Bursa Şehrengizi Bildiriler Kitabı - Türk Dünyası Kurultayı Web Sitesi
Transkript
Bursa Şehrengizi Bildiriler Kitabı - Türk Dünyası Kurultayı Web Sitesi
Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi BİLDİRİLER KİTABI www.turkdunyasi.org.tr 1 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Kaşgar’dan Endülüs’e Türk-İslam Şehirleri Sempozyumları Bildiriler Kitabı Editörler Doç. Dr. Cengiz Alyılmaz Dr. İlyas Demirci Dr. İbrahim Terzioğlu Görsel Tasarım Sibel Cebe Erdinç Yalçınkaya Kapak Tasarım Sibel Cebe Yapım Ark Medyakom Hoşdere Cad. 200/5 Çankaya/Ankara Tel: (0312) 439 55 95 • Faks: (0312) 410 04 84 www.arkmedyakom.com Yayın Bursa Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. Ankara / 2011 2 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Düzenleyen Kuruluşlar 3 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Destekleyen Kuruluşlar 4 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi T.C. Başbakanlık Tanıtma Fonu 19 45 5 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi İçindekiler Düzenleyen Kuruluşlar............................................................3 Destekleyen Kuruluşlar...........................................................5 Kurullar Yürütme Kurulu............................................................................................8 Bilim Kurulu...................................................................................................9 Onur Kurulu...................................................................................................10 Önsöz........................................................................................12 Dr. İlyas Demirci Takdim......................................................................................14 Şahabettin Harput Sempozyum Bildirileri............................................................17 Prof. Dr. Halil İnalcık....................................................................................19 Prof. Dr. Mustafa İsen ................................................................................47 Recep Altepe.................................................................................................79 Doç. Dr. Cengiz Alyılmaz...........................................................................93 Dr. İlyas Demirci...........................................................................................109 Özgen Keskin................................................................................................115 Prof. Dr. Mustafa Kara.................................................................................131 Feyzi Ülgü.......................................................................................................141 Prof. Dr. Düsen Kaseinov...........................................................................153 Dr. İbrahim Terzioğlu..................................................................................161 6 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi İçindekiler Dr. Khaled Tadmori......................................................................................169 Prof. Dr. Murat Yakar, Osman Mert.........................................................181 Prof.Dr. Takashi ÖSAWA.............................................................................185 Dr. Semra Alyılmaz......................................................................................197 Ethem Günen................................................................................................205 Prof. Dr. Hatice Şahin..................................................................................211 Dr. Selami Sönmez......................................................................................217 Prof. Dr. Sırrı Akbaba...................................................................................225 Yrd. Doç. Dr. Minara Aliyeva Esen..........................................................233 Prof. Dr. Kamil Veli Nerimanoğlu............................................................239 Mustafa Dündar...........................................................................................243 Ahmet Haluk Karabel.................................................................................247 Mehmet Doğan............................................................................................255 Efendi Barutçu..............................................................................................261 M. Cahit Turhan............................................................................................265 Yahya Akengin..............................................................................................269 Doğan Yavaş..................................................................................................271 Halide Sert.....................................................................................................279 Dr. Kamil Uğurlu...........................................................................................293 Prof. Dr. Kadirali Konkabayev..................................................................301 Prof. Dr. Yusuf Oğuzoğlu...........................................................................305 Bursa’da Zaman.......................................................................326 Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye Vasiyeti .............................328 7 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi • Şahabettin HARPUT (Ev Sahibi) T.C. Bursa Valisi • İlyas DEMİRCİ (Organizasyon Başkanı) Türkiye Mühendisler ve Mimarlar Birliği Genel Başkanı • Düsen KASEİNOV (Koordinatör) Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı TÜRKSOY Genel Sekreteri • Recep ALTEPE Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı • Ali Kamil BAŞAR T.C. Bursa Vali Yardımcısı Yürütme Kurulu • Özgen KESKİN Bursa Yıldırım Belediye Başkanı • Mustafa DÜNDAR Bursa Osmangazi Belediye Başkanı • Yahya AKENGİN Türk Dünyası Yazarlar ve Sanatçılar Vakfı Başkanı • İbrahim TERZİOĞLU TMMB Dış İlişkiler Koordinatörü 8 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Bilim Kurulu Nuri GÜRGÜR (Başkan) Türk Ocakları Genel Başkanı • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • Ahat SALİHOV Ahmet AKGÜNDÜZ Ahmet Haluk KARABEL Ali ÖZTÜRK Askar TURGANBAYEV Bakıtjan ABİYEV Behicuddin ŞEHABİ Bekir PARLAK Beşir AYVAZOĞLU Cengiz ALYILMAZ Doğan YAVAŞ Elçin GAFARLI Ethem GÜNEN Fırat PURTAŞ Galip YENİDÜNYA Gülçöhre MEMMEDOVA Güler FEDAİ Hakan ERGÜN Hakan KIRIMLI Halis ERTÜRK Haydar ÇİFTÇİ İlhan KIROĞLU İsmail KAVUNCU Jeren HACIYEVA Kadirali KONKOBAYEV Kamil UĞURLU Kemal DEMİREL Khaled TADMORİ Lesbek TAŞİMOV Mahmut EVKURAN Mahmut ÜRKÜT Mehmet CEYLAN Mete ATEŞ Metin TÜRKER Mevluda YUSUPOVA Mustafa KAHRAMANYOL Mustafa KARA Mutlu ÇINAR Namık Kemal ZEYBEK Necmi YILDIRIM Nesim SÖNMEZ Oktay ASLANAPA Osman ÇETİN Osman İYİMAYA Şakir İBRAYEV Sefer AKKAYA Şerafettin DOĞAN Şükrü KARATEPE Servet BÜYÜKPOYRAZ Süleyman KAYIPOV Şevki NALÇACIOĞLU Yakup DELİÖMEROĞLU Yunus Metin VARLIBAŞ Yusuf OĞUZOĞLU Zenfira HASANOVA Başkurdistan TÜRKSOY Temsilcisi Rotterdam İslâm Üniversitesi Rektörü T.C. Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkan Yardımcısı T.C. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Müşaviri Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı TÜRKSOY Kazakistan Temsilcisi Mimar, Heykeltıraş (Astana Atatürk Heykeli Tasarımcısı) Makedonya Kültür Eserleri Koruma ve Konservasyon Merkezi Genel Müdürü Uludağ Üniversitesi Öğretim Üyesi Gazeteci Yazar / Zaman Gazetesi Atatürk Üniversitesi Öğretim Üyesi Uludağ Üniversitesi Öğretim Görevlisi Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı TÜRKSOY Azerbaycan Temsilcisi T.C. Devlet Bakanı Danışmanı Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı TÜRKSOY Genel Sekreter Yardımcısı MARMARA BİRLİK Koordinatörü Azerbaycan Mimarlık ve İnşaat Üniversitesi Rektörü Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı TÜRKSOY K.K.T.C. Temsilcisi T.C. Devlet Bakanı Danışmanı Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Uludağ Üniversitesi Sosyal ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Türkiye Mühendisler ve Mimarlar Birliği Danışma Kurulu Üyesi T.C. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Araştırma ve Geliştirme Daire Başkanı Eyüp Belediye Başkanı / Türk Dünyası Belediyeler Birliği II. Başkanı Türkmenistan / Aşkabat Mimarlar Birliği Temsilcisi Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı TÜRKSOY Kırgızistan Destek Vakfı Başkanı Karaman Belediye Başkanı Bursa İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Lübnan - Tripoli Belediyesi Kültürel Miras Başkanı Uluslararası Türk - Kazak Ahmet Yesevi Üniversitesi Rektörü T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve Eğitim Genel Müdürü Estergon Türk Kültür Merkezi Müdürü Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Başkan Yardımcısı Türk Ocakları Bursa Şube Başkan Vekili Tarım Reformu Genel Müdür Yardımcısı Özbekistan Güzel Sanatlar Akademisi Başkanı Balkan Türkleri Koordinasyon Kurulu Eski Başkanı Uludağ Üniversitesi Öğretim Üyesi Gazeteci / Yazar Ahmet Yesevi Vakfı Başkanı Türkiye Mühendisler ve Mimarlar Birliği Bursa Şube Başkanı Türkiye Mühendisler ve Mimarlar Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Sanat Tarihçisi Uludağ Üniversitesi Öğretim Görevlisi T.C. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı TAU Genel Müdürü Türk Dünyası Akademisi Başkanı / Kazakistan Türkiye Mühendisler ve Mimarlar Birliği Danışma Kurulu Başkanı Türk Müşavir Mühendisler ve Mimarlar Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Eski Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Osmangazi Belediyesi Başkan Yardımcısı Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Rektörü T.C. İller Bankası Genel Müdür Yardımcısı Avrasya Yazarlar Birliği Başkanı VARYAP İcra Kurulu Üyesi Uludağ Üniversitesi Öğretim Görevlisi Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı TÜRKSOY Tataristan Temsilcisi 9 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Onur Kurulu 10 Faruk ÇELİK (Başkan) T.C. Devlet Bakanı • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • Abdurrahman ŞENTÜRK Abdullah KARADAĞ Abuzer YILDIRIM Adnan SÜER Ahmet ARSLAN Ali BAHADIR Alihan NALCIOĞLU Arif TAK Atilla KANBUR Atilla TATVEREN Bahaeddin YEDİYILDIZ Bahri ŞARLI Cafer TATLIBAL Celal SÖNMEZ Davut DURSUN Efendi BARUTÇU Ekrem YÜCE Enes Battal KESKİN Erdem SAKER Erol KAYA Ertuğrul GÜNAY Gazi ŞAHİN Gürcan TÜRKOĞLU Haluk BECEREN Hayati YAZICI Haydar KOÇAKER Hayrettin GÜNGÖR Hidamet ASA Hidayet ATASOY Hüseyin AYDIN Hüseyin ÖZDİLEK Hüsamettin OLGUN İbrahim ŞAHİN İbrahim BURKAY İlhan PARSEKER İlsur METHSİN Kadir TOPBAŞ Kamil İSHAKOV Kemal Fahir GENÇ Kemal YALÇIN Mahmut ASMALI Mehmet Cahit TURHAN Mehmet Semih PALA Mehmet SÖNMEZ Mehmet AKKUŞ Mehmet İSLAMOĞLU Metin ÖZKAN Mustafa CEMİLOĞLU Mustafa İSEN Mürsel SARI Naci ÖZDEMİR Nuri KOLAYLI Nihat ÖZDEMİR Nurettin AVCI Osman GÜNDÜZ Sena KALELİ Seyfettin AVŞAR Talip YENİDÜNYA Bayburt Holding Yönetim Kurulu Başkanı Bursa Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Türkiye Mühendisler ve Mimarlar Birliği Yönetim Kurulu Üyesi TRT Avaz Kanal Koordinatörü T.C. Ulaştırma Bakanlığı / DLH Genel Müdürü Türk Ocağı Bursa Şube Başkanı TBMM / Danışman Bursa Esnaf ve Sanatkarlar Odası Başkanı MADO Yönetim Kurulu Başkanı KAFKAS Yönetim Kurulu Başkanı Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanı TESKOMB Bursa Bölge Birliği Başkanı TBMM Türkiye - Arnavutluk Parlementolararası Dostluk Grubu Başkanı Bursa Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Türkiye Radyo Televizyon Üst Kurulu Başkanı Türk Ocakları Genel Başkan Yardımcısı ÇAYKUR Genel Müdürü Bursa Kent Konseyi Genel Sekreteri Bursa Büyükşehir Belediyesi Eski Başkanı T.C. Başbakan Baş Müşaviri / TDBB Kurucu Başkanı T.C. Kültür ve Turizm Bakanı Elmadağ Belediye Başkanı UNESCO Türkiye Daimi Temsilcisi GÜMTOB Başkanı T.C. Devlet Bakanı Devlet Su İşleri Genel Müdürü Türkiye Belediyeler Birliği Genel Sekreteri Marmara Birlik Yönetim Kurulu Başkanı T.C. İller Bankası Genel Müdürü T.C. Halk Bankası Genel Müdürü ÖZDİLEK Yönetim Kurulu Başkanı Uluslararası Barış Kültür Forumu (IFLAC) Türkiye Direktörü TRT Genel Müdürü Bursa Uludağ Tekstil İhracatçıları Birliği (UTİB) Yönetim Kurulu Başkanı Bursa Ticaret ve Sanayi Odası Meclis Başkanı Tataristan Cumhuriyeti Kazan Belediye Başkanı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Tataristan Cumhuriyeti Kazan Valisi T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Türkiye Mühendisler ve Mimarlar Birliği Genel Sekreteri MÜSİAD İnşaat Sektör Kurulu Başkanı T.C. Ulaştırma Bakanlığı Karayolları Genel Müdürü Bursa Kent Konseyi Başkanı KOZABİRLİK Genel Müdürü TÜRSAB Başkanı T.C. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanı Türkiye Radyo Televizyon ve Gazeteciler Derneği Başkanı Kırım Tatar Milli Meclis Başkanı T.C. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Bursa Vakıflar Bölge Müdürü (E.)Tuğgeneral Bursa Gazeteciler Cemiyeti Başkanı LİMAK Holding Yönetim Kurulu Başkanı Bursa İl Genel Meclis Başkanı GÜN-ER İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Kamil Koç Turizm İcra Kurulu Başkanı Bursa Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Sanayici Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi 11 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Dr. İlyas Demirci / Yürütme Kurulu Başkanı - TMMB Genel Başkanı Türk - İslam Şehirleri ve BURSA Türkiye Mühendisler ve Mimarlar Birliği temsil ettiği camianın sorumluluk bilinciyle sahip olduğu değerlerini ürettiği faaliyetlerle harekete geçirerek faydalı bir sivil toplum olmanın en güzel örneklerini yarıştırmaktadır. Bu anlamda yurt içinde mühendislik, mimarlık ve şehircilik alanında paneller, forumlar konferanslar, sempozyumlar icra ediyor durumdayken Türk İslam coğrafyasında Mimarlık ve Şehircilik Kurultaylarının ana organizatör durumuna gelmiştir. Hepimizin çok iyi bildiği üzere; dünyaya yayılmış Türk - İslam mimarlık ve şehircilik eserlerinin dünya gündemine getirilerek varlıklarının bilimsel yöntemlerle belirlenmesi ve sınıflandırılarak kayıt altına alınması, Türk-İslam kültürü açısından tartışılmayacak kadar önemli bir konudur. Türk-İslâm Şehirleri Sempozyumlarının amacı; Türk - İslâm şehirlerinin tarihini, kimliğini ve kişiliğini oluşturan mimari eserlerin korunması, yaşatılması, kaybolmaya yüz tutmuş değerlerimizin açığa çıkarılması, gelecek kuşaklara aktarılarak Dünya İnsanlık Mirası listesinde hak ettikleri yerlerini almalarını sağlamaktır. 12 Bu Sempozyumları gerçekleştirirken; Uzak Asya’nın bir ucu Kaşgar’dan başlayarak Semerkant, Taşkent, Buhara, Hiva, Kokant, Aşkabat, Merv, Herat, Delhi, Piri-Türkistan, Otrar, İsfahan, Bakü, Kırım Bahçesaray, Doğu Beyazıt, Erzurum, Ahlat, Diyarbakır, Urfa, Mardin, Kerkük, Antakya, Trabzon, Sivas, Kayseri, Konya, Karaman, Ankara, Antalya, Amasya, Kütahya, Manisa, Kastamonu, Bursa, İstanbul, Edirne, Mekke, Medine, Bağdat, Halep, Şam, Trablusşam, Beyrut, Kahire, Tunus, Üsküp, Kosova, ve en batıda Endülüs olmak üzere daha bunlarla birlikte yüzlerce Türk-İslâm Şehirlerinin maddi ve manevi kimlikleri ile şehrengiz formatında tanıtılmasıdır. Medeniyet ve medenileşme şehircilik ile bire bir örtüşen kavramlardır. Medenileşmenin yani uygarlığın düzeyini o ülkenin üretimi, ticareti, eğitimi, kültürü, mimarisini ve sanatını belirler. Tarih, geniş anlamda Dünyamızın en büyük ticaret yolu olup hala güncelliğini koruyan İpekyolu’nun kontrolü ve bu yollarda hâkimiyet kurmuş Medeniyetlerin mücadelesinin hikâyesidir. İpekyolu’nu anlamadan tarihi doğru anlamak ve yazmak mümkün değildir. Bu noktadan hareketle başta “ insanı yaşat ki devlet yaşasın” anlayışı ile kurulmuş bir Cihan Devleti Osmanlının Başkenti Bursa şehri ile söz konusu sempozyumlara başlamayı ve her altı ayda bir başka şehirde devam edilmesi amaç edinilmiştir. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Osman Gazi Türbesi 13 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Şahabettin Harput/ Bursa Valisi Bursa Şehrengizi rultaylara da hazırlık çalışmaları mahiyetinde Kaşgar’dan Endülüs’e kadar uzanan coğrafyada ki Türk - İslâm şehirlerini mimarlık şehircilik ve kültürel değerleri ile şehrengiz toplantıları adı altında her altı ayda bir farklı bir şehirde sempozyumlar düzenlenecektir. Bursa Şehrengizi bütün Türk İslâm Coğrafyası’na duyurulmuş ve yayın haline getirilmiştir. Dünyaya yayılmış Türk - İslâm mimarlık eserlerinin dünya gündemine getirilerek varlıklarının bilimsel yöntemlerle belirlenmesi ve sınıflandırılarak kayıt altına alınması, Türk - İslâm kültürü açısından tartışılmayacak kadar önemli bir konudur. Mimarlık eserleri de her şey gibi elbette fanidir ve varlığını belirli bir zaman sürdürebilir. Zaman içerisinde gerek fiziksel koşullar ve insan eliyle yıpranarak yok olurlar, gerekse ideolojik kaygılarla kaderlerine terk edilir veya kasten yok edilirler. Nitekim özellikle son yıllarda devletler arasındaki siyasi anlaşmazlıklar sebebiyle Türk ve İslâm karakteri taşıyan birçok önemli eser yok edilmiş ve edilmektedir. Daha önce varlıkları bir kayda bağlanmayan eserler şimdi maalesef yok hükmündedirler. Bakanlar Kurulu kararıyla kurulmuş etkili bir sivil toplum kuruluşu olan Türkiye Mühendisler ve Mimarlar Birliği taşıdığı sorumluluk bilinciyle, ilkeleri belirlenmiş ve bilimsel temellere oturtulmuş mimarlık ve şehircilik kurultaylarını başlatmış ve bir gelenek haline getirmiştir. İnanıyoruz ki, sempozyumumuzun Türk - İslâm kültürüne sunacağı kazanımların boyutları zaman içinde daha iyi anlaşılacaktır. İstanbul Kurultayı’na ve akabinde ki diğer ku- 14 Türkiye Mühendisler ve Mimarlar Birliği’nin önceki yıllarda oluşturduğu bilim platformunun eriştiği seviye heyecan vericidir. Bursa Valiliğimizin ev sahipliğinde Türkiye Mühendisler ve Mimarlar Birliği’nin organizasyonunda, TÜRKSOY’un koordinatörlüğünde, Bursa Büyükşehir Belediyesi ve ülkemizin seçkin kuruluşlarının destekleriyle gerçekleştirilmiştir. Türk İslâm ülkeleri üniversiteleri, yerel ve merkezi kurum ve kuruluşları sempozyumun ana unsurlarını oluşturmuşlardır. Dünya mimarlık sanatına yeni, orijinal ve üzerinde durulması gereken konuları ile birçok ülkeden bildirileri ve katılımları ile birçok bilim insanı bir araya gelmiştir. Türk - İslâm dünyasınca bilinen şehir yazarları bu sempozyumda buluşmuşlardır. Bursa’nın dünü, bugünü ve yarını üzerinde değerlendirmeler yapılmış farklı coğrafyalarda fakat aynı kültürel alt yapıyla oluşturulmuş diğer Türk - İslâm şehirleri ile karşılaştırılıp dünya gündemine taşınmıştır. Sizleri kuruluşun beşiği bir Cihan Devleti’nin’ doğduğu tüm zamanların güzel ve yeşil şehri Bursa’da görmekten, dinlemekten ve ağırlamaktan onur duydum. Bursa Şehrengizi Bildiriler Kitabı bu güzel sempozyumu gelecek nesillere taşıyacak en önemli eserdir. Bildiriler kitabında emeği geçen Dr. İlyas Demirci, İbrahim Terzioğlu, Prof. Dr. Cengiz Alyılmaz’a bu titiz çalışmaları için teşekkür ederim. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Emir Sultan Camii 15 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi 16 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi ŞEHRENGİZ BİLDİRİLERİ 17 18 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Prof. Dr. Halil İnalcık Bursa ve İpek Ticareti 1550'ye Kadar “Ticaret ekonomiyi döndüren çarktır” düsturunu, belki de “moda ekonomiyi döndüren çarktır” diye değiştirmek gerekir. Gerçekten de, bütün bir zanaat ve ticaret dalını gah geliştirip gah yıkan güç, moda olabiliyor. Özellikle, Haçlı devletlerinin Suriye’de yerleşmesinin ardından ipeklilerin Avrupa’da kazandığı rağbet, on üçüncü yüzyılın ticaret devriminin belirleyici etmenlerinden biri olmuşa benzer. Bu çerçevede ipek, hayli gelişkin yerli yünlü dokuma sanayicilerinin yanı sıra, on üçüncü yüzyıldan on sekizinci yüzyıla değin Batı ülkelerinin uluslar arası değişim ve zenginliklerinin başlıca kaynağı haline geldi. Ham ipek ve ipekli kumaşlar ticarette hatırı sayılır bir yer aldı. Batı’nın yönetimdeki seçkinler arasında pahalı ipekli kumaş kullanımının yaygınlaşması, canlı bir lüks ipekli dokuma sanayi yarattı ve Toskanya’nın Lucca kenti, daha 1250’ler gibi çok erken bir tarihte, bu sanayin Avrupa’daki ilk merkezi, başkenti oldu. İki-üç yüzyıl boyunca Lucca tüccarı lüks mallarını Roma, Bruges ve Londra gibi kentlerde, ya da uluslar arası Champagne panayırlarında satışa sundu. Lucca ipek dokumacılarının üstün tekniklerini zamanla öğrenen Bologna, Cenova, Fransa ve Venedik on dördüncü yüz yılda Lucca’nın rakipleri olarak yükseldiler. Bu arada, daha önce Doğu’da yaşanmış bir süreç, İtalya’da da gözlendi ve ipekli dokuma tekniklerinin yaygınlaşması, Lucca’lı dokuma ustalarının başka diyarlara göçüp yerleşmeleriyle el ele gitti. 1257’den sonra Çin, bol ve ucuz ham ipek kaynaklarını Batı’ya akıtmaya başladığında, İtalyan sanayileri üretimlerini büyük ölçüde arttırıp talepteki gelişmeyi karşılayabildiler. Robert Lopez’in deyişiyle, bu sırada Çin’den “sınırsız miktarda” ipek geliyordu. Zaman Çin’in Avrupa’ya başlıca ihraç ürünü ham ipek olmuştu. Derken on üçüncü yüzyılın sonlarına doğru Çin ipeğinin Cenova noter kayıtlarından silindiğini ve yerini hemen tamamen İran ham ipeğine bıraktığını görüyoruz. Moğol İmparatorluğu’nda baş gösteren karışıklıklar nedeniyle Çin ipeği eskisi gibi akmaz olduğunda, Cenova, tacirlerinin doğrudan doğruya Tebriz’den veya Azov’dan (Osmanlı dönemindeki adıyla Azak’tan) satın aldığı İran ipeğine giderek tamamıyla bağımlı hale geldi. İran ham ipeği, daha pahalı (ama aynı zamanda daha kaliteli) olmasına karşın daha on üçünü yüz yılın ortalarına kadar inen bir tarihte Cenovalılarca İtalya’ya sokulmaya başlamıştı. 1300’den itibaren, İtalyan ipekli dokuma sanayinin tükettiği ham ipeğin çoğu, artık İran’ın Hazer kıyısı eyaletlerinden geliyordu. 1400 dolaylarına ait seyahatnamelerde Gilan, Şemahi ve Karabağ, kuzey İran’ın en önemli ipekçilik yöreleri olarak 19 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi 20 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi gösterilmekteydi. Ancak İstahri daha onuncu yüzyılda, Gilan’daki Lahican’dan bir ham ipek üretim merkezi olarak söz ediyordu. Avrupa’da ipekli kumaş kullanımının ve ipekli dokuma sanayilerinin yaygınlaşmasının etkisi küçümsenemez. Bu süreç, Osmanlı ve İran ekonomilerinin gelişmesinin yapısal temelini oluşturmuştur. Her iki imparatorluk, kamu gelirleri ile gümüş stoklarının önemli bir bölümünü Avrupa ile ipek ticaretinden sağlar hale geldi. Osmanlı İmparatorluğu’nda esas olarak Amasya, Bursa, İstanbul, Mardin ve Diyarbekir’deki ipekli dokuma sanayileri, İran’dan gelen ham ipeği işliyordu. İran’ın kuzey eyaletlerinde, özellikle Mazendaran, Gilan ve Şirvan’da ipek üretiminin çeltikçiliği gerileterek genişlemesinin de temelinde, herhalde Avrupa’nın artan ham ipek talebi yatıyordu. Ondörd üncü yüzyılda dünya ticaret yolları şebekesinde baş gösteren devrimci değişiklikler zinciri, yalnız ham ipek açısından değil, diğer Asya malları için de Bursa’yı Doğu ile Batı’yı köprüleyen bir dünya pazarı haline getirdi. Bu sırada Moğol egemenliğindeki Tebriz dünya ticaretinde merkezi bir rol oynamaya başlamıştır. Gerek Bağdat’ı gerekse dünya ticaretinin Yakın Doğu’daki diğer mahreçlerini gölgede bırakan kent, Asya ticaretinin en büyük merkezi konumuna yükselmişti. Tebriz’den çıkan ticaret yolu, Erzincan-Sivas şahrahi üzerinden ya Konya’ya, ya da Moğol döneminde Asya ürünlerinin esas ihraç limanı durumuna gelen İskenderun körfezindeki Ayas’a (Lajazzo) ulaşıyordu. Konya’dan kervan yolları, Denizli’den geçip Efes veya Antalya limanlarına varmaktaydı. Batı tüccarı, ipek ve baharat gibi değerli Asya ürünlerini işte bu limanlardan sağlıyordu. Pax Mongolica’da (Moğol barışı döneminde) görülmedik bir gelişme gösteren bu uluslararası ticaret yolları şebekesi sayesinde Küçük Asya, dünya ticaretinin önemli kanallarından biri oldu ve büyük bir refaha kavuştu. (Bu patlamanın çarpıcı kanıtı, aynı dönemde Selçuklu egemenliğindeki Anadolu’da kervan yolları üzerinde inşa edilen bir dizi anıtsal kervansaraydır.) Tebriz’e yerleşen İtalyan tüccarı ise, kendi yünlü kumaşlarını burada gerek İran İpeğiyle, gerekse Hürmüz ve Bağdat üzerinden gelen Hint baharatıyla değişmek imkanına sahipti. 1350 dolaylarına gelindiğinde, dünya ticaretinin ağırlık merkezinin bir kere daha güneye, Kızıldeniz ile Memlük egemenliğindeki Mısır ve Suriye limanlarına kaymasına karşın, Asya malları, özellikle de ham ipek, Tebriz’den (daha doğrusu, Olcaytu’nun hükümdarlığında Tebriz’in yerini alan Sultaniye’den) Efes, Antalya ve Trabzon gibi Anadolu limanlarına uzanan eski güzergâhı izlemeye devam edecektir. Tebriz7deki İtalyanların kılıçtan geçirilip kentten atılmasının (1340-41), sonra da 1343’te Altınordu Hanı Canibek’in Cenovalıların elindeki Kefe’yi kuşatması ardından, Cenovalılar İran’dan ipek ikmali için artık Trabzon’dan, Pera’ya veya Konstantinopolis’e uzanan yola bel bağlamak zorunda kaldılar, bu da Pera Konstantinopolis’in ticari etkinliğini canlandırdı. Pera’yı Cenova’nın esas antreposu konumuna yükselten bu yeni durum, her halde Bursa’nın da gelecekte İran ham ipeği için önemli bir Pazar haline gelmesinin zeminini hazırlamıştır. Nitekim Cenovalılar, kapitülasyon olarak bilinen ilk ticaret ayrıcalıklarını Osmanlı sultanı Orhan’dan 1352’de kopardılar. Öte yandan, İtalyanların Tebriz’den kovulmasıyla birlikte Hazer Denizi Astrahan-Tana ipek yolu da yeni bir önem kazanmıştı. Cenovalılar, İran ham ipeğini ya Azak (Tana) da, ya da genişleyen ipekli dokuma sanayileri ve ticaretleri için yaşamsal önem kazanan Kefe’de teslim alıp, deniz yoluyla Cenova’ya naklediyorlardı. (Bu arada Cenova gibi Kefe’de, İran ipeğiyle beslenmesi sayesinde, on beşinci yüzyıl gibi geç bir tarihte bile ünlü ipekli kumaş ürünlerini ihraç etmeyi sürdürerek hatırı sayılır bir ipekli dokuma sanayine kavuşmuştu.) Şirvan, Gilan ve Mazendaran ipeği deniz yoluyla doğru Astrahan’a taşınıyor, oradan ya Volga üzerindeki Saray’a, ya da kervanla Tana’ya gidiyordu. Çin ipeği pahalandığın da, ya da bir zamanlar Asya’yı kucaklamış olan Pax Mongolica’nın on dördüncü yüzyıl ortasında çöküvermesi sonucu artık hiç ithal edilmez hale geldiğinde, İran ipeğine olan talep büsbütün keskinleşti. 1395’te Timur’un Astrahan, Saray ve Azov (Azak) gibi ticaret merkezlerini bilinçli ve kasıtlı olarak yakıp yıkması kayda değer. O, herhalde, Şirvan’da Şemahi ile Gilan’da Lahican ve Reşid’in o sıralar doğrudan deniz yoluyla Astrahan’a sevk edilmek- 21 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi te olduğunu kaydettiğimiz ham ipek kaynaklarını tekrar Tebriz’e çekmeyi amaçlıyordu. Söz konusu rota değişikliğinden Tebriz’in ipek ticareti de, ipekten elde edilen büyük gümrük gelirleri de adamakıllı zarar örmüş olmalıydı. Timur’dan önce Tebriz’in ham ipekten alınan gümrük (tamga) resminden sağladığı gelir 1341’da 300.000 dinarı buluyordu ki, bu bütün tamga gelirleri içinde en yüksek olanıydı. Timur’un, Tebriz’i tekrar ham ipek ve ipekli dokuma ticaretinin merkezi haline getirme çabaları, son tahlilde eski Tebriz-Küçük Asya güzergâhına yaradı. Çok geçmeden Küçük Asya da Timur’un kontrolü altına girdi. Timur’un ipek ticaretinin kuzeydeki başlıca uğrak noktalarını yakıp yıkmasının ardından, Altın Ordu’da patlak veren uzun taht kavgalarında, Batu Han’ın haleflerinden her birinin rakip kabileleri kendi etrafında toplayıp mücadeleye girmesi, Doğu Avrupa bozkırını kervanlar için tehlikeli kılmıştı. 1436’da bu bölgeden geçen Barbaro’ya göre, baharat ve ipek ticareti daha o tarihte kuzey güzergâhından Suriye’ye kaymış bulunuyordu. 1520 kadar geç bir tarihte bile bazı kervanların Astrahan-Tuna yolunu izliyor olmasına karşın, açıktır ki bu güzergâh Timur’un indirdiği darbeden sonra önemini yitirmişti. Üstelik o sırada Bursa artık dünyanın en önemli ham ipek pazarlarından biri haline gelmişti ve Pera’da üslenen, Osmanlılarca’da kayırılan Cenovalılar, bu piyasadan diledikleri kadar ipek alabiliyorlardı. Konstantinopolis ve Pera’nın yanı sıra, on dördöncü yüzyılın ikinci yarısında bir dünya pazarı olarak Bursa’nın gösterdiği yükselişin Osmanlı gücünün ekonomik temelini oluşturduğunu burada eklemeliyiz. Demek ki, Bursa’nın uluslar arası bir Pazar konumuna yükselmesi, on dördüncü yüzyılın ortaları olarak tarihlenmelidir. 1352’de Cenovalılara tanınan ticari ayrıcalıklar ile 1354’de Ankara’nın Osmanlılar tarafından ilhakı, bu yönde atılan önemli adımlardı. On dördüncü yüzyılın ikinci yarısında Osmanlıların, çabalarını doğuya uzanan ipek yolunun başlıca merkezlerini, yani Ankara (1354,1362) Osmancık (1392), Amasya (1392), ve Erzincan’ı (1401) ele geçirmek üzerinde yoğunlaştırmış olmaları da ilginçtir. Zaten, Osmanlı sultanı 1. Bayezid’i, 1402 Ankara savaşında Timur’la karşı karşıya getiren de, Tebriz’e giden yol üzerindeki bu cüretkâr atılımlar oldu. Şurası kesindir ki, Osmanlılar, daima ipek yolunu açık tutmaya veya kendi denetimleri altına almaya çalışıyorlardı. İlk defa 1. Selim döneminde Tebriz’i de işgal ettiler (1514), İran’ın en zengin ipekçilik eyaletlerinden olan Gilan’ın yerel hanedanı, bağımsızlığı 1592’de Şah Abbas tarafından yok edilinceye değin, Osmanlı himayesini aramaktan geri durmayacaktır. 1400 yılına doğru Bursa’nın artık ipek ticareti ve sanayinin büyük merkezleri arasında sayıldığı kuşkusuzdur. (Tablo 1. 39) O tarihlerde Johannes Schiliberger “ en iyi kumaşların Tamaş (Dımışk, Şam) ve Kafa (Kefe) ve keza Wursa’da (Bursa) dokunmasında kullanılan ipeğin… Venedik ile Lackka’ya (Lucca) da götürülüp buralarda kaliteli kadife işlendiği’nden söz ediyordu. Clavijo, 1405’te Semerkand’tan dönerken Tebriz-Bursa arasında ipek kervanlarının yolunu izlemişti. On dördüncü yüzyıl sona ererken, eski Kefe-İstanbul, Trabzon- Tablo 1; 39 Bursa’nın nüfusu Tarih Hane halkı 1485 5 000 1520-30 6 351 1571-80 12-852 Kaynak Avarız haneleri sayısı için bkz. İnalcık (1960b) s. 45 Berkan (1975) ss. 27-28 toplam nüfusu 34.930 kişi olarak tahmin ediliyor Barkan (aynı yerde) 70.686 kişi tahmin ediliyor. Not; Toplam kişi sayısını hesaplamak için Barkan birey/hane halkı katsayısını 5 kabul etmiş ve bu çarpma, vergi yükümlüsü olmadıklarından ilk rakama dâhil edilmeyenler için yüzde 10 Eklemiştir. 22 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi İstanbul ve Sivas-İstanbul ipek yolları geçmişteki önemlerini yitirmiş bulunuyordu. Bursa gibi batı Anadolu limanları da, galiba daha on dördüncü yüzyılın ortalarında İran ipek ticaretinden nasiplenmeye başlamıştı. İran’dan geldiği açık olan ham ipek, Efes (Altıoluogo) ve Milet’ten de (Palatia_Balat) ihraç ediliyor; buralara herhalde eski Tebriz-Konya-Denizli kervan yoluyla geliyordu. 1341 dolaylarında Rudolf von Suchen, Efes’ten pamuk ve buğdayla birlikte ipek de ihraç edildiğini gözlemişti. 1. Bayezid 1390’da Efes’i ve diğer batı Anadolu limanlarını ilhak etmekle, İran ticaretinin Küçük Asya’daki bütün önemli ihraç noktalarını ele geçirmiş oluyordu. Artık ipek kervanları, Osmanlı koruması altında Bursa’ya kadar güvenle yol alabilir ve bu noktada kıymetli yüklerini, Pera’da üslenmiş bulunan İtalyan tüccara satabilirdi. Onbeşinci yüzyılın ikinci yarısına ait kadı sicillerinin ortaya koyduğu gibi, çoğu Müslüman Azerbaycanlı olan İranlı tüccar, ipek yüklerini Bursa’da İtalyanlarca ithal edilen Batı mallarıyla değişmekteydi. Moğol güzergahının kargaşa içine yuvarlandığı dönemde Bursa, yalnız İran ham ipeği için değil, baharat ve diğer Asya ürünleri için de önemli bir uluslar arası Pazar konumuna yükselmişti. İpek ticaretinde Bursa’yla rekabet edebilen biricik Pazar, güneyde BitlisDiyarbakır-Mardin güzergâhını kullanan İran kervanlarının yüklerini getirip boşalttığı Halep’ti. İranlı ham ipek tüccarı elde ettikleri nakitle Bursa’da mal alımına giriştiklerinden bu ilk Osmanlı başkenti İran’a yapılacak her türlü ihracatın antreposu haline geldi. İran tüccarı Bursa’da Batı yünlülerinin yanı sıra Körfez’den gelme incileri, Mısır ve Kıbrıs’tan gelme şekeri, hata Hindistan’dan gelme baharatı da satın alıyordu. Bursa’nın ipek ticaretindeki rolü, 1352-1453 döneminde Cenovalılar ile Osmanlılar arasında hüküm süren yakın işbirliğini de açıklar. Osmanlılar Anadolu şap madenlerinden çıkan şapın son derece karlı ticaret tekelini de Cenovalılara vermişlerdi. 8 Haziran 1387’de yenilenen Cenova kapitülasyonlarına göre, 1. Murad Cenovalıları Pera’dan yapılan ihracat ve ithalat için gümrük vergisinden muaf tutuyor; buna karşılık malların değerinin yüzde 8’i oranında bir Pazar resmi ödenmesini şart koşuyordu. Bu Osmanlı sultanının Ceneviz Pera’sını yabancı bir ülke saymadığı anlamına geliyordu. Bu çerçevede Pera’da, Pazar bac’ı gelirinden sorumlu bir Osmanlı temsilcisi de yerleştirilmişti. Daha sonra 1432’de Bertrand de la Brocuguiere, Türklerin Pera’ya çok sık gelip gittiğini” (“Grant hantise”) ve ticaret nedeniyle Konstantinopolis’te bir acenta bulundurduklarını kendi gözleriyle görecekti. La Brocguiere, Pera’ya gidebilmek için Bursa’da (Şam’dan gelen) kervandan satın alacakları baharatı Pera’ya götürecek olan tüccar’ın gelmesini beklemek zorunda kalmıştı. Bursa ile Pera arasındaki trafik Osmanlıların kontrolünde olduğundan, La Brocguiere kapitülasyonların dokunulmazlık tanıdığı Cenovalı tacirlerin refakatinde Pera’ya seyahat edebilecekti. Üsküdür’dan Pera’ya geçmek için de Rumlara ait bir gemiye binmişti Pera’nın Osmanlılara bağımlılığı o kadar güçlüydü ki, 1423 veya 1424’te Pera Cenovalıları II. Murad’a, surlar üzerinde yaptırılacak yeni bir burca kendi arma ve alametlerini koyması, buna karşılık inşaata malzeme ve para yardımında bulunması teklifini götürmüşlerdi. 1453’te Konstantinopolis fethedildi ve sultan, Pera’yı hiç zarar vermeksizin ele geçirmek için, kentin Cenovalı, Rum, Ermeni ve Yahudi nüfusuyla anlaşmaya çaba gösterdi. Pera’nın bir ahidname garantisi altında teslimi sırasında Konstantinopolis halkının başına gelenleri gören çok sayıda Cenovalının paniğe kapılıp kaçmasına karşılık, bazıları Pera’da kaldı ve diğer dini cemaatlerin mensupları gibi, Osmanlı tebaası olmayı kabul etti. Kapitülasyon ayrıcalıkları çerçevesinde Pera’da kalan Cenova vatandaşları, noter kayıtlarına göre “sanki hiçbir şey değişmemişçesine” normal ticari faaliyetlerini sürdürdüler. Bunu izleyen dönemde Cenovalıları, Bursa pazarının en aktif ipek alıcıları arasında görüyoruz. Bursa’dan Çeşme (Aerithrea) yarımadasının en ucunda Çeşme kasabasına kadar uzanan bir kervan yolu, Bursa pazarını Sakız adasına da bağlıyordu. Eldeki kayıtlara göre daha 1456’da Sakız’dan Cenova’ya oldukça büyük 23 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi 24 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi bir ipek sevkiyatı yapılmıştı. Gene de İran ham ipeğinin esas ihraç kanalı, daha kısa olan BursaMudanya-Pera yoluydu. Bir bakıma bu Papalığın doğu Akdeniz’deki İslam ülkelerine 1291’de koyduğu ablukaya Müslüman dünyasının cevabıydı. Batı’nın Kutsal Diyarlar’daki son kalesi olan Akka’nın da 1291’de düşmesinin ardından genellikle Latinler Levant’taki mevzilerinde Kefe, Trabzon, Sakız ve diğer doğu Ege adalarıyla birlikte Kıbrıs’ta tutunmaya çalışıyorlardı. İtalyanlar, mevcut koşullar karşısında Konstantinopolis-Pera’ya çekilip burayı karargâh edinmişlerdi. Burası faaliyetlerinin başlıca merkezi haline gelmiş ve yeni bir ticari canlanış dönemi yaşamaya başlamıştı. Öte yandan, batı Anadolu’daki Türkmen beyliklerinin yükselişini ve onların içinde Bizans ile Ceneviz Pera’sına en yakını, en güçlüsü, aynı zamanda bölgenin en çok gelecek vaat eden unsuru olarak Osmanlı devletinin belirmesini de ancak Levant’a hâkim olan yeni koşullar çerçevesinde anlayabiliriz. Her halükarda, büyük bir talep patlamasının ve Floransalı, Cenovalı, Yahudi tüccarın verdiği yüksek fiyatların hareketlendirdiği Bursa ipek pazarının, 1487-1512 döneminde rekor düzeyde ham ipek ithal ettiğini görüyoruz (Tablo 1; 40) Pera ile Bursa arasındaki ticaretin örüntüsü ve müşterilerinin 1432’den 1500’e değişiklik göstermediğine, La Brocguiere ve Maringhi tanıktır. Öte yandan, Sakız 1415’ten beri sultana haraç vermekte olan Cenovalıları da Bursa ile canlı bir ticaret sürdürüyorlardı. Sakız tüccarı, Bursa’ya büyük miktarlarda mastika getirip karşılığında ham ipek alıyordu. Böylece Bursa, mastika için de bir Pazar oluşturmuştu; gerek Doğu, gerekse Batı tüccarı, bu kıymetli metaı buradan satın alıyordu. Sakız Cenovalılarının Osmanlılara karşı Cenova’dan bağımsız bir siyaset izlemelerinin temelinde bu olgu yatıyordu. Tablo 1, 40 Bursa’da ham ipekten alınan mizan (tartı) vergisinden sağlanan toplam gelir (üç yıllık iltizamlar itibariyle, milyon akça olarak) Yıl 1487 1508 1512 1513 1521 1523 1531 1540 1542 1557 1558 1577 1598 1606 1638 Toplam gelir 6. 00 5. 45 7.35 Gelibolu’nun mizan vergisi geliri dâhil 7.30 2.10 1514-20,1. Selim’in ipek ambargosu 3.00 3.10 2.90 3.80 4.20 4.10 2.38 1578 İran Savaşı 4.55 İran Savaşı 5.20 İran Savaşı 3.12 İran Savaşı 25 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Tablo l; 41 1519’da Cenova’nın Osmanlı İmparatorluğu’ndan yaptığı ithalat (düka altını olarak) Ham ipek Yün Pamuk 369.991 106.194 67.377 Kaynak: Gioffre (1960),ss. 233-34’ten derlenmiştir. Bir zamanlar Karadeniz’de köle alım satımına hâkim olan Cenovalıların, II. Mehmed’in Müslüman köle ticaretine getirdiği yasak nedeniyle, bu çok canlı ticaretlerinin büyük ölçüde gerilemesine karşın, onların Levant’da özellikle ham ipek ticareti gelişme gösteriyordu. 1500’e gelindiğinde Maringhi’ye bakılırsa, Bursa pazarında ham ipek alımında artık sadece Cenovalılar ve Yahudiler, Floransalılarla rekabet edebiliyordu. Kefe Cenovalıları da 1475’te Kefe fethedilip Cenovalı nüfus İstanbul’a sürülünceye kadar, Cenova’nın eski Sakız-Pera-Kefe trafik düzeninin aktif ortakları arasındaydılar. Onbeşinci ve on altıncı yüzyıllarda İran’dan Bursa’ya gelen ipek tüccarının ezici çoğunluğunu, Farsi ve Azeri Müslümanlar oluşturuyordu. Çoğu Tebriz, Şemahi, Saad Çukuru Gilan ve Şirvan’dan olmakla birlikte, aralarında Yezd, Şiraz, Kazvin, Kazerun, İsfahan, Kaşan ve Sebzavar’dan olanlar da vardı. Bazıları Bursa’ya yerleşip kalıyordu, örneğin, Alagöz adında birine, Bosna’da tüccardan alacaklarını tahsil etme yetkisi verdiğini öğrendiğimiz Hoca İmadeddin bunlardandı. Tebriz gibi Bursa’da İran’daki ortaklarının acentası olarak faaliyet gösteren İranlı tüccar ve sarrafların karargâhına dönüşmüştü. Bunlar ya İtalyanlarla Bursa’da doğrudan temas kurup iş yapıyor, ya da kendi temsilcilerini Balkanlara ve İtalya’ya yolluyorlardı. Tipik bir İranlı toptancı tacir, 1467’de Bursa’ya 220,000 akçe (veya 5.000 düka altını) değerinde 4.400 lidre (ya da 1.408 kilo) ham ipek getirmiş olan Şemahi’li Hoca Abdürrahim’di. Türk ipek tüccarı da İranlılardan Bursa’da satın aldıkları ham ipeği doğrudan İtalya’ya ihraç ederken, bazen acenta olarak azatlık kölelerinden yararlanıyordu. 26 Onbeşinci yüzyıl ile on altıncı yüzyılın ilk yarısında ipek ticaretine, Osmanlılar ve İtalyanlarla birlikte Müslüman İranlılar hâkimdi. İtalyan bölgelerinde İranlılardan (Osmanlıların Farsi ve Azeriler için kullandığı Acem sözcüğünden bozma bir deyimle) Azemi diye söz edilir. Bu dönemde Bursa kadı sicillerinde Ermeni tüccara daha az rastlanır. Ne var ki Şah Abbas zamanından başlayarak onun öncelik verdiği Ermeniler, Müslümanların yerini alacak; ta Venedik ve Livorno’ya kadar İran ticaretine hâkim olacaklardır. İtalya’nın gelişen ipekli dokuma sanayilerinin, on beşinci yüzyılda Bursa pazarından ithal edilen İran ham ipeğine bağımlı olduğunu söylemiştik. Bu pazarın 1500 yılındaki canlı ve renkli görüntüsünü, Giovanni’de Maringhi adındaki Floransalı bir tacirin mektup ve raporları aracılığıyla yakalıyoruz. 1500 dolaylarında Bursa pazarındaki İran ipeği ticareti çok canlıydı (bkz. Tablo 1; 40) Yabancı tüccar, ipek kervanlarının Bursa’ya varışını sabırsızlıkla bekliyor; mümkün olduğu kadar çok ipek satın almak için keskin bir rekabet içinde bulunuyordu. 1501 yılının ilk yarısında Floransalıların satın aldığı 60 balya, Cenovalı ve Yahudi tüccarın alımları toplamının iki katıydı. Ağustos’ta satın alacak ipek kalmadığında, fiyat lirde başına 69 akçe’ye yükselmişti. Fiyatlar bu şekilde, piyasada mevcut ipek miktarına göre 62 akçe ile 69 akçe arasında mevsimlik oynamalar gösteriyor. Floransa’da ipek fiyatları Bursa’yı izliyordu. İş hacmi ilkbaharda doruğuna ulaşır; her biri ortalama 200 fardello dolayında astarabadi ipek taşıyan kervanlar peşpeşe Bursa’ya varırdı. Bursa’nın bu sırada bin tezgâh çalıştıran ipek sanayi, herhalde çalışma döneminde günde beş yük tüketiyordu. Bursa pazarına bir yıl içinde altı kervanın geldiği düşünülürse toplam 1.200 yük, ya da 120 metrik ton ham ipek geldiğini kabul edebiliriz.1617’de Şah Abbas İngilizlere ihracat için 2-3.000 balya teklif etmişti; toplam üretimin ise 20-22.000 balya olduğu tahmin ediliyordu. Bursa’nın İran’dan ham ipek ithalatının yarısından dörtte üçüne kadarı buradan İtalya’ya ihraç edilmekteydi. Bursa ipekli sanayinin kendi tüketiminin yanı sıra, 1500’lü yıllarda İran ham ipeğinin bir bölümü de, Kefe ve Akkirman ile Tuna iskelelerine Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi ait gümrük defterlerinin tanıklık ettiği gibi, Balkanlar ile orta ve kuzey Avrupa’ya ihraç ediliyordu. Bu dönemde Bursa piyasasında satılan en kaliteli mallar, stravai (astarabadi) Leggi (Lahican) sarı türü ham ipeklerdi. Baharat ticareti gibi ipek ticaretinin de, 1250’den itibaren dünya siyasetini etkileyen en önemli ekonomik sorunlar arasında yer aldığını söylersek abartmış olmayız. İpek ticaretine taraf olan devletler, yani İran Osmanlı İmparatorluğu ve İtalyan kent-devletleri, bu ekonomileri ve maliyeleri açısından taşıdığı can alıcı önemin tamamıyla farkındaydılar. Tebriz ile Bursa arasındaki ipek yolunun kontrolü uğruna verilen mücadele, Osmanlılarla İran hükümdarları arasında onbeşinci ve onaltıncı yüzyıllar boyunca sürüp gitti. 1472’de Uzun Hasan II. Mehmed’in kaçakçılığı önlemek için yeni bir gümrük hane tesis etmiş olduğu Tokat’ı kasıtlı ve bilinçli olarak yerle bir etti. Buna karşılık, doğuda barışı bozmamaya özen gösteren II. Mayezid döneminde ipek ithalatı rekor düzeylere ulaştı (bkz Tablo 1;40) Ne yapıp Şah İsmail’i) mahvetmeye azmeden I. Selim ise olağanüstü bir yöntemle başvurdu. İran’dan her türlü ipek ithalatına ambargo koydu ve Osmanlı topraklarında ham ipek ticaretini tümüyle yasakladı. Kesin ambargo, şaha karşı sefer hazırlığının başlamış olduğu 1514 ilkbaharında ilan edildi. İran’ın Avrupa’ya ipek ihracatını tamamen durdurmak amacıyla sultan, Memlük egemenliğindeki Arap ülkelerini de ambargonun kapsamına aldı. Herhangi bir şekilde İran ipeği bulunduran Türk, İranlı veya Arap her kim olursa olsun malına el konacağını açıkladı. Selim’in bir elçi aracılığıyla kararının nedenlerini açıklamasına karşın, bu önlem Mısır’la arasında ek bir sürtüşme nedeni oldu. Herhalde bu ambargo, eşi görülmedik derecede radikal bir adımdı. Orta Doğu geleneğinde, hükümdarlar arasındaki çatışmaların vergi yükümlüsü sıradan halka uzanmasının, ya da onlara zarar vermesinin yeri yoktu. Sadece geçimini sağlamakla ilgileniyor olması gereken halk, her koşul altında korunmalıydı. Tebaasının günlük hayatı ve geçim kaynaklarına müdahale, şöhret ve itibarını korumak isteyen adil bir hükümdarın titizlikle kaçınması gereken bir şeydi. Dolayısıyla başlı başına ambargo düşüncesi, toplumun bütününün asla kabul edemeyeceği bir yenilikti (bid’at). Açıktır ki, bu yasak savaş dönemine özgü geçici bir önlemdi. Herhangi bir tacirin stoklarının siyasi nedenlerle müsadere edilmesi hukuk dışı olduğundan, el konan mallar titizlikle kaydedilip, olağan koşullara dönüldüğünde sahibine iade edilecekleri bildiriliyordu. Gene de bu sert ve alışılmadık önlemin kamuoyu üzerindeki etkisi, Osmanlı tarihçilerini, sultanın amacının aslında müsadere değil, sadece düşmanı gelir kaynaklarından yoksun bırakmak olduğunu uzun uzadıya anlatmaya sevk edecek derecede derin oldu. Gene aynı eylemi haklı göstermek için, tüccarın İran’a silah taşımakta olduğu da öne sürüldü. Osmanlı topraklarında yakalanan İranlılar Rumeli’ye sürgün edilip orada gözaltına alındı ve ipek yüklerine el kondu. Derken 1518’de, Osmanlı topraklarında ham ipek satışı toptan yasaklandı. Emirlere karşı gelen Osmanlı tebaasının, satmış oldukları ipeğin karşılığı olan parayı hazineye teslim etmeleri zorunlu kılındı. Bu haşin önlemlerin ipek tüccarı ve sanayi üzerindeki dolaysız etkisinin yanı sıra ambargonun ekonomik sonuçları yalnız İranlılar için değil, Osmanlılar ve İtalyanlar için de felaket oldu. Ambargo nedeniyle Bursa ipek sanayinde yaygın işsizlik ve iflaslar baş göstermiş olmalıdır. 1586 gibi daha geç bir tarihte Osmanlı İmparatorluğu ile İran tekrar savaşa tutuştuklarında, beklenen İran tüccarının ancak yarısının gelmesi, Bursa piyasasında ham ipek fiyatlarının fırlamasına ve Bursa’daki ipekli dokuma tezgâhlarının dörtte üçünün durmasına yol açacak; 30, 40, hatta 60 tezgahı olan büyük dokumacılar iflas ederken bir çoğu, anlaşılan borçları nedeniyle ortadan kaybolacaktı. 1514-18 ambargosu sırasında ise Sohumi üzerinden gelen Gürcistan ipeği kısıtlamaların dışında tutulmuştu. Ayrıca, Osmanlı topraklarında, örneğin Balkanlar’da Mora, Prizren ve Arnavutluk ile Anadolu’da Bursa, Bilecik ve Amasya’da da bir miktar ham ipek üretiliyordu. Oysa normal zamanlarda, yüksek kaliteli ve görece ucuz İran ham ipeğinin Bursa pazarındaki bolluğu, yerli ham ipek üretiminin gelişmesini önleyici bir rol oynamaktaydı. 27 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi 28 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Selim’in ambargosu İtalyan ipekli dokuma sanayini en önemli hammadde kaynağından yoksun bıraktığından, İtalya’da paniğe neden oldu. Girişimci Cenovalılar eski Astarabad-Hazer Denizi- Astrahan güzergâhından ticaret trafiğini canlandırmanın yollarını aramaya başladılar. Astrahan-Moskova güzergâhı, daha 1476’da Contarini Astrahan’a geldiğinde bile aktifti ve Moskova bu yolla Yezd’den ipekli kumaş alıyordu. Daha sonra İngilizler de, Hindistan ve İran malları için böyle bir ticaret yolu oluşturmaya çalışacaklardı. Zorlu Sultan Selim’in koyduğu ambargonun, uluslar arası ticaretin yıllardır yerleşmiş görüntüsünü bozmak suretiyle, ilgili herkesi büyük kayıplara uğratmakta olduğu açıktı. I. Süleyman (1520-66) babasının yerine tahta çıktığında, İran’la ipek ticaretini eski düzenine kavuşturmakla kalmadı; hapisteki tüccarı serbest bıraktırıp, malları emanete alınmışsa iade, yoksa tazmin ettirmek yoluna gitti. Ancak bu tarihten itibaren, Azerbaycan’ın ipek üretim bölgelerini doğrudan denetim altına almanın, muhtemelen Osmanlıların hedefleri arasına girdiğini anlıyoruz. Süleyman’ın 1533-36, 1548-50 ve 1553-55’teki İran seferleri sırasında Azerbaycan üst üste istila ve Tebriz iki kere işgal edildi (1534,1548). I. Selim döneminden başlayarak Dağıstan, Şirvan ve Gilan’daki yerel hanedanlar hep Osmanlı’dan himaye ummuşlardı. Azerbaycan’ın Şirvan’a kadar olan bölümü, ancak 1578-90 savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu tarafından işgal ve ilhak edildi. Böylece belli başlı ipek üretim bölgeleri, Şah Abbas karşı-saldırıya geçip 1603-5’te Osmanlıları Azerbaycan’dan atıncaya kadar bir süre Osmanlıların elinde kaldı. Her halükarda Bursa, 1540’larda hala, ipek satıp kalay ve Batı’nın yünlü kumaşlarını alan İranlı tüccarın başlıca antreposu olmakta devam ediyordu. 1600 dolaylarında İran’ın bu mallara ihtiyacı tahminen 2.000 balya kumaş ve 40-50 ton kadar kalaydı. İranlıların Bursa’da Hint baharatı da almış olmaları ilginçtir. Örneğin Alâeddin adında bir İranlı tacirin, Kıbrıs’tan ithal edilmiş şeker ve Hindistan’dan ithal edilmiş karabiber alımına 32.000 akçe ya da 640 düka altını harcadığını biliyoruz. PERA VE BURSA’DA FLORANSALILAR Bizans’ta Floransa tüccarı, yünlü kumaşlarının satışı açısından ayrıcalıklı bir konuma sahipti. Floransa yünlüleri bütün Asya’nın lüks emtia ticaretinde çok aranan mallardan olduğundan, kente büyük karlar sağlıyordu. Ne var ki, 1421’de Pisa’yı artık kesin olarak ele geçinceye kadar, Levent ile ticaretinde Floransa, Venedik ve Cenovalılara bağımlıydı. Floransa kumaşlarını Venedik’in satın alıp tekrar Doğu’ya ihraç ediyor olması, 1423’te Venedik doge’u Tommaso Mocenigo için hala övünç kaynağıydı, Floransa’dan her yıl gelen 15.000 parça kumaşı, Venedik Magrib’e, Mısır’a, Suriye’ye, Kıbrıs’a, Romanya’ya,(Balkanlara), Girit’e, Mora’ya ve Styria’ya dağıtır. Onlar ayrıca, aylık değeri 70.000, yıllık değeri ise 840.000 düka altınını bulan daha bir yığın malı da bize teslim ederler. Buna karşılık Floransalılar Venedik’ten Fransa ve Katalonya yünü, kırmızı boyasıyla boyanmış kumaşlar, taranmış yün ipek, altın ve gümüş iplik ve kıymetli taşlar alırlar. Bursa’da Floransa tüccarının varlığı, 1432’den itibaren belgelenmiş bulunmaktadır. 1463-1500 döneminde Pera’daki Floransa kolonisi, II. Mehmed’in politikası sayesinde büyük servet ve nüfuz kazanmıştı. Venedik ve Cenovalılar II. Mehmed’in Mora, Arnavutluk, Bosna ve Karadeniz’e yayılma planlarının karşısına dikildiklerinde, sultan, imparatorluğunun Batı’yla olan canalıcı ticaret ilişkilerinde, Venediklilere bağımlılığını azaltmak amacıyla Floransalılara yöneldi ve onları özellikle kayırma başladı. Ayrıca Osmanlılar, Batı’nın en önemli ihraç ürünü olan kaliteli yünlülerin aslında Floransa’nın arte di lana’sı (yün esnafı loncası) tarafından dokunup veya son işlemlerinden geçirilip, daha sonra Venedik üzerinden Osmanlı pazarlarına ihraç edildiğinin de farkındaydılar. Bu dönemde Levant ticareti, tam bir yükseliş içindeydi. Galata’ya yerleşmiş Floransalı ticaret ajanı Benedetto Dei, 1460-72 yıllarında sultanın en gü- 29 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi venilir danışmanı oldu. Aslında II. Mehmmed’in Levant ticaretinde Floransa’yı arkalama düşüncesi, Konstantinopolis’i fethettiği günlerde doğmuştu. Daha 1455’te sultan, Osmanlı topraklarındaki Floransalılara çeşitli lütuflar bahşediyordu 1454’ten sonraki ticari gelişmenin bir yansıması olarak, her yıl İstanbul limanına gelen Floransa teknelerinin sayısı 1454-61 arasında tek bir gemiden üç gemilik bir konvoya çıkmıştı. Elde ettikleri muazzam çıkarlar karşılığında Floransalılar, Galata’da acentalarını idame için gerekli yılda 5.000 düka altınını seve seve ödüyorlardı. 1461’de sultan bir bahaneyle Venediklileri devlete ait (miri) evlerinden çıkartıp, yerlerine Floransalıları aldı. Ertesi yıl Mehmed Midilli’yi fethettiğinde, o sırada Haliç’te demirli olan üç Floransa gemisi sultanı memnun etmek uğruna zafer şenliklerine katıldı. Gene 1463’te, sultanın Bosna’da kazandığı zafer vesilesiyle Pera’daki Floransalılar evlerini ve sokaklarını süsledikleri gibi, sultan da banker Carlo Martelli’nin konağına misafir gelip yemek yemek suretiyle onları şahsen onurlandırdı. Nihayet Pera’daki Floransa kolonisinin başı olan konsolos Mainardo Ubalini ile Pera’nın diğer Floransalı tacir ve acentaları, II. Mehmed’in 1463’te Venedik’e savaş açma kararında aktif bir rol oynadılar. Venedik cumhuriyeti sultanla savaş halindeyken Floransa’ya özel bir elçi yollayıp o yıl İstanbul’a gemi gönderilmemesi talebinde bulundu. Floransa buna ilginç bir tepki gösterdi. Külliyetli miktarda kumaşın Osmanlı pazarına sevk edilmek üzere hazır beklediğini; öte yandan gönderilecek gemilerin, aslında İstanbul’da oturan Floransalıları korumaya yarayacağını öne sürdüler. İşin gerçeği, politik ve ekonomik koşulların Venedik’e karşı sultan ile Floransa arasında doğal bir ittifak yaratmış olmasıydı. Venedik’in ve Papa’nın Floransa üzerindeki baskısı ise, II. Mehmed’in Galata’daki Floransalılara olağanüstü bir dostluk göstermesiyle dengeleniyordu. 1467’de Floransa, İtalyan kamuoyunun baskısıyla nihayet Pera’yı boşaltmaya karar verip de, bütün ticari firmaların yöneticileri servetlerini Ancona gemilerine yükleyerek ülkelerine dönmek üzere 30 yelken açtıklarında açık denizde yolları Venediklilerce kesilip her şeyleri yağma edildi. Böylece Floransa ile Galata arasındaki dolaysız trafik 1472’ye kadar kesintiye uğradı. Her ne kadar bu dönemde Floransalılar, Cenova aracılığıyla Pera ile bağlantı kurabildilerse de, 1467 ve 1469’da İstanbul ve Pera dâhil Osmanlı topraklarını kasıp kavuran korkunç veba salgını, Floransa’nın Levant ticaretine bir darbe daha indirdi. 1467 yazının ortalarında baş gösteren bu salgın hastalık, olaylara bizzat tanık olan Kritovoulos’a göre, Osmanlı başkentinde günde 600’den fazla kişinin canını alıyordu. Bütün bu aksiliklere karşın elli dolayında Floransalı ticari acenta, Osmanlı İmparatorluğu’nda Edirne, İstanbul, Gelibolu ve Pera’da oturmaya devam ediyordu. II. Mehmed’in Floransalılara verdiği ilk resmi kapitülasyonun metni, henüz bulunabilmiş değildir. Ancak ellerinde böyle bir araç olmadan, Floransa kolonisi Pera’da tutunamazdı. Venedik’le barışın 1479’da tekrar tesis edilmesine karşın, II. Bayezid (1481-1512) de Floransalılarla iyi geçinme ve payitahtındaki varlıklarını sürdürmeye özendirme konusunda babasından geri kalmadı. Hatta bu konuda belki daha müsait davrandıysa, herhalde bunun bir nedeni, Osmanlı tahtı üzerinde hak iddia eden Cem Sultan’ın 1482’den beri Avrupa’da yaşıyor olmasıydı. 1483’te yeni sultan, Floransa’ya gönderdiği elçisi aracılığıyla, saray için her yıl vergiden muaf olarak 5.000 pastav yünlü kumaş satın almayı taahhüt ediyordu (bir pastav veya fardello, 50 arşun ya da 34 metre kadardı). 1507’de Galata’daki Floransalı tüccarın sayısı altmış veya yetmiş dolayına çıkmıştı ve yıllık ciroları da 5-6000.000 düka altınını buluyordu. II. Bayezid ve I. Selim’in Floransalılara bağışladıkları kapitülasyonlar, I. Süleyman tarafından 1527 Ekim’inde yenilendi. Bunların 1482’de Venedik’e tanınan kapitülosyonlarla karşılaştırılması, Floransalıların aynı seyahat ve ticaret özgürlüğü güvenceleri ile, tacirlerin kendilerinin ve mallarının güvenliğine ya da gümrük vergisi oranlarına ilişkin aynı hükümlerden yararlanabildiğini ortaya koymaktadır. İstanbul’a gidecek olan Floransa elçisine 1488’de verilen talimatta, Lecce Avlonya deniz yolunu iz- Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi leyen Floransalıların Avlonya’daki yerel Osmanlı makamlarınca maruz bırakıldığı çeşitli güçlükler ile Avlonya-Edirne kara yolu üzerinde aynı vergi ve resimleri iki-üç defa ödemek zorunda bırakılmaları hakkında bazı şikayetler dile getirilmişti. Floransalı tüccar, Ancona veya Raguza’dan (Dubrovnik) deniz yoluyla İstanbul’a gidecek olduğunda, genellikle Ancona vea Raguza gemilerine biniyordu. Ancak gerek korsanlardan, gerekse Venediklilerden kaçınabilmek için, kısmen denizden, kısmen de karadan giden Ancona-Raguza – SaraybosnaNovibazar- Edirne-Pera veya Lecce (Pulia’da) – Avlonya-Edirne-Pera güzergahlarını tercih ettikleri oluyordu. Raguzalı ve Müslüman tüccarın da kullandığı bu kara yolları, Adriyatik’ten Edirne’ye ve Balkan yarımadasını enlemesine kesen başlıca ticaret yolları haline gelmişti. Sonuç olarak I. Süleyman’ın Ekim 1527’de yenilediği kapitülasyonların özel bir hükmünde (madde 20) Floransalı tüccarın Balkanları kara yoluyla aşarken karşılaştığı güçlük ve tehlikeler dile getiriliyordu. Avlonya’dan deniz yoluyla Adriyatik’in İtalya yakasına geçiş güvenliği de Floransalı tüccar için hayati önem taşıdığından, bir başka özel hüküm, Venedik ve Cenovalıların deniz korsanlığına karşı Floransa tüccarının mal varlığını güvence altına alıyordu. Bunun örtük anlamı, aynı güvencenin Avlonya’daki Osmanlı Levend’lerinin olası eylemlerine karşı da geçerli olmasıydı. Floransalılar kendilerine verilecek kapitülasyonlara, çifte vergilendirmenin önlenmesine, yerli gayrimüslimlerin maiyetlerinde istihdamına ve farklı hukuki yetki alanlarında alınan belgelerin geçerliliğine ilişkin özel hükümler koydurtmayı da gerekli görmüşlerdi, çünkü bu gibi konularda yerel makamlarca sık sık taciz edilebiliyorlardı. Osmanlı hükümetinin kapitülasyon belgesine bu gibi özel hükümler eklenmesini kabul etmesiyse, gerçekten özel bir kayırma demekti. İstanbul, Pera, Bursa, Edirne, Gelibolu, Sofya ve Rodos’ta Floransa konsolosları ve tüccar bulunuyordu. Benedeto Dei, Floransa’nın Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ticari faaliyetinin Venedik üstünlüğüne meydan okuyarak geliştiği ve parlak bir geleceği uzandığı inancındaydı. Türkiye’ye ihraç edilen Floransa yünlüler hacminin, Floransa ipeklilerinden çok daha fazla olmasına karşılık, kıymetli kadifeler ve brokarlı kumaşlar dâhil Floransa ipeklileri, daha çok Fransa panayırlarına, İngiltere’ye ve Hollanda’ya (Antwerp’e) akıyordu. Gerek I. Selim’in, gerekse halefi I. Süleyman’ın Floransa kapitülasyonların yenilemesine karşın, aslında Floransa’nın Levant’taki “Altın Çağ” ı daha 1. Selim döneminde hızla yok olmaktaydı. Herhalde dış rekabet ve Yeni Dünya’nın keşfinin “ insanların dikkatini Levant’tan başka yönlere çekmesi” Floransa’nın gerilemesinin başlıca nedenleri arasındaydı. Daha düşük fiyatlı yabancı yünlülerin devreye girmesiyle birlikte, Yeni Dünya kökenli altın ve gümüş stoklarının bollaşması, bu süreçte özellikle vurgulanması gereken bir rol oynuyordu. Bu sırada, Venedik’in kendi yünlü kumaş üretimi görecek sınırlı boyutlardaydı ve başlangıçta yılda 3.000 parçanın üzerine çıkmıyordu. Oysa 1569’a gelindiğinde, Venedik’in yüksek kalite yünlü kumaş üretimi yılda 26.000 parçayı aşmış; başka bir deyişle, onaltıncı yüzyıl boyunca “kent ekonomisinin temel direklerinden biri” haline gelmiş bulunuyordu. Oysa Floransa ticareti, on altıncı yüzyıla büyük bir patlamayla girmişti. 1499-1503 Osmanlı-Venedik Savaşı Venediklileri Osmanlı pazarlarından dışlamış; fiyatlar da yüksek seyrettiğinden bu durum, Floransalıların Osmanlı Türkiyesi’yle ticari gelişiminin dürtüsü olmuştu. Floransalılar, savaş nedeniyle sultanın kendilerine karşı her zamankinden daha istekli bir tutuma girdiğini memnuniyetle kaydediyorlardı. Ne var ki, 1503’te Osmanlı-Venedik barışının imzalanmasının ardından, Venedik’in izlediği saldırgan ticaret politikası belki de yüz yılın ilk birkaç on yılında Floransa’nın Levant ticaretinde baş gösteren gerilemenin asıl nedeni oldu. Herhalde Venedik yünlü dokuma sanayi üretiminin 15010’lardan itibaren fırlaması ile Levant piyasalarında Floransalıların yerini Venediklilerin alması, bir tesadüf değildi. Yukarıda belirtildiği gibi, 1527’de yenilediği ayrıcalıklarla Sultan Süleyman, Floransa ile ticareti teşvik etmeye çalışmış; 1530-70 arasında ise imparatorluğun daha önce eşi görülmedik bir servet birikimine ulaşmasıyla birlikte, Batı’nın lüks kumaş- 31 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi larına olan talebin sürekli artması, muhtemelen, Floransa’ın yünlü dokuma sanayinin canlanma nedenleri arasında yer almıştı. 1529’da Venedik elçisi, geçmişte Floransa’nın (en iyi İngiliz yününden yapılma) kaliteli “San Martino” kumaşından her yıl 4.000’i aşkın parça, İspanyol yününden yapılma garbi kumaşlarından ise 18-20.000 parça ürete gelmiş olduğunu yazıyordu. Floransa’nın Osmanlı piyasasına ihracatının büyük bölümü, işte bu garbi’lerden oluşmaktaydı. Daha sonra Floransa yünlü dokuma sanayinin şaşırtıcı biçimde toparlanıp, 1572’de yani Kıbrıs nedeniyle Venedik’in bir kere daha Osmanlılarla yıkıcı bir savaşa, tutuşmuş olduğu bir sırada, toplam 33.312 parça kumaş üretmeyi başardığını; bunun da büyük kısmının Levant’a gittiğini görüyoruz. 1537-40 Osmanlı-Venedik Savaşı, Venedik’in kumaş üretimini belirgin biçimde etkilemesinin ardından, 1570-73 Kıbrıs savaşı, Venedik yünlü kumaş sanayindeki gerilemenin başlangıcı oldu. İleride göreceğimiz gibi, 1569’dan sonra sultanlar artık Fransa ve İngiltere’yi kayırmaya başlayacak, Osmanlı İmparatorluğu’na yüksek kalite yünlü kumaş ihracatında Venedik ile Floransa’nın yerini, giderek bu iki ülke alacaktı. Pera’da Floransalı bir ticaret temsilcisi; Giovanni di Francesco Maringhi, 1497-1506 Floransalı tacir ve ticaret acentası Giovanni di Francesco Maringhi’nin, gerek temsil ettiği Floransa firmalarına, gerekse Osmanlı ticaret merkezlerindeki kendi acentalarına 1501-2 yıllarında yazdığı mektuplar, İtalyan işadamlarının Osmanlı İmparatorluğu’ndaki faaliyeti ve bu faaliyetin koşullarına ilişkin eşsiz bir tanıklık sunar. Maringhi, 1497’den 1506’ya kadar Pera’da ikamet eden Floransalı bir ticaret acentasıydı. Floransa’nın Venturi, Medici, Galilei ve Michelozzi firmalarını temsil ediyordu ve anlaşılan, bir müstahdem olmaktan çok bir ortak statüsü taşıyordu. Örneği, Mart 1502’de Floransa’dan Leonardo Venturi’yle yaptığı üç yıllık işbirliği sözleşmesine göre, kendisi karın beşte üçünü, Venturi ise beşte ikisini alacak; “çırak” ların yaşama masrafları da aynı oranlarda paylaşılacaktı. Anlaşmaya göre, Venturi ve Ortakları en az 7.000 32 düka altını yatırım yapmak ve son işlemlerini tamamladıkları bütün panni (yünlü kumaş toplarını) Türkiye’de satılmak veya takas edilmek üzere Maringhi’ye yollamak zorundaydılar. Bu gibi sözleşmeler yoluyla panni tedarik etmenin alternatifi, Floransa’da peşin parayla alım yapmaktı. Karargâhını Pera’da kuran Maringhi’nin, Bursa, Gelibolu, Edirne ve Sofya’da onun adına alım satım yapan ücretli acentaları vardı. Temsilcilerinden Risalti adında, Türkçe bilen biri, Floransa, Pera ve Bursa arasını düzenli olarak dolaşıp, mal ve bilgi topluyordu. Risalti’nin kara yolculuğu masrafları ipek yükü başına 700 akçe’yi buluyordu. Maringhi’nin acentalarından bazıları zaman zaman aynı tür başka firmalarla anlaşmaya vardıklarından, hepsini hizmetinde tutmak kolay olmamaktaydı. Arada sırada Maringhi’nin kendisi de bu Pazar kentlerine gidip geliyordu. Maringhi, Galata’daki kumaş toptancılarına kumaş satıyordu. Pera’daki yıllık tüm harcamaları 180-200.000 düka altınını bulduğundan, bunu karşılamak için yılda en az 200 panni satması gerekiyordu. Yerli tüccarın, çoğunlukla da İstanbullu Yahudilerin veya Pera’da oturan Cenovalıların satın aldığı panni, imparatorluğun diğer Pazar kent ve kasabalarına götürülüyor veya sevkediliyordu. Örneğin, Antonio da Lagnasco adındaki, Pera’nın hayli tanınmış bir Cenovalı kumaş toptancısı, kredili alım yapıp panni’sini Kefe’ye götürür, kumaşları satınca borcunu öderdi. Maringhi’nin esas işi, Osmanlı-Floransa ticaretinin genel karakterine uygun olarak, Floransa panni’sini Bursa pazarında İran ipeğiyle değişmekti. Bununla birlikte, tipik birRönesans taciri olarak Ankara tiftiği, ipekli kumaş ve kürkler, karabiber, balmumu, Çin raventi, misk, mahmude kökü, kaba yünlüler, İskenderiye keneviri ve başka bazı kalemler dahil hemen her çeşik malın ticaretini yapmaktan geri durmuyordu. Üç diğer Floransalı ortağıyla birlikte Moncastro’da (Akkerman) ortak iş kurma girişimi özellikle ilginçtir. Mart 1502’de Maringhi, her yıl Moncastro’ya göndereceği bir temsilci aracılığıyla 4-5.000 parça işlenmiş deri veya ham hayvan derisi almayı amaçlayacak bir ortaklığa, 200-300 düka Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi altını yatırmayı tasarlamıştı. Bu işlem her yıl tekrarlanacaktı. Levant ticareti açısından siyasi ortam her zaman birincil önem taşıdığından, Maringhi, İstanbul’daki Floransa emino’su aracılığıyla Osmanlı hükümetiyle yakın temas içinde bulunuyordu. Maringhi 22 Şubat 1506’da öldüğünde, geride en az 97.000 düka altını değerinde emlak ve “çeşitli tacirlerden alınmış 127.000 düka altını değerinde mal bıraktı. Onun meslek hayatı, o sırada Osmanlı İmparatorluğu’nda faaliyet gösteren diğer Floransalılar için; örneğin, Medici ailesi mensuplarından Pera, Bursa ve Edirne’de ticaretle uğraşan Francesco, Giovanni ve Rafeaello için de emsal teşkil eder. Francesco daha 1470’de Medici ve Ortakları’nı temsilen Pera’da bulunuyor. Bursa ve Edirne’ye de gidip geliyordu. İmparatorluk sınırları içindeki diğer Medici’ler ise, bankacılıktan sabun üretimi ve kumaş boyacılığına kadar çeşitli ekonomik faaliyet içinde bulunuyorlardı. Bursa kadı sicilleri, kentteki İtalyan tüccarı ve acentalarının alışveriş işlemleri ve anlaşmaklıklarını daha yakından yansıtmaktadır. 1478’de Piero adındaki bir Floransalı ticaret temsilcisi, toplam 207.920 akçe ya da 4.000 düka altını değer biçilen Batı kumaşlarını dört Müslüman tacire ait ham ipek ve ipekli kumaşlarla takas etmişti. Bu takas işlemine giren Batı kumaşlarının dökümü Tablo I; 42’de gösterilmiştir. Piero, Ekim 1478’de Bursa’da öldüğünde, kadı bir Cenovalıyı alacaklarını toplasın ve borçlarını ödesin diye terekesine vekil atadı. Bunun üzerine, Şam’ın ünlü baharat taciri Abdurrahman’ın, vefat etmiş bulunan Floransalı ticaret temsilcisinden 86.000 akçe’lik bir alacağı olduğu ortaya çıktı. Suriyeli tacir, Piero’ya vermiş olduğu avans nedeniyle önce Zeno, Berto (veya Breto), Andrea ve Bartolomi adındaki dört İtalyan ile müteveffanın terekesine karşı hak iddiasında bulundu. Bunun üzerine Mihalis adındaki Rum mütevelli duruma müdahale etti ve sonunda Abdurrahman’ın alacağı konusunda varılan uzlaşma, resmen mahkeme siciline geçti. Öte yandan Pera’da oturan Bartolomi’nin, Piero’ya l.101.5 lidre ham ipek satışından 67.200 akçe borcu olduğu görüldü. Maringhi gibi Piero da, İranlı tüccardan kredi karşılığı ham ipek ve Şam’ın Arap tüccarından baharat alıp satmaktaydı. Buna göre, Arap, İranlı, Cenovalı ve Floransalı tacirler dolaysız alışveriş işlemlerine taraf olmuş oluyorlardı. Yerel koşullara aşina olan Levanten İtalyanlar ile Rumlar da işin içindeydi. (bkz. Tablo I;44) Öte yandan bu ticaretin bütün hukuki boyutlarını Bursa kadısı düzenliyor ve güvence altına alıyordu. Başka bir deyişle, uluslar arası Bursa piyasasının karmaşık bir ilişkiler ağı vardı ve bu piyasanın pürüzsüz işleyişinde Osmanlı kadısı önemli bir rol oynuyordu. Tablo I;42 Bursa’ya ithal edilen Batı kumaşı türleri Floransa yünlüsü Bergamo yünlüsü Frengi (İtalyan ) kadife Freni saten Altın işlemeli kadife Miktar 113 top 6 top 19 top 18 top 57,5 arşın 82.5 arşın 32.5 arşın 25 arşın Değer (akçe olarak) 135.6000 9.000 23.000 10.000 11.400 7.420 6.500 5.000 Not; Bir arşın 68 santimetreydi ve 1479’da bir düka altını yaklaşık 45 akçe ediyordu. Kaynak Richards (1932) 33 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Değişilen Mallar İpek; Floransa’da arte di seta daha 1193 kadar inen erken bir tarihte ortaya çıkmıştı ve “onbeşinci yüzyıla gelindiğinde, önem ve zenginlik bakımından arte di lana ile aynı sırada yer alıyordu. “1473’te yün tüccrı loncasına 270 atölye, ipek tüccarı loncasına ise 83 atölye dahildi ve ipek imalatçılarının Fransa, İngiltere ve Hollanda’nın yanı sıra Osmanlı İmparatorluğu’nda da temsilcilikleri bulunuyordu. 1470’li yıllarda Pera’daki Floransalı ticaret ajanı Benedetto Dei, bütün bu yerlerde satılan “her çeşit Floransa mamülünün, özellikle de ipeklileriyle altın ve gümüş brokarlı kumaşlarının, Venedik, Cenova ve Lucca mallarının toplamından fazla” olduğunu söyleyerek övünüyordu. Bütün bu iş alanlarından en karlısı, Bursa ile Floransa arasındaki ipek ticaretiydi. 1509 yılı dolaylarında, taşıma maliyetlerinin balya başına 900 akçe veya 18 düka altını gibi olağanüstü yüksek düzeylere ulaşmasına karşın, Floransa’da ham ipek balyası başına 70-80 düka altını kar elde edilebiliyordu. Guanti’nin muhasebe defterine göre. 1484 ile 1488 arasında bu kişi adına Floransa’da satılan ham ipeğin toplam ağırlığı 4.795 Bursa lidre’sini (l lidre =320.7 gram), değeri 6.022 “büyük” florini, buna karşılık satış masrafları 1.172 florini buluyordu. (Bir “büyük” florin veya Floransa altını yaklaşık 48 akçü’ydı.) Guanti net karını 977 florin olarak veriyordu (ipek alım fiyatları için bkz. Tablo I;43) Floransa yünlüleri; Floransa’nın refahının temelini, yünlülerinin Bursa’da ham ipekle değişilmesi oluşturuyordu. 1400-1630 döneminde Bursa, yukarıda anlatıldığı gibi, hem İran ham ipeğinin başlıca uluslar arası pazarı, hem de Asya’nın bütünü için en iyi kalite batı yünlülerinin antreposu konumundaydı. Daha on dördüncü yüzyılın ortalarına doğru Tebriz gümrük yönetmeliklerinde “kumaşlar ve scarlat gibi Avrupa mamülleri”nden söz edilmesi. Batı’nın kumaş ticareti’nin İran’da kazandığı önemi yansıtmaktaydı. Daha önce de kaydettiğimiz gibi, on dördüncü yüzyılın ikinci yarısında İtalya ile Tebriz arasındaki trafik, Trabzon-Konstantinopolis hattından Tebriz ile Bursa arasındaki kervan yoluna kayacak; böylece ilk Osmanlı başkenti, Avrupa kumaş 34 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Tablo I; 43 1501’de Floransalılarca Bursa’da yapılan ipek alımlarının fiyatları Tarih İpek Türü Mayıs Seta leggi Mayıs Seta leggi Mayıs Stravai Haziran Stravai 1 Temmuz Leggi, stravai 14 Temmuz Sari Ağustos akça olarak, fiyat, Bursa lidre’si başına 59-60 59 64 65 65-69 69-70 66 Not; Bir Bursa lidre’si 320.7 gramı. ticaretinin en önemli uluslar arası mahreci haline gelecekti. Batı’dan Bizans Konstantinopolis’ine ve Pera’ya ulaşan kumaş balyaları, bu tarihte Bursa’ya naklediliyordu. İran’la transit gidenlerin yanı sıra, tabii bu ithalatın önemlice bir bölümü de Osmanlı İmparatorluğu’nun dört bir yanına sevkedilmek üzere yerel tüccar tarafından satın alınıyordu. Floransa’nın ipekli ve yünlü dokuma sanayilerinin canlılığının, İran ipeğinin Bursa piyasası üzerinden ithal ve tekrar ihraç edilmesine bağlı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Büyük ipek alımları, yünlülerin ipekle takasından sağlanan karın yüksekliği nedeniyle, yünlü kumaş üretiminin artmasını da teşvik ediyordu. Maringhi, yünlüleri ipekle takas etmenin, doğrudan Bursa’daki kumaş toptancılarına parayla satmaktan daha akıllıca olduğunu gözlemişti. Örneğin bir seferinde, 91 parça calisse (İspanya’da imal edilen ucuz bir çeşit kumaş) karşılığı bir buçuk balya ipek alınabilmişti. Yünlülerin ipek balyalarıyla takası Floransa’da yerleşmiş bir uygulamaydı. Dolayısıyla Maringhi, yünlü kumaşlara olan büyük talebi ve bu ticaretten sağlanacak yüksek karları ısrarla vurgulayarak, temsil ettiği, firmalardan yünlü sevkiyatını sürekli artırmalarını istiyordu. Örneğin Venturi ve Ortakları’nın üç yılda yolladığı 260 panni’nin pekâlâ bir yılda eritilebileceğine işaret ederek, firmaları kendisine yılda en az 500-600 top kumaş temin etmeleri için sıkıştırıyordu. Türkiye’de üretilen yünlüler kalite bakımından Floransa yünlüleriyle boy ölçüşemezdi; nite- kim her partı kumaş hızla satılıp gidiyor ve fiyatlar yükselmekte devam ediyordu. Floransa firmaları, kendi ürettikleri yüksek kaliteli panni’ye ek olarak Fransa, İspanya (calisse) ve İngiltere’den (panni inglese) satın aldıkları büyük miktarda yünlü kumaşı da, son işlemlerini yapıp, rötuşlayıp reksport etmekteydiler. 1501 tarihli tek bir örnekte, 4.000 parça calisse tekrar Osmanlı İmparatorluğu’na ihraç edilmek üzere ithal edilmişti. Başka ülkelerin panni’si panni fiorentini’ye karıştırılmayıp ayrı muamele görüyordu. Bursa piyasasındaki altın/gümüş oranının yüksekliği ve Floransa’dan (Raguza üzerinden) altın getirtmenin zorluğu nedeniyle, takas daima tercih edilmekteydi. Ancak gelen Floransa kumaşlarının miktarı bazen yeterli olmadığından. Floransalılar gene de Floransa’dan sikke ithal etmek zorunda kalıyorlardı. Nitekim Maringhi de Bursa’daki temsilcisine sık sık hem altın para, hem akçe olarak nakit yolluyordu. Türkiye’de calisse’in de, panni’nin de pazarı daima mevcuttu. 1500’e gelindiğinde Floransa firmaları, San Martino denilen, sarayın ve seçkinlerin tüketimine göre düşünülmüş birinci sınıf panni’den 4-5.000 parça (136-170.000 metre), panni de Gabro olarak bilinen daha ucuz ve düşük kaliteli kumaşlardan çok daha büyük miktarlarda ihraç edi- 35 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Tablo I; 44 Maringhi’nin 1501-2 tarihli mektuplarında geçen İstanbul, Pera ve Bursa’daki kumaş tüccarı ve bankerler İstanbul ve Pera’da İtalyanlar Yahudiler Rumlar Bursa’da İtalyanlar Yahudiler Rumlar Kumaş tacirleri Sarraf ve bankerler 19 19 - 13 2 1 8 2 - 1 Kaynak Richards (1932) Tablo I; 45 Maringhi’ye göre 1501-2 yılında Floransa’dan ithal edilen yünlü kumaşların fiyatları Panni yüksek kalite Calisse Pano başına fiyat (akça olarak) 1.366-1.600 640-670 Not; 1 panna, 50 arşun veya 34 metreye eşitti Kaynak Richards (1932) yordu. 1490’larda Osmanlı piyasası için panni de Garbo’nun sapramani denilen biraz daha kaliteli bir türü üretilmeye başlamıştı. Bir pano düşük kaliteli kumaş, Bursa’da 20 “büyük” florine satılıyordu. (bkz. Tablo I;45) Bu dönemde Floransa panni’si ticaretinde net kar oranı yüzde 11,9’du, ama Bursa’dan sevkedilen astarabadi ipeğinin satışından sağlanan kar da eklendiğinde, gerçek kar yüzde 20’yi buluyordu. Faiz oranının genellikle yüzde 15 dolayında olduğu ortaçağ koşullarında bu, aslında ortalama bir kar oranıydı. Taşıma maliyetleri panni’nin üretim maliyetinin yüde 31’ini, ham ipeğin alım değerinin ise yüzde 19’unu buluyordu. Gümrük resimleri, Sakız adasından Osmanlı anakarasına geçiş için yüzde 4, Avlonya’da yüzde 2.5, Bursa gümrükhanesinde ise, yüzde 3 olarak ödeniyordu. Livorno-SakızBursa güzergâhı ile Lecce-Avlona-Brsa güzergahı 36 üzerindeki gümrük ödemeleri, sonunda üç aşağı beş yukarı aynı miktarlara geliyordu. Karabiber; Onbeşinci yüzyılda Bursa, Hindistan ve Arabistan’dan gelen baharat için de önemli bir transit merkeziydi. Çoğunlukla Suriyeli Arap tüccar tarafından kente, Halep ve Şam’dan büyük miktarda baharat ithal ediliyordu. Karabiber Bursa’dan tekrar hem Balkanlara, hem de Tuna ve Karadeniz ötesinde kuzey ve merkez-doğu Avrupa ülkelerine ihraç edilmekteydi. Floransalı ticaret temsilcisi Maringhi Bursa’dan Floransa’ya karabiber ihraç etmeyi denediyse de, sevkettiği partinin satışı iyi gitmedi. O sırada karabiberin Floransa fiyatı yük başına 24 düka altınıydı ve Maringhi, bunu iyi bir kar elde etmek için yeterli olduğunu sanmıştı. Ama kısa zamanda bunun iyi bir yatırım olmadığı ortaya çıktı ve Maringhi, üç çuval karabiberden kalanının iadesini istedi. “Baharatın” diyordu, pek bir şey bırakmasını beklememek gerekir. (bkz. Tablo I;46) Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Tablo I; 46 1501-2 yıllarında Bursa veya Pera’daki karabiber ve ravent fiyatları Karabiber Ravent Fiyat (düka altını) 25-27 14 Ölçü Çuval başına lidre (320.7 gram) başına Kaynak Richard (1932) Diğer malar; Osmanlı ihracatı ham ipeğin yanı sıra tipik olarak ravent, balmumu, misk, sof (moher), karabiber, Bursa ipeklileri ve ilaçlar ile, bazen de deniz-agırı dişi (Rusya menşeli), yün, pamuk, kaliteli pamuklular, halı ve kilimler, hayvan derileri ve kürklerden oluşuyordu. Ravent, Floransa’da yüksek kar getiriyordu (bkz. Tablo I; 46) Bursa’nın brokarlı ipek dokumaları, dışarıda hayranlık uyandırıyorduysa da, çok sınırlı miktarda ihraç edilebiliyordu. Buna karşılık bir başka lüks meta olarak Floransa ipeklilerinin Bursa satışı iyi, ama anlaşılan gene küçük miktardaydı. Ankara sof’u lüks ve pahalı bir dokuma olarak, seçkinler arasında moda olduğu İtalya’da çok aranıyordu. Ünlü Ankara sof’unun başlıca pazarı gene Bursa’ydı. Mart 1502’de Maringhi, Floransa panni’sini üç top sof ile takas etmiş ve bir 200-250 düka altını daha borçluk kalmıştı. Daha sonra temsilcisi Viatti Erminia’yı, Ankara’ya sof satın almaya göndermişti. Bir topta (tavola) 50 parça sof vardı ve her parça Floransa’da 4.75 ila 5 düka altınına satılıyordu. Floransalılar aldıkları sofun bir bölümünü tekrar Fransa’nın Lyons kentine ihraç ediyorlardı. Ticaret Yöntemleri Maringhi’nin mektupları, İtalyanların Türkiye’ye dönük ticaret stratejileri ve uygulamalarına da ışık tutmaktadır. Örneğin Maringhi, Floransa’daki kumaş üreticilerine sadece takas yoluyla ne kadar kar edebilecekleri ve mevcut ham ipek arzının boyutları gibi konularda değil, Osmanlı piyasasında aranan panni’nin ölçüleri, kalitesi ve renkleri konusunda da düzenli bilgi veriyor, hatta bazen örnek bile gönderiyordu. Bunlar, daha sonra yeni pazarlar arayışı içindeki merkantilist-kapitalist Batı ekonomilerinin de sürdüreceği uygulamalardı. Örneğin, 1501’de Maringhi ilişki içinde olduğu firmalara kırmızı ve koyu kumaşların iyi kar getireceğini bildiriyordu. Floransa kumaşlarının Bursa pazarındaki ününün korunması açısından yüksek bir kalite düzeyinin sürdürülmesi, Maringhi’nin hep vurguladığı bir husustu. Ne var ki, Osmanlı ipekli kumaş üreticilerinin de başına geldiği gibi, aslında görece daha ucuz kumaşlar daha iyi satıyor ve Bursa’da kendilerine daha geniş bir Pazar yaratıyordu. Daha sonra İtalyanların rakipleri, özellikle de İngilizler işte bu eğilimden yararlanarak Floransa ve Venedik’in pahalı, kaliteli kumaşlarını saf dışı bırakacaklardı. Ama onaltıncı yüzyıl başlarında kar oranları henüz o kadar çekiciydi ki, Türk ve Rum tüccar da “yükler dolusu panni satın almak” için Floransa’ya kadar uzanmaktan geri durmuyorlardı. Bursa’da genellikle kredili alışveriş söz konusuydu ve hesaplar bir dönem sonra dengelenip kapatılıyordu. Bu, yalnız Floransalı tüccarın kendi aralarında değil, Floransalılar ile Osmanlılar arasında da geçerliydi. Osmanlı İmparatorluğu’nda faaliyet gösteren Floransa acentaları, Floransa firmalarına olan borçlarını sık sık sevk ettikleri ipek veya sof yükleriyle tasfiye ediyorlardı. Bir seferinde Maringhi’nin Bursa’daki temsilcisi, Yahudi bir toptancıya bedeli dört aylık taksitte ödenmek üzere 8 panni Floransa kumaşı satmıştı. Maringhi’nin terekesi, Türkler, Yahudiler ve İtalyanlarla kredi ilişkileri içinde olduğunu gösteriyor. Pera ve Bursa’da kredi karşılığı panni alan yerli tüccar arasında Yahudi toptancı kumaş tacirleri ağır basmaktaydı. İki ila dört aylık kısa dönemlerle yapılan kredili satışlar yaygındı. Alacaklı, borçlunun satın almış olduğu 37 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi 38 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi panni’yi elden çıkarmasını beklemek zorundaydı. Borçlu daha önce kararlaştırılan çerçevede borcunu ödeyemediği takdirde, yeni bir düzenleme önerebiliyordu. Floransalılar gerek kadılarla, gerek gümrük temsilcileriyle sık sık muhatap oluyorlardı. Floransa’da Nicolo Michelozzi’ye gönderdiği mektupların birinde Maringhi, vergi ödememek için bir kutu miski bir biber çuvalının içine sakladığını yazıyordu. Her halukarda, dostluk kurmayı başardığı emino, Pera’da oturan Cenovalı bir tacire kredi karşılığı sattığı panni’den doğan alacağını tahsil etmesi için gerekli düzenlemeleri yapmasında yardımcı olmuştu. Venedik dükası Osmanlı dış ticaretinde kullanılan standart altın para birimiydi. Onbeşinci yızyılın başlarından itibaren Floransa florinlerinin (fiorini d’oro) yerini alması, herhalde Osmanlı ticaretindeki Venedik üstünlüğünün bir yansımasıydı. Mayıs 1501’de altının gümüşe oranı Bursa’da Cenova’dakinden yüzde 19 daha yüksekti. Dolayısıyla Floransa’dan nakit sevkiyatı düka altını olarak yapılıyor, nakit sıkıntısı baş gösterdiğinde ise Pera’daki bankerler yılda yüzde 15 faizle borçlanma yoluna gidiyorlardı. Altınla yapılacak ödemeler için uzun kredi dönemleri tanınması üsüldendi. Altın karşılığı satış daima daha karlı sayılıyordu. Ticaret Yolları Floransa ile Osmanlı ticaret merkezleri arasında, taşıyıcılığını genellikle Cenova gemilerinin üstlendiği deniz trafiği, Pisa veya Livorno’dan yola çıkıp Sakız adasına ulaşır; buradan Anadolu kıyısındaki Çeşme limanına getirilir, oradan da kervanlarla Bursa ve İstanbul’a taşınırdı. Bu uzun deniz yolu çok güvenli değildi, çünkü Venedik’in deniz hâkimiyeti ve korsanlık faaliyeti karşısında Floransalıların elinden hiçbir şey gelmiyordu. Bu durumun bir kere daha kanıtladığı gibi denizlerde üstünlük, geç Ortaçağ’da deniz aşırı pazarların kontrolü için temel koşuldu. Nitekim daha sonra göreceğimiz gibi, Venedik’in de zamanla Levant piyasasını İngiliz ve Hollandalılara kaptırması, esas olarak bu Batılı ulusların 1590’lı yıllarda Akdeniz’de üstünlük kurmalarından kaynaklanıyordu. Buna karşılık Dubrovnik’ten veya Arnavutluk’taki Avlonya limanı ile İşkodra’dan başlayan kara yolu, Osmanlı himayesi sayesinde daha güvenliydi. 1492’den itibaren Osmanlı yönetimi, Avlonya’nın ekonomik canlılığını arttırmak amacıyla İspanya’dan atılan Sefarad Yahudilerini buraya yerleştirdi. Bir sancakbeyi’nin merkez edindiği bu önemli liman hem Osmanlı donanmasının Adriyatik üssü, hem de Selanik üzerinden Edirne İstanbul ve Bursa’ya kadar Balkan yarımadasını boydan boya kateden güney karayolunun terminaliydi. Aynı yolun daha kuzeydeki Dubrovnik terminali de, haraçgüzar bir kent-devleti olarak Osmanlı himayesinden yararlanıyordu. Floransa ile Pera veya Bursa arasındaki trafiğin büyük bölümü Dubrovnik’ten geçiyordu. Floransa’dan yapılan sevkiyat Pesaro, Fano veya Ancona gibi İtalyan limanlarından yüklenerek Dubrovnik’e ulaşır, oradan kara yoluna aktarılırdı. Ancak Adriyatik Denizi’neki bu kısa yolculuk için bile Floransa, Veenedik’e ve korsanlara karşı Osmanlı himayesini kapitülasyon güvencelerine bağlamaya çalışıyordu. (Yeri gelmişken belirtelim ki, bu gibi talepler Osmanlılarca daima resmi bir himayenin, bir protektora tesisinin gerekçesi sayılmıştır.) Bosnasaray-Novibazar-Üsküp-FilibeEdirne güzergahı üzerinde at ve katır kervanlarıyla taşınan yükler, Dubrovnik’ten yola çıkar veya (ters yönde) Dubrovnik’e ulaşırdı. Edirne, Pera tüccarının daima temsilci bulundurdukları Balkanlardaki dağıtım merkeziydi. Edirne’den Bursa yönüne devam eden trafik Gelibolu-Lapseki yolunu izlerdi. Bu kara yolculuğunun tamamı altı hafta kadardı. (Çok daha hızlı yol alan bir ulak ise, Galata’dan Dubrovnik’e on günde gidebiliyordu. Bildiğimiz bir örnekte, bir buçuk balya (375 lidre veya 120 kilo dolayına) ham ipeğin İstanbul-Floransa arasında taşıma maliyeti yaklaşık 900 akçe’yi ya da 18 düka altınını bulmuştu. Floransalı diplomatların Floransa-Ancona kara yolunu açık tutmak için Roma’da özel girişimlerde bulunmalarına karşılık, Adriyatik geçişi ile Balkanlardaki trafik Osmanlı yönetiminin sorumluluğundaydı. Osmanlıların bu kara yolu üzerindeki güvenliğin sağlanmasına gösterdikleri özen, ilginç, bir olayda somutlanmıştır. Yaklaşık 150 düka altını değerindeki bir parti ham ipek (bir yük seta Leggi) 39 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Novibazar’da çalındığında, sultan bir çavuşu olay yerine yollayıp, köylülerden ya çalınan malı ya da hırsızları bulup teslim etmelerini istemiş, sonunda yirmi köylü 15.000 akçe’yi bulmuştu. Osmanlılar Apulia ile Ancona limanına daima büyük bir ilgi duymuşlardı. 1480’de Otranto’yu kısa bir süre için de olsa, işgal ettiklerini hiç unutmuyorlardı. I. Süleyman’ın Korfu seferi olarak bilinen harekâtı da başlangıçta, İtalya’nın istilası amacını güdüyordu. 1487’de Boccolino Guzzoni’nin İtalya’ya getirteceği Osmanlı birliklerinin yardımıyla Ancona kıyı bölgelerini ele geçirme girişimi, bütün İtalya’da korku ve yankı uyandırmıştı. Daha geç bir dönemde ise, Toskanya grandükü, güney Avrupa’ya baharat dağıtımı işlevini Venedik’in elinden almak amacıyla gerek Osmanlılara, gerekse Portekizlilere yanaşmış, nihayet bu uğurda Livorno’yu 1593’te serbest liman haline getirmişti. Ancona; Daha Osmanlı öncesi dönemde Bosna, gerek Dubrovnik, gerekse Dalmaçya kıyısındaki Split (Spalato), Zadar, Şibenik ve Tragit limanları aracılığıyla, İtalya ile canlı bir ticaret içine girmiş bulunuyordu. Ondördüncü yüzyılın ikinci yarısında Kotor, Zadar, Zagrep, Medrusa ve Dubrovnik’ten gelip Ancona’ya yerleşen tacirler, Balkanlar ile ticaret ilişkilerini sürdürüyorlardı. Venedik’in kontrolü dışında kalıp, Floransa Osmanlı ticaretinin başlıca gelen bir tüccar kolonisi oluşturmuş ilk bölgelerden biri oluyordu. 1514’te Osmanlı yönetimi, Ancona’daki gerek Müslüman, gerekse gayrimüslim tebaası için özel ticari ayrıcalıklar elde etti ve kentin “palatio della farina”sı (un kapanı) çok sayıda “mercanti turchi el altri Maumetani” (Türk ve diğer Müslüman tüccar) için bir fondaco’ya dönüştürüldü. Onaltıncı yüzyılın ortasına doğru Ancona’da 200 Rum ticarethanesi ve birçok da Osmanlı Yahudi şirketi faaliyet gösteriyordu. Yalnız İtalya’nın gittikçe büyüyen kent merkezlerine yapılan tahıl ihracatı değil, Doğu’ya özgü lüks emtia da Ancona güzergâhını izlemekteydi. Doğu Adriyatik limanlarından yüklenen bu tür malların Lanzan ve Recanti gibi orta İtalya panayırlarında ulaştığı hacim, Venedik’i 40 kendi Levant ticareti konusunda endişelendirmeye başlamıştı. “Bu panayırlarda Osmanlı tüccarı, Rumlar, Türkler ve Azemini (İranlılar) bizzat hazır bulunuyor ve doğrudan iş görüyorlardı. Onaltıncı yüzyıl ortalarında Ancona’nın Osmanlı himayesine girme eğiliminde olduğuna ilişkin söylentiler, Roma ile Venedikte ciddi kaygılara yol açmıştı. 1555’te Papa IV. Paul (Pavlos), Marrano Yahudilerini tutuklatıp yaktırmaya ve mallarına mülklerine el koydurmaya başladığında, Ancona’ya sermaye yatırmış bulunan çok sayıda Selanik ve İstanbul Yahudisinin bu yüzden iflas etmesi, Osmanlı yönetiminin Yahudiler adına ciddi bir müdahale girişiminde bulunmasına yol açmıştı. İtalya’da baskıya uğrayan bu Yahudilerin bazıları Osmanlı tüccarının temsilciliğini yapmaktaydı. Hatta gene aynı nedenle Yahudi banker Mendes ailesi, Osmanlı İmparotorluğu’ndaki bütün Yahudileri, Ancona kentine karşı boykot ilanında birleştirmeye kalkışmıştı. 1550-1630 DÖNEMİNDE İPEK TİCARETİ İpekli dokuma sanayinin Batı ülkelerine girişi, Fransa için I. François (1515-47), İngiltere için de I. Elizabeth (1558-1603) dönemi gibi oldukça geç tarihlerde oldu. Bundan sonra bu ülkelerde ipekli sanayinde hızlı gelişmenin ardında ise, İtalyan ve Doğu ipeklileri için ödenen (ve Fransa’da dört milyon altını bulan) muazzam miktarda kıymetli madenin ülkeden çıkmasını önlemek gibi merkantilist bir kaygı yatıyordu. 1600 yılına gelindiğinde Lyons’da o zaman 7.000 atölye olduğu söyleniyordu. İngiltere’de 1590’larda büyük miktarlarda ham ipek ithal edilmeye başlandı ve 1620’lere gelindiğinde ipek ülkenin en büyük ithal kalemi olup çıktı. 1617’de İngiliz ipekli dokuma sanayinin yılda tahminen 300-600 balya ham ipeğe ihtiyaç göstermesine karşılık, şahın önerdiği sevkiyat miktarı 2-3.000 balyayı buluyordu. 1628’ gelindiğinde, Hollanda’nın yıllık talebi 1.200 balya idi. İngilizler ve Hollandalılar kendi ihtiyaç fazlalarını diğer Avrupa ülkelerine ihraç etmek suretiyle bu piyasada Venedik ve Cenova’nın yerini almaktaydılar. On yedinci yüzyıl ortalarına gelindiğinde, ipek artık “bir dizi ithal malının en önemlisi” konumundaydı. Yeni ve sürekli büyüyen ipek piyasaları, ihtiyaç Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi duydukları ham ipeği Osmanlı İmparatorluğu üzerinden İran’dan sağlıyordu. Başka bir deyişle, Batı’nın genişleyen ipek piyasası İran ve Osmanlı ekonomileri için yeni bir refah kaynağı haline gelmişti. “Canguistadores için altın ve gümüş neyse” der Steensgaard, “onyedinci yüzyıl başlarının Asya ticareti için de ipek oydu… Ve nitekim İran ham ipeği, Avrupa’nın Asya’dan yaptığı ithalatta ikinci sırada yer alıyordu. İstanbul’daki Hollanda sefirinin 1615 tarihli bir raporunda kullandığı ifadeyle, ipek ticareti “Hıristiyan âleminde günden güne büyüyen gösteriş tutkusu sayesinde “ almış yürümüştü. Bir hesaba göre, 1620’lerde Avrupa’nın toplam İran ipeği ithalatı yılda bir milyon lidre’yi buluyordu. 1600 yılına doğru Halep, Levant’taki en önemli ipek ihracat pazarı konumuna gelmişti; öyle ki, sırf Venedik, İran ve Suriye ham ipeğinin (miktar olarak yılda 140 ton, değer olarak da 1,5 milyon düka altını tutarı) yarısını burada satın alıyordu. Diğer yarısı ise, öbür Avrupa ülkelerince kapışılmaktaydı (bkz. Tablo I; 47), 1578-1627 yıllarında İran ipek ticaretinin bu piyasada gösterdiği dalgalanmaları Venedik konsolosluk raporlarından izlemek mümkündür. 1578-90’daki Osmanlı –İran savaşı sırasında trafikte bir düşüş görülmesine karşılık, bundan sonraki 1590-1602 barış döneminin Halep pazarında tanık olduğu canlılık, 1599 ila 1602 yıllarında, yani Osmanlı-İran savaşlarının 1603’te tekrar başlamasından hemen önce doruğa ulaşmıştı. Bu dönemde Halep gümrük gelirleri yılda 300.000 düka altını gibi rekor bir düzeye çıkmış; Suriye’nin İstanbul’a aktardığı yılda 460.000 düka altını tutarındaki gelir fazlasının büyük bölümü Halep gümrüğünden sağlanır olmuştu. Savaş patlak verdikten sonra dahi gümrük gelirleri 1604’te hala 200.000 düka altınını buluyordu. İlginç bir nokta, Venediklilerin Halep’te satın aldıkları ham ipeğin karşılığını, Osmanlı İmparatorluğu’na ithal ettikleri büyük miktarda yünlü ve ipekli kumaşla ödemeleriydi. 1590’lı yıllarda ithal ettikleri sırf ipekli kumaş miktarı yılda 200.000 braccio’yu (arşın veya endaze) buluyordu (Tablo I;48) Onyedinci yüzyılda İzmir’in yükselişi, büyük ölçüde, Bursa ve Halep’e rakip çıkan İzmir’in, İran ham ipeğinin Avrupalılar açısından en önemli pazarı haline gelmesinden kaynaklanıyordu. Pratikte bu, 1590’dan önce bu bölgede Efes’in, Sakız adasının, Çeşme’nin ve her iki (Eski ve Yeni) Foca’nın oynamış olduğu rolü İzmir’in üstlenmesi demekti. Başlangıçta, Batı ülkeleri Asya ticaretlerinde Sakız’ı transit merkezi olarak kullanırken, daha sonra kapitülasyonlar sayesinde sultandan dolaysız ticaret ayrıcalıkları koparmışlar; yeni gelenler, yani İngilizler ve Hollandalılar, İzmir’de diğer ulusları gölgede bırakmışlardı. İzmir limanı hem Anadolu anakarasına denizden ucuz geçişi biraz daha uzatıyor, hem de gerek korsanlara, gerekse Ege Denizi’nin öfkesine karşı daha güvenli bir sığınak sağlıyordu. 1593’te Atlantık kıyısının tüccar ulusları için serbest liman haline getirildiğini gördüğümüz Livorno, İran ipeğinin pazarlanmasında İzmirin rolünü paylaşmaktaydı. Şah Abbas’ın İran ipeğini doğrudan Avrupa’ya satma politikası çerçevesinde işlev kazanan İran Ermenileri, önce İzmir’de çok aktif hale gelmişler, sonra da Livorno’yu on yedinci yüzyılda Avrupa’nın başlıca ipek pazarı konumuna yükseltmişlerdi. Tebriz-Revan/Erivan-Kars-ErzurumTokat-Ankara-Afyon-İzmir güzergâhından her yıl beş-altı İran kervanı geçiyor, 1670 yılına gelindiğinde İran’da üretilen 22.000 balya ipeğin 3.000’i ihraç edilmek üzere İzmir’e ulaşıyordu. 1671’de Fransızlar, Halep’i Levant’taki ticaret merkezleri arasında İzmir, İskenderiye ve Sayda’nın (Sidon) ardından dördüncü sırada sayıyorlardı. Gerçekten de, İzmir daha 1621’de “Avrupa ile Asya arasında transit ticaretine konu olan her türlü emtianın en büyük antreposu” olarak anılmaktaydı. Şah Abbas’ın ipek yolunu Osmanlı diyarlarının dışına çekme çabaları 1514’te I. Selim’in İran’ı ekonomik ve mali bakımından çökertmek amacıyla başvurduğu ambargo politikasını, Şah Abbas (1587-1629) İran açısından 1603-29 döneminde denedi. Abbas’ın planı ipek yolunu Osmanlı topraklarından Hint Okyanusu’na kaydırmaktı. Şah o güne gelinceye değin Hint Okyanusu’nda üstünlük kurmuş bulunan İngiliz ve Hollandalıların, Osmanlı limanlarında ödedikleri ekstra vergilerden kurtulmak amacıyla Osmanlıların aracılığını el birliğiyle devreden çıkarmaya he- 41 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Tablo I; 47 1630’larda Avrupa’nın yıllık İran İpeği ithalatı tahminleri (balya olarak) Marsilya Venedik İngiltere Hollanda Cenova, Lucca, Messina ve Floransa 3.000 1.500 600 500 400 Toplam 6.000 (daha önce ancak 100-200 dolayında) ama 1623’te ancak 300 ve 1629’da ancak 600 ama 1623’te ancak 295 Kaynak Steensgaard (1972), ss. 159-64 Tablo I;48 1605’te Halep’te Avrupa’dan yapılan ithalat Venedik Fransa İngiltere Hollanda İthalat (1000 düka altını) İskenderun’a yanaşan gemi sayısı 1.500 800 300 150 4-5 çoğunlukla yünlü ve ipekli kumaş yüklü 20, çoğunlukla gümüş para yüklü 2-3 esas olarak kersey yüklü Kaynak; Texeira’dan aktaran Steensgaard (1972) s. 180 vesli olduklarını görmüştü. Böylece Osmanlı-İran rekabeti, karşılıklı ambargolara yol açan ekonomik bir savaş niteliğine büründü. İranlılar ipek ihracatını yasaklarken, Osmanlılar da İran’a altın ve gümüş sevkiyatını durdurmaya yönelik önlemler aldılar. Şah Abbas bu sorunu Bender Abbas’da kuzeylilere büyük miktarda ipek satarak çözmeye çalıştı. Osmanlı İmparatorluğu’nun dünyadan yalıtılması tehlikesini doğuran bu mücadele hayli ilginç bir seyir gösterdi. 