Ekli dosyayı indirmek için tıklayınız.

Transkript

Ekli dosyayı indirmek için tıklayınız.
K›br›s'ta Kimin Çözümü
Müzakere Ediliyor?
Gözde KILIÇ YAŞIN*
Coğrafi konumu nedeniyle Doğu Akdeniz’in “kavşak noktası” olarak tabir edilen Kıbrıs’ın
siyasal anlamdaki “yeni bir” dönüm noktası da 2010 yılının sonu olacaktır. Kıbrıs’ta bugüne dek
gerçekleştirilen bütün toplumlararası görüşmelerin arka fonunu “son fırsat” teması oluşturdu
ama “son” fırsatların sonu da hiç gelmedi. Birleştirilmiş bir Kıbrıs’ın hangi koşullarda gerçekleşeceği hala belirsizliğini koruyor. Bu da tarafların “çözüm”den ne anladığı konusunun yeterince
açık tartışılmamış olmasından kaynaklanıyor. “Rumlar ne istiyor?”, “Rumların beklentileri nelerdir?” sorularına o kadar fazla odaklanılıyor ki “Türkler ne istiyor, beklentileri nelerdir?” sorusu
neredeyse hiç sorulmuyor. Haliyle Kıbrıs Sorunu, aslında geçmişten bugüne Rumların belirlediği çerçeve dâhilinde tartışılıyor.
Kıbrıs Türkü, kurallarını Rumların belirlediği bir oyunu oynamak zorunda bırakılıyor; tartışmalar da, görüşmeler de, söz düelloları da hep belirlenmiş sınırlar içinde gerçekleşiyor. Rum
beklentisi ve Rum bakış açısı temelinde ele alınan çözüm arayışında, Türk askerinin çekilmesi,
yerleşiklerin geri dönmesi, Maraş’ın iadesi gibi konular ön plana çıkarken “adil ve kalıcı barış”ın
temel unsurları gölgede kalıyor. Yani iki toplumlu, iki bölgeli, egemenliğin paylaşıldığı, siyasi
eşitliğin sağlandığı bir federasyon oluşturulabilmesi için görüşülmesi gereken konular gündemin bir parçası olamıyor. Hâlbuki söz konusu olan, Rumların 1963’de ortadan kaldırdığı devletin yeniden inşasıdır. Aslında sorunun temeli aynı zamanda çözümsüzlüğün de nedenidir. Kıbrıslı Rumların, 1963’de ortadan kaldırdıkları devleti, bir kez daha hayata geçirmek niyetinde olmadığı göz ardı edildiği için de görüşmeler gün be gün Rum zeminine kayıyor. Bunun anlamı, Türklerin çözüme dönük beklentilerinin görüşmelerin önemsiz ayrıntıları halini almasıdır. Türk askerinin, yerleşiklerin ve Maraş’ın durumunun artık görüşmelerin ön şartı haline getirilmek istendiği bir dönemde, Türk bakış açısına dayalı yeni bir çerçeve belirlenmediği müddetçe de Türk’ün
kaderi Rum’a bırakılmış olacaktır. Hâlbuki Rumların belirlediği çerçevede bile görüşmelerin
başka türlü gerçekleştirilmesi mümkündür. Bunun için yapılması gereken Rumların belirlediği
ana başlıklara sadık kalarak bunlara şu maddeleri eklemektir:
-Rum Yerleşiklerin Durumu
-Devlet İşgali Meselesi
-Güven Arttırıcı Önlemlerin Karşılıklı Beklentileri Cevaplaması
-Asker Sayısı Meselesi
-Maraş’ın Statüsünün Yeniden Belirlenmesi
-Güneydeki Türk Mülklerinin Durumu
*
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Balkan ve Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Başkanı, [email protected]
Kasım ’10 • Sayı: 23
21. YÜZYIL
[67]
Gözde K›l›ç Yafl›n
Yerleşikler Meselesi
1974 sonrasında Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a gelen ve yerleşen “settlers/yerleşikler” meselesi, Rum Yönetimine göre “kökünden” çözülmesi gereken bir sorun. Hatırlarsak 24 Nisan
2004’te referanduma sunulan 5. Annan Planı, Türk yerleşiklerin 45.000’inin Ada’dan çıkarılmasını düzenliyordu. Yapılan açıklamalara göre1 Rum partilerin Annan Planı’na “hayır” propagandası yapmasının nedenlerinden biri geri gönderilecek “yerleşik” sayısını yeterli bulmamalarıdır.
