Guncel-Sanat-Dergisi-Haziran-2016-1

Transkript

Guncel-Sanat-Dergisi-Haziran-2016-1
Fiyatı ₺ 17,5 | Avrupa € 8 | Kıbrıs ₺ 19
Haziran 2016 | Yıl:3 | Sayı:25
G NCEL SANAT
G NCEL SANAT
w w w. g u n c e l s a n a t . c o m . t r
Barbara Kruger, İsimsiz (We Will No Longer Be Seen and Not Heard), Kağıt Üzeri Litografi, 522 x 522 mm, 1985
SAYI 25 | HAZİRAN 2016
www.guncelsanat.com.tr
Maria Lassnig, Lady with Brain c.Tüyb., 125 x 100cm, 1990, Tate İzniyle
‘BAŞKA AVRUPA’
PHILIPP DIETACHMAIR
SANATTA PAZARLAMA
VEDAT K.
‘İSTANBUL BİZİM İÇİN
İŞLENMEMİŞ BİR NOKTA’
JOAKIM ROOS
‘BÜYÜK REİS’
MUZAFFER ORUÇOĞLU
BİR CIA SİLAHI OLARAK
MODERN SANAT
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
Peter Halley, Zayıf Kuvvet, 2016 (Galerie Thomas izniyle)
ESER
Yves Klein
Yves Klein, 'Untitled blue monochrome', Kontrplak Üzeri Boya, 1397 x 1197 x 32 mm, 1959
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
2. SAYI ÇIKTI
ŞİİR NUR ALAN, BARAN ÇAÇAN, MURAT ÇELİK, ELVİN EROĞLU, SERDAR KOÇAK, AYHAN KURT, ÖMER ŞİŞMAN,
BERNA TERZİAHMETOĞLU, GEORG TRAKL, İRFAN YILDIZ ÖYKÜ OZAN ÇINAR, MUAMMER KIRANOĞLU, EBRU
OJEN, İSMAİL PELİT, NECMİ ZEKÂ METİN LÂLE MÜLDÜR DEFTER ORHAN DURU YAZI BARIŞ ACAR, ENİS BATUR,
OSMAN ÇAKMAKÇI, BURAK FİDAN, TARIK GÜNERSEL, MARTIN HEIDEGGER, MUAMMER KIRANOĞLU, SENEM KURTAR,
MELİSA KURTCAN, ÇAĞRI ULUĞER SÖYLEŞİ ALAIN BADIOU, CANSU ÇAKAR, EBRU OJEN SANAT YÜKSEL ARSLAN, ALİYE BERGER,
BERİL GÜN, MELİSA KURTCAN, CANSU ÇAKAR ŞARKI AVNİ ANIL DİPNOT OSMAN ÇAKMAKÇI, MUAMMER KIRANOĞLU
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
EDİTÖRDEN
YAZ GELDİ.
Bu kısa cümlenin insanın içini ısıttığından
şüphe yok.
Fakat gerçek başka bir mevsimi işaret
eder.
Bu yazın önceki yazlara nazaran daha
geniş bir şemsiyesi var: Bir yanda yerle
bir edilen kentler, sürgünler, iç göçler,
mülteciler; öte yandan travmalar, umutsuzluklar, mutsuzluklar, huzursuzluklar...
Savaşın mağdur, masum özneleri, biçare
bakışlar ve bütün hazin yıkıcılığı ile devam eden savaşlar.
Kıyımlar ve katliamlar süregelirken, Philipp Dietachmair’ın deyimiyle kültür operatörleri de halen işbaşlarında. Adeta, yaz
şemsiyesini sahip oldukları hünerlerle,
ürettikleri ürünlerle, sergilerle, festivallerle, bienallerle tersyüz etmeye devam
etmekteler. Sanatsal faaliyet adı altında
ekoloji, mutfaklar ve arşiv cepheleri arşınlanırken savaşın yıkıcılığının sürdürülmesindeki roller de iyi oynanmaktadır.
KÜLTÜR
OPERATÖRLERİ
Küresel sermayenin Türkiye distribütörlerinin yetenekli kültür operatörleri sanatçıların ve onların üretimleri vasıtasıyla kültürleri yayıkta çalkalarken, bu sanatçılar
onların üflediği yelkenlerle keyif çatmaya
bir süre daha devam edeceklerdir. Keyif
kelimesine aldanmayın, nerden ve kimin
üflediği belli olmayan bir yelkenin yönü
de olmaz, hareketi de ve keyif de alınmaz,
alınmış gibi gösterilir.
Editör Gülcan Sarmısaklı
Yaz geldi.
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
4
Fiyatı ₺ 17,5 | Avrupa € 8 | Kıbrıs ₺ 19
Haziran 2016 | Yıl:3 | Sayı:25
G NCEL SANAT
İÇİNDEKİLER
G NCEL SANAT
SAYI 25 | HAZİRAN 2016
Barbara Kruger, İsimsiz ( e ill No Longer Be Seen and Not Heard), Kağıt Üzeri Litografi, 522 x 522 mm, 1985
w w w. g u n c e l s a n a t . c o m . t r
www.guncelsanat.com.tr
Maria Lassnig, Lady with Brain c.Tüyb., 125 x 100cm, 1990, Tate İzniyle
‘BAŞKA AVRUPA’
PHILIPP DIETACHMAIR
SANATTA PAZARLAMA
VEDAT K.
‘İSTANBUL BİZİM İÇİN
İŞLENMEMİŞ BİR NOKTA’
JOAKIM ROOS
6
MARIO PRASSINOS PERA'DA
9
9. BERLİN BİENALİ
10
5. ULUSLARARASI ÇANAKKALE BİENALİ'NİN
SANATÇILARI AÇIKLANDI
BÜYÜK REİS
MUZAFFER ORUÇOĞLU
BİR CIA SİLAHI OLARAK
MODERN SANAT
12
GÜLSÜN KARAMUSTAFA STAATLICHE MUSEEN ZU BERLIN
Mayıs 2016, Yıl:3, Sayı:25
14
MÜZELER EĞİTİMİN BİR PARÇASI HALİNE GELECEK
İmtiyaz Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü
16
OPERA, BALE, ORKESTRA, KORO VE TOPLULUKLAR
17
VARLIĞIN; IŞIK, SES VE RENK ÖZGÜRLÜĞÜ / Mehmet Akkaya
23
MAHÇUP KEMAN / Mustafa Atapay
24
SELÇUK-ANDONBOĞAZ TEPESİ YAKINI MEZAR
14.06.2016 18:32
VEDAT KÜÇÜKBİNGÖL
Genel Yayın Yönetmeni
GÖKHAN TOPTAŞ
Editör
GÜLCAN SARMISAKLI
Görsel Yönetmen
OZAN UZUN
KALINTILARI / Ergün Laflı
28
ZAMAN, TARİH, SİYASET, SANAT VB. / Emre Zeytinoğlu
Reklam
[email protected]
30
JOAKIM ROOS / R: Vedat K.
Müşteri İlişkileri ve Abonelik
[email protected]
36
BAŞKA AVRUPA / Philipp Dietachmair
43
BÜYÜK REİS / Muzaffer Oruçoğlu
44
SANATTA PAZARLAMA / Vedat K.
48
MUSTAFA MUTLU / R: Vecdi Uzun
52
ÖLDÜR BENİ ÇİÇEĞİ / Rıfat Maniş
53
GÖBEKLİTEPE 6 AY BOYUNCA GÖRÜLEMEYECEK
55
MEKTEB-İ TIBBİYE-İ ŞAHANE YENİLENİYOR
56
DARZANA: İKİ TERSANE, BİR VASITA
58
BİR CIA SİLAHI OLARAK MODERN SANAT
Yönetim Yeri
Dr. Esat Işık Cad. No: 89/1
Moda - Kadıköy / İstanbul
İletişim
[email protected]
+90 507 606 80 01
www.guncelsanat.com.tr
Basıldığı Yer
Platin Group / Halkalı Merkez Mh. Dereboyu Cd.
No:65 K.Çekmece İstanbul
Yayın Türü: Aylık Süreli
ISSN: 2148-5852
Güncel Sanat ve buna bağlı ekler Güncel Medya Yayıncılık tarafından yayımlanmıştır. Yazı ve
fotoğrafların tüm hakları kredi sahiplerine veya
Güncel Sanat’a aittir. İzin alınmadan alıntı yapılamaz. Reklam, yazı ve görseller imza sahiplerinin sorumluluğundadır.
5
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
HABER
MARIO PRASSINOS
PERA’DA
Mario Prassinos, 'Eygalières', Provence (1983) Fotoğraf: Yves Gallois | Centre d’Archives Mario Prassinos, Paris 2016
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
6
HABER
Mario Prassinos sergisi,
İstanbul’da Rum, sanatçı
bir ailede dünyaya gelen
Mario Prassinos’un Paris’te
20. yüzyıl avangartları arasında başlayan sanatsal
kariyerini konu alıyor. Sanatçının resimlerden kitap
illüstrasyonlarına ve dokuma
örneklerine, portrelerden
gravürlere uzanan farklı
eserlerini bir araya getiren
sergi, Prassinos’un çarpıcı
ve özgün karakterini, sürrealizmle başlayıp realist bir
anlayışa yönelen üslubunu
ortaya koyuyor. Seza Sinanlar
Uslu küratörlüğünde düzenlenen sergi ile 20. yüzyılın
bu özgün ve Türkiye için gizli
kalmış sanatçısı, doğumunun
100. yılında, doğduğu semt
olan Pera’ya geri dönüyor.
'Pèretextat', No. 19 (1973) Tuval üzerine yağlıboya, 130 x 97 cm
Centre national des arts plastiques, Paris 2016
Mario Prassinos’un “Bir Sanatçının İzinde: İstanbul-Paris-İstanbul” isimli sergisi, 14
Ağustos 2016 tarihine kadar
Pera Müzesi’nde görülebilir.
'Sarı-Kırmızı-Siyah Ağaç' (1962) Aside yedirme baskı, akuatint ve soğuk kazı, 76 x 56,5 cm
Centre national des arts plastiques, Paris 2016
7
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
HABER
9. BERLİN BİENALİ
1996 yılında ilki gerçekleştirilen Berlin Bienali’nin bu
seneki küratörü New York tabanlı DIS kolektifi. DIS, sanat piyasasındaki hiyerarşileri ve kemikleşmiş yapıları
yıkmayı amaçlıyor.
9.Berlin Bienali sanalın gerçek, ulusların marka, bireylerin veri, kültürün kapital, sağlığın politika, mutluluğun ekonomi olduğu 2016 dünyasının çelişkilerine
odaklanıyor. Ayrıca bienal, basın bülteni yerine Anthem
adlı bir pop albümü yayımlıyor.
Bienal 18 Eylül 2016 tarihine kadar görülebilecek.
9.Berlin Bienali Sanatçıları
69, Antoni Abad, Halil Altindere, Ei Arakawa (Dan Poston,
Stefan Tcherepnin ortaklıklarıyla), Korakrit Arunanondchai/
Alex Gvojic, atelier le balto, Armen Avanessian/Alexander
Martos (Christopher Roth ortaklığı ile), åyr, Will Benedict,
Julien Ceccaldi, Centre for Style (Anna-Sophie Berger;
Burkhard Beschow & Anne Fellner; Max Brand; Rare Candy
with Alden Epp, Spencer Lai, Natasha Madden, Misty
Pollen, Ander Rennick & Amber Wright; Susan Cianciolo;
Marlie Mul; Liam Osborne; H.B. Peace & Kate Meakin; Joshua Petherick; Lin May Saeed; Eirik Sæther ortaklıklarıyla),
Brody Condon, Kartenrecht, CUSS Group (ANGEL-HO, FAKA,
Megan Mace, NTU ortaklıklarıyla), Kathleen Daniel, Debora
Delmar Corp., Simon Denny with Linda Kantchev, Cécile
B. Evans, Nicolás Fernández, Lizzie Fitch/Ryan Trecartin,
Simon Fujiwara, GCC, GUAN Xiao, Calla Henkel/Max Pitegoff, Camille Henrot, Yngve Holen, Alexa Karolinski/Ingo
Niermann, Josh Kline, Korpys/Löffler ,Nik Kosmas, M/L Artspace, Shawn Maximo ,Ashland Mines, Katja Novitskova,
Trevor Paglen/Jacob Appelbaum, Juan Sebastián Peláez,
Adrian Piper ,Alexandra Pirici ,Josephine Pryde ,Puppies
Puppies, Babak Radboy ,Jon Rafman, Timur Si-Qin, Lucie
Stahl ,Hito Steyerl, TELFAR, Christopher Kulendran Thomas
,Wu Tsang, Anna Uddenberg ,Amalia Ulman, Anne de Vries
Anthem İsimli Albümün Sanatçıları
Abu Hajar, Halil Altindere, Math Bass, Lizzi Bougatsos & Brian DeGraw, Elysia Crampton, Lizzie Fitch/Ryan Trecartin, Isa
Genzken, Juliana Huxtable, Kelela, Nguzunguzu, Adrian
Piper, Fatima Al Qadiri, Carles Santos, Patricia Satterwhite,
Jacolby Satterwhite, Hito Steyerl, Total Freedom, Amalia
Ulman, Nick Weiss
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
8
HABER
9. Berlin Bienali'nden
9
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
HABER
5.ULUSLARARASI
ÇANAKKALE
İ NA İ NİN
SANATÇILARI
AÇIKLANDI
Adrian Paci, 'The Column', 2013
“Anavatan- Homeland, Heimat, Patria..." başlığıyla 24 Eylül
- 6 Kasım 2016 tarihleri arasında düzenleniyor.
BİENALE KATILACAK SANATÇI LİSTESİ
Adrian Paci (Arnavutluk-İtalya), Ahmet Elhan (Türkiye), Aissa
Deebi (Filistin-İsviçre), Akam Shex Hadi (Irak), Alfredo Jaar
(Şili-ABD), Ali Miharbi (Türkiye), Angela Melitopoulos (YunanistanAlmanya), Anur Hadžıomerspahıć (Bosna-Hersek),
Bikem Ekberzade (Türkiye), Birgit Johnsen - Hanne Nielsen
(Danimarka), Boris Mikhailov (Ukrayna-Almanya), Bouchra
Khalili (Tunus-Fransa), Canan Beykal (Türkiye), Cem Demir
(Türkiye), Cengiz Aktar (Türkiye), Çınar Eslek (Türkiye), David
Larsson (İsveç), Eleni Mylonas (Yunanistan), Esin Turan (Türkiye-Avusturya), Ezgi Kılınçaslan (TürkiyeAlmanya), Ghazel
(Fransa-İran), Haider Jabbar (Irak), Halil Altındere (Türkiye),
Josphine Turalba (Filipinler), JR (Fransa-ABD), Kalliopi Lemos (Yunanistan-İngiltere), Maher Abdel Aziz (Suriye-İsveç),
Mehmet Erim (Türkiye), Nevin Aladağ (Türkiye-Almanya),
Norayr Kasper (Kanada-Türkiye), Peter Aerschmann (İsviçre),
Pravdoliub Ivanov (Bulgaristan), Reysi Kamhi (Türkiye), Roza
El Hassan (Suriye-Macaristan), Sabine Küper-Büsch &Thomas Büsch (Almanya-Türkiye), Sermin Sherif (Türkiye-İngiltere), Tuğba Elmacı (Türkiye), Vahit Tuna (Türkiye)
Bu sene 24 Eylül ve 6 Kasım tarihleri arasında gerçekleştirecek 5. Uluslararası Çanakkale Bienali'ne dahil olacak
sanatçılar, 13 Mayıs Cuma günü, İstanbul’da düzenlenen
basın toplantısında, küratöryel ekip ve Çanakkale Belediye
Başkanı Ülgür Gökhan'ın katılımıyla duyuruldu.
24 Eylül - 6 Kasım 2016’da gerçekleştirilecek 5. Çanakkale
Bienali, "göç" olgusunu "Anavatan" kavramı üzerinden
çağdaş sanat bağlamında ele almayı; bu gündem etrafında
yerel ve küresel ortamlarda sürmekte olan düşünsel ve
yaratıcı süreçlere katkı sunmayı amaçlıyor.
5. Uluslararası Çanakkale Bienali, ilhamını Çekoslovakya
asıllı felsefeci, yazar ve gazeteci Vilem Flusser'in (19201991) göçmenlik ve mültecilik üzerine düşüncelerinden
alıyor. 5. Uluslararası Çanakkale Bienali, "Anavatan ebedi
bir değer değil, daha çok özgül bir teknolojinin işlevidir;
yine de onu yitiren acı çeker. Çünkü o anavatana, çoğu gizli
olan ve bilinç düzeyine çıkamayan bir çok bağ ile bağlıyızdır. Bu bağlar koptuğunda ya da koparıldığında, birey bunu
büyük bir acıyla, adeta en derindeki varlığının cerrahi bir
müdahaleye uğraması gibi deneyimler" diyen ve kendisi
de bir 2.Dünya Savaşı mültecisi olan Çekoslovakya asıllı
felsefeci, yazar ve gazeteci Vilem Flusser'in (1920-1991)
göçmenlik ve mültecilik üzerine düşüncelerinden ilham
alıyor. Modernist paradigmanın “anavatan” tahayyülünün
günümüzdeki etkilerinin, Post-modern yersizyurtsuzlaşma olgusu, güncel siyasal-ekonomik sorunların yarattığı
küresel göçler, mültecilik ve sürgünler ile bizzat zorlanan
ulus-devlet sınırları gibi çeşitli yönleriyle ele alınacağı
bienalin 5. edisyonunda, Türkiye, Orta Doğu ve Avrupa’dan
çağdaş sanatın yanı sıra foto muhabirlik, belgesel, sinema,
tasarım, basın gibi farklı disiplinlere yayılan 40 sanatçının
milliyet, kimlik ve ötekileşme gibi temaları irdeleyen;
günümüzde yaşanan göç krizinin farklı yönlerini odağına
alan yapıtlarına yer veriliyor.
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
BİENAL MEKANLARI
Başta ana bienal sergi mekanı olarak Eski Sahil Sıhhiye
(Piri Reis Müzesi) olmak üzere, MAHAL Sanat ve Palamut
Depoları Bölgesi, Eski Ermeni Kilisesi, Mekor Hayim Sinagogu, Korfmann Kütüphanesi, Çanakkale Arkeoloji Müzesi,
Çanakkale Seramik Müzesi (Eski Er Hamamı), Ece Ayhan
Evi, ÇTSO Çanakkale Evi, Çanakkale DGSG gibi kentin önde
gelen mekanlarının kullanılması öngörülüyor.
BİENAL EKİBİ
Genel Sanat Yönetmeni Beral Madra
Genel Direktör Seyhan Boztepe
CABININ Yönetici Küratörü Deniz Erbaş
Sergileme Direktörü: Kubilay Özmen
10
HABER
FERHAT ÖZGÜR
BARCELONA LOOP
VİDEO FUARI’NDA
Sanatçı Ferhat Özgür Gallery Bernhard Bischoff and Partner-Bern ile Barcelona
LOOP Video Festival ve Fuarı'nın Ana Bölümü'ne ikinci kez katılıyor.
Ferhat Özgür, Videostill, 'Bir Genç Kız Yetişiyor', 2003 - 2015
Ferhat Özgür'ün erken dönemde ürettiği ve ilk kez özel
bir soundtrack ile yurt dışında sergileyeceği “Bir Genç Kız
Yetişiyor” (2002-2015) adlı videosu Barcelona LOOP Video
Fuarı'nın Ana Bölümü'nde Bern'den Gallery Bernhard Bischoff and Partner'in temsiliyle yer alıyor. Seçici kurulunda
Jean-Conrad & Isabelle Lemaître, Josée & Marc Gensollen,
Haro Cümbüşyan ve Renee Drake’nin yer aldığı fuarda Özgür’ün işi ikinci kez sergilenmiş oluyor. Video, yeni yetişen
bir genç kızın, saçlarının düzgün ve dalgasız olması için
annesiyle gerçekleştirdiği bir ritüeli ele alıyor. Genç kız
ütü masasının önünde yüzü izleyiciye dönük utangaç bir
biçimde diz çöküyor ve annesi kızının kuzguni saçlarını
ütülemeye başlıyor. Genç kız dalgalı saçlarını ne kadar çok
hatırlarsa o kadar az varolduğunu düşünüyor. Performans
sürecinde saçlarındaki bu değişim yetişmekte olan kız için
büyüsel bir etkiye dönüşüyor.
