzan, partileşme kararını açıkladığı 10 Temmuz 2002’deki radyo ve televizyon seslenişinde,
“en az 64 milyon insanı temsîl ettiğini” iddia ederken, kalan “bir milyonu” ise şöyle tanımlamıştır:
“…bizler gibi düşünmeyen, Türklüğü ile gurur duymayan, Müslüman demeye ağzı varmayan,
Türkiye’yi küçümseyen, kendi menfaatlerini Türkiye’nin menfaatlerinin üstünde tutan, dolayısıyla
da Türkiye’nin bugünkü durumundan memnun olan bir gafiller topluluğu.”
Uzan’ın bu ifadelerinden düşman olarak ilân ettiklerinin yozlaşmış politikacıların ve onların
medyadaki, iş dünyasındaki ve bürokrasideki uzantılarının olduğu anlaşılmaktadır. Uzan, bu
elitleri aynı zamanda ülkenin gayri-millî unsurları olarak tanımlamaktadır (Aktaran Bora, 2002:
56).
488
Cem Uzan’ın “Genç Parti” kampanyası, Türkiye’de aşırı sağ popülizmin ve neo-faşizmin yeni
bir görünüm kazanması olarak Türkiye siyasal yaşamına damgasını vurmuştur3. Uzan’ın
girişimi, son yıllarda Avrupa’da da başgösteren sağ popülist ve neo-faşist projelerle önemli
benzerlikler taşımaktadır. Bu hareketler, öncelikle klasik kadro / parti örgütlenmesine dayalı
olmamak, siyasal “seçmen”leriyle gevşek ve medya üzerinden ilişki kurmalarıyla “yeni”dirler.
Halkla edilgin ve anonim bir kütle olarak ilişkiye girmeleri faşizan bir itki noktasıdır. Medyanın,
başta televizyon olmak üzere taban örgütlenmesinin yerine geçmesi, bu hareketi kendi
cephesinde yeni kılmaktadır (Bora, 2002: 60).
Avrupa ile bir karşılaştırma için ilk akla gelecek örnek, İtalya’da iktidara gelen Berlusconi’nin
“Forza Italia” adlı neo-faşist partisidir. Berlusconi, Uzan’a kıyasla tekelci çok daha büyük çaplı
bir medya gücüne dayanarak iktidarı ele geçirmiştir.
Sözü edilen bu akımın temel özellikleri başlıca şu noktaları kendisine referans göstermektedir:
(a) Tepki oylarına talip olması, (b) Kendisi dışında farklı düşünenleri ötekileştirmesi, (c) Sentetik
ve eklektik özellikler taşıması, ancak bunu halka sunuşunda yaptığı propagandayla gizlemesi.
Bu hareketin Türkiye’deki en önemli temsilcisi haline gelen Cem Uzan propaganda
faaliyetlerinde bu özellikleri en iyi şekilde uygulamaktadır. Öncelikle, Uzan’ın söyleminde
milliyetçilik, Atatürkçülük, dine hürmetkâr muhafazakârlık ve hatta ulusal solun popüler
iddiaları yer almaktadır. Bu açılımlar, bir tutarlılık kaygısı güdülmeden birbirine bulunulan yer
ve zamana göre eklemlenmekte ve biri diğerinin önüne çıkarak egemen olmaktadır. Ancak,
hiçbirinden vazgeçilmemektedir.
Bu durum Bora (2002: 60)’ya göre, “öncelikle ajitasyona ve hamasete odaklı, aklı iptal eden bir
eklemleme biçimi olarak faşizandır. İkincisi ise, yoksulluk savunuculuğunun yanında çelişkili
bir neo-liberal program yürütülmekte ve bu, halktan gizlenilmektedir. Zaten neo-faşizmin
önemli bir özelliği de, neo-liberalizmin programını sosyal bir demagojiyle savunmasıdır.”
Vurgulanması gereken önemli bir nokta da, neo-faşizmin, taşra kökenli açılımlarından ziyade;
modern ve kentli kimliğiyle bir farklılık yaratması ve beraberinde özellikle genç kesimlere
cazibe merkezi oluşturmasıdır.
Cem Uzan, Kozanoğlu (1993:10-13)’nun tanımladığı “yuppie” tanımına fazlasıyla uygun bir
görünüm sergilemektedir. Genç, kentli, profesyonel, tahsilli, meslekli, başarılı, zengin, hayattan
zevk almayı bilen…bir taraftan “Türklük” narsisizmini okşarken, özellikle başarı ve zenginlik
hayalî kuran genç kitlelere hitap etmektedir.