İşte bu noktada belki de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi topraklarına sonradan yerleşmiş ve vatandaşlık almış Rum yerleşikleri üzerine konuşmak gerekir. 1963’den bu yana peyderpey adaya getirilmiş olan ve sayıları 230 bini aşmış Rum yerleşiklerin gündeme gelmediği bir görüşmede
Türk yerleşiklerin konuşulması, “adil ve kalıcı” bir barış getirmeyecektir. Aktarılan bilgilere göre Ada’nın demografik yapısını Rum nüfusu lehine bozan Rum yerleşiklerin dökümü şöyle:2
a) Yunanistan’dan göç edenler: 100,000
b) Pontus Rumları: 60,000 –70,000
c) Eski SSCB vatandaşları: 30,000
d) Lübnan iç savaşından kaçan Hıristiyan Araplar: 15,000 – 20,000
e) İltica eden Kürtler: 2,500 – 3,000
f) İltica eden üçüncü ülke vatandaşları: 9,500
1
2
[68]
“Annan Planını Reddetmemizin Bir Sebebi Yerleşikler”, AB Haber, 4 Mayıs 2008
Rum İçişleri Bakanı Andreas Hristu’nun 4 Şubat 2006’da seçmen sayısına ilişkin açıklama; bkz Ata Atun, “Güney
Kıbrıs’taki Rum Yerleşikler”, Arca Ajans, 2 Mart 2006
21. YÜZYIL
Kasım ’10 • Sayı: 23
K›br›s'ta Kimin Çözümü Müzakere Ediliyor?
GKRY’nin eski Başsavcısı Alekos Markidis’in bir radyodaki söyleşisinde kullandığı ‘Yerleşiklerin, özgür bölgelerde bulunan yasal muhacirlerle eşitlenmesi bizim tarafın hoşuna gitmiyor
olabilir, ama gerçekte, eğer Kıbrıs sorununu çözmek istiyorsak bu uzlaşıyı kabul etmemiz gerekir”3 cümlesi de kuzeye yerleşenlerin yasal olmadığı ve demografik yapıyı bozduğu ancak güneye yerleşenlerin “yasal muhacir” olduğu vurgusunu taşımaktadır. Tanınmış bir devletin işlemi olması nedeniyle Rum tarafına yerleşenler Rumlarca “legal” sayılmaktadır. Ancak müzakerelerde
kullandıkları “dil” Ada’nın 1974’teki demografik dengenin korunması şeklindedir. Dolayısıyla
KKTC yetkililerinin kullanması gereken dil de budur. Demografik dengeden bahsedilebilmesi için Rum yerleşiklerin
K›br›s sorununun temeli ile
durumu da tartışmaya açılmalıdır. KKTC yetkililerinin “30bugünkü çözümsüzlü¤ün
40 yıldır KKTC’de yaşayan insanların statüsü tartışma konunedenleri ayn›d›r. Sorun
su değildir” şeklindeki tutumu, haklı olmakla birlikte oyunun Rum kurallarına göre oynanmakta olduğu gerçeğini deRumlar›n, Türkleri “kurucu
ğiştirmemesi nedeniyle yetersiz kalmaktadır.
egemen halk” olarak kabul
İşgal Sorunu
edip etmemesinde ve
egemenli¤i Türklerle
paylafl›p
paylaflmamalar›yla ilgilidir.
Rum Yönetimi’nin önce kendi vatandaşlarına sonra da
tüm dünya kamuoyuna belletmeye çalıştığı mesaj, Ada’da
bir işgal sorunu olduğu yönündedir. Rum Yönetimi, Türk askerini işaret ederek 36 yıldır süren
bir işgalden söz ediyor. Ada’da bir işgal durumu olduğu doğrudur ancak 36 değil, 47 yıldır sürmektedir. 1963’te Kıbrıslı Rumların devlete el koymasıyla birlikte Türkler devletsiz kaldı. Eğer
ki “Kıbrıs Cumhuriyeti” üzerindeki anayasal hakları Kıbrıs Türklerine teslim edilmiyorsa ve
Rumlar Türklerle bu şartlar altında bir arada yaşamayı imkânsız görüyorsa ve uluslararası toplum da Rumların “devlet işgalini” engellemeye niyetli görünmüyorsa Kıbrıs Türkleri için yeni
bir gelecek planlaması kaçınılmaz biçimde şart olmuştur. Hele ki KKTC’de “iki ayrı devlet” temelli çözüm taraftarları hızla artıyorsa başka bir yolun izlenmesinde direnmek de anlamsızlaşır.
Kıbrıs Türkleri adına karar verenler için altlarından kayan zemine tutunma çabasından vazgeçerek yeni bir zemine sıçrama zamanı artık gelmiştir. Gelişmeler Kıbrıs için yeni bir planın uygulamaya konulduğunu gösterirken takınılacak tutumun belirlenmesi aciliyet arz ediyor.
