sayi 17 k - Sağlik Ve insan Dergisi
Transkript
sayi 17 k - Sağlik Ve insan Dergisi
YAYIN DANIŞMA KURULUMUZ AYLIK SAĞLIK VE YAŞAM DERGİSİ Prof. Dr. Ahmet SERPER Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı EsasMedya Ltd. Şti. adına Bülent AKARCALI Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü M. Esat GÜZELGÖZ Eski Sağlık ve Sosyal Güvenlik Bakanı Eski Turizm Bakanı Prof. Dr. Cevdet ERDÖL Ankara Milletvekili Prof. Dr. Elif DAĞLI Sağlık Enstitüsü Derneği Başkanı Editör Hande AYDEMİR Esra KAZANCIBAŞI ÖZTEKİN Sağlık Editörü / Yazar / Yayıncı Hukuk Danışmanı Av. Bekir EREN Prof. Dr. Hasan Fevzi BATIREL Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Kurumsal İletişim ve Reklam M. Suat GÜZELGÖZ Prof. Dr. Haydar SUR İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İskender PALA Uşak Üniversitesi Öğretim Üyesi Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Metin DOĞAN Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. M. İhsan KARAMAN Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı “Yeryüzü Doktorları Türkiye” Yönetim Kurulu Başkanı Üroloji Uzmanı Prof. Dr. Murat TUNCER Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa SOLAK Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet ÜNÜVAR TBBM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşleri Komisyonu Başkanı Adana Milletvekili Prof. Dr. Nesrin DİLBAZ Üsküdar Üniversitesi Öğretim Üyesi Osman GÜZELGÖZ Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü Öznur ÇALIK TBMM Nüfus ve Kalkınma Grubu Başkanı Malatya Milletvekili Prof. Dr. Sabahattin AYDIN Medipol Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Tevfik ÖZLÜ Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Farabi Hastanesi Başhekimi, Hasta Hakları ve Sağlıklı Yaşam Derneği (HAKSAY) Başkanı Doç. Dr. Tuncay DELİBAŞI Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Klinik Şefi Prof. Dr. Uğur DİLMEN Sağlık Bakanlığı Sağlık Araştırmaları Genel Müdürü Prof. Dr. Yunus SÖYLET İstanbul Üniversitesi Rektörü Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Üyesi Üniversite Hastaneleri Birliği Derneği Başkanı Yıl: 2 Sayı: 17 • MAYIS 2013 Yayın Koordinatörü Ayşe GÜZELGÖZ Görsel Yönetmen Mustafa HORUŞ Grafik Tasarım EsasMedya Tasarım Yayın İdare Merkezi Aşağı Öveçler 1328. Sokak 15/3 Çankaya / Ankara Tel : 0312 472 44 63 Faks: 0312 472 44 83 www.saglikveinsandergisi.com [email protected] Yayın Türü Yaygın Süreli Basım Yeri İmaj İç ve Dış Ticaret A.Ş. Macun Mah. 3. cad. No: 2 (A Girişi) İstanbul Yolu 6. km. Yenimahalle / ANKARA Tel : 0312 397 91 40 Basım Tarihi Mayıs 2013, ANKARA Kaynak gösterilmeden yazılar iktibas edilemez, alıntı yapılamaz. Yazılar yayınlansın, yayınlanmasın yazarlarına iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir. Hukuki sorumluluk yazarlarına aittir. ®EsasMedya - 2013 ®ISSN: 2146-829X ÜCRETSİZDİR. Destek ve katkıları için SAĞLIK BAKANLIĞI’na teşekkür ederiz. /saglikinsandrg /saglikveinsandergisi www.saglikveinsandergisi.com Türkiye İlgi ve Takdir Toplamaya Devam Ediyor Türkiye, sağlıkta yaşanan gelişmeler ve yeni teknolojilere adapte olma sürecinin giderek hızlanması bakımından yurt içi ve yurt dışından ilgi ve takdir toplamaya devam ediyor. ABD’nin Şikago şehrinde, 65 ülkeden 16.000’i aşkın katılımcıyla gerçekleşen 20. Uluslararası Biyoteknoloji Kongre ve Fuarında, Ülkemiz 14 firma, 5 kamu kurumu ve 2 sivil toplum kuruluşu ile temsil edildi. Türkiye standının açılışını ise Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu yaptı. Sağlık ve İnsan Dergisi olarak biz biyoteknoloji alanında yaşanan gelişmeleri de göz önüne alarak Mayıs sayımızda biyoteklojiyi kapak konumuz olarak belirledik. Uzm. Ecz. Seren Çelebier ve Uzm. Ecz. Eda Cindoğlu, “Biyoteknoloji Türkiye İçin Ne İfade Ediyor?”; Uzm. Ecz. H. Demet Çelik, “Biyoetik”; Uzm. Ecz. Yasemin Akyürek “İlaç Sektörünün Geleceği ve Biyoteknolojik İlaçlar” başlıklı makaleleriyle sağlıkta biyoteknolojinin nasıl bir rol oynayabileceğini sizler için aktardılar. Nisan ayında gerçekleşen ve basında geniş yer bulan Global Alkol Politikaları Sempozyumu’nun etkisiyle alkol kullanımının yaşattığı olumsuzlukları ve yok ettiği yaşamları bir kez daha hatırladık. Mayıs sayımızda önemli bir toplum sorunu olan “alkol” konusunda geniş bir dosya hazırladık. Yayın Danışma Kurulu üyelerimizden Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı Prof. Dr. İhsan Karaman Hocamızın, Sempozyum açılış konuşmasının ve alkol politikaları konusunu geniş bir biçimde ele aldığı “Neden TAPP?” başlıklı makalesinin, Sempozyum Sonuç Bildirgesinin ve Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Tütün ve Diğer Bağımlılık Yapıcı Maddelerle Mücadele Daire Başkanlığı tarafından hazırlanan “Alkol Bilgi Notu”nun yer aldığı “alkol” dosyamızı ilgiyle okuyacağınızı umuyoruz. Mayıs sayımızın “Hayatın İçinden” bölümünde ise Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü Osman Güzelgöz, Sağlık ve İnsan Dergisi okurları için Sağlık Bakanımız Mehmet Müezzinoğlu’nun Batı Trakya gezisinin ayrıntılarını ve Sayın Bakanımızın buradaki duygu dünyasını kaleme aldı. Birkaç yıldır “en başarılı iş kadını” listelerinde üst sıralarda gördüğümüz Novartis Türkiye Ülke Başkanı Güldem Berkman, bu sayımızda Portre bölümünde konuğumuz oldu. Ortadoğu Sağlık Merkezi Yönetim Kurulu Başkanı Halil Baysal’ın bölgedeki sağlık sektörü durumunu anlattığı yazısı, Sağlık Bakanlığının yürüttüğü Twitter’da SoruCevap uygulamasının sonuncusu “Aşı” çalışması, Nisan ayında açıklanan “İlaç Sektörü Raporu” ve Ege Üniversitesi Kampus çalışmalarımızın da ilginizi çekeceğini düşünüyoruz. Yine dopdolu bir içerikle siz değerli okuyucularımıza sunduğumuz Mayıs sayımızı beğeneceğinizi umuyor, “sağlığın insanı ve insanın sağlığı” için hep daha iyi gelişmeleri sizlere aktarmak dileğiyle sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz… M. Esat GÜZELGÖZ İÇİNDEKİLER Haber: Uluslararası Biyoteknoloji Kongresi Şikago’da Düzenlendi 6 Haber: “Diyabeti Durduralım” Projesi 8 Kapak Konusu: Biyoteknoloji, Türkiye İçin Ne İfade Ediyor? 10 Kapak Konusu: İlaç Sektörünün Geleceği ve Biyoteknolojik İlaçlar 12 Kapak Konusu: Türkiye’de ve Dünyada Biyoekonomiye Genel Bakış 16 Haber: Türkiye’nin İlk Gemi Hastanesi için Şartname Hazır 18 Kapak Konusu: Türk İlaç Sanayinde Biyoteknoloji 20 Haber: Sağlık Sektörü Temsilcileri Antalya’da Bir Araya Geldi 22 Kapak Konusu: Global Alkol Politikaları Sempozyumu 27 Kapak Konusu: Alkol Bilgi Notu 30 Kapak Konusu: Neden Türkiye Alkol Politikaları Platformu(TAPP)? 32 36 Haber: Elektronik Sigara, Sigarayı Bıraktırmıyor 40 Portre: Güldem Berkman Novartıs Türkiye Ülke Başkanı 44 Hayatın İçinden: Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nun Batı Trakya Gezisi 52 Sağlıkta da Barış Olsun 54 Haber: Obezite Düşmanı Neşeli Tarifler 56 Röportaj: Mete Hüsemoğlu Abbvie Türkiye Genel Müdürü 58 11. Rekabet Hukuku ve İktisadında Güncel Gelişmeler Sempozyumunda İlaç Sektörü Raporu Açıklandı 60 140 Karakterde Sağlık: Her Şeyin Başı Sağlık, Sağlığın Başı Aşı 68 Kampus: Ege Üniversitesi 76 Kurumlarımız: Tüm Radyoloji Teknisyenleri ve Teknikerleri Derneği (TÜMRAD-DER) 78 Kültür - Sanat: Devlet Tiyatroları’ndan 81 İl’de Tiyatro!. 80 Kitap haber ULUSLARARASI BİYOTEKNOLOJİ KONGRESİ ŞİKAGO’DA DÜZENLENDİ Bu yıl 20’ncisi düzenlenen Uluslararası Biyoteknoloji Kongre ve Fuarı, ABD’nin Şikago kentinde başladı. Türkiye’nin 14 firma, 5 kamu kurumu ve 2 sivil toplum kuruluşu ile temsil edildiği fuarda, Türkiye standının açılışını Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu yaptı. Uluslararası Biyoteknoloji Kongre ve Fuarında önemli ilaç firmaları ile görüşmeler gerçekleştiren Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, büyük bir ABD şirketinin Türkiye’ye yatırım yapma kararı aldığını belirterek, “Biz bilgi birikiminin, teknoloji birikiminin ülkeye gelmesini ve kalıcı olmasını istiyoruz” dedi. Görüşmelerin ardından gazetecilere açıklama yapan Müezzinoğlu, firma temsilcilerine Türkiye’ye yatırım yapmanın avantajlarını anlattığını söyledi. Firma temsilcilerinin kendilerinden “iletişim ve şeffaflık” istediğini, bürokratik sorunların aşılması için destek istediklerini kaydeden Müezzinoğlu, izin ve ruhsatlandırma sürelerinin hızlandırılmasının talep edildiğini dile getirdi. Büyük bir ABD şirketinin bu yıl içinde Türkiye’ye yeni yatırım yapma kararı aldığı müjdesini de veren Müezzinoğlu, görüşecekleri diğer firmalardan da yatırım kararları beklediklerini dile getirdi. Bakan Müezzinoğlu, ilaçtaki cari açığa ilişkin açıklamalarda da bulundu. Şu anda en azından mevcudu korumayı hedeflediklerini belirterek, “Sağlık turizmini güçlü hale getirebilirsek ilaçtaki cari açığı oradan kapatabiliriz. Cari açığın kapatılabileceği en stratejik alan sağlık turizmi” dedi. Avrupa’da 100 bin avroya mal olan bir tedavi Türkiye’de 50 bin avroya yapılınca önemli bir gelir elde edildiğini dile getiren Müezzinoğlu, Türkiye’nin sağlık turizmi potansiyelinin yüksek olduğunu vurguladı. İlaç üretiminde Ar-Ge’nin Önemi Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, yerli üreticilerin yaşadığı sorunlara da değinerek, yerli üreticilerin birçoğunun Ar-Ge’ye ve markasını büyütmeye gerekli önemi vermediğini bu nedenle sorunlar yaşandığını söyledi. Görüştüğü bazı yabancı şirketlerin Ar-Ge’ye yüzde 30 pay ayırdığını vurgulayan Müezzinoğlu, 6 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 “Bir firmamızın Ar-Ge’ye ayırdığı pay yüzde 0,5 ise neticede Ar-Ge’si yüzde 15 olanla yarışması ve Türkiye’nin de onu hep omuzlarında taşıması mümkün mü?” diye konuştu. Gazetecilerin e-reçete uygulamasına ilişkin sorularını da yanıtlayan Müezzinoğlu, bu sistemin israf, sahte ilaç girişleri gibi olumsuzlukları önlediğini belirtti ve sistemin aynı zamanda kontrol ve takip imkânı sunduğunu, elektronik ortamdaki verilerin yeni karar alımlarını kolaylaştırdığını anlattı. Bir milyar kişiye ulaşma imkânı Fuar kapsamında düzenlenen resepsiyonda da konuşma yapan Bakan Müezzinoğlu, Sağlık Strateji Belgesi’nde biyoteknolojinin stratejik bir yatırım alanı olarak belirlendiğini söyledi. Resepsiyona katılan sektör temsilcilerine hitaben Türkiye ve bölgenin potansiyelini anlatan Müezzinoğlu, “Türkiye’yi yakın coğrafyasında bir milyara yaklaşan bir popülasyona hitap edebilen güçlü, bölgesel, istikrarlı bir aktör olarak değerlendirmeleri, yatırımları için stratejik bir nokta olacaktır. Türkiye üç saatlik mesafede yaklaşık 500 milyonluk bir kitleye, yaklaşık beş saatlik mesafede de 1 milyar insana hitap edebiliyor. Bunu değerlendirin” dedi. Fuar kapsamında Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı (TYDTA) tarafından, ülkenin biyoteknoloji ve ilaç sektörlerinde sunduğu yatırım fırsatlarını tanıtmak amacıyla “Türkiye: Biyoteknolojide Büyüme İçin Yatırım Merkezi” konulu panel de düzenlendi. TYDTA Başkanı İlker Aycı, yaptığı açıklamada, Türkiye’nin Biyoteknoloji Fuarı’na bu yıl ikinci kez katıldığını belirterek, kamu ve özel sektör temsilcilerinin etkinliğe büyük önem verdiğini söyledi. Bu fuarın sektörün adeta “Davos’u” olduğunu ifade eden Aycı, firmalarının fuar kapsamında önemli görüşmeler gerçekleştirdiklerini kaydetti. Bakan Müezzinoğlu ile uluslararası yatırımcılar, ülkede ortaklıklar kuran şirketler ve sektör temsilcileriyle bire bir toplantılar gerçekleştirdiklerini ifade eden Aycı, Türkiye’deki yatırım imkanlarına ilişkin bir de panel düzenlediklerini anlattı. yadaki önemli temsilcilerinin, Türkiye ve sektörümüz ile yatırım ortamı ve yatırım potansiyeli hakkında farkındalıkları artacak hem de ‹sektörde neler oluyor, firmaların geliştirdiği yeni trendler neler, nasıl işbirliği imkanları geliştiririz ve onları ülkemize nasıl çekeriz’ konusunda hep birlikte buradan olumlu sonuçlarla döneceğimize inanıyorum.” Aycı, geçen yıl bu sektörde Türkiye’ye önce 700 milyon dolar ve arkasından da ilave 150 milyon dolar yatırım geldiğini anlatarak, bu fuarın yatırımları artırmasını beklediklerini dile getirdi. Fuar kapsamında görüştükleri yatırımcıların Türkiye’ye bakışının pozitif olduğunu dile getiren Aycı, şöyle devam etti: Sağlık sektörünün büyük potansiyeli olduğuna vurgu yapan Aycı, şöyle konuştu: “Türkiye’de sağlık sektörünün büyüklüğü 67 milyar dolar. Beklentimiz bu rakamın 2023’te 160-170 milyar dolara yükselmesi. Dolayısıyla neredeyse üç katına çıkacak bu sektör. Bunu da tabii sadece öz kaynakla yapmayacağız. Uluslararası doğrudan yatırımcıların, dünya firmalarının da gerek kendi başlarına gerekse Türkiye’deki firmalarla ortak yatırımlar yapmak suretiyle hem iç pazarımıza hem de çevre ülkelere beraberce bu sektörde yine pozisyonlaşabileceklerini düşünüyoruz ve bunun için çalışıyoruz.” “Yoğun bir gündemle buradayız. Ümit ediyorum ki bire bir görüşmelerin sonunda hem bu sektörün dün- Toplam 65 ülkeden 16 binden fazla kişinin katıldığı tahmin edilen fuar 25 Nisan’da sona erdi. “Bu fuarın yatırımları artırmasını bekliyoruz” SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 7 haber “DİYABETİ DURDURALIM” PROJESİ Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, çocuk ve gençlere hareketli yaşam tarzı kazandırılmasının önemine işaret ederek, “16-17 milyon öğrencimiz, okullarda beden eğitimi dersinde takla atmayı başardı başaramadı. Buna göre not alıyorsa bir yanlışlığımız var” dedi. Cumhurbaşkanlığının himayesinde Türkiye Diyabet Vakfının yürüttüğü “Diyabeti Durduralım Projesi”nin ikinci yılını tamamlanması nedeniyle Çankaya Köşkü’nde toplantı düzenlendi. Bakan Müezzinoğlu, burada yaptığı konuşmada, toplumda sağlıklı yaşam bilinci oluşturulmasının önem taşıdığını, yeni nesillerin de bu bilince sahip olması gerektiğini belirterek, koruyucu sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi için çalışmalar yürüttüklerini söyledi. Hastalıklara karşı bilincin artırılmasının, toplumu bu hastalıklardan koruduğuna dikkati çeken Müezzinoğlu, çocuk ve gençlere sağlıklı beslenme ve hareketli yaşam tarzı kazandırılmasının büyük önem taşıdığını bildirdi. 8 yetişkinlerce de benimsenmesi gerektiğini kaydeden Sağlık Bakanı Müezzinoğlu, yüzme, koşma, yürümenin yaşı olmadığını söyledi. Çocuk ve gençlere enerjilerini tüketebilme alışkanlığı kazandırılması gerektiğini belirten Müezzinoğlu, okul yöneticileri ve öğretmenlerin de bu konuda örnek olması gerektiğini bildirdi. Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç ile amatör sporcuların sağlık hizmeti almasıyla ilgili protokol imzaladıklarını açıklayan Müezzinoğlu, “2 milyon lisanslı amatör sporcumuz var ama hedef rakam 20 milyon” dedi. Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, Bakanlığına spor ve yeşil alan talebi yerine hastane ve MR cihazı talebi geldiğini ve sağlıklı beslenme ve yaşam için kamuoyunda bilinç oluşturulursa diyabet ve kronik hastalıklarla mücadelenin kolaylaşacağını söyledi. Buzdolabınıza Bakın Kötü alışkanlıklarla mücadele bilincinin de oluşturulması gerektiğini ifade eden Müezzinoğlu, “Bir taraftan ‘alkol zararlıdır’ diyeceğiz bir taraftan çocuğun karşısında ‘haydi şerefe’ diye bardağı tutacağız. Bu ne kadar doğru, bütün bunları yeniden gözden geçirmemiz lazım” diye konuştu. Evlerdeki buzdolaplarında sağlığa zararlı yiyecek ve içecekler bulunmaması gerektiğini ifade eden Müezzinoğlu, herkesin buzdolabının içini bir kez daha kontrol etmesi çağrısında bulundu. Hareketli yaşam tarzının Müezzinoğlu, hayatın sağlıklı yaşanması gerektiğini vurguladı ve sözlerine “Anlık heveslere göre yaşayacaksak olursak, fastfoodun da zararı yok, bardaklarda ne olduğunun da herhangi bir anlamı yok” diye devam etti. SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 Bakan Müezzinoğlu, bir soru üzerine, diyabetle mücadele programı çerçevesinde tarama programına öncelik vereceklerini, bu çerçevede kan şekeri ölçümleri yapacaklarını da bildirdi. Amacımız Farkındalık Yaratmak Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Mustafa İsen de “Diyabeti Durduralım Projesi”ne, toplumda bu konuda duyarlılık oluşturulması amacıyla destek verildiğini belirterek, projeden başarılı sonuçlar alınmasını ümit ettiklerini dile getirdi. İsen, atılacak bilinçli adımlarla diyabete karşı sonuç alınmasının mümkün olduğunu söyledi. Hasta Sayısı Dünya Ortalamasının İki Katı Türkiye Diyabet Vakfı Başkanı Prof. Dr. Temel Yılmaz ise 10 milyonu bulan Türkiye’deki diyabetli sayısının dünya ortalamasının iki katı olduğunu, bu hastalar için yılda 13 milyar lira harcandığını bildirdi. Diyabetin artmasının 21. yüzyılın getirdiği beslenme ve hareketsiz yaşam alışkanlığından kaynaklandığına işaret eden Yılmaz, hastalara erişimin en büyük zorluk olduğunu, bu nedenle akran eğitimi programı uyguladıklarını söyledi. Toplantının sonunda projede emeği geçenlere plaket verildi. Özel Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi Özel Anadolu Sağlık Ataşehir Tıp Merkezi kapakkonusu BİYOTEKNOLOJİ TÜRKİYE İÇİN NE İFADE EDİYOR? Uzm. Ecz. Seren ÇELEBİER Uzm. Ecz. Eda CİNDOĞLU ABD’de yerleşik Uluslararası Biyoteknoloji Konferansı (BIO-Konferans), biyoteknoloji endüstrisi için en büyük küresel etkinliklerden birisidir. Bu önemli etkinlik biyoteknoloji alanındaki en önemli kişi ve kuruluşları ağırlayarak paydaşlar arasında iletişim ağları ve ortaklıklar kurma fırsatları sunar. İlk BIO-Konferans, 1993 yılında Kuzey Karolayna Eyaletinin Durham şehrinde 1400 kişinin katılımı ile gerçekleştirilmiştir. En son 22-25 Nisan 2013 tarihlerinde Chicago’da düzenlenen ve 20. yılını kutlayan BIO, en büyük süksesini 2007 yılında Boston’da 22 bin katılımcı ile yapmıştır. BIO-Konferans başladığı tarihten bu yana politika yapıcılara, bilim 10 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 adamlarına, yöneticilere ve ünlü isimlere ev sahipliği yapmakta olup, ağırladığı konuşmacılar arasında George W. Bush, Bill Clinton ve Tony Blair gibi önemli isimler yer almaktadır. Biyoteknoloji ve ilaç şirketlerinden, akademik araştırma kurumlarına kadar geniş bir yelpazeden katılımcıların yer aldığı Konferansa ülkemizden ilk defa 2012 yılında katılım sağlanmıştır. Boston’da düzenlenen bu konferansta ülkemiz, açtığı stant ile yerini almıştır. Heyetimize Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanımız Sayın Nihat Ergün başkanlık etmiştir. Heyette Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığından, Başbakanlık Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansından, Sağlık Bakanlığından, TÜBİTAK’tan ve özel sektörden önemli isimler yer almıştır. Bu yıl ise 22-25 Nisan 2013 tarihlerinde Chicago’da gerçekleştirilen etkinliğe Sağlık Bakanımız Sayın Dr. Mehmet Müezzinoğlu başkanlığında kamu ve özel sektör temsilcilerinden oluşan üst düzey bir heyetle katılım sağlanmıştır. Bu yılki üst düzey temsil, stant alanımızın genişliği ve tasarımı, katılımcı sayımızın fazlalığı, BIO yönetiminin ve konferans katılımcılarının dikkatlerini cezbetmiştir. Konferans boyunca, Sağlık Bakanımız ve diğer yetkililer tarafından Türkiye’deki yatırım fırsatlarıyla ilgili bilgiler verilmiştir. Sayın Bakanımız “Global Biyoteknoloji Forumunda” ana konuşmacı olarak yer almış ve önemli mesajlar vermiştir. Konferansın 1. Günü Türkiye’deki yatırım fırsatlarını tanıtmak ve yaşanan gelişmeleri anlatmak amacıyla bir panel gerçekleştirilmiştir. Panelin Başkanlığını Başbakanlık Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı Başkanı Sayın İlker Aycı yapmıştır. Panelde sırasıyla Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Eko- nomik Araştırmalar Başkan Yardımcısı Dr. Hakkı Gürsöz tarafından sağlık ve ilaç sektörünün mevcut durumu, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Sanayi Genel Müdürü Süfyan Emiroğlu tarafından “Türkiye İlaç Sektörü Strateji Belgesi ve Eylem Planı”, Ekonomi Bakanlığı Teşvik Uygulama ve Yabancı Sermaye Genel Müdürü İbrahim Uslu tarafından da yeni teşvik sistemi hakkında bilgiler verilmiştir. Konferansın 2. gününde de Sayın Sağlık Bakanımız ve diğer yetkililer tarafından Türkiye’nin tanıtımı açısından önemli temaslar gerçekleştirilmiştir. Burada verilen temel mesaj “güçlü bir 2023 vizyonu” olmuştur. Özellikle, Türkiye’nin daha fazla biyoteknoloji yatırımı çekebilmek adına yenilikçilik ekosistemini ve ilaç sektörü yatırım ortamını iyileştirme çabalarını hızla devam ettirdiğinin altı çizilmiştir. Dünya ilaç pazarında 16, AB pazarında ise 6. sırada yer alan ülkemizin dünya ilaç ihracatından ve toplam biyoteknolojik buluşlardan aldığı pay çok düşüktür. Ülkemizin “biyoteknoloji alanında söz sahibi bir konuma yükselmek” hedefini gerçekleştirebilmesi adına, bu alanındaki tüm paydaşları bir araya toplayan BIO-Konferans önemli bir platform olmuştur. Burada elde edilen fırsatları sıralamak gerekirse: • Biyoüretim, genetik bilimi, nano- teknoloji ve hücre tedavisi gibi biyoteknolojinin ağırlık kazandığı farklı alanlardaki son teknolojik gelişmelerin yakından takip edilmesi, • Ülkemizin klinik araştırmalarda hak ettiği seviyeye ulaşmasını temin etmek amacıyla ülkemizdeki klinik araştırma mevzuatının anlatılması ve klinik araştırma ortamının tanıtılması, • Ülkemiz katılımcılarına biyoteknoloji alanında öncü dünya şirketleriyle temas kurma ve Türkiye’deki yatırım imkânları hakkında bilgi verme fırsatı sunması, • Sektörde hizmet veren yerli ve yabancı birçok firmayı bir araya getirerek Türkiye’nin biyoteknoloji konusunda dünya ile entegrasyonuna önemli katkılar sağlaması ve ülkemiz özel sektör temsilcilerinin önünde yeni ufuklar açması. Gelişmekte olan ekonomiler, pazar potansiyellerinin giderek artmasıyla ilaç üreticileri için daha çekici hale gelmektedir. Bu noktada yabancı yatırımları çekmek kadar yatırımın niteliğinin de tartışılması gerekmektedir. Ülkemizin, yatırımcıların düşük katma değerli yatırımlar için seçtiği bir pazar olma konumundan uzaklaşıp yüksek katma değerli yatırımlara yönelmesi, bunları kendine çekmesi gerekmektedir. Küresel hastalık trendleri ve bunların tedavi yöntemleri incelendiğinde, ilaç sanayinde biyoteknolojinin önemi giderek artmakta ve Türkiye’nin orta ve uzun vadede, teknoloji transferini ve geçiş sürecini tamamlama hedefini gerçekleştirmesi büyük önem taşımaktadır. Biyolojik kaynaklar ve genetik çeşitlilik bakımından büyük bir zenginliğe sahip Türkiye’nin, kendi ihtiyaçlarının yanı sıra coğrafi konumu itibarıyla büyüyen pazarlara yakınlığı açısından kritik bir konumda olduğu göz önüne alındığında bu avantajlarını kullanabilmesi ve büyüyen biyoekonomi içerisinde yer bulabilmesi gerekmektedir. Bu nedenle BIO-Konferans, hem bu yıl hem de ileriki yıllarda ülkemiz açısından biyoteknoloji alanında atılan adımların sağlamlaştırılması, küresel paydaşlarla biyoteknoloji alanında temasların kurulması ve ülkemizdeki yatırım ortamının tanıtılması açısından Türkiye’nin sahip olduğu avantajlar çerçevesinde oldukça iyi bir platform olarak görülmektedir. SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 11 kapakkonusu İLAÇ SEKTÖRÜNÜN GELECEĞİ VE BİYOTEKNOLOJİK İLAÇLAR Uzm. Ecz. Yasemin AKYÜREK İlaç olarak kullanılacak farmasötik ürünleri geliştiren, üreten ve pazarlayan ilaç endüstrisi bu faaliyetleri ile tüm dünyada sağlık sistemlerinin en önemli ve olmazsa olmaz aktörlerinden biridir. İlaç sektörü, yüksek araştırma/geliştirme potansiyeli bulunan bilgi yoğun bir endüstri olması, ürün sunulan pazarın küresel niteliği ne- deniyle uluslararası rekabete konu olması, devletin hem kural koyucu hem ödeyici olarak pazara önemli dahli ve insan hayatının korunmasına ve kaliteli bir şekilde sürdürülmesine doğrudan etkisi ile diğer sektörlerden farklılaşmaktadır. Bu özgün nitelikleri dolayısı ile ilaç sektörünün, kalite ve etkililikten ödün vermeden, kamunun en iyi ilaca, en hızlı ve en kolay şekilde ulaşabilmesi yönünde çalışmasına imkân verecek bir ortamın teşekkülü tüm dünyada devletlerin en önemli sosyal politikalarından biridir. Ülkemizde yerli ilaç sanayinin tarihi 1900’lü yılların başlarına kadar uzanmaktadır. Bu dönemde ilk olarak Kimyager Dr. İbrahim Etem (1903) sonrasında ise Eczacı Abdi İbrahim Bey (1919) ve Prof. Mustafa Nevzat Pısak (1923) kendi laboratuvarlarını kurarak ülkemizde yerli ilaç sanayiinin temellerini atmışlardır. Ülkemizde ilaçların üretimi, ithali, pazara sunulması ve pazarlama sonrası faaliyetlerini düzenleyen ilk mevzuat 1928 tarihli “İspençiyari Ve Tıbbi Müstahzarlar Kanunu” olup bu kanun halen yürürlüktedir ve ilaç alanının küresel standartları yerine getirecek şekilde düzenlenmesine imkân vermektedir. Yine dünyada ilk olarak 1960’larda gündeme gelen ve 1980’lerde kuralları detaylı bir şekilde belirlenen “İyi Üretim Uygulamaları”na ilişkin ilk mevzuat ülkemizde 1984 yılında yayınlanmıştır. İyi Üretim Uygulamaları ilacın güvenli ve kaliteli bir şekilde üretimini garanti altına alacak kuralları belirlemekte ve tüm dünyada ortak standartlarda ürün üretilmesini sağlamaktadır. Peki yerli ilaç sanayiimizin 100 yılı aşkın geçmişi ve bu alandaki yasal düzenlemelerini dünyanın pek çok ülkesinden önce tamamlayan ülkelerden biri olarak Türkiye’de ilaç sanayimizin mevcut durumu nedir? Son yıllarda yayınlanan pek çok raporda Türk ilaç sektörünün pazar değeri açısından dünyada 16. sırada olmasına rağmen, ihracat hacmi ve klinik araştırma sayısı açısından ancak 36. sırada yer aldığı ifade edilmektedir. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin 2008 yılı raporunda, ülkemizin 2023 yılında dünyanın en büyük 10’uncu ilaç tüketim pazarı olacağı tahmini yapılmaktadır. Ancak, IMS Türkiye verilerine bakacak olursak 12 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 hâlihazırda ilaç ihtiyacımızın %64’ü ithalattan karşılanmaktadır. 2011 yılında ithalat 4,7 milyar ABD doları iken ihracat 620 milyon ABD doları olarak gerçekleşmiş olup ihracatın ithalatı karşılama oranı % 13,1’dir. Bu rakamlar göstermektedir ki dünya standartlarında üretim kapasitesine sahip olmasına rağmen Türkiye İlaç Sektörü, dünya pazarında yeterli rekabet gücüne henüz ulaşamamıştır. 1980-1990 arasında ilaç ihtiyacının %80’ini yerli üretim ile karşılayan Türkiye ilaç pazarının geleceğini kurgularken dünya pazarının güncel dinamiklerinin farkına varmak oldukça önemlidir. Son 20 yılda ileri teknoloji ürünlerinin özellikle biyoteknolojik ürünlerin dünya ve ülkemiz ilaç pazarındaki payı hızla artmış ve artmaya devam etmektedir. Dünyada en çok satılan 10 ürünün 5 tanesi biyotek- nolojik ürünlerdir. Ancak asıl dikkat çekici olan bu ürünlerin pazar payı yıllık büyüme oranının çift haneli değerlere ulaşmış olmasıdır (Tablo 1). Bu da gösteriyor ki hâlihazırda ilaç pazarında önemli bir paya sahip olan biyoteknolojik ürünler önümüzdeki yıllarda pazardaki paylarını ve önemlerini hızla artıracaklardır. Tablo 1. Dünyada 2012 yılında en çok satılan 10 ürün* Ürün 2012 satışları (milyar $) 2012 % Büyüme SERETIDE 8.9 1.7 HUMİRA 8.5 18.5 CRESTOR 8.3 3.0 NEXIUM 7.5 7.2 ENBREL 7.5 9.7 REMICADE 7.3 10.6 ABILIFY 7.0 11.5 LANTUS 6.6 19.3 MABTHERA 6.0 8.8 CYMBALTA 5.8 23.2 Yine 2012 verilerine göre en büyük pazar payına sahip 10 ürün grubundan en hızlı büyüyenler otoimmün hastalıklara yönelik ilaçlar, lipid düzenleyiciler, mental hastalıklara yönelik ilaçlar ve antidiyabetik ürünler şeklinde görülmektedir (Tablo 2). Bu tabloda yer alan hastalık gruplarının sıralaması görülme sıklığı sıralamalarından oldukça farklıdır. Örneğin boğmaca ve kızamığın DSÖ verilerine göre dünyada görülme sıklığı sırasıyla 18,4 ve 27,1 milyon kişi iken dünya ilaç pazarında en büyük paya sahip onkolojik hastalıklar için bu sayı 12,7 milyon kişi (Dünya Uluslararası Kanser araştırmaları Fonu-WCRF) olarak verilmektedir. Tablo 2. 2012 verilerine göre en çok satılan 10 ürün grubu* Ürün Grubu 2012 satışları (milyar $) 2012 % Büyüme ONKOLOJİ 61.6 5.1 AĞRI 56.1 2.7 ANTİHİPERTANSİF 51.6 3.5 ANTİDİYABETİK 42.4 8.2 MENTAL SAĞLIK 41.6 13.8 SOLUNUM AJANLARI 39.7 1.4 ANTİBAKTERİYELLER 38.8 3.7 LİPİD DÜZENLEYİCİLER 33.6 14.2 OTOİMMÜN HASTALIKLAR 27.8 15.1 ANTİÜLSER 26.0 2.4 Tüm bu verilerden görüleceği üzere modern çağın artan spesifik ve ölümcül hastalıkları ile mücadelede yeni ilaçların keşfi, diğer yandan uzayan yaşam süresinin kaliteli bir yaşama döndürülebilmesi için ilaç sanayiinin katma değeri yüksek yeni ve ileri teknoloji ürünlerine yönelmesi zorunludur. Araştırma geliştirme sürelerinin uzunluğu ve maliyetlerin yüksekliği de göz önüne alındığında yerli sanayimizin ivedilikle kararlı adımlar atması gerektiği aşikârdır. Hükümetimizin desteği ile özel sektörün istekliliğinden doğacak sinerji, bu zor hedefin başarılması yönünde en önemli itici güç olacaktır. SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 13 haber OBEZİTEYE PEDALLI ÖNLEM Obeziteyle mücadelede yeni stratejileri uygulamaya koymayı planlayan Sağlık Bakanlığı, bisiklet ve yürüyüş yollarının artırılmasını gündemine aldı. Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Obezite, Diyabet ve Metabolik Hastalıklar Daire Başkanı Nazan Yardım, obezitenin önlenmesinde hareketli yaşam tarzının büyük önem taşıdığını vurgulayarak, “Gerek yetişkinlerin gerekse çocukların hareket etmesini istiyoruz. Bu amaçla bisiklet ve yaya yollarının bulunması önemli. Belediyelerden daha fazla bisiklet ve yaya yolu yapmalarını talep ediyoruz” diye konuştu. Bakanlığın çocukluk çağı obezitesinin önlenmesi için toplum tabanlı eylem planı geliştirilmesi amacıyla çalıştay düzenlendiğini ifade eden Yardım, çalıştaya Milli Eğitim, Gıda, Tarım ve Hayvancılık, Gençlik ve Spor bakanlıklarının yanı sıra yerel yönetim temsilcisinin katılımının da sağlandığını belirtti. Çalıştayda yerel yönetim temsilcilerinin olmasının bu nedenle önemli olduğunu dile getiren Yardım, obeziteyle mücadelede belediyelere büyük görev düştüğünü söyledi. 14 eden ve daha az enerji alan toplumlarda obezite görülme sıklığının düşük olduğunu belirtti. Obeziteyle eylem planında bu tür önlemlerin teşvik edilmesinin öngörüldüğünü anlatan Keskinkılıç, çocuk ve gençlerde obezitenin önlenmesinde annelere görev düştüğünü vurguladı. Özellikle çalışan annelerin kolay hazırlanan ancak besin değeri düşük yiyecekleri tercih ettiğini ifade eden Keskinkılıç, şunlara dikkati çekti: “Araştırmamıza göre okul çağı çocuklarımızın 5’te 1’inde ya fazla kilo ya da obezite problemi var. Bu çocuklarımızın yüzde 6,5’i obez, yüzde 14’ü ise fazla kilolu. Bu nedenle hazırladığımız “Ulusal Obezite ile Mücadele Programı”nı uygulamaya koyduk. Düzenlediğimiz çalıştayda Dünya Sağlık Örgütü yetkilileriyle bütün bu konuları tekrar gözden geçiriyoruz.” Yardım, “Bu toplantıdan çıkan sonuçları daha sonra bütün belediyelere ileteceğiz ve obeziteyle mücadele stratejisinde kendilerinden bekleneni yapmalarını isteyeceğiz” dedi. 2009’da yaptıkları obezite görülme sıklığı çalışmasını tekrarlayacaklarını da bildiren Keskinkılıç, bu araştırmayla yürütülen mücadelenin sonuçlarına ve halkta bir davranış değişikliği olup olmadığına bakacaklarını belirtti. Çok Hareket, Daha Az Enerji Batıdan Doğuya Gittikçe Artırıyor Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkan Yardımcısı Bekir Keskinkılıç da bisikletin yaygın kullanıldığı, çok hareket Çocuk Endokrinolojisi ve Diyabet Derneği Başkanı Prof. Dr. Peyami Cinaz ise ülkede çocuklarda obezite SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 görülme sıklığının batıda ve doğuda farklılık gösterdiğini kaydetti. Batıda yüzde 6-10 olan çocuklarda obezite görülme sıklığının, doğuda yüzde 2-3’e kadar düştüğünü, bunun şekerli ve yağlı gıda alımının fazlalığıyla ilgili olduğunu anlatan Cinaz, “Çocuklarda obezite ve fazla kilonun en büyük nedeni beslenme düzeninin iyi olmaması ve hareketsizlik. Kahvaltı alışkanlığı bulunmaması, okullarda ana ve ara öğünlerde alınan sağlıksız gıdalar, fastfood alışkanlığı obeziteye yol açıyor” dedi. Bu sorunla mücadelede okul kantinlerine yönelik önlemler ve sporun teşvik edilmesinin büyük önem taşıdığını vurgulayan Cinaz, öğünlerde geleneksel ev yemeklerinin tüketilmesi gerektiğini bildirdi. Cinaz, “Çocuklarımız ne yazık ki hiç hareket etmiyor. Okula servisle gidip geliyor, bütün gününü bilgisayar başında geçiriyor, spor yapmıyor. Spor alanları artırılmalı, çocukların daha fazla hareket etmesi sağlanmalıdır. Spor sadece kilo vermek için yapılmaz. Kemik kütlesinin olgunlaşması ve kasların gelişimi için de yapılmalıdır” diye konuştu. Prof. Dr. Cinaz, önlem alınmadığı takdirde çocukların ileri yaşlarda diyabet, hipertansiyon, kalp ve damar hastalıkları, karaciğer yağlanması, uyku apnesi, eklem ağrıları gibi sağlık sorunlarıyla karşı karşıya kalabileceklerini bildirdi. kapakkonusu TÜRKİYE VE DÜNYADA BİYOEKONOMİYE GENEL BAKIŞ Uzm. Dr. Elif Hilal VURAL Biyoteknoloji, dünya nüfusunun hızlı artışı, nüfus yapısındaki demografik değişim, küresel iklim değişiklikleri ve kaynakların kısıtlılığı gibi nedenlerle gelişime açık küresel rekabetin yoğun olduğu bir alandır. Enerjinin ve doğal kaynakların verimli kullanılması, alternatif kaynaklardan enerji elde edilmesi, yenilenebilir biyolojik enerji kaynaklarının kullanımı ve yönetimi konuları biyoteknolojinin hedeflerini oluşturmaktadır. Ekosistemlerin sürdürülebilirliği, doğal kaynakların kısıtlılığı gibi sorunlara biyoteknoloji farklı endüstrilerdeki uygulamalar ile çözümler sunmak16 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 tadır. Dünya nüfusunun hızlı artışı gıda, temiz su, barınak, sağlık hizmetlerindeki talep artışını da birlikte getirmektedir. Bu yüzden verimin artırılmasına yönelik tarım, ormancılık, balıkçılık, endüstriyel ve sağlık alanındaki biyoteknolojik çalışmaların önemi giderek artmaktadır. Biyoekonomi, biyolojik kaynakları üreten ve kullanan ekonomik faaliyetleri kapsayan uygulamalardır. Bu nedenle yaşam bilimleri, ekoloji, biyoteknoloji, nanoteknoloji, bilgi ve iletişim teknolojisi uygulamalarının işbirliği içinde çalışmasını gerektirmektedir. Birçok ülke biyoteknolojiyi ekonomik büyüme ve küresel rekabet gücü kazanmak için fırsat olarak görmektedir. Ayrıca yeni istihdam alanları oluşturmaktadır. Avrupa’da biyoekonominin piyasa büyüklüğü yaklaşık 2 trilyon avrodur ve yaklaşık 21,5 milyon kişilik istihdam sağlamaktadır. Bilgi Temelli Biyo-Ekonomi (Knowledge Based Bio-Economy-KBBE) kavramı Avrupa Komisyonu tarafından kamu refahını geliştirmek ve küresel gereksinimleri karşılamak amacıyla oluşturulmuştur. Son dönemdeki çalışmalarda KBBE için komisyon içinde araştırma ve yenilikleri destekleyen politikalar geliştirilmiştir. Biyoekonominin en önemli kollarından birini sağlık alanı oluşturmaktadır. Nüfus artışı, yaşlanma, kronik hastalık tedavi maliyetlerinin artışı, artan gelir seviyesi ile birlikte sağlık hizmetleri talebindeki artış, ihtiyaçlara cevap olarak sağlık alanında biyoteknoloji uygulamalarını yaygınlaştırmıştır. 