Sayı 15 / Haziran 2009 - İletişim Fakültesi

Transkript

Sayı 15 / Haziran 2009 - İletişim Fakültesi
Yoksa siz Ayhan Sicimoğluʼnu
tanımıyor musunuz?
15 Mayıs Cuma günü İzmir’e oldukça renkli,
çokça da yaşam arsızı bir müzisyen geldi: Ayhan
Sicimoğlu. Kendisiyle konserden önce, kaldığı otelin bahçesinde söyleşi yapma şansımız
oldu. Birçok kişi onu, televizyonda yaptığı
programlardan tanıyor; halbuki o, yılların
müzisyeni, “Sen neymişsin be abi!” nin
“abi”si ve kulakları küpeli olan delinin ta
kendisi aslında! Ama o kendisini “sadece
meraklı” biri olarak görüyor.
S: 8’de
Elif Şafak ile “Aşk”
üzerine
Türk edebiyatının en çok okunan
eserleri arasına giren Baba ve Piç,
Mahrem, Bit Palas, Araf, Şehrin
Aynaları, Siyah Süt ve Aşk gibi
romanların yazarı Elif Şafak ile
unutmak, İstanbul, cinsel kimlikler ve tasavvuf üzerine bir röportaj
yaptık. Teoman’dan Mevlana’ya
kadar uzanan sorularımıza samimi cevaplar aldık.
S: 9’da
Ünivers
http://univers.ieu.edu.tr
İEÜ İletişim Fakültesi Uygulama Gazetesi
Tasarım tarihinin “öteki”leri
Lösemili çocuklar haftası
Haziran2009 Yıl2 Sayı15
Uğur Yücel sessizliğini bozdu
Sekizinci Bahar Şenlikleri kapsamında
İEÜ Uğur Yücel’i ağırladı. On yıldır röportaj vermeyen Yücel, internet üzerinden
sorularımızı yanıtlamayı kabul ederek
gençlere öğüt vermek yerine dileklerini
iletti: “Gençlerden umutluyum. Yeni nesillerden umudunu kesenler hayatı okuyamıyor demektir.”
Kampüs2
Dans müziğinin gözlüklü kralı
K
onferansın açılış konuşmasını Brighton Üniversitesi’nden gelen ünlü
tasarım tarihçisi Prof.Dr. Jonathan W.
Woodham’ın yaptığı konferans İzmir
Ekonomi Üniversitesi, Haliç Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, İstanbul Teknik
Üniversitesi, Afyon Kocatepe Üniversitesi,
Ege Üniversitesi, Dokuz Eylül Üniversitesi ve İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü
üniversitelerinden gelen konuşmacılara
da ev sahipliği yaptı. Bu yılki konferansta
farklı disiplinlerde “öteki” kavramı ve bu
sorunun güncelliği farklı bakış açıları ekseninde tartışıldı. Profesör Woodham, kon-
feransın açılış konuşmasında tasarım tarihi
çalışmalarının yeni bir disiplin olmasına ve
aynı zamanda Anglosakson kökenine değindikten sonra böylesine yeni bir çalışma
alanının 4T gibi platformlarda tartışılıyor
olmasının önemine dikkat çekti.
Tasarım tarihinde kurulan hegemonik
ilişkileri, hiyerarşileri ve dışlananların
dışlanış biçimlerinin irdelendiği konferansta tasarım tarihinin sınırları, erillik ve dişillik kavramları gibi ikilemler,
yüksek kültür / popüler kültür, global /
yerel gibi zıt kavramlar yanında tasarım
tarihindeki sessiz kalmış özneler üzerine
konuşmalar ve değerlendirmeler yapıldı.
İzmir Fuarı’nın Tarihleri” başlıklı sergi de
konferans kapsamında yer aldı.
Türkiye Tasarım Tarihi Topluluğu 2006
yılından beri düzenlenen yıllık toplantılarla ve çıkardığı yayınlarla Türkiye’de
tasarım tarihinin farklı temalarına
odaklanırken, bu konularda çalışan akademisyen ve tasarımcıları bir araya getirip üretken bir tartışma ortamı yaratmayı amaçlıyor. Türkiye Tasarım Tarihi
Topluluğu’nun bundan sonraki çalışmaları, uluslararası tartışma ortamlarına da
açılmayı hedefleyecek.
İEÜ Suny İşletme Uluslararası
Çift Diploma Programıʼnda yenilik
İ
zmir Ekonomi Üniversitesi İşletme
Bölümü Uluslararası Çift Diploma
Programına kaydolan öğrenciler yeni sisteme göre eğitimlerini dört yılda tamamlıyorlar. SUNY İşletme Bölümü Koordinatörü Gonca Günay eski sistemde yaz
ve güz aylarını İzmir Ekonomi Üniversitesinde okuduktan sonra yaz aylarını
SUNY- New Paltz kampüsünde geçirerek
üç yıl boyunca aralıksız eğitim almaya
devam eden öğrencilerin zorlandıklarını
gördükleri için bu değişikliğe gittiklerini
belirtti. Öğrencilerin zorlanma nedenlerini yaz döneminde okulun çoğu tesisiİçindekiler

nin ve yurtlarının kapalı olmasıyla beraber okulda bulunan öğrenci sayısının
yetersizliği, uluslararası diğer öğrencilerin evlerine dönmeleri nedeniyle sadece
Türk öğrencilerin bir araya gelmesi bu
yüzden de çok uluslararası bir ortamı
öğrencilerin yaşayamaması olarak açıklayan program koordinatörü en önemli etken olarak da nitelikli öğretmenlerin yaz
aylarında tatile çıkıp eğitim verememesi
olarak görüyor. Bu bölümü bitiren öğrencilerin en büyük avantajının hem İzmir Ekonomi Üniversitesin’den İşletme
Bölümü diploması hem de SUNY New
Paltz’dan lisans diploması alma hakkı
kazanmaları olduğunu belirten Günay,
yeni sistemle bölümün hem daha rahat
hem de daha eğlenceli olacağının da
altını çizdi. Bunun dışında programın
öğrencilere tanıdığı en önemli şanslardan birinin programı tamamladıkları
dönem Amerika’da bulundukları için,
bir yıl orada çalışma iznine sahip olmaları olduğunu da vurgulayan Günay, yeni
sistemle daha çok öğrencinin programa
kaydolmasını beklediklerini, eski öğrencilerin de yatay geçiş yapma fırsatını kaçırmamaları gerektiğini belirtti.
Kampüs2/3/4/5 ❚ English6 ❚ İnceleme7 ❚ Medya8 ❚ Kültür-Sanat9 ❚ Dosya10 ❚ Rehber11 ❚ Spor12
Sekizinci Bahar Şenlikleri kapsamında
üniversitemizin konuklarından biri de
takım elbise ve gözlüğüyle dikkat çeken Bedük oldu. Öğrencilerle kolbastı
oynayacak kadar samimi tavırlar içinde
olan dans müziğinin gözlüklü kralı Bedük ile gözlüklerimizi takıp renkli bir
söyleşi yaptık.
Kampüs3
Kürşat Başarʼla...
İzmir’de çok sık göremediğimiz bir isim
Kürşat Başar. Kendisiyle internet üzerinden röportaj yapmayı düşünürken
Başar’ın imza günü için İzmir’e geleceği
haberini alınca bu fırsatı kaçırmadık. Kırık aşk hikayelerinin yazarı Kürşat Başar,
“Aşkı tanımlayamadığım için bunları yazıyorum.”
İnceleme7
LÖSEV İzmirʼde
1988 yılında lösemili çocukların tedavi
gördükleri bir devlet hastanesine televizyon alarak onların yaşamlarına renk
katmak amacı ile yola çıkan LÖSEV ile
sorunları, çalışmaları ve gelecek projeleri
üzerine konuştuk. LÖSEV’in ve lösemili
çocukların umut kadar yardıma da ihtiyaçları var.
Dosya10
02 Kampüs
Sarphan Uzunoğlu
Halkla İliş. ve Rek. Blm.
Haziran2009 Yıl2 Sayı15
http://univers.ieu.edu.tr
Uğur Yücel sessizliğini bozdu
Üniversitemizin kısa film yarışmasına jüri olarak gelen Uğur Yücel, on yılı aşkın bir
süredir söyleşi yapmadığını söyledi ancak sorularımızı internet üzerinden yanıtladı.
TÜRKİYE’DE BİZ
OLABİLMEK
“Bir insanlık sınavı”
G
eniş bir kavram “biz”. Her ne kadar
Türkiye’de geleneksel olarak biz kelimesi birlikteliğin değil biz ve onlar şeklinde bir ayrımın öznesi haline gelmişse de
kolektif bir yapıya aç olduğumuz gerçeğini
kimse reddedemez. Geçtiğimiz ay Türkiye
bir cinayetle sarsıldı. Üstüne Mardin’deki
baskın şiddetin gündemden asla düşmeyeceği bir ülkede yaşam savaşı verdiğimizi
bize hatırlattı.
Devlet dendiğinde bizde ne yazık ki akla
Platon’un nadide eseri gelmiyor. Akla gelen ülke, egemenlik ve insan unsuru etrafında şekillenmiş bir yapı da değil ne yazık
ki. Türkiye’de devlet; ideolojiler ve insanlık
üstü, soyut ama yaptırımlarıyla kendini somut kılmış bir yapı. Devletin varlığını meşrulaştıran ve gerekli hale getirenler ise biz
oluyoruz; ama tıpkı bir bilim kurgu gibi,
insan kendi yarattığı robotun esiri haline
gelebiliyor. Bunun en güzel örneği de Celalettin Cerrah. Kendisini 1 Mayıs’ta muzaffer komutan edalı bakışlarıyla ve Ayşe
Arman’ın ilk kez habercilik yaparak ortaya
koyduğu “Onlar da kızlarına sahip çıksalardı” şeklindeki beyanatıyla daha iyi tanımış
olduk. Tanıştığımıza ne yazık ki memnun
olamadık. Elbette biz kültürü ile Celalettin
Cerrah’ı ilişkilendirmemizin bir nedeni var.
Devletin en somut yanını temsil eden polis
teşkilatının en aktif birimlerinden biri kendisine bağlı ve kendisi devlet olmakla insan
olmak arasındaki farkın çok büyük olduğunu ortaya koyuyor.
Halkla ilişkilerde tüm şirketlerin bir vatandaş
sorumluluğuyla hareket etmesi gerekliliğine
dair bir pratik vardır. Eğer Cerrah hangi teşkilatı temsil ettiğini ve burada sorumluluk
savmaktan ziyade insani bir bilinci de temsil
etmesi gerektiğini bilseydi belki de bu denli
yabancılaşmış bir tavır göstermezdi, bizden
biri olduğunu hatırlasa bizim hassasiyetlerimizi paylaşsa bu kadar eleştiri okunun
hedefi haline gelmezdi. Bu örnek üzerinden
“biz” kavramının tanımını yapabiliriz. İnsana dair hassasiyetleri içtenlikle paylaşan,
adalet ve eşitliğe, gerçeğe aç insanlar bütününe biz diyebiliriz. Kısacası Türkiye’de sık
sık tekrar edilen tabirle az da olsa içindeki o
saf kadın ya da erkeği öldürmeyen herkes bizin bir parçası olabilir. Elbette bireyselliğin,
ayrımcılığın ve farkların bu kadar yükseldiği
dünyada biz kavramı aynı şeyleri savunan
tüm insanları bir arada tutarak önemli bir
iş yapıyor. Çünkü toplumun öncü değerleri
bizi bir arada tutuyor.
Ne Tandoğan’daki mitingler ne de başka etkinlikler, Türkiye’de biz olma duygusu, birlikte davranma bilinci insana dair olaylarda
uyanmalıdır. Hrant Dink’in öldürülmesinden sonra beyaz bereyle stadları dolduranlar,
katiliyle anı fotoğrafı çektirenler, kesinlikle
bahsettiğimiz bizin parçası olamaz. İdeolojik
saplantılar edineceğimize insanlık değerlerine bağlanabileceğimiz bir evrenin mümkün
olup olmadığını bilmiyorum; ama doğal kaynakları sonsuz hızla tükettiğimiz bu evrende
en azından insan kalan, insan olan yanlarımızı tüketmemek ve tükenmesine izin vermemek gibi bir sorumluluğumuz olduğunu
unutmamak gerekir. Unuttuğumuz gün beyaz berelilerin, sözde ahlak bekçilerinin ve
değişim kelimesinin her harfinden ayrı ayrı
nefret edenlerin ülkesinde uyanmayı kabul
etmiş sayılırız. Barışa bir şans vermek için
insan olmaktan fazlasına ihtiyaç yok!
Anıl Eren Küçük: Sinema, tiyatro, dizi ve
reklam oyunculuğu, senarist, yönetmen, yapımcı, stand-up... Çok yönlülüğünüzün ve
büyük başarılarınızın temelinde ne var?
Uğur Yücel: Başlangıçta şunu belirtmek
isterim on yıldır hiçbir üniversite aktivitesi, ödül töreni, söyleşiye gitmedim. Sevgili kardeşim Ozan Güven ve benim yakın
dostum Emre Akova’yı kıramadık ve çok
güzel bir organizasyonla bizi sizlerle buluşturdu. Sorunuza gelince: Yetenek. Kendini keşif. Cesaretle kendinle yüzleşmek.
Büyük başarı sayılacak bir şey yapmadım
ben daha. Ayrıca başarılı biri olma hayali
kurmadım hiç. Kendini başarılı bulanları,
ben de aptal bulurum. Kendiyle gurur duyan insanlardan hiç haz etmem.
Dizileriniz milyonları ekranlara bağladı,
filmleriniz birçok ödül aldı ama sanki bunlar olmamış gibi çok mütevazı olmanızın
sebebini sorabilir miyim?
Şüphe etmek. Zeka çeşitleri olan bir şey.
Kendini deha ilan eden bir sürü yetenek
var. Hepsi kırk yaşında bunuyor. Ellilerinde konuşulmaz oluyorlar. Bense yaptığım
hiçbir şeyi beğenmiyorum. İyinin ve kusursuzluğun nerede olduğunu biliyorum.
Her zaman kendime ve nerede olduğuma
dönüp bakarım. Zihinsel olarak kendimi
geçtiğimi biliyorum. O benden ilerde giden dinamiğin peşindeyim.
rak geçirmek isterdim.
Ben gözükmeyi çok sevmiyorum. Kendi kendine
eğlenen çocuklar gibiyim
aslında. Kendimle yetinirim. Çekilmeyi bekleyen
filmlerim belki de yegâne
zenginliğimdir.
Nasıl yazıyorsunuz? Bir
röportajınızda “Kalabalıkların duyarsızlığı beni
öfkelendiriyor” demişsiniz.
Bu duyarsızlıklar mı sizi
yazmaya itiyor?
Bazen bir öfke oturtur sizi
yazmaya, bazen bir aşk...