Güven Arttırıcı Önlemler
Rum Yönetimi Başkanı Hristofyas’ın açıkça ifade ettiği gibi Rum Yönetiminin beklentisi
“güven arttırıcı önlemler” kapsamında Türk askerinin geri çekilmesidir. Öyle ki Türk askeri var
olduğu sürece görüşmelerin sonuç getirmeyeceği açıkça söylenerek sadece sorunun “işgal”
olarak tanımlanması propagandası yapılmış olmuyor, aynı zamanda dünya kamuoyuna çözümün
ön şartının Türkiye’nin çekilmesi olduğu mesajı verilmiş olunuyor. Hatta bir adım ötesine geçilerek Türkiye’nin Garantörlük hakkı sorgulanıyor. Açıkça çözümün AB tarafından garanti
edilmesinin yeterli olacağı ve Garantörlük Anlaşmasına artık gerek kalmadığı beyanatlarında
bulunuluyor.
Burada mutlaka gündeme getirilmesi gereken konuların başında EOKA geliyor. Kalıcı ve adil
barışın garantisi, Ada’da katliamlara girişen EOKA4 terör örgütü liderlerinin cezalandırılmasını
da içeren “güven arttırıcı önlemler talep etmek” olmalıdır. Kıbrıs Rum Yönetimi lideri Papadopulos, “1963-1974 arasında tek bir Türk bile öldürülmüş değildir” demişse de bu yıllar arasında
3
4
Ata Atun, “Rumlar Nihayet İtiraf Ettiler”, Kıbrıs Gazetesi, 8 Mayıs 2008; Hüseyin Mümtaz, “Yeni Türk Köylü Kurnazlıkları”, 10 Mayıs 2008
“Ethniki Organososis Kyprion Aganositon” (Kıbrıs Ulusal Mücadele Örgütü)
Kasım ’10 • Sayı: 23
21. YÜZYIL
[69]
Gözde K›l›ç Yafl›n
600 Türk öldürülmüş, 600-1000 kişi de gazi ve malul olmuştu. Kayıpların sayısı 203. Yok edilen köylerin sayısı 103, yerle bir edilen cami sayısı da 107 idi. EOKA’nın silahlı tedhişe geçişinin 50. yılı olması nedeniyle 2005 yılının “EOKA Kurtuluş Mücadelesi Anı ve Onur Yılı” ilan
edilmesi ve ‘DEFKALİON’ kod adlı dönemin Rum Başkanı Papadopulos’un da dahil olduğu 20
binin üzerinde EOKA’cıya onur madalyası verilmesi, barış görüşmelerine gölge düşürecek eylemlerdir. Rum Yönetimi’nde liderin değişmesi, zihniyeti değiştirmemiş ve şaşalı törenlerle
Lokmacı Kapısının 3 Nisan 2008’de açılmasından hemen iki gün önce yine EOKA için Hristofyas’ın da katıldığı anma törenleri düzenlenmişti. Bir arada yaşamaktan söz edildiği bir dönemde
güven ve barış ortamının yaratılabilmesi için gerçeklerin Rum Yönetimince itiraf edilmesi, Türk
halkından da özür dilenmesi gerekiyor. Mülkiyet, yerleşikler gibi konuların arasına yapılan katliamlar nedeniyle ödenmesi gereken tazminatların da eklenmesi gerekiyor.
Marafl’taki tafl›nmazlar,
Türk vak›flar›na aittir ve
Marafl’›n devri söz konusu
de¤ildir. 90 bin oldu¤u
iddia edilen Türk yerleflikler
masadaysa Rum taraf›na
’74 sonras›nda yerleflmifl
230 bin kifli de
konuflulmal›d›r.
Asker Sayısı
İngiliz üslerinin, hiçbir barış planında tartışmaya dahi
açılmaması bir tarafa adada hangi tarafta ne kadar asker bulunduğu konusu üzeri örtülü konulardan biriydi. Rum tarafının “önce Türk askeri çekilsin” yaklaşımı, Kıbrıs sorununun
ele alındığı her platformda asker sayısını başat mesele haline
getirdi. Rum tarafı adada 40 bin Türk askeri olduğunu iddia
ederek, “Türkiye işgalcidir” yönündeki propagandasını kuvvetlendirmeye çalışırken gerçekte Kıbrıs Adası’nda ne kadar
asker bulunduğu konusu belirsiz kaldı. Slovak Elçiliğinin organizasyonu ile ara bölge içinde yer alan Ledra Palas’ta yapılan 21 Ocak 2009 tarihli Türk ve Rum Siyasi Parti Liderleri Toplantısında konuya yetkili bir
ağızdan netlik kazandırılmış oldu. Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün (UNFICYP) Komutanı
Albay G.A.C. Hughes, UNFICYP’ın sorumluluklarından bahsederken adadaki Türk Barış Kuvvetlerinin (TSK), Kıbrıs Türk Güvenlik Kuvvetlerinin (Mücahit Ordusu), Rum Milli Muhafız
Ordusunun (RMMO) ve Yunan Alayının (ELDYK) sayısını da verdi. BM kaynaklı bilgiye göre
adada tarafların mevcut asker sayısı şöyledir:
Türk Barış Kuvvetleri (Turkish Troops)
Güvenlik Kuvvetleri (Turkish Cypriot local Army)
21,000
3,000
Verilen bilgiye göre komutanların (Commanders) çoğu Türkiye’dendir.