2050 yılına gelindiğinde Dünya nüfusunun 9,3 milyara ulaşacağı, 65 yaş üzeri nüfus oranın da %16 olacağı tahmin edilmektedir. 2030 yılında biyoteknolojik ürünlerin tahminen, kimyasal ve endüstri ürünlerinin %35’ini, ilaç ve tanı ürünlerinin %80’ini, tarım ürünlerinin ise %50’sini oluşturacağı ve OECD toplam GSYH ’ının da % 2,7’sine ulaşacağı öngörülmektedir. Dünyadaki Ar-Ge harcamalarının sektörel dağılımında ilaç ve biyoteknoloji uygulamaları %19,3 ile ilk sıralarda yer almaktadır. Biyofarmasötik araştırma şirketleri biyolojik süreçleri kullanarak pek çok ürün ve aşı geliştirme faaliyetlerinde bulunmaktadır. Bunlar monoklonal antikorlar, aşılar, rekombinant proteinler, hücre terapileri, gen terapileri gibi geniş bir ürün yelpazesini oluşturmaktadır. Biyoteknoloji ürünlerinin geliştirildiği ve geliştirilmeye çalışıldığı hastalık grupları arasında otoimmün hastalıklar, kan hastalıkları, kanser, kardiyovasküler hastalıklar, diyabet, parkinson, astım ve dermatolojik hastalıklar sayılabilir. Hastalık kategorisine göre değerlendirildiğinde biyoteknolojik faaliyetlerin kanser, enfeksiyon hastalıkları, otoimmün hastalıklar ve kardiyovasküler hastalıklarda daha yoğun olduğunu görmekteyiz. Ürün kategorisine göre değerlendirildiğinde ise ilk sırayı monoklonal antikorlar ve aşılar paylaşmakta bunu da hormon/proteinlerin üretimi takip etmektedir. 2010 yılında dünya çapında 830 Milyar ABD doları olan ilaç pazarı içinde biyolojik ilaçların satışları dünya ilaç piyasasının %14’ünü oluşturmaktadır. Bu toplam içinde biyo-benzerlerin tutarı 380 Milyon ABD dolarıdır. Biyolojik ilaçların yaklaşık 2/3’ü rekombinant proteinler, 1/3’ü ise antikorlardır. Biyoteknolojik ilaçların piyasa hacmi önceki yıllara göre hızla artmaktadır. Dünyada yapılan toplam Ar-Ge harcamalarının sektörel dağılımında ilaç ve biyoteknoloji sektörü ilk sıralarda yer almaktadır. Son yıllarda pazara giren ürünlerin%20’si biyoteknolojikdir. Ülkemizde ruhsatlı biyoteknolojik ürünlerin sayısında 2007-2012 yılları arasında aşılar hariç 2,3 katlık bir artış olmuştur. Türkiye pazarında yer alan, Türk Eczacıları Birliği aracılığı ile getirtilen ürünlerin birim fiyatı 20072012 yılları arasında 1.211TL’den 1.709TL’ye yükselirken, ülkemizdeki ruhsatlı ürünlerin birim fiyatlarında ise 123TL’den 101TL’ye gerileme olmuştur. Ülkemizde biyoteknolojik ilaç üretimini teşvik etmek üzere düzenlemeler bulunmaktadır. 02/11/2011 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 663 sayılı Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile, tıbbî ürün ve hizmetlerin üretimi teşvik edilmektedir. 15/06/2012 tarihli ve 2012/3305 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe giren Yatırımlarda Devlet Yardımları Hakkında Karar’ın 17’nci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi ve 11/10/2011 tarihli ve 663 sayılı “Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 40’ıncı maddesi hükümlerine dayanılarak hazırlanan ve 19.12.2012 tarih ve 119775 sayılı Bakan Oluru ile “Yatırımlarda Devlet Yardımları Hakkında Karar Kapsamındaki Biyoteknolojik İlaç, Onkoloji İlaçları ve Kan Ürünleri Üretimi Proje Onayları Hakkında Yönerge” yayımlanmıştır. İlaç sanayinde biyoteknolojinin artan önemi nedeniyle orta ve uzun vadede teknoloji transferi ve geçiş sürecinin tamamlanması kalkınma hedefleri arasındadır. KAYNAKLAR Biyoteknoloji Sektörel İnovasyon Sistemi. Kavramlar Dünyadan Örnekler Türkiye’de Durum ve Çıkarımlar, Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı, 2013. The Bioeconomy to 2030. Designing a Policy Agenda. Main Findings and Policy Conclusions. OECD International Futures Project, 2009. The Knowledge Based Bio-Economy (KBBE) in Europe: Achievements and Challenges Full Report. European Commission European Research Area,14 September 2010. Türkiye İlaç Sektörü Strateji Belgesi ve Eylem Planı 2013-2016, Bilim Sanayi Teknoloji Bakanlığı, 2013-Taslak. Büyüyen biyoekonomi içerisinde yer bulabilmek için yapmamız gerekenler arasında biyoteknolojiye yönelik yol haritası oluşturmak, finansal destek mekanizmaları oluşturmak, gerekli yasal düzenlemeleri yapmak (fikri mülkiyet, patent vb.), gerekli beyin gücünü ve insan kaynağını hazırlamak yer almaktadır. SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 17 haber TÜRKİYE’NİN İLK GEMİ HASTANESİ İÇİN ŞARTNAME HAZIR Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, Türkiye’ye kazandırmayı planladıkları hastane gemisi için şartnamenin hazır olduğunu, mayıs ayı sonunda süreci başlatmayı amaçladıklarını söyledi. Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, ABD’nin California eyaletine bağlı San Diego kentinde demirli USNS Mercy hastane gemisini ziyaret etti. Kaptan köşkünü de gezen Müezzinoğlu, “Türkiye’dekinin dümenini de tutmayı Allah nasip etsin” dedi. Hastane gemiyi sıfırdan yapmayı düşündüklerini dile getiren Müezzinoğlu, şunları söyledi: “Biz de inşallah projesiyle, dinamik bir yapısıyla ülkemize yüzen gemi hastaneyi sıfırdan üreterek kazandıracağız. Şu anda ihale şartnamemiz hazır. Tahmin ediyorum mayıs ayında süreci başlatırız. Burada 30 ayla 36 ay gibi bir yapım sürecinden bahsediliyor. Önümüzdeki iki-üç yıl içinde inşallah ülkemize 200 metre uzunluğunda, 26 metre genişliğinde, yoğun bakımları, diyaliz merkezleri, ameliyathaneleri, doğumhanesi olan, 260-270 yataklı olabilecek bir hastane gemisi kazandıracağız.” İnceledikleri hastane gemisinde hastaların gemiye girişinin sorunlu olduğunu ifade eden Müezzinoğlu, bot ve ambulansların girebileceği, helikopterler pistlerinin olduğu modern bir gemiyi planladıklarını belirtti. 18 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 Maliyeti yaklaşık 200 milyon Mehmet Müezzinoğlu, hastane gemisinin askeri amaçla kullanılması gibi bir planlarının olmadığını da belirterek, ancak olağanüstü durumlarda askerin ihtiyacı olursa geminin onlara da hizmet sunabileceğini söyledi. Hastanenin birinci amacının afet zamanlarında insani yardım ulaştırmak olduğunu dile getiren Müezzinoğlu, deprem gibi herhangi bir afet meydana geldiğinde hastane gemisinin en yakın bölgeye ulaşmasını amaçladıklarını ifade etti. Olağanüstü durumlar haricinde de hastanenin işler durumda olmasını istediklerini anlatan Müezzinoğlu, “Burada aldığımız brifingde genelde bu geminin sabit durduğunu öğrendik. 70 daimi personelle hizmet vermeden duruyor ama herhangi bir ihtiyaç anında organize oluyorlar. Biz ihtiyaç halinde organize olan değil, devamlı hizmet veren, ihtiyaç halinde de o ihtiyaca göre adapte olan bir yapıyı projelendirmeye çalışıyoruz. Önümüzdeki bir, iki ay içinde inşallah format tam oturmuş olacak” diye konuştu. Bakan Müezzinoğlu, hastane gemisinin gerektiği zaman yurt dışında da hizmet vereceğini kaydederek, Libya örneğinde olduğu gibi acil tahliye durumlarında, tahliyenin yanında yolda tedavi hizmeti de verebileceklerini söyledi. Pakistan’da, Somali’de, Sudan’da Türkiye’nin ihtiyacı olanlara yardım ettiğini hatırlatan Müezzinoğlu, “Gerek oralarda tedavi hizmeti verebilme adına, gerek eğitim hizmeti verme adına kullanılabilir. Çünkü ameliyathaneleri var, yoğun bakımları var, uygulama alanları var, eğitim salonları var. Dolayısıyla çok amaçlı hizmet verilebilir” dedi. Hedeflerinin iki hastane gemisi olduğunu anlatan Müezzinoğlu, öncelikle birinciyi şekillendirip ardından ikinci üzerinde çalışma yapacaklarını ifade etti. Hastane gemisinin maliyeti hakkında da bilgi veren Bakan Müezzinoğlu, “Yaklaşık 200 milyon lira gibi bir rakam tahmin ediliyor ama ihale süreçlerinde ne çıkacak karşımıza şu anda onu bilemiyoruz. Tabii tıbbi donanımı da dâhil. Geminin sıfırdan yeniden yapımı için tıbbi donanımı, yoğun bakımları, ameliyathaneleri, bütün tıbbi teknolojileriyle 150 ila 200 milyon lira civarında bir rakam düşünülüyor” diye konuştu. YENİLİKÇİ RUHUMUZ, SAHİP OLDUĞUMUZ KÖKLÜ MİRAS VE SAĞLIKLI YAŞAMA OLAN BAĞLILIĞIMIZ İLE HASTALARIMIZIN YANINDAYIZ Adımız AbbVie... Biz 125 yıllık köklü bir geçmişe sahip Abbott’tan doğan; inancımızı, tutkumuzu ve uzmanlığımızı hasta odaklılıkla birleştirerek dünyanın en karmaşık sağlık sorunlarına etkili çözümler sunmak için yola çıkan yeni bir biyofarma şirketiyiz... Başarılı bir ilaç şirketinin uzmanlığını ve istikrarını yenilikçi bir biyoteknoloji şirketinin ruhu ile birleştiriyor; Abbott kökenimizin mirası olan ‘insanların yaşamlarında etki bırakan çözümler sunma’ sözümüzü inançla sürdürüyoruz. Adımız AbbVie... Yaşama olan bağlılığımız ve bilime olan tutkumuz ile geleceği oluşturmak için sağlam adımlarla yola çıkıyoruz. 10-ACRP13Q1B12 www.abbvie.com.tr kapakkonusu TÜRK İLAÇ SANAYİNDE BİYOTEKNOLOJİ 21. yüzyılın sosyoekonomik modeli, “Bilgiye Dayalı Toplum” temeli üzerinde şekillenmektedir. Bu çerçevede biyoteknoloji alanında görülen hareketlilik, önümüzdeki yıllarda etkilerini daha çok hissedeceğimiz bir “Biyo-Ekonomi” dönemine işaret etmektedir. Zira Biyoteknoloji, ilaçtan tarıma, savunmadan enerjiye uzanan pek çok alanın ilerlemesinde giderek daha büyük bir rol oynamakta, başta gelişmiş ülkeler olmak üzere ulusların gelecek stratejilerinin en önemli konularından birisi olarak kabul görmektedir. Biyoteknoloji, özel amaçlar için geliştirilen bilimsel ürün ve teknolojik süreçlerde canlı sistem ve organizmaların ya da bunların türevlerinin kullanılması anlamına gelmektedir. İlaç sanayinin insan sağlığının hizmetinde ilerlemesi için kilit öneme sahip olan biyoteknolojik yöntemler, hastalıklara karşı yeni ilaçların geliştirilmesinde giderek kimyasal ve bitkisel yöntemlerden daha etkili olmaktadır. Aralarında Alzheimer, kalp hastalıkları, kanser, diyabet ve romatizmanın da bulunduğu 200 hastalığın tedavisi için geliştirilen en etkili yeni ilaçların çoğunluğu biyoteknoloji ürünüdür. 20 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 Son yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) ruhsatlanan yeni ilaçların arasında biyoteknolojik ilaçların oranı giderek artmıştır. Sadece Amerikalı ilaç şirketleri tarafından geliştirme çalışmaları devam eden yeni 907 biyoteknolojik ilaç bulunmaktadır.* Biyoteknolojik ilaç geliştirilmesi, üretimi ve pazarlamasında dünya lideri olan ABD aynı zamanda küresel biyoteknolojik ilaç ihracatında da %8 paya sahiptir. Bu başarının arkasındaki en önemli etkenlerden birisi, ülkede son 60-70 yıldır yaşam bilimlerinde yapılan araştırma-geliştirme çalışmalarının ticari değeri olan biyoteknolojik ilaç üretimine dönüştürülebilmesidir. Çin, Hindistan, Rusya, İsrail, İrlanda ve Güney Kore gibi başka diğer gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler de biyoteknolojiyi kendilerine yüksek stratejik önem alanı olarak seçmiş, somut adımlarla biyoteknolojik ilaç üretiminde küresel pozisyonlarını kuvvetlendirmişlerdir. Bu gelişmeler, yakın gelecekte küresel ilaç pazarının en değerli ürünleri arasında biyoteknolojik ilaçların ön sıralarda yer alacağı tezini kuvvetlendirmektedir. Thompson Reuters’in 2016 küresel ilaç satış öngörüsüne göre, 2016 yılında dünya genelinde en çok satacak on beş ilaçtan 10’unun biyoteknolojik ilaç olması ve bu ilaçların toplam küresel satış hacimlerinin 70,5 milyar dolara çıkması beklenmektedir. Biyoteknoloji alanında yukarıda bahsedilen küresel eğilimlerin yansımaları Türk ilaç sektöründe de görülmektedir. Türk ilaç pazarında ciro açısından ilk 20 ilaç arasında 2006 yılında hiçbir biyoteknolojik ilaç bulunmazken, bu ilaçların oranı 2012’de % 37’ye ulaşmıştır. Dünyanın en büyük ilk yirmi pazarı arasında ve Avrupa’nın en büyük altıncı ilaç pazarı olan Türkiye, küresel ilaç sanayi için önemli ağırlık merkezlerinden birisidir. Ancak Türkiye, aynı zamanda net bir ilaç ithalatçısıdır ve ilaç ithalatının dış ticaret açığındaki payı giderek artmaktadır. 2011 yılında % 6,5 artışla 4,7 milyar Dolar olarak gerçekleşen ilaç ithalatına karşın ihracat % 1,6 artışla 567 milyon dolar seviyesinde kalmıştır. Türkiye’de biyoteknolojik ilaç üretiminin olmaması nedeniyle ülkemizde kullanılan biyoteknolojik ilaçların tamamı ithal edilmektedir. Türkiye, kanlığı, TÜSİAD, İEİS ve TUBİTAK’ın da bulunduğu birçok önde gelen ulusal kuruluş, 2023 vizyon raporlarında Türk ilaç sanayinin hedefini dünyanın önde gelen ilaç üreticilerinden ve ihracatçılarından birisi konumuna gelmek olarak belirtmiştir. Grafik I.I: ABD’de Onay Alan İlaçların Oranları * Kaynak: U.S Food and Drug Administration Yerli biyoteknolojik ilaç üretiminin gerçekleştirilmesi için hükümet düzeyinde de somut adımlar atılmıştır. Biyoteknolojik ilaç üretim yatırımları 2012 yılında özel teşvik programına alınmış, Sağlık Bakanlığınca biyoteknolojik ve biyobenzer ilaç ruhsatlandırma regülasyonları hazırlanmıştır. Türkiye Hükümeti dünyanın en büyük organizasyonlarından birisi olarak nitelendirilen ve her yıl Amerika Birleşik Devletleri’nde düzenlenen Uluslararası Biyoteknoloji Konferansına son iki yıldır Bakan düzeyinde katılmıştır. Bütün bu gelişmeler yatırım şartları ve yasal çerçeve bağlamlarında yerli ilaç sanayinin önünü görebilmesi açısından çok yararlı adımlardır. Grafik II: Türkiye’de Biyoteknolojik İlaçların Pazar Gelişimi (En çok satan ilk 20 ürün) 2012 yılında her 1 kilogram biyoteknolojik ilaca ortalama 1 milyon dolar ödemiştir. Biyoteknolojik ilaçların küresel ilaç pazarındaki ağırlığının artışı ile birlikte ithalata bağlı bir biyolojik ilaç tedarik modeli Türkiye için sürdürülebilir değildir ve yerli üretim ile desteklenmediği takdirde Türkiye’nin ilaçtan kaynaklanan cari açığının katlanarak artmasına sebep olacaktır. Yerli biyoteknolojik ilaç üretiminin geliştirilmesi makroekonomik dengeler için olduğu kadar ulusal güvenlik için de büyük önem taşımaktadır. İlaç; ulusal ve uluslararası stratejik, sosyal ve ekonomik önemi olan bir sanayidir. İlaçta dışa bağımlılık, ulusal bağımsızlık adına bir kırılganlık yaratmaktadır. Günümüzde Türkiye’de bazı anti kanser ilaçları, kan ürünleri ve biyoteknolojik ilaçların da tamamında dışa bağımlılık söz konusudur. Biyoteknolojik ilaç başta olmak üzere ithalata bağımlı farmasötik alanlarda yerel üretimin arttırılması; Türkiye’de hastaların biyoteknolojik ürünlere erişiminin hızlandırılması, ürün fiyatlarının aşağıya çekilerek kamu sağlık bütçelerinin daha verimli kullanılması ve ilaç ithalatına bağlı dış ticaret açığının azaltılması için büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle Türkiye, ivedilikle yerli biyolojik ilaç üretimini destekleyici politikaları geliştirmeli ve özel sektörle birlikte bu politikaları en etkili şekilde hayata geçirecek girişimlerde bulunmalıdır. Türkiye’de ilgili devlet organları ve sivil toplum örgütleri biyoteknolojinin ülkenin geleceği için öneminin farkındadırlar. Aralarında Sağlık Bakanlığı, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Ba- Ülkemiz ABD’nin başını çektiği biyoteknolojik ilaç sanayinde söz sahibi ülkelerin gerisindedir. Türkiye’nin aradaki “know-how” farkının en hızlı şekilde kapatarak dışa bağımlılıktan kurtulması ve biyoteknolojide bölgesel bir merkez olması devlet desteğine ek olarak üniversitelerin, özel sektörün, risk sermayesinin ve toplumun ilgili her kesiminin ortak çalışmasını gerekmektedir. Biyoteknoloji 21. yüzyılın en önemli sanayilerinden birisi olacaktır. Türkiye, her ne kadar biyoteknoloji alanında somut adımlar atmış olsa da ulusal stratejik çıkarlarına en iyi hizmet edecek biyoteknoloji atılımını yapması daha kökten değişimleri gerektirmektedir. Başlıca reform alanlarından birisi, Biyoteknoloji konusunu tek bir kurum çatısı altında bütün bileşenleriyle kapsamlı bir şekilde ele alabilecek yapılanmanın kamu yönetimi seviyesinde hayata geçirilmesidir. Bu kurumsal oluşum, politika yapım ve uygulama süreçlerinin daha etkili işlemesini sağlayacak, Türkiye’nin biyoteknoloji alanında belirlediği hedeflere ulaşmasına olumlu katkıda bulunacaktır. * Pharmaceutical Research and Manufacturers of America, “Medicines in Development 2013 Report: Biologics”, Şubat 2013, s.1. SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 21 haber SAĞLIK SEKTÖRÜ TEMSİLCİLERİ ANTALYA’DA BİR ARAYA GELDİ “Sağlıkta Ortak Çözüm Toplantıları”nın dördüncüsü 24-28 Nisan 2013 tarihleri arasında Antalya’da düzenlendi. Özel Hastaneler ve Sağlık Kuruluşları Derneği (OHSAD) tarafından her yıl organize edilen OHSAD Sağlıkta Çözüm Toplantıları’nın dördüncüsü 24-28 Nisan tarihleri arasında Antalya’da yapıldı. Toplantıda Sağlık Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, SGK, İl Sağlık Müdürlükleri, Özel Hastaneler ve Sağlık Kuruluşları, Kamu Hastaneleri, Hastane Birlikleri Yöneticileri, Üniversite Hastaneleri ve Sigorta Şirketleri temsilcileri bir araya geldi. Program 24 Nisan Çarşamba günü ortak akıl toplantıları ve sertifika programı ile başladı. “Sağlıkta Ortak Çözüm Toplantıları 4” OHSAD Genel Başkanı Op. Dr. Reşat Bahat’ın konuşmasıyla açıldı. Açılışta Medical Park Hastaneler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Op. Dr. Muharrem Usta, TOBB Sağlık Komisyonu Başkanı Dr. Seyit Karaca ve Sağlık Bakan Yardımcısı Agâh Kafkas söz aldı. “Sağlıkta Ortak Çözüm Toplantıları”nı 750’nin üzerinde katılımcı izlerken organizasyona 55 firma destek verdi. TÜRKİYE SAĞLIK MEZUNLARI İSTANBUL’DA BULUŞUYOR Türkiye’den mezun olmuş yabancı sağlık meslek mensupları İstanbul’da I. Uluslararası Türkiye Sağlık Mezunları Kurultayında bir araya geliyor. TÜMSİAD tarafından organize edilen I. Uluslararası Türkiye Sağlık Mezunları Kurultayı, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık, Türkiye Cumhuriyeti Ekonomi Bakanlığı, Türkiye Cumhuriyeti Kalkınma Bakanlığı, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, T.C. Milli Eğitim Bakanlığı ve T. C. Sağlık Bakanlığının iş birliği ve katkılarıyla 13-17 Haziran tarihlerinde İstanbul’da düzenlenecek. 