sayi 17 k - Sağlik Ve insan Dergisi

Transkript

sayi 17 k - Sağlik Ve insan Dergisi
YAYIN DANIŞMA KURULUMUZ
AYLIK SAĞLIK VE YAŞAM DERGİSİ
Prof. Dr. Ahmet SERPER
Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı
EsasMedya Ltd. Şti. adına
Bülent AKARCALI
Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü
M. Esat GÜZELGÖZ
Eski Sağlık ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Eski Turizm Bakanı
Prof. Dr. Cevdet ERDÖL
Ankara Milletvekili
Prof. Dr. Elif DAĞLI
Sağlık Enstitüsü Derneği Başkanı
Editör
Hande AYDEMİR
Esra KAZANCIBAŞI ÖZTEKİN
Sağlık Editörü / Yazar / Yayıncı
Hukuk Danışmanı
Av. Bekir EREN
Prof. Dr. Hasan Fevzi BATIREL
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı
Kurumsal İletişim ve Reklam
M. Suat GÜZELGÖZ
Prof. Dr. Haydar SUR
İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. İskender PALA
Uşak Üniversitesi Öğretim Üyesi
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu Üyesi
Prof. Dr. Metin DOĞAN
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. M. İhsan KARAMAN
Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı
“Yeryüzü Doktorları Türkiye” Yönetim Kurulu Başkanı
Üroloji Uzmanı
Prof. Dr. Murat TUNCER
Hacettepe Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Mustafa SOLAK
Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Necdet ÜNÜVAR
TBBM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşleri Komisyonu Başkanı Adana Milletvekili
Prof. Dr. Nesrin DİLBAZ
Üsküdar Üniversitesi Öğretim Üyesi
Osman GÜZELGÖZ
Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü
Öznur ÇALIK
TBMM Nüfus ve Kalkınma Grubu Başkanı
Malatya Milletvekili
Prof. Dr. Sabahattin AYDIN
Medipol Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Tevfik ÖZLÜ Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Farabi Hastanesi Başhekimi,
Hasta Hakları ve Sağlıklı Yaşam Derneği (HAKSAY) Başkanı
Doç. Dr. Tuncay DELİBAŞI
Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Klinik Şefi
Prof. Dr. Uğur DİLMEN
Sağlık Bakanlığı Sağlık Araştırmaları Genel Müdürü
Prof. Dr. Yunus SÖYLET
İstanbul Üniversitesi Rektörü Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Üyesi Üniversite Hastaneleri Birliği Derneği Başkanı
Yıl: 2 Sayı: 17 • MAYIS 2013
Yayın Koordinatörü
Ayşe GÜZELGÖZ
Görsel Yönetmen
Mustafa HORUŞ
Grafik Tasarım
EsasMedya Tasarım
Yayın İdare Merkezi
Aşağı Öveçler 1328. Sokak 15/3
Çankaya / Ankara
Tel : 0312 472 44 63
Faks: 0312 472 44 83
www.saglikveinsandergisi.com
[email protected]
Yayın Türü
Yaygın Süreli
Basım Yeri
İmaj İç ve Dış Ticaret A.Ş.
Macun Mah. 3. cad.
No: 2 (A Girişi) İstanbul Yolu 6. km.
Yenimahalle / ANKARA
Tel : 0312 397 91 40
Basım Tarihi
Mayıs 2013, ANKARA
Kaynak gösterilmeden yazılar iktibas
edilemez, alıntı yapılamaz. Yazılar
yayınlansın, yayınlanmasın yazarlarına
iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir.
Hukuki sorumluluk yazarlarına aittir.
®EsasMedya - 2013
®ISSN: 2146-829X ÜCRETSİZDİR.
Destek ve katkıları için
SAĞLIK BAKANLIĞI’na teşekkür ederiz.
/saglikinsandrg
/saglikveinsandergisi
www.saglikveinsandergisi.com
Türkiye İlgi ve Takdir Toplamaya
Devam Ediyor
Türkiye, sağlıkta yaşanan gelişmeler ve yeni teknolojilere
adapte olma sürecinin giderek hızlanması bakımından
yurt içi ve yurt dışından ilgi ve takdir toplamaya devam
ediyor.
ABD’nin Şikago şehrinde, 65 ülkeden 16.000’i aşkın
katılımcıyla gerçekleşen 20. Uluslararası Biyoteknoloji
Kongre ve Fuarında, Ülkemiz 14 firma, 5 kamu
kurumu ve 2 sivil toplum kuruluşu ile temsil edildi.
Türkiye standının açılışını ise Sağlık Bakanı Mehmet
Müezzinoğlu yaptı.
Sağlık ve İnsan Dergisi olarak biz biyoteknoloji alanında
yaşanan gelişmeleri de göz önüne alarak Mayıs
sayımızda biyoteklojiyi kapak konumuz olarak belirledik.
Uzm. Ecz. Seren Çelebier ve Uzm. Ecz. Eda Cindoğlu,
“Biyoteknoloji Türkiye İçin Ne İfade Ediyor?”; Uzm. Ecz. H.
Demet Çelik, “Biyoetik”; Uzm. Ecz. Yasemin Akyürek “İlaç
Sektörünün Geleceği ve Biyoteknolojik İlaçlar” başlıklı
makaleleriyle sağlıkta biyoteknolojinin nasıl bir rol
oynayabileceğini sizler için aktardılar.
Nisan ayında gerçekleşen ve basında geniş yer bulan
Global Alkol Politikaları Sempozyumu’nun etkisiyle
alkol kullanımının yaşattığı olumsuzlukları ve yok ettiği
yaşamları bir kez daha hatırladık. Mayıs sayımızda
önemli bir toplum sorunu olan “alkol” konusunda
geniş bir dosya hazırladık. Yayın Danışma Kurulu
üyelerimizden Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı Prof.
Dr. İhsan Karaman Hocamızın, Sempozyum açılış
konuşmasının ve alkol politikaları konusunu geniş bir
biçimde ele aldığı “Neden TAPP?” başlıklı makalesinin,
Sempozyum Sonuç Bildirgesinin ve Türkiye Halk Sağlığı
Kurumu Tütün ve Diğer Bağımlılık Yapıcı Maddelerle
Mücadele Daire Başkanlığı tarafından hazırlanan
“Alkol Bilgi Notu”nun yer aldığı “alkol” dosyamızı ilgiyle
okuyacağınızı umuyoruz.
Mayıs sayımızın “Hayatın İçinden” bölümünde
ise Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü Osman
Güzelgöz, Sağlık ve İnsan Dergisi okurları için Sağlık
Bakanımız Mehmet Müezzinoğlu’nun Batı Trakya
gezisinin ayrıntılarını ve Sayın Bakanımızın buradaki
duygu dünyasını kaleme aldı.
Birkaç yıldır “en başarılı iş kadını” listelerinde üst
sıralarda gördüğümüz Novartis Türkiye Ülke Başkanı
Güldem Berkman, bu sayımızda Portre bölümünde
konuğumuz oldu.
Ortadoğu Sağlık Merkezi Yönetim Kurulu Başkanı Halil
Baysal’ın bölgedeki sağlık sektörü durumunu anlattığı
yazısı, Sağlık Bakanlığının yürüttüğü Twitter’da SoruCevap uygulamasının sonuncusu “Aşı” çalışması,
Nisan ayında açıklanan “İlaç Sektörü Raporu” ve
Ege Üniversitesi Kampus çalışmalarımızın da ilginizi
çekeceğini düşünüyoruz.
Yine dopdolu bir içerikle siz değerli okuyucularımıza
sunduğumuz Mayıs sayımızı beğeneceğinizi umuyor,
“sağlığın insanı ve insanın sağlığı” için hep daha
iyi gelişmeleri sizlere aktarmak dileğiyle sevgi ve
saygılarımızı sunuyoruz…
M. Esat GÜZELGÖZ
İÇİNDEKİLER
Haber:
Uluslararası Biyoteknoloji Kongresi
Şikago’da Düzenlendi
6
Haber:
“Diyabeti Durduralım” Projesi
8
Kapak Konusu:
Biyoteknoloji, Türkiye İçin Ne İfade Ediyor?
10
Kapak Konusu:
İlaç Sektörünün Geleceği
ve Biyoteknolojik İlaçlar
12
Kapak Konusu:
Türkiye’de ve Dünyada
Biyoekonomiye Genel Bakış
16
Haber:
Türkiye’nin İlk Gemi Hastanesi
için Şartname Hazır
18
Kapak Konusu:
Türk İlaç Sanayinde Biyoteknoloji
20
Haber:
Sağlık Sektörü Temsilcileri
Antalya’da Bir Araya Geldi
22
Kapak Konusu:
Global Alkol Politikaları Sempozyumu
27
Kapak Konusu:
Alkol Bilgi Notu
30
Kapak Konusu:
Neden Türkiye
Alkol Politikaları Platformu(TAPP)?
32
36
Haber:
Elektronik Sigara, Sigarayı Bıraktırmıyor
40
Portre:
Güldem Berkman
Novartıs Türkiye Ülke Başkanı
44
Hayatın İçinden:
Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nun
Batı Trakya Gezisi
52
Sağlıkta da Barış Olsun
54
Haber:
Obezite Düşmanı Neşeli Tarifler
56
Röportaj:
Mete Hüsemoğlu
Abbvie Türkiye Genel Müdürü
58
11. Rekabet Hukuku ve İktisadında Güncel
Gelişmeler Sempozyumunda İlaç Sektörü
Raporu Açıklandı
60
140 Karakterde Sağlık:
Her Şeyin Başı Sağlık, Sağlığın Başı Aşı
68
Kampus:
Ege Üniversitesi
76
Kurumlarımız:
Tüm Radyoloji Teknisyenleri ve Teknikerleri
Derneği (TÜMRAD-DER)
78
Kültür - Sanat:
Devlet Tiyatroları’ndan 81 İl’de Tiyatro!.
80
Kitap
haber
ULUSLARARASI
BİYOTEKNOLOJİ KONGRESİ
ŞİKAGO’DA DÜZENLENDİ
Bu yıl 20’ncisi düzenlenen Uluslararası Biyoteknoloji Kongre ve Fuarı, ABD’nin Şikago kentinde
başladı. Türkiye’nin 14 firma, 5 kamu kurumu ve
2 sivil toplum kuruluşu ile temsil edildiği fuarda,
Türkiye standının açılışını Sağlık Bakanı Mehmet
Müezzinoğlu yaptı.
Uluslararası Biyoteknoloji Kongre ve Fuarında
önemli ilaç firmaları ile görüşmeler gerçekleştiren Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, büyük
bir ABD şirketinin Türkiye’ye yatırım yapma kararı
aldığını belirterek, “Biz bilgi birikiminin, teknoloji
birikiminin ülkeye gelmesini ve kalıcı olmasını istiyoruz” dedi.
Görüşmelerin ardından gazetecilere açıklama yapan Müezzinoğlu, firma temsilcilerine Türkiye’ye
yatırım yapmanın avantajlarını anlattığını söyledi.
Firma temsilcilerinin kendilerinden “iletişim ve
şeffaflık” istediğini, bürokratik sorunların aşılması
için destek istediklerini kaydeden Müezzinoğlu,
izin ve ruhsatlandırma sürelerinin hızlandırılmasının talep edildiğini dile getirdi.
Büyük bir ABD şirketinin bu yıl içinde Türkiye’ye
yeni yatırım yapma kararı aldığı müjdesini de veren Müezzinoğlu, görüşecekleri diğer firmalardan
da yatırım kararları beklediklerini dile getirdi.
Bakan Müezzinoğlu, ilaçtaki cari açığa ilişkin açıklamalarda da bulundu. Şu anda en azından mevcudu korumayı hedeflediklerini belirterek, “Sağlık
turizmini güçlü hale getirebilirsek ilaçtaki cari açığı oradan kapatabiliriz. Cari açığın kapatılabileceği en stratejik alan sağlık turizmi” dedi. Avrupa’da
100 bin avroya mal olan bir tedavi Türkiye’de 50
bin avroya yapılınca önemli bir gelir elde edildiğini dile getiren Müezzinoğlu, Türkiye’nin sağlık turizmi potansiyelinin yüksek olduğunu vurguladı.
İlaç üretiminde Ar-Ge’nin Önemi
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, yerli üreticilerin yaşadığı sorunlara da değinerek, yerli
üreticilerin birçoğunun Ar-Ge’ye ve markasını büyütmeye gerekli önemi vermediğini bu nedenle
sorunlar yaşandığını söyledi.
Görüştüğü bazı yabancı şirketlerin Ar-Ge’ye yüzde 30 pay ayırdığını vurgulayan Müezzinoğlu,
6
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
“Bir firmamızın Ar-Ge’ye ayırdığı pay
yüzde 0,5 ise neticede Ar-Ge’si yüzde
15 olanla yarışması ve Türkiye’nin de
onu hep omuzlarında taşıması mümkün mü?” diye konuştu.
Gazetecilerin e-reçete uygulamasına ilişkin sorularını da yanıtlayan
Müezzinoğlu, bu sistemin israf, sahte ilaç girişleri gibi olumsuzlukları
önlediğini belirtti ve sistemin aynı
zamanda kontrol ve takip imkânı
sunduğunu, elektronik ortamdaki
verilerin yeni karar alımlarını kolaylaştırdığını anlattı.
Bir milyar kişiye ulaşma imkânı
Fuar kapsamında düzenlenen resepsiyonda da konuşma yapan Bakan Müezzinoğlu, Sağlık Strateji
Belgesi’nde biyoteknolojinin stratejik
bir yatırım alanı olarak belirlendiğini
söyledi.
Resepsiyona katılan sektör temsilcilerine hitaben Türkiye ve bölgenin
potansiyelini anlatan Müezzinoğlu,
“Türkiye’yi yakın coğrafyasında bir
milyara yaklaşan bir popülasyona
hitap edebilen güçlü, bölgesel, istikrarlı bir aktör olarak değerlendirmeleri, yatırımları için stratejik bir nokta
olacaktır. Türkiye üç saatlik mesafede
yaklaşık 500 milyonluk bir kitleye,
yaklaşık beş saatlik mesafede de 1
milyar insana hitap edebiliyor. Bunu
değerlendirin” dedi.
Fuar kapsamında Türkiye Yatırım
Destek ve Tanıtım Ajansı (TYDTA)
tarafından, ülkenin biyoteknoloji ve
ilaç sektörlerinde sunduğu yatırım
fırsatlarını tanıtmak amacıyla “Türkiye: Biyoteknolojide Büyüme İçin
Yatırım Merkezi” konulu panel de düzenlendi.
TYDTA Başkanı İlker Aycı, yaptığı
açıklamada, Türkiye’nin Biyoteknoloji Fuarı’na bu yıl ikinci kez katıldığını
belirterek, kamu ve özel sektör temsilcilerinin etkinliğe büyük önem verdiğini söyledi.
Bu fuarın sektörün adeta “Davos’u”
olduğunu ifade eden Aycı, firmalarının fuar kapsamında önemli görüşmeler gerçekleştirdiklerini kaydetti.
Bakan Müezzinoğlu ile uluslararası
yatırımcılar, ülkede ortaklıklar kuran
şirketler ve sektör temsilcileriyle bire
bir toplantılar gerçekleştirdiklerini
ifade eden Aycı, Türkiye’deki yatırım
imkanlarına ilişkin bir de panel düzenlediklerini anlattı.
yadaki önemli temsilcilerinin, Türkiye
ve sektörümüz ile yatırım ortamı ve
yatırım potansiyeli hakkında farkındalıkları artacak hem de ‹sektörde
neler oluyor, firmaların geliştirdiği
yeni trendler neler, nasıl işbirliği imkanları geliştiririz ve onları ülkemize
nasıl çekeriz’ konusunda hep birlikte
buradan olumlu sonuçlarla döneceğimize inanıyorum.”
Aycı, geçen yıl bu sektörde Türkiye’ye
önce 700 milyon dolar ve arkasından
da ilave 150 milyon dolar yatırım geldiğini anlatarak, bu fuarın yatırımları
artırmasını beklediklerini dile getirdi.
Fuar kapsamında görüştükleri yatırımcıların Türkiye’ye bakışının pozitif
olduğunu dile getiren Aycı, şöyle devam etti:
Sağlık sektörünün büyük potansiyeli olduğuna vurgu yapan Aycı, şöyle
konuştu:
“Türkiye’de sağlık sektörünün büyüklüğü 67 milyar dolar. Beklentimiz bu
rakamın 2023’te 160-170 milyar dolara yükselmesi. Dolayısıyla neredeyse
üç katına çıkacak bu sektör. Bunu da
tabii sadece öz kaynakla yapmayacağız. Uluslararası doğrudan yatırımcıların, dünya firmalarının da gerek
kendi başlarına gerekse Türkiye’deki
firmalarla ortak yatırımlar yapmak
suretiyle hem iç pazarımıza hem de
çevre ülkelere beraberce bu sektörde
yine pozisyonlaşabileceklerini düşünüyoruz ve bunun için çalışıyoruz.”
“Yoğun bir gündemle buradayız.
Ümit ediyorum ki bire bir görüşmelerin sonunda hem bu sektörün dün-
Toplam 65 ülkeden 16 binden fazla
kişinin katıldığı tahmin edilen fuar 25
Nisan’da sona erdi.
“Bu fuarın yatırımları
artırmasını bekliyoruz”
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
7
haber
“DİYABETİ DURDURALIM” PROJESİ
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu,
çocuk ve gençlere hareketli yaşam
tarzı kazandırılmasının önemine işaret ederek, “16-17 milyon öğrencimiz, okullarda beden eğitimi dersinde takla atmayı başardı başaramadı.
Buna göre not alıyorsa bir yanlışlığımız var” dedi.
Cumhurbaşkanlığının himayesinde
Türkiye Diyabet Vakfının yürüttüğü
“Diyabeti Durduralım Projesi”nin
ikinci yılını tamamlanması nedeniyle
Çankaya Köşkü’nde toplantı düzenlendi.
Bakan Müezzinoğlu, burada yaptığı
konuşmada, toplumda sağlıklı yaşam
bilinci oluşturulmasının önem taşıdığını, yeni nesillerin de bu bilince
sahip olması gerektiğini belirterek,
koruyucu sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi için çalışmalar yürüttüklerini
söyledi.
Hastalıklara karşı bilincin artırılmasının, toplumu bu hastalıklardan koruduğuna dikkati çeken Müezzinoğlu,
çocuk ve gençlere sağlıklı beslenme
ve hareketli yaşam tarzı kazandırılmasının büyük önem taşıdığını bildirdi.
8
yetişkinlerce de benimsenmesi gerektiğini kaydeden Sağlık Bakanı Müezzinoğlu, yüzme, koşma, yürümenin
yaşı olmadığını söyledi.
Çocuk ve gençlere enerjilerini tüketebilme alışkanlığı kazandırılması
gerektiğini belirten Müezzinoğlu,
okul yöneticileri ve öğretmenlerin de
bu konuda örnek olması gerektiğini
bildirdi.
Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç ile
amatör sporcuların sağlık hizmeti
almasıyla ilgili protokol imzaladıklarını açıklayan Müezzinoğlu, “2 milyon
lisanslı amatör sporcumuz var ama
hedef rakam 20 milyon” dedi.
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu,
Bakanlığına spor ve yeşil alan talebi
yerine hastane ve MR cihazı talebi
geldiğini ve sağlıklı beslenme ve yaşam için kamuoyunda bilinç oluşturulursa diyabet ve kronik hastalıklarla
mücadelenin kolaylaşacağını söyledi.
Buzdolabınıza Bakın
Kötü alışkanlıklarla mücadele bilincinin de oluşturulması gerektiğini
ifade eden Müezzinoğlu, “Bir taraftan
‘alkol zararlıdır’ diyeceğiz bir taraftan çocuğun karşısında ‘haydi şerefe’
diye bardağı tutacağız. Bu ne kadar
doğru, bütün bunları yeniden gözden geçirmemiz lazım” diye konuştu.
Evlerdeki buzdolaplarında sağlığa
zararlı yiyecek ve içecekler bulunmaması gerektiğini ifade eden Müezzinoğlu, herkesin buzdolabının içini
bir kez daha kontrol etmesi çağrısında bulundu. Hareketli yaşam tarzının
Müezzinoğlu, hayatın sağlıklı yaşanması gerektiğini vurguladı ve sözlerine “Anlık heveslere göre yaşayacaksak olursak, fastfoodun da zararı yok,
bardaklarda ne olduğunun da herhangi bir anlamı yok” diye devam etti.
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
Bakan Müezzinoğlu, bir soru üzerine,
diyabetle mücadele programı çerçevesinde tarama programına öncelik
vereceklerini, bu çerçevede kan şekeri ölçümleri yapacaklarını da bildirdi.
Amacımız Farkındalık Yaratmak
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri
Mustafa İsen de “Diyabeti Durduralım Projesi”ne, toplumda bu konuda
duyarlılık oluşturulması amacıyla
destek verildiğini belirterek, projeden başarılı sonuçlar alınmasını ümit
ettiklerini dile getirdi.
İsen, atılacak bilinçli adımlarla diyabete karşı sonuç alınmasının mümkün olduğunu söyledi.
Hasta Sayısı Dünya Ortalamasının İki Katı
Türkiye Diyabet Vakfı Başkanı Prof. Dr.
Temel Yılmaz ise 10 milyonu bulan
Türkiye’deki diyabetli sayısının dünya
ortalamasının iki katı olduğunu, bu
hastalar için yılda 13 milyar lira harcandığını bildirdi.
Diyabetin artmasının 21. yüzyılın getirdiği beslenme ve hareketsiz yaşam
alışkanlığından kaynaklandığına işaret eden Yılmaz, hastalara erişimin en
büyük zorluk olduğunu, bu nedenle
akran eğitimi programı uyguladıklarını söyledi.
Toplantının sonunda projede emeği
geçenlere plaket verildi.
Özel Anadolu Sağlık Merkezi
Hastanesi
Özel Anadolu Sağlık
Ataşehir Tıp Merkezi
kapakkonusu
BİYOTEKNOLOJİ TÜRKİYE İÇİN NE
İFADE EDİYOR?
Uzm. Ecz. Seren ÇELEBİER
Uzm. Ecz. Eda CİNDOĞLU
ABD’de yerleşik Uluslararası Biyoteknoloji Konferansı (BIO-Konferans), biyoteknoloji endüstrisi için en büyük
küresel etkinliklerden birisidir. Bu
önemli etkinlik biyoteknoloji alanındaki en önemli kişi ve kuruluşları ağırlayarak paydaşlar arasında iletişim
ağları ve ortaklıklar kurma fırsatları
sunar. İlk BIO-Konferans, 1993 yılında Kuzey Karolayna Eyaletinin Durham şehrinde 1400 kişinin katılımı
ile gerçekleştirilmiştir. En son 22-25
Nisan 2013 tarihlerinde Chicago’da
düzenlenen ve 20. yılını kutlayan
BIO, en büyük süksesini 2007 yılında
Boston’da 22 bin katılımcı ile yapmıştır. BIO-Konferans başladığı tarihten
bu yana politika yapıcılara, bilim
10
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
adamlarına, yöneticilere ve ünlü
isimlere ev sahipliği yapmakta olup,
ağırladığı konuşmacılar arasında George W. Bush, Bill Clinton ve Tony Blair gibi önemli isimler yer almaktadır.
Biyoteknoloji ve ilaç şirketlerinden,
akademik araştırma kurumlarına
kadar geniş bir yelpazeden katılımcıların yer aldığı Konferansa ülkemizden ilk defa 2012 yılında katılım
sağlanmıştır. Boston’da düzenlenen
bu konferansta ülkemiz, açtığı stant
ile yerini almıştır. Heyetimize Bilim,
Sanayi ve Teknoloji Bakanımız Sayın Nihat Ergün başkanlık etmiştir.
Heyette Bilim, Sanayi ve Teknoloji
Bakanlığından, Başbakanlık Yatırım
Destek ve Tanıtım Ajansından, Sağlık
Bakanlığından, TÜBİTAK’tan ve özel
sektörden önemli isimler yer almıştır.
Bu yıl ise 22-25 Nisan 2013 tarihlerinde Chicago’da gerçekleştirilen
etkinliğe Sağlık Bakanımız Sayın Dr.
Mehmet Müezzinoğlu başkanlığında
kamu ve özel sektör temsilcilerinden
oluşan üst düzey bir heyetle katılım
sağlanmıştır. Bu yılki üst düzey temsil, stant alanımızın genişliği ve tasarımı, katılımcı sayımızın fazlalığı, BIO
yönetiminin ve konferans katılımcılarının dikkatlerini cezbetmiştir. Konferans boyunca, Sağlık Bakanımız ve
diğer yetkililer tarafından Türkiye’deki yatırım fırsatlarıyla ilgili bilgiler
verilmiştir. Sayın Bakanımız “Global
Biyoteknoloji Forumunda” ana konuşmacı olarak yer almış ve önemli
mesajlar vermiştir.
Konferansın 1. Günü Türkiye’deki yatırım fırsatlarını tanıtmak ve yaşanan
gelişmeleri anlatmak amacıyla bir panel gerçekleştirilmiştir. Panelin Başkanlığını Başbakanlık Yatırım Destek
ve Tanıtım Ajansı Başkanı Sayın İlker
Aycı yapmıştır. Panelde sırasıyla Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Eko-
nomik Araştırmalar Başkan Yardımcısı Dr. Hakkı Gürsöz tarafından sağlık
ve ilaç sektörünün mevcut durumu,
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı
Sanayi Genel Müdürü Süfyan Emiroğlu tarafından “Türkiye İlaç Sektörü
Strateji Belgesi ve Eylem Planı”, Ekonomi Bakanlığı Teşvik Uygulama ve
Yabancı Sermaye Genel Müdürü İbrahim Uslu tarafından da yeni teşvik
sistemi hakkında bilgiler verilmiştir.
Konferansın 2. gününde de Sayın
Sağlık Bakanımız ve diğer yetkililer
tarafından Türkiye’nin tanıtımı açısından önemli temaslar gerçekleştirilmiştir. Burada verilen temel mesaj
“güçlü bir 2023 vizyonu” olmuştur.
Özellikle, Türkiye’nin daha fazla biyoteknoloji yatırımı çekebilmek adına
yenilikçilik ekosistemini ve ilaç sektörü yatırım ortamını iyileştirme çabalarını hızla devam ettirdiğinin altı
çizilmiştir.
Dünya ilaç pazarında 16, AB pazarında ise 6. sırada yer alan ülkemizin
dünya ilaç ihracatından ve toplam
biyoteknolojik buluşlardan aldığı pay
çok düşüktür. Ülkemizin “biyoteknoloji alanında söz sahibi bir konuma
yükselmek” hedefini gerçekleştirebilmesi adına, bu alanındaki tüm paydaşları bir araya toplayan BIO-Konferans önemli bir platform olmuştur.
Burada elde edilen fırsatları sıralamak gerekirse:
• Biyoüretim, genetik bilimi, nano-
teknoloji ve hücre tedavisi gibi
biyoteknolojinin ağırlık kazandığı
farklı alanlardaki son teknolojik
gelişmelerin yakından takip edilmesi,
• Ülkemizin
klinik araştırmalarda
hak ettiği seviyeye ulaşmasını temin etmek amacıyla ülkemizdeki
klinik araştırma mevzuatının anlatılması ve klinik araştırma ortamının tanıtılması,
• Ülkemiz katılımcılarına biyoteknoloji alanında öncü dünya şirketleriyle temas kurma ve Türkiye’deki
yatırım imkânları hakkında bilgi
verme fırsatı sunması,
• Sektörde
hizmet veren yerli ve
yabancı birçok firmayı bir araya
getirerek Türkiye’nin biyoteknoloji
konusunda dünya ile entegrasyonuna önemli katkılar sağlaması ve
ülkemiz özel sektör temsilcilerinin
önünde yeni ufuklar açması.
Gelişmekte olan ekonomiler, pazar
potansiyellerinin giderek artmasıyla
ilaç üreticileri için daha çekici hale
gelmektedir. Bu noktada yabancı
yatırımları çekmek kadar yatırımın
niteliğinin de tartışılması gerekmektedir. Ülkemizin, yatırımcıların
düşük katma değerli yatırımlar için
seçtiği bir pazar olma konumundan
uzaklaşıp yüksek katma değerli yatırımlara yönelmesi, bunları kendine çekmesi gerekmektedir. Küresel
hastalık trendleri ve bunların tedavi
yöntemleri incelendiğinde, ilaç sanayinde biyoteknolojinin önemi giderek artmakta ve Türkiye’nin orta
ve uzun vadede, teknoloji transferini
ve geçiş sürecini tamamlama hedefini gerçekleştirmesi büyük önem
taşımaktadır. Biyolojik kaynaklar ve
genetik çeşitlilik bakımından büyük bir zenginliğe sahip Türkiye’nin,
kendi ihtiyaçlarının yanı sıra coğrafi
konumu itibarıyla büyüyen pazarlara
yakınlığı açısından kritik bir konumda olduğu göz önüne alındığında bu
avantajlarını kullanabilmesi ve büyüyen biyoekonomi içerisinde yer bulabilmesi gerekmektedir. Bu nedenle
BIO-Konferans, hem bu yıl hem de
ileriki yıllarda ülkemiz açısından biyoteknoloji alanında atılan adımların
sağlamlaştırılması, küresel paydaşlarla biyoteknoloji alanında temasların kurulması ve ülkemizdeki yatırım ortamının tanıtılması açısından
Türkiye’nin sahip olduğu avantajlar
çerçevesinde oldukça iyi bir platform
olarak görülmektedir.
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
11
kapakkonusu
İLAÇ SEKTÖRÜNÜN
GELECEĞİ VE
BİYOTEKNOLOJİK İLAÇLAR
Uzm. Ecz. Yasemin AKYÜREK
İlaç olarak kullanılacak farmasötik
ürünleri geliştiren, üreten ve pazarlayan ilaç endüstrisi bu faaliyetleri ile
tüm dünyada sağlık sistemlerinin en
önemli ve olmazsa olmaz aktörlerinden biridir. İlaç sektörü, yüksek araştırma/geliştirme potansiyeli bulunan
bilgi yoğun bir endüstri olması, ürün
sunulan pazarın küresel niteliği ne-
deniyle uluslararası rekabete konu
olması, devletin hem kural koyucu
hem ödeyici olarak pazara önemli
dahli ve insan hayatının korunmasına
ve kaliteli bir şekilde sürdürülmesine
doğrudan etkisi ile diğer sektörlerden farklılaşmaktadır. Bu özgün nitelikleri dolayısı ile ilaç sektörünün,
kalite ve etkililikten ödün vermeden,
kamunun en iyi ilaca, en hızlı ve en
kolay şekilde ulaşabilmesi yönünde
çalışmasına imkân verecek bir ortamın teşekkülü tüm dünyada devletlerin en önemli sosyal politikalarından biridir.
Ülkemizde yerli ilaç sanayinin tarihi 1900’lü yılların başlarına kadar
uzanmaktadır. Bu dönemde ilk olarak
Kimyager Dr. İbrahim Etem (1903)
sonrasında ise Eczacı Abdi İbrahim
Bey (1919) ve Prof. Mustafa Nevzat Pısak (1923) kendi laboratuvarlarını kurarak ülkemizde yerli ilaç sanayiinin
temellerini atmışlardır. Ülkemizde
ilaçların üretimi, ithali, pazara sunulması ve pazarlama sonrası faaliyetlerini düzenleyen ilk mevzuat 1928
tarihli “İspençiyari Ve Tıbbi Müstahzarlar Kanunu” olup bu kanun halen
yürürlüktedir ve ilaç alanının küresel
standartları yerine getirecek şekilde
düzenlenmesine imkân vermektedir.
Yine dünyada ilk olarak 1960’larda
gündeme gelen ve 1980’lerde kuralları detaylı bir şekilde belirlenen
“İyi Üretim Uygulamaları”na ilişkin ilk
mevzuat ülkemizde 1984 yılında yayınlanmıştır. İyi Üretim Uygulamaları
ilacın güvenli ve kaliteli bir şekilde
üretimini garanti altına alacak kuralları belirlemekte ve tüm dünyada
ortak standartlarda ürün üretilmesini sağlamaktadır. Peki yerli ilaç sanayiimizin 100 yılı aşkın geçmişi ve
bu alandaki yasal düzenlemelerini
dünyanın pek çok ülkesinden önce
tamamlayan ülkelerden biri olarak
Türkiye’de ilaç sanayimizin mevcut
durumu nedir?
