Guncel-Sanat-Dergisi-Haziran-2016-1
Transkript
Guncel-Sanat-Dergisi-Haziran-2016-1
Fiyatı ₺ 17,5 | Avrupa € 8 | Kıbrıs ₺ 19 Haziran 2016 | Yıl:3 | Sayı:25 G NCEL SANAT G NCEL SANAT w w w. g u n c e l s a n a t . c o m . t r Barbara Kruger, İsimsiz (We Will No Longer Be Seen and Not Heard), Kağıt Üzeri Litografi, 522 x 522 mm, 1985 SAYI 25 | HAZİRAN 2016 www.guncelsanat.com.tr Maria Lassnig, Lady with Brain c.Tüyb., 125 x 100cm, 1990, Tate İzniyle ‘BAŞKA AVRUPA’ PHILIPP DIETACHMAIR SANATTA PAZARLAMA VEDAT K. ‘İSTANBUL BİZİM İÇİN İŞLENMEMİŞ BİR NOKTA’ JOAKIM ROOS ‘BÜYÜK REİS’ MUZAFFER ORUÇOĞLU BİR CIA SİLAHI OLARAK MODERN SANAT C M Y CM MY CY CMY K Peter Halley, Zayıf Kuvvet, 2016 (Galerie Thomas izniyle) ESER Yves Klein Yves Klein, 'Untitled blue monochrome', Kontrplak Üzeri Boya, 1397 x 1197 x 32 mm, 1959 GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 2. SAYI ÇIKTI ŞİİR NUR ALAN, BARAN ÇAÇAN, MURAT ÇELİK, ELVİN EROĞLU, SERDAR KOÇAK, AYHAN KURT, ÖMER ŞİŞMAN, BERNA TERZİAHMETOĞLU, GEORG TRAKL, İRFAN YILDIZ ÖYKÜ OZAN ÇINAR, MUAMMER KIRANOĞLU, EBRU OJEN, İSMAİL PELİT, NECMİ ZEK METİN LÂLE MÜLDÜR DEFTER ORHAN DURU YAZI BARIŞ ACAR, ENİS BATUR, OSMAN ÇAKMAKÇI, BURAK FİDAN, TARIK GÜNERSEL, MARTIN HEIDEGGER, MUAMMER KIRANOĞLU, SENEM KURTAR, MELİSA KURTCAN, ÇAĞRI ULUĞER SÖYLEŞİ ALAIN BADIOU, CANSU ÇAKAR, EBRU OJEN SANAT YÜKSEL ARSLAN, ALİYE BERGER, BERİL GÜN, MELİSA KURTCAN, CANSU ÇAKAR ŞARKI AVNİ ANIL DİPNOT OSMAN ÇAKMAKÇI, MUAMMER KIRANOĞLU GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 EDİTÖRDEN YAZ GELDİ. Bu kısa cümlenin insanın içini ısıttığından şüphe yok. Fakat gerçek başka bir mevsimi işaret eder. Bu yazın önceki yazlara nazaran daha geniş bir şemsiyesi var: Bir yanda yerle bir edilen kentler, sürgünler, iç göçler, mülteciler; öte yandan travmalar, umutsuzluklar, mutsuzluklar, huzursuzluklar... Savaşın mağdur, masum özneleri, biçare bakışlar ve bütün hazin yıkıcılığı ile devam eden savaşlar. Kıyımlar ve katliamlar süregelirken, Philipp Dietachmair’ın deyimiyle kültür operatörleri de halen işbaşlarında. Adeta, yaz şemsiyesini sahip oldukları hünerlerle, ürettikleri ürünlerle, sergilerle, festivallerle, bienallerle tersyüz etmeye devam etmekteler. Sanatsal faaliyet adı altında ekoloji, mutfaklar ve arşiv cepheleri arşınlanırken savaşın yıkıcılığının sürdürülmesindeki roller de iyi oynanmaktadır. KÜLTÜR OPERATÖRLERİ Küresel sermayenin Türkiye distribütörlerinin yetenekli kültür operatörleri sanatçıların ve onların üretimleri vasıtasıyla kültürleri yayıkta çalkalarken, bu sanatçılar onların üflediği yelkenlerle keyif çatmaya bir süre daha devam edeceklerdir. Keyif kelimesine aldanmayın, nerden ve kimin üflediği belli olmayan bir yelkenin yönü de olmaz, hareketi de ve keyif de alınmaz, alınmış gibi gösterilir. Editör Gülcan Sarmısaklı Yaz geldi. GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 4 Fiyatı ₺ 17,5 | Avrupa € 8 | Kıbrıs ₺ 19 Haziran 2016 | Yıl:3 | Sayı:25 G NCEL SANAT İÇİNDEKİLER G NCEL SANAT SAYI 25 | HAZİRAN 2016 Barbara Kruger, İsimsiz ( e ill No Longer Be Seen and Not Heard), Kağıt Üzeri Litografi, 522 x 522 mm, 1985 w w w. g u n c e l s a n a t . c o m . t r www.guncelsanat.com.tr Maria Lassnig, Lady with Brain c.Tüyb., 125 x 100cm, 1990, Tate İzniyle ‘BAŞKA AVRUPA’ PHILIPP DIETACHMAIR SANATTA PAZARLAMA VEDAT K. ‘İSTANBUL BİZİM İÇİN İŞLENMEMİŞ BİR NOKTA’ JOAKIM ROOS 6 MARIO PRASSINOS PERA'DA 9 9. BERLİN BİENALİ 10 5. ULUSLARARASI ÇANAKKALE BİENALİ'NİN SANATÇILARI AÇIKLANDI BÜYÜK REİS MUZAFFER ORUÇOĞLU BİR CIA SİLAHI OLARAK MODERN SANAT 12 GÜLSÜN KARAMUSTAFA STAATLICHE MUSEEN ZU BERLIN Mayıs 2016, Yıl:3, Sayı:25 14 MÜZELER EĞİTİMİN BİR PARÇASI HALİNE GELECEK İmtiyaz Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü 16 OPERA, BALE, ORKESTRA, KORO VE TOPLULUKLAR 17 VARLIĞIN; IŞIK, SES VE RENK ÖZGÜRLÜĞÜ / Mehmet Akkaya 23 MAHÇUP KEMAN / Mustafa Atapay 24 SELÇUK-ANDONBOĞAZ TEPESİ YAKINI MEZAR 14.06.2016 18:32 VEDAT KÜÇÜKBİNGÖL Genel Yayın Yönetmeni GÖKHAN TOPTAŞ Editör GÜLCAN SARMISAKLI Görsel Yönetmen OZAN UZUN KALINTILARI / Ergün Laflı 28 ZAMAN, TARİH, SİYASET, SANAT VB. / Emre Zeytinoğlu Reklam [email protected] 30 JOAKIM ROOS / R: Vedat K. Müşteri İlişkileri ve Abonelik [email protected] 36 BAŞKA AVRUPA / Philipp Dietachmair 43 BÜYÜK REİS / Muzaffer Oruçoğlu 44 SANATTA PAZARLAMA / Vedat K. 48 MUSTAFA MUTLU / R: Vecdi Uzun 52 ÖLDÜR BENİ ÇİÇEĞİ / Rıfat Maniş 53 GÖBEKLİTEPE 6 AY BOYUNCA GÖRÜLEMEYECEK 55 MEKTEB-İ TIBBİYE-İ ŞAHANE YENİLENİYOR 56 DARZANA: İKİ TERSANE, BİR VASITA 58 BİR CIA SİLAHI OLARAK MODERN SANAT Yönetim Yeri Dr. Esat Işık Cad. No: 89/1 Moda - Kadıköy / İstanbul İletişim [email protected] +90 507 606 80 01 www.guncelsanat.com.tr Basıldığı Yer Platin Group / Halkalı Merkez Mh. Dereboyu Cd. No:65 K.Çekmece İstanbul Yayın Türü: Aylık Süreli ISSN: 2148-5852 Güncel Sanat ve buna bağlı ekler Güncel Medya Yayıncılık tarafından yayımlanmıştır. Yazı ve fotoğrafların tüm hakları kredi sahiplerine veya Güncel Sanat’a aittir. İzin alınmadan alıntı yapılamaz. Reklam, yazı ve görseller imza sahiplerinin sorumluluğundadır. 5 GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 HABER MARIO PRASSINOS PERA’DA Mario Prassinos, 'Eygalières', Provence (1983) Fotoğraf: Yves Gallois | Centre d’Archives Mario Prassinos, Paris 2016 GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 6 HABER Mario Prassinos sergisi, İstanbul’da Rum, sanatçı bir ailede dünyaya gelen Mario Prassinos’un Paris’te 20. yüzyıl avangartları arasında başlayan sanatsal kariyerini konu alıyor. Sanatçının resimlerden kitap illüstrasyonlarına ve dokuma örneklerine, portrelerden gravürlere uzanan farklı eserlerini bir araya getiren sergi, Prassinos’un çarpıcı ve özgün karakterini, sürrealizmle başlayıp realist bir anlayışa yönelen üslubunu ortaya koyuyor. Seza Sinanlar Uslu küratörlüğünde düzenlenen sergi ile 20. yüzyılın bu özgün ve Türkiye için gizli kalmış sanatçısı, doğumunun 100. yılında, doğduğu semt olan Pera’ya geri dönüyor. 'Pèretextat', No. 19 (1973) Tuval üzerine yağlıboya, 130 x 97 cm Centre national des arts plastiques, Paris 2016 Mario Prassinos’un “Bir Sanatçının İzinde: İstanbul-Paris-İstanbul” isimli sergisi, 14 Ağustos 2016 tarihine kadar Pera Müzesi’nde görülebilir. 'Sarı-Kırmızı-Siyah Ağaç' (1962) Aside yedirme baskı, akuatint ve soğuk kazı, 76 x 56,5 cm Centre national des arts plastiques, Paris 2016 7 GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 HABER 9. BERLİN BİENALİ 1996 yılında ilki gerçekleştirilen Berlin Bienali’nin bu seneki küratörü New York tabanlı DIS kolektifi. DIS, sanat piyasasındaki hiyerarşileri ve kemikleşmiş yapıları yıkmayı amaçlıyor. 9.Berlin Bienali sanalın gerçek, ulusların marka, bireylerin veri, kültürün kapital, sağlığın politika, mutluluğun ekonomi olduğu 2016 dünyasının çelişkilerine odaklanıyor. Ayrıca bienal, basın bülteni yerine Anthem adlı bir pop albümü yayımlıyor. Bienal 18 Eylül 2016 tarihine kadar görülebilecek. 9.Berlin Bienali Sanatçıları 69, Antoni Abad, Halil Altindere, Ei Arakawa (Dan Poston, Stefan Tcherepnin ortaklıklarıyla), Korakrit Arunanondchai/ Alex Gvojic, atelier le balto, Armen Avanessian/Alexander Martos (Christopher Roth ortaklığı ile), åyr, Will Benedict, Julien Ceccaldi, Centre for Style (Anna-Sophie Berger; Burkhard Beschow & Anne Fellner; Max Brand; Rare Candy with Alden Epp, Spencer Lai, Natasha Madden, Misty Pollen, Ander Rennick & Amber Wright; Susan Cianciolo; Marlie Mul; Liam Osborne; H.B. Peace & Kate Meakin; Joshua Petherick; Lin May Saeed; Eirik Sæther ortaklıklarıyla), Brody Condon, Kartenrecht, CUSS Group (ANGEL-HO, FAKA, Megan Mace, NTU ortaklıklarıyla), Kathleen Daniel, Debora Delmar Corp., Simon Denny with Linda Kantchev, Cécile B. Evans, Nicolás Fernández, Lizzie Fitch/Ryan Trecartin, Simon Fujiwara, GCC, GUAN Xiao, Calla Henkel/Max Pitegoff, Camille Henrot, Yngve Holen, Alexa Karolinski/Ingo Niermann, Josh Kline, Korpys/Löffler ,Nik Kosmas, M/L Artspace, Shawn Maximo ,Ashland Mines, Katja Novitskova, Trevor Paglen/Jacob Appelbaum, Juan Sebastián Peláez, Adrian Piper ,Alexandra Pirici ,Josephine Pryde ,Puppies Puppies, Babak Radboy ,Jon Rafman, Timur Si-Qin, Lucie Stahl ,Hito Steyerl, TELFAR, Christopher Kulendran Thomas ,Wu Tsang, Anna Uddenberg ,Amalia Ulman, Anne de Vries Anthem İsimli Albümün Sanatçıları Abu Hajar, Halil Altindere, Math Bass, Lizzi Bougatsos & Brian DeGraw, Elysia Crampton, Lizzie Fitch/Ryan Trecartin, Isa Genzken, Juliana Huxtable, Kelela, Nguzunguzu, Adrian Piper, Fatima Al Qadiri, Carles Santos, Patricia Satterwhite, Jacolby Satterwhite, Hito Steyerl, Total Freedom, Amalia Ulman, Nick Weiss GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 8 HABER 9. Berlin Bienali'nden 9 GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 HABER 5.ULUSLARARASI ÇANAKKALE İ NA İ NİN SANATÇILARI AÇIKLANDI Adrian Paci, 'The Column', 2013 “Anavatan- Homeland, Heimat, Patria..." başlığıyla 24 Eylül - 6 Kasım 2016 tarihleri arasında düzenleniyor. BİENALE KATILACAK SANATÇI LİSTESİ Adrian Paci (Arnavutluk-İtalya), Ahmet Elhan (Türkiye), Aissa Deebi (Filistin-İsviçre), Akam Shex Hadi (Irak), Alfredo Jaar (Şili-ABD), Ali Miharbi (Türkiye), Angela Melitopoulos (YunanistanAlmanya), Anur Hadžıomerspahıć (Bosna-Hersek), Bikem Ekberzade (Türkiye), Birgit Johnsen - Hanne Nielsen (Danimarka), Boris Mikhailov (Ukrayna-Almanya), Bouchra Khalili (Tunus-Fransa), Canan Beykal (Türkiye), Cem Demir (Türkiye), Cengiz Aktar (Türkiye), Çınar Eslek (Türkiye), David Larsson (İsveç), Eleni Mylonas (Yunanistan), Esin Turan (Türkiye-Avusturya), Ezgi Kılınçaslan (TürkiyeAlmanya), Ghazel (Fransa-İran), Haider Jabbar (Irak), Halil Altındere (Türkiye), Josphine Turalba (Filipinler), JR (Fransa-ABD), Kalliopi Lemos (Yunanistan-İngiltere), Maher Abdel Aziz (Suriye-İsveç), Mehmet Erim (Türkiye), Nevin Aladağ (Türkiye-Almanya), Norayr Kasper (Kanada-Türkiye), Peter Aerschmann (İsviçre), Pravdoliub Ivanov (Bulgaristan), Reysi Kamhi (Türkiye), Roza El Hassan (Suriye-Macaristan), Sabine Küper-Büsch &Thomas Büsch (Almanya-Türkiye), Sermin Sherif (Türkiye-İngiltere), Tuğba Elmacı (Türkiye), Vahit Tuna (Türkiye) Bu sene 24 Eylül ve 6 Kasım tarihleri arasında gerçekleştirecek 5. Uluslararası Çanakkale Bienali'ne dahil olacak sanatçılar, 13 Mayıs Cuma günü, İstanbul’da düzenlenen basın toplantısında, küratöryel ekip ve Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan'ın katılımıyla duyuruldu. 24 Eylül - 6 Kasım 2016’da gerçekleştirilecek 5. Çanakkale Bienali, "göç" olgusunu "Anavatan" kavramı üzerinden çağdaş sanat bağlamında ele almayı; bu gündem etrafında yerel ve küresel ortamlarda sürmekte olan düşünsel ve yaratıcı süreçlere katkı sunmayı amaçlıyor. 5. Uluslararası Çanakkale Bienali, ilhamını Çekoslovakya asıllı felsefeci, yazar ve gazeteci Vilem Flusser'in (19201991) göçmenlik ve mültecilik üzerine düşüncelerinden alıyor. 5. Uluslararası Çanakkale Bienali, "Anavatan ebedi bir değer değil, daha çok özgül bir teknolojinin işlevidir; yine de onu yitiren acı çeker. Çünkü o anavatana, çoğu gizli olan ve bilinç düzeyine çıkamayan bir çok bağ ile bağlıyızdır. Bu bağlar koptuğunda ya da koparıldığında, birey bunu büyük bir acıyla, adeta en derindeki varlığının cerrahi bir müdahaleye uğraması gibi deneyimler" diyen ve kendisi de bir 2.Dünya Savaşı mültecisi olan Çekoslovakya asıllı felsefeci, yazar ve gazeteci Vilem Flusser'in (1920-1991) göçmenlik ve mültecilik üzerine düşüncelerinden ilham alıyor. Modernist paradigmanın “anavatan” tahayyülünün günümüzdeki etkilerinin, Post-modern yersizyurtsuzlaşma olgusu, güncel siyasal-ekonomik sorunların yarattığı küresel göçler, mültecilik ve sürgünler ile bizzat zorlanan ulus-devlet sınırları gibi çeşitli yönleriyle ele alınacağı bienalin 5. edisyonunda, Türkiye, Orta Doğu ve Avrupa’dan çağdaş sanatın yanı sıra foto muhabirlik, belgesel, sinema, tasarım, basın gibi farklı disiplinlere yayılan 40 sanatçının milliyet, kimlik ve ötekileşme gibi temaları irdeleyen; günümüzde yaşanan göç krizinin farklı yönlerini odağına alan yapıtlarına yer veriliyor. GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 BİENAL MEKANLARI Başta ana bienal sergi mekanı olarak Eski Sahil Sıhhiye (Piri Reis Müzesi) olmak üzere, MAHAL Sanat ve Palamut Depoları Bölgesi, Eski Ermeni Kilisesi, Mekor Hayim Sinagogu, Korfmann Kütüphanesi, Çanakkale Arkeoloji Müzesi, Çanakkale Seramik Müzesi (Eski Er Hamamı), Ece Ayhan Evi, ÇTSO Çanakkale Evi, Çanakkale DGSG gibi kentin önde gelen mekanlarının kullanılması öngörülüyor. BİENAL EKİBİ Genel Sanat Yönetmeni Beral Madra Genel Direktör Seyhan Boztepe CABININ Yönetici Küratörü Deniz Erbaş Sergileme Direktörü: Kubilay Özmen 10 HABER FERHAT ÖZGÜR BARCELONA LOOP VİDEO FUARI’NDA Sanatçı Ferhat Özgür Gallery Bernhard Bischoff and Partner-Bern ile Barcelona LOOP Video Festival ve Fuarı'nın Ana Bölümü'ne ikinci kez katılıyor. Ferhat Özgür, Videostill, 'Bir Genç Kız Yetişiyor', 2003 - 2015 Ferhat Özgür'ün erken dönemde ürettiği ve ilk kez özel bir soundtrack ile yurt dışında sergileyeceği “Bir Genç Kız Yetişiyor” (2002-2015) adlı videosu Barcelona LOOP Video Fuarı'nın Ana Bölümü'nde Bern'den Gallery Bernhard Bischoff and Partner'in temsiliyle yer alıyor. Seçici kurulunda Jean-Conrad & Isabelle Lemaître, Josée & Marc Gensollen, Haro Cümbüşyan ve Renee Drake’nin yer aldığı fuarda Özgür’ün işi ikinci kez sergilenmiş oluyor. Video, yeni yetişen bir genç kızın, saçlarının düzgün ve dalgasız olması için annesiyle gerçekleştirdiği bir ritüeli ele alıyor. Genç kız ütü masasının önünde yüzü izleyiciye dönük utangaç bir biçimde diz çöküyor ve annesi kızının kuzguni saçlarını ütülemeye başlıyor. Genç kız dalgalı saçlarını ne kadar çok hatırlarsa o kadar az varolduğunu düşünüyor. Performans sürecinde saçlarındaki bu değişim yetişmekte olan kız için büyüsel bir etkiye dönüşüyor. 11 GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 HABER GÜLSÜN KARAMUSTAFA STAATLICHE MUSEEN ZU BERLİN Gülsün Karamustafa, Fotoğraf: Muhsin Akgün Sanatçı Gülsün Karamustafa’nın eserleri, 10 Haziran ile 23 Ekim 2016 tarihleri arasında Staatliche Museen zu Berlin’de (Berlin Ulusal Müzeler) izleyicilerle buluşuyor. Berlin isimli müze sanatçı Gülsün Karamustafa’nın eserlerinin sergilendiği bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Müzenin basın ofisi yayımladığı bildiride, Karamustafa’yı 20.yy’ın ikinci yarısının en önemli sanatçılarından birisi olduğuna vurgu yapıyor. Almanya’nın Berlin kentinde yer alan Staatliche Museen zu GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 12 HABER Gülsün Karamustafa, 'Vaat Edilmiş Resimler', 1998 - 2004 | Zafer Yıldırım koleksiyonu Gülsün Karamustafa, 'Hapishane Resimleri 6', 1972 13 GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 HABER Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Millî Eğitim Bakanlığı arasında imzalanacak protokol ile müzelerin eğitimin bir parçası hâline geleceğini söyleyen Bakan Nabi Avcı, müzeleri bir eğitim alanı olarak gördüklerini dile getirdi. Ankara’nın önemli tarihi miraslarından At Pazarı bölgesini canlandırmak üzere uzun yıllardır çalışmalar yürüten Rahmi M. Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı tarafından restore edilen tarihi Safranhan Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı’nın katılımıyla ziyarete açıldı. MÜZELER EĞİTİMİN BİR PARÇASI HÂLİNE GELECEK Müzeleri Bir Eğitim Alanı Olarak Görüyoruz “Biz müzeleri öncelikle bir eğitim alanı olarak da görüyoruz. İnşallah yakın zamanda Millî Eğitim Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı bir protokol imzalayacak. Bu protokolümüz hazır ve inşallah o protokolle müzelerimiz de çocuklarımızın, gençlerimizin, öğrencilerimizin eğitiminin bir parçası hâline gelecek. Bu protokolün hemen öncesinde böyle bir müzenin açılı şını yapıyor olmaktan dolayı hem Kültür ve Turizm Bakanı olarak hem de eski Millî Eğitim Bakanı olarak çok mutlu oldum. Müzeler Statik Değil, Dinamik Olmalı Ankara’ya güzel bir mekân kazandırdıklarını söyleyen iş insanı Rahmi Koç ise konuşmasında müze, lise, üniversite ve hastanelerin kaynak yaratmayan, devamlı finanse edilmesi gereken kuruluşlar olduğunu dile getirdi. Müzelerin statik değil, dinamik olması gerektiğine vurgu yapan Rahmi Koç sözlerine şöyle devam etti: “Müzemizi gezen bir ziyaretçiden aldığımız tebrik mektubu, lise ve üniversitelerimizin mezun ettiği gençler, hastanelerimizin sağlığına kavuşturduğu hastalarımız en büyük kazancımız ve mükâfatımızdır. Müzeler statik değil dinamik olmalı, devamlı halkın nabzını tutmalı, yenilikler getirmelidir. Biz de bu yoldan gidiyoruz.” GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 14 HABER 'BALKAN BREEZE' "Balkan Breeze" sergisi, 8- 30 Haziran 2016 tarihleri arasında Summart Sanat Merkezi'nde sanatseverlerle buluşuyor. Yiğit Yazıcı, 'RTU174412', Tuval Üzerine Akrilik, 120 x 130 cm, 2012 S A A S R A Z Z 15 N S Y Y GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 HABER OPERA, BALE, ORKESTRA, KORO & TOPLULUKLAR Türkiye genelinde 2015 yılında Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’ne bağlı 6 orkestra, 13 koro ve 9 topluluk mevcuttu. Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’ne bağlı korolarda 20142015 sezonunda 696 sanatçı görev yapmakta olup bunların %38,6’sını kadın sanatçılar oluşturdu. Oransal olarak ses sanatçılarının çoğunluğu ve notistlerin tamamı kadın sanatçılardan oluşurken, erkek sanatçılar koro şefi, koro şef yardımcısı ve saz sanatçılarının çoğunluğunu oluşturdu. OPERA VE BALE SALONU SAYISI GEÇEN SEZONA GÖRE %26,7 AZALDI. 2014-2015 sezonunda, 2013-2014 sezonuna göre opera ve bale salonu sayısı %26,7 azalarak 11 olurken, opera ve bale salonu koltuk sayısı ise %37,8 azalarak 6 bin 398 oldu. TOPLULUKLARDA KADIN SANATÇILARIN ORANI %27,2 OLDU. Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’ne bağlı topluluklarda 20142015 sezonunda 375 sanatçı görev yapmakta olup bunların %27,2’sini kadın sanatçılar oluşturdu. Notistlerin tamamını kadın sanatçılar oluştururken, sanat yönetmeni yardımcısı ve semazen kadrolarının tamamı ise erkeklerden oluştu. OPERA VE BALE SALONLARINDA OYNANAN ESER SAYISI GEÇEN SEZONA GÖRE %1,1 ARTTI. Sezonlar itibarıyla karşılaştırıldığında; 2014-2015 sezonunda, 2013-2014 sezonuna göre opera ve bale salonlarında oynanan eser sayısı %1,1 artarak 190 oldu. Opera ve bale salonlarında oynanan yerli eser sayısı geçen sezona göre %23,5 azalarak 75 olurken, oynanan yabancı eser sayısı %27,8 artarak 115 oldu. ORKESTRALARIN YAPTIKLARI GÖSTERİ SAYISI GEÇEN SEZONA GÖRE %2,8 ARTTI. Orkestraların yaptıkları gösteri sayısı, 2014-2015 sezonunda 2013-2014 sezonuna göre %2,8 artarak 218 oldu. Aynı sezondaki izleyici sayısı ise %7,2 artarak 151 bin 562 oldu. Opera ve bale seyirci sayısı 2014-2015 sezonunda, geçen sezona göre %15,8 azalarak 337 bin 7 oldu. Opera ve bale yerli eser seyirci sayısı geçen sezona göre %22,2 azalarak 143 bin 981 olurken, yabancı eser seyirci sayısı %10,4 azalarak 193 bin 26 oldu KOROLARIN YAPTIKLARI GÖSTERİ SAYISI, GEÇEN SEZONA GÖRE %13,1 ARTTI. ORKESTRALARDA 2014-2015 SEZONUNDA 410 SANATÇI GÖREV YAPTI. Sezonlar itibarıyla karşılaştırıldığında; 2014-2015 sezonunda, 2013-2014 sezonuna göre koroların yaptıkları gösteri sayısı %13,1 artarak 190 oldu. Aynı sezondaki izleyici sayısı %29,6 artarak 89 bin 744 oldu. Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’ne bağlı orkestralarda 20142015 sezonunda 410 sanatçı görev yapmış olup bunların %41’ini kadın sanatçılar oluşturdu. Kadın sanatçılar konsertmaister, keman sanatçıları, viyola sanatçıları, flüt sanatçıları ve arp sanatçıları kadrolarının oransal olarak çoğunluğunu oluştururken, orkestra şefi, orkestra şef yardımcısı, tuba, notist, lüthiye ve timpani sanatçıları kadroları ise tamamen erkeklerden oluştu. TOPLULUKLARIN YAPTIKLARI GÖSTERİ SAYISI, GEÇEN SEZONA GÖRE %10,4 ARTTI. Toplulukların yaptıkları gösteri sayısı 2014-2015 sezonunda, 2013-2014 sezonuna göre %10,4 artarak 202 oldu. Aynı sezondaki izleyici sayısı %17,9 artarak 242 bin 242 oldu. Kaynak ve Bülten:Tüik KOROLARDA KADIN SANATÇILARIN ORANI %38,6 OLDU. GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 16 MAKALE Mehmet Akkaya VARLIĞIN; IŞIK, SES VE RENK ÖZGÜRLÜĞÜ* “Okuması ve yazması olmayan üyelerinin çoğunlukta olduğu kilise, bu üyelerini eğitmek için resimlerin, resimlendirilmiş bir kitaptaki imgelerin çocuklara yardımcı olduğu gibi yararlı da olabileceğini, resme karşı çıkan herkese anımsattı. ‘Nasıl ki yazı okumasını bilenin işine yarıyorsa, resim de ne okumasını ne de yazmasını bilenin işine yarar’ diye buyurdu.”1 Günümüzde adına resim denilen biçimleri, mağara duvarına yapan ilk kuşak insan kümeleri bu biçimlerin gelişerek modern bir sanata dönüşebileceğini kuşkusuz ki düşünemediler. İlk kuşak “ressamlar” yaptıklarının, maddi yaşamlarını kolaylaştırmanın bir aracı olarak ortaya koyduklarının bilincindeydiler. Tek kaygıları olmasa bile asıl motivasyonlarını sağlayan maddi yaşam kaygıları idi. Resmin ve içinde yer aldığı plastik sanatların, özellikle de mimarinin işlevsellik boyutuna vurgu yapılması ise halen geçerliliğini korumaktadır. Yine de resim gibi heykel ve mimarinin de güzel sanatlar adı altında anılması, bugün için yerleşik bir yargı durumundadır. Yalnız mimaride değil, resim gibi diğer sanat disiplinlerinde de işlevsellik problemi çözülmüş değildir. Antikçağ’ın, Ortaçağ’ın ya da Rönesans ve Aydınlanma döneminin ressamları da sanatı toplumsal fonksiyonlarından yalıtarak ele alamadılar. Toplumsal kaygılarla estetik kaygılar arasındaki gerilim, günümüzde de sanatçılar için merkezi mesele olma niteliğini sürdürmektedir. Soyutlama ve simgeleştirme tekniklerine yoğunlaşma; sese, renge, ışığa form kazandırmaya çalışırken başvurulan yöntemlerde bunun izleri görülebilmektedir. Oruçoğlu ise, bu anlamdaki soyutlamada aşırı yollara başvuran ressamlar arasında görünmektedir. Resimlerindeki konu genişliği ve üslup zenginliğinin kaynakları başlı başına bir araştırma konusudur. Yöntemi, dünya görüşü, benimsediği estetik ve felsefi anlayışı saptamak ise görece daha kolaydır. Sanatın, egemen sınıflar açısından rolü büyüktür ki yukarıda, Gombrich’in de ifadelerinden bunu anlıyoruz. Sanatı, iktisadi sınıfların, günümüzde kapitalizmin kendi çıkarına uygun olarak koşulla 17 mak istemesi akılda tutulmalıdır. Devlet sanatçılığı gibi deyimlerin türetilmiş olması boşuna değildir. Eski devletlerin olsun ulus-devletlerin olsun akademileri, genel çerçevede okulları, en genel çerçevede eğitim kurumlarını inşa edip toplumu kendi ekonomik, sosyal ve kültürel çıkarları doğrultusunda yönlendirmesi, sevk ve idare etmesi sermayenin lehine bir durum yaratır. Kamu hizmeti açısından birtakım olanaklar getirse de gerçek niyet iyi değildir. Yine de kamusal hizmet politikaları gereği, toplumun farklı kesimleri gibi sanatçıların da bu politikalardan olumlu anlamda sonuçlara ulaştıkları olmuştur. Şu da var ki, devlet ya da kurulu düzen tarafından desteklenen bir sanat ve sanatçının bu düzeni aşma yeteneği taşıdığı tartışma götürür. 1 Gombrich E. H.,Sanatın Öyküsü, Remzi Kitabevi, S. 95, 1976, İstanbul. GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 MAKALE Batı sanat tarihine (resim tarihi) ilişkin daha ayrıntılı bir sunumu Hayat ve Sanat isimli kitabımda yapmakla birlikte, Muzaffer Oruçoğlu’nun eserlerine değinirken birkaç cümleyle de olsa ülkemizin resim tarihine göz atmak gerekebilir. Osmanlı-Türkiye toplumunun resim tarihi hat, ebru ve minyatür geleneğine bağlıdır. Levni ile modern resme bir geçiş yapıldığı ileri sürülür. Kapitalizmin Osmanlıya girişi, ekonomik işleyişi değiştirdiği gibi üstyapısal unsurlarda da değişiklik yarattığı söylenebilir. İki boyutlu minyatürlerin yerini üç boyutlu modern resim almaya başladı. Modernleşme askeri kurumlarda daha yoğun görüldüğü gibi ressamlar da asker kökenlidir. Devlet tarafından Batının sanat merkezlerine (Paris, Berlin vs.) gönderilen sanatçı adayları modern sanat ve buradaki konu bağlamında resim tekniklerini öğrenerek dönmüşlerdir. Yani devlet sanatçıyı yetiştiriyor. Kaba bir yorumla söylenebilir ki, devlet tarafından yetiştirilen, koşullanan sanatçı da insana, topluma ve dünyaya onun perspektifinden, onun penceresinden bakmaktadır. Oysa muhalif sanatçı (Muzaffer Oruçoğlu vb.) bu perspektife karşı mücadele ederek kendini inşa etmiş kişidir. Osmanlı-Türkiye’nin resim tarihinde 1883 önemli bir kırılma noktası sayılabilir. Zira bu yıl, Sanat Akademisi’nin kurulduğu yıldır. 2 Asker kökenli ressamların desteği ile ve yine dönemin önemli bir sanatçı ailesinden gelen GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 ressam Osman Hamdi Bey tarafından kuruluyor. Osman Hamdi, Osmanlı yaşam tarzını paşa ve padişahlar açısından ele aldığı resimlerle tanınır. Öncülüğünü ve müdürlüğünü yaptığı Akademi, sosyal ve siyasal koşullara bağlı olarak evrime uğramıştır. Sanatın ve özel olarak da resmin Osmanlı döneminde, imparatorluğun ideolojisini taşırken cumhuriyetle birlikte de modern sınıfların ideolojisini taşımaya başladığını söylemek yanlış olmaz. Bu kısa girişi vermenin nedeni de zaten bu tezi göstermek içindir. Resim sanatında; figürasyon çalışması, üç boyutluluk ve tuval tekniklerinin yanında konularda da değişiklikler olur, ilerleyen süreçte. Ayrıca Osmanlı-Türkiye resminde ekolleşme, ona dönemsel olarak bakmayı da gerektirir. “1914 Kuşağı” bir ekol yaratır. İzlenimciliğin etkisinde olan ressamlar içinde, İbrahim Çallı adı en çok bilinendir. Bu tek örnekten bile anlaşılıyor ki, resmi ideolojinin modernleşmeyi kendisiyle birlikte (1920’lerden) başlatması gerçeği yansıtmıyor. Çallı; çizdiği gül, natürmort ve manzara resimleriyle dikkat çekmiştir. 1928’de kurulan “Müstakiller Birliği” de resimde etkili olmuştur. Resme eleştirel bakmayı önemseyen grup modülasyon uygulamasını önemsemiştir. İçinde Nurullah Berk ve Abidin Dino, Elif Naci, Bedri Rahmi Eyüboğlu gibi gerçekçi sayılabilecek ressamlar ise 1933’te “D Grubu”nu kurmuşlardır. Grup resmi kentsoylu ve aşırı biçimci olarak değerlendirilir. Abidin Dino’da ise köyü duyuran figür 18 lere rastlanmış (İbrik), Elif Naci ise naif resimler vermiştir. Nurullah Berk’te de iki boyutlu izlenimi veren daha ziyade kadın yüzleri görülmektedir. II. Emperyalist Savaş yıllarında da (1941) “Yeniler” adıyla bir ekol daha ortaya çıkar. Savaşın tahribatlarını ve sosyal adaletsizliği tuvale yansıtmayı düşleyen grup, “liman” konulu bir sergi düzenlemiş ve kendilerini sosyalist olarak değerlendirmişlerdir. Önemli temsilcilerinden birisi ise Nuri İyem idi. Grubun resimleri ve sergileri kitleleri etkiledi ve bu grup en geniş izleyici kitlesine sahip oldu. 1950’li yıllarında ise, “Paris Okulu” etkili oluyor. Okulun etkisi non-figüratif ve dışavurumcu tarzı yaygınlaştırmak biçiminde oluyor. Türk resim tarihi Fikret Mualla (Saygı) gibi renkli kişileri de tanıdı. Bu da ekoller dışı, düzen dışı kişiliklerin göstergesi olması bakımından orijinaldir. Onun resimlerinde, diperlerine nazaran renkler armonisini saptamak zor değildir. Görülüyor ki, Osmanlı-Türkiye resim sanatı, modern birçok konu ve tekniği uygulamaktadır ve Osmanlı-Türkiye tarihindeki modernleşme hareketlerine de paralel olarak yürümüştür. Manzara resimleri, sosyal yaşamdan görüntüler, nü resimleri, Şeker Ahmet Paşa’da olduğu gibi sebze ve meyve resimlerinde de yeni biçim ve teknikler kullanılmıştır. Son Halife Abdülmecit Efendi’nin de ressam olmasını ve nü resimleri de dahil, Batı tarzında resimler çizdiğini de unutmamak gerekir. 2 Bugün Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olarak bilinen akademinin 1882’deki asıl adı: Sanayi-i Mektebi Alisi idi. MAKALE Muzaffer Oruçoğlu, 'Lesbos', Bez Üzerine Yağlıboya, 40 x 60 cm Muzaffer Oruçoğlu, 'Üretim', Bez Üzerine Karışık Teknik, 85 x 85 cm 19 GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 MAKALE Muzaffer Oruçoğlu, 'İhtiyar', Karton Üzeri Pastel, Gouache, 50 x 60 cm GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 20 MAKALE Resimleri ele aldıkları konuya bakarak yargılamak, nesnel bir eleştiri için yeterli olmasa da farklı unsurlarla birlikte ele alındığında bir gerçekliği de işaret edebilmektedir. Cumhuriyet döneminin ressamlarından Avni Arbaş’a bakıldığında atlar ve atlar üzerinde Mustafa Kemal figürleri görürülür. Cumhuriyet öncesi ressamlarda ise çok miktarda paşa ve padişah resmine veya Osmanlı toplum sistemini meşrulaştıran tablolarla karşılaşılır. Bu ve benzeri figürlerin yerini sanatçı Oruçoğlu’nun eserlerinde ise Nazım Hikmet, Şeyh Bedrettin, Yılmaz Güney, çapayla dirgenle yürüyen köylüler, maden ocakları ve işçiler alır. Konu eserlerin niteliğini göstermeye yetmezse de, onu işlemek için gerekli yöntemin de ne olduğunu etkilediği için bir kriter olarak ele alınabilir. Oruçoğlu, resme ortaokul yıllarında ilgi duymaya başladığını söylüyor. Sunulan bu resim geleneğinden ne denli yararlandığına dair somut bilgiye sahip değiliz. Ama Osmanlının dinsel ideolojisinden Cumhuriyetin ise dinci ve milliyetçi ideolojisinden kopmuş olduğunu söylemek gerekiyor. Dolayısıyla onun resimlerini kendi içinde, önceki kuşaktan bağımsız olarak değerlendirmekte yarar var. Oruçoğlu’nun resmini anlamaya, onun izlediği tekniği çözümleyerek başlanabilir. Oruçoğlu, Resim ve Resim Tekniği Gombrich Antik ve Ortaçağ yıllarını kastederek şunları yazıyor: “Zamanın ressamları, boyalarnı, ne tüp içinde ne de kutu içinde alıyorlardı. Renklerin çoğunluğu, boyalı ağaçlardan ve madenlerden kendileri elde ediyorlardı. Bunları iki taş arasında kendileri eziyorlar veya bu işi bir çırağa yaptırıyorlar, bu yolla çıkarılan tozu kullanmadan önce, bir tür karışım elde edinceye dek sulandırıyorlardı.” 3 Aynı yerde belirtildiğine göre bu tarzda elde edilen boyalar amaca iyi hizmet etse de çabuk kuruyordu. Bu kuruluğa yol açan ise karışımda kullanılan yumurta idi. Ressam Van Eyck, yumurta yerine yağ kullanarak bir bakıma yağlıboya tekniğini icat etmiş oldu. Onun yaptığı resim sanatına önemli bir katkıydı. Galilei de kendi alanında devrim yaparken daha ileriyi görme yeteneğine sahip teleskopu geliştirmişti. Bunun gibi Muzaffer Oruçoğlu da okaluptüs bitkisinden hareketle boyalar yapıyor. Kuşkusuz ki sanatçının kullandığı araçların kendi icadı olması ile, diğer insanların icadı olması arasında fark vardır. Ressam kendi icadı olan araçları daha operasyonel düzeyde kullanmaktadır. Çünkü, o araç ya da eleman, düşün ya da sanat kişisinin doğrudan amaçları göz önüne alınarak yapılmıştır. İnsanın kendisi araç ve elaman ürettiğinde, onun verimli kullanılmasının yollarını da en yaratıcı tarzda ürettiği görülmektedir. Bu yüzden Oruçoğlu’nun kimi zaman herhangi bir muşambanın üzerini zımparalayarak, onu tuval haline getirdiği görülmektedir. “Hegel”, “Merak” ve “Baretli Yaşam” adlı tablolarında olduğu gibi. Bazen de bir bezi tuval olarak kullanmaktadır. Akrilik yanında suluboya, yağlı boyaya başvurduğu da görülmektedir. Ayrıntısını Oruçoğlu’ndan dinleyelim: “Resmi muhtelif yüzeylere çizerim. Nakışlı nakışsız, dikişli dikişsiz, kırışık düz, her türlü beze; kağıt, tahta, plastik, metal ve halının ters yüzüne. En çok kullandığım boya tekniği akrilik, yağlıboya ve okaliptüs reçinesidir. Bu boyalara bazen kum katar, yüzeye yayarım. Kumu tutkalla sürdüğüm de olur. Kolajlama veya karışık tekniğe yönelirim zaman zaman. Kalın tahta yüzeylere her türden malzemeyi yapıştırır, çakar ve sonra da bunları boya ile işlerim. Geçenlerde kafamı sıfır numara tıraş ettim, saçlarımı, nevrotik bir sezgiyle sürekli beni süzen ve içimi okuyan, bitmemiş portrenin kafasına yapıştırdım, yanına da ormanda bulduğum kurumuş bir kertenkele ölüsünü yerleştirdim. Boya ile işlenince resme ruh veriyorlar bunlar.” 