Sayı 15 / Haziran 2009 - İletişim Fakültesi
Transkript
Sayı 15 / Haziran 2009 - İletişim Fakültesi
Yoksa siz Ayhan Sicimoğluʼnu tanımıyor musunuz? 15 Mayıs Cuma günü İzmir’e oldukça renkli, çokça da yaşam arsızı bir müzisyen geldi: Ayhan Sicimoğlu. Kendisiyle konserden önce, kaldığı otelin bahçesinde söyleşi yapma şansımız oldu. Birçok kişi onu, televizyonda yaptığı programlardan tanıyor; halbuki o, yılların müzisyeni, “Sen neymişsin be abi!” nin “abi”si ve kulakları küpeli olan delinin ta kendisi aslında! Ama o kendisini “sadece meraklı” biri olarak görüyor. S: 8’de Elif Şafak ile “Aşk” üzerine Türk edebiyatının en çok okunan eserleri arasına giren Baba ve Piç, Mahrem, Bit Palas, Araf, Şehrin Aynaları, Siyah Süt ve Aşk gibi romanların yazarı Elif Şafak ile unutmak, İstanbul, cinsel kimlikler ve tasavvuf üzerine bir röportaj yaptık. Teoman’dan Mevlana’ya kadar uzanan sorularımıza samimi cevaplar aldık. S: 9’da Ünivers http://univers.ieu.edu.tr İEÜ İletişim Fakültesi Uygulama Gazetesi Tasarım tarihinin “öteki”leri Lösemili çocuklar haftası Haziran2009 Yıl2 Sayı15 Uğur Yücel sessizliğini bozdu Sekizinci Bahar Şenlikleri kapsamında İEÜ Uğur Yücel’i ağırladı. On yıldır röportaj vermeyen Yücel, internet üzerinden sorularımızı yanıtlamayı kabul ederek gençlere öğüt vermek yerine dileklerini iletti: “Gençlerden umutluyum. Yeni nesillerden umudunu kesenler hayatı okuyamıyor demektir.” Kampüs2 Dans müziğinin gözlüklü kralı K onferansın açılış konuşmasını Brighton Üniversitesi’nden gelen ünlü tasarım tarihçisi Prof.Dr. Jonathan W. Woodham’ın yaptığı konferans İzmir Ekonomi Üniversitesi, Haliç Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Afyon Kocatepe Üniversitesi, Ege Üniversitesi, Dokuz Eylül Üniversitesi ve İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü üniversitelerinden gelen konuşmacılara da ev sahipliği yaptı. Bu yılki konferansta farklı disiplinlerde “öteki” kavramı ve bu sorunun güncelliği farklı bakış açıları ekseninde tartışıldı. Profesör Woodham, kon- feransın açılış konuşmasında tasarım tarihi çalışmalarının yeni bir disiplin olmasına ve aynı zamanda Anglosakson kökenine değindikten sonra böylesine yeni bir çalışma alanının 4T gibi platformlarda tartışılıyor olmasının önemine dikkat çekti. Tasarım tarihinde kurulan hegemonik ilişkileri, hiyerarşileri ve dışlananların dışlanış biçimlerinin irdelendiği konferansta tasarım tarihinin sınırları, erillik ve dişillik kavramları gibi ikilemler, yüksek kültür / popüler kültür, global / yerel gibi zıt kavramlar yanında tasarım tarihindeki sessiz kalmış özneler üzerine konuşmalar ve değerlendirmeler yapıldı. İzmir Fuarı’nın Tarihleri” başlıklı sergi de konferans kapsamında yer aldı. Türkiye Tasarım Tarihi Topluluğu 2006 yılından beri düzenlenen yıllık toplantılarla ve çıkardığı yayınlarla Türkiye’de tasarım tarihinin farklı temalarına odaklanırken, bu konularda çalışan akademisyen ve tasarımcıları bir araya getirip üretken bir tartışma ortamı yaratmayı amaçlıyor. Türkiye Tasarım Tarihi Topluluğu’nun bundan sonraki çalışmaları, uluslararası tartışma ortamlarına da açılmayı hedefleyecek. İEÜ Suny İşletme Uluslararası Çift Diploma Programıʼnda yenilik İ zmir Ekonomi Üniversitesi İşletme Bölümü Uluslararası Çift Diploma Programına kaydolan öğrenciler yeni sisteme göre eğitimlerini dört yılda tamamlıyorlar. SUNY İşletme Bölümü Koordinatörü Gonca Günay eski sistemde yaz ve güz aylarını İzmir Ekonomi Üniversitesinde okuduktan sonra yaz aylarını SUNY- New Paltz kampüsünde geçirerek üç yıl boyunca aralıksız eğitim almaya devam eden öğrencilerin zorlandıklarını gördükleri için bu değişikliğe gittiklerini belirtti. Öğrencilerin zorlanma nedenlerini yaz döneminde okulun çoğu tesisiİçindekiler nin ve yurtlarının kapalı olmasıyla beraber okulda bulunan öğrenci sayısının yetersizliği, uluslararası diğer öğrencilerin evlerine dönmeleri nedeniyle sadece Türk öğrencilerin bir araya gelmesi bu yüzden de çok uluslararası bir ortamı öğrencilerin yaşayamaması olarak açıklayan program koordinatörü en önemli etken olarak da nitelikli öğretmenlerin yaz aylarında tatile çıkıp eğitim verememesi olarak görüyor. Bu bölümü bitiren öğrencilerin en büyük avantajının hem İzmir Ekonomi Üniversitesin’den İşletme Bölümü diploması hem de SUNY New Paltz’dan lisans diploması alma hakkı kazanmaları olduğunu belirten Günay, yeni sistemle bölümün hem daha rahat hem de daha eğlenceli olacağının da altını çizdi. Bunun dışında programın öğrencilere tanıdığı en önemli şanslardan birinin programı tamamladıkları dönem Amerika’da bulundukları için, bir yıl orada çalışma iznine sahip olmaları olduğunu da vurgulayan Günay, yeni sistemle daha çok öğrencinin programa kaydolmasını beklediklerini, eski öğrencilerin de yatay geçiş yapma fırsatını kaçırmamaları gerektiğini belirtti. Kampüs2/3/4/5 ❚ English6 ❚ İnceleme7 ❚ Medya8 ❚ Kültür-Sanat9 ❚ Dosya10 ❚ Rehber11 ❚ Spor12 Sekizinci Bahar Şenlikleri kapsamında üniversitemizin konuklarından biri de takım elbise ve gözlüğüyle dikkat çeken Bedük oldu. Öğrencilerle kolbastı oynayacak kadar samimi tavırlar içinde olan dans müziğinin gözlüklü kralı Bedük ile gözlüklerimizi takıp renkli bir söyleşi yaptık. Kampüs3 Kürşat Başarʼla... İzmir’de çok sık göremediğimiz bir isim Kürşat Başar. Kendisiyle internet üzerinden röportaj yapmayı düşünürken Başar’ın imza günü için İzmir’e geleceği haberini alınca bu fırsatı kaçırmadık. Kırık aşk hikayelerinin yazarı Kürşat Başar, “Aşkı tanımlayamadığım için bunları yazıyorum.” İnceleme7 LÖSEV İzmirʼde 1988 yılında lösemili çocukların tedavi gördükleri bir devlet hastanesine televizyon alarak onların yaşamlarına renk katmak amacı ile yola çıkan LÖSEV ile sorunları, çalışmaları ve gelecek projeleri üzerine konuştuk. LÖSEV’in ve lösemili çocukların umut kadar yardıma da ihtiyaçları var. Dosya10 02 Kampüs Sarphan Uzunoğlu Halkla İliş. ve Rek. Blm. Haziran2009 Yıl2 Sayı15 http://univers.ieu.edu.tr Uğur Yücel sessizliğini bozdu Üniversitemizin kısa film yarışmasına jüri olarak gelen Uğur Yücel, on yılı aşkın bir süredir söyleşi yapmadığını söyledi ancak sorularımızı internet üzerinden yanıtladı. TÜRKİYE’DE BİZ OLABİLMEK “Bir insanlık sınavı” G eniş bir kavram “biz”. Her ne kadar Türkiye’de geleneksel olarak biz kelimesi birlikteliğin değil biz ve onlar şeklinde bir ayrımın öznesi haline gelmişse de kolektif bir yapıya aç olduğumuz gerçeğini kimse reddedemez. Geçtiğimiz ay Türkiye bir cinayetle sarsıldı. Üstüne Mardin’deki baskın şiddetin gündemden asla düşmeyeceği bir ülkede yaşam savaşı verdiğimizi bize hatırlattı. Devlet dendiğinde bizde ne yazık ki akla Platon’un nadide eseri gelmiyor. Akla gelen ülke, egemenlik ve insan unsuru etrafında şekillenmiş bir yapı da değil ne yazık ki. Türkiye’de devlet; ideolojiler ve insanlık üstü, soyut ama yaptırımlarıyla kendini somut kılmış bir yapı. Devletin varlığını meşrulaştıran ve gerekli hale getirenler ise biz oluyoruz; ama tıpkı bir bilim kurgu gibi, insan kendi yarattığı robotun esiri haline gelebiliyor. Bunun en güzel örneği de Celalettin Cerrah. Kendisini 1 Mayıs’ta muzaffer komutan edalı bakışlarıyla ve Ayşe Arman’ın ilk kez habercilik yaparak ortaya koyduğu “Onlar da kızlarına sahip çıksalardı” şeklindeki beyanatıyla daha iyi tanımış olduk. Tanıştığımıza ne yazık ki memnun olamadık. Elbette biz kültürü ile Celalettin Cerrah’ı ilişkilendirmemizin bir nedeni var. Devletin en somut yanını temsil eden polis teşkilatının en aktif birimlerinden biri kendisine bağlı ve kendisi devlet olmakla insan olmak arasındaki farkın çok büyük olduğunu ortaya koyuyor. Halkla ilişkilerde tüm şirketlerin bir vatandaş sorumluluğuyla hareket etmesi gerekliliğine dair bir pratik vardır. Eğer Cerrah hangi teşkilatı temsil ettiğini ve burada sorumluluk savmaktan ziyade insani bir bilinci de temsil etmesi gerektiğini bilseydi belki de bu denli yabancılaşmış bir tavır göstermezdi, bizden biri olduğunu hatırlasa bizim hassasiyetlerimizi paylaşsa bu kadar eleştiri okunun hedefi haline gelmezdi. Bu örnek üzerinden “biz” kavramının tanımını yapabiliriz. İnsana dair hassasiyetleri içtenlikle paylaşan, adalet ve eşitliğe, gerçeğe aç insanlar bütününe biz diyebiliriz. Kısacası Türkiye’de sık sık tekrar edilen tabirle az da olsa içindeki o saf kadın ya da erkeği öldürmeyen herkes bizin bir parçası olabilir. Elbette bireyselliğin, ayrımcılığın ve farkların bu kadar yükseldiği dünyada biz kavramı aynı şeyleri savunan tüm insanları bir arada tutarak önemli bir iş yapıyor. Çünkü toplumun öncü değerleri bizi bir arada tutuyor. Ne Tandoğan’daki mitingler ne de başka etkinlikler, Türkiye’de biz olma duygusu, birlikte davranma bilinci insana dair olaylarda uyanmalıdır. Hrant Dink’in öldürülmesinden sonra beyaz bereyle stadları dolduranlar, katiliyle anı fotoğrafı çektirenler, kesinlikle bahsettiğimiz bizin parçası olamaz. İdeolojik saplantılar edineceğimize insanlık değerlerine bağlanabileceğimiz bir evrenin mümkün olup olmadığını bilmiyorum; ama doğal kaynakları sonsuz hızla tükettiğimiz bu evrende en azından insan kalan, insan olan yanlarımızı tüketmemek ve tükenmesine izin vermemek gibi bir sorumluluğumuz olduğunu unutmamak gerekir. Unuttuğumuz gün beyaz berelilerin, sözde ahlak bekçilerinin ve değişim kelimesinin her harfinden ayrı ayrı nefret edenlerin ülkesinde uyanmayı kabul etmiş sayılırız. Barışa bir şans vermek için insan olmaktan fazlasına ihtiyaç yok! Anıl Eren Küçük: Sinema, tiyatro, dizi ve reklam oyunculuğu, senarist, yönetmen, yapımcı, stand-up... Çok yönlülüğünüzün ve büyük başarılarınızın temelinde ne var? Uğur Yücel: Başlangıçta şunu belirtmek isterim on yıldır hiçbir üniversite aktivitesi, ödül töreni, söyleşiye gitmedim. Sevgili kardeşim Ozan Güven ve benim yakın dostum Emre Akova’yı kıramadık ve çok güzel bir organizasyonla bizi sizlerle buluşturdu. Sorunuza gelince: Yetenek. Kendini keşif. Cesaretle kendinle yüzleşmek. Büyük başarı sayılacak bir şey yapmadım ben daha. Ayrıca başarılı biri olma hayali kurmadım hiç. Kendini başarılı bulanları, ben de aptal bulurum. Kendiyle gurur duyan insanlardan hiç haz etmem. Dizileriniz milyonları ekranlara bağladı, filmleriniz birçok ödül aldı ama sanki bunlar olmamış gibi çok mütevazı olmanızın sebebini sorabilir miyim? Şüphe etmek. Zeka çeşitleri olan bir şey. Kendini deha ilan eden bir sürü yetenek var. Hepsi kırk yaşında bunuyor. Ellilerinde konuşulmaz oluyorlar. Bense yaptığım hiçbir şeyi beğenmiyorum. İyinin ve kusursuzluğun nerede olduğunu biliyorum. Her zaman kendime ve nerede olduğuma dönüp bakarım. Zihinsel olarak kendimi geçtiğimi biliyorum. O benden ilerde giden dinamiğin peşindeyim. rak geçirmek isterdim. Ben gözükmeyi çok sevmiyorum. Kendi kendine eğlenen çocuklar gibiyim aslında. Kendimle yetinirim. Çekilmeyi bekleyen filmlerim belki de yegâne zenginliğimdir. Nasıl yazıyorsunuz? Bir röportajınızda “Kalabalıkların duyarsızlığı beni öfkelendiriyor” demişsiniz. Bu duyarsızlıklar mı sizi yazmaya itiyor? Bazen bir öfke oturtur sizi yazmaya, bazen bir aşk... Sevinç, hayal kırıklığı. Ne bileyim. Yazmak suratını rüzgara vermek gibi. Hayattan ne çarparsa onu yazıyorsun. Duyarsız kalabalık çaresiz aslında. Aptal bırakılmış. Milliyetçi devlete sadık yetiştirilmiş yarı bunak bir kitleden söz ediyorum. Bu kitleler ekonomiyi belirliyor, savaşlara karar veriyor. Zararlı ve verimsiz bir kitle çoğunlukta Türkiye’ de. Yurdun aşağısında on