1599 yazında şah, kişisel maiyet mensuplarından Hüseyin Ali Bey adında birini, yanına Sir Anthony Sherley’i de katarak belli başlı Avrupa başkentlerine gönderdi. Bu heyetin görevi, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı Hiristiyan taht ve taç sahipleriyle bir ittifak oluşturmak ve söz konusu ticaret yolunun Osmanlı diyarları dışında kalacak şekilde yeniden yönlendirilmesi için güvence almaktı. Os- 42 manlılarla savaş halinde olan Alman imparatoru heyete hüsnükabul gösterdi ve olumlu bir karşılık verdi. Hiristiyan yönetimler arasında Türklere karşı bir birlik kurulması yönünde çaba sarfetmeyi sürdüreceğini vaat etmenin yanı sıra, Hiristiyanların Türklerle ticaret yapmaması için de çalışacağını açıkladı. İran heyeti daha sonra İspanya’ya, oradan da İngiltere’ye geçti. Ancak şah, Bahreyn’e göz dikmiş bulunan ve zaten Hürmüz’deki durum nedeniyle İranlılar için bir kaygı nedeni olan İspanyollarla bu konuda anlaşmayı başaramadı. 1603’te Osmanlılarla İran arasında tekrar savaş patlak verdi ve Şah Abbas’ın temsilcileri bir kere daha Avrupa’ya yollandı. 1610’da Avrupa’ya gönderdiği yeni bir heyetle birlikte, deniz yolunun daha ekonomik olduğunu kanıtlamak için Lizbon’a 200 balya da ipek sevketti. Madrid’deki Venedik sefirinin verdiği bilgilere göre, İranlıların Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi başlıca amaçlarından biri, sultanı İran ipeği üzerindeki gümrük vergilerinden sağladığı büyük gelirden yoksun bırakmaktı. Elçilerin getirdiği öneriler arasında, İspanya’nın Osmanlı imparatorluğu’na saldırması gibi siyasi-askeri bir koşul da yer alıyordu. Venedik piyasasına alt üst edeceği düşünülen bu girişimler Venediklileri telaşa verdi. 1611’de İngiltere’ye gönderilen İran heyeti içinde yer alan (Anthony Sherley’in kardeşi) Robert Sherley, Türklere karşı kullanılmak üzere İran’a silah götürecek gemilerin, karşılığında ipek alıp gelmesi talebinde bulundu. Ancak görüşmeler sonuçsuz kaldı. Bu sırada İstanbul’dan Osmanlı elçileri de Londra’ya ulaştı ve İngiltere kralı Sherley’i huzuruna kabul etmeyi reddetti. Aynı yıl Türkiye’ye bbol miktarda İngiliz çeliği ve kılıçları sevkedildi. Öte yandan Hollandalılar gibi İngilizler’de, Osmanlıların Körfez ve Kızıldeniz üzerinden yürüttükleri Hindistan ticaretine adamakıllı zarar vermekten geri durmuyorlardı. 1613 yılına gelindiğinde, İngiliz ve Hollandalı korsanların Kızıldeniz’deki akınları o kadar vahim boyutlara ulaşmıştı ki, Osmanlı divan-ı hümayun’u artık bunlara karşı harekete geçmenin zorunlu olduğu kararına vardı ve Kızıldeniz’de bir filo inşası amacıyla Mısır’a beş kadırga dolusu kereste gönderdi. Bundan kısa bir süre sonra da İngiliz hükümeti, İran ipeğine yeni bir güzergâh bulunması konusunu tekrar ve ciddiyetle gündeme getirdi. 1617’de kralın emriyle İngiltere’nin Hindistan sefiri Thomas Roe, ipek ticaretini Türkiye’nin elinden almaya yönelik görüşmeler yapması için İran’a bir temsilci gönderdi.Osmanlı limanlarından geçmeyen, daha ucuz ve daha güvenli bir güzergahın tesisine yol açacağı umuluyordu. İngilizler, bu yüzden herhangi bir noktada Levant ticaretini gözden çıkarmak zorunda kalsalar ile, en çok ihtiyaç duydukları pamuk ile mazıları gene de diğer Avrupalı tüccar aracılığıyla elde edebilecekleri kanısındaydılar. Ancak İspanyollar ve Portekizliler, İran ile İngiltere arasındaki ticaret bağlantısını kesmeye yönelik önlemler aldıklarından, İngilizler yeni ipek yolunun Hint Okyanusu yerine Moskova üzerinden geçmesini tercih ediyorlardı. İpek karşılığı İran’a bu yolla kumaş ve kalay sevketmeyi öngörmekteydiler. İran’dan yapılacak ipek alımlarının İngiltere’ye sadece üç veya dört milyon altına malolacağını hesaplıyorlardı. Ülke içinden bu kadar nakit toplamanın zorluğu karşısında ve tabii bir de bu parayı yurt dışına çıkarmak istemediklerinden, bunun yerine ayni ödeme öneriyorlardı. Şah Abbas ise, kredili bir sistemden yanaydı. Nihayet 1618’de, üçte biri nakit, üçte ikisi mal karşılığı ödeme yapılmasını kabul etti. Bu ayrıntılar, İran’ın Osmanlı topraklarından süzülüp kendisine ulaşan kıymetli madenlere bağımlılığını bir kere daha ortaya koymaktadır. Öte yandan Osmanlı yönetiminin de, İran ambargosunun etkisini hissettiğini veziriazamın Venedik bailo’suna ülkesinin (Venedik’in) ipek talebinin gerektiğinde sırf yerli üretimle karşılanabileceğini söylemek ihtiyacını duymasından anlıyoruz. İpek ve baharat yolunun 1622’de kesilmesiyle Osmanlı hazinesinin uğradığı zararın, yitirilen gümrük gelirleri itibariyle yılda en az 300.000 düka altını dolayında olduğu tahmin edilmektedir. İstanbul’daki Venedik bailo’su, Osmanlı hükümetine ilettiği bir mesajda Suriye ipek yolu üzerinden ipek ve diğer emtia trafiğinin tamamen son bulabileceği uyarısında bulunmuştu. Veziriazam ise, özellikle deniz yolunun uzunluğuna dikkati çekerek, bu kaygıya katılmıyor gibiydi. Gerçekten de, bu sırada İran’la barış (1618 tarihli Serav Barışı) imzalanmış ve bol miktarda ipek ile diğer emtia Bağdat üzerinden tekrar Halep piyasasına akmaya başlamıştı. Serav Barış Antlaşmasıyla Osmanlıların, Kafkasya’daki fetihlerinin tamamını yitirmelerine karşılık, İran’ın vergi olarak yılda 200 balya ipek vermeyi kabul etmiş olması ilginçtir. Barış yapılır yapılmaz Venedikliler, Bağdat’tan gelen bir kervanın bin balya İran ham ipeği ile bin kutu çivit getirmiş olduğu müjdesini duyurdular. Gene de bir miktar Acem ipeği, kuzey İran ve Bender Abbas üzerinden İngiltere’ye ulaşmakta idi. Bu sırada Halep’te Osmanlıların ipekten yeni yeni vergiler almaya kalkışmak gibidar görüşlü bir politika izlemeleri, alternatif bir ipek yolu tesis etmeye çalışanların kararlılığını arttırmaktan başka bir şeye yaramadı.1622’de Londra’daki Venedik temsilcisi, büyük miktarda İran ipeği yüklü üç gemi- 43 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi nin Hindistan7dan gelip limana ulaştığını bildirdi. Bundan kısa bir süre sonra yeni bir Osmanlı-İran savaşı patlak verdi. Bu yıllarda İngiliz-İran dostluğu önemli gelişme göstermiş ve 1622’de İranlılar, İngiliz gemilerinin desteğiyle Hürmüz’ü Portekizlilerden almışlardı. 1624’te ise, Hindistan’ın Yakın Doğu ile ticaretinde çok önemli bir transit merkezi olan Bağdat, İranlıların eline geçti. Yeni bir İran diplomatik heyeti İspanya, Fransa, Hollanda ve (seksen balya ipekle birlikte) İngiltere’yi ziyaret etmekte gecikmedi. Amaçları Londra’da bir ittifak ve ticaret anlaşması imzalamaktı. I. Charles’in şaha yanıtı, 1626’da İran’a bir heyet yollamak oldu. Şah İran limanlarından her yıl İngiltere’ye 8.000 balya ipek teslim etmek vaadinde bulundu. Bağdat’ı ele geçirmesinin ardından, İngilizlere Halep’i de Osmanlılardan alabileceği ve ipeği bu kısa güzergah üzerinden sevkedebileceği umudunu veriyordu. Ancak İran yönetiminin özellikle bu kadar büyük miktarlarda ipeği (yerli üreticilerden) atın almak için ihtiyaç duyduğu altın ve gümüşün (İngilizler tarafından) teminindeki zorluklar, güney Atlantik rotasının uzunluğu, İspanyol ve Portekizlilerin düşmanlığı, nihayet Levant Kumpanyası’nın geleceğine ilişkin belirsizlikler gibi faktörler birleşince, İngilizler, sonra da Hollandalılar, Hint Okyanusu’nda bir zamanlar İspanyol ve Portekizlilerin sahip olduğu konumu ele geçirme sürecindeydiler. Sadece İran Körezi’nde şahla işbirliği yapmakla kalmıyor, aynı zamanda Hindistan’dan Kızıldeni’e uzanan hac ve ticaret trafiğine saldırıyorlardı. Bu da Kahire’deki vergi gelirinin azalmasına yol açtığından Osmanlı yönetimini kızdırıyordu. 1627’de bir grup Arap, gemilerinin Basra Körfezi’nde İngiliz ve İranlılarca yağmalanmakta olduğu gerekçesiyle Osmanlı divan-ı hümayun’una başvurmuştu. Şahın yeni tesis ettiği Bender Abbas (Gombroon) limanı da İngiliz ve Hollandalılarla ticaret sayesinde hızla gelişmekteydi. 1633’te İngiltere’deki Venedik sefiri, Bender’deki İngiliz ticaretinin büyük artış gösterdiğini; buradan getirtilen ipeğin Avrupa’nın dört bir yanına dağıldığını bildiriyordu. Böylece İspanyollar ve Portekizliler, Hint Okyanusu’ndaki egemenliklerini İngilizlere kaptırmalarının ardından, kendilerini eski düşmanları Osmanlılarla olağanüstü bir ortak girişim içinde 44 buldular. İpek ve baharat ile diğer Hint emtiasını, Körfez ve Kızıldeniz üzerinden taşımayı teklif ettiler. Bunun bir Osmanlı-İspanyol yakınlaşmasına yol açması ihtimalini gören İngiliz sefiri, Osmanlılara acilen sunduğu bir notada, hem planın uygulanabilir olmadığını ve dolayısıyla aldatıcı bir nitelik taşıdığını söylüyor, hem de Kızıldeniz’i tekrar İspanyollara açmanın tehlikelerini hatırlatıyordu. Bununla birlikte, yukarıda belirtilen nedenlerle İran ticareti Osmanlı limanlarından bütünüyle yok olmadı. Türkiye ile İran arasında, ekonomik boyutlarına yukarıda değindiğimiz uzun ve yıpratıcı mücadele, uzun vadeli bir barışla sonuçlandı. Şah Abbas ham ipek akışını Bender Abbas yönüne çevirebilmek için İran’ın kendi içindeki ipek ticaretinde tekel uygulamak zorunda kalmıştı. Ondan önce ham ipek, çok sayıda özel kişiler tarafından toplanıp Osmanlı pazarlarına sevk ediliyordu. Venedik sefirine göre, yeni şahın ipek ticaretinin işleyişini tamamen tebaasına bırakma kararı ülke içinde büyük destek bulmuştu. Osmanlı İmparatorluğu, İran ipek ticaretini kısmen kurtarmasına karşılık 1630 yılına gelindiğinde Hindistan baharat ticaretini artık neredeyse tamamen yitirmiş bulunuyordu. Bağdat, Halep ve Kahire artık uluslar arası doğu-batı ticaretinin transit merkezleri arasında yer almıyordu. Servet ve kudretini bu ticareti borçlu olan Venedik, nasıl bir darbe yemiş olduğunu1628’de itiraf edebilmiştir. Cumhuriyet’in yüksek organlarından Beşler Kurulu’nun (Cingue Savii’nin) 31 Mart 1628 tarihli raporunda kullanılan ifadeyle, “Geçmişte Levant ticareti (Venedik’in) bu piyasasının esas temelini oluşturur ve Almanya’nın tamamına baharat bu piyasadan sağlanırken, şimdi artık (onların) ikmali ni İngilizler ve Felemenkliler temin ediyordu.” Bursa’da ipek fiyatları, 1467-1646 Bursa piyasasındaki ham ipek fiyatının esas olarak İran’ın arz hacmiyle belirlendiği içıktır. 1587-90, 1603-12, 1615-18, ve 1624-39 yıllarını kapsayan Osmanlı-İran savaşları tabii arz darlığı yaratıyor ve keskin fiyat dalgalanmalarına yol açıyordu. (Tablo I;49 ve I ;50) Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Tablo I; 49 Bursa’da ham ipek fiyatları, 1467-1646 Yıl Bir lidre ipek fiyatının Akça olarak bileşik endeksi 1467 1478 1488 1494 1501 1513 1519 1521 1548 1557 1566 1569 1570 1571 1572 1573 50 67-68 70 82 60-70 77 93 62 59 83 94 68 41 74 81 67 Yıl Bir lidre ipek fiyatının akça olarak bileşik endeksi 1578 1580 1581 1582 1584 1588 1597 1603 1607 1617 1622 1630 1634 1637 1639 1646 99 84 136 151 250 182 224 351 233 174 338 99 240 394 250 199 Kaynak Bursa kadı sicilleri, Çizakça (1980) Tablo I;50 (a) Çeşitli ham ipek türlerinin fiyatları, 1482-83 (akça olarak) Bursa piyasası Kili piyasası Astarabadi Tilani Gilan Koyu kırmızı Heft-renk Siyah Beyaz 56 49 44 90-100 80 70-80 70 b) Ambargo sırasında 1519’da Bursa’daki ham ipek fiyatları (akça olarak) Tilani Kenar (düşük kalite) Tisaki Arnavutluk Trablus 93-100 49-77 57 72-80 80 Kaynak Bursa kadı sicilleri 45 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Tablo I;51 Ortalama ham ipek fiyatları ve fiyat artışları, 1557-1639 (lidre başına akça olarak) Tilani Kenar (düşük kalite) Tisaki Arnavutluk Trablus 93-100 49-77 57 72-80 80 Not; Bir lidre= 100 dirhem veya 320.7 gram Kaynak; Çizakça (1980) temel alınmıştır. 1603, 1622 ve 1637 yıllarında gözlenen olağanüstü fiyatlar, herhalde doğu cephesindeki çatışmaların sonucuydu. Halep’ten gönderilen Venedik raporlarında da, savaş halinin yol açtığı bir darlık anlatılıyordu. Özetle, üç ayrı dönemden söz etmek mümkündür. 1470-1580 arasında ortalama fiyat lidre başına 70 akçe, 1580-97 arasında 200 akçe, 1597-1639 arasında ise 320 akçe’ydi Tablo I;51) Öte yandan gümüş akçe’nin altın karşısında yaşadığı enflasyonu hesaba katacak şekilde düzeltilmiş fiyatlar üzerinden hesaplanan gerçek artışın, hem İran’dan yapılan ithalattaki azalmadan, hem de Batı’dan talebin hızla artmasından kaynaklandığı düşünülmelidir. Vergi Gelirleri Devlet hazinesi ham ipek ticareti üzerindeki vergilerden büyük gelir sağlıyordu. 1570 tarihli bir kanuna göre, her 30 lidre ya da yaklaşık 9,6 kilo ham ipeğe 104 akçe vergi isabet ediyor ve alıcı ile satıcı arasında eşit olarak paylaştırılıyordu. Bu vergi lidre başına 1,5 veya 2 akçe üzerinden hesaplanmaktaydı. Ayrıca, yük başına bir altın (60 akçe) olarak alınan bir simsarlık vergisi ile bir yük ham ipekten 6 guruş olarak alıan bir yasakiyye söz konusuydu (o sırada bir yük, 550 lidre kabul ediliyordu). Bütün bunların toplamı (yük başına ) 2.200 akçe’yi buluyordu. 1589’a gelindiğinde bunlara kassabiye olarak bilinen ve her yüz akçe değerindeki ham ipekten bir akçe olarak alınan bir vergi daha eklenmişti. Bir yük ham ipek ortalama 38,500 akçe’ye satıldığından, 1589 yılı itibariyle vergi yükü top- 46 lam değerin yüzde 6.7’sini buluyordu. Ham ipek Osmanlı gümrüğüne ulaşmadan önce, onbeşinci yüzyıl sonlarında Akkoyunluların egemenliğindeki İran topraklarında çeşitli vergilere tabi idi. Bunların toplamı da 234 akçe kadardı. İster Müslüman, ister gayrimüslim olsun Osmanlı tebaasının gümrük vergisi ödememesine karşılık, gayrimüslim yabancılar bir de gümrük vergisi ödemek zorundaydılar. 1500 dolaylarında gayrimüslim yabancılar (İtalyanlar) için gümrük vergisi oranı ad valorem yüzde 5’ti. Ancak Osmanlı tabiiyetindeki Yahudi ve Hiristiyanlara tanınan gümrük vergisi muafiyeti yabancıların ihracatı yararına hile ile kötüye kullanıldığından, 1521’de sultan onların da gümrük vergisi ödemesini emretti. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Prof.Dr. Mustafa İsen Lam’i nin Bursa Şehrengizi Bir şehrin güzellerini ve güzelliklerini tasvir amacıyla yazılan eserler şeklinde tanımlanabilecek olan Şehr’engiz türü, Türk Edebiyatına has bir edebi nev olup Priştineli Mesihi (ö.924/1518) tarafından icad edilmiştir. Mesnevi nazım şekliyle kaleme alınan şehr-engizler, Mesihi’den sonra edebiyat dünyamızda bir anda moda olmuş ve özellikle 16. Yüzyılda çokça görüldükten sonra, 18. Yüzyılda sanat âleminden çekilmişlerdir. Eski Edebiyatımızın eserler hazinesinin bir bölümünü meydana getiren Şehr-engizlerin bir kısmı sadece bir güzeli ele alıp anlatırken, bir başka gurubu onları topluca değerlendirir. Bir diğer bölümü ise konu olarak şehrin güzellerini değil güzelliklerini seçmiş ve yörenin gezilip görülecek yerlerini ele alıp işlemiştir. İşte Lâmi’i’nin şehr-engîzi bu sonuncu gurubun en dikkate değer örneklerinden biridir. Çoğunluk şairlerin, doğup yetiştikleri yörelere bir hemşehrilik borcu olarak yazdıkları şehr-engizler, biraz da bu yüzden daha çok bol şair yetiştiren şehirler için yazılmış, bir başka ifadeyle Osmanlı devletinin önemli 47 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi kültür merkezleri, öbür şehirlere oranla daha çok şehr-engizlere konu olmuşlardır. latmak amacıyla kaleme alındığı için yörenin güzellikleri tasvir edilmiştir. Bu yüzdendir ki zaten sayıları elli civarında olan şehr-engizlerden on adetten fazlası devletin birinci sınıf kültür merkezi olan İstanbul için kaleme alınmıştır. Fakat bu tasvirlerde şair zaman zaman onlarla özdeşleşmekte ve anlatım tarzı, itibari bir şekle dönüşmektedir. Osmanlı devletinin kuruluş devrine ait tarihi anıtları, dillere destan kaplıcaları, özellikle de tabiat güzellikleriyle Anadolu’nun her zaman en önemli şehri olmuş ve bu hususiyetleriyle yerli yabancı hemen tüm seyyahların yazılarında tasvir edilmiş Bursa’nın şehr-engizlere konu olmaması düşünülemez. Bütün bunların yanında 16. yüzyıl sonuna kadar Osmanlı devletinin birinci, bu tarihten sonra da İstanbul’un ardından ikinci en çok şair yetiştiren şehir olması Bursa’nın şehr-engize konu olmasını gerektiren bir başka özelliğidir. Teorik plandaki bu görünüm pratik olarak da gerçekleşmiş ve Lami’i’den başka, İshak Çelebi (ö.944/1537), Aşık Çelebi (ö 979/1571) Halilî, Mânî (ö.1008/1599) Nazük Abdullah (ö.1098/1686) ve Belîğ İsmail (ö. 1142/1779) Bursa ile ilgili şehr-engiz yazmışlardır. Lami’i’nin şehr-engizinin hangi tarihte yazıldığı belli değildir. A. Sırrı Levent Vezir-i azam İbrahim Paşa’yı övmesinden hareketle yazılış tarihi olarak 929/1522 yılını teklif etmektedir. Şehr-engiz 27 Sefer 1288’de Bursa Hüdavendigar matbaasında basılmıştır. Bu baskıda giriş bölümüyle padişahların anlatıldığı kısım tümüyle, diğer kısımlar da bir ölçü gözetilmeksizin yer yer atlanmıştır. Şehr-engiz ayrıca Almancaya çevrilmiş ve Viyana’da basılmıştır. (Pfizmair, Verhenrlichung der Stadt Bursa, Vien 1839) Lami’i’nin şehr-engizi yazılış amacı ve ele aldığı konular açısından türün diğer örneklerinden farklılık gösterir. Şehr-engizlerin asıl konusu güzellikleriyle “Şehirde fitne koparan” güzellerin anlatımıdır. Oysa Lami’i bize şehrin güzellerini değil güzelliklerini anlatır. Zira devrin padişahı Kanuni Sultan Süleyman Bursa’yı ziyaret edecektir. Şair, padişaha kendince bir hediye sunmak ister ve söz incilerini derleyip onları padişahın önüne saçar. Şehr-engiz padişaha Bursa’nın gezilip görülecek yerlerini an- 48 Şehr-engiz eski kültürümüze ait eserlerin klasik formuyla, yani bir münacatla başlar. Dini düzene dayalı Osmanlı devlet yapısı içinde en büyük güç olan Allah’ı ululadıktan sonra şair, yazdıklarının değerli kılınması için O’na yakarır. Uygun bir geçişle övgü naat olarak, bu kez de Hz. Peygamber’e yöneltilir ve ondan da bağışlanmasına yardımcı olması dilenir. Bundan sonra şair, eseri niçin kaleme aldığını açıklar; Dünya padişahının Bursa’yı ziyaret edeceği haberleri duyulmuş. Şair bu vesileyle padişahı uzun uzun övdükten sonra bize onu adıyla da açıklar; Diyem kimdir sana ol Şâh’ı devrân Yidi iklîme hân Sultân Süleymân Padişahı ise hiyerarşik yapının son halkası olan vezir izler; Kader dün gün murâdun eyler inşâ Nizâmü’l mülk İbrâhim Paşa beytinden onun da İbrahim Paşa olduğu anlaşılır. On beş beyitlik giriş bölümünü Uludağ’ın övgüsü izler. Burayı çeşitli tasvirlerle bize anlatan şair, daha sonra dağdaki ve eteklerindeki suyu güzel kaynaklarla vadileri ve mesire yerlerini teker teker ele alır. Bunları, Kırkpınar, Monla Alanı, Sarı Alan, Ab-ı Hayat Pınarı, Sultan Yaylası, Tekür Alanı, Elma Çukuru, Kestane Çukuru, Doğlu Baba Yaylası ve diğer yaylalardır. Şair, Muhassal kangı yaylağın idem yâd Ki her bir sahnıdur bir cennet-âbâd diyerek çaresizliğini ve tercihteki güçlüğü belirtir. Bu bölümü medrese ve tekkeler izlemektedir. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi 49 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Daha önce dağ eteklerinin hiristiyan keşişlerince işgal edilmiş olduğunu söyleyen şair, Bi- hamdillah ki şimdi ol diyârı Makâm-ı ehl-i İslâm itdi Bâri diyerek yörede bilim ve tasavvufla uğraşanlara uygun yerler hazırlandığını belirtir. Şeyh Taceddin dergahı bunlardan biridir. Dağ etekleri, Kaplıkaya vadisi, Çamlıca Ayazma, Musa Baba Meydanı, Gökdere vadisi, Abdal Murad alanı, Sarnıç alanı daha sonraki bölümlerin başlıklarıdır. Kale ve Pınarbaşı’nın tasviri bunları takib eder. Kale tasviriyle bakışını dış çevreden şehre yönelten şair, Bursa’daki padişah sarayını ve şehrin kenar semtlerini anlatır. Bu bölüm Bursa’nın manevi fatihi Emir Sultan külliyesinin tanıtımıyla devam eder. Şeyh Abdüllatif el-Kudsî ve diğer meşayih zikredildikten sonra Bursa’yı rüya şehir kılan diğer camiler anılır. Bursa camileri söz konusu edilince akla ilk gelen Ulu Cami olacaktır. Lami’i burayı “Bursa’nın göbeği” olarak tanımlar ve Budur var ise cennet dir görenler Ki çıkmağ istemez ana girenler diyerek övgüsünü sürdürür. Cami’in nakış ustası olan nakkaş Musa ile içindeki havuz da bu övgüden paylarını alırlar. Cami’in güzel sesli müezzinleri de ayrı bir bölüm halinde zikredilmişlerdir. Bundan sonraki bölüm, Bursa’da türbesi olan padişahlara ayrılmıştır. Sultan Osman, Orhan Gazi, Sultan Murâd, Yıldırım Bâyezîd, Süleyman Şâh, Musa Çelebi, Çelebi Sultan Mehmed ve II. Murad burada yatan padişahlardır. Bilindiği gibi Osmanlı Padişahlarının mezarları sadece Bursa ve İstanbul’dadır. Lâmi’î Çelebi Mehmed’in dillere destan yeşil türbesini, Nazîrün görmemişdür çeşm-i devrân Kurulmuş sebz çadırdur felek-sân şeklinde över. Bu bölümü izleyen “mev’ize” başlıklı kısımda ise şair, dünyanın geçiciliğinden söz 50 ederek şu mesajı vermek ister. Evreni titreten bu güçlü isimlere kalmayan ve onlara bir yarar sağlamayan dünyaya bel bağlama. Bu dünyanın sonu ölümdür. Şehrin imaretlerini de şehrengizine konu yapan şair, Bursa’nın pazar ve çarşılarıyla, bezzâzistanı ve çevredeki bağ bahçeleri de ihmal etmez. Tarih boyunca Bursa denince akla hep kaplıcaları gelmiştir. “Hüdâyî Hamamlar” başlığı altında bunları ele alıp değerlendiren şair, bu bölümü takiben şehri geometrik dilimlere bölen akarsuları anlatır. Sıra Bursa’nın mevsimlere göre aldığı görünümlere gelmiştir. Lami’i Bursa’nın baharından başlayarak yazını, sonbaharını ve kışını anlatır. Şair sonuç bölümünde padişahı yeniden övüp kendi perişan halini de dile getirdikten sonra şehrengizini tamamlar. Lami’i’nin Bursa şehr-engizi edebiyat tarihi kadar sosyoloji, etnoloji gibi ilim dallarıyla uğraşanları hatta şehir tarihçilerini ve coğrafyacıları yakından ilgilendirecek zengin malzeme ihtiva etmektedir. Dikkatle incelendiğinde, eski toplum hayatımızı, fazla sanat endişesi taşımadan kaleme alınan bu tip eserlerde daha net ve daha kolay bulabiliriz. Burada metni verilen şehr-engiz, Ali Emiri Ef. Manzum Eserler (Millet ktp) 380 numarada kayıtlı Lami’i Çelebi Divanının yazma nüshasının sonundaki 22 varak tutarındaki kısımdır. Sizi 16. yüzyıl Bursa’sıyla karşı karşıya bırakmadan önce, eski eserlerimizde gelenek olduğu için farsça yazılan başlıklar dışında dilin genellikle sade olduğunu belirtelim. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi 51 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi 52 BİSMİLLAHİR RAHMANİRRAHİM RİŞTE-İ TESBİH-İ KELÂM-I KADİM Bana dâm itme nazmum dânesini Pür efsûn it sözüm efsânesini Şehrengîz-i Mevâzi’i şerîfe- Burusa Sânehallahu Taâlâ ani’l- be’sâ Ne nakşı kim nigîn-i cânda kazsam Ne sûret kim gönül levhinde yazsam İlâhi sanadur dün gün penâhum Kapundan gayri yokdur secde-gâhum Şerif adunla dün gün skke-dâr it Senün yâdunla pür-nakş u nigâr it Cihânun şâhısın şehler sana kul Hakîkat cümle âlem sana meşgûl Çerâğ it nûrunı hayret düninde Şef’it Ahmedi haclet güninde Kamu cûdunla bulmışdur vücûdı Sanadur cümle eşyânun sücûdı Ki nûrı reh-nümâ-yı enbiyâdur Cemâli şem-i cem’i asfiyâdur İden her yirde nûrundur tecelli Viren dün gün şuhûdundur teselli Nübüvvet içre zâtıdur cihângîr Livâsı olsa tan mu âsümângîr Felek peymâne-i feyz-i nevâlun Melek pervâne-i şem-i cemâlun Sufuf-ı enbiyânun pişvâsı Sunûf-ı afsiyânun reh-nümâsı Tokuz gerdûna nûrundur viren tâb Yidi deryâ senün feyzünde garkâb Vücûdı kimyâ-yı hâk i adem Gubân âb-rû-yı arş-ı a’zam Yanar pervâne şevkun birle şem’a Salar mihrün çerâğ-ı mâha lem’a Kelâmı câmi-i âyât-ı hikmet Dil ü cânında zikr ü fikri ümmet Zuhûrun şems-i a’lâdan ıyândur Butûnun sırrı-ahfâdan nihândur Safâ subhına handân rûyı garrâ Fenâ şâmına müşkîn mûyı turrâ Şehinşâhısın iklîm-i vücûdun Sipeh sâlarısın mülk-i şuhûdun Ruhundan mihr ü meh câmı mücellâ Ziyâsından felek sahnı mühella Beyândan taşradur tevhîd-i zâtun Iyândur gerçi gün gibi sıfatun Hüdâyâ Mustafânun hürmetine Cemî-i enbiyânun izzetine Çü sığmaz vahdetün akl ü hayâle Düşerme cânunı fikr-i muhâle Yüzüm lutfun suyından tâze eyle Sözüm gûsın bülend âvâze eyle Dilümden perde-i pindân ref’it Gözümden zulmet’i ağyârı def’it Ne yüzden eylesem medh-i mecâzı Keremden kıl hakîkat perde sâzı Yüzin âyinemün aç pür safâ kıl Sözüm efsânesin ibret nümâ kıl Mübeddel olmadın kâfura müşküm Safâ feyziyle ter kıl cân-ı huşkum Ma’âni âleminden vir haberler Koma sûret hicâbından eserler Çü buldum Lami’î nâmiyle unvân Dilüm lem’anla kıl hurşîd-i rahşah Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi 53 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Şu gün kim arz ola ser cümle nâmem N’ola afv itse fazlun sehv-i hâmem Dem-i cânperveri odı gül eyler Gülin nesrin ü dudin sümbül eyler Benümdür cürm ü taksîr ü hatâyâ Senundür fazl u ihsân u atâyâ Düşerse katre mikdâr ağzı yarı Kılur şûrâb iken sükker bihârı SEBEB İ TAHRİR-İ İN DEFTER Ü MİTHAT-İ ŞEHRİYÂR-I HEFT-KİŞVER Ü TAHİYYET-İ ASAF-I CEM HİMMET Ü ÖZR-İ TAKSİRHİZMET Helâk eyler zemini na’l-ı rahşı Gubâr-ı pâyı çarhun tâc-ı bahşı Celi y cân saç dilünden dürr ü gevher Çün aldun makdem-i şehden haberler Elünde gerçi kim sim ü zerün yok Velî pâyün çeker bir hem serün yok Bugün mizân-ı tablundur güher sene Sehunden harcanursın genc-i bî-renc Girü söz dürcin it pür dün-i şehvâr Nisâr it pâ-yı şâha baş urup var Haber aldun ki şâhenşâh-ı devrân Gelürmiş Bursa şehri ide seyrân Salup zıll-ı sa’âdet- güsterini Temâşâ itmegiçün her birini Dilermiş bu diyârı ide teşrîf Ki olmış bâğ u rağı cümle ta’rîf Mukarrerdür kılur şâh-ı felek-fer Nazardan seng ü hâki la’l u gevher Belî toprağ okur ol yir semâya Hümâ-ves salsa her bûn üzre sâye Hakîkat hâk-i pâyı kîmyâdur Cihân u cân gözine tûtiyâdur Aceb mi bulsa andan menzilet hâk Ki hakin sürme eyler çeşm-i eflak Kadı her yirde olsa sâye- göster Serâpâ olsa hârâ böyle at’ar 54 Diyem kimdür sana ol şâh-ı devrân Yidi iklîme hân Sultân Süleymân Cihânün hüsrev-i sâhib-kırânı Zamânun dâd-bahş u Kahrâmânı Urup küffâra tîği kahr-ı dağın Eritdi bağrunun su gibi yağın Sa’âdet tahtınun sâhib-külâhı Bir ednâ kulı Mısrun pâdışâhı Kef-i dürpâşı deryâyı sayar kef Güneş yanında bir füls-i müzahref Demâdem rezme Rüstem bezme Cemşîd Hemîşe hazme gerdûn azme hurşîd Hâyât-ı âlem ü cân-ı cihândur Tokuz ataya dek hân ibn hândur İlâhî bu şeh-i gerdûn penâhı Serâser kıl cihânun pâdişâhı Derûnın gün gibi rûşen Nihâd it Felekler döndügince bermurâd it İdüp zât-ı şerîfin ber-selâmet Müselsel eyle devrin tâ kıyâmet Felek-veş eyleyüp erkânın ihkâm Zemîn turdıkça kıl izzetle berkâm Husûsâ âsaf-ı cemşîd-râyi Zamânun dâver-i fermân revâyı Ki fikridür müşîr-i dîn ü devlet Vücûdıdur zahîr-i mülk ü millet Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi 55 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Halîl-i şehriyâr-ı mülk ü dîndür Cihân içinde cân gibi güzîndur Bugün söz gevherindensin haberdâr Sözüne kim kulağ olmaz sadef- vâr Kapusu Ka’be-i hâcât-ı âlem Harîmi çeşmesidür âb-ı zemzem Belâgat kûyına ur yine çevgân Semend oynat senündür şimdi meydân Kader dün gün murâdın eyler inşâ Nizâmü’l mülk İbrâhîm Pâşâ Ney-i hâmendür âb-ı fayze mûzâb Şeker sözlerle şâhı eyle sîrâb Cemâlinden firûzân baht u ikbâl Bugün hâk-ı deridür carh-ı iclâl Egerçi zerre gibi hâk-ı rehsin Velî hurşîd-veş meddâh-şehsin Ayağı tozına meh müşteridür Felek firûze-i engüşteridür Bugün gerçi elun bî sîm ü zerdür Dilün Bursa gibi kân-ı güherdür İlâhî devletin dün gün kıl efzûn Adûsın eyle her dem zâr u mahzûn Başından başla medh it kûhsârın Ne tenhâ kûhsârın her kenârın İdüp hâsıl murâdâtın kemâhî Cihân durdukça bulsun kurb-ı şâhî Ne anun gibi var kûh-ı felek çehr Ne Bursa gibi gök altında bir şehr ÂGÂZ-I ŞEHRENGÎZ DİLÂVÎZ 56 BE EFSÂNE-İ NİHÂD-I BÜNYÂD-I MİDHAT BE ETVÂR-I KÜHSÂR-I FELEK RIF’AT Gel iy murğ-ı nevâ sene ü hoş âvâz Girü sözünle ol uşşâka demsâz Ne kûh irmiş zühâl bâmına başı Şıkest itmiş mehün câmını taşı Derûnden tutuşup fânûs-ı girdâr Demün pür âteş it koknus-ı girdâr Zemîn üstünde çarh-ı bî-sütûndur Felek yanında tonmış bir dütündür Dilündür şehr-i Bursa gibi püz sûz Duhanunda feleklerdür siyah rûz Muhiti devri tokuz asumanca Topınun merkezi iki cihânca İki köynüklu cânsız âlem içre İki yanmış yakılmış sîn gam içre Bu sengîn kadr ile ol kûh-ı fâyık Nigîn-i hâtem-i çarh olsa lâyık Getür hemşehrilik hakkın yirine K’işidüp Mısr u Şâm anı yerine Uçan seyli önünce seng pâre Olur bin bur u hâru yüz hisâra İdüp ser cümle hâlin şâha ta’rif Felek-sân yirlerini eyle tavsîf Olup her kulle sengi cedye pâye Ser-i cevzâya salmış şâhı sâye Açup efsâne bâbın eyle efsûn Şehün şevkını dilden kılsun efsûn Kılalinde görinen subh-ı âsâr Degüldür berk iy yâr-ı havâ-dâr Beyânun rehber olup itsün irşâd Sem’â ehlin safâdan eylesun şâd Felek âcine urmuş tiği sühan Yığılmış rîzeler mânend-i kûhân Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi 57 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Meger ol kullelerdür çarha hemser Ki dün gün tal’atidür subh-i Enver Akar her kûşeden bin çeşme rahşân Biri ol çeşmenün mihr-i dirâhşan Ya bir üştur durur sermest ü girgîn Dehânı pür kef olmuş kulzüm âyin Aceb cullâbdur ol çeşme-i nûr İçenler âb-ı kevserden elin yur Zemîn puhtisin itmiş zîr-i râz ol Felek piline kesmiş inüben yol İden ol sâfi mirâta nigâhî Felekler seyrini eyler kemâhî Havâ üzre belâ mığına benzer Yire inmiş kazâ tîğine benzer Riyâzât ehli gibi gözleri yaş Kanâ’at birle basmış bağrına taş Serâpâ gün gibi pür tâbdur ol Felek üstinde bur-ı âbdur ol Libâsı Hızr u tavrı kurb-ı eflâk Niyâz içre başı uryân yüzi ak Felek âyin zeberceddendür ol tağ Cihânda alnı açıkdur yüzi ağ Serâser andan idüp dehri seyrân Olurlar kulesi seyrinde hayrân Görür andan seher olan sabâ-hîz Tulû-ı âfitâbı ibert engîz Meger ol kule olmağın semâ-sâ İdinmiş anda menzil kavm-i îsâ Kim eyler vasf-ı kadrin ol mekânun Demi rûhu’l –kudüsdür elhak anun O şeyhun kim tutarsa dâmenin berk İder dilden hevâ-yı âlemi terk Dili feyyâz-ı âlemden urur dem Okur her ceşmesi hurşîdi bî-nem MİDHAT-I SAHN-I KIRKBUNAR DER DÂMEN-İ AN KULLE-İ NÂMDÂR Dilâ bu hâk-ı pây-ı Hızra yüz sür Öninde âb-ı hayvândur akan gör Çihl sanman nınarın ol kenarın Yüzi suyıdur ol yir her diyarın 58 Alur tâbını andan cân-ı mahrûr Revân-ı mâverddür yâ ayn-ı kâfur Cemâli berk urur mânend-i mehtâb Yanar âyinedür par par degül âb Ruhundan gün hased odına yanmış Felekler dûd-ı hasretden boyanmış Gamından Nîl ü Ceyhun kana yunmuş Gögermiş rûy-ı süsen serv uğunmuş Yirin âb-ı hayâtun zulmet itmiş Furat u Nîle şûri töhmet itmiş Sürür zincirini sermest ü şeydâ Vücûdı gark-ı aşk olmuş serâpâ Aceb aşıkdur ol mah-ı dil firuz Döginür taşlar alıp şeb u rûz Temâşâ iden ol âbı kemâhî Bulur her yirde bir havz-ı İlâhî Meger cân ırmağıdur dikleş ol su Perî girdâr mâhiler ile memlû Ne mâhi her biri bir gayret-i mâh Kamu tâbende dil şâm u sehergâh Çekilmiş laciverdiyle hutûti Konulmuş la’l-i ahmerden nukûn Dil-i deryâaya her biri salar şûr Bu hasretden kadid olmuş sakankur Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Buhûr eyler k’asdâğı’l-kevâ’ib Kamusı mâh-ı tal’at serv-ı kâmet Hirâmân dil-rubâlardur kıyâmet Gören süsenlerinden vasf-ı hâli Keser âzâdilekten kil u kâli Vefâ azminde cem-i âşinâdur Sefâ bezminde şem-i rûşenâdur Direnler gök çemenden lâciverdin Bihiştün gâhe saymaz surhverdin Temâşâ eyle sun’ı lâyemûtı Kılur hâk üzre arz burc-ı hûtı SIFAT-I ŞÜKÛH VÂDİHÂ-YI AN KUH-I PÜR Sürenler su gibi rû sa’terine Kapılmaz sebze-i huld-ı berîne Temâşâ eyleyen ezhâr-ı berfin Nücum âyin sanür envâr-ı zarfın Tolanıp su gibi seyr itsen iy yâr Bu kûhsârun aceb vâdileri var Gelür buy-ı cinan çiğdemlerinden Saba pür anber olur demlerinden Ne vâdi her biri bir kân-ı mermer Tolu billurdur âyine manzar İder şehbâzlar ol yirde şehnâz Kılur kebk deriler anda pervâz Celidin sanma anun ab-ı beste Yir üzre çarh-ı şimündür şikeste Neva-yı can gelür tihularından Gönül sermest olur âhularından Gören her birini berf ile memlû Sanur kim berk urur mehtâbdan su Akup her yana cennet cûybârı Felek mânend kılmış sebze zârı Olub deryâçe yir yir pây-ı her mâ Görüp salmış kilimin suya sermâ Olup sîrâb-ı feyzinden ol etrâf Behiştî sebzeler birle urur lâf Felek veş kân-ı mehtâb-ı dil firûz Seher hayrân-ı yehdânı şeb u rûz ARSA-İ ÂB-I HAYÂT Zemîn sahn-ı ruhından gül gül olmış Devâyir çiğdem ü pür sünbül olmış Husûsâ arsa-i âb-ı hayâtı Ebed sersebdür Hırz nebâtı Muhît olmış semâ’ından digergûn Kararmış hayretinden rûy-ı gerdûn Oluklarla sular leb ber-leb olmış Hiyâzı Kevsere hem meşreb olmış Midâd olsa bihâr eşcâr aklâm Bu vasfun binde biri olmaz i’lâm Aceb mi olsa ol yir Adna hemser Anun bir eşmesidür âb-ı Kevser MİDHAT-I ALAN MONLA ALANI VE SARU Alefzarı seraser müşk ü sünbül Gezup ahüları otlar karanfül Alanlardur girü mânend-i devrân Virür vüs’atleri nüh çarha meydân Münevver itmegin al-ı fenarı Gören cennet sanur ol hoş diyârı Zümürrüd gibi ferş-i sebze zârı Kılur âşufte çarh-ı zernigârı Benefşe anber-âsâ her cevânib Egerçi şimdi ol sahn-ı feleksân Olupdur kalb-ı âşık gibi virân 59 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi YAYLAĞ-I SULTÂN Anun altı girü bir sahn-ı dikleş Ki dün gün sebzezândur felekveş Şeref bahş olmağın ol sahn u meydân Komışlar adını Yaylağ-ı Sultân Nesîminden seher müşkîn nefesdür Demi şebhîzler cânına besdür Salar ayı muhitun canına cuş Kılur mihri Furatı halka dergüş Çemenler subgat etmeden boyanmış Semenler hâbgâhından uyanmış Ketûber nağmeger bülbül gazelhân Okur her murg bir mestâne destân MEDH-İ TEKÜR ALANI VE ELMA ÇUKURI FUNDUK VE KESTANE ÇUKURI VE GAYRIH Mukâbil yine bir yanı o kûhun O sahn-ı hurrem u gerdün şükûhun Aceb yaylaklardur cennet âyin Havası cân-fezâ enhâri şîrîn İlâhâ sâyebân her bir dırahtı Zebercedden felek-veş taht u rabtı Çerâgâhı ki pür cedi harneldür İrem gülzârı gibi bî-bedeldür Akar her kûşeden bir âb-ı dilcû Kurulmuş bezm ü sohbet-hâne her su Aceb sernâmedür Tekfur Alanı Degül Tekfur Alanı nûr alanı Kıyâmet arsası sahrâya benzer Çemenler Cennetü’l- Me’vâya benzer Biri anun makâm-ı hâce-zâde Hak itsün rahmetin her dem ziyâde Komışlar adını Elma Çukuru Ki seyrinden bulur diller sürûn 60 Virilmiş halka i’lâm içün iy cân Ana Funduk buna Kestâne unvân YAYLAĞ-I DOĞLU BABA Niçün yâd itmeyen Doğlu Babayı Cihân andan kılur kesb-i hevâyı Ki olmuş anda yirden çarha hem-ser Misâl-i Sidre eşcâr-ı sanavber Açup gerdûnda şehperler melek-vâr Ururlak rak tâvus-ı felek-vâr Çün ol Hürrem zemîn er meşhedidür Harîmi per erenler merkadidür Olup perr-i melâyik anda cârû Su gibi hâk-i pâki gösterür rü Çerâğından fitil-i subh-ı handân Meh ü hôr sofrası içre iki nân MEDH-İ YAYLAKHWÂ-YI DİGER Muhassal kangı yaylağın idem yâd Ki her bir sahnudur bir cennet- âbâd İdüp her çeşmesinden çeşmeler cûş Muhîtun eylemiş cânını medhûş Terân-ı dûd ile murğân-ı dem-sâz Kamu berbat nevâz u bülbül âvâz Ne tan ol kûh-i pîri bu hevâlar Cuvân dil itse her dem tâze vu ter Meger âb-ı hayâtından içüp su Kılur tecdid-i ömri Hızr-vâr o Olubdur hak budur ol hoş hevâlar Dern-i cân-perver-i Îsâ’ya mazhar Egerçi ol cebeldür ehremen-ten Velî demler urur rûhu’l-kudüsden Anuncun millet-i Îsa’ya ol câ Meh ü sâl oldı zir-i âsumân-sâ Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi 61 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi MECÂLİS-İ ERBÂB-I MEDÂRİS Bi hamdi’llâh ki şimdi ol diyârı Makâm-ı ehl-i İslâm itdi Bâri Olup bir yanı ilm ehline yaylağ Kılurlar cem olup tağ üstini bağ Açarlar arsa-i cennet havâli Yaparlar çarh-veş hücûrât-ı âlî Olup her çâr-tâk eflâke hem-ser Suhub-veş gösterürler sâye-bânlar Meger ol kûhdur deşt-i Buhâra Ki ilm ehlinde mecma’dur her ârâ Okurlar ders iderler bahs-i ilmi Kılurlar kesb-i fazl u kadr u hilmi Gehi ilm-i netâyic geh vesâyit Gehi fikr-i mürekkep geh besâyit Kelâmı her birinün pür me’âni İderler sırr-ı hikmetden beyânı Cihân müşkilerin tefsîr iderler Hakîkat sözlerin tahrîr iderler Uyarup her gice encüm çerâğın Eridürler gam ile sîne yağın Sebak alur beyânından melekler Döner kikli sarîrinden felekler 62 Niyâz u uzlet erbâbına mi’râc Safâ vü vahdet ashabına minhâc Çeküp ser arşa tâk-ı hankâhı Felek üstinde hargâh-ı ilâhı Acep cennetdür ol tâk-ı felek-sân Ki cârûb anda zülf-i hûr u gılmân Burâk-ı cân iden akl-ı ma’âdi N’ola tavaf itse gerdûn nihâdı Binâsı hizmetin idüp mevâli Kılupdur ol yiri cennet havâli Meger kim Tûr’dur ol cay-ı hâcât Ki anda ehl-işk eyler münâcât Ne tan ol tağdan nûr-ı tecelli Seher veş kalbe virürse teselli İrüp eflâke andan bank-ı ezkâr Melekler yanılur tesbîhin iy yâr Çeken ser anda ceyb-i erb’îne Nazar salmazsınız huld-ı berîne Bakacak gibidün gün çarh-ı devvâr Ana olmuş havâ-dâr u kafadâr Bu kûhun hak budur fazlına had yok Serâ-tâ pây evsâfına ad yok METH-İ DÂMEN-İ KÛHSÂR EVSÂF-I RIBÂT-I BEHİŞ T-İRTİBAT Kİ DER ÂN KÛH ŞEYH TÂCEDDİN (kuddise sırruhu) BÜNYÂD KERDEEST BA’D EZÂN ŞEYH HÂCI HALİFE (Rahmetü’l-lah) ÂBÂD KERDE Tolayı dâmenidür çarh-ı girdâr Çemenler devrin eyler anda enhâr Husûsâ şol nbat-ı kuds-girdâr Ki ma’mur itmiş anı şeyhü’l- ebrâr Çemenden sffa her kestane altı Zümürrüd gönlegi pîrûze tahtı Şebih-i Ka’bedür gerçi fezası Misâl-i Kudsdür âb u hevâsı Kılur enhârı can âb-ı hayâta Felekler reşk ider hızr-ı nebâta Serâser nat’ın itmiş mihr-i zerdûz Felek mânend-dibâ-yı dil firûz Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Nukûş-ı kainâtı cümle hâvi İyân resminde eşkâl-i semâvi Cihân vaz’ı serâdan tâ süreyyâ Kılınmış anda bir bezm-i müheyyâ VÂDİ-Yİ GÖKDERE Ya ol vâdi-yi Nilün her kenârı Safâdan serhoş itmiş cûybârı VÂDİ-Yİ KAPLUKAYA Huruşu gûş-ı mahi eylemiş ger Hücûmından sararmış tal’at-ı hor Teferrücgâhdur Kaplukayası Ki vâdisinde yok aklun kıyâsı Derûni sine-ı aşık gibi sâf Uyunun mecma’ı vü menba’ı kâf Suyu cullâba benzer şehd ü sükker Havâsı müşk-i ter bûyi mu’anber Mezâkı şehd ü sükker gibi ehlâ Felekten şirbi vü meşrebde a’lâ Cinân vâdisidür elhak o vâdi Felek girdâr-ı hurremdür nihâdi Meger gökten iner ol nîl-i fer-câm Anunçün olmış ana Gökdere nâm Ko Çamluca Ayazmasın beyânın Ki mât eyler cinânun bûstanın İki şakkeyleyüp ol nehr şehri İdüpdür behresi sîrâb dehri Çemen zârı felekler egmesidir Sanavberler melekler dikmesidür O cûy Dicledür san Bursa Bâğdât Konulsa n’ola burc-ı evliyâ ad Her ağaç anda bir ankâ nişâne Felekler üzre turmuş âşiyâne Teferrücgâhdur erbâb-ı ıyşa Hevâ vü âbı cân-perver hemîşe SAHN-I MUSA BABA Uyunınun ki gerdün tâli’idür İçinden biri aynı-ı Lâmiî’dür Bugün Musâ Babadur sahn-ı gülzâr Yed-i beyzâsı Ak Çağlandur iy yâr Güneş dem-beste âbı gayretinden Felek ser-geşte cûşi hayretinden Seher bir dem nefes urmaz deminsüz Sağalmaz hasta canlar merheminsüz ARSA-I ABDÂL MURÂD Melekler zâyiridür meşhedinün Felekler dâyiridür merkadinün Yine Abdâl Murâdînün fezâsı Bakacak gibi hoş demdür hevâsı Anun şevkiyle olup cânı pur-tâb Sürür zincirini divâne-veş âb Zemînden hükm ider çarh-ı berîne Nigîndür kal’anun engüşterine Zülâlinün ki Ak Çağlandur adı Lebinden nazük ü terdür nihâdı Güneş evcin görüp düşmiş zevâle Felek-veş şehre olmışdur havâle Cemâl-ı efrûz-ı şem’-i büstândur Tutuk-bend-i arûz-ı gül-sitândur ARSAGÂH-I SARNIC Girü sarnıcudur ber sahn-ı âlî Güneşdür çeşmesi gerdûn havâli 63 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Serâser şehr eli altında düpdüz Düşüp pâyine sahralar urur yüz Ser-i hârâda gûyâ dürretü’t-tâc Şeref evcinde bulmuş kadr ü mi’râc Meger kevserdür âb-ı hoş güvâri Ki olmış ol bihişt içinde câri Selâtin-i tahtgâhı Mısr-vâr ol Felek âyin hisâr-i nâm-dâr ol Nazargâh-ı safâdur dide-girdâr Teferfücgâh-ı âlemdür felek-vâr MÂCERÂ-YI ÇEŞMESÂR-I BUNARBAŞI Kİ EZ PİŞGÂH-I KAL’A GEŞTE NÂŞI Pizar kim şâd olan hakdan revânı Aceb ma’mur u zeyn itmişdi anı Öninde Nîle benzer çeşme-sârı Başından avlamış seyr it bunarı Felek evcine irüp çârtakı Cihânı tutmuş idi tumturakı Revân tab u safâ- bahş u tarab-nâk Derîde ceyb u zeyi-i ismeti pâk Safâ-yı havz-ı pâk u pür-hurûşı Virürdi âşina yârâna cûşi Teni gülberk-i ter bir sîm-berdür Nazarda ömre benzer pür güzerdür Pür idi bâğı enva-ı fevâkih İderdi kalbi hayrân aklı vâlih Bürüdet günlerinde hâlis ü nâb Harâret demleri oldukda berf-âb Perîler servin idüp âşiyâne Safâ-bahş idi zıllı ins ü câne Safâ-yı tal’at âyine girdâr Ulu’l- ebsâra eyler arz-ı dîdâr Velîkin şimdi kalb-i Lâmiî-vâr Harâb olmışdur ol ser-cümle âsâr Kulûbun ana olmağın nigâhı Olubdur sahnı şehrün ıydgâhı İnâyet itse sultân-ı zamâne Olurdı yine çarh âyin nişâne İdüp dolablar su üzre devrân Kılurlar yir ü gök ehlini hayrân TASVÎR-İ KAL’A-İ ÂSÜMAN TEDVİR Salıncaklar olup mi’râca pâye Salarlar mihr ü mâh üstüne sâye Gören zeylindeki hısn-ı hâsini Budur dir âlemün rükn-i rakîbi Gül-i ter gibi baş koşup hevâya Döner meh-rûların topı semâya Çü kürsi gibi itmiş ana eyvend N’ola zâtu’ı-burûc olsa mânend SARÂY-I SULTÂNI Meger kim hafz içün ol şehri yekser Baş açup el götürmişdur bedenler Müdevver çarh-veş sûr-ı hisârı Muhît-i Kaf’a arz eyler vekârı Melekler eylesün diyüp tapular Göz açup râhlar görler kapılar 64 Sarây-ı şâhi nice eyleyem yâd Ki ol sahn-ı şerîf ü cennet-âbâd Harâb itmiş firâkı şehriyârun Gamından oda yanmış rûzgârun Elemden çeşmeler her yana giryân Dil-i âşık gibi murgânı nâlân Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Kemerler hasta hâtır hâle-girdâr Sütunlar serv gibi vâlih ü zâr Kusûr-ı bî kusûrdur felek sân Münevver câmlar mihr-i dırâhşan Nücum- âyin serâser cümle manzar Açup çeşmin kudûrm-i şâhi gözler Akar her hânesinden nice çeşme Ana nisbet güneş bir kuru eşme Felek-vâr ol seralardan nişâne Hemin bir kasr var arş-âşiyâne Ser-â-ser havzlardur bahr-i girdâr Saçar mâhileri meh gibi envâr Muhît-i havzı gerdûn gibi dâyir Zevi’l-ebsâr olur seyrinde hâyir Uyûn-âsâ ibâdethâneler pâk Ki mihrâbına ebr u tâk-ı eflâk Dırâhşan tal’atı sîm a ba benzer Safâ-yı cismi sûm-nâba benzer DER TEHİYYET-I RAVZA-I SEYYİD MUHAMMED el BUHÂRİ (Aleyhâ min nesemâti Rahmeti’l-Bâri) Beyaz çeşmdür ol havz-ı pür-zeyn Bu rûşen kasr içinde kurratü’l-ayn Müzehheb tâk-ı bezm-ârâsı anun Mutallâ ferş-i gerdûn-sâsı anun Hüner kiklin tutup itmiş hüner-kâr Derûm gibi taşın dahi zer-kâr Münebbet hatları mihr-i zer-endûd Derûni lâciverdinden gögün dûd Felek nakşinde meh renginde hayrân Ukûl-i halk nirenginde hayrân SEV D-I ŞEHR-İ HURREM-NİHÂD Anun altında şehr-i gird ber-gird Melâyik itse lâyik zikrini vird Sevâdı kurretü’l aynı cihânun Münevver çehresi zeyni zamânun Teselsül devr-i esvâkında zâhir Kalur resminde hayrân akl-ı mâhir Sipihr-âyin buyût-ı tâk-ber-tâk Cemâl ü hüsn içinde mihr-veş tâk Muhallâtı kamu pür zeyn ü ziynet Haremler her taraf butsân-ı cennet Husûsâ revza-ı Seyyîd Buhâri Mukaddes Ka’be kılmış ol diyârı Çerâğından yakar arş ehli kandîl Yüzini hûr ider ferşine mendil Siyâdet dâlidür tâk u revâkı Sa’âdet nûn kabrinün hitâkı Taşı âyine-i esrâr-ı hikmet İçi gencine-i envâr-ı rahmet Felek-vâr olmağa sahnı münakkaş Nihâliler döşenmiş Kehkeşân-veş Müyesser ola bir gün diyü dîdâr Urup divâre yüz kalmış durur zâr Sürüp cârû gibi rû taş işikde Komuşlar perdeler hoş baş ışıkde Alemler baş çeküp gerdûna yirden Kıyâmet kopmadın gelmişler irden Ki ol tubâ- hirâm ü sidre kâmet Vilâyet menba’ı kân-ı kerâmet Halîl-i Murtaza pûr-ıa peyember Şef-i müznibîn ü dine rehber Çeküp ser hâkden arz itse dîdâr Olalar baş üstünde hevâdâr 65 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Aceb mi kân-ı envâr olsa bâki Güher tolmış yatur sanduk-i pâki Görüp cûşin safâdan can dimişler Anuncün adın Akçağlan dimişler Bugün elkıssa ol kabr-ı münevver Ziyâret-gâh ı âlemdür mukarrer Egerçi sûretâdur âb-ı sâfi Velî hâsiyyetidür şehr-i sâfi Mutâf-ı ıns ü cândur Ka’be-âyin Mukaddes arsasıdur taybe-âyin Safâda olduğ içün menba’ı nûr Seher gün yüzini ol çeşmeden yur VASF-I-AN CÂMİ-I HURREM Kİ DER AN HAREM-I MUHTEREM ÇÜN KUDS-I MÜKERREM VÂKI ŞODEEST Yanında mescid-i aksâ o câmi Vilâyet ehline olmış mecâmi Ki her âyine topı bir kamerdür Kanâdili münevver hâlelerdür Gören ol türbeyile bu hârimi Överken Kâ’bedür dir bu hatîmi Ruhâmı sahnınun âyîne manzar Cilâsından tayınur bâd-ı sarsar Menân bulsa kandiliyle zîver Olur bir serv-i kad heykellü dilber Çü serv-i ravzadur ol şem’-i nevvâr Ne tan berk ursa andan her şeb envâr Bu kadr ile n’ola ol serv-i bâlâ Diraht-ı adnâ baş egmezse aslâ MEDH-I ÂN HAVZ-I DİL-CÜ VE ÂB-I REVÂN ÇÜN ZEMZEM Kİ DER ÂN HARÎM-Î MÜKERREM EST Harîminde akan şâzu’r revânı Safâdur kalbe şâd eyler revânı Hakikat Ka’bedür ol kabr-ı dil-cû Ki zemzemdür harem içinde bir su Lebinden ağ u şîrîn-ter şekerden Tıraş eyler keder nakşın hacerden 66 AHVÂL-I MÜCAVİRÂN-I BÂ-VEF DER ÂN HAREM-I PÂK Ü PÜR-SAF Mücâvirler alup devrini bâri İderler su gibi Kur’ân’ı câri Meger gül şâhıdur rahliyle Mushaf Ki bülbüller üşüp eyler müşerref Kılur her biri kaddin kâf-ı kûfi Bulur esrâr-ı Mushafdan vukûfi Zihî mecma’ki pür-ehl-i vefâdur Serâtâpâ semâ-ı pür safâdur Harîm-i kuda gibi devri anun Ziyâretgâhıdır halk-ı cihânun DU- YI ŞEYH ABDU’L LATÎF el KUDSÎ ve MEŞÂYİH-İ DİĞER Kİ DER KURB İ ÂN HAREM-İ MUHTEREM Ü PÂK ve DER CİVÂR-I ÂN HARİM-İ TÂBNÂK MEDFÛNEST (Kuddiset esrâruhum ve zâdet envâruhum) Anunçün hazret-i Abdül Latife Olubdur merkad ol arz-ı şerife Ne tenhâ ol güherdür anda mahzûn Firâvân genc-vâr ol yirde medlûn Dükenmez add olunsa evliyâsı Lisân-ı hâl olup söyler gıyâsı Kim eyler anlarun vasfın Hudâyâ Alâ sükkânihâ minke’ı tehâyâ Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi ZİKR-İ SÂYİR-İ MESÂCİD Ü ME’ÂBİD Nice medh eyleyen mescidlerini Ki cem’itsen cihân ağabeydlerini Budur var ise cennet dir görenler Ki çıkmağ istemez ana girenler Deguller şükrini kâdir edâ’ya Ururlar âciz olup yüz Hudâ’ya DER TAHSİN-İ AN HULD-İ BERÎN Kİ BÂHUTÛT-I ÂB-DÂR U NUKÛŞ-I TÂBDÂR NAKKÂŞ MÛS (Aleyhi’rrahme) TAHRÎR KERDEEST Olup minberleri mi’râce pâye Mahârîbi şikest irgürmiş aya Serâtâpâ nukûşı nakş-ı Erjeng Ki Mâni görse tahrîrin olur deng Müzeyyen her biri bir beyti ma’mur Felek-veş şem’ü kandiliyle pür-nûr Beyâz-ı mîmi çarha gurra-i nûr Sevâd-ı cîmi dehre tura-ı hûr TAHSÎS-I CÂMİ-KEBÎR-İ Bİ-N AZÎR Husûsâ nâf-ı şehr ol Ulu Câmi Matâf-ı âlemün devletlü câmi Biruni sahn-ı cennet gibi Gülşen Derûnı rûy-ı havrâ gibi Rûşen Atar her câmı pertev âsümâne Nazîrin görmemiş çeşm-i zamâne Olurken bu bihiştî kasr-ı manzûr Meger kim anda kalmış a’yûn-ı hûr Kemerler anda kim baş baş çatılmış Kemândur her biri ûri atılmış Asılmış bî-aded kandîl-i pür-nûr Şu â’ından kamaşur dîde-i hûr Görenler sahnını pür-şem’i rûşen Felekdür deyr nücûmiyle müzeyyen Kıbâbı pes okur tâk-ı semâya Salar kürsileri arş üzre sâye Sipihre râlan ebrû-yı dikleş Cinâne nûnları tâk-ı felek-veş Şafak gulgûnesinden surh-çehre Zer-i âbından alur hurşîd behre Beyâzından seher dem hande-rûdur Gögün nili gamından bağrı sudur Sevâd-ı hûr-ı ayne kurretü’l-ayn Cinân bustânlarına sebzesi zeyn TEVSİ-İ DÂYİRE-I MİDHAT DER BEYÂN-I ÂN HAVZ-I CENNET İçinde havz-ı kevserden münevver Dönüp devrin muhît olmış meh ü hûr Safâsı tal’at-ı cânâna benzer Münevver kalbe rûşen câna benzer Kılur Hızr’un dilini feyzi sîrâb Sanasın çeşme-i cândur urur tâb Felekler seyr idüp mihrâbı kaşın Ururlarsa ne tan pâyine başın Tolu şevk u safâdan sînesi mihr Arûs-ı-ı hüsninün ayinecis mihr Tokuz gök pây-gâh-ı minberidür Sekiz bâğ-ı cinân hâk-i deridür Safâsından gelüp mihr-i cihân-tâb İder gökden ana kendüyi pertâb Âlemler per açup ol minber üzre Salarlar sâye mihr-i haver üzre Cihân hâline olsun diyü vassâf Nazar kıl bugün ol âyine-i sâf 67 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Ruhi âyine usturlâb-ı girdâr Çeküpdür ankebutî perde iy yâr Melekler tâc unnur minberinden Felekler rahne dil küngürlerinden DER HOŞ-ELHÂNÎ MUKARRİBÂN-I ÇÜN KUMRİYÂN Fezâsı sahn-ı arş-âyin kuşâde Ruhâmı âsümandan sâf u sâde Hoş Elhânlar okur mahfilde Kur’ân Belî bülbül serâ olur gülistân Ne diyem fazlı bî-haddur bu şehrün Vucûdı mefharidür cümle dehrün Dem-i cân-bahş idüp diller alurlar Melekler işidüp hayrân kalurlar Olup nakl anda envâ-ı rivâyet Kelâm-ı Hak tamâm olur ri’âyet Sebak alur kamu câmi’ler andan Bulur zevk u safâ sâmi’ler andan Sanasın serv-i dil cûdur menân Ki olmuş çeşmeler pâyinde câri DER NİDÂ-YI HOŞ EDÂ-YI MÜEZZİNÂNINAĞME-ZENÂN Müezzinler nenân üzre dem-sâz Koparur neğmeler idüp ser-âgâz Olur şeytanlar ezânında gümrâh Kılur gâfilleri temcidi âlâh Menârrıdur meger ûd-ı kımârı Ki ol bülbüller eyler anda zârı Degüldür çün nihâl-ı sâye-güster Urup pâyine rû ol su ne ister O mâdan bulmağın neşv ü nemâyı Kadi yirden göge dikmiş asâyı Melekler âşiyân itmiş serini Gelüp gûş it felek bülbüllerini DER SALÂ-YI AHVÂL-i MUSALLÂ-YI MU’ALL Musallâsını kim eyler anun yâd Ki iyd eyyâmı olur mahşer-âbâd 68 NEZÂYİR-İ AL-İ OSMÂN (Aleyhimü’r Rahmeti ve’r Rızvân) Olup merkad selâtin-i Kadîme Aceb irmiş durur kadr-i azîme Olar sanma mücerred şâhlardur Vilâyet sâhibi âgâhlardur Kamunun gün gibi tîği çerâğı Cihân müşriklerinin bağrı yağı Aduvv safında bunlardır ser endâz Âlem vâr olsalar tan mı ser-efraz Bular iki cihânun begleridür Felekler hutbesinün minberidür Gazâ kûsın çü pür-efgân iderler Cihânun aklını hayrân iderler Alâyıkdan kesüp her birisi bend Bugün külli idüpdür Hakk’a peyvend Tevârih-i cihân kim pür-kasasdur Bu serverler beyânından hısısdur Selâtin-i cihân oldukça destân Gerek ser-defter olmak âl-i Osmân İner meşhedlerine her dem envâr Anunçündür ziyaretgâh-ı ebrâr Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi HAZRET-İ EBÜ’S- SELÂTİN SULTÂN OSMÂN-I FÂTİHÜ’D-DİN (Tâbe serâhu ve caele(l-cennete mesvâhu) Mukaddem fâtih-i dîn şâh Osmân Ki tîği idi küffâr üzre burhân İdüp lutfına Hakkun i’timâdı Acep cehd ile kılmışdur cihâdı Vücûdı saltanat ser çeşmesidür K’ânun nehr-i gazâ bir eşmesidür Olup dün gün cihâd emrine meşgûl Hakîkat fâtihidür Bursa’nun ol Bu deyr-i zulmet-âbâdı idüp nûr Manastır merkadından oldı ma’mûr HAZRET-İ ORHAN bin OSMÂN (ALEYHİ’R-RAHMETÜ VE’L Gufrân) Pes andan sonra Orhân bin Osmân Meh-i hurşâd-tal’at zıll-ı Yezdân Güneş gibi geküp âlemde şemşîr Cihân rûbehlerin sindürdi ol şîr Cihân halkını hulkı bende kıldı Adâlet çarhını tâbende kıldı HAZRET-İ SULTÂN MURÂD bin ORHÂN eş ŞEHİR BE HÜDÂVENDİGÂR (Rahmetu’l-lahi’l-Melik’l – Gaffâr) GÂZİ Şahâdet şâhı hod Gâzi Hudâvend Ki şâh-ı neslin itsün Hkk berümend Şehâdet birle meşhûd-ı cihândur Bugün kabri mataf-ı ins ü cândur Mutabbak câmi’idür çarha hemtâ Makâm-ı ilm ü Kur’ândur serâpâ İki tekbîrde ol şâh-ı âdil Görürdi Ka’be’yi dirler mukâbil Çü ser-pîç itdi emrine toğanı Du’â kıldı koruyup kaldı anı Dilersen bu kelâmun boş beyânın Alur istersen ol emrün nişânın Varup seyreyle Hürrem câmi’ini Sipihr-âsâ mükerrem câmi’ini Sevâd-ı dîlde gibi ins ü câna Kemer gâhında rûşen ol nişâne Salâh-ı mülk olup fikri şeb u rûz Çerâğ-ı dîni kıldı âlem efrûz HAZRET-İ ILDIRIM BÂYEZÎD bin SULTÂN MURÂD bin ORHÂN (Revveha’l-lahu ruhehü bi-nesayimi’l-fazli ve’lihsân) Çü dün gün açmış idi bezi içün el Ol urdı hayr bünyâdını evvel Tolandı çünki hurşîd-i tâbân Olup kâyim-mekânlı Ildırım Hân Kılup âli imâret yapdı câmi Dahi erbâb-ı ilm içün mecâmi Urundı gün gibi tâc u kemer ol Münevver kıldı dehri serbeser ol İkindi Bursa’yı çün taht-gâh ol Atası merkadin kıldı penâh ol Dili berk idi kılsa azm ü remzi Güneş sağır olurdı kursa bezmi Didi Zabuğa fermânına Boğdan Leh u Çeh oldı cândan bende fermân 69 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Harâc u baca kesdti şâh-ı Rusı Mutî itdi Freng ü Engürüs’ı İdüp işbu harâbı işret-âbâd Kılur yoğ idi neyden gayri feryâd Kılup gün başına bir feth-i Enver Ol itdi mülk-i İslâmı münevver Şu yüzden Hürrem idi devr-i gerdûn Ki ancak sâgar idi bağrı pür-hûn Bulup gün gibi tiğinden zuhuri Vilayet andan itdi kesb-i nün Olup sâgar-veş âhir telh-kâm ol Cem-âyin cândan itdi terk-i câm ol Cihân içinde âsârına hadd yok Salâbet içre etvârına add yok Burusa olmağın şâhâne melcâ İdindi türbe-i ceddinde ine’vâ Birisi ol rıbât-ı hayrun elhak Ki virmişdür cihân mülkine revnâk SALTANAT-I MÎR MÛS (Tayyeba’l-lâhu meşhedehü bi ne-sîmi’l-kudsî) Ulu Câmi durur kim geçdi zikri Bağışlar vecd ü hâlet kalbe fikri Pes oldı Mîr Mûsâ mülke sultân Yed-i beyzâsın itdi tîğ-i bürrân Birisi şol imâretdür felek tâk Felek tâkı gibi meşhûr-ı âfâk Cihân kahrı deminden câna geldi Hazârân ehl-i küfr îmâna geldi Çün ol âli binâdur câmi’ü’l hayr Olur pür nûr idenler gün gibi seyr Memâlik birle arz idüp salabes Siyâset birle saldı dehre heybet Biri dahi rıbât-ı ders-i dîndür Ki erbâb-ı kamu ehl-ı yakîndür İrüp nâgeh ecel sâhib-kırânı Aceb kıldı şikâr ol kahramânı Biri mezrâ içün dârü’ş-şifâdur Garîb ü bî-kes içün mültecâdur İdüp Bursa’da ol dahi karârın Kabûl itdi karındaşı civârın Eger olmasa havf-ı levm-i itnâb Yazardum her biri vasfında yüz bâb SALTANAT-I SULTÂN MEHMED bin ILDIRIM HÂN (Eyyeda’ilâhu rûbehû bi’r-Rızvân) Muhassal ol şehinşâh-ı felek-taht Cuvân-tâb u cuvân devlet cuvân-baht Pes andan sonra sultân oldı vâlî Vucûdı mülke virdi kadr-i âlî Olup sultân-ı bahr u hüsrev-i berr Kod toprağa âhir Bursa’da ser Şeref buldı ruhundan tâk u eyvân Kul oldı kapusunda mihr ü keyvân SALTANAT-I MİR SÜLÜMÂN bin ILDIRIM HÂN (Rahmetu’l-ilahi melikü’l-Mennân) Geçüp yirine oğlı Mîr Sülüman Cihânı yekser itdi bende fermân 70 İdüp ol dahi çok feth-i memâlik Serâpâ mülke tenhâ oldı mâlik Bu üç kardeş olup nevbetle sultân Müşerref oldı taht-ı Ildırım Hân Çoğ itdi gerçi devrân ihtişâmı Velî sultânla buldı i’tisâmı Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Virüp ser cümle iklîme karârı Kemâlin buldı şehlik i’tibârı Mükerrem türbelerdür pâk tıynet Behişti ravzalardur hûr-ziynet Nice yıllar kılup dün gün imâret Felek-sân yapdı bir âli imâret İdenler zâyir olup anı seyrân Kalur ziynetlerinde deng ü hayrân Ki va’zından hacildür tâk-ı hadrâ Güneş gibi cemâli âlem-ârâ İder her kubbe arz-ı zeyn-i gerdün Kamer eyvân güneş çetr-i hümâyun Meserret bahşdur seyrânı anun Hired mi’mârıdur hayrânı anun Sarıklardur seher gibi münevver Ki her tuğu şu’â-ı mihr-i Enver Husûsâ türbe-i gerdûn nitâkı Zümürrüddür kamu tâk u revâkı Nazîrin görmemişdür çşm-i devrân Kurulmuş sebz çâdırdur felek-sân Serâpâ câmeler zer-beft ü dibâ Felek veş birbirinden hûb u zibâ Ne halılar döşenmiş Kehkeşân-vâr Görenler perde-i bâbın olur zâr Taşından renk uğurlar çarh-ı ahdar Tayınur sırçasından pây-ı sarsar MEV’İZE Girü erbâb-ı ilm içün mukannen Felek-sân hücrelerdür pâk u rûşen Cihân-ı bi-vefadan akl u câna Yiter bürhân-ı ibret bu nişâna Eridüp anda her cân bağrı yağın Yakarlar encüm âyin dün çerâğın Beli bir dem açılsa ayn-ı ibret Cihân ahvâlidür ser cümle hayret Kılurlar rûz u şeb kesb-i fezâyıl Ulûmi dine iderler vesâil Kim almışdur murâdın bu cihândan Ki son dem el yumadı cism ü cândan VASF-I HAREM-İ MUHTEREM MURÂD HÂN bin SULTÂN ve MERÂKİD-İ FELEK-İ MEÂKİD-İ ŞÂHZÂDEGÂN (Aleyhimü’r rahmetü ve’l-gufrân ilâ inkirâzi’z zamân) Pür itsen la’l u gevherden hazîne Degül insâf idicek âb-gûne Harîm-i pâki hod Sultân Murâd’un O çarh-ı himmet ü âli-nihâdun O bilür neydügini asl-ı nâyün Ki yâridür hevâ-yı cân-fezâyun Kusûr-ı adnâ benzer tâk-ber-tâk Felekler birle çuftiken girü tâk Ana kim vire şevk el güne güne Semâ’un zevkin anlar döne döne Cemî-i hayr câmi’dür binâsı Hârim –i kudsa bemtâdur fitâsı Ne cân kim sâz-ı gam âhengin eyler Vücûdun derd ü mihnet çengin eyler Serâser âl-i Osmân merkâdidür Şehâdet kanlarınun meşhedidür Makâmın seyr iden edvâr-ı cânun Ne yüzdendür bilür sâzın cihânun Serâser hâl-i âlem pür-iberdür Alur ibret şu kim ehl-i nazardur 71 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Kanı İskender ü kanı Süleymân Yidi iklime olmışlardı sultân Semen-sîmâ gümüş sînileriyle Zümürrüd hasiyet çinileriyle Kanı Cemşîd ü Dehkâk u Ferîdun Degüldi bunların âhir feri dün Virüp cân çaşnısın her bir ta’âma Ziyâfetler iderler hâs u âma Cihânun mevt iken sâhib-kırânı Gerekmez dehre lâf kahramânı Kamunun câmi’i ervâha mecma Nüfûsa menfes ü ezkâra mesmâ İrildi noktadan çün pây-ı gergâr Muhalif gösteür seyrinde edvâr AHVÂL-I TERTİB-İ BÂZÂR VE ÇÂRŞU-YI ANÂSIR GİRDÂR Kılur gerdûn çü çeşmün sürmesin hâk Bir el öndinden it cân didesin pâk Bugün mahşer sıfat bâzâr gâhı Virüp hayret yanıldur akla râhı Uzatma Lâmi’i sûz u gudâzı Cihânun bellidür nâz u niyâzı Mükellel kubbelerdür çarha hem ser Münevver çârşûlar müşteri-fer Murâdun hizmet-i şâh-ı cihândur Du’â-yı devlet-ı sahib-kırândur Olur seyyâreler seyrinde gümrâh Tamâm itmez tolansa devrini mah İdüp efsâne-i şehri bahâne Şurû’it yine bu dikleş-i beyâna Aceb mi disem anı çarha ben-ser Ki meh bir sim-keş mihr anda zer-ger Şu denlü eylemişimdür âl-i Osmân Bu şehr içinde hoş âsâr-ı ihsân Metâ’ı Hind ü Sind ü Çin ü Macin Tolu Tolu dükkânları asyâb-ı tezyîn Eger cem eyler isen bin dabiri Ne mümkündür yazılmak binde biri Kamunun gün gibi âsârı rûşen Cihân içinde hayran muayyen Virüp ziynet peri peyker güzeller Ne dükkân her biri bir kânı-ı gevher DER ZİYÂFET-DÂRİ-Yİ AMÂYİR-I MA’MURE VE NEFÂYİS-İ Nİ’AM-I MEVFÜRE İdüp her biri envâ-ı ticâret Kılurlar cân’u dil nakdini gâret Her adım yirde bir âli-imâret Ki evsâfında kâsırdur ibâret HAYÂL-BÂZI-Yİ BEZZÂİSTÂN-I FELEK-SÂN Medârisdür ziyâfet-hânelerdür Taşı kâşı felek-kâşânelerdür Çü cân bâzândur bezzâzistânı Virürler mâl alurlar câna cânı Tolu matbahları enva’ı ni’met Yeter itsen bütün âfâka kısmet Pêri rûhlar girüp dâyim mezâda Salarlar Yusuf’ûn narhın kesâda Döner dûd-ı buhârından felekler Gıdâ alur kohusundan melekler 72 Hoş idüp çeşm ü ebrûlarla bâzâr Kılurlar müşteriler aklım zâr Kılur meh-rû güzeller gün gibi devr İderler müşteriler cânına cevr Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Kumunun kaşı yâ vü kirpigi ok Yarag-ı hüsn içinde eksügi yok Zeminden kaynayıp çıkdıca âbı Salar hurşîd u çarh üstüne tâbi Lebinden her birinün şehd ü sükker Olup hem kâse ta’m-ı cân uğurlar Dem-i germiyle avlar her garîbi Komaz yanında marzının tabibi Utandurmış şeb-i yeldâyı mûyı Hâcil kılmış meh u şe’râyı rûyı Zer-i hâlis kılur bî-sim halkı Gönülden yur gubârı şevk u zevki Çıkar her perdeden yüz lu’ber-i pâk Ki hayrân ana sûret-bâz-ı eflâk MEDH-İ HAVZ-I KAPLUCA Meger âşıklarun âhı duhânı Hayâli bir fener itmişdür anı VASF-I BÂĞ U BÛSTÂN VE ETRÂF-I SEBZİSTÂN Göçüp bâzârın itsek azm-i sahrâ Serâpâ bâğ u bûstândur dil-ârâ Müzeyyen ravzalardur cümle etrâf Sekiz cennetden urur her biri lâf Müselsel eşmeler cûllâba benzer Tabi’atda şarâb-ı nâba benzer Ekilmiş yoncalıklar her kenârı Ki hayrândur felekler sebze-zârı Sufuf-âsâ katar eşcâr-ı esmâr Ki hencârında mikyâs-ı hired-zâr Güher senc u cevâhir-pâş cümle Kerem ehli gibi ayyâş cümle Muhassal her tarafdur cennet-âbâd Bihişt-i heşti kılmaz seyr iden yâd Bakanlar ana ayn-ı ibret ile Aceb mi kalsa rey-i hayret ile HÜDÂYİ HAMMÂMLAR Hüdâyi şehrönü germâbelerdür Suyı serma gamından bi-haerdür Husûsâ çarh-veş şol havz-ı dil-keş Ki urmışdur güneş cânına ateş Perîler kânıdur kapluca nâmı Hümâlar saydının ferhunde râmı Girup içine her mâh-ı cihân-tâb İderler kendüzin gün gibi pertâb İnüp her biri kim suda bulunur Güneşdür bahırdan toğar tolınur Gümüş dolablardur âb içinde Feleklerdür döner simâb içinde Atıldukça suya her gevher-i nâb Seper yüreklerine âşıkun âb Hoş açup koynını ol âb-ı pür-şevk Basup bağrına her birin ider zevk Teb-i gamdan san olmış cânı mahrûr İçürür sîm-tenler kurs-ı kâfur Olanlar sâde pehlûdan safâ-dâr Kenâr-ı havzı devr eyler felek-vâr Meger çepçevre bâzâr-ı cinândur K’anun bey’ü şirâsı nakd-ı cândur Sütunlar yalun hayrân tururlar Semen-ruhlar suya ateş ururlar Döker ol havz didem gibi Ceyhun Kabaklarla yüzer her la’li mey-gûn 73 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Dilersen vasfı hânından asîde Dışûn bâki sıfatun şol kasîde Sipâh sebzesi tutdukça sahrâ Meğâk u kühâ kaçar şâh-ı sermâ Ki oldı defter-i sânide mestûr Olur itnaba müncer zikr-i mezkûr Sürüp ardın çıkarur memleketden Ne tenhâ memlekketden şeş cihetden EVSÂF-I SAHARIY BURSA ve ENHÂR-I FURÂT-AS Diküp kâf üzre gül gibi âlemler Çağırdur memleketde ıyş u demler Beyândan arz-ı sahrâsı füzûndur Kıyâmet arsasından çoğ uzundur Gelür şevkiyle bülbüller terâne İderler anda sohbet âşıkâne İnüp her yaneden bir nehr-i dil-cû Öperler hâk-i pâyini sürüp rû Sefâdan cüş idüp mey gibi lâle Sunar mnergislere la’lin piyâle Meger pür hatt-ı reyhândur o yazu Gelüp sîm-âbdan cedvel çeker su Ütüp nergisleri mâh ile mihri Gözi kirgine salmaz sipihri Birisi nehr-i Lülüferdür anun Çekilmiş resmidür devr-i zamânun Nücûm-ı çarha benzer anda gonca Ki konmuş la’ldur pîrûze dürce Kenâr-ı cûya virmiş cedvel-âyin Katar-ı lâlesi surhiyle tezyîn Düzüp hengâmeler murgân-ı pür hây Sular izler terân bülbül çalar nây Dil-i divâne gibi mest ü medhüş Demâdem ayn-ı âşık gibi pür-cûş Semenler berk-i terlerden tutar def Çalar şûrîde olup cûylar kef Görüp ol tal’atun şevk u safâsın Gamından çarh nil itmiş kabasın Görür olmış iki kol serv ü ar’ar Sıra kalgır çemen sahnında sarsar Yüzin dönmiş küsüp arz-ı basîte Küsülmiş pâ-dırâz itmiş muhîte Sular gizlenbeç oynar bâğ içinde Çiçeklerle yeşil yaprağ içinde O nehrün biridür ser-mest ü Şeydâ Sürür zincirin idüp azm-i beydâ Sabâ kapup külah-ı yasemini Kılur saç yolması dürr-i semini Gögermiş tal’atı pür-kef dehânı Dili âşufte vü sergeşte cânı Oyuncı başıdur bad-ı sebük-kar Kovalar birbirin etfal-ı ezhar Yidi deryâ degül aynında katre Ziyâsı ta’na eyler mâh u mihre Sabâ kapup külâh-ı yâsemini Kılur saç yolması dürr-i semîni SIFAT-I BAHÂR-I BURSA Oyuncı başıdur bâd-ı sebük-kâr Kavalar bir birin etfâl –ı ezhâr Nice medh eyleyem bu şehri iy cân Ki vasfı aklı eyler deng ü hayrân Bahâr olsa gülistân-ı cinândur Nücûmiyle pür olmış âsûmandur 74 Sabâ önünce mânend-i kebuter Havâyî taklalar urur gül-i ter Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Tutuşdukça şukûfeyle çemen el İrüp her birine bâğda çalar yel Tolu şerbetle her bir hindüvâne Cigerler tâzeler dil-hasta câne Başında nergis oynatdukça kâse Tutar süsenlerün içini tasa Girü her harpuza bir bedr-i garrâ Kesersen yüz hilâl olur hüveydâ Şuhubdan od kapar ebr-i Güher-rîz Gül-efşânlık kılur bâd-ı seher-hîz Duh-ı dilber gibi elması rengin Dil-i âşık gibi ayvası miskin Dönüp oynar sular çenberleriyle Yeşil yaprağdan hançerleriyle Enârından akîkün dürci dil-teng Alur yakut unnâbın görüp reng Dikilür nîzelerde gonca ber-ser Ayağından asılur berk-i terler Satar incerler helvâ-yı bi-düd Ne helvâ her biri bir şehd-i ma’kûd Riyâh ile reyahin dortut oynar Çenâr el karsar eyler raks ar’ar Şekerden ta’m-ı şeftalüsi şîrîn Virür dil teşneler cânına teskîn Hoş ider sahn-ı şûhı tonadup bâd Çemende curcuna oyunda üstâd İnebler sanki unkûd-ı Süreyyâ Ya burc-ı hûşedür pür necm-i garrâ Turur dem-beste kalup erguvanlar Yarışur bâd ile âb-ı revânlar Olup her dânesi bir şehd-i sâfi Sunar erbâb-ı zevke câm-ı sâfi Felek-veş tas-bâz olmağın eşcâr Kılurlar zîr-i dâmen setr-i envâr Nisâr olur reyâhın deste deste Ki eyler ıtn bûy-ı müşki hasta İdenler urs-ı şâhinşahı tasvîr Bugün bir nüktedür dirler bu takrîr Çemenler çârsusı devr idüp mâ Kolunda halka halka sîm-i sırma Çün ol ursun feleklerdür nihâdi Ne hâcetdür denizden katre bâdı SIFAT-I HAZÂN-I BURSA SIFAT-I TÂBİSTAN-I BURSA Hazanınun degül memkin beyânı Zer-ender-zer kılur kevn ü mekânı Girü oldukda sayf eyyâm iy yâr Tonanur per’-i tûti zağ-ı eşcâr Geçer Yusuflayın mîzâne çün mehr Zeminûn kafesin pur-zer kılur dehr Pür idüp hüşelerle âsitini Fevakıh hırmeni eyler zemini Zurûf-ı şehdün adın kor fevâkih Ki eyler aklı deng ü cânı vâlih Görüp mercan kirazın dane dâne İçer kanın dilinün kana kana Çemenlerde havâ zer-gerlik eyler Sular evrâka sîmîn-terlik eyler Dökülür yire evrâk-ı zer-endûd Pür olur mahi-yi zerrinle her rûd Olup her bir ağaç bir murg-ı asfer Saçar âfâka silkindükçe perler Her emrudı durur bir şîşe-i kand Suyı cüllâb ü ta’mı şehd-mânend 75 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Zer âbiyle yazar her berk-i rez-rû Lûceyn-i sîmden halhal ider cû Tutarlar elde fagfurî kafuri kadehler Nice fağfurî kâfurî kadehler Benâtına nebâtun bâd-ı sarsar Biçer nerânc-ı dibâdan kabalar Ururlar oda ud u uda odı Kızardup çehreler dirler surûdı Kılur hınnalayüp dest’i çenârı Çernenler sahnınun serkeş nigârı Mey ile pür kılup câm-ı zücâcı Virürler nâr u mâye imtizâcı Dıraht-ı sebz olup gök gibi pür-necm Şehâb atup zemin divin kılur recm Bürûdet virdigünce ya’ni kâfûr Olurlar bu iki ateşle mahrûr Bu vasfun kankı birin eyleyem yâd Zihi reng ü zzihi naks-âferin bâd Nice âteş akik-i nâba benzer Ruhı bâğı gül-i sîrâba benzer VASF-I ŞİTÂ-YI BURSA Süheyl olur furûğından girifte Çerâğ-ı mihri eyler nûrı hufte Şıtâ irüp zükâl-ı şâmı gerdûn Yakup nâr-ı şafakan itse gülgûn Esîr idüp cihân Zâl’ını Behmen Serâtâpâ kılur kaydını âhen Hazerden gark olup pûlâde gabra Geyer cevşen balıklar gibi deryâ Gümiş pervâneler tutup sipihri Söyündürmek dilerler şem-i mihri Ağaçlar ta’n idüp evvel bahâra Döner sahn-ı çemenler penbe zâra Sehâbı lakve idüp bâd-ı sermâ Lu’âbı ağzının turmaz akar hâ Gögerüp çarh tutar mihri lerze Tonup kalur sovukdan şîr-i şerze Zemini örs idüp enhârı pûlâd Sovuk âhen Döger haddâd-veş bâd Görüp bu şiddeti erbâb-ı işret Zarûri kılmağiçün def-i hayret İderler minkâl –ı zerrini pür-nâr Kılurlar bâdelerden çehre gülnâr 76 Behişt-i şevk u zevkun selsebili Yanar ateş velî bâğ-ı Halîli Sürûn kalbün-ü reyhânı rûhun Serâ-yı dilde mitâhı fütûhun Çeküp zühhâdı cândan erba’ini Sürerler âteş-i zikrün demini Kılurlar i’tikâfı hânelerde Kalurlar kûşe-i kâşânelerde İderler cân u dil beytin pür envâr Olurlar ışk odından şem-i nevvâr Yakup Tennûr-ı ten içinde nirân Halîl rûha iderler gülistân Bu ateşlerle hoş dem olmayan dil Ko yansun od-veş iy merd-i kâmil İdersen dilde cândan i’tikâfr Sovukdan zikr odıdur sana kâfi Olur asha-ı sîm ü zer vaşak-pûş Peleng-âsâ iderler germ olup cûş Geyüp her birisi sincâb u semmur Kızardup çehreler mânend-i tennur Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi İderler şiddet-i sermâya hande Ururlar hey şitâ-yı pür gezende Zamân-ı fursat az u derd ü gam çok Huzûr esbâbının binde biri yok Kılurlar nifelerden tenlerin germ İderler şevk-i cândan dillerin nerm Ne diyem kim ola makbûl-ı hazret Gönülden azm-i uzletdür zarûret Olurlar perde-bâz-ı çarha dem sâz Kalur bu hâle hayrân mihr-i er-bâz Hemîn hizmet senâ-yı hüsrevîdür Dil ü cândan du’â-yı hüsrevîdür Benüm gibi velî erbâb-ı fâka Düşüp fakr odı ile ihtirâka Yiter aç Lâmi-î efsâne bâbın Getür ortaya söz faslu’l-hitâbın Boyanur dûd-ı âhiyle siyâha Olur muhtâc sûz-ı nâr-ı âha Tenün lerzandur elden hâmeyi ko Dürüldi defter-i dil nâmeyi ko Kılur hâkisteri bâlin ü pister Felek girdâr sanup mihr-i güster Yiter şeyr eyle sûret kişverini Felekden yana aç cân şeh-perini Olur derdiyle lerzân u nevâ-sene Gam u mihnetle nalân u belâ-senc Yüri dün gün gönül mülkini seyr it Olup hakkıyle her dem nefyi gayr it Gehi kaddin kılur def gibi çenber Gehî ney gibi eyler âh u vâlar Kılup hâsıl fenâ câmiyle demler Bekâ mülkine has cândan kademler Gözi dörd olur âteş hasretinden Olur külhân esîri hayretinden Oku bu şeş-cihâta çâr-tekbir Tokuz eflâke pervâz eyle bir bir MA’ZERET-İ ŞÂİRİ Yiter tur “kün fekân” maksûresinde Semâ’ur lâ-mekân ma’mûresinde Dirigâ olmasaydı levm-i itnâb Yazardum her biri vasfında yüz bâb Husûsâ şi’rden uzlet-pezîrem Kuyûd-ı derd ü gamdan nâ-gürizem Dilersen ba’z-ı hâlün iy nîk ü nâm Cenâb-ı âsef-ı devrâna i’lâm Ko tasdi’î murâdun arza kıl var Ki hâk-i pâyidür âfâka simsâr Peşîmânem perîşân güftelerden Benem söz meclisinde huftelerden Sehundan olmayan süsen veş âzâd Olur gül gibi son dem ömri berbâd Biri dahi bu kim devrân elinden Belâ vü derd-i bî dermân elinden Kavî süst ü beden ser-cümle hasta Gönül âşüfte vü hâtır şikeste 77 78 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Recep Altepe Tarihiyle Yaşayan Bir Şehir BURSA Geleceği sağlam temeller üzerine inşa etmenin yolu tarihi doğru okumaktan geçer. Geçmişine yabancı kalan, görmezden gelen, gerekli dersleri çıkarmayan milletlerin ilerleme kaydetmekte sorunlar yaşaması kaçınılmazdır. Şehirlerin tarihi değerlerinin dokusu bozulmadan gelecek nesillere aktarılması önemli bir konudur. Sadece tarihi dokunun değil, tarihi dokunun modern mimariyle bir bütünlük oluşturarak gelecek nesillere aktarılması daha da önemlidir. Yaşadığımız coğrafyanın tarihi süreç içinde yoğrularak anlam kazanan tüm güzellikleri, tarihi mirasın ilham veren dokusu ve daha birçok farklı özellik, bütün özgünlüğü ile Bursa’da hissedilmektedir. 79 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Fabrika-i Hümayun Bursa’nın modern yapılaşmasında bu kaygıların taşınmaması beraberinde tarihi dokusu olan değerlerimizin yavaş yavaş geri planda kalmasına sebep olmuştur. Ancak şu ana kadar başlatılan 255 restorasyon çalışması ile şehrin tarihi mirası ayağa kalkmaya başlamıştır. Bursa’nın belleklerdeki heybeti ve ihtişamı bu sayede yeniden canlanacaktır. Şehrimiz bir açık hava müzesi olarak, hem tarihe ışık tutacak hem de geçmişle geleceğin barışık bir şekilde yaşayabileceğinin ispatı olacaktır. Tarihi Mirası koruma ve geleceğe taşıma projelerimizden bazıları: Türkiye’nin ilk moda tasarım yüksekokulu Fabrika-i Hümayun açıldı Osmanlı Devleti’nin 159 yıl önce ipek üretimi için kurduğu Fabrika-i Hümayun, Modacı Faruk Saraç’ın işbirliğiyle gerçek kimliğine kavuşturuldu. 80 ‘Hazine-i Hassa-i Şâhâne’ tarafından finanse edilerek kurulan devlete ait ilk ipek fabrikası olan ve ürettiği ipliklerle, başta Osmanlı Saray ve köşkleri olmak üzere Avrupa sarayları süsleyen Fabrika-i Hümayun’un, modaya yön veren eğitim kurumu olarak hizmet vermeye başladı. UNESCO Dünya Mirası Çalışmaları ile Bursa dünya vitrinine çıkıyor Tarihi ve kültürel mirası ayağa kaldırma yönünde bugüne kadar yapılan çalışmaların, ‘UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girerek taçlandırması amacıyla yürütülen çalışmalar hızma sürüyor. Büyükşehir Belediyesi ile Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yürütülen çalışma kapsamında listeye alınması istenen Cumalıkızık ile Tarihi Hanlar Bölgesi’yle ilgili yönetim planı oluşturuluyor. Bu kapsamında tarihi çarşı ve hanlar bölgesinde yer alan tüm hanlar ve çarşının eksiklikleri bir bir gideriliyor. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Hanlar Bölgesi Tarihi Çarşı ve Han Restorasyonları Bursa’da tarihi ve kültürel mirasın ortaya çıkarılmasında iki yıl içinde 255’e yakın proje üreten Büyükşehir Belediyesi, son 25 yıldır kapsamlı bir çalışmanın gerçekleştirilmediği tarihi çarşı ve hanlar bölgesinin ortaya çıkarılması amacıyla dünyaca ünlü mimar Massimiliano Fuksas’la birlikte çalışma başlattı. Atatürk Caddesi ile Haşim İşcan Caddesi arasında kalan tarihi bölgenin bir bütün olarak ele alındığı çalışmada öncelikle koruma ve kullanma dengesinin nasıl sağlanacağı belirlenecek. Bölgenin gece gündüz yaşaman bir merkez olması hedefleniyor. Tarihi han ve çarşılar İpek Han Restorasyonu, Emir Han Restorasyonu, Geyve Han önü Ertuğrulbey Meydanı Düzenlemesi, Galle Han, Restorasyonu, Şadırvanlı Han Resto- rasyonu, Yoğurt Han Restorasyonu, Tahtakale Han Restorasyonu, Kapan Han Restorasyonu, Gelincik, Sipahi ve İvazpaşa Çarşıları Restorasyonu, Balibey Han Konsept Çalışması, Bat Pazarı, Demirciler Çarşısı Sağlıklaştırma Projesi Tarihi hamamlar İbrahimpaşa Hamamı, Hamamlıkızık Hamamı Restorasyonu, Emirsultan Hamamı Restorasyonu, Yıldırım Bayazıt Hamamı Restorasyonu, Tahirağa Hamamı Restorasyonu, Mudanya Hasanpaşa Hamamı Restorasyonu, Gemlik Balıkpazarı Hamamı Restorasyonu, Mudanya Kumyaka Hamamı Restorasyonu, Ördekli Hamamı Çevre Düzenlemesi ve SMÖ Restorasyonu, Cık Cık HamamıA Restorasyonu, Bat Pazarı, Demirciler Çarşısı Sağlıklaştırma Projesi 81 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Şehbenderler Konağı Tarihi saray ve kiliseler Bey Sarayı, Bitinya Sarayı, Muradiye Kilisesi, Demirkapı Kilisesi, Setbaşı Kilisesi, Kurşunlu Manastırı, Kumyaka Kilisesi Şehbenderler Konağı kütüphane olarak hizmete açıldı İbrahimpaşa Mahallesi’nde Anadolu Kız Lisesi ile Erkek Lisesi arasında kalan, restorasyon çalışmalarının tamamlanmasıyla Bursa’nın sosyal ve kültürel yaşamında yerini alan Şehbenderler Konağı, kütüphane olarak Bursalıların hizmetine sunuldu. Bursa Kalesi ve Surları ayağa kalkıyor Büyükşehir Belediyesi, Bursa surlarının gün yüzüne çıkarılması çalışmalarına hız verdi. Çalışmalar kapsamında 14 burcu ve 5 adet kapısı bulunan 3 bin 400 metre uzunluğundaki surların tamamının kent siluetindeki yerini alması hedefleniyor. Bey Sarayı ve Kaplıca Kapı arasında bulunan 82 sur duvarları ve burçlar ile ilgili rölöve çalışmaları tamamlanarak anıtlar bölge kuruluna sunuldu. Projeleri daha önce hazırlanan Yokuş Caddesi’nde kamulaştırmalar tamamlanırken, dış yer kapıyla ilgili öneri projeler de hazırlattırıldı. Yine daha önce restitüsyon projeleri hazırlatılan Zindan Kapı ve çevresindeki kamulaştırmalar da tamamlandı. Akçalar, Türkiye’nin ilk Arkeopark’ı oluyor: 8500 yıllık medeniyetlerin izi gün yüzüne çıkıyor Türkiye’nin ilk Arkeoloji Parkı, Büyükşehir Belediyesi’nin öncülüğünde Bursa’da kuruluyor Akçalar’da Aktopraklık Mevkii’nde 2004 yılından bu yana İstanbul Üniversitesi tarafından Güney Marmara Arkeoloji Projesi kapsamında yürütülen bilimsel kazıların yapıldığı bölge, açık hava müzesine dönüşüyor. Yapılan kazılar tarih öncesinin izlerine ışık tutuyor. Proje ortaklığı ile bölge Arkeopark olarak Bursa’ya kazandırılacak. Proje çalışması sürdürülen kazı alanı içindeki özel mülkiyetlerle ilgili kamulaştırma ve tahsis işlemleri de devam ediyor. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Bursa Kelesi ve Surlar Akcalar Arkeopark 83 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Eskisehirhan Eskişehir Han kat karşılığı restorasyonla model oldu Bursa’nın ekonomik yaşamında önemli bir yere sahip olan arabacı hanlarından olan Eskişehir Hanı, restore edilerek kente yeniden kazandırılıyor. Büyükşehir Belediyesi ile handaki mülk sahipleri arasında imzalanan protokol çerçevesinde yapı mülk sahipleriyle birlikte restore edilecek. Yıkım çalışmalarının tamamlandığı tarihi yapı tamamlandığında, Bursa çok önemli bir değerine daha kavuşmuş olacak. Kütahya (Çukur) Han’da restorasyon sürüyor Bursa Tarihi Çarşı Bölgesi’nde Okçular Çarşısı üzerinde yer alan ve bakımsızlık nedeniyle harabe konumunda olan hanın ayağa kaldırılması için başlatılan restorasyon çalışmaları son aşamaya geldi. Tarihi hanı çevreleyen ve onaylı projede yer almayan dükkanlar da çözümler üretilerek projeye dahil edildi. 84 kütahyahan Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Dökümhane Hamamı Dökümhane Hamamı’nda restorasyon başlıyor Uzun süre dökümhane olarak kullanılması nedeniyle Dökümhane Hamamı olarak anılan İncirli Caddesi üzerinde bulunan harabe halindeki yapının bölgeye yakışır hale getirilmesi için çalışmalara başlandı. Günümüzde depo olarak kullanılan hamam restorasyon çalışmaları kapsamında kamulaştırıldı. Çalışmalar tamamlandığında bölge, sosyal ve kültürel etkinliklerin yapılabileceği tarihi bir mekana kavuşacak. İncirli Hamamı kamulaştırıldı, restorasyon başlıyor İncirli Caddesi üzerinde yer alan İncirli Hamamı restore edilerek bölgenin sosyal ve kültürel ihtiyaçları çerçevesinde değerlendirilecek. Yapının İncirli Hamamı 85 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Kayıhan Hamamı kamulaştırılması için başlatılan çalışmalar tamamlandı. Tarihi yapının çevresindeki binalar da kamulaştırılırken, restorasyon amaçlı projenin çalışmaları tamamlanma aşamasına geldi. Kayıhan Hamamı canlanıyor: Kira karşılığı elde edilen han bu alanda Türkiye’ye model oldu Vezir Koca Mehmet Nizamüddin Paşa tarafından 15. yüzyılın ikinci yarısında yaptırılan ve yaklaşık bin 500 metrekare alana sahip olan yapının restorasyon çalışmaları hızla sürüyor. Mülk sahipleriyle varılan anlaşma sonucu 10 yıllığına Büyükşehir’in kullanımında olacak tarihi yapı, restorasyon çalışmalarının ardından bölgeye ayrı bir değer katacak. Mahkeme Hamamı gençlik ve kültür merkezi oluyor Çifte hamam niteliğindeki ender yapılardan biri olan Mahkeme Hamamı’nda restorasyon çalışmaları son aşamaya geldi. Hamam kültürünün yaşa- 86 Mahkeme Hamamı Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Nalıncılar Hamamı tılması amacıyla tarihi yapının bir bölümü orijinal kimliği ile hizmet vermeye devam edecek. Diğer kısmına ise bölgedeki eğitim kurumlarının yoğunluğu ve bu kurumların kullanabileceği sosyal ve kültürel amaçlı salon bulunmadığı dikkate alınarak “sosyal ve kültürel” işlev kazandırılacak. Tarihi Nalıncılar Hamamı yeniden ayağa kalkıyor Sultan Murad Hüdavendigar döneminde yapılan ve Bursa’nın ilk büyük hamamı olan Okçular Çarşısı üzerindeki Nalıncılar Hamamı’nın özgün kimliğiyle Bursa’ya kazandırılması için çalışmalara başlandı. Projeleri Anıtlar Kurulu’nca onaylanan ve mimarisiyle dikkat çeken hamam restorasyonun tamamlanmasının ardından bölgeye önemli bir değer katacak. Mudanya Hasanpaşa Hamamı kültür merkezi oluyor Restore edilerek Mudanya’ya kazandırılması hedeflenen Hasanpaşa Hamamı’nın kamulaştırma çalışmaları devam ediyor. Restorasyon projesi tamamlanan Hasanpaşa Hamamı’nın kültür merkezi olarak kullanılması planlanıyor. Mudanya Hasanpaşa Hamamı 87 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Davutpaşa Hamamı Davutpaşa Hamamı işlevsellik kazanıyor Bit Pazarının bulunduğu yerde olan ve 1485 yılında Sultan II.Beyazıt’ın sadrazamı Davut Paşa tarafından yaptırılan Davut Paşa Hamamın restorasyonu için çalışmalar başlatıldı. Osmanlı hamam mimarisi içerisinde tek hamam plan düzeninde olan ve 1544, 1570, 1571, 1785 ve 1903 yıllarında onarım gören yapı, restorasyon çalışmalarıyla orijinal kimliğine kavuşacak. Hamamlıkızık Hamamı ile kültürel miras yaşatılıyor Hamamlıkızık Hamamı restorasyonu ile Kızık köylerinin sosyokültürel mirasının yaşatılması ve geleceğe aktarılmasının yanında köylerin özgün kimliklerinin korunmasına da katkı sağlanıyor. 88 Hamamlıkızık Hamamı Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Emir Buhari Tekkesi Emir Buhari Tekkesi gün yüzüne çıkıyor Emirsultan Mahallesi’nde Emirsultan Hamamı yanında yer alan Emir Buhari Tekkesi, rekonstrüksiyon çalışmalarıyla yeniden gün yüzüne çıkıyor. Tabanda 210 metrekare alan üzerinde bulunan tarihi tekke toplam 355 metrekare inşaat alanına sahip. Zemin katta 50 metrekare açık alan ile 1 adet idari birim, 2 adet kitap kafe odası ve sofa bulunan tekkenin 145 metrekare olan birinci katında 45 metrekare açık alan ile 2 adet kitap kafa odası bulunuyor. Tarihi yapıyla ilgili çalışmalar hızla sürüyor. Emirsultan Hamamı tarihi bölgeye değer kattı Bursa’nın en çok ziyaret edilen tarihi ve kültürel merkezlerinden biri olan Emirsultan’da bölge trafiğini önemli ölçüde rahatlatan tüp geçidin trafiğe açılmasının ardından, meydan düzenlemesinin yanında restore edilerek semte kazandırılan Emirsultan Hamamı’nda çalışmalara son aşamaya geldi. Emirsultan Hamamı 89 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Külliye 90 Tarihi külliye ve medreseler Büyükşehir korumasında Dağ Yöresi ve Yörük Kültür Merkezi ile Yörük ve Türkmen kültürü yaşatılacak Bursa’yı ‘tarih başkenti’ kimliğiyle dünya vitrinine çıkarmak için bir dizi projeyi hayata geçiren Bursa Büyükşehir Belediyesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü ile yapılan protokolle himayesine aldığı sultan külliyelerini ecdada yakışır hale getirmek için çalışmalara başladı. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesinde bulunan sultan külliyelerine yeterli bakımın yapılamaması nedeniyle yıpranan tarihi değerler yeniden ayağa kaldırılıyor. Muradiye Külliyesi, Çekirge 1. Murat Türbesi, Tophane’deki Osmangazi ve Orhangazi Türbeleri, Yıldırım Beyazıt Türbesi ve Yeşil Külliyesi’yle ilgili bakım onarım çalışmaları başlatılırken, külliyelerin korunması amacıyla gerekli güvenlik personeli görevlendirildi. Tarihi ve kültürel mirası ayağa kaldırma çalışmaları arasında yer alan Tahtakale’deki 150 yıllık sivil mimarlık örneği yapının restorasyon çalışmaları tamamlanma aşamasına geldi. Dağ-Der Kültür Merkezi olarak faaliyet gösterecek tarihi yapı, Yörük ve Türkmen kültürünün yaşatılacağı bir merkez haline gelecek. Dış cephe düzenlemeleriyle dikkat çeken yapı, bölgeye ayrı bir değer katacak. Su ve çeşme kültürü yaşatılıyor Evliya Çelebiye, “Velhasıl Bursa sudan ibarettir” dedirten şifalı suların aktığı tarihi çeşmeler restore edilerek Bursa’ya kazandırılırken, şehirdeki su ve çeşme kültürünün de canlı tutulması hedefleniyor. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Dağ-Der Kültür Binası … Tarihi arka planı dolayısıyla somut ve soyut değerlere sahip olan şehrimizin bu değerlerini koruyup gün yüzüne çıkarmak, dünün değerleriyle bugünün değerlerini harmanlayarak gelecek nesillere yaşam kalitesi yüksek bir şehir bırakmak temel önceliğimiz olmuştur. Bursa Büyükşehir Belediyesi olarak tarihin ve kültürel mirasın korunması kapsamında gerçekleştirdiğimiz birçok çalışma ile yapılarımızı modern bir bakış açısıyla yorumlayarak canlandırmanın ve her geçen gün tarihi, tozlu raflardan çıkarır gibi günümüze armağan etmenin sevincini yaşadığımı belirtmek isterim. döneminin eşsiz eserleri ile süslüdür. Dolayısıyla Bursa her karesiyle bir tarih hazinesidir. Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi mekansal ve mimari özellikleriyle de az bulunur bir kültür ve tarih mirasını gururla taşımaktadır. Birçok yeniliğin de doğum yeri Bursa olmuştur; ilk Şadırvanlı Minare, ilk mescid, ilk ipek fabrikası, Anadolu’nun ilk müzesi verilebilecek örneklerden sadece birkaçıdır. Tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapan ve zengin tarihi mirasın, yeşil ve maviyle iç içe olduğu Bursa’da, her şeyden önce insan olmanın gerektirdiği erdemle bize bahşedilen tarihi mirası korumak ve yaşatmak durumunda olduğumuzu biliyoruz. Şehrimiz, ekonomik ve sosyal ahengin yanında, doğal güzellikleri, şifalı yer altı suları, yaz ve kış turizmi olanakları ve zengin tarihi birikimiyle harmanlanmış bir şehirdir. Hıristiyanlık ve Osmanlı 91 92 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Doç. Dr. Cengiz Alyılmaz Eski Türk Mezar Geleneği ve Bursa’daki Türbeler 1. Eski Türk Mezar Geleneği: Türk mezar geleneği tarihinin çok eskiye dayandığı bilinmektedir. Zira bugün büyük bölümü Moğolistan’da, Çin Halk Cumhuriyeti Uygur Özerk Bölgesi’nde, Tuva’da, Hakasya’da, Altay’da Kırgızistan’da, Kazakistan’da, Özbekistan’da, Azerbaycan’da, Anadolu’da… bulunan eski Türk mezarla rının birçoğu milattan önceki yıllara tarihlendirilmektedir. Foto 1: Kırgızistan’da içinde yaşanılan bir çadırın görüntüsü Eski Türk devlet, boy ve topluluklarında ölümden sonra da hayatın devam edeceğine inanılmış; ölüm, ebedî olan hayata kavuşmada, fanilikten sonsuzluğa1 ulaşmada her zaman bir araç olarak algılanmıştır (SağolYüksekkaya, 2009, 5). 1 Türkçe’de “öl-“ kavramını karşılamak için kullanılan ve ahiret / sonraki hayat düşüncesini yansıtan pek çok fiil deyimi bulunmaktadır: ahirete var-, ahiret yolculuğuna çık-, ajun kod-, Allah’ın dergâhına kavuş-, Allah’ın rahmetine kavuş-, bu fenayı terk et- , bul dünyadan öt-, dar u fenadın dar u bekâya rihlet et-, dünyasını değiştir-, dünya terkin it-, ebedî aleme göç-, ebediyete intikal et-, Hak evine yollan-, o dünyaya git-, öbür dünyaya git-, son sarayına ulaş-, son karargâhına yol al-, son saparğa attan-, tege dünyage küç-, uçmakka bar-, yalan dünyadan ayrıl-, yalan dünyadan konup göç-. Ölüm ve ölmek kavramlarını karışılamak için dilimizde yüzlerce kavram işareti kullanılmıştır. Bu kavram işaretlerinin bir bölümü için bk. SAĞOL-YÜKSEKKAYA (2009), Türkler’de Ölümün Algılanışı ‘Ölmek Karşılığı Kullanılan Kelimelerden Hareketle’, Uçmağa Varmak Kitabı, İstanbul, 3- 40, Editörler: Emine GÜRSOY-NASKALİ – Gülden SAĞOL-YÜKSEKKAYA. 93 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Saka, Hun, Avar, (Kök)türk, Uygur ve Kırgız… dönemlerinin hepsinde var olan mezar geleneğinin temelinde ise, ebedî hayata intikal eden, sonsuzluğa kavuşan kişiye ev (eb, öy, üy) yapma, oba (yuba, yuva), yurt, ger, kerekü, çadır kurma” düşüncesi yatar. Bugün Anadolu’nun birçok yerinde (Kars, Ardahan, Iğdır, Erzurum, Ağrı, Van…) kızgınlık anında insanlar birbirlerine “Evin yapılsın!”, “Evin dikilsin!”, “Ocağın dikilsin!” şeklinde cümleler sarf etmektedirler. “Ölesin!”, “Mezarın yapılsın!” anlamlarına gelen bu ifadeler köklü bir geleneğin dile yansımasını göstermesi bakımından da önemlidir. Kars, Ardahan, Iğdır, Erzurum, Ağrı, Van… illerinde genç yaşta ölenler için “Evinden gitti.”; ihtiyar (gün görüp devran sürmüş, yaşını başını alıp) ölenler için de “Evine gitti.” şeklinde ifadeler kullanılması aynı düşüncenin ürünüdür. Foto 4: Moğolistan’ın Nalayh bölgesindeki mezarlardan bir görüntü Eski ve yeni Türk mezarlarının birçoğunun üzerinde rastlanan ve konunun uzmanlarının genelde “baklava dilimi” adını verdikleri damgaların / tasvirlerin gerçekte eb (ev, yuva, yurt, vatan) anlamlarına gelen eb ( ) damga ve bu damganın farklı şekilleri olduğunu; soyut bir kavramın (ölüm ve ölümden sonra da devam edeceğine inanılan hayata ait düşüncenin) somutlaştırılmış bir şifresini sembolize ettiğini belirtmek gerekir.2 Eski Türk mezarlarının en karakteristik olanları, Türk yaşayış ve inanışından derin izler taşıyan kurganlardır. Kurganlar, esas itibarıyla iki kısımdan oluşurlar. Toprağın üstündeki (birinci) kısım çadırın dışını; toprağın altında kalan (ikinci) kısım ise, çadırın içini sembolize eder. Foto 2: Kırgızistan’da çadır şeklinde bir mezar görüntüsü Foto 5: Moğolistandan bir kurgan görüntüsü Foto 3: Çin Halk Cumhuriyeti Uygur Özerk Bölgesi Altay İli’ndeki bir mezarın görüntüsü 94 2 Konu hakkında ayrıntılı bilgi için bk. MERT, Osman (2008), Öngöt Mezar Külliyesi ve Külliyede Bulunan Damgalar, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 36, Erzurum, 281-305; MERT, Osman (2009), Şaahar Tepesi ve Bölgede Bulunan Kaya Üstü Tasvir, Damga, Yazıt ve Kurganlar, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 40, Erzurum, 1-24 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Kendi içinde bölümlere ayrılan, duvarlarına (Pazırık kurganında olduğu gibi) bazen halılar, kilimler ve işlemeli keçeler asılan, içine süs ve kullanım eşyaları yerleştirilen bu kısma, “mezar odası”, “ölü odası”, “ceset odası”… adları verilmektedir.3 Foto 7: Alma-Ata Müzesi’nde sergilenen Saka dönemine ait Esik Kurganı’ndan çıkartılmış Altın Elbiseli Adam (imitasyon) Foto 6: Turfan Müzesinde “ölü odası”nın özelliklerini yansıtan bir görüntü 3 Ayrıntılı bilgi için bk.: ÇORUHLU, Yaşar (1998), Erken Devir Türk Sanatının ABC’si, İstanbul, 45-85.; MEMİŞ, Ekrem, (1987), İskitlerin Tarihi, Konya; RADLOFF, Wilhelm, (1994), Sibirya’dan, C. I, İstanbul, çev. Ahmet TEMİR, 85-176; ROUX, Jean-Paul, (1999), Altay Türklerinde Ölüm, çev. Aykut KAZANCIGİL, 294-311. Foto 8: Astana Medeniyet Müzesi’nde sergilenen Saka dönemine ait Esik Kurganı’ndan çıkartılmış Altın Elbiseli Adam’ın başlığındaki objelerin ayrıntılı görüntüsü (imitasyon) 95 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Foto 9: Astana Medeniyet Müzesi’nde sergilenen Saka dönemine ait bir kurgandan çıkartılmış at ve üzerindeki eşyalar (imitasyon) Foto 12: Öldükten sonra da hayatın devam edeceğine inanıldığından ölen kişinin yemesi için mezarına konulan temsili hayvan heykelcikleri (Moğolistan Zanabazar Güzel Sanatlar Müzesi) Ölen kişinin mumyalı veya mumyasız olarak eşyalarıyla (bazen de atıyla ve hizmetkârlarıyla)4 birlikte gömüldüğü kurganların ortalarında veya baş taraflarında boyları 1-3,5 m arasında değişen tasvirli ve damgalı taşlar bulunmaktadır. Foto 10: Astana Medeniyet Müzesi’nde sergilenen Saka dönemine ait bir kurgandan çıkartılmış at ve üzerindeki eşyalar (imitasyon) Foto 13: Saka dönemine (ait üzerinde “geyikli ve damgalı taşlar” bulunan) bir mezarın görüntüsü Söz konusu taşlarda Türk boyları tarafından olağanüstü özellikleri olduğuna inanılan ve kutsal sayılan varlıkların (güneş, ay...) ve hayvanların (geyik, teke / dağ keçisi, kurt, at, kartal, yılan...) tasvirlerine yer verilmiştir.5 Foto 11: Turfan Müzesinde sergilenen kurgan buluntusu bir at iskeletinin görüntüsü 96 4 ÖGEL, Bahaeddin (1988), İslâmiyetten Önce Türk Kültür Tarihi Orta Asya Kaynak ve Buluntularına Göre, Ankara. 5 Konu hakkında ayrıca bk. ALYILMAZ, Cengiz (2003), Epigrafik Belgelemeler ve Yüzey Araştırmaları / Epigraphic Documantation and Surface Researches, Moğolistandaki Türk Anıtları Projesi 2001 Yılı Çalışmaları / Work For The Project Turkish Monuments in Mongolia in Year 2001, Ankara, 329-379. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi (Kök)türk ve Uygur dönemlerinde yerlerini yazıtlara ve heykellere bırakan tasvirli ve damgalı taşlar, dar anlamda çadırların (eblerin, obaların, öylerin, yurtların, gerlerin) ortasındaki direği (kayın ağacını); geniş anlamda ise, ‘hayat ağacı’nı (evreni, uzun ömrü, ebediliği, ölümsüzlüğü) hatırlatır. Bugün mezarların başlarına, mezarlıklara ağaç dikilmesi, bu inanışın ve geleneğin devamı niteliğindedir. Dış koruma hatları 90-110 m; çapları 5-50 m; yükseklikleri 3-10 m arasında değişen kurganlar, gerçekte soyluların (kağanların, kumandanların ve devrin ileri gelenlerinin) mezarlarıdır. Kurganlardan çıkan buluntular ve kurganlara ait dikili taşlar üzerindeki damgalar ve tasvirler de bunu açıkça ortaya koyar niteliktedir. Bu sebeple kurganlar eski Türk mezar geleneği içinde ayrı bir yere ve öneme sahiptirler. Foto 14: Kazakistan’daki bir kurganından çıkartılan altın mask Foto 15: Moğolistandaki bir kurgan ve etrafındaki mezarlar Moğolistan, Tuva, Hakasya, Kırgızistan, Kazakistan… vd. cumhuriyetlerde karşılaştığımız çoğu Saka ve Hun dönemlerine ait bu tür mezarlar / mezarlıklar6 birçok bakımdan da (şekil, yapı… vd.) sonraki dönemler için örnek teşkil etmiştir. Nitekim bugün bile devlet başkanlarının, idarecilerin mezarlarının yanına eşlerinin, çalışma arkadaşlarının; evliya, sahabe, şeyh, dede… vd. din ulularının mezarlarının yakınlarına ise, müritlerin mezarlarının yapılmasının temelinde de aynı düşünce yatmaktadır. (Kök)türk ve Uygur dönemlerinde soylu kimselerin (kağanların, kumandanların, beylerin…) üç ayrı mezarının olduğu görülür. Bu mezarlardan ilki, ölen kimsenin cesedinin ve eşyalarının da içinde yer aldığı; daha ziyade dağlarda, yüksek tepelerde, sarp kayalıklarda, ormanlık arazilerde, yönü değiştirilmiş nehir yataklarında… inşa edilmiş, kurgan ve saklı kabir / saklı ev şeklindeki gerçek mezarlardır. Dönemlerinin gösterişli ve ayrıcalıklı mezarlarının büyük bölümü bugün bulundukları ülkelerde (farklı dinlere ve kültürlere mensup olsalar da) insanlar tarafından ziyaret yerine çevrilmiştir. Tanrı’nın “kut” verip “kutlu” ve “soylu” yarattığı hanedandan / devlet yönetiminden kimselerin kurganlarının / mezarlarının yakınlarına gömülmek de eski Türk inancında büyük bir onur sayılmıştır. Foto 16: Moğolistan’da Şiveet Ulaan’daki mezarın görüntüsü 6 Bu kurganlarda kutsal sayılan alanın belirgin şekilde taşlarla çevrili olması; tören ve saygı yolunun yer alması, büyük bir bölümünde tasvirli, geyikli ve damgalı taşlar bulunması başta (Kök)türk dönemi mezarları olmak üzere sonraki dönem Türk mezar yapısına da örnek teşkil etmiştir. 97 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi İkinci mezar türü, ölen kişinin gerçek mezarını saklamak / gizlemek amacıyla yapılan sahte mezarlardır. Eski Türk mezarlarının üçüncüsü ise, hem ölen kişinin adını yaşatmak, anısını canlı tutmak, ona saygı gösterip bağlılık bildirmek, hem de asıl mezarın yerini gizli tutmak amacıyla yapılan temsilî mezarlardır. Gerçek mezarların birçoğunun bugün yeri bilinmezken; bir kısmı ne yazık ki, son yıllarda define avcıları tarafından içleri boşaltılıp harabeye dönüştürülmüştür. Sahte mezarlar, gerçek mezarların içinde yatanları ve onlara ait eşyaları kötü niyetli kimselerden korumak amacıyla yapılmış birer tuzak niteliğindedirler. Bu mezarlar açıldıklarında içlerindeki zehirli maddeler havayla temas edip solunum yollarına zarar vermekte ve insanın ölümüne neden olmaktadır. Temsilî mezarlara gelince: sunak masasına ait dikdörtgen şeklindeki taşları (sanduka taşları) işlemeli, tasvirli bazen de üzeri damgalı ve yazılı olan; içinde ceset bulunmayan ancak zaman zaman ölen kişiye ait bir kısım eşyaları barındıran bu anıt mezarlar, genelde herkesin görebileceği, gelip geçtiği yerlere (yol kenarlarına, ovaların merkezlerine veya akarsu civarlarına) yapılmıştır.7 Bu külliyelerde temsilî mezarı kuşatan / içinde barındıran (içi, dışı savaş ve av tasvirleriyle süslenmiş) odalar (“eb bark”lar), sunak taşları / sunak masaları, heykeller, balballar, yazıtlar, tören alanları, saygı yolları... bulunur. 7 (Kök)türk ve Uygur dönemi kağanları, kumandanları ve ileri gelenleri adına yaptırılan anıt mezarlar için Çin kaynaklarında (Çindeki örnekleri de göz önünde tutularak) genelde “tapınak” ifadesi kullanılmaktadır. Yazıtlarda “eb bark” kavram işaretiyle karşılanan bu tür mezarların tapınak olmadıklarını; gerçek mezarların yerleri genelde bilinmediğinden halkın buralara aşırı ilgi gösterdiğini; mozole / anıtkabir nitelikli mezarların bu yüzden de yabancılar tarafından “tapınak” olarak nitelendirildiklerini belirtmekte fayda vardır. Ancak bu durum (Kök)türk dönemi anıt mezarlarının önemli bir bölümünün Çinli ustalar tarafından yapıldığı, Çin mimarî tarzının özelliklerini yansıttığı gerçeğini ortadan kaldırmaz. 