Psikoterapide Bütünleşme Dergisi
Transkript
Psikoterapide Bütünleşme Dergisi
Psikoterapide Bütünleşme Dergisi www.apa.org/pubs/journals/int http://yayin.psikoterapi.com/psikoterapi-enstitusu-yayinlari/sureli-yayinlar 23. Cilt, 3. Sayı Eylül 2013 ©2013 American Psychological Association İÇİNDEKİLER Psikolojik Hassasiyet: Bütüncül Bir Yaklaşım Randy P. Auerbach ..........................................................................................................5 İntihara Meyilli Davranışın Değerlendirilmesi ve Yönetilmesine Deneysel Bir Yaklaşım Jessica D. Ribeiro, Lindsay P. Bodell, Jennifer L. Hames, Christopher R. Hagan ve Thomas E. Joiner ................................................................... 8 Depresyona Bilişsel Hassasiyet Modellerinin Altında Yatan Davranışçı ve Sinirsel Mekanizmalar Randy P. Auerbach, Christian A. Webb, Casey K. Gardiner, ve Pia Pechtel .............28 Eleştiri Ekseni Modeli (EEM): Ergenlikte Psikopatoloji Oluşumuna Hassasiyet Yaratan Kişi-Bağlam Alışverişleri GolanShahar, Christopher C. Henrich ......................................................................... 47 Fonksiyonel Somatik Bozukluklara Hassasiyet: Çağdaş Bir Psikodinamik Yaklaşım Patrick Luyten, Boudewijn Van Houdenhove Alessandra Lemma, Mary Target and Peter Fonagy .................................................. 64 Ruhsal Gelişim ve Hassasiyet Üzerine: Birleştirici İlke Olarak Temel Psikolojik İhtiyaçların Karşılanıp Karşılanmaması Maarten Vansteenkiste, Richard M. Ryan ................................................................... 81 Psikolojik Hassasiyet: Bütüncül Bir Yaklaşım Courtney Beard ve Thröstur Björgvinsson ................................................................. 106 Terapi İttifakı Araştırmacılarının İttifak Merkezli Eğitim Uygulamalarına dair Bakış Açıları ............................110 Michael J. Constantino, Nicholas R. Morrison, Gregory MacEwan, James F. Boswell ........................................................................... 110 Şizofrenide Bilişsel İyileştirme İçin Kişiselleştirilmiş, Günlük Hayat Odaklı ve Bütüncül Bir Yaklaşım İhtiyacı Frank Larøi, Martial Van der Linden ........................................................................... 118 “Sezmesi Kolay, Tanımlaması Zor”: Sözsüz İletişimde Karizmanın Etkisi ve Psikoterapist Frederick J. Heide ..........................................................................................................139 Psikoterapinin Etkililiğinin Tanınması Amerikan Psikoloji Birliği............................................................................................ 160 SUNUŞ Yüz yılı aşkın süredir psikoterapi yoğun bir şekilde bilimin gündemindedir. Yüz yıllık psikoterapi tarihinde 400’e yakın teknik yaklaşımın birtakım ruhsal rahatsızlıkların tedavisinde kullanıldığına dair kanıtlar mevcuttur. Belirli kaynaklardan beslendiğini düşündüğümüz bu terapötik yaklaşım tarzlarının her biri diğerinden daha üstün ve etkili olduğu iddiasıyla ortaya çıkmakta, bir nevi terapiler savaşı diyebileceğimiz bir alan yaratmaktadır. Bir grup bilim adamı, 30 yıl kadar önce, Amerikan Psikoloji Birliği’nin (APA) altında psikoterapilerin bütünleşmesine yönelik araştırmalara odaklanmak üzere bir oluşum gerçekleştirdiler. APA’ya bağlı olarak kurulan Psikoterapide Bütünleşme Araştırmaları Derneği (SEPI) tarafından çıkarılan elinizdeki bu dergi 30 yıla yakın geçmişiyle psikoterapilerde etkin olan faktörlerin kanıta dayalı bir şekilde ortaya çıkarılması, çok sayıda psikoterapi ekolünün özünde yatan ortak faktörlerin bilimsel gerçeklere dayanarak bulunmasına yönelik bir gayretin temsilidir. Biz de Türkiye’de Psikoterapi Enstitüsü olarak farklı farklı psikoterapi ekollerinin birbirleriyle terapi savaşı yapması yerine insana yararlı olan yönlerinin bilimsel kanıtlarla ortaya konması ve etkililiğin anlaşılması ve bununla ilgili karşılaştırmalı çalışmaların yapılması yönünde adımları teşvik etmek amacıyla Türkiye’deki bilim ve psikoterapi dünyasını bilgilendirmek istedik. Bu konuda en güzel bilimsel köprünün SEPI dergisinin Türkçeye kazandırılması olduğunu düşündük. Amerikan Psikoloji Birliği’yle zaman içinde kurmuş olduğumuz işbirliğine dayalı ilişkiler, bu bilimsel yayının Türkiye’de Psikoterapi Enstitüsü bünyesinde yayımlanmasını sağlarken, bu süreçte aynı oluşum içinde yer alan değerli bilim adamlarımızı atölye çalışmaları ve uzun süreli eğitimlerle enstitümüzde misafir etme imkanına sahip olduk. Onlarla kurduğumuz yakın temaslar çerçevesinde, SEPI dergisinin editörler kurulunda görev alan bu değerli bilim adamlarının çalışmaları bizlere ışık tuttu. Amerikan Psikoloji Birliği ile kurmuş olduğunuz ilişkileri daha da sıkılaştırmak, psikoterapi ağırlıklı süreli ve kalıcı yayınları Türkçe’ye kazandırılması konusunda yaptığımız girişimleri içtenlikle teşvik eden, SEPI ve APA yönetim kurullarındaki müzakereler esnasında daha önce denenmemiş olan bu projenin ha- yat bulmasına destek veren sayın Golan Shahar, Kenneth Levy ve George Stricker’a teşekkürlerimizi ifade etmek isterim. Hem Psikoterapi Enstitüsü Derneği hem de Psikoterapi Enstitüsü Ltd. Şti. ile yapılan karşılıklı anlaşmalar sonucunda elinize ulaşan bu derginin 2013 yılının 3. sayısında, standart makalelere ek olarak Psikolojik Hassasiyete Bütüncül Yaklaşım konulu özel sayıya ait yedi makale ve Amerikan Psikoloji Birliğinin psikoterapinin etkililiği üzerine almış olduğu 2012 tarihli Tavsiye Kararı’nı bulabilirsiniz. Bu derginin hazırlanmasında emeği geçen, aracılık eden tüm personelime ve çalışma arkadaşlarıma teşekkür ediyor ve sizden bu konudaki desteklerinizi bekliyoruz. Dileğimiz, psikoterapide gelinen son noktayı yakından takip edebilmek adına dünyayla bağlarımızı güçlendirmek açısından diğer süreli yayınların tıpkıbasımlarının da Türkiye’ye taşınmasıdır. Saygılarımla, Tahir ÖZAKKAŞ Psikoterapi Enstitüsü Başkanı GİRİŞ Psikolojik Hassasiyet: Bütüncül Bir Yaklaşım Randy P. Auerbach Harvard Medical School – McLean Hospital “Bir araya gelmek başlangıçtır. Birlikte kalmak ilerlemedir. Birlikte çalışmaksa başarıdır.” —Henry Ford P 1 sikoloji, karmaşık olguların ayıklanması için bütüncül bir yaklaşımı gerektirir. Aynı zamanda, araştırmacılar ve klinisyenler ilgilendikleri konuya gömüldükçe kuramsal çerçevenin derinliklerine dalıp kendilerini rakip yaklaşım ve fikirlerden uzaklaştırmak gibi doğal bir eğilim içine girerler. Yapacağımız bu işler genelde akıl hocalarımızın klinik ve araştırma alanlarında peşinden gittiği uğraşların bir uzantısı olup bizim doğal açımlama ve keşif yolumuz deneysel olan ötekini göz ardı etmeye yönelik değildir. Aksine, elle tutulur bir hevesle bir sonraki mantıklı soruyu yanıtlama arayışına gireriz – gözümüz hep o mantıksal ufuk çizgisinin ötesine düşen sorudadır. * Randy P. Auerbach, Department of Psychiatry, Harvard Medical School – McLean Hospital. Bu makaleye ilişkin yazışmalar için: Randy P. Auerbach, Center for Depression, Anxietyand Stress Research, Child and Adolescent Mood DisordersLaboratory, 115 Mill Street, deMarneffe, Room 240, Belmont, MA 02478. E-mail: [email protected] Bugün klinisyenler ve araştırmacılar benzer bir ara vermiş durumdalar ki bu gebe aralıkta camia odağını değiştirmiştir. Psikoterapi yaklaşımları dinamik, Doğulu ve bilişsel gelenekleri kaynaştırarak klinisyenlerin karmaşık Eksen I ve II psikopatolojilerini daha etkili biçimde tedavi etmesine olanak tanımaktadır. Klinik psikoloji ile duygulanım nörobilimi arasında köprü kuran araştırmalar akıl hastalıklarının altında yatan önemli mekanizmaları saptamaktadır. Psikolojik Hassasiyet: Bütüncül Bir Yaklaşım konulu bu özel sayıda, her bir makale, temel klinik ve araştırma sorularını bütüncül mercekten görmenin içkin değerini vurgulamakta, ayrıca ileriki bütüncül araştırmalar için atılacak adımların ana hatlarını çizmektedir. Bu özel sayıda gözden geçirilen nedenbilimsel ve tedaviye ilişkin araştırmalar bilişsel davranışçı, psikodinamik, kişilerarası-sistemik, öz-belirlenim ve nörobiyolojik yaklaşımları kapsamakta- 6 GİRİŞ dır. Her bir makalenin ve yazarların kendilerinin içsel bir kuramsal eğilimi olmakla birlikte yöntemsel, deneysel ve kuramsal araştırmalar arasında bütünleşmenin faydası ve gerekliliği vurgulanmaktadır. İlk üç makalede depresyonla ilişkili psikopatoloji ve intihar eğiliminin ortaya çıkışı, değerlendirilmesi ve tedavisi üzerine elde edilen bulgular ayrıntılarıyla anlatılmaktadır. Öncelikle Ribeiro, Bodell, Hames, Hagan ve Joiner (2013) intihara ilişkin kişilerarası teorileri ortaya koyarlar. Hakim intihar teorilerini ustalıkla gözden geçiren yazarlar, sosyal geri çekilme ve aşırı uyarılma gibi mekanizmaların intihar eğiliminin daha doğru değerlendirilmesi, yönetilmesi ve potansiyel olarak tedavi edilmesiyle ilişkili olabilmesi bakımından rolünü vurgulamaktadır. İkinci olarak Auerbach, Webb, Gardiner ve Pechtel (2013) ergen depresyonunun ortaya çıkışına ilişkin önde gelen üç modele dayanak oluşturan nörobiyolojik mekanizmaları ortaya döker; bu modeller: (a) Beck’in (1967, 1983) bilişsel teorisi, (b) depresyonda umutsuzluk teorisi (Abramson, Metalsky & Alloy, 1989), (c) tepki tarzları teorisidir (Nolen-Hoeksema, 1991). Bu modeller, bütün olarak, depresif semptomların ortaya çıkması ve sürmesiyle ilgili önemli içgörü sağlamış, giderek artan araştırmalar da anahtar nöral bağlantılara işaret etmiştir. Son olarak Shahar ve Henrich (2013) sundukları “eleştiri ekseni” modeli içinde kendini eleştirmeyle ilişkili hassasiyet ve eleştirel olarak dışa