yıllardır süren bir savaş var ve buna insanlar duyarsız. Asker cenazelerinde feryat ederek geçiyor günleri. Kitle olarak bu savaş dursun demiyorlar en azından. Bu size aptalca gelmiyor mu? Böylesi bir kitle sizi öfkelendirmiyor mu? Kendi fikri olmayan, bir gün olsun kendi kişisel özgürlüğünü ve evrensel vicdanı akıl edemeyen bir kitleden bahsediyorum. Neyse kendi sesimden gaza gelmeyeyim. Eşkıya, Hayatımın Kadınısın, Balalayka, İkinci Bahar, Hırsız Polis gibi etkileyici film ve dizilerden sonra Canım Ailem`le izleyiciyi ekrana kilitlediniz. Bu projede yer almanız nasıl oldu? Yapımcı ve yazarları arkadaşımdı. Geçen yaz önüme iki proje koydu. Kimin hangi projeyi yazdığını söylemedi. Oku, birini seç dedi. Ben “Çekilmeyi bekleyen “New York, I Love You” bunu seçtim. Yazarlarını da Fatih Akın’la filmlerim belki de yapımında tahmin edemedim. Böyle birlikte çalıştınız. Bir yöyegâne başladı. Diğer dizi de başanetmenin başka bir yönetrılı olurdu ama bunda yeni zenginliğimdir.” menle oyuncu olarak çalışve farklı bir lezzet hissettim. ması zor bir şey olsa gerek. Canım Ailem’deki arkadaşlarımla çok ya- Bize biraz bu deneyimden bahseder misiniz? kınlaştık. Sanki çok eski arkadaşlarımmış Fatih’ in oyuncu olarak benden daha fazgibi... Onları çok özleyeceğim. la filmi olması beni çok şaşırtmıştı. Evet benden daha çok filmde oyuncu olarak Sevinç Baltalı: Sizi pek çok insan oyuncu bulunmuş. Bizde oyuncu, yönetmen gibi yönünüzle biliyor, ancak yönetmenliğiniz de duruşlar yoktur. Her şeyden önce kafası en az oyunculuğunuz kadar beğeniliyor. Siz çalışan ve yetenekleri olan iki insan bir arayönetmenliğe nasıl bakıyorsunuz? ya geliyor. Benzer özelliklerimiz var. YaptıBen aslında oyunculuğu ve oyuncuları çok ğımız iş sinema üretmek. İkimiz de işimize iyi bilen bir yönetmenim. Hayatımı kendi aşığız. Hobimiz aynı zamanda sinema. Koöykülerimi yazarak ve yönetmenlik yapa- nuşurken ağzımız sulanıyor. Çalışmaktan Uğur Yücel da büyük haz duyuyoruz. NYILY benim için kuyruklu yıldızdı. Tekrarı zor duygular. Çok beğendiğim oyuncuların yanında adımın geçmesi bile şaşırtıcı. Ne anlatsam böbürlenme olacak boşver... Oynadığınız karakterlere hazırlanma süreci hakkında ruh göçü gibi demişsiniz. Türkiye’deki yeni oyuncu kitlesi sizce bu ruh göçünü gerçekleştirebiliyor mu? Herkes benim gittiğim yerlere gitmek zorunda değil. Fakat genç oyunculardan sahiden dikkatimi çeken va aynı yolun yolcusu olduğumuza inandıklarım var elbette. Bir de tiyatrocu olmanın bir din adamı gururuyla dolaşmak olduğunu zanneden tuhaf gururlu bir kitle var. Bunlar beni sahiden eğlendiriyor. Fakat mutlular. Ömür boyu bir kazma oyuncu oldukları yüzlerine söylenmiyor ve kendilerini gerçekten çok değerli buluyorlar. İşte sana mutluluk. Kendinin farkına varmadan aynadan kendi gururunu okşuyor. Bunlara kızıyorum da galiba. Gençlerden umutluyum. Yeni nesillerden umudunu kesenler hayatı okuyamıyor demektir. Öğüt değil dilek olarak bir iki laf edeyim sonra tüyeyim. Özgür olun, kendinizi keşfedin, cesaretle bakın hayata. Evrensel vicdanı unutmayın. Emre Aydın İzmir Ekonomililerʼi coşturdu İzmir Ekonomi Üniversitesi 8. Bahar Şenliği’nin ikinci gecesinde ünlü sanatçı Emre Aydın, unutulmaz bir konser verdi. Balçova Kampüsü’ndeki konserde alanı dolduran yaklaşık beş bin kişi Emre Aydın’ın her biri ayrı hit olmuş şarkıla- rını hep bir ağızdan söyledi. İzmir’deki tüm üniversitelerden öğrencilerin katıldığı konserde davul şov da görülmeye değerdi. İzmir’e gelmekten ve öğrencilerle bir arada olmaktan her zaman mutluluk duyduğunu belirten Emre Aydın, kendi şarkılarının yanı sıra Cem Karaca, MFÖ, Aşık Veysel’in klasik olmuş parçalarını da kendi yorumuyla söyledi. Yaklaşık iki saat süren konserde yirmiye yakın şarkı seslendiren Emre Aydın, “Seneye yine burada buluşmayı isterim” diye konuştu. http://univers.ieu.edu.tr Kampüs 03 Haziran2009 Yıl2 Sayı15 Dans müziğinin gözlüklü kralı: Bedük Şu anda yurtdışına açılmak için projeleriniz var mı? Yurtdışına açılalım, Avrupa’yı fethedelim, haydi Türkler kendimizi gösterelim diye hiç düşünmedim. Bu bakış açısı bence çok ezik bir bakış açısı. Bunu diyebilmek için kendini onlardan daha düşük görmen lazım. Ben kendimi onlardan daha düşük bir yerde görmüyorum, hatta çoğu zaman daha yüksek bir yerde olduğumu düşünüyorum. Ben sadece bu dünyaya bir şey kattığımı düşünüyorum. Orada katmışım ya da burada önemli değil. O nedenle Avrupa olur, Japonya olur, Avustralya olur, mühim değil. B edük; Ankara doğumlu ama anne tarafından yarı İzmir’li. Birçok müzik türüyle uğraştıktan sonra dans müziği ile kendini insanlara sevdiren Bedük’ü gözlüğü ve takım elbisesi olmadan sahnelerde göremeyeceğiz herhalde. O sıcakkanlı, sahneden farklı olarak sakin, bir baba ve her şeyini kendi yapan bir müzisyen. Bahar Şenlikleri kapsamında Bedük İzmir Ekonomi Üniversitesi’ndeydi. Söyleşi için üniversitemize gelen ve öğrencilerin sorularını yanıtlayan sanatçı mini bir konser de verdi. Performansı sırasında sahneye çıkıp kolbastı oynayan öğrencilerle ve Bedük’ün sorulara verdiği samimi cevaplarla renkli bir söyleşi oldu. Söyleşiden önce biz de Bedük ile kısa bir röportaj yapma fırsatı bulduk. Gizem Güngör: Bilkent Üniversitesi’nde Grafik Sanatları Bölümünü bitirmenizin şu anda yaptığınız işe bir katkısı oldu mu? Oldu tabii ki. Birincisi bize öğretilen şey yaptığın işe aşık olmak ve dışarıdan bakabilmektir. Grafik tasarım hiçbir zaman tam olarak bir sanat için sanat değildir. O yüzden karşında memnun etmen gereken başkaları da vardır. Yaptığın işe dışarıdan bakmalısın her zaman. Kendi işimde de her şeyimi kendim yaptığım için insan işin içinde kaybolabiliyor. Her şeyi kendin yapınca ‘Evet çok iyi yapıyorum’ diyerek kendinizi kandırabiliyorsunuz. Ben işime dışarıdan bakabiliyorum. Başka bir gözle, başkasının gözüyle baka- Şarkılarınızın çoğunun İngilizce Bedük ve Gizem Güngör olması yurtdışında da anlaşılma kaygısından değil o zaman... biliyorum. Bu çok büyük bir artı. İkincisi İngilizce yapıyor olmamın bir nedeni yok. bütün tasarımlarımı, sanat yönetmenliğimi Avrupa’ya açılayım diye değil. Sadece sevher şeyimi ben yaptığım için grafik tasarı- diğim şeyi yapıyorum ve çok iyi yaptığımı mın bana katkısı çok. düşünüyorum. Avrupalı olsun Amerikalı olsun Japon olsun ne kadar çok insan beni Albüm kapağı tasarımlarınızı da siz yapı- dinlerse benim için o kadar iyi. yormuşsunuz... Evet, her şeyimi kendim yapıyorum. Sanat Bu işi yaparken size ilham veren ve destek yönetmenliğini de ben yapıyorum. olan birileri var mı? Eşim. Miller Music Factory’de “En İyi Müzik Prodüktörü Ödülü”nü aldınız. Ondan önce bi- Eşinize söz gelmişken... Baba olacakmışsınız? raz daha farklı bir müzik tarzınız vardı. Eğer Yok 2.5 aylık bir bebeğimiz var zaten. bu ödülü almasaydınız da bu değişimi yapar mıydınız? Çocuktan dolayı birazcık yuvama çekileyim Zaten o sırada albüm hazırlıklarım devam diye düşündünüz mü? ediyordu. Albümüm çıkmak üzereydi. Ama Zaten sürekli beraber olduğumuz için nasıl olduğunu, nasıl olması gerektiğini böyle bir şey düşünmedim hiç. Sürekli tam olarak bilemiyordum. Albümü Türkçe yuvamdayım. Gece nöbetini ben alıyomi İngilizce mi çıkartayım bilmiyordum. rum sabah nöbetini eşim alıyor. Stüdyom Tutar mı tutmaz mı kafam böyle karışık- da evimde. ken bir şarkıyı yolladım ve en olmaz diye düşündüğüm parça birinci oldu. Sonra de- Bir röportajınızda İstanbul’da nerede yaşadim ki benim gibi adamlar varmış, demek mak istersiniz sorusuna İstanbul’u sevmiyoki olabiliyormuş. Takım elbiseyse takım rum diye cevap vermişsiniz.. Peki bu işi yapelbise, canım ne istiyorsa, neyi seviyorsam mak için mi İstanbul’dasınız şu anda? onu yapmaya karar verdim. Bu bana hız ka- Evet. Ankaralıyım ben zaten. Ben elimde zandırdı. Çünkü kendime güvenim geldi. olsa Ankara’dan hiçbir zaman gitmezdim. Onun dışında ilk videoma ve daha sonra Ankara nefis bir şehir çünkü. İstanbul’a üçüncü videoma Music Factory sponsor gelmemin tek nedeni; üniversiteden meoldu. Beraber olabileceğimiz her yerde ya- zun olduktan sonra yapabileceğim iki nımda bulunmaya çalıştılar ve bu benim işin de merkezinin İstanbul olmasıydı. için önemliydi. Benim yaptığım işe ilk ina- Böyle olduğu için İstanbul’a gelmek zonanlardandı Music Factory. rundaydım. Radyo İzmir Ekonomi Yayında http://comm.ieu.edu.tr/radyo/radyo_index.html Radyomuzu dinlemek için; http://www.ieu.edu.tr ON AIR butona tıklayınız. 100 kişiy ş ye sorduk k... Öğrenci renci Konseyi’nin çalışmalarından memnun musunuz? %64 Evet %36 Hayır Kabine revizyonunu yeterli buluyor musunuz? %32 Evet %54 Hayır %14 Fikrim yok Bahar Şenliklerinden memnun kaldınız mı? %23 Evet %77 Hayır Konuğumuz Fuat Keymanʼdı Efsane başkanların “fair play” rüzgarı İ zmir Ekonomi Üniversitesi 8. Bahar Şenliği kapsamında düzenlenen “Fair Play Işığında Futbolda Şiddetle Mücadele Paneli”nde üç büyüklerin unutulmaz başkanları eski Beşiktaş Başkanı Serdar Bilgili, eski Galatasaray Başkanı Özhan Canaydın ve eski Fenerbahçe Başkanı Ali Şen öğrencilerle buluştu. Moderatörlüğünü İEÜ Mütevelli Heyet Başkanı Ekrem Demirtaş’ın yaptığı panelde sahalardaki şiddetin önlenmesi gerektiğini vurgulayan başkanlar, ‘’Bunu taraftar, yönetim ve medya aynı doğrultuda hareket ederek başarabilir’’ dedi. Sahalarda şiddetin normal karşılanması gerektiğini belirten Ali Şen, “Şu anda yaşanan olaylar o kadar büyütülmemeli. Taraftar dediğimiz kitle sizler, bizleriz. Bizim genlerimizde küfür var. Sokaktaki küfürü önlemeden tribündekini önleyemezsiniz. Yasa birkaç gün önce değişti. Artık sahada polis olmayacak. Bu bir devrim olabilir’’ dedi. Ali Şen’in bugünkü şiddetin kabul edilebilir olduğuna yönelik sözlerine katılmadığını ifade eden Özhan Canaydın ise “Ali Başkan kendine göre haklı, evet çok büyük şiddet olayları yaşamıyoruz. Ancak her hafta olay var. Bu aslında 1980 ihtilalinin eseri. O dönemdeki gençliğin tek deşarj olabildiği yer stadlar olunca şiddet de kaçınılmaz oldu. Ama burada gördüğünüz gibi bizler arasında Ali Şen, Özhan Canaydın, Serdar Bilgili ve Ekrem Demirtaş dostluk hiç bozulmadı’’ diye konuştu. Öğrencilerin so- devam edeceğini dile getirdi. İEÜ Mütevelrularını cevaplayan başkanlardan Ali Şen, li Heyet Başkanı Ekrem Demirtaş ise spor Aziz Yıldırım’ın yeniden aday olmasını yöneticiliğinin çok ciddi bir iş olduğunu ve normal karşıladığını ancak taraftarla sür- profesyonel yöneticiler yetişmesi için İzmir tüşme devam ederse başının ağrıyacağını Ekonomi Üniversitesi’nde Spor Yöneticiliği söyledi. Serdar Bilgili, başkanlık defterini Lisans Programı açmak için çalışmaların kapattığını ancak Beşiktaş’a destek olmaya devam ettiğini söyledi. İzmir Ekonomi Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İletişim Araştırmaları Derneği’nin (İLAD) Mart ayında düzenlediği ve Hıfzı Topuz, Prof. Dr. Özden Çankaya, Prof. Dr. Aysel Aziz, Prof. Dr. Hülya Yengin, Haluk Şahin ve Tuğrul Eryılmaz gibi isimleri ağırladığı Medya-Siyaset-İktidar I panelinin ardından Nisan ayında yapılan İzmir Söyleşileri’nin ilk konuğu Prof. Fuat Keyman’dı. Panelde dünyanın küreselleşmesiyle birlikte, ulusal devlet kavramının yanında küreselleşen kentlerin de ön plana çıktığını belirten Prof. Dr. Keyman, “Bir kentin gelişmesi, küreselleşmesi için bazı kriterler var. Bunu üç başlık altında söylersek, teknoloji, girişimcilik, anlayış ve yaşanırlılık bir arada bulunmalı. Kentin kültürel, eğlence ve farklı kimliklerin ve gurupların bir arada yaşayabilme yetileri, ekonomik hareketler, girişimcilik ile birleşebilir bir ahenk oluşturabiliyorsa o kent gelişmeye, küreselleşmeye doğru yol alıyor demektir’’ dedi. 04 Kampüs http://univers.ieu.edu.tr Haziran2009 Yıl2 Sayı15 Kısa kısa... Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü duayenleri tCollage London’da yüksek lisans yapacak ağırlamaya devam ediyor… olduğu söyleşide nasıl reklamcı olduğunu, renkli hayatının yanı sıra iş hayatındaki domino taşlarını ve halen sloganları hafızalarda yerini koruyan “Seramik budur”, “Ekmeğini elletme” ve “Bira bu kapağın altındadır” gibi reklamların hikâyelerini ve yaratım süreçlerini öğrencilerle paylaştı. İyi bir reklamcı olmak için yetenek kadar çok çalışmak gerektiğini belirten Mesci, İzmir Ekonomi Üniversitesi öğrencileri dünyanın en prestijli okullarında yüksek lisansa kabul edilerek, hem kendi hem de üniversitenin başarısını pekiştiriyor. Son olarak İEÜ İşletme Bölümü dördüncü sınıf öğrencisi Alexander Szilagyi, İngiltere’nin en önemli okullarında King’s College London’da Uluslararası İşletme Yüksek Lisansına kabul edildi. t Çağlayan Arkan liderliği anlattı Microsoft Genel Müdürü Çağlayan Arkan, İzmir Ekonomi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü’nde verilen İşletme Politikası (Business Policy) dersi çerçevesinde konuk konuşmacı olarak üniversitemizi ziyaret etti. 12. Üniversitelerarası Reklam tYarışması’nda beşincilik ödülü IAA Turkey’in düzenlediği 12. Üniversitelerarası Reklam Yarışması’nda, İzmir Ekonomi Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü öğrencilerinin oluşturduğu “Ajans Limon” yarışmaya katılan 25 üniversite ve 62 takım arasında finale kalan on üç ekip arasından beşinci oldu. Bu seneki konusu Avrupa Kültür Başkenti İstanbul için gönüllü çalışacak üniversite öğrencileri bulmaya yönelik kampanya hazırlama olan reklam yarışmasında, dördüncü sınıf öğrencilerinden Lena Çavuşoğlu, Berçim Ünal, Meltem Hocaoğlu, Fabienne Filippucci ve Ceylan Kavi ders kapsamında hazırladıkları projeyle okulumuza beşincilik getirdiler. İEÜ’nün başarılı sporcuları t ödüllerini taçlandırdı İzmir Ekonomi Üniversitesi’nin başarılı sporcuları İzmir Konağı’nda düzenlenen gecede bir kez daha onurlandı. Geceye Mütevelli Heyet Başkanı Ekrem Demirtaş, Rektör Prof.Dr. Atilla Sezgin, gazete ve televizyonların spor yöneticileri, İEÜ Mütevelli Heyet Üyeleri Ender Yorgancılar, Nemci Çalışkan, Akın Kazançoğlu, Erkan Güldoğan, Vedat Özyavuzgil, Turgut Yemişçi, Hüseyin Payzin, Sefa Selgeçen, Rektör Yardımcıları Prof.Dr. Cemali Dinçer, Prof.Dr. Tunçdan Baltacıoğlu, Genel Sekreter Levent Gökçeer, Spor Koordinatörü Vehbi İşgören, antrenörler ve sporcular katıldı. Bir konuşma yapan İEÜ Mütevelli Heyet Başkanı Ekrem Demirtaş, sporcuları tek tek tebrik ederek başarılarından dolayı kutladı. Danslarıyla kalpleri fethettiler t İzmir Ekonomi Üniversitesi Halk Dansları Kulübü, artık geleneksel hale gelen ‘’Ekonomiden Kalbe, Kalpten Dansa 5’’ gecesinde İEÜ Açıkhava Gösteri Merkezi’ni dolduran yaklaşık iki bin kişi dansa doydu. Sunuculuğunu Barış Kınav’ın yaptığı gece, İEÜ Halk Dansları Kulübü Başkanı Engin Kıbrıslı’nın konuşması ile başladı. Halk Danslarını sevdiren herkese teşekkür eden Engin Kıbrıslı, kuruluşundan bu yana birbirinden başarılı gösterilere imza atan ekibe büyük destek olan İEÜ Mütevelli Heyet Başkanı Ekrem Demirtaş’a, İEÜ Rektörü Prof. Dr. Attila Sezgin’e, Genel Sekreter Levent Gökçeer’e, Koordinatör Nihal Durmaz’a, eğitmenler Hakan Koçan ve Teoman Dalcı’ya, öğrenci dekanlığı çalışanlarına ve oyunların hazırlanmasında emeği geçenlere birer plaket sundu. Haluk Mesci İ zmir Ekonomi Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü öğrencilerinden oluşan Şapka Takımı’nın hazırladığı ‘’Hayatım İletişim’’ söyleşilerinin ilk konuğu birçok ünlü reklama imzasını atmış olan Haluk Mesci idi. Şapka Takımı öğrencilerinin kendisinin haberi olmadan; eşi, arkadaşları ve ortaklarıyla yaptığı röportajları seyrederken duygusal anlar yaşayan Mesci’nin, çocukluğuna ve gençliğine ait anılarda zaman zaman gözleri doldu. Mesci, 30 yıllık evliliği geride bıraktığı eşi ve yakın dostlarının da izleyiciler arasında Salim Kadıbeşegil “Ben öğrencilerin mevcuttaki şekliyle yapılan yarışmalara katılmasına da karşıyım. Bu onları geliştirmekten çok yarış atına dönüştürüyor. Oysa yaptığınız işler başa- rılıysa siz zaten ödülünüzü almış olursunuz. Birkaç yarışma bunun kıstası olamaz’’ dedi. Şapka Takımının ikinci konuğu ise, Türkiye’de halkla ilişkiler denince ilk akla gelen isimlerden biri olan Salim Kadıbeşegil oldu. Halen merkezi New York’ta bulunan “The Reputation Institute” un Türkiye temsilciliğini yürüten ve şirketlere ‘’İtibar Yönetimi’’ alanında danışmanlık yapan Kadıbeşegil, bu konudaki engin bilgi ve deneyimlerini öğrencilerle paylaştı. İEÜ Konferans Salonu’ndaki söyleşide Salim Kadıbeşegil, halkla ilişkilerde kriz yönetiminin önemine değindi. Öğrencilere kendilerini sürekli geliştirmelerini ve kendilerine mutlaka bir yol haritası belirlemeleri gerektiğini belirten Kadıbeşegil, “Şirketlerin yol haritaları vardır. Sizlerin de olmalı, kendinize hedefler koyun ve o doğrultuda çalışın. Her yıl kırmızı ve yeşil liste yapın. Kırmızıda kariyer hayatında tanışılması gereken önemli olan kişiler, yeşilde ise vakıf, sosyal hayat, STK gibi sosyal hayatı geliştirecek kurumlar olsun” dedi. Stratejik iletişim yönetimi ve kurumsal itibar yönetimi konularında önemli çalışmalara imza atmış olan ve bu alanda 6 kitap sahibi Kadıbeşegil, “Şirketleri krize sokan nedenler bellidir. Bu konularda yanlış karar alan şirketler zora girer. Burada en önemli olan şey itibardır. Bunu korumanız ve o krizden en az zararla çıkmanız gerekir’’ diye konuştu. Söyleşinin ardından öğrenciler, Salim Kadıbeşegil’e bugünün anısına bir şapka hediye etti. 7. Dersarası Yarışmasıʼnda birincililik ödülü İ zmir Ekonomi Üniversitesi öğrencileri önemli bir başarıya daha imza attı. Marketing Türkiye ve Reklam Yaratanlar Derneği’nin ortaklaşa düzenlediği 7. Dersarası Yarışması’nda, İEÜ öğrencileri 20 üniversite ve 88 projenin arasından birinci oldu. Bu yıl ‘cinsel yolla buluşan hastalıklara karşı prezervatif kullanımının önemini kavratma’ başlığıyla bir sosyal sorumluluk projesi olarak planlanan yarışmanın sloganı ise “Koru(n) madan Olmaz” şeklindeydi. İEÜ İletişim Tasarımı Bölümü 3. Sınıf öğrencisi Elvin Evren, İEÜ Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü 3. Sınıf öğrencisi Cansu Altay ve yine aynı bölümden 4. Sınıf öğrencisi Serra Sezgin’den oluşan Güney Ajans, ‘Kızlar, kendilerini koruyan erkekleri sever’ başlıklı çalışmasıyla 87 projeyi geçerek birinciliği elde etti. Korunma ve korumanın sadece erkeğin görevi olmadığını ve her iki tarafın bilinçli olması gerektiğinin vurgulandığı çalışmalarının 88 proje arasından 7. Dersarası Yarışmasında birinci olan afiş çalışması birinci olmasına çok sevindiklerini belirten başarılı öğrenciler, ‘Daha öncede arkadaşlarımız sektörün önemli yarışmalarında derece yapmışlardı. Bu kez birinciliği getirdik. Bu ödül bize güven verdi. Tüm hocalarımıza teşekkür ediyoruz’ dedi. İEÜ Şapka takımı Şapka takımı İzmir Ekonomi Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü öğrencilerinin oluşturduğu 13 kişilik bir çalışma grubudur ve Hayatım ile+işim adında bir söyleşi dizisi hazırlamak üzere kurulmuştur. Şapka takımı Fabienne Filippucci, Emel Sarıbekteş, Didem Kartal, Selin Ekşioğlu, Murat Şahin, Deniz Bayuk Ceren Oskay, Arzu Koldanca, Canberk Ünsal, Sarphan Uzunoğlu, Serra Sezgin ve Hasan Çildağ isimli öğrencilerden oluşmaktadır. Takımın amacı, halkla ilişkiler ve reklamcılık sektörünün önde gelen kişileriyle öğrencileri kaynaştırmak, onlara sektördeki ustalarının bilinmeyen yönlerini ve mesleki bilgilerini aktarmaktır. http://univers.ieu.edu.tr Kampüs 05 Haziran2009 Yıl2 Sayı15 İletişim Fakültesiʼnin Fulda atağı İzmir Ekonomi Üniversitesi İletişim Fakültesi Erasmus Ders Verme Hareketliliği kapsamında Fulda Üniversitesi (Hochschule Fulda, University of Applied Sciences) Toplumsal ve Kültürel Çalışmalar Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Volker Hinnenkamp Kültürlerarası İletişim ve Avrupa Çalışmaları (ICEUS) programı hakkında bizi bilgilendirdi. Nükhet Erkmen: Bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz? Volker Hinnenkamp: Ben Fulda Uygulamalı Bilimler Üniversitesi’nde sosyal dil bilimciyim. 1999 yılından itibaren Fulda Uygulamalı Bilimler Üniversitesi’nde Kültürlerarası İletişim ve Avrupa Çalışmaları (ICEUS) programı çerçevesinde de dersler veriyorum. Bu programdan söz edebilir misiniz? Bu program dört dönemlik bir master programı. Söz konusu uluslararası master programı Avrupa’da bütünleşmesine ve uluslararasılaştırmaya ve küreselleşmeye bir bakış da sunuyor. Program üniversite mezunlarını uluslararası alanda özellikle Avrupa’da özel sektörde kariyer yapmaya da hazırlıyor ayrıca. ICEUS programı çalışma alanı olarak Kültürlerarası İletişim, Avrupa Çalışmaları ve Uluslararası Örgüt alanlarına odaklanan bir program. Programın seminerleri Almanca ve İngilizce olmak üzere çift dilde yapılıyor. Öğrencilerin bu programa katılımları nasıl? Oldukça iyi. Kültürlerarası iletişim ve Avrupa çalışmaları programına katılan öğrenciler de genellikle çok uluslu bir profil oluşturuyor. Zaten program da çift dilli olduğundan bu çok güzel ve farklı grupların bir araya gelmesini sağlıyor. Çok uluslu bir program diyebilirim. Programa başvuru için ne gibi belgeler isteniyor? Çok kişi başvuruyor içlerinden en iyi olan- Can Akbaş, Volker Hinnenkamp, Nükhet M. Erkmen ve Hakan Gözütok ları seçebilmek oldukça güç. Bu programa neden katılmak istedikleri ve bu alanda çalıştıkları takdirde ne yapmayı planladıkları ve geçmişteki çalışmaları da bizim için ay- rıca önemli. Bu program oldukça yoğun bir içeriğe sahip. Öğrenciler haftada yaklaşık 32 saat ders görüyorlar. Öğrenciler bazen seçmeli derslerden hangilerini alacaklarına Burası sizin yeriniz: EkoForum.Net İEÜ öğrencileri arasındaki yardımlaşmayı arttırmak, karşılıklı fikir alışverişine yön vermek ve bilgi akışını sağlamak gibi amaçlarla kurulan bu site; yapılan güncellemeler, geliştirilen yeni sistemler ile başlıklarla ve M. Kemal Atatürk’ün “Ekonomi her şeydir” anlayışıyla herkese hitap eden amaçları benimseyerek farklı bir yapıya dönüşmüştür. Sitenin ana içeriğini kültür-sanat, bilim, ekonomi ve güncel konular oluşturmaktadır. Bu içeriğe ek olarak; İzmir Ekonomi Üniversitesi kaynaklarından alınan güncel “Bizden Haberler”, “Ekonomi Hakkındaki Haberler” ile üniversitemiz öğretim üyelerinin bilimsel yazıları ve çeşitli kaynaklardan atıfta bulu- narak alınan “Makale ve Bilimsel Yazılar”, üniversitenin gelişimine katkıda bulunacak önemli “anketler”, güzel İzmirimizi tanıtıcı ve öğretici “Kent Haberleri”, sitede hoş vakit geçirme adına yapılmış “Galeri ve Oyun” başlıkları, bir de sanatseverleri ilgilendirecek güncel “Gösterimdeki Filmler” başlığı sitenin ana içeriğini desteklemektedir. Üniversite içi yardımlaşma ve iletişim adına üyelerimiz; açık ve göz önünde bulunan “Forumlarımızda”, yine üyelerimizin gönderdiği ders notları, dersler, stajlar ve iş hayatı hakkındaki görüşlerini, topluluk reklamlarıyla, çalışmalarını, ek olarak güncel olayların detaylarını rahatlıkla takip edebilirler. Forum- lardan faydalanmak için sadece siteye üye olunması yeterlidir. Yapılan bütün çalışmaların temel sebepleri; sıcak ve herkese hitap eden