Son yıllarda yayınlanan pek çok raporda Türk ilaç sektörünün pazar
değeri açısından dünyada 16. sırada olmasına rağmen, ihracat hacmi
ve klinik araştırma sayısı açısından
ancak 36. sırada yer aldığı ifade edilmektedir. Türkiye Odalar ve Borsalar
Birliği’nin 2008 yılı raporunda, ülkemizin 2023 yılında dünyanın en büyük 10’uncu ilaç tüketim pazarı olacağı tahmini yapılmaktadır. Ancak, IMS
Türkiye verilerine bakacak olursak
12
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
hâlihazırda ilaç ihtiyacımızın %64’ü
ithalattan karşılanmaktadır. 2011
yılında ithalat 4,7 milyar ABD doları
iken ihracat 620 milyon ABD doları
olarak gerçekleşmiş olup ihracatın
ithalatı karşılama oranı % 13,1’dir. Bu
rakamlar göstermektedir ki dünya
standartlarında üretim kapasitesine
sahip olmasına rağmen Türkiye İlaç
Sektörü, dünya pazarında yeterli rekabet gücüne henüz ulaşamamıştır.
1980-1990 arasında ilaç ihtiyacının
%80’ini yerli üretim ile karşılayan
Türkiye ilaç pazarının geleceğini kurgularken dünya pazarının güncel dinamiklerinin farkına varmak oldukça
önemlidir. Son 20 yılda ileri teknoloji
ürünlerinin özellikle biyoteknolojik
ürünlerin dünya ve ülkemiz ilaç pazarındaki payı hızla artmış ve artmaya
devam etmektedir. Dünyada en çok
satılan 10 ürünün 5 tanesi biyotek-
nolojik ürünlerdir. Ancak asıl dikkat
çekici olan bu ürünlerin pazar payı
yıllık büyüme oranının çift haneli değerlere ulaşmış olmasıdır (Tablo 1).
Bu da gösteriyor ki hâlihazırda ilaç
pazarında önemli bir paya sahip olan
biyoteknolojik ürünler önümüzdeki
yıllarda pazardaki paylarını ve önemlerini hızla artıracaklardır.
Tablo 1. Dünyada 2012 yılında en
çok satılan 10 ürün*
Ürün
2012 satışları (milyar $)
2012 % Büyüme
SERETIDE
8.9
1.7
HUMİRA
8.5
18.5
CRESTOR
8.3
3.0
NEXIUM
7.5
7.2
ENBREL
7.5
9.7
REMICADE
7.3
10.6
ABILIFY
7.0
11.5
LANTUS
6.6
19.3
MABTHERA
6.0
8.8
CYMBALTA
5.8
23.2
Yine 2012 verilerine göre en büyük
pazar payına sahip 10 ürün grubundan en hızlı büyüyenler otoimmün
hastalıklara yönelik ilaçlar, lipid düzenleyiciler, mental hastalıklara yönelik ilaçlar ve antidiyabetik ürünler
şeklinde görülmektedir (Tablo 2). Bu
tabloda yer alan hastalık gruplarının
sıralaması görülme sıklığı sıralamalarından oldukça farklıdır. Örneğin
boğmaca ve kızamığın DSÖ verilerine göre dünyada görülme sıklığı
sırasıyla 18,4 ve 27,1 milyon kişi iken
dünya ilaç pazarında en büyük paya
sahip onkolojik hastalıklar için bu
sayı 12,7 milyon kişi (Dünya Uluslararası Kanser araştırmaları Fonu-WCRF)
olarak verilmektedir.
Tablo 2. 2012 verilerine göre en çok
satılan 10 ürün grubu*
Ürün Grubu
2012 satışları (milyar $)
2012 % Büyüme
ONKOLOJİ
61.6
5.1
AĞRI
56.1
2.7
ANTİHİPERTANSİF
51.6
3.5
ANTİDİYABETİK
42.4
8.2
MENTAL SAĞLIK
41.6
13.8
SOLUNUM AJANLARI
39.7
1.4
ANTİBAKTERİYELLER
38.8
3.7
LİPİD DÜZENLEYİCİLER
33.6
14.2
OTOİMMÜN HASTALIKLAR
27.8
15.1
ANTİÜLSER
26.0
2.4
Tüm bu verilerden görüleceği üzere
modern çağın artan spesifik ve ölümcül hastalıkları ile mücadelede yeni
ilaçların keşfi, diğer yandan uzayan
yaşam süresinin kaliteli bir yaşama
döndürülebilmesi için ilaç sanayiinin
katma değeri yüksek yeni ve ileri teknoloji ürünlerine yönelmesi zorunludur. Araştırma geliştirme sürelerinin
uzunluğu ve maliyetlerin yüksekliği
de göz önüne alındığında yerli sanayimizin ivedilikle kararlı adımlar
atması gerektiği aşikârdır. Hükümetimizin desteği ile özel sektörün istekliliğinden doğacak sinerji, bu zor hedefin başarılması yönünde en önemli
itici güç olacaktır.
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
13
haber
OBEZİTEYE PEDALLI ÖNLEM
Obeziteyle mücadelede yeni stratejileri uygulamaya koymayı planlayan Sağlık Bakanlığı,
bisiklet ve yürüyüş yollarının artırılmasını gündemine aldı.
Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı
Kurumu Obezite, Diyabet ve Metabolik Hastalıklar Daire Başkanı Nazan
Yardım, obezitenin önlenmesinde
hareketli yaşam tarzının büyük önem
taşıdığını vurgulayarak, “Gerek yetişkinlerin gerekse çocukların hareket
etmesini istiyoruz. Bu amaçla bisiklet
ve yaya yollarının bulunması önemli.
Belediyelerden daha fazla bisiklet ve
yaya yolu yapmalarını talep ediyoruz” diye konuştu.
Bakanlığın çocukluk çağı obezitesinin önlenmesi için toplum tabanlı
eylem planı geliştirilmesi amacıyla
çalıştay düzenlendiğini ifade eden
Yardım, çalıştaya Milli Eğitim, Gıda,
Tarım ve Hayvancılık, Gençlik ve Spor
bakanlıklarının yanı sıra yerel yönetim temsilcisinin katılımının da sağlandığını belirtti.
Çalıştayda yerel yönetim temsilcilerinin olmasının bu nedenle önemli
olduğunu dile getiren Yardım, obeziteyle mücadelede belediyelere büyük görev düştüğünü söyledi.
14
eden ve daha az enerji alan toplumlarda obezite görülme sıklığının düşük olduğunu belirtti.
Obeziteyle eylem planında bu tür
önlemlerin teşvik edilmesinin öngörüldüğünü anlatan Keskinkılıç, çocuk
ve gençlerde obezitenin önlenmesinde annelere görev düştüğünü
vurguladı.
Özellikle çalışan annelerin kolay hazırlanan ancak besin değeri düşük
yiyecekleri tercih ettiğini ifade eden
Keskinkılıç, şunlara dikkati çekti:
“Araştırmamıza göre okul çağı çocuklarımızın 5’te 1’inde ya fazla kilo
ya da obezite problemi var. Bu çocuklarımızın yüzde 6,5’i obez, yüzde
14’ü ise fazla kilolu. Bu nedenle hazırladığımız “Ulusal Obezite ile Mücadele Programı”nı uygulamaya koyduk.
Düzenlediğimiz çalıştayda Dünya
Sağlık Örgütü yetkilileriyle bütün bu
konuları tekrar gözden geçiriyoruz.”
Yardım, “Bu toplantıdan çıkan sonuçları daha sonra bütün belediyelere
ileteceğiz ve obeziteyle mücadele
stratejisinde kendilerinden bekleneni yapmalarını isteyeceğiz” dedi.
2009’da yaptıkları obezite görülme
sıklığı çalışmasını tekrarlayacaklarını da bildiren Keskinkılıç, bu araştırmayla yürütülen mücadelenin
sonuçlarına ve halkta bir davranış
değişikliği olup olmadığına bakacaklarını belirtti.
Çok Hareket, Daha Az Enerji
Batıdan Doğuya Gittikçe Artırıyor
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkan
Yardımcısı Bekir Keskinkılıç da bisikletin yaygın kullanıldığı, çok hareket
Çocuk Endokrinolojisi ve Diyabet
Derneği Başkanı Prof. Dr. Peyami Cinaz ise ülkede çocuklarda obezite
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
görülme sıklığının batıda ve doğuda
farklılık gösterdiğini kaydetti.
Batıda yüzde 6-10 olan çocuklarda
obezite görülme sıklığının, doğuda
yüzde 2-3’e kadar düştüğünü, bunun
şekerli ve yağlı gıda alımının fazlalığıyla ilgili olduğunu anlatan Cinaz,
“Çocuklarda obezite ve fazla kilonun
en büyük nedeni beslenme düzeninin iyi olmaması ve hareketsizlik.
Kahvaltı alışkanlığı bulunmaması,
okullarda ana ve ara öğünlerde alınan sağlıksız gıdalar, fastfood alışkanlığı obeziteye yol açıyor” dedi.
Bu sorunla mücadelede okul kantinlerine yönelik önlemler ve sporun
teşvik edilmesinin büyük önem taşıdığını vurgulayan Cinaz, öğünlerde
geleneksel ev yemeklerinin tüketilmesi gerektiğini bildirdi. Cinaz, “Çocuklarımız ne yazık ki hiç hareket
etmiyor. Okula servisle gidip geliyor,
bütün gününü bilgisayar başında
geçiriyor, spor yapmıyor. Spor alanları artırılmalı, çocukların daha fazla
hareket etmesi sağlanmalıdır. Spor
sadece kilo vermek için yapılmaz. Kemik kütlesinin olgunlaşması ve kasların gelişimi için de yapılmalıdır” diye
konuştu.
Prof. Dr. Cinaz, önlem alınmadığı
takdirde çocukların ileri yaşlarda diyabet, hipertansiyon, kalp ve damar
hastalıkları, karaciğer yağlanması,
uyku apnesi, eklem ağrıları gibi sağlık
sorunlarıyla karşı karşıya kalabileceklerini bildirdi.
kapakkonusu
TÜRKİYE VE
DÜNYADA
BİYOEKONOMİYE
GENEL BAKIŞ
Uzm. Dr. Elif Hilal VURAL
Biyoteknoloji, dünya nüfusunun hızlı
artışı, nüfus yapısındaki demografik
değişim, küresel iklim değişiklikleri
ve kaynakların kısıtlılığı gibi nedenlerle gelişime açık küresel rekabetin
yoğun olduğu bir alandır. Enerjinin
ve doğal kaynakların verimli kullanılması, alternatif kaynaklardan enerji
elde edilmesi, yenilenebilir biyolojik
enerji kaynaklarının kullanımı ve yönetimi konuları biyoteknolojinin hedeflerini oluşturmaktadır.
Ekosistemlerin sürdürülebilirliği, doğal kaynakların kısıtlılığı gibi sorunlara biyoteknoloji farklı endüstrilerdeki
uygulamalar ile çözümler sunmak16
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
tadır. Dünya nüfusunun hızlı artışı
gıda, temiz su, barınak, sağlık hizmetlerindeki talep artışını da birlikte
getirmektedir. Bu yüzden verimin artırılmasına yönelik tarım, ormancılık,
balıkçılık, endüstriyel ve sağlık alanındaki biyoteknolojik çalışmaların
önemi giderek artmaktadır.
Biyoekonomi, biyolojik kaynakları
üreten ve kullanan ekonomik faaliyetleri kapsayan uygulamalardır. Bu
nedenle yaşam bilimleri, ekoloji, biyoteknoloji, nanoteknoloji, bilgi ve
iletişim teknolojisi uygulamalarının
işbirliği içinde çalışmasını gerektirmektedir. Birçok ülke biyoteknolojiyi
ekonomik büyüme ve küresel rekabet gücü kazanmak için fırsat olarak
görmektedir. Ayrıca yeni istihdam
alanları oluşturmaktadır.
Avrupa’da biyoekonominin piyasa
büyüklüğü yaklaşık 2 trilyon avrodur ve yaklaşık 21,5 milyon kişilik
istihdam sağlamaktadır. Bilgi Temelli Biyo-Ekonomi (Knowledge Based
Bio-Economy-KBBE) kavramı Avrupa Komisyonu tarafından kamu refahını
geliştirmek ve küresel gereksinimleri
karşılamak amacıyla oluşturulmuştur. Son dönemdeki çalışmalarda
KBBE için komisyon içinde araştırma
ve yenilikleri destekleyen politikalar
geliştirilmiştir.
Biyoekonominin en önemli kollarından birini sağlık alanı oluşturmaktadır. Nüfus artışı, yaşlanma, kronik
hastalık tedavi maliyetlerinin artışı,
artan gelir seviyesi ile birlikte sağlık
hizmetleri talebindeki artış, ihtiyaçlara cevap olarak sağlık alanında
biyoteknoloji uygulamalarını yaygınlaştırmıştır. 2050 yılına gelindiğinde Dünya nüfusunun 9,3 milyara
ulaşacağı, 65 yaş üzeri nüfus oranın
da %16 olacağı tahmin edilmektedir.
2030 yılında biyoteknolojik ürünlerin tahminen, kimyasal ve endüstri
ürünlerinin %35’ini, ilaç ve tanı ürünlerinin %80’ini, tarım ürünlerinin ise
%50’sini oluşturacağı ve OECD toplam
GSYH ’ının da % 2,7’sine ulaşacağı öngörülmektedir.
Dünyadaki Ar-Ge harcamalarının
sektörel dağılımında ilaç ve biyoteknoloji uygulamaları %19,3 ile ilk sıralarda yer almaktadır. Biyofarmasötik
araştırma şirketleri biyolojik süreçleri
kullanarak pek çok ürün ve aşı geliştirme faaliyetlerinde bulunmaktadır.
Bunlar monoklonal antikorlar, aşılar,
rekombinant proteinler, hücre terapileri, gen terapileri gibi geniş bir
ürün yelpazesini oluşturmaktadır.
Biyoteknoloji ürünlerinin geliştirildiği ve geliştirilmeye çalışıldığı hastalık
grupları arasında otoimmün hastalıklar, kan hastalıkları, kanser, kardiyovasküler hastalıklar, diyabet, parkinson, astım ve dermatolojik hastalıklar
sayılabilir. Hastalık kategorisine göre
değerlendirildiğinde biyoteknolojik faaliyetlerin kanser, enfeksiyon
hastalıkları, otoimmün hastalıklar ve
kardiyovasküler hastalıklarda daha
yoğun olduğunu görmekteyiz. Ürün
kategorisine göre değerlendirildiğinde ise ilk sırayı monoklonal antikorlar ve aşılar paylaşmakta bunu da
hormon/proteinlerin üretimi takip
etmektedir.
2010 yılında dünya çapında 830 Milyar ABD doları olan ilaç pazarı içinde
biyolojik ilaçların satışları dünya ilaç
piyasasının %14’ünü oluşturmaktadır. Bu toplam içinde biyo-benzerlerin tutarı 380 Milyon ABD dolarıdır.
Biyolojik ilaçların yaklaşık 2/3’ü rekombinant proteinler, 1/3’ü ise antikorlardır. Biyoteknolojik ilaçların
piyasa hacmi önceki yıllara göre hızla
artmaktadır. Dünyada yapılan toplam Ar-Ge harcamalarının sektörel
dağılımında ilaç ve biyoteknoloji sektörü ilk sıralarda yer almaktadır. Son
yıllarda pazara giren ürünlerin%20’si
biyoteknolojikdir.
Ülkemizde ruhsatlı biyoteknolojik
ürünlerin sayısında 2007-2012 yılları
arasında aşılar hariç 2,3 katlık bir artış olmuştur. Türkiye pazarında yer
alan, Türk Eczacıları Birliği aracılığı ile
getirtilen ürünlerin birim fiyatı 20072012 yılları arasında 1.211TL’den
1.709TL’ye yükselirken, ülkemizdeki
ruhsatlı ürünlerin birim fiyatlarında
ise 123TL’den 101TL’ye gerileme olmuştur.
Ülkemizde biyoteknolojik ilaç üretimini teşvik etmek üzere düzenlemeler bulunmaktadır. 02/11/2011
tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan
663 sayılı Sağlık Bakanlığı ve Bağlı
Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile, tıbbî ürün ve hizmetlerin üretimi teşvik edilmektedir.
15/06/2012 tarihli ve 2012/3305
sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile
yürürlüğe giren Yatırımlarda
Devlet Yardımları Hakkında
Karar’ın 17’nci maddesinin
birinci fıkrasının (e) bendi
ve 11/10/2011 tarihli ve
663 sayılı “Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname’nin 40’ıncı
maddesi
hükümlerine dayanılarak hazırlanan ve 19.12.2012 tarih
ve 119775 sayılı Bakan
Oluru ile “Yatırımlarda
Devlet Yardımları Hakkında Karar Kapsamındaki Biyoteknolojik İlaç,
Onkoloji İlaçları ve Kan
Ürünleri Üretimi Proje
Onayları Hakkında Yönerge” yayımlanmıştır. İlaç sanayinde
biyoteknolojinin
artan önemi nedeniyle orta
ve uzun vadede teknoloji
transferi ve geçiş sürecinin
tamamlanması kalkınma hedefleri arasındadır.
KAYNAKLAR
Biyoteknoloji Sektörel İnovasyon Sistemi.
Kavramlar Dünyadan Örnekler Türkiye’de
Durum ve Çıkarımlar, Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı, 2013.
The Bioeconomy to 2030. Designing a Policy
Agenda. Main Findings and Policy Conclusions. OECD International Futures Project,
2009.
The Knowledge Based Bio-Economy (KBBE) in
Europe: Achievements and Challenges Full
Report. European Commission European
Research Area,14 September 2010.
Türkiye İlaç Sektörü Strateji Belgesi ve Eylem
Planı 2013-2016, Bilim Sanayi Teknoloji Bakanlığı, 2013-Taslak.
Büyüyen biyoekonomi içerisinde yer bulabilmek için
yapmamız gerekenler arasında biyoteknolojiye yönelik yol
haritası oluşturmak, finansal
destek mekanizmaları oluşturmak, gerekli yasal düzenlemeleri yapmak (fikri mülkiyet, patent
vb.), gerekli beyin gücünü ve
insan kaynağını hazırlamak yer almaktadır.
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
17
haber
TÜRKİYE’NİN İLK GEMİ HASTANESİ İÇİN
ŞARTNAME HAZIR
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, Türkiye’ye kazandırmayı planladıkları hastane gemisi için
şartnamenin hazır olduğunu, mayıs ayı sonunda süreci başlatmayı amaçladıklarını söyledi.
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu,
ABD’nin California eyaletine bağlı
San Diego kentinde demirli USNS
Mercy hastane gemisini ziyaret etti.
Kaptan köşkünü de gezen Müezzinoğlu, “Türkiye’dekinin dümenini de
tutmayı Allah nasip etsin” dedi.
Hastane gemiyi sıfırdan yapmayı düşündüklerini dile getiren Müezzinoğlu, şunları söyledi:
“Biz de inşallah projesiyle, dinamik
bir yapısıyla ülkemize yüzen gemi
hastaneyi sıfırdan üreterek kazandıracağız. Şu anda ihale şartnamemiz
hazır. Tahmin ediyorum mayıs ayında
süreci başlatırız. Burada 30 ayla 36 ay
gibi bir yapım sürecinden bahsediliyor.
Önümüzdeki iki-üç yıl içinde inşallah
ülkemize 200 metre uzunluğunda, 26
metre genişliğinde, yoğun bakımları,
diyaliz merkezleri, ameliyathaneleri,
doğumhanesi olan, 260-270 yataklı
olabilecek bir hastane gemisi kazandıracağız.”
İnceledikleri hastane gemisinde hastaların gemiye girişinin sorunlu olduğunu ifade eden Müezzinoğlu, bot
ve ambulansların girebileceği, helikopterler pistlerinin olduğu modern
bir gemiyi planladıklarını belirtti.
18
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
Maliyeti yaklaşık 200 milyon
Mehmet Müezzinoğlu, hastane gemisinin askeri amaçla kullanılması
gibi bir planlarının olmadığını da
belirterek, ancak olağanüstü durumlarda askerin ihtiyacı olursa geminin
onlara da hizmet sunabileceğini söyledi.
Hastanenin birinci amacının afet zamanlarında insani yardım ulaştırmak
olduğunu dile getiren Müezzinoğlu,
deprem gibi herhangi bir afet meydana geldiğinde hastane gemisinin
en yakın bölgeye ulaşmasını amaçladıklarını ifade etti.
Olağanüstü durumlar haricinde de
hastanenin işler durumda olmasını
istediklerini anlatan Müezzinoğlu,
“Burada aldığımız brifingde genelde
bu geminin sabit durduğunu öğrendik. 70 daimi personelle hizmet
vermeden duruyor ama herhangi bir
ihtiyaç anında organize oluyorlar. Biz
ihtiyaç halinde organize olan değil,
devamlı hizmet veren, ihtiyaç halinde de o ihtiyaca göre adapte olan bir
yapıyı projelendirmeye çalışıyoruz.
Önümüzdeki bir, iki ay içinde inşallah
format tam oturmuş olacak” diye konuştu.
Bakan Müezzinoğlu, hastane gemisinin gerektiği zaman yurt dışında da
hizmet vereceğini kaydederek, Libya
örneğinde olduğu gibi acil tahliye
durumlarında, tahliyenin yanında
yolda tedavi hizmeti de verebileceklerini söyledi.
Pakistan’da, Somali’de, Sudan’da
Türkiye’nin ihtiyacı olanlara yardım
ettiğini hatırlatan Müezzinoğlu, “Gerek oralarda tedavi hizmeti verebilme
adına, gerek eğitim hizmeti verme
adına kullanılabilir. Çünkü ameliyathaneleri var, yoğun bakımları var,
uygulama alanları var, eğitim salonları var. Dolayısıyla çok amaçlı hizmet
verilebilir” dedi.
Hedeflerinin iki hastane gemisi olduğunu anlatan Müezzinoğlu, öncelikle
birinciyi şekillendirip ardından ikinci
üzerinde çalışma yapacaklarını ifade
etti.
Hastane gemisinin maliyeti hakkında da bilgi veren Bakan Müezzinoğlu, “Yaklaşık 200 milyon lira gibi
bir rakam tahmin ediliyor ama ihale
süreçlerinde ne çıkacak karşımıza
şu anda onu bilemiyoruz. Tabii tıbbi
donanımı da dâhil. Geminin sıfırdan
yeniden yapımı için tıbbi donanımı,
yoğun bakımları, ameliyathaneleri,
bütün tıbbi teknolojileriyle 150 ila
200 milyon lira civarında bir rakam
düşünülüyor” diye konuştu.
YENİLİKÇİ RUHUMUZ,
SAHİP OLDUĞUMUZ
KÖKLÜ MİRAS VE
SAĞLIKLI YAŞAMA
OLAN BAĞLILIĞIMIZ
İLE HASTALARIMIZIN
YANINDAYIZ
Adımız AbbVie...
Biz 125 yıllık köklü bir geçmişe
sahip Abbott’tan doğan;
inancımızı, tutkumuzu ve
uzmanlığımızı hasta odaklılıkla
birleştirerek dünyanın en
karmaşık sağlık sorunlarına
etkili çözümler sunmak için
yola çıkan yeni bir biyofarma
şirketiyiz...
Başarılı bir ilaç şirketinin
uzmanlığını ve istikrarını
yenilikçi bir biyoteknoloji
şirketinin ruhu ile birleştiriyor;
Abbott kökenimizin mirası
olan ‘insanların yaşamlarında
etki bırakan çözümler
sunma’ sözümüzü inançla
sürdürüyoruz.
Adımız AbbVie...
Yaşama olan bağlılığımız
ve bilime olan tutkumuz
ile geleceği oluşturmak
için sağlam adımlarla yola
çıkıyoruz.
10-ACRP13Q1B12
www.abbvie.com.tr
kapakkonusu
TÜRK İLAÇ
SANAYİNDE
BİYOTEKNOLOJİ
21. yüzyılın sosyoekonomik modeli,
“Bilgiye Dayalı Toplum” temeli üzerinde şekillenmektedir. Bu çerçevede biyoteknoloji alanında görülen
hareketlilik, önümüzdeki yıllarda etkilerini daha çok hissedeceğimiz bir
“Biyo-Ekonomi” dönemine işaret etmektedir. Zira Biyoteknoloji, ilaçtan
tarıma, savunmadan enerjiye uzanan
pek çok alanın ilerlemesinde giderek
daha büyük bir rol oynamakta, başta
gelişmiş ülkeler olmak üzere ulusların gelecek stratejilerinin en önemli
konularından birisi olarak kabul görmektedir.
Biyoteknoloji, özel amaçlar için geliştirilen bilimsel ürün ve teknolojik
süreçlerde canlı sistem ve organizmaların ya da bunların türevlerinin
kullanılması anlamına gelmektedir.
İlaç sanayinin insan sağlığının hizmetinde ilerlemesi için kilit öneme sahip
olan biyoteknolojik yöntemler, hastalıklara karşı yeni ilaçların geliştirilmesinde giderek kimyasal ve bitkisel
yöntemlerden daha etkili olmaktadır.
Aralarında Alzheimer, kalp hastalıkları, kanser, diyabet ve romatizmanın
da bulunduğu 200 hastalığın tedavisi
için geliştirilen en etkili yeni ilaçların
çoğunluğu biyoteknoloji ürünüdür.
20
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
Son yıllarda Amerika Birleşik
Devletleri’nde (ABD) ruhsatlanan
yeni ilaçların arasında biyoteknolojik
ilaçların oranı giderek artmıştır. Sadece Amerikalı ilaç şirketleri tarafından
geliştirme çalışmaları devam eden
yeni 907 biyoteknolojik ilaç bulunmaktadır.*
Biyoteknolojik ilaç geliştirilmesi,
üretimi ve pazarlamasında dünya
lideri olan ABD aynı zamanda küresel biyoteknolojik ilaç ihracatında
da %8 paya sahiptir. Bu başarının
arkasındaki en önemli etkenlerden
birisi, ülkede son 60-70 yıldır yaşam
bilimlerinde yapılan araştırma-geliştirme çalışmalarının ticari değeri olan
biyoteknolojik ilaç üretimine dönüştürülebilmesidir. Çin, Hindistan, Rusya, İsrail, İrlanda ve Güney Kore gibi
başka diğer gelişmiş ve gelişmekte
olan ülkeler de biyoteknolojiyi kendilerine yüksek stratejik önem alanı
olarak seçmiş, somut adımlarla biyoteknolojik ilaç üretiminde küresel
pozisyonlarını kuvvetlendirmişlerdir.
Bu gelişmeler, yakın gelecekte küresel ilaç pazarının en değerli ürünleri
arasında biyoteknolojik ilaçların ön
sıralarda yer alacağı tezini kuvvetlendirmektedir. Thompson Reuters’in
2016 küresel ilaç satış öngörüsüne
göre, 2016 yılında dünya genelinde en çok satacak on beş ilaçtan
10’unun biyoteknolojik ilaç olması ve
bu ilaçların toplam küresel satış hacimlerinin 70,5 milyar dolara çıkması
beklenmektedir.
Biyoteknoloji alanında yukarıda
bahsedilen küresel eğilimlerin yansımaları Türk ilaç sektöründe de görülmektedir. Türk ilaç pazarında ciro
açısından ilk 20 ilaç arasında 2006
yılında hiçbir biyoteknolojik ilaç bulunmazken, bu ilaçların oranı 2012’de
% 37’ye ulaşmıştır.
Dünyanın en büyük ilk yirmi pazarı
arasında ve Avrupa’nın en büyük altıncı ilaç pazarı olan Türkiye, küresel
ilaç sanayi için önemli ağırlık merkezlerinden birisidir. Ancak Türkiye,
aynı zamanda net bir ilaç ithalatçısıdır ve ilaç ithalatının dış ticaret
açığındaki payı giderek artmaktadır.
2011 yılında % 6,5 artışla 4,7 milyar
Dolar olarak gerçekleşen ilaç ithalatına karşın ihracat % 1,6 artışla 567
milyon dolar seviyesinde kalmıştır.
Türkiye’de biyoteknolojik ilaç üretiminin olmaması nedeniyle ülkemizde kullanılan biyoteknolojik ilaçların
tamamı ithal edilmektedir. Türkiye,
kanlığı, TÜSİAD, İEİS ve TUBİTAK’ın da
bulunduğu birçok önde gelen ulusal
kuruluş, 2023 vizyon raporlarında
Türk ilaç sanayinin hedefini dünyanın önde gelen ilaç üreticilerinden
ve ihracatçılarından birisi konumuna
gelmek olarak belirtmiştir.
Grafik I.I: ABD’de Onay Alan İlaçların Oranları
* Kaynak: U.S Food and Drug Administration
Yerli biyoteknolojik ilaç üretiminin
gerçekleştirilmesi için hükümet düzeyinde de somut adımlar atılmıştır.
Biyoteknolojik ilaç üretim yatırımları
2012 yılında özel teşvik programına
alınmış, Sağlık Bakanlığınca biyoteknolojik ve biyobenzer ilaç ruhsatlandırma regülasyonları hazırlanmıştır.
Türkiye Hükümeti dünyanın en büyük organizasyonlarından birisi olarak nitelendirilen ve her yıl Amerika
Birleşik Devletleri’nde düzenlenen
Uluslararası Biyoteknoloji Konferansına son iki yıldır Bakan düzeyinde
katılmıştır.
Bütün bu gelişmeler yatırım şartları
ve yasal çerçeve bağlamlarında yerli
ilaç sanayinin önünü görebilmesi açısından çok yararlı adımlardır.
Grafik II: Türkiye’de Biyoteknolojik İlaçların Pazar Gelişimi (En çok satan ilk 20 ürün)
2012 yılında her 1 kilogram biyoteknolojik ilaca ortalama 1 milyon dolar
ödemiştir. Biyoteknolojik ilaçların
küresel ilaç pazarındaki ağırlığının
artışı ile birlikte ithalata bağlı bir biyolojik ilaç tedarik modeli Türkiye
için sürdürülebilir değildir ve yerli
üretim ile desteklenmediği takdirde
Türkiye’nin ilaçtan kaynaklanan cari
açığının katlanarak artmasına sebep
olacaktır.
Yerli biyoteknolojik ilaç üretiminin
geliştirilmesi makroekonomik dengeler için olduğu kadar ulusal güvenlik için de büyük önem taşımaktadır.
İlaç; ulusal ve uluslararası stratejik,
sosyal ve ekonomik önemi olan bir
sanayidir. İlaçta dışa bağımlılık, ulusal
bağımsızlık adına bir kırılganlık yaratmaktadır. Günümüzde Türkiye’de
bazı anti kanser ilaçları, kan ürünleri ve biyoteknolojik ilaçların da
tamamında dışa bağımlılık söz konusudur.
Biyoteknolojik ilaç başta olmak üzere
ithalata bağımlı farmasötik alanlarda
yerel üretimin arttırılması; Türkiye’de
hastaların biyoteknolojik ürünlere
erişiminin hızlandırılması, ürün fiyatlarının aşağıya çekilerek kamu sağlık
bütçelerinin daha verimli kullanılması ve ilaç ithalatına bağlı dış ticaret
açığının azaltılması için büyük önem
taşımaktadır. Bu nedenle Türkiye,
ivedilikle yerli biyolojik ilaç üretimini
destekleyici politikaları geliştirmeli
ve özel sektörle birlikte bu politikaları en etkili şekilde hayata geçirecek
girişimlerde bulunmalıdır.
Türkiye’de ilgili devlet organları ve
sivil toplum örgütleri biyoteknolojinin ülkenin geleceği için öneminin
farkındadırlar. Aralarında Sağlık Bakanlığı, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Ba-
Ülkemiz ABD’nin başını çektiği biyoteknolojik ilaç sanayinde söz sahibi
ülkelerin gerisindedir. Türkiye’nin
aradaki “know-how” farkının en hızlı
şekilde kapatarak dışa bağımlılıktan
kurtulması ve biyoteknolojide bölgesel bir merkez olması devlet desteğine ek olarak üniversitelerin, özel sektörün, risk sermayesinin ve toplumun
ilgili her kesiminin ortak çalışmasını
gerekmektedir.
Biyoteknoloji 21. yüzyılın en önemli
sanayilerinden birisi olacaktır. Türkiye,
her ne kadar biyoteknoloji alanında
somut adımlar atmış olsa da ulusal
stratejik çıkarlarına en iyi hizmet edecek biyoteknoloji atılımını yapması
daha kökten değişimleri gerektirmektedir. Başlıca reform alanlarından birisi, Biyoteknoloji konusunu tek bir kurum çatısı altında bütün bileşenleriyle
kapsamlı bir şekilde ele alabilecek yapılanmanın kamu yönetimi seviyesinde hayata geçirilmesidir. Bu kurumsal
oluşum, politika yapım ve uygulama
süreçlerinin daha etkili işlemesini
sağlayacak, Türkiye’nin biyoteknoloji
alanında belirlediği hedeflere ulaşmasına olumlu katkıda bulunacaktır.
* Pharmaceutical Research and Manufacturers of America, “Medicines in Development
2013 Report: Biologics”, Şubat 2013, s.1.
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
21
haber
SAĞLIK SEKTÖRÜ TEMSİLCİLERİ
ANTALYA’DA BİR ARAYA GELDİ
“Sağlıkta Ortak Çözüm Toplantıları”nın
dördüncüsü 24-28 Nisan 2013 tarihleri arasında Antalya’da düzenlendi.