22 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 Kongre’de, Türkiye’den mezun olmuş yabancı hekim ve diğer sağlık meslek mensuplarının Türkiye için birer gönüllü sağlık elçisi gibi her yıl, bir ana tema etrafında Türkiye’de buluşturulması amaçlanıyor. TÜMSİAD Genel Başkanı ve Kongre Yürütme Kurulu Başkanı Dr. Hasan SERT Türkiye’den mezun olmuş, yabancı hekim, eczacı ve diğer sağlık meslek mensuplarını her yıl İstanbul’da yapılacak bir Kurultayda buluşturmak istediklerini ifade etti. Sert, “Türkiye mezunu dostlarımızı Ülkemizde misafir etmek, karşılıklı bilgi alışverişi ve işbirliklerinin ilk adımlarını atmak istiyoruz. l. Uluslararası Sağlıkta Türkiye Mezunları Kurultayı’nda dünyanın her tarafından gönüllü sağlık elçilerimizi Türkiye’de buluşturacak olmanın mutluluğu ile tüm sektör temsilcilerini bu kongrede aramızda görmek istiyoruz” dedi. 1ST INTERNATI ON AL O NG TU UN K MEZ LARI KU ĞLI RU SA RESS L ARARASI TÜ LUSL R 1. UEY MEDICAL ALUMN KİY IC E RK 1. ULUSLARARASI TÜRKİYE SAĞLIK MEZUNLARI KURULTAYI YI TA İşbirliği ve katkılarıyla 13-17 HAZİRAN 2013, İSTANBUL “Türkiye'de okumuş, 3 bin 500 civarında yabancı hekim ve sağlık çalışanlarının Türkiye'de bir kurultay çatısı altında tekrar bir araya getirilmelerini doğrusu son derece önemli ve anlamlı buluyorum; son derece heyecan verici bulduğumu ifade etmek istiyorum. Türkiye'de okumuş, şu anda kendi memleketlerinde mesleklerini icra eden, saygın bir konumda bulunan mezunlarla irtibatın ve muhabbetin güçlendirilmesi inanıyorum ki Türkiye'nin tanıtımına çok büyük katkılar sağlayacaktır.” w w w. t u r k i y e s a g l i k m e z u n l a r i . o r g w w w. t u r k e y m e d i c a l a l u m n i . o r g kapakkonusu “ÖNCELİKLE GENÇLERİMİZİ, GENELDE TÜM İNSANLIĞI BU BÜYÜK HALK SAĞLIĞI PROBLEMİNDEN KORUMALIYIZ”* Kurulduğu 1920 yılından bu yana, insan ve toplum sağlığına zarar veren her türlü alışkanlık ve bağımlılıkla mücadele eden Yeşilay, giderek yükselen bir halk sağlığı sorunu olan ve DSÖ tarafından önlenebilir ölüm ve hastalıkların üçüncü sıradaki sebebi ilan edilen alkol kullanımıyla ilgili küresel ölçekteki böyle bir toplantıya ev sahipliği yapmaktan onur duymaktadır. Alkol kullanımı ve bağımlılığı başta kanser, kalp-damar hastalıkları, karaciğer sirozu gibi hastalıklar olmak üzere; trafik kazaları, aile içi şiddet, çocuk istismarı, üretim ve iş gücü kaybı gibi birçok nedenden dolayı ulusal ve uluslararası düzeyde ciddi bir halk sağlığı sorunu olarak kabul edilmektedir. Dünyadaki tüm ölümlerin %4 ünden sorumlu olan alkol, her yıl 15-30 yaş arasındaki 320.000 genç insanın ölümüne sebep olmaktadır. Dünyada alkol tüketiminin en yoğun olduğu bölge Avrupa’dır. Avrupa Alkol Politikaları Birliği, 1524 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 16 yaşındaki Avrupalı öğrencilerin %43 ünün ağır içici olduğunu bildirmiştir. Bu yılın Mart ayında, Avrupa Halk Sağlığı Dergisinde yayınlanan bir bilimsel makalede, 2009 yılında Fransa’da 49.000 kişinin alkole bağlı sebeplerle öldüğü rapor edilmiştir. Bu rakam, 65 yaş altı ölümlerin %40’ına tekabül etmektedir ki felaketin büyüklüğü hakkında inanması güç bir fikir vermektedir. Bu makale, az miktarda günlük alkol kullanımının dahi zararlı etkilerine dikkat çekerek, birçok erken ölümün önlenmesi için alkol tüketiminin daha da azaltılmasını önermektedir. Yine Amerikan Ulusal Kanser Enstitüsü uzmanlarınca bu sene Şubat ayında Amerikan Halk Sağlığı Dergisinde yayınlanan bir bilimsel araştırmanın sonuçları bütün dünyanın gözünü açacak niteliktedir. Bu makaleye göre, düşük miktarda alkol kullanmak bile kanser gelişimi için bir risk faktörüdür ve en düşük risk grubu hiç alkol kullanma- yanlardır. Bizler, alkol lobisinin yoğun uğraşlarının da desteğiyle, düşük miktarda alkol alımının kalp sağlığına faydalı olduğu safsatasıyla yıllarca kandırıldık. Yeni çıkan bu araştırma sonuçları ise, Amerika’da alkol kullanımının kurtardığı bir hayata karşılık on kişinin ölümüne sebep olduğunu açık bir şekilde ortaya koymuştur. Maske düşmüş, alkol kullanımının insan ve toplum sağlığına zararlı etkileri, her geçen gün artan kanıtlarla ve güçlü bilimsel desteklerle dünya kamuoyunun dikkatine sunulmuştur. Alkol tüketiminin mağdurları arasında dikkatten kaçan çok önemli bir grup da, başkalarının içtiği alkolden zarar gören milyonlarca masum insandır. Avrupa çapında, hamileyken alkol alan kadınlardan doğan yıllık 60.000 düşük doğum ağırlıklı bebek; ihmal ve istismara uğrayan çocukların %16 sı; alkolün kötü sonuçlarından etkilenen ailelerin 5 ila 9 milyon çocuğu, hep başkalarının içtiği alkolün kurbanıdır. Ya, içki kullanmadığı halde, içkili araç kullanan sürücülerin neden olduğu trafik kazalarında ölen 10.000 insan ve alkol nedenli kavgalara istemeden karışan ve zarar gören masum kişiler… Nihayet, AB ülkelerinde alkole bağlı ekonomik kayıplar olarak hesaplanan şiddet ve suç kaynaklı 33 milyar euro, sağlık bakımına harcanan 17 milyar euro ve işe gidemezlik ve üretim kaybına bağlı 19 milyar euro, alkol kullanmayanların da üstlendiği ekonomik maliyetlerdir. İnsan vücudundaki bütün organ ve sistemlere zarar veren bir toksin olan, ve Dünya Sağlık Örgütü ile Avrupa Birliğinin, zararlı etkilerini azaltabilmek için stratejiler geliştirdiği alkol, küresel endüstri tarafından çok farklı pazarlama metodları ve mecraları kullanılarak yaygınlaştırılmaktadır. Alkollü içkiler, özellikle genç insanların kimliklerini ve dünyadaki yerlerini ifade etmek için kullandıkları markalı tüketim malları arasında önemli yer tutmaktadır. Çoğunluğu küresel oyuncular olan alkollü içki üretici ve pazarlamacılarının özellikle gençleri hedef aldığına dair dikkate değer miktarda kanıt bulunmaktadır. Ergenlik döneminde beyinlerinde gerçekleşen değişimler nedeniyle gençler, alkol reklam ve promosyonlarına karşı daha duyarlı ve savunmasızdır. Öncelikle gençlerimizi, genelde tüm insanlığı bu büyük halk sağlığı probleminden korumak istiyorsak, sivil toplumun daha güçlü bilinçlendirme ve farkındalık faaliyetleri yapması, kamu otoritelerinin de etkili ve kararlı mevzuat tedbirleri alması kaçınılmazdır. İşte Türkiye Yeşilay Cemiyeti, ülkemizde etkili alkol politikaları geliştirilmesi ve bu yolla toplum sağlığının korunması amacıyla şimdilik 30 kadar sivil toplum örgütü ve resmi kuruluşun katıldığı Türkiye Alkol Politikaları Platformunun kuruluşuna öncülük etmiş, öte yandan bu yıl içerisinde de Avrupa Alkol Politikaları Birliğine resmen üye olmuştur. Uzun zamandan beri dünyada ve Türkiye’de ciddi bir halk sağlığı sorunu olan alkol tüketimi ile ilgili, çağın gereksinimlerine uygun stratejiler üzerinde çalışan Yeşilay, bugün açılışını yaptığımız Küresel Alkol Politikaları Sempozyumu ile de önemli bir çalışmaya imza atmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü temsilcileri, değişik ülkelerin sağlık bakanları, alkol politikaları alanında uzman kişiler, bilim insanları ve birçok ülkeden sivil toplum kuruluşlarının katılımıyla gerçekleşmekte olan bu sempozyumda, alkol kullanımının toplumsal ve bireysel zararları konusunda farkındalığın artırılması ve alkol kontrolü politikaları konusunda iyi ülke örneklerinin paylaşılması hedeflenmektedir. Etkili alkol kontrol politikaları, fiyat ve vergilendirme politikaları, alkollü araç kullanımı, alkol ürünlerinin reklam ve sponsorluğu, başta çocuk ve gençler olmak üzere alkol ürünlerine erişimlerin sınırlandırılması, alkol politikalarının başarı ile uygulanmasında diğer sektörlere düşen görevler, bu konuda toplumun değişik kesimleri arasında işbirliği imkânlarının geliştirilmesi ve alkole bağlı tıbbi ve sosyal sorunlar gibi konularda sunulacak tebliğler Yeşilay olarak bizlerin ve kanun koyucuların çalışmalarında önemli birer veri olacaktır. Bu vesileyle, sempozyuma katkıda bulunan Değerli Devlet Adamlarına, Dünya Sağlık Örgütüne, Bakanlıklara, sponsorlara, bilim insanları ve sivil toplum kuruluşu temsilcilerine, sempozyum Onur Kurulu, Bilimsel Danışma Kurulu ve Düzenleme Kurulu üyelerine, açılışımıza şeref veren siz değerli misafirlere, sempozyum sekretaryasına ve basın mensuplarına teşekkür ediyorum. Küresel Alkol Politikaları Sempozyumu çıktılarının hem ülkemiz hem de dünya ölçeğinde toplum sağlığına faydalar getirmesi temennisiyle hepinize saygılar sunuyorum. * Türkiye Yeşilay Cemiyeti Genel Başkanı Prof. Dr. M. İhsan Karaman’ın Global Alkol Politikaları Sempozyumu açılış konuşması SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 25 kapakkonusu GLOBAL ALKOL POLİTİKALARI SEMPOZYUMU Türkiye Yeşilay Cemiyeti ve Dünya Sağlık Örgütü koordinasyonu ile düzenlenen “Global Alkol Politikaları Sempozyumu”, Türkiye Yeşilay Cemiyeti Genel Başkanı Prof. Dr. M. İhsan Karaman, T.C. Halk Sağlığı Kurumu Başkanı Doç. Dr. Turan Buzgan ve Dünya Sağlık Örgütü Akıl Sağlığı ve Madde Bağımlılığı Departmanı Yöneticisi Dr. Shektar Saxena’nın kapanış bildirgesini sunmalarının ardından sona erdi. Açılışına Başbakan Erdoğan, Dünya Sağlık Örgütü Başkanı Dr. Margaret Chan’in katıldığı, 60 Ülkeden Dünya Sağlık Örgütü yetkilileri başta olmak üzere 1200’ü aşkın konusunda uzman ismi ağırlayan sempozyumun Sonuç Bildirgesini sunan Prof. Dr. M. İhsan Karaman bu sempozyumdan çıkacak mesajların tüm dünyaya iletileceğini ve politika yapıcılar için bir örnek olacağını ifade etti. Sempozyum, Türkiye ve dünya siyasetine alkol politikaları önerileri sunmak, alkol politikaları alanında çalışmalar yapan uluslararası aktörlerle bilgi paylaşımında bulunmak ve toplumda alkol tüketiminin zararları ile ilgili farkındalık sağlamayı amaçlıyordu. SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 27 GLOBAL ALKOL POLİTİKALARI SEMPOZYUMU SONUÇ BİLDİRGESİ NİSAN 2013 • Alkol kullanımı, dünyanın öncelikli ilk üç halk sağlığı probleminden biridir.. Küresel olarak, alkol önlenebilir ölüm ve yaralanmaların üçüncü temel nedenidir. Ölümlerin yaklaşık %4 ü alkolle ilişkilendirmektedir. Dünyada her yıl 15-29 yaş aralığındaki 320.000 kişi alkole bağlı nedenlerden dolayı hayatını kaybetmektedir. Bu oran bu yaş grubundaki ölümlerin %9 una tekabül etmektedir. • Bağımlılık yapıcı olmasından ayrı olarak, alkol, sindirim sistemi hastalıkları, kanserler, kardiyovasküler has- talıklar, bağışıklık bozuklukları, akciğer hastalıkları, iskelet ve kas hastalıkları, üreme bozuklukları ve erken doğum zararlarını içeren, artan premature ve düşük kilolu doğum riskini de kapsayan 60 değişik çeşit hastalığın ve durumun, yaralanmaların, zihinsel ve davranışsal bozuklukların nedeni olarak bilinen bir halk sağlığı sorunudur. • Alkolle ilişkilendirilen ölümlerin yarısından fazlası, kanser, kalp ve damar hastalıkları, karaciğer hastalıkları, alkol bağımlılığı gibi bulaşıcı olmayan hastalıklardan dolayı gerçekleşmektedir. Alkol tüketimini azaltarak, bedensel aktivite ve sağlıklı beslenmeyi teşvik ederek Kardiovasküler hastalıkların %75 i ve kanserlerin %30 -40 ı önlenebilir. Bu nedenledir ki, Birleşmiş Milletler, bulaşıcı olmayan hastalıklar önleme ve kontrol genel kurulunda alkolün zararlarıyla mücadelenin bulaşıcı olmayan hastalıkları önlemedeki rolüne dikkat çekilmiştir. • Alkol, bulaşıcı olmayan hastalıklara neden olmasından başka, HIV/AIDS, tubeküloz, pnömoni gibi bulaşıcı hastalıkların yayılma riskinin artmasının da bir nedenidir. Bununla birlikte alkol, cinayet ve intiharı da kapsayan her türlü kasıtlı ve kasıtsız yaralanma ve ölüm, sokaktaki şiddet, aile içi şiddet olayları, kazalar için de artırıcı nedendir. • İnsan vücudundaki bütün organ ve sistemlere zarar veren bir toksin olmasına rağmen alkollü içkiler alkol endüstrisi tarafından çok farklı pazarlama metodları ve mecraları kullanılarak pazarlanmaktadır. Alkol endüstrisinin özellikle gençlere yönelik pazarlama yaptığına dair kanıtlar mevcuttur. Bununla birlikte bilimsel çalışmalar reklam ve promosyonla gençlerin alkole başlaması ve alkol alma sıklığı arasındaki bağlantıyı göstermiştir. • Alkol deneyimi olmayan adölesanlar alkol’ün zararlı etkilerine karşı daha savunmasız, dolayısıyla daha büyük risk altındadırlar. Ergenlik döneminde alınan alkol miktarıyla doğru orantılı olarak ergenin yetişkin hayatında alkol bağımlısı olma ihtimali ve mental problemler, eğitimde başarısızlık, suça eğilim, alkole bağlı sağlık problemleri yaşama ihtimali artar. Alkolü ilk deneme yaşının giderek düştüğü ve gençlerin daha fazla riskli alkol kullanma davranışları gösterdiklerine dair kanıtlar mevcuttur. Bütün bu nedenlerden dolayı, Yeşilay olarak ulusal ve uluslararası ölçekteki organizasyonları, sivil toplum örgütlerini, ulusal ve uluslararası devlet birimlerini, toplumu ve fertleri alkole bağlı zararları önlemek ve azaltmak için harekete geçmeye çağırıyoruz. Dünya uygulamaları, kanıta dayalı ve maliyet etkin müdahaleler yoluyla alkolün zararlarını azaltmanın mümkün olduğunu göstermiştir. Bu müdahalelerin sosyal, ekonomik ve sağlık alanına olumlu yansımaları ülkeler bazında gözlemlenmiş olsa da, zararın azaltılması ve problemin çözümü için küresel ölçekte bir iş birliğine ve dayanışmaya ihtiyaç vardır. Küresel ölçekte sosyal, ekonomik ve sağlık alanında büyük yük oluşturan alkolün zararlarının önlenmesi için uluslararası alkol kontrolü çerçeve sözleşmesi için gerekli çalışmaların ve girişimlerin başlatılması halk sağlığı için büyük kazanım olacaktır. 28 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 Alkolün yol açtığı zararların önlenmesi için tavsiye edilen kanıta dayalı uygulamalar arasında öncelenmesi gereken müdahale alanları aşağıdaki şekilde belirlenmiştir 1. Vergilendirme ve fiyat düzenlemesi: Pek çok bilimsel çalışma sonucu alkol fiyatında artışın, alkolün her yaş grubunda neden olduğu akut ve kronik problemleri azalttığını göstermiştir. Özellikle çocuk ve gençleri korumak için alkollü içki fiyatlarının yükseltilmesini öneriyoruz. 2. Alkollü içkilere ulaşılabilirliğin düzenlenmesi: Alkol, bağımlılık yapma potansiyeli olan psikoaktif bir maddedir ve birçok sağlık sorununa sebep. Bu nedenlerden dolayı satış, pazarlama ve ulaşılabilirlik noktasında diğer ticari ürünlerden farklı uygulama ve prosedürlere tabi tutulması gerekmektedir. Minimum satın alma yaşı, satış ve servisi yapılacacak mekânlarla ilgili düzenleme ve denetlemelerin sıkılaştırılmasını öneriyouz. 