Genç Parti’nin sistemli olarak Cem Uzan nezdinde, milliyetçi seçmen potansiyeline seslenmeye
çalıştığı gözden kaçırılmamalıdır. Bu potansiyel, daha özgülleştirilmiş bir tanımla, 1990’lı
yılların ortasında gelişen ve MHP’nin “yeni çizgi”sinin hitap ettiği “pop-milliyetçi” gençlik
kesimidir.
Uzan’ın kendi açılımları içinde, en fazla yakınlık duyduğu MHP’yi öncelikli olarak kendi
kampanyasının bir parçası kıldığı söylenebilir. MHP’nin üstlendiği tarihsel bir miras ve
Her ne kadar1990’lı yılların ortalarında Cem Uzan’ın adaşı, yine seçkin-beyaz bir Türk olan Cem Boyner
“Yeni Demokrasi Hareketi” adı altında daha sonra partileşecek bir girişimi başlatmış, ilk seçimlerde ise
büyük bir yenilgiye uğramıştır. Her iki Cem arasındaki önemli farklılık, Boyner’in Uzan’ın tersine popülist
değil, parti programını uygulamaya çalışması ve ekip çalışmasına önem vermesidir.
3
489
beraberinde hükümet sorumluluğu almış bir siyasal parti olarak kendi taban ve seçmen
potansiyeli nezdinde itibar kaybettiği bir dönemde, MHP’den ayrı durarak MHP’nin
simgelediklerine sahip çıkmak, AKP, DYP, ANAP, BBP gibi sağ yelpazedeki pek çok partinin
tecrübe ettiği üzere, kâr sağlayacak bir politik yatırım olarak öne çıkmaktadır. Cem Uzan, sözü
edilen diğer partilerden farklı olarak, doğrudan MHP markasına da sızarak, avlayabileceği
sempatizan kitlesini MHP içlerine kadar genişletmektedir. Nitekim, Genç Parti’ye MHP’nin
potansiyel seçmeninden öte, doğrudan sadık seçmeninden de oy verildiğine dair gözlemler
bulunmaktadır (Bora, 2002: 58).
Cem Uzan’a göre bugün AKP, iktidarını; 72 günde yüzde 7.2 oy oranına ulaşan Genç Parti’ye
borçludur. “Eğer Genç Parti, 3 Kasım 2002 genel seçimlerine girmeseydi, AKP, bugün muhalefet
partisi olarak meclisteki yerini alacaktı. Çünkü DYP yarım puanla, MHP ise 1.5 puanla barajın
altında kalmıştır” (Objektif Özel, Star TV, 4 Ocak 2004). Burada aslında Cem Uzan, Genç
Parti’nin başta MHP olmak üzere DYP’den de oy aldığını vurgulamaktadır.
Uzan, gerek 3 Kasım 2002 genel seçimleri öncesinde gerekse bugüne uzanan süreçte, akla
gelebilecek bütün milliyetçi-popülist şablonları ardarda sıralayan kısa konuşmalarla üslûbunu
belirlemiştir.
Uzan’ın milliyetçi-popülizminin en üst düzeye çıktığı nokta, yoksul ve yoksuldan yana
olduğuna ilişkin vurguyu öne çıkaran “IMF karşıtlığı” söylemidir. Bir anlamda, “ulusal solcu”
bir heyecanla Türkiye’nin işgal altında olduğunu söylemekte, IMF’nin ekonomik sultasına karşı;
“Türk şirketleri…Türk finans sektörü, Türk sanayi sektörü, Türk tarım sektörü yabancıların
eline geçmesin” diyerek direniş çağrısında bulunmaktadır4 (Aktaran Bora, 2002: 57-58).
Uzan’ın Yükselişinde Sahibi Olduğu Medyanın Gücü ve Desteği…
Türkiye’de 1980’li yıllardan itibaren kitle iletişimindeki gelişmeler, bunların toplumsal taleplere
karşılık gelmesiyle birlikte genel bir gösteri ortamının oluşmasına yardımcı olmuştur. Bugün,
örneğin, propaganda unsurunun siyasal-ideolojik çağrışımlarından çok salt retorik, hatta
görselliği öncelenmiş bir söylem kurgulamadan ibaret algılanmasının, bu gösteri kültürünün
yükselişiyle doğrudan ilintilidir. Artık, siyasetin kurgulanışı, onu medyaya tahvil edilebilir,
yalnızca gösteriselleşmiş olmasından dolayı müşteri çekme yeteneğiyle değerli ve işlevsel kılan
bir özelliğe bürünebilmektedir (Ergur, 2002: 20).