Özel Hastaneler ve Sağlık Kuruluşları
Derneği (OHSAD) tarafından her
yıl organize edilen OHSAD Sağlıkta
Çözüm Toplantıları’nın dördüncüsü
24-28 Nisan tarihleri arasında
Antalya’da yapıldı. Toplantıda Sağlık
Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, SGK, İl
Sağlık Müdürlükleri, Özel Hastaneler
ve Sağlık Kuruluşları, Kamu Hastaneleri, Hastane Birlikleri Yöneticileri,
Üniversite Hastaneleri ve Sigorta Şirketleri temsilcileri bir araya geldi.
Program 24 Nisan Çarşamba günü
ortak akıl toplantıları ve sertifika
programı ile başladı. “Sağlıkta Ortak
Çözüm Toplantıları 4” OHSAD Genel
Başkanı Op. Dr. Reşat Bahat’ın konuşmasıyla açıldı. Açılışta Medical Park
Hastaneler Grubu Yönetim Kurulu
Başkanı Op. Dr. Muharrem Usta, TOBB
Sağlık Komisyonu Başkanı Dr. Seyit
Karaca ve Sağlık Bakan Yardımcısı
Agâh Kafkas söz aldı.
“Sağlıkta Ortak Çözüm Toplantıları”nı
750’nin üzerinde katılımcı izlerken
organizasyona 55 firma destek verdi.
TÜRKİYE SAĞLIK MEZUNLARI
İSTANBUL’DA BULUŞUYOR
Türkiye’den mezun olmuş yabancı sağlık meslek mensupları İstanbul’da I. Uluslararası
Türkiye Sağlık Mezunları Kurultayında bir araya geliyor.
TÜMSİAD tarafından organize edilen I. Uluslararası Türkiye Sağlık
Mezunları Kurultayı, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık, Türkiye Cumhuriyeti Ekonomi Bakanlığı, Türkiye
Cumhuriyeti Kalkınma Bakanlığı,
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, T.C.
Milli Eğitim Bakanlığı ve T. C. Sağlık Bakanlığının iş birliği ve katkılarıyla 13-17 Haziran tarihlerinde
İstanbul’da düzenlenecek.
22
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
Kongre’de, Türkiye’den mezun olmuş
yabancı hekim ve diğer sağlık meslek
mensuplarının Türkiye için birer gönüllü sağlık elçisi gibi her yıl, bir ana
tema etrafında Türkiye’de buluşturulması amaçlanıyor.
TÜMSİAD Genel Başkanı ve Kongre Yürütme Kurulu Başkanı Dr. Hasan SERT Türkiye’den mezun olmuş,
yabancı hekim, eczacı ve diğer
sağlık meslek mensuplarını her yıl
İstanbul’da yapılacak bir Kurultayda
buluşturmak istediklerini ifade etti.
Sert, “Türkiye mezunu dostlarımızı Ülkemizde misafir etmek, karşılıklı bilgi
alışverişi ve işbirliklerinin ilk adımlarını atmak istiyoruz. l. Uluslararası Sağlıkta Türkiye Mezunları Kurultayı’nda
dünyanın her tarafından gönüllü
sağlık elçilerimizi Türkiye’de buluşturacak olmanın mutluluğu ile tüm
sektör temsilcilerini bu kongrede
aramızda görmek istiyoruz” dedi.
1ST INTERNATI
ON
AL
O
NG
TU
UN
K MEZ LARI KU
ĞLI
RU
SA RESS
L
ARARASI TÜ
LUSL
R
1. UEY MEDICAL ALUMN KİY
IC E
RK
1. ULUSLARARASI
TÜRKİYE SAĞLIK MEZUNLARI
KURULTAYI
YI
TA
İşbirliği ve katkılarıyla
13-17 HAZİRAN 2013, İSTANBUL
“Türkiye'de okumuş, 3 bin 500 civarında yabancı hekim ve sağlık
çalışanlarının Türkiye'de bir kurultay çatısı altında tekrar bir araya
getirilmelerini doğrusu son derece önemli ve anlamlı buluyorum; son derece
heyecan verici bulduğumu ifade etmek istiyorum. Türkiye'de okumuş, şu
anda kendi memleketlerinde mesleklerini icra eden, saygın bir konumda
bulunan mezunlarla irtibatın ve muhabbetin güçlendirilmesi inanıyorum ki
Türkiye'nin tanıtımına çok büyük katkılar sağlayacaktır.”
w w w. t u r k i y e s a g l i k m e z u n l a r i . o r g
w w w. t u r k e y m e d i c a l a l u m n i . o r g
kapakkonusu
“ÖNCELİKLE GENÇLERİMİZİ, GENELDE
TÜM İNSANLIĞI BU BÜYÜK HALK SAĞLIĞI
PROBLEMİNDEN KORUMALIYIZ”*
Kurulduğu 1920 yılından bu yana, insan ve toplum sağlığına zarar veren
her türlü alışkanlık ve bağımlılıkla mücadele eden Yeşilay, giderek yükselen
bir halk sağlığı sorunu olan ve DSÖ
tarafından önlenebilir ölüm ve hastalıkların üçüncü sıradaki sebebi ilan
edilen alkol kullanımıyla ilgili küresel
ölçekteki böyle bir toplantıya ev sahipliği yapmaktan onur duymaktadır.
Alkol kullanımı ve bağımlılığı başta
kanser, kalp-damar hastalıkları, karaciğer sirozu gibi hastalıklar olmak
üzere; trafik kazaları, aile içi şiddet,
çocuk istismarı, üretim ve iş gücü
kaybı gibi birçok nedenden dolayı
ulusal ve uluslararası düzeyde ciddi
bir halk sağlığı sorunu olarak kabul
edilmektedir. Dünyadaki tüm ölümlerin %4 ünden sorumlu olan alkol,
her yıl 15-30 yaş arasındaki 320.000
genç insanın ölümüne sebep olmaktadır. Dünyada alkol tüketiminin
en yoğun olduğu bölge Avrupa’dır.
Avrupa Alkol Politikaları Birliği, 1524
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
16 yaşındaki Avrupalı öğrencilerin
%43 ünün ağır içici olduğunu bildirmiştir. Bu yılın Mart ayında, Avrupa
Halk Sağlığı Dergisinde yayınlanan
bir bilimsel makalede, 2009 yılında
Fransa’da 49.000 kişinin alkole bağlı
sebeplerle öldüğü rapor edilmiştir. Bu rakam, 65 yaş altı ölümlerin
%40’ına tekabül etmektedir ki felaketin büyüklüğü hakkında inanması
güç bir fikir vermektedir. Bu makale,
az miktarda günlük alkol kullanımının dahi zararlı etkilerine dikkat çekerek, birçok erken ölümün önlenmesi
için alkol tüketiminin daha da azaltılmasını önermektedir. Yine Amerikan
Ulusal Kanser Enstitüsü uzmanlarınca bu sene Şubat ayında Amerikan
Halk Sağlığı Dergisinde yayınlanan
bir bilimsel araştırmanın sonuçları
bütün dünyanın gözünü açacak niteliktedir. Bu makaleye göre, düşük
miktarda alkol kullanmak bile kanser
gelişimi için bir risk faktörüdür ve en
düşük risk grubu hiç alkol kullanma-
yanlardır. Bizler, alkol lobisinin yoğun
uğraşlarının da desteğiyle, düşük
miktarda alkol alımının kalp sağlığına faydalı olduğu safsatasıyla yıllarca
kandırıldık. Yeni çıkan bu araştırma
sonuçları ise, Amerika’da alkol kullanımının kurtardığı bir hayata karşılık
on kişinin ölümüne sebep olduğunu
açık bir şekilde ortaya koymuştur.
Maske düşmüş, alkol kullanımının
insan ve toplum sağlığına zararlı etkileri, her geçen gün artan kanıtlarla
ve güçlü bilimsel desteklerle dünya
kamuoyunun dikkatine sunulmuştur.
Alkol tüketiminin mağdurları arasında dikkatten kaçan çok önemli
bir grup da, başkalarının içtiği alkolden zarar gören milyonlarca masum
insandır. Avrupa çapında, hamileyken alkol alan kadınlardan doğan
yıllık 60.000 düşük doğum ağırlıklı
bebek; ihmal ve istismara uğrayan
çocukların %16 sı; alkolün kötü sonuçlarından etkilenen ailelerin 5 ila
9 milyon çocuğu, hep başkalarının
içtiği alkolün kurbanıdır. Ya, içki kullanmadığı halde, içkili araç kullanan
sürücülerin neden olduğu trafik kazalarında ölen 10.000 insan ve alkol
nedenli kavgalara istemeden karışan ve zarar gören masum kişiler…
Nihayet, AB ülkelerinde alkole bağlı
ekonomik kayıplar olarak hesaplanan şiddet ve suç kaynaklı 33 milyar euro, sağlık bakımına harcanan
17 milyar euro ve işe gidemezlik ve
üretim kaybına bağlı 19 milyar euro,
alkol kullanmayanların da üstlendiği
ekonomik maliyetlerdir.
İnsan vücudundaki bütün organ ve
sistemlere zarar veren bir toksin olan,
ve Dünya Sağlık Örgütü ile Avrupa
Birliğinin, zararlı etkilerini azaltabilmek için stratejiler geliştirdiği alkol,
küresel endüstri tarafından çok farklı pazarlama metodları ve mecraları
kullanılarak yaygınlaştırılmaktadır.
Alkollü içkiler, özellikle genç insanların kimliklerini ve dünyadaki yerlerini
ifade etmek için kullandıkları markalı tüketim malları arasında önemli
yer tutmaktadır. Çoğunluğu küresel
oyuncular olan alkollü içki üretici ve
pazarlamacılarının özellikle gençleri hedef aldığına dair dikkate değer
miktarda kanıt bulunmaktadır. Ergenlik döneminde beyinlerinde gerçekleşen değişimler nedeniyle gençler, alkol reklam ve promosyonlarına
karşı daha duyarlı ve savunmasızdır.
Öncelikle gençlerimizi, genelde tüm
insanlığı bu büyük halk sağlığı probleminden korumak istiyorsak, sivil
toplumun daha güçlü bilinçlendirme
ve farkındalık faaliyetleri yapması,
kamu otoritelerinin de etkili ve kararlı mevzuat tedbirleri alması kaçınılmazdır.
İşte Türkiye Yeşilay Cemiyeti, ülkemizde etkili alkol politikaları geliştirilmesi ve bu yolla toplum sağlığının
korunması amacıyla şimdilik 30 kadar
sivil toplum örgütü ve resmi kuruluşun katıldığı Türkiye Alkol Politikaları
Platformunun kuruluşuna öncülük
etmiş, öte yandan bu yıl içerisinde
de Avrupa Alkol Politikaları Birliğine
resmen üye olmuştur. Uzun zamandan beri dünyada ve Türkiye’de ciddi
bir halk sağlığı sorunu olan alkol tüketimi ile ilgili, çağın gereksinimlerine uygun stratejiler üzerinde çalışan
Yeşilay, bugün açılışını yaptığımız
Küresel Alkol Politikaları Sempozyumu ile de önemli bir çalışmaya imza
atmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü
temsilcileri, değişik ülkelerin sağlık
bakanları, alkol politikaları alanında
uzman kişiler, bilim insanları ve birçok ülkeden sivil toplum kuruluşlarının katılımıyla gerçekleşmekte olan
bu sempozyumda, alkol kullanımının
toplumsal ve bireysel zararları konusunda farkındalığın artırılması ve alkol kontrolü politikaları konusunda
iyi ülke örneklerinin paylaşılması hedeflenmektedir.
Etkili alkol kontrol politikaları, fiyat
ve vergilendirme politikaları, alkollü
araç kullanımı, alkol ürünlerinin reklam ve sponsorluğu, başta çocuk ve
gençler olmak üzere alkol ürünlerine
erişimlerin sınırlandırılması, alkol politikalarının başarı ile uygulanmasında diğer sektörlere düşen görevler,
bu konuda toplumun değişik kesimleri arasında işbirliği imkânlarının
geliştirilmesi ve alkole bağlı tıbbi ve
sosyal sorunlar gibi konularda sunulacak tebliğler Yeşilay olarak bizlerin
ve kanun koyucuların çalışmalarında
önemli birer veri olacaktır.
Bu vesileyle, sempozyuma katkıda
bulunan Değerli Devlet Adamlarına,
Dünya Sağlık Örgütüne, Bakanlıklara, sponsorlara, bilim insanları ve
sivil toplum kuruluşu temsilcilerine,
sempozyum Onur Kurulu, Bilimsel
Danışma Kurulu ve Düzenleme Kurulu üyelerine, açılışımıza şeref veren
siz değerli misafirlere, sempozyum
sekretaryasına ve basın mensuplarına teşekkür ediyorum. Küresel Alkol
Politikaları Sempozyumu çıktılarının
hem ülkemiz hem de dünya ölçeğinde toplum sağlığına faydalar getirmesi temennisiyle hepinize saygılar
sunuyorum.
* Türkiye Yeşilay Cemiyeti Genel Başkanı
Prof. Dr. M. İhsan Karaman’ın Global Alkol
Politikaları Sempozyumu açılış konuşması
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
25
kapakkonusu
GLOBAL ALKOL POLİTİKALARI
SEMPOZYUMU
Türkiye Yeşilay Cemiyeti ve Dünya Sağlık Örgütü koordinasyonu ile düzenlenen
“Global Alkol Politikaları Sempozyumu”, Türkiye Yeşilay Cemiyeti Genel Başkanı
Prof. Dr. M. İhsan Karaman, T.C. Halk Sağlığı Kurumu Başkanı Doç. Dr. Turan Buzgan
ve Dünya Sağlık Örgütü Akıl Sağlığı ve Madde Bağımlılığı Departmanı Yöneticisi
Dr. Shektar Saxena’nın kapanış bildirgesini sunmalarının ardından sona erdi.
Açılışına Başbakan Erdoğan, Dünya Sağlık Örgütü Başkanı Dr. Margaret Chan’in katıldığı, 60 Ülkeden Dünya Sağlık
Örgütü yetkilileri başta olmak üzere 1200’ü aşkın konusunda uzman ismi ağırlayan sempozyumun Sonuç Bildirgesini sunan Prof. Dr. M. İhsan Karaman bu sempozyumdan çıkacak mesajların tüm dünyaya iletileceğini ve politika
yapıcılar için bir örnek olacağını ifade etti.
Sempozyum, Türkiye ve dünya siyasetine alkol politikaları önerileri sunmak, alkol politikaları alanında çalışmalar yapan uluslararası aktörlerle bilgi paylaşımında bulunmak ve toplumda alkol tüketiminin zararları ile ilgili farkındalık
sağlamayı amaçlıyordu.
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
27
GLOBAL ALKOL POLİTİKALARI SEMPOZYUMU
SONUÇ BİLDİRGESİ
NİSAN 2013
• Alkol kullanımı, dünyanın öncelikli ilk üç halk sağlığı probleminden biridir.. Küresel olarak, alkol önlenebilir
ölüm ve yaralanmaların üçüncü temel nedenidir. Ölümlerin yaklaşık %4 ü alkolle ilişkilendirmektedir. Dünyada her yıl 15-29 yaş aralığındaki 320.000 kişi alkole bağlı nedenlerden dolayı hayatını kaybetmektedir. Bu
oran bu yaş grubundaki ölümlerin %9 una tekabül etmektedir.
• Bağımlılık yapıcı olmasından ayrı olarak, alkol, sindirim sistemi hastalıkları, kanserler, kardiyovasküler has-
talıklar, bağışıklık bozuklukları, akciğer hastalıkları, iskelet ve kas hastalıkları, üreme bozuklukları ve erken
doğum zararlarını içeren, artan premature ve düşük kilolu doğum riskini de kapsayan 60 değişik çeşit hastalığın ve durumun, yaralanmaların, zihinsel ve davranışsal bozuklukların nedeni olarak bilinen bir halk
sağlığı sorunudur.
• Alkolle ilişkilendirilen ölümlerin yarısından fazlası, kanser, kalp ve damar hastalıkları, karaciğer hastalıkları,
alkol bağımlılığı gibi bulaşıcı olmayan hastalıklardan dolayı gerçekleşmektedir. Alkol tüketimini azaltarak,
bedensel aktivite ve sağlıklı beslenmeyi teşvik ederek Kardiovasküler hastalıkların %75 i ve kanserlerin
%30 -40 ı önlenebilir. Bu nedenledir ki, Birleşmiş Milletler, bulaşıcı olmayan hastalıklar önleme ve kontrol
genel kurulunda alkolün zararlarıyla mücadelenin bulaşıcı olmayan hastalıkları önlemedeki rolüne dikkat
çekilmiştir.
• Alkol, bulaşıcı olmayan hastalıklara neden olmasından başka, HIV/AIDS, tubeküloz, pnömoni gibi bulaşıcı
hastalıkların yayılma riskinin artmasının da bir nedenidir. Bununla birlikte alkol, cinayet ve intiharı da kapsayan her türlü kasıtlı ve kasıtsız yaralanma ve ölüm, sokaktaki şiddet, aile içi şiddet olayları, kazalar için de
artırıcı nedendir.
• İnsan vücudundaki bütün organ ve sistemlere zarar veren bir toksin olmasına rağmen alkollü içkiler alkol
endüstrisi tarafından çok farklı pazarlama metodları ve mecraları kullanılarak pazarlanmaktadır. Alkol endüstrisinin özellikle gençlere yönelik pazarlama yaptığına dair kanıtlar mevcuttur. Bununla birlikte bilimsel
çalışmalar reklam ve promosyonla gençlerin alkole başlaması ve alkol alma sıklığı arasındaki bağlantıyı
göstermiştir.
• Alkol deneyimi olmayan adölesanlar alkol’ün zararlı etkilerine karşı daha savunmasız, dolayısıyla daha büyük risk altındadırlar. Ergenlik döneminde alınan alkol miktarıyla doğru orantılı olarak ergenin yetişkin hayatında alkol bağımlısı olma ihtimali ve mental problemler, eğitimde başarısızlık, suça eğilim, alkole bağlı
sağlık problemleri yaşama ihtimali artar. Alkolü ilk deneme yaşının giderek düştüğü ve gençlerin daha fazla
riskli alkol kullanma davranışları gösterdiklerine dair kanıtlar mevcuttur.
Bütün bu nedenlerden dolayı, Yeşilay olarak ulusal ve uluslararası ölçekteki organizasyonları, sivil toplum örgütlerini, ulusal ve uluslararası devlet birimlerini, toplumu ve fertleri alkole bağlı zararları önlemek ve azaltmak için harekete geçmeye çağırıyoruz.
Dünya uygulamaları, kanıta dayalı ve maliyet etkin müdahaleler yoluyla alkolün zararlarını azaltmanın mümkün olduğunu göstermiştir. Bu müdahalelerin sosyal, ekonomik ve sağlık alanına olumlu yansımaları ülkeler bazında gözlemlenmiş olsa da, zararın
azaltılması ve problemin çözümü için küresel ölçekte bir iş birliğine ve dayanışmaya ihtiyaç vardır. Küresel ölçekte sosyal, ekonomik
ve sağlık alanında büyük yük oluşturan alkolün zararlarının önlenmesi için uluslararası alkol kontrolü çerçeve sözleşmesi için gerekli
çalışmaların ve girişimlerin başlatılması halk sağlığı için büyük kazanım olacaktır.
28
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
Alkolün yol açtığı zararların önlenmesi için tavsiye edilen kanıta dayalı
uygulamalar arasında öncelenmesi gereken müdahale alanları aşağıdaki
şekilde belirlenmiştir
1. Vergilendirme ve fiyat düzenlemesi:
Pek çok bilimsel çalışma sonucu alkol fiyatında artışın, alkolün her yaş grubunda neden olduğu akut
ve kronik problemleri azalttığını göstermiştir. Özellikle çocuk ve gençleri korumak için alkollü içki
fiyatlarının yükseltilmesini öneriyoruz.
2. Alkollü içkilere ulaşılabilirliğin düzenlenmesi:
Alkol, bağımlılık yapma potansiyeli olan psikoaktif bir maddedir ve birçok sağlık sorununa sebep. Bu
nedenlerden dolayı satış, pazarlama ve ulaşılabilirlik noktasında diğer ticari ürünlerden farklı uygulama ve prosedürlere tabi tutulması gerekmektedir. Minimum satın alma yaşı, satış ve servisi yapılacacak mekânlarla ilgili düzenleme ve denetlemelerin sıkılaştırılmasını öneriyouz.
3. Reklam düzenlemesi
Alkollü içki reklam promosyonlarının çocuk ve gençler üzerindeki olumsuz etkileri bilimsel olarak
ispatlanmıştır. Başta gençler ve çocuklar olmak üzere bütün toplum kesimlerini alkolün zararlı etkilerinden korunması için alkol reklamlarına bütün mecralarda engellenmesini öneriyoruz.
4. Tüketici koruma
Herkesin tükettiği ürünle ilgili sağlık risklerini bilme hakkı vardır.
Endüstriye, alkollü ürünün içeriği ile beraber sağlık için oluşturduğu riskleri ( siroz, kanser, bağımlılık
yapma riski, alkollü araç kullanmanın tehlikesi, hamilelikte alkol kullanmanın zararları) ürün üzerinde
yazılı bildirme şartı getirilmesini öneriyoruz.
5. Halkın güvenliği ve başkalarının zarar görmesinin engellenmesi
Alkollü araç kullanımı ile ilgili tedbirlerin sıkılaştırılması ve denetimlerin artırılmasını öneriyoruz.
Alkole bağlı şiddet riskinin azaltılması için alkol servis edilen mekânlarla ilgili daha güvenli koşulların
oluşturulması için düzenlemeler yapılmasını öneriyoruz.
6. Aile ve çocuk
Alkol bağımlısı ailelerin çocukları ebeveynlerinin riskli davranışlarına maruz kalmaktadır. Alkolün aile
içi şiddet vakaları ve çocuk istismarındaki rolü bilinen bir gerçektir. Alkol problemi yaşayan ailelerin
çocuklarının okula daha az devam ettikleri belirlenmiştir ve daha az sağlıklı oldukları rapor edilmiştir.
Aile ve çocukların korunması için önleyici girişimlerin yapılmasını öneriyoruz.
7. Erken müdahale ve tedavi
Alkolle ilgili erken müdahale ve tedavi alkolle mücadelenin önemli bir bileşenidir ve alkolle ilgili
zararları azaltırken aynı zamanda maliyet etkindir. Tedavi ve erken müdahale birimlerinin desteklenmesini öneriyoruz.
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
29
kapakkonusu
TÜRKİYE HALK SAĞLIĞI KURUMU
TÜTÜN VE DİĞER BAĞIMLILIK YAPICI MADDELERLE MÜCADELE DAİRE BAŞKANLIĞI
ALKOL BİLGİ NOTU
Alkol kullanımı halk sağlığı alanının
öncelikli konularındandır. Dünya
nüfusunun sadece yarısının alkol
kullanmasına karşın, alkol dünyada
sağlığın bozulmasına ve erken ölüme neden olan üç faktörden birisidir
(Zararlı Alkol Kullanımının Önlenmesi Avrupa Eylem Planı 2012-2020).
Dünya genelinde 2004 yılında 320
000’i 15-29 yaş arasında olmak üzere
2,5 milyon kişinin alkole bağlı nedenlerden yaşamını kaybettiği tahmin
edilmektedir. Başka bir ifadeyle alkol
aynı yıl için dünyadaki tüm ölümlerin
% 3,8’inden sorumludur (DSÖ, Zararlı
30
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
2013
Alkol Kullanımının Önlenmesi Küresel Strateji Belgesi, 2010).
Zararlı alkol kullanımı, net yaşam
kaybı 2.25 milyon kişi olmakla birlikte, her yıl yaklaşık olarak 2,5 milyon
kişinin ölümü ile sonuçlanmaktadır.
Küresel olarak bütün kadın ölümlerinin % 1,1’i alkole bağlı iken erkelerde
bu oran % 6,2’dir (Alkol ve Sağlık Küresel Durum Raporu, 2011).
Alkol kullanımı hem bulaşıcı olmayan
hem de bulaşıcı hastalıklar üzerinde
etkiye sahiptir. Bu kapsamda zararlı
alkol kullanımı başlıca bulaşıcı olma-
yan hastalıklar açısından en yaygın
müdahale edilebilir ve önlenebilir
dört risk faktöründen birisi kabul
edilmektedir. Ayrıca, zararlı alkol kullanımının tüberküloz ve HIV/ AIDS
gibi bulaşıcı hastalıkların yol açtığı
sağlık yüküne katkı sağladığına ilişkin kanıtlar mevcuttur.
Alkol kullanımına bağlı ortaya çıkan
çok çeşitli sorunlar, bireyler ve aileleri için yıkıcı sonuçlara neden olabilmekte ve toplumsal yaşamı ciddi
bir şekilde etkileyebilmektedir (DSÖ,
Zararlı Alkol Kullanımının Önlenmesi
Küresel Strateji Belgesi, 2010). Alkol,
akciğer hastalıkları, meme kanseri,
ruhsal bozukluklar, gastrointestinal
hastalıklar, kardiyovasküler bozukluklar gibi 60 farklı hastalığın nedenidir. Ayrıca şiddet, suç, intihar, aile içi
sorunlar, sosyal problemler, alkollü
araç kullanımı ve iş yeri problemleri
gibi birçok toplumsal sorunun da nedeni olarak karşımıza çıkmaktadır.
Alkolle ilişkili bir durumdan dolayı ölüm riski, yaşam boyu tüketilen
toplam alkol miktarıyla birlikte artmaktadır. Alkolle ilişkili kanserler de
dâhil olmak üzere pek çok durumda
risk, düşük alkol tüketimiyle dahi artmaktadır.
Tüm yaşam boyunca, hamilelik döneminde alkole maruz kalmak fetüsün beyin gelişimini etkilemektedir.
Ergenlik çağında beyin alkole özelikle duyarlıdır ve tüketime başlama
yaşı ne kadar gecikirse, yetişkin dönemde ilgili sorunların ve alkol bağımlılığının meydana gelme olasılığı
da o kadar azalır. Alkol, embriyodan
yaşlılık çağına kadar tüm yaşam boyunca bireysel sağlığa zarar vermenin yanı sıra beşeri sermayeyi de
azaltmaktadır. Ekonomik verimlilik,
alkol nedeniyle azalan üretkenlikten
zarar görmektedir. Başka bir insanın
alkol tüketiminden kaynaklanan zararlar da eklendiğinde, alkolün sosyal maliyetleri iki katına çıkmaktadır.
Bu nedenle zararlı alkol kullanımının
harici etkisi ve maliyetleri, sigara
kullanımıyla (çevresel tütün duma-
nı) ilişkili olanlardan daha yüksek, yasadışı uyuşturucu kullanımından ise
çok daha yüksektir.
Küresel olarak alkole bağlı en yüksek morbidite ve mortalite oranları,
DSÖ Avrupa Bölgesinde görülmektedir. Avrupa’da kişi başı saf alkol
tüketim oranı ortalaması 9.24 litre
iken (Alkol ve Sağlık Avrupa Durum
Raporu, 2010), 2005 yılı verilerine
göre Dünya’da bu ortalama 6.13 litre
(Alkol ve Sağlık Küresel Durum Raporu, 2011), Türkiye’de ise 15 yaş üstü,
kişi başı saf alkol tüketimi 2003-2005
dönemi için 1.4 litre civarındadır (Alkol ve Sağlık Avrupa Durum Raporu,
2010). Bu oran TAPDK ve TÜİK verilerine göre 2007 yılında 1.22; 2008 yılında ise 1.35 litredir. OECD verilerine
göre ise 2010 yılında 15 yaş üstü, kişi
başı saf alkol tüketim oranı 1.5 litredir. TÜİK 2010 verilerine göre 15 yaş
üstü kişiler arasında alkol kullananların oranı % 12.6 iken alkol kullanmayanların oranı % 12.5 ve hiç alkol kullanmamış kişilerin oranı % 74.9’dur.
Alkolle mücadele, gerek ifade edilen
nedenler gerekse alkolün başka bağımlılık yapan maddelere öncülük
etmesi nedeniyle son derece önemli
bir halk sağlığı sorunudur. Bu noktada da
mücadele stratejilerini ve paydaşlarını ortaya koyan Ulusal Alkol Kontrol Programı son derece önem arz
etmektedir. Bu kapsamda Türkiye’de
de Alkole bağlı zararların önlenmesi
amacıyla Ulusal Alkol Kontrol Programı ve Eylem Planının (2014-2018)
hayata geçirilmesi için Bilimsel Kurul
Toplantıları yapılarak taslak eylem
planının hazırlanması için çalışmalar
yürütülmektedir.
Eylem planımızı oluştururken temel
amacımızı geleceğimizin teminatı
olan çocuklarımızı ve gençlerimizi
korumaya yönelik belirledik. Bildiğiniz gibi ülkemizde alkolle ilgili düzenlemeler arasında, 18 yaş altına
satışını yasaklayacak tedbirler yer
almaktadır. Ancak sadece 18 yaş altındakilerin alkole erişimini yasaklamanız yeterli olmuyor. Bizler biliyoruz ki alkol ve diğer madde bağımlısı
kişiler bu kötü alışkanlıklarını merak
ve özenti duyguları ile kazanmaktadırlar. Ne yazık ki halen daha yazılı
basında özendirici nitelikte alkol reklamları yapılmakta, dizi ve sinemalarda alkol içmeyi özendirici sahneler
geniş yer bulmaktadır. Alkol yuvalar
yıkmakta aile içi şiddetin en önemli
nedenleri arasında yer almaktadır.
Bu kapsamda sağlık, ekonomi, çevre
ve sosyal hayat için bu kadar zararlı bir madde ile mücadele devletimizin temel görevi
olduğu gibi aynı zamanda bir vatandaşlık görevidir.
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
31
kapakkonusu
NEDEN
TÜRKİYE ALKOL
POLİTİKALARI
PLATFORMU(TAPP)?
Prof. Dr. İhsan KARAMAN
Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı
Alkollü içkiler, devlet gelirleri ve kamu
sağlığı ile yakın ilişkisi sebebiyle tüm
dünya ülkelerinde özel düzenlemelere tabi tutulmakta ve izlenmektedir. Ülkemizde alkollü içkilere ilişkin
vergi gelirlerinin borç ödemelerine
bağlı olarak Düyun-ı Umumiye idaresine devredilmesi ile başlayan alkollü
içkiler piyasası düzenlemeleri, uzun
süre kamu gelirleri bağlamında ele
alınmıştır. Bu durum, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu ile birlikte, yeni kurulan devletin ekonomik model arayışı çerçevesinde yeniden şekillenmiş
ve dünyada yaşanan ekonomik kriz
sonrası oluşan devletçilik anlayışına
paralel olarak, alkollü içkiler piyasası
yine devlet gelirleri bağlamında ele
alınmaya devam etmiştir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında alkollü
içkiler piyasasını devlet tekeli altına
alma girişimleri, değişik modeller uygulanmak suretiyle şekillendirilmiş
ve 1942 yılında çıkarılan 4250 sayılı
İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı Kanunu ile piyasasının devlet tekeli altına alınması tamamlanmıştır.
Ülkemizde alkollü içkiler piyasası,
devlet tekeline alındığı 1942 yılından
itibaren yaklaşık altmış yıl boyunca
nispeten toplum ve devlet açısından korumacı ve güvenli bir dönem
geçirmiştir. Ancak, 1980’lerde başlayan ve neo-Liberal politika olarak
32
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
adlandırılan serbest politika uygulamalarının, ülkemiz alkollü içkiler
piyasasına yansıması da kaçınılmaz
olmuştur. Küreselleşme hareketleri
kapsamında, devlet tekeli uygulanan
sektörlerde serbest piyasa ekonomisine geçişin bir an önce sağlanmasına yönelik olarak uluslararası kuruluşlar ile Roma Anlaşması ve Gümrük
Birliğini tesis eden 1/95 sayılı Ortaklık
Konseyi Kararının uygulanması yönünde Avrupa Birliğinin yoğun baskıları sonuç vermiş ve 2001 yılı Ocak
ayında alkol piyasasında altmış yıldır
devam etmekte olan yasal devlet tekeli kaldırılmıştır.
Ülkemiz alkol piyasasının yeniden
yapılandırılması sürecine başlangıç
olan yasal düzenleme, yoğun baskılar sebebiyle aceleye getirilmiş,
böylece altmış yıllık uygulamadan
bir anda vazgeçilmesinin getireceği
sosyal ve ekonomik sarsıntıların boyutu hesaplanmadan ve sağlam bir
hukuki ve kurumsal alt yapı oluşturulamadan hayata geçirilmiştir.
