Bursa Şehrengizi Bildiriler Kitabı - Türk Dünyası Kurultayı Web Sitesi

Transkript

Bursa Şehrengizi Bildiriler Kitabı - Türk Dünyası Kurultayı Web Sitesi
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
BİLDİRİLER
KİTABI
www.turkdunyasi.org.tr
1
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Kaşgar’dan Endülüs’e Türk-İslam Şehirleri Sempozyumları
Bildiriler Kitabı
Editörler
Doç. Dr. Cengiz Alyılmaz
Dr. İlyas Demirci
Dr. İbrahim Terzioğlu
Görsel Tasarım
Sibel Cebe
Erdinç Yalçınkaya
Kapak Tasarım
Sibel Cebe
Yapım
Ark Medyakom
Hoşdere Cad. 200/5 Çankaya/Ankara
Tel: (0312) 439 55 95 • Faks: (0312) 410 04 84
www.arkmedyakom.com
Yayın
Bursa Büyükşehir Belediyesi
Kültür A.Ş.
Ankara / 2011
2
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Düzenleyen Kuruluşlar
3
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Destekleyen Kuruluşlar
4
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
T.C. Başbakanlık Tanıtma Fonu
19 45
5
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
İçindekiler
Düzenleyen Kuruluşlar............................................................3
Destekleyen Kuruluşlar...........................................................5
Kurullar
Yürütme Kurulu............................................................................................8
Bilim Kurulu...................................................................................................9
Onur Kurulu...................................................................................................10
Önsöz........................................................................................12
Dr. İlyas Demirci
Takdim......................................................................................14
Şahabettin Harput
Sempozyum Bildirileri............................................................17
Prof. Dr. Halil İnalcık....................................................................................19
Prof. Dr. Mustafa İsen ................................................................................47
Recep Altepe.................................................................................................79
Doç. Dr. Cengiz Alyılmaz...........................................................................93
Dr. İlyas Demirci...........................................................................................109
Özgen Keskin................................................................................................115
Prof. Dr. Mustafa Kara.................................................................................131
Feyzi Ülgü.......................................................................................................141
Prof. Dr. Düsen Kaseinov...........................................................................153
Dr. İbrahim Terzioğlu..................................................................................161
6
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
İçindekiler
Dr. Khaled Tadmori......................................................................................169
Prof. Dr. Murat Yakar, Osman Mert.........................................................181
Prof.Dr. Takashi ÖSAWA.............................................................................185
Dr. Semra Alyılmaz......................................................................................197
Ethem Günen................................................................................................205
Prof. Dr. Hatice Şahin..................................................................................211
Dr. Selami Sönmez......................................................................................217
Prof. Dr. Sırrı Akbaba...................................................................................225
Yrd. Doç. Dr. Minara Aliyeva Esen..........................................................233
Prof. Dr. Kamil Veli Nerimanoğlu............................................................239
Mustafa Dündar...........................................................................................243
Ahmet Haluk Karabel.................................................................................247
Mehmet Doğan............................................................................................255
Efendi Barutçu..............................................................................................261
M. Cahit Turhan............................................................................................265
Yahya Akengin..............................................................................................269
Doğan Yavaş..................................................................................................271
Halide Sert.....................................................................................................279
Dr. Kamil Uğurlu...........................................................................................293
Prof. Dr. Kadirali Konkabayev..................................................................301
Prof. Dr. Yusuf Oğuzoğlu...........................................................................305
Bursa’da Zaman.......................................................................326
Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye Vasiyeti .............................328
7
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
• Şahabettin HARPUT (Ev Sahibi)
T.C. Bursa Valisi
• İlyas DEMİRCİ (Organizasyon Başkanı)
Türkiye Mühendisler ve Mimarlar Birliği Genel Başkanı
• Düsen KASEİNOV (Koordinatör)
Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı TÜRKSOY Genel Sekreteri
• Recep ALTEPE
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı
• Ali Kamil BAŞAR
T.C. Bursa Vali Yardımcısı
Yürütme Kurulu
• Özgen KESKİN
Bursa Yıldırım Belediye Başkanı
• Mustafa DÜNDAR
Bursa Osmangazi Belediye Başkanı
• Yahya AKENGİN
Türk Dünyası Yazarlar ve Sanatçılar Vakfı Başkanı
• İbrahim TERZİOĞLU
TMMB Dış İlişkiler Koordinatörü
8
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Bilim Kurulu
Nuri GÜRGÜR (Başkan)
Türk Ocakları Genel Başkanı
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Ahat SALİHOV
Ahmet AKGÜNDÜZ Ahmet Haluk KARABEL Ali ÖZTÜRK
Askar TURGANBAYEV
Bakıtjan ABİYEV Behicuddin ŞEHABİ Bekir PARLAK
Beşir AYVAZOĞLU
Cengiz ALYILMAZ Doğan YAVAŞ
Elçin GAFARLI
Ethem GÜNEN
Fırat PURTAŞ
Galip YENİDÜNYA
Gülçöhre MEMMEDOVA Güler FEDAİ
Hakan ERGÜN Hakan KIRIMLI Halis ERTÜRK
Haydar ÇİFTÇİ İlhan KIROĞLU
İsmail KAVUNCU
Jeren HACIYEVA Kadirali KONKOBAYEV Kamil UĞURLU Kemal DEMİREL Khaled TADMORİ Lesbek TAŞİMOV Mahmut EVKURAN Mahmut ÜRKÜT
Mehmet CEYLAN
Mete ATEŞ
Metin TÜRKER
Mevluda YUSUPOVA Mustafa KAHRAMANYOL
Mustafa KARA
Mutlu ÇINAR Namık Kemal ZEYBEK Necmi YILDIRIM
Nesim SÖNMEZ
Oktay ASLANAPA
Osman ÇETİN
Osman İYİMAYA
Şakir İBRAYEV
Sefer AKKAYA Şerafettin DOĞAN Şükrü KARATEPE
Servet BÜYÜKPOYRAZ Süleyman KAYIPOV Şevki NALÇACIOĞLU
Yakup DELİÖMEROĞLU
Yunus Metin VARLIBAŞ
Yusuf OĞUZOĞLU
Zenfira HASANOVA
Başkurdistan TÜRKSOY Temsilcisi
Rotterdam İslâm Üniversitesi Rektörü
T.C. Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkan Yardımcısı
T.C. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Müşaviri
Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı TÜRKSOY Kazakistan Temsilcisi
Mimar, Heykeltıraş (Astana Atatürk Heykeli Tasarımcısı)
Makedonya Kültür Eserleri Koruma ve Konservasyon Merkezi Genel Müdürü
Uludağ Üniversitesi Öğretim Üyesi
Gazeteci Yazar / Zaman Gazetesi
Atatürk Üniversitesi Öğretim Üyesi
Uludağ Üniversitesi Öğretim Görevlisi
Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı TÜRKSOY Azerbaycan Temsilcisi
T.C. Devlet Bakanı Danışmanı
Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı TÜRKSOY Genel Sekreter Yardımcısı
MARMARA BİRLİK Koordinatörü
Azerbaycan Mimarlık ve İnşaat Üniversitesi Rektörü
Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı TÜRKSOY K.K.T.C. Temsilcisi
T.C. Devlet Bakanı Danışmanı
Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi
Uludağ Üniversitesi Sosyal ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı
Türkiye Mühendisler ve Mimarlar Birliği Danışma Kurulu Üyesi
T.C. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Araştırma ve Geliştirme Daire Başkanı
Eyüp Belediye Başkanı / Türk Dünyası Belediyeler Birliği II. Başkanı
Türkmenistan / Aşkabat Mimarlar Birliği Temsilcisi
Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı TÜRKSOY Kırgızistan Destek Vakfı Başkanı
Karaman Belediye Başkanı
Bursa İl Özel İdaresi Genel Sekreteri
Lübnan - Tripoli Belediyesi Kültürel Miras Başkanı
Uluslararası Türk - Kazak Ahmet Yesevi Üniversitesi Rektörü
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve Eğitim Genel Müdürü
Estergon Türk Kültür Merkezi Müdürü
Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Başkan Yardımcısı
Türk Ocakları Bursa Şube Başkan Vekili
Tarım Reformu Genel Müdür Yardımcısı
Özbekistan Güzel Sanatlar Akademisi Başkanı
Balkan Türkleri Koordinasyon Kurulu Eski Başkanı
Uludağ Üniversitesi Öğretim Üyesi
Gazeteci / Yazar
Ahmet Yesevi Vakfı Başkanı
Türkiye Mühendisler ve Mimarlar Birliği Bursa Şube Başkanı
Türkiye Mühendisler ve Mimarlar Birliği Yönetim Kurulu Üyesi
Sanat Tarihçisi
Uludağ Üniversitesi Öğretim Görevlisi
T.C. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı TAU Genel Müdürü
Türk Dünyası Akademisi Başkanı / Kazakistan
Türkiye Mühendisler ve Mimarlar Birliği Danışma Kurulu Başkanı
Türk Müşavir Mühendisler ve Mimarlar Birliği Yönetim Kurulu Üyesi
Eski Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı
Osmangazi Belediyesi Başkan Yardımcısı
Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Rektörü
T.C. İller Bankası Genel Müdür Yardımcısı
Avrasya Yazarlar Birliği Başkanı
VARYAP İcra Kurulu Üyesi
Uludağ Üniversitesi Öğretim Görevlisi
Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı TÜRKSOY Tataristan Temsilcisi
9
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Onur Kurulu
10
Faruk ÇELİK (Başkan) T.C. Devlet Bakanı
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Abdurrahman ŞENTÜRK Abdullah KARADAĞ
Abuzer YILDIRIM Adnan SÜER
Ahmet ARSLAN Ali BAHADIR Alihan NALCIOĞLU
Arif TAK
Atilla KANBUR
Atilla TATVEREN
Bahaeddin YEDİYILDIZ Bahri ŞARLI
Cafer TATLIBAL Celal SÖNMEZ
Davut DURSUN Efendi BARUTÇU Ekrem YÜCE
Enes Battal KESKİN
Erdem SAKER Erol KAYA
Ertuğrul GÜNAY Gazi ŞAHİN
Gürcan TÜRKOĞLU
Haluk BECEREN
Hayati YAZICI Haydar KOÇAKER
Hayrettin GÜNGÖR Hidamet ASA
Hidayet ATASOY Hüseyin AYDIN
Hüseyin ÖZDİLEK Hüsamettin OLGUN
İbrahim ŞAHİN İbrahim BURKAY
İlhan PARSEKER İlsur METHSİN
Kadir TOPBAŞ Kamil İSHAKOV
Kemal Fahir GENÇ Kemal YALÇIN Mahmut ASMALI Mehmet Cahit TURHAN
Mehmet Semih PALA Mehmet SÖNMEZ Mehmet AKKUŞ
Mehmet İSLAMOĞLU
Metin ÖZKAN
Mustafa CEMİLOĞLU Mustafa İSEN Mürsel SARI
Naci ÖZDEMİR
Nuri KOLAYLI
Nihat ÖZDEMİR
Nurettin AVCI
Osman GÜNDÜZ
Sena KALELİ
Seyfettin AVŞAR
Talip YENİDÜNYA
Bayburt Holding Yönetim Kurulu Başkanı
Bursa Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili
Türkiye Mühendisler ve Mimarlar Birliği Yönetim Kurulu Üyesi
TRT Avaz Kanal Koordinatörü
T.C. Ulaştırma Bakanlığı / DLH Genel Müdürü
Türk Ocağı Bursa Şube Başkanı
TBMM / Danışman
Bursa Esnaf ve Sanatkarlar Odası Başkanı
MADO Yönetim Kurulu Başkanı
KAFKAS Yönetim Kurulu Başkanı
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanı
TESKOMB Bursa Bölge Birliği Başkanı
TBMM Türkiye - Arnavutluk Parlementolararası Dostluk Grubu Başkanı
Bursa Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı
Türkiye Radyo Televizyon Üst Kurulu Başkanı
Türk Ocakları Genel Başkan Yardımcısı
ÇAYKUR Genel Müdürü
Bursa Kent Konseyi Genel Sekreteri
Bursa Büyükşehir Belediyesi Eski Başkanı
T.C. Başbakan Baş Müşaviri / TDBB Kurucu Başkanı
T.C. Kültür ve Turizm Bakanı
Elmadağ Belediye Başkanı
UNESCO Türkiye Daimi Temsilcisi
GÜMTOB Başkanı
T.C. Devlet Bakanı
Devlet Su İşleri Genel Müdürü
Türkiye Belediyeler Birliği Genel Sekreteri
Marmara Birlik Yönetim Kurulu Başkanı
T.C. İller Bankası Genel Müdürü
T.C. Halk Bankası Genel Müdürü
ÖZDİLEK Yönetim Kurulu Başkanı
Uluslararası Barış Kültür Forumu (IFLAC) Türkiye Direktörü
TRT Genel Müdürü
Bursa Uludağ Tekstil İhracatçıları Birliği (UTİB) Yönetim Kurulu Başkanı
Bursa Ticaret ve Sanayi Odası Meclis Başkanı
Tataristan Cumhuriyeti Kazan Belediye Başkanı
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı
Tataristan Cumhuriyeti Kazan Valisi
T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı
Türkiye Mühendisler ve Mimarlar Birliği Genel Sekreteri
MÜSİAD İnşaat Sektör Kurulu Başkanı
T.C. Ulaştırma Bakanlığı Karayolları Genel Müdürü
Bursa Kent Konseyi Başkanı
KOZABİRLİK Genel Müdürü
TÜRSAB Başkanı
T.C. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanı
Türkiye Radyo Televizyon ve Gazeteciler Derneği Başkanı
Kırım Tatar Milli Meclis Başkanı
T.C. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri
Bursa Vakıflar Bölge Müdürü
(E.)Tuğgeneral
Bursa Gazeteciler Cemiyeti Başkanı
LİMAK Holding Yönetim Kurulu Başkanı
Bursa İl Genel Meclis Başkanı
GÜN-ER İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı
Kamil Koç Turizm İcra Kurulu Başkanı
Bursa Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri
Sanayici
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
11
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Dr. İlyas Demirci / Yürütme Kurulu Başkanı - TMMB Genel Başkanı
Türk - İslam Şehirleri ve
BURSA
Türkiye Mühendisler ve Mimarlar Birliği temsil
ettiği camianın sorumluluk bilinciyle sahip olduğu değerlerini ürettiği faaliyetlerle harekete
geçirerek faydalı bir sivil toplum olmanın en
güzel örneklerini yarıştırmaktadır. Bu anlamda
yurt içinde mühendislik, mimarlık ve şehircilik
alanında paneller, forumlar konferanslar, sempozyumlar icra ediyor durumdayken Türk İslam
coğrafyasında Mimarlık ve Şehircilik Kurultaylarının ana organizatör durumuna gelmiştir.
Hepimizin çok iyi bildiği üzere; dünyaya yayılmış Türk - İslam mimarlık ve şehircilik eserlerinin
dünya gündemine getirilerek varlıklarının bilimsel yöntemlerle belirlenmesi ve sınıflandırılarak
kayıt altına alınması, Türk-İslam kültürü açısından tartışılmayacak kadar önemli bir konudur.
Türk-İslâm Şehirleri Sempozyumlarının amacı; Türk - İslâm şehirlerinin tarihini, kimliğini ve
kişiliğini oluşturan mimari eserlerin korunması,
yaşatılması, kaybolmaya yüz tutmuş değerlerimizin açığa çıkarılması, gelecek kuşaklara aktarılarak Dünya İnsanlık Mirası listesinde hak
ettikleri yerlerini almalarını sağlamaktır.
12
Bu Sempozyumları gerçekleştirirken; Uzak
Asya’nın bir ucu Kaşgar’dan başlayarak Semerkant, Taşkent, Buhara, Hiva, Kokant, Aşkabat,
Merv, Herat, Delhi, Piri-Türkistan, Otrar, İsfahan,
Bakü, Kırım Bahçesaray, Doğu Beyazıt, Erzurum,
Ahlat, Diyarbakır, Urfa, Mardin, Kerkük, Antakya,
Trabzon, Sivas, Kayseri, Konya, Karaman, Ankara,
Antalya, Amasya, Kütahya, Manisa, Kastamonu,
Bursa, İstanbul, Edirne, Mekke, Medine, Bağdat,
Halep, Şam, Trablusşam, Beyrut, Kahire, Tunus,
Üsküp, Kosova, ve en batıda Endülüs olmak üzere daha bunlarla birlikte yüzlerce Türk-İslâm
Şehirlerinin maddi ve manevi kimlikleri ile
şehrengiz formatında tanıtılmasıdır.
Medeniyet ve medenileşme şehircilik ile bire bir
örtüşen kavramlardır. Medenileşmenin yani uygarlığın düzeyini o ülkenin üretimi, ticareti, eğitimi, kültürü, mimarisini ve sanatını belirler.
Tarih, geniş anlamda Dünyamızın en büyük ticaret yolu olup hala güncelliğini koruyan İpekyolu’nun kontrolü ve bu yollarda
hâkimiyet kurmuş Medeniyetlerin mücadelesinin hikâyesidir. İpekyolu’nu anlamadan tarihi
doğru anlamak ve yazmak mümkün değildir.
Bu noktadan hareketle başta “ insanı yaşat ki
devlet yaşasın” anlayışı ile kurulmuş bir Cihan
Devleti Osmanlının Başkenti Bursa şehri ile
söz konusu sempozyumlara başlamayı ve her
altı ayda bir başka şehirde devam edilmesi amaç
edinilmiştir.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Osman Gazi Türbesi
13
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Şahabettin Harput/ Bursa Valisi
Bursa Şehrengizi
rultaylara da hazırlık çalışmaları mahiyetinde
Kaşgar’dan Endülüs’e kadar uzanan coğrafyada
ki Türk - İslâm şehirlerini mimarlık şehircilik ve kültürel değerleri ile şehrengiz toplantıları adı altında her altı ayda bir farklı bir şehirde sempozyumlar
düzenlenecektir. Bursa Şehrengizi bütün Türk
İslâm Coğrafyası’na duyurulmuş ve yayın haline
getirilmiştir.
Dünyaya yayılmış Türk - İslâm mimarlık eserlerinin
dünya gündemine getirilerek varlıklarının bilimsel
yöntemlerle belirlenmesi ve sınıflandırılarak kayıt
altına alınması, Türk - İslâm kültürü açısından tartışılmayacak kadar önemli bir konudur.
Mimarlık eserleri de her şey gibi elbette fanidir ve
varlığını belirli bir zaman sürdürebilir. Zaman içerisinde gerek fiziksel koşullar ve insan eliyle yıpranarak yok olurlar, gerekse ideolojik kaygılarla kaderlerine terk edilir veya kasten yok edilirler. Nitekim
özellikle son yıllarda devletler arasındaki siyasi
anlaşmazlıklar sebebiyle Türk ve İslâm karakteri
taşıyan birçok önemli eser yok edilmiş ve edilmektedir. Daha önce varlıkları bir kayda bağlanmayan
eserler şimdi maalesef yok hükmündedirler.
Bakanlar Kurulu kararıyla kurulmuş etkili bir sivil
toplum kuruluşu olan Türkiye Mühendisler ve
Mimarlar Birliği taşıdığı sorumluluk bilinciyle, ilkeleri belirlenmiş ve bilimsel temellere oturtulmuş
mimarlık ve şehircilik kurultaylarını başlatmış ve
bir gelenek haline getirmiştir.
İnanıyoruz ki, sempozyumumuzun Türk - İslâm
kültürüne sunacağı kazanımların boyutları zaman
içinde daha iyi anlaşılacaktır.
İstanbul Kurultayı’na ve akabinde ki diğer ku-
14
Türkiye Mühendisler ve Mimarlar Birliği’nin önceki
yıllarda oluşturduğu bilim platformunun eriştiği
seviye heyecan vericidir.
Bursa Valiliğimizin ev sahipliğinde Türkiye Mühendisler ve Mimarlar Birliği’nin organizasyonunda, TÜRKSOY’un koordinatörlüğünde, Bursa
Büyükşehir Belediyesi ve ülkemizin seçkin kuruluşlarının destekleriyle gerçekleştirilmiştir. Türk
İslâm ülkeleri üniversiteleri, yerel ve merkezi kurum ve kuruluşları sempozyumun ana unsurlarını
oluşturmuşlardır. Dünya mimarlık sanatına yeni,
orijinal ve üzerinde durulması gereken konuları
ile birçok ülkeden bildirileri ve katılımları ile birçok
bilim insanı bir araya gelmiştir. Türk - İslâm dünyasınca bilinen şehir yazarları bu sempozyumda
buluşmuşlardır. Bursa’nın dünü, bugünü ve yarını
üzerinde değerlendirmeler yapılmış farklı coğrafyalarda fakat aynı kültürel alt yapıyla oluşturulmuş
diğer Türk - İslâm şehirleri ile karşılaştırılıp dünya
gündemine taşınmıştır.
Sizleri kuruluşun beşiği bir Cihan Devleti’nin’
doğduğu tüm zamanların güzel ve yeşil şehri
Bursa’da görmekten, dinlemekten ve ağırlamaktan onur duydum. Bursa Şehrengizi Bildiriler Kitabı
bu güzel sempozyumu gelecek nesillere taşıyacak
en önemli eserdir. Bildiriler kitabında emeği geçen
Dr. İlyas Demirci, İbrahim Terzioğlu, Prof. Dr. Cengiz
Alyılmaz’a bu titiz çalışmaları için teşekkür ederim.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Emir Sultan Camii
15
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
16
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
ŞEHRENGİZ
BİLDİRİLERİ
17
18
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Prof. Dr. Halil İnalcık
Bursa ve İpek Ticareti
1550'ye Kadar
“Ticaret ekonomiyi döndüren çarktır” düsturunu, belki de “moda ekonomiyi döndüren çarktır” diye değiştirmek gerekir. Gerçekten de, bütün
bir zanaat ve ticaret dalını gah geliştirip gah yıkan güç, moda olabiliyor.
Özellikle, Haçlı devletlerinin Suriye’de yerleşmesinin ardından ipeklilerin Avrupa’da kazandığı rağbet, on üçüncü yüzyılın ticaret devriminin
belirleyici etmenlerinden biri olmuşa benzer. Bu çerçevede ipek, hayli
gelişkin yerli yünlü dokuma sanayicilerinin yanı sıra, on üçüncü yüzyıldan on sekizinci yüzyıla değin Batı ülkelerinin uluslar arası değişim ve
zenginliklerinin başlıca kaynağı haline geldi. Ham ipek ve ipekli kumaşlar
ticarette hatırı sayılır bir yer aldı. Batı’nın yönetimdeki seçkinler arasında
pahalı ipekli kumaş kullanımının yaygınlaşması, canlı bir lüks ipekli dokuma sanayi yarattı ve Toskanya’nın Lucca kenti, daha 1250’ler gibi çok
erken bir tarihte, bu sanayin Avrupa’daki ilk merkezi, başkenti oldu. İki-üç
yüzyıl boyunca Lucca tüccarı lüks mallarını Roma, Bruges ve Londra gibi
kentlerde, ya da uluslar arası Champagne panayırlarında satışa sundu.
Lucca ipek dokumacılarının üstün tekniklerini zamanla öğrenen Bologna, Cenova, Fransa ve Venedik on dördüncü yüz yılda Lucca’nın rakipleri
olarak yükseldiler.
Bu arada, daha önce Doğu’da yaşanmış bir süreç, İtalya’da da gözlendi
ve ipekli dokuma tekniklerinin yaygınlaşması, Lucca’lı dokuma ustalarının başka diyarlara göçüp yerleşmeleriyle el ele gitti. 1257’den sonra Çin,
bol ve ucuz ham ipek kaynaklarını Batı’ya akıtmaya başladığında, İtalyan
sanayileri üretimlerini büyük ölçüde arttırıp talepteki gelişmeyi karşılayabildiler. Robert Lopez’in deyişiyle, bu sırada Çin’den “sınırsız miktarda”
ipek geliyordu. Zaman Çin’in Avrupa’ya başlıca ihraç ürünü ham ipek olmuştu. Derken on üçüncü yüzyılın sonlarına doğru Çin ipeğinin Cenova
noter kayıtlarından silindiğini ve yerini hemen tamamen İran ham ipeğine bıraktığını görüyoruz. Moğol İmparatorluğu’nda baş gösteren karışıklıklar nedeniyle Çin ipeği eskisi gibi akmaz olduğunda, Cenova, tacirlerinin doğrudan doğruya Tebriz’den veya Azov’dan (Osmanlı dönemindeki
adıyla Azak’tan) satın aldığı İran ipeğine giderek tamamıyla bağımlı hale
geldi. İran ham ipeği, daha pahalı (ama aynı zamanda daha kaliteli) olmasına karşın daha on üçünü yüz yılın ortalarına kadar inen bir tarihte
Cenovalılarca İtalya’ya sokulmaya başlamıştı. 1300’den itibaren, İtalyan
ipekli dokuma sanayinin tükettiği ham ipeğin çoğu, artık İran’ın Hazer
kıyısı eyaletlerinden geliyordu. 1400 dolaylarına ait seyahatnamelerde
Gilan, Şemahi ve Karabağ, kuzey İran’ın en önemli ipekçilik yöreleri olarak
19
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
20
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
gösterilmekteydi. Ancak İstahri daha onuncu yüzyılda, Gilan’daki Lahican’dan bir ham ipek üretim
merkezi olarak söz ediyordu.
Avrupa’da ipekli kumaş kullanımının ve ipekli dokuma sanayilerinin yaygınlaşmasının etkisi
küçümsenemez. Bu süreç, Osmanlı ve İran ekonomilerinin gelişmesinin yapısal temelini oluşturmuştur. Her iki imparatorluk, kamu gelirleri ile
gümüş stoklarının önemli bir bölümünü Avrupa
ile ipek ticaretinden sağlar hale geldi. Osmanlı İmparatorluğu’nda esas olarak Amasya, Bursa,
İstanbul, Mardin ve Diyarbekir’deki ipekli dokuma sanayileri, İran’dan gelen ham ipeği işliyordu.
İran’ın kuzey eyaletlerinde, özellikle Mazendaran,
Gilan ve Şirvan’da ipek üretiminin çeltikçiliği gerileterek genişlemesinin de temelinde, herhalde
Avrupa’nın artan ham ipek talebi yatıyordu.
Ondörd üncü yüzyılda dünya ticaret yolları şebekesinde baş gösteren devrimci değişiklikler zinciri,
yalnız ham ipek açısından değil, diğer Asya malları için de Bursa’yı Doğu ile Batı’yı köprüleyen bir
dünya pazarı haline getirdi. Bu sırada Moğol egemenliğindeki Tebriz dünya ticaretinde merkezi bir
rol oynamaya başlamıştır. Gerek Bağdat’ı gerekse
dünya ticaretinin Yakın Doğu’daki diğer mahreçlerini gölgede bırakan kent, Asya ticaretinin en
büyük merkezi konumuna yükselmişti. Tebriz’den
çıkan ticaret yolu, Erzincan-Sivas şahrahi üzerinden ya Konya’ya, ya da Moğol döneminde Asya
ürünlerinin esas ihraç limanı durumuna gelen İskenderun körfezindeki Ayas’a (Lajazzo) ulaşıyordu.
Konya’dan kervan yolları, Denizli’den geçip Efes
veya Antalya limanlarına varmaktaydı. Batı tüccarı,
ipek ve baharat gibi değerli Asya ürünlerini işte bu
limanlardan sağlıyordu. Pax Mongolica’da (Moğol
barışı döneminde) görülmedik bir gelişme gösteren bu uluslararası ticaret yolları şebekesi sayesinde Küçük Asya, dünya ticaretinin önemli kanallarından biri oldu ve büyük bir refaha kavuştu. (Bu
patlamanın çarpıcı kanıtı, aynı dönemde Selçuklu
egemenliğindeki Anadolu’da kervan yolları üzerinde inşa edilen bir dizi anıtsal kervansaraydır.)
Tebriz’e yerleşen İtalyan tüccarı ise, kendi yünlü
kumaşlarını burada gerek İran İpeğiyle, gerekse
Hürmüz ve Bağdat üzerinden gelen Hint baharatıyla değişmek imkanına sahipti.
1350 dolaylarına gelindiğinde, dünya ticaretinin
ağırlık merkezinin bir kere daha güneye, Kızıldeniz ile Memlük egemenliğindeki Mısır ve Suriye limanlarına kaymasına karşın, Asya malları,
özellikle de ham ipek, Tebriz’den (daha doğrusu,
Olcaytu’nun hükümdarlığında Tebriz’in yerini alan
Sultaniye’den) Efes, Antalya ve Trabzon gibi Anadolu limanlarına uzanan eski güzergâhı izlemeye
devam edecektir. Tebriz7deki İtalyanların kılıçtan
geçirilip kentten atılmasının (1340-41), sonra da
1343’te Altınordu Hanı Canibek’in Cenovalıların
elindeki Kefe’yi kuşatması ardından, Cenovalılar
İran’dan ipek ikmali için artık Trabzon’dan, Pera’ya
veya Konstantinopolis’e uzanan yola bel bağlamak
zorunda kaldılar, bu da Pera Konstantinopolis’in ticari etkinliğini canlandırdı. Pera’yı Cenova’nın esas
antreposu konumuna yükselten bu yeni durum,
her halde Bursa’nın da gelecekte İran ham ipeği
için önemli bir Pazar haline gelmesinin zeminini
hazırlamıştır. Nitekim Cenovalılar, kapitülasyon
olarak bilinen ilk ticaret ayrıcalıklarını Osmanlı sultanı Orhan’dan 1352’de kopardılar.
Öte yandan, İtalyanların Tebriz’den kovulmasıyla
birlikte Hazer Denizi Astrahan-Tana ipek yolu da
yeni bir önem kazanmıştı. Cenovalılar, İran ham
ipeğini ya Azak (Tana) da, ya da genişleyen ipekli dokuma sanayileri ve ticaretleri için yaşamsal
önem kazanan Kefe’de teslim alıp, deniz yoluyla
Cenova’ya naklediyorlardı. (Bu arada Cenova gibi
Kefe’de, İran ipeğiyle beslenmesi sayesinde, on
beşinci yüzyıl gibi geç bir tarihte bile ünlü ipekli
kumaş ürünlerini ihraç etmeyi sürdürerek hatırı
sayılır bir ipekli dokuma sanayine kavuşmuştu.)
Şirvan, Gilan ve Mazendaran ipeği deniz yoluyla
doğru Astrahan’a taşınıyor, oradan ya Volga üzerindeki Saray’a, ya da kervanla Tana’ya gidiyordu.
Çin ipeği pahalandığın da, ya da bir zamanlar
Asya’yı kucaklamış olan Pax Mongolica’nın on dördüncü yüzyıl ortasında çöküvermesi sonucu artık
hiç ithal edilmez hale geldiğinde, İran ipeğine
olan talep büsbütün keskinleşti.
1395’te Timur’un Astrahan, Saray ve Azov (Azak)
gibi ticaret merkezlerini bilinçli ve kasıtlı olarak
yakıp yıkması kayda değer. O, herhalde, Şirvan’da
Şemahi ile Gilan’da Lahican ve Reşid’in o sıralar
doğrudan deniz yoluyla Astrahan’a sevk edilmek-
21
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
te olduğunu kaydettiğimiz ham ipek kaynaklarını
tekrar Tebriz’e çekmeyi amaçlıyordu. Söz konusu rota değişikliğinden Tebriz’in ipek ticareti de,
ipekten elde edilen büyük gümrük gelirleri de
adamakıllı zarar örmüş olmalıydı. Timur’dan önce
Tebriz’in ham ipekten alınan gümrük (tamga)
resminden sağladığı gelir 1341’da 300.000 dinarı
buluyordu ki, bu bütün tamga gelirleri içinde en
yüksek olanıydı. Timur’un, Tebriz’i tekrar ham ipek
ve ipekli dokuma ticaretinin merkezi haline getirme çabaları, son tahlilde eski Tebriz-Küçük Asya
güzergâhına yaradı. Çok geçmeden Küçük Asya
da Timur’un kontrolü altına girdi. Timur’un ipek ticaretinin kuzeydeki başlıca uğrak noktalarını yakıp
yıkmasının ardından, Altın Ordu’da patlak veren
uzun taht kavgalarında, Batu Han’ın haleflerinden
her birinin rakip kabileleri kendi etrafında toplayıp mücadeleye girmesi, Doğu Avrupa bozkırını
kervanlar için tehlikeli kılmıştı. 1436’da bu bölgeden geçen Barbaro’ya göre, baharat ve ipek ticareti daha o tarihte kuzey güzergâhından Suriye’ye
kaymış bulunuyordu. 1520 kadar geç bir tarihte
bile bazı kervanların Astrahan-Tuna yolunu izliyor
olmasına karşın, açıktır ki bu güzergâh Timur’un
indirdiği darbeden sonra önemini yitirmişti. Üstelik o sırada Bursa artık dünyanın en önemli ham
ipek pazarlarından biri haline gelmişti ve Pera’da
üslenen, Osmanlılarca’da kayırılan Cenovalılar, bu
piyasadan diledikleri kadar ipek alabiliyorlardı.
Konstantinopolis ve Pera’nın yanı sıra, on dördöncü yüzyılın ikinci yarısında bir dünya pazarı olarak
Bursa’nın gösterdiği yükselişin Osmanlı gücünün
ekonomik temelini oluşturduğunu burada eklemeliyiz.
Demek ki, Bursa’nın uluslar arası bir Pazar konumuna yükselmesi, on dördüncü yüzyılın ortaları olarak tarihlenmelidir. 1352’de Cenovalılara tanınan
ticari ayrıcalıklar ile 1354’de Ankara’nın Osmanlılar
tarafından ilhakı, bu yönde atılan önemli adımlardı. On dördüncü yüzyılın ikinci yarısında Osmanlıların, çabalarını doğuya uzanan ipek yolunun
başlıca merkezlerini, yani Ankara (1354,1362) Osmancık (1392), Amasya (1392), ve Erzincan’ı (1401)
ele geçirmek üzerinde yoğunlaştırmış olmaları da
ilginçtir. Zaten, Osmanlı sultanı 1. Bayezid’i, 1402
Ankara savaşında Timur’la karşı karşıya getiren de,
Tebriz’e giden yol üzerindeki bu cüretkâr atılımlar
oldu. Şurası kesindir ki, Osmanlılar, daima ipek
yolunu açık tutmaya veya kendi denetimleri altına
almaya çalışıyorlardı. İlk defa 1. Selim döneminde
Tebriz’i de işgal ettiler (1514), İran’ın en zengin
ipekçilik eyaletlerinden olan Gilan’ın yerel hanedanı, bağımsızlığı 1592’de Şah Abbas tarafından
yok edilinceye değin, Osmanlı himayesini aramaktan geri durmayacaktır.
1400 yılına doğru Bursa’nın artık ipek ticareti ve
sanayinin büyük merkezleri arasında sayıldığı
kuşkusuzdur. (Tablo 1. 39) O tarihlerde Johannes
Schiliberger “ en iyi kumaşların Tamaş (Dımışk,
Şam) ve Kafa (Kefe) ve keza Wursa’da (Bursa)
dokunmasında kullanılan ipeğin… Venedik ile
Lackka’ya (Lucca) da götürülüp buralarda kaliteli
kadife işlendiği’nden söz ediyordu. Clavijo, 1405’te
Semerkand’tan dönerken Tebriz-Bursa arasında
ipek kervanlarının yolunu izlemişti. On dördüncü
yüzyıl sona ererken, eski Kefe-İstanbul, Trabzon-
Tablo 1; 39
Bursa’nın nüfusu
Tarih Hane halkı
1485
5 000
1520-30 6 351
1571-80 12-852
Kaynak
Avarız haneleri sayısı için bkz. İnalcık (1960b) s. 45
Berkan (1975) ss. 27-28 toplam nüfusu 34.930 kişi olarak tahmin ediliyor
Barkan (aynı yerde) 70.686 kişi tahmin ediliyor.
Not; Toplam kişi sayısını hesaplamak için Barkan birey/hane halkı katsayısını 5 kabul etmiş ve bu çarpma, vergi yükümlüsü
olmadıklarından ilk rakama dâhil edilmeyenler için yüzde 10 Eklemiştir.
22
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
İstanbul ve Sivas-İstanbul ipek yolları geçmişteki
önemlerini yitirmiş bulunuyordu.
Bursa gibi batı Anadolu limanları da, galiba daha
on dördüncü yüzyılın ortalarında İran ipek ticaretinden nasiplenmeye başlamıştı. İran’dan geldiği
açık olan ham ipek, Efes (Altıoluogo) ve Milet’ten
de (Palatia_Balat) ihraç ediliyor; buralara herhalde eski Tebriz-Konya-Denizli kervan yoluyla geliyordu. 1341 dolaylarında Rudolf von Suchen,
Efes’ten pamuk ve buğdayla birlikte ipek de ihraç
edildiğini gözlemişti. 1. Bayezid 1390’da Efes’i ve
diğer batı Anadolu limanlarını ilhak etmekle, İran
ticaretinin Küçük Asya’daki bütün önemli ihraç
noktalarını ele geçirmiş oluyordu.
Artık ipek kervanları, Osmanlı koruması altında
Bursa’ya kadar güvenle yol alabilir ve bu noktada
kıymetli yüklerini, Pera’da üslenmiş bulunan İtalyan tüccara satabilirdi. Onbeşinci yüzyılın ikinci
yarısına ait kadı sicillerinin ortaya koyduğu gibi,
çoğu Müslüman Azerbaycanlı olan İranlı tüccar,
ipek yüklerini Bursa’da İtalyanlarca ithal edilen
Batı mallarıyla değişmekteydi. Moğol güzergahının kargaşa içine yuvarlandığı dönemde Bursa,
yalnız İran ham ipeği için değil, baharat ve diğer
Asya ürünleri için de önemli bir uluslar arası Pazar
konumuna yükselmişti. İpek ticaretinde Bursa’yla
rekabet edebilen biricik Pazar, güneyde BitlisDiyarbakır-Mardin güzergâhını kullanan İran kervanlarının yüklerini getirip boşalttığı Halep’ti.
İranlı ham ipek tüccarı elde ettikleri nakitle
Bursa’da mal alımına giriştiklerinden bu ilk Osmanlı başkenti İran’a yapılacak her türlü ihracatın
antreposu haline geldi. İran tüccarı Bursa’da Batı
yünlülerinin yanı sıra Körfez’den gelme incileri, Mısır ve Kıbrıs’tan gelme şekeri, hata Hindistan’dan
gelme baharatı da satın alıyordu.
Bursa’nın ipek ticaretindeki rolü, 1352-1453 döneminde Cenovalılar ile Osmanlılar arasında hüküm
süren yakın işbirliğini de açıklar. Osmanlılar Anadolu şap madenlerinden çıkan şapın son derece
karlı ticaret tekelini de Cenovalılara vermişlerdi. 8
Haziran 1387’de yenilenen Cenova kapitülasyonlarına göre, 1. Murad Cenovalıları Pera’dan yapılan
ihracat ve ithalat için gümrük vergisinden muaf
tutuyor; buna karşılık malların değerinin yüzde
8’i oranında bir Pazar resmi ödenmesini şart koşuyordu. Bu Osmanlı sultanının Ceneviz Pera’sını yabancı bir ülke saymadığı anlamına geliyordu. Bu
çerçevede Pera’da, Pazar bac’ı gelirinden sorumlu
bir Osmanlı temsilcisi de yerleştirilmişti.
Daha sonra 1432’de Bertrand de la Brocuguiere,
Türklerin Pera’ya çok sık gelip gittiğini” (“Grant
hantise”) ve ticaret nedeniyle Konstantinopolis’te
bir acenta bulundurduklarını kendi gözleriyle
görecekti. La Brocguiere, Pera’ya gidebilmek için
Bursa’da (Şam’dan gelen) kervandan satın alacakları baharatı Pera’ya götürecek olan tüccar’ın gelmesini beklemek zorunda kalmıştı. Bursa ile Pera
arasındaki trafik Osmanlıların kontrolünde olduğundan, La Brocguiere kapitülasyonların dokunulmazlık tanıdığı Cenovalı tacirlerin refakatinde
Pera’ya seyahat edebilecekti. Üsküdür’dan Pera’ya
geçmek için de Rumlara ait bir gemiye binmişti
Pera’nın Osmanlılara bağımlılığı o kadar güçlüydü
ki, 1423 veya 1424’te Pera Cenovalıları II. Murad’a,
surlar üzerinde yaptırılacak yeni bir burca kendi
arma ve alametlerini koyması, buna karşılık inşaata malzeme ve para yardımında bulunması teklifini götürmüşlerdi.
1453’te Konstantinopolis fethedildi ve sultan,
Pera’yı hiç zarar vermeksizin ele geçirmek için,
kentin Cenovalı, Rum, Ermeni ve Yahudi nüfusuyla
anlaşmaya çaba gösterdi. Pera’nın bir ahidname
garantisi altında teslimi sırasında Konstantinopolis halkının başına gelenleri gören çok sayıda
Cenovalının paniğe kapılıp kaçmasına karşılık, bazıları Pera’da kaldı ve diğer dini cemaatlerin mensupları gibi, Osmanlı tebaası olmayı kabul etti.
Kapitülasyon ayrıcalıkları çerçevesinde Pera’da
kalan Cenova vatandaşları, noter kayıtlarına göre
“sanki hiçbir şey değişmemişçesine” normal ticari
faaliyetlerini sürdürdüler. Bunu izleyen dönemde
Cenovalıları, Bursa pazarının en aktif ipek alıcıları arasında görüyoruz. Bursa’dan Çeşme (Aerithrea) yarımadasının en ucunda Çeşme kasabasına
kadar uzanan bir kervan yolu, Bursa pazarını Sakız adasına da bağlıyordu. Eldeki kayıtlara göre
daha 1456’da Sakız’dan Cenova’ya oldukça büyük
23
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
24
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
bir ipek sevkiyatı yapılmıştı. Gene de İran ham
ipeğinin esas ihraç kanalı, daha kısa olan BursaMudanya-Pera yoluydu. Bir bakıma bu Papalığın
doğu Akdeniz’deki İslam ülkelerine 1291’de koyduğu ablukaya Müslüman dünyasının cevabıydı.
Batı’nın Kutsal Diyarlar’daki son kalesi olan Akka’nın
da 1291’de düşmesinin ardından genellikle Latinler Levant’taki mevzilerinde Kefe, Trabzon, Sakız
ve diğer doğu Ege adalarıyla birlikte Kıbrıs’ta tutunmaya çalışıyorlardı. İtalyanlar, mevcut koşullar
karşısında Konstantinopolis-Pera’ya çekilip burayı
karargâh edinmişlerdi. Burası faaliyetlerinin başlıca merkezi haline gelmiş ve yeni bir ticari canlanış
dönemi yaşamaya başlamıştı. Öte yandan, batı
Anadolu’daki Türkmen beyliklerinin yükselişini ve
onların içinde Bizans ile Ceneviz Pera’sına en yakını, en güçlüsü, aynı zamanda bölgenin en çok
gelecek vaat eden unsuru olarak Osmanlı devletinin belirmesini de ancak Levant’a hâkim olan
yeni koşullar çerçevesinde anlayabiliriz. Her halükarda, büyük bir talep patlamasının ve Floransalı,
Cenovalı, Yahudi tüccarın verdiği yüksek fiyatların
hareketlendirdiği Bursa ipek pazarının, 1487-1512
döneminde rekor düzeyde ham ipek ithal ettiğini
görüyoruz (Tablo 1; 40)
Pera ile Bursa arasındaki ticaretin örüntüsü ve
müşterilerinin 1432’den 1500’e değişiklik göstermediğine, La Brocguiere ve Maringhi tanıktır. Öte
yandan, Sakız 1415’ten beri sultana haraç vermekte olan Cenovalıları da Bursa ile canlı bir ticaret sürdürüyorlardı. Sakız tüccarı, Bursa’ya büyük
miktarlarda mastika getirip karşılığında ham ipek
alıyordu. Böylece Bursa, mastika için de bir Pazar
oluşturmuştu; gerek Doğu, gerekse Batı tüccarı,
bu kıymetli metaı buradan satın alıyordu. Sakız
Cenovalılarının Osmanlılara karşı Cenova’dan bağımsız bir siyaset izlemelerinin temelinde bu olgu
yatıyordu.
Tablo 1, 40
Bursa’da ham ipekten alınan mizan (tartı) vergisinden sağlanan toplam gelir
(üç yıllık iltizamlar itibariyle, milyon akça olarak)
Yıl
1487
1508
1512
1513
1521
1523
1531
1540
1542
1557
1558
1577
1598
1606
1638
Toplam gelir
6. 00
5. 45
7.35 Gelibolu’nun mizan vergisi geliri dâhil
7.30
2.10 1514-20,1. Selim’in ipek ambargosu
3.00
3.10
2.90
3.80
4.20
4.10
2.38 1578 İran Savaşı
4.55 İran Savaşı
5.20 İran Savaşı
3.12 İran Savaşı
25
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Tablo l; 41
1519’da Cenova’nın Osmanlı
İmparatorluğu’ndan yaptığı ithalat
(düka altını olarak)
Ham ipek
Yün
Pamuk
369.991
106.194
67.377
Kaynak: Gioffre (1960),ss. 233-34’ten derlenmiştir.
Bir zamanlar Karadeniz’de köle alım satımına hâkim
olan Cenovalıların, II. Mehmed’in Müslüman köle
ticaretine getirdiği yasak nedeniyle, bu çok canlı
ticaretlerinin büyük ölçüde gerilemesine karşın,
onların Levant’da özellikle ham ipek ticareti gelişme gösteriyordu. 1500’e gelindiğinde Maringhi’ye
bakılırsa, Bursa pazarında ham ipek alımında artık
sadece Cenovalılar ve Yahudiler, Floransalılarla rekabet edebiliyordu. Kefe Cenovalıları da 1475’te
Kefe fethedilip Cenovalı nüfus İstanbul’a sürülünceye kadar, Cenova’nın eski Sakız-Pera-Kefe trafik
düzeninin aktif ortakları arasındaydılar.
Onbeşinci ve on altıncı yüzyıllarda İran’dan
Bursa’ya gelen ipek tüccarının ezici çoğunluğunu,
Farsi ve Azeri Müslümanlar oluşturuyordu. Çoğu
Tebriz, Şemahi, Saad Çukuru Gilan ve Şirvan’dan
olmakla birlikte, aralarında Yezd, Şiraz, Kazvin, Kazerun, İsfahan, Kaşan ve Sebzavar’dan olanlar da
vardı. Bazıları Bursa’ya yerleşip kalıyordu, örneğin,
Alagöz adında birine, Bosna’da tüccardan alacaklarını tahsil etme yetkisi verdiğini öğrendiğimiz
Hoca İmadeddin bunlardandı. Tebriz gibi Bursa’da
İran’daki ortaklarının acentası olarak faaliyet
gösteren İranlı tüccar ve sarrafların karargâhına
dönüşmüştü. Bunlar ya İtalyanlarla Bursa’da doğrudan temas kurup iş yapıyor, ya da kendi temsilcilerini Balkanlara ve İtalya’ya yolluyorlardı. Tipik
bir İranlı toptancı tacir, 1467’de Bursa’ya 220,000
akçe (veya 5.000 düka altını) değerinde 4.400 lidre
(ya da 1.408 kilo) ham ipek getirmiş olan Şemahi’li
Hoca Abdürrahim’di. Türk ipek tüccarı da İranlılardan Bursa’da satın aldıkları ham ipeği doğrudan
İtalya’ya ihraç ederken, bazen acenta olarak azatlık kölelerinden yararlanıyordu.
26
Onbeşinci yüzyıl ile on altıncı yüzyılın ilk yarısında
ipek ticaretine, Osmanlılar ve İtalyanlarla birlikte
Müslüman İranlılar hâkimdi. İtalyan bölgelerinde
İranlılardan (Osmanlıların Farsi ve Azeriler için kullandığı Acem sözcüğünden bozma bir deyimle)
Azemi diye söz edilir. Bu dönemde Bursa kadı sicillerinde Ermeni tüccara daha az rastlanır. Ne var ki
Şah Abbas zamanından başlayarak onun öncelik
verdiği Ermeniler, Müslümanların yerini alacak; ta
Venedik ve Livorno’ya kadar İran ticaretine hâkim
olacaklardır.
İtalya’nın gelişen ipekli dokuma sanayilerinin, on
beşinci yüzyılda Bursa pazarından ithal edilen İran
ham ipeğine bağımlı olduğunu söylemiştik. Bu
pazarın 1500 yılındaki canlı ve renkli görüntüsünü,
Giovanni’de Maringhi adındaki Floransalı bir tacirin mektup ve raporları aracılığıyla yakalıyoruz.
1500 dolaylarında Bursa pazarındaki İran ipeği ticareti çok canlıydı (bkz. Tablo 1; 40) Yabancı tüccar, ipek kervanlarının Bursa’ya varışını sabırsızlıkla bekliyor; mümkün olduğu kadar çok ipek satın
almak için keskin bir rekabet içinde bulunuyordu.
1501 yılının ilk yarısında Floransalıların satın aldığı 60 balya, Cenovalı ve Yahudi tüccarın alımları toplamının iki katıydı. Ağustos’ta satın alacak
ipek kalmadığında, fiyat lirde başına 69 akçe’ye
yükselmişti. Fiyatlar bu şekilde, piyasada mevcut
ipek miktarına göre 62 akçe ile 69 akçe arasında
mevsimlik oynamalar gösteriyor. Floransa’da ipek
fiyatları Bursa’yı izliyordu. İş hacmi ilkbaharda doruğuna ulaşır; her biri ortalama 200 fardello dolayında astarabadi ipek taşıyan kervanlar peşpeşe
Bursa’ya varırdı. Bursa’nın bu sırada bin tezgâh
çalıştıran ipek sanayi, herhalde çalışma döneminde günde beş yük tüketiyordu. Bursa pazarına bir
yıl içinde altı kervanın geldiği düşünülürse toplam
1.200 yük, ya da 120 metrik ton ham ipek geldiğini
kabul edebiliriz.1617’de Şah Abbas İngilizlere ihracat için 2-3.000 balya teklif etmişti; toplam üretimin ise 20-22.000 balya olduğu tahmin ediliyordu.
Bursa’nın İran’dan ham ipek ithalatının yarısından
dörtte üçüne kadarı buradan İtalya’ya ihraç edilmekteydi. Bursa ipekli sanayinin kendi tüketiminin yanı sıra, 1500’lü yıllarda İran ham ipeğinin bir
bölümü de, Kefe ve Akkirman ile Tuna iskelelerine
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
ait gümrük defterlerinin tanıklık ettiği gibi, Balkanlar ile orta ve kuzey Avrupa’ya ihraç ediliyordu.
Bu dönemde Bursa piyasasında satılan en kaliteli mallar, stravai (astarabadi) Leggi (Lahican) sarı
türü ham ipeklerdi.
Baharat ticareti gibi ipek ticaretinin de, 1250’den
itibaren dünya siyasetini etkileyen en önemli ekonomik sorunlar arasında yer aldığını söylersek
abartmış olmayız. İpek ticaretine taraf olan devletler, yani İran Osmanlı İmparatorluğu ve İtalyan
kent-devletleri, bu ekonomileri ve maliyeleri açısından taşıdığı can alıcı önemin tamamıyla farkındaydılar. Tebriz ile Bursa arasındaki ipek yolunun
kontrolü uğruna verilen mücadele, Osmanlılarla
İran hükümdarları arasında onbeşinci ve onaltıncı
yüzyıllar boyunca sürüp gitti. 1472’de Uzun Hasan
II. Mehmed’in kaçakçılığı önlemek için yeni bir
gümrük hane tesis etmiş olduğu Tokat’ı kasıtlı ve
bilinçli olarak yerle bir etti. Buna karşılık, doğuda
barışı bozmamaya özen gösteren II. Mayezid döneminde ipek ithalatı rekor düzeylere ulaştı (bkz
Tablo 1;40) Ne yapıp Şah İsmail’i) mahvetmeye
azmeden I. Selim ise olağanüstü bir yöntemle başvurdu. İran’dan her türlü ipek ithalatına ambargo
koydu ve Osmanlı topraklarında ham ipek ticaretini tümüyle yasakladı. Kesin ambargo, şaha karşı
sefer hazırlığının başlamış olduğu 1514 ilkbaharında ilan edildi. İran’ın Avrupa’ya ipek ihracatını
tamamen durdurmak amacıyla sultan, Memlük
egemenliğindeki Arap ülkelerini de ambargonun
kapsamına aldı. Herhangi bir şekilde İran ipeği
bulunduran Türk, İranlı veya Arap her kim olursa
olsun malına el konacağını açıkladı.
Selim’in bir elçi aracılığıyla kararının nedenlerini
açıklamasına karşın, bu önlem Mısır’la arasında
ek bir sürtüşme nedeni oldu. Herhalde bu ambargo, eşi görülmedik derecede radikal bir adımdı.
Orta Doğu geleneğinde, hükümdarlar arasındaki
çatışmaların vergi yükümlüsü sıradan halka uzanmasının, ya da onlara zarar vermesinin yeri yoktu.
Sadece geçimini sağlamakla ilgileniyor olması
gereken halk, her koşul altında korunmalıydı. Tebaasının günlük hayatı ve geçim kaynaklarına müdahale, şöhret ve itibarını korumak isteyen adil bir
hükümdarın titizlikle kaçınması gereken bir şeydi.
Dolayısıyla başlı başına ambargo düşüncesi, toplumun bütününün asla kabul edemeyeceği bir
yenilikti (bid’at). Açıktır ki, bu yasak savaş dönemine özgü geçici bir önlemdi. Herhangi bir tacirin
stoklarının siyasi nedenlerle müsadere edilmesi
hukuk dışı olduğundan, el konan mallar titizlikle
kaydedilip, olağan koşullara dönüldüğünde sahibine iade edilecekleri bildiriliyordu. Gene de bu
sert ve alışılmadık önlemin kamuoyu üzerindeki
etkisi, Osmanlı tarihçilerini, sultanın amacının aslında müsadere değil, sadece düşmanı gelir kaynaklarından yoksun bırakmak olduğunu uzun
uzadıya anlatmaya sevk edecek derecede derin
oldu. Gene aynı eylemi haklı göstermek için, tüccarın İran’a silah taşımakta olduğu da öne sürüldü. Osmanlı topraklarında yakalanan İranlılar
Rumeli’ye sürgün edilip orada gözaltına alındı ve
ipek yüklerine el kondu. Derken 1518’de, Osmanlı
topraklarında ham ipek satışı toptan yasaklandı.
Emirlere karşı gelen Osmanlı tebaasının, satmış
oldukları ipeğin karşılığı olan parayı hazineye teslim etmeleri zorunlu kılındı. Bu haşin önlemlerin
ipek tüccarı ve sanayi üzerindeki dolaysız etkisinin
yanı sıra ambargonun ekonomik sonuçları yalnız
İranlılar için değil, Osmanlılar ve İtalyanlar için de
felaket oldu. Ambargo nedeniyle Bursa ipek sanayinde yaygın işsizlik ve iflaslar baş göstermiş olmalıdır. 1586 gibi daha geç bir tarihte Osmanlı İmparatorluğu ile İran tekrar savaşa tutuştuklarında,
beklenen İran tüccarının ancak yarısının gelmesi,
Bursa piyasasında ham ipek fiyatlarının fırlamasına ve Bursa’daki ipekli dokuma tezgâhlarının dörtte üçünün durmasına yol açacak; 30, 40, hatta 60
tezgahı olan büyük dokumacılar iflas ederken bir
çoğu, anlaşılan borçları nedeniyle ortadan kaybolacaktı. 1514-18 ambargosu sırasında ise Sohumi
üzerinden gelen Gürcistan ipeği kısıtlamaların dışında tutulmuştu. Ayrıca, Osmanlı topraklarında,
örneğin Balkanlar’da Mora, Prizren ve Arnavutluk
ile Anadolu’da Bursa, Bilecik ve Amasya’da da bir
miktar ham ipek üretiliyordu. Oysa normal zamanlarda, yüksek kaliteli ve görece ucuz İran ham
ipeğinin Bursa pazarındaki bolluğu, yerli ham ipek
üretiminin gelişmesini önleyici bir rol oynamaktaydı.
27
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
28
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Selim’in ambargosu İtalyan ipekli dokuma sanayini en önemli hammadde kaynağından yoksun bıraktığından, İtalya’da paniğe neden oldu. Girişimci
Cenovalılar eski Astarabad-Hazer Denizi- Astrahan
güzergâhından ticaret trafiğini canlandırmanın
yollarını aramaya başladılar. Astrahan-Moskova
güzergâhı, daha 1476’da Contarini Astrahan’a geldiğinde bile aktifti ve Moskova bu yolla Yezd’den
ipekli kumaş alıyordu. Daha sonra İngilizler de,
Hindistan ve İran malları için böyle bir ticaret yolu
oluşturmaya çalışacaklardı.
Zorlu Sultan Selim’in koyduğu ambargonun, uluslar arası ticaretin yıllardır yerleşmiş görüntüsünü
bozmak suretiyle, ilgili herkesi büyük kayıplara
uğratmakta olduğu açıktı. I. Süleyman (1520-66)
babasının yerine tahta çıktığında, İran’la ipek ticaretini eski düzenine kavuşturmakla kalmadı; hapisteki tüccarı serbest bıraktırıp, malları emanete
alınmışsa iade, yoksa tazmin ettirmek yoluna gitti.
Ancak bu tarihten itibaren, Azerbaycan’ın ipek üretim bölgelerini doğrudan denetim altına almanın,
muhtemelen Osmanlıların hedefleri arasına girdiğini anlıyoruz. Süleyman’ın 1533-36, 1548-50 ve
1553-55’teki İran seferleri sırasında Azerbaycan üst
üste istila ve Tebriz iki kere işgal edildi (1534,1548).
I. Selim döneminden başlayarak Dağıstan, Şirvan
ve Gilan’daki yerel hanedanlar hep Osmanlı’dan
himaye ummuşlardı. Azerbaycan’ın Şirvan’a kadar
olan bölümü, ancak 1578-90 savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu tarafından işgal ve ilhak edildi. Böylece belli başlı ipek üretim bölgeleri, Şah
Abbas karşı-saldırıya geçip 1603-5’te Osmanlıları
Azerbaycan’dan atıncaya kadar bir süre Osmanlıların elinde kaldı. Her halükarda Bursa, 1540’larda
hala, ipek satıp kalay ve Batı’nın yünlü kumaşlarını
alan İranlı tüccarın başlıca antreposu olmakta devam ediyordu. 1600 dolaylarında İran’ın bu mallara ihtiyacı tahminen 2.000 balya kumaş ve 40-50
ton kadar kalaydı. İranlıların Bursa’da Hint baharatı
da almış olmaları ilginçtir. Örneğin Alâeddin adında bir İranlı tacirin, Kıbrıs’tan ithal edilmiş şeker
ve Hindistan’dan ithal edilmiş karabiber alımına
32.000 akçe ya da 640 düka altını harcadığını biliyoruz.
PERA VE BURSA’DA FLORANSALILAR
Bizans’ta Floransa tüccarı, yünlü kumaşlarının satışı açısından ayrıcalıklı bir konuma sahipti. Floransa yünlüleri bütün Asya’nın lüks emtia ticaretinde çok aranan mallardan olduğundan, kente
büyük karlar sağlıyordu. Ne var ki, 1421’de Pisa’yı
artık kesin olarak ele geçinceye kadar, Levent ile
ticaretinde Floransa, Venedik ve Cenovalılara bağımlıydı. Floransa kumaşlarını Venedik’in satın alıp
tekrar Doğu’ya ihraç ediyor olması, 1423’te Venedik doge’u Tommaso Mocenigo için hala övünç
kaynağıydı,
Floransa’dan her yıl gelen 15.000 parça kumaşı, Venedik Magrib’e, Mısır’a, Suriye’ye, Kıbrıs’a,
Romanya’ya,(Balkanlara), Girit’e,
Mora’ya ve
Styria’ya dağıtır. Onlar ayrıca, aylık değeri 70.000,
yıllık değeri ise 840.000 düka altınını bulan daha
bir yığın malı da bize teslim ederler. Buna karşılık Floransalılar Venedik’ten Fransa ve Katalonya
yünü, kırmızı boyasıyla boyanmış kumaşlar, taranmış yün ipek, altın ve gümüş iplik ve kıymetli taşlar
alırlar.
Bursa’da Floransa tüccarının varlığı, 1432’den itibaren belgelenmiş bulunmaktadır.
1463-1500 döneminde Pera’daki Floransa kolonisi, II. Mehmed’in politikası sayesinde büyük
servet ve nüfuz kazanmıştı. Venedik ve Cenovalılar II. Mehmed’in Mora, Arnavutluk, Bosna ve
Karadeniz’e yayılma planlarının karşısına dikildiklerinde, sultan, imparatorluğunun Batı’yla olan
canalıcı ticaret ilişkilerinde, Venediklilere bağımlılığını azaltmak amacıyla Floransalılara yöneldi ve
onları özellikle kayırma başladı. Ayrıca Osmanlılar,
Batı’nın en önemli ihraç ürünü olan kaliteli yünlülerin aslında Floransa’nın arte di lana’sı (yün esnafı
loncası) tarafından dokunup veya son işlemlerinden geçirilip, daha sonra Venedik üzerinden Osmanlı pazarlarına ihraç edildiğinin de farkındaydılar.
Bu dönemde Levant ticareti, tam bir yükseliş içindeydi. Galata’ya yerleşmiş Floransalı ticaret ajanı
Benedetto Dei, 1460-72 yıllarında sultanın en gü-
29
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
venilir danışmanı oldu. Aslında II. Mehmmed’in
Levant ticaretinde Floransa’yı arkalama düşüncesi,
Konstantinopolis’i fethettiği günlerde doğmuştu.
Daha 1455’te sultan, Osmanlı topraklarındaki Floransalılara çeşitli lütuflar bahşediyordu 1454’ten
sonraki ticari gelişmenin bir yansıması olarak, her
yıl İstanbul limanına gelen Floransa teknelerinin
sayısı 1454-61 arasında tek bir gemiden üç gemilik
bir konvoya çıkmıştı.
Elde ettikleri muazzam çıkarlar karşılığında Floransalılar, Galata’da acentalarını idame için gerekli
yılda 5.000 düka altınını seve seve ödüyorlardı.
1461’de sultan bir bahaneyle Venediklileri devlete
ait (miri) evlerinden çıkartıp, yerlerine Floransalıları aldı. Ertesi yıl Mehmed Midilli’yi fethettiğinde,
o sırada Haliç’te demirli olan üç Floransa gemisi
sultanı memnun etmek uğruna zafer şenliklerine
katıldı. Gene 1463’te, sultanın Bosna’da kazandığı
zafer vesilesiyle Pera’daki Floransalılar evlerini ve
sokaklarını süsledikleri gibi, sultan da banker Carlo Martelli’nin konağına misafir gelip yemek yemek suretiyle onları şahsen onurlandırdı. Nihayet
Pera’daki Floransa kolonisinin başı olan konsolos
Mainardo Ubalini ile Pera’nın diğer Floransalı tacir
ve acentaları, II. Mehmed’in 1463’te Venedik’e savaş açma kararında aktif bir rol oynadılar.
Venedik cumhuriyeti sultanla savaş halindeyken
Floransa’ya özel bir elçi yollayıp o yıl İstanbul’a
gemi gönderilmemesi talebinde bulundu. Floransa buna ilginç bir tepki gösterdi. Külliyetli miktarda kumaşın Osmanlı pazarına sevk edilmek üzere
hazır beklediğini; öte yandan gönderilecek gemilerin, aslında İstanbul’da oturan Floransalıları
korumaya yarayacağını öne sürdüler. İşin gerçeği,
politik ve ekonomik koşulların Venedik’e karşı sultan ile Floransa arasında doğal bir ittifak yaratmış
olmasıydı. Venedik’in ve Papa’nın Floransa üzerindeki baskısı ise, II. Mehmed’in Galata’daki Floransalılara olağanüstü bir dostluk göstermesiyle
dengeleniyordu.
1467’de Floransa, İtalyan kamuoyunun baskısıyla
nihayet Pera’yı boşaltmaya karar verip de, bütün
ticari firmaların yöneticileri servetlerini Ancona
gemilerine yükleyerek ülkelerine dönmek üzere
30
yelken açtıklarında açık denizde yolları Venediklilerce kesilip her şeyleri yağma edildi. Böylece Floransa ile Galata arasındaki dolaysız trafik 1472’ye
kadar kesintiye uğradı. Her ne kadar bu dönemde
Floransalılar, Cenova aracılığıyla Pera ile bağlantı
kurabildilerse de, 1467 ve 1469’da İstanbul ve Pera
dâhil Osmanlı topraklarını kasıp kavuran korkunç
veba salgını, Floransa’nın Levant ticaretine bir darbe daha indirdi. 1467 yazının ortalarında baş gösteren bu salgın hastalık, olaylara bizzat tanık olan
Kritovoulos’a göre, Osmanlı başkentinde günde
600’den fazla kişinin canını alıyordu. Bütün bu aksiliklere karşın elli dolayında Floransalı ticari acenta, Osmanlı İmparatorluğu’nda Edirne, İstanbul,
Gelibolu ve Pera’da oturmaya devam ediyordu.
II. Mehmed’in Floransalılara verdiği ilk resmi kapitülasyonun metni, henüz bulunabilmiş değildir.
Ancak ellerinde böyle bir araç olmadan, Floransa
kolonisi Pera’da tutunamazdı. Venedik’le barışın
1479’da tekrar tesis edilmesine karşın, II. Bayezid
(1481-1512) de Floransalılarla iyi geçinme ve payitahtındaki varlıklarını sürdürmeye özendirme
konusunda babasından geri kalmadı. Hatta bu konuda belki daha müsait davrandıysa, herhalde bunun bir nedeni, Osmanlı tahtı üzerinde hak iddia
eden Cem Sultan’ın 1482’den beri Avrupa’da yaşıyor olmasıydı. 1483’te yeni sultan, Floransa’ya gönderdiği elçisi aracılığıyla, saray için her yıl vergiden
muaf olarak 5.000 pastav yünlü kumaş satın almayı taahhüt ediyordu (bir pastav veya fardello, 50
arşun ya da 34 metre kadardı). 1507’de Galata’daki
Floransalı tüccarın sayısı altmış veya yetmiş dolayına çıkmıştı ve yıllık ciroları da 5-6000.000 düka
altınını buluyordu.
II. Bayezid ve I. Selim’in Floransalılara bağışladıkları kapitülasyonlar, I. Süleyman tarafından 1527
Ekim’inde yenilendi. Bunların 1482’de Venedik’e
tanınan kapitülosyonlarla karşılaştırılması, Floransalıların aynı seyahat ve ticaret özgürlüğü güvenceleri ile, tacirlerin kendilerinin ve mallarının
güvenliğine ya da gümrük vergisi oranlarına ilişkin aynı hükümlerden yararlanabildiğini ortaya
koymaktadır.
İstanbul’a gidecek olan Floransa elçisine 1488’de
verilen talimatta, Lecce Avlonya deniz yolunu iz-
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
leyen Floransalıların Avlonya’daki yerel Osmanlı
makamlarınca maruz bırakıldığı çeşitli güçlükler
ile Avlonya-Edirne kara yolu üzerinde aynı vergi ve
resimleri iki-üç defa ödemek zorunda bırakılmaları
hakkında bazı şikayetler dile getirilmişti. Floransalı
tüccar, Ancona veya Raguza’dan (Dubrovnik) deniz yoluyla İstanbul’a gidecek olduğunda, genellikle Ancona vea Raguza gemilerine biniyordu.
Ancak gerek korsanlardan, gerekse Venediklilerden kaçınabilmek için, kısmen denizden, kısmen
de karadan giden Ancona-Raguza – SaraybosnaNovibazar- Edirne-Pera veya Lecce (Pulia’da) –
Avlonya-Edirne-Pera güzergahlarını tercih ettikleri oluyordu. Raguzalı ve Müslüman tüccarın da
kullandığı bu kara yolları, Adriyatik’ten Edirne’ye
ve Balkan yarımadasını enlemesine kesen başlıca ticaret yolları haline gelmişti. Sonuç olarak I.
Süleyman’ın Ekim 1527’de yenilediği kapitülasyonların özel bir hükmünde (madde 20) Floransalı
tüccarın Balkanları kara yoluyla aşarken karşılaştığı güçlük ve tehlikeler dile getiriliyordu.
Avlonya’dan deniz yoluyla Adriyatik’in İtalya yakasına geçiş güvenliği de Floransalı tüccar için
hayati önem taşıdığından, bir başka özel hüküm,
Venedik ve Cenovalıların deniz korsanlığına karşı
Floransa tüccarının mal varlığını güvence altına
alıyordu. Bunun örtük anlamı, aynı güvencenin
Avlonya’daki Osmanlı Levend’lerinin olası eylemlerine karşı da geçerli olmasıydı. Floransalılar
kendilerine verilecek kapitülasyonlara, çifte vergilendirmenin önlenmesine, yerli gayrimüslimlerin
maiyetlerinde istihdamına ve farklı hukuki yetki
alanlarında alınan belgelerin geçerliliğine ilişkin
özel hükümler koydurtmayı da gerekli görmüşlerdi, çünkü bu gibi konularda yerel makamlarca
sık sık taciz edilebiliyorlardı. Osmanlı hükümetinin kapitülasyon belgesine bu gibi özel hükümler
eklenmesini kabul etmesiyse, gerçekten özel bir
kayırma demekti. İstanbul, Pera, Bursa, Edirne, Gelibolu, Sofya ve Rodos’ta Floransa konsolosları ve
tüccar bulunuyordu.
Benedeto
Dei,
Floransa’nın
Osmanlı
İmparatorluğu’ndaki ticari faaliyetinin Venedik üstünlüğüne meydan okuyarak geliştiği ve parlak bir
geleceği uzandığı inancındaydı. Türkiye’ye ihraç
edilen Floransa yünlüler hacminin, Floransa ipeklilerinden çok daha fazla olmasına karşılık, kıymetli
kadifeler ve brokarlı kumaşlar dâhil Floransa ipeklileri, daha çok Fransa panayırlarına, İngiltere’ye ve
Hollanda’ya (Antwerp’e) akıyordu. Gerek I. Selim’in,
gerekse halefi I. Süleyman’ın Floransa kapitülasyonların yenilemesine karşın, aslında Floransa’nın
Levant’taki “Altın Çağ” ı daha 1. Selim döneminde
hızla yok olmaktaydı. Herhalde dış rekabet ve Yeni
Dünya’nın keşfinin “ insanların dikkatini Levant’tan
başka yönlere çekmesi” Floransa’nın gerilemesinin
başlıca nedenleri arasındaydı. Daha düşük fiyatlı yabancı yünlülerin devreye girmesiyle birlikte,
Yeni Dünya kökenli altın ve gümüş stoklarının bollaşması, bu süreçte özellikle vurgulanması gereken bir rol oynuyordu. Bu sırada, Venedik’in kendi
yünlü kumaş üretimi görecek sınırlı boyutlardaydı
ve başlangıçta yılda 3.000 parçanın üzerine çıkmıyordu. Oysa 1569’a gelindiğinde, Venedik’in
yüksek kalite yünlü kumaş üretimi yılda 26.000
parçayı aşmış; başka bir deyişle, onaltıncı yüzyıl
boyunca “kent ekonomisinin temel direklerinden
biri” haline gelmiş bulunuyordu.
Oysa Floransa ticareti, on altıncı yüzyıla büyük bir
patlamayla girmişti. 1499-1503 Osmanlı-Venedik
Savaşı Venediklileri Osmanlı pazarlarından dışlamış; fiyatlar da yüksek seyrettiğinden bu durum,
Floransalıların Osmanlı Türkiyesi’yle ticari gelişiminin dürtüsü olmuştu. Floransalılar, savaş nedeniyle
sultanın kendilerine karşı her zamankinden daha
istekli bir tutuma girdiğini memnuniyetle kaydediyorlardı. Ne var ki, 1503’te Osmanlı-Venedik barışının imzalanmasının ardından, Venedik’in izlediği saldırgan ticaret politikası belki de yüz yılın ilk
birkaç on yılında Floransa’nın Levant ticaretinde
baş gösteren gerilemenin asıl nedeni oldu. Herhalde Venedik yünlü dokuma sanayi üretiminin
15010’lardan itibaren fırlaması ile Levant piyasalarında Floransalıların yerini Venediklilerin alması,
bir tesadüf değildi.
Yukarıda belirtildiği gibi, 1527’de yenilediği ayrıcalıklarla Sultan Süleyman, Floransa ile ticareti
teşvik etmeye çalışmış; 1530-70 arasında ise imparatorluğun daha önce eşi görülmedik bir servet birikimine ulaşmasıyla birlikte, Batı’nın lüks kumaş-
31
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
larına olan talebin sürekli artması, muhtemelen,
Floransa’ın yünlü dokuma sanayinin canlanma
nedenleri arasında yer almıştı. 1529’da Venedik elçisi, geçmişte Floransa’nın (en iyi İngiliz yününden
yapılma) kaliteli “San Martino” kumaşından her yıl
4.000’i aşkın parça, İspanyol yününden yapılma
garbi kumaşlarından ise 18-20.000 parça ürete
gelmiş olduğunu yazıyordu. Floransa’nın Osmanlı piyasasına ihracatının büyük bölümü, işte bu
garbi’lerden oluşmaktaydı. Daha sonra Floransa
yünlü dokuma sanayinin şaşırtıcı biçimde toparlanıp, 1572’de yani Kıbrıs nedeniyle Venedik’in bir
kere daha Osmanlılarla yıkıcı bir savaşa, tutuşmuş
olduğu bir sırada, toplam 33.312 parça kumaş
üretmeyi başardığını; bunun da büyük kısmının
Levant’a gittiğini görüyoruz.
1537-40 Osmanlı-Venedik Savaşı, Venedik’in kumaş üretimini belirgin biçimde etkilemesinin
ardından, 1570-73 Kıbrıs savaşı, Venedik yünlü
kumaş sanayindeki gerilemenin başlangıcı oldu.
İleride göreceğimiz gibi, 1569’dan sonra sultanlar
artık Fransa ve İngiltere’yi kayırmaya başlayacak,
Osmanlı İmparatorluğu’na yüksek kalite yünlü
kumaş ihracatında Venedik ile Floransa’nın yerini,
giderek bu iki ülke alacaktı.
Pera’da Floransalı bir ticaret temsilcisi;
Giovanni di Francesco Maringhi, 1497-1506
Floransalı tacir ve ticaret acentası Giovanni di
Francesco Maringhi’nin, gerek temsil ettiği Floransa firmalarına, gerekse Osmanlı ticaret merkezlerindeki kendi acentalarına 1501-2 yıllarında
yazdığı mektuplar, İtalyan işadamlarının Osmanlı
İmparatorluğu’ndaki faaliyeti ve bu faaliyetin koşullarına ilişkin eşsiz bir tanıklık sunar. Maringhi,
1497’den 1506’ya kadar Pera’da ikamet eden Floransalı bir ticaret acentasıydı. Floransa’nın Venturi,
Medici, Galilei ve Michelozzi firmalarını temsil ediyordu ve anlaşılan, bir müstahdem olmaktan çok
bir ortak statüsü taşıyordu. Örneği, Mart 1502’de
Floransa’dan Leonardo Venturi’yle yaptığı üç yıllık işbirliği sözleşmesine göre, kendisi karın beşte
üçünü, Venturi ise beşte ikisini alacak; “çırak” ların
yaşama masrafları da aynı oranlarda paylaşılacaktı.
Anlaşmaya göre, Venturi ve Ortakları en az 7.000
32
düka altını yatırım yapmak ve son işlemlerini tamamladıkları bütün panni (yünlü kumaş toplarını) Türkiye’de satılmak veya takas edilmek üzere
Maringhi’ye yollamak zorundaydılar. Bu gibi sözleşmeler yoluyla panni tedarik etmenin alternatifi,
Floransa’da peşin parayla alım yapmaktı.
Karargâhını Pera’da kuran Maringhi’nin, Bursa, Gelibolu, Edirne ve Sofya’da onun adına alım satım
yapan ücretli acentaları vardı. Temsilcilerinden Risalti adında, Türkçe bilen biri, Floransa, Pera ve Bursa arasını düzenli olarak dolaşıp, mal ve bilgi topluyordu. Risalti’nin kara yolculuğu masrafları ipek
yükü başına 700 akçe’yi buluyordu. Maringhi’nin
acentalarından bazıları zaman zaman aynı tür
başka firmalarla anlaşmaya vardıklarından, hepsini hizmetinde tutmak kolay olmamaktaydı. Arada
sırada Maringhi’nin kendisi de bu Pazar kentlerine
gidip geliyordu.
Maringhi, Galata’daki kumaş toptancılarına kumaş satıyordu. Pera’daki yıllık tüm harcamaları
180-200.000 düka altınını bulduğundan, bunu
karşılamak için yılda en az 200 panni satması gerekiyordu. Yerli tüccarın, çoğunlukla da İstanbullu
Yahudilerin veya Pera’da oturan Cenovalıların satın aldığı panni, imparatorluğun diğer Pazar kent
ve kasabalarına götürülüyor veya sevkediliyordu.
Örneğin, Antonio da Lagnasco adındaki, Pera’nın
hayli tanınmış bir Cenovalı kumaş toptancısı, kredili alım yapıp panni’sini Kefe’ye götürür, kumaşları satınca borcunu öderdi.
Maringhi’nin esas işi, Osmanlı-Floransa ticaretinin
genel karakterine uygun olarak, Floransa panni’sini
Bursa pazarında İran ipeğiyle değişmekti. Bununla
birlikte, tipik birRönesans taciri olarak Ankara tiftiği, ipekli kumaş ve kürkler, karabiber, balmumu,
Çin raventi, misk, mahmude kökü, kaba yünlüler,
İskenderiye keneviri ve başka bazı kalemler dahil
hemen her çeşik malın ticaretini yapmaktan geri
durmuyordu. Üç diğer Floransalı ortağıyla birlikte
Moncastro’da (Akkerman) ortak iş kurma girişimi
özellikle ilginçtir. Mart 1502’de Maringhi, her yıl
Moncastro’ya göndereceği bir temsilci aracılığıyla
4-5.000 parça işlenmiş deri veya ham hayvan derisi almayı amaçlayacak bir ortaklığa, 200-300 düka
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
altını yatırmayı tasarlamıştı. Bu işlem her yıl tekrarlanacaktı.
Levant ticareti açısından siyasi ortam her zaman
birincil önem taşıdığından, Maringhi, İstanbul’daki
Floransa emino’su aracılığıyla Osmanlı hükümetiyle yakın temas içinde bulunuyordu. Maringhi
22 Şubat 1506’da öldüğünde, geride en az 97.000
düka altını değerinde emlak ve “çeşitli tacirlerden alınmış 127.000 düka altını değerinde mal
bıraktı. Onun meslek hayatı, o sırada Osmanlı
İmparatorluğu’nda faaliyet gösteren diğer Floransalılar için; örneğin, Medici ailesi mensuplarından
Pera, Bursa ve Edirne’de ticaretle uğraşan Francesco, Giovanni ve Rafeaello için de emsal teşkil eder.
Francesco daha 1470’de Medici ve Ortakları’nı
temsilen Pera’da bulunuyor. Bursa ve Edirne’ye de
gidip geliyordu. İmparatorluk sınırları içindeki diğer Medici’ler ise, bankacılıktan sabun üretimi ve
kumaş boyacılığına kadar çeşitli ekonomik faaliyet
içinde bulunuyorlardı.
Bursa kadı sicilleri, kentteki İtalyan tüccarı ve
acentalarının alışveriş işlemleri ve anlaşmaklıklarını daha yakından yansıtmaktadır. 1478’de Piero
adındaki bir Floransalı ticaret temsilcisi, toplam
207.920 akçe ya da 4.000 düka altını değer biçilen Batı kumaşlarını dört Müslüman tacire ait ham
ipek ve ipekli kumaşlarla takas etmişti. Bu takas
işlemine giren Batı kumaşlarının dökümü Tablo I;
42’de gösterilmiştir.
Piero, Ekim 1478’de Bursa’da öldüğünde, kadı bir
Cenovalıyı alacaklarını toplasın ve borçlarını ödesin diye terekesine vekil atadı. Bunun üzerine,
Şam’ın ünlü baharat taciri Abdurrahman’ın, vefat
etmiş bulunan Floransalı ticaret temsilcisinden
86.000 akçe’lik bir alacağı olduğu ortaya çıktı. Suriyeli tacir, Piero’ya vermiş olduğu avans nedeniyle
önce Zeno, Berto (veya Breto), Andrea ve Bartolomi adındaki dört İtalyan ile müteveffanın terekesine karşı hak iddiasında bulundu. Bunun üzerine
Mihalis adındaki Rum mütevelli duruma müdahale etti ve sonunda Abdurrahman’ın alacağı konusunda varılan uzlaşma, resmen mahkeme siciline
geçti. Öte yandan Pera’da oturan Bartolomi’nin,
Piero’ya l.101.5 lidre ham ipek satışından 67.200
akçe borcu olduğu görüldü.
Maringhi gibi Piero da, İranlı tüccardan kredi karşılığı ham ipek ve Şam’ın Arap tüccarından baharat
alıp satmaktaydı. Buna göre, Arap, İranlı, Cenovalı
ve Floransalı tacirler dolaysız alışveriş işlemlerine
taraf olmuş oluyorlardı. Yerel koşullara aşina olan
Levanten İtalyanlar ile Rumlar da işin içindeydi.
(bkz. Tablo I;44) Öte yandan bu ticaretin bütün hukuki boyutlarını Bursa kadısı düzenliyor ve güvence altına alıyordu. Başka bir deyişle, uluslar arası
Bursa piyasasının karmaşık bir ilişkiler ağı vardı ve
bu piyasanın pürüzsüz işleyişinde Osmanlı kadısı
önemli bir rol oynuyordu.
Tablo I;42
Bursa’ya ithal edilen Batı kumaşı türleri
Floransa yünlüsü
Bergamo yünlüsü
Frengi (İtalyan ) kadife
Freni saten
Altın işlemeli kadife
Miktar
113 top
6 top
19 top 18 top 57,5 arşın
82.5 arşın
32.5 arşın
25 arşın
Değer (akçe olarak)
135.6000
9.000
23.000
10.000
11.400
7.420
6.500
5.000
Not; Bir arşın 68 santimetreydi ve 1479’da bir düka altını yaklaşık 45 akçe ediyordu. Kaynak Richards (1932)
33
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Değişilen Mallar
İpek; Floransa’da arte di seta daha 1193 kadar inen
erken bir tarihte ortaya çıkmıştı ve “onbeşinci yüzyıla gelindiğinde, önem ve zenginlik bakımından
arte di lana ile aynı sırada yer alıyordu. “1473’te
yün tüccrı loncasına 270 atölye, ipek tüccarı loncasına ise 83 atölye dahildi ve ipek imalatçılarının
Fransa, İngiltere ve Hollanda’nın yanı sıra Osmanlı
İmparatorluğu’nda da temsilcilikleri bulunuyordu.
1470’li yıllarda Pera’daki Floransalı ticaret ajanı Benedetto Dei, bütün bu yerlerde satılan “her çeşit
Floransa mamülünün, özellikle de ipeklileriyle altın ve gümüş brokarlı kumaşlarının, Venedik, Cenova ve Lucca mallarının toplamından fazla” olduğunu söyleyerek övünüyordu.
Bütün bu iş alanlarından en karlısı, Bursa ile Floransa arasındaki ipek ticaretiydi. 1509 yılı dolaylarında, taşıma maliyetlerinin balya başına 900 akçe
veya 18 düka altını gibi olağanüstü yüksek düzeylere ulaşmasına karşın, Floransa’da ham ipek
balyası başına 70-80 düka altını kar elde edilebiliyordu. Guanti’nin muhasebe defterine göre. 1484
ile 1488 arasında bu kişi adına Floransa’da satılan
ham ipeğin toplam ağırlığı 4.795 Bursa lidre’sini
(l lidre =320.7 gram), değeri 6.022 “büyük” florini,
buna karşılık satış masrafları 1.172 florini buluyordu. (Bir “büyük” florin veya Floransa altını yaklaşık
48 akçü’ydı.) Guanti net karını 977 florin olarak veriyordu (ipek alım fiyatları için bkz. Tablo I;43)
Floransa yünlüleri; Floransa’nın refahının temelini,
yünlülerinin Bursa’da ham ipekle değişilmesi oluşturuyordu. 1400-1630 döneminde Bursa, yukarıda
anlatıldığı gibi, hem İran ham ipeğinin başlıca uluslar arası pazarı, hem de Asya’nın bütünü için en iyi
kalite batı yünlülerinin antreposu konumundaydı.
Daha on dördüncü yüzyılın ortalarına doğru Tebriz gümrük yönetmeliklerinde “kumaşlar ve scarlat
gibi Avrupa mamülleri”nden söz edilmesi. Batı’nın
kumaş ticareti’nin İran’da kazandığı önemi yansıtmaktaydı. Daha önce de kaydettiğimiz gibi, on
dördüncü yüzyılın ikinci yarısında İtalya ile Tebriz
arasındaki trafik, Trabzon-Konstantinopolis hattından Tebriz ile Bursa arasındaki kervan yoluna kayacak; böylece ilk Osmanlı başkenti, Avrupa kumaş
34
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Tablo I; 43
1501’de Floransalılarca Bursa’da yapılan ipek alımlarının fiyatları
Tarih
İpek Türü
Mayıs
Seta leggi
Mayıs
Seta leggi
Mayıs
Stravai
Haziran
Stravai
1 Temmuz
Leggi, stravai
14 Temmuz
Sari Ağustos
akça olarak, fiyat, Bursa lidre’si başına
59-60
59
64
65
65-69
69-70
66
Not; Bir Bursa lidre’si 320.7 gramı.
ticaretinin en önemli uluslar arası mahreci haline
gelecekti. Batı’dan Bizans Konstantinopolis’ine ve
Pera’ya ulaşan kumaş balyaları, bu tarihte Bursa’ya
naklediliyordu. İran’la transit gidenlerin yanı sıra,
tabii bu ithalatın önemlice bir bölümü de Osmanlı
İmparatorluğu’nun dört bir yanına sevkedilmek
üzere yerel tüccar tarafından satın alınıyordu.
Floransa’nın ipekli ve yünlü dokuma sanayilerinin
canlılığının, İran ipeğinin Bursa piyasası üzerinden
ithal ve tekrar ihraç edilmesine bağlı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Büyük ipek alımları, yünlülerin ipekle takasından sağlanan karın yüksekliği
nedeniyle, yünlü kumaş üretiminin artmasını da
teşvik ediyordu. Maringhi, yünlüleri ipekle takas
etmenin, doğrudan Bursa’daki kumaş toptancılarına parayla satmaktan daha akıllıca olduğunu
gözlemişti. Örneğin bir seferinde, 91 parça calisse
(İspanya’da imal edilen ucuz bir çeşit kumaş) karşılığı bir buçuk balya ipek alınabilmişti. Yünlülerin
ipek balyalarıyla takası Floransa’da yerleşmiş bir
uygulamaydı. Dolayısıyla Maringhi, yünlü kumaşlara olan büyük talebi ve bu ticaretten sağlanacak
yüksek karları ısrarla vurgulayarak, temsil ettiği,
firmalardan yünlü sevkiyatını sürekli artırmalarını
istiyordu. Örneğin Venturi ve Ortakları’nın üç yılda
yolladığı 260 panni’nin pekâlâ bir yılda eritilebileceğine işaret ederek, firmaları kendisine yılda en
az 500-600 top kumaş temin etmeleri için sıkıştırıyordu. Türkiye’de üretilen yünlüler kalite bakımından Floransa yünlüleriyle boy ölçüşemezdi; nite-
kim her partı kumaş hızla satılıp gidiyor ve fiyatlar
yükselmekte devam ediyordu.
Floransa firmaları, kendi ürettikleri yüksek kaliteli panni’ye ek olarak Fransa, İspanya (calisse) ve
İngiltere’den (panni inglese) satın aldıkları büyük
miktarda yünlü kumaşı da, son işlemlerini yapıp,
rötuşlayıp reksport etmekteydiler. 1501 tarihli tek
bir örnekte, 4.000 parça calisse tekrar Osmanlı
İmparatorluğu’na ihraç edilmek üzere ithal edilmişti. Başka ülkelerin panni’si panni fiorentini’ye
karıştırılmayıp ayrı muamele görüyordu.
Bursa piyasasındaki altın/gümüş oranının yüksekliği ve Floransa’dan (Raguza üzerinden) altın
getirtmenin zorluğu nedeniyle, takas daima tercih
edilmekteydi. Ancak gelen Floransa kumaşlarının
miktarı bazen yeterli olmadığından. Floransalılar
gene de Floransa’dan sikke ithal etmek zorunda
kalıyorlardı. Nitekim Maringhi de Bursa’daki temsilcisine sık sık hem altın para, hem akçe olarak
nakit yolluyordu.
Türkiye’de calisse’in de, panni’nin de pazarı daima
mevcuttu. 1500’e gelindiğinde Floransa firmaları,
San Martino denilen, sarayın ve seçkinlerin tüketimine göre düşünülmüş birinci sınıf panni’den
4-5.000 parça (136-170.000 metre), panni de Gabro olarak bilinen daha ucuz ve düşük kaliteli kumaşlardan çok daha büyük miktarlarda ihraç edi-
35
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Tablo I; 44
Maringhi’nin 1501-2 tarihli mektuplarında geçen
İstanbul, Pera ve Bursa’daki kumaş tüccarı ve bankerler
İstanbul ve Pera’da
İtalyanlar
Yahudiler
Rumlar
Bursa’da
İtalyanlar
Yahudiler
Rumlar
Kumaş tacirleri
Sarraf ve bankerler
19
19
-
13
2
1
8
2
-
1
Kaynak Richards (1932)
Tablo I; 45
Maringhi’ye göre 1501-2 yılında Floransa’dan ithal edilen yünlü kumaşların fiyatları
Panni yüksek kalite
Calisse
Pano başına fiyat (akça olarak)
1.366-1.600
640-670
Not; 1 panna, 50 arşun veya 34 metreye eşitti
Kaynak Richards (1932)
yordu. 1490’larda Osmanlı piyasası için panni de
Garbo’nun sapramani denilen biraz daha kaliteli
bir türü üretilmeye başlamıştı. Bir pano düşük kaliteli kumaş, Bursa’da 20 “büyük” florine satılıyordu.
(bkz. Tablo I;45)
Bu dönemde Floransa panni’si ticaretinde net kar
oranı yüzde 11,9’du, ama Bursa’dan sevkedilen
astarabadi ipeğinin satışından sağlanan kar da eklendiğinde, gerçek kar yüzde 20’yi buluyordu. Faiz
oranının genellikle yüzde 15 dolayında olduğu
ortaçağ koşullarında bu, aslında ortalama bir kar
oranıydı. Taşıma maliyetleri panni’nin üretim maliyetinin yüde 31’ini, ham ipeğin alım değerinin ise
yüzde 19’unu buluyordu. Gümrük resimleri, Sakız
adasından Osmanlı anakarasına geçiş için yüzde
4, Avlonya’da yüzde 2.5, Bursa gümrükhanesinde
ise, yüzde 3 olarak ödeniyordu. Livorno-SakızBursa güzergâhı ile Lecce-Avlona-Brsa güzergahı
36
üzerindeki gümrük ödemeleri, sonunda üç aşağı
beş yukarı aynı miktarlara geliyordu.
Karabiber; Onbeşinci yüzyılda Bursa, Hindistan
ve Arabistan’dan gelen baharat için de önemli bir
transit merkeziydi. Çoğunlukla Suriyeli Arap tüccar
tarafından kente, Halep ve Şam’dan büyük miktarda baharat ithal ediliyordu. Karabiber Bursa’dan
tekrar hem Balkanlara, hem de Tuna ve Karadeniz
ötesinde kuzey ve merkez-doğu Avrupa ülkelerine ihraç edilmekteydi. Floransalı ticaret temsilcisi Maringhi Bursa’dan Floransa’ya karabiber ihraç
etmeyi denediyse de, sevkettiği partinin satışı iyi
gitmedi. O sırada karabiberin Floransa fiyatı yük
başına 24 düka altınıydı ve Maringhi, bunu iyi
bir kar elde etmek için yeterli olduğunu sanmıştı.
Ama kısa zamanda bunun iyi bir yatırım olmadığı
ortaya çıktı ve Maringhi, üç çuval karabiberden kalanının iadesini istedi. “Baharatın” diyordu, pek bir
şey bırakmasını beklememek gerekir. (bkz. Tablo
I;46)
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Tablo I; 46
1501-2 yıllarında Bursa veya Pera’daki karabiber ve ravent fiyatları
Karabiber
Ravent Fiyat (düka altını)
25-27 14
Ölçü
Çuval başına
lidre (320.7 gram) başına
Kaynak Richard (1932)
Diğer malar; Osmanlı ihracatı ham ipeğin yanı sıra
tipik olarak ravent, balmumu, misk, sof (moher),
karabiber, Bursa ipeklileri ve ilaçlar ile, bazen de
deniz-agırı dişi (Rusya menşeli), yün, pamuk, kaliteli pamuklular, halı ve kilimler, hayvan derileri ve
kürklerden oluşuyordu. Ravent, Floransa’da yüksek
kar getiriyordu (bkz. Tablo I; 46) Bursa’nın brokarlı
ipek dokumaları, dışarıda hayranlık uyandırıyorduysa da, çok sınırlı miktarda ihraç edilebiliyordu.
Buna karşılık bir başka lüks meta olarak Floransa
ipeklilerinin Bursa satışı iyi, ama anlaşılan gene küçük miktardaydı.
Ankara sof’u lüks ve pahalı bir dokuma olarak,
seçkinler arasında moda olduğu İtalya’da çok
aranıyordu. Ünlü Ankara sof’unun başlıca pazarı
gene Bursa’ydı. Mart 1502’de Maringhi, Floransa
panni’sini üç top sof ile takas etmiş ve bir 200-250
düka altını daha borçluk kalmıştı. Daha sonra temsilcisi Viatti Erminia’yı, Ankara’ya sof satın almaya
göndermişti. Bir topta (tavola) 50 parça sof vardı
ve her parça Floransa’da 4.75 ila 5 düka altınına satılıyordu. Floransalılar aldıkları sofun bir bölümünü
tekrar Fransa’nın Lyons kentine ihraç ediyorlardı.
Ticaret Yöntemleri
Maringhi’nin mektupları, İtalyanların Türkiye’ye
dönük ticaret stratejileri ve uygulamalarına da
ışık tutmaktadır. Örneğin Maringhi, Floransa’daki
kumaş üreticilerine sadece takas yoluyla ne kadar kar edebilecekleri ve mevcut ham ipek arzının
boyutları gibi konularda değil, Osmanlı piyasasında aranan panni’nin ölçüleri, kalitesi ve renkleri
konusunda da düzenli bilgi veriyor, hatta bazen
örnek bile gönderiyordu. Bunlar, daha sonra yeni
pazarlar arayışı içindeki merkantilist-kapitalist Batı
ekonomilerinin de sürdüreceği uygulamalardı. Örneğin, 1501’de Maringhi ilişki içinde olduğu firmalara kırmızı ve koyu kumaşların iyi kar getireceğini
bildiriyordu. Floransa kumaşlarının Bursa pazarındaki ününün korunması açısından yüksek bir
kalite düzeyinin sürdürülmesi, Maringhi’nin hep
vurguladığı bir husustu. Ne var ki, Osmanlı ipekli
kumaş üreticilerinin de başına geldiği gibi, aslında görece daha ucuz kumaşlar daha iyi satıyor ve
Bursa’da kendilerine daha geniş bir Pazar yaratıyordu. Daha sonra İtalyanların rakipleri, özellikle
de İngilizler işte bu eğilimden yararlanarak Floransa ve Venedik’in pahalı, kaliteli kumaşlarını saf
dışı bırakacaklardı. Ama onaltıncı yüzyıl başlarında kar oranları henüz o kadar çekiciydi ki, Türk ve
Rum tüccar da “yükler dolusu panni satın almak” için
Floransa’ya kadar uzanmaktan geri durmuyorlardı.
Bursa’da genellikle kredili alışveriş söz konusuydu
ve hesaplar bir dönem sonra dengelenip kapatılıyordu. Bu, yalnız Floransalı tüccarın kendi aralarında değil, Floransalılar ile Osmanlılar arasında
da geçerliydi. Osmanlı İmparatorluğu’nda faaliyet
gösteren Floransa acentaları, Floransa firmalarına olan borçlarını sık sık sevk ettikleri ipek veya
sof yükleriyle tasfiye ediyorlardı. Bir seferinde
Maringhi’nin Bursa’daki temsilcisi, Yahudi bir toptancıya bedeli dört aylık taksitte ödenmek üzere 8
panni Floransa kumaşı satmıştı. Maringhi’nin terekesi, Türkler, Yahudiler ve İtalyanlarla kredi ilişkileri
içinde olduğunu gösteriyor. Pera ve Bursa’da kredi karşılığı panni alan yerli tüccar arasında Yahudi
toptancı kumaş tacirleri ağır basmaktaydı. İki ila
dört aylık kısa dönemlerle yapılan kredili satışlar
yaygındı. Alacaklı, borçlunun satın almış olduğu
37
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
38
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
panni’yi elden çıkarmasını beklemek zorundaydı.
Borçlu daha önce kararlaştırılan çerçevede borcunu ödeyemediği takdirde, yeni bir düzenleme
önerebiliyordu. Floransalılar gerek kadılarla, gerek
gümrük temsilcileriyle sık sık muhatap oluyorlardı. Floransa’da Nicolo Michelozzi’ye gönderdiği
mektupların birinde Maringhi, vergi ödememek
için bir kutu miski bir biber çuvalının içine sakladığını yazıyordu. Her halukarda, dostluk kurmayı
başardığı emino, Pera’da oturan Cenovalı bir tacire
kredi karşılığı sattığı panni’den doğan alacağını
tahsil etmesi için gerekli düzenlemeleri yapmasında yardımcı olmuştu.
Venedik dükası Osmanlı dış ticaretinde kullanılan
standart altın para birimiydi. Onbeşinci yızyılın
başlarından itibaren Floransa florinlerinin (fiorini d’oro) yerini alması, herhalde Osmanlı ticaretindeki Venedik üstünlüğünün bir yansımasıydı.
Mayıs 1501’de altının gümüşe oranı Bursa’da
Cenova’dakinden yüzde 19 daha yüksekti. Dolayısıyla Floransa’dan nakit sevkiyatı düka altını olarak yapılıyor, nakit sıkıntısı baş gösterdiğinde ise
Pera’daki bankerler yılda yüzde 15 faizle borçlanma yoluna gidiyorlardı. Altınla yapılacak ödemeler için uzun kredi dönemleri tanınması üsüldendi.
Altın karşılığı satış daima daha karlı sayılıyordu.
Ticaret Yolları
Floransa ile Osmanlı ticaret merkezleri arasında, taşıyıcılığını genellikle Cenova gemilerinin
üstlendiği deniz trafiği, Pisa veya Livorno’dan
yola çıkıp Sakız adasına ulaşır; buradan Anadolu
kıyısındaki Çeşme limanına getirilir, oradan da
kervanlarla Bursa ve İstanbul’a taşınırdı. Bu uzun
deniz yolu çok güvenli değildi, çünkü Venedik’in
deniz hâkimiyeti ve korsanlık faaliyeti karşısında
Floransalıların elinden hiçbir şey gelmiyordu. Bu
durumun bir kere daha kanıtladığı gibi denizlerde üstünlük, geç Ortaçağ’da deniz aşırı pazarların
kontrolü için temel koşuldu. Nitekim daha sonra
göreceğimiz gibi, Venedik’in de zamanla Levant
piyasasını İngiliz ve Hollandalılara kaptırması, esas
olarak bu Batılı ulusların 1590’lı yıllarda Akdeniz’de
üstünlük kurmalarından kaynaklanıyordu.
Buna karşılık Dubrovnik’ten veya Arnavutluk’taki
Avlonya limanı ile İşkodra’dan başlayan kara yolu,
Osmanlı himayesi sayesinde daha güvenliydi.
1492’den itibaren Osmanlı yönetimi, Avlonya’nın
ekonomik canlılığını arttırmak amacıyla İspanya’dan
atılan Sefarad Yahudilerini buraya yerleştirdi. Bir
sancakbeyi’nin merkez edindiği bu önemli liman
hem Osmanlı donanmasının Adriyatik üssü, hem
de Selanik üzerinden Edirne İstanbul ve Bursa’ya
kadar Balkan yarımadasını boydan boya kateden
güney karayolunun terminaliydi. Aynı yolun daha
kuzeydeki Dubrovnik terminali de, haraçgüzar bir
kent-devleti olarak Osmanlı himayesinden yararlanıyordu. Floransa ile Pera veya Bursa arasındaki
trafiğin büyük bölümü Dubrovnik’ten geçiyordu.
Floransa’dan yapılan sevkiyat Pesaro, Fano veya
Ancona gibi İtalyan limanlarından yüklenerek
Dubrovnik’e ulaşır, oradan kara yoluna aktarılırdı. Ancak Adriyatik Denizi’neki bu kısa yolculuk
için bile Floransa, Veenedik’e ve korsanlara karşı
Osmanlı himayesini kapitülasyon güvencelerine
bağlamaya çalışıyordu. (Yeri gelmişken belirtelim ki, bu gibi talepler Osmanlılarca daima resmi
bir himayenin, bir protektora tesisinin gerekçesi
sayılmıştır.) Bosnasaray-Novibazar-Üsküp-FilibeEdirne güzergahı üzerinde at ve katır kervanlarıyla
taşınan yükler, Dubrovnik’ten yola çıkar veya (ters
yönde) Dubrovnik’e ulaşırdı. Edirne, Pera tüccarının daima temsilci bulundurdukları Balkanlardaki
dağıtım merkeziydi. Edirne’den Bursa yönüne devam eden trafik Gelibolu-Lapseki yolunu izlerdi.
Bu kara yolculuğunun tamamı altı hafta kadardı.
(Çok daha hızlı yol alan bir ulak ise, Galata’dan
Dubrovnik’e on günde gidebiliyordu. Bildiğimiz
bir örnekte, bir buçuk balya (375 lidre veya 120
kilo dolayına) ham ipeğin İstanbul-Floransa arasında taşıma maliyeti yaklaşık 900 akçe’yi ya da
18 düka altınını bulmuştu. Floransalı diplomatların Floransa-Ancona kara yolunu açık tutmak için
Roma’da özel girişimlerde bulunmalarına karşılık,
Adriyatik geçişi ile Balkanlardaki trafik Osmanlı yönetiminin sorumluluğundaydı.
Osmanlıların bu kara yolu üzerindeki güvenliğin
sağlanmasına gösterdikleri özen, ilginç, bir olayda somutlanmıştır. Yaklaşık 150 düka altını değerindeki bir parti ham ipek (bir yük seta Leggi)
39
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Novibazar’da çalındığında, sultan bir çavuşu olay
yerine yollayıp, köylülerden ya çalınan malı ya da
hırsızları bulup teslim etmelerini istemiş, sonunda
yirmi köylü 15.000 akçe’yi bulmuştu.
Osmanlılar Apulia ile Ancona limanına daima büyük bir ilgi duymuşlardı. 1480’de Otranto’yu kısa
bir süre için de olsa, işgal ettiklerini hiç unutmuyorlardı. I. Süleyman’ın Korfu seferi olarak bilinen
harekâtı da başlangıçta, İtalya’nın istilası amacını güdüyordu. 1487’de Boccolino Guzzoni’nin
İtalya’ya getirteceği Osmanlı birliklerinin yardımıyla Ancona kıyı bölgelerini ele geçirme girişimi,
bütün İtalya’da korku ve yankı uyandırmıştı.
Daha geç bir dönemde ise, Toskanya grandükü, güney Avrupa’ya baharat dağıtımı işlevini
Venedik’in elinden almak amacıyla gerek Osmanlılara, gerekse Portekizlilere yanaşmış, nihayet bu
uğurda Livorno’yu 1593’te serbest liman haline
getirmişti.
Ancona; Daha Osmanlı öncesi dönemde Bosna,
gerek Dubrovnik, gerekse Dalmaçya kıyısındaki
Split (Spalato), Zadar, Şibenik ve Tragit limanları
aracılığıyla, İtalya ile canlı bir ticaret içine girmiş
bulunuyordu. Ondördüncü yüzyılın ikinci yarısında
Kotor, Zadar, Zagrep, Medrusa ve Dubrovnik’ten
gelip Ancona’ya yerleşen tacirler, Balkanlar ile ticaret ilişkilerini sürdürüyorlardı. Venedik’in kontrolü
dışında kalıp, Floransa Osmanlı ticaretinin başlıca
gelen bir tüccar kolonisi oluşturmuş ilk bölgelerden biri oluyordu.
1514’te Osmanlı yönetimi, Ancona’daki gerek
Müslüman, gerekse gayrimüslim tebaası için özel
ticari ayrıcalıklar elde etti ve kentin “palatio della
farina”sı (un kapanı) çok sayıda “mercanti turchi el
altri Maumetani” (Türk ve diğer Müslüman tüccar)
için bir fondaco’ya dönüştürüldü. Onaltıncı yüzyılın ortasına doğru Ancona’da 200 Rum ticarethanesi ve birçok da Osmanlı Yahudi şirketi faaliyet
gösteriyordu. Yalnız İtalya’nın gittikçe büyüyen
kent merkezlerine yapılan tahıl ihracatı değil,
Doğu’ya özgü lüks emtia da Ancona güzergâhını
izlemekteydi. Doğu Adriyatik limanlarından yüklenen bu tür malların Lanzan ve Recanti gibi orta
İtalya panayırlarında ulaştığı hacim, Venedik’i
40
kendi Levant ticareti konusunda endişelendirmeye başlamıştı. “Bu panayırlarda Osmanlı tüccarı,
Rumlar, Türkler ve Azemini (İranlılar) bizzat hazır
bulunuyor ve doğrudan iş görüyorlardı. Onaltıncı
yüzyıl ortalarında Ancona’nın Osmanlı himayesine girme eğiliminde olduğuna ilişkin söylentiler,
Roma ile Venedikte ciddi kaygılara yol açmıştı.
1555’te Papa IV. Paul (Pavlos), Marrano Yahudilerini tutuklatıp yaktırmaya ve mallarına mülklerine
el koydurmaya başladığında, Ancona’ya sermaye
yatırmış bulunan çok sayıda Selanik ve İstanbul
Yahudisinin bu yüzden iflas etmesi, Osmanlı yönetiminin Yahudiler adına ciddi bir müdahale girişiminde bulunmasına yol açmıştı. İtalya’da baskıya
uğrayan bu Yahudilerin bazıları Osmanlı tüccarının temsilciliğini yapmaktaydı. Hatta gene aynı
nedenle Yahudi banker Mendes ailesi, Osmanlı
İmparotorluğu’ndaki bütün Yahudileri, Ancona
kentine karşı boykot ilanında birleştirmeye kalkışmıştı.
1550-1630 DÖNEMİNDE İPEK TİCARETİ
İpekli dokuma sanayinin Batı ülkelerine girişi,
Fransa için I. François (1515-47), İngiltere için de
I. Elizabeth (1558-1603) dönemi gibi oldukça geç
tarihlerde oldu. Bundan sonra bu ülkelerde ipekli
sanayinde hızlı gelişmenin ardında ise, İtalyan ve
Doğu ipeklileri için ödenen (ve Fransa’da dört milyon altını bulan) muazzam miktarda kıymetli madenin ülkeden çıkmasını önlemek gibi merkantilist bir kaygı yatıyordu. 1600 yılına gelindiğinde
Lyons’da o zaman 7.000 atölye olduğu söyleniyordu. İngiltere’de 1590’larda büyük miktarlarda
ham ipek ithal edilmeye başlandı ve 1620’lere
gelindiğinde ipek ülkenin en büyük ithal kalemi
olup çıktı. 1617’de İngiliz ipekli dokuma sanayinin
yılda tahminen 300-600 balya ham ipeğe ihtiyaç
göstermesine karşılık, şahın önerdiği sevkiyat miktarı 2-3.000 balyayı buluyordu. 1628’ gelindiğinde,
Hollanda’nın yıllık talebi 1.200 balya idi. İngilizler
ve Hollandalılar kendi ihtiyaç fazlalarını diğer Avrupa ülkelerine ihraç etmek suretiyle bu piyasada
Venedik ve Cenova’nın yerini almaktaydılar. On
yedinci yüzyıl ortalarına gelindiğinde, ipek artık
“bir dizi ithal malının en önemlisi” konumundaydı. Yeni ve sürekli büyüyen ipek piyasaları, ihtiyaç
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
duydukları ham ipeği Osmanlı İmparatorluğu
üzerinden İran’dan sağlıyordu. Başka bir deyişle,
Batı’nın genişleyen ipek piyasası İran ve Osmanlı
ekonomileri için yeni bir refah kaynağı haline gelmişti. “Canguistadores için altın ve gümüş neyse”
der Steensgaard, “onyedinci yüzyıl başlarının Asya
ticareti için de ipek oydu… Ve nitekim İran ham
ipeği, Avrupa’nın Asya’dan yaptığı ithalatta ikinci
sırada yer alıyordu. İstanbul’daki Hollanda sefirinin
1615 tarihli bir raporunda kullandığı ifadeyle, ipek
ticareti “Hıristiyan âleminde günden güne büyüyen gösteriş tutkusu sayesinde “ almış yürümüştü.
Bir hesaba göre, 1620’lerde Avrupa’nın toplam İran
ipeği ithalatı yılda bir milyon lidre’yi buluyordu.
1600 yılına doğru Halep, Levant’taki en önemli
ipek ihracat pazarı konumuna gelmişti; öyle ki, sırf
Venedik, İran ve Suriye ham ipeğinin (miktar olarak yılda 140 ton, değer olarak da 1,5 milyon düka
altını tutarı) yarısını burada satın alıyordu. Diğer
yarısı ise, öbür Avrupa ülkelerince kapışılmaktaydı (bkz. Tablo I; 47), 1578-1627 yıllarında İran ipek
ticaretinin bu piyasada gösterdiği dalgalanmaları
Venedik konsolosluk raporlarından izlemek mümkündür. 1578-90’daki Osmanlı –İran savaşı sırasında trafikte bir düşüş görülmesine karşılık, bundan
sonraki 1590-1602 barış döneminin Halep pazarında tanık olduğu canlılık, 1599 ila 1602 yıllarında, yani Osmanlı-İran savaşlarının 1603’te tekrar
başlamasından hemen önce doruğa ulaşmıştı. Bu
dönemde Halep gümrük gelirleri yılda 300.000
düka altını gibi rekor bir düzeye çıkmış; Suriye’nin
İstanbul’a aktardığı yılda 460.000 düka altını tutarındaki gelir fazlasının büyük bölümü Halep gümrüğünden sağlanır olmuştu.
Savaş patlak verdikten sonra dahi gümrük gelirleri
1604’te hala 200.000 düka altınını buluyordu. İlginç
bir nokta, Venediklilerin Halep’te satın aldıkları
ham ipeğin karşılığını, Osmanlı İmparatorluğu’na
ithal ettikleri büyük miktarda yünlü ve ipekli kumaşla ödemeleriydi. 1590’lı yıllarda ithal ettikleri
sırf ipekli kumaş miktarı yılda 200.000 braccio’yu
(arşın veya endaze) buluyordu (Tablo I;48)
Onyedinci yüzyılda İzmir’in yükselişi, büyük ölçüde, Bursa ve Halep’e rakip çıkan İzmir’in, İran ham
ipeğinin Avrupalılar açısından en önemli pazarı
haline gelmesinden kaynaklanıyordu. Pratikte
bu, 1590’dan önce bu bölgede Efes’in, Sakız adasının, Çeşme’nin ve her iki (Eski ve Yeni) Foca’nın
oynamış olduğu rolü İzmir’in üstlenmesi demekti.
Başlangıçta, Batı ülkeleri Asya ticaretlerinde Sakız’ı
transit merkezi olarak kullanırken, daha sonra kapitülasyonlar sayesinde sultandan dolaysız ticaret
ayrıcalıkları koparmışlar; yeni gelenler, yani İngilizler ve Hollandalılar, İzmir’de diğer ulusları gölgede
bırakmışlardı. İzmir limanı hem Anadolu anakarasına denizden ucuz geçişi biraz daha uzatıyor,
hem de gerek korsanlara, gerekse Ege Denizi’nin
öfkesine karşı daha güvenli bir sığınak sağlıyordu.
1593’te Atlantık kıyısının tüccar ulusları için serbest
liman haline getirildiğini gördüğümüz Livorno,
İran ipeğinin pazarlanmasında İzmirin rolünü paylaşmaktaydı. Şah Abbas’ın İran ipeğini doğrudan
Avrupa’ya satma politikası çerçevesinde işlev kazanan İran Ermenileri, önce İzmir’de çok aktif hale
gelmişler, sonra da Livorno’yu on yedinci yüzyılda
Avrupa’nın başlıca ipek pazarı konumuna yükseltmişlerdi. Tebriz-Revan/Erivan-Kars-ErzurumTokat-Ankara-Afyon-İzmir güzergâhından her yıl
beş-altı İran kervanı geçiyor, 1670 yılına gelindiğinde İran’da üretilen 22.000 balya ipeğin 3.000’i
ihraç edilmek üzere İzmir’e ulaşıyordu. 1671’de
Fransızlar, Halep’i Levant’taki ticaret merkezleri
arasında İzmir, İskenderiye ve Sayda’nın (Sidon)
ardından dördüncü sırada sayıyorlardı. Gerçekten
de, İzmir daha 1621’de “Avrupa ile Asya arasında
transit ticaretine konu olan her türlü emtianın en
büyük antreposu” olarak anılmaktaydı.
Şah Abbas’ın ipek yolunu Osmanlı diyarlarının
dışına çekme çabaları
1514’te I. Selim’in İran’ı ekonomik ve mali bakımından çökertmek amacıyla başvurduğu ambargo
politikasını, Şah Abbas (1587-1629) İran açısından
1603-29 döneminde denedi. Abbas’ın planı ipek
yolunu Osmanlı topraklarından Hint Okyanusu’na
kaydırmaktı. Şah o güne gelinceye değin Hint
Okyanusu’nda üstünlük kurmuş bulunan İngiliz ve
Hollandalıların, Osmanlı limanlarında ödedikleri
ekstra vergilerden kurtulmak amacıyla Osmanlıların aracılığını el birliğiyle devreden çıkarmaya he-
41
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Tablo I; 47
1630’larda Avrupa’nın yıllık İran İpeği ithalatı tahminleri (balya olarak)
Marsilya
Venedik
İngiltere
Hollanda
Cenova, Lucca, Messina
ve Floransa
3.000
1.500
600
500
400
Toplam
6.000
(daha önce ancak 100-200 dolayında)
ama 1623’te ancak 300 ve 1629’da ancak 600
ama 1623’te ancak 295
Kaynak Steensgaard (1972), ss. 159-64
Tablo I;48
1605’te Halep’te Avrupa’dan yapılan ithalat
Venedik
Fransa
İngiltere
Hollanda
İthalat (1000 düka altını)
İskenderun’a yanaşan gemi sayısı
1.500
800
300
150
4-5 çoğunlukla yünlü ve ipekli kumaş yüklü
20, çoğunlukla gümüş para yüklü
2-3 esas olarak kersey yüklü
Kaynak; Texeira’dan aktaran Steensgaard (1972) s. 180
vesli olduklarını görmüştü. Böylece Osmanlı-İran
rekabeti, karşılıklı ambargolara yol açan ekonomik
bir savaş niteliğine büründü. İranlılar ipek ihracatını yasaklarken, Osmanlılar da İran’a altın ve gümüş
sevkiyatını durdurmaya yönelik önlemler aldılar.
Şah Abbas bu sorunu Bender Abbas’da kuzeylilere büyük miktarda ipek satarak çözmeye çalıştı.
Osmanlı İmparatorluğu’nun dünyadan yalıtılması
tehlikesini doğuran bu mücadele hayli ilginç bir
seyir gösterdi.
1599 yazında şah, kişisel maiyet mensuplarından Hüseyin Ali Bey adında birini, yanına Sir Anthony Sherley’i de katarak belli başlı Avrupa başkentlerine gönderdi. Bu heyetin görevi, Osmanlı
İmparatorluğu’na karşı Hiristiyan taht ve taç sahipleriyle bir ittifak oluşturmak ve söz konusu ticaret
yolunun Osmanlı diyarları dışında kalacak şekilde
yeniden yönlendirilmesi için güvence almaktı. Os-
42
manlılarla savaş halinde olan Alman imparatoru
heyete hüsnükabul gösterdi ve olumlu bir karşılık
verdi. Hiristiyan yönetimler arasında Türklere karşı
bir birlik kurulması yönünde çaba sarfetmeyi sürdüreceğini vaat etmenin yanı sıra, Hiristiyanların
Türklerle ticaret yapmaması için de çalışacağını
açıkladı. İran heyeti daha sonra İspanya’ya, oradan
da İngiltere’ye geçti. Ancak şah, Bahreyn’e göz dikmiş bulunan ve zaten Hürmüz’deki durum nedeniyle İranlılar için bir kaygı nedeni olan İspanyollarla bu konuda anlaşmayı başaramadı.
1603’te Osmanlılarla İran arasında tekrar savaş patlak verdi ve Şah Abbas’ın temsilcileri bir
kere daha Avrupa’ya yollandı. 1610’da Avrupa’ya
gönderdiği yeni bir heyetle birlikte, deniz yolunun daha ekonomik olduğunu kanıtlamak için
Lizbon’a 200 balya da ipek sevketti. Madrid’deki
Venedik sefirinin verdiği bilgilere göre, İranlıların
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
başlıca amaçlarından biri, sultanı İran ipeği üzerindeki gümrük vergilerinden sağladığı büyük gelirden yoksun bırakmaktı. Elçilerin getirdiği öneriler
arasında, İspanya’nın Osmanlı imparatorluğu’na
saldırması gibi siyasi-askeri bir koşul da yer alıyordu. Venedik piyasasına alt üst edeceği düşünülen
bu girişimler Venediklileri telaşa verdi. 1611’de
İngiltere’ye gönderilen İran heyeti içinde yer alan
(Anthony Sherley’in kardeşi) Robert Sherley, Türklere karşı kullanılmak üzere İran’a silah götürecek
gemilerin, karşılığında ipek alıp gelmesi talebinde bulundu. Ancak görüşmeler sonuçsuz kaldı. Bu
sırada İstanbul’dan Osmanlı elçileri de Londra’ya
ulaştı ve İngiltere kralı Sherley’i huzuruna kabul
etmeyi reddetti. Aynı yıl Türkiye’ye bbol miktarda
İngiliz çeliği ve kılıçları sevkedildi. Öte yandan Hollandalılar gibi İngilizler’de, Osmanlıların Körfez ve
Kızıldeniz üzerinden yürüttükleri Hindistan ticaretine adamakıllı zarar vermekten geri durmuyorlardı. 1613 yılına gelindiğinde, İngiliz ve Hollandalı
korsanların Kızıldeniz’deki akınları o kadar vahim
boyutlara ulaşmıştı ki, Osmanlı divan-ı hümayun’u
artık bunlara karşı harekete geçmenin zorunlu
olduğu kararına vardı ve Kızıldeniz’de bir filo inşası amacıyla Mısır’a beş kadırga dolusu kereste
gönderdi. Bundan kısa bir süre sonra da İngiliz
hükümeti, İran ipeğine yeni bir güzergâh bulunması konusunu tekrar ve ciddiyetle gündeme
getirdi. 1617’de kralın emriyle İngiltere’nin Hindistan sefiri Thomas Roe, ipek ticaretini Türkiye’nin
elinden almaya yönelik görüşmeler yapması için
İran’a bir temsilci gönderdi.Osmanlı limanlarından
geçmeyen, daha ucuz ve daha güvenli bir güzergahın tesisine yol açacağı umuluyordu. İngilizler,
bu yüzden herhangi bir noktada Levant ticaretini
gözden çıkarmak zorunda kalsalar ile, en çok ihtiyaç duydukları pamuk ile mazıları gene de diğer
Avrupalı tüccar aracılığıyla elde edebilecekleri
kanısındaydılar. Ancak İspanyollar ve Portekizliler, İran ile İngiltere arasındaki ticaret bağlantısını
kesmeye yönelik önlemler aldıklarından, İngilizler
yeni ipek yolunun Hint Okyanusu yerine Moskova
üzerinden geçmesini tercih ediyorlardı.
İpek karşılığı İran’a bu yolla kumaş ve kalay sevketmeyi öngörmekteydiler. İran’dan yapılacak ipek
alımlarının İngiltere’ye sadece üç veya dört milyon
altına malolacağını hesaplıyorlardı. Ülke içinden
bu kadar nakit toplamanın zorluğu karşısında ve
tabii bir de bu parayı yurt dışına çıkarmak istemediklerinden, bunun yerine ayni ödeme öneriyorlardı. Şah Abbas ise, kredili bir sistemden yanaydı.
Nihayet 1618’de, üçte biri nakit, üçte ikisi mal karşılığı ödeme yapılmasını kabul etti. Bu ayrıntılar,
İran’ın Osmanlı topraklarından süzülüp kendisine
ulaşan kıymetli madenlere bağımlılığını bir kere
daha ortaya koymaktadır. Öte yandan Osmanlı
yönetiminin de, İran ambargosunun etkisini hissettiğini veziriazamın Venedik bailo’suna ülkesinin
(Venedik’in) ipek talebinin gerektiğinde sırf yerli
üretimle karşılanabileceğini söylemek ihtiyacını
duymasından anlıyoruz. İpek ve baharat yolunun
1622’de kesilmesiyle Osmanlı hazinesinin uğradığı
zararın, yitirilen gümrük gelirleri itibariyle yılda en
az 300.000 düka altını dolayında olduğu tahmin
edilmektedir.
İstanbul’daki Venedik bailo’su, Osmanlı hükümetine ilettiği bir mesajda Suriye ipek yolu üzerinden ipek ve diğer emtia trafiğinin tamamen son
bulabileceği uyarısında bulunmuştu. Veziriazam
ise, özellikle deniz yolunun uzunluğuna dikkati
çekerek, bu kaygıya katılmıyor gibiydi. Gerçekten
de, bu sırada İran’la barış (1618 tarihli Serav Barışı)
imzalanmış ve bol miktarda ipek ile diğer emtia
Bağdat üzerinden tekrar Halep piyasasına akmaya
başlamıştı.
Serav
Barış
Antlaşmasıyla
Osmanlıların,
Kafkasya’daki fetihlerinin tamamını yitirmelerine
karşılık, İran’ın vergi olarak yılda 200 balya ipek
vermeyi kabul etmiş olması ilginçtir. Barış yapılır
yapılmaz Venedikliler, Bağdat’tan gelen bir kervanın bin balya İran ham ipeği ile bin kutu çivit getirmiş olduğu müjdesini duyurdular. Gene de bir
miktar Acem ipeği, kuzey İran ve Bender Abbas
üzerinden İngiltere’ye ulaşmakta idi.