Rum Milli Muhafız Ordusu ise şu şekilde dağılım gösterir:
Rum Milli Muhafız Ordusu
Kıbrıs Yunan Alayı (ELDYK)
RMMO İhtiyat askerleri
12,500
1200-1500
60,000 kişidir.
Verilen Subayların (Officers) tümü Yunanistan’dan gelmektedir.
Burada ilk dikkati çeken, Rumların bugüne dek sürdürdüğü “tehdit algılaması” iddiasının asılsız olmasıdır. Rum tarafının 40 bin Türk askeri olduğu iddiasının BM eliyle yalanlanması, kesinlikle üzerinde durulması gereken bir konu. Bundan başka, KKTC’de 24 bin asker varken
GKRY’de 74 bin asker olması da müzakere masasında Rum tarafının “Türk askeri çekilsin” dosyasının nasıl okunması gerektiğini gösteriyor. Bu noktada, BM’den verilen bilginin Türk tarafındaki komutanların çoğunun Türkiye’den olduğu bilgisi ile Rum tarafındaki askeri gücün sadece
komutanlarının değil bütün subaylarının Yunanistan’dan olduğu bilgisine de dikkat etmek gerekiyor. Türk askerinin çekilmesi, -tıpkı Türkiye’nin Garantörlük Hakkı gibi- müzakere masasının
[70]
21. YÜZYIL
Kasım ’10 • Sayı: 23
K›br›s'ta Kimin Çözümü Müzakere Ediliyor?
konusu olmamakla birlikte bu başlık altında konuşulması gerekenlerin mahiyeti de genişliyor,
değişiyor. Barışın oluşması Türk askerinin gitmesine bağlıysa, Ada’daki durumu tartışılmayan
74 bin Rum /Yunan askerinin “barış sonrası” nasıl bir ortam oluşturacağının sorgulanması; konunun “karşılıklı güven oluşturulması” çerçevesinde yeniden ele alınması kaçınılmaz oluyor. Hem
75 bin askerin “barış sonrasındaki” durumu, hem “yabancı asker” konumundaki Yunanistan’dan
gelme “tüm subayların” geleceği, hem hangi hedef üzerine silahlanıldığı, hem de Türkleri bir
“azınlık” olarak görme eğilimleri nedeniyle GKRY’deki mevcut azınlığın Rum Milli Muhafız
Ordusu ile ilişkisi sorgulanmalıdır.
Maraş’ın Statüsü
Kapalı Maraş bölgesi, başından beri kapsamlı çözümlerin bir parçası olarak değerlendirilmişti. Papadopulos, 28 Şubat 2006 tarihinde Paris’te dönemin BM Genel Sekreteri Annan ile gerçekleştirdiği görüşmenin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında Maraş’ın devrinin artık
kapsamlı bir çözümün parçası olmadığını, “güven yaratıcı önlemler” statüsünde ele alınması konusunda taraflarca anlaşmaya varıldığı ifadelerini kullanmıştı. 25 Mart 2008’de ise Rum Yönetimi’nin Maraş’ın devrine hazırlandığı, bayındırlık, yeniden iskan ve güvenlik konuları dahil kapsamlı bir çalışma yapıldığı, Rum İçişleri Bakanı Neoklis Silikiotis tarafından açıklandı.5 Hâlbuki aslında Rumların teslim almaya hazırlandığı Maraş, eski Maraş değil. Daha doğru ifadeyle
Maraş’ın aidiyeti ve mülkiyeti konusunda ortaya çıkarılan belgeler, Maraş’ın iadesini gereksiz
ve hatta imkânsız kılıyor. Gazi Magusa Kaza Mahkemesinin 271/2000 ve 272/2000 sayılı davalarında verdiği Maraş’ın yüzde 90’ının Lala Mustafa Paşa Vakfı ile Abdullah Paşa Vakfı’na ait
olduğunu tespit eden kararı, Maraş’ın iadesi tartışmasını rafa kaldıran belgeleri de sağlamış oldu.6 Vakfedilmiş bir malın “hiçbir şekilde devredilemez, satılamaz ve zaman aşımına uğraya5
6
“İçişleri Bakanı: Maraş’ın İadesine İlişkin Çok Yönlü Plan Var-Çözüm Olması Halinde Biz Hazırız”, Simerini, 25
Mart 2008
Bu konudaki kapsamlı çalışmalar için bkz. Ata Atun, Kıbrıs Siyasetine Akademik Bakış, Cilt 5, SAMTAY Vakfı Yay,
Lefkoşa 2008
Kasım ’10 • Sayı: 23
21. YÜZYIL
[71]
Gözde K›l›ç Yafl›n
maz” nitelikte olduğu, 1878–1960 İngiliz Yönetimi ve 1960–1974 ortak Cumhuriyet döneminde yasal ve anayasal düzeyde tanınmış olması gerçeği, Maraş’ın statüsünün Rum tezleri doğrultusunda görüşülemeyeceğini kesinleştiriyor. Yeni dönemdeki görüşmelerde Maraş’ın statüsünün mutlaka yeni bulgular ışığında gündeme alınması ve yeni bir zeminde tartışılması sağlanmalıdır.