98 Foto 17: Temsilî mezarların yapısını yansıtan bir görüntü8 Türk tarihindeki en ilgi çekici anıt mezar külliyeleri hiç şüphesiz ki, II. (Kök)türk Kağanlığı dönemine aittir. Söz konusu anıt mezar külliyelerinin en önemlileri Moğolistan Cumhuriyeti Arhangaí İli Nalaíh İlçesi sınırları içinde kalan Höşöö Tsaídam bölgesinde (1091378, 48 T 0337319, UTM 5269389) bulunmaktadır. Höşöö Tsaídam bölgesi, dönemin birçok anıt mezarını (başta Bilge Kağan ve kardeşi Köl Tigin adına inşa edilen anıt mezar külliyeleri olmak üzere) üzerinde barındırmaktadır. Bu anıt mezarların buraya inşa edilmesinin temelinde ise, İpek Yolu’nun kollarından birinin buradan geçmiş olması, bu yoldan geçen herkesin anıt mezarlara saygı göstermesi, anıt mezarlara ait yazıtlarda verilen mesajların her yere iletilmek istenmesi düşüncesi yatmaktadır. Foto 18: Köl Tigin ve Bilge Kağan yazıtlarının “Orhun Müzesi”ndeki görüntüleri 8 Tasarım için bk. NOWGORODOVA, E. A. (1980), Alte Kunst der Mongolei, Leipzig, Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Bilge Kağan, Köl Tigin anıt mezar külliyesini ve yazıtını herkesin görebilmesi için merkezî bir yere inşa ettirdiğini de şu cümlelerle ifade etmektedir: on ok oglınga tatınga tegi bunı körü biling bengü taş tokıtdım ...ser ... taka erig yerte irser ança erig yerte bengü taş tokıtdım bititdim anı körüp ança biling: On-Ok oğullarına ve yabancılarına kadar (herkes) şunu iyice görün bilin: Ebedî taş hâkkettirdim. (Burası)... (bir) mevki olduğundan, ayrıca kolay erişilir (bir) yer olduğundan, böyle kolay erişilir (bir) yerde ebedî taş hâkettirdim, yazdırttım. Onu görüp öylece bilin (ve öğrenin). KT G 12-139 türbe yaptırttım; içine (ve) dışına olağanüstü resim ve heykeller koydurttum.... (Ebedî) taş hâkettirdim. Gönlümdeki sözlerimi (buraya) kazıttım. KT G 1112.10 Foto 19: Moğolistan’daki Anıt Mezar Külliyesinden bir görüntü (Kök)türk ve Uygur dönemlerinin meşhur kağan ve kumandanlarına ait anıt mezarların bir kısmı, külliye niteliğindedir ve son derece gösterişlidir: Foto 20: Çin Halk Cumhuriyeti Uygur Özerk Bölgesi Altay İli’ndeki bir anıt mezarın belgelenme anı bengü taş tikdim tabgaç kaganta bedizçi kelürtüm bedizettim mening sabımın sımadı tabgaç kaganıng içreki bedizçig ıttı angar adınçıg bark yaraturtum için taşın adınçıg bediz urturtum taş tokıtdım köngülteki sabımın urturtum: Ben ebedî taş diktim, Çin hakanından ressam ve heykeltraşlar getirttim, (Köl Tigin’in türbesini) süslettim. (Çinliler) benim sözümü kırmadılar (ve) Çin hakanının has sanatçılarını gönderdiler. Onlara olağanüstü bir 9 Konu hakkında ayrıntılı bilgi için bk. ALYILMAZ, Cengiz, (2004), İpek Yolu ve Orhun Yazıtları, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 24, Erzurum, 181-192. Moğolistan’daki (Kök)türk ve Uygur dönemlerine ait Öngöt, Bugut, Köl Tigin, Bilge Kağan, Bilge Tonyukuk, Ongi, Köl-İç-Çor, Moyun Çor... anıt mezar külliyeleri bu özelliklere sahiptir. Ancak söz konusu anıt mezar külliyelerinin hemen hemen hepsi açık alanda bulundukları için bugün harabe hâlindedir ve eski görüntülerinden tamamen uzaktır. 10 ALYILMAZ, Cengiz, (2005), Orhun Yazıtlarının Bugünkü Durumu, Ankara, s. 12; TEKİN, Talat, (2006), Orhon Yazıtları, 22-23. 99 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Foto 21: Moğolistan’daki Köl-İç-Çor anıt mezar külliyesinden bir görüntü Ağustos ayında yürütücülüğünü Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı’nın (TİKA’nın) yaptığı Türk-Moğol Bilim Heyeti tarafından kapsamlı bir kazı gerçekleştirilmiş; kazıda sunak taşının kuzeyinde anonim bir anıt mezar tespit edilmiştir. Bu anonim mezar külliyesinde sunak masasına ait işlemeli taşlar, altın, gümüş, bakır, demir ve değerli taşlardan oluşan süs ve kullanım eşyaları ortaya çıkarılmıştır. Bugün Ulaanbaatar’daki Tarih Müzesi’nde muhafaza edilen kıymetli eserler arasında üzerinde umay kuşu tasviri bulunan bir sorguç, ibrikler, ritüel kaplar, heykeller, kemer tokaları, küpeler, altın ve gümüş plâkalar, değerli taşlar ve kumaş parçaları yer almaktadır. Söz konusu buluntular kazı heyeti tarafından bilim dünyasına “Bilge Kağan Hazinesi” olarak duyurulmuştur. Ancak tarafımızdan yapılan incelemelerde buluntular içinde erkeklere (kağanlara) ait hiçbir kullanım eşyasının (zırh, taç, altın kemer, ok, okucu, sadak, yay, kılıç, kama, bıçak, süngü, süngü ucu, eyer, üzengi, at gemi, mühür, sikke… vs) yer almadığı; 2500 adet buluntunun hanedandan bir kadına (katun’a) ait çoğu altından ve gümüşten yapılmış süs ve kullanım eşyasından (sorguç, yüzükler, küpeler, boncuklar, kemer tokaları, kaftan süsü plâkalar, ritüel kaplar, heykelcikler, kumaş parçaları vd.) oluştuğu; bunların da Bilge Kağan’ın kendisine ait hazineyle ilgisinin bulunmadığı belirlenmiştir.11 Foto22: Moğolistan’daki Moyun Çor anıt mezar külliyesinden bir görüntü Foto 24: Bilge Kağan mezar külliyesinin yanındaki anıt mezardan çıkartılan “sorguç”un görüntüsü Foto 23: Moğolistan’daki Ongi anıt mezar külliyesinin balballarının genel görüntüsü (Kök)türk dönemine ait anıt mezarlardan Bilge Kağan’a ait olan anıt mezar külliyesinde 2001 yılı 100 11 Buluntuların ayrıntılı görüntüleri için ayrıca bk. ALYILMAZ, Cengiz, (2005), Orhun Yazıtlarının Bugünkü Durumu, Ankara, 167-176. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi (Kök)türk, Uygur ve Kırgız dönemlerine ait yönetici mezarlarının / mezar külliyelerinin en karakteristik yönlerini hiç kuşkusuz ki, yazıtlar, heykeller ve balballar oluşturur. Foto 25: Bilge Kağan mezar külliyesinin yanındaki anıt mezardan çıkartılan altın objelerden bir kısmının görüntüsü Foto 26: Bilge Kağan mezar külliyesinin yanındaki anıt mezardan çıkartılan gümüş objelerden bir kısmının görüntüsü Foto 28: Bilge Tonyukuk yazıtlarından bengütaşın görüntüsü Çoğu (Kök)türk harfleriyle yazılmış yazıtların bir kısmı dönemlerinin resmî tarihine ait bilgileri; bir kısmı ise, ölen kimselerin yaşam öykülerini, ayrılık acısını dile getiren metinleri içerir. (Kök)türk, Uygur ve Kırgız dönemlerine ait dönemin ileri gelenlerinin mezarlarında genelde bire bir ölçülerde yapılmış insan heykelleriyle (taşbaba ve ayrıntılı insan heykelleriyle) karşılaşılmaktadır. Foto 27: Bilge Kağan mezar külliyesinin yanındaki anıt mezardan çıkartılan gümüş geyik heykelciğinin görüntüsü 101 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi cümleler balbalların ne amaçla dikildikleri hakkında bilgi vermektedir: … eçim kagan uça bardı başlayu kırkız kaganıg balbal tikdim: … Amcam kağan vefat etti; (amcam kağan için) önce Kırgız hakanını balbal (olarak) diktim (Köl Tigin Yazıtı Doğu, 24-25).13 Balballar, saygı / tören yoluna paralel olarak doğuya doğru sıralanmışlardır. Çok nadir de olsa (Moğolistan’da Bugut bölgesinde) balbalların batıya doğru sıralananlarıyla da karşılaşılmaktadır. Uygur dönemine ait mezarlarda balbal bulunmaması, Budist ve Maniheist yaşayış ve inanıştan kaynaklanmıştır. (Kök)türk ve Uygur dönemlerinde karşılaşılan temsilî mezar inşa etme geleneği, sonraki yüzyıllarda hem Türkistan’da hem de Anadolu’da az da olsa devam ettirilmiştir. Dede Korkut, Köroğlu, Nasrettin Hoca, Yunus Emre... gibi önemli şahsiyetlerin Türk dünyasının farklı bölgelerinde temsilî mezarlarının / türbelerinin bulunması da bunu açıkça ortaya koymaktadır. Foto29: Çin Halk Cumhuriyeti Uygur Özerk Bölgesi’nde üzerinde yazıt bulunan, Ni’li (Niri) Kağan’a ait taşbaba Bu heykellerin büyük bölümünün başları sonraki yıllarda birbirine düşman kavimler tarafından parçalanmıştır. Külliyelerde insan heykellerin yanında olağanüstü özellikleri olduğuna inanılıp kutsal sayılan veya ölenin gücünü, kuvvetini, kahramanlığını temsil eden hayvan heykellerine de (koç, arslan… vd) yer verilmiştir. Eski Türk mezarları içinde kurganlarla aynı döneme ait oldukları hâlde son derece basit yapılı, gösterişten uzak mezarlar da vardır. Sayıları kurganların sayısından onlarca kat daha fazla olan kimi dikdörtgen, kimi kare, kimi höyük kimi yuvarlak biçimdeki bu mezarlar, halka (bodun’a) aittir ve kültür tarihimiz açısından en az soylulara ait mezarlar kadar önemlidirler. Bugün araştırmacıların bir kısmının “müteveffanın hayatta iken öldürdüğü düşmanları temsilen” diktirildiğini; bir kısmının ise, “mezarda yatana (kağana, kumandana…) bağlılık / saygı için” diktirildiğini iddia ettikleri12 balballara daha ziyade Hun, (Kök) türk ve Kırgız dönemlerinin erkek mezarlarında rastlanmaktadır. Orhun yazıtlarında geçen bazı 12 Konu hakkında ayrıntılı bilgi ve farklı görüşler için bk. YILMAZ, Anıl, (2006), Gök Türk Heykelciliğinde Baba ve Balbal Kavramları Üzerine, Orta Asya’dan Anadolu’ya Türk Sanatı ve Kültürü, Prof. Dr. Nejat Diyarbekirli’ye Armağan, İstanbul, 111126. 102 Foto 30: Uygur Özerk Bölgesi’ndeki bir mezarın görüntüsü 13 TEKİN, Talat, (2006), Orhon Yazıtları, İstanbul, 30-31. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi 2. Kurgandan Kümbete ve Türbeye Geçiş: Kurgan geleneği, Türkler’in tam yerleşik hayata geçmelerinden ve İslâmiyeti kabul etmelerinden sonra daha da geliştirilerek “türbe”, “kümbet”... adları verilen yeni şekilleriyle devam etmiştir. Bu yeni türler, “mezar” özelliği taşımalarının yanı sıra mükemmel yapıları ve yazıtları sayesinde ait oldukları dönemlerin en önemli mimarî, epigrafi ve sanat eserleri olma niteliğine sahiptirler. gösterilen saygı, örf ve adetlere bağlılık dolayısıyla abidevi mezarlar yapılmış, sanatın büyülü dili ile milletimiz bu “alp soylu” kişilere şükran borcunu ifade etmeye çalışmıştır. Bu abideler Çin’in Kansu eyaletinden Macaristan ovalarına, Anadolu’ya kadar uzayan bozkır kuşağında serpiştirilmiş durumda bulunmaktadır. Tarihin akışı içinde yeryüzünde başka hiçbir millet bu kadar geniş bir alana abidelerini yayamamıştır.14 Foto 32: Ahlat’taki kümbetlerden birinin görüntüsü Kümbetlerin, türbelerin yapıldığı dönemlerde mezar taşlarına ve türbelerin kitabelerine işlenen yazılar da Arap harfleriyle işlenmiştir. Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait mezar taşları hem sanat tarihi hem de yazıt bilimi açısından eşi benzeri bulunmayan eserlerdir. Foto 31: Erzurum’daki kümbetlerden birinin görüntüsü Prof. Dr. Nejat DİYARBEKİRLİ, bu hususta şunları kaydetmektedir: Sanat tarihimizin mezar mimarisi ile ilgili kısmı Türkler’in ata kültüne bağlılığı dolayısıyla zenginleşmiştir. Onun yapı strüktürünü oluşturan unsurların ana hatlarını Türk kültürünün temellerinde aramamızın gerektiği görüşü giderek ağırlık kazanmaktadır. Tarihin en erken devirlerinden itibaren Türk toplulukları arasında devlet için yararlı hizmetler yapmış, il tutmuş kağanlara, beylere, alperenlere, vatana hizmet etmiş bey ve kağan eşlerine, melikelere, devlet büyüklerine ata kültüne Foto 33: Ahlat’taki Selçuklu dönemi mezar taşlarından bir kısmının genel görüntüsü 14 DİYARBEKİRLİ, Nejat, (1991), Türklerde Mezar Yapısı ve Defin Merasimleri, Türk Kültürü Araştırmaları Prof. Dr. Muharrem Ergin’e Armağan, S. XXVIII/1-2, Ankara, 53-62 103 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Foto 34: Ahlat mezar taşlarıyla büyük benzerlik gösteren Azerbaycan’daki mezar taşlarından görüntüler Bugün Türk dünyasının her yerinde din uluları için geçmişten derin izler taşıyan türbeler; devlet büyükleri ve soylular için anıt mezarlar; halktan kimseler için basit yapılı mezarlar yapılmaya devam etmektedir. Bazı mezar taşları üzerindeki tasvirler, fotoğraflar, resimler, damgalar ve yazılar da hiç şüphesiz ki, Sakalar’dan, Hunlar’dan, Avarlar’dan, (Kök) türkler’den… bugüne intikal eden bir geleneğin yaşatılmasından ibarettir. Foto 36: Ardahan İli Çıldır İlçesi’ndeki tasvirli mezarlardan birinin görüntüsü 3. Bursa ve Bursa’daki Mezarlar ve Türbeler: 3.1. Bursa: Bursa coğrafî yapısı, stratejik konumu ve verimli arazileri sebebiyle tarihin her döneminde farklı boyların, milletlerin ve devletlerin ilgi merkezi olmuş; bu sebeple de Antikçağ’dan itibaren sıkça el değiştiren, yerleşim bölgelerinden biri hâline gelmiştir. Farklı Türk boy ve toplulukları da İpek Yolu ticaretinde adı en fazla geçen merkezlerden biri olan Bursa’yla yakından ilgilenmiş ve şehri Süleyman Şah zamanında fethetmişlerdir. Süleyman Şah, 1080’de önce İznik’i ardından da Bursa’yı almıştır. Ancak şehir, 1107’de Kılıçarslan’ın ölümünden sonra şehzadeler arasında çıkan anlaşmazlıklar yüzünden tekrar Bizanslılar’ın eline geçmiştir. Foto 35: Üzerinde insan tasviri bulunan Tunceli / Hozat Bölgesi’deki mezarlardan birinin görüntüsü 104 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Bursa’daki ticarî hayat (özellikle de ipek ticareti) şehri diğer alanlarda da tercih edilir bir pazar hâline getirir ve ekonomik açıdan “zengin”; kültürel açıdan da “seçkin” bir zümrenin doğmasına vesile olur. Bursa, bu bağlamda şairlerin, yazarların, düşünürlerin, bilim ve devlet adamlarının yetiştiği; İslâmî Türk edebiyatının eşsiz eserlerinin de vücuda getirildiği bölgelerden biri olur. 3.2. Bursa’daki Mezarlar ve Türbeler: Foto 37: Bursa’dan bir görüntü Sonraki yıllarda Osmanlılar’ın bölge üzerindeki ısrarları ve Osman Gazi’nin şehri kuşatması sonuç verir; şehir 6 Nisan 1326 tarihinde Osmanlılar’a teslim edilir. İlerleyen tarihlerde Orhan Gazi’nin şehri Osmanlı Beyliği’nin merkezi hâline getirmesiyle şehre Türk nüfus yerleştirilerek, şehrin fizikî yapısında değişiklikler yapılır. Kaleler onarılır; yeni mimarî yapılar (kervansaraylar, hanlar, hamamlar, medreseler, camiler, külliyeler…) inşa edilir (İnalcık, 1992, 445-449) Bursa ve çevresindeki çoğu Osmanlı dönemine ait mezarlar ve türbeler, eski Türk mezar geleneğinden derin izler taşır. Nitekim bu eserler hem yapılış amaçları hem de mimarî yapıları bakımından ortak Türk yaşayış ve inanışının ürünüdürler. Bursa ve çevresindeki mezarların yapılışının temelinde de (tıpkı diğer bölgelerde olduğu gibi) ölene “ebedî mekân yapma”, “hatırasını canlı tutup somutlaştırarak ebedîleştirme”, “ona olan vefa borcunu yerine getirme”,”unutturmama”… vb. düşüncelerinin yattığı görülür. Foto 39: Murâdiyye’deki türbelerden bir kaçının genel görüntüsü Foto 38: Bursa’daki ecdat yadigârlarından birinin görüntüsü Bursa sonraki dönemlerde iş başına geçen padişahların ve yöneticilerin birbirleriyle yarışırcasına ticarî ve dinî merkezler, vakıflar inşa ettikleri bir mekân hâline gelir. Dönemin Batılı ve Doğulu seyyahları Bursa’da Türkler’in yanında farklı milletlere mensup olanların da (Ermeniler’in, Yahudiler’in, Rumlar’ın ve Kıptîler’in de) huzur içinde yaşadıklarını kaydetmektedirler. Bu bilgileri meşhur Seyyah Evliya Çelebi de doğrular. Bursa’da padişah, şehzade, padişah eşi, padişah kızı, padişah torunu, kumandan, bürokrat, ahi, din adamı, bilim adamı, yazar, şair, tacir… gibi toplumda adları ön plana çıkmış olan kişiler adına yapılan türbelerin ve mezarların en çok bilinenleri şunlardır: Abdal Türbesi, Ahi Çelebi Türbesi, Akbıyık Sultan Türbesi, Arap Dede Türbesi, Azap Bey Türbesi, Devlet Hatun Türbesi, Devletşâh Hatun Türbesi, Ebu İshak Türbesi, Emir Sultan Türbesi, Esir Dede Tür- 105 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi besi, Eskici Türbesi, Gülbahar Kadın Türbesi, Gülçiçek Hatun Türbesi, Gülşah Hatun Türbesi, Hamza Bey Türbesi, Hanımkızlar Türbesi, İshak Paşa Türbesi, İsmail Hakkı Türbesi, Kaplan Gazi Türbesi, Kara Mustafa Paşa Türbesi, Kırgızlar Türbesi, Kudbiddin İznikî Türbesi, Murad Hüdâvendigâr Türbesi, Murâdiyye Türbeleri, Okçu Baba Türbesi, Orhan Gazi Türbesi, Oruç Bey Türbesi, Osmancık (Osman Gazi) Türbesi, Selahaddin Buharî Türbesi, Sultan Cem Türbesi, Şehzade Ahmet Türbesi, Şehzade Mustafa Türbesi, Tezveren Türbesi, Timurtaş Paşa Türbesi, Üftade Türbesi, Vani Memed Türbesi, Yediler Türbesi, Yeşil Türbe, Yıldırım Türbesi… Fetih sonrasında Bursa’nın çehresinin değişmesinde, şehrin Türk ve İslamî kimlik ve görünüş kazanmasında diğer mimarî yapılar kadar türbelerin ve mezarların da rolü büyüktür. Foto 40: Osman Gazi’nin Kabri Birer kabir olmalarının ötesinde insanlara ölümü hatırlatarak onların hayatlarını düzenlemelerine ve aynı manevî atmosferi birlikte teneffüs etmelerine vesile olan türbeler ve mezarlar, bir anlamda toplumsal birlik ve bütünlüğün de vasıtasıdır. Foto 41: Orhan Gazi Türbesi’nde bir ziyaret anı 106 Medfun olanların birçoğunun yaşarken görmedikleri, (bazen en yakınlarındakilerin bile onlardan esirgedikleri) ilgiyi yüzyıllar sonra torunlarının göstermesi, son derece düşündürücü; düşündürücü olduğu kadar da anlamlıdır. Bursa’daki seçkin kimseler için yapılan türbelerin / mezarların tıpkı Saka ve Hun dönemi kurganları ile (Kök)türk ve Uygur dönemlerine ait anıt mezarlarda olduğu gibi gösterişli ve büyük yapılması, atalar kültü’nün / atalara saygının / yüceltmenin bir göstergesidir. Türbelerde gerçek mezarların çoğunlukla görünen kısmın (sandukanın) içinde değil; onun altındaki mezar / ölü odasında bulunması; adına türbe yaptırılan kişi(ler)in yanına başkalarının da defnolunması… eski Türk mezar / kurgan geleneğinin bir devamı niteliğindedir Ahmet Hamdi TANPINAR, Beş Şehir adlı eserinin “Bursa’da Zaman” başlıklı bölümünde Bursa’daki bazı türbelerle ilgili olarak şu ifadelere yer vermektedir: … Onlar velveleli bir hayatın sonunda dinlendirici hassaları olan bir suda yıkanır gibi bu mezarlarda uyuyorlar ve şimdi, biz, onların mezarlarını gezerken hayatlarında bir an bile yanlarına uğramamış olan bu sükûnun, büyük bir deniz gibi etrafımızda dalga dalga yükseldiğini hissediyoruz. Bize bu sükûnun vehmini veren şey, şüphesiz ki sanattır. Bütün ömrü boyunca didişen, yabancı şöyle dursun oğul - kardeş kanı dökmekten çekinmeyen insanlar, usta mimarların ve sanatkârların ellerinden sızan hüner ve rahmaniyet sayesinde bir evliya talihini paylaşıyorlar. Foto 42: Bahtı kara şehzade kabirlerinden bir görüntü Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi … İnsan ancak Yeşil’i ve muasırı eserleri gezerken III. Selim tarafından yaptırılmış olan Emir Sultan Türbesi’nde –ve ona benzer diğer bazı binalarda kaybedilen şeyin ne olduğunu daha iyi anlıyor. Zengin malzeme ile hamlesiz bir nizamın mahsulü olan bu binalar sadece bir kalıp, boş, manasız bir cümle gibi zekâyı bir müddet yorduktan sonra “Ben bir hiçim!” diye zaafını itiraf ediveriyor. Foto 45-46: Bursa’daki Osmanlı dönemi mezar taşlarından görüntüler Foto 43: Emir Sultan Türbesinin içinden bir görüntü … Eski Emir Sultan Türbesi ve Mescidi Bursa’nın hayatını zaman zaman etrafında toplayan merkezlerden biriydi. Evliya Çelebi bu türbenin ihtişamını anlata anlata bitiremez. Türbe kapısı baştan aşağı gümüş pullar, gümüş halkalar, gümüş kulplarla süslü imiş; gümüş eşikler, ibrişim halılar varmış. Tavanında mücevher, murassa eşya asılı imiş ve yüzlerce altın gümüş çerağ ve kandiliyle bu evliya bir binbir gece zenginliği içinde yatarmış. Her sene bahar mevsiminde bu türbede büyük bir halk kütlesi toplanır, Erguvan Bayramı yaparlarmış. Bursa’daki mezar taşları da hem yapım özellikleri hem içerikleri hem de epigrafik özellikleri bakımından eski Türk mezar taşı geleneğiyle ve Türk dünyasındaki türdeşleriyle büyük benzerlikler gösterir. Çoğu Arap harfli olan tarihî mezar taşlarının üzerlerindeki damgalar, işlemeler ve motifler de yazılar kadar önem taşımaktadır. Sonuç ve Öneriler: 1. Türk yaşayış ve inanış sistemi içinde mezarlar, kurganlar, türbeler ayrı bir yere ve öneme sahiptir. 2. Türk dünyasının farklı bölgelerinde bulunmalarına rağmen, aynı yaşayış ve inanış sisteminin ürünü olan mezarlar, kurganlar ve türbeler, ait oldukları toprakların tapu senetleridir. 3. Anıt mezarlar, kurganlar, türbeler birer kabir olmalarının yanında eşsiz kültür ve sanat eserleridir. 4. Yerleşim yerlerinin, şehirlerin mimarî dokusu içinde de mezarların, türbelerin ayrı bir yeri vardır. Bursa’nın da Türk-İslam şehri görünümü kazanmasında ve bu ruhu taşımasında şehirde bulunan anıt mezarların ve türbelerin rolü büyüktür. 5. Hem Türk dünyasındaki mezarlar, mezarlıklar, kurganlar, kümbetler ve türbeler hem de Bursa’dakiler koruma altına alınıp envanterleri çıkartılarak albümler ve akademik çalışmalar hâlinde (çok dilli olarak) yayımlanmalıdır. Foto44: Bursa’daki Osmanlı dönemi mezar taşlarından görüntüler 107 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Kaynaklar: ALGÜL, Hüseyin (1982), Bursa’da Medfun Osmanlı Sultanları ve Emir Sultan, İstanbul. ALYILMAZ, Cengiz (2003), Moğolistan’da Eski Türk Kültür ve Medeniyetine Ait Bazı Eserler ve Bulundukları Yerler, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 21, Erzurum, 181-199. ALYILMAZ, Cengiz, (2003), Epigrafik Belgelemeler ve Yüzey Araştırmaları / Epigraphic Documantation and Surface Researches, Moğolistandaki Türk Anıtları Projesi 2001 Yılı Çalışmaları / Work For The Project Turkish Monuments in Mongolia in Year 2001, Ankara, 329-379. ALYILMAZ, Cengiz, (2004), İpek Yolu ve Orhun Yazıtları, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 24, Erzurum, 181-192. ALYILMAZ, Cengiz, (2005), Orhun Yazıtlarının Bugünkü Durumu, Ankara. ALYILMAZ, Cengiz, (2007), (Kök)türk Harfli Yazıtların İzinde, Ankara. ALYILMAZ Semra - ALYILMAZ, Cengiz (2010), Nahçıvandaki Eski Türk Kültür ve Uygarlık Eserleri, Türk Dünyası Mimarlık ve Şehircilik Kurultayı Bildirileri, C. III, Ankara, 181-192. ARMAĞAN, Mustafa (2006), Bursa’ya Şehrengiz Osmanlı’yı Kuran Şehir, İstanbul. BELLİ, Oktay, (2004), Eskiçağ ve Ortaçağ’da Türklerin Cenaze Şölenleri, Yeni Türkiye, S. 45, 221-224. ÇORUHLU, Yaşar, (1998), Erken Devir Türk Sanatının ABC’si, İstanbul. DİYARBEKİRLİ, Nejat, (1991), Türklerde Mezar Yapısı ve Defin Merasimleri, Türk Kültürü Araştırmaları Prof. Dr. Muharrem Ergin’e Armağan, S. XXVIII/1-2, Ankara, 53-62. İBN BATUTA (1333-1335 / 1914), Seyahatnâme-i İbn Batuta, İstanbul, çev. M. Şerif. İNALCIK, Halil (1992), Bursa, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. VI, İstanbul, 447-449. İNALCIK, Halil (2005), Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ, çev. Ruşen Sezer, İstanbul. MEMİŞ, Ekrem, (1987), İskitlerin Tarihi, Konya. MERT, Osman (2008), Öngöt Mezar Külliyesi ve Külliyede Bulunan Damgalar, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 36, Erzurum, 281-305. MERT, Osman (2009), Ötüken Uygur Dönemi Yazıtlarından Tes – Tariat – Şine Us, Ankara. MERT, Osman (2009), Şaahar Tepesi ve Bölgede 108 Bulunan Kaya Üstü Tasvir, Damga, Yazıt ve Kurganlar, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 40, Erzurum, 1-24. MÜLAZIM ABDÜLKADİR (2008), Bursa Tarihi Kılavuzu, İstanbul, Yayıma Hazırlayanlar: Mehmet Fatih BİRGÜL - Levent Ali ÇANAKLI. NOWGORODOVA, E. A. (1980), Alte Kunst der Mongolei, Leipzig. OSMAN ŞEVKİ (2007), Bursa ve Uludağ, İstanbul, Yayıma Hazırlayanlar: Mehmet Fatih BİRGÜL - Levent Ali ÇANAKLI - Coşkun AĞRA. ÖGEL Bahaeddin, (1988), İslâmiyetten Önce Türk Kültür Tarihi Orta Asya Kaynak ve Buluntularına Göre, Ankara. RADLOFF, Wilhelm, (1994), Sibirya’dan, C. I, İstanbul, çev. Ahmet TEMİR. ROUX, Jean-Paul, (1998), Türklerin ve Moğolların Eski Dini, İstanbul, çev. Aykut KAZANCIGİL. ROUX, Jean-Paul, (1999), Altay Türklerinde Ölüm, İstanbul, çev. Aykut KAZANCIGİL. SAĞOL-YÜKSEKKAYA (2009), Türkler’de Ölümün Algılanışı ‘Ölmek Karşılığı Kullanılan Kelimelerden Hareketle’, Uçmağa Varmak Kitabı, İstanbul, 3- 40, Editörler: Emine GÜRSOY-NASKALİ – Gülden SAĞOL-YÜKSEKKAYA. TANPINAR, Ahmet Hamdi (2008), Beş Şehir, İstanbul. TEKİN, Talat, (2006), Orhon Yazıtları, İstanbul. VOYTOV, V. Ye., (1996), Drevnetyurkskiy Panteon i Model’ Mirozdaniya v Kul’tovo-Pominal’nıh Pa yatnikah Mongolii VI-VIII vv., Moskova. YILMAZ, Anıl, (2006), Gök Türk Heykelciliğinde Baba ve Balbal Kavramları Üzerine, Orta Asya’dan Anadolu’ya Türk Sanatı ve Kültürü, Prof. Dr. Nejat Diyarbekirli’ye Armağan, İstanbul, 111-126. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Dr. İlyas Demirci Kaşgar’dan Endülüs’e Türk İslam Şehirleri Sempozyumları Bursa Şehrengizi Elhamra Sarayı Türkiye Mühendisler ve Mimarlar Birliği temsil ettiği camianın sorumluluk bilinciyle sahip olduğu değerlerini ürettiği faaliyetlerle harekete geçirerek faydalı bir sivil toplum olmanın en güzel örneklerini yarıştırmaktadır. Bu anlamda yurt içinde mühendislik, mimarlık ve şehircilik alanında paneller, forumlar konferanslar, sempozyumlar icra ediyor durumdayken Türk İslam coğrafyasında Mimarlık ve Şehircilik Kurultaylarının ana organizatör durumuna gelmiştir. Lütfen hepimizin çok iyi bildiği üzere; dünyaya yayılmış Türk İslam mimarlık ve şehircilik eserlerinin dünya gündemine getirilerek varlıklarının bilimsel yöntemlerle belirlenmesi ve sınıflandırılarak kayıt altına alınması, Türk-İslam kültürü açısından tartışılmayacak kadar önemli bir konudur. Mimarlık eserleri de her şey gibi elbette fanidir ve varlığını belirli bir zaman sürdürebilir. Zaman içerisinde gerek fiziksel koşullar ve insan eliyle yıpranarak yok olurlar, gerekse ideolojik kaygılarla kaderlerine terk edi- 109 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Kaşgar lir veya kasten yok edilirler. Nitekim özellikle son yıllarda devletler arasındaki siyasi anlaşmazlıklar sebebiyle Türk ve İslam karakteri taşıyan birçok önemli eser yok edilmiş ve edilmektedir Daha önce varlıkları bir kayda bağlanmayan eserler şimdi maalesef yok hükmündedirler. Bakanlar kurulu kararı ile Türkiye ismini alarak kurulmuş etkili bir sivil toplum kuruluşu olan Türkiye Mühendisler ve Mimarlar Birliği taşıdığı sorumluluk bilinciyle, ilkeleri belirlenmiş ve bilimsel temellere oturtulmuş mimarlık ve şehircilik kurultaylarını Türk İslam Dünyası sathında bir gelenek haline getirmiştir. İnanıyoruz ki; bu faaliyetlerimizin Türk İslam kültürüne sunacağı kazanımların boyutları zaman içerisinde daha iyi anlaşılacaktır.Hatta daha şimdiden Türk Dünyası Yazarlar ve Sanatçılar Vakfı tarafından 2010 yılının en başarılı sivil toplumu adayı olmayı başarmış ve bu alandaki ödülünü 2011 Mayıs ayı başında Azerbaycan’nın 110 başkenti Bakü’de Türk Dünyası Hizmet Ödülünü almaya hak kazanmıştır 2010 yılının Mayıs ayında Kazakistanın başkenti Astana’da yapılan ve bizatihi Cumhurbaşkanlarımızın da katılımları ile şereflendirdikleri Türk Dünyası Mimarlık ve Şehircilik Kurultayının Sonuç Bildirgelerine göre iki yılda bir ve her Türk Cumhuriyetinin büyük şehirlerinde tekrarlanacak olan hazırlık çalışmaları teşkil etmesi amacıyla; Kaşgar’dan Endülüs’e kadar uzanan coğrafyadaki Türk İslam şehirlerinin mimarlık, şehircilik ve kültürel değerlerini şehrengiz toplantıları adı altında her altı ayda bir Sempozyumlar düzenlenecektir. Bu Sempozyumlar başta TRT olmak üzere ilgili duyan medya kuruluşları aracılığı ile Dünya kamuoyuna duyurulacak ve çalışmalarımız bir yayın haline getirilecektir. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Emeviye Camii / Şam Camiamızın bilim platformunun aldığı büyük bir heyecanla beklenmekte olan sempozyumlarımızın ilki; bir cihan devletinin doğduğu tüm zamanların güzel ve yeşil şehri Bursa’da; TMMB’nin daimi organizasyonunda, Bursa Valiliğimizin evsahipliğinde, Uluslar arası Türk Kültürü Teşkilatı TÜRKSOY Genel Sekreterliğinin koordinasyonunda ve başta Bursa Büyükşehir Belediyesi olmak üzere metropol belediyelerimizin ve ülkemizin seçkin kuruluşlarının destekleriyle gerçekleştirilecektir. Üniversitelerimiz,yerel ve merkezi kurum ve kuruluşlarımız sempozyumumuzun ana destek unsurlarını oluşturacaklardır. 28 – 30 Nisan 2011 tarihinde MERİNOS Atatürk Kongre ve Kültür merkezinde Bursa Şehrengizi adı ile gerçekleştirilecek olan Sempozyumumuzda, dünya mimarlık sanatına yeni, orijinal ve üzerinde durulması gereken konuları ile 28 ülkeden bildirileri ve katılımları ile birçok bilim insanı bir araya gelecektir. Türk İslam dünyasınca iyi bilinen şehir yazarları , edebiyatçıları ve bilim insanları ile Bursa’nın dünü, bugünü ve yarınının üzerinde değerlendirilmeler yapılarak farklı coğrafyalarda fakat aynı kültürel altyapıyla oluşturulmuş diğer Türk İslam Kardeş Şehirleri ile karşılaştırılıp dünya gündemine bir kayıt daha düşürülecektir. Bu Sempozyumlarımızda niçin Şehir Şehrengizleri adını verdiğimizi Bilim kurulumuz ve dergimizin yayın kurulu üyesi Atatürk Üniversitesi öğretim üyesi sayın Cengiz Alyılmaz hocamızın ifadeleriyle okuyucularımla paylaşmak isterim. Farsçadan Türkçeye geçen “şehr” ve “engiz” kelimelerinin birleşiminden oluşan Şehrengiz kelimesi; Türk Edebiyatında ( Divan Edebiyatında ) önceleri bir şehrin / kentin güzelliklerini konu alan kısa manzum eserlerin ortak adı olarak kullanılmıştır. Şehrengizler, bu edebi türün benimsenip sevilmesi, gelişmesi ve yaygınlaşmasıyla sonraki dönemlerde, şehirlerin sosyal,kültürel,dini,siyasi,ticari,mimari ve sanatsal… özelliklerini, ahalisini,mesleklerini,sanatkarla rını,zanaatkarlarını,fikir ve kalem erbabını (şairleri ni,yazarlarını,mütefekkirlerini) topyekün olarak anlatan / yansıtan edebi eserlerin ortak adı olmuştur. 111 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi 112 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Buhara Büyük Minare 113 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Ortaköy Camii / İstanbul 114 Şehrengiz kelimesinin anlamını bu şekliyle kavradıktan sonra Bursa Şehrengizi toplantısının amacını kısaca özetleyecek olursak; amacımız Türk İslam şehirlerinin tarihini kimliğini ve kişiliğini oluşturan mimari eserlerin korunması, yaşatılması, kaybolmaya yüz tutmuş değerlerimizin açığa çıkarılması, gelecek kuşaklara aktarılarak Dünya İnsanlık Mirası listesinde hak ettikleri yerlerini almalarını sağlamaktır. Manevi Mimarları ve Osmanlının Bursa merkezli devletini yönetmiş ve yaşamış ilk altı padişahın adları ile isimlendirmeyi bir vazife saydık. Bu anlamda Emir Sultan Hazretleri, Osmanlının ilk şeyhülislamı Molla Fenari Hazretleri ve Somuncu Baba’nın Bursa ULU Camii ve Dua Çınarı hikayesini yazımızla birlikte sizlerle paylaşmayı düşündüm. Türk İslam Şehirlerinin maddi ve manevi kimlikleri ile şehrengiz formatında tanıtımı yapılırken o şehrin manevi mimarlarını ve abide şahsiyetlerin yaşadıkları şehirlerin ve toplumlarının üzerine olan etkilerini hatırlamak gerekir düşüncesindeyim. Bu noktadan hareketle toplantılarımızın oturumlarımızı, Bursa’nın Onursal başkanlığını T.C. Devlet Bakanı Sayın Faruk ÇELİK beyin, Bilim Kurulu başkanlığını bu yıl yüzüncü yılını kutlayacağımız Türk Ocaklarının Genel Başkanı Sayın Nuri GÜRGÜR’ ün yapacakları ve bilimsel seviyesi heyecan verici yüksek katılımlı toplantımıza şehir ve tarihe ilgi duyan bütün meslektaşlarımızı bekliyoruz. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Özgen Keskin Bursa Yıldırım’da İnsan ve Kent İlişkileri Bursa kentinin, 1987 yılında Büyükşehir Belediyesi statüsüne geçmesi ile merkezde Osmangazi, doğuda Yıldırım ve batıda Nilüfer olmak üzere üç merkez ilçe Belediyesi oluşturulmuştur. Bu Belediyeler, 1989 yerel seçimleri ile fiili olarak faaliyet göstermeye başlamışlardır. Yıldırım ilçesi batıda Gökdere Vadisi, doğuda Kestel ve Gürsu İlçeleri, güneyde Uludağ etekleri ve kuzeyde Bursa ovası ile sınırlanmaktadır. Yüzölçümü 6448.8 hektar ve 2000 yılı sayımı itibarı ile nüfusu 480.266 kişidir. Günümüzde resmi olmayan rakamlara göre nüfus yaklaşık olarak 700.000 kişidir. Yıllık nüfus artışının yaklaşık % 6.5 olması nedeniyle ilçenin sorunları doğal olarak her geçen gün büyümektedir. Ancak ilçenin yaşanabilir, sağlıklı bir kent kimliğine sahip olması amacı ile gerekli tüm plan ve yatırım çalışmaları ağırlıklı olarak sürdürülmektedir. Yıldırım Belediyesi, ilçenin tarihi-organik dokusu ve yeşili ile örtüşen kimliğinin korunması ve sürdürülmesinde, devraldığı bu çok önemli mirasa sahip çıkmanın bilinç ve sorumluluğuyla gerek ulusal ve evrensel, gerekse geleneksel ve çağdaş kültürü barındıracak bir yaklaşım benimseyerek, çalışmalarını bu doğrultuda sürdürmektedir. Tabiî güzellikleri ve binlerce senedir bilinen şifalı kaplıcaları ile dünyaca 115 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi isim yapan Tarihî abideler şehri Bursa; Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesine “devlet” olarak çıktığı ilk yer, ilk başkenttir. Osmanlı, yeni yurtlarına şehrin doğusundan girerek, ilk eseri olan Balabanbey Kalesini yaparak Bursa’yı ilk olarak buradan abluka altına almıştır(6 nisan 1326). Osman Gazi; oğlu Orhan Gazi’ye bu kaleden Tophane surlarındaki Bizans manastırını göstererek, güneşin vurmasıyla parlayan kubbesi için “Beni şol gümüşlü kümbete gömün.” vasiyetinde bulunmuştur. Aslında bu bir vasiyetten ziyade Bursa’nın alınmasına dair bir buyruktur. Yıldırım Bayezid; şehir merkezinin doğuya devamı için 1390’da Yıldırım Külliyesini kurmaya başladi. Böylece; Osmanlı’nın büyüyen başkenti Bursa’nın bilim, kültür ve inanç merkezlerinden birini, gökdere’nin doğusunda yeşertti. Oğlu Çelebi Mehmed’in de Yeşil Külliyesini bu bölgeye yaptırmasıyla Gökdere’nin doğusunda yerleşim başladı. Böylelikle günümüzün Yıldırım ilçesinin temelleri atılmiş oldu. 116 Padişahlar ve Evliyalar şehri Bursa, Osmanlı’yla birlikte inanç turizmi açısından oldukça önemli şehirlerden birisidir. Adını Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid’tan alan ilçede, Osmanlı döneminden kalma çok sayıda tarihi yapı ve doğal güzellikler yer almaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucularının aile kabirlerinin de Yıldırım İlçesi’nde bulunması kente ayrı bir önem katmaktadır. Bu önemli yerlerden bazıları; Emir Sultan Hazretlerinin Türbe ve Camisi, Yeşil Türbe ve Camii, Yıldırım Bayezıd Türbe ve Camisi, Devlet Hatun Türbesi, Açık Namazgah-Namazgah Camii vs. gibi mekanlar yerli ve yabancı birçok turistin ilgisini çekmektedir. KENTSEL DÖNÜŞÜM VE TOPLU KONUT Yıldırım İlçesi’nde ki hızlı kentleşme ve ruhsatsız yapılaşma eğilimini en aza indirmek, dar ve orta gelirli vatandaşlarımızın nitelikli konut ihtiyacını gidermek amacıyla 2004 yılında göreve geldiği gibi kolları sıvayan Yıldırım Belediyesi, “Herkese Yeterli Konut” ve “Hızlı Kentleşen Dünyada Sürdü- Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi rülebilir Yerleşimler” hedeflerini de dikkate alarak konut ve kentleşme meselelerini öncelikli faaliyeti saymaktadır. Yıldırım İlçesi’ni“köy”görünümünden kurtaran Yıldırım Belediyesi, kaçak yapılarla örülü ilçeyi çağdaş düzeye getirerek; güvenli, mühendis ve mimar eli değmiş yapılarla ilçeyi güzelleştirme hedefine ulaşmanın haklı gururunu yaşıyor. BİR DÖNEMDE 7 KENTSEL DÖNÜŞÜM VE TOPLU KONUT İLE REKOR ELDE ETTİ Göreve geldiği günden bu yana TOKİ’nin yanı sıra kendi çabalarıyla 7 kentsel dönüşüm ve toplu konutta adeta bir rekor kıran Yıldırım Belediyesi, kısa bir süre içinde ilçeye çağdaş ve modern 1880 adet konut kazandırdı. Sinandede, Akçağlayan Bahçeli Evleri, Yiğitler, Cumalıkızık, Beyazıt Mahallesi, Yıldırım Külliye çevresi, Kaplıkaya Cazibe Merkezi projesi ile kentsel dönüşüm ve toplu konut çalışmaları, sadece Yıldırım’ın değil Bursa’nın da vitrinini değiştirdi. YİĞİTLER MAHALLESİ’NDE 505 KONUT Yiğitler Mahallesi’nde belediye tarafından kamulaştırılan 3.3 hektarlık alan üzerinde TOKİ ortaklığıyla yapılan 505 konutun anahtarları, Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın katıldığı törenle vatandaşlara teslim edildi. Kısa zamanda yapımı tamamlanan Yiğitler Toplu Konutları ile binlerce insan, uygun şartlarla ev sahibi olurken, konforlu bir yaşamına kavuştu. AKÇAĞLAYAN BAHÇELİ EVLERİ İLE 775 BAHÇELİ EV 30 SOSYAL DONATI ALANI Yıldırım Belediyesi tarafından kamulaştırılan Bursa’daki en büyük kentsel dönüşüm alanında (301.000 metrekare) düzensiz yer alan gecekondular, odun depoları tasfiye edilerek yapılan konutlar görenleri imrendiriyor. Vatandaşlarımıza Temiz havası, depreme dayanıklı alt yapısı, manzarasıyla güvenli ve huzurlu bir ev yaşantısı ortamı sunuluyor. Şehrin yoğun trafiğinden ve hava kirliliğinden uzak, Bursa mimarisi ile yapılan Akçağlayan Bah- 117 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi çeli Evleri tamamlandı. Akçağlayan Bahçeli Evleri ile halkımıza doğayla iç içe bir yaşam sunuluyor. SİNANDEDE MAHALLESİ’NDE 150 DAİRE Sinandede Mahallesi’nde yıllarca çözümlenemeyen imar soruna da el atan Yıldırım Belediyesi, “Ver Gecekondunu Al Daireni” projesi ile 470 metrekare alan içindeki ecüş bücüş evler yerine modern konutlar yapıldı. Tamamlanan kentsel dönüşümde, zemin dükkan üst katlar ev olarak tasarlanmış. Bu proje sayesinde maddi imkansızlıklar içinde olan vatandaşlar daha düzgün yaşam standartlarında yaşama hakkı elde etti. 118 Gece kondulara mesken olan Molla Yegan Medresesi restore edilerek, Kültür Merkezi haline dönüştürüldü. El sanatları atölyeleri, kafetaryası ve restorantı ile Bursa’nın alternatif yaşam merkezleri arasında ki yerini aldı. BEYAZIT MAHALLESİ’NDE DÖNÜŞÜM TAMAMLANIYOR Beyazıt Mahallesi’nde 6329 metrekare alan üzerindeki 208 hak sahibine ait çarpık yapı, kamulaştırılarak yıkımları gerçekleştirildi. Çarpık yapılar yerine yapılan hobi dükkanları ve Kimsesizler Konağı gibi sosyal içerikli projelerle, Beyazıt Mahallesi örnek bir estetiğe dönüştürüldü. YILDIRIM KÜLLİYESİ VE MOLLA YEGAN MEDRESESİ KENTSEL DÖNÜŞÜMÜ CUMALIKIZIK’TA DÜN BUGÜNE TAŞINIYOR Yıldırım Külliyesi civarında gerçekleştirilen kentsel dönüşüm ile, görüntü kirliliği oluşturan onlarca yapı yıkılarak, restore edilen tarihi eserler gün yüzüne çıkarıldı. Yıldırım Belediyesi, İl Özel İdaresi ve Bursa Mimarlar Odası işbirliği ile Osmanlı Köyü Cumalıkızık 3. Bin Yıla taşınıyor. Düzenlenen “3. Bin Yılda Yaşayan Osmanlı Köyü Cumalıkızık” Fikir Proje Yarışması so- Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi nucunda ortaya çıkan proje doğrultusunda restorasyonları gerçekleştirilmeye başlayan tarihi evler, gelecek nesillere de aktarılarak, 3. Bin yıla taşınıyor. Evlerin tarihi dokuları bozulmadan yapılmaya başlanan restorasyon çalışması sonucu Cumalıkızık tarihi dokusunu bozmadan tarihin taşıdığı tüm izleri ile gelecek nesillere miras bırakılıyor. SOSYAL BELEDİYECİLİKTE MODEL YILDIRIM BELEDİYESİ TÜRKİYE’NİN PRESTİJ PROJELERİNDEN KAPLIKAYA CAZİBE MERKEZİ Yıldırım Belediyesi, sosyal belediyecilik kavramında hazırladığı bir çok proje ile diğer belediyelere örnek olmaya devam ediyor. Sevgi Market’ten, Yıl-Mek’e, Huzur Sarayı’ndan Kadın Konuk Evi’ne kadar ilçenin güzelleşmesine yönelik daha bir çok sosyal proje ile Yıldırım’da umutlar sevgiyle çoğalıyor. Sadece Bursa’nın değil Yıldırım’ın prestij projelerinden biri olan Kaplıkaya Cazibe Merkezi ile Bursa’nın marka değerleri gün yüzüne çıkıyor. Su ve yeşilin öncelenerek yapıldığı Cazibe Merkezi ile Bursa yeni bir sosyal yaşam merkezine daha kavuşuyor. Spor Tesislerinden, dev akvaryuma, çay bahçelerinden, ücretsiz spor ve piknik alanlarına, seyir teraslarından, butik otele, anfi tiyatrodan bir çok sosyal donatı alanına sahip olan Kaplıkaya Cazibe Merkezi, Türkiye’nin en güzel projelerinden biri olmaya aday gösteriliyor. Sevgi Market’te yoksul vatandaşlar yüzleri kızarmadan kendilerine verilen kartlarla alışveriş merkezindeymiş gibi yardımlarını alırken, Yıldırım’ın çeşitli mahallelerine yerleştirilen Giysi Kumbaraları ile binlerce yoksula kıyafet yardımı toplanıyor. Ücretsiz Yıl-Mek kurslarıylada on binlerce kursiyer hobi edinirken bir yandan da yeni meslekler kazanarak, istihdam ediliyor. Çaresiz kadınlarımız için sıcak bir yuva olan Kadın Konuk Evi’nde kadınlarımızın göz yaşları dindirilirken, meslek edindirilerek rehabiliteleri sağlanıyor. Ayrıca Yıldırım 119 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Belediyesi tarafından yeni açılan “Evde Bakım Birimi” ile hem günlük eleman ihtiyacı olan hem de iş arayan vatandaşların ihtiyaçlarına cevap veriliyor. Bir çok alanda günlük eleman ihtiyacı olan vatandaşlara hizmet götürülen bu proje ile cüzi bir para karşılığında yaşlı bakımı, temizlikçi, bebek bakımı, bahçıvan, aşçı, hizmetçi, boyacı, ütücü vb. gibi hizmetler (363 55 00 dan 1382 dahili numara aranarak) Yıldırım Belediyesi aracılığıyla vatandaşlara sunuluyor. Yıldırım Belediyesi’nin sosyal belediyecilik anlayışıyla yürüttüğü projeler bu kadarla da sınırlı değil, iyi günün de olduğu gibi kötü gününde de vatandaşların yanında olan belediye, A’dan Z’ ye tüm cenaze hizmetlerini ücretsiz şekilde halkın hizmetine sunmanın yanı sıra böbrek yetmezliği nedeniyle diyalize bağlı olan hastalara ücretsiz servis imkanı sunuyor. Ayrıca, Yıldırım Belediyesi, Kentsel Dönüşüm Projeleri kapsamında Beyazıt Mahallesi’nde hizmete 120 girecek Kimsesizler Konağı ile sokakta yaşamaya mahkum olmuş vatandaşlarımıza ayda 1 ytl’ye sıcak bir yuva imkanı sunmak için var gücüyle çalışıyor. YAŞLILARA 5 YILDIZLI HUZUR SARAYI 7’den 70’e Yıldırımlılar’ın yanında olan ve “Önce İnsan” felsefesiyle hareket eden Yıldırım Belediyesi, Huzur Sarayı ile maddi durumu iyi olup da bakacak kimsesi bulunmayan ya da ele muhtaç olmak istemeyen yaşlı vatandaşların hayatlarının son demlerinde konforlu bir yaşam sürmelerine olanak sağlıyor. Huzur Sarayı’nda suit oda alan yaşlılar, 5 yıldızlı otel kalitesinde hizmet alabiliyor. EĞİTİME 100% DESTEK Göreve geldiği günden bu yana ürettiği 30 okul arsası ile Eğitime yüzde 100 destek verdiğini kanıtlayan Yıldırım Belediyesi, maddi gücü olmayan öğrencilere de kırtasiye desteğinde bulunurken, Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Bursa’ya 2. üniversite arsası kazandırdı. Ayrıca ihtiyaç sahibi öğrencilere de sevgi market aracılığıyla dağıtılan giysi yardımları ile dar gelirli velilere destek olunuyor. STK’LARLA BİRLİK BERABERLİK Sivil toplum kuruluşları ve esnaf odaları ile birlik ve beraberlik içinde örnek çalışmalara imza atan Yıldırım Belediyesi, Bursa Seyyar Pazarcılar Odası ile modern katlı pazaryerleri ve Bursa Kasaplar Odası ile Modern Kurban Kesim ve Satış yeri, Hayvan Severler Derneği ile Doğal Hayvan Barınağı gibi çok sayıda ilkleri başardı. Yıldırım’da yapılan Katlı Pazar Yerleri diğer belediyelere model oluştururken, yılan hikayesine dönen ve Bursa’nın en uzun sokak pazarı olan TMA Caddesindeki sebze meyve pazarı kaldırılarak modern Pazar yerlerinde hizmet verilmeye başlandı. ENGELLİLER DE UNUTULMADI İyi günde ve kötü günde halkının yanında olan Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin, engelli vatandaşların sosyal yaşamındaki rahatlıkları için düşünülen parkur, kaldırımların yanı sıra AB kredisiyle tekstil iş eğitim atölyesinde engelli vatandaşlarımıza meslek edindiriyor. Ayrıca Yıldırım Belediyesi tarafından yapımı kısa sürede tamamlanan Engelliler İş Eğitim Okulu geçtiğimiz aylarda Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu ve Devlet Bakanı Faruk Çelik’in de katılımı ile kapılarını engelli öğrenciler için açtı. Okul içindeki tüm düzenekler engelli öğrencilere yönelik hazırlanırken amaç özürlü miniklerin engellerini hissetmeden eğitim alabilmelerini sağlamak. YILDIRIM’DA KÜLTÜR SANAT Yıldırım Belediyesi, vatandaşlarına ücretsiz olarak sunduğu konser, tiyatro, standup gösterileri vb. sosyal etkinliklerle de vatandaşlarına başka bir sosyal belediyecilik hizmeti götürüyor. Bursa’nın alternatif kültür merkezlerinden olan Barış Manço Kültür Merkezi ile kültür ve sanatın kalbi Yıldırım’da atıyor. Üstü açık otobüslerle ücretsiz kültür turları ile çocuklarımız tarih ve kültürle buluşuyor. SPORUN KALBİ YILDIRIM’DA ATIYOR Yıldırım Belediyesi, spora ve sporcuya verdiği desteklerle de Bursa’nın genç ve başarılı sporcularını gün yüzüne çıkarıyor. Bokstan yüzmeye, güreşten basketbola kadar bir çok sporcuyu bünyesinde bulunduran belediye spor kulübü, ücretsiz yaz ve kış spor okullarıyla da çocuklara sporu öğretimeye devam ediyor. Yıldırım’ın çeşitli mahallelerinde her sabah eğitmenler eşliğinde spor yapan erişkinler, günlük hayatın stresini atarken kendilerini daha rahat ve huzurlu hissediyor. Ünü dünyaya açılan Yıldırım Belediyesi Spor Kulübü’nün lisanslı sporcuları aldıkları dünya ve avrupa şampiyonlukları Bursa’yı tüm dünyada tanıtırken, Yıldırım Belediye Spor Kulübü, 2008 yılında düzenlen Olimpiyatlarda Boks dalında Bursa’dan ilk kez sporcu çıkartmanın haklı gururunu yaşıyor. YILDIRIM’DA BAŞI BOŞ HAYVANLARINDA SICAK BİR YUVASI VAR Yıldırım’da hayvanlar da evsiz kalmıyor. Yıldırım Belediyesi VE Hayvan Sevenler Derneği tarafından yapılan Doğal Hayvan Barınağı’nda başı boş hayvanlara sıcacık bir yuva imkanı sağlanıyor. Hayvanların aynı zamanda rehabilite, kısırlaştıma vb. ünitelerinin de yer aldığı Doğal Hayvan Barınağı, can dostlarımız için yeni bir yaşam alanı oluşturuyor. YEŞİLSE TUTKUMUZ YILDIRIM UMUDUMUZ Yıldırım, Bursa’nın simgesi olan yeşilin en yoğun yer aldığı ilçelerden biri. Son 4 yılda yapılan 145 yeni park ve yeşillendirme çalışmaları ile kişi başına düşen yeşil alan 7.2 metrekareye çıkartıldı. Yeşil doğa ve mavi gök yüzü Yıldırım’da güçlenen bir gerçek. Dünya standartlarının üstünde yeşil alana sahip Yıldırım’da çocuklarımız yeşille içi içe büyüyor. YIL-GÜZEK İLE ANINDA MÜDAHELE Yıl-Güzek Ekibinin Yıldırım’da uyguladığı projelerle Yıldırım daha da güzelleşiyor, yeni bir görünü- 121 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi me bezeniyor. Trafoların tablo gibi boyanmasından, bina duvarlarının boyanmasına, yollardaki boş alanlarının çiçeklendirilmesinden, cadde ve sokakların temizliğine kadar bir çok projeye imzasını atan Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin ve ekibi Yıldırım’ı her geçen gün değiştiriyor, güzelleştiriyor ve dönüştürüyor. YILDIRIM BELEDİYESİ “EVDE BAKIM BİRİMİ” İLGİ GÖRÜYOR - Yıldırım Belediyesi Tarafından Geçtiğimiz Aylarda Kurulan Evde Bakım Birimi, Bursalıların Beğenisini Topladı. Hem Günlük Eleman İhtiyacı Olan Hem De İş Arayan Vatandaşlara Umut Kapısı Olan Evde Bakım Birimi İle Vatandaşlara Yeni Bir Sosyal Hizmet Daha Sunuluyor. Yıldırım Belediyesi, akılcı bir projeye daha imzasını atarak, “Evde Bakım Birimi” ni geçtiğimiz aylarda faaliyete soktu. Maddi durumu olan ancak bakıma muhtaç olan yaşlılar, bebek bakıcısı arayanlar, ev 122 işlerinde yardım isteyenler, yada tesisat ile sorunu olanlar, çocuklarının derslerine takviye için öğretmen arayanlar... A’dan Z’ye bakım ve sosyal hizmet sunan Yıldırım Belediyesi, Evde Bakım Birimi ile vatandaşlar, evde ihtiyaç duydukları birçok hizmeti belediye kanalıyla alabiyor. Bu proje ile evinde geçici yada sürekli eleman ihtiyacı olan Bursalılar, 363 55 00 nolu irtibat telefonundan 1382’yi tuşlayarak ihtiyacı olan elemanı söylüyor, Yıldırım Belediyesi’nin görevlendirdiği personel tarafından hizmet vatandaşların ayağına kadar götürülüyor. Sadece Yıldırım’a değil Bursa’nın diğer ilçelerine de sunulan ve vatandaşların beğenisini toplayan Evde Bakım Birimi tarafından; bebek bakıcılığından, yaşlı bakıcılığına, engelli bakıcısından, hasta bakıcısına, temizlikçiden, sürekli hizmetçiye, aşçıdan, kapıcıya, bahçıvandan, boyacıya, duvar ustasından, marangoza, elektrik-su tesisatçısından, Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi şoföre, doktordan, öğretmen ve ütücüye kadar daha birçok ev işi ile ilgili hizmet, cüzi bir miktar karşılığında vatandaşlara sunuluyor. Önemli bir sosyal hizmet projesi olan “Evde Bakım Birimi” ile Yıldırımlılara hizmet sunmaya giden personeller, tek tip kıyafet giyerek, belediye tarafından tahsis edilen araçlarla vatandaşlara ulaşımı sağlanıyor. Yıldırımlılara büyük bir sosyal hizmet daha sunmanın haklı gururunu yaşayan Yıldırım Belediyesi, bu projesi ile hem iş arayan vatandaşlara destek olmayı hem de Yıldırımlıların ihtiyaçlarına cevap vermeyi amaçlıyor. Türkiye’ye örnek bu projesi ile yine bir ilke imzasını atan Yıldırım Belediyesi, ilklerin ve farklı projelerin belediyesi olma ünvanını da taşımaya devam ediyor. Ocak ayı itibariyle 1143 aile Yıldırım Belediyesi Evde Bakım Birimi hizmetinden faydalandı. 1143 aileden; 60’ı yatılı, 100’ü ütücü-bahçıvan gibi günlük bakım hizmetlerinden geri kalan aileler ise temizlik için Yıldırım Belediyesi Evde Bakım Birimi tarafından tahsis edilen elemanların iş gücünden faydalandı. Evde Bakım Birimi’nin hizmete girdiği gün itibariyle, günde ortalama 40 kişiye iş imkanı sağlanmış oldu. YILDIRIM BELEDİYESİ HASTA YAKINLARI TESİSİ - Yıldırım Belediyesi Tarafından Yapımı Kısa Sürede Tamamlanan Hasta Yakınları Tesisi İle Hasta Refakatçilerine 5 Yıldızlı Otel Konforunda Hizmet Sunuluyor. Yıldırım Belediyesi sosyal ve fiziki projeleri ile emin adımlarla yoluna devam ediyor. Her geçen gün Yıldırım’a yeni bir hizmet kazandıran Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin ve ekibi farklı projeleri ile Yıldırım’ı değiştirerek, güzelleştiriyor. 123 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Yapımı kısa sürede tamamlanan Hasta Yakınları Tesisi de Yıldırım Belediyesi’nin akılcı projolerinden biri. Yıldırım Belediyesi Hasta Yakınları Tesisi, Bursa’da bir ilk... 124 mevcut. 800 metrekare alan içine inşaa edilen tesis ile hasta yakınları rahat bir nefes alıyor. Uygun bir para karşılığında, hasta yakınlarının konakladıkları tesis ile Yıldırım Belediyesi diğer belediyelere örnek yeni bir projesini daha vatandaşların hizmetine açmış bulunmakta. Geçtiğimiz Mayıs ayında açılışı gerçekleştirilen hasta yakınları tesisi, 5 yıldızlı otel konforunda dizayn edilmiş. KAPLIKAYA CAZİBE MERKEZİ HİZMETE GİRMEK İÇİN GÜN SAYIYOR Yıldırım Şevket Yılmaz Devlet Hastanesi karşısına inşaa edilen hasta yakınları tesisi ile refakatçiler, hem hastalarına yakın oluyor, hem hastane bahçelerinde sürünmüyor, hem de konforlu odalarda cüzi miktarda konaklayabiliyorlar. - Yıldırım Belediyesi’nin Prestij Projelerinden Biri Olan Kaplıkaya Cazibe Merkezi Hizmete Girmek İçin Gün Sayıyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Katılması Beklenen Açılış Töreninin, Önümüzdeki Aylarda Yapılması Planlanıyor. 36 odası bulunan Yıldırım Belediyesi Hasta Yakınları Tesisi odaları içinde yok yok. Aile, 2 yataklı standart ve çift kişilik yataklı olmak üzere 3 tipte hazırlanan odaların her birinin içinde; plazma, buzdolabı, oturma gurupları ve konforlu yataklar BURSA\YILDIRIM BELEDİYESİ. Sadece Yıldırım’ın değil Bursa’nın prestij projelerinden biri olarak gösterilen Kaplıkaya Cazibe Merkezi hizmete girmek için gün sayıyor. Yapımı büyük Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Başkanı Özgen Keskin; “Yapımı %95 oranında tamamlanan Cazibe Merkezi hizmete girdiğinde Bursa’nın göz bebeği sosyal yaşam alanlarından biri olacak. Tüm ekibimin canla başla çalıştığı bu proje, Yıldırım’ın da kabuğunu kırarak gelişen, yeni modern yüzünü gösterecek” diye konuştu. MAHALLELERDEKİ MİNİ BELEDİYELER MAHALLE KONAKLARI - Yıldırım’ın Hemen Hemen Her Mahallesinde Bulunan Mahalle Konaklarının Her Biri Küçük Bir Belediye Gibi Çalışıyor. İçinde Ptt Tahsilat Bürosu, Muhtarlık Ofisi, Okul Öncesi Eğitim Sınıflığı, Yıl-Mek Kursları Ve Deprem Deposu Bulunan Mahalle Konakları Yıldırımlıların Hizmetinde. Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin ve ekibinin 2004 yerel seçimlerinde iş başı yapması ve ardından 2009 yerel seçimlerinde güven tazeleye- oranda tamamlanan Cazibe Merkezi ile Bursa’nın marka değerleri gün yüzüne çıkıyor. Su ve yeşilin öncelenerek planlandığı Kaplıkaya Cazibe Merkezi ile Bursa yeni bir sosyal yaşam merkezine daha kavuşuyor. Türkiye’nin en büyük skate parkından, farklı cinsten balıkların yer aldığı dev akvaryuma, çay bahçelerinden, ücretsiz spor ve piknik alanlarına, seyir teraslarından, butik otele, anfi tiyatrodan, balık tutma göletine kadar bir çok sosyal donatı alanına sahip olan Kaplıkaya Cazibe Merkezi, Türkiye’nin en güzel projelerinden biri olmaya aday gösteriliyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de katılması beklenen açılış töreninin önümüzdeki aylarda yapılması planlanıyor. Kaplıkaya Cazibe Merkezi’nin her bir detayı ile ayrı ayrı ilgilenildiğine dikkat çeken Yıldırım Belediye rek yollarına devam etmesiyle, Yıldırım’a birbirinde akılcı onlarca proje yapıldı. Yıldırım’da yapılan bu projelerden öne çıkanlardan biri de Mahalle Konakları. Yıldırım’ın hemen her mahallesinde bulunan mahalle konakları mini bir belediye gibi çalışıyor. Mahalle Konakları aynı zamanda, eski Bursa evlerini andıran, müstakil ve bahçeli dış görüntüsüyle de görenlerin beğenisini topluyor. Her bir mahalle konağının yapımı ile ayrı ayrı ilgilenen 125 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin ve ekibi Mahalle Konakları projesiyle bir çok ödüle layık görüldü. Bir çok belediyeye rol model olan mahalle konakları içinde yok yok. Muhtarlık ofisi, ptt tahsilat bürosu, tam donanımlı deprem depoları, okul öncesi eğitim sınıfları ve yıl-mek kurslarından oluşan mahalle konakları Yıldırımlıların takdirini toplayan başarılı bir proje. Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin amaçlarının her mahalleye bir mahalle konağı yapmak olduğunun altını çizdi. Keskin; “Göreve geldiğimiz günden bu yana Yıldırım’a irili ufaklı onlarca proje kazandırdık. Bu projelerimizin içinde fiziki olduğu kadar sosyal belediyecilik anlayışıyla da yapmış olduklarımız var. Mahalle konaklarımız da öne çıkan başarılı projelerimizden biri. Diğer belediyelere de örnek olan mahalle konakları ile vatandaşlarımız belediyeye gelmeden, bir çok işlemi buradan yapabilmenin mutluluğunu yaşıyor” dedi. 126 SEVGİ MARKET Sosyal belediyeciliğin en güzel örneklerinden birinin sergilendiği “Sevgi Market” Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin ve ekibinin 2004’deki yerel seçimler sonrasında iş başı yapmasıyla başlamış, bir yardım fonudur. Önemli bir sosyal belediyecilik örneği olan Sevgi Market, Yıldırım Belediyesi bünyesinde bulunan küçük bir market gibi işlev görüyor. A’dan Z’ye her ürünü bulmanın mümkün olduğu Sevgi Market’te, alışveriş sepetini alan dar gelirli vatandaş, istediğini (aile ferd sayısına göre) alabiliyor, daha sonra kasaya geliyor, elindeki kartla aldıklarını ödüyor. Ama bu kartta para geçmiyor, bu kartta geçen “Sevgi”... Aslında sevgi marketi, diğer yardım modellerinden ayıran özellik de işte tam da burada başlıyor. Sevgi Market’e gelen vatandaşın yüzünü kızartmadan alışverişini yapabilmesi için gerçek bir Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi alışveriş modeli hazırlayan Yıldırım Belediyesi, hazırladığı kartları, Yıldırım’da tespit ettiği maddi durumu olmayan ailelere veriyor, bu ailelerde, yardımseverler tarafından donatılmış Sevgi Market’te istediğini, Yıldırım Belediyesi’nin verdiği aylık limit ölçüsünde alıyor. Hem vatandaşın yardım alırken yüzünün kızarmadığı hem de yardım kuyruklarında görülen izdahamı önleyen bu yardım şekliyle Yıldırım Belediyesi bir çok belediyeye rol model olmayı başarmıştır. Yıldırım Belediyesi tarafından başlatılan Sevgi Market’e önceleri yardımseverlerin bireysel yardımları destek olurken, sonrasında Yıldırım Gönüllüler Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’nin kurulmasıyla tam bir döner sermaye yakalanmıştır. Halen daha giyimden, beyaz eşyaya, oyuncakdan, kişisel bakım ürünlerine, gıdadan, mobilyaya kadar her dalda ürünün bulunduğu sevgi market’e yardımlar devam ediyor. İnsanlar değiştirdikleri ev aletlerini, mobilyalarını, giysilerini seve seve, sevgi markete bağışlıyor. İşin içinde sevgi olunca da bu markette para geçmiyor. Her gün 500 aileye sefer taslarıyla yemek götürülen sevgi market aracılığı ile Yıldırım’da yaşayan maddi durumu olmayan vatandaş aç yatmıyor, çocuklarının karnını doyurmak için, kötü yollara başvurmuyor. Ayrıca, yaşlı bakım hizmetiyle de, Yıldırım’da yaşayan bakıma muhtaç yaşlılılarımızın da, temizlik ve bakımları evlerinde yapılıyor. 127 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi YILDIRIM BELEDİYESİ TIP MERKEZİ’NDEN BİR YENİLİK DAHA bilecek hastalar, zaman kaybetmeden istedikleri branştan hizmet alabilecekler. - Sgk İle Yaptığı Anlaşma İle Branşında Uzman Doktorlarıyla, Vatandaşlara Fark Ücreti Almadan Hizmet Veren Yıldırım Belediyesi Tıp Merkezi Bir Yeniliğe Daha İmza Atarak, E-Randevu Sistemini Başlattı. 0224- 362 83 83 numaralı telefon aracılığıyla da Yıldırım Belediyesi Tıp Merkezi; randevu ve bilgi vermeye devam edecek. BURSA\YILDIRIM BELEDİYESİ. Yıldırım Belediyesi’nin “Önce İnsan” felsefesiyle yaptığı projelere her geçen gün bir yenisi daha ekleniyor. Branşında uzman doktorlarıyla, SGK ile yaptığı anlaşma sayesinde fark ücreti almadan ayaktan tedavi hizmeti veren Yıldırım Belediyesi Tıp Merkezi, bir yeniliğe daha imzasını attı. Dahiliye, Kadın Doğum, Kulak Burun Boğaz, Çocuk, Göz, Diş ve Genel Poliklinik branşlarında hizmet veren Yıldırım Belediyesi Tıp Merkezi artık internet üzerinden randevu verebiliyor. http://www.yildirim.bel.tr/ internet adresine girerek randevu ala- 128 Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin, her yaştan herkese ücretsiz ayaktan tedavi hizmeti sunan Yıldırım Belediyesi Tıp Merkezi’nin, Yıldırımlıların sağlık konusunda başvurdukları önemli bir sağlık merkezi olduğunu vurguladı. Başkan Keskin ayrıca; “ Yıldırım Belediyesi olarak vatandaşa hizmetin asfalt, yol, kentsel dönüşüm gibi fiziki projelerden ibaret olmadığını çok iyi biliyoruz. Yaptığımız sosyal projelerimizle sadece Yıldırımlıların değil, Bursa kamuoyunun takdirini topluyoruz. Önce insan felsefesinden hareketle, Tıp Merkezimizde önemli bir sistemi daha hayata geçirerek, e-randevu’yu başlatıyoruz. Milenyum çağında, her alanda kullanılan interneti, Tıp Merkezimiz için de hayata geçirerek vatandaşlarımızın vakit kaybı yaşamadan Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi belediyemiz internet sitesi üzerinden randevu almalarını sağlayacak bu sistem, önümüzdeki günlerde daha da geliştirilecek” dedi. YILDIRIM BELEDİYESİ TIP MERKEZİ SAĞLIKTA ÖNCÜ - Yıldırım Belediyesi Tıp Merkezi ile Yıldırımlıların sağlıkları kontrol altında tutuluyor. Ayrıca vatandaşlar hiçbir fark ücreti ödemeden sosyal güvencelerinden yararlanarak muayenelerini de gerçekleştirebiliyorlar. “Önce İnsan” felsefesi ile bir çok başarılı çalışmanın altına imzasını atan Yıldırım Belediyesi, sağlık konusunda yaptığı atılımlarla da dikkat çekiyor. Yıldırım Belediyesi Tıp Merkezi’nin, sosyal güvenlik kurumları ile yaptığı anlaşma sonucu SSK, Emekli Sandığı, Bağkur ve çalışan memurlara uzman doktor kontrolünde fark ücreti almadan sağlık hizmeti sunuyor. Bir çok branşta hasta kontrollerini gerçekleştiren Yıldırım Belediyesi Tıp Merkezi; Kulak-BurunBoğaz, Kadın Hastalıkları, Dahiliye, Diş, Göz, Genel Poliklinik gibi branşlarda konusunda uzman doktorlarıyla, hastalarına ayaktan tedavi hizmeti sunuyor. Yıldırım Belediyesi Tıp Merkezi artık, Yıldırım’ın alternatif sağlık merkezlerinden biri haline geldi. Ayrıca 444 16 02 numaralı “Alo Yıldırım Sağlık Hattı” ve Yıldırım Belediyesi resmi internet sitesi üzerinden e-randevu sistemiyle de sağlık hizmetini vatandaşın ayağına götüren Yıldırım Belediyesi, vatandaşının iyi günün de kötü günün de yanında. Yıldırım Belediyesi, Yıldırımlıların cenaze hizmetlerini de A’dan Z’ye ücretsiz karşılıyor. Okullara ve mahallelere dönemsel olarak yapılan sağlık taramaları ile Yıldırımlıların sağlıkları da kontrol altında tutuluyor. 129 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi YILMEK KURSLARI MESLEK EDİNDİRMEYE DEVAM EDİYOR Yılmek Kursları 2005 Yılından Bu Yana Yıldırım Belediyesi Bünyesinde Başarıyla Devam Ediyor. Özellikle Ev Hanımlarının İlgisini Gören Kurslar, Ev Hanımlarına Meslek Kazandırarak, Yeni Hobi Alanları Yaratmaya Devam Ediyor. BURSA\YILDIRIM BELEDİYESİ. Yıldırım Belediyesi’nin 2005 yılından bu yana hizmet verdiği Yılmek (Yıldırım Meslek Edindirme Kursları) ‘e ilgi devam ediyor. Hemen her yıl yaklaşık 4 bin öğrenciyi; müzikten, resime, tiyatrodan, el sanatlarına, ev ekonomisinden, diksiyona kadar onlarca branşta ağırlayan Yılmek kurslarından mezun olan kursiyerler, istihdam olanağı da buluyorlar. 2005 yılından bu yana yaklaşık 12 bin kursiyere çeşitli branşlarda eğitim veren Yılmek kursları, verdiği eğitim kalitesiyle Yıldırımlıların takdirini topluyor. 130 Ayrıca Yılmek bünyesinde bulunan, 11 ayrı mahalle konağında hizmet veren ücretsiz okul öncesi eğitim de -özellikle maddi gücü olmayan aileler tarafından- yoğun ilgi görüyor. 3 yıldır Yıldırım Belediyesi ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü işbirliği ile yürütülen ücretsiz okul öncesi eğitimi sayesinde bu yıl da 786 çocuk eğitim görmeye devam ediyor. Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin de, hanımlara ziyaretlerinden ötürü teşekkür ederek, her yıl binlerce kursiyere hizmet veren Yılmek kurslarının başarısına başarı katan en önemli unsurun çalışkan kursiyerler olduğunun altını çizdi. Başkan Keskin ayrıca; ”Her yıl 7’den 70’e binlerce kursiyere eğitim veren Yılmek bu yıl da 4 bin 756 kursiyere eğitim vermeye başladı. Her yıl bir önceki yıldan daha çok talep gören kurslarımız, marifetli kursiyerlerimiz tarafından daha da büyüyor, kendini yeniliyor” diye konuştu. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Prof. Dr. Mustafa Kara Bursa’nın Gönül Sultanları Giriş İnsanoğlunun bu dünyadaki macerasının mühim bir bölümü ilim, felsefe ve sanatla ilgilidir. Gerçeği ve güzeli arama faaliyetinden ibaret olan bu maceraya ışık tutan ana kaynak ise dindir. Her toplumun ilim, hikmet ve sanat adamları bağlı bulundukları dinin esaslarıyla düşünmeye başlamış, bu esasları farklı bir şekilde yorumlamış, te’vîl ve tefsîr etmişlerdir. Bazen dinî sınırları aşarak “inkar” noktasına uzananlar var ise de bunların sayısı her zaman az olmuştur. Alim, arif ve sanatkarlar topluma sürekli olarak su taşıyan, su ikmali yapan “saka”lar gibidir. Bu çeşmenin kurulduğu yerin adı ise “şehir”dir. Suyun mahiyeti hiç değişmemiştir. Ancak taşıma şekli ve ambalaj sisteminde farklılıklar olagelmiştir. Zamanın ve çevrenin özelliklerine göre oluşan bu farklılık “kadim felsefe” ile “hikmet” geleneğinde kökten değişiklik yapacak güce hiç bir zaman ulaş(a)mamıştır. Şehirlere bakıldığında üç büyük yapı görülmektedir. Mabed, tiyatro, saray. Mabedde içe dönük bir hayat, tiyatroda dışa dönük gösteri, sarayda ise güç ve kuvvveti temsil eden ihtişam sözkonusudur. Düşünürler, içinde yaşadıkları kültür ve medeniyet dünyasını daha çok severlerse de sürekli olarak bu “gelenek”ten su içip beslenirler. Çünkü medeniyetler -adları farklı da olsa- aynı zincirin halkalarıdırlar. Kadim kültürün en büyük hatıraları da kadim şehirlerdir. Kadim şehirleri korumak, hatıralarını yaşatmak, aslında kendimizi korumak ve yaşatmak demektir. Kur’an-ı Kerîm’in sık sık dikkat çektiği konulardan biri de yeryüzünü gezip dolaşıp bu kadim kültürlerin hatıraları ve sahipleri üzerinde düşünmek, yorum yapmak ve ders almaktır (Mesela, bk. En‘am, 6/11; Hac, 22/46; Ankebût, 29/20). İslâm kültür ve medeniyet havzasının büyük bir bölümü daha önceki asırlarda farklı kültür ve medeniyetlere ev sahipliği yapmış olan coğrafyalarda kurulup gelişmiştir. Kuzey Afrika, Ortadoğu, Anadolu, Güney Asya, İran... Müslümanlar bu bölgelerin sadece topraklarını değil, kültürlerini de kucaklamışlar, bir diğer ifade ile söz konusu kültürü kucaklarında bulmuşlardır. Bu birikimi kendi dünya görüşlerine göre yeniden ele alan alim ve ariflerimiz bazan onu tekrar ederek, bazan yeniden üreterek bazan da aşarak “saha”daki yerlerini almışlardır. Bu aynı zamanda insanlığın ortak kültüründen faydalanmak, asırlara dayanan tecrübesinden istifade 131 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi etmek, “yitik malı” bulmak demektir. Önceki kültürleri bütünüyle reddetmek İslâm geleneğine aykırıdır. Çünkü mezkur geleneğe göre ilk insan ilk peygamberdir. Bu genel değerlendirmeden sonra baktığımız alanı daraltalım ve büyük Asya kıtasının batı ucunda yer alan Bithinya ve Romalılardan sonra Osmanlıları bağrına basan bir beldeye bakalım. Dervişler Bursa’da Öncelikle şunu belirtelim: Bir şehrin veya bir bölgenin tasavvuf kültürünü ele almak demek asgari olarak şu konular üzerine eğilmek demektir. l. Sufîler (İnsan): Tasavvufî terbiyeyi tamamlayan ve bu kültürü başkalarına aktaranlar genellikle sufî, mutasavvıf, şeyh diye isimlendirilmektedir. Bu kişiler farklı tarikatlara mensup olabilir, değişik neşveleri paylaşabilirler. 2. Tekkeler-Tarikatlar (Kurum): İnsan eğitiminin ayrılmaz bir parçası olan müesseseler, zaman ve zemine göre değişiklik arzeden bina ve yapılanmalardır. Tasavvufî terbiyenin gerçekleştirildiği yere tekke/zaviye/dergâh adı verilmiştir. İnsanın fıtrat ve yaratılışında varolan farklılıkların tasavvufî düşünce ve yoruma aksetmesiyle oluşan tarikatlara da “sosyal kurum” olarak bakmak mümkündür. 3. İrşâd (İletişim): Sufîler, aldıkları ve kendi kabiliyetlerine göre yeniden ürettikleri tasavvufî kültürü kurumlar vasıtasıyla topluma sunmuşlardır. Bu sunuş, bazan sohbet şeklinde şifahî, bazan risale şeklinde kitabî, bazan da her iki yol kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Hemen şunu ilave edelim: Bursa’da yaşayan sufîler kitap ve risaleleriyle bu şehirde yaşayan sufîlerin biyografileri, bu beldede kurulan tekkelerin tarihçeleri hakkında bize yadigârlar bırakmamış olsalardı elimiz kolumuz bağlı kalırdı. Onları rahmetle, minnetle anmak gerekir. Tasavvuf tarihinde Bursa konusunu ele almak, bir açıdan çok büyük ve kadim bir kültürün küçük bir “parça”sıyla ilgilenmek, diğer bir açıdan da 600 yıllık bir kültürü özetlemenin zorluğu hatta imkansızlığıyla yüzyüze gelmek demektir. 132 Tasavvuf tarihinde Bursa’nın yerini tespit etmek için farklı yollar izlenebilir. Yukarıdaki üçlü tasniften hareket edilirse sufîlere göre bir tasnif yaparak sonuca gidilebilir. Veya tekke ve tarikatlar esas alınarak bunların insan unsuru ve faaliyetleriyle daire tamamlanabilir. Veyahut kadro ve kurumun topluma sunduğu hizmetler manşete çekilerek konuya açıklık getirilebilir. Biz yine üçlü bir tasnifle birinci şıkkı denemeye çalışacağız. 1. Dışarıda yetişip Bursa’ya gelen mutasavvıflar 2. Bursa’da doğup Bursa’da hizmet veren mutasavvıflar 3. Bursa’da yetişip dışarıda hizmet veren mutasavvıflar Bu tasnifin de özellikle birinci bölümüne daha yakından bakmak istiyoruz. Burada kaydedilen “dışarıda” kelimesinden Türkiye’nin bugünkü sınırlarının dışında kalan şehirler kastedilmektedir. Bursa Osmanlı’nın ilk başkenti olması sebebiyle zamanla cazibe merkezi haline gelmiş, ilim, irfan ve sanat dünyasına kucak açmıştır. Bunun belgesi de Asya, Avrupa ve Afrika’dan bu şehre gelen insanların varlığıdır. Bunların en meşhurları doğupyetiştikleri şehirler esas alınarak gösterilebilir. Bu sıralamada Bursa’ya gelen bütün dervişlerin ismi olmayıp sadece sözkonusu şehirde bulunan dergâhlarda şeyh olarak, postnişin olarak hizmet veren sufîlerin kısaca tanıtımı esas alınacaktır. Kudüs Abdüllatif-i Kudsî (öl. 856/1452) Tasavvufî terbiyesini Türkistan’da Zeynuddin Hafî’nin yanında tamamlayan ve Zeyniye tarikatının Osmanlı’daki ilk temsilcisi olan Kudsî, Zeyniye dergâhının da kurucusudur. Eserleri Arapça olup, tercümeleri henüz basılmamıştır. En büyük eseri ise XV. Yüzyıl İstanbul’unun gözde sufîsi Şeyh Vefa’dır. Gazze Ahmed-i Gazzî (öl. 1150/1738) Müderris olarak Bursa’da bulunurken Niyazî-i Mısrî ile görüştükten sonra tasavvufî hayata meyleden Gazzî kendi adıyla anılan dergâhın kurucusudur. Arapça ve Türkçe eserler kaleme almıştır. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Şam Ahmed Efendi (öl. 1180/1766) Gâr-ı Aşikân adıyla bilinen tekkede mürşîd olarak hizmet vermiş bir Nakşî dervişidir. gedeki ilk temsilcisidir. Buhara dergâhı, Özbekler dergâhı Buhara kalenderhânesi ifadeleri de bu şehir ile o bölgenin kadîm “dost”luğunu göstermektedir. Halep Mehmed Halebî (öl. 984/1576) Bursa’da ayakta olan 3-5 dergâhtan biri olan Karâbaş-ı Velî dergâhında postnişin olmuştur. Emir Sultan’ın seyyid olması ona olan ilginin bir diğer sebebidir. Kasım Efendi (öl. 1177/1763) Çarşamba dergâhında şeyh olarak görev yapmış bir kadirî dervişidir. Mustafa Efendi (öl. 1212/1797) Sadiye tarikatına mensub Zinciri Ali Efendi dergâhında hizmet vermiştir. Medine Mehmed Emin Efendi (öl. XX. yy.) Buhara dergâhında bu kültürün hizmetçiliğini yapmış Nakşibendiye’ye bağlı bir derviştir. Yemen Mehmed Hüseyin Çelebi (öl. 888/1483) Yemen’in Karakâd semtinde doğduğu için kurduğu dergâha Karakâdî dergâhı adı verilmiştir. Bursa’da ayrıca Atıcılar semtinde Veysel Karanî dergâhı kurulmuştur. Veysel Karanî’nin makâmmezarlarından birini de bu şehir barındırmaktadır. Kerkük Mehmed Emin Efendi (öl. 1228/1813) Nakşî-Mesnevihânların en meşhurlarından biri olan Mehmed Emin Efendi İstanbul’un en meşhur iki nakşî mesnevîhânını da yetiştirmiştir: Ali Behçet Efendi (öl. 1238/1822). Hüsameddin Efendi (öl. 1280/1863). Mehmed Emin Efendi, Eminiye dergâhının kurucusudur. Buhara Emir Sultan (öl. 833/1429) Türkistan’la Anadolu’nun, Türkistan’la Balkanların ayrı bir ilişkisi vardır. Bursa denince akla gelen ilk isim olan Emir Sultan da Buharalıdır. Emir Sultan tekkesinin, külliyesinin hatta mahallesinin kurucusu olan bu derviş Kübrevî geleneğinin de böl- Aynı yüzyılda yaşayan Dîvân şairi Bursalı Ahmed Paşa ona şöyle sesleniyor: Ey âlem-i velayete sultan olan Emir Vey milk-i Rum’a rahmet-i Rahman olan Emir Ne akdı Rûm’a bir ulu derya senin gibi Ne aleme getirdi Buharâ senin gibi Ahmed-i İlâhî (öl. XV.yy.) Nakşî-melamî bir neşveyi terennüm eden bu derviş de kendi adıyla bilinen dergâhın kurucusu olup üç dilde eser vermiş olan bir kişidir. Mezarının bulunduğu yer (Süleyman Çelebi’nin yanı) çayocağı olarak kullanılmaktadır. (!) Üç dilde eser vermiştir. Şu şaheser mısralar Hz. Peygamberle ilgili duygularını açığa vurmaktadır: Senden şefaat umarım ya Mustafa ya mücteba Lutfile rahmet umarım ya Mustafa ya mücteba Gönlüm feda envârına canım fenâ esrârına Kurban olam dîdârına ya Mustafa ya mücteba Abdussamed Efendi (öl. 1331/1913) Seyyid Nasır dergâhında hizmet vermiş bir rifâî dervişidir. Buhara’lı Pîr Emîr (Emîrsultan değil) şehrin doğusunda, Ahmed-i İlâhî şehrin batısında, Abdal Murad ise güney ucundadır. Şehir Buharalılar tarafından kuşatılmıştır denebilir. Kuzey uc beyi Veysel Karanî’dir. Hindistan Mehmed Şemseddin Efendi (öl. XIV. yy.) Bursa’da Hindîler kalenderhânesi de vardır. Özellikle bu bölgeden gelen insanlara hizmet veren bu kurum bölgelerarası ilişkileri de kolaylaştırmıştır. 133 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Mehmed Nuri Efendi, Abdurrahman Efendi de aynı bölgeden olup söz konusu dergâhta şeyh olarak bulunmuşlardır. Pencap’lı (Lahor) Kadirî dervişi Abdullah Efendi (öl. 1349/1930) de aynı kalenderhânede postnişîn olmuştur. Afganistan Abdulgafûr Efendi (öl. 1278/1861) Ramazan Baba dergâhında hizmet veren bir Nakşibendî dervişidir. İstanbul Eyüp’te bulunan Murad-ı Buharî tekkesi şeyhi Kunduz doğumlu Abdülkadir-i Belhî’de (öl. 1923) bir müddet bu şehirde kalmıştır. Herat Ahmed Efendi (öl. 1007/1598) Mîr-i Büdelâ tekkesinde hizmet etmiştir. Mısır XVI. yüzyıldan sonra Kahire de Konya, Selânik gibi bir Osmanlı şehri olmuştur. Gülşeniyye’nin merkez dergâhının bu şehirde olması kültürel alışverişleri hızlandıran amillerden biri olmuştur. Bursa’daki Gülşenî dergâhında görev yapan Şemlelizâde’den başka Sadayî, Kefeli Derviş Abdî de Kahire atmosferini ilk başkente taşıyan dervişler arasındadır. Kuzey Afrika Ali b. Meymun Mağribî (öl. Beyrut, 917/1511) Hayatının bir kısmını Bursa’da geçiren Ali b. Meymun ile Şazeliye tarikatı bu şehir ile tanışmış oldu. Beyânu Gurbeti’l-İslâm adlı eserinde Doğu İslâm dünyası ile Batı İslâm dünyasını mukayese etmiştir. Tenzihu’s-Sıddık adlı eseri İbn Arabî ile ilgilidir1. Müridi Abdülmumin Efendi kendi adıyla anılan dergâhın kurucusudur. İslâm dünyasındaki Mücahid-derviş tipinin geçen yüzyıldaki en önemli temsilcilerinden biri olan Abdulkadir Cezairî (öl. Şam, 1301/1883) ile aynı tipin bu yüzyıldaki en önemli şahsiyeti Ahmed Sunusî Efendi ömrünün bir kısmını bu beldede geçirmiştir. Yahya Efendi (öl. 1077/1666) Aziz Mahmud Hüdâyî’nin yanında tasavvufî terbiyesini tamamlayarak Celvetî şeyhi olan Yahya 1 Geniş bilgi için bk. DİA, 11/411-412. 134 Efendi, Bursa Eyüp Efendi dergâhında hizmet vermiştir. Azerbaycan Geyikli Baba (öl. XIV. yy.) Kendisini “Baba İlyas müridi, Seyyid Ebu’l-Vefâ tarikatından” diye tanıtan Geyikli Baba, Azerbaycan’ın Hoy kentindendir. Kabri, Bursa-İnegöl yolu üzerinde Baba Sultan köyünde bulunan bu derviş ile kuruluş yıllarının derviş ve yöneticileri arasında yakın ilişkiler vardır. Dağistan Ahmed Hüsameddin Efendi (öl. 1341/1925) Dağistan’ın Rukkal şehrinde doğan Ahmed Hüsameddin Efendi, İslâm dünyasının bir çok beldesini dolaşmış, Abdülhamid-i Sânî devrinde sürgüne gönderilmiş, Bursa’da Hamidiye dergâhını kurarak dinî-tasavvufî konularda insanlara hizmet vermiş olan bir şahsiyettir. Pek çok eserinin yanında Hüseyin Vassaf’ın tesbitlerine göre2 63 kişiye icazetnâme vermiştir. Bu halifelerinin bir kısmı, Türkiye’de bir kısmı da, Fas, Tunus, Hindistan, Türkistan, Dağistan, Hicaz ve Şam’da hizmet vermiştir. Şu mısralar onundur: Sâilem kapuna geldim eyle ihsan yâ Resûl Tut elim kurtar beni halüm perişan yâ Resûl Ey saadet kevkebi kesme başumdan sayeni Bir garibem mübtelâ-yı bî ser ü saman yâ Resûl Mahmud Efendi (öl. 1190/1776) Cizyedarzâde Nakşî dergâhında postnişîn olmuştur. Kasım Efendi (öl. 1290/1873) Karakadî dergâhında hizmet veren bir celvetî dervişidir. Süleyman Vehbi Efendi (öl. 1259/1843) Bir Eşrefî (Kadirî) şeyhi olarak Karabaş dergâhında bulunan Süleyman Vehbî Efendi ise Ahıskalıdır. 2 Bk. Hüseyin Vassâf, Sefine-i Evliyâ, Nşr. A. Yılmaz, M. Akkuş, II, İst. 1990. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Atina Ali Rıza Efendi (öl. 1280/1863) Halvetiye’nin Mısriye koluna mensup olan Ali Rıza Efendi, dergâhının kurucusudur. Evliya Efendi (öl. 1310/1892) Halvetî-Mısrî dervişi olan Evliya Efendi, Nasuhî dergâhında mürşid olmuştur. Varna Mürsel Baba (öl. 1164/1751) Ramazan Baba dergâhında hizmet veren Bektaşî canlarından biridir. Usturumca Ahmed Efendi (öl. 1051/1641) Kadiriye’nin Rumiye kolunun kurucusu olan İsmail-i Rumî’nin yanında yetiştikten sonra Bursa’da İsmail Rumî (Hamam) dergâhına şeyh olarak tayin edilmiştir. Tütünce Ali Efendi (öl. 1326/1908) Halvetiye mensubu olup Çarşamba dergâhında şeyh olarak bulunmuştur. Rodosçuk Hikmetî Mehmed Efendi (öl. 1165/1752) İsmail Hakkı Bursevî’nin tekkesinde hizmet veren hemşehrilerinden biridir. Hasköy Osman Necmüddin Efendi (öl. 1326/1908) Mîr-i Büdelâ tekkesinde şeyh olarak bulunan bir nakşî dervişidir. Vodina Ahmed Efendi (öl. 1086/1675) Kadirî şeyhi olarak Kasap Cömert (Kasaplar) dergâhında hizmet etmiştir. İştib Mustafa Efendi (öl. 1060/1650) Karakadî dergâhında hizmet veren bir halvetî dervişidir. Veysel Karanî, Niyazî-i Mısrî ve Yunus Emre’nin kabirleri Bursa’da değildir ama makamları vardır. Aydos (Bulgaristan) İsmail Hakkı Bursevî (öl. 1137/1725) Bursalı İsmail Hakkı olarak tanınmasına rağmen doğum yeri Bursa olmayan Sûfî’nin en meşhur yönü çok eser kaleme almasıdır. Te’lif, tercüme, şerh, haşiye türü kitapların yanında yüzlerce şiir ve manzumenin de sahibidir. Bazan Mevlanâ’nın Farsça Mesnevi’si gibi manzum bir eseri Türkçe mensur olarak şerhetmiş, bazan Yazıcızâde’nin Muhammediye’si gibi Türkçe manzum bir eseri Türkçe mensur şerhetmeyi faydalı bulmuş, bazan da Arapça tefsir yazarak bu faaliyetini sürdürmüştür. Eserlerinin sayfa adedine bakıldığında bir ömre bunu nasıl “sıkıştırdığı”na hayret etmemek elde değildir. Mevlanâ’nın hayatını “Hamdım, piştim, yandım” diye özetlemesi gibi İsmail Hakkı’nın da insana esas vermek istediği mesajın şu mısralarında saklı olduğunu düşünüyorum: Solmadan bağın Geçmeden çağın Yakıp çerağın Yandır ocağın Ey can bülbülü Bular gör gülü Lâmekân ili Olsun durağın Gözün aç ey can Hakkı gör ayan Aşk oduna yan Artırıp dağın Nur olup zahir Geldi mezâhir Hakkı’yâ zahir Hakdır durağın Burada kısaca tanıtılan otuzdan fazla kişi uzak coğrafyalardan gelerek bu şehirde tekke şeyhliği yapmış, bilgi ve tecrübelerini, his ve duygularını bu topraklarda yaşayan insanlarla paylaşmış ve onları tasavvufî hayatın güzellikleriyle tanıştırmışlardır. Bu durum aynı zamanda bu şehrin “uluslararası” bir cazibe merkezi olduğuna da işaret etmektedir. BURSALI MUTASAVVIFLAR 1. Süleyman Çelebi (öl. Bursa, 825/1422) Bir tekke şeyhi olmamasına rağmen XV. yüzyıl 135 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Bursa’sının gönül adamlarından birinin de Süleyman Çelebi olduğu kesindir. İslâm dünyasına “ses ve tel kudretiyle hakim olan” Itrî’nin tekbir bestesi gibi Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i de altı asırdan beri gücünden ve şöhretinden hiç bir şey kaybetmeden yaşamaya devam etmektedir. Sahasında sehl-i mümteni olarak kabul edilen yani benzerini ortaya koymanın çok zor olduğu bu eserin iç örgüsünün Allah ve peygamber aşkı olduğunda şüphe yoktur: Kimde kim aşkın nişanı vardurur Akıbet maşuka anı irgürür *** Dinle gel miracın ol Şahı’n ıyan Âşık isen aşk odına durma yan *** Aşk ile gel imdi Allah diyelim Derd ile göz yaşı ile ah idelim *** Ya habiballah bize imdad kıl Son nefes didarın ile şad kıl Mevlid’in yazılışının 600. yılında Bursa’da uluslar arası bir sempozyum yapılmıştır. (2009) 2. Eşrefoğlu Rumî (öl. İznik 874/1469) Döneminin medrese ilimlerini ciddî olarak tahsil ettikten sonra tasavvufî hayata meyleden Eşrefoğlu, İzniklidir. Önce Ankara’ya giderek “derdine derman” arayan Eşrefoğlu, daha sonra mürşidinin de delâletiyle bu günkü Suriye’nin Hama kentinde bulunan Abdulkadir-i Geylanî’nin torunu Hüseyin Hemevî’ye intisab etmiş ve âdeta ikinci ihtisasını tamamlamıştır. Hama dönüşü İznik’te kurduğu dergâh ile Kadiriyye tarikatının Osmanlı topraklarındaki ilk temsilcisi olmuştur. Beş asırdan fazla bir süreden beri gerek Divan’ı gerekse Müzekki’n-Nüfus adlı eseriyle toplumumuza hitap eden Eşrefoğlu, Kadiriyye’nin Eşrefiyye kolunun da kurucusudur. 136 Müzekki’n-Nüfus, Muhammediye, Envaru’l-Âşıkîn, Marifetnâme gibi dünkü zihniyetimizi oluşturan “yastık altı” kitaplarımızdan bir tanesidir3. Ey Allahım, beni senden ayırma Beni senin didarından ayırma Seni sevmek benim dinim imanım İlâhî din ü imandan ayırma 3. Dede Ömer Sikkînî (öl. Göynük, 880/1475) Tasavvuf ve tarikatlar tarihinin en renklli simalarından biri olan Melâmetiyye’nin Osmanlı dünyasındaki macerası Bursalı Dede Ömer’le başlatılır. Hacı Bayram’ın yanında yetişen Bıçakçı Ömer Dede asırlardan beri var olan bu meşrebe yeni ivme kazandırmış, tasavvufî hayatın şekil ve törenlere kurban gitmesine karşı çıkmıştır. Melâmîlerin düşünce tarzı olarak vahdet-i vücut çizgisi ile birleşince tartışmalı pek çok konuyu gündeme getirmiştir. Osmanlı toplumunda yöneticilerden sert tepki gören tasavvufî cemaatlerin başında Melâmîleri saymak gerekir. Dede Ömer’den sonra Ayaşlı Bünyamin, Pîr Ali, İsmail Maşukî ile devam eden bu meşrep günümüze ulaşmıştır. 4. Üftade (öl. Bursa, 988/1580) Âşık anlamına gelen bu kelime, Bursa’da yetişen Muhammed Muhyiddin adlı sufînin mahlâsıdır. Hacı Bayram-ı Velî’nin halifesi Hızır Dede’den feyz alan Üftade, bu şehrin manevî atmosferine tesir eden gönül sultanlarından bir tanesidir. Aynı zamanda şair olan Üftade’nin tasavvuf ve tarikatlar tarihimiz açısından en önemli özelliği, Aziz Mahmud Hüdayî gibi bir şahsiyeti yetiştirmiş olmasıdır. Böylece Osmanlı dünyasının en tesirli tarikatlarından biri olan Celvetiyye’nin tohumları atılmıştır. Bursa’da bugün ayakta olan 3-5 tekkeden bir tanesi olan Üftade Tekkesi dağın eteklerinden şehri seyrederken onun adını taşıyan cami ise türbesiyle 3 Geniş bilgi için bk. Kara, Mustafa; Eşrefoğlu Rumî, Ank. 1995. İznikli Gönül Adamı Eşrefoğlu Rumî, İznik, 2010 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi birlikte şehir içindedir4: Enbiyanın gurbetine evliyanın hürmetine Cümle âşıklar dilinden yüce sultanım meded Derdmend Üftade’nin budur daima muradı Hub cemalin görmek ister yüce sultanım meded 5. Lâmiî Çelebi (öl. Bursa, 938/1531) Bursa’da yetişen şair sufîlerden biri de Lâmiî Çelebi’dir. Emir Ahmed-i Buharî’nin yanında yetişen Lâmiî Çelebi, biri Bursa kültürünü diğeri tasavvuf dünyasını ilgilendiren iki eserin sahibidir. Birinin adı Şehrengiz-i Bursa5 diğerinin ise Nefahatü’lÜns’dür6. Bu ikinci isim aslında Molla Câmî tarafından Farsça olarak kaleme alınan eserin ilâveli olarak Anadolu Türkçe’sine tercüme edilen eserin ismidir. Husûsâ nâf-ı şehr ol Ulu Câmi‘ Metâf-ı âlemün devletlü câmi‘ Budur var ise cennet der görenler Ki çıkmağ istemez ona girenler7 Şehrengiz-i Bursa ismiyle eser yazan şairlerden biri de Bursa Emirsultan Vakıfları mütevellisi Meşâiru’şşuara yazarı Âşık Çelebi’dir. (öl. Üsküp, 979 / 1572) Türkiye Mühendisler ve Mimarlar Birliği 2011 yılında Bursa’da “Bursa Şehrengizi” başlıklı bir sempozyum tertiplemiştir. 6. Gazzîzade Abdullatif Efendi (öl. Bursa, 1247/1831) Bursa’da yetişen şahsiyetlerle ilgili olarak eser kaleme alan mutasavvıflardan biri de Gazzîzade’dir8. Onun bu hizmeti olmasaydı dün ile ilgili bir çok konu karanlıkta kalacak ve kaybolup gidecekti. Ravzatu’l-Muflihun adlı vefeyat kitabının yanında 4 Geniş bilgi için bk. Bahadıroğlu, Mustafa; Celvetiyye’nin Pîri Hz. Üftade, Bursa 1995. Hasan Kamil Yılmaz, Aziz Mahmud Hüdayî Celvetiye Tarikatı, İstanbul, 1981. 5 Geniş bilgi için bk. Yurtsever, Murat; Şehrengiz-i Bursa, UÜSBE, basılmamış yüksek lisans tezi, Bursa 1984. 6 Abdurrahman Câmî, Nefahatü’l- Üns, tercüme: Lâmiî Çelebi, haz. S. Uludağ-M. Kara, İst. 1995 7 İsen, Mustafa-Burmaoğlu, Hamit Bilen; Bursa Şehrengîzi (Lâmiî Çelebi), Türklük Araştırmaları Dergisi, İst. 1988, 84. 8 Geniş bilgi için bk. Atlansoy, Kadir; Bursa Şairleri, Bursa 1998. Bursa kültürü ile ilgili pek çok eser ortaya koyan bu dervişin bu gün mezar taşına dahi Bursalılar sahip değildir. Ama eserleri dünyaya ışık tutmaya devam etmektedir9. 7. Hüsameddin-i Bursevî (öl. Bursa, 1042/1632) Bursa’da günümüze ulaşan çok az sayıdaki tekkelerden biri olan Temenye Hüsameddin Tekkesi’nin kurucusu olan Hüsameddin Bursevî yazdığı eserlerle de dikkati çeken bir sufîdir. En geniş eseri olan Mühimmatü’l-Mü’minîn ansiklopedik mahiyette olup burada yeme-içme adabından, cifir ve rüya tabirine kadar her şeyi bulmak mümkündür. Bursa’da yaşayan sufîlerin hayat ve menkıbelerine ayrı ayrı eser tahsisi etme işinde de Bursevî ön sıradadır. Menakıb-ı Emir Sultan, Menakıb-ı Abdal Murad, Menakıb-ı Ali Semerkandî, Menakıb-ı Baba Sultan, Menakıb-ı Üftade, Menakıb-ı Şeyh Ebu İshak isimli eserler onundur10. Şu içli mısralar da ona aittir: Ya İlâhî senden olmazsa atâ Ey n’ola hâlim benim ya Rabbenâ Bunca isyan işlerim hiç tevbe yok Sana yarar bir amel hiç bende yok 8. Bursalı Mehmed Tahir (öl. İstanbul 1925) Bursa Askerî Lise ve Harbiye mezunu olan Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri adlı üç ciltlik eseriyle (İst. 1333) dünya çapında bir üne kavuşmuştur. Daha öğrencilik yıllarında tasavvufî konulara ve özellikle Muhyiddin b. Arabî’ye ilgi duyan M. Tahir, İstanbul’da Tibyanu Vesaili’l-Hakaik adlı eserin yazarı Harirîzade ile tanışınca arayışları sükûna kavuştu. Son asırda ülkemizde yetişen en büyük biyografi ve bibliyografi âlimlerinden biri olan M. Tahir, tasavvufî neşve olarak Melâmetiyye’yi benimsemiş, kaleme aldığı eserlerden 18 tanesi basılmış, 9 Geniş bilgi için bk. Sefine-i Evliya, V / 135 10 Kara, Mustafa; Bursa’da Tarikatlar ve Tekkeler, 267 137 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi yedi eseri henüz basılmamıştır11. Osmanlı Müellifleri’nde 1691 yazar, âlim ve sanatkar eserleriyle birlikte tanıtılmıştır. Söylenen nutku bilir ehl-i kemal gayet iyan Zümre-i uşşaka vazıhtır bu sözler her zaman Tahira, hatm-i makal et eyle ikmal-i beyan Nakşbend suretteyiz lâkin Melâmî meşrebiz İsm-i zatı her nefes tekrar eden hak mezhebiz Üçüncü grup sufîler ise Bursalı olmamakla birlikte seyr ü sülûkünü Bursa’da tamamlayan fakat İstanbul’da dergâh açan veya açılmış dergâhlarda postnişin olarak hizmet veren eser kaleme alan gönül adamlarıdır. Bunlardan birkaç tanesine temas edilecektir. 9. Mehmed Şemseddin Efendi (Ulusoy) (öl. İstanbul 1936) XV. yüzyılda İstanbul’da yaşayan münevver zümrenin gönül verdiği derviş kimdir sorusunun cevabı gayet açıktır: Şeyh Vefa. Bursa’da yetişen velût bir sufî de Mısrî Dergâhı’nın son postnişini M. Şemseddin Efendi’dir. Bursa ile ilgili pek çok eser kaleme alan Şemseddin Efendi bu çalışmalarına tekkeler kapandıktan sonra da devam etmiştir. Onun Bursa tekkelerine tahsis ettiği Yadigâr-ı Şemsî hatıra ve seyahatlerini anlattığı Dildâr-ı Şemsî, Niyazî-i Mısrî’nin İzinde Bir Ömür Seyahat adıyla ve Mevlid’i Bursa Dergâhları adıyla basılmış olup, Bursa’nın camilerine, şairlerine, türbelerine, mezarlarına ayrı ayrı tahsis ettiği eserleri yazma hâlinde “Bursa âşıkları”nın himmet ve hizmetini kendi köşelerinde sabırla beklemektedirler. Meded eş şah-i iklim-i velâyet Hazret-i Mısrî Meded ey valhi-i milk-i keramet Hazret-i Mısrî 10. Sadettin Nüzhet Ergun (öl. İstanbul 1946) Nihayet, Cumhuriyet döneminin en velût yazarlarından biri olan musiki ve edebiyat tarihimizi aydınlatan Sadettin Nüzhet Ergun da Bursalı bir derviştir. BURSA’DA YETİŞENLER Kuruluş devrinde Bursa’da hizmet veren sufîlerin büyük çoğunluğunun doğu İslâm ülkelerinden geldiği bilinmektedir. İkinci kesimde tanıtılan sufîler ise Bursa doğumlu olup genellikle tasavvufî terbiyesini de bu şehirde tamamlayarak topluma kendi alanlarında faydalı olan insanlardır. 11 DİA, VI/452. 138 1. Şeyh Vefa (öl. İstanbul, 896 / 1491) Konya’da doğan, medrese tahsilini tamamladıktan sonra Abdüllatif-i Kudsî’nin Zeyniler’deki dergâhında tasavvufî derinliklere ulaşan Muslihiddin Mustafa, İstanbul’un Vefa semtinde kurduğu tekke ile bütünleşmiş bir sufîdir. Çok etkili sohbetlerinin yanında manzum ve mensur eserleriyle sadece Zeyniyye kültürünün değil döneminin ilim, fikir, sanat konularında da gücünü ortaya koymuştur. Astronomi ile ilgili eseri Ruznâme-i Vefa bu geniş bakış açısının bir belgesidir. XV. yüzyılın güzel Türkçesiyle şu mısralar onundur: Evvel tevhidi zikret Sonra cürmünü fikret Var yolu ki doğru git Derviş olayım dersen Haram lokmayı yutma Hiç kimseye kin tutma Şeyh Vefa’yı unutma Derviş olayım dersen12 2. Aziz Mahmud Hüdayî (öl. İstanbul, 1038/1628) Tasavvuf düyası ile Bursa’da tanışan âlim ve arif, şair ve bestekârlardan biri de Aziz Mahmud Hüdayî’dir. Üftade’nin dergâhından aldığı feyz ile İstanbul’a göç eden ve Üsküdar’da kurduğu tekke ile aldık12 Geniş bilgi için bk. Abdülkadir Erdoğan, Şeyh Vefa, İst. 1941. Bir Semte Vefa (Sempozyum) İstanbul 2009 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi larını başkalarına aktaran Hüdayî, döneminin yöneticileri ile yakın ve sıcak ilişkiler kurabilen dervişlerdendir. Şu mısralar ona çok yakın olan Sultan I. Ahmed’e aittir: Varımı ben Hakka verdim gayrı varım kalmadı Cümlesinden el çekip bes du cihanım kalmadı terbiyesini tamamlamıştır. Mürşidinin vefatından sonra tekrar İstanbul’a dönen Hoca Hüsam, döneminin en meşhur sufîlerinden biri olmuş Fusûs ve özellikle Mesnevî okumuş, okutmuş, şerhetmiş, bu kültürün yaşaması ve yaygınlık kazanmasında büyük hizmetler yapmıştır. Evliyanın himmeti yakdı beni kâl eyledi Safîyim buldum safayı du cihanım kalmadı Yöneticilere ve siyasîlere yüz vermeyen bir tavrın da sahibi olan Hoca Hüsam’ın bu özelliğini Mehmed Âkif de Safahat’’ında anlatmıştır: (bk. Safahat’ın 7. kitabı Gölgeler’de “Hüsam Efendi Hoca” şiiri). Divan’ı ve diğer eserleri basılmıştır. 5. Abdullah Bosnevî (öl. Konya, 1054 / 1644) 3. Gavsî Dede (öl. İstanbul 1109/1697) Bursa’da tasavvufî terbiyesini tamamlayan ve 1054/1644 yılında Konya’da vefat eden Abdullah Bosnevî’nin en önemli hizmeti Fususu’l-Hikem’i ilk defa Türkçe şerh etmesidir. Bayramî melâmiliğine mensup olan Bosnevî’nin Türkçe, Arapça altmış kadar eserinin adı Osmanlı müelliflerinde vardır.13 Ahmed-i Cünunî’nin halifesi Salih Dede’nin yanında yetişen bir Mevlevî de Gavsî Ahmed Dede’dir. Gelibolulu Yazıcızâdeler ailesinden olan Gavsî, medrese tahsilini tamamladıktan ve bir müddet Selânik kadısı İmamzade Efendi’nin yanında naiplik yaptıktan sonra Bursa’ya gelerek Salih Dede’ye kapılandı. Mürşidinin vefatı üzerine İstanbul Galata Mevlevhihanesi’ne gitti ve Şeyh Arzî Dede’nin Mesnevî Kari’i oldu. Daha sonra aynı dergâhın şeyhi olan Gavsî Dede, Miraciyyenin bestekârı Nayî Osman Dede’nin kayınpederi olup şair ve musikîşinastır. Şu beyitler onundur: Esbab-ı cevre kendüm geldügüm aybeyleme Biz de mana harmanından sıçramış bir daneyiz Berk-i hüsn-i âşıkı didar bilmez kim bilir Naliş-i nur-i dili bidar bilmez kim bilir 4. Hoca Hüsameddin Efendi (öl. İstanbul 1280/1864) Kerküklü Mehmed Emin Efendi’nin yanında yetişen mühim simalardan biri de Mesnevîhan Nakşîlerden Hoca Hüsam Efendi’dir. 1184/1770 yılında İstanbul’da doğan, medrese ilimlerini tahsil ettikten sonra Hatuniyye Dergâhı şeyhi Ahıskalı Selim Efendi’den feyz alan Hoca Hüsameddin Efendi, daha sonra Bursa’ya gelerek Mehmed Emin Efendi’ye intisap etmiş ve tasavvufî Bursa’da yetişip diğer şehirlerde hizmet verenlerin bu şahsiyetlerden ibaret olmadığını tahmin etmek zor değildir. SONUÇ Osmanlı topraklarında yaygın olan hemen hemen bütün tarikatlar, Bursa’da faaliyet göstermiş, kendilerine mahsus dergâhlarda bu kültürü sohbet yoluyla, şifahî olarak topluma aktarmışlardır. Tarih içinde Bursa’da faaliyet gösteren tekkelere ve bu tekkelerin mensup olduğu tarikatlara bakıldığında bazı tespitler yapmak mümkün olmaktadır: Tekkeler zaman içinde değişik tarikatların yönetimine geçmektedir. Meselâ, kuruluş itibariyle Halvetî olan bir dergâh zamanla Kadiriyye’ye, Nakşibendiyye’ye, Rifaiyye’ye geçebilmektedir. Bunun değişik sebepleri vardır. Bu değişiklik binanın tabiî bir afetle yok olmasından sonra olabildiği gibi, farklı bir tarikata mensup bir şeyhin posta oturması şeklinde de olabilir. Bu el değiştirme Bektaşîlerin yaptığı gibi bazen “cebren ve hile” ile de olabilmiştir. Mevlevîhane gibi kurulduğu gün13 Geniş bilgi için bk. Abdullah Kartal, Abdullah Bosnevî ve Merâtib-i Vücud İle İlgili Bir Risalesi, Bursa, 2004 139 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi den itibaren hiç el değiştirmeyen tekkeler de vardır. Tekkelerin yönetiminde önemli olan diğer bir unsur vakfiyelerdir. Bu müesseselerin finans kaynağını temin eden vakfiyeler aynı zamanda tekkenin faaliyetlerine de belli bir çerçeve çizmektedir. İslâm hukukunda “vâkıf şâri’” gibi kabul edildiğinden vakfiyedeki esaslara uymak, maddî gelirlerin gelişigüzel harcanmasına engel olması noktasında faydalı olduysa da, zaman içinde ortaya çıkan problem ve ihtiyaçlara çare bulamaması da başka sıkıntılara sebep olmuş, “bizi ölüler mi idare edecek?” serzenişi ortaya çıkmıştır. Tekke ve zaviyelerle ilgili ifade edilmesi gereken bir husus da şudur: Özellikle ilk asırlarda kurulan zaviyeler tasavvufî bir müessese olmanın yanında daha çok dinî-sosyal fonksiyonları üstlenen bir kurum olarak karşımıza çıkmakta; bir nevi kervansaray, sosyal güvenlik merkezi gibi görevleri üstlenmektedir. Tekke ve zaviyelerin sosyal boyutu her zaman olmakla birlikte tasavvufî renginin ve tarikata bağlılığının kesin olarak çizilmesi sonraki yüzyıllardadır. Söze Süleyman Çelebî’nin yaklaşık 600 sene önce kaleme aldığı ve bütün Osmanlı topraklarında tanınan muhteşem eserinin ilk beytiyle başlamıştık. Şimdi yaklaşık 300 sene önce yazılan Mirâciye’nin14 ilk iki beytiyle sözü bağlıyoruz: Evvel Allah adını yâd eyleriz Dil dil olmuş kalbi dilşâd eyleriz Zikr-i Hak’la kalbi irşâd eyleriz Her harâb abadı âbâd eyleriz. Bu iki beyt aynı zamanda “Dervişler Bursa’da ne yaptı?” sorusunun da cevabıdır.15 14 Geniş bilgi için M. Kara, Türk Tasavvuf Tarihi Araştırmaları, s. 476 15 Bursa dergâhları ve bu dergâhlarda hizmet veren gönül adamlarını ele alan en geniş araştırma Mehmed Şemseddin Efendi’ye aittir: Yâdigâr-ı Şemsî / Bursa Dergâhları. Hazırlayan, Mustafa Kara, Kadir Atlansoy, Bursa 1997. Bursa’nın kültür tarihi açısından önemli bilgiler veren bir kaynak da Kamil Kepecioğlu’nun dört ciltlik Bursa Kütüğü isimli eseridir. Hazırlayan heyet: Bursa 2009 140 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Feyzi Ülgü Bursa Ulucamii Minberi “ Göğü indirip yere , giydirmişler minbere..” Minberin yapım tarihi: Minberin giriş kapısı üzerinde şu yazılı ( Resim1 ): ”Murat Han oğlu Yıldırım Bayezit Han’ın resmi emri ile ( hicri ) 802’de inşa edildi”. ( 802 x 0,97 ) + 621,54 = 1399 yılında yapıldı. Resim: 1 141 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Minberi yapan kişi: Minbere çıkış merdiveninin sağ trabzan kemeri üze- rinde,süsleme motifine uygun bir sülüsle minber usta-sının kimliği yazılı ( Resim 2 ) . Burada: Resim: 3 Resim: 2 “Devak’lı Abdülaziz Abdülaziz oğlu Mehmet’in işi.” yazıyor. Yaptığımız araştırmalara göre Devak,şu bölgelerden birisi olabilir.1-Gaziantep 2-Hive 3-Tebriz 4-Bakü. Bunların içinde Gaziantep kuvvetli ihtimal görülüyor.