vurulan duygunun bütünleştirici rolünü anlatmaktadırlar. Geçmişteki araştırmaları açımlayan modelde, bu hassasiyet etkenlerinin özkimliği, ilişkileri ve toplumsal sistemleri nasıl şekillendirdiği ele almakta ve daha da önemlisi ergenlere göre düzenlenmiş önleme ve müdahale hizmetlerinin gelecekteki yol haritasını sunmaktadır. Makaleler, bir bütün olarak, hakim depresyon ve intihar teorilerini kaynaştırmakta ve çeşitli kuramsal yaklaşımları bütünleştirerek gelecekteki doğrultular için net bir çerçeve kurmaktadır. Son iki makalede Luyten, Van Houdenhove, Lemma, Target, Fonagy (2013) ve Vansteenkiste, Ryan (2013) sırasıyla işlevsel somatik bozukluklar ve özbelirlenim teorisini kapsamlı şekilde gözden geçirmektedirler. İlkinde, işlevsel somatik bozuklukların son derece ayrışık olması değerlendirme ve tedavi sürecinde engel teşkil etmektedir. Luyten ve meslektaşları, bağışıklık ve acı düzenleme sistemlerinden etkilenen duygulanım tepkileri ve stresin daha iyi yönetilmesi için zihinselleştirmenin kullanılabileceğini önermektedirler. Strese verilen tepkide güvensiz ikincil bağlanma stratejilerinin etkisini vurgulayan güncel literatüre dayanarak yeni bir kısa psikodinamik müdahale önerilmektedir. Sonraki makalede ise, Vansteenkiste ve Ryan ihtiyaçların, desteklendiği bir ortamda bulunmanın ve kişinin ihtiyaçlarının karşılanmasının ruh sağlığını ve gelişimi olumlu yönde etkilemesi üzerine karmaşık bir literatürü gözden geçirmektedir. Ayrıca makalede ihtiyaçların karşılanmaması, engellenmesi, ihtiyaçların yerini alacak şeylerin arayışına girme ve 7 AUERBACH uyumsuz işlevsellik arasındaki ilişkiler de ele alınmaktadır. Yazarlar, bu bulgular temelinde, dayanıklılığı artırmak için özerk özdüzenlemenin ve farkındalığın teşvik edilmesinin önemine dikkati çekmektedir. Özetle, özel sayıyı oluşturan makale seçkisi, karmaşık psikososyal, davranışsal ve nörobiyolojik nedenbilimsel mekanizmaları ortaya dökmek için bütüncül yaklaşımlar geliştirilmesi gerektiğine ilişkin kanıtlar sunmaktadır. Bütünleşmenin ilerlemesi; işbirliğine dayalı girişimler, çok çeşitli yöntemler ve pek çok kuramsal çerçevede yansımasını bulacaktır. Şüphesiz, bu girişimlerin karşılığında çığır açan buluşlar ortaya çıkacak, bunlar da nihayetinde ruhsal bozuklukların daha erken saptanmasına ve daha etkili şekilde tedavi edilmesine yol açacaktır. This material originally appeared in English as Psychological Vulnerability: An Integrative Approach?. Journal of Psychotherapy Integration, Vol. 23, No. 3, 205–206 1053-0479/13/$12.00 DOI: 10.1037/a0031449. Copyright ©2013 by the American Psychological Association (APA). Translated and reproduced with permission. The American Psychological Association is not responsible for the accuracy of this translation. This translation cannot be reproduced or distributed further without prior written permission from the APA. Kaynaklar Abramson, L., Metalsky, G. I., & Alloy, L. B. (1989).Hopelessness depression: A theorybased subtypeof depression. Psychological Review, 96, 358–372. Auerbach, R. P., Webb, C. A., Gardiner, C. K., &Pechtel, P. (2013). Behavioral and neural mechanismsunderlying cognitive vulnerability models ofdepression. Manuscript submitted for publication. Beck, A. T. (1967). Depression: Clinical, experimental, and theoretical Aspects. New York, NY:Harper & Row. Beck, A. T. (1983). Cognitive therapy of depression:New perspectives. In P. J. Clayton & J. E. Barrett(Eds.), Treatment of depression: Old controversiesand new approaches (pp. 265– 290). New York, NY: Raven. Luyten, P., Van Houdenhove, B., Lemma, A., Target, M., & Fonagy, P. (2013). Vulnerability for functionalsomatic disorders: A contemporary psychodynamicapproach. Manuscript in preparation. Nolen-Hoeksema, S. (1991). Responses to depressionand their effects on the duration of depressiveepisodes. Journal of Abnormal Psychology, 100, 569–582. Ribeiro, J. D., Bodell, L. P., Hames, J. L., Hagan, C. R., & Joiner, T. E. (2013). An empirically-basedapproach to the assessment and management ofsuicidal behaviors. Manuscript submitted for publication. Shahar, G., & Henrich, C. C. (2013). Axis of CriticismModel (ACRIM): An integrative conceptualizationof person-context exchanges in vulnerabilityto adolescent psychopathology. Manuscriptsubmitted for publication. Vansteenkiste, M., & Ryan, R. M. (2013). On psychologicalgrowth and vulnerability: Basic psychologicalneed satisfaction and need frustrationas a unifying principle. Manuscript in preparation. İntihara Meyilli Davranışın Değerlendirilmesi ve Yönetilmesine Deneysel Bir Yaklaşım Jessica D. Ribeiro, Lindsay P. Bodell, Jennifer L. Hames, Christopher R. Hagan ve Thomas E. Joiner Florida State University Riskin doğru değerlendirilmesi ve yönetilmesi intihara meyilli davranışı önlemede hayati önem taşır. Bu makalede, intihara ilişkin kişilerarası teori (T. E. Joiner, 2005, Why people die by suicide, Cambridge, MA: Harvard University Press; K. A. Van Orden, ve diğ., 2010, The interpersonal theory of suicide, Psychological Review, 117, 575–600) intihar riskini değerlendirme ve refakatçiyi yönetme stratejilerinin hedeflerini kavramsallaştırmada ana zemin olarak kullanılmaktadır. Bu teori ve bunu güçlendiren deneysel kanıtlar hakkında genel bilgi vermenin yanı sıra, bu teorinin ilkeleri intihara meyilli davranışla ilgili diğer üç önemli teoriyle kıyaslanarak tartışılmaktadır. Deneysel yaklaşımların ortak özelliklerine ve kendilerine özgü güçlü taraflarına dikkat çekilmektedir. Bunun ardından, muhtemel intihara meyilli davranışın önemli risk faktörleri tartışılmakta ve mevcut deneysel perspektiflerle olası bağlantılar öne çıkarılmaktadır. Özellikle, belirgin sosyal geri çekilmenin ve aşırı uyarılmanın temel göstergelerinin (yani gerginlik, kabuslar ve uykusuzluk) belirtileri incelenmektedir. Deneysel zemine dayanan uygun değerlendirme ve müdahale stratejileri önerilmekte ve son olarak gelecekteki araştırmalar için yol gösterilmektedir. Anahtar sözcükler: intihar, risk değerlendirmesi, intihara ilişkin kişilerarası teori, intihara meyilli davranış, intihar düşüncesi * ntihar önlenebilir ölümlerin başlıca nedenlerinden biri olup her yıl tüm dünyada yaklaşık bir milyon ölüm vakasına sebep olmaktadır (Nock ve diğ., 2008). İntihar teşebbüslerinin çoğu ölümle sonuçlanmamakla beraber, öldü- İ Bu makale ilk kez 11 Mart 2013 tarihinde çevrimiçi yayınlandı. Jessica D. Ribeiro, Lindsay P. Bodell, Jennifer L. Hames, Christopher R. Hagan, ve Thomas E. Joiner, Psikoloji Bölümü, Florida Eyalet Üniversitesi. Bu makale ile ilgili yazışmalar için adres: Jessica D. Ribeiro, Department of Psychology, Florida State University, 1107 West Call Street, Tallahassee, FL 323064301. E-mail: [email protected] * rücü olmayan teşebbüsler intihara bağlı nihai ölümlerin en güçlü öncülleri arasındadır (Goldstein, Black, Nasrallah & Winokur, 1991; Joiner ve diğ., 2003) ve ağır fiziksel yaralanmaların yanı sıra psikolojik sıkıntıya yol açan başlı başına bir risk kaynağıdır. Bu nedenle, intihara meyilli davranışı (yani, intihar sonucu ölüm ve öldürücü olmayan intihar teşebbüsleri) önlemek ve buna müdahale etmek için etkili stratejilerin gerekli olduğu açıktır. İntihar riskinin doğru değerlendirilmesi ve ardından da doğru RIBEIRO, BODELL, HAMES, HAGAN, JOINER yönetilmesi bu amaca ulaşmada çok önemlidir. Ancak intihar riskinin doğru değerlendirilmesi zor olabilir. Bu durum, kısmen, intihar teşebbüsü ya da ölüm gibi sık meydana gelmeyen bir olayın tahmin edilmesinin güçlüğünden kaynaklanır (Pokorny, 1983; Nock ve diğ., 2008). Ayrıca, kapsamı daraltarak akut ya da mutlak risklere odaklanırsak (yani kısa vadede intihara meyilli davranışta bulunma riski) doğru değerlendirme daha da zor olabilir. Riski belirlerken hem akut hem de uzak risk faktörlerinin varlığını ve şiddetini dikkate alan deneysel zemine dayalı risk değerlendirmeleri, risk altındaki bireylerin tespitini kolaylaştırılabilir. İntihar için belgelenmiş çok sayıda risk faktörü olduğu düşünülürse, risk değerlendirme tekniklerini ve buna bağlı yönetim stratejilerini yönlendirip biçimlendirmede intihara ilişkin deneysel teorileri kullanmak faydalı olabilir. Bu makalede, intihara ilişkin kişilerarası teori (Joiner, 2005; Van Orden ve diğ., 2010) intihar riskini değerlendirme ve yönetme stratejileri için hedefleri kavramsallaştırmada başlıca zemini oluşturur. Bu teori, kısaca, kişilerarası bağlamda yaşanan acı verici iki durumun, özellikle kalıcı ve değişmez gibi görüldüğünde, intihar isteğini doğuran önemli risk faktörlerini teşkil ettiğini vurgular; bu iki durumdan biri sosyal tecrit, diğeri de kendine ve başkalarına yük olunduğu şeklindeki yanlış algıdır. Bu kişilerarası haller aynı anda ve intihar etme imkanının olduğu ortamda yaşanınca (tek başına önemli bir değerlen- 9 dirme hedefidir), öldürücü olan ya da olmayan intihara meyilli davranış sergileme riski en ciddi düzeye çıkar. Kişilerarası teorinin kendine özgü güçlü yanları olmakla beraber, bu teorinin bazı özelliklerinin diğer önemli intihara meyilli davranış teorilerince de paylaşıldığını önemle belirtelim. Bu nedenle, bu makalede Kaçış Teorisi (Baumeister, 1990), Umutsuzluk Teorisi (Beck, 1986; Abramson ve diğ., 2000; Abramson, Metalsky & Alloy, 1989), ve Ruhsal Acı Teorisi adında üç başka teori de gözden geçirilecektir. Her birine ait başlıca ilkelerin ve mevcut deneysel belirtilerin özetini içeren genel bilgi temin edilmiştir. Daha sonra yakın zamanda intihara meyilli davranışın başlıca risk faktörleri ve bunların olası teorik