Bu gelişmelerden sonra, ülkemiz alkollü içkiler piyasası küresel piyasa
düzeninin bir parçası haline gelmiştir. Yasal düzenlemelerin bu denli
sınırlı olmasının yanı sıra, ismi dahi
devlet tekeli yapısını ifade eden 4250
sayılı Kanunun, devlet tekeli yapısına
özgü hükümlerinin revizyona tabi
tutulmaması, aksine bu hükümlerle
bağdaşmayan, sınırlı bir kaç hükmün
4733 sayılı Kanuna ilave edilmesi, alkollü içkiler piyasasına özgü hukuksal alanda birçok sorunun yaşanmasına sebep olmuştur.
Ülkemizde alkollü içkiler
piyasası,
özelleştirme
uygulaması
sonrasında 2004 yılında
tamamen serbest
piyasa
yapısına
dönüştürülmüştür. Bu dönüşüm
sonrasında piyasanın ekonomikticari büyüklüğü
yıllık 10-12 milyar
TL gibi devasa bir
boyuta yaklaşmış,
öte yandan bu piyasalardaki ürünler,
oldukça genç bir nüfusa sahip ülkemiz açısından kamu güvenliği ve
esenliği ile birey ve toplum
sağlığına yıkıcı etkiler meydana
getirecek boyuta doğru bir seyir
haline girmiştir. Öyle ki, devlet tekelinin tamamen sona erdiği 2004 yılı
başında piyasaya arz edilen ürün çeşidi 891 iken Temmuz 2011 itibariyle
7500 adede ulaşmıştır.
Bilindiği üzere, demokratik bir devletin temel amacı, halkının gerek
ekonomik gerekse sosyal açıdan
gelişmesini sağlamaktır. Bu açıdan,
özellikle çocuklarımız ve gençlerimiz başta olmak üzere halkımızın
sosyal refahının gelişmesini sağlamaya yönelik tedbirlerin alınmasına
yönelik kamu hizmetleri, Anayasada
devlete yüklenen sorumluluklara
doğrudan temas etmektedir. Bununla birlikte, bu alanda devlet organlarının yeterli ve etkin tedbirler
alabilmesi ve bu tedbirlerin uygulanması noktasında karar vericiler
üzerinde etkin olmak, kanıta dayalı
stratejiler üretmek ve gerekli kamuoyu desteğini sağlamak bakımından
sivil toplum kuruluşlarına da büyük
bir sorumluluk düşmektedir.
Alkol kontrolü alanında alınması gereken tedbirlerin, oluşabilecek sosyal sorunları çözmek ve özellikle de
çocuklarımızın, gençlerimizin hatta
gelecek nesillerimizin sağlıklı bir ortamda yaşamasına hizmet etmek
amacını matuf olan ve Anayasada
belirlenen
Sosyal Hukuk
Devleti ilkesi çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Keza, Devlet
organlarımız Anayasanın 5. maddesi
uyarınca vatandaşlarının maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları
hazırlamak ve kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamakla görevlidir.
Sosyal devlette ekonomik düzen,
piyasa ekonomisine dayanır, lakin
piyasa mekanizmasının serbest işleyişinin yol açtığı riskler ve sosyal sorunlar, sosyal politikalar aracılığıyla
piyasaların yeniden düzenlenmesini
ya da sonuçlarının telafi edilmesini
gerektirmektedir.
Bu noktada, Devletin alkol kontrolü
alanında yapmak zorunda olduğu
düzenlemelerinin değerlendirilmesinde, herkesin ulaşılabilir en yüksek
fiziksel ve ruhsal sağlık standartlarında yaşama hakkını belirten BM Ulus-
lararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel
Haklar Sözleşmesi’nin 12. maddesine
de bakılması gerekir.
Öte yandan, bilindiği üzere alkol
kullanımından kaynaklanan zararlı
etkilerin önlenmesi çalışmaları, alkol kullananların kendilerine verdiği zararların önlenmesinin yanı sıra
alkol kullanmayanlara (özellikle de
çocuklara, ve gençlere) ve topluma
verdiği zararların önlenmesine
de hizmet etmektedir. Keza,
insan sosyal bir varlık olarak sadece kendisine
değil çevresine, topluma ve diğer insanlara zarar verebilecek davranışları
sergileyebileceği
bir ortamda yaşamakta olduğundan, belirli
yer ve şartlarda,
başkalarına zarar verecek bir
şekilde
alkol
kullanması,
bir
“sağlık
sorunu”,
bir “ahlak sorunu”
olmanın ötesinde,
giderek bir “hukuk sorunu” haline gelmekte
ve hukuksal düzenlemelere
ihtiyaç göstermektedir. (Prof.
Dr. Kemal Gözler). Bu noktada, Anayasanın 12. maddesinde yer alan
“Temel hak ve hürriyetler, kişinin
topluma, ailesine ve diğer kişilere
karşı ödev ve sorumluluklarını da
ihtiva eder.” esasına dikkat çekmek
gerekir.
Öte yandan, Anayasada çocukların
ve gençlerin korunmasına yönelik
hükümler çok açıktır. Özellikle Anayasasının 58. maddesinde yer alan;
“Devlet, gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü
alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli
tedbirleri alır.” hükmü bunun en somut
örneğidir.
Bu noktada özellikle belirtilmesi gereken bir husus da şudur; Anayasanın “Kanun önünde eşitlik” başlıklı
10. maddesinde 2010 yılında yapılan
değişiklikle getirilen, (yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve
yetimleri ile malul ve gaziler ile birlikte) “çocuklar için alınacak tedbirlerin
eşitlik ilkesine aykırı sayılmayacağı”
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
33
esasının (Çocuklar için Pozitif Ayrımcılık), BM Çocuk Hakları Sözleşmesinde yer alan “çocukların mümkün olan en
yüksek sağlık standartlarında yaşama haklarının tanınması gerektiği” esası ile birlikte
değerlendirilmesinin ve bu kapsamda çocuklarımızın tütün ve alkolden
kaynaklanabilecek her türlü zarardan
uzak tutulması için üst düzeyde tedbirler alınmasının gerektiği açıktır.
Diğer taraftan, alkol kontrolü noktasında devlete yüklenen sorumluluklar arasında;
• Anayasanın 41. maddesinde yer alan
“Devletin, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması için
gerekli tedbirleri alması ve her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu
tedbirleri alması görevi,
• Anayasanın 172. maddesinde yer
alan, devletin tüketicileri koruyucu ve aydınlatıcı tedbirler alması
gerekliğinin de göz önüne alınması gerekmektedir.
Yukarıda da ifade edildiği üzere, devlet organlarının başta Anayasada yer
alan yükümlülükler ile uluslararası
yükümlülükler olmak üzere yasalarla
34
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
verilen sorumluluk gereğince alkol
kontrolüne yönelik olarak yapması
gereken düzenlemeler ve uygulamalar ile alması gereken tedbirler noktasında devlet organlarındaki karar
vericiler üzerinde etkin olmak, kanıta
dayalı stratejiler üretmek, halkın alkol
kontrolü konusunda bilgi ve bilinç
düzeyini artırmak ve alkol kontrolü
tedbirlerine yönelik gerekli kamuoyu
desteğini sağlamak yönlerinden sivil
toplum kuruluşlarına büyük bir sorumluluk düşmektedir.
Bu bağlamda Türkiye Alkol Politikaları Platformu (TAPP) yapısı altında
birleşmesi öngörülen Platformun
temel amacı; ülkemizde devlet tekelinin kaldırıldığı ve tamamen serbest
piyasa yapısına geçişin sağlandığı
2004 yılından itibaren ivme kazanan
ve özellikle sağlık ve sosyal unsurlar
(belirleyiciler) üzerinde etkili olmaya başlayan alkol sorunsalı ile etkin
mücadele edilebilmesi, toplumsal
iyilik halinin ve toplum ve birey sağlığının iyileştirilmesi amacıyla verilmesi gereken kamu hizmetlerinin
yaygınlaştırılması, alkolün ülkemize,
toplumumuza ve bireylerimize toplam somut maliyeti ile görünmeyen
(soyut) giderlerin önlenmesi ve alkolün zararlarının yaygınlık ve derinliğinin azaltılması için bilimsel, teknik
ve ekonomik değerlendirmelerin
ışığında alkol kontrolü önlemlerinin
geliştirilmesine sivil inisiyatif olarak
katkıda bulunulmasıdır.
Bu çerçevede, öncelikle alkol kontrolü alanında alınacak tedbirlerin
çerçevesini çizecek hukuksal düzenlemelere ihtiyaç duyulduğundan, bu
alanda toplumsal ihtiyaçların giderilmesine çözüm üretemeyen 1942
tarihli 4250 sayılı İspirto ve İspirtolu
İçkiler İnhisarı Kanunu’nun yerine
geçecek ve 4733 sayılı Kanunu da
tamamlayacak nitelikte yeni bir alkol
yasasının toplumsal mutabakat temelinde oluşturulması çalışmalarına
katkıda bulunmak öncelikli hedef
olarak görülmekte olup, bu suretle
öncelikle hukuksal alandaki boşlukların tanımlanması ve doldurulması
ile birlikte alkol kontrolü alanında
ülke çapında sürdürülebilir, kapsamlı
ve kanıta dayalı etkili plan ve stratejiler geliştirilmesi ve uygulanması öngörülmektedir.
Bu çerçevede TAPP bir platform olarak teşekkül edecektir. Dernek veya
vakıf gibi resmiyet gerektirecek veya
bir tüzel kişilik altında teşkilatlanacak
herhangi bir yapı şeklinde değil serbest bir platform olarak düşünülmelidir. Bu bağlamda, 5253 sayılı Dernekler Kanunu’nun 25’inci maddesinde
Plâtform olarak tanımlanan bu tür
yapılanmalar için öngörülen “Dernekler,
amaçları ile ilgisi bulunan ve kanunlarla yasaklanmayan alanlarda, kendi aralarında veya vakıf, sendika ve benzeri sivil toplum kuruluşlarıyla ortak bir
amacı gerçekleştirmek üzere ve yetkili organlarının
kararı ile plâtformlar oluşturabilirler. Plâtformlar,
kanunların dernekler için yasakladığı amaç ve faaliyet konuları doğrultusunda kurulamazlar ve faaliyet
gösteremezler. Bu yasağa aykırı hareket edenler hakkında, bu Kanun ve ilgili kanunların cezaî hükümleri
uygulanır” hükümleri çerçevesinde faaliyette bulunulması amaçlanmaktadır. Bununla birlikte, Türkiye Alkol
Politikaları Platformu’nun misyonu ve
vizyonuna ek olarak işleyişe dair de
bilgilerin olacağı tüzük mahiyetinde
bir mutabakat metni olacaktır. Sivil
kuruluşlar yürütme kurulu içerisinde
olacak, resmi kuruluşlar ise yürütmede değil sadece danışman üyelik şeklinde platformda bulunacaklardır.
/estethica.com.tr
/est-ethica
haber
ELEKTRONİK SİGARA,
SİGARAYI BIRAKTIRMIYOR
Sigara bırakmaya yönelik mücadelede, elektronik sigaranın etkili olduğu yönündeki
iddialara yönelik gerçek bir delil bulunmadığı ortaya kondu.
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ)
Tıp Fakültesi Farabi Hastanesi Başhekimi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof.
Dr. Tevfik Özlü, elektronik sigaranın,
sigara bırakmada etkili olduğuna dair
elde delil olmadığını söyledi. Sigara
bağımlılığının farmakolojik ve davranışla ilgili olmak üzere iki boyutunun
bulunduğuna dikkat çeken Prof. Dr.
Özlü, elektronik sigaranın, alışkanlığı
pekiştirmekten öteye gidemediğini
belirtti.
Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr.
Özlü, Türkiye’de son yıllarda sigarayla ilgili iyi bir mücadele verildiğini ve
buna bağlı olarak kullanım oranlarında azalma yaşandığını belirtti. Ancak
bu genel duruma rağmen gençlerin
sigaraya başlama ya da kullanma
oranlarında bir azalma olmadığı-
36
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
nı dile getiren Özlü, araştırmaların
Türkiye’de sigaraya başlama yaşının
10-20 aralığında olduğunu gösterdiğine dikkat çekti. 20 yaşından sonra
bir kişinin sigaraya bağımlı hale gelmesinin pek sık görülen bir durum
olmadığını anlatan Özlü, “Bundan
dolayı en çok korunması gereken
yaş grubu, ilkokul, ortaokul, lise ve
üniversite dönemine denk geliyor.
Riskin çok ciddi olduğu bu dönemde
gençlerin sigaradan uzak tutulması
ve sürecin iyi yönetilmesi lazım.” ifadelerini kullandı.
Prof. Dr. Özlü, özellikle gençleri sigaradan korumak için yapılan yasal
düzenlemelerin birçok ülkeye örnek
olmasına rağmen, uygulamanın yeterince başarılı olamadığını da sözlerine ekledi. Türkiye’de son 2 yılda 2
milyon 500 bine yakın kişinin sigarayı bıraktığını belirten Özlü, başlama
yaşının ise çok iç açı olmadığını vurguladı. Daha çok sigaraya başlamanın önlenmesine yönelik çalışmalar
yapılması önerisinde bulunun Özlü,
“Bırakmak isteyenlere yardımcı oluyoruz ama insanların sigaraya başlamaması daha önemli. O bakımdan
10-20 yaş grubunun iyi korunması
lazım.” dedi.
Gençlerin sigaraya başlamasının ön
önemli sebeplerinin başında yaşadığı çevrenin geldiğini ifade eden Prof.
Dr. Özlü, şöyle konuştu: “Gençler, annesinin, babasının, öğretmeninin, arkadaşının, sokakta vatandaşın sigara
içtiğini görüyor. Ardından merak ve
özenti duygusuyla başlıyor. Akran
baskısı ya da tepkisel nedenlerle
başlayanların oranı azımsanmayacak boyutta. Bunların aşılması için
öncelikle ailelere ve öğretmenlere iş
düşüyor. Öncelikle okulda eğitimciler, çocuğun ailesinde de anne baba
sigara içmemeli. Toplumda özellikle
rol model olabilecek insanlar kamuoyu önünde sigara içmemeli. Çocuklar bilinçlendirilmeli, özellikle merak,
özenti ve sosyal baskıların etkisini
kıracak duygu verilmeli. Bunu yaparken sürekli, ‹sigara kötü bir şey,
içilmemeli’ gibi herkesin bildiği şeyleri söylemek çok etkili olmayabilir.
Biraz psikolojik ve pedagojik eğitimler içermeli. Çok konuşup gençlerde merak duygusu oluşturmamaya
özen göstermeli. Net ve çocuğun
psikolojisine uygun eğitimler olmalı.
Bunlar yapılırsa gençlerin sigaraya
kayması engellenebilir. Bu çalışmalar yapılırken, yasaklarla ilgili de denetim ekipleri sorumluluklarını yerine getirmeli.”
Türkiye, Sigaraya Bağlı Ölümlerde
İlk Sırada
Dünyada insan sağlığını bu kadar
çok tehdit eden başka bir şeyin olmadığının altını çizen Prof. Dr. Özlü,
yılda 6 milyondan fazla kişinin sigaradan kaynaklanan hastalıklardan
öldüğüne dikkat çekti. Özlü, bu
ölümlerin 600 binini ise hiç sigara
içmeyen, pasif içicilerin oluşturduğunu ifade etti.
Türkiye’de yılda 100 bin kişinin sigara içtiği, 10 bin kişinin de pasif içici
olduğu için öldüğünü belirten Prof.
Özlü, trafik, terör, ev kazaları, yangınlar gibi birçok nedenden ölenlerinin
toplamın bile bu rakama ulaşmadığına değindi. Sigaranın Türkiye için
çok ciddi bir sorun olduğunu dile
getiren Özlü, Dünya Tütün Atlası’nda
yayınlanan yeni verilere göre, sigaraya bağlı ölümlerin en çok görüldüğü
ülkeler arasında Türkiye’nin yüzde 38
ile erkeklerde ilk sırada yer aldığını
kaydetti. Özlü, kadınlarda ise bu oranın yüzde 6 olduğu bilgisini verdi.
Kadınlardaki oranın kimseyi yanıltmaması uyarısında bulunan Özlü,
“Erkeklerde sigara bırakma oranları artarken kadınlarda da başlama
oranı artıyor. Bu da 20-30 yıl sonra
kadınlarda sigaraya bağlı ölümlerin
artacağını gösteriyor. Çünkü şu anda
içmeyi sıfırlasanız, sigaraya bağlı
ölümlerin sonuçları 20-30 yıl sonra
ortaya çıkar.” dedi.
Türkiye’de 16-17 milyon sigara içicisi bulunduğunu hatırlatan Prof. Dr.
Tevfik Özlü, bunların yüzde 80’inin
sigara içmekten memnun olmadığına dikkat çekti. Bu insanların sigarayı bırakmak için bir çare aradığını
kaydeden Özlü, bu pazarı görenlerin de sigarayı bıraktırmaya yönelik
bir takım ürünler satmaya çalıştığını
dile getirirken; bu ürünlerin ne kadar etkili olduğu, gerçekten işe yarayıp yaramadığı hakkında hiçbir ilmi
delil olmadığına dikkat çekti. Özlü,
Sağlık Bakanlığının ithalat ve satışını
yasaklanacağı bildirilen elektronik
sigaranın da sigara bırakmada etkili
olduğuna dair bir delil olmadığı gibi
alışkanlığın pekiştirilmesine neden
olduğunu vurguladı.
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
37
haber
4 MİLYON HASTAYA
MOBİL ECZANEYLE
ULAŞILDI
Sağlık Bakanlığının kırsal kesimlerde
yaşayan vatandaşlara ulaşmak için
başlattığı mobil eczane projesi meyvelerini verdi. Bakanlığın Türk Eczacılar Birliği (TEB) ile birlikte yürüttüğü
proje kapsamında 3 milyon 908 bin
hastanın ayağına hem doktor hem
de ilaç gitti. Proje aile hekimleri üzerinden yürütülürken, 7 bin 585 aile
hekimi bu kapsamda köy köy dolaştı.
Doktorlar köy ve belde halkını muayene ederken, yazılan reçeteler TEB
aracılığıyla sipariş kapsamına alındı
ve 3 milyon 908 bin hastanın evine
38
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
götürüldü. Hedef 9 milyon vatandaşa ulaşmak.
Doktorlar vatandaşa sağlık hizmeti
sunarken, hastalığı ile ilgili olarak da
yönlendirme yapıyor. Köye giden aile
hekimi cami hoparlöründen yapılan
anonslarla vatandaşa duyurulurken,
muayene için belirlenen yere gelmeleri sağlanıyor. Ancak yaşlı, ağır
ve yatalak hastalar için ise hastanın
ayağına doktor gidiyor. Yapılan muayeneden sonra aile hekimi tarafından
yazılan ilaçlar en geç 2 gün içinde
hastanın adresine teslim ediliyor. İla-
ca erişimi kolaylaştıran mobil eczane
sistemiyle aile hekimleri, muayene
ettikleri hastadan reçetelerini alıp
arkasına “Dağıtıma tabidir” kaşesini
basıyor.
TEB ile imzalanan ve 45 ilde başlayan
uygulamada, 36 ilde eczacılardan
kaynaklanan sorunlar ortaya çıktı.
Bakanlık, sorunların aşılamaması halinde eskiden olduğu gibi aile hekimlerine tekrar ilaç dolabı açma hakkı
verecek ve ilaçların SGK tarafından
karşılanmasını sağlayacak.
portre
Enerjinizi yüksek tutabilmek için
hayatınızdaki dengeyi iyi korumak gerekiyor
GÜLDEM BERKMAN
Güldem Berkman kimdir?
1969 yılında İstanbul’da doğan Güldem Berkman, 3 çocuklu bir ailenin
küçüğü. Her zaman başarılı bir okul
hayatı olan Berkman, Boğaziçi Üniversitesi Kimya Mühendisliği Bölümü mezunu ve üniversite eğitimini
kimya mühendisliği alanında almış
olmaktan da oldukça memnun; zira
mühendislik eğitimin analitik düşünme yeteneğine ve dolayısıyla kariyerine çok değer kattığına inanıyor.
Üniversiteden mezun olduktan sonra
iş hayatına 1991 yılında Radiometer
adlı bir şirkette satış uzmanı olarak
40
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
adım atan Bekman, sonrasında sırayla Eczacıbaşı Procter&Gamble’da
Teknik Marka Müdürü ve OTC Marka
Müdürü olarak ve Danone/SA’da su
ve süt ürünleri bölümlerinde Pazarlama Müdürü olarak çalışır. Novartis
ile tanışması ise 2001 yılına dayanıyor. İlk olarak, Novartis’te İş Bölümü
Direktörü olarak işe başlayan Güldem Berkman, sonrasında sırasıyla
Novartis’te Pazarlama Direktörlüğü
ve Satış Direktörlüğü gibi pozisyonlarda görev alır. 2008 yılından bu
yana Novartis Türkiye Ülke Başkanlığı
görevini sürdürmektedir.
Şu anda Araştırmacı İlaç Firmaları
Derneği (AİFD) Başkanlığı ve Uluslararası Yatırımcılar Derneği (YASED)
Başkan Yardımcılığı görevlerini de
yürüten Berkman’ın kariyeri başarılarla dolu: 2013 yılında Fortune
“Türkiye’nin En Güçlü 50 Kadını, 2012
yılında Ekonomist “Türkiye’nin En
Güçlü 50 kadın CEO’su”, 2009 yılında
Capital “En Güçlü 30 Kadın” sıralamasında yer aldı.
Güldem Berkman, Novartis’e olan
bağlılığını şu sözlerle anlatıyor:
“Kariyerle evliliği birbirine çok benzetiyorum. Nasıl ki tüm hayatınızı
birlikte geçireceğiniz doğru insanı
bulmak bir şans işidir, kariyeriniz
boyunca size en uygun işi bulmanız
bazen zaman alabilir. Bundan önce
çalıştığım 3 şirket var. Hepsini büyük saygı ve sevgi ile anarım. Ama
doku olarak bana en çok uyan Novartis oldu diyebilirim. Novartis’in
hasta odaklı, inovatif, sofistike konuları olan ve hızlı karar almayı bilen,
insana önem veren, iş-özel hayat
dengesine saygılı bir şirket olduğunu düşünüyorum . Bu değerler beni
Novartis’e bağlayan değerler. Her
sabah işime başlarken hastaların
normal bir hayat sürmelerine yardımcı olmak adına çalıştığımı hatırlıyor olmanınsa apayrı bir önemi var
benim için. İnsan hayatına dokunan
ve değer katan bir şirketin yöneticiliğini yapıyor olmak manevi olarak da
bana büyük bir mutluluk veriyor.”
Berkman, 2007 yılında Novartis Macaristan Ülke Başkanı olarak atanmış. Burada 1 yıla yakın bir süre Ülke
Başkanı olarak görev yapmış. Macaristan’daki deneyiminin kendisi için
çok değerli olduğunu ifade ediyor ve
ekliyor:
“Normalde Macar kültürü Türklere
yakın derler ama çok kapalı bir kültür. Açıkcası güven kazanmak biraz
zaman aldı. Farklı bir ekibi bir vizyon
doğrultusunda
yönlendirebilmek,
onları o işin bir parçası haline getirip
iş yaptırabilmek çok heyecan vericiydi. Macaristan’da 2 yıl kalacağımı
planlarken gösterdiğim başarılı performansla bir anda Türkiye’ye atanmam söz konusu oldu.”
Amacımız hastalarımıza normal
ve sağlıklı bir yaşam sunabilmek
Novartis Türkiye Ülke Başkanı Berkman, Novartis’i farklı kılan unsurları
şöyle özetliyor:
“Tüm dünyada 150 yılı aşkın süredir
Türkiye’de ise 1955 yılından beri faaliyet gösteren Novartis, hastaların
karşılanmamış ihtiyaçlarına çözüm
sunmak için çalışıyor. Şirket olarak,
yenilikçi ilaçlar, jenerik ilaçlar, göz
sağlığı, koruyucu aşılar, tanı araçları, tüketici sağlığı ve hayvan sağlığı
ürünlerinden oluşan geniş ürün portföyümüzle hastalarımızın ihtiyaçlarını en iyi şekilde karşılamak için çabalıyoruz.
Değişen tıbbi ihtiyaçlara odaklanarak, kardiyovasküler ve metabolizma,
solunum, romatoloji, merkezi sinir
sistemi, infeksiyon hastalıkları, transplantasyon ve immünoloji, oftalmoloji ve onkoloji gibi pek çok alanda
yenilikçi ürünler geliştirmekte ve
bunları hastaların hizmetine sunmak
için çalışıyoruz. Aynı zamanda Tüketici Sağlığı bölümü ile reçeteli veya
reçetesiz ürünler alanında, Alcon ile
göz sağlığı alanında, Hayvan Sağlığı bölümü ile de hayvan sağlığı alanında hizmet veriyoruz. Sandoz ise,
Novartis’in jenerik ürünler alanında
faaliyet gösteren şirketidir. 2009 yılından bu yana yaşamı tehdit eden
hastalıklara karşı koruyucu aşılar ve
tanı araçları geliştirmek amacıyla Aşı
bölümümüz de Türkiye’de faaliyet
göstermektedir.
Türkiye’de, yaklaşık 2.200 çalışanımız
ile üretim, pazarlama ve Ar-Ge faa-
liyetlerimizi yürütüyoruz. Biri hammadde olmak üzere 4 üretim tesisimiz bulunuyor. Türkiye’de 4 üretim
tesisi bulunan tek uluslararası şirketiz
diyebilirim. Başta İsviçre olmak üzere birçok Avrupa ülkesi, Ortadoğu
ülkeleri, Güney ve Orta Amerika ülkeleri, Japonya, Güney Kore ve Kanada olmak üzere 100’e yakın ülkeye
Türkiye’den ihracat yapıyoruz. Sağlık
alanında ülkemizde hastaların sağlık ihtiyaçlarına sunduğumuz sağlık
çözümleri ile Türkiye’nin en saygın
ekonomi dergilerinden Capital tarafından 2012 yılında “En Beğenilen
İlaç Şirketi” seçildik.
Novartis olarak ilaç Ar-Ge’sine en
çok yatırım yapan firmalardan biriyiz. 2012 yılında araştırma ve geliştirmeye dünya çağında 9,3 milyar
dolar ayırdık. Bu rakam ciromuzun
%20’sine denk geliyor. 2012 yılında
Standard&Booz tarafından yapılan
araştırmaya göre Novartis, tüm dünyada tüm sektörler arasında Ar-Ge’ye
en çok yatırım yapan ikinci şirket
seçildi. Hastaların ihtiyaçlarını karşılamak, yaşam kalitelerini yükseltmek için yeni ilaçlar geliştirmeye çalışıyoruz. Şu anda ilaç olma yolunda
araştırmaları devam eden 130 adet
yeni molekül bulunuyor. Novartis
olarak hasta odaklı ve bilimsel inovatif yaklaşımımız ile hastalarımıza
en yeni tedavileri sunabilmek adına
tüm ekibimle birlikte ciddi bir çaba
gösteriyoruz. Tüm hastalarımızın
sevdikleriyle birlikte normal ve keyifli
bir yaşam sürmeye hakları var. Amacımız hastalarımıza normal ve sağlıklı
bir yaşam sunabilmek.”
NOVARTIS TÜRKİYE ÜLKE BAŞKANI GÜLDEM BERKMAN
TÜRKİYE’NİN EN GÜÇLÜ 50 KADINI ARASINDA YER ALDI
Fortune Dergisi’nin her yıl yayınladığı “Türkiye’nin En Güçlü 50 Kadını” sıralamasında Novartis Türkiye Ülke Başkanı Güldem Berkman 35’inci sırada yer aldı.
Türkiye’nin önemli ekonomi yayınlarından Fortune Dergisi’nin her yıl yayınladığı “Türkiye’nin En Güçlü 50 Kadını” sıralamasında Novartis Türkiye Ülke Başkanı Güldem Berkman 35’inci sırada yer aldı.
Listeyi oluşturan zirvedeki kadın yöneticiler, yeniliklere açık, analitik düşünen ve hedef odaklı liderlerden oluştu. Dört
ana kritere göre değerlendirme yapılarak oluşturulan listede yöneticiler, şirketin büyüklüğü ve global ekonomideki
önemi, kurumun performansı, yöneticinin kariyer çizgisinde nasıl ilerlediği ve sosyal-kültürel kalkınmaya etkisi konuları göz önüne alınarak belirlendi.
Araştırmada Türkiye’yi Novartis için önemli yatırım noktalarından biri haline getirdiği belirtilen Güldem Berkman,
Novartis’in 140 ülkedeki 5 kadın ülke başkanından biri olarak yaklaşık 2200 çalışanı yönetiyor.
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
41
“İşinizi tutkuyla yapmak her zaman çok
daha olumlu sonuçlara ulaşmanızı sağlıyor”
Başarılarla dolu kariyeriyle dikkat çeken Güldem Berkman, iş hayatındaki
en önemli iki özelliğin hızlı öğrenme
becerisi ve vazgeçmeme olduğunu
söylüyor ve kendisini başarıya götüren iş ve yaşam felsefesini şu sözlerle
anlatıyor:
“İş hayatında iki özellik çok önemli
bana göre: hızlı öğrenme becerisi ve
vazgeçmeme. Öğrenme beceriniz
yüksek ise değişik durumları hızla
öğrenip ona göre hareket edebiliyorsunuz. Değişik durumlarda derken;
büyüyen ya da küçülen bir pazarda,
değişik fonksiyonların ya da değişik
rakiplerin öne çıktığı durumlarda,
ekonominin iyi ya da kötü gittiği zamanlarda ortamı hızla kavrayıp ona
göre davranmak çok önemli. Bu öğrenme becerisinin yanında, şartlar
ne olursa olsun doğru sonuca giden
yolda pozitif bir vazgeçmeme hali de
bence çok kritik. Bunu yılmazlık diye
de ifade edebiliriz.
42
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
Ayrıca, işini severek yapmak da çok
önemli diye düşünüyorum. Ne yaparsam yapayım konuyu çok iyi anlayıp
iyi yapacağıma inanırım. İşinizi tutkuyla yapmak her zaman çok daha
olumlu sonuçlara ulaşmanızı sağlıyor. Yaptığım işe gönülden bağlıyım.
İş hayatında çevremdekilerle hiçbir
zaman iletişim problemi yaşamadım.
Benim için herkes eşit ve değerlidir.
Bu düşüncem bütün iş hayatımda
bana çok faydalı oldu. Dünyanın en
iyi lideri bile olsanız, ekibiniz olmadan hiçbir şey yapamazsınız. Edindiğim tüm bu prensipler iş hayatında
bana başarı olarak geri döndü.
Novartis’te iş/özel hayat dengesi çok
önemli. İnsanların verimli olarak bir
işyerinde uzun yıllar çalışabilmeleri
için iş/özel hayat dengesini iyi kurmaları gerekiyor. Örneğin; “Esnek
Çarşamba: Çalışma Mekânını Kendin
Seç” diye bir uygulamamız var. Çarşamba günleri çalışanlarımız dizüstü
bilgisayarları ile diledikleri yerden
çalışabiliyorlar. Bu esnekliğin, verimi
ve bağlılığı arttırdığını gözlemliyoruz. Bunun gibi çalışma arkadaşlarımızın iş ve özel hayat dengesini
sağlayabilmeleri için birçok çalışma
yürütüyoruz.
Diğer taraftan iletişimi çok önemsiyorum. Çalışma arkadaşlarımla hiçbir
zaman iletişim problemi yaşamadım.
İletişimimin kuvvetli olması bütün
iş hayatımda bana çok faydalı oldu.
Örneğin iş yaparken aklıma takılan
hususları paylaşırım, nedenlerini
mutlaka sorarım. Çok açık ve dikkatli
bir iletişim tarzım var. Tutkuyla işine
bağlanmak, hep daha iyisini yapmaya çalışmak, insanlarla iletişimimin
çok açık ve iyi olması benim için
önemli. Sonuçta kendinizi ifade edebildiğiniz kadar başarılısınız. Doğru
bildiğim şeyleri içtenlikle söylerim.
Her zaman iyi niyetli ve açık iletişimle
sorunları çözmeye odaklanırım.”
Ben özellikle anne olduktan sonra
iş ve özel hayat dengesine her zamankinden çok daha dikkat etmeye
başladım. Elbette insanın hayatında yoğunluğun bir tarafa kaydığı
zamanlar olabiliyor. Görevlerin belirgin olması, şirketin süreçlerinin
oturmuş olması iş saatlerini çok etkiliyor. Sürekli yoğun bir tempoyla
çalışmak sürdürülebilir bir durum
değil. Enerjinizi yüksek tutabilmek
için hayatınızdaki dengeyi iyi korumak gerekiyor. “
Enerjinizi yüksek tutabilmek için
hayatınızdaki dengeyi
iyi korumak gerekiyor
“Çalışma zamanımın önemli bölümünü toplantılar oluşturuyor. O hafta
yapacağım toplantıları, görüşmeleri
hafta başında planlar, zamanlamalarına çok dikkat ederim. Rutin bir
günde sabah en geç 09.00 gibi ofiste
olup, akşam 18.00-18.30 arası ofisten
çıkmaya özen gösteririm. Öğle yemeği zamanını da genellikle iş için
değerlendiririm. Bu süre zarfında her
dakikamı verimli şekilde geçiririm.