Sevinç, hayal kırıklığı. Ne
bileyim. Yazmak suratını
rüzgara vermek gibi. Hayattan ne çarparsa onu
yazıyorsun. Duyarsız kalabalık çaresiz aslında. Aptal bırakılmış. Milliyetçi
devlete sadık yetiştirilmiş
yarı bunak bir kitleden söz
ediyorum. Bu kitleler ekonomiyi belirliyor, savaşlara
karar veriyor. Zararlı ve
verimsiz bir kitle çoğunlukta Türkiye’ de.
Yurdun aşağısında on yıllardır süren bir
savaş var ve buna insanlar duyarsız. Asker
cenazelerinde feryat ederek geçiyor günleri. Kitle olarak bu savaş dursun demiyorlar
en azından. Bu size aptalca gelmiyor mu?
Böylesi bir kitle sizi öfkelendirmiyor mu?
Kendi fikri olmayan, bir gün olsun kendi kişisel özgürlüğünü ve evrensel vicdanı
akıl edemeyen bir kitleden bahsediyorum.
Neyse kendi sesimden gaza gelmeyeyim.
Eşkıya, Hayatımın Kadınısın, Balalayka,
İkinci Bahar, Hırsız Polis gibi etkileyici film
ve dizilerden sonra Canım Ailem`le izleyiciyi ekrana kilitlediniz. Bu projede yer almanız nasıl oldu?
Yapımcı ve yazarları arkadaşımdı. Geçen
yaz önüme iki proje koydu. Kimin hangi
projeyi yazdığını söylemedi.
Oku, birini seç dedi. Ben “Çekilmeyi bekleyen “New York, I Love You”
bunu seçtim. Yazarlarını da
Fatih Akın’la
filmlerim belki de yapımında
tahmin edemedim. Böyle
birlikte çalıştınız. Bir yöyegâne
başladı. Diğer dizi de başanetmenin başka bir yönetrılı olurdu ama bunda yeni
zenginliğimdir.” menle oyuncu olarak çalışve farklı bir lezzet hissettim.
ması zor bir şey olsa gerek.
Canım Ailem’deki arkadaşlarımla çok ya- Bize biraz bu deneyimden bahseder misiniz?
kınlaştık. Sanki çok eski arkadaşlarımmış Fatih’ in oyuncu olarak benden daha fazgibi... Onları çok özleyeceğim.
la filmi olması beni çok şaşırtmıştı. Evet
benden daha çok filmde oyuncu olarak
Sevinç Baltalı: Sizi pek çok insan oyuncu bulunmuş. Bizde oyuncu, yönetmen gibi
yönünüzle biliyor, ancak yönetmenliğiniz de duruşlar yoktur. Her şeyden önce kafası
en az oyunculuğunuz kadar beğeniliyor. Siz çalışan ve yetenekleri olan iki insan bir arayönetmenliğe nasıl bakıyorsunuz?
ya geliyor. Benzer özelliklerimiz var. YaptıBen aslında oyunculuğu ve oyuncuları çok ğımız iş sinema üretmek. İkimiz de işimize
iyi bilen bir yönetmenim. Hayatımı kendi aşığız. Hobimiz aynı zamanda sinema. Koöykülerimi yazarak ve yönetmenlik yapa- nuşurken ağzımız sulanıyor. Çalışmaktan
Uğur Yücel
da büyük haz duyuyoruz. NYILY benim
için kuyruklu yıldızdı. Tekrarı zor duygular. Çok beğendiğim oyuncuların yanında
adımın geçmesi bile şaşırtıcı. Ne anlatsam
böbürlenme olacak boşver...
Oynadığınız karakterlere hazırlanma süreci hakkında ruh göçü gibi demişsiniz.
Türkiye’deki yeni oyuncu kitlesi sizce bu ruh
göçünü gerçekleştirebiliyor mu?
Herkes benim gittiğim yerlere gitmek zorunda değil. Fakat genç oyunculardan sahiden dikkatimi çeken va aynı yolun yolcusu
olduğumuza inandıklarım var elbette. Bir
de tiyatrocu olmanın bir din adamı gururuyla dolaşmak olduğunu zanneden tuhaf
gururlu bir kitle var. Bunlar beni sahiden
eğlendiriyor. Fakat mutlular. Ömür boyu
bir kazma oyuncu oldukları yüzlerine
söylenmiyor ve kendilerini gerçekten çok
değerli buluyorlar. İşte sana mutluluk.
Kendinin farkına varmadan aynadan kendi gururunu okşuyor. Bunlara kızıyorum
da galiba. Gençlerden umutluyum. Yeni
nesillerden umudunu kesenler hayatı okuyamıyor demektir. Öğüt değil dilek olarak
bir iki laf edeyim sonra tüyeyim. Özgür
olun, kendinizi keşfedin, cesaretle bakın
hayata. Evrensel vicdanı unutmayın.
Emre Aydın İzmir Ekonomililerʼi coşturdu
İzmir Ekonomi Üniversitesi 8. Bahar
Şenliği’nin ikinci gecesinde ünlü sanatçı Emre Aydın, unutulmaz bir konser
verdi. Balçova Kampüsü’ndeki konserde
alanı dolduran yaklaşık beş bin kişi Emre
Aydın’ın her biri ayrı hit olmuş şarkıla-
rını hep bir ağızdan söyledi. İzmir’deki
tüm üniversitelerden öğrencilerin katıldığı konserde davul şov da görülmeye değerdi. İzmir’e gelmekten
ve öğrencilerle bir arada olmaktan her zaman
mutluluk
duyduğunu
belirten Emre Aydın,
kendi şarkılarının yanı
sıra Cem Karaca, MFÖ,
Aşık Veysel’in klasik olmuş parçalarını da kendi
yorumuyla söyledi. Yaklaşık iki saat süren konserde yirmiye yakın şarkı
seslendiren Emre Aydın,
“Seneye yine burada buluşmayı isterim” diye konuştu.
http://univers.ieu.edu.tr
Kampüs 03
Haziran2009 Yıl2 Sayı15
Dans müziğinin gözlüklü kralı: Bedük
Şu anda yurtdışına açılmak için
projeleriniz var mı?
Yurtdışına açılalım, Avrupa’yı
fethedelim, haydi Türkler kendimizi gösterelim diye hiç düşünmedim. Bu bakış açısı bence
çok ezik bir bakış açısı. Bunu diyebilmek için kendini onlardan
daha düşük görmen lazım. Ben
kendimi onlardan daha düşük
bir yerde görmüyorum, hatta
çoğu zaman daha yüksek bir
yerde olduğumu düşünüyorum.
Ben sadece bu dünyaya bir şey
kattığımı düşünüyorum. Orada
katmışım ya da burada önemli
değil. O nedenle Avrupa olur,
Japonya olur, Avustralya olur,
mühim değil.
B
edük; Ankara doğumlu ama anne tarafından yarı İzmir’li. Birçok müzik
türüyle uğraştıktan sonra dans müziği ile
kendini insanlara sevdiren Bedük’ü gözlüğü ve takım elbisesi olmadan sahnelerde
göremeyeceğiz herhalde. O sıcakkanlı, sahneden farklı olarak sakin, bir baba ve her
şeyini kendi yapan bir müzisyen. Bahar
Şenlikleri kapsamında Bedük İzmir Ekonomi Üniversitesi’ndeydi. Söyleşi için üniversitemize gelen ve öğrencilerin sorularını
yanıtlayan sanatçı mini bir konser de verdi.
Performansı sırasında sahneye çıkıp kolbastı
oynayan öğrencilerle ve Bedük’ün sorulara
verdiği samimi cevaplarla renkli bir söyleşi
oldu. Söyleşiden önce biz de Bedük ile kısa
bir röportaj yapma fırsatı bulduk.
Gizem Güngör: Bilkent Üniversitesi’nde
Grafik Sanatları Bölümünü bitirmenizin şu
anda yaptığınız işe bir katkısı oldu mu?
Oldu tabii ki. Birincisi bize öğretilen şey
yaptığın işe aşık olmak ve dışarıdan bakabilmektir. Grafik tasarım hiçbir zaman
tam olarak bir sanat için sanat değildir. O
yüzden karşında memnun etmen gereken
başkaları da vardır. Yaptığın işe dışarıdan
bakmalısın her zaman.
Kendi işimde de her şeyimi kendim yaptığım için insan işin içinde kaybolabiliyor.
Her şeyi kendin yapınca ‘Evet çok iyi yapıyorum’ diyerek kendinizi kandırabiliyorsunuz. Ben işime dışarıdan bakabiliyorum.
Başka bir gözle, başkasının gözüyle baka-
Şarkılarınızın çoğunun İngilizce
Bedük ve Gizem Güngör olması yurtdışında da anlaşılma
kaygısından değil o zaman...
biliyorum. Bu çok büyük bir artı. İkincisi İngilizce yapıyor olmamın bir nedeni yok.
bütün tasarımlarımı, sanat yönetmenliğimi Avrupa’ya açılayım diye değil. Sadece sevher şeyimi ben yaptığım için grafik tasarı- diğim şeyi yapıyorum ve çok iyi yaptığımı
mın bana katkısı çok.
düşünüyorum. Avrupalı olsun Amerikalı
olsun Japon olsun ne kadar çok insan beni
Albüm kapağı tasarımlarınızı da siz yapı- dinlerse benim için o kadar iyi.
yormuşsunuz...
Evet, her şeyimi kendim yapıyorum. Sanat Bu işi yaparken size ilham veren ve destek
yönetmenliğini de ben yapıyorum.
olan birileri var mı?
Eşim.
Miller Music Factory’de “En İyi Müzik Prodüktörü Ödülü”nü aldınız. Ondan önce bi- Eşinize söz gelmişken... Baba olacakmışsınız?
raz daha farklı bir müzik tarzınız vardı. Eğer Yok 2.5 aylık bir bebeğimiz var zaten.
bu ödülü almasaydınız da bu değişimi yapar
mıydınız?
Çocuktan dolayı birazcık yuvama çekileyim
Zaten o sırada albüm hazırlıklarım devam diye düşündünüz mü?
ediyordu. Albümüm çıkmak üzereydi. Ama Zaten sürekli beraber olduğumuz için
nasıl olduğunu, nasıl olması gerektiğini böyle bir şey düşünmedim hiç. Sürekli
tam olarak bilemiyordum. Albümü Türkçe yuvamdayım. Gece nöbetini ben alıyomi İngilizce mi çıkartayım bilmiyordum. rum sabah nöbetini eşim alıyor. Stüdyom
Tutar mı tutmaz mı kafam böyle karışık- da evimde.
ken bir şarkıyı yolladım ve en olmaz diye
düşündüğüm parça birinci oldu. Sonra de- Bir röportajınızda İstanbul’da nerede yaşadim ki benim gibi adamlar varmış, demek mak istersiniz sorusuna İstanbul’u sevmiyoki olabiliyormuş. Takım elbiseyse takım rum diye cevap vermişsiniz.. Peki bu işi yapelbise, canım ne istiyorsa, neyi seviyorsam mak için mi İstanbul’dasınız şu anda?
onu yapmaya karar verdim. Bu bana hız ka- Evet. Ankaralıyım ben zaten. Ben elimde
zandırdı. Çünkü kendime güvenim geldi. olsa Ankara’dan hiçbir zaman gitmezdim.
Onun dışında ilk videoma ve daha sonra Ankara nefis bir şehir çünkü. İstanbul’a
üçüncü videoma Music Factory sponsor gelmemin tek nedeni; üniversiteden meoldu. Beraber olabileceğimiz her yerde ya- zun olduktan sonra yapabileceğim iki
nımda bulunmaya çalıştılar ve bu benim işin de merkezinin İstanbul olmasıydı.
için önemliydi. Benim yaptığım işe ilk ina- Böyle olduğu için İstanbul’a gelmek zonanlardandı Music Factory.
rundaydım.
Radyo İzmir Ekonomi Yayında
http://comm.ieu.edu.tr/radyo/radyo_index.html
Radyomuzu dinlemek için;
http://www.ieu.edu.tr
ON AIR butona tıklayınız.
100
kişiy
ş ye sorduk
k...
Öğrenci
renci Konseyi’nin
çalışmalarından memnun
musunuz?
%64 Evet
%36 Hayır
Kabine revizyonunu yeterli
buluyor musunuz?
%32 Evet
%54 Hayır
%14 Fikrim yok
Bahar Şenliklerinden memnun
kaldınız mı?
%23 Evet
%77 Hayır
Konuğumuz
Fuat Keymanʼdı
Efsane başkanların “fair play” rüzgarı
İ
zmir Ekonomi Üniversitesi 8. Bahar
Şenliği kapsamında düzenlenen “Fair
Play Işığında Futbolda Şiddetle Mücadele
Paneli”nde üç büyüklerin unutulmaz başkanları eski Beşiktaş Başkanı Serdar Bilgili,
eski Galatasaray Başkanı Özhan Canaydın
ve eski Fenerbahçe Başkanı Ali Şen öğrencilerle buluştu. Moderatörlüğünü İEÜ Mütevelli Heyet Başkanı Ekrem Demirtaş’ın yaptığı panelde sahalardaki şiddetin önlenmesi
gerektiğini vurgulayan başkanlar, ‘’Bunu
taraftar, yönetim ve medya aynı doğrultuda
hareket ederek başarabilir’’ dedi. Sahalarda
şiddetin normal karşılanması gerektiğini
belirten Ali Şen, “Şu anda yaşanan olaylar
o kadar büyütülmemeli. Taraftar dediğimiz
kitle sizler, bizleriz. Bizim genlerimizde küfür var. Sokaktaki küfürü önlemeden tribündekini önleyemezsiniz. Yasa birkaç gün
önce değişti. Artık sahada polis olmayacak.
Bu bir devrim olabilir’’ dedi. Ali Şen’in bugünkü şiddetin kabul edilebilir olduğuna
yönelik sözlerine katılmadığını ifade eden
Özhan Canaydın ise “Ali Başkan kendine
göre haklı, evet
çok büyük şiddet
olayları yaşamıyoruz.
Ancak
her hafta olay
var. Bu aslında
1980 ihtilalinin
eseri. O dönemdeki gençliğin
tek deşarj olabildiği yer stadlar
olunca şiddet de
kaçınılmaz oldu.
Ama
burada
gördüğünüz gibi
bizler arasında
Ali Şen, Özhan Canaydın, Serdar Bilgili ve Ekrem Demirtaş
dostluk hiç bozulmadı’’ diye konuştu. Öğrencilerin so- devam edeceğini dile getirdi. İEÜ Mütevelrularını cevaplayan başkanlardan Ali Şen, li Heyet Başkanı Ekrem Demirtaş ise spor
Aziz Yıldırım’ın yeniden aday olmasını yöneticiliğinin çok ciddi bir iş olduğunu ve
normal karşıladığını ancak taraftarla sür- profesyonel yöneticiler yetişmesi için İzmir
tüşme devam ederse başının ağrıyacağını Ekonomi Üniversitesi’nde Spor Yöneticiliği
söyledi. Serdar Bilgili, başkanlık defterini Lisans Programı açmak için çalışmaların
kapattığını ancak Beşiktaş’a destek olmaya devam ettiğini söyledi.