Genç Parti nezdinde Cem Uzan gerek 3 Kasım 2002 genel seçimleri öncesinde gerekse- bugün
içine düştüğü ekonomik çıkmaz bir yana bırakılırsa- bugün de sahibi olduğu medya
kanallarının desteğini arkasına almıştır. Star gazetesi, partinin bir yayın organı olarak
kullanmaktadır. Hatta, seçimler öncesinde, Uzan Grubu’nun telekominikasyon alanında faaliyet
gösteren Telsim’in anonslarında da Genç Parti propagandası yapılmıştır.
Genç Parti’nin seçim faaliyetleri, aslında bir ürün tanıtım kampanyasına benzer şekilde
belirginlik kazanmıştır. Reklâmcı Ali Taran’ın bu kampanyada da, popüler kültür malzemesini
ve argoya kaçan bir jargonu başarıyla kullandığı gözlemlenmiştir. Kampanya, medyanın ve
gösterinin gereklerini fazlasıyla kullanmıştır. Mitingler, konser eşliğinde bir gösteri olarak
Cem Uzan, bu IMF karşıtlığı söylemini gezdiği tüm kent meydanlarında tekrarladığı gibi, bugün de aynı
söylemi dillendirmektedir. Her konuşmasında, “IMF’yi defedeceklerini” söylemektedir: “Genç Parti’nin
iktidardaki ilk icraatı, IMF’yi bu ülkeden yolcu etmek olacaktır…”.
4
490
tasarlanmıştır. Müzik, Cem Uzan’ın halkın içine girerek el sıkışması, çok küçük değişikliklerle
hep aynı içeriğin tekrarlandığı kısa, net ve çarpıcı bir konuşma, eğlenceli bir etkinlik içerisinde
halka sesleniş bu kampanyanın temel özelliklerini oluşturmuştur.
Cem Uzan için hazırlanan konuşmalarda, her üç dört cümlede bir, ünlemli tekrarlar
yapılmaktadır: “…mahvettiler! Mahvettiler!”, “…yemin ettik! Yemin!”, “…vergi sıfır olacak!
Sıfır!”, “…bedava vereceğiz! Bedava!”. Böylece, delikanlı ve sokak dili jargonunun
kullanılmasıyla oldukça meydan okuyucu ve akılda kalıcı bir söylem inşa edilmiştir. Kampanya
süresince şu söylem, belki de 3 Kasım 2002 genel seçimleri öncesinde mahalledeki çocukların
diline düşecek denli popülerlik kazanmıştır: “Açın Türkiye’nin önünü! Durduramazsınız!
Türkiye geliyor!” 3 Kasım’a yaklaşık bir ay kala başka hiçbir siyasal parti, kendisiyle
özdeşleştirlecek bir reklam sloganı üretememiştir. Bununla birlikte, Cem Uzan’ın dinamik,
başarılı, genç adam portresi, üstelik sarışın ve mavi gözlü oluşu, bir reklâm unsuru olarak
müthiş işe yaramakta ve sonuna kadar kullanılmaktadır (Bora, 2002: 55).
Tam da bu noktada, Cem Uzan’ın pop-starlara gösterilen türden bir ilgiye talip olması; katıldığı
mitinglerin, böylesi bir ilginin eğlence endüstrisince kurulmuş bulunan mekanizmasını harekete
geçirmek üzere tasarlanmasıdır.
Sonuç Yerine…
3 Kasım 2002 genel seçimleri öncesinde, Uzan Grubu’nun 46. kuruluş yıldönümü adına verilen
konserler ile başlayan ve Genç Parti’nin kurulmasıyla devam eden kampanya süreci, politikanın
medya odaklı hale gelişinde, görselleşmesinde ve gösterileşmesinde önemli örneklerden biri
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Medya-sermaye ilişkisinde, Uzan Grubu önemli bir güç olarak medya sektörüne de el atan ve
kısa zamanda çapraz tekelleşmenin örneklerini vererek sayılı tekel gruplarından biri haline
gelmiştir5. “Oldukça hırslı, tuttuğunu koparan, girişimden korkmayan” bir kişilik profili çizen
Cem Uzan, gerek ülke içinde gerekse ulusal sınırlar dışında pek çok şirket ya da grupla karşı
karşıya gelmiştir.