11
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
HABER
GÜLSÜN KARAMUSTAFA
STAATLICHE MUSEEN ZU BERLİN
Gülsün Karamustafa, Fotoğraf: Muhsin Akgün
Sanatçı Gülsün Karamustafa’nın eserleri, 10 Haziran ile 23
Ekim 2016 tarihleri arasında Staatliche Museen zu Berlin’de
(Berlin Ulusal Müzeler) izleyicilerle buluşuyor.
Berlin isimli müze sanatçı Gülsün Karamustafa’nın eserlerinin sergilendiği bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Müzenin
basın ofisi yayımladığı bildiride, Karamustafa’yı 20.yy’ın
ikinci yarısının en önemli sanatçılarından birisi olduğuna
vurgu yapıyor.
Almanya’nın Berlin kentinde yer alan Staatliche Museen zu
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
12
HABER
Gülsün Karamustafa, 'Vaat Edilmiş Resimler', 1998 - 2004 | Zafer Yıldırım koleksiyonu
Gülsün Karamustafa, 'Hapishane Resimleri 6', 1972
13
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
HABER
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Millî Eğitim Bakanlığı arasında imzalanacak protokol ile müzelerin eğitimin bir parçası
hâline geleceğini söyleyen Bakan Nabi Avcı, müzeleri bir
eğitim alanı olarak gördüklerini dile getirdi.
Ankara’nın önemli tarihi miraslarından At Pazarı bölgesini
canlandırmak üzere uzun yıllardır çalışmalar yürüten
Rahmi M. Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı tarafından restore
edilen tarihi Safranhan Kültür ve Turizm Bakanı Nabi
Avcı’nın katılımıyla ziyarete açıldı.
MÜZELER
EĞİTİMİN
BİR
PARÇASI
HÂLİNE
GELECEK
Müzeleri Bir Eğitim Alanı Olarak Görüyoruz
“Biz müzeleri öncelikle bir eğitim alanı olarak da görüyoruz. İnşallah yakın zamanda Millî Eğitim Bakanlığı ile
Kültür ve Turizm Bakanlığı bir protokol imzalayacak.
Bu protokolümüz hazır ve inşallah o protokolle müzelerimiz de çocuklarımızın, gençlerimizin, öğrencilerimizin
eğitiminin bir parçası hâline gelecek.
Bu protokolün hemen öncesinde böyle bir müzenin açılı
şını yapıyor olmaktan dolayı hem Kültür ve Turizm Bakanı
olarak hem de eski Millî Eğitim Bakanı olarak çok mutlu
oldum.
Müzeler Statik Değil, Dinamik Olmalı
Ankara’ya güzel bir mekân kazandırdıklarını söyleyen iş insanı Rahmi Koç ise konuşmasında müze, lise, üniversite ve
hastanelerin kaynak yaratmayan, devamlı finanse edilmesi
gereken kuruluşlar olduğunu dile getirdi.
Müzelerin statik değil, dinamik olması gerektiğine vurgu
yapan Rahmi Koç sözlerine şöyle devam etti: “Müzemizi
gezen bir ziyaretçiden aldığımız tebrik mektubu, lise ve
üniversitelerimizin mezun ettiği gençler, hastanelerimizin
sağlığına kavuşturduğu hastalarımız en büyük kazancımız
ve mükâfatımızdır.
Müzeler statik değil dinamik olmalı, devamlı halkın
nabzını tutmalı, yenilikler getirmelidir. Biz de bu yoldan
gidiyoruz.”
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
14
HABER
'BALKAN BREEZE'
"Balkan Breeze" sergisi, 8- 30 Haziran 2016 tarihleri arasında
Summart Sanat Merkezi'nde sanatseverlerle buluşuyor.
Yiğit Yazıcı, 'RTU174412', Tuval Üzerine Akrilik, 120 x 130 cm, 2012
S
A
A
S
R
A
Z
Z
15
N
S
Y
Y
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
HABER
OPERA, BALE, ORKESTRA,
KORO & TOPLULUKLAR
Türkiye genelinde 2015 yılında Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’ne bağlı 6 orkestra, 13 koro ve 9 topluluk mevcuttu.
Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’ne bağlı korolarda 20142015 sezonunda 696 sanatçı görev yapmakta olup bunların
%38,6’sını kadın sanatçılar oluşturdu. Oransal olarak ses sanatçılarının çoğunluğu ve notistlerin tamamı kadın sanatçılardan
oluşurken, erkek sanatçılar koro şefi, koro şef yardımcısı ve saz
sanatçılarının çoğunluğunu oluşturdu.
OPERA VE BALE SALONU SAYISI GEÇEN
SEZONA GÖRE %26,7 AZALDI.
2014-2015 sezonunda, 2013-2014 sezonuna göre opera ve
bale salonu sayısı %26,7 azalarak 11 olurken, opera ve bale
salonu koltuk sayısı ise %37,8 azalarak 6 bin 398 oldu.
TOPLULUKLARDA KADIN SANATÇILARIN ORANI %27,2 OLDU.
Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’ne bağlı topluluklarda 20142015 sezonunda 375 sanatçı görev yapmakta olup bunların
%27,2’sini kadın sanatçılar oluşturdu. Notistlerin tamamını
kadın sanatçılar oluştururken, sanat yönetmeni yardımcısı ve
semazen kadrolarının tamamı ise erkeklerden oluştu.
OPERA VE BALE SALONLARINDA OYNANAN ESER
SAYISI GEÇEN SEZONA GÖRE %1,1 ARTTI.
Sezonlar itibarıyla karşılaştırıldığında; 2014-2015 sezonunda,
2013-2014 sezonuna göre opera ve bale salonlarında oynanan
eser sayısı %1,1 artarak 190 oldu. Opera ve bale salonlarında
oynanan yerli eser sayısı geçen sezona göre %23,5 azalarak 75
olurken, oynanan yabancı eser sayısı %27,8 artarak 115 oldu.
ORKESTRALARIN YAPTIKLARI GÖSTERİ SAYISI
GEÇEN SEZONA GÖRE %2,8 ARTTI.
Orkestraların yaptıkları gösteri sayısı, 2014-2015 sezonunda
2013-2014 sezonuna göre %2,8 artarak 218 oldu. Aynı sezondaki izleyici sayısı ise %7,2 artarak 151 bin 562 oldu.
Opera ve bale seyirci sayısı 2014-2015 sezonunda, geçen
sezona göre %15,8 azalarak 337 bin 7 oldu. Opera ve bale yerli
eser seyirci sayısı geçen sezona göre %22,2 azalarak 143 bin
981 olurken, yabancı eser seyirci sayısı %10,4 azalarak 193 bin
26 oldu
KOROLARIN YAPTIKLARI GÖSTERİ SAYISI,
GEÇEN SEZONA GÖRE %13,1 ARTTI.
ORKESTRALARDA 2014-2015 SEZONUNDA
410 SANATÇI GÖREV YAPTI.
Sezonlar itibarıyla karşılaştırıldığında; 2014-2015 sezonunda,
2013-2014 sezonuna göre koroların yaptıkları gösteri sayısı
%13,1 artarak 190 oldu. Aynı sezondaki izleyici sayısı %29,6
artarak 89 bin 744 oldu.
Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’ne bağlı orkestralarda 20142015 sezonunda 410 sanatçı görev yapmış olup bunların
%41’ini kadın sanatçılar oluşturdu. Kadın sanatçılar konsertmaister, keman sanatçıları, viyola sanatçıları, flüt sanatçıları
ve arp sanatçıları kadrolarının oransal olarak çoğunluğunu
oluştururken, orkestra şefi, orkestra şef yardımcısı, tuba, notist,
lüthiye ve timpani sanatçıları kadroları ise tamamen erkeklerden oluştu.
TOPLULUKLARIN YAPTIKLARI GÖSTERİ SAYISI,
GEÇEN SEZONA GÖRE %10,4 ARTTI.
Toplulukların yaptıkları gösteri sayısı 2014-2015 sezonunda,
2013-2014 sezonuna göre %10,4 artarak 202 oldu. Aynı
sezondaki izleyici sayısı %17,9 artarak 242 bin 242 oldu.
Kaynak ve Bülten:Tüik
KOROLARDA KADIN SANATÇILARIN ORANI %38,6 OLDU.
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
16
MAKALE
Mehmet Akkaya
VARLIĞIN;
IŞIK, SES VE RENK
ÖZGÜRLÜĞÜ*
“Okuması ve yazması olmayan üyelerinin çoğunlukta olduğu
kilise, bu üyelerini eğitmek için resimlerin, resimlendirilmiş bir
kitaptaki imgelerin çocuklara yardımcı olduğu gibi yararlı da
olabileceğini, resme karşı çıkan herkese anımsattı. ‘Nasıl ki
yazı okumasını bilenin işine yarıyorsa, resim de ne okumasını
ne de yazmasını bilenin işine yarar’ diye buyurdu.”1
Günümüzde adına resim denilen
biçimleri, mağara duvarına yapan ilk
kuşak insan kümeleri bu biçimlerin
gelişerek modern bir sanata dönüşebileceğini kuşkusuz ki düşünemediler. İlk
kuşak “ressamlar” yaptıklarının, maddi
yaşamlarını kolaylaştırmanın bir aracı
olarak ortaya koyduklarının bilincindeydiler. Tek kaygıları olmasa bile asıl
motivasyonlarını sağlayan maddi yaşam
kaygıları idi. Resmin ve içinde yer aldığı
plastik sanatların, özellikle de mimarinin işlevsellik boyutuna vurgu yapılması
ise halen geçerliliğini korumaktadır.
Yine de resim gibi heykel ve mimarinin
de güzel sanatlar adı altında anılması,
bugün için yerleşik bir yargı durumundadır. Yalnız mimaride değil, resim gibi
diğer sanat disiplinlerinde de işlevsellik
problemi çözülmüş değildir.
Antikçağ’ın, Ortaçağ’ın ya da Rönesans
ve Aydınlanma döneminin ressamları da
sanatı toplumsal fonksiyonlarından yalıtarak ele alamadılar. Toplumsal kaygılarla estetik kaygılar arasındaki gerilim,
günümüzde de sanatçılar için merkezi
mesele olma niteliğini sürdürmektedir.
Soyutlama ve simgeleştirme tekniklerine yoğunlaşma; sese, renge, ışığa form
kazandırmaya çalışırken başvurulan
yöntemlerde bunun izleri görülebilmektedir. Oruçoğlu ise, bu anlamdaki soyutlamada aşırı yollara başvuran ressamlar
arasında görünmektedir. Resimlerindeki
konu genişliği ve üslup zenginliğinin
kaynakları başlı başına bir araştırma
konusudur. Yöntemi, dünya görüşü,
benimsediği estetik ve felsefi anlayışı
saptamak ise görece daha kolaydır.
Sanatın, egemen sınıflar açısından rolü
büyüktür ki yukarıda, Gombrich’in de
ifadelerinden bunu anlıyoruz. Sanatı,
iktisadi sınıfların, günümüzde kapitalizmin kendi çıkarına uygun olarak koşulla
17
mak istemesi akılda tutulmalıdır. Devlet
sanatçılığı gibi deyimlerin türetilmiş
olması boşuna değildir. Eski devletlerin
olsun ulus-devletlerin olsun akademileri, genel çerçevede okulları, en genel
çerçevede eğitim kurumlarını inşa edip
toplumu kendi ekonomik, sosyal ve kültürel çıkarları doğrultusunda yönlendirmesi, sevk ve idare etmesi sermayenin
lehine bir durum yaratır. Kamu hizmeti
açısından birtakım olanaklar getirse de
gerçek niyet iyi değildir. Yine de kamusal hizmet politikaları gereği, toplumun
farklı kesimleri gibi sanatçıların da bu
politikalardan olumlu anlamda sonuçlara ulaştıkları olmuştur. Şu da var ki,
devlet ya da kurulu düzen tarafından
desteklenen bir sanat ve sanatçının bu
düzeni aşma yeteneği taşıdığı tartışma
götürür.
1 Gombrich E. H.,Sanatın Öyküsü, Remzi Kitabevi, S. 95,
1976, İstanbul.
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
MAKALE
Batı sanat tarihine (resim tarihi) ilişkin
daha ayrıntılı bir sunumu Hayat ve
Sanat isimli kitabımda yapmakla birlikte, Muzaffer Oruçoğlu’nun eserlerine
değinirken birkaç cümleyle de olsa
ülkemizin resim tarihine göz atmak
gerekebilir. Osmanlı-Türkiye toplumunun resim tarihi hat, ebru ve minyatür
geleneğine bağlıdır. Levni ile modern
resme bir geçiş yapıldığı ileri sürülür.
Kapitalizmin Osmanlıya girişi, ekonomik işleyişi değiştirdiği gibi üstyapısal
unsurlarda da değişiklik yarattığı
söylenebilir. İki boyutlu minyatürlerin
yerini üç boyutlu modern resim almaya
başladı. Modernleşme askeri kurumlarda daha yoğun görüldüğü gibi ressamlar da asker kökenlidir. Devlet tarafından
Batının sanat merkezlerine (Paris, Berlin
vs.) gönderilen sanatçı adayları modern
sanat ve buradaki konu bağlamında
resim tekniklerini öğrenerek dönmüşlerdir. Yani devlet sanatçıyı yetiştiriyor.
Kaba bir yorumla söylenebilir ki, devlet
tarafından yetiştirilen, koşullanan
sanatçı da insana, topluma ve dünyaya
onun perspektifinden, onun penceresinden bakmaktadır. Oysa muhalif sanatçı
(Muzaffer Oruçoğlu vb.) bu perspektife
karşı mücadele ederek kendini inşa
etmiş kişidir.
Osmanlı-Türkiye’nin resim tarihinde 1883 önemli bir kırılma noktası
sayılabilir. Zira bu yıl, Sanat Akademisi’nin kurulduğu yıldır. 2 Asker kökenli
ressamların desteği ile ve yine dönemin
önemli bir sanatçı ailesinden gelen
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
ressam Osman Hamdi Bey tarafından
kuruluyor. Osman Hamdi, Osmanlı
yaşam tarzını paşa ve padişahlar
açısından ele aldığı resimlerle tanınır.
Öncülüğünü ve müdürlüğünü yaptığı
Akademi, sosyal ve siyasal koşullara
bağlı olarak evrime uğramıştır. Sanatın ve özel olarak da resmin Osmanlı
döneminde, imparatorluğun ideolojisini taşırken cumhuriyetle birlikte de
modern sınıfların ideolojisini taşımaya
başladığını söylemek yanlış olmaz. Bu
kısa girişi vermenin nedeni de zaten bu
tezi göstermek içindir. Resim sanatında;
figürasyon çalışması, üç boyutluluk ve
tuval tekniklerinin yanında konularda
da değişiklikler olur, ilerleyen süreçte.
Ayrıca Osmanlı-Türkiye resminde ekolleşme, ona dönemsel olarak bakmayı da
gerektirir. “1914 Kuşağı” bir ekol yaratır.
İzlenimciliğin etkisinde olan ressamlar
içinde, İbrahim Çallı adı en çok bilinendir. Bu tek örnekten bile anlaşılıyor ki,
resmi ideolojinin modernleşmeyi kendisiyle birlikte (1920’lerden) başlatması
gerçeği yansıtmıyor. Çallı; çizdiği gül,
natürmort ve manzara resimleriyle dikkat çekmiştir. 1928’de kurulan “Müstakiller Birliği” de resimde etkili olmuştur.
Resme eleştirel bakmayı önemseyen
grup modülasyon uygulamasını önemsemiştir. İçinde Nurullah Berk ve Abidin
Dino, Elif Naci, Bedri Rahmi Eyüboğlu
gibi gerçekçi sayılabilecek ressamlar
ise 1933’te “D Grubu”nu kurmuşlardır.
Grup resmi kentsoylu ve aşırı biçimci
olarak değerlendirilir. Abidin Dino’da
ise köyü duyuran figür
18
lere rastlanmış (İbrik), Elif Naci ise naif
resimler vermiştir. Nurullah Berk’te
de iki boyutlu izlenimi veren daha
ziyade kadın yüzleri görülmektedir. II.
Emperyalist Savaş yıllarında da (1941)
“Yeniler” adıyla bir ekol daha ortaya
çıkar. Savaşın tahribatlarını ve sosyal
adaletsizliği tuvale yansıtmayı düşleyen
grup, “liman” konulu bir sergi düzenlemiş ve kendilerini sosyalist olarak
değerlendirmişlerdir. Önemli temsilcilerinden birisi ise Nuri İyem idi. Grubun
resimleri ve sergileri kitleleri etkiledi ve
bu grup en geniş izleyici kitlesine sahip
oldu. 1950’li yıllarında ise, “Paris Okulu”
etkili oluyor. Okulun etkisi non-figüratif
ve dışavurumcu tarzı yaygınlaştırmak
biçiminde oluyor. Türk resim tarihi Fikret
Mualla (Saygı) gibi renkli kişileri de
tanıdı. Bu da ekoller dışı, düzen dışı kişiliklerin göstergesi olması bakımından
orijinaldir. Onun resimlerinde, diperlerine nazaran renkler armonisini saptamak
zor değildir. Görülüyor ki, Osmanlı-Türkiye resim sanatı, modern birçok konu ve
tekniği uygulamaktadır ve Osmanlı-Türkiye tarihindeki modernleşme hareketlerine de paralel olarak yürümüştür.
Manzara resimleri, sosyal yaşamdan
görüntüler, nü resimleri, Şeker Ahmet
Paşa’da olduğu gibi sebze ve meyve
resimlerinde de yeni biçim ve teknikler
kullanılmıştır. Son Halife Abdülmecit
Efendi’nin de ressam olmasını ve nü
resimleri de dahil, Batı tarzında resimler
çizdiğini de unutmamak gerekir.
2 Bugün Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olarak bilinen
akademinin 1882’deki asıl adı: Sanayi-i Mektebi Alisi idi.
MAKALE
Muzaffer Oruçoğlu, 'Lesbos', Bez Üzerine Yağlıboya, 40 x 60 cm
Muzaffer Oruçoğlu, 'Üretim', Bez Üzerine Karışık Teknik, 85 x 85 cm
19
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
MAKALE
Muzaffer Oruçoğlu, 'İhtiyar', Karton Üzeri Pastel, Gouache, 50 x 60 cm
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
20
MAKALE
Resimleri ele aldıkları konuya bakarak
yargılamak, nesnel bir eleştiri için yeterli olmasa da farklı unsurlarla birlikte
ele alındığında bir gerçekliği de işaret
edebilmektedir. Cumhuriyet döneminin
ressamlarından Avni Arbaş’a bakıldığında atlar ve atlar üzerinde Mustafa
Kemal figürleri görürülür. Cumhuriyet
öncesi ressamlarda ise çok miktarda
paşa ve padişah resmine veya Osmanlı
toplum sistemini meşrulaştıran tablolarla karşılaşılır. Bu ve benzeri figürlerin
yerini sanatçı Oruçoğlu’nun eserlerinde
ise Nazım Hikmet, Şeyh Bedrettin,
Yılmaz Güney, çapayla dirgenle yürüyen
köylüler, maden ocakları ve işçiler alır.
Konu eserlerin niteliğini göstermeye
yetmezse de, onu işlemek için gerekli
yöntemin de ne olduğunu etkilediği için
bir kriter olarak ele alınabilir. Oruçoğlu,
resme ortaokul yıllarında ilgi duymaya
başladığını söylüyor. Sunulan bu resim
geleneğinden ne denli yararlandığına
dair somut bilgiye sahip değiliz. Ama
Osmanlının dinsel ideolojisinden Cumhuriyetin ise dinci ve milliyetçi ideolojisinden kopmuş olduğunu söylemek
gerekiyor. Dolayısıyla onun resimlerini
kendi içinde, önceki kuşaktan bağımsız
olarak değerlendirmekte yarar var.
Oruçoğlu’nun resmini anlamaya, onun
izlediği tekniği çözümleyerek başlanabilir.