bir ortamda, yardımlaşmayı arttırmaya yönelik çalışmaktan başka bir şey değildir. Önemli olan, güzel üniversitemizin ismi altında, birbirimize daha yakın olmak ve üniversite hayatını dolu dolu geçirmektir. Destek verenlere başta Öğrenci Dekanlığı olmak üzere EkoForum ailesi olarak teşekkürü borç biliyoruz. Proje’nin Sahipleri: İzmir Ekonomi Üniversitesi Öğrencileri; Burak Demiral, Mert Turanoğlu ve Alper Karagül. İEÜ 2. Liselerarası Karikatür Yarışmasıʼnda ödül alan çalışmalar karar veremiyorlar çünkü her biri ilgilerini çekiyor ve böylece alabileceklerinin hepsini alıyorlar. Bu da oldukça yoğun kılıyor programı. Ünivers İEÜ İletişim Fakültesi Uygulama Gazetesi Sahibi Prof.Dr. Attila Sezgin Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Prof.Dr. Sevda Alankuş Yayın Kurulu Prof.Dr. Sevda Alankuş Yrd.Doç.Dr. Gökçen Karanfil Öğr.Gör. Burak Doğu Öğr.Gör. Selin Türkel Yazı İşleri Öğr.Gör. Burak Doğu Araş.Gör. Nükhet M. Erkmen Araş.Gör. Sumru Yıldırım Araş.Gör. Rana Kuddaş Haziran Sayısı Bölüm Editörleri Seray Özbiçer, Gizem Güngör, Sarphan Uzunoğlu, N. Toros Mutlu Görsel Yönetmen Öğr.Gör. Burak Doğu Tasarım Hakan Gözütok Yer İzmir Ekonomi Üniversitesi Balçova http://univers.ieu.edu.tr Yerel, aylık süreli yayındır. Haziran 2009 Basım Yeri: Yılmaz Matbaacılık ve Form 2826 Sokak No: 52 Kat: 3/301 I. Sanayi Sitesi İzmir (232) 459 97 18 pbx İkincilik ödülü (Ozan Kulaç) Üçüncülük ödülü (Ayşe Bulut) 06 English Haziran2009 Yıl2 Sayı15 IUE became the first in 7th course break competition... İ zmir University of Economics students had another important success. In 7th Course Break Competition organized collectively by Marketing Turkey and Advertisement Creators Association IUE students became the first out of 20 universities and 88 projects. “No Way without Protection” was the slogan of the competition, which was planned to be a social responsibility project with the title “to emphasize the importance of using condom against sexually transmitted diseases”. Güney (South) Agency made up IUE Department of Communication Design 3rd grade student Evrim Evren, IUE Department of Public Relations and Advertising 3rd grade student Cansu Altay and 4th grade student from the same department Serra Sezgin won the first place in 88 projects with their work entitled “The Girls love boys who protect them”. The successful students stated that they were very happy to become the first from 88 projects with their own projects, which emphasized that protection was not a one-sided duty of the men and both sides must be conscious, and they said, “Our friends had ranked in important competitions of the sector before. This time we had the first place. This award provided confidence for us. We thank to all of our lecturers.” Legendary presidents talked about Fair Play I n the scope of İzmir University of Economics 8th Spring Festival, the unforgettable presidents of the three major sports clubs Former Beşiktaş President Serdar Bilgili, Former Galatasaray President Özhan Canaydın and Former Fenerbahçe President Ali Şen met with students in the panel on “Fight Against Violence in Football in the Light of Fair Play”. The moderator of the panel was IUE Board of Trustees President Ekrem Demirtaş. The presidents stated that the violence on the football fields should be prevented and said, “It can be achieved if supporters, management and media act together.” Ali Şen stated that the violence on the football fields should be reacted normally, “The events experienced today should not be exaggerated. The masses that we call supporter are you, us. We have curse in our genes. You cannot prevent cursing in the tribune unless you prevent cursing on the street. The legislation changed a few days ago. There will not be police on the football fields anymore. It can be a revolution.” Özhan Canaydın stated that he did not agree with Ali Şen about admitting violence. “Ali Şen is right in his opinion, yes, we do not experience very big incidents today. But, every week there is an uccessful athletes of Izmir University Economics are honored once again in the night organized in İzmir Konağı. Board of Trustees President Ekrem Demirtaş, Rector Prof. Dr. Atilla Sezgin, sports managers of the newspapers and televisions, IUE Board of Trustees Members Ender Yorgancılar, Nemci Çalışkan, Akın Kazançoğlu, Erkan Güldoğan, Vedat Özyavuzgil, Turgut Yemişçi, Hüseyin Payzin, Sefa Selgeçen, Vice-Rectors Prof. Dr. Cemali Dinçer, and Prof. Dr. Tunçdan Baltacıoğlu, Secretary General Levent Gökçeer, Sports Coordinator Vehbi İşgören, trainers and athletes attended the night. Emre Aydın entertained IUE Famous singer Emre Aydın gave an unforgettable concert in the second night of İzmir University of Economics 8th Spring Festival. In the concert at Balçova Campus, nearly five thousand people sang the songs of Emre Aydın, which became hits together with him. The drum show in the concert that the students of all universities in İzmir attended was also spectacular. Emre Aydın stated that he was very happy to be in İzmir and get together with the students. Besides his own songs, he sang the songs of Cem Karaca, MFÖ and Aşık Veysel. Emre Aydın sang nearly 20 songs in the concert that lasted two hours and said, “I would like to meet here again next year.” The guest of “Izmir talks” was Fuat Keyman occasion. This is in fact the result of 1980 military coup. The youth of that day could only be discharged in tribunes, so violence became inevitable. But, as you see here, our friendship never ended.” Later, the presidents answered the questions of the students and Ali Şen said that it was normal for Aziz Yıldırım to be candidate for presidency again; however, if the supporters carried on disputing, he would be in trouble. Serdar Bilgili said that he would not be president again, but he would continue to stand by Beşiktaş . IUE Board of Trustees President Ekrem Demirtaş stated that being a sports club manager was a really serious job and they planned to offer Sports Management Undergraduate Program at İzmir University of Economics in order to raise professional managers. Successful athletes of IUE crowned their awards S http://univers.ieu.edu.tr Board of Trustees Members, Vice-Rectors and press representatives presented plaquets and medals to Şevket Taş who became the second in 2008-2009 academic year in Turkish Interuniversity Athletics Javelin Throw branch, Ladies Tennis Team who rose to Super League by becoming the champion in Interuniversity 1st League, Men’s Tennis Team that became the fifth in Turkish Interuniversity Super League, Men’s Basketball Team that rose to Turkish Interuniversity 1st League, Ladies Basketball Team that became the third in Interuniversity 1st League and Ladies Volleyball Team that rose to Interuniver- sity Super League. IUE Board of Trustees President Ekrem Demirtaş made a speech at the night and congratulated the athletes. Demirtaş stated that IUE gave importance to sports and social activities of the students as well as their education and said, “With your success, you give value for it and write the name of our university where it belongs. Vehbi Hoca wishes all the teams played in super league and even in professional league. In fact, we have the power to do that. However, our priority is education, yours too. Sports and social activities are of secondary importance.” In March, İzmir University of Economics Faculty of Communication and Communication Researches Association (İLAD) had organized Media-Politics-Political Power I Panel and hosted Hıfzı Topuz, Prof. Dr. Özden Çankaya, Prof. Dr. Aysel Aziz, Prof. Dr. Hülya Yengin, Haluk Şahin and Tuğrul Eryılmaz, and in April, İzmir Talks is organized and the first guest was Prof. Fuat Keyman. Prof. Dr. Keyman stated that with the globalization in the world, alongside with national state concept, globalizing cities came to the forefront and said, “There are some criteria for the development, globalization of a city. These are; technology, entrepreneurship and perception, inhabitability should be together. If the cultural ability, entertainment and the opportunity of different identities and groups to live together in a city, economical movements, entrepreneurship can unite and create a harmony, this means that this city is developing and globalizing.” http://univers.ieu.edu.tr İnceleme 07 Haziran2009 Yıl2 Sayı15 Kürşat Başar ile samimi bir sohbet Gazeteciliği, radyo ve televizyon programları, müzik çalışmaları, kısa bir aktörlük deneyimi ve elbette kitapları... Çok yönlü bir isim Kürşat Başar. Bu alanların her birinde başarılı bir şekilde yer alarak insanlarla her dönem iletişim kuran Kürşat Başar imza günü için İzmir’deydi. Biz de Başar ile romanları ve projeleri üzerine konuştuk. Eserlerinde kadınların dilinden iyi anladığı vurgulanan yazarın imza gününde de çoğunluğu kadınlar oluşturmaktaydı. gazetelerden, o döneme ait kitaplardan, filmlerden yola çıkarak genel hatlarıyla bir şey anlatabilirsiniz. Fakat o dönemi yaşayan Yirmili yaşlardaki bir kadının ruh halini anlatmak çok zor bir şey. O dönemde yaşayan bir kadının ruh halini, saçının biçimini, aksesuarlarını gündelik yaşantısına dair her şeyini bilmeniz gerekiyor. Bir kadını iyi bir biçimde anlatmaya gelince, bunu zaten en iyi bir erkek anlatabilir diye düşünüyorum. Ben 14-15 yaşından beri kendimi bildim bileli kadınlarla birlikteyim. Onlarla özel bir şeyler paylaşıyorum. Bu nedenle kadınları daha iyi anlamam ve anlatmam daha doğal diye düşünüyorum. Kürşat Başar, Nükhet M. Erkmen Nükhet Erkmen: Siz şimdiye kadar içinde yaşadığımız dönemde, ağırlıklı olarak kadınerkek ilişkilerini sorgulayan eserlerle karşımıza çıktınız. “Başucumda Müzik” kitabınız ise, alıştığımız ve bildiğimiz romanlarınızdan tarz ve üslup açısından farklı. Sizi daha önceki eserlerinizden farklı olarak bir dönem romanı yazmaya iten şey neydi? Kürşat Başar: Bu romanda hem bir değişiklik yapmak hem de neo-klasik bir şeyler yazmak istedim. Genellikle yazarlar aslında klasik eserlerle başlayıp daha sonra karmaşık tekniklere doğru yol alırlar. 