temelleri tartışılmıştır. İntihar riskini değerlendirme ve refakatçiyi yönetme stratejileri için hedef kavramsallaştırmaya yönelik tavsiyeler verilmiştir. Son olarak da gelecekteki araştırmalar için yol gösterilmiştir. İntihara Meyilli Davranış üzerine Teoriler Kaçış Teorisi Kaçış teorisi (Baumeister, 1990) bir bireyin intihara teşebbüs etme noktasına nasıl geldiğiyle ilgili bir sosyal psikolojik teoridir. Bu teoride altı adımdan oluşan ve intihar teşebbüsüyle sonuçlanan bir nedensel zincir anlatılmaktadır. Bu teoriye göre birinci adım gerçekçi olmayan beklentiler, olumsuz bir olay yaşamak veya her ikisi nedeniyle, bireyin mevcut durumunun kendi kendine koyduğu veya başkalarının dayattığı standartların altında olduğuna inanmasıdır. Standart- 10 İNTİHAR DAVRANIŞINI DEĞERLENDİRME VE YÖNETME ların altında kalan birey kendini suçlar (kendini kötü niteliklerle tanımlar) ve bu ikinci adımdır. Üçüncüsü, standartların altında kalmaya bağlı olarak kendini gittikçe daha fazla suçlayan bireyin farkındalık düzeyi yükselir. Olumsuz durumla ilgili kendini suçlamaya daha fazla odaklanmasının sonucunda dördüncü adım olarak olumsuz duygulanım gelir. Olumsuz duygulanım o kadar iticidir ki, birey sonunda daha anlamsız ve daha az bütünleşmiş bir biliş ve bilinç durumuna geçer. Bu durum bilişsel yıkım olarak adlandırılır ve nedensel zincirin beşinci adımını oluşturur. Kaçış teorisine göre bilişsel yıkım dar ve şu ana odaklı bir zaman perspektifiyle, yakın (kısa vadeli) hedeflere yönelik eylem niteliği taşır, daha geniş kavramlar ve duygular yerine hareketlere ve duyumsamalara odaklanır. Mantıksız bilişler, kısıtlanmayan davranışlar, hissizlik ve pasiflik bilişsel yıkımın sonuçlarıdır ve nedensel zincirin altıncı adımını oluşturur. İntihar teşebbüsü kendiyle ve dünyadaki olaylarla ilgili itici hislerden kaçma çabası olarak görülür (Baumeister, 1990). Tek başına kaçış teorisinin unsurları arasındaki ilişki bir derece destek görse de, modelin tamamıyla ilgili bulgular sınırlıdır. Özellikle kendine dair farkındalığı yüksek olan ve gerçeklerden kaçma isteği taşıyan bireylerde standartların altına düşmenin intihar fikrine kapılma olasılığını arttırdığının kanıtlanması, kaçış teorisiyle tutarlıdır (Chatard & Selimbegovic, 2011). Benzer biçimde, standartların altında kalma olasılığını arttırabilen mükemmeliyetçiliğin ve yüksek standartlarda yaşamayı başaramamaya bağlı suçluluk duygusunun da intihar düşüncesinde ve teşebbüsünde rol oynadığını destekleyen bulgular vardır (Dean, Range & Groggin, 1996; Dean & Range, 1999; Seidlitz, Conwell, Duberstein, Cox & Denning, 2001). Kaçış teorisinde yer alan olumsuz duygulanım (Conner, Duberstein, Conwell, Seidlitz & Caine, 2001), somut ve şu ana odaklı biliş (örn., Neuringer & Harris, 1974; Hirsch ve diğ., 2006) ve kısıtlanmayan davranış (örn., Brodsky, Malone, Ellis, Dulit & Mann, 1997; Nock & Kessler, 2006) gibi özelliklerin de intihar düşüncesi ve davranışına yönelik risk faktörü oluşturduğu deneylerle kanıtlanmıştır. Ancak bu yapıları, kaçış teorisinde önerildiği gibi, sırayla birbirine bağlayan uzun vadeli araştırmalara hâlâ ihtiyaç vardır. İntihar Eğiliminde Umutsuzluk Teorisi İntihar eğiliminde umutsuzluk teorisine göre (Beck, 1986; Abramson ve diğ., 1989, 2000), umutsuzluk, kişiyi bilişsel düzeyde intihar düşüncesi ve davranışına karşı savunmasız bırakan anahtar unsurlardan biridir. Umutsuzluk gelecekteki olayların nedenleri, sonuçları ve kişiye etkileri hakkında olumsuz yorumlar yapma eğilimi gösteren bir bilişsel tarzı ifade eder (Beck, Brown & Steer, 1989). Daha kesin bir ifadeyle, olumsuz (ve/ya olumlu olmayan) yaşam olaylarının: 1) istikrarlı (yani kalıcı) ve evrensel (yani geniş kapsamlı) nedenlere bağlanabileceğine, 2) daha başka olumsuz sonuçlara ya da akıbetlere yol açacağına, 3) kişinin yetersiz ya da kusurlu olduğunu kanıtladığına inanılır. Bu teoriye göre, umut- RIBEIRO, BODELL, HAMES, HAGAN, JOINER suzluk burada düşünceden davranışa uzanan bir süreç içinde algılanan intihar eğiliminin yakın ve yeterli bir nedenini oluşturur (Beck ve diğ., 1989; Beck, Brown, Berchick, Stewart & Steer, 1990; Abramson ve diğ., 1998; Abramson ve diğ., 2000; Joiner & Rudd, 1995). Genel olarak, umutsuzluk intihar düşüncesinin, teşebbüslerinin ve intihara bağlı ölümün önemli bir risk faktörü olarak kabul edilmektedir. Bazı araştırmalarda umutsuzluk ile intihar düşüncesi ve girişimleri arasında ilişki olduğu tespit edilmiştir (Abramson ve diğ., 1998; Beck ve diğ., 1989, 1990; Beck, Steer, Beck & Newman, 1993). Ayrıca, umutsuzluğun depresyonun da ötesinde intihar eğilimi ile bağlantılı olduğu belirlenmiştir (Kuo, Gallo & Eaton, 2004; Wetzel, Margulies, Davis & Karam, 1980). Uzun vadeli araştırmalarda, 20 yıla varan sürelerle takip edilen klinik ve klinik olmayan örneklerde, umutsuzluğun intihar düşüncesini, teşebbüslerini ve tamamlanmış intiharı öngördüğünün tespit edilmiş olması da önemlidir (Brown, Beck, Steer & Grisham, 2000; Beck, Steer, Kovacs & Garrison, 1985; Kuo ve diğ., 2004; David Klonsky, Kotov, Bask, Rabinowitz & Bromet, 2012). Ayrıca, umutsuzluğun, klinik olmayan örneklerde görülen bilişsel risk (Abramson ve diğ., 1998) ve kara kara düşünme (Smith, Alloy & Abramson, 2006) gibi diğer risk faktörleri ile intihar eğilimi arasındaki ilişkiye de aracılık ettiği belirlenmiştir. 11 Ruhsal Acı Teorisi Shneidman (1993, 1999), intihar sonucu ölümün, bir bireyin ruhsal acı olarak ifade edilen acı verici bir psikolojik durumun yol açtığı dayanılmaz eziyetten kaçış girişimi olduğunu iddia etmektedir. Ruhsal acının psikolojik ihtiyaçlara ket vurulmasının veya bunların engellenmesinin sonucu olduğuna inanılır – bu teoriye göre buna sebep olan ihtiyaç ya da ihtiyaçlar her bireyin kendine özgüdür (Shneidman, 1993). Shneidman'a (1993, 1999) göre ruhsal acı kötüye gittikçe ve çekilen acıyı hafifletme seçenekleri azaldıkça intihar olasılığı artar. Ruhsal acı yeterince şiddetlendiğinde (birey bunun dayanılmaz olduğuna ve dinmediğine kanaat getirdiğinde), rahatsızlık artar – bu rahatsızlık hali, huzursuzluk verici bir duygusal üzüntü ve tedirginlik durumudur. Shneidman'a (1999) göre ruhsal acıyı giderme ve duygusal tedirginliği çözme baskısı kişiyi intihar davranışına götürür (1999). Yapılan araştırmalar bu modeli büyük oranda desteklese de ruhsal acı teorisini doğrudan kanıtlayan pek fazla bulgu yoktur. Ruhsal acı ile intihar düşüncesi arasında depresif semptomların ve umutsuzluğun etkilerinin ötesinde bir ilişki olduğunu gösteren tutarlı bulgular vardır. Bu bulgu lisans öğrencilerinden (Pereira, Kroner, Holden & Flamenbaum, 2010; Troister & Holden, 2010), hapishanede yatanlardan (Pereira ve diğ., 2010), evsiz insanlardan (Patterson & Holden, 2012) ve ayrıca ayakta tedavi gören yetişkin hastalarla (Berlim ve diğ., 2003) Majör Depresyon tanısıyla ya- 12 İNTİHAR DAVRANIŞINI DEĞERLENDİRME VE YÖNETME tan hastalardan (Olié, Guillaume, Jaussent, Courtet & Jollant, 2010) alınan örneklerde bildirilmiştir. İntihar teşebbüslerinde ruhsal acının rolünü inceleyen araştırmaların bulguları bu kadar kesin değildir. Ruhsal acının geçmişteki intihar teşebbüslerinin tek öncülü olabileceğini gösteren bazı işaretler olmasına rağmen (Troister & Holden, 2012), diğer araştırmalarda kişinin bildirdiği ruhsal acı ile intihar teşebbüsü geçmişi arasında anlamlı bir ilişki bulunamamıştır (Olié ve diğ., 2010). Bildiğimiz kadarıyla, bugüne kadar yapılan hiçbir araştırmada, ruhsal acı teorisi, intihara bağlı ölümün tahmin edilmesinde ruhsal acıya ek olarak rahatsızlık ve baskıyı da içerecek şekilde tümüyle ve doğrudan incelenmedi. İntihara ilişkin Kişilerarası Teori İntihara ilişkin kişilerarası teoriye göre (Joiner, 2005; Van Orden ve diğ., 2010), intihar isteğinin oluşumunda kişilerarası bağlamda ortaya çıkan iki durum söz konusudur: aidiyetin engellenmesi ve kendini yük gibi görme. Aidiyetin engellenmesi durumunda, yalnızlık duyguları ve karşılıklı olumlu ilişkilerin yokmuş gibi algılanması ya da gerçekten olmaması söz konusudur. Kendini yük gibi görmede ise, kişi başkalarına yük olduğu şeklindeki yanlış algılara sahiptir. Bu durumda genellikle kişi kendinden nefret ediyor ve ölümünün yaşamasından daha hayırlı olacağına inanıyordur. Bu teoriye göre, bu kişilerarası durumların şiddeti hem içsel (örneğin ruh hali, duygu) hem de kişilerarası faktörle- re (örneğin, kişilerarası ortamlar) bağlı olarak değişebilir. Teoriye göre, her iki durum da tek başına pasif intihar düşüncesi geliştirme riskini arttırır; aktif intihar düşüncesiyse ancak hem aidiyetin engellendiği hem de kişinin kendini yük gibi gördüğü ve bu durumları sürekli ve değişmez (yani umutsuz) gibi algılanması durumunda gelişir. Bu teoriye paralel olarak, deneysel kanıtlar da yoğun intihar düşüncesi ile aidiyetin engellenmesi (Conner, Britton, Sworts & Joiner, 2007; You, Van Orden & Conner, 2011; Timmons, Selby, Lewinsohn & Joiner, 2011) ve kendini yük gibi görme (Joiner ve diğ., 2002; Joiner, Hollar & Van Orden, 2006; Van Orden, Lynam, Hollar & Joiner, 2006; Garza & Pettit, 2010; Cukrowicz, Cheavens, Van Orden, Ragain & Cook, 2011; Jahn, Cukrowicz, Linton & Prabhu, 2011) arasındaki bağlantıyı desteklemektedir. Umutsuzluğun özel olarak aidiyetin engellenmesi ve kendini yük gibi görmeye ilişkin etkisinin doğrudan araştırılması gerekse de, intihara meyilli davranışta umutsuzluğun rolü halihazırda kanıtlarla belgelenmiştir (McMillan, Gilbody, Beresford & Neilly, 2007). İntihara meyilli davranış korkutucu ve acı vericidir; bu nedenle, teoriye göre, intihar isteği