Bu sırada Halep’te Osmanlıların ipekten yeni yeni
vergiler almaya kalkışmak gibidar görüşlü bir politika izlemeleri, alternatif bir ipek yolu tesis etmeye çalışanların kararlılığını arttırmaktan başka bir
şeye yaramadı.1622’de Londra’daki Venedik temsilcisi, büyük miktarda İran ipeği yüklü üç gemi-
43
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
nin Hindistan7dan gelip limana ulaştığını bildirdi.
Bundan kısa bir süre sonra yeni bir Osmanlı-İran
savaşı patlak verdi. Bu yıllarda İngiliz-İran dostluğu önemli gelişme göstermiş ve 1622’de İranlılar,
İngiliz gemilerinin desteğiyle Hürmüz’ü Portekizlilerden almışlardı. 1624’te ise, Hindistan’ın Yakın
Doğu ile ticaretinde çok önemli bir transit merkezi olan Bağdat, İranlıların eline geçti. Yeni bir
İran diplomatik heyeti İspanya, Fransa, Hollanda
ve (seksen balya ipekle birlikte) İngiltere’yi ziyaret
etmekte gecikmedi. Amaçları Londra’da bir ittifak
ve ticaret anlaşması imzalamaktı. I. Charles’in şaha
yanıtı, 1626’da İran’a bir heyet yollamak oldu. Şah
İran limanlarından her yıl İngiltere’ye 8.000 balya
ipek teslim etmek vaadinde bulundu. Bağdat’ı ele
geçirmesinin ardından, İngilizlere Halep’i de Osmanlılardan alabileceği ve ipeği bu kısa güzergah
üzerinden sevkedebileceği umudunu veriyordu.
Ancak İran yönetiminin özellikle bu kadar büyük
miktarlarda ipeği (yerli üreticilerden) atın almak
için ihtiyaç duyduğu altın ve gümüşün (İngilizler
tarafından) teminindeki zorluklar, güney Atlantik
rotasının uzunluğu, İspanyol ve Portekizlilerin düşmanlığı, nihayet Levant Kumpanyası’nın geleceğine ilişkin belirsizlikler gibi faktörler birleşince, İngilizler, sonra da Hollandalılar, Hint Okyanusu’nda
bir zamanlar İspanyol ve Portekizlilerin sahip
olduğu konumu ele geçirme sürecindeydiler.
Sadece İran Körezi’nde şahla işbirliği yapmakla
kalmıyor, aynı zamanda Hindistan’dan Kızıldeni’e
uzanan hac ve ticaret trafiğine saldırıyorlardı. Bu
da Kahire’deki vergi gelirinin azalmasına yol açtığından Osmanlı yönetimini kızdırıyordu. 1627’de
bir grup Arap, gemilerinin Basra Körfezi’nde İngiliz
ve İranlılarca yağmalanmakta olduğu gerekçesiyle
Osmanlı divan-ı hümayun’una başvurmuştu. Şahın yeni tesis ettiği Bender Abbas (Gombroon) limanı da İngiliz ve Hollandalılarla ticaret sayesinde
hızla gelişmekteydi. 1633’te İngiltere’deki Venedik
sefiri, Bender’deki İngiliz ticaretinin büyük artış
gösterdiğini; buradan getirtilen ipeğin Avrupa’nın
dört bir yanına dağıldığını bildiriyordu.
Böylece İspanyollar ve Portekizliler, Hint
Okyanusu’ndaki egemenliklerini İngilizlere kaptırmalarının ardından, kendilerini eski düşmanları
Osmanlılarla olağanüstü bir ortak girişim içinde
44
buldular. İpek ve baharat ile diğer Hint emtiasını,
Körfez ve Kızıldeniz üzerinden taşımayı teklif ettiler. Bunun bir Osmanlı-İspanyol yakınlaşmasına
yol açması ihtimalini gören İngiliz sefiri, Osmanlılara acilen sunduğu bir notada, hem planın uygulanabilir olmadığını ve dolayısıyla aldatıcı bir nitelik taşıdığını söylüyor, hem de Kızıldeniz’i tekrar
İspanyollara açmanın tehlikelerini hatırlatıyordu.
Bununla birlikte, yukarıda belirtilen nedenlerle
İran ticareti Osmanlı limanlarından bütünüyle yok
olmadı. Türkiye ile İran arasında, ekonomik boyutlarına yukarıda değindiğimiz uzun ve yıpratıcı
mücadele, uzun vadeli bir barışla sonuçlandı. Şah
Abbas ham ipek akışını Bender Abbas yönüne çevirebilmek için İran’ın kendi içindeki ipek ticaretinde tekel uygulamak zorunda kalmıştı. Ondan önce
ham ipek, çok sayıda özel kişiler tarafından toplanıp Osmanlı pazarlarına sevk ediliyordu. Venedik
sefirine göre, yeni şahın ipek ticaretinin işleyişini
tamamen tebaasına bırakma kararı ülke içinde büyük destek bulmuştu.
Osmanlı İmparatorluğu, İran ipek ticaretini kısmen kurtarmasına karşılık 1630 yılına gelindiğinde Hindistan baharat ticaretini artık neredeyse
tamamen yitirmiş bulunuyordu. Bağdat, Halep
ve Kahire artık uluslar arası doğu-batı ticaretinin
transit merkezleri arasında yer almıyordu. Servet
ve kudretini bu ticareti borçlu olan Venedik, nasıl
bir darbe yemiş olduğunu1628’de itiraf edebilmiştir. Cumhuriyet’in yüksek organlarından Beşler
Kurulu’nun (Cingue Savii’nin) 31 Mart 1628 tarihli
raporunda kullanılan ifadeyle, “Geçmişte Levant
ticareti (Venedik’in) bu piyasasının esas temelini
oluşturur ve Almanya’nın tamamına baharat bu
piyasadan sağlanırken, şimdi artık (onların) ikmali
ni İngilizler ve Felemenkliler temin ediyordu.”
Bursa’da ipek fiyatları, 1467-1646
Bursa piyasasındaki ham ipek fiyatının esas olarak
İran’ın arz hacmiyle belirlendiği içıktır. 1587-90,
1603-12, 1615-18, ve 1624-39 yıllarını kapsayan
Osmanlı-İran savaşları tabii arz darlığı yaratıyor ve
keskin fiyat dalgalanmalarına yol açıyordu. (Tablo
I;49 ve I ;50)
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Tablo I; 49
Bursa’da ham ipek fiyatları, 1467-1646
Yıl
Bir lidre ipek fiyatının
Akça olarak bileşik endeksi
1467
1478
1488
1494
1501
1513
1519
1521
1548
1557
1566
1569
1570
1571
1572
1573
50
67-68
70
82
60-70
77
93
62
59
83
94
68
41
74
81
67
Yıl
Bir lidre ipek fiyatının
akça olarak bileşik endeksi
1578
1580
1581
1582
1584
1588
1597
1603
1607
1617
1622
1630
1634
1637
1639
1646
99
84
136
151
250
182
224
351
233
174
338
99
240
394
250
199
Kaynak Bursa kadı sicilleri, Çizakça (1980)
Tablo I;50
(a) Çeşitli ham ipek türlerinin fiyatları, 1482-83 (akça olarak)
Bursa piyasası
Kili piyasası
Astarabadi
Tilani
Gilan
Koyu kırmızı
Heft-renk
Siyah
Beyaz
56
49
44
90-100
80
70-80
70
b) Ambargo sırasında 1519’da Bursa’daki ham ipek fiyatları (akça olarak)
Tilani
Kenar (düşük kalite)
Tisaki
Arnavutluk Trablus
93-100
49-77
57
72-80
80
Kaynak Bursa kadı sicilleri
45
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Tablo I;51
Ortalama ham ipek fiyatları ve fiyat artışları, 1557-1639 (lidre başına akça olarak)
Tilani
Kenar (düşük kalite)
Tisaki
Arnavutluk
Trablus
93-100
49-77
57
72-80
80
Not; Bir lidre= 100 dirhem veya 320.7 gram
Kaynak; Çizakça (1980) temel alınmıştır.
1603, 1622 ve 1637 yıllarında gözlenen olağanüstü fiyatlar, herhalde doğu cephesindeki çatışmaların sonucuydu. Halep’ten gönderilen Venedik
raporlarında da, savaş halinin yol açtığı bir darlık
anlatılıyordu. Özetle, üç ayrı dönemden söz etmek mümkündür. 1470-1580 arasında ortalama
fiyat lidre başına 70 akçe, 1580-97 arasında 200
akçe, 1597-1639 arasında ise 320 akçe’ydi Tablo
I;51) Öte yandan gümüş akçe’nin altın karşısında
yaşadığı enflasyonu hesaba katacak şekilde düzeltilmiş fiyatlar üzerinden hesaplanan gerçek artışın,
hem İran’dan yapılan ithalattaki azalmadan, hem
de Batı’dan talebin hızla artmasından kaynaklandığı düşünülmelidir.
Vergi Gelirleri
Devlet hazinesi ham ipek ticareti üzerindeki vergilerden büyük gelir sağlıyordu. 1570 tarihli bir kanuna göre, her 30 lidre ya da yaklaşık 9,6 kilo ham
ipeğe 104 akçe vergi isabet ediyor ve alıcı ile satıcı
arasında eşit olarak paylaştırılıyordu. Bu vergi lidre
başına 1,5 veya 2 akçe üzerinden hesaplanmaktaydı. Ayrıca, yük başına bir altın (60 akçe) olarak
alınan bir simsarlık vergisi ile bir yük ham ipekten
6 guruş olarak alıan bir yasakiyye söz konusuydu
(o sırada bir yük, 550 lidre kabul ediliyordu). Bütün bunların toplamı (yük başına ) 2.200 akçe’yi
buluyordu. 1589’a gelindiğinde bunlara kassabiye
olarak bilinen ve her yüz akçe değerindeki ham
ipekten bir akçe olarak alınan bir vergi daha eklenmişti. Bir yük ham ipek ortalama 38,500 akçe’ye
satıldığından, 1589 yılı itibariyle vergi yükü top-
46
lam değerin yüzde 6.7’sini buluyordu. Ham ipek
Osmanlı gümrüğüne ulaşmadan önce, onbeşinci
yüzyıl sonlarında Akkoyunluların egemenliğindeki İran topraklarında çeşitli vergilere tabi idi.
Bunların toplamı da 234 akçe kadardı. İster Müslüman, ister gayrimüslim olsun Osmanlı tebaasının
gümrük vergisi ödememesine karşılık, gayrimüslim yabancılar bir de gümrük vergisi ödemek zorundaydılar. 1500 dolaylarında gayrimüslim yabancılar (İtalyanlar) için gümrük vergisi oranı ad
valorem yüzde 5’ti. Ancak Osmanlı tabiiyetindeki
Yahudi ve Hiristiyanlara tanınan gümrük vergisi muafiyeti yabancıların ihracatı yararına hile ile
kötüye kullanıldığından, 1521’de sultan onların da
gümrük vergisi ödemesini emretti.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Prof.Dr. Mustafa İsen
Lam’i nin Bursa Şehrengizi
Bir şehrin güzellerini ve güzelliklerini tasvir amacıyla yazılan eserler şeklinde tanımlanabilecek olan Şehr’engiz türü, Türk Edebiyatına has bir
edebi nev olup Priştineli Mesihi (ö.924/1518) tarafından icad edilmiştir.
Mesnevi nazım şekliyle kaleme alınan şehr-engizler, Mesihi’den sonra
edebiyat dünyamızda bir anda moda olmuş ve özellikle 16. Yüzyılda çokça görüldükten sonra, 18. Yüzyılda sanat âleminden çekilmişlerdir.
Eski Edebiyatımızın eserler hazinesinin bir bölümünü meydana getiren
Şehr-engizlerin bir kısmı sadece bir güzeli ele alıp anlatırken, bir başka
gurubu onları topluca değerlendirir. Bir diğer bölümü ise konu olarak
şehrin güzellerini değil güzelliklerini seçmiş ve yörenin gezilip görülecek
yerlerini ele alıp işlemiştir. İşte Lâmi’i’nin şehr-engîzi bu sonuncu gurubun en dikkate değer örneklerinden biridir.
Çoğunluk şairlerin, doğup yetiştikleri yörelere bir hemşehrilik borcu olarak yazdıkları şehr-engizler, biraz da bu yüzden daha çok bol şair yetiştiren şehirler için yazılmış, bir başka ifadeyle Osmanlı devletinin önemli
47
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
kültür merkezleri, öbür şehirlere oranla daha çok
şehr-engizlere konu olmuşlardır.
latmak amacıyla kaleme alındığı için yörenin güzellikleri tasvir edilmiştir.
Bu yüzdendir ki zaten sayıları elli civarında olan
şehr-engizlerden on adetten fazlası devletin birinci sınıf kültür merkezi olan İstanbul için kaleme
alınmıştır.
Fakat bu tasvirlerde şair zaman zaman onlarla özdeşleşmekte ve anlatım tarzı, itibari bir şekle dönüşmektedir.
Osmanlı devletinin kuruluş devrine ait tarihi anıtları, dillere destan kaplıcaları, özellikle de tabiat
güzellikleriyle Anadolu’nun her zaman en önemli
şehri olmuş ve bu hususiyetleriyle yerli yabancı
hemen tüm seyyahların yazılarında tasvir edilmiş
Bursa’nın şehr-engizlere konu olmaması düşünülemez. Bütün bunların yanında 16. yüzyıl sonuna kadar Osmanlı devletinin birinci, bu tarihten
sonra da İstanbul’un ardından ikinci en çok şair
yetiştiren şehir olması Bursa’nın şehr-engize konu
olmasını gerektiren bir başka özelliğidir. Teorik
plandaki bu görünüm pratik olarak da gerçekleşmiş ve Lami’i’den başka, İshak Çelebi (ö.944/1537),
Aşık Çelebi (ö 979/1571) Halilî, Mânî (ö.1008/1599)
Nazük Abdullah (ö.1098/1686) ve Belîğ İsmail (ö.
1142/1779) Bursa ile ilgili şehr-engiz yazmışlardır.
Lami’i’nin şehr-engizinin hangi tarihte yazıldığı
belli değildir. A. Sırrı Levent Vezir-i azam İbrahim
Paşa’yı övmesinden hareketle yazılış tarihi olarak
929/1522 yılını teklif etmektedir. Şehr-engiz 27 Sefer 1288’de Bursa Hüdavendigar matbaasında basılmıştır. Bu baskıda giriş bölümüyle padişahların
anlatıldığı kısım tümüyle, diğer kısımlar da bir ölçü
gözetilmeksizin yer yer atlanmıştır. Şehr-engiz ayrıca Almancaya çevrilmiş ve Viyana’da basılmıştır.
(Pfizmair, Verhenrlichung der Stadt Bursa, Vien
1839)
Lami’i’nin şehr-engizi yazılış amacı ve ele aldığı konular açısından türün diğer örneklerinden farklılık
gösterir. Şehr-engizlerin asıl konusu güzellikleriyle “Şehirde fitne koparan” güzellerin anlatımıdır.
Oysa Lami’i bize şehrin güzellerini değil güzelliklerini anlatır. Zira devrin padişahı Kanuni Sultan
Süleyman Bursa’yı ziyaret edecektir. Şair, padişaha
kendince bir hediye sunmak ister ve söz incilerini
derleyip onları padişahın önüne saçar. Şehr-engiz
padişaha Bursa’nın gezilip görülecek yerlerini an-
48
Şehr-engiz eski kültürümüze ait eserlerin klasik
formuyla, yani bir münacatla başlar. Dini düzene
dayalı Osmanlı devlet yapısı içinde en büyük güç
olan Allah’ı ululadıktan sonra şair, yazdıklarının
değerli kılınması için O’na yakarır. Uygun bir geçişle övgü naat olarak, bu kez de Hz. Peygamber’e
yöneltilir ve ondan da bağışlanmasına yardımcı
olması dilenir.
Bundan sonra şair, eseri niçin kaleme aldığını açıklar; Dünya padişahının Bursa’yı ziyaret edeceği haberleri duyulmuş. Şair bu vesileyle padişahı uzun
uzun övdükten sonra bize onu adıyla da açıklar;
Diyem kimdir sana ol Şâh’ı devrân
Yidi iklîme hân Sultân Süleymân
Padişahı ise hiyerarşik yapının son halkası olan vezir izler;
Kader dün gün murâdun eyler inşâ
Nizâmü’l mülk İbrâhim Paşa
beytinden onun da İbrahim Paşa olduğu anlaşılır.
On beş beyitlik giriş bölümünü Uludağ’ın övgüsü izler. Burayı çeşitli tasvirlerle bize anlatan şair,
daha sonra dağdaki ve eteklerindeki suyu güzel
kaynaklarla vadileri ve mesire yerlerini teker teker
ele alır. Bunları, Kırkpınar, Monla Alanı, Sarı Alan,
Ab-ı Hayat Pınarı, Sultan Yaylası, Tekür Alanı, Elma
Çukuru, Kestane Çukuru, Doğlu Baba Yaylası ve diğer yaylalardır. Şair,
Muhassal kangı yaylağın idem yâd
Ki her bir sahnıdur bir cennet-âbâd
diyerek çaresizliğini ve tercihteki güçlüğü belirtir.
Bu bölümü medrese ve tekkeler izlemektedir.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
49
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Daha önce dağ eteklerinin hiristiyan keşişlerince
işgal edilmiş olduğunu söyleyen şair,
Bi- hamdillah ki şimdi ol diyârı
Makâm-ı ehl-i İslâm itdi Bâri
diyerek yörede bilim ve tasavvufla uğraşanlara
uygun yerler hazırlandığını belirtir. Şeyh Taceddin
dergahı bunlardan biridir. Dağ etekleri, Kaplıkaya
vadisi, Çamlıca Ayazma, Musa Baba Meydanı, Gökdere vadisi, Abdal Murad alanı, Sarnıç alanı daha
sonraki bölümlerin başlıklarıdır.
Kale ve Pınarbaşı’nın tasviri bunları takib eder.
Kale tasviriyle bakışını dış çevreden şehre yönelten şair, Bursa’daki padişah sarayını ve şehrin kenar semtlerini anlatır. Bu bölüm Bursa’nın manevi
fatihi Emir Sultan külliyesinin tanıtımıyla devam
eder. Şeyh Abdüllatif el-Kudsî ve diğer meşayih
zikredildikten sonra Bursa’yı rüya şehir kılan diğer
camiler anılır. Bursa camileri söz konusu edilince akla ilk gelen Ulu Cami olacaktır. Lami’i burayı
“Bursa’nın göbeği” olarak tanımlar ve
Budur var ise cennet dir görenler
Ki çıkmağ istemez ana girenler
diyerek övgüsünü sürdürür. Cami’in nakış ustası
olan nakkaş Musa ile içindeki havuz da bu övgüden paylarını alırlar. Cami’in güzel sesli müezzinleri de ayrı bir bölüm halinde zikredilmişlerdir.
Bundan sonraki bölüm, Bursa’da türbesi olan padişahlara ayrılmıştır. Sultan Osman, Orhan Gazi,
Sultan Murâd, Yıldırım Bâyezîd, Süleyman Şâh,
Musa Çelebi, Çelebi Sultan Mehmed ve II. Murad burada yatan padişahlardır. Bilindiği gibi Osmanlı Padişahlarının mezarları sadece Bursa ve
İstanbul’dadır. Lâmi’î Çelebi Mehmed’in dillere
destan yeşil türbesini,
Nazîrün görmemişdür çeşm-i devrân
Kurulmuş sebz çadırdur felek-sân
şeklinde över. Bu bölümü izleyen “mev’ize” başlıklı kısımda ise şair, dünyanın geçiciliğinden söz
50
ederek şu mesajı vermek ister. Evreni titreten bu
güçlü isimlere kalmayan ve onlara bir yarar sağlamayan dünyaya bel bağlama. Bu dünyanın sonu
ölümdür.
Şehrin imaretlerini de şehrengizine konu yapan
şair, Bursa’nın pazar ve çarşılarıyla, bezzâzistanı ve
çevredeki bağ bahçeleri de ihmal etmez.
Tarih boyunca Bursa denince akla hep kaplıcaları
gelmiştir. “Hüdâyî Hamamlar” başlığı altında bunları ele alıp değerlendiren şair, bu bölümü takiben
şehri geometrik dilimlere bölen akarsuları anlatır.
Sıra Bursa’nın mevsimlere göre aldığı görünümlere gelmiştir. Lami’i Bursa’nın baharından başlayarak yazını, sonbaharını ve kışını anlatır.
Şair sonuç bölümünde padişahı yeniden övüp
kendi perişan halini de dile getirdikten sonra şehrengizini tamamlar.
Lami’i’nin Bursa şehr-engizi edebiyat tarihi kadar
sosyoloji, etnoloji gibi ilim dallarıyla uğraşanları
hatta şehir tarihçilerini ve coğrafyacıları yakından
ilgilendirecek zengin malzeme ihtiva etmektedir.
Dikkatle incelendiğinde, eski toplum hayatımızı,
fazla sanat endişesi taşımadan kaleme alınan bu
tip eserlerde daha net ve daha kolay bulabiliriz.
Burada metni verilen şehr-engiz, Ali Emiri Ef. Manzum Eserler (Millet ktp) 380 numarada kayıtlı Lami’i
Çelebi Divanının yazma nüshasının sonundaki 22
varak tutarındaki kısımdır. Sizi 16. yüzyıl Bursa’sıyla
karşı karşıya bırakmadan önce, eski eserlerimizde
gelenek olduğu için farsça yazılan başlıklar dışında dilin genellikle sade olduğunu belirtelim.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
51
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
52
BİSMİLLAHİR RAHMANİRRAHİM
RİŞTE-İ TESBİH-İ KELÂM-I KADİM
Bana dâm itme nazmum dânesini
Pür efsûn it sözüm efsânesini
Şehrengîz-i Mevâzi’i şerîfe- Burusa
Sânehallahu Taâlâ ani’l- be’sâ
Ne nakşı kim nigîn-i cânda kazsam
Ne sûret kim gönül levhinde yazsam
İlâhi sanadur dün gün penâhum
Kapundan gayri yokdur secde-gâhum
Şerif adunla dün gün skke-dâr it
Senün yâdunla pür-nakş u nigâr it
Cihânun şâhısın şehler sana kul
Hakîkat cümle âlem sana meşgûl
Çerâğ it nûrunı hayret düninde
Şef’it Ahmedi haclet güninde
Kamu cûdunla bulmışdur vücûdı
Sanadur cümle eşyânun sücûdı
Ki nûrı reh-nümâ-yı enbiyâdur
Cemâli şem-i cem’i asfiyâdur
İden her yirde nûrundur tecelli
Viren dün gün şuhûdundur teselli
Nübüvvet içre zâtıdur cihângîr
Livâsı olsa tan mu âsümângîr
Felek peymâne-i feyz-i nevâlun
Melek pervâne-i şem-i cemâlun
Sufuf-ı enbiyânun pişvâsı
Sunûf-ı afsiyânun reh-nümâsı
Tokuz gerdûna nûrundur viren tâb
Yidi deryâ senün feyzünde garkâb
Vücûdı kimyâ-yı hâk i adem
Gubân âb-rû-yı arş-ı a’zam
Yanar pervâne şevkun birle şem’a
Salar mihrün çerâğ-ı mâha lem’a
Kelâmı câmi-i âyât-ı hikmet
Dil ü cânında zikr ü fikri ümmet
Zuhûrun şems-i a’lâdan ıyândur
Butûnun sırrı-ahfâdan nihândur
Safâ subhına handân rûyı garrâ
Fenâ şâmına müşkîn mûyı turrâ
Şehinşâhısın iklîm-i vücûdun
Sipeh sâlarısın mülk-i şuhûdun
Ruhundan mihr ü meh câmı mücellâ
Ziyâsından felek sahnı mühella
Beyândan taşradur tevhîd-i zâtun
Iyândur gerçi gün gibi sıfatun
Hüdâyâ Mustafânun hürmetine
Cemî-i enbiyânun izzetine
Çü sığmaz vahdetün akl ü hayâle
Düşerme cânunı fikr-i muhâle
Yüzüm lutfun suyından tâze eyle
Sözüm gûsın bülend âvâze eyle
Dilümden perde-i pindân ref’it
Gözümden zulmet’i ağyârı def’it
Ne yüzden eylesem medh-i mecâzı
Keremden kıl hakîkat perde sâzı
Yüzin âyinemün aç pür safâ kıl
Sözüm efsânesin ibret nümâ kıl
Mübeddel olmadın kâfura müşküm
Safâ feyziyle ter kıl cân-ı huşkum
Ma’âni âleminden vir haberler
Koma sûret hicâbından eserler
Çü buldum Lami’î nâmiyle unvân
Dilüm lem’anla kıl hurşîd-i rahşah
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
53
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Şu gün kim arz ola ser cümle nâmem
N’ola afv itse fazlun sehv-i hâmem
Dem-i cânperveri odı gül eyler
Gülin nesrin ü dudin sümbül eyler
Benümdür cürm ü taksîr ü hatâyâ
Senundür fazl u ihsân u atâyâ
Düşerse katre mikdâr ağzı yarı
Kılur şûrâb iken sükker bihârı
SEBEB İ TAHRİR-İ İN DEFTER Ü MİTHAT-İ
ŞEHRİYÂR-I HEFT-KİŞVER Ü TAHİYYET-İ
ASAF-I CEM HİMMET Ü ÖZR-İ TAKSİRHİZMET
Helâk eyler zemini na’l-ı rahşı
Gubâr-ı pâyı çarhun tâc-ı bahşı
Celi y cân saç dilünden dürr ü gevher
Çün aldun makdem-i şehden haberler
Elünde gerçi kim sim ü zerün yok
Velî pâyün çeker bir hem serün yok
Bugün mizân-ı tablundur güher sene
Sehunden harcanursın genc-i bî-renc
Girü söz dürcin it pür dün-i şehvâr
Nisâr it pâ-yı şâha baş urup var
Haber aldun ki şâhenşâh-ı devrân
Gelürmiş Bursa şehri ide seyrân
Salup zıll-ı sa’âdet- güsterini
Temâşâ itmegiçün her birini
Dilermiş bu diyârı ide teşrîf
Ki olmış bâğ u rağı cümle ta’rîf
Mukarrerdür kılur şâh-ı felek-fer
Nazardan seng ü hâki la’l u gevher
Belî toprağ okur ol yir semâya
Hümâ-ves salsa her bûn üzre sâye
Hakîkat hâk-i pâyı kîmyâdur
Cihân u cân gözine tûtiyâdur
Aceb mi bulsa andan menzilet hâk
Ki hakin sürme eyler çeşm-i eflak
Kadı her yirde olsa sâye- göster
Serâpâ olsa hârâ böyle at’ar
54
Diyem kimdür sana ol şâh-ı devrân
Yidi iklîme hân Sultân Süleymân
Cihânün hüsrev-i sâhib-kırânı
Zamânun dâd-bahş u Kahrâmânı
Urup küffâra tîği kahr-ı dağın
Eritdi bağrunun su gibi yağın
Sa’âdet tahtınun sâhib-külâhı
Bir ednâ kulı Mısrun pâdışâhı
Kef-i dürpâşı deryâyı sayar kef
Güneş yanında bir füls-i müzahref
Demâdem rezme Rüstem bezme Cemşîd
Hemîşe hazme gerdûn azme hurşîd
Hâyât-ı âlem ü cân-ı cihândur
Tokuz ataya dek hân ibn hândur
İlâhî bu şeh-i gerdûn penâhı
Serâser kıl cihânun pâdişâhı
Derûnın gün gibi rûşen Nihâd it
Felekler döndügince bermurâd it
İdüp zât-ı şerîfin ber-selâmet
Müselsel eyle devrin tâ kıyâmet
Felek-veş eyleyüp erkânın ihkâm
Zemîn turdıkça kıl izzetle berkâm
Husûsâ âsaf-ı cemşîd-râyi
Zamânun dâver-i fermân revâyı
Ki fikridür müşîr-i dîn ü devlet
Vücûdıdur zahîr-i mülk ü millet
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
55
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Halîl-i şehriyâr-ı mülk ü dîndür
Cihân içinde cân gibi güzîndur
Bugün söz gevherindensin haberdâr
Sözüne kim kulağ olmaz sadef- vâr
Kapusu Ka’be-i hâcât-ı âlem
Harîmi çeşmesidür âb-ı zemzem
Belâgat kûyına ur yine çevgân
Semend oynat senündür şimdi meydân
Kader dün gün murâdın eyler inşâ
Nizâmü’l mülk İbrâhîm Pâşâ
Ney-i hâmendür âb-ı fayze mûzâb
Şeker sözlerle şâhı eyle sîrâb
Cemâlinden firûzân baht u ikbâl
Bugün hâk-ı deridür carh-ı iclâl
Egerçi zerre gibi hâk-ı rehsin
Velî hurşîd-veş meddâh-şehsin
Ayağı tozına meh müşteridür
Felek firûze-i engüşteridür
Bugün gerçi elun bî sîm ü zerdür
Dilün Bursa gibi kân-ı güherdür
İlâhî devletin dün gün kıl efzûn
Adûsın eyle her dem zâr u mahzûn
Başından başla medh it kûhsârın
Ne tenhâ kûhsârın her kenârın
İdüp hâsıl murâdâtın kemâhî
Cihân durdukça bulsun kurb-ı şâhî
Ne anun gibi var kûh-ı felek çehr
Ne Bursa gibi gök altında bir şehr
ÂGÂZ-I ŞEHRENGÎZ
DİLÂVÎZ
56
BE
EFSÂNE-İ
NİHÂD-I BÜNYÂD-I MİDHAT BE
ETVÂR-I KÜHSÂR-I FELEK RIF’AT
Gel iy murğ-ı nevâ sene ü hoş âvâz
Girü sözünle ol uşşâka demsâz
Ne kûh irmiş zühâl bâmına başı
Şıkest itmiş mehün câmını taşı
Derûnden tutuşup fânûs-ı girdâr
Demün pür âteş it koknus-ı girdâr
Zemîn üstünde çarh-ı bî-sütûndur
Felek yanında tonmış bir dütündür
Dilündür şehr-i Bursa gibi püz sûz
Duhanunda feleklerdür siyah rûz
Muhiti devri tokuz asumanca
Topınun merkezi iki cihânca
İki köynüklu cânsız âlem içre
İki yanmış yakılmış sîn gam içre
Bu sengîn kadr ile ol kûh-ı fâyık
Nigîn-i hâtem-i çarh olsa lâyık
Getür hemşehrilik hakkın yirine
K’işidüp Mısr u Şâm anı yerine
Uçan seyli önünce seng pâre
Olur bin bur u hâru yüz hisâra
İdüp ser cümle hâlin şâha ta’rif
Felek-sân yirlerini eyle tavsîf
Olup her kulle sengi cedye pâye
Ser-i cevzâya salmış şâhı sâye
Açup efsâne bâbın eyle efsûn
Şehün şevkını dilden kılsun efsûn
Kılalinde görinen subh-ı âsâr
Degüldür berk iy yâr-ı havâ-dâr
Beyânun rehber olup itsün irşâd
Sem’â ehlin safâdan eylesun şâd
Felek âcine urmuş tiği sühan
Yığılmış rîzeler mânend-i kûhân
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
57
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Meger ol kullelerdür çarha hemser
Ki dün gün tal’atidür subh-i Enver
Akar her kûşeden bin çeşme rahşân
Biri ol çeşmenün mihr-i dirâhşan
Ya bir üştur durur sermest ü girgîn
Dehânı pür kef olmuş kulzüm âyin
Aceb cullâbdur ol çeşme-i nûr
İçenler âb-ı kevserden elin yur
Zemîn puhtisin itmiş zîr-i râz ol
Felek piline kesmiş inüben yol
İden ol sâfi mirâta nigâhî
Felekler seyrini eyler kemâhî
Havâ üzre belâ mığına benzer
Yire inmiş kazâ tîğine benzer
Riyâzât ehli gibi gözleri yaş
Kanâ’at birle basmış bağrına taş
Serâpâ gün gibi pür tâbdur ol
Felek üstinde bur-ı âbdur ol
Libâsı Hızr u tavrı kurb-ı eflâk
Niyâz içre başı uryân yüzi ak
Felek âyin zeberceddendür ol tağ
Cihânda alnı açıkdur yüzi ağ
Serâser andan idüp dehri seyrân
Olurlar kulesi seyrinde hayrân
Görür andan seher olan sabâ-hîz
Tulû-ı âfitâbı ibert engîz
Meger ol kule olmağın semâ-sâ
İdinmiş anda menzil kavm-i îsâ
Kim eyler vasf-ı kadrin ol mekânun
Demi rûhu’l –kudüsdür elhak anun
O şeyhun kim tutarsa dâmenin berk
İder dilden hevâ-yı âlemi terk
Dili feyyâz-ı âlemden urur dem
Okur her ceşmesi hurşîdi bî-nem
MİDHAT-I SAHN-I KIRKBUNAR
DER DÂMEN-İ AN KULLE-İ NÂMDÂR
Dilâ bu hâk-ı pây-ı Hızra yüz sür
Öninde âb-ı hayvândur akan gör
Çihl sanman nınarın ol kenarın
Yüzi suyıdur ol yir her diyarın
58
Alur tâbını andan cân-ı mahrûr
Revân-ı mâverddür yâ ayn-ı kâfur
Cemâli berk urur mânend-i mehtâb
Yanar âyinedür par par degül âb
Ruhundan gün hased odına yanmış
Felekler dûd-ı hasretden boyanmış
Gamından Nîl ü Ceyhun kana yunmuş
Gögermiş rûy-ı süsen serv uğunmuş
Yirin âb-ı hayâtun zulmet itmiş
Furat u Nîle şûri töhmet itmiş
Sürür zincirini sermest ü şeydâ
Vücûdı gark-ı aşk olmuş serâpâ
Aceb aşıkdur ol mah-ı dil firuz
Döginür taşlar alıp şeb u rûz
Temâşâ iden ol âbı kemâhî
Bulur her yirde bir havz-ı İlâhî
Meger cân ırmağıdur dikleş ol su
Perî girdâr mâhiler ile memlû
Ne mâhi her biri bir gayret-i mâh
Kamu tâbende dil şâm u sehergâh
Çekilmiş laciverdiyle hutûti
Konulmuş la’l-i ahmerden nukûn
Dil-i deryâaya her biri salar şûr
Bu hasretden kadid olmuş sakankur
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Buhûr eyler k’asdâğı’l-kevâ’ib
Kamusı mâh-ı tal’at serv-ı kâmet
Hirâmân dil-rubâlardur kıyâmet
Gören süsenlerinden vasf-ı hâli
Keser âzâdilekten kil u kâli
Vefâ azminde cem-i âşinâdur
Sefâ bezminde şem-i rûşenâdur
Direnler gök çemenden lâciverdin
Bihiştün gâhe saymaz surhverdin
Temâşâ eyle sun’ı lâyemûtı
Kılur hâk üzre arz burc-ı hûtı
SIFAT-I
ŞÜKÛH
VÂDİHÂ-YI
AN
KUH-I
PÜR
Sürenler su gibi rû sa’terine
Kapılmaz sebze-i huld-ı berîne
Temâşâ eyleyen ezhâr-ı berfin
Nücum âyin sanür envâr-ı zarfın
Tolanıp su gibi seyr itsen iy yâr
Bu kûhsârun aceb vâdileri var
Gelür buy-ı cinan çiğdemlerinden
Saba pür anber olur demlerinden
Ne vâdi her biri bir kân-ı mermer
Tolu billurdur âyine manzar
İder şehbâzlar ol yirde şehnâz
Kılur kebk deriler anda pervâz
Celidin sanma anun ab-ı beste
Yir üzre çarh-ı şimündür şikeste
Neva-yı can gelür tihularından
Gönül sermest olur âhularından
Gören her birini berf ile memlû
Sanur kim berk urur mehtâbdan su
Akup her yana cennet cûybârı
Felek mânend kılmış sebze zârı
Olub deryâçe yir yir pây-ı her mâ
Görüp salmış kilimin suya sermâ
Olup sîrâb-ı feyzinden ol etrâf
Behiştî sebzeler birle urur lâf
Felek veş kân-ı mehtâb-ı dil firûz
Seher hayrân-ı yehdânı şeb u rûz
ARSA-İ ÂB-I HAYÂT
Zemîn sahn-ı ruhından gül gül olmış
Devâyir çiğdem ü pür sünbül olmış
Husûsâ arsa-i âb-ı hayâtı
Ebed sersebdür Hırz nebâtı
Muhît olmış semâ’ından digergûn
Kararmış hayretinden rûy-ı gerdûn
Oluklarla sular leb ber-leb olmış
Hiyâzı Kevsere hem meşreb olmış
Midâd olsa bihâr eşcâr aklâm
Bu vasfun binde biri olmaz i’lâm
Aceb mi olsa ol yir Adna hemser
Anun bir eşmesidür âb-ı Kevser
MİDHAT-I
ALAN
MONLA
ALANI
VE
SARU
Alefzarı seraser müşk ü sünbül
Gezup ahüları otlar karanfül
Alanlardur girü mânend-i devrân
Virür vüs’atleri nüh çarha meydân
Münevver itmegin al-ı fenarı
Gören cennet sanur ol hoş diyârı
Zümürrüd gibi ferş-i sebze zârı
Kılur âşufte çarh-ı zernigârı
Benefşe anber-âsâ her cevânib
Egerçi şimdi ol sahn-ı feleksân
Olupdur kalb-ı âşık gibi virân
59
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
YAYLAĞ-I SULTÂN
Anun altı girü bir sahn-ı dikleş
Ki dün gün sebzezândur felekveş
Şeref bahş olmağın ol sahn u meydân
Komışlar adını Yaylağ-ı Sultân
Nesîminden seher müşkîn nefesdür
Demi şebhîzler cânına besdür
Salar ayı muhitun canına cuş
Kılur mihri Furatı halka dergüş
Çemenler subgat etmeden boyanmış
Semenler hâbgâhından uyanmış
Ketûber nağmeger bülbül gazelhân
Okur her murg bir mestâne destân
MEDH-İ TEKÜR ALANI VE ELMA ÇUKURI FUNDUK VE KESTANE ÇUKURI VE
GAYRIHÂ
Mukâbil yine bir yanı o kûhun
O sahn-ı hurrem u gerdün şükûhun
Aceb yaylaklardur cennet âyin
Havası cân-fezâ enhâri şîrîn
İlâhâ sâyebân her bir dırahtı
Zebercedden felek-veş taht u rabtı
Çerâgâhı ki pür cedi harneldür
İrem gülzârı gibi bî-bedeldür
Akar her kûşeden bir âb-ı dilcû
Kurulmuş bezm ü sohbet-hâne her su
Aceb sernâmedür Tekfur Alanı
Degül Tekfur Alanı nûr alanı
Kıyâmet arsası sahrâya benzer
Çemenler Cennetü’l- Me’vâya benzer
Biri anun makâm-ı hâce-zâde
Hak itsün rahmetin her dem ziyâde
Komışlar adını Elma Çukuru
Ki seyrinden bulur diller sürûn
60
Virilmiş halka i’lâm içün iy cân
Ana Funduk buna Kestâne unvân
YAYLAĞ-I DOĞLU BABA
Niçün yâd itmeyen Doğlu Babayı
Cihân andan kılur kesb-i hevâyı
Ki olmuş anda yirden çarha hem-ser
Misâl-i Sidre eşcâr-ı sanavber
Açup gerdûnda şehperler melek-vâr
Ururlak rak tâvus-ı felek-vâr
Çün ol Hürrem zemîn er meşhedidür
Harîmi per erenler merkadidür
Olup perr-i melâyik anda cârû
Su gibi hâk-i pâki gösterür rü
Çerâğından fitil-i subh-ı handân
Meh ü hôr sofrası içre iki nân
MEDH-İ YAYLAKHWÂ-YI DİGER
Muhassal kangı yaylağın idem yâd
Ki her bir sahnudur bir cennet- âbâd
İdüp her çeşmesinden çeşmeler cûş
Muhîtun eylemiş cânını medhûş
Terân-ı dûd ile murğân-ı dem-sâz
Kamu berbat nevâz u bülbül âvâz
Ne tan ol kûh-i pîri bu hevâlar
Cuvân dil itse her dem tâze vu ter
Meger âb-ı hayâtından içüp su
Kılur tecdid-i ömri Hızr-vâr o
Olubdur hak budur ol hoş hevâlar
Dern-i cân-perver-i Îsâ’ya mazhar
Egerçi ol cebeldür ehremen-ten
Velî demler urur rûhu’l-kudüsden
Anuncun millet-i Îsa’ya ol câ
Meh ü sâl oldı zir-i âsumân-sâ
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
61
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
MECÂLİS-İ ERBÂB-I MEDÂRİS
Bi hamdi’llâh ki şimdi ol diyârı
Makâm-ı ehl-i İslâm itdi Bâri
Olup bir yanı ilm ehline yaylağ
Kılurlar cem olup tağ üstini bağ
Açarlar arsa-i cennet havâli
Yaparlar çarh-veş hücûrât-ı âlî
Olup her çâr-tâk eflâke hem-ser
Suhub-veş gösterürler sâye-bânlar
Meger ol kûhdur deşt-i Buhâra
Ki ilm ehlinde mecma’dur her ârâ
Okurlar ders iderler bahs-i ilmi
Kılurlar kesb-i fazl u kadr u hilmi
Gehi ilm-i netâyic geh vesâyit
Gehi fikr-i mürekkep geh besâyit
Kelâmı her birinün pür me’âni
İderler sırr-ı hikmetden beyânı
Cihân müşkilerin tefsîr iderler
Hakîkat sözlerin tahrîr iderler
Uyarup her gice encüm çerâğın
Eridürler gam ile sîne yağın
Sebak alur beyânından melekler
Döner kikli sarîrinden felekler
62
Niyâz u uzlet erbâbına mi’râc
Safâ vü vahdet ashabına minhâc
Çeküp ser arşa tâk-ı hankâhı
Felek üstinde hargâh-ı ilâhı
Acep cennetdür ol tâk-ı felek-sân
Ki cârûb anda zülf-i hûr u gılmân
Burâk-ı cân iden akl-ı ma’âdi
N’ola tavaf itse gerdûn nihâdı
Binâsı hizmetin idüp mevâli
Kılupdur ol yiri cennet havâli
Meger kim Tûr’dur ol cay-ı hâcât
Ki anda ehl-işk eyler münâcât
Ne tan ol tağdan nûr-ı tecelli
Seher veş kalbe virürse teselli
İrüp eflâke andan bank-ı ezkâr
Melekler yanılur tesbîhin iy yâr
Çeken ser anda ceyb-i erb’îne
Nazar salmazsınız huld-ı berîne
Bakacak gibidün gün çarh-ı devvâr
Ana olmuş havâ-dâr u kafadâr
Bu kûhun hak budur fazlına had yok
Serâ-tâ pây evsâfına ad yok
METH-İ DÂMEN-İ KÛHSÂR
EVSÂF-I RIBÂT-I BEHİŞ T-İRTİBAT Kİ
DER ÂN KÛH ŞEYH TÂCEDDİN (kuddise
sırruhu) BÜNYÂD KERDEEST BA’D EZÂN
ŞEYH HÂCI HALİFE (Rahmetü’l-lah) ÂBÂD
KERDE
Tolayı dâmenidür çarh-ı girdâr
Çemenler devrin eyler anda enhâr
Husûsâ şol nbat-ı kuds-girdâr
Ki ma’mur itmiş anı şeyhü’l- ebrâr
Çemenden sffa her kestane altı
Zümürrüd gönlegi pîrûze tahtı
Şebih-i Ka’bedür gerçi fezası
Misâl-i Kudsdür âb u hevâsı
Kılur enhârı can âb-ı hayâta
Felekler reşk ider hızr-ı nebâta
Serâser nat’ın itmiş mihr-i zerdûz
Felek mânend-dibâ-yı dil firûz
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Nukûş-ı kainâtı cümle hâvi
İyân resminde eşkâl-i semâvi
Cihân vaz’ı serâdan tâ süreyyâ
Kılınmış anda bir bezm-i müheyyâ
VÂDİ-Yİ GÖKDERE
Ya ol vâdi-yi Nilün her kenârı
Safâdan serhoş itmiş cûybârı
VÂDİ-Yİ KAPLUKAYA
Huruşu gûş-ı mahi eylemiş ger
Hücûmından sararmış tal’at-ı hor
Teferrücgâhdur Kaplukayası
Ki vâdisinde yok aklun kıyâsı
Derûni sine-ı aşık gibi sâf
Uyunun mecma’ı vü menba’ı kâf
Suyu cullâba benzer şehd ü sükker
Havâsı müşk-i ter bûyi mu’anber
Mezâkı şehd ü sükker gibi ehlâ
Felekten şirbi vü meşrebde a’lâ
Cinân vâdisidür elhak o vâdi
Felek girdâr-ı hurremdür nihâdi
Meger gökten iner ol nîl-i fer-câm
Anunçün olmış ana Gökdere nâm
Ko Çamluca Ayazmasın beyânın
Ki mât eyler cinânun bûstanın
İki şakkeyleyüp ol nehr şehri
İdüpdür behresi sîrâb dehri
Çemen zârı felekler egmesidir
Sanavberler melekler dikmesidür
O cûy Dicledür san Bursa Bâğdât
Konulsa n’ola burc-ı evliyâ ad
Her ağaç anda bir ankâ nişâne
Felekler üzre turmuş âşiyâne
Teferrücgâhdur erbâb-ı ıyşa
Hevâ vü âbı cân-perver hemîşe
SAHN-I MUSA BABA
Uyunınun ki gerdün tâli’idür
İçinden biri aynı-ı Lâmiî’dür
Bugün Musâ Babadur sahn-ı gülzâr
Yed-i beyzâsı Ak Çağlandur iy yâr
Güneş dem-beste âbı gayretinden
Felek ser-geşte cûşi hayretinden
Seher bir dem nefes urmaz deminsüz
Sağalmaz hasta canlar merheminsüz
ARSA-I ABDÂL MURÂD
Melekler zâyiridür meşhedinün
Felekler dâyiridür merkadinün
Yine Abdâl Murâdînün fezâsı
Bakacak gibi hoş demdür hevâsı
Anun şevkiyle olup cânı pur-tâb
Sürür zincirini divâne-veş âb
Zemînden hükm ider çarh-ı berîne
Nigîndür kal’anun engüşterine
Zülâlinün ki Ak Çağlandur adı
Lebinden nazük ü terdür nihâdı
Güneş evcin görüp düşmiş zevâle
Felek-veş şehre olmışdur havâle
Cemâl-ı efrûz-ı şem’-i büstândur
Tutuk-bend-i arûz-ı gül-sitândur
ARSAGÂH-I SARNIC
Girü sarnıcudur ber sahn-ı âlî
Güneşdür çeşmesi gerdûn havâli
63
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Serâser şehr eli altında düpdüz
Düşüp pâyine sahralar urur yüz
Ser-i hârâda gûyâ dürretü’t-tâc
Şeref evcinde bulmuş kadr ü mi’râc
Meger kevserdür âb-ı hoş güvâri
Ki olmış ol bihişt içinde câri
Selâtin-i tahtgâhı Mısr-vâr ol
Felek âyin hisâr-i nâm-dâr ol
Nazargâh-ı safâdur dide-girdâr
Teferfücgâh-ı âlemdür felek-vâr
MÂCERÂ-YI ÇEŞMESÂR-I BUNARBAŞI Kİ
EZ PİŞGÂH-I KAL’A GEŞTE NÂŞI
Pizar kim şâd olan hakdan revânı
Aceb ma’mur u zeyn itmişdi anı
Öninde Nîle benzer çeşme-sârı
Başından avlamış seyr it bunarı
Felek evcine irüp çârtakı
Cihânı tutmuş idi tumturakı
Revân tab u safâ- bahş u tarab-nâk
Derîde ceyb u zeyi-i ismeti pâk
Safâ-yı havz-ı pâk u pür-hurûşı
Virürdi âşina yârâna cûşi
Teni gülberk-i ter bir sîm-berdür
Nazarda ömre benzer pür güzerdür
Pür idi bâğı enva-ı fevâkih
İderdi kalbi hayrân aklı vâlih
Bürüdet günlerinde hâlis ü nâb
Harâret demleri oldukda berf-âb
Perîler servin idüp âşiyâne
Safâ-bahş idi zıllı ins ü câne
Safâ-yı tal’at âyine girdâr
Ulu’l- ebsâra eyler arz-ı dîdâr
Velîkin şimdi kalb-i Lâmiî-vâr
Harâb olmışdur ol ser-cümle âsâr
Kulûbun ana olmağın nigâhı
Olubdur sahnı şehrün ıydgâhı
İnâyet itse sultân-ı zamâne
Olurdı yine çarh âyin nişâne
İdüp dolablar su üzre devrân
Kılurlar yir ü gök ehlini hayrân
TASVÎR-İ KAL’A-İ ÂSÜMAN TEDVİR
Salıncaklar olup mi’râca pâye
Salarlar mihr ü mâh üstüne sâye
Gören zeylindeki hısn-ı hâsini
Budur dir âlemün rükn-i rakîbi
Gül-i ter gibi baş koşup hevâya
Döner meh-rûların topı semâya
Çü kürsi gibi itmiş ana eyvend
N’ola zâtu’ı-burûc olsa mânend
SARÂY-I SULTÂNI
Meger kim hafz içün ol şehri yekser
Baş açup el götürmişdur bedenler
Müdevver çarh-veş sûr-ı hisârı
Muhît-i Kaf’a arz eyler vekârı
Melekler eylesün diyüp tapular
Göz açup râhlar görler kapılar
64
Sarây-ı şâhi nice eyleyem yâd
Ki ol sahn-ı şerîf ü cennet-âbâd
Harâb itmiş firâkı şehriyârun
Gamından oda yanmış rûzgârun
Elemden çeşmeler her yana giryân
Dil-i âşık gibi murgânı nâlân
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Kemerler hasta hâtır hâle-girdâr
Sütunlar serv gibi vâlih ü zâr
Kusûr-ı bî kusûrdur felek sân
Münevver câmlar mihr-i dırâhşan
Nücum- âyin serâser cümle manzar
Açup çeşmin kudûrm-i şâhi gözler
Akar her hânesinden nice çeşme
Ana nisbet güneş bir kuru eşme
Felek-vâr ol seralardan nişâne
Hemin bir kasr var arş-âşiyâne
Ser-â-ser havzlardur bahr-i girdâr
Saçar mâhileri meh gibi envâr
Muhît-i havzı gerdûn gibi dâyir
Zevi’l-ebsâr olur seyrinde hâyir
Uyûn-âsâ ibâdethâneler pâk
Ki mihrâbına ebr u tâk-ı eflâk
Dırâhşan tal’atı sîm a ba benzer
Safâ-yı cismi sûm-nâba benzer
DER TEHİYYET-I RAVZA-I SEYYİD MUHAMMED el BUHÂRİ (Aleyhâ min nesemâti
Rahmeti’l-Bâri)
Beyaz çeşmdür ol havz-ı pür-zeyn
Bu rûşen kasr içinde kurratü’l-ayn
Müzehheb tâk-ı bezm-ârâsı anun
Mutallâ ferş-i gerdûn-sâsı anun
Hüner kiklin tutup itmiş hüner-kâr
Derûm gibi taşın dahi zer-kâr
Münebbet hatları mihr-i zer-endûd
Derûni lâciverdinden gögün dûd
Felek nakşinde meh renginde hayrân
Ukûl-i halk nirenginde hayrân
SEVÂ D-I ŞEHR-İ HURREM-NİHÂD
Anun altında şehr-i gird ber-gird
Melâyik itse lâyik zikrini vird
Sevâdı kurretü’l aynı cihânun
Münevver çehresi zeyni zamânun
Teselsül devr-i esvâkında zâhir
Kalur resminde hayrân akl-ı mâhir
Sipihr-âyin buyût-ı tâk-ber-tâk
Cemâl ü hüsn içinde mihr-veş tâk
Muhallâtı kamu pür zeyn ü ziynet
Haremler her taraf butsân-ı cennet
Husûsâ revza-ı Seyyîd Buhâri
Mukaddes Ka’be kılmış ol diyârı
Çerâğından yakar arş ehli kandîl
Yüzini hûr ider ferşine mendil
Siyâdet dâlidür tâk u revâkı
Sa’âdet nûn kabrinün hitâkı
Taşı âyine-i esrâr-ı hikmet
İçi gencine-i envâr-ı rahmet
Felek-vâr olmağa sahnı münakkaş
Nihâliler döşenmiş Kehkeşân-veş
Müyesser ola bir gün diyü dîdâr
Urup divâre yüz kalmış durur zâr
Sürüp cârû gibi rû taş işikde
Komuşlar perdeler hoş baş ışıkde
Alemler baş çeküp gerdûna yirden
Kıyâmet kopmadın gelmişler irden
Ki ol tubâ- hirâm ü sidre kâmet
Vilâyet menba’ı kân-ı kerâmet
Halîl-i Murtaza pûr-ıa peyember
Şef-i müznibîn ü dine rehber
Çeküp ser hâkden arz itse dîdâr
Olalar baş üstünde hevâdâr
65
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Aceb mi kân-ı envâr olsa bâki
Güher tolmış yatur sanduk-i pâki
Görüp cûşin safâdan can dimişler
Anuncün adın Akçağlan dimişler
Bugün elkıssa ol kabr-ı münevver
Ziyâret-gâh ı âlemdür mukarrer
Egerçi sûretâdur âb-ı sâfi
Velî hâsiyyetidür şehr-i sâfi
Mutâf-ı ıns ü cândur Ka’be-âyin
Mukaddes arsasıdur taybe-âyin
Safâda olduğ içün menba’ı nûr
Seher gün yüzini ol çeşmeden yur
VASF-I-AN CÂMİ-I HURREM Kİ DER AN
HAREM-I MUHTEREM ÇÜN KUDS-I MÜKERREM VÂKI ŞODEEST
Yanında mescid-i aksâ o câmi
Vilâyet ehline olmış mecâmi
Ki her âyine topı bir kamerdür
Kanâdili münevver hâlelerdür
Gören ol türbeyile bu hârimi
Överken Kâ’bedür dir bu hatîmi
Ruhâmı sahnınun âyîne manzar
Cilâsından tayınur bâd-ı sarsar
Menân bulsa kandiliyle zîver
Olur bir serv-i kad heykellü dilber
Çü serv-i ravzadur ol şem’-i nevvâr
Ne tan berk ursa andan her şeb envâr
Bu kadr ile n’ola ol serv-i bâlâ
Diraht-ı adnâ baş egmezse aslâ
MEDH-I ÂN HAVZ-I DİL-CÜ VE ÂB-I
REVÂN ÇÜN ZEMZEM Kİ DER ÂN HARÎM-Î
MÜKERREM EST
Harîminde akan şâzu’r revânı
Safâdur kalbe şâd eyler revânı
Hakikat Ka’bedür ol kabr-ı dil-cû
Ki zemzemdür harem içinde bir su
Lebinden ağ u şîrîn-ter şekerden
Tıraş eyler keder nakşın hacerden
66
AHVÂL-I MÜCAVİRÂN-I BÂ-VEFÂ DER
ÂN HAREM-I PÂK Ü PÜR-SAFÂ
Mücâvirler alup devrini bâri
İderler su gibi Kur’ân’ı câri
Meger gül şâhıdur rahliyle Mushaf
Ki bülbüller üşüp eyler müşerref
Kılur her biri kaddin kâf-ı kûfi
Bulur esrâr-ı Mushafdan vukûfi
Zihî mecma’ki pür-ehl-i vefâdur
Serâtâpâ semâ-ı pür safâdur
Harîm-i kuda gibi devri anun
Ziyâretgâhıdır halk-ı cihânun
DU-Â YI ŞEYH ABDU’L LATÎF el KUDSÎ ve
MEŞÂYİH-İ DİĞER Kİ DER KURB İ ÂN
HAREM-İ MUHTEREM Ü PÂK ve
DER CİVÂR-I ÂN HARİM-İ TÂBNÂK
MEDFÛNEST (Kuddiset esrâruhum ve zâdet
envâruhum)
Anunçün hazret-i Abdül Latife
Olubdur merkad ol arz-ı şerife
Ne tenhâ ol güherdür anda mahzûn
Firâvân genc-vâr ol yirde medlûn
Dükenmez add olunsa evliyâsı
Lisân-ı hâl olup söyler gıyâsı
Kim eyler anlarun vasfın Hudâyâ
Alâ sükkânihâ minke’ı tehâyâ
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
ZİKR-İ SÂYİR-İ MESÂCİD Ü ME’ÂBİD
Nice medh eyleyen mescidlerini
Ki cem’itsen cihân ağabeydlerini
Budur var ise cennet dir görenler
Ki çıkmağ istemez ana girenler
Deguller şükrini kâdir edâ’ya
Ururlar âciz olup yüz Hudâ’ya
DER TAHSİN-İ AN HULD-İ BERÎN Kİ BÂHUTÛT-I ÂB-DÂR U NUKÛŞ-I TÂBDÂR
NAKKÂŞ MÛSÂ (Aleyhi’rrahme)
TAHRÎR KERDEEST
Olup minberleri mi’râce pâye
Mahârîbi şikest irgürmiş aya
Serâtâpâ nukûşı nakş-ı Erjeng
Ki Mâni görse tahrîrin olur deng
Müzeyyen her biri bir beyti ma’mur
Felek-veş şem’ü kandiliyle pür-nûr
Beyâz-ı mîmi çarha gurra-i nûr
Sevâd-ı cîmi dehre tura-ı hûr
TAHSÎS-I CÂMİ-KEBÎR-İ Bİ-N AZÎR
Husûsâ nâf-ı şehr ol Ulu Câmi
Matâf-ı âlemün devletlü câmi
Biruni sahn-ı cennet gibi Gülşen
Derûnı rûy-ı havrâ gibi Rûşen
Atar her câmı pertev âsümâne
Nazîrin görmemiş çeşm-i zamâne
Olurken bu bihiştî kasr-ı manzûr
Meger kim anda kalmış a’yûn-ı hûr
Kemerler anda kim baş baş çatılmış
Kemândur her biri ûri atılmış
Asılmış bî-aded kandîl-i pür-nûr
Şu â’ından kamaşur dîde-i hûr
Görenler sahnını pür-şem’i rûşen
Felekdür deyr nücûmiyle müzeyyen
Kıbâbı pes okur tâk-ı semâya
Salar kürsileri arş üzre sâye
Sipihre râlan ebrû-yı dikleş
Cinâne nûnları tâk-ı felek-veş
Şafak gulgûnesinden surh-çehre
Zer-i âbından alur hurşîd behre
Beyâzından seher dem hande-rûdur
Gögün nili gamından bağrı sudur
Sevâd-ı hûr-ı ayne kurretü’l-ayn
Cinân bustânlarına sebzesi zeyn
TEVSİ-İ DÂYİRE-I MİDHAT DER BEYÂN-I
ÂN HAVZ-I CENNET
İçinde havz-ı kevserden münevver
Dönüp devrin muhît olmış meh ü hûr
Safâsı tal’at-ı cânâna benzer
Münevver kalbe rûşen câna benzer
Kılur Hızr’un dilini feyzi sîrâb
Sanasın çeşme-i cândur urur tâb
Felekler seyr idüp mihrâbı kaşın
Ururlarsa ne tan pâyine başın
Tolu şevk u safâdan sînesi mihr
Arûs-ı-ı hüsninün ayinecis mihr
Tokuz gök pây-gâh-ı minberidür
Sekiz bâğ-ı cinân hâk-i deridür
Safâsından gelüp mihr-i cihân-tâb
İder gökden ana kendüyi pertâb
Âlemler per açup ol minber üzre
Salarlar sâye mihr-i haver üzre
Cihân hâline olsun diyü vassâf
Nazar kıl bugün ol âyine-i sâf
67
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Ruhi âyine usturlâb-ı girdâr
Çeküpdür ankebutî perde iy yâr
Melekler tâc unnur minberinden
Felekler rahne dil küngürlerinden
DER HOŞ-ELHÂNÎ MUKARRİBÂN-I
ÇÜN KUMRİYÂN
Fezâsı sahn-ı arş-âyin kuşâde
Ruhâmı âsümandan sâf u sâde
Hoş Elhânlar okur mahfilde Kur’ân
Belî bülbül serâ olur gülistân
Ne diyem fazlı bî-haddur bu şehrün
Vucûdı mefharidür cümle dehrün
Dem-i cân-bahş idüp diller alurlar
Melekler işidüp hayrân kalurlar
Olup nakl anda envâ-ı rivâyet
Kelâm-ı Hak tamâm olur ri’âyet
Sebak alur kamu câmi’ler andan
Bulur zevk u safâ sâmi’ler andan
Sanasın serv-i dil cûdur menân
Ki olmuş çeşmeler pâyinde câri
DER NİDÂ-YI HOŞ EDÂ-YI MÜEZZİNÂNINAĞME-ZENÂN
Müezzinler nenân üzre dem-sâz
Koparur neğmeler idüp ser-âgâz
Olur şeytanlar ezânında gümrâh
Kılur gâfilleri temcidi âlâh
Menârrıdur meger ûd-ı kımârı
Ki ol bülbüller eyler anda zârı
Degüldür çün nihâl-ı sâye-güster
Urup pâyine rû ol su ne ister
O mâdan bulmağın neşv ü nemâyı
Kadi yirden göge dikmiş asâyı
Melekler âşiyân itmiş serini
Gelüp gûş it felek bülbüllerini
DER SALÂ-YI AHVÂL-i MUSALLÂ-YI
MU’ALLÂ
Musallâsını kim eyler anun yâd
Ki iyd eyyâmı olur mahşer-âbâd
68
NEZÂYİR-İ AL-İ OSMÂN
(Aleyhimü’r Rahmeti ve’r Rızvân)
Olup merkad selâtin-i Kadîme
Aceb irmiş durur kadr-i azîme
Olar sanma mücerred şâhlardur
Vilâyet sâhibi âgâhlardur
Kamunun gün gibi tîği çerâğı
Cihân müşriklerinin bağrı yağı
Aduvv safında bunlardır ser endâz
Âlem vâr olsalar tan mı ser-efraz
Bular iki cihânun begleridür
Felekler hutbesinün minberidür
Gazâ kûsın çü pür-efgân iderler
Cihânun aklını hayrân iderler
Alâyıkdan kesüp her birisi bend
Bugün külli idüpdür Hakk’a peyvend
Tevârih-i cihân kim pür-kasasdur
Bu serverler beyânından hısısdur
Selâtin-i cihân oldukça destân
Gerek ser-defter olmak âl-i Osmân
İner meşhedlerine her dem envâr
Anunçündür ziyaretgâh-ı ebrâr
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
HAZRET-İ EBÜ’S- SELÂTİN SULTÂN
OSMÂN-I FÂTİHÜ’D-DİN
(Tâbe serâhu ve caele(l-cennete mesvâhu)
Mukaddem fâtih-i dîn şâh Osmân
Ki tîği idi küffâr üzre burhân
İdüp lutfına Hakkun i’timâdı
Acep cehd ile kılmışdur cihâdı
Vücûdı saltanat ser çeşmesidür
K’ânun nehr-i gazâ bir eşmesidür
Olup dün gün cihâd emrine meşgûl
Hakîkat fâtihidür Bursa’nun ol
Bu deyr-i zulmet-âbâdı idüp nûr
Manastır merkadından oldı ma’mûr
HAZRET-İ ORHAN bin OSMÂN
(ALEYHİ’R-RAHMETÜ VE’L Gufrân)
Pes andan sonra Orhân bin Osmân
Meh-i hurşâd-tal’at zıll-ı Yezdân
Güneş gibi geküp âlemde şemşîr
Cihân rûbehlerin sindürdi ol şîr
Cihân halkını hulkı bende kıldı
Adâlet çarhını tâbende kıldı
HAZRET-İ SULTÂN MURÂD bin
ORHÂN
eş
ŞEHİR
BE
HÜDÂVENDİGÂR
(Rahmetu’l-lahi’l-Melik’l – Gaffâr)
GÂZİ
Şahâdet şâhı hod Gâzi Hudâvend
Ki şâh-ı neslin itsün Hkk berümend
Şehâdet birle meşhûd-ı cihândur
Bugün kabri mataf-ı ins ü cândur
Mutabbak câmi’idür çarha hemtâ
Makâm-ı ilm ü Kur’ândur serâpâ
İki tekbîrde ol şâh-ı âdil
Görürdi Ka’be’yi dirler mukâbil
Çü ser-pîç itdi emrine toğanı
Du’â kıldı koruyup kaldı anı
Dilersen bu kelâmun boş beyânın
Alur istersen ol emrün nişânın
Varup seyreyle Hürrem câmi’ini
Sipihr-âsâ mükerrem câmi’ini
Sevâd-ı dîlde gibi ins ü câna
Kemer gâhında rûşen ol nişâne
Salâh-ı mülk olup fikri şeb u rûz
Çerâğ-ı dîni kıldı âlem efrûz
HAZRET-İ ILDIRIM BÂYEZÎD bin
SULTÂN MURÂD bin ORHÂN
(Revveha’l-lahu ruhehü bi-nesayimi’l-fazli ve’lihsân)
Çü dün gün açmış idi bezi içün el
Ol urdı hayr bünyâdını evvel
Tolandı çünki hurşîd-i tâbân
Olup kâyim-mekânlı Ildırım Hân
Kılup âli imâret yapdı câmi
Dahi erbâb-ı ilm içün mecâmi
Urundı gün gibi tâc u kemer ol
Münevver kıldı dehri serbeser ol
İkindi Bursa’yı çün taht-gâh ol
Atası merkadin kıldı penâh ol
Dili berk idi kılsa azm ü remzi
Güneş sağır olurdı kursa bezmi
Didi Zabuğa fermânına Boğdan
Leh u Çeh oldı cândan bende fermân
69
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Harâc u baca kesdti şâh-ı Rusı
Mutî itdi Freng ü Engürüs’ı
İdüp işbu harâbı işret-âbâd
Kılur yoğ idi neyden gayri feryâd
Kılup gün başına bir feth-i Enver
Ol itdi mülk-i İslâmı münevver
Şu yüzden Hürrem idi devr-i gerdûn
Ki ancak sâgar idi bağrı pür-hûn
Bulup gün gibi tiğinden zuhuri
Vilayet andan itdi kesb-i nün
Olup sâgar-veş âhir telh-kâm ol
Cem-âyin cândan itdi terk-i câm ol
Cihân içinde âsârına hadd yok
Salâbet içre etvârına add yok
Burusa olmağın şâhâne melcâ
İdindi türbe-i ceddinde ine’vâ
Birisi ol rıbât-ı hayrun elhak
Ki virmişdür cihân mülkine revnâk
SALTANAT-I MÎR MÛSÂ
(Tayyeba’l-lâhu meşhedehü bi ne-sîmi’l-kudsî)
Ulu Câmi durur kim geçdi zikri
Bağışlar vecd ü hâlet kalbe fikri
Pes oldı Mîr Mûsâ mülke sultân
Yed-i beyzâsın itdi tîğ-i bürrân
Birisi şol imâretdür felek tâk
Felek tâkı gibi meşhûr-ı âfâk
Cihân kahrı deminden câna geldi
Hazârân ehl-i küfr îmâna geldi
Çün ol âli binâdur câmi’ü’l hayr
Olur pür nûr idenler gün gibi seyr
Memâlik birle arz idüp salabes
Siyâset birle saldı dehre heybet
Biri dahi rıbât-ı ders-i dîndür
Ki erbâb-ı kamu ehl-ı yakîndür
İrüp nâgeh ecel sâhib-kırânı
Aceb kıldı şikâr ol kahramânı
Biri mezrâ içün dârü’ş-şifâdur
Garîb ü bî-kes içün mültecâdur
İdüp Bursa’da ol dahi karârın
Kabûl itdi karındaşı civârın
Eger olmasa havf-ı levm-i itnâb
Yazardum her biri vasfında yüz bâb
SALTANAT-I SULTÂN MEHMED bin ILDIRIM HÂN (Eyyeda’ilâhu rûbehû bi’r-Rızvân)
Muhassal ol şehinşâh-ı felek-taht
Cuvân-tâb u cuvân devlet cuvân-baht
Pes andan sonra sultân oldı vâlî
Vucûdı mülke virdi kadr-i âlî
Olup sultân-ı bahr u hüsrev-i berr
Kod toprağa âhir Bursa’da ser
Şeref buldı ruhundan tâk u eyvân
Kul oldı kapusunda mihr ü keyvân
SALTANAT-I MİR SÜLÜMÂN bin ILDIRIM
HÂN (Rahmetu’l-ilahi melikü’l-Mennân)
Geçüp yirine oğlı Mîr Sülüman
Cihânı yekser itdi bende fermân
70
İdüp ol dahi çok feth-i memâlik
Serâpâ mülke tenhâ oldı mâlik
Bu üç kardeş olup nevbetle sultân
Müşerref oldı taht-ı Ildırım Hân
Çoğ itdi gerçi devrân ihtişâmı
Velî sultânla buldı i’tisâmı
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Virüp ser cümle iklîme karârı
Kemâlin buldı şehlik i’tibârı
Mükerrem türbelerdür pâk tıynet
Behişti ravzalardur hûr-ziynet
Nice yıllar kılup dün gün imâret
Felek-sân yapdı bir âli imâret
İdenler zâyir olup anı seyrân
Kalur ziynetlerinde deng ü hayrân
Ki va’zından hacildür tâk-ı hadrâ
Güneş gibi cemâli âlem-ârâ
İder her kubbe arz-ı zeyn-i gerdün
Kamer eyvân güneş çetr-i hümâyun
Meserret bahşdur seyrânı anun
Hired mi’mârıdur hayrânı anun
Sarıklardur seher gibi münevver
Ki her tuğu şu’â-ı mihr-i Enver
Husûsâ türbe-i gerdûn nitâkı
Zümürrüddür kamu tâk u revâkı
Nazîrin görmemişdür çşm-i devrân
Kurulmuş sebz çâdırdur felek-sân
Serâpâ câmeler zer-beft ü dibâ
Felek veş birbirinden hûb u zibâ
Ne halılar döşenmiş Kehkeşân-vâr
Görenler perde-i bâbın olur zâr
Taşından renk uğurlar çarh-ı ahdar
Tayınur sırçasından pây-ı sarsar
MEV’İZE
Girü erbâb-ı ilm içün mukannen
Felek-sân hücrelerdür pâk u rûşen
Cihân-ı bi-vefadan akl u câna
Yiter bürhân-ı ibret bu nişâna
Eridüp anda her cân bağrı yağın
Yakarlar encüm âyin dün çerâğın
Beli bir dem açılsa ayn-ı ibret
Cihân ahvâlidür ser cümle hayret
Kılurlar rûz u şeb kesb-i fezâyıl
Ulûmi dine iderler vesâil
Kim almışdur murâdın bu cihândan
Ki son dem el yumadı cism ü cândan
VASF-I HAREM-İ MUHTEREM
MURÂD HÂN bin SULTÂN ve MERÂKİD-İ
FELEK-İ MEÂKİD-İ ŞÂHZÂDEGÂN
(Aleyhimü’r rahmetü ve’l-gufrân ilâ inkirâzi’z
zamân)
Pür itsen la’l u gevherden hazîne
Degül insâf idicek âb-gûne
Harîm-i pâki hod Sultân Murâd’un
O çarh-ı himmet ü âli-nihâdun
O bilür neydügini asl-ı nâyün
Ki yâridür hevâ-yı cân-fezâyun
Kusûr-ı adnâ benzer tâk-ber-tâk
Felekler birle çuftiken girü tâk
Ana kim vire şevk el güne güne
Semâ’un zevkin anlar döne döne
Cemî-i hayr câmi’dür binâsı
Hârim –i kudsa bemtâdur fitâsı
Ne cân kim sâz-ı gam âhengin eyler
Vücûdun derd ü mihnet çengin eyler
Serâser âl-i Osmân merkâdidür
Şehâdet kanlarınun meşhedidür
Makâmın seyr iden edvâr-ı cânun
Ne yüzdendür bilür sâzın cihânun
Serâser hâl-i âlem pür-iberdür
Alur ibret şu kim ehl-i nazardur
71
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Kanı İskender ü kanı Süleymân
Yidi iklime olmışlardı sultân
Semen-sîmâ gümüş sînileriyle
Zümürrüd hasiyet çinileriyle
Kanı Cemşîd ü Dehkâk u Ferîdun
Degüldi bunların âhir feri dün
Virüp cân çaşnısın her bir ta’âma
Ziyâfetler iderler hâs u âma
Cihânun mevt iken sâhib-kırânı
Gerekmez dehre lâf kahramânı
Kamunun câmi’i ervâha mecma
Nüfûsa menfes ü ezkâra mesmâ
İrildi noktadan çün pây-ı gergâr
Muhalif gösteür seyrinde edvâr
AHVÂL-I TERTİB-İ BÂZÂR VE
ÇÂRŞU-YI ANÂSIR GİRDÂR
Kılur gerdûn çü çeşmün sürmesin hâk
Bir el öndinden it cân didesin pâk
Bugün mahşer sıfat bâzâr gâhı
Virüp hayret yanıldur akla râhı
Uzatma Lâmi’i sûz u gudâzı
Cihânun bellidür nâz u niyâzı
Mükellel kubbelerdür çarha hem ser
Münevver çârşûlar müşteri-fer
Murâdun hizmet-i şâh-ı cihândur
Du’â-yı devlet-ı sahib-kırândur
Olur seyyâreler seyrinde gümrâh
Tamâm itmez tolansa devrini mah
İdüp efsâne-i şehri bahâne
Şurû’it yine bu dikleş-i beyâna
Aceb mi disem anı çarha ben-ser
Ki meh bir sim-keş mihr anda zer-ger
Şu denlü eylemişimdür âl-i Osmân
Bu şehr içinde hoş âsâr-ı ihsân
Metâ’ı Hind ü Sind ü Çin ü Macin Tolu
Tolu dükkânları asyâb-ı tezyîn
Eger cem eyler isen bin dabiri
Ne mümkündür yazılmak binde biri
Kamunun gün gibi âsârı rûşen
Cihân içinde hayran muayyen
Virüp ziynet peri peyker güzeller
Ne dükkân her biri bir kânı-ı gevher
DER ZİYÂFET-DÂRİ-Yİ AMÂYİR-I
MA’MURE VE NEFÂYİS-İ Nİ’AM-I
MEVFÜRE
İdüp her biri envâ-ı ticâret
Kılurlar cân’u dil nakdini gâret
Her adım yirde bir âli-imâret
Ki evsâfında kâsırdur ibâret
HAYÂL-BÂZI-Yİ BEZZÂİSTÂN-I
FELEK-SÂN
Medârisdür ziyâfet-hânelerdür
Taşı kâşı felek-kâşânelerdür
Çü cân bâzândur bezzâzistânı
Virürler mâl alurlar câna cânı
Tolu matbahları enva’ı ni’met
Yeter itsen bütün âfâka kısmet
Pêri rûhlar girüp dâyim mezâda
Salarlar Yusuf’ûn narhın kesâda
Döner dûd-ı buhârından felekler
Gıdâ alur kohusundan melekler
72
Hoş idüp çeşm ü ebrûlarla bâzâr
Kılurlar müşteriler aklım zâr
Kılur meh-rû güzeller gün gibi devr
İderler müşteriler cânına cevr
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Kumunun kaşı yâ vü kirpigi ok
Yarag-ı hüsn içinde eksügi yok
Zeminden kaynayıp çıkdıca âbı
Salar hurşîd u çarh üstüne tâbi
Lebinden her birinün şehd ü sükker
Olup hem kâse ta’m-ı cân uğurlar
Dem-i germiyle avlar her garîbi
Komaz yanında marzının tabibi
Utandurmış şeb-i yeldâyı mûyı
Hâcil kılmış meh u şe’râyı rûyı
Zer-i hâlis kılur bî-sim halkı
Gönülden yur gubârı şevk u zevki
Çıkar her perdeden yüz lu’ber-i pâk
Ki hayrân ana sûret-bâz-ı eflâk
MEDH-İ HAVZ-I KAPLUCA
Meger âşıklarun âhı duhânı
Hayâli bir fener itmişdür anı
VASF-I BÂĞ U BÛSTÂN VE ETRÂF-I
SEBZİSTÂN
Göçüp bâzârın itsek azm-i sahrâ
Serâpâ bâğ u bûstândur dil-ârâ
Müzeyyen ravzalardur cümle etrâf
Sekiz cennetden urur her biri lâf
Müselsel eşmeler cûllâba benzer
Tabi’atda şarâb-ı nâba benzer
Ekilmiş yoncalıklar her kenârı
Ki hayrândur felekler sebze-zârı
Sufuf-âsâ katar eşcâr-ı esmâr
Ki hencârında mikyâs-ı hired-zâr
Güher senc u cevâhir-pâş cümle
Kerem ehli gibi ayyâş cümle
Muhassal her tarafdur cennet-âbâd
Bihişt-i heşti kılmaz seyr iden yâd
Bakanlar ana ayn-ı ibret ile
Aceb mi kalsa rey-i hayret ile
HÜDÂYİ HAMMÂMLAR
Hüdâyi şehrönü germâbelerdür
Suyı serma gamından bi-haerdür
Husûsâ çarh-veş şol havz-ı dil-keş
Ki urmışdur güneş cânına ateş
Perîler kânıdur kapluca nâmı
Hümâlar saydının ferhunde râmı
Girup içine her mâh-ı cihân-tâb
İderler kendüzin gün gibi pertâb
İnüp her biri kim suda bulunur
Güneşdür bahırdan toğar tolınur
Gümüş dolablardur âb içinde
Feleklerdür döner simâb içinde
Atıldukça suya her gevher-i nâb
Seper yüreklerine âşıkun âb
Hoş açup koynını ol âb-ı pür-şevk
Basup bağrına her birin ider zevk
Teb-i gamdan san olmış cânı mahrûr
İçürür sîm-tenler kurs-ı kâfur
Olanlar sâde pehlûdan safâ-dâr
Kenâr-ı havzı devr eyler felek-vâr
Meger çepçevre bâzâr-ı cinândur
K’anun bey’ü şirâsı nakd-ı cândur
Sütunlar yalun hayrân tururlar
Semen-ruhlar suya ateş ururlar
Döker ol havz didem gibi Ceyhun
Kabaklarla yüzer her la’li mey-gûn
73
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Dilersen vasfı hânından asîde
Dışûn bâki sıfatun şol kasîde
Sipâh sebzesi tutdukça sahrâ
Meğâk u kühâ kaçar şâh-ı sermâ
Ki oldı defter-i sânide mestûr
Olur itnaba müncer zikr-i mezkûr
Sürüp ardın çıkarur memleketden
Ne tenhâ memlekketden şeş cihetden
EVSÂF-I SAHARIY BURSA ve ENHÂR-I
FURÂT-ASÂ
Diküp kâf üzre gül gibi âlemler
Çağırdur memleketde ıyş u demler
Beyândan arz-ı sahrâsı füzûndur
Kıyâmet arsasından çoğ uzundur
Gelür şevkiyle bülbüller terâne
İderler anda sohbet âşıkâne
İnüp her yaneden bir nehr-i dil-cû
Öperler hâk-i pâyini sürüp rû
Sefâdan cüş idüp mey gibi lâle
Sunar mnergislere la’lin piyâle
Meger pür hatt-ı reyhândur o yazu
Gelüp sîm-âbdan cedvel çeker su
Ütüp nergisleri mâh ile mihri
Gözi kirgine salmaz sipihri
Birisi nehr-i Lülüferdür anun
Çekilmiş resmidür devr-i zamânun
Nücûm-ı çarha benzer anda gonca
Ki konmuş la’ldur pîrûze dürce
Kenâr-ı cûya virmiş cedvel-âyin
Katar-ı lâlesi surhiyle tezyîn
Düzüp hengâmeler murgân-ı pür hây
Sular izler terân bülbül çalar nây
Dil-i divâne gibi mest ü medhüş
Demâdem ayn-ı âşık gibi pür-cûş
Semenler berk-i terlerden tutar def
Çalar şûrîde olup cûylar kef
Görüp ol tal’atun şevk u safâsın
Gamından çarh nil itmiş kabasın
Görür olmış iki kol serv ü ar’ar
Sıra kalgır çemen sahnında sarsar
Yüzin dönmiş küsüp arz-ı basîte
Küsülmiş pâ-dırâz itmiş muhîte
Sular gizlenbeç oynar bâğ içinde
Çiçeklerle yeşil yaprağ içinde
O nehrün biridür ser-mest ü Şeydâ
Sürür zincirin idüp azm-i beydâ
Sabâ kapup külah-ı yasemini
Kılur saç yolması dürr-i semini
Gögermiş tal’atı pür-kef dehânı
Dili âşufte vü sergeşte cânı
Oyuncı başıdur bad-ı sebük-kar
Kovalar birbirin etfal-ı ezhar
Yidi deryâ degül aynında katre
Ziyâsı ta’na eyler mâh u mihre
Sabâ kapup külâh-ı yâsemini
Kılur saç yolması dürr-i semîni
SIFAT-I BAHÂR-I BURSA
Oyuncı başıdur bâd-ı sebük-kâr
Kavalar bir birin etfâl –ı ezhâr
Nice medh eyleyem bu şehri iy cân
Ki vasfı aklı eyler deng ü hayrân
Bahâr olsa gülistân-ı cinândur
Nücûmiyle pür olmış âsûmandur
74
Sabâ önünce mânend-i kebuter
Havâyî taklalar urur gül-i ter
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Tutuşdukça şukûfeyle çemen el
İrüp her birine bâğda çalar yel
Tolu şerbetle her bir hindüvâne
Cigerler tâzeler dil-hasta câne
Başında nergis oynatdukça kâse
Tutar süsenlerün içini tasa
Girü her harpuza bir bedr-i garrâ
Kesersen yüz hilâl olur hüveydâ
Şuhubdan od kapar ebr-i Güher-rîz
Gül-efşânlık kılur bâd-ı seher-hîz
Duh-ı dilber gibi elması rengin
Dil-i âşık gibi ayvası miskin
Dönüp oynar sular çenberleriyle
Yeşil yaprağdan hançerleriyle
Enârından akîkün dürci dil-teng
Alur yakut unnâbın görüp reng
Dikilür nîzelerde gonca ber-ser
Ayağından asılur berk-i terler
Satar incerler helvâ-yı bi-düd
Ne helvâ her biri bir şehd-i ma’kûd
Riyâh ile reyahin dortut oynar
Çenâr el karsar eyler raks ar’ar
Şekerden ta’m-ı şeftalüsi şîrîn
Virür dil teşneler cânına teskîn
Hoş ider sahn-ı şûhı tonadup bâd
Çemende curcuna oyunda üstâd
İnebler sanki unkûd-ı Süreyyâ
Ya burc-ı hûşedür pür necm-i garrâ
Turur dem-beste kalup erguvanlar
Yarışur bâd ile âb-ı revânlar
Olup her dânesi bir şehd-i sâfi
Sunar erbâb-ı zevke câm-ı sâfi
Felek-veş tas-bâz olmağın eşcâr
Kılurlar zîr-i dâmen setr-i envâr
Nisâr olur reyâhın deste deste
Ki eyler ıtn bûy-ı müşki hasta
İdenler urs-ı şâhinşahı tasvîr
Bugün bir nüktedür dirler bu takrîr
Çemenler çârsusı devr idüp mâ
Kolunda halka halka sîm-i sırma
Çün ol ursun feleklerdür nihâdi
Ne hâcetdür denizden katre bâdı
SIFAT-I HAZÂN-I BURSA
SIFAT-I TÂBİSTAN-I BURSA
Hazanınun degül memkin beyânı
Zer-ender-zer kılur kevn ü mekânı
Girü oldukda sayf eyyâm iy yâr
Tonanur per’-i tûti zağ-ı eşcâr
Geçer Yusuflayın mîzâne çün mehr
Zeminûn kafesin pur-zer kılur dehr
Pür idüp hüşelerle âsitini
Fevakıh hırmeni eyler zemini
Zurûf-ı şehdün adın kor fevâkih
Ki eyler aklı deng ü cânı vâlih
Görüp mercan kirazın dane dâne
İçer kanın dilinün kana kana
Çemenlerde havâ zer-gerlik eyler
Sular evrâka sîmîn-terlik eyler
Dökülür yire evrâk-ı zer-endûd
Pür olur mahi-yi zerrinle her rûd
Olup her bir ağaç bir murg-ı asfer
Saçar âfâka silkindükçe perler
Her emrudı durur bir şîşe-i kand
Suyı cüllâb ü ta’mı şehd-mânend
75
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Zer âbiyle yazar her berk-i rez-rû
Lûceyn-i sîmden halhal ider cû
Tutarlar elde fagfurî kafuri kadehler
Nice fağfurî kâfurî kadehler
Benâtına nebâtun bâd-ı sarsar
Biçer nerânc-ı dibâdan kabalar
Ururlar oda ud u uda odı
Kızardup çehreler dirler surûdı
Kılur hınnalayüp dest’i çenârı
Çernenler sahnınun serkeş nigârı
Mey ile pür kılup câm-ı zücâcı
Virürler nâr u mâye imtizâcı
Dıraht-ı sebz olup gök gibi pür-necm
Şehâb atup zemin divin kılur recm
Bürûdet virdigünce ya’ni kâfûr
Olurlar bu iki ateşle mahrûr
Bu vasfun kankı birin eyleyem yâd
Zihi reng ü zzihi naks-âferin bâd
Nice âteş akik-i nâba benzer
Ruhı bâğı gül-i sîrâba benzer
VASF-I ŞİTÂ-YI BURSA
Süheyl olur furûğından girifte
Çerâğ-ı mihri eyler nûrı hufte
Şıtâ irüp zükâl-ı şâmı gerdûn
Yakup nâr-ı şafakan itse gülgûn
Esîr idüp cihân Zâl’ını Behmen
Serâtâpâ kılur kaydını âhen
Hazerden gark olup pûlâde gabra
Geyer cevşen balıklar gibi deryâ
Gümiş pervâneler tutup sipihri
Söyündürmek dilerler şem-i mihri
Ağaçlar ta’n idüp evvel bahâra
Döner sahn-ı çemenler penbe zâra
Sehâbı lakve idüp bâd-ı sermâ
Lu’âbı ağzının turmaz akar hâ
Gögerüp çarh tutar mihri lerze
Tonup kalur sovukdan şîr-i şerze
Zemini örs idüp enhârı pûlâd
Sovuk âhen Döger haddâd-veş bâd
Görüp bu şiddeti erbâb-ı işret
Zarûri kılmağiçün def-i hayret
İderler minkâl –ı zerrini pür-nâr
Kılurlar bâdelerden çehre gülnâr
76
Behişt-i şevk u zevkun selsebili
Yanar ateş velî bâğ-ı Halîli
Sürûn kalbün-ü reyhânı rûhun
Serâ-yı dilde mitâhı fütûhun
Çeküp zühhâdı cândan erba’ini
Sürerler âteş-i zikrün demini
Kılurlar i’tikâfı hânelerde
Kalurlar kûşe-i kâşânelerde
İderler cân u dil beytin pür envâr
Olurlar ışk odından şem-i nevvâr
Yakup Tennûr-ı ten içinde nirân
Halîl rûha iderler gülistân
Bu ateşlerle hoş dem olmayan dil
Ko yansun od-veş iy merd-i kâmil
İdersen dilde cândan i’tikâfr
Sovukdan zikr odıdur sana kâfi
Olur asha-ı sîm ü zer vaşak-pûş
Peleng-âsâ iderler germ olup cûş
Geyüp her birisi sincâb u semmur
Kızardup çehreler mânend-i tennur
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
İderler şiddet-i sermâya hande
Ururlar hey şitâ-yı pür gezende
Zamân-ı fursat az u derd ü gam çok
Huzûr esbâbının binde biri yok
Kılurlar nifelerden tenlerin germ
İderler şevk-i cândan dillerin nerm
Ne diyem kim ola makbûl-ı hazret
Gönülden azm-i uzletdür zarûret
Olurlar perde-bâz-ı çarha dem sâz
Kalur bu hâle hayrân mihr-i er-bâz
Hemîn hizmet senâ-yı hüsrevîdür
Dil ü cândan du’â-yı hüsrevîdür
Benüm gibi velî erbâb-ı fâka
Düşüp fakr odı ile ihtirâka
Yiter aç Lâmi-î efsâne bâbın
Getür ortaya söz faslu’l-hitâbın
Boyanur dûd-ı âhiyle siyâha
Olur muhtâc sûz-ı nâr-ı âha
Tenün lerzandur elden hâmeyi ko
Dürüldi defter-i dil nâmeyi ko
Kılur hâkisteri bâlin ü pister
Felek girdâr sanup mihr-i güster
Yiter şeyr eyle sûret kişverini
Felekden yana aç cân şeh-perini
Olur derdiyle lerzân u nevâ-sene
Gam u mihnetle nalân u belâ-senc
Yüri dün gün gönül mülkini seyr it
Olup hakkıyle her dem nefyi gayr it
Gehi kaddin kılur def gibi çenber
Gehî ney gibi eyler âh u vâlar
Kılup hâsıl fenâ câmiyle demler
Bekâ mülkine has cândan kademler
Gözi dörd olur âteş hasretinden
Olur külhân esîri hayretinden
Oku bu şeş-cihâta çâr-tekbir
Tokuz eflâke pervâz eyle bir bir
MA’ZERET-İ ŞÂİRİ
Yiter tur “kün fekân” maksûresinde
Semâ’ur lâ-mekân ma’mûresinde
Dirigâ olmasaydı levm-i itnâb
Yazardum her biri vasfında yüz bâb
Husûsâ şi’rden uzlet-pezîrem
Kuyûd-ı derd ü gamdan nâ-gürizem
Dilersen ba’z-ı hâlün iy nîk ü nâm
Cenâb-ı âsef-ı devrâna i’lâm
Ko tasdi’î murâdun arza kıl var
Ki hâk-i pâyidür âfâka simsâr
Peşîmânem perîşân güftelerden
Benem söz meclisinde huftelerden
Sehundan olmayan süsen veş âzâd
Olur gül gibi son dem ömri berbâd
Biri dahi bu kim devrân elinden
Belâ vü derd-i bî dermân elinden
Kavî süst ü beden ser-cümle hasta
Gönül âşüfte vü hâtır şikeste
77
78
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Recep Altepe
Tarihiyle Yaşayan Bir Şehir
BURSA
Geleceği sağlam temeller üzerine inşa etmenin yolu tarihi doğru okumaktan geçer. Geçmişine yabancı kalan, görmezden gelen, gerekli dersleri çıkarmayan milletlerin ilerleme kaydetmekte sorunlar yaşaması kaçınılmazdır.
Şehirlerin tarihi değerlerinin dokusu bozulmadan gelecek nesillere aktarılması önemli bir konudur. Sadece tarihi dokunun değil, tarihi dokunun
modern mimariyle bir bütünlük oluşturarak gelecek nesillere aktarılması
daha da önemlidir.
Yaşadığımız coğrafyanın tarihi süreç içinde yoğrularak anlam kazanan
tüm güzellikleri, tarihi mirasın ilham veren dokusu ve daha birçok farklı
özellik, bütün özgünlüğü ile Bursa’da hissedilmektedir.
79
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Fabrika-i Hümayun
Bursa’nın modern yapılaşmasında bu kaygıların
taşınmaması beraberinde tarihi dokusu olan değerlerimizin yavaş yavaş geri planda kalmasına sebep olmuştur. Ancak şu ana kadar başlatılan 255
restorasyon çalışması ile şehrin tarihi mirası ayağa
kalkmaya başlamıştır. Bursa’nın belleklerdeki heybeti ve ihtişamı bu sayede yeniden canlanacaktır.
Şehrimiz bir açık hava müzesi olarak, hem tarihe
ışık tutacak hem de geçmişle geleceğin barışık bir
şekilde yaşayabileceğinin ispatı olacaktır.
Tarihi Mirası koruma ve geleceğe taşıma projelerimizden bazıları:
Türkiye’nin ilk moda tasarım yüksekokulu
Fabrika-i Hümayun açıldı
Osmanlı Devleti’nin 159 yıl önce ipek üretimi
için kurduğu Fabrika-i Hümayun, Modacı Faruk
Saraç’ın işbirliğiyle gerçek kimliğine kavuşturuldu.
80
‘Hazine-i Hassa-i Şâhâne’ tarafından finanse edilerek kurulan devlete ait ilk ipek fabrikası olan ve
ürettiği ipliklerle, başta Osmanlı Saray ve köşkleri
olmak üzere Avrupa sarayları süsleyen Fabrika-i
Hümayun’un, modaya yön veren eğitim kurumu
olarak hizmet vermeye başladı.
UNESCO Dünya Mirası Çalışmaları ile Bursa
dünya vitrinine çıkıyor
Tarihi ve kültürel mirası ayağa kaldırma yönünde
bugüne kadar yapılan çalışmaların, ‘UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girerek taçlandırması amacıyla
yürütülen çalışmalar hızma sürüyor. Büyükşehir
Belediyesi ile Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından
yürütülen çalışma kapsamında listeye alınması istenen Cumalıkızık ile Tarihi Hanlar Bölgesi’yle ilgili
yönetim planı oluşturuluyor. Bu kapsamında tarihi
çarşı ve hanlar bölgesinde yer alan tüm hanlar ve
çarşının eksiklikleri bir bir gideriliyor.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Hanlar Bölgesi
Tarihi Çarşı ve Han Restorasyonları
Bursa’da tarihi ve kültürel mirasın ortaya çıkarılmasında iki yıl içinde 255’e yakın proje üreten
Büyükşehir Belediyesi, son 25 yıldır kapsamlı bir
çalışmanın gerçekleştirilmediği tarihi çarşı ve hanlar bölgesinin ortaya çıkarılması amacıyla dünyaca ünlü mimar Massimiliano Fuksas’la birlikte
çalışma başlattı. Atatürk Caddesi ile Haşim İşcan
Caddesi arasında kalan tarihi bölgenin bir bütün
olarak ele alındığı çalışmada öncelikle koruma ve
kullanma dengesinin nasıl sağlanacağı belirlenecek. Bölgenin gece gündüz yaşaman bir merkez
olması hedefleniyor.
Tarihi han ve çarşılar
İpek Han Restorasyonu, Emir Han Restorasyonu,
Geyve Han önü Ertuğrulbey Meydanı Düzenlemesi, Galle Han, Restorasyonu, Şadırvanlı Han Resto-
rasyonu, Yoğurt Han Restorasyonu, Tahtakale Han
Restorasyonu, Kapan Han Restorasyonu, Gelincik,
Sipahi ve İvazpaşa Çarşıları Restorasyonu, Balibey
Han Konsept Çalışması, Bat Pazarı, Demirciler Çarşısı Sağlıklaştırma Projesi
Tarihi hamamlar
İbrahimpaşa Hamamı, Hamamlıkızık Hamamı
Restorasyonu, Emirsultan Hamamı Restorasyonu,
Yıldırım Bayazıt Hamamı Restorasyonu, Tahirağa
Hamamı Restorasyonu, Mudanya Hasanpaşa Hamamı Restorasyonu, Gemlik Balıkpazarı Hamamı
Restorasyonu, Mudanya Kumyaka Hamamı Restorasyonu, Ördekli Hamamı Çevre Düzenlemesi
ve SMÖ Restorasyonu, Cık Cık HamamıA Restorasyonu, Bat Pazarı, Demirciler Çarşısı Sağlıklaştırma
Projesi
81
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Şehbenderler Konağı
Tarihi saray ve kiliseler
Bey Sarayı, Bitinya Sarayı, Muradiye Kilisesi, Demirkapı Kilisesi, Setbaşı Kilisesi, Kurşunlu Manastırı,
Kumyaka Kilisesi
Şehbenderler Konağı kütüphane olarak hizmete açıldı
İbrahimpaşa Mahallesi’nde Anadolu Kız Lisesi ile
Erkek Lisesi arasında kalan, restorasyon çalışmalarının tamamlanmasıyla Bursa’nın sosyal ve kültürel yaşamında yerini alan Şehbenderler Konağı,
kütüphane olarak Bursalıların hizmetine sunuldu.
Bursa Kalesi ve Surları ayağa kalkıyor
Büyükşehir Belediyesi, Bursa surlarının gün yüzüne çıkarılması çalışmalarına hız verdi. Çalışmalar
kapsamında 14 burcu ve 5 adet kapısı bulunan
3 bin 400 metre uzunluğundaki surların tamamının kent siluetindeki yerini alması hedefleniyor. Bey Sarayı ve Kaplıca Kapı arasında bulunan
82
sur duvarları ve burçlar ile ilgili rölöve çalışmaları
tamamlanarak anıtlar bölge kuruluna sunuldu.
Projeleri daha önce hazırlanan Yokuş Caddesi’nde
kamulaştırmalar tamamlanırken, dış yer kapıyla ilgili öneri projeler de hazırlattırıldı. Yine daha önce
restitüsyon projeleri hazırlatılan Zindan Kapı ve
çevresindeki kamulaştırmalar da tamamlandı.
Akçalar, Türkiye’nin ilk Arkeopark’ı oluyor:
8500 yıllık medeniyetlerin izi gün yüzüne çıkıyor
Türkiye’nin ilk Arkeoloji Parkı, Büyükşehir
Belediyesi’nin öncülüğünde Bursa’da kuruluyor
Akçalar’da Aktopraklık Mevkii’nde 2004 yılından
bu yana İstanbul Üniversitesi tarafından Güney
Marmara Arkeoloji Projesi kapsamında yürütülen bilimsel kazıların yapıldığı bölge, açık hava
müzesine dönüşüyor. Yapılan kazılar tarih öncesinin izlerine ışık tutuyor. Proje ortaklığı ile bölge
Arkeopark olarak Bursa’ya kazandırılacak. Proje
çalışması sürdürülen kazı alanı içindeki özel mülkiyetlerle ilgili kamulaştırma ve tahsis işlemleri de
devam ediyor.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Bursa Kelesi ve Surlar
Akcalar Arkeopark
83
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Eskisehirhan
Eskişehir Han kat karşılığı restorasyonla model
oldu
Bursa’nın ekonomik yaşamında önemli bir yere sahip olan arabacı hanlarından olan Eskişehir Hanı,
restore edilerek kente yeniden kazandırılıyor.
Büyükşehir Belediyesi ile handaki mülk sahipleri
arasında imzalanan protokol çerçevesinde yapı
mülk sahipleriyle birlikte restore edilecek. Yıkım
çalışmalarının tamamlandığı tarihi yapı tamamlandığında, Bursa çok önemli bir değerine daha
kavuşmuş olacak.
Kütahya (Çukur) Han’da restorasyon sürüyor
Bursa Tarihi Çarşı Bölgesi’nde Okçular Çarşısı üzerinde yer alan ve bakımsızlık nedeniyle harabe
konumunda olan hanın ayağa kaldırılması için
başlatılan restorasyon çalışmaları son aşamaya
geldi. Tarihi hanı çevreleyen ve onaylı projede yer
almayan dükkanlar da çözümler üretilerek projeye
dahil edildi.
84
kütahyahan
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Dökümhane Hamamı
Dökümhane Hamamı’nda restorasyon
başlıyor
Uzun süre dökümhane olarak kullanılması nedeniyle Dökümhane Hamamı olarak anılan İncirli
Caddesi üzerinde bulunan harabe halindeki yapının bölgeye yakışır hale getirilmesi için çalışmalara başlandı. Günümüzde depo olarak kullanılan
hamam restorasyon çalışmaları kapsamında kamulaştırıldı. Çalışmalar tamamlandığında bölge,
sosyal ve kültürel etkinliklerin yapılabileceği tarihi
bir mekana kavuşacak.
İncirli Hamamı kamulaştırıldı, restorasyon
başlıyor
İncirli Caddesi üzerinde yer alan İncirli Hamamı
restore edilerek bölgenin sosyal ve kültürel ihtiyaçları çerçevesinde değerlendirilecek. Yapının
İncirli Hamamı
85
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Kayıhan Hamamı
kamulaştırılması için başlatılan çalışmalar tamamlandı. Tarihi yapının çevresindeki binalar da kamulaştırılırken, restorasyon amaçlı projenin çalışmaları tamamlanma aşamasına geldi.
Kayıhan Hamamı canlanıyor: Kira karşılığı elde
edilen han bu alanda Türkiye’ye model oldu
Vezir Koca Mehmet Nizamüddin Paşa tarafından
15. yüzyılın ikinci yarısında yaptırılan ve yaklaşık
bin 500 metrekare alana sahip olan yapının restorasyon çalışmaları hızla sürüyor. Mülk sahipleriyle
varılan anlaşma sonucu 10 yıllığına Büyükşehir’in
kullanımında olacak tarihi yapı, restorasyon çalışmalarının ardından bölgeye ayrı bir değer katacak.
Mahkeme Hamamı gençlik ve kültür merkezi
oluyor
Çifte hamam niteliğindeki ender yapılardan biri
olan Mahkeme Hamamı’nda restorasyon çalışmaları son aşamaya geldi. Hamam kültürünün yaşa-
86
Mahkeme Hamamı
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Nalıncılar Hamamı
tılması amacıyla tarihi yapının bir bölümü orijinal
kimliği ile hizmet vermeye devam edecek. Diğer
kısmına ise bölgedeki eğitim kurumlarının yoğunluğu ve bu kurumların kullanabileceği sosyal ve
kültürel amaçlı salon bulunmadığı dikkate alınarak “sosyal ve kültürel” işlev kazandırılacak.
Tarihi Nalıncılar Hamamı yeniden ayağa
kalkıyor
Sultan Murad Hüdavendigar döneminde yapılan ve Bursa’nın ilk büyük hamamı olan Okçular
Çarşısı üzerindeki Nalıncılar Hamamı’nın özgün
kimliğiyle Bursa’ya kazandırılması için çalışmalara
başlandı. Projeleri Anıtlar Kurulu’nca onaylanan ve
mimarisiyle dikkat çeken hamam restorasyonun
tamamlanmasının ardından bölgeye önemli bir
değer katacak.
Mudanya Hasanpaşa Hamamı kültür merkezi
oluyor
Restore edilerek Mudanya’ya kazandırılması hedeflenen Hasanpaşa Hamamı’nın kamulaştırma
çalışmaları devam ediyor. Restorasyon projesi tamamlanan Hasanpaşa Hamamı’nın kültür merkezi
olarak kullanılması planlanıyor.
Mudanya Hasanpaşa Hamamı
87
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Davutpaşa Hamamı
Davutpaşa Hamamı işlevsellik kazanıyor
Bit Pazarının bulunduğu yerde olan ve 1485 yılında Sultan II.Beyazıt’ın sadrazamı Davut Paşa
tarafından yaptırılan Davut Paşa Hamamın restorasyonu için çalışmalar başlatıldı. Osmanlı hamam
mimarisi içerisinde tek hamam plan düzeninde
olan ve 1544, 1570, 1571, 1785 ve 1903 yıllarında
onarım gören yapı, restorasyon çalışmalarıyla orijinal kimliğine kavuşacak.
Hamamlıkızık Hamamı ile kültürel miras yaşatılıyor
Hamamlıkızık Hamamı restorasyonu ile Kızık köylerinin sosyokültürel mirasının yaşatılması ve geleceğe aktarılmasının yanında köylerin özgün kimliklerinin korunmasına da katkı sağlanıyor.
88
Hamamlıkızık Hamamı
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Emir Buhari Tekkesi
Emir Buhari Tekkesi gün yüzüne çıkıyor
Emirsultan Mahallesi’nde Emirsultan Hamamı yanında yer alan Emir Buhari Tekkesi, rekonstrüksiyon çalışmalarıyla yeniden gün yüzüne çıkıyor. Tabanda 210 metrekare alan üzerinde bulunan tarihi
tekke toplam 355 metrekare inşaat alanına sahip.
Zemin katta 50 metrekare açık alan ile 1 adet idari
birim, 2 adet kitap kafe odası ve sofa bulunan tekkenin 145 metrekare olan birinci katında 45 metrekare açık alan ile 2 adet kitap kafa odası bulunuyor. Tarihi yapıyla ilgili çalışmalar hızla sürüyor.
Emirsultan Hamamı tarihi bölgeye değer kattı
Bursa’nın en çok ziyaret edilen tarihi ve kültürel
merkezlerinden biri olan Emirsultan’da bölge trafiğini önemli ölçüde rahatlatan tüp geçidin trafiğe
açılmasının ardından, meydan düzenlemesinin yanında restore edilerek semte kazandırılan Emirsultan Hamamı’nda çalışmalara son aşamaya geldi.
Emirsultan Hamamı
89
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Külliye
90
Tarihi külliye ve medreseler Büyükşehir
korumasında
Dağ Yöresi ve Yörük Kültür Merkezi ile Yörük ve
Türkmen kültürü yaşatılacak
Bursa’yı ‘tarih başkenti’ kimliğiyle dünya vitrinine
çıkarmak için bir dizi projeyi hayata geçiren Bursa
Büyükşehir Belediyesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı
ve Vakıflar Genel Müdürlüğü ile yapılan protokolle
himayesine aldığı sultan külliyelerini ecdada yakışır hale getirmek için çalışmalara başladı. Kültür
ve Turizm Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü
bünyesinde bulunan sultan külliyelerine yeterli
bakımın yapılamaması nedeniyle yıpranan tarihi
değerler yeniden ayağa kaldırılıyor. Muradiye Külliyesi, Çekirge 1. Murat Türbesi, Tophane’deki Osmangazi ve Orhangazi Türbeleri, Yıldırım Beyazıt
Türbesi ve Yeşil Külliyesi’yle ilgili bakım onarım çalışmaları başlatılırken, külliyelerin korunması amacıyla gerekli güvenlik personeli görevlendirildi.
Tarihi ve kültürel mirası ayağa kaldırma çalışmaları
arasında yer alan Tahtakale’deki 150 yıllık sivil mimarlık örneği yapının restorasyon çalışmaları tamamlanma aşamasına geldi. Dağ-Der Kültür Merkezi olarak faaliyet gösterecek tarihi yapı, Yörük
ve Türkmen kültürünün yaşatılacağı bir merkez
haline gelecek. Dış cephe düzenlemeleriyle dikkat
çeken yapı, bölgeye ayrı bir değer katacak.
Su ve çeşme kültürü yaşatılıyor
Evliya Çelebiye, “Velhasıl Bursa sudan ibarettir”
dedirten şifalı suların aktığı tarihi çeşmeler restore
edilerek Bursa’ya kazandırılırken, şehirdeki su ve
çeşme kültürünün de canlı tutulması hedefleniyor.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Dağ-Der Kültür Binası
…
Tarihi arka planı dolayısıyla somut ve soyut değerlere sahip olan şehrimizin bu değerlerini koruyup
gün yüzüne çıkarmak, dünün değerleriyle bugünün değerlerini harmanlayarak gelecek nesillere
yaşam kalitesi yüksek bir şehir bırakmak temel önceliğimiz olmuştur.
Bursa Büyükşehir Belediyesi olarak tarihin ve kültürel mirasın korunması kapsamında gerçekleştirdiğimiz birçok çalışma ile yapılarımızı modern
bir bakış açısıyla yorumlayarak canlandırmanın
ve her geçen gün tarihi, tozlu raflardan çıkarır gibi
günümüze armağan etmenin sevincini yaşadığımı
belirtmek isterim.
döneminin eşsiz eserleri ile süslüdür. Dolayısıyla
Bursa her karesiyle bir tarih hazinesidir. Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi mekansal ve mimari
özellikleriyle de az bulunur bir kültür ve tarih mirasını gururla taşımaktadır. Birçok yeniliğin de doğum yeri Bursa olmuştur; ilk Şadırvanlı Minare, ilk
mescid, ilk ipek fabrikası, Anadolu’nun ilk müzesi
verilebilecek örneklerden sadece birkaçıdır.
Tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapan ve zengin tarihi mirasın, yeşil ve maviyle iç içe
olduğu Bursa’da, her şeyden önce insan olmanın
gerektirdiği erdemle bize bahşedilen tarihi mirası
korumak ve yaşatmak durumunda olduğumuzu
biliyoruz.
Şehrimiz, ekonomik ve sosyal ahengin yanında,
doğal güzellikleri, şifalı yer altı suları, yaz ve kış
turizmi olanakları ve zengin tarihi birikimiyle harmanlanmış bir şehirdir. Hıristiyanlık ve Osmanlı
91
92
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Doç. Dr. Cengiz Alyılmaz
Eski Türk Mezar Geleneği ve
Bursa’daki Türbeler
1. Eski Türk Mezar Geleneği:
Türk mezar geleneği tarihinin çok eskiye dayandığı bilinmektedir. Zira
bugün büyük bölümü Moğolistan’da, Çin Halk Cumhuriyeti Uygur Özerk
Bölgesi’nde, Tuva’da, Hakasya’da, Altay’da Kırgızistan’da, Kazakistan’da,
Özbekistan’da, Azerbaycan’da, Anadolu’da… bulunan eski Türk mezarla
rının birçoğu milattan önceki yıllara tarihlendirilmektedir.
Foto 1: Kırgızistan’da içinde yaşanılan bir çadırın görüntüsü
Eski Türk devlet, boy ve topluluklarında ölümden sonra da hayatın devam edeceğine inanılmış; ölüm, ebedî olan hayata kavuşmada, fanilikten
sonsuzluğa1 ulaşmada her zaman bir araç olarak algılanmıştır (SağolYüksekkaya, 2009, 5).
1 Türkçe’de “öl-“ kavramını karşılamak için kullanılan ve ahiret / sonraki hayat düşüncesini
yansıtan pek çok fiil deyimi bulunmaktadır: ahirete var-, ahiret yolculuğuna çık-, ajun kod-,
Allah’ın dergâhına kavuş-, Allah’ın rahmetine kavuş-, bu fenayı terk et- , bul dünyadan öt-,
dar u fenadın dar u bekâya rihlet et-, dünyasını değiştir-, dünya terkin it-, ebedî aleme göç-,
ebediyete intikal et-, Hak evine yollan-, o dünyaya git-, öbür dünyaya git-, son sarayına
ulaş-, son karargâhına yol al-, son saparğa attan-, tege dünyage küç-, uçmakka bar-, yalan dünyadan ayrıl-, yalan dünyadan konup göç-. Ölüm ve ölmek kavramlarını karışılamak
için dilimizde yüzlerce kavram işareti kullanılmıştır. Bu kavram işaretlerinin bir bölümü için
bk. SAĞOL-YÜKSEKKAYA (2009), Türkler’de Ölümün Algılanışı ‘Ölmek Karşılığı Kullanılan Kelimelerden Hareketle’, Uçmağa Varmak Kitabı, İstanbul, 3- 40, Editörler: Emine
GÜRSOY-NASKALİ – Gülden SAĞOL-YÜKSEKKAYA.
93
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Saka, Hun, Avar, (Kök)türk, Uygur ve Kırgız…
dönemlerinin hepsinde var olan mezar geleneğinin
temelinde ise, ebedî hayata intikal eden, sonsuzluğa kavuşan kişiye ev (eb, öy, üy) yapma, oba
(yuba, yuva), yurt, ger, kerekü, çadır kurma”
düşüncesi yatar.
Bugün Anadolu’nun birçok yerinde (Kars, Ardahan, Iğdır, Erzurum, Ağrı, Van…) kızgınlık anında
insanlar birbirlerine “Evin yapılsın!”, “Evin dikilsin!”, “Ocağın dikilsin!” şeklinde cümleler sarf
etmektedirler. “Ölesin!”, “Mezarın yapılsın!” anlamlarına gelen bu ifadeler köklü bir geleneğin dile
yansımasını göstermesi bakımından da önemlidir.
Kars, Ardahan, Iğdır, Erzurum, Ağrı, Van… illerinde genç yaşta ölenler için “Evinden gitti.”; ihtiyar
(gün görüp devran sürmüş, yaşını başını alıp) ölenler için de “Evine gitti.” şeklinde ifadeler kullanılması aynı düşüncenin ürünüdür.
Foto 4: Moğolistan’ın Nalayh bölgesindeki mezarlardan bir görüntü
Eski ve yeni Türk mezarlarının birçoğunun üzerinde
rastlanan ve konunun uzmanlarının genelde “baklava dilimi” adını verdikleri damgaların / tasvirlerin gerçekte eb (ev, yuva, yurt, vatan) anlamlarına
gelen eb ( ) damga ve bu damganın farklı şekilleri
olduğunu; soyut bir kavramın (ölüm ve ölümden
sonra da devam edeceğine inanılan hayata ait düşüncenin) somutlaştırılmış bir şifresini sembolize
ettiğini belirtmek gerekir.2
Eski Türk mezarlarının en karakteristik olanları,
Türk yaşayış ve inanışından derin izler taşıyan kurganlardır. Kurganlar, esas itibarıyla iki kısımdan
oluşurlar. Toprağın üstündeki (birinci) kısım çadırın
dışını; toprağın altında kalan (ikinci) kısım ise, çadırın içini sembolize eder.
Foto 2: Kırgızistan’da çadır şeklinde bir mezar görüntüsü
Foto 5: Moğolistandan bir kurgan görüntüsü
Foto 3: Çin Halk Cumhuriyeti Uygur Özerk Bölgesi Altay İli’ndeki bir mezarın görüntüsü
94
2 Konu hakkında ayrıntılı bilgi için bk. MERT, Osman (2008),
Öngöt Mezar Külliyesi ve Külliyede Bulunan Damgalar, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.
36, Erzurum, 281-305; MERT, Osman (2009), Şaahar Tepesi ve
Bölgede Bulunan Kaya Üstü Tasvir, Damga, Yazıt ve Kurganlar,
Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.
40, Erzurum, 1-24
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Kendi içinde bölümlere ayrılan, duvarlarına (Pazırık kurganında olduğu gibi) bazen halılar, kilimler
ve işlemeli keçeler asılan, içine süs ve kullanım eşyaları yerleştirilen bu kısma, “mezar odası”, “ölü
odası”, “ceset odası”… adları verilmektedir.3
Foto 7: Alma-Ata Müzesi’nde sergilenen Saka dönemine
ait Esik Kurganı’ndan çıkartılmış Altın Elbiseli Adam
(imitasyon)
Foto 6: Turfan Müzesinde “ölü odası”nın özelliklerini
yansıtan bir görüntü
3 Ayrıntılı bilgi için bk.: ÇORUHLU, Yaşar (1998), Erken Devir Türk Sanatının ABC’si, İstanbul, 45-85.; MEMİŞ, Ekrem,
(1987), İskitlerin Tarihi, Konya; RADLOFF, Wilhelm, (1994),
Sibirya’dan, C. I, İstanbul, çev. Ahmet TEMİR, 85-176; ROUX,
Jean-Paul, (1999), Altay Türklerinde Ölüm, çev. Aykut KAZANCIGİL, 294-311.
Foto 8: Astana Medeniyet Müzesi’nde sergilenen
Saka dönemine ait Esik Kurganı’ndan çıkartılmış
Altın Elbiseli Adam’ın başlığındaki objelerin ayrıntılı
görüntüsü (imitasyon)
95
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Foto 9: Astana Medeniyet Müzesi’nde sergilenen Saka dönemine ait bir kurgandan çıkartılmış at ve üzerindeki eşyalar
(imitasyon)
Foto 12: Öldükten sonra da hayatın devam edeceğine inanıldığından ölen kişinin yemesi için mezarına konulan temsili
hayvan heykelcikleri
(Moğolistan Zanabazar Güzel Sanatlar Müzesi)
Ölen kişinin mumyalı veya mumyasız olarak eşyalarıyla (bazen de atıyla ve hizmetkârlarıyla)4 birlikte gömüldüğü kurganların ortalarında veya baş taraflarında boyları 1-3,5 m arasında değişen tasvirli
ve damgalı taşlar bulunmaktadır.
Foto 10: Astana Medeniyet Müzesi’nde sergilenen Saka dönemine ait bir kurgandan çıkartılmış at ve üzerindeki eşyalar
(imitasyon)
Foto 13: Saka dönemine (ait üzerinde “geyikli ve damgalı taşlar” bulunan) bir mezarın görüntüsü
Söz konusu taşlarda Türk boyları tarafından olağanüstü özellikleri olduğuna inanılan ve kutsal sayılan
varlıkların (güneş, ay...) ve hayvanların (geyik, teke
/ dağ keçisi, kurt, at, kartal, yılan...) tasvirlerine yer
verilmiştir.5
Foto 11: Turfan Müzesinde sergilenen kurgan buluntusu bir at
iskeletinin görüntüsü
96
4 ÖGEL, Bahaeddin (1988), İslâmiyetten Önce Türk Kültür Tarihi Orta Asya Kaynak ve Buluntularına Göre, Ankara.
5 Konu hakkında ayrıca bk. ALYILMAZ, Cengiz (2003), Epigrafik Belgelemeler ve Yüzey Araştırmaları / Epigraphic Documantation and Surface Researches, Moğolistandaki Türk Anıtları
Projesi 2001 Yılı Çalışmaları / Work For The Project Turkish
Monuments in Mongolia in Year 2001, Ankara, 329-379.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
(Kök)türk ve Uygur dönemlerinde yerlerini yazıtlara ve heykellere bırakan tasvirli ve damgalı taşlar,
dar anlamda çadırların (eblerin, obaların, öylerin,
yurtların, gerlerin) ortasındaki direği (kayın ağacını); geniş anlamda ise, ‘hayat ağacı’nı (evreni, uzun
ömrü, ebediliği, ölümsüzlüğü) hatırlatır. Bugün mezarların başlarına, mezarlıklara ağaç dikilmesi, bu
inanışın ve geleneğin devamı niteliğindedir.
Dış koruma hatları 90-110 m; çapları 5-50 m; yükseklikleri 3-10 m arasında değişen kurganlar, gerçekte soyluların (kağanların, kumandanların ve
devrin ileri gelenlerinin) mezarlarıdır. Kurganlardan çıkan buluntular ve kurganlara ait dikili taşlar
üzerindeki damgalar ve tasvirler de bunu açıkça
ortaya koyar niteliktedir. Bu sebeple kurganlar eski
Türk mezar geleneği içinde ayrı bir yere ve öneme
sahiptirler.
Foto 14: Kazakistan’daki bir kurganından çıkartılan altın
mask
Foto 15: Moğolistandaki bir kurgan ve etrafındaki mezarlar
Moğolistan, Tuva, Hakasya, Kırgızistan, Kazakistan… vd. cumhuriyetlerde karşılaştığımız çoğu Saka
ve Hun dönemlerine ait bu tür mezarlar / mezarlıklar6 birçok bakımdan da (şekil, yapı… vd.) sonraki
dönemler için örnek teşkil etmiştir. Nitekim bugün
bile devlet başkanlarının, idarecilerin mezarlarının
yanına eşlerinin, çalışma arkadaşlarının; evliya, sahabe, şeyh, dede… vd. din ulularının mezarlarının
yakınlarına ise, müritlerin mezarlarının yapılmasının temelinde de aynı düşünce yatmaktadır.
(Kök)türk ve Uygur dönemlerinde soylu kimselerin (kağanların, kumandanların, beylerin…) üç ayrı
mezarının olduğu görülür. Bu mezarlardan ilki, ölen
kimsenin cesedinin ve eşyalarının da içinde yer aldığı; daha ziyade dağlarda, yüksek tepelerde, sarp kayalıklarda, ormanlık arazilerde, yönü değiştirilmiş
nehir yataklarında… inşa edilmiş, kurgan ve saklı
kabir / saklı ev şeklindeki gerçek mezarlardır.
Dönemlerinin gösterişli ve ayrıcalıklı mezarlarının
büyük bölümü bugün bulundukları ülkelerde (farklı
dinlere ve kültürlere mensup olsalar da) insanlar tarafından ziyaret yerine çevrilmiştir.
Tanrı’nın “kut” verip “kutlu” ve “soylu” yarattığı
hanedandan / devlet yönetiminden kimselerin kurganlarının / mezarlarının yakınlarına gömülmek de
eski Türk inancında büyük bir onur sayılmıştır.
Foto 16: Moğolistan’da Şiveet Ulaan’daki mezarın görüntüsü
6 Bu kurganlarda kutsal sayılan alanın belirgin şekilde taşlarla çevrili olması; tören ve saygı yolunun yer alması, büyük bir
bölümünde tasvirli, geyikli ve damgalı taşlar bulunması başta
(Kök)türk dönemi mezarları olmak üzere sonraki dönem Türk
mezar yapısına da örnek teşkil etmiştir.
97
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
İkinci mezar türü, ölen kişinin gerçek mezarını saklamak / gizlemek amacıyla yapılan sahte mezarlardır.
Eski Türk mezarlarının üçüncüsü ise, hem ölen kişinin adını yaşatmak, anısını canlı tutmak, ona saygı
gösterip bağlılık bildirmek, hem de asıl mezarın yerini gizli tutmak amacıyla yapılan temsilî mezarlardır.
Gerçek mezarların birçoğunun bugün yeri bilinmezken; bir kısmı ne yazık ki, son yıllarda define
avcıları tarafından içleri boşaltılıp harabeye dönüştürülmüştür.
Sahte mezarlar, gerçek mezarların içinde yatanları ve onlara ait eşyaları kötü niyetli kimselerden
korumak amacıyla yapılmış birer tuzak niteliğindedirler. Bu mezarlar açıldıklarında içlerindeki zehirli
maddeler havayla temas edip solunum yollarına zarar vermekte ve insanın ölümüne neden olmaktadır.
Temsilî mezarlara gelince: sunak masasına ait dikdörtgen şeklindeki taşları (sanduka taşları) işlemeli,
tasvirli bazen de üzeri damgalı ve yazılı olan; içinde
ceset bulunmayan ancak zaman zaman ölen kişiye
ait bir kısım eşyaları barındıran bu anıt mezarlar,
genelde herkesin görebileceği, gelip geçtiği yerlere
(yol kenarlarına, ovaların merkezlerine veya akarsu
civarlarına) yapılmıştır.7
Bu külliyelerde temsilî mezarı kuşatan / içinde barındıran (içi, dışı savaş ve av tasvirleriyle süslenmiş) odalar (“eb bark”lar), sunak taşları / sunak masaları, heykeller, balballar, yazıtlar, tören alanları,
saygı yolları... bulunur.
7 (Kök)türk ve Uygur dönemi kağanları, kumandanları ve ileri
gelenleri adına yaptırılan anıt mezarlar için Çin kaynaklarında
(Çindeki örnekleri de göz önünde tutularak) genelde “tapınak”
ifadesi kullanılmaktadır. Yazıtlarda “eb bark” kavram işaretiyle
karşılanan bu tür mezarların tapınak olmadıklarını; gerçek mezarların yerleri genelde bilinmediğinden halkın buralara aşırı ilgi
gösterdiğini; mozole / anıtkabir nitelikli mezarların bu yüzden
de yabancılar tarafından “tapınak” olarak nitelendirildiklerini
belirtmekte fayda vardır. Ancak bu durum (Kök)türk dönemi
anıt mezarlarının önemli bir bölümünün Çinli ustalar tarafından
yapıldığı, Çin mimarî tarzının özelliklerini yansıttığı gerçeğini
ortadan kaldırmaz.