3. Reklam düzenlemesi Alkollü içki reklam promosyonlarının çocuk ve gençler üzerindeki olumsuz etkileri bilimsel olarak ispatlanmıştır. Başta gençler ve çocuklar olmak üzere bütün toplum kesimlerini alkolün zararlı etkilerinden korunması için alkol reklamlarına bütün mecralarda engellenmesini öneriyoruz. 4. Tüketici koruma Herkesin tükettiği ürünle ilgili sağlık risklerini bilme hakkı vardır. Endüstriye, alkollü ürünün içeriği ile beraber sağlık için oluşturduğu riskleri ( siroz, kanser, bağımlılık yapma riski, alkollü araç kullanmanın tehlikesi, hamilelikte alkol kullanmanın zararları) ürün üzerinde yazılı bildirme şartı getirilmesini öneriyoruz. 5. Halkın güvenliği ve başkalarının zarar görmesinin engellenmesi Alkollü araç kullanımı ile ilgili tedbirlerin sıkılaştırılması ve denetimlerin artırılmasını öneriyoruz. Alkole bağlı şiddet riskinin azaltılması için alkol servis edilen mekânlarla ilgili daha güvenli koşulların oluşturulması için düzenlemeler yapılmasını öneriyoruz. 6. Aile ve çocuk Alkol bağımlısı ailelerin çocukları ebeveynlerinin riskli davranışlarına maruz kalmaktadır. Alkolün aile içi şiddet vakaları ve çocuk istismarındaki rolü bilinen bir gerçektir. Alkol problemi yaşayan ailelerin çocuklarının okula daha az devam ettikleri belirlenmiştir ve daha az sağlıklı oldukları rapor edilmiştir. Aile ve çocukların korunması için önleyici girişimlerin yapılmasını öneriyoruz. 7. Erken müdahale ve tedavi Alkolle ilgili erken müdahale ve tedavi alkolle mücadelenin önemli bir bileşenidir ve alkolle ilgili zararları azaltırken aynı zamanda maliyet etkindir. Tedavi ve erken müdahale birimlerinin desteklenmesini öneriyoruz. SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 29 kapakkonusu TÜRKİYE HALK SAĞLIĞI KURUMU TÜTÜN VE DİĞER BAĞIMLILIK YAPICI MADDELERLE MÜCADELE DAİRE BAŞKANLIĞI ALKOL BİLGİ NOTU Alkol kullanımı halk sağlığı alanının öncelikli konularındandır. Dünya nüfusunun sadece yarısının alkol kullanmasına karşın, alkol dünyada sağlığın bozulmasına ve erken ölüme neden olan üç faktörden birisidir (Zararlı Alkol Kullanımının Önlenmesi Avrupa Eylem Planı 2012-2020). Dünya genelinde 2004 yılında 320 000’i 15-29 yaş arasında olmak üzere 2,5 milyon kişinin alkole bağlı nedenlerden yaşamını kaybettiği tahmin edilmektedir. Başka bir ifadeyle alkol aynı yıl için dünyadaki tüm ölümlerin % 3,8’inden sorumludur (DSÖ, Zararlı 30 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 2013 Alkol Kullanımının Önlenmesi Küresel Strateji Belgesi, 2010). Zararlı alkol kullanımı, net yaşam kaybı 2.25 milyon kişi olmakla birlikte, her yıl yaklaşık olarak 2,5 milyon kişinin ölümü ile sonuçlanmaktadır. Küresel olarak bütün kadın ölümlerinin % 1,1’i alkole bağlı iken erkelerde bu oran % 6,2’dir (Alkol ve Sağlık Küresel Durum Raporu, 2011). Alkol kullanımı hem bulaşıcı olmayan hem de bulaşıcı hastalıklar üzerinde etkiye sahiptir. Bu kapsamda zararlı alkol kullanımı başlıca bulaşıcı olma- yan hastalıklar açısından en yaygın müdahale edilebilir ve önlenebilir dört risk faktöründen birisi kabul edilmektedir. Ayrıca, zararlı alkol kullanımının tüberküloz ve HIV/ AIDS gibi bulaşıcı hastalıkların yol açtığı sağlık yüküne katkı sağladığına ilişkin kanıtlar mevcuttur. Alkol kullanımına bağlı ortaya çıkan çok çeşitli sorunlar, bireyler ve aileleri için yıkıcı sonuçlara neden olabilmekte ve toplumsal yaşamı ciddi bir şekilde etkileyebilmektedir (DSÖ, Zararlı Alkol Kullanımının Önlenmesi Küresel Strateji Belgesi, 2010). Alkol, akciğer hastalıkları, meme kanseri, ruhsal bozukluklar, gastrointestinal hastalıklar, kardiyovasküler bozukluklar gibi 60 farklı hastalığın nedenidir. Ayrıca şiddet, suç, intihar, aile içi sorunlar, sosyal problemler, alkollü araç kullanımı ve iş yeri problemleri gibi birçok toplumsal sorunun da nedeni olarak karşımıza çıkmaktadır. Alkolle ilişkili bir durumdan dolayı ölüm riski, yaşam boyu tüketilen toplam alkol miktarıyla birlikte artmaktadır. Alkolle ilişkili kanserler de dâhil olmak üzere pek çok durumda risk, düşük alkol tüketimiyle dahi artmaktadır. Tüm yaşam boyunca, hamilelik döneminde alkole maruz kalmak fetüsün beyin gelişimini etkilemektedir. Ergenlik çağında beyin alkole özelikle duyarlıdır ve tüketime başlama yaşı ne kadar gecikirse, yetişkin dönemde ilgili sorunların ve alkol bağımlılığının meydana gelme olasılığı da o kadar azalır. Alkol, embriyodan yaşlılık çağına kadar tüm yaşam boyunca bireysel sağlığa zarar vermenin yanı sıra beşeri sermayeyi de azaltmaktadır. Ekonomik verimlilik, alkol nedeniyle azalan üretkenlikten zarar görmektedir. Başka bir insanın alkol tüketiminden kaynaklanan zararlar da eklendiğinde, alkolün sosyal maliyetleri iki katına çıkmaktadır. Bu nedenle zararlı alkol kullanımının harici etkisi ve maliyetleri, sigara kullanımıyla (çevresel tütün duma- nı) ilişkili olanlardan daha yüksek, yasadışı uyuşturucu kullanımından ise çok daha yüksektir. Küresel olarak alkole bağlı en yüksek morbidite ve mortalite oranları, DSÖ Avrupa Bölgesinde görülmektedir. Avrupa’da kişi başı saf alkol tüketim oranı ortalaması 9.24 litre iken (Alkol ve Sağlık Avrupa Durum Raporu, 2010), 2005 yılı verilerine göre Dünya’da bu ortalama 6.13 litre (Alkol ve Sağlık Küresel Durum Raporu, 2011), Türkiye’de ise 15 yaş üstü, kişi başı saf alkol tüketimi 2003-2005 dönemi için 1.4 litre civarındadır (Alkol ve Sağlık Avrupa Durum Raporu, 2010). Bu oran TAPDK ve TÜİK verilerine göre 2007 yılında 1.22; 2008 yılında ise 1.35 litredir. OECD verilerine göre ise 2010 yılında 15 yaş üstü, kişi başı saf alkol tüketim oranı 1.5 litredir. TÜİK 2010 verilerine göre 15 yaş üstü kişiler arasında alkol kullananların oranı % 12.6 iken alkol kullanmayanların oranı % 12.5 ve hiç alkol kullanmamış kişilerin oranı % 74.9’dur. Alkolle mücadele, gerek ifade edilen nedenler gerekse alkolün başka bağımlılık yapan maddelere öncülük etmesi nedeniyle son derece önemli bir halk sağlığı sorunudur. Bu noktada da mücadele stratejilerini ve paydaşlarını ortaya koyan Ulusal Alkol Kontrol Programı son derece önem arz etmektedir. Bu kapsamda Türkiye’de de Alkole bağlı zararların önlenmesi amacıyla Ulusal Alkol Kontrol Programı ve Eylem Planının (2014-2018) hayata geçirilmesi için Bilimsel Kurul Toplantıları yapılarak taslak eylem planının hazırlanması için çalışmalar yürütülmektedir. Eylem planımızı oluştururken temel amacımızı geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızı ve gençlerimizi korumaya yönelik belirledik. Bildiğiniz gibi ülkemizde alkolle ilgili düzenlemeler arasında, 18 yaş altına satışını yasaklayacak tedbirler yer almaktadır. Ancak sadece 18 yaş altındakilerin alkole erişimini yasaklamanız yeterli olmuyor. Bizler biliyoruz ki alkol ve diğer madde bağımlısı kişiler bu kötü alışkanlıklarını merak ve özenti duyguları ile kazanmaktadırlar. Ne yazık ki halen daha yazılı basında özendirici nitelikte alkol reklamları yapılmakta, dizi ve sinemalarda alkol içmeyi özendirici sahneler geniş yer bulmaktadır. Alkol yuvalar yıkmakta aile içi şiddetin en önemli nedenleri arasında yer almaktadır. Bu kapsamda sağlık, ekonomi, çevre ve sosyal hayat için bu kadar zararlı bir madde ile mücadele devletimizin temel görevi olduğu gibi aynı zamanda bir vatandaşlık görevidir. SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 31 kapakkonusu NEDEN TÜRKİYE ALKOL POLİTİKALARI PLATFORMU(TAPP)? Prof. Dr. İhsan KARAMAN Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı Alkollü içkiler, devlet gelirleri ve kamu sağlığı ile yakın ilişkisi sebebiyle tüm dünya ülkelerinde özel düzenlemelere tabi tutulmakta ve izlenmektedir. Ülkemizde alkollü içkilere ilişkin vergi gelirlerinin borç ödemelerine bağlı olarak Düyun-ı Umumiye idaresine devredilmesi ile başlayan alkollü içkiler piyasası düzenlemeleri, uzun süre kamu gelirleri bağlamında ele alınmıştır. Bu durum, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu ile birlikte, yeni kurulan devletin ekonomik model arayışı çerçevesinde yeniden şekillenmiş ve dünyada yaşanan ekonomik kriz sonrası oluşan devletçilik anlayışına paralel olarak, alkollü içkiler piyasası yine devlet gelirleri bağlamında ele alınmaya devam etmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında alkollü içkiler piyasasını devlet tekeli altına alma girişimleri, değişik modeller uygulanmak suretiyle şekillendirilmiş ve 1942 yılında çıkarılan 4250 sayılı İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı Kanunu ile piyasasının devlet tekeli altına alınması tamamlanmıştır. Ülkemizde alkollü içkiler piyasası, devlet tekeline alındığı 1942 yılından itibaren yaklaşık altmış yıl boyunca nispeten toplum ve devlet açısından korumacı ve güvenli bir dönem geçirmiştir. Ancak, 1980’lerde başlayan ve neo-Liberal politika olarak 32 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 adlandırılan serbest politika uygulamalarının, ülkemiz alkollü içkiler piyasasına yansıması da kaçınılmaz olmuştur. Küreselleşme hareketleri kapsamında, devlet tekeli uygulanan sektörlerde serbest piyasa ekonomisine geçişin bir an önce sağlanmasına yönelik olarak uluslararası kuruluşlar ile Roma Anlaşması ve Gümrük Birliğini tesis eden 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararının uygulanması yönünde Avrupa Birliğinin yoğun baskıları sonuç vermiş ve 2001 yılı Ocak ayında alkol piyasasında altmış yıldır devam etmekte olan yasal devlet tekeli kaldırılmıştır. Ülkemiz alkol piyasasının yeniden yapılandırılması sürecine başlangıç olan yasal düzenleme, yoğun baskılar sebebiyle aceleye getirilmiş, böylece altmış yıllık uygulamadan bir anda vazgeçilmesinin getireceği sosyal ve ekonomik sarsıntıların boyutu hesaplanmadan ve sağlam bir hukuki ve kurumsal alt yapı oluşturulamadan hayata geçirilmiştir. Bu gelişmelerden sonra, ülkemiz alkollü içkiler piyasası küresel piyasa düzeninin bir parçası haline gelmiştir. Yasal düzenlemelerin bu denli sınırlı olmasının yanı sıra, ismi dahi devlet tekeli yapısını ifade eden 4250 sayılı Kanunun, devlet tekeli yapısına özgü hükümlerinin revizyona tabi tutulmaması, aksine bu hükümlerle bağdaşmayan, sınırlı bir kaç hükmün 4733 sayılı Kanuna ilave edilmesi, alkollü içkiler piyasasına özgü hukuksal alanda birçok sorunun yaşanmasına sebep olmuştur. Ülkemizde alkollü içkiler piyasası, özelleştirme uygulaması sonrasında 2004 yılında tamamen serbest piyasa yapısına dönüştürülmüştür. Bu dönüşüm sonrasında piyasanın ekonomikticari büyüklüğü yıllık 10-12 milyar TL gibi devasa bir boyuta yaklaşmış, öte yandan bu piyasalardaki ürünler, oldukça genç bir nüfusa sahip ülkemiz açısından kamu güvenliği ve esenliği ile birey ve toplum sağlığına yıkıcı etkiler meydana getirecek boyuta doğru bir seyir haline girmiştir. Öyle ki, devlet tekelinin tamamen sona erdiği 2004 yılı başında piyasaya arz edilen ürün çeşidi 891 iken Temmuz 2011 itibariyle 7500 adede ulaşmıştır. Bilindiği üzere, demokratik bir devletin temel amacı, halkının gerek ekonomik gerekse sosyal açıdan gelişmesini sağlamaktır. Bu açıdan, özellikle çocuklarımız ve gençlerimiz başta olmak üzere halkımızın sosyal refahının gelişmesini sağlamaya yönelik tedbirlerin alınmasına yönelik kamu hizmetleri, Anayasada devlete yüklenen sorumluluklara doğrudan temas etmektedir. Bununla birlikte, bu alanda devlet organlarının yeterli ve etkin tedbirler alabilmesi ve bu tedbirlerin uygulanması noktasında karar vericiler üzerinde etkin olmak, kanıta dayalı stratejiler üretmek ve gerekli kamuoyu desteğini sağlamak bakımından sivil toplum kuruluşlarına da büyük bir sorumluluk düşmektedir. Alkol kontrolü alanında alınması gereken tedbirlerin, oluşabilecek sosyal sorunları çözmek ve özellikle de çocuklarımızın, gençlerimizin hatta gelecek nesillerimizin sağlıklı bir ortamda yaşamasına hizmet etmek amacını matuf olan ve Anayasada belirlenen Sosyal Hukuk Devleti ilkesi çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Keza, Devlet organlarımız Anayasanın 5. maddesi uyarınca vatandaşlarının maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamak ve kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamakla görevlidir. Sosyal devlette ekonomik düzen, piyasa ekonomisine dayanır, lakin piyasa mekanizmasının serbest işleyişinin yol açtığı riskler ve sosyal sorunlar, sosyal politikalar aracılığıyla piyasaların yeniden düzenlenmesini ya da sonuçlarının telafi edilmesini gerektirmektedir. Bu noktada, Devletin alkol kontrolü alanında yapmak zorunda olduğu düzenlemelerinin değerlendirilmesinde, herkesin ulaşılabilir en yüksek fiziksel ve ruhsal sağlık standartlarında yaşama hakkını belirten BM Ulus- lararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin 12. maddesine de bakılması gerekir. Öte yandan, bilindiği üzere alkol kullanımından kaynaklanan zararlı etkilerin önlenmesi çalışmaları, alkol kullananların kendilerine verdiği zararların önlenmesinin yanı sıra alkol kullanmayanlara (özellikle de çocuklara, ve gençlere) ve topluma verdiği zararların önlenmesine de hizmet etmektedir. Keza, insan sosyal bir varlık olarak sadece kendisine değil çevresine, topluma ve diğer insanlara zarar verebilecek davranışları sergileyebileceği bir ortamda yaşamakta olduğundan, belirli yer ve şartlarda, başkalarına zarar verecek bir şekilde alkol kullanması, bir “sağlık sorunu”, bir “ahlak sorunu” olmanın ötesinde, giderek bir “hukuk sorunu” haline gelmekte ve hukuksal düzenlemelere ihtiyaç göstermektedir. (Prof. Dr. Kemal Gözler). Bu noktada, Anayasanın 12. maddesinde yer alan “Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder.” esasına dikkat çekmek gerekir. Öte yandan, Anayasada çocukların ve gençlerin korunmasına yönelik hükümler çok açıktır. Özellikle Anayasasının 58. maddesinde yer alan; “Devlet, gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alır.” hükmü bunun en somut örneğidir. Bu noktada özellikle belirtilmesi gereken bir husus da şudur; Anayasanın “Kanun önünde eşitlik” başlıklı 10. maddesinde 2010 yılında yapılan değişiklikle getirilen, (yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler ile birlikte) “çocuklar için alınacak tedbirlerin eşitlik ilkesine aykırı sayılmayacağı” SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 33 esasının (Çocuklar için Pozitif Ayrımcılık), BM Çocuk Hakları Sözleşmesinde yer alan “çocukların mümkün olan en yüksek sağlık standartlarında yaşama haklarının tanınması gerektiği” esası ile birlikte değerlendirilmesinin ve bu kapsamda çocuklarımızın tütün ve alkolden kaynaklanabilecek her türlü zarardan uzak tutulması için üst düzeyde tedbirler alınmasının gerektiği açıktır. Diğer taraftan, alkol kontrolü noktasında devlete yüklenen sorumluluklar arasında; • Anayasanın 41. maddesinde yer alan “Devletin, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması için gerekli tedbirleri alması ve her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alması görevi, • Anayasanın 172. maddesinde yer alan, devletin tüketicileri koruyucu ve aydınlatıcı tedbirler alması gerekliğinin de göz önüne alınması gerekmektedir. Yukarıda da ifade edildiği üzere, devlet organlarının başta Anayasada yer alan yükümlülükler ile uluslararası yükümlülükler olmak üzere yasalarla 34 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 verilen sorumluluk gereğince alkol kontrolüne yönelik olarak yapması gereken düzenlemeler ve uygulamalar ile alması gereken tedbirler noktasında devlet organlarındaki karar vericiler üzerinde etkin olmak, kanıta dayalı stratejiler üretmek, halkın alkol kontrolü konusunda bilgi ve bilinç düzeyini artırmak ve alkol kontrolü tedbirlerine yönelik gerekli kamuoyu desteğini sağlamak yönlerinden sivil toplum kuruluşlarına büyük bir sorumluluk düşmektedir. Bu bağlamda Türkiye Alkol Politikaları Platformu (TAPP) yapısı altında birleşmesi öngörülen Platformun temel amacı; ülkemizde devlet tekelinin kaldırıldığı ve tamamen serbest piyasa yapısına geçişin sağlandığı 2004 yılından itibaren ivme kazanan ve özellikle sağlık ve sosyal unsurlar (belirleyiciler) üzerinde etkili olmaya başlayan alkol sorunsalı ile etkin mücadele edilebilmesi, toplumsal iyilik halinin ve toplum ve birey sağlığının iyileştirilmesi amacıyla verilmesi gereken kamu hizmetlerinin yaygınlaştırılması, alkolün ülkemize, toplumumuza ve bireylerimize toplam somut maliyeti ile görünmeyen (soyut) giderlerin önlenmesi ve alkolün zararlarının yaygınlık ve derinliğinin azaltılması için bilimsel, teknik ve ekonomik değerlendirmelerin ışığında alkol kontrolü önlemlerinin geliştirilmesine sivil inisiyatif olarak katkıda bulunulmasıdır. Bu çerçevede, öncelikle alkol kontrolü alanında alınacak tedbirlerin çerçevesini çizecek hukuksal düzenlemelere ihtiyaç duyulduğundan, bu alanda toplumsal ihtiyaçların giderilmesine çözüm üretemeyen 1942 tarihli 4250 sayılı İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı Kanunu’nun yerine geçecek ve 4733 sayılı Kanunu da tamamlayacak nitelikte yeni bir alkol yasasının toplumsal mutabakat temelinde oluşturulması çalışmalarına katkıda bulunmak öncelikli hedef olarak görülmekte olup, bu suretle öncelikle hukuksal alandaki boşlukların tanımlanması ve doldurulması ile birlikte alkol kontrolü alanında ülke çapında sürdürülebilir, kapsamlı ve kanıta dayalı etkili plan ve stratejiler geliştirilmesi ve uygulanması öngörülmektedir. Bu çerçevede TAPP bir platform olarak teşekkül edecektir. Dernek veya vakıf gibi resmiyet gerektirecek veya bir tüzel kişilik altında teşkilatlanacak herhangi bir yapı şeklinde değil serbest bir platform olarak düşünülmelidir. Bu bağlamda, 5253 sayılı Dernekler Kanunu’nun 25’inci maddesinde Plâtform olarak tanımlanan bu tür yapılanmalar için öngörülen “Dernekler, amaçları ile ilgisi bulunan ve kanunlarla yasaklanmayan alanlarda, kendi aralarında veya vakıf, sendika ve benzeri sivil toplum kuruluşlarıyla ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere ve yetkili organlarının kararı ile plâtformlar oluşturabilirler. Plâtformlar, kanunların dernekler için yasakladığı amaç ve faaliyet konuları doğrultusunda kurulamazlar ve faaliyet gösteremezler. Bu yasağa aykırı hareket edenler hakkında, bu Kanun ve ilgili kanunların cezaî hükümleri uygulanır” hükümleri çerçevesinde faaliyette bulunulması amaçlanmaktadır. Bununla birlikte, Türkiye Alkol Politikaları Platformu’nun misyonu ve vizyonuna ek olarak işleyişe dair de bilgilerin olacağı tüzük mahiyetinde bir mutabakat metni olacaktır. Sivil kuruluşlar yürütme kurulu içerisinde olacak, resmi kuruluşlar ise yürütmede değil sadece danışman üyelik şeklinde platformda bulunacaklardır. /estethica.com.tr /est-ethica haber ELEKTRONİK SİGARA, SİGARAYI BIRAKTIRMIYOR Sigara bırakmaya yönelik mücadelede, elektronik sigaranın etkili olduğu yönündeki iddialara yönelik gerçek bir delil bulunmadığı ortaya kondu. Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Farabi Hastanesi Başhekimi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Tevfik Özlü, elektronik sigaranın, sigara bırakmada etkili olduğuna dair elde delil olmadığını söyledi. Sigara bağımlılığının farmakolojik ve davranışla ilgili olmak üzere iki boyutunun bulunduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Özlü, elektronik sigaranın, alışkanlığı pekiştirmekten öteye gidemediğini belirtti. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Özlü, Türkiye’de son yıllarda sigarayla ilgili iyi bir mücadele verildiğini ve buna bağlı olarak kullanım oranlarında azalma yaşandığını belirtti. Ancak bu genel duruma rağmen gençlerin sigaraya başlama ya da kullanma oranlarında bir azalma olmadığı- 36 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 nı dile getiren Özlü, araştırmaların Türkiye’de sigaraya başlama yaşının 10-20 aralığında olduğunu gösterdiğine dikkat çekti. 20 yaşından sonra bir kişinin sigaraya bağımlı hale gelmesinin pek sık görülen bir durum olmadığını anlatan Özlü, “Bundan dolayı en çok korunması gereken yaş grubu, ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite dönemine denk geliyor. Riskin çok ciddi olduğu bu dönemde gençlerin sigaradan uzak tutulması ve sürecin iyi yönetilmesi lazım.” ifadelerini kullandı. Prof. Dr. Özlü, özellikle gençleri sigaradan korumak için yapılan yasal düzenlemelerin birçok ülkeye örnek olmasına rağmen, uygulamanın yeterince başarılı olamadığını da sözlerine ekledi. Türkiye’de son 2 yılda 2 milyon 500 bine yakın kişinin sigarayı bıraktığını belirten Özlü, başlama yaşının ise çok iç açı olmadığını vurguladı. Daha çok sigaraya başlamanın önlenmesine yönelik çalışmalar yapılması önerisinde bulunun Özlü, “Bırakmak isteyenlere yardımcı oluyoruz ama insanların sigaraya başlamaması daha önemli. O bakımdan 10-20 yaş grubunun iyi korunması lazım.” dedi. Gençlerin sigaraya başlamasının ön önemli sebeplerinin başında yaşadığı çevrenin geldiğini ifade eden Prof. Dr. Özlü, şöyle konuştu: “Gençler, annesinin, babasının, öğretmeninin, arkadaşının, sokakta vatandaşın sigara içtiğini görüyor. Ardından merak ve özenti duygusuyla başlıyor. Akran baskısı ya da tepkisel nedenlerle başlayanların oranı azımsanmayacak boyutta. Bunların aşılması için öncelikle ailelere ve öğretmenlere iş düşüyor. Öncelikle okulda eğitimciler, çocuğun ailesinde de anne baba sigara içmemeli. Toplumda özellikle rol model olabilecek insanlar kamuoyu önünde sigara içmemeli. Çocuklar bilinçlendirilmeli, özellikle merak, özenti ve sosyal baskıların etkisini kıracak duygu verilmeli. Bunu yaparken sürekli, ‹sigara kötü bir şey, içilmemeli’ gibi herkesin bildiği şeyleri söylemek çok etkili olmayabilir. Biraz psikolojik ve pedagojik eğitimler içermeli. Çok konuşup gençlerde merak duygusu oluşturmamaya özen göstermeli. Net ve çocuğun psikolojisine uygun eğitimler olmalı. Bunlar yapılırsa gençlerin sigaraya kayması engellenebilir. Bu çalışmalar yapılırken, yasaklarla ilgili de denetim ekipleri sorumluluklarını yerine getirmeli.” Türkiye, Sigaraya Bağlı Ölümlerde İlk Sırada Dünyada insan sağlığını bu kadar çok tehdit eden başka bir şeyin olmadığının altını çizen Prof. Dr. Özlü, yılda 6 milyondan fazla kişinin sigaradan kaynaklanan hastalıklardan öldüğüne dikkat çekti. Özlü, bu ölümlerin 600 binini ise hiç sigara içmeyen, pasif içicilerin oluşturduğunu ifade etti. Türkiye’de yılda 100 bin kişinin sigara içtiği, 10 bin kişinin de pasif içici olduğu için öldüğünü belirten Prof. Özlü, trafik, terör, ev kazaları, yangınlar gibi birçok nedenden ölenlerinin toplamın bile bu rakama ulaşmadığına değindi. Sigaranın Türkiye için çok ciddi bir sorun olduğunu dile getiren Özlü, Dünya Tütün Atlası’nda yayınlanan yeni verilere göre, sigaraya bağlı ölümlerin en çok görüldüğü ülkeler arasında Türkiye’nin yüzde 38 ile erkeklerde ilk sırada yer aldığını kaydetti. Özlü, kadınlarda ise bu oranın yüzde 6 olduğu bilgisini verdi. Kadınlardaki oranın kimseyi yanıltmaması uyarısında bulunan Özlü, “Erkeklerde sigara bırakma oranları artarken kadınlarda da başlama oranı artıyor. Bu da 20-30 yıl sonra kadınlarda sigaraya bağlı ölümlerin artacağını gösteriyor. Çünkü şu anda içmeyi sıfırlasanız, sigaraya bağlı ölümlerin sonuçları 20-30 yıl sonra ortaya çıkar.” dedi. Türkiye’de 16-17 milyon sigara içicisi bulunduğunu hatırlatan Prof. Dr. Tevfik Özlü, bunların yüzde 80’inin sigara içmekten memnun olmadığına dikkat çekti. Bu insanların sigarayı bırakmak için bir çare aradığını kaydeden Özlü, bu pazarı görenlerin de sigarayı bıraktırmaya yönelik bir takım ürünler satmaya çalıştığını dile getirirken; bu ürünlerin ne kadar etkili olduğu, gerçekten işe yarayıp yaramadığı hakkında hiçbir ilmi delil olmadığına dikkat çekti. Özlü, Sağlık Bakanlığının ithalat ve satışını yasaklanacağı bildirilen elektronik sigaranın da sigara bırakmada etkili olduğuna dair bir delil olmadığı gibi alışkanlığın pekiştirilmesine neden olduğunu vurguladı. SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 37 haber 4 MİLYON HASTAYA MOBİL ECZANEYLE ULAŞILDI Sağlık Bakanlığının kırsal kesimlerde yaşayan vatandaşlara ulaşmak için başlattığı mobil eczane projesi meyvelerini verdi. Bakanlığın Türk Eczacılar Birliği (TEB) ile birlikte yürüttüğü proje kapsamında 3 milyon 908 bin hastanın ayağına hem doktor hem de ilaç gitti. Proje aile hekimleri üzerinden yürütülürken, 7 bin 585 aile hekimi bu kapsamda köy köy dolaştı. Doktorlar köy ve belde halkını muayene ederken, yazılan reçeteler TEB aracılığıyla sipariş kapsamına alındı ve 3 milyon 908 bin hastanın evine 38 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 götürüldü. Hedef 9 milyon vatandaşa ulaşmak. Doktorlar vatandaşa sağlık hizmeti sunarken, hastalığı ile ilgili olarak da yönlendirme yapıyor. Köye giden aile hekimi cami hoparlöründen yapılan anonslarla vatandaşa duyurulurken, muayene için belirlenen yere gelmeleri sağlanıyor. Ancak yaşlı, ağır ve yatalak hastalar için ise hastanın ayağına doktor gidiyor. Yapılan muayeneden sonra aile hekimi tarafından yazılan ilaçlar en geç 2 gün içinde hastanın adresine teslim ediliyor. İla- ca erişimi kolaylaştıran mobil eczane sistemiyle aile hekimleri, muayene ettikleri hastadan reçetelerini alıp arkasına “Dağıtıma tabidir” kaşesini basıyor. TEB ile imzalanan ve 45 ilde başlayan uygulamada, 36 ilde eczacılardan kaynaklanan sorunlar ortaya çıktı. Bakanlık, sorunların aşılamaması halinde eskiden olduğu gibi aile hekimlerine tekrar ilaç dolabı açma hakkı verecek ve ilaçların SGK tarafından karşılanmasını sağlayacak. portre Enerjinizi yüksek tutabilmek için hayatınızdaki dengeyi iyi korumak gerekiyor GÜLDEM BERKMAN Güldem Berkman kimdir? 1969 yılında İstanbul’da doğan Güldem Berkman, 3 çocuklu bir ailenin küçüğü. Her zaman başarılı bir okul hayatı olan Berkman, Boğaziçi Üniversitesi Kimya Mühendisliği Bölümü mezunu ve üniversite eğitimini kimya mühendisliği alanında almış olmaktan da oldukça memnun; zira mühendislik eğitimin analitik düşünme yeteneğine ve dolayısıyla kariyerine çok değer kattığına inanıyor. Üniversiteden mezun olduktan sonra iş hayatına 1991 yılında Radiometer adlı bir şirkette satış uzmanı olarak 40 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 adım atan Bekman, sonrasında sırayla Eczacıbaşı Procter&Gamble’da Teknik Marka Müdürü ve OTC Marka Müdürü olarak ve Danone/SA’da su ve süt ürünleri bölümlerinde Pazarlama Müdürü olarak çalışır. Novartis ile tanışması ise 2001 yılına dayanıyor. İlk olarak, Novartis’te İş Bölümü Direktörü olarak işe başlayan Güldem Berkman, sonrasında sırasıyla Novartis’te Pazarlama Direktörlüğü ve Satış Direktörlüğü gibi pozisyonlarda görev alır. 2008 yılından bu yana Novartis Türkiye Ülke Başkanlığı görevini sürdürmektedir. Şu anda Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği (AİFD) Başkanlığı ve Uluslararası Yatırımcılar Derneği (YASED) Başkan Yardımcılığı görevlerini de yürüten Berkman’ın kariyeri başarılarla dolu: 2013 yılında Fortune “Türkiye’nin En Güçlü 50 Kadını, 2012 yılında Ekonomist “Türkiye’nin En Güçlü 50 kadın CEO’su”, 2009 yılında Capital “En Güçlü 30 Kadın” sıralamasında yer aldı. Güldem Berkman, Novartis’e olan bağlılığını şu sözlerle anlatıyor: “Kariyerle evliliği birbirine çok benzetiyorum. Nasıl ki tüm hayatınızı birlikte geçireceğiniz doğru insanı bulmak bir şans işidir, kariyeriniz boyunca size en uygun işi bulmanız bazen zaman alabilir. Bundan önce çalıştığım 3 şirket var. Hepsini büyük saygı ve sevgi ile anarım. Ama doku olarak bana en çok uyan Novartis oldu diyebilirim. Novartis’in hasta odaklı, inovatif, sofistike konuları olan ve hızlı karar almayı bilen, insana önem veren, iş-özel hayat dengesine saygılı bir şirket olduğunu düşünüyorum . Bu değerler beni Novartis’e bağlayan değerler. Her sabah işime başlarken hastaların normal bir hayat sürmelerine yardımcı olmak adına çalıştığımı hatırlıyor olmanınsa apayrı bir önemi var benim için. İnsan hayatına dokunan ve değer katan bir şirketin yöneticiliğini yapıyor olmak manevi olarak da bana büyük bir mutluluk veriyor.” Berkman, 2007 yılında Novartis Macaristan Ülke Başkanı olarak atanmış. Burada 1 yıla yakın bir süre Ülke Başkanı olarak görev yapmış. Macaristan’daki deneyiminin kendisi için çok değerli olduğunu ifade ediyor ve ekliyor: “Normalde Macar kültürü Türklere yakın derler ama çok kapalı bir kültür. Açıkcası güven kazanmak biraz zaman aldı. Farklı bir ekibi bir vizyon doğrultusunda yönlendirebilmek, onları o işin bir parçası haline getirip iş yaptırabilmek çok heyecan vericiydi. Macaristan’da 2 yıl kalacağımı planlarken gösterdiğim başarılı performansla bir anda Türkiye’ye atanmam söz konusu oldu.” Amacımız hastalarımıza normal ve sağlıklı bir yaşam sunabilmek Novartis Türkiye Ülke Başkanı Berkman, Novartis’i farklı kılan unsurları şöyle özetliyor: “Tüm dünyada 150 yılı aşkın süredir Türkiye’de ise 1955 yılından beri faaliyet gösteren Novartis, hastaların karşılanmamış ihtiyaçlarına çözüm sunmak için çalışıyor. Şirket olarak, yenilikçi ilaçlar, jenerik ilaçlar, göz sağlığı, koruyucu aşılar, tanı araçları, tüketici sağlığı ve hayvan sağlığı ürünlerinden oluşan geniş ürün portföyümüzle hastalarımızın ihtiyaçlarını en iyi şekilde karşılamak için çabalıyoruz. Değişen tıbbi ihtiyaçlara odaklanarak, kardiyovasküler ve metabolizma, solunum, romatoloji, merkezi sinir sistemi, infeksiyon hastalıkları, transplantasyon ve immünoloji, oftalmoloji ve onkoloji gibi pek çok alanda yenilikçi ürünler geliştirmekte ve bunları hastaların hizmetine sunmak için çalışıyoruz. Aynı zamanda Tüketici Sağlığı bölümü ile reçeteli veya reçetesiz ürünler alanında, Alcon ile göz sağlığı alanında, Hayvan Sağlığı bölümü ile de hayvan sağlığı alanında hizmet veriyoruz. Sandoz ise, Novartis’in jenerik ürünler alanında faaliyet gösteren şirketidir. 2009 yılından bu yana yaşamı tehdit eden hastalıklara karşı koruyucu aşılar ve tanı araçları geliştirmek amacıyla Aşı bölümümüz de Türkiye’de faaliyet göstermektedir. Türkiye’de, yaklaşık 2.200 çalışanımız ile üretim, pazarlama ve Ar-Ge faa- liyetlerimizi yürütüyoruz. Biri hammadde olmak üzere 4 üretim tesisimiz bulunuyor. Türkiye’de 4 üretim tesisi bulunan tek uluslararası şirketiz diyebilirim. Başta İsviçre olmak üzere birçok Avrupa ülkesi, Ortadoğu ülkeleri, Güney ve Orta Amerika ülkeleri, Japonya, Güney Kore ve Kanada olmak üzere 100’e yakın ülkeye Türkiye’den ihracat yapıyoruz. Sağlık alanında ülkemizde hastaların sağlık ihtiyaçlarına sunduğumuz sağlık çözümleri ile Türkiye’nin en saygın ekonomi dergilerinden Capital tarafından 2012 yılında “En Beğenilen İlaç Şirketi” seçildik. Novartis olarak ilaç Ar-Ge’sine en çok yatırım yapan firmalardan biriyiz. 2012 yılında araştırma ve geliştirmeye dünya çağında 9,3 milyar dolar ayırdık. Bu rakam ciromuzun %20’sine denk geliyor. 2012 yılında Standard&Booz tarafından yapılan araştırmaya göre Novartis, tüm dünyada tüm sektörler arasında Ar-Ge’ye en çok yatırım yapan ikinci şirket seçildi. Hastaların ihtiyaçlarını karşılamak, yaşam kalitelerini yükseltmek için yeni ilaçlar geliştirmeye çalışıyoruz. Şu anda ilaç olma yolunda araştırmaları devam eden 130 adet yeni molekül bulunuyor. Novartis olarak hasta odaklı ve bilimsel inovatif yaklaşımımız ile hastalarımıza en yeni tedavileri sunabilmek adına tüm ekibimle birlikte ciddi bir çaba gösteriyoruz. Tüm hastalarımızın sevdikleriyle birlikte normal ve keyifli bir yaşam sürmeye hakları var. Amacımız hastalarımıza normal ve sağlıklı bir yaşam sunabilmek.” NOVARTIS TÜRKİYE ÜLKE BAŞKANI GÜLDEM BERKMAN TÜRKİYE’NİN EN GÜÇLÜ 50 KADINI ARASINDA YER ALDI Fortune Dergisi’nin her yıl yayınladığı “Türkiye’nin En Güçlü 50 Kadını” sıralamasında Novartis Türkiye Ülke Başkanı Güldem Berkman 35’inci sırada yer aldı. Türkiye’nin önemli ekonomi yayınlarından Fortune Dergisi’nin her yıl yayınladığı “Türkiye’nin En Güçlü 50 Kadını” sıralamasında Novartis Türkiye Ülke Başkanı Güldem Berkman 35’inci sırada yer aldı. Listeyi oluşturan zirvedeki kadın yöneticiler, yeniliklere açık, analitik düşünen ve hedef odaklı liderlerden oluştu. Dört ana kritere göre değerlendirme yapılarak oluşturulan listede yöneticiler, şirketin büyüklüğü ve global ekonomideki önemi, kurumun performansı, yöneticinin kariyer çizgisinde nasıl ilerlediği ve sosyal-kültürel kalkınmaya etkisi konuları göz önüne alınarak belirlendi. Araştırmada Türkiye’yi Novartis için önemli yatırım noktalarından biri haline getirdiği belirtilen Güldem Berkman, Novartis’in 140 ülkedeki 5 kadın ülke başkanından biri olarak yaklaşık 2200 çalışanı yönetiyor. SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 41 “İşinizi tutkuyla yapmak her zaman çok daha olumlu sonuçlara ulaşmanızı sağlıyor” Başarılarla dolu kariyeriyle dikkat çeken Güldem Berkman, iş hayatındaki en önemli iki özelliğin hızlı öğrenme becerisi ve vazgeçmeme olduğunu söylüyor ve kendisini başarıya götüren iş ve yaşam felsefesini şu sözlerle anlatıyor: “İş hayatında iki özellik çok önemli bana göre: hızlı öğrenme becerisi ve vazgeçmeme. Öğrenme beceriniz yüksek ise değişik durumları hızla öğrenip ona göre hareket edebiliyorsunuz. Değişik durumlarda derken; büyüyen ya da küçülen bir pazarda, değişik fonksiyonların ya da değişik rakiplerin öne çıktığı durumlarda, ekonominin iyi ya da kötü gittiği zamanlarda ortamı hızla kavrayıp ona göre davranmak çok önemli. Bu öğrenme becerisinin yanında, şartlar ne olursa olsun doğru sonuca giden yolda pozitif bir vazgeçmeme hali de bence çok kritik. Bunu yılmazlık diye de ifade edebiliriz. 