Oruçoğlu, Resim ve Resim Tekniği
Gombrich Antik ve Ortaçağ yıllarını kastederek şunları yazıyor: “Zamanın ressamları, boyalarnı, ne tüp içinde ne de
kutu içinde alıyorlardı. Renklerin çoğunluğu, boyalı ağaçlardan ve madenlerden
kendileri elde ediyorlardı. Bunları iki taş
arasında kendileri eziyorlar veya bu işi
bir çırağa yaptırıyorlar, bu yolla çıkarılan
tozu kullanmadan önce, bir tür karışım
elde edinceye dek sulandırıyorlardı.” 3
Aynı yerde belirtildiğine göre bu tarzda
elde edilen boyalar amaca iyi hizmet
etse de çabuk kuruyordu. Bu kuruluğa
yol açan ise karışımda kullanılan yumurta idi. Ressam Van Eyck, yumurta yerine
yağ kullanarak bir bakıma yağlıboya
tekniğini icat etmiş oldu. Onun yaptığı
resim sanatına önemli bir katkıydı. Galilei de kendi alanında devrim yaparken
daha ileriyi görme yeteneğine sahip
teleskopu geliştirmişti. Bunun gibi Muzaffer Oruçoğlu da okaluptüs bitkisinden hareketle boyalar yapıyor. Kuşkusuz
ki sanatçının kullandığı araçların kendi
icadı olması ile, diğer insanların icadı
olması arasında fark vardır. Ressam
kendi icadı olan araçları daha operasyonel düzeyde kullanmaktadır. Çünkü,
o araç ya da eleman, düşün ya da sanat
kişisinin doğrudan amaçları göz önüne
alınarak yapılmıştır. İnsanın kendisi araç
ve elaman ürettiğinde, onun verimli
kullanılmasının yollarını da en yaratıcı
tarzda ürettiği görülmektedir. Bu yüzden
Oruçoğlu’nun kimi zaman herhangi bir
muşambanın üzerini zımparalayarak,
onu tuval haline getirdiği görülmektedir. “Hegel”, “Merak” ve “Baretli Yaşam”
adlı tablolarında olduğu gibi. Bazen
de bir bezi tuval olarak kullanmaktadır.
Akrilik yanında suluboya, yağlı boyaya
başvurduğu da görülmektedir. Ayrıntısını Oruçoğlu’ndan dinleyelim:
“Resmi muhtelif yüzeylere çizerim.
Nakışlı nakışsız, dikişli dikişsiz, kırışık
düz, her türlü beze; kağıt, tahta, plastik,
metal ve halının ters yüzüne. En çok kullandığım boya tekniği akrilik, yağlıboya
ve okaliptüs reçinesidir. Bu boyalara
bazen kum katar, yüzeye yayarım. Kumu
tutkalla sürdüğüm de olur. Kolajlama
veya karışık tekniğe yönelirim zaman
zaman. Kalın tahta yüzeylere her türden
malzemeyi yapıştırır, çakar ve sonra da
bunları boya ile işlerim. Geçenlerde kafamı sıfır numara tıraş ettim, saçlarımı,
nevrotik bir sezgiyle sürekli beni süzen
ve içimi okuyan, bitmemiş portrenin
kafasına yapıştırdım, yanına da ormanda bulduğum kurumuş bir kertenkele
ölüsünü yerleştirdim. Boya ile işlenince
resme ruh veriyorlar bunlar.”
3 Gombrich E. H.,Sanatın Öyküsü, Remzi Kitabevi, S. 179, 1976,
İstanbul.
Y
2015
250
21
A
2
2
-
-
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
FİLOZOFÇA
EPİSTEMOLOJİK KOPUŞ
Sanat ve Politikada; Bilim ve Felsefede
Roman, Resim ve Şiirde Kopuşa Doğru: Muzaffer Oruçoğlu
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
22
MAKALE
MAHÇUP
AN
Mustafa Atapay
Duman gibi sıkıntı tütüyordu üstümde.
Çalan müziğin keman sesi, yaylı çalgılar
ciğerlerimi deliyordu. Bulanık bedbaht ve
günaha bulaşmış beyaz vücudum önce kemik gibi sertleşiyor, sonra toz bulutu gibi
ufalanıp zonklayan mor bir ağrı olarak
kayboluyordu. Sokağa çıktığımda yüzümü utançtan bir alev sarıyor, oturduğum
masada, gözlerimi iliştirmeden kimseye
sabit bir hayal noktasına dalıp düşlüyordum. Mat bakışlarım beni düşmeden durdurabiliyordu sandalyede sabit ve donuk.
Sahilde ıslak ayaklarımla bastığım kum
tanelerinin yapışması gibi, etime yapışmıştı binlerce günah sinekleri, sakallarımı
umutsuzca sıvazladım. Bu insan denen
varlıkların içinde güvenlice oturabilmek
için ne yapmalı? Kendimden tiksinmemi
nasıl atmalıydım. Yalnız akşamda estikçe
rüzgâr alnıma mağlubiyetimi perçinliyordu. Bunları hep içimi serinletmek, kusmak
için yazdım ama yazdıklarım beni günahımım kendisi gibi çıplaklaştırdı ve köşeye
sıkıştırdı. Masaya gelen yemeğe odaklanmalıyım şimdi. Aşk bir kalbi istemektir.
Oysa ben mahcubum ve istemek çok zor.
23
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
ARKEOLOJİ
SELÇUK-ANDONBOĞAZ
T E P E S İ YA K I N I
ME ZA R KA LI N T I LA R I
Prof. Dr. Ergün Laflı
Kıyı Ege arkeolojisindeki en önemli
sorunlardan biri bu bölgede Ephesos,
Pergamon ve Smyrna gibi metropoller
olmasına rağmen, bu kentlerin mezarlık
alanlarının yeterince araştırılamamış
olmasıdır. Bu durum sonraki dönemlerde mezarların tahrip olması ile de
ilintilidir. Roma Dönemi’nde Batı Anadolu’nun en büyük kenti Ephesos’un
mezarlıkları iyi tanınmamaktadır. Kent
merkezindeki mezarlıkların bir kısmı
yayınlanmış olsa da, kentin kırsalındaki
mezarlar ve mezarlık alanları sadece
kısmi olarak bilinmektedir (bkz. R. Yazıcı, Ephesos Antik Kenti Nekropollerindeki Roma Dönemi Mezar Tipleri, Adnan
Menderes Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
Lisans Tezi; Aydın 2014; ve E. Trinkl, Die
Nekropolen von Ephesos. Ein Überblick,
Forum Archaeologiae - Zeitschrift für
klassische Archäologie 4/VIII / 1997)
Selçuk Asliye Ceza Mahkemesi’nin
2012/213 esas sayılı dosyası için bilirkişi olarak görevlendirildim. 3 Temmuz
2012 tarihinde mahkeme heyeti ile
beraber İzmir İli, Selçuk İlçesi, Kuyumcu-Gümbüldek Mevkii, 58 Pafta, 6669
ve 6262 parsel ile 116 Pafta, 6143,
6144, 5945, 2225 ve 2526 sayılı parsellerde bulunan bir çiftlik evi ve bahçecilik yapılan tarım arazileri incelendi.
Belgelenilen bu alan sulak olup, doğal
bir yer altı sarnıcı sayesinde oldukça
bereketli topraklara sahiptir.
24
Alan “Andon boğazı Tepesi” diye
anılan bir tepenin kuzey yamacında
konumlanmakta ve Ephesos Örenyeri’nin yaklaşık 10 km güneybatısına
düşmektedir. Andonboğazı Tepesi
Ephesos yakınlarındaki gözetleme
kulelerinden birine sahiplik yapması
ile tanınmaktadır. Alan herhangi bir
sit alanı içerisinde kalmamaktadır.
Andığımız parsellerde uzun yıllardır
devam etmekte olan ve hali hazırda
yakın zamanda yapıldığı izlenimini
edindiğim bazı yasadışı kaçak kazılar
mevcuttur. Bu kazılar esnasında yakınlardaki bir tümülüs tahrip edilmiş
ve içindeki arkeolojik mimari unsurlar dağıtılmıştır. Bu arkeolojik öğeler
sırasıyla şöyledir:
ARKEOLOJİ
Res. 1: İzmir İli, Selçuk İlçesi, Kuyumcu-Gümbüldek Mevkii, 58 Pafta, 6669 ve 6262 parsel
ile 116 Pafta, 6143, 6144, 5945, 2225 ve 2526 sayılı parsellerde bulunan taşınmazlarda
tespit edilmiş olan mermer sütun tamburu ve kline bloğu.
1- Çiftlik evinin yaklaşık 500
m karşısında, dağ yamacında
bulunan açık alanda Hellenistik Çağ’a ait bir adet mermer
yivsiz sütun tamburu (çap: 73
cm; yükseklik: 59 cm; res. 1),
taş direklerin üstüne gelecek
şekilde, yastık formlu yarı
işlenmiş mermer dörtgen bir
başlık (res. 2) ile aralarında
kline bloklarını andıran
buluntuların (genişlik: 61 cm;
uzunluk: 110 cm; kalınlık:
20 cm; res. 3) da olduğu
sekiz adet bezemesiz mermer
mimari blok tespit edilmiştir.
Bu yerüstü buluntuları in situ
değildirler.
Res. 2: Yastık formlu yarı işlenmiş mermer dörtgen bir başlık.
Res. 3: Diğer bir mermer blok.
25
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
ARKEOLOJİ
2- Çiftlik evinin güneybatısında
bir adet Hellenistik Çağ’a ait
mermer yivsiz sütun tamburu
(çap: 60 cm; yükseklik: 64
cm; res. 4), bezemesiz iki adet
mermer blok, mermer kapı eşik
taşı (res. 5) ve (olasılıkla gömü
amaçlı) pithos’lara ait ağız ve
gövde parçaları tespit edilmiştir.
Bu yerüstü buluntuları da in situ
değildir.
3- Evin çeşitli alanlarında, antik
çağa ait mermer mimari bloklar (genişlik: 20 cm; uzunluk:
56 cm; kalınlık: 19 cm; res. 6)
betonlanmış ve mimari unsur
olarak kullanılmıştır.
Res. 4: Mermer sütun tamburu.
4- Evin yolu üzerinde Geç Hellenistik-Erken Roma devrine ait
basit gömülere ait pişmiş toprak
mezar kiremidi parçaları gözlemlenmiştir.
Yüzeyde tespit edilen mermer ve
diğer taşlardan mimari bloklar
taş cinsleri, büyüklükleri, yarı
işlenmiş olmaları, korunma
durumları, tarihlendirilmeleri
ve formsal unsurları açısından
birbirlerine çok benzemektedirler. Arazide bir km’lik bir alana
yayılmış bu buluntuların çoğu,
çok beyaz, damarsız ve yerel bir
mermerden yapılmışlardır. Bu
parçaların yarı işlenmiş görüntüsü bunları gömülerde, büyük
olasılıkla bir Hellenistik Çağ
tümülüsünde kullanılmış olabileceği izlenimi yaratmıştır. Bölgede
tümülüs mezar geleneği Hellenistik Çağ’da mevcut iken, Roma
Dönemi ile beraber azalmıştır.
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
Res. 5: Mermer kapı eşik taşı.
Res. 6: Betonlanmış bir mermer blok.
26
ARKEOLOJİ
Alanda tespit ettiğimiz parçaların korunma durumları bir hayli iyidir. Üzerlerinde herhangi bir küf tabakası tespit
edilmemiş, hatta bir tamburdaki (res. 1)
dübel deliğinde bulunan renkler dahi
günümüze çok iyi koruna gelmiştir. Bu
durum bize bu parçaların uzun süre
toprak altında iyi şartlarda korunduklarını ve yakın zaman içinde kaçak kazılar
yoluyla toprak yüzeyine çıkarıldıklarını
düşündürür. Formsal olarak da parçalar
işleniş tarzı açısından birbirlerini tıpatıp
andırmaktadırlar.
Parçalar masif görüntüleri ve tektonik vurguları ile Hellenistik Çağ’a ait
olmalıdırlar. Hatta Geç Klasik-Erken
Hellenistik (İ.Ö. 4. yy.) dönem parçaların tarihlenmesi açısından daha uygun
bir tarihtir. Lakin bu çağda Ephesos’un
güneybatısında Kuyumcu Mevkii ve
yakın çevresinde tümülüslerin bir hayli
yoğun olduğu bilinmektedir. Ephesos
kırsalında arkeolojik olarak tespiti yapılmış yedi adet tümülüs Kuyumcu Mevkii
yakınlarında bulunmaktadır.
(Ephesos ve çevresi tümülüsleri ile ilgili
olarak: B. Varkıvanç, Das Tumulusgrab
von Kuştur bei Ephesos, Lykia, Anadolu
Akdeniz Arkeolojisi 3, 1996-1997, 102114; F. Miltner, 21. vorläufiger Bericht
über die Ausgrabungen in Ephesos,
Jahreshefte des Österreichischen
Archäologischen Institutes in Wien 43B,
1956-1958, 2-64; ve H. Vetters, Ephesos: Vorläufiger Grabungsbericht 1971,
Anzeiger der Philosophisch-Historische
Klasse 109, 1972, 83-102).
4- Belevi Anıtı’nın yakınındaki tümülüs.
Belevi Mezar Anıtı'nın hemen yakınında yer alan bu tümülüs Hellenistik
döneme tarihlenmektedir. Tümülüsün
güneyinde yer alan girişten başlayan
koridor aşağı yukarı tam merkezde yer
alan iki mezar odasına ulaşır. Güzel
işçiliğe sahip krepis duvarı ile İ.Ö. 3.
yüzyıla tarihlenmektedir.
Bu tümülüsler sırasıyla şunlardır:
Bu malzemeler çok büyük olasılıkla Kuyumcu Mevkii’nde bulunan, yakındaki
(olasılıkla Andonboğazı Tepesi üzerinde
bulunan) İ.Ö. 4. yy.’a ait bir tümülüsten
kazılıp, çıkarılmışlar ve buradaki arazide
toplanmışlardır. Dava konusu alanlarda
tespit edilen arkeolojik malzemelerin
neredeyse tamamı İ.Ö. 4. yy.’a aittir ve
gömü ile ilgilidir. Andonboğazı Tepesi
yakınındaki bu alanın derhal arkeolojik
bir sit derecesi ile değerlendirilmesi ve
korumaya alınması gerekmektedir; aynı
zamanda etrafa dağılmış olan arkeolojik
buluntuların ivedilikle müze envanterine geçirilmesi önerilmektedir.
1- Kazı yapılıp, dromosu’na ulaşılmış
olan Büyük Bayraklıtepe. Bu tümülüs
İzmir-Selçuk Karayolu’nda rahatlıkla
görülebilmektedir.
2- Büyük Bayraklıtepe’nin karşısındaki
Küçük Bayraklıtepe. Bu Tümülüs de
İzmir-Selçuk Karayolu’nda rahatlıkla
görülebilmektedir.
3- Korudağ üzerinde bulunan üç adet
Tümülüs.
27
5- Kuşadası Orman Kampı yakınında
bulunan tümülüs.
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
MAKALE
ZAMAN,
TARİH,
SİYASET,
SANAT VB.
Modern-Modernite-Modernizm tabirleri
genel olarak 18. yüzyıl sonrası için
kullanılan ve birbirleriyle bütünlük
gösteren tabirlerdir; hepimiz (ya da pek
çoğumuz diyelim) söz konusu tabirleri
Sanayi Devrimi’nden itibaren dile getirmeyi severiz.Deriz ki: Modern, “şimdi
ve burada” anlamına gelir; Modernite,“şimdi ve burada” olabilmek için sürekli
“ilerleme”yi gerektiren bir durumu
işaret eder; Modernizm ise bu “ilerleme”nin kültürel ve sanatsal yönü ile ilgilenir, özellikle de dönemin eleştirisini
üstlenir… Bu tanımlar kabaca doğrudur
elbette. Fakat şu da vardır: Biliriz ki 18.
yüzyıl öncesinde de pek çok “modern”
vardı; örneğin Yunan felsefesinin “üç
büyükler”i olan Sokrates, Platon ve
Aristoteles dönemi de “modern”di.
Pagan’ın bitişi ve Hristiyan kültür ve
siyasetinin doğuşu da “modern” olarak
adlandırıldı. Rönesans’a da “modern”
denilmişti.İşte Sanayi Devrimi sonrası
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
nın üretim, siyasi, kültürel, sanatsal
ve felsefi koşulları da bir başka “modern” olarak karşımıza çıktı. Klasik
tarih yazımının (bir “yanlış”ı olduğunu
söylemesek de) bir zorunluluğu ve bu
zorunluluktan kaynaklanan bir tuhaflığı
öne sürülecekse, ona şöyle bir eleştiri
getirilebilir: Tarihte birtakım dönemler,
sanki kendi içlerine kapanmış vekopuk zamanlar biçiminde arka arkaya
dizilerek yazılır ve okunur. Böyle bir
tarih okuması hiç kimseye hiçbir şey
anlatmaz; bu yüzden iyi bir tarih okuyucunun yapacağı şey, bu kapalı dönemler arasındaki “sızma” ve “dönüşme”
zamanlarını düşünmeye koyulmasıdır
(Bunun için önünde anılar, mektuplar,
küçük notlar, edebiyat-şiir kitapları,
sanat yapıtları vb. hazır beklemektedir).
Tarihe bu gözle baktığımızda, her
bir “modern” ya da sayısız “modern
sayılmayan” dönemin, birbirleriyle sıkı
bağlar kurduğunu görürüz ve sözgelimi
28
Emre Zeytinoğlu
Yunan felsefesinin hem Ortaçağ’a hem
çağdaş sanata, Ortaçağ’ın Rönesans’a,
tüm bunların da 18. yüzyıl sonrasına
nasıl uzanabildiğini sezip şaşırırız.Bu
tip bir tarih okuması, aslında büyük
ölçüdepostmodern ortamın benimsediği bir yöntemdir; yani “ilerleme”nin
kat ettiği yolu, pek çok “önemsiz” yol
ile kesmek, bitmez tükenmez bir çaba
ile tüm yollar arasındaki “sızma” ve
“dönüşme” olanaklarını denemek, geri
dönüşlere başvurmak…Tarihi çoğaltmak, arka arkaya dizilmiş dönemleri
genişleterek iç içe geçirmek ve sonuçta
da “sonuç olasılıkları”nı tek tek ortaya
koymaktır bu yöntemin amacı… Ne var
ki gerçekten ilginçtir;18. yüzyıl sonrası
“modern” anlayışı, tarihi hep“ilerleme”nin siyasi etkisine kapılarak kopuk
dönemler anlayışıyla sunmuşsa da
düşünce temelinde “çok olasılıklı” bakış
açısına sahipti.Üstelik kendi bilimini,
felsefesini ve sanatını da (tarihin siyasi
MAKALE
yazılışından ayrı olarak) bu “olasılıklar
zenginliği”nden kotardı. Zaten Aydınlanma felsefesinin, siyasete kurban
verildiği üzerine geliştirilmiş eleştiriler
de genellikle bu çelişki üzerine yapılanmıştır.
Üzerinde durulmayı hak edecek bir çelişkidir bu; eğer 18. yüzyıl Modernitesi
Platon ve Aristoteles’i geride bırakabilmişse (ki geride bırakmak, her zaman
onlardan kopmak anlamına gelmez),
bunu, bu iki filozofun nesne ve idea
ayrımının ötesine geçerek başarabildi.
Ulus Baker, bu geride bırakmayı1998
yılında verdiği ODTÜ seminerlerinde
şöyle açıklamıştı: “Bence Rönesans’ın
en önemli adamı Kepler’dir tabii.
Çünkü Kepler, bu ‘aşkın form’ düşüncesini, Ortaçağ’da da süren aşkın form
düşüncesini ve doğanın, dünyanın ve
insanın ‘poz verdiği’ düşüncesini yıktı.
Bunu fotoğrafla karıştırmayın; fotoğraf
herhangi bir ânın çekilmesidir, herhangi bir ânı ayrıcalıklı kılmanın biçimidir, geçişin biçimi değildir fotoğraf.”
Baker’den yaptığımız alıntıda iki şeye
dikkat edelim; birincisi: Kepler’in çalışmaları 16. yüzyılın sonu ile 17. yüzyılın
ilk çeyreğine rastlar, yani o bir “Rönesans adamı”dır ve 18. yüzyıl henüz
uzaklardadır. Oysa 18. yüzyılın bilimi,
felsefesi ve sanatı, onun düşüncelerinden çok fazla şey alacaktır. Bu durum,
yukarıda belirttiğimiz “dönemlerin iç
içe geçebilme” olasılıklarına, başka bir
deyişle de “tarihte zaman kaymaları”na
iyi bir örnek oluşturur. Ama ikincisi ve
daha önemlisi şudur: Baker bu tümcelerden sonra da bir açıklama yapar; der
ki: Kepler’in büyük önemi, dünya
tarihinde ilk kez şöyle bir düşünceyi
yaratabilmesinde yatıyor: İşte bir ipin
ucuna bir bilye bağlayıp bunu çevirirsem, bütün bu physis [akış] içersinde,
bütün bu hareket içersinde ayrıcalıklı
bir herhangi bir an yoktur. Nasıl dile
getirebileceğimi bilmiyorum ama bu şu
anlama geliyor: Artık ilgi ‘herhangi anlam’a yönelik, ayrıcalıklı anlara değil.”