İzmir Ekonomi Üniversitesi İletişim
Fakültesi ve İletişim Araştırmaları Derneği’nin (İLAD) Mart ayında
düzenlediği ve Hıfzı Topuz, Prof. Dr.
Özden Çankaya, Prof. Dr. Aysel Aziz,
Prof. Dr. Hülya Yengin, Haluk Şahin
ve Tuğrul Eryılmaz gibi isimleri ağırladığı Medya-Siyaset-İktidar I panelinin
ardından Nisan ayında yapılan İzmir
Söyleşileri’nin ilk konuğu Prof. Fuat
Keyman’dı. Panelde dünyanın küreselleşmesiyle birlikte, ulusal devlet kavramının yanında küreselleşen kentlerin
de ön plana çıktığını belirten Prof. Dr.
Keyman, “Bir kentin gelişmesi, küreselleşmesi için bazı kriterler var. Bunu
üç başlık altında söylersek, teknoloji,
girişimcilik, anlayış ve yaşanırlılık bir
arada bulunmalı. Kentin kültürel, eğlence ve farklı kimliklerin ve gurupların bir arada yaşayabilme yetileri,
ekonomik hareketler, girişimcilik ile
birleşebilir bir ahenk oluşturabiliyorsa
o kent gelişmeye, küreselleşmeye doğru yol alıyor demektir’’ dedi.
04 Kampüs

http://univers.ieu.edu.tr
Haziran2009 Yıl2 Sayı15
Kısa kısa... Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü duayenleri
tCollage London’da yüksek
lisans yapacak
ağırlamaya devam ediyor…
olduğu söyleşide nasıl reklamcı olduğunu,
renkli hayatının yanı sıra iş hayatındaki
domino taşlarını ve halen sloganları hafızalarda yerini koruyan “Seramik budur”,
“Ekmeğini elletme” ve “Bira bu kapağın
altındadır” gibi reklamların hikâyelerini
ve yaratım süreçlerini öğrencilerle paylaştı.
İyi bir reklamcı olmak için yetenek kadar
çok çalışmak gerektiğini belirten Mesci,
İzmir Ekonomi Üniversitesi öğrencileri
dünyanın en prestijli okullarında yüksek
lisansa kabul edilerek, hem kendi hem de
üniversitenin başarısını pekiştiriyor. Son
olarak İEÜ İşletme Bölümü dördüncü sınıf
öğrencisi Alexander Szilagyi, İngiltere’nin
en önemli okullarında King’s College
London’da Uluslararası İşletme Yüksek
Lisansına kabul edildi.
t
Çağlayan Arkan liderliği
anlattı
Microsoft Genel Müdürü Çağlayan Arkan,
İzmir Ekonomi Üniversitesi İktisadi ve
İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü’nde
verilen İşletme Politikası (Business Policy)
dersi çerçevesinde konuk konuşmacı olarak
üniversitemizi ziyaret etti.
12. Üniversitelerarası Reklam
tYarışması’nda
beşincilik ödülü
IAA Turkey’in düzenlediği 12. Üniversitelerarası Reklam Yarışması’nda, İzmir
Ekonomi Üniversitesi Halkla İlişkiler ve
Reklamcılık Bölümü öğrencilerinin oluşturduğu “Ajans Limon” yarışmaya katılan
25 üniversite ve 62 takım arasında finale
kalan on üç ekip arasından beşinci oldu.
Bu seneki konusu Avrupa Kültür Başkenti
İstanbul için gönüllü çalışacak üniversite öğrencileri bulmaya yönelik kampanya
hazırlama olan reklam yarışmasında, dördüncü sınıf öğrencilerinden Lena Çavuşoğlu, Berçim Ünal, Meltem Hocaoğlu,
Fabienne Filippucci ve Ceylan Kavi ders
kapsamında hazırladıkları projeyle okulumuza beşincilik getirdiler.
İEÜ’nün başarılı sporcuları
t
ödüllerini taçlandırdı
İzmir Ekonomi Üniversitesi’nin başarılı
sporcuları İzmir Konağı’nda düzenlenen
gecede bir kez daha onurlandı. Geceye
Mütevelli Heyet Başkanı Ekrem Demirtaş,
Rektör Prof.Dr. Atilla Sezgin, gazete ve
televizyonların spor yöneticileri, İEÜ
Mütevelli Heyet Üyeleri Ender Yorgancılar,
Nemci Çalışkan, Akın Kazançoğlu, Erkan
Güldoğan, Vedat Özyavuzgil, Turgut
Yemişçi, Hüseyin Payzin, Sefa Selgeçen,
Rektör Yardımcıları Prof.Dr. Cemali
Dinçer, Prof.Dr. Tunçdan Baltacıoğlu,
Genel Sekreter Levent Gökçeer, Spor
Koordinatörü Vehbi İşgören, antrenörler
ve sporcular katıldı. Bir konuşma yapan
İEÜ Mütevelli Heyet Başkanı Ekrem
Demirtaş, sporcuları tek tek tebrik ederek
başarılarından dolayı kutladı.
Danslarıyla kalpleri fethettiler
t
İzmir Ekonomi Üniversitesi Halk Dansları
Kulübü, artık geleneksel hale gelen
‘’Ekonomiden Kalbe, Kalpten Dansa 5’’
gecesinde İEÜ Açıkhava Gösteri Merkezi’ni
dolduran yaklaşık iki bin kişi dansa doydu.
Sunuculuğunu Barış Kınav’ın yaptığı gece,
İEÜ Halk Dansları Kulübü Başkanı Engin
Kıbrıslı’nın konuşması ile başladı. Halk
Danslarını sevdiren herkese teşekkür eden
Engin Kıbrıslı, kuruluşundan bu yana
birbirinden başarılı gösterilere imza atan
ekibe büyük destek olan İEÜ Mütevelli
Heyet Başkanı Ekrem Demirtaş’a, İEÜ
Rektörü Prof. Dr. Attila Sezgin’e, Genel
Sekreter Levent Gökçeer’e, Koordinatör
Nihal Durmaz’a, eğitmenler Hakan Koçan
ve Teoman Dalcı’ya, öğrenci dekanlığı
çalışanlarına ve oyunların hazırlanmasında
emeği geçenlere birer plaket sundu.
Haluk Mesci
İ
zmir Ekonomi Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü öğrencilerinden oluşan Şapka Takımı’nın hazırladığı ‘’Hayatım İletişim’’ söyleşilerinin
ilk konuğu birçok ünlü reklama imzasını
atmış olan Haluk Mesci idi. Şapka Takımı
öğrencilerinin kendisinin haberi olmadan;
eşi, arkadaşları ve ortaklarıyla yaptığı röportajları seyrederken duygusal anlar yaşayan Mesci’nin, çocukluğuna ve gençliğine
ait anılarda zaman zaman gözleri doldu.
Mesci, 30 yıllık evliliği geride bıraktığı eşi
ve yakın dostlarının da izleyiciler arasında
Salim Kadıbeşegil
“Ben öğrencilerin mevcuttaki şekliyle yapılan yarışmalara katılmasına da karşıyım.
Bu onları geliştirmekten çok yarış atına
dönüştürüyor. Oysa yaptığınız işler başa-
rılıysa siz zaten ödülünüzü almış olursunuz. Birkaç yarışma bunun kıstası olamaz’’
dedi.
Şapka Takımının ikinci konuğu ise,
Türkiye’de halkla ilişkiler denince ilk akla
gelen isimlerden biri olan Salim Kadıbeşegil oldu. Halen merkezi New York’ta
bulunan “The Reputation Institute” un
Türkiye temsilciliğini yürüten ve şirketlere ‘’İtibar Yönetimi’’ alanında danışmanlık yapan Kadıbeşegil, bu konudaki engin
bilgi ve deneyimlerini öğrencilerle paylaştı. İEÜ Konferans Salonu’ndaki söyleşide
Salim Kadıbeşegil, halkla ilişkilerde kriz
yönetiminin önemine değindi. Öğrencilere kendilerini sürekli geliştirmelerini ve
kendilerine mutlaka bir yol haritası belirlemeleri gerektiğini belirten Kadıbeşegil,
“Şirketlerin yol haritaları vardır. Sizlerin
de olmalı, kendinize hedefler koyun ve o
doğrultuda çalışın. Her yıl kırmızı ve yeşil
liste yapın. Kırmızıda kariyer hayatında tanışılması gereken önemli olan kişiler, yeşilde ise vakıf, sosyal hayat, STK gibi sosyal
hayatı geliştirecek kurumlar olsun” dedi.
Stratejik iletişim yönetimi ve kurumsal
itibar yönetimi konularında önemli çalışmalara imza atmış olan ve bu alanda 6
kitap sahibi Kadıbeşegil, “Şirketleri krize
sokan nedenler bellidir. Bu konularda yanlış karar alan şirketler zora girer. Burada
en önemli olan şey itibardır. Bunu korumanız ve o krizden en az zararla çıkmanız
gerekir’’ diye konuştu. Söyleşinin ardından
öğrenciler, Salim Kadıbeşegil’e bugünün
anısına bir şapka hediye etti.
7. Dersarası Yarışmasıʼnda birincililik ödülü
İ
zmir Ekonomi Üniversitesi öğrencileri önemli bir başarıya
daha imza attı. Marketing Türkiye
ve Reklam Yaratanlar Derneği’nin
ortaklaşa düzenlediği 7. Dersarası Yarışması’nda, İEÜ öğrencileri
20 üniversite ve 88 projenin arasından birinci oldu. Bu yıl ‘cinsel
yolla buluşan hastalıklara karşı
prezervatif kullanımının önemini
kavratma’ başlığıyla bir sosyal sorumluluk projesi olarak planlanan
yarışmanın sloganı ise “Koru(n)
madan Olmaz” şeklindeydi. İEÜ
İletişim Tasarımı Bölümü 3. Sınıf
öğrencisi Elvin Evren, İEÜ Halkla
İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü 3.
Sınıf öğrencisi Cansu Altay ve yine
aynı bölümden 4. Sınıf öğrencisi Serra Sezgin’den oluşan Güney
Ajans, ‘Kızlar, kendilerini koruyan
erkekleri sever’ başlıklı çalışmasıyla 87 projeyi geçerek birinciliği
elde etti. Korunma ve korumanın
sadece erkeğin görevi olmadığını ve her iki
tarafın bilinçli olması gerektiğinin vurgulandığı çalışmalarının 88 proje arasından
7. Dersarası Yarışmasında birinci olan afiş çalışması
birinci olmasına çok sevindiklerini belirten başarılı öğrenciler, ‘Daha öncede arkadaşlarımız sektörün önemli yarışmalarında
derece yapmışlardı. Bu kez birinciliği getirdik. Bu ödül bize güven verdi. Tüm hocalarımıza teşekkür ediyoruz’ dedi.
İEÜ Şapka takımı
Şapka takımı İzmir Ekonomi Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü öğrencilerinin oluşturduğu 13
kişilik bir çalışma grubudur ve Hayatım ile+işim adında
bir söyleşi dizisi hazırlamak üzere kurulmuştur. Şapka takımı Fabienne Filippucci, Emel Sarıbekteş, Didem Kartal,
Selin Ekşioğlu, Murat Şahin, Deniz Bayuk Ceren Oskay,
Arzu Koldanca, Canberk Ünsal, Sarphan Uzunoğlu, Serra
Sezgin ve Hasan Çildağ isimli öğrencilerden oluşmaktadır.
Takımın amacı, halkla ilişkiler ve reklamcılık sektörünün
önde gelen kişileriyle öğrencileri kaynaştırmak, onlara
sektördeki ustalarının bilinmeyen yönlerini ve mesleki
bilgilerini aktarmaktır.
http://univers.ieu.edu.tr
Kampüs 05
Haziran2009 Yıl2 Sayı15
İletişim Fakültesiʼnin Fulda atağı
İzmir Ekonomi Üniversitesi İletişim Fakültesi Erasmus Ders Verme Hareketliliği kapsamında Fulda Üniversitesi
(Hochschule Fulda, University of Applied Sciences) Toplumsal ve Kültürel Çalışmalar Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr.
Volker Hinnenkamp Kültürlerarası İletişim ve Avrupa Çalışmaları (ICEUS) programı hakkında bizi bilgilendirdi.
Nükhet Erkmen: Bize biraz kendinizden
bahsedebilir misiniz?
Volker Hinnenkamp: Ben Fulda Uygulamalı Bilimler Üniversitesi’nde sosyal dil
bilimciyim. 1999 yılından itibaren Fulda
Uygulamalı Bilimler Üniversitesi’nde Kültürlerarası İletişim ve Avrupa Çalışmaları
(ICEUS) programı çerçevesinde de dersler
veriyorum.
Bu programdan söz edebilir misiniz?
Bu program dört dönemlik bir master
programı. Söz konusu uluslararası master
programı Avrupa’da bütünleşmesine ve
uluslararasılaştırmaya ve küreselleşmeye
bir bakış da sunuyor. Program üniversite
mezunlarını uluslararası alanda özellikle
Avrupa’da özel sektörde kariyer yapmaya
da hazırlıyor ayrıca. ICEUS programı çalışma alanı olarak Kültürlerarası İletişim,
Avrupa Çalışmaları ve Uluslararası Örgüt
alanlarına odaklanan bir program. Programın seminerleri Almanca ve İngilizce olmak üzere çift dilde yapılıyor.
Öğrencilerin bu programa katılımları nasıl?
Oldukça iyi. Kültürlerarası iletişim ve Avrupa çalışmaları programına katılan öğrenciler
de genellikle çok uluslu bir profil oluşturuyor. Zaten program da çift dilli olduğundan
bu çok güzel ve farklı grupların bir araya
gelmesini sağlıyor. Çok uluslu bir program
diyebilirim.
Programa başvuru için ne gibi belgeler isteniyor?
Çok kişi başvuruyor içlerinden en iyi olan-
Can Akbaş, Volker Hinnenkamp, Nükhet M. Erkmen ve Hakan Gözütok
ları seçebilmek oldukça güç. Bu programa
neden katılmak istedikleri ve bu alanda çalıştıkları takdirde ne yapmayı planladıkları
ve geçmişteki çalışmaları da bizim için ay-
rıca önemli. Bu program oldukça yoğun bir
içeriğe sahip. Öğrenciler haftada yaklaşık
32 saat ders görüyorlar. Öğrenciler bazen
seçmeli derslerden hangilerini alacaklarına
Burası sizin yeriniz: EkoForum.Net
İEÜ öğrencileri arasındaki yardımlaşmayı
arttırmak, karşılıklı fikir alışverişine yön vermek ve bilgi akışını sağlamak gibi amaçlarla
kurulan bu site; yapılan güncellemeler, geliştirilen yeni sistemler ile başlıklarla ve M.
Kemal Atatürk’ün “Ekonomi her şeydir” anlayışıyla herkese hitap eden amaçları benimseyerek farklı bir yapıya dönüşmüştür.
Sitenin ana içeriğini kültür-sanat, bilim,
ekonomi ve güncel konular oluşturmaktadır.