Mülkiyet Sorunu
Adil ve kalıcı barış arayan kapsamlı çözüm planlarının tümünde bütünlüklü olarak ele alınan
mülkiyet sorunu artık bireysel davalara teslim edilmiş durumda. Güneydeki Türk mülkleri ile
kuzeydeki Rum mülklerinin toplam olarak takas edilmesi ve aradaki fark için tazminat ödenmesini öngören “Global Takas ve Tazminat” ilkesinin sulandırılması da aynı kapsamda değerlendirilmeli. Ortada bir çözüm planı yok ancak temel sorunlardan birisi olan mülkiyet konusu, “salam modeli” diye tabir edilen yöntemlerle dilim dilim/ parça parça çözülüyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin
Türk askerinin varl›¤›ndan
(AİHM), Kıbrıs’taki mülkiyet davaları hakkında verdiği her
flikayetçi olan Rumlar, tüm
bir karar bu yönde yeni bir adım olarak değerlendirilebilir.
askeri güvenli¤ini Yunan
Loizidou ve Arestis kararlarına benzer mahiyetteki Dimadis
kararı ve ardından yeni bir formülle Timvios kararı…7
subaylar›na teslim etmifl
durumdalar. Sürekli
silahlanan Rumlar›n ne tür
bir bar›fla haz›rland›¤› da
sorgulanmal›d›r.
AİHM’in Rumların kuzeyde kalan taşınmaz malları ile
ilgili mülkiyet talepleri konusunda, KKTC Taşınmaz Mal
Komisyonu’nun (TMK) etkin bir iç hukuk yolu olduğunu
hükme bağlayan Mart 2010 tarihli kararı ise Rum Hükümeti’nde tepkiye yol açmışsa da kuzeyde kalan mallarını geri
isteyen Rumlar açısından bir kayıp söz konusu değil. Aksine, AİHM’de başvurularının listeye
alınması için dahi yıllarca bekleyen Rumlar, AİHM kararlarına uygun çözümlere çok daha hızla
ulaşabilecekler.8 Ama mülkiyeti Türklere ait arazi ve binalara ilişkin bir çözüm hala üretilememiştir.
Bu noktada gelişmelerin gerçek mahiyetinin anlaşılabilmesi için, KKTC ile GKRY’nin mülkiyet sorunlarına yaklaşımlarındaki tezatlığın da irdelenmesi gerekir:
7
8
[72]
•
Kuzeydeki Rum malları gündemden düşürülmezken Türklere ait 5500 evin Rum göçmenlere dağıtılmış olduğu ve Türk arazileri üzerine Rumlarca 8000 ev inşa edildiği, 3500
Türk sahipli mağaza ve lokantanın Rumlarca işletildiğini dünyaya duyuracak bir irade
KKTC’de bulunmuyor. Bunların AİHM’e taşınması sistemleştirilemiyor.
•
KKTC-MTK eliyle kuzeydeki Rum mülkleri sorunu çözüme kavuşturulurken, Rum
Yüksek Mahkemesi, Rumlara verilen taşınmaz mallarının iadesini isteyen Türklerin davasını “mallarının idaresinin Rum İçişleri Bakanlığı bünyesindeki Kıbrıs Türk Malları Vasiliği’nde olduğu” kararıyla sonuçlandırıyor.