intihara meyilli davranış için tek başına yeterli olmaz. Evrimsel olarak yerleşik, , güçlü kendini koruma içgüdüsü hayatı tehdit edecek davranışları güçleştirir. Bu da intihar girişimlerinin ve intihara bağlı ölümün intihar düşüncesinden daha az görülmesini açıklar. Bu teoride, buna dayanılarak, intiha- RIBEIRO, BODELL, HAMES, HAGAN, JOINER ra meyilli davranışta bulunabilmek için kendini koruma içgüdülerinin zayıflamış olması gerektiği öne sürülmektedir. Bunun için, kişinin benzer biçimde zor, acı verici ve korkutucu uyaranları tekrar tekrar yaşaması gerekir. Bu teori kapsamında, bu acı verici ve kışkırtıcı olaylar, intihar kapasitesi geliştirme olasılığını arttıran risk faktörleri olarak kabul edilir. İntihar kapasitesi bir kez gelişince, acı, yaralanma ve ölüme karşı korkusuzluk hissi doğurur ve acı toleransını arttırarak her türlü intihar meyilli davranış † için gereken düzeye getirir. Geçmişinde intihar teşebbüsünde bulunmuş kişilerin, sadece intihar düşüncesi taşıyan ve kendini sağlıklı biçimde kontrol edebilen kişilere kıyasla daha fazla acı verici ve kışkırtıcı olay yaşamış olması ve daha güçlü kapasite edinmiş olması bu teoriyle tutarlıdır (Smith, Cukrowicz, Poindexter, Hobson & Cohen, 2010). Benzer bulgular ayakta tedavi edilen klinik hastalarında (Van Orden, Witte, Gordon, Bender & Joiner, 2008) ve askeriyeden örneklerde de (Bryan, Cukrowicz, West & Morrow, 2010) görülmüştür. Teoriye göre intihar düşüncesinin varlığı ölümden korkmamakla destekleniyorsa, intihar eğilimi artar. Bu tür intihar belirtileri arasında özel planlar ve/ya intihar için yapılan hazırlıklar (örneğin, intihar araçlarını temin etme) sayılabilir. Teoriye göre intihar eğiliminin öldürücü ya da neredeyse öldürücü intihar teşebbüslerine dönüşmesi için kişi- † Çoğu zaman sancılı olan ve daima ölüm korkusuyla yüzleşmeyi gerektiren aşırı dozda ilaç alımına (yani kendini zehirlemeye) bağlı ölüm de buna dahildir. 13 nin acı toleransının böyle bir davranışta fiilen bulunmasına yetecek kadar yükselmesi gerekir. Bu nedenle, bu teorinin kapsayıcı varsayımına göre, aidiyetin engellenmesi, kendini yük gibi görme, ölümden korkmama ve fiziksel acıya karşı toleransın yüksek olması aynı anda yaşandığı zaman intihara meyilli davranış olasılığı en üst düzeye çıkar. Klinisyen bulgularının da gösterdiği gibi, intihar riskinin, kendini yük gibi gören ve kapasite edinmiş olan bireylerde en üst seviyede olduğunun Van Order ve arkadaşlarınca (2008) tespit edilmiş olması da bu varsayımı destekler. Ayrıca, Joiner ve arkadaşları (2009) aidiyetin engellenmesi, kendini yük gibi görme ve kapasite edinme göstergelerinden mevcut intihara meyil durumunun tahmin edilebildiğini kanıtlamıştır. Kişilerarası Teorinin Diğer Teorilerle Ortak Özellikleri ve Kendine Özgü Güçlü Tarafları İntihar düşüncesinin ve/ya davranışının nedenlerini anlamada her bir teori kendi bakış açısını ortaya koysa da, teoriler arasında kayda değer ortak özellikler vardır. Öncelikle, intihar isteğine katkıda bulunan faktörler konusunda teoriler arasındaki ortak noktalar vardır. Her bir teori intihar isteğinin öncelikle bir tür duygusal acıdan kaynaklandığını öngörür. Ruhsal acı teorisinde ve kişilerarası teoride duygusal acı ihtiyaçların engellenmesinden kaynaklanır. Bu teorilerde yapılan tahminlerin kesinlik düzeyi birbirinden farklıdır ancak ruhsal acı teorisinde engellenmiş veya ket vurulmuş ihtiyaçların bireye özgü olduğu id- 14 İNTİHAR DAVRANIŞINI DEĞERLENDİRME VE YÖNETME dia edilirken, kişilerarası teoride aidiyetin engellenmesi ve kendini yük gibi görmenin gerekli ve yeterli rol oynadığı savunulur. Kaçış teorisi bakımından, duygusal acı standartların altında kalındığı algısına bağlı olarak kendini suçlamaktan kaynaklanan olumsuz duyguların sonucudur. Suçluluk ve standardın altında kalmışlık duygusu başkalarına yük olma olarak algılandığı ölçüde, kendini suçlamaya kişilerarası teoride de yer verilir. Umutsuzluk teorisine göre intihar isteği umutsuz bilişten doğar, bu da olumsuz duygulara neden olur. Kişilerarası teori bu teoriden yola çıkarak umutsuzluğa daha belirgin bir rol biçer; kendini yük gibi görme ve sosyal bağlantıya sahip olmamayla ilgili umutsuz bilişlerin intihar düşüncesinin gelişiminde en çarpıcı etkenler olduğunu savunur. İntihara ilişkin kişilerarası teori, intihar isteğiyle ilgili daha belirgin tahminlerde bulunmanın yanı sıra intihara meyilli davranış konusundaki tahminlerinin kesinlik düzeyi bakımından da diğer birçok teorinin ötesine geçer. Birçok teoride, intihara bağlı ölüm intihar isteğinin yeterli düzeye ulaşmasının bir sonucu olarak görülür, yani intihara teşebbüs eden ve bu şekilde ölen bireylerin intiharı düşünenlerden tek farkı intihar isteklerinin daha yüksek düzeyde olmasıdır. Kişilerarası teori bu görüşe meydan okuyarak, intihara meyilli davranışın özündeki güçlükler nedeniyle, isteğin yanında eyleme geçme kapasitesinin de olması gerektiğini savunur. Bu ayrım, isteğin tek başına yeterli olduğuna inanan diğer önemli teorilere kıyasla, intihara meyilli davranışı daha belirgin ve kesin biçimde tahmin edebilmesi sebebiyle kayda değer niteliktedir. Yakın Zamanlı İntihar Riski İntihar teorilerinin çoğu nihai intihar teşebbüslerini ve/ya intihara bağlı ölümleri öngören risk faktörleriyle ilgilidir. Yakın zamanlı (akut) intihar riskini değerlendirirken, yukarıdaki teorilerde anlatılan daha uzak risk faktörlerine ek olarak, akut intihar riski faktörlerinin varlığını ve şiddetini de dikkate almak, her an gerçekleşebilecek risk altındaki bireyleri doğru belirleme olasılığını arttırabilir. Akut risk alanında fazla araştırma yapılmış olmamakla beraber, kısa vadede intihar amacıyla harekete geçileceğinin açıkça dile getirilmesine ek olarak, gerginlik, uykusuzluk ve kabuslar gibi akut aşırı uyarılma göstergelerinin yanında belirgin sosyal geri çekilmenin oynadığı rolü destekleyen yakın deliller vardır. Bu bölümde, bu faktörlerle ilgili olarak bugüne kadar yapılmış araştırmalar hakkında konuşacağız ve bu olgunun temelinde yatabilecek olası teorik bağlantıları önereceğiz. Bu risk faktörlerine özellikle intihara ilişkin kişilerarası teori açısından bakmaya çalışıyoruz, çünkü belirgin sosyal geri çekilme ve aşırı uyarılma göstergeleri bu makalede tartışılan diğer önemli teorilerin bakış açısından anlaşılabilse de, kişilerarası teori ile yapılan tahminlerin daha belirgin olması risk değerlendirme hedeflerinin daha hassas biçimde kavramsallaştırılmasını sağlar. RIBEIRO, BODELL, HAMES, HAGAN, JOINER Belirgin Sosyal Geri Çekilme Kişilerarası teori perspektifinden bakıldığı zaman, belirgin sosyal geri çekilme büyük olasılıkla kendini yük gibi görme ve aidiyetin engellenmesinin birlikte yaşanmasından kaynaklanan en şiddetli biçimdeki intihar isteğini temsil eder. Arkadaşlardan, aileden ve toplumdan belirgin sosyal geri çekilme deneysel literatürde (Appleby, Cooper, Amos & Faragher, 1999; Chavan, Singh, Kaur & Kochar, 2008; Herbert, Maltsberger, Lipschitz, Haas & Kyle, 2001) ve uzmanların fikir birliğiyle (örn., Rudd, Berman ve diğ., 2006) intihar için akut risk faktörü olarak belirlenmiştir. Psikolojik otopsi çalışmalarında, intihar sonucu ölen kişi hakkında bilgi verenlerin o bireyin intihara bağlı ölümünden önceki aylarda, haftalarda ve günlerde sosyal olarak kendini geri çektiğinden ve sosyal faaliyetlere olan ilgisini kaybettiğinden sıkça söz ettiği ortaya konmuştur (Appleby ve diğ., 1999; Chavan ve diğ., 2008). Ayrıca, Herbert ve arkadaşları (2001) intihar sonucu öldükleri tarihlerde hastaları tedavi etmekte olan terapistlerden aldıkları bilgileri kullanarak sosyal işlev bozukluğunu intihar riskinin yakın zamanda gerçekleşebileceğinin bir işareti olarak belirledi. Ancak psikolojik otopsi çalışmalarının sınırlamalarından biri, intihar sonucu ölen kişinin ruh halleri (duyguları, düşünceleri) hakkında bilgi vermemesidir; bunlar daha çok merhumun davranışlarının bilgi veren kişilerce anlatılan halini temel alır. Bu sınırlamayı göz önünde bulundurarak, gelecekteki araştırmalarda başkalarıyla birlikteyken "zihinsel geri çekilmenin" de (mesafeli 15 durmanın) intiharın yakın zamanda gerçekleşeceğini söyleyen bir öncül olup olmadığını değerlendirmek yararlı olacaktır. Sosyal geri çekilmenin diğer bir işareti olarak da, intihar sonucu ölenlerin %35'inin ölümlerinden önceki aylarda ve haftalarda daha az konuştuğu (Robins, 1981), %29'unun da ölümden önceki iki gün içinde kişilerarası çatışma yaşadığı (Phillips ve diğ., 2002) anlatılmıştır. Bildiğimiz kadarıyla, kişilerarası çatışma ile intihara bağlı ölümü ilişkilendiren mekanizmaların deneysel olarak test edildiği bir araştırma henüz yapılmış değildir; ancak bu ikisi arasındaki ilişkinin olası bir açıklaması, çatışmayı takiben belirgin sosyal geri çekilmenin yaşanması şeklinde olabilir. Aşırı Uyarılma İntihar sonucu ölen kişiler ölümlerinin hemen öncesinde gerginlik ve uyku bozukluğu (genellikle uykusuzluk ve kabuslar) dahil aşırı uyarılma hali yaşarlar. İntihara ilişkin kişilerarası teori açısından bakıldığında, intihara meyilli davranış için intiharın getireceği ölüme bağlı korkuyu yenmek gerekir ve bunun için de enerji, uyarılma ve kararlılık şarttır. Huzursuz edici duygusal karışıklık ve tedirginlikle nitelenen rahatsızlık halinin de aşırı uyarılma olgusuyla tutarlı olduğunu özellikle belirtelim. Ruhsal acı teorisi çerçevesinde, rahatsızlık, artan ruhsal acının bir sonucu ve (intihara meyilli davranışın özündeki korkuyu yenmenin değil) duygusal sıkıntıyı gidermenin bir yolu olarak görülmekle beraber, intihara meyilli davranışı kolaylaş- 16 İNTİHAR DAVRANIŞINI DEĞERLENDİRME VE YÖNETME tıran bir tür psikolojik "enerji" olarak tanımlanır (Shneidman, 1999). Ajitasyon [ruhsal kaynaklı titreme, huzursuzluk] akut intihar riskiyle bağlantılı olup hem devimsel hem zihinsel uyarılmadaki artışı ifade eder, aşırı ve/ya tekrarlayan davranışlarla kendini gösterir (örneğin, yerinde duramama, ellerin terlemesi, volta atma vs.) ve bunun yanında ıstırap, gerilim veya duygusal çalkantının dışavurumları görülür (Benazzi, Koukopoulos & Akiskal, 2004; McGuffin, Farmer & Harvey, 1991; Ribeiro, Bender, ‡ Selby, Hames & Joiner, 2011) Ajitasyon nispeten az araştırılmış olsa da, mevcut ve yeni bulgular ajitasyonun akut intihar davranışında oynadığı rolü büyük oranda destekler. 