Bu içeriğe ek olarak; İzmir Ekonomi Üniversitesi kaynaklarından alınan güncel “Bizden
Haberler”, “Ekonomi Hakkındaki Haberler”
ile üniversitemiz öğretim üyelerinin bilimsel
yazıları ve çeşitli kaynaklardan atıfta bulu-
narak alınan “Makale ve Bilimsel Yazılar”,
üniversitenin gelişimine katkıda bulunacak
önemli “anketler”, güzel İzmirimizi tanıtıcı
ve öğretici “Kent Haberleri”, sitede hoş vakit geçirme adına yapılmış “Galeri ve Oyun”
başlıkları, bir de sanatseverleri ilgilendirecek
güncel “Gösterimdeki Filmler” başlığı sitenin ana içeriğini desteklemektedir.
Üniversite içi yardımlaşma ve iletişim adına
üyelerimiz; açık ve göz önünde bulunan “Forumlarımızda”, yine üyelerimizin gönderdiği
ders notları, dersler, stajlar ve iş hayatı hakkındaki görüşlerini, topluluk reklamlarıyla,
çalışmalarını, ek olarak güncel olayların detaylarını rahatlıkla takip edebilirler. Forum-
lardan faydalanmak için sadece siteye üye
olunması yeterlidir. Yapılan bütün çalışmaların temel sebepleri; sıcak ve herkese hitap
eden bir ortamda, yardımlaşmayı arttırmaya
yönelik çalışmaktan başka bir şey değildir.
Önemli olan, güzel üniversitemizin ismi altında, birbirimize daha yakın olmak ve üniversite hayatını dolu dolu geçirmektir. Destek verenlere başta Öğrenci Dekanlığı olmak
üzere EkoForum ailesi olarak teşekkürü borç
biliyoruz.
Proje’nin Sahipleri:
İzmir Ekonomi Üniversitesi Öğrencileri;
Burak Demiral, Mert Turanoğlu ve Alper
Karagül.
İEÜ 2. Liselerarası Karikatür Yarışmasıʼnda ödül alan çalışmalar
karar veremiyorlar çünkü her biri ilgilerini
çekiyor ve böylece alabileceklerinin hepsini alıyorlar. Bu da oldukça yoğun kılıyor
programı.
Ünivers
İEÜ İletişim Fakültesi
Uygulama Gazetesi
Sahibi
Prof.Dr. Attila Sezgin
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Prof.Dr. Sevda Alankuş
Yayın Kurulu
Prof.Dr. Sevda Alankuş
Yrd.Doç.Dr. Gökçen Karanfil
Öğr.Gör. Burak Doğu
Öğr.Gör. Selin Türkel
Yazı İşleri
Öğr.Gör. Burak Doğu
Araş.Gör. Nükhet M. Erkmen
Araş.Gör. Sumru Yıldırım
Araş.Gör. Rana Kuddaş
Haziran Sayısı Bölüm Editörleri
Seray Özbiçer, Gizem Güngör,
Sarphan Uzunoğlu, N. Toros Mutlu
Görsel Yönetmen
Öğr.Gör. Burak Doğu
Tasarım
Hakan Gözütok
Yer
İzmir Ekonomi Üniversitesi
Balçova
http://univers.ieu.edu.tr
Yerel, aylık süreli yayındır.
Haziran 2009
Basım Yeri: Yılmaz Matbaacılık
ve Form 2826 Sokak No: 52
Kat: 3/301 I. Sanayi Sitesi
İzmir (232) 459 97 18 pbx
İkincilik ödülü (Ozan Kulaç)
Üçüncülük ödülü (Ayşe Bulut)
06 English
Haziran2009 Yıl2 Sayı15
IUE became the first in 7th
course break competition...
İ
zmir University of Economics students
had another important success. In 7th
Course Break Competition organized
collectively by Marketing Turkey and
Advertisement Creators Association IUE
students became the first out of 20 universities and 88 projects. “No Way without Protection” was the slogan of the
competition, which was planned to be a
social responsibility project with the title
“to emphasize the importance of using
condom against sexually transmitted
diseases”. Güney (South) Agency made
up IUE Department of Communication
Design 3rd grade student Evrim Evren,
IUE Department of Public Relations
and Advertising 3rd grade student Cansu Altay and 4th grade student from the
same department Serra Sezgin won the
first place in 88 projects with their work
entitled “The Girls love boys who protect
them”. The successful students stated that
they were very happy to become the first
from 88 projects with their own projects,
which emphasized that protection was
not a one-sided duty of the men and both
sides must be conscious, and they said,
“Our friends had ranked in important
competitions of the sector before. This
time we had the first place. This award
provided confidence for us. We thank to
all of our lecturers.”
Legendary presidents talked about Fair Play
I
n the scope of İzmir University of
Economics 8th Spring Festival, the
unforgettable presidents of the three major sports clubs Former Beşiktaş President Serdar Bilgili, Former Galatasaray
President Özhan Canaydın and Former
Fenerbahçe President Ali Şen met with
students in the panel on “Fight Against
Violence in Football in the Light of Fair
Play”. The moderator of the panel was
IUE Board of Trustees President Ekrem
Demirtaş. The presidents stated that the
violence on the football fields should be
prevented and said, “It can be achieved
if supporters, management and media
act together.” Ali Şen stated that the violence on the football fields should be
reacted normally, “The events experienced today should not be exaggerated.
The masses that we call supporter are
you, us. We have curse in our genes. You
cannot prevent cursing in the tribune
unless you prevent cursing on the street.
The legislation changed a few days ago.
There will not be police on the football
fields anymore. It can be a revolution.”
Özhan Canaydın stated that he did not
agree with Ali Şen about admitting violence. “Ali Şen is right in his opinion,
yes, we do not experience very big incidents today. But, every week there is an
uccessful athletes of Izmir University
Economics are honored once again in
the night organized in İzmir Konağı. Board of Trustees President Ekrem Demirtaş,
Rector Prof. Dr. Atilla Sezgin, sports managers of the newspapers and televisions,
IUE Board of Trustees Members Ender
Yorgancılar, Nemci Çalışkan, Akın Kazançoğlu, Erkan Güldoğan, Vedat Özyavuzgil, Turgut Yemişçi, Hüseyin Payzin,
Sefa Selgeçen, Vice-Rectors Prof. Dr. Cemali Dinçer, and Prof. Dr. Tunçdan Baltacıoğlu, Secretary General Levent Gökçeer,
Sports Coordinator Vehbi İşgören, trainers
and athletes attended the night.
Emre Aydın
entertained IUE
Famous singer Emre Aydın gave an
unforgettable concert in the second
night of İzmir University of Economics 8th Spring Festival. In the
concert at Balçova Campus, nearly
five thousand people sang the songs
of Emre Aydın, which became hits
together with him. The drum show
in the concert that the students of
all universities in İzmir attended was
also spectacular. Emre Aydın stated
that he was very happy to be in İzmir
and get together with the students.
Besides his own songs, he sang the
songs of Cem Karaca, MFÖ and Aşık
Veysel. Emre Aydın sang nearly 20
songs in the concert that lasted two
hours and said, “I would like to meet
here again next year.”
The guest of
“Izmir talks” was
Fuat Keyman
occasion. This is in fact the result of 1980
military coup. The youth of that day could only be discharged in tribunes, so violence became inevitable. But, as you see
here, our friendship never ended.” Later,
the presidents answered the questions
of the students and Ali Şen said that it
was normal for Aziz Yıldırım to be candidate for presidency again; however, if
the supporters carried on disputing, he
would be in trouble. Serdar Bilgili said
that he would not be president again, but
he would continue to stand by Beşiktaş .
IUE Board of Trustees President Ekrem
Demirtaş stated that being a sports club
manager was a really serious job and they
planned to offer Sports Management Undergraduate Program at İzmir University
of Economics in order to raise professional managers.
Successful athletes of IUE
crowned their awards
S
http://univers.ieu.edu.tr
Board of Trustees Members, Vice-Rectors
and press representatives presented plaquets and medals to Şevket Taş who became
the second in 2008-2009 academic year
in Turkish Interuniversity Athletics Javelin Throw branch, Ladies Tennis Team
who rose to Super League by becoming
the champion in Interuniversity 1st League, Men’s Tennis Team that became the
fifth in Turkish Interuniversity Super League, Men’s Basketball Team that rose to
Turkish Interuniversity 1st League, Ladies Basketball Team that became the third
in Interuniversity 1st League and Ladies
Volleyball Team that rose to Interuniver-
sity Super League.
IUE Board of Trustees President Ekrem
Demirtaş made a speech at the night and
congratulated the athletes. Demirtaş stated
that IUE gave importance to sports and social activities of the students as well as their
education and said, “With your success,
you give value for it and write the name
of our university where it belongs. Vehbi
Hoca wishes all the teams played in super
league and even in professional league. In
fact, we have the power to do that. However, our priority is education, yours too.
Sports and social activities are of secondary
importance.”
In March, İzmir University of Economics
Faculty of Communication and Communication Researches Association (İLAD)
had organized Media-Politics-Political
Power I Panel and hosted Hıfzı Topuz,
Prof. Dr. Özden Çankaya, Prof. Dr. Aysel Aziz, Prof. Dr. Hülya Yengin, Haluk
Şahin and Tuğrul Eryılmaz, and in April, İzmir Talks is organized and the first
guest was Prof. Fuat Keyman. Prof. Dr.
Keyman stated that with the globalization
in the world, alongside with national state concept, globalizing cities came to the
forefront and said, “There are some criteria for the development, globalization of a
city. These are; technology, entrepreneurship and perception, inhabitability should
be together. If the cultural ability, entertainment and the opportunity of different
identities and groups to live together in a
city, economical movements, entrepreneurship can unite and create a harmony,
this means that this city is developing and
globalizing.”
http://univers.ieu.edu.tr
İnceleme 07
Haziran2009 Yıl2 Sayı15
Kürşat Başar ile samimi bir sohbet
Gazeteciliği, radyo ve televizyon programları, müzik çalışmaları, kısa bir aktörlük
deneyimi ve elbette kitapları... Çok yönlü bir isim Kürşat Başar. Bu alanların her
birinde başarılı bir şekilde yer alarak insanlarla her dönem iletişim kuran Kürşat Başar
imza günü için İzmir’deydi. Biz de Başar ile romanları ve projeleri üzerine konuştuk.
Eserlerinde kadınların dilinden iyi anladığı vurgulanan yazarın imza gününde de
çoğunluğu kadınlar oluşturmaktaydı.
gazetelerden, o döneme ait kitaplardan,
filmlerden yola çıkarak genel hatlarıyla bir
şey anlatabilirsiniz. Fakat o dönemi yaşayan
Yirmili yaşlardaki bir kadının ruh halini anlatmak çok zor bir şey. O dönemde yaşayan
bir kadının ruh halini, saçının biçimini,
aksesuarlarını gündelik yaşantısına dair her
şeyini bilmeniz gerekiyor. Bir kadını iyi bir
biçimde anlatmaya gelince, bunu zaten en
iyi bir erkek anlatabilir diye düşünüyorum.
Ben 14-15 yaşından beri kendimi bildim
bileli kadınlarla birlikteyim. Onlarla özel
bir şeyler paylaşıyorum. Bu nedenle kadınları daha iyi anlamam ve anlatmam daha
doğal diye düşünüyorum.
Kürşat Başar, Nükhet M. Erkmen
Nükhet Erkmen: Siz şimdiye kadar içinde
yaşadığımız dönemde, ağırlıklı olarak kadınerkek ilişkilerini sorgulayan eserlerle karşımıza çıktınız. “Başucumda Müzik” kitabınız
ise, alıştığımız ve bildiğimiz romanlarınızdan tarz ve üslup açısından farklı. Sizi daha
önceki eserlerinizden farklı olarak bir dönem
romanı yazmaya iten şey neydi?
Kürşat Başar: Bu romanda hem bir değişiklik yapmak hem de neo-klasik bir şeyler
yazmak istedim. Genellikle yazarlar aslında
klasik eserlerle başlayıp daha sonra karmaşık tekniklere doğru yol alırlar. 1950-60 dönemini anlatmayı hep istiyordum zaten. Bu
dönem çok farklı yönlerden ele alındı. Bu
nedenle ben değişik bir şey ortaya koymak
istedim ve bu kitapla diğer kitaplarım da
tekrar gündeme geldi.
Kitaplarınızın hepsinde sürükleyici dil dışında, kurgusal olarak da bir sinema filmi için
çok zengin kaynaklar var. Herhangi birini
beyaz perdeye taşımayı düşündünüz mü?
Bu konuda bir sürü görüşmeler yapıldı. Bu
görüşmeler özellikle “Sen Olsaydın Yapmazdın Biliyorum” ve “Başucumda Müzik”
kitaplarım için yapıldı. Diğerleri için de teklifler geldi. Fakat benim kitaplarımın beyaz-
perdeye aktarılmasının bir zorluğu var, bilinç
akışı tekniğiyle yazılması ve iç anlatımlardan
oluşması. Dolayısıyla bu metinleri görüntülere dökmek ve klasik bir teknikle çekmek
sıkıcı olur diye düşünüyorum. Diğer kitaplardan farklı olarak “Başucumda Müzik”
aslında adeta resim resim yazılmış bir eser.
Onun senaryosunu yazdım, İngilizce’ye çevrildi, İngiliz yapımcılarla görüşüldü fakat
benim istediğim şekilde çekilirse pahalıya
mal olacağı için bu proje askıya alındı.
Size en çok sorulan sorulardan biri de; roman örgüsü içinde yer verdiğiniz karakterler
üzerinde, kadınların duygu ve düşüncelerini
nasıl bu kadar iyi anladığınız ve anlattığınız
sanırım. Fakat sadece kadın değil, bir kadın
gözüyle erkek ve bir erkek bakışıyla kadını da
başarıyla yansıtıyorsunuz. Bu başarınızı neye
bağlıyorsunuz?
Teşekkür ederim yorumunuz için. Ben yazarken bu kadın-erkek ayrımını düşünerek
yazmıyorum aslında. Mesela “Başucumda
Müzik’i” yazarken zor olan bir kadının ağzından yazmak değil de hiç yaşamadığım
bir dönemi anlatmaktı. Çünkü o karakterin
o dönemdeki gündelik ayrıntılarını anlatıyorsunuz kitapta. Siz bir roman yazarken
“Kış İkindisinin Evinde” romanı ile başlayıp
“Aşkı Bulmanın ve Korumanın Yolları” kitabınıza kadar uzanan ve bizi kendimizle yüzleştiren unutulmaz karakterlerinizden Selin,
Nevit ve Cem’i en son kafaları karışık, üzgün
ve yoruma açık bıraktığınızı söylersek; yine bu
kahramanlar üzerine kurulu yeni bir romanla karşılaşacak mıyız?