98
Foto 17: Temsilî mezarların yapısını yansıtan bir görüntü8
Türk tarihindeki en ilgi çekici anıt mezar külliyeleri
hiç şüphesiz ki, II. (Kök)türk Kağanlığı dönemine
aittir. Söz konusu anıt mezar külliyelerinin en önemlileri Moğolistan Cumhuriyeti Arhangaí İli Nalaíh
İlçesi sınırları içinde kalan Höşöö Tsaídam bölgesinde (1091378, 48 T 0337319, UTM 5269389)
bulunmaktadır. Höşöö Tsaídam bölgesi, dönemin
birçok anıt mezarını (başta Bilge Kağan ve kardeşi
Köl Tigin adına inşa edilen anıt mezar külliyeleri
olmak üzere) üzerinde barındırmaktadır. Bu anıt
mezarların buraya inşa edilmesinin temelinde ise,
İpek Yolu’nun kollarından birinin buradan geçmiş
olması, bu yoldan geçen herkesin anıt mezarlara
saygı göstermesi, anıt mezarlara ait yazıtlarda verilen mesajların her yere iletilmek istenmesi düşüncesi yatmaktadır.
Foto 18: Köl Tigin ve Bilge Kağan yazıtlarının “Orhun
Müzesi”ndeki görüntüleri
8 Tasarım için bk. NOWGORODOVA, E. A. (1980), Alte Kunst
der Mongolei, Leipzig,
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Bilge Kağan, Köl Tigin anıt mezar külliyesini ve
yazıtını herkesin görebilmesi için merkezî bir yere
inşa ettirdiğini de şu cümlelerle ifade etmektedir:
on ok oglınga tatınga tegi bunı körü biling bengü taş tokıtdım ...ser ... taka erig yerte irser ança
erig yerte bengü taş tokıtdım bititdim anı körüp
ança biling: On-Ok oğullarına ve yabancılarına
kadar (herkes) şunu iyice görün bilin: Ebedî taş
hâkkettirdim. (Burası)... (bir) mevki olduğundan,
ayrıca kolay erişilir (bir) yer olduğundan, böyle
kolay erişilir (bir) yerde ebedî taş hâkettirdim, yazdırttım. Onu görüp öylece bilin (ve öğrenin). KT G
12-139
türbe yaptırttım; içine (ve) dışına olağanüstü resim
ve heykeller koydurttum.... (Ebedî) taş hâkettirdim.
Gönlümdeki sözlerimi (buraya) kazıttım. KT G 1112.10
Foto 19: Moğolistan’daki Anıt Mezar Külliyesinden bir görüntü
(Kök)türk ve Uygur dönemlerinin meşhur kağan ve
kumandanlarına ait anıt mezarların bir kısmı, külliye niteliğindedir ve son derece gösterişlidir:
Foto 20: Çin Halk Cumhuriyeti Uygur Özerk Bölgesi Altay
İli’ndeki bir anıt mezarın belgelenme anı
bengü taş tikdim tabgaç kaganta bedizçi kelürtüm
bedizettim mening sabımın sımadı tabgaç kaganıng içreki bedizçig ıttı angar adınçıg bark yaraturtum için taşın adınçıg bediz urturtum taş tokıtdım köngülteki sabımın urturtum: Ben ebedî taş
diktim, Çin hakanından ressam ve heykeltraşlar getirttim, (Köl Tigin’in türbesini) süslettim. (Çinliler)
benim sözümü kırmadılar (ve) Çin hakanının has
sanatçılarını gönderdiler. Onlara olağanüstü bir
9 Konu hakkında ayrıntılı bilgi için bk. ALYILMAZ, Cengiz,
(2004), İpek Yolu ve Orhun Yazıtları, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 24, Erzurum, 181-192.
Moğolistan’daki (Kök)türk ve Uygur dönemlerine
ait Öngöt, Bugut, Köl Tigin, Bilge Kağan, Bilge Tonyukuk, Ongi, Köl-İç-Çor, Moyun Çor... anıt mezar
külliyeleri bu özelliklere sahiptir. Ancak söz konusu
anıt mezar külliyelerinin hemen hemen hepsi açık
alanda bulundukları için bugün harabe hâlindedir
ve eski görüntülerinden tamamen uzaktır.
10 ALYILMAZ, Cengiz, (2005), Orhun Yazıtlarının Bugünkü
Durumu, Ankara, s. 12; TEKİN, Talat, (2006), Orhon Yazıtları,
22-23.
99
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Foto 21: Moğolistan’daki Köl-İç-Çor anıt mezar külliyesinden
bir görüntü
Ağustos ayında yürütücülüğünü Türk İşbirliği ve
Kalkınma İdaresi Başkanlığı’nın (TİKA’nın) yaptığı Türk-Moğol Bilim Heyeti tarafından kapsamlı
bir kazı gerçekleştirilmiş; kazıda sunak taşının kuzeyinde anonim bir anıt mezar tespit edilmiştir. Bu
anonim mezar külliyesinde sunak masasına ait işlemeli taşlar, altın, gümüş, bakır, demir ve değerli taşlardan oluşan süs ve kullanım eşyaları ortaya çıkarılmıştır. Bugün Ulaanbaatar’daki Tarih Müzesi’nde
muhafaza edilen kıymetli eserler arasında üzerinde
umay kuşu tasviri bulunan bir sorguç, ibrikler, ritüel
kaplar, heykeller, kemer tokaları, küpeler, altın ve
gümüş plâkalar, değerli taşlar ve kumaş parçaları
yer almaktadır. Söz konusu buluntular kazı heyeti
tarafından bilim dünyasına “Bilge Kağan Hazinesi”
olarak duyurulmuştur. Ancak tarafımızdan yapılan
incelemelerde buluntular içinde erkeklere (kağanlara) ait hiçbir kullanım eşyasının (zırh, taç, altın
kemer, ok, okucu, sadak, yay, kılıç, kama, bıçak,
süngü, süngü ucu, eyer, üzengi, at gemi, mühür,
sikke… vs) yer almadığı; 2500 adet buluntunun
hanedandan bir kadına (katun’a) ait çoğu altından
ve gümüşten yapılmış süs ve kullanım eşyasından
(sorguç, yüzükler, küpeler, boncuklar, kemer tokaları, kaftan süsü plâkalar, ritüel kaplar, heykelcikler,
kumaş parçaları vd.) oluştuğu; bunların da Bilge
Kağan’ın kendisine ait hazineyle ilgisinin bulunmadığı belirlenmiştir.11
Foto22: Moğolistan’daki Moyun Çor anıt mezar külliyesinden
bir görüntü
Foto 24: Bilge Kağan mezar külliyesinin yanındaki anıt mezardan çıkartılan “sorguç”un görüntüsü
Foto 23: Moğolistan’daki Ongi anıt mezar külliyesinin balballarının genel görüntüsü
(Kök)türk dönemine ait anıt mezarlardan Bilge
Kağan’a ait olan anıt mezar külliyesinde 2001 yılı
100
11 Buluntuların ayrıntılı görüntüleri için ayrıca bk. ALYILMAZ,
Cengiz, (2005), Orhun Yazıtlarının Bugünkü Durumu, Ankara,
167-176.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
(Kök)türk, Uygur ve Kırgız dönemlerine ait yönetici mezarlarının / mezar külliyelerinin en karakteristik yönlerini hiç kuşkusuz ki, yazıtlar, heykeller ve
balballar oluşturur.
Foto 25: Bilge Kağan mezar külliyesinin yanındaki anıt mezardan çıkartılan altın objelerden bir kısmının görüntüsü
Foto 26: Bilge Kağan mezar külliyesinin yanındaki anıt mezardan çıkartılan gümüş objelerden bir kısmının görüntüsü
Foto 28: Bilge Tonyukuk yazıtlarından bengütaşın görüntüsü
Çoğu (Kök)türk harfleriyle yazılmış yazıtların bir
kısmı dönemlerinin resmî tarihine ait bilgileri; bir
kısmı ise, ölen kimselerin yaşam öykülerini, ayrılık
acısını dile getiren metinleri içerir.
(Kök)türk, Uygur ve Kırgız dönemlerine ait dönemin ileri gelenlerinin mezarlarında genelde bire bir
ölçülerde yapılmış insan heykelleriyle (taşbaba ve
ayrıntılı insan heykelleriyle) karşılaşılmaktadır.
Foto 27: Bilge Kağan mezar külliyesinin yanındaki anıt mezardan çıkartılan gümüş geyik heykelciğinin görüntüsü
101
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
cümleler balbalların ne amaçla dikildikleri hakkında bilgi vermektedir:
… eçim kagan uça bardı başlayu kırkız kaganıg
balbal tikdim: … Amcam kağan vefat etti; (amcam
kağan için) önce Kırgız hakanını balbal (olarak)
diktim (Köl Tigin Yazıtı Doğu, 24-25).13
Balballar, saygı / tören yoluna paralel olarak doğuya doğru sıralanmışlardır. Çok nadir de olsa
(Moğolistan’da Bugut bölgesinde) balbalların batıya doğru sıralananlarıyla da karşılaşılmaktadır. Uygur dönemine ait mezarlarda balbal bulunmaması,
Budist ve Maniheist yaşayış ve inanıştan kaynaklanmıştır.
(Kök)türk ve Uygur dönemlerinde karşılaşılan
temsilî mezar inşa etme geleneği, sonraki yüzyıllarda hem Türkistan’da hem de Anadolu’da az da olsa
devam ettirilmiştir. Dede Korkut, Köroğlu, Nasrettin Hoca, Yunus Emre... gibi önemli şahsiyetlerin
Türk dünyasının farklı bölgelerinde temsilî mezarlarının / türbelerinin bulunması da bunu açıkça ortaya koymaktadır.
Foto29: Çin Halk Cumhuriyeti Uygur Özerk Bölgesi’nde üzerinde yazıt bulunan, Ni’li (Niri) Kağan’a ait taşbaba
Bu heykellerin büyük bölümünün başları sonraki
yıllarda birbirine düşman kavimler tarafından parçalanmıştır. Külliyelerde insan heykellerin yanında
olağanüstü özellikleri olduğuna inanılıp kutsal sayılan veya ölenin gücünü, kuvvetini, kahramanlığını
temsil eden hayvan heykellerine de (koç, arslan…
vd) yer verilmiştir.
Eski Türk mezarları içinde kurganlarla aynı döneme
ait oldukları hâlde son derece basit yapılı, gösterişten uzak mezarlar da vardır. Sayıları kurganların
sayısından onlarca kat daha fazla olan kimi dikdörtgen, kimi kare, kimi höyük kimi yuvarlak biçimdeki
bu mezarlar, halka (bodun’a) aittir ve kültür tarihimiz açısından en az soylulara ait mezarlar kadar
önemlidirler.
Bugün araştırmacıların bir kısmının “müteveffanın
hayatta iken öldürdüğü düşmanları temsilen” diktirildiğini; bir kısmının ise, “mezarda yatana (kağana,
kumandana…) bağlılık / saygı için” diktirildiğini
iddia ettikleri12 balballara daha ziyade Hun, (Kök)
türk ve Kırgız dönemlerinin erkek mezarlarında rastlanmaktadır. Orhun yazıtlarında geçen bazı
12 Konu hakkında ayrıntılı bilgi ve farklı görüşler için bk. YILMAZ, Anıl, (2006), Gök Türk Heykelciliğinde Baba ve Balbal
Kavramları Üzerine, Orta Asya’dan Anadolu’ya Türk Sanatı ve
Kültürü, Prof. Dr. Nejat Diyarbekirli’ye Armağan, İstanbul, 111126.
102
Foto 30: Uygur Özerk Bölgesi’ndeki bir mezarın görüntüsü
13 TEKİN, Talat, (2006), Orhon Yazıtları, İstanbul, 30-31.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
2. Kurgandan Kümbete ve Türbeye Geçiş:
Kurgan geleneği, Türkler’in tam yerleşik hayata
geçmelerinden ve İslâmiyeti kabul etmelerinden
sonra daha da geliştirilerek “türbe”, “kümbet”...
adları verilen yeni şekilleriyle devam etmiştir. Bu
yeni türler, “mezar” özelliği taşımalarının yanı sıra
mükemmel yapıları ve yazıtları sayesinde ait oldukları dönemlerin en önemli mimarî, epigrafi ve sanat
eserleri olma niteliğine sahiptirler.
gösterilen saygı, örf ve adetlere bağlılık dolayısıyla
abidevi mezarlar yapılmış, sanatın büyülü dili ile
milletimiz bu “alp soylu” kişilere şükran borcunu
ifade etmeye çalışmıştır. Bu abideler Çin’in Kansu
eyaletinden Macaristan ovalarına, Anadolu’ya kadar uzayan bozkır kuşağında serpiştirilmiş durumda bulunmaktadır. Tarihin akışı içinde yeryüzünde
başka hiçbir millet bu kadar geniş bir alana abidelerini yayamamıştır.14
Foto 32: Ahlat’taki kümbetlerden birinin görüntüsü
Kümbetlerin, türbelerin yapıldığı dönemlerde mezar taşlarına ve türbelerin kitabelerine işlenen yazılar da Arap harfleriyle işlenmiştir. Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait mezar taşları hem sanat tarihi
hem de yazıt bilimi açısından eşi benzeri bulunmayan eserlerdir.
Foto 31: Erzurum’daki kümbetlerden birinin görüntüsü
Prof. Dr. Nejat DİYARBEKİRLİ, bu hususta şunları
kaydetmektedir:
Sanat tarihimizin mezar mimarisi ile ilgili kısmı
Türkler’in ata kültüne bağlılığı dolayısıyla zenginleşmiştir. Onun yapı strüktürünü oluşturan unsurların ana hatlarını Türk kültürünün temellerinde
aramamızın gerektiği görüşü giderek ağırlık kazanmaktadır. Tarihin en erken devirlerinden itibaren Türk toplulukları arasında devlet için yararlı
hizmetler yapmış, il tutmuş kağanlara, beylere,
alperenlere, vatana hizmet etmiş bey ve kağan eşlerine, melikelere, devlet büyüklerine ata kültüne
Foto 33: Ahlat’taki Selçuklu dönemi mezar taşlarından bir kısmının genel görüntüsü
14 DİYARBEKİRLİ, Nejat, (1991), Türklerde Mezar Yapısı ve
Defin Merasimleri, Türk Kültürü Araştırmaları Prof. Dr. Muharrem Ergin’e Armağan, S. XXVIII/1-2, Ankara, 53-62
103
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Foto 34: Ahlat mezar taşlarıyla büyük benzerlik gösteren
Azerbaycan’daki mezar taşlarından görüntüler
Bugün Türk dünyasının her yerinde din uluları için
geçmişten derin izler taşıyan türbeler; devlet büyükleri ve soylular için anıt mezarlar; halktan kimseler
için basit yapılı mezarlar yapılmaya devam etmektedir. Bazı mezar taşları üzerindeki tasvirler, fotoğraflar, resimler, damgalar ve yazılar da hiç şüphesiz
ki, Sakalar’dan, Hunlar’dan, Avarlar’dan, (Kök)
türkler’den… bugüne intikal eden bir geleneğin yaşatılmasından ibarettir.
Foto 36: Ardahan İli Çıldır İlçesi’ndeki tasvirli mezarlardan
birinin görüntüsü
3. Bursa ve Bursa’daki Mezarlar ve Türbeler:
3.1. Bursa:
Bursa coğrafî yapısı, stratejik konumu ve verimli
arazileri sebebiyle tarihin her döneminde farklı boyların, milletlerin ve devletlerin ilgi merkezi olmuş;
bu sebeple de Antikçağ’dan itibaren sıkça el değiştiren, yerleşim bölgelerinden biri hâline gelmiştir.
Farklı Türk boy ve toplulukları da İpek Yolu ticaretinde adı en fazla geçen merkezlerden biri olan
Bursa’yla yakından ilgilenmiş ve şehri Süleyman
Şah zamanında fethetmişlerdir. Süleyman Şah,
1080’de önce İznik’i ardından da Bursa’yı almıştır. Ancak şehir, 1107’de Kılıçarslan’ın ölümünden
sonra şehzadeler arasında çıkan anlaşmazlıklar yüzünden tekrar Bizanslılar’ın eline geçmiştir.
Foto 35: Üzerinde insan tasviri bulunan Tunceli / Hozat
Bölgesi’deki mezarlardan birinin görüntüsü
104
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Bursa’daki ticarî hayat (özellikle de ipek ticareti)
şehri diğer alanlarda da tercih edilir bir pazar hâline
getirir ve ekonomik açıdan “zengin”; kültürel açıdan da “seçkin” bir zümrenin doğmasına vesile
olur. Bursa, bu bağlamda şairlerin, yazarların, düşünürlerin, bilim ve devlet adamlarının yetiştiği;
İslâmî Türk edebiyatının eşsiz eserlerinin de vücuda
getirildiği bölgelerden biri olur.
3.2. Bursa’daki Mezarlar ve Türbeler:
Foto 37: Bursa’dan bir görüntü
Sonraki yıllarda Osmanlılar’ın bölge üzerindeki
ısrarları ve Osman Gazi’nin şehri kuşatması sonuç
verir; şehir 6 Nisan 1326 tarihinde Osmanlılar’a
teslim edilir. İlerleyen tarihlerde Orhan Gazi’nin
şehri Osmanlı Beyliği’nin merkezi hâline getirmesiyle şehre Türk nüfus yerleştirilerek, şehrin fizikî
yapısında değişiklikler yapılır. Kaleler onarılır; yeni
mimarî yapılar (kervansaraylar, hanlar, hamamlar,
medreseler, camiler, külliyeler…) inşa edilir (İnalcık, 1992, 445-449)
Bursa ve çevresindeki çoğu Osmanlı dönemine ait
mezarlar ve türbeler, eski Türk mezar geleneğinden derin izler taşır. Nitekim bu eserler hem yapılış
amaçları hem de mimarî yapıları bakımından ortak
Türk yaşayış ve inanışının ürünüdürler.
Bursa ve çevresindeki mezarların yapılışının temelinde de (tıpkı diğer bölgelerde olduğu gibi) ölene
“ebedî mekân yapma”, “hatırasını canlı tutup
somutlaştırarak ebedîleştirme”, “ona olan vefa
borcunu yerine getirme”,”unutturmama”… vb.
düşüncelerinin yattığı görülür.
Foto 39: Murâdiyye’deki türbelerden bir kaçının genel görüntüsü
Foto 38: Bursa’daki ecdat yadigârlarından birinin görüntüsü
Bursa sonraki dönemlerde iş başına geçen padişahların ve yöneticilerin birbirleriyle yarışırcasına
ticarî ve dinî merkezler, vakıflar inşa ettikleri bir
mekân hâline gelir. Dönemin Batılı ve Doğulu seyyahları Bursa’da Türkler’in yanında farklı milletlere mensup olanların da (Ermeniler’in, Yahudiler’in,
Rumlar’ın ve Kıptîler’in de) huzur içinde yaşadıklarını kaydetmektedirler. Bu bilgileri meşhur Seyyah Evliya Çelebi de doğrular.
Bursa’da padişah, şehzade, padişah eşi, padişah
kızı, padişah torunu, kumandan, bürokrat, ahi, din
adamı, bilim adamı, yazar, şair, tacir… gibi toplumda adları ön plana çıkmış olan kişiler adına yapılan
türbelerin ve mezarların en çok bilinenleri şunlardır:
Abdal Türbesi, Ahi Çelebi Türbesi, Akbıyık Sultan
Türbesi, Arap Dede Türbesi, Azap Bey Türbesi,
Devlet Hatun Türbesi, Devletşâh Hatun Türbesi, Ebu
İshak Türbesi, Emir Sultan Türbesi, Esir Dede Tür-
105
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
besi, Eskici Türbesi, Gülbahar Kadın Türbesi, Gülçiçek Hatun Türbesi, Gülşah Hatun Türbesi, Hamza
Bey Türbesi, Hanımkızlar Türbesi, İshak Paşa Türbesi, İsmail Hakkı Türbesi, Kaplan Gazi Türbesi, Kara Mustafa Paşa Türbesi, Kırgızlar Türbesi,
Kudbiddin İznikî Türbesi, Murad Hüdâvendigâr
Türbesi, Murâdiyye Türbeleri, Okçu Baba Türbesi,
Orhan Gazi Türbesi, Oruç Bey Türbesi, Osmancık
(Osman Gazi) Türbesi, Selahaddin Buharî Türbesi,
Sultan Cem Türbesi, Şehzade Ahmet Türbesi, Şehzade Mustafa Türbesi, Tezveren Türbesi, Timurtaş
Paşa Türbesi, Üftade Türbesi, Vani Memed Türbesi,
Yediler Türbesi, Yeşil Türbe, Yıldırım Türbesi…
Fetih sonrasında Bursa’nın çehresinin değişmesinde, şehrin Türk ve İslamî kimlik ve görünüş kazanmasında diğer mimarî yapılar kadar türbelerin ve
mezarların da rolü büyüktür.
Foto 40: Osman Gazi’nin Kabri
Birer kabir olmalarının ötesinde insanlara ölümü
hatırlatarak onların hayatlarını düzenlemelerine ve
aynı manevî atmosferi birlikte teneffüs etmelerine
vesile olan türbeler ve mezarlar, bir anlamda toplumsal birlik ve bütünlüğün de vasıtasıdır.
Foto 41: Orhan Gazi Türbesi’nde bir ziyaret anı
106
Medfun olanların birçoğunun yaşarken görmedikleri, (bazen en yakınlarındakilerin bile onlardan esirgedikleri) ilgiyi yüzyıllar sonra torunlarının göstermesi, son derece düşündürücü; düşündürücü olduğu
kadar da anlamlıdır.
Bursa’daki seçkin kimseler için yapılan türbelerin /
mezarların tıpkı Saka ve Hun dönemi kurganları ile
(Kök)türk ve Uygur dönemlerine ait anıt mezarlarda olduğu gibi gösterişli ve büyük yapılması, atalar
kültü’nün / atalara saygının / yüceltmenin bir göstergesidir.
Türbelerde gerçek mezarların çoğunlukla görünen
kısmın (sandukanın) içinde değil; onun altındaki
mezar / ölü odasında bulunması; adına türbe yaptırılan kişi(ler)in yanına başkalarının da defnolunması… eski Türk mezar / kurgan geleneğinin bir
devamı niteliğindedir
Ahmet Hamdi TANPINAR, Beş Şehir adlı eserinin
“Bursa’da Zaman” başlıklı bölümünde Bursa’daki
bazı türbelerle ilgili olarak şu ifadelere yer vermektedir:
… Onlar velveleli bir hayatın sonunda dinlendirici
hassaları olan bir suda yıkanır gibi bu mezarlarda
uyuyorlar ve şimdi, biz, onların mezarlarını gezerken hayatlarında bir an bile yanlarına uğramamış
olan bu sükûnun, büyük bir deniz gibi etrafımızda dalga dalga yükseldiğini hissediyoruz. Bize bu
sükûnun vehmini veren şey, şüphesiz ki sanattır.
Bütün ömrü boyunca didişen, yabancı şöyle dursun
oğul - kardeş kanı dökmekten çekinmeyen insanlar,
usta mimarların ve sanatkârların ellerinden sızan
hüner ve rahmaniyet sayesinde bir evliya talihini
paylaşıyorlar.
Foto 42: Bahtı kara şehzade kabirlerinden bir görüntü
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
… İnsan ancak Yeşil’i ve muasırı eserleri gezerken
III. Selim tarafından yaptırılmış olan Emir Sultan
Türbesi’nde –ve ona benzer diğer bazı binalarda kaybedilen şeyin ne olduğunu daha iyi anlıyor. Zengin malzeme ile hamlesiz bir nizamın mahsulü olan
bu binalar sadece bir kalıp, boş, manasız bir cümle
gibi zekâyı bir müddet yorduktan sonra “Ben bir hiçim!” diye zaafını itiraf ediveriyor.
Foto 45-46: Bursa’daki Osmanlı dönemi mezar taşlarından
görüntüler
Foto 43: Emir Sultan Türbesinin içinden bir görüntü
… Eski Emir Sultan Türbesi ve Mescidi Bursa’nın
hayatını zaman zaman etrafında toplayan merkezlerden biriydi. Evliya Çelebi bu türbenin ihtişamını
anlata anlata bitiremez. Türbe kapısı baştan aşağı gümüş pullar, gümüş halkalar, gümüş kulplarla
süslü imiş; gümüş eşikler, ibrişim halılar varmış.
Tavanında mücevher, murassa eşya asılı imiş ve
yüzlerce altın gümüş çerağ ve kandiliyle bu evliya
bir binbir gece zenginliği içinde yatarmış. Her sene
bahar mevsiminde bu türbede büyük bir halk kütlesi
toplanır, Erguvan Bayramı yaparlarmış.
Bursa’daki mezar taşları da hem yapım özellikleri
hem içerikleri hem de epigrafik özellikleri bakımından eski Türk mezar taşı geleneğiyle ve Türk dünyasındaki türdeşleriyle büyük benzerlikler gösterir.
Çoğu Arap harfli olan tarihî mezar taşlarının üzerlerindeki damgalar, işlemeler ve motifler de yazılar
kadar önem taşımaktadır.
Sonuç ve Öneriler:
1. Türk yaşayış ve inanış sistemi içinde mezarlar,
kurganlar, türbeler ayrı bir yere ve öneme sahiptir.
2. Türk dünyasının farklı bölgelerinde bulunmalarına rağmen, aynı yaşayış ve inanış sisteminin ürünü
olan mezarlar, kurganlar ve türbeler, ait oldukları
toprakların tapu senetleridir.
3. Anıt mezarlar, kurganlar, türbeler birer kabir olmalarının yanında eşsiz kültür ve sanat eserleridir.
4. Yerleşim yerlerinin, şehirlerin mimarî dokusu
içinde de mezarların, türbelerin ayrı bir yeri vardır.
Bursa’nın da Türk-İslam şehri görünümü kazanmasında ve bu ruhu taşımasında şehirde bulunan anıt
mezarların ve türbelerin rolü büyüktür.
5. Hem Türk dünyasındaki mezarlar, mezarlıklar, kurganlar, kümbetler ve türbeler hem de
Bursa’dakiler koruma altına alınıp envanterleri çıkartılarak albümler ve akademik çalışmalar hâlinde
(çok dilli olarak) yayımlanmalıdır.
Foto44: Bursa’daki Osmanlı dönemi mezar taşlarından görüntüler
107
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Kaynaklar:
ALGÜL, Hüseyin (1982), Bursa’da Medfun Osmanlı Sultanları ve Emir Sultan, İstanbul.
ALYILMAZ, Cengiz (2003), Moğolistan’da Eski
Türk Kültür ve Medeniyetine Ait Bazı Eserler ve
Bulundukları Yerler, Atatürk Üniversitesi Türkiyat
Araştırmaları Dergisi, S. 21, Erzurum, 181-199.
ALYILMAZ, Cengiz, (2003), Epigrafik Belgelemeler ve Yüzey Araştırmaları / Epigraphic Documantation and Surface Researches, Moğolistandaki
Türk Anıtları Projesi 2001 Yılı Çalışmaları / Work
For The Project Turkish Monuments in Mongolia in
Year 2001, Ankara, 329-379.
ALYILMAZ, Cengiz, (2004), İpek Yolu ve Orhun
Yazıtları, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 24, Erzurum, 181-192.
ALYILMAZ, Cengiz, (2005), Orhun Yazıtlarının
Bugünkü Durumu, Ankara.
ALYILMAZ, Cengiz, (2007), (Kök)türk Harfli Yazıtların İzinde, Ankara.
ALYILMAZ Semra - ALYILMAZ, Cengiz (2010),
Nahçıvandaki Eski Türk Kültür ve Uygarlık Eserleri, Türk Dünyası Mimarlık ve Şehircilik Kurultayı
Bildirileri, C. III, Ankara, 181-192.
ARMAĞAN, Mustafa (2006), Bursa’ya Şehrengiz
Osmanlı’yı Kuran Şehir, İstanbul.
BELLİ, Oktay, (2004), Eskiçağ ve Ortaçağ’da
Türklerin Cenaze Şölenleri, Yeni Türkiye, S. 45,
221-224.
ÇORUHLU, Yaşar, (1998), Erken Devir Türk Sanatının ABC’si, İstanbul.
DİYARBEKİRLİ, Nejat, (1991), Türklerde Mezar
Yapısı ve Defin Merasimleri, Türk Kültürü Araştırmaları Prof. Dr. Muharrem Ergin’e Armağan, S.
XXVIII/1-2, Ankara, 53-62.
İBN BATUTA (1333-1335 / 1914), Seyahatnâme-i
İbn Batuta, İstanbul, çev. M. Şerif.
İNALCIK, Halil (1992), Bursa, Türkiye Diyanet
Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. VI, İstanbul, 447-449.
İNALCIK, Halil (2005), Osmanlı İmparatorluğu
Klasik Çağ, çev. Ruşen Sezer, İstanbul.
MEMİŞ, Ekrem, (1987), İskitlerin Tarihi, Konya.
MERT, Osman (2008), Öngöt Mezar Külliyesi ve
Külliyede Bulunan Damgalar, Atatürk Üniversitesi
Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 36, Erzurum, 281-305.
MERT, Osman (2009), Ötüken Uygur Dönemi Yazıtlarından Tes – Tariat – Şine Us, Ankara.
MERT, Osman (2009), Şaahar Tepesi ve Bölgede
108
Bulunan Kaya Üstü Tasvir, Damga, Yazıt ve Kurganlar, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları
Enstitüsü Dergisi, S. 40, Erzurum, 1-24.
MÜLAZIM ABDÜLKADİR (2008), Bursa Tarihi
Kılavuzu, İstanbul, Yayıma Hazırlayanlar: Mehmet
Fatih BİRGÜL - Levent Ali ÇANAKLI.
NOWGORODOVA, E. A. (1980), Alte Kunst der
Mongolei, Leipzig.
OSMAN ŞEVKİ (2007), Bursa ve Uludağ, İstanbul, Yayıma Hazırlayanlar: Mehmet Fatih BİRGÜL
- Levent Ali ÇANAKLI - Coşkun AĞRA.
ÖGEL Bahaeddin, (1988), İslâmiyetten Önce Türk
Kültür Tarihi Orta Asya Kaynak ve Buluntularına
Göre, Ankara.
RADLOFF, Wilhelm, (1994), Sibirya’dan, C. I, İstanbul, çev. Ahmet TEMİR.
ROUX, Jean-Paul, (1998), Türklerin ve Moğolların
Eski Dini, İstanbul, çev. Aykut KAZANCIGİL.
ROUX, Jean-Paul, (1999), Altay Türklerinde Ölüm,
İstanbul, çev. Aykut KAZANCIGİL.
SAĞOL-YÜKSEKKAYA (2009), Türkler’de Ölümün Algılanışı ‘Ölmek Karşılığı Kullanılan Kelimelerden Hareketle’, Uçmağa Varmak Kitabı, İstanbul, 3- 40, Editörler: Emine GÜRSOY-NASKALİ
– Gülden SAĞOL-YÜKSEKKAYA.
TANPINAR, Ahmet Hamdi (2008), Beş Şehir, İstanbul.
TEKİN, Talat, (2006), Orhon Yazıtları, İstanbul.
VOYTOV, V. Ye., (1996), Drevnetyurkskiy Panteon
i Model’ Mirozdaniya v Kul’tovo-Pominal’nıh Pa
yatnikah Mongolii VI-VIII vv., Moskova.
YILMAZ, Anıl, (2006), Gök Türk Heykelciliğinde
Baba ve Balbal Kavramları Üzerine, Orta Asya’dan
Anadolu’ya Türk Sanatı ve Kültürü, Prof. Dr. Nejat
Diyarbekirli’ye Armağan, İstanbul, 111-126.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Dr. İlyas Demirci
Kaşgar’dan Endülüs’e
Türk İslam Şehirleri Sempozyumları
Bursa Şehrengizi
Elhamra Sarayı
Türkiye Mühendisler ve Mimarlar Birliği temsil ettiği camianın sorumluluk
bilinciyle sahip olduğu değerlerini ürettiği faaliyetlerle harekete geçirerek faydalı bir sivil toplum olmanın en güzel örneklerini yarıştırmaktadır.
Bu anlamda yurt içinde mühendislik, mimarlık ve şehircilik alanında paneller, forumlar konferanslar, sempozyumlar icra ediyor durumdayken
Türk İslam coğrafyasında Mimarlık ve Şehircilik Kurultaylarının ana organizatör durumuna gelmiştir.
Lütfen hepimizin çok iyi bildiği üzere; dünyaya yayılmış Türk İslam mimarlık ve şehircilik eserlerinin dünya gündemine getirilerek varlıklarının
bilimsel yöntemlerle belirlenmesi ve sınıflandırılarak kayıt altına alınması,
Türk-İslam kültürü açısından tartışılmayacak kadar önemli bir konudur.
Mimarlık eserleri de her şey gibi elbette fanidir ve varlığını belirli bir zaman sürdürebilir. Zaman içerisinde gerek fiziksel koşullar ve insan eliyle
yıpranarak yok olurlar, gerekse ideolojik kaygılarla kaderlerine terk edi-
109
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Kaşgar
lir veya kasten yok edilirler. Nitekim özellikle son
yıllarda devletler arasındaki siyasi anlaşmazlıklar
sebebiyle Türk ve İslam karakteri taşıyan birçok
önemli eser yok edilmiş ve edilmektedir Daha
önce varlıkları bir kayda bağlanmayan eserler şimdi maalesef yok hükmündedirler.
Bakanlar kurulu kararı ile Türkiye ismini alarak kurulmuş etkili bir sivil toplum kuruluşu olan Türkiye
Mühendisler ve Mimarlar Birliği taşıdığı sorumluluk bilinciyle, ilkeleri belirlenmiş ve bilimsel temellere oturtulmuş mimarlık ve şehircilik kurultaylarını Türk İslam Dünyası sathında bir gelenek haline
getirmiştir. İnanıyoruz ki; bu faaliyetlerimizin Türk
İslam kültürüne sunacağı kazanımların boyutları
zaman içerisinde daha iyi anlaşılacaktır.Hatta daha
şimdiden Türk Dünyası Yazarlar ve Sanatçılar
Vakfı tarafından 2010 yılının en başarılı sivil
toplumu adayı olmayı başarmış ve bu alandaki
ödülünü 2011 Mayıs ayı başında Azerbaycan’nın
110
başkenti Bakü’de Türk Dünyası Hizmet Ödülünü
almaya hak kazanmıştır
2010 yılının Mayıs ayında Kazakistanın başkenti
Astana’da yapılan ve bizatihi Cumhurbaşkanlarımızın da katılımları ile şereflendirdikleri Türk
Dünyası Mimarlık ve Şehircilik Kurultayının Sonuç Bildirgelerine göre iki yılda bir ve her Türk
Cumhuriyetinin büyük şehirlerinde tekrarlanacak
olan hazırlık çalışmaları teşkil etmesi amacıyla;
Kaşgar’dan Endülüs’e kadar uzanan coğrafyadaki
Türk İslam şehirlerinin mimarlık, şehircilik ve kültürel değerlerini şehrengiz toplantıları adı altında
her altı ayda bir Sempozyumlar düzenlenecektir.
Bu Sempozyumlar başta TRT olmak üzere ilgili
duyan medya kuruluşları aracılığı ile Dünya kamuoyuna duyurulacak ve çalışmalarımız bir yayın
haline getirilecektir.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Emeviye Camii / Şam
Camiamızın bilim platformunun aldığı büyük bir
heyecanla beklenmekte olan sempozyumlarımızın ilki; bir cihan devletinin doğduğu tüm zamanların güzel ve yeşil şehri Bursa’da; TMMB’nin daimi
organizasyonunda, Bursa Valiliğimizin evsahipliğinde, Uluslar arası Türk Kültürü Teşkilatı TÜRKSOY Genel Sekreterliğinin koordinasyonunda ve
başta Bursa Büyükşehir Belediyesi olmak üzere
metropol belediyelerimizin ve ülkemizin seçkin
kuruluşlarının destekleriyle gerçekleştirilecektir.
Üniversitelerimiz,yerel ve merkezi kurum ve kuruluşlarımız sempozyumumuzun ana destek unsurlarını oluşturacaklardır.
28 – 30 Nisan 2011 tarihinde MERİNOS Atatürk
Kongre ve Kültür merkezinde Bursa Şehrengizi
adı ile gerçekleştirilecek olan Sempozyumumuzda, dünya mimarlık sanatına yeni, orijinal ve üzerinde durulması gereken konuları ile 28 ülkeden
bildirileri ve katılımları ile birçok bilim insanı bir
araya gelecektir. Türk İslam dünyasınca iyi bilinen
şehir yazarları , edebiyatçıları ve bilim insanları
ile Bursa’nın dünü, bugünü ve yarınının üzerinde
değerlendirilmeler yapılarak farklı coğrafyalarda
fakat aynı kültürel altyapıyla oluşturulmuş diğer
Türk İslam Kardeş Şehirleri ile karşılaştırılıp dünya
gündemine bir kayıt daha düşürülecektir.
Bu Sempozyumlarımızda niçin Şehir Şehrengizleri
adını verdiğimizi Bilim kurulumuz ve dergimizin
yayın kurulu üyesi Atatürk Üniversitesi öğretim
üyesi sayın Cengiz Alyılmaz hocamızın ifadeleriyle okuyucularımla paylaşmak isterim. Farsçadan
Türkçeye geçen “şehr” ve “engiz” kelimelerinin birleşiminden oluşan Şehrengiz kelimesi; Türk Edebiyatında ( Divan Edebiyatında ) önceleri bir şehrin /
kentin güzelliklerini konu alan kısa manzum eserlerin ortak adı olarak kullanılmıştır. Şehrengizler,
bu edebi türün benimsenip sevilmesi, gelişmesi
ve yaygınlaşmasıyla sonraki dönemlerde, şehirlerin sosyal,kültürel,dini,siyasi,ticari,mimari ve sanatsal… özelliklerini, ahalisini,mesleklerini,sanatkarla
rını,zanaatkarlarını,fikir ve kalem erbabını (şairleri
ni,yazarlarını,mütefekkirlerini) topyekün olarak anlatan / yansıtan edebi eserlerin ortak adı olmuştur.
111
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
112
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Buhara Büyük Minare
113
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Ortaköy Camii / İstanbul
114
Şehrengiz kelimesinin anlamını bu şekliyle kavradıktan sonra Bursa Şehrengizi toplantısının amacını kısaca özetleyecek olursak; amacımız Türk
İslam şehirlerinin tarihini kimliğini ve kişiliğini
oluşturan mimari eserlerin korunması, yaşatılması, kaybolmaya yüz tutmuş değerlerimizin
açığa çıkarılması, gelecek kuşaklara aktarılarak
Dünya İnsanlık Mirası listesinde hak ettikleri
yerlerini almalarını sağlamaktır.
Manevi Mimarları ve Osmanlının Bursa merkezli devletini yönetmiş ve yaşamış ilk altı
padişahın adları ile isimlendirmeyi bir vazife
saydık. Bu anlamda Emir Sultan Hazretleri, Osmanlının ilk şeyhülislamı Molla Fenari Hazretleri ve Somuncu Baba’nın Bursa ULU Camii ve
Dua Çınarı hikayesini yazımızla birlikte sizlerle
paylaşmayı düşündüm.
Türk İslam Şehirlerinin maddi ve manevi kimlikleri ile şehrengiz formatında tanıtımı yapılırken o şehrin manevi mimarlarını ve abide
şahsiyetlerin yaşadıkları şehirlerin ve toplumlarının üzerine olan etkilerini hatırlamak gerekir düşüncesindeyim. Bu noktadan hareketle
toplantılarımızın oturumlarımızı, Bursa’nın
Onursal başkanlığını T.C. Devlet Bakanı Sayın
Faruk ÇELİK beyin, Bilim Kurulu başkanlığını
bu yıl yüzüncü yılını kutlayacağımız Türk Ocaklarının Genel Başkanı Sayın Nuri GÜRGÜR’ ün yapacakları ve bilimsel seviyesi heyecan verici yüksek katılımlı toplantımıza şehir ve tarihe ilgi duyan
bütün meslektaşlarımızı bekliyoruz.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Özgen Keskin
Bursa Yıldırım’da
İnsan ve Kent İlişkileri
Bursa kentinin, 1987 yılında Büyükşehir Belediyesi statüsüne geçmesi ile
merkezde Osmangazi, doğuda Yıldırım ve batıda Nilüfer olmak üzere üç
merkez ilçe Belediyesi oluşturulmuştur. Bu Belediyeler, 1989 yerel seçimleri ile fiili olarak faaliyet göstermeye başlamışlardır.
Yıldırım ilçesi batıda Gökdere Vadisi, doğuda Kestel ve Gürsu İlçeleri,
güneyde Uludağ etekleri ve kuzeyde Bursa ovası ile sınırlanmaktadır.
Yüzölçümü 6448.8 hektar ve 2000 yılı sayımı itibarı ile nüfusu 480.266
kişidir. Günümüzde resmi olmayan rakamlara göre nüfus yaklaşık olarak
700.000 kişidir. Yıllık nüfus artışının yaklaşık % 6.5 olması nedeniyle ilçenin sorunları doğal olarak her geçen gün büyümektedir. Ancak ilçenin
yaşanabilir, sağlıklı bir kent kimliğine sahip olması amacı ile gerekli tüm
plan ve yatırım çalışmaları ağırlıklı olarak sürdürülmektedir.
Yıldırım Belediyesi, ilçenin tarihi-organik dokusu ve yeşili ile örtüşen kimliğinin korunması ve sürdürülmesinde, devraldığı bu çok önemli mirasa
sahip çıkmanın bilinç ve sorumluluğuyla gerek ulusal ve evrensel, gerekse geleneksel ve çağdaş kültürü barındıracak bir yaklaşım benimseyerek,
çalışmalarını bu doğrultuda sürdürmektedir.
Tabiî güzellikleri ve binlerce senedir bilinen şifalı kaplıcaları ile dünyaca
115
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
isim yapan Tarihî abideler şehri Bursa; Osmanlı
Devleti’nin tarih sahnesine “devlet” olarak çıktığı
ilk yer, ilk başkenttir.
Osmanlı, yeni yurtlarına şehrin doğusundan girerek, ilk eseri olan Balabanbey Kalesini yaparak
Bursa’yı ilk olarak buradan abluka altına almıştır(6
nisan 1326). Osman Gazi; oğlu Orhan Gazi’ye bu
kaleden Tophane surlarındaki Bizans manastırını
göstererek, güneşin vurmasıyla parlayan kubbesi
için “Beni şol gümüşlü kümbete gömün.” vasiyetinde bulunmuştur. Aslında bu bir vasiyetten ziyade Bursa’nın alınmasına dair bir buyruktur.
Yıldırım Bayezid; şehir merkezinin doğuya devamı için 1390’da Yıldırım Külliyesini kurmaya
başladi. Böylece; Osmanlı’nın büyüyen başkenti
Bursa’nın bilim, kültür ve inanç merkezlerinden birini, gökdere’nin doğusunda yeşertti. Oğlu Çelebi
Mehmed’in de Yeşil Külliyesini bu bölgeye yaptırmasıyla Gökdere’nin doğusunda yerleşim başladı.
Böylelikle günümüzün Yıldırım ilçesinin temelleri
atılmiş oldu.
116
Padişahlar ve Evliyalar şehri Bursa, Osmanlı’yla
birlikte inanç turizmi açısından oldukça önemli
şehirlerden birisidir. Adını Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid’tan alan ilçede, Osmanlı döneminden
kalma çok sayıda tarihi yapı ve doğal güzellikler
yer almaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucularının aile kabirlerinin de Yıldırım İlçesi’nde
bulunması kente ayrı bir önem katmaktadır. Bu
önemli yerlerden bazıları; Emir Sultan Hazretlerinin Türbe ve Camisi, Yeşil Türbe ve Camii, Yıldırım
Bayezıd Türbe ve Camisi, Devlet Hatun Türbesi,
Açık Namazgah-Namazgah Camii vs. gibi mekanlar yerli ve yabancı birçok turistin ilgisini çekmektedir.
KENTSEL DÖNÜŞÜM VE TOPLU KONUT
Yıldırım İlçesi’nde ki hızlı kentleşme ve ruhsatsız
yapılaşma eğilimini en aza indirmek, dar ve orta
gelirli vatandaşlarımızın nitelikli konut ihtiyacını
gidermek amacıyla 2004 yılında göreve geldiği
gibi kolları sıvayan Yıldırım Belediyesi, “Herkese
Yeterli Konut” ve “Hızlı Kentleşen Dünyada Sürdü-
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
rülebilir Yerleşimler” hedeflerini de dikkate alarak
konut ve kentleşme meselelerini öncelikli faaliyeti
saymaktadır. Yıldırım İlçesi’ni“köy”görünümünden
kurtaran Yıldırım Belediyesi, kaçak yapılarla örülü
ilçeyi çağdaş düzeye getirerek; güvenli, mühendis
ve mimar eli değmiş yapılarla ilçeyi güzelleştirme
hedefine ulaşmanın haklı gururunu yaşıyor.
BİR DÖNEMDE 7 KENTSEL DÖNÜŞÜM VE
TOPLU KONUT İLE REKOR ELDE ETTİ
Göreve geldiği günden bu yana TOKİ’nin yanı sıra
kendi çabalarıyla 7 kentsel dönüşüm ve toplu konutta adeta bir rekor kıran Yıldırım Belediyesi, kısa
bir süre içinde ilçeye çağdaş ve modern 1880 adet
konut kazandırdı. Sinandede, Akçağlayan Bahçeli Evleri, Yiğitler, Cumalıkızık, Beyazıt Mahallesi,
Yıldırım Külliye çevresi, Kaplıkaya Cazibe Merkezi
projesi ile kentsel dönüşüm ve toplu konut çalışmaları, sadece Yıldırım’ın değil Bursa’nın da vitrinini değiştirdi.
YİĞİTLER MAHALLESİ’NDE 505 KONUT
Yiğitler Mahallesi’nde belediye tarafından kamulaştırılan 3.3 hektarlık alan üzerinde TOKİ ortaklığıyla yapılan 505 konutun anahtarları, Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın katıldığı törenle
vatandaşlara teslim edildi. Kısa zamanda yapımı
tamamlanan Yiğitler Toplu Konutları ile binlerce
insan, uygun şartlarla ev sahibi olurken, konforlu
bir yaşamına kavuştu.
AKÇAĞLAYAN BAHÇELİ EVLERİ İLE 775 BAHÇELİ EV 30 SOSYAL DONATI ALANI
Yıldırım Belediyesi tarafından kamulaştırılan
Bursa’daki en büyük kentsel dönüşüm alanında
(301.000 metrekare) düzensiz yer alan gecekondular, odun depoları tasfiye edilerek yapılan konutlar
görenleri imrendiriyor. Vatandaşlarımıza Temiz
havası, depreme dayanıklı alt yapısı, manzarasıyla
güvenli ve huzurlu bir ev yaşantısı ortamı sunuluyor. Şehrin yoğun trafiğinden ve hava kirliliğinden
uzak, Bursa mimarisi ile yapılan Akçağlayan Bah-
117
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
çeli Evleri tamamlandı. Akçağlayan Bahçeli Evleri
ile halkımıza doğayla iç içe bir yaşam sunuluyor.
SİNANDEDE MAHALLESİ’NDE 150 DAİRE
Sinandede Mahallesi’nde yıllarca çözümlenemeyen imar soruna da el atan Yıldırım Belediyesi, “Ver
Gecekondunu Al Daireni” projesi ile 470 metrekare
alan içindeki ecüş bücüş evler yerine modern konutlar yapıldı. Tamamlanan kentsel dönüşümde,
zemin dükkan üst katlar ev olarak tasarlanmış. Bu
proje sayesinde maddi imkansızlıklar içinde olan
vatandaşlar daha düzgün yaşam standartlarında
yaşama hakkı elde etti.
118
Gece kondulara mesken olan Molla Yegan Medresesi restore edilerek, Kültür Merkezi haline dönüştürüldü. El sanatları atölyeleri, kafetaryası ve
restorantı ile Bursa’nın alternatif yaşam merkezleri
arasında ki yerini aldı.
BEYAZIT MAHALLESİ’NDE DÖNÜŞÜM TAMAMLANIYOR
Beyazıt Mahallesi’nde 6329 metrekare alan üzerindeki 208 hak sahibine ait çarpık yapı, kamulaştırılarak yıkımları gerçekleştirildi. Çarpık yapılar yerine yapılan hobi dükkanları ve Kimsesizler Konağı
gibi sosyal içerikli projelerle, Beyazıt Mahallesi örnek bir estetiğe dönüştürüldü.
YILDIRIM KÜLLİYESİ VE MOLLA YEGAN MEDRESESİ KENTSEL DÖNÜŞÜMÜ
CUMALIKIZIK’TA DÜN BUGÜNE TAŞINIYOR
Yıldırım Külliyesi civarında gerçekleştirilen kentsel
dönüşüm ile, görüntü kirliliği oluşturan onlarca
yapı yıkılarak, restore edilen tarihi eserler gün yüzüne çıkarıldı.
Yıldırım Belediyesi, İl Özel İdaresi ve Bursa Mimarlar Odası işbirliği ile Osmanlı Köyü Cumalıkızık 3.
Bin Yıla taşınıyor. Düzenlenen “3. Bin Yılda Yaşayan
Osmanlı Köyü Cumalıkızık” Fikir Proje Yarışması so-
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
nucunda ortaya çıkan proje doğrultusunda restorasyonları gerçekleştirilmeye başlayan tarihi evler,
gelecek nesillere de aktarılarak, 3. Bin yıla taşınıyor. Evlerin tarihi dokuları bozulmadan yapılmaya
başlanan restorasyon çalışması sonucu Cumalıkızık tarihi dokusunu bozmadan tarihin taşıdığı tüm
izleri ile gelecek nesillere miras bırakılıyor.
SOSYAL BELEDİYECİLİKTE MODEL
YILDIRIM BELEDİYESİ
TÜRKİYE’NİN PRESTİJ PROJELERİNDEN KAPLIKAYA CAZİBE MERKEZİ
Yıldırım Belediyesi, sosyal belediyecilik kavramında hazırladığı bir çok proje ile diğer belediyelere
örnek olmaya devam ediyor. Sevgi Market’ten,
Yıl-Mek’e, Huzur Sarayı’ndan Kadın Konuk Evi’ne
kadar ilçenin güzelleşmesine yönelik daha bir çok
sosyal proje ile Yıldırım’da umutlar sevgiyle çoğalıyor.
Sadece Bursa’nın değil Yıldırım’ın prestij projelerinden biri olan Kaplıkaya Cazibe Merkezi ile
Bursa’nın marka değerleri gün yüzüne çıkıyor. Su
ve yeşilin öncelenerek yapıldığı Cazibe Merkezi ile
Bursa yeni bir sosyal yaşam merkezine daha kavuşuyor. Spor Tesislerinden, dev akvaryuma, çay
bahçelerinden, ücretsiz spor ve piknik alanlarına,
seyir teraslarından, butik otele, anfi tiyatrodan bir
çok sosyal donatı alanına sahip olan Kaplıkaya Cazibe Merkezi, Türkiye’nin en güzel projelerinden
biri olmaya aday gösteriliyor.
Sevgi Market’te yoksul vatandaşlar yüzleri kızarmadan kendilerine verilen kartlarla alışveriş merkezindeymiş gibi yardımlarını alırken, Yıldırım’ın
çeşitli mahallelerine yerleştirilen Giysi Kumbaraları ile binlerce yoksula kıyafet yardımı toplanıyor.
Ücretsiz Yıl-Mek kurslarıylada on binlerce kursiyer hobi edinirken bir yandan da yeni meslekler
kazanarak, istihdam ediliyor. Çaresiz kadınlarımız
için sıcak bir yuva olan Kadın Konuk Evi’nde kadınlarımızın göz yaşları dindirilirken, meslek edindirilerek rehabiliteleri sağlanıyor. Ayrıca Yıldırım
119
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Belediyesi tarafından yeni açılan “Evde Bakım
Birimi” ile hem günlük eleman ihtiyacı olan hem
de iş arayan vatandaşların ihtiyaçlarına cevap veriliyor. Bir çok alanda günlük eleman ihtiyacı olan
vatandaşlara hizmet götürülen bu proje ile cüzi
bir para karşılığında yaşlı bakımı, temizlikçi, bebek
bakımı, bahçıvan, aşçı, hizmetçi, boyacı, ütücü vb.
gibi hizmetler (363 55 00 dan 1382 dahili numara
aranarak) Yıldırım Belediyesi aracılığıyla vatandaşlara sunuluyor.
Yıldırım Belediyesi’nin sosyal belediyecilik anlayışıyla yürüttüğü projeler bu kadarla da sınırlı değil,
iyi günün de olduğu gibi kötü gününde de vatandaşların yanında olan belediye, A’dan Z’ ye tüm
cenaze hizmetlerini ücretsiz şekilde halkın hizmetine sunmanın yanı sıra böbrek yetmezliği nedeniyle diyalize bağlı olan hastalara ücretsiz servis
imkanı sunuyor.
Ayrıca, Yıldırım Belediyesi, Kentsel Dönüşüm Projeleri kapsamında Beyazıt Mahallesi’nde hizmete
120
girecek Kimsesizler Konağı ile sokakta yaşamaya
mahkum olmuş vatandaşlarımıza ayda 1 ytl’ye sıcak bir yuva imkanı sunmak için var gücüyle çalışıyor.
YAŞLILARA 5 YILDIZLI HUZUR SARAYI
7’den 70’e Yıldırımlılar’ın yanında olan ve “Önce İnsan” felsefesiyle hareket eden Yıldırım Belediyesi,
Huzur Sarayı ile maddi durumu iyi olup da bakacak kimsesi bulunmayan ya da ele muhtaç olmak
istemeyen yaşlı vatandaşların hayatlarının son
demlerinde konforlu bir yaşam sürmelerine olanak sağlıyor. Huzur Sarayı’nda suit oda alan yaşlılar, 5 yıldızlı otel kalitesinde hizmet alabiliyor.
EĞİTİME 100% DESTEK
Göreve geldiği günden bu yana ürettiği 30 okul
arsası ile Eğitime yüzde 100 destek verdiğini kanıtlayan Yıldırım Belediyesi, maddi gücü olmayan
öğrencilere de kırtasiye desteğinde bulunurken,
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Bursa’ya 2. üniversite arsası kazandırdı. Ayrıca ihtiyaç sahibi öğrencilere de sevgi market aracılığıyla
dağıtılan giysi yardımları ile dar gelirli velilere destek olunuyor.
STK’LARLA BİRLİK BERABERLİK
Sivil toplum kuruluşları ve esnaf odaları ile birlik
ve beraberlik içinde örnek çalışmalara imza atan
Yıldırım Belediyesi, Bursa Seyyar Pazarcılar Odası ile modern katlı pazaryerleri ve Bursa Kasaplar
Odası ile Modern Kurban Kesim ve Satış yeri, Hayvan Severler Derneği ile Doğal Hayvan Barınağı
gibi çok sayıda ilkleri başardı. Yıldırım’da yapılan
Katlı Pazar Yerleri diğer belediyelere model oluştururken, yılan hikayesine dönen ve Bursa’nın en
uzun sokak pazarı olan TMA Caddesindeki sebze
meyve pazarı kaldırılarak modern Pazar yerlerinde
hizmet verilmeye başlandı.
ENGELLİLER DE UNUTULMADI
İyi günde ve kötü günde halkının yanında olan
Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin, engelli vatandaşların sosyal yaşamındaki rahatlıkları
için düşünülen parkur, kaldırımların yanı sıra AB
kredisiyle tekstil iş eğitim atölyesinde engelli vatandaşlarımıza meslek edindiriyor. Ayrıca Yıldırım
Belediyesi tarafından yapımı kısa sürede tamamlanan Engelliler İş Eğitim Okulu geçtiğimiz aylarda
Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu ve Devlet Bakanı Faruk Çelik’in de katılımı ile kapılarını engelli
öğrenciler için açtı. Okul içindeki tüm düzenekler
engelli öğrencilere yönelik hazırlanırken amaç
özürlü miniklerin engellerini hissetmeden eğitim
alabilmelerini sağlamak.
YILDIRIM’DA KÜLTÜR SANAT
Yıldırım Belediyesi, vatandaşlarına ücretsiz olarak
sunduğu konser, tiyatro, standup gösterileri vb.
sosyal etkinliklerle de vatandaşlarına başka bir
sosyal belediyecilik hizmeti götürüyor. Bursa’nın
alternatif kültür merkezlerinden olan Barış Manço
Kültür Merkezi ile kültür ve sanatın kalbi Yıldırım’da
atıyor. Üstü açık otobüslerle ücretsiz kültür turları
ile çocuklarımız tarih ve kültürle buluşuyor.
SPORUN KALBİ YILDIRIM’DA ATIYOR
Yıldırım Belediyesi, spora ve sporcuya verdiği desteklerle de Bursa’nın genç ve başarılı sporcularını
gün yüzüne çıkarıyor. Bokstan yüzmeye, güreşten
basketbola kadar bir çok sporcuyu bünyesinde
bulunduran belediye spor kulübü, ücretsiz yaz ve
kış spor okullarıyla da çocuklara sporu öğretimeye
devam ediyor. Yıldırım’ın çeşitli mahallelerinde her
sabah eğitmenler eşliğinde spor yapan erişkinler,
günlük hayatın stresini atarken kendilerini daha
rahat ve huzurlu hissediyor. Ünü dünyaya açılan
Yıldırım Belediyesi Spor Kulübü’nün lisanslı sporcuları aldıkları dünya ve avrupa şampiyonlukları
Bursa’yı tüm dünyada tanıtırken, Yıldırım Belediye
Spor Kulübü, 2008 yılında düzenlen Olimpiyatlarda Boks dalında Bursa’dan ilk kez sporcu çıkartmanın haklı gururunu yaşıyor.
YILDIRIM’DA BAŞI BOŞ HAYVANLARINDA SICAK BİR YUVASI VAR
Yıldırım’da hayvanlar da evsiz kalmıyor. Yıldırım
Belediyesi VE Hayvan Sevenler Derneği tarafından
yapılan Doğal Hayvan Barınağı’nda başı boş hayvanlara sıcacık bir yuva imkanı sağlanıyor. Hayvanların aynı zamanda rehabilite, kısırlaştıma vb.
ünitelerinin de yer aldığı Doğal Hayvan Barınağı,
can dostlarımız için yeni bir yaşam alanı oluşturuyor.
YEŞİLSE TUTKUMUZ YILDIRIM UMUDUMUZ
Yıldırım, Bursa’nın simgesi olan yeşilin en yoğun
yer aldığı ilçelerden biri. Son 4 yılda yapılan 145
yeni park ve yeşillendirme çalışmaları ile kişi başına düşen yeşil alan 7.2 metrekareye çıkartıldı.
Yeşil doğa ve mavi gök yüzü Yıldırım’da güçlenen
bir gerçek. Dünya standartlarının üstünde yeşil
alana sahip Yıldırım’da çocuklarımız yeşille içi içe
büyüyor.
YIL-GÜZEK İLE ANINDA MÜDAHELE
Yıl-Güzek Ekibinin Yıldırım’da uyguladığı projelerle Yıldırım daha da güzelleşiyor, yeni bir görünü-
121
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
me bezeniyor. Trafoların tablo gibi boyanmasından, bina duvarlarının boyanmasına, yollardaki
boş alanlarının çiçeklendirilmesinden, cadde ve
sokakların temizliğine kadar bir çok projeye imzasını atan Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin
ve ekibi Yıldırım’ı her geçen gün değiştiriyor, güzelleştiriyor ve dönüştürüyor.
YILDIRIM BELEDİYESİ “EVDE BAKIM BİRİMİ”
İLGİ GÖRÜYOR
- Yıldırım Belediyesi Tarafından Geçtiğimiz Aylarda Kurulan Evde Bakım Birimi, Bursalıların
Beğenisini Topladı. Hem Günlük Eleman İhtiyacı Olan Hem De İş Arayan Vatandaşlara Umut
Kapısı Olan Evde Bakım Birimi İle Vatandaşlara
Yeni Bir Sosyal Hizmet Daha Sunuluyor.
Yıldırım Belediyesi, akılcı bir projeye daha imzasını
atarak, “Evde Bakım Birimi” ni geçtiğimiz aylarda
faaliyete soktu. Maddi durumu olan ancak bakıma
muhtaç olan yaşlılar, bebek bakıcısı arayanlar, ev
122
işlerinde yardım isteyenler, yada tesisat ile sorunu
olanlar, çocuklarının derslerine takviye için öğretmen arayanlar...
A’dan Z’ye bakım ve sosyal hizmet sunan Yıldırım
Belediyesi, Evde Bakım Birimi ile vatandaşlar, evde
ihtiyaç duydukları birçok hizmeti belediye kanalıyla alabiyor.
Bu proje ile evinde geçici yada sürekli eleman ihtiyacı olan Bursalılar, 363 55 00 nolu irtibat telefonundan 1382’yi tuşlayarak ihtiyacı olan elemanı
söylüyor, Yıldırım Belediyesi’nin görevlendirdiği
personel tarafından hizmet vatandaşların ayağına
kadar götürülüyor.
Sadece Yıldırım’a değil Bursa’nın diğer ilçelerine
de sunulan ve vatandaşların beğenisini toplayan
Evde Bakım Birimi tarafından; bebek bakıcılığından, yaşlı bakıcılığına, engelli bakıcısından, hasta
bakıcısına, temizlikçiden, sürekli hizmetçiye, aşçıdan, kapıcıya, bahçıvandan, boyacıya, duvar ustasından, marangoza, elektrik-su tesisatçısından,
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
şoföre, doktordan, öğretmen ve ütücüye kadar
daha birçok ev işi ile ilgili hizmet, cüzi bir miktar
karşılığında vatandaşlara sunuluyor.
Önemli bir sosyal hizmet projesi olan “Evde Bakım
Birimi” ile Yıldırımlılara hizmet sunmaya giden
personeller, tek tip kıyafet giyerek, belediye tarafından tahsis edilen araçlarla vatandaşlara ulaşımı
sağlanıyor.
Yıldırımlılara büyük bir sosyal hizmet daha sunmanın haklı gururunu yaşayan Yıldırım Belediyesi,
bu projesi ile hem iş arayan vatandaşlara destek
olmayı hem de Yıldırımlıların ihtiyaçlarına cevap
vermeyi amaçlıyor.
Türkiye’ye örnek bu projesi ile yine bir ilke imzasını
atan Yıldırım Belediyesi, ilklerin ve farklı projelerin
belediyesi olma ünvanını da taşımaya devam ediyor.
Ocak ayı itibariyle 1143 aile Yıldırım Belediyesi
Evde Bakım Birimi hizmetinden faydalandı. 1143
aileden; 60’ı yatılı, 100’ü ütücü-bahçıvan gibi günlük bakım hizmetlerinden geri kalan aileler ise
temizlik için Yıldırım Belediyesi Evde Bakım Birimi
tarafından tahsis edilen elemanların iş gücünden
faydalandı.
Evde Bakım Birimi’nin hizmete girdiği gün itibariyle, günde ortalama 40 kişiye iş imkanı sağlanmış
oldu.
YILDIRIM BELEDİYESİ HASTA YAKINLARI TESİSİ
- Yıldırım Belediyesi Tarafından Yapımı Kısa
Sürede Tamamlanan Hasta Yakınları Tesisi İle
Hasta Refakatçilerine 5 Yıldızlı Otel Konforunda
Hizmet Sunuluyor.
Yıldırım Belediyesi sosyal ve fiziki projeleri ile emin
adımlarla yoluna devam ediyor. Her geçen gün
Yıldırım’a yeni bir hizmet kazandıran Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin ve ekibi farklı projeleri
ile Yıldırım’ı değiştirerek, güzelleştiriyor.
123
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Yapımı kısa sürede tamamlanan Hasta Yakınları
Tesisi de Yıldırım Belediyesi’nin akılcı projolerinden biri.
Yıldırım Belediyesi Hasta Yakınları Tesisi, Bursa’da
bir ilk...
124
mevcut. 800 metrekare alan içine inşaa edilen tesis ile hasta yakınları rahat bir nefes alıyor.
Uygun bir para karşılığında, hasta yakınlarının konakladıkları tesis ile Yıldırım Belediyesi diğer belediyelere örnek yeni bir projesini daha vatandaşların hizmetine açmış bulunmakta.
Geçtiğimiz Mayıs ayında açılışı gerçekleştirilen
hasta yakınları tesisi, 5 yıldızlı otel konforunda dizayn edilmiş.
KAPLIKAYA CAZİBE MERKEZİ HİZMETE GİRMEK
İÇİN GÜN SAYIYOR
Yıldırım Şevket Yılmaz Devlet Hastanesi karşısına
inşaa edilen hasta yakınları tesisi ile refakatçiler,
hem hastalarına yakın oluyor, hem hastane bahçelerinde sürünmüyor, hem de konforlu odalarda
cüzi miktarda konaklayabiliyorlar.
- Yıldırım Belediyesi’nin Prestij Projelerinden
Biri Olan Kaplıkaya Cazibe Merkezi Hizmete Girmek İçin Gün Sayıyor. Cumhurbaşkanı Abdullah
Gül’ün Katılması Beklenen Açılış Töreninin, Önümüzdeki Aylarda Yapılması Planlanıyor.
36 odası bulunan Yıldırım Belediyesi Hasta Yakınları Tesisi odaları içinde yok yok. Aile, 2 yataklı
standart ve çift kişilik yataklı olmak üzere 3 tipte
hazırlanan odaların her birinin içinde; plazma,
buzdolabı, oturma gurupları ve konforlu yataklar
BURSA\YILDIRIM BELEDİYESİ.
Sadece Yıldırım’ın değil Bursa’nın prestij projelerinden biri olarak gösterilen Kaplıkaya Cazibe Merkezi hizmete girmek için gün sayıyor. Yapımı büyük
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Başkanı Özgen Keskin; “Yapımı %95 oranında tamamlanan Cazibe Merkezi hizmete girdiğinde
Bursa’nın göz bebeği sosyal yaşam alanlarından
biri olacak. Tüm ekibimin canla başla çalıştığı bu
proje, Yıldırım’ın da kabuğunu kırarak gelişen, yeni
modern yüzünü gösterecek” diye konuştu.
MAHALLELERDEKİ MİNİ BELEDİYELER MAHALLE KONAKLARI
- Yıldırım’ın Hemen Hemen Her Mahallesinde
Bulunan Mahalle Konaklarının Her Biri Küçük
Bir Belediye Gibi Çalışıyor. İçinde Ptt Tahsilat Bürosu, Muhtarlık Ofisi, Okul Öncesi Eğitim Sınıflığı, Yıl-Mek Kursları Ve Deprem Deposu Bulunan
Mahalle Konakları Yıldırımlıların Hizmetinde.
Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin ve ekibinin 2004 yerel seçimlerinde iş başı yapması ve
ardından 2009 yerel seçimlerinde güven tazeleye-
oranda tamamlanan Cazibe Merkezi ile Bursa’nın
marka değerleri gün yüzüne çıkıyor.
Su ve yeşilin öncelenerek planlandığı Kaplıkaya
Cazibe Merkezi ile Bursa yeni bir sosyal yaşam
merkezine daha kavuşuyor.
Türkiye’nin en büyük skate parkından, farklı cinsten balıkların yer aldığı dev akvaryuma, çay bahçelerinden, ücretsiz spor ve piknik alanlarına, seyir
teraslarından, butik otele, anfi tiyatrodan, balık
tutma göletine kadar bir çok sosyal donatı alanına
sahip olan Kaplıkaya Cazibe Merkezi, Türkiye’nin
en güzel projelerinden biri olmaya aday gösteriliyor.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de katılması
beklenen açılış töreninin önümüzdeki aylarda yapılması planlanıyor.
Kaplıkaya Cazibe Merkezi’nin her bir detayı ile ayrı
ayrı ilgilenildiğine dikkat çeken Yıldırım Belediye
rek yollarına devam etmesiyle, Yıldırım’a birbirinde akılcı onlarca proje yapıldı. Yıldırım’da yapılan
bu projelerden öne çıkanlardan biri de Mahalle
Konakları. Yıldırım’ın hemen her mahallesinde
bulunan mahalle konakları mini bir belediye gibi
çalışıyor. Mahalle Konakları aynı zamanda, eski
Bursa evlerini andıran, müstakil ve bahçeli dış görüntüsüyle de görenlerin beğenisini topluyor. Her
bir mahalle konağının yapımı ile ayrı ayrı ilgilenen
125
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin ve ekibi
Mahalle Konakları projesiyle bir çok ödüle layık
görüldü.
Bir çok belediyeye rol model olan mahalle konakları içinde yok yok. Muhtarlık ofisi, ptt tahsilat
bürosu, tam donanımlı deprem depoları, okul öncesi eğitim sınıfları ve yıl-mek kurslarından oluşan
mahalle konakları Yıldırımlıların takdirini toplayan
başarılı bir proje.
Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin amaçlarının her mahalleye bir mahalle konağı yapmak
olduğunun altını çizdi. Keskin; “Göreve geldiğimiz
günden bu yana Yıldırım’a irili ufaklı onlarca proje
kazandırdık. Bu projelerimizin içinde fiziki olduğu
kadar sosyal belediyecilik anlayışıyla da yapmış olduklarımız var. Mahalle konaklarımız da öne çıkan
başarılı projelerimizden biri. Diğer belediyelere de
örnek olan mahalle konakları ile vatandaşlarımız
belediyeye gelmeden, bir çok işlemi buradan yapabilmenin mutluluğunu yaşıyor” dedi.
126
SEVGİ MARKET
Sosyal belediyeciliğin en güzel örneklerinden birinin sergilendiği “Sevgi Market” Yıldırım Belediye
Başkanı Özgen Keskin ve ekibinin 2004’deki yerel
seçimler sonrasında iş başı yapmasıyla başlamış,
bir yardım fonudur.
Önemli bir sosyal belediyecilik örneği olan Sevgi
Market, Yıldırım Belediyesi bünyesinde bulunan
küçük bir market gibi işlev görüyor.
A’dan Z’ye her ürünü bulmanın mümkün olduğu
Sevgi Market’te, alışveriş sepetini alan dar gelirli
vatandaş, istediğini (aile ferd sayısına göre) alabiliyor, daha sonra kasaya geliyor, elindeki kartla
aldıklarını ödüyor.
Ama bu kartta para geçmiyor, bu kartta geçen
“Sevgi”...
Aslında sevgi marketi, diğer yardım modellerinden ayıran özellik de işte tam da burada başlıyor.
Sevgi Market’e gelen vatandaşın yüzünü kızartmadan alışverişini yapabilmesi için gerçek bir
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
alışveriş modeli hazırlayan Yıldırım Belediyesi,
hazırladığı kartları, Yıldırım’da tespit ettiği maddi
durumu olmayan ailelere veriyor, bu ailelerde, yardımseverler tarafından donatılmış Sevgi Market’te
istediğini, Yıldırım Belediyesi’nin verdiği aylık limit
ölçüsünde alıyor.
Hem vatandaşın yardım alırken yüzünün kızarmadığı hem de yardım kuyruklarında görülen izdahamı önleyen bu yardım şekliyle Yıldırım Belediyesi
bir çok belediyeye rol model olmayı başarmıştır.
Yıldırım Belediyesi tarafından başlatılan Sevgi
Market’e önceleri yardımseverlerin bireysel yardımları destek olurken, sonrasında Yıldırım Gönüllüler Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’nin kurulmasıyla tam bir döner sermaye yakalanmıştır.
Halen daha giyimden, beyaz eşyaya, oyuncakdan,
kişisel bakım ürünlerine, gıdadan, mobilyaya kadar her dalda ürünün bulunduğu sevgi market’e
yardımlar devam ediyor. İnsanlar değiştirdikleri ev
aletlerini, mobilyalarını, giysilerini seve seve, sevgi
markete bağışlıyor. İşin içinde sevgi olunca da bu
markette para geçmiyor.
Her gün 500 aileye sefer taslarıyla yemek götürülen sevgi market aracılığı ile Yıldırım’da yaşayan
maddi durumu olmayan vatandaş aç yatmıyor,
çocuklarının karnını doyurmak için, kötü yollara
başvurmuyor. Ayrıca, yaşlı bakım hizmetiyle de,
Yıldırım’da yaşayan bakıma muhtaç yaşlılılarımızın
da, temizlik ve bakımları evlerinde yapılıyor.
127
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
YILDIRIM BELEDİYESİ TIP MERKEZİ’NDEN BİR
YENİLİK DAHA
bilecek hastalar, zaman kaybetmeden istedikleri
branştan hizmet alabilecekler.
- Sgk İle Yaptığı Anlaşma İle Branşında Uzman
Doktorlarıyla, Vatandaşlara Fark Ücreti Almadan Hizmet Veren Yıldırım Belediyesi Tıp Merkezi
Bir Yeniliğe Daha İmza Atarak, E-Randevu Sistemini Başlattı.
0224- 362 83 83 numaralı telefon aracılığıyla da
Yıldırım Belediyesi Tıp Merkezi; randevu ve bilgi
vermeye devam edecek.
BURSA\YILDIRIM BELEDİYESİ.
Yıldırım Belediyesi’nin “Önce İnsan” felsefesiyle
yaptığı projelere her geçen gün bir yenisi daha
ekleniyor. Branşında uzman doktorlarıyla, SGK ile
yaptığı anlaşma sayesinde fark ücreti almadan
ayaktan tedavi hizmeti veren Yıldırım Belediyesi
Tıp Merkezi, bir yeniliğe daha imzasını attı. Dahiliye, Kadın Doğum, Kulak Burun Boğaz, Çocuk,
Göz, Diş ve Genel Poliklinik branşlarında hizmet
veren Yıldırım Belediyesi Tıp Merkezi artık internet
üzerinden randevu verebiliyor. http://www.yildirim.bel.tr/ internet adresine girerek randevu ala-
128
Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin, her yaştan herkese ücretsiz ayaktan tedavi hizmeti sunan
Yıldırım Belediyesi Tıp Merkezi’nin, Yıldırımlıların
sağlık konusunda başvurdukları önemli bir sağlık
merkezi olduğunu vurguladı. Başkan Keskin ayrıca; “ Yıldırım Belediyesi olarak vatandaşa hizmetin
asfalt, yol, kentsel dönüşüm gibi fiziki projelerden
ibaret olmadığını çok iyi biliyoruz. Yaptığımız sosyal projelerimizle sadece Yıldırımlıların değil, Bursa kamuoyunun takdirini topluyoruz. Önce insan
felsefesinden hareketle, Tıp Merkezimizde önemli
bir sistemi daha hayata geçirerek, e-randevu’yu
başlatıyoruz. Milenyum çağında, her alanda kullanılan interneti, Tıp Merkezimiz için de hayata geçirerek vatandaşlarımızın vakit kaybı yaşamadan
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
belediyemiz internet sitesi üzerinden randevu almalarını sağlayacak bu sistem, önümüzdeki günlerde daha da geliştirilecek” dedi.
YILDIRIM BELEDİYESİ TIP MERKEZİ SAĞLIKTA
ÖNCÜ
- Yıldırım Belediyesi Tıp Merkezi ile Yıldırımlıların
sağlıkları kontrol altında tutuluyor. Ayrıca vatandaşlar hiçbir fark ücreti ödemeden sosyal güvencelerinden yararlanarak muayenelerini de gerçekleştirebiliyorlar.
“Önce İnsan” felsefesi ile bir çok başarılı çalışmanın
altına imzasını atan Yıldırım Belediyesi, sağlık konusunda yaptığı atılımlarla da dikkat çekiyor.
Yıldırım Belediyesi Tıp Merkezi’nin, sosyal güvenlik
kurumları ile yaptığı anlaşma sonucu SSK, Emekli
Sandığı, Bağkur ve çalışan memurlara uzman doktor kontrolünde fark ücreti almadan sağlık hizmeti
sunuyor.
Bir çok branşta hasta kontrollerini gerçekleştiren Yıldırım Belediyesi Tıp Merkezi; Kulak-BurunBoğaz, Kadın Hastalıkları, Dahiliye, Diş, Göz, Genel
Poliklinik gibi branşlarda konusunda uzman doktorlarıyla, hastalarına ayaktan tedavi hizmeti sunuyor. Yıldırım Belediyesi Tıp Merkezi artık, Yıldırım’ın
alternatif sağlık merkezlerinden biri haline geldi.
Ayrıca 444 16 02 numaralı “Alo Yıldırım Sağlık Hattı” ve Yıldırım Belediyesi resmi internet sitesi üzerinden e-randevu sistemiyle de sağlık hizmetini
vatandaşın ayağına götüren Yıldırım Belediyesi,
vatandaşının iyi günün de kötü günün de yanında. Yıldırım Belediyesi, Yıldırımlıların cenaze hizmetlerini de A’dan Z’ye ücretsiz karşılıyor.
Okullara ve mahallelere dönemsel olarak yapılan
sağlık taramaları ile Yıldırımlıların sağlıkları da
kontrol altında tutuluyor.
129
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
YILMEK KURSLARI MESLEK EDİNDİRMEYE DEVAM EDİYOR
Yılmek Kursları 2005 Yılından Bu Yana Yıldırım
Belediyesi Bünyesinde Başarıyla Devam Ediyor.
Özellikle Ev Hanımlarının İlgisini Gören Kurslar,
Ev Hanımlarına Meslek Kazandırarak, Yeni Hobi
Alanları Yaratmaya Devam Ediyor.
BURSA\YILDIRIM BELEDİYESİ.
Yıldırım Belediyesi’nin 2005 yılından bu yana hizmet verdiği Yılmek (Yıldırım Meslek Edindirme
Kursları) ‘e ilgi devam ediyor.
Hemen her yıl yaklaşık 4 bin öğrenciyi; müzikten,
resime, tiyatrodan, el sanatlarına, ev ekonomisinden, diksiyona kadar onlarca branşta ağırlayan
Yılmek kurslarından mezun olan kursiyerler, istihdam olanağı da buluyorlar. 2005 yılından bu yana
yaklaşık 12 bin kursiyere çeşitli branşlarda eğitim
veren Yılmek kursları, verdiği eğitim kalitesiyle Yıldırımlıların takdirini topluyor.
130
Ayrıca Yılmek bünyesinde bulunan, 11 ayrı mahalle konağında hizmet veren ücretsiz okul öncesi
eğitim de -özellikle maddi gücü olmayan aileler
tarafından- yoğun ilgi görüyor. 3 yıldır Yıldırım Belediyesi ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü işbirliği ile
yürütülen ücretsiz okul öncesi eğitimi sayesinde
bu yıl da 786 çocuk eğitim görmeye devam ediyor.
Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin de, hanımlara ziyaretlerinden ötürü teşekkür ederek, her
yıl binlerce kursiyere hizmet veren Yılmek kurslarının başarısına başarı katan en önemli unsurun
çalışkan kursiyerler olduğunun altını çizdi. Başkan
Keskin ayrıca; ”Her yıl 7’den 70’e binlerce kursiyere
eğitim veren Yılmek bu yıl da 4 bin 756 kursiyere
eğitim vermeye başladı. Her yıl bir önceki yıldan
daha çok talep gören kurslarımız, marifetli kursiyerlerimiz tarafından daha da büyüyor, kendini
yeniliyor” diye konuştu.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Prof. Dr. Mustafa Kara
Bursa’nın Gönül Sultanları
Giriş
İnsanoğlunun bu dünyadaki macerasının mühim bir bölümü ilim, felsefe
ve sanatla ilgilidir. Gerçeği ve güzeli arama faaliyetinden ibaret olan bu
maceraya ışık tutan ana kaynak ise dindir. Her toplumun ilim, hikmet ve
sanat adamları bağlı bulundukları dinin esaslarıyla düşünmeye başlamış,
bu esasları farklı bir şekilde yorumlamış, te’vîl ve tefsîr etmişlerdir. Bazen
dinî sınırları aşarak “inkar” noktasına uzananlar var ise de bunların sayısı
her zaman az olmuştur.
Alim, arif ve sanatkarlar topluma sürekli olarak su taşıyan, su ikmali yapan
“saka”lar gibidir. Bu çeşmenin kurulduğu yerin adı ise “şehir”dir. Suyun
mahiyeti hiç değişmemiştir. Ancak taşıma şekli ve ambalaj sisteminde
farklılıklar olagelmiştir. Zamanın ve çevrenin özelliklerine göre oluşan bu
farklılık “kadim felsefe” ile “hikmet” geleneğinde kökten değişiklik yapacak güce hiç bir zaman ulaş(a)mamıştır.
Şehirlere bakıldığında üç büyük yapı görülmektedir. Mabed, tiyatro, saray. Mabedde içe dönük bir hayat, tiyatroda dışa dönük gösteri, sarayda
ise güç ve kuvvveti temsil eden ihtişam sözkonusudur.
Düşünürler, içinde yaşadıkları kültür ve medeniyet dünyasını daha çok
severlerse de sürekli olarak bu “gelenek”ten su içip beslenirler. Çünkü
medeniyetler -adları farklı da olsa- aynı zincirin halkalarıdırlar. Kadim kültürün en büyük hatıraları da kadim şehirlerdir. Kadim şehirleri korumak,
hatıralarını yaşatmak, aslında kendimizi korumak ve yaşatmak demektir.
Kur’an-ı Kerîm’in sık sık dikkat çektiği konulardan biri de yeryüzünü gezip
dolaşıp bu kadim kültürlerin hatıraları ve sahipleri üzerinde düşünmek,
yorum yapmak ve ders almaktır (Mesela, bk. En‘am, 6/11; Hac, 22/46;
Ankebût, 29/20).
İslâm kültür ve medeniyet havzasının büyük bir bölümü daha önceki
asırlarda farklı kültür ve medeniyetlere ev sahipliği yapmış olan coğrafyalarda kurulup gelişmiştir. Kuzey Afrika, Ortadoğu, Anadolu, Güney Asya,
İran... Müslümanlar bu bölgelerin sadece topraklarını değil, kültürlerini de kucaklamışlar, bir diğer ifade ile söz konusu kültürü kucaklarında
bulmuşlardır. Bu birikimi kendi dünya görüşlerine göre yeniden ele alan
alim ve ariflerimiz bazan onu tekrar ederek, bazan yeniden üreterek bazan da aşarak “saha”daki yerlerini almışlardır. Bu aynı zamanda insanlığın
ortak kültüründen faydalanmak, asırlara dayanan tecrübesinden istifade
131
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
etmek, “yitik malı” bulmak demektir. Önceki kültürleri bütünüyle reddetmek İslâm geleneğine aykırıdır. Çünkü mezkur geleneğe göre ilk insan ilk
peygamberdir. Bu genel değerlendirmeden sonra
baktığımız alanı daraltalım ve büyük Asya kıtasının batı ucunda yer alan Bithinya ve Romalılardan
sonra Osmanlıları bağrına basan bir beldeye bakalım.
Dervişler Bursa’da
Öncelikle şunu belirtelim: Bir şehrin veya bir bölgenin tasavvuf kültürünü ele almak demek asgari
olarak şu konular üzerine eğilmek demektir.
l. Sufîler (İnsan): Tasavvufî terbiyeyi tamamlayan
ve bu kültürü başkalarına aktaranlar genellikle
sufî, mutasavvıf, şeyh diye isimlendirilmektedir.
Bu kişiler farklı tarikatlara mensup olabilir, değişik
neşveleri paylaşabilirler.
2. Tekkeler-Tarikatlar (Kurum): İnsan eğitiminin ayrılmaz bir parçası olan müesseseler, zaman ve zemine göre değişiklik arzeden bina ve yapılanmalardır. Tasavvufî terbiyenin gerçekleştirildiği yere
tekke/zaviye/dergâh adı verilmiştir. İnsanın fıtrat
ve yaratılışında varolan farklılıkların tasavvufî düşünce ve yoruma aksetmesiyle oluşan tarikatlara
da “sosyal kurum” olarak bakmak mümkündür.
3. İrşâd (İletişim): Sufîler, aldıkları ve kendi kabiliyetlerine göre yeniden ürettikleri tasavvufî kültürü kurumlar vasıtasıyla topluma sunmuşlardır. Bu
sunuş, bazan sohbet şeklinde şifahî, bazan risale
şeklinde kitabî, bazan da her iki yol kullanılarak
gerçekleştirilmiştir. Hemen şunu ilave edelim:
Bursa’da yaşayan sufîler kitap ve risaleleriyle bu
şehirde yaşayan sufîlerin biyografileri, bu beldede kurulan tekkelerin tarihçeleri hakkında bize
yadigârlar bırakmamış olsalardı elimiz kolumuz
bağlı kalırdı. Onları rahmetle, minnetle anmak gerekir.
Tasavvuf tarihinde Bursa konusunu ele almak, bir
açıdan çok büyük ve kadim bir kültürün küçük bir
“parça”sıyla ilgilenmek, diğer bir açıdan da 600 yıllık bir kültürü özetlemenin zorluğu hatta imkansızlığıyla yüzyüze gelmek demektir.
132
Tasavvuf tarihinde Bursa’nın yerini tespit etmek
için farklı yollar izlenebilir. Yukarıdaki üçlü tasniften hareket edilirse sufîlere göre bir tasnif yaparak
sonuca gidilebilir. Veya tekke ve tarikatlar esas alınarak bunların insan unsuru ve faaliyetleriyle daire
tamamlanabilir. Veyahut kadro ve kurumun topluma sunduğu hizmetler manşete çekilerek konuya
açıklık getirilebilir. Biz yine üçlü bir tasnifle birinci
şıkkı denemeye çalışacağız.
1. Dışarıda yetişip Bursa’ya gelen mutasavvıflar
2. Bursa’da doğup Bursa’da hizmet veren mutasavvıflar
3. Bursa’da yetişip dışarıda hizmet veren mutasavvıflar
Bu tasnifin de özellikle birinci bölümüne daha
yakından bakmak istiyoruz. Burada kaydedilen
“dışarıda” kelimesinden Türkiye’nin bugünkü sınırlarının dışında kalan şehirler kastedilmektedir.
Bursa Osmanlı’nın ilk başkenti olması sebebiyle
zamanla cazibe merkezi haline gelmiş, ilim, irfan
ve sanat dünyasına kucak açmıştır. Bunun belgesi
de Asya, Avrupa ve Afrika’dan bu şehre gelen insanların varlığıdır. Bunların en meşhurları doğupyetiştikleri şehirler esas alınarak gösterilebilir.
Bu sıralamada Bursa’ya gelen bütün dervişlerin
ismi olmayıp sadece sözkonusu şehirde bulunan
dergâhlarda şeyh olarak, postnişin olarak hizmet
veren sufîlerin kısaca tanıtımı esas alınacaktır.
Kudüs
Abdüllatif-i Kudsî (öl. 856/1452)
Tasavvufî terbiyesini Türkistan’da Zeynuddin
Hafî’nin yanında tamamlayan ve Zeyniye tarikatının Osmanlı’daki ilk temsilcisi olan Kudsî, Zeyniye
dergâhının da kurucusudur. Eserleri Arapça olup,
tercümeleri henüz basılmamıştır. En büyük eseri ise XV. Yüzyıl İstanbul’unun gözde sufîsi Şeyh
Vefa’dır.
Gazze
Ahmed-i Gazzî (öl. 1150/1738)
Müderris olarak Bursa’da bulunurken Niyazî-i Mısrî
ile görüştükten sonra tasavvufî hayata meyleden
Gazzî kendi adıyla anılan dergâhın kurucusudur.
Arapça ve Türkçe eserler kaleme almıştır.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Şam
Ahmed Efendi (öl. 1180/1766)
Gâr-ı Aşikân adıyla bilinen tekkede mürşîd olarak
hizmet vermiş bir Nakşî dervişidir.
gedeki ilk temsilcisidir. Buhara dergâhı, Özbekler
dergâhı Buhara kalenderhânesi ifadeleri de bu
şehir ile o bölgenin kadîm “dost”luğunu göstermektedir.
Halep
Mehmed Halebî (öl. 984/1576)
Bursa’da ayakta olan 3-5 dergâhtan biri olan
Karâbaş-ı Velî dergâhında postnişin olmuştur.
Emir Sultan’ın seyyid olması ona olan ilginin bir
diğer sebebidir.
Kasım Efendi (öl. 1177/1763)
Çarşamba dergâhında şeyh olarak görev yapmış
bir kadirî dervişidir.
Mustafa Efendi (öl. 1212/1797)
Sadiye tarikatına mensub Zinciri Ali Efendi
dergâhında hizmet vermiştir.
Medine
Mehmed Emin Efendi (öl. XX. yy.)
Buhara dergâhında bu kültürün hizmetçiliğini
yapmış Nakşibendiye’ye bağlı bir derviştir.
Yemen
Mehmed Hüseyin Çelebi (öl. 888/1483)
Yemen’in Karakâd semtinde doğduğu için kurduğu dergâha Karakâdî dergâhı adı verilmiştir.
Bursa’da ayrıca Atıcılar semtinde Veysel Karanî
dergâhı kurulmuştur. Veysel Karanî’nin makâmmezarlarından birini de bu şehir barındırmaktadır.
Kerkük
Mehmed Emin Efendi (öl. 1228/1813)
Nakşî-Mesnevihânların en meşhurlarından biri
olan Mehmed Emin Efendi İstanbul’un en meşhur
iki nakşî mesnevîhânını da yetiştirmiştir: Ali Behçet Efendi (öl. 1238/1822). Hüsameddin Efendi
(öl. 1280/1863). Mehmed Emin Efendi, Eminiye
dergâhının kurucusudur.
Buhara
Emir Sultan (öl. 833/1429)
Türkistan’la Anadolu’nun, Türkistan’la Balkanların
ayrı bir ilişkisi vardır. Bursa denince akla gelen ilk
isim olan Emir Sultan da Buharalıdır. Emir Sultan
tekkesinin, külliyesinin hatta mahallesinin kurucusu olan bu derviş Kübrevî geleneğinin de böl-
Aynı yüzyılda yaşayan Dîvân şairi Bursalı Ahmed
Paşa ona şöyle sesleniyor:
Ey âlem-i velayete sultan olan Emir
Vey milk-i Rum’a rahmet-i Rahman olan Emir
Ne akdı Rûm’a bir ulu derya senin gibi
Ne aleme getirdi Buharâ senin gibi
Ahmed-i İlâhî (öl. XV.yy.)
Nakşî-melamî bir neşveyi terennüm eden bu derviş de kendi adıyla bilinen dergâhın kurucusu olup
üç dilde eser vermiş olan bir kişidir. Mezarının bulunduğu yer (Süleyman Çelebi’nin yanı) çayocağı
olarak kullanılmaktadır. (!) Üç dilde eser vermiştir.
Şu şaheser mısralar Hz. Peygamberle ilgili duygularını açığa vurmaktadır:
Senden şefaat umarım ya Mustafa ya mücteba
Lutfile rahmet umarım ya Mustafa ya mücteba
Gönlüm feda envârına canım fenâ esrârına
Kurban olam dîdârına ya Mustafa ya mücteba
Abdussamed Efendi (öl. 1331/1913)
Seyyid Nasır dergâhında hizmet vermiş bir rifâî
dervişidir.
Buhara’lı Pîr Emîr (Emîrsultan değil) şehrin doğusunda, Ahmed-i İlâhî şehrin batısında, Abdal Murad ise güney ucundadır. Şehir Buharalılar tarafından kuşatılmıştır denebilir. Kuzey uc beyi Veysel
Karanî’dir.
Hindistan
Mehmed Şemseddin Efendi (öl. XIV. yy.)
Bursa’da Hindîler kalenderhânesi de vardır. Özellikle bu bölgeden gelen insanlara hizmet veren bu
kurum bölgelerarası ilişkileri de kolaylaştırmıştır.
133
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Mehmed Nuri Efendi, Abdurrahman Efendi de
aynı bölgeden olup söz konusu dergâhta şeyh
olarak bulunmuşlardır. Pencap’lı (Lahor) Kadirî
dervişi Abdullah Efendi (öl. 1349/1930) de aynı
kalenderhânede postnişîn olmuştur.
Afganistan
Abdulgafûr Efendi (öl. 1278/1861)
Ramazan Baba dergâhında hizmet veren bir
Nakşibendî dervişidir.
İstanbul Eyüp’te bulunan Murad-ı Buharî tekkesi
şeyhi Kunduz doğumlu Abdülkadir-i Belhî’de (öl.
1923) bir müddet bu şehirde kalmıştır.
Herat
Ahmed Efendi (öl. 1007/1598)
Mîr-i Büdelâ tekkesinde hizmet etmiştir.
Mısır
XVI. yüzyıldan sonra Kahire de Konya, Selânik gibi
bir Osmanlı şehri olmuştur. Gülşeniyye’nin merkez
dergâhının bu şehirde olması kültürel alışverişleri hızlandıran amillerden biri olmuştur. Bursa’daki
Gülşenî dergâhında görev yapan Şemlelizâde’den
başka Sadayî, Kefeli Derviş Abdî de Kahire atmosferini ilk başkente taşıyan dervişler arasındadır.
Kuzey Afrika
Ali b. Meymun Mağribî (öl. Beyrut, 917/1511)
Hayatının bir kısmını Bursa’da geçiren Ali b. Meymun ile Şazeliye tarikatı bu şehir ile tanışmış oldu.
Beyânu Gurbeti’l-İslâm adlı eserinde Doğu İslâm
dünyası ile Batı İslâm dünyasını mukayese etmiştir. Tenzihu’s-Sıddık adlı eseri İbn Arabî ile ilgilidir1.
Müridi Abdülmumin Efendi kendi adıyla anılan
dergâhın kurucusudur.
İslâm dünyasındaki Mücahid-derviş tipinin geçen
yüzyıldaki en önemli temsilcilerinden biri olan Abdulkadir Cezairî (öl. Şam, 1301/1883) ile aynı tipin
bu yüzyıldaki en önemli şahsiyeti Ahmed Sunusî
Efendi ömrünün bir kısmını bu beldede geçirmiştir.
Yahya Efendi (öl. 1077/1666)
Aziz Mahmud Hüdâyî’nin yanında tasavvufî terbiyesini tamamlayarak Celvetî şeyhi olan Yahya
1 Geniş bilgi için bk. DİA, 11/411-412.
134
Efendi, Bursa Eyüp Efendi dergâhında hizmet vermiştir.
Azerbaycan
Geyikli Baba (öl. XIV. yy.)
Kendisini “Baba İlyas müridi, Seyyid Ebu’l-Vefâ tarikatından” diye tanıtan Geyikli Baba, Azerbaycan’ın
Hoy kentindendir. Kabri, Bursa-İnegöl yolu üzerinde Baba Sultan köyünde bulunan bu derviş ile kuruluş yıllarının derviş ve yöneticileri arasında yakın
ilişkiler vardır.
Dağistan
Ahmed Hüsameddin Efendi (öl. 1341/1925)
Dağistan’ın Rukkal şehrinde doğan Ahmed Hüsameddin Efendi, İslâm dünyasının bir çok beldesini
dolaşmış, Abdülhamid-i Sânî devrinde sürgüne
gönderilmiş, Bursa’da Hamidiye dergâhını kurarak dinî-tasavvufî konularda insanlara hizmet
vermiş olan bir şahsiyettir. Pek çok eserinin yanında Hüseyin Vassaf’ın tesbitlerine göre2 63 kişiye
icazetnâme vermiştir. Bu halifelerinin bir kısmı,
Türkiye’de bir kısmı da, Fas, Tunus, Hindistan, Türkistan, Dağistan, Hicaz ve Şam’da hizmet vermiştir.
Şu mısralar onundur:
Sâilem kapuna geldim eyle ihsan yâ Resûl
Tut elim kurtar beni halüm perişan yâ Resûl
Ey saadet kevkebi kesme başumdan sayeni
Bir garibem mübtelâ-yı bî ser ü saman yâ Resûl
Mahmud Efendi (öl. 1190/1776)
Cizyedarzâde Nakşî dergâhında postnişîn olmuştur.
Kasım Efendi (öl. 1290/1873)
Karakadî dergâhında hizmet veren bir celvetî dervişidir.
Süleyman Vehbi Efendi (öl. 1259/1843)
Bir Eşrefî (Kadirî) şeyhi olarak Karabaş dergâhında
bulunan Süleyman Vehbî Efendi ise Ahıskalıdır.
2 Bk. Hüseyin Vassâf, Sefine-i Evliyâ, Nşr. A. Yılmaz, M. Akkuş,
II, İst. 1990.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Atina
Ali Rıza Efendi (öl. 1280/1863)
Halvetiye’nin Mısriye koluna mensup olan Ali Rıza
Efendi, dergâhının kurucusudur.
Evliya Efendi (öl. 1310/1892)
Halvetî-Mısrî dervişi olan Evliya Efendi, Nasuhî
dergâhında mürşid olmuştur.
Varna
Mürsel Baba (öl. 1164/1751)
Ramazan Baba dergâhında hizmet veren Bektaşî
canlarından biridir.
Usturumca
Ahmed Efendi (öl. 1051/1641)
Kadiriye’nin Rumiye kolunun kurucusu olan İsmail-i
Rumî’nin yanında yetiştikten sonra Bursa’da İsmail
Rumî (Hamam) dergâhına şeyh olarak tayin edilmiştir.
Tütünce
Ali Efendi (öl. 1326/1908)
Halvetiye mensubu olup Çarşamba dergâhında
şeyh olarak bulunmuştur.
Rodosçuk
Hikmetî Mehmed Efendi (öl. 1165/1752)
İsmail Hakkı Bursevî’nin tekkesinde hizmet veren
hemşehrilerinden biridir.
Hasköy
Osman Necmüddin Efendi (öl. 1326/1908)
Mîr-i Büdelâ tekkesinde şeyh olarak bulunan bir
nakşî dervişidir.
Vodina
Ahmed Efendi (öl. 1086/1675)
Kadirî şeyhi olarak Kasap Cömert (Kasaplar)
dergâhında hizmet etmiştir.
İştib
Mustafa Efendi (öl. 1060/1650)
Karakadî dergâhında hizmet veren bir halvetî dervişidir.
Veysel Karanî, Niyazî-i Mısrî ve Yunus Emre’nin kabirleri Bursa’da değildir ama makamları vardır.
Aydos (Bulgaristan)
İsmail Hakkı Bursevî (öl. 1137/1725)
Bursalı İsmail Hakkı olarak tanınmasına rağmen
doğum yeri Bursa olmayan Sûfî’nin en meşhur
yönü çok eser kaleme almasıdır. Te’lif, tercüme,
şerh, haşiye türü kitapların yanında yüzlerce şiir
ve manzumenin de sahibidir. Bazan Mevlanâ’nın
Farsça Mesnevi’si gibi manzum bir eseri Türkçe
mensur olarak şerhetmiş, bazan Yazıcızâde’nin
Muhammediye’si gibi Türkçe manzum bir eseri
Türkçe mensur şerhetmeyi faydalı bulmuş, bazan
da Arapça tefsir yazarak bu faaliyetini sürdürmüştür. Eserlerinin sayfa adedine bakıldığında bir
ömre bunu nasıl “sıkıştırdığı”na hayret etmemek
elde değildir. Mevlanâ’nın hayatını “Hamdım, piştim, yandım” diye özetlemesi gibi İsmail Hakkı’nın
da insana esas vermek istediği mesajın şu mısralarında saklı olduğunu düşünüyorum:
Solmadan bağın
Geçmeden çağın
Yakıp çerağın
Yandır ocağın
Ey can bülbülü
Bular gör gülü
Lâmekân ili
Olsun durağın
Gözün aç ey can
Hakkı gör ayan
Aşk oduna yan
Artırıp dağın
Nur olup zahir
Geldi mezâhir
Hakkı’yâ zahir
Hakdır durağın
Burada kısaca tanıtılan otuzdan fazla kişi uzak coğrafyalardan gelerek bu şehirde tekke şeyhliği yapmış, bilgi ve tecrübelerini, his ve duygularını bu
topraklarda yaşayan insanlarla paylaşmış ve onları
tasavvufî hayatın güzellikleriyle tanıştırmışlardır.
Bu durum aynı zamanda bu şehrin “uluslararası”
bir cazibe merkezi olduğuna da işaret etmektedir.
BURSALI MUTASAVVIFLAR
1. Süleyman Çelebi (öl. Bursa, 825/1422)
Bir tekke şeyhi olmamasına rağmen XV. yüzyıl
135
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Bursa’sının gönül adamlarından birinin de Süleyman Çelebi olduğu kesindir.
İslâm dünyasına “ses ve tel kudretiyle hakim olan”
Itrî’nin tekbir bestesi gibi Süleyman Çelebi’nin
Mevlid’i de altı asırdan beri gücünden ve şöhretinden hiç bir şey kaybetmeden yaşamaya devam
etmektedir.
Sahasında sehl-i mümteni olarak kabul edilen yani
benzerini ortaya koymanın çok zor olduğu bu eserin iç örgüsünün Allah ve peygamber aşkı olduğunda şüphe yoktur:
Kimde kim aşkın nişanı vardurur
Akıbet maşuka anı irgürür
***
Dinle gel miracın ol Şahı’n ıyan
Âşık isen aşk odına durma yan
***
Aşk ile gel imdi Allah diyelim
Derd ile göz yaşı ile ah idelim
***
Ya habiballah bize imdad kıl
Son nefes didarın ile şad kıl
Mevlid’in yazılışının 600. yılında Bursa’da uluslar
arası bir sempozyum yapılmıştır. (2009)
2. Eşrefoğlu Rumî (öl. İznik 874/1469)
Döneminin medrese ilimlerini ciddî olarak tahsil
ettikten sonra tasavvufî hayata meyleden Eşrefoğlu, İzniklidir. Önce Ankara’ya giderek “derdine
derman” arayan Eşrefoğlu, daha sonra mürşidinin
de delâletiyle bu günkü Suriye’nin Hama kentinde
bulunan Abdulkadir-i Geylanî’nin torunu Hüseyin
Hemevî’ye intisab etmiş ve âdeta ikinci ihtisasını
tamamlamıştır.
Hama dönüşü İznik’te kurduğu dergâh ile Kadiriyye tarikatının Osmanlı topraklarındaki ilk temsilcisi
olmuştur.
Beş asırdan fazla bir süreden beri gerek Divan’ı gerekse Müzekki’n-Nüfus adlı eseriyle toplumumuza
hitap eden Eşrefoğlu, Kadiriyye’nin Eşrefiyye kolunun da kurucusudur.
136
Müzekki’n-Nüfus, Muhammediye, Envaru’l-Âşıkîn,
Marifetnâme gibi dünkü zihniyetimizi oluşturan
“yastık altı” kitaplarımızdan bir tanesidir3.
Ey Allahım, beni senden ayırma
Beni senin didarından ayırma
Seni sevmek benim dinim imanım
İlâhî din ü imandan ayırma
3. Dede Ömer Sikkînî (öl. Göynük, 880/1475)
Tasavvuf ve tarikatlar tarihinin en renklli simalarından biri olan Melâmetiyye’nin Osmanlı dünyasındaki macerası Bursalı Dede Ömer’le başlatılır.
Hacı Bayram’ın yanında yetişen Bıçakçı Ömer Dede
asırlardan beri var olan bu meşrebe yeni ivme kazandırmış, tasavvufî hayatın şekil ve törenlere kurban gitmesine karşı çıkmıştır. Melâmîlerin düşünce tarzı olarak vahdet-i vücut çizgisi ile birleşince
tartışmalı pek çok konuyu gündeme getirmiştir.
Osmanlı toplumunda yöneticilerden sert tepki
gören tasavvufî cemaatlerin başında Melâmîleri
saymak gerekir.
Dede Ömer’den sonra Ayaşlı Bünyamin, Pîr Ali, İsmail Maşukî ile devam eden bu meşrep günümüze ulaşmıştır.
4. Üftade (öl. Bursa, 988/1580)
Âşık anlamına gelen bu kelime, Bursa’da yetişen
Muhammed Muhyiddin adlı sufînin mahlâsıdır.
Hacı Bayram-ı Velî’nin halifesi Hızır Dede’den feyz
alan Üftade, bu şehrin manevî atmosferine tesir
eden gönül sultanlarından bir tanesidir. Aynı zamanda şair olan Üftade’nin tasavvuf ve tarikatlar
tarihimiz açısından en önemli özelliği, Aziz Mahmud Hüdayî gibi bir şahsiyeti yetiştirmiş olmasıdır.
Böylece Osmanlı dünyasının en tesirli tarikatlarından biri olan Celvetiyye’nin tohumları atılmıştır.
Bursa’da bugün ayakta olan 3-5 tekkeden bir tanesi olan Üftade Tekkesi dağın eteklerinden şehri
seyrederken onun adını taşıyan cami ise türbesiyle
3 Geniş bilgi için bk. Kara, Mustafa; Eşrefoğlu Rumî, Ank. 1995.
İznikli Gönül Adamı Eşrefoğlu Rumî, İznik, 2010
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
birlikte şehir içindedir4:
Enbiyanın gurbetine evliyanın hürmetine
Cümle âşıklar dilinden yüce sultanım meded
Derdmend Üftade’nin budur daima muradı
Hub cemalin görmek ister yüce sultanım meded
5. Lâmiî Çelebi (öl. Bursa, 938/1531)
Bursa’da yetişen şair sufîlerden biri de Lâmiî
Çelebi’dir. Emir Ahmed-i Buharî’nin yanında yetişen Lâmiî Çelebi, biri Bursa kültürünü diğeri tasavvuf dünyasını ilgilendiren iki eserin sahibidir. Birinin adı Şehrengiz-i Bursa5 diğerinin ise Nefahatü’lÜns’dür6. Bu ikinci isim aslında Molla Câmî tarafından Farsça olarak kaleme alınan eserin ilâveli
olarak Anadolu Türkçe’sine tercüme edilen eserin
ismidir.
Husûsâ nâf-ı şehr ol Ulu Câmi‘
Metâf-ı âlemün devletlü câmi‘
Budur var ise cennet der görenler
Ki çıkmağ istemez ona girenler7
Şehrengiz-i Bursa ismiyle eser yazan şairlerden biri
de Bursa Emirsultan Vakıfları mütevellisi Meşâiru’şşuara yazarı Âşık Çelebi’dir. (öl. Üsküp, 979 / 1572)
Türkiye Mühendisler ve Mimarlar Birliği 2011 yılında Bursa’da “Bursa Şehrengizi” başlıklı bir sempozyum tertiplemiştir.
6. Gazzîzade Abdullatif Efendi
(öl. Bursa, 1247/1831)
Bursa’da yetişen şahsiyetlerle ilgili olarak eser kaleme alan mutasavvıflardan biri de Gazzîzade’dir8.
Onun bu hizmeti olmasaydı dün ile ilgili bir çok
konu karanlıkta kalacak ve kaybolup gidecekti.
Ravzatu’l-Muflihun adlı vefeyat kitabının yanında
4 Geniş bilgi için bk. Bahadıroğlu, Mustafa; Celvetiyye’nin Pîri
Hz. Üftade, Bursa 1995. Hasan Kamil Yılmaz, Aziz Mahmud
Hüdayî Celvetiye Tarikatı, İstanbul, 1981.
5 Geniş bilgi için bk. Yurtsever, Murat; Şehrengiz-i Bursa, UÜSBE, basılmamış yüksek lisans tezi, Bursa 1984.
6 Abdurrahman Câmî, Nefahatü’l- Üns, tercüme: Lâmiî Çelebi,
haz. S. Uludağ-M. Kara, İst. 1995
7 İsen, Mustafa-Burmaoğlu, Hamit Bilen; Bursa Şehrengîzi
(Lâmiî Çelebi), Türklük Araştırmaları Dergisi, İst. 1988, 84.
8 Geniş bilgi için bk. Atlansoy, Kadir; Bursa Şairleri, Bursa 1998.
Bursa kültürü ile ilgili pek çok eser ortaya koyan bu
dervişin bu gün mezar taşına dahi Bursalılar sahip
değildir. Ama eserleri dünyaya ışık tutmaya devam
etmektedir9.
7. Hüsameddin-i Bursevî
(öl. Bursa, 1042/1632)
Bursa’da günümüze ulaşan çok az sayıdaki tekkelerden biri olan Temenye Hüsameddin Tekkesi’nin
kurucusu olan Hüsameddin Bursevî yazdığı eserlerle de dikkati çeken bir sufîdir. En geniş eseri
olan Mühimmatü’l-Mü’minîn ansiklopedik mahiyette olup burada yeme-içme adabından, cifir ve
rüya tabirine kadar her şeyi bulmak mümkündür.
Bursa’da yaşayan sufîlerin hayat ve menkıbelerine
ayrı ayrı eser tahsisi etme işinde de Bursevî ön sıradadır. Menakıb-ı Emir Sultan, Menakıb-ı Abdal
Murad, Menakıb-ı Ali Semerkandî, Menakıb-ı Baba
Sultan, Menakıb-ı Üftade, Menakıb-ı Şeyh Ebu İshak isimli eserler onundur10.
Şu içli mısralar da ona aittir:
Ya İlâhî senden olmazsa atâ
Ey n’ola hâlim benim ya Rabbenâ
Bunca isyan işlerim hiç tevbe yok
Sana yarar bir amel hiç bende yok
8. Bursalı Mehmed Tahir (öl. İstanbul 1925)
Bursa Askerî Lise ve Harbiye mezunu olan Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri adlı üç ciltlik eseriyle (İst. 1333) dünya çapında bir üne kavuşmuştur.
Daha öğrencilik yıllarında tasavvufî konulara ve
özellikle Muhyiddin b. Arabî’ye ilgi duyan M. Tahir, İstanbul’da Tibyanu Vesaili’l-Hakaik adlı eserin
yazarı Harirîzade ile tanışınca arayışları sükûna kavuştu.
Son asırda ülkemizde yetişen en büyük biyografi ve bibliyografi âlimlerinden biri olan M. Tahir,
tasavvufî neşve olarak Melâmetiyye’yi benimsemiş, kaleme aldığı eserlerden 18 tanesi basılmış,
9 Geniş bilgi için bk. Sefine-i Evliya, V / 135
10 Kara, Mustafa; Bursa’da Tarikatlar ve Tekkeler, 267
137
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
yedi eseri henüz basılmamıştır11.
Osmanlı Müellifleri’nde 1691 yazar, âlim ve sanatkar eserleriyle birlikte tanıtılmıştır.
Söylenen nutku bilir ehl-i kemal gayet iyan
Zümre-i uşşaka vazıhtır bu sözler her zaman
Tahira, hatm-i makal et eyle ikmal-i beyan
Nakşbend suretteyiz lâkin Melâmî meşrebiz
İsm-i zatı her nefes tekrar eden hak mezhebiz
Üçüncü grup sufîler ise Bursalı olmamakla birlikte seyr ü sülûkünü Bursa’da tamamlayan fakat
İstanbul’da dergâh açan veya açılmış dergâhlarda
postnişin olarak hizmet veren eser kaleme alan
gönül adamlarıdır. Bunlardan birkaç tanesine temas edilecektir.
9. Mehmed Şemseddin Efendi (Ulusoy)
(öl. İstanbul 1936)
XV. yüzyılda İstanbul’da yaşayan münevver zümrenin gönül verdiği derviş kimdir sorusunun cevabı gayet açıktır: Şeyh Vefa.
Bursa’da yetişen velût bir sufî de Mısrî Dergâhı’nın
son postnişini M. Şemseddin Efendi’dir. Bursa ile
ilgili pek çok eser kaleme alan Şemseddin Efendi
bu çalışmalarına tekkeler kapandıktan sonra da
devam etmiştir. Onun Bursa tekkelerine tahsis
ettiği Yadigâr-ı Şemsî hatıra ve seyahatlerini anlattığı Dildâr-ı Şemsî, Niyazî-i Mısrî’nin İzinde Bir
Ömür Seyahat adıyla ve Mevlid’i Bursa Dergâhları
adıyla basılmış olup, Bursa’nın camilerine, şairlerine, türbelerine, mezarlarına ayrı ayrı tahsis ettiği
eserleri yazma hâlinde “Bursa âşıkları”nın himmet
ve hizmetini kendi köşelerinde sabırla beklemektedirler.
Meded eş şah-i iklim-i velâyet Hazret-i Mısrî
Meded ey valhi-i milk-i keramet Hazret-i Mısrî
10. Sadettin Nüzhet Ergun (öl. İstanbul 1946)
Nihayet, Cumhuriyet döneminin en velût yazarlarından biri olan musiki ve edebiyat tarihimizi
aydınlatan Sadettin Nüzhet Ergun da Bursalı bir
derviştir.
BURSA’DA YETİŞENLER
Kuruluş devrinde Bursa’da hizmet veren sufîlerin
büyük çoğunluğunun doğu İslâm ülkelerinden
geldiği bilinmektedir.
İkinci kesimde tanıtılan sufîler ise Bursa doğumlu
olup genellikle tasavvufî terbiyesini de bu şehirde
tamamlayarak topluma kendi alanlarında faydalı
olan insanlardır.
11 DİA, VI/452.
138
1. Şeyh Vefa (öl. İstanbul, 896 / 1491)
Konya’da doğan, medrese tahsilini tamamladıktan sonra Abdüllatif-i Kudsî’nin Zeyniler’deki
dergâhında tasavvufî derinliklere ulaşan Muslihiddin Mustafa, İstanbul’un Vefa semtinde kurduğu
tekke ile bütünleşmiş bir sufîdir.
Çok etkili sohbetlerinin yanında manzum ve mensur eserleriyle sadece Zeyniyye kültürünün değil
döneminin ilim, fikir, sanat konularında da gücünü ortaya koymuştur. Astronomi ile ilgili eseri
Ruznâme-i Vefa bu geniş bakış açısının bir belgesidir.
XV. yüzyılın güzel Türkçesiyle şu mısralar onundur:
Evvel tevhidi zikret
Sonra cürmünü fikret
Var yolu ki doğru git
Derviş olayım dersen
Haram lokmayı yutma
Hiç kimseye kin tutma
Şeyh Vefa’yı unutma
Derviş olayım dersen12
2. Aziz Mahmud Hüdayî
(öl. İstanbul, 1038/1628)
Tasavvuf düyası ile Bursa’da tanışan âlim ve arif,
şair ve bestekârlardan biri de Aziz Mahmud
Hüdayî’dir.
Üftade’nin dergâhından aldığı feyz ile İstanbul’a
göç eden ve Üsküdar’da kurduğu tekke ile aldık12 Geniş bilgi için bk. Abdülkadir Erdoğan, Şeyh Vefa, İst. 1941.
Bir Semte Vefa (Sempozyum) İstanbul 2009
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
larını başkalarına aktaran Hüdayî, döneminin yöneticileri ile yakın ve sıcak ilişkiler kurabilen dervişlerdendir.
Şu mısralar ona çok yakın olan Sultan I. Ahmed’e
aittir:
Varımı ben Hakka verdim gayrı varım kalmadı
Cümlesinden el çekip bes du cihanım kalmadı
terbiyesini tamamlamıştır. Mürşidinin vefatından
sonra tekrar İstanbul’a dönen Hoca Hüsam, döneminin en meşhur sufîlerinden biri olmuş Fusûs ve
özellikle Mesnevî okumuş, okutmuş, şerhetmiş, bu
kültürün yaşaması ve yaygınlık kazanmasında büyük hizmetler yapmıştır.
Evliyanın himmeti yakdı beni kâl eyledi
Safîyim buldum safayı du cihanım kalmadı
Yöneticilere ve siyasîlere yüz vermeyen bir tavrın da
sahibi olan Hoca Hüsam’ın bu özelliğini Mehmed
Âkif de Safahat’’ında anlatmıştır: (bk. Safahat’ın 7.
kitabı Gölgeler’de “Hüsam Efendi Hoca” şiiri).
Divan’ı ve diğer eserleri basılmıştır.
5. Abdullah Bosnevî (öl. Konya, 1054 / 1644)
3. Gavsî Dede (öl. İstanbul 1109/1697)
Bursa’da tasavvufî terbiyesini tamamlayan ve
1054/1644 yılında Konya’da vefat eden Abdullah
Bosnevî’nin en önemli hizmeti Fususu’l-Hikem’i ilk
defa Türkçe şerh etmesidir. Bayramî melâmiliğine
mensup olan Bosnevî’nin Türkçe, Arapça altmış
kadar eserinin adı Osmanlı müelliflerinde vardır.13
Ahmed-i Cünunî’nin halifesi Salih Dede’nin yanında yetişen bir Mevlevî de Gavsî Ahmed Dede’dir.
Gelibolulu Yazıcızâdeler ailesinden olan Gavsî,
medrese tahsilini tamamladıktan ve bir müddet
Selânik kadısı İmamzade Efendi’nin yanında naiplik yaptıktan sonra Bursa’ya gelerek Salih Dede’ye
kapılandı. Mürşidinin vefatı üzerine İstanbul Galata Mevlevhihanesi’ne gitti ve Şeyh Arzî Dede’nin
Mesnevî Kari’i oldu. Daha sonra aynı dergâhın
şeyhi olan Gavsî Dede, Miraciyyenin bestekârı
Nayî Osman Dede’nin kayınpederi olup şair ve
musikîşinastır. Şu beyitler onundur:
Esbab-ı cevre kendüm geldügüm aybeyleme
Biz de mana harmanından sıçramış bir daneyiz
Berk-i hüsn-i âşıkı didar bilmez kim bilir
Naliş-i nur-i dili bidar bilmez kim bilir
4. Hoca Hüsameddin Efendi
(öl. İstanbul 1280/1864)
Kerküklü Mehmed Emin Efendi’nin yanında yetişen mühim simalardan biri de Mesnevîhan
Nakşîlerden Hoca Hüsam Efendi’dir.
1184/1770 yılında İstanbul’da doğan, medrese
ilimlerini tahsil ettikten sonra Hatuniyye Dergâhı
şeyhi Ahıskalı Selim Efendi’den feyz alan Hoca
Hüsameddin Efendi, daha sonra Bursa’ya gelerek
Mehmed Emin Efendi’ye intisap etmiş ve tasavvufî
Bursa’da yetişip diğer şehirlerde hizmet verenlerin
bu şahsiyetlerden ibaret olmadığını tahmin etmek
zor değildir.
SONUÇ
Osmanlı topraklarında yaygın olan hemen hemen
bütün tarikatlar, Bursa’da faaliyet göstermiş, kendilerine mahsus dergâhlarda bu kültürü sohbet
yoluyla, şifahî olarak topluma aktarmışlardır. Tarih
içinde Bursa’da faaliyet gösteren tekkelere ve bu
tekkelerin mensup olduğu tarikatlara bakıldığında bazı tespitler yapmak mümkün olmaktadır:
Tekkeler zaman içinde değişik tarikatların yönetimine geçmektedir. Meselâ, kuruluş itibariyle
Halvetî olan bir dergâh zamanla Kadiriyye’ye,
Nakşibendiyye’ye, Rifaiyye’ye geçebilmektedir.
Bunun değişik sebepleri vardır. Bu değişiklik binanın tabiî bir afetle yok olmasından sonra olabildiği gibi, farklı bir tarikata mensup bir şeyhin posta oturması şeklinde de olabilir. Bu el değiştirme
Bektaşîlerin yaptığı gibi bazen “cebren ve hile” ile
de olabilmiştir. Mevlevîhane gibi kurulduğu gün13 Geniş bilgi için bk. Abdullah Kartal, Abdullah Bosnevî ve
Merâtib-i Vücud İle İlgili Bir Risalesi, Bursa, 2004
139
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
den itibaren hiç el değiştirmeyen tekkeler de vardır.
Tekkelerin yönetiminde önemli olan diğer bir unsur vakfiyelerdir. Bu müesseselerin finans kaynağını temin eden vakfiyeler aynı zamanda tekkenin faaliyetlerine de belli bir çerçeve çizmektedir.
İslâm hukukunda “vâkıf şâri’” gibi kabul edildiğinden vakfiyedeki esaslara uymak, maddî gelirlerin
gelişigüzel harcanmasına engel olması noktasında faydalı olduysa da, zaman içinde ortaya çıkan
problem ve ihtiyaçlara çare bulamaması da başka
sıkıntılara sebep olmuş, “bizi ölüler mi idare edecek?” serzenişi ortaya çıkmıştır.
Tekke ve zaviyelerle ilgili ifade edilmesi gereken
bir husus da şudur: Özellikle ilk asırlarda kurulan
zaviyeler tasavvufî bir müessese olmanın yanında daha çok dinî-sosyal fonksiyonları üstlenen bir
kurum olarak karşımıza çıkmakta; bir nevi kervansaray, sosyal güvenlik merkezi gibi görevleri üstlenmektedir. Tekke ve zaviyelerin sosyal boyutu
her zaman olmakla birlikte tasavvufî renginin ve
tarikata bağlılığının kesin olarak çizilmesi sonraki
yüzyıllardadır.
Söze Süleyman Çelebî’nin yaklaşık 600 sene önce
kaleme aldığı ve bütün Osmanlı topraklarında tanınan muhteşem eserinin ilk beytiyle başlamıştık.
Şimdi yaklaşık 300 sene önce yazılan Mirâciye’nin14
ilk iki beytiyle sözü bağlıyoruz:
Evvel Allah adını yâd eyleriz
Dil dil olmuş kalbi dilşâd eyleriz
Zikr-i Hak’la kalbi irşâd eyleriz
Her harâb abadı âbâd eyleriz.
Bu iki beyt aynı zamanda “Dervişler Bursa’da ne
yaptı?” sorusunun da cevabıdır.15
14 Geniş bilgi için M. Kara, Türk Tasavvuf Tarihi Araştırmaları,
s. 476
15 Bursa dergâhları ve bu dergâhlarda hizmet veren gönül
adamlarını ele alan en geniş araştırma Mehmed Şemseddin
Efendi’ye aittir: Yâdigâr-ı Şemsî / Bursa Dergâhları. Hazırlayan,
Mustafa Kara, Kadir Atlansoy, Bursa 1997. Bursa’nın kültür
tarihi açısından önemli bilgiler veren bir kaynak da Kamil
Kepecioğlu’nun dört ciltlik Bursa Kütüğü isimli eseridir. Hazırlayan heyet: Bursa 2009
140
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Feyzi Ülgü
Bursa Ulucamii Minberi
“ Göğü indirip yere , giydirmişler minbere..”
Minberin yapım tarihi:
Minberin giriş kapısı üzerinde şu yazılı ( Resim1 ): ”Murat Han oğlu Yıldırım Bayezit Han’ın resmi emri ile ( hicri ) 802’de inşa edildi”.
( 802 x 0,97 ) + 621,54 = 1399 yılında yapıldı.
Resim: 1
141
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Minberi yapan kişi:
Minbere çıkış merdiveninin sağ trabzan kemeri üze- rinde,süsleme motifine uygun bir sülüsle
minber usta-sının kimliği yazılı ( Resim 2 ) . Burada:
Resim: 3
Resim: 2
“Devak’lı Abdülaziz Abdülaziz oğlu Mehmet’in
işi.” yazıyor.
Yaptığımız araştırmalara göre
Devak,şu bölgelerden birisi olabilir.1-Gaziantep
2-Hive 3-Tebriz 4-Bakü. Bunların içinde Gaziantep
kuvvetli ihtimal görülüyor.Çünkü aynı usta, 23 yıl
önce ( 1376’da ), Manisa Ulucamii Minberi’ni de
yapmıştır.O minber ile ilgili kayıtlar,Gaziantep’li
olma ihtimalini kuvvetlendiriyor. Tahrirat cetvellerinden Devak’ın taranması gerekiyor.
Sistemi’ni; batı cephesine ise Galaksiler düzeni’ni
yerleştirmişler.Tabiri caizse:”Göğü indirip yere ,
giydirmişler minbere.”Her şey ölçülü,hesaplı ve
günümüz verilerine uygun.Yıldızlar,kuyruklu yıldızlar ,gezegenler, güneş, galaksiler, çift yıldızlar,
gökada formatları..Hepsi işlenmiş; olması gereken yerdeler.Uzay 3 boyutludur. Onu 2 boyutlu
düzlem ( Kağıt ) üzerinde ölçekli tasarlamak adeta
imkânsızdır. Onlar zoru başarıp Evren’i,ahşap üzerine olabildiğince ölçekli,detaylı, kıyaslamalı ve
kabartma olarak işlemişler.