954 hastada yapılan ileriye dönük kapsamlı bir araştırmada 1 yıllık bir takip süresi içinde uykusuzluk, ajitasyon ("ruhsal kaygı") ve panik atakların varlığı gibi bazı aşırı uyarılma göstergelerinin intiharın anlamlı öncülleri olduğu tespit edilmiştir (Fawcett ve diğ., 1990). Benzer biçimde Robins (1981) intihar sonucunda ölenlerin ölümlerinden önceki aylarda yüksek oranda ajitasyon ve gerilim yaşadığını bildirmiştir. İntihar teşebbüsü sonucunda hastanede yatarken ölen bazı kişilerin yatan hasta çizelgeleri incelendiğinde, ölümden 1 hafta ‡ Aşırı uyarılma ve zihinsel meşguliyetle ortak özelliklere sahip olmakla beraber, akut ajitasyonun kaygı denen daha genel duygusal durumdan ayrı olduğunu vurgulamak gerekir. Kaygı, beklenen bir olumsuz olayla başa çıkmaya hazır olmayı ya da hazırlanmayı içeren geleceğe yönelik bir olumsuz ruh halini ifade eder (Barlow, 2000). Kaygıyı tanımlayan kuruntu ve üzüntü gibi özellikler, genellikle daha bugüne yönelik fiziksel ve zihinsel huzursuzluk ve rahatsızlığı (örneğin bedeninden kurtulmayı isteme) içeren ajitasyonun merkezinde yer almaz. öncesine ait 24 saat süreli personel notlarından elde edilen Duygulanım Bozuklukları ve Şizofreni Tablosu (SADS) derecelendirmelerine göre ölenlerin %87sinde "şiddetli kaygı/ ajitasyon" görüldüğünün belgelenmiş olması da bunu destekler niteliktedir (Busch, Clark, Fawcett & Kravitz, 1993). Busch, Fawcett, ve Jacobs (2003) yatan hastaların %76sında ölümlerinden önceki haftada "şiddetli ve/ya aşırı ajitasyon" kaydedildiği, Way, Miraglia, Sawyer, Beer, ve Eddy (2005) ise gözetim altındayken intihar sonucunda ölen yatan hastaların yaklaşık %70'inde yüksek düzeyde ajitasyon görüldüğü şeklinde benzer bulgular bildirmiştir. Ölümcül olmayan teşebbüsler sonucunda da yüksek düzeyde ajitasyon görülmüştür. Hall, Platt, ve Hall (1999) tarafından yapılan bir araştırmada bir intihar teşebbüsünün hemen ardından ruh sağlığı acil servisini arayan hastaların yaklaşık %90'ı ağır ruhsal kaygı ve %80'i de teşebbüsten önceki 1 ay içinde panik atak bildirmiştir. Ajitasyona benzer biçimde, uykusuzluk ve kabuslar başta olmak üzere uyku bozuklukları akut intihar davranışının önemli ama azımsanan risk faktörleridir. Uykusuzluk belirtilerine gelince, yukarıda belirtildiği gibi, Fawcett ve arkadaşlarının (1990) bulgularının temelinde uykusuzluk intihar için akut risk faktörü olarak belirlenmiştir. Ayrıca intihar sonucu ölenler üzerinde yapılan geriye dönük bir çalışmada, McGirr ve arkadaşları (2007) uykusuzluğun ölümcül intihar davranışının yakın zamanlı veya akut bir göstergesi olduğunu bildirmiştir. Pigeon, Britton, Ilgen, Chapman, ve RIBEIRO, BODELL, HAMES, HAGAN, JOINER Conner (2012) de ağırlıklı olarak uykusuzluk belirtilerini içeren uyku bozukluğunun ölümden önceki 1 yıl içinde intihar sonucu ölenlerden alınan geniş bir örneklemde son doktor randevusundan sonra ölüme kadar geçen süreyi ayırıcı olarak öngördüğünü ve uyku bozukluğunun intiharın yakınlığını öngördüğünü tespit etti. Beklendiği gibi, uykusuzluk belirtileri ile öldürücü olmayan intihar teşebbüsleri arasında da bağlantı vardır. Örneğin, Hall ve arkadaşları (1999) tarafından yapılan bir çalışmada, intihara teşebbüs ederek bunun ardından psikiyatri acil servisine gelenlerden alınan bir örneklemde uykusuzluk belirtileri intihar teşebbüsüyle ilişkilendirildi. Yüksek riskli hastalardan oluşan bir örneklemde yapılan 1 aylık takibin ardından, depresyonun, umutsuzluğun, kaygının, madde ve alkol bağımlılığın etkilerinin yanı sıra TSSB teşhisinin ötesinde, temel uykusuzluk belirtilerinin intihar teşebbüsünü öngördüğünün tespit edilmesi de bu bulguları desteklemektedir (Ribeiro ve diğ., 2012). Kabuslara dönersek, literatür kısıtlı olmakla beraber, bulgular çoğalmaktadır ve mevcut literatürde bunların çok etkili olduğu belgelenmiştir. Kabuslar genellikle hoş olmayan görüntülerin ve/ya yoğun olumsuz duyguların (örneğin dehşet veya korku) damga vurduğu ve kişinin uykusundan uyanmasına sebep olan canlı ve rahatsız edici rüyalar olarak tanımlanır (American Psychiatric Association, 1994; Zadra&Donderi, 2000). Sjöström, Hetta, ve Waern (2007) tarafından yapılan bir çalışmada, intihara teşebbüs eden ve teşebbüsün hemen ar- 17 dından değerlendirilen kişilerin yaklaşık üçte ikisi sık sık kabus gördüğünü bildirdi. Bu çalışmanın devamı niteliğindeki bir araştırmada, Sjöström ve arkadaşları (2009) sık sık görülen kabusların başlangıçtan sonraki 2 yıl içinde ikinci bir intihar teşebbüsü olasılığını arttırdığını bildirdi (R=3.15). Başlangıçta ve 2 aylık takipte sık sık kabus görülüyorsa teşebbüsün tekrarlanma ihtimali daha da yükseliyordu (RO=5.20). Akut intihar davranışı ile sık kabuslar arasında bir ilişki olduğu ergenlerde de belgelenmiştir (Liu, 2004). Değerlendirme ve Yönetim Stratejileri Yukarıda hem gerçekleşmiş hem de yakında gerçekleşebilecek intihara meyilli davranışa ait risk faktörlerini inceledik. Bu bölümde, yukarıda tartışılan faktörlerin her biriyle ilgili intihar riskini azaltmak için tasarlanan mevcut ve uygun değerlendirme ve müdahale yöntemlerini inceleyeceğiz. Bu bölümde yapılan öneriler belirli tedavi yönelimlerini kapsayan ve deneylerle desteklenen tedavi tekniklerinden alınmıştır. Değerlendirme İntihara meyilli davranışı önlemedeki hayati adımlardan biri değerlendirmedir. Değerlendirme, tedavi boyunca kendiliğinden düzenli olarak devam etmeli ve riskin yükseldiği dönemlerde artmalıdır (Joiner, Walker, Rudd & Jobes, 1999; Simon, 2002). Risk faktörlerinin çoğu için değerlendirme doğrudan soru sorma veya daha planlı klinik mülakatlar yoluyla yapılabilir. Genel intihar düşüncesinin 18 İNTİHAR DAVRANIŞINI DEĞERLENDİRME VE YÖNETME (örneğin İntihar Düşüncesi için Beck Ölçeği, Beck & Steer, 1991; Depresif Belirtiler Endeksi—İntihar Eğilimi Ölçeği, Metalsky & Joiner, 1997) ve umutsuzluk (örneğin Beck Umutsuzluk Ölçeği; Beck & Steer, 1988) ve aidiyetin engellenmesi ile kendini yük gibi görme (örneğin, Kişilerarası İhtiyaçlar Anketi, Van Orden, Cukrowicz, Witte & Joiner, 2012) gibi özellikle düşünceye katkıda bulunan belli yapıların değerlendirilmesinde kullanılan psikometrik açıdan güvenilir araçlar vardır. İstek, planlama ve hazırlıkla ilgili doğrudan değerlendirme de hayati önem taşır, çünkü bu faktörlerin varlığı ölüm riskinin daha yüksek olduğunu gösterir. Edinilmiş intihar kapasitesini ve acılı, kışkırtıcı olay geçmişini değerlendirmede kullanılmak üzere de ölçekler geliştirilmiştir (Edinilmiş İntihar Kapasitesi Ölçeği ve Acılı ve Kışkırtıcı Olaylar Ölçeği; Van Orden ve diğ., 2008). Özbildirimin ötesinde, kapsamlı, psikometrik açıdan güvenilir olan, yapılandırılmış ve yarı planlı mülakatlar da hazırlanmıştır (örneğin, İntihar Teşebbüsüyle Kendine Zarar Verme Mülakatı [Linehan, Comtois, Brown, Heard & Wagner, 2006]; Kendine Zarar Veren Düşünceler ve Davranışlar Mülakatı [Nock, Holmberg, Phtos & Michel, 2007]; Kolombiya-İntihar Şiddetini Derecelendirme Ölçeği [Posner ve diğ., 2011]). Akut risk faktörlerinin değerlendirmesi de özbildirim veya doğrudan sorgulama yoluyla yapılabilir. Örneğin, ajitasyon için Kısa Ajitasyon Ölçümü (Ribeiro ve diğ., 2011), Uykusuzluk Belirtileri için Uykusuzluk Şiddeti Endeksi (Bastien, Vallières & Morin, 2001) ve ka- buslar için Rahatsız Edici Rüyalar ve Kabus Şiddeti Endeksi (Krakow, 2006) ile gerçek psikometrik özellikler elde edilmiştir. Yönetim Risk yaratan ve kişiyi savunmasız bırakan anahtar etkenler değerlendirildikten sonra, uygun bir müdahale yöntemi uygulanmalıdır. İntihar isteğiyle ilgili olarak, bu isteği söndürmek amacıyla bunun altında yatan mekanizmaların tedavi edilmesine işaret edilmektedir. Yukarıda belirtildiği gibi, kişilerarası teori mevcut teorilerden yola çıkıp bunları genişleterek intihar isteğinin altında yatan mekanizmalar hakkında en kesin tahminlerde bulunur. Kişilerarası bağlılık hislerini desteklemenin intihar düşüncesini ve davranışını azaltmada önemli bir tedavi alanı olması kişilerarası teorinin önerileriyle tutarlıdır. Düşük dozdaki sosyal ilişkilerin bile intihar riski altında olanlar için etkili bir ilaç olduğu tespit edilmiştir (Fleischmann ve diğ., 2008; Motto & Bostrom, 2001). Bu çalışmalarda, bireylere ulaşmaya çalışan uzmanların takip amaçlı kısa mektuplar veya telefonlarla attığı küçük gibi görünen adımlar bile bu bireylerin intihar riskinin önemli oranda azaltılmasına katkıda bulunmuştur. Sosyal ilişkilerin güçlendirilmesi oturumlarda da hedeflenebilir. Davranışçı etkinleştirme ve bilişsel yeniden yapılandırma, intihar düşüncesini ve intihara meyilli davranışları azalttığı kanıtlanan tedavilerin iki ortak unsurudur ve sosyal kopukluk hislerini azaltmada yararlı RIBEIRO, BODELL, HAMES, HAGAN, JOINER olabilir. Davranışçı etkinleştirme (Lejuez, Hopko, Acierno, Daughters & Pagoto, 2011) bireylerin