42 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 Ayrıca, işini severek yapmak da çok önemli diye düşünüyorum. Ne yaparsam yapayım konuyu çok iyi anlayıp iyi yapacağıma inanırım. İşinizi tutkuyla yapmak her zaman çok daha olumlu sonuçlara ulaşmanızı sağlıyor. Yaptığım işe gönülden bağlıyım. İş hayatında çevremdekilerle hiçbir zaman iletişim problemi yaşamadım. Benim için herkes eşit ve değerlidir. Bu düşüncem bütün iş hayatımda bana çok faydalı oldu. Dünyanın en iyi lideri bile olsanız, ekibiniz olmadan hiçbir şey yapamazsınız. Edindiğim tüm bu prensipler iş hayatında bana başarı olarak geri döndü. Novartis’te iş/özel hayat dengesi çok önemli. İnsanların verimli olarak bir işyerinde uzun yıllar çalışabilmeleri için iş/özel hayat dengesini iyi kurmaları gerekiyor. Örneğin; “Esnek Çarşamba: Çalışma Mekânını Kendin Seç” diye bir uygulamamız var. Çarşamba günleri çalışanlarımız dizüstü bilgisayarları ile diledikleri yerden çalışabiliyorlar. Bu esnekliğin, verimi ve bağlılığı arttırdığını gözlemliyoruz. Bunun gibi çalışma arkadaşlarımızın iş ve özel hayat dengesini sağlayabilmeleri için birçok çalışma yürütüyoruz. Diğer taraftan iletişimi çok önemsiyorum. Çalışma arkadaşlarımla hiçbir zaman iletişim problemi yaşamadım. İletişimimin kuvvetli olması bütün iş hayatımda bana çok faydalı oldu. Örneğin iş yaparken aklıma takılan hususları paylaşırım, nedenlerini mutlaka sorarım. Çok açık ve dikkatli bir iletişim tarzım var. Tutkuyla işine bağlanmak, hep daha iyisini yapmaya çalışmak, insanlarla iletişimimin çok açık ve iyi olması benim için önemli. Sonuçta kendinizi ifade edebildiğiniz kadar başarılısınız. Doğru bildiğim şeyleri içtenlikle söylerim. Her zaman iyi niyetli ve açık iletişimle sorunları çözmeye odaklanırım.” Ben özellikle anne olduktan sonra iş ve özel hayat dengesine her zamankinden çok daha dikkat etmeye başladım. Elbette insanın hayatında yoğunluğun bir tarafa kaydığı zamanlar olabiliyor. Görevlerin belirgin olması, şirketin süreçlerinin oturmuş olması iş saatlerini çok etkiliyor. Sürekli yoğun bir tempoyla çalışmak sürdürülebilir bir durum değil. Enerjinizi yüksek tutabilmek için hayatınızdaki dengeyi iyi korumak gerekiyor. “ Enerjinizi yüksek tutabilmek için hayatınızdaki dengeyi iyi korumak gerekiyor “Çalışma zamanımın önemli bölümünü toplantılar oluşturuyor. O hafta yapacağım toplantıları, görüşmeleri hafta başında planlar, zamanlamalarına çok dikkat ederim. Rutin bir günde sabah en geç 09.00 gibi ofiste olup, akşam 18.00-18.30 arası ofisten çıkmaya özen gösteririm. Öğle yemeği zamanını da genellikle iş için değerlendiririm. Bu süre zarfında her dakikamı verimli şekilde geçiririm. Aynı şekilde, ofisten çıktıktan sonra özel hayatımda aileme ayırdığım zamana da özen göstermeye çalışırım. Spor, hayatımda önemli bir yer tutuyor “Uzun bir süre profesyonel olarak voleybol oynadım ve halen spor hayatımda önemli bir yer tutuyor. Dolayısıyla tüm yoğunluğuma rağmen, sporu aksatmamaya özen gösteriyorum. Bunun dışında resim yapmaktan çok hoşlanıyorum. Akrilik boya ile resimler yapıyorum. Resim yapmak, renklerle uğraşmak beni çok rahatlatıyor. Bir süredir de oğlumla birlikte çeşitli sanat etkinliklerine katılıyoruz ve büyük keyif alıyoruz. İş hayatım sona erince bahçeyle ilgili vakit geçirmeyi düşünüyorum. Peysaj mimarlıkla ilgilenmeyi istiyorum, ileride bu konuda eğitim almak istiyorum. Saatlerce bahçede çalışabilirim. Bahçeyle uğraşmak beni çok rahatlatıyor…” hayatıniçinden Kozlukebir Nahiyesinden Müezzin Ali Efendi’nin Oğlu Mehmet, TÜRKİYE SAĞLIK BAKANI OLARAK BATI TRAKYA’YI GEZDİ… Yunanistan’ın Gümülcine Vilayetinin Kozlukebir Nahiyesi… 450 haneli, 1.200 nüfusu olan Müslüman Türklerin yaşadığı büyük bir köy. Köyde bir bakkal dükkânı olan, çiftçilik ve köyün camisinde müezzinlik yapan Ali Efendi (merhum) tarlada yonca çevirirken 14 yaşındaki oğlu Mehmet’in heyecanla kendisine doğru geldiğini görür. Merak eder, Mehmet önemli bir şey söyleyecekmiş gibidir. İdeallerini, istek ve arzularını, hedeflerini yüreğine yerleştiren Mehmet, babasından izin alarak Türkiye’ye gitmeye karar vermiştir. Bu kararını ilk kez babası Müezzin Ali Efendi’ye açacak ve izin isteyecektir. Mehmet bütün cesaretini toplar ve babasına kararını söyler: - Baba ben okumak için Türkiye’ye gitmek istiyorum! Kısa bir sessizlik olur ve Ali Efendi oğlunun gözlerine bakarak onun da hiç beklemediği bir cevap verir: - Oğlum, oku da istersen Amerika’ya git! … İşte o 14 yaşındaki Batı Trakya Gümülcineli Mehmet, okumak için Türkiye’ye gelir. Binbir güçlük ve sıkıntı yaşar. Ama bunların hepsini inancı ve kararlılığı ile aşar. Misafir öğrenci olarak kaydolabildiği İmam Hatip Lisesinde yolu bugünün Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile kesişir. Bir ara Türkiye’de kapılar üzerine kapanır gibi olur. O umudunu hiç yitirmez, ideallerinden ve kararlılığından hiç vazgeçmez. Tıp Fakültesini kazanır. Uzmanlığını tamamlar. İstanbul 44 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 Gezi-İnceleme-Fotoğraflar / Osman GÜZELGÖZ Avcılar’da muayenehane açar. Sonra yolları Recep Tayyip Erdoğan ile tekrar kesişir. Siyaset yılları başlar. 20022007 yılları arasında AK Parti İstanbul İl Başkanlığı yapar. 2007-2011 arası İstanbul, 2011 seçimlerinde de Edirne Milletvekili olur. İşte O 14 yaşında ceketini alarak Batı Trakya’nın Gümülcine vilayetinin Kozlukebir köyünden ayrılan Müezzin Ali Efendi’nin oğlu Mehmet, gün gelir Türkiye Cumhuriyeti’nin Sağlık Bakanlığı görevine atanır. Batı Trakya ve Bizim Trakya bu karara çok sevinir, coşku ve mutluluk zirveye tırmanır. 27 yıl Yunanistan vatandaşı olarak hayatını sürdürmüş olan Mehmet Alioğlu, 4 yıl vatansız (haymatlos) olarak yaşadıktan sonra Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına kabul edilmiş ve MÜEZZİNOĞLU soyadını almıştır. İşte bu Mehmet Müezzinoğlu bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin Sağlık Bakanıdır… (Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nun hayatının ilginç yönlerini bir önceki sayımızda yer alan röportajda bulabilirsiniz.) … Sağlık Bakanımız Dr. Mehmet Müezzinoğlu yanına eşi Faize Müezzinoğlu Hanımefendiyi de alarak Yunanistan’a ve Batı Trakya’ya resmi bir gezi yaptı. Bu geziye biz de katıldık. Bildiğimi sandığım ama gidince bilmediğimi öğrendiğim Batı Trakya’ya bu benim ilk gezimdi. Bu ziyaret birçok bakımdan olağandışı özellikler taşıyordu. Hayatına Yunanistan vatandaşı olarak başlamış olan Batı Trakyalı bir kişi, o topraklara Türkiye’nin Sağlık Bakanı olarak resmi bir ziyaret yapacaktı. Oldukça farklı duygular yaşanacağı önceden belli idi. Gezimizin Atina ayağı resmi ziyaretler ve görüşmelerle geçti. Ancak burada da konu dönüp dolaşıp Sn. Bakan’ın çocukluğuna, gençliğine, Yunanistan vatandaşlığına, oradaki dostluklarına ve geçmişine geldi. Karşılıklı olarak neler hissedildiğini fark etmek zor değildi ama anlamak gerçekten zordu. Bu bir gezi inceleme yazısı olduğu için resmi görüşmelerin detayları üzerinde durmayacağım. Fakat Sağlık Bakanımızın diplomasi, felsefe, tarih ve kültür gibi alanlardaki yetkinliğini, derinliğini ve duygularını bastırmaktaki iradesinin altını özellikle çizmek istiyorum. Bizim için asıl ilginç ve özel olan kısım Atina’dan uçakla Dedeağaç’a yolculuk yaparken başladı. Hepimiz heyecanlıydık. Fakat eminim ki en heyecanlılarımız Mehmet ve Faize Müezzinoğlu idi. Sayın Bakan’ın doğduğu topraklara, köyüne, yaşadığı bölgelere gidiyorduk. Faize Hanım’ın Annesi ve Babası, her ikisinin de birçok akrabası, arkadaşı, dostu halen bu topraklarda yaşıyorlardı ve kendilerini coşkuyla, hasretle, mutlulukla karşılamayı bekliyorlardı. Dedeağaç Havaalanına indiğimizde duygu sağanağı üzerimize yağmaya başladı. Gümülcine Başkonsolosumuz ve kalabalık bir topluluk bizi karşıladı. Herkesin yüzü ve yüreği gülüyordu. Sarılmalar ve kucaklaşmalardan sonra Dedeağaç’tan akşam saatlerinde Gümülcine Kozlukebir köyüne hareket ettik. Yol boyunca bir yandan merakla çevreyi incelerken diğer yandan köyde yaşanacakları düşünüyordum. Kozlukebir köy meydanında büyük kahvehanenin önündeki kalabalığı görünce ben de çok heyecanlandım. Bakan Bey burada arabasından indi ve herkesle kucaklaştı. Manzara görülmeye değerdi. Kozlukebir’in coşkusu akşamın serinliğini sıcaklaştırmış, herkesin gözlerine umut, sevgi ve mutluluk yerleştirmişti. Kalabalıkla birlikte Faize Hanım’ın misafirler için organize ettiği akşam yemeğine geçtik. Burada Bakan Bey Kayınpederi Hasan Amca ile kucaklaştı ve elini öptü. Hasan Amcanın kızı Faize Hanım ile karşılaşması ve hasret gidermesi de duygu yüklü ve özeldi. Yemekten sonra yine köy meydanındaki büyük kahvehaneye geldik. Burada konuşmalar yapıldı. Arada birkaç cümle resmi söylem olsa da bütün diyaloglar samimi, içten ve duygu dolu idi. Şakalaşmalar, nostaljik takılmalar, hasret gidermeler, eski günleri yad etmeler ve daha neler neler… Sonra Bakan Bey ile birlikte köyün bütün kahvehanelerini ziyaret ettik. Uğranılan her yerde aynı sevinç ve mutluluk vardı. Bütün kahvehanelerde Kurtlar Vadisi’nin dikkatle izlendiğini gördük. Bakan Bey içeri girince herkes Kurtlar Vadisin izlemeye ara vererek coşkusunu ve sevincini paylaştı. SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 45 Tekrar köy meydanındaki büyük kahvehaneye geldik. Burada Sayın Bakan’ı iki öğretmeni karşıladı. İbrahim ve Hasan öğretmenlerle sımsıcak bir sohbete şahitlik ettik. Öğrenci Mehmet ile ilgili özel sorular soruldu. Öğretmenleri Mehmet’in azmini, kararlılığını ve farklılığını anlattı bizlere. Artık Halide Teyze’yi ziyaret etmek vakti gelmişti. Sayın Bakanın eşleri Faize Hanım’ın Annesi Halide Teyze’nin evine geçtik. Burada Hasan Amca ve Halide Teyze, damatları Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nu, kızları Faize Hanım’ı ve onlarla birlikte evlerine misafir olan bizleri ağırlamanın coşkusunu yaşıyorlardı. Çok tatlı, güler yüzlü, tatlı sözlü insanlar. Güzel sohbetler oldu. Gülen yüzler ve gönüller, tatlı telaşlar, umut, sevinç, mutluluk… Ben burada Sayın Bakanımıza Faize Hanım’ı ailesinden nasıl istediklerini ve aldıklarını sordum. Halide Teyze gülerek anlattı. 16 yaşında vermişti kızı Faize’yi köyün gençlerinden 19 yaşındaki Mehmet’e. Önce nişan 3 yıl sonra da düğün yapılmıştı. Ertesi sabah yine köy meydanındaydık. Müezzin Ali Efendi’nin oğlu Mehmet’in bisiklete bindiği ve zaman zaman düştüğü meydan, ezan okuyup müezzinlik yaptığı cami, doğduğu ev ve sokak… Bakan Bey’e buralarda neler hissettiği hep soruldu. İçinde, yüreğinde fırtınalar koptuğunu benim hissettiğim Mehmet Müezzinoğlu “farklı duygular” diyerek geçiştirmeye çalıştı hep. Sonra Gümülcine gezisi ve temasları. Resmi ziyaretlerin dışında buradaki en önemli ziyaretimiz Türk Gençler Birliği Genel Merkezindeki toplantı idi. Sokaklarda esnaflar çiçeklerle karşıladı kendi sinelerinden çıkmış ve Türkiye’de bakan olmuş evlatlarını. Heyecan ve sevinç görülmeye değerdi. Batı Trakya insanının Türkiye’ye olan sevgisi, bağlılığı, umudu inanılmaz derecede artmıştı. Belki de hiç düşünmedikleri, ihtimal vermedikleri bir gelişmeydi bu. Yunanistan’dan, Batı Trakya’dan 14 yaşında ayrılmış olan bir gençlerinin bugün T.C. Sağlık Bakanı olarak karşılarında, aralarında olması inanılmazdı gerçekten. Gümülcine Türk Gençler Birliği’ndeki toplantı bu duygularla çok farklı bir atmosferde tamamlandı. Sonra Eski 46 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 Cami’ye Cuma Namazına geçtik. Gümülcine Müftüsü Cuma Vaazında Bakan Bey’in aralarında bulunmasının önemini ve yaşadıkları sevinci cemaati ile paylaştı. Namaz sonrası bayramlarda yapıldığı gibi caminin mihrabının önünde sıraya girildi ve “Bakan Bey ile Tebrikleşme” gerçekleştirildi. Gerçekten de bir bayram yaşanıyordu. Gözyaşlarımızı tutamıyor, bizler de o heyecan ve mutluluğa eşlik ediyorduk. İskeçe gezimiz de aynen bu minval üzere devam etti. İskeçe Türk Birliği ziyaret edildi. Bazı beldelere ve köylere uğradık. Gittiğimiz her yerde insanların yüzlerinin yürekleri ile birlikte güldüğünü gördük. Sevinç ve coşkularını iliklerimize kadar hissettik. Hasta ziyaretleri, ev ziyaretleri, kahve ve esnaf ziyaretleri… Daha sonra yeniden Gümülcine’ye dönüş, Dr. Sadık Ahmet’in kabrini ziyaret. Gümülcine Türk Konsolosluğunda çeşitli heyetleri kabul, temaslar, görüşmeler, samimi diyaloglar, hasret gidermeler, çeşitli hassasiyetlerin paylaşılması… Bu geziye Türkiye’den; Edirne, Tekirdağ, Kırklareli ve İstanbul’dan da çok sayıda misafir eşlik etti. Birçok işadamı Sayın Bakanımızın Batı Trakya gezisini bizimle birlikte yerinde gördü, hissetti ve yaşadı. Rum İşadamı ve Cemaat Temsilcisi Laki Vingas ve eşleri, İstanbul Develi Restoran’ın Sahibi Arif Bey’in mahdumu Nuri Develi ve eşleri, gazeteciler, muhabirler ve daha pek çok güzel dost… Gümülcine Başkonsolosumuz ve ekibine de ayrı bir yer açmak gerekiyor bence. Aktif, etkili, kuşatıcı, samimi ve çok gayretli bir temsilcilik icra ediyorlar. Bunu görmek ve yaşamak da bizi ayrıca mutlu etti. Aslında yazacak o kadar çok şey var ki! Bazı detayları fotoğraflara havale edip sözümüzü burada noktalıyoruz. Gümülcine’nin Kozlukebir Nahiyesinden Müezzin Ali Efendi’nin oğlu Mehmet, Türkiye Sağlık Bakanı olarak ilk kez Batı Trakya’yı gezdi. Biz de bu geziye eşlik ettik. Buradaki heyecanı, coşkuyu, umudu ve mutluluğu kelimelerle anlatmak mümkün değil. Bakan Bey’in ve Hanımefendi’nin neler hissettiğini tam olarak bilmek de öyle. Biz bu gezi notlarımızı ve fotoğraflarını sizlerle paylaşıyor ve geziye böyle eşlik etmenizi diliyoruz. SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 47 Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nun Batı Trakya Gezisinde Yaptığı Konuşmalardan Bazı Bölümler Nasıl konuşacağım bilmiyorum ama öncellikle köyümün güzel insanları diye söze başlamak istiyorum. Kozlu Kebir’in güzel insanları, değerli büyüklerim, gönülden sevdiğim insanlar… Bizi bu akşam burada yalnız bırakmayan, çevre köylerden gelen dostlarımız, arkadaşlarımız… Ben öncellikle böyle bir duyguyu bana yaşattığı için Rabbime şükrediyorum. Tabii bütün bu süreçleri yaşamama vesile olan önce bu köy bu köydeki rahmete kavuşmuş büyüklerim, hocalarımdır. Açıkçası geldiğim çizgide en fazla nereden destek aldınız, ilham ve güç aldınız derseniz bu köyün insanlarından, bu köyün yaşlılarından, büyüklerinden, buradaki ilkokul öğretmenlerimden, caminin cemaatinden, kahvedeki ve kahve önündeki büyüklerimden aldım derim. Hiç bir zaman buradan aldığım değerleri unutmayarak 8 yaşında his48 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 settiklerimi bugün 58 yaşında da hissederek geldiğim bir çizgi var. Bu çizgi hepimize çok farklı bir günü yaşatıyor. Bu kendi adıma köylüm ve büyüklerime yaptığım teşekkürden sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’e özellikle ve öncelikle teşekkür etmek istiyorum. Çok zor koşullarda bu ülkeyi derleyip toparlayan, ülkenin bağımsızlığını sağlayan, genç Cumhuriyeti kuran ve “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ifadesi ile bugün var olan demokrasimizin alt yapısını oluşturan bir büyük lidere burada kendi doğduğum köyden teşekkür etmek istiyorum. O gün o mücadeleyi verip Anavatan Türkiye’de TBMM gibi millet iradesinin temsil edildiği bir yapıyı kurmasıydı, bugün belki yine parlamenterlerimiz olabilirdi ama o parlamenterler arasında biz olur muyduk onu bilmiyorum. Dolayısıyla Kurucumuza buradan teşekkür ermek istiyorum. İkinci teşekkürü ise Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a etmek istiyorum. Hem ülke dinamiklerini bugün dünya çapında farklı bir noktaya taşıyan, hem de buralarda doğmuş bir ülkenin vatandaşı olarak, çocukluğunu, gençliğini buralarda geçirmiş, sonradan Anavatana gelmiş birini bugün kendi hükümeti içinde bakan olarak, hem de Sağlık Bakanı gibi ülkenin temel bakanlıkları arasında değerlendirmiş olmasından dolayı Sayın Başbakanımıza doğduğum büyüdüğüm köyden teşekkür ediyorum. Tabii üçüncü teşekkürü de Yunanistan hükümetine devletine ve milletine etmek istiyorum. Kendi topraklarında doğmuş, hangi nedenle olursa olsun bugün farklı bir noktada olan birini doğduğu köyde bir bakan olarak konuşabilme ve hasret giderebilme imkânını tanıyan bir demokrasi ve insan hakları anlayışından dolayı Yunanistan hükümetine teşekkür ediyorum. Zaman zaman sıkıntılarınız olsa bile bu sıkıntıları aşabilmenin bana göre en büyük özü, kendi sokaklarının, varlığının değerlerine sahip çıkabilmektir. Bu sokaklar bizim diyebilmektir. Buradaki değerler bizim değerlerimizdir diyebilmektir. Biz Müslümanız, Türk’üz ve bu değerlerimizle biz burada varız. Bu değerlerimizle yarınlara yolculuk yapacağız diyebilmektir. Belki en çok ihtiyacımız olan birlik ve beraberliği ne pahasına olursa olsun merkeze almanız, birlik ve beraberlikten vazgeçmemeniz, yarınki gelecek Batı Trakya azınlığı için