Aynı şekilde, ofisten çıktıktan sonra
özel hayatımda aileme ayırdığım zamana da özen göstermeye çalışırım.
Spor, hayatımda önemli bir yer tutuyor
“Uzun bir süre profesyonel olarak
voleybol oynadım ve halen spor hayatımda önemli bir yer tutuyor. Dolayısıyla tüm yoğunluğuma rağmen,
sporu aksatmamaya özen gösteriyorum. Bunun dışında resim yapmaktan çok hoşlanıyorum. Akrilik boya ile
resimler yapıyorum. Resim yapmak,
renklerle uğraşmak beni çok rahatlatıyor. Bir süredir de oğlumla birlikte
çeşitli sanat etkinliklerine katılıyoruz
ve büyük keyif alıyoruz.
İş hayatım sona erince bahçeyle ilgili
vakit geçirmeyi düşünüyorum. Peysaj mimarlıkla ilgilenmeyi istiyorum,
ileride bu konuda eğitim almak istiyorum. Saatlerce bahçede çalışabilirim. Bahçeyle uğraşmak beni çok
rahatlatıyor…”
hayatıniçinden
Kozlukebir Nahiyesinden
Müezzin Ali Efendi’nin Oğlu Mehmet,
TÜRKİYE SAĞLIK BAKANI OLARAK
BATI TRAKYA’YI GEZDİ…
Yunanistan’ın Gümülcine Vilayetinin Kozlukebir Nahiyesi… 450 haneli, 1.200 nüfusu olan Müslüman Türklerin yaşadığı büyük bir
köy. Köyde bir bakkal dükkânı olan, çiftçilik ve köyün camisinde müezzinlik yapan Ali Efendi (merhum) tarlada yonca çevirirken 14
yaşındaki oğlu Mehmet’in heyecanla kendisine doğru geldiğini görür. Merak eder, Mehmet önemli bir şey söyleyecekmiş gibidir.
İdeallerini, istek ve arzularını, hedeflerini yüreğine yerleştiren Mehmet, babasından izin alarak Türkiye’ye gitmeye karar vermiştir.
Bu kararını ilk kez babası Müezzin Ali Efendi’ye açacak ve izin isteyecektir.
Mehmet bütün cesaretini toplar ve babasına kararını söyler:
- Baba ben okumak için Türkiye’ye gitmek istiyorum!
Kısa bir sessizlik olur ve Ali Efendi oğlunun gözlerine bakarak onun da hiç beklemediği bir cevap verir:
- Oğlum, oku da istersen Amerika’ya git!
…
İşte o 14 yaşındaki Batı Trakya Gümülcineli Mehmet, okumak için
Türkiye’ye gelir. Binbir güçlük ve
sıkıntı yaşar. Ama bunların hepsini
inancı ve kararlılığı ile aşar. Misafir
öğrenci olarak kaydolabildiği İmam
Hatip Lisesinde yolu bugünün Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile kesişir.
Bir ara Türkiye’de kapılar üzerine kapanır gibi olur. O umudunu hiç yitirmez, ideallerinden ve kararlılığından
hiç vazgeçmez. Tıp Fakültesini kazanır. Uzmanlığını tamamlar. İstanbul
44
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
Gezi-İnceleme-Fotoğraflar / Osman GÜZELGÖZ
Avcılar’da muayenehane açar. Sonra
yolları Recep Tayyip Erdoğan ile tekrar kesişir. Siyaset yılları başlar. 20022007 yılları arasında AK Parti İstanbul
İl Başkanlığı yapar. 2007-2011 arası
İstanbul, 2011 seçimlerinde de Edirne Milletvekili olur.
İşte O 14 yaşında ceketini alarak Batı
Trakya’nın Gümülcine vilayetinin
Kozlukebir köyünden ayrılan Müezzin Ali Efendi’nin oğlu Mehmet, gün
gelir Türkiye Cumhuriyeti’nin Sağlık
Bakanlığı görevine atanır. Batı Trakya
ve Bizim Trakya bu karara çok sevinir,
coşku ve mutluluk zirveye tırmanır.
27 yıl Yunanistan vatandaşı olarak
hayatını sürdürmüş olan Mehmet Alioğlu, 4 yıl vatansız (haymatlos) olarak
yaşadıktan sonra Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına kabul edilmiş ve
MÜEZZİNOĞLU soyadını almıştır.
İşte bu Mehmet Müezzinoğlu bugün
Türkiye Cumhuriyeti’nin Sağlık Bakanıdır…
(Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nun hayatının ilginç yönlerini bir önceki sayımızda yer alan röportajda bulabilirsiniz.)
…
Sağlık Bakanımız Dr. Mehmet Müezzinoğlu yanına eşi Faize Müezzinoğlu
Hanımefendiyi de alarak Yunanistan’a
ve Batı Trakya’ya resmi bir gezi yaptı.
Bu geziye biz de katıldık. Bildiğimi
sandığım ama gidince bilmediğimi
öğrendiğim Batı Trakya’ya bu benim
ilk gezimdi. Bu ziyaret birçok bakımdan olağandışı özellikler taşıyordu.
Hayatına Yunanistan vatandaşı olarak başlamış olan Batı Trakyalı bir kişi,
o topraklara Türkiye’nin Sağlık Bakanı olarak resmi bir ziyaret yapacaktı.
Oldukça farklı duygular yaşanacağı
önceden belli idi.
Gezimizin Atina ayağı resmi ziyaretler ve görüşmelerle geçti. Ancak
burada da konu dönüp dolaşıp Sn.
Bakan’ın çocukluğuna, gençliğine,
Yunanistan vatandaşlığına, oradaki dostluklarına ve geçmişine geldi.
Karşılıklı olarak neler hissedildiğini
fark etmek zor değildi ama anlamak
gerçekten zordu.
Bu bir gezi inceleme yazısı olduğu
için resmi görüşmelerin detayları
üzerinde durmayacağım. Fakat Sağlık Bakanımızın diplomasi, felsefe,
tarih ve kültür gibi alanlardaki yetkinliğini, derinliğini ve duygularını
bastırmaktaki iradesinin altını özellikle çizmek istiyorum.
Bizim için asıl ilginç ve özel olan kısım Atina’dan uçakla Dedeağaç’a
yolculuk yaparken başladı. Hepimiz
heyecanlıydık. Fakat eminim ki en
heyecanlılarımız Mehmet ve Faize
Müezzinoğlu idi. Sayın Bakan’ın doğduğu topraklara, köyüne, yaşadığı
bölgelere gidiyorduk. Faize Hanım’ın
Annesi ve Babası, her ikisinin de birçok akrabası, arkadaşı, dostu halen
bu topraklarda yaşıyorlardı ve kendilerini coşkuyla, hasretle, mutlulukla
karşılamayı bekliyorlardı.
Dedeağaç Havaalanına indiğimizde
duygu sağanağı üzerimize yağmaya
başladı. Gümülcine Başkonsolosumuz ve kalabalık bir topluluk bizi
karşıladı. Herkesin yüzü ve yüreği
gülüyordu. Sarılmalar ve kucaklaşmalardan sonra Dedeağaç’tan akşam
saatlerinde Gümülcine Kozlukebir
köyüne hareket ettik. Yol boyunca bir
yandan merakla çevreyi incelerken
diğer yandan köyde yaşanacakları
düşünüyordum.
Kozlukebir köy meydanında büyük
kahvehanenin önündeki kalabalığı
görünce ben de çok heyecanlandım. Bakan Bey burada arabasından
indi ve herkesle kucaklaştı. Manzara
görülmeye değerdi. Kozlukebir’in
coşkusu akşamın serinliğini sıcaklaştırmış, herkesin gözlerine umut, sevgi ve mutluluk yerleştirmişti. Kalabalıkla birlikte Faize Hanım’ın misafirler
için organize ettiği akşam yemeğine
geçtik. Burada Bakan Bey Kayınpederi Hasan Amca ile kucaklaştı ve
elini öptü. Hasan Amcanın kızı Faize
Hanım ile karşılaşması ve hasret gidermesi de duygu yüklü ve özeldi.
Yemekten sonra yine köy meydanındaki büyük kahvehaneye geldik.
Burada konuşmalar yapıldı. Arada
birkaç cümle resmi söylem olsa da
bütün diyaloglar samimi, içten ve
duygu dolu idi. Şakalaşmalar, nostaljik takılmalar, hasret gidermeler, eski
günleri yad etmeler ve daha neler
neler…
Sonra Bakan Bey ile birlikte köyün bütün kahvehanelerini ziyaret ettik. Uğranılan her yerde aynı sevinç ve mutluluk vardı. Bütün kahvehanelerde
Kurtlar Vadisi’nin dikkatle izlendiğini
gördük. Bakan Bey içeri girince herkes Kurtlar Vadisin izlemeye ara vererek coşkusunu ve sevincini paylaştı.
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
45
Tekrar köy meydanındaki büyük kahvehaneye geldik.
Burada Sayın Bakan’ı iki öğretmeni karşıladı. İbrahim
ve Hasan öğretmenlerle sımsıcak bir sohbete şahitlik
ettik. Öğrenci Mehmet ile ilgili özel sorular soruldu. Öğretmenleri Mehmet’in azmini, kararlılığını ve farklılığını
anlattı bizlere.
Artık Halide Teyze’yi ziyaret etmek vakti gelmişti. Sayın
Bakanın eşleri Faize Hanım’ın Annesi Halide Teyze’nin
evine geçtik. Burada Hasan Amca ve Halide Teyze, damatları Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nu, kızları
Faize Hanım’ı ve onlarla birlikte evlerine misafir olan bizleri ağırlamanın coşkusunu yaşıyorlardı. Çok tatlı, güler
yüzlü, tatlı sözlü insanlar. Güzel sohbetler oldu. Gülen
yüzler ve gönüller, tatlı telaşlar, umut, sevinç, mutluluk…
Ben burada Sayın Bakanımıza Faize Hanım’ı ailesinden
nasıl istediklerini ve aldıklarını sordum. Halide Teyze
gülerek anlattı. 16 yaşında vermişti kızı Faize’yi köyün
gençlerinden 19 yaşındaki Mehmet’e. Önce nişan 3 yıl
sonra da düğün yapılmıştı.
Ertesi sabah yine köy meydanındaydık. Müezzin Ali
Efendi’nin oğlu Mehmet’in bisiklete bindiği ve zaman
zaman düştüğü meydan, ezan okuyup müezzinlik yaptığı cami, doğduğu ev ve sokak… Bakan Bey’e buralarda
neler hissettiği hep soruldu. İçinde, yüreğinde fırtınalar
koptuğunu benim hissettiğim Mehmet Müezzinoğlu
“farklı duygular” diyerek geçiştirmeye çalıştı hep.
Sonra Gümülcine gezisi ve temasları. Resmi ziyaretlerin dışında buradaki en önemli ziyaretimiz Türk Gençler
Birliği Genel Merkezindeki toplantı idi. Sokaklarda esnaflar çiçeklerle karşıladı kendi sinelerinden çıkmış ve
Türkiye’de bakan olmuş evlatlarını. Heyecan ve sevinç
görülmeye değerdi.
Batı Trakya insanının Türkiye’ye olan sevgisi, bağlılığı,
umudu inanılmaz derecede artmıştı. Belki de hiç düşünmedikleri, ihtimal vermedikleri bir gelişmeydi bu.
Yunanistan’dan, Batı Trakya’dan 14 yaşında ayrılmış olan
bir gençlerinin bugün T.C. Sağlık Bakanı olarak karşılarında, aralarında olması inanılmazdı gerçekten.
Gümülcine Türk Gençler Birliği’ndeki toplantı bu duygularla çok farklı bir atmosferde tamamlandı. Sonra Eski
46
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
Cami’ye Cuma Namazına geçtik. Gümülcine Müftüsü
Cuma Vaazında Bakan Bey’in aralarında bulunmasının
önemini ve yaşadıkları sevinci cemaati ile paylaştı. Namaz sonrası bayramlarda yapıldığı gibi caminin mihrabının önünde sıraya girildi ve “Bakan Bey ile Tebrikleşme”
gerçekleştirildi. Gerçekten de bir bayram yaşanıyordu.
Gözyaşlarımızı tutamıyor, bizler de o heyecan ve mutluluğa eşlik ediyorduk.
İskeçe gezimiz de aynen bu minval üzere devam etti.
İskeçe Türk Birliği ziyaret edildi. Bazı beldelere ve köylere uğradık. Gittiğimiz her yerde insanların yüzlerinin
yürekleri ile birlikte güldüğünü gördük. Sevinç ve coşkularını iliklerimize kadar hissettik. Hasta ziyaretleri, ev
ziyaretleri, kahve ve esnaf ziyaretleri… Daha sonra yeniden Gümülcine’ye dönüş, Dr. Sadık Ahmet’in kabrini ziyaret. Gümülcine Türk Konsolosluğunda çeşitli heyetleri
kabul, temaslar, görüşmeler, samimi diyaloglar, hasret
gidermeler, çeşitli hassasiyetlerin paylaşılması…
Bu geziye Türkiye’den; Edirne, Tekirdağ, Kırklareli ve
İstanbul’dan da çok sayıda misafir eşlik etti. Birçok işadamı Sayın Bakanımızın Batı Trakya gezisini bizimle birlikte yerinde gördü, hissetti ve yaşadı. Rum İşadamı ve
Cemaat Temsilcisi Laki Vingas ve eşleri, İstanbul Develi
Restoran’ın Sahibi Arif Bey’in mahdumu Nuri Develi ve
eşleri, gazeteciler, muhabirler ve daha pek çok güzel
dost…
Gümülcine Başkonsolosumuz ve ekibine de ayrı bir yer
açmak gerekiyor bence. Aktif, etkili, kuşatıcı, samimi ve
çok gayretli bir temsilcilik icra ediyorlar. Bunu görmek ve
yaşamak da bizi ayrıca mutlu etti.
Aslında yazacak o kadar çok şey var ki! Bazı detayları fotoğraflara havale edip sözümüzü burada noktalıyoruz.
Gümülcine’nin Kozlukebir Nahiyesinden Müezzin Ali
Efendi’nin oğlu Mehmet, Türkiye Sağlık Bakanı olarak
ilk kez Batı Trakya’yı gezdi. Biz de bu geziye eşlik ettik.
Buradaki heyecanı, coşkuyu, umudu ve mutluluğu kelimelerle anlatmak mümkün değil. Bakan Bey’in ve
Hanımefendi’nin neler hissettiğini tam olarak bilmek de
öyle.
Biz bu gezi notlarımızı ve fotoğraflarını sizlerle paylaşıyor ve geziye böyle eşlik etmenizi diliyoruz.
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
47
Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nun
Batı Trakya Gezisinde Yaptığı
Konuşmalardan Bazı Bölümler
Nasıl konuşacağım bilmiyorum ama
öncellikle köyümün güzel insanları
diye söze başlamak istiyorum.
Kozlu Kebir’in güzel insanları, değerli
büyüklerim, gönülden sevdiğim insanlar…
Bizi bu akşam burada yalnız bırakmayan, çevre köylerden gelen dostlarımız, arkadaşlarımız…
Ben öncellikle böyle bir duyguyu
bana yaşattığı için Rabbime şükrediyorum.
Tabii bütün bu süreçleri yaşamama
vesile olan önce bu köy bu köydeki
rahmete kavuşmuş büyüklerim, hocalarımdır. Açıkçası geldiğim çizgide
en fazla nereden destek aldınız, ilham
ve güç aldınız derseniz bu köyün insanlarından, bu köyün yaşlılarından,
büyüklerinden, buradaki ilkokul öğretmenlerimden, caminin cemaatinden, kahvedeki ve kahve önündeki
büyüklerimden aldım derim.
Hiç bir zaman buradan aldığım değerleri unutmayarak 8 yaşında his48
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
settiklerimi bugün 58 yaşında da
hissederek geldiğim bir çizgi var. Bu
çizgi hepimize çok farklı bir günü
yaşatıyor. Bu kendi adıma köylüm
ve büyüklerime yaptığım teşekkürden sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin
Kurucusu Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’e özellikle ve öncelikle
teşekkür etmek istiyorum.
Çok zor koşullarda bu ülkeyi derleyip
toparlayan, ülkenin bağımsızlığını
sağlayan, genç Cumhuriyeti kuran
ve “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ifadesi ile bugün var olan
demokrasimizin alt yapısını oluşturan bir büyük lidere burada kendi
doğduğum köyden teşekkür etmek
istiyorum. O gün o mücadeleyi verip Anavatan Türkiye’de TBMM gibi
millet iradesinin temsil edildiği bir
yapıyı kurmasıydı, bugün belki yine
parlamenterlerimiz olabilirdi ama
o parlamenterler arasında biz olur
muyduk onu bilmiyorum. Dolayısıyla
Kurucumuza buradan teşekkür ermek istiyorum.
İkinci
teşekkürü
ise
Türkiye
Cumhuriyeti’nin Başbakanı Recep
Tayyip Erdoğan’a etmek istiyorum.
Hem ülke dinamiklerini bugün dünya çapında farklı bir noktaya taşıyan,
hem de buralarda doğmuş bir ülkenin vatandaşı olarak, çocukluğunu,
gençliğini buralarda geçirmiş, sonradan Anavatana gelmiş birini bugün
kendi hükümeti içinde bakan olarak,
hem de Sağlık Bakanı gibi ülkenin temel bakanlıkları arasında değerlendirmiş olmasından dolayı Sayın Başbakanımıza doğduğum büyüdüğüm
köyden teşekkür ediyorum.
Tabii üçüncü teşekkürü de Yunanistan hükümetine devletine ve milletine etmek istiyorum. Kendi topraklarında doğmuş, hangi nedenle olursa
olsun bugün farklı bir noktada olan
birini doğduğu köyde bir bakan olarak konuşabilme ve hasret giderebilme imkânını tanıyan bir demokrasi
ve insan hakları anlayışından dolayı
Yunanistan hükümetine teşekkür
ediyorum.
Zaman zaman sıkıntılarınız olsa bile
bu sıkıntıları aşabilmenin bana göre
en büyük özü, kendi sokaklarının,
varlığının değerlerine sahip çıkabilmektir. Bu sokaklar bizim diyebilmektir. Buradaki değerler bizim
değerlerimizdir diyebilmektir. Biz
Müslümanız, Türk’üz ve bu değerlerimizle biz burada varız. Bu değerlerimizle yarınlara yolculuk yapacağız diyebilmektir. Belki en çok
ihtiyacımız olan birlik ve beraberliği
ne pahasına olursa olsun merkeze
almanız, birlik ve beraberlikten vazgeçmemeniz, yarınki gelecek Batı
Trakya azınlığı için mutlaka en büyük
gücünüz ve en büyük dayanağınız
olacaktır. Yeter ki sizler burada kendi
hak ve hukukumuz adına değerlerimize sahip çıkın. Geleceğe yolculukta umutsuz olmayın. Geleceğe
umutla ve güvenle bakın. Ama bunu
yaparken de birbirinize daha çok sahip çıkın, birbirinize daha çok değer
Buraların bağını, bahçesini, tarlasını hemen hemen her boyutuyla 27
yaşına kadar yaşadıktan sonra gittik
buralardan. Koşullar bizi buradan ceketini alıp gitmeye zorladı. Anavatan
Türkiye’de istikbal aradık ve bugün
aradığımız istikbalde geldiğimiz noktada bize Türkiye Cumhuriyeti’nin
Sağlık Bakanı olarak görev yapmak
nasip oldu. Bu ülkeden, bu topraklardan ceketini alıp gitmiş bir vatandaş
olarak, gittiği ülkeden tekrar buraya
bir bakan olarak dönüyor olmak; herhalde böyle kolay anlatılabilecek bir
duygu değil. Çok zor anlatılır. Mutlulukla hüznü, acıyla sevinci bir arada
çelişkili yaşadığım anlar oluyor. Bugün itibariyle baktığımızda hem buradaki hemşerilerimiz çok mutlu hem
ben çok mutluyum.
paylaştıkça büyüyen bir mutluluğu
yaşıyoruz. İnşallah yarınlarda milletçe buradaki insanlarımızın da paylaşarak büyütecekleri mutlulukları çok
olur diye temenni ediyorum. Bizim
de o mutluluklara karınca kararınca
katkımız olursa ne mutlu bize.
Türkçemizdeki o güzel söz gibi mutluluklar paylaşıldıkça büyürmüş. Biz
Hepinize teşekkür ediyorum. Hepinize saygılar sunuyorum.
verin. Birlik ve beraberliği gündelik
basit nedenlerle asla bozmayın.
Bende bu anlamda, tabii bu akşam
dolu dolu çok daha farklı şeyler
konuşmak isterim ama tadında bırakmakta yarar vardır diye düşünüyorum. Benim için ve sizler için inanıyorum ki, çok farklı bir süreç veya
gece. Allah bu geceleri veya farklılıkları ve zenginlikleri sizlere ve bizlere
daha çok nasip etsin diyorum.
…
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
49
haber
MHRS ÜZERİNDEN
68 MİLYON RANDEVU VERİLDİ
Sağlık Bakanlığının verilerine göre, Merkezi Hastane Randevu Sistemi (MHRS) üzerinden
Mart ayı sonu itibariyle 68 milyon randevu verildi.
Sağlık Bakanlığı, Türkiye’de vatandaşların sağlık hizmetine daha kolay ulaşmasını ve hastanelerin daha
verimli bir şekilde çalışmasını sağlamak için pilot olarak 2009’da bazı
illerde, 2011 yılında ise Türkiye genelinde uygulamaya konulan MHRS
üzerinden toplam 68 milyon 123 bin
249 muayene randevusu verildiğini
açıkladı.
“www.mhrs.gov.tr” internet adresinden ve “ALO 182” hattı üzerinden hizmet veren sistemde bazı birimler için
randevu verilemiyor. Sağlık Bakanlığı
yetkilileri bu durumu, “Vatandaşların
bilinçsiz randevu talepleri ile açılan
kapasitelerde doluluk oranının art-
ması ve bu branşlarda yığılmaların
artıp gerçekten ihtiyacı olan vatandaşın mağdur olması nedeniyle 15
Haziran 2012 yılında yan dallar MHRS
kapsamından çıkarıldı” ifadeleriyle
açıklarken, yan dalların tekrar MHRS
kapsamına alınması için ilgili çalışmaların devam etiğini vurguladılar.
Alo 182’yi 65 Milyon Kişi Aradı
İnternet üzerinden verilen randevularda ise kişisel bilgiler girilerek üye
olmak gerekiyor. Yetkilerden alınan
bilgiye göre, 12 milyon kişinin üye
olduğu sistem üzerinden de Mart ayı
sonu itibariyle 25,5 milyon randevu
verildi.
Alınan bilgiye göre, Sağlık Bakanlığına bağlı hastaneler ile ağız ve diş
sağlığı merkezlerinden muayene
randevusu alınmasına imkân sağlayan sistemin 182 numaralı hattında
2 bin 400 asistan çalışıyor. Mart ayı
Bu projenin tanıtımını yapmak için
çeşitli çalışmalar sürdürdüklerini
belirten Sağlık Bakanlığı yetkilileri,
kamu spotları, afiş, broşür ve fuar organizasyonları kullanılarak sistemin
tanımının yapıldığının altını çizdi.
HASTAYA RANDEVU
AİLE HEKİMİNDEN
Sağlık Bilgi Sistemleri Genel Müdürlüğü yetkililerinin açıklamalarına göre,
Bakanlık hastane randevusu uygulamasına aile hekimlerini de dâhil etmeye hazırlanıyor. Bundan sonra aile
hekimleri, muayene ettikleri hastalar
için uzmanlık gerektiren durumlarda
hastane randevusu alabilecek.
50
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
sonu itibariyle, iptal ve çakışmalar da
dâhil olmak üzere 42 milyon 882 bin
657 kişiye randevu verilen 182 numaralı hatta 65 milyon çağrı ulaştı.
Aile hekimleri, 1 Mayıs’tan itibaren
uzmanlık isteyen durumlarda hastaları için
ilgili hastaneden randevu alabilecek.
Vatandaşın aile hekimine ve uzman
hekime muayenesini kolaylaştırmayı
hedefleyen uygulama, 1 Mayıs’tan itibaren Ankara’da hayata geçirilecek.
Aile hekimleri, kullandıkları sistemden giriş yaparak, hastaları için gerekli gördükleri hastane ve branş
hekiminden randevu alabilecek.
Aile hekiminin randevu alarak hastasını uzman hekime yönlendirmesi
uygulaması, vatandaşın sağlık hizmetlerine erişimini kolaylaştırırken,
aile hekimine de hastasının tetkik ve
tedavilerini takip edebilme imkânı
sağlayacak.
‘SAĞLIKTA DA BARIŞ OLSUN’
Halil BAYSAL
Ortadoğu Sağlık Merkezi (OSM)
Yönetim Kurulu Başkanı
Ülkemizde ve özellikle bölgemizde
her alanda barışın, huzurun ve kardeşçe her şeyimizi paylaşacağımız
günlerin yakın olduğuna inanıyoruz.
Sosyal hadiseleri bütün tarafları ile
değerlendirmek sonuç aldırır. Eğitimi, ekonomisi, yatırımı ve yöneticisi
ile birbirimizi hazmettiğimiz zaman
dilimleri bizi başarıya götürecektir.
Esen bu barış rüzgârının özel sağlık
sektörünü de olumlu yönde etkilemesi ve yapıcı diyalogların geliştirilmesini temenni ediyorum.
Şanlıurfa, 2000’li yılların başında sağlık ile ilgili sıkıntıların yoğun olduğu
bir ildi; hastaneler yetersiz ve sağlık
mekânları köhne idi. İnsanlar, tedavisi basit hastalıklar için bile başka
illere gitmek durumunda kalıyordu.
Uzman hekim sayısı yetersizdi, hatta
bazı bölümlerde hiç uzman hekim
yoktu. Şanlıurfa ili sınırları içinde
anestezi uzmanı olmadığı için ameliyatlar zor şartlarda yapılıyor veya
bu nedenle diğer illere çok sayıda
hasta sevk ediliyordu. Hastalar ve
hasta yakınları gittikleri büyük şehir52
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
lerde yatacak yer ve yemek bulamıyor, maddi sıkıntılarla karşılaşıyordu.
Tüm Şanlıurfa iline bakan Şanlıurfa
Devlet Hastanesinde MR, tomografi,
EKO, genel yoğun bakım gibi olmazsa olmaz pek çok birim ve tıbbi alet
mevcut değildi.
İlde böyleyken, ilçelerdeki sağlık hizmetlerini anlatmaya ise zaten gerek
yok. Oralar da, eski, donanımsız ve
çoğunluğu uzman hekimin bulunmadığı yerlerdi.
Şanlıurfa’nın masum insanları bu
bölgelere ancak bu kadar hizmetin
gelebileceğine inandırıldığı için o
dönemde olup bitenleri sorgulayamamıştır. Hatta dönemin sağlık idarecileri baş tacı edilmiştir.
2003-2004 yıllarında uygulamaya
alınan sağlıkta dönüşüm programı
ile gerçekten devrim niteliğinde reformlar yapılmıştır. Sağlık tek çatı
altında birleştirilip çok başlılıktan
kurtarılmıştır. Türkiye’nin her tarafına otel konforunda modern hastaneler yapılmaya başlanmıştır. Sosyal
güvencesi ne olursa olsun herkes
eczanelerden serbestçe ilaç almaya
başlamıştır. BAĞ-KUR, SSK ve emekli
sandığı gibi kurumlardaki kast sistemini akla getiren uygulamalar bu kurumların SGK çatısı altında toplanması ile sona erdirilmiştir. ‹Uzman hekim’
isminin duyulmadığı Anadolu’nun
pek çok iline yüzlerce uzman hekim
görev yapacak hale gelmiştir.
Bütün bu olumlu gelişmeler mevcut
hükümetin siyasi ve politik sayfasına
müspet puanlar olarak işlenmiş ve
seçimlerde de vatandaşlar bu durumu mükâfatlandırmıştır.
Sayın Başbakan’ın hayali olan şehir
(kampus) hastaneleri ile Türkiye sağlık alanında bir çağı daha kapatıp
başka bir çağı açacaktır.
Sağlık turizmi açısından da Türkiye,
Avrupa ve Ortadoğu’nun uygun fiyata en kaliteli sağlık hizmetini veren
ülkelerinden biri olarak yakın zamanda büyük bir paya ulaşacaktır.
Kamu alanındaki bu olumlu tabloya
paralel olarak özel sektör teşvik edilmiş ve büyük yatırımlar yapılmıştır.
2002 yılında özel hastanelerle ilgili
bir yönetmeliğin bile olmadığı ülkemizde bugün yüzlerce özel hastane
hizmet vermeye başlamıştır. Ancak
özel sağlık sektörü ile ilgili bir planlama ve istihdam çalıştayı zamanında yapılamadığı için maddi anlamda
imkânı olan herkes istediği şekilde
özel sağlık sektörü yatırımı yapmış,
bu durum da verimsiz ve yanlış yatırımlara sebep olmuştur. Bu yüzden
geç de olsa 15 Şubat 2008 tarihinde
sağlık yatırımlarında Türkiye çapında
planlamaya gidilmiştir. Hem uzman
hekim, hemşire, ebe, anestezi teknisyeni gibi kalifiye elemanların hem de
finansman kaynaklarının, sınırlı olması nedeni ile sert tedbirler alınmaya
başlanmıştır. Bugün sayısı 500’ü aşkın
özel hastanenin hizmet verdiği, 20
binleri bulan uzman hekimin çalıştığı
özel sağlık sektörünün ciddi sorunları
bulunmaktadır. Bu sorunlar ve çözüm
önerilerini şöyle sıralayabiliriz:
• Hastanelerin yatak sayıları ve bak-
tıkları hasta sayıları gibi kriterlere
göre alabilecekleri uzman hekim
sayıları belirlenmeli ve bu kadrolar
hemen tahsis edilmelidir. Planlama ve istihdam komisyonlarında
işin uzatılarak özel sektörün mağdur edilmesi engellenmelidir.
• 2003 yılından bu yana sağlık uy-
gulama tebliğindeki fiyatlar güncellenmemiştir. Artan maliyetler,
kur maliyeti ve personel masraflarının artması ve enflasyon artışına rağmen özel sektör fiyatları
sürekli düşürülmektedir. Bu fiyatların hakkaniyet ölçüsünde tekrar
değerlendirilmesi gerekmektedir.
• Özel sektörde zaman zaman karşı-
laşılan tatsız hadiseler dolayısıyla
bu sektörün tamamına hırsız muamelesi yapılması hepimizi rencide
etmektedir. Denetimler zamanında ve etkin yapılmalı haksız kazanç elde edenler ayıklanmalıdır.
• Sağlık sektöründe SSK ve stopaj
ile ilgili teşviklerin devamı sağlanmalıdır. Belirli büyüklükteki
yatırımların teşvikleri son yapılan
teşvik düzenlemesine dâhil edilmelidir. Yoksa çok sayıda personel
istihdam eden sağlık sektöründe
personel azaltma yoluna gitme
zorunluluğu ortaya çıkacaktır.
Kamu kurumlarına ebe, hemşire,
sağlık personeli alımının planlanmasında özel sektör üvey evlat gibi görülmeden ebe, hemşire ve sağlık memuru tedariki noktasında çözümler
birlikte üretilmelidir.
Sayıştay tarafından özel sektöre kesilen cezalarla ilgili kararın netleşmesi
ve bu konuda masum olan hastanelerin mağduriyetine sebep olacak
işlemlerden uzak durmak gerekmektedir.
Sağlık çalışanlarına yapılan şiddeti
herkes kınamalıdır. İnsanlar bazen
hekimin veya hemşirenin ilahi takdirin önüne geçmesini isteyebiliyor. Bir
sağlık çalışanı da tehdit altında iken
sizce büyük ve tehlikeli bir ameliyata
girebilir mi gece gündüz hastasına
koşabilir mi? Bu konu ile ilgili idarecilerin, siyasilerin sağlık çalışanını
rencide edici, küçük düşürücü açıklamalardan kaçınması gerektiğini düşünüyorum.
Birçok ilimizde özel hastaneler kamu
hastanelerinden daha çok kamu hizmeti vermektedir. Devlete daha az
maliyetle daha kaliteli sağlık hizmeti
sunulmaktadır. Yoğun bakım, kalpdamar cerrahisi, kardiyoloji organ
nakli gibi nitelikli sağlık hizmetlerinde özel sektörün payı unutulmamalıdır. Bu hizmetlerin uzun soluklu
olması için, sağlık sektöründe çalışanların çalışma şartlarından memnun
olmaları gerekmektedir. Bu memnuniyet için ise sağlıkta barışa ihtiyaç
vardır. Sorunlar masaya yatırılıp çözüm bulma adına gayret göstermek
300 binleri aşan özel sağlık sektörü
çalışanlarını da rahatlatacaktır.