3 Gombrich E. H.,Sanatın Öyküsü, Remzi Kitabevi, S. 179, 1976, İstanbul. Y 2015 250 21 A 2 2 - - GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 FİLOZOFÇA EPİSTEMOLOJİK KOPUŞ Sanat ve Politikada; Bilim ve Felsefede Roman, Resim ve Şiirde Kopuşa Doğru: Muzaffer Oruçoğlu GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 22 MAKALE MAHÇUP AN Mustafa Atapay Duman gibi sıkıntı tütüyordu üstümde. Çalan müziğin keman sesi, yaylı çalgılar ciğerlerimi deliyordu. Bulanık bedbaht ve günaha bulaşmış beyaz vücudum önce kemik gibi sertleşiyor, sonra toz bulutu gibi ufalanıp zonklayan mor bir ağrı olarak kayboluyordu. Sokağa çıktığımda yüzümü utançtan bir alev sarıyor, oturduğum masada, gözlerimi iliştirmeden kimseye sabit bir hayal noktasına dalıp düşlüyordum. Mat bakışlarım beni düşmeden durdurabiliyordu sandalyede sabit ve donuk. Sahilde ıslak ayaklarımla bastığım kum tanelerinin yapışması gibi, etime yapışmıştı binlerce günah sinekleri, sakallarımı umutsuzca sıvazladım. Bu insan denen varlıkların içinde güvenlice oturabilmek için ne yapmalı? Kendimden tiksinmemi nasıl atmalıydım. Yalnız akşamda estikçe rüzgâr alnıma mağlubiyetimi perçinliyordu. Bunları hep içimi serinletmek, kusmak için yazdım ama yazdıklarım beni günahımım kendisi gibi çıplaklaştırdı ve köşeye sıkıştırdı. Masaya gelen yemeğe odaklanmalıyım şimdi. Aşk bir kalbi istemektir. Oysa ben mahcubum ve istemek çok zor. 23 GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 ARKEOLOJİ SELÇUK-ANDONBOĞAZ T E P E S İ YA K I N I ME ZA R KA LI N T I LA R I Prof. Dr. Ergün Laflı Kıyı Ege arkeolojisindeki en önemli sorunlardan biri bu bölgede Ephesos, Pergamon ve Smyrna gibi metropoller olmasına rağmen, bu kentlerin mezarlık alanlarının yeterince araştırılamamış olmasıdır. Bu durum sonraki dönemlerde mezarların tahrip olması ile de ilintilidir. Roma Dönemi’nde Batı Anadolu’nun en büyük kenti Ephesos’un mezarlıkları iyi tanınmamaktadır. Kent merkezindeki mezarlıkların bir kısmı yayınlanmış olsa da, kentin kırsalındaki mezarlar ve mezarlık alanları sadece kısmi olarak bilinmektedir (bkz. R. Yazıcı, Ephesos Antik Kenti Nekropollerindeki Roma Dönemi Mezar Tipleri, Adnan Menderes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 Lisans Tezi; Aydın 2014; ve E. Trinkl, Die Nekropolen von Ephesos. Ein Überblick, Forum Archaeologiae - Zeitschrift für klassische Archäologie 4/VIII / 1997) Selçuk Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2012/213 esas sayılı dosyası için bilirkişi olarak görevlendirildim. 3 Temmuz 2012 tarihinde mahkeme heyeti ile beraber İzmir İli, Selçuk İlçesi, Kuyumcu-Gümbüldek Mevkii, 58 Pafta, 6669 ve 6262 parsel ile 116 Pafta, 6143, 6144, 5945, 2225 ve 2526 sayılı parsellerde bulunan bir çiftlik evi ve bahçecilik yapılan tarım arazileri incelendi. Belgelenilen bu alan sulak olup, doğal bir yer altı sarnıcı sayesinde oldukça bereketli topraklara sahiptir. 24 Alan “Andon boğazı Tepesi” diye anılan bir tepenin kuzey yamacında konumlanmakta ve Ephesos Örenyeri’nin yaklaşık 10 km güneybatısına düşmektedir. Andonboğazı Tepesi Ephesos yakınlarındaki gözetleme kulelerinden birine sahiplik yapması ile tanınmaktadır. Alan herhangi bir sit alanı içerisinde kalmamaktadır. Andığımız parsellerde uzun yıllardır devam etmekte olan ve hali hazırda yakın zamanda yapıldığı izlenimini edindiğim bazı yasadışı kaçak kazılar mevcuttur. Bu kazılar esnasında yakınlardaki bir tümülüs tahrip edilmiş ve içindeki arkeolojik mimari unsurlar dağıtılmıştır. Bu arkeolojik öğeler sırasıyla şöyledir: ARKEOLOJİ Res. 1: İzmir İli, Selçuk İlçesi, Kuyumcu-Gümbüldek Mevkii, 58 Pafta, 6669 ve 6262 parsel ile 116 Pafta, 6143, 6144, 5945, 2225 ve 2526 sayılı parsellerde bulunan taşınmazlarda tespit edilmiş olan mermer sütun tamburu ve kline bloğu. 1- Çiftlik evinin yaklaşık 500 m karşısında, dağ yamacında bulunan açık alanda Hellenistik Çağ’a ait bir adet mermer yivsiz sütun tamburu (çap: 73 cm; yükseklik: 59 cm; res. 1), taş direklerin üstüne gelecek şekilde, yastık formlu yarı işlenmiş mermer dörtgen bir başlık (res. 2) ile aralarında kline bloklarını andıran buluntuların (genişlik: 61 cm; uzunluk: 110 cm; kalınlık: 20 cm; res. 3) da olduğu sekiz adet bezemesiz mermer mimari blok tespit edilmiştir. Bu yerüstü buluntuları in situ değildirler. Res. 2: Yastık formlu yarı işlenmiş mermer dörtgen bir başlık. Res. 3: Diğer bir mermer blok. 25 GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 ARKEOLOJİ 2- Çiftlik evinin güneybatısında bir adet Hellenistik Çağ’a ait mermer yivsiz sütun tamburu (çap: 60 cm; yükseklik: 64 cm; res. 4), bezemesiz iki adet mermer blok, mermer kapı eşik taşı (res. 5) ve (olasılıkla gömü amaçlı) pithos’lara ait ağız ve gövde parçaları tespit edilmiştir. Bu yerüstü buluntuları da in situ değildir. 3- Evin çeşitli alanlarında, antik çağa ait mermer mimari bloklar (genişlik: 20 cm; uzunluk: 56 cm; kalınlık: 19 cm; res. 6) betonlanmış ve mimari unsur olarak kullanılmıştır. Res. 4: Mermer sütun tamburu. 4- Evin yolu üzerinde Geç Hellenistik-Erken Roma devrine ait basit gömülere ait pişmiş toprak mezar kiremidi parçaları gözlemlenmiştir. Yüzeyde tespit edilen mermer ve diğer taşlardan mimari bloklar taş cinsleri, büyüklükleri, yarı işlenmiş olmaları, korunma durumları, tarihlendirilmeleri ve formsal unsurları açısından birbirlerine çok benzemektedirler. Arazide bir km’lik bir alana yayılmış bu buluntuların çoğu, çok beyaz, damarsız ve yerel bir mermerden yapılmışlardır. Bu parçaların yarı işlenmiş görüntüsü bunları gömülerde, büyük olasılıkla bir Hellenistik Çağ tümülüsünde kullanılmış olabileceği izlenimi yaratmıştır. Bölgede tümülüs mezar geleneği Hellenistik Çağ’da mevcut iken, Roma Dönemi ile beraber azalmıştır. GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 Res. 5: Mermer kapı eşik taşı. Res. 6: Betonlanmış bir mermer blok. 26 ARKEOLOJİ Alanda tespit ettiğimiz parçaların korunma durumları bir hayli iyidir. Üzerlerinde herhangi bir küf tabakası tespit edilmemiş, hatta bir tamburdaki (res. 1) dübel deliğinde bulunan renkler dahi günümüze çok iyi koruna gelmiştir. Bu durum bize bu parçaların uzun süre toprak altında iyi şartlarda korunduklarını ve yakın zaman içinde kaçak kazılar yoluyla toprak yüzeyine çıkarıldıklarını düşündürür. Formsal olarak da parçalar işleniş tarzı açısından birbirlerini tıpatıp andırmaktadırlar. Parçalar masif görüntüleri ve tektonik vurguları ile Hellenistik Çağ’a ait olmalıdırlar. Hatta Geç Klasik-Erken Hellenistik (İ.Ö. 4. yy.) dönem parçaların tarihlenmesi açısından daha uygun bir tarihtir. Lakin bu çağda Ephesos’un güneybatısında Kuyumcu Mevkii ve yakın çevresinde tümülüslerin bir hayli yoğun olduğu bilinmektedir. Ephesos kırsalında arkeolojik olarak tespiti yapılmış yedi adet tümülüs Kuyumcu Mevkii yakınlarında bulunmaktadır. (Ephesos ve çevresi tümülüsleri ile ilgili olarak: B. Varkıvanç, Das Tumulusgrab von Kuştur bei Ephesos, Lykia, Anadolu Akdeniz Arkeolojisi 3, 1996-1997, 102114; F. Miltner, 21. vorläufiger Bericht über die Ausgrabungen in Ephesos, Jahreshefte des Österreichischen Archäologischen Institutes in Wien 43B, 1956-1958, 2-64; ve H. Vetters, Ephesos: Vorläufiger Grabungsbericht 1971, Anzeiger der Philosophisch-Historische Klasse 109, 1972, 83-102). 4- Belevi Anıtı’nın yakınındaki tümülüs. Belevi Mezar Anıtı'nın hemen yakınında yer alan bu tümülüs Hellenistik döneme tarihlenmektedir. Tümülüsün güneyinde yer alan girişten başlayan koridor aşağı yukarı tam merkezde yer alan iki mezar odasına ulaşır. Güzel işçiliğe sahip krepis duvarı ile İ.Ö. 3. yüzyıla tarihlenmektedir. Bu tümülüsler sırasıyla şunlardır: Bu malzemeler çok büyük olasılıkla Kuyumcu Mevkii’nde bulunan, yakındaki (olasılıkla Andonboğazı Tepesi üzerinde bulunan) İ.Ö. 4. yy.’a ait bir tümülüsten kazılıp, çıkarılmışlar ve buradaki arazide toplanmışlardır. Dava konusu alanlarda tespit edilen arkeolojik malzemelerin neredeyse tamamı İ.Ö. 4. yy.’a aittir ve gömü ile ilgilidir. Andonboğazı Tepesi yakınındaki bu alanın derhal arkeolojik bir sit derecesi ile değerlendirilmesi ve korumaya alınması gerekmektedir; aynı zamanda etrafa dağılmış olan arkeolojik buluntuların ivedilikle müze envanterine geçirilmesi önerilmektedir. 1- Kazı yapılıp, dromosu’na ulaşılmış olan Büyük Bayraklıtepe. Bu tümülüs İzmir-Selçuk Karayolu’nda rahatlıkla görülebilmektedir. 2- Büyük Bayraklıtepe’nin karşısındaki Küçük Bayraklıtepe. Bu Tümülüs de İzmir-Selçuk Karayolu’nda rahatlıkla görülebilmektedir. 3- Korudağ üzerinde bulunan üç adet Tümülüs. 27 5- Kuşadası Orman Kampı yakınında bulunan tümülüs. GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 MAKALE ZAMAN, TARİH, SİYASET, SANAT VB. Modern-Modernite-Modernizm tabirleri genel olarak 18. yüzyıl sonrası için kullanılan ve birbirleriyle bütünlük gösteren tabirlerdir; hepimiz (ya da pek çoğumuz diyelim) söz konusu tabirleri Sanayi Devrimi’nden itibaren dile getirmeyi severiz.Deriz ki: Modern, “şimdi ve burada” anlamına gelir; Modernite,“şimdi ve burada” olabilmek için sürekli “ilerleme”yi gerektiren bir durumu işaret eder; Modernizm ise bu “ilerleme”nin kültürel ve sanatsal yönü ile ilgilenir, özellikle de dönemin eleştirisini üstlenir… Bu tanımlar kabaca doğrudur elbette. Fakat şu da vardır: Biliriz ki 18. yüzyıl öncesinde de pek çok “modern” vardı; örneğin Yunan felsefesinin “üç büyükler”i olan Sokrates, Platon ve Aristoteles dönemi de “modern”di. Pagan’ın bitişi ve Hristiyan kültür ve siyasetinin doğuşu da “modern” olarak adlandırıldı. Rönesans’a da “modern” denilmişti.İşte Sanayi Devrimi sonrası GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 nın üretim, siyasi, kültürel, sanatsal ve felsefi koşulları da bir başka “modern” olarak karşımıza çıktı. Klasik tarih yazımının (bir “yanlış”ı olduğunu söylemesek de) bir zorunluluğu ve bu zorunluluktan kaynaklanan bir tuhaflığı öne sürülecekse, ona şöyle bir eleştiri getirilebilir: Tarihte birtakım dönemler, sanki kendi içlerine kapanmış vekopuk zamanlar biçiminde arka arkaya dizilerek yazılır ve okunur. Böyle bir tarih okuması hiç kimseye hiçbir şey anlatmaz; bu yüzden iyi bir tarih okuyucunun yapacağı şey, bu kapalı dönemler arasındaki “sızma” ve “dönüşme” zamanlarını düşünmeye koyulmasıdır (Bunun için önünde anılar, mektuplar, küçük notlar, edebiyat-şiir kitapları, sanat yapıtları vb. hazır beklemektedir). Tarihe bu gözle baktığımızda, her bir “modern” ya da sayısız “modern sayılmayan” dönemin, birbirleriyle sıkı bağlar kurduğunu görürüz ve sözgelimi 28 Emre Zeytinoğlu Yunan felsefesinin hem Ortaçağ’a hem çağdaş sanata, Ortaçağ’ın Rönesans’a, tüm bunların da 18. yüzyıl sonrasına nasıl uzanabildiğini sezip şaşırırız.Bu tip bir tarih okuması, aslında büyük ölçüdepostmodern ortamın benimsediği bir yöntemdir; yani “ilerleme”nin kat ettiği yolu, pek çok “önemsiz” yol ile kesmek, bitmez tükenmez bir çaba ile tüm yollar arasındaki “sızma” ve “dönüşme” olanaklarını denemek, geri dönüşlere başvurmak…Tarihi çoğaltmak, arka arkaya dizilmiş dönemleri genişleterek iç içe geçirmek ve sonuçta da “sonuç olasılıkları”nı tek tek ortaya koymaktır bu yöntemin amacı… Ne var ki gerçekten ilginçtir;18. yüzyıl sonrası “modern” anlayışı, tarihi hep“ilerleme”nin siyasi etkisine kapılarak kopuk dönemler anlayışıyla sunmuşsa da düşünce temelinde “çok olasılıklı” bakış açısına sahipti.Üstelik kendi bilimini, felsefesini ve sanatını da (tarihin siyasi MAKALE yazılışından ayrı olarak) bu “olasılıklar zenginliği”nden kotardı. Zaten Aydınlanma felsefesinin, siyasete kurban verildiği üzerine geliştirilmiş eleştiriler de genellikle bu çelişki üzerine yapılanmıştır. Üzerinde durulmayı hak edecek bir çelişkidir bu; eğer 18. yüzyıl Modernitesi Platon ve Aristoteles’i geride bırakabilmişse (ki geride bırakmak, her zaman onlardan kopmak anlamına gelmez), bunu, bu iki filozofun nesne ve idea ayrımının ötesine geçerek başarabildi. Ulus Baker, bu geride bırakmayı1998 yılında verdiği ODTÜ seminerlerinde şöyle açıklamıştı: “Bence Rönesans’ın en önemli adamı Kepler’dir tabii. Çünkü Kepler, bu ‘aşkın form’ düşüncesini, Ortaçağ’da da süren aşkın form düşüncesini ve doğanın, dünyanın ve insanın ‘poz verdiği’ düşüncesini yıktı. Bunu fotoğrafla karıştırmayın; fotoğraf herhangi bir ânın çekilmesidir, herhangi bir ânı ayrıcalıklı kılmanın biçimidir, geçişin biçimi değildir fotoğraf.” Baker’den yaptığımız alıntıda iki şeye dikkat edelim; birincisi: Kepler’in çalışmaları 16. yüzyılın sonu ile 17. yüzyılın ilk çeyreğine rastlar, yani o bir “Rönesans adamı”dır ve 18. yüzyıl henüz uzaklardadır. Oysa 18. yüzyılın bilimi, felsefesi ve sanatı, onun düşüncelerinden çok fazla şey alacaktır. Bu durum, yukarıda belirttiğimiz “dönemlerin iç içe geçebilme” olasılıklarına, başka bir deyişle de “tarihte zaman kaymaları”na iyi bir örnek oluşturur. Ama ikincisi ve daha önemlisi şudur: Baker bu tümcelerden sonra da bir açıklama yapar; der ki: Kepler’in büyük önemi, dünya tarihinde ilk kez şöyle bir düşünceyi yaratabilmesinde yatıyor: İşte bir ipin ucuna bir bilye bağlayıp bunu çevirirsem, bütün bu physis [akış] içersinde, bütün bu hareket içersinde ayrıcalıklı bir herhangi bir an yoktur. Nasıl dile getirebileceğimi bilmiyorum ama bu şu anlama geliyor: Artık ilgi ‘herhangi anlam’a yönelik, ayrıcalıklı anlara değil.” Baker’de çıkartacağımız bu ikinci sonuç bize şunu öğretiyor: Nesnelerin fotografik biçimleri, o nesneyi basitçe temsil etmekten ve onları “aşkın bir şey”miş gibi göstermekten öteye geçmiyor. Neyi temsil etmekteydi o fotografik biçim? Şunu: Evrenin matematiksel bir tutarlılık içinde açıklanması sırasında, bir nesnenin bir anlık durumunu… Fakat o temsil, o nesnenin ve hatta diğer nesneler ile olan ilişkisinin yalnızca dondurulmuş bir ânı idi. Bununla birlikte bir “şey”in varlığı Kepler’vari akış içinde (ki pekâlâ evrenin bütünsel akışıdır bu) böyle açıklanamazdı. Fotografik biçimde açıklandığına ise ortaya şu çıkıyordu: Gördüğümüz mutlak biçimi ve onun dışındaki diğer durumları… Diğer durumları düşündüğümüzde ise biçimden uzaklaşmak ve idealar dünyasının karanlıklarına dalmak kaçınılmazdı. Kepler, kendinden önce bu çalışmalara dalmış olan Kopernik’ten aldığı ilham ile astronomide şunu savunuyordu: Bir “orbit” (yörüngedeki bir şey) yörüngenin kendisinden ayrı tutulamaz ve tanımlanamaz; nesne, yörüngenin ta kendisidir. O halde yörünge, bir bakıma nesnenin anlamını tamamlayan bir soyutlamadır ve bizzat nesneye eklenmiştir. 29 Bu noktada şu belirtilmeli: Mademki nesne ve yörünge bir bütündürler… Ve onların bir biçimi olmalıdır… Bu durumda o biçim, nesnenin yörünge üzerinde o yolu “kat ediş”inin biçimidir; tek bir anda donmamış ve yol alan bir biçim… Dahası, bir nesne ile o nesnenin bir sistem içindeki hareket edişinin, bir yerden bir yere doğru “gidişinin” resmi; tüm bunların resmi… Öyleyse o bütün biçimin içine girmiş bir şeyi daha düşünmemizin sırası gelmiştir: O “zaman” kavramıdır ve biçime içkindir. 