Baker’de çıkartacağımız bu ikinci sonuç
bize şunu öğretiyor: Nesnelerin fotografik biçimleri, o nesneyi basitçe temsil
etmekten ve onları “aşkın bir şey”miş
gibi göstermekten öteye geçmiyor. Neyi
temsil etmekteydi o fotografik biçim?
Şunu: Evrenin matematiksel bir tutarlılık içinde açıklanması sırasında, bir
nesnenin bir anlık durumunu… Fakat
o temsil, o nesnenin ve hatta diğer
nesneler ile olan ilişkisinin yalnızca
dondurulmuş bir ânı idi. Bununla birlikte bir “şey”in varlığı Kepler’vari akış
içinde (ki pekâlâ evrenin bütünsel akışıdır bu) böyle açıklanamazdı. Fotografik
biçimde açıklandığına ise ortaya şu
çıkıyordu: Gördüğümüz mutlak biçimi
ve onun dışındaki diğer durumları…
Diğer durumları düşündüğümüzde
ise biçimden uzaklaşmak ve idealar
dünyasının karanlıklarına dalmak kaçınılmazdı. Kepler, kendinden önce bu
çalışmalara dalmış olan Kopernik’ten
aldığı ilham ile astronomide şunu
savunuyordu: Bir “orbit” (yörüngedeki
bir şey) yörüngenin kendisinden ayrı
tutulamaz ve tanımlanamaz; nesne,
yörüngenin ta kendisidir. O halde
yörünge, bir bakıma nesnenin anlamını
tamamlayan bir soyutlamadır ve bizzat
nesneye eklenmiştir.
29
Bu noktada şu belirtilmeli: Mademki
nesne ve yörünge bir bütündürler…
Ve onların bir biçimi olmalıdır… Bu
durumda o biçim, nesnenin yörünge
üzerinde o yolu “kat ediş”inin biçimidir;
tek bir anda donmamış ve yol alan bir
biçim… Dahası, bir nesne ile o nesnenin bir sistem içindeki hareket edişinin,
bir yerden bir yere doğru “gidişinin”
resmi; tüm bunların resmi… Öyleyse
o bütün biçimin içine girmiş bir şeyi
daha düşünmemizin sırası gelmiştir: O
“zaman” kavramıdır ve biçime içkindir.
18. yüzyıldan bu yana “estetik” diye
tanımlamaya çalıştığımız bir şey varsa,
onun önerdiği biçim, bir öznenin saptayabileceği bu nesne-zaman ilişkisinin
düzlemine yayılmıştır. Kopernik’ten
ve Kepler’den Kant’a, Cezanné’dan
Merleau-Ponty’ye, Kandinskyve
Schoenberg’den Adorno’ya ve Heidegger’e, Benjamin’den çağdaş sanata ve
bunların da ötesinde bilim, felsefe ve
sanat alanındaki koskoca bir “ordu”ya
binlerce yapıt ürettiren ve binlerce sayfa
yazdıran şey, bu problematiğin kendisinden başka ne olabilirdi?
Modern anlamda geometri, soyut bir
çizgi üzerinde gezinip duran bir “şey”in,
o eksendeki hareketlerinin “çoğul
hesaplanması” ile açıklanıyor. Bilimin,
felsefenin ve sanatın bu “hesaplama”ya
ayak uydurabilmesi, onların “özne” ve
“zaman” kavramları ile kurduğu bağ ile
mümkün olabiliyor. İyi de bir tarih yazımı, tüm bunları görmezden gelebilme
“gücünü” nasıl bulabiliyor? İşte burada,
hiçbir referans tanımayan “siyaset”
kavramınınacıklı fotoğrafını yeniden
düşünmeli.
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
RÖPORTAJ
İSTANBUL
BİZİM İÇİN JOAKIM
İŞLENMEMİŞ ROOS
BİR NOKTA
Röportaj Vedat K.
R
R
İ
İ
Y
S
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
30
-
-
-
RÖPORTAJ
Fotoğraf, Joakim Roos, Kosova
İstanbul’a ilk defa geldiğinizi biliyorum. Şehirle bu ilk karşılaşmanızın
üzerinizdeki etkisi nedir?
Birçok sürprizlerle karşılaştım, çünkü
Avrupa’dayken buraya dair şuan
gördüğüm resimlerin hiçbirini daha
önce görmemiştim, özel bir araştırmaya
da girişmedim ve buranın yaşantısı
hakkında da çok şey bilmiyordum. Çok
büyük bir şehirle karşılaştım ve dünyada da üçüncü büyük şehir, İstanbul.
Tabii ki hem Anadolu hem de Osmanlı
tarihi hakkında daha önce bir bilgiye
sahiptim. Fakat bu kadar büyük ve
güzel bir şehirle karşılaşmak benim için
sürpriz oldu.
Başka sürprizlerle karşılaştınız mı ve
daha önce buraya dair bir hayaliniz var
mıydı?
İstanbul çok kalabalık, yemekler ve
içecekler çok lezzetli ve buraya gelen
turistler için de çok iyi bir yer. Paris
gibi ama Paris’ten daha iyi, Barselona’yı da biliyorum ve oradan 10 defa
daha büyük. Belki insanlar arkadaş
canlısıdır, fakat buradaki insanlarla din
ve politika tartışılmıyor, çünkü bazı
insanlarla tanıştım ve onlar din ya da
politika hakkında konuşmuyorlar.
Sizce neden konuşmuyorlar ve bu sizin
için ne anlam ifade ediyor?
Bu benim için bir hayal kırıklığıdır,
çünkü politika veya diğer dinler hakkında konuşmayı seviyorum. İstanbul’un sokak ve caddelerinde farklı
ekonomik seviyelerde yaşayan insanlar
ve farklı kültürler var. Çok zengin, çok
fakir, modern ve entelektüel insanlar
var. Dindar olmak, örtünmek önemli
değil, herkes kendi yaşantısına ya da
nasıl yaşayacağına ve ne giyineceğine
kendisi karar verir. İsveç’te herkes her
şeye açık, konuşabiliyoruz.
İsveç TV’lerinde İstanbul nasıl görünür
ve bu görüntüler insanları nasıl bir
düşünce içine çeker?
Örneğin 10 gün önce ben İstanbul’a
gideceğimi söylediğimde, etrafımdaki
insanlar, “Nasıl gidersin İstanbul’a,
çok tehlikeli ve gitme!” dediler. Ben
de, “Evet, doğru. Çok tehlikeli ve Paris
de tehlikelidir ve bu önemli değil.”dedim. Oraya da insanlar gidiyor. Çok
meraklıyım, gezip görmeyi ve bir şeyler
öğrenmeyi istiyorum. İslam hakkında
da bir şeyler bilmek istiyorum. İstanbul’da bombalar patlıyor, burada olmak
tehlikeli ama ben korkmuyorum.
31
Ben fotoğrafçıyım, gazeteciyim.
İsveç sokaklarında sık karşılaşıyorsanız Suriyeli ya da Ortadoğulu insanlar
hakkında neler söylersiniz?
Eylül ve Ekim aylarında, İstanbul’a
gelmeden önce Suriyeli insanlarla
tanıştım, konustum. 15 Bin’e yakin
Iraklı, Suriyeli Afganistanlı mülteciler
var. Çok sessizler, çok korkmuşlar. Birçok kişi ile konuştum, savaştan dolayı
çok korkmuşlardı ve ne yapacaklarını
da bilmiyorlar.
Gelecekte onları nerede görüyorsunuz
ve 10 yıl sonra Suriye ya da Ortadoğu’da ki savaşın akıbetini nasıl yorumlarsınız?
Ben çok iyimser bir insan değilim,
Bosna ve Kosova savaşında oradaydım.
15-20 yıl önce ilk üç ay çok kötüydü,
bütün ülkeyi yerle bir ettiler ve savaş
dört buçuk yıl sürdü. 15 yılda anca
kendini toparladı. Gelecek nesil acı
çekti.
Sizin hikâyeniz nedir? Suriye ya da
Türkiye’yi göz önüne alırsak, yeni
dünya, yeni yüzyıl, teknoloji ve iletişim
hakkında neler söyleyebilirsiniz?
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
RÖPORTAJ
Fotoğraf, Joakim Roos, Danimarka
Fotoğraf, Joakim Roos
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
32
RÖPORTAJ
Suriye ya da Türkiye’de iletişim ya da
internetin izole edildiğini söyleyemeyiz
ama Afrika’nın edildiğini söyleyebiliriz. Türkiye’de medyayı hükümet
kontrol ediyor ve medyada spekülasyon
olabiliyor. Medya, kimin kimi nasıl
öldürdüğünü ve çatışmaların nasıl olduğunu saklıyor. Neler oluyor burada,
insanların bundan haberi. Medyanın
kontrol edilmesi ve birilerinin kendi
emelleri doğrultusunda yayın yapması
çok tehlikeli.
Bilgiyi engellemek çok tehlikeli, bu
benim deneyimim. Slobodan Milošević Bosnada TV’yi kontrol etti, kendi
insanlarını korkuttu, Müslümanlar
saldırmadığı halde onların saldırdığını
söyleyerek, medyayı kontrol ederek
halkı korkuttu ve onları komşularına
saldırttı. Tehlike halk içindir, gücü
elinde tutan için değil. Halk için bu
tehlike uzun dönemde içinden çıkılmaz
bir hale dönüşür.
bir kelime değil, bir yargı var. Bir resim
hayal et, ne görüyorsun o resimde?
Aklınla tercih ediyorsun resimde ne
olduğunu. Bu yüzden çok net söyleyemezsin resmin nasıl bir iletişim
kurduğunu. Herkes gördüğü resim
hakkında kendi düşüncesine sahiptir.
Bir fotoğrafla iletişim kurabilmek için
çok sofistike olabilirsin, ne olduğunu
bilmeden kendi yöntemlerinle yorumlarsın, bu yüzden önemlidir. Bir kişiyi
cezalandırmak çok zordur, ama bir
liderin karikatürü ile onu cezalandırabilirsin.
Fotoğrafla iletişim hakkında söyleyebileceğim çok şey var bu bildigim
bir konu ama diğer sanat dallarını çok
fazla bilmiyorum. Sanat hayatin kendisi
ve canlı, bundan etkilenirsin ve seni
zorlar. Güzel bir resim anlayış olarak,
duygu olarak seni zorlar. Gördüğünü
analiz etmek, kendini geliştirmek için
önemlidir.
Bir fotoğrafçı olarak sanat ile iletişim
arasındaki ilişki hakkında neler düşünürsünüz?
İstanbul’daki müze ya da sanat galerilerini gezdiniz mi ve İstanbul’daki sanat
hakkında neler söylersiniz?
Sanat, ifade etmede ve ifadenin yerini
bulmasında çok etkilidir. Çünkü yazılı
Çok fazla görmedim, bu yüzden çok
fazla bir şey söyleyemem. Sanırım,
33
burada çok fazla sanatçı yaşıyor.
İsveç’te kaç tane sanat galerisi olduğunu biliyor musunuz?
Hem özel hem de devlete ait çok sayıda
ve birbirlerinden farklı sanat galerileri
var ve sanatçılardan sanat eseri satın
alıyorlar.
Fotoğraf gazeteciliği yapmaktasınız.
Basılı ve dijital yayın hakkında neler
söylersiniz?
Biz basılı yayın yapıyoruz, çünkü
fotoğrafla iletişim kurmak istiyorsan
basılı yayınla güzel bir görsel deneyim
yaşatılmalıdır. “Wow!” dedirtmeli ve
bunu bilgisayarda elde edemiyorsun.
Ama basılıda bu oluyor. Bu görsel bir
eğlencedir. Fotoğrafın ne hakkında olduğu, kompozisyonu, görsel deneyimi
eğlenceli bir şekilde görülmeli.
İnternet hızlı iletişim için önemli, ama
basılı yayın daha çok iz bırakıyor. Siz
sanat hakkında konuşuyorsunuz, biz
fotoğraf gazeteciliği hakkında konuşuyoruz. Biz görgü tanıklığı yaratıyoruz.
Küçük bir konuya odaklanıyoruz, çok
geniş değil. Birçok gazete ekonomik
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
RÖPORTAJ
Fotoğraf, Joakim Roos
Fotoğraf, Joakim Roos, Meros
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
34
RÖPORTAJ
nedenlerle kapandı, bu sektör inişe geçti ve
biz fotoğraf haberciliği için bir alan bulduk
yeniden. Hiç kimsenin artik uğraşmadığı bu
alanda biz fotoğraf haberciliği yapıyoruz,
çaba sarf ediyoruz. Bu boş bir alan ve bir
kara delik. İstanbul bizim için işlenmemiş bir
nokta. İsveç’e gittiğimizde burada çektiğimiz
fotoğrafları ilgi olursa bunu dönüştürmüş
olacağız. Şehirler ve insanlar arasındaki
ilişkiyi kurarak farklı ülkeler arasında bir bağ
kuruyoruz ve anlaşılmasını sağlamaya çalışıyoruz. Amacımız bu farklılıkları göstermek ve
farkındalık yaratmak.
Joakim Roos, Fotoğraf Muhabiri
50
Sormayı ihmal ettiğim ya da sizin eklemek
istedikleriniz var mı?
Türkiye çok ilginç bir ülke. Ortadoğu’nun
ve Avrupa’nın birleştiği bir yer, anlamak
çok zor, bu çok farklı ve zor bir konum. Çok
tolerans gerekiyor. Her düşünce özgürce
kendini ortaya koyabilmeli ve gazeteler özgür
olmalı, farklı gruplar birbirine saygı duymalı.
Bir yara varsa bunu iyileştirmeye çalışmak
lazım. Tarihte birçok yara var, Balkanlara
baktığımızda her zaman onlar 500 yıl geriye
bakıyorlar (1489’da Osmanlıyla Sırp Ortodoksları arasındaki savaşta Sırplar yenilmişti)
ve hala bunun hakkında düşünüyorlar, bunu
sadece geride bırakmaları gerekiyor. Beş
dakika geçmiş hakkında, 25 dakika gelecek
hakkında düşünmek gerekiyor, tersini değil.
Yüzyıllar önce olan şeylerin hesabını şimdi
soramazsın bu çok mantıklı değil, daha iyi bir
perspektife ihtiyaç var.
R
1
İ
6
-
1
5 2001
-
Y
2000
İ
R
S
H
A
R
-
-
35
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
MAKALE
BAŞKA AVRUPA:
AB KOMŞULARINDAKİ KÜLTÜREL GİRİŞİMLERLE
15 YILLIK KAPASİTE YARATMA
SÜRECİNE BİR GİRİŞ*
Philipp Dietachmair
Çeviri Orhan Düz
Avrupa Kültür Vakfı Ve Daha Büyük Başka Bir Avrupa Vizyonu
2014’te Avrupa Kültür Vakfı (ECF) Cenevre’deki kuruluşunun 60. yıldönümünü
kutladı. Ayrıca aynı yıl ECF’nin, Avrupa’nın
Komşuları diye adlandırılan Avrupa
Birliği’ne (AB) komşu ülkelerdeki pek çok
kültürel girişimle işbirliği kurma sürecinin
15. yılıydı.1 Bizim programlarımızdaki
yerel kültürel aktörlerin oluşturduğu havuz
ECF’ye, bu Vakfın 1990’ların sonlarından
itibaren tesis edegeldiği önemli bir bilgi
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
tabanını sunmaktadır. Bu arada ortaklarımızın görüşleri ve katılımcıların deneyimleri
sayesinde biriken deneyim zenginliği, daha
geniş bir Avrupa’da toplumları ve demokratik kurumları birleştirme vizyonumuzu
paylaşan, kültürel değişimi yaratanlar için
ulusötesi “Tandem” programlarının gelecek
kuşağıyla ileriye doğru yol almamızı
sağladı.
www.tandemexchange.eu
36
Bizim Avrupa algımız tipik şekilde AB ile
ilişkilendirilen coğrafi ve siyasi faaliyet
alanının her zaman ötesine geçmiştir.
1950’lerdeki başlangıcından bu yana ECF
tarihsel, kültürel ve siyasal sınırların ötesine
geçen başka bir Avrupa fikrinin peşinden
gitmekte ve kurucumuz Denis de Rougemont’un federalist fikirleri gibi kamuyla
ortak karar alma ve yönetim yapıları gibi
yeni idealler sunmaktadır.
MAKALE
1947’de yaptığı tarihi bir konuşmada,2
de Rougemont şu açıklamayı yaptı: Kendi
görüşüne göre, “federalist düşüncenin
temelindeki hareket en iyi bir ritimle, bir
nefes alıp vermeyle, kalbin sürekli kasılıp
genişlemesiyle kıyaslanabilir. Federalist
düşünce salt gerçeğe dönüştürme meselesi
olan bir Avrupa ütopyası vizyonuna sahip
değildir; planlara mani olan canlı gerçeklerin amansız kısıtlamasıyla dört beş yılda
gerçekleştirilecek sabit planları da yoktur.
Aksine gruplardan hiçbirinin ne ezildiği ne
de boyunduruk altına alındığı, bilakis karşılıklı saygı çerçevesinde uyum içinde hareket
ettiği esnek ve hep değişen bir dengenin
sırrını aramaktadır.” ECF’nin AB Komşuları’ndaki çalışmaları çeşitli açılardan uzun
soluklu bir çalışmanın benzer değerlerini
yansıtmaya devam etmektedir. Biz AB’nin
gerek içinde gerekse dışında kültürel faaliyet gösteren topluluklar arasında organik
işbirliği kanallarını tesis etmeyi desteklemeyi sürdürüyoruz. Eşit bir zeminde işbirliği
yapan ve bazen çetin siyasi
veya sosyal çalışma koşullarıyla karşılaşan
aynı kafadaki kültür yöneticileri arasında
karşılıklı dayanışa, bizim bütün o kapasite
yaratma ve ağ oluşturma programlarımızda
en önemli yol gösterici ilkemizdir.
Programı, Vakfın ulusötesi işbirliği projelerindeki çalışması için öncü niteliğindeki
önemli programlar olarak değerlendirilebilir. Bununla beraber 1989’dan sonra
Doğu Avrupa’da köklü bir tarihsel değişim
yaşanırken, 1990’ların sonunda Orta, Doğu
Bu metin ECF’nin AB Komşuları’nda
ve Güneydoğu Avrupa’da yeni ortaya çıkan
yürüttüğü 15 yıllık çalışmadan öğrendiği en sanatsal sivil toplum manzarasıyla yeni
önemli bazı derslere dair kendi fikrini sunECF kültürel işbirliği girişimleri için elzem
maktadır. Aynı zamanda program uzmanzemin oluşmaya başladı. Soğuk Savaş’ın
ları, eğitimciler, harici yazarlar, tanınmış
sona ermesi ve hızlanan ekonomik ve siyasi
düşünürler ve bu kitabın diğer bölümlerini globalleşmenin yanı sıra 1990’larda dijital
oluşturan doğrudan proje katılımcılarının
teknolojilerde yaşanan gelişmeler, uluslar
kaktıklarının ve metinlerin kapsamlı ve
arası kültürel alışveriş, kültürel diplomasi ve
oldukça zengin bir derlemesine bir giriş
sınırlar ötesi sanatsal işbirliği alanlarında faniteliğindedir.
aliyet gösteren organizasyonlar için manzarayı, ihtiyaçları ve imkânları önemli ölçüde
AB Komşularıyla Kültürel İşbirliği
değiştirdi. Avrupa devletlerinin, Avrupa Konseyi gibi devletlerarası kuruluşların, ulusal
2014 yılının kasım ayında bu giriş yazısıkültür kurumlarının, yeni bağımsız ağların,
nın bitirilmesi tam da Berlin Duvarı’nın
üniversitelerin ve ayrıca George Soros’un
yıkılışının 25. yıldönümüne denk geldi. ECF Açık Toplum Enstitüleri gibi uluslararası özel
tarafından 1995’e kadar yönetilen Eurydice hayır kurumlarının yeni destek programları
Eğitim Ağı ve Erasmus Öğrenci Değişim
bu alanlarda faaliyete başladı.