Uzanlar’ın en büyük yerli düşmanı Sabancı Holding olmuştur. Birincisi, Çukurova Elektrik
Anonim Şirketi’ne (ÇEAŞ) ilişkin savaşta, Uzanlar Sabancı’yı devre dışı bırakmayı başarırken; 3
Kasım genel seçimleri sonrasında kurtlar sofrasındaki savaşta ibre bu kez Uzan Grubu’nun
aleyhine dönmüştür. Özellikle, AKP hükümeti de Uzan’ın Genç Partisi’ni kendisine en önemli
siyasî rakip olarak gördüğünden, Genç Parti ve arkasındaki Uzan Grubu şirketlerine ilişkin
operasyonu başlatan düğmeye basmıştır.
Uzanlar’ın yasa dışı eğilim ve hırsları, ülke sınırlarının dışına da taşmıştır. Amerikan şirketi
Motorola ve Finlandiya şirketi Nokia’yı üç milyar dolar civarında zarar uğratmışlardır. Zaten,
Cem Uzan’ın Genç Parti macerası da bu gelişmenin sonucu olan bir serüven olarak
nitelendirilmektedir. Cem Uzan’ın parti girişimi, bir anlamda dokunulmazlık zırhına kavuşma
arzusunun da sonucudur. Cem Uzan, özel televizyon kanallarını, radyolarını ve gazetelerini
kullanarak, niye olduğu belli Amerikan ve IMF düşmanlığını önplana çıkararak; tek adam
Sahibi oldukları İmar Bankası ve Adabank’ta “dövize en yüksek faiz” sloganıyla yüklü bir sermaye
oluşturan Uzan Grubu, bu kaynakları çimento ve enerji sektörüne kaydırarak, bu alanlarda da tekel
oluşturmuştur. Son olarak, Petkim’i de satın alarak tamamıyla rakipsiz kalmak istemiştir.
5
491
görüntüsü ve söylemiyle kitlelerin egosunu okşayan konser öncesi konuşmalarıyla insanların
bilinçlerini yönlendirmiş ve neo-faşist bir özellik taşıyan Genç Parti son seçimlerde yüzde 7.2
gibi yüksek bir oy oranına ulaşmıştır.
AKP’nin, Aydın Doğan destekli medyayı da arkasına alarak Uzan Grubu’na yönelik
operasyonuyla Türkiye siyasal yaşamında yeni bir süreç başlamıştır. Enerji sektöründeki
lisansları iptal edilen Uzanlar’ın Petkim ihalesi de ellerinden alınmıştır. 12 Haziran 2003
tarihinde ÇEAŞ ve Kepez Elektrik’e el konulmasıyla başlayan süreç, 4 Temmuz’da İmar Bankası
ve 23 Temmuz’da Adabank’a Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) tarafından
ihtiyatî tedbir kararının alınmasıyla sürmüştür6. Gelinen nokta itibariyle, Uzan Grubu’na bağlı
farklı sektörlerdeki tüm şirketler, hatta medya kanalları da dahil olmak üzere durma noktasına,
hatta çalışanlarına ücret ödeyemez hale gelmiştir7. Bu arada Cem Uzan’ın babası, kardeşi ve
amcası, haklarındaki suç duyurusu karşısında ortadan kaybolmuşlardır.
Sömürge ilişkilerinin “küreselleşme” olarak yeniden tanımlandığı ve üretildiği dünyada, Uzan
Grubu iktidarla olan organik ilişkileri, sahibi olduğu medya gücünü silah, şantaj ve kendilerine
özgü zor yöntemlerinde kullanmaları, beraberinde kuralların ve hukukun sadece güçsüzleri /
ezilenleri bağladığı siyasal bir ortamda kendi hanedanlıklarını kurmalarına yol açmıştır. Ancak,
her hanedanlık gibi, “Uzan İmparatorluğu” da bugün yıkılma noktasındadır. Uzan Grubu ve
Genç Parti örneğinde somutlaşan “medya-siyaset-sermaye” işbirliği, dünyada ve Türkiye’de
çarkların nasıl döndüğünü bir kez daha açıkça ortaya koymaktadır. Uzan Grubu, bu devasa
mekânizmanın sadece birkaç dişlisinden biridir. Rahatsızlığı kabul edilemez boyutlara ulaştığı
anda da, sistemden tasfiye edilmiştir. Ancak, kapitalizmin kuralları ise halen işlemeye devam
etmektedir.