1950-60 dönemini anlatmayı hep istiyordum zaten. Bu dönem çok farklı yönlerden ele alındı. Bu nedenle ben değişik bir şey ortaya koymak istedim ve bu kitapla diğer kitaplarım da tekrar gündeme geldi. Kitaplarınızın hepsinde sürükleyici dil dışında, kurgusal olarak da bir sinema filmi için çok zengin kaynaklar var. Herhangi birini beyaz perdeye taşımayı düşündünüz mü? Bu konuda bir sürü görüşmeler yapıldı. Bu görüşmeler özellikle “Sen Olsaydın Yapmazdın Biliyorum” ve “Başucumda Müzik” kitaplarım için yapıldı. Diğerleri için de teklifler geldi. Fakat benim kitaplarımın beyaz- perdeye aktarılmasının bir zorluğu var, bilinç akışı tekniğiyle yazılması ve iç anlatımlardan oluşması. Dolayısıyla bu metinleri görüntülere dökmek ve klasik bir teknikle çekmek sıkıcı olur diye düşünüyorum. Diğer kitaplardan farklı olarak “Başucumda Müzik” aslında adeta resim resim yazılmış bir eser. Onun senaryosunu yazdım, İngilizce’ye çevrildi, İngiliz yapımcılarla görüşüldü fakat benim istediğim şekilde çekilirse pahalıya mal olacağı için bu proje askıya alındı. Size en çok sorulan sorulardan biri de; roman örgüsü içinde yer verdiğiniz karakterler üzerinde, kadınların duygu ve düşüncelerini nasıl bu kadar iyi anladığınız ve anlattığınız sanırım. Fakat sadece kadın değil, bir kadın gözüyle erkek ve bir erkek bakışıyla kadını da başarıyla yansıtıyorsunuz. Bu başarınızı neye bağlıyorsunuz? Teşekkür ederim yorumunuz için. Ben yazarken bu kadın-erkek ayrımını düşünerek yazmıyorum aslında. Mesela “Başucumda Müzik’i” yazarken zor olan bir kadının ağzından yazmak değil de hiç yaşamadığım bir dönemi anlatmaktı. Çünkü o karakterin o dönemdeki gündelik ayrıntılarını anlatıyorsunuz kitapta. Siz bir roman yazarken “Kış İkindisinin Evinde” romanı ile başlayıp “Aşkı Bulmanın ve Korumanın Yolları” kitabınıza kadar uzanan ve bizi kendimizle yüzleştiren unutulmaz karakterlerinizden Selin, Nevit ve Cem’i en son kafaları karışık, üzgün ve yoruma açık bıraktığınızı söylersek; yine bu kahramanlar üzerine kurulu yeni bir romanla karşılaşacak mıyız? Selin, Nevit ve Cem kitaplarımda her ne kadar isimleri aynı olsa da aslında farklı karakterler. Aynı isimleri kullanmamın nedeni ise gerçek ile gerçek üstüyü birleştiren bir atmosfer yaratmak istemem. Bu isimleri aslında bir yabancılaşma efekti olarak kullanmak istedim. Bu kişiler gerçekten tanıdığımız kişiler mi gibi çağrışımları okur yapamasın diye kullandım. O kitapları o dönem yazmak istedim. Fakat şimdi yine o karakterler üzerine bir şey yazmak ister miyim bilmiyorum. Belki bir gün dönüp onların yarım kalan hikâyesini bitirebilirim. Kitaplarınızda genellikle kırık aşk hikâyelerini okuyoruz. Siz aşkı nasıl tanımlıyorsunuz? Aşkı tanımlayamıyorum. Aslında tanımlayamadığım için bunları yazıyorum. Bir sürü aşka dair tanımlar var kitaplarımın içinde karakterlerin dilinden yansıttığım, bunların bir kısmı elbette benim de düşüncelerim. Fakat aşkın net olarak tanımı verilebilecek bir şey olduğunu düşünmüyorum. Bugün yaşadığınız şeye göre başka bir tanım, başka biriyle yaşadığınız şeye göre başka bir tanım oluşturulabilir. Değişken bir şey bu… Trevanian - Şibumi G izem kelimesi insanı en başından alıp, sonuna doğru hızla sürükleyen bir kelime oluyor kitabın içinde. Takma adı Travenian olan yazarın Şibumi’si de tam anlamıyla böyle bir kitaptır okuyucusu için. Zeki, soğukkanlı, tam olarak hiçbir millete ve kültüre ait olmayan, olamayan, en sıra dışı roman kahramanı Nicolai Hel, kim olduğunu yalnız yayımcısının bildiği gizlerle dolu yazar Trevanian’nın kitabının kahramanıdır. Sıradanlığın altındaki olağanüstülüğü konu alan kitap, bilgiden çok bir anlayıştır. Bir Japon felsefesidir. İnanılmaz özelliklere sahip bir kahramanı ve soluksuz bırakacak hareketli anlatımları ile Şibumi, Trevanian’ın en başarılı kitabı olarak anılır. Romanda anlattığı müze soygunu ve bazı cinayet detayları hayata geçirilince Şibumi tekrar basılmış ve bazı bölümler kitaptan çıkarılmıştır. Kitap, yazarının yarattığı Nicolai Hel’in yaşam öyküsünü anlatıyor. Anlatmak ile kalmıyor aslında Trevanian, yaşatıyor okuyucusuna kitabının her sahnesini. Sıra dışı biri olan Nicolai karakteri Rus bir annenin ve Alman bir babanın kanını taşıyan Japon terbiyesine göre eğitim gören ve beşik dili olarak 4 dil bilen biridir romanda. 25 yaşına geldiğinde ise 7 dili ana dili gibi konuşabilen Nicolai, kendisini Go oyununun felsefesine göre kontrol eder. Yalnızca şanslı insanların yaşayabildiği, mistisizme doğuştan sahip bir çocuk olan karakter Nicolai, bunaldığında ya da biraz dinlenmeye ihtiyacı olduğunda mistik yolculuğa çıkar ve birkaç dakika içinde tamamen arınmış, dinlenmiş olarak kendine gelir. Hintli rahiplerin yıllarca eğitim görerek ulaştıkları Nirvana’ya varma huzuruna o doğuştan sahiptir. Kötü olaylar sonucunda bu özelliğini yitirecek olan Nicolai’in aslında hükümetler ve örgütler adına adam öldüren kiralık bir katil olduğu gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalırız Şibumi’de sayfaları çevirdikçe. Kitaptaki gizem sadece romanın içinde kalmamaktadır aslında. Gizem, yazarının hayat öyküsünü araştırmaya başla- dığımızda da bizi bırakmaz. Yaşadığı yerin sadece yayımcısı tarafından bilinen Trevanian’ın gizemi kendisi öldükten sonrada devam etmektedir. Mezarının yerinin bilinmemesini vasiyet eden yazar, Şibumi’de çeşitli ırklara yapılan zekice göndermeler, Japon kültürü, ikinci dünya savaşı, devletler arasındaki çıkar hesapları hakkında verdiği fikirler ile de kitabı daha da okunabilir kılar. Kurgu cambazı bir yazarın usta kaleminden bir kitap okumak isteyen herkes Şibumi’yi okuyabilir. Nicolai Hel ile birlikte bir yolculuğa çıkmaya hazırsanız aklınızın kemerlerini şimdiden bağlamaya başlayın. Seray Özbiçer Selin Bayraktar Medya ve İletişim Bölümü BİLGELER KÖYÜ N e yazık ki “Benim fikrim tek doğrudur” devrinde yaşıyoruz. Özellikle Türkiye gibi her şeyi çok iyi bildiğini sanan bilgelerle dolu bir ülkede, insanlar birbirini anlamadan ve dinlemeden sorunlar için ortak bir nokta bulamıyorlar. Diğer bir yandan da kimi farklı -ve zararlı- fikirlerin yanlışlığını gördükçe gerçekten bunlara değer verilmeli mi diye soruyoruz kendimize. Bu söylemlerden ilki Mardin katliamı sonrasında meydana geldi. Bu felaket Türkiye’nin merkezden uzak kenarlarına sıkışmış gerçeklerini su yüzüne çıkararak hepimizde şok etkisi yarattı. Doğu’da kan davası, namus meselesi, ırksal ayrımcılık gibi olaylardan kaynaklanan şiddeti kaderimizmiş gibi benimsemiştik çoktan beri, ama 4 Mayıs günü, Türkiye’de şiddetin tarihine yeni bir karanlık iz bıraktı. İşte bu utanç olayının uzun bir süre kapanmayacak yaraları hali hazırda sürerken, Tayyip Bey’in tartışmalı yeni kabinesinin Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Kavaf, katliamın yaşandığı Bilge Köyü’ne yaptığı inceleme sırasında şunları söyledi: “Dünyanın her yerinde cinnet geçiren insanlar olabiliyor. ABD, Kanada ve çeşitli yerlerde 20- 30 kişiyi öldürülebiliyorlar. Ama bu oradaki sistemi sorgulamayı beraberinde getirmiyor.” Fuat Keyman bir yazısında ise şu soruyu soruyor: “Mardin felaketi AKP’ye ve hepimize şu soruyu soruyor: “Seçim kazanmak mı, Türkiye’yi yönetmek mi? Siyasi, ekonomik ve kültürel nema/ çıkar mı, insani kalkınma/ güvenlik/ birlikte yaşamak mı?” Sayın bakanımız bu sözleriyle sorunu çözmek ve eleştirileri değerlendirmek yerine Keyman’ın sorusunun cevabını aslında açıkça veriyor ve sistemi ne olursa olsun eleştirmeyin önermesini bir kez daha meşrulaştırıyor. İkincisi ise sosyolog Ali Bulaç’ın CNN Türk’te katıldığı “Reha Muhtarla Çok Farklı” programında sarf ettiği gerçekten “çok farklı” sözler... Kısacası eşcinsel insanlarla bir arada bulunmaya bile tahammülü olmayan Ali Bey “Eşcinsellik geliştikçe insanların kitlesel olarak öldürülmeleri hızlanıyor. Meşru yollardan savaşı göze alamadığın zaman kitlesel olarak öldürüyorlar. Şu anda Irak ve Afganistan’da kitleler halinde sivil halkı öldürenlerin çok önemli bir kısmının eşcinsel olduğunu söylüyorlar... Bu derin ruhsal travmalarla da ilgili bir konudur” sözleriyle nasıl bir kafanın okumuş ama aydınlanamamış olabileceğini bizlere gösterdi. Bu iddiaların birer hurafe olduğunu bilerek ve gerçek olmasını içten içe isteyerek, toplumda zaten dışlanan eşcinselleri bir kez daha hedef tahtası olarak göstermeyi başardı. Bunların dışında asıl önemlisi, cinsel bir tercihin şiddeti de beraberinde getirdiği iddiasıdır; yani tüm heteroseksüeller masum da homoseksüellerin alayı katil mi? İşte Sayın Bulaç’ın bu sözlerinde homofobik bir insanın doğasına özgü mantıksızlık ve iftira mekanizmasının nasıl işlediğini görüyoruz. Oysa, Freud’dan bihaber bilge Bulaç’ın eşcinselliğin insanın biliçaltında her zaman var olduğunu öğrenmesi ve bazen kendi bilinçaltına inip bazı şeyleri gün ışığına çıkarması gerekiyor. İşte medyadan sürekli takip ettiğimiz ve sözleri toplum için önemli olan iki bilgenin karanlık kafaları. Biri bir katliamın küllerini saman alevindenmişçesine savurmaya çalışıp eleştirisiz düzeni sağlarken, diğeri şuursuz söylemleriyle toplumun bir kesimini haksız yere ateşe atıyor. Ben bu insanları anlamadan dinlemeden cahilce yargılamak ve eleştirmek isterdim ama yapamıyorum. Tek yapabileceğim, Türkiye’deki sistemi sınırsızca eleştirmek ve onun ürettiği bu karanlık kafaların daha fazla sorun yaratmaktansa bilgilerini iyi kullanıp hazırda fazlasıyla var olan problemler için bir şeyler yapabileceklerini ummak oluyor. 08 Medya Halil Türkden Medya ve İletişim Bölümü YİNE Mİ “ÇİN” ? http://univers.ieu.edu.tr Haziran2009 Yıl2 Sayı15 Meraklı Ayhan Sicimoğlu! 15 Mayıs Cuma günü İzmir’e oldukça renkli, çokça da yaşam arsızı bir müzisyen geldi: Ayhan Sicimoğlu. Kendisiyle konserden önce, kaldığı otelin bahçesinde söyleşi yapma şansımız oldu. Birçok kişi onu, televizyonda yaptığı programlardan tanıyor; halbuki o, yılların müzisyeni, “Sen neymişsin be abi!” nin “Abi”si ve kulakları küpeli olan delinin ta kendisi aslında! Ama o kendisini “sadece meraklı” biri olarak görüyor. E ski çağlarda Türkler’in başına birçok iş açan ve sürekli bir mücadele halinde olduğu Çin tehdidi şimdilerde sadece Türkler’in değil, tüm dünyanın teşhisi ve tedavisi konulamayan sorunu haline geldi. Çin ekonomisi her geçen gün büyüyor. Buna bağlı olarak halkın refahı da sürekli bir artış içerisinde. Bugünlerde her köşe başında karşımıza çıkan “ne alırsan bir lira” “ne alırsan şu kadar lira” dümeniyle gemiyi götüren Çin, kağıt, pusula, barut ve matbaa ile nasıl günümüz medeniyetinin temelini attıysa aynı şekilde günümüz dünyasının ekonomisini temelinden sarsmaya başladı. Çin bizlere bu tehdidi hissettirirken diğer yandan dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisi konumunda. Ayrıca Çin, parasını baskı altında tutarak döviz rezervini de bir trilyon dolar sınırına dayadı. Son olarak Dünya Bankası’nın 2007 rakamlarını açıklamasıyla 3.218 trilyon dolarla Almanya’yı da geçerek dünyanın üçüncü büyük ekonomisi olmayı başardılar. Ekonomideki bu devasa yükseliş halkın da refah ve rahatını arttırmakta. Çin’de bir hanedeki yıllık gelir miktarı en az sekiz, en fazla 40 bin dolar arasında. Bu bilgilerden de anlaşılacağı gibi Çin’de fakir ve zengin kişiler arasındaki dengenin korunduğu ortada. Bu demek oluyor ki, en kötü durumda olan bir Çin ailesi bile yılda 11-12 bin Türk Lirası kazanıyor. “Ne alırsan” sloganıyla gelişmekte olan ülkeleri içten zayıflatmaya başlayan Çin, eğer şu anda gümrükler kapatılıp sıfırlansa, bütün Avrupa ülkelerini istila edebilecek ekonomik güce sahip. Çin; elektronik ürünler, zücaciye, hediyelik eşya, temizlik ürünleri, kozmetik ürünler, kırtasiye, oyuncak, inşaat malzemeleri gibi birçok sektörde tehdit oluşturmaya devam ediyor. Örneğin; 2002’de Türkiye dünya havlu üretiminde %45 ile birinci iken, 2005 başında bu oranın %15’e gerilediği ve Çin’in açık ara farkla lider olduğu görülüyor. Peki üç yılda gerçekleşen nasıl bir başarıdır bu? Çinli girişimciler alanında dünya markası olan Türk havlularının taklidini piyasaya sürerek, ucuz iş gücünün de katkılarıyla sadece Türk ekonomisine değil birçok dünyaca ünlü firmaya da darbe vurmaya devam ediyor. Çin gelişen ekonomisiyle beraber askeri alanda 140 milyar dolar harcayarak orduyu düzenleyip savaş sanayisi oluşturarak kendi ordu araç-gereçlerini karşılayacak kapasiteye ulaşmıştır. Dünyanın en büyük ordusuna sahip olan Çin, asker sayısı bakımından 21.yüzyılın en büyük tehdidi olarak görülmektedir. Son zamanlarda “süper güç” diye önümüze konulan ABD’de işler o kadar da iyi gitmiyor açıkçası. Japonya ve Rusya gibi teknolojik silahları ve bilimi elde tutan, tecrübeli otoriter liderler tarafından yönetilip desteklenmesine karşın Çin’in yapacağı küçük bir hamlenin bu devi de çökertebileceğini iki ülkeden başka bilen yok. Amerika Birleşik Devletleri’nin Çin ile yaptığı ticarette 2000 yılından 2005 Ağustos’una kadar 300 milyar dolar açık verdiği belirtiliyor. Bu da demek oluyor ki; Çin ile ticarette bulunan devletler ya bu “Çin İşkencesi”ne dur demek için ekonomilerinde bazı güncellemeler ve denge çalışmaları yürütecekler ya da her devlet birer tane “çakma Çin Seddi” inşa etmek zorunda kalacaklar. Sanırım bu farkı birçok insanda yarattım, çünkü bunu söyleyen ilk kişi sen değilsin. Geçen bir kız şöyle yazmış: 7 aylık kızım siz televizyona çıkınca alkış tutmaya başlıyor, aynı şekilde anneannemin annesi de sizi aynı sevinçle izliyor. Bunu başarmak hem kolay, hem de çok zor aslında. İnsanın kendisini karşısındakinin yerine koyması gerekiyor. O insanı nasıl rahatlatırım, ona ne anlatabilirim ki samimiyetle, o insan bir şey öğrenir ve bundan zevk alır; bunu sağlamaya çalışıyorum. Dikkat ederseniz benim programlarımda hep bir şey öğrenirsiniz, ama didaktik bir öğrenme değildir bu. Programın sonunda bir damak tadı, bir posa, bir telve kalır. Sormazsam olmaz: Bilmeyenler için İpucu Beşlisi’nin hikâyesini anlatabilir misiniz? Ha, tabii! Çok hoş bir hikayedir. Ben İngiltere’de fotoğraf/film okudum. Londra’da o zamanlar Como diye bir “white funk” grubu vardı. Kahve, ama sulandırılmış kahve yani. Çok da hoş perküsyoncu bir kız vardı grupta...