özel ve uygulanabilir günlük sosyal faaliyetler planlamasına yardımcı olmada kullanılabilecek özel bir tedavi biçimidir. Davranışçı etkinleştirme kapsamında bir bireyin yaşamın çeşitli alanlarındaki (örneğin aile, eğitim, arkadaşlık) değerleri belirlenir ve sonra da bu değerler yardımıyla bireyin önemli, eğlenceli ve değer verdiği şeylere uygun günlük faaliyetleri tespit etmesine, planlamasına ve uygulamasına yardımcı olunur. Bilişsel ve bilişsel davranışçı yaklaşımlarda sıkça kullanılan bir tedavi tekniği olan bilişsel yeniden yapılandırma teknikleri (Beck, 1976; Jacobson ve diğ., 1996) aynı zamanda kendini yük gibi görme ve aidiyetin engellenmesini doğrudan hedef almada da kullanılabilir. Uyumsuz ya da gerçekçi olmayan bilişler yerine sosyal ilişkileri teşvik eden daha uyumluların konması intihar isteğini ve genel riski azaltmada yararlı olabilir. Diyalektik Davranış Terapisinin (DDT; Linehan, 1993) özellikleri de sosyal ilişkileri teşvik ederek intihar isteğini azaltmada etkili olabilir. Özellikle duyguların düzenlenmesi ve kişilerarası etkinlik becerileri kişilerarası etkileşimlerin kalitesini yükseltmede ve sosyal ilişkileri arttırmaya yönelik davranışçı etkinleşmeyi teşvik etmede faydalıdır. Genel olarak umutsuzluk hisleri, özellikle de kişilerarası ilişkilere dair umutsuzluk intihar isteğini şiddetlendirdiğinden dolayı, umutsuzluğu azaltmak amacıyla bir müdahalede bulunmak da uygun olacaktır. Bilişsel Davranışçı Terapinin bir unsuru olarak incelenen 19 stratejilerden biri de Umut Kutusu kullanmaktır (Brown ve diğ., 2005). Umut Kutusu, içinde hastaya olumlu yaşam deneyimlerini, şimdiki yaşama sebeplerini, kişisel değerlerini, elindeki sosyal destek ve kişilerarası ilişki kaynaklarını hatırlatan nesnelerin olduğu bir kutudan meydana gelir. Hastaların kriz anlarında veya kendilerini umutsuz, hayattan kopmuş ya da başkalarına yük oluyormuş gibi hissettiklerinde Umut Kutusuna bakmaları istenir. Umut Kutusunda bulunan malzemelere bakmak aidiyet duygularını arttırabilir, başkalarına yük olunduğu algısını çürütür ve/ya umudu arttırır. Umut Kutusuna bakmak hastanın güvenlik planının bir parçası da olabilir. Önceden olduğu gibi, umutsuz bilişleri ele almayı hedefleyen bilişsel yeniden yapılanma da etkili olabilir (Brown ve diğ., 2005). DDT becerisi eğitiminin de umutsuzlukla başa çıkmada yararlı olabilecek becerileri içerdiğini belirtelim; örneğin, beceri eğitiminin bir parçası olan, sıkıntıyla başa çıkma becerilerini İYİLEŞTİRME kapsamında yer alan Anlam adı verilen beceri, hastaları umutsuz gibi görülebilen durumlara anlam yüklemeye teşvik eder. Bir kriz müdahale planı (Rudd, Joiner & Rajab, 2001) veya güvenlik planı (Brown ve diğ., 2005; Stanley & Brown, 2012) hazırlamak yararlı olabilir. Bu müdahale teknikleri uyarıcı işaretleri veya tetikleyici faktörleri tespit ederek ve kriz sırasında riski azaltmak amacıyla alınacak birtakım tedbirler belirleyerek akut kriz anlarında hastanın güvenliğini sağlamaya yarar. Bu tedbirler arasında başa çıkma stratejileri, terapötik beceriler, öl- 20 İNTİHAR DAVRANIŞINI DEĞERLENDİRME VE YÖNETME dürücü araçlara erişimi azaltma tedbirleri, sosyal destek kaynakları ve irtibat kurulacak ruh sağlığı kaynakları sayılabilir (örneğin terapist ve/ya 1-800-273TALK [8255] no.lu Ulusal İntihar Önle§ me Destek Hattı gibi 24 saat açık kriz destek hattı). Krizin aşılamaması durumunda acil servisin aranmasını içeren adımlar da güvenlik planında yer alır. Klinik uygulamada hiçbir etkinliğinin olmadığı görülmüş olan "intihar etmeme anlaşması" yapmak yerine güvenlik ya da krize müdahale planlarını uygulamak kesinlikle tavsiye edilmektedir (Rudd, Mandrusiak & Joiner, 2006). Toplum ya da birey düzeyinde meydana gelebilen araç kısıtlama ya da azaltma yöntemi intihara meyilli davranışı önlemede özellikle önemli ve etkili bir stratejidir. Toplum düzeyinde yapılan bazı araştırmalarda, öldürücü araçlar kısıtlandığında ya da daha az öldürücü hale getirildiğinde o yöntemle yapılan intihar oranlarının ve çoğu zaman genel intihar oranlarının azaldığı görülmüştür (Gunnell ve diğ., 2007; Kreitman, 1976; Hawton, 2002; Mann ve diğ., 2005). Birey düzeyinde ise, öldürücü araçlara erişimin kısıtlanması önerilir. Araştırmalar yöntem değiştirmenin (yani tercih edilen yerine farklı bir yöntem kullanma§ Deneysel temele dayanan uygulama standartlarını kullanmaya ek olarak (Joiner ve diğ., 2007), Ulusal İntihar Önleme Destek Hattı da burayı arayan risk altındaki kişileri ruh sağlığı alanındaki doğru kaynaklara bağlamanın etkili bir yoludur (Gould, Munfakh, Kleinman & Lake, 2012). Araştırmalar ayrıca bu hizmet sayesinde çağrının hemen ardından intihar eğiliminin önemli oranda azaldığını ve çağrıdan sonraki birkaç hafta boyunca umutsuzluk ve duygusal acı hislerinin anlamlı düzeyde zayıfladığını göstermektedir (Gould, Kalafat, Harrismunfakh & Kleinman, 2007). nın) nadir olduğunu göstermiştir (Clarke & Lester, 1989; Gunnell & Nowers, 2007; Prévost, Julien & Brown, 1996). Ayrıca, intihar krizleri genellikle kısa ömürlü ve sınırlı süreli olduğundan, öldürücü araçlara erişimi (geçici olarak bile) kısıtlamak intihara meyilli davranışın önüne geçebilir. Aslında, uzun vadeli araştırmalarda intihara teşebbüs eden ama tercih ettiği yöntemi kullanması önlenen çoğu bireyin (%95'e yakın) intihar sonucu ölmediği görülmüştür (Owens, Horrocks & House, 2002; Sakinofsky, 2000; Seiden, 1978). Ayrıca, araçları kısıtlama yoluyla bir bireyin edinilmiş kapasite düzeyini arttırabilen uyaranlara daha fazla maruz kalmasını önlemek de mümkündür. Akut aşırı uyarılma göstergeleri mevcutsa, uyarılmanın artmasını önlemede faydalı olabilecek bazı eylemler dikkate alınmalıdır. Uykusuzluk konusunda, uyku sağlığı ilkeleri üzerine verilecek psikoeğitim bazı bireyler için etkili bir tedavi olarak yeterli olabilir. Uykusuzluk için Bilişsel Davranışçı Terapi ile de özellikle kronik uykusuzluğun tedavisinde iyi sonuçlar alındığı görülmüştür (Smith, Huang & Manber, 2005). Uyarıcı kontrol terapisi (tutarlı bir uyumauyanma programı oturtup yatağı ve yatak odasını uykuyla ilişkilendirici tedbirler almayı içerir), gevşeme (uyku öncesinde fiziksel gerilimi ve zihin meşguliyetini azaltma amaçlıdır), uyku kısıtlama terapisi (en uygun uyku süresine erişilene kadar sistematik ayarlamalar yaparak yatakta geçirilen süreyi kısaltıp gerçek uyku süresiyle eşitlemeye odaklıdır) ve paradoksik niyet (uykusuzluk ya- RIBEIRO, BODELL, HAMES, HAGAN, JOINER şayan bireylerin uyumaya çalışmak yerine uyanık durmaya teşvik edilmesini içerir) dahil diğer davranışçı ve psikolojik uyku müdahaleleri için de bulgular vardır (kapsamlı bir inceleme için krş. Morin ve diğ., 2006). Kabuslara gelince, Resimli Prova Terapisi kronik kabusları azalttığı ve uyku kalitesini arttırdığı bilinen, süre sınırı olan ve iyi tolere edilen bir tedavidir (Krakow ve diğ., 2001). Kabuslar ilaç tedavisi ile de tedavi edilebilir. Bugüne kadar tipik olarak yüksek tansiyon tedavisinde kullanılan bir alfa1-adrenerjik antagonist olan Prazosin ile hem askeri hem de sivil hayattan deneklerin yaşadığı kabuslarda ve uyku bozukluklarında klinik açıdan anlamlı etkiler elde edilmiştir (Taylor & Raskind, 2002; Raskind ve diğ., 2007; 2003). Son olarak, uykusuzluk ve kabuslar müdahale için umut veren klinik hedefler olmakla beraber özellikle ağır düzeydeki akut gerginliğin klinik yönetimi daha zor olabilir. Şiddetli gerginlik hallerinde anksiyolitikleri ve atipik antipsikotik ilaçları ve bunların bileşimini kısa süreli kullanmanın etkili olabileceğini gösteren bulgular vardır (Battaglia, 2005). Ilımlı hallerde, gevşeme tekniklerinin kullanılması ve/ya egzersizlerin arttırılması da rahatlamaya yardımcı olabilir. Ajitasyon kısıtlı sürelidir ve dolayısıyla zaman içinde azalır; ancak, güvenli ve kontrollü ortamlarda düzenli olarak izlenmelidir. 21 Sonuçlar ve Gelecekteki Doğrultular İntihara ilişkin kişilerarası teori (Joiner, 2005; Van Orden ve diğ., 2010) öldürücü intihar davranışıyla sonuçlanan nedensel süreçleri anlamak için umut verici bir çerçeve oluşturur. Risk değerlendirmesi için kritik hedefleri ve uygun müdahale stratejilerini belirlemede de yararlıdır. Bu makalede bu teoriyi kısaca anlattık ve aynı zamanda bugüne kadar elde edilen bulguların bir özetini verdik. Kaçış teorisi (Baumeister, 1990), ruhsal acı teorisi (Shneidman, 1993, 1999) ve umutsuzluk teorisi (Beck, Kovacs & Weissman, 1975; Abramson ve diğ., 1989; 2000) gibi diğer üç önemli intihar teorisiyle ortak özelliklerine ve bunlara kıyasla güçlü taraflarına değindik. Akut risk göstergeleri tartışıldı ve bunların kişilerarası teoriyle olası ilişkileri öne çıkarıldı. İntihar riskini etkin biçimde değerlendirme ve yönetme önerileri sunduk. Şimdi gelecekteki araştırmalar için yol göstererek konuyu kapatıyoruz. Mevcut deneysel perspektiflerin etkili değerlendirme ve müdahale hedeflerini yönlendirmede kullanılması üzerine yapılan araştırmalara devam edilmelidir. Bu makalede, teoriler arasında ortak noktalar olmakla beraber, kişilerarası teoride değerlendirmeye ve yönetmeye yönelik daha net hedeflere dönüştürülebilecek daha hassas tahminler yapılabildiği iddia edilmiştir. İntihara meyilli davranışın değerlendirmesinde ve tedavisinde rehber olarak diğer önde gelen teorilere ilaveten kişilerarası teorinin kullanılmasının giderek artan kazanımlarını incelemek için yeni çalışmalar ya- 22 İNTİHAR DAVRANIŞINI DEĞERLENDİRME VE YÖNETME pılması gereklidir. Özellikle kişilerarası teori açısından, bu teoriye göre, aidiyetin engellenmesi ve kendini yük gibi