Selin, Nevit ve Cem kitaplarımda her ne
kadar isimleri aynı olsa da aslında farklı
karakterler. Aynı isimleri kullanmamın
nedeni ise gerçek ile gerçek üstüyü birleştiren bir atmosfer yaratmak istemem. Bu
isimleri aslında bir yabancılaşma efekti
olarak kullanmak istedim. Bu kişiler gerçekten tanıdığımız kişiler mi gibi çağrışımları okur yapamasın diye kullandım. O
kitapları o dönem yazmak istedim. Fakat
şimdi yine o karakterler üzerine bir şey
yazmak ister miyim bilmiyorum. Belki bir
gün dönüp onların yarım kalan hikâyesini
bitirebilirim.
Kitaplarınızda genellikle kırık aşk hikâyelerini
okuyoruz. Siz aşkı nasıl tanımlıyorsunuz?
Aşkı tanımlayamıyorum. Aslında tanımlayamadığım için bunları yazıyorum. Bir sürü
aşka dair tanımlar var kitaplarımın içinde
karakterlerin dilinden yansıttığım, bunların
bir kısmı elbette benim de düşüncelerim.
Fakat aşkın net olarak tanımı verilebilecek
bir şey olduğunu düşünmüyorum. Bugün
yaşadığınız şeye göre başka bir tanım, başka
biriyle yaşadığınız şeye göre başka bir tanım
oluşturulabilir. Değişken bir şey bu…
Trevanian - Şibumi
G
izem kelimesi insanı en başından
alıp, sonuna doğru hızla sürükleyen
bir kelime oluyor kitabın içinde. Takma
adı Travenian olan yazarın Şibumi’si de
tam anlamıyla böyle bir kitaptır okuyucusu için. Zeki, soğukkanlı, tam olarak
hiçbir millete ve kültüre ait olmayan,
olamayan, en sıra dışı roman kahramanı Nicolai Hel, kim olduğunu yalnız
yayımcısının bildiği gizlerle dolu yazar
Trevanian’nın kitabının kahramanıdır.
Sıradanlığın altındaki olağanüstülüğü
konu alan kitap, bilgiden çok bir anlayıştır. Bir Japon felsefesidir. İnanılmaz
özelliklere sahip bir kahramanı ve soluksuz bırakacak hareketli anlatımları ile
Şibumi, Trevanian’ın en başarılı kitabı
olarak anılır. Romanda anlattığı müze
soygunu ve bazı cinayet detayları hayata
geçirilince Şibumi tekrar basılmış ve bazı
bölümler kitaptan çıkarılmıştır.
Kitap, yazarının yarattığı Nicolai Hel’in
yaşam öyküsünü anlatıyor. Anlatmak ile
kalmıyor aslında Trevanian, yaşatıyor
okuyucusuna kitabının her sahnesini.
Sıra dışı biri olan Nicolai karakteri Rus
bir annenin ve Alman bir babanın kanını taşıyan Japon terbiyesine göre eğitim
gören ve beşik dili olarak 4 dil bilen biridir romanda. 25 yaşına geldiğinde ise
7 dili ana dili gibi konuşabilen Nicolai,
kendisini Go oyununun felsefesine göre
kontrol eder. Yalnızca şanslı insanların
yaşayabildiği, mistisizme doğuştan sahip
bir çocuk olan karakter Nicolai, bunaldığında ya da biraz dinlenmeye ihtiyacı
olduğunda mistik yolculuğa çıkar ve
birkaç dakika içinde tamamen arınmış,
dinlenmiş olarak kendine gelir. Hintli
rahiplerin yıllarca eğitim görerek ulaştıkları Nirvana’ya varma huzuruna o doğuştan sahiptir. Kötü olaylar sonucunda
bu özelliğini yitirecek olan Nicolai’in aslında hükümetler ve örgütler adına adam
öldüren kiralık bir katil olduğu gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalırız Şibumi’de
sayfaları çevirdikçe.
Kitaptaki gizem sadece romanın içinde
kalmamaktadır aslında. Gizem, yazarının hayat öyküsünü araştırmaya başla-
dığımızda da
bizi bırakmaz.
Yaşadığı yerin
sadece yayımcısı tarafından bilinen
Trevanian’ın
gizemi kendisi öldükten
sonrada devam etmektedir. Mezarının yerinin bilinmemesini vasiyet eden
yazar, Şibumi’de çeşitli ırklara yapılan
zekice göndermeler, Japon kültürü,
ikinci dünya savaşı, devletler arasındaki
çıkar hesapları hakkında verdiği fikirler
ile de kitabı daha da okunabilir kılar.
Kurgu cambazı bir yazarın usta kaleminden bir kitap okumak isteyen herkes Şibumi’yi okuyabilir. Nicolai Hel
ile birlikte bir yolculuğa çıkmaya hazırsanız aklınızın kemerlerini şimdiden
bağlamaya başlayın.
Seray Özbiçer
Selin Bayraktar
Medya ve İletişim Bölümü
BİLGELER KÖYÜ
N
e yazık ki “Benim fikrim tek doğrudur”
devrinde yaşıyoruz. Özellikle Türkiye
gibi her şeyi çok iyi bildiğini sanan bilgelerle
dolu bir ülkede, insanlar birbirini anlamadan
ve dinlemeden sorunlar için ortak bir nokta
bulamıyorlar. Diğer bir yandan da kimi farklı -ve zararlı- fikirlerin yanlışlığını gördükçe
gerçekten bunlara değer verilmeli mi diye
soruyoruz kendimize. Bu söylemlerden ilki
Mardin katliamı sonrasında meydana geldi.
Bu felaket Türkiye’nin merkezden uzak kenarlarına sıkışmış gerçeklerini su yüzüne çıkararak hepimizde şok etkisi yarattı. Doğu’da
kan davası, namus meselesi, ırksal ayrımcılık
gibi olaylardan kaynaklanan şiddeti kaderimizmiş gibi benimsemiştik çoktan beri, ama
4 Mayıs günü, Türkiye’de şiddetin tarihine
yeni bir karanlık iz bıraktı. İşte bu utanç olayının uzun bir süre kapanmayacak yaraları
hali hazırda sürerken, Tayyip Bey’in tartışmalı
yeni kabinesinin Kadın ve Aileden Sorumlu
Devlet Bakanı Selma Kavaf, katliamın yaşandığı Bilge Köyü’ne yaptığı inceleme sırasında
şunları söyledi: “Dünyanın her yerinde cinnet geçiren insanlar olabiliyor. ABD, Kanada
ve çeşitli yerlerde 20- 30 kişiyi öldürülebiliyorlar. Ama bu oradaki sistemi sorgulamayı
beraberinde getirmiyor.” Fuat Keyman bir
yazısında ise şu soruyu soruyor: “Mardin felaketi AKP’ye ve hepimize şu soruyu soruyor:
“Seçim kazanmak mı, Türkiye’yi yönetmek
mi? Siyasi, ekonomik ve kültürel nema/ çıkar mı, insani kalkınma/ güvenlik/ birlikte
yaşamak mı?” Sayın bakanımız bu sözleriyle
sorunu çözmek ve eleştirileri değerlendirmek
yerine Keyman’ın sorusunun cevabını aslında
açıkça veriyor ve sistemi ne olursa olsun eleştirmeyin önermesini bir kez daha meşrulaştırıyor. İkincisi ise sosyolog Ali Bulaç’ın CNN
Türk’te katıldığı “Reha Muhtarla Çok Farklı”
programında sarf ettiği gerçekten “çok farklı”
sözler... Kısacası eşcinsel insanlarla bir arada
bulunmaya bile tahammülü olmayan Ali Bey
“Eşcinsellik geliştikçe insanların kitlesel olarak öldürülmeleri hızlanıyor. Meşru yollardan
savaşı göze alamadığın zaman kitlesel olarak
öldürüyorlar. Şu anda Irak ve Afganistan’da
kitleler halinde sivil halkı öldürenlerin çok
önemli bir kısmının eşcinsel olduğunu söylüyorlar... Bu derin ruhsal travmalarla da ilgili bir konudur” sözleriyle nasıl bir kafanın
okumuş ama aydınlanamamış olabileceğini
bizlere gösterdi. Bu iddiaların birer hurafe olduğunu bilerek ve gerçek olmasını içten içe
isteyerek, toplumda zaten dışlanan eşcinselleri bir kez daha hedef tahtası olarak göstermeyi
başardı. Bunların dışında asıl önemlisi, cinsel
bir tercihin şiddeti de beraberinde getirdiği
iddiasıdır; yani tüm heteroseksüeller masum
da homoseksüellerin alayı katil mi? İşte Sayın
Bulaç’ın bu sözlerinde homofobik bir insanın
doğasına özgü mantıksızlık ve iftira mekanizmasının nasıl işlediğini görüyoruz. Oysa,
Freud’dan bihaber bilge Bulaç’ın eşcinselliğin
insanın biliçaltında her zaman var olduğunu
öğrenmesi ve bazen kendi bilinçaltına inip
bazı şeyleri gün ışığına çıkarması gerekiyor.
İşte medyadan sürekli takip ettiğimiz ve
sözleri toplum için önemli olan iki bilgenin
karanlık kafaları. Biri bir katliamın küllerini
saman alevindenmişçesine savurmaya çalışıp
eleştirisiz düzeni sağlarken, diğeri şuursuz
söylemleriyle toplumun bir kesimini haksız
yere ateşe atıyor. Ben bu insanları anlamadan
dinlemeden cahilce yargılamak ve eleştirmek
isterdim ama yapamıyorum. Tek yapabileceğim, Türkiye’deki sistemi sınırsızca eleştirmek
ve onun ürettiği bu karanlık kafaların daha
fazla sorun yaratmaktansa bilgilerini iyi kullanıp hazırda fazlasıyla var olan problemler için
bir şeyler yapabileceklerini ummak oluyor.
08 Medya
Halil Türkden
Medya ve İletişim Bölümü
YİNE Mİ “ÇİN” ?
http://univers.ieu.edu.tr
Haziran2009 Yıl2 Sayı15
Meraklı Ayhan Sicimoğlu!
15 Mayıs Cuma günü İzmir’e oldukça renkli, çokça da yaşam arsızı bir müzisyen geldi:
Ayhan Sicimoğlu. Kendisiyle konserden önce, kaldığı otelin bahçesinde söyleşi yapma
şansımız oldu. Birçok kişi onu, televizyonda yaptığı programlardan tanıyor; halbuki o,
yılların müzisyeni, “Sen neymişsin be abi!” nin “Abi”si ve kulakları küpeli olan delinin
ta kendisi aslında! Ama o kendisini “sadece meraklı” biri olarak görüyor.
E
ski çağlarda Türkler’in başına birçok
iş açan ve sürekli bir mücadele halinde olduğu Çin tehdidi şimdilerde sadece
Türkler’in değil, tüm dünyanın teşhisi ve
tedavisi konulamayan sorunu haline geldi. Çin ekonomisi her geçen gün büyüyor.
Buna bağlı olarak halkın refahı da sürekli
bir artış içerisinde. Bugünlerde her köşe
başında karşımıza çıkan “ne alırsan bir
lira” “ne alırsan şu kadar lira” dümeniyle
gemiyi götüren Çin, kağıt, pusula, barut
ve matbaa ile nasıl günümüz medeniyetinin temelini attıysa aynı şekilde günümüz
dünyasının ekonomisini temelinden sarsmaya başladı. Çin bizlere bu tehdidi hissettirirken diğer yandan dünyanın en hızlı
büyüyen ekonomisi konumunda. Ayrıca
Çin, parasını baskı altında tutarak döviz
rezervini de bir trilyon dolar sınırına dayadı. Son olarak Dünya Bankası’nın 2007
rakamlarını açıklamasıyla 3.218 trilyon
dolarla Almanya’yı da geçerek dünyanın
üçüncü büyük ekonomisi olmayı başardılar. Ekonomideki bu devasa yükseliş
halkın da refah ve rahatını arttırmakta.
Çin’de bir hanedeki yıllık gelir miktarı en
az sekiz, en fazla 40 bin dolar arasında. Bu
bilgilerden de anlaşılacağı gibi Çin’de fakir
ve zengin kişiler arasındaki dengenin korunduğu ortada. Bu demek oluyor ki, en
kötü durumda olan bir Çin ailesi bile yılda 11-12 bin Türk Lirası kazanıyor. “Ne
alırsan” sloganıyla gelişmekte olan ülkeleri içten zayıflatmaya başlayan Çin, eğer şu
anda gümrükler kapatılıp sıfırlansa, bütün
Avrupa ülkelerini istila edebilecek ekonomik güce sahip. Çin; elektronik ürünler,
zücaciye, hediyelik eşya, temizlik ürünleri,
kozmetik ürünler, kırtasiye, oyuncak, inşaat malzemeleri gibi birçok sektörde tehdit oluşturmaya devam ediyor. Örneğin;
2002’de Türkiye dünya havlu üretiminde
%45 ile birinci iken, 2005 başında bu
oranın %15’e gerilediği ve Çin’in açık ara
farkla lider olduğu görülüyor. Peki üç yılda gerçekleşen nasıl bir başarıdır bu? Çinli
girişimciler alanında dünya markası olan
Türk havlularının taklidini piyasaya sürerek, ucuz iş gücünün de katkılarıyla sadece Türk ekonomisine değil birçok dünyaca ünlü firmaya da darbe vurmaya devam
ediyor. Çin gelişen ekonomisiyle beraber
askeri alanda 140 milyar dolar harcayarak orduyu düzenleyip savaş sanayisi
oluşturarak kendi ordu araç-gereçlerini
karşılayacak kapasiteye ulaşmıştır. Dünyanın en büyük ordusuna sahip olan
Çin, asker sayısı bakımından 21.yüzyılın
en büyük tehdidi olarak görülmektedir.
Son zamanlarda “süper güç” diye önümüze konulan ABD’de işler o kadar da
iyi gitmiyor açıkçası. Japonya ve Rusya
gibi teknolojik silahları ve bilimi elde tutan, tecrübeli otoriter liderler tarafından
yönetilip desteklenmesine karşın Çin’in
yapacağı küçük bir hamlenin bu devi de
çökertebileceğini iki ülkeden başka bilen
yok. Amerika Birleşik Devletleri’nin Çin
ile yaptığı ticarette 2000 yılından 2005
Ağustos’una kadar 300 milyar dolar açık
verdiği belirtiliyor. Bu da demek oluyor
ki; Çin ile ticarette bulunan devletler ya
bu “Çin İşkencesi”ne dur demek için ekonomilerinde bazı güncellemeler ve denge
çalışmaları yürütecekler ya da her devlet
birer tane “çakma Çin Seddi” inşa etmek
zorunda kalacaklar.
Sanırım bu farkı birçok insanda yarattım,
çünkü bunu söyleyen ilk kişi sen değilsin.
Geçen bir kız şöyle yazmış: 7 aylık kızım
siz televizyona çıkınca alkış tutmaya başlıyor, aynı şekilde anneannemin annesi de
sizi aynı sevinçle izliyor. Bunu başarmak
hem kolay, hem de çok zor aslında. İnsanın
kendisini karşısındakinin yerine koyması
gerekiyor. O insanı nasıl rahatlatırım, ona
ne anlatabilirim ki samimiyetle, o insan
bir şey öğrenir ve bundan zevk alır; bunu
sağlamaya çalışıyorum. Dikkat ederseniz
benim programlarımda hep bir şey öğrenirsiniz, ama didaktik bir öğrenme değildir
bu. Programın sonunda bir damak tadı, bir
posa, bir telve kalır.