18. yüzyıldan bu yana “estetik” diye tanımlamaya çalıştığımız bir şey varsa, onun önerdiği biçim, bir öznenin saptayabileceği bu nesne-zaman ilişkisinin düzlemine yayılmıştır. Kopernik’ten ve Kepler’den Kant’a, Cezanné’dan Merleau-Ponty’ye, Kandinskyve Schoenberg’den Adorno’ya ve Heidegger’e, Benjamin’den çağdaş sanata ve bunların da ötesinde bilim, felsefe ve sanat alanındaki koskoca bir “ordu”ya binlerce yapıt ürettiren ve binlerce sayfa yazdıran şey, bu problematiğin kendisinden başka ne olabilirdi? Modern anlamda geometri, soyut bir çizgi üzerinde gezinip duran bir “şey”in, o eksendeki hareketlerinin “çoğul hesaplanması” ile açıklanıyor. Bilimin, felsefenin ve sanatın bu “hesaplama”ya ayak uydurabilmesi, onların “özne” ve “zaman” kavramları ile kurduğu bağ ile mümkün olabiliyor. İyi de bir tarih yazımı, tüm bunları görmezden gelebilme “gücünü” nasıl bulabiliyor? İşte burada, hiçbir referans tanımayan “siyaset” kavramınınacıklı fotoğrafını yeniden düşünmeli. GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 RÖPORTAJ İSTANBUL BİZİM İÇİN JOAKIM İŞLENMEMİŞ ROOS BİR NOKTA Röportaj Vedat K. R R İ İ Y S GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 30 - - - RÖPORTAJ Fotoğraf, Joakim Roos, Kosova İstanbul’a ilk defa geldiğinizi biliyorum. Şehirle bu ilk karşılaşmanızın üzerinizdeki etkisi nedir? Birçok sürprizlerle karşılaştım, çünkü Avrupa’dayken buraya dair şuan gördüğüm resimlerin hiçbirini daha önce görmemiştim, özel bir araştırmaya da girişmedim ve buranın yaşantısı hakkında da çok şey bilmiyordum. Çok büyük bir şehirle karşılaştım ve dünyada da üçüncü büyük şehir, İstanbul. Tabii ki hem Anadolu hem de Osmanlı tarihi hakkında daha önce bir bilgiye sahiptim. Fakat bu kadar büyük ve güzel bir şehirle karşılaşmak benim için sürpriz oldu. Başka sürprizlerle karşılaştınız mı ve daha önce buraya dair bir hayaliniz var mıydı? İstanbul çok kalabalık, yemekler ve içecekler çok lezzetli ve buraya gelen turistler için de çok iyi bir yer. Paris gibi ama Paris’ten daha iyi, Barselona’yı da biliyorum ve oradan 10 defa daha büyük. Belki insanlar arkadaş canlısıdır, fakat buradaki insanlarla din ve politika tartışılmıyor, çünkü bazı insanlarla tanıştım ve onlar din ya da politika hakkında konuşmuyorlar. Sizce neden konuşmuyorlar ve bu sizin için ne anlam ifade ediyor? Bu benim için bir hayal kırıklığıdır, çünkü politika veya diğer dinler hakkında konuşmayı seviyorum. İstanbul’un sokak ve caddelerinde farklı ekonomik seviyelerde yaşayan insanlar ve farklı kültürler var. Çok zengin, çok fakir, modern ve entelektüel insanlar var. Dindar olmak, örtünmek önemli değil, herkes kendi yaşantısına ya da nasıl yaşayacağına ve ne giyineceğine kendisi karar verir. İsveç’te herkes her şeye açık, konuşabiliyoruz. İsveç TV’lerinde İstanbul nasıl görünür ve bu görüntüler insanları nasıl bir düşünce içine çeker? Örneğin 10 gün önce ben İstanbul’a gideceğimi söylediğimde, etrafımdaki insanlar, “Nasıl gidersin İstanbul’a, çok tehlikeli ve gitme!” dediler. Ben de, “Evet, doğru. Çok tehlikeli ve Paris de tehlikelidir ve bu önemli değil.”dedim. Oraya da insanlar gidiyor. Çok meraklıyım, gezip görmeyi ve bir şeyler öğrenmeyi istiyorum. İslam hakkında da bir şeyler bilmek istiyorum. İstanbul’da bombalar patlıyor, burada olmak tehlikeli ama ben korkmuyorum. 31 Ben fotoğrafçıyım, gazeteciyim. İsveç sokaklarında sık karşılaşıyorsanız Suriyeli ya da Ortadoğulu insanlar hakkında neler söylersiniz? Eylül ve Ekim aylarında, İstanbul’a gelmeden önce Suriyeli insanlarla tanıştım, konustum. 15 Bin’e yakin Iraklı, Suriyeli Afganistanlı mülteciler var. Çok sessizler, çok korkmuşlar. Birçok kişi ile konuştum, savaştan dolayı çok korkmuşlardı ve ne yapacaklarını da bilmiyorlar. Gelecekte onları nerede görüyorsunuz ve 10 yıl sonra Suriye ya da Ortadoğu’da ki savaşın akıbetini nasıl yorumlarsınız? Ben çok iyimser bir insan değilim, Bosna ve Kosova savaşında oradaydım. 15-20 yıl önce ilk üç ay çok kötüydü, bütün ülkeyi yerle bir ettiler ve savaş dört buçuk yıl sürdü. 15 yılda anca kendini toparladı. Gelecek nesil acı çekti. Sizin hikâyeniz nedir? Suriye ya da Türkiye’yi göz önüne alırsak, yeni dünya, yeni yüzyıl, teknoloji ve iletişim hakkında neler söyleyebilirsiniz? GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 RÖPORTAJ Fotoğraf, Joakim Roos, Danimarka Fotoğraf, Joakim Roos GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 32 RÖPORTAJ Suriye ya da Türkiye’de iletişim ya da internetin izole edildiğini söyleyemeyiz ama Afrika’nın edildiğini söyleyebiliriz. Türkiye’de medyayı hükümet kontrol ediyor ve medyada spekülasyon olabiliyor. Medya, kimin kimi nasıl öldürdüğünü ve çatışmaların nasıl olduğunu saklıyor. Neler oluyor burada, insanların bundan haberi. Medyanın kontrol edilmesi ve birilerinin kendi emelleri doğrultusunda yayın yapması çok tehlikeli. Bilgiyi engellemek çok tehlikeli, bu benim deneyimim. Slobodan Milošević Bosnada TV’yi kontrol etti, kendi insanlarını korkuttu, Müslümanlar saldırmadığı halde onların saldırdığını söyleyerek, medyayı kontrol ederek halkı korkuttu ve onları komşularına saldırttı. Tehlike halk içindir, gücü elinde tutan için değil. Halk için bu tehlike uzun dönemde içinden çıkılmaz bir hale dönüşür. bir kelime değil, bir yargı var. Bir resim hayal et, ne görüyorsun o resimde? Aklınla tercih ediyorsun resimde ne olduğunu. Bu yüzden çok net söyleyemezsin resmin nasıl bir iletişim kurduğunu. Herkes gördüğü resim hakkında kendi düşüncesine sahiptir. Bir fotoğrafla iletişim kurabilmek için çok sofistike olabilirsin, ne olduğunu bilmeden kendi yöntemlerinle yorumlarsın, bu yüzden önemlidir. Bir kişiyi cezalandırmak çok zordur, ama bir liderin karikatürü ile onu cezalandırabilirsin. Fotoğrafla iletişim hakkında söyleyebileceğim çok şey var bu bildigim bir konu ama diğer sanat dallarını çok fazla bilmiyorum. Sanat hayatin kendisi ve canlı, bundan etkilenirsin ve seni zorlar. Güzel bir resim anlayış olarak, duygu olarak seni zorlar. Gördüğünü analiz etmek, kendini geliştirmek için önemlidir. Bir fotoğrafçı olarak sanat ile iletişim arasındaki ilişki hakkında neler düşünürsünüz? İstanbul’daki müze ya da sanat galerilerini gezdiniz mi ve İstanbul’daki sanat hakkında neler söylersiniz? Sanat, ifade etmede ve ifadenin yerini bulmasında çok etkilidir. Çünkü yazılı Çok fazla görmedim, bu yüzden çok fazla bir şey söyleyemem. Sanırım, 33 burada çok fazla sanatçı yaşıyor. İsveç’te kaç tane sanat galerisi olduğunu biliyor musunuz? Hem özel hem de devlete ait çok sayıda ve birbirlerinden farklı sanat galerileri var ve sanatçılardan sanat eseri satın alıyorlar. Fotoğraf gazeteciliği yapmaktasınız. Basılı ve dijital yayın hakkında neler söylersiniz? Biz basılı yayın yapıyoruz, çünkü fotoğrafla iletişim kurmak istiyorsan basılı yayınla güzel bir görsel deneyim yaşatılmalıdır. “Wow!” dedirtmeli ve bunu bilgisayarda elde edemiyorsun. Ama basılıda bu oluyor. Bu görsel bir eğlencedir. Fotoğrafın ne hakkında olduğu, kompozisyonu, görsel deneyimi eğlenceli bir şekilde görülmeli. İnternet hızlı iletişim için önemli, ama basılı yayın daha çok iz bırakıyor. Siz sanat hakkında konuşuyorsunuz, biz fotoğraf gazeteciliği hakkında konuşuyoruz. Biz görgü tanıklığı yaratıyoruz. Küçük bir konuya odaklanıyoruz, çok geniş değil. Birçok gazete ekonomik GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 RÖPORTAJ Fotoğraf, Joakim Roos Fotoğraf, Joakim Roos, Meros GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 34 RÖPORTAJ nedenlerle kapandı, bu sektör inişe geçti ve biz fotoğraf haberciliği için bir alan bulduk yeniden. Hiç kimsenin artik uğraşmadığı bu alanda biz fotoğraf haberciliği yapıyoruz, çaba sarf ediyoruz. Bu boş bir alan ve bir kara delik. İstanbul bizim için işlenmemiş bir nokta. İsveç’e gittiğimizde burada çektiğimiz fotoğrafları ilgi olursa bunu dönüştürmüş olacağız. Şehirler ve insanlar arasındaki ilişkiyi kurarak farklı ülkeler arasında bir bağ kuruyoruz ve anlaşılmasını sağlamaya çalışıyoruz. Amacımız bu farklılıkları göstermek ve farkındalık yaratmak. Joakim Roos, Fotoğraf Muhabiri 50 Sormayı ihmal ettiğim ya da sizin eklemek istedikleriniz var mı? Türkiye çok ilginç bir ülke. Ortadoğu’nun ve Avrupa’nın birleştiği bir yer, anlamak çok zor, bu çok farklı ve zor bir konum. Çok tolerans gerekiyor. Her düşünce özgürce kendini ortaya koyabilmeli ve gazeteler özgür olmalı, farklı gruplar birbirine saygı duymalı. Bir yara varsa bunu iyileştirmeye çalışmak lazım. Tarihte birçok yara var, Balkanlara baktığımızda her zaman onlar 500 yıl geriye bakıyorlar (1489’da Osmanlıyla Sırp Ortodoksları arasındaki savaşta Sırplar yenilmişti) ve hala bunun hakkında düşünüyorlar, bunu sadece geride bırakmaları gerekiyor. Beş dakika geçmiş hakkında, 25 dakika gelecek hakkında düşünmek gerekiyor, tersini değil. Yüzyıllar önce olan şeylerin hesabını şimdi soramazsın bu çok mantıklı değil, daha iyi bir perspektife ihtiyaç var. R 1 İ 6 - 1 5 2001 - Y 2000 İ R S H A R - - 35 GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 MAKALE BAŞKA AVRUPA: AB KOMŞULARINDAKİ KÜLTÜREL GİRİŞİMLERLE 15 YILLIK KAPASİTE YARATMA SÜRECİNE BİR GİRİŞ* Philipp Dietachmair Çeviri Orhan Düz Avrupa Kültür Vakfı Ve Daha Büyük Başka Bir Avrupa Vizyonu 2014’te Avrupa Kültür Vakfı (ECF) Cenevre’deki kuruluşunun 60. yıldönümünü kutladı. Ayrıca aynı yıl ECF’nin, Avrupa’nın Komşuları diye adlandırılan Avrupa Birliği’ne (AB) komşu ülkelerdeki pek çok kültürel girişimle işbirliği kurma sürecinin 15. yılıydı.1 Bizim programlarımızdaki yerel kültürel aktörlerin oluşturduğu havuz ECF’ye, bu Vakfın 1990’ların sonlarından itibaren tesis edegeldiği önemli bir bilgi GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 tabanını sunmaktadır. Bu arada ortaklarımızın görüşleri ve katılımcıların deneyimleri sayesinde biriken deneyim zenginliği, daha geniş bir Avrupa’da toplumları ve demokratik kurumları birleştirme vizyonumuzu paylaşan, kültürel değişimi yaratanlar için ulusötesi “Tandem” programlarının gelecek kuşağıyla ileriye doğru yol almamızı sağladı. www.tandemexchange.eu 36 Bizim Avrupa algımız tipik şekilde AB ile ilişkilendirilen coğrafi ve siyasi faaliyet alanının her zaman ötesine geçmiştir. 1950’lerdeki başlangıcından bu yana ECF tarihsel, kültürel ve siyasal sınırların ötesine geçen başka bir Avrupa fikrinin peşinden gitmekte ve kurucumuz Denis de Rougemont’un federalist fikirleri gibi kamuyla ortak karar alma ve yönetim yapıları gibi yeni idealler sunmaktadır. MAKALE 1947’de yaptığı tarihi bir konuşmada,2 de Rougemont şu açıklamayı yaptı: Kendi görüşüne göre, “federalist düşüncenin temelindeki hareket en iyi bir ritimle, bir nefes alıp vermeyle, kalbin sürekli kasılıp genişlemesiyle kıyaslanabilir. Federalist düşünce salt gerçeğe dönüştürme meselesi olan bir Avrupa ütopyası vizyonuna sahip değildir; planlara mani olan canlı gerçeklerin amansız kısıtlamasıyla dört beş yılda gerçekleştirilecek sabit planları da yoktur. Aksine gruplardan hiçbirinin ne ezildiği ne de boyunduruk altına alındığı, bilakis karşılıklı saygı çerçevesinde uyum içinde hareket ettiği esnek ve hep değişen bir dengenin sırrını aramaktadır.” ECF’nin AB Komşuları’ndaki çalışmaları çeşitli açılardan uzun soluklu bir çalışmanın benzer değerlerini yansıtmaya devam etmektedir. Biz AB’nin gerek içinde gerekse dışında kültürel faaliyet gösteren topluluklar arasında organik işbirliği kanallarını tesis etmeyi desteklemeyi sürdürüyoruz. Eşit bir zeminde işbirliği yapan ve bazen çetin siyasi veya sosyal çalışma koşullarıyla karşılaşan aynı kafadaki kültür yöneticileri arasında karşılıklı dayanışa, bizim bütün o kapasite yaratma ve ağ oluşturma programlarımızda en önemli yol gösterici ilkemizdir. Programı, Vakfın ulusötesi işbirliği projelerindeki çalışması için öncü niteliğindeki önemli programlar olarak değerlendirilebilir. Bununla beraber 1989’dan sonra Doğu Avrupa’da köklü bir tarihsel değişim yaşanırken, 1990’ların sonunda Orta, Doğu Bu metin ECF’nin AB Komşuları’nda ve Güneydoğu Avrupa’da yeni ortaya çıkan yürüttüğü 15 yıllık çalışmadan öğrendiği en sanatsal sivil toplum manzarasıyla yeni önemli bazı derslere dair kendi fikrini sunECF kültürel işbirliği girişimleri için elzem maktadır. Aynı zamanda program uzmanzemin oluşmaya başladı. Soğuk Savaş’ın ları, eğitimciler, harici yazarlar, tanınmış sona ermesi ve hızlanan ekonomik ve siyasi düşünürler ve bu kitabın diğer bölümlerini globalleşmenin yanı sıra 1990’larda dijital oluşturan doğrudan proje katılımcılarının teknolojilerde yaşanan gelişmeler, uluslar kaktıklarının ve metinlerin kapsamlı ve arası kültürel alışveriş, kültürel diplomasi ve oldukça zengin bir derlemesine bir giriş sınırlar ötesi sanatsal işbirliği alanlarında faniteliğindedir. aliyet gösteren organizasyonlar için manzarayı, ihtiyaçları ve imkânları önemli ölçüde AB Komşularıyla Kültürel İşbirliği değiştirdi. Avrupa devletlerinin, Avrupa Konseyi gibi devletlerarası kuruluşların, ulusal 2014 yılının kasım ayında bu giriş yazısıkültür kurumlarının, yeni bağımsız ağların, nın bitirilmesi tam da Berlin Duvarı’nın üniversitelerin ve ayrıca George Soros’un yıkılışının 25. yıldönümüne denk geldi. ECF Açık Toplum Enstitüleri gibi uluslararası özel tarafından 1995’e kadar yönetilen Eurydice hayır kurumlarının yeni destek programları Eğitim Ağı ve Erasmus Öğrenci Değişim bu alanlarda faaliyete başladı. 1 “Avrupa’nın Komşuları” terimi genel olarak mevcut Avrupa Birliği’ne üye ülkelerine sınırı olan bütün ülkelere ve bölgelere işaret etmektedir. Geçtiğimiz on yılda, AB bir dizi Avrupa’nın Komşularına Yönelik Politika (ENP) geliştirdi ve bu politikalar komşu bölgelerle işbirliği için stratejik bir çatı kurdu. ECF’nin Avrupa’nın Komşuları’ndaki kültürel girişimlerle yaptığı işbirliği, Doğu Ortaklığı (easternpartnership.org) ve Avrupa-Akdeniz Ortaklığı gibi çeşitli ENP politikalarının muhatap aldığı bütün ülkeleri içermekle birlikte, Batı Balkanlar’daki AB adayı ülkelerin yanı sıra Türkiye’yle de ilgi alanına almaktadır. Slovakya, Romanya, Bulgaristan ve Hırvatistan hâlâ siyasi “Komşu” konumundayken AB’ye katılmadan önce zaten ECF’nin kapasite oluşturma programlarının birer parçalarıydı. ECF’nin Kaliningrad ile yaptığı işbirliği aynı zamanda çeşitli AB-Rusya işbirliği programlarından ortak fon aldı. ECF’nin kapasite oluşturmaya yönelik işbirliğinin bir parçası olan bütün ülkeleri doğru ifade etmek için bu metin ve bu kitaptaki diğer yazıların çoğu AB Komşuları şeklindeki genel ifadeyi kullanacaktır. 2 EUF’nin 27-31 Ağustos 1947’de toplanan Birinci Yıllık Kongresi’nde yaptığı konuşma. Orijinal metin için bkz. Rougemont, D. De (1947) “L’attitudefédéraliste”, Rapportdupremiercongrèsannuel de l’Unioneuropéennedes Fédéralistes à Montreux. Palais Wilson: Cenevre, s.8-16. 37 GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 MAKALE AB’NİN GELİŞMESİ, KOMŞULARIMIZIN GÖRÜŞLERİNİ BİRLEŞTİRMEYİ GEREKTİRİR. Buna paralel olarak PoliciesforCulture(Kültür Politikaları) programı (www.policiesforculture.org), tabandan yükselen kültür politikası reformlarını savunmak için Güneydoğu Avrupa’daki sivil kültürel girişimleri desteklemeye başladı. Bu program, merkezi Bükreş’te olan ECUMEST adlı sivil toplum kuruluşunun bölgesel uzmanlığıyla, Doğu-Batı Parlamento Deneyimi Projesi(www.ewppp.org) adında 1989 sonrasında tesis edilmiş eski bir ECF projesinin deneyimlerini kavramsal açıdan birleştirdi.PoliciesforCulture programı Romanya ve Bulgaristan’da başladı ve yavaş yavaş eski Yugoslavya’nın bütün ülkelerine uzandı. Her iki program da Güneydoğu Avrupa’yı ECF’nin AB’ye komşu ülkelerde yeni kültürel girişimlerle birlikte kültürel politika desteği ve kapasite yaratma faaliyeti için model bir bölge olarak seçti. 