Çünkü aynı usta, 23 yıl önce ( 1376’da ), Manisa Ulucamii Minberi’ni de yapmıştır.O minber ile ilgili kayıtlar,Gaziantep’li olma ihtimalini kuvvetlendiriyor. Tahrirat cetvellerinden Devak’ın taranması gerekiyor. Sistemi’ni; batı cephesine ise Galaksiler düzeni’ni yerleştirmişler.Tabiri caizse:”Göğü indirip yere , giydirmişler minbere.”Her şey ölçülü,hesaplı ve günümüz verilerine uygun.Yıldızlar,kuyruklu yıldızlar ,gezegenler, güneş, galaksiler, çift yıldızlar, gökada formatları..Hepsi işlenmiş; olması gereken yerdeler.Uzay 3 boyutludur. Onu 2 boyutlu düzlem ( Kağıt ) üzerinde ölçekli tasarlamak adeta imkânsızdır. Onlar zoru başarıp Evren’i,ahşap üzerine olabildiğince ölçekli,detaylı, kıyaslamalı ve kabartma olarak işlemişler. MİNBERİN DOĞU CEPHESİ Resim: 4 Kullanılan malzeme ve işçilik: Abanoz ağacından yapılmıştır.Kütük kalınlıkları 15-20 cm arasında değişmektedir.Alan sayımı yaptığımızda yaklaşık 6666 parça kütük kullanıldığını tespit ettik. Ayrıca işlenen motiflerin özelliklerini vurgulamak için 4 farklı renkte de sedef kakma işleme yapılmış ( Resim 3 ). Minberde ne var ?: Ne yok ki ? Tam bir ahşap kitabe ! Doğu cephesine ana figür olarak Güneş 142 Resim 4’ü dikkatlice izleyin.Yalnızca minber üzerindeki kabartma motifleri öne çıkartan çok özel Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi bir çekim. Bu yüzeyde yine yalnızca 9 adet küresel kabartma var.Bunlar Güneş Sistemi’ndeki gezegenler.1 adet de bir kürenin etrafında döner halde eskizlenmiş, 9 damlacıklı kabartma kurs motifi var. O da,Güneş.Başka da hiç bir küresel kabartma yok. Güneş,neden etrafında 9 damlacığın döndüğü bir döner kurs halinde motiflenmiş? Sebebi gayet basit.Bu gök cisimleri büyüklükleri kıyaslanarak yer-leştirilmiş.Güneş,Dünya’dan 50.000 defa daha büyük.Güneşi o yüzeye kıyaslamalı yerleştiremezlerdi. Onlar da, olması gerekeni yapıp,etrafında 9 adet döner kürenin bulunduğu bir kurs motifi halinde,olması gereken yere başarıyla yerleştirmişler (Resim 5). Gezegenlerin büyüklük sıralaması: Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün, Plüton, Dünya, Venüs, Mars, Merkür( Resim 7 ). Resim: 5 İlk 8 gezegeni sağ taraftaki üçgen düzlemde;1 gezegeni de sol taraftaki dikey dikdörtgen düzlemde yerleştirmişler. Hayret! Günümüz verileri de aynı şeyleri söylüyor:”Güneş Sisteminde ilk 8 gezegen aynı düzlemde dolanır. 1 tanesi -ki o, Plüton -farklı açıyla,farklı düzlemde dolanır.” Bu yüzden pek çok bilim adamı Plüton için: “Dış merkezli gezegen” tabirini kullanır.Düzlemlerin birini üçgen,diğerini dikdörtgen yaparak,dolanım düzlemleri arasında,açı farkının da bulunduğunu vurgulamışlar. Günümüz bilim verilerine göre: Gezegenlerin Güneş’e yakınlık sıralaması: Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün, Plüton ( Resim 6 ). Resim: 6 Resim: 7 Gezegenler,Güneş’in etrafında birbirinden farklı hızlarda dolanır ve üç boyutlu uzaya bakış açısı da dikkate alındığında (Güneş Sistemi’ne uzayın neresinden bakıldığı çok önemli.Farklı yerlerden bakanlar, gezegenleri Güneş’e birbirlerinden farklı uzaklıkta algılarlar.) gezegenlerin,olması gereken yerlere ölçülü ve kıyaslamalı olarak yerleştirildikleri görülür. Resim 8’i dikkatlice incelediğinizde ise gezegenlerin bulunması gereken yere, Güneş’e uzaklığı ve büyüklük mukayeseleri ile ölçülü olarak nasıl yerleştirildiğini görürsünüz. Bu yüzeyde başka neler var ? *Gezegenlerin yörünge haraketleri var. Resim 8’i izleyin.Kütük kündekârilerin yüzey birleşimlerini öyle ustalıkla yerleştirmişler ki, eliptik 143 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Resim: 8 çizgiler halinde, gezegenlerin yörüngelerini oluşturmuşlar. *Yıldızlar ve kuyruklu yıldızlar serpiştirilmiş. Resim 3’e bir kere daha bakınız. * 3 Çekirdekli kuyruklu yıldız. Plüton’un bulunduğu düzlemin alt köşesinde ve yönü Güneş Sistemi’ne yönelik 3 çekirdekli bir kuyruklu yıldız görülmektedir.Çekirdek ve kuyruk yapısı renkli sedef kakmalarla detaylandırılmış.Bu nedir? Ne değildir? Bilim dünyasınca ele alınmalı ve mutlaka incelenmelidir ( Resim 10 ). Resim 3’teki yıldız da dikkatlice incelenirse, yapısınında farklı renkte sedef kakma ile detaylandırıldığı görülür. * Kuyruklu yıldız motiflerinin yalnızca Güneş Sistemi’ne ait düzlemde bulunması; 3 çekirdekli kuyruklu yıldızın da Plüton düzleminde yer alması oldukça manidardır. 144 Resim: 9 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Resim 11, çok dikkat çeken bu küresel kabartma 13 yıldız parçalı ve sedef kakmalarla detaylandırılmış bir tabla üzerine oturtulmuş. Resim: 10 MİNBERİN BATI CEPHESİ Resim: 12 Minberin batı cephesi ise Evren’in düzenine ayrılmış. Resim 12, çok detaylı.Merkezinde 7 köşeli plato yıldız var.Bu yıldızın yakın çevresi ise sedef kakma işlemeli,7 adet, 6 köşeli ve mızrak uçlu madalyon şeklinde kurs damlacıklarla çevrili.En dış detayı ise 14 parçalı. Bu galaksi alt taraftan sağa ve sola ,ayrı ayrı 2 Çift yıl dız aracılığı ile diğer galaksilerle bağlantı kuruyor. * Büyük galaksiler önemli yerlere küresel kabartmalar halinde işlenmiş. * Çift yıldızlar. ( Resim 13 , 14 ) Resim: 11 Resim: 13 145 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi bir orto galaksidir.Açılı ve sisteme uzak ara yerleştirilmiş galaksilere koordinasyon görevi yapıyor. Baru: Erken Dönem Türkçe’de,”Bir yere ulaşmayı mümkün kılan organ” demektir. *Kan - Ögüz Galaksi ya da “Kuy Galaksi”: Her şeyi kendine özgü. Merkezi 3 kademe, katmerli ve yıldız köşeli bir surla çevrili;çanaksı yapıda.Çok zengin kaynar ateş görünümü var ve dış çevresine de 12’li döner kurs damlacıkları yerleştirilmiş.( Resim 16 ). Resim: 14 Her bir galaksi formatı diğer galaksilerle Çift Yıldız aracılığı ile koordinasyon içinde.Tek başına koordinasyon görevi yapan,2 çeşit Çift yıldız var. Bunların bir çeşidi diğer galaksilerle dikey bağlantı sağlıyor;öteki çeşidi ise Gökada formatı içinde açılı bağlantı sağlıyor. * Sadabiş -Tahkimatçı - Galaksi: Bu galaksinin en dış çevrelerinde, her yöne çift yıldız konuçlandırılmış.Merkezi bir galaksi.Görevi ise; uzay sistemini dengede tutmak ( Resim 15 ). Resim: 16 Kan-Ögüz’ün Erken Dönem Türkçe’de karşılığı: ”Orijin Irmağı”; Kuy’un karşılığı ise: ”Akıntı Analogu, Sistemi Besleyen” demektir. Uzayda yeni bir yapılanmanın işareti gibi de duruyor. Görüldüğü gibi,minberin doğu çephesi tamamen Uzay Sistemine ayrılmış.Şimdi bu yüzeyi topluca görelim ( Resim 17 ). Bütün bu izlenimlerden sonra,Bursa Ulucami Min-beri; “Göğü indirip yere,giydirmişler minbere ”söylemini –tabiri caizse- yerden göğe kadar hak ediyor. Resim: 15 TÜRK BOYLARI Sadabiş: Erken Dönem Türkçe’de,” Tahkimatçı, mümeyyiz” demektir. Minberin en alt bölümüne adeta taşıyıcı olarak yer leştirilmiş,doğu cephesinde 3’ü başlangıçta,12’si ise 3’lü gurubun devamı olarak mizampajlanmış 15 adet kapı motifi var. Aynı düzende batı cephesinde de 15 adet kapı motifi var. Kapı, Türk dün * Orto - Baru - Galaksi: Aynı resmin sol üst tarafında görünen galaksi ise 146 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Resim: 17 yasında “İlk çıkış” yani “Başlangıç” olarak tabirlenir. Başka medeniyetlerde de kapı,benzer anlamlar taşır. Bir çok şehrin, ülkekenin,bölgenin girişinde o medeniyeti simgeliyen giriş kapıları vardır.Günümüzde ise bazı şehirlerimizin veya bölgenin girişine yerleştirilen zafer takları,bu uygulamaların günümüze yönelik modelleridir. Aşağıda, minber üzerindeki bu kapı örneklerini göreceksiniz. ( Resim 18,19,20 ). Resim: 18 Resim: 19 Resim: 20 147 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Kapılardaki motifler incelendiğinde ana temalarının aynı olduğu fakat hepsinin ayrı detaylar içerdiği görülür.İlmi olarak Türk İslâm Medeniyeti’nin değişik basamaklarına gönderme yaptığımda,bu kapılar kaydının Türk Boyları ile bire bir örtüştüğünü gördüm.Buna göre minberin doğu cephesindeki kapılardan oluşan sistem ÜÇOKLAR’dır (Resim 22 ). AY HAN YILDIZ HAN BOZOKLAR GÖK HAN DAĞ HAN Avşar Kırık Begdili Karkın ____Boyları____ Bayındır Perçene Çavuldur Cebin Resim: 22 Minberin batı cephesindeki kapılardan oluşan sistem de BOZOKLAR’dır ( Resim 23 ). Resim: 23 Bu kapıların minberi taşıyan alt kesime bir düzen halinde yerleştirilmiş olması,Türk dünyasının evreni sırtladığı anlamını da taşıyor. Ziya Gökalp’e göre ÜÇOKLAR: Şahin, kartal, tavşancıl olarak; BOZOKLAR ise: Sungur, çakır ve üçkuş olarak ongunlanmış ( karakterize olmuş, bütünleşmiş )tir. “Cami ü’t Tevarih” ve “Divan-ı Lügat-it Türk”e göre 12 + 12 = 24 Türk Boyu vardır ve sıralamaları şu şekildedir: ÜÇOKLAR ____Boyları___ GÜN HAN 148 Kayı Bayat Alka Avlı Kara Avlı DENİZ HAN Döger Dodurga Bayırlı Salur Eymür Alayuntlu Üregir Biğdir Bögdüz Biva Kınık TÜRK İSLÂM MEDENİYETİNİN ARKA YAPISI Bursa Ulucamii ve Minberi’nin yapımı sırasında, Bursa’da bilim dünyasının başı Musa Paşa’ ( Kadızade-i Rumi Efendi ) dır.Musa Paşa,hem iyi bir astronomi alimi hem de matematikçidir.Üstelik o tarihte Türk Dünyası’nın diğer bütün ilim merkezleri arasında mekik dokuduğu ve bu bilim merkezlerini birbiriyle örgütlediği bilinmektedir. Şüphesiz minberin yapımı sırasında da bilim emekleri ona aittir. Minberin yapım tarihi 1399’dur.Şimdi arkasını dolduralım: * El Biruni ( Hive’li ),1030 yılında yazdığı “El Kanun El Mesudi” adlı eserinde Trigonometriyi anlatır.”Zic Cetvelleri” eserinde ise Güneş’i, gezegenlerin ve Ay’ın hareketlerini anlatır.Dünyamızın hem kendi hem de Güneş’in çevresinde döndüğünü söylüyor.Dünya’nın Güneş’e olan eğimini 53 salise; Ekvatoral çapını ise 15 km’lik hata payı ile ölçmüş. O Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi da hata mı,yoksa o günden bu güne değişime mi uğradılar, bilinmiyor.Dikkat edin! Yıl:1030. * Batılı kaynaklar 971 yılında Hive şehri kütüphanesinde 400.000 cilt el yazması bilim eserinin bulunduğundan söz ediyor.1 değil! 2 değil! 400.000 cilt ! .Ve yıl: 971. * D,ö. 1517’den günümüze,Türk Dünyası’nda kurulan Önemli Bilim Merkezleri’nin sayısı 156 dır. Bunların içinde Hive, 3. derecede bilim merkezidir. * 1260’da Hulagu Han, MARAGA’ya dünyanın en büyük “Gözlemevi”ni kurmuştur. Uluğ Bey ( 13931449 ),Maraga’da yetişmiş ve 1437’de yazdığı “Yıldız Cetvelleri “adlı eserinde tam 1018 yıldızın konumunu,ışık özelliklerini kayıtlamış ve her birinin adını koymuştur.Bu eseri, bütün batı dillerine çevrilmiş ve yıllarca ders kitabı olarak okutulmuştur.İlk Usturlab’ı yapan kişidir. USTURLAB: 3 boyutlu ölçme işinde- denizcilikte ve gök cisimlerinin ölçümlerinde- kullanılan özel cetvel. Biraz daha gerilere gidelim. * Türk Dünyası,TÜRK TAKVİMİ’ni d.ö. 1517’den günümüze kadar halen kullanmaktadır. Türkler bu takvimi Güneş Sistemi üzerine oluşturmuşlardır. Güneş Sistemi’nin oluşumu, sonlanması dahil, bütün gezegenler ve özellikleri ile Türk Takvimi bütünleştirilmiştir.Bir iki örnek verelim: Ara not: Erken Dönem Türkçe: Türklerin d.ö. 7.000 ile d.s. 575 yılları arasında kullandıkları Türkçe’dir. d.ö. : m.ö. yerine,d.s.ise: m.s. yerine kullanılmıştır. - Erken Dönem Türkçe’de 1.yılın adı: ÖK-ÖSİ YIL dır. Karşılığı:”Var oluşa ilk adımın atılması”dır. Sembolü:Güneş’tir.Güneş’e ise “Kan Ögüz”: “Orijin Irmağı” veya “Kuy Şıpkan”:”Akıntı analogu-sistemi besleyen-“ diyorlar. - 4. yılın adı: ULUĞ YIL’dır. Karşılığı: “Canlanma, hayat bulma”dır. Sembolü Dünya’dır. Dünya’ya ise “ Buu veya Uu”diyorlar.Bunun da karşılığı: “ Canlıların yeri ”dir. - 9.yılın adı:BİÇİN YIL’dır.Sibir Türkçe’sinde karşılığı: “Büyücü kadın”dır.Sembolü:Neptün’dür.Neptün’e de :”Biçin” yani “Büyücü” ve “Kiy”:”Başkasını sırtına geçiren - kullanan –“diyorlar. Günümüz bilim verilerine göre de Neptün, hem Uranüs hem de Plüton’u etki altında tutarak, yörüngelerinde sürekli değişiklik yapmaktadır. - 10.yılın adı: TAKIĞU YIL’dır.Karşılığı: ”Tekleyen yıl”dır. Sembolü: Plüton’dur. Plüton’a: “Takığu Şıpkan”: ”Tekleyen Gezegen” ve “Tak Şıpkan”: “dışarıdaki - yalnız -gezegen”diyorlar. Günümüz bilim verilerine göre de Plüton, yörüngesinde tekliyor ve pek çok bilim adamına göre dış merkezli bir gezegen. Daha da ilginç olanı: -11.yılın adı: SUV KUTLUĞ ZİM İT YIL’dır. Atsan’a göre ( d.ö. 524 ) bunun karşılığı:”-Günü geldiğindetüm madde yapılanmalarının enerjilerini tüketerek son nefeslerini verme hali”dir.Sembolüne ise Agaş diyorlar.Atsan’-a göre Agaş:”Madde içinden dışarıya akarak çıkan arka yaka ( bekraund,blackbady,karaten ) radyasyonu”dur. Bu yılın bir başka adı da KİN ŞIPKAN’dır.Karşılığı ise: “Kaçıp kurtulma hali”dir. - 12.yılın adı ise: TONIS KÜN YIL’dır. D.ö. 6.yy.da Bradya Şırı BİTİGTAŞI’nda şunlar yazılı: ”MANÇUŞIRI BODI- SATAV YAĞIZGA İNER İR TONIS KÜN”.Karşılığı ise:”İyonların dahi yüklerini terk ederek algınamaz hale geçmeleri,ışığın donması ve hep birlikte magnetik ve kozmik buluta dönüşme hali”dir.Bir başka BİTİGTAŞ’ta ise şunlar yazılı:” KAMAĞ BİNSUN TINLIĞLAR ASIĞINTA YAĞIZGA İNER KÜN”.Karşılığı ise: “Bütün sistemin peş peşe knetiklenmeye hazır kozmik buluta dönüşme hali”dir.Sembol olarak “Solar Yel”i kullanmışlar. Karşılığı:”Güneşten sisteme akan partikül,ışıma,magnetizma ve momentumdan oluşan ön ham yapı”dır. Ara not : Bitigtaş: Yazıt , kitabe 149 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi TÜRK MEDENİYETİ’nce oluşturulmuş 800 civarında BİTİGTAŞ vardır.Bunların büyük çoğunluğu pek çok ülkenin arşivlerinde gizli tutulmaktadır.Bunlardan dolaylı haberdar olduğumuz birkaç tanesinden söz edelim: - Şölgentaş Mağarası Başkurdistan’ın Büryen bölgesindedir.3 katlı olup 50 civarında resim,motif ve tamga bulunmaktadır. Bunlar d.ö.16.000 ve 7.000 aralığında mağaraya işlenmiş.Bunlardan Resim 24’de bizon resmi, Resim 25’de ise bir iş yapmakta olan İnsan motifi olarak görülüyor. Resim: 26 Bu mağaradan alınan Resim 26 ise oldukça önemlidir.Burada ilk tamga işlemesi vardır. Ara not:Tamga: Yazı yazma başlangıcındaki tanımlamaların motiflenmiş hali. Bu tamga işlemesinde AŞ ELAT yazıyor. Karşılığı:”Halkın Yemeği”demektir. Bu tespitler 2000 yılında yapılmış Kâzım MİRŞAN tespitleridir. -“ALTI YARIG TİGİN” BİTİGTAŞI Tamga’dan harflere geçişin ilk haliyle ( Runik harflerle ) yazılmış, muhteşem bir eserdir.D.ö. 7.000 yılında yazılmış ve Türkistan’dadır. -“UZUNGÖL BİTİGTAŞLARI” Resim: 24 Uzungöl çevresinde yer alan bu bitigtaşlar 20 adet olup d.ö.5.000- 3.000 yıllarına aittir. -“KARABAĞLASUN” BİTİGTAŞI Yazılış tarihi: D.ö, 872 dir.Bu bitigtaşa göre Bumin Kağan İstemi, ”Büyük Türük Bil” devletini d.ö, 872’de kurmuştur. Önre Bina Başı d.ö.530 – 593 tarihleri arasında 37 yıl boyunca önceki bitigtaşları inceleyerek,anlaşılmaları için yaşadığı dönem Türkçesi ile yeniden kayıtlamıştır. Bu yaptığı yeni kayıtlarda “Türük Bil”devletinin ilk kuruluş aşamasını,Türk Takvimi’ne göre d.ö.1517’de ve ULUĞ YIL’ da başladığını söylüyor.. Resim: 25 150 -“BIRATYA ŞIRI” BİTİGTAŞLARI Türkistan’dadır ve d.ö. 5.yy.’a aittir.Bu bitigtaşlar- Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi dan birinde,”Gezegenlerle Güneş arasında oluşan ışın kirişinin eğilme torsiyonu”na “Saran Şırı”adını veriyor ve Dünya ile Güneş arasındaki Saran Şırının kostant değerini 284 olarak hesaplıyor. -“ÇISUYA TUTUN” BİTİGTAŞLARI Turfan, İçki Türkistan’da olup yazılış tarihi, d.ö.10.09.524’tür. Başlığı: “BİR AĞIZ-KI-A EDGÜ SÖZ”yani,“Bir Ağız Dolusu İyi Söz”dür. -“UPASANÇ SILIĞ TİGİN”BİTİGTAŞI Bu da Turfan,İçki Türkistan’dadır. Yazılışı, d.ö. 01.06.523’tür. Başlığı: ”YİTİKEN SU” yani, “Yitirilen Sular”dır.Orta Asya bölgesinde oluşan büyük kuraklığı anlatır. -“ALTIN ELBİSE” Kazakistan’da Issıg Göle dökülen Issıg Nehri kenarındaki bir Türk Ko- ruganı’nda bulunmuş olan bu Altın Elbise,altın iplikten yapılmış örme bir elbisedir.Gerisini siz düşünün.Günümüzden 3.500 yıl önceye aittir ( Resim 27 ). -ASIĞ TUTUN, GALIM KEYŞİ, GAYA GAL, GAMALA VE ANANTA ŞIRI BİTİGTAŞLARI D.ö. 5.yy’ la ait bu bitigtaşlarda ağırlık olarak ilmi temalar yer alır.Temel tanecik,element,molekül ve magnetizma tanımlamalarından tutun “IN - ITIRA ÇALTOORI” yani,”EVRENİN KENARI” kuramına kadar “binlerce ilmi açıklama” vardır. Türk İslâm Medeniyeti, onbinlerce tespit,buluş ve uygulama ile insanlığa hizmet ve öncülük etmiş önemli bir medeniyettir. • Koyun ve atın evcilleştirilmesi. • Meyvelerin aşı yöntemi ile ıslah edilmesi. • Çiçek hastalığı aşısı. • Matematikte Cebir’in keşfi. • Tuz’un keşfi.Demirden çelik yapımı. • Yoğurt ve peynir yapımı ( Avrupa’da da yogurt ismiyle uygulanır. ). • Devlet siteminin kurumlaştırılması v.s. v.s. gibi insanlığa sunulmuş binlerce hizmet var. Resim: 27 151 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi • 16’sı İmparotorluk olmak üzere 126 tane delet kurmuş büyük bir medeniyettir. olacak ki; İkindi, Akşam,Yatsı derken kulağıma bir ses geldi:”Haydi çıkın artık, kapatıyoruz.”. Bizim milletimiz,insanlığa öncü bir millettir. Ümera ( yöneticiler) ile Ulemanın ( bilim adamları), organize olup birlikte hareket ettikleri dönemler de üstün başarılar sağlamışlardır.Birbirlerine ve iç çatışmalara düştükleri anlarda ise erimişlerdir. Daha sonra günlerce inceledim.Ben öğretmen okullarında yetiştirildim ve branşım Fen Gurubu. O günkü öğretmen okullarını bilenler,öğrencilerin nasıl yetiştirildiklerini de iyi bilirler. Ben, konumuzu ilgil endiren adeta birkaç damla- yı ele alabildim.Gerisi Türk Münevverleri’nin (aydınlarının) medeniyetimize sahip çıkmalarına bağlı. Peygamberimizin şu hadisini hatırlayınız: “İlim Çin’de olsa arayınız,bulunuz.” “İlmin ne nesebi (soyu) vardır ne de mezhebi. O, Allah’a (CC) aittir. Onu dilerse ota, dilerse kuşa, dilerse taşa; herşeye,herkese söyletir.” “İlim,Allah’ın (CC) yaradılışa koyduğu kurallardır.” Yanma, ışıma, madde oluşumu, maddenin katı, sıvı, gaz ve plazma hali; füzyon ve fisyon olayı, kütle çekimi; yürüme, uçma, düşme, yüzme; düşünme, konuşma, doğum, ölüm; habitat, ekoloji, yağmur, kar, şimşek, evren; taş, kerpiç, beton, ev; teker, tren, gemi, uçak; motor, jet gibi olaylardakiözellikler ve kurallardır. Bize düşen görev -ki emirdir- nerede olursa olsun, ilimleri arayıp bulmak;doğru uygulanmasını sağlamak, kötü uygulamalara engel olmak, yani, sahiplenmektir. “Bıçak bir ilim ürünüdür.”Kimin icat ettiği önemli mi? İcadı engellenmiş mi? Hayır ! Herkes kullanıyor mu? Evet ! Ekmek doğradın,soğan doğradın helâl. Adam doğramaya kalkarsan orada dur! O haram. Tabiri caizse; “Dünya aleminde,hepimiz bugün va-rız, yarın yokuz”.“Hedefe yürümenin en sağlıklı ve en ideal yolu ilme sarılmaktır”. Görüldüğü gibi Türk İslâm Medeniyeti’nin arka yapısı, Bursa Ulucamii Minberi’ne o ilmi işlemeyi giydirecek kadar dolu ve hazırlıklı. Öğretmen okulundaki Sanat Tarihi Öğretmenim, Ömer Sümer bir derste şöyle demişti: ”Eski eserlerde alan süslemesi yapılırken,geometrik motifler kullanılmış ve bu motiflerde simetri uygulaması yoksa; bilin ki orada bir mesaj vardır ve o eser görsel sanattan öte mesaj taşıyan bir kitabedir.” 1980 de bir öğle namazı için Ulu Cami’ye girmiştim. Namazdan sonra minberi seyretmeye daldım. Öğretmenimin o sözleri de kulağımda çınlamış 152 Eski eser incelemesinde bilim dünyasının en çok kullandığı metod,Kıyaslama Metodu’dur Günlerce çalışıp minber üzerinden detaylar aldım.Üniversiteleri, kütüphaneleri, kitapçıları, taradım; Güneş Sistemi ve Evren’le ilgili o günkü bilim verilerini topladım.Vakıflara,müzelere,bu konuya ışık tutabilecek Bursa’daki derneklere,eski eserlerlerle,tarihle ilgilenen kuruluşlara uğradım.Bursa Eşrafına danış-tım ve Bursa Ulucamii ve minberi ile ilgili bilgileriderledim. Amasya, Manisa Ulucamiilerini, Birgi Camii’ni inceledim. Topladığım bu veri,bilgi ve belgelerle Bursa UluCamii Minberi’nden aldığım detayları karşılaştırdım. Gördüm ki minbere Evren’i ( Kâinatı ) işlemişler.Şekiller,motifler ve ölçekler bu tespitle bire bir uyumlu. Bir görüşmemizde Kâzım Baykal hocamın şu sözleri hâlâ kulaklarımda çınlıyor.”1974’te, Ord. Prf.Dr. Süheyil Ünver Bey’le,15 kişilik yabancı misafir bilim adamına Ulucamii gezdirmiştim.Bir Amerikalı Prf. Yalnızca minberle ilgilendi.Bize,-Burada ne var?Dedi.Bizde-Bezelyen çiçekleri.Dedik.Yüzünü buruşturdu,kafasını salladı.-Bize bu minberi verin size 100 tane Uulucamii yapalım.Dedi.” Yorum sizlerin. Gazeteciler bu konuyla ilgilendi ve 1981’de iki gazete bu olayı benim üzerimden haber yaptı. Ben incelemelerime usanmadan devam ettim.2006 yılında Bursa Ulucami Minberi kitabımı resimli ve ofset baskı olarak yayınladım ( Bkz.Isbn 9944-5232- 0-2 ). 2010’da ise yayınladığım Türk Medeniyeti’nden Çok Önemli İlkler kitabımda da bu konuya yer verdim ( Bkz.İsbn 9944-5232-1-9 ). Dileğim Bursa’daki ilgililerin,minberin bu yönüne sahip çıkmalarıdır.Bursa’nın ana yol girişlerine, minberin bu özelliğini gösteren ışıklı panoların asılması, Bursa Turizmi’ne adeta çığır açtıracaktır. Ayrıca,Türk İslâm Medeniyeti’ni ayağa kaldırmak amacıyla,bütün Türk ülkelerinin ilmi koordinasyona girmelerini bekliyorum. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Prof. Dr. Düsen Kaseinov İpek Yolu Medeniyetleri ve TÜRKSOY’un Getirdikleri Çin’den başlayıp Anadolu ve Akdeniz’den geçerek Avrupa’ya uzanan ticaret yoluna İpek yolu adını veriyoruz. Binlerce yıl önce Romalılar ve Mısırlılar Çinlilerden İpek alırlardı. Bu ipek ticareti daha sonra İpek Yoluna isim olmuştur. İpek Yolu,Çin’den Orta- Asya üzerinden Güney Asya, Batı Asya, Avrupa ve Kuzey Afrika’ya uzanan kara ticaret yoludur. M.Ö 2. Yüzyıl ve M.S 2 .yüzyıla dek, İpek Yolu üzerinden Batıdan Doğu’ya Doğudan Batı’ya medeniyetler arasında doğrudan temas ve kültürel alışveriş yapılmasına yardımcı olmuştur. İpek Yolu’nun güçlenmesiyle hiçbir medeniyet gelişmesini, sanatını, kültürünü tümüyle bağımsız ve özgün devam ettirememiştir. Bu kültürel alışverişte yapı malzemeleri de önemli bir paya sahip olmuş batının ve doğunun mimari estetiklerine karşılıklı kervanlarla taşınan malzemeler ve en önemlisi de ustalar, sanatçılar aracılık yapmıştır. Tarih geniş anlamda ticaret yollarının kontrolü ve bu yollara hakimiyet mücadelesinin hikayesidir. O nedenle ticaret yollarını iyi anlamadan tarihi doğru anlamak ve yazmak mümkün değildir. 153 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi İpek Yolu’nun geçtiği Orta Asya ve Ön Asya’da binlerce yıldır hükümran kavim Türkler bu ticaret yolunda köprü konumundaydılar. Dünya sanat ve mimarisine kendi estetik zevk ve biçimlerini sunarken dünya insanının zevk ve mimari üslubundan faydalanmışlardır. İpek Yolu’nun en güçlü ve güvenli dönemleri Yol üzerindeki güçlü Türk İmparatorluklarının dönemine rastlar. Selçuklular, Osmanlılar, Timurlular bunların en başta gelenleridir. Bu üç büyük dünya devleti kendi dönemlerinde İpek Yolu’nun güvenliği için derbentler (Karakollar) kurmuş, kervansaraylar yapmış, ticari kervanların mallarını adeta sigorta edercesine teminat altına almıştır. Özellikle Anadolu’da Selçuklu ve Osmanlı döneminde bölgenin her tarafını saran ipek yolu ağı çok profesyonel bir şekilde düzenlenmiş, güvenlik sağlanmış. Muhteşem kervansaraylarla konaklama ve Pazar imkanı sağlanmıştır. Anadolu’da yapılan Kervansaraylar bugün bile dimdik ayakta dururken mimari yapıları ve estetik görünüşü ile insanı hayrete düşürmektedir. 154 Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bağımsız olan Türk Cumhuriyetlerindeki tarihi kervansaraylar, hanlar restore edilerek İpek Yolu’nun tozlu yolları yeniden temizlenip geçmişin ışıltısı gün yüzüne çıkarılmıştır. Bugün Tarihi İpek Yolu Çin’den Avrupa’ya yeniden şahlandırılmaya çalışılmaktadır. Bir zamanlar unutulan yollar yeniden hatırlanmış en ekonomik yol olma özelliğiyle güncellik kazanmıştır. Kars, Tiflis Bakü Demir İpek Yolu projesi başlamış ve büyük bir kısmı tamamlanmıştır. DLH ve Devlet Demiryollarının önderliğinde sürdürülen bu proje Çin’den başlayıp tüm Orta-Asya yani tarihi Türkistan coğrafyasını kat edip Demir İpek Yolundan Anadolu’ya eski tarihi güzergahına ulaşacak ve DLH’nın gurur projesi denizin dibine döşenen altın halka olan Marmaray Projesi ile Avrupa’ya ve Manş’la da Londra’ya ulaşacaktır. Bu yol asırlar önce de Türklerin elinde büyümüş güçlenmiş, güven kazanmıştı. Tarih tekerrürden Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi ibarettir ve aklın yolu birdir gerçeği ile yine bu yolun gerçek hamileri ve hizmetkarları Türkler olmaktadır. Bu tarihi yollar sadece ticari mal taşımamışlar, kültür, ilim, sanat, en önemlisi de hoşgörü ve insan sevgisi taşımışlardır. O yüzdendir ki günümüzde İpek Yoluna “Diyalog Yolu” denmektedir. 1992 yılında Bağımsız Türk Cumhuriyetleri Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkiye ve Türkmenistan Kültür Bakanları İstanbul ve Bakü’de bir araya gelerek Kültürel işbirliği yapmayı kararlaştırdılar. 12 Temmuz 1993 tarihinde Almatı’da yaptıkları toplantıda Türksoy’un Kuruluşu ve Faaliyet ilkeleri hakkında anlaşmayı imzalamak suretiyle Türk Kültür ve Sanatı Ortak Yönetimi (TÜRKSOY’u) kurdular. Bu anlaşmayla oluşturulan TÜRKSOY teşkilatına daha sonra gözlemci üye statüsüyle Rusya Federasyonuna bağlı, Altay Cumhuriyeti, Başkurdistan Cumhuriyeti, Hakas Cumhuriyeti, Saha (Yakut) Cumhuriyeti, Tataristan Cumhuriyeti, Tıva Cumhuriyeti ile Moldova Cumhuriyeti Gagavuz Yeri Özerk Bölgesi, ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti katıldı. Türksoy Türk dili konuşan ülkelerin kültür, ve sanat alanlarında işbirliğini sağlayan, üye ülkelerin yönetimine, iç ve dış politikalarına karışmayan uluslararası bir kuruluştur. Türksoy teşkilatının ev sahibi ülkesi Türkiye Cumhuriyetidir. Resmi dili Türkçe yönetim merkezi Ankara’da yerleşiktir. Üye ve gözlemci üyeler çalışmalarda eşit haklara sahiptir. Teşkilatın uluslararası ilişkileri sadece Türk dilinin kunuşulduğu coğrafya ile sınırlı değildir. Türksoy faaliyetlerinde ve uluslararası ilişkilerinde temel insan hak ve özgürlüklerinin korunmasını esas alan bütün resmi ve gayri resmi kurum ve kuruluşları ile işbirliği yapmaktadır. Amaçları, görevleri ve çalışma alanları itibariyle UNESCO ile örtüşen Türksoy, kendi coğrafya alanında UNESCO işlevini yürütmektedir. Bu durum Türk dili konuşan ülkelerin milli dirilişine, devlet yapılanmasına ve demokratikleşmesine imkan sağlamaktadır. Türksoy’un ilk Genel Başkanı Azerbaycan eski Kültür Bakanı şimdiki Moskova Büyükelçisi Polat Bülbüloğlu’ydu. Sn. Polat Bülbüloğlu her kurumun sancılı kuruluş dönemini başarıyla atlatmıştır. Daha sonraki bir geçiş döneminden sonra Türksoy Genel Sekreterliğine Kazakistan Cumhuriyetinin yetiştirdiği Nur Sultan Nazarbayev’in Kültür Bakanlığı görevi verdiği kültür ve akil adamı Düysen Kasseinov getirilmiştir. TÜRKSOY bu değerli bilim ve kültür adamı sayesinde altın dönemine başlamış, her gün yeni bir proje ile Türk halklarını önce birbirlerine sonrada dünya insanına tanıtma başarısını göstermiştir. 2010 Nevruz Bayramı gösterisinde Türkiye ve Fransa’nın Başkenti Paris’te insanları ve Avrupa basınını kendine hayran bırakmıştır. Türk kültürünü araştırmak, yaşatmak ve geniş kitlelere tanıtmak amacıyla 1993 yılında Türk Cumhuriyetleri’nin kültür bakanlarının imzalarıyla kurulan Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı (TÜRKSOY), insanlığın ortak mirası olan Nevruz geleneğini ABD’ye taşımıştır. Bugüne kadar Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri’nin yanı sıra Paris’teki UNESCO Merkezi’nde ve Strazburg’da Nevruz kutlamaları gerçekleştiren TÜRKSOY, Nevruz coşkusunu bu yıl ABD’ye taşıyor. TÜRKSOY’un düzenlediği Nevruz kutlamaları 24 Mart’ta New York’taki BM Genel Kurulu Salonu’nda ve Washington’da gerçekleştirilmiştir. BM 21 MART’I ULUSLARARASI NEVRUZ GÜNÜ İLAN ETTİ 2009 yılında, UNESCO nezdinde “Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi”ne dahil edilen Nevruz, BM tarafından resmen tanınmaktadır. BM Genel Kurulu’nun 2 Aralık 2009 tarihli oturumunda 21 Mart tarihi “Uluslararası Nevruz Günü” olarak ilan edilmiştir. (document A/64/L.30/Rev.2) Genel Kurul bu kararında Nevruz kutlayan ülkeleri, başta UNESCO olmak üzere diğer hükümetler arası örgütleri ve sivil toplum kuruluşlarını Nevruz’un 155 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi 156 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi tanıtılması ve kutlanması konusunda işbirliği yapmaya davet etmektedir. Avrasya’nın geniş coğrafyasında yaşayan halklarda baharın müjdecisi ve “yeni gün” olarak bilinen Nevruz, yeniden canlanmaya başlayan doğanın insanlara sunduğu bolluğu, bereketi, diriliği, sevgiyi, kardeşliği, paylaşmayı, barışı ve dostluğu simgelemektedir. Nevruz, Toprak Ana’nın tekrar nefes alarak yeşerdiği ve dirilişin tekrar başladığı gündür. Tarihi beş bin yıla uzanan Nevruz, Türk dünyasında da en ulu gün olarak bilinmekte ve Navrız, Yeni Gün, Ulu Kün, Mart Dokuzu, Çıl Pazı, Çanı Kün, Şagaa, Isıah, Yengi Kün gibi adlarla en canlı ve en sıcak biçimde kutlanmaktadır. 24-26 Mayıs Astana’da İpek Yolu Medeniyetleri temalı Türk Dünyası Mimarlık ve Şehircilik Kurul- tayına Koordinatörlük yapmış Türkiye Mühendisler ve Mimarlar Birliği’nin Yürütme Kurulu Başkanlığını göğüslediği bu kurultaya başta Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sn.Abdullah Gül ve Kazakistan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sn. Nursultan Nazarbayev hamilik yaparken Astana Valisi Sn. İmangali Tasmaganbetov’un ev sahipliğinde gerçekleşmiştir. Türksoy yakında Roterdam İslam Üniversitesi Rektörü Prf. Dr. Ahmet Akgündüz’ün talepleri doğrultusunda Hollanda da bir temsilcilik açacaktır. Faaliyetleri Amerika’ya kadar varan Türksoy’un getirdikleri gölün ortasına atılan taş misali dalga dalga Türk İslam Coğrafyasına yayılmıştır. Türk Dünyası Mimarlık ve Şehircilik Kurultayları 157 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi yapılması “Dilde Fikirde İşte Birlik” felsefesi doğrultusunda 2007 yılında Türkiye Mühendisler ve Mimarlar Birliği, Keçiören Beleidyesi, TİKA işbirliği ile Türk Dünyası’nın yetirştimiş olduğu ordünaryus profesör Dr. Oktay ASLANAPA gibi değerli bilim adamlarının katılımı çok yüksek seviyede Keçiören ‘de ilk adımını atmıştır. 2008 yılında Türk Dünyası Mimarlık ve Şehircilik kurultayı artık kabına sığmaz duruma gelmiş. TÜRKSOY T.C. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, T.C. Kültür Bakanlığı, T.C. Ulaştırma Bakanlığı, T.C. Toplu Konut İdaresi Başkanlığı, Türk Dünyası Belediyeler Birliği bu kervana katılarak ikinci kurultayı tarihi Türk Ocağı Salonun’da icra etmişlerdir. 2008 Kurultayı Sonuç Bildirgesi’nde üçüncü kurultayın Kazakistan’ın Başkenti Astana’da yapılması kararı alındı. Kazakistan steplerinde yeşeren vaha, Işıl ışıl çağdaş ve modern şehir Astana Genç Cumhuriyet, Kazakistan’ın Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev on iki yıl önce küçük bir 158 şehir olan Akmola’da bir meşale yaktı. Bu yanan meşalenin bu kadar büyüyeceğini en yakın mesai arkadaşları bile tahmin edemiyor, açıkçası bu kadar göz kamaştırıp dostları sevindirip, düşmanları çatlatacağına inanmamışlardı. Bir şeyi başarabilmenin ilk şartı o şeye gerçekten inanmaktan geçer. O büyük devlet adamı tarihini çok iyi biliyor, halkına inanıp güveniyordu. Bu uçsuz bucaksız steplerde birçok Türk medeniyeti yaşamış; bin bir türlü renk ve ahenge bürünmüştü. Sakalar, Aparlar, Göktürkler, Hazarlar, Türgişler, Karluklar, Karahanlılar, Oğuz Yabgular, Kıpçaklar, Büyük Selçuklu İmparatorluğu, Harzemşahlar, Altın Ordu Devleti ve daha nice ara renkler ihtiva eden Türk boylular, ulu soylular. Nurlu zekası ileriyi gören uzak bakışı ile yüzyılların kavşağında dünyanın parlayan yıldızı olarak Astana’yı kurdu. Türkiye Mühendisler ve Mimarlar Birliği 2007 yılında Türk Dünyası Mimarlık ve Şehircilik Kurultayı’nı organize etmiş ilk iki kurultay büyük Atatürk’ün tıpkı Astana gibi sıfırdan kurduğu Ankara’da icra Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi edilmişti. Bu ilk kurultaylar çok takdir toplamıştı. Bu yıl İstanbul Kültür A.Ş tarafından Türk kültürüne hizmetlerinden dolayı altın madalyaya laik görülen asırlık çınar Ordinaryus Prf. Dr. Oktay Aslanapa iki kurultayı da takip etmiş; “Bu yaşa kadar binlerce sempozyum ve kurultaya katıldım, bu kadar görkemli ve bir o kadar da heyecanlısına ilk defa şahit oldum.” ifadeleri ile kurultayların seviyelerini belirlemiştir. Türkiye’de TC. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, TC. Ulaştırma Bakanlığı, TC. Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Bayındırlık Müsteşarı Şaban Önder Kıraç, DLH Genel Müdürü Ahmet Aslan, Kültür ve Turizm Bakanı Müsteşar Yardımcısı Kemal Fahir Genç Prf. Dr. Nevzat Yalçıntaş, Elmadağ Belediye Başkanı Gazi Şahin, TÜDEV Genel Başkanı Mehmet Haluk Çay, Namık Kemal Zeybek, TÜRKSAV Genel Başkanı Yahya Akengin, Avrasya Yazarlar Birliği Başkanı Yakup Deliömeroğlu, Türk Ocakları Genel Başkanı Nuri Gürgür’ün yanı sıra birçok kanaat önderi ve akil adamlarca sayısız toplantılar yapıldı. Defalarca Kazakistan’a gidildi. Astana Gen Plan Başkanı Sarsenbek Cünüsov, Gülnar Kaseinov, Lübov Nisanba- yeva, Kazakistan TİKA temsilcisi Ömer Kocaman, Kazakistan Türksoy temsilcisi Askar Turganbayev, Yürütme Kurulu üyesi İbrahim Terzioğlu, Yürütme Kurulu Başkanı İlyas Demirci ve Koordinatör TÜRKSOY’un başkanlığında uzun süren toplantılar yapılmıştır. Zaman su gibi aktı, geçti. 24 Mayıs karşılarına gelip dikildi. Kazakistan’ın başkenti dünyanın yeni yüzü Astana’ da ki Bağımsızlık Sarayı’nda kurultay icra edilecekti. Muhteşem bir salondu. İpekyolu Medeniyetleri temalı bu muhteşem kurultay salonunun sahnesine asılan dev benır üzerinde ki deve kervanı insanı alıp taa… uzaklara götürüyordu. Semerkant’ın, Çimkent’in, Buhara’nın, Kaşgar’ın, Merv’in, Kırım’ın, İsfahan’ın, Bağdat’ın, Şam’ın, İstanbul’un, Üsküp’ün esintilerini taşıyordu. Bu muhteşem kurultaya iki cumhurbaşkanı hamilik ve nezaret ettiler. Kendilerine Kurultay Yürütme Kurulunca Türk Dünyası Üstün Hizmet Nişanları tevdi edildi. Magcan Cumabayev’in “Uzaktaki Kardeşime” şiiri işitilmiş uzaktaki kardeşler yakına gelmişlerdi. 159 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi geçekleştirecek ekiplerin bir an önce belirlenerek çalışmalara başlanması hususunda Türk Devletleri ve Akraba Topluluklarındaki ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği sağlanmalıdır. 26 ülkeden 300 bilim insanı tebliğ ve poster sunmuş, binlerce katılımcının coşkulu ve heyecanlı kucaklaşması üç gün boyunca sürmüştür. Türk Dünyası Mühendislik Ödülleri DLH Genel Müdürü Ahmet Aslan’a yürüttüğü Marmaray Projesi ile verilirken Gökçedağ Üniversitesi Rektörü Prf. Dr. Şakir İbrayev tarafından profösörlük diploması takdim edilmiştir. Diğer mühendislik ödülü ise Kazakistan’ın yetiştirdiği büyük akademisyen Prf. Dr. Abdisagit Taktakulov’a verilmiştir. Türk Dünyası Mimarlık Ödülünü ise 2010 Avrupa Kültür Başkenti Projesi ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Kadir Topbaş’a ve Astana’nın oluşmasında büyük katkı sağlayan Gen Plan Başakanı Sarsenbek Cünüsov’a takdim edilmiştir. İpekyolu Özel Hizmet Ödülüne; Karayolları Genel Müdürü M. Cahit Turhan laik görülmüştür. Dış Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı’nı kuran TC. Devlet Bakanı Faruk Çelik’e Türk Dünyası Hizmet Ödülü verilmiştir. Son gün Kurultay Sonuç Bildirgesi istişare edilmiş aşağıdaki kararlar alınmıştır; 1. Türk Devlet ve Akraba Toplulukları mimar ve mühendis birliklerinin başkanları toplanmalı; ve Türk Dünyası Mühendisler ve Mimarlar Birliği’nin kuruluş çalışmaları başlatılmalıdır. 2. Türk Dünyası Ortak Yapı Terimleri Sözlüğü projesinin IV. Kurultaya kadar tamamlanmasının uygun olacağı kararlaştırılmıştır. 3. Türk Dünyası Ortak Kültür Varlıkları tespit edilmeli; kitap, albüm ve kataloglar halinde yayımlanmalıdır. 4. Her kurultayda alanında temayüz etmiş seçkin mühendis ve mimarlara Mimar Sinan Ödülü verilmelidir. 5. Türk Dünyası Ortak Kültür ve Uygarlık Eserlerinin belirlenmesi, envanterlerinin çıkarılması, restorasyon ve konservasyonlarının, bunları 160 6. Türk Dünyası Coğrafyasında yer alan nadir eserler tespit edilerek Dünya Kültür Varlıkları Listesine kaydedilmeleri için destek verilmelidir. 7. Üniversitelerle ( Mühendislik ve Mimarlık Fakülteleri başta olmak üzere ) ve diğer ilgili kurum ve kuruluşlarla ilişkiler geliştirilmeli; bu bağlamda Kazakistan Cumhuriyeti’nde kurulan Türk Dünyası Akademisi ile işbirliği yapılmalıdır. 8. 2012 kurultayının Türk Dünyası Mühendislik, Mimarlık ve Şehircilik Kurultayı adı ile Türkiye Mühendisler ve Mimarlar Birliğinin organizasyonunda, Türk Dünyası Mühendisler ve Mimarlar Birliği Teşkilatının koordinasyonunda ve Türkiye Belediyeler Birliği Başkanlığının önerileriyle İstanbul Büyükşehir Belediyesinin ev sahipliğinde İstanbul’da gerçekleştirilmesi kararlaştırılmıştır. 9. Bu Sonuç Bildirgesi dünya kamuoyuna, UNESCO’ ya, Türk Devlet ve Akraba Topluluklarına sunulmak üzere kabul edilerek imzalanmıştır. *** Anlaşılan Astana’da Nursultan Nazarbayev’in yakmış olduğu kurultay meşalesi bir adı da Asithane olan İstanbul’da yanmaya devam edecektir. Bu kurultay hiçbir kuruma, kişiye veya kişilere ait değildir. Doğrudan doğruya Türk Dünyası’nda ki kendini Türk hisseden, Türk gibi düşünen, yüreği insan sevgisi ile dolu olan milyonlarca insana aittir. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Dr. İbrahim Terzioğlu Bursa Aksında Türkiye Şehirleri Şehirleri insanlar oluşturur, insanlarda yaşadıkları şehirlere göre şekil alırlar. Eğitimcilerimiz insanın yetişmesinde en önemli faktörlerden birinin çevre olduğunu ısrarla ifade buyurmaktadırlar. Doğrudur çevre-insan ilişkisi et-kemik misali birbiri ile iç içedir. Dünyamızda milyarlarca insan yaşamaktadır. Birçok kültür ve bu kültürleri oluşturan yüzlerce din ve dil bu din ve dilin oluşturduğu yüzlerce millet vardır. Her millette kendi kültür ve harsını oluştururken şehirlerini de bu kültüre ve harsa göre kurmuşlardır. Türk milletinin ilk şehir örneklerini Uzak ve Orta Asya’da genel tabiriyle Türkistan hinterlandında görmekteyiz. Karahanlıların yüce İslam dinine geçmeleriyle Türk Milleti de akın akın İslam dinine geçmiştir. Bu hızlı geçişle birlikte kurmuş olduğu şehirlere İslam felsefe ve kültürünü yansıtmaya başlamışlardır. Artık bu şehirler Türk-İslam şehirleridir. Bu şehirlerin ortak bir planı vardır. Kaşgar’dan Endülüs’e kadar kurulmuş Türk İslam şehirleri aynada birbirlerinin aksi gibidir. Türk-İslam şehirlerinin merkezinde camii, medrese, bedesten, han, hamam çekirdeği oluştururken ikinci çemberde konutlar yerini alır. Konut çemberinde eğer o şehirde gayrimüslim var ise gayrimüslim konutları ayrı bir bölgede yer alırlar. Üçüncü çemberde sebze, meyve bahçeleri dördüncü çemberde hayvan barınakları son çemberde ise uçsuz bucaksız iklime göre üretilen tarlaları oluşturmaktadır. Çekirdeği oluşturan merkez binalar görkemli ve oldukça sanatkârane yapılırken etraftaki konutlar kendine özgü bölge malzemesi ağırlıklı mimari formuyla birlikte daha sade mütevazı sanatsal ve insan ölçeğinde yapılardan meydana gelmekteydiler. Dar sokaklardaki eğimli arazilerdeki bu konutların birbirlerine saygısını ayakta kalabilen örneklerde gördükçe hayrete düşüyoruz. Konutlar birbirlerinin manzaralarına, güneşlerine dahi saygı duyarak hayat bulmuşlardır. Göynük, Beypazarı gibi küçük kasabalarda dahi sanki çok usta mimarların ve çevre mühendislerinin elinden çıkmışçasına yapılmışlardır. 161 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi 162 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi İnsan, her şey insan içindir felsefesi ve alt yapısı ile gelişen insan atmış olduğu her adımı bu inanç doğrultusunda atarken kurmuş olduğu şehirleri de bu inanç ve felsefe doğrultusunda kurmuşlardır. Bizim şehirlerimiz mutlu şehirlerdir. Bu mutluluğun kaynağı da şehirlerin insan ölçeğinde kurulmuş olmasıdır. Mutlu şehirlerin yaşayanları da mutlu insanlardı. Bu günümüze geldiğimizde stresli, mutsuz, huzursuz insan topluluklarını görüyoruz. Çünkü Cumhuriyetle birlikte kurduğumuz mimari yapılanma ve şehirleşme insan ölçeğinden çıkmış, toplu yaşamaktan zevk ve mutluluk duyan insan modeli yerine, kalabalıklar içinde yalnız mutsuz insanları oluşturduk. Gelişen dünya ile oluşan site tarzı konutlarda sabah günaydın, akşam iyi akşamlar demeden girdiğimiz kapıdan sanki aynı çatı altında yaşamıyor gibi bayramda dahi birbirimizin kapısını çalmadığımız, yan kapı komşumuzun adını bilmediğimiz aç mıdır, tok mudur, bihaber olduğumuz kitleler oluşturduk. “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” felsefesini unuttuk. Sözde modernleştik. Açıkçası insanlıktan çıktık. Dev gökdelenler, tarihi kentlerin dışında her şeye rağmen hazmedebileceğimiz yapılanmalar olabilir. Eh ne yapalım dünya böyle bizde dünyaya uymak zorundayız. Fakat gözden uzak tuttuğumuz önemli bir nokta var. Dünyanın özellikle kendimizin hemen her konuda referans aldığımız batı ülkelerinde en azından tarihi kentlerini çok iyi koruduklarını tarihe mal olmuş bir tek taşı bile yerinden oynatmadıklarını gittiğimiz her ülkede görmekteyiz. II. Dünya Savaşın’da Alman Nazileri tarafından şehirdeki mimari eserler tahrip olmasın diye Fransızlar Parisi direnmeden Almanlara teslim etmediler mi? Bizim ülkemizdeki şehirler batının şehirlerine hiç benzemez. Çünkü bu topraklar dünyanın en zengin medeniyetlerinin beşiği üzerinde yükselmiştir. İpek Yolu üzerinde en fazla tali kollara ayrılırken dünyanın tüm kültür ürünlerini üzerinde taşımış o ürünleri mimarilerinde kullanmış ama kendi kimliğini, kişiliğini hep koruya gelmiştir. Orta-Asya’nın taşsız coğrafyasında kerpici duvarda ahşabı taşıyıcı direkte kullanmış, bu icadını Anadolu ya kadar taşımış, pişmiş topraktan oluşturduğu tuğlayı taşla birlikte kullanmıştır. 163 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Göynük Evleri ve Kule Doğu Türkistan Uygur Türklüğünün dünyada ilk defa yaptığı iki katlı yapı tekniği ve şehirler ergonomik yapısını hiç bozmadan Anadolu’ya ve Balkanlar’a kadar uzanmıştır. Uludağ eteklerine kurulmuş olan Bursa’mıza gelince insanın kafası bir başka karışıyor. Bu şehir ki cihan devleti Osmanlının kuruluş başkentidir, altı Osmanlı Sultanı ve onlarca manevi mimarı, şairi, edibi bağrında barındırmaktadır. Bursa Uludağ’ın eteklerine kurulurken bedenine en yakın noktasında şehri barındırır uçsuz bucaksız uzanan eteklerindeki Bursa ovası yeşilin bin bir tonuyla dokunmuş Bursa İpeği gibi görenin gözünü kamaştırıyordu. Maalesef kamaştırıyordu diyorum. Çünkü o ipekli kumaşın yerini renksiz donuk kaba aba kumaşı almaktadır. Bursa’nın Anadolu’nun diğer şehirlerinden farklı bir yapısı vardır. Bir Konya, Diyarbakır gibi değildir. Şehir bir çekirdek üzerinde dairesel gelişmemiş bir 164 aks üzerinde Yıldırım, Ulu Camii ve Hanlar merkezi, Muradiye Merkezli Uludağ’a paralel bir aks üzerinde birden çok merkezler etrafında gelişmiştir. Şehir dağın yamacında birer mücevher gerdanlık gibi düzülürken asla insan ölçeğinden çıkmamış kamu binaları görkemle boy gösterirken sivil mimariler tabii dokuyla kaynaşmıştır. Asla bugünkü gibi o güzel yeşil ovaya fütursuzca yayılmamıştı. Evliya Çelebinin Seyahatnamesindeki Bursa tasvirini gözümüzün önüne getiriyorum. “Eğer bu yapıların hepsinin yapılış tarzı ve şekilleri hakkında bilgi versek, bambaşka bir mutluluk kitabı ortaya çıkardı. Şehirde 176 Müslüman mahallesi, 7 Ermeni mahallesi 9 Rum mahallesi, 6 Yahudi mahallesi bir Kıpti mahallesi ve Mudanya yolu üzerinde bir de Miskinler mahallesi vardır. Aşağı şehir düz bir yerde kurulmuştur. Kalenin eteğindeki evler, imaretler ve Ulu Camii semtleri Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Beypazarı bir yerde kurulmuştur. Kuzey tarafında bir saatlik mesafede bulunan Filadar Ovası’ndan bu şehre bakıldığında, Keşiş Dağı’nın (Uludağ) eteklerinden güneşin parıltısı şehre düşer, gök renkli kurşunlar ile süslenmiş hanlarını, hamamlarını, mescitlerini, şehrin camilerini, kurşun örtülü kat kat çarşılarını görenler seyretmeye doyamazlar. Filadar Ovası’ndan şehrin görünüşü çok ihtişamlıdır. Gördüğüm şehirlerin hiç birine benzemez. Üzerinde nur dolaşan ruhaniyetli bir şehirdir. Zira burada olan büyük evliyalar, tefsirciler, hadisçiler başka yerde yoktur. Bir tek cennet şehir Bağdat ta bulunabilir. (1) Hasan Basri Öcalan Ruhaniyetli Şehir Bursa Ev. Çelebi Seyahatnamesi Sf. 38.) etmeyelim. Bu eserlerin en yüksek minaresinin âlemini dahi göremezsiniz. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde anlattığı Bursa’yı 1001 Gece Masallarını rüya ve cennet şehri Bağdat’a benzetmekte. Bu gün Ankara’dan yani Filadar Ovasından şehre girerken gözlerimiz Uludağ’ın eteklerine birer mücevher gibi dizilmiş ecdat yadigârı mimarlık abidelerini güneşin parıltıları altında gözlerimizi kamaştıracağını hayal bile “Erzurum’da bir kuş var, kanadında gümüş var” Sebep ne? Sebep bizleriz bütün şehirlerimizde olduğu gibi Bursa’mızı da rant, günü kurtarma siyasetiyle ve günlük planlarla acımasızca katlettik. Filadar Ovası eski yeşil güzelliğini beton yığınlarına bıraktı. Ülkemizin doğunun sınırdaşı Dadaşlar diyarı Erzurum’da aynı durumda. Oda Palandöken’in eteklerinde aynı kaderi paylaşıyor. Bugünkü Erzurum Ovası’nın özellikle havaalanı civarı belki de Dünya’nın en eski kuş cennetini barındırıyordu .Kurutulan sazlık yüzlerce kuş türünü yok etti. Erzurum Türkülerindeki kuşlar O gümüş kanatlı kuşlar türkülerde kaldı. Huma kuşu artık yükseklerden değil hiçbir yerden seslenmiyor Erzurumlu yârine. 165 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Lala Mustafa Paşa Camii /Erzurum Birkaç batılı gezgin, bakın Bursa’mızı nasıl anlatıyor ve bugün bu Bursa’da bu anlatılanları ne kadar görebiliyoruz, ya da Bursa’yı değil de başka bir yerimi tasvir ediyorlardı. “Kent, servi ağaçlarıyla dolu bir ovadan yükselir. Bağlıklar, İncir ağaçları, karadutlar ve hemen her ağacın yanından her fidanın arasından bembeyaz şirin minareler yükselir. Bunların hemen üstünde ise Uludağ, uçurumlarıyla bir abidedir sanki. Anadolu’nun bu tanıdık göğünde, bu nefis gün batışı altında yolumuza devam ederken, karadut ve servilerin renk senfonisini gökyüzünün bin bir rengini damıtırken, kayalıklar solan ışıklar altında her dakika başka bir pembeleşiyordu. Her şey bütünüyle şark, her şey bütünüyle büyüleyiciydi.” George William. 1600’lü yıllardan iki yüz yıl sonra yani Evliya Çelebi ile George William arasında iki yüzyıl geçmiş fakat iki seyyah sanki seyahatlerini birlikte yapmışçasına Bursa’yı aynı imgelerle tasvir etmekteler. “Hiç böyle güzel bir kentten geçmemiştim. Sonsuz bir biçimde uzanan ovalar dev gibi ağaçların eteklerine yayılmışlardı. Portekiz hakkında yazdığım 166 küçük eserimde, oradaki yabani çiçeklerin güzelliğini anlatmıştım. Ancak burada Anadolu yabani çiçeklerinin onları da geçtiğini anladım. Güzel çiçek fidanları, tanımsız kokulu otlar, her renk çiçek açmış ağaçlar hep yolumuzun üzerinde sıralanmışlardı. Ortası altın sarısı benekli leylak rengi laden ağaçları, kokulu kozası ile kar gibi beyaz kına ağaçları, yabani hatmi çiçeği, Avrupa’dakiler kadar saydam ve çeşitli renkte çadır çiçeği, soluk pembe ve beyaz yapraklı ebegümeci çiçeği, gök mavisi renginde ve kır papatyası büyüklüğünde firuze çiçeği yolun yanındaki kayalıkların arasından fırlayan ve kötülükle savaşan iyilik gibi kayalıklarla çelişki içinde, olduğundan iki kat daha güzel gözüken arı kovanı çiçeği, her yaprağı sürekli olarak titrediğinden kaynanadili denilen parlak sarı bir çiçek, mis gibi kokulu eflatun renkli nişasta çiçeği, yabani güller, hanımeli ve hepsinden üstün Avrupa’da yetiştirildiğinden biraz küçük, ama soluk pembe rengini ve güzelliğini olduğu gibi koruyan aşk çiçeği ve tanımadığımız daha bir çok çiçek kırları yolları doldurmuşlardı.” Onlarca seyyah Bursa’yı hem mimari ve kentsel dokusu hem de endemik yeşil dokusunu uzun uzun detaylı anlatırken bugün bu dokuların hepsi hızlı bir erozyona uğramaktadır. Bu seyyahlardan biri Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi İstanbul Ataşehir Varyap Meridian Projesi var ki Türk-İslam şehirlerinin kendine has kimliğini doğrularken Bursa için özel bir cümle kullanıyor. “Tanrı Bursa’yı sanki Türkler için yaratmış” Robert Walsh Bursa’ya uzaktan bakarken o güzel şehir siluetinin izlerini dahi göremezken bugün şehrin içinde gezerken tarihi o güzel mimarlık abidelerini beton yığınları arasında göremiyoruz görmek bulmak için arar duruma geldik. Bu güzel şehirlerin asli sorumluları şehirleri yöneten Şehrül-Emin dediğimiz Belediye Başkanları’dır. Zaten dokusu bin bir türlü yara almış bu nazlı şehirler; Kentsel Dönüşüm projeleri ile eskimiş dokuları yenilensin diye yapılan plan değişiklikleriyle şehrin tam ortasında şehrin her türlü dokusunu ezen yüksek gökdelenleri hiçbir hesapla ve hiçbir insani duyguyla hoş göremiyoruz. Hele bu şehir Osmanlı Devletinin kuruluş yeri olan Bursa ise daha bir dikkatle hareket etmeliyiz. Bursa gerçeğinde eski Merinos Dokuma Fabrikası arazisi kentsel dönüşümle başarılı bir şekilde “Kültür Park” olurken, Başbakanlık Toplu Konut İdaresi (TOKİ) tarafından yine kentsel dönüşüm projesi ile yükselen kitlesel binalar Bursa’nın tarihi ve kent dokusunu boğarak bu tarihi dokuyu korumak yerine bozulmasına tuz biber ekmektedir. TOKİ ülkemizde beş yüz bine yaklaşan başarılı konut üretimiyle Meridian projesindeki başarılarına itafen ard arda ödüller alırken ileri ekonomilere sahip diğer ülkelere bile örnek teşkil etmektedir. Çağdaş mimari eserlerini gölgelenmemesi kentsel dönüşü m projeleri hazırlanırken yüzyıllar sonrası bu projelerin sorgulanacağının hesabı yapılarak tarihe saygı çerçevesinde çizgiler kullanmak gerekir. 167 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi 168 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Dr. Khaled Tadmori Bursa’yı Kardeş Şehri Trablusşam ile Birleştiren Ortak Tarih ve Benzeyen Mimari Eserler Çarşıları, İpekhaneleri, Çarşılı Köprüleri, Mevlevihaneleri ve Saat Kuleleri Giriş İnsanlar arasında mal alışverişi, insanoğlunun toplumsal yaşamın en basit örneklerini ortaya koyduğu günlerden başlar. Toplumsal yaşamda, örgütlenmenin ve üretim araçlarının gelişmesi oranında ticaret de gelişir. Sanat ve uygarlığın toplum ve ülkeler arasında yayılmasında ticaretin rolünün büyüklüğü herkesece bilinir. Düzenli, devamlı ve oturmuş bir ticaretin asıl oluşum alanı ise, şehirlerdir. Ticaret malları ceşit zenginliği, kalite yüksekliğine ancak kentsel yaşam icinde ulaştiği gibi, alıcı ortamı da kentsel yaşamda daha uygun bir gelişme gösterir. Bütün bunların yanıbaşında en önemli diğer bir nokta ise, ticaret yapılarının şehirlerde kurulmasıdır. Aslında, bir yerleşim ünite ya da alanı, ticaret yapılarının varlık ve gelişmesi oranında şehir olma vasfı kazanır. Eski ve Ortacağ insanları ticaret icin akıl almaz zahmetlere katlanmış ve tehlikelere göğüs germiştir. Bunun icin, ahşap teknelere sadece yüzlerce değil binlerce millik deniz yolculukları yapılmış, karada kervanlarlar binlerce kilometrelik topraklar aşılmıştır. Bütün bunlar insanoğlunun emek ve irade gücünü ortaya koyan akla durgunluk verecek hareketlerdir. Bu hareketler de ticaret icin yapılmıştır. Eski ve Ortaçağın en yoğun ticaret alanının Akdeniz çevresi olduğu bilinir. Osmanlı Devletinde vilayet merkezi olan ve büyük önem kazanan Bursa ve Trablusşam şehirleri ticaret alanında bölgede büyük roller oynamışlardır. Her iki şehir tarihi İpek Yolunun güzergahının önemli duraklarındandılar. Akdeniz’e açılan Trablusşam şehri, Fenikelilerin zamanından itibaren ilk ticaret tekne ve gemilerin yapıldığı ve ticaretin yoğunlaştığı bir yer idi. Yüzyıllar boyunca bu rolünü koruyan şehir, Memluk ve Osmanlı dönemlerinde büyük ve ihtisaslı çarşı ve hanların merkezi oldu. Bursa şehri de çarşı kültürünün de oluştuğu bir yerdir. Pek çok kültürel değer gibi çarşı kültürü de Bursa’dan dünyaya yayılmıştır. Osmanlı İmpa- 169 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Trablusşam Tarihi Şehrinin merkezini oluşturan Büyük Mansuri Camiisi havadan görünüşü Trablusşam’da Terziler Hanı restorasyon sonrası görünümü ratorluğun kuruluşundan itibaren önemli ticaret merkezlerinin kesişme noktasında olma avantajını her açıdan doğru kullanan Bursa’da, bir dönem kentlerin ve hatta devletlerin ekonomik güçlerini ifade eden geleneksel çarşılar bugün, modern alışveriş merkezlerine rağmen gücünü ve etkinliğini sürdürmektedir. sine yönelik ferman çıkartmıştır. Bunun üzere Trablusşam’da 1902 yılında, Bursa’da ise 1905 yılında saat kuleleri inşaa edilmiştir. Her iki kule 6 katlı olup, mimari tasarım bakımından birçok ortak özellik yansıtmaktadır. Her iki tarihi şehirde, Bursa ve Trablusşam’da, Osmanlı topraklarının başka bir yerinde rastalnmayan “Çarşılı Köprü” nün tek örneklere ev sahipliği yapmışlardır. Trablusşam Çarşılı Köprüsü daha eski olup Memluk döneminde, Bursa’daki ise Osmanlı döneminde inşa edilmiştir. Ne yazıkki Trablus’taki köprü nehir tufanı sebebiyle ellili yıllarda yıkılmıştır. Bursa’daki ise güzel bir şekilde son yıllarda restore edilmiştir. Anadolu Selçukları ile başlayan ticareti diri tutma iradesi, Osmanlı yöneticilerinin daha ilk yıllarda adım adım izledikleri siyasetle sürdürülmüştür. Osmanlı’nın Bursa’yı fethiyle birlikte kentin surlar dışına inşa edilmeye başlandığı süreçte, ilk çarşı örnekleri görülmeye başlanmıştır. Bursa’da her sultanın ve devlet ileri gelenlerinin ekledikleriyle ticaret bölgesi, bu öncü niteliğini koruyarak üreten-incelten bir kimliğe bürünmüştür. Kentte üretilen ürünlerin yanı sıra, kent ve ülke dışından getirilen ürünlerin yerli ve yabancı alıcılarla buluştuğu geleneksel çarşılar, aynı zamanda kendi ticari ve ekonomik kurallarını da oluşturmuştur. Öte yandan, Osmanlıların teşvik ettikleri Sufi Tarıkatların yayılmasına yönelik, İmparatorluğun önemli şehirlerinde ve vilayet merkezlerinde tekke ve mevlevihanelerin yapılmasına destek sağlamıştır. Trablusşam Mevlevihanesi yıkıcı savaşlara rağmen ne kadar harap olduysa da, büyük bir kısmı halen ayakta kalabilmiştir. Bursa Mevlevihanesi ise ne yazıkki bilinmeyen sebeplerle ellili yıllarda yıkılmıştır. 1901 yılında Sultan II. Abdülhamid’in tahta çıkışının 25. seneyi devriyesinde, İmparatorluğun vilayet merkezlerinde saat kulelerin inşa edilme- 170 I.a. Çarşılar Şehri Bursa Bursa, Orhan Gazi tarafından 1326 tarihinde fethedildiğinde Hisar içindeki yerleşmeden ibaretti. Fetih’ten sonra ise Hisar sınırları dışına çıkartılması düşünülen kentin ilk nüvesi olarak Orhan Camii’nin de içinde yer aldığı ve Camii’nin etrafında gelişen Orhan Külliyesidir. Külliye’nin ticari anlamda oldukça önemli bir fonksiyon üstlenen yapısı ise Emir Han’dır. Söz konusu tarihten itibaren adı geçen külliyenin etrafı özellikle ticari hayatın yoğun ola- Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Trablusşam’da İpek Böcekçiliği gösteren 1910 yılına ait eski bir kart postal Trablusşam’da Çarşılı Kebapçılar Köprüsünün 1918 yılına ait görünümü rak yaşandığı çarşı ve hanlarla zenginleştirilmiştir. Yıldırım Bayezid tarafından inşa edilen Bedesten ise bu ticari hayatın kalbi gibidir. Daha sonra birçok han ise bu kalbin etrafında, vücudun diğer organlarının işlevini görmek üzere yapılmıştır. verilmiştir. Üç şehrin temsilcileri bu ortak meclisin yeri olarak Trablus’u seçmişlerdir. Trablus’un coğrafi mevkii, denize açıklığı ve bu şehirlerin arasında orta bir yerde yer alması nedenleriyle seçilmiştir. Trablus bu üç şehrin ortak pazar yerini oluşturmuştur, bu da tarihte bilinen ilk ticari birliği olarak tanımlanmaktadır. Dolayısıyla Trablus şehri Sayda, Sur şehirleri (Güney Lübnan’da) ve Arvad adasından (Suriye’de) gelen göçmenler tarafından kurulmuş ve Fenike şehirlerinin merkezi olmuştur. Bugün El-Mina (liman) adıyla bilinen bu bölgede Fenikeliler üç ayrı pazar kurmuşlar ve zamanla bunlar üç mahalleye dönüşmüştür. Bunun için (M.Ö. 64-14.yy. sonu) Grekler şehre Tri-Polis, yani üç şehir, adını vermişlerdir. O tarihte Trablus, Beyrut ve Sayda şehirlerinden sonra Romalıların bölgedeki üçüncü büyük kenti oldu. Bizans döneminde (15.-17.yy.) imparator Lostanyos Trablus’ta büyük kapılar ve kiliseler inşaa ettirmiştir. Arap döneminde Müslümanlar (645-1109) şehre Trablus veya Atrabulus adını vermişlerdir. 645 yılında şehir Emeviler tarafından feth edildi ve şehre hakim tepenin üstünde kaleyi kuran İlk onlar oldu. Haçlı Seferler döneminde (1109-1289) Trablus Haçlı Kontluğu’nun merkezi durumuna gelmiş ve bölgenin en büyük tıp merkezi burada kurulmuştur. Bu dönemde de şehirde Avrupa’ya ihracat yapan en büyük ipek ve şeker imalathaneleri kurulmuştur. 1289 yılında Memluk Sultanı Mansur Kalavun şehri 33 gün süren kuşatma sonucunda Trablus’u ele geçirmiş ve bu şekilde bölgede Haçlı hakimi- Yüzlerce yıllık tarihi birikime sahip olan, özellikle Hanlar Bölgesi’nde bulunan Koza Han, Aynalı Çarşı, Emir Han, İpek Han, Geyve Han, Pirinç Han, Tuz Pazarı, Kapalı Çarşı’da birbiriyle iç içe geçmiş, günlük hayatın en yoğun yaşandığı alış-veriş noktaları olan, Sahaflar, Aktarlar, İvaz Paşa, Gelinlik, Sipahiler, Yorgancılar, Sandıkçılar, Bakırcılar, Kuyumcular, Kunduracılar ve Havlulucular şehrin adeta gelenekten gelecek dokuyan tüm potansiyelini bağrında taşımaktadır. I.b. Çarşılar Şehri Trablusşam Trablusşam kenti, Akdenizin Doğu kıyısında, Sedir Dağları’nın eteklerinde yer almaktadır. Trablus’un tarihi M.Ö. 1400 yılına uzanır. Şehrin ortasından geçen Abu Ali nehrinin yakınlarında taş devrine ait kalıntılar bulunmuştur. Tarihte Trablus kenti iki kez kurulmuştur: İlk kuruluş Fenike döneminde, ikinci kuruluş Memluk döneminde gerçekleşmiştir. M.Ö. 4. yüyyılda Fenike en büyük üç şehri arasında; Sayda, Sur ve Arvad; ticaret rekabeti sebebiyle sürekli çıkan savaşlar sonucunda bu şehirleri temsil eden bir Şura Meclisi’nin kurulmasına karar 171 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Trablusşam Mevlevihanesi savaştan önceki güzelliğini gösteren Restorasyon Projesi Afişi Trablusşam Mevlevihanesi restorasyon çalışmaları sırasındaki görünümü (Şubat 2011) yetine son vermiştir. Memluklar Sultan Mansur Kalavun’un emriyle şehri, denizden muhtemel gelecek saldırılardan korumak amacıyla, El-Mina bölgesindeki yerleşim alanını tamamen yıkmışlar, üç kilometre içeriye yeni bir şehir kurmuşlardır. Burası “Trablus al-Mustacadda” yani yenilenen Trablus adıyla bilindi. Yaklaşık 225 yıl boyunca Trablus Memlukların yönetiminde kaldı, sürekli imar edildi. Memluk Saltanat’ın, Kahire’den sonra, ikinci büyük başkenti oldu. 1516 yılında Mercidabık savaşından sonra Trablus Sultan Yavuz Selim tarafından alınarak Osmanlı topraklarına katılmış ve bir süre Eyalet Sancağı olmuştur. Osmanlı dönemi Trablus’un yaşadığı İslâmi dönemlerin en uzunu sayılmaktadır (1516-1918; yaklaşık 400 sene). Osmanlılar Memlukların şehirde gerçekleştirdikleri imar hareketini aynı sisteme göre devam ettirmişler, şehri genişleterek dini, askeri, sivil, eğitim ve ticari amaçlı yeni yapılar eklenmiş, ipek ve sabun imalathaneleri büyük sayıda çoğalmış ve limanından Avrupa’ya yapılan ticaret daha da canlanmıştır. kalen tepesinin eteğinde, nehrin batı kenarındaki bölgede kurulmuştur. Mansuri Camiisi ile kalenin arasında kalan tepenin alt kısmında uzanan düz arazı boyunca ana çarşılar dizilmiştir: Attarin çarşısı, Bezirgen çarşısı, Kunduracılar çarşısı... Bu çarşılar yıl boyunca şehre esen güney – batı rüzgarının yonündedir. Çarşılar dizisi düz çizgi üzerinde, üstü açık, ve iki dükkan sırasından oluşur, bir sıra doğu yönünde digeri batıda yer alır. Böylece çarşılarda yıl boyunca hem gölge hem de serinlik sağlanmıştır. Kentte inşaa edilen ilk camii Büyük Mansuri Camiisidir. Bu camii fetih sonrası Memluklu Sultan Kalavun’un emriyle inşa edilmiştir. Kısa bir süre sonra camii şehrin kalbi ve çarşıların nüvesi olmuştur. Camii çevresinde, yerleşim alanları ve önemli çarşılar kurulmaya başlanmış, zamanla nehir bölgesindeki yerleşim alanlarıyla birleşmiştir. İlk yerleşim alanı olan “Suvayka” (küçük çarşı) mahallesi 172 Büyük Mansuri Camiisi çevresinde kurulan zengin çeşitli çarşılar ilk inşa edilen binalardı; baharatçılar çarşısı, kuyumcular çarşısı gibi. Bu çarşılarda satılan mallar görünüş, koku ve gürültü itibariyle camiide namaz kılanları rahatsız etmemekteydi. Bu camii, emirlerin ve ilim adamların namaz kıldıkları yer olduğunu unutmamak gerekir. Burası halkın buluşma meydanı sayılıyordu, dolayısıyla müreffeh bir yerde olmalıydı. Bu yüzden camiinin doğu cephesinin kapısı, çiçek kokularının geldiği portakal bahçelerine, Batı kapıları Baharatçılar Çarşısına, Kuzey kapısı ise Kuyumcular ve Sabun Hanına açılmaktadır. Trablus şehir planına bakıldığında her uğraşı, ticaret veya imalat alanı için ayrı bölgeler oluşturulduğu görülmektedir. İmalat ve Sanayi bölgeleri genellikle nehre yakın yerlerde kurulmuştur (sudan yararlanmak amacıyla). İhracat bölgesi ise nehrin kuzey-doğusundaki “Homus” şehrinin Kervan yoluna ve denize yakın bir noktasındadır. Aynı zamanda nehrin üzerinde Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Trablusşam Saat Kulesinin eski Tuğralı ve Armalı tabloların restosasyon çalışmaları Trablusşam Saat Kulesinin mermerden yeni yapılan Tuğralı ve Armalı tabloların yerlerine yerleştirildikten sonraki görünümü ulaşımı sağlayan köprüler yapılmıştır. Değirmenler ve maslak binası nehrin kenarında yer almaktadır. Yerleşim alanları ise bu bölgelerin arasında ve çarşıların üstünde olup ana yollara, dar sokaklarla bağlanmaktadır. Osmanlı Döneminde Trablusşam şehri icin belirli bir biçimlenmeye ulaşma, sonra duraganlaşma, en sonunda da endüstri cağı teknolojisinden etkilenme sürecine girme eyleminin kabataslak çizgilerle bir zamanlaması yapılmak gerekirse, birinci dönemin XVI. Yuzyıl sonlarına kadar sürdüğü, XVII. Ve XVIII. Yuzyılların genellikle duraganlasma dönemini yansıttığı, yeni teknojilerle değişmeye yöneliş ve kımıldanışlarının ancak XIX. Yüzyıl ortalarında başladığı söylenebilir. XVIII. Yüzyılın sonlarına, daha doğrusu sanayi çağının etkileri Osmanlı şehirlerine girmeye başlayıncaya kadar, Trablusşam’da ticaret yapıları üç ana tür göstermekteydi. Bunlar: Camiiler, hamamlar ve hanlar çarşıların ortasında inşa edilmiştir, neredeyse her mahallede bu yapılar bir arada bulunuyordu. Amaç gelen tüccarların bütün ihtiyaçlarını aynı yerde karşılamalarıydı; ibadet, temizlik, satış, konaklama vb. gibi çarşıların arasta tipi, uzun çarşı tipi, yol çarşısı (pazar) tipi ve han tipi şeklinde oldukları görülmektedir. Çarşı yolunda her iki kenarında taş kaldırımlar vardır, ortasında ise yağmur sularının birikmemesi amacıyla eğim verilerek araba ve atlar için yapılmış bir yol bulunmaktadır. Çarşı yoluna açılan sokaklar dar ve dönemeçli olup bazıları çıkmaz sokaktır. Çoğu zaman bu sokakların sonu küçük bir avluyla bitmekte, evlerin girişleri, bu avlulara açılmaktadır. Ayrıca bu avlular hem aydınlık, hem de serinlik yaratmaktadır. Birçok yerde bu avluların ortasında su terazileri bulunmaktadır. Çoğu zaman bu geçitlerin üstü, evlerin birinci katlarının bazı kısımlarıyla örtülüdür. Çarşı yolu üstünde de yer yer bu üstü kapalı geçitler ve kabaltılar görülmektedir. Bu geçitler evlerin arasında kıvrılmaktadır. Trablus Eski şehrinde Osmanlı Döneminde mimari dokunun aynı şekilde devam ettiğini görmekteyiz. a- Dükkanlar b- Hanlar c- Bedesten Bunlar arasında sayıca en fazla olanı, yapısı en basit, inşaa malzemesi en çok çeşitlik arzedeni dükkanlardır. Dükkanlar üstü açık bir sokakta olabileceği gibi, üstü kapalı bir carşı bölümünde, arastada, handa ve bedestende de olabilir. Carşılarda, hanlarda ve de bedestenlerdeki dükkanlar kagirdir. Trablusşam Şerii Mahkemesi 17. ve 18. Y.Y. ait sicillerine göre Osmanlı döneminde şehirde 20 çarşı ve 60’tan fazla han bulunuyordu. Bunların isimleri şu şekilde sıralanabilir: 173 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Çarşılar: - Asakifa (Kundura Tamircileri) Çarşısı - Esendemir Çarşısı - Bezirgen Çarşısı - Bezezisten Çarşısı - Tebaneh (tıbn) Çarşısı - Cedid (yeni) Çarşısı - Haddedin (demirciler) Çarşısı - Harac Çarşısı - Hodra (sebze) Çarşısı - Silsila (zincir) Çarşısı - Sultani Çarşısı - Semmanin (bakkalar) Çarşısı - Sağah (kuyumcular) Çarşısı - Sabağa Çarşısı - Tuvaki (şapka) Çarşısı - Attarin (Koku ve Baharatçılar) Çarşısı - Kavukçular Çarşısı - Kamh (Buğday) Çarşısı - Kunduracılar Çarşısı - Nahhasin (Bakırcılar) Çarşısı Hanlar: - Ahmed Şehade Hanı - Esirler Hanı - Iskele Kebir (Büyük Iskele) Hanı - Frenj (Yabancılar) Hanı - Batih (Karpuz) Hanı - Berraniye (Şehir Dışı) Hanı - Banadıka (Venedikliler) Hanı - Beyt al-Haj (Hacı Ailesi) Hanı - Tuccar Hanı - Terbi-ah Hanı - Tamasili Hanı - Ceviş Hanı - Cedid (Yeni) Hanı - Jisr (Köprü) Hanı - Cura (Çukur) Hanı - Habbak (Terzi) Hanı - Harir (İpek) Hanı - Haririyin (İpekçiler) Hanı - Ahşap Hanı - Hamzeh Hanı - Hayyatin (Terziler) Hanı - Eski Vekale Konağı Hanı - Dalatiye Hanı Hanı - Debbağah (taneri) Hanı 174 - Ruz (Pirinç) Hanı - Remmaneh (Nar) Hanı - Zokak Remmaneh (Nar Sokağı) Hanı - Zokak Hommus (Nohut Sokağı) Hanı - Zeyt (Zeytin Yağı) Hanı - Said Careh Hanı - Silsila (Zincir) Hanı - Sa-arin Hanı - Şeyho Hanı - Sabun Hanı - Sağa (Kuyumcular) Hanı - Salenciye Hanı - Sabih Hanı - Acem Hanı - Ades (Mercimek) Hanı - Arasat (Arsalar) Hanı - Asker Hanı - Olabiye (Kutucular) - Ali Id Hanı - Gomayda Hanı - Koton (Pamuk) Hanı - Lubye Hanı - Ma (Su) Hanı - Mohamed Ali Halil Hanı - Meryem Hanı - Masdud Hanı - Müşteri Hanı - Misriyin (Mısırlılar) Hanı - Monacidin Hanı - Mancak Hanı - Menzil Hanı - Hamat Hanı - Vard (Gül) Hanı - Vezza (Tavuk) Hanı - Kayseriyet Frenj Hanı - Kayseriyet Tüccar Hanı - Kayseriyet Dohayse Hanı - Kayseriyet Hallıyyın Hanı - II.a. Bursa Çarşılı Köprüsü Irganda Koprüsü 1442 yılında Pir Ali Oğlu Tüccar Muslihiddin tarafından, mimar Abdullah Oğlu Timurtaş’a yaptırılmıştır. Bu koprü günümüzde yaşayan dünyanın dört arastalı köprüslerden biridir. İlk yapısı tamamı kargir olan köprü, depremlerden sonra üzerindeki dükkanlar ahşap olarak yeniden Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi yapılmıştır. Yunan işgalı sırasında Yunanlılar 1922 yılında şehri terk ederken burayı bombalayarak gitmişlerdir. Osmangazi Belediyesi tarafından onarılan köprü dükkansız olarak 2000’lı yıllara değin gelmiştir. 1888 yılında “Harir-i Darü’t-Talimi” adıyla modern bir ipek böcekçiliği okulu kurulmuştur. Türkiye’nin ilk ve tek okulu 1930’a kadar hizmet vermiş, bu tarihten sonra 1976 yılına kadar da “İpek Böcekçiliği Enstitüsü” olarak hizmetini sürdürmüştür. II.b. Trablusşam Çarşılı Köprüsü III. b. İpek Şehri Trablusşam Eski şehri ikiye bölen Abu Ali nehri üzerinde, iki tarihi köprü yer alıyordu: Suveyka Köprüsü ve Lahhamin Köprüsüdür. 14. yüz yılın başında Memluk döneminde inşaa edilen iki köprü, 1955 yılında olan nehrin tufanı sebebiyle yıkılmıştır. “Lahhamin” yani Kebabçılar Köprüsü, “Dabbağin” yani Tanerciler Mahallesini ile “Kamh” yani Buğday Çarşısını bağlıyordu. Geniş tek gözlü köprünün üzerinde iki taraftan ahşap sıra dükkanlar ve ortada üstü açık bir yaya yolu yer alıyordu. Dükkanların çoğu et satışı ve kebapçılık ile meşguldu, Trabluslular buraya gelip mangallarda anında hazırlanan lezzetli kebapları nehre bakarak yerlermiş. Trablus dünya tarihinde bilinen ilk ticari hareketlere ev sahipliği yapmıştır. Sedir ağaçlarından ilk gemileri yapan Fenikeliler Trablus Limanından alfabeyi yayarak dünyaya açılmışlardır. Akdeniz’in doğusu ve kuzeyine kadar, Mısırlılarla güçlü bir ticaret yolu kurmuşlardır. Trablus limanı bu ticari rolünü Roma, Bizans ve Arap dönemlerinde de devam ettirmiştir. Roma döneminde gemi inşaatı, Sedir ahşap ticaretiyle ünlenmiştir. Arap döneminde ise Şam şehri için ve aynı zamanda Arapların da İskenderiye’den sonra ikinci en büyük askeri gemi fırkasının limanı olmuştur. Haçlılar döneminde Trablus limanı çok yoğun bir dönem yaşamış; İpek, portakal ve şeker ticareti ile ün kazanmıştır. Tarihçi al-Makrizi’ye göre 13. yüzyılda Trablus’ta 4000 dokuma tezgahı bulunuyormuş. Avrupa’ya gelen en kaliteli ipek çeşitleri Trablus’tan ithal ediliyormuş. Türk Memluklar Trablus’un verimli topraklarından süzme zeytinyağı ve sabun imalatı, kamışlardan şeker ve toz şeker imaları Trablus’ta yapılmış ve Trablus limanından ihraç edilerek Avrupa’nın şeker ihtiyacı karşılanmıştır. III.a. İpek Şehri Bursa İpek Yolu güzergahının Anadolu’daki son duraklarından ve önemli merkezlerinden olan Bursa’nın adı ipek ve ipekçilikle özdeşleşmiş bir kent olarak bilinir. “İpek”, “İpekçilik” terimleri Bursa’nın adını, yeşilliğini, güzelliğini yüzyıllardır kervanlarla dünyanın bir ucuna taşımış değerlerin başında yer alır. Bursa tarihin hemen her döneminde önemli bir ticaret kenti olmuştur. İpekböcekçiliği ve ipek üretimi bir zamanlar Bursa’nın en önemli üretim alanını oluşturuyordu. Sadece Osmanlı’da değil, tüm dünyada ün yapmıştır. Bursa, 1840’lı yıllarda dünyanın en önemli ipek üretim merkezi idi. O yıllarda basit el mancınıklarıyla çekilen ipekler Avrupa’ya ihraç ediliyordu. 1845’lerden sonra Bursa’da buharla çalışan ipek fabrikaları ve atölyeleri kurulmaya başlar. 1860’lı yıllara gelindiğinde artık yüzlerce tezgahta ve irili ufaklı 85 fabrikada ipeğin işlenerek dokunduğu görülür. İpekçilikte epey mesafe katedildiği bu dönemde, Avrupa kozasını saran Parpin hastalığının kısa sürede Bursa’ya getirilmesiyle ipek üretimi 1860’lı yıllardan itibaren sıfıra inmiştir. Aynı zamanda Trablus, sahilde olmayan Şam ve Halep şehirleri için liman rolünü üstlenmeye devam etmiştir. Memluk döneminde en çok gelişen sanayi kolu ise tekstildir. O dönemde pamuk, ipek ve özellikle kadife imalatı ve ihracatı ün kazanmıştır. Ayrıca kağıt üretimi ve kitap ciltleme sanatı da yaygınlık kazanmıştır. Nehir boyunca uzanan imalathaneler, matbaa ve değirmenler, akan sulardan enerji temin etmişlerdir. Memluk döneminde sanayide ve ticarette meydana gelen hareketlenme o tarihte üretilen her malzemeye ve ihraç edilen her mala, ayrı ayrı inşaa edilen çarşı, han ve pazarların yüksek sayısından da anlaşılmaktadır. (Sabun Hanı, Un Hanı, Silah Pazarı, Pirinç Hanı, Kuyumcular çarşısı...). 1612 yılına kadar Trablus, Şam ve Halep şehirlerin liman rolünü üstlenmiştir. Osmanlı 175 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi döneminde 17.ve 18. yüzyıllarda Fransız tüccarları ticari faaliyetlerini yoğun bir şekilde buradan yürütmüşlerdir. IV.a. Bursa Mevlevihanesi Bursa Mevlevihanesi bölgenin ilk mevlevihanelerden birisi olması lazım gelir. Ancak ilk defa nerede kurulduğunu bilinmemektedir. 1950’li yıllarda ortadan kalkan son mevlevihane ise, 1615’te Ahmet Cununi Dede tarafınfan kurulmuştur. Bu mevlevihane Pınarbaşı Mahhallesindeki Pınarbaşı mezarlığının karşısında, Vezir Caddesi üzerinde yer alıyordu. 18. ve 19. yüzyılda esaslı onarımlar geçiren yapıya son şekli 1891 yılında II. Abdulhamit’in yaptırdığı onarımla verilmiştir. Son devirlerinde meşhur ihtifalci Mehmet Ziya Beyin Mesnevi dersleri verdiği mevlevihanenin tarihi ve şeyhleri hakkında çok şey bilinmektedir. Yapıları şöyle özetlenebilir: Geniş bir avlu içerisinde sekizgen şadırvan, Semahane - hamuşan, Semahane bağdadi iki katlı, dairesel bir sema alanına sahipti. Meydan-ı Şerifi ve derviş hücreleri vardı. Ahmet Cununi Dede’nin mezarının içinde bulunduğu betonarme türbe günümüze gelmiştir. Mevlevihane bir süre askeri depo olmuş, 1953’te yıkılmış ve yerine su deposu yapılmıştır. IV.b. Trablusşam Mevlevihanesi ve Restorasyon Projesi Trablusşam Mevlevihanesi, Osmanlı Devletinin Arap eyaletleri içinde kurulmuş ikinci en büyük mevlevihanesi sayılır (Halep’tekinden sonra). 1618 M. yılında Samsuncu (Samsunlu) Ali Paşa tarafından kurulmuştur. “Mevleviye Tekkesi” veya Arapçada “al-Takiyya al-Mavlaviyya” olarak bilinen Trablus Mevlevihanesi tarih boyunca iki kez restore edilmiştir: birincisi, mevlevihanenin içinde ellili yıllara kadar duran kitabeye göre, Molla Mustafa tarafından; ikincisi ise halen mevlevihanenin giriş kapısı üzerinde duran kitabeye göre Trablus valisi Mohamed Halusi Paşa tarafından 1184H./1770M. yılındadır. Trablus Mevlevihanesi eski şehri ikiye bölen Abu Ali nehrin batı kıyısında, Trablus Kalesinin doğu cehpesin karşısında, eskiden narenciye ve zeytin bahçeleri ile çevirili yamaçta yer almak- 176 tadır. Eskiden bitişinde “Mevleviye” adlı değirmen yer alıyordu, ana giriş kapısı karşısında yaklaşık elli metre uzaklığında eskiden Hz. Peygamber Hızır’ın mezarı yer alıyordu. Değirmen 1955 yılında nehrin tufanından sonra yıkılmıştır. Peygamber mezarı ise 1900’lu yılarda ortadan kaybolmuş, yalnız mezar taşı günümüze gelebilmiştir. Mevlevihanenin güzel konumundan dolayı, gelen Arap, yabancı ve Osmanlı seyyahların, yazarların, şairlerin ve ressamların çok övdüğü bir mekan olmuştur. Başta Evliya Çelebi olmak üzere, birçok seyyah buranın vasfında uzun sözler sarfetmiştir. Trablus Mevlevihanesi Türkiye içinde ve dışında bilinen tüm mevlevihaneler arasında 17. - 19. yüzyıllarında en çok gravürü çizilen ve fotoğrafı çekilen tekke olmuştur. 20. yüzyılın başında mevlevihanenin bulunduğu yamacın her tarafında yüksek bina inşaa edilmesiyle, tekke yavaş yavaş ovülen güzel konumunu kaybetmeye başlamıştır. 1955 yılında nehrin tufanı sonucunda mevlevihane büyük zarar gormüştür. 1958 yılında kötü bir projeyle Abu Ali nehrini betonarmeden yapılan yeni ve geniş bir kanaldan geçirilmiştir. Böylece nehir mevlevihaneden uzaklaştırıldı, değirmen yıkıldı ve yerine çikmaz bir asfalt yolu yapılmıstır. Buna rağmen, 1963’te mevlevihane işlevine devam etmiş, son mevlevi şeyhi Enver Mevlevi’nin ölümüne kadar Ayin ve Sema gösterilerine ev sahipliği yapmıştır. O tarihten sonra 1983 yılına kadar, Sema gosterileri durduğu halde, Trabluslu Mevlevi Ailesi tekkeyi terk etmemiş ev olarak kullanmışlardır. 1973 yılında patlak veren Lübnan İç Savaşı 1983’te şiddetlenmesiyle, Trablus mevlevihanesi büyük zararlara uğramıştır. Üzerine düşen bomba ve füzelerin etkisiyle Semahanenin kubbesi duşmuş, mescidi yıkılmış, birçok iç ve dış duvarları yıpranmıştır. Bu durumda Mevlevi Ailesi mevlevihaneyi terk etmek zorunda kalmışlar. Dolayısıyla boş kalan bina, savaşta evleri yıkılan bazı göçmen aileler tarafından işgal edilmiştir. Ayrıca tarihi eser kaçakçıları tarafından binanın birçok işlenmiş kemer taşları sökülmüş, içinde bulunan tarihi kitabe, fıskiye havuzu.. vs. çalınmıştır. Böylece mevlevihane 2000’lı yıllara harabe olarak gelmiştir. Savaşın ilerleyen yıllarında tekkenin bitişinde Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi 3 adet ve çevresinde 23 adet kaçak gece kondu inşaa edilmiştir. 2006 yılında Trablus Belediyesine bağlı Tarihi Esereleri ve Kültürel Mirası Koruma Komitesi yoğun talebi üzerine, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığına bağlı TİKA Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı mevlevihanenin restorasyonunu üstlenmeye karar verdi. Projenin gerçekleşmesi için TİKA ile Trablus Belediyesi arasında işbirlik protokolü imzalandı. Protokolün 4. maddesine göre belediye “tekkenin çevresindeki kaçak yapıların yıkılması ve yakınında kurulan pazarın başka bir yere taşınmasının sağlanmasını” üstlendi. Yoğun çabalarından sonra, 15 Aralık 2007’de Trablus Belediyesi son kaçak binayı boşaltarak yıkımına başlayabildi. Belediye bu binalarda oturanlara alternatif olarak, devletin savaştan sonra inşaa ettiği bir toplu konut sitesinde 26 boş daire temin edebildi. Yıkım esnasında, mevlevihanenin yakınında yer alan bir kaçak yapının içinde, Hz. Peygamber Hızır’a ait mezara tesadüfen rastlanmıştır. Restorasyon uygulama çalışmaları 2008 yılında başladı ve bugün bitme aşamasındadır. Trablus Mevlevihane binası üç ayrı bölümden oluşmaktadır: - Misafirhane - Semahane - Mevlevi Şeyhin Evi Trablus Mevlevihanesinin planlama ve mimari özellikleri, Turkiye’de içinde ve dışındaki mevlevihanelerden farklı olarak, Trablus’un geçirdiği en önemli iki tarihi dönemin, Türk Memluk ve Osmanlı, mimari tarzların karışımını yanıstmaktadır. Trablus’un geleneksel sivil mimarisi basit ve sade bir karaktere sahiptir. Trablus Mevlevihanesinin misafirhane ve Şeyh evi bölümleri bu basit sivil mimarisinin tüm özelliklerini taşımaktadır. Her iki bölümü mevlevihanenin bütünlüğünden ayırırsak, karşımıza şehrin eski evlerinden farklı olmayan iki yapı çıkar. Misafirhane, Memluk ve erken Osmanlı dönemlerinin basit ve gösterişsiz sivil mimarisini yansıtır. Şeyh Evi ise 19. yy.’ında inşaa edildiğinden, çatısı ve pencere tipleriyle, geç Osmanlı dönemin sivil mimari özelliklerini yansıtır. Mevlevihanenin Semahanesi binanın en belirgin bölümü olup, planı, tonozları ve kubbesiyle Trablus’un tipik mescid veya medrese mimari özelliklerini yansıtır. Binanın tüm birimleri, semahane dahil, sade ve süslemesizdir. Trablus (Osmanlı döneminde Trablusşam) tarihte hep “Beyaz Şehir” olarak sıfatlanmıştır. Sebebi de şehir binaların iç ve dış yüzeyleri beyaz alçıyla sıvalanmasına bağlıdır. Mevlevihane bundan farklı olmadan içi ve dışı beyaz ıdı. Mevlevihanenin bazı kısımları zemin + bir kat, bazıları zemin + iki kattan oluşmaktadır. Binanın içinde değişik kotlarda üç açık avlu, üç açık teras ve iki bahçe yer almaktadır. Mevlevihanenin üç cephesi vardır: nehre bakan ana doğu cephesi, kaleye bakan giriş kapısı kuzey cephesi, ve Sedir Dağlarına bakan güney cephesidir. Binanın arka tarafı tamamen kayalı yamaca rastlandığından, ve arkadaki yolun mevlevihanenin ikinci katından daha yüksek bir kotta bulunduğundan, batı cephede sadece semahane kubbesinin üst kısmı görülmektedir. Bu cepheyi arkadaki yoldan koruyan, tekkenin üç tarafını çeviren bir istinat moloz taş duvarı yer almaktadır. Mevlevihanenin uzun ana cephesi, degişik kitle hacımları, birimlerin kot farklılıkları, ve doluluk - boşluk zenginliği ile, tekkenin en gösterişli ve en hareketli cephesi sayılmaktadır. Bu cehpede mevlevihanenin üç ayrı bölümünü (misafirhane, semahane, ve şeyh evi) kolaylıkla ayırtmak mümkündür. Ortada yükselen ve sekizgen bir tromp üstünde oturan semahanenin kubbesi ve onu taşıyan büyük tonoz, ön cephenin en belirgin unsurunu oluşturmaktadır. Semahanenin ön cephesi açıktır, kubbeyi taşıyan tonozun altında duvar yoktur. Böylece Semahaneye hava, ışık ve bazen de yağmur suyu girerdi. Binaya ait 17. ve 18. yy.’ların gravürlerine bakıldığında, mevlevihane sadece semahane bölümü ve nehre bakan iki açık terasından ibaret olduğunu açıklanır. Binanın bugünkü bölümleriyle tamamlanması (Misafirhane ve Şeyh Evi) 19. yy.’ın ikinci yarısında gerçekleştiğini yazılı ve görsel eski dokümanlardan anlaşılır. Restitüsyon çalışması sırasında mevlevihane, 18. yy.’ın yarısından 20. yy.’ın yarı- 177 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi sına kadar, üç kez mimari değişikliğine uğradığını kaydedilmiştir. Mevlevihanenin bazı kısımları zemin + bir kat, bazıları zemin + iki kattan oluşmaktadır. Binanın içinde değişik kotlarda üç açık avlu, üç açık teras ve iki bahçe yer almaktadır. Restorasyon Projesinde alınan kararlar ikiye ayrılır: 1. Restorasyon ve Rekonstrüksyon Bazında Alınan Kararlar 2- Restorasyon Sonrası Yeni İşlev Vermek Bazında alınan Kararlar TİKA, Trablus Belediyesi ve Mevlevi Ailesi arasında mevlevihanenin restore edilmesi amacıyla imzalanan protokolün 5. maddesine göre: “mevlevihane Mevlevi tekkesi olarak kalacaktır. Tekkenin ve Mevlevi Ailesinin tarihini, Hz. Mevlana ve Mevleviliğin tarihi ve eserlerini, Türk kültürü ve sanatını, ve genel olarak Trablus’un tarihini tanıtımında kullanılacaktır”. Buna dayanarak projenin uygulanan 2. aşamasında binada Hz. Mevlana’yı tanıtan bir müze, mevlevihanenin tarihini anlatan daim bir sergi, Osmanlı Sanatı ve Sufism kütüphanesi, ve tekke malzemeleri müzesi gibi mekanlar düzenlenmektedir. Ayrıca mevlevihane ile kale arasındaki bölgeyi düzenleyen, yeşil alanlar, parklar ve açık hava tiyatrosu gibi yerleri yaratan bir çevre düzenleme projesi de hazırlanmaktadır. Çalışmalar Temmuz 2011’da tamalanması hedeflenmektedir. V.A. Bursa Saat Kulesi Bursa Saat Kulesi Tophane Semtinde, Osman ve Orhan Gazi türbelerinin kuzeyindeki park içindedir. Kule Vali Reşit Mümtaz Paşa ve Belediye Reisi Mehmet Emin Bey zamanında 2 Ağustos 1904 yılında yapımına başlanmış, 31 Ağustos 1905 günü tamamlanarak törenle açılmıştır. Kulenin yerinde daha önce Abdülaziz Döneminde (1861-1876) yapılmış bir saat kulesi vardı. Bugünkü saat kulesi 33 metre yüksekliğinde kesme taştan yapılmıştır. Gövdesindeki beş profilli saçak, kuleyi aşağıdan yukarı doğru altı parçaya 178 böler. Her katın dört cephesinde yuvarlak kemerli dikdörtgen pencereler yer alır. En üst katın her yüzünde yuvarlak kadranlı birer saat bulunur. Onun üzerinde ise, bir canavar düdüğü vardır. Kuleye, önünde dört basamaklı merdiveni olan, yuvarlak kemerli bir kapıdan çıkılır. 89 basamaklı ahşap merdivenlidir. Ağırlıklarla çalışan saatın çanının çapı 90 cm dir. V.B. Trablusşam Saat Kulesi Sultan II. Abdülhamit’in tahta çıkışının 25. yıldönümünde, 1902’de Trablusşam’ın Tanzimat Döneminde tasarlanan ve İmar edilen Tal (tepe) Meydan’ın ortasında, Osmanlı Hükümet Konağın yanında, altı katlı güzel ve zarif bir saat kulesi inşaa edilmiştir. Mimari tasarımı ve yüksekliği bakımından Bursa Tophane saat kulesine çok benzeyen Trablus Saat Kulesi, savaş yıllarında büyük hasar görmüş, üst katının 4 tarafında bulunan saatleri çalışmaz hale gelmiştir. Bunun üzerine 2002 yılında, saat kulesinin yapılışın 100. yılın münasebetiyle, Trablus Belediyesi’ne bağlı Tarihi Eserleri ve Kültürel Mirası Koruma Komitesi kulenin restorasyonunu gerçekleştirdi. Restorasyon çalışmaları sırasında kulenin 5. katının 4 cephesinde bulunan taş çerçevelerin iki tanesi içinde, deri üzerinde yağlı boyayla çizilimiş, biri Abdülhamit Tuğrasını diğeri Osmanlı Armasını taşıyan iki tablo kalıntılarına rastlandı. Tablolar yerinden çıkarılarak restore edildi ve kent kütüphanesinde muhafaza edildi. Yerine mermerden yapılan iki adet Tuğra ve iki adet Arma levhaları TİKA’dan talep edilerek, Gazi Üniversitesinde heykeltraş sanatçısı Can Şahin tarafından yaptırıldı. Yeni levhalar orijinal çerçeveli yerlerine yerleştirildi, 26 Nisan 2002’de Türk yetkililerin de katıldıkları ihtişamlı bir törenle kulenin restorasyonu ve aydınlatılması kutlandı. Kutlamalar çerçevesinde de Trablus Belediye Meclisi saat kulesinin ve Tanzimat Dönemin resmi binaların bulunduğu şehrin merkez meydanına “Sultan II. Abdülhamit Meydanı” olarak adlandırılmasına karar verdi. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Sonuç KAYNAKLAR İki kardeş şehir, Bursa ve Trablusşam’ı birleştiren ortak yön ve özellikleri saymak bu araştırmada sıraladığımız örneklerle sınırlı değildir. Osmanlı Devletinin önemli şehirlerinden olan Bursa ve Trabluşam’ın ortak tarihi ve sosyal yaşamını yeniden canlandırmak amacıyla, geçtiğimiz Aralık 2010’da Trablus’ta, iki şehrin belediyeleri arasında Kardeşlik Protokolü imzalandı. Protokol imza töreninde konuşan Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Trablus’u kendilerinden ayrı bir parça olarak görmediklerini vurguladı. İki ülkenin asırlarca beraber sevinip beraber üzüldüğüne dikkat çeken Altepe, “Burada yaşayan Trablusluların bizi gördüğünde, en yakın dostunu görmüş gibi sevinmesi bizleri duygulandırdı. Burada her adımda bir Osmanlı eseri görmek mümkün. Lübnan’da kendimizi ülkemizde, Trablus’ta şehrimizde hissettik. İmzaladığımız protokolle, dost olan iki ülkenin iki şehri olarak bundan sonra daha sıcak ilişkilere kalıcı bir adım atıyoruz. Bilgi ve deneyim paylaşımı ile dostluklarımız daha da pekişecek” dedi. Acun, Hakkı, Anadolu Saat Kuleleri, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Ankara, 1994 Bursa Araraştırmaları Merkezi, Çarşının Öyküsü, Sempozyum Kitabı, Bursa Büyük Şehir Belediyesi, Bursa, 2010 Cezar, Mustafa, Tipik Yapılarıyla Osmanlı Şehirciliğinde Çarşı ve Kalsik Dönem İmar Sistemi, M.S.Ü., Istanbul, 1985 Cengiz, İsmail, Yaşayan Müze Bursa, Bursa Büyük Şehir Belediyesi, Bursa, 2010 Gulick, John, Tripoli a Modern Arab City, Harvard University Press, Cambrige, Massachusetts, 1967 Jidejian, Nina, Tripoli Throught the Ages, Dar elMashrek, Beirut, 1980 Kayyal, Maha, Le System Socio-Vestimentairea Tripoli (Liban) entre 1885 et 1995, Paris, 1989 Kuş, Ahmet, Türkiye Mevlevihaneleri, Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Konya, 2005 S. Alamuddin, Hana, Studies In Urban designThe Mameluk City of Tripoli, M.I.T. University, Massachussets, 1988 Tadmori, Khaled, Tablusşam Kensel Sit Alanının İncelenmesi ve İçinde Yer Alan Sivil Mimarlık Örnekleri Üzerine Bir Araştırma, Master Tezi, M.S.Ü. Restorasyon Bölümü, İstanbul, 2000 Tadmori, Khaled, Tablusşam Kensel Sit Alanının Koruma Sorunsalı ve Koruma - Planlaması İçin Kavramsal Çerçeve, Doktora Tezi, M.S.Ü. Şehircilik ve Bölge Planlama Bölümü, İstanbul, 2004 Tadmori, Omar, Tarih wa Asar Mesacid ve Medares Trablus fi Asr al-Mamalik (Memluk döneminde Trablus Camileri ve Medreselerin Tarihi), Dar alBilad, Trablus,1974 Tadmori, Omar, Tarih Trablus al-Siyasi wa alHadari, (Asırlar Boyu Trablus’un Siyasi ve Uygarlık Tarihi), 1. ve 2. cilt, Dar al-Bilad, Trablus, 1981 Tadmori, Omar, The Plans of Tripoli al-Sham and its Mamluk Architecture, ARAM, Oxford Univerity, Oxford, 2000 Tadmori, Omar, Osmanlı Döneminde (1516-1918) Trablusşam Vilayeti Tarihi, 1.Trablus Tarihi Sempozyumun Bildirileri, Lübnan Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Yayınları, Trablus, 1995 Tadmori, Omar; & Ghazi, www.tripoli-city.org, The Tripoli Internet Database, web sitesi Kardeşlik protokolle yapılacak yeni işbirliklerinin, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Lübnan’a Kasım 2010’da gerçekleştirdiği ziyaretiyle doruğa ulaşan iki ülke arasındaki dostlukların, iki şehir arasında da yaşanmasını sağlayacağını ifade eden Altepe, ortak tarih ve kültürel mirasın ayağa kaldırılmasının kendileri için büyük önem taşıdığını belirtti. Trablusşam’da yapımı devam eden Mevlevihanesi’nin çalışmalarını yürüten TİKA’dan sorumlu Devlet Bakanı Faruk Çelik’in Bursa Milletvekili olduğunu hatırlatan Altepe, işbirliği protokolünün ardından buradaki eserlerin ayağa kalkmasına yönelik çabalarının daha da artacağını, bakımsız ve harabe halindeki ortak mirası yaşatmak için Bursalılar elinden geleni yapacakları söz verdi. Trablus Belediyesi, ortaklaşa yapılacak koruma çalışmalarının başlangıcı olarak, Osmanlı dönemine ait, İpek Yolun Güzergahı üzerinde yer alan ve savaşta harap edilen Buğday Çarşısının restore edilmesini önerdi. 179 Trablusşam Saat Kulesi 180 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Prof. Dr. Murat Yakar, Osman Mert Bursa’daki Türbelerin Fotogometrik Rölevelerinin Çıkarılması ve Üç Boyutlu Modellemeleri ve Süleyman Çelebi Türbesi Örneği ÖZET: Kültürel miraslar atalarımız tarafından bizlere bırakılmış en değerli hazinelerdir. Bu nadide eserlerin gelecek nesillere taşınması kıymetini bilen her bilinçli kişinin hayalidir. Ancak bu kültür hazineleri doğal ve doğal olmayan birçok etkilerden zarar gördüğü için, gelecek nesillere aktarılmasında belgeleme çalışmalarının yapılması gerekmektedir. Belgeleme çalışmaları hem eserin zarar gördüğünde yeniden yapımı için bir plan altlığını oluşturur hem de eserde meydana gelen değişikliklerin incelenmesine, analiz edilmesine, durumunun takip edilmesine imkân tanır. Günümüzde genellikle mimarlar tarafından yapılan bu belgeleme çalışmalarında artık çağdaş teknolojilerin kullanılması bir zorunluluk olmuştur. Klasik mimari belgelemede yani rölöve çalışmalarında ve restütüsyon projelerinin hazırlanmasında çoğu zaman basit ölçme araç ve teknikleri kullanılmakta ve sonuç ürün olarak da tamamen kâğıt baskılar olarak eserlerin çizimleri sunulmaktadır. Bu bildiride, bir rölöve çalışmasındaki yersel Fotogrametri yöntemine göre işlem akışı sunulacak, çalışmaların idari ve hukuki boyutu ele alınacak ve bu kapsamda Jeodezi-Fotogrametri Mühendislerinin bu tür projelerdeki görevleri ve yetkileri üzerinde durulacaktır. 1. GİRİŞ Türkiye her bölgesinde, her şehrinde çok büyük tarihi ve kültürel değerlere sahip bir ülkedir. Anadolu coğrafyası birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 2002 yılı kayıtlarına göre Türkiye’de tek yapı ölçeğinde tescilli 66.251 adet kültür ve tabiat varlığı mevcuttur. Bunların 7.186 tanesi Akdeniz bölgesi sınırları içerisindedir (KTB, 2005). Bu önemli değerlerin belgelenmesi, korunması ve gerektiğinde restore edilmeleri insanlık tarihi açısından oldukça önemlidir. (Georgopoulos ve Ioannidis 2004) bir kültürel mirasın belgelenmesi işlemini şu şekilde tanımlar: Tarihi veya kültürel bir yapının belirlenen üç boyutlu bir uzayda mevcut durumunun yani boyutunun, şeklinin ve konumunun belirlenmesi için gerekli olan ölçme, değerlendirme, kayıt ve sunum işlemleridir. Tarihi ve kültürel mirasların belgelenmesinde kul- 181 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi lanılan bazı belgeleme yöntemleri vardır (Böhler ve Heinz, 1999). Bu yöntemler kültürel mirasların korunması için vazgeçilmez araçlardır. Bu yöntemler klasik elle gerçekleştirilen belgeleme yöntemi, topoğrafik yöntemler, fotogrametrik yöntemler ve tarama yöntemleridir (Bohler ve Heinz 1999, Scherer 2002). Sayısal yersel fotogrametri bu mirasların belgelenmesinde çok etkili ve faydalı bir yöntemdir. Bu yöntem diğer kullanım alanlarının yanında, yapıların tarihi ve arkeolojik değerlerinin belirlenmesinde, yapı cephelerinin ölçekli çizimlerinin yapılmasında, kentsel koruma planlarının hazırlanması ve uygulanmasında, çatlaklıklar, anormallikler, bozulma analizleri, zarar değerlendirmesi ve deformasyon belirleme çalışmalarında, restorasyon öncesi ve sonrasında yapıların durum kontrolünde ve mimari çalışmalarda belirlenen koordinatlar yardımıyla bir yapının sayısal olarak elde edilmesinde yoğun olarak kullanılmaktadır. (Yılmaz vd 2000, Sienz vd 2000). Bu çalışmada da Bursa da bulunan Süleyman Çelebi Türbesinin belgeleme çalışmaları yersel fotogrametrik yöntemle yapılmıştır. 3. SÜLEYMAN ÇELEBİ TÜRBESİ Süleyman Çelebi, 1350 yıllarına doğru, Orhan Gazinin hükümdarlık yıllarında Bursa’da doğmuştur. Soyunun, Sultan Osman’ın kayın babası Şeyh Edebalı’ya dayandığı söylenir. Düzenli bir tahsil gördüğü ve devrinin bilgilerini, yetenekli bilginlerden, bu arada Emir Sultan Buharî’den ders aldığı bilinmektedir. Bilgisi ve tavrıyla Yıldırım Beyazıt’ın dikkatini çektiği, Ulu Camiye hemen imam tayin edilmesinden anlaşılmaktadır. Aslında “Çelebi” unvanı, bilgin, efendi, alçak gönüllü, olgun bir kişi olduğu için verilmiştir. Süleyman Çelebi’nin Mevlevî olduğunu, bu yüzden kendisine Süleyman Dede unvanının da verildiğini söyleyenler vardır. Süleyman Çelebi’nin ölüm yılı da kesin olarak bilinmemekle birlikte, araştırıcılar daha çok 1422 yılı üzerinde durmakta, bu tarih, onun ölüm tarihi olarak kabul edilmektedir. Mezarı, Bursa’da Çekirge yolu üzerinde ve Eski Kaplıca yanındadır. Son yıllarda bu mezar, Anıt şeklinde yeniden yaptırılmıştır. 2. SÜLEYMAN ÇELEBİ TÜRBESİNİN KONUMU Süleyman Çelebi Türbesi, Bursa ili Osmangazi ilçesinin Kükürtlü mahallesinde Çekirge Cad. yer alıyor. Şekil 2. Süleyman Çelebi Türbesi 4. FOTOGRAMETRİK ÇALIŞMALAR Şekil 1. Süleyman Çelebi Türbesinin Konumu 182 Tarihi ve kültürel mirasların fotogrametrik yöntemle belgelenmesi çalışmaların iki aşamada yapılmaktadır. Bunlar arazi ve büro çalışmalarıdır. Arazi çalışmalarında objenin tanımlanacağı koordinat sistemi tanımlanmakta, obje üzerinde kontrol noktaları ölçülmekte ve objeye ait resim- Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi ler çekilmektedir. Büro çalışmalarında ise kamera kalibrasyonu, resimlerin bilgisayara aktarılması ve fotogrametrik yazılımlarla değerlendirme ve çizim işlemleri yapılmaktadır. Bu çalışmada yapılan çalışmalar aşağıda açıklanmıştır. 1.1. Arazi Çalışmaları Arazi çalışmalarında önce Türbeyi çevreleyen yerel bir poligon ağı oluşturuldu. Oluşturulan bu ağdaki poligon noktalarına başlangıç koordinatı verilerek noktalar jeodezik ölçme aleti Topcon GPT 3007 ile koordinatlandırıldı. Objeye ait resimleri dengeleyebilmek ve çekildikleri konuma getirilebilmek için obje üzerinde koordinatları (X,Y,Z) bilinen kontrol noktalarına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu amaçla çekilen resimler üzerinden kroki tutulmuştur. kullanılmaktadır. 