Ülkemizde ve özellikle bölgemizde
her alanda barışın huzurun ve kardeşçe her şeyimizi paylaşacağımız
günlerin yakın olduğuna inanıyoruz.
Sosyal hadiseleri bütün tarafları ile
değerlendirmek sonuç aldırır. Eğitimimiz, ekonomimiz, yatırımlarımız,
yöneticilerimiz ve birbirimizle iletişimimiz ile birbirimizi hazmettiğimiz
zaman dilimleri bizi başarıya götürecektir. Hayallerimizdeki güzellikleri
etrafımızdakiler için de düşündüğümüz, içimizdeki mutluluğu kardeşlerimize de yakıştırdığımız ve bütün
gücümüzü bilgimizi başkasını yaşatma adına harcayacağımız günlerde
buluşmak dileği ile…
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
53
haber
OBEZİTE DÜŞMANI
NEŞELİ TARİFLER
Sağlık Bakanlığı çocuklarda obeziteyle mücadele için ailelere sağlıklı besinlerden oluşan yemek tarifleri
önerisinde bulundu. Bakanlık yemeklere şekil verilerek çocuklar için iştah açıcı hale getirilmesini istedi.
İstatistiklere göre her yıl Türkiye’de
bin 700 çocuk obez oluyor. Rakamın
giderek artması Sağlık Bakanlığını
harekete geçerdi. Obeziteyi önlemek
için çeşitli önlemler alan Bakanlık
yeni bir uygulamaya daha imza attı.
Sebze, meyve, yumurta, süt ve süt
ürünleri tüketiminin önemini vurgulamak isteyen Bakanlık ailelere çocukların beslenmesi için uygun olan
bazı yemek tarifleri verdi.
Bakanlığın önerdiği yemek tariflerinin içeriğinde genel olarak mantar,
domates, havuç, fındık, ceviz, pekmez gibi besin değeri yüksek ürünlerin yer aldığı görüldü. Bakanlık
yiyeceklere göze hitap eden şekiller
verilerek daha cazip hale getirilmesi
tavsiyesinde bulundu.
Sağlık Bakanlığının çocuklara yapılması için verdiği yemeklerin tarifleri
şöyle:
POFUDUK PATATES
Malzemeler: “2 adet orta boy patates,
2 yumurta, yarım su bardağı rendelenmiş kaşar peyniri”
Hazırlanışı: “Patatesleri iyice yıkayın,
kabuklarıyla birlikte haşlayın. Patatesler haşlanırken yarım su bardağı
kaşar peyniri rendeleyin. Fırını 180
54
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
derece ısıtın. Haşlanmış patatesleri
soğumaya bırakın. Soğuduktan sonra soyun ve bir çatalla ezin. Yumurtaların sarısı ile beyazını ayırın, yumurta
sarılarını haşlanmış patatese ekleyip
karıştırın. Yumurta beyazlarını ise
mikserle kar haline gelinceye kadar
iyice çırpın daha sonra karışıma ekleyin. Küçük fırın kalıplarını yağlayın.
Karışımdan kaşıkla alıp kalıplara koyun üzerine rendelenmiş kaşar peyniri serpin. Önceden ısıtılmış fırında
üstü pembeleşinceye kadar pişirin.
Kalıptan çıkarıp yoğurtla servis edin.”
UĞUR BÖCEĞİ
Malzemeler: “2 adet küçük boy kırmızı elma, 2 ya da 4 kaşık kuru üzüm, 2
tatlı kaşığı fıstık veya fındık ezmesi, 4
adet çubuk kraker.”
Hazırlanışı: “Elmaları iyice yıkadıktan
sonra ortadan boylamasına ikiye bölün ve zedelemeden çekirdeklerini
temizleyin. Hazırladığınız elmaları
kırmızı tarafları üste gelecek şekilde
bir tabağa koyun. Siyah kuru üzümleri fıstık veya fındık ezmesine batırıp elmanın üstüne uğur böceğinin
beneklerini andıracak şekilde yapıştırın. Çubuk krakerlerin bir ucuna fıstık veya fındık ezmesine batırdıktan
sonra üzüm yapıştırın ve diğer ucunu
uğur böceğinin anteni görüntüsü verecek şekilde elmaya saplayın.”
KOLAY PİZZA
Malzemeler: “1 adet bazlama, 1 adet
kuru soğan, 1 kâse domates püresi,
6-8 adet dilimlenmiş zeytin, 1 tavukgöğsü, 1,5 su bardağı rendelenmiş
kaşar peyniri, kekik, istenirse mantar.”
Hazırlanışı: “Bazlamaları ortadan enlemesine ikiye bölün. Böylece iki ince
daire elde edeceksiniz. Tavukgöğsünü haşlayın. Haşlanan tavukgöğsünü küp küp kesin veya elinizle ufak
parçalara ayırın. Kuru soğanı küçük
küçük doğrayın. 1-1,5 su bardağı kadar peynir rendeleyin. Mantarları iyice temizledikten sonra kurulayıp çok
ince doğrayın. Bir kâsede domates
püresini kekikle karıştırın. Bazlamaları fırın tepsisine koyun ve üstlerini
2-3 kaşık domates püresi ile kaplayın.
Çok kuru veya çok ıslak olmamasına
dikkat edin. Mantar, tavukgöğsü ve
kuru soğanı her tarafa eşit dağılacak
şekilde bazlamaların üstüne serpin.
Daha sonra rendelenmiş peyniri de
serpip, zeytinlerle süsleyin. Pizzayı
185 derecede fırında, peynir eriyip
pembeleşinceye kadar pişirin.
FIFA , Ac›badem Fulya
Sporcu Sa€l›€› Merkez‹’N‹
Mükemmel‹yet
Merkez‹
OLARAK seçT‹
FIFA Türkiye’de ilk defa bir merkeze
“FIFA MEDICAL CENTRE OF EXCELLENCE” sertifikas› verdi.
Bu sertifikaya dünyada sadece 26 merkez sahip.
Bu gurur Türkiye’nin...
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
www.sporcusagligimerkezi.com
55
röportaj
METE HÜSEMOĞLU
AbbVie Türkiye Genel Müdürü
Öncelikle bize kısaca kendinizden ve profesyonel geçmişinizden bahseder misiniz?
Öğrenimimi Trakya Üniversitesi Tıp
Fakültesi’nde tamamladım ve kariyerime 1995 yılında Bilim İlaç’ta başladım. 1997 yılı itibarı ile Merck Sharp
Dohme Türkiye’de (MSD) pazarlama
ve satış alanında çeşitli roller üstlendim. Doğu Avrupa, Ortadoğu ve Afrika Bölgelerinde pazarlama alanında
56
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
2013
farklı uluslararası görevlerde bulundum. Baltık Ülkelerinden sorumlu
Bölge Direktörlüğünden sonra, 2005
yılında MSD Türkiye Genel Müdürü,
2009 yılında EEMEA (Doğu Avrupa,
Ortadoğu ve Afrika) Bölgesi’nden
sorumlu Strateji ve İnovasyon Lideri,
2010 yılından itibaren ise Santa Farma Türkiye’de Başkan Yardımcılığı
görevlerini üstlendim.
2 Ocak 2013 tarihinde New York Borsası
açılış gongu ile birlikte yeni bir şirket olarak AbbVie’nin doğduğunu duyurdunuz…
Bize kısaca AbbVie’yi anlatabilir misiniz?
AbbVie, 125 yıllık köklü bir geçmişe sahip Abbott mirasından doğan,
önde gelen bir biyoteknoloji şirketinin odak ve tutkusunu uzun ve yerleşik bir geçmişe dayanan lider bir ilaç
şirketinin uzmanlığı ve tecrübesi ile
birleştiren, ciddi ve karmaşık hastalıklara yönelik gelişmiş çözümler ve
tedaviler geliştirmeye odaklanmış
global bir biyofarma şirketidir.
AbbVie’nin öncelikleri
ve felsefesi nelerdir?
AbbVie olarak en büyük önceliğimiz
hastalarımız ve onların daha sağlıklı
bir yaşam sürmelerine yardımcı olmaktır.
AbbVie’nin misyonu ve iş temelleri
yeni keşifler yapmak ve onları etkili
ilaçlar halinde geliştirmek üzerine
kuruldu. Bu amaçlar doğrultusunda
odak noktamız; ciddi hastalıkları derinlemesine öğrenmek, dünya genelinde hastaların, sağlık otoritelerinin
ve düzenleyicilerin güncel gereksinimlerini dikkatle değerlendirmek,
hasta odaklı bir araştırma ve geliştirme yaklaşımıyla küresel çapta insanlığa fayda sağlayacak sağlık çözümleri üretmektir.
Sizce AbbVie’yi diğer şirketlerden farklı
kılan nedir?
AbbVie hastalara odaklanan araştırma teknikleri, iş yapış şekli ve her bir
çalışanının şirket misyonuna yapacağı katkı ile farklılaşacaktır.
Bütün bunlara ek olarak, geleneksel
ilaç şirketlerine oranla daha yalın
karar verme ve verimlilik sözü veren
bir şirketiz. Çalışanlarımıza gelişebilecekleri, insanların hayatlarını değiştiren çözümler keşfedip üretebilecekleri ve değer gördükleri bir ortam
sunuyoruz. Başarımızın çalışanlarımızın başarısına bağlı olduğunu biliyoruz.
AbbVie’nin dünya genelinde ve ülkemizde
kaç çalışanı bulunuyor?
İşlerine tutkuyla bağlı, dünyanın en
acil sağlık ihtiyaçlarına yönelik çözümler geliştirmek ve keşfetmek
için gereken özgürlüğe, uzmanlığa
ve beceriye sahip dünya genelinde
21,000, Türkiye’de ise 180 çalışanımız
bulunuyor.
föyü ve araştırma aşamasında önemli
yeni ürünleri ile dünya genelindeki
Ar-Ge ve üretim merkezleri ile 170
ülkede hastalara hizmet götürmektedir.
Yeni bir şirket olarak bugün ve gelecekte
odaklandığınız tedavi alanları nelerdir?
AbbVie olarak geniş bir ürün portföyümüz bulunuyor. Bugün ülkemizde
kas ve iskelet sistemi hastalıkları, sedef hastalığı, Crohn hastalığı, ülseratif kolit, prostat kanseri, anestezi,
kronik böbrek hastalığı, RS virüsünün
önlenmesi ve anti-viral tedaviler(HIV)
alanında tedaviler sunuyoruz.
AbbVie’nin önemli alanlara yönelik
gelişmiş tedavileri kapsayan yeni
ürünleri, araştırma aşamasında ilaçları ve yatırımlarında daha iyi öncelik
belirlenmesine yardımcı olan patentli teknoloji ve metotları bulunmaktadır. Böylelikle en umut verici
molekülleri laboratuvardan klinik çalışmalara daha hızlı bir şekilde taşıma
imkanı bulabilmekteyiz. Geçtiğimiz
birkaç yıl içinde yeni molekül sayımızı üç misline çıkardık. Hâlihazırda
Faz II ve Faz III’te 20’den fazla bileşiği
değerlendiriyor ve yeni keşifler için
yüzlerce patent almış bulunuyoruz.
Hepatit C, Romatoid Artrit, Plak tipi
Psoriasis, Multipl Skleroz, Alzheimer
hastalığı, Parkinson hastalığı, Spondiloartropatiler, Multipl Miyelom,
Onkoloji ve Endometriyozis’in de
dahil olduğu hasta popülasyonlarını
etkileyen geniş bir dizi ciddi hastalığa yönelik araştırmalar halen devam
etmektedir.
Yeni bir şirket olarak AbbVie’nin inovasyona yaklaşımı nasıl?
Global Ar-Ge ve üretim merkezleri
genelinde inovasyon için işbirlikçi bir
yaklaşımı taahhüt ediyoruz. Şirkette
çalışan bilim adamları en çok umut
vadeden bileşikleri laboratuvardan klinik çalışmalara aktarmak için
patentli teknoloji ve metotlar kullanmaktadırlar. AbbVie olarak, yeni
keşiflerden oluşan araştırma çalışmalarını şirket içinden ve dışından oluşturmayı amaçlayan, işbirliğine dayalı
bir araştırma modeliyle çalışıyoruz.
AbbVie tıp ve hasta dernekleri, sivil toplum kuruluşları gibi paydaşlar ile işbirliği
yapmaya, birlikte çalışmaya nasıl bakıyor?
AbbVie’de bizler tek başına çalışmak
yerine birlikte çalışıldığında ilerlemenin çoğu zaman daha hızlı sağlanabileceğini biliyoruz. Bu nedenle
odaklandığımız alanlara en anlamlı
katkıları yapabilmek için araştırmacılar, tıp ve hasta dernekleri, sivil
toplum kuruluşları ve başka pek çok
paydaş ile birlikte çalışmak onlarla
işbirliği içinde olmak bizim için çok
önemli bir yer tutuyor. Bizimle aynı
değerleri ve öncelikleri paylaşan organizasyonlarla işbirliği yapıyor ve
dünya genelinde insanların yaşamlarını iyileştirme misyonumuzu paylaşıyoruz. Bu bağlamda örneğin Avrupa çapında yürütülen ve AbbVie’nin
sponsorlarından biri olduğu “Sağlıklı
İşgücü Programı (Fit for Work) ” kapsamında kas-iskelet hastalıkları konusunda, klinik uygulamaların yanı
sıra kas-iskelet hastalığı olan kişilerin
çalışma hayatlarının kalitesini artıracak, sağlık ve çalışma politikasını
destekleyecek çok paydaşlı bir projeyi global olarak desteklemekteyiz.
“Yaşam için Böbrek Sağlığı” projemiz
ile Sağlık Bakanlığı tarafından yürütülmekte olan ve diyabet, tütüne
bağlı hastalıklar, kalp damar hastalıkları gibi hastalıkları içeren “Kronik
Hastalıklar Yönetim Eylem Planı” projesi ile işbirliği fırsatları geliştiriyoruz.
Prematüre bebeklerin kaliteli bir yaşam sürmeleri için hasta dernekleri,
hekim dernekleri, sağlık kurumları ve
otoriteler ile işbirliği yapıyoruz. Sedef
hastalığı ile ilgili olarak bilinçlendirme kampanyalarının yanı sıra Sedef
Hastaları Dayanışma Derneği ve fikir
liderleriyle işbirliği yaparakwww.sedefleyasam.com ve hasta videoları
gibi çeşitli iletişim platformlarına
destek veriyoruz.
AbbVie bugün ve uzun dönemde gereken kaynakları sağlayan sağlam bir
finansal temeli, güçlü bir ürün port-
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
57
haber
SAĞLIK TURİZMİNDE BÜYÜK HEDEF
Tıp alanındaki atılımlarıyla ilgi odağı olan Türkiye, ABD ve Avrupa’nın tahtını sarstı.
2012’de 107 ülkeden 262 bin hasta Türkiye’de tedavi görüp 5 milyar dolar bıraktı. 2023
hedefi 2 milyon hasta ve 20 milyar dolar olarak belirlendi.
ABD, Ortadoğulu Hastayı
Türkiye’ye Kaptırdı
Türkiye sağlık alanında dünyanın
parlayan yıldızlarından biri haline
geldi. Geçen yıl 107 farklı ülkeden
hastanın geldiği Türkiye, Avrupa ve
ABD’yi tercih eden Ortadoğulu hastaların da gözdesi oldu.
Daha önce Avrupa ülkeleri ve ABD’de
tedavi olan Ortadoğulu hastalar, artık
Türkiye’yi tercih ediyor. Arap ülkelerinden gelen hastalar en çok kanser
tedavisi için Türkiye’yi seçiyor.
2010 yılında 110 bin yabancı hastanın tedavi olduğu Türkiye’ye geçen
yıl 107 farklı ülkeden 262 bin hasta
geldi. Türkiye’nin kasasına sağlık turizminden geçen yıl 5 milyar dolar
girdi. 2023 yılında 2 milyon yabancı
hasta ile bu rakamın 20 milyar dolara
yükselmesi hedefleniyor.
En Çok Talep Göze
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Sözcüsü ve AK Parti Kayseri Milletvekili İsmail Tamer,
Türkiye’nin sağlık turizminde lider
ülke olmak için yola çıktığına dikkat
çekti. Türkiye’deki gerek kamu gerekse özel hastanelerin en ileri tıbbi cihazlarla donatıldığını, başarılı tedavi
sunan sağlık ekiplerinin tüm dünyanın dikkatini Türkiye’ye çevirmesine
neden olduğunu söyledi.
Termal Merkezlere İlgi Büyük
İsmail Tamer, yabancı hastaların en
çok göz, onkoloji, ortopedi, kardiyoloji, beyin cerrahi, plastik cerrahi
ve diş polikliniklerine geldiğini ifade
etti. 107 farklı ülkeden hastanın tedavi olmak için Türkiye’ye geldiğini, yabancı hastaların sayısının her geçen
yıl arttığını vurguladı.
58
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
2013
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler
Komisyonu Sözcüsü ve AK Parti Kayseri Milletvekili İsmail Tamer konu ile
ilgili şunları söyledi:
“Yabancı hastaların ilgisi sağlık bakanlığını harekete geçirdi. Uluslararası hastalarla ilgili İngilizce, Almanca, Rusça, Arapça, Fransızca ve
Farsça tercümanlık hizmeti verilen
çağrı merkezleri kuruldu. Bu merkezlere ayda ortalama 700 çağrı geldi.
2013’te çağrı miktarının 2 bine yükselmesi beklenirken, 112 Acil hattını
ve 184 Sabim hattını arayan yabancı
hastalara da 3’lü konferans sistemi ile
tercümanlık hizmeti verilmeye başlandı.”
İsmail Tamer, sağlık turizminde en
fazla hasta çeken illerin ise sırasıyla
İstanbul, Kocaeli, Ankara, Antalya
ve Muğla olduğunu belirtti. Tamer,
Arap hastaların kanser tedavisi için
dünyadaki en ileri tekniklerin uygulandığı Türkiye’deki hastanelere
geldiğini söyledi. Avrupalı turistlerin
genellikle termal sağlık merkezlerini
kullandıklarını aktaran Tamer, Avrupa ülkelerinden diş tedavisi için gelen çok sayıda turist bulunduğunu
vurguladı. Türkiye’yi en fazla tercih
eden ülkeler arasında Almanya, Azerbaycan, Bulgaristan, Irak, Romanya,
Rusya, Gürcistan, Hollanda, Suriye,
İngiltere, ABD ve Fransa gibi ülkeler
başı çekiyor.
1 Milyar Kişiye Sağlık Turizmi
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu,
Türkiye’de sağlık hizmetlerinin standardını yükseltmenin yanı sıra bölgedeki bir milyara yakın kişiye de sağlık
turizmi alanında güçlü hizmet vermeyi planladıklarını söyledi. Sağlık
Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, ABD
temasları kapsamında Houston’da
Türk toplumu ve ABD’li sağlık yatırımcıları ile bir araya geldi. Raindrop
Türk Kültür Merkezi’nde düzenlenen
toplantıya ABD Kongre üyesi Al Green de katıldı. Türkiye’de sağlık alanında 10 yılda yaşanan gelişmeleri
anlatan Müezzinoğlu, halkın sağlık
hizmetlerinden memnuniyet oranını
yüzde 39’lardan yüzde 75’lere taşıdıklarını kaydetti. Gelecek dönemde
ilave bir bakış açısını devreye sokacaklarını dile getiren Müezzinoğlu,
“Bir taraftan vatandaşımıza sunduğumuz sağlık hizmetinin standardını
yükseltirken, diğer taraftan bu dinamikleri bölge coğrafyasına da güçlü
sunabilme sürecine geçiyoruz. Bölge
coğrafyamızda bir milyara yaklaşan
nüfusa da sağlık turizmi alanında
güçlü hizmet vermeyi planlıyoruz”
dedi.
140 karakterdesağlık
HER ŞEYİN BAŞI SAĞLIK
SAĞLIĞIN BAŞI AŞI
Sağlık Bakanlığının Aralık 2012’de başlattığı “Twitter’da Anında Soru-Cevap Uygulaması” devam ediyor. Sağlık
Bakanlığı üniversite hastaneleriyle işbirliği yaparak, alanında uzman hocalarla, konuyu bütün yönleriyle sosyal medyaya taşıyor, vatandaşın bilmek istediği her şeye cevap veriliyor. Doğru bilgiyi
güvenli bir şekilde halka ulaştırmak amacı taşıyan bu uygulama sosyal medya kullanıcıları tarafından çok ilgi görüyor. Grip konusuyla başlayan ve daha sonra kanser, obezite ve tuzla mücadele konularında devam eden uygulamanın yeni gündemi “22-27 Nisan 1. Dünya Aşı Haftası” nedeniyle “AŞI” oldu.
Programa, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu (THSK) Bulaşıcı Hastalık Dairesinden Dr. Pervin Özelçi,
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Enfeksiyon Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mehmet
Ceyhan ve Gazi Üniversitesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Öğretim
Üyesi Prof. Dr. Firdevs Aktaş uzman olarak katıldı.
İşte aşı ile ilgili sorular ve cevapları:
60
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
Soru: Tetanos gibi aşıların kısırlaştırıcı etkisi olduğu yönündeki haberler hakkında Bakanlığın bir incelemesi
oldu mu?
Cevap: Hiç bir aşının kısırlaştırıcı etkisi yoktur, bu tamamen söylentiden ibarettir.
Soru: Anaokullarına KKKK aşısı uygulandı. İlkokul 1’de
tekrarlanacak mı?
Cevap: Hayır tekrarlanmayacaktır.
Soru: Bir yakınım aşı sonrası epilepsi hastası oldu. Yan etkiler arasında var mı bu? Neden aydınlatılmıyoruz?
Cevap: Hiç bir aşıda epilepsi yan etkisi bulunmamaktadır.
Nöbet riski vardır ancak geçicidir.
Soru: Meningokok aşısı neden özel? Eğer önemli bir aşı
ise niye aşı takviminde yok ve kaç yasındaki çocuklara yapılır?
Cevap: Meningokok aşısının aşı takvimine eklenmesiyle
ilgili değerlendirmeler devam ediyor.9 ay 2 yaş arasına
tek doz, 2-11 yaş arası ise en az 3 ay ara ile 2 doz yapılır.
Soru: Epilepsiden sonra 5 tane doktora başvuruldu hiçbiri bir daha aşı yapmaya cesaret edemedi. Neden?
Cevap: Epilepsi boğmaca içeren aşıların yapılması için
engeldir. Ancak boğmaca aşısı epilepsiye neden olmaz
Soru: Hamile bir bayan küçük çocuğuna suçiçeği aşısı
yaptırabilir mi?
Cevap: Hamile bir bayan, çocuğu 12 aylık olmuşsa yaptırabilir.
Soru: Rota Virüs Aşı takvimine ne zaman girecek?
Cevap: Aşıların aşı takvimine girmesi zaman alan bir işlemdir. Çalışmalar devam ediyor.
Soru: Avrupa’da aşı zorunlu değil. Ülkemizde kanuni zorunluluğu var mı?
Cevap: Zorunlu aşı uygulaması yoktur.
Soru: Rota aşısı koruma oranı nedir? Neden takvimde
yok? Bebeğime yaptırmakla hata mı ettim?
Cevap: Koruma oranı % 85 ve aşı takvimine eklenmesi
için çalışmalar devam ediyor. Bebeğinize yaptırmakla
hata etmediniz.
Soru: Yeni doğmuş yeğenim var, doktoru annesine boğmaca aşısı önermiş, yaptırmalı mıyız?
Cevap: Anneden çocuğa bulaşan boğmaca nedeniyle çocuk risk altına girebilir. O nedenle aşı yaptırması yararlıdır.
Soru: Batman’da Suriye’den gelenlerde kızamık vakası
olduğundan çocuğumuza 9. ayda kızamık aşısı yaptık.
2.doz kızamık aşısı ne zaman yapılmalı?
Cevap: Bu işlem Batman’a özel değildir. Ülke genelinde
9-11 aylık çocuklara kızamık içeren aşı uygulanmaktadır.
12. ayda tekrar yapılacaktır.
Soru: Aşıların özünde toksik olmayacağı kabul edildiğinden hayvan deneylerinde toksisitenin çalışılmadığı bilgisi
doğru mu?
Cevap: Tüm ilaçlar için ve bütün aşılar için hayvan deneyleri yapılır.
Soru: Ülkemizde üretilen aşı var mı? Aşı üretim çalışmaları ne aşamada?
Cevap: Ülkemizde aşı üretim çalışmaları başlamıştır. Şu
anda antijenlerin birleştirilmesi safhasındadır.
Soru: Japonya, beyin bariyer gelişimi için 2 yaşından sonra aşılama yapıyor. Bizde niçin bu kadar erken?
Cevap: Bu tamamen yanlış bir bilgidir. Japonya’da da bizdekine benzer bir aşı şeması uygulanmaktadır.
Soru: Avrupa’da uygulanan aşılar daha az. Türkiye’de çok
fazla aşı uyguluyoruz bu çelişki değil midir?
Cevap: Bu yanlış bir bilgidir. Gelişmiş ülkelerdeki aşılamalara yakın bir aşı şeması uyguluyoruz.
Soru: Bir çocuğun tüm aşılarının maliyeti yaklaşık ne kadardır?
Cevap: Yaklaşık 307 TL’dir.
Soru: Aşı Danışma Kurulu üyeleri kimler ve ilaç firmaları
ile çıkar çatışması oluşturan bağlantıları var mı?
Cevap: Bağışıklama danışma kurulu üyeleri alanlarında
uzman öğretim üyelerinden oluşmaktadır.
Soru: KKKK aşısı ile otizm arasındaki bağlantı konusunda
ne düşünüyorsunuz?
Cevap: Yapılan çalışmalarda aşı ve otizm arasında hiç bir
ilişki olmadığı gösterilmiştir. SSPE kızamık hastalığının sonucudur.
Soru: Hamilelere uygulanan DtaP içinde thimerosal var
mı?
Cevap: Hayır yoktur.
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
61
Soru: HepatitA ve suçiçeğinde özel sağlık kuruluşları aileleri 24 aydan sonra yapılması için yönlendirmekte. Bunun
nedeni nedir?
Cevap: Bakanlığın bu konudaki uygulaması bellidir ve
bunun dışında yapılacak uygulamaların doğruluğu konusunda herhangi bir bilgi vermek zor.
Soru: Umreye gideceğim küçük çocuğum var, menenjit
aşısı yaptırmam gerekir mi?
Cevap: Suudi Arabistan zorunlu olarak bu aşının yapılmasını istemektedir. Erişkin ve çocuklara aşı yapılmalıdır.
Soru: Zorunlu aşı uygulaması yok diyorsunuz, peki aşıyı
reddeden bazı ailelere niçin dava açılıyor?
Cevap: Aşı yaptırılmaması durumunda sağlık tedbiri alınması kararı ilgili mahkemeler tarafından verilebilmektedir. Aşılanmak çocuk için bir haktır aynı zamanda bulaşıcı
hastalıkların yayılmasını önleyerek toplumun korunmasını amaçlar.
Soru: 9 aylık kızım var doktorumun önerdiği menenjit
aşısını yaptırmalı mıyım?
Cevap: Aşının ücretini karşılayabiliyorsanız yaptırmanız
uygun olur.
Soru: 18 aylık bebeğin hangi aşıları olması gerekir? Suçiçeği aşısı ücretli yaptırdım, artık ücretsiz sanırım. Paramı
geri alma şansım var mı?
Cevap: 18 aylık çocuk Hepatit A,DBT-Hib-İpr, Opa Aşılarını yaptıracaktır. Geçmişe dönük ücret almak söz konusu
değildir.
Soru: İzlanda, İsveç, Japonya, İsrail yalnızca 11 aşı uyguluyor. Bizde neden daha fazla?
Cevap: Her ülke kendi bulaşıcı hastalık sıklığına göre aşı
planlaması yapar. Bizim aşı takvimimizde buna göre hazırlanmıştır.
Soru: Hamilelere rutin olarak yapılan Tdap aşıları c kategorisinde değil mi?
Cevap: Tdap aşıları hamilelere özellikle önerilen bir aşıdır.
Gebe için sakıncası yoktur. Yeni doğanı da hastalıktan korur.
Soru: ASM’lerde Mart 2011’den önce doğan çocuklara da
Hepatit A aşısı yaptırabilir miyiz?
Cevap: Sağlık Bakanlığı aşı uygulamasında Hepatit A aşısı
18-24 aylarda yapılmakta. 18. ayda ilk doz, 24. ayda 2.doz
uygulanmaktadır.
Soru: Yirmi yaşlardan sonra yapılması gereken önemli
aşılar nelerdir?
Cevap: Tetanoz ve Erişkin Difteri aşısıdır. Özel durumlarda
bu farklı planlanabilir.
62
Soru: Enjeksiyonla doğrudan vücuda verilen alüminyumun sağlığa etkileri nelerdir?
Cevap: Alüminyum aşılarda etki arttırıcı olarak bulunabilir ancak bunun miktarı toksik sınırların çok altındadır.
Risk taşımaz.
Soru: Viral aşıların koruma süresi ne kadardır? Hakikaten
ömür boyu aşılanmayı gerektirecek kadar mıdır?
Cevap: Viral canlı aşıların koruması iyidir ama canlı olmayan aşılar ve virüsün özelliğine göre grip gibi değişkenlik
gösteren virüs aşılarının koruma süresi kısadır. Her yıl yapılmalıdır.
Soru: HPV’nin aşı takvimine eklenmesi için bir çalışma var
mı?
Cevap: Bağışıklama danışma kurulumuz tarafında değerlendirilmiştir. Henüz ülkemiz için öncelikli bulunmamıştır.
Soru: Grip aşısı neden sağlıklı kişiler için devlet tarafından ödenmiyor?
Cevap: 65 yaş üzeri ve risk gruplarına ücretsiz uygulanmaktadır.
Soru: Suçiçeği geçiren bir bebeğe BCG aşısı yapılır mı?
Cevap: Hayır. Suçiçeği geçiren bir çocuğa canlı aşıların 1
aydan önce yapılmaması gerekir.
Soru: Okullarda yapılan aşılar bakanlık tarafından takip
ediliyor mu? Çocuğumun aşı kâğıdına işlenmedi.
Cevap: Takip ediliyor. Çocuğunuzun aşı kartını TSM’den
talep ediniz.
Soru: Eczaneden temin edilemeyen bir aşı sadece
ASM’lerin tekelinde mi? İçeriğinden nasıl emin olacağız?
Cevap: Aşılarımız WHO referans laboratuvarlarında test
edilmiştir. Ülkemizdeki laboratuvarlarda da test edildikten sonra uygulanmaktadır. Güvenilirliği konusunda herhangi bir sorun yoktur.
Soru: KKK temaslısı, aşı olan bir kadın ne kadar süre ile
gebelik planlayamaz?
Cevap: Korunma için aşı olması ve 1 ay süre ile gebe kalmaması önerilir.
Soru: 3,5 yaşında kızım var. Çocuk doktorumuz Menactra
aşısını önerdi. Bu aşısı kesinlikle yapılmalı mı?
Cevap: Kesinlikle yapılmalı şeklinde bir karar yoktur. Ancak Meningokok hastalığından korunmak açısından yararı olabilir.
Soru: Suçiçeği geçirmiş bir bebeğe tekrar aşı yapmak gerekli mi?
Cevap: Hayır gerekmemektedir. Ömür boyu korunacaktır. Suçiçeği geçirdiğinin kanıtlanması şartıyla, aşılanmasına gerek yoktur.
Soru: Menactra yaptırırsak ne gibi yan etkileri olabilir?
Çok gerekli olsa sağlık bakanlığı bunu zorunlu aşı kapsamına almaz mıydı?
Cevap: Diğer aşılarda olduğu gibi aşı yapılan yerde şişlik kızarıklık ve ateş şeklindedir. Aşı henüz sadece ABD’de
ulusal aşı şemasındadır. Türkiye’de diğer ülkeler gibi değerlendirmeye devam etmektedir.
Soru: Kuduz aşısı zorunlu bir aşı, hamilelerin aşılanmasında nasıl bir yol izlemek gerekiyor?
Cevap: Kuduz aşısı gebeye zararlı bir aşı değildir. Kuduz
hastalığı mutlak ölümle sonuçlanacağı için mutlaka yapılmalıdır.
Soru: Küçüklükte ve askere başlarken yapılan menenjit
aşısının kaç yıl koruyuculuğu var?
Cevap: Askere başlarken yapılan aşının kesin koruyuculuğu 3 yıldır. Çocuklara yapılan yeni Meningokok aşısının
ise minimum 6 yıldır.