görme, edinilmiş intihar kapasitesine kıyasla değişime daha açık olduğundan bu iki durumu hedef alan müdahaleler intihar isteğini ve intihara meyilli davranışı azaltmada etkili olacaktır. Dolaylı bulgular mevcut olmakla beraber, bilgimiz dahilindeki hiçbir araştırmada bu iddia doğrudan test edilmemiştir. Bununla ilgili olarak, standart risk değerlendirmelerini bu teorinin üç temel kavramını doğrudan değerlendiren sorularla desteklemenin ne gibi kazanımlar sağlayacağını ve tedavi sonucunu ne düzeyde öngöreceğini inceleyen araştırmalar da bilgilendirici olacaktır. İntiharın akut risk faktörlerinin doğası hakkındaki bilgilerimizi genişletmemiz de gereklidir. Yakın zamanlı intihar davranışı riskini değerlendirmek ve hastanın güvenliğini sağlamak tedavinin önemli bir özelliğidir. Ancak birçok klinisyen için, intiharın değerlendirilmesi, özellikle de akut riskin değerlendirilmesi kaygı yaratan bir faaliyet olabilir (Wingate, Joiner, Walker, Rudd & Jobes, 2004). Akut risk faktörlerinin doğasının ve sonucu öngörmeye etkisinin daha iyi anlaşılması, klinisyenlerin kaygısını azaltmanın yanı sıra, uygun değerlendirme ve tedavi tekniklerinin geliştirilmesinde de faydalı olabilir. Uykusuzluk ve kabuslar, akut intihar riski ile ilişkileri açısından hâlâ fazla araştırılmamış olmakla beraber, kısa ve etkili tedavilere kolayca cevap verdiği görülmektedir. Ancak akut ajitasyonun etkili yönetimi ve tedavisi konusunda fazla şey bilin- memektedir. İleride, akut riskin temelini oluşturan mekanizmalarla ilgili araştırmalarda intihara ilişkin kişilerarası teoriyi rehber almak umut verici olabilir, çünkü bu teorinin başlıca ilkeleri intihar isteğinin şiddetlenmesiyle ilişkili olabilen belirgin sosyal geri çekilme ile ve öldürücü intihar davranışında bulunma korkusunun üstesinden gelmek için gerekebilen aşırı uyarılma göstergeleri ile oldukça tutarlıdır. Araştırmalarda ve klinik uygulamalarda rehber olarak güvenilir teorik çerçevelerin kullanılması intiharı önleme yolunda ilerleme kaydetmede çok önemlidir. Bu makalede kişilerarası teoriyi ve bununla ilgili klinik bağlantıları destekleyen umut verici bulguları tartıştık. İntihara ilişkin kişilerarası teori ve intihara meyilli davranışla ilgili diğer önde gelen teoriler, bunların akut risk faktörleriyle ilişkileri ve etkili klinik değerlendirme ve müdahale stratejileri geliştirilmesine rehberlik etmedeki faydaları hakkında araştırmaların devam etmesini bekliyoruz. This material originally appeared in English as An Empirically Based Approach to the Assessment and Management of Suicidal Behavior. Journal of Psychotherapy Integration, Vol. 23, No. 3, 207–221 10530479/13/$12.00 DOI: 10.1037/a0031416. Copyright ©2013 by the American Psychological Association (APA). Translated and reproduced with permission. The American Psychological Association is not responsible for the accuracy of this translation. This translation cannot be reproduced or distributed further without prior written permission from the APA. Kaynaklar Abramson, L. Y., Alloy, L. B., Hogan, M. E., Whitehouse, W. G., Cornette, M., Akhavan, S., & Chiara, A. (1998). Suicidality and cognitive vulnerability to depression among college students: A prospective study. Journal of Adolescents, 21, 473–487. doi:10.1006/jado.1998.0167 Abramson, L. Y., Alloy, L. B., Hogan, M. E., Whitehouse, W. G., Gibb, B. E., Hankin, B. L., & Cornette, M. M. (2000). The hopelessness theory of suicidality. In T. E. Joiner & M. D. Rudd (Eds.), Suicide science: Expanding the boundaries (pp. 17–32). RIBEIRO, BODELL, HAMES, HAGAN, JOINER New York, NY: Kluwer Academic/ Plenum Publishers. Abramson, L. Y., Metalsky, G. I., & Alloy, L. B. (1989). Hopelessness depression: A theory-based subtype of depression. Psychological Review, 96, 358–372. doi:10.1037/0033-295X.96.2.358 American Psychiatric Association. (1994). Diagnostic and statistical manual of mental disorders, 4th ed., (DSM–IV). Washington, DC: Author. Appleby, L., Cooper, J., Amos, T., & Faragher, B. (1999). Psychological autopsy study of suicides by people aged under 35. British Journal of Psychiatry, 175, 168–174. doi:10.1192/bjp.175.2.168 Barlow, D. H. (2000). Unraveling the mysteries of anxiety and its disorders from the perspective of emotion theory. American Psychologist, 55, 1245– 1263. doi:10.1037/0003-066X.55.11.1247 Bastien, C., Vallieres, A., & Morin, C. (2001). Validation of the Insomnia Severity Index as an outcome measure for insomnia research. Sleep Medicine, 2, 297–307. doi:10.1016/S1389- 9457(00)00065-4 Battaglia, J. (2005). Pharmacological management of acute agitation. Drugs, 65, 1207–1222. doi: 10.2165/00003495-200565090-00003 Baumeister, R. (1990). Suicide as escape from self. Psychological Review, 97, 90–113. doi:10.1037/ 0033-295X.97.1.90 Beck, A. T. (1976). Cognitive therapy and emotional disorders. New York, NY: International Universities Press. Beck, A. T. (1986). Hopelessness as a predictor of eventual suicide. Annals of the New York Academy of Sciences, 487, 90–96. doi:10.1111/j.1749-6632 .1986.tb27888.x Beck, A. T., Brown, G., Berchick, R. J., Stewart, B. L., & Steer, R. A. (1990). Relationship between hopelessness and ultimate suicide: A replication with psychiatric outpatients. American Journal of Psychiatry, 147, 190–195. Beck, A. T., Brown, G., & Steer, R. A. (1989). Prediction of eventual suicide in psychiatric inpatients by clinical rating of hopelessness. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 57, 309–310. doi:10.1037/0022-006X.57.2.309 Beck, A. T., Kovacs, M., & Weissman, A. (1975). Hopelessness and suicidal behavior: An overview. JAMA, 234, 1146–1149. doi:10.1001/jama.1975 .03260240050026 Beck, A. T., & Steer, R. A. (1988). Manual for the Beck Hopelessness Scale. San Antonio, TX: Psychological Corporation. Beck, A. T., & Steer, R. A. (1991). Manual for Beck Scale for Suicide Ideation. San Antonio, TX: Psychological Corporation. Beck, A. T., Steer, R. A., Beck, J. S., & Newman, C. F. (1993). Hopelessness, depression, suicidal idea- 23 tion, and clinical diagnosis of depression. Suicide and Life-Threatening Behaviors, 23, 139– 145. doi:10.1111/j.1943-278X.1993.tb00378.x Beck, A. T., Steer, R. A., Kovacs, M., & Garrison, B. (1985). Hopelessness and eventual suicide: A 10year prospective study of patients hospitalized with suicidal ideation. American Journal of Psychiatry, 142, 559–563. Benazzi, F., Koukopoulos, A., & Akiskal, H. (2004). Toward a validation of a new definition of agitated depression as a bipolar mixed state (mixed depression). European Psychiatry, 19, 85–90. doi: 10.1016/j.eurpsy.2003.09.008 Berlim, M. T., Mattevi, B. S., Pavanello, D. P., Caldieraro, M. A., Fleck, M. P. A., Wingate, L. R., & Joiner, T. E. Jr. (2003). Psychache and suicidality in adult mood disordered outpatients in Brazil. Suicide and Life-Threatening Behavior, 33, 242–248. doi:10.1521/suli.33.3.242.23220 Brodsky, B. S., Malone, K. M., Ellis, S. P., Dulit, R. A., & Mann, J. J. (1997). Characteristics of borderline personality disorder associated with suicidal behavior. American Journal of Psychiatry, 154, 1715– 1719. Brown, G. K., Beck, A. T., Steer, R. A., & Grisham, J. R. (2000). Risk factors for suicide in psychiatric outpatients: A 20-year prospective study. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 68, 371– 377. doi:10.1037/0022-006X.68.3.371 Brown, G., Have, T., Henriques, G., Xie, S., Hollander, J., & Beck, A. T. (2005). Cognitive therapy for the prevention of suicide attempts—A randomized controlled trial. Journal of the American Medical Association, 294, 563–570. doi:10.1001/jama .294.5.563 Bryan, C. J., Cukrowicz, K. C., West, C. L., & Morrow, C. E. (2010). Combat experience and the acquired capability for suicide. Journal of Clinical Psychology, 66, 1044 –1056. doi:10.1002/j cl p.20703 Busch, K. A., Clark, D. C., Fawcett, J. A., & Kravitz, H. M. (1993). Clinical features of inpatient suicide. Psychiatric Annals, 23, 256–262. Busch, K., Fawcett, J., & Jacobs, D. (2003). Clinical correlates of inpatient suicide. Journal of Clinical Psychiatry, 64, 14–19. doi:10.4088/JCP.v64n0105 Chatard, A., & Selimbegovi´c, L. (2011). When selfdestructive thoughts flash through the mind: Failure to meet standards affects the accessibility of suicide-related thoughts. Journal of Personality and Social Psychology, 100, 587– 605. doi: 10.1037/a0022461 Chavan, B. S., Singh, G. P., Kaur, J., & Kochar, R. (2008). Psychological autopsy of 101 cases from northwest region of India. Indian Journal of Psychiatry, 50, 34–38. doi:10.4103/0019-5545.39757 24 İNTİHAR DAVRANIŞINI DEĞERLENDİRME VE YÖNETME Clarke, R., & Lester, D. (1989). Suicide: Closing the exits. New York, NY: Springer-Verlag. doi: 10.1007/978-1-4613-8902-6 Conner, K. R., Britton, P. C., Sworts, L. M., & Joiner, T. E. (2007). Suicide attempts among individuals with opiate dependence: The critical role of belonging. Addictive Behaviors, 32, 1395–1404. doi: 10.1016/j.addbeh.2006.09.012 Conner, K. R., Duberstein, P. R., Conwell, Y., Seidlitz, L., & Caine, E. D. (2001). Psychological vulnerability to completed suicide: A review of empirical studies. Suicide and Life-Threatening Behavior, 3, 367– 385. doi:10.1521/suli.31.4.367 .22048 Cukrowicz, K. C., Cheavens, J. S., Van Orden, K. A., Ragain, R. M., & Cook, R. L. (2011). Perceived burdensomeness and suicide ideation in older adults. Psychological Aging, 26, 331–338. doi: 10.1037/a0021836 David Klonsky, E., Kotov, R., Bask, S., Rabinowitz, J., & Bromet, E. J. (2012). Hopelessness