1
“Avrupa’nın Komşuları” terimi genel olarak mevcut Avrupa Birliği’ne üye ülkelerine sınırı olan bütün ülkelere ve bölgelere işaret etmektedir. Geçtiğimiz on yılda, AB bir dizi Avrupa’nın Komşularına Yönelik Politika (ENP) geliştirdi ve bu politikalar komşu bölgelerle işbirliği için
stratejik bir çatı kurdu. ECF’nin Avrupa’nın Komşuları’ndaki kültürel girişimlerle yaptığı işbirliği, Doğu Ortaklığı (easternpartnership.org)
ve Avrupa-Akdeniz Ortaklığı gibi çeşitli ENP politikalarının muhatap aldığı bütün ülkeleri içermekle birlikte, Batı Balkanlar’daki AB adayı
ülkelerin yanı sıra Türkiye’yle de ilgi alanına almaktadır. Slovakya, Romanya, Bulgaristan ve Hırvatistan hâlâ siyasi “Komşu” konumundayken
AB’ye katılmadan önce zaten ECF’nin kapasite oluşturma programlarının birer parçalarıydı. ECF’nin Kaliningrad ile yaptığı işbirliği aynı
zamanda çeşitli AB-Rusya işbirliği programlarından ortak fon aldı. ECF’nin kapasite oluşturmaya yönelik işbirliğinin bir parçası olan bütün
ülkeleri doğru ifade etmek için bu metin ve bu kitaptaki diğer yazıların çoğu AB Komşuları şeklindeki genel ifadeyi kullanacaktır.
2
EUF’nin 27-31 Ağustos 1947’de toplanan Birinci Yıllık Kongresi’nde yaptığı konuşma. Orijinal metin için bkz. Rougemont, D. De (1947)
“L’attitudefédéraliste”, Rapportdupremiercongrèsannuel de l’Unioneuropéennedes Fédéralistes à Montreux. Palais Wilson: Cenevre, s.8-16.
37
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
MAKALE
AB’NİN GELİŞMESİ, KOMŞULARIMIZIN
GÖRÜŞLERİNİ BİRLEŞTİRMEYİ GEREKTİRİR.
Buna paralel olarak PoliciesforCulture(Kültür Politikaları) programı
(www.policiesforculture.org), tabandan
yükselen kültür politikası reformlarını
savunmak için Güneydoğu Avrupa’daki
sivil kültürel girişimleri desteklemeye
başladı. Bu program, merkezi Bükreş’te olan
ECUMEST adlı sivil toplum kuruluşunun bölgesel uzmanlığıyla, Doğu-Batı Parlamento
Deneyimi Projesi(www.ewppp.org) adında
1989 sonrasında tesis edilmiş eski bir ECF
projesinin deneyimlerini kavramsal açıdan
birleştirdi.PoliciesforCulture programı
Romanya ve Bulgaristan’da başladı ve yavaş
yavaş eski Yugoslavya’nın bütün ülkelerine
uzandı. Her iki program da Güneydoğu
Avrupa’yı ECF’nin AB’ye komşu ülkelerde
yeni kültürel girişimlerle birlikte kültürel
politika desteği ve kapasite yaratma faaliyeti
için model bir bölge olarak seçti.
2004 itibariyle, Güneydoğu Avrupa’daki
zengin alan deneyimi ve yerinde pek çok
girişimden alınan dersler daha geniş bir
AB Komşuları’ndaki birleşik bir kapasite
yaratma yaklaşımı için kavramsal bir temel
sağladı. Orta ve Doğu Avrupa, Kaliningrad,
Türkiye ve Kuzey Afrika’da kültürel STK’larla
yeni işbirlikleri yeni örgütlü faaliyetlerin
takviyesiyle, sivil toplum öncülüğündeki
kültürel politikaların desteklenmesini
birleştirmeye çalıştı. Aynı zamanda ECF
ufak ölçekli ama uzun vadeli mali destek
sağlamak ve bu bölgelerdeki yeni kültürel
grupları Avrupa ağları ve destek girişimleriyle irtibatlandırmak suretiyle bu süreçleri
sağlama aldı. Uzmanlık, topluluğu güçlen
dirme ve öncü kültürel STK’lara uluslararasınitelik kazandırmanın bu birleşimi ECF’nin
AB Komşuları ile işbirliğinin özünü oluş
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
turmuştur. AB sınırlarının ötesine uzanan
ve daha açık, kapsayıcı ve demokratik
toplumlar geliştirme yönünde kültürel
çalışmayı benimseyen bir Avrupa’nın tarihsel vizyonuyla birlikte aşağıdaki anahtar
varsayımlar bugün de ECF için geçerliliğini
korumaktadır.
AB’nin Gelişmesi Komşularımızın Görüşlerini Birleştirmeyi Gerektirir
Sanat ve kültür AB’nin (mevcut) siyasi sınırları dışında da birbirini etkilemeye devam
ediyor. Eski ECF Komşuluk programlarınca
desteklenen önemli sayıda kültür yöneticisi
AB içinden sınırları aşarak işbirliği yapmaktadır. Örneğin, 2003’te ECF’nin çatı stratejisi
olan Enlargement of Minds (Zihinleri Genişletmek), Žilina’nın Slovak bölgesindeki
kültürel STK’larla ilk uzun vadeli kapasite
yaratma projesini başlattı. Slovakya on yıl
önce 2004’ün siyasi genişleme sürecinde
AB’ye katılmıştı. Öte yandan yeni kültürel
STK ağları ve sivil toplum öncülüğündeki
kültürel politika girişimleri için önemli
bir test zemini olan Hırvatistan AB’ye
daha geçen yıl katıldı. Bu arada Žilina’dan
Stanica (www.stanica.sk) veya Zagreb’den
PravonaGrad (www.pravonagrad.org) gibi
ECF destekli girişimler AB’nin hem içinde
hem de dışında bağımsız kültürel topluluk
merkezleri ve ağlar kurmak için birer model
haline geldiler.
Ayrı olarak değil de içeride çalışma isteğiyle
yapılan kültürel faaliyet ve sürgit sosyal
ve siyasi dönüşüm süreçleri her zaman
gelecekte gidişatın nasıl (farklı ve daha iyi)
olacağını tasavvur etmeye çalışır. Sosyal
ve siyasal saiklerle hareket eden kültürel
operatörler ve ECF’nin desteklediği çağdaş
38
sanatsal ifadeler için yeni bir Avrupa vizyonu, Doğu, Güney ve Güneydoğu’daki AB
komşularıyla paylaştığımız tarihsel, kültürel,
ekonomik, siyasi ve insani bağlar olmadan
şekillenemez. Kültürel Avrupa “anlatısı” her
zaman onların hikâyelerini ve perspektiflerini içeren bir yamalı doku olmuştur. Bu
gerçeğin daha geniş kavranışı, bugünün
gerçeklerini körükleyen ortak tarihlere atıfta
bulunmak için vazgeçilmezdir. Bunlar ayrıca
bizim Avrupa ve ona komşu ülkelerde öne
çıkarmayı amaçladığımız, ortaklaşa gelecek
vizyonları kurmaya da esin kaynağı olabilir.
2014’te AB Komşuları’ndaki siyasi gelişmeler bağlamında, yeni ortak perspektifler
arama ve yarının daha geniş Avrupa’sını
birlikte yaratma, bizden giderek uzaklaşan
bir düş gibi görünebilir. Yine de önceden
kurulmuş kültürel işbirliği kanallarını
korumak, en azından diyaloğu ve yapıcı
tartışmayı devam ettirmek için uygun bir
ortak zemin sağlayabilir. İnsanların birbirleriyle temasını sürdürmek her hâlükarda ECF
programlarının parçası olmuş AB’nin bütün
komşu bölgelerinde fiiliyattaki yeni baskıcı
eğilimlerin arkasında yatan Saikleri saptayıp
anlamak için vazgeçilmez olacaktır. 2014’te
EFC destekli pek çok kültürel girişim – onların artan devlet baskısı yönündeki baskın
eğilimle bağdaşmayan siyasi kanaatleri
ve kültürel faaliyetleri- bir kez daha ciddi
sorunlarla karşılaştılar, hatta varlıkları tehdit
edildi. Onların bizim dayanışmamıza her
zamankinden daha çok ihtiyaçları var.
Komşular Arasında Dayanışma
AB yurttaşları ile “komşu” toplumlar arasında iyi komşuluk ilişkileri karşılıklı dayanışma yarının Avrupa’sını tasavvur etmede
MAKALE
ve belki birlikte yaratmakta hayati önemini
koruyor. Sanat ve kültür, geleceğin bu
daha geniş öteki Avrupa’sıyla ilişki içinde
bugün hayal kurmak, düşünmek, iddia öne
sürmek, plan yapmak ve birlikte hareket
etmek için serbest ve açık bir ilham alanı
sunmaktadır.
Pan-Avrupa Tasavvuru: 1999’dan bu yana
bütün ECF destek programları, AB Komşularındaki kültürel yenilikçilerle içtenlikli ve
giderek gelişen değiş-tokuş ve işbirliği sürecinin, gerek AB’de gerekse daha geniş bir
Avrupa’da yer alan topluluklar için yeni ve
ortak gelişim vizyonlarının –sanatsal, sosyal,
siyasi ve elbette ekonomik- saptanmasına
kökten katkıda bulunabileceğine yönelik
sıkı inancımızın bir ifadesi olagelmiştir.
Komşuluk programlarımızın başlangıcında
bu süreci yürütecek organizasyon yapısını,
birbirine gevşekçe bağlı ama etkin bir
bölgesel ağ, sivil saiklerle hareket eden
sanat etkinliklerinin veya sosyal bağlantılar
içinde kültürel “değişim yaratanların” çok
görünür ama gayri resmi bir “hareketi”
olarak tasavvur ettik. Bu, AB Komşularında gelecekte yürütülecek bütün ECF
programlarının uzun vadeli amacı olmaya
devam ediyor: giderek artan sayıda kültürel
uzmanları temsili olmayan ulusötesi bu
topluluğa çekmek, genellikle duyulmamış
veya yanlış anlaşılmış yerel sesleri yeni bir
pan-Avrupa söylemine entegre etmek için
sivil bir “omurga” işlevi görmelidir. Bu da
sanat, kültür, toplum ve siyasette değişim
ve dönüşüm üzerine kamusal tartışmaları
yenileyecek ve nihayetinde bütün karar
alma düzeylerinde (kültürel) politika ve
yönetim modelleri somut reformlarla neticelenecektir. Eğer böyle bir kültürel değişim
yaratanlar topluluğu AB sınırlarının ötesine
ulaşacaksa, AB’nin dışında faaliyet gösteren
operatörlerin eşit bir zeminde AB içindeki
meslektaşlarıyla birleşmesi gerekir.
Öte yandan komşular arasındaki dayanışma
çitin üstünden dostça bir sohbetten daha
fazlasını içerir. Yeni ortak vizyonlar arayışı
içindeki ECF Komşuluk programları AB’deki
kültürel topluluklarla ilgili ülkeleri birbirine
yakınlaştırmıştır. Sanat ve kültür aracılığıyla
ortak yaratım ve karşılıklı ilgi süreci ancak
kesinkes eşit bir zeminde ilerleyebilir. Öte
yandan daha geniş ve daha açık bir kültürel
Avrupa hayalini başarıyla kurmak kaynaklar,
resmen tanıma, siyasi sorumluluk ve profesyonel eğitime erişimdeki yapısal farklılıkları
ve eksiklikleri gözardı edemez. ECF her
zaman AB’ye komşu ülkelerdeki kültürel
toplulukların aynı zamanda ülkelerindeki
birçok reform ve gelişim sorunlarıyla başa
çıkmak için ciddi ölçüde pratik yardıma
muhtaç oldukları varsayımından hareket
etmiştir. Bunun sonucu olarak, bizim Komşuluk programlarımızın anahtar özelliği,
kültürel yaşamı canlandırmak ve kültürel
politika reformunu etkilemek için bireylerin,
örgütlerin ve toplulukların yerel kapasitesini artırmak olagelmiştir. Doğu Avrupa,
Türkiye ve Arap ülkelerindeki son baskıcı
gelişmeler bağlamında yetenekli bireyler,
güçlü bir örgüt yapılanması ve aynı kafadaki
uzmanların gerek yerel gerekse Avrupa’daki
topluluklarından gelecek desteğe, yeni belirsizlikleri ve şiddetli bozulmaları aşmada
Sanat ve kültür fonunu yeniden düşünmek
her zamankinden daha çok ihtiyaç vardır.
gibi yeni meselelerle birlikte AB’de ekono
mik krizden kaynaklanan sosyal ve siyasal
Kültürel Değişim Yaratanlar İçin Güçlü Bir
çalkantı, AB’nin içindeki ve dışındaki kültü
39
rel yöneticilerin eskisinden daha fazla ortak
paydaya sahip olduğu anlamına geliyor.
Komşuluk programlarımız aracılığıyla, yerel,
ulusal veya uluslararası düzeyde sosyal
ve siyasal dönüşüme kültürel katkılar ve
sanatsal yeniliğe karşılıklı ilgi çerçevesinde
onların kültürel programlarını daha da
birleştirmeyi hızlandırıyoruz. ECF destekli
dönüşüm süreçleri aynı zamanda giderek
sanat ve kültürün ötesine geçmeye çalışıyor.
Dolayısıyla geçen yıllar zarfında, Avrupa’nın her yerindeki ECF destekli kültürel
girişimlerin kamusal rolleri genelde sivil
toplumun gelişimi ve siyasi eylemcilikle
daha yakından ilişkili hale geldi. Bu giderek
onları kamusal alan ve şehir planlamacılığı, sürdürülebilir kalkınma, göç, yeni
ekonomik modeller, katılımcı demokrasi
ve ortak paydalar gibi meseleler etrafında
benzer sosyal programlar yürüten diğer STK
sektörlerindeki gruplarla giderek daha çok
irtibatlandırmıştır. Komşuluk programlarımız ve AB içindeki yeni ECF girişimlerimiz
sosyal bağlantılı kültürel değişim yaratanların akışkan bir pan-Avrupa sivil toplumu için
yeni bir zemin yaratmaya çalışıyor. Ne var ki
önümüzdeki yol uzun. 2014’te Arap bölgesi
ve Ukrayna’da gerçekleşen şiddetli gelişmeler, ECF’nin bu bölgelerde geçtiğimiz on yılda gelişmesine katkıda bulunduğu kültürel
sivil toplum merkezleri için yeni aksilikler ve
sorunlar çıkardı. Yine de dayanışma ağının,
(dijital) topluluk örgütlenmesinin, katılımcı
politika tartışmalarının ve yaratıcı eylemciliğin yeni standartları ve uygulamaları,
2013’te Türkiye’deki Gezi Parkı protestoları
ve 2013-2014’te Ukrayna’daki Euromaidan
protestosu gibi son siyasi protesto hareketlerine katılan ECF destekli gruplara yardım
etmiş görünmektedir.
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
MAKALE
Kültürel Değişim Yaratanlar İçin Kapasite
Oluşturma: Pratik Çalışma Yaklaşımları
yetlerinde sıkıca kenetlenmelerini tetikle
me amacı güdüyordu. Uzun vadeli amaç,
onların,AB kurumlarındaki sürgit (kültüYetenekli kültürel yöneticiler, çalkantılı top- rel) politika gelişim süreçlerinde seslerini
lumlarda kamusal alanda kültürel değişim yükseltmekti; bu amaç bütün ECF destek
yaratanların güçlü yetkin topluluklarını
çalışmasının ana amacıydı. 2013’te bu
oluşturan güçlü kültürel organizasyonlar
alanda ECF destekli sivil toplum çabalarına
kurarlar. Bu, ECF’nin geçtiğimiz 15 yılda AB bir örnek, Nataša (www.natasaplatform.
Komşularındaki kültürel girişimlerle yürüt- net) diye ironik takma adı altında kültütüğü kapasite yaratma çalışmasının anahtar rel politika reformu için kendi kendini
ilkesi olagelmiştir. 1999’da Güneydoğu
örgütleyen bir Doğu-Batı STK platformuAvrupa için KulturaNova ve PoliciesforCultu- nun kendiliğinden kurulmasıydı. Bu çok
re model programlarının başlatılmasından yönlü yaklaşım ECF’nin politikayla pratiği
sonra, çok yıllı pilot girişiler de Orta ve
birleştirmeyi öngören yol gösterici ilkesini
Doğu Avrupa’da 2008’e kadar sürdürüldü.
yansıtmaktadır. Bu ilke program kapsamın2004’ten 2014’e kadar geniş kapsamlı
daki ülkelerdeki sorunların karmaşıklığıyla
kapasite yaratmaya dönük eğitim progdoğrudan bağlantılıdır ve Tandem-Cultural
ramları Ukrayna, Moldova, Belarus, Türkiye, Managers Exchange gibi yeni ECF KomşuOrtadoğu ve Kuzey Afrika’nın sekiz Arap
luk programlarının merkezi değerli olarak
ülkesi de yürürlükteydi.
varlığını sürdürmektedir. 1999’dan beri
hayata geçirilen Güneydoğu Avrupa için
Bütün bu programlarda ECF’nin kapsamlı
program tasarılarından öğrenilen derslere
hedefi, bu ülkelerdeki seçilmiş kültürel çalı- dayanan bütün uzun vadeli kapasite yaratşanların, kendilerini, spesifik yerel çalışma
maya dönük çerçeve oluşturma süreçleri,Eortamlarında kültürel ve sanatsal yeniliğin
CF tarafından 2004 ile 2014 yılları arasında
sosyal alandaki yeni kuvveti olarak konum- yürütülmüş olup bir dizi modüler eğitim
landırmalarını sağlamaktı. Bizim amacımız, ve destek öğelerini içeriyordu. Programlar
program katılımcılarının yerel ve daha sonra her zaman yerel toplulukların ihtiyaçlarına
ulusal kültürel politikada reform tartışmala- göre hazırlandığından ve yerel uzmanlarla
rındaki ve hatta daha geniş kapsamlı politik birlikte geliştirildiğinden altı ECF destek
reformlar ve dönüşüm süreçlerindeki etkiöğesinin hepsi birleştirildi ve çeşitli AB
lerini giderek artırmaktı. Kültürel pratikle
Komşu bölgelerinin her birinde farklı şekilgüçlü ve güvenilir bağlar kurulmadan güçlü lerde uygulandı.
politikalar geliştirilemez ve pratik ancak
sorumlu ve yetkin bir politika çatısı içinde
“Programlar disiplin, iyi dinleme, sürdürüfilizlenebilir.
lebilir ortaklık, adil işbirliği için bir çerçeve
sağlamanın yanı sıra katılımcı organizasBu girişimlerin fiili itici gücünün yerel akyonlar içinde organize bir takip ve yapı
törlerden kaynaklanması bekleniyordu. ECF sunmuştur.
programları sadece güncel bilgiye ulaşmayı,
mali desteği ve bazı pratik araçları sağladı.
Katılımcıların kararlılığını güçlendirerek sürBununla beraber ECF’nin AB Komşularında- dürülebilir kültürel gelişme için bir katalizör
ki bu yeni ortaya çıkan kültürel sivil toplum görevi görmüştür. Aynı zamanda kültürel
grupları arasında kurduğu etkin ağ, onların, kurumları kurmak için paha biçilmez değeri
AB üyesi ülkelerde sınırötesi işbirliği faali
olan daha işbirlikçi ve daha katılımcı bir
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
40
vizyonu sunmuştur. Hakim politik, ekonomik ve kültürel aktörlerin ağırlığını koyduğu
bir küreselleşme hareketinin yıpratıcı
etkilerine rağmen bireylere ve topluluklara
fayda sağlayacak sürdürülebilir kültürel
ilişkiler kurmanın hâlâ mümkün olduğunu
göstermiştir.
Kısacası Denis de Rougemont’un “kendi
elleriyle düşünen adanmış” sanat fikri salt
bir ütopya değil, ECF ve onun “sanat-aktivistlerinin” (sanatçılar ve aktivistler) fikirleri,
faaliyetleri ve etik bir duruşu paylaşabildikleri bir gerçekliktir.”
HananeHajj Ali, ECF’nin Kuzey Afrika için
kapasite yaratma eğitmeni, 2005-2014.
Altı Çalışma Öğesi
1.Bağımsız özel yardım planı kapsamında
yeni girişimlerin ve yerel ihtiyaçların tespiti
Ta başından beri, ECF’nin AB’ye komşu olan
bir bölgede çalışma mantığı, canlı yerel
girişimlerin hazırlık niteliğinde tespitine dayanıyordu. Bu yerel girişimler, ECF’nin onlar
için başlattığı destekleme sürecinin planlanmasında öncü bir yol oynadı. ECF İşbirliği
Hibeleri yeni yerel aktörleri bizim AB’nin
çalışma ortamına çekmek için elverişli bir
kaynak olmanın yanı sıra AB’nin dışındaki
yeni kültürel eğilimler ve ihtiyaçları saptamada etkili bir araç olma işlevini gördü. İlk
başlarda oldukça küçük çaplı girişimler ECF
İşbirliği Hibesi’ne başarılı şekilde başvurunca ECF’ninKaliningrad, Kuzey Afrika, Türkiye
ve Slovakya gibi komşu bölgelerle çeşitli
uzun vadeli bağlantıları başlamış oldu. Bu
girişimlerin hibeleri kullanma biçimi ECF
görevlileri tarafından yakından takip edildi.