Sormazsam olmaz: Bilmeyenler için İpucu
Beşlisi’nin hikâyesini anlatabilir misiniz?
Ha, tabii! Çok hoş bir hikayedir. Ben
İngiltere’de
fotoğraf/film
okudum.
Londra’da o zamanlar Como diye bir “white funk” grubu vardı. Kahve, ama sulandırılmış kahve yani. Çok da hoş perküsyoncu
bir kız vardı grupta...(Göz kırpıyor.) Ben
de davulcuydum o zamanlar, bir şekilde bu
gruba dahil oldum. Bir süre beraber çaldık. Sonra Türkiye’ye dönünce, zaten arkadaşlarım olan Mazhar, Fuat ve Özkan’la
bir şeyler yapalım dedik. Mazhar’ın bir
bestesi vardı, adı Heyecanlı. (Şarkının nakaratını söylüyor.) Klibi çeken de benim.
Prodüktörü İzzet (Öz) , yönetmeni de ben.
Türkiye’nin ilk müzik klibidir.
Ayhan Sicimoğlu
Toros Mutlu: Ayhan Bey nedir bu enerji ve
mutluluğun formülü?
Ayhan Sicimoğlu: Merak.
Tek kelimeyle “merak” diyorsunuz yani?
Tek kelimeyle merak diyelim.
Peki ya böylesine çok yönlü olabilmek?
Gene, aynen merak! Merak çok önemli bir
şey. Einstein’ın şöyle bir lafı var: “I am not
genius, I am only curious.” Yani, ben dahi
değilim, sadece meraklıyım. Demem o ki,
ben enerjik de değilim, çok yönlü de değilim; sadece meraklıyım. Bizim milletin de
eksik tarafı işte, bu merak. Aslında merakları var, ama “başka” yerlerde. Futbolcunun
manken sevgilisi... Bu kötü bir merak işte.
İnsanların tek merakı bu olmuş durumda.
Adınızın önündeki tüm sıfatlarınız silinecek; biri dışında! Bunun hangisi olmasını
isterdiniz?
Meraklı! (Kahkahalarla gülüyor.) Meraklı
Ayhan Sicimoğlu!
Bunu cevap olarak kabul edebilirim isterseniz!
Espri olarak söyledim aslında, ama neden
olmasın ki gerçekten?
İçinizde kalan veya bir türlü kendinize sıfat
olarak ekleyemediğiniz bir iş oldu mu peki?
Güzel bir soru sordun. Birkaç tane var. Tuhaf
şeylere meraklıyım. Mesela tır şoförü! Şöyle
tırlara bakıyorum da, adam Diyarbakır’dan
tonlarca yükü alıyor, ta Hollanda’ya götürüyor. Hayata bak! Diyarbakır’daki şoförlüğü farklı, Hollanda’daki şoförlüğü farklı.
Sonra Londra’da metro operatörü olmak
isterdim. Yer altında oradan oraya. Çok iyi
ata binmek isterdim. Ata hükmedip, dağ
taş demeden, kovboy hayatına benzer bir
hayat yaşamak isterdim.
Keşke dayım olsa, kayın pederim olsa; dünyayı gezsek beraber diyen insanlar var Ekşi
Sözlük’te sizin için. İnsanların kendilerini,
size bu kadar yakın hissetmelerinin nedeni
çok açık ve bence oldukça da haklılar. Sorum
ise şu; siz kime, ah şu benim dayım olsa, beraber bahçelerden erik çalsak, güneşin batışında Ortaköy’de rakı içsek diyorsunuz?
Gene güzel bir soru oldu bu. Eskiden olsa
Marco Polo olurdu. Evliya Çelebi... Olmayabilirdi. Hayatı zor geçmiş biraz. Marco
Polo diyeceğim sanırım. Herodot da olabilir aslında. Palavracı gerçekte hepsi biraz,
ama palavra bu işin rengi. Evliya Çelebi
anılarında anlatır: Erzurum’da o kadar
soğuk geçermiş ki kışlar, kediler damdan
dama atlarken havada donup, yere düşerlermiş! (Gülüyor.)
Babam, televizyondaki tüm gezginleri, gurmeleri ve “hayatı yaşayanları” büyük bir
nefretle izlerken, sizi büyük bir sevgi ve
hayranlıkla izliyor. Sizce, siz bu farkı nasıl
yarattınız?
MFÖ, MAFÖ olabilir miydi?
Olabilirdi tabii. Ama benim burada duracak pek halim yoktu. Döndüğümde çoktan ünlü olmuşlardı bile zaten. Bir gün
New York’tayken telefon geldi Mazhar’dan,
Eurovision seçmelerinde birinci olduk,
İrlanda’ya gideceğiz (1988 yılı yarışması), davulu da sen çalacaksın diyor. Onlar Türkiye’den, ben New York’tan uçtuk,
Londra’da buluştuk. Oradan da İrlanda’ya
gittik beraber. Canlı performansta da beraber çaldık. Sanırım yedinci olmuştuk.
(Şarkı 15. olmuştur) Hala da bazı performanslarda beraber sahne alırız.
MFÖ ile ilişkinizden son bir soru daha:
“Peki Peki Anladık” ve “Deli Deli” şarkıları
size ithafen mi yazıldı?
Evet, öyledir. Ben Londra’dan döndüğümde
küpelerim vardı. Sene 1976! Beni görünce
milletin halini görmeliydiniz. (Taklitlerini
yapıyor) Şarkının sözlerinde de az önce size
de anlattığım ve programlarda gördüğünüz
bazı yönlerim anlatılıyor zaten: En uzağa
sen gittin, en iyi ritmi sen buldun, en güzel
filmi sen çektin, en güzel yemeği sen yaptın... Şarkının aranjesi de bana aittir.
Miles Davis şöyle demiş: “Bana göre, müzik
ve hayat tamamıyle tarzla ilgilidir.” Sanırım
bu cümle hakkında yorum yapması istenecek
yegane kişi sizsiniz. Ne diyorsunuz?
Çok doğru. Ama sanat zaten bütünüyle
tarzla ilgilidir. Sadece müzik demeyelim
yani. Kim olursanız ve ne yaparsanız yapın,
bu böyledir.
Son soruyu da siz, bize sormak ister misiniz?
Hani kafalarda soru işaretleri bıraktıracak
cinsten bir soru…
Soru değil de, şöyle bir ricam olsun gençliğe: Lütfen artık şu müzik olmayan ve çok
da dinlediğiniz elektronik müzikten sıkılın.
Fast-food yemeyin, sigara içmeyin ve de şu
müziği dinlemeyin.
http://univers.ieu.edu.tr
Kültür-Sanat 09
Haziran2009 Yıl2 Sayı15
Elif Şafak ile edebiyat üzerine
“Önce yüzlerini unuturuz sevdiklerimizin. En çok yüzümüzün unutulmasından endişe
ettiğimiz halde…”
T
ürk edebiyatında hep çok tartışılan,
eleştirilen ve okunan isimlerden biri
oldu Elif Şafak. Çok karakterli romanları,
çok yönlü bakış açıları ve farklı temaları ile
Türk edebiyatında silinmez bir iz bırakan Elif
Şafak’ın işte içtenlikle cevapladığı sorular.
ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunusunuz. Yüksek lisansınızı aynı üniversitede
Kadın Çalışmaları Bölümü’nde yaptınız ve
ODTÜ Siyaset Bilimi bölümünde “Türk Modernleşmesinin Kadın Prototipleri ve Marjinaliteye Tahammül Sınırları” üzerine doktoranızı
tamamladınız. İslamiyet, kadın ve mistisizm
hakkındaki “Bektaşi ve Mevlevi düşüncesinde
kadınsılık-döngüsellik” adlı yüksek lisans teziniz, ilk öykü kitabınız “Kem Gözlere Anadolu”
ve ilk romanınız “Pinhan”ı ve saymakla bitmeyen diğer başarılarınız...Tüm bunlar okuyucularınıza yansıyanlar aslında. Siz kendi içinizdeki
Elif Şafak’tan biraz bahsedebilir misiniz?
Elif Şafak: Kendi içimdeki Elif değil de Elifler demeyi tercih ederim galiba. Bence insan
zaten çok başlı, çok sesli bir varlık. Hepimizin içinde çelişkili sesler var. Ben kendi içimdeki seslerden en çok Siyah Süt’te bahsettim
aslında. Orada içimdeki altı ayrı kadını, yarı
mizah yarı ironi yüklü bir dille ifşa ettim. Benim için özel bir kitaptır Siyah Süt. Tek otobiyografik eserim. Onun dışında yazdığım
her kitap hep hayal ürünüdür. Ama Siyah
Süt’te kendimden yola çıkarak yazdım.
“Önce yüzlerini unuturuz sevdiklerimizin. En
çok yüzümüzün unutulmasından endişe ettiğimiz halde” (Med-Cezir, s.163) diyorsunuz bir
kitabınızda. Unutulmak sizce romanlarınızdaki kahramanların biraz gerisinde kalmak
mıdır sizin için, yoksa kahramanlarınızı kendi analitiğinize oturtup içinde saklanacağınız
ama sizden de parçalar taşıyan kendi kahramanlarımızı yaratmakta mıdır?
Unutmak, hafızanın bahar temizliğidir. Nasıl
ki her bahar bir büyük temizlik yapıyorsak evlerimizde, hayatımızda da öyle dönüm noktaları oluyor ki hafızada temizlik yapıp, unutuyoruz. Bunun belli bir dengesi var. O dengeyi
bozmamak kaydıyla gerekli, anlaşılır bir şey.
1971 yılında Strazburg’da doğmuş biri olarak
Türkçe’nin iyi kullanılanılabilineceğini, akıcı
bir dil ile anlatılmak isteneni kelime oyunları içinde okuyucuya yaşatıyorsunuz adeta. Bir
Türk yazar olarak siz Türkiye’de edebiyatı nerede görüyorsunuz?
Bizde romancılıkta dil şiire kıyasla ihmal
edilmiştir. Romanda hep ne anlattığınız
önemsenir. Nasıl anlattığınız değil. Ben
ise ne anlattığım kadar nasıl anlattığımı da
önemsiyorum. Türkiye’de son derece zengin
bir edebi birikim olduğunu ve gayet samimi
ve güzel bir edebiyat okuru olduğunu düşünüyorum. Okura derin inancım var.
Cinsel kimliklerimiz bizi kadın ve erkek yapan
birer kod gibi. Bir romancı olarak Türkiye’nin
SADECE “AŞK”
E
Elif Şafak
yarası haline gelen kadın sorunsalını siz nasıl
değerlendiriyorsunuz? Sizce iyi bir edebiyatçı
olmak kadın ve erkek kimliklerin ötesine geçip,
ipi doğru yerinden düğümlemek gibi edebiyatı
da bu sorunsala bağlamayı mı gerektirir?
Kadın meselesi benim çok önem verdiğim bir
konu. Ben de tek başına dul bir anne tarafından büyütüldüm. Bu konuya duyarlılıklarım erken gelişti. Ataerkil tek seferde analiz
edilebilecek bir sistem değil, daha karmaşık.
Ataerkil bir toplumda, bedeniyle değil de
beyniyle var olmaya çalışan bir kadın kendini hep “ciddi” görünmek mecburiyetinde
hissediyor. Kadın yazarların benzer çelişkilerle ömürlerinin bir döneminde yüzleştiğini
düşünüyorum. Bunlar, yazıya dökülmesi çok
kolay şeyler değil. Bir de tabii yazı dünyası,
çok erkeksi bir dünya. Onun içinde olan kadınlar bir takım stratejiler geliştiriyorlar…
“Kadınca meseleler” sanki o entelektüel dünyaya çok da yakışır konular değilmiş gibi.
Böyle bir ön yargı olduğunu düşünüyorum.
Son romanınız “Aşk” hem aşkın taşkınlığını hem
de ruhun dinginliğini yansıtan bir roman. Aşk’ ı
yazma sürecinizden bahsedebilir misiniz?
Benim tasavvufuma ilgim bundan on beş
sene evvel başladı. O günden bu güne, kendimce adım adım mevsimlerden geçtim.
Hem Hazreti Mevlana’ya hem Tebriz’in Güneşi Şems’e derin hürmetim var. Mevlana
görece daha iyi biliniyor ama Şems pek bilinmiyor. Halbuki o muazzam bir cevher. Onu
anlamadan Mevlana’yı anlamak mümkün
mü? Et ile tırnak gibiler. Ama bir o kadar da
farklılar aslında. Ben o ilahi bağı anlatmak
istedim. Kitapevi sahiplerinden işitiyorum.
Aşk’ı okuduktan sonra Mesneviyi okumak
isteyenler artmış. Bir de “Şems hakkında
başka kitap var mı?” diye soranlar çok oluyormuş. Bunlar beni mutlu ediyor.
Mevlana ve Tebrizli Şems’in hikâyesi birçok
kez farklı biçimlerde yorumlandı. Siz ortaya
koyduğunuz kendi yorumunuzu diğerleriyle
karşılaştıracak olursanız sizin yorumunuz bu
hikâyenin hangi noktalarına odaklanmıştır?
Benim yorumum “aşk”a odaklandı. Çıkış
noktam da aşk idi, varış noktam da. Ve bence
aslında hepimiz aşka özlem duyuyoruz. Yüreğimizin derininde bir yerde hepimiz aslında
bir eksiklik duygusuyla yaşıyoruz. Romanda
Şems diyor ki: Her birimiz tamamlanmamış
bir sanat eseriyiz. Ömrü hayatımız tamamlanmaya çalışmakla geçiyor. Bizi tamamlayacak, bütünleyecek tek bir şey var. O da aşk!
Birden fazla dil ve birden fazla kültür size yakışan bir zincir gibi adeta. Sufizm felsefesi sizi
ve yaşamınızı nasıl yönlendirdi?
Sufizm benim için entelektüel bir ilgi değil.
Belki seneler evvel öyleydi. Ama zamanla
akıldan kalbe indi. Bu konuda konuşmakta
zorlanıyorum. Ama yazarken kalemime şekil
veriyor, onu biliyorum.
Tarihin belleğini; maziye gömülen sırları sakladığınız bir yer gibi İstanbul. İstanbul’ a romanlarınızın başkahramanlarını kıskandıracak derecede bağlı olan tutkunuz nereden geliyor?
Elbette tasavvuf kadar, onca göçebeliğin bende ve hayatımda izi büyük. İstanbul’a çok
aşığım. Ama aynı zamanda başka şehirlerden
beslendim. Bilhassa yolculuklardan beslendim. Sırf yollarda olma hali bile bana çok
şey kattı. Aslında çoğu romanıma bir şehirde
başlayıp başka şehirde tamamlamışımdır.