2004 itibariyle, Güneydoğu Avrupa’daki zengin alan deneyimi ve yerinde pek çok girişimden alınan dersler daha geniş bir AB Komşuları’ndaki birleşik bir kapasite yaratma yaklaşımı için kavramsal bir temel sağladı. Orta ve Doğu Avrupa, Kaliningrad, Türkiye ve Kuzey Afrika’da kültürel STK’larla yeni işbirlikleri yeni örgütlü faaliyetlerin takviyesiyle, sivil toplum öncülüğündeki kültürel politikaların desteklenmesini birleştirmeye çalıştı. Aynı zamanda ECF ufak ölçekli ama uzun vadeli mali destek sağlamak ve bu bölgelerdeki yeni kültürel grupları Avrupa ağları ve destek girişimleriyle irtibatlandırmak suretiyle bu süreçleri sağlama aldı. Uzmanlık, topluluğu güçlen dirme ve öncü kültürel STK’lara uluslararasınitelik kazandırmanın bu birleşimi ECF’nin AB Komşuları ile işbirliğinin özünü oluş GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 turmuştur. AB sınırlarının ötesine uzanan ve daha açık, kapsayıcı ve demokratik toplumlar geliştirme yönünde kültürel çalışmayı benimseyen bir Avrupa’nın tarihsel vizyonuyla birlikte aşağıdaki anahtar varsayımlar bugün de ECF için geçerliliğini korumaktadır. AB’nin Gelişmesi Komşularımızın Görüşlerini Birleştirmeyi Gerektirir Sanat ve kültür AB’nin (mevcut) siyasi sınırları dışında da birbirini etkilemeye devam ediyor. Eski ECF Komşuluk programlarınca desteklenen önemli sayıda kültür yöneticisi AB içinden sınırları aşarak işbirliği yapmaktadır. Örneğin, 2003’te ECF’nin çatı stratejisi olan Enlargement of Minds (Zihinleri Genişletmek), Žilina’nın Slovak bölgesindeki kültürel STK’larla ilk uzun vadeli kapasite yaratma projesini başlattı. Slovakya on yıl önce 2004’ün siyasi genişleme sürecinde AB’ye katılmıştı. Öte yandan yeni kültürel STK ağları ve sivil toplum öncülüğündeki kültürel politika girişimleri için önemli bir test zemini olan Hırvatistan AB’ye daha geçen yıl katıldı. Bu arada Žilina’dan Stanica (www.stanica.sk) veya Zagreb’den PravonaGrad (www.pravonagrad.org) gibi ECF destekli girişimler AB’nin hem içinde hem de dışında bağımsız kültürel topluluk merkezleri ve ağlar kurmak için birer model haline geldiler. Ayrı olarak değil de içeride çalışma isteğiyle yapılan kültürel faaliyet ve sürgit sosyal ve siyasi dönüşüm süreçleri her zaman gelecekte gidişatın nasıl (farklı ve daha iyi) olacağını tasavvur etmeye çalışır. Sosyal ve siyasal saiklerle hareket eden kültürel operatörler ve ECF’nin desteklediği çağdaş 38 sanatsal ifadeler için yeni bir Avrupa vizyonu, Doğu, Güney ve Güneydoğu’daki AB komşularıyla paylaştığımız tarihsel, kültürel, ekonomik, siyasi ve insani bağlar olmadan şekillenemez. Kültürel Avrupa “anlatısı” her zaman onların hikâyelerini ve perspektiflerini içeren bir yamalı doku olmuştur. Bu gerçeğin daha geniş kavranışı, bugünün gerçeklerini körükleyen ortak tarihlere atıfta bulunmak için vazgeçilmezdir. Bunlar ayrıca bizim Avrupa ve ona komşu ülkelerde öne çıkarmayı amaçladığımız, ortaklaşa gelecek vizyonları kurmaya da esin kaynağı olabilir. 2014’te AB Komşuları’ndaki siyasi gelişmeler bağlamında, yeni ortak perspektifler arama ve yarının daha geniş Avrupa’sını birlikte yaratma, bizden giderek uzaklaşan bir düş gibi görünebilir. Yine de önceden kurulmuş kültürel işbirliği kanallarını korumak, en azından diyaloğu ve yapıcı tartışmayı devam ettirmek için uygun bir ortak zemin sağlayabilir. İnsanların birbirleriyle temasını sürdürmek her hâlükarda ECF programlarının parçası olmuş AB’nin bütün komşu bölgelerinde fiiliyattaki yeni baskıcı eğilimlerin arkasında yatan Saikleri saptayıp anlamak için vazgeçilmez olacaktır. 2014’te EFC destekli pek çok kültürel girişim – onların artan devlet baskısı yönündeki baskın eğilimle bağdaşmayan siyasi kanaatleri ve kültürel faaliyetleri- bir kez daha ciddi sorunlarla karşılaştılar, hatta varlıkları tehdit edildi. Onların bizim dayanışmamıza her zamankinden daha çok ihtiyaçları var. Komşular Arasında Dayanışma AB yurttaşları ile “komşu” toplumlar arasında iyi komşuluk ilişkileri karşılıklı dayanışma yarının Avrupa’sını tasavvur etmede MAKALE ve belki birlikte yaratmakta hayati önemini koruyor. Sanat ve kültür, geleceğin bu daha geniş öteki Avrupa’sıyla ilişki içinde bugün hayal kurmak, düşünmek, iddia öne sürmek, plan yapmak ve birlikte hareket etmek için serbest ve açık bir ilham alanı sunmaktadır. Pan-Avrupa Tasavvuru: 1999’dan bu yana bütün ECF destek programları, AB Komşularındaki kültürel yenilikçilerle içtenlikli ve giderek gelişen değiş-tokuş ve işbirliği sürecinin, gerek AB’de gerekse daha geniş bir Avrupa’da yer alan topluluklar için yeni ve ortak gelişim vizyonlarının –sanatsal, sosyal, siyasi ve elbette ekonomik- saptanmasına kökten katkıda bulunabileceğine yönelik sıkı inancımızın bir ifadesi olagelmiştir. Komşuluk programlarımızın başlangıcında bu süreci yürütecek organizasyon yapısını, birbirine gevşekçe bağlı ama etkin bir bölgesel ağ, sivil saiklerle hareket eden sanat etkinliklerinin veya sosyal bağlantılar içinde kültürel “değişim yaratanların” çok görünür ama gayri resmi bir “hareketi” olarak tasavvur ettik. Bu, AB Komşularında gelecekte yürütülecek bütün ECF programlarının uzun vadeli amacı olmaya devam ediyor: giderek artan sayıda kültürel uzmanları temsili olmayan ulusötesi bu topluluğa çekmek, genellikle duyulmamış veya yanlış anlaşılmış yerel sesleri yeni bir pan-Avrupa söylemine entegre etmek için sivil bir “omurga” işlevi görmelidir. Bu da sanat, kültür, toplum ve siyasette değişim ve dönüşüm üzerine kamusal tartışmaları yenileyecek ve nihayetinde bütün karar alma düzeylerinde (kültürel) politika ve yönetim modelleri somut reformlarla neticelenecektir. Eğer böyle bir kültürel değişim yaratanlar topluluğu AB sınırlarının ötesine ulaşacaksa, AB’nin dışında faaliyet gösteren operatörlerin eşit bir zeminde AB içindeki meslektaşlarıyla birleşmesi gerekir. Öte yandan komşular arasındaki dayanışma çitin üstünden dostça bir sohbetten daha fazlasını içerir. Yeni ortak vizyonlar arayışı içindeki ECF Komşuluk programları AB’deki kültürel topluluklarla ilgili ülkeleri birbirine yakınlaştırmıştır. Sanat ve kültür aracılığıyla ortak yaratım ve karşılıklı ilgi süreci ancak kesinkes eşit bir zeminde ilerleyebilir. Öte yandan daha geniş ve daha açık bir kültürel Avrupa hayalini başarıyla kurmak kaynaklar, resmen tanıma, siyasi sorumluluk ve profesyonel eğitime erişimdeki yapısal farklılıkları ve eksiklikleri gözardı edemez. ECF her zaman AB’ye komşu ülkelerdeki kültürel toplulukların aynı zamanda ülkelerindeki birçok reform ve gelişim sorunlarıyla başa çıkmak için ciddi ölçüde pratik yardıma muhtaç oldukları varsayımından hareket etmiştir. Bunun sonucu olarak, bizim Komşuluk programlarımızın anahtar özelliği, kültürel yaşamı canlandırmak ve kültürel politika reformunu etkilemek için bireylerin, örgütlerin ve toplulukların yerel kapasitesini artırmak olagelmiştir. Doğu Avrupa, Türkiye ve Arap ülkelerindeki son baskıcı gelişmeler bağlamında yetenekli bireyler, güçlü bir örgüt yapılanması ve aynı kafadaki uzmanların gerek yerel gerekse Avrupa’daki topluluklarından gelecek desteğe, yeni belirsizlikleri ve şiddetli bozulmaları aşmada Sanat ve kültür fonunu yeniden düşünmek her zamankinden daha çok ihtiyaç vardır. gibi yeni meselelerle birlikte AB’de ekono mik krizden kaynaklanan sosyal ve siyasal Kültürel Değişim Yaratanlar İçin Güçlü Bir çalkantı, AB’nin içindeki ve dışındaki kültü 39 rel yöneticilerin eskisinden daha fazla ortak paydaya sahip olduğu anlamına geliyor. Komşuluk programlarımız aracılığıyla, yerel, ulusal veya uluslararası düzeyde sosyal ve siyasal dönüşüme kültürel katkılar ve sanatsal yeniliğe karşılıklı ilgi çerçevesinde onların kültürel programlarını daha da birleştirmeyi hızlandırıyoruz. ECF destekli dönüşüm süreçleri aynı zamanda giderek sanat ve kültürün ötesine geçmeye çalışıyor. Dolayısıyla geçen yıllar zarfında, Avrupa’nın her yerindeki ECF destekli kültürel girişimlerin kamusal rolleri genelde sivil toplumun gelişimi ve siyasi eylemcilikle daha yakından ilişkili hale geldi. Bu giderek onları kamusal alan ve şehir planlamacılığı, sürdürülebilir kalkınma, göç, yeni ekonomik modeller, katılımcı demokrasi ve ortak paydalar gibi meseleler etrafında benzer sosyal programlar yürüten diğer STK sektörlerindeki gruplarla giderek daha çok irtibatlandırmıştır. Komşuluk programlarımız ve AB içindeki yeni ECF girişimlerimiz sosyal bağlantılı kültürel değişim yaratanların akışkan bir pan-Avrupa sivil toplumu için yeni bir zemin yaratmaya çalışıyor. Ne var ki önümüzdeki yol uzun. 2014’te Arap bölgesi ve Ukrayna’da gerçekleşen şiddetli gelişmeler, ECF’nin bu bölgelerde geçtiğimiz on yılda gelişmesine katkıda bulunduğu kültürel sivil toplum merkezleri için yeni aksilikler ve sorunlar çıkardı. Yine de dayanışma ağının, (dijital) topluluk örgütlenmesinin, katılımcı politika tartışmalarının ve yaratıcı eylemciliğin yeni standartları ve uygulamaları, 2013’te Türkiye’deki Gezi Parkı protestoları ve 2013-2014’te Ukrayna’daki Euromaidan protestosu gibi son siyasi protesto hareketlerine katılan ECF destekli gruplara yardım etmiş görünmektedir. GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 MAKALE Kültürel Değişim Yaratanlar İçin Kapasite Oluşturma: Pratik Çalışma Yaklaşımları yetlerinde sıkıca kenetlenmelerini tetikle me amacı güdüyordu. Uzun vadeli amaç, onların,AB kurumlarındaki sürgit (kültüYetenekli kültürel yöneticiler, çalkantılı top- rel) politika gelişim süreçlerinde seslerini lumlarda kamusal alanda kültürel değişim yükseltmekti; bu amaç bütün ECF destek yaratanların güçlü yetkin topluluklarını çalışmasının ana amacıydı. 2013’te bu oluşturan güçlü kültürel organizasyonlar alanda ECF destekli sivil toplum çabalarına kurarlar. Bu, ECF’nin geçtiğimiz 15 yılda AB bir örnek, Nataša (www.natasaplatform. Komşularındaki kültürel girişimlerle yürüt- net) diye ironik takma adı altında kültütüğü kapasite yaratma çalışmasının anahtar rel politika reformu için kendi kendini ilkesi olagelmiştir. 1999’da Güneydoğu örgütleyen bir Doğu-Batı STK platformuAvrupa için KulturaNova ve PoliciesforCultu- nun kendiliğinden kurulmasıydı. Bu çok re model programlarının başlatılmasından yönlü yaklaşım ECF’nin politikayla pratiği sonra, çok yıllı pilot girişiler de Orta ve birleştirmeyi öngören yol gösterici ilkesini Doğu Avrupa’da 2008’e kadar sürdürüldü. yansıtmaktadır. Bu ilke program kapsamın2004’ten 2014’e kadar geniş kapsamlı daki ülkelerdeki sorunların karmaşıklığıyla kapasite yaratmaya dönük eğitim progdoğrudan bağlantılıdır ve Tandem-Cultural ramları Ukrayna, Moldova, Belarus, Türkiye, Managers Exchange gibi yeni ECF KomşuOrtadoğu ve Kuzey Afrika’nın sekiz Arap luk programlarının merkezi değerli olarak ülkesi de yürürlükteydi. varlığını sürdürmektedir. 1999’dan beri hayata geçirilen Güneydoğu Avrupa için Bütün bu programlarda ECF’nin kapsamlı program tasarılarından öğrenilen derslere hedefi, bu ülkelerdeki seçilmiş kültürel çalı- dayanan bütün uzun vadeli kapasite yaratşanların, kendilerini, spesifik yerel çalışma maya dönük çerçeve oluşturma süreçleri,Eortamlarında kültürel ve sanatsal yeniliğin CF tarafından 2004 ile 2014 yılları arasında sosyal alandaki yeni kuvveti olarak konum- yürütülmüş olup bir dizi modüler eğitim landırmalarını sağlamaktı. Bizim amacımız, ve destek öğelerini içeriyordu. Programlar program katılımcılarının yerel ve daha sonra her zaman yerel toplulukların ihtiyaçlarına ulusal kültürel politikada reform tartışmala- göre hazırlandığından ve yerel uzmanlarla rındaki ve hatta daha geniş kapsamlı politik birlikte geliştirildiğinden altı ECF destek reformlar ve dönüşüm süreçlerindeki etkiöğesinin hepsi birleştirildi ve çeşitli AB lerini giderek artırmaktı. Kültürel pratikle Komşu bölgelerinin her birinde farklı şekilgüçlü ve güvenilir bağlar kurulmadan güçlü lerde uygulandı. politikalar geliştirilemez ve pratik ancak sorumlu ve yetkin bir politika çatısı içinde “Programlar disiplin, iyi dinleme, sürdürüfilizlenebilir. lebilir ortaklık, adil işbirliği için bir çerçeve sağlamanın yanı sıra katılımcı organizasBu girişimlerin fiili itici gücünün yerel akyonlar içinde organize bir takip ve yapı törlerden kaynaklanması bekleniyordu. ECF sunmuştur. programları sadece güncel bilgiye ulaşmayı, mali desteği ve bazı pratik araçları sağladı. Katılımcıların kararlılığını güçlendirerek sürBununla beraber ECF’nin AB Komşularında- dürülebilir kültürel gelişme için bir katalizör ki bu yeni ortaya çıkan kültürel sivil toplum görevi görmüştür. Aynı zamanda kültürel grupları arasında kurduğu etkin ağ, onların, kurumları kurmak için paha biçilmez değeri AB üyesi ülkelerde sınırötesi işbirliği faali olan daha işbirlikçi ve daha katılımcı bir GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 40 vizyonu sunmuştur. Hakim politik, ekonomik ve kültürel aktörlerin ağırlığını koyduğu bir küreselleşme hareketinin yıpratıcı etkilerine rağmen bireylere ve topluluklara fayda sağlayacak sürdürülebilir kültürel ilişkiler kurmanın hâlâ mümkün olduğunu göstermiştir. Kısacası Denis de Rougemont’un “kendi elleriyle düşünen adanmış” sanat fikri salt bir ütopya değil, ECF ve onun “sanat-aktivistlerinin” (sanatçılar ve aktivistler) fikirleri, faaliyetleri ve etik bir duruşu paylaşabildikleri bir gerçekliktir.” HananeHajj Ali, ECF’nin Kuzey Afrika için kapasite yaratma eğitmeni, 2005-2014. Altı Çalışma Öğesi 1.Bağımsız özel yardım planı kapsamında yeni girişimlerin ve yerel ihtiyaçların tespiti Ta başından beri, ECF’nin AB’ye komşu olan bir bölgede çalışma mantığı, canlı yerel girişimlerin hazırlık niteliğinde tespitine dayanıyordu. Bu yerel girişimler, ECF’nin onlar için başlattığı destekleme sürecinin planlanmasında öncü bir yol oynadı. ECF İşbirliği Hibeleri yeni yerel aktörleri bizim AB’nin çalışma ortamına çekmek için elverişli bir kaynak olmanın yanı sıra AB’nin dışındaki yeni kültürel eğilimler ve ihtiyaçları saptamada etkili bir araç olma işlevini gördü. İlk başlarda oldukça küçük çaplı girişimler ECF İşbirliği Hibesi’ne başarılı şekilde başvurunca ECF’ninKaliningrad, Kuzey Afrika, Türkiye ve Slovakya gibi komşu bölgelerle çeşitli uzun vadeli bağlantıları başlamış oldu. Bu girişimlerin hibeleri kullanma biçimi ECF görevlileri tarafından yakından takip edildi. Böylece yerel ihtiyaçlar ve gelişim perspektifleri hemen açıklığa kavuştu ve giderek ECF program stratejilerini, özellikle 2004’te MAKALE AB’nin tarihsel gelişim hamlesi sırasında şekillendirmeye başladı. ECF’nini AB Komşularıyla herhangi bir yeni bağlantısının öncesinde tarihi kültürel perspektifler, politik statüko, yapısal ihtiyaçlar ve Avrupa’nın gelecekteki gelişim perspektifleri üzerinde derinlemesine düşünme süreci hayata geçirildi. Bu ECF Düşünce Grupları ilgili ülkelerdeki birçok kültürel aktörü, sivil toplumu, kamu idaresini ve yerel uzmanları içeriyordu. Onlar genellikle önce yerel eğilimleri gözden geçirdiler ve genişleyen bir AB bağlamında sanat ve kültür politikaları meselesi hakkında yürütülen kamusal tartış maya katılımı teşvik ettiler. Bu bilgi toplama ve düşünme süreçleri kapsamlı Düşünce Grubu Raporları’yla sonuçlandı ve bu raporlar yeni ECF programlarını planlamada çok önemli bir bilgi kaynağı haline geldi.3 Sonraki hazırlık adımı olarak ECF Komşuluk programının görevlileri çoğu zaman yerel kültürel aktörleri yerinde ziyaret ederek onlarla konuşmalarını koyulaştırdılar. Tamamlanmış İşbirliği Hibeleri’nin raporları ve az önce bahsettiğimiz geniş kapsamlı ve analitik Düşünce Grubu incelemeleriyle beraber bu bilgi toplama ziyaretleri yerel perspektiflerin ve sorunların çok yakinen anlaşılmasını sağladı. Ayrıca yerel anahtar aktörlere, kendi şehir veya bölgelerinde ge A S A S 2002 S H S - H Y H lecekteki ECF destekli programı nasıl hayata geçireceklerine dair resmi olmayan ilk fikri sundular. Topluluk temsilcileriyle ve onların sansürsüz görüş açılarıyla doğrudan muhatap olmak gerçekten eşit bir zeminde yerel ihtiyaçları saptamak için uygun bir çatı oluşturdu. Bu yaklaşım aynı zamanda ECF’nin sadece yerel sivil toplum için değil, aynı zamanda kültür sahasında çalışan kamusal otoriteler için de içten ve sadık bir Avrupa partneri olarak tanınmasına katkıda bulundu. Anahtar oyuncularla kendi yerlerinde sık sık buluşmak, yerel partnerler için uygun ve kalıcı eğitim programları tasarlamak için gereken karşılıklı saygı ve güveni ve uyumlu havayı geliştirmeye katkıda bulundu. H A - A A A S R - 3 ECF Düşünce Grubu süreçlerinin bir örneği, ECF’nin 2007’de ABD’nin Alman Marshall Fonu ile işbirliği içinde hazırladığı, Ukrayna ve Moldovya için Kültür ve Değişim raporlarıdır. Diğer bir örnek de 2006-2007’de ECF tarafından toplanan Akdeniz Bölgesi Düşünce Grubu’nun sonuçlarını sunan Alternatif Bakış adlı yayın organıdır (Chenal, O. et. al., 2008. An AlternativeGaze. A sharedreflection on cross-Mediterraneancooperation in thearts. ECF: Amsterdam. Bütün Düşünce Grubu raporları bu kitabın Yayınlar bölümünde listelenmiştir. *Editör Notu: Bu metin, içerik editörlüğünü Philipp Dietachmair (Baş Editör) ve Milica Ilic’in yaptığı, Another Europe: 15 Years of Capacity Building with Cultural Initiatives in the EU Neighbourhood (Başka Avrupa: AB Komşularındaki Kültürel Girişimlerle 15 Yıllık Kapasite Yaratma Süreci) isimli kitabın 75 ila 85. sayfalarından, ECF(Avrupa Kültür Vakfı), editör ve makale sahibinin izni ile tarafımızdan çevrilerek yayımlanmıştır. Philipp Dietachmair’in ilgili kitaptaki bu metninin devamını sonraki sayılarımızda yayımlamaya devam edeceğiz. 