MİNBERİN DOĞU CEPHESİ
Resim: 4
Kullanılan malzeme ve işçilik: Abanoz ağacından yapılmıştır.Kütük kalınlıkları 15-20 cm arasında değişmektedir.Alan sayımı yaptığımızda yaklaşık 6666 parça kütük kullanıldığını tespit ettik.
Ayrıca işlenen motiflerin özelliklerini vurgulamak
için 4 farklı renkte de sedef kakma işleme yapılmış
( Resim 3 ).
Minberde ne var ?: Ne yok ki ? Tam bir ahşap kitabe ! Doğu cephesine ana figür olarak Güneş
142
Resim 4’ü dikkatlice izleyin.Yalnızca minber üzerindeki kabartma motifleri öne çıkartan çok özel
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
bir çekim. Bu yüzeyde yine yalnızca 9 adet küresel
kabartma var.Bunlar Güneş Sistemi’ndeki gezegenler.1 adet de bir kürenin etrafında döner halde
eskizlenmiş, 9 damlacıklı kabartma kurs motifi var.
O da,Güneş.Başka da hiç bir küresel kabartma yok.
Güneş,neden etrafında 9 damlacığın döndüğü
bir döner kurs halinde motiflenmiş? Sebebi gayet
basit.Bu gök cisimleri büyüklükleri kıyaslanarak
yer-leştirilmiş.Güneş,Dünya’dan 50.000 defa daha
büyük.Güneşi o yüzeye kıyaslamalı yerleştiremezlerdi. Onlar da, olması gerekeni yapıp,etrafında
9 adet döner kürenin bulunduğu bir kurs motifi
halinde,olması gereken yere başarıyla yerleştirmişler (Resim 5).
Gezegenlerin büyüklük sıralaması: Jüpiter, Satürn,
Uranüs, Neptün, Plüton, Dünya, Venüs, Mars, Merkür( Resim 7 ).
Resim: 5
İlk 8 gezegeni sağ taraftaki üçgen düzlemde;1
gezegeni de sol taraftaki dikey dikdörtgen düzlemde yerleştirmişler. Hayret! Günümüz verileri
de aynı şeyleri söylüyor:”Güneş Sisteminde ilk
8 gezegen aynı düzlemde dolanır. 1 tanesi -ki o,
Plüton -farklı açıyla,farklı düzlemde dolanır.” Bu
yüzden pek çok bilim adamı Plüton için: “Dış merkezli gezegen” tabirini kullanır.Düzlemlerin birini
üçgen,diğerini dikdörtgen yaparak,dolanım düzlemleri arasında,açı farkının da bulunduğunu vurgulamışlar.
Günümüz bilim verilerine göre:
Gezegenlerin Güneş’e yakınlık sıralaması: Merkür,
Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün, Plüton ( Resim 6 ).
Resim: 6
Resim: 7
Gezegenler,Güneş’in etrafında birbirinden farklı
hızlarda dolanır ve üç boyutlu uzaya bakış açısı
da dikkate alındığında (Güneş Sistemi’ne uzayın
neresinden bakıldığı çok önemli.Farklı yerlerden
bakanlar, gezegenleri Güneş’e birbirlerinden farklı
uzaklıkta algılarlar.) gezegenlerin,olması gereken
yerlere ölçülü ve kıyaslamalı olarak yerleştirildikleri görülür.
Resim 8’i dikkatlice incelediğinizde ise gezegenlerin bulunması gereken yere, Güneş’e uzaklığı ve
büyüklük mukayeseleri ile ölçülü olarak nasıl yerleştirildiğini görürsünüz.
Bu yüzeyde başka neler var ?
*Gezegenlerin yörünge haraketleri var.
Resim 8’i izleyin.Kütük kündekârilerin yüzey birleşimlerini öyle ustalıkla yerleştirmişler ki, eliptik
143
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Resim: 8
çizgiler halinde, gezegenlerin yörüngelerini oluşturmuşlar.
*Yıldızlar ve kuyruklu yıldızlar serpiştirilmiş.
Resim 3’e bir kere daha bakınız.
* 3 Çekirdekli kuyruklu yıldız.
Plüton’un bulunduğu düzlemin alt köşesinde ve
yönü Güneş Sistemi’ne yönelik 3 çekirdekli bir
kuyruklu yıldız görülmektedir.Çekirdek ve kuyruk
yapısı renkli sedef kakmalarla detaylandırılmış.Bu
nedir? Ne değildir? Bilim dünyasınca ele alınmalı
ve mutlaka incelenmelidir ( Resim 10 ).
Resim 3’teki yıldız da dikkatlice incelenirse, yapısınında farklı renkte sedef kakma ile detaylandırıldığı görülür.
* Kuyruklu yıldız motiflerinin yalnızca Güneş
Sistemi’ne ait düzlemde bulunması; 3 çekirdekli kuyruklu yıldızın da Plüton düzleminde
yer alması oldukça manidardır.
144
Resim: 9
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Resim 11, çok dikkat çeken bu küresel kabartma
13 yıldız parçalı ve sedef kakmalarla detaylandırılmış bir tabla üzerine oturtulmuş.
Resim: 10
MİNBERİN BATI CEPHESİ
Resim: 12
Minberin batı cephesi ise Evren’in düzenine ayrılmış.
Resim 12, çok detaylı.Merkezinde 7 köşeli plato
yıldız var.Bu yıldızın yakın çevresi ise sedef kakma
işlemeli,7 adet, 6 köşeli ve mızrak uçlu madalyon
şeklinde kurs damlacıklarla çevrili.En dış detayı ise
14 parçalı. Bu galaksi alt taraftan sağa ve sola ,ayrı
ayrı 2 Çift yıl dız aracılığı ile diğer galaksilerle bağlantı kuruyor.
* Büyük galaksiler önemli yerlere küresel kabartmalar halinde işlenmiş.
* Çift yıldızlar. ( Resim 13 , 14 )
Resim: 11
Resim: 13
145
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
bir orto galaksidir.Açılı ve sisteme uzak ara yerleştirilmiş galaksilere koordinasyon görevi yapıyor.
Baru: Erken Dönem Türkçe’de,”Bir yere ulaşmayı mümkün kılan organ” demektir.
*Kan - Ögüz Galaksi ya da “Kuy Galaksi”:
Her şeyi kendine özgü. Merkezi 3 kademe, katmerli ve yıldız köşeli bir surla çevrili;çanaksı yapıda.Çok zengin kaynar ateş görünümü var ve dış
çevresine de 12’li döner kurs damlacıkları yerleştirilmiş.( Resim 16 ).
Resim: 14
Her bir galaksi formatı diğer galaksilerle Çift Yıldız aracılığı ile koordinasyon içinde.Tek başına
koordinasyon görevi yapan,2 çeşit Çift yıldız var.
Bunların bir çeşidi diğer galaksilerle dikey bağlantı sağlıyor;öteki çeşidi ise Gökada formatı içinde
açılı bağlantı sağlıyor.
* Sadabiş -Tahkimatçı - Galaksi:
Bu galaksinin en dış çevrelerinde, her yöne çift
yıldız konuçlandırılmış.Merkezi bir galaksi.Görevi
ise; uzay sistemini dengede tutmak ( Resim 15 ).
Resim: 16
Kan-Ögüz’ün Erken Dönem Türkçe’de karşılığı:
”Orijin Irmağı”; Kuy’un karşılığı ise: ”Akıntı Analogu, Sistemi Besleyen” demektir. Uzayda yeni bir
yapılanmanın işareti gibi de duruyor.
Görüldüğü gibi,minberin doğu çephesi tamamen
Uzay Sistemine ayrılmış.Şimdi bu yüzeyi topluca
görelim ( Resim 17 ).
Bütün bu izlenimlerden sonra,Bursa Ulucami
Min-beri; “Göğü indirip yere,giydirmişler minbere
”söylemini –tabiri caizse- yerden göğe kadar hak
ediyor.
Resim: 15
TÜRK BOYLARI
Sadabiş: Erken Dönem Türkçe’de,” Tahkimatçı,
mümeyyiz” demektir.
Minberin en alt bölümüne adeta taşıyıcı olarak yer
leştirilmiş,doğu cephesinde 3’ü başlangıçta,12’si
ise 3’lü gurubun devamı olarak mizampajlanmış
15 adet kapı motifi var. Aynı düzende batı cephesinde de 15 adet kapı motifi var. Kapı, Türk dün
* Orto - Baru - Galaksi:
Aynı resmin sol üst tarafında görünen galaksi ise
146
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Resim: 17
yasında “İlk çıkış” yani “Başlangıç” olarak tabirlenir.
Başka medeniyetlerde de kapı,benzer anlamlar
taşır. Bir çok şehrin, ülkekenin,bölgenin girişinde
o medeniyeti simgeliyen giriş kapıları vardır.Günümüzde ise bazı şehirlerimizin veya bölgenin
girişine yerleştirilen zafer takları,bu uygulamaların
günümüze yönelik modelleridir. Aşağıda, minber
üzerindeki bu kapı örneklerini göreceksiniz.
( Resim 18,19,20 ).
Resim: 18
Resim: 19
Resim: 20
147
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Kapılardaki motifler incelendiğinde ana temalarının aynı olduğu fakat hepsinin ayrı detaylar içerdiği görülür.İlmi olarak Türk İslâm Medeniyeti’nin
değişik basamaklarına gönderme yaptığımda,bu
kapılar kaydının Türk Boyları ile bire bir örtüştüğünü gördüm.Buna göre minberin doğu cephesindeki kapılardan oluşan sistem ÜÇOKLAR’dır
(Resim 22 ).
AY HAN
YILDIZ HAN
BOZOKLAR
GÖK HAN
DAĞ HAN
Avşar
Kırık
Begdili
Karkın
____Boyları____
Bayındır
Perçene
Çavuldur
Cebin
Resim: 22
Minberin batı cephesindeki kapılardan oluşan sistem de BOZOKLAR’dır ( Resim 23 ).
Resim: 23
Bu kapıların minberi taşıyan alt kesime bir düzen
halinde yerleştirilmiş olması,Türk dünyasının evreni sırtladığı anlamını da taşıyor.
Ziya Gökalp’e göre ÜÇOKLAR: Şahin, kartal, tavşancıl olarak; BOZOKLAR ise: Sungur, çakır ve üçkuş olarak ongunlanmış ( karakterize olmuş, bütünleşmiş )tir.
“Cami ü’t Tevarih” ve “Divan-ı Lügat-it Türk”e göre
12 + 12 = 24 Türk Boyu vardır ve sıralamaları
şu şekildedir:
ÜÇOKLAR
____Boyları___
GÜN HAN
148
Kayı
Bayat
Alka Avlı
Kara Avlı
DENİZ HAN
Döger
Dodurga
Bayırlı
Salur
Eymür
Alayuntlu
Üregir
Biğdir
Bögdüz
Biva
Kınık
TÜRK İSLÂM MEDENİYETİNİN ARKA YAPISI
Bursa Ulucamii ve Minberi’nin yapımı sırasında, Bursa’da bilim dünyasının başı Musa Paşa’ (
Kadızade-i Rumi Efendi ) dır.Musa Paşa,hem iyi bir
astronomi alimi hem de matematikçidir.Üstelik o
tarihte Türk Dünyası’nın diğer bütün ilim merkezleri arasında mekik dokuduğu ve bu bilim merkezlerini birbiriyle örgütlediği bilinmektedir. Şüphesiz
minberin yapımı sırasında da bilim emekleri ona
aittir. Minberin yapım tarihi 1399’dur.Şimdi arkasını dolduralım:
* El Biruni ( Hive’li ),1030 yılında yazdığı “El Kanun
El Mesudi” adlı eserinde Trigonometriyi anlatır.”Zic
Cetvelleri” eserinde ise Güneş’i, gezegenlerin ve
Ay’ın hareketlerini anlatır.Dünyamızın hem kendi
hem de Güneş’in çevresinde döndüğünü söylüyor.Dünya’nın Güneş’e olan eğimini 53 salise; Ekvatoral çapını ise 15 km’lik hata payı ile ölçmüş. O
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
da hata mı,yoksa o günden bu güne değişime mi
uğradılar, bilinmiyor.Dikkat edin! Yıl:1030.
* Batılı kaynaklar 971 yılında Hive şehri kütüphanesinde 400.000 cilt el yazması bilim eserinin bulunduğundan söz ediyor.1 değil! 2 değil! 400.000 cilt
! .Ve yıl: 971.
* D,ö. 1517’den günümüze,Türk Dünyası’nda kurulan Önemli Bilim Merkezleri’nin sayısı 156 dır.
Bunların içinde
Hive, 3. derecede bilim merkezidir.
* 1260’da Hulagu Han, MARAGA’ya dünyanın en
büyük “Gözlemevi”ni kurmuştur. Uluğ Bey ( 13931449 ),Maraga’da yetişmiş ve 1437’de yazdığı
“Yıldız Cetvelleri “adlı eserinde tam 1018 yıldızın
konumunu,ışık özelliklerini kayıtlamış ve her birinin adını koymuştur.Bu eseri, bütün batı dillerine çevrilmiş ve yıllarca ders kitabı olarak okutulmuştur.İlk Usturlab’ı yapan kişidir.
USTURLAB: 3 boyutlu ölçme işinde- denizcilikte
ve gök cisimlerinin ölçümlerinde- kullanılan özel
cetvel.
Biraz daha gerilere gidelim.
* Türk Dünyası,TÜRK TAKVİMİ’ni d.ö. 1517’den günümüze kadar halen kullanmaktadır. Türkler bu
takvimi Güneş Sistemi üzerine oluşturmuşlardır.
Güneş Sistemi’nin oluşumu, sonlanması dahil, bütün gezegenler ve özellikleri ile Türk Takvimi bütünleştirilmiştir.Bir iki örnek verelim:
Ara not: Erken Dönem Türkçe: Türklerin d.ö. 7.000
ile d.s. 575 yılları arasında kullandıkları Türkçe’dir.
d.ö. : m.ö. yerine,d.s.ise: m.s. yerine kullanılmıştır.
- Erken Dönem Türkçe’de 1.yılın adı: ÖK-ÖSİ YIL
dır. Karşılığı:”Var oluşa ilk adımın atılması”dır.
Sembolü:Güneş’tir.Güneş’e ise “Kan Ögüz”: “Orijin
Irmağı” veya “Kuy Şıpkan”:”Akıntı analogu-sistemi
besleyen-“ diyorlar.
- 4. yılın adı: ULUĞ YIL’dır. Karşılığı:
“Canlanma, hayat bulma”dır. Sembolü Dünya’dır.
Dünya’ya ise “ Buu veya Uu”diyorlar.Bunun da karşılığı: “ Canlıların yeri ”dir.
- 9.yılın adı:BİÇİN YIL’dır.Sibir Türkçe’sinde karşılığı:
“Büyücü kadın”dır.Sembolü:Neptün’dür.Neptün’e
de :”Biçin” yani “Büyücü” ve “Kiy”:”Başkasını sırtına
geçiren
- kullanan –“diyorlar.
Günümüz bilim verilerine göre de Neptün, hem
Uranüs hem de Plüton’u etki altında tutarak, yörüngelerinde sürekli değişiklik yapmaktadır.
- 10.yılın adı: TAKIĞU YIL’dır.Karşılığı: ”Tekleyen
yıl”dır. Sembolü: Plüton’dur. Plüton’a: “Takığu Şıpkan”: ”Tekleyen Gezegen” ve “Tak Şıpkan”: “dışarıdaki - yalnız -gezegen”diyorlar.
Günümüz bilim verilerine göre de Plüton, yörüngesinde tekliyor ve pek çok bilim adamına göre
dış merkezli bir gezegen.
Daha da ilginç olanı:
-11.yılın adı: SUV KUTLUĞ ZİM İT YIL’dır. Atsan’a
göre ( d.ö. 524 ) bunun karşılığı:”-Günü geldiğindetüm madde yapılanmalarının enerjilerini tüketerek son nefeslerini verme hali”dir.Sembolüne ise
Agaş diyorlar.Atsan’-a göre Agaş:”Madde içinden
dışarıya akarak çıkan arka yaka
( bekraund,blackbady,karaten ) radyasyonu”dur.
Bu yılın bir başka adı da KİN ŞIPKAN’dır.Karşılığı
ise:
“Kaçıp kurtulma hali”dir.
- 12.yılın adı ise: TONIS KÜN YIL’dır. D.ö. 6.yy.da
Bradya Şırı BİTİGTAŞI’nda şunlar yazılı: ”MANÇUŞIRI BODI- SATAV YAĞIZGA İNER İR TONIS KÜN”.Karşılığı ise:”İyonların dahi yüklerini terk ederek algınamaz hale geçmeleri,ışığın donması ve hep birlikte
magnetik ve kozmik buluta dönüşme hali”dir.Bir
başka BİTİGTAŞ’ta ise şunlar yazılı:” KAMAĞ BİNSUN TINLIĞLAR ASIĞINTA YAĞIZGA İNER KÜN”.Karşılığı ise: “Bütün sistemin peş peşe knetiklenmeye
hazır kozmik buluta dönüşme hali”dir.Sembol
olarak “Solar Yel”i kullanmışlar. Karşılığı:”Güneşten
sisteme akan partikül,ışıma,magnetizma ve momentumdan oluşan ön ham yapı”dır.
Ara not : Bitigtaş: Yazıt , kitabe
149
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
TÜRK MEDENİYETİ’nce oluşturulmuş 800 civarında BİTİGTAŞ vardır.Bunların büyük çoğunluğu pek
çok ülkenin arşivlerinde gizli tutulmaktadır.Bunlardan dolaylı haberdar olduğumuz birkaç tanesinden söz edelim:
- Şölgentaş Mağarası
Başkurdistan’ın Büryen bölgesindedir.3 katlı olup
50 civarında resim,motif ve tamga bulunmaktadır.
Bunlar d.ö.16.000 ve 7.000 aralığında mağaraya işlenmiş.Bunlardan
Resim 24’de bizon resmi, Resim 25’de ise bir iş yapmakta olan İnsan motifi olarak görülüyor.
Resim: 26
Bu mağaradan alınan Resim 26 ise oldukça
önemlidir.Burada ilk tamga işlemesi vardır. Ara
not:Tamga: Yazı yazma başlangıcındaki tanımlamaların motiflenmiş hali. Bu tamga işlemesinde
AŞ ELAT yazıyor. Karşılığı:”Halkın Yemeği”demektir.
Bu tespitler 2000 yılında yapılmış Kâzım MİRŞAN
tespitleridir.
-“ALTI YARIG TİGİN” BİTİGTAŞI
Tamga’dan harflere geçişin ilk haliyle ( Runik harflerle ) yazılmış, muhteşem bir eserdir.D.ö. 7.000
yılında yazılmış ve Türkistan’dadır.
-“UZUNGÖL BİTİGTAŞLARI”
Resim: 24
Uzungöl çevresinde yer alan bu bitigtaşlar 20 adet
olup d.ö.5.000- 3.000 yıllarına aittir.
-“KARABAĞLASUN” BİTİGTAŞI
Yazılış tarihi: D.ö, 872 dir.Bu bitigtaşa göre Bumin Kağan İstemi, ”Büyük Türük Bil” devletini d.ö,
872’de kurmuştur.
Önre Bina Başı d.ö.530 – 593 tarihleri arasında 37 yıl boyunca önceki bitigtaşları
inceleyerek,anlaşılmaları için yaşadığı dönem
Türkçesi ile yeniden kayıtlamıştır. Bu yaptığı
yeni kayıtlarda “Türük Bil”devletinin ilk kuruluş
aşamasını,Türk Takvimi’ne göre d.ö.1517’de ve
ULUĞ YIL’ da başladığını söylüyor..
Resim: 25
150
-“BIRATYA ŞIRI” BİTİGTAŞLARI
Türkistan’dadır ve d.ö. 5.yy.’a aittir.Bu bitigtaşlar-
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
dan birinde,”Gezegenlerle Güneş arasında oluşan
ışın kirişinin eğilme torsiyonu”na “Saran Şırı”adını
veriyor ve Dünya ile Güneş arasındaki Saran Şırının kostant değerini 284 olarak hesaplıyor.
-“ÇISUYA TUTUN” BİTİGTAŞLARI
Turfan, İçki Türkistan’da olup yazılış tarihi,
d.ö.10.09.524’tür. Başlığı:
“BİR AĞIZ-KI-A EDGÜ SÖZ”yani,“Bir Ağız Dolusu İyi
Söz”dür.
-“UPASANÇ SILIĞ TİGİN”BİTİGTAŞI
Bu da Turfan,İçki Türkistan’dadır. Yazılışı, d.ö.
01.06.523’tür. Başlığı: ”YİTİKEN SU” yani, “Yitirilen
Sular”dır.Orta Asya bölgesinde oluşan büyük kuraklığı anlatır.
-“ALTIN ELBİSE”
Kazakistan’da Issıg Göle dökülen Issıg Nehri kenarındaki bir Türk Ko- ruganı’nda bulunmuş olan bu
Altın Elbise,altın iplikten yapılmış örme bir elbisedir.Gerisini siz düşünün.Günümüzden 3.500 yıl
önceye aittir ( Resim 27 ).
-ASIĞ TUTUN, GALIM KEYŞİ, GAYA GAL, GAMALA VE ANANTA ŞIRI BİTİGTAŞLARI
D.ö. 5.yy’ la ait bu bitigtaşlarda ağırlık olarak ilmi
temalar yer alır.Temel tanecik,element,molekül ve
magnetizma tanımlamalarından tutun “IN - ITIRA
ÇALTOORI” yani,”EVRENİN KENARI” kuramına kadar “binlerce ilmi açıklama” vardır.
Türk İslâm Medeniyeti, onbinlerce tespit,buluş ve
uygulama ile insanlığa hizmet ve öncülük etmiş
önemli bir medeniyettir.
• Koyun ve atın evcilleştirilmesi.
• Meyvelerin aşı yöntemi ile ıslah edilmesi.
• Çiçek hastalığı aşısı.
• Matematikte Cebir’in keşfi.
• Tuz’un keşfi.Demirden çelik yapımı.
• Yoğurt ve peynir yapımı ( Avrupa’da da yogurt
ismiyle uygulanır. ).
• Devlet siteminin kurumlaştırılması v.s. v.s. gibi
insanlığa sunulmuş binlerce hizmet var.
Resim: 27
151
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
•
16’sı İmparotorluk olmak üzere 126 tane delet
kurmuş büyük bir medeniyettir.
olacak ki; İkindi, Akşam,Yatsı derken kulağıma bir
ses geldi:”Haydi çıkın artık, kapatıyoruz.”.
Bizim milletimiz,insanlığa öncü bir millettir. Ümera ( yöneticiler) ile Ulemanın ( bilim adamları), organize olup birlikte hareket ettikleri dönemler de
üstün başarılar sağlamışlardır.Birbirlerine ve iç çatışmalara düştükleri anlarda ise erimişlerdir.
Daha sonra günlerce inceledim.Ben öğretmen okullarında yetiştirildim ve branşım Fen Gurubu. O
günkü öğretmen okullarını bilenler,öğrencilerin
nasıl yetiştirildiklerini de iyi bilirler.
Ben, konumuzu ilgil endiren adeta birkaç damla- yı ele alabildim.Gerisi Türk Münevverleri’nin
(aydınlarının) medeniyetimize sahip çıkmalarına
bağlı. Peygamberimizin şu hadisini hatırlayınız:
“İlim Çin’de olsa arayınız,bulunuz.”
“İlmin ne nesebi (soyu) vardır ne de mezhebi. O,
Allah’a (CC) aittir. Onu dilerse ota, dilerse kuşa, dilerse taşa; herşeye,herkese söyletir.”
“İlim,Allah’ın (CC) yaradılışa koyduğu kurallardır.”
Yanma, ışıma, madde oluşumu, maddenin katı,
sıvı, gaz ve plazma hali; füzyon ve fisyon olayı,
kütle çekimi; yürüme, uçma, düşme, yüzme; düşünme, konuşma, doğum, ölüm; habitat, ekoloji,
yağmur, kar, şimşek, evren; taş, kerpiç, beton, ev;
teker, tren, gemi, uçak; motor, jet gibi olaylardakiözellikler ve kurallardır.
Bize düşen görev -ki emirdir- nerede olursa olsun,
ilimleri arayıp bulmak;doğru uygulanmasını sağlamak, kötü uygulamalara engel olmak, yani, sahiplenmektir. “Bıçak bir ilim ürünüdür.”Kimin icat ettiği önemli mi? İcadı engellenmiş mi? Hayır ! Herkes
kullanıyor mu? Evet ! Ekmek doğradın,soğan doğradın helâl. Adam doğramaya kalkarsan orada dur!
O haram. Tabiri caizse; “Dünya aleminde,hepimiz
bugün va-rız, yarın yokuz”.“Hedefe yürümenin en
sağlıklı ve en ideal yolu ilme sarılmaktır”.
Görüldüğü gibi Türk İslâm Medeniyeti’nin arka
yapısı, Bursa Ulucamii Minberi’ne o ilmi işlemeyi
giydirecek kadar dolu ve hazırlıklı. Öğretmen okulundaki Sanat Tarihi Öğretmenim, Ömer Sümer bir
derste şöyle demişti: ”Eski eserlerde alan süslemesi yapılırken,geometrik motifler kullanılmış ve bu
motiflerde simetri uygulaması yoksa; bilin ki orada
bir mesaj vardır ve o eser görsel sanattan öte mesaj taşıyan bir kitabedir.”
1980 de bir öğle namazı için Ulu Cami’ye girmiştim. Namazdan sonra minberi seyretmeye daldım.
Öğretmenimin o sözleri de kulağımda çınlamış
152
Eski eser incelemesinde bilim dünyasının en çok
kullandığı metod,Kıyaslama Metodu’dur Günlerce
çalışıp minber üzerinden detaylar aldım.Üniversiteleri, kütüphaneleri, kitapçıları, taradım; Güneş
Sistemi ve Evren’le ilgili o günkü bilim verilerini
topladım.Vakıflara,müzelere,bu konuya ışık tutabilecek Bursa’daki derneklere,eski eserlerlerle,tarihle
ilgilenen kuruluşlara uğradım.Bursa Eşrafına
danış-tım ve Bursa Ulucamii ve minberi ile ilgili
bilgileriderledim. Amasya, Manisa Ulucamiilerini,
Birgi Camii’ni inceledim.
Topladığım bu veri,bilgi ve belgelerle Bursa UluCamii Minberi’nden aldığım detayları karşılaştırdım. Gördüm ki minbere Evren’i ( Kâinatı ) işlemişler.Şekiller,motifler ve ölçekler bu tespitle bire bir
uyumlu. Bir görüşmemizde Kâzım Baykal hocamın
şu sözleri hâlâ kulaklarımda çınlıyor.”1974’te, Ord.
Prf.Dr. Süheyil Ünver Bey’le,15 kişilik yabancı misafir bilim adamına Ulucamii gezdirmiştim.Bir Amerikalı Prf. Yalnızca minberle ilgilendi.Bize,-Burada
ne var?Dedi.Bizde-Bezelyen çiçekleri.Dedik.Yüzünü buruşturdu,kafasını salladı.-Bize bu minberi
verin size 100 tane Uulucamii yapalım.Dedi.”
Yorum sizlerin.
Gazeteciler bu konuyla ilgilendi ve 1981’de iki gazete bu olayı benim üzerimden haber yaptı.
Ben incelemelerime usanmadan devam ettim.2006 yılında Bursa Ulucami Minberi kitabımı
resimli ve ofset baskı olarak yayınladım ( Bkz.Isbn
9944-5232- 0-2 ).
2010’da ise yayınladığım Türk Medeniyeti’nden
Çok Önemli İlkler kitabımda da bu konuya yer verdim ( Bkz.İsbn 9944-5232-1-9 ).
Dileğim Bursa’daki ilgililerin,minberin bu yönüne
sahip çıkmalarıdır.Bursa’nın ana yol girişlerine,
minberin bu özelliğini gösteren ışıklı panoların
asılması, Bursa Turizmi’ne adeta çığır açtıracaktır.
Ayrıca,Türk İslâm Medeniyeti’ni ayağa kaldırmak amacıyla,bütün Türk ülkelerinin ilmi koordinasyona girmelerini bekliyorum.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Prof. Dr. Düsen Kaseinov
İpek Yolu Medeniyetleri ve
TÜRKSOY’un Getirdikleri
Çin’den başlayıp Anadolu ve Akdeniz’den geçerek Avrupa’ya uzanan ticaret yoluna İpek yolu adını veriyoruz. Binlerce yıl önce Romalılar ve Mısırlılar Çinlilerden İpek alırlardı. Bu ipek ticareti daha sonra İpek Yoluna isim
olmuştur.
İpek Yolu,Çin’den Orta- Asya üzerinden Güney Asya, Batı Asya, Avrupa ve
Kuzey Afrika’ya uzanan kara ticaret yoludur.
M.Ö 2. Yüzyıl ve M.S 2 .yüzyıla dek, İpek Yolu üzerinden Batıdan Doğu’ya
Doğudan Batı’ya medeniyetler arasında doğrudan temas ve kültürel alışveriş yapılmasına yardımcı olmuştur. İpek Yolu’nun güçlenmesiyle hiçbir
medeniyet gelişmesini, sanatını, kültürünü tümüyle bağımsız ve özgün
devam ettirememiştir.
Bu kültürel alışverişte yapı malzemeleri de önemli bir paya sahip olmuş
batının ve doğunun mimari estetiklerine karşılıklı kervanlarla taşınan
malzemeler ve en önemlisi de ustalar, sanatçılar aracılık yapmıştır.
Tarih geniş anlamda ticaret yollarının kontrolü ve bu yollara hakimiyet
mücadelesinin hikayesidir. O nedenle ticaret yollarını iyi anlamadan tarihi
doğru anlamak ve yazmak mümkün değildir.
153
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
İpek Yolu’nun geçtiği Orta Asya ve Ön Asya’da
binlerce yıldır hükümran kavim Türkler bu ticaret
yolunda köprü konumundaydılar. Dünya sanat ve
mimarisine kendi estetik zevk ve biçimlerini sunarken dünya insanının zevk ve mimari üslubundan
faydalanmışlardır. İpek Yolu’nun en güçlü ve güvenli dönemleri Yol üzerindeki güçlü Türk İmparatorluklarının dönemine rastlar. Selçuklular, Osmanlılar, Timurlular bunların en başta gelenleridir.
Bu üç büyük dünya devleti kendi dönemlerinde
İpek Yolu’nun güvenliği için derbentler (Karakollar)
kurmuş, kervansaraylar yapmış, ticari kervanların
mallarını adeta sigorta edercesine teminat altına
almıştır. Özellikle Anadolu’da Selçuklu ve Osmanlı
döneminde bölgenin her tarafını saran ipek yolu
ağı çok profesyonel bir şekilde düzenlenmiş, güvenlik sağlanmış.
Muhteşem kervansaraylarla konaklama ve Pazar
imkanı sağlanmıştır. Anadolu’da yapılan Kervansaraylar bugün bile dimdik ayakta dururken mimari
yapıları ve estetik görünüşü ile insanı hayrete düşürmektedir.
154
Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bağımsız olan
Türk Cumhuriyetlerindeki tarihi kervansaraylar,
hanlar restore edilerek İpek Yolu’nun tozlu yolları
yeniden temizlenip geçmişin ışıltısı gün yüzüne
çıkarılmıştır.
Bugün Tarihi İpek Yolu Çin’den Avrupa’ya yeniden şahlandırılmaya çalışılmaktadır. Bir zamanlar
unutulan yollar yeniden hatırlanmış en ekonomik yol olma özelliğiyle güncellik kazanmıştır.
Kars, Tiflis Bakü Demir İpek Yolu projesi başlamış
ve büyük bir kısmı tamamlanmıştır. DLH ve Devlet Demiryollarının önderliğinde sürdürülen bu
proje Çin’den başlayıp tüm Orta-Asya yani tarihi
Türkistan coğrafyasını kat edip Demir İpek Yolundan Anadolu’ya eski tarihi güzergahına ulaşacak
ve DLH’nın gurur projesi denizin dibine döşenen
altın halka olan Marmaray Projesi ile Avrupa’ya ve
Manş’la da Londra’ya ulaşacaktır.
Bu yol asırlar önce de Türklerin elinde büyümüş
güçlenmiş, güven kazanmıştı. Tarih tekerrürden
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
ibarettir ve aklın yolu birdir gerçeği ile yine bu
yolun gerçek hamileri ve hizmetkarları Türkler olmaktadır.
Bu tarihi yollar sadece ticari mal taşımamışlar, kültür, ilim, sanat, en önemlisi de hoşgörü ve insan
sevgisi taşımışlardır. O yüzdendir ki günümüzde
İpek Yoluna “Diyalog Yolu” denmektedir.
1992 yılında Bağımsız Türk Cumhuriyetleri Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkiye ve Türkmenistan Kültür Bakanları İstanbul
ve Bakü’de bir araya gelerek Kültürel işbirliği yapmayı kararlaştırdılar. 12 Temmuz 1993 tarihinde
Almatı’da yaptıkları toplantıda Türksoy’un Kuruluşu ve Faaliyet ilkeleri hakkında anlaşmayı imzalamak suretiyle Türk Kültür ve Sanatı Ortak Yönetimi
(TÜRKSOY’u) kurdular.
Bu anlaşmayla oluşturulan TÜRKSOY teşkilatına
daha sonra gözlemci üye statüsüyle Rusya Federasyonuna bağlı, Altay Cumhuriyeti, Başkurdistan
Cumhuriyeti, Hakas Cumhuriyeti, Saha (Yakut)
Cumhuriyeti, Tataristan Cumhuriyeti, Tıva Cumhuriyeti ile Moldova Cumhuriyeti Gagavuz Yeri Özerk
Bölgesi, ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti katıldı.
Türksoy Türk dili konuşan ülkelerin kültür, ve sanat
alanlarında işbirliğini sağlayan, üye ülkelerin yönetimine, iç ve dış politikalarına karışmayan uluslararası bir kuruluştur.
Türksoy teşkilatının ev sahibi ülkesi Türkiye Cumhuriyetidir. Resmi dili Türkçe yönetim merkezi
Ankara’da yerleşiktir.
Üye ve gözlemci üyeler çalışmalarda eşit haklara
sahiptir. Teşkilatın uluslararası ilişkileri sadece Türk
dilinin kunuşulduğu coğrafya ile sınırlı değildir.
Türksoy faaliyetlerinde ve uluslararası ilişkilerinde temel insan hak ve özgürlüklerinin korunmasını esas alan bütün resmi ve gayri resmi kurum
ve kuruluşları ile işbirliği yapmaktadır. Amaçları,
görevleri ve çalışma alanları itibariyle UNESCO ile
örtüşen Türksoy, kendi coğrafya alanında UNESCO
işlevini yürütmektedir. Bu durum Türk dili konuşan
ülkelerin milli dirilişine, devlet yapılanmasına ve
demokratikleşmesine imkan sağlamaktadır.
Türksoy’un ilk Genel Başkanı Azerbaycan eski
Kültür Bakanı şimdiki Moskova Büyükelçisi Polat
Bülbüloğlu’ydu. Sn. Polat Bülbüloğlu her kurumun sancılı kuruluş dönemini başarıyla atlatmıştır.
Daha sonraki bir geçiş döneminden sonra Türksoy
Genel Sekreterliğine Kazakistan Cumhuriyetinin
yetiştirdiği Nur Sultan Nazarbayev’in Kültür Bakanlığı görevi verdiği kültür ve akil adamı Düysen
Kasseinov getirilmiştir. TÜRKSOY bu değerli bilim
ve kültür adamı sayesinde altın dönemine başlamış, her gün yeni bir proje ile Türk halklarını önce
birbirlerine sonrada dünya insanına tanıtma başarısını göstermiştir.
2010 Nevruz Bayramı gösterisinde Türkiye ve
Fransa’nın Başkenti Paris’te insanları ve Avrupa basınını kendine hayran bırakmıştır.
Türk kültürünü araştırmak, yaşatmak ve geniş
kitlelere tanıtmak amacıyla 1993 yılında Türk
Cumhuriyetleri’nin kültür bakanlarının imzalarıyla
kurulan Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı (TÜRKSOY), insanlığın ortak mirası olan Nevruz geleneğini ABD’ye taşımıştır.
Bugüne kadar Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri’nin
yanı sıra Paris’teki UNESCO Merkezi’nde ve
Strazburg’da Nevruz kutlamaları gerçekleştiren
TÜRKSOY, Nevruz coşkusunu bu yıl ABD’ye taşıyor.
TÜRKSOY’un düzenlediği Nevruz kutlamaları 24
Mart’ta New York’taki BM Genel Kurulu Salonu’nda
ve Washington’da gerçekleştirilmiştir.
BM 21 MART’I ULUSLARARASI NEVRUZ GÜNÜ
İLAN ETTİ
2009 yılında, UNESCO nezdinde “Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi”ne dahil edilen Nevruz,
BM tarafından resmen tanınmaktadır. BM Genel
Kurulu’nun 2 Aralık 2009 tarihli oturumunda 21
Mart tarihi “Uluslararası Nevruz Günü” olarak ilan
edilmiştir. (document A/64/L.30/Rev.2) Genel
Kurul bu kararında Nevruz kutlayan ülkeleri, başta UNESCO olmak üzere diğer hükümetler arası
örgütleri ve sivil toplum kuruluşlarını Nevruz’un
155
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
156
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
tanıtılması ve kutlanması konusunda işbirliği yapmaya davet etmektedir.
Avrasya’nın geniş coğrafyasında yaşayan halklarda baharın müjdecisi ve “yeni gün” olarak bilinen
Nevruz, yeniden canlanmaya başlayan doğanın
insanlara sunduğu bolluğu, bereketi, diriliği, sevgiyi, kardeşliği, paylaşmayı, barışı ve dostluğu
simgelemektedir. Nevruz, Toprak Ana’nın tekrar
nefes alarak yeşerdiği ve dirilişin tekrar başladığı
gündür. Tarihi beş bin yıla uzanan Nevruz, Türk
dünyasında da en ulu gün olarak bilinmekte ve
Navrız, Yeni Gün, Ulu Kün, Mart Dokuzu, Çıl Pazı,
Çanı Kün, Şagaa, Isıah, Yengi Kün gibi adlarla en
canlı ve en sıcak biçimde kutlanmaktadır.
24-26 Mayıs Astana’da İpek Yolu Medeniyetleri
temalı Türk Dünyası Mimarlık ve Şehircilik Kurul-
tayına Koordinatörlük yapmış Türkiye Mühendisler ve Mimarlar Birliği’nin Yürütme Kurulu Başkanlığını göğüslediği bu kurultaya başta Türkiye
Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sn.Abdullah Gül ve
Kazakistan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sn. Nursultan Nazarbayev hamilik yaparken Astana Valisi
Sn. İmangali Tasmaganbetov’un ev sahipliğinde
gerçekleşmiştir.
Türksoy yakında Roterdam İslam Üniversitesi Rektörü Prf. Dr. Ahmet Akgündüz’ün talepleri doğrultusunda Hollanda da bir temsilcilik açacaktır.
Faaliyetleri Amerika’ya kadar varan Türksoy’un
getirdikleri gölün ortasına atılan taş misali dalga
dalga Türk İslam Coğrafyasına yayılmıştır.
Türk Dünyası Mimarlık ve Şehircilik Kurultayları
157
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
yapılması “Dilde Fikirde İşte Birlik” felsefesi doğrultusunda 2007 yılında Türkiye Mühendisler ve
Mimarlar Birliği, Keçiören Beleidyesi, TİKA işbirliği
ile Türk Dünyası’nın yetirştimiş olduğu ordünaryus
profesör Dr. Oktay ASLANAPA gibi değerli bilim
adamlarının katılımı çok yüksek seviyede Keçiören
‘de ilk adımını atmıştır.
2008 yılında Türk Dünyası Mimarlık ve Şehircilik kurultayı artık kabına sığmaz duruma gelmiş.
TÜRKSOY T.C. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, T.C.
Kültür Bakanlığı, T.C. Ulaştırma Bakanlığı, T.C. Toplu Konut İdaresi Başkanlığı, Türk Dünyası Belediyeler Birliği bu kervana katılarak ikinci kurultayı tarihi
Türk Ocağı Salonun’da icra etmişlerdir.
2008 Kurultayı Sonuç Bildirgesi’nde üçüncü kurultayın Kazakistan’ın Başkenti Astana’da yapılması
kararı alındı.
Kazakistan steplerinde yeşeren vaha,
Işıl ışıl çağdaş ve modern şehir Astana
Genç Cumhuriyet, Kazakistan’ın Cumhurbaşkanı
Nursultan Nazarbayev on iki yıl önce küçük bir
158
şehir olan Akmola’da bir meşale yaktı. Bu yanan
meşalenin bu kadar büyüyeceğini en yakın mesai
arkadaşları bile tahmin edemiyor, açıkçası bu kadar göz kamaştırıp dostları sevindirip, düşmanları
çatlatacağına inanmamışlardı. Bir şeyi başarabilmenin ilk şartı o şeye gerçekten inanmaktan geçer. O büyük devlet adamı tarihini çok iyi biliyor,
halkına inanıp güveniyordu.
Bu uçsuz bucaksız steplerde birçok Türk medeniyeti yaşamış; bin bir türlü renk ve ahenge bürünmüştü. Sakalar, Aparlar, Göktürkler, Hazarlar,
Türgişler, Karluklar, Karahanlılar, Oğuz Yabgular,
Kıpçaklar, Büyük Selçuklu İmparatorluğu, Harzemşahlar, Altın Ordu Devleti ve daha nice ara renkler
ihtiva eden Türk boylular, ulu soylular.
Nurlu zekası ileriyi gören uzak bakışı ile yüzyılların kavşağında dünyanın parlayan yıldızı olarak
Astana’yı kurdu.
Türkiye Mühendisler ve Mimarlar Birliği 2007 yılında Türk Dünyası Mimarlık ve Şehircilik Kurultayı’nı
organize etmiş ilk iki kurultay büyük Atatürk’ün
tıpkı Astana gibi sıfırdan kurduğu Ankara’da icra
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
edilmişti. Bu ilk kurultaylar çok takdir toplamıştı.
Bu yıl İstanbul Kültür A.Ş tarafından Türk kültürüne
hizmetlerinden dolayı altın madalyaya laik görülen asırlık çınar Ordinaryus Prf. Dr. Oktay Aslanapa
iki kurultayı da takip etmiş; “Bu yaşa kadar binlerce
sempozyum ve kurultaya katıldım, bu kadar görkemli ve bir o kadar da heyecanlısına ilk defa şahit
oldum.” ifadeleri ile kurultayların seviyelerini belirlemiştir.
Türkiye’de TC. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, TC.
Ulaştırma Bakanlığı, TC. Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Bayındırlık Müsteşarı Şaban Önder Kıraç,
DLH Genel Müdürü Ahmet Aslan, Kültür ve Turizm
Bakanı Müsteşar Yardımcısı Kemal Fahir Genç Prf.
Dr. Nevzat Yalçıntaş, Elmadağ Belediye Başkanı
Gazi Şahin, TÜDEV Genel Başkanı Mehmet Haluk
Çay, Namık Kemal Zeybek, TÜRKSAV Genel Başkanı Yahya Akengin, Avrasya Yazarlar Birliği Başkanı
Yakup Deliömeroğlu, Türk Ocakları Genel Başkanı
Nuri Gürgür’ün yanı sıra birçok kanaat önderi ve
akil adamlarca sayısız toplantılar yapıldı. Defalarca
Kazakistan’a gidildi. Astana Gen Plan Başkanı Sarsenbek Cünüsov, Gülnar Kaseinov, Lübov Nisanba-
yeva, Kazakistan TİKA temsilcisi Ömer Kocaman,
Kazakistan Türksoy temsilcisi Askar Turganbayev,
Yürütme Kurulu üyesi İbrahim Terzioğlu, Yürütme Kurulu Başkanı İlyas Demirci ve Koordinatör
TÜRKSOY’un başkanlığında uzun süren toplantılar
yapılmıştır.
Zaman su gibi aktı, geçti. 24 Mayıs karşılarına gelip
dikildi. Kazakistan’ın başkenti dünyanın yeni yüzü
Astana’ da ki Bağımsızlık Sarayı’nda kurultay icra
edilecekti. Muhteşem bir salondu. İpekyolu Medeniyetleri temalı bu muhteşem kurultay salonunun sahnesine asılan dev benır üzerinde ki deve
kervanı insanı alıp taa… uzaklara götürüyordu.
Semerkant’ın, Çimkent’in, Buhara’nın, Kaşgar’ın,
Merv’in, Kırım’ın, İsfahan’ın, Bağdat’ın, Şam’ın,
İstanbul’un, Üsküp’ün esintilerini taşıyordu.
Bu muhteşem kurultaya iki cumhurbaşkanı hamilik ve nezaret ettiler. Kendilerine Kurultay Yürütme
Kurulunca Türk Dünyası Üstün Hizmet Nişanları
tevdi edildi. Magcan Cumabayev’in “Uzaktaki Kardeşime” şiiri işitilmiş uzaktaki kardeşler yakına gelmişlerdi.
159
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
geçekleştirecek ekiplerin bir an önce belirlenerek çalışmalara başlanması hususunda Türk
Devletleri ve Akraba Topluluklarındaki ilgili
kurum ve kuruluşlarla işbirliği sağlanmalıdır.
26 ülkeden 300 bilim insanı tebliğ ve poster sunmuş, binlerce katılımcının coşkulu ve heyecanlı
kucaklaşması üç gün boyunca sürmüştür.
Türk Dünyası Mühendislik Ödülleri DLH Genel Müdürü Ahmet Aslan’a yürüttüğü Marmaray Projesi
ile verilirken Gökçedağ Üniversitesi Rektörü Prf.
Dr. Şakir İbrayev tarafından profösörlük diploması takdim edilmiştir. Diğer mühendislik ödülü ise
Kazakistan’ın yetiştirdiği büyük akademisyen Prf.
Dr. Abdisagit Taktakulov’a verilmiştir.
Türk Dünyası Mimarlık Ödülünü ise 2010 Avrupa Kültür Başkenti Projesi ile İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı Dr. Kadir Topbaş’a ve Astana’nın
oluşmasında büyük katkı sağlayan Gen Plan Başakanı Sarsenbek Cünüsov’a takdim edilmiştir.
İpekyolu Özel Hizmet Ödülüne; Karayolları Genel
Müdürü M. Cahit Turhan laik görülmüştür.
Dış Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı’nı kuran TC. Devlet Bakanı Faruk Çelik’e Türk Dünyası
Hizmet Ödülü verilmiştir.
Son gün Kurultay Sonuç Bildirgesi istişare edilmiş
aşağıdaki kararlar alınmıştır;
1. Türk Devlet ve Akraba Toplulukları mimar
ve mühendis birliklerinin başkanları toplanmalı; ve Türk Dünyası Mühendisler ve Mimarlar
Birliği’nin kuruluş çalışmaları başlatılmalıdır.
2. Türk Dünyası Ortak Yapı Terimleri Sözlüğü
projesinin IV. Kurultaya kadar tamamlanmasının uygun olacağı kararlaştırılmıştır.
3. Türk Dünyası Ortak Kültür Varlıkları tespit edilmeli; kitap, albüm ve kataloglar halinde yayımlanmalıdır.
4. Her kurultayda alanında temayüz etmiş seçkin
mühendis ve mimarlara Mimar Sinan Ödülü
verilmelidir.
5. Türk Dünyası Ortak Kültür ve Uygarlık Eserlerinin belirlenmesi, envanterlerinin çıkarılması,
restorasyon ve konservasyonlarının, bunları
160
6. Türk Dünyası Coğrafyasında yer alan nadir
eserler tespit edilerek Dünya Kültür Varlıkları
Listesine kaydedilmeleri için destek verilmelidir.
7. Üniversitelerle ( Mühendislik ve Mimarlık Fakülteleri başta olmak üzere ) ve diğer ilgili kurum ve kuruluşlarla ilişkiler geliştirilmeli; bu
bağlamda Kazakistan Cumhuriyeti’nde kurulan Türk Dünyası Akademisi ile işbirliği yapılmalıdır.
8. 2012 kurultayının Türk Dünyası Mühendislik,
Mimarlık ve Şehircilik Kurultayı adı ile Türkiye Mühendisler ve Mimarlar Birliğinin organizasyonunda, Türk Dünyası Mühendisler ve
Mimarlar Birliği Teşkilatının koordinasyonunda ve Türkiye Belediyeler Birliği Başkanlığının
önerileriyle İstanbul Büyükşehir Belediyesinin
ev sahipliğinde İstanbul’da gerçekleştirilmesi
kararlaştırılmıştır.
9. Bu Sonuç Bildirgesi dünya kamuoyuna, UNESCO’ ya, Türk Devlet ve Akraba Topluluklarına
sunulmak üzere kabul edilerek imzalanmıştır.
***
Anlaşılan Astana’da Nursultan Nazarbayev’in yakmış olduğu kurultay meşalesi bir adı da Asithane
olan İstanbul’da yanmaya devam edecektir. Bu
kurultay hiçbir kuruma, kişiye veya kişilere ait değildir. Doğrudan doğruya Türk Dünyası’nda ki kendini Türk hisseden, Türk gibi düşünen, yüreği insan
sevgisi ile dolu olan milyonlarca insana aittir.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Dr. İbrahim Terzioğlu
Bursa Aksında Türkiye Şehirleri
Şehirleri insanlar oluşturur, insanlarda yaşadıkları şehirlere göre şekil alırlar.
Eğitimcilerimiz insanın yetişmesinde en önemli faktörlerden birinin çevre olduğunu ısrarla ifade buyurmaktadırlar. Doğrudur çevre-insan ilişkisi
et-kemik misali birbiri ile iç içedir.
Dünyamızda milyarlarca insan yaşamaktadır. Birçok kültür ve bu kültürleri oluşturan yüzlerce din ve dil bu din ve dilin oluşturduğu yüzlerce millet
vardır. Her millette kendi kültür ve harsını oluştururken şehirlerini de bu
kültüre ve harsa göre kurmuşlardır.
Türk milletinin ilk şehir örneklerini Uzak ve Orta Asya’da genel tabiriyle
Türkistan hinterlandında görmekteyiz. Karahanlıların yüce İslam dinine
geçmeleriyle Türk Milleti de akın akın İslam dinine geçmiştir. Bu hızlı geçişle birlikte kurmuş olduğu şehirlere İslam felsefe ve kültürünü yansıtmaya başlamışlardır.
Artık bu şehirler Türk-İslam şehirleridir. Bu şehirlerin ortak bir planı vardır.
Kaşgar’dan Endülüs’e kadar kurulmuş Türk İslam şehirleri aynada birbirlerinin aksi gibidir.
Türk-İslam şehirlerinin merkezinde camii, medrese, bedesten, han, hamam çekirdeği oluştururken ikinci çemberde konutlar yerini alır. Konut
çemberinde eğer o şehirde gayrimüslim var ise gayrimüslim konutları
ayrı bir bölgede yer alırlar. Üçüncü çemberde sebze, meyve bahçeleri
dördüncü çemberde hayvan barınakları son çemberde ise uçsuz bucaksız iklime göre üretilen tarlaları oluşturmaktadır.
Çekirdeği oluşturan merkez binalar görkemli ve oldukça sanatkârane
yapılırken etraftaki konutlar kendine özgü bölge malzemesi ağırlıklı mimari formuyla birlikte daha sade mütevazı sanatsal ve insan ölçeğinde
yapılardan meydana gelmekteydiler. Dar sokaklardaki eğimli arazilerdeki
bu konutların birbirlerine saygısını ayakta kalabilen örneklerde gördükçe hayrete düşüyoruz. Konutlar birbirlerinin manzaralarına, güneşlerine
dahi saygı duyarak hayat bulmuşlardır. Göynük, Beypazarı gibi küçük kasabalarda dahi sanki çok usta mimarların ve çevre mühendislerinin elinden çıkmışçasına yapılmışlardır.
161
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
162
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
İnsan, her şey insan içindir felsefesi ve alt yapısı
ile gelişen insan atmış olduğu her adımı bu inanç
doğrultusunda atarken kurmuş olduğu şehirleri de
bu inanç ve felsefe doğrultusunda kurmuşlardır.
Bizim şehirlerimiz mutlu şehirlerdir. Bu mutluluğun kaynağı da şehirlerin insan ölçeğinde kurulmuş olmasıdır. Mutlu şehirlerin yaşayanları da
mutlu insanlardı.
Bu günümüze geldiğimizde stresli, mutsuz, huzursuz insan topluluklarını görüyoruz. Çünkü Cumhuriyetle birlikte kurduğumuz mimari yapılanma
ve şehirleşme insan ölçeğinden çıkmış, toplu yaşamaktan zevk ve mutluluk duyan insan modeli
yerine, kalabalıklar içinde yalnız mutsuz insanları
oluşturduk. Gelişen dünya ile oluşan site tarzı konutlarda sabah günaydın, akşam iyi akşamlar demeden girdiğimiz kapıdan sanki aynı çatı altında
yaşamıyor gibi bayramda dahi birbirimizin kapısını çalmadığımız, yan kapı komşumuzun adını
bilmediğimiz aç mıdır, tok mudur, bihaber olduğumuz kitleler oluşturduk. “Komşusu aç iken tok
yatan bizden değildir” felsefesini unuttuk.
Sözde modernleştik. Açıkçası insanlıktan çıktık.
Dev gökdelenler, tarihi kentlerin dışında her şeye
rağmen hazmedebileceğimiz yapılanmalar olabilir. Eh ne yapalım dünya böyle bizde dünyaya uymak zorundayız.
Fakat gözden uzak tuttuğumuz önemli bir nokta
var. Dünyanın özellikle kendimizin hemen her konuda referans aldığımız batı ülkelerinde en azından tarihi kentlerini çok iyi koruduklarını tarihe
mal olmuş bir tek taşı bile yerinden oynatmadıklarını gittiğimiz her ülkede görmekteyiz. II. Dünya Savaşın’da Alman Nazileri tarafından şehirdeki
mimari eserler tahrip olmasın diye Fransızlar Parisi
direnmeden Almanlara teslim etmediler mi?
Bizim ülkemizdeki şehirler batının şehirlerine hiç
benzemez. Çünkü bu topraklar dünyanın en zengin medeniyetlerinin beşiği üzerinde yükselmiştir.
İpek Yolu üzerinde en fazla tali kollara ayrılırken
dünyanın tüm kültür ürünlerini üzerinde taşımış o
ürünleri mimarilerinde kullanmış ama kendi kimliğini, kişiliğini hep koruya gelmiştir.
Orta-Asya’nın taşsız coğrafyasında kerpici duvarda
ahşabı taşıyıcı direkte kullanmış, bu icadını Anadolu ya kadar taşımış, pişmiş topraktan oluşturduğu
tuğlayı taşla birlikte kullanmıştır.
163
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Göynük Evleri ve Kule
Doğu Türkistan Uygur Türklüğünün dünyada ilk
defa yaptığı iki katlı yapı tekniği ve şehirler ergonomik yapısını hiç bozmadan Anadolu’ya ve
Balkanlar’a kadar uzanmıştır.
Uludağ eteklerine kurulmuş olan Bursa’mıza gelince insanın kafası bir başka karışıyor. Bu şehir ki
cihan devleti Osmanlının kuruluş başkentidir, altı
Osmanlı Sultanı ve onlarca manevi mimarı, şairi,
edibi bağrında barındırmaktadır. Bursa Uludağ’ın
eteklerine kurulurken bedenine en yakın noktasında şehri barındırır uçsuz bucaksız uzanan
eteklerindeki Bursa ovası yeşilin bin bir tonuyla
dokunmuş Bursa İpeği gibi görenin gözünü kamaştırıyordu. Maalesef kamaştırıyordu diyorum.
Çünkü o ipekli kumaşın yerini renksiz donuk kaba
aba kumaşı almaktadır.
Bursa’nın Anadolu’nun diğer şehirlerinden farklı
bir yapısı vardır. Bir Konya, Diyarbakır gibi değildir.
Şehir bir çekirdek üzerinde dairesel gelişmemiş bir
164
aks üzerinde Yıldırım, Ulu Camii ve Hanlar merkezi, Muradiye Merkezli Uludağ’a paralel bir aks üzerinde birden çok merkezler etrafında gelişmiştir.
Şehir dağın yamacında birer mücevher gerdanlık
gibi düzülürken asla insan ölçeğinden çıkmamış
kamu binaları görkemle boy gösterirken sivil mimariler tabii dokuyla kaynaşmıştır. Asla bugünkü
gibi o güzel yeşil ovaya fütursuzca yayılmamıştı.
Evliya Çelebinin Seyahatnamesindeki Bursa tasvirini gözümüzün önüne getiriyorum.
“Eğer bu yapıların hepsinin yapılış tarzı ve şekilleri
hakkında bilgi versek, bambaşka bir mutluluk kitabı ortaya çıkardı. Şehirde 176 Müslüman mahallesi, 7 Ermeni mahallesi 9 Rum mahallesi, 6 Yahudi mahallesi bir Kıpti mahallesi ve Mudanya yolu
üzerinde bir de Miskinler mahallesi vardır.
Aşağı şehir düz bir yerde kurulmuştur. Kalenin
eteğindeki evler, imaretler ve Ulu Camii semtleri
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Beypazarı
bir yerde kurulmuştur. Kuzey tarafında bir saatlik
mesafede bulunan Filadar Ovası’ndan bu şehre
bakıldığında, Keşiş Dağı’nın (Uludağ) eteklerinden
güneşin parıltısı şehre düşer, gök renkli kurşunlar
ile süslenmiş hanlarını, hamamlarını, mescitlerini, şehrin camilerini, kurşun örtülü kat kat çarşılarını görenler seyretmeye doyamazlar. Filadar
Ovası’ndan şehrin görünüşü çok ihtişamlıdır. Gördüğüm şehirlerin hiç birine benzemez. Üzerinde
nur dolaşan ruhaniyetli bir şehirdir. Zira burada
olan büyük evliyalar, tefsirciler, hadisçiler başka
yerde yoktur. Bir tek cennet şehir Bağdat ta bulunabilir. (1) Hasan Basri Öcalan Ruhaniyetli Şehir
Bursa Ev. Çelebi Seyahatnamesi Sf. 38.)
etmeyelim. Bu eserlerin en yüksek minaresinin
âlemini dahi göremezsiniz.
Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde anlattığı
Bursa’yı 1001 Gece Masallarını rüya ve cennet
şehri Bağdat’a benzetmekte. Bu gün Ankara’dan
yani Filadar Ovasından şehre girerken gözlerimiz
Uludağ’ın eteklerine birer mücevher gibi dizilmiş
ecdat yadigârı mimarlık abidelerini güneşin parıltıları altında gözlerimizi kamaştıracağını hayal bile
“Erzurum’da bir kuş var,
kanadında gümüş var”
Sebep ne? Sebep bizleriz bütün şehirlerimizde olduğu gibi Bursa’mızı da rant, günü kurtarma siyasetiyle ve günlük planlarla acımasızca katlettik. Filadar Ovası eski yeşil güzelliğini beton yığınlarına
bıraktı. Ülkemizin doğunun sınırdaşı Dadaşlar diyarı Erzurum’da aynı durumda. Oda Palandöken’in
eteklerinde aynı kaderi paylaşıyor. Bugünkü Erzurum Ovası’nın özellikle havaalanı civarı belki de
Dünya’nın en eski kuş cennetini barındırıyordu
.Kurutulan sazlık yüzlerce kuş türünü yok etti. Erzurum Türkülerindeki kuşlar
O gümüş kanatlı kuşlar türkülerde kaldı. Huma
kuşu artık yükseklerden değil hiçbir yerden seslenmiyor Erzurumlu yârine.
165
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Lala Mustafa Paşa Camii /Erzurum
Birkaç batılı gezgin, bakın Bursa’mızı nasıl anlatıyor ve bugün bu Bursa’da bu anlatılanları ne kadar
görebiliyoruz, ya da Bursa’yı değil de başka bir yerimi tasvir ediyorlardı.
“Kent, servi ağaçlarıyla dolu bir ovadan yükselir. Bağlıklar, İncir ağaçları, karadutlar ve hemen
her ağacın yanından her fidanın arasından bembeyaz şirin minareler yükselir. Bunların hemen
üstünde ise Uludağ, uçurumlarıyla bir abidedir
sanki. Anadolu’nun bu tanıdık göğünde, bu nefis gün batışı altında yolumuza devam ederken,
karadut ve servilerin renk senfonisini gökyüzünün bin bir rengini damıtırken, kayalıklar solan
ışıklar altında her dakika başka bir pembeleşiyordu. Her şey bütünüyle şark, her şey bütünüyle büyüleyiciydi.”
George William.
1600’lü yıllardan iki yüz yıl sonra yani Evliya Çelebi
ile George William arasında iki yüzyıl geçmiş fakat
iki seyyah sanki seyahatlerini birlikte yapmışçasına Bursa’yı aynı imgelerle tasvir etmekteler.
“Hiç böyle güzel bir kentten geçmemiştim. Sonsuz
bir biçimde uzanan ovalar dev gibi ağaçların eteklerine yayılmışlardı. Portekiz hakkında yazdığım
166
küçük eserimde, oradaki yabani çiçeklerin güzelliğini anlatmıştım. Ancak burada Anadolu yabani çiçeklerinin onları da geçtiğini anladım. Güzel
çiçek fidanları, tanımsız kokulu otlar, her renk çiçek açmış ağaçlar hep yolumuzun üzerinde sıralanmışlardı. Ortası altın sarısı benekli leylak rengi
laden ağaçları, kokulu kozası ile kar gibi beyaz
kına ağaçları, yabani hatmi çiçeği, Avrupa’dakiler
kadar saydam ve çeşitli renkte çadır çiçeği, soluk
pembe ve beyaz yapraklı ebegümeci çiçeği, gök
mavisi renginde ve kır papatyası büyüklüğünde firuze çiçeği yolun yanındaki kayalıkların arasından
fırlayan ve kötülükle savaşan iyilik gibi kayalıklarla
çelişki içinde, olduğundan iki kat daha güzel gözüken arı kovanı çiçeği, her yaprağı sürekli olarak
titrediğinden kaynanadili denilen parlak sarı bir
çiçek, mis gibi kokulu eflatun renkli nişasta çiçeği, yabani güller, hanımeli ve hepsinden üstün
Avrupa’da yetiştirildiğinden biraz küçük, ama soluk pembe rengini ve güzelliğini olduğu gibi koruyan aşk çiçeği ve tanımadığımız daha bir çok çiçek
kırları yolları doldurmuşlardı.”
Onlarca seyyah Bursa’yı hem mimari ve kentsel dokusu hem de endemik yeşil dokusunu uzun uzun
detaylı anlatırken bugün bu dokuların hepsi hızlı
bir erozyona uğramaktadır. Bu seyyahlardan biri
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
İstanbul Ataşehir
Varyap Meridian Projesi
var ki Türk-İslam şehirlerinin kendine has kimliğini
doğrularken Bursa için özel bir cümle kullanıyor.
“Tanrı Bursa’yı sanki Türkler için yaratmış”
Robert Walsh
Bursa’ya uzaktan bakarken o güzel şehir siluetinin
izlerini dahi göremezken bugün şehrin içinde gezerken tarihi o güzel mimarlık abidelerini beton yığınları arasında göremiyoruz görmek bulmak için
arar duruma geldik.
Bu güzel şehirlerin asli sorumluları şehirleri yöneten
Şehrül-Emin dediğimiz Belediye Başkanları’dır.
Zaten dokusu bin bir türlü yara almış bu nazlı şehirler; Kentsel Dönüşüm projeleri ile eskimiş dokuları yenilensin diye yapılan plan değişiklikleriyle
şehrin tam ortasında şehrin her türlü dokusunu
ezen yüksek gökdelenleri hiçbir hesapla ve hiçbir
insani duyguyla hoş göremiyoruz. Hele bu şehir
Osmanlı Devletinin kuruluş yeri olan Bursa ise
daha bir dikkatle hareket etmeliyiz.
Bursa gerçeğinde eski Merinos Dokuma Fabrikası
arazisi kentsel dönüşümle başarılı bir şekilde “Kültür Park” olurken, Başbakanlık Toplu Konut İdaresi
(TOKİ) tarafından yine kentsel dönüşüm projesi ile
yükselen kitlesel binalar Bursa’nın tarihi ve kent
dokusunu boğarak bu tarihi dokuyu korumak yerine bozulmasına tuz biber ekmektedir. TOKİ ülkemizde beş yüz bine yaklaşan başarılı konut üretimiyle Meridian projesindeki başarılarına itafen ard
arda ödüller alırken ileri ekonomilere sahip diğer
ülkelere bile örnek teşkil etmektedir. Çağdaş mimari eserlerini gölgelenmemesi kentsel dönüşü m
projeleri hazırlanırken yüzyıllar sonrası bu projelerin sorgulanacağının hesabı yapılarak tarihe saygı
çerçevesinde çizgiler kullanmak gerekir.
167
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
168
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Dr. Khaled Tadmori
Bursa’yı Kardeş Şehri Trablusşam ile Birleştiren
Ortak Tarih ve Benzeyen Mimari Eserler
Çarşıları, İpekhaneleri, Çarşılı Köprüleri,
Mevlevihaneleri ve Saat Kuleleri
Giriş
İnsanlar arasında mal alışverişi, insanoğlunun toplumsal yaşamın en basit örneklerini ortaya koyduğu günlerden başlar. Toplumsal yaşamda,
örgütlenmenin ve üretim araçlarının gelişmesi oranında ticaret de gelişir. Sanat ve uygarlığın toplum ve ülkeler arasında yayılmasında ticaretin
rolünün büyüklüğü herkesece bilinir. Düzenli, devamlı ve oturmuş bir
ticaretin asıl oluşum alanı ise, şehirlerdir. Ticaret malları ceşit zenginliği,
kalite yüksekliğine ancak kentsel yaşam icinde ulaştiği gibi, alıcı ortamı
da kentsel yaşamda daha uygun bir gelişme gösterir. Bütün bunların yanıbaşında en önemli diğer bir nokta ise, ticaret yapılarının şehirlerde kurulmasıdır. Aslında, bir yerleşim ünite ya da alanı, ticaret yapılarının varlık
ve gelişmesi oranında şehir olma vasfı kazanır.
Eski ve Ortacağ insanları ticaret icin akıl almaz zahmetlere katlanmış ve
tehlikelere göğüs germiştir. Bunun icin, ahşap teknelere sadece yüzlerce
değil binlerce millik deniz yolculukları yapılmış, karada kervanlarlar binlerce kilometrelik topraklar aşılmıştır. Bütün bunlar insanoğlunun emek
ve irade gücünü ortaya koyan akla durgunluk verecek hareketlerdir. Bu
hareketler de ticaret icin yapılmıştır. Eski ve Ortaçağın en yoğun ticaret
alanının Akdeniz çevresi olduğu bilinir.
Osmanlı Devletinde vilayet merkezi olan ve büyük önem kazanan Bursa
ve Trablusşam şehirleri ticaret alanında bölgede büyük roller oynamışlardır. Her iki şehir tarihi İpek Yolunun güzergahının önemli duraklarındandılar.
Akdeniz’e açılan Trablusşam şehri, Fenikelilerin zamanından itibaren ilk
ticaret tekne ve gemilerin yapıldığı ve ticaretin yoğunlaştığı bir yer idi.
Yüzyıllar boyunca bu rolünü koruyan şehir, Memluk ve Osmanlı dönemlerinde büyük ve ihtisaslı çarşı ve hanların merkezi oldu.
Bursa şehri de çarşı kültürünün de oluştuğu bir yerdir. Pek çok kültürel
değer gibi çarşı kültürü de Bursa’dan dünyaya yayılmıştır. Osmanlı İmpa-
169
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Trablusşam Tarihi Şehrinin merkezini oluşturan Büyük
Mansuri Camiisi havadan görünüşü
Trablusşam’da Terziler Hanı restorasyon sonrası
görünümü
ratorluğun kuruluşundan itibaren önemli ticaret
merkezlerinin kesişme noktasında olma avantajını her açıdan doğru kullanan Bursa’da, bir dönem
kentlerin ve hatta devletlerin ekonomik güçlerini
ifade eden geleneksel çarşılar bugün, modern alışveriş merkezlerine rağmen gücünü ve etkinliğini
sürdürmektedir.
sine yönelik ferman çıkartmıştır. Bunun üzere
Trablusşam’da 1902 yılında, Bursa’da ise 1905 yılında saat kuleleri inşaa edilmiştir. Her iki kule 6 katlı
olup, mimari tasarım bakımından birçok ortak
özellik yansıtmaktadır.
Her iki tarihi şehirde, Bursa ve Trablusşam’da, Osmanlı topraklarının başka bir yerinde rastalnmayan “Çarşılı Köprü” nün tek örneklere ev sahipliği
yapmışlardır. Trablusşam Çarşılı Köprüsü daha eski
olup Memluk döneminde, Bursa’daki ise Osmanlı
döneminde inşa edilmiştir. Ne yazıkki Trablus’taki
köprü nehir tufanı sebebiyle ellili yıllarda yıkılmıştır. Bursa’daki ise güzel bir şekilde son yıllarda restore edilmiştir.
Anadolu Selçukları ile başlayan ticareti diri tutma
iradesi, Osmanlı yöneticilerinin daha ilk yıllarda
adım adım izledikleri siyasetle sürdürülmüştür.
Osmanlı’nın Bursa’yı fethiyle birlikte kentin surlar
dışına inşa edilmeye başlandığı süreçte, ilk çarşı
örnekleri görülmeye başlanmıştır. Bursa’da her
sultanın ve devlet ileri gelenlerinin ekledikleriyle ticaret bölgesi, bu öncü niteliğini koruyarak
üreten-incelten bir kimliğe bürünmüştür. Kentte
üretilen ürünlerin yanı sıra, kent ve ülke dışından
getirilen ürünlerin yerli ve yabancı alıcılarla buluştuğu geleneksel çarşılar, aynı zamanda kendi ticari
ve ekonomik kurallarını da oluşturmuştur.
Öte yandan, Osmanlıların teşvik ettikleri Sufi Tarıkatların yayılmasına yönelik, İmparatorluğun
önemli şehirlerinde ve vilayet merkezlerinde tekke ve mevlevihanelerin yapılmasına destek sağlamıştır. Trablusşam Mevlevihanesi yıkıcı savaşlara
rağmen ne kadar harap olduysa da, büyük bir kısmı halen ayakta kalabilmiştir. Bursa Mevlevihanesi
ise ne yazıkki bilinmeyen sebeplerle ellili yıllarda
yıkılmıştır.
1901 yılında Sultan II. Abdülhamid’in tahta çıkışının 25. seneyi devriyesinde, İmparatorluğun
vilayet merkezlerinde saat kulelerin inşa edilme-
170
I.a. Çarşılar Şehri Bursa
Bursa, Orhan Gazi tarafından 1326 tarihinde fethedildiğinde Hisar içindeki yerleşmeden ibaretti.
Fetih’ten sonra ise Hisar sınırları dışına çıkartılması
düşünülen kentin ilk nüvesi olarak Orhan Camii’nin
de içinde yer aldığı ve Camii’nin etrafında gelişen
Orhan Külliyesidir. Külliye’nin ticari anlamda oldukça önemli bir fonksiyon üstlenen yapısı ise Emir
Han’dır. Söz konusu tarihten itibaren adı geçen
külliyenin etrafı özellikle ticari hayatın yoğun ola-
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Trablusşam’da İpek Böcekçiliği gösteren 1910 yılına ait
eski bir kart postal
Trablusşam’da Çarşılı Kebapçılar Köprüsünün 1918 yılına
ait görünümü
rak yaşandığı çarşı ve hanlarla zenginleştirilmiştir.
Yıldırım Bayezid tarafından inşa edilen Bedesten
ise bu ticari hayatın kalbi gibidir. Daha sonra birçok han ise bu kalbin etrafında, vücudun diğer organlarının işlevini görmek üzere yapılmıştır.
verilmiştir. Üç şehrin temsilcileri bu ortak meclisin yeri olarak Trablus’u seçmişlerdir. Trablus’un
coğrafi mevkii, denize açıklığı ve bu şehirlerin
arasında orta bir yerde yer alması nedenleriyle
seçilmiştir. Trablus bu üç şehrin ortak pazar yerini
oluşturmuştur, bu da tarihte bilinen ilk ticari birliği olarak tanımlanmaktadır. Dolayısıyla Trablus
şehri Sayda, Sur şehirleri (Güney Lübnan’da) ve
Arvad adasından (Suriye’de) gelen göçmenler tarafından kurulmuş ve Fenike şehirlerinin merkezi
olmuştur. Bugün El-Mina (liman) adıyla bilinen bu
bölgede Fenikeliler üç ayrı pazar kurmuşlar ve zamanla bunlar üç mahalleye dönüşmüştür. Bunun
için (M.Ö. 64-14.yy. sonu) Grekler şehre Tri-Polis,
yani üç şehir, adını vermişlerdir. O tarihte Trablus,
Beyrut ve Sayda şehirlerinden sonra Romalıların
bölgedeki üçüncü büyük kenti oldu. Bizans döneminde (15.-17.yy.) imparator Lostanyos Trablus’ta
büyük kapılar ve kiliseler inşaa ettirmiştir. Arap döneminde Müslümanlar (645-1109) şehre Trablus
veya Atrabulus adını vermişlerdir. 645 yılında şehir Emeviler tarafından feth edildi ve şehre hakim
tepenin üstünde kaleyi kuran İlk onlar oldu. Haçlı
Seferler döneminde (1109-1289) Trablus Haçlı
Kontluğu’nun merkezi durumuna gelmiş ve bölgenin en büyük tıp merkezi burada kurulmuştur.
Bu dönemde de şehirde Avrupa’ya ihracat yapan
en büyük ipek ve şeker imalathaneleri kurulmuştur. 1289 yılında Memluk Sultanı Mansur Kalavun
şehri 33 gün süren kuşatma sonucunda Trablus’u
ele geçirmiş ve bu şekilde bölgede Haçlı hakimi-
Yüzlerce yıllık tarihi birikime sahip olan, özellikle
Hanlar Bölgesi’nde bulunan Koza Han, Aynalı Çarşı, Emir Han, İpek Han, Geyve Han, Pirinç Han, Tuz
Pazarı, Kapalı Çarşı’da birbiriyle iç içe geçmiş, günlük hayatın en yoğun yaşandığı alış-veriş noktaları
olan, Sahaflar, Aktarlar, İvaz Paşa, Gelinlik, Sipahiler, Yorgancılar, Sandıkçılar, Bakırcılar, Kuyumcular,
Kunduracılar ve Havlulucular şehrin adeta gelenekten gelecek dokuyan tüm potansiyelini bağrında taşımaktadır.
I.b. Çarşılar Şehri Trablusşam
Trablusşam kenti, Akdenizin Doğu kıyısında, Sedir
Dağları’nın eteklerinde yer almaktadır. Trablus’un
tarihi M.Ö. 1400 yılına uzanır. Şehrin ortasından
geçen Abu Ali nehrinin yakınlarında taş devrine ait
kalıntılar bulunmuştur. Tarihte Trablus kenti iki kez
kurulmuştur: İlk kuruluş Fenike döneminde, ikinci
kuruluş Memluk döneminde gerçekleşmiştir.
M.Ö. 4. yüyyılda Fenike en büyük üç şehri arasında; Sayda, Sur ve Arvad; ticaret rekabeti sebebiyle sürekli çıkan savaşlar sonucunda bu şehirleri
temsil eden bir Şura Meclisi’nin kurulmasına karar
171
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Trablusşam Mevlevihanesi savaştan önceki güzelliğini
gösteren Restorasyon Projesi Afişi
Trablusşam Mevlevihanesi restorasyon çalışmaları
sırasındaki görünümü (Şubat 2011)
yetine son vermiştir. Memluklar Sultan Mansur
Kalavun’un emriyle şehri, denizden muhtemel gelecek saldırılardan korumak amacıyla, El-Mina bölgesindeki yerleşim alanını tamamen yıkmışlar, üç
kilometre içeriye yeni bir şehir kurmuşlardır. Burası “Trablus al-Mustacadda” yani yenilenen Trablus adıyla bilindi. Yaklaşık 225 yıl boyunca Trablus
Memlukların yönetiminde kaldı, sürekli imar edildi.
Memluk Saltanat’ın, Kahire’den sonra, ikinci büyük
başkenti oldu. 1516 yılında Mercidabık savaşından
sonra Trablus Sultan Yavuz Selim tarafından alınarak Osmanlı topraklarına katılmış ve bir süre Eyalet
Sancağı olmuştur. Osmanlı dönemi Trablus’un yaşadığı İslâmi dönemlerin en uzunu sayılmaktadır
(1516-1918; yaklaşık 400 sene). Osmanlılar Memlukların şehirde gerçekleştirdikleri imar hareketini
aynı sisteme göre devam ettirmişler, şehri genişleterek dini, askeri, sivil, eğitim ve ticari amaçlı yeni
yapılar eklenmiş, ipek ve sabun imalathaneleri
büyük sayıda çoğalmış ve limanından Avrupa’ya
yapılan ticaret daha da canlanmıştır.
kalen tepesinin eteğinde, nehrin batı kenarındaki
bölgede kurulmuştur. Mansuri Camiisi ile kalenin
arasında kalan tepenin alt kısmında uzanan düz
arazı boyunca ana çarşılar dizilmiştir: Attarin çarşısı, Bezirgen çarşısı, Kunduracılar çarşısı... Bu çarşılar yıl boyunca şehre esen güney – batı rüzgarının
yonündedir. Çarşılar dizisi düz çizgi üzerinde, üstü
açık, ve iki dükkan sırasından oluşur, bir sıra doğu
yönünde digeri batıda yer alır. Böylece çarşılarda
yıl boyunca hem gölge hem de serinlik sağlanmıştır.
Kentte inşaa edilen ilk camii Büyük Mansuri Camiisidir. Bu camii fetih sonrası Memluklu Sultan
Kalavun’un emriyle inşa edilmiştir. Kısa bir süre
sonra camii şehrin kalbi ve çarşıların nüvesi olmuştur. Camii çevresinde, yerleşim alanları ve önemli
çarşılar kurulmaya başlanmış, zamanla nehir bölgesindeki yerleşim alanlarıyla birleşmiştir. İlk yerleşim alanı olan “Suvayka” (küçük çarşı) mahallesi
172
Büyük Mansuri Camiisi çevresinde kurulan zengin
çeşitli çarşılar ilk inşa edilen binalardı; baharatçılar çarşısı, kuyumcular çarşısı gibi. Bu çarşılarda
satılan mallar görünüş, koku ve gürültü itibariyle
camiide namaz kılanları rahatsız etmemekteydi.
Bu camii, emirlerin ve ilim adamların namaz kıldıkları yer olduğunu unutmamak gerekir. Burası
halkın buluşma meydanı sayılıyordu, dolayısıyla
müreffeh bir yerde olmalıydı. Bu yüzden camiinin doğu cephesinin kapısı, çiçek kokularının
geldiği portakal bahçelerine, Batı kapıları Baharatçılar Çarşısına, Kuzey kapısı ise Kuyumcular ve
Sabun Hanına açılmaktadır. Trablus şehir planına
bakıldığında her uğraşı, ticaret veya imalat alanı
için ayrı bölgeler oluşturulduğu görülmektedir.
İmalat ve Sanayi bölgeleri genellikle nehre yakın
yerlerde kurulmuştur (sudan yararlanmak amacıyla). İhracat bölgesi ise nehrin kuzey-doğusundaki
“Homus” şehrinin Kervan yoluna ve denize yakın
bir noktasındadır. Aynı zamanda nehrin üzerinde
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Trablusşam Saat Kulesinin eski Tuğralı ve Armalı
tabloların restosasyon çalışmaları
Trablusşam Saat Kulesinin mermerden yeni yapılan
Tuğralı ve Armalı tabloların yerlerine yerleştirildikten
sonraki görünümü
ulaşımı sağlayan köprüler yapılmıştır. Değirmenler ve maslak binası nehrin kenarında yer almaktadır. Yerleşim alanları ise bu bölgelerin arasında ve
çarşıların üstünde olup ana yollara, dar sokaklarla
bağlanmaktadır.
Osmanlı Döneminde Trablusşam şehri icin belirli
bir biçimlenmeye ulaşma, sonra duraganlaşma, en
sonunda da endüstri cağı teknolojisinden etkilenme sürecine girme eyleminin kabataslak çizgilerle
bir zamanlaması yapılmak gerekirse, birinci dönemin XVI. Yuzyıl sonlarına kadar sürdüğü, XVII. Ve
XVIII. Yuzyılların genellikle duraganlasma dönemini yansıttığı, yeni teknojilerle değişmeye yöneliş ve
kımıldanışlarının ancak XIX. Yüzyıl ortalarında başladığı söylenebilir. XVIII. Yüzyılın sonlarına, daha
doğrusu sanayi çağının etkileri Osmanlı şehirlerine
girmeye başlayıncaya kadar, Trablusşam’da ticaret
yapıları üç ana tür göstermekteydi. Bunlar:
Camiiler, hamamlar ve hanlar çarşıların ortasında
inşa edilmiştir, neredeyse her mahallede bu yapılar bir arada bulunuyordu. Amaç gelen tüccarların
bütün ihtiyaçlarını aynı yerde karşılamalarıydı;
ibadet, temizlik, satış, konaklama vb. gibi çarşıların
arasta tipi, uzun çarşı tipi, yol çarşısı (pazar) tipi ve
han tipi şeklinde oldukları görülmektedir. Çarşı yolunda her iki kenarında taş kaldırımlar vardır, ortasında ise yağmur sularının birikmemesi amacıyla
eğim verilerek araba ve atlar için yapılmış bir yol
bulunmaktadır. Çarşı yoluna açılan sokaklar dar
ve dönemeçli olup bazıları çıkmaz sokaktır. Çoğu
zaman bu sokakların sonu küçük bir avluyla bitmekte, evlerin girişleri, bu avlulara açılmaktadır.
Ayrıca bu avlular hem aydınlık, hem de serinlik yaratmaktadır. Birçok yerde bu avluların ortasında su
terazileri bulunmaktadır. Çoğu zaman bu geçitlerin üstü, evlerin birinci katlarının bazı kısımlarıyla
örtülüdür. Çarşı yolu üstünde de yer yer bu üstü
kapalı geçitler ve kabaltılar görülmektedir. Bu geçitler evlerin arasında kıvrılmaktadır.
Trablus Eski şehrinde Osmanlı Döneminde mimari
dokunun aynı şekilde devam ettiğini görmekteyiz.
a- Dükkanlar
b- Hanlar
c- Bedesten
Bunlar arasında sayıca en fazla olanı, yapısı en
basit, inşaa malzemesi en çok çeşitlik arzedeni dükkanlardır. Dükkanlar üstü açık bir sokakta
olabileceği gibi, üstü kapalı bir carşı bölümünde,
arastada, handa ve bedestende de olabilir. Carşılarda, hanlarda ve de bedestenlerdeki dükkanlar
kagirdir.
Trablusşam Şerii Mahkemesi 17. ve 18. Y.Y. ait sicillerine göre Osmanlı döneminde şehirde 20 çarşı
ve 60’tan fazla han bulunuyordu. Bunların isimleri
şu şekilde sıralanabilir:
173
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Çarşılar:
- Asakifa (Kundura Tamircileri) Çarşısı
- Esendemir Çarşısı
- Bezirgen Çarşısı
- Bezezisten Çarşısı
- Tebaneh (tıbn) Çarşısı
- Cedid (yeni) Çarşısı
- Haddedin (demirciler) Çarşısı
- Harac Çarşısı
- Hodra (sebze) Çarşısı
- Silsila (zincir) Çarşısı
- Sultani Çarşısı
- Semmanin (bakkalar) Çarşısı
- Sağah (kuyumcular) Çarşısı
- Sabağa Çarşısı
- Tuvaki (şapka) Çarşısı
- Attarin (Koku ve Baharatçılar) Çarşısı
- Kavukçular Çarşısı
- Kamh (Buğday) Çarşısı
- Kunduracılar Çarşısı
- Nahhasin (Bakırcılar) Çarşısı
Hanlar:
- Ahmed Şehade Hanı
- Esirler Hanı
- Iskele Kebir (Büyük Iskele) Hanı
- Frenj (Yabancılar) Hanı
- Batih (Karpuz) Hanı
- Berraniye (Şehir Dışı) Hanı
- Banadıka (Venedikliler) Hanı
- Beyt al-Haj (Hacı Ailesi) Hanı
- Tuccar Hanı
- Terbi-ah Hanı
- Tamasili Hanı
- Ceviş Hanı
- Cedid (Yeni) Hanı
- Jisr (Köprü) Hanı
- Cura (Çukur) Hanı
- Habbak (Terzi) Hanı
- Harir (İpek) Hanı
- Haririyin (İpekçiler) Hanı
- Ahşap Hanı
- Hamzeh Hanı
- Hayyatin (Terziler) Hanı
- Eski Vekale Konağı Hanı
- Dalatiye Hanı Hanı
- Debbağah (taneri) Hanı
174
- Ruz (Pirinç) Hanı
- Remmaneh (Nar) Hanı
- Zokak Remmaneh (Nar Sokağı) Hanı
- Zokak Hommus (Nohut Sokağı) Hanı
- Zeyt (Zeytin Yağı) Hanı
- Said Careh Hanı
- Silsila (Zincir) Hanı
- Sa-arin Hanı
- Şeyho Hanı
- Sabun Hanı
- Sağa (Kuyumcular) Hanı
- Salenciye Hanı
- Sabih Hanı
- Acem Hanı
- Ades (Mercimek) Hanı
- Arasat (Arsalar) Hanı
- Asker Hanı
- Olabiye (Kutucular)
- Ali Id Hanı
- Gomayda Hanı
- Koton (Pamuk) Hanı
- Lubye Hanı
- Ma (Su) Hanı
- Mohamed Ali Halil Hanı
- Meryem Hanı
- Masdud Hanı
- Müşteri Hanı
- Misriyin (Mısırlılar) Hanı
- Monacidin Hanı
- Mancak Hanı
- Menzil Hanı
- Hamat Hanı
- Vard (Gül) Hanı
- Vezza (Tavuk) Hanı
- Kayseriyet Frenj Hanı
- Kayseriyet Tüccar Hanı
- Kayseriyet Dohayse Hanı
- Kayseriyet Hallıyyın Hanı
-
II.a. Bursa Çarşılı Köprüsü
Irganda Koprüsü 1442 yılında Pir Ali Oğlu Tüccar
Muslihiddin tarafından, mimar Abdullah Oğlu
Timurtaş’a yaptırılmıştır. Bu koprü günümüzde yaşayan dünyanın dört arastalı köprüslerden biridir.
İlk yapısı tamamı kargir olan köprü, depremlerden
sonra üzerindeki dükkanlar ahşap olarak yeniden
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
yapılmıştır. Yunan işgalı sırasında Yunanlılar 1922
yılında şehri terk ederken burayı bombalayarak
gitmişlerdir. Osmangazi Belediyesi tarafından
onarılan köprü dükkansız olarak 2000’lı yıllara değin gelmiştir.
1888 yılında “Harir-i Darü’t-Talimi” adıyla modern
bir ipek böcekçiliği okulu kurulmuştur. Türkiye’nin
ilk ve tek okulu 1930’a kadar hizmet vermiş, bu tarihten sonra 1976 yılına kadar da “İpek Böcekçiliği
Enstitüsü” olarak hizmetini sürdürmüştür.
II.b. Trablusşam Çarşılı Köprüsü
III. b. İpek Şehri Trablusşam
Eski şehri ikiye bölen Abu Ali nehri üzerinde, iki
tarihi köprü yer alıyordu: Suveyka Köprüsü ve Lahhamin Köprüsüdür. 14. yüz yılın başında Memluk
döneminde inşaa edilen iki köprü, 1955 yılında
olan nehrin tufanı sebebiyle yıkılmıştır. “Lahhamin”
yani Kebabçılar Köprüsü, “Dabbağin” yani Tanerciler Mahallesini ile “Kamh” yani Buğday Çarşısını
bağlıyordu. Geniş tek gözlü köprünün üzerinde iki
taraftan ahşap sıra dükkanlar ve ortada üstü açık
bir yaya yolu yer alıyordu. Dükkanların çoğu et
satışı ve kebapçılık ile meşguldu, Trabluslular buraya gelip mangallarda anında hazırlanan lezzetli
kebapları nehre bakarak yerlermiş.
Trablus dünya tarihinde bilinen ilk ticari hareketlere ev sahipliği yapmıştır. Sedir ağaçlarından ilk
gemileri yapan Fenikeliler Trablus Limanından alfabeyi yayarak dünyaya açılmışlardır. Akdeniz’in
doğusu ve kuzeyine kadar, Mısırlılarla güçlü bir
ticaret yolu kurmuşlardır. Trablus limanı bu ticari
rolünü Roma, Bizans ve Arap dönemlerinde de
devam ettirmiştir. Roma döneminde gemi inşaatı,
Sedir ahşap ticaretiyle ünlenmiştir. Arap döneminde ise Şam şehri için ve aynı zamanda Arapların da
İskenderiye’den sonra ikinci en büyük askeri gemi
fırkasının limanı olmuştur. Haçlılar döneminde
Trablus limanı çok yoğun bir dönem yaşamış; İpek,
portakal ve şeker ticareti ile ün kazanmıştır. Tarihçi
al-Makrizi’ye göre 13. yüzyılda Trablus’ta 4000 dokuma tezgahı bulunuyormuş. Avrupa’ya gelen en
kaliteli ipek çeşitleri Trablus’tan ithal ediliyormuş.
Türk Memluklar Trablus’un verimli topraklarından
süzme zeytinyağı ve sabun imalatı, kamışlardan
şeker ve toz şeker imaları Trablus’ta yapılmış ve
Trablus limanından ihraç edilerek Avrupa’nın şeker ihtiyacı karşılanmıştır.
III.a. İpek Şehri Bursa
İpek Yolu güzergahının Anadolu’daki son duraklarından ve önemli merkezlerinden olan Bursa’nın
adı ipek ve ipekçilikle özdeşleşmiş bir kent olarak
bilinir. “İpek”, “İpekçilik” terimleri Bursa’nın adını,
yeşilliğini, güzelliğini yüzyıllardır kervanlarla dünyanın bir ucuna taşımış değerlerin başında yer
alır.
Bursa tarihin hemen her döneminde önemli bir ticaret kenti olmuştur. İpekböcekçiliği ve ipek üretimi bir zamanlar Bursa’nın en önemli üretim alanını
oluşturuyordu. Sadece Osmanlı’da değil, tüm dünyada ün yapmıştır. Bursa, 1840’lı yıllarda dünyanın
en önemli ipek üretim merkezi idi. O yıllarda basit
el mancınıklarıyla çekilen ipekler Avrupa’ya ihraç
ediliyordu. 1845’lerden sonra Bursa’da buharla çalışan ipek fabrikaları ve atölyeleri kurulmaya başlar. 1860’lı yıllara gelindiğinde artık yüzlerce tezgahta ve irili ufaklı 85 fabrikada ipeğin işlenerek
dokunduğu görülür. İpekçilikte epey mesafe katedildiği bu dönemde, Avrupa kozasını saran Parpin
hastalığının kısa sürede Bursa’ya getirilmesiyle
ipek üretimi 1860’lı yıllardan itibaren sıfıra inmiştir.
Aynı zamanda Trablus, sahilde olmayan Şam ve
Halep şehirleri için liman rolünü üstlenmeye devam etmiştir. Memluk döneminde en çok gelişen
sanayi kolu ise tekstildir. O dönemde pamuk, ipek
ve özellikle kadife imalatı ve ihracatı ün kazanmıştır. Ayrıca kağıt üretimi ve kitap ciltleme sanatı da
yaygınlık kazanmıştır. Nehir boyunca uzanan imalathaneler, matbaa ve değirmenler, akan sulardan
enerji temin etmişlerdir. Memluk döneminde sanayide ve ticarette meydana gelen hareketlenme
o tarihte üretilen her malzemeye ve ihraç edilen
her mala, ayrı ayrı inşaa edilen çarşı, han ve pazarların yüksek sayısından da anlaşılmaktadır. (Sabun
Hanı, Un Hanı, Silah Pazarı, Pirinç Hanı, Kuyumcular çarşısı...). 1612 yılına kadar Trablus, Şam ve Halep şehirlerin liman rolünü üstlenmiştir. Osmanlı
175
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
döneminde 17.ve 18. yüzyıllarda Fransız tüccarları
ticari faaliyetlerini yoğun bir şekilde buradan yürütmüşlerdir.
IV.a. Bursa Mevlevihanesi
Bursa Mevlevihanesi bölgenin ilk mevlevihanelerden birisi olması lazım gelir. Ancak ilk defa nerede
kurulduğunu bilinmemektedir. 1950’li yıllarda ortadan kalkan son mevlevihane ise, 1615’te Ahmet
Cununi Dede tarafınfan kurulmuştur. Bu mevlevihane Pınarbaşı Mahhallesindeki Pınarbaşı mezarlığının karşısında, Vezir Caddesi üzerinde yer
alıyordu. 18. ve 19. yüzyılda esaslı onarımlar geçiren yapıya son şekli 1891 yılında II. Abdulhamit’in
yaptırdığı onarımla verilmiştir. Son devirlerinde
meşhur ihtifalci Mehmet Ziya Beyin Mesnevi dersleri verdiği mevlevihanenin tarihi ve şeyhleri hakkında çok şey bilinmektedir. Yapıları şöyle özetlenebilir: Geniş bir avlu içerisinde sekizgen şadırvan,
Semahane - hamuşan, Semahane bağdadi iki katlı,
dairesel bir sema alanına sahipti. Meydan-ı Şerifi
ve derviş hücreleri vardı. Ahmet Cununi Dede’nin
mezarının içinde bulunduğu betonarme türbe
günümüze gelmiştir. Mevlevihane bir süre askeri
depo olmuş, 1953’te yıkılmış ve yerine su deposu
yapılmıştır.
IV.b. Trablusşam Mevlevihanesi ve Restorasyon
Projesi
Trablusşam Mevlevihanesi, Osmanlı Devletinin
Arap eyaletleri içinde kurulmuş ikinci en büyük
mevlevihanesi sayılır (Halep’tekinden sonra).
1618 M. yılında Samsuncu (Samsunlu) Ali Paşa
tarafından kurulmuştur. “Mevleviye Tekkesi” veya
Arapçada “al-Takiyya al-Mavlaviyya” olarak bilinen
Trablus Mevlevihanesi tarih boyunca iki kez restore edilmiştir: birincisi, mevlevihanenin içinde ellili
yıllara kadar duran kitabeye göre, Molla Mustafa
tarafından; ikincisi ise halen mevlevihanenin giriş
kapısı üzerinde duran kitabeye göre Trablus valisi
Mohamed Halusi Paşa tarafından 1184H./1770M.
yılındadır. Trablus Mevlevihanesi eski şehri ikiye
bölen Abu Ali nehrin batı kıyısında, Trablus Kalesinin doğu cehpesin karşısında, eskiden narenciye
ve zeytin bahçeleri ile çevirili yamaçta yer almak-
176
tadır. Eskiden bitişinde “Mevleviye” adlı değirmen
yer alıyordu, ana giriş kapısı karşısında yaklaşık elli
metre uzaklığında eskiden Hz. Peygamber Hızır’ın
mezarı yer alıyordu. Değirmen 1955 yılında nehrin
tufanından sonra yıkılmıştır. Peygamber mezarı ise
1900’lu yılarda ortadan kaybolmuş, yalnız mezar
taşı günümüze gelebilmiştir.
Mevlevihanenin güzel konumundan dolayı, gelen
Arap, yabancı ve Osmanlı seyyahların, yazarların,
şairlerin ve ressamların çok övdüğü bir mekan
olmuştur. Başta Evliya Çelebi olmak üzere, birçok
seyyah buranın vasfında uzun sözler sarfetmiştir.
Trablus Mevlevihanesi Türkiye içinde ve dışında
bilinen tüm mevlevihaneler arasında 17. - 19. yüzyıllarında en çok gravürü çizilen ve fotoğrafı çekilen tekke olmuştur.
20. yüzyılın başında mevlevihanenin bulunduğu
yamacın her tarafında yüksek bina inşaa edilmesiyle, tekke yavaş yavaş ovülen güzel konumunu
kaybetmeye başlamıştır. 1955 yılında nehrin tufanı sonucunda mevlevihane büyük zarar gormüştür. 1958 yılında kötü bir projeyle Abu Ali nehrini
betonarmeden yapılan yeni ve geniş bir kanaldan
geçirilmiştir. Böylece nehir mevlevihaneden uzaklaştırıldı, değirmen yıkıldı ve yerine çikmaz bir
asfalt yolu yapılmıstır. Buna rağmen, 1963’te mevlevihane işlevine devam etmiş, son mevlevi şeyhi
Enver Mevlevi’nin ölümüne kadar Ayin ve Sema
gösterilerine ev sahipliği yapmıştır. O tarihten sonra 1983 yılına kadar, Sema gosterileri durduğu halde, Trabluslu Mevlevi Ailesi tekkeyi terk etmemiş
ev olarak kullanmışlardır. 1973 yılında patlak veren
Lübnan İç Savaşı 1983’te şiddetlenmesiyle, Trablus
mevlevihanesi büyük zararlara uğramıştır. Üzerine
düşen bomba ve füzelerin etkisiyle Semahanenin
kubbesi duşmuş, mescidi yıkılmış, birçok iç ve dış
duvarları yıpranmıştır. Bu durumda Mevlevi Ailesi
mevlevihaneyi terk etmek zorunda kalmışlar. Dolayısıyla boş kalan bina, savaşta evleri yıkılan bazı
göçmen aileler tarafından işgal edilmiştir. Ayrıca
tarihi eser kaçakçıları tarafından binanın birçok işlenmiş kemer taşları sökülmüş, içinde bulunan tarihi kitabe, fıskiye havuzu.. vs. çalınmıştır. Böylece
mevlevihane 2000’lı yıllara harabe olarak gelmiştir. Savaşın ilerleyen yıllarında tekkenin bitişinde
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
3 adet ve çevresinde 23 adet kaçak gece kondu
inşaa edilmiştir.
2006 yılında Trablus Belediyesine bağlı Tarihi Esereleri ve Kültürel Mirası Koruma Komitesi yoğun
talebi üzerine, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığına bağlı TİKA Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı mevlevihanenin restorasyonunu üstlenmeye karar verdi. Projenin gerçekleşmesi için TİKA
ile Trablus Belediyesi arasında işbirlik protokolü
imzalandı. Protokolün 4. maddesine göre belediye “tekkenin çevresindeki kaçak yapıların yıkılması
ve yakınında kurulan pazarın başka bir yere taşınmasının sağlanmasını” üstlendi. Yoğun çabalarından sonra, 15 Aralık 2007’de Trablus Belediyesi
son kaçak binayı boşaltarak yıkımına başlayabildi.
Belediye bu binalarda oturanlara alternatif olarak,
devletin savaştan sonra inşaa ettiği bir toplu konut sitesinde 26 boş daire temin edebildi. Yıkım
esnasında, mevlevihanenin yakınında yer alan bir
kaçak yapının içinde, Hz. Peygamber Hızır’a ait
mezara tesadüfen rastlanmıştır. Restorasyon uygulama çalışmaları 2008 yılında başladı ve bugün
bitme aşamasındadır.
Trablus Mevlevihane binası üç ayrı bölümden
oluşmaktadır:
- Misafirhane
- Semahane
- Mevlevi Şeyhin Evi
Trablus Mevlevihanesinin planlama ve mimari
özellikleri, Turkiye’de içinde ve dışındaki mevlevihanelerden farklı olarak, Trablus’un geçirdiği en
önemli iki tarihi dönemin, Türk Memluk ve Osmanlı, mimari tarzların karışımını yanıstmaktadır.
Trablus’un geleneksel sivil mimarisi basit ve sade
bir karaktere sahiptir. Trablus Mevlevihanesinin
misafirhane ve Şeyh evi bölümleri bu basit sivil mimarisinin tüm özelliklerini taşımaktadır. Her iki bölümü mevlevihanenin bütünlüğünden ayırırsak,
karşımıza şehrin eski evlerinden farklı olmayan iki
yapı çıkar. Misafirhane, Memluk ve erken Osmanlı
dönemlerinin basit ve gösterişsiz sivil mimarisini
yansıtır. Şeyh Evi ise 19. yy.’ında inşaa edildiğinden,
çatısı ve pencere tipleriyle, geç Osmanlı dönemin
sivil mimari özelliklerini yansıtır. Mevlevihanenin
Semahanesi binanın en belirgin bölümü olup, planı, tonozları ve kubbesiyle Trablus’un tipik mescid
veya medrese mimari özelliklerini yansıtır. Binanın
tüm birimleri, semahane dahil, sade ve süslemesizdir. Trablus (Osmanlı döneminde Trablusşam)
tarihte hep “Beyaz Şehir” olarak sıfatlanmıştır. Sebebi de şehir binaların iç ve dış yüzeyleri beyaz alçıyla sıvalanmasına bağlıdır. Mevlevihane bundan
farklı olmadan içi ve dışı beyaz ıdı.
Mevlevihanenin bazı kısımları zemin + bir kat, bazıları zemin + iki kattan oluşmaktadır. Binanın içinde değişik kotlarda üç açık avlu, üç açık teras ve iki
bahçe yer almaktadır.
Mevlevihanenin üç cephesi vardır: nehre bakan
ana doğu cephesi, kaleye bakan giriş kapısı kuzey
cephesi, ve Sedir Dağlarına bakan güney cephesidir. Binanın arka tarafı tamamen kayalı yamaca
rastlandığından, ve arkadaki yolun mevlevihanenin ikinci katından daha yüksek bir kotta bulunduğundan, batı cephede sadece semahane kubbesinin üst kısmı görülmektedir. Bu cepheyi arkadaki
yoldan koruyan, tekkenin üç tarafını çeviren bir
istinat moloz taş duvarı yer almaktadır. Mevlevihanenin uzun ana cephesi, degişik kitle hacımları,
birimlerin kot farklılıkları, ve doluluk - boşluk zenginliği ile, tekkenin en gösterişli ve en hareketli
cephesi sayılmaktadır. Bu cehpede mevlevihanenin üç ayrı bölümünü (misafirhane, semahane, ve
şeyh evi) kolaylıkla ayırtmak mümkündür. Ortada
yükselen ve sekizgen bir tromp üstünde oturan
semahanenin kubbesi ve onu taşıyan büyük tonoz, ön cephenin en belirgin unsurunu oluşturmaktadır. Semahanenin ön cephesi açıktır, kubbeyi taşıyan tonozun altında duvar yoktur. Böylece
Semahaneye hava, ışık ve bazen de yağmur suyu
girerdi.
Binaya ait 17. ve 18. yy.’ların gravürlerine bakıldığında, mevlevihane sadece semahane bölümü ve
nehre bakan iki açık terasından ibaret olduğunu
açıklanır. Binanın bugünkü bölümleriyle tamamlanması (Misafirhane ve Şeyh Evi) 19. yy.’ın ikinci
yarısında gerçekleştiğini yazılı ve görsel eski dokümanlardan anlaşılır. Restitüsyon çalışması sırasında mevlevihane, 18. yy.’ın yarısından 20. yy.’ın yarı-
177
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
sına kadar, üç kez mimari değişikliğine uğradığını
kaydedilmiştir.
Mevlevihanenin bazı kısımları zemin + bir kat, bazıları zemin + iki kattan oluşmaktadır. Binanın içinde değişik kotlarda üç açık avlu, üç açık teras ve iki
bahçe yer almaktadır.
Restorasyon Projesinde alınan kararlar ikiye ayrılır:
1. Restorasyon ve Rekonstrüksyon Bazında
Alınan Kararlar
2- Restorasyon Sonrası Yeni İşlev Vermek Bazında alınan Kararlar
TİKA, Trablus Belediyesi ve Mevlevi Ailesi arasında
mevlevihanenin restore edilmesi amacıyla imzalanan protokolün 5. maddesine göre: “mevlevihane
Mevlevi tekkesi olarak kalacaktır. Tekkenin ve Mevlevi Ailesinin tarihini, Hz. Mevlana ve Mevleviliğin
tarihi ve eserlerini, Türk kültürü ve sanatını, ve genel
olarak Trablus’un tarihini tanıtımında kullanılacaktır”. Buna dayanarak projenin uygulanan 2. aşamasında binada Hz. Mevlana’yı tanıtan bir müze,
mevlevihanenin tarihini anlatan daim bir sergi,
Osmanlı Sanatı ve Sufism kütüphanesi, ve tekke
malzemeleri müzesi gibi mekanlar düzenlenmektedir. Ayrıca mevlevihane ile kale arasındaki bölgeyi düzenleyen, yeşil alanlar, parklar ve açık hava
tiyatrosu gibi yerleri yaratan bir çevre düzenleme
projesi de hazırlanmaktadır. Çalışmalar Temmuz
2011’da tamalanması hedeflenmektedir.
V.A. Bursa Saat Kulesi
Bursa Saat Kulesi Tophane Semtinde, Osman ve
Orhan Gazi türbelerinin kuzeyindeki park içindedir. Kule Vali Reşit Mümtaz Paşa ve Belediye Reisi
Mehmet Emin Bey zamanında 2 Ağustos 1904 yılında yapımına başlanmış, 31 Ağustos 1905 günü
tamamlanarak törenle açılmıştır. Kulenin yerinde
daha önce Abdülaziz Döneminde (1861-1876) yapılmış bir saat kulesi vardı.
Bugünkü saat kulesi 33 metre yüksekliğinde kesme taştan yapılmıştır. Gövdesindeki beş profilli
saçak, kuleyi aşağıdan yukarı doğru altı parçaya
178
böler. Her katın dört cephesinde yuvarlak kemerli
dikdörtgen pencereler yer alır. En üst katın her yüzünde yuvarlak kadranlı birer saat bulunur. Onun
üzerinde ise, bir canavar düdüğü vardır. Kuleye,
önünde dört basamaklı merdiveni olan, yuvarlak
kemerli bir kapıdan çıkılır. 89 basamaklı ahşap
merdivenlidir. Ağırlıklarla çalışan saatın çanının
çapı 90 cm dir.
V.B. Trablusşam Saat Kulesi
Sultan II. Abdülhamit’in tahta çıkışının 25. yıldönümünde, 1902’de Trablusşam’ın Tanzimat Döneminde tasarlanan ve İmar edilen Tal (tepe) Meydan’ın
ortasında, Osmanlı Hükümet Konağın yanında, altı
katlı güzel ve zarif bir saat kulesi inşaa edilmiştir.
Mimari tasarımı ve yüksekliği bakımından Bursa
Tophane saat kulesine çok benzeyen Trablus Saat
Kulesi, savaş yıllarında büyük hasar görmüş, üst
katının 4 tarafında bulunan saatleri çalışmaz hale
gelmiştir. Bunun üzerine 2002 yılında, saat kulesinin yapılışın 100. yılın münasebetiyle, Trablus
Belediyesi’ne bağlı Tarihi Eserleri ve Kültürel Mirası
Koruma Komitesi kulenin restorasyonunu gerçekleştirdi. Restorasyon çalışmaları sırasında kulenin
5. katının 4 cephesinde bulunan taş çerçevelerin
iki tanesi içinde, deri üzerinde yağlı boyayla çizilimiş, biri Abdülhamit Tuğrasını diğeri Osmanlı
Armasını taşıyan iki tablo kalıntılarına rastlandı.
Tablolar yerinden çıkarılarak restore edildi ve kent
kütüphanesinde muhafaza edildi. Yerine mermerden yapılan iki adet Tuğra ve iki adet Arma levhaları TİKA’dan talep edilerek, Gazi Üniversitesinde
heykeltraş sanatçısı Can Şahin tarafından yaptırıldı. Yeni levhalar orijinal çerçeveli yerlerine yerleştirildi, 26 Nisan 2002’de Türk yetkililerin de katıldıkları ihtişamlı bir törenle kulenin restorasyonu ve
aydınlatılması kutlandı. Kutlamalar çerçevesinde
de Trablus Belediye Meclisi saat kulesinin ve Tanzimat Dönemin resmi binaların bulunduğu şehrin
merkez meydanına “Sultan II. Abdülhamit Meydanı” olarak adlandırılmasına karar verdi.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Sonuç
KAYNAKLAR
İki kardeş şehir, Bursa ve Trablusşam’ı birleştiren
ortak yön ve özellikleri saymak bu araştırmada
sıraladığımız örneklerle sınırlı değildir. Osmanlı Devletinin önemli şehirlerinden olan Bursa ve
Trabluşam’ın ortak tarihi ve sosyal yaşamını yeniden canlandırmak amacıyla, geçtiğimiz Aralık
2010’da Trablus’ta, iki şehrin belediyeleri arasında
Kardeşlik Protokolü imzalandı. Protokol imza töreninde konuşan Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Trablus’u kendilerinden ayrı bir
parça olarak görmediklerini vurguladı. İki ülkenin
asırlarca beraber sevinip beraber üzüldüğüne dikkat çeken Altepe, “Burada yaşayan Trablusluların
bizi gördüğünde, en yakın dostunu görmüş gibi sevinmesi bizleri duygulandırdı. Burada her adımda
bir Osmanlı eseri görmek mümkün. Lübnan’da kendimizi ülkemizde, Trablus’ta şehrimizde hissettik. İmzaladığımız protokolle, dost olan iki ülkenin iki şehri
olarak bundan sonra daha sıcak ilişkilere kalıcı bir
adım atıyoruz. Bilgi ve deneyim paylaşımı ile dostluklarımız daha da pekişecek” dedi.
Acun, Hakkı, Anadolu Saat Kuleleri, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Ankara, 1994
Bursa Araraştırmaları Merkezi, Çarşının Öyküsü,
Sempozyum Kitabı, Bursa Büyük Şehir Belediyesi,
Bursa, 2010
Cezar, Mustafa, Tipik Yapılarıyla Osmanlı Şehirciliğinde Çarşı ve Kalsik Dönem İmar Sistemi, M.S.Ü.,
Istanbul, 1985
Cengiz, İsmail, Yaşayan Müze Bursa, Bursa Büyük
Şehir Belediyesi, Bursa, 2010
Gulick, John, Tripoli a Modern Arab City, Harvard
University Press, Cambrige, Massachusetts, 1967
Jidejian, Nina, Tripoli Throught the Ages, Dar elMashrek, Beirut, 1980
Kayyal, Maha, Le System Socio-Vestimentairea
Tripoli (Liban) entre 1885 et 1995, Paris, 1989
Kuş, Ahmet, Türkiye Mevlevihaneleri, Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Konya, 2005
S. Alamuddin, Hana, Studies In Urban designThe Mameluk City of Tripoli, M.I.T. University, Massachussets, 1988
Tadmori, Khaled, Tablusşam Kensel Sit Alanının
İncelenmesi ve İçinde Yer Alan Sivil Mimarlık Örnekleri Üzerine Bir Araştırma, Master Tezi, M.S.Ü.
Restorasyon Bölümü, İstanbul, 2000
Tadmori, Khaled, Tablusşam Kensel Sit Alanının
Koruma Sorunsalı ve Koruma - Planlaması İçin
Kavramsal Çerçeve, Doktora Tezi, M.S.Ü. Şehircilik
ve Bölge Planlama Bölümü, İstanbul, 2004
Tadmori, Omar, Tarih wa Asar Mesacid ve Medares Trablus fi Asr al-Mamalik (Memluk döneminde
Trablus Camileri ve Medreselerin Tarihi), Dar alBilad, Trablus,1974
Tadmori, Omar, Tarih Trablus al-Siyasi wa alHadari, (Asırlar Boyu Trablus’un Siyasi ve Uygarlık
Tarihi), 1. ve 2. cilt, Dar al-Bilad, Trablus, 1981
Tadmori, Omar, The Plans of Tripoli al-Sham and
its Mamluk Architecture, ARAM, Oxford Univerity,
Oxford, 2000
Tadmori, Omar, Osmanlı Döneminde (1516-1918)
Trablusşam Vilayeti Tarihi, 1.Trablus Tarihi Sempozyumun Bildirileri, Lübnan Üniversitesi, Edebiyat
Fakültesi Yayınları, Trablus, 1995
Tadmori, Omar; & Ghazi, www.tripoli-city.org,
The Tripoli Internet Database, web sitesi
Kardeşlik protokolle yapılacak yeni işbirliklerinin, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Lübnan’a
Kasım 2010’da gerçekleştirdiği ziyaretiyle doruğa ulaşan iki ülke arasındaki dostlukların, iki şehir arasında da yaşanmasını sağlayacağını ifade
eden Altepe, ortak tarih ve kültürel mirasın ayağa
kaldırılmasının kendileri için büyük önem taşıdığını belirtti. Trablusşam’da yapımı devam eden
Mevlevihanesi’nin çalışmalarını yürüten TİKA’dan
sorumlu Devlet Bakanı Faruk Çelik’in Bursa Milletvekili olduğunu hatırlatan Altepe, işbirliği protokolünün ardından buradaki eserlerin ayağa kalkmasına yönelik çabalarının daha da artacağını, bakımsız ve harabe halindeki ortak mirası yaşatmak
için Bursalılar elinden geleni yapacakları söz verdi.
Trablus Belediyesi, ortaklaşa yapılacak koruma çalışmalarının başlangıcı olarak, Osmanlı dönemine
ait, İpek Yolun Güzergahı üzerinde yer alan ve savaşta harap edilen Buğday Çarşısının restore edilmesini önerdi.
179
Trablusşam Saat Kulesi
180
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Prof. Dr. Murat Yakar, Osman Mert
Bursa’daki Türbelerin Fotogometrik
Rölevelerinin Çıkarılması ve Üç Boyutlu
Modellemeleri ve
Süleyman Çelebi Türbesi Örneği
ÖZET:
Kültürel miraslar atalarımız tarafından bizlere bırakılmış en değerli hazinelerdir. Bu nadide eserlerin gelecek nesillere taşınması kıymetini bilen
her bilinçli kişinin hayalidir. Ancak bu kültür hazineleri doğal ve doğal
olmayan birçok etkilerden zarar gördüğü için, gelecek nesillere aktarılmasında belgeleme çalışmalarının yapılması gerekmektedir. Belgeleme
çalışmaları hem eserin zarar gördüğünde yeniden yapımı için bir plan
altlığını oluşturur hem de eserde meydana gelen değişikliklerin incelenmesine, analiz edilmesine, durumunun takip edilmesine imkân tanır.
Günümüzde genellikle mimarlar tarafından yapılan bu belgeleme
çalışmalarında artık çağdaş teknolojilerin kullanılması bir zorunluluk olmuştur. Klasik mimari belgelemede yani rölöve çalışmalarında ve restütüsyon projelerinin hazırlanmasında çoğu zaman basit ölçme araç ve teknikleri kullanılmakta ve sonuç ürün olarak da
tamamen kâğıt baskılar olarak eserlerin çizimleri sunulmaktadır.
Bu bildiride, bir rölöve çalışmasındaki yersel Fotogrametri yöntemine
göre işlem akışı sunulacak, çalışmaların idari ve hukuki boyutu ele alınacak ve bu kapsamda Jeodezi-Fotogrametri Mühendislerinin bu tür projelerdeki görevleri ve yetkileri üzerinde durulacaktır.
1. GİRİŞ
Türkiye her bölgesinde, her şehrinde çok büyük tarihi ve kültürel değerlere sahip bir ülkedir. Anadolu coğrafyası birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 2002 yılı kayıtlarına göre
Türkiye’de tek yapı ölçeğinde tescilli 66.251 adet kültür ve tabiat varlığı
mevcuttur. Bunların 7.186 tanesi Akdeniz bölgesi sınırları içerisindedir
(KTB, 2005). Bu önemli değerlerin belgelenmesi, korunması ve gerektiğinde restore edilmeleri insanlık tarihi açısından oldukça önemlidir.
(Georgopoulos ve Ioannidis 2004) bir kültürel mirasın belgelenmesi işlemini şu şekilde tanımlar: Tarihi veya kültürel bir yapının belirlenen üç
boyutlu bir uzayda mevcut durumunun yani boyutunun, şeklinin ve
konumunun belirlenmesi için gerekli olan ölçme, değerlendirme, kayıt
ve sunum işlemleridir. Tarihi ve kültürel mirasların belgelenmesinde kul-
181
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
lanılan bazı belgeleme yöntemleri vardır (Böhler
ve Heinz, 1999). Bu yöntemler kültürel mirasların
korunması için vazgeçilmez araçlardır. Bu yöntemler klasik elle gerçekleştirilen belgeleme yöntemi,
topoğrafik yöntemler, fotogrametrik yöntemler ve
tarama yöntemleridir (Bohler ve Heinz 1999, Scherer 2002).
Sayısal yersel fotogrametri bu mirasların belgelenmesinde çok etkili ve faydalı bir yöntemdir. Bu
yöntem diğer kullanım alanlarının yanında, yapıların tarihi ve arkeolojik değerlerinin belirlenmesinde, yapı cephelerinin ölçekli çizimlerinin yapılmasında, kentsel koruma planlarının hazırlanması ve
uygulanmasında, çatlaklıklar, anormallikler, bozulma analizleri, zarar değerlendirmesi ve deformasyon belirleme çalışmalarında, restorasyon öncesi
ve sonrasında yapıların durum kontrolünde ve
mimari çalışmalarda belirlenen koordinatlar yardımıyla bir yapının sayısal olarak elde edilmesinde
yoğun olarak kullanılmaktadır. (Yılmaz vd 2000,
Sienz vd 2000).
Bu çalışmada da Bursa da bulunan Süleyman Çelebi Türbesinin belgeleme çalışmaları yersel fotogrametrik yöntemle yapılmıştır.
3. SÜLEYMAN ÇELEBİ TÜRBESİ
Süleyman Çelebi, 1350 yıllarına doğru, Orhan
Gazinin hükümdarlık yıllarında Bursa’da doğmuştur. Soyunun, Sultan Osman’ın kayın babası Şeyh
Edebalı’ya dayandığı söylenir. Düzenli bir tahsil
gördüğü ve devrinin bilgilerini, yetenekli bilginlerden, bu arada Emir Sultan Buharî’den ders aldığı
bilinmektedir.
Bilgisi ve tavrıyla Yıldırım Beyazıt’ın dikkatini
çektiği, Ulu Camiye hemen imam tayin edilmesinden anlaşılmaktadır. Aslında “Çelebi” unvanı,
bilgin, efendi, alçak gönüllü, olgun bir kişi olduğu için verilmiştir. Süleyman Çelebi’nin Mevlevî
olduğunu, bu yüzden kendisine Süleyman Dede
unvanının da verildiğini söyleyenler vardır.
Süleyman Çelebi’nin ölüm yılı da kesin olarak bilinmemekle birlikte, araştırıcılar daha çok 1422
yılı üzerinde durmakta, bu tarih, onun ölüm tarihi
olarak kabul edilmektedir. Mezarı, Bursa’da Çekirge yolu üzerinde ve Eski Kaplıca yanındadır. Son
yıllarda bu mezar, Anıt şeklinde yeniden yaptırılmıştır.
2. SÜLEYMAN ÇELEBİ TÜRBESİNİN KONUMU
Süleyman Çelebi Türbesi, Bursa ili Osmangazi ilçesinin Kükürtlü mahallesinde Çekirge Cad. yer
alıyor.
Şekil 2. Süleyman Çelebi Türbesi
4. FOTOGRAMETRİK ÇALIŞMALAR
Şekil 1. Süleyman Çelebi Türbesinin Konumu
182
Tarihi ve kültürel mirasların fotogrametrik yöntemle belgelenmesi çalışmaların iki aşamada
yapılmaktadır. Bunlar arazi ve büro çalışmalarıdır. Arazi çalışmalarında objenin tanımlanacağı
koordinat sistemi tanımlanmakta, obje üzerinde
kontrol noktaları ölçülmekte ve objeye ait resim-
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
ler çekilmektedir. Büro çalışmalarında ise kamera
kalibrasyonu, resimlerin bilgisayara aktarılması ve
fotogrametrik yazılımlarla değerlendirme ve çizim
işlemleri yapılmaktadır. Bu çalışmada yapılan çalışmalar aşağıda açıklanmıştır.
1.1. Arazi Çalışmaları
Arazi çalışmalarında önce Türbeyi çevreleyen yerel
bir poligon ağı oluşturuldu. Oluşturulan bu ağdaki
poligon noktalarına başlangıç koordinatı verilerek
noktalar jeodezik ölçme aleti Topcon GPT 3007 ile
koordinatlandırıldı.
Objeye ait resimleri dengeleyebilmek ve çekildikleri konuma getirilebilmek için obje üzerinde
koordinatları (X,Y,Z) bilinen kontrol noktalarına
ihtiyaç duyulmaktadır. Bu amaçla çekilen resimler
üzerinden kroki tutulmuştur.
kullanılmaktadır. 3 boyutlu model uzaysal noktalar, köşeler ve/veya eğrilerin bir setinden oluşmaktadır. Dokusal veriler ve cepheler veya yüzeyler
gerçek katı modeli oluşturmak için temel modele
daha sonra ilave edilebilmektedir. Yazılımda mesafe ölçmeleri ve diğer metrik işlemler kolaylıkla
yapılabilmektedir. Üç boyutlu modeller dxf (2D ve
3D) veya 3D studio, Wavefront OBJ, WRML (1 ve 2),
Raw ve Microsoft DirectX gibi formatlarda aktarılabilmektedir.
Çalışmada kamera kalibrasyonu Photomodeler yazılımında yazılımla birlikte verilen kalibrasyon test
ağında gerçekleştirildi. Objenin farklı açılardan
alınmış olan 11 adet fotoğrafı programa aktarıldı.
Fotoğraflar tek tek açılarak 25 adet kontrol noktası fotoğraflar üzerinde işaretlendi ve aynı noktalar
fotoğraflar üzerinde tespit edilerek bu noktalar referans noktası olarak alındı.
Nokta tesisi işlemi tamamlandıktan sonra reflektörsüz ölçme yapabilen Topcon GPT 3007 jeodezik
ölçme aleti ile detay noktalarına koordinat verildi.
Kullanılan bu ölçme aletinin ölçme doğruluğu ±(2
mm+2 ppm) dir. Kontrol noktaları iki farklı poligondan koordinatlandırılarak ölçme doğruluğu
test edildi. 17 noktada yapılan kontrol okumaları
ile kontrol noktalarındaki karesel ortalama hatalar
mx= 1.1 mm, my= 1.0 mm ve mz= 0.9 mm olarak
hesaplandı.
Daha sonra Sony 8.1 mpx ıso1250 digital kamerası ile türbenin her cephesinin farklı konumlardan
fotogrametrik esaslara göre 11 adet resmi çekildi.
Değerlendirme sırasında en uygun olan resimler
kullanıldı. Arazi çalışmaları araziye ulaştıktan sonra rahat bir çalışma temposu ile 2 saatte tamamlandı.