Uçurtmalar” adlı şiirinizin Teoman’ın çıkan
“İnsanlık Halleri” adlı son albümünde yer alması sizin müzik alanında da şarkı sözü yazarı
olarak bir yola baş koyduğunuzu gösterir diyebilir miyiz?
Şarkı sözü yazarlığı bana anneliğin getirdiği
bir armağan oldu. Çocuklar uyurken, oynarken kısıtlı zamanlarda roman yazamazsınız. Ben de elimde kalem kağıt dolaşırken
karalıyorum, tasarlıyorum şarkı sözlerini.
Edebiyat ile başka sanat dallarının kesişim
noktalarını önemsiyorum. Güzel şeyler üretebildiğim müddetçe şarkı sözü yazmak isterim elbette.
Usta - Bahadır Karataş
Tür: Dram
Yönetmen: Bahadır Karataş
Yapımcı: Mete Özok
Yapım: 2008, Türkiye, 120 dakika
Oyuncular: Yetkin Dikinciler, Fadik Sevin Atasoy, Şevket Çoruh, Hasibe Eren
Sivil havacılık açısından bakıldığında planörlük eğitimi burada verildiğinden Eskişehir önemli bir şehir. “Usta” filmi, son
zamanlarda yıldızı parlayan Eskişehir’i
mesken ediniyor. Doğan, havacılık tutkusuyla yanıp tutuşan bir araba tamircisi-
Nükhet M. Erkmen
Medya ve İletişim Bölümü
Araştırma Görevlisi
dir. Hayali, uçan bir uçak yapmaktır. Bu
tutkusu hayatının bütünü kaplamıştır.
Bu yüzden evi ihmal etmektedir, ailesiyle,
en yakın dostuyla ve çevresiyle sorunlar
yaşamaktadır. Biz de Doğan’ın tutkusunun peşinden gitmesine ve tutkusuyla eşi
arasında denge kurmaya çalışmasına tanıklık ediyoruz. Bahadır Karataş’ın Usta
ilk uzun metrajlı filmi. Özellikle filmin
sahneleri, oyunculukları ve diyalogları
son derece başarılı. Güzel mesajlar veriyor ve kendini izlettiriyor. Fakat ilk bölümde yer alan bazı uzun planlar seyirciyi
ister istemez biraz
yorabiliyor. Ayrıca
öyküde bütünlüğü
bozmayacak şekilde
uçmanın güzelliği,
onun verdiği haz ve
özgürlük duygusu
görsel anlatımla daha fazla verilebilseymiş, daha etkili olurmuş diye düşünüyorum. “Usta”nın bir takım eksiklerine
rağmen bir ilk film olarak başarılı olduğunu düşünüyor ve izlemenizi tavsiye
ediyorum.
Uğur Çalışkan
lif Şafak’ın dokuzuncu romanı Aşk, son
günlerde oldukça okunan ve tartışılan
bir roman olarak, geçtiğimiz Mart ayında
kitapçılarda yerini aldı. Elif Şafak, bütün
tamlamalardan ve sıfatlardan bağımsız olarak sadece “Aşk” ismini verdiği son romanında, aşkı hem bu dünyaya ait hem de bu
dünyayı aşan bir duygu olarak; okurlarına
iç içe geçmiş karakterleriyle ve olay örgüsüyle sunmuş. Aşkın insanın kendini aşmaya, benliğini bu aşk potasında eritmeye
yönelten bir gücü olduğunu savunan yazar,
aynı zamanda aşkın özünde yatan dönüşümü de sürükleyici bir biçimde ifade etmiş.
Roman içinde roman olarak yazılmış eserin
özünü, yine eserin içinde verilen “Aşk Şeriatı” isimli roman oluşturuyor belki de. Aşk
Şeriatı’nın yazarı olarak karşımıza çıkan Sufi
karakter Aziz Z. Zahara 2007 yılında yazdığı Tebrizli Şems ve Mevlana’nın hikâyesini
konu alan romanını bir yayınevine yollar ve
hayatı Ella adındaki bir editörün yardımcısının yardımcısı ile kesişir. Ella Rubinstein,
40 yaşında Boston’da yaşayan üç çocuk annesi bir ev kadınıdır. Yeni çalışmaya başladığı yayınevinde Ella, Aziz Z. Zahara’nın
kitabını değerlendirmek üzere okurken
bir yandan Zahara’nın yazdıklarından, öte
yandan yazarın kendisinden de etkilenmeye
başlar. Aziz’in e-posta adresine ulaşan Ella,
O’na e-postalar gönderirken kendi yaşamını, evliliğini, aşkın ne olduğunu da sorgulamaya yönelir. Okur bir yandan günümüzde
Boston’da yaşayan Ella’nın hayatına ortak
olurken, diğer yandan Zahara’nın romanıyla Mevlana’nın Şems ile tanıştıktan sonraki değişimine de tanık olur. Şafak’ın diğer
romanlarından da alışık olduğumuz çok
karakterli roman örgüsü bu romanında da
kendini göstermiş. Mevlana ile tanışan Tebrizli Şems’in hikâyesini yazar; Mevlana’nın
aile bireylerinin, o dönemde yaşayan bir
fahişenin, meyhanedeki bir ayyaşın, dilencinin, cüzamlı ya da mutaassıp bir insanın
dilinden anlatmış. Bütün bu birbirinden
farklı karakterlerin birbirlerine dair önyargılarını birinci tekil şahıs üzerinde ortaya
koyan Şafak, kendi deyimiyle “çok odalı,
çok kapılı saraylar gibi” geçişken bir romanla okurun karşına çıkmış. Birbirinden
farklı hayatları kesiştirmede usta olan Elif
Şafak, yine romanında aşkın insanı kendinden geçirten dinamizmini, yaşamsal bağlarını kopartacak denli yoğunluğunu karakterlerine yansıtmış. Aşk romanında bu çok
odalı sarayın bir odasında okur kimi zaman
New Yorklu mutsuz, yavaş yavaş yaşlandığını ve yorulduğunu hisseden aşkı kaybetmiş Ella ile karşılaşırken diğer bir odada
Amsterdam’da yaşayan modern bir Sufi ile
tanışmaktadır.
“İnsanın kendisini ancak bir başkasının aynasında tam olarak görebileceğini” belirten
Elif Şafak’ın Aşk romanında karşımıza çıkan birbirinden farklı karakterlerin buluşma noktası ise “aşk” temasıdır. Bu aşk ister
dünyevi, ister dünya ötesi bir aşk olsun aklın kimyası ile aşkın kimyasının birbirinden
farklı olduğu üzerinde duran eser, aşkın
benliğin dışına çıkan bir doğası olduğunu,
insanı kimi zaman harap eden bu aşkın neden olduğu yaraların içinde bile gizli bir
hazinenin yattığını vurgulamış. Şafak son
romanı Aşk’ta, Türk Edebiyatının başka
romanlarında da konu edilen Mevlana ve
Tebrizli Şems’in hikâyesini uzun yıllar üzerinde çalıştığı tasavvuf birikimleriyle birleştirerek kendi bakışından okura sunmuş ve
geçmiş ile günümüz arasında aşka dair bir
köprü oluşturmuş.
10 Dosya
Haziran2009 Yıl2 Sayı15
http://univers.ieu.edu.tr
LÖSEV: “Biz bir aileyiz”
Lösemi, damarlarımızda dolaşan kanın yapım yeri olan kemik iliğinin, normal olmayan hücrelere istila edilerek kan
yapımının duraksaması olarak tanımlanıyor günümüzde. Peki bir çocuk yaşıtları gibi sağlıklı, neşe içinde koşup
oynarken aniden durgunlaşıp, soluk benizli olursa ve gittiği hastanelerde “Lösemili çocuk” teşhisi konursa... Maddi
zorlukların peşinden gelen psikolojik çöküntüler ve dünyaları lösemiyle bir başlarına yıkılan anne babalar... 1988
yılında lösemili çocukların tedavi gördükleri bir devlet hastanesinde televizyon alarak onların yaşamlarına renk katmak
için yola çıkan LÖSEV, tüm maddi güçlüklere karşı savaşarak binlerce lösemili çocuğun hayat ışığı olup, onlara ücretsiz
tedavi, eğitim, sosyal ve psikolojik hizmetler vermektedir.
Seray Özbiçer ve Gökçe Çiçek Yenilmez
Seray Özbiçer: 1998 yılında faaliyete geçmiş
olan ilk Lösemili Çocuklar Vakfı’nın (LÖSEV) İzmir şubesinin açılış öyküsü nedir?
Gökçe Çiçek Yenilmez: 1988 yılında Lösemili Çocuklar Vakfı’nın (LÖSEV) başkanı Pediatri ve dermatoloji doktoru Üstün
Özerk tarafından Ankara’da bir SSK hastanesinde, kendisi lösemili çocukların kaldığı
bölümde çalışırken lösemili çocuklardan biri
hastanede çok uzun süre kaldıkları için ve
tedavinin kür kür uygulanmasından dolayı
odasına televizyon istemesi üzerine başlayan
bir yolculuk LÖSEV’in öyküsü. Bu istek
hastane yönetimine iletiliyor fakat hastane
yönetimi ödeneklerinin yeterli olmadığını
ve televizyon alımın imkansız olduğunu
söyleyince iki lösemili çocuk babası beş kişi
bir araya gelerek lösemili çocuğun odasına
televizyon almak için aralarında para topluyorlar. Düşünün ki bir çocuğu dört duvar
arasına kapatıyorsunuz. Lösemi tedavisinin
süresi üç yılı aştığından ve tedavinin birer
haftalık ev molaları hariç bağışlık sisteminin de zayıf olmasından dolayı lösemili bir
çocuğun tüm bu süreyi hastane odasında
geçirmek zorunda kalması çocuğu ister istemez yıpratıyor. Bu durum karşısında Dr.
Üstün Özderk önderliğinde bir çocuğun
odasına televizyon alınıyor fakat birine alınınca diğer lösemili çocukların odalarına da
televizyon almak gerekiyor. Bir de ihtiyaçlar
sadece televizyon ile sınırlı kalmıyor. Şehir
dışından gelen lösemili çocuklar var ve bu
çocukların aileleri evlerini, işlerini bırakıp
tedavi için çocuklarının yanında olmak zorundalar. Lösemili çocuklar için toplanılan
paraların ihtiyacı karşılamadığı görülünce
daha organize, daha planlı hareket etmek
için 1988 yılında Lösemili Çocuklar Vakfı
LÖSEV’i kuruyorlar. Bir araya gelen beş
kişi on sene içerisinde kocaman bir aile oluyor ve LÖSEV bugünlere geliyor.
Lösemili Çocuklar Vakfı olarak gerçekleştirdiğiniz tüm faaliyetlerde, gelir elde etmenin
yanı sıra LÖSEV’in İzmir şubesi olarak ne
gibi amaçlarınız var?
LÖSEV’in İzmir şubesi olarak tüm faaliyetlerimiz gelir elde etmenin yanı sıra proje
bazlı oluyor. Gerek vakıf çalışanlarından olsun gerekse sizin gibi genç beyinlerin ürettikleri projeler olsun her proje bizim için
değer taşır. Vakıf olarak projeleri alır kendi
içinde değerlendiririz ve uzun soluklu projelere daha çok önem veririz. Ankara tarafından oluşturulmuş bir projemiz var yakın
zamanda hayata geçebilecek. Projemizin adı
“Annemin de yüzü gülüyor”. Bizim için lösemili çocuk değil de lösemili aile kavramı
var. Bu proje kapsamında biz ailelerimize
yardımcı olmak istiyoruz. Ailelerimizin
%87’si asgari ücret ve altı maaş almaktadır
ve %3’ünün de hiçbir gelir kaynağı yoktur.
Aslında bizim savaştığımız bir hastalık var
lösemi ve ayrıca savaştığımız bir diğer konuda cehalet. Hal böyle olunca biz vakıf
olarak aileyi sekiz aylık bir eğitimden geçiriyoruz. Temel temizlik kurallarından tutun, endişe yönetimi ve el sanatlarına kadar
birçok konuda eğitim veriyoruz. Proje ortağımız Hollanda Kraliyeti Büyükelçiliği ve
Türk Üniversiteli Kadınlar derneğidir. Bu
seminerler sonucu annelerimiz Ankara ve
İstanbul’ da faaliyet gösteren ve İzmir’de de
açılması planlanan atölyelerde dört aylık bir
eğitimden geçtikten sonra çalışmaya başlıyorlar. Atölyelerimizin birçok açıdan yararı var. İlk olarak hayatında hiç çalışmamış
annelerimiz bu atölyeler sayesinde çalışma
hayatına atılıyorlar. Ayrıca tüm milli ve dini
bayramlarda LÖSEV olarak ailelerimizin
yanındayız. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve
Çocuk Bayramı etkinliklerimiz oldu. Lösemili çocuklarımız da yine vakfımızın sağladığı imkanlarda dans dersleri alarak bu şenliğe hazırlandılar. Ayrıca vakfımıza destek
veren kurumlar oldu. Gönüllü profesyonel
fotoğraf öğretmenleri tarafından fotoğraf
dersleri veriyoruz. Uzman kişiler tarafından
verilen bilgisayar kurslarımız var. Ayrıca bu
kurslara katılan lösemili çocuklarımıza aylık 250 milyon TL değerinde
burs veriyoruz.
LÖSEV olarak devletten yeterli yardım
görüyor musunuz?
Biz vakıf olarak Lösemili Çocuklar
Kentini yapmak istedik. Bundan tam
yedi sene önce devletten Ankara girişinde Eskişehir yolu üzerinde bir
arazi talebimiz oldu. Arazi yedi sene
öce çoraktı fakat gün geçtikçe değerlenen bir yer haline geldi. Bizim bu
araziyi istemekteki amacımız arazinin Ankara’nın biraz dışında olması
ve aynı zamanda diğer kurumlara ve
hastanelere yakın olmasıydı. Şehrin
gürültüsünden ve hava kirliliğinden
uzak olmalıydı arazi çünkü. Devletten
bu konuda yardım istedik ve başvurularımızı yaptık. Başvurumuz ciddiye
alındı fakat üstünden yedi sene geçti
ve vakıf olarak bu araziyi alamadık.
Vakıf olarak kent konusunda ısrarcıyız ve birçok kampanya başlattık bu konuda. Biz de kent yapamıyorsak köy yapalım
dedik. Zaman kaybetmeden köy olmadan
kent olmaz diyerek Lösemili Çocuklar Köyü
yapıyoruz. Bu yıl okulumuz faaliyete geçti.
Fakat vakıf olarak hala kent projemizde ka-
rarlıyız ve arkasını bırakmayacağız.
Vakfınıza bağış yapmak isteyen duyarlı vatandaşlar ya da kuruluşlar, LÖSEV’e nasıl
bağışta bulunabilirler? Vakfınıza yapılan bağışlardan biraz bahsedebilir misiniz?