41 GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 Francis Bacon ESER Francis Bacon, After Muybridge - Woman Emptying a Bowl of Water and Paralytic Child on All Fours, 1965 GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 42 MAKALE BÜYÜK REİS Muzaffer Oruçoğlu Bu Kanadalı galiba büyük bir ressam. Çelişkiler yumağı. Yaratma azmini, algının bulanıp çatladığı yerlere yerleştiriyor. Gözlemlediği nesneyi tüm iç ve dış bağlamlarıyla birlikte çizdiğini iddia ediyor. Bu bana pek inandırıcı gelmiyor. Dikkatle izliyorum çalışmasını. Mesafe ile oynuyor. Çarpıtma ve soyutlamada oldukça usta. Renklerin dansı bazı tablolarında topallıyor. Doğal değil yapay bir armoniye tanık oluyorum. Donuk, ritmik, simetrik biçimler. Adam, 'gördüğümü değil, görsel yanılgımı çiziyorum," diyor. Bazı çalışmalarında Kanada Kızılderililerinin kültüründen esintiler var. Koca bir tuvalin yarısını Atabask, yarısını da Algonkin dillerinden sözcüklerle doldurmuş. Sözcüklerin içinde, parçalanmış, yamulmuş, garip Eskimo kızakları, çift başlı sahtu ve ayı köpekleri, kar gözlükleri. Bakanı içine çeken bir renk anaforu. En güzel resimlerini, aklı ile duygularının çatıştığı anlarda yarattığını söylüyor. Renklerin birbirleriyle kurdukları rastlantısal ilişkileri, ilişkilerin yarattıkları duygulanımları, çağrışımları anlatıyor uzun uzun. Bir şey demiyorum. Ne diyebilirim ki, resim ve şizofreni işte, cinnetin evrensel düzlemi. Sıkılıyor, adamın atölyesinden caddeye çıkıyorum. Bakışlarım, elimde olmayarak, her şeyin zıddına yerleşiyor. Karşıdan gelen kadın iki kafalı görünüyor. Yaklaştığımda kafalardan biri diğerinin arkasında gizleniyor. Kafamın yerinde olmadığını hissediyor, rahatlıyorum. Zayıf ve tembel yanlarımın sorgulanması duruyor o zaman. Ben ne zaman bu serserinin atölyesine gelsem, bir şeyler oluyor bana, dengem bozuluyor. Görsel akış sık sık kırılıp şelale gibi düşüyor bir yerlerimden. Ayak altında dolanan güvercinlerin arasında duruyorum biraz. Dayanamıyor, geri dönüyorum. Gülümsüyor. Aynı taburede oturup, tuvale yaydığı renklere ve fırça manevralarına bakıyorum. "Bütün boyalar yapaydır," diyorum. "Ressamın işi, onları envaiçeşit karışımlarla değişime uğratmak, doğada bulunmayan yeni ve doğal renler bulmaktır." Yarım kulakla dinliyor beni. Renklendirilmiş tuvali, kızgın demir mille yakarak deliyor birkaç yerinden. "Renkler kişiliklidir ve onların kişiliklerinden yayılan sesler soru işaretleriyle doludur," diyor. "Bir rengin kişiliği, bir başka rengin kişiliğiyle karışıp, değişik bir kişilik olarak ortaya çıkmaz. Aslında birbirlerinin içinde dururlar ve karışmış gibi görünürler bize, ama hiçbir zaman birbirleriyle karışmazlar. İnsan da öyledir; askerlerin kişiliği nasıl görünür, ordunun kişiliği olarak, birleşmiş tek kişilik olarak görünür. Gerçekte, herbir askerin ayrı bir kişiliği vardır." "Bugün sıkıntılı bir halin var, yaratamıyorsun," diyorum. "Kendini yeme halidir bu." "Ben kendimin dışındayım. Anlamımı ve biçimimi, kendimi kendime yedirerek buluyorum. Böyle var olabiliyorum." 43 'Tepinen bir varoluş,' demek geliyor içimden. İfade ettiği her düşüncede bir incelik, bir marazilik, bir mankafalılık olduğu için kesin yargılardan kaçınıyorum. Karısı yok; Adelaide'e gitmiş bugün. İyiki de yok. Arzu ve kapris yumağı. Kocasını, resmin büyük reisi, sakima'sı olarak görüyor. Başkalarını ise farklılık ve üstünlük duygusuyla, haz duyarak, sezdirmeden, seviyeli bir şekilde aşağılıyor. Buna rağmen güzel bir kadın. "Görünen varlıkların hiçbiri bana varlık olarak görünmüyor," diye sürdürüyor. "Karım, son derece somut olmasına rağmen, sınırlarını teminat altına almış, külfetsiz ve dolaysız bir bilgi yığını olmasına rağmen, o bile bir varlık değil benim gözümde. Hal böyleyken, nesnelere olan saygım daha derindir. Ben renklere söz geçiremiyorum, onlar bildiklerini okuyorlar. Bir taşı, bir yerden bir yere götürebilmek için sürekli zor uygulaman gerekiyor. Zoru gevşettiğin anda taşı götüremezsin. İnsan öyle değil. İlk zorla hareket ediyor ve o ilk zoru itaat ahlakı haline getiriyor, içselleştiriyor, ona yaşam diyor. Dikkat edersen, nesneleri çiziyorum, özneleri değil." Adam sözü, imgelem iklimi içinden geçirerek, öznenin aleyhine doğru uzatıyor. Acıkıyorum. Gidip çarşıda tıkınmam gerekiyor. Bu herif, acıktığını bilse de bu kafayla hiçbir özneye yemek vermez. Müsade isteyip çıkıyorum. Sanırım, bir daha gelmem ben bu atölyeye. Bu atölyeden her çıkışımda, böyle diyorum ama yine de geliyorum. GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 MAKALE S SANATTA PAZARLAMA - - - - - - Vedat K. - GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 44 MAKALE - Pazarlamanın genel kuralları gerek ticari gerekse de sanat sektöründe değişmez olsa da, tanımlamaların her iki alan için uyarlama farklılıklarının olduğunu kabul etmek mümkündür. Bu kapsamda sanatta pazarlamaya yeni tanımlamalar getirmek, izleyici ile sanat eseri veya etkinlik arasındaki bağın kurulmasında etkili ve önemlidir. Sanat Kurumlarında Pazarlama Sanat kurumlarında pazarlama konusunu işlemeden önce bu kurumları genel itibari ile sıralamak bir ön fikir geliştirmesi açısından önemlidir. Bu kurumlar; galeriler, müzeler, sanat merkezleri, sanal sanat ağları, performans sanat şirketleri, yazarlık ile ilgili kurumlar, tur organizasyonları, eğitim kurumlarındaki sanat programları gibi kurumlardır. Birbirlerinden farklı isimlerle dile getirilmiş olsalar bile ürettikleri etkinlikler ya da eserler bağlamında pazarlama kavramının uyarlanması açısından kuralları benzerdir. Bütün bu kurumların esas amaçları ürettikleri etkinlikler için bir izleyici kitlesine ulaşmaktır. Dolayısı ile bu amaç doğrultusunda kullandıkları pazarlama yöntemleri temelde aynıdır. ile Sanatta Pazarlama; Sanatsal Şirket veya organizasyon, ürün ve iletişim ile izleyicinin dahil olduğu değişken bir süreçtir. Ticari Pazarlama ve Sanat Pazarlaması İzleyicinin ödediği para ile verdiği tepki ve çevrenin de dâhil edildiği bir süreçtir. Sanatta pazarlama, kurumun misyonunu yerine getirebilmesi için stratejik bir süreçtir. Bu durumu biraz daha açacak olursak; Ticari kurumlar genellikle bir ürün veya hizmeti tanıtarak, dağıtarak ve satarak kar etmeyi amaçlarlar. Ticari ürüne talep çıkmazsa, üretimine son verilerek piyasa tekrar sunulmaz. Sanatta ürün, kurumun faaliyeti için motivasyondur. Çünkü sanatsal ve kültürel deneyimlerle donananlar için sanat ürünü insan ruhunu besler, insanların birbirlerini anlamaları için toplumun estetik ve manevi değerlerini ifade eder ve ulus ya da topluluklar için de bir kimlik yaratır. Burada ürün olan sanatsal ve kültürel faaliyetler, bunları organize eden kurumların vizyon ve misyonlarının özüdür. Sanatta pazarlama, izleyici ile sanat arasındaki ilişki sürecinin örgütlenmesidir. Bu sürecin planlanması veya örgütlenmesi için süreç diye ifade edilen kavramların incelenmesi zorunludur. Tıpkı iletişimin tanımlamasındakine benzer bir şekilde yukarıda ifade edilen ilişki süreçleri; eylem, iletişim, uygulama ve geri bildirimi içerir. Sanatta Pazarlama; ne kuralları kitaplarda anlatıldığı gibi statik bir plan, ne de izleyicinin katılımının zorlandığı, tasarlanmış bir taktik değildir. Başka bir ifade ile bir ürün pazarlamasında ihtiyaç ve beklentiler esas alınarak veya bunlar üretilerek ikna etme yöntemine başvurulurken, sanatta pazarlama için aynı uygulama sonuç vermez. Sanatta Pazarlama; devam eden iki yönlü dinamik bir süreçtir. Başka bir ifade 45 Sanatta pazarlama; ‘Nerede olmak istiyoruz?’ ve ‘Oraya nasıl varabiliriz?’ sorularına cevap verebilmek için uzun süreli yapılan planlamalardır. GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 MAKALE Şekil 1 Sanatta Pazarlama Planlaması Sanatta pazarlama planlaması, müşterinin algıları, ihtiyaç ve istekleri ile başlar. Bir sanat kurumunun pazarlama politikası, o kurumun amaçları, vizyon ve misyonlarının karışımıdır ve bunlar kurumsal planlarında somutlaştırılır. Bu durumu basit bir kum saati şemasına benzeterek açıklamak gerekirse (Şekil1); kum saatinin geniş alanlarından birisi sanat pazarlama yöneticilerini, öteki geniş alanı ise izleyicileri kapsamaktadır. İzleyiciler ile etkinlik arasında bir bağ kurmak için ise kum saatinin daralan kısmını da bu sürecin iletişim kanalı olarak tanımlamak mümkün. Pazarlama bu benzetme dikkate alındığında ticari olandan ayrılır. GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 46 MAKALE 4P Ürün, Fiyat, Yer, Promosyon miras, çağdaş dans, klasik bale gibi. Sanat ürünü deneyim merkezlidir. Sanat kurumu bilet satmaz, deneyim satar. Deneyim diye ifade edilen, yaratıcılık ve yetenek diye de ifade edilebilir. Kurumu deneyimli kılan ise içindeki aktörlerin deneyimidir. Bu aktörler etkinliğin üretici ve parçaları olanlarla birlikte aynı zamanda kurumların yöneticileridirler. Sanatta Fiyat Pazarlamanın 4P’sini tek tek sanatta pazarlama alanında inceleyecek olursak; Fiyat tanımlaması ticari olandan ayrılır. Şöyleki; 1) Ürünün fiyat stratejisi müşteri odaklı planlanır ve esnektir. 2) Fiyat, müşterinin algısında ürünün hak ettiği değeri yaratır. Sanatta Ürün 3) Fiyat, Kurumun kamu yararı stratejisinin önüne geçmez, geçmemelidir. 1. Tatmin edilebilir ihtiyaçlara cevap veren öz veya çekirdek, 4) Müşteri memnuniyeti, kar azaltılarak artmaz. 2. Somut görülebilir veya duyulabilir niteliklerdeki fiziksel formu oluşturan dokunabilirlilik, Yukarıda sıraladığım sanatta fiyat belirlenmesi kriterleri herhangi bir ürünün fiyat belirlemesi ile benzerlik taşısa da özünde farklıdır. Sanat piyasası bu fiyatlandırmaların belirlenmesinde etkileyici bir rol oynar. 3. Sanat ürünü için garanti, ücretsiz otopark, ücretsiz program, ikramlar, bilgi gibi artırılmış değerler gibi üç başlık altında tanımlanabilir. Her sanat organizasyonunda genellikle bir ürün yer almaktadır. Örneğin; Görsel sanatçı, sergi, tiyatro, opera, bir festival ya da etkinlik, yazılı materyal, kültürel Sanatta Yer Pazarlamanın 4P’sinin son elemanı yer veya dağıtımdır. Dağıtım işlemin gerçekleştiği yerdir, 47 etkinliğin veya sanat eserinin sergilen diği mekândır. Elişi çalışmaları, resimler, kitaplar, CD ve müzik araçlarındakimüzik ürünü müşteriye ticari ürünler gibi dağıtılır. Sanatta Promosyon Promosyon pazarlamanın 4P’si içinde en görünür unsurdur. Promosyon müşteriler ve potansiyel müşterilerin tutum ve davranışlarını etkilemek için bilginin kullanılmasıdır. Bunu reklam, kişisel satış, halkla ilişkiler ve satış promosyonu oluşmaktadır. Promosyon hedef kitleler için tasarlanmış promosyon stratejileri içerir. İyi planlanmış bir reklam ya da halkla ilişkiler kampanyasının hedefi olarak promosyon, izleyici için bir gelişim olacaktır. Sonuç Sanatta pazarlama, ürün pazarlamasının genel kurallarının yeniden üretilerek bu alana uyarlama meselesidir. Ürün pazarlamasında ki risklerin benzerleri sanat eserleri veya etkinlikleri pazarlamasında da vardır. Ancak bu risk üründe olduğu gibi kolay kontrol edilebilecek bir risk değildir. GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 RÖPORTAJ 'ZAMANDA BİR HAL' MUSTAFA MUTLU Okumakta olduğunuz “Söyleşilerle Genç Sanatçılar” isimli biyografi-röportaj dizimizin bu sayıdaki konuğu Mustafa Mutlu. Ressam Mutlu, “Varoluş bulantısı içerisindeki insan popüler kültür ve teknolojik gelişimin paradoksal etkisi ile düşünmeyen, üretmeyen basmakalıp yaşama ayak uydurur…” diyor. Söyleşi Vecdi Uzun Sizi bilmeyenler için kendinizden bahseder misiniz? atölyemde çalışmaktayım. Resim yapmaktan geriye kalan zamanlarımı, yazma yeteneğimi geliştirmek amacıyla şiir, müzik ve senaryo okumaya ve yazmaya ayırıyorum. Gün ışıyıp saat 9.00’u gösterdiğinde ise Clark Kent edasında atölyeden çıkıp yüksek lisans çalışmalarıma ve günlük yaşama dönmekteyim. 1993 yılında, Konya’da doğdum. Konya Çimento Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi ve Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Resim-İş Öğretmenliği mezunuyum. 2015 yılında başladığım Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü- Yüksek Lisans ve Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü- Grafik Yüksek Lisans çalışmalarım tez aşamasındadır. Çalışmalarımın önemli bir kısmında hayata, onun kendi içindeki kurallarına ve benim oradaki yerime dair gözlemlerimin anlatımı görebilir. Disleksi yüzünden pek de yazıyla arası olmayan bir çocukluk dönemi geçirdim. Kalemim hep yanımda olduğu için dilediğim gibi resim çizebildim. Hayal gücünü gerçeğe dökme isteğiyle başlayan bir süreçten geliyorum. Bu gözlemlere dair anlatımlarınızdaki dile biraz daha değinir misiniz? Resim sanatını, insanı doğrudan kapsayan bir öğe olarak benimsiyor ve nonfigüratif resimler yerine mekansız-zamansız fakat insanı içine alan ve insanın doğrudan içinde bulunduğu sahneler resmetmeyi amaçlıyorum. Genel olarak resmettiğim tek figürlü işler; figürün kendisiyle yüzleşmesini sağlıyor ve varoluşa kadar dayanan sorular silsilesini başlatıyor. Resmin içindeki figür, varlığı ile bir taraftan resmi sorgulamaya zemin hazırlarken, diğer taraftan da yokluğu halinde yaratabileceği boşluğu izleyicide hissettirir. Bu anlamda benim figürlerim resim içinde varlık-yokluk mücadelesiyle bir dinamizmi simgeler. Şuan nasıl bir çalışma disiplinine sahipsiniz? Zamanımın büyük bir bölümünü okuma, inceleme ve düşünme eylemlerinden sonra eser üretebilme fikrine ayırıyorum. Gılgamış’tan, Sartre ve Camus'a kadar uzanan isyan ve var oluş sorgusuna sanat ile karşılık bulmaya çalıştım. Okumalarım sonucundaki fikir ve düşüncelerimden doğan sancılarımı çalışmalarıma aktarmaktayım. 