3 boyutlu model uzaysal noktalar, köşeler ve/veya eğrilerin bir setinden oluşmaktadır. Dokusal veriler ve cepheler veya yüzeyler gerçek katı modeli oluşturmak için temel modele daha sonra ilave edilebilmektedir. Yazılımda mesafe ölçmeleri ve diğer metrik işlemler kolaylıkla yapılabilmektedir. Üç boyutlu modeller dxf (2D ve 3D) veya 3D studio, Wavefront OBJ, WRML (1 ve 2), Raw ve Microsoft DirectX gibi formatlarda aktarılabilmektedir. Çalışmada kamera kalibrasyonu Photomodeler yazılımında yazılımla birlikte verilen kalibrasyon test ağında gerçekleştirildi. Objenin farklı açılardan alınmış olan 11 adet fotoğrafı programa aktarıldı. Fotoğraflar tek tek açılarak 25 adet kontrol noktası fotoğraflar üzerinde işaretlendi ve aynı noktalar fotoğraflar üzerinde tespit edilerek bu noktalar referans noktası olarak alındı. Nokta tesisi işlemi tamamlandıktan sonra reflektörsüz ölçme yapabilen Topcon GPT 3007 jeodezik ölçme aleti ile detay noktalarına koordinat verildi. Kullanılan bu ölçme aletinin ölçme doğruluğu ±(2 mm+2 ppm) dir. Kontrol noktaları iki farklı poligondan koordinatlandırılarak ölçme doğruluğu test edildi. 17 noktada yapılan kontrol okumaları ile kontrol noktalarındaki karesel ortalama hatalar mx= 1.1 mm, my= 1.0 mm ve mz= 0.9 mm olarak hesaplandı. Daha sonra Sony 8.1 mpx ıso1250 digital kamerası ile türbenin her cephesinin farklı konumlardan fotogrametrik esaslara göre 11 adet resmi çekildi. Değerlendirme sırasında en uygun olan resimler kullanıldı. Arazi çalışmaları araziye ulaştıktan sonra rahat bir çalışma temposu ile 2 saatte tamamlandı. 1.2. Büro Çalışmaları Objelere ait resimlerin değerlendirilmesi ve sonuç ürünlerin elde edilmesi fotogrametrik yazılımlarla yapılmaktadır. Bu çalışmada windows tabanlı Eos System tarafından geliştirilen PhotoModeler fotogrametrik yazılımı kullanılmıştır. Bu yazılım sayısal görüntülerden bir objenin üç boyutlu modelinin ve metrik ölçülerinin elde edilmesi için Şekil 5. Kontrol noktalarının işaretlenmesi Arazi ve resim noktaları işaretlendikten sonra koordinat değerlerine göre dengeleme işlemi yapıldı ve kaba hata olan noktalar elemine edildi. Dengeleme işleminden sonra türbe detayların çizimine geçildi. Değişik açılardan çizilmiş olan tüm resimlerin detayları çizildi. 183 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi ve böylece restorasyon çalışmaları ve objelerde oluşabilecek bozulmaların takibinde referans veriler olarak kullanılabilir. Şekil 6. Kamera konumları Dünya da olduğu gibi ülkemizde de birçok tarihi ve kültürel mirasımız doğal etkenler ve bakımsızlıklar nedeniyle yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Bunların korunmasına yardımcı olacak belgeleme çalışmaları fotogrametrik yöntemle kısa zamanda ve ekonomik bir şekilde tamamlanabilir. Bu yöntem sadece matematiksel denklemleri ve objelere ait resimleri kullanmaktadır. Diğer yöntemlerde var olan ölçme riski fotogrametrik yöntemde yoktur. Bütün bu özellikleri ile fotogrametrik yöntem bu tür belgeleme ve üç boyutlu modelleme çalışmalarında rahatlıkla kullanılabilecek bir yöntemdir. Kaynaklar GEORGOPOULOS, A. IOANNIDIS, G., Photogrammetric And Surveying Methods For The Geometric Recording of Archaeological Monuments, Archaeological Surveys, FIG Working Week 2004 Athens, Greece, May 22–27, 2004. Şekil 7. Photomodeler yazılımında türbe detay çizimi 4. SONUÇ Günümüzde tarihi ve kültürel mirasların korunması insanlık tarihi için önemli konulardan biridir. Bunların korunması ve restore edilebilmeleri için belgeleme çalışmalarının yapılması ve sayısal bir kültürel miras arşivinin oluşturulması gerekmektedir. Sayısal yersel fotogrametri kültürel mirasların belgelenmesinde etkili ve oldukça verimli bir yöntemdir. Tarihi ve kültürel mirasa konu objelerin istenilen ölçeklerde çizimleri, çerçeve ve üç boyutlu modelleri hızlı ve hassas bir şekilde yapılabilmektedir. Belgelenen üç boyutlu objelerin üzerlerine doku verileri de ilave edilerek üç boyutlu fotomodelleri elde edilebilmektedir. Fotogrametrik yöntemle elde edilen belgeler dayanıklıdır ve değiştirilemez 184 BÖHLER, W.. HEİNZ, G Documentation, Surveying, Photogrammetry, XVII CIPA Symposium. Recife, Olinda. Brazil, 1999. H.M. Yilmaz, H. Karabork, M. Yakar, Yersel Fotogrametrinin Kullanım Alanları, Nigde Universitesi, Muhendislik Bilimleri Dergisi 4 (1) (2000) 1828. SIENZ, J. SZARVASY, I. HİNTON, E. ANDRADE, M.L., Computational Modelling of 3D Objects by Using Fitting Techniques and Subsequent mesh Generation, Computers and Structures 78 (2000) 397–413. SCHERER, M. ,About the synthesis of different methods in surveying, XVIII International Symposium of CIPA, Potsdam, Germany, 2002. YILMAZ, H.M. KARABORK, H. YAKAR, M., Yersel Fotogrametrinin Kullanım Alanları, Nigde Universitesi Muhendislik Bilimleri Dergisi 4 (1) (2000) 18- Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Prof.Dr. Takashi Ösawa Ootani Koozui ve Bursa’daki İpek Dokuma Fabrikası Türkiye - Japonya arasındaki yeni dostluk ilişkilerinin doğuşu (Ōsaka Üniversitesi, Japonya)1 Önsöz Biliniyor ki, 18-19. yy.larda Orta Asya dahil olmak üzere Asya, Ortadoğu ve Afrika gibi pek çok bölgelerde pek çok yerler, o dönemine gelmeden bir an önce endüstri devriminden sonra kendi medeniyeti daha dünyaya yayılmak amacıyla ilerlemeye kalkan Avrupa güç devletleri, yani İngilitere, Fransa, Rusya, İtalya, Almanya, Avsturya ve ABD gibi Batı’daki devletler tarfından giderek işgal altına girmiş veya girecek durumdaydı. Bu dönemin rüzgar ise artık Uzakdoğu bölgesinde, bir an önce yenileme ve batılaşma yolu ile reforma uğraşmaya çalışan Japonya’ya esmeye başladı, yani 1853 yılında ABD hükümetinden elçisi olarak yollanan Amirel Matthew Galbraıth Perrey’in Kanagawa ilindeki Uraga limanına uğrayıp o zamanki Japonya’yı yöneten Tokugawa Şoogun hükümetine baskı verip o zamana kadar uygulandırılan kapalı dış politikasından vazgeçtirip ülkeyi açtırmayı kabul ettirmeye çalıştı. Şoogun hükümeti ise bunu Kyoto’daki Tennoo (Japon İmparatorun) ve saray’daki adamlara haber verip sonunda açılım politikasına yol açmıştır. Bundan sonra da ABD ise 1858 yılında önemli liman kentinde Pazar açma izni vermesini istediler ve o zamanki Şogun hükümeti ise Kyoto’daki İmparator’dan olumlu cevabı almadığı halde, edo bakufunun idarecileri arasında tartışma yaratmasından sonra kabul ettirmişir. Böylece o zaman kadar sürdüre gelen dışarıya kapalı politikasından vazgeçmek zorunda oldu. Ve sonraki dönemde ise Rusya başta olmak üzere, Hollanda, İngilitere, Fransa gibi Batı ülkeler ise ticari üst olarak Kanagawa ilindeki Yokohama, Japon deniz kıyısındaki Nııgata limanı, Hokkaido ada’nın güney liman kenti olan Hakodade, Orta Japonya ada’nın güney ilindeki Hyoogo limanı, ve güney ada, yani Kyuushuu ada’daki Nagasaki liman ise dışarıya açık bırakıldı. Bunun gibi Batıdan Doğu’ya esmeye başlayan Batı rüzgarı ise o zaman kadar yaklaşık 300 senedir devam gelen Tokugawa Şoogun hükmetine de rasladı. Yani 1867 yılında ise artık eskimiş siyasi teşkilattan Batının siyasal sistemine geçmek üzere Batı yeni siyasi ve kültürel fikri almış bilginler ise sonraki reformcular olarak baş göstermeye başladı. Batı ülkesinin devlet teşkilatından temel fikri alıp o zaman kadar sadece geleneksel Japonya’nın Şintooizmindeki kültürel temsilci olarak nitlendirilen Japon İmparatoru o zamanki karargah bulunan Edo’daki Tokugawa Şoogun’un yerine siya1 Professör, Osaka Üniversitesi, Dünya Araştırma Enstitüsü, Türkoloji Bölümü Başkanı, Japonya, e-mail: [email protected] 185 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi ve büyük Budizm mezhebindeki baş rahibi olarak o zamanki dünyayı nasıl baktığını ve bir Japon olarak tam aynı zamanda Osmanlı döneminin son zamanlarıdan birinci Dünya savaşında yeni doğmakda olan Türkiye Cumhuriyeti’ne nasıl baktığını ve nasıl davrandığını Ootani Koozui’nin Bursa’daki İpek dokuma fabrikasının kuruluşu olayı ile ortaya koymayı amaçlamaktadır. 1. Budist rahibi olan Ootani Koozui’nin Orta Asya gezi araştırmaları si politikanın temsilcisi koyup bunun altında her bölgeden seçilmiş milletvekillerden oluşan milli kongresini açtırıp danışma teşkilatını inşa ettirmeye yöneltmiştir. Böylece ‘Meiji dönemi’ başlar ve eski Şoogun ailesinden olan Tokugawa Yoshinobu ise da artık eski gücü kalmayıp Suruga iline sığınmak zorunda kalıp artık siyasal dünyasına geri dönmez oldu. Bu bildiride söz konusu OOTANI Koozui (18761948) da bu dönemindeki rüzgar içinde dünyaya gelir ve büyür, ayrıca kendisinin Japonya’daki en eski ve büyük mezhebindeki ruhi başkan ailesinden geldiğinden de, kendi hayatı ise yeni Japonya’nın ortaya çıkış dönemine raslamaktadır. Yani kendisi ise Şogun dönemindeki Şoogun hükümeti ile yanyana yürütülen ademi merkezleşme sistemi döneminin en son döneminde dünyaya geldiği halde, kendisi ise artık eski Edo Şogun döneminin temsilcisi olan Budist rahip karakteri atıp Meiji döneminde İmparator başkanlığndaki merkezleşme sistemini altındaki tipik bir Japon milletleriden modern Japon Budist rahibi olarak hareket etmeye yönelmek zorunda kaldı, denilebilir. Bu Bildiri ise böyle birden değişmeye kalkan yeni Japonya’nın doğuş ve ilerleme döneminde en eski 186 Ootani Koozui ise Japonya’nın en büyük Budist mezheplerinin biri olan Joodo şinşu’nun Baş Tapınağı, Kyoto’daki Batı Honganji’nin yirmi birinci ruhani lideri olan Ootani Kooson’un (1850-1902) en büyük oğlu olarak 27 Aralık 1876’da dünyaya gelmiştir. Yukarıda söylediğim gibi, o zamanki Japonya’nın siyasal durumu ise artık Şoogun dönemine son verilecek, iki yıl sonra Meiji dönemi başlayacaktır. Yani Meiji reformunun adını taşıyan bu döneminde İmparatora idare gücü geri verme imkan sağlamak için hareketini en büyük destekleyen biri olan ise Koozui’inin babası Kooson idi ve Honganji ise bu hareketini büyük etki ile karşılaşmıştır. Ama o döneminin başlangıcı ise Budizm ve Budistler için zor durumu denilebilir, çünkü Meiji reformcuların çevresi ise eski Japon İmparator ailesinin Şintooizm ile ilgili olan efsaneye dayanarak Tanrı Amateras’ın çocuğundan gelenleri benimseyerek o zamana kadar halklar arasında inanılmaya gelen Budizme ‘yabancı’ köken olarak bununla ilgili Budist tapınağı veya Budist heykelleri gibi pek çok kültür değerleri ve objeleri bozmaya çalıştılardı. Koson ise bu zor duruma karşı Budizm da Japonya’nın en eski kültürünü oluşturduğunu kanıtlayan yeni örgüt teşkil edip hükümetince bunun önemi benimsemeye çalışıp bu işi başarmıştır. Yani daha doğrusu babası Kooson ise eski Budizm mazhebinin muhasebe sisteminden Honganji mezhebine bağlayan her yönünde bulunan Hongajiye bağlayan Budist ailesinde Kyoto’daki Honganji merkezine para yatırıp sistemi kurarak kendi mezhebinin yenilenmesini başarmış olur. Böylce Kooson ise Meiji dönemindeki Japonya’nın en büyük reformcuların biri olarak nitelendirebiliriz. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Yani Koozui ise bu kadar şiddetli değişim devrinde babasının ardından gelen yeni liderlerden birisi idi. Babası ise onu 1897 yılında imparatora gelin veren Kujoo ailesinden Kazuko (1882-1911) ile evlendirildi. Bu evlilik onu gelecekte imparator Hirohito’nun amcası yaparak saygınlığını daha da artacaktı. Bunun gibi siyasi bakımından karmakarşık döneminde dünyaya gelen Ootani Koozui de, yirmi üç yaşına basarken, babası ise gelecekte görevine tam olarak hazır olması için yurtdışını tanıması ve yeni döneminin gereklerine uygun olarak bir yabancı dil öğrenmesi gerektiğine karar vererek 1899 sonunda onu İngilitere’ye yolladı. Japonya’da kalıp babasının yanıda çalışmaktansa, o zamanki döneminin havası, yani dünya bakışını daha genişlemek için İngilitere’de dil ve Batı kültürünü benimsemeyi önemseyerek Londora’da kalmayı tercih etti. Ama tam o sıra da, biliniyor ki, dünyada Avrupa’da kaldığı süre boyunca dönemin ruhundan özellikle de Arminus Vambery, Aurel Stein, Sven Hedin, Paul Pelliot, Albert von Le Coq gibi Avrupalı kâşiflerin Orta Asya düşüncelerinden etkilendi. Bu kâşifler, Kızıl, Kuça, Dung Huang gibi yerleriden getirerek eski Çince, Tokharaca, Uygurca yazılmış antik Budist metinlerinin bir Budist olarak onun ilgisini çektiği kesindir.Yani Koozui bunlardan etkilenerek yabanci dili öğrenmenin yanında daha önemli görev olarak kendi gücü ile Orta Asya’ya gidip eski Budist metini elde etme projesine kalktı ve araştırma gezilerini Sankt-Petersburg’dan 1902 yılında 18 Ağustos’ta Orta Asya’ya İngilitere’de beraber okuyan dört genç arkadaş ile çıktı. O zamanki Batılı seferlerin kendi devletinin herhangi bilim akademisyenlerinden desteklenip gerçekleştirilen projesi olmasına rağmen, Koozui’nin ki ise henüz yoksulluk dönemi geçiren Meiji dönemindeki Japon ülkesinden herhangi yardım almayarak kendi imkanları ile gerçekleştirmiştir. [Birinci heyet 1902-1904] Onun ilk sefer ise İngilitere’den Honganji mezhebine bağlı genç öğrencilerden WATANABE Tessin, HORI Kentoku, Honda Eryuu, INOUE Kooen ile bereber çıkıp başka Avrupa ülkelerinde okuyup geç hareket eden HUJITA Munemasa, HINO Sonpou, Almanya’dan SONODA Sookei’ler Hindistan’da Koozuileri bekleyecek şekilde başlandı. SanktPetersburg’dan başlayarak, Bakü’ye, sonra Hazar denizi geçip Batı Türkistan bölgesine girdi. Bundan sonra Pamir Dağlarını geçip Doğu Türkistan’daki Kaşgar’a vardı, sonra iki yola ayrılatak Koozui ise Hindistan’a, Doğu Türkistan bölgesine ise Watanabe ve HORI ise Doğu Türkistan’ın güney bölgesi ve kuzey bölgesindeki Budist kalıntılarına uğrayıp kazı araştırmalarda bulundular. Sonra Kuça, Kızıl, Turfan ve Urumchi’ye gidip Kasu eyaletinden Xiian’a gidip WATANABE ise ancak 1904 yılında Mayıs ayında geri döndü. Bir yandan Koozuiler ise Avrupa ülkesinden katılan iki öğrenciler de dahil büyük üyelerden oluşup Hindistan’da araştırmada bulundu. Onlar ise özellikle Hindistan’ın kuzeyinde kutsal Budist kalıntısına uğrayıp Ghandhara başta olmak üzere, Aşoka kuralının diktirdiği kitabelerinin estampajılarını almaya çalışırken babasının vefat etmesini duyduğundan Koozui ise artık memleketine geri dönmeye hazırlamak zorunda kaldı ve geri dönerken Myanmaa, Güneybatı Çin bölgesinden gelen üyeleri ile karşılardı.1903 yılının, Mart ayından sonra geri dönmüştür, böylece birinci sefer heyeti ise bitmiş oldu. [İkinci heyet 1908-1909] 1904-05 ise Japon-Rus savaşı ortaya çıktığından sefere ara verdiler, ama 1906-1907 yıllarında Koozui ve eşi Kazuo ise Çin’deki Xiian şehrinde Tang 187 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi dönemine ait mezarları inceleyip bir sonuç aldılar, 1908 yıldan itibaren, TACHIBANA Zuichoo ve NOMURA Eizaburoo’yı Orta Asya araştırma gezilerine çıkardı. Onlar ise kuzey Çin’den Mogolistan üzerine Altay, Xinjiang’ın Başbalık, Turfan, Korla, Kuça, Kaşgar gibi yerlerde eski Türklere ait kitabeler ve eski Uygurca vesikalar da dahil toplanmıştır. Özellikle Moğolistan’da o zaman henüz iyice bilinmeyen Orhun ve Karabalgasun Yazıtlarından etkilenerek oradaki anıt da iyice araştırmada bulunup sonuçlarda kaydedilmesi bilimsel dünyasına katkıda bulunmasını sağladılar. O zamanki Doğu Türkistan’daki coğrafyasına ait haber ise hem yasak hemde çok gizli idi. Koozui ise tam o yılda Kyoto’yu ziyaret eden Sven Hedin’den aldığı Orta Asya ile ilgili coğrafya detayı, alıp bunu TACHIBANA’ya telgraf ile gönderip Korla, Kroraina ve Kuça’daki eski anıtlarını inceledi. TACHIBANA da bu haritadan faydalanarak Turfan’dan Korla üzerine eski Kroraina kalesine gidip oradaki rapor hakkında Kroraina kalesini kazıp yeni eski çince vesikaları da elde edebildi. NOMURA ise Turfan’dan Kuça’ya gidip araştırmada bulundu. TACHIBANA ve NOMURA ise yine Kaşgar’da buluştu. NOMURA ise ondan sonra Japonya’ya geri döndü. 1909 yılında eylül ayında Kozui çiftleri ise TACHIBANA ile birlikte batı tarafına gidip İngilitere’ye geçtiler. Böylece ikinci sefer sona erdi. [Üçüncü heyet 1910-1914] TACHIBANA ise yaklaşık altı ay Rondora’da bulunurken Sven Hedin ve Aurel Stein ile görüşüp sonra orada tanışdığı İngiliz Hobbus adlı genci asistan olarak alıp 1910 yılıda Ağustos ayında Rondora’dan yola çıktı. St-Petersburg’dan demiryol ile Sibirya’daki Omusk’a kadar gitti, ve oradan nehir vapuruna binip ve sonra atlı arabasına binip Urumuchiyeulaştı. TACHIBANA ise ondan sonra yine KRORAINAya kadar gidip tekrar eski kalesi ve çevresini inceledi, ve Miran kalesinde ise yer altından eski duvar resminin parçasını çıkarmayı başardı. Ama Kuç’da önde giden İngiliz assistan ise hastalanıp vefat ettiğinden dolayı Kaşgar’a kadar gidip orada cenaze töreni yaptıkdan sonra Türkistan’ın güneyindenKhotan ve Keriya’yı da araştırmada bulundu. Koozui ise o zaman kadar Orta Asya’dan getirdiği eski malzemlerini koru- 188 nan veya sergilenen toplanan Koobe ‘deki Rokko Dağların orta yamaç üzerinde inşa ettiren <Nirakusoo> adlı okul ve büyük binada çalıştığı YOSHIKAWA Koichiroo’yu 1911 yılında Mayıs ayında Orta Asya’ya gönderdi. YOSHIKAWA ise Shnghai’dan Ranshuu eyaletine gidip Tunhuang’a varıp orada pek çok kalmış eski Budist Sutrayı alıp kalıyordu ve ertesi 1912 yılında oraya gelen TACHIBANA ile görüşebildi. TACHIBANA ise kuzey yoldan Sibirya demir yol ile Kore yarımadasından Japonya’ya geri döndü. YOSHIKAWA ise iki yıl daha Doğu Türkistan’ın kuzey ve güney yollarındaki çeşitli yörelerde çıkarılan eski anıtlarıda kazı incelemelerinde keşfedilen pek çok buluntularını kervan yolu ile Mançuriya’ya kadar geri dönerken, yolda Koozui’nin herhangi sebepten Honganji Mezhebinin ruhani başkanlığından istifa etmek zorunda kaldığını duymuştur ve sonra kimseye bildirmeden memleketine gizlice geri dönmüştür. Böylece üçüncü heyeti sona erdi. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Yukarıda bahsettiğim üç heyet üzerindeki ince detay veya araştırmalar ise artık pek çok rapor veya kitap olarak yayımlanmış oldu ise de, yine muhafaza edilmiş eski Budist Sutraları veya günlük kullanılan Sanscritçe, eski Türkçe, Tokharaca, Khotan-Sakaca, Soğudça, Moğolca ve eski Çince gibi çeşitli dil ile kaydedilmiş vesika fragmanlar ise kataloglanıp analiz edilmektedir ve hala çok yönden inceleme ve araştırmlarda bulunmaktadır. Bununla ilgili araştırma ise pek çok bilim adamlar tarafından bahsedildiğinden dataylara girmeye gerek yoktur. II. OOTANI Koozui ve Türkiye Cumhuriyeti Daha önce bahsettiğim gibi Kozui ise Orta Asya gezi araştırmasında üçünçü seferindeyken Hongaji mezhebinin ruhani başkandan istifa etmiştir. Bu sebep ile Koozui’nin Hongaji’ye ait bütçesinden kendisinin planladığı Orta Asya gezisinine gizlice finas ettiği iddiasından kaynaklanıyordu. Nedense bunun gerçek olup olmaması hakkında kaynak bulunamadı. Böylece Koozui ise baş rahip görevine son verip yani ikinci hayat başlamış oldu. Ama bu hayat içinde de onun kafasına takılmış konu ise hala Orta Asya’daki halkların durumu, yani o zamanki güçlü Avrupa ülkelerinin işgal altında kalmış müslüman Türk dünyasının nasıl kurtulması gerektiği. Yani bu düşücesi ise artık Honganji Mezhebinin başkanı olup ikinci Orta Asya gezi araştırmaları sırasında Koobe’deki Rokkosan’daki <NİRAKUSOO> adlı külliye denilebilen araştırma alanından öğrenebiliriz. Yani bu <NİRAKUSOO> ise hem hazinesini muhafaza etmek için müze olarak, hem de Budist asıl ruhuni öğrenmek için okul olarak, Koozui’nin emri ile inşa ettirdi. Bunun bulunduğu yer ise Asya tellafuzuna yakın <Aşiya> denilen yerde olması, hem de o zaman yabancılara açık olan liman kenti tanılan Kobe’ye bağlı bir yerde bulunması, onun fikrini yansmaktadır. Hatta oradaki bina çevresinde ise Çin veya Orta Asya’dan getirilmiş bitkinin numunesini sergilemiş ve bazen de kendi bahçesinde yetiştirmeye çalışmıştır. Bu öğrenci ise sadece masada oturarak öğrenmekle yetinmeden tarım işleriyle uğraşıp doğal filosofesini de öğrenmeyi amaçlıyordu. Yani Koozui’nin sonraki tarım ile sıkı ilişkide bulunan tarım fikri bu dönemde başlanmıştır. Ona göre bu dünyada en önemli ve temel olgulardan biri ise tarım işlerinde kaynaklandığını, tarımsız sanayi ve ticaretinin de imkansız olduğunu dşünüyordu. Yani Koozui’nin hayatı sonuna kadar sürdürüle gelen <tarıma daynan temel fikir> ise genç yaşında Çin Orta Asya ve Hindistan gezi araştırmalarından yerli hakların kötü duruma düşmüş durumunu kendi gözüyle görmesinden kaynaklanmaktadır. Bu yüzden o zamanki Japon imparator’un amcası ve o zamanki kont ünvanı taşıyan Japonya’nın baş önderi olmasına rağmen, pasaportlarında kendi tanıtırken her zaman <çiftçi> ünvanını kullanmıştır. Benim bu çalışmalarımı yetersiz bularak Dr. Erdal Küçükyalçın’ın son zamanda güzel çalışmalarını burada aktarmak istiyorum. Koozui’nin Türkiye’ye ilk gelişi ise Temmuz 1901 yılında idi. O yıl babası Kooson tarafından öğrenim için yollandığı Londora’dan ayrılarak Avrupa ülkelerini tanımak için seyahate çıkmış ve önce Fransa’da Montrö, Cannes gibi şehirleri gördükten sonra Avusturya ve Macaristan’ı gezerek İstanbul’a gelmişti. Büyuk olasalık olarak 1895 yılında hattını başlatan doğu Ekspres treni ile gelmiş olup İstanbul’da Pera Palas Oteli’nde kaldığı tahmin edilmektedir. O zaman II. Abdülhamid’in ve Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde olduğunu kendisi farkında olmuştur. Bu seyahatteki hatırası ise sadece ikinci seyahate ilgili günlüğünde, (İstanbul’a ilk gelişinden) on yıl geçmesine rağmen, önceki manzara ile pek değişiklik olmadığını kaydedilediğine göre, onun 189 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi ticaret rejimini ve yatrım şartlarını öğrenmesi için Uemura’ya yollamış. Bu ziyarette Tasumi sık sık elçiliğini ziyaret ederek bilgi talep etmiş ve nihayet 4 Mayıs’ta dış ticaret ve gümrük rejimini gösteren belgeleri elçilikten alabildi. Tam bu sıralarda Koozui’nin Türkçe öğrenmesi için yolladığı 14 yaşındaki Gotoo Satoru da İstanbul’a varmış ve hemen Galatasaray Lisesi’ne kayıt olmuştu. içinde birinci geliş zamanindaki hatıra ise hala kuvvetli izi bırakmış denilebilir. Bundan yirmi beş yıl geçtikten sonra, Koozui’nin İstanbul’a ikinci gelişi oldu, ama o sırada ne kadar kendi hayatında olaylar geçmiş ve değişiklik olmuştur. Hongaji’nin ruhsani başkanlığından istifa ettikten sonra, kont ünvanı almış Koozui ise Japonya’nın en saygın Asya uzmanlarından ve sözü dinlenen kamuoyu önderlerinden biri haline gelmiştir. Bu nedenle Şubat 1924 tarihinde Tokyo Teikoku Oteli’nde Japon sanayi ve ticaret dünyasının liderine verdiği bir konferans sırasında onları tarıma ve tarıma dayalı sanayilere öncelik vermeleri hususunda teşvik ettikten sonra özel olarak Türkiye Cumhuriyeti’ne yatırıma yönlendirmesi herkes şaşrıtmıştır. Bu konuşmanı yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan takriben üç ay sonra yapılmış olması dikkat çekicidir. Sonraki Koozui’nin Türkiye’deki temsilcisi olan öğrencisi Uemura Tasumi’nin yazdığı kaynağına göre, Koozui’nin daha 1925 baharında Türkiye Cumhuriyeti’ne bizzat yatırım yapmaya karar vermiştir. Kozui, aynı yıl, eylül’de Türkiye’nin dış 190 Bu arada Ootani Koozui Türkiye’ye yatırım yapılması, ticari ilişkilerin getirilmesi için Japon iş dünyasında yürüttüğü kulis faaliyetine devam ediyordu. Büyükelçi vekili Hulusı Fuad’ın (Tugay) Tokyo’ya gelişi ve 17 Temmuz 1925’te Türkiye Büyükelçiliği’nin resmen açılışi ile birlikte bu faaliyetler hız kazanmış, Koozui’nin bahsettiği Osaka’lı iş adamları hareketlenmişlerdi. Hulusi bey’in Osaka Sanayi ve Tıcaret Odası’nı ziyaretinde iki ülke arasındaki ticari ve dostluk ilişkilerinin geliştirmesi için bir kurum ihtiyacından bahsedilmes üzerine Osaka Nichido Booeki Kyookai (Osaka Japon-Türk Ticaret Derneği) 16 Kasım 1925’te resmen kurulmuştur. Bu dernek bu alanda kurulmuş ilk kurumdur. Kuruluşunda Yamada Torajiro ve Ootani Koozui aktıf rol oynamışlardır. Derneğin açılış törenine Türkiye’ye doğru yola çıkmak üzere olan Ootani Koozui de katılmış, Hulusi Fuad ve Osaka Sanayi ve Ticare Odası başkanı İnahata Katsutaro’nun da hazır bulunduğu toplululuğa Japonya için Türkıye’nin öneminden bahsettiği bir konuşma yapmıştır. Konuşmasında ‘Sizler [Türkıye’ye] satmayı düşünüyorsunuz. Oysa ben [Türkıye’den] sa- Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi tın almayı düşünüyorum. Şimdi Türkiye’ye gideceğim, pamuk ve yünü görmek için Türkiye’ye gideceğim. Çünkü birşey satın almak istiyorsanız dost bır ülkeden almak en doğrusudur...’ diyerek Japoın iş adamlarından ihracaatan ziyade Türkiye’den ithalata yöneldiği bir ortamda Koozui’nin bu tavrıyla yeni cumhuriyetin kalkınmasına katkıda bulunmayı amaçladığını açıktır. Bu toplantıdan beş gün sonra 8 Şubat’ta Kobe limanından Türkıye’ye hareket etmiştir2. III. Ankara’daki Yeni Sermaye ve Gazi Çiftliği Burada bu konuda Erdal Küçükyalçın’ın çalışmasına dayanarak tarhi üzerinde durmak isterim3; Ootani Koozui, Kobe’den Fransız Uzakdoğu hattından çalışan ‘Dartagan’ Gemisiyle Hong KongSaıgon-Pnon Penh-Kolombo-Aden-Cıbutı-Süveyş üzerinden 27 Şubat’ta Port Saıd’e ulaşmıştır. Buraya İtalıyan Loyd Triestino firmasının ‘Baraskı’ gemısıne geçerek Hayfa-Beyrut-Trıpolı-Aleksandrıette üzerınden Mersin’e vardığında gemının bırkaç gün bu lımanda kalmasından ıstıfade ederek hemen bır araba kşralamış ve Çukurova’da ıncelemeler yapmıştır. Güneydoğu Asya’da sahıp olduğu genış zıraı ışletmelerdekı tecrübesı ve yaptığı araştırmalar sayesınde toprağın ünemını çok ıyı bılıyordu. Gördüklerinden etkilendiğini saklamayan Koozui, Çukurova’nın tarımsal potansıyelı hakkında şunları söylemişti: Nıl Nehri deltasıyla karşılaştırıldığında kamu az toprağı bolç Hakikaten en iyi cins ve verimli toprak Çifçilerin söylediğine bakılırsa kışın başka ürünler alıyor, yazın pamuk üretiyorlarmış. Bu bölgede büyük bir pamuk havzası... Bu bölge tam anlamıyla işlenecek olsa [kaliteli pamuğu ile ünlü] Mısır’ı geride bırakabilir... Anadolu topraklarını henüz görmeyen yatırım yapma kararıyla gelmiş olmasına rağmen kararında haklı olduğunu anlamıştı. Mersin’den ayrıldıktan sonra gemisi Antalya, Rodos, Midilli limanlarına uğrayarak İzmir’e vardığında hemen Nıf’e (günümüzde Kemal Paşa) giderek buradaki verimli tarım alanlarını da incelemiştir. Gemisi nihayet 9 Nisan 1926’da İstanbul limanına 2 Küçükyalçın 2010, 172-176. 3 Küçükyalçın 2010, 176-183. yanaşırken Koozui günlüğüne uzun ve yorucu yolculuğun bitmesinden memnuniyetini yansıtan şu satırları yazıyordu. ‘ Öğleden sonra İstanbul’a çıkacağız. Kobe’den hareketimizden altmış gün sonra bugün birinci aşmayı bitirmiş oluyoruz. O gün Tokatlıyan Oteli’ne yerleşir. Burada yazdığı ve Temmuz sayısında Şanghai’da çıkan Daijoo dergisi’nde yayılanan 18 Nisan tarihli mektubunda Koozui, Türkiye Cumhuriyeti’nin içinde bulunduğu iktisadı şartlar ile ilgili derinlemesine bir analiz yapmaktadır. Ona göre İstanbul bir ara liman olarak büyük bir potensiyele sahip olup ulaşım imkanları geliştirilecek olursa Türküye Doğu – Batı ticareti üzerindeki kavşak noktalarından biri haline gelebilir ve konumunun verdiği avantajjla hızlı bir büyüme yakalayabilırdi. Koozui bunları söyledikten sonra bütün Japon iş adamlarını henüz ekonomik gücü fazla olmayan Türkiye’ye mal satmak yerine Türk ürünlerini satın alarak katkıda bulunmaya teşvık ediyordu. Amacı bizaat yatırım yaparak örnek oluşturmaktı. Planladıklarını gerçekleştirmek için kısa süre sonra Ankara’ya yöneldi. Ankara Garı’nda onları Ticaret Lisesi müdürü Münir Bey (Toprak) ve Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü (Arasu) ile görüştükten sonra tarım arazilerini yakından görmek ve yatırım yapacağı yeri seçmek üzere Konya ve Adana’ya gitti. Sabri Bey’in talimatı doğrultusunda gittikleri yerlerde Tarım Bakanlığı yetkilileri tarafından ağırlanan Koozui ve ekibi toprak numuneleri toplayarak Ankara’ya gerı döndü. Gezısinin sonuçlarını 4 Mayıs’ta Sabri bey’le yaptığı toplantıda paylaşan Koozui, bakan’ın teklifi üzerine Bursa’ya gitmeye karar verdi. Hızla İstanbul’a dönerek 7 Mayıs’ta Mudanya üzerinden Bursa’ya ulaştı. Bursada Zıraat Okulu’nu , İpekçilik Araştırma Merkezi’ni ve Karacabey Çiftliği’ni gezdi. Artık yeterli bilgi toplamış olduğuna kanaat getirerek hem aldığı numuneleri analız ettirmek hem de yatırım yapacağı yere karar vermek için sonbaharda geri dönmek üzere 13 Mayıs 1926’da Türkiye’den ayrılarak Avrupa’ya geçti. Bu Uemura Tatsumi Türkiye’de gördüklerı ilgiden ve Koozui’nın heyecanından etkilenmiş olarak günlüğüne üzerine “Haydi bütün mutluluklar! Parlayın Türkıye’nın üzerınde!”, dıye yazacaktı. Koozui’nin Türkiye konusunda kamuoyu oluştur- 191 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi ma yönündekı faalıyetleri yavaş yvaş etkisini göstermeye başlıyordu. Osaka’da kurulan derneğin ardından Tokyo’da da bir dernek kurulumasına karar verildi. Günümüzde de etkinliğini sürdürmekte olan Nıchı-Do Kyookaı (Japon-Türk Derneği) 15 Haziran 1926 tarihinde ışte böyle bir ortamda kurulmuştur. Ootani Koozui’nın adı bu derneğin kurucuları arasında da yer almaktaydı. 3 Kasım 1926’da planladığı gibi Türkiye’ye döndüğünde doğrudan Bursa’ya giderek on gün kadar kalmıştır. Bu kadar uzun süre Bursa’da kalması buraya yatırım yapmakla ilgilendiğini gösteriyor. Ancak daha sonra aldığı davet üzerine hızla Ankara’ya geçmiş ve Sabri Bey’ın Koozui’ye Gazi Çiftliği’nde Cumhurbaşkanı ile iş birliği teklif ettiği anlaşılıyor. Koozui Atatürk’ün Ankara’nın yakınındakı kıraç toprakları ihya etmeye adanmış bu projesini duyduğunda hiç tereddüt etmeden tüm bilgi birikimi ile yardımci olmaya karar vermişti. Böylelikle ınsanoğlunun geleceğinin tarımda ve tarıma dayalı sanayilerde olduğu öngüren iki vizyon buluşmuş oluyordu. Zorlukları aşmayı düstur edinen bu iki kişi Gazi Çiftliği’nde ortak olmaya karar verdiler. Pasaportundakı meslek hanesine (Çiftçi) yazdıracak kadar tarım konusuna önem veren Koozui ile kendisini (Çifçi) olarak adlandırmayı seven cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal artık birlikte çalışacaklardı. Bu karardan sonra arayışı sona eren Koozui, 23 Kasım’da İstanbul’a dönmüş ve ertesi gün Uemura Tatsumi’yi geride bırakarak Japonya’ya dönmüş yolculuğuna çıkmıştır. Tatsumı, Koozui’nin vekilı olarak yatırım için gerekli hazırlıkları yürütecektir. 4 Ocak 1927’de Kobe limanına varışında Osaka Mainichi gazetesine verdiği röportajda Atatürk ve arkadaşlarının kurmaya çalıştıkları yeni Türkiye’den bahisle (tarımı merkez alan bir sanayileşmeyi gerçekleştirmek için tüm güçleriyle çalışıyorlar. Tarım ayağa kaldırılmaz ise hiçbir sanayinin geliştirmesi mümkün olamz diyorlar...) demişti. Yine ertesi gün Kyoto Miyako Oteli’nde yaptığı söyleyişde Batılı devletlerin işgalinde kurtuluş savaşı vererek bağımsızlığını koruyan Türkiye’nin 192 Meiji dönemindeki Japonya gibi çok sayıda devrimsel nitelikte değişikliği gerçekleştirerek dönüşmekte olduğunu söylüyor ve bu yeni cumhuriyetin tarım politikalarını övüyordu. Tabii tüm Japon iş dünyasını Türkiye’ye yatırım yapmaya çağırmayı unutmadan. Büyükelçi Obata Yukiçi’nin bizaat kalem alarak Japon Dışişlerine yolladığı 28 Mart 1927 tarihili bir mektup Mustafa Kemal Atatürk ile Ootani Koozui arasında Gazi Çiftliği’ndeki ortak çalışma için yapılan sözleşmenin ayrıntılarını vermektedir. Japon Dışişlerinde büyük ilgi uyandırdığı üzerindeki damgaların çokluğundan anlaşlan bu mektupta yapılan sözleşmenin maddeleri not edilmiştir. Buna göre; 1. Cumhurbaşkan Kemal Paşa ile Ootani Koozui Ankara yakınlarındaki (Ahi Mesud Çiftliği)’nde ortak çalışmak üzere anlaşmaya varmışlardır. 2. Bu amaçla 22 Şubat 1927’de Ankara’da bir sözleşme imza atmıştır. 3. Sözleşmeye Cumhurbaşkanı ve Ootani Koozui adına vekilleri ile Bankası Genel Müdürü Celal Bayar imza atmışlardır. 4. Çiftlikte yapılacak yatırmalar için kurulan şirkete Kemal Paşa 51,000 Lıra ve Ootani Koozui 50,000 Lira koyacakdır. 5. Ootani Koozui 17 Mart’a kadar 25,000 Lira ödeyecek ve bakiyeyi ise Nisan ayı içinde yurtdışından İş Bankasına transfer edecektir. 6. Kurulacak işletmede azami 8 Japon çalışacaktır. İki taraf arasında akdedilmiş olan sözleşmeye daire başka kanıt da yakın zamanda İş Bankası arşivlerinde bulunmuştur. İş Bankası yönetiminden Cumhurbaşkanlığı Özel Kalemı’ne gönderilmiş 9 Haziran 1931 tarihli mektupta yukaruda bahsi geçen şirketin (ankara Sanayi Zıraiye Limitet Şirketi) olduşu ve 20 Nisan 1927’de kurulmuş olduğu yeralmaktadır. Ootani Koozui’nın yaptığı bu yatırım Türkiye Cumhuriyeti’ne yapılan ilk doğrudan yabancı sermaye yatırımını teşkil etmektedir. Sözleşmeye imza koyan Celal Bayar’ın kurmuş olduğu ve ilk Bankası’nın kuruluş tarihinin 26 Ağustos 1924 olduğu ve ilk sermayesinin 250,000 Lira olduğu düşünülürse daha iyi anlaşılabilecektir. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Uyemura Tatsumi o günlere ait anılarını Şanghay’da yayınlanan Daijoo dergisi’nde şöyle aktarmaktadır; “Nihayet Mart ayında Cumhurbaşkanı Kemal Paşa ile aramızdaki süzleşme tamamlandı. Ankara’nın batısında 25 km. Uzaklıktaki Ahi Mesud Çiftliğı’ndeki ortak ışletmemize çiftçilik yapmak üzere artık sahneye çıkmaya hazırız.” Ootani Koozui de ortaklığın kesinleşmesinin ardından 23 Mayıs’ta verdiği bir beyanda bu yatırımı Kyoto’daki iş çevrelerine ilan etmişti. Böylelikle Tatsumı önderliğinde birkaç genç Japon’un su kıtlığı ve ayazla mücadele ettikleri Ankara macerası başlamış oluyordu. Çalışmaları ve kalmaları için inşa edilen atölye aynı yılın Ekim ayı sonunda hazırdı. Katma değeri yüksek ürünler üretmeyi hedefliyorlardı. Bunun için bir yandan gül yağa ve gül suyu üretimi için hazırlık yapılırken diğer yandan da çiftliğin verimlilişinin güsterilmesi amacıyla başka sebzeler yetiştirerek Ankara pazarında halka sunuldu. Ankara’nın o dönem içinde bulunduğu heyecanlı ortamdan da etkilenerek büyük bir şevk ile çalışan bu Japon gençleri duygularını Daijoo dergisi’ne günderdikleri mektuplarda açığa vuruyorlardı. Ancak yeni başkentin dışındaki çorak topraklarda başarlı olmak için çabalamalarına rağmen çok zorlandıkları anlaşılıyor. IV. Ootani Koozui ve Bursa’daki İpek Dokuma Fabrikası’nın kuruluşu Bir kazanç beklentisinden çok örnek oluşturma düşünces ile hareket eden Koozui ise Türkiye’ye yatırım yapmaya devam etmeye kararlıydı. Bir sonraki yatırım için daha on gün kalarak incelemeler yaptığı Bursa’yı seçti. Bu kez Bursa’nın önde gelen işadamlarından Mehmet Memduh (Gükçen) Bey (1877-1932) ile ortak olacaktı. Çoğunluğu Japonya’dan gönderilen teknoloji ürünü makinelerin yerleştitirilmesi ile hazırlığı tamamlanan (Türkiye-Japon İpek Dokuma Fabrikası), 1 Nısan 1929 tarihinde Cumhuriyet Caddesi’nde faaliyet geçmiştir. Koozui aslında bu fabrikanın açılışına katılmak üzere 18 Aralık 1928’de dördüncü kez Türkiye’ye gelmiştir. Ancak İstanbul’a vardığında ağır bir has- talık geçirdiği ve günlerdir yemek yiyemedğiği için hemen Fransız La Paix Hastanesi’ne yatırılması gerekmişti. Bir süre sonra kendini biraz toparlayarak elçilikteki yıl sonu partisine katıldıysa da ancak Osmanbey’deki bir evde geçirdiği uzunca bir nekahat döneminden sonra eski sağlığına kavuşabilmişti. 20 Ocak’ta harekete geçerek Ankara’ya gitti. Gazi Çiftliği’ni gezip Celal Bayar’la görüştükten sonra Bursa’ya giderek Memduh Bey’le buluştu. Ve fabrikanın hazırlık çalışmaları hakkında bılgı aldı. Ocak ayında planlanan fabrika açılışı makinelerin gelişindeki gecikme nedeniyle Nisan’a ertelenmişti. 3 Şubat 1929 itibariyle trenle Suriye’ye geçtiğinde dördüncü ziyareti de sona ermiş oluyordu. Hastalanıp, Ankara Gazi Çiftliği’nde çalışan gençlerin çektikleri zorlukları öğrenmesine ve Bursa fabrikasının açılışının gecikmesine rağmen Koozui artık 1924’te gördüğü rüyanın gerçekleşmekte olduğunu biliyordu. Biri başkentte Cumhurbaşkanı Kemal Paşa ile diğeri de Bursa’da Memduh Bey’le olmak üzere iki önemli yatırım başarıya doğru ilerilemekteydi. O zamanki duygularını Japonya’ya döner dönmez Büyük Gazeteci ve söz sahibi olan Tokutomı Soho’ya aktarmış ve heyecanı Soho’yau çok etkilemişti. “Orada Koozui’den başka Türkiye’deki faaliyetlerinden sorumlu Uemura Bey, Kobe’den Morımoto Zuimyoo, Nagoya’dan Tachibana Zuichoo da vardı... Keyifle anlattıklarını dinledik... Türkiye’de sarılığıya yakalandığını duymuştum, ama o anda tamamen iyileşmişti. Hatta daha önceki görüşmemizdeki haliyle karşılaştırıldığınında bir kat daha sağlıklı olduğunu hatırlıyorum. Fransa, Marsilya’dan Türkiye’deki ipekçilik işine her birini ilk defa duyduğum şeyler anlatıp duruyordu...”. 1929 yılı Mart ayının 14’ündeki bu neşeli toplantıdan birkaç hafta sonra Yamada Torajiroo’nun öncülüğünde Kushimoto’da yapılan bir törenle Ertuğrul Fırkateyin’de hayatı kaybeden Türk denizcilerin aziz hatıralarını yad etmek üzere bir anıt taşı dikildi. (Koozui Kitabesi) adı verilen bu taşta Ootani Koozui’nin Türkiye’ye yönellik hislerinden ve sevgisinden izler bulmak mümkündür. Koozui’nin gayreti mayvelerrini vermeye ve iki 193 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi ülke ilişkileri sağlam bir temele oturmaya başlıyordu. Artık Japonya’da yeni Türkiye Cumhuriyeti fark edilir olmaya başlamıştı. Bunun en önemli işaretlerinden biri imprator Ertuğrul Anıtı’nı ziyaret etmesidir. Bu alışılmadık ziyaretin gereçekleşmesinde düğününe katılacak kadar ona etkili olduğunu tahmin etmek zor değildi. Bu yöndeki bir başka gelişme de İstanbul’da Japon ürünlerinin sergilendiği bir mağazanın açılmasıydı. Yine Osaka Japon-Türk Dış Ticaret Derneği’nin Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın desteğini alarak gerçekleştirdiği bu proje 1 Eylül 1929’da hayata geçmiştir. Karaköy’de Galata Köprüsü yakınlarında (İstanbul Nihon Shoohinkan) (Japon Malları Mağazası) adıyla açılan bu mağaza 1937’de kapananana kadar iki ülke ticari ilişkilerinde merkezi rol üstülenmiştir. Ardından 12-19 Ocak 1931 tarihleri arasında Prens Takamatsu no miya Türkiye’yi ziyaret etti, ve Atatürk’le görüştü. Cumhurıbaşkanı’nın artık (Atatürk Orman Çiftliği) olarak anılan Gazi Çiftliği’nde bir araya gelen taraflar ilişkilerin geliştirilmesi yönünde dileklerini belirtmişlerdi4. V. Bursa’dakı İpek Dokuma Fabrikası’nın durumu Buradaki konu hakkında 2010 yılında Bursa kenti müzesinde bununla ilgli konu üzerinde Japon 4 Küçükyalçın 2010, 182-184. 194 araştırmacı olup Kyoto’dakı Ryuukoku Üniversitesinden Prof. Dr. MİZUNO MİNAKO (Yamanrar) hoca ve Bursa kent müzesi Bursa Büyükşehir Belediyesinin yardımı ile uluslaraarası konferens verilip oradaki bildiri en yakında yayımlanmasını beklemektedir ki, şu anda sadece bir tanıtması olarak sizlere haber olarak aktarmak isterim5. Adı geçen Bursa’lı Mahmud bey ise 1877’de Bursa’da doğup yerli Askeri Rüştiyesi’nde orta öğrenimini Bursa Merkez İdaresi’nde lise öğrenimini tamamladı. Mülkiyenin yüksek kısımından iyi derece ile mezun olduktan sonra 23 eylül 1900’de Bursa Villayeti Maliye mumurluğuna tayin edildi ve satajını bitirdi. Bir yandan da ek görev alarak başladığı Bursa Villayet Hüdavendigar Gazetesinde 1901-1903 arasında ikinci baş muharrir yaptı. Kaymakamlığa yükseldi. 1902 yılında, Burduruzade Osman Fevzi Efendi’nin kızı Fevride hanım ile evlenir ve bu evlilikten Sıdıka Şükufe adını koydukları bir kızı dünyaya geldi. Memduh bey ise çok sevilen zarif bir erkek idi. İyi derecede Fransızca ve Rumca bilir, aynı zamanda 5 Aşağıdaki bilgiler ise hep Bursa kenti müzesinin sergi kataloğu 2010, Bursa adlı kıtabına dayanmaktadır. Bu sergiye ben de bakma fırsatta bulabildim ve ayrıca İstanbul’da yanyana 2010 yılında İstanbul araştırma Enstitüsü tarafından sergiden de bakabildim ve oradaki katalogu içerisinde ıhtiva edilen bildirilerden de çok faydalabildim. Bu sergi projesi ise Japonya’daki Türkiye anı 120 yıldönümü adında yapılmış olduğu bilinmektedir. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi tanıyanlarına hayran bırakacak kadar iyi bir hatip olduğunu söylediklenebilir. Gönen, Bala, Erdek, Sandıklı kaymakamlığının ardından 26 Mart 1914 seçimlerinde İttihat-ı Terraki Partisinden Bursa mebsu çıkarak Dördüncü Meclis-i Mebusan’ına girdi. Bunun izleyen süreçte Bursa Redd-i İlhak Cemiyeti’nde yer almanın yanı sıra , Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Bursa şubesinin merkezkurulunda görev yapardı. Cumhuriyet döneminde bir daha devlet kademelerinde yer almayıp ticarete atılan Mehduh bey 19. yüzyıl sonlarında ipekçililik kariyeriyle Fransa’da ünlenen Osman Fevzi Efendi’nin damadı olarak, aile geleneğinin bir parçası olan ipek piyasası olan ipekli dokuma konusunda bilgi sahibi idi. İpek piyasasını elinde bulunduran Fransızlarla İtalyanları izleyip akrabası Celal Bayar veya sefaret aracılığıyla ilişki kurduğu düşünülen (Berlin Sefiri Kemalettin Sami Paşa, damadının ağbeyidir) Japon imparatorunun kayınbiraderi Kont Ootani Koozui ile birlikte Bursa’daki ilk kombine dokuma-boya-apre fabrikasını açmıştır. Bursa’da 19. yüzyıl ortalarından itibaren ipek filatür fabrikaları genelde Gayrimüslimler tarafından yabancı sermayeye ortaklığığyla kurulmuştur. Bu alanda yatırım yapan az sayıda Müslüman Türk iş adamından biri olan BTSO kurucusu Osman Fevzi Efendi, ilk sahibi Mösyö Frer olan Hamidiye (Cumhuriyet) Caddesi üzerindeki ipek fılatür fabrikasını 1800’lü yılların ortalarında Fransız Mösyö Ramangal’dan satın alarak ipek üretiminde söz sahibi olmuştur. 1920’deki vefatından bir süre sonra damadı M. Mehduh bey, Japon kontu Ootani Koozui ile TürkJapon Fabrikası’nı açmıştır. Mehmet Memduh bey’in tek çocuğu olan Şükufe Hanım babasının 1932’deki vefatından sonra ortaklardan biri olmuş; Memduh bey’in borçlarına kefil olan damadı Hamdi Sami bey Japon ortaklığını feshederek emprimeye ağırlık verdi. Türk-Japon İpek Dokuma fabrikası ise içinde dokuma, apre, boyahane ve emprime bölümleri olarak şekilde planlanmıştır. Sözkonusu fabrika ile ilgili herhangi bir mimari proje bulunamamış, ancak Memduh Gökçen tarafında çizilen şemada çeşitli bölümler arasındaki ilişkiler net olarak gözlenmiştir. Bu çizime göre farklı kodlar içinde olan fabrika- nın dokuma, apre, boyahane kısımları caddeden yaklaşık 4 m. aşağıda bulunmaktadır. Emprime katı ise apre ve boyahane bölümlerinin üzerinde yer almaktadır. Gökçen, kolonlarla tavanların çelik olduğunu, çatıda ise Marsilya’dan ithal edilen kiremitler bulunduğunu belirtmektedir. Fotoğraflarınında ve çiziminde görüldüğü gibi fabrikanın üretim bölümlerinin üzeri 4 edilmiş, ancak aynı yıllarda inşa edilen İpek-İş Fabrikası’nın çatısını andırmaktadır. 19. yüzyılda inşa edilen Yolgeçen İpek Filatür Fabrikasında olduğu gibi; farklı amaçlı binaların bir arasında kapalı mekanlar aracılığıyla kurulacak şekilde tasarlanmıştır. Girişmeleri 1928’de başladığı halde, 1929 yılında açılan işletme, Japonca ‘Nitto Orımono Gaisha (Japon-Türk Dokuma Şirketi)’ ve Türkçesi ile ‘TürkJapon Dokuma Fabrikası’ adıyla kurulmuştur. Günde 3 bın ila 5 bin m. kumaş üretmeye haiz bu orta ölçekli işletme, “Bursa İpeği” olarak tanınan düz ipek, “Crepe de Chine” gibi ana ürünlerin yanı sıra, habutai, kimpa gibi Japon türü ipekleri de üretmiştir. 1931 mayısnda 151 Japon, 80’i Türk olmak üzere toplam 95 çalışanı olan işletmenin kuruluş sermayesi 131, 109,81 lira olup bu miktarın 70,593,310 lira Japonya, 60, 516,500 lira Türkiye tarafından konulmuştur Ancak Atatürk’ün başlattığı ‘Türkiye’deki Sanayi Kanunu’nun özel uygulamasından yararlanabılmek için ‘eşit’ sermayeyle kurulduğunu göstermeye ihtiyaç olduğundan 50’şer 195 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Takamatsu no miya’nın beğenlerine sunulmuştur. Sonuç Yukarıda bahsettiğim gibi Japon kontu Ootani Koozui ve Bursalı Memduh bey arasında başlatılan Türk-Japon Dokuma Fabrikası ıse ancak 1929 yılından itiberen ekonomi krizisinin altında etklenmiş olamasına rağmen yönetim değiştirerek sürdüre gelmiş, ama 1931 yılında aniden vefat etmiş Memduh bey’ in yerine onun kızı veya damadı ise yine de bu ortak işletmesi devam etmeye çalışmıştır. Ama tam aynı yıl Japonya ise Çin ve Mançurya’ya büyüme politikasıyla sanki Asya’nın sahibi olmaya çalışması daha çince Ootani Koozui’nin tarım ile ilgili sanayi ve Ticaret ile Asyalıları birleştirip ülkelerini kalkınmaya hayal eden Koozui’nin düşüncesine tam aykırı faaliyet idi ve ‘Asya Asyalılarındır’ fikrini de artık ‘Asya ise Japonyalılarındır’ gibi panJaponizm gibi düşüncesi giderek kamuoyuna etkilemeye başlayınca o zamana kadar sürdüre gelen Türk-Japon dostluğu ilişkileri de sona ermeye başlamıştır. Henüz o fabrikasının nasıl kapatıldığını belli değildir. bin’den toplam 100 bin lira sermayeli bir işleteme olarak kaydedildiği bilinmektedir. 1929 Ağustusundaki açılştan birkaç ay sonra, dünya ekonomik bunalımının da etkisiyle işletmede malzeme masrafı bile karşılanamayacak şekilde açık verilmiş; 1930 Martında bu açık Kont Ootani Koozui’nin şahsi parasıyla kapatılmıştır. 3 Mayıs 1930’dan itibaren yeni düzenlenmelrle iyiye dönmesi beklendiği halde 1930 Ekiminden fabrika yönetiminin tamamen değiştirilmesi sonucunda zararlar kazanca döneüştürülebilmiştir. Bu yükseliş, 1931 yılının Mayıs ayında üretimi 10 bin metreye çıkarmış olmasından Bursa’daki ipek üretiminin birincisi olduk’ cümlesinden anlaşılabilir. Gazete haberleri ; fabrikanın ürünler, 4 Ocak 1931’de Atatürk’ün ziyaretine mazhar olduğunu yazdı. Yine İstanbul’daki Japon Ticaret Sergisinde fabrikanın ürünleri, 12-19 Ocak 1931 tarihleri arasında Türkiye ziyaretleri sırasında Prens ve Prenses 196 Ama Ootani Koozui, tarımı çok önemseyerek bu ile Asyalılarıyı bağlayıp Avrupa’daki güçlü ülkelere karşı bağımsız olmaya çalışmaya hedeflemiş ve bu hedef ise çok kısa sıra olmasına rağmen gerçekleştirilmiş denilebilir. Ve ayrıca Ankara’daki Gazi Çiftliği’nin ortak işletmesi ile birlikte Bursa’daki Türk-Japon İpek Dokuma fabrikasının iki ülke arasındaki dostluğuna unutulmaz iz bırakmış diyebiliriz. Bibliyografiya Bursa Kneti Müzesi (ed) (2010), Türk Japon Dokuma Fabrikası Hikayesiö Saffetbeyzade Memduh bey ve Kont Otani, Bursa. Küçükyalçın, E., (2010) Otani Kozui ve yeni Türkiye Cumhuriyeti, Cumhurıyet Dönemü Türk-Japon İlişkilerinin kuruluşunda bir vizyonerin rolü, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü (ed.) Hilal ve Güneş İstanbul’da üç Japon, İstanbul, ss. 161-201. Komatsuö H., Umemura H. et al., (2005) Cyuuoooajia wo shıru jiten (Ensyclopedia on the knowledge of Cenrtal Eurasia) (Japonca)ö Heıbonshya, Tokyo. Aşiya shiritsu hakubutsukan (Aşıya kent müzesi), (2005) Nirakusoo to Ootani Tankentai (Nirakusoo ve Ootani araştırma heyeti) (Japonca), Ashiya. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Dr. Semra Alyılmaz “Aki”- “Ahi” Sözcükleri ve Bursa’da Ahi 1. Akı – Ahi Sözcüklerinin Kökeni Üzerine: “Ahi” kavram işareti temeli Türkçe akı ve sözcüğüne dayanmakta ve sözcük cömert, eli açık, mert; yiğit anlamlarına gelmektedir. Ancak araştırmacıların bir kısmı sözcüğün (başta İBN BATUTA olmak üzere) Arapça olduğu ve “kardeşim” anlamına geldiği görüşünü savunmaktadırlar (İBN BATUTA, 1333-1335 / 1914). Fransız Türkolog Jean DENY ise, sözcüğün “yiğit, mert, cömert” anlamına geldiğini ve Türkçe olduğunu; Arapça’ya geçtikten sonra Araplar’ın telaffuzuyla “ahi” şeklini aldığını belirtir (DENY, 1920). Akı sözcüğünün özellikle Türkçe’nin Eski Türkçe ve Orta Türkçe dönemlerine ait eserlerdeki (Uygur yazılı metinlerindeki, Divan ü Lügati’t-Türk’teki, Kutadgu Bilig’deki, Atebetü’l-Hakayık’taki, Muinü’l-Mürid’deki…) kullanımları ve anlamları dikkate alındığında sözcüğün Türkçe kökenli olduğu açıkça görülür: akı: cömert, eli açık; akılık: cömertlik, eli açıklık; akı bol-: cömert ol-; akı er: cömert kişi, yiğit kişi, koçak kişi, ahi; akıla-: cömert say(Nadelyaev (vd), 1969; Clauson, 1972; Karasoy, 2003; Gülensoy, 2007). Türk edebiyatının ilk İslâmî ve tasavvufî eserlerinden Yusuf Has Hacib’in “Kutadgu Bilig”inde, Edib Ahmed Yüknekî’nin “Atebetü’l – Hakayık”ında, Ahmed Yesevî’nin “Divan-ı Hikmet”inde ve “Fakr-name”sinde, Süleyman Hakîm Ata’nın “Bakırgan Kitabı”nda ve “Hakîm Ata Kitabı”nda … Türk yaşayış ve inanış sisteminde erdem sayılan ve dünya - ahiret mutluluğunu amaçlayan konular işlenmiştir. Anılan eserler sonraki dönemlerde kaleme alınan ahilik ve fütüvvetnâmelerle ilgili eserlere de birçok bakımdan kaynak oluşturmuşlardır. Yerleşik hayatın düzenlenmesinde, sosyal adaletin sağlanmasında, insanlar arasındaki ilişkilerin iyileştirilmesinde ve geliştirilmesinde çok büyük rol oynayan Ahi birlikleri ve fütüvvet erbabı kendilerine İslâmî değerlerin derinliğinde dayanak noktaları aramak zorunda kalınca, peygamber ve din ulularının her biri bir sanatın / mesleğin kurucusu olarak öne sürülmüş; pir ve üstad olarak nesilden nesile aktarılmıştır. Böylece peygamberlerin hemen her biri hayatlarında uğraşmış oldukları işlere göre birer sanat piri, birer “ilk usta” olarak kabul edilmişlerdir. Buna göre: 197 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Hz. Âdem, çiftçilerin; Hz. Şit, gazzaz ve hallaçların; Hz. İdris, terzilerin ve yazıcıların; Hz. Nuh tüccarların; Hz. Hud, tacirlerin; Hz. Salih, devecilerin; Hz. İbrahim, sütçü ve marangozların; Hz. İsmail, avcıların; Hz. İshak, çobanların; Hz. Yusuf, saatçilerin; Hz. Musa, çobanların; Hz. Zülküfl, fırıncıların; Hz. Lût, tarihçilerin; Hz. Üzeyir, bağcıların; Hz. İlyas, dokumacıların; Dâvud, zırhçıların; Lokman, hekimlerin; Yunus, balıkçıların; Hz. İsâ, seyyahların; Hz. Muhammed, bahçıvan ve tacirlerin piri olarak görülmüştür (Güllülü, 1992, 107). Ahilik, “gönül” ile “ak(ı)l”ı, “madde” ile “mana”yı, adlarına tevazu, merhamet, hoşgörü, sevgi, saygı, kardeşlik, cömertlik, yardımlaşma, dayanışma, paylaşma ve adalet denilen kavramların birleştirdiği ahlakî, dinî, sosyal ve kültürel değerler bütünüdür. Temel ilkeleri, hem eski Türk “töre”sine, Türk yaşayış ve inanışına hem de İslâmiyet’in ilk yıllarından itibaren görülmeye başlayan fütüvvet anlayışına ve İslam dininin kurallarına dayanan “ahilik” (“akılık”), birey, toplum, millet ve devlet hayatını en iyi, en güzel, en doğru, en hayırlı, en mükemmel… ölçülerinde düzenlemeyi / kurumsal hâle getirmeyi amaçlayan ve bunda da başarılı olan bir mekanizmanın adıdır. Bu mekanizmanın mensuplarının / ahilik erbabının temel özelliklerini şöyle sıramalamak mümkündür: Doğruluktan ayrılmamak, Alçak gönüllü olmak, İyi huylarını geliştirmek, Kendisini halka adamak, Misafirlerini sevmek, İnsanlara nasihat ederek onları iyi yola yöneltmek, Kudreti varken suçluyu affetmek, Bir sanat veya iş sahibi olmak, Dindar olmak, Utanma duygusuna sahip olmak, Hile yapmamak, Yalan söylememek, kusur aramamak, Dedikodu yapmamak, kusurları örtmek, İçki içmemek, Zina ve livata yapmamak, 198 Zenginlere karşı minnetsiz olmak, Kimseye karşı düşmanlık ve kin duymamak, Büyüklere hürmetkâr; küçüklere şefkatli olmak, Bel bağlamamak; fütüvvet âlamet ve elbiselerini taşımak, Nefis adı verilen şeytanla mücadele etmek … (Ekinci, 2001, 28). 2. Anadolu’da Ahilik: Ahilik teşkilatının geçmişi ve fütüvvet teşkilatı ile ilgisi söz konusu olduğunda genelde ahiliğin İran’ın Hoy şehrinde doğan Şeyh Nasîrüddîn Mahmûd / Ahi Evran (ö. 1262) tarafından XIII. yüzyılda Anadolu’da kurulduğu; fütüvvet teşkilatıyla ve tasavvufla da yakından ilişkili olduğu vurgulanır. Türk boy ve topluluklarının tarihin her döneminde hem Asya hem de Avrupa kıtalarında egemenlik kurdukları; egemen oldukları bölgelere yaşayış ve inanışlarını, kültürel birikimlerini taşıdıkları; yaşanılan coğrafyanın büyüklüğüne ve uzaklığına rağmen birbirleriyle sürekli ilişki hâlinde bulundukları bilinmektedir. Birey, aile ve toplum hayatını düzenleyip devlet mekanizmasını güçlendiren dinî, sosyal ve kültürel değerlerin, kurum ve kuruluşların Orta Asya’dan Anadolu’ya; Anadolu’dan da Orta Asya’ya taşındığı göz ardı edilmeyecek bir gerçektir. Bu bağlamda ahilik ve fütüvvet teşkilatlarının Asya’daki Türkler’in toplum ve devlet hayatında olduğu kadar Anadolu’daki Türk devlet, boy ve topluluklarının da hayatında ayrı bir yere ve öneme sahip olduğu görülür. Aksaray, Akşehir, Alâiye, Amasya, Ankara, Antep, Arapkir, Aydın, Balıkesir, Barçın, Bayburt, Bergama, Bitlis, Bolu, Burdur, Bursa, Çankırı, Çorum, Denizli, Divriği, Diyarbakır, Edirne, Erzincan, Erzurum, Eyridir, Gelibolu, Geyve, Gölhisar, Görele, Gümüşhane, Ilgın, İçel, İnegöl, İskilip, İstanbul, İzmir, İznik, Karahisar, Karaman, Kars, Kastamonu, Kayseri, Kışehir, Kütahya, Konya, Ladik, Larende, Malatya, Manisa, Maraş, Mardin, Merzifon, Milas, Mudurnu, Musul, Niğde, Niksar, Pasinler, Pertek, Rize, Sinop, Sivas, Tarsus, Tire, Tokat, Tosya, Turhal, Trabzon, Urfa, Uşak, Ürgüp, Van, Yenice, Yenişehir, Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Zile… başta olmak üzere Anadolu’daki pek çok bölgede son derece etkin olan ahilik taşkilatları, bunların icraatları ve konuyla ilgili olarak yazılan eserler (fütüvvetnâmeler) de bunun açıkça ortaya koymaktadır. 3. Bursa’da Ahilik: Bursa’da ahilikle ilgili hususları dört ana başlık altında incelemek mümkündür: 3.1. Bursa’da Ahiler ve Padişahlar, 3.2. Bursa’da Ticari Hayat ve Ahiler, 3.3. Bursa’da Ahi Zaviyeleri 3.4. Temeli Ahiliğe Dayanan “Kanunnâme-i İhtisab-ı Bursa”. 3.1. Bursa’da Ahiler ve Padişahlar: Fuat Köprülü Osmanlı Devletinin Kuruluşu adlı eserinde Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda, askerî ve iktisâdi sisteminin oluşturulmasında ahi teşkilatlarının etkin rol oynadıklarını kaydetmektedir (Köprülü, 1959, 89). Dönemle ilgili kaynaklara (araştırma inceleme eserlerine) bakıldığında Osmanlı Devleti’nin kuruluş aşamasının etkin isimlerinden Şeyh Edebali’nin Eskişehir yakınlarında (İtburnu mevkiinde) tekkesi bulunan bir “Ahi Reisi olduğu”1; Şeyh Edebali’nin 1 Ahmet Yaşar OCAK, “Osmanlı Devleti’nin Kuruluşunda Ahilik ve Şeyh Edebalı: Problematik Açıdan Bir Sorgulama” başlıklı bildirisinde Fuad KÖPRÜLÜ’nün Aşıkpaşazâde’nin Tevârîh-i Âl-i Osman adlı eserine dayanarak Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda ahilerin rolü olduğu, Şeyh Edebali’nin ahi reisliği yaptığı, Osman Gazi’nin ahiliğe intisabına tesir ettiği yönündeki düşüncelerinin doğru olmadığını kaydetmektedir: Sonuç olarak, ne Şeyh Edebalı’nın ahiliği, ne Osman Gazi’nin kayınpederi ve hukuk danışmanı olduğu, ne de ahiler’in reisi sıfatıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşuna büyük destek verdiği konusu, ilk Osmanlı tarihçilerinin birer kurgusu olmaktan öteye geçemiyor görünmektedir. Ama onun ileri gelen , nüfuzlu bir Vefaiyye şeyhi olarak önemli bir rolünün bulunduğu da herhâlde kabul edilmek zorundadır. Üstelik Edebalı’nın bu kimliği ile Osmanlı Devleti’nin arazisi içindeki nüfuzunun, Abdalan-ı Rum’a mensup çok mühim bir şahsiyet olarak ahilerinkinden daha az önemli olduğu da söylenemez (OCAK, 1999, 241-247). Ahmet Hamdi TANPINAR da ünlü eseri Beş Şehir’de Bursa’yı anlatırken, Şeyh Edebali ile ilgili şu satırlara yer verir: Şeyh Edebali Karamanlı bir fakihti … Bununla beraber bu evlenmenin (Osman ve Mal Hatun’un evlenmesinin) Osman’ın gittikçe artan silâh kuvvetine manevî bir nüfuz ilâve ettiği inkâr edilemez. Belki de bu yeni beylik bu izdivaçla o zaman Anadolu’da ve Suriye taraflarında çok yaygın olan fütüvvet teşkilâtıyla birleşiyordu. Filhakika mal ve menal sahibi olan Şeyh Edebali’nin geleni ve geçeni misafir ettiği bir misafirhanesi bulunduğu ve bazı akrabasının isimleri düşünülürse ahî teşkilâtından olduğu tahmin edilebilir (TANPINAR, 2008, 98). isteği üzerine Osman Gazi’nin kösele yapmayı öğrenip bir meslek edindiği; bu yolla “ahi”liğe intisap edip onun nüfuzundan yararlandığı; oğlu Orhan Gazi’nin (1324-1362) de tıpkı babası gibi ahi olduğu, ahilerin kullandıkları lakaplardan “ihtiyârü’ddîn”i kullandığı görülür (Köprülü, 1959, 89; Doğru, 1991, 1; Uzunçarşılı, 1988, 40; Torun, 1998, 16-17, Anadol, 201, 58). Osmanlılar’ın ahilerle ve ahilik teşkilatıyla en fazla ilişkili padişahlarından biri de Osman Gazi’nin oğlu Orhan Gazi’dir.2 Orhan Gazi’nin hayatında (tahta çıkışında, mücadelelerinde, ününün dört bir yana ulaşmasında) Bursa ayrı bir yere ve öneme sahiptir. Orhan Gazi’nin (yıllar sürecek) Bursa’nın fethine giderken babasından Ahi Şemseddîn’in oğlu Ahi Hasan’ı yoldaş istemesi, Bursa’nın fethi sırasında Ahi Hasan’a oldukça fazla hürmet göstermesi, kendi camiinin yanına Ahi Hasan adına bir mescit ve zaviye yaptırması fütüvvet ehli ile Orhan Gazi ilişkileri açısından önemlidir. Bundan başka Osman Gazi’nin vefatından sonra Bursa azizlerinin Ahi Hasan Tekkesi’nde toplanarak Orhan Gazi’yi hükümdar ilan etmeleri de anlamlıdır (Köprülü, 1959, 89; Doğru, 1991, 1; Torun, 1998, 16-17; Halaçoğlu, 1998, 144). Bursa azizlerinin / ileri gelenlerinin Ahi Hasan Tekkesi’nde toplanarak Orhan Gazi’yi hükümdar ilan etmeleri ile ilgili olarak Aşıkpaşazâde şunları kaydetmektedir: Babası ölünce kardeşi Alaaddin Paşa ile bir araya geldiler. İşin gereği ne ise gördüler. O zamanda Ahi Hasan vardı ki onun tekkesi de vardı. (Tekke) Bursa hisarındaki bağ sarayına yakındı. O zamanda olan azizler toplandı. Osman’ın malı var mı, yok mu diye 2 Ahmet Hamdi TANPINAR, Orhan Gazi’nin ahilikle / fütüvetle olan ilişkisini ise, şöyle dile getirir: Yaptırdığı camilerin kandilerini kendi elleriyle yakan, imaretlerinde pişirttiği ilk yemeği kendi eliyle fakirlere ve gariplere dağıtan Orhan Gazinin yarı evliya çehresi bu destanın asıl merkezidir. Bütün bu ruh kuvveti ve manevîlik hep ondan taşar. O bir başlangıç noktasını bir imparatorluk yapmakla kalmaz, ona rahm ve şefkatin derinliğini de katar. … Orhan hakikatte Horasan erlerinin silâh ve keramet arkadaşıdır. Daha doğrusu o devirden kalan birçok şey gibi onlar Orhan’ın devamıdırlar (TANPINAR, 2008, 99). 199 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi sordular. Teftiş ettiler ki, bu iki kardeş arasında miras taksim oluna. Baktılar ki ancak feth olunan ülkeler var, akça ve altın hiç yok. Osman Gazi’nin bir sırtlak tekelesi vardı, yenice idi. Bundan başka bir yancığı, tuzluğu, kaşıklığı, bir sokman çizmesi, birkaç iyi atı, birkaç sürü koyunu vardı. Sultanönü’nde birkaç yüğrük atı vardı. Birkaç çift de öküzü bulundu. Başka bir şeyi bulunmadı. şırdı. Rumlar’ın elindeki Bursa’yı fetheden babasıdır. Kabri daha önce Hristiyanlar’a ait bir kilise olan Bursa Mescidi’ndedir. Osman Bey’in İznik’i yirmi yıl süreyle kuşatma altında tuttuğu, fethinden önce vefat ettiği, on iki yıllık bir kuşatmadan sonra oğlu Orhan Bey tarafından fethedildiği söylenmiştir. Biz kendisiyle Bursa’da görüştük ve bana bir miktar gümüş para gönderdi Orhan Gazi kardeşine dedi ki: Sen ne dersin? Kardeşi Alaaddin Paşa: Bu ülke senin hakkındır. Buna çobanlık etmeye bir padişah gerek ki, memleketin işlerini görüp başara. Padişah iş görecek lüzumlu şeyler ister. Padişaha lüzumlu olan şey bu atlardır. Koyunlar da padişah şöleninin gerektirdiği şeydir. O hâlde bizim bölüşecek neyimiz var ki, bölüşelim.” dedi. (İbn Batuta Seyahatnamesi; Muallim Cevdet, 2008, 177). Orhan Gazi, “Öyleyse gel çoban sen ol!” dedi. Alaaddin Paşa: “Kardeş, babamın duası ve himmeti seninledir. Onun içindir ki, kendi zamanında askeri senin yanına vermişti. Şimdi çobanlık dahi senindir!” dedi. Azizler de bunu kabul etti. (Atsız, 1985, 42; Torun 1998, 18). Orhan Gazi’nin kardeşiyle anlaşmasına rağmen padişahlık için Ahi büyüklerinin onayını alması, onların onayından sonra padişah olması Ahi Teşkilatı’nın Osmanlı devlet yönetimindeki gücünü ve etkisini göstermesi bakımından önemlidir. Faslı Seyyah İbn Batuta (Asıl adı: Ebû Abdullah Muhammed bin Abdullah bin Muhammed bin İbrahim et-Tancî) (1304-1377) da Seyahat-nâme-i İbn Batuta adlı eserinde nitelendirdiği Bursa’yı ziyareti sırasında “Bursa Sultanı” diye Orhan Gazi’yi de ziyaret ettiğini, Orhan Gazi’nin kendisine yardımda bulunduğunu belirtir: Bursa Sultanı İhtiyârüddin Orhan b. Osmancık idi. “Osmancık Türkçe’de, “Küçük Osman” anlamındadır. Sultan Orhan Türkmen sultanlarının en zengini toprak ve asker bakımından da onların en büyüğü idi. Yaklaşık yüz kaleye sahipti. Bu kaleleri kontrol etmek ve olumsuzlukları gidermek amacıyla çoğu zamınını bu kaleleleri dolaşmakla geçirir ve her birinde bir koç gün kalırdı. Bir beldede bir ay süreyle asla kalmadığı söylenmektedir. Kâfirlerle etraflarını kuşatarak sava- 200 Ahi teşkilatları, devlet adına güvenliği ve huzuru sağlayan, âdeta güvenliğin ve huzurun teminatı olan; yeri geldiğinde devlet yöneticilerini de uyarıp yönlendiren teşkilatlardır. Ahiler, toplumla sürekli iç içe olmaları ve duyarlı tavırları sebebiyle sıkıntıları önceden sezme; tehditleri ve tehlikeleri önceden algılama ve önlemini alma becerisine sahip idiler. Bursa Ahileri’nden Ahi Yakub ve Ahi Kadem Orhan Gazi’nin ölümünden sonra şehri Düzme Mustafa belasından korumaları da bunun bir kanıtıdır: Bursa azizleri işittiler ki Mustafa (Düzme Mustafa) gelmektedir. Hemen şehirden bir hayli akçe topladılar ve yüz parça da kumaş aldılar. Şehrin ahilerinden olan Ahi Yakub ve Ahi Kadem’le gönderdiler. (Aşıkpaşazâde Tarihi; Muallim Cevdet, 2008, 244245). Bursa Ahileri, aldıkları kararla I. Murat’ı Bursa’ya çağırıp hükümdar ilan etmişlerdir. I. Murat büyük bir ihtimalle de Bursalı Ahiler’in elinden şed (kuşak) kuşanmıştır. I. Murat’ın yaptırmış olduğu zaviyeye “Ahi Murat”’ın adını yazdırması, Ahi Musa’ya verdiği vakfiyedeki “Ahilerimden kuşandığım kuşağı Ahi Musa’ya kendü elimle kuşadup Malkara’da ahi diktim ve bu Ahi Musa ve evlâdlarından kimesneyi ihtiyâr edüp ya akrabalarından veya güğeygülerinden ahilik icâzetin virüp bizden sonra yerümüze ahi sen ol diyeler ki bunlar fevt oldukdan sonra şer’le sâbit ve zâhir ola…” ifadesi onun ahilerle ve ahilikle ilişkisinin açık delilidir (Torun, 1998, 18-19; Halaçoğlu, 1998, 144). Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi 3.2. Bursa’da Ticari Hayat ve Ahiler: Bursa, Antikçağdan bu yana pamuğun, zeytinin, zeytinyağının, ipeğin ve ipekli kumaşların, dokumacılığın, tekstilin, deri ve deri ürünlerinin en iyilerinin, en kalitelilerinin imal edildiği, alınıp satıldığı ticari merkezlerinden biridir. Bursa, kendi ürettiklerinin yanında başka uluslardan ve ülkelerden gelen tacirlerin de mallarını pazarladıkları, alışveriş yaptıkları İpek Yolu’nun merkezî noktalarındandır. Bursa’daki yoğun ticari faaliyeti, XV. yüzyılda inşa edilmiş birçok kervansarayın bulunması da açıkça göstermektedir. Bunlar arasında I. Mehmed’in saltanatı zamanında yapılan İpek Hanı, II. Mehmed döneminde inşa edilen Mahmud Paşa Hanı ve Koza Hanı adıyla bilinen büyük hanlar, II. Bayezid zamanında yapılan Pirinç Hanı sayılabilir. Bursa, ayrıca özellikle Doğu Avrupa ve Rumeli’ye ihraç edilen Batı Anadolu pamukluları için de bir antrepo (gümrük deposu / ardiyesi) durumunda idi. Bursa’daki ithal malların yıllık vergi yekünü 1487’de 140.000 dukaya ulaşmıştı. Burada ayrıca gümüş ve bakır para basımı yapılan bir darphâne vardı ve bundan bir yılda 6000 duka gelir sağlanıyordu. Bursa’da ticaret hayatının bir göstergesi olan ihtisab vergi gelirleri XVI. yüzyılda bir yıl için 215.000, gümrük gelirleri 166.000, ipeğin tartılması sırasında alınan mizan vergileri geliri ise, 2.587.000 akçeye mukâtaaya verilmişti (İnalcık, 1992, 445-449). Yerleşik hayatın düzenli hâle gelmesi, kurumsallaşmanın gerçekleşmesi, ticaretin artması, uluslararası düzeye ulaşması ve süreklilik arz etmesi, ekonomik düzeyin yükselmesi, aynı zamanda insanların beklentilerinin de artmasına ve herşeyin en iyisini, en güzelini arzulamasına vesile olmuştur. Bursa’daki ticari, sosyal ve kültürel hayatın canlılığı ve sürekliği ahilîk teşkilatının burada da etkin rol oynamasına vesile olmuştur. Bursa’nın (özellikle Türkler’in eline geçtikten sonra) her alanda diğer merkezlerle (bu bağlamda da) İstanbul’la yarışır durumda olmasının arkasında ticaretin yanı sıra şehirde yaşanan refahın, huzurun, barışın ve hoşgörünün rolü büyüktür. Söz konusu refah, huzur, barış ve hoşgörü ortamının oluşmasında da şehirde faaliyet gösteren ahilik teşkilatlarının önemli rol oynadığı bilinmektedir. İbn Batuta da eserinde Bursa ve çevresinde (Bursa, İznik, Yenişehir) ahilik teşkilatının çok etkin faaliyet gösterdiğini, ahi teşkilatına mensup kişilerle görüştüğünü ve onlardan etkilendiğini kaydetmektedir: Sonra çarşıları güzel, caddeleri geniş ve büyük şehir olan Bursa’ya geldik. Bursa’nın her yanı bahçe ve kaplıcalarla kuşatılmıştı. Şehir dışında büyük bir havuza akan son derece sıcak bir nehir vardı. Bu nehir üzerinde biri erkeklere, diğeri kadınlara ait olmak üzere iki ev yapılmıştı. Hastalar çok uzak şehirlerden gelerek bu sıcak su ile şifa buluyorlardı. Gelen misafirler için bir zaviye vardı ve gelenler üç gün süre ile bu zaviyede konuk edilir ve yedirilip içirilirlerdi. Zaviye Türkmen sultanlarından biri tarafından onarılmıştı. Biz Bursa’da fütüvvet ehlinin büyüklerinden Fetâ Ahi Şemsüddin zaviyesine misafir olduk. Bizi aşure günü kabul ederek çeşit çeşit yemekler hazırlayıp askerî kumandanları ve şehir halkını çağırmıştı. Onlar orada iftar ettiler ve güzel sesleriyle Kur’an-ı Kerîm okudular. Fakih ve vaiz Necmüddin el-Konevî de orada idi. Son derece güzel bir va’z verdi ve zikir etti. Sonra semâ ve raksa başladılar. (İbn Batuta Seyahatnamesi; Muallim Cevdet, 2008, 176). 3.3. Bursa’da Ahi Zaviyeleri: Bursa’da aihilikle ilgili yerlerin ve zaviyelerin tarihçesinin Bursa’nın fethinden öncesine dayandığını; Bursa’yı feth için bölgeye gelen Türkmen aşiretlerinin hizmet için birbirleriyle yarışırcasına faaliyet içinde oldukları; tekkeler / zaviyeler kurdukları bilinmektedir. Hasan Basri ÖCALAN, “Tahrir Defterleri”, “Şer’iyye Sicilleri”, “Vefayetnâmeler”, Seyahatnameler”, “Yerel Kaynaklar” ve “Başbakanlık” Osmanlı Arşivlerin”ndeki bilgilerden de hareketle hazırlamış olduğu “Bursa’da Ahi Zaviyeleri” başlıklı makalesinde Bursa’daki ahi zaviyelerinin/ tekkelerinin en dikkate değer olanlarını şöyle sıralamaktadır: 201 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi 1. Ahi Ali Zaviyesi / Belediciler Tekkesi, 2. Ahi Şemseddin Dergâhı / Kasap Cömerd Tekkesi / Kasaplar Tekkesi, 3. Ahi Mahmud Efendi Dergâhı / Açıkbaş Mahmud Dergâhı / Nakşibend-i Atik Dergâhı 4. Ahi Hasan Zaviyesi, 5. Ahi Kirdeci Zaviyesi, 6. Ahi Yakup Zaviyesi, 7. Ahi Mehmed Zaviyesi. (Öcalan, 673-684). 3.4. Temeli Ahiliğe Dayanan “Kanunnâme-i İhtisab-ı Bursa”: Sultan II. Bayezid Han’ın fermanıyla 1502 yılında çıkartılan “Kanunnâme-i İhtisab-ı Bursa’da (Bursa Belediye Kanunnamesi’nde)” birey ve toplum hayatında çok önemli olan ürünlerin niteliğinin, kalitesinin, standartının ve fiyatların nasıl ve ne kadar olması gerektiği; söz konusu ürünlerle ilgili yaşanan sorunların ve olumsuzlukların giderilmesi için yapılması gerekenler ayrıntılı bir şekilde dikkatlere sunulmaktadır. Esnafların, sanatkârların, halkın ve yöneticilerin yetki ve sorumluluklarının da belirtildiği kanunname alanında dünyadaki en önemli belgelerden birini oluşturur. Kanunnâme-i İhtisab-ı Bursa, resmî bir belge olmasının yanında içeriği açısından ahilik ve fütüvvet erbabının uyması gereken kuralları, fütüvvetnâmelerin temel ilkelerini hatırlatması bakımından da önemlidir. Nitekim kanunnamede ticari kuralların ve yaptırımların yanında ahlakın değerlerin; hak, hukuk, adalet, doğruluk, dürüstlük kavramlarının ön plana çıkarıldığı dikkati çeker.3 1524 yılında Bursa kadısı tarafından kaleme alınan bir el yazması fütüvvetnâme de hem ahilik - fütüvvet ilişkisini hem de bunların halk üzerindeki ahlakî ve dinî tesirini ortaya koyması bakımından önemlidir. 3 Aslı Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde bulunan Kanunnâme-i İhtisab-ı Bursa, 1998 yılında Türk Standartları Enstitüsü tarafından günümüz Türkçesi’ne aktarılıp ilgililerin istifadesine sunulmuştur. Türk Standartları Enstitüsü tarafından günümüz Türkçesi’ne aktarılan metnin tamamı için bk. EKİCİ, 2001, 155-166; ŞİMŞEK, 2002, 211-252; http://bursadayasam. blogcu.com/kanunname-i-ihtisab-i-bursa/311173. 202 4. Sonuç ve Öneriler: 1. Osmanlı Devleti’nin kuruluşuna hem yurtluk ve tanıklık etmiş hem de gelişimine katkıda bulunup zirveye yönlendirmiş olan; padişahların ve şehzadelerin ebedî istirahatgâhı Bursa, Orta Asya’dan Anadolu’ya taşınan değerlerin de bir arada toplandığı mekân olmuştur. 2. Ahilik, sosyal, kültürel, ticari ve dinî yönlerden insanı mükemmelleştirmeyi ve insana hizmet etmeyi amaçlayan Türk-İslam yaşayış ve inanışına ait maddî ve manevî değerlerin kurumsallaşmış şeklidir. Bursa da tarihte ahilik anlayışının ve teşkilatının en etkin olduğu bölgelerden biridir. Bursa, bu sebeple Türk kültür ve uygarlık tarihinde ayrı bir yere ve öneme sahiptir. 3. Bursa, geçmişte olduğu gibi bugün de Türk sanayisinin, ticaretinin en canlı merkezleri arasında yer alır. İş imkânlarının fazla olması, iklimi, doğal güzellikleri şehrin tarihteki cazibesini devam ettirmesinde önemli rol oynar. Ancak bu durum şehrin nitelikli göç verip, niteliksiz göç almasına yol açmıştır. Bursa’da ahilik ise, (tıpkı diğer Anadolu şehirlerinde olduğu gibi) artık yalnızca özel bir gün olarak kutlanmaktadır. 4. Ahilik ruhunun ve ahilikle ilgili kurum ve kuruluşların canlandırılması; çağa uygun hâle getirilip uluslararası boyutta tanıtımının yapılması Bursa’da sosyal ve ticari hayatın düzenlenmesine de katkı sağlayacaktır. 5. Bursa ve çevresindeki ahilikle ilgili mimarî yapıların restorasyonları ve konservasyonları yapılarak bu yapılar koruma altına alınmalıdır. 6. Ülkemizin bazı şehirlerinde (başta Kırşehir olmak üzere) ahilikle ilgili sempozyumlar düzenlenmektedir. Bursa’da da bu bağlamda bazı konferansların verildiği, sempozyumların düzenlendiği bilinmektedir. Anılan sempozyumların uluslararası nitelikli olarak (iki yılda) bir Bursa’da da düzenlenmesi hem İpek Yolu şehri Bursa’nın tanıtımına katkı sağlayacak; hem de ahilikle ilgili sorunlar uluslararası düzeyde tartışılarak çözüm yolları aranacaktır. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Kaynakça : • ALGÜL, Hüseyin (1982), Bursa’da Medfun Osmanlı Sultanları ve Emir Sultan, İstanbul. • ANADOL, Cemal (2001), Türk-İslâm Medeniyetinde Ahilik Kültürü ve Fütüvvetnâmeler, Ankara. • ARMAĞAN, Mustafa (2006), Bursa’ya Şehrengiz Osmanlı’yı Kuran Şehir, İstanbul. • ATSIZ, Nihal (1985), Aşıkpaşaoğlu Tarihi, Ankara. • Kanunname-i İhtisab-ı Bursa The Law of The Municipality of Bursa, Ankara, 1995. • CLAUSON, Sir Gerard (1972), En Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth-Century Turkish, Oxford. • ÇAĞATAY, Neşet (1989), Bir Türk Kurumu Olan Ahilik, Ankara. • ÇALIŞKAN, Yaşar – İKİZ, M. Lütfi (1993), Kültür, San’at ve Medeniyetimizde Ahilik, Ankara. • DEMİR, Ahmet (2002), Fütüvvet Teşkilatının Kökeni, Teşekkülü ve Türkiye Selçuklularındaki Durumu, Türkler, C. 7, Ankara, 264-271. • DENY, Jean (1920), Fütüwet-name et romans de chaveledie turcs, Société Asiatique, Paris, 182. • DOĞRU, Halime (1991), Ahiler ve Ahi Zaviyeleri, Ankara. • EKİNCİ, Yusuf (2001), Ahîlik, İstanbul. • GÜLENSOY, Tuncer (2007), Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü, C. I-II, Ankara. • GÜLLÜLÜ, Sabahattin (1992), Ahi Birlikleri, İstanbul. Abdurrahman (1992), Ahmed • GÜZEL, Yesevî’nin Fakr-nâme’si ile Hacı Bektaş Velî’nin Makalât’ındaki Ortak Motifler, I. Milletlerarası Ahmet Yesevî Sempozyumu (Ankara) Bildirileri, Ankara, 33-43. • HALAÇOĞLU, Yusuf (19998), XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilâtı ve Sosyal Yapı, Ankara. • İBN BATUTA (1333-1335 / 1914), Seyahatnâme-i İbn Batuta, İstanbul, Çeviren: M. Şerif. • İNALCIK, Halil (1992), Bursa, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. VI, İstanbul, 447-449. • İNALCIK, Halil (1999), Ahîlik, Toplum, Devlet, II. Uluslararası Ahilik Kültürü Sempozyumu Bildirileri 13-15 Ekim 1999 Kırşehir, 189-200. • İNALCIK, Halil (2005), Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ, Çeviren: Ruşen Sezer, İstanbul. • İNALCIK, Halil (2009), Osmanlı Devletinin Kuruluşu Problemi, Doğu Batı Makaleler I, 121138. • KARASOY, Yakup (2003), Ahi Kelimesi ve Türk Kültüründe Ahilik, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 14, Konya, 1-23. • KÖPRÜLÜ, Fuad, Osmanlı Devletinin Kuruluşu, İstanbul. • Muallim Cevdet (2008), İslâm Fütüvveti ve Türk Ahîliği İbn-i Battuta’ya Zeyl, İstanbul, Çeviren: Cezair YARAR. • NADELYAEV, V. M. (vd.) (1969), Drevnetyurkskiy Slovar’, Leningrad. • OCAK, Ahmet Yaşar (1996), Fütüvvetnâme, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. XIII, İstanbul, 264-265. • OCAK, Ahmet Yaşar (1999), Osmanlı Devleti’nin Kuruluşunda Ahilik ve Şeyh Edebalı: Problematik Açıdan Bir Sorgulama, II. Uluslararası Ahilik Kültürü Sempozyumu Bildirileri 13-15 Ekim 1999, Ankara. • ÖCALAN, Hasan Basri (2005), Bursa’da Ahi Zaviyeleri, I. Ahi Evran-ı Veli ve Ahilik Araştırmaları Sempozyumu 12-13 Ekim 2004, Kırşehir. • ŞEKER, Mehmet (1973), Fetihlerle Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması, İstanbul. • ŞİMŞEK, Muhittin (2002), Ahilik: TKY ve Tarihteki Bir Uygulaması, İstanbul. • TANPINAR, Ahmet Hamdi (2008), Beş Şehir, İstanbul. • TORUN, Ali (1998), Türk Edebiyatında Türkçe Fütüvvetnameler, Ankara. • UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı (1988), Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, Ankara. • YAVUZ, Kemal (2003), Âşık Paşa’da Ticaret Fikri, İlmî Araştırmalar, S.16, İstanbul, 117-124. 203 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi 204 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Ethem Günen Gönlüm Balkanların Bursası Üsküp’de kaldı 620 yıl önce Yıldırım Beyazid Han’ın komutanlarından Paşa Yiğit Mehmet Bey tarafından feth edilmiştir. Üsküp Bursa ve Edirne’den sonra İstanbul Türk toprağı olana kadar en önemli yerleşim yerlerinden biriydi. Üsküp’ün kuruluşu mimari yapısı ve tabiatı ikiz kardeş gibi Bursa’ya benzemektedir. Üsküp’e yapmış olduğum gezide kendimi hep Bursa’da hissettim. Gecekondular içerisinde kalmış Yiğit ve Mehmet Paşa kabrinin Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe ve Devlet Bakanı Faruk Çelik bizzat yerinde ziyaret ederek gecekondulardan temizlenerek kabrin yeniden restorasyon çalışmasını başlattılar. Büyük şairimiz Yahya Kemal Beyatlı’nın doğduğu bu şehri en iyi kendi şiiri olan “Kaybolan Şehir” de görebiliriz. Üsküp ki Yıldırım Beyazıd Han diyârıdır İs’a Bey’in fetihte açılmış mezarlığı Evlad-ı Fatihân’a onun yâdigârıdır. Hulyâma âhiret gibi nakşetti varlığı. Firûze kubbelerle yalnız bizim şehrimizdi o; Vaktiyle öz vatanda bizimken, bugün niçin Yalnız bizimdi, çehre ve rûhiyla biz’di o. Üsküp bizim değil? Bunu duydum, için için. Üsküp ki Şar dağ’ında devâmıydı Bursa’nın. Kalbimde bir hayâli kalıp kaybolan şehir! Bir lâle bahçesiydi dökülmüş temiz kanın. Ayrılmanın bıraktığı hicran derindedir! Üç şanlı harbin arş’a asılmış silâhları Çok sürse ayrılık, aradan geçse çok sene, Parlardı yaşlı gözlere bayram sabahları. Biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene. Ben girmeden hayâtı şafaklandıran çağa, Bir sonbaharda annemi gömdük o toprağa. 205 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Bu çalışmaları takip ederken yıllar önce bir şiir yarışması vesilesiyle yapmış olduğum Üsküp gezisini sizlerle paylaşmak istedim. Yorgun bir çalışma gününün akşamı dinlenirken, oğlum “Baba telefon sana” Dedi. Telefonun ucundaki beyefendi “Ethem Bey!” “Evet, buyrun.” “Ben Makedonya’dan Dr. Şenol Tahir, size bir müjde vermek istiyorum”. Dedi “Nasıl efendim” dediğimde. Şenol Bey “Ethem Bey, Makedonya – Çalıklı uluslararası Türk Dünyası Yetişkinler Şiir Yarışması İkincilik ödülünün size verilmesi jüri tarafından uygun görülmüştür. Sizi kutluyor ve Makedonya’ya bekliyoruz.” dedi. Şaşırmış ve de sevinmiştim. “Tabii ki katılmak istiyorum” dediğimde Şenol Bey 206 Gazi Üniversitesinden uluslararası Çalıklı Hıdrellez Şenliklerine katılacakların bulunduğunu ve onlarla irtibat kurarak Makedonya’ya gelebileceğimi söyledi. Ve samimice “sizi bekliyoruz” diye ekledi. Ailem ve çocuklar haberi duyunca sevindiler. İki gün sonra davetiye metni elime ulaşınca biraz üzüldük. Çünkü davetiye metninde yol masraflarının katılımcıya ait olduğu yazılıydı. O Pazar günü Türk Ocağı’nda Türkmenistanlı yazar Annaguli Nurmemmet’in 25. Sana yılı kutlamaları vardı. Kutlamalara Eski Kültür Bakanı, Başbakanlık Başdanışmanı ve aynı zamanda Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı, kıymetli insan Sayın Namık Kemal ZEYBEK Beyefendide katılıyorlardı. Bir ara sayın Zeybek ile selamlaşıp sohbete başlayınca durumu kendilerine arz ettiğimde hiç tereddüt etmeden “Dostum gidip o ödülü yerinde almalı ve Evlad-ı Fatihan topraklarını görmelisin” dedi. İçim içime sığmıyordu. Artık bu değerli insan sayesinde o topakları, altı yüz yıl ol topraklarda hü- Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Yiğit Paşa’nın kabri başında dua ederken kümran olan Osmanlının eserlerini ve oralarda yaşayan bizden birer parça olan kardeşlerimizi görecektim. Gazi üniversitesindeki arkadaşlarla görüştüğümde otobüsle gezerek, görmek gitmek istediklerini ve Bulgaristan konsolosluğundan gidiş-dönüş vizesi almak gerektiğini söylediler. Bir kere daha mutluluk duydum. Benim düşüncemde doğrusu buydu. 3 Mayıs Türkçüler günü tesadüf bu ya, sabah ailem ve çocuklarla vedalaşarak İstanbul’a hareket ettim. İstanbul’da, Kosova’lı şair kardeşim Osman Baymak ile Gagavuz Türklerinden Mihail Çakır Kütüphanesi Müdiresi Lüba Tanasoğlu Hanımefendi beni karşıladılar. Onlarla hasret giderip, sohbet ettikten sonra Ya Bismillah diyerek otobüsteki yerimi aldım Çok rahat ve güzel bir yolculuk olacağı baştan belliydi ve de öyle oldu. Bulgaristan Plovdiv’de mola verdik. Sıcak bir çay beni daha zinde kılmıştı. Mola yerinden hareketten birkaç saat sonra ay ışı- ğı altında rengârenk ışıklarıyla Sofya önümüzde duruyordu. Sofya’nın etrafında yarım tur atarak Makedonya’ya doğru hareket halindeydik ki uykuya dalmışım. Uyandığımda Makedonya sınır kapısında ve oldukça yüksek bir bölgede olduğumuz sabahın ayazından belliydi. Gün ışımaya başlamıştı. Her taraf yemyeşil, çevredeki tepeler ormanla kaplı ve daha yüksek kesimlerde kar vardı. Makedonlar gümrük kontrolünü kendi vatandaşları üzerinde yoğunlaştırmışlardı. Çünkü, bu insanlar Makedonya’dan akşam otobüse binip, sabah İstanbul”da oluyor, akşama kadar alışveriş yaparak, tekrar Makedonya’ya dönüyorlardı. Bizim tabirle İstanbul onlar için “suyolu” idi. Yemyeşil oran ve çağıl çağıl akan ırmak boylarında süzülerek Uç Beylerinin ve Yahya KEMAL’in unutamadığı şehir Üsküp’e girdik. Üsküp Birinci Kosova savaşından sonra 1389 Yıldırım Beyazıd’ın orduları 207 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi tarafından feth edilerek daha sonra Menemen taraflarından getirilen yörükler bu topraklara yerleştirilir. Sanki yıllardır tanıdığım aşina yüzlerle selamlaşıp, kucaklaşacağım şehire gelmiştim. Sabahın ilk ışıklarıyla şöyle çevreme bakındığımda Osmanlının, Balkanlara gerçekten damgasını vurduğu görülüyordu. Evlad-ı Fatihan topraklarında gökyüzüne uzanan minareler atalarımızın nelere sahip olduklarının en bariz örnekleriydi. Üsküp, ulu camiiler, köprüler, ilim ve hikmet yuvası medreselerle donatılmıştı. Dr. Şenol Tahir’i telefonla aradığımda Enver Bey isimli bir arkadaşın beni biraz sonra bulunduğum yerden alacağını söyledi. Enver ey on dakika sonra iki arkadaşı ile beraber geldi. Hepsi ile samimi bir şekilde tanışıp selamlaştıktan sonra, Özel Yahya Kemal Koleji’ne hareket ettik. Okulun bahçesinde çayla sıcacık peynirli ve ıspanaklı Arnavut böreklerini afiyetle yedikten sonra aşağı yukarı iki saatlik yol olacağını söyledikleri festivalin yapılacağı Çalıklıya doğru yola koyulduk. Şoförümüz Türkiye’den gelip Üsküp’e yerleşen Zaman Gazetesi Müdürü Enver Kamil Bey, arkadaşları aynı gazeteden yazar Enis Bey ve 58 yıldır Üsküp’te Türkçe yayınlanan Balkan Türklerinin sesi, gözü ve kulağı Birlik Gazetesi yazarlarından Salim Abdullah Beyefendiydi. Yola koyulmakla beraber meraktan beni çatlatan soruları tek tek ardı ardına sıralamaya başladım. Yol arkadaşlarım hiç çekinmeden her soruya cevap veriyorlardı. Yeşilin her tonuyla bezenmiş tepelerle çevrili vadide nazlı, nazlı, kıvrıla kıvrıla akan ırmak bana hiçte yabancı gelmiyordu. Kırk yıllık tanıştı sanki. Elbette, bu o Varda Nehriydi. Hani çocukluğumuzda, hiç görmediğimiz halde türkülerini zevkle söylediğimiz Vardar. Rumeli türkülerinin yiğit nağmeleri dudaklarımdan dökülüverdi. “Vardar ovası, vardar ovası Kazanamadım sıla parası” Hemen kıyısında mola verip tertemiz havasını içimize çekip buz gibi kaynak suyu içerek soluklandık. Üzüm bağları arasında Veles (Köprülü) üzerinden bir saat sonra Çalıklı’ya girdik. 208 Köyün girişinden itibaren işportacılar, köfteciler ve çeşit çeşit satıcılar yol kenarlarını kaplamıştı. Sanki Mahmutpaşa, tam bir bayrak havası. Köyün Namık Kemal isimli ilkokuluna vardığımızda bizi festivalin başkanı Dr. Şenol Tahir karşıladı. Birbirimize sarılıp Anadolu havası ile Balkan havasını bütünleştirerek selamlaştık. Yolculuğumuzun nasıl geçtiğini sorup, dinlenmemiz için yer gösterdi. Festivalin resmi açılışı saat on sekiz idi. Arkadaşlar o zamana kadar çevredeki birkaç Türk köyünü ziyaret edebileceğimizi söylediler. Aramıza yeni bir dost katılmıştı. T.C Üsküp Büyükelçiliği Din müşaviri Dr. Durak Bey. Hep beraber ilk köy Dedeli’ye çıktık. Tipik bir Yörük köyü, her şeyi ile bizden bir parça. Tozlu yolları, başıboş hayvanları ve üstü başı perişan çocuklarıyla. Köyde öğretmen Güner Yaşar kardeşimizin evinde biraz dinlenerek bu insanlara akıcı bir Türkiye Türkçesi ile sohbet ettik. Daha görmemiz gereken köyler vardı. Hareketimizle birlikte üzüm bağları arasından geçerek, kırk haneli bir dağ köyü olan Gökçeli’ye çıktık. Kadınlar köyün meydanındaki çeşme başına ocakları kurmuş, tokaç ile çamaşır yıkıyorlardı. Örf, adet, gelenek ve görenekleriyle tipik bir Anadolu köyüydü. Sohbetten sonra mavi ile yeşilin karışımı bir renk cümbüşü arasında Doyran (Doyuran) gölü kenarında yol arkadaşlarımızdan Enis Beyin kayınpederinin evine vardık. Gölün Makedonya tarafında tek haneli Tük köyü Hasanlı varlığını sürdürüyormuş. Bu bana “Bir Türk Dünyaya Bedeldir.” Sözünü hatırlattı. Gölün karşı tarafı Yunanistan oluyormuş, Selanik’in hemen üst tarafında bulunduğumuzu söylediler. Evin hanımı ve kızları çiğ börekle buz gibi ayran ikram ederek hizmette asla kusur etmediler. Çalıklı’ya dönüşle birlikte Üsküp Büyükelçimiz Sayın Mehmet Taşer Beyefendi Makedon Kültür Bakan yardımcısı Hanımefendi ve Edirne Belediye Başkanı Sayın Cengiz Varnatopu ve diğer misafirler ile selamlaşıp tanışarak festival alanındaki yerimizi aldık. Tören alanı tıklım tıklım idi. Makedonya’nın her tarafından Türk’ü, Arnavut’u, Makedon’u, Boşak’ı Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi ve Pomak’ı tören alanındaki yerlerini almışlardı. Meselelerin üzerine birlik içinde gidilmesi, benlik davası güdülmemesi, düşmanların oyununa gelinmemesi gibi birlik ve beraberlik mesajlarının verildiği anlamlı konuşmalarla tören başladı. Bu festival komünizmin yok edemediği milli ve manevi değerlerle, her toplumun kendi kültürünü yaşatmasının en bariz örneğiydi. Tören bitimi ile birlikte Vardar ırmağı kıyısında bulunan Gevgeli kasabasına hareket ettik. Otelimiz ırmak kenarında yemyeşil ağaçlar arasında bulunmaktaydı. Yemekten sonra değişik ülkelerden gelen yazar ve şair arkadaşlar Sayın Doç. Dr. Hayati Yavuzer Bey’in yönetiminde şiirlerinden örnekler sundular. Böyle bir ülkede benim okuyabileceğim şiir tabi ki “Tuna” oldu. Büyük bir alkış tufanı arasında yerime oturduğumda orta aşlarda bir hanımefendi yanıma gelerek Romanya Türklerinden olduğunu ve Romanya’ da “Tuna Mektupları” adlı bir dergi yayınladıklarını bu şiiri dergide yayınlamak istediği söyledi. Şiir kitabım, Gülten Abdula Hanımefendiye memnuniyetle imzalayarak verdim. O gece rahat bir uykudan, sanki Vardar ırmağı kıyısında at koşturan yiğitlerin nal sesler ile uyandım. Otelden yöreye has kuşburnu çayı, peynir ve reçelle kahvaltı yaptıktan sonra Çalıklı’ya hareket ettik. Tören alanında ülkenin her tarafından yarışma için gelen folklor ekiplerinin kıyasıya mücadelesi vardı. Folklor yarışmasından sonra bu festival kapsamına ilk defa düzenlenen uluslar arası şiir yarışması sonuçları açıklandı. Ödülünü almak içi sahneye davet edilen Türkiye’den tek kişi bendim Benden hemen sonra Makedonya’da yaşayan Türk şairlerden Sayın Avni Engüllü Beyefendi ve diğer genç şair arkadaşlarla ödüllerimizi Dr. Şenol Tahir ve Doç. Dr. Hayati Yavuzer Beyefendilerden aldık. Sahnede ilk şiiri ben okudum. Tabi ki bu ödül alan “Kesme Yollarımı Allah Aşkına” adlı şiirim idi. Sonra genç Türk şair kardeşlerimiz şiirlerini okudular. Onları büyük bir coşku ile alkışladık. Onların teşvik edilmesi ve özendirilmesi önemli idi. Yahya Kemal’in torunları olan bu genç şair kardeşlerimizin daha nice başarılarını görmek istiyorduk. Bizim ödül töreninden sonra folklor yarışması sonuçları açıklandı. Ödüle layık görülenler alkışlar arasında ödüllerini aldılar. Sıra Türkiye’den konser vermek için gelen Türk Halk Müziği sanatçılarındaydı. Kültür Bakanlığı Türk Halk Müziği sanatçısı bayan kardeşlerimiz festival alanını Anadolu ve Rumeli türküleri ile inlettiler. Sağanak yağmura rağmen festival alanındaki herkes sanatçılara büyük bir coşku ile eşlik ediyorlardı. O günün akşamını otelimizde yemek ve sohbetle tamamladık. Pazartesi sabahı Hayati Bey ve Bulgaristan Şumnu Üniversitesi’nden Haşim Akif Beyle beraber Üsküp’e vardığımızda ölen olmuştu ve Üsküp çok sıcak idi. Hayati Bey yazın sıcaklık ortalamasının kırk derece olduğunu söylediğinde şaşırdık. Haşim Akif’i Bulgaristan’a gideceği için otogardan bırakarak, Hayati Beyle dönüş biletimi almak için eski otogara gittik. Taksi şoförümüz Arnavut’tu, taksinin teybine bir İbrahim Tatlıses bandı koyunca ortak yönlerimizin birinin de türkülerimiz olduğunu anladık. Bilet işini hallettikten sonra Hayati Bey üniversiteye ben ise İlhami Emin Beyle buluşmak için Fatuh Restorana hareket ettim. Üsküp çok sıcaktı ve başım dönüyordu. Lokantada pilav ve salata yedim. Lokantanın tam karşısındaki bitpazarına alışveriş yapmak için girdiğimde satıcıların “Haydi müşteri haydi! Ucuz” sesleri beni bir anda Maltepe pazarına götürdü. Döndüğümde İlhami Emin Bey ve oğlu beni bekliyorlardı. İlhami Bey “Haydi Ethem Bey, altı yüz yıllık tarihin ne kadarını üç dört saate sığdırabileceğiz bakalım.“ dedi. Önce 1. Sultan Murad Han’ın Uçbeyi Yiğit Beyin torunu İsa Bey Camii’ni (1392) ziyaret ettik. Camii bahçesindeki çınar ağacının gövdesi ve yüksekliği karşısında hayrete düştüm. Rivayete göre camii ile yaşıtmış. Yahya Kemal’in İlkokulu okuduğu Sultan Murad Camii ve yanındaki saat kulesi dimdik ayakta idiler. İlhami Emin Beyle önünde fotoğraf çektirdik. Oradan Yahya Kemal’in iki savaş arasında gelip yazılarını yazdığı ve kaldığı annesinin evini ziyarete 209 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi gittik. Ama evin kapısını açan olmadı. İlhami Emin Bey bu evin Üsküp Fatih Yiğit Paşa’nın torunlarından Kumbaracıbaşı ailesine ait olduğunu, Yahya Kemal ve Şarık Tara’nın annelerininde bu sülaleye mensup olduklarını söyledi. TAY Gezimizin kalan kısmını bu şehirde dimdik ayakta bulunan yirmi bir camiden bir kaçının ve bahçelerindeki şehitliklerin resmini çekmekle geçirdik. Özgürlüğü yedeğine almışta Otobüsümün hareke saatine doğru otogara geldiğimizde Üsküp Üniversitesi Türkoloji Bölümü öğrencilerinin kendi yayınladıkları “Köprü” dergisini getirdiklerini ve beni yolcu etmek istediklerini gördüm. Sevinmiştim. Otobüs, dostların el sallamaları arasında İstanbul’a hareket ettiğinde bir hoş olmuştum. Ne yalan söyleyeyim gözlerim doldu. Gönlüm Üsküp’te kaldı. Ak yelelerini savurup Bıraksak, Rüzgarıda önüne katacak. Sanki Kaf Dağı’na diz vuracak. Ecdadımın gözünde Silahıyla, avradıyla bir. Korkusuz bahadırlarla demir dağları aşıp Belli ki Hazar’da susuzluk atacak. Alparslan’ı Anadolu’ya taşıyan Mohaç ovası’na şimşek gibi dalıp Kişnemesiyle düşman çatlatan. Rumeli’de sultanını yalnız bırakmayıp Sultan Mehmet’le Fatih’leşen. Tırnağından sıçrattığı çamula Alim ile cahili kıyaslatan. Bozkırların Fırtınası Steplerin Yıldızı Atalarımın Akkızı Halık’ Burak’ı Türkmen’in Ahal Teke’si Köroğlu’nun Kırat’ı Erhasan’ın Akkuş’u Ne asmalı şadırvanın rüzgârı Ne de Yahya Kemal’in Şardağı Çalıklı’nın, Gökçeli’nin havası Gönlüm Üsküp’te kaldı. 210 Dadaloğlu’nun Yağız’ı Osman Gazi’nin Günışığı Ala Dağların Al Tay’ı Ankara, 2000 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Prof. Dr. Hatice Şahin Bursa Yerli Ağızları ve Bazı Arkaik Özellikleri Kaşgar’dan Endülüs’e Türk İslam Şehirleri Sempozyumları’nı ve bu kapsamlı projenin Bursa ayağını düzenleyen tüm ilgililere teşekkür ve başarı dileklerimi sunarak sözlerime başlamak istiyorum. İnsanlığın tüm dönemlerinde şehirleri, devletleri kuranların en önemli birleştiricisi olan unsur, dildir. Diller, hem insan yığınlarını bir araya getirir, birleştirir hem de onların kültürlerinin aynası görevini görür. Dolayısıyla herhangi bir toplumla ilgili yapılacak bir çalışmada o toplumun dilinin ihmal edilmesi söz konusu bile olamaz. Bu nedenle biz, Bursa’yı ve değerlerini ortaya koyan bu projeye Bursa halkının konuştuğu dil üzerinde bazı tespitlerimizi sizlerle paylaşarak bir katkıda bulunmayı amaçladık. Bursa; yerlisiyle, göçmeniyle Türk dünyasının önemli bir kısmının mozaiği olan bir şehirdir. Bursa’da, Bursa’nın kültüründe ve halkında; Osmanlı Beyliği’ni, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu, Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflamasını, göçleri, düşman işgalini, Kurtuluş Savaşını, Atatürk’ü, Türkiye Cumhuriyeti’ni rahatlıkla gözlemleyebilmek mümkündür. Bir başka deyişle Bursa, araştırmacılar için eşi bulunmaz bölgelerden biridir. Bursa, tarihi açısından son derece eski bir medeniyet merkezidir. M.Ö. IV. yüzyılda kurulmuş bulunan Bitinya İmparatorluğu’na bağlı topraklarda bulunan Bursa’da Türklerden önce Hıristiyan nüfusun yerleşik olduğu bilinmektedir. Türklerin ilk defa 1080 yılında Bursa İznik bölgesine geldiği bilinse de asıl fetih ve yerleşme tarihi olarak 1325 yılı gösterilmektedir. Osmanlı Beyliği döneminde bir Türk yurdu haline gelen bölge o dönemden bu yana Türk kültürünü yaşatan, bugüne taşıyan temel unsurlardan biri olmuştur.1 Bursa’da resmi kayıtlara göre yaklaşık 690 köy bulunmaktadır. Bu köylerin çok büyük bir kısmı yukarıda sözünü ettiğimiz dönemlerde bölgeye yerleşen ve o dönemden bu yana Bursa’da yaşayan Türklerin kurmuş olduğu köylerdir. 18. yüzyıldan itibaren ortaya çıkan çeşitli göç dalgaları sonucunda şehirde yaklaşık 185 göçmen köyü kurulmuştur. 2 Bu köylerin yüzden fazlası Rumeli, 30’u Batum göçmenlerinin, 10’u Çerkezlerin, 7’si Tatarların, bunun dışında birer ikişer olmak üzere Abazaların, Boşnakla1 Mustafa Cemiloğlu, Bursa Dağ Köylerinde Türkmen Kültürü, Uludağ Üniversitesi Yayınları, Bursa, 2002, s.9. 2 Muammer Demirel, “XIX. Yüzyılda Bursa’da Göçmen İskânı”, Bursa’nın Zenginliği Göçmenler, Osmangazi Belediyesi Yayınları, Aralık 2008, Bursa, s. 45-48. 211 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Resim 1:Mustafakemalpaşa-Kösehoroz Köyü’nde köy konağında saklanan ve ne zamandan kaldığı bilinmeyen bir bayrak. rın, Dağıstanlıların yerleşmiş olduğu köylerdir. 3 Bursa ili genelinde Kafkas ve Rumeli göçmenleriyle az sayıda olan Tatar göçmenlerinin merkez başta olmak üzere Karacabey, Mustafakemalpaşa, Gemlik, Yenişehir, İznik, Orhangazi ve İnegöl ilçelerinde yerleşmiş oldukları görülmektedir. Göçmen iskanından neredeyse hiç etkilenmeyen ilçeler bugünkü adıyla Harmancık, Büyükorhan, Orhaneli ve Keles ilçeleridir. Orhaneli ilçesinde Çanak ve Osmaniye adında iki köye Batum göçmenlerinin yerleştirilmiş olduğuna dair bilgiler bulunsa4 da göçmenlerden uzak kaldığı düşünülecek olan ilçeler bunlardır. 3 Süleyman Eroğlu, Şükrü Baştürk, Mustafa Uluocak, Hatice Şahin, “Bursa Yerli Ağızlarının Genel Özellikleri”, Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 4/8 Fall 2009, s.2048 4 Muammer Demirel, “XIX. Yüzyılda Bursa’da Göçmen İskânı”, Bursa’nın Zenginliği Göçmenler, Osmangazi Belediyesi Yayınları, Aralık 2008, Bursa, s. 45-48. 212 Türk dili, tarih boyunca farklı coğrafyalarda, farklı tarihi ve sosyal şartlar altında, farklı kültür daireleri içinde kendi temel niteliklerini hiç kaybetmeden değişme ve gelişmelerle günümüze kadar gelmiştir. Türk dilinin Güneybatı grubunda yer alan ve Oğuz-Türkmen etnik grubuna dayanan Türkiye Türkçesinin diğer yazı dillerinde olduğu gibi bir yazı dili bir de yazı dilinden ayrı konuşma dili olarak kullanılan ağızları mevcuttur. 