as a predictor of attempted suicide among first admission patients with psychosis: A 10-year cohort study. Suicide and Life-Threatening Behavior, 42, 1–10. doi:10.1111/j.1943-278X.2011.00066.x Dean, P. J., & Range, L. M. (1999). Testing the escape theory of suicide in an outpatient clinical population. Cognitive Therapy and Research, 23, 561–572. doi:10.1023/A:1018728606568 Dean, P. J., Range, L. M., & Goggin, W. C. (1996). The escape theory of suicide in college students: Testing a model that includes perfectionism. Suicide and Life Threatening Behavior, 26, 181–186. Fawcett, J., Scheftner, W. A., Fogg, L., Clark, D. C., Young, M. A., Hedeker, D., & Gibbons, R. (1990). Time-related predictors of suicide in major affective disorder. American Journal of Psychiatry, 147, 1189–1194. Fleischmann, A., Bertolote, J. M., Wasserman, D., De Leo, D., Bolhari, J., Botega, N. J., . . . Thanh, H. T. T. (2008). Effectiveness of a brief intervention and contact for suicide attempters: A randomized controlled trial in five countries. Bulletin of the World Health Organization, 86, 703–709. doi: 10.2471/BLT.07.046995 Garza & Pettit. (2010). Perceived burdensomeness, familism, and suicidal ideation among Mexican women: Enhancing understanding of risk and protective factors. Suicide and Life-Threatening Behavior, 40, 561–73. doi:10.1521/suli.2010.40.6 .561 Goldstein, R. B., Black, D. W., Nasrallah, A., & Winokur, G. (1991). The prediction of suicide: Sensitivity, specificity, and predictive value of a multivariate model applied to suicide among 1906 patients with affective disorders. Archives of General Psychiatry, 48, 418 – 422. doi:10.1001/ archpsyc.1991.01810290030004 Gould, M., Kalafat, J., Harrismunfakh, J., & Kleinman, M. (2007). An evaluation of crisis hotline outcomes. Pt. 2: Suicidal callers. Suicide and Life- Threatening Behavior, 37, 338–352. doi:10.1521/ suli.2007.37.3.338 Gould, M., Munfakh, J., Kleinman, M., & Lake, A. (2012). National Suicide Prevention Lifeline: Enhancing mental health care for suicidal individuals and other people in crisis. Suicide and Life- Threatening Behavior. Advance online publication. doi:10.1111/j.1943-278X.2011.0068.x Gunnell, D., Fernando, R., Hewagama, M., Priyangika, W. D., Konradsen, F., & Eddleston, M. (2007). The impact of pesticide regulations on suicide in Sri Lanka. International Journal of Epidemiology, 36, 1235–1242. doi:10.1093/ije/ dym164 Gunnell, D., & Nowers, M. (2007). Suicide by jumping. Acta Psychiatrica Scandinavica, 96, 1–6. doi: 10.1111/j.1600-0447.1997.tb09897.x Hall, R. C., Platt, D. E., & Hall, R C. (1999). Suicide risk assessment: A review of risk factors for suicide in 100 patients who made severe suicide attempts, Psychosomatics, 40, 18–27. doi:10.1016/ S00333182(99)71267-3 Hawton, K. (2002). United Kingdom legislation on pack sizes of analgesics: Background, rationale, and effects on suicide and deliberate self-harm. Suicide and Life-Threatening Behavior, 32, 223– 229. doi:10.1521/suli.32.3.223.22169 Herbert, H., Maltsberger, J. T., Lipschitz, A., Haas, A. P., & Kyle, J. (2001). Recognizing and responding to a suicide crisis. Suicide and Life-Threatening Behavior, 31, 115–128. doi:10.1521/suli.31.2 .115.21515 Hirsch, J., Duberstein, P., Conner, K., Heisel, M., Beckman, A., Franus, N., & Conwell, Y. (2006). Future orientation and suicide ideation and attempts in depressed adults ages 50 and over. American Journal of Geriatric Psychiatry, 14, 752–757. doi:10.1097/01.JGP.0000209219.06017.62 Jacobson, N. S., Dobson, K. S., Truax, P. A., Addis, M. E., Koerner, K., Gollan, J. K., . . . Prince, S. E. (1996). A component analysis of cognitivebehavioral treatment for depression. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 64, 295–304. doi:10.1037/0022-006X.64.2.295 Jahn, D., Cukrowicz, K., Linton, K., & Prabhu, F. (2011). The mediating effect of perceived burdensomeness on the relation between depressive symptoms and suicidal ideation in a community sample of older adults. Aging Mental Health, 15, 214–220. doi:10.1080/13607863.2010.501064 Joiner, T., Kalafat, J., Draper, J., Stokes, H., Knudson, M., Berman, A., & McKeon, R. (2007). Establishing standards for the assessment of suicide risk among callers to the National Suicide Prevention Lifeline. RIBEIRO, BODELL, HAMES, HAGAN, JOINER Suicide and Life-Threatening Behavior, 37, 353– 365. doi:10.1521/suli.2007.37.3.353 Joiner, T. E., Pettit, J. W., Walker, R. L., Voelz, Z. R., Cruz, J., Rudd, M. D., & Lester, D. (2002). Perceived burdensomeness and suicidality: Two studies on the suicide notes of those attempting and those completing suicide. Journal of Social and Clinical Psychology, 21, 531–545. doi: 10.1521/jscp.21.5.531.22624 Joiner, T. E., Jr. (2005). Why people die by suicide. Cambridge, MA: Harvard University Press. Joiner, T. E., Jr., Hollar, D., & Van Orden, K. A. (2006). On Buckeyes, Gators, Super Bowl Sunday, and the Miracle on Ice: “Pulling together” is associated with lower suicide rates. Journal of Social and Clinical Psychology, 25, 179 –195. doi: 10.1521/jscp.2006.25.2.179 Joiner, T. E., Jr., & Rudd, M. D. (1995). Negative attributional style for interpersonal events and the occurrence of severe interpersonal disruptions as predictors of self-reported suicidal ideation. Suicide and Life-Threatening Behavior, 25, 297–304. Joiner, T. E., Jr., Steer, R., Brown, G., Beck, A. T., Pettit, J., & Rudd, M. D. (2003). Worst-point suicidal plans: A dimension of suicidality predictive of past suicide attempts and eventual death by suicide. Behavior Research and Therapy, 41, 1469–1480. doi:10.1016/S0005-7967(03)00070-6 Joiner, T. E., Jr., VanOrden, K. A., Witte, T. K., Selby, E. A., Ribeiro, J. D., Lewis, R., & Rudd, M. D. (2009). Main predictions of the Interpersonal- Psychological Theory of suicidal behavior: Empirical tests in two samples of young adults. Journal of Abnormal Psychology, 118, 634–646. doi: 10.1037/a0016500 Joiner, T. E., Jr., Walker, R., Rudd, M. D., & Jobes, D. (1999). Scientizing and routinizing the assessment of suicidality in outpatient practice. Professional Psychology: Research and Practice, 30, 447–453. doi:10.1037/0735-7028.30.5.447 Krakow, B. (2006). Nightmare complaints in treatment- seeking patients in clinical sleep medicine settings: Diagnostic and treatment implications. Sleep, 29, 1313–1319. Krakow, B., Holliefield, M., Johnston, L., Koss, M., Schrader, R., Warner, T., & Prince, H. (2001). Imagery rehearsal therapy for chronic nightmares in sexual assault survivors with posttraumatic stress disorder. Journal of the American Medical Association, 286, 537–545. doi:10.1001/jama.286 .5.537 Kreitman, N. (1976). The coal gas story. United Kingdom suicide rates, 1960–71. British Journal of Preventive & Social Medicine, 30, 86–93. Kuo, W., Gallo, J. J., & Eaton, W. W. (2004). Hopelessness, depression, substance disorder, and suicidality: A 13-year community-based study. Social 25 Psychiatry and Psychiatric Epidemiology, 39, 497– 501. Lejuez, C. W., Hopko, D. R., Acierno, R. Daughters, S. B., & Pagoto, S. L. (2011). Ten year revision of the brief behavioral activation treatment for depression: Revised treatment manual. Behavior Modification, 35, 111–161. doi:10.1177/ 0145445510390929 Linehan, M. M. (1993). Cognitive behavioral treatment of borderline personality disorder. New York, NY: Guilford Press. Linehan, M. M., Comtois, K. A., Brown, M. Z., Heard, H. L., & Wagner, A. (2006). Suicide Attempt SelfInjury Interview (SASII): Development, reliability, and validity of a scale to assess suicide attempts and intentional self-injury. Psychological Assessment, 18, 303–312. doi:10.1037/ 1040-3590.18.3.303 Liu, X. (2004). Sleep and adolescent suicidal behavior. Sleep, 27, 1351–1358. Mann, J. J., Apter, A., Bertolote, J., Beaitrais, A., Currier, D., Haas, A., . . . Hendin, H. (2005). Suicide prevention strategies. JAMA, 294, 2064– 2074. doi:10.1001/jama.294.16.2064 McGirr, A., Renaud, J., Seguin, M., Alda, M., Benkelfat, C., Lesage, A., & Turecki, G. (2007). An examination of DSM–IV depressive symptoms and risk for suicide completion in major depressive disorder: A psychological autopsy study. Journal of Affective Disorders, 97, 203–209. doi:10.1016/ j.jad.2006.06.016 McGuffin, P., Farmer, A. E., & Harvey, I. (1991). A polydiagnostic application of operational criteria in studies of psychotic illness: Development and reliability of the OPCRIT system. Archives of General Psychiatry, 48, 764 –770. doi:10.1001/ archpsyc.1991.01810320088015 McMillan, D., Gilbody, S., Beresford, E., & Neilly, L. (2007). Can we predict suicide and non-fatal selfharm with the Beck Hopelessness Scale? A metaanalysis. Psychological Medicine, 37, 769– 778. doi:10.1017/S0033291706009664 Metalsky, G., & Joiner, T. E. (1997). The Hopelessness Depression Symptom Questionnaire. Cognitive Therapy and Research, 21, 359–384. doi: 10.1023/A:1021882717784 Morin, C. M., Bootzin, R. R., Buysse, D. J., Edinger, J. D., Espie, C. A., & Lichstein, K. L. (2006). Psychological and behavioral treatment of insomnia: Update of the recent evidence (1998 –2004). Sleep: Journal of Sleep and Sleep Disorders Research, 29, 1398–1414. Motto, J. A., & Bostrom, A. (2001). A randomized controlled trial of postcrisis suicide prevention. Psychiatric Services, 52, 828–833. doi:10.1176/ appi.ps.52.6.828 Neuringer, C., & Harris, R. (1974). The perception of the passage of time among death-involved hospital