•
KKTC yetkilileri, Kuzey’de kalmış Rum mülkleri konusunu bir sorun olarak kabul edip
takas, iade ya da tazminat yoluyla ciddi biçimde çözümleme niyeti taşırken GKRY güneydeki Türk mülkleri sorununu kapsamlı bir çözüm sonrasına erteliyor.
Tüm dava sürecini değerlendiren bir yazı için bkz. Gözde Kılıç Yaşın, “Mülkiyet Sorununu KKTC Çözüyor, Müzakere Sürecinde KKTC’de Mülkiyet Davaları”, 1 Ağustos 2009, http://www.turksam.org/tr/a1740.html
AİHM kararının sonuçlarını yorumlayan bir değerlendirme için bkz. Gözde Kılıç Yaşın, “Mülkiyet Sorununu KKTC
Çözüyor”, 8 Mart 2010, http://www.turksam.org/tr/a1941.html
21. YÜZYIL
Kasım ’10 • Sayı: 23
K›br›s'ta Kimin Çözümü Müzakere Ediliyor?
•
Feragatnameler yoluyla mülkiyeti KKTC devletine geçen güneydeki Türk mallarını korumaya dönük herhangi bir çalışma yapılmıyor.
•
Kıbrıs Vakıflar İdaresi’ne ait olan ve Rum tarafında kalmış olan Türk vakıf malları 9 için
resmi düzeyde çalışma yapılmıyor.
•
Maraş için dava açılması gerekirken aslında vakıf malı olduğunu ispatlayan belgelerin
AİHM’e taşınmaması nedeniyle Arestis davasında tazminat ödeniyor, malın iadesi kararı
gündeme geliyor.
Bugün, uzlaşı arayışı adı altında “atılan her bir adım”ın ve razı olunan görüşme zemininin esasen Rumların iddialarının kabul edildiği şeklinde bir görünüm sergilediği açık. Sorunun gerçek
nedeninin sistemli biçimde başlatılan soykırımı hedefli katliamlar olduğu ortaya konulmadıkça, “Kıbrıs Cumhuriyeti”
Rumlar 2004 Annan
üzerindeki Rum işgali son bulmadıkça ve Türklerden alınan
Referandumu’nda “evet”
anayasal haklar geri verilmedikçe görüşmelerin çerçevesini
demifl olsalard› bugün iki
değiştirmek de mümkün olmayacak. Bu da adil ve eşitlikçi
bölgeli, iki toplumlu, fedbir anlayışın oluşturulamadığı anlamına gelecektir. Rumların
bunları kabul etmesi şu aşamada olası görünmüyor. Ancak
erasyona dayal› Birleflik
Rum itirafının eksikliği, gerçekleri değiştirmediği gibi onlaK›br›s Cumhuriyeti’nin
rın tezlerinin kabul edilmesi ya da Türklerin kendi tezlerinalt›nc› kurulufl y›l› kutlanm›fl
den vazgeçmesi zorunluluğunu da doğuramaz.
olacakt›. Dolay›s›yla bugün
müzakere masas›nda
pazarl›¤›n› yapt›klar› her
fleyi de alm›fl olacaklard›.
Hristofyas ile Kıbrıs’ta yeni bir dönemin başladığı iddiası gerçek çıkmamıştı. Sorun, tarafların “çözüm”den ne anladığı ve nasıl bir çözümü “adil ve kalıcı barışın” yapıcısı olarak gördüğü konusundaki derin ayrılıkta. Hristofyas, iki toplumlu, iki bölgeli Federal Devlet’te Türklerin eşit hakları olacağı yönündeki sözlerini çoktan
unutmuşa benziyor.
Görünürde Talep Edilenler
Öncelikli olarak yapılması gereken basın ve medyada sürekli işlenmesi suretiyle yaratılmak
istenen “her şey yolunda” havasının gerçekçi olmadığının Türk halkına anlatılmasıdır. Açıkçası,
Rum taleplerinin karşılanmaya çalışılırken herhangi bir platformda Türklerin elini güçlendirecek
türden verilerin ısrarla kullanılmıyor olması KKTC’nin ve Türkiye’nin gerçek sorunudur. Rum
Yönetimi’nin belirlediği çerçevede sürdürülecek görüşmelerin siyasal eşitliğin sağlandığı, egemenliğin paylaşıldığı iki toplumlu, iki bölgeli bir devlet çatısı altında birleşmeye götürmeyeceği
artık anlaşılmalı ve Türk toplumunun haklarını koruyabilmek için Türk tezleri sulandırılmadan
masada savunulmalıdır.
Rum Yönetimi şu başlıklarla belirlenenleri talep ediyor gibi görünüyor:
1- Türk askeri çekilmeli,
2- Rumlar kuzeydeki evlerine ve taşınmaz mallarına geri dönmeli,
3- Türkiye'den gelen göçmenler geri gitmeli.