5 1071 Malazgirt zaferinden sonra Anadolu’ya akın akın gelen 24 Oğuz boyundan en az 23’ünün Anadolu’nun muhtelif yerlerinde yurt tuttukları, bugün Anadolu ağızlarında görülen farklı fonetik özelliklerin, bu boyların ağız özelliklerinden kaynaklandığı bilinmektedir. 5 Zeynep Korkmaz, Türk Dilinin Eski Kültür Mirasının Anadolu Ağızlarındaki Devamı, TDAY Belleten, 1999, I-II, s. 159 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Resim 3: Abdul Yavaş, İhsaniye-İznik Anadolu ağızlarında görülen fonetik ve morfolojik özelliklerine göre, Anadolu’ya gelip yerleşmiş (yerleşik veya konar-göçer) olduklarını tespit edebildiğimiz Türk kavimleri ve boyları şunlardır: 1- Kıpçak Türkleri (Anadolu’nun fethinden önce ve sonra) 2- Oğuz Türkleri ( 24 Oğuz boyundan en az 23’ü) 3- Doğu Türkçesi konuşan Orta Asya Türkleri (Özbekler, Kırgızlar, Kazaklar, Türkmenler vb.) 4- Kuzey Türkleri (Kazan ve Mişer Türkleri) 5- Azeri Türkleri 6- Kuzey Kafkasya Türkleri (Karaçay-Malkar Türkleri) 6- Öteki Türk boylarından bazıları6 tirdiği birçok dil özelliğini, söz varlığını korumayı başarmış, dilin kendine özgü işleyiş sistemini devam ettirebilmiş, yeri geldiğinde çeşitli nedenlerle türetme ve yeni kavramları karşılama konusunda tıkanan yazı diline dil devriminde olduğu gibi destek vermiştir. Anadolu ağızları, yazı dilinin bağlayıcı etkilerinden uzak kaldığı için Türk boylarının Orta Asya’dan ge- Ağızlar açısından bakıldığında da Bursa, tam bir dil laboratuarı görüntüsünü vermektedir. Anadolu ağızlarının, Türk dilinin kültür mirasını günümüze taşıması ve yaşatması açısından da büyük önem taşıdığı dikkate alındığında Bursa ağızlarının Orta Asya’da kullanılan dile ait önemli özellikleri günümüze kadar korumayı ve yaşatmayı başarabildiği görülmektedir. 6 Tuncer Gülensoy, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Ağızları Üzerine Düşünceler, Boğaziçi İlmi Araştırmalar Serisi: 12, Ankara, 1993, s.8-9 Bursa ağızlarının Türk dilinin eski özelliklerini ve kültür mirasını koruduğu örnekler şu şekilde ifade 213 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi edilebilir. Ancak bu konuya geçmeden önce özelikle belirtilmesi gereken önemli bir nokta ise çok uzun bir süreden bu yana katmanlar halinde göç alan Bursa’nın yerli ve göçmen halklarının bir arada yaşamış olmalarına rağmen kendilerine ait dil ve kültür malzemelerine sahip kalmayı başarmış olmalarıdır. Fonetik Özellikler: 1- Bugün Türkiye Türkçesinde ve bazı Anadolu ağızlarında kullanımdan düşen asli ünlü uzunlukları, Bursa ağızlarında varlığını canlı ve işlek bir biçimde devam ettirmektedir. bĀyüdü (Büyükorhan-Armutçuk), Yētmiş sekiz (Yenişehir-Karaköy), dūyuşumuz (YenişehirKaraköy), sōkmuş (Yenişehir-Karaköy), kēsdi (Yenişehir-Barçın), ÚízlÀ (Orhangazi-Paşapınar), kūyardık (İznik-İhsaniye), yĀrük kövü (OrhaneliKaraoğlan), yÀpılmış (Yıldırım-Hamamlıkızık) , yētmişli (Gürsu-Kazıklı), çēlik oyunu (BüyükorhanBalaban), ēskiden (Yıldırım-Cumalıkızık), yēriz (Mudanya-Çamlık), gēlmez (Mudanya-Çepni), ēt (Büyükorhan-Armutçuk), dĀner, sÀçar (Büyükorhan-Bayındır), Àltmış (BüyükorhanKuşlar) gibi. 2- Türkiye Türkçesi yazı dili, asli ünlü uzunluklarını kısaltmış olsa da birçoğu çok eski dönemlerde dilimize girmiş alıntı kelimelerdeki uzun ünlüleri koruma yoluna gitmiştir. Anadolu ağızlarının önemli bir kısmında bu alıntı kelimelerdeki ünlü uzunlukları da kısaltılmış, Bursa’nın da içinde bulunduğu Batı Grubu ağızlarında ise bu uzun ünlüler korunmuştur.7 HavÀ (Harmancık-Akpınar), DίvÀ (HarmancıkYeşilyurt), cenÀze (Harmancık-Dutluca), hÀne (Harmancık-Dutluca), meselÀkin (HarmancıkDutluca), nÀhiye (Harmancık-Akalan), iptÀl oldu (Yıldırım-Hamamlıkızık), nÀmımıza (BüyükorhanBalaban), iskÀn (Kemalpaşa-Körekem), rivÀyete (Yıldırım-Cumalıkızık), hÀlÀ (Büyükorhan-Perçin), işÀret (Gemlik-Küçükkumla), mesΠlÀ (KelesDağdibi), lÀzım (Karacabey-Ekmekçi), sÀyibinden (sahibinden) (Yenişehir-Karacaali) gibi. 7 Leyla Karahan, Anadolu Ağızlarının Sınıflandırılması, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1996, s.2. 214 3- Batı grubu ağızları için geçerli olan baskın ilerleyici benzeşme temayülü Bursa ağzında da kendini açıkça göstermektedir. Yazı dilinde –ki, -ken, gibi tek şekilli olan ekler çok şekillidir. Úarışdırıkana (Harmancık-Akalan), gidēkene (HarmancıkKozluca), ufakkan (Büyükorhan-Armutçuk), yatırıka<yatırırken (Keles-Belenören), ί zamankı (Orhangazi-Akarım), üç yaşındakan<yaşındayken (Orhaneli-Karaoğlan), yōnan ÚaçÀkan (YıldırımHamamlıkızık), yapdırırkan (BüyükorhanBalaban), bÀşımızdakına (Orhangazi-Heceler), ufakkan (Büyükorhan-Armutçuk), çocūkandan (Büyükorhan-Perçin) Bursa ağızlarında dilimize Farsçadan geçmiş bağımsız bir kelime olan ve ayrı yazılan ki bağlacı bile uyuma uygun biçimde kullanılmaktadır. Bilmeyon ku (Keles-Belenören), zētin yoktu ku (OrhangaziAkarım), nōlu ku < ne olur ki (Orhangazi-Üreğil), görmüyoduk ku (Orhangazi-Akarım), diyoku (Yıldırım-Hamamlıkızık), Úomoyokun (koymuyorki) (Keles-Belenören), Àz zaman olmadıkın (olmadı ki) (Kemalpaşa-Körekem), deyoku (YıldırımCumalıkızık), bilmĆyonÚu (Büyükorhan-Heceler) gibi. 4. Eski Anadolu Türkçesine kadar yazı dilinde görülen (ñ) nazal n sesi, Bursa ağızlarında yaygın bir biçimde kullanılmaktadır. çamır yapÀsıñ ίnu bĀle yulaklÀsıñ (YenişehirBarçın), Úalanıñ alayı kövüñ dışÀdan (YenişehirBarçın), yēñilirdi (Orhangazi-Paşapınar), baña (İznik-İhsaniye, Büyükorhan-Kınık), sayılırsıñ (Orhaneli-Karaoğlan), gitsiñ kömür kesilsiñ (Orhaneli-Gümüşpınar), ne duruyoñuz (Yıldırım -Hamamlıkızık), ίrdan dönēsiñ (GürsuKazıklı), buñnarın (Büyükorhan-Balaban), yalıñız (Büyükorhan-Bayındır), doñuz (Keles-Belenören), buña (Kemalpaşa-Bükköy), öñ (KemalpaşaÇakallar), öñüne (Yıldırım-Fidyekızık), yapıyoñ (Gürsu-Kazıklı), baña (Mudanya-Çepni), buñnarın (Büyükorhan-Balaban), yalıñız (BüyükorhanBayındır, Kestel-Derekızık), isminiñ (BüyükorhanBayındır), öñüñde (Büyükorhan-Bayındır), diyoñ (diyorsun) (Büyükorhan-Kuşlar) Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Morfolojik Özellikler: Fiil çekiminde birinci teklik kişilerin –In kişi ekiyle çekimlenmesi Bursa ağızlarında da son derece yaygındır. BÀlbandayın: Balabandanım (BüyükorhanBalaban), çalışırın (Büyükorhan-Kınık), kĀvdēyin (Büyükorhan-Kuşlar), Úatarın (BüyükorhanZaferiye), bilmōdun: bilmiyordum (Keles-Dağdibi), doumnuyuñ: doğumluyum (Kemalpaşa-Bükköy), Úōyon: koyuyorum (Kemalpaşa-Karacalar), düşünyon: düşünüyorum (Yıldırım-Fidyekızık), Àñladırın: anlatırım (Mudanya-Çepni) Úorkmeyon (Büyükorhan-Perçin), ne bilēn, bilemēyon (Büyükorhan-Kuşlar), bişiriyon (BüyükorhanYakuplar), Úorkmeyon, okuduruñ (BüyükorhanPerçin) gibi. Sözvarlığı açısından Anadolu ağızları, dil ve kültür koruyuculuğu konusunda çok ileri bir düzeyi temsil etmektedirler.8 Türk dilinin eski kelimelerini korumanın yanında Anadolu ağızları, yeni ve yabancı kelimelere karşılık bulma konusunda da son derece işlektir. Sadece Bursa ağzından derlenmiş metinlerde bile onlarca arkaik kelimenin işlek bir biçimde kullanıldığı tespit edilmiştir. Bu kelimelerden bazıları, bazı fonetik değişikliklerle günümüze kadar ulaşmıştır. Bük: Ova ve dere kıyılarındaki çalı ve diken topluluğu (Keles-Belenören), çıkı: Nişan bohçası (KelesDağdibi), göveri: Sebze (Büyükorhan-Zaferiye) dıgan: Yağ tavası (Büyükorhan-Zaferiye), çöpür: Yünün kirli ve çöplü yerleri (Orhaneli-Gümüşpınar), kirkit: (Halı, kilim dokumakta kullanılan ağaç ya da maden ağaç (Orhaneli-Gümüşpınar), yavan yaşık: Katıksız, yağsız, tad alma düşünülmeden, karın doyuracak kadar yemek için (Keles-Dedeler), gozak: İpek böceği kozası (Keles-Belenören), agrık: Hastalık (Keles-Dedeler), üvün-: Değirmende öğütül- (Keles- Belenören), kak : Meyve kurusu (KelesBelenören), avul: Bahçelerin etrafına ağaç ve ince dallardan yapılan çit, engel (Harmancık-Akpınar) , 8 Zeynep Korkmaz, Türk Dilinin Eski Kültür Mirasının Anadolu Ağızlarındaki Devamı, TDAY Belleten, 1999, I-II s. 166. alacık: Üzeri dal veya hasırla örtülen çoban evi, tarla, bostan, bağ kulübesi, çardak (Harmancık-Saçaklı), düvelek: Sığırları rahatsız eden bir çeşit sinek (Harmancık-Saçaklı), dombey: Manda (Orhaneligümüşpınar), mınamak: Madımak (KaracabeyDanişment), dinel-: Dikilmek (Karacabey-Doğla), terkeş: Ağacın içi oyularak yapılmış, taş atabilen oyuncak tüfek (Büyükorhan-Bayındır), dönder-: Döndür- (Keles-Belenören), yumulgaç: Saklambaç (Kemalpaşa-Çördük), becelleme: Buğday demetleriyle yapılan yığın (Gürsu-Kazıklı), muzudibi: Ispanak gibi yemeği yapılan ekşimsi bir ot (Gürsu-Kazıklı), yaylım: Otlak (Gürsu-Kazıklı), ïku-: Çağır-, davet et(Büyükorhan-Bayındır), sarka: Yelek (BüyükorhanKınık), yÀlık: Mendil, çevre, havlu (BüyükorhanKuşlar), sıvar-: Sula- (Büyükorhan-Zaferiye), çĆz-: Direzi adı verilen iplikleri tezgâha dikine, sıra sıra germek (Büyükorhan-Zaferiye), közülē: Dokuma aletiyle iplikleri çaprazlama yapmak (BüyükorhanZaferiye), söven: Galeş adlı oyunda çam ağacının üzerine konduğu kazık (Büyükorhan-Bayındır), düz-: Bir sanatla ilgili agıtları tamamlamak, düzene koymak (Büyükorhan-Bayındır), danışık: Düğün yapacak olan kişinin danışmak için komşularını davet ettiği toplantı (Büyükorhan-Kuşlar). Bazı kelimeler, Bursa dışındaki Anadolu ağızlarında tespit edilmemiş, ya da Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğünde sabitlenmemiştir: ayıtla- Ayıkla(Keles-Belenören), kökle-: Köklerinden koparmak (Keles-Belenören). Bazı kelimeler ise diğer ağızlardan farklı anlamda Bursa ağızlarında kullanılmıştır; kadınların elbise üstüne giydikleri siyah giysinin kumaşı için kullandıkları gıvrak ( Keles-Belenören), at eyeri anlamında örme (Harmancık-Saçaklı), elde edilen ürün anlamında vergi (Kestel-Derekızık). Hayvan dürtmeye yarayan ucu bizli değnek anlamındaki övendire kelimesi Bursa ağızlarında hem övendire hem de ögendire biçiminde geçmektedir. Bursa ağızlarında diğer Anadolu ağızlarında olduğu gibi özellikle çocuk oyunlarıyla ilgili dikkate değer sayıda sayıda söz varlığı mevcuttur. Cungur- 215 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi gaç: Yere çakılmış bir kazık üzerine telefon direği kalınlığında ortasından yarısına kadar delinerek koyulan bir bir çam ağacından yapılmış oyun aracı. Karın bölgesi yüksekliğindeki bu ağacın iki tarafına kişiler karınlarını koyup ağacı döndürürler ve kızlı erkekli bayramlarda bu oyun oynanırmış (Keles-Belenören), sırambaltümecė: Bir çeşit çocuk oyunu (Keles-Belenören), urgan: İp çekme oyununun diğer adıdır (Kemalpaşa-Körekem), lōplik: Bir çocuk oyununun adı (Kemalpaşa-Körekem), kelemen kÀşdan: Bir çocuk oyununun adı (KemalpaşaKörekem), hüt: Bir çocuk oyununun adı (YıldırımCumalıkızık) kìlmecě: Bir çocuk oyunu adı (Kemalpaşa-Körekem) Söz varlığına ait unsurlar, şüphesiz yöre halkının günlük yaşamı ve kültürüyle ilgili de çok önemli ipuçları verir. Bursa’da yetiştirilen meyve ve sebzelerle ilgili isimlendirmeler, Bursa’ya ait, standart Türkçeden ayrılan bir çok unsura dikkat çekmektedir. Kütürdeyik: Bir çeşit kırmızı kiraz (KelesUzunöz), erekeme: Aşısız meyve ağacı, yabani kestane (Yıldırım -Fidyekızık) Deñişik: Komşuların ücret almadan birbirlerinin işlerini yapmaları veya hasta, düşkün komşuların işini yapma (Keles-Uzunöz), enibeni ol-: Çok şaşırmak, ne yapacağını bilememek (Keles-Belenören), harcurba: Gelinlerin giydiği bindallıya benzer bir çeşit elbise (Keles-Dağdibi) gibi. Sonuç olarak; Bursa çok eski dönemlerden bu yana medeniyet merkezi olmuş, tarihinin çok önemli bir kısmında ise Türk yurdu olma özelliğini korumuştur. Bursa’ya yerleşmiş, yerleştirilmiş Türklerin en kaba hesapla 700 yıldır Orta Asya’dan getirdikleri temel kültür ve dil özelliklerini korudukları bugün yapılan araştırmalarda bile gözlemlenmektedir. Kılık kıyafette, inançlarda, düğün ve cenaze törenlerinde, türkülerde, efsanelerde ve son olarak da dillerinde, söz dağarcıklarında eskiyi ve bugünü gözlemlemek mümkündür. Bursa, bünyesinde yüzyıllardır yaşattığı ağızlarında fonetik, morfolojik, semantik ve leksikolojik un- 216 surlarla Eski Türkçeden çok sayıda özelliği bugüne kadar taşıyabilmiştir. Oğuz boylarının dışında Oğuzlarla beraber ya da daha sonraki dönemlerde Bursa’ya gelen diğer Türk boyları, çok yakın ilişki içinde olmalarına rağmen kendi dillerine ait bazı temel özellikleri korumayı başarmışlardır. Bu durum bize Türk insanının kendi diline ve kültür değerlerine sahip çıktığını göstermesi açısından da son derece önemlidir. Türklerin dili ve kültürü, yüzyıllar sonra bile kendini açıkça gösteren ortak unsurların belirlenmesi ve sabitlenebilmesi açısından günümüzde dil ve kültür araştırmalarının Anadolu ağızları üzerinde yoğunlaştırılmasının çok doğru bir hareket olacağı da açıkça kendini göstermektedir. KAYNAKÇA Leyla Karahan, Anadolu Ağızlarının Sınıflandırılması, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1996. Muammer Demirel, “XIX. Yüzyılda Bursa’da Göçmen İskânı”, Bursa’nın Zenginliği Göçmenler, Osmangazi Belediyesi Yayınları, Aralık 2008, Bursa. Mustafa Cemiloğlu, Bursa Dağ Köylerinde Türkmen Kültürü, Uludağ Üniversitesi Yayınları, Bursa, 2002. Mustafa Uluocak, Şükrü Baştürk, Süleyman Eroğlu, Hatice Şahin, “Bursa Yerli Ağızlarında ç>ş Değişimine Dair Bazı Gözlemler” , Turkish Studies International Periodical For The Languages, Literature And History Of Turkish Or Turkic Volume 5/1 Winter 2010 Süleyman Eroğlu, Şükrü Baştürk, Mustafa Uluocak, Hatice Şahin, “Bursa Yerli Ağızlarının Genel Özellikleri”, Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 4/8 Fall 2009. Tuncer Gülensoy, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Ağızları Üzerine Düşünceler, Boğaziçi İlmi Araştırmalar Serisi: 12, Ankara, 1993. Zeynep Korkmaz, “Türk Dilinin Eski Kültür Mirasının Anadolu Ağızlarındaki Devamı”, TDAY Belleten, Ankara, 1999. Zeynep Korkmaz, “Anadolu Ağızlarının Etnik Yapı ile İlişkisi Sorunu”, Türk Dili Üzerine Araştırmalar, C. II, TDK Yayınları, Ankara, 2005. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Dr. Selami Sönmez Türk Eğitim Tarihinde Bursa ”Bana göre Türklerin Talim ve Terbiye Sistemi, siyasetlerinin başlıca dayanak noktalarından ve imparatorluklarını ayakta tutan en mühim unsurlardan biridir. Bu sistemde ne zenginlik, ne doğuştan üstün sınıfta bulunmak, ne dalkavukluk geçerli değildir. Fazilet, ihtiyat, çalışkanlık ve disiplin geçerlidir.” Lord Paul Ricaut GİRİŞ “Dünya Tarihinden Türklerin tarihini çıkardığınızda geriye pek bir şey kalmaz. “Bir Fransız tarihçi “Dünya Tarihi Türklerin tarihi anlaşılmadan anlaşılmaz” der. Bir diğer tarihçi de “Osmanlı Türklerini ancak Hun Türkleriyle kıyas edebilirsiniz” der. Bir Batılıya göre: Osmanlı akıl ve insan işi değildir. O akılla mantıkla izah edilemez ve anlatılamaz. Ona ancak inanabilir veya inanmayabilirsiniz”. Türklerin Tarihini anlamak için Hunların ve Osmanlıların tarihini bilmek gereği ne ise, Osmanlıyı anlamak için Bursa’nın ne olduğunun bilinmesi gereği odur. Kısaca Bursa’yı bilmeden Osmanlıyı, Osmanlıyı bilmeden tarihimizi, tarihimizi bilmeden kendimizi bilemeyiz. Nitekim Macar tarihçi Gyula Nemeth “Bütün diğer millet kalkınmak ve medenileşmek için mazilerinden uzaklaşmak, Türkleri ise aynı şey için mazilerine dönmek zorundadırlar” demektedir. Bir medeniyetin izleri şehirlerinde gizlidir. Osmanlı Medeniyetinin tohumları toprağa Bilecik, Karacaşehir ve Yenişehir’de serpilmiş, dallanıp budaklanması, meyvelerini vermeye başlaması İznik ve Bursa’da olmuştur. Hatta ilk Osmanlı Medresesi’nin yapıldığı İznik Bursa’nın, Bursa’da İstanbul’un çekirdeği olmuştur. Gerçekten de İstanbul Bursa modeline göre şekillenmiştir. Mesela ilk kilisenin Cami ve Medreseyle çevrilmesi İznik’te olmuş gelenek Bursa ve İstanbul ile devam etmiştir. Bunun en karakteristik örneği Ayasofya’dır. İstanbul fethedilinceye kadar Bursa Osmanlı’ların birinci derecedeki ehemmiyetini muhafaza etmiş, nitekim İstanbul’un fethinden önce vefat eden padişahların hepsi ve hayli zaman sonra ölen şehzadeler hep Bursa’ya gömülmüşlerdir.1 Bursa, tamamı Osmanlı Dönemine ait 18 hükümdar, 17 paşa, 15 bey, 8 1 Dağlıoğlu, Hikmet Turhan, Onaltıncı Asırda Bursa, Vilayet Matb. Bursa – 1940, s. 4. 217 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi hace, 3 molla 13 veled, 11 şeyh ve 202 cami ve mescid2, 50’nin üzerinde medrese ile İstanbul’dan sonra en büyük kültür ve medeniyet merkezidir. Bir Bursa ziyaretinden sonra bir yabancı diplomatın “Türkiye’ye gelipte Bursa’yı ve Uludağı, görmemek, onu tanımamak insanın ömrü boyunca büyük bir mahrumiyet ve eksikliktir”3 demesi de gerçeğin bir başka ifadesidir. Biz bu müstesna şehrimizin Türk Eğitim Tarihindeki yer, önem ve imkânlarından bahsedeceğiz. Çalışmamızı da Osmanlı Dönemi ile sınırlandıracağız. I. EĞİTİM KURUMLARI Eğitim Bilimde eğitim kurumlarını örgün (formal) yaygın (informal) şeklinde ikiyi ayırmak köklü bir gelenektir. Biz bu iki kurumu aşağıdaki başlıklar halinde tanıtarak Bursa’nın Türk Eğitim tarihindeki yer ve önemini aydınlatmaya çalışacağız. I. I. Örgün (Formal) Eğitim Kurumları Önceden seçilmiş belirli bilgilerin, belirli amaçlar doğrultusunda, belirli metodlar ile belirli yaştaki öğrenciye, belirli zaman ve mekânlarda, belirli eğitmen öğretmen ve uzmanlar tarafından verilen eğitime örgün eğitim denir. Eğitimin bu şeklini veren kurum OKUL’dur. Bursa’da Osmanlı Dönemine ait iki tip örgün eğitim kurumundan bahsedilir. Bunlar mektepler ve medreselerdir. I. I. I. Mektepler (Muallimhaneler) İslam coğrafyasının her bölgesinde, Selçuklularda ve Osmanlılarda, köy ve şehirlerde hemen her mahallede bulunan son derece yaygın okullardır.4 Kaynaklarda ve halk ağzında; darüttalim, mualihane, mahalle mektebi, sıbya mektebi, mektephane, darulilim, küttab adlarıyla geçmektedir. “Günümüzün ilköğretim kullarının büyük ölçüde birinci kademesine denk düşen mektepler, Osmanlılarda ilk kez Bursa’da kurulmaya başladı”5 medreselerin bir 2 Koyunluoğlu, A. Memduh Turgut, İznik ve Bursa Tarihi, Vilayet Matb. Bursa – 1935, s. 187. 3 Dağlıoğlu, Hikmet Turhan, A.g.e., s. 3. 4 Akyüz, Yahya, Türk Eğitim Tarihi, Pegem yayınları, ank. 2008, s. 88. 218 alt basamağını mektepler oluştururdu. Bursa’da mektep olarak kullanılan müstakil binalara ait standart bir mimari tespit edilememiştir. Çoğu kez camiye bitişik, bazen caminin bir köşesinde, 5 – 6 yaşlarındaki çocukların karma olarak devam edip, Kuran okuma, basit hesap, yazma, temel akaid, adab – ı muaşeret vb. öğrendikleri okullardır.6 Dersler medreseye ve yetişkin hayatına hazırlığa yöneliktir. Çünkü mektebin hocasının bilgi düzeyi sınırlıdır. Fakat bu okulların sırrı 3 ile10 yaşları arasındaki kız – erkek çeşitli etnik ve itikadi ve sosyal grup, sınıf ve tabakalara mensup Osmanlı çocuklarının sosyal entegrasyonlarının temellerinin atıldığı kurumlar oluşlarıdır. 3 ile 5 yaşlarındaki bir Osmanlı erkek çocuğu için “Mektebe başlamak sünnet kadar önemliydi. Hatta okula başlamak ilk mürüvet, sünnet olmak ikinci mürüvvet olarak görülürdü7. “Amin Alayı” köklü bir gelenekti.8 Çocuk için okula, okumaya öğrenmeye, ilme yönelik arzunun uyandırılması ve motivasyonu adına başlı başına bir araştırma konusudur.9 Bursa’da Osmanlı Döneminin ilk üç yüz yıl içinde 150 civarında mektep kurulmuştur.10 Bu durum hemen bir mahallede en az bir muallimhanenin mevcudiyeti anlamına gelmektedir. Zira 1935 yılında yapılan bir araştırmada Bursa da 109 mahalle tespit edilmiştir.11 Bursa’da en sağlam muallimhane Kamberler Camisinin yanındaki12 olmakla beraber tespit edebildiğimiz karakteristik bazı muallimhaneler şunlardır: Demirli Mektep Eski Darphane(Muallimhane) Hacı Budak Muallimhanesi 5 Hızlı, Mefail, Osmanlı Çocuklarında Mektep Kültürü, B. Bursa Halk Kültürü Sempozyumu, UÜ. Kültür Sanat Kurulu Yayınları, C.1, Bursa – 2005, s. 117 – 130 (118). 6 Ergin, Osman, Türkiye Maarif Tarihi, C. 1 – 2, İst., 1977, s. 92 – 96. 7 Hızlı, Mefail, A.g.m., s. 128. 8 Akyüz, Yahya, A.g.e., s. 89. 9 İbidem. 10 Koyunluoğlu, A. Mehduh Turgut, İznik ve Bursa Tarihi, Vilayet matb. Bursa – 1935, s. 187. 11 İbidem. 12 Hızlı, Mefail, A.g.m., s. 118. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Hüsameddin Muallimhanesi • İlk medrese, Orhan Bey zamanında İznik’de 1330 tarihinde kurulmuştur. İlk müderrisliğe de, müderris Kayserili Davud ta’yin olunmuştur. • Bundan sonra Bursa’da alfabetik sırayla şu medreseleri görürüz: • Ahmet Paşayi fenari medresesi: Bursa • Ali Paşa Medresesi: Bursa • Bayezid Paşa Medresesi: Bursa • Başçı İbrahim Medresesi: Bursa • Çendik Medresesi: Bursa • Çoban Bey Medresesi: Bursa • Darülhadis Medresesi: Bursa • Esediyye (Musallâ) Medresesi: Bursa • Ebû İshak Medresesi: Bursa • Emir Sultan Medresesi: Bursa Kanberler Muallimhanesi Muhakeme Muallimhamesi Kirmasti (Kemalpaşa) Mektebi Pir Ahmed Muallimhanesi I. I. II. Medreseler Medresenin banisi Selçuklular, anavatanı İran’dır. Bir yükseköğretim kurumu olarak medrese hemen hemen bütün özellikleriyle Selçuklulardan Osmanlılara tevarüs etmiştir. İlk Osmanlı medresesi Orhan Bey tarafından 1330 yılında Orhaniye adıyla kurulmuş, ilk müderrisliğine Kayserili Davud adıyla meşhur alim tayin edilmiştir. İznik Orhaniye Medresesi ile başlayan Osmanlı medrese geleneği en yüce paye ve liyakate sahip Sultaniye Medresesi ile ulaşmıştır. • Fadıl Abdurrahman Efendi Medresesi: Bursa “Sultaniye Medresesi, bugün hâlen müze olan Yeşil Medresesi’dir. Bu Medrese’nin Müderrisliği’ne tayin olunabilmek için önce Edirne, İstanbul Müderrisi olmak, daha sonra da Mısır ve Mekke Kadılığı görevlerinde bulunmak gerekliydi. Sultaniye Medresesi’nden Fatih Devri’nin ve öncesinin en büyük ilim adamları yetişmiş ve yine orada hocalık yapmışlardır.”13 • Faik Bey Medresesi: Bursa • Fazlullah Paşa Medresesi: Bursa • Ferhadiye Medresesi: Bursa • Geyikli Medresesi: Bursa, Veliyeddin oğlu Ahmet Paşa Medresesi • Gazzaziye Medresesi: Bursa. Bursa’da Osmanlı Döneminin ilk 300 yılı içerisinde 50 medrese kurulmuştur.14 Bir kaynakta 1904 yılında Bursa’da 3315, 1950 yılı baskılı bir diğer kaynakta 37 medrese olduğu16 kaydedilmektedir. • Gül Çiçek Medresesi: Bursa • Gökdere Medresesi: Bursa • Hamidiye Medresesi: Bursa Bursa il ve ilçelerinde tespit edebildiğimiz 7’si darülhadis 4’ü darülkurra olmak üzere Osmanlı dönemine ait medreselerin listesi aşağıda sunulmuştur. • Hamzabey Medresesi: Bursa • Hançeriye Medresesi: Bursa • Hançerli Medresesi: Bursa • Hayrettin Paşa Darülhadisi: İznik • Hundi Hatun Medresesi: Bursa • Hoca Yakup Darülkurrası, Bursa – Yerkapı • Hedavendigâr Medresesi: Bursa • Hüseyin Çelebi Medresesi: Bursa 13 Kolukısa, Kenan. Cumhuriyetin 50. Yılında bursa, (Basımevi belli değil) Bursa – 1975, s. 134. 14 Hızlı, Mefail, A.g.m., s. 118. 15 Kolukısa, Kenan, A.g.e., s. 134. 16 Baykal, Kazım, Bursa ve Anıtları, Aysan Matb. Bursa – 1950, s. 5. 219 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi 220 • İkinci Murad Medresesi: Bursa • Molla Gürani Medresesi: Bursa • İbrahim Paşa Medresesi: (Mahkeme Me • Molla Hüsrev Medresesi: Bursa • resesi): Bursa • Molla Yegân Medresesi: Bursa • İmareti İsa Bey Medresesi: Bursa • Mollayı Cedid Medresesi: Bursa • İsa Bey Medresesi: Bursa • Muslahaddin Medresesi: Bursa • İvaz Paşa Medresesi: Bursa. • Müftü Ahmed Medresesi: Bursa • İshak Paşa Medresesi: İnegöl. • Nimetullah Medresesi: Bursa • Kadriye Medresesi: Bursa • • Kara Ali Medresesi: Bursa Orhaniye Medresesi: Bursa, Orhan Cami yanında yaptırılmıştır. • Kara Eyne Bey Medresesi: Bursa • Piri Peyker Cafer Çelebi Medresesi: Bursa • Kara Hasan Paşa Medresesi: Bursa • • Kara Mustafa Paşa Medresesi: Bursa • Karışdırın Süleyman Paşa Medresesi: Bursa İznik (Osmanlı) Medreseleri: Süleyman paşa medresesinin dışında 6 medresenin daha olduğu belirtilmektedir.17 Fakat onların adları belirlenememiştir. • Kasım Subaşı Medresesi (Kasım Paşa Medresesi): Bursa • Sırrafiye Medresesi: (Sarrafiye medresesi) Bursa • Soffu Sinan Medresesi: Bursa • Kaşıkcı Oğlu Medresesi: Bursa • Şucaiyye Medresesi: Bursa • Kaygan – Gökdere Medresesi: Bursa • Süleyman Paşa Medresesi: Yenişehir • Kaygan = Gökdere Medresesi: Bursa • Süleyman Paşa Medresesi: İznik • Köpekli Medresesi: Bursa • • Köseç Ali Paşa Medresesi: (Köse Ali) Medresesi: Bursa • Kurşunlu Oğlu Medresesi: Bursa Tıbbiye: Bursa “Osmanlı Türkleri Bursa’da ilk Türk Tıbbiyesini kurmuşlardır. Bu müesseseyi Ömer Şifai kurmuştur. Ömer Şifai hem tabip hem de ediptir. Pastörden evvel postörizeyi tıpda ve askerlikte ilk tatbik eden odur.18 • Lala Şahin Paşa Medresesi: Bursa • Vaizyye Medresesi: Bursa • Lalâ Şahin Paşa Medresesi (Kirmasti – Kemalpaşa) • Yeşil medresesi: (Sultaniye medresesi) Bursa • Yıldırım Medresesi: Bursa • Leysiye Medresesi; Bursa • Yiğiti Cedid Medresesi: Bursa • Lütfullah Çelebi Darûlhadisi – Bursa • Zeyniyye Medresesi: Bursa19 • Lâmii Çelebi Medresesi: Bursa • Ma’lül – Zade Medresesi: Bursa • Manastır Medresesi: Bursa • Mihalic Medresesi: Karacabey • Molla Çelebi Medresesi: Bursa • Molla Fenari Medresesi: Bursa 17 Bursa il yıllığı, 1973, s. 133. 18 Atlas, Musa. Bursa Kılavuzu, Cumhuriyet Matb. İst. 1944, s. 76. 19 Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devletinin ilmiye Teşkilatı, AKDTYK, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ank. 1984. Baltacı, Cahit. Osmanlı medreseleri, İrfan Matbaası, İst. 1976, Baykal, Kazım, Bursa ve Anıtları, Aysan Matb. İst. 1976, Baykal, Kazım. Bursa ve Anıtları, Aysan Matb. Bursa – 1950. Dağlıoğlu, Hikmet Turhan, Onaltıncı Asırda Bursa, Vilayet Matb. Bursa – 1940, Koyunluoğlu A. Memduh Turgut, İznik ve Bursa Tarihi, Vilayet Matb. Bursa – 1935. Ayverdi, Ekrem Hakkı, Osmanlı Mimarisinin ilk Devri, İst. 1966. Osmanlı mimarisinde Çelebi Mehmed ve II. Murad pevri, ist. 1972. Osmanlı mimarisinde Fatih Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi I. II. Yaygın (İnformal) Eğitim Kurumları Amaçları, metodları, muhtevası, öğrenci profili, yeri, zamanı, eğitim ve öğretim kadrosu kesin çizgileri ile belli olmayan, hayatın hemen bütün dönemleri için geçerli (Çocukluk – Gençlik – yetişkinlik vb.) olan eğitim biçimidir. Bu eğitim şekli aşağıdaki kurumlarca ve kurumlarda yapılır. I. II. I. Cami ve Mescitler Camiler ve mescidler İslam coğrafyasının bütün bölgelerinde, köyden kente son derece yaygın ibadethanelerdir. Müslümanların sadece ibadet için değil, çeşitli konularda iletişimlerini sağladıkları, birbirleri ile tanıştıkları, sosyalleştikleri, çeşitli dayanışmaların kararlarını aldıkları, dini, milli, tarihi ve coğrafi meselelere ilişkin uyarıldıkları, yabancılarını misafir ettikleri mekanlardır.20 Yukarıda saydıklarımızın yanında cami ve mescidlerin en önemli fonksiyonlarından biri belki de birincisi eğitimdir. Müslümanlar temel İslami akaidi, ibadet şekillerini, adab – ı muaşereti vaaz, hutbe ve vakit aralarındaki cami sohbetlerinde öğrenirler. Bu yönüyle camiler gerçekten birer yetişkin (halk) eğitim kurumudur. Orhan, Hüdavendiyar, Yıldırım, Muradiye ve Yeşil Camileri hem medrese hizmeti vermeye müsait bir mimari yapıya sahip olup, hem de şehre gelen alim, amir ve mutasavvıf türünden misafirler için devlet konukevi fonksiyonu da icra etmektedirler. I. II. II. Tekke ve Zaviyeler Osmanlılarda tekkeler, zaviveyler, dergahlar ve tarikatlar çok önemli yaygın eğitim kurumlarıdır. Bu kurumlar mensuplarına musiki, raks, beden, din ve ahlak eğitimi vermeyi ve onların entellektüalitelerini yükseltmeyi amaçlamaktadırlar.22 1950 yılı yayını bir kaynakta Bursa’da 44 tekkenin olduğu23 zaviyeler içinde ise en etkili ve kapasitesinin geniş oluşuyla meşhurun Emir Sultan zaviyesi olduğu söylenir. Emir Sultan “Caminin yanında zaviyesi, derviş hücreleri ile tam bir tarikat merkezine dönüştürülen külleyesi, tekke, imaret, türbe ile tamamlanmaktadır.24 Emir Sultan Külliyesinin dışında Osmanlılar dönemine ait ilk akla geliveren tekkeler arasında; Ahmet Gazzi Tekkesi İsmail Hakkı Tekkesi 1935 baskılı bir kaynakta Bursa’da 202 cami ve mescidin olduğu21 kaydedilmektedir. Bunlar arasında aşağıda sıralanan ilk yedi tanesi hem tarihi hem de kapasite açılarından tam birer halk eğitim merkezidir. Bunlar: Sadiye (Dondurma) Tekkesi Orhan Camii Zeyniler Tekkesi Ulu Camii Pınarbaşı (Tahtakale) Mevlevihanesi I. Murad Hüdavendigar Camii Tekke – i Kalender (Kalenderhane)25 Yıldırım Camii sayılabilir. Selami Tekkesi Seyyid Nazır Tekkesi Üftade Tekkesi Muradiye Camii Yeşil Camii Emir Sultan Camii vb’dir. Devri III. İst. 1973. Osmanlı mimarisinde Fatih Devri III. İst. 1973. Osmanlı Mimarisinde Fatih Devri VI. İst., 1974. 20 Sönmez, Selami, Anadolu’daki Selçuklular ve Beylikler Dönemi medreseleri, A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü – Yayınlanmamış Doktora Tezi – Erzurum, 1992, s. 79 – 80 21 Koyunoğlu, A., Memduh Turgut, a.g.e., s. 187. 22 Kara, Mustafa, Tekke ve Zaviyeler, Dergah Yayınları, İst., 1977, s. 7 – 34. Öztuna ,Yılmaz. Büyük Türkiye Tarihi,10.c. , Ötüken Yayınevi, İst. 1978, s. 365-375. Güner, Ahmet. Tarikatlar, Milliyet yayınları, ist. 1986, s. 38 – 44. Akyüz, Yahya, A.g.e., s. 108. 23 Baykal, Kazım, A.g.e., s. 5. 24 Tanman, M. Baha, “Emir Sultan Külliyesi”, TDVİA, c. XI, İst. 1995, s. 149, Baysun, M. Cavid, Emir Sultan’ın Hayatı ve Şahsiyeti, İ. Ü. Edebiyat Fakültesi Dergisi, C. 1, s. 1., Eylül 1949, s. 77 – 94, Öcalan, Hasan Basri, Bursa’da Tasavvuf Kültürü, Bursa – 2000, s. 91 – 98, köprülü, Fuad, Türk Edebiyatında ilk mutasavuflar, DİB. Yayınları, Ank., 1976, s. 264 – 265. 25 Baykal, Kazım, A.g.e., s. 59 – 74 – 82. 221 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Hemen bütün Osmanlı topraklarında rastlanabilen Yesevi, Mevlevi, Kadiri, Bektaşi tarikatları gibi Ömer Lütfü Barkan’ın Kolonizatör Türk Dervişleri dediği26 Abdalan – ı Rum, Bacıyan – ı Rum, Ahıyan – ı Rum gibi Anadolu ahilerinin de Bursa kültür hayatında yer bulmuş olması muhakkaktır. Hatta Osman Gazi’nin kayınpederi Seyih Edebali’nin bir Ahi Şeyh olduğunu Eskişehir’de teklikesinin bulunduğunu, kardeşi oğlu Ali Hasan’ın Bursa’nın fethinde kaleye ilk giren olduğunu biliyoruz.27 Çelebi, Molla Fenari, Üftade Hazretleri, İsmail Hakkı Bursavi, Karagöz ve Hacivat vb. şahsiyetlerin her biri tekke, zaviye, dergah hatta cami ve mescitleri kanallarıyla asırlardan beri Bursa insanını aydınlatmakta, tam bir üniversite görevi yürütmektedir.30 Biz onların tamamını değil, seçmede zorlansak da ilk 50’sini alfabetik olarak şöyle sıralayabiliriz. Abdüllâtif Ali Alâeddin Hatta Osman Bey’in silah arkadaşları, Orhan Gazi’nin kardeşi Alaaddin paşa bu teşkilata mensuptur. İlk hükümdarlar Bursa havalisinde Osmanlı Devletini tesis ve terakki ettirmede bu kuvvetli dini zümreyi büyük bir yardımcı olarak kullanmışlardır.28 Osmanlı Devletinin temellerinin atılışında bu teşkilatın önemli rolü olmuştur. Abdüllâziz Efendi Beliğ Afitâbî Ahmet Çelebi Ahmet Dai Divan sahibi Ahmet paşa Ali Çelebi Bestanî Âşık çelebi Akif Efendi Bakî Bey Cenanî Dede Çünki Dede Efendi Divan Sahibi Emîri I. II. III. Abide Şahsiyetler Enverî Eşref Bey Bir şehrin kültür hayatının zenginliğinin 3 temel işareti vardır. Bunlar: Gazalî Şeyh Küşterî Hasan Çelebi Hayal’ı a) Kurumlar (Eğitim ve Kültür Öğretim Kurumları) Hasan Çelebi İbrahim Paşa b) Önder Şahsiyetler Hüsrev Hızırşah c) Halkın onlara itibarı İffet Efendi İsmail Hakkı Bursa bu üç şansı da elde edebilmiş sayılı kültür ve medeniyet merkezlerinden birisidir. Bursa kültür hayatına en silinmez damgayı vuran şüphesiz Emir Sultan’dır. İsmail Çelebi Molla Zeyrek Kara Mustafa Paşa Koca Mustafa Paşa Karagöz – Hacivat Kaygusuz İstanbul için Eyüp Sultan, Konya için Mevlana, Ankara için Hacı Bayram Veli ne ise Bursa için Emir Sultan odur.” 222 Lâmiî Çelebi Molla Fenarî Firdevsî Murad Emri Neşrî Rindî O, tarihi, askeri, siyasi, ilmi, manevi ve terbiyesi şahsiyetiyle Bursa’nın sosyal mimarlarının başında gelir.29 Emir Sultan Başta olmak üzere, Süleyman Ömer Şifaî Umur Bey Resmî Efendi Rakım Efendi Seyid Baba Sait Efendi 26 Barkan, Ömer Lütfü, “İstila Devirlerinin Kolonijatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler,” Vakıflar Dergisi, yıl 1942, s. 2, s. 279 – 353. 27 Kolukısa, Kenan, A.g.e., s. 135. 28 Köprülü, Fuad. Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, Ötüken Yayınları, İst. 1981, s. 49. 29 Ülker, Necmi, Güney Vehbi, “Türk Tarih ve Kültüründe Emir Sultan” II. Bursa Halk Kültürü Sempozyumu, Bildirisi, U.Ü., Kültür Sanat Kurulu Yayınları, C. 2, Bursa – 2005, s. 345 – 368, Baysun, M. Cavid., A.g.e., s. 77 – 94. Sükûtî Süleyman Halis Süleyman Çelebi Selis Mehmet Efendi Üftade Vesim Abbas Yunus (Aşık) 30 Önder, Mehmet, Anadolu’yu Aydınlatanlar, Tercüman yayınları, İst., 1987, s. 95 – 99. Bursalı Mehmet Tahir Efendi, Osmanlı Müellifleri, C.1 – 2, Meral yayınevi, İst., 1975. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi I. II.IV. Kütüphaneler, Konaklar, Kıraathaneler ve Sahaflar SONUÇ İslam dünyasının hemen her bölgesindeki ilim ve kültür merkezlerindeki kütüphaneler birer halk eğitim merkezleri fonksiyonu icra ederler. Bursa bu tür şehirlerin tipik örneklerindendir. Mektepler ve medreseler örgün, camiler, tekkeler, tarikatlar, kütüphaneler… yaygın eğitim kurumu örnekleridir. Osmanlılar döneminde her medresenin sınırlı imkanlı bir kütüphanesinin oluşu alışagelmiş bir olaydı. Bir de medrese görevi gören Yeşil, Yıldırım, Muradiye, Emir Sultan vb. camilerin halka açık kütüphaneleri vardır. Kütüphane imkanları en zengin iki merkez Orhan Camii ve Ulucami kütüphaneleriydi.31 Bu iki merkezdeki nadide eseler güvenlik nedeniyle önce Ulucamiye sonra da Eski Eserler Kütüphanesi” adıyla hizmete açılan Tahtakale’deki inebey medresesine taşınmıştır. Eğitim bir milletin insan yetiştirme düzenine denir. Bu düzenin örgün ve yaygın diye iki tipi vardır. Türk Eğitim Tarihinde insan yetiştirme düzeni açısından Bursa; İstanbul ve Osmanlı sarmalında bir model şehirdir. Bu modellik şu hususlardadır: • Bursa Osmanlı imparatorluğunun tasarım merkezidir. • Bir cihan devletinin kuruluşunun ısınma turlarının atıldığı yerdir. • Bursa bir imparatorluğun ihtiyaç duyduğu insan tipinin tanımlanıp yetiştirilmeye başlandığı coğrafyadır. Özellikle tarihi ve siyasi karakteri ile temayüz etmiş şehirlerdeki köklü aile, paşa, ulema ve ümeraya ait konaklar ve sarayları da birer yetişkin eğitimi merkezleri olarak kabul etmek gerekir. Bu konaklar sosyal dayanışma ocakları oldukları gibi çeşitli sanatların icra edildiği, seviyeli sohbet ve tartışmaların yapıldığı Osmanlı Sarayındaki “Huzur Dersleri”nin benzerine sahne olurlardı. Bursa’da bu tip konaklara Üftade Hazretlerinin evi, Muradiye, Hisariçi ve Elmalık Mahallesinde bazı örneklerinin odluğu bilinir.32 Tophanede Ordu Evinin bulunduğu yerde ve Devlet Hastahenesi istikametinde aynı sırada iki sarayın bulunduğu söylenirse de bunlara ait bir iz bulunmamaktadır. Hünkar köşkü bir Abdülmecid Devri eseridir. • İhtiyaç duyulan insan hammaddesinin işlendiği mektep ve medreselerin ilk örneklerinin verildiği yerdir. • Cami ve mescitleri tekke ve zaviyeleri abide şahsiyetleri ve halk önderleri çevresinde şekillenen bir sosyal hayat ve insan yetiştirme düzeni ile İstanbul’un öncüsü, rehberi ve modelidir. • Bu örgün ve yaygın eğitim kurumları mahareti ile yetiştirilen; inançlı, bilinçli, halkalı, yardım sever, paylaşımcı, tevekkül sahibi, tok gözlü, hoşgörülü, cesur kahraman ve vatanperver insan tipi, Osmanlı imparatorluğunun gelişim dinamiğinin insan alt yapısını meydana getirmiştir. Osmanlıların başkentlerinde Bursa, Edirne ve İstanbul gibi şehirlerde, genellikle büyük camilerin çevresinde veya bahçesinde kitap ehlinin seviyeli sohbetler yaptıkları hele hele sair, edip, fikir ehlinin sahaflarda buluşup sanat, felsefe ve tasavvuf ağırlıklı geleneksel sohbetlerin azımsanmayacak tiryakilerinin bulunduğu, edebiyatımıza konu olmuş kültürel etkinlikler arasında sayılabilir. • Dil, din, sanat ve ahlakta İstanbul terbiyesinin orijini Bursa terbiyesi, usulü ve tarzıdır. • Bursa ilk İstanbul, İstanbul son Bursa’dır. • Başka bir ifadeyle Bursa İstanbul’un ilk modeli, İstanbul Osmanlı’nın minyatür modeli yani özetlenmiş şeklidir. • O münasebetle Bursa’yı anlamadan, İstanbul’u, İstanbul’u anlamadan Osmanlı’yı anlayamayız. O yüzden Osmanlı’nın sırrını çözmek Bursa’nın büyüsünü çözmekten geçer. 31 Kolukısa, Kenan, A.g.e., s. 163., Bursa İl Yıllığı, 1967, Meydan Matb. İst., 1967, s. 157 – 158. 32 Komisyon, Bursa il Yıllığı, Meydan Matb. İst., 1967, 184 185. 223 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi KAYNAKLAR Akyüz, Yahya, Türk Eğitim Tarihi, Pegem yayınları, ank. 2008. Atlas, Musa. Bursa Kılavuzu, Cumhuriyet Matb. İst. 1944. Ayverdi, Ekrem Hakkı, Osmanlı Mimarisinin ilk Devri, İst. 1966. Osmanlı Mimarisinde Çelebi Mehmed ve II. Murad Devri, İst. 1972. Osmanlı Mimarisinde Fatih Devri III. İst. 1973. Osmanlı Mimarisinde Fatih Devri VI. İst., 1974. Baltacı, Cahit. Osmanlı medreseleri, İrfan Matbaası, İst. 1976, Baykal, Kazım, Bursa ve Anıtları, Aysan Matb. İst. 1976. Barkan, Ömer Lütfü, “İstila Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler,” Vakıflar Dergisi, yıl 1942. Baykal, Hikmet Turhan, Onaltıncı Asırda Bursa, Vilayet Matb. Bursa – 1940. Baykal, Kazım, Bursa ve Anıtları, Aysan Matb. Bursa – 1950. Baysun, M. Cavid, Emir Sultan’ın Hayatı ve Şahsiyeti, İ. Ü. Edebiyat Fakültesi Dergisi, C. 1, s. 1., Eylül 1949. Bursalı Mehmet Tahir Efendi, Osmanlı Müellifleri, C.1. Dağlıoğlu, Hikmet Turhan, Onaltıncı Asırda Bursa, Vilayet Matb. Bursa – 1940. Ergin, Osman, Türkiye Maarif Tarihi, C. 1 – 2, İst., 1977. Hızlı, Mefail, Osmanlı Çocuklarında Mektep Kültürü, B. Bursa Halk Kültürü Sempozyumu, UÜ. Kültür Sanat Kurulu Yayınları, C.1, Bursa – 2005. Kara, Mustafa, Tekke ve Zaviyeler, Dergah Yayınları, İst., 1977, Güner, Ahmet. Tarikatlar, Milliyet yayınları, İst. 1986. Kolukısa, Kenan. Cumhuriyetin 50. Yılında bursa, (Basımevi belli değil) Bursa – 1975. Komisyon Bursa il yıllığı, 1973. 224 Komisyon, Bursa il Yıllığı, Meydan Matb. İst., 1967. Koyunluoğlu A. Memduh Turgut, İznik ve Bursa Tarihi, Vilayet Matb. Bursa – 1935. Koyunluoğlu, A. Memduh Turgut, İznik ve Bursa Tarihi, Vilayet Matb. Bursa – 1935. Köprülü, Fuad, Türk Edebiyatında ilk mutasavuflar, DİB. Yayınları, Ank., 1976. Köprülü, Fuad. Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, Ötüken Yayınları, İst. 1981. Öcalan, Hasan Basri, Bursa’da Tasavvuf Kültürü, Bursa – 2000, s. 91 – 98, Önder, Mehmet, Anadolu’yu Aydınlatanlar, Tercüman yayınları, İst., 1987. Sönmez, Selami, Anadolu’daki Selçuklular ve Beylikler Dönemi medreseleri, A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü – Yayınlanmamış Doktora Tezi – Erzurum, 1992. Tanman, M. Baha, “Emir Sultan Külliyesi”, TDVİA, c. XI, İst. 1995. Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devletinin ilmiye Teşkilatı, AKDTYK, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ank. 1984. Ülker, Necmi, Güney Vehbi, “Türk Tarih ve Kültüründe Emir Sultan” II. Bursa Halk Kültürü Sempozyumu, Bildirisi, U.Ü., Kültür Sanat Kurulu Yayınları, C. 2. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Prof. Dr. Sırrı Akbaba Bursa’da Psiko Sosyal Yapı İnsan toplumla toplumda insanla açıklanabilir. Psikolojik yapıyı tek başına anlatmak kuşu tek kanatla uçurmaya benzer. Aynı şekilde sosyal yapıyı da bireye inmeden açıklamak imkânsızdır. Makalenin başlığı bu zorunluluktan ötürü sadece “Psikolojik yapı” ya da “sosyolojik yapı” olarak değil, “Psiko-Sosyal” yapı olarak belirlendi. Bursa tarihi, manevi ve doğal güzelliklere sahip bir şehirdir. Bu özelliklerini görebilmek için ne tarihçi, ne din âlimi nede estetik uzmanı olmaya gerek vardır. Ancak bu genel tasvir içerisindeki detayları görebilmek için Evliya Çelebinin Bursa çeşmelerini anlatışını, Tanpınar’ın Beş şehirden biri olan Bursa da Zaman, Orhan Veli’nin ise: “Gemliğe doğru Denizi göreceksin Sakın şaşırma” ifadesini okumak gerektiği gibi, Tophane de koca sultanlar yanında bulunmak, Yeşilin çinileri, Şeyh Edebalinin “Ey Oğul” diye başlayan şefkatle uzayan öğütlerini, Emir Sultanda ebedi hayatın sakinliğini, Nilüfer ismini duyunca koca sultan aşkını, Ulu Camide şadırvan sesini, Muradiyede bir devrin idealini, Üftade hazretlerinin maneviyatını tasavvur etmek gerekir. Sosyal Yapıda Birlik Tarih, maneviyat ve doğal güzellikler yanında birde günümüz sanayisi, insanların Bursa’ya göç etmesinde açık ya da örtülü bir şekilde etkili olmuştur. Hem doğudan hem de batıdan, hem kuzeyden hem de güneyden gelen insanlar kendilerini şefkatle kucaklayan bir şeye ihtiyaç duymuşlardır. Bu şeyin adını okuyucularım koysun; Tarih mi maneviyat mı sanayi mi doğal güzellikler mi? Yoksa tüm bunların birbiriyle hem hal olduğu Türk kimliği mi? Anca ne yazık ki bu üst kimliğin sıcaklığının tam olarak hissedildiği söylenemez. Büyük Türk Milletine ait olma duygusunun ve İhtiyacının tam ve doğru olarak duyulduğu söylenemez. Ait olma ihtiyacının doğru olarak duyurulamamasının bir sonucu olarak Bursa’da çok sayıda il, ilçe alt kültür ve hatta köy dernekleri kurulmuştur. Çöl bedevilerinin kavimci yaşantısını çağrıştıran bu görüntü; “Bir olalım, iri olalım 225 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi diri olalım” ifadesinin düşmanı gibi durmaktadır. Üst kimlik olan Türk Kimliği altında bütünleşmek sosyal bir gerçekliktir. Aksini düşünenlere, gelişmiş batı ülkelerinde ve Amerika Birleşik Devletlerinde etrafında birleşilen kavramın ne olduğunun görmelerini sağlamak gerek. Sosyal Yapıda Vakıf Geleneği Bursa’da sosyal yapıyı belirleyen unsurlardan biri geçmişten günümüze kadar gelerek devam eden sosyal hareketliliğin yoğun yaşanmasıdır. Günümüzde bunun daha çok sanayi ve ticaret belirlerken, geçmişte padişah vakıfları (evkafselatin)nın ve ipekçiliğin etkili olduğu söylenebilir. Bilindiği üzere sosyal hareketlilik yatay ve dikey olarak gerçekleşmektedir. Bireysel statü değiştirmelere dikey, aynı statüde kalınarak sadece göç gibi hareketliliğe de yatay hareketlilik denilmektedir. Bursa bu iki tür hareketliliği de içeren bir şehir olarak; insanlarına farklılıklar sunan ve bu faklılıkları yaşayan insanların da hoşgörü düzeyini yükselten bir yerdir. Ötekileştirmenin az, hoşgörünün çok olduğu yerler huzurlu yerlerdir. Bu huzurun devamı için yöneticilerin huzuru doğuran faktörlerin bilincinde olarak; geçmişten bugüne gelen huzur kaynaklarının kalıntılarını sadece eski eserleri korumak ve ortaya çıkarmakla yetinmemeli, günümüz şartlarına uygun çağdaş teşkilatlanmalarla gelecek nesillere taşıyabilmelidirler. Örneğin ahilik ve lonca teşkilatlarının, vakıfların yeniden çağdaş organizasyonu yapılamaz mı? Bunlara eskimiş geçerliliğini yitirmiş kuruluşlar olarak bakmak kadar büyük yanlış olamaz. Geçmişte vakfın karşılıksız yardıma yönelik hizmetleri toplumun psikososyal yapısı üzerinde devletin lehine olumlu etkiler yapmıştır. Günümüz Türkiye’sinde zaman zaman “toplumla devleti barıştırma” gibi ifadelerin özellikle de devlet yöneticileri tarafından dillendirilmesi eskinin “devlet babası” yeninin ise “sosyal devlet” ifadelerine ne kadar muhtaç olduğumuzun bir ifadesidir. Bu durumda vakfın, günümüzde de millet nazarında devletin lehine olumlu etkiler yapamayacağı söylenebilir mi? 226 Osmanlı toplumunda vakfa, dini olmaktan çok kentin sosyal ve ekonomik yapısına ilişkin bir kuruluş olarak bakmak gerekir. Sosyal devlet olmak, yöneticilerin vereceği anlık bir emirle gerçekleştirilemez Bu bir takım geleneklerin ve geçmişten günümüze taşınmış olan kurum kültürünün ürünüdür. Vakıflar, bu anlamda Türk toplumu için sosyal devlet olmanın gereklerini içerisinde barındıran ata yadigârlarındandır. Günümüzde yöneticileri bu önemli yadigârı işler hale getirebilirler İlk Osmanlı vakıfları Bursa’dadır. Çağdaş vakıfların da ilk pilot çalışması Bursa’dan başlatılabilir. Bu işin çok çabuk kabul göreceğine de inanıyorum. Çünkü bu dışarıdan ithal edilen bir unsur olsa idi tepki ile karşılanabilirdi. Vakıf, aşina olduğumuz bir yapı olduğundan vakfa ait uygulamalar yadırganmayacaktır. Bugün halka dağıtılan kömür vb halk tarafından olumlu karşılanmamaktadır. Halk bir bakıma bunu“dilencilik “ gibi algılamaktadır. Ancak yardım devletin kurduğu, kökü derinlerde olan vakıflar aracılığı ile yapıldığında; hem halkın çok çabuk kabulleneceğini, hem de sosyal devlet olmanın sözde değil, uygulamalı olarak gösterilebileceğini söyleyebiliriz. Bursa da Üretim ve Tüketim Bursa geçmişte bir üretim merkezi idi, bugün daha çok tüketmeye yönelmiş görünüyor. Gelecekte dünü taklit etme, bugünü devam ettirmeden daha hayırlı olacaktır. Üreten insan ürünü ile gururlanan mutlu insandır. Bir işe yaramadan yaşadığını fark ettikçe, tüketen insanın öz saygı düzeyi düşmektedir. Bireyin öz saygı düzeyinin düşmesi, birçok psikolojik bozukluğa davetiye çıkarmaktadır. Üretememe ile savunucu davranışlar arasında doğru orantılı bir ilişki vardır: “Dünyaya kendimizi kapatamayız ya”, “Ucuza alınacak mal var iken pahalıya mal olanı üretmeyi kim ister”,“Üretecek bir şey kalmadı ki” şeklinde sıralayabileceğimiz cümlelerle savunmaya geçiliyor. Ancak bilinmelidir ki eskiden var olan ancak şu anda yok olan ve yok olmaya yüz tutan birçok zanaat, günümüzün gerekleriyle dona- Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi tılmadığı için terk edildi ya da terk ediliyor. Her kendini çağa göre, yenilemeyenin yok oluşu gibi, üretimin yok oluşunun da asıl nedeni budur. Dolayısıyla üretememe bir mecburiyet değildir. İnsanların geleceğe ümitle bakmalarını, benlik bütünlüğüne ulaşmalarını istiyorsak onların üretici olmalarının yollarını açmalıyız. Bunun için Bursa’da ekonomik ve insan potansiyeli vardır. Bu potansiyeli harekete geçirme; yöneticilerin planlama, organizasyon, koordinasyon, etkileme, iletişim ve daha da önemlisi karar verme süreçlerine bağlıdır. Bursa da Çevre Kirliliği Çevre kirliliğinin insan psikolojisine olumsuz etkisi pek çoktur. Bunlardan birisi insanların stres bozuklukları yaşaması ve bu durumun gerek aile gerekse meslek hayatına yansımasıdır. Bursa’da çevre kirliliklerinden ilk iki sırada, her Bursa’da yaşayanın ya da Bursa’dan bir seyyah olarak geçen hemen herkesin dikkatini çekeni çarpık kentleşme ile ulaşımdır. Yerel yönetimler, önce bu gerçeği kabullenmeli, kirlilik daha da büyümeden önlemler almalıdırlar. Bursa da Tarih Estetik ve Eğitim Sistemimiz Bursa ili, öncelikle tarih, doğal güzellik kavramlarını çağrıştırır. Bu kavramların hiçbirisi insan olmadan bir anlam taşımaz. Bu gerçekten hararetle, tarihi de doğal güzelliği de sanatı da bunların bulunduğu Bursa’da insan merkezli olarak ele almak doğru bir yaklaşım olacaktır. Bugün Bursa’daki tarihi eserler insanı kucaklayabiliyor mu? Başka bir ifadeyle Bursa insanı ya da Bursa’ya gelen bir kişi tarihi eserler içerisinde kendini bulabiliyor mu? Bu soruya “Evet” cevabını veren çok az tarih bilincine sahip seçkin insanın olduğunu, çoğunluğun ise bu huzurdan mahrum kaldığını düşünüyorum. Tarih bilinci olmayan insan kimliği ve dolayısıyla kişiliği eksiktir. Bu eksiklik insanda boşluk, hiçlik duygularını harekete geçirerek, “Varolsal vakum” diye ifade edilen nevrotik belirtiyi yaşatır. Tarih bilinci kazandıramayan eğitim sistemimiz ivedilikle sorgulanarak gereği yapılmalıdır. Bugün Bursa’nın doğal güzellikleri yok olmasın diye mücadele eden insanların sayısı mı, yoksa doğal güzelliklere maddi çıkarları uğruna duyarsız kalan insanların sayısı mı daha çok? Bu soruyu cevaplayanların tamamına yakınının, parasal çıkarın estetik hazzın önüne geçtiğini söyleyeceklerinden eminim. Bu durum bir ölçüde halkın fakirliği ile açıklanabilir. Ancak bu açıklama yeterli değildir. Duygu eğitiminin yetersizliğinin, doğal güzelliklerin yok edilmesindeki duyarsızlığı daha çok belirlediğini söylemek yanlış olmasa gerek. Eğitim, yaşantı ürünüdür. Doğal güzelliği az olan yerlerde estetik yaşantıda az olacağı için duygu eğitimi de yetersiz kalacaktır. Estetik kaygısı olmayan, duygusal eğitimden yoksun kişi sadece çevresindeki doğal güzelliklerin yok edilişine kayıtsızlık göstermekle kalmaz, kendi psikolojik sağlıksızlığını da hazırlar. Estetik duygusu, açlık susuzluk gibi bir ihtiyaçtır. Sevilme saygı görme gibi psikolojik bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacın duyumsuzluğu ruhsal inmelere neden olmaktadır. Psikolojik sağlığı bozucu, estetik duygu yoksunluğundan ve tarih bilinci yoksunluğundan kurtulmanın yolu, sağlam bir eğitim felsefesinden çıkışlı doğru bir eğitim programının uygulamaya konulmasından geçer. İlköğretimden yükseköğretime kadar eğitim programlarının arkasında Türk insanın nasıl yetiştirileceğine ilişkin tüm hükümetlerin anlaştığı genel geçer bir eğitim felsefesinin olmadığı görülür. Bu eksikliğin acil olarak giderilmesi gerekir. “Nasıl bir insan” yetiştireceğimiz belirlendikten sonrada tüm kişilik gelişimini içeren eğitim programları yapılmalıdır. Şu anda uygulanan programlarda bilgi yüklemelerine gereğinden fazla ağırlık verilmektedir. Duygu ve davranış ise programda yer almış olduğu halde, uygulamada içselleştirilerek yetişen neslin kişiliğine mal edilememektedir. Bu durumu yaşanılmış olan bir örnekle açmak istiyorum: Kimya bölümü öğrencilerinden birisi 227 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi mezuniyetinden sonra gelerek hocasına “Hocam siz doğru söylemişsiniz X gazı yakıcıymış” diyerek farkındalığını anlatınca, hocası onun iki yıl önceki sınav kâğıdını çıkararak “ arkadaşım sınav kâğıdına bakar mısın, sen X gazının yakıcı olduğunu yazarak soruya doğru cevap vermişsin. Şimdi ise bu hayretin niye? diye soruyor. Mezun öğrenci “Hocam onu sınavlar için öğrenmiş ve size de yüksek not almak için yazmıştır. X gazının yakıcı olduğunu ise geçen gün kendimi yaktığımda öğrendim” diyerek cevap veriyor. Eğitimi davranış kazandırma süreci olarak tanımlıyoruz. Ancak bu değişikliğin yaşantı ürünü olduğunu göz ardı ederiz. Gezi gözlem yöntemiyle yaşantı sağlatacağımız yerde sınıf içerisinde takrir yöntemiyle yetiniriz. Bu durumda ne tarih bilinci kazandırabilir nede duygu gelişimi sağlayabiliriz. Bursa da Hoşgörü Hümanist psikolojinin sağlıklı birey olmanın ön koşulu olarak “Şartsız kabul” diye öne sürdüğü tutum, genelde Türkiye’de özelde ise Bursa’da mevcuttur. Türk insanı, başka milletlere mensup olan bireyleri şartsız kabul ettiğini; kendisine “Misafirperver millet” denilmesiyle somut olarak göstermiştir. Ancak kendinden olanı kayıtsız şartsız kabul etmediği de bilinen bir gerçektir. Bu durum, Türk’ün Türk milletine mensup olanlara bir takım sorumluluklar yüklemesinden kaynaklanmaktadır. Türklük bir statü olarak görülmekte, bu statüye sahip olmanın da birçok rolleri yerine getirmekle mümkün olacağının bir göstergesi olarak, Türk insanı “Türküm” diyeni hemencecik kabul etmiyor, bir takım şartlar öne sürüyor. Bu millete mensup olmanın sorumluluklarını yerine getirdikten sonra kabul ediyor. Yabancılara gösterilen bu hoşgörünün kendi milletine gösterilmemesinin olumlu ve olumsuz yanları tartışılabilir. Bireyin kendini gerçekleştirmesi, sorumluluk olması kadar şartsız kabul edilmesine de bağlıdır. Türkiye de şartsız kabul edilerek yabancılara, so- 228 rumluluk almasını sağlayarak da Türklere kendini gerçekleştirme fırsatı sunulmaktadır. Tarih ve doğal güzellikleriyle turistleri ülkemize çeken Bursa’ya gelen yabancıların “Türkiye Çok güzel “ Türkler çok güzel” diyerek ülkemizden ayrıldıklarına hemen herkes şahit olmuştur. Yabancılara bu imajı verebilmek için birçok ülke sürekli eğitim ve değişim çalışmaları yapmaktadırlar. Türkiye ise geçmişten getirdiği kültürüyle bu paha biçilmez değere sahiptir. Diğer bir ifadeyle; muhtelif tarihi güzelliklerimizden birisi de atalarımızdan aldığımız bu mirastır. Ancak her miras gibi bununda değerinin farkında olmayışımız, gelecek için tehlike doğurabilir. Nitekim çarpık kentleşmeyle doğal güzelliklerimizi yok etmemiz “Türkiye çok güzel” ifadelerinin azalmasına yol açmaktadır. Bursa da Sosyal Hareketlilik Bursa her yıl bir öncekine oranla daha fazla göç alan bir şehirdir. Göç, hem göç edenleri hem de göç edilen yerde ikamet eden insanları etkilemektedir. Göç eden eski yerleşik düzenini bozmuş, yerleşik düzenin verdiği rahatlığı terk etmiştir. Düzensiz ve rahatsızdır. Yeni bir düzen ve rahat bir gündelik hayat araşışındadır. Aradığını bulduğu oranda, göç ettiği yere uyum sağlayabilmektedir. Uyumsuz kişi kendisiyle olduğu kadar çevresiyle de kavgalıdır. Bu durum, haklı olarak göç edilen yerin asıl sakinlerini de kaygılandırmaktadır. Göç edilen yerde önceden ikamet eden insanların kaygılarının asıl nedeni de göç edenlerinkiyle benzerlik göstermektedir. Onlar da düzenlerinin bozularak rahatsız olacaklarından korkmaktadırlar. Bu korkularından kurtulmanın bir yolu olarak şehrin göç alan yerinden uzaklaşmayı seçmektedirler. Şehir içerisinde göç olarak adlandırılan bu durum, il dışından göç edenlerinki oranında olmasa da, benzer uyumsuzluğu onlarda yaşamaktadırlar. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Göç edenlerin ve göç edilen yerdekilerin ortak yanlarının çok olması ve kültür düzeylerinin birbirlerine denk olması, ikamet edenin kaygılarını azaltmakta, göç edeninde yeni yerine uyum sağlamasını kolaylaştırmaktadır. Bursa, yeteri oranda Türk kültürünü ihtiva eden bir şehir olması nedeniyle; Türkiye’nin her yöresinden göç ederek kendine gelen insanları kucaklayarak, yabancılık duygularının kısa sürmesini sağlamaktadır. İkamet edenlerin de Bursa’daki Türk kültürüyle kaynaşarak yaşamaları ve bunu da, göç ederek gelenlerin fark etmelerini sağlamaları sonucu, bu iki kesimin birbirine uyumunu kolaylaştırmaktadır. Bu anlamda Bursa şehir olarak içerdiği değerleriyle göç konusundaki uyumsuzluk ve kaygıları giderici nitelik ve fonksiyonlara sahiptir. Ancak gerek ikamet edenlerin Bursa’daki Türk kültür değerlerinin farkında olarak yaşadıkları, gerekse göç ederek dışarıdan gelenlerin kültürel değerleri içselleştirdikleri tam olarak söylenemez Bu nedenledir ki birbirini hakkıyla kucaklayamamakta ve birbirlerinin kaygılarını ve uyumsuzluklarını giderememektedir. Genelde Türk kültürü özelde ise Bursa’daki Türk kültürü ihtiva ettiği hümanistlik değerleri sayesinde, ırkı, dini, dili, cinsiyeti farklı olan tüm insanları kucaklamaktadır. Bunun tersini düşünen kişilerin, Türk kültürünü yakından tanımaları sonucu bu düşüncelerin den vazgeçecekleri kanaatindeyim. Bursa da Yabancılaşma İster şehre göç yoluyla olsun isterse teknolojik gelişim sonucu olsun değişim, kimi zaman kişinin kendini gerçekleştirmesiyle kimi zaman da sağlığının bozulmasıyla sonuçlanır. Göçün doğurduğu problemlerin çözüme ulaşabilmesi, insani değerlerle bezenmiş olan kültürümüzün gerek ikamet edenlere gerekse göç edenlere tanıtılmasıyla mümkündür. Bu tanıtım işi, planlı ve programlı bir şekilde yapılarak rastlantılara bırakılmamalıdır. Bugün çok önemli olan kendi- mizi tanımamışlığımız aynı zamanda yabancılaşmayı da beraberinde getirmektedir. İnsanlar, hem kendine hem de birbirlerine yabancılaştığı ölçüde psikolojik bozukluk ve sosyal çatışmalara yol açmaktadırlar. Sigara, alkol, uyuşturucu bağımlılıkları,… gibi hâkim kültüre başkaldırmanın bir belirtisi olarak toplumda işlenen birçok suça yabancılaşmanın neden olduğu artık tüm psikologların hem fikir oldukları bir gerçektir. Bursa’da Osmanlıdan günümüze gelmiş olan hâkim Türk kültürünün sıcaklığı ile huzur bulduğunun bilincine ulaşan bireylerin, birlikte yaşadığı insanları ötekileştirmeyeceği ve dolayısıyla başkaldırının olmadığı yerlerde suçların işlenmeyeceği bilinmektedir. O halde yöneticiler ve diğer sorumlular Türk kültürünü insanlara tanıtarak onun güzelliklerini tattırmak yerine alt kültür ve kimlikleri söylemleriyle öne çıkararak tek bir kültüre mensup olmayan yamalı bohçaya dönüştürme yanlışı içerisinde bulunmamalıdırlar. Bu konuda birlik ve beraberliği sağlamış olan ülkeler incelendiğinde; güçlü yanları etrafında bütünleştikleri görülecektir. Örneğin A.B.Devletleri bunu güçlü ekonomisiyle sağlamaya çalışırken, Almanya, İngiltere Japonya ve Çin gibi ülkeler ise güçlü yanları olarak gördükleri milli kültürleri etrafında bütünleştirmeyi sağlamaktadır. Türkiye’nin de güçlü yanı üst kimliği olan Türk kültürüdür. Geçmişten günümüze kadar bu güçlü yanımız etrafında bir ve beraber olmuşuz, gelecekte de bizi bir arada tutacak olan yine Dünya milletleri içerisinde ayırt edici özelliğimiz olan ve Dünyaca tanınan bu kültürümüzdür. O halde gerek kendimize gerekse içinde yaşadığımız topluma yabancılaşmayı önleyecek olan da, yine bu ortak yanımızla bütünleşmemizdir. Kişilik ve Kültür Kişilik, doğuştan getirilen ve sonradan edinilen, bireyin diğerleri içerisinde tanınmasına yol açan ayırıcı özelliğidir. Milli kültürde, bir milletin geçmişinden getirdiği ve sonradan edindiği, bir milletin başka milletler tarafından tanınmasına yol açan ahenkli değerler bütünüdür. Görüldüğü 229 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi gibi insan için kişilik ne ise milletler içinde milli kültürleri odur. İnsan kişiliksiz, toplum ise kültürsüz var olamaz. Bir insan kendi kişiliğini, çocukluğundan itibaren çevresindeki diğer insanlardan aldığı geri bildirimler sonucu tanır. Bir millette milli kimliğini, diğer milletlerin geribildirimlerinden sonra oluşturur. Bu tespitten hareketle; Türk milleti, Türk kültürü kavramlarının, etnosantrik bir bakış açısıyla değil, başkalarının bizi tanıma biçimlerinin bir ürünü olduğunu görmek gerekir. Bu tanıma ve tanımlama biçimi ise bir anlık basit bir şey olmayıp, kişiliğin çocukluktan itibaren oluşması gibi, tarihin derinliklerinden itibaren asırlarca süregelen bir tanınmanın ve kendini tanıtmanın bir ürünü olduğunu bilmeliyiz. Biz de diğer milletlere mensup olanları alt kimliklerine göre değil, içersisinde yaşadıkları milletin üst kimliği ile tanırız. İngiliz’e İngiliz, Alman’a da Alman deriz. Aynı şekilde biz de dünya toplumları içerisinde alt kimliğimize bakılmaksızın Türk olarak tanınmaktayız Tarihten getirdiklerimiz ve sonrada ürettiklerimize ise başka milletlere mensup olanlar “Türk Kültürü” adını vermişlerdir. Türkiye de yaşayan insanlar bu kavramlarla Dünyada tanındıklarının bilincinde olarak, bu millete mensubiyetle gurur duyacak şekilde yetiştirilmelidirler. Ancak böyle bir eğitim sonucunda milli birlikten, iri ve diri olmaktan söz edilebilir. Aksini düşünenlerin “İlim mümin in yitik malıdır” hadisi, İslam dininin “Oku” olan ilk emrinin farkında olmadan psikolojik ve sosyolojik gerçekleri göremeyen, “gaflet, dalalet ve hatta hıyanet” içerisinde olan kişiler olduklarını bilmeliyiz. En Önemli Sosyal Yapı Aile ve Değerler Bursa ili Türkiye’nin bir örneklemi gibidir. Aile içerisindeki çatışmaların sonucu olarak Bursa’da ve Türkiye’nin genelinde boşanma sayısında her geçen yıl önceki yıllara oranla artış görülmektedir. Bu durum, eskiden mevcut olan boşanmayı engelleyici aile içi ve dışı faktörlerin her geçen yıl azaldığını ya da ortadan kalktığını göstermektedir. 230 Boşanmanın aileye verdiği yarar, oluşturduğu zarar yanında yok denecek kadardır. Özellikle parçalanmış ailedeki çocuklar, oluşan zarardan en fazla etkilenenlerdir. Bu zararların azaltılmasıyla ilgili olarak, batılı ülkelerden ithal ettiğimiz belirti giderici, yüzeysel teknikler psikolojik danışmanlıkta kullanmaya başlanmıştır. Ancak batılı ülkelerin psikologlarının ise bu teknikleri üretme yanında aileyi yaşatmak için gerekli olan dinamikleri araştırdıklarını da biliyoruz. Diğer bir ifadeyle şu anda biz de mevcut olup ta her geçen yıl biraz daha yitirmeye başladığımız değerlerin neler olduğunu batılı bilim insanları da öğrenmeye çalışıyorlar. Türkiye olarak aileden sorumlu devlet bakanlığımız büyük çoğunluğu parçalanmanın ürünü olan yetiştirme yurtlarındaki çocukların problemlerini çözmeye uğraşmaktadır. Bu çocukların sayısının her geçen gün artmasıyla da bu problemler üstesinden gelinemeyecek bir hale gelmektedir. Çözüm, bu çocukların sayısının azalmasındadır, bu ise boşanma sayılarındaki düşüşe bağlıdır. Bununda yukarıda ifade ettiğimiz yitirmeye başladığımız değerlerimizin yaşatılmasıyla mümkün olacağına inanıyorum. Bu değerlerden bazılarını burada ifade etmekte yarar vardır. Ancak bu değer yitiminin nedenlerinin bilinmesinde de yarar vardır. Bu değerlerin kaybolmasında birinci olarak aileye ilişkin konuları batıdan öğrenmeye çalışmamız etkili olmuştur. Geri olduğumuz fen bilimlerini ve bu bilimlerin ürünü olan teknolojiyi bizden daha ileri olan ülkelerden öğrenmemiz gerekmektedir. Ancak aile gibi psiko-sosyal yapılarda batılı ülkelerden ileri olduğumuz, bu psiko-sosyal alanlarda bir çok problemle yüzleşen bu ülkeleri, bizden geri olduğunu bildiğimiz halde taklit etmemiz değerlerimizi yitirmenin en önemli nedeni olmuştur. Basit bir örnekle bunu açıklamak gerekirse; ailenin tanımını batı ülkelerinin yaptığı gibi yaptık: Aileyi “aynı çatı altında Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi yaşayan bireyler topluluğudur” şeklinde tanımladık. Bu tanımda hiçbir duygu ifadesine yer verilmemiştir. Böyle duygudan mahrum, birincil ilişkileri olmayan bir topluluk küçük bir zorlanma sonucu parçalanabilir mesajı bu tanımla zihinlere sokulmuştur. Bunun yerine Aileyi kendimize özgü tanımlayarak, “duygu ve inanç birlikteliği içerisinde aynı değerler etrafında kenetlenmişliği” vurgulanarak tanımlanmış olsa ve bu tanım yetişen nesle öğretilseydi, aile bir kez kurulunca çok kolay parçalanamayacağı zihinleri yerleştirilmiş olurdu. Değerlerimizin yitirilmesinde medyanın da önemli bir rol oynadığını vurgulamalıyız. Türk toplumundaki olumlu haberlerle olumsuz olayları aynı oranda işlememeleri, olumsuzluğa daha fazla yer vermeleri, töre denilince zihinlere cinayetleri çağrıştırıcı “Töre cinayetleri” vurgusunun kazınmasını buna örnek verebiliriz. Töre kavramı daha güzel şeyleri çağrıştırmalıdır. Töresizlik, töreli davranamamaya yol açmakta, bu da sosyal uyumsuzluğu ve dolayısıyla bireysel çatışmaları doğurmaktadır. Örf ve törelerden uzaklaşma; yalnızlığı, güçsüzlüğü bireylere yaşatacağı gibi yardımlaşma, dayanışma gibi güçlü sosyal bağlarında çözülmesini gündeme getirecektir. Yitirilen değerler; yeri doldurulmaz boşluklar oluşturarak fertlerin uyumsuzluğuna neden olmaktadırlar. Aile parçalanmalarına yol açan yitirilen değerlerimizden bazılarını şöyle sıralayabiliriz. 1) Fedakârlık-İyilik Cimrilik hırs ve kini artırır bu duyguları evcilleştirmenin en önemli yollarından biri cömertliği geliştirmektir. 2) Muhabbet-Sevgi-Merhamet-Şefkat-Aşk Aile kurumunun beklide en önemli işlevi sevgi odaklı bir ilişkiler dünyası oluşturmasıdır. Doğu toplumların geri kalmışlığı akıl yolundan ayrılmalarıyla açıklanabilir. 4)Adalet-Doğruluk-Güvenilirlik: Türk kültüründe doğruluk bütün iyiliklerin temeli, yalancılıkta bütün kötülüklerin anası sayılmıştır. 5) Kanaat: Boşanmaların nedeni olarak gösterilen hırsızlık, uyuşturucu kullanma, birçok cinayet ve istenmeyen benzeri davranışlar kanaatsizlik ürünüdür. Kanaat bireyin elde ettikleriyle yetinerek mutlu olmasıdır. Yetinmemek, başlıca mutsuzluk ve uyumsuzluk kaynaklarından biridir. 6)Alçak Gönüllülük: Çocukluğundan itibaren alçak gönüllülüğe yöneltilen kişiler, narsistik kişilik bozukluğundan korunmuş olurlar. 7)Sabır-Tahammül: Ailedeki problemler sabırla çözülmediğinde aile parçalanmaları ve aile facialarıyla sonuçlanıyor. 8)Güzellikleri görme: Çatışmalar, çirkinlikler, başarısızlıklar özümüzdeki ve çevremizdeki güzellikleri görememiş olmamızın ürünüdür. 9)Hoşgörü: Türk kültürünü hoşgörü ile yoğuran Müslümanlık inancıdır. Nitekim inandığını söyleyen kişi bu ayetleri içselleştirdiği oranda dinginleşir: “İyilik kötülük bir olmaz. Sen(Kötülüğü) en güzel bir tutumla karşıla. O zaman göreceksin ki seninle aranızda düşmanlık bulunan kimse candan bir dost olacaktır” (Kuran-ı Kerim Fussulet 41/34). 10)Azim-Tevekkül-Şükür Tevekkül acılara dayanma gücünü yine acının kendi içinden çıkartan bir kavramdır. Azmetmeden tevekkül etmek ne kadar akılsızlıksa azmettikten sonra tevekkül etmemekte o kadar mantıksız ve mantıksız olduğu ölçüde de psikolojik sağlığı bozucudur. 3) Kamil insan olma: 231 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi 11)Özür dileme ya da-Tövbe: Suçluluk duygusundan kurtulmanın ve sıcak ilişki kurmanın belki de en iyi yolu özür dilemedir. 12)Müşavere: Ataerkillik ya da anaerkillik gibi kavramların papucunu dama atan, tüm kurumlarda olduğu gibi aile içerisinde de eşitlikçiliği vurgulayan bir değerimizdir. 13)Akraba Ziyareti: Boşanma oranını düşüren en önemli faktörlerden biri akraba desteğidir. Akraba ziyareti devam ettirildiği ölçüde, akrabaların bu desteğinin devamı da sağlanmış olacaktır. 14)Ahlak-edep-iffet. Türk kültüründe ahlaklı kişi eline, diline beline sahip olan kimsedir. Boşanmalarda ve aile cinayetlerinde ele bele ve dile sahip olamamanın ne denli etkili olduğu çok iyi bilinmektedir. KAYNAKÇA • • • • • • • • • 232 Akbaba, Sırrı. Psikolojik sağlığı Koruyucu Rehberlik ve Psikolojik Danışma. Pegem yayınları, 2004, Ankara. Çiftçi, Cafer. (Editör), Payitaht Bursada Kültür ve Sanat. Sempozyum Kitabı (7.8Nisan 2006 Bursa. İnalcık, Halil. Kuban, D.ve Güvenç, B. “Kent kentli ve Tarih” Bursa’nın kentsel ve Mimari gelişimi, Çiftçi, Cafer. (Editör) Sempozyum Kitabı (7.8Nisan 2007-Bursa). Oğuzoğlu,Yusuf. Bursa Şehrinin Gelişmesi ve Kentsel Planlama Kültürü. Kayhan Matbaacılık, 2008,Istanbul. Rana,Guli. Bir vakıf medeniyeti olarak Osmanlı. Just another WordPress.com site, 6 may,2008. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Yrd. Doç. Dr. Minara Aliyeva Esen Bursa’ya Göç Etmiş Ahıskalı Türklerin Kültürel Faaliyetleri Sürgün kervanları yürür gider sonu meçhul yollardan. Yollarda bayramsız, yetim, yoksul çocuklar, anneler, dedeler… Sürgün edilen milletimdir, gurbeti büyüterek gideceği yurtlarda… Yurtsuz iklimlerde! Dünya öyle bir dünya ki, kanla yıkamış yüzünü, ölümle bilemiş geleceğini, savaşlarla kin beslemiş insan yüreğinde kalan son birkaç damla sevgiye de! Bakın insanlık tarihine: Savaşsız, sömürüsüz yaşanmamış bir dönem var mı? Elbette yok! Zorunlu göç ancak savaşların getirdiği koşullara özgü bir trajik insanlık dramıdır. İnsanlar kadersiz düşer gider bilinmezin topraklarına. Toprağından edilen bir halkı düşünün. Annesinden koparılmış bir canlının feryadı ilişsin kulaklarınıza. Bir çığlık yokluğa dönüşsün, damarlarınızdaki kanı dondursun, bedeniniz yarılsın da yok olsun… Çaresizsiniz! Sürgünü yaşayan milletim ne yazık ki bu duyguyu hep içinde yaşayacaktır. Sürgün edilen, ana vatanlarından koparılan, hastalıklara yenik düşen, yollarda ölen, açlık ve sefaletle karşı karşıya kalan Ahıska halkımın acısı, ne yazık ki dünyanın gelişmiş ülkelerince de görülmedi. Milletim 14 Kasım 1944 yılında tarihin en acı olaylarından birini yaşadı. Tıka basa vagonlara doldurulan halk, günlerce aç-susuz bir şekilde, en temel ihtiyaçlarını gideremeden, sonunun ne olacağını bilmediği bir seyahate çıkmıştı. Yol boyunca birçok insan hastalanmış, özellikle yaşlılar ve çocuklar açlığa, susuzluğa, vagonların ağır havasına dayanamayarak hayatlarını kaybetmişlerdi. Ölenler durulan ilk yerde vagonlardan indirilmiş ve defnedilmelerine müsaade edilmeden yol kenarlarına bırakılmıştı. Bu şekilde yol boyunca ne kadar Ahıskalı Türkün öldüğü bilinmemektedir. Geri kalanlar da sürüldükleri Özbekistan ve Kazakistan’da çoğunlukla fabrika ve işletmelerin bulunduğu köy ve kasabalara yerleştirildiler. Ahıskalı Türkler buralarda uzun bir müddet son derece ağır şartlar altında yaşadılar. Günlerce, haftalarca at ahırlarında, kuru toprak üzerinde, hatta kazdıkları çukurlarda yaşamaya çalışarak hayatta kalma mücadelesi verdiler. Son derece çetin olduğu görülen bu hayat şartları, Ahıskalı Türkler arasında oldukça ciddi boyutlara varan can kayıplarına neden oldu. 1989 yılında Özbekistan’ın Fergana vadisinde çıkan olaylar sonucunda Ahıskalı Türkler canlarını kurtarabilmek için Rusların uzattıkları yardım eline tutunarak Rusya topraklarına göç etmişti. Rusya’nın Krasnodar 233 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi şehrine göç ettirilip yerleştirilen Ahıskalılar, yerli halk tarafından kabul edilemediği için bu kez Amerika’nın uzatmış olduğu eli tutmuştu. Ahıskalı Türklerin bir kısmı ABD’ne göç ettirilmişti. 1991 yılında Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla Orta Asya’da yaşamlarını sürdüren Ahıskalı Türkler bir zamanları yaşadıkları Kafkasya topraklarına dönebilmek için yeni göçe başlamıştı. Göç edenler, genellikle diline, kültürüne, milli benliğine yakın olan Azerbaycan Cumhuriyetine yerleşmişti. Azerbaycan halkının milletime karşı göstermiş olduğu misafirperverlik ve yardımseverlik hiçbir zaman unutulmayacaktır. Bugün yarım milyon civarındaki Ahıskalı Türk, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Rusya, Ukrayna, Sibirya, Kuzey Kafkas ve ABD ülkelerinde darmadağınık bir halde hayat mücadelesi vermektedirler. Bu insanların çoğu Ahıska’ya dönmek arzusundadır. Bir kısmı ise Türkiye’de bir araya gelmeyi düşünmektedir. Ülke Özbekistan Kazakistan Kırgızistan Azerbaycan Rusya Gürcistan Diğer Toplam Nüfus 106.200 49.266 21.266 17.705 9.921 1.372 1.566 207.364 Oranı 51,1 23,76 10,27 8,54 4,78 0,66 0,75 100 1989 nüfus sayımına göre, Ahıskalı Türklerin nüfusu ve yaşadıkları ülkeler şöyledir: 2002 yılı itibariyle 500,000’e ulaştığı sanılan Ahıskalı Türklerin, sürgünün 50. yılında dağıldıkları ülkeler ve bu ülkelerdeki nüfuslarının şu şekilde değiştiği sanılmaktadır: I. Azerbaycan (toplam): 1. Muğan Bölgesi: 2. Gence-Kazak Bölgesi: 3. Bakü ve Civarı: 4. Kuba-Kaçmaz Bölgesi: 5. Diğer: 234 135.000 65.000 20.000 10.000 15.000 25.000 II. Kazakistan (toplam): 105.000 III. Kırgızistan (toplam): 35.000 IV. Özbekistan (toplam): 10.000 V. Rusya Federasyonu (toplam): 65.000 1. Kursk Vilayeti: 2.000 2. Smolensk Vilayeti: 3.000 3. Belgorot Vilayeti: 4.000 4. Krasnodar Bölgesi: 15.000 5. Tula Vilayeti: 2.000 6. Diğer: 7.000 7. Oryol Vilayeti: 2.000 8. Çeçen-İnguşetya: 3.000 9. Rostov Vilayeti: 7.000 10. Stavropol Bölgesi: 9.000 11. Kabarda-Balkar Cum.: 5.000 12. Volga Nehri-Güneyi: 3.000 13. Rıyazan Vilayeti: 3.000 VI. Ukrayna (toplam): 15.000 VII. Gürcistan (toplam): 2.500 Toplam: 368.0001 , Her şeye rağmen bütün Ahıskalıların en büyük hayali vatanı olan Türkiye Cumhuriyetine dönmekti. SSCB’nin dağılması ile birlikte, 1990’lı yıllardan itibaren Ahıskalılara karşı duyarlılığını arttıran Türkiye ise, 1992 yılında çıkardığı “Ahıskalı Türklerinin Türkiye’ye Kabulü ve İskânına Dair Kanun”2 ile Ahıskalı Türklerin gerek Türkiye’ye iskânını, gerekse eski SSCB sınırları içindeki yeni devletlerde kalacakları “çifte vatandaşlık” statüsünün verilmesini kabul etmiştir. 1992 yılından itibaren Ahıskalılardan sayılı aileler bütün zorluklara rağmen Türkiye toprağına ayağını basabilmişti. Daha sonraki yıllarda göç eden Ahıskalıların sayısı gün geçtikçe artıyordu. Her ne kadar bütün Ahıskalı Türklerin bu hayali gerçekleşmediyse de pek çok Ahıskalı bu hayaline kavuşabilmişti. 2004 yılında Türkiye’de Ahıskalı Türklerin illere göre tespit ettiğimiz dağılımı şöyledir: 1 Tahmini olarak sanılmaktadır. 2 “Ahıskalı Türklerinin Türkiye’ye Kabulü ve İskanına Dair Kanun”, Kanun No: 3835, Kabul Tarihi: 02.07.1992, Resmi Gazetede Yayımlandığı Tarih: 11.07.1992, Sayı: 21281, Ankara. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Bursa ili toplam: Bursa Merkez: Bursa/İnegöl: İstanbul: Antalya: Iğdır: Çınarcık: Gebze: Çanakkale: Aydın: İzmir: Ankara: Denizli: Konya: Adana: Trabzon: Adapazarı: Samsun: Kırıkkale: Kütahya: Van: Toplam: 18.824 15.996 2.828 2.010 1.070 899 699 662 441 295 270 252 200 187 62 51 47 30 22 16 5 25.2573 2004’ten bu yana elbette ki göç edenlerin sayısı epey artmıştır. Bugünlerde bu rakam aşağı yukarı 60 bine kadar yükselmiştir. Fakat yukarıda da görüldüğü gibi bugünlerde de bu göç dalgasının en yoğun şekilde yöneldiği illerin başında Bursa gelmektedir. Bursa, tarihin her döneminde büyük göçlere sahne olmuştur. Bursa göçlerle kurulmuş bir kenttir. 1950’lerin başlarından itibaren, başta Bulgaristan olmak üzere Balkanlardan göç etmek zorunda bırakılan Türklerin ve rakamlara bakılırsa Ahıskalı Türklerin de en fazla tercih ettikleri il olmuştur. Bugünlerde Bursa’ya göç eden Ahıskalıların nüfus sayısı 40 binin üzerindedir. Ahıskalılar toplu olarak Bursa’nın Yıldırım, Nilüfer, İnegöl, Gürsu, Osmangazi ilçelerine bağlı mahallelere yerleşmişlerdir. Göçler, insanların yerlerinden, yurtlarından, mallarından, mülklerinden ayrılmalarına, büyük acılar ve sıkıntılar yaşamalarına sebep olmakla beraber, insanlar arasında meydana gelen kültür alış verişi, sosyal ve toplumsal karışım sonucunda yeni kül3 Tablodaki bilgiler, Bursa Ahıskalı Göçmen Türkleri Kültür ve Sosyal Yardımlaşma Derneği’nden alınmıştır. türlerin doğmasına ve bu kültürlerin zenginleşmesine de hizmet etmiştir.4 1992 yılından itibaren kendi imkânlarıyla Türkiye’ye gelip, şurada burada perişan vaziyette hayat mücadelesi veren birçok Ahıskalı aile pek çok sorunla karşılaşmıştı. Bu sorunlar, o dönemlerde günden güne artmakta olan ikamet, eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik problemleri idi. Vatandaşlık işlemleri o zamanları çok yavaş yürümekteydi. Bu sorunları çözebilmek için Ahıskalıların yerleştikleri diğer şehirlerde de görüldüğü gibi Bursa’da da dernekler kurulmaya başlamıştı. 1994 yılında hazırlanan dernekler tüzüğünün doğrultusunda ilk dernek 23 Ağustos 1995 yılında “Ahıska Türkleri Kültür, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği” adı altında kurulmuştu. Derneğin kuruluşunda Asker Yılmaz, Nefer Tekdir, Erdal Atalay, Veysel Kılıç, Hamit Muzafferoğlu, Bekir Seviş, Şakir Seviş’in büyük emekleri göz ardı edilemez. Derneğin başkanı Veysel Kılıç olmuştu. Bu dernek, ikamet, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi sorunları çözmenin yanı sıra Ahıskalı Türklerin kültürünü de yaşatmak bakımından çeşitli faaliyetlerde bulunmuşlardır. 1995 yılından itibaren ilk kültürel faaliyet olarak Bursa halkına Ahıskalıların kültürünü tanıtmak olmuştu. Dernek tarafından düzenlenen davullu zurnalı, yemekli bir şölende Ahıska kültürü amatörce kurulan folklor ekibi tarafından tanıtılmıştı. Bu şöleni izleyen Bursa’nın yerel televizyon kanalı ASTV’nin mensupları, ilk kez Ahsıkalıları “Yöreler” adlı programının canlı yayınına davet ederek, Ahıskalıları tanıtan bir program yapmıştı. 1996 yılının bahar döneminde Bursa’nın diğer yerel televizyon kanalı Olay TV Ahıskalıları kendi yayınlarına davet ederek canlı yayında Ahıskalıların kültürü ile ilgili bir program düzenlemişlerdi. 1996’ın Mayıs ayında Ahıskalı Türkler, İstanbul Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı tarafından “Türk Dünyası Çocuk Şöleni”ne davet edilmişlerdi. Bu 4 İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, TKAE Yayınları, Ankara, 1977. 235 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi şölenin folklor gösterilerine Ahıskalı çocuklarının oluşturdukları bir ekip katıldı. Bu olaydan sonra, Bursa’da bir çocuk folklor ekibi kurulmuştu. Bu ekip, o tarihten itibaren her yıl (2002 yılı hariç) bu şölene aktif olarak katılmıştı. Aynı ekip, 1998’den itibaren Yalova Folklor Eğitim Merkezinin (YAFEM) Yalova’da düzenledikleri festivale katılmaya başlamıştı. Ayrıca 1999’dan itibaren Konya’da Mevlana Günlerine, Ankara’da Çubuk Turşu Festivaline katılmaya başladılar. Folklor ekibi olarak 4 kez Olay TV, 3 kez AS TV, 3 kez TRT/Avrasya TV’in canlı yayın programlarına katıldılar. Bu derneğin 2002 yılında yapılan başkanlık seçiminde başkan olarak Murtaza Hocaoğlu seçilmişti. Derneğin kültürel faaliyetleri bakımından o yıldan itibaren ayrıca anma programları gerçekleştirilmeye başladı. Bu anma günlerinden her yıl Kasım ayında 14 Kasım “Sürgün Günü” ile Haziran ayının başında da “Fergana Olayları” anma programları geçirilmektedir. Derneğin çatısı altında 2003 yılında Folklor ekibi yeniden kurulmuştu. Bu ekibin gösterileri Bursa’da, İzmir’de, İzmir’in Kirazlı ilçesinde gerçekleştirilmişti. Aynı zamanda yukarıda da bahsettiğimiz gibi hem Yalova’da hem de İstanbul’da gösterileri sergilenmişti. 2005 yılının Aralık ayında eğlence amaçlı bir gece tertiplenmişti, 2006 yılında yaz döneminde üniversitede okuyan öğrenciler için ayrı bir gece düzenlenmişti. 2007 yılında Ahıska doğumlu olan Ahıskalı ihtiyarlardan 60 kişi için memleketleri olan Ahıska’ya gezi düzenlenmişti. Ne yazık ki bugüne kadar güzel Bursa’mızda basın yayın konusunda pek başarılı olamadık. Ne bir gazetemiz, ne de bir dergimiz süreli olarak ortaya konamadı. 2007 yılında dergi yayınlama konusunda öncülük yapan Temindar İlimdaroğlu, derneğin yayın organı olan AKKALE dergisinin ilk sayısı çıkarmıştı. O sayınsın yayınlanmasında irili ufaklı bazı işyerlerin sahipleri tarafından maddi destek sağlandı. Ancak bunun devamını getiremeyince 236 hazır hale gelen 2. sayısı çıkmadan derginin yayını durdurulmuştu. Bu derneğin ayrıca Ahıska Sesi radyosu da faaliyet göstermektedir. 2010 yılında 21 Mart Nevruz Günü kutlamaları 1000 kişinin katılımıyla gerçekleşmişti. Ayrıca Valilik tarafından da düzenlenen 21 Mart Nevruz Günü kutlamalarına iştirak eden Ahıskalı Türkler, şölene katılanlara geleneksel yemeklerden ikramda bulunuyorlar. 1 Ağustos 2010 tarihinde de Bursa Kirazlıyayla’ya 800 kişi için piknik düzenlenmişti. Dini Bayramlarımızdan Ramazan Bayramında bayramın 2. gününde bayramlaşma etkinlikleri düzenlenmekte, Kurban Bayramında ise şölenler düzenlenip kurbanlık et dağıtılmaktadır. 2001 yılında Bursa’da Ahıskalılar Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği adı altında ikinci dernek kurulmuştur. Derneğin kurucusu ve başkanı Mevlüt Eşref’tir. Bu derneğin çatısı altında da bir Folklor ekibi kurulmuştu. Derneğin kültürel faaliyetleri bakımından gerçekleştikleri etkinlikler şunlardır: Folklor ekibi 2002-2003 yıllarında Kocayayla’da, 2004 yılında Bilecik/Söğüt’te, 2006-2007 tarihlerinde Bursa/Gürsu’da yapılan şenliklerine katılmıştı. 2004’te Ankara’da gerçekleştirilen Sürgünün 60. yılı dolayısıyla katılımı olmuştu. 2006 yılında Hamit Muzafferoğlu başkanlığında Ahıskalılar Kültür ve Yardımlaşma Derneği kurulmuştu. Bu dernek, Bursa’da ve diğer şehirlerde düzenlenen tüm kültürel ve eğitimsel faaliyetlere katılmakta, maddi ve manevi destekte bulunmaktadır. 2008 yılında Paşa Alihan başkanlığında Sürgüne Uğramış Ahıskalıların Haklarını Koruma Merkezi Derneği kurulmuştu. 2000 yılında “Ahıska Türkleri Kültür, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği” derneğinin çatısı altında kurulan Ahıskaspor Kulübü bir dönem dağıldı, 2008 yılında faaliyetlerine Sürgüne Uğramış Ahıskalıların Haklarını Koruma Merkezi’nin çatısı Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi altında devam etmiştir. Bugün bu kulüp Federasyon liginde yer almaktadır. 2010 yılında amatör 2. Ligde de 4. olmuşlardı. • Bu dernekte genel olarak eğitim kursları verilmeye çalışılmıştır. 2008’den bu yana düzenli bir şekilde geçirilmese de amatörce Türkçe, Gürcüce, Rusça, İngilizce dil kursları verilmişti. Dersi verenler, 3-4. sınıflarda okuyan üniversiteli öğrenciler idi. Üniversiteye girmeyi hedefleyen gençler için de matematik dersi verilmişti. Ayrıca saz, gitar çalma, satranç gibi kursların da haftada bir kez verilmesine gayret edildi. • Kursların başında Ahıskalıların gururu olan şairimiz, yazarımız Mircevat Ahıskalı tarafından verilen şiir kursu gelmektedir. Şair bu kursta talebelerine sadece şiir yazmasını değil, aynı zamanda şiir okumasını, dinlemesini de öğretiyor. Şiirin yapı ve biçimlerini anlatıyor. Bununla birlikte; makale, hikâye, deneme okuma ve yazma dersleri de vermektedir. En önemlisi de talebelerine kendilerini tanımaları için büyük çaba harcamaktadır. İlk hedefi olarak da talebelerine “Vatan, millet, bayrak sevgisini aşılamayı kendinde borç olarak görüyor. Genç şairleri yetiştiren Mircevat Ahıskalı, talebelerin yazmış oldukları şiirleriyle gurur duymaktadır. Şiirlerini bir araya getirerek Bursa’dan Ahıska Esintileri adı altında bir şiir antolojisini çıkarmayı hedefliyor. Aslında yazarımızın Türkiye/Bursa’ya göç ettikten sonra bugüne kadar yayınlattığı 10 kitabı vardır. Bu kitaplardan bugüne kadar seri halinde yayınlanan üç romanı, bir hikâyeler kitabı, iki destan, bir rubailer, iki şiir kitabı, bir masallar kitabı yayınlanmıştı: Eserler: • Mircevat Ahıskalı, Rubailer, Emin Yayınları, Bursa 2004. • Mircevat AHISKALI figan, Emin Yayınları, Bursa 2005. • Mircevat Ahıskalı, Gönül ile Karagül, Emin Yayınları, Bursa 2006. • Mircevat Ahıskalı, Gurbetten Iniltiler-1 Sürgün, Emin Yayınları, Bursa 2006-2010 (2. baskı) • Mircevat Ahıskalı, Ahıskalı’dan Hikâyeler, Emin Yayınları, Bursa 2007. • • • Mircevat Ahıskalı, Gurbetten İniltiler-2 Yaşam Savaşı, Emin Yayınları, Bursa 2007. Mircevat Ahıskalı, Gurbetten İniltiler-3 Karış Karış Fergana, Emin Yayınları, Bursa 2010. Mircevat Ahıskalı, Fani Nakışlar, Emin Yayınları, Bursa 2010. Mircevat Ahıskalı, Gurbetten İniltiler Destan, Emin Yayınları, Bursa 2010. Mircevat Ahıskalı, Ahıska Masalları ve Hikâyeler, Emin Yayınları, Bursa 2010. Dernek başkanlarımız bir dayanışma içinde, geceyi gündüze katarak gereken kurumlarla, gereken bakanlıklarda ilgili kişilerle görüşerek Ahıskalıların ikamet, sağlık, eğitim, çalışma izni, sosyal güvence, vatandaşlık gibi sorunları çözmeye gayret etmektedirler. Yardıma muhtaç olan ailelere değişik kurumlardaki ilgili kişilerle, işadamlarıyla görüşerek yardım imkânlarını, okuyan öğrencilerimize burs, üniversiteyi hedefleyen gençlerimize dershanelerde ücretsiz kurs ayarlamaktadırlar. Ayrıca derneklerimizde “Aksakallar Şurası”, Gençlik Kolu”, “Kadınlar Kolu” gibi kollar da faaliyet göstermektedirler. Aslında kültürel faaliyetler bakımından en başta Ocak 2008 tarihinde kurulan Uluslararası Ahıskalı Sanat Severler Birliği (UASB)’nin çatısı altında gerçekleştirilen faaliyetleri göstermek gerekir. Bu birliğin kurulmasında Mircevat Ahıskalı, Minara Aliyeva Esen, Kurban Sahaddinoğlu, Hamit Gazigil, Hüseyin İsmihan’ın büyük emekleri vardır. Ancak üç sene faaliyet gösteren bu birlik ne yazık ki maddi sıkıntılardan dolayı faaliyetlerine devam edemeyince dağılmıştı. UASB’nin çatısı altında sinema, tiyatro, şiir, halk oyunları ve Ahıskalılarda kurulan ilk Türk Halk Müziği Korosu başarılı bir şekilde faaliyet göstermişti. Bu birliğin amacı geleneksel örf-adetlerimizi korumakla beraber, kültürel ve sanatsal faaliyetlerimizi yapılandırmak ve gelecek nesillere miras olarak bırakmaktı. Birliğin kurucularından Mircevat Ahıskalı, Minara Aliyeva Esen ve Hamit Gazigil tarafından Ahıskalıların sahip olduğu kültür değerlerini yaşatıp ge- 237 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi lecek nesillere aktarmak amacıyla, sözlü edebiyatı yaşatmak adına Ahıska doğumlu olan ninelerimiz ve dedelerimizin bildikleri halk edebiyatı ürünleri derlenmişti ve derlenmeye devam edilmektedir. Bu birliğin gerçekleştirdiği büyük çaplı birkaç programı olmuştu. Yıldırım Barış Manço Kültür Merkezinde ilk program 02.10.2008 tarihinde “Bayram Şenliği” adı altında gerçekleştirilmiştir. Tiyatro gösterileri, genç şairlerin şiirleri, halk oyunları ve koro tarafından sunulan program muhteşemdi. 2009 yılının Kasım ayında 14 Kasım Sürgünün yıldönümü nedeniyle yine Barış Manço Kültür Merkezinde bir anma programı gerçekleştirilmişti. Bu programda sürgün olayını Mircevat Ahıskalı’nın yazmış olduğu senaryo doğrultusunda çok başarılı bir şekilde canlandıran tiyatro ekibi salonda bulunan bütün insanları gözyaşına boğmuştu. 2010 yılının Aralığında Mircevat Ahıskalı adına düzenlenen bir başka muhteşem program gerçekleştirilmişti. 2010 yılının Aralık ayında Barış Manço Kültür Merkezinde, Mircevat AHISKALI’nın ellinci yaş günü kutlandı. Eski SSCB’ye bağlı cumhuriyetlerde dağınık halde yaşayıp, vatanına, edebiyatına, birbirlerine hasret kalan milletimiz; bu programda katılımıyla, konuşmalarıyla, yazara ithaf edip yazdıkları şiirler ve türküleriyle, alkışlarıyla yazarını ne kadar sevdiklerini, sahip çıktıklarını net bir şekilde ortaya koydular. Programdaki coşku, sevgi selinin ne kadar yoğun olduğunu Türkiye’nin farklı şehirlerinden ve yurt dışından gelen konukların ilgisinden de anlamak mümkündü. Konuşmacılardan şair Mustafa Selman YILMAZ, Mircevat AHISKALI’nın eserlerinden yola çıkarak, Ahıskalıların çileli hayat yolunu anlattığında salonda bulunanlar gözyaşlarına hâkim olamadılar. İnanıyorum ki bu tür faaliyetler sadece Mircevat AHISKALI’nın jübilesiyle son bulmayacak, diğer sanat ve ilim adamlarıyla da devam edecektir. Türkler, göçlerle Orta Asya’dan getirdikleri kültürü Anadolu’nun her bölgesine yaymışlar; kendi kültürlerini o bölgede varolan kültür ile besleyerek gittikleri yerleri birer kültür merkezi haline 238 getirmişlerdir. Bu kültür merkezlerinde en güzel örneklerden biri de 1326 yılında Orhan Gazi’nin Bizanslılardan alarak Osmanlılara başkent yaptığı Bursa’dır. Bize kucak açan güzel şehrimiz Bursa’ya ve Bursalılara ve ortak olan kültürümüzü yaştma imkanı sağlayan Bursa’nın yöneticilerine buradan teşekkürümüzü de bildirmek istiyoruz. KAYNAKLAR: AHISKALI, Mircevat, Gurbetten Iniltiler-1 Sürgün, Emin Yayınları, Bursa 2010 (2. baskı) AHISKALI, Mircevat, Gurbetten İniltiler-2 Yaşam Savaşı, Emin Yayınları, Bursa 2007. AHISKALI, Mircevat, Gurbetten İniltiler-3 Karış Karış Fergana, Emin Yayınları, Bursa 2010. AHISKALI, Mircevat, Fani Nakışlar, Emin Yayınları, Bursa 2010. AHISKALI, Mircevat, Gurbetten İniltiler Destan, Emin Yayınları, Bursa 2010. AHISKALI, Mircevat, Ahıska Masalları ve Hikayeler, Emin Yayınları, Bursa 2010. AHISKALI, Mircevat, Ahıskalı’dan Hikayeler, Emin Yayınları, Bursa 2007. AHISKALI, Mircevat, Gönül ile Karagül, Emin Yayınları, Bursa 2006. AHISKALI, Mircevat, Rubailer, Emin Yayınları, Bursa 2004. “Ahıskalı Türklerinin Türkiye’ye Kabulü ve İskânına Dair Kanun”, Kanun No: 3835, Kabul Tarihi: 02.07.1992, Resmi Gazetede Yayımlandığı Tarih: 11.07.1992, Sayı: 21281, Ankara. “Bursa Ahıskalı Göçmen Türkleri Kültür ve Sosyal Yardımlaşma Derneği”nin kayıt defteri. CENGİZ, İsmail, Prusa’dan Günümüze Bursa, “Medeniyetin İpek Şehri”, Bursa Büyükşehir Belediyesi, Bursa 2008. KAFESOĞLU, İbrahim, Türk Milli Kültürü, TKAE Yayınları, Ankara, 1977. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Prof. Dr. Kamil Veli Nerimanoğlu Bakü-Bursa Eğitim ve Kültürel İlişkileri Biz, Bakü ve Bursa derken aslında Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ilişkilerinin sadece bir yönünden bahsetmek istiyoruz. Türkiye ile Azerbaycan’ın tarihsel, kültürel, politik ilişkileri başka ülkelerle olan ilişkilere benzemez. Devlet büyüklerinin “Bir devlet – iki millet” formülü ile analiz edilen ve bu slogandan daha fazla içerikli konsept mahiyetinde olan bu ifade, gerçekten de tarihi birliğimizi vazgeçilmezdir. Bu açıdan da milli, kültürel, tarihsel ilişkilerimizi de kapsamaktadır. Selçuklu, Akkoyunlu, Karakoyunlu ve Osmanlı İmparatorluğu döneminde bir milletin ayrı ayrı coğrafyalarda mevcut olan ortaklığı, milli değerleri bazen bazı dönemlerde politik, bazı dönemlerde ise kültür birliği ile onaylanmıştır. Dil ve din birliği, edebiyat ve sanat ortaklığı Kafkasya – Anadolu sınırları tanımaz. Ne Azerbaycan’ın ikiye bölünmesi ne de ayrı ayrı rejim şartlarında yaşamak bu birliği boza bilmemiş, millet ve tarih şartlarını ortadan kaldıramamıştır. 1813-1828 yıllarında Gülistan ve Türkmençay Barış Antlaşmaları ile Azerbaycan Türklerinin ikiye bölünmesi, bir asır boyunca defalarca boy veren Türkiye – Rusya savaşları bu manevi kültür birliğinin bozulmasında başarılı olamamıştı. Rus sömürge politikası ve İran’ın din görünümlü ilticaya dayalı rejim sistemi, Türkiye – Azerbaycan tarihi birliğini kendilerine hedef seçtiyse bile bu baskıcı politika ve ideolojiler büyük birlik temelini sarsıtamamıştır. Birinci Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı Devletinin çok ağır durumda olduğu dönemde Kafkas İslam ordusunun 1918 yılında Azerbaycan’a ve Dağıstan’a gelmesi, Azerbaycan Türklerini Ermeni soykırımından kurtarmıştı. Tarihin gerçeği hiçbir zaman unutulmamış ve unutulmayacaktır. Çanakkale savaşında şehit düşen Azerbaycan Türkleri de bu tarihi kardeşliğinin sayfalarını kendi kanlarıyla yazmışlardır. 239 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi 1918-1920 yıllarında Mehmet Emin Resulzade ve silah arkadaşlarının kurduğu Azerbaycan Demokratik Cumhuriyetinin Türkiye ile ilişkileri bu tarihi birliğin altın sayfalarındandır. 1920’lerde Sovyet Rusya’sının Azerbaycan’ı yeniden işgal edilmesi sonucunda sınırlar kapatılmış, dostluk ve kardeşlik köprüleri kaldırılmıştır. Stalin rejimi devrinde yüzlerce aydın Türkiye sevgisine, Türkiye – Azerbaycan birliğinin vazgeçilmez kanaatlerine göre “pantürkist” damgasıyla kurşuna dizilmiş, soykırım edilmişti. 1991 yılında Sovyet Birliği dağıldı. Sovyetler Birliği bazı ideologların, tarihçilerin ve politikacıların, tarihçilerin dediği gibi kansız çökmedi. Bu mücadelede binlerce mücahidin 70 yıldan fazla süregelen mücadelesi ve kanı vardır. Sembolü Ebülfez Elçibey olan yüzlerce aykırı düşünen insanların Türklük zihniyeti ile yaşayan insanların gerçekleştirdiği mücadele de unutulmamalıdır. Bu yıllardan başlayarak zıddiyetli dönemler yaşansa bile Azerbaycan – Türkiye ilişkileri hiç kopmadı ve Türk Dünyası bağlamında çok büyük adımlar atıldı. Devlet ve millet seviyesinde gerçekleşen bu birlik yolunda kültür ve eğitim birliğinin altını çizerek bir sıra gerçekleri dile getirmeliyiz. Ana noktalarına temas ettiğimiz Türkiye – Azerbaycan birliğinin bir önemli dalı da Türkiye Cumhuriyeti şehirleri, eğitim ve kültür merkezleri ile Azerbaycan’daki şehirler, eğitim ve kültür merkezleri ilişkilerinin içten bağlı olmasıdır. Bu bağlamda sadece İstanbul-Bakü, Ankara-Bakü, İzmir-Gence, Konya-Şeki ilişkileri değil bütün Anadolu’yu ve Azerbaycan’ı kapsayan dostluk, kardeşlik, kültür ve eğitim temasları, yollarıdır. Bu sırada biz Bursa-Bakü ilişkilerinin önemi üzerinde durmak istiyoruz. Bildiğimiz gibi Bursa, Türkiye’mizin çok büyük tarihi geleneklere bağlı modern, sanayi, kültür ve sanat şehridir. Bursa’nın tarihi, altın harflerle yazılmış abideleri, hali, mutfak, el sanatları kültürünü, 240 çağdaş oto sanayisi, tekstil fabrikaları, kış sporu ve dinlenme merkezlerini kapsamaktadır. Uludağ Üniversitesi, sadece Türkiye’nin değil bilgenin uluslar arası bilimsel platformlu merkezlerinden biridir. Hiç tesadüfî değildir ki, Bakü ile Bursa arasında enerji, sanayi, tekstil ve diğer önemli alanların işbirliği ile beraber tiyatro, sanat ve eğitim ilişkileri açısından ortaklıklar vardır. Bakü Üniversitesinin Petrol ve Kimya Enstitüsü ile beraber Bakü Müzik Akademisi, Güzel Sanatlar Üniversitesi Bursa gençleri için de cazibe merkezidir. Bursa’daki Işıklar Askeri Lisesi ve elbette ki Uludağ Üniversitesi Azerbaycan gençlerinin çok sevdiği ve tercih ettikleri eğitim merkezleridir. 