Kaynakça
Başkaya, Fikret (1999). Yediyüz Osmanlı Beyliğinden 28 Şubata: Bir Devlet Geleneğinin
Anatomisi. Ankara: Ütopya Yayınları.
Başkaya, Fikret (1999). Paradigmanın İflası: Resmi İdeolojinin Eleştirisine Giriş. (5. Baskı).
İstanbul: Doz Yayınları.
Bora, Tanıl (2002). “Cem Uzan ve Neo-faşizmin Yeni Yüzü: Şirket Konserlerinden Partiye”.
Birikim. Sayı: 162, ss. 53-60.
Boratav, Korkut (1989). İktisat ve Siyaset Üzerine Aykırı Yazılar. İstanbul: BDS.
Divitçioğlu, Sencer (1991). Geçivermiş Gelecek. İstanbul: Bağlam Yayınları.
Ergur, Ali (2002). “Gerçeklik Tanımlayıcısı Olarak Görsellik ve Türkiye’de Siyasetin
Gösterileşmesi”. Toplum ve Bilim. Sayı: 93, (Yaz), ss. 7-28.
Frank, Andre Gunder (1995). Lümpen Burjuvazi Lümpen Gelişim. İstanbul: Gökkuşağı
Yayınevi.
Ancak, BDDK ve AKP hükümetini bekleyen kötü sürpriz; sözü edilen sektörde İmar Bankası’nda temînat
olarak gösterilen 10 milyar dolara varan mevduata karşın, banka kasalarında bunun beşte biri kadar bir
miktarın tespit edilmesidir. Bir diğer ifadeyle, Uzanlar’ın borç yükü devlet tarafından üstlenilmiştir.
7 Can Ataklı yönetiminde yayımlanan Star gazetesi, kâğıt ve mürekkep sıkıntısı yüzünden toplam 4 sayfa
olarak çıkarılmaya başlanırken; Star televizyonu ise ana haber bültenlerinin önemli bir bölümünü
“Direniş” çağrısı altında açlık grevine başlayan çalışanlarının haberlerine ayırmaya başlamıştır. Temel
slogan ise, “Cumhuriyet için Direniş”tir. Uzan medyası, “Direniş / Cumhuriyet’in Son Kalesini Yıkmak
İstiyorlar” (Star Gazetesi, 20 Ocak 2004: 1) söylemi ile, yaklaşan 28 Mart 2004 yerel seçimlerinde halkı AKP
iktidarına karşı mutlaka sandığa gitmeleri konusunda uyarıda bulunmaktadır.
6
492
http://gencparti.com/manifesto
http://gencparti.com
http://gencparti.com/basin-aciklamalari
Keyder, Çağlar (1979). Emperyalizm, Azgelişmişlik ve Türkiye. (2. Baskı). İstanbul: Birikim
Yayınları.
Kongar, Emre (1976). İmparatorluktan Günümüze Türkiye’nin Toplumsal Yapısı. İstanbul:
Cem Yayınevi.
Kozanoğlu, Hayri (1993). Yuppiler, Prensler ve Bizim Kuşak. İstanbul: İletişim Yayınları.
Küçükömer, İdris (1994). Düzenin Yabancılaşması: Batılaşma. (2. Baskı). İstanbul: Bağlam
Yayınları.
Lacoste, Yves (1996). Sınıf Açısından Azgelişmişlik. Çeviren: Sevil Avcıoğlu. (2. Baskı).
İstanbul: Göçebe Yayınları.
Objektif Seçim Özel Programı (2004). “Kadir Çelik ‘in Cem Uzan İle Yaptığı Söyleşi”. Star TV. (4
Ocak).
Oktay, Ahmet (1996). “Televizyonla Yaşamak”. Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi.
İstanbul: İletişim Yayınları. Cilt:15.
Sönmez, Mustafa (1992). 1980’lerden 1990’lara “Dışa Açılan” Türkiye Kapitalizmi. İstanbul:
Gerçek Yayınevi.
Star Gazetesi (2004). “Direniş”. (20 Ocak), s.1.
Tehranian, Majid (1983). “Modernleşmenin Laneti: Modernleşme ve İletişimin Diyalektiği”.
İçinde İletişim ve Toplum Sorunları. Çeviren: Nermin Abadan Unat. Yayına
Hazırlayan: Oya Tokgöz. UNESCO/ Türk Sosyal Bilimler Derneği Yayını. Ankara: Olgaç
Matbaası, ss.85-104.
493

Benzer belgeler