Vatandaşlarımız şubemize gelip elden bağış
yapabilirler. Kredi kartı ile ya da sitemizde
internet yolu ile bağış yapabilirler. Ayrıca
vakfımıza maddi olarak yardımda bulunmak
isteyen vatandaşlarımız herhangi bir bankaya
giderek LÖSEV hesabına bağışlarını gerçekleştirebilirler. Tüm bankalarda 0660 LÖSEV
ortak hesabımız var. Ayrıca birçok seçkin
mağazalarda ya da alışveriş merkezlerinde
LÖSEV kumbaralarımız mevcut.
http://univers.ieu.edu.tr
t
SİNEMALAR,
FİLM GÖSTERİMLERİ
t
KONSER
İzmir Açıkhava Tiyatrosu
Autodrom Yarış Pisti
Otokolik Fest’09(Tarkan,Duman,Hayko
Xepkin,Gripin)
Desem Sineması
Aşk Kurbanları “Les victimes”
Sezen Aksu
5 Haziran Cuma
19 Haziran Cuma
Otokolik Festivali kapsamında 3 gün boyunca Tarkan, Duman, Hayko Cepkin ve
Gripin İzmir’de hayranlarıyla buluşacak.
Balçova Belediyesi Türk Halk Müziği
Korosu
Yer: İzmir Ekonomi Üniversitesi
18 Haziran Perşembe
Yönetmen: Patrick Grandperret
Yapım: Fransa
Tür: Dram
Yapım: Fransa
Seaslar: 1-4 Haziran 14.30-16.4519.00-21.15
Zuhal Olcay
Documentarist
2. İstanbul Uluslararası Belgesel Günleri
Yalın
10 Haziran Çarşamba
- 10 Haziran Çarşamba
15.00 Pervaneyi Geri Ver
17.00 Çiçek Köprüsü, Kayıp Dünya
19.00 Pastoral, Taştan Denizin
Susuzluğu
21.00 Zamanla Yarışmak
- 11 Haziran Perşembe
15.00 Eve Dönüş, Yüz Metre Ötesi
17.00 Zamanla Yarışmak, Kaplıca
Sakinleri
19.00 Şairin Ölümü, Felaket Reçeteleri
21.00 Gazze’nin Yarası
- 12 Haziran Cuma
15.00 Lady Muhtar, Carmen Borat’a
Karşı
17.00 Denizin Lanetlileri, Kabus
19.00 Grozni Rüyası
21.00 Kumalık
Filmler ücretsizdir.
Detaylı bilgi için: www.frkultur.com
Tel: (232) 463 69 79
t
TİYATRO
t
OPERA VE BALE
t
GEZİ
Otogargara
Balçova gençlik tiyatrosu
Dokuz Eylül derslikler
10 Haziran Çarşamba
İZDOB çocuk balesi gösterisi
11-13 Haziran Perşembe
20.00
İzmir-Beydağ bisiklet gezisi
20-21 Haziran
İki gün sürecek gezide Cumartesi akşamı
çadır kamp kurulacaktır.
Detaylı bilgi için; [email protected]
t
Fransız Kültür Merkezi
- 9 Haziran Salı
15.00 Grozni Rüyası
17.00 Son Ayinler, Köleler, Bilal
19.00 Zarif Kıvrımlar,21.00 Kayıp Vatan
Rehber 11
Haziran2009 Yıl2 Sayı15
24 Haziran Çarşamba
FUAR
24. İzmir Ayakkabı,Çanta ve
Aksesuarları Fuarı
18 - 21 Haziran
Detaylı bilgi için: Tel: (232) 497 10 00
12 Spor
Haziran2009 Yıl2 Sayı15
Teniste A kategorisine yükseldik
Üniversitemiz bayan tenis takımı 31 Mart 5 Nisan tarihleri arasında Antalya Kaya Belek
Oteli tenis kortlarında yapılan Üniversitelerarası Tenis Turnuvasında B kategorisinde
yarı final maçında Celal Bayar Üniversitesi’ni, finalde ise Sabancı Üniversitesi’ni
mağlup ederek A kategorisinde üniversitemizi temsil etmeye hak kazandı. Bu başarını
mutluluğunu yaşayan takım kaptanı Hande Yeşil ile başarıyı konuştuk.
Hande Uz: Tenise nasıl ve ne zaman başladın?
Hande Yeşil: Tenise yedi yaşımda Karşıyaka tenis kulübünde başladım. 50 kişi arasında yapılan elemeden iki kişi seçilerek alt
yapı takımına alındı o iki kişiden biri de
bendim. Böylece yaz tatillerimi bile kapsayan tenis maceram başlamış oldu.
İzmir Ekonomi Üniversitesi bayan tenis takımı
http://univers.ieu.edu.tr
Bir efsane:
Semih Saygıner
1964 yılında Adapazarı’nda doğan, annesi ve babasını henüz on dört yaşındayken
bir trafik kazasında kaybeden Saygıner,
önceleri psikolojik olarak rahatlamasını
sağlayan bir hobi olarak gördüğü bilardoya
zamanla tutkuyla bağlandı ve kendisini sürekli geliştirdi. 1994 yılında Dünya Şampiyonu olan Saygıner, o tarihten bu yana
sayısız başarı elde etti. Dünya üzerinde
adına patentli 40 Özel Vuruş Tekniği bulunan Saygıner, Dünya bilardo camiasında
“Turkish Prince” ve “Mr. Magic” lakaplarıyla anılıyor.
Üniversite takımımızla ilgili düşüncelerin
nelerdir?
Takımda olduğum süre boyunca ikinci kez
Birinci lige çıktık. Bu başarı benim için büyük bir mutluluk. Bu başarımızı büyük bir
ölçüde takımımızın birlik ve beraberliğine
bağlıyorum. Her birimiz okulumuzun başarısı için elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyoruz
En son üniversitemizi temsil ettiğin üniversiteler arası turnuvayla ilgili ne düşünüyorsun?
Hepimiz için unutulmayacak bir anı oldu,
çok zevkli bir turnuvaydı. Aynı zamanda
takımca çok eğlendik ve zor maçlar yaptık.
Başarılı olmanın gururu içerisindeyiz. Hem
çok güzel vakit geçirdik hem de okulumuzu en iyi şekilde temsil ettik. Takımca çok
güzel bir birlik beraberlik gösterdik. Unu-
Öğrenci Konseyi
Futbol Turnuvası
2008-2009 sezonun ikinci döneminde
düzenlenen futbol turnuvası bahar şenliğinde oynanan final mücadelesi ile sona
erdi. Öğrenci konseyi tarafından yapılan
turnuvaya toplam 76 takım katıldı. 76
takım, toplam 760 öğrenciyi de bir araya
getirdi. Turnuva formatında takımlar ilk
olarak kendi bölümlerinde liderlik için çekişti. Daha sonra bölümlerini temsil eden
olan takımlar diğer bölüm şampiyonları
ile karşılaştı ve üniversitemizin şampiyonu
iletişim bölümünden çıktı. Öğrenci Konseyi Başkanı bu turnuvayı yapmalarındaki
amacı şu şekilde dile getirdi: “Amacımız
tüm öğrencileri birleştirmek, beraber ve
çok katılımlı bir eylemi gerçekleştirebileceğimizi görmek, anlamak, bu işi gelenekselleştirmek ve öğrencilerin spor ihtiyacına
yanıt verebilmekti.” Seneye de düzenlenmesi beklenen futbol turnuvası ise şimdiden iple çekiliyor.
Dostluk maçı
dostça bitti
İzmir Ticaret Odası ile İzmir Ekonomi
Üniversitesi öğrencileri arasında Bahar
Şenlikleri Kapsamında yapılan dostluk
maçını, eski FİFA Kokartlı hakemlerden
Erol Ersoy yönetirken, maçın başlama vuruşunu ise İEÜ Mütevelli Heyet Başkanı
Ekrem Demirtaş ile İEÜ Rektörü Prof.Dr.
Attila Sezgin yaptı.
İlk dakikalardan itibaren baskın oynayan
İTO Takımı attıkları her golden sonra takımın teknik direktörlüğünü yapan İTO Başkanvekili Akın Kazançoğlu’na koşarak sevinç
gösterisi yaptı. İlk yarısı 2-2 biten maçın son
dakikalarına 4-2 önde giren İTO takımı,
öğrencilerin gollerine engel olamayınca maç
4-4 berabere bitti. Her iki takıma kupalarını
Demirtaş ve Sezgin verdi.
Özgür Seçim
tulmaz bir anı olarak kalacak hepimizde .
heyecanlandım ve gururlandım.
Birinci lige çıktınız final maçını kazandığınızda neler hissettin?
Üniversitemizi birinci lige çıkarmanın ötesinde birinci olarak çıktığımız için ayrıca
Gelecek sene için planlarınız neler?
Gelecek sene de bu başarımızı devam ettirip üniversitemizi en iyi şekilde temsil etmek istiyoruz.
Dersimiz futbol
Ö
yle bir atmosfer düşünün ki
içinde 120 bin futbol
sevdalısı olsun, takımları son 18 maçta 17
galibiyet 1 beraberlikle
şampiyonluk kovalasın
ve son mağlubiyetlerini lider Barcelona’dan
alsınlar,
kazanırlarsa
şampiyonluğun kokusunu almaya başlasınlar. İşte Madrid’te her
şey bu maça bağlıydı,
dükkânların kepenkleri
indirildi ve El Superclassico için çocuklar, kadınlar ve erkekler hep
beraber Santiago Barnebau’ya koşturdular.
Futbol için her şey elverişliydi, zemin her
zaman olduğu gibi ıslatılmıştı ve hava tam
futbol havasıydı. Real Madrid taraftarı yani
İspanya milli takımının da kemikleşmiş
taraftar kitlesi Barnebau sakinleri oldukça
ateşliydiler. Katalunya’dan, bir diğer deyişle,
ayrılık arzusunu keskinleştirmiş insanların
yaşadığı İspanya toprağından gelen 11 altın
adam. Madrid maça hızlı başladı. En büyük
silahı olan yan ve duran topları iyi kullandılar. Reeal Madrid için her şey yolunda idi.
Oynadıkları futbol ve form durumları Real
Madrid’in dünyanın en iyi birkaç takımından biri olduğunu söylüyordu bize. Lakin
karşılarında öyle bir kadro, öyle bir diziliş
ve öyle bir sihirbazlık ekibi vardı ki onlar bu
dünyadan değillerdi. Pas öyle bir silahtır ki,
yumruk gibidir; boksörün rakibin beynini
sulandırışı demektir, oyun zekası demektir;
futbolu beyinde oynamak demektir, fiziğini
ekonomik bir biçimde harcayabilmek demektir. Yılların eskitemediği Fransız şarabı
Henry ve dünya futbolunun Maradona’dan
sonraki ikinci peygamberi Messi ileri üçlünün sağ ve solundaydılar. Daha 18 yaşında
indirilmişti peygamberlik vazifesi ona ve o
20 yaşında El Classico da hatrick yapmıştı ve 22’sinde şova kaldığı yerden devam
etmek için sahadaydı. Messi için Madrid
Semih Saygıner
Türkiye’de fazla tanınmayan ve yaygın olmayan bilardo sporunu gerek turnuvalarda
kazandığı başarılarla, gerek yaptığı artislik
şovlarla her yaştan insana sevdiren Saygıner, bu spor dalında bir federasyon kurulmasına öncülük etti.
Sporda sekizinci
yılımız
forması boğalar için kırmızı ne ise oydu.
Bu üçlünün en ucunda Avrupa’nın son üç
senedeki gol kralı Eto vardı. Öyle bir takım
ki Avrupa gol kralınız kariyerinin en kötü
maçlarından birini oynuyor ve siz altı gol
atıyorsunuz El Classico’da. Öyle bir maç ki
iki stoperiniz de gol atıyor, 3-2 den sonraki son yarım saat Madrid futbol tanrılarına
işkence gibi geliyor ve Barça yürüye yürüye
gidiyor rakip kaleye ve yavaş yavaş üç gol
daha sığdırıyor skorborda. Hakem bile uzatma oynatmıyor, Madrid taraftarına işkence
olmasın diye. İzlemek ve tadına varmak gerekir. Açıkçası hayatımın en zevkli en dopdolu
1 saat 45 dakikalarından biriydi. Skor 6-2 ve
tüm Barnebau ve Madrid taraftarı ayakta alkışlıyor Katalunya’nın bordo mavilerini. Son
yarım saat oyunda rakibinin üstünlüğünü
kabul eden bir R.Madrid vardı. Tüm bunlar olurken, sahada ne hakemi aldatan bir
oyuncu, ne küfürlü diyaloglar, ne pozisyon
mücadeleleri dışında sertlik, ne de sahaya atılan yabancı bir şeyler vardı. Her şey o kadar
mükemmeldi ki, bunu isterseniz İspanyolların sıcakkanlılığına, isterseniz futbolu çok
iyi bilmelerine bağlayabilirsiniz, ama ben
bu olanları, bu güzel futbol akşamında yaşananları uygarlık, saygı ve sevgi çerçevesinde
açıklıyorum. İnanın bana her şey dolarlarla
dövizlerle trilyonlarla alakalı değil.
Halil Türkden
İzmir’deki ilk özel üniversite olan İzmir
Ekonomi Üniversitesi, sekizinci yılında eğitimine ve kalitesine verdiği önemi spora da
vermeye devam ediyor. Üniversitemizin sekizinci yılında sporun çeşitli dallarında elde ettiği başarılar üniversitemizin tanınmasında
da önemli rol oynuyor. Bu başarıların çeşitli
basın kaynakları tarafından yayınlaması da
üniversitemizin tanınmışlığını artıyor. Yıl
boyunca altı müsabakamız Ege Tv’de, iki
müsabakamız ise Başkent Tv’de yayınlandı. Elde edilen başarıların en önemlileri ise;
Basketbol Erkekler, Tenis Bayanlar ve Voleybol Bayanlardan geldi. Erkek Basketbol
takımımız, üniversiteler arası Türkiye ikinci Lig ikincisi olarak 2009-2010 senesinde
birinci ligde oynamaya hak kazandı. Bayan
Tenis takımımız, Üniversiteler arası birinci Lig şampiyonu oldu ve 2009-2010 senesi
için Süper Lig’e çıktı. Bayan Voleybol takımımız ise, üniversiteler arası birinci lig ikincisi olarak 2009-2010 senesinde Süper Lig’e
çıkmaya hak kazandı. Bunun dışında diğer
branşlarda elde edilen başarılar ise şu şekilde;
bayan basketbol takımımız üniversiteler arası Türkiye birinci Lig Grup üçüncüsü olarak
grubunu tamamladı. Erkek tenis takımımız
üniversiteler arası Türkiye Süper Lig beşincisi oldu. İzmir Ekonomi Üniversitesi Spor
Kulübü Bayan Voleybol takımı üçüncü Ligi
grubunda üçüncü tamamladı ve play-off
müsabakaları sonucunda otuz takım içerisinde üçüncü ligi beşinci olarak bitirdi. Takımlarımızı bu başarılarından dolayı kutlar
ve gelecek sene için başarılar dileriz.
Doğuş Sar