1.2. Büro Çalışmaları
Objelere ait resimlerin değerlendirilmesi ve sonuç
ürünlerin elde edilmesi fotogrametrik yazılımlarla yapılmaktadır. Bu çalışmada windows tabanlı
Eos System tarafından geliştirilen PhotoModeler
fotogrametrik yazılımı kullanılmıştır. Bu yazılım
sayısal görüntülerden bir objenin üç boyutlu modelinin ve metrik ölçülerinin elde edilmesi için
Şekil 5. Kontrol noktalarının işaretlenmesi
Arazi ve resim noktaları işaretlendikten sonra koordinat değerlerine göre dengeleme işlemi yapıldı
ve kaba hata olan noktalar elemine edildi. Dengeleme işleminden sonra türbe detayların çizimine
geçildi. Değişik açılardan çizilmiş olan tüm resimlerin detayları çizildi.
183
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
ve böylece restorasyon çalışmaları ve objelerde
oluşabilecek bozulmaların takibinde referans veriler olarak kullanılabilir.
Şekil 6. Kamera konumları
Dünya da olduğu gibi ülkemizde de birçok tarihi ve
kültürel mirasımız doğal etkenler ve bakımsızlıklar
nedeniyle yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır.
Bunların korunmasına yardımcı olacak belgeleme
çalışmaları fotogrametrik yöntemle kısa zamanda
ve ekonomik bir şekilde tamamlanabilir. Bu yöntem sadece matematiksel denklemleri ve objelere
ait resimleri kullanmaktadır. Diğer yöntemlerde var
olan ölçme riski fotogrametrik yöntemde yoktur.
Bütün bu özellikleri ile fotogrametrik yöntem bu
tür belgeleme ve üç boyutlu modelleme çalışmalarında rahatlıkla kullanılabilecek bir yöntemdir.
Kaynaklar
GEORGOPOULOS, A. IOANNIDIS, G., Photogrammetric And Surveying Methods For The Geometric
Recording of Archaeological Monuments, Archaeological Surveys, FIG Working Week 2004 Athens,
Greece, May 22–27, 2004.
Şekil 7. Photomodeler yazılımında türbe detay çizimi
4. SONUÇ
Günümüzde tarihi ve kültürel mirasların korunması insanlık tarihi için önemli konulardan biridir.
Bunların korunması ve restore edilebilmeleri için
belgeleme çalışmalarının yapılması ve sayısal bir
kültürel miras arşivinin oluşturulması gerekmektedir.
Sayısal yersel fotogrametri kültürel mirasların belgelenmesinde etkili ve oldukça verimli bir yöntemdir. Tarihi ve kültürel mirasa konu objelerin istenilen ölçeklerde çizimleri, çerçeve ve üç boyutlu modelleri hızlı ve hassas bir şekilde yapılabilmektedir.
Belgelenen üç boyutlu objelerin üzerlerine doku
verileri de ilave edilerek üç boyutlu fotomodelleri elde edilebilmektedir. Fotogrametrik yöntemle
elde edilen belgeler dayanıklıdır ve değiştirilemez
184
BÖHLER, W.. HEİNZ, G Documentation, Surveying,
Photogrammetry, XVII CIPA Symposium. Recife,
Olinda. Brazil, 1999.
H.M. Yilmaz, H. Karabork, M. Yakar, Yersel Fotogrametrinin Kullanım Alanları, Nigde Universitesi,
Muhendislik Bilimleri Dergisi 4 (1) (2000) 1828.
SIENZ, J. SZARVASY, I. HİNTON, E. ANDRADE, M.L.,
Computational Modelling of 3D Objects by Using
Fitting Techniques and Subsequent mesh Generation, Computers and
Structures 78 (2000) 397–413.
SCHERER, M. ,About the synthesis of different methods in surveying, XVIII International Symposium
of CIPA, Potsdam, Germany, 2002.
YILMAZ, H.M. KARABORK, H. YAKAR, M., Yersel Fotogrametrinin Kullanım Alanları, Nigde Universitesi Muhendislik Bilimleri Dergisi 4 (1) (2000) 18-
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Prof.Dr. Takashi Ösawa
Ootani Koozui ve Bursa’daki İpek Dokuma
Fabrikası Türkiye - Japonya arasındaki yeni
dostluk ilişkilerinin doğuşu
(Ōsaka Üniversitesi, Japonya)1
Önsöz
Biliniyor ki, 18-19. yy.larda Orta Asya dahil olmak üzere Asya, Ortadoğu
ve Afrika gibi pek çok bölgelerde pek çok yerler, o dönemine gelmeden
bir an önce endüstri devriminden sonra kendi medeniyeti daha dünyaya
yayılmak amacıyla ilerlemeye kalkan Avrupa güç devletleri, yani İngilitere, Fransa, Rusya, İtalya, Almanya, Avsturya ve ABD gibi Batı’daki devletler tarfından giderek işgal altına girmiş veya girecek durumdaydı. Bu
dönemin rüzgar ise artık Uzakdoğu bölgesinde, bir an önce yenileme ve
batılaşma yolu ile reforma uğraşmaya çalışan Japonya’ya esmeye başladı, yani 1853 yılında ABD hükümetinden elçisi olarak yollanan Amirel
Matthew Galbraıth Perrey’in Kanagawa ilindeki Uraga limanına uğrayıp
o zamanki Japonya’yı yöneten Tokugawa Şoogun hükümetine baskı
verip o zamana kadar uygulandırılan kapalı dış politikasından vazgeçtirip ülkeyi açtırmayı kabul ettirmeye çalıştı. Şoogun hükümeti ise bunu
Kyoto’daki Tennoo (Japon İmparatorun) ve saray’daki adamlara haber
verip sonunda açılım politikasına yol açmıştır. Bundan sonra da ABD ise
1858 yılında önemli liman kentinde Pazar açma izni vermesini istediler ve
o zamanki Şogun hükümeti ise Kyoto’daki İmparator’dan olumlu cevabı
almadığı halde, edo bakufunun idarecileri arasında tartışma yaratmasından sonra kabul ettirmişir. Böylece o zaman kadar sürdüre gelen dışarıya
kapalı politikasından vazgeçmek zorunda oldu. Ve sonraki dönemde ise
Rusya başta olmak üzere, Hollanda, İngilitere, Fransa gibi Batı ülkeler ise
ticari üst olarak Kanagawa ilindeki Yokohama, Japon deniz kıyısındaki
Nııgata limanı, Hokkaido ada’nın güney liman kenti olan Hakodade, Orta
Japonya ada’nın güney ilindeki Hyoogo limanı, ve güney ada, yani Kyuushuu ada’daki Nagasaki liman ise dışarıya açık bırakıldı. Bunun gibi Batıdan Doğu’ya esmeye başlayan Batı rüzgarı ise o zaman kadar yaklaşık
300 senedir devam gelen Tokugawa Şoogun hükmetine de rasladı. Yani
1867 yılında ise artık eskimiş siyasi teşkilattan Batının siyasal sistemine
geçmek üzere Batı yeni siyasi ve kültürel fikri almış bilginler ise sonraki
reformcular olarak baş göstermeye başladı. Batı ülkesinin devlet teşkilatından temel fikri alıp o zaman kadar sadece geleneksel Japonya’nın
Şintooizmindeki kültürel temsilci olarak nitlendirilen Japon İmparatoru
o zamanki karargah bulunan Edo’daki Tokugawa Şoogun’un yerine siya1 Professör, Osaka Üniversitesi, Dünya Araştırma Enstitüsü, Türkoloji Bölümü Başkanı,
Japonya, e-mail: [email protected]
185
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
ve büyük Budizm mezhebindeki baş rahibi olarak
o zamanki dünyayı nasıl baktığını ve bir Japon
olarak tam aynı zamanda Osmanlı döneminin son
zamanlarıdan birinci Dünya savaşında yeni doğmakda olan Türkiye Cumhuriyeti’ne nasıl baktığını
ve nasıl davrandığını Ootani Koozui’nin Bursa’daki
İpek dokuma fabrikasının kuruluşu olayı ile ortaya
koymayı amaçlamaktadır.
1. Budist rahibi olan Ootani Koozui’nin Orta
Asya gezi araştırmaları
si politikanın temsilcisi koyup bunun altında her
bölgeden seçilmiş milletvekillerden oluşan milli
kongresini açtırıp danışma teşkilatını inşa ettirmeye yöneltmiştir. Böylece ‘Meiji dönemi’ başlar ve
eski Şoogun ailesinden olan Tokugawa Yoshinobu ise da artık eski gücü kalmayıp Suruga iline sığınmak zorunda kalıp artık siyasal dünyasına geri
dönmez oldu.
Bu bildiride söz konusu OOTANI Koozui (18761948) da bu dönemindeki rüzgar içinde dünyaya gelir ve büyür, ayrıca kendisinin Japonya’daki
en eski ve büyük mezhebindeki ruhi başkan ailesinden geldiğinden de, kendi hayatı ise yeni
Japonya’nın ortaya çıkış dönemine raslamaktadır.
Yani kendisi ise Şogun dönemindeki Şoogun hükümeti ile yanyana yürütülen ademi merkezleşme
sistemi döneminin en son döneminde dünyaya
geldiği halde, kendisi ise artık eski Edo Şogun döneminin temsilcisi olan Budist rahip karakteri atıp
Meiji döneminde İmparator başkanlığndaki merkezleşme sistemini altındaki tipik bir Japon milletleriden modern Japon Budist rahibi olarak hareket
etmeye yönelmek zorunda kaldı, denilebilir.
Bu Bildiri ise böyle birden değişmeye kalkan yeni
Japonya’nın doğuş ve ilerleme döneminde en eski
186
Ootani Koozui ise Japonya’nın en büyük Budist
mezheplerinin biri olan Joodo şinşu’nun Baş Tapınağı, Kyoto’daki Batı Honganji’nin yirmi birinci
ruhani lideri olan Ootani Kooson’un (1850-1902)
en büyük oğlu olarak 27 Aralık 1876’da dünyaya
gelmiştir. Yukarıda söylediğim gibi, o zamanki
Japonya’nın siyasal durumu ise artık Şoogun dönemine son verilecek, iki yıl sonra Meiji dönemi
başlayacaktır. Yani Meiji reformunun adını taşıyan
bu döneminde İmparatora idare gücü geri verme
imkan sağlamak için hareketini en büyük destekleyen biri olan ise Koozui’inin babası Kooson idi ve
Honganji ise bu hareketini büyük etki ile karşılaşmıştır. Ama o döneminin başlangıcı ise Budizm ve
Budistler için zor durumu denilebilir, çünkü Meiji
reformcuların çevresi ise eski Japon İmparator ailesinin Şintooizm ile ilgili olan efsaneye dayanarak
Tanrı Amateras’ın çocuğundan gelenleri benimseyerek o zamana kadar halklar arasında inanılmaya gelen Budizme ‘yabancı’ köken olarak bununla
ilgili Budist tapınağı veya Budist heykelleri gibi
pek çok kültür değerleri ve objeleri bozmaya çalıştılardı. Koson ise bu zor duruma karşı Budizm
da Japonya’nın en eski kültürünü oluşturduğunu
kanıtlayan yeni örgüt teşkil edip hükümetince bunun önemi benimsemeye çalışıp bu işi başarmıştır.
Yani daha doğrusu babası Kooson ise eski Budizm
mazhebinin muhasebe sisteminden Honganji
mezhebine bağlayan her yönünde bulunan Hongajiye bağlayan Budist ailesinde Kyoto’daki Honganji merkezine para yatırıp sistemi kurarak kendi
mezhebinin yenilenmesini başarmış olur. Böylce
Kooson ise Meiji dönemindeki Japonya’nın en büyük reformcuların biri olarak nitelendirebiliriz.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Yani Koozui ise bu kadar şiddetli değişim devrinde
babasının ardından gelen yeni liderlerden birisi
idi. Babası ise onu 1897 yılında imparatora gelin
veren Kujoo ailesinden Kazuko (1882-1911) ile
evlendirildi. Bu evlilik onu gelecekte imparator
Hirohito’nun amcası yaparak saygınlığını daha da
artacaktı.
Bunun gibi siyasi bakımından karmakarşık döneminde dünyaya gelen Ootani Koozui de, yirmi üç
yaşına basarken, babası ise gelecekte görevine tam
olarak hazır olması için yurtdışını tanıması ve yeni
döneminin gereklerine uygun olarak bir yabancı
dil öğrenmesi gerektiğine karar vererek 1899 sonunda onu İngilitere’ye yolladı. Japonya’da kalıp
babasının yanıda çalışmaktansa, o zamanki döneminin havası, yani dünya bakışını daha genişlemek
için İngilitere’de dil ve Batı kültürünü benimsemeyi
önemseyerek Londora’da kalmayı tercih etti. Ama
tam o sıra da, biliniyor ki, dünyada Avrupa’da kaldığı süre boyunca dönemin ruhundan özellikle de
Arminus Vambery, Aurel Stein, Sven Hedin, Paul
Pelliot, Albert von Le Coq gibi Avrupalı kâşiflerin
Orta Asya düşüncelerinden etkilendi. Bu kâşifler,
Kızıl, Kuça, Dung Huang gibi yerleriden getirerek
eski Çince, Tokharaca, Uygurca yazılmış antik Budist metinlerinin bir Budist olarak onun ilgisini
çektiği kesindir.Yani Koozui bunlardan etkilenerek
yabanci dili öğrenmenin yanında daha önemli görev olarak kendi gücü ile Orta Asya’ya gidip eski
Budist metini elde etme projesine kalktı ve araştırma gezilerini Sankt-Petersburg’dan 1902 yılında
18 Ağustos’ta Orta Asya’ya İngilitere’de beraber
okuyan dört genç arkadaş ile çıktı.
O zamanki Batılı seferlerin kendi devletinin herhangi bilim akademisyenlerinden desteklenip gerçekleştirilen projesi olmasına rağmen, Koozui’nin
ki ise henüz yoksulluk dönemi geçiren Meiji dönemindeki Japon ülkesinden herhangi yardım almayarak kendi imkanları ile gerçekleştirmiştir.
[Birinci heyet 1902-1904]
Onun ilk sefer ise İngilitere’den Honganji mezhebine bağlı genç öğrencilerden WATANABE Tessin,
HORI Kentoku, Honda Eryuu, INOUE Kooen ile bereber çıkıp başka Avrupa ülkelerinde okuyup geç
hareket eden HUJITA Munemasa, HINO Sonpou,
Almanya’dan SONODA Sookei’ler Hindistan’da
Koozuileri bekleyecek şekilde başlandı. SanktPetersburg’dan başlayarak, Bakü’ye, sonra Hazar
denizi geçip Batı Türkistan bölgesine girdi. Bundan
sonra Pamir Dağlarını geçip Doğu Türkistan’daki
Kaşgar’a vardı, sonra iki yola ayrılatak Koozui ise
Hindistan’a, Doğu Türkistan bölgesine ise Watanabe ve HORI ise Doğu Türkistan’ın güney bölgesi
ve kuzey bölgesindeki Budist kalıntılarına uğrayıp
kazı araştırmalarda bulundular. Sonra Kuça, Kızıl, Turfan ve Urumchi’ye gidip Kasu eyaletinden
Xiian’a gidip WATANABE ise ancak 1904 yılında
Mayıs ayında geri döndü. Bir yandan Koozuiler ise
Avrupa ülkesinden katılan iki öğrenciler de dahil
büyük üyelerden oluşup Hindistan’da araştırmada
bulundu. Onlar ise özellikle Hindistan’ın kuzeyinde kutsal Budist kalıntısına uğrayıp Ghandhara
başta olmak üzere, Aşoka kuralının diktirdiği kitabelerinin estampajılarını almaya çalışırken babasının vefat etmesini duyduğundan Koozui ise artık
memleketine geri dönmeye hazırlamak zorunda
kaldı ve geri dönerken Myanmaa, Güneybatı
Çin bölgesinden gelen üyeleri ile karşılardı.1903
yılının, Mart ayından sonra geri dönmüştür, böylece birinci sefer heyeti ise bitmiş oldu.
[İkinci heyet 1908-1909]
1904-05 ise Japon-Rus savaşı ortaya çıktığından
sefere ara verdiler, ama 1906-1907 yıllarında Koozui ve eşi Kazuo ise Çin’deki Xiian şehrinde Tang
187
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
dönemine ait mezarları inceleyip bir sonuç aldılar, 1908 yıldan itibaren, TACHIBANA Zuichoo ve
NOMURA Eizaburoo’yı Orta Asya araştırma gezilerine çıkardı. Onlar ise kuzey Çin’den Mogolistan
üzerine Altay, Xinjiang’ın Başbalık, Turfan, Korla,
Kuça, Kaşgar gibi yerlerde eski Türklere ait kitabeler ve eski Uygurca vesikalar da dahil toplanmıştır. Özellikle Moğolistan’da o zaman henüz iyice
bilinmeyen Orhun ve Karabalgasun Yazıtlarından
etkilenerek oradaki anıt da iyice araştırmada bulunup sonuçlarda kaydedilmesi bilimsel dünyasına
katkıda bulunmasını sağladılar. O zamanki Doğu
Türkistan’daki coğrafyasına ait haber ise hem yasak
hemde çok gizli idi. Koozui ise tam o yılda Kyoto’yu
ziyaret eden Sven Hedin’den aldığı Orta Asya ile ilgili coğrafya detayı, alıp bunu TACHIBANA’ya telgraf ile gönderip Korla, Kroraina ve Kuça’daki eski
anıtlarını inceledi. TACHIBANA da bu haritadan
faydalanarak Turfan’dan Korla üzerine eski Kroraina kalesine gidip oradaki rapor hakkında Kroraina kalesini kazıp yeni eski çince vesikaları da elde
edebildi. NOMURA ise Turfan’dan Kuça’ya gidip
araştırmada bulundu. TACHIBANA ve NOMURA ise
yine Kaşgar’da buluştu. NOMURA ise ondan sonra
Japonya’ya geri döndü. 1909 yılında eylül ayında
Kozui çiftleri ise TACHIBANA ile birlikte batı tarafına gidip İngilitere’ye geçtiler. Böylece ikinci sefer
sona erdi.
[Üçüncü heyet 1910-1914]
TACHIBANA ise yaklaşık altı ay Rondora’da bulunurken Sven Hedin ve Aurel Stein ile görüşüp
sonra orada tanışdığı İngiliz Hobbus adlı genci
asistan olarak alıp 1910 yılıda Ağustos ayında
Rondora’dan yola çıktı. St-Petersburg’dan demiryol ile Sibirya’daki Omusk’a kadar gitti, ve oradan
nehir vapuruna binip ve sonra atlı arabasına binip
Urumuchiyeulaştı. TACHIBANA ise ondan sonra
yine KRORAINAya kadar gidip tekrar eski kalesi
ve çevresini inceledi, ve Miran kalesinde ise yer
altından eski duvar resminin parçasını çıkarmayı
başardı. Ama Kuç’da önde giden İngiliz assistan
ise hastalanıp vefat ettiğinden dolayı Kaşgar’a
kadar gidip orada cenaze töreni yaptıkdan sonra
Türkistan’ın güneyindenKhotan ve Keriya’yı da
araştırmada bulundu. Koozui ise o zaman kadar
Orta Asya’dan getirdiği eski malzemlerini koru-
188
nan veya sergilenen toplanan Koobe ‘deki Rokko
Dağların orta yamaç üzerinde inşa ettiren <Nirakusoo> adlı okul ve büyük binada çalıştığı YOSHIKAWA Koichiroo’yu 1911 yılında Mayıs ayında Orta
Asya’ya gönderdi. YOSHIKAWA ise Shnghai’dan
Ranshuu eyaletine gidip Tunhuang’a varıp orada
pek çok kalmış eski Budist Sutrayı alıp kalıyordu
ve ertesi 1912 yılında oraya gelen TACHIBANA ile
görüşebildi.
TACHIBANA ise kuzey yoldan Sibirya demir yol ile
Kore yarımadasından Japonya’ya geri döndü. YOSHIKAWA ise iki yıl daha Doğu Türkistan’ın kuzey ve
güney yollarındaki çeşitli yörelerde çıkarılan eski
anıtlarıda kazı incelemelerinde keşfedilen pek çok
buluntularını kervan yolu ile Mançuriya’ya kadar
geri dönerken, yolda Koozui’nin herhangi sebepten Honganji Mezhebinin ruhani başkanlığından
istifa etmek zorunda kaldığını duymuştur ve sonra kimseye bildirmeden memleketine gizlice geri
dönmüştür. Böylece üçüncü heyeti sona erdi.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Yukarıda bahsettiğim üç heyet üzerindeki ince
detay veya araştırmalar ise artık pek çok rapor
veya kitap olarak yayımlanmış oldu ise de, yine
muhafaza edilmiş eski Budist Sutraları veya günlük kullanılan Sanscritçe, eski Türkçe, Tokharaca,
Khotan-Sakaca, Soğudça, Moğolca ve eski Çince
gibi çeşitli dil ile kaydedilmiş vesika fragmanlar
ise kataloglanıp analiz edilmektedir ve hala çok
yönden inceleme ve araştırmlarda bulunmaktadır.
Bununla ilgili araştırma ise pek çok bilim adamlar
tarafından bahsedildiğinden dataylara girmeye
gerek yoktur.
II. OOTANI Koozui ve Türkiye Cumhuriyeti
Daha önce bahsettiğim gibi Kozui ise Orta Asya
gezi araştırmasında üçünçü seferindeyken Hongaji mezhebinin ruhani başkandan istifa etmiştir.
Bu sebep ile Koozui’nin Hongaji’ye ait bütçesinden
kendisinin planladığı Orta Asya gezisinine gizlice
finas ettiği iddiasından kaynaklanıyordu. Nedense
bunun gerçek olup olmaması hakkında kaynak
bulunamadı. Böylece Koozui ise baş rahip görevine son verip yani ikinci hayat başlamış oldu. Ama
bu hayat içinde de onun kafasına takılmış konu
ise hala Orta Asya’daki halkların durumu, yani o
zamanki güçlü Avrupa ülkelerinin işgal altında
kalmış müslüman Türk dünyasının nasıl kurtulması gerektiği. Yani bu düşücesi ise artık Honganji Mezhebinin başkanı olup ikinci Orta Asya gezi
araştırmaları sırasında Koobe’deki Rokkosan’daki
<NİRAKUSOO> adlı külliye denilebilen araştırma
alanından öğrenebiliriz. Yani bu <NİRAKUSOO>
ise hem hazinesini muhafaza etmek için müze
olarak, hem de Budist asıl ruhuni öğrenmek için
okul olarak, Koozui’nin emri ile inşa ettirdi. Bunun
bulunduğu yer ise Asya tellafuzuna yakın <Aşiya>
denilen yerde olması, hem de o zaman yabancılara açık olan liman kenti tanılan Kobe’ye bağlı
bir yerde bulunması, onun fikrini yansmaktadır.
Hatta oradaki bina çevresinde ise Çin veya Orta
Asya’dan getirilmiş bitkinin numunesini sergilemiş ve bazen de kendi bahçesinde yetiştirmeye
çalışmıştır. Bu öğrenci ise sadece masada oturarak
öğrenmekle yetinmeden tarım işleriyle uğraşıp
doğal filosofesini de öğrenmeyi amaçlıyordu. Yani
Koozui’nin sonraki tarım ile sıkı ilişkide bulunan
tarım fikri bu dönemde başlanmıştır. Ona göre bu
dünyada en önemli ve temel olgulardan biri ise
tarım işlerinde kaynaklandığını, tarımsız sanayi
ve ticaretinin de imkansız olduğunu dşünüyordu.
Yani Koozui’nin hayatı sonuna kadar sürdürüle gelen <tarıma daynan temel fikir> ise genç yaşında
Çin Orta Asya ve Hindistan gezi araştırmalarından
yerli hakların kötü duruma düşmüş durumunu
kendi gözüyle görmesinden kaynaklanmaktadır.
Bu yüzden o zamanki Japon imparator’un amcası
ve o zamanki kont ünvanı taşıyan Japonya’nın baş
önderi olmasına rağmen, pasaportlarında kendi
tanıtırken her zaman <çiftçi> ünvanını kullanmıştır. Benim bu çalışmalarımı yetersiz bularak Dr. Erdal Küçükyalçın’ın son zamanda güzel çalışmalarını burada aktarmak istiyorum.
Koozui’nin Türkiye’ye ilk gelişi ise Temmuz 1901
yılında idi. O yıl babası Kooson tarafından öğrenim için yollandığı Londora’dan ayrılarak Avrupa
ülkelerini tanımak için seyahate çıkmış ve önce
Fransa’da Montrö, Cannes gibi şehirleri gördükten
sonra Avusturya ve Macaristan’ı gezerek İstanbul’a
gelmişti. Büyuk olasalık olarak 1895 yılında hattını başlatan doğu Ekspres treni ile gelmiş olup
İstanbul’da Pera Palas Oteli’nde kaldığı tahmin
edilmektedir. O zaman II. Abdülhamid’in ve Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde olduğunu kendisi
farkında olmuştur.
Bu seyahatteki hatırası ise sadece ikinci seyahate
ilgili günlüğünde, (İstanbul’a ilk gelişinden) on
yıl geçmesine rağmen, önceki manzara ile pek
değişiklik olmadığını kaydedilediğine göre, onun
189
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
ticaret rejimini ve yatrım şartlarını öğrenmesi için
Uemura’ya yollamış. Bu ziyarette Tasumi sık sık elçiliğini ziyaret ederek bilgi talep etmiş ve nihayet
4 Mayıs’ta dış ticaret ve gümrük rejimini gösteren belgeleri elçilikten alabildi. Tam bu sıralarda
Koozui’nin Türkçe öğrenmesi için yolladığı 14 yaşındaki Gotoo Satoru da İstanbul’a varmış ve hemen Galatasaray Lisesi’ne kayıt olmuştu.
içinde birinci geliş zamanindaki hatıra ise hala
kuvvetli izi bırakmış denilebilir. Bundan yirmi beş
yıl geçtikten sonra, Koozui’nin İstanbul’a ikinci gelişi oldu, ama o sırada ne kadar kendi hayatında
olaylar geçmiş ve değişiklik olmuştur. Hongaji’nin
ruhsani başkanlığından istifa ettikten sonra, kont
ünvanı almış Koozui ise Japonya’nın en saygın
Asya uzmanlarından ve sözü dinlenen kamuoyu
önderlerinden biri haline gelmiştir. Bu nedenle
Şubat 1924 tarihinde Tokyo Teikoku Oteli’nde Japon sanayi ve ticaret dünyasının liderine verdiği
bir konferans sırasında onları tarıma ve tarıma dayalı sanayilere öncelik vermeleri hususunda teşvik
ettikten sonra özel olarak Türkiye Cumhuriyeti’ne
yatırıma yönlendirmesi herkes şaşrıtmıştır. Bu konuşmanı yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan takriben üç ay sonra yapılmış olması dikkat
çekicidir.
Sonraki Koozui’nin Türkiye’deki temsilcisi olan
öğrencisi Uemura Tasumi’nin yazdığı kaynağına göre, Koozui’nin daha 1925 baharında Türkiye Cumhuriyeti’ne bizzat yatırım yapmaya karar
vermiştir. Kozui, aynı yıl, eylül’de Türkiye’nin dış
190
Bu arada Ootani Koozui Türkiye’ye yatırım yapılması, ticari ilişkilerin getirilmesi için Japon iş
dünyasında yürüttüğü kulis faaliyetine devam
ediyordu. Büyükelçi vekili Hulusı Fuad’ın (Tugay)
Tokyo’ya gelişi ve 17 Temmuz 1925’te Türkiye
Büyükelçiliği’nin resmen açılışi ile birlikte bu faaliyetler hız kazanmış, Koozui’nin bahsettiği Osaka’lı
iş adamları hareketlenmişlerdi. Hulusi bey’in Osaka Sanayi ve Tıcaret Odası’nı ziyaretinde iki ülke
arasındaki ticari ve dostluk ilişkilerinin geliştirmesi
için bir kurum ihtiyacından bahsedilmes üzerine
Osaka Nichido Booeki Kyookai (Osaka Japon-Türk
Ticaret Derneği) 16 Kasım 1925’te resmen kurulmuştur. Bu dernek bu alanda kurulmuş ilk kurumdur. Kuruluşunda Yamada Torajiro ve Ootani Koozui aktıf rol oynamışlardır. Derneğin açılış törenine
Türkiye’ye doğru yola çıkmak üzere olan Ootani
Koozui de katılmış, Hulusi Fuad ve Osaka Sanayi ve Ticare Odası başkanı İnahata Katsutaro’nun
da hazır bulunduğu toplululuğa Japonya için
Türkıye’nin öneminden bahsettiği bir konuşma
yapmıştır. Konuşmasında ‘Sizler [Türkıye’ye] satmayı düşünüyorsunuz. Oysa ben [Türkıye’den] sa-
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
tın almayı düşünüyorum. Şimdi Türkiye’ye gideceğim, pamuk ve yünü görmek için Türkiye’ye gideceğim. Çünkü birşey satın almak istiyorsanız dost
bır ülkeden almak en doğrusudur...’ diyerek Japoın
iş adamlarından ihracaatan ziyade Türkiye’den
ithalata yöneldiği bir ortamda Koozui’nin bu tavrıyla yeni cumhuriyetin kalkınmasına katkıda bulunmayı amaçladığını açıktır. Bu toplantıdan beş
gün sonra 8 Şubat’ta Kobe limanından Türkıye’ye
hareket etmiştir2.
III. Ankara’daki Yeni Sermaye ve Gazi Çiftliği
Burada bu konuda Erdal Küçükyalçın’ın çalışmasına dayanarak tarhi üzerinde durmak isterim3;
Ootani Koozui, Kobe’den Fransız Uzakdoğu hattından çalışan ‘Dartagan’ Gemisiyle Hong KongSaıgon-Pnon Penh-Kolombo-Aden-Cıbutı-Süveyş
üzerinden 27 Şubat’ta Port Saıd’e ulaşmıştır. Buraya İtalıyan Loyd Triestino firmasının ‘Baraskı’ gemısıne geçerek Hayfa-Beyrut-Trıpolı-Aleksandrıette
üzerınden Mersin’e vardığında gemının bırkaç gün
bu lımanda kalmasından ıstıfade ederek hemen
bır araba kşralamış ve Çukurova’da ıncelemeler
yapmıştır. Güneydoğu Asya’da sahıp olduğu genış
zıraı ışletmelerdekı tecrübesı ve yaptığı araştırmalar sayesınde toprağın ünemını çok ıyı bılıyordu.
Gördüklerinden etkilendiğini saklamayan Koozui,
Çukurova’nın tarımsal potansıyelı hakkında şunları söylemişti: Nıl Nehri deltasıyla karşılaştırıldığında kamu az toprağı bolç Hakikaten en iyi cins ve
verimli toprak Çifçilerin söylediğine bakılırsa kışın
başka ürünler alıyor, yazın pamuk üretiyorlarmış.
Bu bölgede büyük bir pamuk havzası... Bu bölge
tam anlamıyla işlenecek olsa [kaliteli pamuğu ile
ünlü] Mısır’ı geride bırakabilir... Anadolu topraklarını henüz görmeyen yatırım yapma kararıyla gelmiş olmasına rağmen kararında haklı olduğunu
anlamıştı.
Mersin’den ayrıldıktan sonra gemisi Antalya, Rodos, Midilli limanlarına uğrayarak İzmir’e vardığında hemen Nıf’e (günümüzde Kemal Paşa) giderek
buradaki verimli tarım alanlarını da incelemiştir.
Gemisi nihayet 9 Nisan 1926’da İstanbul limanına
2 Küçükyalçın 2010, 172-176.
3 Küçükyalçın 2010, 176-183.
yanaşırken Koozui günlüğüne uzun ve yorucu yolculuğun bitmesinden memnuniyetini yansıtan şu
satırları yazıyordu. ‘ Öğleden sonra İstanbul’a çıkacağız. Kobe’den hareketimizden altmış gün sonra
bugün birinci aşmayı bitirmiş oluyoruz. O gün Tokatlıyan Oteli’ne yerleşir. Burada yazdığı ve Temmuz sayısında Şanghai’da çıkan Daijoo dergisi’nde
yayılanan 18 Nisan tarihli mektubunda Koozui,
Türkiye Cumhuriyeti’nin içinde bulunduğu iktisadı
şartlar ile ilgili derinlemesine bir analiz yapmaktadır. Ona göre İstanbul bir ara liman olarak büyük
bir potensiyele sahip olup ulaşım imkanları geliştirilecek olursa Türküye Doğu – Batı ticareti üzerindeki kavşak noktalarından biri haline gelebilir ve
konumunun verdiği avantajjla hızlı bir büyüme
yakalayabilırdi.
Koozui bunları söyledikten sonra bütün Japon
iş adamlarını henüz ekonomik gücü fazla olmayan Türkiye’ye mal satmak yerine Türk ürünlerini
satın alarak katkıda bulunmaya teşvık ediyordu.
Amacı bizaat yatırım yaparak örnek oluşturmaktı.
Planladıklarını gerçekleştirmek için kısa süre sonra Ankara’ya yöneldi. Ankara Garı’nda onları Ticaret Lisesi müdürü Münir Bey (Toprak) ve Dışişleri
Bakanı Tevfik Rüştü (Arasu) ile görüştükten sonra
tarım arazilerini yakından görmek ve yatırım yapacağı yeri seçmek üzere Konya ve Adana’ya gitti.
Sabri Bey’in talimatı doğrultusunda gittikleri yerlerde Tarım Bakanlığı yetkilileri tarafından ağırlanan Koozui ve ekibi toprak numuneleri toplayarak Ankara’ya gerı döndü. Gezısinin sonuçlarını 4
Mayıs’ta Sabri bey’le yaptığı toplantıda paylaşan
Koozui, bakan’ın teklifi üzerine Bursa’ya gitmeye
karar verdi. Hızla İstanbul’a dönerek 7 Mayıs’ta
Mudanya üzerinden Bursa’ya ulaştı. Bursada Zıraat
Okulu’nu , İpekçilik Araştırma Merkezi’ni ve Karacabey Çiftliği’ni gezdi. Artık yeterli bilgi toplamış
olduğuna kanaat getirerek hem aldığı numuneleri analız ettirmek hem de yatırım yapacağı yere
karar vermek için sonbaharda geri dönmek üzere
13 Mayıs 1926’da Türkiye’den ayrılarak Avrupa’ya
geçti. Bu Uemura Tatsumi Türkiye’de gördüklerı ilgiden ve Koozui’nın heyecanından etkilenmiş olarak günlüğüne üzerine “Haydi bütün mutluluklar!
Parlayın Türkıye’nın üzerınde!”, dıye yazacaktı.
Koozui’nin Türkiye konusunda kamuoyu oluştur-
191
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
ma yönündekı faalıyetleri yavaş yvaş etkisini göstermeye başlıyordu. Osaka’da kurulan derneğin
ardından Tokyo’da da bir dernek kurulumasına karar verildi. Günümüzde de etkinliğini sürdürmekte olan Nıchı-Do Kyookaı (Japon-Türk Derneği)
15 Haziran 1926 tarihinde ışte böyle bir ortamda
kurulmuştur. Ootani Koozui’nın adı bu derneğin
kurucuları arasında da yer almaktaydı.
3 Kasım 1926’da planladığı gibi Türkiye’ye döndüğünde doğrudan Bursa’ya giderek on gün kadar
kalmıştır. Bu kadar uzun süre Bursa’da kalması buraya yatırım yapmakla ilgilendiğini gösteriyor. Ancak daha sonra aldığı davet üzerine hızla Ankara’ya
geçmiş ve Sabri Bey’ın Koozui’ye Gazi Çiftliği’nde
Cumhurbaşkanı ile iş birliği teklif ettiği anlaşılıyor.
Koozui Atatürk’ün Ankara’nın yakınındakı kıraç
toprakları ihya etmeye adanmış bu projesini duyduğunda hiç tereddüt etmeden tüm bilgi birikimi
ile yardımci olmaya karar vermişti.
Böylelikle ınsanoğlunun geleceğinin tarımda ve
tarıma dayalı sanayilerde olduğu öngüren iki vizyon buluşmuş oluyordu. Zorlukları aşmayı düstur
edinen bu iki kişi Gazi Çiftliği’nde ortak olmaya
karar verdiler. Pasaportundakı meslek hanesine
(Çiftçi) yazdıracak kadar tarım konusuna önem veren Koozui ile kendisini (Çifçi) olarak adlandırmayı
seven cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal artık
birlikte çalışacaklardı.
Bu karardan sonra arayışı sona eren Koozui, 23
Kasım’da İstanbul’a dönmüş ve ertesi gün Uemura
Tatsumi’yi geride bırakarak Japonya’ya dönmüş
yolculuğuna çıkmıştır. Tatsumı, Koozui’nin vekilı
olarak yatırım için gerekli hazırlıkları yürütecektir.
4 Ocak 1927’de Kobe limanına varışında Osaka
Mainichi gazetesine verdiği röportajda Atatürk ve
arkadaşlarının kurmaya çalıştıkları yeni Türkiye’den
bahisle (tarımı merkez alan bir sanayileşmeyi gerçekleştirmek için tüm güçleriyle çalışıyorlar. Tarım
ayağa kaldırılmaz ise hiçbir sanayinin geliştirmesi
mümkün olamz diyorlar...) demişti.
Yine ertesi gün Kyoto Miyako Oteli’nde yaptığı
söyleyişde Batılı devletlerin işgalinde kurtuluş
savaşı vererek bağımsızlığını koruyan Türkiye’nin
192
Meiji dönemindeki Japonya gibi çok sayıda devrimsel nitelikte değişikliği gerçekleştirerek dönüşmekte olduğunu söylüyor ve bu yeni cumhuriyetin tarım politikalarını övüyordu. Tabii tüm Japon
iş dünyasını Türkiye’ye yatırım yapmaya çağırmayı
unutmadan.
Büyükelçi Obata Yukiçi’nin bizaat kalem alarak Japon Dışişlerine yolladığı 28 Mart 1927 tarihili bir
mektup Mustafa Kemal Atatürk ile Ootani Koozui
arasında Gazi Çiftliği’ndeki ortak çalışma için yapılan sözleşmenin ayrıntılarını vermektedir.
Japon Dışişlerinde büyük ilgi uyandırdığı üzerindeki damgaların çokluğundan anlaşlan bu mektupta yapılan sözleşmenin maddeleri not edilmiştir. Buna göre;
1. Cumhurbaşkan Kemal Paşa ile Ootani Koozui
Ankara yakınlarındaki (Ahi Mesud Çiftliği)’nde ortak çalışmak üzere anlaşmaya varmışlardır.
2. Bu amaçla 22 Şubat 1927’de Ankara’da bir sözleşme imza atmıştır.
3. Sözleşmeye Cumhurbaşkanı ve Ootani Koozui
adına vekilleri ile Bankası Genel Müdürü Celal Bayar imza atmışlardır.
4. Çiftlikte yapılacak yatırmalar için kurulan şirkete Kemal Paşa 51,000 Lıra ve Ootani Koozui 50,000
Lira koyacakdır.
5. Ootani Koozui 17 Mart’a kadar 25,000 Lira ödeyecek ve bakiyeyi ise Nisan ayı içinde yurtdışından
İş Bankasına transfer edecektir.
6. Kurulacak işletmede azami 8 Japon çalışacaktır.
İki taraf arasında akdedilmiş olan sözleşmeye daire başka kanıt da yakın zamanda İş Bankası arşivlerinde bulunmuştur. İş Bankası yönetiminden
Cumhurbaşkanlığı Özel Kalemı’ne gönderilmiş 9
Haziran 1931 tarihli mektupta yukaruda bahsi geçen şirketin (ankara Sanayi Zıraiye Limitet Şirketi)
olduşu ve 20 Nisan 1927’de kurulmuş olduğu yeralmaktadır. Ootani Koozui’nın yaptığı bu yatırım
Türkiye Cumhuriyeti’ne yapılan ilk doğrudan yabancı sermaye yatırımını teşkil etmektedir. Sözleşmeye imza koyan Celal Bayar’ın kurmuş olduğu ve
ilk Bankası’nın kuruluş tarihinin 26 Ağustos 1924
olduğu ve ilk sermayesinin 250,000 Lira olduğu
düşünülürse daha iyi anlaşılabilecektir.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Uyemura Tatsumi o günlere ait anılarını
Şanghay’da yayınlanan Daijoo dergisi’nde şöyle
aktarmaktadır; “Nihayet Mart ayında Cumhurbaşkanı Kemal Paşa ile aramızdaki süzleşme tamamlandı. Ankara’nın batısında 25 km. Uzaklıktaki Ahi
Mesud Çiftliğı’ndeki ortak ışletmemize çiftçilik
yapmak üzere artık sahneye çıkmaya hazırız.”
Ootani Koozui de ortaklığın kesinleşmesinin ardından 23 Mayıs’ta verdiği bir beyanda bu yatırımı
Kyoto’daki iş çevrelerine ilan etmişti.
Böylelikle Tatsumı önderliğinde birkaç genç
Japon’un su kıtlığı ve ayazla mücadele ettikleri
Ankara macerası başlamış oluyordu. Çalışmaları
ve kalmaları için inşa edilen atölye aynı yılın Ekim
ayı sonunda hazırdı. Katma değeri yüksek ürünler
üretmeyi hedefliyorlardı. Bunun için bir yandan
gül yağa ve gül suyu üretimi için hazırlık yapılırken
diğer yandan da çiftliğin verimlilişinin güsterilmesi amacıyla başka sebzeler yetiştirerek Ankara pazarında halka sunuldu. Ankara’nın o dönem içinde
bulunduğu heyecanlı ortamdan da etkilenerek
büyük bir şevk ile çalışan bu Japon gençleri duygularını Daijoo dergisi’ne günderdikleri mektuplarda
açığa vuruyorlardı. Ancak yeni başkentin dışındaki
çorak topraklarda başarlı olmak için çabalamalarına rağmen çok zorlandıkları anlaşılıyor.
IV. Ootani Koozui ve Bursa’daki İpek Dokuma
Fabrikası’nın kuruluşu
Bir kazanç beklentisinden çok örnek oluşturma
düşünces ile hareket eden Koozui ise Türkiye’ye
yatırım yapmaya devam etmeye kararlıydı. Bir
sonraki yatırım için daha on gün kalarak incelemeler yaptığı Bursa’yı seçti. Bu kez Bursa’nın önde
gelen işadamlarından Mehmet Memduh (Gükçen) Bey (1877-1932) ile ortak olacaktı. Çoğunluğu Japonya’dan gönderilen teknoloji ürünü makinelerin yerleştitirilmesi ile hazırlığı tamamlanan
(Türkiye-Japon İpek Dokuma Fabrikası), 1 Nısan
1929 tarihinde Cumhuriyet Caddesi’nde faaliyet
geçmiştir.
Koozui aslında bu fabrikanın açılışına katılmak
üzere 18 Aralık 1928’de dördüncü kez Türkiye’ye
gelmiştir. Ancak İstanbul’a vardığında ağır bir has-
talık geçirdiği ve günlerdir yemek yiyemedğiği
için hemen Fransız La Paix Hastanesi’ne yatırılması
gerekmişti. Bir süre sonra kendini biraz toparlayarak elçilikteki yıl sonu partisine katıldıysa da ancak
Osmanbey’deki bir evde geçirdiği uzunca bir nekahat döneminden sonra eski sağlığına kavuşabilmişti. 20 Ocak’ta harekete geçerek Ankara’ya gitti.
Gazi Çiftliği’ni gezip Celal Bayar’la görüştükten
sonra Bursa’ya giderek Memduh Bey’le buluştu.
Ve fabrikanın hazırlık çalışmaları hakkında bılgı
aldı. Ocak ayında planlanan fabrika açılışı makinelerin gelişindeki gecikme nedeniyle Nisan’a ertelenmişti. 3 Şubat 1929 itibariyle trenle Suriye’ye
geçtiğinde dördüncü ziyareti de sona ermiş oluyordu.
Hastalanıp, Ankara Gazi Çiftliği’nde çalışan gençlerin çektikleri zorlukları öğrenmesine ve Bursa
fabrikasının açılışının gecikmesine rağmen Koozui
artık 1924’te gördüğü rüyanın gerçekleşmekte olduğunu biliyordu. Biri başkentte Cumhurbaşkanı
Kemal Paşa ile diğeri de Bursa’da Memduh Bey’le
olmak üzere iki önemli yatırım başarıya doğru ilerilemekteydi. O zamanki duygularını Japonya’ya
döner dönmez Büyük Gazeteci ve söz sahibi olan
Tokutomı Soho’ya aktarmış ve heyecanı Soho’yau
çok etkilemişti.
“Orada Koozui’den başka Türkiye’deki faaliyetlerinden sorumlu Uemura Bey, Kobe’den Morımoto Zuimyoo, Nagoya’dan Tachibana Zuichoo da vardı...
Keyifle anlattıklarını dinledik... Türkiye’de sarılığıya
yakalandığını duymuştum, ama o anda tamamen
iyileşmişti. Hatta daha önceki görüşmemizdeki
haliyle karşılaştırıldığınında bir kat daha sağlıklı olduğunu hatırlıyorum. Fransa, Marsilya’dan
Türkiye’deki ipekçilik işine her birini ilk defa duyduğum şeyler anlatıp duruyordu...”.
1929 yılı Mart ayının 14’ündeki bu neşeli toplantıdan birkaç hafta sonra Yamada Torajiroo’nun
öncülüğünde Kushimoto’da yapılan bir törenle
Ertuğrul Fırkateyin’de hayatı kaybeden Türk denizcilerin aziz hatıralarını yad etmek üzere bir anıt
taşı dikildi. (Koozui Kitabesi) adı verilen bu taşta
Ootani Koozui’nin Türkiye’ye yönellik hislerinden
ve sevgisinden izler bulmak mümkündür.
Koozui’nin gayreti mayvelerrini vermeye ve iki
193
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
ülke ilişkileri sağlam bir temele oturmaya başlıyordu. Artık Japonya’da yeni Türkiye Cumhuriyeti fark
edilir olmaya başlamıştı. Bunun en önemli işaretlerinden biri imprator Ertuğrul Anıtı’nı ziyaret etmesidir. Bu alışılmadık ziyaretin gereçekleşmesinde düğününe katılacak kadar ona etkili olduğunu
tahmin etmek zor değildi.
Bu yöndeki bir başka gelişme de İstanbul’da Japon
ürünlerinin sergilendiği bir mağazanın açılmasıydı. Yine Osaka Japon-Türk Dış Ticaret Derneği’nin
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın desteğini alarak
gerçekleştirdiği bu proje 1 Eylül 1929’da hayata
geçmiştir. Karaköy’de Galata Köprüsü yakınlarında
(İstanbul Nihon Shoohinkan) (Japon Malları Mağazası) adıyla açılan bu mağaza 1937’de kapananana kadar iki ülke ticari ilişkilerinde merkezi rol
üstülenmiştir.
Ardından 12-19 Ocak 1931 tarihleri arasında
Prens Takamatsu no miya Türkiye’yi ziyaret etti, ve
Atatürk’le görüştü. Cumhurıbaşkanı’nın artık (Atatürk Orman Çiftliği) olarak anılan Gazi Çiftliği’nde
bir araya gelen taraflar ilişkilerin geliştirilmesi yönünde dileklerini belirtmişlerdi4.
V. Bursa’dakı İpek Dokuma Fabrikası’nın durumu
Buradaki konu hakkında 2010 yılında Bursa kenti müzesinde bununla ilgli konu üzerinde Japon
4 Küçükyalçın 2010, 182-184.
194
araştırmacı olup Kyoto’dakı Ryuukoku Üniversitesinden Prof. Dr. MİZUNO MİNAKO (Yamanrar) hoca
ve Bursa kent müzesi Bursa Büyükşehir Belediyesinin yardımı ile uluslaraarası konferens verilip oradaki bildiri en yakında yayımlanmasını beklemektedir ki, şu anda sadece bir tanıtması olarak sizlere
haber olarak aktarmak isterim5.
Adı geçen Bursa’lı Mahmud bey ise 1877’de
Bursa’da doğup yerli Askeri Rüştiyesi’nde orta öğrenimini Bursa Merkez İdaresi’nde lise öğrenimini
tamamladı. Mülkiyenin yüksek kısımından iyi derece ile mezun olduktan sonra 23 eylül 1900’de
Bursa Villayeti Maliye mumurluğuna tayin edildi
ve satajını bitirdi. Bir yandan da ek görev alarak
başladığı Bursa Villayet Hüdavendigar Gazetesinde 1901-1903 arasında ikinci baş muharrir yaptı.
Kaymakamlığa yükseldi. 1902 yılında, Burduruzade Osman Fevzi Efendi’nin kızı Fevride hanım ile
evlenir ve bu evlilikten Sıdıka Şükufe adını koydukları bir kızı dünyaya geldi.
Memduh bey ise çok sevilen zarif bir erkek idi. İyi
derecede Fransızca ve Rumca bilir, aynı zamanda
5 Aşağıdaki bilgiler ise hep Bursa kenti müzesinin sergi
kataloğu 2010, Bursa adlı kıtabına dayanmaktadır. Bu sergiye
ben de bakma fırsatta bulabildim ve ayrıca İstanbul’da
yanyana 2010 yılında İstanbul araştırma Enstitüsü tarafından
sergiden de bakabildim ve oradaki katalogu içerisinde ıhtiva
edilen bildirilerden de çok faydalabildim. Bu sergi projesi
ise Japonya’daki Türkiye anı 120 yıldönümü adında yapılmış
olduğu bilinmektedir.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
tanıyanlarına hayran bırakacak kadar iyi bir hatip
olduğunu söylediklenebilir. Gönen, Bala, Erdek,
Sandıklı kaymakamlığının ardından 26 Mart 1914
seçimlerinde İttihat-ı Terraki Partisinden Bursa
mebsu çıkarak Dördüncü Meclis-i Mebusan’ına
girdi. Bunun izleyen süreçte Bursa Redd-i İlhak
Cemiyeti’nde yer almanın yanı sıra , Anadolu ve
Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Bursa şubesinin merkezkurulunda görev yapardı. Cumhuriyet döneminde bir daha devlet kademelerinde
yer almayıp ticarete atılan Mehduh bey 19. yüzyıl
sonlarında ipekçililik kariyeriyle Fransa’da ünlenen
Osman Fevzi Efendi’nin damadı olarak, aile geleneğinin bir parçası olan ipek piyasası olan ipekli
dokuma konusunda bilgi sahibi idi. İpek piyasasını
elinde bulunduran Fransızlarla İtalyanları izleyip
akrabası Celal Bayar veya sefaret aracılığıyla ilişki
kurduğu düşünülen (Berlin Sefiri Kemalettin Sami
Paşa, damadının ağbeyidir) Japon imparatorunun kayınbiraderi Kont Ootani Koozui ile birlikte
Bursa’daki ilk kombine dokuma-boya-apre fabrikasını açmıştır.
Bursa’da 19. yüzyıl ortalarından itibaren ipek filatür fabrikaları genelde Gayrimüslimler tarafından
yabancı sermayeye ortaklığığyla kurulmuştur. Bu
alanda yatırım yapan az sayıda Müslüman Türk
iş adamından biri olan BTSO kurucusu Osman
Fevzi Efendi, ilk sahibi Mösyö Frer olan Hamidiye
(Cumhuriyet) Caddesi üzerindeki ipek fılatür fabrikasını 1800’lü yılların ortalarında Fransız Mösyö
Ramangal’dan satın alarak ipek üretiminde söz sahibi olmuştur.
1920’deki vefatından bir süre sonra damadı M.
Mehduh bey, Japon kontu Ootani Koozui ile TürkJapon Fabrikası’nı açmıştır. Mehmet Memduh
bey’in tek çocuğu olan Şükufe Hanım babasının
1932’deki vefatından sonra ortaklardan biri olmuş; Memduh bey’in borçlarına kefil olan damadı Hamdi Sami bey Japon ortaklığını feshederek
emprimeye ağırlık verdi.
Türk-Japon İpek Dokuma fabrikası ise içinde dokuma, apre, boyahane ve emprime bölümleri olarak
şekilde planlanmıştır. Sözkonusu fabrika ile ilgili
herhangi bir mimari proje bulunamamış, ancak
Memduh Gökçen tarafında çizilen şemada çeşitli
bölümler arasındaki ilişkiler net olarak gözlenmiştir. Bu çizime göre farklı kodlar içinde olan fabrika-
nın dokuma, apre, boyahane kısımları caddeden
yaklaşık 4 m. aşağıda bulunmaktadır. Emprime
katı ise apre ve boyahane bölümlerinin üzerinde
yer almaktadır. Gökçen, kolonlarla tavanların çelik olduğunu, çatıda ise Marsilya’dan ithal edilen
kiremitler bulunduğunu belirtmektedir. Fotoğraflarınında ve çiziminde görüldüğü gibi fabrikanın
üretim bölümlerinin üzeri 4 edilmiş, ancak aynı
yıllarda inşa edilen İpek-İş Fabrikası’nın çatısını
andırmaktadır. 19. yüzyılda inşa edilen Yolgeçen
İpek Filatür Fabrikasında olduğu gibi; farklı amaçlı
binaların bir arasında kapalı mekanlar aracılığıyla
kurulacak şekilde tasarlanmıştır.
Girişmeleri 1928’de başladığı halde, 1929 yılında
açılan işletme, Japonca ‘Nitto Orımono Gaisha
(Japon-Türk Dokuma Şirketi)’ ve Türkçesi ile ‘TürkJapon Dokuma Fabrikası’ adıyla kurulmuştur.
Günde 3 bın ila 5 bin m. kumaş üretmeye haiz bu
orta ölçekli işletme, “Bursa İpeği” olarak tanınan
düz ipek, “Crepe de Chine” gibi ana ürünlerin yanı
sıra, habutai, kimpa gibi Japon türü ipekleri de
üretmiştir.
1931 mayısnda 151 Japon, 80’i Türk olmak üzere
toplam 95 çalışanı olan işletmenin kuruluş sermayesi 131, 109,81 lira olup bu miktarın 70,593,310
lira Japonya, 60, 516,500 lira Türkiye tarafından konulmuştur Ancak Atatürk’ün başlattığı
‘Türkiye’deki Sanayi Kanunu’nun özel uygulamasından yararlanabılmek için ‘eşit’ sermayeyle kurulduğunu göstermeye ihtiyaç olduğundan 50’şer
195
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Takamatsu no miya’nın beğenlerine sunulmuştur.
Sonuç
Yukarıda bahsettiğim gibi Japon kontu Ootani Koozui ve Bursalı Memduh bey arasında başlatılan
Türk-Japon Dokuma Fabrikası ıse ancak 1929 yılından itiberen ekonomi krizisinin altında etklenmiş
olamasına rağmen yönetim değiştirerek sürdüre
gelmiş, ama 1931 yılında aniden vefat etmiş Memduh bey’ in yerine onun kızı veya damadı ise yine
de bu ortak işletmesi devam etmeye çalışmıştır.
Ama tam aynı yıl Japonya ise Çin ve Mançurya’ya
büyüme politikasıyla sanki Asya’nın sahibi olmaya
çalışması daha çince Ootani Koozui’nin tarım ile
ilgili sanayi ve Ticaret ile Asyalıları birleştirip ülkelerini kalkınmaya hayal eden Koozui’nin düşüncesine tam aykırı faaliyet idi ve ‘Asya Asyalılarındır’
fikrini de artık ‘Asya ise Japonyalılarındır’ gibi panJaponizm gibi düşüncesi giderek kamuoyuna etkilemeye başlayınca o zamana kadar sürdüre gelen Türk-Japon dostluğu ilişkileri de sona ermeye
başlamıştır. Henüz o fabrikasının nasıl kapatıldığını belli değildir.
bin’den toplam 100 bin lira sermayeli bir işleteme
olarak kaydedildiği bilinmektedir. 1929 Ağustusundaki açılştan birkaç ay sonra, dünya ekonomik
bunalımının da etkisiyle işletmede malzeme masrafı bile karşılanamayacak şekilde açık verilmiş;
1930 Martında bu açık Kont Ootani Koozui’nin
şahsi parasıyla kapatılmıştır.
3 Mayıs 1930’dan itibaren yeni düzenlenmelrle
iyiye dönmesi beklendiği halde 1930 Ekiminden
fabrika yönetiminin tamamen değiştirilmesi sonucunda zararlar kazanca döneüştürülebilmiştir.
Bu yükseliş, 1931 yılının Mayıs ayında üretimi 10
bin metreye çıkarmış olmasından Bursa’daki ipek
üretiminin birincisi olduk’ cümlesinden anlaşılabilir. Gazete haberleri ; fabrikanın ürünler, 4 Ocak
1931’de Atatürk’ün ziyaretine mazhar olduğunu
yazdı. Yine İstanbul’daki Japon Ticaret Sergisinde
fabrikanın ürünleri, 12-19 Ocak 1931 tarihleri arasında Türkiye ziyaretleri sırasında Prens ve Prenses
196
Ama Ootani Koozui, tarımı çok önemseyerek bu
ile Asyalılarıyı bağlayıp Avrupa’daki güçlü ülkelere
karşı bağımsız olmaya çalışmaya hedeflemiş ve bu
hedef ise çok kısa sıra olmasına rağmen gerçekleştirilmiş denilebilir. Ve ayrıca Ankara’daki Gazi
Çiftliği’nin ortak işletmesi ile birlikte Bursa’daki
Türk-Japon İpek Dokuma fabrikasının iki ülke arasındaki dostluğuna unutulmaz iz bırakmış diyebiliriz.
Bibliyografiya
Bursa Kneti Müzesi (ed) (2010), Türk Japon Dokuma Fabrikası Hikayesiö Saffetbeyzade Memduh bey
ve Kont Otani, Bursa.
Küçükyalçın, E., (2010) Otani Kozui ve yeni Türkiye Cumhuriyeti, Cumhurıyet Dönemü Türk-Japon
İlişkilerinin kuruluşunda bir vizyonerin rolü, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü (ed.) Hilal ve Güneş
İstanbul’da üç Japon, İstanbul, ss. 161-201.
Komatsuö H., Umemura H. et al., (2005) Cyuuoooajia wo shıru jiten (Ensyclopedia on the knowledge
of Cenrtal Eurasia) (Japonca)ö Heıbonshya, Tokyo.
Aşiya shiritsu hakubutsukan (Aşıya kent müzesi),
(2005) Nirakusoo to Ootani Tankentai (Nirakusoo
ve Ootani araştırma heyeti) (Japonca), Ashiya.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Dr. Semra Alyılmaz
“Aki”- “Ahi” Sözcükleri ve
Bursa’da Ahi
1. Akı – Ahi Sözcüklerinin Kökeni Üzerine:
“Ahi” kavram işareti temeli Türkçe akı ve sözcüğüne dayanmakta ve
sözcük cömert, eli açık, mert; yiğit anlamlarına gelmektedir. Ancak araştırmacıların bir kısmı sözcüğün (başta İBN BATUTA olmak üzere) Arapça
olduğu ve “kardeşim” anlamına geldiği görüşünü savunmaktadırlar (İBN
BATUTA, 1333-1335 / 1914). Fransız Türkolog Jean DENY ise, sözcüğün
“yiğit, mert, cömert” anlamına geldiğini ve Türkçe olduğunu; Arapça’ya
geçtikten sonra Araplar’ın telaffuzuyla “ahi” şeklini aldığını belirtir (DENY,
1920).
Akı sözcüğünün özellikle Türkçe’nin Eski Türkçe ve Orta Türkçe dönemlerine ait eserlerdeki (Uygur yazılı metinlerindeki, Divan ü Lügati’t-Türk’teki,
Kutadgu Bilig’deki, Atebetü’l-Hakayık’taki, Muinü’l-Mürid’deki…) kullanımları ve anlamları dikkate alındığında sözcüğün Türkçe kökenli olduğu
açıkça görülür:
akı: cömert, eli açık;
akılık: cömertlik, eli açıklık;
akı bol-: cömert ol-;
akı er: cömert kişi, yiğit kişi, koçak kişi, ahi;
akıla-: cömert say(Nadelyaev (vd), 1969; Clauson, 1972; Karasoy, 2003; Gülensoy, 2007).
Türk edebiyatının ilk İslâmî ve tasavvufî eserlerinden Yusuf Has Hacib’in
“Kutadgu Bilig”inde, Edib Ahmed Yüknekî’nin “Atebetü’l – Hakayık”ında,
Ahmed Yesevî’nin “Divan-ı Hikmet”inde ve “Fakr-name”sinde, Süleyman
Hakîm Ata’nın “Bakırgan Kitabı”nda ve “Hakîm Ata Kitabı”nda … Türk
yaşayış ve inanış sisteminde erdem sayılan ve dünya - ahiret mutluluğunu amaçlayan konular işlenmiştir. Anılan eserler sonraki dönemlerde
kaleme alınan ahilik ve fütüvvetnâmelerle ilgili eserlere de birçok bakımdan kaynak oluşturmuşlardır.
Yerleşik hayatın düzenlenmesinde, sosyal adaletin sağlanmasında, insanlar arasındaki ilişkilerin iyileştirilmesinde ve geliştirilmesinde çok büyük
rol oynayan Ahi birlikleri ve fütüvvet erbabı kendilerine İslâmî değerlerin
derinliğinde dayanak noktaları aramak zorunda kalınca, peygamber ve
din ulularının her biri bir sanatın / mesleğin kurucusu olarak öne sürülmüş; pir ve üstad olarak nesilden nesile aktarılmıştır. Böylece peygamberlerin hemen her biri hayatlarında uğraşmış oldukları işlere göre birer
sanat piri, birer “ilk usta” olarak kabul edilmişlerdir. Buna göre:
197
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Hz. Âdem, çiftçilerin; Hz. Şit, gazzaz ve hallaçların;
Hz. İdris, terzilerin ve yazıcıların; Hz. Nuh tüccarların; Hz. Hud, tacirlerin; Hz. Salih, devecilerin; Hz.
İbrahim, sütçü ve marangozların; Hz. İsmail, avcıların; Hz. İshak, çobanların; Hz. Yusuf, saatçilerin;
Hz. Musa, çobanların; Hz. Zülküfl, fırıncıların; Hz.
Lût, tarihçilerin; Hz. Üzeyir, bağcıların; Hz. İlyas,
dokumacıların; Dâvud, zırhçıların; Lokman, hekimlerin; Yunus, balıkçıların; Hz. İsâ, seyyahların;
Hz. Muhammed, bahçıvan ve tacirlerin piri olarak
görülmüştür (Güllülü, 1992, 107).
Ahilik, “gönül” ile “ak(ı)l”ı, “madde” ile “mana”yı,
adlarına tevazu, merhamet, hoşgörü, sevgi,
saygı, kardeşlik, cömertlik, yardımlaşma, dayanışma, paylaşma ve adalet denilen kavramların
birleştirdiği ahlakî, dinî, sosyal ve kültürel değerler bütünüdür.
Temel ilkeleri, hem eski Türk “töre”sine, Türk yaşayış ve inanışına hem de İslâmiyet’in ilk yıllarından
itibaren görülmeye başlayan fütüvvet anlayışına ve İslam dininin kurallarına dayanan “ahilik”
(“akılık”), birey, toplum, millet ve devlet hayatını
en iyi, en güzel, en doğru, en hayırlı, en mükemmel… ölçülerinde düzenlemeyi / kurumsal
hâle getirmeyi amaçlayan ve bunda da başarılı
olan bir mekanizmanın adıdır.
Bu mekanizmanın mensuplarının / ahilik erbabının temel özelliklerini şöyle sıramalamak mümkündür:
Doğruluktan ayrılmamak,
Alçak gönüllü olmak,
İyi huylarını geliştirmek,
Kendisini halka adamak,
Misafirlerini sevmek,
İnsanlara nasihat ederek onları iyi yola yöneltmek,
Kudreti varken suçluyu affetmek,
Bir sanat veya iş sahibi olmak,
Dindar olmak,
Utanma duygusuna sahip olmak,
Hile yapmamak,
Yalan söylememek, kusur aramamak,
Dedikodu yapmamak, kusurları örtmek,
İçki içmemek,
Zina ve livata yapmamak,
198
Zenginlere karşı minnetsiz olmak,
Kimseye karşı düşmanlık ve kin duymamak,
Büyüklere hürmetkâr; küçüklere şefkatli olmak,
Bel bağlamamak; fütüvvet âlamet ve elbiselerini taşımak,
Nefis adı verilen şeytanla mücadele etmek … (Ekinci,
2001, 28).
2. Anadolu’da Ahilik:
Ahilik teşkilatının geçmişi ve fütüvvet teşkilatı ile ilgisi söz konusu olduğunda genelde ahiliğin İran’ın
Hoy şehrinde doğan Şeyh Nasîrüddîn Mahmûd / Ahi
Evran (ö. 1262) tarafından XIII. yüzyılda Anadolu’da
kurulduğu; fütüvvet teşkilatıyla ve tasavvufla da yakından ilişkili olduğu vurgulanır.
Türk boy ve topluluklarının tarihin her döneminde
hem Asya hem de Avrupa kıtalarında egemenlik
kurdukları; egemen oldukları bölgelere yaşayış ve
inanışlarını, kültürel birikimlerini taşıdıkları; yaşanılan coğrafyanın büyüklüğüne ve uzaklığına rağmen birbirleriyle sürekli ilişki hâlinde bulundukları
bilinmektedir.
Birey, aile ve toplum hayatını düzenleyip devlet
mekanizmasını güçlendiren dinî, sosyal ve kültürel
değerlerin, kurum ve kuruluşların Orta Asya’dan
Anadolu’ya; Anadolu’dan da Orta Asya’ya taşındığı göz ardı edilmeyecek bir gerçektir. Bu bağlamda ahilik ve fütüvvet teşkilatlarının Asya’daki
Türkler’in toplum ve devlet hayatında olduğu
kadar Anadolu’daki Türk devlet, boy ve topluluklarının da hayatında ayrı bir yere ve öneme sahip
olduğu görülür.
Aksaray, Akşehir, Alâiye, Amasya, Ankara, Antep,
Arapkir, Aydın, Balıkesir, Barçın, Bayburt, Bergama,
Bitlis, Bolu, Burdur, Bursa, Çankırı, Çorum, Denizli,
Divriği, Diyarbakır, Edirne, Erzincan, Erzurum,
Eyridir, Gelibolu, Geyve, Gölhisar, Görele,
Gümüşhane, Ilgın, İçel, İnegöl, İskilip, İstanbul,
İzmir, İznik, Karahisar, Karaman, Kars, Kastamonu,
Kayseri, Kışehir, Kütahya, Konya, Ladik, Larende,
Malatya, Manisa, Maraş, Mardin, Merzifon, Milas,
Mudurnu, Musul, Niğde, Niksar, Pasinler, Pertek,
Rize, Sinop, Sivas, Tarsus, Tire, Tokat, Tosya, Turhal,
Trabzon, Urfa, Uşak, Ürgüp, Van, Yenice, Yenişehir,
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Zile… başta olmak üzere Anadolu’daki pek çok
bölgede son derece etkin olan ahilik taşkilatları,
bunların icraatları ve konuyla ilgili olarak yazılan
eserler (fütüvvetnâmeler) de bunun açıkça ortaya
koymaktadır.
3. Bursa’da Ahilik:
Bursa’da ahilikle ilgili hususları dört ana başlık altında incelemek mümkündür:
3.1. Bursa’da Ahiler ve Padişahlar,
3.2. Bursa’da Ticari Hayat ve Ahiler,
3.3. Bursa’da Ahi Zaviyeleri
3.4. Temeli Ahiliğe Dayanan “Kanunnâme-i
İhtisab-ı Bursa”.
3.1. Bursa’da Ahiler ve Padişahlar:
Fuat Köprülü Osmanlı Devletinin Kuruluşu adlı eserinde Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda, askerî ve
iktisâdi sisteminin oluşturulmasında ahi teşkilatlarının etkin rol oynadıklarını kaydetmektedir (Köprülü, 1959, 89).
Dönemle ilgili kaynaklara (araştırma inceleme
eserlerine) bakıldığında Osmanlı Devleti’nin kuruluş aşamasının etkin isimlerinden Şeyh Edebali’nin
Eskişehir yakınlarında (İtburnu mevkiinde) tekkesi
bulunan bir “Ahi Reisi olduğu”1; Şeyh Edebali’nin
1 Ahmet Yaşar OCAK, “Osmanlı Devleti’nin Kuruluşunda Ahilik
ve Şeyh Edebalı: Problematik Açıdan Bir Sorgulama” başlıklı
bildirisinde Fuad KÖPRÜLÜ’nün Aşıkpaşazâde’nin Tevârîh-i Âl-i
Osman adlı eserine dayanarak Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda
ahilerin rolü olduğu, Şeyh Edebali’nin ahi reisliği yaptığı, Osman
Gazi’nin ahiliğe intisabına tesir ettiği yönündeki düşüncelerinin
doğru olmadığını kaydetmektedir:
Sonuç olarak, ne Şeyh Edebalı’nın ahiliği, ne Osman Gazi’nin
kayınpederi ve hukuk danışmanı olduğu, ne de ahiler’in reisi
sıfatıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşuna büyük destek
verdiği konusu, ilk Osmanlı tarihçilerinin birer kurgusu olmaktan
öteye geçemiyor görünmektedir. Ama onun ileri gelen , nüfuzlu
bir Vefaiyye şeyhi olarak önemli bir rolünün bulunduğu da herhâlde kabul edilmek zorundadır. Üstelik Edebalı’nın bu kimliği ile
Osmanlı Devleti’nin arazisi içindeki nüfuzunun, Abdalan-ı Rum’a
mensup çok mühim bir şahsiyet olarak ahilerinkinden daha az
önemli olduğu da söylenemez (OCAK, 1999, 241-247).
Ahmet Hamdi TANPINAR da ünlü eseri Beş Şehir’de Bursa’yı
anlatırken, Şeyh Edebali ile ilgili şu satırlara yer verir:
Şeyh Edebali Karamanlı bir fakihti … Bununla beraber bu evlenmenin (Osman ve Mal Hatun’un evlenmesinin) Osman’ın gittikçe
artan silâh kuvvetine manevî bir nüfuz ilâve ettiği inkâr edilemez.
Belki de bu yeni beylik bu izdivaçla o zaman Anadolu’da ve Suriye
taraflarında çok yaygın olan fütüvvet teşkilâtıyla birleşiyordu. Filhakika mal ve menal sahibi olan Şeyh Edebali’nin geleni ve geçeni
misafir ettiği bir misafirhanesi bulunduğu ve bazı akrabasının
isimleri düşünülürse ahî teşkilâtından olduğu tahmin edilebilir
(TANPINAR, 2008, 98).
isteği üzerine Osman Gazi’nin kösele yapmayı öğrenip bir meslek edindiği; bu yolla “ahi”liğe intisap
edip onun nüfuzundan yararlandığı; oğlu Orhan
Gazi’nin (1324-1362) de tıpkı babası gibi ahi olduğu, ahilerin kullandıkları lakaplardan “ihtiyârü’ddîn”i kullandığı görülür (Köprülü, 1959, 89; Doğru,
1991, 1; Uzunçarşılı, 1988, 40; Torun, 1998, 16-17,
Anadol, 201, 58).
Osmanlılar’ın ahilerle ve ahilik teşkilatıyla en fazla
ilişkili padişahlarından biri de Osman Gazi’nin oğlu
Orhan Gazi’dir.2 Orhan Gazi’nin hayatında (tahta
çıkışında, mücadelelerinde, ününün dört bir yana
ulaşmasında) Bursa ayrı bir yere ve öneme sahiptir.
Orhan Gazi’nin (yıllar sürecek) Bursa’nın fethine
giderken babasından Ahi Şemseddîn’in oğlu Ahi
Hasan’ı yoldaş istemesi, Bursa’nın fethi sırasında
Ahi Hasan’a oldukça fazla hürmet göstermesi,
kendi camiinin yanına Ahi Hasan adına bir mescit
ve zaviye yaptırması fütüvvet ehli ile Orhan Gazi
ilişkileri açısından önemlidir. Bundan başka Osman Gazi’nin vefatından sonra Bursa azizlerinin
Ahi Hasan Tekkesi’nde toplanarak Orhan Gazi’yi
hükümdar ilan etmeleri de anlamlıdır (Köprülü,
1959, 89; Doğru, 1991, 1; Torun, 1998, 16-17; Halaçoğlu, 1998, 144).
Bursa azizlerinin / ileri gelenlerinin Ahi Hasan
Tekkesi’nde toplanarak Orhan Gazi’yi hükümdar
ilan etmeleri ile ilgili olarak Aşıkpaşazâde şunları
kaydetmektedir:
Babası ölünce kardeşi Alaaddin Paşa ile bir araya
geldiler. İşin gereği ne ise gördüler. O zamanda Ahi
Hasan vardı ki onun tekkesi de vardı. (Tekke) Bursa
hisarındaki bağ sarayına yakındı. O zamanda olan
azizler toplandı. Osman’ın malı var mı, yok mu diye
2 Ahmet Hamdi TANPINAR, Orhan Gazi’nin ahilikle / fütüvetle
olan ilişkisini ise, şöyle dile getirir: Yaptırdığı camilerin kandilerini kendi elleriyle yakan, imaretlerinde pişirttiği ilk yemeği kendi
eliyle fakirlere ve gariplere dağıtan Orhan Gazinin yarı evliya çehresi bu destanın asıl merkezidir. Bütün bu ruh kuvveti ve manevîlik
hep ondan taşar. O bir başlangıç noktasını bir imparatorluk yapmakla kalmaz, ona rahm ve şefkatin derinliğini de katar.
… Orhan hakikatte Horasan erlerinin silâh ve keramet arkadaşıdır.
Daha doğrusu o devirden kalan birçok şey gibi onlar Orhan’ın
devamıdırlar (TANPINAR, 2008, 99).
199
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
sordular. Teftiş ettiler ki, bu iki kardeş arasında miras
taksim oluna. Baktılar ki ancak feth olunan ülkeler
var, akça ve altın hiç yok. Osman Gazi’nin bir sırtlak
tekelesi vardı, yenice idi. Bundan başka bir yancığı,
tuzluğu, kaşıklığı, bir sokman çizmesi, birkaç iyi atı,
birkaç sürü koyunu vardı. Sultanönü’nde birkaç yüğrük atı vardı. Birkaç çift de öküzü bulundu. Başka bir
şeyi bulunmadı.
şırdı. Rumlar’ın elindeki Bursa’yı fetheden babasıdır.
Kabri daha önce Hristiyanlar’a ait bir kilise olan Bursa Mescidi’ndedir. Osman Bey’in İznik’i yirmi yıl süreyle kuşatma altında tuttuğu, fethinden önce vefat
ettiği, on iki yıllık bir kuşatmadan sonra oğlu Orhan
Bey tarafından fethedildiği söylenmiştir. Biz kendisiyle Bursa’da görüştük ve bana bir miktar gümüş
para gönderdi
Orhan Gazi kardeşine dedi ki: Sen ne dersin? Kardeşi
Alaaddin Paşa: Bu ülke senin hakkındır. Buna çobanlık etmeye bir padişah gerek ki, memleketin işlerini
görüp başara. Padişah iş görecek lüzumlu şeyler ister. Padişaha lüzumlu olan şey bu atlardır. Koyunlar
da padişah şöleninin gerektirdiği şeydir. O hâlde bizim bölüşecek neyimiz var ki, bölüşelim.” dedi.
(İbn Batuta Seyahatnamesi; Muallim Cevdet, 2008,
177).
Orhan Gazi, “Öyleyse gel çoban sen ol!” dedi. Alaaddin Paşa: “Kardeş, babamın duası ve himmeti seninledir. Onun içindir ki, kendi zamanında askeri senin
yanına vermişti. Şimdi çobanlık dahi senindir!” dedi.
Azizler de bunu kabul etti.
(Atsız, 1985, 42; Torun 1998, 18).
Orhan Gazi’nin kardeşiyle anlaşmasına rağmen
padişahlık için Ahi büyüklerinin onayını alması, onların onayından sonra padişah olması Ahi
Teşkilatı’nın Osmanlı devlet yönetimindeki gücünü ve etkisini göstermesi bakımından önemlidir.
Faslı Seyyah İbn Batuta (Asıl adı: Ebû Abdullah Muhammed bin Abdullah bin Muhammed bin İbrahim et-Tancî) (1304-1377) da Seyahat-nâme-i İbn
Batuta adlı eserinde nitelendirdiği Bursa’yı ziyareti
sırasında “Bursa Sultanı” diye Orhan Gazi’yi de ziyaret ettiğini, Orhan Gazi’nin kendisine yardımda
bulunduğunu belirtir:
Bursa Sultanı İhtiyârüddin Orhan b. Osmancık idi.
“Osmancık Türkçe’de, “Küçük Osman” anlamındadır.
Sultan Orhan Türkmen sultanlarının en zengini toprak ve asker bakımından da onların en büyüğü idi.
Yaklaşık yüz kaleye sahipti. Bu kaleleri kontrol etmek
ve olumsuzlukları gidermek amacıyla çoğu zamınını
bu kaleleleri dolaşmakla geçirir ve her birinde bir koç
gün kalırdı. Bir beldede bir ay süreyle asla kalmadığı
söylenmektedir. Kâfirlerle etraflarını kuşatarak sava-
200
Ahi teşkilatları, devlet adına güvenliği ve huzuru
sağlayan, âdeta güvenliğin ve huzurun teminatı olan; yeri geldiğinde devlet yöneticilerini de
uyarıp yönlendiren teşkilatlardır. Ahiler, toplumla
sürekli iç içe olmaları ve duyarlı tavırları sebebiyle
sıkıntıları önceden sezme; tehditleri ve tehlikeleri önceden algılama ve önlemini alma becerisine
sahip idiler. Bursa Ahileri’nden Ahi Yakub ve Ahi
Kadem Orhan Gazi’nin ölümünden sonra şehri
Düzme Mustafa belasından korumaları da bunun
bir kanıtıdır:
Bursa azizleri işittiler ki Mustafa (Düzme Mustafa)
gelmektedir. Hemen şehirden bir hayli akçe topladılar ve yüz parça da kumaş aldılar. Şehrin ahilerinden olan Ahi Yakub ve Ahi Kadem’le gönderdiler.
(Aşıkpaşazâde Tarihi; Muallim Cevdet, 2008, 244245).
Bursa Ahileri, aldıkları kararla I. Murat’ı Bursa’ya çağırıp hükümdar ilan etmişlerdir. I. Murat büyük bir
ihtimalle de Bursalı Ahiler’in elinden şed (kuşak)
kuşanmıştır. I. Murat’ın yaptırmış olduğu zaviyeye
“Ahi Murat”’ın adını yazdırması, Ahi Musa’ya verdiği vakfiyedeki “Ahilerimden kuşandığım kuşağı
Ahi Musa’ya kendü elimle kuşadup Malkara’da ahi
diktim ve bu Ahi Musa ve evlâdlarından kimesneyi
ihtiyâr edüp ya akrabalarından veya güğeygülerinden ahilik icâzetin virüp bizden sonra yerümüze ahi
sen ol diyeler ki bunlar fevt oldukdan sonra şer’le
sâbit ve zâhir ola…” ifadesi onun ahilerle ve ahilikle ilişkisinin açık delilidir (Torun, 1998, 18-19; Halaçoğlu, 1998, 144).
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
3.2. Bursa’da Ticari Hayat ve Ahiler:
Bursa, Antikçağdan bu yana pamuğun, zeytinin,
zeytinyağının, ipeğin ve ipekli kumaşların, dokumacılığın, tekstilin, deri ve deri ürünlerinin en iyilerinin, en kalitelilerinin imal edildiği, alınıp satıldığı ticari merkezlerinden biridir.
Bursa, kendi ürettiklerinin yanında başka uluslardan ve ülkelerden gelen tacirlerin de mallarını
pazarladıkları, alışveriş yaptıkları İpek Yolu’nun
merkezî noktalarındandır.
Bursa’daki yoğun ticari faaliyeti, XV. yüzyılda inşa
edilmiş birçok kervansarayın bulunması da açıkça
göstermektedir. Bunlar arasında I. Mehmed’in saltanatı zamanında yapılan İpek Hanı, II. Mehmed
döneminde inşa edilen Mahmud Paşa Hanı ve
Koza Hanı adıyla bilinen büyük hanlar, II. Bayezid
zamanında yapılan Pirinç Hanı sayılabilir. Bursa,
ayrıca özellikle Doğu Avrupa ve Rumeli’ye ihraç
edilen Batı Anadolu pamukluları için de bir antrepo (gümrük deposu / ardiyesi) durumunda idi.
Bursa’daki ithal malların yıllık vergi yekünü 1487’de
140.000 dukaya ulaşmıştı. Burada ayrıca gümüş ve
bakır para basımı yapılan bir darphâne vardı ve
bundan bir yılda 6000 duka gelir sağlanıyordu.
Bursa’da ticaret hayatının bir göstergesi olan ihtisab vergi gelirleri XVI. yüzyılda bir yıl için 215.000,
gümrük gelirleri 166.000, ipeğin tartılması sırasında alınan mizan vergileri geliri ise, 2.587.000 akçeye mukâtaaya verilmişti (İnalcık, 1992, 445-449).
Yerleşik hayatın düzenli hâle gelmesi, kurumsallaşmanın gerçekleşmesi, ticaretin artması, uluslararası düzeye ulaşması ve süreklilik arz etmesi, ekonomik düzeyin yükselmesi, aynı zamanda insanların
beklentilerinin de artmasına ve herşeyin en iyisini,
en güzelini arzulamasına vesile olmuştur.
Bursa’daki ticari, sosyal ve kültürel hayatın canlılığı
ve sürekliği ahilîk teşkilatının burada da etkin rol
oynamasına vesile olmuştur. Bursa’nın (özellikle
Türkler’in eline geçtikten sonra) her alanda diğer
merkezlerle (bu bağlamda da) İstanbul’la yarışır
durumda olmasının arkasında ticaretin yanı sıra
şehirde yaşanan refahın, huzurun, barışın ve hoşgörünün rolü büyüktür. Söz konusu refah, huzur,
barış ve hoşgörü ortamının oluşmasında da şehirde faaliyet gösteren ahilik teşkilatlarının önemli
rol oynadığı bilinmektedir.
İbn Batuta da eserinde Bursa ve çevresinde (Bursa,
İznik, Yenişehir) ahilik teşkilatının çok etkin faaliyet gösterdiğini, ahi teşkilatına mensup kişilerle
görüştüğünü ve onlardan etkilendiğini kaydetmektedir:
Sonra çarşıları güzel, caddeleri geniş ve büyük şehir olan Bursa’ya geldik. Bursa’nın her yanı bahçe
ve kaplıcalarla kuşatılmıştı. Şehir dışında büyük bir
havuza akan son derece sıcak bir nehir vardı. Bu nehir üzerinde biri erkeklere, diğeri kadınlara ait olmak
üzere iki ev yapılmıştı. Hastalar çok uzak şehirlerden
gelerek bu sıcak su ile şifa buluyorlardı. Gelen misafirler için bir zaviye vardı ve gelenler üç gün süre
ile bu zaviyede konuk edilir ve yedirilip içirilirlerdi.
Zaviye Türkmen sultanlarından biri tarafından onarılmıştı. Biz Bursa’da fütüvvet ehlinin büyüklerinden
Fetâ Ahi Şemsüddin zaviyesine misafir olduk. Bizi
aşure günü kabul ederek çeşit çeşit yemekler hazırlayıp askerî kumandanları ve şehir halkını çağırmıştı.
Onlar orada iftar ettiler ve güzel sesleriyle Kur’an-ı
Kerîm okudular. Fakih ve vaiz Necmüddin el-Konevî
de orada idi. Son derece güzel bir va’z verdi ve zikir
etti. Sonra semâ ve raksa başladılar.
(İbn Batuta Seyahatnamesi; Muallim Cevdet, 2008,
176).
3.3. Bursa’da Ahi Zaviyeleri:
Bursa’da aihilikle ilgili yerlerin ve zaviyelerin tarihçesinin Bursa’nın fethinden öncesine dayandığını;
Bursa’yı feth için bölgeye gelen Türkmen aşiretlerinin hizmet için birbirleriyle yarışırcasına faaliyet
içinde oldukları; tekkeler / zaviyeler kurdukları bilinmektedir.
Hasan Basri ÖCALAN, “Tahrir Defterleri”, “Şer’iyye
Sicilleri”, “Vefayetnâmeler”, Seyahatnameler”,
“Yerel Kaynaklar” ve “Başbakanlık” Osmanlı
Arşivlerin”ndeki bilgilerden de hareketle hazırlamış olduğu “Bursa’da Ahi Zaviyeleri” başlıklı makalesinde Bursa’daki ahi zaviyelerinin/ tekkelerinin
en dikkate değer olanlarını şöyle sıralamaktadır:
201
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
1. Ahi Ali Zaviyesi / Belediciler Tekkesi,
2. Ahi Şemseddin Dergâhı / Kasap Cömerd Tekkesi /
Kasaplar Tekkesi,
3. Ahi Mahmud Efendi Dergâhı / Açıkbaş Mahmud
Dergâhı / Nakşibend-i Atik Dergâhı
4. Ahi Hasan Zaviyesi,
5. Ahi Kirdeci Zaviyesi,
6. Ahi Yakup Zaviyesi,
7. Ahi Mehmed Zaviyesi. (Öcalan, 673-684).
3.4. Temeli Ahiliğe Dayanan “Kanunnâme-i
İhtisab-ı Bursa”:
Sultan II. Bayezid Han’ın fermanıyla 1502 yılında
çıkartılan “Kanunnâme-i İhtisab-ı Bursa’da (Bursa Belediye Kanunnamesi’nde)” birey ve toplum hayatında çok önemli olan ürünlerin niteliğinin, kalitesinin, standartının ve fiyatların nasıl ve ne kadar
olması gerektiği; söz konusu ürünlerle ilgili yaşanan sorunların ve olumsuzlukların giderilmesi için
yapılması gerekenler ayrıntılı bir şekilde dikkatlere
sunulmaktadır.
Esnafların, sanatkârların, halkın ve yöneticilerin
yetki ve sorumluluklarının da belirtildiği kanunname alanında dünyadaki en önemli belgelerden
birini oluşturur.
Kanunnâme-i İhtisab-ı Bursa, resmî bir belge olmasının yanında içeriği açısından ahilik ve
fütüvvet erbabının uyması gereken kuralları,
fütüvvetnâmelerin temel ilkelerini hatırlatması
bakımından da önemlidir. Nitekim kanunnamede
ticari kuralların ve yaptırımların yanında ahlakın
değerlerin; hak, hukuk, adalet, doğruluk, dürüstlük
kavramlarının ön plana çıkarıldığı dikkati çeker.3
1524 yılında Bursa kadısı tarafından kaleme alınan
bir el yazması fütüvvetnâme de hem ahilik - fütüvvet ilişkisini hem de bunların halk üzerindeki
ahlakî ve dinî tesirini ortaya koyması bakımından
önemlidir.
3 Aslı Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde bulunan
Kanunnâme-i İhtisab-ı Bursa, 1998 yılında Türk Standartları
Enstitüsü tarafından günümüz Türkçesi’ne aktarılıp ilgililerin istifadesine sunulmuştur. Türk Standartları Enstitüsü tarafından
günümüz Türkçesi’ne aktarılan metnin tamamı için bk. EKİCİ,
2001, 155-166; ŞİMŞEK, 2002, 211-252; http://bursadayasam.
blogcu.com/kanunname-i-ihtisab-i-bursa/311173.
202
4. Sonuç ve Öneriler:
1. Osmanlı Devleti’nin kuruluşuna hem yurtluk ve
tanıklık etmiş hem de gelişimine katkıda bulunup
zirveye yönlendirmiş olan; padişahların ve şehzadelerin ebedî istirahatgâhı Bursa, Orta Asya’dan
Anadolu’ya taşınan değerlerin de bir arada toplandığı mekân olmuştur.
2. Ahilik, sosyal, kültürel, ticari ve dinî yönlerden
insanı mükemmelleştirmeyi ve insana hizmet etmeyi amaçlayan Türk-İslam yaşayış ve inanışına ait
maddî ve manevî değerlerin kurumsallaşmış şeklidir. Bursa da tarihte ahilik anlayışının ve teşkilatının en etkin olduğu bölgelerden biridir. Bursa, bu
sebeple Türk kültür ve uygarlık tarihinde ayrı bir
yere ve öneme sahiptir.
3. Bursa, geçmişte olduğu gibi bugün de Türk sanayisinin, ticaretinin en canlı merkezleri arasında
yer alır. İş imkânlarının fazla olması, iklimi, doğal
güzellikleri şehrin tarihteki cazibesini devam ettirmesinde önemli rol oynar. Ancak bu durum şehrin
nitelikli göç verip, niteliksiz göç almasına yol açmıştır. Bursa’da ahilik ise, (tıpkı diğer Anadolu şehirlerinde olduğu gibi) artık yalnızca özel bir gün
olarak kutlanmaktadır.
4. Ahilik ruhunun ve ahilikle ilgili kurum ve kuruluşların canlandırılması; çağa uygun hâle getirilip
uluslararası boyutta tanıtımının yapılması Bursa’da
sosyal ve ticari hayatın düzenlenmesine de katkı
sağlayacaktır.
5. Bursa ve çevresindeki ahilikle ilgili mimarî yapıların restorasyonları ve konservasyonları yapılarak
bu yapılar koruma altına alınmalıdır.
6. Ülkemizin bazı şehirlerinde (başta Kırşehir olmak
üzere) ahilikle ilgili sempozyumlar düzenlenmektedir. Bursa’da da bu bağlamda bazı konferansların
verildiği, sempozyumların düzenlendiği bilinmektedir. Anılan sempozyumların uluslararası nitelikli olarak (iki yılda) bir Bursa’da da düzenlenmesi
hem İpek Yolu şehri Bursa’nın tanıtımına katkı sağlayacak; hem de ahilikle ilgili sorunlar uluslararası
düzeyde tartışılarak çözüm yolları aranacaktır.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Kaynakça :
• ALGÜL, Hüseyin (1982), Bursa’da Medfun Osmanlı Sultanları ve Emir Sultan, İstanbul.
• ANADOL, Cemal (2001), Türk-İslâm Medeniyetinde Ahilik Kültürü ve Fütüvvetnâmeler, Ankara.
• ARMAĞAN, Mustafa (2006), Bursa’ya Şehrengiz
Osmanlı’yı Kuran Şehir, İstanbul.
• ATSIZ, Nihal (1985), Aşıkpaşaoğlu Tarihi, Ankara.
• Kanunname-i İhtisab-ı Bursa The Law of The Municipality of Bursa, Ankara, 1995.
• CLAUSON, Sir Gerard (1972), En Etymological
Dictionary of Pre-Thirteenth-Century Turkish, Oxford.
• ÇAĞATAY, Neşet (1989), Bir Türk Kurumu Olan
Ahilik, Ankara.
• ÇALIŞKAN, Yaşar – İKİZ, M. Lütfi (1993), Kültür,
San’at ve Medeniyetimizde Ahilik, Ankara.
• DEMİR, Ahmet (2002), Fütüvvet Teşkilatının
Kökeni, Teşekkülü ve Türkiye Selçuklularındaki
Durumu, Türkler, C. 7, Ankara, 264-271.
• DENY, Jean (1920), Fütüwet-name et romans de
chaveledie turcs, Société Asiatique, Paris, 182.
• DOĞRU, Halime (1991), Ahiler ve Ahi Zaviyeleri,
Ankara.
• EKİNCİ, Yusuf (2001), Ahîlik, İstanbul.
• GÜLENSOY, Tuncer (2007), Türkiye Türkçesindeki
Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü, C. I-II,
Ankara.
• GÜLLÜLÜ, Sabahattin (1992), Ahi Birlikleri, İstanbul.
Abdurrahman
(1992),
Ahmed
• GÜZEL,
Yesevî’nin Fakr-nâme’si ile Hacı Bektaş Velî’nin
Makalât’ındaki Ortak Motifler, I. Milletlerarası
Ahmet Yesevî Sempozyumu (Ankara) Bildirileri,
Ankara, 33-43.
• HALAÇOĞLU, Yusuf (19998), XIV-XVII. Yüzyıllarda
Osmanlılarda Devlet Teşkilâtı ve Sosyal Yapı,
Ankara.
• İBN BATUTA (1333-1335 / 1914), Seyahatnâme-i
İbn Batuta, İstanbul, Çeviren: M. Şerif.
• İNALCIK, Halil (1992), Bursa, Türkiye Diyanet Vakfı
İslâm Ansiklopedisi, C. VI, İstanbul, 447-449.
• İNALCIK, Halil (1999), Ahîlik, Toplum, Devlet, II.
Uluslararası Ahilik Kültürü Sempozyumu Bildirileri
13-15 Ekim 1999 Kırşehir, 189-200.
• İNALCIK, Halil (2005), Osmanlı İmparatorluğu
Klasik Çağ, Çeviren: Ruşen Sezer, İstanbul.
• İNALCIK, Halil (2009), Osmanlı Devletinin
Kuruluşu Problemi, Doğu Batı Makaleler I, 121138.
• KARASOY, Yakup (2003), Ahi Kelimesi ve Türk
Kültüründe Ahilik, Selçuk Üniversitesi Türkiyat
Araştırmaları Dergisi, S. 14, Konya, 1-23.
• KÖPRÜLÜ, Fuad, Osmanlı Devletinin Kuruluşu,
İstanbul.
• Muallim Cevdet (2008), İslâm Fütüvveti ve Türk
Ahîliği İbn-i Battuta’ya Zeyl, İstanbul, Çeviren:
Cezair YARAR.
• NADELYAEV, V. M. (vd.) (1969), Drevnetyurkskiy
Slovar’, Leningrad.
• OCAK, Ahmet Yaşar (1996), Fütüvvetnâme, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. XIII, İstanbul, 264-265.
• OCAK, Ahmet Yaşar (1999), Osmanlı Devleti’nin
Kuruluşunda Ahilik ve Şeyh Edebalı: Problematik Açıdan Bir Sorgulama, II. Uluslararası Ahilik
Kültürü Sempozyumu Bildirileri 13-15 Ekim 1999,
Ankara.
• ÖCALAN, Hasan Basri (2005), Bursa’da Ahi Zaviyeleri, I. Ahi Evran-ı Veli ve Ahilik Araştırmaları
Sempozyumu 12-13 Ekim 2004, Kırşehir.
• ŞEKER, Mehmet (1973), Fetihlerle Anadolu’nun
Türkleşmesi ve İslamlaşması, İstanbul.
• ŞİMŞEK, Muhittin (2002), Ahilik: TKY ve Tarihteki
Bir Uygulaması, İstanbul.
• TANPINAR, Ahmet Hamdi (2008), Beş Şehir, İstanbul.
• TORUN, Ali (1998), Türk Edebiyatında Türkçe Fütüvvetnameler, Ankara.
• UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı (1988), Osmanlı
Devletinin Saray Teşkilatı, Ankara.
• YAVUZ, Kemal (2003), Âşık Paşa’da Ticaret Fikri,
İlmî Araştırmalar, S.16, İstanbul, 117-124.
203
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
204
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Ethem Günen
Gönlüm Balkanların Bursası
Üsküp’de kaldı
620 yıl önce Yıldırım Beyazid Han’ın komutanlarından Paşa Yiğit Mehmet
Bey tarafından feth edilmiştir.
Üsküp Bursa ve Edirne’den sonra İstanbul Türk toprağı olana kadar en
önemli yerleşim yerlerinden biriydi. Üsküp’ün kuruluşu mimari yapısı ve
tabiatı ikiz kardeş gibi Bursa’ya benzemektedir. Üsküp’e yapmış olduğum
gezide kendimi hep Bursa’da hissettim. Gecekondular içerisinde kalmış
Yiğit ve Mehmet Paşa kabrinin Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep
Altepe ve Devlet Bakanı Faruk Çelik bizzat yerinde ziyaret ederek gecekondulardan temizlenerek kabrin yeniden restorasyon çalışmasını başlattılar.
Büyük şairimiz Yahya Kemal Beyatlı’nın doğduğu bu şehri en iyi kendi
şiiri olan “Kaybolan Şehir” de görebiliriz.
Üsküp ki Yıldırım Beyazıd Han diyârıdır
İs’a Bey’in fetihte açılmış mezarlığı
Evlad-ı Fatihân’a onun yâdigârıdır.
Hulyâma âhiret gibi nakşetti varlığı.
Firûze kubbelerle yalnız bizim şehrimizdi o;
Vaktiyle öz vatanda bizimken, bugün niçin
Yalnız bizimdi, çehre ve rûhiyla biz’di o.
Üsküp bizim değil? Bunu duydum, için için.
Üsküp ki Şar dağ’ında devâmıydı Bursa’nın.
Kalbimde bir hayâli kalıp kaybolan şehir!
Bir lâle bahçesiydi dökülmüş temiz kanın.
Ayrılmanın bıraktığı hicran derindedir!
Üç şanlı harbin arş’a asılmış silâhları
Çok sürse ayrılık, aradan geçse çok sene,
Parlardı yaşlı gözlere bayram sabahları.
Biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene.
Ben girmeden hayâtı şafaklandıran çağa,
Bir sonbaharda annemi gömdük o toprağa.
205
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Bu çalışmaları takip ederken yıllar önce bir şiir yarışması vesilesiyle yapmış olduğum Üsküp gezisini
sizlerle paylaşmak istedim.
Yorgun bir çalışma gününün akşamı dinlenirken,
oğlum “Baba telefon sana”
Dedi. Telefonun ucundaki beyefendi
“Ethem Bey!”
“Evet, buyrun.”
“Ben Makedonya’dan Dr. Şenol Tahir, size bir müjde vermek istiyorum”. Dedi
“Nasıl efendim” dediğimde. Şenol Bey
“Ethem Bey, Makedonya – Çalıklı uluslararası Türk
Dünyası Yetişkinler Şiir Yarışması İkincilik ödülünün
size verilmesi jüri tarafından uygun görülmüştür.
Sizi kutluyor ve Makedonya’ya bekliyoruz.” dedi.
Şaşırmış ve de sevinmiştim.
“Tabii ki katılmak istiyorum” dediğimde Şenol Bey
206
Gazi Üniversitesinden uluslararası Çalıklı Hıdrellez
Şenliklerine katılacakların bulunduğunu ve onlarla irtibat kurarak Makedonya’ya gelebileceğimi
söyledi. Ve samimice “sizi bekliyoruz” diye ekledi.
Ailem ve çocuklar haberi duyunca sevindiler. İki
gün sonra davetiye metni elime ulaşınca biraz
üzüldük. Çünkü davetiye metninde yol masraflarının katılımcıya ait olduğu yazılıydı. O Pazar günü
Türk Ocağı’nda Türkmenistanlı yazar Annaguli
Nurmemmet’in 25. Sana yılı kutlamaları vardı. Kutlamalara Eski Kültür Bakanı, Başbakanlık Başdanışmanı ve aynı zamanda Ahmet Yesevi Üniversitesi
Mütevelli Heyet Başkanı, kıymetli insan Sayın Namık Kemal ZEYBEK Beyefendide katılıyorlardı.
Bir ara sayın Zeybek ile selamlaşıp sohbete başlayınca durumu kendilerine arz ettiğimde hiç tereddüt etmeden “Dostum gidip o ödülü yerinde
almalı ve Evlad-ı Fatihan topraklarını görmelisin”
dedi.
İçim içime sığmıyordu. Artık bu değerli insan sayesinde o topakları, altı yüz yıl ol topraklarda hü-
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Yiğit Paşa’nın kabri başında dua ederken
kümran olan Osmanlının eserlerini ve oralarda
yaşayan bizden birer parça olan kardeşlerimizi
görecektim.
Gazi üniversitesindeki arkadaşlarla görüştüğümde
otobüsle gezerek, görmek gitmek istediklerini ve
Bulgaristan konsolosluğundan gidiş-dönüş vizesi
almak gerektiğini söylediler. Bir kere daha mutluluk duydum. Benim düşüncemde doğrusu buydu.
3 Mayıs Türkçüler günü tesadüf bu ya, sabah ailem ve çocuklarla vedalaşarak İstanbul’a hareket
ettim. İstanbul’da, Kosova’lı şair kardeşim Osman
Baymak ile Gagavuz Türklerinden Mihail Çakır Kütüphanesi Müdiresi Lüba Tanasoğlu Hanımefendi
beni karşıladılar. Onlarla hasret giderip, sohbet
ettikten sonra Ya Bismillah diyerek otobüsteki yerimi aldım Çok rahat ve güzel bir yolculuk olacağı
baştan belliydi ve de öyle oldu.
Bulgaristan Plovdiv’de mola verdik. Sıcak bir çay
beni daha zinde kılmıştı.
Mola yerinden hareketten birkaç saat sonra ay ışı-
ğı altında rengârenk ışıklarıyla Sofya önümüzde
duruyordu. Sofya’nın etrafında yarım tur atarak
Makedonya’ya doğru hareket halindeydik ki uykuya dalmışım.
Uyandığımda Makedonya sınır kapısında ve oldukça yüksek bir bölgede olduğumuz sabahın
ayazından belliydi.
Gün ışımaya başlamıştı. Her taraf yemyeşil, çevredeki tepeler ormanla kaplı ve daha yüksek kesimlerde kar vardı. Makedonlar gümrük kontrolünü
kendi vatandaşları üzerinde yoğunlaştırmışlardı.
Çünkü, bu insanlar Makedonya’dan akşam otobüse binip, sabah İstanbul”da oluyor, akşama kadar
alışveriş yaparak, tekrar Makedonya’ya dönüyorlardı.
Bizim tabirle İstanbul onlar için “suyolu” idi. Yemyeşil oran ve çağıl çağıl akan ırmak boylarında
süzülerek Uç Beylerinin ve Yahya KEMAL’in unutamadığı şehir Üsküp’e girdik. Üsküp Birinci Kosova
savaşından sonra 1389 Yıldırım Beyazıd’ın orduları
207
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
tarafından feth edilerek daha sonra Menemen taraflarından getirilen yörükler bu topraklara yerleştirilir.
Sanki yıllardır tanıdığım aşina yüzlerle selamlaşıp,
kucaklaşacağım şehire gelmiştim. Sabahın ilk ışıklarıyla şöyle çevreme bakındığımda Osmanlının,
Balkanlara gerçekten damgasını vurduğu görülüyordu. Evlad-ı Fatihan topraklarında gökyüzüne
uzanan minareler atalarımızın nelere sahip olduklarının en bariz örnekleriydi. Üsküp, ulu camiiler,
köprüler, ilim ve hikmet yuvası medreselerle donatılmıştı.
Dr. Şenol Tahir’i telefonla aradığımda Enver Bey
isimli bir arkadaşın beni biraz sonra bulunduğum
yerden alacağını söyledi. Enver ey on dakika sonra
iki arkadaşı ile beraber geldi. Hepsi ile samimi bir
şekilde tanışıp selamlaştıktan sonra, Özel Yahya
Kemal Koleji’ne hareket ettik. Okulun bahçesinde
çayla sıcacık peynirli ve ıspanaklı Arnavut böreklerini afiyetle yedikten sonra aşağı yukarı iki saatlik
yol olacağını söyledikleri festivalin yapılacağı Çalıklıya doğru yola koyulduk.
Şoförümüz Türkiye’den gelip Üsküp’e yerleşen
Zaman Gazetesi Müdürü Enver Kamil Bey, arkadaşları aynı gazeteden yazar Enis Bey ve 58 yıldır
Üsküp’te Türkçe yayınlanan Balkan Türklerinin
sesi, gözü ve kulağı Birlik Gazetesi yazarlarından
Salim Abdullah Beyefendiydi. Yola koyulmakla beraber meraktan beni çatlatan soruları tek tek ardı
ardına sıralamaya başladım. Yol arkadaşlarım hiç
çekinmeden her soruya cevap veriyorlardı.
Yeşilin her tonuyla bezenmiş tepelerle çevrili vadide nazlı, nazlı, kıvrıla kıvrıla akan ırmak bana hiçte
yabancı gelmiyordu. Kırk yıllık tanıştı sanki. Elbette, bu o Varda Nehriydi. Hani çocukluğumuzda,
hiç görmediğimiz halde türkülerini zevkle söylediğimiz Vardar. Rumeli türkülerinin yiğit nağmeleri
dudaklarımdan dökülüverdi.
“Vardar ovası, vardar ovası
Kazanamadım sıla parası”
Hemen kıyısında mola verip tertemiz havasını içimize çekip buz gibi kaynak suyu içerek soluklandık. Üzüm bağları arasında Veles (Köprülü) üzerinden bir saat sonra Çalıklı’ya girdik.
208
Köyün girişinden itibaren işportacılar, köfteciler ve
çeşit çeşit satıcılar yol kenarlarını kaplamıştı. Sanki
Mahmutpaşa, tam bir bayrak havası. Köyün Namık
Kemal isimli ilkokuluna vardığımızda bizi festivalin
başkanı Dr. Şenol Tahir karşıladı. Birbirimize sarılıp
Anadolu havası ile Balkan havasını bütünleştirerek selamlaştık. Yolculuğumuzun nasıl geçtiğini
sorup, dinlenmemiz için yer gösterdi.
Festivalin resmi açılışı saat on sekiz idi. Arkadaşlar
o zamana kadar çevredeki birkaç Türk köyünü ziyaret edebileceğimizi söylediler. Aramıza yeni bir
dost katılmıştı. T.C Üsküp Büyükelçiliği Din müşaviri Dr. Durak Bey. Hep beraber ilk köy Dedeli’ye
çıktık. Tipik bir Yörük köyü, her şeyi ile bizden bir
parça. Tozlu yolları, başıboş hayvanları ve üstü
başı perişan çocuklarıyla.
Köyde öğretmen Güner Yaşar kardeşimizin evinde biraz dinlenerek bu insanlara akıcı bir Türkiye
Türkçesi ile sohbet ettik. Daha görmemiz gereken
köyler vardı. Hareketimizle birlikte üzüm bağları
arasından geçerek, kırk haneli bir dağ köyü olan
Gökçeli’ye çıktık. Kadınlar köyün meydanındaki
çeşme başına ocakları kurmuş, tokaç ile çamaşır
yıkıyorlardı. Örf, adet, gelenek ve görenekleriyle
tipik bir Anadolu köyüydü.
Sohbetten sonra mavi ile yeşilin karışımı bir renk
cümbüşü arasında Doyran (Doyuran) gölü kenarında yol arkadaşlarımızdan Enis Beyin kayınpederinin evine vardık.
Gölün Makedonya tarafında tek haneli Tük köyü
Hasanlı varlığını sürdürüyormuş. Bu bana “Bir Türk
Dünyaya Bedeldir.” Sözünü hatırlattı.
Gölün karşı tarafı Yunanistan oluyormuş, Selanik’in
hemen üst tarafında bulunduğumuzu söylediler.
Evin hanımı ve kızları çiğ börekle buz gibi ayran
ikram ederek hizmette asla kusur etmediler.
Çalıklı’ya dönüşle birlikte Üsküp Büyükelçimiz
Sayın Mehmet Taşer Beyefendi Makedon Kültür
Bakan yardımcısı Hanımefendi ve Edirne Belediye
Başkanı Sayın Cengiz Varnatopu ve diğer misafirler ile selamlaşıp tanışarak festival alanındaki yerimizi aldık.
Tören alanı tıklım tıklım idi. Makedonya’nın her
tarafından Türk’ü, Arnavut’u, Makedon’u, Boşak’ı
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
ve Pomak’ı tören alanındaki yerlerini almışlardı.
Meselelerin üzerine birlik içinde gidilmesi, benlik
davası güdülmemesi, düşmanların oyununa gelinmemesi gibi birlik ve beraberlik mesajlarının
verildiği anlamlı konuşmalarla tören başladı. Bu
festival komünizmin yok edemediği milli ve manevi değerlerle, her toplumun kendi kültürünü
yaşatmasının en bariz örneğiydi. Tören bitimi ile
birlikte Vardar ırmağı kıyısında bulunan Gevgeli
kasabasına hareket ettik. Otelimiz ırmak kenarında yemyeşil ağaçlar arasında bulunmaktaydı.
Yemekten sonra değişik ülkelerden gelen yazar
ve şair arkadaşlar Sayın Doç. Dr. Hayati Yavuzer
Bey’in yönetiminde şiirlerinden örnekler sundular.
Böyle bir ülkede benim okuyabileceğim şiir tabi ki
“Tuna” oldu. Büyük bir alkış tufanı arasında yerime
oturduğumda orta aşlarda bir hanımefendi yanıma gelerek Romanya Türklerinden olduğunu ve
Romanya’ da “Tuna Mektupları” adlı bir dergi yayınladıklarını bu şiiri dergide yayınlamak istediği
söyledi. Şiir kitabım, Gülten Abdula Hanımefendiye memnuniyetle imzalayarak verdim.
O gece rahat bir uykudan, sanki Vardar ırmağı kıyısında at koşturan yiğitlerin nal sesler ile uyandım.
Otelden yöreye has kuşburnu çayı, peynir ve reçelle kahvaltı yaptıktan sonra Çalıklı’ya hareket ettik.
Tören alanında ülkenin her tarafından yarışma için
gelen folklor ekiplerinin kıyasıya mücadelesi vardı. Folklor yarışmasından sonra bu festival kapsamına ilk defa düzenlenen uluslar arası şiir yarışması sonuçları açıklandı. Ödülünü almak içi sahneye
davet edilen Türkiye’den tek kişi bendim
Benden hemen sonra Makedonya’da yaşayan Türk
şairlerden Sayın Avni Engüllü Beyefendi ve diğer
genç şair arkadaşlarla ödüllerimizi Dr. Şenol Tahir
ve Doç. Dr. Hayati Yavuzer Beyefendilerden aldık.
Sahnede ilk şiiri ben okudum. Tabi ki bu ödül alan
“Kesme Yollarımı Allah Aşkına” adlı şiirim idi.
Sonra genç Türk şair kardeşlerimiz şiirlerini okudular. Onları büyük bir coşku ile alkışladık. Onların
teşvik edilmesi ve özendirilmesi önemli idi. Yahya
Kemal’in torunları olan bu genç şair kardeşlerimizin daha nice başarılarını görmek istiyorduk.
Bizim ödül töreninden sonra folklor yarışması sonuçları açıklandı. Ödüle layık görülenler alkışlar
arasında ödüllerini aldılar. Sıra Türkiye’den konser
vermek için gelen Türk Halk Müziği sanatçılarındaydı. Kültür Bakanlığı Türk Halk Müziği sanatçısı
bayan kardeşlerimiz festival alanını Anadolu ve
Rumeli türküleri ile inlettiler. Sağanak yağmura
rağmen festival alanındaki herkes sanatçılara büyük bir coşku ile eşlik ediyorlardı.
O günün akşamını otelimizde yemek ve sohbetle
tamamladık.
Pazartesi sabahı Hayati Bey ve Bulgaristan Şumnu Üniversitesi’nden Haşim Akif Beyle beraber
Üsküp’e vardığımızda ölen olmuştu ve Üsküp çok
sıcak idi. Hayati Bey yazın sıcaklık ortalamasının
kırk derece olduğunu söylediğinde şaşırdık. Haşim Akif’i Bulgaristan’a gideceği için otogardan
bırakarak, Hayati Beyle dönüş biletimi almak için
eski otogara gittik.
Taksi şoförümüz Arnavut’tu, taksinin teybine bir
İbrahim Tatlıses bandı koyunca ortak yönlerimizin
birinin de türkülerimiz olduğunu anladık. Bilet işini hallettikten sonra Hayati Bey üniversiteye ben
ise İlhami Emin Beyle buluşmak için Fatuh Restorana hareket ettim.
Üsküp çok sıcaktı ve başım dönüyordu. Lokantada
pilav ve salata yedim. Lokantanın tam karşısındaki
bitpazarına alışveriş yapmak için girdiğimde satıcıların “Haydi müşteri haydi! Ucuz” sesleri beni bir
anda Maltepe pazarına götürdü.
Döndüğümde İlhami Emin Bey ve oğlu beni bekliyorlardı.
İlhami Bey “Haydi Ethem Bey, altı yüz yıllık tarihin
ne kadarını üç dört saate sığdırabileceğiz bakalım.“ dedi.
Önce 1. Sultan Murad Han’ın Uçbeyi Yiğit Beyin
torunu İsa Bey Camii’ni (1392) ziyaret ettik. Camii
bahçesindeki çınar ağacının gövdesi ve yüksekliği
karşısında hayrete düştüm. Rivayete göre camii ile
yaşıtmış.
Yahya Kemal’in İlkokulu okuduğu Sultan Murad
Camii ve yanındaki saat kulesi dimdik ayakta idiler.
İlhami Emin Beyle önünde fotoğraf çektirdik.
Oradan Yahya Kemal’in iki savaş arasında gelip yazılarını yazdığı ve kaldığı annesinin evini ziyarete
209
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
gittik. Ama evin kapısını açan olmadı. İlhami Emin
Bey bu evin Üsküp Fatih Yiğit Paşa’nın torunlarından Kumbaracıbaşı ailesine ait olduğunu, Yahya
Kemal ve Şarık Tara’nın annelerininde bu sülaleye
mensup olduklarını söyledi.
TAY
Gezimizin kalan kısmını bu şehirde dimdik ayakta
bulunan yirmi bir camiden bir kaçının ve bahçelerindeki şehitliklerin resmini çekmekle geçirdik.
Özgürlüğü yedeğine almışta
Otobüsümün hareke saatine doğru otogara geldiğimizde Üsküp Üniversitesi Türkoloji Bölümü
öğrencilerinin kendi yayınladıkları “Köprü” dergisini getirdiklerini ve beni yolcu etmek istediklerini
gördüm. Sevinmiştim.
Otobüs, dostların el sallamaları arasında İstanbul’a
hareket ettiğinde bir hoş olmuştum. Ne yalan söyleyeyim gözlerim doldu.
Gönlüm Üsküp’te kaldı.
Ak yelelerini savurup
Bıraksak,
Rüzgarıda önüne katacak.
Sanki Kaf Dağı’na diz vuracak.
Ecdadımın gözünde
Silahıyla, avradıyla bir.
Korkusuz bahadırlarla demir dağları aşıp
Belli ki Hazar’da susuzluk atacak.
Alparslan’ı Anadolu’ya taşıyan
Mohaç ovası’na şimşek gibi dalıp
Kişnemesiyle düşman çatlatan.
Rumeli’de sultanını yalnız bırakmayıp
Sultan Mehmet’le Fatih’leşen.
Tırnağından sıçrattığı çamula
Alim ile cahili kıyaslatan.
Bozkırların Fırtınası
Steplerin Yıldızı
Atalarımın Akkızı
Halık’ Burak’ı
Türkmen’in Ahal Teke’si
Köroğlu’nun Kırat’ı
Erhasan’ın Akkuş’u
Ne asmalı şadırvanın rüzgârı
Ne de Yahya Kemal’in Şardağı
Çalıklı’nın, Gökçeli’nin havası
Gönlüm Üsküp’te kaldı.
210
Dadaloğlu’nun Yağız’ı
Osman Gazi’nin Günışığı
Ala Dağların Al Tay’ı
Ankara, 2000
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Prof. Dr. Hatice Şahin
Bursa Yerli Ağızları ve
Bazı Arkaik Özellikleri
Kaşgar’dan Endülüs’e Türk İslam Şehirleri Sempozyumları’nı ve bu kapsamlı projenin Bursa ayağını düzenleyen tüm ilgililere teşekkür ve başarı
dileklerimi sunarak sözlerime başlamak istiyorum.
İnsanlığın tüm dönemlerinde şehirleri, devletleri kuranların en önemli
birleştiricisi olan unsur, dildir. Diller, hem insan yığınlarını bir araya getirir, birleştirir hem de onların kültürlerinin aynası görevini görür. Dolayısıyla herhangi bir toplumla ilgili yapılacak bir çalışmada o toplumun
dilinin ihmal edilmesi söz konusu bile olamaz.
Bu nedenle biz, Bursa’yı ve değerlerini ortaya koyan bu projeye Bursa
halkının konuştuğu dil üzerinde bazı tespitlerimizi sizlerle paylaşarak bir
katkıda bulunmayı amaçladık.
Bursa; yerlisiyle, göçmeniyle Türk dünyasının önemli bir kısmının mozaiği olan bir şehirdir. Bursa’da, Bursa’nın kültüründe ve halkında; Osmanlı
Beyliği’ni, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu, Osmanlı İmparatorluğu’nun
zayıflamasını, göçleri, düşman işgalini, Kurtuluş Savaşını, Atatürk’ü, Türkiye Cumhuriyeti’ni rahatlıkla gözlemleyebilmek mümkündür. Bir başka
deyişle Bursa, araştırmacılar için eşi bulunmaz bölgelerden biridir.
Bursa, tarihi açısından son derece eski bir medeniyet merkezidir. M.Ö. IV.
yüzyılda kurulmuş bulunan Bitinya İmparatorluğu’na bağlı topraklarda
bulunan Bursa’da Türklerden önce Hıristiyan nüfusun yerleşik olduğu bilinmektedir.
Türklerin ilk defa 1080 yılında Bursa İznik bölgesine geldiği bilinse de asıl
fetih ve yerleşme tarihi olarak 1325 yılı gösterilmektedir. Osmanlı Beyliği
döneminde bir Türk yurdu haline gelen bölge o dönemden bu yana Türk
kültürünü yaşatan, bugüne taşıyan temel unsurlardan biri olmuştur.1
Bursa’da resmi kayıtlara göre yaklaşık 690 köy bulunmaktadır. Bu köylerin çok büyük bir kısmı yukarıda sözünü ettiğimiz dönemlerde bölgeye
yerleşen ve o dönemden bu yana Bursa’da yaşayan Türklerin kurmuş olduğu köylerdir. 18. yüzyıldan itibaren ortaya çıkan çeşitli göç dalgaları
sonucunda şehirde yaklaşık 185 göçmen köyü kurulmuştur. 2 Bu köylerin
yüzden fazlası Rumeli, 30’u Batum göçmenlerinin, 10’u Çerkezlerin, 7’si
Tatarların, bunun dışında birer ikişer olmak üzere Abazaların, Boşnakla1 Mustafa Cemiloğlu, Bursa Dağ Köylerinde Türkmen Kültürü, Uludağ Üniversitesi Yayınları,
Bursa, 2002, s.9.
2 Muammer Demirel, “XIX. Yüzyılda Bursa’da Göçmen İskânı”, Bursa’nın Zenginliği Göçmenler, Osmangazi Belediyesi Yayınları, Aralık 2008, Bursa, s. 45-48.
211
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Resim 1:Mustafakemalpaşa-Kösehoroz Köyü’nde köy konağında saklanan ve ne zamandan kaldığı bilinmeyen bir bayrak.
rın, Dağıstanlıların yerleşmiş olduğu köylerdir. 3
Bursa ili genelinde Kafkas ve Rumeli göçmenleriyle az sayıda olan Tatar göçmenlerinin merkez
başta olmak üzere Karacabey, Mustafakemalpaşa,
Gemlik, Yenişehir, İznik, Orhangazi ve İnegöl ilçelerinde yerleşmiş oldukları görülmektedir. Göçmen
iskanından neredeyse hiç etkilenmeyen ilçeler
bugünkü adıyla Harmancık, Büyükorhan, Orhaneli ve Keles ilçeleridir. Orhaneli ilçesinde Çanak ve
Osmaniye adında iki köye Batum göçmenlerinin
yerleştirilmiş olduğuna dair bilgiler bulunsa4 da
göçmenlerden uzak kaldığı düşünülecek olan ilçeler bunlardır.
3 Süleyman Eroğlu, Şükrü Baştürk, Mustafa Uluocak, Hatice
Şahin, “Bursa Yerli Ağızlarının Genel Özellikleri”, Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and
History of Turkish or Turkic Volume 4/8 Fall 2009, s.2048
4 Muammer Demirel, “XIX. Yüzyılda Bursa’da Göçmen İskânı”,
Bursa’nın Zenginliği Göçmenler, Osmangazi Belediyesi
Yayınları, Aralık 2008, Bursa, s. 45-48.
212
Türk dili, tarih boyunca farklı coğrafyalarda, farklı
tarihi ve sosyal şartlar altında, farklı kültür daireleri
içinde kendi temel niteliklerini hiç kaybetmeden
değişme ve gelişmelerle günümüze kadar gelmiştir. Türk dilinin Güneybatı grubunda yer alan
ve Oğuz-Türkmen etnik grubuna dayanan Türkiye
Türkçesinin diğer yazı dillerinde olduğu gibi bir
yazı dili bir de yazı dilinden ayrı konuşma dili olarak kullanılan ağızları mevcuttur. 5
1071 Malazgirt zaferinden sonra Anadolu’ya akın
akın gelen 24 Oğuz boyundan en az 23’ünün
Anadolu’nun muhtelif yerlerinde yurt tuttukları,
bugün Anadolu ağızlarında görülen farklı fonetik
özelliklerin, bu boyların ağız özelliklerinden kaynaklandığı bilinmektedir.
5 Zeynep Korkmaz, Türk Dilinin Eski Kültür Mirasının Anadolu
Ağızlarındaki Devamı, TDAY Belleten, 1999, I-II, s. 159
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Resim 3: Abdul Yavaş, İhsaniye-İznik
Anadolu ağızlarında görülen fonetik ve morfolojik
özelliklerine göre, Anadolu’ya gelip yerleşmiş (yerleşik veya konar-göçer) olduklarını tespit edebildiğimiz Türk kavimleri ve boyları şunlardır:
1- Kıpçak Türkleri (Anadolu’nun fethinden önce ve
sonra)
2- Oğuz Türkleri ( 24 Oğuz boyundan en az 23’ü)
3- Doğu Türkçesi konuşan Orta Asya Türkleri (Özbekler, Kırgızlar, Kazaklar, Türkmenler vb.)
4- Kuzey Türkleri (Kazan ve Mişer Türkleri)
5- Azeri Türkleri
6- Kuzey Kafkasya Türkleri (Karaçay-Malkar Türkleri)
6- Öteki Türk boylarından bazıları6
tirdiği birçok dil özelliğini, söz varlığını korumayı
başarmış, dilin kendine özgü işleyiş sistemini devam ettirebilmiş, yeri geldiğinde çeşitli nedenlerle
türetme ve yeni kavramları karşılama konusunda
tıkanan yazı diline dil devriminde olduğu gibi destek vermiştir.
Anadolu ağızları, yazı dilinin bağlayıcı etkilerinden
uzak kaldığı için Türk boylarının Orta Asya’dan ge-
Ağızlar açısından bakıldığında da Bursa, tam bir
dil laboratuarı görüntüsünü vermektedir. Anadolu
ağızlarının, Türk dilinin kültür mirasını günümüze
taşıması ve yaşatması açısından da büyük önem
taşıdığı dikkate alındığında Bursa ağızlarının Orta
Asya’da kullanılan dile ait önemli özellikleri günümüze kadar korumayı ve yaşatmayı başarabildiği
görülmektedir.
6 Tuncer Gülensoy, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Ağızları Üzerine Düşünceler, Boğaziçi İlmi Araştırmalar Serisi: 12, Ankara,
1993, s.8-9
Bursa ağızlarının Türk dilinin eski özelliklerini ve
kültür mirasını koruduğu örnekler şu şekilde ifade
213
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
edilebilir. Ancak bu konuya geçmeden önce özelikle belirtilmesi gereken önemli bir nokta ise çok
uzun bir süreden bu yana katmanlar halinde göç
alan Bursa’nın yerli ve göçmen halklarının bir arada yaşamış olmalarına rağmen kendilerine ait dil
ve kültür malzemelerine sahip kalmayı başarmış
olmalarıdır.