Aslında Rumların ne istediğini anlamak için altı yıl öncesine bakmak yeterli olacaktır. Nitekim
24 Nisan 2004 referandumunda Rumlar da çoğunlukla “evet” demiş olsalardı bugün iki bölgeli,
9
1571’den itibaren kurulan 700 vakfın oran olarak yüzde 44’ü Rum kesiminde kalmıştır, http://www.devletarsivleri.gov.tr/yayin/osmanli/kibrisveb/birincibolum/kibris_vakiflaritarihi.htm
Kasım ’10 • Sayı: 23
21. YÜZYIL
[73]
Gözde K›l›ç Yafl›n
iki toplumlu, federasyona dayalı Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nin altıncı kuruluş yılı da kutlanmış
olacaktı. Kabaca belirtmek gerekirse Maraş, Güzelyurt, Türklere ait toprakların 682.56 kilometrekaresi Rumlara verilmiş, Rumlar kuzeydeki taşınmazlarına dönmüş, yerleşiklerin 45.000’i geri dönmüş, 40 bin Türk askerinin 34 bini daha Ekim 2006’da çekilmiş ve askersizleşme süreci de
Rumların istediği gibi hala sürüyor olacaktı. Hatta plana göre Türk askerinin Ada'daki varlığının
devamına gerek olup olmadığına dair üç yılda bir gerçekleştirilecek toplantının ikincisi de yapılmış olacaktı, tabi ilk toplantıda “gereksizliğine” ilişkin bir karar alınmadıysa… Ne var ki, Rumlar AKEL’in de desteklediği bir çoğunlukla referandumda “hayır” diyerek gerçekte istediklerinin,
gündeme getirdiklerinden ibaret olmadığını gösterdiler. Nitekim bugün de “Annan Planı” çerçevesinde bir çözüm istemediklerini beyan eden Rum yöneticiler, “Latinler ve Maruniler’e verilenden daha fazla hakkın Türklere verilmesinin söz konusu olmadığı” yönündeki açıklamalarıyla da
Türklerin azınlık olduğuna ilişkin tezlerini 1960’dan bu yana sürdürdüklerini açıkça söylüyorlar.
Buna göre iddiaların ve Rum istencinin temelini şunlar oluşturuyor:
Kuzey’de kalan Rum
mallar› konuflulurken
Güney’de kalan Türk
mallar› için aç›lan davalar
Rum ‹çiflleri Bakanl›¤›’nca
çözüm sonras›na dek
ertelenmektedir.
[74]
21. YÜZYIL
Kasım ’10 • Sayı: 23
1- Yüzde 20 nüfusa sahip azınlık Türkler, yüzde 80 nüfusa sahip Rum çoğunluk ile eşit politik haklara sahip değillerdir.
2- Kıbrıs'ta üniter bir devlet olmalı ve kim fazla oy alırsa
devleti o idare etmelidir.
O halde “iki eşit statüdeki devletin eşit politik hakları
K›br›s'ta Kimin Çözümü Müzakere Ediliyor?
sahip halkları arasında Federal bir devlet kurulmalı”, “Türkler bu devlette 70’e 30 oranında
yer almalıdır” gibi temel Türk tezlerinin hiçbir şekilde ciddiye alınmayacağı da açık. Rum
mantalitesine göre eğer Türk askeri Ada’ya çıkmamış olsaydı ve iki toplumun ayrı ayrı yaşamasını sağlayan ikinci bir devlet kurulmuş olmasaydı Ada’nın Rumlaştırılması amacına bugüne kadar çoktan ulaşılmış olacaktı. Günümüz koşullarında Rum Yönetimi’nin müzakeresini
ve hesaplaşmasını yapmak istediği şey, yitirdiği bu topraklar ve Rum egemenliğini Ada’nın
tamamına yaymaktaki gecikmesinden başka bir şey değil. Sonuçta Rumların esas istediği çözüm arayışları görünümü altında mevcut durumu koruyarak pozisyonlarını güçlendirmektir.
Bugün “bölünmüşlük kesinleşiyor”, “Kosova rüzgârı etkisi” gibi endişeler bertaraf edilmiş,
en uygun zamana dek “çözümsüzlüğü sürdürmek” ya da “hemen şimdi teslim almak” fırsatı
yaratılmıştır.
Rum Stratejisinin Öncelikli Hedefleri
Bu noktada Hristofyas’ın açık ve net bir şekilde Türk askeri çekilmeden, Türkiye liman ve havaalanları Rum bandıralı gemi ve uçaklara açılmadan ve Türk yerleşiklerin geri
dönüşü kabul edilmeden herhangi bir çözümün söz konusu
olamayacağını dilinden düşürmediğini hatırlamak gerekiyor.