Böylece yerel ihtiyaçlar ve gelişim perspektifleri hemen açıklığa kavuştu ve giderek
ECF program stratejilerini, özellikle 2004’te
MAKALE
AB’nin tarihsel gelişim hamlesi sırasında
şekillendirmeye başladı.
ECF’nini AB Komşularıyla herhangi bir yeni
bağlantısının öncesinde tarihi kültürel perspektifler, politik statüko, yapısal ihtiyaçlar ve
Avrupa’nın gelecekteki gelişim perspektifleri üzerinde derinlemesine düşünme süreci
hayata geçirildi. Bu ECF Düşünce Grupları
ilgili ülkelerdeki birçok kültürel aktörü, sivil
toplumu, kamu idaresini ve yerel uzmanları
içeriyordu. Onlar genellikle önce yerel eğilimleri gözden geçirdiler ve genişleyen bir
AB bağlamında sanat ve kültür politikaları
meselesi hakkında yürütülen kamusal tartış
maya katılımı teşvik ettiler. Bu bilgi toplama
ve düşünme süreçleri kapsamlı Düşünce
Grubu Raporları’yla sonuçlandı ve bu raporlar yeni ECF programlarını planlamada çok
önemli bir bilgi kaynağı haline geldi.3
Sonraki hazırlık adımı olarak ECF Komşuluk
programının görevlileri çoğu zaman yerel
kültürel aktörleri yerinde ziyaret ederek
onlarla konuşmalarını koyulaştırdılar.
Tamamlanmış İşbirliği Hibeleri’nin raporları
ve az önce bahsettiğimiz geniş kapsamlı
ve analitik Düşünce Grubu incelemeleriyle
beraber bu bilgi toplama ziyaretleri yerel
perspektiflerin ve sorunların çok yakinen
anlaşılmasını sağladı. Ayrıca yerel anahtar
aktörlere, kendi şehir veya bölgelerinde ge
A
S
A
S
2002
S
H
S -
H
Y
H
lecekteki ECF destekli programı nasıl hayata
geçireceklerine dair resmi olmayan ilk fikri
sundular. Topluluk temsilcileriyle ve onların
sansürsüz görüş açılarıyla doğrudan muhatap olmak gerçekten eşit bir zeminde yerel
ihtiyaçları saptamak için uygun bir çatı oluşturdu. Bu yaklaşım aynı zamanda ECF’nin
sadece yerel sivil toplum için değil, aynı
zamanda kültür sahasında çalışan kamusal
otoriteler için de içten ve sadık bir Avrupa
partneri olarak tanınmasına katkıda bulundu. Anahtar oyuncularla kendi yerlerinde sık
sık buluşmak, yerel partnerler için uygun ve
kalıcı eğitim programları tasarlamak için gereken karşılıklı saygı ve güveni ve uyumlu
havayı geliştirmeye katkıda bulundu.
H
A
-
A
A
A
S
R
-
3
ECF Düşünce Grubu süreçlerinin bir örneği, ECF’nin 2007’de ABD’nin Alman Marshall Fonu ile işbirliği içinde hazırladığı, Ukrayna ve
Moldovya için Kültür ve Değişim raporlarıdır. Diğer bir örnek de 2006-2007’de ECF tarafından toplanan Akdeniz Bölgesi Düşünce Grubu’nun sonuçlarını sunan Alternatif Bakış adlı yayın organıdır (Chenal, O. et. al., 2008. An AlternativeGaze. A sharedreflection on cross-Mediterraneancooperation in thearts. ECF: Amsterdam. Bütün Düşünce Grubu raporları bu kitabın Yayınlar bölümünde listelenmiştir.
*Editör Notu:
Bu metin, içerik editörlüğünü Philipp Dietachmair (Baş Editör) ve Milica Ilic’in yaptığı, Another Europe: 15 Years of Capacity Building with
Cultural Initiatives in the EU Neighbourhood (Başka Avrupa: AB Komşularındaki Kültürel Girişimlerle 15 Yıllık Kapasite Yaratma Süreci)
isimli kitabın 75 ila 85. sayfalarından, ECF(Avrupa Kültür Vakfı), editör ve makale sahibinin izni ile tarafımızdan çevrilerek yayımlanmıştır.
Philipp Dietachmair’in ilgili kitaptaki bu metninin devamını sonraki sayılarımızda yayımlamaya devam edeceğiz.
41
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
Francis Bacon
ESER
Francis Bacon, After Muybridge - Woman Emptying a Bowl of Water and Paralytic Child on All Fours, 1965
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
42
MAKALE
BÜYÜK REİS
Muzaffer Oruçoğlu
Bu Kanadalı galiba büyük bir ressam.
Çelişkiler yumağı. Yaratma azmini,
algının bulanıp çatladığı yerlere yerleştiriyor. Gözlemlediği nesneyi tüm iç ve
dış bağlamlarıyla birlikte çizdiğini iddia
ediyor. Bu bana pek inandırıcı gelmiyor.
Dikkatle izliyorum çalışmasını. Mesafe
ile oynuyor. Çarpıtma ve soyutlamada
oldukça usta. Renklerin dansı bazı
tablolarında topallıyor. Doğal değil
yapay bir armoniye tanık oluyorum.
Donuk, ritmik, simetrik biçimler. Adam,
'gördüğümü değil, görsel yanılgımı
çiziyorum," diyor. Bazı çalışmalarında
Kanada Kızılderililerinin kültüründen
esintiler var. Koca bir tuvalin yarısını
Atabask, yarısını da Algonkin dillerinden
sözcüklerle doldurmuş. Sözcüklerin
içinde, parçalanmış, yamulmuş, garip
Eskimo kızakları, çift başlı sahtu ve ayı
köpekleri, kar gözlükleri. Bakanı içine
çeken bir renk anaforu.
En güzel resimlerini, aklı ile duygularının çatıştığı anlarda yarattığını söylüyor.
Renklerin birbirleriyle kurdukları rastlantısal ilişkileri, ilişkilerin yarattıkları
duygulanımları, çağrışımları anlatıyor
uzun uzun. Bir şey demiyorum. Ne
diyebilirim ki, resim ve şizofreni işte,
cinnetin evrensel düzlemi. Sıkılıyor,
adamın atölyesinden caddeye çıkıyorum. Bakışlarım, elimde olmayarak, her
şeyin zıddına yerleşiyor. Karşıdan gelen
kadın iki kafalı görünüyor. Yaklaştığımda kafalardan biri diğerinin arkasında
gizleniyor. Kafamın yerinde olmadığını
hissediyor, rahatlıyorum. Zayıf ve tembel
yanlarımın sorgulanması duruyor o
zaman. Ben ne zaman bu serserinin
atölyesine gelsem, bir şeyler oluyor
bana, dengem bozuluyor. Görsel akış
sık sık kırılıp şelale gibi düşüyor bir
yerlerimden.
Ayak altında dolanan güvercinlerin
arasında duruyorum biraz. Dayanamıyor, geri dönüyorum. Gülümsüyor. Aynı
taburede oturup, tuvale yaydığı renklere
ve fırça manevralarına bakıyorum.
"Bütün boyalar yapaydır," diyorum.
"Ressamın işi, onları envaiçeşit karışımlarla değişime uğratmak, doğada bulunmayan yeni ve doğal renler bulmaktır."
Yarım kulakla dinliyor beni. Renklendirilmiş tuvali, kızgın demir mille yakarak
deliyor birkaç yerinden.
"Renkler kişiliklidir ve onların kişiliklerinden yayılan sesler soru işaretleriyle
doludur," diyor. "Bir rengin kişiliği, bir
başka rengin kişiliğiyle karışıp, değişik
bir kişilik olarak ortaya çıkmaz. Aslında
birbirlerinin içinde dururlar ve karışmış
gibi görünürler bize, ama hiçbir zaman
birbirleriyle karışmazlar. İnsan da
öyledir; askerlerin kişiliği nasıl görünür,
ordunun kişiliği olarak, birleşmiş tek
kişilik olarak görünür. Gerçekte, herbir
askerin ayrı bir kişiliği vardır."
"Bugün sıkıntılı bir halin var, yaratamıyorsun," diyorum. "Kendini yeme halidir
bu."
"Ben kendimin dışındayım. Anlamımı
ve biçimimi, kendimi kendime yedirerek
buluyorum. Böyle var olabiliyorum."
43
'Tepinen bir varoluş,' demek geliyor
içimden. İfade ettiği her düşüncede bir
incelik, bir marazilik, bir mankafalılık
olduğu için kesin yargılardan kaçınıyorum. Karısı yok; Adelaide'e gitmiş bugün. İyiki de yok. Arzu ve kapris yumağı.
Kocasını, resmin büyük reisi, sakima'sı
olarak görüyor. Başkalarını ise farklılık
ve üstünlük duygusuyla, haz duyarak,
sezdirmeden, seviyeli bir şekilde aşağılıyor. Buna rağmen güzel bir kadın.
"Görünen varlıkların hiçbiri bana varlık
olarak görünmüyor," diye sürdürüyor.
"Karım, son derece somut olmasına
rağmen, sınırlarını teminat altına
almış, külfetsiz ve dolaysız bir bilgi
yığını olmasına rağmen, o bile bir varlık
değil benim gözümde. Hal böyleyken,
nesnelere olan saygım daha derindir.
Ben renklere söz geçiremiyorum, onlar
bildiklerini okuyorlar. Bir taşı, bir yerden
bir yere götürebilmek için sürekli zor
uygulaman gerekiyor. Zoru gevşettiğin
anda taşı götüremezsin. İnsan öyle değil. İlk zorla hareket ediyor ve o ilk zoru
itaat ahlakı haline getiriyor, içselleştiriyor, ona yaşam diyor. Dikkat edersen,
nesneleri çiziyorum, özneleri değil."
Adam sözü, imgelem iklimi içinden
geçirerek, öznenin aleyhine doğru uzatıyor. Acıkıyorum. Gidip çarşıda tıkınmam
gerekiyor. Bu herif, acıktığını bilse de
bu kafayla hiçbir özneye yemek vermez.
Müsade isteyip çıkıyorum. Sanırım,
bir daha gelmem ben bu atölyeye. Bu
atölyeden her çıkışımda, böyle diyorum
ama yine de geliyorum.
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
MAKALE
S
SANATTA
PAZARLAMA
-
-
-
-
-
-
Vedat K.
-
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
44
MAKALE
-
Pazarlamanın genel kuralları gerek ticari
gerekse de sanat sektöründe değişmez
olsa da, tanımlamaların her iki alan için
uyarlama farklılıklarının olduğunu kabul
etmek mümkündür.
Bu kapsamda sanatta pazarlamaya yeni
tanımlamalar getirmek, izleyici ile sanat
eseri veya etkinlik arasındaki bağın
kurulmasında etkili ve önemlidir.
Sanat Kurumlarında Pazarlama
Sanat kurumlarında pazarlama konusunu işlemeden önce bu kurumları genel
itibari ile sıralamak bir ön fikir geliştirmesi açısından önemlidir. Bu kurumlar;
galeriler, müzeler, sanat merkezleri,
sanal sanat ağları, performans sanat
şirketleri, yazarlık ile ilgili kurumlar, tur
organizasyonları, eğitim kurumlarındaki
sanat programları gibi kurumlardır.
Birbirlerinden farklı isimlerle dile getirilmiş olsalar bile ürettikleri etkinlikler
ya da eserler bağlamında pazarlama
kavramının uyarlanması açısından
kuralları benzerdir.
Bütün bu kurumların esas amaçları
ürettikleri etkinlikler için bir izleyici kitlesine ulaşmaktır. Dolayısı ile bu amaç
doğrultusunda kullandıkları pazarlama
yöntemleri temelde aynıdır.
ile Sanatta Pazarlama; Sanatsal Şirket
veya organizasyon, ürün ve iletişim ile
izleyicinin dahil olduğu değişken bir
süreçtir.
Ticari Pazarlama ve Sanat Pazarlaması
İzleyicinin ödediği para ile verdiği tepki
ve çevrenin de dâhil edildiği bir süreçtir.
Sanatta pazarlama, kurumun misyonunu yerine getirebilmesi için stratejik bir
süreçtir. Bu durumu biraz daha açacak
olursak; Ticari kurumlar genellikle bir
ürün veya hizmeti tanıtarak, dağıtarak ve satarak kar etmeyi amaçlarlar.
Ticari ürüne talep çıkmazsa, üretimine
son verilerek piyasa tekrar sunulmaz.
Sanatta ürün, kurumun faaliyeti için
motivasyondur. Çünkü sanatsal ve kültürel deneyimlerle donananlar için sanat
ürünü insan ruhunu besler, insanların
birbirlerini anlamaları için toplumun
estetik ve manevi değerlerini ifade eder
ve ulus ya da topluluklar için de bir
kimlik yaratır. Burada ürün olan sanatsal
ve kültürel faaliyetler, bunları organize
eden kurumların vizyon ve misyonlarının özüdür.
Sanatta pazarlama, izleyici ile sanat arasındaki ilişki sürecinin örgütlenmesidir.
Bu sürecin planlanması veya örgütlenmesi için süreç diye ifade edilen
kavramların incelenmesi zorunludur.
Tıpkı iletişimin tanımlamasındakine
benzer bir şekilde yukarıda ifade edilen
ilişki süreçleri; eylem, iletişim, uygulama ve geri bildirimi içerir.
Sanatta Pazarlama; ne kuralları kitaplarda anlatıldığı gibi statik bir plan, ne
de izleyicinin katılımının zorlandığı,
tasarlanmış bir taktik değildir. Başka
bir ifade ile bir ürün pazarlamasında
ihtiyaç ve beklentiler esas alınarak veya
bunlar üretilerek ikna etme yöntemine
başvurulurken, sanatta pazarlama için
aynı uygulama sonuç vermez.
Sanatta Pazarlama; devam eden iki yönlü dinamik bir süreçtir. Başka bir ifade
45
Sanatta pazarlama; ‘Nerede olmak
istiyoruz?’ ve ‘Oraya nasıl varabiliriz?’
sorularına cevap verebilmek için uzun
süreli yapılan planlamalardır.
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
MAKALE
Şekil 1
Sanatta Pazarlama Planlaması
Sanatta pazarlama planlaması, müşterinin algıları, ihtiyaç ve
istekleri ile başlar. Bir sanat kurumunun pazarlama politikası,
o kurumun amaçları, vizyon ve misyonlarının karışımıdır ve
bunlar kurumsal planlarında somutlaştırılır. Bu durumu basit
bir kum saati şemasına benzeterek açıklamak gerekirse (Şekil1); kum saatinin geniş alanlarından birisi sanat pazarlama
yöneticilerini, öteki geniş alanı ise izleyicileri kapsamaktadır.
İzleyiciler ile etkinlik arasında bir bağ kurmak için ise kum
saatinin daralan kısmını da bu sürecin iletişim kanalı olarak
tanımlamak mümkün. Pazarlama bu benzetme dikkate alındığında ticari olandan ayrılır.
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
46
MAKALE
4P Ürün, Fiyat, Yer, Promosyon
miras, çağdaş dans, klasik bale gibi.
Sanat ürünü deneyim merkezlidir. Sanat
kurumu bilet satmaz, deneyim satar.
Deneyim diye ifade edilen, yaratıcılık ve
yetenek diye de ifade edilebilir. Kurumu
deneyimli kılan ise içindeki aktörlerin
deneyimidir. Bu aktörler etkinliğin
üretici ve parçaları olanlarla birlikte aynı
zamanda kurumların yöneticileridirler.
Sanatta Fiyat
Pazarlamanın 4P’sini tek tek sanatta
pazarlama alanında inceleyecek olursak;
Fiyat tanımlaması ticari olandan ayrılır.
Şöyleki;
1) Ürünün fiyat stratejisi müşteri odaklı
planlanır ve esnektir.
2) Fiyat, müşterinin algısında ürünün
hak ettiği değeri yaratır.
Sanatta Ürün
3) Fiyat, Kurumun kamu yararı stratejisinin önüne geçmez, geçmemelidir.
1. Tatmin edilebilir ihtiyaçlara cevap
veren öz veya çekirdek,
4) Müşteri memnuniyeti, kar azaltılarak
artmaz.
2. Somut görülebilir veya duyulabilir
niteliklerdeki fiziksel formu oluşturan
dokunabilirlilik,
Yukarıda sıraladığım sanatta fiyat belirlenmesi kriterleri herhangi bir ürünün
fiyat belirlemesi ile benzerlik taşısa da
özünde farklıdır. Sanat piyasası bu fiyatlandırmaların belirlenmesinde etkileyici
bir rol oynar.
3. Sanat ürünü için garanti, ücretsiz otopark, ücretsiz program, ikramlar, bilgi
gibi artırılmış değerler gibi üç başlık
altında tanımlanabilir.
Her sanat organizasyonunda genellikle
bir ürün yer almaktadır. Örneğin; Görsel
sanatçı, sergi, tiyatro, opera, bir festival
ya da etkinlik, yazılı materyal, kültürel
Sanatta Yer
Pazarlamanın 4P’sinin son elemanı yer
veya dağıtımdır.
Dağıtım işlemin gerçekleştiği yerdir,
47
etkinliğin veya sanat eserinin sergilen
diği mekândır. Elişi çalışmaları, resimler,
kitaplar, CD ve müzik araçlarındakimüzik ürünü müşteriye ticari ürünler gibi
dağıtılır.
Sanatta Promosyon
Promosyon pazarlamanın 4P’si içinde en
görünür unsurdur. Promosyon müşteriler ve potansiyel müşterilerin tutum
ve davranışlarını etkilemek için bilginin
kullanılmasıdır. Bunu reklam, kişisel
satış, halkla ilişkiler ve satış promosyonu
oluşmaktadır.
Promosyon hedef kitleler için tasarlanmış promosyon stratejileri içerir.
İyi planlanmış bir reklam ya da halkla
ilişkiler kampanyasının hedefi olarak
promosyon, izleyici için bir gelişim
olacaktır.
Sonuç
Sanatta pazarlama, ürün pazarlamasının
genel kurallarının yeniden üretilerek
bu alana uyarlama meselesidir. Ürün
pazarlamasında ki risklerin benzerleri
sanat eserleri veya etkinlikleri pazarlamasında da vardır. Ancak bu risk üründe
olduğu gibi kolay kontrol edilebilecek
bir risk değildir.
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
RÖPORTAJ
'ZAMANDA BİR HAL'
MUSTAFA MUTLU
Okumakta olduğunuz “Söyleşilerle Genç Sanatçılar” isimli biyografi-röportaj dizimizin
bu sayıdaki konuğu Mustafa Mutlu. Ressam Mutlu, “Varoluş bulantısı içerisindeki
insan popüler kültür ve teknolojik gelişimin paradoksal etkisi ile düşünmeyen,
üretmeyen basmakalıp yaşama ayak uydurur…” diyor.
Söyleşi Vecdi Uzun
Sizi bilmeyenler için kendinizden bahseder misiniz?
atölyemde çalışmaktayım. Resim yapmaktan geriye kalan
zamanlarımı, yazma yeteneğimi geliştirmek amacıyla şiir,
müzik ve senaryo okumaya ve yazmaya ayırıyorum. Gün
ışıyıp saat 9.00’u gösterdiğinde ise Clark Kent edasında
atölyeden çıkıp yüksek lisans çalışmalarıma ve günlük
yaşama dönmekteyim.
1993 yılında, Konya’da doğdum. Konya Çimento Anadolu
Güzel Sanatlar Lisesi ve Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Resim-İş Öğretmenliği mezunuyum. 2015 yılında
başladığım Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Eğitim
Bilimleri Enstitüsü- Yüksek Lisans ve Selçuk Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü- Grafik Yüksek Lisans çalışmalarım tez aşamasındadır.
Çalışmalarımın önemli bir kısmında hayata, onun kendi
içindeki kurallarına ve benim oradaki yerime dair gözlemlerimin anlatımı görebilir.
Disleksi yüzünden pek de yazıyla arası olmayan bir çocukluk dönemi geçirdim. Kalemim hep yanımda olduğu için
dilediğim gibi resim çizebildim. Hayal gücünü gerçeğe
dökme isteğiyle başlayan bir süreçten geliyorum.
Bu gözlemlere dair anlatımlarınızdaki dile biraz daha
değinir misiniz?