2010-2011 eğitim-öğretim döneminde Bursa’da öğrenim gören öğrencilerimizin sayısı 78’dir. Bu öğrencilerin Bursa’yı tercih etmelerinin sebebi, bu şehrin bir anakent şehri olması, bir kültür şehri olmasıdır. Bursa’nın Uludağ Üniversitesini tercih edilme sebeplerinin başında ise bu üniversitenin uluslar arası platformda geçerliliği olan bir üniversite olduğudur. Bursa’da eğitim gören bu gençlerimiz, hem Bursa kültürünü hem genel olarak Türk kültürünü tanımaktadır. Aynı şekilde de Bursa’da ve genel olarak Türkiye’de yaşayan Türk kardeşleri için de Azerbaycan kültürünü tanıtmaktadırlar. Bursa’da eğitim gören bu gençlerimiz Azerbaycan’ın önemli gün ve tarihleriyle ilgili etkinlikleri düzenlemektedirler. Bunları da şu şekilde özetleyebiliriz: a. 2006 yılından itibaren her yıl Bursa Nilüfer Belediyesinin tahsis ettiği salonlarda Üniversite yönetimi ve diğer kuruluşların katılımıyla Azerbaycan’ın özgürlük mücadelesinin en önemli tarihlerinden biri olan 20 Ocak gününün anma programı gerçekleştirilmektedir. Bu etkinliklerde Sovyet Azerbaycan’ı ile Özgür Azerbaycan karşılaştırılmakta ve 20 Ocak olaylarından sonra Azerbaycan halkının kendi özgürlüklerinin nasıl kazandıkları anlatılmaktadır. b. 2005 yılından itibaren Uludağ Üniversitesin- Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi de Azerbaycan Kültür Derneği ve Haydar Aliyev Vakfı’nın katkılarıyla her yıl “Hocalı Katliamı”nın anma programları geçirilmektedir. lisans, lisansüstü eğitimi kapsaması, Azerbaycan c. Öğrencilerimiz, Uludağ Üniversitesinin 2008 yılından itibaren her yıl düzenlediği 21 Mart Nevruz Günü kutlamalarında aktif olarak görev almaktadırlar. Bu etkinliklerde futbol turnuvalarına, gösterilere, nevruzun bir sembolü olan demir dövme şölenine, Nevruz Günü ile ilgili düzenlenen çeşitli konferanslara iştirak etmektedirler. gelmektedir. Biz inanıyoruz ki, Türkiye-Azerbaycan ve Türkiye şirketlerinin Bursa merkezli iş olanaklarının gerçekleştirilmesi bu perspektifin başında ilişkilerinin merkez hatlarından olan Bursa-Bakü ilişkileri Bursa-Tebriz, Bursa-Erdebil, Bursa-Kerkük ilişkileri ile daha da zenginleşecek ve AzerbaycanTürkiye ilişkilerinin odak noktası olacaktır. Ortak hazırlanmış opera ve balelerin, tiyatroların, ç. 28 Mayıs Azerbaycan Demokratik Cumhuriyetinin kuruluş yıldönümü nedeniyle 2010 yılında başlatılan kutlamalar, Üniversitenin çatısı altında kutlanmaktadır. Bu etkinliklerde Türk-İslam dünyasında kurulan ilk demokratik cumhuriyetin ADR olduğu özellikle vurgulanmakta, özgürlük ve modernleşme yarışında Azerbaycan Türklerinin diğer akraba, kardeş topluluklarının diğer akraba, kardeş topluluklarını nasıl geride bıraktığı anlatılmaktadır. konserlerin, bilimin ayrı ayrı alanlarının dünya standartları seviyesinde gelişmesinde, yerleşmesinde Bursa-Bakü işbirliği, kültür birliği, eğitim birliği önemli rol oynamaktadır. KAYNAKLAR: CENGİZ, İsmail, Prusa’dan Günümüze Bursa, “Medeniyetin İpek Şehri”, Bursa Büyükşehir Belediyesi, Bütün bunların yanı sıra Bursa’da öğrenim gören Azerbaycanlı öğrencilerimiz değişik topluluklarda görev almaktadırlar. Uludağ Üniversitesinin her yıl düzenlediği Türkoloji Günlerine, Uluslar arası İlişkiler Kongresine, Kişisel Gelişim ve Liderlik Okulu etkinliklerine, Reklamcılık günlerine gibi pek çok etkinliğe iştirak etmektedirler ve gerçekleşmesinde görevler almaktadırlar. Uludağ Üniversitesi Yönetimi ile Azerbaycanlı öğrenciler arasında her zaman bir dostluk ilişkisi vardır. Merhum Rektör Prof. Dr. Mete Cengiz her ay mütemadiyen Azerbaycanlı öğrencileri ile görüşüp, onların problemlerini dinler, çözüm yolunu bulmak için tüm gayretini kullanırdı. Bursa 2008. AZERBAYCAN ANSİKLOPEDİSİ, 1-10 Ciltler, Bakü 1975-1985. KAFESOĞLU, İbrahim, Türk Milli Kültürü, TKAE Yayınları, Ankara, 1977. TSUSİYEV, Artur, Atlas etno-politiçeskoy istorii Kavkaza, 1774-2004, Moskva 2007. NERİMANOĞLU, Kamil Veli, Özümüz Sözümüz, Bakü 2005. Buradan rahmetli Hocamız Prof. Dr. Mete Cengiz’e Allahtan rahmet diliyoruz. Bizce Bursa-Bakü ilişkilerinin bitmiş olarak sayılması doğru değildir. Bu ilişkilerin daha da derinleşmesi, sistemli şekilde yaygınlaşması, lisans öncesi, 241 242 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Mustafa Dündar Bursa Osmangazi ‘de Yeşil Alan Çalışmalarının Değerlendirilmesi OSMANGAZİ BELEDİYESİ “DAHA YEŞİL BİR BURSA” İÇİN ÇALIŞIYOR Bir cihan imparatorluğu olan Osmanlı Devleti’nin bir dönem başkentliğini yapmış ve sahip olduğu eşsiz doğasıyla dillere dolanmış bir zenginliğin mirasçısı: Bursa’nın can damarı Osmangazi. Bursa’nın merkez ilçesi Osmangazi’de, var olan zenginlikleri korumak ve yaşatmak amacıyla Osmangazi Belediyesi Türkiye’nin en kapsamlı çevre projelerine imza atıyor. Örnek çalışmalarıyla Türkiye’de ilklere imza atan Osmangazi Belediyesi, “Seçimlere değil, gelecek nesillere yatırım” yapmayı prensip edinerek yeşil alanların arttırılması ve korunması amacıyla ilçenin dört bir yanında çalışmalarını sürdürüyor. Osmangazi Belediyesi, ilçe sınırları içinde 1 milyon 139 bin 819 metrekarelik alan da kente soluk aldıracak yeşil alan düzenlemesi gerçekleştirmiş olup, çalışmalarına hızla devam ediyor. 243 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi BİR MİLYON FİDAN KAMPANYASI “Yeniden Yeşil Bursa” hedefiyle yola çıkan Osmangazi Belediyesi, Bursa’daki en büyük sosyal sorumluluk projesi olan “Bir milyon fidan kampanyası”na öncülük ediyor. Orman Bölge Müdürlüğü ile birlikte yürütülen dev fidan dikim kampanyasına toplumun farklı kesimleri de dahil ediliyor. Böylece 7’den 70’e herkeste çevre ve yeşil alan konusunda toplumsal bilinç oluşturulması, aynı zamanda bireysel katkılarla da çalışmanın başarıya ulaşması hedefleniyor. 2010 yılının Mart ayında başlatılan “Bir milyon fidan kampanyası” kapsamında ilk aşamada 119 bin fidan, 2010 yılı Kasım ayında 90 bin fidan Bursa’ya ve doğaya kazandırıldı. Fidan dikiminin hızla devam ettiği Osmangazi’de son olarak OvaakçaSelçukgazi Köyü, Avdancık Köyü, ve Soğukpınar Köyleri’nde 280 bin fidan toprakla buluştu. Okulların, sivil toplum kuruluşlarının ve vatandaşların bireysel katılımlarıyla Osmangazi Belediyesi fidan 244 dikim kampanyasını dalga dalga genişleterek sürdürmeyi amaçlıyor. “YEŞİL DALGA HAREKETİ ” Osmangazi Belediyesi, yeşil alanlarla ilgili ciddi çalışmalar ve projeler yürütüyor. Bunların en önemlilerinden biri de “Yeşil Dalga Hareketi ” … Genç, yaşlı demeden herkesi bu dev çevre kampanyalarıyla bilinçlendirmeyi amaçlayan Osmangazi Belediyesi yeşil alanların korunması ve gelecek nesillere daha sağlıklı ve yeşil bir dünya bırakılması konusunda eğitimin ve bilinçlendirme faaliyetlerinin öneminin farkında. Bu kapsamda farklı birçok kesimi projelere dahil eden Osmangazi Belediyesi, ağaç kesimini engellemek ve yeşil alanları korumak amacıyla • İl İzci Kurulu İle Atık Pil Toplama • “Plastik Poşete Hayır” kampanyası • Geri Kazanım ve Çevre Bilinci Edindirme • Elektronik Atık Toplama Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi • Köy Okulları Atık Pil Toplama • Osmangazi’de Çevreye Gün Doğdu • Eğiticilerin Eğitimi gibi projeleri hayata geçirdi. Devam eden projeler; • Her Muhtarlık Atık Toplama Merkezi Oluyor • Bitkisel Atık Yağlar Lavaboya Değil Biyodizele • Köy Okulları Atık Pil Toplama Projesi-2 • “Dede Torun Çevre İçin Elele” • “İçeride de Dışarıda da Geri Dönüşüm” (Bu proje ile mahkumlar yaptıkları çalışmayla 1 yılda 85 ağacı kesilmekten kurtardı.) bin 485 adet geri dönüşüm kutusu, 253 pil bidonu, 845 pil kutusu, 500 pil poşeti, 139 adet 50 lt’lik yağ bidonu ve 11 bin bez torba dağıttı. Ayrıca bilgilendirme çalışmaları kapsamında eğitim kurumları, muhtarlıklar, sanayi siteleri, sağlık kurumları, oteller, ev ve işyerlerinde 246 bin 196 kişiye ulaşılarak 157 okulda 39 bin 407 öğrenciye eğitim verildi. Ayrıca; 19 bin 127 ton evsel atık 19 bin 438 ton ambalaj atığı 64 bin 632 kg atık pil ve batarya 64 bin 545 kg atık yağ 24 bin 362 kg elektronik atık 24 bin 814 ton kaba atık ve moloz toplanarak 2 yılda 323 bin çam ağacı kesilmekten kurtarıldı. Osmangazi Belediyesi, ilçe genelinde, 6 bin 778 adet elektronik atık ve geri dönüşüm konteynırı, 245 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi YEŞİL ALAN VE PARK DÜZENLEMELERİ 109 mahalle ve 27 köyde toplam 1 milyon 139 bin 819 metrekarelik alanda 500 park ve çevre düzenlemesini hayata geçiren Osmangazi Belediyesi, kentin dar ve kalabalık mahallelerinde vatandaşın rahatça kullanabileceği, nefes alabileceği yeşil alan ve park yatırımlarına da öncelik veriyor. CAMİ YEŞİL ALAN DÜZENLEMESİ Evliyalar şehri olarak da anılan Bursa’da Osmangazi Belediyesi manevi değerlere de büyük önem veriyor. Yeşille buluşan cami çevresi hem güzelleştiriliyor hem de manevi huzura katkı sağlıyor. Son iki yılda; • Timurtaşpaşa Camii çevre düzenlemesi • Doğanevler Camii çevre düzenlemesi • Şahabettin Paşa Camii çevre düzenlemesi • İvazpaşa Camii şadırvan, çevre düzenlemesi • Hoca Tabip Aynalı Camii çevre düzenlemesi • Hamzabey Camii Bahçe düzenlemesi 246 • Akbıyık Camii çevre düzenlemesi • Gülbahçe Yenidoğan Camii çevre düzenlemesi • Panayır Mahallesi Parseller Camii çevre düzenlemesi • Ertuğrul Bey Camii çevre düzenlemesi • Hocahasan Camii tadilatı ve çevre düzenlemesi • Hamitler Hamitdede Camii çevre düzenlemesi • Ahmet Dai Camii çevre düzenlemesi projeleri hayata geçirildi. YEŞİL ALANLARIN BAKIMI Bursa’ya yeni yeşil alanlar kazandırmak için birçok çalışmayı eş zamanlı sürdüren Osmangazi Belediyesi, mevcut alanları korumak için de gerekli tedbirleri alıyor. Belediye; park sahalarının temizlenmesi, çim ve çiçek, fidan ve çalıların sulanması, çimlerin biçilmesi, fidanların çapalanması, sarılıcı ve örtücü bitki dikilmesi, bitkisel toprağın serilmesi, çim ve çiçeklik sahaların tanzimi, mevsimlik çiçek dikimi, peyzaj mimarı çalıştırılması gibi birçok faaliyeti Bursa ve Osmangazi adına yürütüyor. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Ahmet Haluk Karabel TOKİ Türkiye Geneli ve Bursa Uygulamaları Bilgi Notu T.C. 58., 59. ve 60. Hükümetlerinin “Planlı Kentleşme ve Konut Üretimi Seferberliği” kapsamında; 16 Mart 2011 tarihi itibariyle 81 il ve 800 ilçede, 1.894 ŞANTİYEDE; sosyal donatılarıyla birlikte 483.506 KONUT RAKAMINA ulaşılmıştır. İhale tarihi almış 26 bin konutla beraber 509 bin konut rakamına ulaşılacaktır. 350 bin konut ise tamamlanmıştır. Ortalama hane halkı sayısı 3,9 kişi olarak düşünüldüğünde, bu rakam 100 bin nüfuslu 20 adet şehrin sıfırdan inşası demektir. Ya da bir adet Bursa şehri nüfusuna yetecek sayıda konut üretimi demektir. Ürettiğimiz konutların 400.102’si SOSYAL KONUT NİTELİĞİNDEDİR. TOKİ, Hükümet programında da yer aldığı şekilde insanlarımıza hak ettikleri sağlam ve kaliteli, çağdaş olanaklara sahip, güvenli yerleşim yerleri sunmada öncülük ederken, yeni bir planlı kentleşme ve konut üretim anlayışını da oluşturmaya çalışmıştır. Bu itibarla konutlarla birlikte hem TOKİ konutlarının ihtiyacı olan hem de ilgili kamu kurumlarıyla protokollerle sosyal donatı (681 okul, 65 pansiyon, 86 sağlık ocağı, 92 hastane, 419 ticaret merkezi, 345 cami, 37 kütüphane, 23 sevgi evi, 17 engelsiz yaşam merkezi) uygulamaları da yapmıştır. Bursa Genelinde ; 7.396 konut dar ve orta gelirli,4.596 konut alt ve yoksul,329 konut afet, 132 konut roman, 3.167 gecekondu dönüşüm olmak üzere toplam 15.620 konut uygulaması başlatılmış bu konutlardan 11.579 konut tamamlanmıştır. Sosyal donatı olarak ; 13 ilköğretim okulu, 5 lise, 2 kreş,50 yataklı devler hastanesi, 14 ticaret merkezi, 12 cami,20 spor salonu, 5 sağlık ocağı, 2 kütüphane, sosyal tesis, kafeterya, hanımlar kahvesi, kahve, bakkal, berber ve engelsiz yaşam merkezi uygulamaları başlatılmıştır. Başlatılan uygulamaların toplam yatırım bedeli yaklaşık 1,1 Milyar TL’dir. Tamamlanan Uygulamalar: 11.579 konut, 11 ilköğretim okulu, 2 lise, 13 ticaret merkezi, kafeterya, 15 spor salonu, 3 sağlık ocağı, 11 cami, 2 kütüphane, 2 kreş, engelsiz yaşam birimi, sosyal tesis, kahve, hanımlar kahvesi, bakkal, berber 247 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi 1. MERKEZ KESTEL 716 KONUT (56’sı Alt Gelir Grubu için) • Sosyal donatı: 24 derslikli ilköğretim okulu, ticaret merkezi, cami, sağlık ocağı. 2. HAMİTLER 948 KONUT (432’si Alt Gelir Grubuna) • Sosyal donatı: 32 derslikli ilköğretim okulu, kreş, 2 adet ticaret merkezi, cami, sağlık ocağı. 4. MERKEZ NİLÜFER HASANAĞA 1. KISIM 864 KONUT (528’i Ahıska Türkleri’ne, 240’ı Polsan’a, 96 Hasanağa Belediyesi’ne) 5. MERKEZ NİLÜFER HASANAĞA 2. KISIM 720 KONUT • Sosyal donatı: 32 derslikli ilköğretim okulu, alışveriş mrk., kafeterya, spor salonu ve cami. 6. ORHANGAZİ TEKKE MAHALLESİ 260 KONUT 3. HAMİTLER 2.ETAP 1.124 KONUT (992’si Alt Gelir Grubuna) • Sosyal donatı: ilköğretim-32, lise-40, spor sal., ticaret merkezi. 7. ORHANGAZİ 2. ETAP 336 KONUT (252’si Alt Gelir Grubu için) • Sosyal donatı: ticaret merkezi, cami, şadırvan, kütüphane. 248 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi 8. ORHANGAZİ 3.ETAP 784 KONUT (Tamamı Alt Gelir Grubuna) • Sosyal donatı: 24 derslikli ilköğretim okulu, ticaret merkezi ve cami. 9. OSMANGAZİ-YUNUSELİ 912 KONUT (432’si Alt Gelir Grubuna) • Sosyal donatı: 32 derslikli ilköğretim okulu, cami ve şadırvan. 10.MERKEZ YILDIRIM YİĞİTLER MH. 492 KONUT 249 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi 14.İNEGÖL-YENİCE 5 ADET ENGELSİZ YAŞAM BİRİMİ 1 ADET ENGELSİZ YAŞAM MERKEZİ (6 BİNA) 15.KELES 64 KONUT (Tamamı Alt Gelir Grubu için)(talep örgütlenmesi) 16.İNEGÖL 1. ETAP 686 KONUT • Sosyal donatı:32 derslikli ilköğretim okulu, ticaret merkezi ve cami. 17.YENİŞEHİR 740 KONUT (220’si Alt Gelir 11.MUSTAFA KEMAL PAŞA-KARAKÖY 105 afet konutu • Sosyal donatı: ticaret merkezi, 102 ahır ve 10 tandır. Grubuna)(Talep örg) • Sosyal donatı: 24 derslikli ilköğretim okulu, ticaret merkezi ve cami. 18.MUSTAFA KEMAL PAŞA TATKAVAKLI 232 12.MERKEZ NİLÜFER KAYAPA 368 KONUT • Sosyal donatı: 24 derslikli ilköğretim okulu, ticaret merkezi, kütüphane, cami ve şadırvan. 13.İNEGÖL-ALANYURT (224 afet konutu) 250 KONUT (160’ı Alt Gelir Grubuna) (Talep ÖRG.) • Sosyal donatı: ticaret merkezi ve cami. 19.YILDIRIM–AKÇAĞLAYAN 774 KONUT (Ge- cekondu Dönüşüm) • Sosyal donatı: sosyal tesis, kreş, kahve, hanımlar kahvesi, bakkal, berber ve cami. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi 27.GÜMÜŞTEPE LİSE-24 28.ORHANGAZİ SAĞLIK OCAĞI 29.KARACABEY 132 KONUT (ROMAN KONUTLARI) • Sosyal donatı: sosyal tesis. 30.GÜRSU 1.936 KONUT (1.168’i yoksul ko- nut) • Sosyal donatı: lise-24, ilköğretim-32, cami, sağlık ocağı, sosyal tesis, ticaret merkezi. Proje ve İhale Çalışmaları Devam Eden Uygulamalar: Toplam 3.715 konut, 2 ilköğretim okulu, lise, 3 spor salonu, 3 sosyal tesis, 3 hastane, huzur evi 31. İznik 72 Roman konutu, Mustafa Kemal Paşa 384 Roman konutu 20.NİLÜFER-GÖRÜKLE KÖYÜ LİSE-24 21.OSMANGAZİ EMEK İLKÖĞRETİM-24 22.OSMANGAZİ 3 ETAP 774 KONUT (Gec. Dön.) 23.KARACABEY 456 KONUT (36’sı yoksul konut) (Gec. Dön.) • Sosyal donatı: ilköğretim-16, ticaret merkezi. İnşaatı Devam Eden Uygulamalar: 4.041 konut, hastane, 2 ilköğretim okulu, 3 lise, 5 spor salonu, ticaret merkezi, cami, 2 sağlık ocağı, sosyal tesis. 24.OSMANGAZİ 6 ETAP 1.973 KONUT (Gec. Dön.) 25.ORHANELİ 50 YATAKLI DEVLET HASTANESİ 26.MERKEZ-ÖZLÜCE LİSE-24, İLKÖĞRETİM OKULU-24 32. Büyükorhon (100 konut)(talep örgütlenmesi) 33. İnegöl 2.Etap (968 konut) 34. Gemlik Gençali Mah. (MSB) (30 konut) 35. Esnaf ve Sanatkarlar Sanayi Sitesi 36. Kayapa 2.Etap 37. Kayapa spor salonu 38. Kestel 2.Etap (784 konut) 39. Kestel 3.Etap (360 konut) 40. Yenişehir (Roman konutları) (216 konut) 41. Yıldırım-Mollaarap (385 konut) (Gecekondu Dönüşüm) 42. Yıldırım (Roman konutları) (240 konut) 43. Merkez Akpınar ilköğretim-24, Çakıllısırtı lise24, 44. Mustafa Kemal Mahallesi Tatkavaklı 2.Etap (talep örgütlenmesi)(560 konut), ilk-24, sosyal tesis 45. Karacabey 100 yataklı Devlet Hastanesi 46. İnegöl 300 yataklı Devlet Hastanesi 47. Mustafakemalpaşa 200 yataklı Devlet Hastanesi 48. İnegöl Halk Eğitim Merkezi Huzurevi 251 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi BURSA KENTSEL YENİLEME PROJELERİ BURSA OSMANGAZİ DOĞANBEY KENTSEL YENİLEME PROJESİ 12/05/2004 tarih ve 25460 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5162 sayılı Kanun çerçevesinde, İdaremiz ile Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve Belediye Başkanlığınız arasında 28/11/2006 tarihinde “Bursa Osmangazi Doğanbey Kentsel Yenileme (Gecekondu Dönüşüm) Projesine İlişkin Protokol” imzalanmış olup, çalışmalar devam etmektedir. Protokole göre alan büyüklüğü 282.000 m2 (sit alanı, donatı alanları ve yollar dahil). Alanda küçük hisseli (50 m2’nin altında) mülkiyet oranı %50 oranında olup, bu proje ile yıllardır süren mülkiyet sorunu da çözüm bulmaktadır. Bursa kent merkezinde sit alanlarının bitişiğinde yer alan ve fonksiyonunu yitirmiş bir kent parçası olan proje alanında bulunan 1400 adet hak sahibi ile uzlaşma sağlanarak, rızaları alınarak yıkımlar gerçekleştirilmiş ve 6 etap halinde toplam 2747 konut uygulaması sürdürülmektedir. İnşa edilen konutlar ile özel mimari projeler kapsamında kente yeni bir değer katılmaktadır. 1.ve 2. etap ihale alanlardaki mülkiyeti bulunan “Bursa Ticaret Borsasına” ait taşınmazlar 28.01.2010 tarihinde imzalanan protokol çevçevesinde, İdaremiz mülkiyetine devir alınmış olup mülkiyet probleminden ötürü alınamayan ruhsatlandırma sürecinin önü açılmıştır. 252 Bunun yanında proje kapsamında anlaşma sağlanamayan 12 adet parsele yönelik Bursa Büyükşehir Belediyesince açılan kamulaştırma davaları devam etmektedir. Toplam 397.714,57 m² inşaat alanı üretilmiş, 203.030,03 m² si bedelsiz, 149.821,62 m² si borçlanmalı olarak olmak üzere toplam 352.852,02 m² si hak sahiplerine verilmiş, 44.862,54 m² inşaat alanı da İdaremize kalmıştır. Hak sahipleri ile gerçekleştirilen uzlaşma görüşmelerinde toplam 2747 konutun 2311 adedi hak sahiplerine mevcut taşınmazları karşılığı ve kalan kısmı uzun dönem taksitlendirerek tahsis edilmiş olup İdaremize 436 adet konut kalmaktadır. Konutların teslimi öncesi hak sahipleri arasında bağımsız bölümlerin tespitine yönelik kura çekilişi 18-19-20 Ekim 2010 tarihinde gerçekleştirilmiş olup hak sahiplerinin konut satış sözleşmesi imzalamasına yönelik listelerin tanzimi işlemi sürmektedir. Söz konusu protokol kapsamında hak sahipleri ile uzlaşmaya esas görüşmelerde 75-112,5-150 m² yüzölçümlü konutlar üzerinden muvafakat alınmış ancak Belediye tarafından hazırlatılan projelere göre üretilen konutlar çok farklı metrajlarda olduğundan bu farklı metrajlar 75 m² grubu, 112,5 m² grubu ve 150 m² grubu olarak 3 grupta kategorize edilmiştir. Kura çekimine esas oluşturan bu çalışmanın sonucunda uzlaşılan konut metrajından farklı metrajlarda konuta sahip olan hak sahiplerinin borçlanma bedelleri öngörülenden farklı Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi olarak gerçekleşmektedir. Bu durum hak sahipleri arasında itirazlara sebep olmaktadır. Bununla birlikte İdaremiz tarafından; hak sahiplerinin yapı bedellerinin güncellenmesi, tek konuttan hak sahibi olanların borçlanma sürelerinin 156 aya çıkarılması, birden çok konut alan ve muvafakat senetlerinde borçlanmalarını defaten ödeyeceklerini taahhüt eden hak sahiplerinin ödemelerinin ise 72 aya yayılması, söz konusu proje kapsamında üretilen konutların yetkili bankada İdaremiz ve vatandaş ile sözleşme yapıldıktan sonra devir hakkının hak sahibine tanınması, borçlanma ödemelerinin anahtar tesliminden sonra başlaması, hak sahiplerinin 775 sayılı Kanun kapsamında Damga Vergisinden muaf tutularak, konutlara ait KDV’nin de ödeme planına paralel sayıda vadeye bölünmesi, birden fazla konut alan hak sahiplerinin kalan borçlanma bedelleri son daire bedelinden düşük olması halinde son konuta, yüksek olması halinde ise bu miktarı karşılayabilecek değerdeki konuta yansıtılması hususlarında kolaylıklar tanınmıştır. BURSA- KARACABEY KENTSEL YENİLEME PROJESİ 23/06/2006 tarihinde imzalanan ön protokol ve 11/04/2008 tarihindeki Protokol gereğince İdaremizce 36 adedi 1+1, 252 adedi 76 m2 lik alt gelir grubu ve 168 adedi de 111,86 m2 lik 3+1 olmak üzere 456 konutluk ihale 15/06/2009 tarihinde gerçekleştirilmiştir. Fakir konutları için tahsis edilen 36 adet 1+1 konut dışındaki 420 adet konutun satışı yapılmakla birlikte proje alanında bulunan dönüşüme tabi tutulacak vatandaşlarımıza, roman vatandaşlar için ihale edilen 132 adet konuttan faydalandırılacaktır. BURSA - YILDIRIM MOLLARAP KENTSEL YENİLEME PROJESİ 253 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi BURSA - İNEGÖL KENTSEL YENİLEME PROJESİ 20/02/2007 tarihinde imzalanan ön protokol gereği Belediye’ce hazırlanması gereken hak sahipleri tespit ve değerleme çalışmaları ile jeolojik etüt çalışmalarının İdaremize geç ulaştırılması projenin sürecini uzatmıştır. Belediye ile birkaç kez toplanılmış olup, 3. derece sit alanı ve yüksek eğime sahip proje alanında İdaremize önerilen mimari proje Projeler Dairemizce de incelenmiş ve eksiklikleri Belediye’ye iletilmiştir. Belediye bu projenin uygulanmasının alana en uygun proje olduğu konusunda ısrarcıdır. Bu nedenle projeye ait metraj bilgileri ve hak sahipliği değerleme formlarının 2011 yılına güncellenerek yapılacak fizibilite sonrası ana protokole geçilmesi kararlaştırılmıştır. Değerleme raporlarının güncelleme işlemi tamamlanmış ve Belediye komisyon üyeleri tarafından imza aşamasındadır. İdaremize iletilmesini müteakip fizibilite analizi tamamlanarak ana protokol süreci başlatılacaktır. BURSA - MUSTAFAKEMALPAŞA KENTSEL YENİLEME PROJESİ İdaremiz ile Mustafakemalpaşa Belediye Başkanlığı arasında 16/12/2009 tarihinde Bursa Mustafakemalpaşa Kentsel Yenileme (Gecekondu Dönüşüm) Projesine İlişkin Ön Protokol imzalanmış olup, belediye tarafından İdaremize devir edilen taşınmazlar üzerinde, roman vatandaşlara yönelik 384 adet konutların ihalesi yapılmış olup, hak sahiplerinin tespit ve değerleme işlemleri Belediye tarafından sürdürülmektedir. 254 İdaremiz ile İnegöl Belediye Başkanlığı arasında 24/12/2009 tarihinde “Bursa İnegöl Kentsel Yenileme (Gecekondu Dönüşüm) Projesine İlişkin Ön Protokol” imzalanmıştır. Protokol kapsamında Belediye tarafından yerinde tespit, hak sahipliliği Değerleme çalışmaları ve zemin etüd çalışmaları tamamlanmış ve İdaremize intikal etmiştir. Belediyece vaziyet planı ve imar planı taslak çalışmaları yapılmış, ancak bazı düzenleme talebimiz Belediye tarafından tekrar çalışılmaktadır. Bu çalışmaların Belediye tarafından tamamlanıp İdaremize iletilmesi sonrası fizibilite analizi gerçekleştirilerek, hak sahipleri ile görüşme süreci ile yıkım ve yapım süreçlerine ait hususları içeren ana protokol imzalanacaktır. BURSA- İNTAM KENTSEL DÖNÜŞÜM ALANI 01.11.2010 tarihinde Sıcaksu ve İntam Çevresi Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Proje Alanlarına İlişkin Bursa Büyükşehir belediyesi ile Ön Protokol İmzalanmıştır. Belediye tarafından hak sahipleri tespit ve değerleme çalışmaları ile vaziyet planı Tasarım ve Mimari Projeler hazırlanmaktadır. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Mehmet Doğan İki Başkent: Türkiye’de Bursa Türkistan’da Semerkand 15. yüzyılın dünya tarihini belirleyen hadiselerinden biri hiç şüphesiz “Ankara Savaşı”dır. Ankara Savaşı’nın tarafları, Çağatay Hanlığını ele geçiren Timur ve Anadolu’dan Balkanlara doğru yayılan bir güçlü bir devlet olan Osmanlı idi. Timur, han soyundan gelmediği için, şeklen bir hana bağlı görünüyordu. Han soyundan bir hanımla evlenmiş, “gürgan” yani damat olmuştu. Fakat ondan sonra gelenler, bu “han oynatma” geleneğini bıraktılar, Timurlular veya Timuroğulları olarak anıldılar. 255 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi 256 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi 257 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Timur’un başkenti Semarkand idi. Osmanlılar ise, o sıralar iki başkente sahipti: Bursa ve Edirne. Ankara Savaşına gelinceye kadar Bursa Osmanlı başkenti olarak hayli imar edilmiş bir şehirdi. Orhan Bey, 1. Murad ve Yıldırım Bayezid çok amaçlı külliyeler yaptırarak Bursa şehrinin gelişmesini sağlamışlardı. Bu yapılarda büyük nisbetlere ulaşmak yerine, mütevazılık ve fonksiyonellik tercih edilmişti. Bu dönemde bu ölçüleri aşan tek yapı olarak Yıldırım Bayezid’in inşaa ettirdiği Ulu Camii görebiliriz. Ankara Savaşı’nın çalkantılarını aşan Yıldırı- 258 mın oğlu Çelebi Mehmet, Bursa’nın bir tepesine yaptırdığı yeşil külliyesi ile şehrin imarına katıldı. Külliye adını Çelebi Mehmed’in firuze (turkuvaz) ve yeşilin çeşitli tonlarından çinilerle müzeyyen türbesinden alır. Semerkand’ın belirleyicisi ise Timur olmuştur. Timur öncesi eserler Semerkand’da neredeyse önemli bir yer tutmaz diyebiliriz. Oysa Timur sağlığında yaptırdığı eserlerle ve sonra soyundan gelenlerin kazandırdığı yapılarla Semerkand’ı hafızalardan silinmez bir başkent haline getirmişlerdir. “Timurî mimarisi” Timur zamanında yapılan ve oğulları, torunları devrinde inşa edilen yapılarla belirgin bir tarz olarak Anadolu’dan Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi 259 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Orta Asya içlerine kadar kendini belli eder. Timur’un ihtişamlı “gor”unu (anıt-kabrini) seyrederken Yıldırım’ın Bursa’da camiinin gölgesinde, külliyesinin küçük bir parçası olan sade türbesi değil ama, Osmanlı Devleti’nin Ankara savaşından sonra ikinci kurucusu addedilen Çelebi Mehmed’in türbesi gözlerimizin önüne gelir. Yeşil Türbe Timur’un goruyla kıyaslanırsa, çok mütevazı, bayağı küçük bir yapı. Bu küçük fakat her bakımdan güzel, meyilli araziye uyumlu yapıda yine de Timurlu mimarisini hatırlatan epeyce unsur bulunabilir. Gur-ı Emir’in taç kapısı ile Çelebi Mehmed’in türbe kapısının üstündeki dilimler ne kadar benzerlik taşıyor? Yeşil Türbe’ye adını veren muhteşem çiniler de bizi Türkistan’a götürmüyor mu? 260 Bunları bir yana bırakalım, kubbesi de Osmanlı kubbelerine göre birazcık sivri değil mi Yeşil Türbe’nin? Her ne kadar, Emir’in Goru’nun kubbesi ile kıyaslanamasa da, klasik Osmanlı kubbesinden biraz farklıdır Yeşil türbenin kubbesi. Bu bildiride, Bursa ve Semerkand’ın yapıcılık müşterekleri ve farkları üzerinde durulacaktır. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Efendi Barutçu Şehir: Ruhumuzun Heykeli “Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi” Yahya kemal [kendi gök kubbemiz] “İlâhi Sinan! Ey susan taşın ve konuşan hacimlerin şairi; ey maddenin uykusuna kendi nabzının âhengini hepimizin îmanıyla beraber geçiren! Aydınlığı en bilgili terkiplerde eritilmiş madenler gibi yumuşatıp ondan zaferlerimize hil’atler biçen! Sen bu şehre bütün dünyanın kıskanacağı bir cami yapmakla kalmadın; insan düşüncesinin erişilmesi güç hadlerinden birini tespit ettin.” Ahmet Hamdi Tanpınar [beş şehir] Girizgâh Her kent ayrı bir dünyadır ve öyle olmak ister. Sadece bizim dünyamızda mı böyledir bu? Elbette değil. Etrafı tunçtan sabanlarla sürülerek kutsanan Kartaca’dan, düşüş yıllarında Galyalı şair tarafından bir hıçkırık gibi kendisine neşideler düzülen Roma’ya kadar bütün başkentler böyledir. “Roma, saçlarını çerçeveleyen defne çelengini kaldır ve kutsal başının kırçıllığını yeniden gençlik dolu buklelere dönüştür…Alev alev yıldızlar batarak doğuşlarını tazelerler…Yalnız sen, Roma, Kaderlerin korkunç asalarından korkmadan yaşayabilirsin…Seni sevgilin gibi bekleyen yılları yaşayacaksın: dünya durdukça ve gökyüzü yıldızları taşıdıkça sürecektir bu çağlar. Başka imparatorlukları yıkan darbeler seni yeniden hayata kavuşturacak. Dirilişin reçetesi güçlüklere göğüs gererek yaşayabilmektir. Onun için savaş. Sonunda dinsiz kabile, senin ayininde kurban edeceğin adak olsun. Gotlar titremeli ve dinsiz boyunlarını eğmelidirler. Barbarların ganimetleri senin yüce pelerinini doldurmalıdır. Sonsuza dek, Ren senin için çift sürmeli, Nil senin için taşmalıdır. Verimli küre seni beslemeli, sana süt vermelidir.” (Toynbee, 1978-II: 298). Aziz Jerome, başka bir kutsal kentte, Kudüs’te, “Zaptedilmişti: bir zamanlar bütün dünyayı tutsak eden o Kent!” diye feryat ederken, Galyalı şaire eşlik eder. Rivayete göre Kartaca’yı işgal eden Romalılar, bir anlamda şehrin tılsımını bozmak için, bir baştan diğer başa, bütün şehri karasabanla sürmüşlerdir. Aynı kader 19 Ocak 1881’de Skobelev’in emriyle Göktepe’nin başına gelir (Hayit, 1995: 112). Kendilerini üçüncü Roma’nın varisi sayan Ruslar, geleneği unutmamışlardır. Fakat Roma’yı istila eden Kuzey barbarlarının bunu yapmaya ne cesaretleri, ne de iradeleri vardır. Kent sadece onları değil, bütün bir Avrupa mekânını esir alır. 261 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Aziz Augustinus kendi memleketi olan Kartaca’yı gördüğünde –Yahya Kemal’e göre günlerce bir “ölüm buhurdanı” gibi tütmüştür şehir- Çorak Ülke şairi Eliot’un dizelerinde şöyle konuşur: “Sonra vardım Kartaca’ya Yanıyor yanıyor yanıyor yanıyor Ey Tanrım Sen kurtar beni Ey Tanrım Sen kurtar Yanıyor” (Armağan,1996: 38). Roma gibi bir “Tanrı-Kent” –bizde İstanbul gibi “aziz şehirler” ve Bursa gibi “ruhaniyetli şehirler” vardır- olan Kartaca’nın yanması, ya da Londra gibi artık bir “anti-kent” hâline gelen ve bütün kutsal öğelerinden soyunan “negatif kentlerin” seküler dünyasında, bütün bu teşbihler “asıl kente” dikkat çekmek içindir. Aynı dramı, İstanbul gibi insanlık tarihinin üç bin yılda meydana getirdiği Pekin yaşamamış mıdır? Birer “rüya kent” olan bütün bu uygarlık merkezleri, bugün artık içli bir hatıra hâline gelen kaybettikleri o ruhun peşindedirler. Bir tür ana rahmi olan tabiatın kucağından dünyaya düşüşü remzeden şehrin dramı da, tıpkı insanın dünyadaki dramına benziyor. Türlü çelişki ve gerilimlerle boğuşan, kâh tabiattan korkan, kâh onunla uyuşmanın yollarını arayan insanoğlu, nihayetinde ona “egemen” olmanın sırrına erdiğini düşünmeye başladı. Ne tuhaftır ki, burada da kendi rağmına, yaşama alanını gün geçtikçe tükettiğini fark etti. Bu fark ediştir ki, insanı tekrar tabiata dönmeye, onunla diyalog kurmaya ve onu “anlamaya” zorladı. Şehrin, inşasının tabiatın ritmine ayak uydurmak olduğunu hatırlatan doğa, hakiki mimarlığın mekanik mimarlık değil, “çevre tasarım” mimarisi olduğunu lisan-ı hâliyle tekellüm ediyor bugün. Kentin, Kentimizin Ruhu Bütün anakentler, maiyetleri olan, çevreyi kendilerine cezbeden, gelişmiş ileri bir hayat seviyesi, yüksek bir kültür ve incelmiş adetleriyle etrafa bir şekilde sirayet eden, onlara kendi tarzını kabul ettiren ve hinterlandıyla birlikte onları kendine ram eden bir çekim merkezidir. Bir rüya kentidir ana- 262 kent. İsfahan’dan, Kalküta, Surat, İstanbul, Amsterdam, Kudüs ve New York’a kadar eski ve yeni bütün anakentler, bir rüya ve yaşama biçiminin bütün renklerini kendinde cem etmiş bir Bâbil fuarı, bir tür maskeli balodur. Bir anda sırrını faş etmeyen bütün bu kentlerin kendine ait bir ruhu, insanı büyüleyen belirgin bir rayihası vardır. Bütün kozmopolitliği içinde, rahminde bir ruhaniyet barındıran Kudüs, bu yönü dikkate alınmadan anlaşılamaz. Bozkırın ortasında, sadece tabiat ve realiteye değil, her şeye meydan okur bir tarzda yükselen modern Ankara’yı, onun arkasındaki zihniyeti görmeden anlamak mümkün değildir. İstanbul, bin yıllık Doğu Roma başkentini elli yılda Türk İstanbul yapan merkezine, diğer her şeyin fâni olduğunu sürekli telkin eden yekpare bir tevhid abidesini perçinleyen bu kent, bu hâliyle mabedin esas, diğer her şeyin teferruat olduğunu söylemek ister gibidir. Kâinata ruhlarındaki tevhit penceresinden bakan insanların yeniden inşa ettiği Bursa, Üsküp, İstanbul gibi kentlerin hepsinde ağaç, su ve taş, insanla geniş ilhamlı bir ruh gibi konuşur. İnsan canlı bir varlıkla karşı karşıyaymış hissine kapılır buralarda. Hiçbir olağanüstülüğü olmayan mimarî malzeme, bu kentlerde sadece kullanılan doğal malzemenin fâikıyetiyle değil, mütevazı nispetleri; insana, çevreye, kentin bütününe ve en nihayet Allah’a karşı derin bir saygıyı içeren felsefesiyle, Batı mimarisinden ayrılır, adeta ötelerden ses veren canlı birer figüre dönüşür. “Gülü, serviyi, yahut çınarı yetiştiren, her mevsim erguvanı kızartan, salkımların kandillerini asan, tabiatın cömertliğinden başka hiçbir israf ve debdebeye” girmeyen bu kentlerin tamamı, “zaman içinde damla damla teşekkül etmiştir.” İnsana küçüklük duygusu vermeyen bir mimarinin varisleri, aynı anlayışladır ki, en büyük cihangirlerini, elinde bir kılıçla değil, gülle resmetmeyi münasip görürken, elbette sadece insanın insanla ilişkilerini değil, insanın tabiatla ilişkilerini de dikkate alan bir mimariyi esas alacaktı. Öyle de yapılmıştır. Her şeyden yalıtılmış “birey” fikrinin değil, mahremiyet ve tevazu duygusunun şekil verdiği Türk Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi İslam mimari ve şehir geleneğinde kent, sadece yanındakinden daha etkili olmaya çalışan izole bireyleri değil, etrafıyla uyumu önceleyen organik şahsiyetleri besler bağrında. Descartes’tan bugüne modern bilimin her şeyi birbirinden tecrit ederek ayrıştırdığı modern şehir planlaması, sadece kenti değil, onunla birlikte mahalle ve hatta evin iç bütünlüğünü bile parçalara ayıran, ayrıştıran felsefesiyle bugün artık yeni fizik biliminin iyice belirgin hâle getirdiği eşyanın karşılıklı olarak birbirine bağlı olduğu fikrini yadsıdı. İçine hapsoldukları yalnızlıktan bunalan insanların, yapraklar gibi kendilerini park ve bulvarlara savurmaları, yeni bir hadisedir. Park, mesire alanı, hatta kermes vs. türü faaliyetlerle insanı içinde bulunduğu tecritten kurtarmayı hedefleyen bu yeni “sentetik alanlar”, kendi iç örgüsüyle bu ihtiyacı kendiliğinden karşılayan mahallenin doğal ritmini ikame etmiyor. Kent mimarisi derken, onu besleyen sosyal ve iktisadî şartları hesaba katmayan ve meseleyi sadece merkezî bir planlamanın zarurî sonucu olarak gören anlayış, arkasında her ne kadar güçlü iradî zorlamalar olsa bile, kendiliğinden yapılar olarak adlandırabileceğimiz “tabiî çelişkilerin” içsel ahengini anlayamaz. Tezat gibi görünen şeylere aynı ahengi veren iç tutarlılık, kenti kent yapan zihniyet dünyasının dayandığı kültürel, sosyal ve iktisadî tabandan beslenir. Bu kültürel taban anlaşılmadan, eski kentlerimizin iç dokusu anlaşılamaz. Turgut Cansever, kendisiyle yapılan bir mülakatta, “mutlak uyumun bulunduğu mekânda, bilinç imkânsızdır” derken, bugünün her şeyi tek-tip hâline getiren monoton kent yapılanmasının sentetik dünyasına ince bir göndermede bulunuyordu. Bugün çarpık kentleşme olarak nitelendirilen yapısal yozlaşma, sadece köyden kente göçü hızlandıran ekonomik sebeplerin değil, aynı zamanda Batı standardını temel alan şehir mimarisinin alaturka mimariyle imtizacından ortaya çıkan melez tarzın ilkel bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. İşbölümü, ticarî ve kültürel çeşitlenme ve hepsinden önemlisi bütün bunlara mahallî renklerin farklı tonlarını belli bir armoni içinde yerleştiren aslî mayayı kaybeden günümüz şehir tasarımı; asıl kırılmanın, Türk sosyal bilimlerinde Descartes etkisi yaratan Gökalp’in kültür-medeniyet ayrımında yattığının farkında değil. Teknoloji kavramında görüldüğü gibi, medeniyet kavramına da evrensel bir anlam yükleyen Gökalp, kültür ve medeniyet arasındaki ilişkiyi yansız, sadece teknik bir ilişkiyle açıklayarak, doğu-batı gerilimine pratik bir çözüm getirdiğini, dahası, Tanzimat’ın yarattığı dual yapıyı sona erdirdiğini düşünmüştü. Daha sonra bu çözümleme, aralarında Mehmet Akif gibi İslamcı düşünürlerin de bulunduğu geniş bir destek kitlesine sahip oldu. Medeniyet kavramı artık o eski anlamını kaybetmiş bulunuyor. Bugün sadece medeniyetten değil, medeniyetlerden söz ediyoruz. Her ne kadar aralarında romantik batıcıların bulunduğu küçük bir azınlık, hâla “medeniyet” derken çağdaşlık kavramına sığınarak aynı inancı tekrarlasa bile, bunun çok da anlamlı olduğu söylenemez. Fakat asıl önemli olan, bu ayrımın zihinlerde bıraktığı kalıcı etkidir. Hâla birçoğumuz “Batı’nın tekniği ve kendi kültürümüz” formülünün, her kapıyı açan sihirli bir maymuncuk gibi kullanılabileceği rehavetiyle, içinde bulunduğumuz çağa doğru, sahih ve sahici sorular yöneltme gereğinden habersiz, sentetik çözümlerle oyalanıyoruz. Bursa’daki Sultan Orhan Camii ile başlayan “kanatlı cami” tarzının inkişafını, ilham-ı ilahi ile açıklayan Ekrem Hakkı Ayverdi (1985: 510), bu tarzın, aralarında Endülüs’ten Şimali Afrika’ya kadar bütün İslam mimarisini etkileyen “bazilikadan” bir kopma olduğunu söyleyerek, “Allah’ın ilhamı bu. Manevi bir buluş. Başka bir şekilde ifade kâbil değildir.” der. Öyle bile olsa, sünnetullahın cereyan ettiği bu imkân âleminde her şey, bir sebebe dayanarak tekevvün eder. Burada da, Horasan’dan gelen ve tâ Ahlat’tan başlayarak XIII. Yüzyıl Türk İslam Rönesansçının mübeşşirleri olan o büyük kültürel uyanışın izlerini görmek pekâlâ mümkündür. Sultan Orhan camiinin gerisindeki o büyük îman gerilimini, o büyük cihanşümul iradeyi görmeden, bir ibda olan o muazzam buluş açıklanamaz. 263 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Sonuç Yerine Günümüz nesilleri ve bilhassa şehir tasarımcılarının asgariden muhtaç olduğu şey, evvelemirde sağlam bir felsefi temel ve o temel üzerinde kendi kültürel dinamiklerini yeniden yorumlayarak işe koyulmalarıdır. Arkasında ciddi bir “metafizik gerilim” ve o gerilimden hareketle çağa, çağlara ve bütün zamanlara sahici ve sağlam sorular yöneltmeyen bir neslin, kendi özgün mimarisini inşa etmesi düşünülemez. Oswald Spengler (Sorokin, 1972: 75), tarihin, bilim değil, sanat olduğunu, dolayısıyla sistematik bilimin “doğru” ve “yanlışlarıyla” kavranamayacağını söylerken, bilincin varlığın efendisi değil, kölesi olduğunun da altını çiziyordu. Bizim ebedi cedlerimiz, varlık meşherinin asarına bakarken, onların tamamını, vediay-ı ilâhi olarak görmenin verdiği hassasiyetle üzerine basmaya kıyılamayan canlı varlıklar gibi telakki ettiklerinden, şehir mimarisini de aynı özenle kurma ölçüsüne riayet etmişlerdi. Bunun içindir ki, peyzaj ve mimari uyumu değil sadece, bunların tamamının insan fıtratıyla münasebetleri bir ruh gibi her yere sirayet etmişti. Kâinatın musikisine kulak veren sanatkâr ruhların inşa ettiği estetik mimarî, olgular dünyasına girmeyen, giremeyen renk, duygu, müzikalite gibi ancak sezgi ve bireysel tecrübeyle anlaşılabilecek olan bir tür seyr-ü sülük –meslek kelimesi de zaten sülük kelimesinden gelir- denemesinden geçmiş müthiş bir metafizik tecrübeyi çağrıştırıyor. Bu tür mimarî eserlere, aşkın mimarî diyebiliriz. Kişiyi var olanın ötesine sıçratan, olmayanı duyuran, hissettiren zengin çağrışımlı eserlerdir bunlar. Modern Batı mimarisinde gördüğümüz sırf rakam ve hendesenin öngörülebilir dünyasına hapsedilen yapılar, kişiye gurur ve kibirden başka hiçbir ruhani, metafizik çağrışım yaptırmayan kuru heykellerdir. Spengler, New York gibi şehirleri “tümüyle zekâ” olarak nitelendirmişti. “Yuva” değildir bu kentler. Nihaî ereği John Locke felsefesine göre şekillenmiş birer hırs ve ihtiras küpü olan bu kentler, “iş-adamının dünyasına” göre örgütlenmiş, Evliya Çelebi’nin deyimiyle “şeddadî” şehirlerdir: ruhumu- 264 zun değil, kibir, gurur, Tanrı’ya başkaldırı, egoizm, sefahat, hırs, rekabet vs. gibi tamamı Faustçu geleneğin ürünü olan eğilimlerin histeri hâlindeki heykelleridir. KAYNAKÇA Armağan, Mustafa, (1996), Şehir Asla Unutmaz: Şehir Üzerine Düşünce Okumaları, İz Yayıncılık, İstanbul. Armağan, Mustafa, (2006), İnsan Yüzlü Şehirler, Timaş Yayınları, İstanbul. Armağan, Mustafa, (2005), Osmanlı’yı Kuran Şehir: Bursa’ya Şehrengiz, Timaş Yayınları, İstanbul. Armağan, Mustafa, (2003), Kuğunun Son Dansı: St. Petersburg^da Zamanlar ve Mekânlar, Da Yayıncılık, İstanbul. Ayverdi, Ekrem Hakkı (1985), Makaleler, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul. Braudel, Fernand, (2004), Maddi Uygarlık: Dünyanın Zamanı, (çev.) Mehmet Ali Kılıçbay, İmge Yayınları, Ankara. Cansever, Turgut, (2002), Kubbeyi Yere Koymamak, İz Yayıncılık, İstanbul. Hayit, Baymirza, (1995), Türkistan Devletlerinin Millî Mücadeleleri Tarihi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara. Sorokin, Pitirim A., (1972), Bir Bunalım Çağında Toplum Felsefeleri, (çev.) Mete Tuçay, Bilgi Yayınevi, Ankara. Tanpınar, Ahmet Hamdi, (1995), Beş Şehir, Dergâh Yayınları, İstanbul. Toynbee, Arnold, (1978), Tarih Bilinci I-II, (çev.), Murat Belge, Bateş Yayınları, İstanbul.+ Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi M. Cahit Turhan Gebze–Orhangazi–İzmir (İzmit Körfez Geçişi ve Bağlantı Yolları Dahil) Otoyolu Yap-İşlet-Devret Projesi Dünyada ve Avrupa ülkelerinde yer alan otoyolların gelişimine bakıldığında, ülkelerin otoyol ağları arasında entegrasyonun sağlanarak birbirleri ile kesintisiz bağlı olduğu ve süreklilik oluşturduğu görülmektedir. Bu nedenle, Avrupa’yı, Kafkaslara, Ortadoğuya ve Orta Asya’ya bağlayan, köprü konumunda olan Türkiye’nin, otoyol olarak batıdan doğuya kesintisiz ulaşım imkânı sağlayacak otoyol ağının oluşturması zorunluluğu ile otoyol proje hedefleri belirlenmiştir. Bütçe imkanlarının sınırlı olması nedeni ile bütçeye daha fazla yük getirmemesi için Karayolları Genel Müdürlüğünce bazı Karayolu projelerinin Yap-İşlet-Devlet Modelli veya Katkı Paylı olarak yaptırılması planlanmıştır. Türkiye nüfusunun yaklaşık üçte birinin yaşadığı İstanbul ,Kocaeli ve Bursa illerinin bulunduğu Marmara Bölgesi ile Balıkesir,Manisa ve İzmir illerinin bulunduğu Ege bölgesi Türkiye Gayri Safi Yurt İçi Hasılasına en yüksek katkıyı sağlamaktadır. Türkiye ekonomisinin belkemiğini oluşturan bu bölgede ulaşımın sağlandığı İstanbul-İzmir aksı, ekonominin geneli açısından bakıldığında, ülkenin can damarlarından birini oluşturmaktadır.Ancak,ülkemizin son yıllardaki büyeme ve kalkınma hızı bu aksta mevcut olan trafiğin artmasına, gerek ticari, gerekse de turistik seyahatlerde can güvenliğini tehdit eder boyutlara gelmesine , seyahat sürelerinin de önemli ölçüde uzamasına neden olmuştur. Bu durum beraberinde muhtelif yol yetersizliklerini de ortaya çıkartmaktadır. Yer yer 35.000 265 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi araçlık günlük ortalama geçiş seviyelerine ulaşan trafiğin, güvenli ve rahat seyredebilmesi amacına yönelik olarak Karayolları Genel Müdürlüğü’nün her uygulama yılında özveri ile yürüttüğü standardı yükseltme çalışmaları bile ihtiyacı ancak belirli oranlarda karşılayabilmektedir. Diğer taraftan, özellikle İzmit körfezinin yaklaşık 90km yi bulan ve 90 dakika gibi zaman alan devlet karayolu uzunluğu bu arterin en büyük olumsuzluğunu teşkil etmekte, bu olumsuzluğu telafi amacı ile körfezde mevcut feribot hizmeti muhtelif kuruluşlar tarafından dört mevsim boyunca sürdürülmektedir. Ancak, bu hizmet de yoğunluğu azaltmak için yeterli olamamaktadır. Gebze – Orhangazi – İzmir (İzmit Körfez Geçişi ve Bağlantı Yolları Dahil ) Otoyolu Yap – İşlet – Devret projesi 377 km Otoyol ve 44 km Bağlantı yolu olmak üzere toplam 421 km uzunluğundadır. Proje, Anadolu Otoyolu üzerindeki Gebze Köprülü Kavşağından Ankara yönüne yaklaşık 2,5 km sonra teşkil edilecek bir köprülü kavşakla başlamaktadır. Dilburnu-Hersek Burnu arasında Dünyada ikinci en uzun açıklıklı asma köprüsü olacak uzunluğu yaklaşık 3000 m olan İzmit Körfezini bir asma köprü ile geçerek Yalova-Karamürsel Devlet Yolunu Köprülü Kavşakla geçtikten sonra Orhangazi yakınlarında Orhangazi-Bursa Devlet Yoluna bağlanmaktadır. Orhangazi Kavşağından sonra güzergah Orhangazi’den ve Gemlik civarından geçip, Ovaakça kavşağı ile Bursa çevreyoluna bağlanmaktadır. Bu ihale kapsamında bakım-onarım ve işletilip devredilmesi de dahil olan Bursa Çevreyolu, Doğu ve Batı olmak üzere iki yönde devam etmektedir. Çevreyolunun Batıya yönelen kısmı Bursa’nın kuzeyinden güneye bir yay çizerek Karacabey Kavşağında sona ermektedir. Bursa Çevre Yolunun yapımı 1998 yılında 2 kesim halinde ihale edilmiş olup, Yalova Ayrımı – Karacabey köprülü kavşağı kesiminin yapımı tamamlanmış olup diğer kesimin 6 km’lik bağlantı yolu kesiminde yapım çalışmaları halen devam etmektedir. Çevreyolunun 2 kesimi de anayol gövdesi olarak trafiğe açılmıştır. 266 Gebze – Orhangazi – İzmir (İzmit Körfez Geçişi ve Bağlantı Yolları Dahil ) Otoyolu, Karacabey Kavşağından sonra Ulubat Gölü ve Mustafa Kemalpaşa’nın güneyinden itibaren batıya yönelmekte Susurluk ve Balıkesir’in kuzeyinden Savaştepe’ye oradan da Savaştepe-Soma-AkhisarSaruhanlı-Turgutlu ilçelerinin civarından geçerek İzmir Çevre Yolu üzerindeki mevcut Anadolu Lisesi kavşağına bağlanmaktadır. Bu proje güzergahı üzerinde önemli bir tarihi mihenk taşı olan önemli ilimiz Bursa ilk Osmanlı Sultanlarının eserlerinin büyük çoğunluğunun yer aldığı bir Cihan Devleti’nin Doğduğu yerdir. Ve Halen içinde bulunduğumuz yüzyılda önemini korumakta olup bu büyük projemiz ile tarihine yakışır bir yatırımı daha tarih sayfalarına ekleyecektir. Özellikle Osmanlı İmparatorluğunun ilk 200 yıllık döneminde en tanınmış şehri ve bilim aleminin merkezi olan Bursa bu projemizin de merkezini oluşturmaktadır. Bursa ilimiz 1453 yılında İstanbul’un fethine kadar Osmanlı’nın kuruluş dönemindeki başkent konumunu korumuş ve bu gün ise bu iki ilin bağlantısı tarihlerine yakışır bir proje ile birleşmektedir. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi İzmit körfezinin karşı kıyıya en yakın yeri olan Dilovası-Hersek Burnu arası Tarihte Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorlukları zamanında önemli yerleşim yerleri olan Bursa ve İznik’e en kısa ve hızlı ulaşım noktaları olarak kullanılmıştır. Bu asma Köprünün Hersek tarafına ayrıca takriben 1100 mt uzunluğunda yaklaşım Viyadüğü inşa edilecektir. Diğer taraftan Proje kapsamında • 18 212 m uzunluğunda 30 adet Viyadük, • 7395 m boyunda 4 adet Tünel, • 209 adet Köprü ve • 18 adet Gişe Alanı • 5 adet Otoyol Bakım İşletme Merkezi, • 7 adet servis alanı ile 7 adet park alanı yer almaktadır. Dolayısıyla Gebze – Orhangazi – İzmir (İzmit Körfez Geçişi ve Bağlantı Yolları Dahil ) Otoyolu Yap – İşlet – Devret projesi tarihte de özlenen ve gerçekleştirilmesi elzem olan bir proje güzergahıdır. Yap-İşlet-Devret Modeliyle yapılacak olan GebzeOrhangazi-İzmir Otoyolunun Gebze ayağı temel atma töreni 28 Ekim 2010 tarihinde Dilovası’nda Sayın Başbakanımızın katılımları ile gerçekleştirilmiş olup İzmir ayağı ise 27 Şubat 2011 tarihinde Alsancak Cumhuriyet Meydanında Sayın Ulaştırma Bakanımızın katılımları ile yapılmıştır. Sözleşmenin özellik arzeden unsurları ise şunlardır; Bu tür yap-işlet-devret tipi projelerde Kredi Sözleşmenin ana unsuru olup Yasal mevzuat gereği Sözleşme Görevli Şirketin Krediyi bulup imzalanması ile yürürlüğe girecektir. Sözleşmenin süresi 7 yıl Yapım dönemi 15.4 yıl İşletme Dönemi olmak üzere 22.4 yıldır. Bu proje kapsamında ; Bu proje kapsamında yer alan en önemli yapılardan birisi İzmit Körfez Geçişi köprüsüdür. Bu Köprü Dilovası ile Hersek Burnu arasına inşa edilecek olup Asma Köprü tipi kullanılacaktır. Köprü yaklaşık olarak 3000 mt. uzunluğunda olup 1700 mt orta açıklığı ile Japonya’daki Akashi Kaikyo köprüsünden sonra Dünyada en uzun açıklıklı asma köprüsü olacaktır. 267 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi • • Projede ücretler yıllık Birleşmiş Milletler İstatistik Ofisi Bültenindeki ABD Tüm Kentsel Tüketici Fiyatları endeksine göre artırılacak Toplam Yatırım Tutarı ise 11.000.000.000 TL. 5. Bazı Önemli İmalat Miktarları ise; Kazı : 149 milyon m3 6. 1. 2. 3. 4. • 7. • • • • Dolgu : 105 milyon m3 Beton miktarı : 4,3 milyon m3 Temel-Alttemel : 17,5 milyon ton Sıcak Karışım (BSK) : 7,5 milyon ton Yatırım Tutarı Görevli Şirketçe %20 özsermayeden %80 Krediden karşılanacaktır. Kamulaştırma Bedelinin 400 milyon TL’si Görevli Şirketçe karşılanacaktır. Müşavirlik Bedelinin 245 milyon TL’si Görevli Şirketçe karşılanacaktır. Bu Otoyolun Orhangazi – İzmir arasının projesi mevcut olup Gebze-Orhangazi Kesiminin projesi ise Görevli Şirketçe yapılacaktır. Bursa Çevreyolu kesimi ücretsiz olacak kesimidir. Projenin Sağlayacağı Başlıca Faydalar ise; 1. İstanbul İzmir arası Mevcut Güzergaha göre 140 km. kısalacaktır, 2. İstanbul İzmir arası Mevcut Güzergahta 8-10 saat olan seyahat süresi 3,5-4 saate inecektir, 3. İstanbul – Bursa arası seyahat süresi 2,5-3 saatten 1 saate inecektir, 4. Körfezi geçme süresi mevcut güzergahı dola- 268 8. 9. şarak 1 saat 10 dk , feribotla 60 dk iken Asma köprü ile bu süreler 6 dk’ya inecektir. Ulaşım sürelerinin kısalması ve yol standartlarının yükselmesi nedenleri ile yol kullanıcılarına yıllık toplam 1 milyar TL’lik yaklaşık akaryakıt ve araç işletme giderlerinde tasarruf sağlanacaktır. Bu projenin hayata geçirilmesi ile Güzergah çevresinde yer alan yerleşim bölgelerinde sosyal ve ekonomik gelişime katkı sağlayarak Sanayi-Turizm-Tarım sektörlerinde gelişme kaydedilecek ve sonucunda önemli istihdam yaratılacaktır. Bu projenin yapım-bakım ve işletme dönemlerinde proje içerisinde yaklaşık 27 adet şantiyede toplam 2000 kişiye doğrudan, 10.000 kişiye ise dolaylı olarak istihdam sağlanacaktır. Bu projenin hayata geçirilmesi ile Ege Bölgesi ile Marmara Bölgesindeki Limanların üretim alanları ile bağlantısı sağlanacaktır. Bu ise Güzergah çevresinde yeni yatırım alanlarının oluşmasında cazibe yaratacaktır. Bu proje Güzergah çevresinde yeni yatırım alanları oluşması sonucunda İstanbul çevresinde yoğunlaşmış olan üretim bölgelerinin bu yeni yatırım alanlarına kaymasını sağlayacaktır. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Yahya Akengin Şehirler ve Çeşmeler Anadolu yaylalarının çoban çeşmeleri, zamanın ve bakımsızlığın tahribatıyla körleşirler. Giderek “ Kor pahar/ kör çeşme ” diye anılır olurlar. “ Kör çeşmeye kadar… Kör çeşmeyi geçtikten sonra… Kör çeşmede dinlenmek… “ ifadelerle durum tespitleri yapılır. Faruk Nafiz Çamlıbel bunların kaderini “ Çoban Çeşmesi “ şiiriyle edebiyatımıza nakşeder. “ Leyla gelin oldu Mecnun mezarda / Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda/ Ateşten kızaran bir gül arar da/ Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi “ Şehirde ise kör çeşmelerin gözü açılır. Onlar artık şehrin sırlarına ve macerasına ortak olurlar. Çeşme başları, tesadüflerin tanış kıldığı insanlara dostluk başlangıcı yaptırabilirler. Bunun yanı sıra “ kavilleşme “ yani buluşup sözleşme mekânı da olabilirler. Bazen iyi bazen kötü niyetlerin örgütlenme adresi haline de gelebilirler. İstanbul’da Sultanahmet Meydanı’nın hem süsü hem de sesi olan Sultanahmet Çeşmesi, yeniçeri isyanlarına tanıklık eder. Adını taşıdığı Sultan’ın hayır dua beklentilerine cevap verdiği gibi fitnelik fısıldaşmalarının da ortağı haline gelebilir. Suyun sesine fesatlık dedikodularının da karışıyor olması, insanoğlunun hayır ve şerle iç içeliğinin sudaki akistleri gibidir. Necip Fazıl’ın dediği gibi “ Oluklar çift, birinden nur akar birinden kir…” Çift oluklu hayatımızın mahşer yeri olan şehirlerin eski çeşmeleri silinip tarih sahnesinden çekilmiş olsa da, hatıraları şehir adreslerine karışarak, bizi izlerinden sürüklemeye devam ederler. Adında çeşme sözü geçen sokak ve mahallelerde çeşmenin kendisini arasanız da bulamazsınız. Ancak bu arayış tarihten su seslerinin sızdığı bir sayfayı aralayabilir. İşte o zaman bir daha anlarız ki şehirlerin kimliğinde çeşmelerin akıp giden bir yeri hep vardır. “ Beş Şehir “ yazarı Ahmet Hamdi Tanpınar, Bursa’yı anlatırken Evliya Çelebi’ye uğrar ve O’nun “Velhasıl Bursa sudan ibarettir “ sözünü nakleder. Evliya Çelebi böyle bir sonuca varmadan önce Bursa çeşmelerini uzun uzadıya anlatmıştır. Tanpınar sözünü şöyle sürdürür: “ Canım Evliya! Sade bu iki cümlen için benim hafızamda adın Bursa ile birleşiyor. Sen Bursa’nın şiirini tadanların başında gelirsin ve bir gün senin ruhunu şâd etmek istersek Bursa çeşmelerinden birine senin adını veririz ve sen onun ağzından bu güzel şehrin zaman içinde geçirdiği macerayı bize bir su damlası kadar saf ruhunla nakledersin. “ 269 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Tanpınar’ın sözkonusu eserinin yazılmasının üzerinden altmış yılı aşkın bir zaman geçti. Bursa’da, Evliya Çelebinin adını taşıyan bir çeşme var mıdır, bilemiyorum. Eğer yoksa “ Bursa’da Zaman “ şairinin bir vasiyeti sayılarak yerine getirilmelidir. “ Evliya Çelebi Çeşmesi “nin uygun bir yerine de O’nun Bursa çeşmeleriyle ilgili satırlar nakşedilmelidir. İSİMSİZ HASRETLER Hazreti Hüseyin ve yakınlarına Kerbela’da susuzluk işkencesi yapılması olayı, edebiyattaki su temasına farklı renkler ve kimlikler kazandırmıştır. Sanırım Fuzûlî’nin “ Su Kasidesi “ndeki ruhani özlemlerde de bunun payı olsa gerek. Ferhat ile Şirin hikâyesindeki, şehri bir çeşmeye kavuşturursa kendisinin de yâre kavuşacağı ümidiyle dağları delmeye kalkışan Ferhat’ın kaderini de su tayin edecektir. Bilmiyorum acaba Amasya ilimizde Ferhat ile Şirin’in adını taşıyan çeşme var mıdır? Eğer yoksa yapılmalıdır. Dağ çiçeklerinde gülüşü vardı hüznün Onu anlatacaktım dostun bağına; Dediler, devri geçti mahzun gülüşün… Öte yakasında sevdalar unuttuğum ırmak Kuralım mı köprüleri, bir düşün… Bazı çeşmelerin sularının ayrıca şifa kaynağı olduğu söylenegelir. Su sesiyle bazı hastalıkların tedavi edildiği de bizim kültür tarihimizde bilinen bir husustur. Ne var ki modern hayatta şehirlerimizin su ihtiyacını karşılayan barajların şifa dağıttığına dair henüz bir kanaat oluşmuş görünmüyor. Evlerdeki musluklardan akan sulardan çok emin olmayan şehirler halkı, içme suyu ihtiyacını damacanalar aracılığı ile karşılıyor. Bundan şöyle bir sonuca varmak mümkündür: Su meselesi, şehir mimarlarının sıralamadaki ilklerinden biri olmamaktadır. Hatırlamak gerekir ki Mimar Sinan öncelikle bir su mimarıydı. Biz de vaktiyle kaleme aldığımız bir şiirimizde kadim şehirlerin çeşmelerine olan özlemi dile getirmiştik. Bu vesileyle o şiiri buraya alma gereğini hissediyorum. 270 Öte yakasında türküler unuttuğum ırmak, Hasretin sularından daha derin… Uçurulmuş köprübaşlarından baktım; Turna seslerinde bir şafak, Bir yunus ilahisiyle uyandığım… İsimsiz hasretler büyüdü içimizde, Andı ıssız bağların ezgisini birden Bir gül gibi kaldırımlara düşen bahtımız… Dalgın adımlarla nadas ettiğim şehirden, Bu müjde koparacak bu poyraz, Çiçekler tövbelere açılırken… Ceylanların ürkmediği bulvarlar düşünüyorum Nakış derliyorum çarşılara minyatürlerden Zamanın virane bir köşesinden sıyrılarak, Sularından öpüyorum çeşmelerin… Yahya Akengin Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Doğan Yavaş Bursa Ulucamii Bursa’daki Ulucami, Yıldırım Bayezid’in şehir dışında ve doğusunda inşa ettirdiği Yıldırım Külliyesi’nden başka şehrin merkezinde yaptırdığı ikinci yapısı olup Osmanlı mimarisinde uygulanan çok kubbeli formun da en büyük örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Selçuklu ve Beylikler devrinde de ulucami fikri vardı ve değişik planlamalar ve örtü sistemleri ile uygulanmışlardı. Bursa’daki ulucami ise bunlardan sonra bina edildiği için taşıyıcı sistemin kuruluşu, mihrabın oranları, havuzu ve açık kubbesiyle kendisinden önce yapılan yapılardan daha ileri bir görünüm arz eder. Orhan Bey’in 1339 tarihinde şehrin gelişim çizgisini belirlediği alana inşa ettirdiği hanı ve camisi, ibadete açıldığından 60 sene sonra ihtiyaca cevap veremez hale gelince Yıldırım Bayezid, ibadethanenin paraleline yine bir ibadethane olan Ulucami’yi, ticarethane olan Emirhanı’nın karşısına da yine bir ticarethane olan bedesteni inşa ettirmiştir. Bursa şehrinin gelişim yönünü daha önceden işaret edenin Orhan Külliyesi olduğu açık olmakla birlikte, Yıldırım Bayezid’in inşa ettirdiği Bedesten ile çarşının odak noktası iyice belirginliğe kavuşmuştur. Bursa Ulucamii, Osmanlı mimarisinde, I. Murad-ı Hüdâvendigâr döneminde uygulanmaya başlanan aynı çaptaki birden fazla kubbeden oluşmuş “Ulucami” formundaki yapıların en büyüğü ve en tanınanı olup, kendinden önceki Filibe ve Gelibolu’daki ulucamilerin devamı, sonraki dokuz kubbeli Edirne Eskicami, altı kubbeli diğer yapılar İstanbul Karagümrük’teki Zincirlikuyu Camii ile Piyalepaşa Camii’nin de öncüsü durumundadır. İçinde yirmi adet kubbesi, oldukça geniş bir ibadet bölümü ile birlikte duvar ve payelerinde yer alan, her biri sanat eseri niteliğindeki yazılarının, adeta bir hat eserleri müzesi görünümü vermesiyle ayrı bir yere sahiptir. Türk cami mimarisinde bir dönüm noktası teşkil eden Bursa Ulucamii hakkında detaylı incelemeler ve yayınlar bulunmasına rağmen mimarının kimliği ortaya konulamamış olmakla birlikte, cephelerindeki büyük sivri kemerli silmelerin oluşturduğu düzen göz önüne alınırsa Suriyeli bir mimar olabileceği, Ali Neccâr adında bir başka mimarın ya da daha sonra Yeşil Külliye’yi yapacak olan Hacı İvaz bin Ahi Bayezid tarafından inşa edildiği düşünülmektedir. Bunlardan başka Niğbolu savaşında Yıldırım Bayezid’e esir düşen bir gayrı Müslim mimar olabileceği1 fikrinin yanısıra Bursa salnâmelerinde “Ahvâl-i umûmiyesinden binayı yapan mimarın 1 Niğbolu savaşı’nda esir düşenlerden biri olan Alman asıllı Johann Schiltberger, daha sonra Ankara savaşında Timur’a esir düşünceye kadar yaklaşık yedi yıl Osmanlı sarayında bulunmuş ve herhalde Ulucami’nin inşaatını da görmüştür. Fakat hatıratında yapıdan bahsetmez. Stefanos Yerasimos, Bursa: Osmanlı Sanatının Doğuşu, İstanbul 2000, s. 164-165. 271 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi 272 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi 273 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi 274 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Rum olduğu anlaşılıyor” şeklinde bir görüş varsa da ileri sürülen bu tezlerin doğruluk derecesi tartışılabilir. 1396 senesinde meydana gelen Niğbolu savaşında elde edilen ganimetlerle yapıldığı, Yıldırım Bayezid’in bu savaşı kazanması halinde Allah rızası için yirmi adet cami yaptıracağını vaad etmesi, damadı Emir Sultan’ın tavsiyesiyle de yirmi kubbeli bir tek cami yaptırması pek meşhur bir rivayettir. Caminin bina edileceği yeri belirlemekte Hz. Muhammed’in bir işaretinin esas alındığı da bir başka hikâyedir. İnşaatında, Orhan Külliyesi’ni çevreleyen ihata duvarının taşlarının kullanıldığını biliyoruz. Bitirilmesi konusunda; 1. Murad’ın yahut Yıldırım’ın başlattığı fakat Ankara savaşından dolayı yarım kalarak, oğullarından Musa Çelebi ya da Mehmet Çelebi’nin bitirdiği şeklinde rivayetler varsa da doğru değildir. Minberindeki tarihten de, yapının 1399 yılında tamamlandığı anlaşılmaktadır. İlk planlandığında cami, medrese, hamam, bedesten, dükkânlar ve evlerden oluşan bir külliye olarak tasarlanmış, daha sonraki devirlerde de hayır sahiplerince etrafına şadırvanlar, muvakkithane, müezzin ve muvakkit odaları, belediyenin muhtesipleri için altında mahbesi ile birlikte ihtisap çardağı ve muallimhane gibi yapılar ilave edilmiştir. Son yıllarda bu ilave yapılar ortadan kalkmış, hamamı da işlevini yitirmiş durumdadır. Cami, bedesten ve medrese etrafındaki dükkânlar asli vazifelerini yürütmektedir. Cami mekânı 55 X 69 m. boyutlarında kareye yakın dikdörtgen plânda olup, 3795 m² lik bir alanı kaplar. Kuzeydeki taçkapı olmak üzere, doğu ve batı cephelerinde üç tane kapısı vardır, bir ara hünkâr mahfilinin bulunduğu güneydoğu köşesine bir tali kapı daha açılmışsa da muhdes olduğu gerekçesiyle sonradan kapatılmıştır. Doğu’daki çarşı kapısı, batıdaki müftülük kapısı, kuzeydeki de sahaflar kapısı olarak da bilinir. Büyük silmelerle hafifletilen cephelere altta 26, üstte de 32 olmak üzere 58 pencere açıldığı gibi, şadırvan kubbesinin üzeri açık bırakılarak caminin havalandırılması ve ışık alması sağlanmıştır. Yapıyı örten 11 m. çapındaki yirmi adet kubbeyi, her bir kenarı 2.20 m. olan, on iki adet yığma, kare payeler taşımaktadır. Bu ayakların her yüzünde celî sülüs ve kûfî hatlarla esmâü’l-hüsnâdan örnekler yazılmıştır. Mabedin içini adeta hat müzesine çeviren ayaklardaki ve duvarlardaki bu yazılar kûfî, nesih, ta’lik, muhakkak, celî sülüs ve celî dîvânî üslûbundadır. Toplam yüz doksan iki adet olduğu sayılan bu eserler Abdülfettah Efendi, Kazasker Mustafa İzzet Efendi, Sami Efendi, Şefik Efendi gibi meşhur hattatlara, tahrîr ve konturlar da Mücellid Mehmet Efendi’ye ait olmakla birlikte, Sultan 2. Mahmud’a ait olan bir levha da yer almaktadır. 16. Yüz yılda varlığı kesin olarak bilinen bu yazılar en son 1855 depreminden sonra tamir görmüş, bir kısmı sadece onarılmış, bir kısmı da silinip yeniden yazılmıştır. Bu yazılardan bir tanesi “Yâ câmia’lkebîr veya mecma’al-kibâr / Tûbâ li-men yezûruke fi’l-leyli ve’n-nehâr – Ey Ulucami ya da uluların camisi, gece ve gündüz seni ziyaret edenlere ne mutlu” şeklindedir, Ulucami’de on sekiz yıl boyunca müezzinlik yapan ve tasavvuf âleminin ileri gelenlerinden olan Mehmed Muhyiddin Üftade hazretleri tarafından söylenmiştir. Bursa Ulucamii için söylenen bir rivayet de bu yazının anlamını destekler mahiyettedir: İslâm âleminde ulu makamların birincisi Mekke-i Mükerreme’de Mescid-i Harâm, ikincisi Medine-i Münevvere’de Mescid-i Nebevî, üçüncüsü Kudüs-i Şerif’de Mescid-i Aksâ, dördüncüsü Şam’daki Emeviye Camii, beşincisi de Bursa’da işbu Ulucami’dir. Caminin kündekârî denilen tarzda, çivi veya bir başka bağlayıcı kullanmadan, tamamen birbirine geçme parçalardan oluşan minberi bir sanat şaheseridir. Ustası Muhammed bin Abdülaziz ed-Devâkî’dir. Tebriz yakınlarında bir kasaba olan Devak’tan geldiği anlaşılan ustanın yaklaşık üç yılda bitirdiği tahmin edilen bu minberin kapısı üstündeki kitabesi “Mimmâ amile bi-resmi’s-Sultân Bâyezîd bin Murad Hân bitârîh-i sene isneyni ve semâne mâye” şeklindedir ve Hicrî 802 Milâdî 1399/1400 tarihini verir. Ceviz ağacından imal edilen minberin ilginç özelliklerinden biri, Kuran’ı Kerimdeki ayet sayısına tekabül eden 6666 adet parçadan oluşmasıdır ancak bundan daha da önemlisi, minberin mihraba bakan doğu yüzünde 275 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi güneş sisteminin yani güneş ile gezegenlerinin, batı yüzünde ise galaksi sisteminin tasvir edilmiş olmasıdır. Camiye apayrı bir güzellik katan mihraptaki süslemeler, 1862 yılında Bursa’ya sürgün gelen Tevfik Paşa tarafından yapılmıştır. Mihrabı çevreleyen dört frizden biri kûfi yazı kuşağı, biri stilize motif kuşağı diğer ikisi de bitkisel süsleme kuşağı olarak düzenlenmiştir. Mihrap nişinin iki köşesinde mermer şeklinde boyanmış sütunçe figürü ile bunların yanlarında köşe dolgusu olarak iri rûmî ve palmetlerden oluşan bir koltuk tasarımı vardır. Bursa Yeşil Cami’nin taç kapısındaki mermer kabartmalarda yer alan bitkisel süslemelerden ilham alındığı bellidir. Bu iki koltuk süslemelerinin arasında rûmîlerden oluşan büyük bir kandil motifi ve bu motifin ortasındaki damla içinde de, sülüs yazı ile müsennâ bir âyet yer almaktadır. Yıldırım Bayezid Evkafı’nın mütevellisi Mustafa Efendi’nin, 1549 yılında, sekiz ağaç direk üzerine yaptırdığı gayet sade ve zarif bir müezzin mahfiline çıkan merdivenin altındaki alınlıkta Şair Rahîmî’ye ait ta’lik yazılı kıt’a, 1549 tarihlidir ve camide tarihi bilinen en eski yazıdır. 2009’da yapılan onarımda bu kıt’a ile birlikte müezzin mahfiline çıkan merdivenin koltuğundaki, deri üzerine nakşedilmiş naturalist üsluptaki bitkisel süslemeler de tamamen ortaya çıkarılmıştır. Müezzin mahfilinin karşısında yer alan rokoko üsluptaki mermer vaaz kürsüsü üzerinde, ta’lik yazı ile “Disem ma’nâda arş-âsâ sezâdır / Ne ra’nâ kürsî-i dilkeş-edâdır” şeklinde bir beyit ve 1231 (M.1814) tarihi vardır. Ulucami’de bir tane de, mihrabın yanında ahşap vaaz kürsüsü bulunmaktadır. Caminin güney doğu köşesinde yer alan hünkâr mahfili 1862 yılında, Sultan Abdülaziz tarafından ahşaptan ve çok sade olarak yeniden yaptırılmıştır. Mahfilin alt bölümü ise eskiden beri kütüphane olarak kullanılmaktaydı. Daha sonra, 1786 yılında Münzevî Abdullah Efendi burada teşekküllü bir kütüphane kurmuş, kendi kitaplarını buraya bağışladığı gibi, Yenişehirli Hacı Osman Efendi adında bir kişinin de kitaplarını alarak vakfetmiştir. 276 Minareleri iki tanedir, bugün yerinde olmayan “Emere bi-imâreti hâzihi’l-minâreti es-Sultan ibni’s-Sultan Bâyezîd Hân” şeklindeki kitabesinden, batıdakini Yıldırım’ın yaptırdığı belli olmakta ancak, doğudaki ikincisinin de ilk yapıda planlandığı halde yarım kaldığı, bir müddet böyle kullanılarak adına “Güdük Minare” denildiği ve daha sonra Çelebi Mehmet ya da Yavuz Selim devrinde tamamlatıldığı söylenmektedir. Batı minaresi iki yollu olup hem içten hem de dıştan girilir, dış kapısından hem kurşunluğa hem de şerefeye, iç minaresinden ise sadece şerefeye çıkılır. Minarelerin kaideleri ve küpleri mermerden, yuvarlak gövdeleri ise tuğladandır. Şerefelerin ikisi de altı sıra stalâktit üzerine oturur, külahlar ahşap ve kurşun kaplı iken son yangından sonra taş olarak inşa edilmişlerdir. Bu boyutta bir binanın, tarihi süreç içinde pek çok tamir geçirmesi de gayet doğaldır. 13 Cemaziyelevvel 899 (M. 19 Şubat 1494) tarihine ait bir vesikada, atebe-i ulyâdan gönderilen bir tahsîsattan, sultan imâreti mütevellîsine on bin akçe teslim edildiği belirtilerek, bu paranın ondan alınıp Ulucami mütevellîsine teslim edilmesi istenmektedir2. Bu tahsîsatın bir tamir ihtiyacı üzerine verildiği düşünülürse, yapı hakkındaki ilk tamir belgesi budur fakat tamirde ne yapıldığı belli değildir. 1494, 1503, 1551, 1563, 1567, 1572, 1583, 1670, 1732, 1737, 1740, 1742 yıllarında birçok defa tamir edilen cami, altı yüz yıllık tarihinde en büyük onarımını 1855 depreminden sonra geçirmiştir. Bu ulu mabed, şehri yerle bir edip bütün eserleriyle birlikte surlara da zarar veren bu depremden teknik ve statik olarak çok zarar görmemekle birlikte bazı kubbelerinin yarıldığı ve bazılarının sıvalarının döküldüğü, asıl zararın ise duvarlarında ve payelerindeki yazıların ve nakışların dökülmesinden dolayı mimari plastik boyutunda olduğu anlaşılmaktadır3. Yapılan keşiflerde ve yapılan harcamalarda en 2 “Bundan akdem câmi-i kebîr meremmeti içün atebe-i ulyâdan gönderilen akçeden sultan imareti mütevellîsi Bâlî Çelebi^ye ve kâtib Satrî’ye ber-vech-i karz on bin akçe virilüb sonra hüküm vârid olub ol akçe mütevellî ve kâtibden alınub câmi mütevellîsine teslîm idesin deyû buyurulmuş idi ber-mûceb-i emr-i âlî alınub câmi mütevellîsine teslîm olundı” B.K. S. A-11 s. 258. 3 Deprem sonrasında yapılan bir muayenede: “Cami-i kebîrin beş aded kubbelerin taşları tecdîdi lâzım geleceği ve Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi yüksek meblağın sıvaların, yazı ve kalem işlerinin yenilenmesi için harcandığı görülür. Depremden hemen sonra yazışmalar başlamış ve zarar gören yapıların içinde ilk önce ulu caminin tamir edilmesi kararlaştırılmıştır4 (Belge 4). 1274 (1858) senesine kadar inşaat hızla ilerleyerek bütün kubbeleri onarılmış ve kalem işleri de yenilenmiş5 ve 907500 kuruş harcanarak 1862 yılında yeniden ibadete açılmıştır. Orhan Bey’in yaptırdığı ilk bezzazistan / bedestenden sonra Yıldırım’ın bedesteni inşa edilmiştir ve sâirleri tamir kabul ideceği ve iç minaresinin şerîfesi yıkılub bir mikdar şakk var ise de tamir kabul ideceği ve dış minaresinin şerîfesi yıkılmış ise de mahal-i sâiresinin bir sakatlığı olmadığı cevânib-i erbaası dıvarlarında dahî bir sakatlık olmadığı…” B.O.A. E V. 15785. Ancak bir başka vesikada bu minarenin tehlike arzettiği ve yıkılması gerektiği belirtilmektedir: “…Hüdavendigâr Vâlîsine ve Evkāf-ı Hümâyûn Nezâret-i Celîlesi’ne: Erkân-ı harbiye mirlivâlarından izzetlü Ferhâd Paşa’nın ihtârı vechile Brusa’da câmi-i kebîrin diğer minâresi hedmolunmak lâzım geldiği halde başkaca keşf olunmak iktizâ ideceğine…” “…hedmi lâzım gelen minâre mesârif-i inşâiyesinin bi’l-keşf defterinin bu cânibe irsâl ve câmi-i şerîf-i mezkûr ebniyesi evâil-i saltanat-ı seniyyede ebniye hakkında ittihâz olınan kıyâsât-ı hendesiye üzerine yapılmış oldığından inşâ olınacak minâresinin dahî hey’et-i asliyesinden çıkarılmaması îcâb ideceğinden hedm olınmazdan evvel minâre-i mezkûrenin resmi yapılarak ba’de âna tatbîkan ayniyle inşâsı husûslarının dahî savb-ı devletlerine bildirilmesi …” B.O.A. A. MKT. MVL. 96 37 4 “Ticaret Nezâretine: Brusa’da vukubulan hareket-i arzdan harâb ve münhedim olan âsâr ve ebniyeden en evvel câmi-i kebîrin mühendisler ma’rifetiyle ta’mîrine mübâşeretle keşf defterinin irsâline ve hisar dıvarının dahî def’-i mazarrâtına ikdâm ve müsâraat olunması husûsuna dâir gönderilen tahrîrâta cevâben devletlû Nâmık Paşa hazretlerinin vârid olan tahrîrâtı üzerine maliye ve evkāf-ı hümâyûn nâzırları devletlû paşalar hazerâtıyle muhâbereyi şâmil olan iki kıt’a tezkire Meclis-i Vâlâ’ya lede’l-i’tâ bunun evrâk-ı sâiresi cânib-i ticâretde bulundukdan birleşdirilüb îcâbının sür’at-i tesviye ve icrâsı hususunun savb-ı vâlâlarına bildirilmesi tezekkür olunarak evrâk-ı merkūme leffen gönderilmiş olmağla îcâbının icrâ ve ifâdesi mütereffik-i himem-i behiyyeleridir …” A. MKT. NZD. 161.10 5 “…cami-i şerîf-i mezkûr üç sene mukaddem ve rahnedâr olmasıyla derûnında akd-i sufûf-ı ibadet ve istimâ’-ı mevâ’iz-i hayriyet-menkabetden geçen sene ramazân-ı şerîflerde umûm ahâlî me’cûr ve mahrûm olarak şurada burada müteferrikan edâ-yı salât ile câmi-i mezbûrun husûl-i ma’mûriyeti duâsıyla nâtıka-pîrây-ı iştigâl oldukları halde bi-lutfihî ta’âlâ sâye-i muvaffakiyet-vâye-i hazret-i şâhânede câmi-i şerîf-i mezbûrun mukaddemen dahî hayr-sâmî-i dâverîlerine bâ-mufît arz ve beyân oldığı vechile sene-i sâbıka ve bu sene-i mübârekede inşâları resîde-i hadd-i hitâm olan on beş kubbenin sıva ve boyalarıyla tezyînât-ı dâhiliye ve hâriciyeleri hüsn-i ikmâl kılınmış oldığına ve şu mahaller zînet-sâz-ı enzâr-ı ahâlî olarak…” fî 25 Receb sene (12)74 (M. 11 Mart 1858). 2 İ.DH. 26532 bu vazifesini halen devam ettirmektedir. Caminin kuzeyinde ve uzakta, çarşı aksına paralel olarak plânlanmıştır. 15 X 56,5 m. ebadındadır ve altı tane kalın ayakla taşınan on dört kubbe ile örtülüdür. Her cephesinde birer tane olmak üzere dört kapılı yapının içinde otuz iki, etrafında ise altmış sekiz dükkân olup, dışarıdakilerin on ikisi Orhan Gazi Vakfı’na, diğer toplam seksen sekiz adet dükkân ise Yıldırım Vakfı’na aittir. Bu bedesten, kendisinden sonra yapılan Edirne bedestenine de örnek olmuştur. Ulucami’nin batısında, caminin vakfından olan Vâiziye Medresesi yer alır. 21 tane hücresi, 1 dershanesi ve müderris ve muîd odaları olduğu düşünülen dört bölümlü bir mekânı vardır, bu bölümün üzerinde mahkeme kurulduğundan Mahkeme Medresesi diye de bilinir. Etrafında 37 dükkânı vardır, bina, yangın ve depremden dolayı günümüze kadar çok değişiklere uğramıştır. Ulucami’nin kuzey batısında hamamı vardır, Şengül Hamamı diye meşhur olmuştur. Küçük ve tek hamamdır, soğukluk kısmından iki eyvanlı, dikdörtgen plânlı sıcaklık bölümüne geçilir. Burada iki tane halvet de vardır, kazan ve külhan ise hamamın batısındadır. 16. yüz yılda günlük 16 ilâ 25 akçeye kiraya verilmekte olan hamam, günümüzde Gümüşçüler Çarşısı’dır. Ulucami’nin akarâtından olduğu ve günlük kırk akçe kira getirdiği bilinen bir kahvehanenin, 16. yüz yılın sonlarına kadar mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Bu kahvehane de ortadan kalkmıştır. 277 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi KAYNAKÇA • Başbakanlık Osmanlı Arşivleri (B.O.A.). A. MKT. NZD. 161/10, A. MKT. NZD. 276/6, A. MKT. MHM. 136/57, Y. PRK. UM. 20/74, İ. DH. 423/28001, İ. DH. 405/26830/2, A. MKT. NZD. 3377/15, İ DH. 405/26830/3, İ. DH. 401/26532/1, İ. DH.114/5754, İ. DH. 429/28401, A. MKT. NZD. 408/72, A. MKT. NZD. 156/25, A. MKT. MHM. 196/14, A.MKT. MHM. 133/62, A. MKT. MHM. 324/70, A. AMD. 83/66, A. MKT. UM. 5/9-1, Y. PRK.UM. 20/108, Y. PRK. UM. 16/124, E. V. 16642 • • 278 Bursa Kadı Sicilleri (B.K.S.). A-11 s. 258, A-19 s. 15, A-58 s. 36, A-81 s. 241, A-94 s. 35, A-99 s. 37, A-113 s. 115, A-127 s. 189, B-90 s. 13, B-94 s. 94, B-94 s. 111, B-94 s. 114, B-124 s. 36, B-124 s. 69, B-124 s. 96, B-124 s. 94. Asım Yediyıldız, “Ulucami’nin Tarihçesi”, Bursa’nın Kalbi Ulucami, Bursa 2009, s. 27-40. • Doğan Yavaş, “Ressam Tevfik Paşa’nın Bursa’daki Çalışmaları”, XII. Orta-Çağ Türk Dönemi Kazıları ve Sanat Tarihi Sempozyumu, Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi, Çanakkale 15-17 Ekim 2008. • ------------------ , “Ulucami’nin Geçirdiği Tamirler”, Bursa’nın Kalbi Ulucami, Bursa 2009, s. 133-144. • E. Hakkı Ayverdi, İstanbul Mimari Çağının Menşei, Osmanlı Mi’marisinin ilk Devri I, İstanbul 1989, s. 401-418. • H. Basri Öcalan, “Bursa Ulucami Kütüphanesi”, Bursa’nın Kalbi Ulucami, Bursa 2009, s. 123-132. • Kâmil Kepecioğlu, Bursa Kütüğü, C.4, Bursa 2009, s.186-190 • • Kâzım Baykal, Bursa ve Anıtları, Bursa 1993. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Halide Sert Yüzyılların Tanıkları Anadolu’nun ve Bursa’nın Tarihi Köprüleri ÖZET Taşıma, taşınma, ulaşma, ulaştırma görevini üstlenen yol coğrafyanın topografik durumuna göre ve taşıma araçlarının niteliğine göre yapılandırılır. Topografya değişmedikçe güzergahlar aynı doğrultuda ve hatta aynı koridordadır. Anadolu topraklarında yüzyıllar boyunca yaşayan çeşitli toplumlar yarattıkları uygarlıklar içinde yaptıkları yollar sayesinde hem egemenliklerini pekiştirmişler, hem de ticaretin önünü açarak zenginleşip kendilerini geliştirmişlerdir. Bu süreç içinde, toplumların gelişimine paralel olarak ulaşım sistemi üzerinde yer alan köprüler de; ticari, iktisadi, askeri, sosyal ve kültürel konulara hizmet eden yararlı yapılar olarak, zamanla kültür tarihinin tamamlayıcı bir unsuru haline gelmişlerdir. 1. ANADOLU’NUN TARİHİ YOL AĞLARI VE KÖPRÜLERİ Asur ve Babil medeniyetlerinin Mezopotamya ve Suriye’de meydana getirdikleri ve tarihin ilk düzenli yolu olarak bilinen yol ağları Türkiye’ye de uzanmaktadır. Yurdumuz sınırlarına Cizre’den girerek oradan da Anadolu’nun içlerine doğru uzanan bu yol güzergahını sırasıyla; Hititler, Persler, Helenler, Romalılar, Doğu Romalılar kullanmış, daha sonraları Selçuklular ve Osmanlılar da aynı güzergahı izlemişlerdir. Dolayısıyla aynı güzergah üzerinde bulunan bir Roma veya Doğu Roma Köprüsü gerektiği zamanlarda onarılarak kullanılmış, herhangi bir nedenle yıkılsa bile aynı yere, hatta aynı temeller üzerine bir Türk köprüsü yapılabilmiştir. Malazgirt Zaferinden beri Anadolu’nun, XIV. yy’ dan itibaren de Balkanların egemeni olan Türkler yurt edinerek egemenlik kurdukları bölgelerin coğrafi koşulları karşısında yaptıkları eşsiz güzellikteki köprülerle, köprü mimarlığının gelişmesine önemli katkılar sağlamışlardır. Bu dönemde bir yandan yeni köprüler yapılmış, bir yandan da eski devirlerden kalan harap köprüler onarılarak ya da yenilenerek bunlardan faydalanılması sağlanmıştır. Tarihi Köprüler Şubesi Müdürlüğü envanterinde Aralık 2010 itibariyle, dönemlerine göre; yurt içinde Hitit(1), Urartu(1), Roma(113), Doğu Roma(13), Selçuklu(135), Osmanlı(1173) ve Erken Cumhuriyet(57) olmak üzere 1493 adet köprü bulunmaktadır. Yurt dışında ise Osmanlı Döne- 279 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi mine ait çoğunluğu Bosna-Hersek’te olmak üzere 306 adet köprü bulunduğu tespit edilmiştir. 1493 adet köprü; yapım tekniğine göre Taş (1429), Ahşap (13), Demir (28), Betonarme (23) olarak gruplandırılmaktadır. 2. YOLLARIN VE KÖPRÜLERİN FONKSİYONU ÜZERİNE SAPTAMALAR Osmanlı öncesinde Anadolu’daki Türk siyasi varlığı İran, Irak, Suriye, Kafkaslar ve Mısır gibi geniş bir coğrafi alana yayılmış bulunmakta ve bu geniş coğrafya Türk Sanat ve Kültürünün oluşum ve gelişim alanları olmaktaydı. Ancak bu sanat kültür ortamında ve sürecinde, yapıldığı dönem ne olursa olsun, Anadolu’daki köprüler için kendine has bölgesel bir üslubun varlığı söz konusu olmaktadır. Anadolu’da; Selçuklular döneminde, doğu-batı doğrultusunda gelişen ulaşım damarları, siyasal egemenliğin dağılması ya da parçalanması sonucunda bazı önemli merkezler çevresine yönelip, yoğunlaşmıştır. Her iki politik ortamda da köprüler; sefere çıkılırken ordunun geçmek zorunda kaldığı, posta ve haberleşme teşkilatının kullandığı, ticaret kervanlarının ve hac kafilelerinin yararlandığı geçitler olarak önem taşıyordu, bazen de köprü görevlilerinin ve ulakların barınma amacıyla kullandıkları meskenlerdi. Ayrıca savaş dönemin- de savunmada karşı kuvvetlerin yararlanmasının istenmediği tesisler olarak da önemliydiler. Osmanlı İmparatorluğunun sınırları dâhilinde büyük hacimde ticaret hareketlerinin olduğu ve zaman zaman en kudretli orduların bir uçtan bir uca gidebildiği göz önüne alınırsa, bu ulaşımlara olanak sağlayan hizmetleri yapan bir örgütün var olduğu aşikârdır. Yapılacak seferler için hazırlıklar arasında o yöreye giden yolların elden geçirilmesi, ordunun ve ağırlıkların güvenle taşınmasını sağlamak üzere yol ve köprülerin onarımı, sefer öncesi ordu birliklerince yapılırdı. Bunlar: yol ve geçit güvenliğini sağlayan, yolun bakım ve onarımını yapan derbentçiler, yolun kaplamalarını sağlamlaştıran kaldırımcılar, köprü yapılamayan yerlerde geçidi sağlayan gemiciler ve köprücülerdi. Köprücüler deyimi köprüyü yapan teknisyenler anlamına geldiği gibi köprüye bakan onu koruyan, onaran anlamına da gelmektedir. Devletin bütün iktisadi faaliyetleri yolların geçtiği yerler ile bu yolların vardığı liman ve şehirlerde toplanmış olup, yol ve köprüleri kullanan tüm etkinliklerin işlemesi ve gelişmesi için yolların güvenliğinin sağlanması her zaman gerekli olmuştur. Bu amaç için Ortaçağ Türk-İslam devletlerinde ribat adı verilen ve büyük kervan ve ticaret yolları Harita 1. Osmanlı Dönemi yol ağları (Y.Halaçoğlu) 280 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi üzerinde, dağ ve geçit yerlerinde, tüccar ve yolcuları, kervanları barındıran tesislerin yerini, Anadolu Selçuklularında kervansaraylar, Osmanlı döneminde ise menzil hanları ve derbentler almıştır. Osmanlı Devleti’ndeki tanımıyla menziller, seri haberleşmeyi sağlamak, ordunun sefere çıktığı zaman dinlenmesi ve her türlü iaşesini temin etmek gayeleriyle kurulmuştur. Öyle ki iki yüz bin kişiye ulaşan Osmanlı ordusunun Viyana’ya ve hemen sonra Tebriz ve Bağdat’a kadar uzanan bir coğrafyada rahat hareket etme imkanı bulması; orduya lojistik destek sağlanmasında, iaşe ve diğer ordu ihtiyaçlarının giderilmesinde önemli görevler üstlenen menziller sayesinde olmuştur. Osmanlı Devleti’nde yollar, ana ve tali olmak üzere iki kısımda mütalaa edilmiş olup, genel olarak Anadolu ve Rumeli’de Sağ, Orta ve Sol Kol olmak üzere üç ana güzergah ile bunlara bağlı tali yollardan meydana gelmiştir. Ana yolları birbirine bağlayan tali yollar; gerek sivil ulaşımın, gerekse ülkede asayişin temininde ve meskün mahallerin birbiriyle irtibatının sağlanmasında önemli rol oynamıştır (Harita 1). Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran (1514), Mercidabık ve Ridaniye (1516,1517) seferleriyle 16.yy’ da ön plana çıkan Anadolu Sağ Yolu; daha sonra Sultan Süleyman’ın Irakeyn (1533-34) ve 2. İran Seferinin (1548-1549) ardından, Sultan 4. Murat’ın Bağdat Seferi (1638) sırasında da kullanılmış olup, Hac ve Sürre-i Hümayun Alayı’nın da gidip geldiği yol olarak her zaman önemini korumuştur. Sonuç olarak; Osmanlı Devleti’nin altı yüz yıllık devamlılığında, emniyetli, bakımlı ve düzenli bir ulaşım sistemine sahip olmasının büyük payı bulunduğu anlaşılmaktadır. 3. BURSA VE TARİHİ KÖPRÜLERİ Adını Bitinya kralı I. Prusias’dan (MÖ 230-182) alan Bursa ve çevresinde çok eski çağlardan bu yana hüküm süren uygarlıkların izlerini bulmak mümkündür. MÖ 74 yılında Roma İmparatorluğunun eyaleti olan Bursa, 385-1326 yılları arasında Doğu Roma Dönemini yaşamıştır. 1335 yılında Osmanlı İmparatorluğunun ilk başkenti olan Bursa, 1365 yılında Edirne’nin başkent yapılmasına kadar önemini korumuş, İstanbul’un fethinden sonra da Anadolu Eyaletinin hükümet merkezi olarak, imparatorluğun en önemli bilim, kültür ve ticaret merkezlerinden biri olmuştur. 17.yy’da Bursa’nın bu zenginliklerini görüp dile getiren Evliya Çelebi, Bursa ile ilgili olarak; “…Bütünü dokuz bin dükkandır. Kale gibi dört demir kapılı büyük bir kapalı çarşısı vardır. Üç yüz dükkandır. Her birinde Mısır hazinelerine sahip tüccarlar vardır. O kadar değerli, mücevherli kap kacakları ve hediyelikleri vardır ki sözle anlatılamaz…”, “… Bursa’nın çarşıları İstanbul’da bile yoktur…”, “…Bursa’nın en büyük mahsulü ipektir. Buranın ipeği İran, Nahçivan ve Şirvan’da bile yetişmez…” ifadeleri ile vurgulamış, hatta Gökdere üzerindeki Irgandı Köprüsünde bile sağlı sollu 200 kadar dükkan bulunduğundan bahsetmiştir. Anadolu’nun en önemli yol güzergahlarının geçtiği ve bunun sağladığı olanaklarla da her dönem önemini korumuş olan Bursa sınırları dahilindeki; Dil (Hersek)-İznik-Osmaneli (Lefke) veya Dil (Hersek)-İznik-Yenişehir-AkbıyıkPazaryeri menzillerden geçmekte olan ve İstanbul’u aynı zamanda Kutsal Topraklara bağlayan Anadolu Sağ Yolu ile yine bu yolu İzmir’e bağlayan; Orhangazi (Pazarköy)-GemlikMudanya-Karacabey(Mihaliç)-Mustafa Kemal Paşa(Kirmasti) tali yol üzerinde; ulaklar, hacılar, tüccar kervanları ve seyahat eden diğer kişilerin yararlanması amacıyla çeşitli menzil külliyeleri ve köprüler inşa edilmiştir. Bu bağlamda Bursa il sınırları dahilinde; Anadolu Sağ Yolu üzerinde: (7 adet) İznik İlçesinde; İnikli Köprüsü, Kuruköprü, İznik Giriş ve Çıkışındaki Köprüler, Kocaköprü Yenişehir ilçesinde; Köprühisar ile Kabaçınar (Selimiye) Köprüleri, İzmir’e giden tali yol üzerinde: (4 adet) Karacabey (Mihaliç) ilçesinde; Konstantin (Ulua- 281 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Toplam 27 adet köprünün varlığı tespit edilmiş, günümüze ise ancak 19 adedinin sağlam olarak ulaştığı belgelenebilmiştir. Oysa; E. ÇELEBİ’nin “…ismi bilinen bin altmış adet pınar…”, “…iki bin altmış çeşme…” bulunduğunu söyleyerek “Elhasıl, Burusa sudan ibarettir.” ifadesi ile tanımladığı Bursa’da, “…büyük, küçük kırk kadar köprü…” bulunduğu anlaşılmaktadır. Bunun en önemli nedenlerinden birisinin de, Mimar S. Çetintaş1 ‘ın 1935 ve 1941 tarihli makalelerinde de dile getirdiği gibi “Bursa ovasının bataklık durumundan kurtarılırken yüce Türk medeniyetinin değerli birer belgesi olan bazı köprülerin yıkılması cihetine gidilmesi” gösterilebilir. bad), Ahşap (Canbalı), Bizans (Taşlıköy) Köprüleri, Mustafa Kemal Paşa (Kirmasti) ilçesindeki Kirmasti Lala Şahin Paşa Köprüsü, Bursa- İstanbul deniz bağlantısını sağlayan Mudanya iskelesine giden tali yol üzerinde: (3 adet) Nilüfer ilçesinde; Nilüfer Hatun, Abdal Çelebi (Acemler) ve Geçit (Nilüfer Çayı) Köprüleri, Bursa şehir merkezinde: (13 adet) Osmangazi ilçesinde; Maksem (Demiroluk), Setbaşı, Irgandı, Boyacıkulluğu, Çalıkpiri, Tatarlar, Demirtaş Köprüleri, Nilüfer İlçesinde; Mihraplı (Seçuk Hatun) Köprüsü, Yıldırım İlçesinde; Meydancık (Geredeli) Köprüsü, Dokuzgözler (Yıldırım, Cumalıkazık) Köprüsü, İnegöl İlçesinde; Kalburt Köprüsü olmak üzere; 1 Mimar Sedat Çetintaş (1889 – 1965), Bursa Belediyesi Fen İşleri Dairesi’nde çalıştı. “Türk Mimari Anıtları-Osmanlı Devri Bursa’da İlk Eserler (1946) ve Osmanlı Devri Bursa’da Murad 1 ve Bayezid 1 Binalar (1951)” adlı iki kitabı bulunmaktadır. 1 12 5 3 6 4 14 15 25 27 19 17 9 8 10 23 21 20 18 24 26 13 11 16 7 2 22 Harita 2. Bursa İlindeki Tarihi Köprülerin Yerleri Roma Dönemi Roma Dönemi(yklmş) D.Roma Dönemi D. Roma Dönemi (yklmş) Osmanl Dönemi Osmanl Dönemi (yklmş) Harita 2. Bursa İlindeki Tarihi Köprülerin Yerleri 1. İznik İlçesi, Roma (İnikli Köyü) Köprüsü, Roma, 2.yy (Hac ve sefer yolu üzerinde) 2. İznik İlçesi, Kuruköprü, Roma (Hac ve sefer yolu üzerinde) 282 3. Karacabey İlçesi, Konstantin (Uluabad) Köprüsü , Doğu Roma (Yklmş) 4. Karacabey İlçesi, Ahşap (Canbal) Köprüsü, Doğu Roma (Yklmş) 5. Karacabey İlçesi, Bizans (Taşlköy) Köprüsü, Doğu Roma Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. İznik İlçesi, Roma (İnikli Köyü) Köprüsü, Roma, 2.yy (Hac ve sefer yolu üzerinde) İznik İlçesi, Kuruköprü, Roma (Hac ve sefer yolu üzerinde) Karacabey İlçesi, Konstantin (Uluabad) Köprüsü , Doğu Roma (Yıkılmış) Karacabey İlçesi, Ahşap (Canbalı) Köprüsü, Doğu Roma (Yıkılmış) Karacabey İlçesi, Bizans (Taşlıköy) Köprüsü, Doğu Roma Nilüfer İlçesi, Nilüfer Hatun Köprüsü, Osmanlı, 14.yy, Orhan Gazi Mustafa Kemal Paşa İlçesi, Kirmasti Lala Şahin Paşa Köprüsü, Osmanlı, 14. yy (Yıkılmış) Osmangazi İlçesi, Maksem (Demiroluk) Köprüsü, Osmanlı, 15.yy Osmangazi İlçesi, Setbaşı Köprüsü, Osmanlı, 15.yy Osmangazi İlçesi, Irgandı Köprüsü, Osmanlı, 15.yy Osmangazi İlçesi, Boyacıkulluğu Köprüsü, Osmanlı, 15.yy Nilüfer İlçesi, Mihraplı ( Selçuk Hatun) Köprüsü, Osmanlı, 15.yy Yıldırım İlçesi, Meydancık (Geredeli) Köprüsü, 16.yy 14. İznik İlçesi, İznik Çıkışı Köprüsü Osmanlı, Resim 1. Roma( İnikli Köyü) Köprüsü Resim 2. Kuruköprü 16.yy (Yıkılmış) (Hac ve sefer yolu üzerinde) 15. İznik İlçesi, İznik Girişi Köprüsü, Osmanlı, 16. 17. 18. 19. 20. 21. 22. 23. 24. 25. 26. 27. 16.yy (Yıkılmış) (Hac ve sefer yolu üzerinde) Osmangazi İlçesi, Çalıkpiri Köprüsü, Osmanlı, 16. yy (Yıkılmış) Osmangazi İlçesi, Tatarlar Köprüsü, Osmanlı, 16. yy Yenişehir İlçesi, Köprühisar Köprüsü, Osmanlı ,16.yy (Yıkılmış) (Hac ve sefer yolu üzerinde) Nilüfer İlçesi, Abdal Çelebi (Acemler) Köprüsü, Osmanlı, 17. yy Osmangazi İlçesi, Cilimboz Köprüsü, Osmanlı Yenişehir İlçesi, Kabaçınar (Selimiye) Köprüsü, Osmanlı (Hac ve sefer yolu üzerinde) İnegöl İlçesi, Kalburt Köprüsü, Osmanlı İznik İlçesi, Kocaköprü, Osmanlı (Hac ve sefer yolu üzerinde) Yıldırım İlçesi, Dokuzgözler (Yıldırım, Cumalıkızık) Köprüsü, Osmanlı Nilüfer İlçesi, Geçit (Nilüfer Çayı) Köprüsü, Osmanlı, 19. yy Yıldırım İlçesi, Hacivat (Hacı İvad) Köprüsü, Osmanlı Osmangazi İlçesi, Demirtaş Köprüsü, Osmanlı, 19. yy (Yıkılmış) 283 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi 1.ROMA (İNİKLİ KÖYÜ) KÖPRÜSÜ (Hac ve sefer yolu üzerinde) Antik Dönemlerdeki ismi Nikaia olan İznik ilçesi, İnikli Köyünde, Kurudere üzerinde bulunan köprü, Roma Dönemi (2. yy) eserlerindendir. Uzunluğu 25m olan köprünün 3 gözü bulunmaktadır(Resim 1). Köprü, Bursa K.T.V.K.Kurulunun 16.4.2004 tarih ve 10458 sayılı kararı ile tescil edilmiştir. 2. KURUKÖPRÜ (Hac ve sefer yolu üzerinde) İznik ilçesi, Elbeyli mevkiinde, Kurudere üzerinde bulunan köprü, Roma Dönemi eserlerindendir. Uzunluğu 20m olan köprünün 3 gözü bulunmaktadır (Resim 2). 3-4.KONSTANTİN (ULUABAD) VE AHŞAP (CANBALI) KÖPRÜLERİ (Her ikisi de Yıkılmış) Eski adı Mihaliç olan Karacabey ilçesindeki, Uluabat köyü 24 derbent köyünden biri olup, diğer derbent köyleri ile birlikte ilçedeki 3 köprünün güvenliğinden sorumlu idi. Uluabat Deresi üzerinde bulunduğu kaynaklardan öğrenilen bu 3 köprüden ikisine ait tescil kayıtlarında; “12.-13.yy’da inşa edilen, Uluabad Gölünü Marmara denizine bağlayan suyolu ve Marmara Bölgesini Ege Bölgesine bağlayan karayolu üzerinde, önemli bir stratejik noktada yer alan Lopadion Kalesinin kuzeyinde bugün iki köprü kalıntısı görülmekte”, bunlardantaş olan Konstantin (Uluabad) Köprüsünün Doğu Roma döneminde yapılmış olduğu belirtilmektedir. C. ÇULPAN ise söz konusu köprünün Orhan Resim 3. Konstantin (Uluabad) Köprüsü 284 Gazi dönemi eseri olduğunu, üzerinde bulunduğu yol güzergahını emniyet altında bulundurmak için küçük bir kale içinde tüfekçilerin bulundurulduğundan bahsetmektedir. Bugün ise köprünün sadece ayak kalıntıları mevcuttur (Resim 3). Üst yapısı ahşap olan Ahşap (Canbalı) Köprüsünün ise, Kurtuluş Savaşı sırasında Yunanlılar tarafından tahrip edilmiş olduğu, ordu istihkam birliklerince onarılarak, 1952 yılında betonarme köprü yapılana kadar hizmet verdiği, yeni köprü hizmete açılınca da ahşap köprünün yıktırılmış olduğu kaynaklarda yer almaktadır (Resim 4). Her iki köprü de, Bursa K.T.V.K. Kurulunun 29.01.2010 tarih ve 5418 sayılı kararı ile tescil edilmiştir. 5. BİZANS (TAŞLIKKÖY) KÖPRÜSÜ Karacabey İlçesi, Taşlık Köyünde, Karadere üzerinde bulunan köprü, Doğu Roma Dönemi eserlerindendir. Köprünün üç gözü günümüze ulaşmış, geri kalan bölümü yıkılmıştır (Resim 5). 6. NİLÜFER HATUN KÖPRÜSÜ Bursa başkent olduktan sonra Orhan Gazi (13261359) döneminde yapılan ilk Osmanlı köprüsüdür (Resim 6). Köprü, Bursa- Mudanya Yol Ayrımında, Yolçatı Köy yolunda, Nilüfer Çayı üzerindedir. Uzunluğu 78.65 m olan köprünün, 7 gözü bulunmaktadır. Nilüfer suyu yatağı dolup etrafa yayılın- Resim 4. Ahşap (Canbalı) Köprüsü Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Resim 5. Bizans (Taşlıkköy) Köprüsü Resim 6. Nilüfer Hatun Köprüsü ca, münhani bir plan üstüne tuğla ile 4 ufak tahliye gözü daha eklendiği, köprünün batıdaki son gözü yıkılıp, sonradan tuğla ile yenilendiği C.ÇULPAN tarafından ifade edilmektedir. ması gerektiği, 1350 krş. ve bir Zolata3 ile yeniden onarılacağı Mihaliç ve Kirmasti naipleri tarafından arz edilmiştir. Kirmasti’de evvelce Lala Şahin Paşa tarafından yaptırılmış olması kuvvetle muhtemel eski bir köprü bulunduğu anlaşılmaktadır.” Köprü ile ilgili fotoğrafa ve başka bilgiye ulaşılamamıştır. E. ÇELEBİ ise: “Nilüfer nehri bahar mevsiminde asla geçit vermez. Şâhrah üzerinde metin bir köprü vardır ki her takı kâvs-i kuzahtan nişan verir. Bilecik tekfuru nişanlısı iken H.688 Osman Gazi tarafından esir ve şehzadesi Orhan Gazi’ye tezviç edilen Nilüfer Hatun adına inşa edilmiş ve (Nilüfer Hatun Köprüsü) adı verilmiştir.” demektedir. G.E.E.A.Y.K. Başkanlığının 14.3.1980 tarih ve 11789 sayılı kararı ile tescil edilmiştir. 7. KİRMASTİ LALA ŞAHİN PAŞA KÖPRÜSÜ (Yıkılmış) Sultan I.Murat (Hüdavendigar) (1359-1389) döneminde, “Sultan Orhan ve Sultan I. Murad devri gazilerinden Lala Şahin Paşa tarafından Mustafa Kemal Paşa (Kirmasti) ilçesinde, Mustafa Kemal Paşa çayı üzerinde yaptırılmıştır. C.ÇULPAN’dan edinilen bilgilere göre “Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğündeki bir belgede, Kirmasti’de Sultan III.Ahmed (1703-1730) devrinde büyük bir ahşap köprünün onarımından bahsedilmektedir. Mirmiran-ı Bursa Hasan Paşa’ya, köprünün eski durumu ölçüldükçe 260 Zira2 (197m) bov ve 6 Zira (4.55m) genişlikte ve 40 gözlü olduğu, tamirin ameli bir faydası olmayıp, yeniden onarıl2 Zira: Metrik sisteme göre 75.8 cm olarak kabul edilen Osmanlı Mimarisindeki uzunluk ölçü birimi.(Arşının Arapçası) 8. MAKSEM (DEMİROLUK) KÖPRÜSÜ Sultan I. Mehmet (Çelebi Mehmet) (1413-1421) döneminde yapılmış olan köprü, Bursa şehir merkezinde, Gökdere üzerindedir (Resim 7). C.ÇULPAN “…Usul-i mimar-i Osmani adlı eserde ise şöyle denilmektedir. Çelebi Sultan Mehmed zamanı Bursa’da Tuz ve Kütahya hanları ile civarı ve Yeşil semti imara başlandı. O zaman Gökdere üzerine köprüler yapmak zarureti hasıl oldu. Çelebi’nin yaptırdığı Maksem Köprüsü ilk köprü olarak yapılmış görünüyor.” bilgilerini vermektedir. Ancak köprünün bugünkü hali, betonarme olarak hizmet vermektedir. 9. SETBAŞI KÖPRÜSÜ Sultan I. Mehmet (Çelebi Mehmet) (1413-1421) döneminde yapılmış olan köprü, Osmangazi İlçesinde, Gökdere üzerinedir. 2 gözlü olarak yapılan köprünün gözlerinden biri büyük, diğeri küçüktür. 30m uzunluğundaki köprü betonarme olarak genişletilmiş olup, eni 16,80 m’dir (Resim 8). C.ÇULPAN “Usul-i mimar-i Osmani adlı eserde 3 Zolata: Polonya parasına benzeyen bir Osmanlı gümüş parası 285 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Resim 7. Maksem (Demiroluk) Köprüsü ise şöyle denilmektedir. Çelebi Sultan Mehmed zamanı … Gökdere üzerine köprüler yapmak zarureti hasıl oldu. Çelebi’nin yaptırdığı Maksem Köprüsü ilk köprü olarak yapılmış görünüyor. Setbaşı Köprüsü de eski olup Çelebi Sultan Mehmed zamanında yapılmıştır.” bilgilerini vermektedir. K. BAYKAL4da: “Yaptıranı ve tarihi belli olmadığını, Setbaşı isminin eski olduğunu, Bursa arşivinde, Setbaşı köprüsü adının geçtiğini, üzeri ahşap iken Cumhuriyet devrinde kârgire çevrildiğini” kaydetmektedir.” 10. IRGANDI KÖPRÜSÜ Sultan II. Murat (1421-1451) döneminde, “Irgandı diye ün salan Pir Ali tarafından 1442 yılında alt ve yanlarında 30 dükkânla birlikte kârgir olarak yaptırılan köprü, Osmangazi İlçesinde, Gökdere üzerindedir.” (Resim 9,10). E. ÇELEBİ bu köprü ile ilgili olarak “Evsaf-ı cisr-i Irgandi. Bursa’nın bir çarşısı da Gökdere’deki Irgandi Köprüsü üzerindedir ki, yemin ve yesar ikiyüz kadar hallac dükkanlarıdır. Hücrelerinin pencereleri zir-ü paylerinden cereyan eden Gökdere’ye nâzırdır. Ve bu cisr dükkânlarının üzeri cümle tonoz kemerler ile mebni olub kurşun ile mesturdur. Bu cisrin iki başında kal’a kapuları gibi temiz kapılar üzere mazgal delikleri vardır. Cizrin bir tarafı boştur. Han gibi misafirhane olup at bağlanır” bilgilerini vermiştir. Tek gözlü olan köprü, 1854 yılındaki Büyük Bursa Depreminde hasar 4 Kazım Baykal, (1905 - 1993), Bursa Eski Esr. Sev. Kur.´nu kuran, Tarihi Köprüler adlı kitabı bulunan araştırmacı, eğitimci. 286 Resim 8.Setbaşı Köprüsü görmüş ve Kurtuluş Savaşı’nda Yunan Ordusu tarafından bombalanmıştır.1949 yılında Belediye tarafından onarılan köprü, 2004 yılında Osmangazi Belediyesi tarafından yapılan onarımla bugünkü halini almıştır. Irgandı Köprüsü, Floransa’da (İtalya) “Ponte Vecchio”, Venedik’te (İtalya) “Ponte Rialto” ve Lofça’daki (Bulgaristan) “Osma” ile dünyadaki dört çarşılı köprüden biri olma özelliğine sahiptir. Köprü, G.E.E.A.Y.K. Başkanlığının 14.3.1980 tarih ve 11789 sayılı kararı ile tescil edilmiştir. 11.BOYACIKULLUĞU KÖPRÜSÜ Sultan II. Murat (1421-1451) döneminde, Hacı Sinan adındaki bir tüccar tarafından1433 yılında yapılmıştır. Bursa şehir merkezinde bulunan köprülerden olup, Gökdere üzerindedir. Setbaşı ve Irgandı köprüsünden sonra gelen üçüncü köprüdür (Resim 11). 