(Göz kırpıyor.) Ben de davulcuydum o zamanlar, bir şekilde bu gruba dahil oldum. Bir süre beraber çaldık. Sonra Türkiye’ye dönünce, zaten arkadaşlarım olan Mazhar, Fuat ve Özkan’la bir şeyler yapalım dedik. Mazhar’ın bir bestesi vardı, adı Heyecanlı. (Şarkının nakaratını söylüyor.) Klibi çeken de benim. Prodüktörü İzzet (Öz) , yönetmeni de ben. Türkiye’nin ilk müzik klibidir. Ayhan Sicimoğlu Toros Mutlu: Ayhan Bey nedir bu enerji ve mutluluğun formülü? Ayhan Sicimoğlu: Merak. Tek kelimeyle “merak” diyorsunuz yani? Tek kelimeyle merak diyelim. Peki ya böylesine çok yönlü olabilmek? Gene, aynen merak! Merak çok önemli bir şey. Einstein’ın şöyle bir lafı var: “I am not genius, I am only curious.” Yani, ben dahi değilim, sadece meraklıyım. Demem o ki, ben enerjik de değilim, çok yönlü de değilim; sadece meraklıyım. Bizim milletin de eksik tarafı işte, bu merak. Aslında merakları var, ama “başka” yerlerde. Futbolcunun manken sevgilisi... Bu kötü bir merak işte. İnsanların tek merakı bu olmuş durumda. Adınızın önündeki tüm sıfatlarınız silinecek; biri dışında! Bunun hangisi olmasını isterdiniz? Meraklı! (Kahkahalarla gülüyor.) Meraklı Ayhan Sicimoğlu! Bunu cevap olarak kabul edebilirim isterseniz! Espri olarak söyledim aslında, ama neden olmasın ki gerçekten? İçinizde kalan veya bir türlü kendinize sıfat olarak ekleyemediğiniz bir iş oldu mu peki? Güzel bir soru sordun. Birkaç tane var. Tuhaf şeylere meraklıyım. Mesela tır şoförü! Şöyle tırlara bakıyorum da, adam Diyarbakır’dan tonlarca yükü alıyor, ta Hollanda’ya götürüyor. Hayata bak! Diyarbakır’daki şoförlüğü farklı, Hollanda’daki şoförlüğü farklı. Sonra Londra’da metro operatörü olmak isterdim. Yer altında oradan oraya. Çok iyi ata binmek isterdim. Ata hükmedip, dağ taş demeden, kovboy hayatına benzer bir hayat yaşamak isterdim. Keşke dayım olsa, kayın pederim olsa; dünyayı gezsek beraber diyen insanlar var Ekşi Sözlük’te sizin için. İnsanların kendilerini, size bu kadar yakın hissetmelerinin nedeni çok açık ve bence oldukça da haklılar. Sorum ise şu; siz kime, ah şu benim dayım olsa, beraber bahçelerden erik çalsak, güneşin batışında Ortaköy’de rakı içsek diyorsunuz? Gene güzel bir soru oldu bu. Eskiden olsa Marco Polo olurdu. Evliya Çelebi... Olmayabilirdi. Hayatı zor geçmiş biraz. Marco Polo diyeceğim sanırım. Herodot da olabilir aslında. Palavracı gerçekte hepsi biraz, ama palavra bu işin rengi. Evliya Çelebi anılarında anlatır: Erzurum’da o kadar soğuk geçermiş ki kışlar, kediler damdan dama atlarken havada donup, yere düşerlermiş! (Gülüyor.) Babam, televizyondaki tüm gezginleri, gurmeleri ve “hayatı yaşayanları” büyük bir nefretle izlerken, sizi büyük bir sevgi ve hayranlıkla izliyor. Sizce, siz bu farkı nasıl yarattınız? MFÖ, MAFÖ olabilir miydi? Olabilirdi tabii. Ama benim burada duracak pek halim yoktu. Döndüğümde çoktan ünlü olmuşlardı bile zaten. Bir gün New York’tayken telefon geldi Mazhar’dan, Eurovision seçmelerinde birinci olduk, İrlanda’ya gideceğiz (1988 yılı yarışması), davulu da sen çalacaksın diyor. Onlar Türkiye’den, ben New York’tan uçtuk, Londra’da buluştuk. Oradan da İrlanda’ya gittik beraber. Canlı performansta da beraber çaldık. Sanırım yedinci olmuştuk. (Şarkı 15. olmuştur) Hala da bazı performanslarda beraber sahne alırız. MFÖ ile ilişkinizden son bir soru daha: “Peki Peki Anladık” ve “Deli Deli” şarkıları size ithafen mi yazıldı? Evet, öyledir. Ben Londra’dan döndüğümde küpelerim vardı. Sene 1976! Beni görünce milletin halini görmeliydiniz. (Taklitlerini yapıyor) Şarkının sözlerinde de az önce size de anlattığım ve programlarda gördüğünüz bazı yönlerim anlatılıyor zaten: En uzağa sen gittin, en iyi ritmi sen buldun, en güzel filmi sen çektin, en güzel yemeği sen yaptın... Şarkının aranjesi de bana aittir. Miles Davis şöyle demiş: “Bana göre, müzik ve hayat tamamıyle tarzla ilgilidir.” Sanırım bu cümle hakkında yorum yapması istenecek yegane kişi sizsiniz. Ne diyorsunuz? Çok doğru. Ama sanat zaten bütünüyle tarzla ilgilidir. Sadece müzik demeyelim yani. Kim olursanız ve ne yaparsanız yapın, bu böyledir. Son soruyu da siz, bize sormak ister misiniz? Hani kafalarda soru işaretleri bıraktıracak cinsten bir soru… Soru değil de, şöyle bir ricam olsun gençliğe: Lütfen artık şu müzik olmayan ve çok da dinlediğiniz elektronik müzikten sıkılın. Fast-food yemeyin, sigara içmeyin ve de şu müziği dinlemeyin. http://univers.ieu.edu.tr Kültür-Sanat 09 Haziran2009 Yıl2 Sayı15 Elif Şafak ile edebiyat üzerine “Önce yüzlerini unuturuz sevdiklerimizin. En çok yüzümüzün unutulmasından endişe ettiğimiz halde…” T ürk edebiyatında hep çok tartışılan, eleştirilen ve okunan isimlerden biri oldu Elif Şafak. Çok karakterli romanları, çok yönlü bakış açıları ve farklı temaları ile Türk edebiyatında silinmez bir iz bırakan Elif Şafak’ın işte içtenlikle cevapladığı sorular. ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunusunuz. Yüksek lisansınızı aynı üniversitede Kadın Çalışmaları Bölümü’nde yaptınız ve ODTÜ Siyaset Bilimi bölümünde “Türk Modernleşmesinin Kadın Prototipleri ve Marjinaliteye Tahammül Sınırları” üzerine doktoranızı tamamladınız. İslamiyet, kadın ve mistisizm hakkındaki “Bektaşi ve Mevlevi düşüncesinde kadınsılık-döngüsellik” adlı yüksek lisans teziniz, ilk öykü kitabınız “Kem Gözlere Anadolu” ve ilk romanınız “Pinhan”ı ve saymakla bitmeyen diğer başarılarınız...Tüm bunlar okuyucularınıza yansıyanlar aslında. Siz kendi içinizdeki Elif Şafak’tan biraz bahsedebilir misiniz? Elif Şafak: Kendi içimdeki Elif değil de Elifler demeyi tercih ederim galiba. Bence insan zaten çok başlı, çok sesli bir varlık. Hepimizin içinde çelişkili sesler var. Ben kendi içimdeki seslerden en çok Siyah Süt’te bahsettim aslında. Orada içimdeki altı ayrı kadını, yarı mizah yarı ironi yüklü bir dille ifşa ettim. Benim için özel bir kitaptır Siyah Süt. Tek otobiyografik eserim. Onun dışında yazdığım her kitap hep hayal ürünüdür. Ama Siyah Süt’te kendimden yola çıkarak yazdım. “Önce yüzlerini unuturuz sevdiklerimizin. En çok yüzümüzün unutulmasından endişe ettiğimiz halde” (Med-Cezir, s.163) diyorsunuz bir kitabınızda. Unutulmak sizce romanlarınızdaki kahramanların biraz gerisinde kalmak mıdır sizin için, yoksa kahramanlarınızı kendi analitiğinize oturtup içinde saklanacağınız ama sizden de parçalar taşıyan kendi kahramanlarımızı yaratmakta mıdır? Unutmak, hafızanın bahar temizliğidir. Nasıl ki her bahar bir büyük temizlik yapıyorsak evlerimizde, hayatımızda da öyle dönüm noktaları oluyor ki hafızada temizlik yapıp, unutuyoruz. Bunun belli bir dengesi var. O dengeyi bozmamak kaydıyla gerekli, anlaşılır bir şey. 1971 yılında Strazburg’da doğmuş biri olarak Türkçe’nin iyi kullanılanılabilineceğini, akıcı bir dil ile anlatılmak isteneni kelime oyunları içinde okuyucuya yaşatıyorsunuz adeta. Bir Türk yazar olarak siz Türkiye’de edebiyatı nerede görüyorsunuz? Bizde romancılıkta dil şiire kıyasla ihmal edilmiştir. Romanda hep ne anlattığınız önemsenir. Nasıl anlattığınız değil. Ben ise ne anlattığım kadar nasıl anlattığımı da önemsiyorum. Türkiye’de son derece zengin bir edebi birikim olduğunu ve gayet samimi ve güzel bir edebiyat okuru olduğunu düşünüyorum. Okura derin inancım var. Cinsel kimliklerimiz bizi kadın ve erkek yapan birer kod gibi. Bir romancı olarak Türkiye’nin SADECE “AŞK” E Elif Şafak yarası haline gelen kadın sorunsalını siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce iyi bir edebiyatçı olmak kadın ve erkek kimliklerin ötesine geçip, ipi doğru yerinden düğümlemek gibi edebiyatı da bu sorunsala bağlamayı mı gerektirir? Kadın meselesi benim çok önem verdiğim bir konu. Ben de tek başına dul bir anne tarafından büyütüldüm. Bu konuya duyarlılıklarım erken gelişti. Ataerkil tek seferde analiz edilebilecek bir sistem değil, daha karmaşık. Ataerkil bir toplumda, bedeniyle değil de beyniyle var olmaya çalışan bir kadın kendini hep “ciddi” görünmek mecburiyetinde hissediyor. Kadın yazarların benzer çelişkilerle ömürlerinin bir döneminde yüzleştiğini düşünüyorum. Bunlar, yazıya dökülmesi çok kolay şeyler değil. Bir de tabii yazı dünyası, çok erkeksi bir dünya. Onun içinde olan kadınlar bir takım stratejiler geliştiriyorlar… “Kadınca meseleler” sanki o entelektüel dünyaya çok da yakışır konular değilmiş gibi. Böyle bir ön yargı olduğunu düşünüyorum. Son romanınız “Aşk” hem aşkın taşkınlığını hem de ruhun dinginliğini yansıtan bir roman. Aşk’ ı yazma sürecinizden bahsedebilir misiniz? Benim tasavvufuma ilgim bundan on beş sene evvel başladı. O günden bu güne, kendimce adım adım mevsimlerden geçtim. Hem Hazreti Mevlana’ya hem Tebriz’in Güneşi Şems’e derin hürmetim var. Mevlana görece daha iyi biliniyor ama Şems pek bilinmiyor. Halbuki o muazzam bir cevher. Onu anlamadan Mevlana’yı anlamak mümkün mü? Et ile tırnak gibiler. Ama bir o kadar da farklılar aslında. Ben o ilahi bağı anlatmak istedim. Kitapevi sahiplerinden işitiyorum. Aşk’ı okuduktan sonra Mesneviyi okumak isteyenler artmış. Bir de “Şems hakkında başka kitap var mı?” diye soranlar çok oluyormuş. Bunlar beni mutlu ediyor. Mevlana ve Tebrizli Şems’in hikâyesi birçok kez farklı biçimlerde yorumlandı. Siz ortaya koyduğunuz kendi yorumunuzu diğerleriyle karşılaştıracak olursanız sizin yorumunuz bu hikâyenin hangi noktalarına odaklanmıştır? Benim yorumum “aşk”a odaklandı. Çıkış noktam da aşk idi, varış noktam da. Ve bence aslında hepimiz aşka özlem duyuyoruz. Yüreğimizin derininde bir yerde hepimiz aslında bir eksiklik duygusuyla yaşıyoruz. Romanda Şems diyor ki: Her birimiz tamamlanmamış bir sanat eseriyiz. Ömrü hayatımız tamamlanmaya çalışmakla geçiyor. Bizi tamamlayacak, bütünleyecek tek bir şey var. O da aşk! Birden fazla dil ve birden fazla kültür size yakışan bir zincir gibi adeta. Sufizm felsefesi sizi ve yaşamınızı nasıl yönlendirdi? Sufizm benim için entelektüel bir ilgi değil. Belki seneler evvel öyleydi. Ama zamanla akıldan kalbe indi. Bu konuda konuşmakta zorlanıyorum. Ama yazarken kalemime