Resim sanatını, insanı doğrudan kapsayan bir öğe olarak
benimsiyor ve nonfigüratif resimler yerine mekansız-zamansız fakat insanı içine alan ve insanın doğrudan içinde
bulunduğu sahneler resmetmeyi amaçlıyorum. Genel olarak resmettiğim tek figürlü işler; figürün kendisiyle yüzleşmesini sağlıyor ve varoluşa kadar dayanan sorular silsilesini
başlatıyor. Resmin içindeki figür, varlığı ile bir taraftan
resmi sorgulamaya zemin hazırlarken, diğer taraftan da
yokluğu halinde yaratabileceği boşluğu izleyicide hissettirir. Bu anlamda benim figürlerim resim içinde varlık-yokluk
mücadelesiyle bir dinamizmi simgeler.
Şuan nasıl bir çalışma disiplinine sahipsiniz?
Zamanımın büyük bir bölümünü okuma, inceleme ve düşünme eylemlerinden sonra eser üretebilme fikrine ayırıyorum. Gılgamış’tan, Sartre ve Camus'a kadar uzanan isyan
ve var oluş sorgusuna sanat ile karşılık bulmaya çalıştım.
Okumalarım sonucundaki fikir ve düşüncelerimden doğan
sancılarımı çalışmalarıma aktarmaktayım. 2013 yılından bu
yana, zamanın hızını yakalamak amacıyla her gün düzenli
olarak, 04.00 ve 09.00 saatleri arasında
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
48
RÖPORTAJ
Mustafa Mutlu, 'İsimsiz', Tuval üzerine Karışık Teknik, 180 x 165 cm, 2016
Mustafa Mutlu, '21 Haziran 1993', Tual üzerine Akrilik, 185 x 165 cm, 2013
49
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
RÖPORTAJ
Eserlerimde ağırlıklı olarak 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana
dünya üzerindeki değişimleri, insanları ve fikirleri işlemeye çalışıyorum. Dijital ile gerçeği, eski ile yeniyi, Doğu ile
Batı’yı, savaş ile barışı metaliptik bir çizgide sentezlemeyi
hedefliyorum. Bu öğeler genellikle kadın figürlerinin baskın olduğu kurgu ile gerçek arası bir mekanda sembollerin
ve ifadelerin bir araya gelmesiyle resimlerimi oluşturuyor.
Ana tema olarak savaşlar, düşler, melankoli, yalnızlık
vb. öğeler bir fikir çizgisi oluşturarak resimlerimde yer
bulurlar.
İki farklı üniversitede yüksek lisans yapıyorsunuz, değil
mi?
Evet, sanatın hızını yakalamak amacıyla aynı anda iki farklı
üniversitede yüksek lisans yapmaktayım. Uygulamadan
öteye düşünceyi ve fikirlerimi geliştirmek adına okumaya ve araştırmaya çalışıyorum. Bugün için var olan ben,
kendime yaptığım düşünsel katkılarla yarın başka bir ben
olacağımı bildiğim için bunun çalışmalarıma da yansıması kaçınılmazdır. Yeniliğe, değişime ve arayışa açık bir
kişiliğime rağmen belirli süreler için sanat çalışmalarımdaki değişim hızımı özellikle yavaşlatmaktayım. Böylelikle
çalışmalarımın o dönem içinde kendi çerçevesinin dışına
çıkmadığı ve izleyicisiyle bağlantı kurabildiği, zaman içinde bendeki değişim duygusu ve resmime aldığım tepkiler
sonucunda değişim için sanatseverlerle resmim üzerinden
yeni düşünce zincirleri oluşturduğumu düşünüyorum.
Mustafa Mutlu, 'Kerem Gibi', Duralit üzerine Karışık Teknik, 200 x 160 cm, 2016
Etkisinde kaldığınız düşünürler, sanatçılar var mı?
Düşüncenin olmadığı bir yerde sanatın da gelişiminden
söz edilemez. Resmimde düşünceden resme doğru bir hareket olmasının temeli düşünce sistemime katkı sağlamak
için yaptığım düşünsel çalışmalardan kaynaklanmaktadır.
Jean Baudrillard, Charles Baudelaire, Chuang Tzu, İsmail
Kılıçarslan, Osman Konuk vb. düşünür ve şairler beni ve
sanatımı etkileyen insanlardandır. Resimde ise Anselm
Kiefer, Justin Mortimer, Emre Tan, Jia Ailii gibi isimlerini
söyleyebilirim.
Günümüzde sanat yapıtlarının özgünlük meseleleri de sık
sık tartışılır oldu. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?
Okumanın üretiminizdeki yanından bahsettiniz. Üretimdeki gelişiminizi nasıl ilerleteceksiniz?
Özgünlük geçmişte olduğu gibi günümüz sanatında da en
önemli ve en çok tartışılan öğelerdendir. Özgün olmayan
çalışmalar, yapanı sanat dışına atacak bir güç haline dönüşür ve o kopyacı kendi silahı ile kendisini vurur hale gelir.
İçinde bulunduğumuz iletişim çağı zamanı hızlandırmış,
bilgiyi kolay erişebilir hale getirmiş ve her alanda sorgulama imkânı yaratmıştır.
Jean Baudrillard’ın, “Sıradan gündelik yaşantısının bir
hapishaneyi andırdığını gizlemeye çalışan toplumsal bir
yapının hapishaneler inşa etmesine benzemektedir.”
sözünde olduğu gibi kapitalist toplum, duvar örme ve
insanları birbirine ötekileştirme eylemlerine tutunmaktadır. Son 200 yıldır medyanın rolü ve etik değerlerin tahrip
olma ve çözülme hızı, ozon tabakasının delinme hızıyla
aynı orantıda ilerlemektedir. Etik değerlerin değişim
hızının yükselmesi, insan bilincini yeniden biçimlendirmekte, onu nevrotik bir yapıya dönüştürmektedir. İnsanı
varlığını ve yaradılış nedenini sorgulamak için din, sanat
ve felsefe üçgenindeki çözüm yolları üzerine çalışmalarımı
sürdürüyorum. Sanatın düşünsel birikimin özgün aktarımı
olduğunu bildiğim için bu yönüme katkı sağlamaya çaba
sarf etmekteyim.
Salt üretimlerinin içeriklerinde değil, aynı zamanda hem
düşünce hem de teknikte yenilikçiyim. Özellikle teknik
konuda özgünlüğü yakalamak için teknolojinin sağladığı
imkânlar başta olmak üzere birçok alandan yararlanmakta,
resmin üretim sürecine bu etkenleri katmakta ve resmimi
daha da güçlendirmekteyim.
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
50
RÖPORTAJ
Mustafa Mutlu, 'Yalnızlık Sendromu', Tuval üzerine Yağlı Boya, 200 x 160 cm, 2015
Konya şehrinde sanat ile uğraşmanın dezavantajlarından
çok etkilenir misiniz?
tikel deneyim ve duyu verisi ile bilinen şeyler değildir. Belirli bir varlık yorumu ışığında fiziki ve gerçek bir biçimde
tek-yanlı kavranan nesne ve özne, yeni ve köklü
bir öznellik alanında geri dönüşür ve yeni bir nesnel imge
keşfedilir. Bakış açısında gerçekleşen bu değişiklik varlığın
ve kavramların özüne erişim izni veren metodolojik bir
başlangıç işlevi görür. Varoluş bulantısı içerisindeki insan
popüler kültür ve teknolojik gelişimin paradoksal etkisi ile
düşünmeyen, üretmeyen basmakalıp yaşama ayak uydurur.
Bu noktada sanat bir köprü görevi görerek fizikken uyanık,
ruhen kapalı birey veya kitleleri nesnelere, bilinen anlamın dışında yeni kavramlar yükleyen problemi dışa vuran
sanatçı ile buluşturur.
Konya'da nitelikli bir şekilde işleyen sanat galerisi, sanat
fuarları ve sergi mekânları bulunmadığı için, arayışa
geçmiş bir genç ressamın kendisini İstanbul, Ankara vb.
şehirlere atmaktan başka çaresi yoktur. Çok yetenekli de
olsalar genç ressam olarak nitelendirebileceğimiz çoğu
kişi maddi sıkıntılar yüzünden kaybolmaktadır. İstanbul
sergiler ve etkinlikler açısından zengin bir şehirdir. Buna
rağmen Yaşadığım şehir olan Konya ve fakülteden şuan
memnunum. Genellikle din ve siyaset adı altında yapılan
yanlışlıklar bugün sanat şemsiyesi altında da yapılmaktadır.
Sanatın gerçek çizgisini tanımak gerekir. O zaman nerede
olduğumuzun pek önemi kalmayabilir.
"Çocukken okula gitmeye başladığımda insanlığı kurtarmak istiyordum. Biraz daha büyüdükten sonra ülkemi kurtarmak istedim ve şimdi düşünüyorum da sadece kendimi
kurtarmak için resim yapıyorum. Resim yaparak kendimin
bir temsilini yaratıyorum ve böylece kendimi sonradan
inceleyip, şimdi nerelere gelmişim" diye sorabiliyorum.
İleride kendimi, insanlığını kaybetmemiş bir sanatçı olarak
görmek beni mutlu edecektir.
Siz kendi sanat çizginizi nasıl tanımlıyorsunuz ve yarınınız
hakkında neler öngörürsünüz?
Varlık alanı fenomenlerden oluşmaktadır ki; bunlar bilinen
anlamda gerçek nesnelerden süre gelmektedir. Sadece
51
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
ŞİİR
ÖLDÜR BENİ ÇİÇEĞİ
Rıfat Maniş
Öldür beni çiçeği tüylerine iyi huylu bir böceğin dokunur gibi dikenli bir kelebeğin bahçesinde yürür gibi beni çemberimde döndüren ve ona teğet geçen,
bu çiçekler senin öldür beni.
( şimdi içimdeki şair ölmeden önce yazdığım bir şiire göz atalım:
“aşk sen git ben sonra gelirim / … / bak bu biziz topal ve şahin gözlü…
/ama
/bir nehri on yerinden bıçakladım;
Emri bir deniz verdi çocuktum.
Kızıl mavi bir ölümün koynundan geldim.
Ancak ve ancak sana yıkatırım ellerimi
Ellerimi yıka ölüm peşimi bıraksın.
Aşk sen git ben mutlaka gelirim.)
Aylardan mayıstı. O bahar Nisan’da çok yağmur yağmıştı.
Öldür beni çiçeği ‘ilahi diyalektik’in şizofren bir kızın turunç
memelerine açılan kör penceresi.
Ya öldür beni ya dişleye dişleye
memelerini..göz yaşlarımı geri
ver bana.
Dağlardan; derelerde, şehirlerde
çok sular aktı köprülü kavşaklara
ama ben unutmadım. Bir düş gibi
burkulmuştu zaman. “kıyamadım
kendimi öldürmeye”. Oysa daha
geçen yüzyılda bir budalaydım
yalnızlıktan dizleri çürümüş, düş
gördüğünü bilen…
‘bu gece geyikli bir gece pen
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
ceresi göğe bakma duraklarına
kapanan’
Öyle olsun Anabel Lee. Kafamın
içinde, inanmak ve aşk arasında
bir cam gibi çatladığında zaman,
Anabel Lee meleklerin göğünde
bir beyaz gelincik sanki. Alacağın
olsun Anabellee
Ya Lili? Ne olacak senin bu halin?
Ne olacak Lili? Mezarında bir
kahin gibi toprağa dönüşmek
istemiyorum ben Lili. Bu çiçekler
senin, öldür beni Lili. Ben daha
ne yazabilirim ki? Kimsesizdik biz
Lili. Kimi kendimize kim seç
52
mişsek, kimsesizdi onlarda Lili.
Toprağa kök salmaya cesaretedenlerimiz bir fidan gibi kırılıyordu Lili. Nasıl anlatmalı bunu sana
Lili. İnatla bekledim ben Lili. Ama
neden Lili inatla bekledim ben.
Bende bilemedim konuşmasını
da Lili; ya peki, sen görmedin
mi? Dokunmadı mı kader ansızın
sana?HayırLili hayır hiç intihar
etmedim ben annem kahredecek
diye.
Anabel Lee Liligencecik yüreklerde aşkın gölgesi. Ellerimde öldür
beni çiçeği. Bu çiçekler senin
ansızın öldür beni.
MİMARLIK
Göbeklitepe, Urfa
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Göbeklitepe Ören Yeri’nin 13
Haziran 2016 – 31 Aralık 2016 tarihleri arasında ziyarete
kapalı kalacağını duyurdu.
'GÖBEKLİTEPE'
Yapılan açıklamada: “Göbeklitepe Ören Yeri’nde; kazı
alanının korunmasına ilişkin iki adet koruma amaçlı çatı
örtüsü yapımı ile Ören Yeri çevresine ilişkin koruma, çevre
düzenleme tasarım, projelendirme ve uygulama faaliyetlerinin gerçekleştirilmesi kapsamındaki canlandırma
merkezi projelerinin hayata geçirilmesi planlanmaktadır.
6 AY BOYUNCA
GÖRÜLEMEYECEK
Bu iki çalışmanın -çatı örtüsü yapımı, canlandırma
merkezi yapımı- ziyaretçilerin can güvenliği tehlikeye
atılmadan ve zamanında tamamlanabilmesi için Göbeklitepe Ören Yeri 13 Haziran 2016 - 31 Aralık 2016 tarihleri
arasında ziyarete kapatılacaktır.”ifadelerine yer verildi.
53
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
Zaha Hadid
ESER
Zaha Hadid, Malevich's Tektonik, 1976-77, London
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
54
MİMARLIK
MEKTEB-İ TIBBİYE-İ ŞAHANE
YENİLENİYOR
Tarihi Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane Binası
Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid Han tarafından inşa ettirilen 200’ü aşkın hastaneden biri olan ve döneminin son
şaheseri olarak bilinen İstanbul’daki Mektebi Tıbbiye-i
Şahane binası yenileniyor.
Prof. Dr. Cevdet Erdöl ise Bakan Avcı’nın ardından yaptığı
konuşmada şunları söyledi: “Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane
binası Osmanlı döneminin son şaheseri olarak biliniyor.
Haydarpaşa’da 1903 yılında eğitim hizmetine başlayan
bu bina 1933 yılına kadar üniversite olarak, 1933-1983
arası Haydarpaşa Lisesi olarak, 1983 yılından günümüze kadar da Marmara Üniversitesinin bazı birimlerinin
bulunduğu bina olarak hizmete devam ediyor.”
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Sağlık Bilimleri Fakültesi
arasında tarihi yapının restorasyonu için bir protokol
imzalandı.
Protokol çerçevesinde yenilenecek bin yıllık tarihi miras
için İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü ile Üniversite
ortak çalışacak.
Tarihi Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane Binası
Osmanlı mimarisine ışık tutan önemli yapılara imza atan
Alexandre Vallaury ile Raimonde D’Aronco’nun mimarlığını yaptığı ve 1894 yılında inşaatına başlanan Mekteb-i
Tıbbiye-i Şahane binası eğitime 1903 yılında açıldı.
Eserin ortaya çıkmasını sağlayan Sultan II. Abdulhamid’i
rahmetle yâd eden Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı,
Abdulhamid Han’ın başlattığı eğitim hamlesinin, imzalanan bu protokolle daha ileriye taşınacağını söyledi.
Klinik pavilyonları günümüzde Haydarpaşa Numune
Eğitim ve Araştırma Hastanesi olarak hizmet veren yapı
daha önce Marmara Üniversitesinin bir kampüsü olarak
kullanılıyordu. Sağlık Bilimleri Üniversitesi adıyla hâlen
hizmet veren yapının bünyesinde Tıp Fakültesi, Hemşirelik Fakültesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Yaşam Bilimleri
Fakültesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu ve
Sağlık Bilimleri Enstitüsü bulunuyor.
Millî Eğitim Bakanı olarak bu çalışmanın ilk imzasını
geçtiğimiz Şubat ayında attığını belirten Bakan Avcı,
Bakanlık makamında gerçekleştirilen prokotol töreninde
yaptığı konuşmada, bu iznin devamına imza atmanın
yine kendisine nasip olduğunu ifade etti.
Yine Bir Eğitim Kurumu Olarak Devam Edecek
Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane binasında gerçekleştirilecek
tüm restorasyon, çevre düzenleme, proje revizyon işleri
ve müteferrik işlerine ilişkin Sağlık Bilimleri Üniversitesinin, Bakanlığa yaptıracağı işlerin genel esaslarını belirleyen protokol ile gerekli ödenek Üniversite tarafından
temin edilirken, teknik denetim ise Bakanlık tarafından
sağlanacak.
Bakan Avcı, “Bu protokolle birlikte bir zamanlar tarihi
Haydarpaşa Lisesi de olan ve memleketimize çok değerli
insanlar yetiştiren eğitim kurumumuz yine bir eğitim
kurumu olarak, rektörlük binası olarak inşallah aynı
zamanda hizmetlerine devam edecek.”dedi.
Tarihi Yapı Günümüze Kadar Ciddi Bir Tadilat Görmemiş
55
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
MİMARLIK
İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) koordinasyonunu
yürüttüğü Türkiye Pavyonu, bienalin ana mekânlarından
Arsenale’deki Sale d’Armi binasında bulunuyor.
Sınır ihlalleri ve melezlik üzerine bir proje olan Darzanà,
tersane kentleri olan Venedik ve İstanbul arasındaki
ortak kültürel ve mimari mirası vurguluyor. Bu yılki
Mimarlık Bienali için İstanbul’un eski tersanelerindeki
çöp yığınlarının altında çürümeye terk edilmiş ahşap
kalıp parçalarıyla ölçü birimlerini ve tekne kalıntılarını
birleştirerek inşa edilen son tekne Baştarda, İstanbul’dan
Venedik’e Akdeniz’e dair hikâyeler taşıyor.
DARZANÀ:
İKİ TERSANE, BİR VASITA
Venedik Bienali 15. Uluslararası Mimarlık Sergisi Türkiye
Pavyonu Açılışı
Küratörler Feride Çiçekoğlu, Mehmet Kütükçüoğlu ve
Ertuğ Uçar, proje için küratöryel işbirliği yapılan Cemal
Emden ve Namık Erkal ile proje ekibinden Hüner Aldemir, Caner Bilgin, Hande Ciğerli, Gökçen Erkılıç, Nazlı
Tümerdem ve Yiğit Yalgın’ın katılımıyla 26 Mayıs Perşembe günü yapılan Türkiye Pavyonu açılışında Darzanà,
uluslararası mimarlık dünyasına tanıtıldı.
Darzanà: İki Tersane, Bir Vasıta
Köken olarak, Türkçedeki tersane ve İtalyancadaki arsenale kelimelerinin Venedik lehçesindeki karşılığı olan
Darzanà, Arapça’daki “Dara’s-sina’a” (sanayi yeri) tabirinden geliyor. Darzanà, 11. yüzyıl ile 19. yüzyıl arasında
Akdeniz coğrafyasında denizciler, seyyahlar, tüccarlar,
kısacası aynı dili konuşmadıkları halde birbirleriyle
anlaşması gereken insanlar arasında kullanılan melez
bir dil olan Lingua Franca’ya da atıfta bulunuyor. Benzer
şekilde ortak bir mimari dilden söz etmek ve bunu Architectura Franca olarak tanımlamak da mümkün.
Darzana Çalışma Maketi
28 Mayıs-27 Kasım 2016 tarihleri arasında düzenlenen Venedik Bienali 15.
Uluslararası Mimarlık Sergisi Türkiye
Pavyonu’nda, Darzanà başlıklı proje
yer alıyor. Proje, Feride Çiçekoğlu,
Mehmet Kütükçüoğlu ve Ertuğ Uçar
küratörlüğünde, Cemal Emden ile
Namık Erkal’ın küratöryel işbirliğiyle,
Hüner Aldemir, Caner Bilgin, Hande
Ciğerli, Gökçen Erkılıç, Nazlı Tümerdem ve Yiğit Yalgın’dan oluşan proje
ekibi tarafından hazırlandı.
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
Bugün farklı kimliklere ve ölçeklere sahip Venedik ve
İstanbul’un, geçmişte birbirini yansılayan ve benzer
üretimler yapan tersanelerinin ortak nüvesi, tekne
inşaatının yapıldığı ve sonrasında teknelerin suya
bırakıldığı, denize dik konumlanmış, boyutları tekne
boyutlarıyla ilişkili, Türkçede “göz”, İtalyancada “volti”
denen mekânlar. Darzanà projesi için Haliç kıyılarındaki
tersane yapılarının içinde, terk edilmiş bir gözde, atık
malzemelerden son bir tekne, bir Baştarda inşa edildi.
Darzanà, İstanbul ve Venedik’teki tersaneleri bir tekne
ile birbirine bağlayarak İstanbul’dan Venedik’e Akdeniz’e
dair hikâyeler taşıyor.