Fonetik Özellikler:
1- Bugün Türkiye Türkçesinde ve bazı Anadolu
ağızlarında kullanımdan düşen asli ünlü uzunlukları, Bursa ağızlarında varlığını canlı ve işlek bir biçimde devam ettirmektedir.
bĀyüdü (Büyükorhan-Armutçuk), Yētmiş sekiz (Yenişehir-Karaköy), dūyuşumuz (YenişehirKaraköy), sōkmuş (Yenişehir-Karaköy), kēsdi
(Yenişehir-Barçın), ÚízlÀ (Orhangazi-Paşapınar),
kūyardık (İznik-İhsaniye), yĀrük kövü (OrhaneliKaraoğlan), yÀpılmış (Yıldırım-Hamamlıkızık) ,
yētmişli (Gürsu-Kazıklı), çēlik oyunu (BüyükorhanBalaban), ēskiden (Yıldırım-Cumalıkızık), yēriz
(Mudanya-Çamlık), gēlmez (Mudanya-Çepni),
ēt
(Büyükorhan-Armutçuk), dĀner,
sÀçar
(Büyükorhan-Bayındır), Àltmış (BüyükorhanKuşlar) gibi.
2- Türkiye Türkçesi yazı dili, asli ünlü uzunluklarını kısaltmış olsa da birçoğu çok eski dönemlerde
dilimize girmiş alıntı kelimelerdeki uzun ünlüleri koruma yoluna gitmiştir. Anadolu ağızlarının
önemli bir kısmında bu alıntı kelimelerdeki ünlü
uzunlukları da kısaltılmış, Bursa’nın da içinde bulunduğu Batı Grubu ağızlarında ise bu uzun ünlüler korunmuştur.7
HavÀ (Harmancık-Akpınar), DίvÀ (HarmancıkYeşilyurt), cenÀze (Harmancık-Dutluca), hÀne
(Harmancık-Dutluca), meselÀkin (HarmancıkDutluca), nÀhiye (Harmancık-Akalan), iptÀl oldu
(Yıldırım-Hamamlıkızık), nÀmımıza (BüyükorhanBalaban), iskÀn (Kemalpaşa-Körekem), rivÀyete
(Yıldırım-Cumalıkızık), hÀlÀ (Büyükorhan-Perçin),
işÀret (Gemlik-Küçükkumla), mesΠlÀ (KelesDağdibi), lÀzım (Karacabey-Ekmekçi), sÀyibinden
(sahibinden) (Yenişehir-Karacaali) gibi.
7 Leyla Karahan, Anadolu Ağızlarının Sınıflandırılması, Türk Dil
Kurumu Yayınları, Ankara, 1996, s.2.
214
3- Batı grubu ağızları için geçerli olan baskın ilerleyici benzeşme temayülü Bursa ağzında da kendini
açıkça göstermektedir. Yazı dilinde –ki, -ken, gibi
tek şekilli olan ekler çok şekillidir. Úarışdırıkana
(Harmancık-Akalan),
gidēkene
(HarmancıkKozluca),
ufakkan
(Büyükorhan-Armutçuk),
yatırıka<yatırırken (Keles-Belenören), ί zamankı
(Orhangazi-Akarım), üç yaşındakan<yaşındayken
(Orhaneli-Karaoğlan), yōnan ÚaçÀkan (YıldırımHamamlıkızık),
yapdırırkan
(BüyükorhanBalaban), bÀşımızdakına (Orhangazi-Heceler),
ufakkan (Büyükorhan-Armutçuk), çocūkandan
(Büyükorhan-Perçin)
Bursa ağızlarında dilimize Farsçadan geçmiş bağımsız bir kelime olan ve ayrı yazılan ki bağlacı bile
uyuma uygun biçimde kullanılmaktadır. Bilmeyon
ku (Keles-Belenören), zētin yoktu ku (OrhangaziAkarım), nōlu ku < ne olur ki (Orhangazi-Üreğil),
görmüyoduk ku (Orhangazi-Akarım), diyoku
(Yıldırım-Hamamlıkızık), Úomoyokun (koymuyorki) (Keles-Belenören), Àz zaman olmadıkın (olmadı ki) (Kemalpaşa-Körekem), deyoku (YıldırımCumalıkızık), bilmĆyonÚu (Büyükorhan-Heceler)
gibi.
4. Eski Anadolu Türkçesine kadar yazı dilinde görülen (ñ) nazal n sesi, Bursa ağızlarında yaygın bir
biçimde kullanılmaktadır.
çamır yapÀsıñ ίnu bĀle yulaklÀsıñ (YenişehirBarçın), Úalanıñ alayı kövüñ dışÀdan (YenişehirBarçın), yēñilirdi (Orhangazi-Paşapınar), baña
(İznik-İhsaniye, Büyükorhan-Kınık), sayılırsıñ
(Orhaneli-Karaoğlan), gitsiñ kömür kesilsiñ
(Orhaneli-Gümüşpınar), ne duruyoñuz (Yıldırım -Hamamlıkızık), ίrdan dönēsiñ (GürsuKazıklı), buñnarın (Büyükorhan-Balaban), yalıñız
(Büyükorhan-Bayındır), doñuz (Keles-Belenören),
buña (Kemalpaşa-Bükköy), öñ (KemalpaşaÇakallar), öñüne (Yıldırım-Fidyekızık), yapıyoñ
(Gürsu-Kazıklı), baña (Mudanya-Çepni), buñnarın
(Büyükorhan-Balaban), yalıñız (BüyükorhanBayındır, Kestel-Derekızık), isminiñ (BüyükorhanBayındır), öñüñde (Büyükorhan-Bayındır), diyoñ
(diyorsun) (Büyükorhan-Kuşlar)
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Morfolojik Özellikler:
Fiil çekiminde birinci teklik kişilerin –In kişi ekiyle çekimlenmesi Bursa ağızlarında da son derece
yaygındır.
BÀlbandayın:
Balabandanım
(BüyükorhanBalaban), çalışırın (Büyükorhan-Kınık), kĀvdēyin
(Büyükorhan-Kuşlar),
Úatarın
(BüyükorhanZaferiye), bilmōdun: bilmiyordum (Keles-Dağdibi),
doumnuyuñ: doğumluyum (Kemalpaşa-Bükköy),
Úōyon: koyuyorum (Kemalpaşa-Karacalar), düşünyon:
düşünüyorum
(Yıldırım-Fidyekızık),
Àñladırın: anlatırım (Mudanya-Çepni) Úorkmeyon
(Büyükorhan-Perçin), ne bilēn, bilemēyon
(Büyükorhan-Kuşlar), bişiriyon (BüyükorhanYakuplar), Úorkmeyon, okuduruñ (BüyükorhanPerçin) gibi.
Sözvarlığı açısından Anadolu ağızları, dil ve kültür koruyuculuğu konusunda çok ileri bir düzeyi
temsil etmektedirler.8 Türk dilinin eski kelimelerini
korumanın yanında Anadolu ağızları, yeni ve yabancı kelimelere karşılık bulma konusunda da son
derece işlektir.
Sadece Bursa ağzından derlenmiş metinlerde bile
onlarca arkaik kelimenin işlek bir biçimde kullanıldığı tespit edilmiştir. Bu kelimelerden bazıları, bazı
fonetik değişikliklerle günümüze kadar ulaşmıştır.
Bük: Ova ve dere kıyılarındaki çalı ve diken topluluğu (Keles-Belenören), çıkı: Nişan bohçası (KelesDağdibi), göveri: Sebze (Büyükorhan-Zaferiye) dıgan: Yağ tavası (Büyükorhan-Zaferiye), çöpür: Yünün kirli ve çöplü yerleri (Orhaneli-Gümüşpınar),
kirkit: (Halı, kilim dokumakta kullanılan ağaç ya da
maden ağaç (Orhaneli-Gümüşpınar), yavan yaşık:
Katıksız, yağsız, tad alma düşünülmeden, karın
doyuracak kadar yemek için (Keles-Dedeler), gozak: İpek böceği kozası (Keles-Belenören), agrık:
Hastalık (Keles-Dedeler), üvün-: Değirmende öğütül- (Keles- Belenören), kak : Meyve kurusu (KelesBelenören), avul: Bahçelerin etrafına ağaç ve ince
dallardan yapılan çit, engel (Harmancık-Akpınar) ,
8 Zeynep Korkmaz, Türk Dilinin Eski Kültür Mirasının Anadolu
Ağızlarındaki Devamı, TDAY Belleten, 1999, I-II s. 166.
alacık: Üzeri dal veya hasırla örtülen çoban evi, tarla,
bostan, bağ kulübesi, çardak (Harmancık-Saçaklı),
düvelek: Sığırları rahatsız eden bir çeşit sinek
(Harmancık-Saçaklı), dombey: Manda (Orhaneligümüşpınar), mınamak: Madımak (KaracabeyDanişment), dinel-: Dikilmek (Karacabey-Doğla),
terkeş: Ağacın içi oyularak yapılmış, taş atabilen
oyuncak tüfek (Büyükorhan-Bayındır), dönder-:
Döndür- (Keles-Belenören), yumulgaç: Saklambaç
(Kemalpaşa-Çördük), becelleme: Buğday demetleriyle yapılan yığın (Gürsu-Kazıklı), muzudibi: Ispanak
gibi yemeği yapılan ekşimsi bir ot (Gürsu-Kazıklı),
yaylım: Otlak (Gürsu-Kazıklı), ïku-: Çağır-, davet et(Büyükorhan-Bayındır), sarka: Yelek (BüyükorhanKınık), yÀlık: Mendil, çevre, havlu (BüyükorhanKuşlar), sıvar-: Sula- (Büyükorhan-Zaferiye), çĆz-:
Direzi adı verilen iplikleri tezgâha dikine, sıra sıra
germek (Büyükorhan-Zaferiye), közülē: Dokuma
aletiyle iplikleri çaprazlama yapmak (BüyükorhanZaferiye), söven: Galeş adlı oyunda çam ağacının
üzerine konduğu kazık (Büyükorhan-Bayındır),
düz-: Bir sanatla ilgili agıtları tamamlamak, düzene koymak (Büyükorhan-Bayındır), danışık: Düğün
yapacak olan kişinin danışmak için komşularını
davet ettiği toplantı (Büyükorhan-Kuşlar).
Bazı kelimeler, Bursa dışındaki Anadolu ağızlarında tespit edilmemiş, ya da Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğünde sabitlenmemiştir: ayıtla- Ayıkla(Keles-Belenören), kökle-: Köklerinden koparmak
(Keles-Belenören).
Bazı kelimeler ise diğer ağızlardan farklı anlamda
Bursa ağızlarında kullanılmıştır; kadınların elbise
üstüne giydikleri siyah giysinin kumaşı için kullandıkları gıvrak ( Keles-Belenören), at eyeri anlamında örme (Harmancık-Saçaklı), elde edilen ürün
anlamında vergi (Kestel-Derekızık).
Hayvan dürtmeye yarayan ucu bizli değnek anlamındaki övendire kelimesi Bursa ağızlarında hem
övendire hem de ögendire biçiminde geçmektedir.
Bursa ağızlarında diğer Anadolu ağızlarında olduğu gibi özellikle çocuk oyunlarıyla ilgili dikkate
değer sayıda sayıda söz varlığı mevcuttur. Cungur-
215
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
gaç: Yere çakılmış bir kazık üzerine telefon direği
kalınlığında ortasından yarısına kadar delinerek
koyulan bir bir çam ağacından yapılmış oyun aracı. Karın bölgesi yüksekliğindeki bu ağacın iki tarafına kişiler karınlarını koyup ağacı döndürürler
ve kızlı erkekli bayramlarda bu oyun oynanırmış
(Keles-Belenören), sırambaltümecė: Bir çeşit çocuk
oyunu (Keles-Belenören), urgan: İp çekme oyununun diğer adıdır (Kemalpaşa-Körekem), lōplik: Bir
çocuk oyununun adı (Kemalpaşa-Körekem), kelemen kÀşdan: Bir çocuk oyununun adı (KemalpaşaKörekem), hüt: Bir çocuk oyununun adı (YıldırımCumalıkızık) kìlmecě: Bir çocuk oyunu adı
(Kemalpaşa-Körekem)
Söz varlığına ait unsurlar, şüphesiz yöre halkının
günlük yaşamı ve kültürüyle ilgili de çok önemli
ipuçları verir. Bursa’da yetiştirilen meyve ve sebzelerle ilgili isimlendirmeler, Bursa’ya ait, standart
Türkçeden ayrılan bir çok unsura dikkat çekmektedir. Kütürdeyik: Bir çeşit kırmızı kiraz (KelesUzunöz), erekeme: Aşısız meyve ağacı, yabani kestane (Yıldırım -Fidyekızık)
Deñişik: Komşuların ücret almadan birbirlerinin
işlerini yapmaları veya hasta, düşkün komşuların
işini yapma (Keles-Uzunöz), enibeni ol-: Çok şaşırmak, ne yapacağını bilememek (Keles-Belenören),
harcurba: Gelinlerin giydiği bindallıya benzer bir
çeşit elbise (Keles-Dağdibi) gibi.
Sonuç olarak; Bursa çok eski dönemlerden bu
yana medeniyet merkezi olmuş, tarihinin çok
önemli bir kısmında ise Türk yurdu olma özelliğini
korumuştur.
Bursa’ya yerleşmiş, yerleştirilmiş Türklerin en kaba
hesapla 700 yıldır Orta Asya’dan getirdikleri temel
kültür ve dil özelliklerini korudukları bugün yapılan araştırmalarda bile gözlemlenmektedir.
Kılık kıyafette, inançlarda, düğün ve cenaze törenlerinde, türkülerde, efsanelerde ve son olarak da
dillerinde, söz dağarcıklarında eskiyi ve bugünü
gözlemlemek mümkündür.
Bursa, bünyesinde yüzyıllardır yaşattığı ağızlarında fonetik, morfolojik, semantik ve leksikolojik un-
216
surlarla Eski Türkçeden çok sayıda özelliği bugüne
kadar taşıyabilmiştir.
Oğuz boylarının dışında Oğuzlarla beraber ya da
daha sonraki dönemlerde Bursa’ya gelen diğer
Türk boyları, çok yakın ilişki içinde olmalarına rağmen kendi dillerine ait bazı temel özellikleri korumayı başarmışlardır. Bu durum bize Türk insanının
kendi diline ve kültür değerlerine sahip çıktığını
göstermesi açısından da son derece önemlidir.
Türklerin dili ve kültürü, yüzyıllar sonra bile kendini açıkça gösteren ortak unsurların belirlenmesi
ve sabitlenebilmesi açısından günümüzde dil ve
kültür araştırmalarının Anadolu ağızları üzerinde
yoğunlaştırılmasının çok doğru bir hareket olacağı da açıkça kendini göstermektedir.
KAYNAKÇA
Leyla Karahan, Anadolu Ağızlarının Sınıflandırılması, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1996.
Muammer Demirel, “XIX. Yüzyılda Bursa’da Göçmen İskânı”, Bursa’nın Zenginliği Göçmenler, Osmangazi Belediyesi Yayınları, Aralık 2008, Bursa.
Mustafa Cemiloğlu, Bursa Dağ Köylerinde Türkmen
Kültürü, Uludağ Üniversitesi Yayınları, Bursa, 2002.
Mustafa Uluocak, Şükrü Baştürk, Süleyman Eroğlu, Hatice Şahin, “Bursa Yerli Ağızlarında ç>ş Değişimine Dair Bazı Gözlemler” , Turkish Studies International Periodical For The Languages, Literature
And History Of Turkish Or Turkic Volume 5/1 Winter 2010
Süleyman Eroğlu, Şükrü Baştürk, Mustafa Uluocak,
Hatice Şahin, “Bursa Yerli Ağızlarının Genel Özellikleri”, Turkish Studies International Periodical For
the Languages, Literature and History of Turkish
or Turkic Volume 4/8 Fall 2009.
Tuncer Gülensoy, Doğu ve Güneydoğu Anadolu
Ağızları Üzerine Düşünceler, Boğaziçi İlmi Araştırmalar Serisi: 12, Ankara, 1993.
Zeynep Korkmaz, “Türk Dilinin Eski Kültür Mirasının Anadolu Ağızlarındaki Devamı”, TDAY Belleten, Ankara, 1999.
Zeynep Korkmaz, “Anadolu Ağızlarının Etnik Yapı
ile İlişkisi Sorunu”, Türk Dili Üzerine Araştırmalar, C.
II, TDK Yayınları, Ankara, 2005.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Dr. Selami Sönmez
Türk Eğitim Tarihinde Bursa
”Bana göre Türklerin Talim ve Terbiye Sistemi, siyasetlerinin başlıca dayanak
noktalarından ve imparatorluklarını ayakta tutan en mühim unsurlardan
biridir. Bu sistemde ne zenginlik, ne doğuştan üstün sınıfta bulunmak, ne
dalkavukluk geçerli değildir. Fazilet, ihtiyat, çalışkanlık ve disiplin geçerlidir.”
Lord Paul Ricaut
GİRİŞ
“Dünya Tarihinden Türklerin tarihini çıkardığınızda geriye pek bir şey kalmaz. “Bir Fransız tarihçi “Dünya Tarihi Türklerin tarihi anlaşılmadan anlaşılmaz” der. Bir diğer tarihçi de “Osmanlı Türklerini ancak Hun Türkleriyle
kıyas edebilirsiniz” der. Bir Batılıya göre: Osmanlı akıl ve insan işi değildir.
O akılla mantıkla izah edilemez ve anlatılamaz. Ona ancak inanabilir veya
inanmayabilirsiniz”.
Türklerin Tarihini anlamak için Hunların ve Osmanlıların tarihini bilmek
gereği ne ise, Osmanlıyı anlamak için Bursa’nın ne olduğunun bilinmesi
gereği odur.
Kısaca Bursa’yı bilmeden Osmanlıyı, Osmanlıyı bilmeden tarihimizi, tarihimizi bilmeden kendimizi bilemeyiz. Nitekim Macar tarihçi Gyula Nemeth “Bütün diğer millet kalkınmak ve medenileşmek için mazilerinden
uzaklaşmak, Türkleri ise aynı şey için mazilerine dönmek zorundadırlar”
demektedir.
Bir medeniyetin izleri şehirlerinde gizlidir. Osmanlı Medeniyetinin tohumları toprağa Bilecik, Karacaşehir ve Yenişehir’de serpilmiş, dallanıp
budaklanması, meyvelerini vermeye başlaması İznik ve Bursa’da olmuştur.
Hatta ilk Osmanlı Medresesi’nin yapıldığı İznik Bursa’nın, Bursa’da
İstanbul’un çekirdeği olmuştur. Gerçekten de İstanbul Bursa modeline
göre şekillenmiştir. Mesela ilk kilisenin Cami ve Medreseyle çevrilmesi
İznik’te olmuş gelenek Bursa ve İstanbul ile devam etmiştir. Bunun en
karakteristik örneği Ayasofya’dır.
İstanbul fethedilinceye kadar Bursa Osmanlı’ların birinci derecedeki
ehemmiyetini muhafaza etmiş, nitekim İstanbul’un fethinden önce vefat eden padişahların hepsi ve hayli zaman sonra ölen şehzadeler hep
Bursa’ya gömülmüşlerdir.1
Bursa, tamamı Osmanlı Dönemine ait 18 hükümdar, 17 paşa, 15 bey, 8
1 Dağlıoğlu, Hikmet Turhan, Onaltıncı Asırda Bursa, Vilayet Matb. Bursa – 1940, s. 4.
217
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
hace, 3 molla 13 veled, 11 şeyh ve 202 cami ve
mescid2, 50’nin üzerinde medrese ile İstanbul’dan
sonra en büyük kültür ve medeniyet merkezidir.
Bir Bursa ziyaretinden sonra bir yabancı diplomatın “Türkiye’ye gelipte Bursa’yı ve Uludağı, görmemek, onu tanımamak insanın ömrü boyunca
büyük bir mahrumiyet ve eksikliktir”3 demesi de
gerçeğin bir başka ifadesidir.
Biz bu müstesna şehrimizin Türk Eğitim Tarihindeki yer, önem ve imkânlarından bahsedeceğiz.
Çalışmamızı da Osmanlı Dönemi ile sınırlandıracağız.
I. EĞİTİM KURUMLARI
Eğitim Bilimde eğitim kurumlarını örgün (formal)
yaygın (informal) şeklinde ikiyi ayırmak köklü bir
gelenektir. Biz bu iki kurumu aşağıdaki başlıklar
halinde tanıtarak Bursa’nın Türk Eğitim tarihindeki
yer ve önemini aydınlatmaya çalışacağız.
I. I. Örgün (Formal) Eğitim Kurumları
Önceden seçilmiş belirli bilgilerin, belirli amaçlar
doğrultusunda, belirli metodlar ile belirli yaştaki öğrenciye, belirli zaman ve mekânlarda, belirli
eğitmen öğretmen ve uzmanlar tarafından verilen
eğitime örgün eğitim denir. Eğitimin bu şeklini veren kurum OKUL’dur. Bursa’da Osmanlı Dönemine
ait iki tip örgün eğitim kurumundan bahsedilir.
Bunlar mektepler ve medreselerdir.
I. I. I. Mektepler (Muallimhaneler)
İslam coğrafyasının her bölgesinde, Selçuklularda ve Osmanlılarda, köy ve şehirlerde hemen her
mahallede bulunan son derece yaygın okullardır.4
Kaynaklarda ve halk ağzında; darüttalim, mualihane, mahalle mektebi, sıbya mektebi, mektephane,
darulilim, küttab adlarıyla geçmektedir. “Günümüzün ilköğretim kullarının büyük ölçüde birinci kademesine denk düşen mektepler, Osmanlılarda ilk
kez Bursa’da kurulmaya başladı”5 medreselerin bir
2 Koyunluoğlu, A. Memduh Turgut, İznik ve Bursa Tarihi, Vilayet
Matb. Bursa – 1935, s. 187.
3 Dağlıoğlu, Hikmet Turhan, A.g.e., s. 3.
4 Akyüz, Yahya, Türk Eğitim Tarihi, Pegem yayınları, ank. 2008,
s. 88.
218
alt basamağını mektepler oluştururdu.
Bursa’da mektep olarak kullanılan müstakil binalara ait standart bir mimari tespit edilememiştir.
Çoğu kez camiye bitişik, bazen caminin bir köşesinde, 5 – 6 yaşlarındaki çocukların karma olarak
devam edip, Kuran okuma, basit hesap, yazma,
temel akaid, adab – ı muaşeret vb. öğrendikleri
okullardır.6 Dersler medreseye ve yetişkin hayatına hazırlığa yöneliktir. Çünkü mektebin hocasının bilgi düzeyi sınırlıdır. Fakat bu okulların sırrı 3
ile10 yaşları arasındaki kız – erkek çeşitli etnik ve
itikadi ve sosyal grup, sınıf ve tabakalara mensup
Osmanlı çocuklarının sosyal entegrasyonlarının
temellerinin atıldığı kurumlar oluşlarıdır.
3 ile 5 yaşlarındaki bir Osmanlı erkek çocuğu için
“Mektebe başlamak sünnet kadar önemliydi. Hatta okula başlamak ilk mürüvet, sünnet olmak ikinci
mürüvvet olarak görülürdü7. “Amin Alayı” köklü bir
gelenekti.8 Çocuk için okula, okumaya öğrenmeye,
ilme yönelik arzunun uyandırılması ve motivasyonu adına başlı başına bir araştırma konusudur.9
Bursa’da Osmanlı Döneminin ilk üç yüz yıl içinde
150 civarında mektep kurulmuştur.10 Bu durum
hemen bir mahallede en az bir muallimhanenin
mevcudiyeti anlamına gelmektedir. Zira 1935 yılında yapılan bir araştırmada Bursa da 109 mahalle tespit edilmiştir.11
Bursa’da en sağlam muallimhane Kamberler Camisinin yanındaki12 olmakla beraber tespit edebildiğimiz karakteristik bazı muallimhaneler şunlardır:
Demirli Mektep
Eski Darphane(Muallimhane)
Hacı Budak Muallimhanesi
5 Hızlı, Mefail, Osmanlı Çocuklarında Mektep Kültürü, B. Bursa
Halk Kültürü Sempozyumu, UÜ. Kültür Sanat Kurulu Yayınları,
C.1, Bursa – 2005, s. 117 – 130 (118).
6 Ergin, Osman, Türkiye Maarif Tarihi, C. 1 – 2, İst., 1977, s. 92 – 96.
7 Hızlı, Mefail, A.g.m., s. 128.
8 Akyüz, Yahya, A.g.e., s. 89.
9 İbidem.
10 Koyunluoğlu, A. Mehduh Turgut, İznik ve Bursa Tarihi, Vilayet matb. Bursa – 1935, s. 187.
11 İbidem.
12 Hızlı, Mefail, A.g.m., s. 118.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Hüsameddin Muallimhanesi
•
İlk medrese, Orhan Bey zamanında İznik’de
1330 tarihinde kurulmuştur. İlk müderrisliğe
de, müderris Kayserili Davud ta’yin olunmuştur.
•
Bundan sonra Bursa’da alfabetik sırayla şu
medreseleri görürüz:
•
Ahmet Paşayi fenari medresesi: Bursa
•
Ali Paşa Medresesi: Bursa
•
Bayezid Paşa Medresesi: Bursa
•
Başçı İbrahim Medresesi: Bursa
•
Çendik Medresesi: Bursa
•
Çoban Bey Medresesi: Bursa
•
Darülhadis Medresesi: Bursa
•
Esediyye (Musallâ) Medresesi: Bursa
•
Ebû İshak Medresesi: Bursa
•
Emir Sultan Medresesi: Bursa
Kanberler Muallimhanesi
Muhakeme Muallimhamesi
Kirmasti (Kemalpaşa) Mektebi
Pir Ahmed Muallimhanesi
I. I. II. Medreseler
Medresenin banisi Selçuklular, anavatanı İran’dır.
Bir yükseköğretim kurumu olarak medrese hemen hemen bütün özellikleriyle Selçuklulardan
Osmanlılara tevarüs etmiştir.
İlk Osmanlı medresesi Orhan Bey tarafından 1330
yılında Orhaniye adıyla kurulmuş, ilk müderrisliğine Kayserili Davud adıyla meşhur alim tayin edilmiştir.
İznik Orhaniye Medresesi ile başlayan Osmanlı
medrese geleneği en yüce paye ve liyakate sahip
Sultaniye Medresesi ile ulaşmıştır.
•
Fadıl Abdurrahman Efendi Medresesi: Bursa
“Sultaniye Medresesi, bugün hâlen müze olan Yeşil Medresesi’dir. Bu Medrese’nin Müderrisliği’ne
tayin olunabilmek için önce Edirne, İstanbul Müderrisi olmak, daha sonra da Mısır ve Mekke Kadılığı görevlerinde bulunmak gerekliydi. Sultaniye
Medresesi’nden Fatih Devri’nin ve öncesinin en
büyük ilim adamları yetişmiş ve yine orada hocalık
yapmışlardır.”13
•
Faik Bey Medresesi: Bursa
•
Fazlullah Paşa Medresesi: Bursa
•
Ferhadiye Medresesi: Bursa
•
Geyikli Medresesi: Bursa, Veliyeddin oğlu Ahmet Paşa Medresesi
•
Gazzaziye Medresesi: Bursa.
Bursa’da Osmanlı Döneminin ilk 300 yılı içerisinde
50 medrese kurulmuştur.14 Bir kaynakta 1904 yılında Bursa’da 3315, 1950 yılı baskılı bir diğer kaynakta 37 medrese olduğu16 kaydedilmektedir.
•
Gül Çiçek Medresesi: Bursa
•
Gökdere Medresesi: Bursa
•
Hamidiye Medresesi: Bursa
Bursa il ve ilçelerinde tespit edebildiğimiz 7’si
darülhadis 4’ü darülkurra olmak üzere Osmanlı
dönemine ait medreselerin listesi aşağıda sunulmuştur.
•
Hamzabey Medresesi: Bursa
•
Hançeriye Medresesi: Bursa
•
Hançerli Medresesi: Bursa
•
Hayrettin Paşa Darülhadisi: İznik
•
Hundi Hatun Medresesi: Bursa
•
Hoca Yakup Darülkurrası, Bursa – Yerkapı
•
Hedavendigâr Medresesi: Bursa
•
Hüseyin Çelebi Medresesi: Bursa
13 Kolukısa, Kenan. Cumhuriyetin 50. Yılında bursa, (Basımevi
belli değil) Bursa – 1975, s. 134.
14 Hızlı, Mefail, A.g.m., s. 118.
15 Kolukısa, Kenan, A.g.e., s. 134.
16 Baykal, Kazım, Bursa ve Anıtları, Aysan Matb. Bursa – 1950, s. 5.
219
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
220
•
İkinci Murad Medresesi: Bursa
•
Molla Gürani Medresesi: Bursa
•
İbrahim Paşa Medresesi: (Mahkeme Me
•
Molla Hüsrev Medresesi: Bursa
•
resesi): Bursa
•
Molla Yegân Medresesi: Bursa
•
İmareti İsa Bey Medresesi: Bursa
•
Mollayı Cedid Medresesi: Bursa
•
İsa Bey Medresesi: Bursa
•
Muslahaddin Medresesi: Bursa
•
İvaz Paşa Medresesi: Bursa.
•
Müftü Ahmed Medresesi: Bursa
•
İshak Paşa Medresesi: İnegöl.
•
Nimetullah Medresesi: Bursa
•
Kadriye Medresesi: Bursa
•
•
Kara Ali Medresesi: Bursa
Orhaniye Medresesi: Bursa, Orhan Cami yanında yaptırılmıştır.
•
Kara Eyne Bey Medresesi: Bursa
•
Piri Peyker Cafer Çelebi Medresesi: Bursa
•
Kara Hasan Paşa Medresesi: Bursa
•
•
Kara Mustafa Paşa Medresesi: Bursa
•
Karışdırın Süleyman Paşa Medresesi: Bursa
İznik (Osmanlı) Medreseleri: Süleyman paşa
medresesinin dışında 6 medresenin daha olduğu belirtilmektedir.17 Fakat onların adları
belirlenememiştir.
•
Kasım Subaşı Medresesi (Kasım Paşa Medresesi):
Bursa
•
Sırrafiye Medresesi: (Sarrafiye medresesi) Bursa
•
Soffu Sinan Medresesi: Bursa
•
Kaşıkcı Oğlu Medresesi: Bursa
•
Şucaiyye Medresesi: Bursa
•
Kaygan – Gökdere Medresesi: Bursa
•
Süleyman Paşa Medresesi: Yenişehir
•
Kaygan = Gökdere Medresesi: Bursa
•
Süleyman Paşa Medresesi: İznik
•
Köpekli Medresesi: Bursa
•
•
Köseç Ali Paşa Medresesi: (Köse Ali) Medresesi:
Bursa
•
Kurşunlu Oğlu Medresesi: Bursa
Tıbbiye: Bursa “Osmanlı Türkleri Bursa’da ilk
Türk Tıbbiyesini kurmuşlardır. Bu müesseseyi
Ömer Şifai kurmuştur. Ömer Şifai hem tabip
hem de ediptir. Pastörden evvel postörizeyi
tıpda ve askerlikte ilk tatbik eden odur.18
•
Lala Şahin Paşa Medresesi: Bursa
•
Vaizyye Medresesi: Bursa
•
Lalâ Şahin Paşa Medresesi (Kirmasti – Kemalpaşa)
•
Yeşil medresesi: (Sultaniye medresesi) Bursa
•
Yıldırım Medresesi: Bursa
•
Leysiye Medresesi; Bursa
•
Yiğiti Cedid Medresesi: Bursa
•
Lütfullah Çelebi Darûlhadisi – Bursa
•
Zeyniyye Medresesi: Bursa19
•
Lâmii Çelebi Medresesi: Bursa
•
Ma’lül – Zade Medresesi: Bursa
•
Manastır Medresesi: Bursa
•
Mihalic Medresesi: Karacabey
•
Molla Çelebi Medresesi: Bursa
•
Molla Fenari Medresesi: Bursa
17 Bursa il yıllığı, 1973, s. 133.
18 Atlas, Musa. Bursa Kılavuzu, Cumhuriyet Matb. İst. 1944, s. 76.
19 Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devletinin ilmiye Teşkilatı,
AKDTYK, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ank. 1984.
Baltacı, Cahit. Osmanlı medreseleri, İrfan Matbaası, İst. 1976,
Baykal, Kazım, Bursa ve Anıtları, Aysan Matb. İst. 1976, Baykal,
Kazım. Bursa ve Anıtları, Aysan Matb. Bursa – 1950. Dağlıoğlu, Hikmet Turhan, Onaltıncı Asırda Bursa, Vilayet Matb. Bursa
– 1940, Koyunluoğlu A. Memduh Turgut, İznik ve Bursa Tarihi,
Vilayet Matb. Bursa – 1935. Ayverdi, Ekrem Hakkı, Osmanlı Mimarisinin ilk Devri, İst. 1966. Osmanlı mimarisinde Çelebi Mehmed ve II. Murad pevri, ist. 1972. Osmanlı mimarisinde Fatih
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
I. II. Yaygın (İnformal) Eğitim Kurumları
Amaçları, metodları, muhtevası, öğrenci profili, yeri, zamanı, eğitim ve öğretim kadrosu kesin
çizgileri ile belli olmayan, hayatın hemen bütün
dönemleri için geçerli (Çocukluk – Gençlik – yetişkinlik vb.) olan eğitim biçimidir. Bu eğitim şekli
aşağıdaki kurumlarca ve kurumlarda yapılır.
I. II. I. Cami ve Mescitler
Camiler ve mescidler İslam coğrafyasının bütün
bölgelerinde, köyden kente son derece yaygın
ibadethanelerdir. Müslümanların sadece ibadet
için değil, çeşitli konularda iletişimlerini sağladıkları, birbirleri ile tanıştıkları, sosyalleştikleri, çeşitli
dayanışmaların kararlarını aldıkları, dini, milli, tarihi ve coğrafi meselelere ilişkin uyarıldıkları, yabancılarını misafir ettikleri mekanlardır.20
Yukarıda saydıklarımızın yanında cami ve mescidlerin en önemli fonksiyonlarından biri belki de birincisi eğitimdir. Müslümanlar temel İslami akaidi,
ibadet şekillerini, adab – ı muaşereti vaaz, hutbe
ve vakit aralarındaki cami sohbetlerinde öğrenirler. Bu yönüyle camiler gerçekten birer yetişkin
(halk) eğitim kurumudur.
Orhan, Hüdavendiyar, Yıldırım, Muradiye ve Yeşil
Camileri hem medrese hizmeti vermeye müsait
bir mimari yapıya sahip olup, hem de şehre gelen
alim, amir ve mutasavvıf türünden misafirler için
devlet konukevi fonksiyonu da icra etmektedirler.
I. II. II. Tekke ve Zaviyeler
Osmanlılarda tekkeler, zaviveyler, dergahlar ve tarikatlar çok önemli yaygın eğitim kurumlarıdır. Bu
kurumlar mensuplarına musiki, raks, beden, din
ve ahlak eğitimi vermeyi ve onların entellektüalitelerini yükseltmeyi amaçlamaktadırlar.22
1950 yılı yayını bir kaynakta Bursa’da 44 tekkenin
olduğu23 zaviyeler içinde ise en etkili ve kapasitesinin geniş oluşuyla meşhurun Emir Sultan zaviyesi olduğu söylenir. Emir Sultan “Caminin yanında
zaviyesi, derviş hücreleri ile tam bir tarikat merkezine dönüştürülen külleyesi, tekke, imaret, türbe
ile tamamlanmaktadır.24
Emir Sultan Külliyesinin dışında Osmanlılar dönemine ait ilk akla geliveren tekkeler arasında;
Ahmet Gazzi Tekkesi
İsmail Hakkı Tekkesi
1935 baskılı bir kaynakta Bursa’da 202 cami ve
mescidin olduğu21 kaydedilmektedir. Bunlar arasında aşağıda sıralanan ilk yedi tanesi hem tarihi
hem de kapasite açılarından tam birer halk eğitim
merkezidir. Bunlar:
Sadiye (Dondurma) Tekkesi
Orhan Camii
Zeyniler Tekkesi
Ulu Camii
Pınarbaşı (Tahtakale) Mevlevihanesi
I. Murad Hüdavendigar Camii
Tekke – i Kalender (Kalenderhane)25
Yıldırım Camii
sayılabilir.
Selami Tekkesi
Seyyid Nazır Tekkesi
Üftade Tekkesi
Muradiye Camii
Yeşil Camii
Emir Sultan Camii vb’dir.
Devri III. İst. 1973. Osmanlı mimarisinde Fatih Devri III. İst. 1973.
Osmanlı Mimarisinde Fatih Devri VI. İst., 1974.
20 Sönmez, Selami, Anadolu’daki Selçuklular ve Beylikler Dönemi medreseleri, A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü – Yayınlanmamış
Doktora Tezi – Erzurum, 1992, s. 79 – 80
21 Koyunoğlu, A., Memduh Turgut, a.g.e., s. 187.
22 Kara, Mustafa, Tekke ve Zaviyeler, Dergah Yayınları, İst., 1977,
s. 7 – 34. Öztuna ,Yılmaz. Büyük Türkiye Tarihi,10.c. , Ötüken
Yayınevi, İst. 1978, s. 365-375. Güner, Ahmet. Tarikatlar, Milliyet
yayınları, ist. 1986, s. 38 – 44. Akyüz, Yahya, A.g.e., s. 108.
23 Baykal, Kazım, A.g.e., s. 5.
24 Tanman, M. Baha, “Emir Sultan Külliyesi”, TDVİA, c. XI, İst.
1995, s. 149, Baysun, M. Cavid, Emir Sultan’ın Hayatı ve Şahsiyeti,
İ. Ü. Edebiyat Fakültesi Dergisi, C. 1, s. 1., Eylül 1949, s. 77 – 94,
Öcalan, Hasan Basri, Bursa’da Tasavvuf Kültürü, Bursa – 2000, s.
91 – 98, köprülü, Fuad, Türk Edebiyatında ilk mutasavuflar, DİB.
Yayınları, Ank., 1976, s. 264 – 265.
25 Baykal, Kazım, A.g.e., s. 59 – 74 – 82.
221
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Hemen bütün Osmanlı topraklarında rastlanabilen Yesevi, Mevlevi, Kadiri, Bektaşi tarikatları gibi
Ömer Lütfü Barkan’ın Kolonizatör Türk Dervişleri
dediği26 Abdalan – ı Rum, Bacıyan – ı Rum, Ahıyan
– ı Rum gibi Anadolu ahilerinin de Bursa kültür hayatında yer bulmuş olması muhakkaktır. Hatta Osman Gazi’nin kayınpederi Seyih Edebali’nin bir Ahi
Şeyh olduğunu Eskişehir’de teklikesinin bulunduğunu, kardeşi oğlu Ali Hasan’ın Bursa’nın fethinde
kaleye ilk giren olduğunu biliyoruz.27
Çelebi, Molla Fenari, Üftade Hazretleri, İsmail Hakkı Bursavi, Karagöz ve Hacivat vb. şahsiyetlerin her
biri tekke, zaviye, dergah hatta cami ve mescitleri
kanallarıyla asırlardan beri Bursa insanını aydınlatmakta, tam bir üniversite görevi yürütmektedir.30
Biz onların tamamını değil, seçmede zorlansak da
ilk 50’sini alfabetik olarak şöyle sıralayabiliriz.
Abdüllâtif
Ali Alâeddin
Hatta Osman Bey’in silah arkadaşları, Orhan
Gazi’nin kardeşi Alaaddin paşa bu teşkilata mensuptur. İlk hükümdarlar Bursa havalisinde Osmanlı Devletini tesis ve terakki ettirmede bu
kuvvetli dini zümreyi büyük bir yardımcı olarak
kullanmışlardır.28 Osmanlı Devletinin temellerinin
atılışında bu teşkilatın önemli rolü olmuştur.
Abdüllâziz Efendi
Beliğ
Afitâbî
Ahmet Çelebi
Ahmet Dai
Divan sahibi Ahmet paşa
Ali Çelebi
Bestanî
Âşık çelebi
Akif Efendi
Bakî Bey
Cenanî Dede Çünki
Dede Efendi
Divan Sahibi Emîri
I. II. III. Abide Şahsiyetler
Enverî
Eşref Bey
Bir şehrin kültür hayatının zenginliğinin 3 temel
işareti vardır. Bunlar:
Gazalî
Şeyh Küşterî
Hasan Çelebi
Hayal’ı
a) Kurumlar (Eğitim ve Kültür Öğretim Kurumları)
Hasan Çelebi
İbrahim Paşa
b) Önder Şahsiyetler
Hüsrev
Hızırşah
c) Halkın onlara itibarı
İffet Efendi
İsmail Hakkı
Bursa bu üç şansı da elde edebilmiş sayılı kültür
ve medeniyet merkezlerinden birisidir. Bursa kültür hayatına en silinmez damgayı vuran şüphesiz
Emir Sultan’dır.
İsmail Çelebi
Molla Zeyrek
Kara Mustafa Paşa
Koca Mustafa Paşa
Karagöz – Hacivat
Kaygusuz
İstanbul için Eyüp Sultan, Konya için Mevlana, Ankara için Hacı Bayram Veli ne ise Bursa için Emir
Sultan odur.”
222
Lâmiî Çelebi
Molla Fenarî
Firdevsî
Murad Emri Neşrî
Rindî
O, tarihi, askeri, siyasi, ilmi, manevi ve terbiyesi
şahsiyetiyle Bursa’nın sosyal mimarlarının başında
gelir.29 Emir Sultan Başta olmak üzere, Süleyman
Ömer Şifaî
Umur Bey
Resmî Efendi
Rakım Efendi
Seyid Baba
Sait Efendi
26 Barkan, Ömer Lütfü, “İstila Devirlerinin Kolonijatör Türk
Dervişleri ve Zaviyeler,” Vakıflar Dergisi, yıl 1942, s. 2, s. 279 –
353.
27 Kolukısa, Kenan, A.g.e., s. 135.
28 Köprülü, Fuad. Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, Ötüken
Yayınları, İst. 1981, s. 49.
29 Ülker, Necmi, Güney Vehbi, “Türk Tarih ve Kültüründe Emir
Sultan” II. Bursa Halk Kültürü Sempozyumu, Bildirisi, U.Ü., Kültür Sanat Kurulu Yayınları, C. 2, Bursa – 2005, s. 345 – 368, Baysun, M. Cavid., A.g.e., s. 77 – 94.
Sükûtî
Süleyman Halis
Süleyman Çelebi
Selis Mehmet Efendi
Üftade Vesim Abbas
Yunus (Aşık)
30 Önder, Mehmet, Anadolu’yu Aydınlatanlar, Tercüman
yayınları, İst., 1987, s. 95 – 99. Bursalı Mehmet Tahir Efendi,
Osmanlı Müellifleri, C.1 – 2, Meral yayınevi, İst., 1975.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
I. II.IV. Kütüphaneler, Konaklar, Kıraathaneler
ve Sahaflar
SONUÇ
İslam dünyasının hemen her bölgesindeki ilim ve
kültür merkezlerindeki kütüphaneler birer halk
eğitim merkezleri fonksiyonu icra ederler. Bursa
bu tür şehirlerin tipik örneklerindendir.
Mektepler ve medreseler örgün, camiler, tekkeler,
tarikatlar, kütüphaneler… yaygın eğitim kurumu
örnekleridir.
Osmanlılar döneminde her medresenin sınırlı
imkanlı bir kütüphanesinin oluşu alışagelmiş bir
olaydı. Bir de medrese görevi gören Yeşil, Yıldırım, Muradiye, Emir Sultan vb. camilerin halka
açık kütüphaneleri vardır. Kütüphane imkanları en zengin iki merkez Orhan Camii ve Ulucami
kütüphaneleriydi.31 Bu iki merkezdeki nadide eseler güvenlik nedeniyle önce Ulucamiye sonra da
Eski Eserler Kütüphanesi” adıyla hizmete açılan
Tahtakale’deki inebey medresesine taşınmıştır.
Eğitim bir milletin insan yetiştirme düzenine denir.
Bu düzenin örgün ve yaygın diye iki tipi vardır.
Türk Eğitim Tarihinde insan yetiştirme düzeni açısından Bursa; İstanbul ve Osmanlı sarmalında bir
model şehirdir. Bu modellik şu hususlardadır:
•
Bursa Osmanlı imparatorluğunun tasarım
merkezidir.
•
Bir cihan devletinin kuruluşunun ısınma turlarının atıldığı yerdir.
•
Bursa bir imparatorluğun ihtiyaç duyduğu insan tipinin tanımlanıp yetiştirilmeye başlandığı coğrafyadır.
Özellikle tarihi ve siyasi karakteri ile temayüz etmiş
şehirlerdeki köklü aile, paşa, ulema ve ümeraya ait
konaklar ve sarayları da birer yetişkin eğitimi merkezleri olarak kabul etmek gerekir. Bu konaklar sosyal dayanışma ocakları oldukları gibi çeşitli sanatların icra edildiği, seviyeli sohbet ve tartışmaların
yapıldığı Osmanlı Sarayındaki “Huzur Dersleri”nin
benzerine sahne olurlardı. Bursa’da bu tip konaklara Üftade Hazretlerinin evi, Muradiye, Hisariçi
ve Elmalık Mahallesinde bazı örneklerinin odluğu
bilinir.32 Tophanede Ordu Evinin bulunduğu yerde
ve Devlet Hastahenesi istikametinde aynı sırada
iki sarayın bulunduğu söylenirse de bunlara ait bir
iz bulunmamaktadır. Hünkar köşkü bir Abdülmecid Devri eseridir.
•
İhtiyaç duyulan insan hammaddesinin işlendiği mektep ve medreselerin ilk örneklerinin
verildiği yerdir.
•
Cami ve mescitleri tekke ve zaviyeleri abide
şahsiyetleri ve halk önderleri çevresinde şekillenen bir sosyal hayat ve insan yetiştirme
düzeni ile İstanbul’un öncüsü, rehberi ve modelidir.
•
Bu örgün ve yaygın eğitim kurumları mahareti
ile yetiştirilen; inançlı, bilinçli, halkalı, yardım
sever, paylaşımcı, tevekkül sahibi, tok gözlü,
hoşgörülü, cesur kahraman ve vatanperver
insan tipi, Osmanlı imparatorluğunun gelişim
dinamiğinin insan alt yapısını meydana getirmiştir.
Osmanlıların başkentlerinde Bursa, Edirne ve İstanbul gibi şehirlerde, genellikle büyük camilerin
çevresinde veya bahçesinde kitap ehlinin seviyeli
sohbetler yaptıkları hele hele sair, edip, fikir ehlinin sahaflarda buluşup sanat, felsefe ve tasavvuf
ağırlıklı geleneksel sohbetlerin azımsanmayacak
tiryakilerinin bulunduğu, edebiyatımıza konu olmuş kültürel etkinlikler arasında sayılabilir.
•
Dil, din, sanat ve ahlakta İstanbul terbiyesinin
orijini Bursa terbiyesi, usulü ve tarzıdır.
•
Bursa ilk İstanbul, İstanbul son Bursa’dır.
•
Başka bir ifadeyle Bursa İstanbul’un ilk modeli, İstanbul Osmanlı’nın minyatür modeli yani
özetlenmiş şeklidir.
•
O
münasebetle
Bursa’yı
anlamadan,
İstanbul’u, İstanbul’u anlamadan Osmanlı’yı
anlayamayız. O yüzden Osmanlı’nın sırrını
çözmek Bursa’nın büyüsünü çözmekten geçer.
31 Kolukısa, Kenan, A.g.e., s. 163., Bursa İl Yıllığı, 1967, Meydan
Matb. İst., 1967, s. 157 – 158.
32 Komisyon, Bursa il Yıllığı, Meydan Matb. İst., 1967, 184 185.
223
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
KAYNAKLAR
Akyüz, Yahya, Türk Eğitim Tarihi, Pegem yayınları,
ank. 2008.
Atlas, Musa. Bursa Kılavuzu, Cumhuriyet Matb. İst.
1944.
Ayverdi, Ekrem Hakkı, Osmanlı Mimarisinin ilk Devri, İst. 1966. Osmanlı Mimarisinde Çelebi Mehmed
ve II. Murad Devri, İst. 1972. Osmanlı Mimarisinde
Fatih Devri III. İst. 1973. Osmanlı Mimarisinde Fatih
Devri VI. İst., 1974.
Baltacı, Cahit. Osmanlı medreseleri, İrfan Matbaası, İst. 1976, Baykal, Kazım, Bursa ve Anıtları, Aysan
Matb. İst. 1976.
Barkan, Ömer Lütfü, “İstila Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler,” Vakıflar Dergisi, yıl
1942.
Baykal, Hikmet Turhan, Onaltıncı Asırda Bursa, Vilayet Matb. Bursa – 1940.
Baykal, Kazım, Bursa ve Anıtları, Aysan Matb. Bursa
– 1950.
Baysun, M. Cavid, Emir Sultan’ın Hayatı ve Şahsiyeti, İ. Ü. Edebiyat Fakültesi Dergisi, C. 1, s. 1., Eylül
1949.
Bursalı Mehmet Tahir Efendi, Osmanlı Müellifleri,
C.1.
Dağlıoğlu, Hikmet Turhan, Onaltıncı Asırda Bursa,
Vilayet Matb. Bursa – 1940.
Ergin, Osman, Türkiye Maarif Tarihi, C. 1 – 2, İst.,
1977.
Hızlı, Mefail, Osmanlı Çocuklarında Mektep Kültürü, B. Bursa Halk Kültürü Sempozyumu, UÜ. Kültür
Sanat Kurulu Yayınları, C.1, Bursa – 2005.
Kara, Mustafa, Tekke ve Zaviyeler, Dergah Yayınları, İst., 1977, Güner, Ahmet. Tarikatlar, Milliyet yayınları, İst. 1986.
Kolukısa, Kenan. Cumhuriyetin 50. Yılında bursa,
(Basımevi belli değil) Bursa – 1975.
Komisyon Bursa il yıllığı, 1973.
224
Komisyon, Bursa il Yıllığı, Meydan Matb. İst., 1967.
Koyunluoğlu A. Memduh Turgut, İznik ve Bursa Tarihi, Vilayet Matb. Bursa – 1935.
Koyunluoğlu, A. Memduh Turgut, İznik ve Bursa
Tarihi, Vilayet Matb. Bursa – 1935.
Köprülü, Fuad, Türk Edebiyatında ilk mutasavuflar,
DİB. Yayınları, Ank., 1976.
Köprülü, Fuad. Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, Ötüken Yayınları, İst. 1981.
Öcalan, Hasan Basri, Bursa’da Tasavvuf Kültürü,
Bursa – 2000, s. 91 – 98,
Önder, Mehmet, Anadolu’yu Aydınlatanlar, Tercüman yayınları, İst., 1987.
Sönmez, Selami, Anadolu’daki Selçuklular ve Beylikler Dönemi medreseleri, A.Ü. Sosyal Bilimler
Enstitüsü – Yayınlanmamış Doktora Tezi – Erzurum, 1992.
Tanman, M. Baha, “Emir Sultan Külliyesi”, TDVİA, c.
XI, İst. 1995.
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devletinin ilmiye Teşkilatı, AKDTYK, Türk Tarih Kurumu Yayınları,
Ank. 1984.
Ülker, Necmi, Güney Vehbi, “Türk Tarih ve Kültüründe Emir Sultan” II. Bursa Halk Kültürü Sempozyumu, Bildirisi, U.Ü., Kültür Sanat Kurulu Yayınları,
C. 2.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Prof. Dr. Sırrı Akbaba
Bursa’da Psiko Sosyal Yapı
İnsan toplumla toplumda insanla açıklanabilir. Psikolojik yapıyı tek
başına anlatmak kuşu tek kanatla uçurmaya benzer. Aynı şekilde sosyal yapıyı da bireye inmeden açıklamak imkânsızdır. Makalenin başlığı bu zorunluluktan ötürü sadece “Psikolojik yapı” ya da “sosyolojik
yapı” olarak değil, “Psiko-Sosyal” yapı olarak belirlendi.
Bursa tarihi, manevi ve doğal güzelliklere sahip bir şehirdir. Bu özelliklerini görebilmek için ne tarihçi, ne din âlimi nede estetik uzmanı
olmaya gerek vardır. Ancak bu genel tasvir içerisindeki detayları görebilmek için Evliya Çelebinin Bursa çeşmelerini anlatışını, Tanpınar’ın
Beş şehirden biri olan Bursa da Zaman, Orhan Veli’nin ise:
“Gemliğe doğru
Denizi göreceksin
Sakın şaşırma” ifadesini okumak gerektiği gibi, Tophane de koca sultanlar yanında bulunmak, Yeşilin çinileri, Şeyh Edebalinin “Ey Oğul”
diye başlayan şefkatle uzayan öğütlerini, Emir Sultanda ebedi hayatın sakinliğini, Nilüfer ismini duyunca koca sultan aşkını, Ulu Camide
şadırvan sesini, Muradiyede bir devrin idealini, Üftade hazretlerinin
maneviyatını tasavvur etmek gerekir.
Sosyal Yapıda Birlik
Tarih, maneviyat ve doğal güzellikler yanında birde günümüz sanayisi, insanların Bursa’ya göç etmesinde açık ya da örtülü bir şekilde
etkili olmuştur. Hem doğudan hem de batıdan, hem kuzeyden hem
de güneyden gelen insanlar kendilerini şefkatle kucaklayan bir şeye
ihtiyaç duymuşlardır. Bu şeyin adını okuyucularım koysun; Tarih mi
maneviyat mı sanayi mi doğal güzellikler mi? Yoksa tüm bunların birbiriyle hem hal olduğu Türk kimliği mi?
Anca ne yazık ki bu üst kimliğin sıcaklığının tam olarak hissedildiği
söylenemez. Büyük Türk Milletine ait olma duygusunun ve İhtiyacının tam ve doğru olarak duyulduğu söylenemez. Ait olma ihtiyacının
doğru olarak duyurulamamasının bir sonucu olarak Bursa’da çok sayıda il, ilçe alt kültür ve hatta köy dernekleri kurulmuştur. Çöl bedevilerinin kavimci yaşantısını çağrıştıran bu görüntü; “Bir olalım, iri olalım
225
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
diri olalım” ifadesinin düşmanı gibi durmaktadır.
Üst kimlik olan Türk Kimliği altında bütünleşmek
sosyal bir gerçekliktir. Aksini düşünenlere, gelişmiş batı ülkelerinde ve Amerika Birleşik Devletlerinde etrafında birleşilen kavramın ne olduğunun görmelerini sağlamak gerek.
Sosyal Yapıda Vakıf Geleneği
Bursa’da sosyal yapıyı belirleyen unsurlardan
biri geçmişten günümüze kadar gelerek devam
eden sosyal hareketliliğin yoğun yaşanmasıdır.
Günümüzde bunun daha çok sanayi ve ticaret
belirlerken, geçmişte padişah vakıfları (evkafselatin)nın ve ipekçiliğin etkili olduğu söylenebilir. Bilindiği üzere sosyal hareketlilik yatay ve
dikey olarak gerçekleşmektedir. Bireysel statü
değiştirmelere dikey, aynı statüde kalınarak sadece göç gibi hareketliliğe de yatay hareketlilik
denilmektedir. Bursa bu iki tür hareketliliği de
içeren bir şehir olarak; insanlarına farklılıklar sunan ve bu faklılıkları yaşayan insanların da hoşgörü düzeyini yükselten bir yerdir. Ötekileştirmenin az, hoşgörünün çok olduğu yerler huzurlu yerlerdir. Bu huzurun devamı için yöneticilerin huzuru doğuran faktörlerin bilincinde olarak;
geçmişten bugüne gelen huzur kaynaklarının
kalıntılarını sadece eski eserleri korumak ve ortaya çıkarmakla yetinmemeli, günümüz şartlarına uygun çağdaş teşkilatlanmalarla gelecek nesillere taşıyabilmelidirler. Örneğin ahilik ve lonca
teşkilatlarının, vakıfların yeniden çağdaş organizasyonu yapılamaz mı? Bunlara eskimiş geçerliliğini yitirmiş kuruluşlar olarak bakmak kadar
büyük yanlış olamaz. Geçmişte vakfın karşılıksız
yardıma yönelik hizmetleri toplumun psikososyal yapısı üzerinde devletin lehine olumlu
etkiler yapmıştır. Günümüz Türkiye’sinde zaman
zaman “toplumla devleti barıştırma” gibi ifadelerin özellikle de devlet yöneticileri tarafından
dillendirilmesi eskinin “devlet babası” yeninin
ise “sosyal devlet” ifadelerine ne kadar muhtaç
olduğumuzun bir ifadesidir. Bu durumda vakfın,
günümüzde de millet nazarında devletin lehine
olumlu etkiler yapamayacağı söylenebilir mi?
226
Osmanlı toplumunda vakfa, dini olmaktan çok
kentin sosyal ve ekonomik yapısına ilişkin bir
kuruluş olarak bakmak gerekir. Sosyal devlet
olmak, yöneticilerin vereceği anlık bir emirle
gerçekleştirilemez Bu bir takım geleneklerin
ve geçmişten günümüze taşınmış olan kurum
kültürünün ürünüdür. Vakıflar, bu anlamda Türk
toplumu için sosyal devlet olmanın gereklerini içerisinde barındıran ata yadigârlarındandır.
Günümüzde yöneticileri bu önemli yadigârı
işler hale getirebilirler İlk Osmanlı vakıfları
Bursa’dadır. Çağdaş vakıfların da ilk pilot çalışması Bursa’dan başlatılabilir. Bu işin çok çabuk
kabul göreceğine de inanıyorum. Çünkü bu dışarıdan ithal edilen bir unsur olsa idi tepki ile
karşılanabilirdi. Vakıf, aşina olduğumuz bir yapı
olduğundan vakfa ait uygulamalar yadırganmayacaktır. Bugün halka dağıtılan kömür vb halk
tarafından olumlu karşılanmamaktadır. Halk bir
bakıma bunu“dilencilik “ gibi algılamaktadır. Ancak yardım devletin kurduğu, kökü derinlerde
olan vakıflar aracılığı ile yapıldığında; hem halkın çok çabuk kabulleneceğini, hem de sosyal
devlet olmanın sözde değil, uygulamalı olarak
gösterilebileceğini söyleyebiliriz.
Bursa da Üretim ve Tüketim
Bursa geçmişte bir üretim merkezi idi, bugün
daha çok tüketmeye yönelmiş görünüyor. Gelecekte dünü taklit etme, bugünü devam ettirmeden daha hayırlı olacaktır. Üreten insan ürünü
ile gururlanan mutlu insandır. Bir işe yaramadan
yaşadığını fark ettikçe, tüketen insanın öz saygı
düzeyi düşmektedir. Bireyin öz saygı düzeyinin
düşmesi, birçok psikolojik bozukluğa davetiye
çıkarmaktadır. Üretememe ile savunucu davranışlar arasında doğru orantılı bir ilişki vardır:
“Dünyaya kendimizi kapatamayız ya”, “Ucuza alınacak mal var iken pahalıya mal olanı üretmeyi
kim ister”,“Üretecek bir şey kalmadı ki” şeklinde
sıralayabileceğimiz cümlelerle savunmaya geçiliyor. Ancak bilinmelidir ki eskiden var olan ancak şu anda yok olan ve yok olmaya yüz tutan
birçok zanaat, günümüzün gerekleriyle dona-
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
tılmadığı için terk edildi ya da terk ediliyor. Her
kendini çağa göre, yenilemeyenin yok oluşu
gibi, üretimin yok oluşunun da asıl nedeni budur. Dolayısıyla üretememe bir mecburiyet değildir. İnsanların geleceğe ümitle bakmalarını,
benlik bütünlüğüne ulaşmalarını istiyorsak onların üretici olmalarının yollarını açmalıyız. Bunun için Bursa’da ekonomik ve insan potansiyeli
vardır. Bu potansiyeli harekete geçirme; yöneticilerin planlama, organizasyon, koordinasyon,
etkileme, iletişim ve daha da önemlisi karar verme süreçlerine bağlıdır.
Bursa da Çevre Kirliliği
Çevre kirliliğinin insan psikolojisine olumsuz
etkisi pek çoktur. Bunlardan birisi insanların
stres bozuklukları yaşaması ve bu durumun gerek aile gerekse meslek hayatına yansımasıdır.
Bursa’da çevre kirliliklerinden ilk iki sırada, her
Bursa’da yaşayanın ya da Bursa’dan bir seyyah
olarak geçen hemen herkesin dikkatini çekeni
çarpık kentleşme ile ulaşımdır. Yerel yönetimler,
önce bu gerçeği kabullenmeli, kirlilik daha da
büyümeden önlemler almalıdırlar.
Bursa da Tarih Estetik ve Eğitim Sistemimiz
Bursa ili, öncelikle tarih, doğal güzellik kavramlarını çağrıştırır. Bu kavramların hiçbirisi insan
olmadan bir anlam taşımaz. Bu gerçekten hararetle, tarihi de doğal güzelliği de sanatı da bunların bulunduğu Bursa’da insan merkezli olarak
ele almak doğru bir yaklaşım olacaktır.
Bugün Bursa’daki tarihi eserler insanı kucaklayabiliyor mu? Başka bir ifadeyle Bursa insanı ya
da Bursa’ya gelen bir kişi tarihi eserler içerisinde kendini bulabiliyor mu? Bu soruya “Evet” cevabını veren çok az tarih bilincine sahip seçkin
insanın olduğunu, çoğunluğun ise bu huzurdan
mahrum kaldığını düşünüyorum. Tarih bilinci olmayan insan kimliği ve dolayısıyla kişiliği eksiktir. Bu eksiklik insanda boşluk, hiçlik duygularını
harekete geçirerek, “Varolsal vakum” diye ifade
edilen nevrotik belirtiyi yaşatır. Tarih bilinci kazandıramayan eğitim sistemimiz ivedilikle sorgulanarak gereği yapılmalıdır.
Bugün Bursa’nın doğal güzellikleri yok olmasın
diye mücadele eden insanların sayısı mı, yoksa
doğal güzelliklere maddi çıkarları uğruna duyarsız kalan insanların sayısı mı daha çok? Bu soruyu cevaplayanların tamamına yakınının, parasal
çıkarın estetik hazzın önüne geçtiğini söyleyeceklerinden eminim. Bu durum bir ölçüde halkın fakirliği ile açıklanabilir. Ancak bu açıklama
yeterli değildir. Duygu eğitiminin yetersizliğinin,
doğal güzelliklerin yok edilmesindeki duyarsızlığı daha çok belirlediğini söylemek yanlış olmasa
gerek. Eğitim, yaşantı ürünüdür. Doğal güzelliği az olan yerlerde estetik yaşantıda az olacağı
için duygu eğitimi de yetersiz kalacaktır. Estetik
kaygısı olmayan, duygusal eğitimden yoksun
kişi sadece çevresindeki doğal güzelliklerin yok
edilişine kayıtsızlık göstermekle kalmaz, kendi
psikolojik sağlıksızlığını da hazırlar. Estetik duygusu, açlık susuzluk gibi bir ihtiyaçtır. Sevilme
saygı görme gibi psikolojik bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacın duyumsuzluğu ruhsal inmelere neden
olmaktadır.
Psikolojik sağlığı bozucu, estetik duygu yoksunluğundan ve tarih bilinci yoksunluğundan kurtulmanın yolu, sağlam bir eğitim felsefesinden
çıkışlı doğru bir eğitim programının uygulamaya konulmasından geçer. İlköğretimden yükseköğretime kadar eğitim programlarının arkasında Türk insanın nasıl yetiştirileceğine ilişkin
tüm hükümetlerin anlaştığı genel geçer bir eğitim felsefesinin olmadığı görülür. Bu eksikliğin
acil olarak giderilmesi gerekir. “Nasıl bir insan”
yetiştireceğimiz belirlendikten sonrada tüm kişilik gelişimini içeren eğitim programları yapılmalıdır. Şu anda uygulanan programlarda bilgi
yüklemelerine gereğinden fazla ağırlık verilmektedir. Duygu ve davranış ise programda yer
almış olduğu halde, uygulamada içselleştirilerek
yetişen neslin kişiliğine mal edilememektedir.
Bu durumu yaşanılmış olan bir örnekle açmak
istiyorum: Kimya bölümü öğrencilerinden birisi
227
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
mezuniyetinden sonra gelerek hocasına “Hocam siz doğru söylemişsiniz X gazı yakıcıymış”
diyerek farkındalığını anlatınca, hocası onun iki
yıl önceki sınav kâğıdını çıkararak “ arkadaşım
sınav kâğıdına bakar mısın, sen X gazının yakıcı
olduğunu yazarak soruya doğru cevap vermişsin. Şimdi ise bu hayretin niye? diye soruyor.
Mezun öğrenci “Hocam onu sınavlar için öğrenmiş ve size de yüksek not almak için yazmıştır. X
gazının yakıcı olduğunu ise geçen gün kendimi
yaktığımda öğrendim” diyerek cevap veriyor.
Eğitimi davranış kazandırma süreci olarak tanımlıyoruz. Ancak bu değişikliğin yaşantı ürünü
olduğunu göz ardı ederiz. Gezi gözlem yöntemiyle yaşantı sağlatacağımız yerde sınıf içerisinde takrir yöntemiyle yetiniriz. Bu durumda ne
tarih bilinci kazandırabilir nede duygu gelişimi
sağlayabiliriz.
Bursa da Hoşgörü
Hümanist psikolojinin sağlıklı birey olmanın ön
koşulu olarak “Şartsız kabul” diye öne sürdüğü
tutum, genelde Türkiye’de özelde ise Bursa’da
mevcuttur. Türk insanı, başka milletlere mensup
olan bireyleri şartsız kabul ettiğini; kendisine
“Misafirperver millet” denilmesiyle somut olarak göstermiştir. Ancak kendinden olanı kayıtsız
şartsız kabul etmediği de bilinen bir gerçektir.
Bu durum, Türk’ün Türk milletine mensup olanlara bir takım sorumluluklar yüklemesinden
kaynaklanmaktadır. Türklük bir statü olarak görülmekte, bu statüye sahip olmanın da birçok
rolleri yerine getirmekle mümkün olacağının bir
göstergesi olarak, Türk insanı “Türküm” diyeni
hemencecik kabul etmiyor, bir takım şartlar öne
sürüyor. Bu millete mensup olmanın sorumluluklarını yerine getirdikten sonra kabul ediyor.
Yabancılara gösterilen bu hoşgörünün kendi
milletine gösterilmemesinin olumlu ve olumsuz
yanları tartışılabilir.
Bireyin kendini gerçekleştirmesi, sorumluluk olması kadar şartsız kabul edilmesine de bağlıdır.
Türkiye de şartsız kabul edilerek yabancılara, so-
228
rumluluk almasını sağlayarak da Türklere kendini gerçekleştirme fırsatı sunulmaktadır.
Tarih ve doğal güzellikleriyle turistleri ülkemize
çeken Bursa’ya gelen yabancıların “Türkiye Çok
güzel “ Türkler çok güzel” diyerek ülkemizden ayrıldıklarına hemen herkes şahit olmuştur. Yabancılara bu imajı verebilmek için birçok ülke sürekli
eğitim ve değişim çalışmaları yapmaktadırlar.
Türkiye ise geçmişten getirdiği kültürüyle bu
paha biçilmez değere sahiptir. Diğer bir ifadeyle;
muhtelif tarihi güzelliklerimizden birisi de atalarımızdan aldığımız bu mirastır. Ancak her miras
gibi bununda değerinin farkında olmayışımız,
gelecek için tehlike doğurabilir. Nitekim çarpık
kentleşmeyle doğal güzelliklerimizi yok etmemiz “Türkiye çok güzel” ifadelerinin azalmasına
yol açmaktadır.
Bursa da Sosyal Hareketlilik
Bursa her yıl bir öncekine oranla daha fazla göç
alan bir şehirdir. Göç, hem göç edenleri hem de
göç edilen yerde ikamet eden insanları etkilemektedir.
Göç eden eski yerleşik düzenini bozmuş, yerleşik
düzenin verdiği rahatlığı terk etmiştir. Düzensiz
ve rahatsızdır. Yeni bir düzen ve rahat bir gündelik hayat araşışındadır. Aradığını bulduğu oranda, göç ettiği yere uyum sağlayabilmektedir.
Uyumsuz kişi kendisiyle olduğu kadar çevresiyle
de kavgalıdır. Bu durum, haklı olarak göç edilen
yerin asıl sakinlerini de kaygılandırmaktadır.
Göç edilen yerde önceden ikamet eden insanların kaygılarının asıl nedeni de göç edenlerinkiyle
benzerlik göstermektedir. Onlar da düzenlerinin
bozularak rahatsız olacaklarından korkmaktadırlar. Bu korkularından kurtulmanın bir yolu olarak
şehrin göç alan yerinden uzaklaşmayı seçmektedirler. Şehir içerisinde göç olarak adlandırılan
bu durum, il dışından göç edenlerinki oranında
olmasa da, benzer uyumsuzluğu onlarda yaşamaktadırlar.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Göç edenlerin ve göç edilen yerdekilerin ortak
yanlarının çok olması ve kültür düzeylerinin birbirlerine denk olması, ikamet edenin kaygılarını azaltmakta, göç edeninde yeni yerine uyum
sağlamasını kolaylaştırmaktadır.
Bursa, yeteri oranda Türk kültürünü ihtiva eden
bir şehir olması nedeniyle; Türkiye’nin her yöresinden göç ederek kendine gelen insanları kucaklayarak, yabancılık duygularının kısa sürmesini sağlamaktadır. İkamet edenlerin de Bursa’daki
Türk kültürüyle kaynaşarak yaşamaları ve bunu
da, göç ederek gelenlerin fark etmelerini sağlamaları sonucu, bu iki kesimin birbirine uyumunu kolaylaştırmaktadır. Bu anlamda Bursa şehir
olarak içerdiği değerleriyle göç konusundaki
uyumsuzluk ve kaygıları giderici nitelik ve fonksiyonlara sahiptir. Ancak gerek ikamet edenlerin
Bursa’daki Türk kültür değerlerinin farkında olarak yaşadıkları, gerekse göç ederek dışarıdan gelenlerin kültürel değerleri içselleştirdikleri tam
olarak söylenemez Bu nedenledir ki birbirini
hakkıyla kucaklayamamakta ve birbirlerinin kaygılarını ve uyumsuzluklarını giderememektedir.
Genelde Türk kültürü özelde ise Bursa’daki Türk
kültürü ihtiva ettiği hümanistlik değerleri sayesinde, ırkı, dini, dili, cinsiyeti farklı olan tüm insanları kucaklamaktadır. Bunun tersini düşünen
kişilerin, Türk kültürünü yakından tanımaları sonucu bu düşüncelerin den vazgeçecekleri kanaatindeyim.
Bursa da Yabancılaşma
İster şehre göç yoluyla olsun isterse teknolojik
gelişim sonucu olsun değişim, kimi zaman kişinin kendini gerçekleştirmesiyle kimi zaman
da sağlığının bozulmasıyla sonuçlanır. Göçün
doğurduğu problemlerin çözüme ulaşabilmesi,
insani değerlerle bezenmiş olan kültürümüzün
gerek ikamet edenlere gerekse göç edenlere
tanıtılmasıyla mümkündür. Bu tanıtım işi, planlı ve programlı bir şekilde yapılarak rastlantılara
bırakılmamalıdır. Bugün çok önemli olan kendi-
mizi tanımamışlığımız aynı zamanda yabancılaşmayı da beraberinde getirmektedir. İnsanlar,
hem kendine hem de birbirlerine yabancılaştığı
ölçüde psikolojik bozukluk ve sosyal çatışmalara
yol açmaktadırlar. Sigara, alkol, uyuşturucu bağımlılıkları,… gibi hâkim kültüre başkaldırmanın
bir belirtisi olarak toplumda işlenen birçok suça
yabancılaşmanın neden olduğu artık tüm psikologların hem fikir oldukları bir gerçektir. Bursa’da
Osmanlıdan günümüze gelmiş olan hâkim Türk
kültürünün sıcaklığı ile huzur bulduğunun bilincine ulaşan bireylerin, birlikte yaşadığı insanları
ötekileştirmeyeceği ve dolayısıyla başkaldırının
olmadığı yerlerde suçların işlenmeyeceği bilinmektedir. O halde yöneticiler ve diğer sorumlular Türk kültürünü insanlara tanıtarak onun güzelliklerini tattırmak yerine alt kültür ve kimlikleri
söylemleriyle öne çıkararak tek bir kültüre mensup olmayan yamalı bohçaya dönüştürme yanlışı içerisinde bulunmamalıdırlar. Bu konuda birlik
ve beraberliği sağlamış olan ülkeler incelendiğinde; güçlü yanları etrafında bütünleştikleri
görülecektir. Örneğin A.B.Devletleri bunu güçlü
ekonomisiyle sağlamaya çalışırken, Almanya,
İngiltere Japonya ve Çin gibi ülkeler ise güçlü
yanları olarak gördükleri milli kültürleri etrafında bütünleştirmeyi sağlamaktadır. Türkiye’nin
de güçlü yanı üst kimliği olan Türk kültürüdür.
Geçmişten günümüze kadar bu güçlü yanımız
etrafında bir ve beraber olmuşuz, gelecekte de
bizi bir arada tutacak olan yine Dünya milletleri içerisinde ayırt edici özelliğimiz olan ve Dünyaca tanınan bu kültürümüzdür. O halde gerek
kendimize gerekse içinde yaşadığımız topluma
yabancılaşmayı önleyecek olan da, yine bu ortak
yanımızla bütünleşmemizdir.
Kişilik ve Kültür
Kişilik, doğuştan getirilen ve sonradan edinilen,
bireyin diğerleri içerisinde tanınmasına yol açan
ayırıcı özelliğidir. Milli kültürde, bir milletin geçmişinden getirdiği ve sonradan edindiği, bir milletin başka milletler tarafından tanınmasına yol
açan ahenkli değerler bütünüdür. Görüldüğü
229
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
gibi insan için kişilik ne ise milletler içinde milli
kültürleri odur. İnsan kişiliksiz, toplum ise kültürsüz var olamaz. Bir insan kendi kişiliğini, çocukluğundan itibaren çevresindeki diğer insanlardan
aldığı geri bildirimler sonucu tanır. Bir millette
milli kimliğini, diğer milletlerin geribildirimlerinden sonra oluşturur. Bu tespitten hareketle; Türk
milleti, Türk kültürü kavramlarının, etnosantrik
bir bakış açısıyla değil, başkalarının bizi tanıma
biçimlerinin bir ürünü olduğunu görmek gerekir. Bu tanıma ve tanımlama biçimi ise bir anlık
basit bir şey olmayıp, kişiliğin çocukluktan itibaren oluşması gibi, tarihin derinliklerinden itibaren asırlarca süregelen bir tanınmanın ve kendini tanıtmanın bir ürünü olduğunu bilmeliyiz. Biz
de diğer milletlere mensup olanları alt kimliklerine göre değil, içersisinde yaşadıkları milletin
üst kimliği ile tanırız. İngiliz’e İngiliz, Alman’a da
Alman deriz. Aynı şekilde biz de dünya toplumları içerisinde alt kimliğimize bakılmaksızın Türk
olarak tanınmaktayız Tarihten getirdiklerimiz
ve sonrada ürettiklerimize ise başka milletlere
mensup olanlar “Türk Kültürü” adını vermişlerdir.
Türkiye de yaşayan insanlar bu kavramlarla Dünyada tanındıklarının bilincinde olarak, bu millete mensubiyetle gurur duyacak şekilde yetiştirilmelidirler. Ancak böyle bir eğitim sonucunda
milli birlikten, iri ve diri olmaktan söz edilebilir.
Aksini düşünenlerin “İlim mümin in yitik malıdır”
hadisi, İslam dininin “Oku” olan ilk emrinin farkında olmadan psikolojik ve sosyolojik gerçekleri göremeyen, “gaflet, dalalet ve hatta hıyanet”
içerisinde olan kişiler olduklarını bilmeliyiz.
En Önemli Sosyal Yapı Aile ve Değerler
Bursa ili Türkiye’nin bir örneklemi gibidir. Aile
içerisindeki çatışmaların sonucu olarak Bursa’da
ve Türkiye’nin genelinde boşanma sayısında her
geçen yıl önceki yıllara oranla artış görülmektedir. Bu durum, eskiden mevcut olan boşanmayı
engelleyici aile içi ve dışı faktörlerin her geçen
yıl azaldığını ya da ortadan kalktığını göstermektedir.
230
Boşanmanın aileye verdiği yarar, oluşturduğu
zarar yanında yok denecek kadardır. Özellikle
parçalanmış ailedeki çocuklar, oluşan zarardan
en fazla etkilenenlerdir. Bu zararların azaltılmasıyla ilgili olarak, batılı ülkelerden ithal ettiğimiz belirti giderici, yüzeysel teknikler psikolojik
danışmanlıkta kullanmaya başlanmıştır. Ancak
batılı ülkelerin psikologlarının ise bu teknikleri
üretme yanında aileyi yaşatmak için gerekli olan
dinamikleri araştırdıklarını da biliyoruz. Diğer
bir ifadeyle şu anda biz de mevcut olup ta her
geçen yıl biraz daha yitirmeye başladığımız değerlerin neler olduğunu batılı bilim insanları da
öğrenmeye çalışıyorlar.
Türkiye olarak aileden sorumlu devlet bakanlığımız büyük çoğunluğu parçalanmanın ürünü
olan yetiştirme yurtlarındaki çocukların problemlerini çözmeye uğraşmaktadır. Bu çocukların sayısının her geçen gün artmasıyla da bu
problemler üstesinden gelinemeyecek bir hale
gelmektedir.
Çözüm, bu çocukların sayısının azalmasındadır,
bu ise boşanma sayılarındaki düşüşe bağlıdır.
Bununda yukarıda ifade ettiğimiz yitirmeye başladığımız değerlerimizin yaşatılmasıyla mümkün olacağına inanıyorum. Bu değerlerden bazılarını burada ifade etmekte yarar vardır. Ancak
bu değer yitiminin nedenlerinin bilinmesinde
de yarar vardır.
Bu değerlerin kaybolmasında birinci olarak aileye ilişkin konuları batıdan öğrenmeye çalışmamız etkili olmuştur. Geri olduğumuz fen bilimlerini ve bu bilimlerin ürünü olan teknolojiyi
bizden daha ileri olan ülkelerden öğrenmemiz
gerekmektedir. Ancak aile gibi psiko-sosyal
yapılarda batılı ülkelerden ileri olduğumuz, bu
psiko-sosyal alanlarda bir çok problemle yüzleşen bu ülkeleri, bizden geri olduğunu bildiğimiz
halde taklit etmemiz değerlerimizi yitirmenin en
önemli nedeni olmuştur. Basit bir örnekle bunu
açıklamak gerekirse; ailenin tanımını batı ülkelerinin yaptığı gibi yaptık: Aileyi “aynı çatı altında
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
yaşayan bireyler topluluğudur” şeklinde tanımladık. Bu tanımda hiçbir duygu ifadesine yer
verilmemiştir. Böyle duygudan mahrum, birincil
ilişkileri olmayan bir topluluk küçük bir zorlanma
sonucu parçalanabilir mesajı bu tanımla zihinlere sokulmuştur. Bunun yerine Aileyi kendimize
özgü tanımlayarak, “duygu ve inanç birlikteliği
içerisinde aynı değerler etrafında kenetlenmişliği” vurgulanarak tanımlanmış olsa ve bu tanım
yetişen nesle öğretilseydi, aile bir kez kurulunca
çok kolay parçalanamayacağı zihinleri yerleştirilmiş olurdu.
Değerlerimizin yitirilmesinde medyanın da
önemli bir rol oynadığını vurgulamalıyız. Türk
toplumundaki olumlu haberlerle olumsuz olayları aynı oranda işlememeleri, olumsuzluğa daha
fazla yer vermeleri, töre denilince zihinlere cinayetleri çağrıştırıcı “Töre cinayetleri” vurgusunun
kazınmasını buna örnek verebiliriz.
Töre kavramı daha güzel şeyleri çağrıştırmalıdır.
Töresizlik, töreli davranamamaya yol açmakta,
bu da sosyal uyumsuzluğu ve dolayısıyla bireysel çatışmaları doğurmaktadır. Örf ve törelerden
uzaklaşma; yalnızlığı, güçsüzlüğü bireylere yaşatacağı gibi yardımlaşma, dayanışma gibi güçlü
sosyal bağlarında çözülmesini gündeme getirecektir.
Yitirilen değerler; yeri doldurulmaz boşluklar
oluşturarak fertlerin uyumsuzluğuna neden
olmaktadırlar. Aile parçalanmalarına yol açan
yitirilen değerlerimizden bazılarını şöyle sıralayabiliriz.
1) Fedakârlık-İyilik
Cimrilik hırs ve kini artırır bu duyguları evcilleştirmenin en önemli yollarından biri cömertliği
geliştirmektir.
2) Muhabbet-Sevgi-Merhamet-Şefkat-Aşk
Aile kurumunun beklide en önemli işlevi sevgi
odaklı bir ilişkiler dünyası oluşturmasıdır.
Doğu toplumların geri kalmışlığı akıl yolundan
ayrılmalarıyla açıklanabilir.
4)Adalet-Doğruluk-Güvenilirlik:
Türk kültüründe doğruluk bütün iyiliklerin temeli, yalancılıkta bütün kötülüklerin anası sayılmıştır.
5) Kanaat:
Boşanmaların nedeni olarak gösterilen hırsızlık,
uyuşturucu kullanma, birçok cinayet ve istenmeyen benzeri davranışlar kanaatsizlik ürünüdür.
Kanaat bireyin elde ettikleriyle yetinerek mutlu
olmasıdır. Yetinmemek, başlıca mutsuzluk ve
uyumsuzluk kaynaklarından biridir.
6)Alçak Gönüllülük:
Çocukluğundan itibaren alçak gönüllülüğe yöneltilen kişiler, narsistik kişilik bozukluğundan
korunmuş olurlar.
7)Sabır-Tahammül:
Ailedeki problemler sabırla çözülmediğinde aile
parçalanmaları ve aile facialarıyla sonuçlanıyor.
8)Güzellikleri görme:
Çatışmalar, çirkinlikler, başarısızlıklar özümüzdeki ve çevremizdeki güzellikleri görememiş olmamızın ürünüdür.
9)Hoşgörü:
Türk kültürünü hoşgörü ile yoğuran Müslümanlık inancıdır. Nitekim inandığını söyleyen kişi bu
ayetleri içselleştirdiği oranda dinginleşir: “İyilik
kötülük bir olmaz. Sen(Kötülüğü) en güzel bir
tutumla karşıla. O zaman göreceksin ki seninle
aranızda düşmanlık bulunan kimse candan bir
dost olacaktır” (Kuran-ı Kerim Fussulet 41/34).
10)Azim-Tevekkül-Şükür
Tevekkül acılara dayanma gücünü yine acının
kendi içinden çıkartan bir kavramdır. Azmetmeden tevekkül etmek ne kadar akılsızlıksa azmettikten sonra tevekkül etmemekte o kadar mantıksız ve mantıksız olduğu ölçüde de psikolojik
sağlığı bozucudur.
3) Kamil insan olma:
231
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
11)Özür dileme ya da-Tövbe:
Suçluluk duygusundan kurtulmanın ve sıcak ilişki kurmanın belki de en iyi yolu özür dilemedir.
12)Müşavere:
Ataerkillik ya da anaerkillik gibi kavramların
papucunu dama atan, tüm kurumlarda olduğu
gibi aile içerisinde de eşitlikçiliği vurgulayan bir
değerimizdir.
13)Akraba Ziyareti:
Boşanma oranını düşüren en önemli faktörlerden biri akraba desteğidir. Akraba ziyareti devam ettirildiği ölçüde, akrabaların bu desteğinin
devamı da sağlanmış olacaktır.
14)Ahlak-edep-iffet.
Türk kültüründe ahlaklı kişi eline, diline beline
sahip olan kimsedir. Boşanmalarda ve aile cinayetlerinde ele bele ve dile sahip olamamanın ne
denli etkili olduğu çok iyi bilinmektedir.
KAYNAKÇA
•
•
•
•
•
•
•
•
•
232
Akbaba, Sırrı. Psikolojik sağlığı Koruyucu
Rehberlik ve Psikolojik Danışma. Pegem
yayınları, 2004, Ankara.
Çiftçi, Cafer. (Editör), Payitaht Bursada Kültür
ve Sanat. Sempozyum Kitabı (7.8Nisan 2006
Bursa.
İnalcık, Halil. Kuban, D.ve Güvenç, B. “Kent
kentli ve Tarih” Bursa’nın kentsel ve Mimari
gelişimi, Çiftçi, Cafer. (Editör) Sempozyum
Kitabı (7.8Nisan 2007-Bursa).
Oğuzoğlu,Yusuf. Bursa Şehrinin Gelişmesi
ve Kentsel Planlama Kültürü. Kayhan
Matbaacılık, 2008,Istanbul.
Rana,Guli. Bir vakıf medeniyeti olarak Osmanlı. Just another WordPress.com site,
6 may,2008.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Yrd. Doç. Dr. Minara Aliyeva Esen
Bursa’ya Göç Etmiş Ahıskalı
Türklerin Kültürel Faaliyetleri
Sürgün kervanları yürür gider sonu meçhul yollardan. Yollarda bayramsız, yetim, yoksul çocuklar, anneler, dedeler… Sürgün edilen milletimdir,
gurbeti büyüterek gideceği yurtlarda… Yurtsuz iklimlerde!
Dünya öyle bir dünya ki, kanla yıkamış yüzünü, ölümle bilemiş geleceğini, savaşlarla kin beslemiş insan yüreğinde kalan son birkaç damla
sevgiye de! Bakın insanlık tarihine: Savaşsız, sömürüsüz yaşanmamış bir
dönem var mı? Elbette yok!
Zorunlu göç ancak savaşların getirdiği koşullara özgü bir trajik insanlık
dramıdır. İnsanlar kadersiz düşer gider bilinmezin topraklarına. Toprağından edilen bir halkı düşünün. Annesinden koparılmış bir canlının feryadı
ilişsin kulaklarınıza. Bir çığlık yokluğa dönüşsün, damarlarınızdaki kanı
dondursun, bedeniniz yarılsın da yok olsun… Çaresizsiniz!
Sürgünü yaşayan milletim ne yazık ki bu duyguyu hep içinde yaşayacaktır. Sürgün edilen, ana vatanlarından koparılan, hastalıklara yenik düşen,
yollarda ölen, açlık ve sefaletle karşı karşıya kalan Ahıska halkımın acısı,
ne yazık ki dünyanın gelişmiş ülkelerince de görülmedi.
Milletim 14 Kasım 1944 yılında tarihin en acı olaylarından birini yaşadı.
Tıka basa vagonlara doldurulan halk, günlerce aç-susuz bir şekilde, en
temel ihtiyaçlarını gideremeden, sonunun ne olacağını bilmediği bir seyahate çıkmıştı. Yol boyunca birçok insan hastalanmış, özellikle yaşlılar ve
çocuklar açlığa, susuzluğa, vagonların ağır havasına dayanamayarak hayatlarını kaybetmişlerdi. Ölenler durulan ilk yerde vagonlardan indirilmiş
ve defnedilmelerine müsaade edilmeden yol kenarlarına bırakılmıştı. Bu
şekilde yol boyunca ne kadar Ahıskalı Türkün öldüğü bilinmemektedir.
Geri kalanlar da sürüldükleri Özbekistan ve Kazakistan’da çoğunlukla
fabrika ve işletmelerin bulunduğu köy ve kasabalara yerleştirildiler. Ahıskalı Türkler buralarda uzun bir müddet son derece ağır şartlar altında
yaşadılar. Günlerce, haftalarca at ahırlarında, kuru toprak üzerinde, hatta
kazdıkları çukurlarda yaşamaya çalışarak hayatta kalma mücadelesi verdiler. Son derece çetin olduğu görülen bu hayat şartları, Ahıskalı Türkler
arasında oldukça ciddi boyutlara varan can kayıplarına neden oldu.
1989 yılında Özbekistan’ın Fergana vadisinde çıkan olaylar sonucunda
Ahıskalı Türkler canlarını kurtarabilmek için Rusların uzattıkları yardım
eline tutunarak Rusya topraklarına göç etmişti. Rusya’nın Krasnodar
233
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
şehrine göç ettirilip yerleştirilen Ahıskalılar, yerli halk tarafından kabul edilemediği için bu kez
Amerika’nın uzatmış olduğu eli tutmuştu. Ahıskalı
Türklerin bir kısmı ABD’ne göç ettirilmişti.
1991 yılında Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla Orta
Asya’da yaşamlarını sürdüren Ahıskalı Türkler bir
zamanları yaşadıkları Kafkasya topraklarına dönebilmek için yeni göçe başlamıştı. Göç edenler,
genellikle diline, kültürüne, milli benliğine yakın
olan Azerbaycan Cumhuriyetine yerleşmişti. Azerbaycan halkının milletime karşı göstermiş olduğu
misafirperverlik ve yardımseverlik hiçbir zaman
unutulmayacaktır.
Bugün yarım milyon civarındaki Ahıskalı Türk,
Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Rusya, Ukrayna, Sibirya, Kuzey Kafkas ve ABD ülkelerinde darmadağınık bir halde hayat mücadelesi vermektedirler. Bu insanların çoğu Ahıska’ya dönmek arzusundadır. Bir kısmı ise Türkiye’de bir araya gelmeyi
düşünmektedir.
Ülke
Özbekistan
Kazakistan
Kırgızistan
Azerbaycan
Rusya
Gürcistan
Diğer
Toplam
Nüfus
106.200
49.266
21.266
17.705
9.921
1.372
1.566
207.364
Oranı
51,1
23,76
10,27
8,54
4,78
0,66
0,75
100
1989 nüfus sayımına göre, Ahıskalı Türklerin nüfusu ve yaşadıkları ülkeler şöyledir:
2002 yılı itibariyle 500,000’e ulaştığı sanılan Ahıskalı Türklerin, sürgünün 50. yılında dağıldıkları
ülkeler ve bu ülkelerdeki nüfuslarının şu şekilde
değiştiği sanılmaktadır:
I. Azerbaycan (toplam): 1. Muğan Bölgesi:
2. Gence-Kazak Bölgesi:
3. Bakü ve Civarı:
4. Kuba-Kaçmaz Bölgesi:
5. Diğer:
234
135.000
65.000
20.000
10.000
15.000
25.000
II. Kazakistan (toplam):
105.000
III. Kırgızistan (toplam):
35.000
IV. Özbekistan (toplam):
10.000
V. Rusya Federasyonu (toplam): 65.000
1. Kursk Vilayeti:
2.000
2. Smolensk Vilayeti:
3.000
3. Belgorot Vilayeti:
4.000
4. Krasnodar Bölgesi: 15.000
5. Tula Vilayeti:
2.000
6. Diğer:
7.000
7. Oryol Vilayeti:
2.000
8. Çeçen-İnguşetya:
3.000
9. Rostov Vilayeti:
7.000
10. Stavropol Bölgesi:
9.000
11. Kabarda-Balkar Cum.: 5.000
12. Volga Nehri-Güneyi: 3.000
13. Rıyazan Vilayeti:
3.000
VI. Ukrayna (toplam): 15.000
VII. Gürcistan (toplam): 2.500
Toplam:
368.0001 ,
Her şeye rağmen bütün Ahıskalıların en büyük hayali vatanı olan Türkiye Cumhuriyetine dönmekti.
SSCB’nin dağılması ile birlikte, 1990’lı yıllardan
itibaren Ahıskalılara karşı duyarlılığını arttıran Türkiye ise, 1992 yılında çıkardığı “Ahıskalı Türklerinin
Türkiye’ye Kabulü ve İskânına Dair Kanun”2 ile Ahıskalı Türklerin gerek Türkiye’ye iskânını, gerekse
eski SSCB sınırları içindeki yeni devletlerde kalacakları “çifte vatandaşlık” statüsünün verilmesini
kabul etmiştir.
1992 yılından itibaren Ahıskalılardan sayılı aileler
bütün zorluklara rağmen Türkiye toprağına ayağını basabilmişti. Daha sonraki yıllarda göç eden
Ahıskalıların sayısı gün geçtikçe artıyordu. Her ne
kadar bütün Ahıskalı Türklerin bu hayali gerçekleşmediyse de pek çok Ahıskalı bu hayaline kavuşabilmişti.
2004 yılında Türkiye’de Ahıskalı Türklerin illere
göre tespit ettiğimiz dağılımı şöyledir:
1 Tahmini olarak sanılmaktadır.
2 “Ahıskalı Türklerinin Türkiye’ye Kabulü ve İskanına Dair
Kanun”, Kanun No: 3835, Kabul Tarihi: 02.07.1992, Resmi
Gazetede Yayımlandığı Tarih: 11.07.1992, Sayı: 21281, Ankara.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Bursa ili toplam:
Bursa Merkez:
Bursa/İnegöl:
İstanbul:
Antalya:
Iğdır:
Çınarcık:
Gebze:
Çanakkale:
Aydın:
İzmir:
Ankara:
Denizli:
Konya:
Adana:
Trabzon:
Adapazarı:
Samsun:
Kırıkkale:
Kütahya:
Van:
Toplam:
18.824
15.996
2.828
2.010
1.070
899
699
662
441
295
270
252
200
187
62
51
47
30
22
16
5
25.2573
2004’ten bu yana elbette ki göç edenlerin sayısı
epey artmıştır. Bugünlerde bu rakam aşağı yukarı
60 bine kadar yükselmiştir. Fakat yukarıda da görüldüğü gibi bugünlerde de bu göç dalgasının en
yoğun şekilde yöneldiği illerin başında Bursa gelmektedir.
Bursa, tarihin her döneminde büyük göçlere sahne olmuştur. Bursa göçlerle kurulmuş bir kenttir.
1950’lerin başlarından itibaren, başta Bulgaristan
olmak üzere Balkanlardan göç etmek zorunda
bırakılan Türklerin ve rakamlara bakılırsa Ahıskalı Türklerin de en fazla tercih ettikleri il olmuştur.
Bugünlerde Bursa’ya göç eden Ahıskalıların nüfus
sayısı 40 binin üzerindedir. Ahıskalılar toplu olarak
Bursa’nın Yıldırım, Nilüfer, İnegöl, Gürsu, Osmangazi ilçelerine bağlı mahallelere yerleşmişlerdir.
Göçler, insanların yerlerinden, yurtlarından, mallarından, mülklerinden ayrılmalarına, büyük acılar
ve sıkıntılar yaşamalarına sebep olmakla beraber,
insanlar arasında meydana gelen kültür alış verişi,
sosyal ve toplumsal karışım sonucunda yeni kül3 Tablodaki bilgiler, Bursa Ahıskalı Göçmen Türkleri Kültür ve
Sosyal Yardımlaşma Derneği’nden alınmıştır.
türlerin doğmasına ve bu kültürlerin zenginleşmesine de hizmet etmiştir.4
1992 yılından itibaren kendi imkânlarıyla Türkiye’ye
gelip, şurada burada perişan vaziyette hayat mücadelesi veren birçok Ahıskalı aile pek çok sorunla
karşılaşmıştı. Bu sorunlar, o dönemlerde günden
güne artmakta olan ikamet, eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik problemleri idi. Vatandaşlık işlemleri
o zamanları çok yavaş yürümekteydi. Bu sorunları
çözebilmek için Ahıskalıların yerleştikleri diğer şehirlerde de görüldüğü gibi Bursa’da da dernekler
kurulmaya başlamıştı.
1994 yılında hazırlanan dernekler tüzüğünün
doğrultusunda ilk dernek 23 Ağustos 1995 yılında
“Ahıska Türkleri Kültür, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği” adı altında kurulmuştu. Derneğin
kuruluşunda Asker Yılmaz, Nefer Tekdir, Erdal Atalay, Veysel Kılıç, Hamit Muzafferoğlu, Bekir Seviş,
Şakir Seviş’in büyük emekleri göz ardı edilemez.
Derneğin başkanı Veysel Kılıç olmuştu.
Bu dernek, ikamet, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik
gibi sorunları çözmenin yanı sıra Ahıskalı Türklerin
kültürünü de yaşatmak bakımından çeşitli faaliyetlerde bulunmuşlardır.
1995 yılından itibaren ilk kültürel faaliyet olarak
Bursa halkına Ahıskalıların kültürünü tanıtmak
olmuştu. Dernek tarafından düzenlenen davullu
zurnalı, yemekli bir şölende Ahıska kültürü amatörce kurulan folklor ekibi tarafından tanıtılmıştı.
Bu şöleni izleyen Bursa’nın yerel televizyon kanalı
ASTV’nin mensupları, ilk kez Ahsıkalıları “Yöreler”
adlı programının canlı yayınına davet ederek, Ahıskalıları tanıtan bir program yapmıştı. 1996 yılının
bahar döneminde Bursa’nın diğer yerel televizyon
kanalı Olay TV Ahıskalıları kendi yayınlarına davet
ederek canlı yayında Ahıskalıların kültürü ile ilgili
bir program düzenlemişlerdi.
1996’ın Mayıs ayında Ahıskalı Türkler, İstanbul
Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı tarafından “Türk
Dünyası Çocuk Şöleni”ne davet edilmişlerdi. Bu
4 İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, TKAE Yayınları, Ankara,
1977.
235
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
şölenin folklor gösterilerine Ahıskalı çocuklarının
oluşturdukları bir ekip katıldı. Bu olaydan sonra,
Bursa’da bir çocuk folklor ekibi kurulmuştu. Bu
ekip, o tarihten itibaren her yıl (2002 yılı hariç) bu
şölene aktif olarak katılmıştı. Aynı ekip, 1998’den
itibaren Yalova Folklor Eğitim Merkezinin (YAFEM)
Yalova’da düzenledikleri festivale katılmaya başlamıştı. Ayrıca 1999’dan itibaren Konya’da Mevlana
Günlerine, Ankara’da Çubuk Turşu Festivaline katılmaya başladılar. Folklor ekibi olarak 4 kez Olay
TV, 3 kez AS TV, 3 kez TRT/Avrasya TV’in canlı yayın
programlarına katıldılar.
Bu derneğin 2002 yılında yapılan başkanlık seçiminde başkan olarak Murtaza Hocaoğlu seçilmişti.
Derneğin kültürel faaliyetleri bakımından o yıldan
itibaren ayrıca anma programları gerçekleştirilmeye başladı. Bu anma günlerinden her yıl Kasım
ayında 14 Kasım “Sürgün Günü” ile Haziran ayının
başında da “Fergana Olayları” anma programları
geçirilmektedir.
Derneğin çatısı altında 2003 yılında Folklor ekibi
yeniden kurulmuştu. Bu ekibin gösterileri Bursa’da,
İzmir’de, İzmir’in Kirazlı ilçesinde gerçekleştirilmişti. Aynı zamanda yukarıda da bahsettiğimiz gibi
hem Yalova’da hem de İstanbul’da gösterileri sergilenmişti.
2005 yılının Aralık ayında eğlence amaçlı bir gece
tertiplenmişti, 2006 yılında yaz döneminde üniversitede okuyan öğrenciler için ayrı bir gece düzenlenmişti.
2007 yılında Ahıska doğumlu olan Ahıskalı ihtiyarlardan 60 kişi için memleketleri olan Ahıska’ya
gezi düzenlenmişti.
Ne yazık ki bugüne kadar güzel Bursa’mızda basın yayın konusunda pek başarılı olamadık. Ne bir
gazetemiz, ne de bir dergimiz süreli olarak ortaya
konamadı. 2007 yılında dergi yayınlama konusunda öncülük yapan Temindar İlimdaroğlu, derneğin yayın organı olan AKKALE dergisinin ilk sayısı
çıkarmıştı. O sayınsın yayınlanmasında irili ufaklı
bazı işyerlerin sahipleri tarafından maddi destek
sağlandı. Ancak bunun devamını getiremeyince
236
hazır hale gelen 2. sayısı çıkmadan derginin yayını
durdurulmuştu.
Bu derneğin ayrıca Ahıska Sesi radyosu da faaliyet
göstermektedir.
2010 yılında 21 Mart Nevruz Günü kutlamaları
1000 kişinin katılımıyla gerçekleşmişti. Ayrıca Valilik tarafından da düzenlenen 21 Mart Nevruz Günü
kutlamalarına iştirak eden Ahıskalı Türkler, şölene katılanlara geleneksel yemeklerden ikramda
bulunuyorlar. 1 Ağustos 2010 tarihinde de Bursa
Kirazlıyayla’ya 800 kişi için piknik düzenlenmişti.
Dini Bayramlarımızdan Ramazan Bayramında
bayramın 2. gününde bayramlaşma etkinlikleri
düzenlenmekte, Kurban Bayramında ise şölenler
düzenlenip kurbanlık et dağıtılmaktadır.
2001 yılında Bursa’da Ahıskalılar Yardımlaşma ve
Dayanışma Derneği adı altında ikinci dernek kurulmuştur. Derneğin kurucusu ve başkanı Mevlüt
Eşref’tir. Bu derneğin çatısı altında da bir Folklor
ekibi kurulmuştu. Derneğin kültürel faaliyetleri
bakımından gerçekleştikleri etkinlikler şunlardır:
Folklor ekibi 2002-2003 yıllarında Kocayayla’da,
2004 yılında Bilecik/Söğüt’te, 2006-2007 tarihlerinde Bursa/Gürsu’da yapılan şenliklerine katılmıştı. 2004’te Ankara’da gerçekleştirilen Sürgünün 60.
yılı dolayısıyla katılımı olmuştu.
2006 yılında Hamit Muzafferoğlu başkanlığında
Ahıskalılar Kültür ve Yardımlaşma Derneği kurulmuştu. Bu dernek, Bursa’da ve diğer şehirlerde
düzenlenen tüm kültürel ve eğitimsel faaliyetlere
katılmakta, maddi ve manevi destekte bulunmaktadır.
2008 yılında Paşa Alihan başkanlığında Sürgüne
Uğramış Ahıskalıların Haklarını Koruma Merkezi
Derneği kurulmuştu.
2000 yılında “Ahıska Türkleri Kültür, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği” derneğinin çatısı
altında kurulan Ahıskaspor Kulübü bir dönem dağıldı, 2008 yılında faaliyetlerine Sürgüne Uğramış
Ahıskalıların Haklarını Koruma Merkezi’nin çatısı
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
altında devam etmiştir. Bugün bu kulüp Federasyon liginde yer almaktadır. 2010 yılında amatör 2.
Ligde de 4. olmuşlardı.
•
Bu dernekte genel olarak eğitim kursları verilmeye
çalışılmıştır. 2008’den bu yana düzenli bir şekilde
geçirilmese de amatörce Türkçe, Gürcüce, Rusça, İngilizce dil kursları verilmişti. Dersi verenler,
3-4. sınıflarda okuyan üniversiteli öğrenciler idi.
Üniversiteye girmeyi hedefleyen gençler için de
matematik dersi verilmişti. Ayrıca saz, gitar çalma,
satranç gibi kursların da haftada bir kez verilmesine gayret edildi.
•
Kursların başında Ahıskalıların gururu olan şairimiz, yazarımız Mircevat Ahıskalı tarafından verilen
şiir kursu gelmektedir. Şair bu kursta talebelerine sadece şiir yazmasını değil, aynı zamanda şiir
okumasını, dinlemesini de öğretiyor. Şiirin yapı
ve biçimlerini anlatıyor. Bununla birlikte; makale,
hikâye, deneme okuma ve yazma dersleri de vermektedir. En önemlisi de talebelerine kendilerini
tanımaları için büyük çaba harcamaktadır. İlk hedefi olarak da talebelerine “Vatan, millet, bayrak
sevgisini aşılamayı kendinde borç olarak görüyor.
Genç şairleri yetiştiren Mircevat Ahıskalı, talebelerin yazmış oldukları şiirleriyle gurur duymaktadır.
Şiirlerini bir araya getirerek Bursa’dan Ahıska Esintileri adı altında bir şiir antolojisini çıkarmayı hedefliyor. Aslında yazarımızın Türkiye/Bursa’ya göç
ettikten sonra bugüne kadar yayınlattığı 10 kitabı
vardır. Bu kitaplardan bugüne kadar seri halinde
yayınlanan üç romanı, bir hikâyeler kitabı, iki destan, bir rubailer, iki şiir kitabı, bir masallar kitabı
yayınlanmıştı:
Eserler:
• Mircevat Ahıskalı, Rubailer, Emin Yayınları,
Bursa 2004.
• Mircevat AHISKALI figan, Emin Yayınları, Bursa
2005.
• Mircevat Ahıskalı, Gönül ile Karagül, Emin Yayınları, Bursa 2006.
• Mircevat Ahıskalı, Gurbetten Iniltiler-1 Sürgün,
Emin Yayınları, Bursa 2006-2010 (2. baskı)
• Mircevat Ahıskalı, Ahıskalı’dan Hikâyeler, Emin
Yayınları, Bursa 2007.
•
•
•
Mircevat Ahıskalı, Gurbetten İniltiler-2 Yaşam
Savaşı, Emin Yayınları, Bursa 2007.
Mircevat Ahıskalı, Gurbetten İniltiler-3 Karış Karış Fergana, Emin Yayınları, Bursa 2010.
Mircevat Ahıskalı, Fani Nakışlar, Emin Yayınları, Bursa 2010.
Mircevat Ahıskalı, Gurbetten İniltiler Destan,
Emin Yayınları, Bursa 2010.
Mircevat Ahıskalı, Ahıska Masalları ve Hikâyeler,
Emin Yayınları, Bursa 2010.
Dernek başkanlarımız bir dayanışma içinde, geceyi gündüze katarak gereken kurumlarla, gereken
bakanlıklarda ilgili kişilerle görüşerek Ahıskalıların
ikamet, sağlık, eğitim, çalışma izni, sosyal güvence, vatandaşlık gibi sorunları çözmeye gayret etmektedirler. Yardıma muhtaç olan ailelere değişik
kurumlardaki ilgili kişilerle, işadamlarıyla görüşerek yardım imkânlarını, okuyan öğrencilerimize
burs, üniversiteyi hedefleyen gençlerimize dershanelerde ücretsiz kurs ayarlamaktadırlar. Ayrıca
derneklerimizde “Aksakallar Şurası”, Gençlik Kolu”,
“Kadınlar Kolu” gibi kollar da faaliyet göstermektedirler.
Aslında kültürel faaliyetler bakımından en başta
Ocak 2008 tarihinde kurulan Uluslararası Ahıskalı Sanat Severler Birliği (UASB)’nin çatısı altında
gerçekleştirilen faaliyetleri göstermek gerekir. Bu
birliğin kurulmasında Mircevat Ahıskalı, Minara Aliyeva Esen, Kurban Sahaddinoğlu, Hamit Gazigil, Hüseyin İsmihan’ın büyük emekleri vardır. Ancak üç
sene faaliyet gösteren bu birlik ne yazık ki maddi
sıkıntılardan dolayı faaliyetlerine devam edemeyince dağılmıştı.
UASB’nin çatısı altında sinema, tiyatro, şiir, halk
oyunları ve Ahıskalılarda kurulan ilk Türk Halk Müziği Korosu başarılı bir şekilde faaliyet göstermişti.
Bu birliğin amacı geleneksel örf-adetlerimizi korumakla beraber, kültürel ve sanatsal faaliyetlerimizi
yapılandırmak ve gelecek nesillere miras olarak
bırakmaktı.
Birliğin kurucularından Mircevat Ahıskalı, Minara
Aliyeva Esen ve Hamit Gazigil tarafından Ahıskalıların sahip olduğu kültür değerlerini yaşatıp ge-
237
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
lecek nesillere aktarmak amacıyla, sözlü edebiyatı
yaşatmak adına Ahıska doğumlu olan ninelerimiz
ve dedelerimizin bildikleri halk edebiyatı ürünleri
derlenmişti ve derlenmeye devam edilmektedir.
Bu birliğin gerçekleştirdiği büyük çaplı birkaç
programı olmuştu. Yıldırım Barış Manço Kültür
Merkezinde ilk program 02.10.2008 tarihinde “Bayram Şenliği” adı altında gerçekleştirilmiştir. Tiyatro
gösterileri, genç şairlerin şiirleri, halk oyunları ve
koro tarafından sunulan program muhteşemdi.
2009 yılının Kasım ayında 14 Kasım Sürgünün yıldönümü nedeniyle yine Barış Manço Kültür Merkezinde bir anma programı gerçekleştirilmişti. Bu
programda sürgün olayını Mircevat Ahıskalı’nın
yazmış olduğu senaryo doğrultusunda çok başarılı bir şekilde canlandıran tiyatro ekibi salonda bulunan bütün insanları gözyaşına boğmuştu.
2010 yılının Aralığında Mircevat Ahıskalı adına düzenlenen bir başka muhteşem program gerçekleştirilmişti. 2010 yılının Aralık ayında Barış Manço
Kültür Merkezinde, Mircevat AHISKALI’nın ellinci
yaş günü kutlandı. Eski SSCB’ye bağlı cumhuriyetlerde dağınık halde yaşayıp, vatanına, edebiyatına,
birbirlerine hasret kalan milletimiz; bu programda
katılımıyla, konuşmalarıyla, yazara ithaf edip yazdıkları şiirler ve türküleriyle, alkışlarıyla yazarını ne
kadar sevdiklerini, sahip çıktıklarını net bir şekilde
ortaya koydular. Programdaki coşku, sevgi selinin
ne kadar yoğun olduğunu Türkiye’nin farklı şehirlerinden ve yurt dışından gelen konukların ilgisinden de anlamak mümkündü.
Konuşmacılardan şair Mustafa Selman YILMAZ,
Mircevat AHISKALI’nın eserlerinden yola çıkarak,
Ahıskalıların çileli hayat yolunu anlattığında salonda bulunanlar gözyaşlarına hâkim olamadılar.
İnanıyorum ki bu tür faaliyetler sadece Mircevat
AHISKALI’nın jübilesiyle son bulmayacak, diğer sanat ve ilim adamlarıyla da devam edecektir.
Türkler, göçlerle Orta Asya’dan getirdikleri kültürü Anadolu’nun her bölgesine yaymışlar; kendi
kültürlerini o bölgede varolan kültür ile besleyerek gittikleri yerleri birer kültür merkezi haline
238
getirmişlerdir. Bu kültür merkezlerinde en güzel
örneklerden biri de 1326 yılında Orhan Gazi’nin
Bizanslılardan alarak Osmanlılara başkent yaptığı
Bursa’dır. Bize kucak açan güzel şehrimiz Bursa’ya
ve Bursalılara ve ortak olan kültürümüzü yaştma
imkanı sağlayan Bursa’nın yöneticilerine buradan
teşekkürümüzü de bildirmek istiyoruz.
KAYNAKLAR:
AHISKALI, Mircevat, Gurbetten Iniltiler-1 Sürgün,
Emin Yayınları, Bursa 2010 (2. baskı)
AHISKALI, Mircevat, Gurbetten İniltiler-2 Yaşam Savaşı, Emin Yayınları, Bursa 2007.
AHISKALI, Mircevat, Gurbetten İniltiler-3 Karış Karış
Fergana, Emin Yayınları, Bursa 2010.
AHISKALI, Mircevat, Fani Nakışlar, Emin Yayınları,
Bursa 2010.
AHISKALI, Mircevat, Gurbetten İniltiler Destan, Emin
Yayınları, Bursa 2010.
AHISKALI, Mircevat, Ahıska Masalları ve Hikayeler,
Emin Yayınları, Bursa 2010.
AHISKALI, Mircevat, Ahıskalı’dan Hikayeler, Emin
Yayınları, Bursa 2007.
AHISKALI, Mircevat, Gönül ile Karagül, Emin Yayınları, Bursa 2006.
AHISKALI, Mircevat, Rubailer, Emin Yayınları, Bursa
2004.
“Ahıskalı Türklerinin Türkiye’ye Kabulü ve İskânına
Dair Kanun”, Kanun No: 3835, Kabul Tarihi:
02.07.1992, Resmi Gazetede Yayımlandığı Tarih:
11.07.1992, Sayı: 21281, Ankara.
“Bursa Ahıskalı Göçmen Türkleri Kültür ve Sosyal Yardımlaşma Derneği”nin kayıt defteri.
CENGİZ, İsmail, Prusa’dan Günümüze Bursa, “Medeniyetin İpek Şehri”, Bursa Büyükşehir Belediyesi,
Bursa 2008.
KAFESOĞLU, İbrahim, Türk Milli Kültürü, TKAE Yayınları, Ankara, 1977.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Prof. Dr. Kamil Veli Nerimanoğlu
Bakü-Bursa Eğitim ve
Kültürel İlişkileri
Biz, Bakü ve Bursa derken aslında Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ilişkilerinin sadece bir yönünden bahsetmek istiyoruz. Türkiye ile Azerbaycan’ın
tarihsel, kültürel, politik ilişkileri başka ülkelerle olan ilişkilere benzemez.
Devlet büyüklerinin “Bir devlet – iki millet” formülü ile analiz edilen ve
bu slogandan daha fazla içerikli konsept mahiyetinde olan bu ifade, gerçekten de tarihi birliğimizi vazgeçilmezdir. Bu açıdan da milli, kültürel,
tarihsel ilişkilerimizi de kapsamaktadır.
Selçuklu, Akkoyunlu, Karakoyunlu ve Osmanlı İmparatorluğu döneminde bir milletin ayrı ayrı coğrafyalarda mevcut olan ortaklığı, milli değerleri bazen bazı dönemlerde politik, bazı dönemlerde ise kültür birliği ile
onaylanmıştır.
Dil ve din birliği, edebiyat ve sanat ortaklığı Kafkasya – Anadolu sınırları
tanımaz. Ne Azerbaycan’ın ikiye bölünmesi ne de ayrı ayrı rejim şartlarında yaşamak bu birliği boza bilmemiş, millet ve tarih şartlarını ortadan
kaldıramamıştır.
1813-1828 yıllarında Gülistan ve Türkmençay Barış Antlaşmaları ile Azerbaycan Türklerinin ikiye bölünmesi, bir asır boyunca defalarca boy veren
Türkiye – Rusya savaşları bu manevi kültür birliğinin bozulmasında başarılı olamamıştı.
Rus sömürge politikası ve İran’ın din görünümlü ilticaya dayalı rejim sistemi, Türkiye – Azerbaycan tarihi birliğini kendilerine hedef seçtiyse bile
bu baskıcı politika ve ideolojiler büyük birlik temelini sarsıtamamıştır.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı Devletinin çok ağır durumda olduğu dönemde Kafkas İslam ordusunun 1918 yılında Azerbaycan’a ve
Dağıstan’a gelmesi, Azerbaycan Türklerini Ermeni soykırımından kurtarmıştı. Tarihin gerçeği hiçbir zaman unutulmamış ve unutulmayacaktır.
Çanakkale savaşında şehit düşen Azerbaycan Türkleri de bu tarihi kardeşliğinin sayfalarını kendi kanlarıyla yazmışlardır.
239
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
1918-1920 yıllarında Mehmet Emin Resulzade ve
silah arkadaşlarının kurduğu Azerbaycan Demokratik Cumhuriyetinin Türkiye ile ilişkileri bu tarihi
birliğin altın sayfalarındandır. 1920’lerde Sovyet
Rusya’sının Azerbaycan’ı yeniden işgal edilmesi
sonucunda sınırlar kapatılmış, dostluk ve kardeşlik köprüleri kaldırılmıştır. Stalin rejimi devrinde
yüzlerce aydın Türkiye sevgisine, Türkiye – Azerbaycan birliğinin vazgeçilmez kanaatlerine göre
“pantürkist” damgasıyla kurşuna dizilmiş, soykırım
edilmişti.
1991 yılında Sovyet Birliği dağıldı. Sovyetler Birliği
bazı ideologların, tarihçilerin ve politikacıların, tarihçilerin dediği gibi kansız çökmedi. Bu mücadelede binlerce mücahidin 70 yıldan fazla süregelen
mücadelesi ve kanı vardır. Sembolü Ebülfez Elçibey olan yüzlerce aykırı düşünen insanların Türklük zihniyeti ile yaşayan insanların gerçekleştirdiği
mücadele de unutulmamalıdır.
Bu yıllardan başlayarak zıddiyetli dönemler yaşansa bile Azerbaycan – Türkiye ilişkileri hiç kopmadı
ve Türk Dünyası bağlamında çok büyük adımlar
atıldı. Devlet ve millet seviyesinde gerçekleşen bu
birlik yolunda kültür ve eğitim birliğinin altını çizerek bir sıra gerçekleri dile getirmeliyiz.
Ana noktalarına temas ettiğimiz Türkiye – Azerbaycan birliğinin bir önemli dalı da Türkiye Cumhuriyeti şehirleri, eğitim ve kültür merkezleri ile
Azerbaycan’daki şehirler, eğitim ve kültür merkezleri ilişkilerinin içten bağlı olmasıdır. Bu bağlamda
sadece İstanbul-Bakü, Ankara-Bakü, İzmir-Gence,
Konya-Şeki ilişkileri değil bütün Anadolu’yu ve
Azerbaycan’ı kapsayan dostluk, kardeşlik, kültür
ve eğitim temasları, yollarıdır.
Bu sırada biz Bursa-Bakü ilişkilerinin önemi üzerinde durmak istiyoruz.
Bildiğimiz gibi Bursa, Türkiye’mizin çok büyük tarihi geleneklere bağlı modern, sanayi, kültür ve
sanat şehridir. Bursa’nın tarihi, altın harflerle yazılmış abideleri, hali, mutfak, el sanatları kültürünü,
240
çağdaş oto sanayisi, tekstil fabrikaları, kış sporu ve
dinlenme merkezlerini kapsamaktadır.
Uludağ Üniversitesi, sadece Türkiye’nin değil bilgenin uluslar arası bilimsel platformlu merkezlerinden biridir. Hiç tesadüfî değildir ki, Bakü ile Bursa arasında enerji, sanayi, tekstil ve diğer önemli
alanların işbirliği ile beraber tiyatro, sanat ve eğitim ilişkileri açısından ortaklıklar vardır. Bakü Üniversitesinin Petrol ve Kimya Enstitüsü ile beraber
Bakü Müzik Akademisi, Güzel Sanatlar Üniversitesi
Bursa gençleri için de cazibe merkezidir.
Bursa’daki Işıklar Askeri Lisesi ve elbette ki Uludağ
Üniversitesi Azerbaycan gençlerinin çok sevdiği
ve tercih ettikleri eğitim merkezleridir. 2010-2011
eğitim-öğretim döneminde Bursa’da öğrenim gören öğrencilerimizin sayısı 78’dir. Bu öğrencilerin
Bursa’yı tercih etmelerinin sebebi, bu şehrin bir
anakent şehri olması, bir kültür şehri olmasıdır.
Bursa’nın Uludağ Üniversitesini tercih edilme sebeplerinin başında ise bu üniversitenin uluslar
arası platformda geçerliliği olan bir üniversite olduğudur.
Bursa’da eğitim gören bu gençlerimiz, hem Bursa
kültürünü hem genel olarak Türk kültürünü tanımaktadır. Aynı şekilde de Bursa’da ve genel olarak
Türkiye’de yaşayan Türk kardeşleri için de Azerbaycan kültürünü tanıtmaktadırlar. Bursa’da eğitim
gören bu gençlerimiz Azerbaycan’ın önemli gün
ve tarihleriyle ilgili etkinlikleri düzenlemektedirler.
Bunları da şu şekilde özetleyebiliriz:
a. 2006 yılından itibaren her yıl Bursa Nilüfer Belediyesinin tahsis ettiği salonlarda Üniversite yönetimi
ve diğer kuruluşların katılımıyla Azerbaycan’ın özgürlük mücadelesinin en önemli tarihlerinden biri
olan 20 Ocak gününün anma programı gerçekleştirilmektedir. Bu etkinliklerde Sovyet Azerbaycan’ı
ile Özgür Azerbaycan karşılaştırılmakta ve 20 Ocak
olaylarından sonra Azerbaycan halkının kendi özgürlüklerinin nasıl kazandıkları anlatılmaktadır.
b. 2005 yılından itibaren Uludağ Üniversitesin-
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
de Azerbaycan Kültür Derneği ve Haydar Aliyev
Vakfı’nın katkılarıyla her yıl “Hocalı Katliamı”nın
anma programları geçirilmektedir.
lisans, lisansüstü eğitimi kapsaması, Azerbaycan
c. Öğrencilerimiz, Uludağ Üniversitesinin 2008 yılından itibaren her yıl düzenlediği 21 Mart Nevruz
Günü kutlamalarında aktif olarak görev almaktadırlar. Bu etkinliklerde futbol turnuvalarına, gösterilere, nevruzun bir sembolü olan demir dövme
şölenine, Nevruz Günü ile ilgili düzenlenen çeşitli
konferanslara iştirak etmektedirler.
gelmektedir. Biz inanıyoruz ki, Türkiye-Azerbaycan
ve Türkiye şirketlerinin Bursa merkezli iş olanaklarının gerçekleştirilmesi bu perspektifin başında
ilişkilerinin merkez hatlarından olan Bursa-Bakü
ilişkileri Bursa-Tebriz, Bursa-Erdebil, Bursa-Kerkük
ilişkileri ile daha da zenginleşecek ve AzerbaycanTürkiye ilişkilerinin odak noktası olacaktır.
Ortak hazırlanmış opera ve balelerin, tiyatroların,
ç. 28 Mayıs Azerbaycan Demokratik Cumhuriyetinin kuruluş yıldönümü nedeniyle 2010 yılında
başlatılan kutlamalar, Üniversitenin çatısı altında kutlanmaktadır. Bu etkinliklerde Türk-İslam
dünyasında kurulan ilk demokratik cumhuriyetin
ADR olduğu özellikle vurgulanmakta, özgürlük ve
modernleşme yarışında Azerbaycan Türklerinin
diğer akraba, kardeş topluluklarının diğer akraba,
kardeş topluluklarını nasıl geride bıraktığı anlatılmaktadır.
konserlerin, bilimin ayrı ayrı alanlarının dünya
standartları seviyesinde gelişmesinde, yerleşmesinde Bursa-Bakü işbirliği, kültür birliği, eğitim birliği önemli rol oynamaktadır.
KAYNAKLAR:
CENGİZ, İsmail, Prusa’dan Günümüze Bursa, “Medeniyetin İpek Şehri”, Bursa Büyükşehir Belediyesi,
Bütün bunların yanı sıra Bursa’da öğrenim gören
Azerbaycanlı öğrencilerimiz değişik topluluklarda
görev almaktadırlar. Uludağ Üniversitesinin her yıl
düzenlediği Türkoloji Günlerine, Uluslar arası İlişkiler Kongresine, Kişisel Gelişim ve Liderlik Okulu
etkinliklerine, Reklamcılık günlerine gibi pek çok
etkinliğe iştirak etmektedirler ve gerçekleşmesinde görevler almaktadırlar.
Uludağ Üniversitesi Yönetimi ile Azerbaycanlı
öğrenciler arasında her zaman bir dostluk ilişkisi
vardır. Merhum Rektör Prof. Dr. Mete Cengiz her
ay mütemadiyen Azerbaycanlı öğrencileri ile görüşüp, onların problemlerini dinler, çözüm yolunu
bulmak için tüm gayretini kullanırdı.
Bursa 2008.