şekil veriyor, onu biliyorum. Tarihin belleğini; maziye gömülen sırları sakladığınız bir yer gibi İstanbul. İstanbul’ a romanlarınızın başkahramanlarını kıskandıracak derecede bağlı olan tutkunuz nereden geliyor? Elbette tasavvuf kadar, onca göçebeliğin bende ve hayatımda izi büyük. İstanbul’a çok aşığım. Ama aynı zamanda başka şehirlerden beslendim. Bilhassa yolculuklardan beslendim. Sırf yollarda olma hali bile bana çok şey kattı. Aslında çoğu romanıma bir şehirde başlayıp başka şehirde tamamlamışımdır. Uçurtmalar” adlı şiirinizin Teoman’ın çıkan “İnsanlık Halleri” adlı son albümünde yer alması sizin müzik alanında da şarkı sözü yazarı olarak bir yola baş koyduğunuzu gösterir diyebilir miyiz? Şarkı sözü yazarlığı bana anneliğin getirdiği bir armağan oldu. Çocuklar uyurken, oynarken kısıtlı zamanlarda roman yazamazsınız. Ben de elimde kalem kağıt dolaşırken karalıyorum, tasarlıyorum şarkı sözlerini. Edebiyat ile başka sanat dallarının kesişim noktalarını önemsiyorum. Güzel şeyler üretebildiğim müddetçe şarkı sözü yazmak isterim elbette. Usta - Bahadır Karataş Tür: Dram Yönetmen: Bahadır Karataş Yapımcı: Mete Özok Yapım: 2008, Türkiye, 120 dakika Oyuncular: Yetkin Dikinciler, Fadik Sevin Atasoy, Şevket Çoruh, Hasibe Eren Sivil havacılık açısından bakıldığında planörlük eğitimi burada verildiğinden Eskişehir önemli bir şehir. “Usta” filmi, son zamanlarda yıldızı parlayan Eskişehir’i mesken ediniyor. Doğan, havacılık tutkusuyla yanıp tutuşan bir araba tamircisi- Nükhet M. Erkmen Medya ve İletişim Bölümü Araştırma Görevlisi dir. Hayali, uçan bir uçak yapmaktır. Bu tutkusu hayatının bütünü kaplamıştır. Bu yüzden evi ihmal etmektedir, ailesiyle, en yakın dostuyla ve çevresiyle sorunlar yaşamaktadır. Biz de Doğan’ın tutkusunun peşinden gitmesine ve tutkusuyla eşi arasında denge kurmaya çalışmasına tanıklık ediyoruz. Bahadır Karataş’ın Usta ilk uzun metrajlı filmi. Özellikle filmin sahneleri, oyunculukları ve diyalogları son derece başarılı. Güzel mesajlar veriyor ve kendini izlettiriyor. Fakat ilk bölümde yer alan bazı uzun planlar seyirciyi ister istemez biraz yorabiliyor. Ayrıca öyküde bütünlüğü bozmayacak şekilde uçmanın güzelliği, onun verdiği haz ve özgürlük duygusu görsel anlatımla daha fazla verilebilseymiş, daha etkili olurmuş diye düşünüyorum. “Usta”nın bir takım eksiklerine rağmen bir ilk film olarak başarılı olduğunu düşünüyor ve izlemenizi tavsiye ediyorum. Uğur Çalışkan lif Şafak’ın dokuzuncu romanı Aşk, son günlerde oldukça okunan ve tartışılan bir roman olarak, geçtiğimiz Mart ayında kitapçılarda yerini aldı. Elif Şafak, bütün tamlamalardan ve sıfatlardan bağımsız olarak sadece “Aşk” ismini verdiği son romanında, aşkı hem bu dünyaya ait hem de bu dünyayı aşan bir duygu olarak; okurlarına iç içe geçmiş karakterleriyle ve olay örgüsüyle sunmuş. Aşkın insanın kendini aşmaya, benliğini bu aşk potasında eritmeye yönelten bir gücü olduğunu savunan yazar, aynı zamanda aşkın özünde yatan dönüşümü de sürükleyici bir biçimde ifade etmiş. Roman içinde roman olarak yazılmış eserin özünü, yine eserin içinde verilen “Aşk Şeriatı” isimli roman oluşturuyor belki de. Aşk Şeriatı’nın yazarı olarak karşımıza çıkan Sufi karakter Aziz Z. Zahara 2007 yılında yazdığı Tebrizli Şems ve Mevlana’nın hikâyesini konu alan romanını bir yayınevine yollar ve hayatı Ella adındaki bir editörün yardımcısının yardımcısı ile kesişir. Ella Rubinstein, 40 yaşında Boston’da yaşayan üç çocuk annesi bir ev kadınıdır. Yeni çalışmaya başladığı yayınevinde Ella, Aziz Z. Zahara’nın kitabını değerlendirmek üzere okurken bir yandan Zahara’nın yazdıklarından, öte yandan yazarın kendisinden de etkilenmeye başlar. Aziz’in e-posta adresine ulaşan Ella, O’na e-postalar gönderirken kendi yaşamını, evliliğini, aşkın ne olduğunu da sorgulamaya yönelir. Okur bir yandan günümüzde Boston’da yaşayan Ella’nın hayatına ortak olurken, diğer yandan Zahara’nın romanıyla Mevlana’nın Şems ile tanıştıktan sonraki değişimine de tanık olur. Şafak’ın diğer romanlarından da alışık olduğumuz çok karakterli roman örgüsü bu romanında da kendini göstermiş. Mevlana ile tanışan Tebrizli Şems’in hikâyesini yazar; Mevlana’nın aile bireylerinin, o dönemde yaşayan bir fahişenin, meyhanedeki bir ayyaşın, dilencinin, cüzamlı ya da mutaassıp bir insanın dilinden anlatmış. Bütün bu birbirinden farklı karakterlerin birbirlerine dair önyargılarını birinci tekil şahıs üzerinde ortaya koyan Şafak, kendi deyimiyle “çok odalı, çok kapılı saraylar gibi” geçişken bir romanla okurun karşına çıkmış. Birbirinden farklı hayatları kesiştirmede usta olan Elif Şafak, yine romanında aşkın insanı kendinden geçirten dinamizmini, yaşamsal bağlarını kopartacak denli yoğunluğunu karakterlerine yansıtmış. Aşk romanında bu çok odalı sarayın bir odasında okur kimi zaman New Yorklu mutsuz, yavaş yavaş yaşlandığını ve yorulduğunu hisseden aşkı kaybetmiş Ella ile karşılaşırken diğer bir odada Amsterdam’da yaşayan modern bir Sufi ile tanışmaktadır. “İnsanın kendisini ancak bir başkasının aynasında tam olarak görebileceğini” belirten Elif Şafak’ın Aşk romanında karşımıza çıkan birbirinden farklı karakterlerin buluşma noktası ise “aşk” temasıdır. Bu aşk ister dünyevi, ister dünya ötesi bir aşk olsun aklın kimyası ile aşkın kimyasının birbirinden farklı olduğu üzerinde duran eser, aşkın benliğin dışına çıkan bir doğası olduğunu, insanı kimi zaman harap eden bu aşkın neden olduğu yaraların içinde bile gizli bir hazinenin yattığını vurgulamış. Şafak son romanı Aşk’ta, Türk Edebiyatının başka romanlarında da konu edilen Mevlana ve Tebrizli Şems’in hikâyesini uzun yıllar üzerinde çalıştığı tasavvuf birikimleriyle birleştirerek kendi bakışından okura sunmuş ve geçmiş ile günümüz arasında aşka dair bir köprü oluşturmuş. 10 Dosya Haziran2009 Yıl2 Sayı15 http://univers.ieu.edu.tr LÖSEV: “Biz bir aileyiz” Lösemi, damarlarımızda dolaşan kanın yapım yeri olan kemik iliğinin, normal olmayan hücrelere istila edilerek kan yapımının duraksaması olarak tanımlanıyor günümüzde. Peki bir çocuk yaşıtları gibi sağlıklı, neşe içinde koşup oynarken aniden durgunlaşıp, soluk benizli olursa ve gittiği hastanelerde “Lösemili çocuk” teşhisi konursa... Maddi zorlukların peşinden gelen psikolojik çöküntüler ve dünyaları lösemiyle bir başlarına yıkılan anne babalar... 1988 yılında lösemili çocukların tedavi gördükleri bir devlet hastanesinde televizyon alarak onların yaşamlarına renk katmak için yola çıkan LÖSEV, tüm maddi güçlüklere karşı savaşarak binlerce lösemili çocuğun hayat ışığı olup, onlara ücretsiz tedavi, eğitim, sosyal ve psikolojik hizmetler vermektedir. Seray Özbiçer ve Gökçe Çiçek Yenilmez Seray Özbiçer: 1998 yılında faaliyete geçmiş olan ilk Lösemili Çocuklar Vakfı’nın (LÖSEV) İzmir şubesinin açılış öyküsü nedir? Gökçe Çiçek Yenilmez: 1988 yılında Lösemili Çocuklar Vakfı’nın (LÖSEV) başkanı Pediatri ve dermatoloji doktoru Üstün Özerk tarafından Ankara’da bir SSK hastanesinde, kendisi lösemili çocukların kaldığı bölümde çalışırken lösemili çocuklardan biri hastanede çok uzun süre kaldıkları için ve tedavinin kür kür uygulanmasından dolayı odasına televizyon istemesi üzerine başlayan bir yolculuk LÖSEV’in öyküsü. Bu istek hastane yönetimine iletiliyor fakat hastane yönetimi ödeneklerinin yeterli olmadığını ve televizyon alımın imkansız olduğunu söyleyince iki lösemili çocuk babası beş kişi bir araya gelerek lösemili çocuğun odasına televizyon almak için aralarında para topluyorlar. Düşünün ki bir çocuğu dört duvar arasına kapatıyorsunuz. Lösemi tedavisinin süresi üç yılı aştığından ve tedavinin birer haftalık ev molaları hariç bağışlık sisteminin de zayıf olmasından dolayı lösemili bir çocuğun tüm bu süreyi hastane odasında geçirmek zorunda kalması çocuğu ister istemez yıpratıyor. Bu durum karşısında Dr. Üstün Özderk önderliğinde bir çocuğun odasına televizyon alınıyor fakat birine alınınca diğer lösemili çocukların odalarına da televizyon almak gerekiyor. Bir de ihtiyaçlar sadece televizyon ile sınırlı kalmıyor. Şehir dışından gelen lösemili çocuklar var ve bu çocukların aileleri evlerini, işlerini bırakıp tedavi için çocuklarının yanında olmak zorundalar. Lösemili çocuklar için toplanılan paraların ihtiyacı karşılamadığı görülünce daha organize, daha planlı hareket etmek için 1988 yılında Lösemili Çocuklar Vakfı LÖSEV’i kuruyorlar. Bir araya gelen beş kişi on sene içerisinde kocaman bir aile oluyor ve LÖSEV bugünlere geliyor. Lösemili Çocuklar Vakfı olarak gerçekleştirdiğiniz tüm faaliyetlerde, gelir elde etmenin yanı sıra LÖSEV’in İzmir şubesi olarak ne gibi amaçlarınız var? LÖSEV’in İzmir şubesi olarak tüm faaliyetlerimiz gelir elde etmenin yanı sıra proje bazlı oluyor. Gerek vakıf çalışanlarından olsun gerekse sizin gibi genç beyinlerin ürettikleri projeler olsun her proje bizim için değer taşır. Vakıf olarak projeleri alır kendi içinde değerlendiririz ve uzun soluklu projelere daha çok önem veririz. Ankara tarafından oluşturulmuş bir projemiz var yakın zamanda hayata geçebilecek. Projemizin adı “Annemin de yüzü gülüyor”. Bizim için lösemili çocuk değil de lösemili aile kavramı var. Bu proje kapsamında biz ailelerimize yardımcı olmak istiyoruz. Ailelerimizin %87’si asgari ücret ve altı maaş almaktadır ve %3’ünün de hiçbir gelir kaynağı yoktur. Aslında bizim savaştığımız bir hastalık var lösemi ve ayrıca savaştığımız bir diğer konuda cehalet. Hal böyle olunca biz vakıf olarak aileyi sekiz aylık bir eğitimden geçiriyoruz. Temel temizlik kurallarından tutun, endişe yönetimi ve el sanatlarına kadar birçok konuda eğitim veriyoruz. Proje ortağımız Hollanda Kraliyeti Büyükelçiliği ve Türk Üniversiteli Kadınlar derneğidir. Bu seminerler sonucu annelerimiz Ankara ve İstanbul’ da faaliyet gösteren ve İzmir’de de açılması planlanan atölyelerde dört aylık bir eğitimden geçtikten sonra çalışmaya başlıyorlar. Atölyelerimizin birçok açıdan yararı var. İlk olarak hayatında hiç çalışmamış annelerimiz bu atölyeler sayesinde çalışma hayatına atılıyorlar. Ayrıca tüm milli ve dini bayramlarda LÖSEV olarak ailelerimizin yanındayız. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı etkinliklerimiz oldu. Lösemili çocuklarımız da yine vakfımızın sağladığı imkanlarda dans dersleri alarak bu şenliğe hazırlandılar. Ayrıca vakfımıza destek veren kurumlar oldu. Gönüllü profesyonel fotoğraf öğretmenleri tarafından fotoğraf dersleri veriyoruz. Uzman kişiler tarafından verilen bilgisayar kurslarımız var. Ayrıca bu kurslara katılan lösemili çocuklarımıza aylık 250 milyon TL değerinde burs veriyoruz. LÖSEV olarak devletten yeterli yardım görüyor musunuz? Biz vakıf olarak Lösemili Çocuklar Kentini yapmak istedik. Bundan tam yedi sene önce devletten Ankara girişinde Eskişehir yolu üzerinde bir arazi talebimiz oldu. Arazi yedi sene öce çoraktı fakat gün geçtikçe değerlenen bir yer haline geldi. Bizim bu araziyi istemekteki amacımız arazinin Ankara’nın biraz dışında olması ve aynı zamanda diğer kurumlara ve hastanelere yakın olmasıydı. Şehrin gürültüsünden ve hava kirliliğinden uzak olmalıydı arazi çünkü. Devletten bu konuda yardım istedik ve başvurularımızı yaptık. Başvurumuz ciddiye alındı fakat üstünden yedi sene geçti ve vakıf olarak bu araziyi alamadık. Vakıf olarak kent konusunda ısrarcıyız ve birçok kampanya başlattık bu konuda. Biz de kent yapamıyorsak köy yapalım dedik. Zaman kaybetmeden köy olmadan kent olmaz diyerek Lösemili Çocuklar Köyü yapıyoruz. Bu yıl okulumuz faaliyete geçti. Fakat vakıf olarak hala kent projemizde ka- rarlıyız ve arkasını bırakmayacağız. Vakfınıza bağış yapmak isteyen duyarlı vatandaşlar ya da kuruluşlar, LÖSEV’e nasıl bağışta bulunabilirler? Vakfınıza yapılan bağışlardan biraz bahsedebilir misiniz? Vatandaşlarımız şubemize gelip elden bağış yapabilirler. Kredi kartı ile ya da sitemizde internet yolu ile bağış yapabilirler. Ayrıca vakfımıza maddi olarak yardımda bulunmak isteyen vatandaşlarımız herhangi bir bankaya giderek LÖSEV hesabına bağışlarını gerçekleştirebilirler. Tüm bankalarda 0660 LÖSEV ortak hesabımız var. Ayrıca birçok seçkin mağazalarda ya da alışveriş merkezlerinde LÖSEV kumbaralarımız mevcut. http://univers.ieu.edu.tr t SİNEMALAR, FİLM GÖSTERİMLERİ t KONSER İzmir Açıkhava Tiyatrosu Autodrom Yarış Pisti Otokolik Fest’09(Tarkan,Duman,Hayko Xepkin,Gripin) Desem Sineması Aşk Kurbanları “Les victimes” Sezen Aksu 5 Haziran Cuma 19 Haziran Cuma Otokolik Festivali kapsamında 3 gün boyunca Tarkan, Duman, Hayko Cepkin ve Gripin İzmir’de hayranlarıyla buluşacak. Balçova Belediyesi Türk Halk Müziği Korosu Yer: İzmir Ekonomi Üniversitesi 18 Haziran Perşembe Yönetmen: Patrick Grandperret Yapım: Fransa Tür: Dram Yapım: Fransa Seaslar: 1-4 Haziran 14.30-16.4519.00-21.15 Zuhal Olcay Documentarist 2. İstanbul Uluslararası Belgesel Günleri Yalın 10 Haziran Çarşamba - 10 Haziran Çarşamba 15.00 Pervaneyi Geri Ver 17.00 Çiçek Köprüsü, Kayıp Dünya 19.00 Pastoral, Taştan Denizin Susuzluğu 21.00 Zamanla Yarışmak - 11 Haziran Perşembe 15.00 Eve Dönüş, Yüz Metre Ötesi 17.00 Zamanla Yarışmak, Kaplıca Sakinleri 19.00 Şairin Ölümü, Felaket Reçeteleri 21.00 Gazze’nin Yarası - 12 Haziran Cuma 15.00 Lady Muhtar, Carmen Borat’a Karşı 17.00 Denizin Lanetlileri, Kabus 19.00 Grozni Rüyası 21.00 Kumalık Filmler ücretsizdir. Detaylı bilgi için: www.frkultur.com Tel: (232) 463 69 79 t TİYATRO t OPERA VE BALE t GEZİ Otogargara Balçova gençlik tiyatrosu Dokuz Eylül derslikler 10 Haziran Çarşamba İZDOB çocuk balesi gösterisi 11-13 Haziran Perşembe 20.00 İzmir-Beydağ bisiklet gezisi 20-21 Haziran İki gün sürecek gezide Cumartesi akşamı çadır kamp kurulacaktır. Detaylı bilgi için; [email protected] t Fransız Kültür Merkezi - 9 Haziran Salı 15.00 Grozni Rüyası 17.00 Son Ayinler, Köleler, Bilal 19.00 Zarif Kıvrımlar,21.00 Kayıp Vatan Rehber 11 Haziran2009 Yıl2 Sayı15 24 Haziran Çarşamba FUAR 24. İzmir Ayakkabı,Çanta ve Aksesuarları Fuarı 18 - 21 Haziran Detaylı bilgi için: Tel: (232) 497 10 00 12 Spor Haziran2009 Yıl2 Sayı15 Teniste A kategorisine yükseldik Üniversitemiz bayan tenis takımı 31 Mart 5 Nisan tarihleri arasında Antalya Kaya Belek Oteli tenis kortlarında yapılan Üniversitelerarası Tenis Turnuvasında B kategorisinde yarı final maçında Celal Bayar Üniversitesi’ni, finalde ise Sabancı Üniversitesi’ni mağlup ederek A kategorisinde üniversitemizi temsil etmeye hak kazandı. Bu başarını mutluluğunu yaşayan takım kaptanı Hande Yeşil ile başarıyı konuştuk. Hande Uz: Tenise nasıl ve ne zaman başladın? Hande Yeşil: Tenise yedi yaşımda Karşıyaka tenis kulübünde başladım. 50 kişi arasında yapılan elemeden iki kişi seçilerek alt yapı takımına alındı o iki kişiden biri de bendim. Böylece yaz tatillerimi bile kapsayan tenis maceram başlamış oldu. İzmir Ekonomi Üniversitesi bayan tenis takımı http://univers.ieu.edu.tr Bir efsane: Semih Saygıner 1964 yılında Adapazarı’nda doğan, annesi ve babasını henüz on dört yaşındayken bir trafik kazasında kaybeden Saygıner, önceleri psikolojik olarak rahatlamasını sağlayan bir hobi olarak gördüğü bilardoya zamanla tutkuyla bağlandı ve kendisini sürekli geliştirdi. 1994 yılında Dünya Şampiyonu olan Saygıner, o tarihten bu yana sayısız başarı elde etti. Dünya üzerinde adına patentli 40 Özel Vuruş Tekniği bulunan Saygıner, Dünya bilardo camiasında “Turkish Prince” ve “Mr. Magic” lakaplarıyla anılıyor. Üniversite takımımızla ilgili düşüncelerin nelerdir? Takımda olduğum süre boyunca ikinci kez Birinci lige çıktık. Bu başarı benim için büyük bir mutluluk. Bu başarımızı büyük bir ölçüde takımımızın birlik ve beraberliğine bağlıyorum. Her birimiz okulumuzun başarısı için elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyoruz En son üniversitemizi temsil ettiğin üniversiteler arası turnuvayla ilgili ne düşünüyorsun? Hepimiz için unutulmayacak bir anı oldu, çok zevkli bir turnuvaydı. Aynı zamanda takımca çok eğlendik ve zor maçlar yaptık. Başarılı olmanın gururu içerisindeyiz. Hem çok güzel vakit geçirdik hem de okulumuzu en iyi şekilde temsil ettik. Takımca çok güzel bir birlik beraberlik gösterdik. Unu- Öğrenci Konseyi Futbol Turnuvası 2008-2009 sezonun ikinci döneminde düzenlenen futbol turnuvası bahar şenliğinde oynanan final mücadelesi ile sona erdi. Öğrenci konseyi tarafından yapılan turnuvaya toplam 76 takım katıldı. 76 takım, toplam 760 öğrenciyi de bir araya getirdi. Turnuva formatında takımlar ilk olarak kendi bölümlerinde liderlik için çekişti. Daha sonra bölümlerini temsil eden olan takımlar diğer bölüm şampiyonları ile karşılaştı ve üniversitemizin şampiyonu iletişim bölümünden çıktı. Öğrenci Konseyi Başkanı bu turnuvayı yapmalarındaki amacı şu şekilde dile getirdi: “Amacımız tüm öğrencileri birleştirmek, beraber ve çok katılımlı bir eylemi gerçekleştirebileceğimizi görmek, anlamak, bu işi gelenekselleştirmek ve öğrencilerin spor ihtiyacına yanıt verebilmekti.” Seneye de düzenlenmesi beklenen futbol turnuvası ise şimdiden iple çekiliyor. Dostluk maçı dostça bitti İzmir Ticaret Odası ile İzmir Ekonomi Üniversitesi öğrencileri arasında Bahar Şenlikleri Kapsamında yapılan dostluk maçını, eski FİFA Kokartlı hakemlerden Erol Ersoy yönetirken, maçın başlama vuruşunu ise İEÜ Mütevelli Heyet Başkanı Ekrem Demirtaş ile İEÜ Rektörü Prof.Dr. Attila Sezgin yaptı. İlk dakikalardan itibaren baskın oynayan İTO Takımı attıkları her golden sonra takımın teknik direktörlüğünü yapan İTO Başkanvekili Akın Kazançoğlu’na koşarak sevinç gösterisi yaptı. İlk yarısı 2-2 biten maçın son dakikalarına 4-2 önde giren İTO takımı, öğrencilerin gollerine engel olamayınca maç 4-4 berabere bitti. Her iki takıma kupalarını Demirtaş ve Sezgin verdi. Özgür Seçim tulmaz bir anı olarak kalacak hepimizde . heyecanlandım ve gururlandım. Birinci lige çıktınız final maçını kazandığınızda neler hissettin? Üniversitemizi birinci lige çıkarmanın ötesinde birinci olarak çıktığımız için ayrıca Gelecek sene için planlarınız neler? Gelecek sene de bu başarımızı devam ettirip üniversitemizi en iyi şekilde temsil etmek istiyoruz. Dersimiz futbol Ö yle bir atmosfer düşünün ki içinde 120 bin futbol sevdalısı olsun, takımları son 18 maçta 17 galibiyet 1 beraberlikle şampiyonluk kovalasın ve son mağlubiyetlerini lider Barcelona’dan alsınlar, kazanırlarsa şampiyonluğun kokusunu almaya başlasınlar. İşte Madrid’te her şey bu maça bağlıydı, dükkânların kepenkleri indirildi ve El Superclassico için çocuklar, kadınlar ve erkekler hep beraber Santiago Barnebau’ya koşturdular. Futbol için her şey elverişliydi, zemin her zaman olduğu gibi ıslatılmıştı ve hava tam futbol havasıydı. Real Madrid taraftarı yani İspanya milli takımının da kemikleşmiş taraftar kitlesi Barnebau sakinleri oldukça ateşliydiler. Katalunya’dan, bir diğer deyişle, ayrılık arzusunu keskinleştirmiş insanların yaşadığı İspanya toprağından gelen 11 altın adam. Madrid maça hızlı başladı. En büyük silahı olan yan ve duran topları iyi kullandılar. Reeal Madrid için her şey yolunda idi. Oynadıkları futbol ve form durumları Real Madrid’in dünyanın en iyi birkaç takımından biri olduğunu söylüyordu bize. Lakin karşılarında öyle bir kadro, öyle bir diziliş ve öyle bir sihirbazlık ekibi vardı ki onlar bu dünyadan değillerdi. Pas öyle bir silahtır ki, yumruk gibidir; boksörün rakibin beynini sulandırışı demektir, oyun zekası demektir; futbolu beyinde oynamak demektir, fiziğini ekonomik bir biçimde harcayabilmek demektir. Yılların eskitemediği Fransız şarabı Henry ve dünya futbolunun Maradona’dan sonraki ikinci peygamberi Messi ileri üçlünün sağ ve solundaydılar. Daha 18 yaşında indirilmişti peygamberlik vazifesi ona ve o 20 yaşında El Classico da hatrick yapmıştı ve 22’sinde şova kaldığı yerden devam etmek için sahadaydı. Messi için Madrid Semih Saygıner Türkiye’de fazla tanınmayan ve yaygın olmayan bilardo sporunu gerek turnuvalarda kazandığı başarılarla, gerek yaptığı artislik şovlarla her yaştan insana sevdiren Saygıner, bu spor dalında bir federasyon kurulmasına öncülük etti. Sporda sekizinci yılımız forması boğalar için kırmızı ne ise oydu. Bu üçlünün en ucunda Avrupa’nın son üç senedeki gol kralı Eto vardı. Öyle bir takım ki Avrupa gol kralınız kariyerinin en kötü maçlarından birini oynuyor ve siz altı gol atıyorsunuz El Classico’da. Öyle bir maç ki iki stoperiniz de gol atıyor, 3-2 den sonraki son yarım saat Madrid futbol tanrılarına işkence gibi geliyor ve Barça yürüye yürüye gidiyor rakip kaleye ve yavaş yavaş üç gol daha sığdırıyor skorborda. Hakem bile uzatma oynatmıyor, Madrid taraftarına işkence olmasın diye. İzlemek ve tadına varmak gerekir. Açıkçası hayatımın en zevkli en dopdolu 1 saat 45 dakikalarından biriydi. Skor 6-2 ve tüm Barnebau ve Madrid taraftarı ayakta alkışlıyor Katalunya’nın bordo mavilerini. Son yarım saat oyunda rakibinin üstünlüğünü kabul eden bir R.Madrid vardı. Tüm bunlar olurken, sahada ne hakemi aldatan bir oyuncu, ne küfürlü diyaloglar, ne pozisyon mücadeleleri dışında sertlik, ne de sahaya atılan yabancı bir şeyler vardı. Her şey o kadar mükemmeldi ki, bunu isterseniz İspanyolların sıcakkanlılığına, isterseniz futbolu çok iyi bilmelerine bağlayabilirsiniz, ama ben bu olanları, bu güzel futbol akşamında yaşananları uygarlık, saygı ve sevgi çerçevesinde açıklıyorum. İnanın bana her şey dolarlarla dövizlerle trilyonlarla alakalı değil. Halil Türkden İzmir’deki ilk özel üniversite olan İzmir Ekonomi Üniversitesi, sekizinci yılında eğitimine ve kalitesine verdiği önemi spora da vermeye devam ediyor. Üniversitemizin sekizinci yılında sporun çeşitli dallarında elde ettiği başarılar üniversitemizin tanınmasında da önemli rol oynuyor. Bu başarıların çeşitli basın kaynakları tarafından yayınlaması da üniversitemizin tanınmışlığını artıyor. Yıl boyunca altı müsabakamız Ege Tv’de, iki müsabakamız ise Başkent Tv’de yayınlandı. Elde edilen başarıların en önemlileri ise; Basketbol Erkekler, Tenis Bayanlar ve Voleybol Bayanlardan geldi. Erkek Basketbol takımımız, üniversiteler arası Türkiye ikinci Lig ikincisi olarak 2009-2010 senesinde birinci ligde oynamaya hak kazandı. Bayan Tenis takımımız, Üniversiteler arası birinci Lig şampiyonu oldu ve 2009-2010 senesi için Süper Lig’e çıktı. Bayan Voleybol takımımız ise, üniversiteler arası birinci lig ikincisi olarak 2009-2010 senesinde Süper Lig’e çıkmaya hak kazandı. Bunun dışında diğer branşlarda elde edilen başarılar ise şu şekilde; bayan basketbol takımımız üniversiteler arası Türkiye birinci Lig Grup üçüncüsü olarak grubunu tamamladı. Erkek tenis takımımız üniversiteler arası Türkiye Süper Lig beşincisi oldu. İzmir Ekonomi Üniversitesi Spor Kulübü Bayan Voleybol takımı üçüncü Ligi grubunda üçüncü tamamladı ve play-off müsabakaları sonucunda otuz takım içerisinde üçüncü ligi beşinci olarak bitirdi. Takımlarımızı bu başarılarından dolayı kutlar ve gelecek sene için başarılar dileriz. Doğuş Sar