2013 yılından bu yana, zamanın hızını yakalamak amacıyla her gün düzenli olarak, 04.00 ve 09.00 saatleri arasında GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 48 RÖPORTAJ Mustafa Mutlu, 'İsimsiz', Tuval üzerine Karışık Teknik, 180 x 165 cm, 2016 Mustafa Mutlu, '21 Haziran 1993', Tual üzerine Akrilik, 185 x 165 cm, 2013 49 GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 RÖPORTAJ Eserlerimde ağırlıklı olarak 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana dünya üzerindeki değişimleri, insanları ve fikirleri işlemeye çalışıyorum. Dijital ile gerçeği, eski ile yeniyi, Doğu ile Batı’yı, savaş ile barışı metaliptik bir çizgide sentezlemeyi hedefliyorum. Bu öğeler genellikle kadın figürlerinin baskın olduğu kurgu ile gerçek arası bir mekanda sembollerin ve ifadelerin bir araya gelmesiyle resimlerimi oluşturuyor. Ana tema olarak savaşlar, düşler, melankoli, yalnızlık vb. öğeler bir fikir çizgisi oluşturarak resimlerimde yer bulurlar. İki farklı üniversitede yüksek lisans yapıyorsunuz, değil mi? Evet, sanatın hızını yakalamak amacıyla aynı anda iki farklı üniversitede yüksek lisans yapmaktayım. Uygulamadan öteye düşünceyi ve fikirlerimi geliştirmek adına okumaya ve araştırmaya çalışıyorum. Bugün için var olan ben, kendime yaptığım düşünsel katkılarla yarın başka bir ben olacağımı bildiğim için bunun çalışmalarıma da yansıması kaçınılmazdır. Yeniliğe, değişime ve arayışa açık bir kişiliğime rağmen belirli süreler için sanat çalışmalarımdaki değişim hızımı özellikle yavaşlatmaktayım. Böylelikle çalışmalarımın o dönem içinde kendi çerçevesinin dışına çıkmadığı ve izleyicisiyle bağlantı kurabildiği, zaman içinde bendeki değişim duygusu ve resmime aldığım tepkiler sonucunda değişim için sanatseverlerle resmim üzerinden yeni düşünce zincirleri oluşturduğumu düşünüyorum. Mustafa Mutlu, 'Kerem Gibi', Duralit üzerine Karışık Teknik, 200 x 160 cm, 2016 Etkisinde kaldığınız düşünürler, sanatçılar var mı? Düşüncenin olmadığı bir yerde sanatın da gelişiminden söz edilemez. Resmimde düşünceden resme doğru bir hareket olmasının temeli düşünce sistemime katkı sağlamak için yaptığım düşünsel çalışmalardan kaynaklanmaktadır. Jean Baudrillard, Charles Baudelaire, Chuang Tzu, İsmail Kılıçarslan, Osman Konuk vb. düşünür ve şairler beni ve sanatımı etkileyen insanlardandır. Resimde ise Anselm Kiefer, Justin Mortimer, Emre Tan, Jia Ailii gibi isimlerini söyleyebilirim. Günümüzde sanat yapıtlarının özgünlük meseleleri de sık sık tartışılır oldu. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz? Okumanın üretiminizdeki yanından bahsettiniz. Üretimdeki gelişiminizi nasıl ilerleteceksiniz? Özgünlük geçmişte olduğu gibi günümüz sanatında da en önemli ve en çok tartışılan öğelerdendir. Özgün olmayan çalışmalar, yapanı sanat dışına atacak bir güç haline dönüşür ve o kopyacı kendi silahı ile kendisini vurur hale gelir. İçinde bulunduğumuz iletişim çağı zamanı hızlandırmış, bilgiyi kolay erişebilir hale getirmiş ve her alanda sorgulama imkânı yaratmıştır. Jean Baudrillard’ın, “Sıradan gündelik yaşantısının bir hapishaneyi andırdığını gizlemeye çalışan toplumsal bir yapının hapishaneler inşa etmesine benzemektedir.” sözünde olduğu gibi kapitalist toplum, duvar örme ve insanları birbirine ötekileştirme eylemlerine tutunmaktadır. Son 200 yıldır medyanın rolü ve etik değerlerin tahrip olma ve çözülme hızı, ozon tabakasının delinme hızıyla aynı orantıda ilerlemektedir. Etik değerlerin değişim hızının yükselmesi, insan bilincini yeniden biçimlendirmekte, onu nevrotik bir yapıya dönüştürmektedir. İnsanı varlığını ve yaradılış nedenini sorgulamak için din, sanat ve felsefe üçgenindeki çözüm yolları üzerine çalışmalarımı sürdürüyorum. Sanatın düşünsel birikimin özgün aktarımı olduğunu bildiğim için bu yönüme katkı sağlamaya çaba sarf etmekteyim. Salt üretimlerinin içeriklerinde değil, aynı zamanda hem düşünce hem de teknikte yenilikçiyim. Özellikle teknik konuda özgünlüğü yakalamak için teknolojinin sağladığı imkânlar başta olmak üzere birçok alandan yararlanmakta, resmin üretim sürecine bu etkenleri katmakta ve resmimi daha da güçlendirmekteyim. GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 50 RÖPORTAJ Mustafa Mutlu, 'Yalnızlık Sendromu', Tuval üzerine Yağlı Boya, 200 x 160 cm, 2015 Konya şehrinde sanat ile uğraşmanın dezavantajlarından çok etkilenir misiniz? tikel deneyim ve duyu verisi ile bilinen şeyler değildir. Belirli bir varlık yorumu ışığında fiziki ve gerçek bir biçimde tek-yanlı kavranan nesne ve özne, yeni ve köklü bir öznellik alanında geri dönüşür ve yeni bir nesnel imge keşfedilir. Bakış açısında gerçekleşen bu değişiklik varlığın ve kavramların özüne erişim izni veren metodolojik bir başlangıç işlevi görür. Varoluş bulantısı içerisindeki insan popüler kültür ve teknolojik gelişimin paradoksal etkisi ile düşünmeyen, üretmeyen basmakalıp yaşama ayak uydurur. Bu noktada sanat bir köprü görevi görerek fizikken uyanık, ruhen kapalı birey veya kitleleri nesnelere, bilinen anlamın dışında yeni kavramlar yükleyen problemi dışa vuran sanatçı ile buluşturur. Konya'da nitelikli bir şekilde işleyen sanat galerisi, sanat fuarları ve sergi mekânları bulunmadığı için, arayışa geçmiş bir genç ressamın kendisini İstanbul, Ankara vb. şehirlere atmaktan başka çaresi yoktur. Çok yetenekli de olsalar genç ressam olarak nitelendirebileceğimiz çoğu kişi maddi sıkıntılar yüzünden kaybolmaktadır. İstanbul sergiler ve etkinlikler açısından zengin bir şehirdir. Buna rağmen Yaşadığım şehir olan Konya ve fakülteden şuan memnunum. Genellikle din ve siyaset adı altında yapılan yanlışlıklar bugün sanat şemsiyesi altında da yapılmaktadır. Sanatın gerçek çizgisini tanımak gerekir. O zaman nerede olduğumuzun pek önemi kalmayabilir. "Çocukken okula gitmeye başladığımda insanlığı kurtarmak istiyordum. Biraz daha büyüdükten sonra ülkemi kurtarmak istedim ve şimdi düşünüyorum da sadece kendimi kurtarmak için resim yapıyorum. Resim yaparak kendimin bir temsilini yaratıyorum ve böylece kendimi sonradan inceleyip, şimdi nerelere gelmişim" diye sorabiliyorum. İleride kendimi, insanlığını kaybetmemiş bir sanatçı olarak görmek beni mutlu edecektir. Siz kendi sanat çizginizi nasıl tanımlıyorsunuz ve yarınınız hakkında neler öngörürsünüz? Varlık alanı fenomenlerden oluşmaktadır ki; bunlar bilinen anlamda gerçek nesnelerden süre gelmektedir. Sadece 51 GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 ŞİİR ÖLDÜR BENİ ÇİÇEĞİ Rıfat Maniş Öldür beni çiçeği tüylerine iyi huylu bir böceğin dokunur gibi dikenli bir kelebeğin bahçesinde yürür gibi beni çemberimde döndüren ve ona teğet geçen, bu çiçekler senin öldür beni. ( şimdi içimdeki şair ölmeden önce yazdığım bir şiire göz atalım: “aşk sen git ben sonra gelirim / … / bak bu biziz topal ve şahin gözlü… /ama /bir nehri on yerinden bıçakladım; Emri bir deniz verdi çocuktum. Kızıl mavi bir ölümün koynundan geldim. Ancak ve ancak sana yıkatırım ellerimi Ellerimi yıka ölüm peşimi bıraksın. Aşk sen git ben mutlaka gelirim.) Aylardan mayıstı. O bahar Nisan’da çok yağmur yağmıştı. Öldür beni çiçeği ‘ilahi diyalektik’in şizofren bir kızın turunç memelerine açılan kör penceresi. Ya öldür beni ya dişleye dişleye memelerini..göz yaşlarımı geri ver bana. Dağlardan; derelerde, şehirlerde çok sular aktı köprülü kavşaklara ama ben unutmadım. Bir düş gibi burkulmuştu zaman. “kıyamadım kendimi öldürmeye”. Oysa daha geçen yüzyılda bir budalaydım yalnızlıktan dizleri çürümüş, düş gördüğünü bilen… ‘bu gece geyikli bir gece pen GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 ceresi göğe bakma duraklarına kapanan’ Öyle olsun Anabel Lee. Kafamın içinde, inanmak ve aşk arasında bir cam gibi çatladığında zaman, Anabel Lee meleklerin göğünde bir beyaz gelincik sanki. Alacağın olsun Anabellee Ya Lili? Ne olacak senin bu halin? Ne olacak Lili? Mezarında bir kahin gibi toprağa dönüşmek istemiyorum ben Lili. Bu çiçekler senin, öldür beni Lili. Ben daha ne yazabilirim ki? Kimsesizdik biz Lili. Kimi kendimize kim seç 52 mişsek, kimsesizdi onlarda Lili. Toprağa kök salmaya cesaretedenlerimiz bir fidan gibi kırılıyordu Lili. Nasıl anlatmalı bunu sana Lili. İnatla bekledim ben Lili. Ama neden Lili inatla bekledim ben. Bende bilemedim konuşmasını da Lili; ya peki, sen görmedin mi? Dokunmadı mı kader ansızın sana?HayırLili hayır hiç intihar etmedim ben annem kahredecek diye. Anabel Lee Liligencecik yüreklerde aşkın gölgesi. Ellerimde öldür beni çiçeği. Bu çiçekler senin ansızın öldür beni. MİMARLIK Göbeklitepe, Urfa Kültür ve Turizm Bakanlığı, Göbeklitepe Ören Yeri’nin 13 Haziran 2016 – 31 Aralık 2016 tarihleri arasında ziyarete kapalı kalacağını duyurdu. 'GÖBEKLİTEPE' Yapılan açıklamada: “Göbeklitepe Ören Yeri’nde; kazı alanının korunmasına ilişkin iki adet koruma amaçlı çatı örtüsü yapımı ile Ören Yeri çevresine ilişkin koruma, çevre düzenleme tasarım, projelendirme ve uygulama faaliyetlerinin gerçekleştirilmesi kapsamındaki canlandırma merkezi projelerinin hayata geçirilmesi planlanmaktadır. 6 AY BOYUNCA GÖRÜLEMEYECEK Bu iki çalışmanın -çatı örtüsü yapımı, canlandırma merkezi yapımı- ziyaretçilerin can güvenliği tehlikeye atılmadan ve zamanında tamamlanabilmesi için Göbeklitepe Ören Yeri 13 Haziran 2016 - 31 Aralık 2016 tarihleri arasında ziyarete kapatılacaktır.”ifadelerine yer verildi. 53 GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 Zaha Hadid ESER Zaha Hadid, Malevich's Tektonik, 1976-77, London GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 54 MİMARLIK MEKTEB-İ TIBBİYE-İ ŞAHANE YENİLENİYOR Tarihi Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane Binası Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid Han tarafından inşa ettirilen 200’ü aşkın hastaneden biri olan ve döneminin son şaheseri olarak bilinen İstanbul’daki Mektebi Tıbbiye-i Şahane binası yenileniyor. Prof. Dr. Cevdet Erdöl ise Bakan Avcı’nın ardından yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane binası Osmanlı döneminin son şaheseri olarak biliniyor. Haydarpaşa’da 1903 yılında eğitim hizmetine başlayan bu bina 1933 yılına kadar üniversite olarak, 1933-1983 arası Haydarpaşa Lisesi olarak, 1983 yılından günümüze kadar da Marmara Üniversitesinin bazı birimlerinin bulunduğu bina olarak hizmete devam ediyor.” Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Sağlık Bilimleri Fakültesi arasında tarihi yapının restorasyonu için bir protokol imzalandı. Protokol çerçevesinde yenilenecek bin yıllık tarihi miras için İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü ile Üniversite ortak çalışacak. Tarihi Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane Binası Osmanlı mimarisine ışık tutan önemli yapılara imza atan Alexandre Vallaury ile Raimonde D’Aronco’nun mimarlığını yaptığı ve 1894 yılında inşaatına başlanan Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane binası eğitime 1903 yılında açıldı. Eserin ortaya çıkmasını sağlayan Sultan II. Abdulhamid’i rahmetle yâd eden Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı, Abdulhamid Han’ın başlattığı eğitim hamlesinin, imzalanan bu protokolle daha ileriye taşınacağını söyledi. Klinik pavilyonları günümüzde Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi olarak hizmet veren yapı daha önce Marmara Üniversitesinin bir kampüsü olarak kullanılıyordu. Sağlık Bilimleri Üniversitesi adıyla hâlen hizmet veren yapının bünyesinde Tıp Fakültesi, Hemşirelik Fakültesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Yaşam Bilimleri Fakültesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu ve Sağlık Bilimleri Enstitüsü bulunuyor. Millî Eğitim Bakanı olarak bu çalışmanın ilk imzasını geçtiğimiz Şubat ayında attığını belirten Bakan Avcı, Bakanlık makamında gerçekleştirilen prokotol töreninde yaptığı konuşmada, bu iznin devamına imza atmanın yine kendisine nasip olduğunu ifade etti. Yine Bir Eğitim Kurumu Olarak Devam Edecek Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane binasında gerçekleştirilecek tüm restorasyon, çevre düzenleme, proje revizyon işleri ve müteferrik işlerine ilişkin Sağlık Bilimleri Üniversitesinin, Bakanlığa yaptıracağı işlerin genel esaslarını belirleyen protokol ile gerekli ödenek Üniversite tarafından temin edilirken, teknik denetim ise Bakanlık tarafından sağlanacak. Bakan Avcı, “Bu protokolle birlikte bir zamanlar tarihi Haydarpaşa Lisesi de olan ve memleketimize çok değerli insanlar yetiştiren eğitim kurumumuz yine bir eğitim kurumu olarak, rektörlük binası olarak inşallah aynı zamanda hizmetlerine devam edecek.”dedi. Tarihi Yapı Günümüze Kadar Ciddi Bir Tadilat Görmemiş 55 GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 MİMARLIK İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) koordinasyonunu yürüttüğü Türkiye Pavyonu, bienalin ana mekânlarından Arsenale’deki Sale d’Armi binasında bulunuyor. Sınır ihlalleri ve melezlik üzerine bir proje olan Darzanà, tersane kentleri olan Venedik ve İstanbul arasındaki ortak kültürel ve mimari mirası vurguluyor. Bu yılki Mimarlık Bienali için İstanbul’un eski tersanelerindeki çöp yığınlarının altında çürümeye terk edilmiş ahşap kalıp parçalarıyla ölçü birimlerini ve tekne kalıntılarını birleştirerek inşa edilen son tekne Baştarda, İstanbul’dan Venedik’e Akdeniz’e dair hikâyeler taşıyor. DARZANÀ: İKİ TERSANE, BİR VASITA Venedik Bienali 15. Uluslararası Mimarlık Sergisi Türkiye Pavyonu Açılışı Küratörler Feride Çiçekoğlu, Mehmet Kütükçüoğlu ve Ertuğ Uçar, proje için küratöryel işbirliği yapılan Cemal Emden ve Namık Erkal ile proje ekibinden Hüner Aldemir, Caner Bilgin, Hande Ciğerli, Gökçen Erkılıç, Nazlı Tümerdem ve Yiğit Yalgın’ın katılımıyla 26 Mayıs Perşembe günü yapılan Türkiye Pavyonu açılışında Darzanà, uluslararası mimarlık dünyasına tanıtıldı. Darzanà: İki Tersane, Bir Vasıta Köken olarak, Türkçedeki tersane ve İtalyancadaki arsenale kelimelerinin Venedik lehçesindeki karşılığı olan Darzanà, Arapça’daki “Dara’s-sina’a” (sanayi yeri) tabirinden geliyor. Darzanà, 11. yüzyıl ile 19. yüzyıl arasında Akdeniz coğrafyasında denizciler, seyyahlar, tüccarlar, kısacası aynı dili konuşmadıkları halde birbirleriyle anlaşması gereken insanlar arasında kullanılan melez bir dil olan Lingua Franca’ya da atıfta bulunuyor. Benzer şekilde ortak bir mimari dilden söz etmek ve bunu Architectura Franca olarak tanımlamak da mümkün. Darzana Çalışma Maketi 28 Mayıs-27 Kasım 2016 tarihleri arasında düzenlenen Venedik Bienali 15. Uluslararası Mimarlık Sergisi Türkiye Pavyonu’nda, Darzanà başlıklı proje yer alıyor. Proje, Feride Çiçekoğlu, Mehmet Kütükçüoğlu ve Ertuğ Uçar küratörlüğünde, Cemal Emden ile Namık Erkal’ın küratöryel işbirliğiyle, Hüner Aldemir, Caner Bilgin, Hande Ciğerli, Gökçen Erkılıç, Nazlı Tümerdem ve Yiğit Yalgın’dan oluşan proje ekibi tarafından hazırlandı. GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 Bugün farklı kimliklere ve ölçeklere sahip Venedik ve İstanbul’un, geçmişte birbirini yansılayan ve benzer üretimler yapan tersanelerinin ortak nüvesi, tekne inşaatının yapıldığı ve sonrasında teknelerin suya bırakıldığı, denize dik konumlanmış, boyutları tekne boyutlarıyla ilişkili, Türkçede “göz”, İtalyancada “volti” denen mekânlar. Darzanà projesi için Haliç kıyılarındaki tersane yapılarının içinde, terk edilmiş bir gözde, atık malzemelerden son bir tekne, bir Baştarda inşa edildi. Darzanà, İstanbul ve Venedik’teki tersaneleri bir tekne ile birbirine bağlayarak İstanbul’dan Venedik’e Akdeniz’e dair hikâyeler taşıyor. 