AZERBAYCAN ANSİKLOPEDİSİ, 1-10 Ciltler, Bakü
1975-1985.
KAFESOĞLU, İbrahim, Türk Milli Kültürü, TKAE Yayınları, Ankara, 1977.
TSUSİYEV, Artur, Atlas etno-politiçeskoy istorii Kavkaza, 1774-2004, Moskva 2007.
NERİMANOĞLU, Kamil Veli, Özümüz Sözümüz,
Bakü 2005.
Buradan rahmetli Hocamız Prof. Dr. Mete Cengiz’e
Allahtan rahmet diliyoruz.
Bizce Bursa-Bakü ilişkilerinin bitmiş olarak sayılması doğru değildir. Bu ilişkilerin daha da derinleşmesi, sistemli şekilde yaygınlaşması, lisans öncesi,
241
242
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Mustafa Dündar
Bursa Osmangazi ‘de Yeşil Alan
Çalışmalarının Değerlendirilmesi
OSMANGAZİ BELEDİYESİ “DAHA YEŞİL BİR BURSA” İÇİN ÇALIŞIYOR
Bir cihan imparatorluğu olan Osmanlı Devleti’nin bir dönem başkentliğini yapmış ve sahip olduğu eşsiz doğasıyla dillere dolanmış
bir zenginliğin mirasçısı: Bursa’nın can damarı Osmangazi.
Bursa’nın merkez ilçesi Osmangazi’de, var olan zenginlikleri korumak ve
yaşatmak amacıyla Osmangazi Belediyesi Türkiye’nin en kapsamlı çevre
projelerine imza atıyor. Örnek çalışmalarıyla Türkiye’de ilklere imza atan
Osmangazi Belediyesi, “Seçimlere değil, gelecek nesillere yatırım” yapmayı prensip edinerek yeşil alanların arttırılması ve korunması amacıyla
ilçenin dört bir yanında çalışmalarını sürdürüyor.
Osmangazi Belediyesi, ilçe sınırları içinde 1 milyon 139 bin 819 metrekarelik alan da kente soluk aldıracak yeşil alan düzenlemesi gerçekleştirmiş
olup, çalışmalarına hızla devam ediyor.
243
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
BİR MİLYON FİDAN KAMPANYASI
“Yeniden Yeşil Bursa” hedefiyle yola çıkan Osmangazi Belediyesi, Bursa’daki en büyük sosyal sorumluluk projesi olan “Bir milyon fidan
kampanyası”na öncülük ediyor.
Orman Bölge Müdürlüğü ile birlikte yürütülen dev
fidan dikim kampanyasına toplumun farklı kesimleri de dahil ediliyor. Böylece 7’den 70’e herkeste
çevre ve yeşil alan konusunda toplumsal bilinç
oluşturulması, aynı zamanda bireysel katkılarla da
çalışmanın başarıya ulaşması hedefleniyor.
2010 yılının Mart ayında başlatılan “Bir milyon fidan kampanyası” kapsamında ilk aşamada 119 bin
fidan, 2010 yılı Kasım ayında 90 bin fidan Bursa’ya
ve doğaya kazandırıldı. Fidan dikiminin hızla devam ettiği Osmangazi’de son olarak OvaakçaSelçukgazi Köyü, Avdancık Köyü, ve Soğukpınar
Köyleri’nde 280 bin fidan toprakla buluştu. Okulların, sivil toplum kuruluşlarının ve vatandaşların
bireysel katılımlarıyla Osmangazi Belediyesi fidan
244
dikim kampanyasını dalga dalga genişleterek sürdürmeyi amaçlıyor.
“YEŞİL DALGA HAREKETİ ”
Osmangazi Belediyesi, yeşil alanlarla ilgili ciddi çalışmalar ve projeler yürütüyor. Bunların en önemlilerinden biri de “Yeşil Dalga Hareketi ” …
Genç, yaşlı demeden herkesi bu dev çevre kampanyalarıyla bilinçlendirmeyi amaçlayan Osmangazi Belediyesi yeşil alanların korunması ve
gelecek nesillere daha sağlıklı ve yeşil bir dünya
bırakılması konusunda eğitimin ve bilinçlendirme
faaliyetlerinin öneminin farkında.
Bu kapsamda farklı birçok kesimi projelere dahil
eden Osmangazi Belediyesi, ağaç kesimini engellemek ve yeşil alanları korumak amacıyla
• İl İzci Kurulu İle Atık Pil Toplama
• “Plastik Poşete Hayır” kampanyası
• Geri Kazanım ve Çevre Bilinci Edindirme
• Elektronik Atık Toplama
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
• Köy Okulları Atık Pil Toplama
• Osmangazi’de Çevreye Gün Doğdu
• Eğiticilerin Eğitimi gibi projeleri hayata geçirdi.
Devam eden projeler;
• Her Muhtarlık Atık Toplama Merkezi Oluyor
• Bitkisel Atık Yağlar Lavaboya Değil Biyodizele
• Köy Okulları Atık Pil Toplama Projesi-2
• “Dede Torun Çevre İçin Elele”
• “İçeride de Dışarıda da Geri Dönüşüm” (Bu proje
ile mahkumlar yaptıkları çalışmayla 1 yılda 85 ağacı kesilmekten kurtardı.)
bin 485 adet geri dönüşüm kutusu, 253 pil bidonu, 845 pil kutusu, 500 pil poşeti, 139 adet 50 lt’lik
yağ bidonu ve 11 bin bez torba dağıttı.
Ayrıca bilgilendirme çalışmaları kapsamında eğitim kurumları, muhtarlıklar, sanayi siteleri, sağlık
kurumları, oteller, ev ve işyerlerinde 246 bin 196
kişiye ulaşılarak 157 okulda 39 bin 407 öğrenciye
eğitim verildi.
Ayrıca;
19 bin 127 ton evsel atık
19 bin 438 ton ambalaj atığı
64 bin 632 kg atık pil ve batarya
64 bin 545 kg atık yağ
24 bin 362 kg elektronik atık
24 bin 814 ton kaba atık ve moloz toplanarak 2
yılda 323 bin çam ağacı kesilmekten kurtarıldı.
Osmangazi Belediyesi, ilçe genelinde, 6 bin 778
adet elektronik atık ve geri dönüşüm konteynırı,
245
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
YEŞİL ALAN VE PARK DÜZENLEMELERİ
109 mahalle ve 27 köyde toplam 1 milyon 139
bin 819 metrekarelik alanda 500 park ve çevre
düzenlemesini hayata geçiren Osmangazi Belediyesi, kentin dar ve kalabalık mahallelerinde vatandaşın rahatça kullanabileceği, nefes alabileceği
yeşil alan ve park yatırımlarına da öncelik veriyor.
CAMİ YEŞİL ALAN DÜZENLEMESİ
Evliyalar şehri olarak da anılan Bursa’da Osmangazi Belediyesi manevi değerlere de büyük önem veriyor. Yeşille buluşan cami çevresi
hem güzelleştiriliyor hem de manevi huzura
katkı sağlıyor.
Son iki yılda;
• Timurtaşpaşa Camii çevre düzenlemesi
• Doğanevler Camii çevre düzenlemesi
• Şahabettin Paşa Camii çevre düzenlemesi
• İvazpaşa Camii şadırvan, çevre düzenlemesi
• Hoca Tabip Aynalı Camii çevre düzenlemesi
• Hamzabey Camii Bahçe düzenlemesi
246
• Akbıyık Camii çevre düzenlemesi
• Gülbahçe Yenidoğan Camii çevre düzenlemesi
• Panayır Mahallesi Parseller Camii çevre düzenlemesi
• Ertuğrul Bey Camii çevre düzenlemesi
• Hocahasan Camii tadilatı ve çevre düzenlemesi
• Hamitler Hamitdede Camii çevre düzenlemesi
• Ahmet Dai Camii çevre düzenlemesi projeleri hayata geçirildi.
YEŞİL ALANLARIN BAKIMI
Bursa’ya yeni yeşil alanlar kazandırmak için birçok
çalışmayı eş zamanlı sürdüren Osmangazi Belediyesi, mevcut alanları korumak için de gerekli
tedbirleri alıyor. Belediye; park sahalarının temizlenmesi, çim ve çiçek, fidan ve çalıların sulanması,
çimlerin biçilmesi, fidanların çapalanması, sarılıcı
ve örtücü bitki dikilmesi, bitkisel toprağın serilmesi, çim ve çiçeklik sahaların tanzimi, mevsimlik çiçek dikimi, peyzaj mimarı çalıştırılması gibi birçok
faaliyeti Bursa ve Osmangazi adına yürütüyor.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Ahmet Haluk Karabel
TOKİ Türkiye Geneli ve
Bursa Uygulamaları Bilgi Notu
T.C. 58., 59. ve 60. Hükümetlerinin “Planlı Kentleşme ve Konut Üretimi
Seferberliği” kapsamında; 16 Mart 2011 tarihi itibariyle 81 il ve 800 ilçede, 1.894 ŞANTİYEDE; sosyal donatılarıyla birlikte 483.506 KONUT
RAKAMINA ulaşılmıştır. İhale tarihi almış 26 bin konutla beraber 509
bin konut rakamına ulaşılacaktır. 350 bin konut ise tamamlanmıştır.
Ortalama hane halkı sayısı 3,9 kişi olarak düşünüldüğünde, bu rakam 100
bin nüfuslu 20 adet şehrin sıfırdan inşası demektir. Ya da bir adet Bursa
şehri nüfusuna yetecek sayıda konut üretimi demektir. Ürettiğimiz konutların 400.102’si SOSYAL KONUT NİTELİĞİNDEDİR.
TOKİ, Hükümet programında da yer aldığı şekilde insanlarımıza hak ettikleri sağlam ve kaliteli, çağdaş olanaklara sahip, güvenli yerleşim yerleri
sunmada öncülük ederken, yeni bir planlı kentleşme ve konut üretim anlayışını da oluşturmaya çalışmıştır. Bu itibarla konutlarla birlikte hem TOKİ
konutlarının ihtiyacı olan hem de ilgili kamu kurumlarıyla protokollerle
sosyal donatı (681 okul, 65 pansiyon, 86 sağlık ocağı, 92 hastane, 419
ticaret merkezi, 345 cami, 37 kütüphane, 23 sevgi evi, 17 engelsiz
yaşam merkezi) uygulamaları da yapmıştır.
Bursa Genelinde ; 7.396 konut dar ve orta gelirli,4.596 konut alt ve yoksul,329 konut afet, 132 konut roman, 3.167 gecekondu dönüşüm olmak üzere toplam 15.620 konut uygulaması başlatılmış bu konutlardan
11.579 konut tamamlanmıştır.
Sosyal donatı olarak ; 13 ilköğretim okulu, 5 lise, 2 kreş,50 yataklı devler
hastanesi, 14 ticaret merkezi, 12 cami,20 spor salonu, 5 sağlık ocağı, 2 kütüphane, sosyal tesis, kafeterya, hanımlar kahvesi, kahve, bakkal, berber
ve engelsiz yaşam merkezi uygulamaları başlatılmıştır.
Başlatılan uygulamaların toplam yatırım bedeli yaklaşık 1,1 Milyar
TL’dir.
Tamamlanan Uygulamalar:
11.579 konut, 11 ilköğretim okulu, 2 lise, 13 ticaret merkezi, kafeterya, 15 spor salonu,
3 sağlık ocağı, 11 cami, 2 kütüphane, 2 kreş,
engelsiz yaşam birimi, sosyal tesis, kahve, hanımlar kahvesi, bakkal,
berber
247
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
1. MERKEZ KESTEL 716 KONUT (56’sı Alt Gelir
Grubu için)
• Sosyal donatı: 24 derslikli ilköğretim okulu,
ticaret merkezi, cami, sağlık ocağı.
2. HAMİTLER 948 KONUT (432’si Alt Gelir
Grubuna)
• Sosyal donatı: 32 derslikli ilköğretim okulu,
kreş, 2 adet ticaret merkezi, cami, sağlık ocağı.
4. MERKEZ NİLÜFER HASANAĞA 1. KISIM 864
KONUT
(528’i Ahıska Türkleri’ne, 240’ı Polsan’a, 96 Hasanağa Belediyesi’ne)
5. MERKEZ NİLÜFER HASANAĞA 2. KISIM 720
KONUT
• Sosyal donatı: 32 derslikli ilköğretim okulu,
alışveriş mrk., kafeterya, spor salonu ve cami.
6. ORHANGAZİ TEKKE MAHALLESİ 260 KONUT
3. HAMİTLER 2.ETAP 1.124 KONUT (992’si Alt
Gelir Grubuna)
• Sosyal donatı: ilköğretim-32, lise-40, spor
sal., ticaret merkezi.
7. ORHANGAZİ 2. ETAP 336 KONUT (252’si Alt
Gelir Grubu için)
• Sosyal donatı: ticaret merkezi, cami, şadırvan, kütüphane.
248
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
8. ORHANGAZİ 3.ETAP 784 KONUT (Tamamı
Alt Gelir Grubuna)
• Sosyal donatı: 24 derslikli ilköğretim okulu,
ticaret merkezi ve cami.
9. OSMANGAZİ-YUNUSELİ 912 KONUT (432’si
Alt Gelir Grubuna)
• Sosyal donatı: 32 derslikli ilköğretim okulu,
cami ve şadırvan.
10.MERKEZ YILDIRIM YİĞİTLER MH. 492 KONUT
249
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
14.İNEGÖL-YENİCE 5 ADET ENGELSİZ YAŞAM
BİRİMİ 1 ADET ENGELSİZ YAŞAM MERKEZİ (6
BİNA)
15.KELES 64 KONUT (Tamamı Alt Gelir Grubu
için)(talep örgütlenmesi)
16.İNEGÖL 1. ETAP 686 KONUT
• Sosyal donatı:32 derslikli ilköğretim okulu,
ticaret merkezi ve cami.
17.YENİŞEHİR 740 KONUT (220’si Alt Gelir
11.MUSTAFA KEMAL PAŞA-KARAKÖY 105 afet
konutu
• Sosyal donatı: ticaret merkezi, 102 ahır ve
10 tandır.
Grubuna)(Talep örg)
• Sosyal donatı: 24 derslikli ilköğretim okulu,
ticaret merkezi ve cami.
18.MUSTAFA KEMAL PAŞA TATKAVAKLI 232
12.MERKEZ NİLÜFER KAYAPA 368 KONUT
• Sosyal donatı: 24 derslikli ilköğretim okulu,
ticaret merkezi, kütüphane, cami ve şadırvan.
13.İNEGÖL-ALANYURT (224 afet konutu)
250
KONUT (160’ı Alt Gelir Grubuna) (Talep ÖRG.)
• Sosyal donatı: ticaret merkezi ve cami.
19.YILDIRIM–AKÇAĞLAYAN 774 KONUT (Ge-
cekondu Dönüşüm)
• Sosyal donatı: sosyal tesis, kreş, kahve, hanımlar kahvesi, bakkal, berber ve cami.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
27.GÜMÜŞTEPE LİSE-24
28.ORHANGAZİ SAĞLIK OCAĞI
29.KARACABEY 132 KONUT (ROMAN KONUTLARI)
• Sosyal donatı: sosyal tesis.
30.GÜRSU 1.936 KONUT (1.168’i yoksul ko-
nut)
• Sosyal donatı: lise-24, ilköğretim-32, cami,
sağlık ocağı, sosyal tesis, ticaret merkezi.
Proje ve İhale Çalışmaları Devam Eden Uygulamalar: Toplam 3.715 konut, 2 ilköğretim okulu, lise, 3 spor salonu, 3 sosyal tesis, 3 hastane,
huzur evi
31. İznik 72 Roman konutu, Mustafa Kemal Paşa
384 Roman konutu
20.NİLÜFER-GÖRÜKLE KÖYÜ LİSE-24
21.OSMANGAZİ EMEK İLKÖĞRETİM-24
22.OSMANGAZİ 3 ETAP 774 KONUT (Gec.
Dön.)
23.KARACABEY 456 KONUT (36’sı yoksul konut) (Gec. Dön.)
• Sosyal donatı: ilköğretim-16, ticaret merkezi.
İnşaatı Devam Eden Uygulamalar:
4.041 konut, hastane, 2 ilköğretim okulu,
3 lise, 5 spor salonu, ticaret merkezi, cami,
2 sağlık ocağı, sosyal tesis.
24.OSMANGAZİ 6 ETAP 1.973 KONUT (Gec.
Dön.)
25.ORHANELİ 50 YATAKLI DEVLET HASTANESİ
26.MERKEZ-ÖZLÜCE LİSE-24, İLKÖĞRETİM
OKULU-24
32. Büyükorhon (100 konut)(talep örgütlenmesi)
33. İnegöl 2.Etap (968 konut)
34. Gemlik Gençali Mah. (MSB) (30 konut)
35. Esnaf ve Sanatkarlar Sanayi Sitesi
36. Kayapa 2.Etap
37. Kayapa spor salonu
38. Kestel 2.Etap (784 konut)
39. Kestel 3.Etap (360 konut)
40. Yenişehir (Roman konutları) (216 konut)
41. Yıldırım-Mollaarap (385 konut) (Gecekondu
Dönüşüm)
42. Yıldırım (Roman konutları) (240 konut)
43. Merkez Akpınar ilköğretim-24, Çakıllısırtı lise24,
44. Mustafa Kemal Mahallesi Tatkavaklı 2.Etap
(talep örgütlenmesi)(560 konut), ilk-24, sosyal
tesis
45. Karacabey 100 yataklı Devlet Hastanesi
46. İnegöl 300 yataklı Devlet Hastanesi
47. Mustafakemalpaşa 200 yataklı Devlet Hastanesi
48. İnegöl Halk Eğitim Merkezi Huzurevi
251
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
BURSA KENTSEL YENİLEME PROJELERİ
BURSA OSMANGAZİ DOĞANBEY KENTSEL
YENİLEME PROJESİ
12/05/2004 tarih ve 25460 sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanarak yürürlüğe giren 5162 sayılı Kanun
çerçevesinde, İdaremiz ile Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve Belediye Başkanlığınız arasında
28/11/2006 tarihinde “Bursa Osmangazi Doğanbey
Kentsel Yenileme (Gecekondu Dönüşüm) Projesine
İlişkin Protokol” imzalanmış olup, çalışmalar devam etmektedir.
Protokole göre alan büyüklüğü 282.000 m2 (sit
alanı, donatı alanları ve yollar dahil). Alanda küçük hisseli (50 m2’nin altında) mülkiyet oranı %50
oranında olup, bu proje ile yıllardır süren mülkiyet
sorunu da çözüm bulmaktadır.
Bursa kent merkezinde sit alanlarının bitişiğinde
yer alan ve fonksiyonunu yitirmiş bir kent parçası
olan proje alanında bulunan 1400 adet hak sahibi
ile uzlaşma sağlanarak, rızaları alınarak yıkımlar
gerçekleştirilmiş ve 6 etap halinde toplam 2747
konut uygulaması sürdürülmektedir. İnşa edilen
konutlar ile özel mimari projeler kapsamında kente yeni bir değer katılmaktadır.
1.ve 2. etap ihale alanlardaki mülkiyeti bulunan
“Bursa Ticaret Borsasına” ait taşınmazlar 28.01.2010
tarihinde imzalanan protokol çevçevesinde, İdaremiz mülkiyetine devir alınmış olup mülkiyet probleminden ötürü alınamayan ruhsatlandırma sürecinin önü açılmıştır.
252
Bunun yanında proje kapsamında anlaşma sağlanamayan 12 adet parsele yönelik Bursa Büyükşehir Belediyesince açılan kamulaştırma davaları
devam etmektedir.
Toplam 397.714,57 m² inşaat alanı üretilmiş,
203.030,03 m² si bedelsiz, 149.821,62 m² si borçlanmalı olarak olmak üzere toplam 352.852,02 m²
si hak sahiplerine verilmiş, 44.862,54 m² inşaat alanı da İdaremize kalmıştır.
Hak sahipleri ile gerçekleştirilen uzlaşma görüşmelerinde toplam 2747 konutun 2311 adedi hak
sahiplerine mevcut taşınmazları karşılığı ve kalan
kısmı uzun dönem taksitlendirerek tahsis edilmiş
olup İdaremize 436 adet konut kalmaktadır.
Konutların teslimi öncesi hak sahipleri arasında
bağımsız bölümlerin tespitine yönelik kura çekilişi 18-19-20 Ekim 2010 tarihinde gerçekleştirilmiş
olup hak sahiplerinin konut satış sözleşmesi imzalamasına yönelik listelerin tanzimi işlemi sürmektedir.
Söz konusu protokol kapsamında hak sahipleri ile
uzlaşmaya esas görüşmelerde 75-112,5-150 m²
yüzölçümlü konutlar üzerinden muvafakat alınmış ancak Belediye tarafından hazırlatılan projelere göre üretilen konutlar çok farklı metrajlarda
olduğundan bu farklı metrajlar 75 m² grubu, 112,5
m² grubu ve 150 m² grubu olarak 3 grupta kategorize edilmiştir. Kura çekimine esas oluşturan bu çalışmanın sonucunda uzlaşılan konut metrajından
farklı metrajlarda konuta sahip olan hak sahiplerinin borçlanma bedelleri öngörülenden farklı
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
olarak gerçekleşmektedir. Bu durum hak sahipleri
arasında itirazlara sebep olmaktadır.
Bununla birlikte İdaremiz tarafından; hak sahiplerinin yapı bedellerinin güncellenmesi, tek konuttan
hak sahibi olanların borçlanma sürelerinin 156 aya
çıkarılması, birden çok konut alan ve muvafakat
senetlerinde borçlanmalarını defaten ödeyeceklerini taahhüt eden hak sahiplerinin ödemelerinin
ise 72 aya yayılması, söz konusu proje kapsamında üretilen konutların yetkili bankada İdaremiz ve
vatandaş ile sözleşme yapıldıktan sonra devir hakkının hak sahibine tanınması, borçlanma ödemelerinin anahtar tesliminden sonra başlaması, hak
sahiplerinin 775 sayılı Kanun kapsamında Damga
Vergisinden muaf tutularak, konutlara ait KDV’nin
de ödeme planına paralel sayıda vadeye bölünmesi, birden fazla konut alan hak sahiplerinin kalan
borçlanma bedelleri son daire bedelinden düşük
olması halinde son konuta, yüksek olması halinde
ise bu miktarı karşılayabilecek değerdeki konuta
yansıtılması hususlarında kolaylıklar tanınmıştır.
BURSA- KARACABEY KENTSEL YENİLEME
PROJESİ
23/06/2006 tarihinde imzalanan ön protokol ve
11/04/2008 tarihindeki Protokol gereğince İdaremizce 36 adedi 1+1, 252 adedi 76 m2 lik alt gelir
grubu ve 168 adedi de 111,86 m2 lik 3+1 olmak
üzere 456 konutluk ihale 15/06/2009 tarihinde
gerçekleştirilmiştir. Fakir konutları için tahsis edilen 36 adet 1+1 konut dışındaki 420 adet konutun
satışı yapılmakla birlikte proje alanında bulunan
dönüşüme tabi tutulacak vatandaşlarımıza, roman vatandaşlar için ihale edilen 132 adet konuttan faydalandırılacaktır.
BURSA - YILDIRIM MOLLARAP KENTSEL YENİLEME PROJESİ
253
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
BURSA - İNEGÖL KENTSEL YENİLEME PROJESİ
20/02/2007 tarihinde imzalanan ön protokol gereği Belediye’ce hazırlanması gereken hak sahipleri tespit ve değerleme çalışmaları ile jeolojik etüt
çalışmalarının İdaremize geç ulaştırılması projenin
sürecini uzatmıştır. Belediye ile birkaç kez toplanılmış olup, 3. derece sit alanı ve yüksek eğime sahip
proje alanında İdaremize önerilen mimari proje
Projeler Dairemizce de incelenmiş ve eksiklikleri
Belediye’ye iletilmiştir. Belediye bu projenin uygulanmasının alana en uygun proje olduğu konusunda ısrarcıdır. Bu nedenle projeye ait metraj bilgileri ve hak sahipliği değerleme formlarının 2011
yılına güncellenerek yapılacak fizibilite sonrası
ana protokole geçilmesi kararlaştırılmıştır. Değerleme raporlarının güncelleme işlemi tamamlanmış ve Belediye komisyon üyeleri tarafından imza
aşamasındadır. İdaremize iletilmesini müteakip
fizibilite analizi tamamlanarak ana protokol süreci
başlatılacaktır.
BURSA - MUSTAFAKEMALPAŞA KENTSEL YENİLEME PROJESİ
İdaremiz ile Mustafakemalpaşa Belediye Başkanlığı arasında 16/12/2009 tarihinde Bursa Mustafakemalpaşa Kentsel Yenileme (Gecekondu Dönüşüm) Projesine İlişkin Ön Protokol imzalanmış
olup, belediye tarafından İdaremize devir edilen
taşınmazlar üzerinde, roman vatandaşlara yönelik
384 adet konutların ihalesi yapılmış olup, hak sahiplerinin tespit ve değerleme işlemleri Belediye
tarafından sürdürülmektedir.
254
İdaremiz ile İnegöl Belediye Başkanlığı arasında
24/12/2009 tarihinde “Bursa İnegöl Kentsel Yenileme (Gecekondu Dönüşüm) Projesine İlişkin
Ön Protokol” imzalanmıştır. Protokol kapsamında
Belediye tarafından yerinde tespit, hak sahipliliği
Değerleme çalışmaları ve zemin etüd çalışmaları
tamamlanmış ve İdaremize intikal etmiştir. Belediyece vaziyet planı ve imar planı taslak çalışmaları
yapılmış, ancak bazı düzenleme talebimiz Belediye tarafından tekrar çalışılmaktadır. Bu çalışmaların Belediye tarafından tamamlanıp İdaremize iletilmesi sonrası fizibilite analizi gerçekleştirilerek,
hak sahipleri ile görüşme süreci ile yıkım ve yapım
süreçlerine ait hususları içeren ana protokol imzalanacaktır.
BURSA- İNTAM KENTSEL DÖNÜŞÜM ALANI
01.11.2010 tarihinde Sıcaksu ve İntam Çevresi
Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Proje Alanlarına İlişkin Bursa Büyükşehir belediyesi ile Ön Protokol
İmzalanmıştır. Belediye tarafından hak sahipleri
tespit ve değerleme çalışmaları ile vaziyet planı
Tasarım ve Mimari Projeler hazırlanmaktadır.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Mehmet Doğan
İki Başkent: Türkiye’de Bursa
Türkistan’da Semerkand
15. yüzyılın dünya tarihini belirleyen hadiselerinden biri hiç şüphesiz “Ankara Savaşı”dır.
Ankara Savaşı’nın tarafları, Çağatay Hanlığını ele geçiren Timur ve
Anadolu’dan Balkanlara doğru yayılan bir güçlü bir devlet olan Osmanlı idi.
Timur, han soyundan gelmediği için, şeklen bir hana bağlı görünüyordu. Han soyundan bir hanımla evlenmiş, “gürgan” yani damat
olmuştu. Fakat ondan sonra gelenler, bu “han oynatma” geleneğini bıraktılar, Timurlular veya Timuroğulları olarak anıldılar.
255
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
256
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
257
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Timur’un başkenti Semarkand idi. Osmanlılar ise, o sıralar iki başkente sahipti: Bursa ve
Edirne.
Ankara Savaşına gelinceye kadar Bursa Osmanlı başkenti olarak hayli imar edilmiş bir
şehirdi. Orhan Bey, 1. Murad ve Yıldırım Bayezid çok amaçlı külliyeler yaptırarak Bursa şehrinin gelişmesini sağlamışlardı.
Bu yapılarda büyük nisbetlere ulaşmak yerine,
mütevazılık ve fonksiyonellik tercih edilmişti.
Bu dönemde bu ölçüleri aşan tek yapı olarak
Yıldırım Bayezid’in inşaa ettirdiği Ulu Camii
görebiliriz.
Ankara Savaşı’nın çalkantılarını aşan Yıldırı-
258
mın oğlu Çelebi Mehmet, Bursa’nın bir tepesine yaptırdığı yeşil külliyesi ile şehrin imarına
katıldı. Külliye adını Çelebi Mehmed’in firuze
(turkuvaz) ve yeşilin çeşitli tonlarından çinilerle müzeyyen türbesinden alır.
Semerkand’ın belirleyicisi ise Timur olmuştur.
Timur öncesi eserler Semerkand’da neredeyse önemli bir yer tutmaz diyebiliriz. Oysa Timur sağlığında yaptırdığı eserlerle ve sonra
soyundan gelenlerin kazandırdığı yapılarla
Semerkand’ı hafızalardan silinmez bir başkent haline getirmişlerdir.
“Timurî mimarisi” Timur zamanında yapılan
ve oğulları, torunları devrinde inşa edilen
yapılarla belirgin bir tarz olarak Anadolu’dan
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
259
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Orta Asya içlerine kadar kendini belli eder.
Timur’un ihtişamlı “gor”unu (anıt-kabrini) seyrederken Yıldırım’ın Bursa’da camiinin gölgesinde, külliyesinin küçük bir parçası olan sade
türbesi değil ama, Osmanlı Devleti’nin Ankara
savaşından sonra ikinci kurucusu addedilen
Çelebi Mehmed’in türbesi gözlerimizin önüne gelir. Yeşil Türbe Timur’un goruyla kıyaslanırsa, çok mütevazı, bayağı küçük bir yapı.
Bu küçük fakat her bakımdan güzel, meyilli
araziye uyumlu yapıda yine de Timurlu mimarisini hatırlatan epeyce unsur bulunabilir.
Gur-ı Emir’in taç kapısı ile Çelebi Mehmed’in
türbe kapısının üstündeki dilimler ne kadar
benzerlik taşıyor? Yeşil Türbe’ye adını veren
muhteşem çiniler de bizi Türkistan’a götürmüyor mu?
260
Bunları bir yana bırakalım, kubbesi de Osmanlı kubbelerine göre birazcık sivri değil mi Yeşil
Türbe’nin? Her ne kadar, Emir’in Goru’nun
kubbesi ile kıyaslanamasa da, klasik Osmanlı kubbesinden biraz farklıdır Yeşil türbenin
kubbesi.
Bu bildiride, Bursa ve Semerkand’ın yapıcılık
müşterekleri ve farkları üzerinde durulacaktır.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Efendi Barutçu
Şehir: Ruhumuzun Heykeli
“Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi”
Yahya kemal
[kendi gök kubbemiz]
“İlâhi Sinan! Ey susan taşın ve konuşan hacimlerin şairi; ey maddenin uykusuna kendi nabzının âhengini hepimizin îmanıyla beraber geçiren! Aydınlığı
en bilgili terkiplerde eritilmiş madenler gibi yumuşatıp ondan zaferlerimize
hil’atler biçen! Sen bu şehre bütün dünyanın kıskanacağı bir cami yapmakla
kalmadın; insan düşüncesinin erişilmesi güç hadlerinden birini tespit ettin.”
Ahmet Hamdi Tanpınar
[beş şehir]
Girizgâh
Her kent ayrı bir dünyadır ve öyle olmak ister. Sadece bizim dünyamızda
mı böyledir bu? Elbette değil. Etrafı tunçtan sabanlarla sürülerek kutsanan Kartaca’dan, düşüş yıllarında Galyalı şair tarafından bir hıçkırık gibi
kendisine neşideler düzülen Roma’ya kadar bütün başkentler böyledir.
“Roma, saçlarını çerçeveleyen defne çelengini kaldır ve kutsal başının kırçıllığını yeniden gençlik dolu buklelere dönüştür…Alev alev yıldızlar batarak
doğuşlarını tazelerler…Yalnız sen, Roma, Kaderlerin korkunç asalarından
korkmadan yaşayabilirsin…Seni sevgilin gibi bekleyen yılları yaşayacaksın:
dünya durdukça ve gökyüzü yıldızları taşıdıkça sürecektir bu çağlar. Başka
imparatorlukları yıkan darbeler seni yeniden hayata kavuşturacak. Dirilişin
reçetesi güçlüklere göğüs gererek yaşayabilmektir. Onun için savaş. Sonunda dinsiz kabile, senin ayininde kurban edeceğin adak olsun. Gotlar titremeli
ve dinsiz boyunlarını eğmelidirler. Barbarların ganimetleri senin yüce pelerinini doldurmalıdır. Sonsuza dek, Ren senin için çift sürmeli, Nil senin için
taşmalıdır. Verimli küre seni beslemeli, sana süt vermelidir.”
(Toynbee, 1978-II: 298).
Aziz Jerome, başka bir kutsal kentte, Kudüs’te, “Zaptedilmişti: bir zamanlar bütün dünyayı tutsak eden o Kent!” diye feryat ederken, Galyalı şaire
eşlik eder. Rivayete göre Kartaca’yı işgal eden Romalılar, bir anlamda şehrin tılsımını bozmak için, bir baştan diğer başa, bütün şehri karasabanla
sürmüşlerdir. Aynı kader 19 Ocak 1881’de Skobelev’in emriyle Göktepe’nin
başına gelir (Hayit, 1995: 112). Kendilerini üçüncü Roma’nın varisi sayan
Ruslar, geleneği unutmamışlardır. Fakat Roma’yı istila eden Kuzey barbarlarının bunu yapmaya ne cesaretleri, ne de iradeleri vardır. Kent sadece
onları değil, bütün bir Avrupa mekânını esir alır.
261
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Aziz Augustinus kendi memleketi olan Kartaca’yı
gördüğünde –Yahya Kemal’e göre günlerce bir
“ölüm buhurdanı” gibi tütmüştür şehir- Çorak Ülke
şairi Eliot’un dizelerinde şöyle konuşur:
“Sonra vardım Kartaca’ya
Yanıyor yanıyor yanıyor yanıyor
Ey Tanrım Sen kurtar beni
Ey Tanrım Sen kurtar
Yanıyor” (Armağan,1996: 38).
Roma gibi bir “Tanrı-Kent” –bizde İstanbul gibi
“aziz şehirler” ve Bursa gibi “ruhaniyetli şehirler” vardır- olan Kartaca’nın yanması, ya da Londra gibi
artık bir “anti-kent” hâline gelen ve bütün kutsal
öğelerinden soyunan “negatif kentlerin” seküler
dünyasında, bütün bu teşbihler “asıl kente” dikkat
çekmek içindir. Aynı dramı, İstanbul gibi insanlık
tarihinin üç bin yılda meydana getirdiği Pekin yaşamamış mıdır? Birer “rüya kent” olan bütün bu uygarlık merkezleri, bugün artık içli bir hatıra hâline
gelen kaybettikleri o ruhun peşindedirler.
Bir tür ana rahmi olan tabiatın kucağından dünyaya düşüşü remzeden şehrin dramı da, tıpkı insanın dünyadaki dramına benziyor. Türlü çelişki ve
gerilimlerle boğuşan, kâh tabiattan korkan, kâh
onunla uyuşmanın yollarını arayan insanoğlu, nihayetinde ona “egemen” olmanın sırrına erdiğini
düşünmeye başladı. Ne tuhaftır ki, burada da kendi rağmına, yaşama alanını gün geçtikçe tükettiğini fark etti. Bu fark ediştir ki, insanı tekrar tabiata
dönmeye, onunla diyalog kurmaya ve onu “anlamaya” zorladı. Şehrin, inşasının tabiatın ritmine
ayak uydurmak olduğunu hatırlatan doğa, hakiki
mimarlığın mekanik mimarlık değil, “çevre tasarım” mimarisi olduğunu lisan-ı hâliyle tekellüm
ediyor bugün.
Kentin, Kentimizin Ruhu
Bütün anakentler, maiyetleri olan, çevreyi kendilerine cezbeden, gelişmiş ileri bir hayat seviyesi,
yüksek bir kültür ve incelmiş adetleriyle etrafa bir
şekilde sirayet eden, onlara kendi tarzını kabul ettiren ve hinterlandıyla birlikte onları kendine ram
eden bir çekim merkezidir. Bir rüya kentidir ana-
262
kent. İsfahan’dan, Kalküta, Surat, İstanbul, Amsterdam, Kudüs ve New York’a kadar eski ve yeni
bütün anakentler, bir rüya ve yaşama biçiminin
bütün renklerini kendinde cem etmiş bir Bâbil fuarı, bir tür maskeli balodur. Bir anda sırrını faş etmeyen bütün bu kentlerin kendine ait bir ruhu, insanı
büyüleyen belirgin bir rayihası vardır.
Bütün kozmopolitliği içinde, rahminde bir ruhaniyet barındıran Kudüs, bu yönü dikkate alınmadan
anlaşılamaz. Bozkırın ortasında, sadece tabiat ve
realiteye değil, her şeye meydan okur bir tarzda
yükselen modern Ankara’yı, onun arkasındaki zihniyeti görmeden anlamak mümkün değildir. İstanbul, bin yıllık Doğu Roma başkentini elli yılda Türk
İstanbul yapan merkezine, diğer her şeyin fâni
olduğunu sürekli telkin eden yekpare bir tevhid
abidesini perçinleyen bu kent, bu hâliyle mabedin
esas, diğer her şeyin teferruat olduğunu söylemek
ister gibidir.
Kâinata ruhlarındaki tevhit penceresinden bakan
insanların yeniden inşa ettiği Bursa, Üsküp, İstanbul gibi kentlerin hepsinde ağaç, su ve taş, insanla
geniş ilhamlı bir ruh gibi konuşur. İnsan canlı bir
varlıkla karşı karşıyaymış hissine kapılır buralarda.
Hiçbir olağanüstülüğü olmayan mimarî malzeme,
bu kentlerde sadece kullanılan doğal malzemenin fâikıyetiyle değil, mütevazı nispetleri; insana,
çevreye, kentin bütününe ve en nihayet Allah’a
karşı derin bir saygıyı içeren felsefesiyle, Batı mimarisinden ayrılır, adeta ötelerden ses veren canlı
birer figüre dönüşür. “Gülü, serviyi, yahut çınarı yetiştiren, her mevsim erguvanı kızartan, salkımların
kandillerini asan, tabiatın cömertliğinden başka
hiçbir israf ve debdebeye” girmeyen bu kentlerin
tamamı, “zaman içinde damla damla teşekkül etmiştir.”
İnsana küçüklük duygusu vermeyen bir mimarinin
varisleri, aynı anlayışladır ki, en büyük cihangirlerini, elinde bir kılıçla değil, gülle resmetmeyi münasip görürken, elbette sadece insanın insanla ilişkilerini değil, insanın tabiatla ilişkilerini de dikkate
alan bir mimariyi esas alacaktı. Öyle de yapılmıştır.
Her şeyden yalıtılmış “birey” fikrinin değil, mahremiyet ve tevazu duygusunun şekil verdiği Türk
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
İslam mimari ve şehir geleneğinde kent, sadece
yanındakinden daha etkili olmaya çalışan izole
bireyleri değil, etrafıyla uyumu önceleyen organik
şahsiyetleri besler bağrında.
Descartes’tan bugüne modern bilimin her şeyi
birbirinden tecrit ederek ayrıştırdığı modern şehir
planlaması, sadece kenti değil, onunla birlikte mahalle ve hatta evin iç bütünlüğünü bile parçalara
ayıran, ayrıştıran felsefesiyle bugün artık yeni fizik
biliminin iyice belirgin hâle getirdiği eşyanın karşılıklı olarak birbirine bağlı olduğu fikrini yadsıdı.
İçine hapsoldukları yalnızlıktan bunalan insanların, yapraklar gibi kendilerini park ve bulvarlara
savurmaları, yeni bir hadisedir. Park, mesire alanı,
hatta kermes vs. türü faaliyetlerle insanı içinde bulunduğu tecritten kurtarmayı hedefleyen bu yeni
“sentetik alanlar”, kendi iç örgüsüyle bu ihtiyacı
kendiliğinden karşılayan mahallenin doğal ritmini
ikame etmiyor.
Kent mimarisi derken, onu besleyen sosyal ve
iktisadî şartları hesaba katmayan ve meseleyi sadece merkezî bir planlamanın zarurî sonucu olarak
gören anlayış, arkasında her ne kadar güçlü iradî
zorlamalar olsa bile, kendiliğinden yapılar olarak
adlandırabileceğimiz “tabiî çelişkilerin” içsel ahengini anlayamaz. Tezat gibi görünen şeylere aynı
ahengi veren iç tutarlılık, kenti kent yapan zihniyet
dünyasının dayandığı kültürel, sosyal ve iktisadî tabandan beslenir. Bu kültürel taban anlaşılmadan,
eski kentlerimizin iç dokusu anlaşılamaz. Turgut
Cansever, kendisiyle yapılan bir mülakatta, “mutlak
uyumun bulunduğu mekânda, bilinç imkânsızdır”
derken, bugünün her şeyi tek-tip hâline getiren
monoton kent yapılanmasının sentetik dünyasına
ince bir göndermede bulunuyordu.
Bugün çarpık kentleşme olarak nitelendirilen yapısal yozlaşma, sadece köyden kente göçü hızlandıran ekonomik sebeplerin değil, aynı zamanda Batı
standardını temel alan şehir mimarisinin alaturka
mimariyle imtizacından ortaya çıkan melez tarzın
ilkel bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor.
İşbölümü, ticarî ve kültürel çeşitlenme ve hepsinden önemlisi bütün bunlara mahallî renklerin
farklı tonlarını belli bir armoni içinde yerleştiren
aslî mayayı kaybeden günümüz şehir tasarımı; asıl
kırılmanın, Türk sosyal bilimlerinde Descartes etkisi yaratan Gökalp’in kültür-medeniyet ayrımında
yattığının farkında değil. Teknoloji kavramında
görüldüğü gibi, medeniyet kavramına da evrensel
bir anlam yükleyen Gökalp, kültür ve medeniyet
arasındaki ilişkiyi yansız, sadece teknik bir ilişkiyle
açıklayarak, doğu-batı gerilimine pratik bir çözüm
getirdiğini, dahası, Tanzimat’ın yarattığı dual yapıyı sona erdirdiğini düşünmüştü. Daha sonra bu
çözümleme, aralarında Mehmet Akif gibi İslamcı
düşünürlerin de bulunduğu geniş bir destek kitlesine sahip oldu.
Medeniyet kavramı artık o eski anlamını kaybetmiş bulunuyor. Bugün sadece medeniyetten değil, medeniyetlerden söz ediyoruz. Her ne kadar
aralarında romantik batıcıların bulunduğu küçük
bir azınlık, hâla “medeniyet” derken çağdaşlık kavramına sığınarak aynı inancı tekrarlasa bile, bunun çok da anlamlı olduğu söylenemez. Fakat asıl
önemli olan, bu ayrımın zihinlerde bıraktığı kalıcı
etkidir. Hâla birçoğumuz “Batı’nın tekniği ve kendi kültürümüz” formülünün, her kapıyı açan sihirli
bir maymuncuk gibi kullanılabileceği rehavetiyle,
içinde bulunduğumuz çağa doğru, sahih ve sahici sorular yöneltme gereğinden habersiz, sentetik
çözümlerle oyalanıyoruz.
Bursa’daki Sultan Orhan Camii ile başlayan “kanatlı
cami” tarzının inkişafını, ilham-ı ilahi ile açıklayan
Ekrem Hakkı Ayverdi (1985: 510), bu tarzın, aralarında Endülüs’ten Şimali Afrika’ya kadar bütün
İslam mimarisini etkileyen “bazilikadan” bir kopma
olduğunu söyleyerek, “Allah’ın ilhamı bu. Manevi
bir buluş. Başka bir şekilde ifade kâbil değildir.”
der. Öyle bile olsa, sünnetullahın cereyan ettiği
bu imkân âleminde her şey, bir sebebe dayanarak
tekevvün eder. Burada da, Horasan’dan gelen ve
tâ Ahlat’tan başlayarak XIII. Yüzyıl Türk İslam Rönesansçının mübeşşirleri olan o büyük kültürel uyanışın izlerini görmek pekâlâ mümkündür. Sultan
Orhan camiinin gerisindeki o büyük îman gerilimini, o büyük cihanşümul iradeyi görmeden, bir
ibda olan o muazzam buluş açıklanamaz.
263
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Sonuç Yerine
Günümüz nesilleri ve bilhassa şehir tasarımcılarının asgariden muhtaç olduğu şey, evvelemirde
sağlam bir felsefi temel ve o temel üzerinde kendi
kültürel dinamiklerini yeniden yorumlayarak işe
koyulmalarıdır. Arkasında ciddi bir “metafizik gerilim” ve o gerilimden hareketle çağa, çağlara ve
bütün zamanlara sahici ve sağlam sorular yöneltmeyen bir neslin, kendi özgün mimarisini inşa etmesi düşünülemez.
Oswald Spengler (Sorokin, 1972: 75), tarihin, bilim
değil, sanat olduğunu, dolayısıyla sistematik bilimin “doğru” ve “yanlışlarıyla” kavranamayacağını
söylerken, bilincin varlığın efendisi değil, kölesi
olduğunun da altını çiziyordu. Bizim ebedi cedlerimiz, varlık meşherinin asarına bakarken, onların
tamamını, vediay-ı ilâhi olarak görmenin verdiği
hassasiyetle üzerine basmaya kıyılamayan canlı
varlıklar gibi telakki ettiklerinden, şehir mimarisini
de aynı özenle kurma ölçüsüne riayet etmişlerdi.
Bunun içindir ki, peyzaj ve mimari uyumu değil
sadece, bunların tamamının insan fıtratıyla münasebetleri bir ruh gibi her yere sirayet etmişti.
Kâinatın musikisine kulak veren sanatkâr ruhların
inşa ettiği estetik mimarî, olgular dünyasına girmeyen, giremeyen renk, duygu, müzikalite gibi
ancak sezgi ve bireysel tecrübeyle anlaşılabilecek
olan bir tür seyr-ü sülük –meslek kelimesi de zaten
sülük kelimesinden gelir- denemesinden geçmiş
müthiş bir metafizik tecrübeyi çağrıştırıyor. Bu tür
mimarî eserlere, aşkın mimarî diyebiliriz. Kişiyi var
olanın ötesine sıçratan, olmayanı duyuran, hissettiren zengin çağrışımlı eserlerdir bunlar.
Modern Batı mimarisinde gördüğümüz sırf rakam
ve hendesenin öngörülebilir dünyasına hapsedilen yapılar, kişiye gurur ve kibirden başka hiçbir
ruhani, metafizik çağrışım yaptırmayan kuru heykellerdir. Spengler, New York gibi şehirleri “tümüyle zekâ” olarak nitelendirmişti. “Yuva” değildir bu
kentler. Nihaî ereği John Locke felsefesine göre şekillenmiş birer hırs ve ihtiras küpü olan bu kentler,
“iş-adamının dünyasına” göre örgütlenmiş, Evliya
Çelebi’nin deyimiyle “şeddadî” şehirlerdir: ruhumu-
264
zun değil, kibir, gurur, Tanrı’ya başkaldırı, egoizm,
sefahat, hırs, rekabet vs. gibi tamamı Faustçu geleneğin ürünü olan eğilimlerin histeri hâlindeki
heykelleridir.
KAYNAKÇA
Armağan, Mustafa, (1996), Şehir Asla Unutmaz: Şehir Üzerine Düşünce Okumaları, İz Yayıncılık, İstanbul.
Armağan, Mustafa, (2006), İnsan Yüzlü Şehirler, Timaş Yayınları, İstanbul.
Armağan, Mustafa, (2005), Osmanlı’yı Kuran Şehir:
Bursa’ya Şehrengiz, Timaş Yayınları, İstanbul.
Armağan, Mustafa, (2003), Kuğunun Son Dansı: St.
Petersburg^da Zamanlar ve Mekânlar, Da Yayıncılık, İstanbul.
Ayverdi, Ekrem Hakkı (1985), Makaleler, İstanbul
Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul.
Braudel, Fernand, (2004), Maddi Uygarlık: Dünyanın Zamanı, (çev.) Mehmet Ali Kılıçbay, İmge Yayınları, Ankara.
Cansever, Turgut, (2002), Kubbeyi Yere Koymamak,
İz Yayıncılık, İstanbul.
Hayit, Baymirza, (1995), Türkistan Devletlerinin Millî
Mücadeleleri Tarihi, Türk Tarih Kurumu Basımevi,
Ankara.
Sorokin, Pitirim A., (1972), Bir Bunalım Çağında
Toplum Felsefeleri, (çev.) Mete Tuçay, Bilgi Yayınevi,
Ankara.
Tanpınar, Ahmet Hamdi, (1995), Beş Şehir, Dergâh
Yayınları, İstanbul.
Toynbee, Arnold, (1978), Tarih Bilinci I-II, (çev.),
Murat Belge, Bateş Yayınları, İstanbul.+
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
M. Cahit Turhan
Gebze–Orhangazi–İzmir (İzmit Körfez
Geçişi ve Bağlantı Yolları Dahil)
Otoyolu Yap-İşlet-Devret Projesi
Dünyada ve Avrupa ülkelerinde yer alan otoyolların gelişimine bakıldığında, ülkelerin otoyol ağları arasında entegrasyonun sağlanarak birbirleri ile kesintisiz bağlı olduğu ve süreklilik oluşturduğu görülmektedir.
Bu nedenle, Avrupa’yı, Kafkaslara, Ortadoğuya ve Orta Asya’ya bağlayan,
köprü konumunda olan Türkiye’nin, otoyol olarak batıdan doğuya kesintisiz ulaşım imkânı sağlayacak otoyol ağının oluşturması zorunluluğu ile
otoyol proje hedefleri belirlenmiştir.
Bütçe imkanlarının sınırlı olması nedeni ile bütçeye daha fazla yük getirmemesi için Karayolları Genel Müdürlüğünce bazı Karayolu projelerinin
Yap-İşlet-Devlet Modelli veya Katkı Paylı olarak yaptırılması planlanmıştır.
Türkiye nüfusunun yaklaşık üçte birinin yaşadığı İstanbul ,Kocaeli ve Bursa illerinin bulunduğu Marmara Bölgesi ile Balıkesir,Manisa ve İzmir illerinin bulunduğu Ege bölgesi Türkiye Gayri Safi Yurt İçi Hasılasına en yüksek katkıyı sağlamaktadır. Türkiye ekonomisinin belkemiğini oluşturan
bu bölgede ulaşımın sağlandığı İstanbul-İzmir aksı, ekonominin geneli
açısından bakıldığında, ülkenin can damarlarından birini oluşturmaktadır.Ancak,ülkemizin son yıllardaki büyeme ve kalkınma hızı bu aksta
mevcut olan trafiğin artmasına, gerek ticari, gerekse de turistik seyahatlerde can güvenliğini tehdit eder boyutlara gelmesine , seyahat sürelerinin de önemli ölçüde uzamasına neden olmuştur. Bu durum beraberinde muhtelif yol yetersizliklerini de ortaya çıkartmaktadır. Yer yer 35.000
265
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
araçlık günlük ortalama geçiş seviyelerine ulaşan
trafiğin, güvenli ve rahat seyredebilmesi amacına
yönelik olarak Karayolları Genel Müdürlüğü’nün
her uygulama yılında özveri ile yürüttüğü standardı yükseltme çalışmaları bile ihtiyacı ancak belirli oranlarda karşılayabilmektedir. Diğer taraftan,
özellikle İzmit körfezinin yaklaşık 90km yi bulan ve
90 dakika gibi zaman alan devlet karayolu uzunluğu bu arterin en büyük olumsuzluğunu teşkil
etmekte, bu olumsuzluğu telafi amacı ile körfezde
mevcut feribot hizmeti muhtelif kuruluşlar tarafından dört mevsim boyunca sürdürülmektedir.
Ancak, bu hizmet de yoğunluğu azaltmak için yeterli olamamaktadır.
Gebze – Orhangazi – İzmir (İzmit Körfez Geçişi ve
Bağlantı Yolları Dahil ) Otoyolu Yap – İşlet – Devret
projesi 377 km Otoyol ve 44 km Bağlantı yolu olmak üzere toplam 421 km uzunluğundadır.
Proje, Anadolu Otoyolu üzerindeki Gebze Köprülü Kavşağından Ankara yönüne yaklaşık 2,5 km
sonra teşkil edilecek bir köprülü kavşakla başlamaktadır. Dilburnu-Hersek Burnu arasında Dünyada ikinci en uzun açıklıklı asma köprüsü olacak
uzunluğu yaklaşık 3000 m olan İzmit Körfezini bir
asma köprü ile geçerek Yalova-Karamürsel Devlet
Yolunu Köprülü Kavşakla geçtikten sonra Orhangazi yakınlarında Orhangazi-Bursa Devlet Yoluna
bağlanmaktadır.
Orhangazi
Kavşağından
sonra
güzergah
Orhangazi’den ve Gemlik civarından geçip, Ovaakça kavşağı ile Bursa çevreyoluna bağlanmaktadır.
Bu ihale kapsamında bakım-onarım ve işletilip
devredilmesi de dahil olan Bursa Çevreyolu, Doğu
ve Batı olmak üzere iki yönde devam etmektedir.
Çevreyolunun Batıya yönelen kısmı Bursa’nın kuzeyinden güneye bir yay çizerek Karacabey Kavşağında sona ermektedir. Bursa Çevre Yolunun yapımı 1998 yılında 2 kesim halinde ihale edilmiş olup,
Yalova Ayrımı – Karacabey köprülü kavşağı kesiminin yapımı tamamlanmış olup diğer kesimin 6
km’lik bağlantı yolu kesiminde yapım çalışmaları
halen devam etmektedir. Çevreyolunun 2 kesimi
de anayol gövdesi olarak trafiğe açılmıştır.
266
Gebze – Orhangazi – İzmir (İzmit Körfez Geçişi ve Bağlantı Yolları Dahil ) Otoyolu, Karacabey Kavşağından sonra Ulubat Gölü ve Mustafa
Kemalpaşa’nın güneyinden itibaren batıya yönelmekte Susurluk ve Balıkesir’in kuzeyinden
Savaştepe’ye oradan da Savaştepe-Soma-AkhisarSaruhanlı-Turgutlu ilçelerinin civarından geçerek
İzmir Çevre Yolu üzerindeki mevcut Anadolu Lisesi
kavşağına bağlanmaktadır.
Bu proje güzergahı üzerinde önemli bir tarihi
mihenk taşı olan önemli ilimiz Bursa ilk Osmanlı
Sultanlarının eserlerinin büyük çoğunluğunun yer
aldığı bir Cihan Devleti’nin Doğduğu yerdir. Ve Halen içinde bulunduğumuz yüzyılda önemini korumakta olup bu büyük projemiz ile tarihine yakışır
bir yatırımı daha tarih sayfalarına ekleyecektir.
Özellikle Osmanlı İmparatorluğunun ilk 200 yıllık döneminde en tanınmış şehri ve bilim aleminin merkezi olan Bursa bu projemizin de merkezini oluşturmaktadır. Bursa ilimiz 1453 yılında
İstanbul’un fethine kadar Osmanlı’nın kuruluş
dönemindeki başkent konumunu korumuş ve bu
gün ise bu iki ilin bağlantısı tarihlerine yakışır bir
proje ile birleşmektedir.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
İzmit körfezinin karşı kıyıya en yakın yeri olan
Dilovası-Hersek Burnu arası Tarihte Roma, Bizans
ve Osmanlı İmparatorlukları zamanında önemli
yerleşim yerleri olan Bursa ve İznik’e en kısa ve
hızlı ulaşım noktaları olarak kullanılmıştır.
Bu asma Köprünün Hersek tarafına ayrıca takriben
1100 mt uzunluğunda yaklaşım Viyadüğü inşa
edilecektir.
Diğer taraftan Proje kapsamında
• 18 212 m uzunluğunda 30 adet Viyadük,
• 7395 m boyunda 4 adet Tünel,
• 209 adet Köprü ve
• 18 adet Gişe Alanı
• 5 adet Otoyol Bakım İşletme Merkezi,
• 7 adet servis alanı ile 7 adet park alanı
yer almaktadır.
Dolayısıyla Gebze – Orhangazi – İzmir (İzmit Körfez Geçişi ve Bağlantı Yolları Dahil ) Otoyolu Yap –
İşlet – Devret projesi tarihte de özlenen ve gerçekleştirilmesi elzem olan bir proje güzergahıdır.
Yap-İşlet-Devret Modeliyle yapılacak olan GebzeOrhangazi-İzmir Otoyolunun Gebze ayağı temel
atma töreni 28 Ekim 2010 tarihinde Dilovası’nda
Sayın Başbakanımızın katılımları ile gerçekleştirilmiş olup İzmir ayağı ise 27 Şubat 2011 tarihinde
Alsancak Cumhuriyet Meydanında Sayın Ulaştırma Bakanımızın katılımları ile yapılmıştır.
Sözleşmenin özellik arzeden unsurları ise şunlardır;
Bu tür yap-işlet-devret tipi projelerde Kredi Sözleşmenin ana unsuru olup Yasal mevzuat gereği
Sözleşme Görevli Şirketin Krediyi bulup imzalanması ile yürürlüğe girecektir.
Sözleşmenin süresi 7 yıl Yapım dönemi 15.4 yıl İşletme Dönemi olmak üzere 22.4 yıldır.
Bu proje kapsamında ;
Bu proje kapsamında yer alan en önemli yapılardan birisi İzmit Körfez Geçişi köprüsüdür. Bu Köprü Dilovası ile Hersek Burnu arasına inşa edilecek
olup Asma Köprü tipi kullanılacaktır. Köprü yaklaşık olarak 3000 mt. uzunluğunda olup 1700 mt
orta açıklığı ile Japonya’daki Akashi Kaikyo köprüsünden sonra Dünyada en uzun açıklıklı asma
köprüsü olacaktır.
267
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
•
•
Projede ücretler yıllık Birleşmiş Milletler İstatistik Ofisi Bültenindeki ABD Tüm Kentsel Tüketici Fiyatları endeksine göre artırılacak
Toplam Yatırım Tutarı ise 11.000.000.000 TL.
5.
Bazı Önemli İmalat Miktarları ise;
Kazı : 149 milyon m3
6.
1.
2.
3.
4.
•
7.
•
•
•
•
Dolgu : 105 milyon m3
Beton miktarı : 4,3 milyon m3
Temel-Alttemel : 17,5 milyon ton
Sıcak Karışım (BSK) : 7,5 milyon ton
Yatırım Tutarı Görevli Şirketçe %20 özsermayeden %80 Krediden karşılanacaktır.
Kamulaştırma Bedelinin 400 milyon TL’si Görevli Şirketçe karşılanacaktır.
Müşavirlik Bedelinin 245 milyon TL’si Görevli
Şirketçe karşılanacaktır.
Bu Otoyolun Orhangazi – İzmir arasının projesi mevcut olup Gebze-Orhangazi Kesiminin
projesi ise Görevli Şirketçe yapılacaktır.
Bursa Çevreyolu kesimi ücretsiz olacak kesimidir.
Projenin Sağlayacağı Başlıca Faydalar ise;
1. İstanbul İzmir arası Mevcut Güzergaha göre
140 km. kısalacaktır,
2. İstanbul İzmir arası Mevcut Güzergahta 8-10
saat olan seyahat süresi 3,5-4 saate inecektir,
3. İstanbul – Bursa arası seyahat süresi 2,5-3 saatten 1 saate inecektir,
4. Körfezi geçme süresi mevcut güzergahı dola-
268
8.
9.
şarak 1 saat 10 dk , feribotla 60 dk iken Asma
köprü ile bu süreler 6 dk’ya inecektir.
Ulaşım sürelerinin kısalması ve yol standartlarının yükselmesi nedenleri ile yol kullanıcılarına yıllık toplam 1 milyar TL’lik yaklaşık
akaryakıt ve araç işletme giderlerinde tasarruf
sağlanacaktır.
Bu projenin hayata geçirilmesi ile Güzergah
çevresinde yer alan yerleşim bölgelerinde
sosyal ve ekonomik gelişime katkı sağlayarak
Sanayi-Turizm-Tarım sektörlerinde gelişme
kaydedilecek ve sonucunda önemli istihdam
yaratılacaktır.
Bu projenin yapım-bakım ve işletme dönemlerinde proje içerisinde yaklaşık 27 adet şantiyede toplam 2000 kişiye doğrudan, 10.000 kişiye ise dolaylı olarak istihdam sağlanacaktır.
Bu projenin hayata geçirilmesi ile Ege Bölgesi
ile Marmara Bölgesindeki Limanların üretim
alanları ile bağlantısı sağlanacaktır. Bu ise
Güzergah çevresinde yeni yatırım alanlarının
oluşmasında cazibe yaratacaktır.
Bu proje Güzergah çevresinde yeni yatırım
alanları oluşması sonucunda İstanbul çevresinde yoğunlaşmış olan üretim bölgelerinin
bu yeni yatırım alanlarına kaymasını sağlayacaktır.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Yahya Akengin
Şehirler ve Çeşmeler
Anadolu yaylalarının çoban çeşmeleri, zamanın ve bakımsızlığın tahribatıyla körleşirler. Giderek “ Kor pahar/ kör çeşme ” diye anılır olurlar. “ Kör
çeşmeye kadar… Kör çeşmeyi geçtikten sonra… Kör çeşmede dinlenmek… “ ifadelerle durum tespitleri yapılır. Faruk Nafiz Çamlıbel bunların
kaderini “ Çoban Çeşmesi “ şiiriyle edebiyatımıza nakşeder. “ Leyla gelin
oldu Mecnun mezarda / Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda/ Ateşten
kızaran bir gül arar da/ Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi “
Şehirde ise kör çeşmelerin gözü açılır. Onlar artık şehrin sırlarına ve macerasına ortak olurlar. Çeşme başları, tesadüflerin tanış kıldığı insanlara dostluk başlangıcı yaptırabilirler. Bunun yanı sıra “ kavilleşme “ yani
buluşup sözleşme mekânı da olabilirler. Bazen iyi bazen kötü niyetlerin
örgütlenme adresi haline de gelebilirler.
İstanbul’da Sultanahmet Meydanı’nın hem süsü hem de sesi olan Sultanahmet Çeşmesi, yeniçeri isyanlarına tanıklık eder. Adını taşıdığı
Sultan’ın hayır dua beklentilerine cevap verdiği gibi fitnelik fısıldaşmalarının da ortağı haline gelebilir. Suyun sesine fesatlık dedikodularının da
karışıyor olması, insanoğlunun hayır ve şerle iç içeliğinin sudaki akistleri
gibidir. Necip Fazıl’ın dediği gibi “ Oluklar çift, birinden nur akar birinden kir…”
Çift oluklu hayatımızın mahşer yeri olan şehirlerin eski çeşmeleri silinip
tarih sahnesinden çekilmiş olsa da, hatıraları şehir adreslerine karışarak,
bizi izlerinden sürüklemeye devam ederler. Adında çeşme sözü geçen
sokak ve mahallelerde çeşmenin kendisini arasanız da bulamazsınız. Ancak bu arayış tarihten su seslerinin sızdığı bir sayfayı aralayabilir. İşte o
zaman bir daha anlarız ki şehirlerin kimliğinde çeşmelerin akıp giden bir
yeri hep vardır.
“ Beş Şehir “ yazarı Ahmet Hamdi Tanpınar, Bursa’yı anlatırken Evliya
Çelebi’ye uğrar ve O’nun “Velhasıl Bursa sudan ibarettir “ sözünü nakleder. Evliya Çelebi böyle bir sonuca varmadan önce Bursa çeşmelerini
uzun uzadıya anlatmıştır. Tanpınar sözünü şöyle sürdürür: “ Canım Evliya! Sade bu iki cümlen için benim hafızamda adın Bursa ile birleşiyor.
Sen Bursa’nın şiirini tadanların başında gelirsin ve bir gün senin ruhunu
şâd etmek istersek Bursa çeşmelerinden birine senin adını veririz ve sen
onun ağzından bu güzel şehrin zaman içinde geçirdiği macerayı bize bir
su damlası kadar saf ruhunla nakledersin. “
269
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Tanpınar’ın sözkonusu eserinin yazılmasının üzerinden altmış yılı aşkın bir zaman geçti. Bursa’da,
Evliya Çelebinin adını taşıyan bir çeşme var mıdır,
bilemiyorum. Eğer yoksa “ Bursa’da Zaman “ şairinin bir vasiyeti sayılarak yerine getirilmelidir. “ Evliya Çelebi Çeşmesi “nin uygun bir yerine de O’nun
Bursa çeşmeleriyle ilgili satırlar nakşedilmelidir.
İSİMSİZ HASRETLER
Hazreti Hüseyin ve yakınlarına Kerbela’da susuzluk işkencesi yapılması olayı, edebiyattaki su temasına farklı renkler ve kimlikler kazandırmıştır.
Sanırım Fuzûlî’nin “ Su Kasidesi “ndeki ruhani özlemlerde de bunun payı olsa gerek. Ferhat ile Şirin hikâyesindeki, şehri bir çeşmeye kavuşturursa
kendisinin de yâre kavuşacağı ümidiyle dağları
delmeye kalkışan Ferhat’ın kaderini de su tayin
edecektir. Bilmiyorum acaba Amasya ilimizde Ferhat ile Şirin’in adını taşıyan çeşme var mıdır? Eğer
yoksa yapılmalıdır.
Dağ çiçeklerinde gülüşü vardı hüznün
Onu anlatacaktım dostun bağına;
Dediler, devri geçti mahzun gülüşün…
Öte yakasında sevdalar unuttuğum ırmak
Kuralım mı köprüleri, bir düşün…
Bazı çeşmelerin sularının ayrıca şifa kaynağı olduğu söylenegelir. Su sesiyle bazı hastalıkların tedavi
edildiği de bizim kültür tarihimizde bilinen bir husustur. Ne var ki modern hayatta şehirlerimizin su
ihtiyacını karşılayan barajların şifa dağıttığına dair
henüz bir kanaat oluşmuş görünmüyor. Evlerdeki
musluklardan akan sulardan çok emin olmayan
şehirler halkı, içme suyu ihtiyacını damacanalar
aracılığı ile karşılıyor. Bundan şöyle bir sonuca
varmak mümkündür: Su meselesi, şehir mimarlarının sıralamadaki ilklerinden biri olmamaktadır.
Hatırlamak gerekir ki Mimar Sinan öncelikle bir su
mimarıydı.
Biz de vaktiyle kaleme aldığımız bir şiirimizde kadim şehirlerin çeşmelerine olan özlemi dile getirmiştik. Bu vesileyle o şiiri buraya alma gereğini
hissediyorum.
270
Öte yakasında türküler unuttuğum ırmak,
Hasretin sularından daha derin…
Uçurulmuş köprübaşlarından baktım;
Turna seslerinde bir şafak,
Bir yunus ilahisiyle uyandığım…
İsimsiz hasretler büyüdü içimizde,
Andı ıssız bağların ezgisini birden
Bir gül gibi kaldırımlara düşen bahtımız…
Dalgın adımlarla nadas ettiğim şehirden,
Bu müjde koparacak bu poyraz,
Çiçekler tövbelere açılırken…
Ceylanların ürkmediği bulvarlar düşünüyorum
Nakış derliyorum çarşılara minyatürlerden
Zamanın virane bir köşesinden sıyrılarak,
Sularından öpüyorum çeşmelerin…
Yahya Akengin
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Doğan Yavaş
Bursa Ulucamii
Bursa’daki Ulucami, Yıldırım Bayezid’in şehir dışında ve doğusunda inşa
ettirdiği Yıldırım Külliyesi’nden başka şehrin merkezinde yaptırdığı ikinci
yapısı olup Osmanlı mimarisinde uygulanan çok kubbeli formun da en
büyük örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Selçuklu ve Beylikler devrinde de ulucami fikri vardı ve değişik planlamalar ve örtü sistemleri ile uygulanmışlardı. Bursa’daki ulucami ise bunlardan sonra bina edildiği için
taşıyıcı sistemin kuruluşu, mihrabın oranları, havuzu ve açık kubbesiyle
kendisinden önce yapılan yapılardan daha ileri bir görünüm arz eder. Orhan Bey’in 1339 tarihinde şehrin gelişim çizgisini belirlediği alana inşa ettirdiği hanı ve camisi, ibadete açıldığından 60 sene sonra ihtiyaca cevap
veremez hale gelince Yıldırım Bayezid, ibadethanenin paraleline yine bir
ibadethane olan Ulucami’yi, ticarethane olan Emirhanı’nın karşısına da
yine bir ticarethane olan bedesteni inşa ettirmiştir. Bursa şehrinin gelişim
yönünü daha önceden işaret edenin Orhan Külliyesi olduğu açık olmakla
birlikte, Yıldırım Bayezid’in inşa ettirdiği Bedesten ile çarşının odak noktası iyice belirginliğe kavuşmuştur.
Bursa Ulucamii, Osmanlı mimarisinde, I. Murad-ı Hüdâvendigâr döneminde uygulanmaya başlanan aynı çaptaki birden fazla kubbeden oluşmuş “Ulucami” formundaki yapıların en büyüğü ve en tanınanı olup,
kendinden önceki Filibe ve Gelibolu’daki ulucamilerin devamı, sonraki dokuz kubbeli Edirne Eskicami, altı kubbeli diğer yapılar İstanbul
Karagümrük’teki Zincirlikuyu Camii ile Piyalepaşa Camii’nin de öncüsü
durumundadır. İçinde yirmi adet kubbesi, oldukça geniş bir ibadet bölümü ile birlikte duvar ve payelerinde yer alan, her biri sanat eseri niteliğindeki yazılarının, adeta bir hat eserleri müzesi görünümü vermesiyle
ayrı bir yere sahiptir.
Türk cami mimarisinde bir dönüm noktası teşkil eden Bursa Ulucamii
hakkında detaylı incelemeler ve yayınlar bulunmasına rağmen mimarının kimliği ortaya konulamamış olmakla birlikte, cephelerindeki büyük
sivri kemerli silmelerin oluşturduğu düzen göz önüne alınırsa Suriyeli bir
mimar olabileceği, Ali Neccâr adında bir başka mimarın ya da daha sonra Yeşil Külliye’yi yapacak olan Hacı İvaz bin Ahi Bayezid tarafından inşa
edildiği düşünülmektedir. Bunlardan başka Niğbolu savaşında Yıldırım
Bayezid’e esir düşen bir gayrı Müslim mimar olabileceği1 fikrinin yanısıra Bursa salnâmelerinde “Ahvâl-i umûmiyesinden binayı yapan mimarın
1 Niğbolu savaşı’nda esir düşenlerden biri olan Alman asıllı Johann Schiltberger, daha sonra
Ankara savaşında Timur’a esir düşünceye kadar yaklaşık yedi yıl Osmanlı sarayında bulunmuş
ve herhalde Ulucami’nin inşaatını da görmüştür. Fakat hatıratında yapıdan bahsetmez. Stefanos Yerasimos, Bursa: Osmanlı Sanatının Doğuşu, İstanbul 2000, s. 164-165.
271
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
272
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
273
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
274
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Rum olduğu anlaşılıyor” şeklinde bir görüş varsa
da ileri sürülen bu tezlerin doğruluk derecesi tartışılabilir.
1396 senesinde meydana gelen Niğbolu savaşında elde edilen ganimetlerle yapıldığı, Yıldırım
Bayezid’in bu savaşı kazanması halinde Allah rızası için yirmi adet cami yaptıracağını vaad etmesi,
damadı Emir Sultan’ın tavsiyesiyle de yirmi kubbeli bir tek cami yaptırması pek meşhur bir rivayettir. Caminin bina edileceği yeri belirlemekte
Hz. Muhammed’in bir işaretinin esas alındığı da
bir başka hikâyedir. İnşaatında, Orhan Külliyesi’ni
çevreleyen ihata duvarının taşlarının kullanıldığını
biliyoruz. Bitirilmesi konusunda; 1. Murad’ın yahut Yıldırım’ın başlattığı fakat Ankara savaşından
dolayı yarım kalarak, oğullarından Musa Çelebi ya
da Mehmet Çelebi’nin bitirdiği şeklinde rivayetler
varsa da doğru değildir. Minberindeki tarihten de,
yapının 1399 yılında tamamlandığı anlaşılmaktadır.
İlk planlandığında cami, medrese, hamam, bedesten, dükkânlar ve evlerden oluşan bir külliye olarak tasarlanmış, daha sonraki devirlerde de hayır
sahiplerince etrafına şadırvanlar, muvakkithane,
müezzin ve muvakkit odaları, belediyenin muhtesipleri için altında mahbesi ile birlikte ihtisap
çardağı ve muallimhane gibi yapılar ilave edilmiştir. Son yıllarda bu ilave yapılar ortadan kalkmış,
hamamı da işlevini yitirmiş durumdadır. Cami,
bedesten ve medrese etrafındaki dükkânlar asli
vazifelerini yürütmektedir.
Cami mekânı 55 X 69 m. boyutlarında kareye yakın
dikdörtgen plânda olup, 3795 m² lik bir alanı kaplar. Kuzeydeki taçkapı olmak üzere, doğu ve batı
cephelerinde üç tane kapısı vardır, bir ara hünkâr
mahfilinin bulunduğu güneydoğu köşesine bir
tali kapı daha açılmışsa da muhdes olduğu gerekçesiyle sonradan kapatılmıştır. Doğu’daki çarşı kapısı, batıdaki müftülük kapısı, kuzeydeki de
sahaflar kapısı olarak da bilinir. Büyük silmelerle
hafifletilen cephelere altta 26, üstte de 32 olmak
üzere 58 pencere açıldığı gibi, şadırvan kubbesinin üzeri açık bırakılarak caminin havalandırılması
ve ışık alması sağlanmıştır.
Yapıyı örten 11 m. çapındaki yirmi adet kubbeyi,
her bir kenarı 2.20 m. olan, on iki adet yığma, kare
payeler taşımaktadır. Bu ayakların her yüzünde celî
sülüs ve kûfî hatlarla esmâü’l-hüsnâdan örnekler
yazılmıştır. Mabedin içini adeta hat müzesine çeviren ayaklardaki ve duvarlardaki bu yazılar kûfî,
nesih, ta’lik, muhakkak, celî sülüs ve celî dîvânî
üslûbundadır. Toplam yüz doksan iki adet olduğu
sayılan bu eserler Abdülfettah Efendi, Kazasker
Mustafa İzzet Efendi, Sami Efendi, Şefik Efendi gibi
meşhur hattatlara, tahrîr ve konturlar da Mücellid
Mehmet Efendi’ye ait olmakla birlikte, Sultan 2.
Mahmud’a ait olan bir levha da yer almaktadır. 16.
Yüz yılda varlığı kesin olarak bilinen bu yazılar en
son 1855 depreminden sonra tamir görmüş, bir
kısmı sadece onarılmış, bir kısmı da silinip yeniden
yazılmıştır. Bu yazılardan bir tanesi “Yâ câmia’lkebîr veya mecma’al-kibâr / Tûbâ li-men yezûruke
fi’l-leyli ve’n-nehâr – Ey Ulucami ya da uluların
camisi, gece ve gündüz seni ziyaret edenlere ne
mutlu” şeklindedir, Ulucami’de on sekiz yıl boyunca müezzinlik yapan ve tasavvuf âleminin ileri
gelenlerinden olan Mehmed Muhyiddin Üftade
hazretleri tarafından söylenmiştir. Bursa Ulucamii
için söylenen bir rivayet de bu yazının anlamını
destekler mahiyettedir: İslâm âleminde ulu makamların birincisi Mekke-i Mükerreme’de Mescid-i
Harâm, ikincisi Medine-i Münevvere’de Mescid-i
Nebevî, üçüncüsü Kudüs-i Şerif’de Mescid-i Aksâ,
dördüncüsü Şam’daki Emeviye Camii, beşincisi de
Bursa’da işbu Ulucami’dir.
Caminin kündekârî denilen tarzda, çivi veya bir
başka bağlayıcı kullanmadan, tamamen birbirine geçme parçalardan oluşan minberi bir sanat
şaheseridir. Ustası Muhammed bin Abdülaziz
ed-Devâkî’dir. Tebriz yakınlarında bir kasaba olan
Devak’tan geldiği anlaşılan ustanın yaklaşık üç yılda bitirdiği tahmin edilen bu minberin kapısı üstündeki kitabesi “Mimmâ amile bi-resmi’s-Sultân
Bâyezîd bin Murad Hân bitârîh-i sene isneyni ve
semâne mâye” şeklindedir ve Hicrî 802 Milâdî
1399/1400 tarihini verir. Ceviz ağacından imal
edilen minberin ilginç özelliklerinden biri, Kuran’ı
Kerimdeki ayet sayısına tekabül eden 6666 adet
parçadan oluşmasıdır ancak bundan daha da
önemlisi, minberin mihraba bakan doğu yüzünde
275
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
güneş sisteminin yani güneş ile gezegenlerinin,
batı yüzünde ise galaksi sisteminin tasvir edilmiş
olmasıdır.
Camiye apayrı bir güzellik katan mihraptaki süslemeler, 1862 yılında Bursa’ya sürgün gelen Tevfik
Paşa tarafından yapılmıştır. Mihrabı çevreleyen
dört frizden biri kûfi yazı kuşağı, biri stilize motif
kuşağı diğer ikisi de bitkisel süsleme kuşağı olarak
düzenlenmiştir. Mihrap nişinin iki köşesinde mermer şeklinde boyanmış sütunçe figürü ile bunların yanlarında köşe dolgusu olarak iri rûmî ve palmetlerden oluşan bir koltuk tasarımı vardır. Bursa
Yeşil Cami’nin taç kapısındaki mermer kabartmalarda yer alan bitkisel süslemelerden ilham alındığı bellidir. Bu iki koltuk süslemelerinin arasında
rûmîlerden oluşan büyük bir kandil motifi ve bu
motifin ortasındaki damla içinde de, sülüs yazı ile
müsennâ bir âyet yer almaktadır.
Yıldırım Bayezid Evkafı’nın mütevellisi Mustafa
Efendi’nin, 1549 yılında, sekiz ağaç direk üzerine
yaptırdığı gayet sade ve zarif bir müezzin mahfiline
çıkan merdivenin altındaki alınlıkta Şair Rahîmî’ye
ait ta’lik yazılı kıt’a, 1549 tarihlidir ve camide tarihi
bilinen en eski yazıdır. 2009’da yapılan onarımda
bu kıt’a ile birlikte müezzin mahfiline çıkan merdivenin koltuğundaki, deri üzerine nakşedilmiş naturalist üsluptaki bitkisel süslemeler de tamamen
ortaya çıkarılmıştır. Müezzin mahfilinin karşısında
yer alan rokoko üsluptaki mermer vaaz kürsüsü
üzerinde, ta’lik yazı ile “Disem ma’nâda arş-âsâ
sezâdır / Ne ra’nâ kürsî-i dilkeş-edâdır” şeklinde
bir beyit ve 1231 (M.1814) tarihi vardır. Ulucami’de
bir tane de, mihrabın yanında ahşap vaaz kürsüsü
bulunmaktadır.
Caminin güney doğu köşesinde yer alan hünkâr
mahfili 1862 yılında, Sultan Abdülaziz tarafından
ahşaptan ve çok sade olarak yeniden yaptırılmıştır. Mahfilin alt bölümü ise eskiden beri kütüphane
olarak kullanılmaktaydı. Daha sonra, 1786 yılında
Münzevî Abdullah Efendi burada teşekküllü bir
kütüphane kurmuş, kendi kitaplarını buraya bağışladığı gibi, Yenişehirli Hacı Osman Efendi adında bir kişinin de kitaplarını alarak vakfetmiştir.
276
Minareleri iki tanedir, bugün yerinde olmayan
“Emere bi-imâreti hâzihi’l-minâreti es-Sultan
ibni’s-Sultan Bâyezîd Hân” şeklindeki kitabesinden, batıdakini Yıldırım’ın yaptırdığı belli olmakta
ancak, doğudaki ikincisinin de ilk yapıda planlandığı halde yarım kaldığı, bir müddet böyle kullanılarak adına “Güdük Minare” denildiği ve daha
sonra Çelebi Mehmet ya da Yavuz Selim devrinde
tamamlatıldığı söylenmektedir. Batı minaresi iki
yollu olup hem içten hem de dıştan girilir, dış kapısından hem kurşunluğa hem de şerefeye, iç minaresinden ise sadece şerefeye çıkılır. Minarelerin kaideleri ve küpleri mermerden, yuvarlak gövdeleri
ise tuğladandır. Şerefelerin ikisi de altı sıra stalâktit
üzerine oturur, külahlar ahşap ve kurşun kaplı iken
son yangından sonra taş olarak inşa edilmişlerdir.
Bu boyutta bir binanın, tarihi süreç içinde pek çok
tamir geçirmesi de gayet doğaldır. 13 Cemaziyelevvel 899 (M. 19 Şubat 1494) tarihine ait bir vesikada, atebe-i ulyâdan gönderilen bir tahsîsattan,
sultan imâreti mütevellîsine on bin akçe teslim
edildiği belirtilerek, bu paranın ondan alınıp Ulucami mütevellîsine teslim edilmesi istenmektedir2.
Bu tahsîsatın bir tamir ihtiyacı üzerine verildiği düşünülürse, yapı hakkındaki ilk tamir belgesi budur
fakat tamirde ne yapıldığı belli değildir.
1494, 1503, 1551, 1563, 1567, 1572, 1583, 1670,
1732, 1737, 1740, 1742 yıllarında birçok defa tamir
edilen cami, altı yüz yıllık tarihinde en büyük onarımını 1855 depreminden sonra geçirmiştir. Bu ulu
mabed, şehri yerle bir edip bütün eserleriyle birlikte surlara da zarar veren bu depremden teknik
ve statik olarak çok zarar görmemekle birlikte bazı
kubbelerinin yarıldığı ve bazılarının sıvalarının döküldüğü, asıl zararın ise duvarlarında ve payelerindeki yazıların ve nakışların dökülmesinden dolayı
mimari plastik boyutunda olduğu anlaşılmaktadır3. Yapılan keşiflerde ve yapılan harcamalarda en
2 “Bundan akdem câmi-i kebîr meremmeti içün atebe-i ulyâdan
gönderilen akçeden sultan imareti mütevellîsi Bâlî Çelebi^ye ve
kâtib Satrî’ye ber-vech-i karz on bin akçe virilüb sonra hüküm
vârid olub ol akçe mütevellî ve kâtibden alınub câmi mütevellîsine
teslîm idesin deyû buyurulmuş idi ber-mûceb-i emr-i âlî alınub
câmi mütevellîsine teslîm olundı” B.K. S. A-11 s. 258.
3
Deprem sonrasında yapılan bir muayenede: “Cami-i
kebîrin beş aded kubbelerin taşları tecdîdi lâzım geleceği ve
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
yüksek meblağın sıvaların, yazı ve kalem işlerinin
yenilenmesi için harcandığı görülür. Depremden
hemen sonra yazışmalar başlamış ve zarar gören
yapıların içinde ilk önce ulu caminin tamir edilmesi kararlaştırılmıştır4 (Belge 4). 1274 (1858) senesine kadar inşaat hızla ilerleyerek bütün kubbeleri
onarılmış ve kalem işleri de yenilenmiş5 ve 907500
kuruş harcanarak 1862 yılında yeniden ibadete
açılmıştır.
Orhan Bey’in yaptırdığı ilk bezzazistan / bedestenden sonra Yıldırım’ın bedesteni inşa edilmiştir ve
sâirleri tamir kabul ideceği ve iç minaresinin şerîfesi yıkılub bir
mikdar şakk var ise de tamir kabul ideceği ve dış minaresinin
şerîfesi yıkılmış ise de mahal-i sâiresinin bir sakatlığı olmadığı cevânib-i erbaası dıvarlarında dahî bir sakatlık olmadığı…”
B.O.A. E V. 15785. Ancak bir başka vesikada bu minarenin tehlike
arzettiği ve yıkılması gerektiği belirtilmektedir: “…Hüdavendigâr
Vâlîsine ve Evkāf-ı Hümâyûn Nezâret-i Celîlesi’ne: Erkân-ı harbiye
mirlivâlarından izzetlü Ferhâd Paşa’nın ihtârı vechile Brusa’da
câmi-i kebîrin diğer minâresi hedmolunmak lâzım geldiği halde
başkaca keşf olunmak iktizâ ideceğine…”
“…hedmi lâzım gelen minâre mesârif-i inşâiyesinin bi’l-keşf defterinin bu cânibe irsâl ve câmi-i şerîf-i mezkûr ebniyesi evâil-i
saltanat-ı seniyyede ebniye hakkında ittihâz olınan kıyâsât-ı
hendesiye üzerine yapılmış oldığından inşâ olınacak minâresinin
dahî hey’et-i asliyesinden çıkarılmaması îcâb ideceğinden hedm
olınmazdan evvel minâre-i mezkûrenin resmi yapılarak ba’de âna
tatbîkan ayniyle inşâsı husûslarının dahî savb-ı devletlerine bildirilmesi …” B.O.A. A. MKT. MVL. 96 37
4 “Ticaret Nezâretine: Brusa’da vukubulan hareket-i arzdan harâb
ve münhedim olan âsâr ve ebniyeden en evvel câmi-i kebîrin
mühendisler ma’rifetiyle ta’mîrine mübâşeretle keşf defterinin irsâline ve hisar dıvarının dahî def’-i mazarrâtına ikdâm ve
müsâraat olunması husûsuna dâir gönderilen tahrîrâta cevâben
devletlû Nâmık Paşa hazretlerinin vârid olan tahrîrâtı üzerine
maliye ve evkāf-ı hümâyûn nâzırları devletlû paşalar hazerâtıyle
muhâbereyi şâmil olan iki kıt’a tezkire Meclis-i Vâlâ’ya lede’l-i’tâ
bunun evrâk-ı sâiresi cânib-i ticâretde bulundukdan birleşdirilüb
îcâbının sür’at-i tesviye ve icrâsı hususunun savb-ı vâlâlarına bildirilmesi tezekkür olunarak evrâk-ı merkūme leffen gönderilmiş
olmağla îcâbının icrâ ve ifâdesi mütereffik-i himem-i behiyyeleridir …” A. MKT. NZD. 161.10
5 “…cami-i şerîf-i mezkûr üç sene mukaddem ve rahnedâr
olmasıyla derûnında akd-i sufûf-ı ibadet ve istimâ’-ı mevâ’iz-i
hayriyet-menkabetden geçen sene ramazân-ı şerîflerde umûm
ahâlî me’cûr ve mahrûm olarak şurada burada müteferrikan
edâ-yı salât ile câmi-i mezbûrun husûl-i ma’mûriyeti duâsıyla
nâtıka-pîrây-ı iştigâl oldukları halde bi-lutfihî ta’âlâ sâye-i
muvaffakiyet-vâye-i hazret-i şâhânede câmi-i şerîf-i mezbûrun
mukaddemen dahî hayr-sâmî-i dâverîlerine bâ-mufît arz ve
beyân oldığı vechile sene-i sâbıka ve bu sene-i mübârekede
inşâları resîde-i hadd-i hitâm olan on beş kubbenin sıva ve boyalarıyla tezyînât-ı dâhiliye ve hâriciyeleri hüsn-i ikmâl kılınmış
oldığına ve şu mahaller zînet-sâz-ı enzâr-ı ahâlî olarak…” fî 25
Receb sene (12)74 (M. 11 Mart 1858). 2 İ.DH. 26532
bu vazifesini halen devam ettirmektedir. Caminin
kuzeyinde ve uzakta, çarşı aksına paralel olarak
plânlanmıştır. 15 X 56,5 m. ebadındadır ve altı tane
kalın ayakla taşınan on dört kubbe ile örtülüdür.
Her cephesinde birer tane olmak üzere dört kapılı
yapının içinde otuz iki, etrafında ise altmış sekiz
dükkân olup, dışarıdakilerin on ikisi Orhan Gazi
Vakfı’na, diğer toplam seksen sekiz adet dükkân
ise Yıldırım Vakfı’na aittir. Bu bedesten, kendisinden sonra yapılan Edirne bedestenine de örnek
olmuştur.
Ulucami’nin batısında, caminin vakfından olan
Vâiziye Medresesi yer alır. 21 tane hücresi, 1 dershanesi ve müderris ve muîd odaları olduğu düşünülen dört bölümlü bir mekânı vardır, bu bölümün
üzerinde mahkeme kurulduğundan Mahkeme
Medresesi diye de bilinir. Etrafında 37 dükkânı vardır, bina, yangın ve depremden dolayı günümüze
kadar çok değişiklere uğramıştır.
Ulucami’nin kuzey batısında hamamı vardır, Şengül Hamamı diye meşhur olmuştur. Küçük ve tek
hamamdır, soğukluk kısmından iki eyvanlı, dikdörtgen plânlı sıcaklık bölümüne geçilir. Burada
iki tane halvet de vardır, kazan ve külhan ise hamamın batısındadır. 16. yüz yılda günlük 16 ilâ 25
akçeye kiraya verilmekte olan hamam, günümüzde Gümüşçüler Çarşısı’dır.
Ulucami’nin akarâtından olduğu ve günlük kırk
akçe kira getirdiği bilinen bir kahvehanenin, 16.
yüz yılın sonlarına kadar mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Bu kahvehane de ortadan kalkmıştır.
277
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
KAYNAKÇA
•
Başbakanlık Osmanlı Arşivleri (B.O.A.). A. MKT.
NZD. 161/10, A. MKT. NZD. 276/6, A. MKT. MHM.
136/57, Y. PRK. UM. 20/74, İ. DH. 423/28001, İ.
DH. 405/26830/2, A. MKT. NZD. 3377/15, İ DH.
405/26830/3, İ. DH. 401/26532/1, İ. DH.114/5754, İ.
DH. 429/28401, A. MKT. NZD. 408/72, A. MKT. NZD.
156/25, A. MKT. MHM. 196/14, A.MKT. MHM. 133/62,
A. MKT. MHM. 324/70, A. AMD. 83/66, A. MKT. UM.
5/9-1, Y. PRK.UM. 20/108, Y. PRK. UM. 16/124, E. V.
16642
•
•
278
Bursa Kadı Sicilleri (B.K.S.). A-11 s. 258, A-19 s. 15,
A-58 s. 36, A-81 s. 241, A-94 s. 35, A-99 s. 37, A-113
s. 115, A-127 s. 189, B-90 s. 13, B-94 s. 94, B-94 s.
111, B-94 s. 114, B-124 s. 36, B-124 s. 69, B-124 s. 96,
B-124 s. 94.
Asım Yediyıldız, “Ulucami’nin Tarihçesi”, Bursa’nın
Kalbi Ulucami, Bursa 2009, s. 27-40.
•
Doğan Yavaş, “Ressam Tevfik Paşa’nın Bursa’daki
Çalışmaları”, XII. Orta-Çağ Türk Dönemi Kazıları ve
Sanat Tarihi Sempozyumu, Çanakkale On Sekiz
Mart Üniversitesi, Çanakkale 15-17 Ekim 2008.
•
------------------ , “Ulucami’nin Geçirdiği Tamirler”,
Bursa’nın Kalbi Ulucami, Bursa 2009, s. 133-144.
•
E. Hakkı Ayverdi, İstanbul Mimari Çağının Menşei,
Osmanlı Mi’marisinin ilk Devri I, İstanbul 1989, s.
401-418.
•
H. Basri Öcalan, “Bursa Ulucami Kütüphanesi”,
Bursa’nın Kalbi Ulucami, Bursa 2009, s. 123-132.
•
Kâmil Kepecioğlu, Bursa Kütüğü, C.4, Bursa 2009,
s.186-190
•
•
Kâzım Baykal, Bursa ve Anıtları, Bursa 1993.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Halide Sert
Yüzyılların Tanıkları Anadolu’nun ve
Bursa’nın Tarihi Köprüleri
ÖZET
Taşıma, taşınma, ulaşma, ulaştırma görevini üstlenen yol coğrafyanın
topografik durumuna göre ve taşıma araçlarının niteliğine göre yapılandırılır. Topografya değişmedikçe güzergahlar aynı doğrultuda ve hatta
aynı koridordadır. Anadolu topraklarında yüzyıllar boyunca yaşayan
çeşitli toplumlar yarattıkları uygarlıklar içinde yaptıkları yollar sayesinde hem egemenliklerini pekiştirmişler, hem de ticaretin önünü açarak
zenginleşip kendilerini geliştirmişlerdir. Bu süreç içinde, toplumların
gelişimine paralel olarak ulaşım sistemi üzerinde yer alan köprüler de;
ticari, iktisadi, askeri, sosyal ve kültürel konulara hizmet eden yararlı yapılar olarak, zamanla kültür tarihinin tamamlayıcı bir unsuru haline
gelmişlerdir.
1. ANADOLU’NUN TARİHİ YOL AĞLARI VE KÖPRÜLERİ
Asur ve Babil medeniyetlerinin Mezopotamya ve Suriye’de meydana
getirdikleri ve tarihin ilk düzenli yolu olarak bilinen yol ağları Türkiye’ye
de uzanmaktadır. Yurdumuz sınırlarına Cizre’den girerek oradan da
Anadolu’nun içlerine doğru uzanan bu yol güzergahını sırasıyla; Hititler, Persler, Helenler, Romalılar, Doğu Romalılar kullanmış, daha sonraları
Selçuklular ve Osmanlılar da aynı güzergahı izlemişlerdir. Dolayısıyla aynı
güzergah üzerinde bulunan bir Roma veya Doğu Roma Köprüsü gerektiği zamanlarda onarılarak kullanılmış, herhangi bir nedenle yıkılsa bile
aynı yere, hatta aynı temeller üzerine bir Türk köprüsü yapılabilmiştir.
Malazgirt Zaferinden beri Anadolu’nun, XIV. yy’ dan itibaren de Balkanların egemeni olan Türkler yurt edinerek egemenlik kurdukları bölgelerin
coğrafi koşulları karşısında yaptıkları eşsiz güzellikteki köprülerle, köprü
mimarlığının gelişmesine önemli katkılar sağlamışlardır. Bu dönemde
bir yandan yeni köprüler yapılmış, bir yandan da eski devirlerden kalan
harap köprüler onarılarak ya da yenilenerek bunlardan faydalanılması
sağlanmıştır.
Tarihi Köprüler Şubesi Müdürlüğü envanterinde Aralık 2010 itibariyle, dönemlerine göre; yurt içinde Hitit(1), Urartu(1), Roma(113), Doğu
Roma(13), Selçuklu(135), Osmanlı(1173) ve Erken Cumhuriyet(57) olmak
üzere 1493 adet köprü bulunmaktadır. Yurt dışında ise Osmanlı Döne-
279
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
mine ait çoğunluğu Bosna-Hersek’te olmak üzere
306 adet köprü bulunduğu tespit edilmiştir. 1493
adet köprü; yapım tekniğine göre Taş (1429), Ahşap (13), Demir (28), Betonarme (23) olarak gruplandırılmaktadır.
2. YOLLARIN VE KÖPRÜLERİN FONKSİYONU
ÜZERİNE SAPTAMALAR
Osmanlı öncesinde Anadolu’daki Türk siyasi varlığı İran, Irak, Suriye, Kafkaslar ve Mısır gibi geniş
bir coğrafi alana yayılmış bulunmakta ve bu geniş
coğrafya Türk Sanat ve Kültürünün oluşum ve gelişim alanları olmaktaydı. Ancak bu sanat kültür ortamında ve sürecinde, yapıldığı dönem ne olursa
olsun, Anadolu’daki köprüler için kendine has bölgesel bir üslubun varlığı söz konusu olmaktadır.
Anadolu’da; Selçuklular döneminde, doğu-batı
doğrultusunda gelişen ulaşım damarları, siyasal
egemenliğin dağılması ya da parçalanması sonucunda bazı önemli merkezler çevresine yönelip,
yoğunlaşmıştır. Her iki politik ortamda da köprüler; sefere çıkılırken ordunun geçmek zorunda
kaldığı, posta ve haberleşme teşkilatının kullandığı, ticaret kervanlarının ve hac kafilelerinin yararlandığı geçitler olarak önem taşıyordu, bazen de
köprü görevlilerinin ve ulakların barınma amacıyla
kullandıkları meskenlerdi. Ayrıca savaş dönemin-
de savunmada karşı kuvvetlerin yararlanmasının
istenmediği tesisler olarak da önemliydiler.
Osmanlı İmparatorluğunun sınırları dâhilinde
büyük hacimde ticaret hareketlerinin olduğu ve
zaman zaman en kudretli orduların bir uçtan bir
uca gidebildiği göz önüne alınırsa, bu ulaşımlara
olanak sağlayan hizmetleri yapan bir örgütün var
olduğu aşikârdır. Yapılacak seferler için hazırlıklar
arasında o yöreye giden yolların elden geçirilmesi,
ordunun ve ağırlıkların güvenle taşınmasını sağlamak üzere yol ve köprülerin onarımı, sefer öncesi ordu birliklerince yapılırdı. Bunlar: yol ve geçit
güvenliğini sağlayan, yolun bakım ve onarımını
yapan derbentçiler, yolun kaplamalarını sağlamlaştıran kaldırımcılar, köprü yapılamayan yerlerde geçidi sağlayan gemiciler ve köprücülerdi.
Köprücüler deyimi köprüyü yapan teknisyenler
anlamına geldiği gibi köprüye bakan onu koruyan, onaran anlamına da gelmektedir.
Devletin bütün iktisadi faaliyetleri yolların geçtiği yerler ile bu yolların vardığı liman ve şehirlerde toplanmış olup, yol ve köprüleri kullanan tüm
etkinliklerin işlemesi ve gelişmesi için yolların güvenliğinin sağlanması her zaman gerekli olmuştur. Bu amaç için Ortaçağ Türk-İslam devletlerinde
ribat adı verilen ve büyük kervan ve ticaret yolları
Harita 1. Osmanlı Dönemi yol ağları (Y.Halaçoğlu)
280
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
üzerinde, dağ ve geçit yerlerinde, tüccar ve yolcuları, kervanları barındıran tesislerin yerini, Anadolu
Selçuklularında kervansaraylar, Osmanlı döneminde ise menzil hanları ve derbentler almıştır.
Osmanlı Devleti’ndeki tanımıyla menziller, seri
haberleşmeyi sağlamak, ordunun sefere çıktığı zaman dinlenmesi ve her türlü iaşesini temin etmek
gayeleriyle kurulmuştur. Öyle ki iki yüz bin kişiye
ulaşan Osmanlı ordusunun Viyana’ya ve hemen
sonra Tebriz ve Bağdat’a kadar uzanan bir coğrafyada rahat hareket etme imkanı bulması; orduya
lojistik destek sağlanmasında, iaşe ve diğer ordu
ihtiyaçlarının giderilmesinde önemli görevler üstlenen menziller sayesinde olmuştur.
Osmanlı Devleti’nde yollar, ana ve tali olmak üzere iki kısımda mütalaa edilmiş olup, genel olarak
Anadolu ve Rumeli’de Sağ, Orta ve Sol Kol olmak
üzere üç ana güzergah ile bunlara bağlı tali yollardan meydana gelmiştir. Ana yolları birbirine
bağlayan tali yollar; gerek sivil ulaşımın, gerekse
ülkede asayişin temininde ve meskün mahallerin
birbiriyle irtibatının sağlanmasında önemli rol oynamıştır (Harita 1).
Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran (1514), Mercidabık
ve Ridaniye (1516,1517) seferleriyle 16.yy’ da ön
plana çıkan Anadolu Sağ Yolu; daha sonra Sultan
Süleyman’ın Irakeyn (1533-34) ve 2. İran Seferinin
(1548-1549) ardından, Sultan 4. Murat’ın Bağdat
Seferi (1638) sırasında da kullanılmış olup, Hac ve
Sürre-i Hümayun Alayı’nın da gidip geldiği yol olarak her zaman önemini korumuştur.
Sonuç olarak; Osmanlı Devleti’nin altı yüz yıllık
devamlılığında, emniyetli, bakımlı ve düzenli bir
ulaşım sistemine sahip olmasının büyük payı bulunduğu anlaşılmaktadır.
3. BURSA VE TARİHİ KÖPRÜLERİ
Adını Bitinya kralı I. Prusias’dan (MÖ 230-182)
alan Bursa ve çevresinde çok eski çağlardan bu
yana hüküm süren uygarlıkların izlerini bulmak
mümkündür. MÖ 74 yılında Roma İmparatorluğunun eyaleti olan Bursa, 385-1326 yılları arasında
Doğu Roma Dönemini yaşamıştır.
1335 yılında Osmanlı İmparatorluğunun ilk başkenti olan Bursa, 1365 yılında Edirne’nin başkent
yapılmasına kadar önemini korumuş, İstanbul’un
fethinden sonra da Anadolu Eyaletinin hükümet
merkezi olarak, imparatorluğun en önemli bilim,
kültür ve ticaret merkezlerinden biri olmuştur.
17.yy’da Bursa’nın bu zenginliklerini görüp dile getiren Evliya Çelebi, Bursa ile ilgili olarak; “…Bütünü
dokuz bin dükkandır. Kale gibi dört demir kapılı
büyük bir kapalı çarşısı vardır. Üç yüz dükkandır.
Her birinde Mısır hazinelerine sahip tüccarlar vardır. O kadar değerli, mücevherli kap kacakları ve
hediyelikleri vardır ki sözle anlatılamaz…”,
“… Bursa’nın çarşıları İstanbul’da bile yoktur…”,
“…Bursa’nın en büyük mahsulü ipektir. Buranın
ipeği İran, Nahçivan ve Şirvan’da bile yetişmez…”
ifadeleri ile vurgulamış, hatta Gökdere üzerindeki
Irgandı Köprüsünde bile sağlı sollu 200 kadar dükkan bulunduğundan bahsetmiştir.
Anadolu’nun en önemli yol güzergahlarının
geçtiği ve bunun sağladığı olanaklarla da her
dönem önemini korumuş olan Bursa sınırları dahilindeki; Dil (Hersek)-İznik-Osmaneli (Lefke)
veya Dil (Hersek)-İznik-Yenişehir-AkbıyıkPazaryeri menzillerden geçmekte olan ve
İstanbul’u aynı zamanda Kutsal Topraklara bağlayan Anadolu Sağ Yolu ile yine bu yolu İzmir’e
bağlayan;
Orhangazi
(Pazarköy)-GemlikMudanya-Karacabey(Mihaliç)-Mustafa Kemal
Paşa(Kirmasti) tali yol üzerinde; ulaklar, hacılar,
tüccar kervanları ve seyahat eden diğer kişilerin
yararlanması amacıyla çeşitli menzil külliyeleri ve
köprüler inşa edilmiştir.
Bu bağlamda Bursa il sınırları dahilinde;
Anadolu Sağ Yolu üzerinde: (7 adet)
İznik İlçesinde; İnikli Köprüsü, Kuruköprü, İznik
Giriş ve Çıkışındaki Köprüler, Kocaköprü
Yenişehir ilçesinde; Köprühisar ile Kabaçınar (Selimiye) Köprüleri,
İzmir’e giden tali yol üzerinde: (4 adet)
Karacabey (Mihaliç) ilçesinde; Konstantin (Ulua-
281
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Toplam 27 adet köprünün varlığı tespit edilmiş,
günümüze ise ancak 19 adedinin sağlam olarak
ulaştığı belgelenebilmiştir. Oysa; E. ÇELEBİ’nin
“…ismi bilinen bin altmış adet pınar…”, “…iki bin
altmış çeşme…” bulunduğunu söyleyerek “Elhasıl, Burusa sudan ibarettir.” ifadesi ile tanımladığı
Bursa’da, “…büyük, küçük kırk kadar köprü…” bulunduğu anlaşılmaktadır. Bunun en önemli nedenlerinden birisinin de, Mimar S. Çetintaş1 ‘ın 1935
ve 1941 tarihli makalelerinde de dile getirdiği gibi
“Bursa ovasının bataklık durumundan kurtarılırken yüce Türk medeniyetinin değerli birer belgesi
olan bazı köprülerin yıkılması cihetine gidilmesi”
gösterilebilir.
bad), Ahşap (Canbalı), Bizans (Taşlıköy) Köprüleri,
Mustafa Kemal Paşa (Kirmasti) ilçesindeki Kirmasti Lala Şahin Paşa Köprüsü,
Bursa- İstanbul deniz bağlantısını sağlayan Mudanya iskelesine giden tali yol üzerinde: (3 adet)
Nilüfer ilçesinde; Nilüfer Hatun, Abdal Çelebi
(Acemler) ve Geçit (Nilüfer Çayı) Köprüleri,
Bursa şehir merkezinde: (13 adet)
Osmangazi ilçesinde; Maksem (Demiroluk), Setbaşı, Irgandı, Boyacıkulluğu, Çalıkpiri, Tatarlar, Demirtaş Köprüleri,
Nilüfer İlçesinde; Mihraplı (Seçuk Hatun) Köprüsü,
Yıldırım İlçesinde; Meydancık (Geredeli) Köprüsü,
Dokuzgözler (Yıldırım, Cumalıkazık) Köprüsü,
İnegöl İlçesinde; Kalburt Köprüsü olmak üzere;
1 Mimar Sedat Çetintaş (1889 – 1965), Bursa Belediyesi Fen
İşleri Dairesi’nde çalıştı. “Türk Mimari Anıtları-Osmanlı Devri
Bursa’da İlk Eserler (1946) ve Osmanlı Devri Bursa’da Murad 1
ve Bayezid 1 Binalar (1951)” adlı iki kitabı bulunmaktadır.
1
12
5 3 6
4 14 15
25 27
19 17
9 8
10
23
21
20
18
24
26
13
11 16
7 2
22
Harita 2. Bursa İlindeki Tarihi Köprülerin Yerleri
Roma Dönemi
Roma Dönemi(yklmş)
D.Roma Dönemi
D. Roma Dönemi (yklmş)
Osmanl Dönemi
Osmanl Dönemi (yklmş)
Harita 2. Bursa İlindeki Tarihi Köprülerin Yerleri
1. İznik İlçesi, Roma (İnikli Köyü) Köprüsü, Roma, 2.yy (Hac ve sefer yolu üzerinde)
2. İznik İlçesi, Kuruköprü, Roma (Hac ve sefer yolu üzerinde)
282
3. Karacabey İlçesi, Konstantin (Uluabad) Köprüsü , Doğu Roma (Yklmş)
4. Karacabey İlçesi, Ahşap (Canbal) Köprüsü, Doğu Roma (Yklmş)
5. Karacabey İlçesi, Bizans (Taşlköy) Köprüsü, Doğu Roma
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
İznik İlçesi, Roma (İnikli Köyü) Köprüsü,
Roma, 2.yy (Hac ve sefer yolu üzerinde)
İznik İlçesi, Kuruköprü, Roma (Hac ve sefer
yolu üzerinde)
Karacabey İlçesi, Konstantin (Uluabad) Köprüsü , Doğu Roma (Yıkılmış)
Karacabey İlçesi, Ahşap (Canbalı) Köprüsü,
Doğu Roma (Yıkılmış)
Karacabey İlçesi, Bizans (Taşlıköy) Köprüsü,
Doğu Roma
Nilüfer İlçesi, Nilüfer Hatun Köprüsü, Osmanlı, 14.yy, Orhan Gazi
Mustafa Kemal Paşa İlçesi, Kirmasti Lala Şahin Paşa Köprüsü, Osmanlı, 14. yy (Yıkılmış)
Osmangazi İlçesi, Maksem (Demiroluk) Köprüsü, Osmanlı, 15.yy
Osmangazi İlçesi, Setbaşı Köprüsü, Osmanlı,
15.yy
Osmangazi İlçesi, Irgandı Köprüsü, Osmanlı,
15.yy
Osmangazi İlçesi, Boyacıkulluğu Köprüsü,
Osmanlı, 15.yy
Nilüfer İlçesi, Mihraplı ( Selçuk Hatun) Köprüsü, Osmanlı, 15.yy
Yıldırım İlçesi, Meydancık (Geredeli) Köprüsü, 16.yy
14. İznik İlçesi, İznik Çıkışı Köprüsü Osmanlı,
Resim 1. Roma( İnikli Köyü) Köprüsü
Resim 2. Kuruköprü
16.yy (Yıkılmış) (Hac ve sefer yolu üzerinde)
15. İznik İlçesi, İznik Girişi Köprüsü, Osmanlı,
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
24.
25.
26.
27.
16.yy (Yıkılmış) (Hac ve sefer yolu üzerinde)
Osmangazi İlçesi, Çalıkpiri Köprüsü, Osmanlı, 16. yy (Yıkılmış)
Osmangazi İlçesi, Tatarlar Köprüsü, Osmanlı,
16. yy
Yenişehir İlçesi, Köprühisar Köprüsü, Osmanlı ,16.yy (Yıkılmış) (Hac ve sefer yolu üzerinde)
Nilüfer İlçesi, Abdal Çelebi (Acemler) Köprüsü, Osmanlı, 17. yy
Osmangazi İlçesi, Cilimboz Köprüsü, Osmanlı
Yenişehir İlçesi, Kabaçınar (Selimiye) Köprüsü, Osmanlı (Hac ve sefer yolu üzerinde)
İnegöl İlçesi, Kalburt Köprüsü, Osmanlı
İznik İlçesi, Kocaköprü, Osmanlı (Hac ve sefer
yolu üzerinde)
Yıldırım İlçesi, Dokuzgözler (Yıldırım, Cumalıkızık) Köprüsü, Osmanlı
Nilüfer İlçesi, Geçit (Nilüfer Çayı) Köprüsü,
Osmanlı, 19. yy
Yıldırım İlçesi, Hacivat (Hacı İvad) Köprüsü,
Osmanlı
Osmangazi İlçesi, Demirtaş Köprüsü, Osmanlı, 19. yy (Yıkılmış)
283
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
1.ROMA (İNİKLİ KÖYÜ) KÖPRÜSÜ (Hac ve sefer
yolu üzerinde)
Antik Dönemlerdeki ismi Nikaia olan İznik ilçesi,
İnikli Köyünde, Kurudere üzerinde bulunan köprü,
Roma Dönemi (2. yy) eserlerindendir. Uzunluğu
25m olan köprünün 3 gözü bulunmaktadır(Resim
1). Köprü, Bursa K.T.V.K.Kurulunun 16.4.2004 tarih
ve 10458 sayılı kararı ile tescil edilmiştir.
2. KURUKÖPRÜ (Hac ve sefer yolu üzerinde)
İznik ilçesi, Elbeyli mevkiinde, Kurudere üzerinde
bulunan köprü, Roma Dönemi eserlerindendir.
Uzunluğu 20m olan köprünün 3 gözü bulunmaktadır (Resim 2).
3-4.KONSTANTİN (ULUABAD) VE AHŞAP (CANBALI) KÖPRÜLERİ (Her ikisi de Yıkılmış)
Eski adı Mihaliç olan Karacabey ilçesindeki, Uluabat köyü 24 derbent köyünden biri olup, diğer
derbent köyleri ile birlikte ilçedeki 3 köprünün güvenliğinden sorumlu idi. Uluabat Deresi üzerinde
bulunduğu kaynaklardan öğrenilen bu 3 köprüden ikisine ait tescil kayıtlarında; “12.-13.yy’da inşa
edilen, Uluabad Gölünü Marmara denizine bağlayan suyolu ve Marmara Bölgesini Ege Bölgesine
bağlayan karayolu üzerinde, önemli bir stratejik
noktada yer alan Lopadion Kalesinin kuzeyinde
bugün iki köprü kalıntısı görülmekte”, bunlardantaş olan Konstantin (Uluabad) Köprüsünün Doğu
Roma döneminde yapılmış olduğu belirtilmektedir. C. ÇULPAN ise söz konusu köprünün Orhan
Resim 3. Konstantin (Uluabad) Köprüsü 284
Gazi dönemi eseri olduğunu, üzerinde bulunduğu yol güzergahını emniyet altında bulundurmak
için küçük bir kale içinde tüfekçilerin bulundurulduğundan bahsetmektedir. Bugün ise köprünün
sadece ayak kalıntıları mevcuttur (Resim 3).
Üst yapısı ahşap olan Ahşap (Canbalı) Köprüsünün
ise, Kurtuluş Savaşı sırasında Yunanlılar tarafından
tahrip edilmiş olduğu, ordu istihkam birliklerince
onarılarak, 1952 yılında betonarme köprü yapılana
kadar hizmet verdiği, yeni köprü hizmete açılınca
da ahşap köprünün yıktırılmış olduğu kaynaklarda
yer almaktadır (Resim 4).
Her iki köprü de, Bursa K.T.V.K. Kurulunun
29.01.2010 tarih ve 5418 sayılı kararı ile tescil edilmiştir.
5. BİZANS (TAŞLIKKÖY) KÖPRÜSÜ
Karacabey İlçesi, Taşlık Köyünde, Karadere üzerinde bulunan köprü, Doğu Roma Dönemi eserlerindendir. Köprünün üç gözü günümüze ulaşmış,
geri kalan bölümü yıkılmıştır (Resim 5).
6. NİLÜFER HATUN KÖPRÜSÜ
Bursa başkent olduktan sonra Orhan Gazi (13261359) döneminde yapılan ilk Osmanlı köprüsüdür (Resim 6). Köprü, Bursa- Mudanya Yol Ayrımında, Yolçatı Köy yolunda, Nilüfer Çayı üzerindedir.
Uzunluğu 78.65 m olan köprünün, 7 gözü bulunmaktadır. Nilüfer suyu yatağı dolup etrafa yayılın-
Resim 4. Ahşap (Canbalı) Köprüsü
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Resim 5. Bizans (Taşlıkköy) Köprüsü
Resim 6. Nilüfer Hatun Köprüsü
ca, münhani bir plan üstüne tuğla ile 4 ufak tahliye
gözü daha eklendiği, köprünün batıdaki son gözü
yıkılıp, sonradan tuğla ile yenilendiği C.ÇULPAN
tarafından ifade edilmektedir.
ması gerektiği, 1350 krş. ve bir Zolata3 ile yeniden
onarılacağı Mihaliç ve Kirmasti naipleri tarafından
arz edilmiştir. Kirmasti’de evvelce Lala Şahin Paşa
tarafından yaptırılmış olması kuvvetle muhtemel
eski bir köprü bulunduğu anlaşılmaktadır.” Köprü
ile ilgili fotoğrafa ve başka bilgiye ulaşılamamıştır.
E. ÇELEBİ ise: “Nilüfer nehri bahar mevsiminde asla
geçit vermez. Şâhrah üzerinde metin bir köprü
vardır ki her takı kâvs-i kuzahtan nişan verir. Bilecik
tekfuru nişanlısı iken H.688 Osman Gazi tarafından
esir ve şehzadesi Orhan Gazi’ye tezviç edilen Nilüfer Hatun adına inşa edilmiş ve (Nilüfer Hatun
Köprüsü) adı verilmiştir.” demektedir. G.E.E.A.Y.K.
Başkanlığının 14.3.1980 tarih ve 11789 sayılı kararı
ile tescil edilmiştir.
7. KİRMASTİ LALA ŞAHİN PAŞA KÖPRÜSÜ
(Yıkılmış)
Sultan I.Murat (Hüdavendigar) (1359-1389) döneminde, “Sultan Orhan ve Sultan I. Murad devri
gazilerinden Lala Şahin Paşa tarafından Mustafa
Kemal Paşa (Kirmasti) ilçesinde, Mustafa Kemal
Paşa çayı üzerinde yaptırılmıştır. C.ÇULPAN’dan
edinilen bilgilere göre “Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğündeki bir belgede, Kirmasti’de
Sultan III.Ahmed (1703-1730) devrinde büyük
bir ahşap köprünün onarımından bahsedilmektedir. Mirmiran-ı Bursa Hasan Paşa’ya, köprünün
eski durumu ölçüldükçe 260 Zira2 (197m) bov ve
6 Zira (4.55m) genişlikte ve 40 gözlü olduğu, tamirin ameli bir faydası olmayıp, yeniden onarıl2 Zira: Metrik sisteme göre 75.8 cm olarak kabul edilen Osmanlı Mimarisindeki uzunluk ölçü birimi.(Arşının Arapçası)
8. MAKSEM (DEMİROLUK) KÖPRÜSÜ
Sultan I. Mehmet (Çelebi Mehmet) (1413-1421)
döneminde yapılmış olan köprü, Bursa şehir merkezinde, Gökdere üzerindedir (Resim 7). C.ÇULPAN
“…Usul-i mimar-i Osmani adlı eserde ise şöyle
denilmektedir. Çelebi Sultan Mehmed zamanı
Bursa’da Tuz ve Kütahya hanları ile civarı ve Yeşil
semti imara başlandı. O zaman Gökdere üzerine
köprüler yapmak zarureti hasıl oldu. Çelebi’nin
yaptırdığı Maksem Köprüsü ilk köprü olarak yapılmış görünüyor.” bilgilerini vermektedir. Ancak
köprünün bugünkü hali, betonarme olarak hizmet vermektedir.
9. SETBAŞI KÖPRÜSÜ
Sultan I. Mehmet (Çelebi Mehmet) (1413-1421)
döneminde yapılmış olan köprü, Osmangazi İlçesinde, Gökdere üzerinedir. 2 gözlü olarak yapılan köprünün gözlerinden biri büyük, diğeri
küçüktür. 30m uzunluğundaki köprü betonarme
olarak genişletilmiş olup, eni 16,80 m’dir (Resim
8). C.ÇULPAN “Usul-i mimar-i Osmani adlı eserde
3 Zolata: Polonya parasına benzeyen bir Osmanlı gümüş
parası
285
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Resim 7. Maksem (Demiroluk) Köprüsü
ise şöyle denilmektedir. Çelebi Sultan Mehmed
zamanı … Gökdere üzerine köprüler yapmak zarureti hasıl oldu. Çelebi’nin yaptırdığı Maksem
Köprüsü ilk köprü olarak yapılmış görünüyor. Setbaşı Köprüsü de eski olup Çelebi Sultan Mehmed
zamanında yapılmıştır.” bilgilerini vermektedir. K.
BAYKAL4da: “Yaptıranı ve tarihi belli olmadığını,
Setbaşı isminin eski olduğunu, Bursa arşivinde,
Setbaşı köprüsü adının geçtiğini, üzeri ahşap iken
Cumhuriyet devrinde kârgire çevrildiğini” kaydetmektedir.”
10. IRGANDI KÖPRÜSÜ
Sultan II. Murat (1421-1451) döneminde, “Irgandı diye ün salan Pir Ali tarafından 1442 yılında alt
ve yanlarında 30 dükkânla birlikte kârgir olarak
yaptırılan köprü, Osmangazi İlçesinde, Gökdere
üzerindedir.” (Resim 9,10). E. ÇELEBİ bu köprü ile ilgili olarak “Evsaf-ı cisr-i Irgandi. Bursa’nın bir çarşısı
da Gökdere’deki Irgandi Köprüsü üzerindedir ki,
yemin ve yesar ikiyüz kadar hallac dükkanlarıdır.
Hücrelerinin pencereleri zir-ü paylerinden cereyan
eden Gökdere’ye nâzırdır. Ve bu cisr dükkânlarının
üzeri cümle tonoz kemerler ile mebni olub kurşun
ile mesturdur. Bu cisrin iki başında kal’a kapuları
gibi temiz kapılar üzere mazgal delikleri vardır. Cizrin bir tarafı boştur. Han gibi misafirhane olup at
bağlanır” bilgilerini vermiştir. Tek gözlü olan köprü, 1854 yılındaki Büyük Bursa Depreminde hasar
4 Kazım Baykal, (1905 - 1993), Bursa Eski Esr. Sev. Kur.´nu kuran, Tarihi Köprüler adlı kitabı bulunan araştırmacı, eğitimci.
286
Resim 8.Setbaşı Köprüsü
görmüş ve Kurtuluş Savaşı’nda Yunan Ordusu tarafından bombalanmıştır.1949 yılında Belediye tarafından onarılan köprü, 2004 yılında Osmangazi
Belediyesi tarafından yapılan onarımla bugünkü
halini almıştır. Irgandı Köprüsü, Floransa’da (İtalya)
“Ponte Vecchio”, Venedik’te (İtalya) “Ponte Rialto”
ve Lofça’daki (Bulgaristan) “Osma” ile dünyadaki
dört çarşılı köprüden biri olma özelliğine sahiptir.
Köprü, G.E.E.A.Y.K. Başkanlığının 14.3.1980 tarih ve
11789 sayılı kararı ile tescil edilmiştir.
11.BOYACIKULLUĞU KÖPRÜSÜ
Sultan II. Murat (1421-1451) döneminde, Hacı
Sinan adındaki bir tüccar tarafından1433 yılında
yapılmıştır. Bursa şehir merkezinde bulunan köprülerden olup, Gökdere üzerindedir. Setbaşı ve Irgandı köprüsünden sonra gelen üçüncü köprüdür
(Resim 11).
12.MİHRAPLI (SELÇUK HATUN, KANAL)
KÖPRÜSÜ
Sultan II. Mehmet (Fatih Sultan Mehmet)
(1451-1481) döneminde, Sultan Çelebi Mehmet (I.Mehmet)’ in Kızı Selçuk Hatun tarafından
1465-66yılları arasında yaptırılmış olan köprü,
Nilüfer İlçesinde, Nilüfer Çayı üzerindedir (Resim
12). G. TUNÇ “Köprünün Bursa Türk İslam Eserleri
Müzesinde olan kitabesi iki parça halindedir. Kitabelerden biri köprü üzerinde mihrap gibi bir yere
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
1971
Resim 9-10. Irgandı Köprüsü
yerleştirilmiştir. Belki köprünün ismi de buradan
gelmektedir. Diğer kitabe de köprünün iki büyük
gözü arasına, mermer üzerine yazılıp konmuştur.
Mermer üzerine kabartma olarak işlenmiş olan
kitabe metinleri, 15. yy şairlerinden Cemali tarafından yazılmıştır. Tam Osmanlıca olarak söylenmiş olan manzume teşbih ve mecazlarla doludur.”
bilgisini vermektedir. G.E.E.A.Y.K. Başkanlığının
14.3.1980 tarih ve 11789 sayılı kararı ile tescil edilmiştir.
13. MEYDANCIK (GEREDELİ) KÖPRÜSÜ
Sultan II.Bayezid (1481-1512) döneminde yapılmış olan köprü, Meydancık camii ile Kuyulu cami
arasında, Gökdere üzerindedir. C.ÇULPAN’ın, K.
BAYKAL’dan aktardığına göre: “Kargir ayaklar üstüne ahşaptır. Geredeli Köprüsü adıyla, Hatice İsfendiyari Vakfiyesinde H. 906 (1500) yazılıdır.” bilgisi-
Resim 11. Boyacıkulluğu Köprüsü
ne ulaşılmaktadır. Köprü ile ilgili yazılı ya da görsel
bilgiye ulaşılamamıştır.
14-15. İZNİK GİRİŞİ VE ÇIKIŞI KÖPRÜLERİ (Yıkılmış) (Hac ve sefer yolu üzerinde)
Yavuz Sultan Selim (1512-1520) döneminde, İznik
İlçesinde yapılmış, tek açıklıklı köprülerdir. İznik
Girişi Köprüsü Küçükköy Deresi, İznik Çıkışı Köprüsü ise Çınarlık deresi üzerindedir. Anadolu Sağ
Yolu üzerinde bulunan İznik ve civarını güven altına almak üzere İznik’e 11 km uzaklıkta kurulmuş
olan Pamucak Debenti, bu yolun ve köprülerin
güvenliğini sağlamakla görevli Derbentçi bir köy
olup, bazı vergilerden muaf tutulmuştur. Köprüler
ile ilgili fotoğraflara ve başka bilgilere ulaşılamamıştır.