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
63
haber
11. REKABET HUKUKU VE İKTİSADINDA
GÜNCEL GELİŞMELER SEMPOZYUMUNDA
İLAÇ SEKTÖRÜ RAPORU AÇIKLANDI
Rekabet Kurumu tarafından geleneksel olarak düzenlenen Rekabet
Hukuku ve İktisadında Güncel Gelişmeler Sempozyumunun 11.si bu yıl
Antalya’da Akdeniz Üniversitesi ile
birlikte yapıldı. 19 Nisan 2013 Cuma
günü Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi Konferans Salonu’nda yapılan
sempozyumda Rekabet Kurumu tarafından hazırlanan İlaç Sektörü Raporu ve rekabet hukuku ve iktisadında Türkiye’de ve dünyadaki güncel
gelişmeler ele alındı.
Akdeniz Üniversitesi Rektör yardımcısı Prof.Dr. Abdullah Aziz ERGİN ve
Rekabet Kurumu Başkanı Prof.Dr.
Nurettin KALDIRIMCI’nın açılış konuşmalarıyla başlayan sempozyumda sabah programında İlaç Sektörü
Raporu sunumu yapılarak Rapor üzerine tartışmaların yapıldığı bir panel
düzenlendi.
İLAÇ SEKTÖR İNCELEMESİ ÖZETİ
Sektör araştırmasında temel olarak,
piyasanın sağlayıcı seviyesinin yapısı
ve işleyişi analiz edilmiştir. İncelemenin başlangıç aşamasında, AB Komisyonunun sektör araştırması yakından
takip edilmiştir. Sonraki aşamada ise
Türkiye ilaç piyasasına yönelik bilgi
edinmek amacıyla; İlaç ve Eczacılık
Genel Müdürlüğü (yeni adıyla Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu), Sosyal
64
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
Güvenlik Kurumu (SGK), Araştırmacı
İlaç Firmaları Derneği, İlaç ve Kimya
Endüstrisi İşverenler Sendikası, Türkiye İlaç Sanayi Derneği, Ecza Depocuları Derneği ve İhaleci Ecza Depocuları Derneği ile görüşmeler yapılmış
ve adı geçen kurum, kuruluş ve birliklerden ayrıntılı bilgiler edinilmiştir.
Ayrıca Türk Tabipleri Birliği ve Türk
Eczacıları Birliğinin de görüşüne başvurulmuştur. Bunların yanı sıra, ilaç
sektörüne yönelik kapsamlı istatistiklerin tutulduğu IMS’ten bilgi istenmiş ve IMS firma, etkin madde ve ilaç
seviyesinde kapsamlı bir veri setini
Kurumumuza göndermiştir. Nihayet,
bilgi toplama süreci, IMS’in TL bazındaki satış verilerine göre ilk 50 sırada
bulunan ilaç firmalarına yönelik olarak yapılan anket ile sona ermiştir.
Ankette, katılımcılardan, kendileriyle
aynı grupta bulunan diğer ilaç firmalarının bilgilerini de içerecek şekilde,
faaliyetleri ve ürünleri; ciroları, ar-ge
giderleri ve tanıtım giderleri; sahip/
taraf oldukları patent ve patent davaları gibi birçok başlık altında bilgi istenmiştir. Anketin yanıtlanması 2012
yılının ilk yarısında tamamlanmıştır.
Sektör araştırması raporunda, sağlayıcılar seviyesinde fiyat rekabetinin
geliştirilmesi perspektifiyle, mevcut
sorunlara ilişkin tespitler ve bunlarla
ilgili üretilen öneriler, dört mevzuat
başlığı altında düzenlenmiştir. Bu çerçevede öncelikle, sektöre özel temel
düzenlemeler olan ve aynı zamanda ilaçların pazara sunulmasından
önceki uzun idari süreci ifade eden
ruhsatlandırma, fiyatlandırma ve geri
ödeme aşamaları ele alınmıştır. Sektöre özel bir düzenleme olmamakla
birlikte rekabet üzerinde ciddi sonuçlar doğuran patent uygulamaları
izleyen bölümde tartışılmıştır. Bunun
ardından, piyasanın nasıl işlediğini
gösteren ar-ge ve tanıtım faaliyetleri,
pazara giriş ve jenerik rekabeti gibi
konular değerlendirilmiştir.
İlaç sektöründe, fiyat rekabetine dair
aksaklıklar söz konusudur. Öncelikle
diğer sektörlerde talep cephesinde
fiyata en duyarlı olması beklenen
nihai tüketici, ilaç piyasasında fiyata
duyarlı değildir veya fiyat duyarlılığı
düşük seviyelerdedir. Bunun nedeni,
tüketicinin ilaç harcamasının sınırlı
bir kısmına katılmasıdır. Bu durumda,
firmalar da talebi etkilemek amacıyla
fiyat rekabeti yerine, doktorlara tanıtımlara ve eczacılara promosyon/
kampanya uygulamaya yönelmektedir. Doktorlar, nihai karar verici
konumunda olmakla birlikte, fiyatlar
konusunda bilgili ve dolayısıyla fiyata
duyarlı değildir. Eczaneler ise, doğal
olarak karlılığına göre davranmakta
ve eşdeğer ilaç uygulaması dahilinde
takdir hakkını kullandığında, kendisine en uygun alım koşullarının uygulandığı ürünü tercih etmektedir.
Tanıtım faaliyetlerinin esas amacı,
sağlık meslek mensuplarının ürünlerin özellikleriyle ilgili bilgilendirilmesidir. Ancak bu faaliyetlerin doktorlar
nezdinde marka bağımlılığı yaratarak
pazara giriş engeli oluşturabildiği de
bilinmektedir. Ayrıca en büyük silahı
düşük fiyat uygulamak olan jenerik
ilaç firmaları da orijinalci firmalar gibi
davranarak yüksek tanıtım harcamaları yapabilmektedir. Dolayısıyla hem
orijinal hem de jenerik ilaç firmaları
bakımından, fiyat rekabetinin etkileri
sınırlandırılmakta ve bu alana yönlendirilebilecek kaynaklar etkinsiz kullanılmaktadır.
Fiyat rekabeti bakımından bir diğer
aksaklık, perakende satış seviyesinde
rekabetçi bir yapı oluşturulamaması
durumunda, sağlayıcı seviyesindeki
rekabetten kaynaklanan kazanımların
önemli bir kısmının avantajlı alım koşulları (mal fazlası ve indirim gibi) olarak dağıtım seviyesinde kalmasıdır. Bu
kazanımlar, hastalara ilaca daha uygun
koşullarda erişim ve devlete ilaç harcamalarında azalma şeklinde yansımamaktadır. Dolayısıyla, satış koşulları
üzerinden yürüyen ve hedefin nihai
tüketiciler veya devletin değil eczanelerin olduğu bir yapının, ideal rekabet
koşullarını içermediği açıktır.
Sektör araştırması raporunda, temel
düzenlemelerin ve sektöre özel olmamakla birlikte piyasadaki rekabet
üzerinde ciddi sonuç doğuran patent
uygulamalarının değerlenmesinden
sonra, piyasanın işleyişine dair göstergeler incelenmiştir. Söz konusu
inceleme, literatürde önem verilen
konu başlıklarının altında yapılmıştır.
Bu çerçevede özetle; ar-ge ve tanıtım
giderlerinin faaliyet giderlerine ve
toplam cirolara oranı, ayrıca tanıtım
harcamalarının doktor ve eczacılara
yönelik tanıtımlara dağılımı, biyoteknoloji ürünlerinin ciro toplamlarından
aldığı pay, rakipler arası anlaşmalarının içeriği ve özellikleri, firmaların
ecza depolarıyla ilişkileri ve bunun
sağlayıcı seviyesine olası etkileri, katılımcı global firmaların Türkiye’nin
de dahil olduğu seçilmiş sekiz ülkede
bulunan ruhsatlı ürünleri ve orijinal
ürünlerinin bu ülke pazarlarına giriş
zamanlaması, jenerik penetrasyonu
ve bu ilaçların pazara giriş zamanlaması ele alınmıştır.
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
65
Sektör araştırmasının temel amacı
ilaç sektörünün sağlayıcı seviyesinde
fiyat rekabetinin geliştirilmesidir. Söz
konusu amaç doğrultusunda talep
ve arz yönlü önlemlere ve düzenlemelere ihtiyaç duyulmaktadır. Talep
cephesindeki hedefler; tüketicilerin
fiyat duyarlılığının artırılması, perakende satış seviyesinde en ucuz ilacın
verilmesi yönünde motivasyon yaratılması, muadilli ilaçlar bakımından
reçeteye bağımlılığın azaltılmasıdır.
Arz cephesindeki hedefler ise; jenerik
girişinin teşvik edilmesi ve hızlandırılması, tedavi masraflarının azalmasını sağlayabilecek orijinal ürünlerin
pazara girişinin kolaylaştırılması ve
teşvik edilmesi, kamu fiyatını ilgilendiren uygulamaların şeffaf, objektif
ve istikrarlı olmasının sağlanması,
kaynakların fiyat rekabetine yönlendirilmesinin teşvik edilmesidir.
Sonuç olarak; hastaların ilaca daha
uygun koşullarda erişimine ve devletin ilaç harcamalarının sürdürülebilirliğine, ayrıca kaynakların, yeni
ve gelişmiş ürünlerin, tedavilerin ve
hizmetlerin finansmanında kullanılabilmesine yönelik olarak ilaç piyasasının sağlayıcılar seviyesinde fiyat
rekabetinin geliştirilmesi amacı doğrultusunda, aşağıda sayılan politika
önerilerinde bulunulmaktadır:
Türkiye İlaç
ve Tıbbi Cihaz Kurumu açısından;
• Eczacı kar oranlarının, tüm fiyat
aralıklarında kademeli hale getirilmesi
• İlk
jenerik ilaca belirli bir süre
münhasırlık tanınması veya fiyat
primi getirilmesi
• İlaçlarla ilgili ve Türkiye’de geçer-
66
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
li olan tüm patent bilgilerinin bir
araya getirilmesi için gerekli koordinasyonun temin edilmesi
• Markasız ilaçların pazara erişiminin sağlanması
Sosyal Güvenlik Kurumu açısından;
ilaç adı yerine etkin maddenin yazılması
• İlk
jenerik ilaca belirli bir süre
münhasırlık tanınmasının veya fiyat primi getirilmesinin alternatifi
olarak, ilk jeneriğin kamu kurum
ıskontosunun daha düşük bir seviyede belirlenmesi
• Reçete sahiplerine, katılım payı ve • Piyasaya yeni bir orijinal ürün sueşdeğer ilaç uygulamasıyla ilgili
olarak her reçete temini sırasında
ve ayrıca genel bilgilendirmeler
yapılması
nacak olan firmanın SGK ile risk
paylaşımı anlaşması yapabilmesine olanak tanınması
Komisyonunun daha sık
• SGK’dan aylık alan kişilerden ka- • Ödeme
toplanması
tılım payının kaynaktan kesilmesi
uygulamasına son verilmesi, katı- • Mevzuat hükümlerine uygun ollım payının doğrudan ilgililerden
ve eczanelerde tahsil edilmesi
• Reçete katılım payının nispi hale
getirilerek ilaç katılım payına eklenmesi
• Eşdeğer
ilaç grubunda en ucuz
ilacın tercih edilmesi durumunda,
katılım payının alınmaması veya
indirimli olarak alınması
• Reçetede yazılı ilacın yerine ucuz
eşdeğerin verilmesi halinde, verilen ilaç eşdeğer grubunda en
düşük bedelli ilaç değilse, temin
edilen ilaç ile en ucuz ilacın fiyat
farkının bir kısmının eczaneden
tahsil edilmesi veya bunun alternatifi olarak muadilli ilaç satışları
içinde en düşük fiyatlı ilaçların
payının belirli bir eşiğin altında
kalması halinde eczane indiriminin bir üst oran üzerinden hesaplanması
• Eczacılara
yönelik önlemleri de
içerecek şekilde en düşük fiyatlı
ilacın teşviki yöntemleriyle desteklenmesi koşuluyla, reçetede
duğu sürece, kamu fiyatına dair
değişikliklerin her iki yönlü olarak
da sisteme yansıtılması
• Mevzuatta
öngörülen koşullar
oluştuğunda, ödeme tavanında
her iki yönlü değişikliklerin de hızlıca yapılması
• Eşdeğer
ilaç uygulamasına esas
teşkil eden ödeme tavanının sıklıkla güncellenmesi ve mevzuatta
öngörülen koşullar oluştuğunda
tavan üzerinde her iki yönlü değişikliklerin de hızlıca gerçekleştirilmesi
• Belirli bir sigortalı ve/veya muadilli ürün grubu bakımından, ihale
yönteminin ülkemize uygunluğunun test edilmesi
Rekabet Kurumu açısından;
• Orijinal
ve jenerik ilaç firmaları
arasındaki anlaşmaların, sektörün
çok pazarlı iletişimi mümkün kılan
özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmesi önerileri göz önünde
bulundurulabilir.
kampus
Sağlıkta Ülke Sınırlarını Aşan Üniversite
EGE ÜNİVERSİTESİ
1955 yılında Türkiye’nin dördüncü üniversitesi olarak kurulan Ege
Üniversitesi, 1982 yılına kadar Ege
Bölgesi’nin tek üniversitesi olarak
hizmet vermiştir. 58 yıllık köklü geçmişinde ülkemizi geleceğe taşıyacak
150.000’den fazla nitelikli mezun
veren Ege Üniversitesi, 2012 URAP
verilerine göre dünya sıralamasında ilk 500’e giren 6 Türk üniversitesi
arasında ve Bilim, Sanayi ve Teknoloji
Bakanlığı girişimcilik göstergelerine
göre 12. sırada yer almaktadır. Ayrıca
Teknoloji Transfer Ofisi projesini kazanan 10 üniversiteden biridir.
68
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
Bugün Ege Üniversitesine bağlı 14
Fakülte, 8 Enstitü, 5 Yüksekokul, 8
Meslek Yüksekokulu, 1 Devlet Türk
Musikisi Konservatuvarı, 5 Bölüm ve
28 Uygulama ve Araştırma Merkezi
bulunmaktadır. 2012 - 2013 öğretim
yılı itibarıyla 46.854 ön lisans ve lisans, 4398 yüksek lisans ve doktora
öğrencisi olmak üzere toplam 51.252
öğrencisi olan Ege Üniversitesinde
3.213 öğretim üye ve yardımcısı ve
4.000’den fazla idari personel bulunmaktadır.
Ödemiş, Bayındır, Bergama, Tire ve
Çeşme ilçelerinde yüksekokul ve
meslek yüksekokulları bulunan Ege
Üniversitesi, toplam 27.195 dekarlık
alana sahiptir. Bornova’da 3.450 dekarlık bir arazi üzerine kurulmuş olan
üniversite; son teknoloji ile donatılmış modern kütüphanesi, sosyal tesisleri, açık ve kapalı yüzme havuzları, kapalı spor salonları, spor tesisleri,
toplum merkezi, alışveriş merkezi,
Radyo ve Televizyonu, sergi alanları,
sineması ve öğrenci köyü ile 70.000 kişilik bir kampüs kenttir.
Kampüs içinde kongre, seminer, kültür ve sanat etkinlikleri için hizmet
veren “Prof. Dr. Yusuf Vardar MÖTBE
Kültür Merkezi”, İzmir kent merkezinde (Konak) Atatürk Kültür Merkezi, Menemen ve Mordoğan’da Deneme İstasyonu ve Üretme Çiftliği,
Kurudağ’da Rasathanesi, Urla’da ve
Tuzla’da Su Ürünleri Tesisleri, Özdere
ve Çeşme’de Eğitim ve Dinlenme Tesisleri bulunmaktadır.
Ege Üniversitesi sağlıktan, iyi tarım
uygulamalarına; çevre dostu enerjiden arkeolojik çalışmalara, İzmir’in,
Ege Bölgesi’nin ve Türkiye’nin örnek
yükseköğretim
kurumlarındandır.
Ege Üniversitesi güçlü bölgesel etkisi
olan, uluslararası araştırma kalitesini
ve toplumsal faydayı ön planda tutan, dinamik, girişimci, 3. nesil üniversitedir.
Sağlık Alanında Öncü ve Örnek
Ege Üniversitesinin sağlık alanında
bu denli başarılı olması bir tesadüf
değildir. Zira Üniversitenin ilk kurulan fakültelerinden biri Tıp Fakültesi
ve yüksekokullarından biri de Hemşirelik Yüksekokulu olmuştur. Yıllar içerisinde hızlı bir gelişim gösteren Ege
Üniversitesinde, günümüzde sağlık
alanında başta Tıp Fakültesi, Diş Hekimliği Fakültesi, Eczacılık Fakültesi
ve Hemşirelik Fakültesi olmak üzere
Ödemiş Sağlık Yüksekokulu, İzmir
Atatürk Sağlık Yüksekokulu, Atatürk
Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu olmak üzere üst düzey kaliteli ön
lisans ve lisans eğitimi, Sağlık Bilimle-
ri Enstitüsü aracılığı ile de lisansüstü
eğitim verilmektedir.
Ege Üniversitesi sağlık alanında
URAP Enstitüsü göstergelerine
göre akademik derecelendirmede Türkiye’nin ilk beş Üniversitesi
arasındadır. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesinde öğrencilere sunulan eğitim hizmeti akredite (UTEAK 2017)
edildiği gibi, Diş Hekimliği Fakültesi
de geçtiğimiz yaz aylarında Avrupa
Birliği standartlarında eğitim sunduğunu tescil etmiştir. Ege Üniversitesinin gelecek nesillerin yetişmesi, yani
eğitim alanındaki başarıları, övünç
kaynaklarından sadece biridir. Geniş altyapı olanakları, bilgi birikimi
sadece öğrencilerin değil, halkın da
hizmetine sunma çabaları her geçen
gün artmaktadır.
Ülkemizin dördüncü tıp fakültesi olarak kurulan ve bu yıl 58. yaşını kutlayan Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi;
İzmir, Ege Bölgesi, tüm Türkiye ve
dış ülkelerden hastalara şifa dağıtan
sağlık hizmeti, eğitim ve araştırma
hizmetlerini çağdaş bilimsel ilkeler
çerçevesinde toplumsal öncelikler
doğrultusunda
kurumsallaştırmış,
geleneğini oturtmuş bir kurumdur.
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi,
Dünya’da ve Türkiye farklı alanlarda
öncü ve referans bir fakülte olma
kimliği, 43 anabilim ve 35 bilim dalında 1000’ i aşan öğretim elemanı ve
bir o kadar sağlık çalışanı, 2000’i aşan
öğrencisi ile ülkemizin büyüklük, hizmet yelpazesi ve hizmet niteliği açısından en önde gelen sağlık kurumlarındandır.
Bu kapsamda bakıldığında Ege Üniversitesinin çok sayıda öncülüğü ve
ilki söz konusudur.
• “Robotik
Cerrahi Ünitesi”, Ege
Bölgesinde ilk olarak Ege Üniversitesi tarafından alınmıştır. Kadın-doğum, cerrahi ve ürolojik
ameliyatlar için kullanılmaktadır.
Şimdiye kadar 150’den fazla vaka
opere edilmiştir. Kadın doğum ve
üroloji hekimleri için Türkiye’nin
değişik sağlık kuruluşları ve üniversitelerden gelen öğretim üyesi
ve uzmanlara bir haftalık sertifikalı
kurs düzenlenmiştir. Yani Üniversitemizde sağlık konusundaki ana
ilkemiz; sağlık hizmetini üretirken
eğitim ve araştırmayı öncelikli olarak yapmaktır.
• Ege
Üniversitesi Tıp Fakültesi,
Türkiye’de ilk başarılı çift akciğer
naklini gerçekleştiren, Ege Bölgesinde Göğüs Cerrahisi uzmanı
yetiştiren ilk Tıp Fakültesi Göğüs
Cerrahisi Anabilim Dalına sahiptir.
• Kornea naklinde Türkiye’nin ön-
cülerinden Ege Bölgesi’nin donanımlı en büyük Göz Hastalıkları
Anabilim Dalına sahiptir.
• Türkiye’de
en fazla sayıda kalp
nakli ve yapay kalp operasyonlarının yapıldığı, Türkiye’de kalp
SAĞLIK
SAĞLIKve
veİNSAN
İNSAN//MAYIS
MAYIS 2013
69
yetmezliğinin cerrahi tedavisinde
kök hücre naklinin ilk uygulandığı
doğumsal anomalilere müdahale
edebilen Çocuk Kalp Damar Cerrahisi Bilim Dalı’nı da bünyesinde
barındıran Kalp Damar Cerrahisi
Anabilim Dalına sahiptir.
• Türkiye’nin en çok TÜBİTAK projesi
yapan, dünyanın en büyük moleküler laboratuvarlarında kendi kitlerini üreten, toxoplazma tanısının
kontrol serumunun yapımında rol
alan Tıbbi Parazitoloji Anabilim
Dalına sahiptir.
• Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Has- • Ege Bölgesi’ndeki ilk ve tek robotanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Çocuk Nörolojisi
Bilim Dalında, çocuk epilepsi hastalarına “Epilepsi pili” takılarak sara
nöbetlerinin daha uzun aralıklarla
ve daha rahat geçmesi sağlanıyor.
• Türkiye’de ilk hormon laboratu-
varının kurulduğu, ilk tüp bebek
uygulamasının gerçekleştiği, Jinekolojik Endoskopide Türkiye’nin
lideri, Ege Bölgesi’ndeki tek robotik cerrahi uygulama ve eğitiminin
verildiği Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalına ev sahipliği
yapmaktadır.
• Ege
Bölgesi’nin Tiroid kanseri
için ilk Radyoiyot tedavi ünitesini açan, takiplerini yapan, en
modern görüntüleme (PET/CT,
SPECT/CT) tekniklerinin kullanıldığı Nükleer Tıp Anabilim Dalını
barındırmaktadır.
• En modern görüntüleme teknikle-
rinin kullanıldığı (3 Tesla MR, tüm
vücut tomografi, girişimsel radyoloji, ultrasonografi, mamografi,
dijital röntgen) Radyoloji Anabilim
Dalını barındırmaktadır.
70
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
tik cerrahi uygulamasının yapıldığı
Kadın-Doğum Anabilim Dalını içeren üniversitedir.
• Ege Üniversitesinde, Anjiyo Yöntemi ile Kalp Kapakçığı Değişimi
Ameliyat profiline uymayan hastalarda kullanılmaya başlanmıştır.
Bu yöntemle anjiyo yapılırken kullanılan metoda benzer bir metod
kullanılarak ulaşılmakta, kalbe
sağlam kalp kapakçığının yerleşmesi ve darlığın gidermesi sağlanmaktadır. Böylece cerrahi risk
olasılığı düşmektedir.
• Beyin ve Sinir Cerrahisi Özel Mik-
roskobu ile Türkiye’de yalnızca
birkaç beyin cerrahisi merkezinde
gerçekleştirilebilen ameliyat sırasında, eş zamanlı anjiyografi ile
felç riski asgariye indirilmektedir.
• Ege
Üniversitesi İlaç Geliştirme
ve Farmakokinetik Uygulama ve
Araştırma Merkezi (ARGEFAR), soğuk pres ile elde edilen bitkisel
yağlardan ürün üreterek, ülkemizin tamamen Türk sermayeli ilk
markası olan ZADE VİTAL’in geliştirilmesinde bilim ve ar-ge desteği
sağlamıştır.
Bu bilgiler Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinin ilkleri ve üstün yönlerinden sadece bazılarıdır.
Ege Üniversitesi Sağlık Uygulama ve
Araştırma Merkezi, yani Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Balkanların en büyük hastanelerinden biri
olarak yılda yaklaşık 1.000.000 ayakta, 60.000 yatarak tetkik ve tedavi uygulamaktadır. Ayrıca bir yıl içerisinde
9 milyar tetkik ile 51.000 ameliyat
gerçekleştirilmektedir. Bunun yanı
sıra Diş Hekimliği Fakültesi de yılda
90.000’e yakın hastaya diş hekimliği
hizmetleri sunmaktadır.
Ege Üniversitesinde Tıp Eğitimi
Her yıl 300-350 mezun veren Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2017 yılında
dek geçerli olmak üzere ülkemizde
ilk akredite edilen eğitim programlarından biridir. Tıp Fakültesi’nden mezunların hekim kimliklerine ek olarak
“ bilim insanı”, “lider ve yönetici”, “sağlık savunucusu”, “iletişimci”, “ekip üyesi” kimliği kazanmalarını ve bunları
hekim sorumluluğu içerinde tüm yaşantılarında kullanmalarını sağlayan
bir öğretim süreci yürütülmektedir.
Tıp Fakültesi’nin eğitim programı; ülkemizin ilk ve tek “toplumun öncelikli
sağlık sorunları ve başvuru nedenlerine temelinde oluşturulmuş” toplum
odaklı eğitim programı, “mezuniyet
hedeflerine dayalı yapısı”, “toplum
sağlığının ana başlık olarak tüm yıl-
larda ele alınması”, “erken dönemlerde hastalarla temas”, öğrenci gelişiminin sürekli değerlendirilmesi”, özel
çalışma modülleri, araştırma eğitim
programı gibi seçmeli ve gönüllü
eğitim uygulamalarını barındıran,
gerekli tüm bilgi ve becerilerin tıpkı
gerçek yaşamda olduğu gibi bütünleştirilerek öğrenildiği ve sınandığı
özgün bir programdır. Fakülte eğitim
programı ülkemizin çoğu tıp fakültesi tarafından örnek model olarak kullanılmaktadır. Gelişmiş Teknolojili Tanı
ve Tedavi Üniteleri
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi hem araştırmacılara en yeni
teknolojik imkânlardan faydalanarak
çalışmalarını sürdürme, hem de hastalarına gelişmiş teknolojili en yetkin
tanı ve tedavi yöntemlerini sunmak
için yoğun çalışmalar yürütmektedir.
Koruyucu sağlık hizmetlerinden tanı
ve tedaviye, Üniversite, Türkiye’nin
ötesinde dünya ile yarışır noktadadır.
PET-BT ve SPECT-BT Cihazları
Son yıllarda kanser tanı ve tedavisinde en sık kullanılan ve kısaca PET-BT
olarak ifade edilen “Bilgisayarlı Tomografi ve Pozitron Emisyon Cihazı”
ile tıbbi görüntüleme alanında en
son teknolojiye sahip ve Türkiye’de
yalnızca birkaç tane bulunan SPECT-
BT cihazları, 2011 yılından bu yana
EÜ Tıp Fakültesi Hastanesi hastalarına hizmet vermektedir. Alınan ileri
teknolojiye sahip bu cihazlar ile kanser tanı ve tedavisinde önemli adımlar atılmıştır (kanser tanı ve tedavisinde başarı ciddi oranda artmakta,
özellikle akciğer kanseri vakalarında
başka bölgelere sıçrama kesin olarak saptanmaktadır). PET-BT cihazı
sayesinde tek bir seansta tüm vücut
taranarak üç boyutlu olarak görüntülenmekte, kanser yayılımı ile ilgili
metabolik ve anatomik bilgiye ulaşılabilmekte ve bu da doğru cerrahi
uygulama yapılmasına olanak sağlamaktadır. SPECT-BT cihazı ise pek
çok hastalığın tanı ve tedavisinde
fark yaratmaktadır (paratiroid görüntüleme, tiroid kanserli hastalarda
tüm vücudun taranması, tümör görüntüleme, kemik sintigrafisi ve enfeksiyon görüntüleme artık çok daha
hızlı ve etkin).
Bu doğrultuda, SoCAT araştırma
ekibi kurulmuş, bu ekip tarafından
yürütülen Alzheimer’in erken tanısı, beyinde seçici algıların günlük
yasamla ilişkilerin saptanması çalışmaları başta olmak üzere, dünyada
sadece dört merkezde yapılabilen
nitelikli araştırmalar MR ünitesi sayesinde Üniversitemizde de başlatılmıştır. Yakın zamanda SoCAT Araştırma
Ekibi Alzheimer’in erken tanısında
% 80 oranında doğrulukla başarıya ulaşmıştır.
Lineer Hızlandırıcı
Haziran 2011’de Hastanemizde hizmete giren ve Türkiye’de benzer bir
modeli üniversite hastanelerinde bulunmayan Lineer Hızlandırıcı sayesinde kanser tedavisinde daha odaklı ve
kesin tedaviler yapılabilmektedir.
Yeni MR-Ünitesi
Üroloji Anabilim Dalı
Taş Kırma Cihazı (ESWL)
Tıp Fakültesi Hastanesi’nin yeni araştırma ünitelerinden biri Mart 2010
tarihinde hizmete giren 3 tesla MR
Ünitesidir. Bu türdeki yüksek teknolojiye sahip MR cihazının Türkiye’deki
ilk kurulumu, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde gerçekleştirilerek önemli bir tanı ve tedavi merkezi
olarak hastalar ile birlikte araştırmacıların da hizmetine sunulmuştur.
Üroloji Anabilim Dalı’nın Ürodinami
bölümünde oluşturulan 300 m2’lik
alanda hizmet vermeye başlayan
yeni Taş Kırma Cihazı (ESWL), mevcut cihazdan daha gelişmiş bir cihaz
olup, böbrek taşlarına odaklanması
ve daha verimli olması nedeniyle, taş
kırma seans sayılarını azaltarak, daha
çok hastaya hizmet vermemizi sağlamaktadır.
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
71
Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
Gündüz Hastanesi
Psikiyatrik tedavinin sadece farmakolojik tedavi ile yapılamayacağı
ilkesinden hareketle hastaların sosyalleşebilmesi, kişisel uğraşlarla beceri kazanabilmesi amacıyla oluşturulan EÜ Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve
Hastalıkları Anabilim Dalı Gündüz
Hastanesi (Sağlık Bakanlığı tarafından Türkiye’de bir üniversite hastanesinde tescil edilmiş ilk Toplum Ruh
Sağlığı Merkezi’dir)
Palyatif Bakım Ünitesi
Ege Üniversitesi Palyatif Bakım Ünitesi (başta kanser hastaları olmak üzere
uzun soluklu tedavi gerektiren hastaların bakım ve takibini sağlamaktadır)
Çocuk Hastanesi Radyoloji,
Kardiyoloji ve Acil Servisi
Yeni cihazlar ile donatılmış çocuk
servislerimiz Çocuk Hastanesinde
hizmet vermektedir. Çocuk Hastanesi, yetişkinlerden farklı bir ortamda
tedavi görmelerini sağlayarak geleceğimi çocuklarımız için özellikli olanaklar sunmamızı sağlamaktadır.
72
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
Heliportlu Acil Servis ve Yanık Ünitesi
İki kat üzerinde planlanan ve çatısına helikopter inişine imkân verecek
olan yeni Acil Servis binası sadece
son teknoloji donanımı ile değil, ikinci katında yer alacak Yanık Ünitesi ile
de dikkat çekmektedir. Yanık Ünitesi,
Ege Bölgesi’nde bir ihtiyaç olarak belirlenmiş ve ameliyathaneleri, yarı ve
tam steril bakım alanları, poliklinik,
yanık banyo ünitesini bünyesinde
barındıracak şekilde planlanmıştır.
Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Bölümü
Merkezi Ameliyathane Bloku
2014 yılı sonunda bitirilmesi hedeflenen, 40.000 m2 toplam alana sahip
Merkezi Ameliyathanede 48 ameliyathane ile 75 operasyon salonu
planlanmıştır. Blokta hibrit ameliyathane (anjiyografi), 4 flaş sterilizasyon,
2 ERCP odası, 30 izolasyon odası, 4
özel müdahale odası, 2 endoskopi
odası, 2 kolonoskopi odası, bronskopi odası, basınç odası, merkezi
sterilizasyon, sığınak ve eczane yer
alacaktır.
Hasta ve Hasta Yakınları Konukevi
Ülkemizin çeşitli yerlerinden Ege Üniversitesi deneyimine emanet edilen
veya kendisini emanet eden hasta-
ların yakınları için ekonomik ücretle
konaklama imkânı sunan EÜ Hasta
ve Hasta Yakınları Konukevi Ege
Üniversitesi’nin Hastanesi bünyesinde yakın zamanda oluşturduğu ünitelerden sadece bazılarıdır.
Ege Üniversitesinin hızla tamamlamakta olduğu Merkezi Ameliyathane (cerrahi müdahalelerin yapılacağı
alanları biraraya toplayan, 48 ameliyathane, 75 operasyon salonunu
içermesi planlanan merkezi bir ünite), Yeni Acil Servis (çevredeki yüksek
binalar nedeni ile helikopter inişini
kolaylaştıracak çatı katında yer alan
helikopter pistini de içerisinde barındıran modern acil servis) ve Yanık
Ünitesi (Ege Bölgesi’nin yanık tedavisindeki gereksinimi dikkate alınarak
planlanmıştır) geleceğe dönük sağlık
alanında yapılan yatırımlara örnektir.
Sağlık Hastaneden İbaret Değildir
Ege Üniversitesi’nin Dünya
Standartlarında Araştırma Üniteleri
ve Laboratuvarları, Projeleri
Sağlık, kuşkusuz salt tanı ve tedaviden ya da hastanelerden ibaret değildir. İlaç bilimleri, laboratuvarlar,
hemşirelik hizmetleri, halk sağlığı
uygulamaları ve eğitimleri, bilinçlendirme faaliyetleri büyük önem taşımaktadır.