56 MİMARLIK Darzana Darzanà projesini Venedik’e taşımak için inşa edilen teknenin adı, yine çok kültürlü ve çok kökenli bir başka kelime olan Baştarda. Sözcüğün “nesebi belirsiz” anlamı –bastardo ve bastarda– ipucu verebilir; denizcilik anlamındaki tarihine gidersek Osmanlı döneminde kadırga ile kalyon arasındaki bir geçiş türü, hem kürekle, hem yelkenle yol alan melez bir tekne. Akdeniz’e özgü melezliği simgeleyen Baştarda, bugün biri İstanbul gibi bir megakentte çürümeye terk edilen, diğeri Venedik gibi bir müzekentte yılın belli zamanlarında hayat bulan iki göz arasında köprü olacak. Darzanà’nın ana teması, sınırları, cepheleri ve diğer çatışma alanlarını fikir birliğinin eşiklerine ve mekânlarına dönüştürmenin mümkün olup olmadığı sorusunu doğuruyor. İstanbul’un Haliç kıyısındaki Osmanlı’dan kalan tersanenin Cumhuriyet’le birlikte askeri işlevlerini büyük ölçüde yitirdiğini, 20. yüzyıl ortalarında bir kaç parçaya bölündüğünü, Camialtı ve Taşkızak tersanelerinin giderek boşaltıldığını ve bu büyük alanın yeniden kente katılabilmesi konusunun bir “cephe” haline geldiğini biliyoruz. Darzanà, bu çetrefil konuyu uluslararası mimarlık platformuna taşımayı hedefliyor. Bir yandan Akdeniz’e ayna tutarak suya sınır çekilemeyeceğini söylerken, bir yandan da şehir içinde şehirlilere kapalı alanlara, tel örgülerle çevrili mekânlara karşı çıkıyor. Baştarda, Türkiye Pavyonu’na ev sahipliği yapan, Venedik tersanesinin Sale d’Armi binasındaki holün ahşap kirişlerinin bir kopyasının altında, İstanbul’da inşa edildi. 30 metre uzunluğa ve dört ton ağırlığa sahip olan bu vasıta, ahşap kalıplar; mobilya, tabela ve gemi ıskartaları gibi sahada bulunan terk edilmiş malzemelerden ve yedi kilometrelik çelik kablo benzeri 500 parçadan oluşuyor. Parçalar, Baştarda’nın Türkiye Pavyonu için Mayıs’ta tekrar inşa edildiği Sale d’Armi’ye Nisan ayında gönderildi. Venedik Mimarlık Bienali 2016 Kasım’ında sona erdiğinde, Baştarda serüvenine devam edecek, İstanbul’a geri gelecek ve umulan o ki, ileride Tersane şehre açıldığında, inşa edildiği mekânda sergilenerek ortak hafızaya dair hikâyeler anlatmayı sürdürecek. Venedik Bienali 15. Uluslararası Mimarlık Sergisi Venedik Bienali 15. Uluslararası Mimarlık Sergisi’nde, Alejandro Aravena küratörlüğünde gerçekleştirilecek Reporting from the Front başlıklı ana sergide, 37 ülkeden 88 katılımcı yer alıyor. Bienal kapsamında ayrıca, Arsenale ve Giardini ile kentin farklı noktalarına yayılan 62 ülkenin pavyonları da bulunuyor. Filipinler, Kazakistan, Nijerya, Seyşeller ve Yemen bu yıl ilk defa Venedik Bienali Uluslararası Mimarlık Sergisi’ne katılacak ülkeler arasında yer alıyor 57 GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 MAKALE BİR CIA SİLAHI OLARAK MODERN SANAT* Çeviri Selin Öner Sanat çevrelerinde yıllarca ya bir söylentiydi veya şakaydı, ama artık gerçekliği doğrulandı. CIA, Jackson Pollock, Robert Motherwell, Willem de Kooning ve Mark Rothko gibi sanatçıların eserleri de dahil olmak üzere Amerikan modern sanatını, Soğuk Savaş’ta silah olarak kullandı. Adeta sanatı destekleyen bir Rönesans prensi gibi davranan CIA –tek farkı gizliliğiydi – Amerikan Soyut Ekspresyonizm akımını dünya genelinde 20 yıldan daha uzun bir süre teşvik etti ve tanıttı. Hiç akla gelmeyecek bir bağlantı. 1950 ve 1960’lar öyle bir dönem ki, Amerikaların çoğu modern sanatı sevmediği gibi küçümsüyordu da – Başkan Truman bir seferinde bu popüler görüşü şu şekilde özetlemişti: “Bu sanatsa, ben de Hottentot’um” (güney GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 batı Afrika’da bir yerli topluluk). Sanatçıların birçoğu zaten McCarthy dönemi Amerika’sında zar zor kabul edilen eski komünistlerdi. Kesinlikle Amerika hükümetinin desteğini almaya alışık olmayan bir gruptu. Peki CIA onları neden destekledi? Çünkü Sovyetler Birliği ile propaganda savaşında, bu yeni sanat akımı yaratıcılığın, entellektüel özgürlüğün ve ABD’nin kültürel gücünün bir kanıtı olarak kabul görebilirdi. Komünist ideolojik deli gömleğine hapsolan Rus sanatı bununla rekabet edemezdi. Uzun yıllardır konuşulan ve tartışılan bu politikanın varlığı, ilk defa eski CIA yetkilileri tarafından doğrulandı. Yeni Amerikan sanatı, sanatçıların haberi olmadan “uzun tasma” (“long leash”) adlı bir politika 58 doğrultusunda gizlice tanıtılmıştı, CIA’in Stephen Spender’in editörlüğünü yaptığı dergi Encounter’ı dolaylı yoldan desteklemesine benzer bir şekilde. Aslında kültür ve sanatı ABD Soğuk Savaş cephaneliğinde kullanma kararı CIA 1947’de kurulur kurulmaz alınmıştı. Komünizmin hâlâ Batılı entellektüeller ve sanatçılar için taşıdığı cazibeden korkan yeni ajans, zirvesinde 800’den fazla gazeteyi, dergiyi ve kamu bilgilendirme merkezlerini etkileyebilmiş olan “Propaganda Varlıkları Envanteri” adlı yeni bir bölüm oluşturdu. Bunun bir Wurlitzer müzik kutusu gibi olduğu esprileri yapılıyordu: CIA bir düğmeye bastığında, bütün dünyada çalınmasını istediği ezgileri duyabiliyordu. MAKALE Sonraki büyük adım, 1950’de Uluslararası Organizasyonlar Birimi Tom Braden yönetiminde kurulduğunda atıldı. George Orwell’in Hayvan Çiftliği eserinin anime versiyonunu sübvanse eden bu ofisti, ABD’li caz sanatçılarına, opera resitallerine, Boston Senfoni Orkestrası’nın uluslararası tur programlarına sponsorluk yapan da… Ajanları film endüstrisine ve yayınevlerine konumlandırılmıştı, kimi zaman ünlü Fodor rehberi için seyahat yazarı olarak. Şimdi ABD’nin anarşist avangard akımı, Soyut Ekspresyonizm’i de desteklediğini biliyoruz. tirmek” adlı bir uluslararası gezici sergiyi organize edip tüm maliyetini karşılamıştı. Ama bu şov kendi evinde ayıplandı ve Truman’ın bu Hottentot yorumunu yapmasına ve bir kongre üyesinin “Bu çerçöp için vergi ödeyen aptal bir Amerika’lıyım” demesine yol açtı. Bunlar üzerine, turun iptal edilmesi gerekti. ABD hükümeti işte o anda bir ikilemle karşı karşıyaydı. Bu “kültürsüzlük”, Joseph McCarthy’nin avangard veya alışılagelmişin dışındaki her şeye karşı olan histerik ithamlarıyla birleşince, son derece utanç vericiydi. Başlarda, Amerikan sanatını teşvik etmek ABD’nin sofistike, kültürel olarak zengin bir için daha açık girişimlerde bulunmuşlardı. demokrasi olduğu fikrini şüpheye düşü1947’de, Dışişleri Bakanlığı, ABD’nin kültü- rüyordu. Aynı zamanda ABD hükümetinin rel bir çöl olduğuna ilişkin Sovyet iddialarını 1930’lardan beri kültürel üstünlüğün çürütmek için “Amerikan Sanatını Geliş Paris’ten New York’a kayışını pekiştirmesini de engelliyordu. Bu ikilemi çözmek üzere CIA devreye sokuldu. Bağlantı aslında göründüğü kadar tuhaf değil. O dönemde, birçoğu boş zamanlarında sanat eserleri biriktiren ve romanlar yazan Yale ve Harvard mezunlarıyla dolan yeni gizli servis, McCarthy veya J. Edgar Hoover’ın FBI’ı ile kıyaslandığında bir nevi liberalizmin sığınağı olmuştu. New York okulunu oluşturan Leninist, Troçkist ve ağır alkoliklerin bir araya gelmesini kutlayacak herhangi bir resmi kurum varsa o da CIA’di. 1995’e kadar bu bağlantıyı kanıtlayacak birinci elden bir kanıt yoktu, ama ilk defa eski bir CIA çalışanı, Donald Jameson sessizliği bozdu. Evet, ajans Soyut Ekspresyonizm’i bir fırsat olarak gördü ve bunun üzerine gitti, diyerek. Jackson Pollock 59 GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 MAKALE Willem de Kooning “Soyut ekspresyonizm konusunda, CIA’in bunu sırf New York’ta ve Soho’nun merkezinde neler olacağını görmek için yarattığını söylemeyi isterdim” diye espri yapan Jameson, “Aslında bütün yaptığımız farklılığı fark etmekti. Soyut ekspresyonizmin Sosyalist Gerçekçiliği olduğundan da şekilci, esnemeyen ve sınırlandırılmış gösterebileceğini teşhis ettik. Bu ilişki de sergilerin bazılarında sömürüldü”. “Bu anlayışımıza, Moskova’nın o günlerde kendi sabit kalıplarına herhangi bir uyumsuzluğa karşı takındığı saldırgan tutum da yardımcı oldu. Böylece aslında onların bu derece ve beceriksizce eleştirdiği herhangi bir olgunun öyle veya böyle desteklenmeye değer olduğunu algılamak mümkündü.” CIA, Amerika’nın sol avangardına yönelik GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 gizli desteğini sürdürmek için sanat himayesinin keşfedilmediğinden emin olmalıydı. “Bu tip meseleler sadece iki üç kademe uzaktan izlenebilirdi” diye anlatan Jameson, “böylece mesela Jackson Pollock gibi bir ismi herhangi bir şekilde temize çıkarmak ya da bu insanları organizasyonun içine dahil edecek herhangi bir hareket söz konusu bile olmazdı. Zaten daha fazlası mümkün değildi, çünkü çoğu zaten hükümete ve özellikle CIA’e hiç saygı duymayan kişilerdi. Hatta kendini Washington’dan çok Moskova’ya yakın insanları kullanman gerekiyorsa, bu belki daha da iyiydi.” “Uzun tasma” işte buydu. CIA kampanyasının ana eseri CIA tarafından fonlanarak 1950’de kurulan ve bir CIA ajanı tarafından yürütülen Kültürel Özgürlük Kongresi oldu, entellektüellerin, yazarların, tarihçilerin, 60 şairlerin ve sanatçıların bir araya geldiği bir topluluk… Moskova’nın ve onların Batı’daki yoldaşlarının saldırılarına karşı kültürün savunulabileceği güvenli mevzii olmuştu. Doruk noktasında, 35 ülkede ofisleri vardı ve Encounter’ı da içeren iki düzineden fazla dergiyi yayımlıyordu. Kültürel Özgürlük Kongresi, CIA’in Soyut Ekspresyonizme olan üstü kapalı ilgisini icra etmesi için ideal bir cephe sundu. Bu ofis, gezici sergilerin resmi sponsoru olabilecek, ve dergileri de Amerikan resim sanatına yakın kritikler için yararlı platformlar sunacak ve bütün bunlar sanatçılar dahil olmak üzere hiç kimsenin aklından bile geçmeyecekti. Bu kurum, 1950’lerde Soyut Ekspresyonizm ile ilgili çeşitli sergiler organize etti. Bunlardan en önemlisi, 1958-59’daki ve tüm büyük Avrupa şehirlerini dolaşan MAKALE “Yeni Amerikan Resmi” sergisiydi. “ABD’de Modern Sanat” (1955) ve “20.Yüzyılın Başyapıtları” (1952) diğer etkili koleksiyonlar arasındaydı. Soyut Ekspresyonizm etrafta taşıması ve sergilemesi pahalı olduğundan, milyonerler ve müzeler de bu oyuna dahil edildi. Onlar arasında başlıca isim, annesi New York’taki Modern Sanat Müzesi’nin (MoMA) ortak kurucularından olan Nelson Rockefeller’dı. “Annemin müzesi” (Mummy’s Museum) diye hitap ettiği müzenin başkanı olarak, Soyut Ekspresyonizm’in en önemli destekçilerinden oldu (“free enterprise painting” derdi ona). Müzesi, CIA’in kurduğu Kültürel Özgürlük Kongresi ile kongrenin en önemli sergilerini organize etmek ve küratörlüğünü yapmak üzere bir kontrat imzalamıştı. müzisyenleri, sanatçıları bir araya getirmek istiyorduk. Bence ajansın sahibi olduğu en önemli birimdi ve Soğuk Savaş’ta muazzam bir rol oynadı”. de Kooning, Motherwell ve benzeri sanatçıların eserlerini içeren “Yeni Amerikan Resmi” adlı gezici sergi, Paris’teydi. Tate Galerisi de bu sergiye ev sahipliği yapacak bir sonraki müze olmak istiyordu, ama bunun Braden, birimin avangarda yönelik mumaliyetini karşılayamıyordu. Aynı günün halafet sebebiyle gizlice hareket ettiğini ilerleyen saatlerinde bir Amerikan milyoneri doğruladı: “Kongreyi yapmak istediğimiz ve sanatsever olan Julius Fleischmann bazı şeyler konusunda ikna etmek çok zordu gereken nakitle içeri girdi ve sergi Londra’ya – sanatı yurtdışına göndermek, senfonileri, getirildi. dergileri yurtdışında desteklemek gibi… Bu da gizliliğin nedenlerinden biriydi. Sır Fleischmann’ın getirdiği para, aslında olmalıydı. ‘Açıklığı’ cesaretlendirmek için kendisinin değil, CIA’indi. Başkanlığını gizli olmalıydık”. Fleischmann’ın yaptığı Farfield Fonu adlı bir kuruluş aracılığıyla gelmişti, bu kuruluş Bu yüzyılın Michelangelo’larına Papa gibi hayırsever bir milyonerin kolu olmaktan arka çıkmak anlamına bile gelse, bu çok ziyade, CIA’in fonları için gizli bir kanaldı. daha iyiydi: “Sanatı fark etmek ve desteklemek bir Papa veya çok parası olan birini Yani, Tate’in, halkın veya sanatçıların haberi Müzenin CIA ile başka bağlantıları da vardı. gerektiriyor” diyor Braden. “Yüzyıllar sonra olmadan, sergi Londra’ya masrafı Amerikalı CBS Yayıncılık Başkanı ve CIA’in fikir babala- insanlar ‘Şuna bak, Sistine Chapel, yeryüvergi mükellefleri tarafından karşılanarak, rından William Paley, müzenin Uluslararası zündeki en güzel eser!’ diyorlar. MedeniSoğuk Savaş’ın ince propaganda amaçlarına Programı’nın yönetim kurulunda görev yap- yetin, ilk sanatçıdan ve onu destekleyen ilk hizmet etmek üzere taşınmıştı. Eski CIA yettı. Ajansın savaş zamanındaki öncü kuruluşu milyoner ya da papadan beri karşılaştığı bir kilisi Tom Braden, Farfield Fonu gibi kanallaniteliğindeki OSS’de çalışmış olan John problem bu. Yine de bu multimilyonerler rın nasıl kurulduğunu şöyle anlatıyor: “New Hay Whitney, müzenin yönetim kurulunun veya papalar olmasa, belki sanatımız da York’ta zengin ve tanınan bir kişiye gider ve başkanlığını yapıyordu. CIA’in Uluslararası olmayacaktı”. ‘biz bir fon kurmak istiyoruz” derdik. Ona Organizasyonlar biriminin (IOD) ilk şefi ne yapmaya çalıştığımızı anlatır ve gizlilik Tom Braden da müzenin 1949 yılındaki icra Bu himaye olmasa, Soyut Ekspresyonizm, sözü isterdik, o da ‘Tabii ki yaparım’ der ve sekreteriydi. savaş sonrası yılların baskın sanat akımı bir antetli kağıt yayımlardık, üzerinde bu olabilir miydi? Cevap muhtemelen evettir. kişinin ismi olurdu ve işte fon o anda hazır Şimdilerde (1995) 80 yaşında olan Braden, Aynı ölçüde, bir Soyut Ekspresyonist tabloya olurdu. Oldukça basit bir araçtı”. Woodbridge, Virginia’da Soyut Ekspresbakarken CIA’in oyununa geldiğini düşünyonist eserlerle dolu ve kocaman alman mek de hatalı olur. Julius Fleischmann bu rol için çok uygundu. kurtlarıyla korunan bir evde yaşıyor. IOD’nin MoMA’nın Uluslararası Programı’nın yöneamacını şöyle anlatıyor: Ama bu sanatın nereye geldiğine bakın: tim kurulunda bir koltuğa sahip olduğu için bankaların mermer koridorlarında, hava– CIA’e yakın olan diğer güçlü kişiler gibi. “Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi ne alanlarında, yönetim kurulu odalarında yazman, ne söylemen, ne yapman, neyi ve müthiş galerilerde. Onları destekleyen resmetmen gerektiği konusunda hiçbir soğuk savaşçılar için bu tablolar bir logoybariyer olmadan, Batının ve ABD’nin ifade du, dikkate değer her yerde sergilemek özgürlüğüne ve entellektüel kazanımlara istedikleri kendi kültürleri ve sistemleri için * Bu yazı, Frances Stonor Saunders’ın 22 Ekim 1995 kendini ne kadar adamış olduğunu bir imza niteliğindeydi. Başardılar da. tarihininde Independent’ta yayımlanan makalesingöstermek için tüm yazarları, Örtülü Operasyon 1958’de Pollock, den çevrilerek, vesaire.org’ta yayımlandı. 61 GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 62 G NCEL SANAT S 20 Normal abonelik fiyatından %20 indirim 12 ay boyunca Güncel Sanat Dergisi’nin kapınıza getirilme garantisi guncelsanat.com.tr web adresimize dijital üyelik Haftalık olarak yeni haber bültenlerimize e-mail ile ulaşma Sergi, fuar ve bienaller ile diğer kültür-sanat etkinlikleri takvimine sahip olma Geçmişe yönelik (beş sayıya kadar) eksik sayılarınızı ücretsiz elde etmek Abone olmak için QR kodu taratın! 63 GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016 C M Y CM MY CY CMY K Peter Halley, Zayıf Kuvvet, 2016 (Galerie Thomas izniyle) Fiyatı ₺ 17,5 | Avrupa € 8 | Kıbrıs ₺ 19 Haziran 2016 | Yıl:3 | Sayı:25 G NCEL SANAT G NCEL SANAT w w w. g u n c e l s a n a t . c o m . t r Barbara Kruger, İsimsiz (We Will No Longer Be Seen and Not Heard), Kağıt Üzeri Litografi, 522 x 522 mm, 1985 SAYI 25 | HAZİRAN 2016 www.guncelsanat.com.tr Maria Lassnig, Lady with Brain c.Tüyb., 125 x 100cm, 1990, Tate İzniyle ‘BAŞKA AVRUPA’ PHILIPP DIETACHMAIR SANATTA PAZARLAMA VEDAT K. ‘İSTANBUL BİZİM İÇİN İŞLENMEMİŞ BİR NOKTA’ JOAKIM ROOS ‘BÜYÜK REİS’ MUZAFFER ORUÇOĞLU BİR CIA SİLAHI OLARAK MODERN SANAT