12.MİHRAPLI (SELÇUK HATUN, KANAL) KÖPRÜSÜ Sultan II. Mehmet (Fatih Sultan Mehmet) (1451-1481) döneminde, Sultan Çelebi Mehmet (I.Mehmet)’ in Kızı Selçuk Hatun tarafından 1465-66yılları arasında yaptırılmış olan köprü, Nilüfer İlçesinde, Nilüfer Çayı üzerindedir (Resim 12). G. TUNÇ “Köprünün Bursa Türk İslam Eserleri Müzesinde olan kitabesi iki parça halindedir. Kitabelerden biri köprü üzerinde mihrap gibi bir yere Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi 1971 Resim 9-10. Irgandı Köprüsü yerleştirilmiştir. Belki köprünün ismi de buradan gelmektedir. Diğer kitabe de köprünün iki büyük gözü arasına, mermer üzerine yazılıp konmuştur. Mermer üzerine kabartma olarak işlenmiş olan kitabe metinleri, 15. yy şairlerinden Cemali tarafından yazılmıştır. Tam Osmanlıca olarak söylenmiş olan manzume teşbih ve mecazlarla doludur.” bilgisini vermektedir. G.E.E.A.Y.K. Başkanlığının 14.3.1980 tarih ve 11789 sayılı kararı ile tescil edilmiştir. 13. MEYDANCIK (GEREDELİ) KÖPRÜSÜ Sultan II.Bayezid (1481-1512) döneminde yapılmış olan köprü, Meydancık camii ile Kuyulu cami arasında, Gökdere üzerindedir. C.ÇULPAN’ın, K. BAYKAL’dan aktardığına göre: “Kargir ayaklar üstüne ahşaptır. Geredeli Köprüsü adıyla, Hatice İsfendiyari Vakfiyesinde H. 906 (1500) yazılıdır.” bilgisi- Resim 11. Boyacıkulluğu Köprüsü ne ulaşılmaktadır. Köprü ile ilgili yazılı ya da görsel bilgiye ulaşılamamıştır. 14-15. İZNİK GİRİŞİ VE ÇIKIŞI KÖPRÜLERİ (Yıkılmış) (Hac ve sefer yolu üzerinde) Yavuz Sultan Selim (1512-1520) döneminde, İznik İlçesinde yapılmış, tek açıklıklı köprülerdir. İznik Girişi Köprüsü Küçükköy Deresi, İznik Çıkışı Köprüsü ise Çınarlık deresi üzerindedir. Anadolu Sağ Yolu üzerinde bulunan İznik ve civarını güven altına almak üzere İznik’e 11 km uzaklıkta kurulmuş olan Pamucak Debenti, bu yolun ve köprülerin güvenliğini sağlamakla görevli Derbentçi bir köy olup, bazı vergilerden muaf tutulmuştur. Köprüler ile ilgili fotoğraflara ve başka bilgilere ulaşılamamıştır. Resim 12. Mihraplı Köprü 287 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Resim 13. Tatarlar Köprüsü 16. ÇALIKPİRİ KÖPRÜSÜ (Yıkılmış) Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) döneminde yapılan köprü, Bursa şehir merkezinde, Gökdere üzerindedir. G.TUNÇ “Osmanlı dönemi köprülerindendir. Eski Mahkeme kayıtlarına göre 1527 yılında bu köprünün olduğu biliniyor. Maksem Köprüsü civarında, ondan sonradır.” bilgilerini vermektedir. Köprü ile ilgili fotoğrafa ve başka bilgiye ulaşılamamıştır. 17. TATARLAR KÖPRÜSÜ Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) döneminde yapılmış olan köprü, Osmangazi İlçesinde, Gökdere üzerinde bulunmakta olup, 30 m uzunluğunda ve tek gözlüdür (Resim 13). G.TUNÇ “Köprünün tempan duvarı moloz taştır. Dairesel olan kemeri tempan duvarı ile aynı yüzeydedir. Kemer, tek sıra kesme taşlarla yapılmıştır. Bunun üzerinde, yine tempan duvarı örgü karakterinde korkuluk vardır. Köprünün her iki ucunda evler yer alır.” bilgilerini vermektedir. 18. KÖPRÜHİSAR KÖPRÜSÜ (Yıkılmış) (Hac ve sefer yolu üzerinde) III. Murat (1574-1595) döneminde yapılmış olan köprü, Yenişehir İlçesi, Köprühisar Köyünde, Kocaçay üzerindedir (Resim 14). İstiklal savaşı sırasında kaçan düşman tarafından tahrip edilmiş olan köprü hakkında C.Çulpan “Bursa-Yenişehir-Bilecik kervan yolu üzerinde bulunan söz konusu köp- 288 Resim 14. Köprühisar Köprüsü rü III Murat ve III. Mehmet dönemi vezirlerinden Sinan Paşa tarafından, kargir olarak inşa edilmiş olmalıdır.” M.CL.HUART5 ise “Köprühisar, Çürüksu üzerinde eski bir mevkidir. Buradaki eski köprü Türkler tarafından onarılmıştır. Büyük sivri kemer bunu göstermektedir. Yan taraftaki küçük, yuvarlak kemer ise her halde eski Roma köprüsünden kalmış olmalıdır. Köprühisar, Osmanlı devri başlarında büyük bir rol oynamış, Bilecik’in fethinden sonra, Osman Gazi bu Bizans kalesini de kolayca ele geçirmiştir.” bilgisini vermektedir. C.ÇULPAN’ın “Taş Köprüler” kitabının kapak sayfasında yer alan çizim dışında başka bilgiye ulaşılamamıştır. 19. ABDAL ÇELEBİ (ACEMLER) KÖPRÜSÜ IV. Mehmet (Avcı Mehmet) (1648-1687) döneminde Abdal Çelebi isimli bir tüccar tarafından 1669 yılında yaptırıldığı çeşitli kaynaklarda yer almaktadır. Nilüfer İlçesinde, Bursa- Mudanya yol ayrımında ve Nilüfer Çayı üzerinde bulunan köprü 95m uzunluğunda ve 11 gözlüdür (Resim 15,16). G.TUNÇ, C.ÇULPAN “Köprü, H.1324 (1906) salnamesine göre 12 açıklıklı olup, kesme taştan yapılmıştır. Memba tarafta küçük bir balkon mansap tarafta ise temelden itibaren yükselen bir tarih köşkü kalıntısı ve köprü ayaklarında üçgen selyaranlar vardır. Osmanlı devri eseri olan bu köprünün kitabesi yoktur. Türk sivil mimarisinin önde 5 M. Clement Huart, Fransız oryantalist. (1854 - 1926), Arap, İran ve Türk kaynakları çevirmeni. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Resim 15,16. Abdal Çelebi (Acemler) Köprüsü gelen eserlerinden biridir.” bilgilerini vermektedirler. G.E.E.A.Y.K.Başkanlığının 14.3.1980 tarih ve 11789 sayılı kararı ile tescil edilmiş olan köprü, 1986 yılında Karayolları tarafından onarılmıştır. 20. CİLİMBOZ KÖPRÜSÜ Osmangazi İlçesinde, Cilimboz Deresi üzerine tek gözlü olarak yapılan köprü, Osmanlı Dönemi eseridir. (Resim 17). G.E.E.A.Y.K. Bşk.lığının 14.3.1980 tarih, 11789 sayılı kararı ile tescil edilmiştir. 21. KABAÇINAR (SELİMİYE) KÖPRÜSÜ (Hac ve sefer yolu üzerinde) Köprü, Yenişehir İlçesinde, Kovanlık deresi üzerindedir. 15.50 m uzunluğunda iki gözlü olan köprü, Osmanlı Dönemi eseridir (Resim 18). G.E.E.A.Y.K.Başkanlığının 14.3.1980 tarih ve 11789 sayılı kararı ile tescil edilmiştir. Resim 17.Cilimboz Köprüsü 22. KALBURT KÖPRÜSÜ Köprü, İnegöl İlçesinde, Kalburt deresi üzerindedir. 30m uzunluğunda ve iki gözlü olan köprü, Osmanlı Dönemi eseridir (Resim 19). G.E.E.A.Y.K.Bşk. lığının 14.3.1980 tarih ve 11789 sayılı kararı ile tescil edilmiştir 23. KOCAKÖPRÜ (Hac ve sefer yolu üzerinde) Köprü, İznik İlçesinde, Değirmenderesi üzerindedir. 16.40 m uzunluğunda ve tek gözlü olan köprü, Osmanlı Dönemi eseridir. (Resim 20). G.E.E.A.Y.K. Başkanlığının 14.3.1980 tarih ve 11789 sayılı kararı ile tescil edilmiştir. 24. DOKUZGÖZLER (YILDIRIM,CUMALIKIZIK) KÖPRÜSÜ Köprü, Yıldırım İlçesi, Cumalıkızık Köyünde, Kaplıkaya Deresi üzerindedir. 75 m uzunluğunda ve Resim 18. Kabaçınar Köprüsü 289 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Resim 19.Kalburt Köprüsü Resim 20. Kocaköprü dört gözlü olan köprü, Osmanlı Dönemi eseridir (Resim21). Toprağa gömülü olan köprü, Bursa K.T.V.K.Kurulunun 20.02.1993 tarih ve 382 sayılı kararıyla tescil edilmiştir. sa Müzesindedir. Köprünün tempan duvarında, tempan taşlarına kazınmış, Latin harflerle yazılar görülür. Bu belki de köprüyü yapan ustanın koyduğu bir damga veya işaret olabilir.” bilgilerini vermektedir. 25. GEÇİT (NİLÜFER ÇAYI) KÖPRÜSÜ Sultan II.Abdülhamit (1876-1909) döneminde, Bursa Valisi Nazif Paşa tarafından 1886 yılında yaptırılmıştır. Nilüfer İlçesinde, Karacabey-Bursa Devlet Yolu Ayrım Mudanya yolunda, Nilüfer Çayı üzerinde olan köprünün uzunluğu 26m olup, tek gözlüdür (Resim 22). G.TUNÇ köprü ile ilgili olarak; “Basık kemerli olan köprüde tempan duvarı ile kemer taşları kaynaşmış bir durumdadır. Muntazam bloklar halinde kesme taş kullanılmak suretiyle yapılmıştır. Köprünün tam ortasına karşılıklı mermer iki kitabe konmuştur. Bunlardan biri Nazif Paşa’nın kendi söylediği beyittir. Yazı orta boyda nesih harflerle yazılmıştır. Her birinin tepesinde de birer tuğra bulunur. Bu kitabeden köprünün H.1303 (1886) yılında yapıldığını görüyoruz. Kitabeler şimdi Bur- Resim 21. Dokuzgözler Köprüsü 290 26.HACİVAT (HACI İVAD) KÖPRÜSÜ Kaplıkaya deresi üzerinde bulunan köprü, Osmanlı döneminde yapılmıştır. Envanterde herhangi bir bilgisi bulunmayan köprü ile ilgili bilgilere Karagöz Sanatçısı Şinasi Çelikkol’un ifadeleri ile ulaşılmış olup, buna göre Orhan Gazi döneminde yaşadığı farzedilen Hacivat’ın mezarının da Hacivat köprüsünün altındaki selvi ağacının altında bulunduğuna inanıldığını söylemektedir. Köprü ile ilgili fotoğrafa ve başka bilgiye ulaşılamamıştır. 27. DEMİRTAŞ KÖPRÜSÜ (Yıkılmış) Sultan II.Abdülhamit (1876-1909) döneminde, 1883 yılında yapılmış olup, Bursa şehir merkezin- Resim 22. Geçit (Nilüfer Çayı)Köprüsü Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi de, Gökdere üzerindedir. 1883 yılında ahşap olarak yapılmış olan köprü, 1970 yılında yıkılmıştır. Köprü ile ilgili fotoğrafa ve başka bilgiye ulaşılamamıştır. SONUÇ Ulaşım sistemi üzerinde yer alan ve yapıldığı dönemin gerekleri ile mimari tarzına göre tasarlanarak yapılmış, ticaret, haberleşme, hac, göç, orduların seferleri vb. sırasında kesintisiz geçit hizmeti vermiş olan köprüler; bu topraklar üzerinde yaşamış tüm uygarlıkların bilim, kültür, din ve sosyal yaşamlarının en yakın tanığı olmalarının yanı sıra, toplumların gelişimine paralel olarak ticari, iktisadi, askeri, sosyal ve kültürel konulara hizmet eden yararlı yapılar olarak, kültür tarihinin içinde çok önemli bir yere sahiptirler KAYNAKLAR 1. ÇULPAN C., (1975), Türk Taş Köprüleri, Türk Tarih Kurumu , Ankara, Türkiye 2. DONBAZ V.,GÜNER Ş., (1995), Anadolu’da Kral Yolları, Dünya Şirk. Grubu, İst. 3. GÜREL, S., (1975, 1976, 1977), Menasik-i Mesalik, İst. Ünv. Tarih Dergisi (Sayı 6, 30, 31), İstanbul. 3. HALAÇOĞLU Y.,(2002),PTT Gn. Müd., Osmanlılarda Ulaşım ve Haberleşme, Ank. 4. İLTER F., (1978), Osmanlılara Kadar Anadolu Türk Köprüleri, KGM. 5. İLTER İ., (1995), Türkiye Karayollarının Tarihsel Gelişimi, İMO , İst, Türkiye 6. KGM, (2007), Karayolları Tarihi, Yollar Milli Komitesi Yayını, Ankara, Türkiye. 7. KGM,(2010).Sanat Yapıları Dairesi Başkanlığı, Tarihi Köprüler Şubesi Müdürlüğü Envanteri, Ankara, Türkiye 8. KGM, (2009) Tarihi Köprüler(Teknik Şartname, Mevzuat, Envanter, Proje, Bakım ve Onarım), Ankara, 9. MÜDERRİSOĞLU,M.F.,(1993),”16. yy’da Osm. İmp.da İnş. Edilen Menzil Külliyeleri”,Hacettepe Ünv.,Ank. 10.ORTAYLI İ., (2007), Türkiye Teşkilatı ve İdare Tarihi, Cedit Neşriyat, Ankara 11.SERT, H., (2007), 1.Türk Dünyası Mimarlık ve Şehircilik Kurultayı, TMMB, Ankara, Türkiye 12.SERT, H., (2008), 2.Türk Dünyası Mimarlık ve Şehircilik Kurultayı, TMMB, Ankara, Türkiye 13.SERT, H., (2010), 3.Türk Dünyası Mimarlık ve Şehircilik Kurultayı, TMMB, Astana, Kazakistan 14.SERT, H., (2010), 1. Türkiye Mimarlık Tarihi Kongresi, ODTÜ, Ankara,Türkiye 15.TUNÇ, G., (1978), Taş Köprülerimiz, KGM, Ankara, Türkiye 16.TAŞ, H. (2007/1), Günümüz Bursa’sında Karagöz, .U.Ü. Fen Ed. Fak. Sosyal Bilimler Dergisi,Sayı 12, Bursa. 17. http://tr.wikipedia.org/wiki/Ana_Sayfa / İznik Derbent Köyü 18. www.karacabeyblog.com / Ahşap (Canbalı) Köprüsü 19. www.btch.org.tr / E.ÇELEBİ’nin Bursa izlenimleri. Not : G.E.E.A.Y.K. ( Gayrımenkul Eski Eserler Anıtlar Yüksek Kurulu), K.T.V.K.K (Kültür Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu) 291 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi 292 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Dr. Kamil Uğurlu Şehirler, Medeniyetler, Şehrengizler Medeniyetler şehirlerde teşekkül etmiştir1. Ve hak ve hukuk anlayışları şehirde vardır. Ahlakçılar ve dinlerin telkinleri şehirleri, daha çok şehirleri ve şehirlileri hedefler. Hedef kitle şehirlerdir. Bilgi şehirde üretilir ve burada sisteme bağlanır. Bizim köydeki berber Nazmi, nalbantlık yapar, semeri tamir eder, diş çeker, kan alır, şişe çeker, kulunç tutar , ilaç yapar, her işi yapar, kendi söküğünü diker. Burada bir sistem yoktur. Ve hayırlar, ve şerler hep bu şehir denilen ocakta pişirilerek servis edilir dünyaya. Dışardan seyredenler için şehir, bir çok nimet sunan, buna rağmen insanı fazla yormayan bir yerdir. Ne pahasına olursa olsun bir yolunu bulup oraya yerleşmek ulaşılacak büyük menzildir. Şehir ile kırsal yerleşimlerinde fazla kalite farkı olmayan batıda 1 A.T.ALKAN ( Bir konferansından ) 293 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi 294 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi pek böyle kabul edilmez. Arz edilen bu durum, mensubu olduğumuz şark cihetine mahsus bir durumdur. Bir gün bu menzile ulaşılır. Er veya geç ulaşılır. Ve köyden yüklenen vasıta, şehre nerede değdiyse yükünü oraya yıkar. Orada , giderek bir Aladağlar mahallesi teşekkül eder. Aladağ orada, yani farklı bir alanda aynen canlanır. Yıllarca burası bu şekliyle devam eder. Bilhassa devam ettirilir. Bu bir marifet olarak, bir yiğitlik, bir meziyet olarak sunulur. Bu hâdise, eski tabirle “ nevzuhur” bir hadisedir. Yani sanayi devriminin dünyada konuşulduğu günlere denk gelen , bizdeki gelişmedir. Kâdim bir hareket değildir. Çünkü Osmanlı kültürü bir şehir kültürüydü. Belki sesi gür çıkmayan, yani sindirilmiş, özümsenmiş bir kültürdü. Nüfusun batıda yüzde 25-30 u, bizde 15-20 si şehirde yaşıyordu. Şehrengizler veya şehir tarihleri; eskiyi arayışlar olarak, Frenkçe tabiriyle “nostaljik”, duygusal ve kaybolan değerlere yakılan ağıtlar olarak kabul edilmemelidir. Devletlerin hayatlarında elli yıllar, yetmiş yıllar uzun zamanlar değildir. Hatta kısa zamanlardır. Genç Cumhuriyetimizin ilk yıllarına kadar süregelen şehir ve yerleşim anlayışlarımız vardı, bize hastı. Çevreyle insanı buluşturan , birleştiren, varlığa saygılı, tabiata duyarlı, yarışmayan, kıskanmayan, horlamayan, ezmeyen bir anlayıştı. Her şey tabii idi. Tabiat, mâbedinden en mütevâzı evine kadar her şeyin içine sinmişti. Rahmetli Ahmet Hamdi TANPINAR’IN anlattığı- sözgelimi- cami, “Allah’ın yarattığı bâkir tabiatın insan yapısı çevredeki uzantısıdır ve bu bekârette, uhrevi bir mükemmellik yankılanıp durur. Bir unsur, insan ölçeğinde bir canlıdır. Bü- tün yeryüzünü mescit kabul eden bir anlayışa göre zaten orası, biraz daha düzenlenmiş, fakat asla tabiattan ve insandan koparılamamış bir mekândır. Ama zaman değişti ve kabuller değişti.Rahmetli Mithat ENÇ’in göçmesinden bu yana çok olmadı. Onun gözleyerek anlattığı Antep ile bugünün Antep’i başka başka diyarlardır. Bugün, adını “Şehrengiz” koyan bazı çalışmalar, aslında bilinen şehrengiz kalıbına oturmayan kitaplardır. 16. yy. dan itibaren bizde fazlaca da iltifat edilmeyen ve bazı şehirler için yazılan övücü mesnevilere bu adın verilmesi adet olmuş. Daha sonra herhalde kelimenin musikisi hoşa gitmiş olmalı ki, fakir dahil bir çok kişi, şehir adına tuttukları notları, adına Şehrengiz dedikleri kitaplarda toplamaya başladılar. Şehir üzerine yazmak, galiba,(Allah’u âlem,) sanıldığı gibi kolay bir yazım çeşidi olmamalı. Yazılan eğer bir turistik değerlendirme ise ona sözümüz yoktur. Günübirliğine ve anlık değerlendirmelerle şehir yazısı yazılabilir. Bazen ilginç durumlar da ortaya çıkabilir. Ama bunlar,herhalde, şehri anlatmaz. Rahmetli cerrah Tarık Minkari, arkası arkasına seyahat ve şehir notlarını yayınlardı, yakın geçmişte. O kadar çoktu, o kadar çok basıldı ki, her kitabın kapağını başka bir renge boyatırdı, onları bir sepetin içinde gelen ziyaretçilerine şeker niyetine ikram ederdi. Bunlar fotoğraf kitaplardır. Sözle tespit edilen fotoğraflar, sözü edenin marifetine göre bazen makineden daha ilginç, renkli, hatta akılda kalıcı olabilirler. Ama bunlar şehir kitabı değildir. Ahmet Haşim, Yakup Kadri, Reşat Nuri, Falih Rıfkı şehir kitapları yazdılar. Falih Rıfkı’nın Zeytindağı dışındaki yazarlar, yine özgün şe- 295 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi hir kitabı ölçülerinin dışında eserler verdiler. Ahmet Hamdi Tanpınar merhum bu konunun şartlarını ve klasik çizgilerini belirleyen bir kitap yazdı ve bu işin nasıl yapılması gerektiğini talim etti. Şehrin nasıl okunacağını, okunması gerektiğini gösterdi. Ondan önce, bazen onunla aynı devir ve dönemlerde meselâ, Abdülhak Şinasi, Yahya Kemal, ve özellikle Sâmiha Ayverdi İstanbul’u yazdılar.Harika yazdılar. Ama özellikle İstanbul’u yazdılar. Merhume Ayverdi’nin İstanbul’unu keşfetmenizi hararetle tavsiye ederiz. Yolundan, sokağından, habersizce gelip-geçtiğimiz İstanbul’un nasıl bir sırlar hazinesi olduğunu, nasıl üç değil, dört değil, beş değil, sonsuz boyutlara sahip olduğunu görüp, şaşmayacaksınız, dehşete kapılacaksınız. Bir konaktan yola çıkarak, ( İbrahim Efendi Konağı ) bir kahve ikramını bunca estetik ve insani ölçülere bağlayıp şehri ve kültürünü bu mertebede anlatabilmek, herhalde değme ustanın harcı değildir. Küplüce deki Köşkten, İstanbul Gecelerine, “ Akşam vakti güneş, batmaya yaklaşıp da altın parmaklarını bulutların saçlarına soktu mu, Süleymaniye âbidesi de, bütün gün, içinde kavrulduğu ateşten elbisesini çıkarıp akşamın mor ve yumuşak kaftanını giyer. Bu saatlerde onun muhteşem vücudu o kadar heybetlidir ki, aşkı ile alâkası olmayan, her şeye yabancılık duyan bir sevdalı edâsıyla dünyadan el-ayak çekip mânâlı bir sükuna gömülür. İstanbul’un bağrından fışkırmış, bu toprağın, bu suyun, bu havanın ve ölçüsüz bir dehâ ve zevkin infilâkı olan bu dilsiz şark sultanı, yere gömülüşünün üstünden asırlar geçtikten sonra bile boy atmakta 296 devâm eden, biraz daha köpüren ve yeni yeni gelişmeler gösteren bir tohummuş gibi, kocamayan dâvâsını dilsiz dili ile gözlerimizin önüne serer. Akşam ezanını Tiryaki Çarşısı’nın kahvelerinde bekleyerek birbirleriyle yârenlik eden küme küme, sınıf sınıf halk, onun kurşundan bir deriye bürünmüş kubbesi altına koşmak için, lâfzı ile mânâmıza, musikisi ile maddemize seslenen dâvetçinin çağırışını bekler…” Sâmiha Ayverdi, (nur içinde dinlensin,) Hz. Süleymaniye’yi böyle anlatıyor İstanbul Gecelerinde. İstanbul veya bir şehir böyle anlatılmalı. Şehir kitabının farklı bir boyutu olmalı. İnsanın yaşamadığı bir boyutu yazması, yazabilmesi mümkün değildir. Mümkündür, ama o yazı kimseyi doyurmaz, inandırıcı olmaz. Hissedilmeyen mekân yazılabilmez. Eniniboyunu, yüksekliğini anlatarak, tarif ederek, rivâyet aktararak bir mekânı, bölgeyi, coğrafyayı anlatmak gerçekten mümkün değildir. Hz. Yunus Emre, vücudunu ve hele gönlünü şehre benzetir ve ne güzel şeyler söyler. Hz. Yunus Emre şiiri söyler, yazmaz. Hz. Yunus âşığın vücudunu Lâ mekan şehrine benzetirken, onun gönlüne bir hubbul’vatan düşürür. O gönül ki bir zamanlar endişe şehrinden dışarıda bir yüce makamda idi, varlığı hep o ilde idi.2 Şimdi “Mülki’ fenâdan geçip, Dost iline uçmak istediğini, bu vücut şehrinde buçuk-pulluk assı olmadığını, ancak vücut şehrine bir dem giresi ve içindeki Sultan’ın yüzünü bir kez göresi geldiğini, sonra gönül şehrine girdiğini, çünkü Dost’un, vaktiyle vücut şehrine hoş bir nazar bıraktığını, ancak aşkın şehrine ulaşmak için üç yüz 2 Bayram Dalkılıç. Yunus’ta Gönül Şehri ( İmaret Dergisi 2. Sayı ) Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Türk Dili Ortak Yapı Terimleri Projesi Issık Göl Konferansı / Tanrı Dağların’da Kültürel Gezi deniz geçmek gerektiğini, vücut şehrinde ruhun Hûma kuşu olduğunu”3 dile getirir. Yunus’un gönlü şehir ise “ bu şarda hayallerin sınırı yoktur. Ve bu hayallere aldananlar, şehrin girişinde otlayan davardan farksızdır. Ah o hayaller. Ki türlü türlü halleri vardır, gafilleri aldatır. Bu şârın, evvel tadının şekere benzediğini, dolayısıyla, bu dünyanın meselinin bir ulu şârâ, bizim ömrümüzün de bir tez pazara pek benzediğini, her kim bu bu şârâ geldiyse, bir lâhza kanar kılıp, geri dönüp gitmesinin gelmez sefere benzediğini” anlatır ve sırlı şehrin içinde gezdirir bu şehre yatkın olanları, yani gönlünün kapısı açık olanları. 3 Bayram Dalkılıç. Yunus’ta Gönül Şehri ( İmaret Dergisi 2. Sayı ) İnsanın yaşadığı çevre ile bire bir ilişkili olduğunu, onunla sâdece fiziki bir temas içinde değil, aynı zamanda gönül olarak da, kimya olarak da bir alış-veriş içinde olduğunu kabul edenlerdeniz. “Gerçekten şehir canlıdır. Bir organizmadır. İçinde yaşayanlarla devamlı alış-veriştedir. Bazen nazlanır, kızar, küser, darılır. Bazen olmadık işler açar insanların başına. Bazen de sevindirir. Bir köşe başında insanı sevinçlere boğan erguvan rengi çiçeklerini takınmış akasya ağacı olur, çıkar. İnsanı ağaca benzetirler. Gündelik telâşelerden arındırırsanız, doğrudur. Köküyle bir toprağa bağlıdır, ondan beslenir. Yapraklarını oradan gelen canla yeşil tutar, güneşe 297 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi 298 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Karaman’ın “Türkçe Konuşan Ülkeler Daimi Dil ve Kültür Başkenti” imza töreni el sallar, yücelere tırmanır. Dallarının arasında dolaşan fırtınaya, o candan aldığı güçle direnir. Bir yerde doğan insanoğlu, sonra, nereden estiği belirsiz bir rüzgârın önüne düşer ve akla gelmedik dünyalara varıp, çadır kurar. Sonra başka bir rüzgâr, başka bir memleket. Nefes alınan sürece devam eder-gider bu durum. Her varılan yerde oranın ikliminden nasiplenir. Bazen iyi, bazen kötü.4 Fakat köküyle ilişkisini kesemez. Bu onun elinde değildir. Onunla kurduğu ilişki her şeyden farklıdır. Aşk gibi bir şeydir bu. Nereye giderse gitsin, bu ilişki onu bırakmaz. Mimarlık ile mimari çevre ile, şehir ile insanoğlunun alış-verişi bu minval üzeredir. Belki orada ge4 K.UĞURLU Karaman Şehrengizi çen günlerin hepsi lanetle anılacak şeyler değildir. İçinde yokluklar, yoksulluklar, gidenler, gidip de dönmeyenler olan günlerdir. Ama bunlar o günlerin hasretini, insanın içini bir tuhaf kılan hasretini ortadan kaldıramaz. Şehirle ilgili yazanlar, Allah’u âlem o şehrin fotoğrafını çekmek için yola çıkmazlar. Bu kolay bir iştir. Ama yaşadıkları ve bir parçası oldukları şehrin bir sokağında veya bir köşe başında, bir parçalarına, bir dost hâtıraya rastlayınca, kendi ihtiyaçları dışında onun peşini sürmeye kalkıyorlar. Öndeki kaçtıkça onlar takip ediyorlar. Bu umutsuz kovalamacanın bir yerinde yorulup, geriye bakınca ardında , gölge değerinde bir iz kaldığını görüyorlar. Onu topluyor, bir karton kapak içine harman edip, adına bazen, işte “Şehrengiz” falan gibi bir ad nispet edip ortaya çıkıyorlar. 299 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi 300 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Prof. Dr. Kadirali Konkabayev Kan Kardeşliği’nin Tarihsel Sırların Asırlar Boyunca Taşıyan Türbe Bu duygusal konuyu başlamadan once okuyucuma küçük bir beyanı anlatmam bana göre çok da önemli geldi. Tam günü hatırlayamadım… Benim arşivlerimden mutlaka o gün çıkar, yazmıştım. Şimdi bulamadım… Haziran, 1991 yılında İstanbuldan İznik’e yolculuk yaptık. Amacımız İznik’te ki Kırgız Türbesini görmek… Nasıl bir türbe? Niye Kırgız Türbesi… İstanbul ile Bursa ortasındaki küçük bir sehirde… Ne zamanda yapılmış? Kırgızlar buraya nasıl gelmişler? Merak… Merak. Sağ olsun Atilla, Tacigül… Dediler Sizi İznik’e götüreceğiz… O günü çok sıcaktı. Yalova’ya yakın bir dağ arasında yağmur yağmaya başladı. Atilla bey’in arabası arıza yaptı. Bir taraftan sıcaklık... ve yağmur... demek ki, Marmara Denizinin nemi, etkinlikleri… deniz iklimini bilmeyen bana çok da enteresen gelmişti o gördüklerim... Yoldaki ormanlara hayranım…Yeşillik. Dağlardaki ormanlara bayıldım. O günkü yolda gördüğüm orman güzelliğini 20 yıl geçse bile hiç unutmadım. O güzelliği Temmuz 2004 yılında Güney Sibiryada tekrar yaşadım. Hakas Cumhuriyetinden Tuba Cumhuriyeti topraklarına geçerken Sayan dağları, o sınırdaki dağdan inerken Turan deresindeki büyük ormanlığın güzelliği. Bunları görmek lazım, sözle anlatmak mümkün değildir… 1000 yıl, belki de 1500 yıl öncesinde yaşayan ata topraklarına çok çok benzeyen Yalova Ormanları buraya ilk gelen babalarımıza Sayan Dağlarını, Turan Deresini hatırlatmış ve yerleşmiş olabilirlerdi dedim içimden… Atilla Küntüz ile Tacigül Küntüz, karı kocadır. Atilla bey Kazan Tatar Hanları’nın evlatlarındandır. Türkiye’ye 100 yıl öncesinde dedeleri gelmiş. Tacigül 1920 yılında Bolşeviklerden kaçan mücahid Kırgızlardan. Babası 1920 yılının sonunda zengin diye Bolşevikler tarafından Tacikistan’ın Korgon-Tepe bölgesine sürgün edilmiş ve 1934’te bir gece Amu-Deryasın şişirilmiş keçi derilerine binerek yüzüp, Afganistana sığınmışlar ve 1952’ de oradaki Kozu-Baglandan Türkiye’ye göç etmiş mücahid bir kırgız’ın evladıdır. İkisi de çok millet ve vatan perverdirler. İkisi de tarihi vatanlarının ve Türkiye’nin sevdalılarıdırlar. Kızları İdil, Hilal’ı de oğulları Mehmet Polatı de güzel yetiştirdiler. 1991 Haziranda Mehmet Polat de bizle Kırgız türbesine geliyordu. Ama o annesinin karnındaydı... O günü küçük İdil ile Hilal doğmamıştı. Tacigül Mehmet Polat’a hamileydi. Atilla bey ve ben ne zamanlarda tarihte adı kalmış Kırgız’a merak 301 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi farklı. İnternette yüzlerce fotoğraflar, yazılar, bilimsel yorumlar haberler v.s. düşünceler mevcuttur. Bu yazılardan geçmişteki olayları açıklamak için çabalar gösterilmekte, çeşitli fikirler söylenmektedir... Birileri XIII-XIV, başkaları XIV-XV asırlara ait olduğundan söz ederler... Ama bu türbe’nin gerçek tarihi ve yapılış zamanı tam olarak belli değildir. Kimlere ve kimler tarafından yaptırılmış olması da belirsizdir. Yazılardaki fikirler ve yorumlar iyi niyet ürünleri olarak kalmaktadır. Ama bu türbe Anadolu’ya Oğuz Kardeşleri ile beraber gelen kırgızların tarihteki çok anlamlı bir belgesidir. Bu türbenin esas gerçek tarihi çok titiz incelenmesi söz konusudur. Tarihsel, arkeolojik, genetik, antropolojik alanlarında komple bir araştırmanın gerçekleştirilmesi gerekmektedir... olduğumuzdan yola çıktık. Bu fotoğraflar o yolculuğumuzun belgeleridir. Kırgızistan’ın bağımsızlığı İznik Kırgız Türbesi’nin ikinci... esasında tarihsel hayatını sürdürmeye başladı... O günlerdeki Kırgız türbesinin durumu fotağraflardaki gibi kötüydü. Ama sonra o’nun durumu tamamen değişti. Tamiratı yapıldı... Tabela takıldı. Kırgızistan’da destan, efsane olmuş, ama tarihsel belge olan Kırgız Türbesi atalarının anısına Kırgız askeri heykeli dikildiği yerlerdi. 302 Bugünleri gerçeğin duygusal tarafından daha çıkamadık. Bu durumun sebepleri bellidir. Türklerin gerçek tarihinin ortalama 2500 yıllık dönemi hakkındaki gerçeği bir yukarı bir aşağı söylene biliniyor. Bu tarih süreci içinde de çok çok belirsizlikler vardır. Onların biri de bu İznikteki Kırgız türbesinin gerçek tarihidir. İnsan oğlu geçmişteki gerçeğine meraklıdır. Ataların tarihteki geçmişlerini merak etmektedirler. Anadolu’ya ortalama 1000 yıl boyunca göç eden Türklerin etnik tarihinde merak edilecek sırlı sayfalar çoktur. Türkiye tarihinde bu konu tam olarak incelenerek kendi yerini daha alamadı. 1991 yılında bu heykel tek yerliler tarafından unutulmayan eskimiş, yıkılmış, bakımsız bir türbe idi. Kırgız türbesi adı unutulmamıştı, geçmişteki gerçeğin ne olduğu belirsizdi. 20 yıl öncesinde tek bir İznik adı altındaki İznik şehrinin tarihini anlatan kitap’ın içinde o eski türbenin adı ve fotoğrafı vardı. Mesela, Kırgızların Anadolu’ya yerleşme tarihi boyunca 3 türlü gerçeği bugün tahminen yorum olarak söylenebilinir. Kırgızların birinci grupları XII-XIII. Asırlardan itibaren XVIII-XIX. Yüz yıllar arasında daima sürekli göçmeleri hakkında söyleyebiliriz. Örnek: Anadoludaki Türklerin içinde Kırgız adlı aşiretlerin, boyların, Kırgız soy adını taşıyan Türklerin varlığı, Kırgız adı ile belli yer adlarının bulunması, Kayserideki Talas yer adının varlığı, Kırgız türbesi v.s. Bugünkü Kırgız türbesi hakındaki durum çok çok İkinci grup XX. Asırda göç edenler: 1920 yıllarda Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi bolşeviklerden kaçıp, 1952 yılına kadar Afganistanın Kozu-Baglan şehrine sığınıp, 1953 yılında Türkiye devleti tarafından getirtilip, Adanada, Konyanın Cihanbeyli, Tavşançalı ve Akınköy köylerinde yerleştirilen, T.C. vatandaşı olan Kırgızlar, Üçüncü grup olarak 1982 yılında Afganistan’ın Ulu-Pamir vadisinde yaşayan, Rahmankul Hanın Kırgızları adı ile tanınan 1982 yılında daha TC Hükümeti tarafından Türkiye’ye getirilen kırgızlardır. Sonuncu iki grup Kırgızların XX. Asır içinde Türkiye Cumhuriyetine getirilmesi Anadolu Türklerinin kan kardeşliğinin çok anlamlı tarihsel bir belgesidir. Kırgızistan bu kendi vatandaşlarına tarihi sebepler ile sahip çıkamadı. Kırgızların bir ata sözü vardır: Tuuğanı bardın ırısı bar. Türkçesi şöyledir: Kardeşin varsa rızkın var. Büyük tarihimizdeki belirsiz boş sayfalarımızı dolduralım, tüm boşluklarımızı kapatalım ve O büyük tarihimizdeki kardeşliğimizi koruyalım. O tarihlerimizi yazan atalarımıza, Onların büyük Ruhuna layık olalım demek bir bilim adamı olarak boynumdaki borcumdur. 303 304 İznik Yeşil Camii Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Prof. Dr. Yusuf Oğuzoğlu Bursalı’ların Şehit ya da Gazi Olarak Katıldıkları Çanakkale Muharebeleri Çanakkale Savaşı I. Dünya Savaşı sırasında İngiliz ve Fransızların Çanakkale Boğazı’nı ele geçirmeye ve İstanbul’u işgal etmeye yönelik ortak harekatı sırasında yaşanmıştır. 2 Ocak 1915 tarihinde Ruslar müttefikleri olan İngiltere’den Kafkas Cephesi üzerindeki Osmanlı baskısını hafifletmek için yardım istemişlerdi. Bu tarihlerde Sarıkamış Harekatı devam ediyordu. Türk ordusu Çanakkale’de eşsiz bir zafer kazandı. İtalyanların Trablusgarp işgaline karşı koyan, tüm Balkan devletlerinin ortak kuvvetleriyle Balkan Harbi’ni yapan Türk kuvvetleri Sarıkamış Harekatı sırasında da önemli kayıplar vermişti. Bu şartlarda ortaya konulan mücadele azmi ve kahramanlık Türk ulusunun ulusal kimliğini tanımlamakta önemli bir gösterge olmuştur. İngiliz, Fransız, Avustralya, Yeni Zelanda ve Hint askerlerinin katıldığı düşman harekatı 16 Şubat 1915 tarihinde savaş gemilerinin bombardımanı ile başladı. Ancak, karaya asker çıkarma isteği sonuçsuz kaldı. Donanmanın en ağır zırhlılarının katıldığı 18 Mart 1915 tarihli harekat sırasında Türk topçularının ve mayın ekibinin savunması neticesinde düşmanın üç büyük savaş gemisi battı. Üçü de yaralandı. Çanakkale’yi donanmanın geçemeyeceği anlaşılmıştı. Mısır’dan gelen yeni birlikler Limni adasında toplandı. 25 Nisan 1915 günü İngiliz Kara-Deniz Kuvvetleri Seddülbahir’e, Anzaklar (Avustralya ve Yeni Zelanda Kuvvetleri) Arıburnu’na saldırdılar. Bir Fransız tugayı da Kumkale’ye çıktı. Ancak Türk askerinin olağanüstü mücadelesi sonunda başarısız kaldılar. Çanakkale Zaferi’nde Mustafa Kemal’in de büyük bir payı bulunmaktadır. Daha önce, Bolayır Kolordusu’nda görev alan Mustafa Kemal Çanakkale’nin nasıl savunulacağını inceleme fırsatı bulmuştu. Sofya’da Askeri Ateşe olarak görevliyken, Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı’na girince Yarbay Mustafa Kemal ısrarla aktif bir görev istemişti. 2 Şubat 1915 tarihinde Tekirdağ’da kurulmakta olan tümenin komutanlığına atandı. 19. Fırka olarak önemli zaferler kazanan bu tümeni bir ayda oluşturdu. 25 Şubat 1915 günü Maydos’a geldi. Düşmanın Adalar Denizi’nden çıkarma yapacağı iki geçit vardı. Bolayır’dan Marmara’ya yaklaşık 4,5 km.lik bir uzaklık bulunuyordu Mustafa Kemal’in bulunduğu Maydos ile Kabatepe arasında 7,5 km.lik bir uzaklık vardı. Almanlar Bolayır’ı tahkim ederken Mustafa Kemal kendi alanından çıkartma yapılacağını düşünüyordu. Mustafa Kemal Arıburnu’nda ve Anafartalar’da eşsiz başarılar kazan- 305 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi 306 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi dı. Birliğinin önünde bizzat vuruşarak düşmanın önünü kesti. 1 Haziran 1915’te albaylığa terfi eden Mustafa Kemal’in Çanakkale Zaferindeki başarıları hem Anadolu’da hem de Avrupa’da yankılandı. Düşman çıkarması 25 Nisan sabahı saat 5.30’da donanmanın büyük ateş desteği ile başladı. Asıl amaç 9.Tümenin savunduğu tepeleri işgal edip, Alçıtepe’ye ulaşmaktı. Türk milleti Çanakkale Zaferiyle bir bakıma milli mücadele zaferinin önsözünü yazmıştır. İtilaf Devletlerinin çıkarması, bir saate yakın devam eden yoğun ve öldürücü bombardımandan sonra İngilizlerin ilk girişimi ile Ertuğrul Koyunda başladı. Türk askeri imkânsızı mümkün kılarak çıkarmayı başarısız kıldı. Ertuğrul Koyu kıpkırmızı olmuştu. Ertuğrul Koyunda inanılmazı gerçekleştiren Ezineli Yahya Çavuş ve emrindeki 67 askerdi. 27 Nisan günü saat 16.00’da tekrar taarruza geçen İngiliz kuvvetleri Türk Mevzilerinin 700–800 metre ilerisinde Zığındere- Eskihisarlık hattında durduruldu. Çanakkale’de şehit düşen Bursalı’ların katıldıkları muharebelere ilişkin aşağıda kısa bilgiler sunulmuştur. Genel listeyi izlediğimizde cephe dışında yaralıların şehit düştüğü, sağlık kuruluşlarının da belirtildiği dikkati çekmektedir. Toplam 1416 Bursalı’nın şavaşta yaralandıktan sonra şehit düştüğü belirlenmiştir. Çanakkale savaşlarına katılan tümenlerin kendi sıhhiye bölüklerinde, seyyar hastanelerinde şehit düşenler olduğu gibi Çanakkale, Biga, Erdek, Bandırma, Edirne, Gelibolu, Keşan, Kırklareli, Lapseki, Maydos, Şarköy, Tekirdağ haztanelerinde şehit düşmüş Bursalı’lar bulunmaktadır. Yaralıların da önemli bir bölümünün İstanbul’a sevk edildiği dikkati çekmektedir. İstanbul Kızılay (Hilal-ı Ahmer), Beyoğlu, Beylerbeyi, Çapa, Eftal, Feriköş, Fenerbahçe, Galatasaray, Gureba, Gümüşsuyu, Haseki, Haydarpaşa, Maçka, Maltepe, Harbiye, Pangaltı, Selimiye, Zeynep Kamil, Taaşkışla, Taksim hastanelerinin yaralıları tedavi ettiği, buralarda vefat edenler olduğu anlaşılmaktadır. Bursalı 670 şehidin ölüm yeri belirtilmemiştir. SEDDÜLBAHİR MUHAREBELERİ (308 ŞEHİT) 18 Mart’ta başlayan deniz harekâtının başarısız olmasıyla, Çanakkale Boğazı’nın donanma ile geçilmesinin mümkün olmadığını anlayan itilaf devletleri, Çanakkale’yi karadan geçmeye karar vereceklerdir. Kara taarruzları için hazırlıklarını tamamlayan itilaf devletleri çıkarma için Çanakkale Boğazının en dar yeri olan Seddülbahir bölgesini tercih etmişti. Bölgedeki Türk kuvveti Albay Halil Sami komutasındaki 9. Tümendi. Kirte Köy Seddülbahir mıntıkasında ise 9. tümenin 26. alayı bulunmaktaydı.26. Alayın 2. Taburu geride ihtiyata bırakılmıştı. 1. Tabur Kumtepe-Zığındere bölgesinde, 3. Tabur ise Tekekoyu-Ertuğrul Koyu arasına yerleştirilmişti. KUMKALE MUHAREBESİ 25 Nisan 1915 günü saat 04.30’da Fransız filosu Kumkale önlerinde savaş düzeni almıştı. Kumkale ve Kumkale-Orhaniye arasını hedef alan şiddetli donanma ateşinin ardından Fransız birlikleri karaya çıktılar. Kumkale’deki Türk takımı Fransız bombardımanlarına ve karaya çıkan iki Fransız bölüğüne karşı kahramanca dayandıysa da, sürekli takviye edilerek tabur seviyesine çıkan Fransızlar karşısında kaleyi bırakarak Kumkale köyüne çekilmek zorunda kaldı. Sadece yarım takımlık 6. Bölük’ün ihtiyatıyla takviye edilebilen takım, Kumkale sokaklarında Fransızlarla kısa süren sokak muharebelerine girdi. Fransızlar da Kumkale’de kıyı başı tutmuşlar ama ilerleyememişlerdi. Gelibolu Yarımadası’na çıkarma yapan İngiliz kuvvetlerinin takviye edilmesi amacıyla, Seferi Kuvvetler Başkomutan’ı General Hamilton’un emriyle, Fransız kuvvetleri 26/27 Nisan 1915 gecesi başarılı bir çekilme harekâtıyla geri alındılar. Kumkale muharebesinde Bursa Şehitlerinin konumu: 3. Kolordu’dan 7. Alay 1. Tabur 4. Kolordu’dan 3. Fırka 31. Alay 3. Tabur. 307 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi 308 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi ARIBURNU MUHAREBELERİ (602 ŞEHİT) 25 Nisan sabahı savaş gemilerinin, Türk mevzilerini sürekli vuran koruyucu ateşi altında, Anzak Kolordusu’nun 1. Tugayından 1500 kişilik ilk hücum dalgası, çıkarma botlarının kuvvetli akıntı nedeniyle kuzeye kayması sonucu, saat 04.30’da, Kabatepe bölgesi yerine Arıburnu kesimine çıkmak zorunda kalır. 3. Kolordu’dan 27. Alay 1. 2. ve 3. Taburlar 27. Alayın 2. Taburunun mıntıkası Arıburnu ve Kabatepe mıntıkasında tertiplenmişti. Taburun mıntıkası Azmakdere’den Çamtepe’ye kadardı. 27. Alayın büyük bir kısmı Maydos civarında bulunuyordu. 27. Alay 2. Tabur ve 4. Bölüğün görevi (I. takımı) Azmakdere’den Arıburnu’na kadar kıyıyı muhafaza etmekle görevliydi. II. takım Büyük ve Küçük Arıburunlarından Çakaldere’ye kadar müdafaa ediyorlardı ve 7. Manga kadar kuvvet takımı da Haintepe’deydi. 27.Alay 2. Tabur ve 3. Bölükten de bir takım, Küçük Arıburnu yakınında Keltepe’deydi. Gün ağarırken, Arıburnu yönünden top seslerinin gelmesi üzerine, 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal, bir çıkarma yapıldığını anlayıp durumu Ordu Komutanına bildirir, ancak bir yanıt alamaz. Durum çok kritiktir. Mustafa Kemal, kıyıda çok zayıf gözetleme ve koruma birlikleri olduğunu düşünerek ve geniş bir sahile yayılmış olan 27. Alayın da, ağır kayıplar verdiği haberini alınca, düşmanın Conkbayırı-Kocaçimentepe çizgisi ve uzantısını ele geçirmesi durumunda, onarılamayacak durumlarla karşılaşacağını kavrar. Ordudan emir gelmemiş olmasına karşın girişimi ele alıp tüm sorumluluğu yüklenerek, 57.Alayı bir batarya ile Kocaçimentepe yönünde harekete geçirir. Kendisi de durumu izlemek üzere Conkbayırı’na çıktığında, Arıburnu kesiminden bazı askerlerin çekilmekte olduklarını ve düşman birliklerinin de bunları izlediklerini görür. O anı Mustafa Kemal, şöyle anlatmaktadır. “...Bu esnada Conkbayırının güneyindeki 261 rakımlı tepeden sahilin gözetleme ve korunmasıyla görevli olarak orada bulunan bir müfreze askerin Conkbayırına doğru koşmakta, kaçmakta olduğunu gördüm... Bu askerlerin önüne kendim çıkarak: - Niçin kaçıyorsunuz? dedim. - Efendim düşman dediler! - Nerede? - İşte! diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler. Gerçekten de düşmanın bir avcı kuvveti 261 rakımlı tepeye yaklaşmış ve tam bir serbestlik içinde ileriye doğru yürüyordu. Şimdi vaziyeti düşünün. Ben kuvvetleri (geride) bırakmışım, askerler on dakika istirahat etsin diye... Düşman da bu tepeye gelmiş... Demek ki düşman bana benim askerlerimden daha yakın! Ve düşman benim yere gelse kuvvetlerim çok kötü bir duruma düşecekti. O zaman artık bilemiyorum, bilinçli bir düşünme ile midir, yoksa önsezi ile midir, bilmiyorum. Kaçan askerlere: - Düşmandan kaçılmaz, dedim. - Cephanemiz kalmadı, dediler. - Cephaneniz yoksa süngünüz var, dedim Ve bağırarak bunlara süngü taktırdım. Yere yatırdım. Aynı zamanda Conkbayırına doğru ilerlemekte olan piyade alayı ile dağ bataryasının yetişebilen askerlerinin ‘ marş marşla’ benim bulunduğum yere gelmeleri için, yanımdaki emir subayını geriye yolladım. Bu askerler süngü takıp yere yatınca, düşman askerleri de yere yattı. Kazandığımız an, bu andır...” Gerçekten de, çekilen Türk askerleri mevzi alınca, karşı taraf ta mevzi alıp duraklar. Böylece, 57. Alay Öncü Bölüğü’nün Conkbayırı’na yerleşmesi için gereken süre kazanılmış olur. İşte bu an, Çanakkale Savaşları Kara Harekâtı’nın kaderini belirleyen önemli anlardan birisidir. Daha sonra, Kolordu Komutanı Esat Paşa’nın izniyle, 27. Alay’dan geri kalan birlikleri de emrine alan Tümen Komutanı Mustafa Kemal, karşı saldırıya geçmek üzere 57.Alay’a şu emri verir: “ Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman 309 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi 310 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi 311 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi zarfında, yerimize başka kuvvetler ve komutanlar kaim olabilir.” 3. Kolordu 19.Fırka 57. Alaydan da çok sayıda Bursa şehidi bulunmaktadır. Mustafa Kemal’in emrine uyan 57. Alay’ın başta komutanları olmak üzere 628 kişilik mevcudunun tamamı 25–28 Nisan 1915 tarihleri arasında şehit düşmüştür. 11 Mayıs 1915’te Başkomutan Vekili Enver Paşa, Çanakkale Bölgesine gelerek cepheleri dolaşmış; Arıburnu’nda kesin sonuçlu bir karşı taarruzla, İngilizleri denize dökmeye karar vermişti. Taarruz 19 Mayıs 1915 günü 03.30’da başladı. 19. Tümen 6. Kolordu’dan 72. Alay 3. Tabur 4. 9. 10. 11. 12. Bölükler, 57. Alayın gerisinde tümen ihtiyatı olmakla görevliydiler. Taarruz başarılı olamadı. Türk kıtaları fazlasıyla zayiat verdiler. Alınan tedbirlerle ve güçlü bir taarruzla kıyıya çıkan İngiliz ve Fransız birlikleri geri püskürtülmüş; düşman birlikleri ancak Kanlı-sırt batısı – Sivritepe – Merkeztepe Yüksek-sırt hattında tutunabilmiştir. Arıburnu Muharebesinde Bursa Şehitlerinin konumu: 2. Kolordu’dan 13. 14. 15. 18. Alaylardan 3. Kolordu 19. Fırka’dan 15. 19. 21. 25. 26. 27. 50. 56. ve 64. Alaylar(9. Tümenden) 5.Kolordu 56. Alaydan 6. Kolordu 72. Alay 3. Taburdan 312 KİRTE MUHAREBELERİ (261 ŞEHİT) I. KİRTE MUHAREBESİ 28 Nisan 1915 sabahı saat 08.00’de donanmanın desteği ile başlayan İngiliz-Fransız birliklerinin taarruzu, akşama kadar sürdü. Hedef, Kirtelerin ele Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi geçirilmesiydi. İngiliz ve Fransızlar yapılan Türk taarruzları nedeniyle geri çekilmek zorunda kalmışlardı. II. KİRTE MUHAREBESİ General Hamilton, Türkler mevzilerini tahrip edip takviyeler almadan, Kirte bölgesini ele geçirmek istiyordu. Bu amaçla bir Avustralya ve bir Yeni Zelanda tugayı Seddülbahir’e getirildi. Ve 6 Mayıs 1915 günü 11.30’da taarruz başladı. İngilizler, bugün akşama kadar süren inatçı taarruzlara karşın herhangi bir kazanç elde edemediler. Taarruzlar 7, 8 ve 9 Mayıs günleri de devam etti. Bu taarruzlar İngilizlere 6500–7000 insana mal oldu. Türk tarafının da kaybı büyüktü. III. KİRTE MUHAREBESİ 19 Mayıs 1915’te Arıburnu bölgesine yapılan Türk taarruzunun basarîli olmayışı ve ağır kayıplar verdirilmesinden cesaretlenen düşman Kirte Bölgesi’nde taarruz hazırlıklarına başladı. 4 Haziran’da başlayan saldırıda düşman kuvvetleri merkezden saldırıya geçti. Düşman kuvvetlerinin kaybı 7.500, Türklerin kaybı ise 9 bin olmuştu. KEREVİZDERE MUHAREBELERİ (121 ŞEHİT) 21–22 Haziran 1915 tarihlerinde yapılan Kerevizdere Muharebelerinde Fransızlar Kerevizdere’deki 83 rakımlı tepeyi ele geçirmek istemişlerdir. 21 Haziran günü, Türk mevzilerine 32.450 top mermisi kullandılar. Cepheyi 2. Türk Tümeni savunuyordu. 12. Tümen de yedekte bulunuyordu. Fransızlar üçer taburlu 3 Alayla hücuma geçti. Türk savunması 6.000 kayıp verdi. Yani 2. Tümen üç Alayından ikisini zayiat vermişti. Fransız kaybı isi 2.500 idi. Ağustos ayında Anafartalar’a yapacağı çıkartmanın başarısını garantilemek isteyen düşman, Türk komutanlığının dikkatini güney bölgesine çekmek amacıyla 12 Temmuz’da çok şiddetli bir topçu hazırlığından sonra Kerevizdere’ye dalgalar halinde taarruza geçti. Türk tümenleri batıdan itibaren 11. 7. 1. ve 4. Tümenler bir cephede, 6. Tümen geride ihtiyatta bulunuyordu. İngiliz taarruzu 7. Tümen, Fransız taarruzu ise ihtiyattaki 6.Tümenin kullanılmasıyla durduruldu. 12–13 Temmuz’da düşman kuvvetleri 1,5 km’lik cephe boyunca saldırmışlar, 400 metre kazanmışlardır. Düşman kaybı 4 bin Türk kaybı ise 10 bin olmuştu. Kirte Muharebelerinde Bursa şehitlerinin konumu: ZIĞINDERE (SIĞINDERE) MUHAREBELERİ (108 ŞEHİT) Kirte harbinde ölüm yerleri belirtilen Bursa şehitlerinin çoğunluğu 1. Kirte Harbinde ölmüş olmalıdır. 3. Kolordu 7. Fırka 20. Alay 2. Tabur 7. Bölük 3. Kolordu 7. Fırka 20. Alay 2. Tabur 6. Bölük 2. Kolordu 13. Alay 11. Tabur 3. Kolordu 19. Alay 1. Tabur 3. Kolordu 20. Alay 2. Tabur 4. Kolordu 32. Alay 1. Tabur Birinci Dünya Savaşı’nın en kanlı savaşı olarak kabul edilen savaş, 28 Haziran–5 Temmuz tarihleri arasında yapıldı. Taarruzun ilk günü gemilerden yapılan topçu ateşiyle Türk birlikleri çok kayıp verdi. Hazırlık ateşleri 3 günden fazla sürdü. Zığındere’den geçen mevzilerimiz 1,5 kilometre boyunca çöktü. Yerine Arıburnu’ndan bir tümen takviye güç geldi, çatışmaların sonunda kaybımız 10 bin civarındaydı. Düşmanın kaybı da buna yakındı. 8 Temmuz günü çürüyüp kokan ölülerin gömülmesi için kısa bir mütareke istedik, fakat İngilizler bir gece harekâtından çekindikleri için kabul etmediler. Sonra, kokudan barınamadıkları için o bölgeyi tahliye ettiler. Kolordu adı verilmeyen 21. 56. 77. 127. Alaylardan kayıplar da verilmiştir. 1. Kitre Muharebesinde en ağır kaybı 26. Alay vermiştir. 26. Alayın burada Fransızlara karşı verdiği mücadeleye sonradan yine bu alayın Kumdere’de kıyı müdafaasında bulunan taburunun iki bölüğü yetişti ve Fransızlar bu sayede durdurulabilmiştir. 313 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi ANAFARTALAR MUHAREBELERİ (111 ŞEHİT) I. ANAFARTALAR MUHAREBESİ 25 Ağustos 1915’ten Ağustos sonuna kadar, Müttefikler hem Seddülbahir hem de Arıburnu’nda başarılı olamayınca, Çanakkale Boğazı’nı, geriden sarkarak ele geçirmek amacıyla harekete geçerler. Bu arada General Hamilton, Türk Ordusu’nun gerilerine sarkmak ve çember içine alıp yok etmek için, Büyük ve Küçük Kemikli Burunları arasında yer alan Suvla sahillerine çıkıp, Anafartalar’da üçüncü bir cephe açmaya karar verir. Hedef, Conkbayırı ve Koçaçimentepe bloğunu ele geçirerek buradan ilerleyip, Çanakkale Boğazı’na inerek hâkim olmaktır. Bu amaçla da, 9.İngiliz Kolordusu’nu, 6–7 Ağustos gecesi karanlıktan yararlanarak bölgeye çıkartır. Amaç, sabah gün ağarmadan von Sanders, Saros Grup Komutanına 7. ve 12. Tümenlerle süratle Anafartalar kesimine gitmesini ve karaya çıkan İngiliz birliklerine 8 Ağustos sabahı erkenden taarruz edilmesi emrini verir. Anafartalar Müfrezesi 314 komutanı Yarbay Vilmer’e de, Saros’dan iki tümenin gelişine kadar, İngilizlerin ilerleyişine engel olunmasını emreder. Liman von Sanders, bundan sonra, Kurmay Albay Mustafa Kemal’i, 8 Ağustos 1915 günü saat 21.45’de, Anafartalar Grup Komutanlığına atar. Anafartalar Grup Komutanı Kurmay Albay Mustafa Kemal, 9 Ağustos sabahı, 12. tümenle 9. İngiliz Kolordusuna. 7.Tümenle de Anzak Kolordusu ile işbirliği yapmasına engel olmak amacıyla, Damakçılık Bayırı yönünde saldırıya geçer. Her iki tümenin saldırıları da başarılı olur. İngiliz Birlikleri, beklemedikleri bu karşı Türk taarruzu ile şaşkına dönmüş, ağır kayıplar verirler. Birinci Anafartalar Muharebeleri olarak adlandırılan bu harekât sonunda, durum değerlendirmesi yapan Mustafa Kemal şöyle demiştir: “...Gerçekte, düşmanın bir kolordusunu zayıf bir tümenimle Kireçtepe-Azmak arasında yenmiş, Tuzla Gölüne kadar takip ederek orada tespit etmiştim.” Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Diğer taraftan yeni çıkan birliklerle güçlendirilen 9. İngiliz Kolordusu, Anafartalar yönünde iki kanat harekâtı daha denediyse de başarılı olamamıştır. Ancak, Türkler açısından bu bölgede durum, savunulması güç bir konum olduğu için tehlikeli sayılırdı. Tehlikeli durumu düzeltmek için Liman von Sanders, Kuzey Grubundaki 8 Tümeni iki alayla takviye ederek, Anafartalar grup Komutanı Mustafa Kemal’in emrine verir. Tümen karargâhına 9–10 Ağustos gecesi gelen Grup Komutanı Mustafa Kemal, takviyeli 8. Tümeni 10 Ağustos sabahı karanlıkta, sadece süngü kullanarak hücuma geçirir. İngilizlere çok ağır kayıplar verdirilerek harekât başarılı olur. Daha sonra, savunma yapılabilecek ek arazinin ele geçirilmesi üzerine, ulaşılan bu ileri çizgide de destek ve güçlendirmeler yapılarak savunmaya geçilir. Böylece, diğer bölgelerde olduğu gibi Anafartalar Bölgesinde de savaş, boşaltmaya kadar, siper ve mevzi savaşına dönüşmüş olur. Diğer bir deyişle, General Hamilton’un İkinci Planı da başarısız olmuş, hedefine ulaşmamıştır. II. ANAFARTALAR MUHAREBESİ İngilizler Seddülbahir’den 29. Tümeni ayrıca Mısır’dan da 2. Atlı Tümeni getirmişlerdi. Katılan asker sayısı bakımından II. Anafartalar Muharebesi, Çanakkale’de en büyük taarruzdur. Saat 15.00’te, karadan ve denizden topçu ateşinden sonra Bombasırtı – Besimtepe, Kükürtlüpınar – Azmakdere hatlarındaki 7. ve 12. tümenlerimize saldırdılar. Hedefleri önce İsmailoğlu Tepesi sonra Teketepe idi. Bu muharebede düşman çok büyük bir hezimete uğramış ve yer yer imha edilmiştir. Türk taburlarının mevcudu ise oldukça düşüktü. Hamilton bu muharebedeki askerlerinin kahramanlığı için “Damarlarında bir damla İngiliz kanı dolaşan her bir ferdi iftihar ettirecek” demişlerdir. Mustafa Kemal bu sözlere sinirlenerek şöyle der: “... İngiliz asilzadeler fırkasını mağlup etmek için benim kullandığım kuvvetlerin miktarını Hamilton harp tarihinde okuduğu zaman Türk askerini bu İngiliz fırkasının ulviyetinden daha yüksek bulacaktır... Eminim.” Anafartalar Grup Kumandanı Miralay Mustafa Kemal, Türk askerinin Çanakkale’de gösterdiği kahramanlığı şöyle dile getirir: ‘’Bombasırtı vak’asını anlatmadan geçemeyeceğim. Mütekabil siperler arasında mesafe 8 metre, yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına kâmilen düşüyor. İkincidekiler onların yerine geçiyor. Fakat ne kadar şayan-ı gıpta bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir fütur bile göstermiyor. Sarsılmak yok. Okumak bilenler elerinde Kuran-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler, kelimeyi şahadet çekerek yürüyorlar. Bu, Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren şayan-ı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur.’’ Conkbayırı’nda bir şarapnel parçasıyla yaralanan Mustafa Kemal’in cesareti ise bir başka kahramanlık örneğidir. Mustafa Kemal, yaşadığı bu olayı şu sözlerle anlatır: ‘’Muharebe meydanında cereyan eden hali temaşa ederken bir şarapnel parçası göğsümün sağ tarafına çarptı. Cebimde bulunan saati parça parça etti. Vücuduma nüfuz edemedi. Yalnız derince bir kan lekesi bıraktı. Bu saat enkazını bilahare bugünün hatırası olmak üzere Liman Paşa’ya verdim.’’ Mustafa Kemal’in aldığı yaraya rağmen savaş alanında soğukkanlılığını koruması, o sırada yanında bulunan 64. Alay Kumandanı Yarbay Servet Bey tarafından şöyle dile getirilir: ‘’Süngü hücumu esnasında Conkbayırı tepesinde Atatürk’ün (Mustafa Kemal’in) yanındaydım. Düşmanın şiddetli topçu ateşi başladıktan biraz sonra Atatürk’ün elini birden göğsüne götürdüğünü gördüm. Heyecanımı sezen o metin asker, parmağını ağzını götürerek ve başını kaşlarını yukarıya kaldırarak, bana sukut ve sükûn işaret etti.’’ Churchill, bir zamanlar mağlup etmek için savaştığı büyük insandan, ‘’Bu eşsiz kahraman Türklüğün mukadderatını ele alacak olan bir dehadır. Zira Çanakkale Boğaz harbinde malzemece üstünlük bizdeydi. Fakat iradece üstünlük Onda olduğu için yenildik’’ sözleriyle bahsetmiştir. 315 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Anafartalar Muharebelerinde yer alan kuvvetler: 25. Alay 2. Tabur 3. ve 7. Bölük 2.Kolordu 18. Alay 2. Tabur 5. Bölük 3.Kolordu 7. Fırka 21 Alay 2. Tabur 6. Bölük 4. Kolordu 11. Fırka 127. Alay 2. Tabur 1. Bölük 4.Kolordu 34.Alay 1. Tabur 3. Bölük 4.Kolordu 36.Alay 3.Tabur KİREÇTEPE MUHAREBESİ (79 ŞEHİT) 9.İngiliz Kolordusu Komutanı Türklerin zapt ettikleri kireç tepelerini elde etmek istiyordu. Bu şekilde ilerlenerek Yukarı Kapanca ve Kapaktepe alınarak 12.Türk Tümenini Teke tepelerinin doğusuna çekilmeye zorlamayı amaçlıyordu.15 Ağustos günü İngilizler Kireçtepe’nin bütün çevresini kara e gemi toplarıyla dövdüler. Sonrasında Sivritepe kuzeyindeki yamaçlardan taarruza başladılar. İngilizler Arslantepe’yi alarak Kanlıtepe’ye ilerlediler. Mıntıkadaki Türk kuvvetleri 127. Alayın 2.Taburunun 2.Bölüğü ve 19. Alayın 2. Taburunun Kanlıtepe’ye sevkiyle güçlendirildi. Kanlıtepe’de siper olmadığı için Türk kuvvetleri çok kayıp verdi.17.Alaydan ve 127. Alaydan I. Tabur kuvvet takviye edildi. Arslantepe geri alındı. Kireçtepe’de daha önce jandarmalar tarafından terkedilmiş siperler de alındı. Kireçtepe Muharebesinde düşmanın zayiatı 2000, Türk ordusunun zayiatı ise 1696 olarak tespit edilmiştir. 4.Kolordu 126. Alay 1.Tabur 4. Bölük 4.Kolordu11.Fırka 127.Alay 2.Tabur 1.Bölük İTİLAF KUVVETLERİNİN ÇEKİLİŞİ 1915 yılının sonbahar ayları, kanlı fakat sonuç alınamayan çarpışmalarla geçti. Türk başkumandanlığı, 1. Orduyu Gelibolu’ya yolladı. Böylece Türk ordusu, 21 tümene çıktı. Başlangıçta üç gün içinde Çanakkale Boğazını geçeceklerini sanarak giriştikleri savaşı bir an önce sonuçlandırmak isteyen İtilâf Devletleri, yeni kuvvetler sağlamağa çalıştılarsa da sonuç alamadılar. General Charles Monroe, Çanakkale’nin boşaltılması gereğini belirten bir rapor verdi. Bunun üzerine, 5 Aralık tarihinde iki İngiliz tümeni, Selanik’e gönderildi. Kasım ayın- 316 da başlayan yağmur ve kar fırtınası, siperlerde birçok askerin boğulmasına sebep oldu. Bu felâkette düşmanın kaybı da çoktu. Limanda birçok küçük gemi battı. Neticede çıkarma sahaları, düşman tarafından boşaltıldı. Gizlice yapılan boşaltma harekâtı sonucu, Ocak 1916’da Gelibolu yarımadası tamamen bırakılmış oldu. Bu arada bazı çarpışmalar da oldu. Anafartalar ve Arıburnu çekilmesi sırasında dikkati dağıtmak için, düşman, 19 Aralık günü Seddülbahir bölgesine saldırdı. Buraya döşenmiş olan mayınlar, Türklerin düşmanı takibine imkân vermedi. Uludağ Üniversitesi Rektörlüğü Çanakkale Zaferi Yıldönümü Toplantısı (18 Mart 2007 Pazar Saat 13:30 Fethiye Kültür Merkezi) ÇANAKKALE ZAFERİ VE BURSALI ŞEHİT TORUNLARI Çanakkale Savaşı I. Dünya Savaşı sırasında İngiliz ve Fransızların Çanakkale Boğazı’nı ele geçirmeye ve İstanbul’u işgal etmeye yönelik ortak harekatı sırasında yaşanmıştır. 2 Ocak 1915 tarihinde Ruslar müttefikleri olan İngiltere’den Kafkas Cephesi üzerindeki Osmanlı baskısını hafifletmek için yardım istemişlerdi. Bu tarihlerde Sarıkamış Harekatı devam ediyordu. Türk ordusu Çanakkale’de eşsiz bir zafer kazandı. İtalyanların Trablusgarp işgaline karşı koyan, tüm Balkan devletlerinin ortak kuvvetleriyle Balkan Harbi’ni yapan Türk kuvvetleri Sarıkamış Harekatı sırasında da önemli kayıplar vermişti. Bu şartlarda ortaya konulan mücadele azmi ve kahramanlık Türk ulusunun ulusal kimliğini tanımlamakta önemli bir gösterge olmuştur. İngiliz, Fransız, Avustralya, Yeni Zelanda ve Hint askerlerinin katıldığı düşman harekatı 16 Şubat 1915 tarihinde savaş gemilerinin bombardımanı ile başladı. Ancak, karaya asker çıkarma isteği sonuçsuz kaldı. Donanmanın en ağır zırhlılarının katıldığı 18 Mart 1915 tarihli harekat sırasında Türk topçularının ve mayın ekibinin savunma- Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi sı neticesinde düşmanın üç büyük savaş gemisi battı. Üçü de yaralandı. Çanakkale’yi donanmanın geçemeyeceği anlaşılmıştı. Mısır’dan gelen yeni birlikler Limni adasında toplandı. 25 Nisan 1915 günü İngiliz Kara-Deniz Kuvvetleri Seddülbahir’e Anzaklar ( Avusturalya ve Yeni Zelenda Kuvvetleri) Arıburnu’na saldırdılar. Bir Fransız tugayı da Kumkale’ye çıktı. Ancak Türk askerinin olağanüstü mücadelesi sonunda başarısız kaldılar. Çanakkale Zaferi’nde Mustafa Kemal’in de büyük bir payı bulunmaktadır. Daha önce Bolayır Kolordusu’nda görev alan Mustafa Kemal Çanakkale’nin nasıl savunulacağını inceleme fırsatı bulmuştu. Sofya’da Askeri Ateşe olarak görevliyken Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı’na girince Yarbay Mustafa Kemal Paşa ısrarla aktif bir görev istemişti. 2 Şubat 1915 tarihinde Tekirdağ’da kurulmakta olan Tümenin komutanlığına atandı. 19. Fırka olarak önemli zaferler kazanan bu tümeni bir ayda oluşturdu. 25 Şubat 1915 günü Maydos’a geldi. Düşmanın Adalar Denizinden çıkarma yapacağı iki geçit vardı. Bolayır’dan Marmara’ya yaklaşık 4,5 km.lik bir uzaklık vardı. Almanlar Bolayır’ı tahkim ederken Mustafa Kemal kendi alanından çıkartma yapılacağını düşünüyordu. Mustafa Kemal Arıburnu’nda ve Anafartalar’da eşsiz başarılar kazandı. Birliğinin önünde bizzat vuruşarak düşmanın önünü kesti. 1 Haziran 1915’te albaylığa terfi eden Mustafa Kemal’in Çanakkale Zaferi’ndeki başarıları hem Anadolu’da hem de Avrupa’da yankılandı. Türk Milleti Çanakkale Zaferi ile bir bakıma milli mücadele’nin önsözünü yazmıştır. Bursa’lıların Çanakkale Zaferi’nin kazanılmasına büyük katkısı olmuştur. Hakkari’den Rize’ye Edirne’den Hatay’a kadar tüm vatan evlatlarının gazi ya da şehit olduğu Çanakkale’ye en çok şehit veren il Bursa’dır. Özellikle Bursa Seyyar Jandarma Taburu Mustafa Kemal’in emrinde büyük kahramanlık göstermiştir. Tüm savaş boyunca cephede görev alan Bursa Jandarma Taburu 9 Ağustos günü ve 14-15 Ağustos gecesi Kireçtepe-İsmailoğlu Tepesi ve Karakoldağı yöresini yiğitçe savunmuştur. Balkan savaşlarında hiçbir ciddi direniş göstermeden geri çekilen Türk birlikleri, iki yıl sonra bu defa dünya tarihine geçen bir mukavemet gösterirken başlarında bulunan Mustafa Kemal gibi askerlik sanatını en iyi icra eden kumandanlardan güç alıyorlardı. Çanakkale cephesinin kaderi üzerinde, çabuk karar vermek, cesaret ve soğukkanlılık göstermek suretiyle 19. Fırka kumandanı Mustafa Kemal son derece önemli bir rol oynamıştı. 25 Nisan’da Anzac kuvvetlerinin hedeflerini çok erken bir zamanda zapt edemeyişleri 9 Ağustos’ta Anafartalar cephesine çıkarılan kuvvetlerin durdurulması Conkbayırında zamanında bir taarruzla Avustralya, Yeni Zelanda kuvvetlerinin önlenmesi Mustafa Kemal’in eseridir. Çanakkale’nin dünya tarihinin seyrini değiştiren sonuçları olmuştur. Ancak Türk tarihi açısından en önemli sonucu Türk milletinin savaşma azmini kazanması, vatan uğrunda büyük fedakarlıklara katlanabileceğini göstermesi ve nihayet Mustafa Kemal gibi kendine lâyık bir lider kazanmasıdır. Türk milleti, bu kazanma azmi ve bu büyük lideri ile Çanakkale destanından sonra Millî Mücadele destanını da yazabilecektir. Beşinci Osmanlı Ordusu Kumandanı Mareşal Liban Von Sanders, Türk askerinin ölüme gülümseyerek gidişini, hayret duygularını gizlemeden şu ifadelerle anlatır: “Bir asker için mutluluk denen bir şey varsa, Türklerle omuz omuza savaşmaktır. Diyebilirim. Fakir insanlardı. Buğday kırığından çorba, en önemli yemekleriydi. Sağlıksız su içerlerdi. Çamur barınaklarda yatarlardı. Fakat en modern silah ve araçlarla donanmış düşmanlarına karşı askerler gibi savaşırlardı. Bu insanların kalplerinde sadece ve sadece ulvi bir vatan sevgisi vardı. Ölüme, onlar kadar gülümseyerek giden bir millet ferdi daha görmedim.” Çanakkale Zaferin’nin belki de en önemli sonucu Türk Milleti’ne, Mustafa Kemal’i kazandırmış olmasıdır. O’nun cesareti, azim, karalılık ve komuta yeteneği gibi üstün özellikleri, ilk kez Anafartalar’da Kocatepe’de ve Conkbayırı’nda herkesin, milletinin, dikkatini çekecektir. Çanakkale 317 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Savaşları’ndan çok sonra, Milli Mücadele yıllarının başlangıcında Mustafa Kemal, Saray tarafından azledilip, hakkında ölüm fermanı çıkarıldığında, üniformalarını çıkarttığı zaman bile karşısında kendisine bağlı, inanmış ve lider olarak benimsemiş bir ordu ve millet bulduysa, bunda kuşkusuz Çanakkale Savaşları’ndaki üstün başarılarının payı olmuştur. Çanakkale savaşları şüphe yoktur ki bu günümüz ve yarınımız için önemlidir. Çanakkale Cephes’nin açılmasına varan askeri, siyasi ve diplomatik gelişmeler yanı sıra, savaşın seyri ve günümüze dek yansıyan etkilerin bilip anlamak, bu günü ve yarını anlayabilmemiz açısından da çok önem taşır Çanakkale’de biz, öz vatan için öldük. Bu nedenledir ki, önce biz sahip çıkmak zorundayız. Bu sahip çıkış ise ancak bu savaşları yeni belge ve kaynaklar ışığında daha objektif, çok yönlü ve bilimsel olarak inceleyip değerlendirerek, gelecek nesillere çok iyi bir şekilde anlatmakla mümkün olur. “Bu Vatan Kimin ?” isimli şiirde Bu vatan toprağın kara bağrında Sıra daglar gibi duranlarındır Bir tarih boyunca onun uğrunda Kendini tarihe verenlerindir. Dizelerinde ifadesini bulan vatan sevğisi, Çanakkale deniz zaferinde tam olarak Türk evlatlarınca yaşanmıştır. Türk insanını tarihten silmek üzere ülkemize gelenler, bilmiyorum şimdi yaptıkları zulümlerden utanıyorlar mı? Türk milleti Ulu önder Atatürk ün liderliğinde kısa zamanda onları şaşkına çevirecek nice yeniliklere imza atmıştır. Şimdi de Avrupa birliği gibi bir çatının altında karşılıklı masalara oturmaya bin türlü naz etmekteler. Ama bir gün boyu yaptıklarından da, tıpkı Çanakkale’de olduğu gibi utanacaklardı. Uludağ Üniversitesi “Bursa İli’ne Mensup Çanak- 318 kale Şehitlerinin Ailelerine Yönelik Bir Saha Araştırması” başlıklı projeyi 20 Aralık 2006 tarihinde yaşama geçirdi. Bursa-Yenişehir-Orhaniye Köyünde dokuz şehit torununun katılığı toplantıda proje başlatıldı. Bugüne kadar proje ekibi tarafından Çanakkale’de şehit düşen Bursalı’ların isimlerini, baba adlarını, doğum yerlerini, Çanakkale’de katıldıkları muharebeleri içeren listeler köy köy tasnif edilerek kaymakamlıklara verildi. Değerli kaymakamlarımız bu konuya duyarlılık içinde ilgi göstererek şehit torunlarımızın araştırılması için köy muhtarlıkları ile iletişim kurulmasını ve elde edilen bilgilerin bir araya getirilmesini sağladılar. Elde ettiğimiz ilk bilgiler Milli Savunma Bakanlığı tarafından hazırlanan resmi Bursa’lı Çanakkale Şehitlerine ait bilgilerden yola çıkılarak elde edilmiştir. Bu listelerde olmayan şehitlerimize ilişkin ayrıca arşiv çalışması yapılacaktır. Bursa merkez ilçelerine ait çalışma ikinci aşamada gerçekleştirilecektir. Bugün ilk aşamada kendilerine ulaştığımız Bursa’lı 140 Çanakkale Şehidi torunu ile tanışmaktan büyük onur duyduğumuzu belirtmek isterim. Projenin uygulanma sürecinde Türkiye’nin Ulusal Kimliği’nin oluşmasında önemli bir yeri olan Çanakkale Şehitleri’ne yönelik yerel bağlamda sözlü tarih araştırması yapılacak. Mevcut belge ve bilgilerin yeni bilişim yöntemleri kullanılarak sistematize edilmesi planlanıyor. Bursa genelinde şehit aileleri ile kamuoyu arasında bilgi ağı kurularak şehitlerin varlığının güçlü biçimde yaşatılması amaçlanıyor. Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Ad Soyad : Fahri Baştürk Doğum Tarihi ve Yeri : 1937 Karacaali / Yenişehir Mesleği : Çiftçi Görüşme Tarihi ve Yeri : 26 Haziran 2007 / Yenişehir Çanakkale şehidinizi tanıtır mısınız? söylerdi bol bol, “Arı Burnunda Yatar Aslan Şehitler” diye. Arı Burnu’nda harbe girmişler, Arı Burnu’nda Çanakkale tantrDededen msnz? vurulmuş dediler. Arı Burnu nereyse bilmiyorum. Dedem İbrahim oğlu şehidinizi Hasan Hüseyin. Hatta amcamın oğlu vardı, dedem sırtını ellerdi, duydum türküsüyle beraber. Dedem İbrahim oğlu Hasan Hüseyin. Dededen duydum türküsüyle beraber. ona “Karamanım” derdi, bana “Sümbülüm”. Her Dedeniz Hasan Hüseyin hakkında bize bilgi verir halde ben biraz daha büyükmüşüm. bilgi verir misiniz? amcam, on üç sene sonra geliyor, İsmail ammisiniz? Dedeniz Hasan Hüseyin hakknda bize Öbür cam. O da işte Arabistan’dan gelmiş, hatta kimse tanımamış Babası “Benim Halam çokHalam anlattı.çok İki tane kızı,İki iki tane tane kz, de oğlu, anlatt. iki tane de oğlu, diye dört eve tanesokmamışlar. çocuğu varmş. Hatta son dört tane çocuğu varmış. Hatta son zamanda bir oğlan öleli kaç sene oldu yahu. Benim oğlan 13 – 14 senezamanlarda. oldu gideli. Ben seni oğlum diye kabul çocuğu daha harpte zamanda birolmuş, çocuğu dahaöldüğü olmuş,zamanlarda. harpte öldüğü Harbin hepsine gitmiş,etmem” sonra Harbin hepsine gitmiş, sonra Çanakkale’de ölmüş, demiş. Mahalleden bir kadın İsmail’e “Hoş geldin” demiş, öylelikle eve sokmuş. Ona hor bakmış sovefat etmiş. Çanakkale’de ölmüş, vefat etmiş. nuna kadar. Onu ben de biliyorum, geç zamanda öldü amcam. Bizden ayrıydı. Amcam, dedem Halanız dedenizle ilgili neler anlattı? Halanz dedenizle ilgili neler anlatt? öldükten (sonra) gelip malları böldü. Az bir tarla (Dedem) öbür harplere de Arabistan’a, verdiler ona. Babamın amcası yani o da İsmail Baş(Dedem) öbür Her harplere de zaman Arabistan’a, Trablusgarp’a da gitmiş. Her geldiği zaman da Trablusgarp’a da gitmiş. geldiği da türk. bir çocuk yaptı derdi halam. Birkaç defa izine gel- İsmail amca neden geç gelmiş? miş arkamızdan vurdu Araplar” bir gitmiş. çocuk “Bizi yapthep derdi halam. Birkaç defa izine gelmiş gitmiş. “Bizi hep arkamzdan vurdu dediğini halam derdi. Hatta üzüm bağlarından Arabistan’da kalmışlar onlar. Hatta gemilerden demir indirtmiş İngilizler, çalıştırmış yani kimlerse, onları, arkadaşlarını. Hatta ordubağlarndan Araplar”vurmuş dediğini halam derdi. Hatta üzüm kimlerse, vurmuş onlar, arkadaşlarn. bozulup Türkiye’ye geri gelirken hep arkadan ateş Büyük dedeniz savaştaarkadaşlar üç oğlundan kayetmişler, arkadaşları vurulmuş.geri Süvariler cepHatta ordu bozuluphep Türkiye’ye gelirken hep arkadan ateş etmişler, hepikisini vurulmuş. heyi arkadan takip ediyormuşlar, kaçsınlar diye betmiş? sokulmuyormuş arkalarına. Süvariler cepheyi arkadan takip ediyormuşlar, diye sokulmuyormuş arkalarna.bir tanesi Üç oğlundan, iki tanesini kaybediyor, Çanakkale ile ilgili dedemin vurulduğunu halam- kaçsnlar dan öğrendim. Esas Hasan Hüseyin dedemin ba- sonradan geri gelmiş işte. Veli amca da ölüyor. Çanakkale ileburada. ilgili dedemin vurulduğunu halamdan Nerede öldüğü öğrendim. (hakkında) Esas bilgimHasan yoktur.Hüseyin Hasan bası, büyük dedem sağ İbrahim dedem yani babamın dedesi. İbrahim dedemin burada Hüseyin’in eşi Saide ninem amcamın yanında kaldı. dedemin babas, burada. İbrahim dedem yani babamn dedesi. İbrahim dedemin 300 dönüm tarlasıbüyük varmış.dedem İki tanesağ yüzbaşı gelmiş demiş böyle böyle. Oğlum demiş, benim çocuk- Saide Nine neler anlatırdı? larım var,300 üç tane birden, Hasan Hüseyin burada dönüm tarlas varmş. İkidedem, tane yüzbaş gelmiş demiş böyle böyle. Oğlum demiş, İsmail amcam, Veli amcam. Üç tane asker bunlar. Söylenirdi, “Gitti, bıraktı gitti bizi bir sürü çocukla. Bu kadar çocuğu yaptı başıma Ninem “Benim çocuklarımı var, getirin ben bir kuruşHasan dahi Hüseyin benim çocuklarm üç tane birden, dedem,daİsmail amcam,bela” Veliderdi. amcam. Üç para istemem” diyor. Halamlarla, iki tane bekarla hep başak toplardı, memnun geçtiğini bilmem. zaman. Son zamandedem çiftçilik yapmış yanı. tane asker bunlar. “Benim çocuklarm getirinAmcamla ben birberaberdiler kuruş dahiçoğu para istemem” diyor. da ayrıldılar. Onun yanında ninem başak toplardı, O günlerle ilgili İbrahim dedeniz neler anlatırdı? yani kelle toplardı, döverdi ve kendine göre harçHalamlarla, iki tane bekarla dedem çiftçilik yapmş lıkyan. yapardı. Yalnız bakımı iyiydi ölünceye kadar. Dedem 1943’te öldü, ben biliyorum. Ama ben çok Baktık yani, ben de yetiştim ona., ufaktım o zamanlar. Ben zaten 37’yim (1937) 43’te dede öldü dediler. 3-4 yaşındaydım. Dedem türkü 1 319 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ ve kendine göre harçlk Yalnz bakm SEMPOZYUMLARI iyiydi ölünceye kadar. Baktk yani, ben de İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN yapard. 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi yetiştim ona. Ad Soyad : İsmet Özcan Doğum Tarihi ve Yeri : 1959 Barçn / Yenişehir Mesleği : Çiftçi Görüşme Tarihi ve Yeri : 26 Haziran 2007 / Yenişehir Çanakkale şehidinizi tanıtır mısınız? Dedemizin yaşlı dayısı kalıyor, öz dayısı. Hanımı ve üç kızı kalıyor. şehidinizi tantr msnz? SüleymanÇanakkale kızı Ayşe Çiçek’in torunuyum. Çanakkale’de şehit düşen dedem Hasan Hüseyin Kızlarının isimleri neydi? Süleyman kz Ayşe Çiçek’in torunuyum. Çanakkale’de şehit düşen dedem Hasan oğlu Süleyman. En büyüğünün ismi Nefize Yıldız, ikincisinin Ayşe Hüseyin oğlu Süleyman. Çanakkale’de şehit olan dedenizle ilgili neler an- Özcan, üçüncüsünün de Emine Uysal. Emine Uylatılırdı? sal en ufakları babasını görmemiş, savaştan sonra Çanakkale’de şehit olan dedenizle ilgili neler anlatlrd? dünyaya geliyor. Rahmetli teyzemle ablaları, emzik Babaannemden duyumum, hiç orayla ilgili ma- yok, susturmak için parmağını hep böyle emzirirduyumum, hiç orayla malumatlar olduklar, yani lumatları Babaannemden olmamış, kız oldukları, yani topluma da ilgili di. Yiyecek yok, oolmamş, kadar çok kz fakirlik, sefillik çekmişyaklaşamadıkları için. Bir de korku var ölüm tehli- ler. Hem anlatırdı hem ağlardı rahmetli. Gerçekten topluma da yaklaşamadklar Bir debabakorku var tehlikesi. Rahmetlik babaannemden kesi. Rahmetlik babaannemdeniçin. duyuşum, çokölüm çile çekmişler. ları Çanakkale’ye gidiyor. Çanakkale’ye gittikten duyuşum, babalar Çanakkale’ye gidiyor. Çanakkale’ye gittikten sonra, days yaşl olduğu için sonra, dayısı yaşlı olduğu için savaşa gidemiyor. Nasıl geçiniyorlar? Bundan sonra “Sen bunları dağa götür, sen bunsavaşa Bundan sonra bunlar götür,geçirmişler sen bunlara kulak ol” diyor. lara gözgidemiyor. kulak ol” diyor. Üç tane kız,“Sen dayıları savaşdağaDağda işte,göz ormanda. Başka türlüÜç sakanında köyden yukarıda dağa götürüyor, orman- layamazdı. Bütün gün Yunanlar hep köyleri basıp tanesaklıyor. kz, daylar savaş annda köydenyakıp yukarda dağa götürüyor, ormanda saklyor. Çünkü da Çünkü Yunanlılar hep köyleri yı- yakmışlar yani. Bizim buralardan da yardım alıp kıyorlar. Bunun için bütün kadın ve çoluk-çocuğu onun bunun evini soymakla, ne bilim yani. Açıkça Yunanllar uzaklaştırıyor. hep köyleri yakp ykyorlar. Bunun için bütün kadn eşkıyadan ve çoluk-çocuğu köylerden köylerden Kışın karda götürmüş, bizim buralardaki da destek bulmuşlar. üzerlerine yorgan yatak yok, sadece kıldan, keçi kı- Yoksa kendi başına Yunanlılar o işi yapamazdı. uzaklaştryor. üzerlerine lından, ormanınKşn içindekarda böylegötürmüş, saklamış. Dayım, ba- yorgan yatak yok, sadece kldan, keçi klndan, baannem sadece geceleri gelirdiler köye. Hatta bir Yerli Rumlardan yardım görmüşler mi? kişiyi öldürmüşler köyden, biri de kafayı üşütmüş ormann içinde böyle saklamş. Daym, babaannem sadece geceleri gelirdiler köye. Hatta bir bağırıyormuş, minareye çıkmış, “Hasan Hüseyin’i Evet. Babaannem derdi, eşkıyalık yapanların yüzvurdular, Hasan Hüseyin’i vurdular diye. Onde sekseni, hep Rumlarla ortaklaşa, Mekişiyi öldürmüşler köyden, birikaçın” de kafay üşütmüş bağryormuş, minareye çkmş,birlikte. “Hasan dan sonra rahmetlik, babaanneme geri dönüyor sela atıyorum sizin evinizde ve yahut köyün ileri diyor ki, “Kızım HasanHasan Hüseyin’i vurmuşlar”. gelen, hali vakti sonra düzgün olanlarınbabaanneme evlerini soyarHüseyin’i vurdular, Hüseyin’i vurdular kaçn” diye. Ondan rahmetlik, larmış, mallarını götürürlermiş. Hayvanları, malı, Süleyman dedeniz hakkında varvurmuşlar”. buğdayı ve saire gibi. Fakirlik var bir de, yoksulluk geri dönüyor diyor ki, “Kzm başka Hasan bilginiz Hüseyin’i mı? var. Ortalık yatıştıktan sonra bir şey kalmamış, her tarafı yakmışlar Rumlar. Süleyman dede hakkında hiçbir haber gelmiyor. Sadece Süleyman dedenin orada öldüğünün kün- Yunanlılarla ilgili başka neler anlatabilirsiniz? yesi geldi. Rahmetlik babam benim devlet memuruydu, eğitim enstitüsünde bekçiydi. Babam araş- Babaannemden duymuştum, köyde kalan yunantırdı. En büyük teyzem yani babaannemin ablası, lılar varmış, yaşlılar filan. İki kişi kalmış. Yorgi diye 3 aylık alıyordu babasından, şehit aylığı. birisi varmış, çok iri yarı biri. Çok yaşlıymış. Zaten bir daha da gitmemiş, burada Barçın’da ölmüş. KaŞehit olduktan sonra dedenizden geride kimler lanlara (halkın) hiçbir tepkisi olmamış, kesinlikle. kalıyor? Hep yardımlaşma içinde oldular kalanlarla. 320 Babaannemden duymuştum, köyde kalan yunanllar varmş, yaşllar filan. İki kişi kalmş. Yorgi diye birisi varmş, çok iri yar biri. Çok yaşlymş. Zaten bir daha da gitmemiş, Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ burada Barçn’da ölmüş. Kalanlara (halkn) hiçbir tepkisi olmamş, kesinlikle. Hep yardmlaşma İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA SEMPOZYUMLARI içinde oldular kalanlarla. 2011 / Bursa Şehrengizi Ad Soyad : Sabahattin Atl Ad Soyad : Murat Yurttaş Doğum Tarihi ve Yeri : 1954 Fethiye / Yenişehir Doğum Tarihi ve Yeri : 1939 Burcun / Yenişehir Mesleği : Muhtar Başka neler anlatlrd? Mesleği : Çiftçi Görüşme Tarihi ve Yeri : 26 Haziran 2007 / Yenişehir Görüşme Tarihi ve bilmiyoruz, Yeri : 26 Haziran 2007 / düşman Yenişehirkarşdan mermi yağdryor. Buradan Gittiğimiz yeri ver yansn Yenişehir’den giden tanıtır adam mısınız? Çanakkale’yi bilmiyorBaşka ki. Orada bir sürü şehit kalmş. Orada çok neler anlatılırdı? Çanakkale şehidinizi Dedem Hasan oğlu Ahmet. Ben babamdan duy- Gittiğimiz yeri bilmiyoruz, ver yansın düşman karÇanakkale şehidinizi tantr msnz? büyük ateş altnda kalmşlar, büyük taarruz taarruzda kalmşlar. Amcamlar bir başka şıdan mermi yağdırıyor. Buradan Yenişehir’den dum, 1915 Çanakkale savaşına üç kardeş olarakolmuş, gidiyorlar. Kardeşlerinin biri Rahim, biri Abdullah. giden adam Çanakkale’yi bilmiyor ki. Orada bir iki yaşında, halam da beş yaşında. Daha sonra am- kalmışlar, büyük taarruz olmuş, taarruzda kalmış- Çanakkale’de görüşmüşler. Maalesef dedem ora- camlar geliyor. Daha sonra, ben 15 – 16 yaşlarında DedemSonra Hasan oğlu Ahmet. Ben Daha babamdan duydum, 1915 savaşna üç baktm kardeş yerde anda. amcamlar geliyor. 15 kalmış. – 16 Çanakkale yaşlarnda sürüben şehit Orada çokçocuktum, büyük ateş altında Üçü deo Çanakkale’ye gidiyorlar. Babam o zamansonra, olarak gidiyorlar. Kardeşlerinin birineyin Rahim, Abdullah. Üçü de Çanakkale’ye gidiyorlar. halamn maaş olay var. dönüyorlar, “Baba bu nesi”biri dedim. “Dedemin alyorlar” şehit lar. Amcamlar birmaaşn başka yerde o anda.dedi, Sonra amcamlar bir, iki, üç yıl sonra ama orada, Babam zaman iki ikikardeşi yaşnda, halam da beş yaşnda. Daha sonra amcamlar iki,olayı üç yl çocuktum, baktım halamınbir, maaş var.sonra “Baba da şehitodüşüyor, geliyor. maaşn yani. bu neyin nesi” dedim. “Dedemin maaşını alıyorlar” dönüyorlar, ama orada, Çanakkale’de görüşmüşler. Maalesef dedem orada şehit düşüyor, iki dedi, şehit maaşını yani. Babanız size neler anlatırdı? Şehit olduğunu nasl öğrenmişler? Amcamız anlatmış babama, babam da bize anlat- kardeşi geliyor. Şehitsağ olduğunu öğrenmişler? tı. O zaman birlikte gidiyorlar. Gemlik’ten gidiyor Sonra künyesi babaanneme geliyor. Amcamlar olarak nasıl dönüyorlar. zaten. Cephede savaş anında, tabii ki dağılmışlar size neler anlatrd? Sonra künyesi babaanneme geliyor. Amcamlar birbirini Babanz kaybetmişler. Sonra orada buluşuyorlar. Geride kalanlar geçimlerini nasl sürdürmüşler? İşte şöyle söyleyelim, mayıs ayında gitmişler, tem- sağ olarak dönüyorlar. Amcamz anlatmş da kendine bize anlatt. O zaman birlikte Amcalar gidiyorlar. muz ağustos ayındakalmş; görüşmüşler. İki çocuk bir babama, oğlan bir babam kz. Kendi idare etmişler, yetişmişler da Geride kalanlar geçimlerini nasıl sürdürmüşler? Gemlik’ten gidiyor zaten.desteğiyle, Cephede bizler savaş de annda, ki dağlmşlar birbirini kaybetmişler. Aynı yerde mi savaşmışlar? destek vermişler. Onlarn burayatabii geldik. Farklı yerlerde, ama bir cephede görüşmüşler, yani İki çocuk kalmış; bir oğlan bir kız. Kendi kendine idareaynda etmişler, yetişmişler Amcalar da destek verbuluşmuşlar. Tesadüfî görüşmüşler, ama maalesef mays Sonra orada buluşuyorlar. İşte şöyle söyleyelim, gitmişler, temmuz ağustos aynda dedem şehit düşünce bir daha görüşemiyorlar. mişler. Onların desteğiyle, bizler de buraya geldik. görüşmüşler. AdAyn Soyad : Remzi Sever yerde mi savaşmşlar? Doğum Tarihi ve Yeri : 1944 Mahmudiye / Yenişehir Farkl yerlerde, ama bir cephede görüşmüşler, yani buluşmuşlar. Tesadüfî görüşmüşler, Mesleği : Çiftçi ama maalesef dedem şehit düşünce bir daha görüşemiyorlar. Görüşme Tarihi ve Yeri : 26 Haziran 2007 / Yenişehir Çanakkale’ye askere gidiyor, orada şehit oluyor. Ben 5 Çanakkale’ye çok gittim. Orda Şehitlikleri gezdim. Çanakkale şehidinizi tantr msnz? Çanakkale şehidimiz annemin babası Ali oğlu Niyazi. Tek tek aradım. En son 2002 yılında Şahindere ŞehitDedemizin şehit oluş tarihi 1915. Yani kayıtlara öyle liği denilen bir yer açıldı. İsimi orada: Ali oğlu Niyazi, geçmiş. Çanakkale şehidimiz annemin babas Ali oğlu 1915. Niyazi. Dedemizin şehit oluş tarihi 1915. Çanakkale şehidinizi tanıtır mısınız? Yani kaytlara öyle geçmiş. anlatır mısınız? Dedeniz hakkında bildiklerinizi Dedeniz nerede şehit düşmüş? Ali oğlu Niyazi annemin babasıbildiklerinizi ama annem babasını Seddülbahir Muharebesinde şehit düşüyor, ama ŞaDedeniz hakknda anlatr msnz? bilmeyecek kadar küçük. Dedesi ile ninesi onu bü- hindere Şehitliğinde defin edilmiş. Orası o zaman bir yütmüş. Dede ile nine de çok yaşlı, birbabas oğlan Niyazi, hastane yeriymiş, seyyar hastane. YaralılarDedesi buraya Ali oğlu Niyazi annemin ama annem babasn bilmeyecek kadar küçük. ile ninesi onu büyütmüş. Dede ile nine de çok yaşl, bir oğlan Niyazi, Çanakkale’ye askere 6 321 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi geliyor, ölen hemen bahçeye gömülüyor. Tedavi olan geri gidiyor. Anneniz, babası şehit kaldıktan sonra neler yaşamış? Yaşı çok küçük olduğundan bilgisi yok. Dede ve ninenin de yaşı çok fazla olduğundan yine bir bilgisi yok, bir de okur yazarlık yok, o günün şartlarında. Annesi de genç yaşta vefat etmiş. Bir ufak torun kalıyor, benim annem. Onu da dedesi ile ninesi büyütmüş. Niyazi dedenin başka kardeşleri var mıydı? Yok. Tek kardeş, o da şehit düşüyor. Dede ile nine Bulgaristan’dan gelmiş. O zaman Mahmudiye köyünün kurucularından, kırk haneden birisi de bizim dedelermiş. Bir oğlan var, Çanakkale’ye çağırılıyor. Dede ile nine, ufaklık torunla köyde kalıyor. Fakat Çanakkale’ye giden geri gelmiyor. Hatta annem bir evin bir kızı olduğu için, anne baba olmadığı için, babamı içgüveyi şeklinde almışlar. Bu hane ölmesin diye. Ad Soyad : Hasan Çetinkaya Doğum Tarihi ve Yeri : 1946 Orhaniye / Yenişehir Mesleği : Çiftçi Görüşme Tarihi ve Yeri : 26 Haziran 2007 / Yenişehir Çanakkale şehidinizi tanıtır mısınız? Çanakkale şehidinizi tantr msnz? Dedenizin kardeşi, amcanız neler anlatırdı? Dedem Çömezoğullarından Ömer oğlu Hasan. O, 1893 doğumlu. Onu Yemene götürmüşler. Dedem Çömezoğullarndan Ömer oğlu Hasan. 1915’te Çanakkale Arburnu’nun da şehit Yemen’de esir düşüyor, esirlikten kaçıyor, esir kam1915’te Çanakkale Arıburnu’nun da şehit düşmüş pından. Arabistan’dan gelirken, hac zamanıymış, düşmüş hacca da katılmış. Asker hacısıydı. O anlatıyordu Hasan dedeniz hakkında neler duydunuz? işte, abim Çanakkale’de şehit düştü (diye). Dedem neleresir duydunuz? DedeminHasan kardeşidedeniz vardı. Ohakknda da, Yemen’de düş- de 1890 doğumluymuş. Dedemizin künyesi gelmüş. Geldi buraya, ondan duydum. Babam, Ali miş, şehit olduğu haberini almışlar. Künyesi gelinDedemin kardeşidevlet vard.onO sekiz da, Yemen’de Geldi buraya, ondan duydum. de, düşmüş. babama aylık bağlıyorlar. Çetinkaya’ya da, burada yaşına ceesir kadar maaş bağlıyor, on sekiz yaşından sonra maBabam, Ali Babamın Çetinkaya’ya devlet sekiz yaşna kadar maaş bağlyor, on sekiz kaç kardeşmiş? aşı kesmişler. annesida, de oburada aralarda ölmüşon Babanız zaten, Yunan harbinde. Babam amcası ile beraber yaşndan sonrabüyütüyor. maaş kesmişler. Babamn annesi Bir de tekmiş o aralarda zaten,HiçYunan harbinde. kalıyor, amcası zaten,ölmüş tek kalmış. bilmiyor babasını. Yunan gelince, buraları basınca dağa kaçmışlar. Babam amcas Amcanızın adı?ile beraber kalyor, amcas büyütüyor. Annesi de oralarda hastalanmış, ölmüş. Babam Babamın amcasının adı Hüseyin Çetinkaya. 7–8 yaşlarında yetim kalmış, amcasının yanında. Amcanzn ad? Babamn amcasnn ad Hüseyin Çetinkaya. Dedenizin kardeşi, amcanz neler anlatrd? O, 1893 doğumlu. Onu Yemene götürmüşler. Yemen’de esir düşüyor, esirlikten kaçyor, esir kampndan. Arabistan’dan gelirken, hac zamanymş, hacca da katlmş. Asker hacsyd. O anlatyordu işte, abim Çanakkale’de şehit düştü (diye). Dedem de 1890 doğumluymuş. 322 Dedemizin künyesi gelmiş, şehit olduğu haberini almşlar. Künyesi gelince de, babama aylk bağlyorlar. Bir tekmiş zaten, tek babasn. Yunan gelince, buralar basnca K a ş gkalmş. a r ’ d a n E Hiç n d ü l übilmiyor s’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ İPEK YOLU 28-30kalmş, NİSAN 2011 / BURSA dağa kaçmşlar. Annesi de SEMPOZYUMLARI oralarda hastalanmş, ölmüş. Babam 7–8MEDENİYETLERİ yaşlarnda yetim 2011 / Bursa Şehrengizi amcasnn yannda. Ad Soyad : İbrahim Taylar Doğum Yeri : Barçn / Yenişehir Mesleği : Çiftçi Görüşme Tarihi ve Yeri : 26 Haziran 2007 / Yenişehir Çanakkale şehidinizi tanıtır mısınız? Çanakkale şehidinizi tantr msnz? çıkmadı. Orada şehit oldu. Köyümüz 170 hane. Köyümüzün böyle meydanına Şehitlere ilişkin köyün yaşlıları tarafından anlavarmış, bütün köylüyü toplamışlar. Ama bir takım tılanlar varvarmş, mıydı? bütün köylüyü toplamşlar. Köyümüz 170 hane. Köyümüzün böyle meydanna da asker var, benim dediklerim tamamen ihtiyat, 35 yaşını geçikler. üç kardeşmiş, Ab-tamamen Köyümüzden 70 yaşn kişi gitmiş, ama genç, ihtiAma bir takm daNeyse asker dedem var, benim dediklerim ihtiyat, 35 geçikler. Neyseama dedem dullah, Recep, Ömer’i toplamışlar. Bu arada amcam yat, toplam hesabı. Köyde hiç erkek kalmamış. varmış 17 – 18Abdullah, yaşlarında,Recep, amcamÖmer’i da dedemgilin şöyle amcam bir şeyvarmş olmuş,17 amcamla giden bir üç kardeşmiş, toplamşlar.Hatta Bu arada – 18 yaşlarnda, yanına sokulmuş. Dedeme sormuşlar “Bu kim?”, “O kişi geri geldi, 1316’lı Bodurların Ali Tiryaki. O da benim oğlum” demiş. O yanna zaman sokulmuş. Abdullah dedeme, köyde öldü, dışında da gelen olmadı. Amamcam da dedemgilin Dedeme sormuşlar “BuO’nun kim?”, “O benim oğlum” demiş. “Sen kal, oğlunu götürelim” demişler. Amcam gidicam onunla gidiyor. Amcamgilleri toplamışlar, yor, orada Abdullah şehit kalıyor. Çanakkale’de bir yerde Amcamın şarapnel O zaman dedeme, “Sen kal, oğlunu götürelim” demişler. Amcam gidiyor, orada parçaşehit sıyla öldüğünü gördü o. Beraberlerdi zaten. Amcanızın ismi? kalyor. Ali Tiryaki ne anlatıyordu? Abdullah oğlu İbrahim. Amcanzn ismi? Gitmişler. Çanakkale’de erzak dağıtıyorlarmış her Abdullah dedenizi götürmüyorlar, oğlunu mu halde. O zaman asker nerede şimdiki gibi bilmem Abdullah oğlu İbrahim. götürüyorlar? neyi bulacak. Ekmek dağıtıyorlarmış, tayın. Bu tayın dağıtanlarının birisi de Ermeniymiş. Bizim asAbdullah dedenizi mu götürüyorlar? Oğlunu götürüyorlar, amcamıgötürmüyorlar, götürüyorlar. oğlunukerler ekmekleri kaparlarmış, bizim asker aç tabi. Bunu da çekerlermiş, “Bak bak Türklere. Açlıktan Oğlunu götürüyorlar, Abdullah’ın kardeşi Receb’i? amcam götürüyorlar.. neler yapıyor” hesabıyla. Bunu orada gören İbrahim amcam hazmedememiş, çekenle tartışmış. Abdullah’n kardeşi Receb’i? O orada şehit kalıyor. Hatta yaralıymış, çadırlı hasGörüntüyü çeken ermeni amcamı subaya şikatanede şehit oluyor. yet ediyor. Çağırıyorlar amcamı. “Sen ne yaptın bu O orada şehit kalyor. Hatta yaralymş, çadrl hastanede oluyor.anlatıveriyor subaya, adama” diyorlar.şehit Amcamda Şehit kaldığını nasıl haber alıyorlar? komutanım bu bize ekmek veriyor, biri kameraŞehit kaldğn nasl haber alyorlar? ya çekiyor. Bak bak Türkler açtır, Türklerin çilesini Zaten biz bilmiyorduk bu işleri. Bizim köyümüzgösteriyor orada. Ondan sonra, çekim yapanı çaden kaç kişi gitmiş, yalnız bize kağıt geldi. Bize, ğırıp, uyarıyorlar. Amcam güzel konuşuyor, doğru Yenişehir’in Barçın köyünden Hacı Hasanoğullakonuşuyor. “Türkler açtır diye” sağda solda göstererı derler. “Hacı Hasanoğullarından İbrahim oğlu cekler, duyuracaklar diye, amcam sabredememiş. Recep”. “Tamam, bizim sülaleden. Benim dedemin 9 kardeşi o” dedim. Oradan çıktı bu işler. Orada şehit olmuş ama nerede şehit olmuş, nerede kalmış, nasıl gitmiş, bilmiyoruz. Hatta İbrahim amcamı belediyede yazdırdım ben, ama her halde kayıtlarda 323 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Ad Soyad : Mehmet Günay Doğum Yeri : Fethiye / Yenişehir Mesleği : Çiftçi Görüşme Tarihi ve Yeri : 26 Haziran 2007 / Yenişehir Çanakkale şehidinizi tanıtır mısınız? Çanakkale şehidinizi tantr msnz? Bize babanızı anlatır mısınız? Şehit olan benim babamın ağabeyi, Hacı Ali oğlu Babamın adı Mehmet, benim adım da Mehmet. Hüseyin. Şehit Benimolan amcam oluyor. Babam, “geç saatlerde birinci takım girdi, beş kişi benim babamn ağabeyi, Hac Ali oğlu Hüseyin. Benim amcam oluyor. kalmış, ikinci takım girdi üç kişi kalmış, dördüncü Onun hakkında bilgi verebilir takım giriyor, yer atışından, bilmem kaç kaldı. AraOnun hakknda bilgimisiz? verebilir misiz? da bir mola verildi, o arada çemberi yırttık. Sonra Babamdan annemden duydum.duydum. Dedem bunları iki taneayrmş, mi üç tane mi süngüyle istikam boşalttık, Babamdan annemden Dedem bunlar benim oturduğum ev babama ayırmış, benim oturduğum ev babama kalmış. Bir düşman tarafından” derdi. “Arada bir mola oldu, arsa alıp Bir bir ev yaptırıyorlar orada. Sıva yaptıracakdinleniyoruz öyle birçamurdan. ayın ışığı ki,Rahmetli iğne atsanamcam yere gökalmş. arsa alp bir ev yaptryorlar orada. Sva yaptracaklar lar çamurdan. Rahmetli amcam çamur yapıyor, o zükecek” derdi. gün biryapyor, asker kâğıdı Çekipkâğd çamurdan çamur o günbuna. bir asker buna.ayakÇekip çamurdan ayaklarn, gidiş var geliş yok, orada larını, gidiş var geliş yok, orada kalıyor. Babam da Şöyle karşılarından bir insan geçer gibi olmuş. onunla beraber, babam Fransızlara düşüyor, Onu esir fark düşüyor, ediyorlar. amcam Kumandanları içlerinden bir kalyor. Babam da onunla beraber,esir babam Franszlara orada şehit kalyor. amcam orada şehit kalıyor. Amcam postaymış, tane çıkarmış, gözcü derlermiş bunlara, “Oğlum git ama alayda, ama tugayda, ama taburda postay- ama şu yeri bir gör.postaymş. Filan yerler Orada düşmanpostadan tarafı mı,karş bizim Amcam postaymş, ama alayda, ama tugayda, taburda mış. Orada postadan karşı yakaya bir evrak gö- taraf mı?” Bu fazla oyalanmadan gidiyor ve dönütürürken mermi parçası tesadüf etmiş, orada kan yor. Komutan saatine (bakarak) “geriden takviye yakaya bir evrak götürürken mermi parças tesadüf etmiş, orada kan içinde kalmş, bu kadar. içinde kalmış, bu kadar. gelecek” dediği yerde, çembere almışlar babamları. O kopiller, içlerinde her halde Türkçe bilen var, Şehit Amcanzdan geride kalanlar hayatlarn nasl sürdürmüşler? Şehit Amcanızdan geride kalanlar hayatlarını “Atın bakalım silahlarınızı” dedi. “Kaldırdık kollarınasıl sürdürmüşler? mızı. Eğer ki geriden zabitleri gelmeseydi, o kopiller Amcamn erkek evlad yokmuş, bir kz çocuğu varmş.derdi. Bu kz çocuğu da erişip,Fransız’a. kocaya bizi kıydıydı” Bunları götürmüşler Amcamın erkek evladı yokmuş, bir kız çocuğu var- Fransız’da en evvel kılıç altından geçirmişler bagitmiş, çoluk çocuğu olmuyor. kz da Kocaman ölüyor. Her eşi de ne ondan mış. Bu ama kız çocuğu da erişip, kocaya Ondan gitmiş, sonra ama amcamn bamları, esirleri. bir halde kışla varmış, kapı, çoluk çocuğu olmuyor. Ondan sonra amcamın kızı ne pencere. Ondan sonra tıkıyorlar oraya. Dörtönce mi öldü, onu önce bilemeyeceğim. hiç. Amcamdan da ölüyor. Her sonra halde m eşi öldü, de ondan mi öldü, Ailece beş günde neölmüş, ekmek,kalmamşlar ne su. sonra mı öldü, onu bilemeyeceğim. Ailece de ölbir eser yok. Biz amcamn kardeşibirMehmet’in çocuklaryz. Alçaktaymış koğuşları, o arada, yukardan aşağı müş, kalmamışlar hiç. Amcamdan eser yok. Biz Fransızlardan olacak herhalde, biri geliyormuş, amcamın kardeşi Mehmet’in çocuklarıyız. Babanz amcanzla cepheye ayn zamanda“Esirler m gitmiş? af oldunuz, af oldunuz” diye müjde yapBabanız amcanızla cepheye aynı zamanda mı maktaymış. Uzun süre Fransız’larda esir kalmış BirinciRahmetli Dünya savaşnda. Babam esir ocak gidiyor gitmiş? Ayn zamanda, beraber gidiyorlar, 1915’te,babam. babam geliyor buraya, dağılmış, ne karı kalmış ne koru kalmış, evine doğru Fransz’a, amcam oradagidiyorlar, şehit kalyor. Aynı zamanda, beraber 1915’te, Birin- bile gitmiyor. ci Dünya savaşında. Babam esir gidiyor Fransız’a, amcam orada şehit kalıyor. 11 324 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Ad Soyad : Münir Ertan Doğum Tarihi ve Yeri : 1934 Alayl / Yenişehir Mesleği : Çiftçi Görüşme Tarihi ve Yeri : 26 Haziran 2007 / Yenişehir Çanakkale şehidinizi tanıtır mısınız? Çanakkale şehidinizi tantr msnz? Şehit olduğunu nasıl haber almışlar? Babamın babası dedem Hacı Hasan oğlu Meh- Bir yaşlı adam varmış köyde, Alaylı’da Ahmet ÇaBabamn babas dedem Hac Hasan oğlu Mehmet. met. vuş, haber getiriyor. Onlar iki kardeş, harpteymişler. Harp ederken, hücum ederken, (kardeşinin) Onun hakknda bilgimisiz? verebilir misiz? Onun hakkında bilgi verebilir bölüğü şehit olunca, kardeşinin ayağında siyah çoraplar varmış, üstünden atlarken, bir bakmış siyaşındaymış. Şehit oğluyum diyordu. diyordu. yah çoraplar, “Aaa!oğlum Bu benim kardeşim” demiş. Babam 14 Babam 14 yaşndaymş. Şehit oğluyum Ama bak dedeniz Çanakkale’de Ama bak oğlum dedeniz Çanakkale’de şehit düştü, şöyle düştü, oldu, böyle demedi. Geride kalanlar şehit şöyleoldu oldu, böyle Babaannemin oldu demedi. yaBabaannemin yanndahayatlarını da durdumnasıl ben.sürdürmüşler? Oğlu vard, nında da durdum ben. Oğlu vardı, oğlunun yanına gitti İstanbul’a. böyle bir şey sormadık ki. bir Çokşey sefalet çekmişler. Babam olsun, halam olsun. oğlunun yannaOrada gitti da İstanbul’a. Orada da böyle sormadk ki. Anlatmadlar bana. Ben Anlatmadılar bana. Ben elden (başkasından) duy- Evet malları çokmuş, fakat çok mal bir şey getirdum, yani, büyüklerden. elden (başkasndan) duydum, yani, büyüklerden. memiş. Amcam okumuş, elektrik mühendisi çıkmış. İstanbul’a yerleşti. Babam köyde kalmış. Biz Dedem oDedem zaman zenginmiş, iki-üç sefer bedel altı kardeşiz, üç oğlan, kız. esas, hakknz o zaman zenginmiş, iki-üçversefer de bedel vermiş, “abla bu üç sefer miş, “abla bu sefer esas, hakkınızı helal edin” demiş. Bir daha işte,demiş. oralarda Babaanneme helal edin” Birkalıyor. daha işte, oralarda aylık kalyor. Babaanneme aylk çkarmak için araştrma çıkarmak için araştırma yapılıyor, ama hiçbir yerden bir şeyama çıkaramadılar. Köye böyle birçkaramadlar. küçük kayaplyor, hiçbir yerden bir şey Köye böyle bir küçük kağt geldi, muhtara ğıt geldi, muhtara vermişler, “Mehmet oğlu Hacıhasan” yazıyor.“Mehmet Ben o kadarını biliyorum, buyazyor. benim Ben o kadarn biliyorum, bu benim dedem, vermişler, oğlu Hachasan” dedem, babamın babası, bu da dedemin babası oluyor Hacıhasan. kaymakamlıkta babamn babas, Bunları bu da burada dedemin babas oluyor Hachasan. Bunlar burada kaymakamlkta “Hacıhasan oğlu Mehmet” diye düzelttim. Hatta bir torunu daha var; büyük oğlunun oğlu Hüseyin. O “Hachasan oğlu Mehmet” diye düzelttim. Hatta bir torunu daha var; büyük oğlunun oğlu da şehit, ama o bulunmadı, listeleri çok araştırmadılar. Hüseyin. O da şehit, ama o bulunmad, listeleri çok araştrmadlar. Dedeniz Çanakkale’ye gittiğinde kaç yaşındaydı? Dedeniz Çanakkale’ye gittiğinde kaç yaşndayd? Doğum tarihi 1306(1890). Dedem gittiğinde baDoğum tarihi 1306(1890). Dedem gittiğinde babam 14 yaşndayd. Üç kardeştiler. Üçü bam 14 yaşındaydı. Üç kardeştiler. Üçü de öldü şimdi. Biri 1326 doğumlu, o okula gidiyormuş gade öldü 1326 doğumlu, okula gidiyormuş galiba. Ona, “senin baban öldü” demişler. liba. Ona,şimdi. “seninBiri baban öldü” demişler.o Halamla babam köyde, bir de babaannem. Sonra dedemden aylık çıkarmaya uğraşıyorlar, ama bir türlü çıkaramamışlar. 13 325 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI Bursa’da Zaman 2011 / Bursa Şehrengizi Bursa'da eski bir cami avlusu, Küçük sadirvanda şakırdayan su. Orhan zamanından kalma bir duvar... Onunla bir yasta ihtiyar çınar Eliyor dört yana sakin bir günü. Bir rüyadan arta kalmanın hüznü İçinde gülüyor bana derinden. Yüzlerce çesmenin serinliğinden Ovanın yeşili göğün mavisi Ve mimarilerin en ilahisi. Bir zafer müjdesi burda her isim: Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim Yaşiyor sihrini geçmis zamanın Hala bu taşlarda gülen rüyanin Güvercin bakışlı sesszilik bile Çinliyor bir sonsuz devam vehmiyle. Gümüşlü bir fecrin zafer aynası, Muradiye, sabrın acı meyvası, Ömrünün timsali beyaz Nilüfer, Türbeler, camileri eski bahçeler, Şanlı hikayesi binlerce erin Sesi nabzim olmuş hengamelerin Nakleder yadini gelen geçene. Bu hayalde uyur Bursa her gece, 326 Kaşgar’dan Endülüs’e TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA 2011 / Bursa Şehrengizi Her şafak onunla uyanır, güler Gümüş aydınlıkta serviler, güller Serin hülyasıyla çesmelerinin. Başındayım sanki bir mucizenin, Su sesi ve kanat şakırtısından Billur bir avize Bursa'da zaman, Yeşil Türbesini gezdik dün akşam, Duyduk Bir musikî gibi zamandan Çinilere sinmiş Kur'an sesini. Fetih günlerinin saf nesesini Aydınlanmış buldum tebessümünle. İsterdim bu eski yerde seninle Başbaşa uyumak son uykumuzu, Bu hayal içinde... ve ufkumuzu Çepçevre kaplasın bu ziya, bu renk, Havayı dolduran uhrevi ahenk. Bir ilah uykusu olur elbette Ölüm bu tılsımlı ebediyette Belki de rüyası büyük cetlerin, Beyaz bahçesinde su seslerinin. Ahmet Hamdi Tanpınar 327 Kaşgar’dan Endülüs’e İPEK YOLU MEDENİYETLERİ 28-30 NİSAN 2011 / BURSA TÜRK - İSLÂM ŞEHİRLERİ SEMPOZYUMLARI 2011 / Bursa Şehrengizi Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye Vasiyeti Ey Oğul! Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana.. Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana.. ... Oğul! Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin.. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!.. Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır. İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir... Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir. Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler. ... Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da! Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin. Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!.. Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez. Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın. 328 Allah Yardımcın Olsun...