ARGEFAR
Biyoteknolojik Ürünler Kapsamında;
ARGEFAR adını verdiğimiz ilaç araştırma ve geliştirme merkezimiz, 2012
yılı içinde geleneksel bitkisel tıbbi
ürünler kapsamında Türkiye’de ilk
kez olarak sanayi-üniversite işbirliğinin çok güzel bir örneğini gerçekleştirmeyi başarmıştır.
Üniversite, sanayi işbirliği ve yabancı
bir partner ile birlikte bir biyobenzer
ürün geliştirilmesi için çalışmalar sürdürülmektedir. Bunun yanında özellikle onkolojik hastalara dönük olarak
bireysel tedavi için ürün gelistirme
çalısmalarımız devam etmektedir.
Geleneksel Bitkisel Tıbbi Ürünler
Kapsamında;
17 farklı soğuk pres bitkisel yağdan
hareketle yumuşak jelatin kapsül ve
sıvı formlar olmak üzere 101 farklı
ürün geliştirilmiştir. Böylece ülkemizin bu konuda tamamen Türk
sermayeli ilk markası “ZADE VITAL”
in oluşturulmasında bilim ve Ar-Ge
katkısında bulunulmuştur. Benzeri
10 farklı ürün üzerinde geliştirme
çalışmaları devam etmektedir. Ayrıca, aromaterapi kapsamında yeni
bir ürün grubu çalışmaları devam etmektedir.
Sentetik Ürünler Kapsamında;
Türk İlaç Sanayisinde, es zamanlı olarak 12 adet farklı ürünün geliştirme
çalışmalarımız devam etmektedir.
2013 yılında biyoteknolojik ürünler
için Sağlık Bakanlığı onaylı Biyoteknoloji Ar-Ge birimi oluşturulması
çalışmalarımız sürmektedir. 2013
Haziran ayında Nobel Kimya Ödüllü
bilim insanı Mr. Tanak araştırmalar
için misafir araştırıcı olarak konuk
edilecektir.
Dünya patenti bir Türk bilim insanında olan onkolojik bir molekülün molekülden ilaca geçmek üzere:
• Faz öncesi çalışmaları,
• Formülasyon geliştirme
çalışma-
ları,
• Faz I çalışmaları
• Faz II ve III çalışmaları dâhil tüm
araştırma süreçlerini gerçekleştirmek üzere görüşmeler devam etmektedir.
Ege Üniversitesi Argefar Merkezimiz
Biyosidal ürünler kapsamında 01-04
Kasım 2012 tarihlerinde Şanlıurfa’da
düzenlenen III. Ulusal Biyosidal
Kongresi düzenleyicileri arasındadır.
Ege Üniversitesi Argefar, Klasik Homeopati Dernegi ile birlikte 2020
yılındaki LIGA Misicoeum Homeopathica Internationsalis (http:/
liga.iwmh.net) Dünya Kongresi,
EXPO 2020 kapsamında düzenlenecektir. Bunlara ait hazırlıklar sürerken
uluslararası akreditasyon ile homeopati ve fitoterapi kursları düzenlenme çalışmaları yürütülmektedir.
Biyomedikal - Arge - Sanayi - Teknoloji
Üniversite sanayi işbirliğinde önemli buluşma noktalarımızdan birisi
EBILTEM olup, özellikle günümüzde
teknopark kurulmasının temel öğesi
olan teknoloji transferi ofisi (TTO)
çalışmalarında Türkiye’nin en deneyimli ve en büyük ilk merkezlerinden
birisidir. Avrupa Teknoloji transfer
ve isletmeler ağı kapsamında 2010
yılındaki çalışmalarıyla Türkiye’den
en başarılı tek proje seçilmiştir. EBILTEM son zamanlarda Avrupa Patent
Ofisi’nin (EPA) Türkiye Koordinatörü
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
73
olarak fikri ve sınai mülkiyet hakları
ve patent konusunda yoğun çalışmalar yapmaktadır. Ege Üniversitesi
Kasım ayı sonunda İzmir’de Üniversite Patentleri Yarışıyor baslıklı bir çalıştaya ev sahipliği yapmaktadır. Aynı
şekilde İzmir’de üç üniversite olarak
konusu herkes için sağlık olan EXPO
- 2020 için biyomedikal teknolojiler
ortak doktora programı başlatılmıştır. Üniversitemizin 45 patent/faydalı modeli, 2 spin-off şirketi, 17
tanesi 2012’de olmak üzere toplam
36 santez projesi vardır.
INOVIZ - Sağlık İçin İzmir Platformu
INOVIZ vizyonu; firmalar ve araştırmacılar için yetkin bir iletişim ve işbirliğini sağlamak, sosyo-ekonomik
açıdan sektörel kümeleşmeyi tetikleyerek performansı arttırmak ve sektördeki bilgi, beceriyle, yetkinliğin
yoğunlaşmasını sağlamak amacıyla
oluşturulmuş bir platformdur.
INOVIZ girişiminin amacı, sağlık sektörünün akademi ve araştırma merkezleriyle ortak projeler üretmesini
sağlamak, sanayi sektöründe rekabet
74
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
öncesi alanlarda işbirliği sağlayarak
yeni teknolojik ürünler üreten ve sağlık alanında teknolojiye yön veren bir
İzmir yaratmaktır. Bu çerçevede girişimin temel hedefleri; Üniversite ve
sanayi arasında etkin ve sürdürülebilir işbirliği sağlayarak, firmalar arasında proje, teknoloji ve ticari odaklı
işbirlikleri oluşturarak, bölgemizi
sağlık sektörüne yön veren, sektörün
kalbinin attığı etkin ve iyi tanınan bir
us haline getirmektir.
Bu girişim Ege Üniversitesi, Dokuz
Eylül Üniversitesi, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, TASSA, İzmir Ticaret
Odası, Ege Bölgesi Sanayi Odası, Ege
Tıbbi Malzemeciler Derneği, Tüm
Tıbbi Cihaz Üreticileri ve Tedarikçileri Dernekleri Federasyonu, Ege Serbest Bölgesi (ESBAS) , İzmir Kalkınma
Ajansı (IZKA) ile özel 67 şirketin girişim ortaklığında yürütülmektedir.
2009 yılından bu yana, 45 etkinlik düzenlenmiş, 7.500 kişiye farkındalık ve
eğitim anlamında ulaşılmıştır. INOVIZ
kurulusunda INOVERSITE (Ar-Ge ile
bütünlesmis ileri eğitim ağı), INOVATEK (Bilim Teknoloji Parkı), INOVAKENT (Ar-Ge bölgesi olmak üzere uç
degişik sanal ve fiziki yapının oluşması) hedeflenmiştir.
Bunlardan INOVERSITE, 3 üniversitenin kendi bünyelerinde ve aralarında
yapmış oldukları çalışmalar ile başarılmıştır. INOVIZ, bir AB projesi olan EU
Drivers tarafından pilot proje olarak
davet edilmiş, 2011 yılında projenin
yönetim kuruluna seçilmiştir. Ayrıca
2011 yılında Ege Üniversitesi ve Dokuz
Eylül Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüleri bünyesinde Biyomedikal Teknolojiler Anabilim Dalında yüksek lisans
ve doktora programları DPT desteği
alınarak başlatılmıştır. Eylül 2012 de
INOVIZ DERNEGI kurulmuştur.
FABAL
Ege Üniversitesi Eczacılık Fakültesi
Farmasötik Bilimler Araştırma Laboratuvarı (FABAL) sağlık alanının en
önemli noktalarından biri olan ilaca
odaklanmaktadır. İlaç araştırma-geliştirme alanında çok disiplinli çalışma olanağı sunan bu laboratuvar, bu
alanda tüm bölgedeki çalışmalarda
kullanılabilecek özellikte planlanmıştır ve akreditasyon çalışmaları yürütülmektedir.
Herkes için Sağlık
Unutulmaması Gereken Diğer Alanlar
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesinin en
önemli vizyon ve misyonunu toplumsal sorumluluk bilinci oluşturmaktadır. Bu bilinçle çalışan Ege Tıp topluma nitelikli ve kaliteli sağlık hizmeti
vermekte; Toplum Sağlığı Hizmetini
diğer tüm görevler inin üzerinde tutmaktadır. Ege Tıp Endokrinoloji ve
Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı,
Türkiye’de bir ilk olarak ve 10 yıldır
“Sağlık Halk Kongresi” düzenleyerek
toplum sağlığı için hizmet anlayışını gerçek bir bilgilendirme, uygulama ve deneyim paylaşımı seklinde
sürdürmektedir. Ayrıca Tıp Fakültesi
Hastanesinin polikliniklerinde televizyon ekranları aracılığı ile sürekli
olarak sağlığa ilişkin çeşitli konularda
bilgilendirmeler yapılmaktadır.
Bilimsel araştırmalarla elde edilen
bilgilerin kalıcılığı ve yaşama geçirilmesi; bunların başvuru kaynağı belgelere dönüştürülmesi ile sağlanır.
“Ege Tıp Halk Kitapları Sağlık Serisi” Ege Üniversitesinin bu anlayışının
bir ürünüdür. Bu seride yayınlanan
kitapların önemi ve farkındalık yaratacak temel özelliği; ülkemizin önceliğinde olan güncel sağlık konuları
yanında; güncelliğini yitirmiş olsalar
bile, ciddi bir sağlık sorunu olduğunu
düşünülen konuları da ele almış olmalarındadır. “Ege Tıp Halk Kitapları
Sağlık Serisi” yazarlarının tümü Ege
Tıp Fakültesi’nde görev yapan ve konusunda uzman öğretim üyeleridir.
Serideki kitapların konu seçimleri ve
içeriklerinin hazırlanmasında birden
çok bilim insanının görüşlerinin yansıtılması sağlanmıştır.
Ege Üniversitesi yenilenebilir enerji teknolojileri üzerinde çalışmalar
yürüten, “iyi tarım uygulamalarını”
destekleyen ve bilimsel olarak araştırmalarına konu edinen, ‘engelsiz
bir üniversite’ oluşturma konusundaki çalışmalarını aralıksız sürdüren
bir üniversitedir. Ege Üniversitesi,
engelli öğrencilerin yükseköğrenim
yaşantıları boyunca karşılaştıkları engelleri saptamak, ortadan kaldırmak
ve “erişilebilir bir kampüs” oluşturmak amacıyla “Engelsiz Ege” birimini
kurmuştur. Üniversite Kütüphanesinde görme engelli öğrencilere yönelik
tarama/çevirme/braille çıktı verme,
sesli kitap koleksiyonu hizmetlerini
de sunmaktadır.
Sağlığın ayrılmaz bir parçası olan
tarım ve gıda konuları da Üniversitenin yakın takibindedir. Kuruluşu
Üniversite ile aynı tarihte olan Ziraat
Fakültesi, deneyim ve birikimin en
yoğun olduğu alanlardan biridir. Ege
Üniversitesi bu deneyimini özellikle
tohum teknolojisi ve iyi tarım uygulamaları konusunda ortaya koymaktadır.
Çevre sağlığı, kuşkusuz insan sağlığını etkileyen en önemli faktörler-
dendir. Temiz enerji, yenilebilir enerji
konusunda da Ege’nin çalışmaları
bulunmaktadır. Ege Üniversitesi Güneş Enerjisi Enstitüsü’nde biyogaz,
fotovoltaik piller, güneş panelleri ile
yenilebilir enerji konularında çalışan
öğretim üyeleri söz konusudur. Güneş Enerjisi Enstitüsünün basında da
geniş yankı bulan “Starlight” Güneş
Enerjili Aracı çalışmaların başarıya
ulaştığının güzel bir örneğidir. Bunun
yanı sıra tekstil-deri alanında sağlık
alanında kullanılacak nanoteknolojik
tekstil ürünlerinin çalışılması hedeflenmektedir. Bu kapsamda Üniversitenin Mühendislik Fakültesi Tekstil
Mühendisliği Bölümünde nanoteknolojik ürünler, elektromanjetik önleyici çocuk giysileri üzerindeki çalışmaları sürdürülmektedir.
Son Söz Olarak
Ege Üniversitesinin en güçlü yanlarından birisi sağlık konusundaki deneyimi ve birikimidir. Yaşlanan nüfus,
yaşam süresinin uzaması sonucu kaliteli yaşam beklentisi ve uzayan yaş ile
birlikte karşılaşılacak sağlık sorunları
ve kronik hastalık oranlarının artması
göz önüne alınarak çalışmalar yürütülmektedir. Son yıllarda ilaç üretimi,
yenilikçi ilaçlar ve tedaviler, önleyici
sağlık hizmetleri ve toplumun sağlık
çerçevesinde farklı alanlarda bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesi çabaları, üniversitenin öncelikli yatırım
alanlarından birini oluşturmaktadır.
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
75
kurumlarımız
TÜMRAD-DER
Tüm Radyoloji Teknisyenleri
ve Teknikerleri Derneği
Hamide AKÇAY
TÜMRAD-DER Genel Sekreteri
Tüm Radyoloji Teknisyenleri ve Teknikerleri Derneği (TÜMRAD-DER) 2005
yılında kurulmuş olup, 81 ilde 1800
üyesi bulunmaktadır. Genel Merkezi
İstanbul’da olan derneğimizin 43 ilde
ve KKTC’de temsilcilikleri bulunmaktadır.
TÜMRAD-DER kurulduğu günden
bugüne özel sektörde ve kamuda
radyolojik görüntüleme hizmetlerinde dolayısıyla sağlık hizmeti sunumunda kaliteyi yükseltmeyi hedef
edinerek ulusal ve bölgesel bazda
sempozyum, seminerler ve kongreler
düzenlemektedir ve bugüne kadar
biri uluslararası katılımlı olmak üzere
ulusal düzeyde 6 kongre, 2 sempozyum ve bölgesel düzeyde onlarca
mesleki eğitim seminerleri düzenlemiştir.
Radyolojide teknoloji her yıl hızlı bir
şekilde gelişmektedir ve bu alanda
çok ciddi ARGE çalışmaları ve yatırımları yapılıp, yeni teknolojiler insanlığın hizmetine sunulmaktadır. Bu teknolojilerin kullanıcıları olan radyoloji
teknisyenleri ve teknikerlerinin salt
okullardan edindikleri eğitimlerle bu
karmaşık ileri görüntüleme tekniklerini verimli bir şekilde kullanmaları
beklenemez. Bu nedenle dernek,
radyoloji teknisyenleri ve teknikerlerinin bu teknolojilerden en iyi şekilde
istifade etmelerini sağlamak ve bu
cihazları, teknolojileri en ekonomik
şekilde kullanmaları için eğitim seminerlerini düzenlemekte, güncel bilgilerle donatılmalarını sağlamakta; bu
durum da radyolojik görüntüleme
uygulamalarında ve dolayısıyla sağlık
hizmetinin sunumunda kaliteyi getirmektedir.
Radyoloji teknikerliği mesleği için
yurt dışında lisans düzeyinde eğitim
verilirken ülkemizde halen ön lisans
düzeyinde eğitim verilmesi ve bu iki
yıllık eğitimle MR, BT, PET vb çok karmaşık olan radyolojik görüntüleme
sistemlerini öğrenmesi, uygulaması
mümkün görünmemektedir. Dernek
olarak radyoloji eğitiminin lisan düzeyine çıkarılması için gerek Sağlık
Bakanlığına gerekse YÖK’e değişik
zamanlarda raporlar sunulmuştur.
Bu konuda çalışmalar olsa da henüz
konu çözüme kavuşmamış olsa da
kısa zamanda çözüme kavuşması
beklenmektedir.
Radyoloji teknisyenleri yoğun olarak
radyasyon kaynaklarıyla çalışan bir
meslek grubudur. Radyasyon, hastalıkların teşhis ve tedavisinde kullanılan ve insanlık adına en önemli
buluş iken aynı şekilde kontrolsüz ve
bilinçsizce kullanıldığında ne yazık
76
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
ki kansere de neden olabilmektedir.
Radyasyon uygulamalarında çalışanların ve hastaların en iyi şekilde
korunmaları buna ilişkin alması gereken tedbirlerin neler olması gerektiği
yine bu toplantılarda ve seminerlerde işlenen başlıca konular arasındadır. Bir sivil toplum kuruluşu olarak
toplumun radyasyon uygulamalarında gereksiz isteklerde bulunmaktan
kaçınması ve kararı tamamen hekime bırakması yönünde de çalışmalar, bilgilendirme toplantıları devam
etmektedir.
Bugüne kadar yapmış olduğumuz
eğitim toplantılarımıza katılan kişi
sayısı 4000’in üzerindedir. Kurumsallaşma yolunda olan TÜMRAD-DER
bu toplantıların daha verimli olması
ve hedef kitlesine ulaşması için çaba
göstermektedir. Bunun için sağlık
kuruluşları (hastaneler) ve eğitim kurumları (üniversiteler) ile ilişkiler her
geçen gün daha da geliştirilmektedir.
Zaman zaman bu eğitim toplantılarının çıktılarını kitaplaştırarak daha çok
kişinin istifade etmesi sağlanmaktadır.
TÜMRAD-DER tarafından, 23-26 Mayıs 2013 tarihlerinde Golden Coast
Otel, Side-Antalya’da 7.Ulusal Radyoloji Teknisyenleri Kongresi ve
Mesleki Eğitim Seminerleri düzenlenecek ve bu kongrede birçok üniversite ve hastaneden kendi alanında
uzman isimlerin, radyoloji teknisyenleri ve teknikerlerine mesleki anlamda
fayda sağlayacak sunumlarına yer verilecektir. Yurdumuzun değişik bölgelerinden gelecek radyoloji teknikerleri
hem mesleki bilgilerini geliştirecek
hem de hazırlanan sosyal programlar
ile dayanışma ve kaynaşma sağlanacaktır.
kültürsanat
IRON MAN 3
Yönetmen: Shane Black
Oyuncular: Robert Downey, Gwyneth Paltrow, Don Cheadle...
Tür: Aksiyon , Bilimkurgu
Süre: 2 saat 11 dakika
Milyarder iş adamı, kahraman ve
mucit Tony Stark, bu sefer gücü ondan çok daha fazla, hatta sınırsız bir
düşmanla karşı karşıya kalıyor. Üstelik bu düşman, o çok sinirlendirecek bir hamle yaparak özel hayatını
yok ediyor. Stark şimdi bu olayların
kaynağını araştıracağını zorlu bir
mücadeleye giriyor. Fakat en yakınlarını korumak için zekasının ve
cesaretinin yanı sıra içgüdülerine
de ihtiyacı var. Stark’ın bu savaşında kafasında dönüp duran soru ise
belki de tüm olayların en can alıcı
yanı: Adam mıdır kıyafeti kıyafet
yapan yoksa kıyafet midir adamı
adam yapan?
Yarattığı alaycı karakterlerle hayran
kitlesini geliştiren Robert Downey
Jr.’ı dördüncü kez Tony Stark olarak
Orijinal Adı : The Odd Life of Timothy Green
Yönetmen: Peter Hedges
Oyuncular: Jennifer Garner, Joel Edgerton, Cameron C.J. Adams
Tür : Dramatik komedi , Fantastik
Süre : 1 saat 40 dakika
Cindy ve Jim Green çok mutlu bir evlilik sürdüren genç
bir çifttir ve hayatta en çok istedikleri şeylerden biri çocuk sahibi olmaktır ama tıbbı bütün çareler tükenmiş
gibi görünmektedir. Bir gece evlerinin arka bahçesine
bütün dileklerini yazdıkları bir kutu gömerler. Yağmurlu ve fırtınalı bu gecenin sonunda birden Timothy
adında bir çocuk karton bir kutunun içinde beliriverir!
Timothy genç çift adeta bir mucizedir. Fakat Timothy
Green gelirken beraberinde de pek çok beklenmedik
sürpriz getirecektir...
Ahmet Zappa’nın hikâyesini senaryolaştıran Peter
Hedges, aynı zamanda filmin yönetmenliğini de üstleniyor. Romantik komedilerin gediklisi Jennifer Garner’ı
ve en son The Thing’de seyrettiğimiz Joel Edgerton’ın
başrolleri paylaştığı yapım fantastik öğeler de içeren
bir komedi-dram...
78
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
izleyeceğimiz filmin yönetmenliğini ise Shane Black üstleniyor.
Kuzey Carolina eyaletinin Wilmington kentinde gerçekleştirilen filmin
senaryosu ise Drew Pearce’e ait.
Downey Jr.’a Gwyneth Paltrow, Don
Cheadle, Jon Favreau, Ben Kingsley,
Guy Pearce, Rebecca Hall, James
Badge Dale ve Ashley Hamilton
isimleri eşlik ediyor.
DEVLET TİYATROLARI’NDAN
81 İL’DE TİYATRO!..
Konya Devlet Tiyatrosu, Carole Greep’in yazdığı Pınar
Güzelyürek Çelik’in dilimize çevirdiği, Ege Aydan’ın yönettiği “Biz Size Hayranız”ı 1, 2 Mayıs’ta Kahramanmaraş’ta, 3, 4 Mayıs’ta Gaziantep’de temsil edecek;
İstanbul Devlet Tiyatrosu, Burçak Çöllü’nün yazdığı, Mustafa Avkıran ve Övül Avkıran’ın yönettiği “Ay Ecesi”ni 1, 2
Mayıs’taElazığ’da, 3, 4 Mayıs’ta Malatya’da;
Marıo Fratti’nin yazdığı, Özcan
Özer’in dilimize çevirdiği, Saydam
Yeniay’ın yönettiği “Kurban”ı
3, 4 Mayıs’ta Denizli’de,
21 Mayıs’ta Tekirdağ’da,
22 Mayıs’ta Çorlu’da, 23
Mayıs’ta Kırklareli’nde,
24, 25 Mayıs’ta Edirne’de;
Güngör Dilmen’in yazdığı, Faik
Ertener’in yönettiği “Aşkımız
Aksaray’ın En Büyük Yangını”nı
8, 9 Mayıs’ta Elazığ’da, 10, 11
Mayıs’ta Malatya’da; Irwin Shaw’un yazdığı,
Coşkun Büktel’in dilimize çevirdiği, Şakir Gürzumar’ın
yönettiği “Ölüleri Gömün”ü 10, 11 Mayıs’ta Denizli’de sahneleyecek;
İzmir Devlet Tiyatrosu, Georges Feydeau’nun yazdığı, Nisa Serezli’nin dilimize çevirdiği, Ali Hürol’un
yönettiği “Bit Yeniği”ni 1 Mayıs’taSamsun’da, 3, 4
Mayıs’ta Çorum’da, 7, 8, 9 Mayıs’ta Kahramanmaraş’ta,
10, 11 Mayıs’ta Gaziantep’te; Sam Bobrick’in yazdığı,
Ekin Tuncay Turan’ın dilimize çevirdiği, Metin Oyman’ın
yönettiği “Halktan Biri”ni 22, 23 Mayıs’ta Manisa’da, 25
Mayıs’ta Kütahya’da seyirciyle buluşturacak;
Antalya Devlet Tiyatrosu, William Shakespeare’in
yazdığı, Özdemir Nutku’nun dilimze çevirdiği, Malcolm
Keıth Kay’in yönettiği“Othello”yu 1 Mayıs’ta Rize’de, 3,
4 Mayıs’ta Ordu’da; Hüseyin Erdoğan’ın yazdığı, Nurhan Karadağ’ın yönettiği “Yol, Ter, Gül (Ahi Evran)”ı
7 Mayıs’ta Beymelek’de, 8 Mayıs’ta Elmalı’da, 9
Mayıs’ta Burdur’da temsil edecek;
Bursa Devlet Tiyatrosu, Yılmaz Karakoyunlu’nun yazdığı, Galip Erdal’ın yönettiği “Kuzguncuklu Fazilet”i 3, 4
Mayıs’ta Zonguldak’ta; Ray Cooney’in yazdığı yazdığı,
Haldun Dormen ve Kemal Uzun’un dilimize çevirdiği,
Kerem Atabeyoğlu’nun yönettiği “Karmakarışık”ı 6, 7
Mayıs’ta Kocaeli’nde, 8, 9 Mayıs’ta Sakarya’da, 10, 11
Mayıs’ta Bolu’da, 13 Mayıs’ta Bilecik’te sergileyecek;
Diyarbakır Devlet Tiyatrosu, Sadık Şendil’in yazdığı, Volkan Özgömeç’in yönettiği “Kanlı Nigar”ı 7, 8
Mayıs’ta Samsun’da, 10, 11 Mayıs’ta Çorum’da, sahneleyecek;
Ankara Devlet Tiyatrosu, Stephen King’in yazdığı, Sinemis Candemir’in dilimize çevirdiği, Hakan Çimenser’in
yönettiği “Dolores Claiborne”u 7, 8 Mayıs’ta Rize’de, 10,
11 Mayıs’ta Ordu’da; Yves Jamiaque’in yazdığı, Hüseyin
Mevsim’in dilimize çevirdiği, Vladlen Alexandrov’un
yönettiği “Ben Ödüyorum”u 9 Mayıs’ta Artvin’de; Orhan Asena’nın yazdığı, Serhat Nalbantoğlu’nun
yönettiği “Hürrem Sultan”ı 27, 28
Mayıs’ta Osmaniye’de, 30, 31
Mayıs’ta Mersin’de; Hatice
Meryem’in yazdığı, Funda
Mete’nin yönettiği “Sinek Kadar Kocam Olsun
Başımda Bulunsun”u 17
Mayıs’ta Giresun’da, 18
Mayıs’ta Bulancak’ta; Nazlı
Nihan Şenol’un yazdığı, Maral
Üner’in yönettiği“Dönülmez
Akşamın Ufkundayız”ı 21
Mayıs’ta Zonguldak’ta , 22 Mayıs’ta Karadeniz Ereğli’sinde; Kenan Işık’ın yazıp yönettiği “Aşk Hastası”nı 20, 21 Mayıs’ta Karaman’da,
23 Mayıs’ta Niğde’de, 24, 25 Mayıs’ta Aksaray’da, 26
Mayıs’ta Nevşehir’de, 27 Mayıs’ta Kırşehir’de sanatseverlerle buluşturacak;
Adana Devlet Tiyatrosu, Alfonso Paso’nun yazdığı,
Hale Kuntay’ın dilimize çevirdiği, Ali Hürol’un yönettiği “Kırkından Sonra”yı 7 Mayıs’ta Karabük’de,
8 Mayıs’ta Çaycuma’da, 9 Mayıs’ta Bartın’da, 10,
11 Mayıs’ta Zonguldak’ta, 14, 15 Mayıs’ta Sakarya
Serdivan’da; Sönmez Atasoy’un yazdığı, Yeliz Tekman’ın
yönettiği “Yedi Köyün Yargıcı”nı 31 Mayıs’ta Ordu’da
sergileyecek;
Van Devlet Tiyatrosu, Haluk Işık’ın yazdığı, Can Ali
Çalışandemir’in yönettiği “Kurşun Askerin Utancı”nı
11 Mayıs’ta Batman’da; Cuma Boynukara’nın yazdığı, İpek Atagün Gezener’in yönettiği “Mem ile Zin”i
11 Mayıs’ta Batman’da, 15 Mayıs’ta Doğubeyazıt’ta,
16 Mayıs’ta Iğdır’da, 17 Mayıs‘ta Ağrı’da, 18
Mayıs’ta Malazgirt’de, 20 Mayıs’ta Bingöl’de, 22, 23
Mayıs’ta Tunceli’de sahneleyecek;
Trabzon Devlet Tiyatrosu Hidayet Sayın’ın yazdığı, Uğur Keleş’in yönettiği “Pembe Kadın”ı 22
Mayıs’ta Ardahan’da, 23, 24 Mayıs’ta Kars’ta sergileyecek;
Erzurum Devlet Tiyatrosu, Mıke Kenny’nin yazdığı, İclal Aydın Margariti’nin dilimize çevirdiği, Ebru
Aytürk Evren’in yönettiği “Yürüyen Taşlar”ı 27, 28
Mayıs’ta Ordu’da temsil edecek.
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
79
kitap
HAYATI UZATMANIN SIRLARI
Yazar: Osman Müftüoğlu
Sayfa: 300
Dil: Türkçe
Yayınevi: Hayy Kitap
Yayın Tarihi: 2013
“Geliştirdiğim integratif (bütüncül) sağlık
yaklaşımı Türk halkının genetik hafızasına
yani fıtratına uygun. Çünkü onun hem bedensel hem de duygusal ihtiyaçlarını dikkate
alıyor.
Bu yeni yaklaşımda önce negatiflerden kurtulun diyorum. Yılların
biriktirdiği toksinlerden, fazla kilolardan, yalan yanlış reçetelerden... Manevi
boşluklardan, küskünlüklerden, dargınlıklardan, stres kaynaklarından, sevgisizlikten... Ve sonra bu toprakların güzellikleriyle, pozitiflikleriyle doldurun diyorum hayatınızı. Yani kötülükleri iyiliklerle kovun! Barışın, huzura odaklanın,
inanın. Doğru beslenin, doğru takviyeleri alın. Güzelliğinize önem verin.
Tecrübenin getirdiği bilgelikle sizler için seçtim, yanlışları ayıkladım, ince işçilik
yaptım. Ortaya, sağlıklı yaşam, kaliteli yaşlanma ve koruyucu hekimlikle ilgili
bir başucu kitabı çıktı. Hayatı kaliteli uzatmanın kitabı. Genç yaşlı, kadın erkek
herkesin yararlanacağı bütünsel sağlık kılavuzu. Acele etmeden sindire sindire
okursanız, yeni bir hayatın ipuçlarını bulacaksınız. Yaşasın hayat diyeceksiniz.”
Prof. Dr. Osman Müftüoğlu
SENDEN ÖNCE BEN
Yazar: Jojo Moyes
Çevirmen: Ayşe Görür
Sayfa: 480
Dil: Türkçe
Yayınevi: Pegasus
Yayın Tarihi: 2013
Yaşamın ince detayları Loudan sorulur.
Otobüs durağıyla ev arasında kaç adım var?
Çalıştığı kafeye gelip gidenler nasıl bir hayat
yaşıyor? Parlak yeşil elbisenin altına ne renk
külotlu çorap giyilir? Onda bu soruların
hepsinin cevabı var. Kolayca mutlu olabildiği
küçücük dünyasında bilmediği tek şey
hayatın çok daha karmaşık soru ve cevaplarla
dolu olduğu...
Geçirdiği motosiklet kazasıyla hayatı altüst
olan Will uzun süredir karmaşık sorularla
meşgul. Bu hayatta diğer insanları mutlu
eden küçük şeyler ona biraz olsun keyif vermiyor. Çevresindeki tüm renkler birden griye
dönmüş ve böyle bir umutsuzluk içindeyken
yapabileceği tek şeyin hayatını sonlandırmak
olduğunu düşünüyor.
Peki, asık suratlı, aksi ve geçimsiz Will, Lounun
rengârenk yaşamıyla karşılaşırsa neler olur?
Mucizelere inanmıyorsanız durup bir kez
daha düşünün...
80
80
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013
İLBER ORTAYLI
SEYAHATNAMESİ / BİR
TARİHÇİNİN GEZİLERİ
Yazar: İlber Ortaylı
Sayfa: 304
Dil: Türkçe
Yayın Evi: Timaş Yayınları
Yayın Tarihi: 2013
Türklerin özlemini çeken Hayfa’dan “Muhteşem Osmanlı
İmparatorluğu” sergisinin yapıldığı Japonya’ya; Karlofça
Antlaşması’nın imzalandığı ve bir daha Türklerin girmemesi için kapıların örüldüğü Sırbistan’dan Türkiye tarihinin
önemli dönüm noktalarının yaşandığı Şam’a; 19. yüzyıl
Kafkasya’sından kovulan halkların Osmanlı tarafından
yerleştirildiği Ürdün’den dünyanın en orijinal müzelerine
sahip İran’a; her köşesi tarih olan St. Petersburg’tan Orta
Asya medeniyetini gözler önüne seren Buhara’ya; coğrafi
konumu, mimari güzellikleriyle gezip görmeye değer ve
her birinde Osmanlı Balkanlarının trajik bir sahifesi yatan
Tuna kalelerinden etnik bakımdan renkli olması hasebiyle
«karışık dondurma» denilen Makedonya’ya; Balkanlarda
Osmanlı dönemini en çok yaşatan Prizren’den en iyi
muhafaza edilen Türk halılarına sahip Erdel kiliselerine;
yıllarca savaş halinde olmamıza rağmen kültürümüzden
etkilenen eski Avusturya’dan tarihinde Mustafa Kemal gibi büyük komutanlar yetiştiren Selanik’e, bir ucu
Türkiye’ye bir ucu Britanya adalarına uzanan, medeniyetin merkezi Roma’dan arşivleri ve müzeleriyle meşhur
Vatikan’a; Otranto’dan Venedik’e; Estonya’dan Ukrayna’ya;
Japonya’dan Singapur’a, Louvre Müzesi’nden British
Museum’a muhteşem bir yolculuk…

Benzer belgeler