Resim 12. Mihraplı Köprü
287
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Resim 13. Tatarlar Köprüsü
16. ÇALIKPİRİ KÖPRÜSÜ (Yıkılmış)
Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) döneminde yapılan köprü, Bursa şehir merkezinde, Gökdere üzerindedir. G.TUNÇ “Osmanlı dönemi köprülerindendir. Eski Mahkeme kayıtlarına göre 1527
yılında bu köprünün olduğu biliniyor. Maksem
Köprüsü civarında, ondan sonradır.” bilgilerini vermektedir. Köprü ile ilgili fotoğrafa ve başka bilgiye
ulaşılamamıştır.
17. TATARLAR KÖPRÜSÜ
Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) döneminde yapılmış olan köprü, Osmangazi İlçesinde, Gökdere üzerinde bulunmakta olup, 30 m uzunluğunda ve tek gözlüdür (Resim 13). G.TUNÇ “Köprünün
tempan duvarı moloz taştır. Dairesel olan kemeri
tempan duvarı ile aynı yüzeydedir. Kemer, tek sıra
kesme taşlarla yapılmıştır. Bunun üzerinde, yine
tempan duvarı örgü karakterinde korkuluk vardır.
Köprünün her iki ucunda evler yer alır.” bilgilerini
vermektedir.
18. KÖPRÜHİSAR KÖPRÜSÜ (Yıkılmış) (Hac ve sefer yolu üzerinde)
III. Murat (1574-1595) döneminde yapılmış olan
köprü, Yenişehir İlçesi, Köprühisar Köyünde, Kocaçay üzerindedir (Resim 14). İstiklal savaşı sırasında kaçan düşman tarafından tahrip edilmiş olan
köprü hakkında C.Çulpan “Bursa-Yenişehir-Bilecik
kervan yolu üzerinde bulunan söz konusu köp-
288
Resim 14. Köprühisar Köprüsü
rü III Murat ve III. Mehmet dönemi vezirlerinden
Sinan Paşa tarafından, kargir olarak inşa edilmiş
olmalıdır.” M.CL.HUART5 ise “Köprühisar, Çürüksu
üzerinde eski bir mevkidir. Buradaki eski köprü
Türkler tarafından onarılmıştır. Büyük sivri kemer
bunu göstermektedir. Yan taraftaki küçük, yuvarlak kemer ise her halde eski Roma köprüsünden
kalmış olmalıdır. Köprühisar, Osmanlı devri başlarında büyük bir rol oynamış, Bilecik’in fethinden
sonra, Osman Gazi bu Bizans kalesini de kolayca
ele geçirmiştir.” bilgisini vermektedir. C.ÇULPAN’ın
“Taş Köprüler” kitabının kapak sayfasında yer alan
çizim dışında başka bilgiye ulaşılamamıştır.
19. ABDAL ÇELEBİ (ACEMLER) KÖPRÜSÜ
IV. Mehmet (Avcı Mehmet) (1648-1687) döneminde Abdal Çelebi isimli bir tüccar tarafından
1669 yılında yaptırıldığı çeşitli kaynaklarda yer
almaktadır. Nilüfer İlçesinde, Bursa- Mudanya
yol ayrımında ve Nilüfer Çayı üzerinde bulunan
köprü 95m uzunluğunda ve 11 gözlüdür (Resim
15,16). G.TUNÇ, C.ÇULPAN “Köprü, H.1324 (1906)
salnamesine göre 12 açıklıklı olup, kesme taştan
yapılmıştır. Memba tarafta küçük bir balkon mansap tarafta ise temelden itibaren yükselen bir tarih
köşkü kalıntısı ve köprü ayaklarında üçgen selyaranlar vardır. Osmanlı devri eseri olan bu köprünün kitabesi yoktur. Türk sivil mimarisinin önde
5 M. Clement Huart, Fransız oryantalist. (1854 - 1926), Arap,
İran ve Türk kaynakları çevirmeni.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Resim 15,16. Abdal Çelebi (Acemler) Köprüsü
gelen eserlerinden biridir.” bilgilerini vermektedirler. G.E.E.A.Y.K.Başkanlığının 14.3.1980 tarih ve
11789 sayılı kararı ile tescil edilmiş olan köprü,
1986 yılında Karayolları tarafından onarılmıştır.
20. CİLİMBOZ KÖPRÜSÜ
Osmangazi İlçesinde, Cilimboz Deresi üzerine tek
gözlü olarak yapılan köprü, Osmanlı Dönemi eseridir. (Resim 17). G.E.E.A.Y.K. Bşk.lığının 14.3.1980
tarih, 11789 sayılı kararı ile tescil edilmiştir.
21. KABAÇINAR (SELİMİYE) KÖPRÜSÜ (Hac ve
sefer yolu üzerinde)
Köprü, Yenişehir İlçesinde, Kovanlık deresi üzerindedir. 15.50 m uzunluğunda iki gözlü olan
köprü, Osmanlı Dönemi eseridir (Resim 18).
G.E.E.A.Y.K.Başkanlığının 14.3.1980 tarih ve 11789
sayılı kararı ile tescil edilmiştir.
Resim 17.Cilimboz Köprüsü 22. KALBURT KÖPRÜSÜ
Köprü, İnegöl İlçesinde, Kalburt deresi üzerindedir. 30m uzunluğunda ve iki gözlü olan köprü, Osmanlı Dönemi eseridir (Resim 19). G.E.E.A.Y.K.Bşk.
lığının 14.3.1980 tarih ve 11789 sayılı kararı ile tescil edilmiştir
23. KOCAKÖPRÜ (Hac ve sefer yolu üzerinde)
Köprü, İznik İlçesinde, Değirmenderesi üzerindedir. 16.40 m uzunluğunda ve tek gözlü olan köprü,
Osmanlı Dönemi eseridir. (Resim 20). G.E.E.A.Y.K.
Başkanlığının 14.3.1980 tarih ve 11789 sayılı kararı
ile tescil edilmiştir.
24. DOKUZGÖZLER (YILDIRIM,CUMALIKIZIK)
KÖPRÜSÜ
Köprü, Yıldırım İlçesi, Cumalıkızık Köyünde, Kaplıkaya Deresi üzerindedir. 75 m uzunluğunda ve
Resim 18. Kabaçınar Köprüsü
289
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Resim 19.Kalburt Köprüsü
Resim 20. Kocaköprü
dört gözlü olan köprü, Osmanlı Dönemi eseridir
(Resim21). Toprağa gömülü olan köprü, Bursa
K.T.V.K.Kurulunun 20.02.1993 tarih ve 382 sayılı
kararıyla tescil edilmiştir.
sa Müzesindedir. Köprünün tempan duvarında,
tempan taşlarına kazınmış, Latin harflerle yazılar
görülür. Bu belki de köprüyü yapan ustanın koyduğu bir damga veya işaret olabilir.” bilgilerini vermektedir.
25. GEÇİT (NİLÜFER ÇAYI) KÖPRÜSÜ
Sultan II.Abdülhamit (1876-1909) döneminde,
Bursa Valisi Nazif Paşa tarafından 1886 yılında
yaptırılmıştır. Nilüfer İlçesinde, Karacabey-Bursa
Devlet Yolu Ayrım Mudanya yolunda, Nilüfer Çayı
üzerinde olan köprünün uzunluğu 26m olup, tek
gözlüdür (Resim 22). G.TUNÇ köprü ile ilgili olarak;
“Basık kemerli olan köprüde tempan duvarı ile kemer taşları kaynaşmış bir durumdadır. Muntazam
bloklar halinde kesme taş kullanılmak suretiyle yapılmıştır. Köprünün tam ortasına karşılıklı mermer
iki kitabe konmuştur. Bunlardan biri Nazif Paşa’nın
kendi söylediği beyittir. Yazı orta boyda nesih harflerle yazılmıştır. Her birinin tepesinde de birer tuğra bulunur. Bu kitabeden köprünün H.1303 (1886)
yılında yapıldığını görüyoruz. Kitabeler şimdi Bur-
Resim 21. Dokuzgözler Köprüsü
290
26.HACİVAT (HACI İVAD) KÖPRÜSÜ
Kaplıkaya deresi üzerinde bulunan köprü, Osmanlı döneminde yapılmıştır. Envanterde herhangi bir
bilgisi bulunmayan köprü ile ilgili bilgilere Karagöz
Sanatçısı Şinasi Çelikkol’un ifadeleri ile ulaşılmış
olup, buna göre Orhan Gazi döneminde yaşadığı
farzedilen Hacivat’ın mezarının da Hacivat köprüsünün altındaki selvi ağacının altında bulunduğuna inanıldığını söylemektedir. Köprü ile ilgili
fotoğrafa ve başka bilgiye ulaşılamamıştır.
27. DEMİRTAŞ KÖPRÜSÜ (Yıkılmış)
Sultan II.Abdülhamit (1876-1909) döneminde,
1883 yılında yapılmış olup, Bursa şehir merkezin-
Resim 22. Geçit (Nilüfer Çayı)Köprüsü
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
de, Gökdere üzerindedir. 1883 yılında ahşap olarak
yapılmış olan köprü, 1970 yılında yıkılmıştır. Köprü
ile ilgili fotoğrafa ve başka bilgiye ulaşılamamıştır.
SONUÇ
Ulaşım sistemi üzerinde yer alan ve yapıldığı dönemin gerekleri ile mimari tarzına göre tasarlanarak yapılmış, ticaret, haberleşme, hac, göç, orduların seferleri vb. sırasında kesintisiz geçit hizmeti
vermiş olan köprüler; bu topraklar üzerinde yaşamış tüm uygarlıkların bilim, kültür, din ve sosyal
yaşamlarının en yakın tanığı olmalarının yanı sıra,
toplumların gelişimine paralel olarak ticari, iktisadi, askeri, sosyal ve kültürel konulara hizmet eden
yararlı yapılar olarak, kültür tarihinin içinde çok
önemli bir yere sahiptirler
KAYNAKLAR
1. ÇULPAN C., (1975), Türk Taş Köprüleri, Türk Tarih Kurumu , Ankara, Türkiye
2. DONBAZ V.,GÜNER Ş., (1995), Anadolu’da Kral
Yolları, Dünya Şirk. Grubu, İst.
3. GÜREL, S., (1975, 1976, 1977), Menasik-i Mesalik, İst. Ünv. Tarih Dergisi (Sayı 6, 30, 31), İstanbul.
3. HALAÇOĞLU Y.,(2002),PTT Gn. Müd., Osmanlılarda Ulaşım ve Haberleşme, Ank.
4. İLTER F., (1978), Osmanlılara Kadar Anadolu
Türk Köprüleri, KGM.
5. İLTER İ., (1995), Türkiye Karayollarının Tarihsel
Gelişimi, İMO , İst, Türkiye
6. KGM, (2007), Karayolları Tarihi, Yollar Milli Komitesi Yayını, Ankara, Türkiye.
7. KGM,(2010).Sanat Yapıları Dairesi Başkanlığı,
Tarihi Köprüler Şubesi Müdürlüğü Envanteri, Ankara, Türkiye
8. KGM, (2009) Tarihi Köprüler(Teknik Şartname,
Mevzuat, Envanter, Proje, Bakım ve Onarım), Ankara,
9. MÜDERRİSOĞLU,M.F.,(1993),”16. yy’da Osm.
İmp.da İnş. Edilen Menzil Külliyeleri”,Hacettepe
Ünv.,Ank.
10.ORTAYLI İ., (2007), Türkiye Teşkilatı ve İdare Tarihi, Cedit Neşriyat, Ankara
11.SERT, H., (2007), 1.Türk Dünyası Mimarlık ve Şehircilik Kurultayı, TMMB, Ankara, Türkiye
12.SERT, H., (2008), 2.Türk Dünyası Mimarlık ve Şehircilik Kurultayı, TMMB, Ankara, Türkiye
13.SERT, H., (2010), 3.Türk Dünyası Mimarlık ve Şehircilik Kurultayı, TMMB, Astana, Kazakistan
14.SERT, H., (2010), 1. Türkiye Mimarlık Tarihi
Kongresi, ODTÜ, Ankara,Türkiye
15.TUNÇ, G., (1978), Taş Köprülerimiz, KGM, Ankara, Türkiye
16.TAŞ, H. (2007/1), Günümüz Bursa’sında Karagöz, .U.Ü. Fen Ed. Fak. Sosyal Bilimler Dergisi,Sayı
12, Bursa.
17. http://tr.wikipedia.org/wiki/Ana_Sayfa / İznik
Derbent Köyü
18. www.karacabeyblog.com / Ahşap (Canbalı)
Köprüsü
19. www.btch.org.tr / E.ÇELEBİ’nin Bursa izlenimleri.
Not : G.E.E.A.Y.K. ( Gayrımenkul Eski Eserler Anıtlar Yüksek Kurulu), K.T.V.K.K (Kültür Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu)
291
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
292
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Dr. Kamil Uğurlu
Şehirler, Medeniyetler,
Şehrengizler
Medeniyetler şehirlerde teşekkül etmiştir1. Ve hak ve hukuk anlayışları şehirde vardır. Ahlakçılar ve dinlerin telkinleri şehirleri,
daha çok şehirleri ve şehirlileri hedefler. Hedef kitle şehirlerdir. Bilgi şehirde üretilir ve burada sisteme bağlanır. Bizim köydeki berber Nazmi, nalbantlık yapar, semeri tamir eder, diş çeker, kan alır,
şişe çeker, kulunç tutar , ilaç yapar, her işi yapar, kendi söküğünü
diker. Burada bir sistem yoktur.
Ve hayırlar, ve şerler hep bu şehir denilen ocakta pişirilerek servis
edilir dünyaya. Dışardan seyredenler için şehir, bir çok nimet sunan, buna rağmen insanı fazla yormayan bir yerdir. Ne pahasına
olursa olsun bir yolunu bulup oraya yerleşmek ulaşılacak büyük
menzildir.
Şehir ile kırsal yerleşimlerinde fazla kalite farkı olmayan batıda
1 A.T.ALKAN ( Bir konferansından )
293
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
294
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
pek böyle kabul edilmez. Arz edilen bu durum, mensubu olduğumuz şark cihetine mahsus bir durumdur.
Bir gün bu menzile ulaşılır. Er veya geç ulaşılır. Ve köyden yüklenen vasıta, şehre nerede
değdiyse yükünü oraya yıkar. Orada , giderek
bir Aladağlar mahallesi teşekkül eder. Aladağ
orada, yani farklı bir alanda aynen canlanır.
Yıllarca burası bu şekliyle devam eder. Bilhassa devam ettirilir. Bu bir marifet olarak, bir yiğitlik, bir meziyet olarak sunulur.
Bu hâdise, eski tabirle “ nevzuhur” bir hadisedir. Yani sanayi devriminin dünyada konuşulduğu günlere denk gelen , bizdeki gelişmedir. Kâdim bir hareket değildir. Çünkü Osmanlı kültürü bir şehir kültürüydü. Belki sesi
gür çıkmayan, yani sindirilmiş, özümsenmiş
bir kültürdü. Nüfusun batıda yüzde 25-30 u,
bizde 15-20 si şehirde yaşıyordu.
Şehrengizler veya şehir tarihleri; eskiyi arayışlar olarak, Frenkçe tabiriyle “nostaljik”, duygusal ve kaybolan değerlere yakılan ağıtlar olarak kabul edilmemelidir.
Devletlerin hayatlarında elli yıllar, yetmiş yıllar
uzun zamanlar değildir. Hatta kısa zamanlardır. Genç Cumhuriyetimizin ilk yıllarına kadar
süregelen şehir ve yerleşim anlayışlarımız
vardı, bize hastı. Çevreyle insanı buluşturan
, birleştiren, varlığa saygılı, tabiata duyarlı,
yarışmayan, kıskanmayan, horlamayan, ezmeyen bir anlayıştı. Her şey tabii idi. Tabiat,
mâbedinden en mütevâzı evine kadar her
şeyin içine sinmişti. Rahmetli Ahmet Hamdi TANPINAR’IN anlattığı- sözgelimi- cami,
“Allah’ın yarattığı bâkir tabiatın insan yapısı çevredeki uzantısıdır ve bu bekârette,
uhrevi bir mükemmellik yankılanıp durur.
Bir unsur, insan ölçeğinde bir canlıdır. Bü-
tün yeryüzünü mescit kabul eden bir anlayışa
göre zaten orası, biraz daha düzenlenmiş, fakat asla tabiattan ve insandan koparılamamış
bir mekândır.
Ama zaman değişti ve kabuller değişti.Rahmetli Mithat ENÇ’in göçmesinden bu yana
çok olmadı. Onun gözleyerek anlattığı Antep
ile bugünün Antep’i başka başka diyarlardır.
Bugün, adını “Şehrengiz” koyan bazı çalışmalar, aslında bilinen şehrengiz kalıbına oturmayan kitaplardır. 16. yy. dan itibaren bizde fazlaca da iltifat edilmeyen ve bazı şehirler için
yazılan övücü mesnevilere bu adın verilmesi
adet olmuş. Daha sonra herhalde kelimenin
musikisi hoşa gitmiş olmalı ki, fakir dahil bir
çok kişi, şehir adına tuttukları notları, adına
Şehrengiz dedikleri kitaplarda toplamaya
başladılar.
Şehir üzerine yazmak, galiba,(Allah’u âlem,)
sanıldığı gibi kolay bir yazım çeşidi olmamalı. Yazılan eğer bir turistik değerlendirme ise
ona sözümüz yoktur. Günübirliğine ve anlık
değerlendirmelerle şehir yazısı yazılabilir. Bazen ilginç durumlar da ortaya çıkabilir. Ama
bunlar,herhalde, şehri anlatmaz. Rahmetli
cerrah Tarık Minkari, arkası arkasına seyahat
ve şehir notlarını yayınlardı, yakın geçmişte. O
kadar çoktu, o kadar çok basıldı ki, her kitabın
kapağını başka bir renge boyatırdı, onları bir
sepetin içinde gelen ziyaretçilerine şeker niyetine ikram ederdi. Bunlar fotoğraf kitaplardır. Sözle tespit edilen fotoğraflar, sözü edenin marifetine göre bazen makineden daha ilginç, renkli, hatta akılda kalıcı olabilirler. Ama
bunlar şehir kitabı değildir.
Ahmet Haşim, Yakup Kadri, Reşat Nuri, Falih Rıfkı şehir kitapları yazdılar. Falih Rıfkı’nın
Zeytindağı dışındaki yazarlar, yine özgün şe-
295
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
hir kitabı ölçülerinin dışında eserler verdiler.
Ahmet Hamdi Tanpınar merhum bu konunun şartlarını ve klasik çizgilerini belirleyen
bir kitap yazdı ve bu işin nasıl yapılması gerektiğini talim etti. Şehrin nasıl okunacağını, okunması gerektiğini gösterdi.
Ondan önce, bazen onunla aynı devir ve
dönemlerde meselâ, Abdülhak Şinasi,
Yahya Kemal, ve özellikle Sâmiha Ayverdi
İstanbul’u yazdılar.Harika yazdılar. Ama özellikle İstanbul’u yazdılar. Merhume Ayverdi’nin
İstanbul’unu keşfetmenizi hararetle tavsiye
ederiz. Yolundan, sokağından, habersizce
gelip-geçtiğimiz İstanbul’un nasıl bir sırlar
hazinesi olduğunu, nasıl üç değil, dört değil,
beş değil, sonsuz boyutlara sahip olduğunu
görüp, şaşmayacaksınız, dehşete kapılacaksınız. Bir konaktan yola çıkarak, ( İbrahim Efendi
Konağı ) bir kahve ikramını bunca estetik ve
insani ölçülere bağlayıp şehri ve kültürünü bu
mertebede anlatabilmek, herhalde değme
ustanın harcı değildir.
Küplüce deki Köşkten, İstanbul Gecelerine,
“ Akşam vakti güneş, batmaya yaklaşıp
da altın parmaklarını bulutların saçlarına
soktu mu, Süleymaniye âbidesi de, bütün
gün, içinde kavrulduğu ateşten elbisesini
çıkarıp akşamın mor ve yumuşak kaftanını
giyer. Bu saatlerde onun muhteşem vücudu o kadar heybetlidir ki, aşkı ile alâkası
olmayan, her şeye yabancılık duyan bir
sevdalı edâsıyla dünyadan el-ayak çekip
mânâlı bir sükuna gömülür.
İstanbul’un bağrından fışkırmış, bu toprağın, bu suyun, bu havanın ve ölçüsüz
bir dehâ ve zevkin infilâkı olan bu dilsiz
şark sultanı, yere gömülüşünün üstünden
asırlar geçtikten sonra bile boy atmakta
296
devâm eden, biraz daha köpüren ve yeni
yeni gelişmeler gösteren bir tohummuş
gibi, kocamayan dâvâsını dilsiz dili ile gözlerimizin önüne serer.
Akşam ezanını Tiryaki Çarşısı’nın kahvelerinde bekleyerek birbirleriyle yârenlik
eden küme küme, sınıf sınıf halk, onun
kurşundan bir deriye bürünmüş kubbesi
altına koşmak için, lâfzı ile mânâmıza, musikisi ile maddemize seslenen dâvetçinin
çağırışını bekler…” Sâmiha Ayverdi, (nur
içinde dinlensin,) Hz. Süleymaniye’yi böyle
anlatıyor İstanbul Gecelerinde. İstanbul veya
bir şehir böyle anlatılmalı. Şehir kitabının farklı bir boyutu olmalı.
İnsanın yaşamadığı bir boyutu yazması, yazabilmesi mümkün değildir. Mümkündür, ama
o yazı kimseyi doyurmaz, inandırıcı olmaz.
Hissedilmeyen mekân yazılabilmez. Eniniboyunu, yüksekliğini anlatarak, tarif ederek,
rivâyet aktararak bir mekânı, bölgeyi, coğrafyayı anlatmak gerçekten mümkün değildir.
Hz. Yunus Emre, vücudunu ve hele gönlünü
şehre benzetir ve ne güzel şeyler söyler. Hz.
Yunus Emre şiiri söyler, yazmaz. Hz. Yunus
âşığın vücudunu Lâ mekan şehrine benzetirken, onun gönlüne bir hubbul’vatan düşürür. O gönül ki bir zamanlar endişe şehrinden
dışarıda bir yüce makamda idi, varlığı hep o
ilde idi.2 Şimdi “Mülki’ fenâdan geçip, Dost
iline uçmak istediğini, bu vücut şehrinde
buçuk-pulluk assı olmadığını, ancak vücut
şehrine bir dem giresi ve içindeki Sultan’ın
yüzünü bir kez göresi geldiğini, sonra gönül şehrine girdiğini, çünkü Dost’un, vaktiyle vücut şehrine hoş bir nazar bıraktığını, ancak aşkın şehrine ulaşmak için üç yüz
2 Bayram Dalkılıç. Yunus’ta Gönül Şehri ( İmaret Dergisi
2. Sayı )
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Türk Dili Ortak Yapı Terimleri Projesi Issık Göl Konferansı / Tanrı Dağların’da Kültürel Gezi
deniz geçmek gerektiğini, vücut şehrinde
ruhun Hûma kuşu olduğunu”3 dile getirir.
Yunus’un gönlü şehir ise “ bu şarda hayallerin sınırı yoktur. Ve bu hayallere aldananlar, şehrin girişinde otlayan davardan
farksızdır. Ah o hayaller. Ki türlü türlü halleri vardır, gafilleri aldatır. Bu şârın, evvel
tadının şekere benzediğini, dolayısıyla, bu
dünyanın meselinin bir ulu şârâ, bizim ömrümüzün de bir tez pazara pek benzediğini, her kim bu bu şârâ geldiyse, bir lâhza
kanar kılıp, geri dönüp gitmesinin gelmez
sefere benzediğini” anlatır ve sırlı şehrin
içinde gezdirir bu şehre yatkın olanları, yani
gönlünün kapısı açık olanları.
3 Bayram Dalkılıç. Yunus’ta Gönül Şehri ( İmaret Dergisi
2. Sayı )
İnsanın yaşadığı çevre ile bire bir ilişkili olduğunu, onunla sâdece fiziki bir temas içinde
değil, aynı zamanda gönül olarak da, kimya
olarak da bir alış-veriş içinde olduğunu kabul
edenlerdeniz.
“Gerçekten şehir canlıdır. Bir organizmadır.
İçinde yaşayanlarla devamlı alış-veriştedir.
Bazen nazlanır, kızar, küser, darılır. Bazen olmadık işler açar insanların başına. Bazen de
sevindirir. Bir köşe başında insanı sevinçlere boğan erguvan rengi çiçeklerini takınmış
akasya ağacı olur, çıkar.
İnsanı ağaca benzetirler.
Gündelik
telâşelerden arındırırsanız, doğrudur. Köküyle
bir toprağa bağlıdır, ondan beslenir. Yapraklarını oradan gelen canla yeşil tutar, güneşe
297
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
298
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Karaman’ın “Türkçe Konuşan Ülkeler Daimi Dil ve Kültür Başkenti” imza töreni
el sallar, yücelere tırmanır. Dallarının arasında
dolaşan fırtınaya, o candan aldığı güçle direnir. Bir yerde doğan insanoğlu, sonra, nereden
estiği belirsiz bir rüzgârın önüne düşer ve akla
gelmedik dünyalara varıp, çadır kurar. Sonra
başka bir rüzgâr, başka bir memleket. Nefes
alınan sürece devam eder-gider bu durum.
Her varılan yerde oranın ikliminden nasiplenir. Bazen iyi, bazen kötü.4
Fakat köküyle ilişkisini kesemez. Bu onun
elinde değildir. Onunla kurduğu ilişki her şeyden farklıdır. Aşk gibi bir şeydir bu. Nereye
giderse gitsin, bu ilişki onu bırakmaz. Mimarlık ile mimari çevre ile, şehir ile insanoğlunun
alış-verişi bu minval üzeredir. Belki orada ge4 K.UĞURLU Karaman Şehrengizi
çen günlerin hepsi lanetle anılacak şeyler değildir. İçinde yokluklar, yoksulluklar, gidenler,
gidip de dönmeyenler olan günlerdir. Ama
bunlar o günlerin hasretini, insanın içini bir
tuhaf kılan hasretini ortadan kaldıramaz.
Şehirle ilgili yazanlar, Allah’u âlem o şehrin fotoğrafını çekmek için yola çıkmazlar. Bu
kolay bir iştir. Ama yaşadıkları ve bir parçası
oldukları şehrin bir sokağında veya bir köşe
başında, bir parçalarına, bir dost hâtıraya rastlayınca, kendi ihtiyaçları dışında onun peşini
sürmeye kalkıyorlar. Öndeki kaçtıkça onlar takip ediyorlar. Bu umutsuz kovalamacanın bir
yerinde yorulup, geriye bakınca ardında , gölge değerinde bir iz kaldığını görüyorlar. Onu
topluyor, bir karton kapak içine harman edip,
adına bazen, işte “Şehrengiz” falan gibi bir ad
nispet edip ortaya çıkıyorlar.
299
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
300
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Prof. Dr. Kadirali Konkabayev
Kan Kardeşliği’nin Tarihsel Sırların
Asırlar Boyunca Taşıyan Türbe
Bu duygusal konuyu başlamadan once okuyucuma küçük bir beyanı anlatmam bana göre çok da önemli geldi.
Tam günü hatırlayamadım… Benim arşivlerimden mutlaka o gün çıkar,
yazmıştım. Şimdi bulamadım… Haziran, 1991 yılında İstanbuldan İznik’e
yolculuk yaptık. Amacımız İznik’te ki Kırgız Türbesini görmek… Nasıl bir
türbe? Niye Kırgız Türbesi… İstanbul ile Bursa ortasındaki küçük bir sehirde… Ne zamanda yapılmış? Kırgızlar buraya nasıl gelmişler? Merak…
Merak. Sağ olsun Atilla, Tacigül… Dediler Sizi İznik’e götüreceğiz… O
günü çok sıcaktı. Yalova’ya yakın bir dağ arasında yağmur yağmaya başladı. Atilla bey’in arabası arıza yaptı. Bir taraftan sıcaklık... ve yağmur... demek ki, Marmara Denizinin nemi, etkinlikleri… deniz iklimini bilmeyen
bana çok da enteresen gelmişti o gördüklerim... Yoldaki ormanlara hayranım…Yeşillik. Dağlardaki ormanlara bayıldım. O günkü yolda gördüğüm
orman güzelliğini 20 yıl geçse bile hiç unutmadım. O güzelliği Temmuz
2004 yılında Güney Sibiryada tekrar yaşadım. Hakas Cumhuriyetinden
Tuba Cumhuriyeti topraklarına geçerken Sayan dağları, o sınırdaki dağdan inerken Turan deresindeki büyük ormanlığın güzelliği. Bunları görmek lazım, sözle anlatmak mümkün değildir… 1000 yıl, belki de 1500 yıl
öncesinde yaşayan ata topraklarına çok çok benzeyen Yalova Ormanları
buraya ilk gelen babalarımıza Sayan Dağlarını, Turan Deresini hatırlatmış
ve yerleşmiş olabilirlerdi dedim içimden…
Atilla Küntüz ile Tacigül Küntüz, karı kocadır. Atilla bey Kazan Tatar
Hanları’nın evlatlarındandır. Türkiye’ye 100 yıl öncesinde dedeleri gelmiş.
Tacigül 1920 yılında Bolşeviklerden kaçan mücahid Kırgızlardan. Babası 1920 yılının sonunda zengin diye Bolşevikler tarafından Tacikistan’ın
Korgon-Tepe bölgesine sürgün edilmiş ve 1934’te bir gece Amu-Deryasın
şişirilmiş keçi derilerine binerek yüzüp, Afganistana sığınmışlar ve 1952’
de oradaki Kozu-Baglandan Türkiye’ye göç etmiş mücahid bir kırgız’ın evladıdır. İkisi de çok millet ve vatan perverdirler. İkisi de tarihi vatanlarının
ve Türkiye’nin sevdalılarıdırlar. Kızları İdil, Hilal’ı de oğulları Mehmet Polatı
de güzel yetiştirdiler. 1991 Haziranda Mehmet Polat de bizle Kırgız türbesine geliyordu. Ama o annesinin karnındaydı...
O günü küçük İdil ile Hilal doğmamıştı. Tacigül Mehmet Polat’a hamileydi. Atilla bey ve ben ne zamanlarda tarihte adı kalmış Kırgız’a merak
301
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
farklı. İnternette yüzlerce fotoğraflar, yazılar, bilimsel yorumlar haberler v.s. düşünceler mevcuttur.
Bu yazılardan geçmişteki olayları açıklamak için
çabalar gösterilmekte, çeşitli fikirler söylenmektedir... Birileri XIII-XIV, başkaları XIV-XV asırlara ait olduğundan söz ederler... Ama bu türbe’nin gerçek
tarihi ve yapılış zamanı tam olarak belli değildir.
Kimlere ve kimler tarafından yaptırılmış olması da
belirsizdir.
Yazılardaki fikirler ve yorumlar iyi niyet ürünleri olarak kalmaktadır. Ama bu türbe Anadolu’ya
Oğuz Kardeşleri ile beraber gelen kırgızların tarihteki çok anlamlı bir belgesidir. Bu türbenin esas
gerçek tarihi çok titiz incelenmesi söz konusudur.
Tarihsel, arkeolojik, genetik, antropolojik alanlarında komple bir araştırmanın gerçekleştirilmesi
gerekmektedir...
olduğumuzdan yola çıktık. Bu fotoğraflar o yolculuğumuzun belgeleridir. Kırgızistan’ın bağımsızlığı
İznik Kırgız Türbesi’nin ikinci... esasında tarihsel
hayatını sürdürmeye başladı...
O günlerdeki Kırgız türbesinin durumu fotağraflardaki gibi kötüydü. Ama sonra o’nun durumu
tamamen değişti. Tamiratı yapıldı... Tabela takıldı.
Kırgızistan’da destan, efsane olmuş, ama tarihsel
belge olan Kırgız Türbesi atalarının anısına Kırgız
askeri heykeli dikildiği yerlerdi.
302
Bugünleri gerçeğin duygusal tarafından daha çıkamadık. Bu durumun sebepleri bellidir. Türklerin
gerçek tarihinin ortalama 2500 yıllık dönemi hakkındaki gerçeği bir yukarı bir aşağı söylene biliniyor. Bu tarih süreci içinde de çok çok belirsizlikler
vardır. Onların biri de bu İznikteki Kırgız türbesinin
gerçek tarihidir. İnsan oğlu geçmişteki gerçeğine
meraklıdır. Ataların tarihteki geçmişlerini merak
etmektedirler.
Anadolu’ya ortalama 1000 yıl boyunca göç eden
Türklerin etnik tarihinde merak edilecek sırlı sayfalar çoktur. Türkiye tarihinde bu konu tam olarak
incelenerek kendi yerini daha alamadı.
1991 yılında bu heykel tek yerliler tarafından unutulmayan eskimiş, yıkılmış, bakımsız bir türbe idi.
Kırgız türbesi adı unutulmamıştı, geçmişteki gerçeğin ne olduğu belirsizdi. 20 yıl öncesinde tek
bir İznik adı altındaki İznik şehrinin tarihini anlatan kitap’ın içinde o eski türbenin adı ve fotoğrafı
vardı.
Mesela, Kırgızların Anadolu’ya yerleşme tarihi
boyunca 3 türlü gerçeği bugün tahminen yorum
olarak söylenebilinir. Kırgızların birinci grupları
XII-XIII. Asırlardan itibaren XVIII-XIX. Yüz yıllar arasında daima sürekli göçmeleri hakkında söyleyebiliriz. Örnek: Anadoludaki Türklerin içinde Kırgız
adlı aşiretlerin, boyların, Kırgız soy adını taşıyan
Türklerin varlığı, Kırgız adı ile belli yer adlarının bulunması, Kayserideki Talas yer adının varlığı, Kırgız
türbesi v.s.
Bugünkü Kırgız türbesi hakındaki durum çok çok
İkinci grup XX. Asırda göç edenler: 1920 yıllarda
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
bolşeviklerden kaçıp, 1952 yılına kadar Afganistanın Kozu-Baglan şehrine sığınıp, 1953 yılında Türkiye devleti tarafından getirtilip, Adanada, Konyanın Cihanbeyli, Tavşançalı ve Akınköy köylerinde
yerleştirilen, T.C. vatandaşı olan Kırgızlar, Üçüncü
grup olarak 1982 yılında Afganistan’ın Ulu-Pamir
vadisinde yaşayan, Rahmankul Hanın Kırgızları adı
ile tanınan 1982 yılında daha TC Hükümeti tarafından Türkiye’ye getirilen kırgızlardır. Sonuncu iki
grup Kırgızların XX. Asır içinde Türkiye Cumhuriyetine getirilmesi Anadolu Türklerinin kan kardeşliğinin çok anlamlı tarihsel bir belgesidir. Kırgızistan
bu kendi vatandaşlarına tarihi sebepler ile sahip
çıkamadı. Kırgızların bir ata sözü vardır: Tuuğanı
bardın ırısı bar. Türkçesi şöyledir: Kardeşin varsa
rızkın var.
Büyük tarihimizdeki belirsiz boş sayfalarımızı dolduralım, tüm boşluklarımızı kapatalım ve O büyük
tarihimizdeki kardeşliğimizi koruyalım. O tarihlerimizi yazan atalarımıza, Onların büyük Ruhuna layık olalım demek bir bilim adamı olarak boynumdaki borcumdur.
303
304
İznik Yeşil Camii
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Prof. Dr. Yusuf Oğuzoğlu
Bursalı’ların Şehit ya da Gazi Olarak
Katıldıkları Çanakkale Muharebeleri
Çanakkale Savaşı I. Dünya Savaşı sırasında İngiliz ve Fransızların Çanakkale Boğazı’nı ele geçirmeye ve İstanbul’u işgal etmeye yönelik ortak
harekatı sırasında yaşanmıştır. 2 Ocak 1915 tarihinde Ruslar müttefikleri
olan İngiltere’den Kafkas Cephesi üzerindeki Osmanlı baskısını hafifletmek için yardım istemişlerdi. Bu tarihlerde Sarıkamış Harekatı devam
ediyordu.
Türk ordusu Çanakkale’de eşsiz bir zafer kazandı. İtalyanların Trablusgarp işgaline karşı koyan, tüm Balkan devletlerinin ortak kuvvetleriyle
Balkan Harbi’ni yapan Türk kuvvetleri Sarıkamış Harekatı sırasında da
önemli kayıplar vermişti. Bu şartlarda ortaya konulan mücadele azmi
ve kahramanlık Türk ulusunun ulusal kimliğini tanımlamakta önemli bir
gösterge olmuştur.
İngiliz, Fransız, Avustralya, Yeni Zelanda ve Hint askerlerinin katıldığı düşman harekatı 16 Şubat 1915 tarihinde savaş gemilerinin bombardımanı
ile başladı. Ancak, karaya asker çıkarma isteği sonuçsuz kaldı. Donanmanın en ağır zırhlılarının katıldığı 18 Mart 1915 tarihli harekat sırasında
Türk topçularının ve mayın ekibinin savunması neticesinde düşmanın üç
büyük savaş gemisi battı. Üçü de yaralandı. Çanakkale’yi donanmanın
geçemeyeceği anlaşılmıştı. Mısır’dan gelen yeni birlikler Limni adasında
toplandı. 25 Nisan 1915 günü İngiliz Kara-Deniz Kuvvetleri Seddülbahir’e,
Anzaklar (Avustralya ve Yeni Zelanda Kuvvetleri) Arıburnu’na saldırdılar.
Bir Fransız tugayı da Kumkale’ye çıktı. Ancak Türk askerinin olağanüstü
mücadelesi sonunda başarısız kaldılar.
Çanakkale Zaferi’nde Mustafa Kemal’in de büyük bir payı bulunmaktadır. Daha önce, Bolayır Kolordusu’nda görev alan Mustafa Kemal
Çanakkale’nin nasıl savunulacağını inceleme fırsatı bulmuştu. Sofya’da
Askeri Ateşe olarak görevliyken, Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı’na girince Yarbay Mustafa Kemal ısrarla aktif bir görev istemişti. 2 Şubat 1915 tarihinde Tekirdağ’da kurulmakta olan tümenin komutanlığına atandı. 19.
Fırka olarak önemli zaferler kazanan bu tümeni bir ayda oluşturdu. 25
Şubat 1915 günü Maydos’a geldi. Düşmanın Adalar Denizi’nden çıkarma
yapacağı iki geçit vardı. Bolayır’dan Marmara’ya yaklaşık 4,5 km.lik bir
uzaklık bulunuyordu Mustafa Kemal’in bulunduğu Maydos ile Kabatepe
arasında 7,5 km.lik bir uzaklık vardı. Almanlar Bolayır’ı tahkim ederken
Mustafa Kemal kendi alanından çıkartma yapılacağını düşünüyordu.
Mustafa Kemal Arıburnu’nda ve Anafartalar’da eşsiz başarılar kazan-
305
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
306
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
dı. Birliğinin önünde bizzat vuruşarak düşmanın
önünü kesti. 1 Haziran 1915’te albaylığa terfi eden
Mustafa Kemal’in Çanakkale Zaferindeki başarıları
hem Anadolu’da hem de Avrupa’da yankılandı.
Düşman çıkarması 25 Nisan sabahı saat 5.30’da
donanmanın büyük ateş desteği ile başladı. Asıl
amaç 9.Tümenin savunduğu tepeleri işgal edip,
Alçıtepe’ye ulaşmaktı.
Türk milleti Çanakkale Zaferiyle bir bakıma milli
mücadele zaferinin önsözünü yazmıştır.
İtilaf Devletlerinin çıkarması, bir saate yakın devam eden yoğun ve öldürücü bombardımandan
sonra İngilizlerin ilk girişimi ile Ertuğrul Koyunda
başladı. Türk askeri imkânsızı mümkün kılarak çıkarmayı başarısız kıldı. Ertuğrul Koyu kıpkırmızı
olmuştu. Ertuğrul Koyunda inanılmazı gerçekleştiren Ezineli Yahya Çavuş ve emrindeki 67 askerdi.
27 Nisan günü saat 16.00’da tekrar taarruza geçen
İngiliz kuvvetleri Türk Mevzilerinin 700–800 metre
ilerisinde Zığındere- Eskihisarlık hattında durduruldu.
Çanakkale’de şehit düşen Bursalı’ların katıldıkları
muharebelere ilişkin aşağıda kısa bilgiler sunulmuştur. Genel listeyi izlediğimizde cephe dışında yaralıların şehit düştüğü, sağlık kuruluşlarının
da belirtildiği dikkati çekmektedir. Toplam 1416
Bursalı’nın şavaşta yaralandıktan sonra şehit düştüğü belirlenmiştir. Çanakkale savaşlarına katılan
tümenlerin kendi sıhhiye bölüklerinde, seyyar hastanelerinde şehit düşenler olduğu gibi Çanakkale,
Biga, Erdek, Bandırma, Edirne, Gelibolu, Keşan,
Kırklareli, Lapseki, Maydos, Şarköy, Tekirdağ haztanelerinde şehit düşmüş Bursalı’lar bulunmaktadır. Yaralıların da önemli bir bölümünün İstanbul’a
sevk edildiği dikkati çekmektedir. İstanbul Kızılay
(Hilal-ı Ahmer), Beyoğlu, Beylerbeyi, Çapa, Eftal,
Feriköş, Fenerbahçe, Galatasaray, Gureba, Gümüşsuyu, Haseki, Haydarpaşa, Maçka, Maltepe, Harbiye, Pangaltı, Selimiye, Zeynep Kamil, Taaşkışla,
Taksim hastanelerinin yaralıları tedavi ettiği, buralarda vefat edenler olduğu anlaşılmaktadır. Bursalı
670 şehidin ölüm yeri belirtilmemiştir.
SEDDÜLBAHİR MUHAREBELERİ (308 ŞEHİT)
18 Mart’ta başlayan deniz harekâtının başarısız
olmasıyla, Çanakkale Boğazı’nın donanma ile geçilmesinin mümkün olmadığını anlayan itilaf devletleri, Çanakkale’yi karadan geçmeye karar vereceklerdir.
Kara taarruzları için hazırlıklarını tamamlayan itilaf devletleri çıkarma için Çanakkale Boğazının en
dar yeri olan Seddülbahir bölgesini tercih etmişti.
Bölgedeki Türk kuvveti Albay Halil Sami komutasındaki 9. Tümendi. Kirte Köy Seddülbahir mıntıkasında ise 9. tümenin 26. alayı bulunmaktaydı.26.
Alayın 2. Taburu geride ihtiyata bırakılmıştı. 1. Tabur Kumtepe-Zığındere bölgesinde, 3. Tabur ise
Tekekoyu-Ertuğrul Koyu arasına yerleştirilmişti.
KUMKALE MUHAREBESİ
25 Nisan 1915 günü saat 04.30’da Fransız filosu
Kumkale önlerinde savaş düzeni almıştı. Kumkale
ve Kumkale-Orhaniye arasını hedef alan şiddetli donanma ateşinin ardından Fransız birlikleri
karaya çıktılar. Kumkale’deki Türk takımı Fransız
bombardımanlarına ve karaya çıkan iki Fransız
bölüğüne karşı kahramanca dayandıysa da, sürekli takviye edilerek tabur seviyesine çıkan Fransızlar karşısında kaleyi bırakarak Kumkale köyüne
çekilmek zorunda kaldı. Sadece yarım takımlık 6.
Bölük’ün ihtiyatıyla takviye edilebilen takım, Kumkale sokaklarında Fransızlarla kısa süren sokak
muharebelerine girdi.
Fransızlar da Kumkale’de kıyı başı tutmuşlar ama
ilerleyememişlerdi. Gelibolu Yarımadası’na çıkarma yapan İngiliz kuvvetlerinin takviye edilmesi
amacıyla, Seferi Kuvvetler Başkomutan’ı General
Hamilton’un emriyle, Fransız kuvvetleri 26/27 Nisan 1915 gecesi başarılı bir çekilme harekâtıyla
geri alındılar.
Kumkale muharebesinde Bursa Şehitlerinin
konumu:
3. Kolordu’dan 7. Alay 1. Tabur
4. Kolordu’dan 3. Fırka 31. Alay 3. Tabur.
307
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
308
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
ARIBURNU MUHAREBELERİ (602 ŞEHİT)
25 Nisan sabahı savaş gemilerinin, Türk mevzilerini sürekli vuran koruyucu ateşi altında, Anzak
Kolordusu’nun 1. Tugayından 1500 kişilik ilk hücum dalgası, çıkarma botlarının kuvvetli akıntı
nedeniyle kuzeye kayması sonucu, saat 04.30’da,
Kabatepe bölgesi yerine Arıburnu kesimine çıkmak zorunda kalır.
3. Kolordu’dan 27. Alay 1. 2. ve 3. Taburlar
27. Alayın 2. Taburunun mıntıkası
Arıburnu ve Kabatepe mıntıkasında tertiplenmişti. Taburun mıntıkası Azmakdere’den Çamtepe’ye
kadardı. 27. Alayın büyük bir kısmı Maydos civarında bulunuyordu.
27. Alay 2. Tabur ve 4. Bölüğün görevi (I. takımı)
Azmakdere’den Arıburnu’na kadar kıyıyı muhafaza etmekle görevliydi. II. takım Büyük ve Küçük
Arıburunlarından Çakaldere’ye kadar müdafaa
ediyorlardı ve 7. Manga kadar kuvvet takımı da
Haintepe’deydi.
27.Alay 2. Tabur ve 3. Bölükten de bir takım, Küçük
Arıburnu yakınında Keltepe’deydi.
Gün ağarırken, Arıburnu yönünden top seslerinin
gelmesi üzerine, 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal, bir çıkarma yapıldığını anlayıp durumu
Ordu Komutanına bildirir, ancak bir yanıt alamaz.
Durum çok kritiktir. Mustafa Kemal, kıyıda çok zayıf gözetleme ve koruma birlikleri olduğunu düşünerek ve geniş bir sahile yayılmış olan 27. Alayın
da, ağır kayıplar verdiği haberini alınca, düşmanın
Conkbayırı-Kocaçimentepe çizgisi ve uzantısını ele
geçirmesi durumunda, onarılamayacak durumlarla karşılaşacağını kavrar. Ordudan emir gelmemiş
olmasına karşın girişimi ele alıp tüm sorumluluğu
yüklenerek, 57.Alayı bir batarya ile Kocaçimentepe yönünde harekete geçirir. Kendisi de durumu
izlemek üzere Conkbayırı’na çıktığında, Arıburnu
kesiminden bazı askerlerin çekilmekte olduklarını ve düşman birliklerinin de bunları izlediklerini
görür.
O anı Mustafa Kemal, şöyle anlatmaktadır.
“...Bu esnada Conkbayırının güneyindeki 261 rakımlı tepeden sahilin gözetleme ve korunmasıyla
görevli olarak orada bulunan bir müfreze askerin
Conkbayırına doğru koşmakta, kaçmakta olduğunu gördüm... Bu askerlerin önüne kendim çıkarak:
- Niçin kaçıyorsunuz? dedim.
- Efendim düşman dediler!
- Nerede?
- İşte! diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler.
Gerçekten de düşmanın bir avcı kuvveti 261 rakımlı tepeye yaklaşmış ve tam bir serbestlik içinde
ileriye doğru yürüyordu. Şimdi vaziyeti düşünün.
Ben kuvvetleri (geride) bırakmışım, askerler on
dakika istirahat etsin diye... Düşman da bu tepeye
gelmiş... Demek ki düşman bana benim askerlerimden daha yakın! Ve düşman benim yere gelse
kuvvetlerim çok kötü bir duruma düşecekti. O
zaman artık bilemiyorum, bilinçli bir düşünme ile
midir, yoksa önsezi ile midir, bilmiyorum. Kaçan
askerlere:
- Düşmandan kaçılmaz, dedim.
- Cephanemiz kalmadı, dediler.
- Cephaneniz yoksa süngünüz var, dedim
Ve bağırarak bunlara süngü taktırdım. Yere yatırdım. Aynı zamanda Conkbayırına doğru ilerlemekte olan piyade alayı ile dağ bataryasının yetişebilen askerlerinin ‘ marş marşla’ benim bulunduğum
yere gelmeleri için, yanımdaki emir subayını geriye yolladım. Bu askerler süngü takıp yere yatınca,
düşman askerleri de yere yattı. Kazandığımız an,
bu andır...”
Gerçekten de, çekilen Türk askerleri mevzi alınca,
karşı taraf ta mevzi alıp duraklar. Böylece, 57. Alay
Öncü Bölüğü’nün Conkbayırı’na yerleşmesi için
gereken süre kazanılmış olur. İşte bu an, Çanakkale Savaşları Kara Harekâtı’nın kaderini belirleyen
önemli anlardan birisidir.
Daha sonra, Kolordu Komutanı Esat Paşa’nın izniyle, 27. Alay’dan geri kalan birlikleri de emrine alan
Tümen Komutanı Mustafa Kemal, karşı saldırıya
geçmek üzere 57.Alay’a şu emri verir:
“ Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman
309
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
310
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
311
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
zarfında, yerimize başka kuvvetler ve komutanlar kaim olabilir.”
3. Kolordu 19.Fırka 57. Alaydan da çok sayıda Bursa şehidi bulunmaktadır.
Mustafa Kemal’in emrine uyan 57. Alay’ın başta
komutanları olmak üzere 628 kişilik mevcudunun
tamamı 25–28 Nisan 1915 tarihleri arasında şehit
düşmüştür.
11 Mayıs 1915’te Başkomutan Vekili Enver Paşa,
Çanakkale Bölgesine gelerek cepheleri dolaşmış;
Arıburnu’nda kesin sonuçlu bir karşı taarruzla, İngilizleri denize dökmeye karar vermişti. Taarruz 19
Mayıs 1915 günü 03.30’da başladı.
19. Tümen 6. Kolordu’dan 72. Alay 3. Tabur 4. 9. 10.
11. 12. Bölükler, 57. Alayın gerisinde tümen ihtiyatı
olmakla görevliydiler.
Taarruz başarılı olamadı. Türk kıtaları fazlasıyla zayiat verdiler.
Alınan tedbirlerle ve güçlü bir taarruzla kıyıya çıkan İngiliz ve Fransız birlikleri geri püskürtülmüş;
düşman birlikleri ancak Kanlı-sırt batısı – Sivritepe
– Merkeztepe Yüksek-sırt hattında tutunabilmiştir.
Arıburnu Muharebesinde Bursa Şehitlerinin
konumu:
2. Kolordu’dan 13. 14. 15. 18. Alaylardan
3. Kolordu 19. Fırka’dan 15. 19. 21. 25. 26. 27. 50.
56. ve 64. Alaylar(9. Tümenden)
5.Kolordu 56. Alaydan
6. Kolordu 72. Alay 3. Taburdan
312
KİRTE MUHAREBELERİ (261 ŞEHİT)
I. KİRTE MUHAREBESİ
28 Nisan 1915 sabahı saat 08.00’de donanmanın
desteği ile başlayan İngiliz-Fransız birliklerinin taarruzu, akşama kadar sürdü. Hedef, Kirtelerin ele
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
geçirilmesiydi. İngiliz ve Fransızlar yapılan Türk
taarruzları nedeniyle geri çekilmek zorunda kalmışlardı.
II. KİRTE MUHAREBESİ
General Hamilton, Türkler mevzilerini tahrip edip
takviyeler almadan, Kirte bölgesini ele geçirmek
istiyordu. Bu amaçla bir Avustralya ve bir Yeni Zelanda tugayı Seddülbahir’e getirildi. Ve 6 Mayıs
1915 günü 11.30’da taarruz başladı. İngilizler, bugün akşama kadar süren inatçı taarruzlara karşın
herhangi bir kazanç elde edemediler. Taarruzlar 7,
8 ve 9 Mayıs günleri de devam etti. Bu taarruzlar
İngilizlere 6500–7000 insana mal oldu. Türk tarafının da kaybı büyüktü.
III. KİRTE MUHAREBESİ
19 Mayıs 1915’te Arıburnu bölgesine yapılan
Türk taarruzunun basarîli olmayışı ve ağır kayıplar verdirilmesinden cesaretlenen düşman Kirte Bölgesi’nde taarruz hazırlıklarına başladı. 4
Haziran’da başlayan saldırıda düşman kuvvetleri
merkezden saldırıya geçti. Düşman kuvvetlerinin
kaybı 7.500, Türklerin kaybı ise 9 bin olmuştu.
KEREVİZDERE MUHAREBELERİ (121 ŞEHİT)
21–22 Haziran 1915 tarihlerinde yapılan Kerevizdere Muharebelerinde Fransızlar Kerevizdere’deki
83 rakımlı tepeyi ele geçirmek istemişlerdir. 21 Haziran günü, Türk mevzilerine 32.450 top mermisi
kullandılar. Cepheyi 2. Türk Tümeni savunuyordu.
12. Tümen de yedekte bulunuyordu. Fransızlar
üçer taburlu 3 Alayla hücuma geçti. Türk savunması 6.000 kayıp verdi. Yani 2. Tümen üç Alayından
ikisini zayiat vermişti. Fransız kaybı isi 2.500 idi.
Ağustos ayında Anafartalar’a yapacağı çıkartmanın başarısını garantilemek isteyen düşman, Türk
komutanlığının dikkatini güney bölgesine çekmek
amacıyla 12 Temmuz’da çok şiddetli bir topçu hazırlığından sonra Kerevizdere’ye dalgalar halinde
taarruza geçti. Türk tümenleri batıdan itibaren 11.
7. 1. ve 4. Tümenler bir cephede, 6. Tümen geride
ihtiyatta bulunuyordu. İngiliz taarruzu 7. Tümen,
Fransız taarruzu ise ihtiyattaki 6.Tümenin kullanılmasıyla durduruldu. 12–13 Temmuz’da düşman
kuvvetleri 1,5 km’lik cephe boyunca saldırmışlar,
400 metre kazanmışlardır. Düşman kaybı 4 bin
Türk kaybı ise 10 bin olmuştu.
Kirte Muharebelerinde Bursa şehitlerinin
konumu:
ZIĞINDERE (SIĞINDERE) MUHAREBELERİ
(108 ŞEHİT)
Kirte harbinde ölüm yerleri belirtilen Bursa şehitlerinin çoğunluğu 1. Kirte Harbinde ölmüş olmalıdır.
3. Kolordu 7. Fırka 20. Alay 2. Tabur 7. Bölük
3. Kolordu 7. Fırka 20. Alay 2. Tabur 6. Bölük
2. Kolordu 13. Alay 11. Tabur
3. Kolordu 19. Alay 1. Tabur
3. Kolordu 20. Alay 2. Tabur
4. Kolordu 32. Alay 1. Tabur
Birinci Dünya Savaşı’nın en kanlı savaşı olarak
kabul edilen savaş, 28 Haziran–5 Temmuz tarihleri arasında yapıldı. Taarruzun ilk günü gemilerden yapılan topçu ateşiyle Türk birlikleri çok kayıp verdi. Hazırlık ateşleri 3 günden fazla sürdü.
Zığındere’den geçen mevzilerimiz 1,5 kilometre
boyunca çöktü. Yerine Arıburnu’ndan bir tümen
takviye güç geldi, çatışmaların sonunda kaybımız
10 bin civarındaydı. Düşmanın kaybı da buna yakındı. 8 Temmuz günü çürüyüp kokan ölülerin gömülmesi için kısa bir mütareke istedik, fakat İngilizler bir gece harekâtından çekindikleri için kabul
etmediler. Sonra, kokudan barınamadıkları için o
bölgeyi tahliye ettiler.
Kolordu adı verilmeyen 21. 56. 77. 127. Alaylardan
kayıplar da verilmiştir.
1. Kitre Muharebesinde en ağır kaybı 26. Alay vermiştir. 26. Alayın burada Fransızlara karşı verdiği
mücadeleye sonradan yine bu alayın Kumdere’de
kıyı müdafaasında bulunan taburunun iki bölüğü
yetişti ve Fransızlar bu sayede durdurulabilmiştir.
313
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
ANAFARTALAR MUHAREBELERİ (111 ŞEHİT)
I. ANAFARTALAR MUHAREBESİ
25 Ağustos 1915’ten Ağustos sonuna kadar, Müttefikler hem Seddülbahir hem de Arıburnu’nda
başarılı olamayınca, Çanakkale Boğazı’nı, geriden
sarkarak ele geçirmek amacıyla harekete geçerler.
Bu arada General Hamilton, Türk Ordusu’nun gerilerine sarkmak ve çember içine alıp yok etmek için,
Büyük ve Küçük Kemikli Burunları arasında yer alan
Suvla sahillerine çıkıp, Anafartalar’da üçüncü bir
cephe açmaya karar verir. Hedef, Conkbayırı ve Koçaçimentepe bloğunu ele geçirerek buradan ilerleyip, Çanakkale Boğazı’na inerek hâkim olmaktır.
Bu amaçla da, 9.İngiliz Kolordusu’nu, 6–7 Ağustos
gecesi karanlıktan yararlanarak bölgeye çıkartır.
Amaç, sabah gün ağarmadan von Sanders, Saros
Grup Komutanına 7. ve 12. Tümenlerle süratle
Anafartalar kesimine gitmesini ve karaya çıkan
İngiliz birliklerine 8 Ağustos sabahı erkenden taarruz edilmesi emrini verir. Anafartalar Müfrezesi
314
komutanı Yarbay Vilmer’e de, Saros’dan iki tümenin gelişine kadar, İngilizlerin ilerleyişine engel
olunmasını emreder.
Liman von Sanders, bundan sonra, Kurmay Albay Mustafa Kemal’i, 8 Ağustos 1915 günü saat
21.45’de, Anafartalar Grup Komutanlığına atar.
Anafartalar Grup Komutanı Kurmay Albay Mustafa Kemal, 9 Ağustos sabahı, 12. tümenle 9. İngiliz
Kolordusuna. 7.Tümenle de Anzak Kolordusu ile
işbirliği yapmasına engel olmak amacıyla, Damakçılık Bayırı yönünde saldırıya geçer. Her iki
tümenin saldırıları da başarılı olur. İngiliz Birlikleri,
beklemedikleri bu karşı Türk taarruzu ile şaşkına
dönmüş, ağır kayıplar verirler.
Birinci Anafartalar Muharebeleri olarak adlandırılan bu harekât sonunda, durum değerlendirmesi
yapan Mustafa Kemal şöyle demiştir: “...Gerçekte,
düşmanın bir kolordusunu zayıf bir tümenimle
Kireçtepe-Azmak arasında yenmiş, Tuzla Gölüne
kadar takip ederek orada tespit etmiştim.”
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Diğer taraftan yeni çıkan birliklerle güçlendirilen
9. İngiliz Kolordusu, Anafartalar yönünde iki kanat
harekâtı daha denediyse de başarılı olamamıştır.
Ancak, Türkler açısından bu bölgede durum, savunulması güç bir konum olduğu için tehlikeli sayılırdı. Tehlikeli durumu düzeltmek için Liman von
Sanders, Kuzey Grubundaki 8 Tümeni iki alayla
takviye ederek, Anafartalar grup Komutanı Mustafa Kemal’in emrine verir. Tümen karargâhına
9–10 Ağustos gecesi gelen Grup Komutanı Mustafa Kemal, takviyeli 8. Tümeni 10 Ağustos sabahı
karanlıkta, sadece süngü kullanarak hücuma geçirir. İngilizlere çok ağır kayıplar verdirilerek harekât
başarılı olur. Daha sonra, savunma yapılabilecek
ek arazinin ele geçirilmesi üzerine, ulaşılan bu ileri
çizgide de destek ve güçlendirmeler yapılarak savunmaya geçilir. Böylece, diğer bölgelerde olduğu
gibi Anafartalar Bölgesinde de savaş, boşaltmaya
kadar, siper ve mevzi savaşına dönüşmüş olur. Diğer bir deyişle, General Hamilton’un İkinci Planı da
başarısız olmuş, hedefine ulaşmamıştır.
II. ANAFARTALAR MUHAREBESİ
İngilizler Seddülbahir’den 29. Tümeni ayrıca
Mısır’dan da 2. Atlı Tümeni getirmişlerdi. Katılan
asker sayısı bakımından II. Anafartalar Muharebesi,
Çanakkale’de en büyük taarruzdur. Saat 15.00’te,
karadan ve denizden topçu ateşinden sonra Bombasırtı – Besimtepe, Kükürtlüpınar – Azmakdere
hatlarındaki 7. ve 12. tümenlerimize saldırdılar.
Hedefleri önce İsmailoğlu Tepesi sonra Teketepe idi.
Bu muharebede düşman çok büyük bir hezimete
uğramış ve yer yer imha edilmiştir. Türk taburlarının mevcudu ise oldukça düşüktü.
Hamilton bu muharebedeki askerlerinin kahramanlığı için “Damarlarında bir damla İngiliz kanı
dolaşan her bir ferdi iftihar ettirecek” demişlerdir.
Mustafa Kemal bu sözlere sinirlenerek şöyle der: “...
İngiliz asilzadeler fırkasını mağlup etmek için benim kullandığım kuvvetlerin miktarını Hamilton
harp tarihinde okuduğu zaman Türk askerini bu
İngiliz fırkasının ulviyetinden daha yüksek bulacaktır... Eminim.”
Anafartalar Grup Kumandanı Miralay Mustafa Kemal, Türk askerinin Çanakkale’de gösterdiği kahramanlığı şöyle dile getirir:
‘’Bombasırtı vak’asını anlatmadan geçemeyeceğim. Mütekabil siperler arasında mesafe 8 metre,
yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekiler, hiçbiri
kurtulmamacasına kâmilen düşüyor. İkincidekiler onların yerine geçiyor. Fakat ne kadar şayan-ı
gıpta bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz?
Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor,
hiç ufak bir fütur bile göstermiyor. Sarsılmak yok.
Okumak bilenler elerinde Kuran-ı Kerim, cennete
girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler, kelimeyi şahadet çekerek yürüyorlar. Bu, Türk askerlerindeki
ruh kuvvetini gösteren şayan-ı hayret ve tebrik bir
misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur.’’
Conkbayırı’nda bir şarapnel parçasıyla yaralanan
Mustafa Kemal’in cesareti ise bir başka kahramanlık örneğidir. Mustafa Kemal, yaşadığı bu olayı şu
sözlerle anlatır:
‘’Muharebe meydanında cereyan eden hali temaşa ederken bir şarapnel parçası göğsümün
sağ tarafına çarptı. Cebimde bulunan saati parça parça etti. Vücuduma nüfuz edemedi. Yalnız
derince bir kan lekesi bıraktı. Bu saat enkazını
bilahare bugünün hatırası olmak üzere Liman
Paşa’ya verdim.’’ Mustafa Kemal’in aldığı yaraya
rağmen savaş alanında soğukkanlılığını koruması, o sırada yanında bulunan 64. Alay Kumandanı
Yarbay Servet Bey tarafından şöyle dile getirilir:
‘’Süngü hücumu esnasında Conkbayırı tepesinde Atatürk’ün (Mustafa Kemal’in) yanındaydım.
Düşmanın şiddetli topçu ateşi başladıktan biraz
sonra Atatürk’ün elini birden göğsüne götürdüğünü gördüm. Heyecanımı sezen o metin asker,
parmağını ağzını götürerek ve başını kaşlarını yukarıya kaldırarak, bana sukut ve sükûn işaret etti.’’
Churchill, bir zamanlar mağlup etmek için savaştığı büyük insandan, ‘’Bu eşsiz kahraman Türklüğün
mukadderatını ele alacak olan bir dehadır. Zira
Çanakkale Boğaz harbinde malzemece üstünlük
bizdeydi. Fakat iradece üstünlük Onda olduğu için
yenildik’’ sözleriyle bahsetmiştir.
315
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Anafartalar Muharebelerinde yer alan kuvvetler:
25. Alay 2. Tabur 3. ve 7. Bölük
2.Kolordu 18. Alay 2. Tabur 5. Bölük
3.Kolordu 7. Fırka 21 Alay 2. Tabur 6. Bölük
4. Kolordu 11. Fırka 127. Alay 2. Tabur 1. Bölük
4.Kolordu 34.Alay 1. Tabur 3. Bölük
4.Kolordu 36.Alay 3.Tabur
KİREÇTEPE MUHAREBESİ (79 ŞEHİT)
9.İngiliz Kolordusu Komutanı Türklerin zapt ettikleri kireç tepelerini elde etmek istiyordu. Bu şekilde
ilerlenerek Yukarı Kapanca ve Kapaktepe alınarak
12.Türk Tümenini Teke tepelerinin doğusuna çekilmeye zorlamayı amaçlıyordu.15 Ağustos günü İngilizler Kireçtepe’nin bütün çevresini kara e gemi
toplarıyla dövdüler. Sonrasında Sivritepe kuzeyindeki yamaçlardan taarruza başladılar. İngilizler
Arslantepe’yi alarak Kanlıtepe’ye ilerlediler. Mıntıkadaki Türk kuvvetleri 127. Alayın 2.Taburunun
2.Bölüğü ve 19. Alayın 2. Taburunun Kanlıtepe’ye
sevkiyle güçlendirildi. Kanlıtepe’de siper olmadığı
için Türk kuvvetleri çok kayıp verdi.17.Alaydan ve
127. Alaydan I. Tabur kuvvet takviye edildi. Arslantepe geri alındı. Kireçtepe’de daha önce jandarmalar tarafından terkedilmiş siperler de alındı.
Kireçtepe Muharebesinde düşmanın zayiatı 2000,
Türk ordusunun zayiatı ise 1696 olarak tespit edilmiştir.
4.Kolordu 126. Alay 1.Tabur 4. Bölük
4.Kolordu11.Fırka 127.Alay 2.Tabur 1.Bölük
İTİLAF KUVVETLERİNİN ÇEKİLİŞİ
1915 yılının sonbahar ayları, kanlı fakat sonuç alınamayan çarpışmalarla geçti. Türk başkumandanlığı, 1. Orduyu Gelibolu’ya yolladı. Böylece Türk
ordusu, 21 tümene çıktı. Başlangıçta üç gün içinde
Çanakkale Boğazını geçeceklerini sanarak giriştikleri savaşı bir an önce sonuçlandırmak isteyen
İtilâf Devletleri, yeni kuvvetler sağlamağa çalıştılarsa da sonuç alamadılar. General Charles Monroe, Çanakkale’nin boşaltılması gereğini belirten
bir rapor verdi. Bunun üzerine, 5 Aralık tarihinde
iki İngiliz tümeni, Selanik’e gönderildi. Kasım ayın-
316
da başlayan yağmur ve kar fırtınası, siperlerde birçok askerin boğulmasına sebep oldu. Bu felâkette
düşmanın kaybı da çoktu.
Limanda birçok küçük gemi battı. Neticede çıkarma sahaları, düşman tarafından boşaltıldı. Gizlice
yapılan boşaltma harekâtı sonucu, Ocak 1916’da
Gelibolu yarımadası tamamen bırakılmış oldu. Bu
arada bazı çarpışmalar da oldu. Anafartalar ve Arıburnu çekilmesi sırasında dikkati dağıtmak için,
düşman, 19 Aralık günü Seddülbahir bölgesine
saldırdı. Buraya döşenmiş olan mayınlar, Türklerin
düşmanı takibine imkân vermedi.
Uludağ Üniversitesi Rektörlüğü Çanakkale Zaferi Yıldönümü Toplantısı
(18 Mart 2007 Pazar Saat 13:30 Fethiye Kültür
Merkezi)
ÇANAKKALE ZAFERİ VE BURSALI ŞEHİT TORUNLARI
Çanakkale Savaşı I. Dünya Savaşı sırasında İngiliz
ve Fransızların Çanakkale Boğazı’nı ele geçirmeye
ve İstanbul’u işgal etmeye yönelik ortak harekatı
sırasında yaşanmıştır. 2 Ocak 1915 tarihinde Ruslar müttefikleri olan İngiltere’den Kafkas Cephesi
üzerindeki Osmanlı baskısını hafifletmek için yardım istemişlerdi. Bu tarihlerde Sarıkamış Harekatı
devam ediyordu.
Türk ordusu Çanakkale’de eşsiz bir zafer kazandı.
İtalyanların Trablusgarp işgaline karşı koyan, tüm
Balkan devletlerinin ortak kuvvetleriyle Balkan
Harbi’ni yapan Türk kuvvetleri Sarıkamış Harekatı
sırasında da önemli kayıplar vermişti. Bu şartlarda ortaya konulan mücadele azmi ve kahramanlık Türk ulusunun ulusal kimliğini tanımlamakta
önemli bir gösterge olmuştur.
İngiliz, Fransız, Avustralya, Yeni Zelanda ve Hint
askerlerinin katıldığı düşman harekatı 16 Şubat
1915 tarihinde savaş gemilerinin bombardımanı ile başladı. Ancak, karaya asker çıkarma isteği
sonuçsuz kaldı. Donanmanın en ağır zırhlılarının
katıldığı 18 Mart 1915 tarihli harekat sırasında
Türk topçularının ve mayın ekibinin savunma-
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
sı neticesinde düşmanın üç büyük savaş gemisi
battı. Üçü de yaralandı. Çanakkale’yi donanmanın
geçemeyeceği anlaşılmıştı. Mısır’dan gelen yeni
birlikler Limni adasında toplandı. 25 Nisan 1915
günü İngiliz Kara-Deniz Kuvvetleri Seddülbahir’e
Anzaklar ( Avusturalya ve Yeni Zelenda Kuvvetleri) Arıburnu’na saldırdılar. Bir Fransız tugayı da
Kumkale’ye çıktı. Ancak Türk askerinin olağanüstü
mücadelesi sonunda başarısız kaldılar.
Çanakkale Zaferi’nde Mustafa Kemal’in de büyük bir payı bulunmaktadır. Daha önce Bolayır Kolordusu’nda görev alan Mustafa Kemal
Çanakkale’nin nasıl savunulacağını inceleme fırsatı bulmuştu. Sofya’da Askeri Ateşe olarak görevliyken Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı’na girince
Yarbay Mustafa Kemal Paşa ısrarla aktif bir görev
istemişti. 2 Şubat 1915 tarihinde Tekirdağ’da kurulmakta olan Tümenin komutanlığına atandı. 19.
Fırka olarak önemli zaferler kazanan bu tümeni bir
ayda oluşturdu. 25 Şubat 1915 günü Maydos’a geldi. Düşmanın Adalar Denizinden çıkarma yapacağı iki geçit vardı. Bolayır’dan Marmara’ya yaklaşık
4,5 km.lik bir uzaklık vardı. Almanlar Bolayır’ı tahkim ederken Mustafa Kemal kendi alanından çıkartma yapılacağını düşünüyordu. Mustafa Kemal
Arıburnu’nda ve Anafartalar’da eşsiz başarılar kazandı. Birliğinin önünde bizzat vuruşarak düşmanın önünü kesti. 1 Haziran 1915’te albaylığa terfi
eden Mustafa Kemal’in Çanakkale Zaferi’ndeki başarıları hem Anadolu’da hem de Avrupa’da yankılandı. Türk Milleti Çanakkale Zaferi ile bir bakıma
milli mücadele’nin önsözünü yazmıştır.
Bursa’lıların Çanakkale Zaferi’nin kazanılmasına büyük katkısı olmuştur. Hakkari’den Rize’ye
Edirne’den Hatay’a kadar tüm vatan evlatlarının
gazi ya da şehit olduğu Çanakkale’ye en çok şehit
veren il Bursa’dır. Özellikle Bursa Seyyar Jandarma
Taburu Mustafa Kemal’in emrinde büyük kahramanlık göstermiştir. Tüm savaş boyunca cephede
görev alan Bursa Jandarma Taburu 9 Ağustos günü
ve 14-15 Ağustos gecesi Kireçtepe-İsmailoğlu Tepesi ve Karakoldağı yöresini yiğitçe savunmuştur.
Balkan savaşlarında hiçbir ciddi direniş göstermeden geri çekilen Türk birlikleri, iki yıl sonra bu defa
dünya tarihine geçen bir mukavemet gösterirken
başlarında bulunan Mustafa Kemal gibi askerlik
sanatını en iyi icra eden kumandanlardan güç alıyorlardı.
Çanakkale cephesinin kaderi üzerinde, çabuk karar vermek, cesaret ve soğukkanlılık göstermek
suretiyle 19. Fırka kumandanı Mustafa Kemal son
derece önemli bir rol oynamıştı. 25 Nisan’da Anzac
kuvvetlerinin hedeflerini çok erken bir zamanda
zapt edemeyişleri 9 Ağustos’ta Anafartalar cephesine çıkarılan kuvvetlerin durdurulması Conkbayırında zamanında bir taarruzla Avustralya, Yeni Zelanda kuvvetlerinin önlenmesi Mustafa Kemal’in
eseridir.
Çanakkale’nin dünya tarihinin seyrini değiştiren
sonuçları olmuştur. Ancak Türk tarihi açısından
en önemli sonucu Türk milletinin savaşma azmini
kazanması, vatan uğrunda büyük fedakarlıklara
katlanabileceğini göstermesi ve nihayet Mustafa
Kemal gibi kendine lâyık bir lider kazanmasıdır.
Türk milleti, bu kazanma azmi ve bu büyük lideri
ile Çanakkale destanından sonra Millî Mücadele
destanını da yazabilecektir.
Beşinci Osmanlı Ordusu Kumandanı Mareşal Liban
Von Sanders, Türk askerinin ölüme gülümseyerek
gidişini, hayret duygularını gizlemeden şu ifadelerle anlatır:
“Bir asker için mutluluk denen bir şey varsa, Türklerle omuz omuza savaşmaktır. Diyebilirim. Fakir
insanlardı. Buğday kırığından çorba, en önemli
yemekleriydi. Sağlıksız su içerlerdi. Çamur barınaklarda yatarlardı. Fakat en modern silah ve araçlarla donanmış düşmanlarına karşı askerler gibi
savaşırlardı. Bu insanların kalplerinde sadece ve
sadece ulvi bir vatan sevgisi vardı. Ölüme, onlar
kadar gülümseyerek giden bir millet ferdi daha
görmedim.”
Çanakkale Zaferin’nin belki de en önemli sonucu Türk Milleti’ne, Mustafa Kemal’i kazandırmış olmasıdır. O’nun cesareti, azim, karalılık ve
komuta yeteneği gibi üstün özellikleri, ilk kez
Anafartalar’da Kocatepe’de ve Conkbayırı’nda herkesin, milletinin, dikkatini çekecektir. Çanakkale
317
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Savaşları’ndan çok sonra, Milli Mücadele yıllarının
başlangıcında Mustafa Kemal, Saray tarafından
azledilip, hakkında ölüm fermanı çıkarıldığında,
üniformalarını çıkarttığı zaman bile karşısında
kendisine bağlı, inanmış ve lider olarak benimsemiş bir ordu ve millet bulduysa, bunda kuşkusuz
Çanakkale Savaşları’ndaki üstün başarılarının payı
olmuştur.
Çanakkale savaşları şüphe yoktur ki bu günümüz
ve yarınımız için önemlidir. Çanakkale Cephes’nin
açılmasına varan askeri, siyasi ve diplomatik gelişmeler yanı sıra, savaşın seyri ve günümüze dek
yansıyan etkilerin bilip anlamak, bu günü ve yarını anlayabilmemiz açısından da çok önem taşır
Çanakkale’de biz, öz vatan için öldük. Bu nedenledir ki, önce biz sahip çıkmak zorundayız. Bu sahip
çıkış ise ancak bu savaşları yeni belge ve kaynaklar
ışığında daha objektif, çok yönlü ve bilimsel olarak
inceleyip değerlendirerek, gelecek nesillere çok iyi
bir şekilde anlatmakla mümkün olur.
“Bu Vatan Kimin ?” isimli şiirde
Bu vatan toprağın kara bağrında
Sıra daglar gibi duranlarındır
Bir tarih boyunca onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir.
Dizelerinde ifadesini bulan vatan sevğisi, Çanakkale deniz zaferinde tam olarak Türk evlatlarınca
yaşanmıştır.
Türk insanını tarihten silmek üzere ülkemize gelenler, bilmiyorum şimdi yaptıkları zulümlerden
utanıyorlar mı?
Türk milleti Ulu önder Atatürk ün liderliğinde kısa
zamanda onları şaşkına çevirecek nice yeniliklere
imza atmıştır.
Şimdi de Avrupa birliği gibi bir çatının altında
karşılıklı masalara oturmaya bin türlü naz etmekteler. Ama bir gün boyu yaptıklarından da, tıpkı
Çanakkale’de olduğu gibi utanacaklardı.
Uludağ Üniversitesi “Bursa İli’ne Mensup Çanak-
318
kale Şehitlerinin Ailelerine Yönelik Bir Saha
Araştırması” başlıklı projeyi 20 Aralık 2006 tarihinde yaşama geçirdi. Bursa-Yenişehir-Orhaniye
Köyünde dokuz şehit torununun katılığı toplantıda proje başlatıldı. Bugüne kadar proje ekibi tarafından Çanakkale’de şehit düşen Bursalı’ların isimlerini, baba adlarını, doğum yerlerini, Çanakkale’de
katıldıkları muharebeleri içeren listeler köy köy
tasnif edilerek kaymakamlıklara verildi. Değerli
kaymakamlarımız bu konuya duyarlılık içinde ilgi
göstererek şehit torunlarımızın araştırılması için
köy muhtarlıkları ile iletişim kurulmasını ve elde
edilen bilgilerin bir araya getirilmesini sağladılar.
Elde ettiğimiz ilk bilgiler Milli Savunma Bakanlığı
tarafından hazırlanan resmi Bursa’lı Çanakkale Şehitlerine ait bilgilerden yola çıkılarak elde edilmiştir. Bu listelerde olmayan şehitlerimize ilişkin ayrıca
arşiv çalışması yapılacaktır. Bursa merkez ilçelerine
ait çalışma ikinci aşamada gerçekleştirilecektir.
Bugün ilk aşamada kendilerine ulaştığımız Bursa’lı
140 Çanakkale Şehidi torunu ile tanışmaktan büyük onur duyduğumuzu belirtmek isterim.
Projenin uygulanma sürecinde Türkiye’nin Ulusal Kimliği’nin oluşmasında önemli bir yeri olan
Çanakkale Şehitleri’ne yönelik yerel bağlamda
sözlü tarih araştırması yapılacak. Mevcut belge
ve bilgilerin yeni bilişim yöntemleri kullanılarak
sistematize edilmesi planlanıyor. Bursa genelinde
şehit aileleri ile kamuoyu arasında bilgi ağı kurularak şehitlerin varlığının güçlü biçimde yaşatılması
amaçlanıyor.
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Ad Soyad
: Fahri Baştürk
Doğum Tarihi ve Yeri
: 1937 Karacaali / Yenişehir
Mesleği
: Çiftçi
Görüşme Tarihi ve Yeri : 26 Haziran 2007 / Yenişehir
Çanakkale şehidinizi tanıtır mısınız?
söylerdi bol bol, “Arı Burnunda Yatar Aslan Şehitler”
diye. Arı Burnu’nda harbe girmişler, Arı Burnu’nda
Çanakkale
tantrDededen
msnz? vurulmuş dediler. Arı Burnu nereyse bilmiyorum.
Dedem İbrahim
oğlu şehidinizi
Hasan Hüseyin.
Hatta amcamın oğlu vardı, dedem sırtını ellerdi,
duydum türküsüyle beraber.
Dedem İbrahim oğlu Hasan Hüseyin. Dededen
duydum türküsüyle
beraber.
ona “Karamanım”
derdi, bana
“Sümbülüm”. Her
Dedeniz Hasan Hüseyin hakkında bize bilgi verir halde ben biraz daha büyükmüşüm.
bilgi verir
misiniz?
amcam,
on üç sene sonra geliyor, İsmail ammisiniz? Dedeniz Hasan Hüseyin hakknda bize Öbür
cam. O da işte Arabistan’dan gelmiş, hatta kimse
tanımamış
Babası
“Benim
Halam çokHalam
anlattı.çok
İki tane
kızı,İki
iki tane
tane kz,
de oğlu,
anlatt.
iki tane
de oğlu, diye
dört eve
tanesokmamışlar.
çocuğu varmş.
Hatta
son
dört tane çocuğu varmış. Hatta son zamanda bir oğlan öleli kaç sene oldu yahu. Benim oğlan 13 – 14
senezamanlarda.
oldu gideli. Ben
seni oğlum
diye kabul
çocuğu
daha
harpte
zamanda
birolmuş,
çocuğu
dahaöldüğü
olmuş,zamanlarda.
harpte öldüğü
Harbin
hepsine
gitmiş,etmem”
sonra
Harbin hepsine gitmiş, sonra Çanakkale’de ölmüş, demiş. Mahalleden bir kadın İsmail’e “Hoş geldin”
demiş, öylelikle eve sokmuş. Ona hor bakmış sovefat etmiş.
Çanakkale’de ölmüş, vefat etmiş.
nuna kadar. Onu ben de biliyorum, geç zamanda öldü amcam. Bizden ayrıydı. Amcam, dedem
Halanız dedenizle ilgili neler anlattı?
Halanz dedenizle ilgili neler anlatt? öldükten (sonra) gelip malları böldü. Az bir tarla
(Dedem) öbür harplere de Arabistan’a, verdiler ona. Babamın amcası yani o da İsmail Baş(Dedem)
öbür Her
harplere
de zaman
Arabistan’a,
Trablusgarp’a da gitmiş. Her geldiği zaman da
Trablusgarp’a
da gitmiş.
geldiği
da türk.
bir çocuk yaptı derdi halam. Birkaç defa izine gel- İsmail amca neden geç gelmiş?
miş
arkamızdan
vurdu Araplar”
bir gitmiş.
çocuk “Bizi
yapthep
derdi
halam. Birkaç
defa izine gelmiş gitmiş. “Bizi hep arkamzdan vurdu
dediğini halam derdi. Hatta üzüm bağlarından Arabistan’da kalmışlar onlar. Hatta gemilerden demir indirtmiş
İngilizler,
çalıştırmış
yani
kimlerse,
onları,
arkadaşlarını.
Hatta
ordubağlarndan
Araplar”vurmuş
dediğini
halam
derdi. Hatta
üzüm
kimlerse,
vurmuş
onlar,
arkadaşlarn.
bozulup Türkiye’ye geri gelirken hep arkadan ateş
Büyük dedeniz
savaştaarkadaşlar
üç oğlundan
kayetmişler,
arkadaşları
vurulmuş.geri
Süvariler
cepHatta ordu
bozuluphep
Türkiye’ye
gelirken
hep arkadan
ateş etmişler,
hepikisini
vurulmuş.
heyi arkadan takip ediyormuşlar, kaçsınlar diye betmiş?
sokulmuyormuş arkalarına.
Süvariler cepheyi
arkadan takip
ediyormuşlar,
diye sokulmuyormuş
arkalarna.bir tanesi
Üç oğlundan,
iki tanesini kaybediyor,
Çanakkale
ile ilgili dedemin
vurulduğunu
halam- kaçsnlar
dan öğrendim. Esas Hasan Hüseyin dedemin ba- sonradan geri gelmiş işte. Veli amca da ölüyor.
Çanakkale
ileburada.
ilgili dedemin
vurulduğunu
halamdan
Nerede
öldüğü öğrendim.
(hakkında) Esas
bilgimHasan
yoktur.Hüseyin
Hasan
bası, büyük
dedem sağ
İbrahim dedem
yani babamın dedesi. İbrahim dedemin burada Hüseyin’in eşi Saide ninem amcamın yanında kaldı.
dedemin
babas,
burada.
İbrahim dedem yani babamn dedesi. İbrahim dedemin
300
dönüm
tarlasıbüyük
varmış.dedem
İki tanesağ
yüzbaşı
gelmiş
demiş böyle böyle. Oğlum demiş, benim çocuk- Saide Nine neler anlatırdı?
larım
var,300
üç tane
birden,
Hasan
Hüseyin
burada
dönüm
tarlas
varmş.
İkidedem,
tane yüzbaş gelmiş demiş böyle böyle. Oğlum demiş,
İsmail amcam, Veli amcam. Üç tane asker bunlar. Söylenirdi, “Gitti, bıraktı gitti bizi bir sürü çocukla. Bu
kadar çocuğu
yaptı başıma
Ninem
“Benim
çocuklarımı var,
getirin
ben bir
kuruşHasan
dahi Hüseyin
benim çocuklarm
üç tane
birden,
dedem,daİsmail
amcam,bela”
Veliderdi.
amcam.
Üç
para istemem” diyor. Halamlarla, iki tane bekarla hep başak toplardı, memnun geçtiğini bilmem.
zaman. Son zamandedem çiftçilik yapmış yanı.
tane asker bunlar. “Benim çocuklarm getirinAmcamla
ben birberaberdiler
kuruş dahiçoğu
para
istemem” diyor.
da ayrıldılar. Onun yanında ninem başak toplardı,
O günlerle ilgili İbrahim dedeniz neler anlatırdı? yani kelle toplardı, döverdi ve kendine göre harçHalamlarla, iki tane bekarla dedem çiftçilik yapmş
lıkyan.
yapardı. Yalnız bakımı iyiydi ölünceye kadar.
Dedem 1943’te öldü, ben biliyorum. Ama ben çok Baktık yani, ben de yetiştim ona.,
ufaktım o zamanlar. Ben zaten 37’yim (1937) 43’te
dede öldü dediler. 3-4 yaşındaydım. Dedem türkü
1
319
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
ve kendine göre
harçlk
Yalnz bakm SEMPOZYUMLARI
iyiydi ölünceye kadar. Baktk yani, ben de
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ
28-30
NİSAN yapard.
2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
yetiştim ona.
Ad Soyad
: İsmet Özcan
Doğum Tarihi ve Yeri
: 1959 Barçn / Yenişehir
Mesleği
: Çiftçi
Görüşme Tarihi ve Yeri : 26 Haziran 2007 / Yenişehir
Çanakkale şehidinizi tanıtır mısınız?
Dedemizin yaşlı dayısı kalıyor, öz dayısı. Hanımı ve
üç kızı kalıyor.
şehidinizi
tantr msnz?
SüleymanÇanakkale
kızı Ayşe Çiçek’in
torunuyum.
Çanakkale’de şehit düşen dedem Hasan Hüseyin Kızlarının isimleri neydi?
Süleyman kz Ayşe Çiçek’in torunuyum. Çanakkale’de şehit düşen dedem Hasan
oğlu Süleyman.
En büyüğünün ismi Nefize Yıldız, ikincisinin Ayşe
Hüseyin oğlu Süleyman.
Çanakkale’de
şehit olan dedenizle ilgili neler an- Özcan, üçüncüsünün de Emine Uysal. Emine Uylatılırdı?
sal en ufakları babasını görmemiş, savaştan sonra
Çanakkale’de şehit olan dedenizle ilgili neler
anlatlrd?
dünyaya
geliyor. Rahmetli teyzemle ablaları, emzik
Babaannemden duyumum, hiç orayla ilgili ma- yok, susturmak için parmağını hep böyle emzirirduyumum,
hiç orayla
malumatlar
olduklar,
yani
lumatları Babaannemden
olmamış, kız oldukları,
yani topluma
da ilgili
di. Yiyecek
yok, oolmamş,
kadar çok kz
fakirlik,
sefillik çekmişyaklaşamadıkları için. Bir de korku var ölüm tehli- ler. Hem anlatırdı hem ağlardı rahmetli. Gerçekten
topluma
da yaklaşamadklar
Bir debabakorku var
tehlikesi. Rahmetlik babaannemden
kesi.
Rahmetlik
babaannemdeniçin.
duyuşum,
çokölüm
çile çekmişler.
ları Çanakkale’ye gidiyor. Çanakkale’ye gittikten
duyuşum,
babalar
Çanakkale’ye
gidiyor.
Çanakkale’ye
gittikten sonra, days yaşl olduğu için
sonra,
dayısı
yaşlı olduğu
için savaşa
gidemiyor.
Nasıl geçiniyorlar?
Bundan sonra “Sen bunları dağa götür, sen bunsavaşa
Bundan
sonra
bunlar
götür,geçirmişler
sen bunlara
kulak ol”
diyor.
lara
gözgidemiyor.
kulak ol” diyor.
Üç tane
kız,“Sen
dayıları
savaşdağaDağda
işte,göz
ormanda.
Başka
türlüÜç
sakanında köyden yukarıda dağa götürüyor, orman- layamazdı. Bütün gün Yunanlar hep köyleri basıp
tanesaklıyor.
kz, daylar
savaş annda
köydenyakıp
yukarda
dağa götürüyor,
ormanda
saklyor.
Çünkü
da
Çünkü Yunanlılar
hep köyleri
yı- yakmışlar
yani. Bizim
buralardan
da yardım
alıp
kıyorlar. Bunun için bütün kadın ve çoluk-çocuğu onun bunun evini soymakla, ne bilim yani. Açıkça
Yunanllar uzaklaştırıyor.
hep köyleri yakp
ykyorlar.
Bunun için
bütün
kadn eşkıyadan
ve çoluk-çocuğu
köylerden
köylerden
Kışın karda
götürmüş,
bizim
buralardaki
da destek
bulmuşlar.
üzerlerine yorgan yatak yok, sadece kıldan, keçi kı- Yoksa kendi başına Yunanlılar o işi yapamazdı.
uzaklaştryor.
üzerlerine
lından,
ormanınKşn
içindekarda
böylegötürmüş,
saklamış. Dayım,
ba- yorgan yatak yok, sadece kldan, keçi klndan,
baannem sadece geceleri gelirdiler köye. Hatta bir Yerli Rumlardan yardım görmüşler mi?
kişiyi
öldürmüşler
köyden,
biri de kafayı
üşütmüş
ormann
içinde böyle
saklamş.
Daym,
babaannem sadece geceleri gelirdiler köye. Hatta bir
bağırıyormuş, minareye çıkmış, “Hasan Hüseyin’i Evet. Babaannem derdi, eşkıyalık yapanların yüzvurdular,
Hasan Hüseyin’i
vurdular
diye. Onde sekseni,
hep Rumlarla
ortaklaşa,
Mekişiyi öldürmüşler
köyden,
birikaçın”
de kafay
üşütmüş
bağryormuş,
minareye
çkmş,birlikte.
“Hasan
dan sonra rahmetlik, babaanneme geri dönüyor sela atıyorum sizin evinizde ve yahut köyün ileri
diyor
ki, “Kızım
HasanHasan
Hüseyin’i
vurmuşlar”.
gelen,
hali
vakti sonra
düzgün
olanlarınbabaanneme
evlerini soyarHüseyin’i
vurdular,
Hüseyin’i
vurdular kaçn”
diye.
Ondan
rahmetlik,
larmış, mallarını götürürlermiş. Hayvanları, malı,
Süleyman
dedeniz
hakkında
varvurmuşlar”.
buğdayı ve saire gibi. Fakirlik var bir de, yoksulluk
geri dönüyor
diyor ki,
“Kzm başka
Hasan bilginiz
Hüseyin’i
mı?
var. Ortalık yatıştıktan sonra bir şey kalmamış, her
tarafı yakmışlar Rumlar.
Süleyman dede hakkında hiçbir haber gelmiyor.
Sadece Süleyman dedenin orada öldüğünün kün- Yunanlılarla ilgili başka neler anlatabilirsiniz?
yesi geldi. Rahmetlik babam benim devlet memuruydu, eğitim enstitüsünde bekçiydi. Babam araş- Babaannemden duymuştum, köyde kalan yunantırdı. En büyük teyzem yani babaannemin ablası, lılar varmış, yaşlılar filan. İki kişi kalmış. Yorgi diye
3
aylık alıyordu babasından, şehit aylığı.
birisi varmış, çok iri yarı biri. Çok yaşlıymış. Zaten
bir daha da gitmemiş, burada Barçın’da ölmüş. KaŞehit olduktan sonra dedenizden geride kimler lanlara (halkın) hiçbir tepkisi olmamış, kesinlikle.
kalıyor?
Hep yardımlaşma içinde oldular kalanlarla.
320
Babaannemden duymuştum, köyde kalan yunanllar varmş, yaşllar filan. İki kişi
kalmş. Yorgi diye birisi varmş, çok iri yar biri. Çok yaşlymş. Zaten bir daha da gitmemiş,
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM
ŞEHİRLERİ
burada Barçn’da ölmüş. Kalanlara
(halkn)
hiçbir tepkisi olmamş,
kesinlikle. Hep yardmlaşma
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
SEMPOZYUMLARI
içinde oldular kalanlarla.
2011 / Bursa Şehrengizi
Ad Soyad
: Sabahattin Atl
Ad Soyad
: Murat Yurttaş
Doğum Tarihi ve Yeri : 1954 Fethiye / Yenişehir
Doğum Tarihi ve Yeri : 1939 Burcun / Yenişehir
Mesleği
: Muhtar
Başka neler anlatlrd?
Mesleği
: Çiftçi
Görüşme Tarihi ve Yeri : 26 Haziran 2007 / Yenişehir
Görüşme
Tarihi
ve bilmiyoruz,
Yeri : 26 Haziran
2007 / düşman
Yenişehirkarşdan mermi yağdryor. Buradan
Gittiğimiz
yeri
ver yansn
Yenişehir’den
giden tanıtır
adam mısınız?
Çanakkale’yi bilmiyorBaşka
ki. Orada
bir sürü şehit kalmş. Orada çok
neler anlatılırdı?
Çanakkale şehidinizi
Dedem Hasan oğlu Ahmet. Ben babamdan duy- Gittiğimiz yeri bilmiyoruz, ver yansın düşman karÇanakkale
şehidinizi tantr
msnz?
büyük
ateş
altnda kalmşlar,
büyük
taarruz
taarruzda
kalmşlar. Amcamlar
bir başka
şıdan
mermi yağdırıyor.
Buradan Yenişehir’den
dum, 1915
Çanakkale
savaşına üç
kardeş
olarakolmuş,
gidiyorlar. Kardeşlerinin biri Rahim, biri Abdullah.
giden adam Çanakkale’yi bilmiyor ki. Orada bir
iki yaşında, halam da beş yaşında. Daha sonra am-
kalmışlar, büyük taarruz olmuş, taarruzda kalmış-
Çanakkale’de görüşmüşler. Maalesef dedem ora-
camlar geliyor. Daha sonra, ben 15 – 16 yaşlarında
DedemSonra
Hasan
oğlu Ahmet.
Ben Daha
babamdan duydum,
1915
savaşna üç baktm
kardeş
yerde
anda.
amcamlar
geliyor.
15 kalmış.
– 16 Çanakkale
yaşlarnda
sürüben
şehit
Orada çokçocuktum,
büyük ateş altında
Üçü deo Çanakkale’ye
gidiyorlar.
Babam
o zamansonra,
olarak
gidiyorlar.
Kardeşlerinin
birineyin
Rahim,
Abdullah.
Üçü
de
Çanakkale’ye
gidiyorlar.
halamn
maaş
olay
var. dönüyorlar,
“Baba bu
nesi”biri
dedim.
“Dedemin
alyorlar”
şehit
lar. Amcamlar
birmaaşn
başka yerde
o anda.dedi,
Sonra
amcamlar bir,
iki, üç
yıl sonra
ama orada,
Babam
zaman iki
ikikardeşi
yaşnda,
halam da beş yaşnda.
Daha sonra
amcamlar
iki,olayı
üç yl
çocuktum,
baktım
halamınbir,
maaş
var.sonra
“Baba
da şehitodüşüyor,
geliyor.
maaşn
yani.
bu neyin nesi” dedim. “Dedemin maaşını alıyorlar”
dönüyorlar,
ama
orada,
Çanakkale’de
görüşmüşler.
Maalesef
dedem
orada şehit düşüyor, iki
dedi,
şehit maaşını
yani.
Babanız size
neler
anlatırdı?
Şehit
olduğunu
nasl öğrenmişler?
Amcamız anlatmış babama, babam da bize anlat-
kardeşi
geliyor.
Şehitsağ
olduğunu
öğrenmişler?
tı. O zaman
birlikte
gidiyorlar.
Gemlik’ten
gidiyor
Sonra
künyesi
babaanneme
geliyor.
Amcamlar
olarak nasıl
dönüyorlar.
zaten. Cephede savaş anında, tabii ki dağılmışlar
size neler
anlatrd?
Sonra künyesi babaanneme geliyor. Amcamlar
birbirini Babanz
kaybetmişler.
Sonra
orada buluşuyorlar.
Geride kalanlar
geçimlerini
nasl sürdürmüşler?
İşte şöyle söyleyelim, mayıs ayında gitmişler, tem- sağ olarak dönüyorlar.
Amcamz
anlatmş
da kendine
bize anlatt.
O zaman
birlikte Amcalar
gidiyorlar.
muz ağustos
ayındakalmş;
görüşmüşler.
İki çocuk
bir babama,
oğlan bir babam
kz. Kendi
idare etmişler,
yetişmişler
da
Geride kalanlar geçimlerini nasıl sürdürmüşler?
Gemlik’ten
gidiyor
zaten.desteğiyle,
Cephede bizler
savaş de
annda,
ki dağlmşlar birbirini kaybetmişler.
Aynı yerde
mi
savaşmışlar?
destek
vermişler.
Onlarn
burayatabii
geldik.
Farklı yerlerde, ama bir cephede görüşmüşler, yani İki çocuk kalmış; bir oğlan bir kız. Kendi kendine
idareaynda
etmişler,
yetişmişler
Amcalar
da destek
verbuluşmuşlar.
Tesadüfî görüşmüşler,
ama
maalesef mays
Sonra
orada buluşuyorlar.
İşte şöyle
söyleyelim,
gitmişler,
temmuz
ağustos
aynda
dedem şehit düşünce bir daha görüşemiyorlar.
mişler. Onların desteğiyle, bizler de buraya geldik.
görüşmüşler.
AdAyn
Soyad
: Remzi Sever
yerde mi savaşmşlar?
Doğum Tarihi ve Yeri : 1944 Mahmudiye / Yenişehir
Farkl yerlerde, ama bir cephede görüşmüşler, yani buluşmuşlar. Tesadüfî görüşmüşler,
Mesleği
: Çiftçi
ama maalesef dedem şehit düşünce bir daha görüşemiyorlar.
Görüşme Tarihi ve Yeri : 26 Haziran 2007 / Yenişehir
Çanakkale’ye askere gidiyor, orada şehit oluyor. Ben
5
Çanakkale’ye çok gittim. Orda Şehitlikleri gezdim.
Çanakkale şehidinizi tantr msnz?
Çanakkale şehidimiz annemin babası Ali oğlu Niyazi. Tek tek aradım. En son 2002 yılında Şahindere ŞehitDedemizin şehit oluş tarihi 1915. Yani kayıtlara öyle liği denilen bir yer açıldı. İsimi orada: Ali oğlu Niyazi,
geçmiş. Çanakkale şehidimiz annemin babas Ali oğlu
1915. Niyazi. Dedemizin şehit oluş tarihi 1915.
Çanakkale şehidinizi tanıtır mısınız? Yani
kaytlara
öyle
geçmiş. anlatır mısınız?
Dedeniz
hakkında
bildiklerinizi
Dedeniz nerede şehit düşmüş?
Ali oğlu Niyazi
annemin
babasıbildiklerinizi
ama annem babasını
Seddülbahir Muharebesinde şehit düşüyor, ama ŞaDedeniz
hakknda
anlatr msnz?
bilmeyecek kadar küçük. Dedesi ile ninesi onu bü- hindere Şehitliğinde defin edilmiş. Orası o zaman bir
yütmüş. Dede
ile nine
de çok
yaşlı, birbabas
oğlan Niyazi,
hastane
yeriymiş,
seyyar hastane.
YaralılarDedesi
buraya
Ali oğlu
Niyazi
annemin
ama annem
babasn
bilmeyecek
kadar küçük.
ile ninesi onu büyütmüş. Dede ile nine de çok yaşl, bir oğlan Niyazi, Çanakkale’ye askere
6
321
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
geliyor, ölen hemen bahçeye gömülüyor. Tedavi olan
geri gidiyor.
Anneniz, babası şehit kaldıktan sonra neler yaşamış?
Yaşı çok küçük olduğundan bilgisi yok. Dede ve ninenin de yaşı çok fazla olduğundan yine bir bilgisi yok,
bir de okur yazarlık yok, o günün şartlarında. Annesi
de genç yaşta vefat etmiş. Bir ufak torun kalıyor, benim annem. Onu da dedesi ile ninesi büyütmüş.
Niyazi dedenin başka kardeşleri var mıydı?
Yok. Tek kardeş, o da şehit düşüyor. Dede ile nine
Bulgaristan’dan gelmiş. O zaman Mahmudiye köyünün kurucularından, kırk haneden birisi de bizim
dedelermiş. Bir oğlan var, Çanakkale’ye çağırılıyor.
Dede ile nine, ufaklık torunla köyde kalıyor. Fakat
Çanakkale’ye giden geri gelmiyor. Hatta annem bir
evin bir kızı olduğu için, anne baba olmadığı için,
babamı içgüveyi şeklinde almışlar. Bu hane ölmesin
diye.
Ad Soyad
: Hasan Çetinkaya
Doğum Tarihi ve Yeri
: 1946 Orhaniye / Yenişehir
Mesleği
: Çiftçi
Görüşme Tarihi ve Yeri : 26 Haziran 2007 / Yenişehir
Çanakkale şehidinizi tanıtır mısınız?
Çanakkale şehidinizi tantr msnz?
Dedenizin kardeşi, amcanız neler anlatırdı?
Dedem Çömezoğullarından Ömer oğlu Hasan. O, 1893 doğumlu. Onu Yemene götürmüşler.
Dedem Çömezoğullarndan Ömer oğlu Hasan. 1915’te Çanakkale Arburnu’nun da şehit
Yemen’de esir düşüyor, esirlikten kaçıyor, esir kam1915’te Çanakkale Arıburnu’nun da şehit düşmüş
pından. Arabistan’dan gelirken, hac zamanıymış,
düşmüş
hacca da katılmış. Asker hacısıydı. O anlatıyordu
Hasan dedeniz hakkında neler duydunuz?
işte, abim Çanakkale’de şehit düştü (diye). Dedem
neleresir
duydunuz?
DedeminHasan
kardeşidedeniz
vardı. Ohakknda
da, Yemen’de
düş- de 1890 doğumluymuş. Dedemizin künyesi gelmüş. Geldi buraya, ondan duydum. Babam, Ali miş, şehit olduğu haberini almışlar. Künyesi gelinDedemin
kardeşidevlet
vard.onO sekiz
da, Yemen’de
Geldi
buraya, ondan duydum.
de, düşmüş.
babama aylık
bağlıyorlar.
Çetinkaya’ya
da, burada
yaşına ceesir
kadar maaş bağlıyor, on sekiz yaşından sonra maBabam,
Ali Babamın
Çetinkaya’ya
devlet
sekiz yaşna
kadar maaş bağlyor, on sekiz
kaç kardeşmiş?
aşı kesmişler.
annesida,
de oburada
aralarda
ölmüşon Babanız
zaten, Yunan harbinde. Babam amcası ile beraber
yaşndan
sonrabüyütüyor.
maaş kesmişler. Babamn annesi Bir
de tekmiş
o aralarda
zaten,HiçYunan
harbinde.
kalıyor, amcası
zaten,ölmüş
tek kalmış.
bilmiyor
babasını.
Yunan gelince, buraları basınca dağa kaçmışlar.
Babam
amcas
Amcanızın
adı?ile beraber kalyor, amcas büyütüyor.
Annesi de oralarda hastalanmış, ölmüş. Babam
Babamın amcasının adı Hüseyin Çetinkaya.
7–8 yaşlarında yetim kalmış, amcasının yanında.
Amcanzn ad?
Babamn amcasnn ad Hüseyin Çetinkaya.
Dedenizin kardeşi, amcanz neler anlatrd?
O, 1893 doğumlu. Onu Yemene götürmüşler. Yemen’de esir düşüyor, esirlikten kaçyor,
esir kampndan. Arabistan’dan gelirken, hac zamanymş, hacca da katlmş. Asker hacsyd. O
anlatyordu işte, abim Çanakkale’de şehit düştü (diye). Dedem de 1890 doğumluymuş.
322
Dedemizin künyesi gelmiş, şehit olduğu haberini almşlar. Künyesi gelince de, babama aylk
bağlyorlar.
Bir tekmiş zaten, tek
babasn. Yunan gelince, buralar basnca
K a ş gkalmş.
a r ’ d a n E Hiç
n d ü l übilmiyor
s’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
İPEK YOLU
28-30kalmş,
NİSAN 2011 / BURSA
dağa kaçmşlar. Annesi de SEMPOZYUMLARI
oralarda hastalanmş, ölmüş. Babam
7–8MEDENİYETLERİ
yaşlarnda yetim
2011 / Bursa Şehrengizi
amcasnn yannda.
Ad Soyad
: İbrahim Taylar
Doğum Yeri
: Barçn / Yenişehir
Mesleği
: Çiftçi
Görüşme Tarihi ve Yeri : 26 Haziran 2007 / Yenişehir
Çanakkale şehidinizi tanıtır mısınız?
Çanakkale şehidinizi tantr msnz?
çıkmadı. Orada şehit oldu.
Köyümüz 170 hane. Köyümüzün böyle meydanına
Şehitlere ilişkin köyün yaşlıları tarafından anlavarmış, bütün
köylüyü
toplamışlar.
Ama
bir
takım
tılanlar varvarmş,
mıydı? bütün köylüyü toplamşlar.
Köyümüz 170 hane. Köyümüzün böyle meydanna
da asker var, benim dediklerim tamamen ihtiyat,
35 yaşını
geçikler.
üç kardeşmiş,
Ab-tamamen
Köyümüzden
70 yaşn
kişi gitmiş,
ama genç,
ihtiAma
bir takm
daNeyse
asker dedem
var, benim
dediklerim
ihtiyat, 35
geçikler.
Neyseama
dedem
dullah, Recep, Ömer’i toplamışlar. Bu arada amcam
yat, toplam hesabı. Köyde hiç erkek kalmamış.
varmış
17 – 18Abdullah,
yaşlarında,Recep,
amcamÖmer’i
da dedemgilin
şöyle amcam
bir şeyvarmş
olmuş,17
amcamla
giden bir
üç
kardeşmiş,
toplamşlar.Hatta
Bu arada
– 18 yaşlarnda,
yanına sokulmuş. Dedeme sormuşlar “Bu kim?”, “O
kişi geri geldi, 1316’lı Bodurların Ali Tiryaki. O da
benim oğlum”
demiş. O yanna
zaman sokulmuş.
Abdullah dedeme,
köyde öldü,
dışında
da gelen
olmadı.
Amamcam
da dedemgilin
Dedeme sormuşlar
“BuO’nun
kim?”,
“O benim
oğlum”
demiş.
“Sen kal, oğlunu götürelim” demişler. Amcam gidicam onunla gidiyor. Amcamgilleri toplamışlar,
yor,
orada Abdullah
şehit kalıyor.
Çanakkale’de
bir yerde
Amcamın
şarapnel
O
zaman
dedeme, “Sen kal, oğlunu götürelim”
demişler.
Amcam
gidiyor,
orada parçaşehit
sıyla öldüğünü gördü o. Beraberlerdi zaten.
Amcanızın ismi?
kalyor.
Ali Tiryaki ne anlatıyordu?
Abdullah oğlu İbrahim.
Amcanzn ismi?
Gitmişler. Çanakkale’de erzak dağıtıyorlarmış her
Abdullah dedenizi götürmüyorlar, oğlunu mu
halde. O zaman asker nerede şimdiki gibi bilmem
Abdullah oğlu İbrahim.
götürüyorlar?
neyi bulacak. Ekmek dağıtıyorlarmış, tayın. Bu tayın dağıtanlarının birisi de Ermeniymiş. Bizim asAbdullah dedenizi
mu götürüyorlar?
Oğlunu götürüyorlar,
amcamıgötürmüyorlar,
götürüyorlar. oğlunukerler
ekmekleri kaparlarmış, bizim asker aç tabi.
Bunu da çekerlermiş, “Bak bak Türklere. Açlıktan
Oğlunu
götürüyorlar,
Abdullah’ın
kardeşi
Receb’i? amcam götürüyorlar..
neler yapıyor” hesabıyla. Bunu orada gören İbrahim amcam hazmedememiş, çekenle tartışmış.
Abdullah’n
kardeşi
Receb’i?
O orada şehit
kalıyor. Hatta
yaralıymış,
çadırlı hasGörüntüyü çeken ermeni amcamı subaya şikatanede şehit oluyor.
yet ediyor. Çağırıyorlar amcamı. “Sen ne yaptın bu
O orada şehit kalyor. Hatta yaralymş, çadrl
hastanede
oluyor.anlatıveriyor subaya,
adama”
diyorlar.şehit
Amcamda
Şehit kaldığını nasıl haber alıyorlar?
komutanım bu bize ekmek veriyor, biri kameraŞehit kaldğn nasl haber alyorlar?
ya çekiyor. Bak bak Türkler açtır, Türklerin çilesini
Zaten biz bilmiyorduk bu işleri. Bizim köyümüzgösteriyor orada. Ondan sonra, çekim yapanı çaden kaç kişi gitmiş, yalnız bize kağıt geldi. Bize,
ğırıp, uyarıyorlar. Amcam güzel konuşuyor, doğru
Yenişehir’in Barçın köyünden Hacı Hasanoğullakonuşuyor. “Türkler açtır diye” sağda solda göstererı derler. “Hacı Hasanoğullarından İbrahim oğlu
cekler, duyuracaklar diye, amcam sabredememiş.
Recep”. “Tamam, bizim sülaleden. Benim dedemin
9
kardeşi o” dedim. Oradan çıktı bu işler. Orada şehit olmuş ama nerede şehit olmuş, nerede kalmış,
nasıl gitmiş, bilmiyoruz. Hatta İbrahim amcamı belediyede yazdırdım ben, ama her halde kayıtlarda
323
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Ad Soyad
: Mehmet Günay
Doğum Yeri
: Fethiye / Yenişehir
Mesleği
: Çiftçi
Görüşme Tarihi ve Yeri : 26 Haziran 2007 / Yenişehir
Çanakkale şehidinizi tanıtır mısınız?
Çanakkale şehidinizi tantr msnz?
Bize babanızı anlatır mısınız?
Şehit olan benim babamın ağabeyi, Hacı Ali oğlu Babamın adı Mehmet, benim adım da Mehmet.
Hüseyin. Şehit
Benimolan
amcam
oluyor.
Babam,
“geç saatlerde
birinci
takım
girdi, beş kişi
benim
babamn ağabeyi, Hac Ali
oğlu Hüseyin.
Benim
amcam
oluyor.
kalmış, ikinci takım girdi üç kişi kalmış, dördüncü
Onun hakkında
bilgi verebilir
takım giriyor, yer atışından, bilmem kaç kaldı. AraOnun hakknda
bilgimisiz?
verebilir misiz?
da bir mola verildi, o arada çemberi yırttık. Sonra
Babamdan
annemden
duydum.duydum.
Dedem bunları
iki taneayrmş,
mi üç tane
mi süngüyle
istikam
boşalttık,
Babamdan
annemden
Dedem bunlar
benim
oturduğum
ev babama
ayırmış, benim oturduğum ev babama kalmış. Bir düşman tarafından” derdi. “Arada bir mola oldu,
arsa alıp Bir
bir ev
yaptırıyorlar
orada.
Sıva yaptıracakdinleniyoruz
öyle birçamurdan.
ayın ışığı ki,Rahmetli
iğne atsanamcam
yere gökalmş.
arsa
alp bir ev
yaptryorlar
orada. Sva
yaptracaklar
lar çamurdan. Rahmetli amcam çamur yapıyor, o zükecek” derdi.
gün biryapyor,
asker kâğıdı
Çekipkâğd
çamurdan
çamur
o günbuna.
bir asker
buna.ayakÇekip çamurdan ayaklarn, gidiş var geliş yok, orada
larını, gidiş var geliş yok, orada kalıyor. Babam da Şöyle karşılarından bir insan geçer gibi olmuş.
onunla beraber,
babam
Fransızlara
düşüyor,
Onu esir
fark düşüyor,
ediyorlar. amcam
Kumandanları
içlerinden
bir
kalyor.
Babam da
onunla
beraber,esir
babam
Franszlara
orada şehit
kalyor.
amcam orada şehit kalıyor. Amcam postaymış, tane çıkarmış, gözcü derlermiş bunlara, “Oğlum git
ama alayda,
ama tugayda,
ama taburda
postay- ama
şu yeri
bir gör.postaymş.
Filan yerler Orada
düşmanpostadan
tarafı mı,karş
bizim
Amcam
postaymş,
ama alayda,
ama tugayda,
taburda
mış. Orada postadan karşı yakaya bir evrak gö- taraf mı?” Bu fazla oyalanmadan gidiyor ve dönütürürken mermi parçası tesadüf etmiş, orada kan yor. Komutan saatine (bakarak) “geriden takviye
yakaya bir evrak götürürken mermi parças tesadüf etmiş, orada kan içinde kalmş, bu kadar.
içinde kalmış, bu kadar.
gelecek” dediği yerde, çembere almışlar babamları. O kopiller, içlerinde her halde Türkçe bilen var,
Şehit Amcanzdan geride kalanlar hayatlarn nasl sürdürmüşler?
Şehit Amcanızdan geride kalanlar hayatlarını “Atın bakalım silahlarınızı” dedi. “Kaldırdık kollarınasıl sürdürmüşler?
mızı. Eğer ki geriden zabitleri gelmeseydi, o kopiller
Amcamn erkek evlad yokmuş, bir kz çocuğu
varmş.derdi.
Bu kz
çocuğu
da erişip,Fransız’a.
kocaya
bizi kıydıydı”
Bunları
götürmüşler
Amcamın erkek evladı yokmuş, bir kız çocuğu var- Fransız’da en evvel kılıç altından geçirmişler bagitmiş,
çoluk çocuğu
olmuyor.
kz da Kocaman
ölüyor. Her
eşi de ne
ondan
mış. Bu ama
kız çocuğu
da erişip,
kocaya Ondan
gitmiş, sonra
ama amcamn
bamları, esirleri.
bir halde
kışla varmış,
kapı,
çoluk çocuğu olmuyor. Ondan sonra amcamın kızı ne pencere. Ondan sonra tıkıyorlar oraya. Dörtönce
mi öldü,
onu önce
bilemeyeceğim.
hiç. Amcamdan
da ölüyor.
Her sonra
halde m
eşi öldü,
de ondan
mi öldü, Ailece
beş günde
neölmüş,
ekmek,kalmamşlar
ne su.
sonra mı öldü, onu bilemeyeceğim. Ailece de ölbir
eser
yok. Biz amcamn
kardeşibirMehmet’in
çocuklaryz.
Alçaktaymış koğuşları, o arada, yukardan aşağı
müş,
kalmamışlar
hiç. Amcamdan
eser yok. Biz
Fransızlardan olacak herhalde, biri geliyormuş,
amcamın kardeşi Mehmet’in çocuklarıyız.
Babanz amcanzla cepheye ayn zamanda“Esirler
m gitmiş?
af oldunuz, af oldunuz” diye müjde yapBabanız amcanızla cepheye aynı zamanda mı maktaymış. Uzun süre Fransız’larda esir kalmış
BirinciRahmetli
Dünya savaşnda.
Babam
esir ocak
gidiyor
gitmiş? Ayn zamanda, beraber gidiyorlar, 1915’te,babam.
babam geliyor
buraya,
dağılmış, ne karı kalmış ne koru kalmış, evine doğru
Fransz’a,
amcam
oradagidiyorlar,
şehit kalyor.
Aynı zamanda,
beraber
1915’te, Birin- bile gitmiyor.
ci Dünya savaşında. Babam esir gidiyor Fransız’a,
amcam orada şehit kalıyor.
11
324
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Ad Soyad
: Münir Ertan
Doğum Tarihi ve Yeri
: 1934 Alayl / Yenişehir
Mesleği
: Çiftçi
Görüşme Tarihi ve Yeri : 26 Haziran 2007 / Yenişehir
Çanakkale şehidinizi tanıtır mısınız?
Çanakkale şehidinizi tantr msnz?
Şehit olduğunu nasıl haber almışlar?
Babamın babası dedem Hacı Hasan oğlu Meh- Bir yaşlı adam varmış köyde, Alaylı’da Ahmet ÇaBabamn babas dedem Hac Hasan oğlu Mehmet.
met.
vuş, haber getiriyor. Onlar iki kardeş, harpteymişler. Harp ederken, hücum ederken, (kardeşinin)
Onun hakknda
bilgimisiz?
verebilir misiz?
Onun hakkında
bilgi verebilir
bölüğü şehit olunca, kardeşinin ayağında siyah
çoraplar varmış, üstünden atlarken, bir bakmış siyaşındaymış.
Şehit oğluyum
diyordu. diyordu.
yah çoraplar,
“Aaa!oğlum
Bu benim
kardeşim”
demiş.
Babam 14
Babam
14 yaşndaymş.
Şehit oğluyum
Ama bak
dedeniz
Çanakkale’de
Ama bak oğlum dedeniz Çanakkale’de şehit düştü,
şöyle düştü,
oldu, böyle
demedi.
Geride kalanlar
şehit
şöyleoldu
oldu,
böyle Babaannemin
oldu demedi. yaBabaannemin
yanndahayatlarını
da durdumnasıl
ben.sürdürmüşler?
Oğlu vard,
nında da durdum ben. Oğlu vardı, oğlunun yanına
gitti İstanbul’a.
böyle bir şey
sormadık
ki. bir
Çokşey
sefalet
çekmişler.
Babam olsun, halam
olsun.
oğlunun
yannaOrada
gitti da
İstanbul’a.
Orada
da böyle
sormadk
ki. Anlatmadlar
bana. Ben
Anlatmadılar bana. Ben elden (başkasından) duy- Evet malları çokmuş, fakat çok mal bir şey getirdum, yani,
büyüklerden.
elden
(başkasndan)
duydum, yani, büyüklerden. memiş. Amcam okumuş, elektrik mühendisi çıkmış. İstanbul’a yerleşti. Babam köyde kalmış. Biz
Dedem oDedem
zaman zenginmiş,
iki-üç sefer bedel
altı kardeşiz,
üç oğlan,
kız. esas, hakknz
o zaman zenginmiş,
iki-üçversefer de
bedel
vermiş, “abla
bu üç
sefer
miş, “abla bu sefer esas, hakkınızı helal edin” demiş.
Bir daha
işte,demiş.
oralarda
Babaanneme
helal
edin”
Birkalıyor.
daha işte,
oralarda aylık
kalyor. Babaanneme aylk çkarmak için araştrma
çıkarmak için araştırma yapılıyor, ama hiçbir yerden bir şeyama
çıkaramadılar.
Köye böyle
birçkaramadlar.
küçük kayaplyor,
hiçbir yerden
bir şey
Köye böyle bir küçük kağt geldi, muhtara
ğıt geldi, muhtara vermişler, “Mehmet oğlu Hacıhasan” yazıyor.“Mehmet
Ben o kadarını
biliyorum, buyazyor.
benim Ben o kadarn biliyorum, bu benim dedem,
vermişler,
oğlu Hachasan”
dedem, babamın babası, bu da dedemin babası
oluyor Hacıhasan.
kaymakamlıkta
babamn
babas, Bunları
bu da burada
dedemin
babas oluyor Hachasan. Bunlar burada kaymakamlkta
“Hacıhasan oğlu Mehmet” diye düzelttim. Hatta bir
torunu daha var; büyük oğlunun oğlu Hüseyin. O
“Hachasan
oğlu Mehmet” diye düzelttim. Hatta bir torunu daha var; büyük oğlunun oğlu
da şehit, ama o bulunmadı, listeleri çok araştırmadılar.
Hüseyin. O da şehit, ama o bulunmad, listeleri çok araştrmadlar.
Dedeniz Çanakkale’ye gittiğinde kaç yaşındaydı?
Dedeniz Çanakkale’ye gittiğinde kaç yaşndayd?
Doğum tarihi 1306(1890). Dedem gittiğinde baDoğum tarihi 1306(1890). Dedem gittiğinde babam 14 yaşndayd. Üç kardeştiler. Üçü
bam 14 yaşındaydı. Üç kardeştiler. Üçü de öldü
şimdi. Biri 1326 doğumlu, o okula gidiyormuş gade
öldü
1326
doğumlu,
okula gidiyormuş
galiba. Ona, “senin baban öldü” demişler.
liba.
Ona,şimdi.
“seninBiri
baban
öldü”
demişler.o Halamla
babam köyde, bir de babaannem. Sonra dedemden
aylık çıkarmaya uğraşıyorlar, ama bir türlü çıkaramamışlar.
13
325
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
Bursa’da Zaman
2011 / Bursa Şehrengizi
Bursa'da eski bir cami avlusu,
Küçük sadirvanda şakırdayan su.
Orhan zamanından kalma bir duvar...
Onunla bir yasta ihtiyar çınar
Eliyor dört yana sakin bir günü.
Bir rüyadan arta kalmanın hüznü
İçinde gülüyor bana derinden.
Yüzlerce çesmenin serinliğinden
Ovanın yeşili göğün mavisi
Ve mimarilerin en ilahisi.
Bir zafer müjdesi burda her isim:
Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim
Yaşiyor sihrini geçmis zamanın
Hala bu taşlarda gülen rüyanin
Güvercin bakışlı sesszilik bile
Çinliyor bir sonsuz devam vehmiyle.
Gümüşlü bir fecrin zafer aynası,
Muradiye, sabrın acı meyvası,
Ömrünün timsali beyaz Nilüfer,
Türbeler, camileri eski bahçeler,
Şanlı hikayesi binlerce erin
Sesi nabzim olmuş hengamelerin
Nakleder yadini gelen geçene.
Bu hayalde uyur Bursa her gece,
326
Kaşgar’dan Endülüs’e
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
2011 / Bursa Şehrengizi
Her şafak onunla uyanır, güler
Gümüş aydınlıkta serviler, güller
Serin hülyasıyla çesmelerinin.
Başındayım sanki bir mucizenin,
Su sesi ve kanat şakırtısından
Billur bir avize Bursa'da zaman,
Yeşil Türbesini gezdik dün akşam,
Duyduk Bir musikî gibi zamandan
Çinilere sinmiş Kur'an sesini.
Fetih günlerinin saf nesesini
Aydınlanmış buldum tebessümünle.
İsterdim bu eski yerde seninle
Başbaşa uyumak son uykumuzu,
Bu hayal içinde... ve ufkumuzu
Çepçevre kaplasın bu ziya, bu renk,
Havayı dolduran uhrevi ahenk.
Bir ilah uykusu olur elbette
Ölüm bu tılsımlı ebediyette
Belki de rüyası büyük cetlerin,
Beyaz bahçesinde su seslerinin.
Ahmet Hamdi Tanpınar
327
Kaşgar’dan Endülüs’e
İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA
TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ
SEMPOZYUMLARI
2011 / Bursa Şehrengizi
Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye Vasiyeti
Ey Oğul!
Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak
sana.. Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana..
Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.. Kötü göz,
şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek
sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana..
...
Oğul!
Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen
sabah rüzgarlarında savrulur gidersin.. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder.
Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!.. Sabır çok önemlidir. Bir
bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile
bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi irfanın içinde
yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını.
Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır.
İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya, senin gözlerinin
gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin
fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle
beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık
sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme! Sevildiğin yere sık gidip
gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir...
Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken,
itibarını kaybedene acı!
Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.
Haklı olduğun mücadeleden korkma!
Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler.
...
Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız
başına kalsa da! Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin.
Sevgi davanın esası olmalıdır.
Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!..
Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez.
Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın.
Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın.
328
Allah Yardımcın Olsun...

Benzer belgeler