Zaten Ada’nın tamamını temsil ettiğini iddia eden ve ‘Kıbrıs
Cumhuriyeti’ adını taşıyan bunu da dünyaya kabul ettirmiş
olan bir yönetimin adil ve kalıcı bir çözüm çerçevesinde egemenliğini azınlık olarak gördüğü bir toplumla paylaşmaya
razı olması beklenemez.
Rum Yönetimi açısından bakılacak olursa acil halledilmesi gereken hedefler şunlardı:
Rum liderlerince
tekrarlanan 1960 K›br›s
Cumhuriyeti Anayasas›’na
dönüflün olmayaca¤›
söylemi, Türklerin “adil”
bir çözüm için flart
kofltu¤u “siyasal eflitlik”,
“egemenli¤in paylafl›m›”,
“iki kesimlilik”, “iki kurucu
halk” gibi temel konular›n
Rum çözüm anlay›fl›nda
paylafl›lmad›¤›n›
vurgulamak içindir.
1- Dünya genelinde hız kazanan mikro milliyetçilik ve
etnik ayrımcılığın doğurduğu ayrılık talepleri ve bağımsızlık mücadelelerinin Kıbrıslı Türkler arasında ses getirici biçimde yaygınlaşmasını engellemek.
2- KKTC yetkililerinin, tüm kurumlarıyla yıllardır hakiki bir devlet olarak varlığını sürdüren
KKTC’nin tanıtılmasında, Kosova’nın bağımsızlığını ilan etmesi ile oluşan ve dünyayı etkisi altına alan bağımsızlık rüzgarından faydalanmasını engellemek.
3- Yine Kosova’nın BM Güvenlik Konseyi kararına rağmen tanınmasının uluslararası hukukta yarattığı kırılma nedeniyle KKTC’nin tanınması önündeki tek engel olan BMGK
541 ve 550 sayılı kararların etkisini yitirmesini engellemek.
4- Her geçen gün artan “bölünmüşlüğün kesinleşmesi” ihtimalini Ada’dan uzaklaştırmak.
5- İzolasyonların kaldırılması gibi Türk tarafının statüsünü yükseltebilecek her türlü muhtemel “iyileştirmenin” önüne geçmek.
6- Uzlaşmaz tutumuyla nam salan Papadopulos’un, sebep olduğu olumsuz imajın Rum Yönetimi lehine düzeltilmesi.
Hristofyas’ın stratejisinde aciliyet arz eden hedefleri, Türkiye’nin askeri ve siyasi olarak
Ada’dan uzaklaştırılması ve Kıbrıs Türklerinin tamamen Rum inisiyatifine terk edilmesi hedefi
izliyor. Ancak bütün bunların sağlanmasından sonra Rum perspektifine uygun bir “kalıcı” birleşme söz konusu olacaktır. Nitekim Rum liderlerince neredeyse her gün 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti
Kasım ’10 • Sayı: 23
21. YÜZYIL
[75]
Gözde K›l›ç Yafl›n
Anayasası’na dönüşün olmayacağının söylenmesi, Türklerin “adil” bir çözüm için şart koştuğu
“siyasal eşitlik”, “egemenliğin paylaşımı”, “iki kesimlilik”, “iki kurucu halk” gibi temel konuların Rum çözüm anlayışında paylaşılmadığını vurgulamak içindir.
Öncelikli olan hedeflere ise iki kesim arasında görüşmelerin 21 Mart 2008’de başlaması ve
ardından verilen “uzlaşı” mesajlarıyla büyük ölçüde ulaşıldı. İki kesimin lideri “uzlaşı” mesajı
verdikten sonra dünya devletlerinin KKTC’yi tanıması söz konusu olmayacaktı, Kosova’nın yarattığı etki tüm boyutlarıyla soğutulmuş olacaktı, bölünmüşlüğün kesinleştiğine ilişkin yargılar
da nihayete erecekti. Nitekim bugün yaşanan aşama budur. Aynı zamanda Hristofyas’ın “barış”
yanlısı tavrı da sürece etkisini vurduğu için Rum Yönetimi üzerindeki Papadopulos’un sebep olduğu olumsuz imaj dağılıyor. Senaryo gereği sırada çözümsüzlüğün tek sebebinin Türkiye olduğunu vurgulamak var. Rumlar, istediklerini tam olarak elde edebilecekleri güne dek pozisyonlarını “adım adım” güçlendirme stratejisi izliyor. Peki ya KKTC? Türkiye?
21. YÜZYIL
[76]
21. YÜZYIL
Kasım ’10 • Sayı: 23

Benzer belgeler