56
MİMARLIK
Darzana
Darzanà projesini Venedik’e taşımak için inşa edilen
teknenin adı, yine çok kültürlü ve çok kökenli bir başka
kelime olan Baştarda. Sözcüğün “nesebi belirsiz”
anlamı –bastardo ve bastarda– ipucu verebilir; denizcilik
anlamındaki tarihine gidersek Osmanlı döneminde
kadırga ile kalyon arasındaki bir geçiş türü, hem kürekle,
hem yelkenle yol alan melez bir tekne. Akdeniz’e özgü
melezliği simgeleyen Baştarda, bugün biri İstanbul gibi
bir megakentte çürümeye terk edilen, diğeri Venedik
gibi bir müzekentte yılın belli zamanlarında hayat bulan
iki göz arasında köprü olacak.
Darzanà’nın ana teması, sınırları, cepheleri ve diğer çatışma alanlarını fikir birliğinin eşiklerine ve mekânlarına
dönüştürmenin mümkün olup olmadığı sorusunu doğuruyor. İstanbul’un Haliç kıyısındaki Osmanlı’dan kalan
tersanenin Cumhuriyet’le birlikte askeri işlevlerini büyük
ölçüde yitirdiğini, 20. yüzyıl ortalarında bir kaç parçaya bölündüğünü, Camialtı ve Taşkızak tersanelerinin
giderek boşaltıldığını ve bu büyük alanın yeniden kente
katılabilmesi konusunun bir “cephe” haline geldiğini biliyoruz. Darzanà, bu çetrefil konuyu uluslararası mimarlık
platformuna taşımayı hedefliyor. Bir yandan Akdeniz’e
ayna tutarak suya sınır çekilemeyeceğini söylerken, bir
yandan da şehir içinde şehirlilere kapalı alanlara, tel
örgülerle çevrili mekânlara karşı çıkıyor.
Baştarda, Türkiye Pavyonu’na ev sahipliği yapan, Venedik
tersanesinin Sale d’Armi binasındaki holün ahşap kirişlerinin bir kopyasının altında, İstanbul’da inşa edildi. 30
metre uzunluğa ve dört ton ağırlığa sahip olan bu vasıta,
ahşap kalıplar; mobilya, tabela ve gemi ıskartaları gibi
sahada bulunan terk edilmiş malzemelerden ve yedi
kilometrelik çelik kablo benzeri 500 parçadan oluşuyor.
Parçalar, Baştarda’nın Türkiye Pavyonu için Mayıs’ta tekrar inşa edildiği Sale d’Armi’ye Nisan ayında gönderildi.
Venedik Mimarlık Bienali 2016 Kasım’ında sona erdiğinde, Baştarda serüvenine devam edecek, İstanbul’a geri
gelecek ve umulan o ki, ileride Tersane şehre açıldığında,
inşa edildiği mekânda sergilenerek ortak hafızaya dair
hikâyeler anlatmayı sürdürecek.
Venedik Bienali 15. Uluslararası Mimarlık Sergisi
Venedik Bienali 15. Uluslararası Mimarlık Sergisi’nde,
Alejandro Aravena küratörlüğünde gerçekleştirilecek
Reporting from the Front başlıklı ana sergide, 37 ülkeden 88 katılımcı yer alıyor. Bienal kapsamında ayrıca,
Arsenale ve Giardini ile kentin farklı noktalarına yayılan
62 ülkenin pavyonları da bulunuyor. Filipinler, Kazakistan, Nijerya, Seyşeller ve Yemen bu yıl ilk defa Venedik
Bienali Uluslararası Mimarlık Sergisi’ne katılacak ülkeler
arasında yer alıyor
57
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
MAKALE
BİR CIA SİLAHI OLARAK
MODERN SANAT*
Çeviri Selin Öner
Sanat çevrelerinde yıllarca ya bir söylentiydi
veya şakaydı, ama artık gerçekliği doğrulandı. CIA, Jackson Pollock, Robert Motherwell,
Willem de Kooning ve Mark Rothko gibi
sanatçıların eserleri de dahil olmak üzere
Amerikan modern sanatını, Soğuk Savaş’ta
silah olarak kullandı. Adeta sanatı destekleyen bir Rönesans prensi gibi davranan
CIA –tek farkı gizliliğiydi – Amerikan Soyut
Ekspresyonizm akımını dünya genelinde
20 yıldan daha uzun bir süre teşvik etti ve
tanıttı.
Hiç akla gelmeyecek bir bağlantı. 1950 ve
1960’lar öyle bir dönem ki, Amerikaların
çoğu modern sanatı sevmediği gibi küçümsüyordu da – Başkan Truman bir seferinde
bu popüler görüşü şu şekilde özetlemişti:
“Bu sanatsa, ben de Hottentot’um” (güney
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
batı Afrika’da bir yerli topluluk). Sanatçıların
birçoğu zaten McCarthy dönemi Amerika’sında zar zor kabul edilen eski komünistlerdi. Kesinlikle Amerika hükümetinin
desteğini almaya alışık olmayan bir gruptu.
Peki CIA onları neden destekledi? Çünkü
Sovyetler Birliği ile propaganda savaşında,
bu yeni sanat akımı yaratıcılığın, entellektüel özgürlüğün ve ABD’nin kültürel gücünün
bir kanıtı olarak kabul görebilirdi. Komünist
ideolojik deli gömleğine hapsolan Rus
sanatı bununla rekabet edemezdi.
Uzun yıllardır konuşulan ve tartışılan bu
politikanın varlığı, ilk defa eski CIA yetkilileri tarafından doğrulandı. Yeni Amerikan
sanatı, sanatçıların haberi olmadan “uzun
tasma” (“long leash”) adlı bir politika
58
doğrultusunda gizlice tanıtılmıştı, CIA’in
Stephen Spender’in editörlüğünü yaptığı
dergi Encounter’ı dolaylı yoldan desteklemesine benzer bir şekilde.
Aslında kültür ve sanatı ABD Soğuk
Savaş cephaneliğinde kullanma kararı CIA
1947’de kurulur kurulmaz alınmıştı. Komünizmin hâlâ Batılı entellektüeller ve sanatçılar için taşıdığı cazibeden korkan yeni ajans,
zirvesinde 800’den fazla gazeteyi, dergiyi ve
kamu bilgilendirme merkezlerini etkileyebilmiş olan “Propaganda Varlıkları Envanteri” adlı yeni bir bölüm oluşturdu. Bunun bir
Wurlitzer müzik kutusu gibi olduğu esprileri
yapılıyordu: CIA bir düğmeye bastığında,
bütün dünyada çalınmasını istediği ezgileri
duyabiliyordu.
MAKALE
Sonraki büyük adım, 1950’de Uluslararası Organizasyonlar Birimi Tom Braden
yönetiminde kurulduğunda atıldı. George
Orwell’in Hayvan Çiftliği eserinin anime
versiyonunu sübvanse eden bu ofisti, ABD’li
caz sanatçılarına, opera resitallerine, Boston
Senfoni Orkestrası’nın uluslararası tur programlarına sponsorluk yapan da… Ajanları
film endüstrisine ve yayınevlerine konumlandırılmıştı, kimi zaman ünlü Fodor rehberi
için seyahat yazarı olarak. Şimdi ABD’nin
anarşist avangard akımı, Soyut Ekspresyonizm’i de desteklediğini biliyoruz.
tirmek” adlı bir uluslararası gezici sergiyi
organize edip tüm maliyetini karşılamıştı.
Ama bu şov kendi evinde ayıplandı ve Truman’ın bu Hottentot yorumunu yapmasına
ve bir kongre üyesinin “Bu çerçöp için vergi
ödeyen aptal bir Amerika’lıyım” demesine
yol açtı. Bunlar üzerine, turun iptal edilmesi
gerekti.
ABD hükümeti işte o anda bir ikilemle
karşı karşıyaydı. Bu “kültürsüzlük”, Joseph
McCarthy’nin avangard veya alışılagelmişin
dışındaki her şeye karşı olan histerik ithamlarıyla birleşince, son derece utanç vericiydi.
Başlarda, Amerikan sanatını teşvik etmek
ABD’nin sofistike, kültürel olarak zengin bir
için daha açık girişimlerde bulunmuşlardı.
demokrasi olduğu fikrini şüpheye düşü1947’de, Dışişleri Bakanlığı, ABD’nin kültü- rüyordu. Aynı zamanda ABD hükümetinin
rel bir çöl olduğuna ilişkin Sovyet iddialarını 1930’lardan beri kültürel üstünlüğün
çürütmek için “Amerikan Sanatını Geliş
Paris’ten New York’a kayışını pekiştirmesini
de engelliyordu. Bu ikilemi çözmek üzere
CIA devreye sokuldu. Bağlantı aslında
göründüğü kadar tuhaf değil. O dönemde,
birçoğu boş zamanlarında sanat eserleri
biriktiren ve romanlar yazan Yale ve Harvard mezunlarıyla dolan yeni gizli servis,
McCarthy veya J. Edgar Hoover’ın FBI’ı ile
kıyaslandığında bir nevi liberalizmin sığınağı olmuştu. New York okulunu oluşturan
Leninist, Troçkist ve ağır alkoliklerin bir
araya gelmesini kutlayacak herhangi bir
resmi kurum varsa o da CIA’di.
1995’e kadar bu bağlantıyı kanıtlayacak birinci elden bir kanıt yoktu, ama ilk defa eski
bir CIA çalışanı, Donald Jameson sessizliği
bozdu. Evet, ajans Soyut Ekspresyonizm’i bir
fırsat olarak gördü ve bunun üzerine gitti,
diyerek.
Jackson Pollock
59
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
MAKALE
Willem de Kooning
“Soyut ekspresyonizm konusunda, CIA’in
bunu sırf New York’ta ve Soho’nun merkezinde neler olacağını görmek için yarattığını
söylemeyi isterdim” diye espri yapan Jameson, “Aslında bütün yaptığımız farklılığı fark
etmekti. Soyut ekspresyonizmin Sosyalist
Gerçekçiliği olduğundan da şekilci, esnemeyen ve sınırlandırılmış gösterebileceğini
teşhis ettik. Bu ilişki de sergilerin bazılarında sömürüldü”.
“Bu anlayışımıza, Moskova’nın o günlerde
kendi sabit kalıplarına herhangi bir uyumsuzluğa karşı takındığı saldırgan tutum da
yardımcı oldu. Böylece aslında onların bu
derece ve beceriksizce eleştirdiği herhangi
bir olgunun öyle veya böyle desteklenmeye
değer olduğunu algılamak mümkündü.”
CIA, Amerika’nın sol avangardına yönelik
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
gizli desteğini sürdürmek için sanat himayesinin keşfedilmediğinden emin olmalıydı. “Bu tip meseleler sadece iki üç kademe
uzaktan izlenebilirdi” diye anlatan Jameson,
“böylece mesela Jackson Pollock gibi bir
ismi herhangi bir şekilde temize çıkarmak
ya da bu insanları organizasyonun içine dahil edecek herhangi bir hareket söz konusu
bile olmazdı. Zaten daha fazlası mümkün
değildi, çünkü çoğu zaten hükümete ve
özellikle CIA’e hiç saygı duymayan kişilerdi.
Hatta kendini Washington’dan çok Moskova’ya yakın insanları kullanman gerekiyorsa,
bu belki daha da iyiydi.”
“Uzun tasma” işte buydu. CIA kampanyasının ana eseri CIA tarafından fonlanarak
1950’de kurulan ve bir CIA ajanı tarafından
yürütülen Kültürel Özgürlük Kongresi oldu,
entellektüellerin, yazarların, tarihçilerin,
60
şairlerin ve sanatçıların bir araya geldiği bir
topluluk… Moskova’nın ve onların Batı’daki
yoldaşlarının saldırılarına karşı kültürün
savunulabileceği güvenli mevzii olmuştu.
Doruk noktasında, 35 ülkede ofisleri vardı
ve Encounter’ı da içeren iki düzineden fazla
dergiyi yayımlıyordu.
Kültürel Özgürlük Kongresi, CIA’in Soyut
Ekspresyonizme olan üstü kapalı ilgisini icra
etmesi için ideal bir cephe sundu. Bu ofis,
gezici sergilerin resmi sponsoru olabilecek,
ve dergileri de Amerikan resim sanatına yakın kritikler için yararlı platformlar sunacak
ve bütün bunlar sanatçılar dahil olmak üzere hiç kimsenin aklından bile geçmeyecekti.
Bu kurum, 1950’lerde Soyut Ekspresyonizm
ile ilgili çeşitli sergiler organize etti. Bunlardan en önemlisi, 1958-59’daki ve tüm
büyük Avrupa şehirlerini dolaşan
MAKALE
“Yeni Amerikan Resmi” sergisiydi. “ABD’de
Modern Sanat” (1955) ve “20.Yüzyılın Başyapıtları” (1952) diğer etkili koleksiyonlar
arasındaydı. Soyut Ekspresyonizm etrafta
taşıması ve sergilemesi pahalı olduğundan,
milyonerler ve müzeler de bu oyuna dahil
edildi. Onlar arasında başlıca isim, annesi
New York’taki Modern Sanat Müzesi’nin
(MoMA) ortak kurucularından olan Nelson
Rockefeller’dı. “Annemin müzesi” (Mummy’s Museum) diye hitap ettiği müzenin
başkanı olarak, Soyut Ekspresyonizm’in
en önemli destekçilerinden oldu (“free
enterprise painting” derdi ona). Müzesi,
CIA’in kurduğu Kültürel Özgürlük Kongresi
ile kongrenin en önemli sergilerini organize
etmek ve küratörlüğünü yapmak üzere bir
kontrat imzalamıştı.
müzisyenleri, sanatçıları bir araya getirmek
istiyorduk. Bence ajansın sahibi olduğu en
önemli birimdi ve Soğuk Savaş’ta muazzam
bir rol oynadı”.
de Kooning, Motherwell ve benzeri sanatçıların eserlerini içeren “Yeni Amerikan
Resmi” adlı gezici sergi, Paris’teydi. Tate Galerisi de bu sergiye ev sahipliği yapacak bir
sonraki müze olmak istiyordu, ama bunun
Braden, birimin avangarda yönelik mumaliyetini karşılayamıyordu. Aynı günün
halafet sebebiyle gizlice hareket ettiğini
ilerleyen saatlerinde bir Amerikan milyoneri
doğruladı: “Kongreyi yapmak istediğimiz
ve sanatsever olan Julius Fleischmann
bazı şeyler konusunda ikna etmek çok zordu gereken nakitle içeri girdi ve sergi Londra’ya
– sanatı yurtdışına göndermek, senfonileri, getirildi.
dergileri yurtdışında desteklemek gibi…
Bu da gizliliğin nedenlerinden biriydi. Sır
Fleischmann’ın getirdiği para, aslında
olmalıydı. ‘Açıklığı’ cesaretlendirmek için
kendisinin değil, CIA’indi. Başkanlığını
gizli olmalıydık”.
Fleischmann’ın yaptığı Farfield Fonu adlı
bir kuruluş aracılığıyla gelmişti, bu kuruluş
Bu yüzyılın Michelangelo’larına Papa gibi
hayırsever bir milyonerin kolu olmaktan
arka çıkmak anlamına bile gelse, bu çok
ziyade, CIA’in fonları için gizli bir kanaldı.
daha iyiydi: “Sanatı fark etmek ve desteklemek bir Papa veya çok parası olan birini
Yani, Tate’in, halkın veya sanatçıların haberi
Müzenin CIA ile başka bağlantıları da vardı. gerektiriyor” diyor Braden. “Yüzyıllar sonra
olmadan, sergi Londra’ya masrafı Amerikalı
CBS Yayıncılık Başkanı ve CIA’in fikir babala- insanlar ‘Şuna bak, Sistine Chapel, yeryüvergi mükellefleri tarafından karşılanarak,
rından William Paley, müzenin Uluslararası zündeki en güzel eser!’ diyorlar. MedeniSoğuk Savaş’ın ince propaganda amaçlarına
Programı’nın yönetim kurulunda görev yap- yetin, ilk sanatçıdan ve onu destekleyen ilk hizmet etmek üzere taşınmıştı. Eski CIA yettı. Ajansın savaş zamanındaki öncü kuruluşu milyoner ya da papadan beri karşılaştığı bir kilisi Tom Braden, Farfield Fonu gibi kanallaniteliğindeki OSS’de çalışmış olan John
problem bu. Yine de bu multimilyonerler
rın nasıl kurulduğunu şöyle anlatıyor: “New
Hay Whitney, müzenin yönetim kurulunun veya papalar olmasa, belki sanatımız da
York’ta zengin ve tanınan bir kişiye gider ve
başkanlığını yapıyordu. CIA’in Uluslararası
olmayacaktı”.
‘biz bir fon kurmak istiyoruz” derdik. Ona
Organizasyonlar biriminin (IOD) ilk şefi
ne yapmaya çalıştığımızı anlatır ve gizlilik
Tom Braden da müzenin 1949 yılındaki icra Bu himaye olmasa, Soyut Ekspresyonizm,
sözü isterdik, o da ‘Tabii ki yaparım’ der ve
sekreteriydi.
savaş sonrası yılların baskın sanat akımı
bir antetli kağıt yayımlardık, üzerinde bu
olabilir miydi? Cevap muhtemelen evettir.
kişinin ismi olurdu ve işte fon o anda hazır
Şimdilerde (1995) 80 yaşında olan Braden, Aynı ölçüde, bir Soyut Ekspresyonist tabloya olurdu. Oldukça basit bir araçtı”.
Woodbridge, Virginia’da Soyut Ekspresbakarken CIA’in oyununa geldiğini düşünyonist eserlerle dolu ve kocaman alman
mek de hatalı olur.
Julius Fleischmann bu rol için çok uygundu.
kurtlarıyla korunan bir evde yaşıyor. IOD’nin
MoMA’nın Uluslararası Programı’nın yöneamacını şöyle anlatıyor:
Ama bu sanatın nereye geldiğine bakın:
tim kurulunda bir koltuğa sahip olduğu için
bankaların mermer koridorlarında, hava– CIA’e yakın olan diğer güçlü kişiler gibi.
“Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi ne
alanlarında, yönetim kurulu odalarında
yazman, ne söylemen, ne yapman, neyi
ve müthiş galerilerde. Onları destekleyen
resmetmen gerektiği konusunda hiçbir
soğuk savaşçılar için bu tablolar bir logoybariyer olmadan, Batının ve ABD’nin ifade
du, dikkate değer her yerde sergilemek
özgürlüğüne ve entellektüel kazanımlara
istedikleri kendi kültürleri ve sistemleri için
* Bu yazı, Frances Stonor Saunders’ın 22 Ekim 1995
kendini ne kadar adamış olduğunu
bir imza niteliğindeydi. Başardılar da.
tarihininde Independent’ta yayımlanan makalesingöstermek için tüm yazarları,
Örtülü Operasyon 1958’de Pollock,
den çevrilerek, vesaire.org’ta yayımlandı.
61
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
62
G NCEL SANAT
S
20
Normal abonelik fiyatından %20 indirim
12 ay boyunca Güncel Sanat Dergisi’nin kapınıza getirilme garantisi
guncelsanat.com.tr web adresimize dijital üyelik
Haftalık olarak yeni haber bültenlerimize e-mail ile ulaşma
Sergi, fuar ve bienaller ile diğer kültür-sanat etkinlikleri takvimine sahip olma
Geçmişe yönelik (beş sayıya kadar) eksik sayılarınızı ücretsiz elde etmek
Abone olmak için QR kodu taratın!
63
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
GÜNCEL SANAT | HAZİRAN 2016
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
Peter Halley, Zayıf Kuvvet, 2016 (Galerie Thomas izniyle)
Fiyatı ₺ 17,5 | Avrupa € 8 | Kıbrıs ₺ 19
Haziran 2016 | Yıl:3 | Sayı:25
G NCEL SANAT
G NCEL SANAT
w w w. g u n c e l s a n a t . c o m . t r
Barbara Kruger, İsimsiz (We Will No Longer Be Seen and Not Heard), Kağıt Üzeri Litografi, 522 x 522 mm, 1985
SAYI 25 | HAZİRAN 2016
www.guncelsanat.com.tr
Maria Lassnig, Lady with Brain c.Tüyb., 125 x 100cm, 1990, Tate İzniyle
‘BAŞKA AVRUPA’
PHILIPP DIETACHMAIR
SANATTA PAZARLAMA
VEDAT K.
‘İSTANBUL BİZİM İÇİN
İŞLENMEMİŞ BİR NOKTA’
JOAKIM ROOS
‘BÜYÜK REİS’
MUZAFFER ORUÇOĞLU
BİR CIA SİLAHI OLARAK
MODERN SANAT

Benzer belgeler