mutlaka en büyük gücünüz ve en büyük dayanağınız olacaktır. Yeter ki sizler burada kendi hak ve hukukumuz adına değerlerimize sahip çıkın. Geleceğe yolculukta umutsuz olmayın. Geleceğe umutla ve güvenle bakın. Ama bunu yaparken de birbirinize daha çok sahip çıkın, birbirinize daha çok değer Buraların bağını, bahçesini, tarlasını hemen hemen her boyutuyla 27 yaşına kadar yaşadıktan sonra gittik buralardan. Koşullar bizi buradan ceketini alıp gitmeye zorladı. Anavatan Türkiye’de istikbal aradık ve bugün aradığımız istikbalde geldiğimiz noktada bize Türkiye Cumhuriyeti’nin Sağlık Bakanı olarak görev yapmak nasip oldu. Bu ülkeden, bu topraklardan ceketini alıp gitmiş bir vatandaş olarak, gittiği ülkeden tekrar buraya bir bakan olarak dönüyor olmak; herhalde böyle kolay anlatılabilecek bir duygu değil. Çok zor anlatılır. Mutlulukla hüznü, acıyla sevinci bir arada çelişkili yaşadığım anlar oluyor. Bugün itibariyle baktığımızda hem buradaki hemşerilerimiz çok mutlu hem ben çok mutluyum. paylaştıkça büyüyen bir mutluluğu yaşıyoruz. İnşallah yarınlarda milletçe buradaki insanlarımızın da paylaşarak büyütecekleri mutlulukları çok olur diye temenni ediyorum. Bizim de o mutluluklara karınca kararınca katkımız olursa ne mutlu bize. Türkçemizdeki o güzel söz gibi mutluluklar paylaşıldıkça büyürmüş. Biz Hepinize teşekkür ediyorum. Hepinize saygılar sunuyorum. verin. Birlik ve beraberliği gündelik basit nedenlerle asla bozmayın. Bende bu anlamda, tabii bu akşam dolu dolu çok daha farklı şeyler konuşmak isterim ama tadında bırakmakta yarar vardır diye düşünüyorum. Benim için ve sizler için inanıyorum ki, çok farklı bir süreç veya gece. Allah bu geceleri veya farklılıkları ve zenginlikleri sizlere ve bizlere daha çok nasip etsin diyorum. … SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 49 haber MHRS ÜZERİNDEN 68 MİLYON RANDEVU VERİLDİ Sağlık Bakanlığının verilerine göre, Merkezi Hastane Randevu Sistemi (MHRS) üzerinden Mart ayı sonu itibariyle 68 milyon randevu verildi. Sağlık Bakanlığı, Türkiye’de vatandaşların sağlık hizmetine daha kolay ulaşmasını ve hastanelerin daha verimli bir şekilde çalışmasını sağlamak için pilot olarak 2009’da bazı illerde, 2011 yılında ise Türkiye genelinde uygulamaya konulan MHRS üzerinden toplam 68 milyon 123 bin 249 muayene randevusu verildiğini açıkladı. “www.mhrs.gov.tr” internet adresinden ve “ALO 182” hattı üzerinden hizmet veren sistemde bazı birimler için randevu verilemiyor. Sağlık Bakanlığı yetkilileri bu durumu, “Vatandaşların bilinçsiz randevu talepleri ile açılan kapasitelerde doluluk oranının art- ması ve bu branşlarda yığılmaların artıp gerçekten ihtiyacı olan vatandaşın mağdur olması nedeniyle 15 Haziran 2012 yılında yan dallar MHRS kapsamından çıkarıldı” ifadeleriyle açıklarken, yan dalların tekrar MHRS kapsamına alınması için ilgili çalışmaların devam etiğini vurguladılar. Alo 182’yi 65 Milyon Kişi Aradı İnternet üzerinden verilen randevularda ise kişisel bilgiler girilerek üye olmak gerekiyor. Yetkilerden alınan bilgiye göre, 12 milyon kişinin üye olduğu sistem üzerinden de Mart ayı sonu itibariyle 25,5 milyon randevu verildi. Alınan bilgiye göre, Sağlık Bakanlığına bağlı hastaneler ile ağız ve diş sağlığı merkezlerinden muayene randevusu alınmasına imkân sağlayan sistemin 182 numaralı hattında 2 bin 400 asistan çalışıyor. Mart ayı Bu projenin tanıtımını yapmak için çeşitli çalışmalar sürdürdüklerini belirten Sağlık Bakanlığı yetkilileri, kamu spotları, afiş, broşür ve fuar organizasyonları kullanılarak sistemin tanımının yapıldığının altını çizdi. HASTAYA RANDEVU AİLE HEKİMİNDEN Sağlık Bilgi Sistemleri Genel Müdürlüğü yetkililerinin açıklamalarına göre, Bakanlık hastane randevusu uygulamasına aile hekimlerini de dâhil etmeye hazırlanıyor. Bundan sonra aile hekimleri, muayene ettikleri hastalar için uzmanlık gerektiren durumlarda hastane randevusu alabilecek. 50 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 sonu itibariyle, iptal ve çakışmalar da dâhil olmak üzere 42 milyon 882 bin 657 kişiye randevu verilen 182 numaralı hatta 65 milyon çağrı ulaştı. Aile hekimleri, 1 Mayıs’tan itibaren uzmanlık isteyen durumlarda hastaları için ilgili hastaneden randevu alabilecek. Vatandaşın aile hekimine ve uzman hekime muayenesini kolaylaştırmayı hedefleyen uygulama, 1 Mayıs’tan itibaren Ankara’da hayata geçirilecek. Aile hekimleri, kullandıkları sistemden giriş yaparak, hastaları için gerekli gördükleri hastane ve branş hekiminden randevu alabilecek. Aile hekiminin randevu alarak hastasını uzman hekime yönlendirmesi uygulaması, vatandaşın sağlık hizmetlerine erişimini kolaylaştırırken, aile hekimine de hastasının tetkik ve tedavilerini takip edebilme imkânı sağlayacak. ‘SAĞLIKTA DA BARIŞ OLSUN’ Halil BAYSAL Ortadoğu Sağlık Merkezi (OSM) Yönetim Kurulu Başkanı Ülkemizde ve özellikle bölgemizde her alanda barışın, huzurun ve kardeşçe her şeyimizi paylaşacağımız günlerin yakın olduğuna inanıyoruz. Sosyal hadiseleri bütün tarafları ile değerlendirmek sonuç aldırır. Eğitimi, ekonomisi, yatırımı ve yöneticisi ile birbirimizi hazmettiğimiz zaman dilimleri bizi başarıya götürecektir. Esen bu barış rüzgârının özel sağlık sektörünü de olumlu yönde etkilemesi ve yapıcı diyalogların geliştirilmesini temenni ediyorum. Şanlıurfa, 2000’li yılların başında sağlık ile ilgili sıkıntıların yoğun olduğu bir ildi; hastaneler yetersiz ve sağlık mekânları köhne idi. İnsanlar, tedavisi basit hastalıklar için bile başka illere gitmek durumunda kalıyordu. Uzman hekim sayısı yetersizdi, hatta bazı bölümlerde hiç uzman hekim yoktu. Şanlıurfa ili sınırları içinde anestezi uzmanı olmadığı için ameliyatlar zor şartlarda yapılıyor veya bu nedenle diğer illere çok sayıda hasta sevk ediliyordu. Hastalar ve hasta yakınları gittikleri büyük şehir52 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 lerde yatacak yer ve yemek bulamıyor, maddi sıkıntılarla karşılaşıyordu. Tüm Şanlıurfa iline bakan Şanlıurfa Devlet Hastanesinde MR, tomografi, EKO, genel yoğun bakım gibi olmazsa olmaz pek çok birim ve tıbbi alet mevcut değildi. İlde böyleyken, ilçelerdeki sağlık hizmetlerini anlatmaya ise zaten gerek yok. Oralar da, eski, donanımsız ve çoğunluğu uzman hekimin bulunmadığı yerlerdi. Şanlıurfa’nın masum insanları bu bölgelere ancak bu kadar hizmetin gelebileceğine inandırıldığı için o dönemde olup bitenleri sorgulayamamıştır. Hatta dönemin sağlık idarecileri baş tacı edilmiştir. 2003-2004 yıllarında uygulamaya alınan sağlıkta dönüşüm programı ile gerçekten devrim niteliğinde reformlar yapılmıştır. Sağlık tek çatı altında birleştirilip çok başlılıktan kurtarılmıştır. Türkiye’nin her tarafına otel konforunda modern hastaneler yapılmaya başlanmıştır. Sosyal güvencesi ne olursa olsun herkes eczanelerden serbestçe ilaç almaya başlamıştır. BAĞ-KUR, SSK ve emekli sandığı gibi kurumlardaki kast sistemini akla getiren uygulamalar bu kurumların SGK çatısı altında toplanması ile sona erdirilmiştir. ‹Uzman hekim’ isminin duyulmadığı Anadolu’nun pek çok iline yüzlerce uzman hekim görev yapacak hale gelmiştir. Bütün bu olumlu gelişmeler mevcut hükümetin siyasi ve politik sayfasına müspet puanlar olarak işlenmiş ve seçimlerde de vatandaşlar bu durumu mükâfatlandırmıştır. Sayın Başbakan’ın hayali olan şehir (kampus) hastaneleri ile Türkiye sağlık alanında bir çağı daha kapatıp başka bir çağı açacaktır. Sağlık turizmi açısından da Türkiye, Avrupa ve Ortadoğu’nun uygun fiyata en kaliteli sağlık hizmetini veren ülkelerinden biri olarak yakın zamanda büyük bir paya ulaşacaktır. Kamu alanındaki bu olumlu tabloya paralel olarak özel sektör teşvik edilmiş ve büyük yatırımlar yapılmıştır. 2002 yılında özel hastanelerle ilgili bir yönetmeliğin bile olmadığı ülkemizde bugün yüzlerce özel hastane hizmet vermeye başlamıştır. Ancak özel sağlık sektörü ile ilgili bir planlama ve istihdam çalıştayı zamanında yapılamadığı için maddi anlamda imkânı olan herkes istediği şekilde özel sağlık sektörü yatırımı yapmış, bu durum da verimsiz ve yanlış yatırımlara sebep olmuştur. Bu yüzden geç de olsa 15 Şubat 2008 tarihinde sağlık yatırımlarında Türkiye çapında planlamaya gidilmiştir. Hem uzman hekim, hemşire, ebe, anestezi teknisyeni gibi kalifiye elemanların hem de finansman kaynaklarının, sınırlı olması nedeni ile sert tedbirler alınmaya başlanmıştır. Bugün sayısı 500’ü aşkın özel hastanenin hizmet verdiği, 20 binleri bulan uzman hekimin çalıştığı özel sağlık sektörünün ciddi sorunları bulunmaktadır. Bu sorunlar ve çözüm önerilerini şöyle sıralayabiliriz: • Hastanelerin yatak sayıları ve bak- tıkları hasta sayıları gibi kriterlere göre alabilecekleri uzman hekim sayıları belirlenmeli ve bu kadrolar hemen tahsis edilmelidir. Planlama ve istihdam komisyonlarında işin uzatılarak özel sektörün mağdur edilmesi engellenmelidir. • 2003 yılından bu yana sağlık uy- gulama tebliğindeki fiyatlar güncellenmemiştir. Artan maliyetler, kur maliyeti ve personel masraflarının artması ve enflasyon artışına rağmen özel sektör fiyatları sürekli düşürülmektedir. Bu fiyatların hakkaniyet ölçüsünde tekrar değerlendirilmesi gerekmektedir. • Özel sektörde zaman zaman karşı- laşılan tatsız hadiseler dolayısıyla bu sektörün tamamına hırsız muamelesi yapılması hepimizi rencide etmektedir. Denetimler zamanında ve etkin yapılmalı haksız kazanç elde edenler ayıklanmalıdır. • Sağlık sektöründe SSK ve stopaj ile ilgili teşviklerin devamı sağlanmalıdır. Belirli büyüklükteki yatırımların teşvikleri son yapılan teşvik düzenlemesine dâhil edilmelidir. Yoksa çok sayıda personel istihdam eden sağlık sektöründe personel azaltma yoluna gitme zorunluluğu ortaya çıkacaktır. Kamu kurumlarına ebe, hemşire, sağlık personeli alımının planlanmasında özel sektör üvey evlat gibi görülmeden ebe, hemşire ve sağlık memuru tedariki noktasında çözümler birlikte üretilmelidir. Sayıştay tarafından özel sektöre kesilen cezalarla ilgili kararın netleşmesi ve bu konuda masum olan hastanelerin mağduriyetine sebep olacak işlemlerden uzak durmak gerekmektedir. Sağlık çalışanlarına yapılan şiddeti herkes kınamalıdır. İnsanlar bazen hekimin veya hemşirenin ilahi takdirin önüne geçmesini isteyebiliyor. Bir sağlık çalışanı da tehdit altında iken sizce büyük ve tehlikeli bir ameliyata girebilir mi gece gündüz hastasına koşabilir mi? Bu konu ile ilgili idarecilerin, siyasilerin sağlık çalışanını rencide edici, küçük düşürücü açıklamalardan kaçınması gerektiğini düşünüyorum. Birçok ilimizde özel hastaneler kamu hastanelerinden daha çok kamu hizmeti vermektedir. Devlete daha az maliyetle daha kaliteli sağlık hizmeti sunulmaktadır. Yoğun bakım, kalpdamar cerrahisi, kardiyoloji organ nakli gibi nitelikli sağlık hizmetlerinde özel sektörün payı unutulmamalıdır. Bu hizmetlerin uzun soluklu olması için, sağlık sektöründe çalışanların çalışma şartlarından memnun olmaları gerekmektedir. Bu memnuniyet için ise sağlıkta barışa ihtiyaç vardır. Sorunlar masaya yatırılıp çözüm bulma adına gayret göstermek 300 binleri aşan özel sağlık sektörü çalışanlarını da rahatlatacaktır. Ülkemizde ve özellikle bölgemizde her alanda barışın huzurun ve kardeşçe her şeyimizi paylaşacağımız günlerin yakın olduğuna inanıyoruz. Sosyal hadiseleri bütün tarafları ile değerlendirmek sonuç aldırır. Eğitimimiz, ekonomimiz, yatırımlarımız, yöneticilerimiz ve birbirimizle iletişimimiz ile birbirimizi hazmettiğimiz zaman dilimleri bizi başarıya götürecektir. Hayallerimizdeki güzellikleri etrafımızdakiler için de düşündüğümüz, içimizdeki mutluluğu kardeşlerimize de yakıştırdığımız ve bütün gücümüzü bilgimizi başkasını yaşatma adına harcayacağımız günlerde buluşmak dileği ile… SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 53 haber OBEZİTE DÜŞMANI NEŞELİ TARİFLER Sağlık Bakanlığı çocuklarda obeziteyle mücadele için ailelere sağlıklı besinlerden oluşan yemek tarifleri önerisinde bulundu. Bakanlık yemeklere şekil verilerek çocuklar için iştah açıcı hale getirilmesini istedi. İstatistiklere göre her yıl Türkiye’de bin 700 çocuk obez oluyor. Rakamın giderek artması Sağlık Bakanlığını harekete geçerdi. Obeziteyi önlemek için çeşitli önlemler alan Bakanlık yeni bir uygulamaya daha imza attı. Sebze, meyve, yumurta, süt ve süt ürünleri tüketiminin önemini vurgulamak isteyen Bakanlık ailelere çocukların beslenmesi için uygun olan bazı yemek tarifleri verdi. Bakanlığın önerdiği yemek tariflerinin içeriğinde genel olarak mantar, domates, havuç, fındık, ceviz, pekmez gibi besin değeri yüksek ürünlerin yer aldığı görüldü. Bakanlık yiyeceklere göze hitap eden şekiller verilerek daha cazip hale getirilmesi tavsiyesinde bulundu. Sağlık Bakanlığının çocuklara yapılması için verdiği yemeklerin tarifleri şöyle: POFUDUK PATATES Malzemeler: “2 adet orta boy patates, 2 yumurta, yarım su bardağı rendelenmiş kaşar peyniri” Hazırlanışı: “Patatesleri iyice yıkayın, kabuklarıyla birlikte haşlayın. Patatesler haşlanırken yarım su bardağı kaşar peyniri rendeleyin. Fırını 180 54 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 derece ısıtın. Haşlanmış patatesleri soğumaya bırakın. Soğuduktan sonra soyun ve bir çatalla ezin. Yumurtaların sarısı ile beyazını ayırın, yumurta sarılarını haşlanmış patatese ekleyip karıştırın. Yumurta beyazlarını ise mikserle kar haline gelinceye kadar iyice çırpın daha sonra karışıma ekleyin. Küçük fırın kalıplarını yağlayın. Karışımdan kaşıkla alıp kalıplara koyun üzerine rendelenmiş kaşar peyniri serpin. Önceden ısıtılmış fırında üstü pembeleşinceye kadar pişirin. Kalıptan çıkarıp yoğurtla servis edin.” UĞUR BÖCEĞİ Malzemeler: “2 adet küçük boy kırmızı elma, 2 ya da 4 kaşık kuru üzüm, 2 tatlı kaşığı fıstık veya fındık ezmesi, 4 adet çubuk kraker.” Hazırlanışı: “Elmaları iyice yıkadıktan sonra ortadan boylamasına ikiye bölün ve zedelemeden çekirdeklerini temizleyin. Hazırladığınız elmaları kırmızı tarafları üste gelecek şekilde bir tabağa koyun. Siyah kuru üzümleri fıstık veya fındık ezmesine batırıp elmanın üstüne uğur böceğinin beneklerini andıracak şekilde yapıştırın. Çubuk krakerlerin bir ucuna fıstık veya fındık ezmesine batırdıktan sonra üzüm yapıştırın ve diğer ucunu uğur böceğinin anteni görüntüsü verecek şekilde elmaya saplayın.” KOLAY PİZZA Malzemeler: “1 adet bazlama, 1 adet kuru soğan, 1 kâse domates püresi, 6-8 adet dilimlenmiş zeytin, 1 tavukgöğsü, 1,5 su bardağı rendelenmiş kaşar peyniri, kekik, istenirse mantar.” Hazırlanışı: “Bazlamaları ortadan enlemesine ikiye bölün. Böylece iki ince daire elde edeceksiniz. Tavukgöğsünü haşlayın. Haşlanan tavukgöğsünü küp küp kesin veya elinizle ufak parçalara ayırın. Kuru soğanı küçük küçük doğrayın. 1-1,5 su bardağı kadar peynir rendeleyin. Mantarları iyice temizledikten sonra kurulayıp çok ince doğrayın. Bir kâsede domates püresini kekikle karıştırın. Bazlamaları fırın tepsisine koyun ve üstlerini 2-3 kaşık domates püresi ile kaplayın. Çok kuru veya çok ıslak olmamasına dikkat edin. Mantar, tavukgöğsü ve kuru soğanı her tarafa eşit dağılacak şekilde bazlamaların üstüne serpin. Daha sonra rendelenmiş peyniri de serpip, zeytinlerle süsleyin. Pizzayı 185 derecede fırında, peynir eriyip pembeleşinceye kadar pişirin. FIFA , Ac›badem Fulya Sporcu Sa€l›€› Merkez‹’N‹ Mükemmel‹yet Merkez‹ OLARAK seçT‹ FIFA Türkiye’de ilk defa bir merkeze “FIFA MEDICAL CENTRE OF EXCELLENCE” sertifikas› verdi. Bu sertifikaya dünyada sadece 26 merkez sahip. Bu gurur Türkiye’nin... SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 www.sporcusagligimerkezi.com 55 röportaj METE HÜSEMOĞLU AbbVie Türkiye Genel Müdürü Öncelikle bize kısaca kendinizden ve profesyonel geçmişinizden bahseder misiniz? Öğrenimimi Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tamamladım ve kariyerime 1995 yılında Bilim İlaç’ta başladım. 1997 yılı itibarı ile Merck Sharp Dohme Türkiye’de (MSD) pazarlama ve satış alanında çeşitli roller üstlendim. Doğu Avrupa, Ortadoğu ve Afrika Bölgelerinde pazarlama alanında 56 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 2013 farklı uluslararası görevlerde bulundum. Baltık Ülkelerinden sorumlu Bölge Direktörlüğünden sonra, 2005 yılında MSD Türkiye Genel Müdürü, 2009 yılında EEMEA (Doğu Avrupa, Ortadoğu ve Afrika) Bölgesi’nden sorumlu Strateji ve İnovasyon Lideri, 2010 yılından itibaren ise Santa Farma Türkiye’de Başkan Yardımcılığı görevlerini üstlendim. 2 Ocak 2013 tarihinde New York Borsası açılış gongu ile birlikte yeni bir şirket olarak AbbVie’nin doğduğunu duyurdunuz… Bize kısaca AbbVie’yi anlatabilir misiniz? AbbVie, 125 yıllık köklü bir geçmişe sahip Abbott mirasından doğan, önde gelen bir biyoteknoloji şirketinin odak ve tutkusunu uzun ve yerleşik bir geçmişe dayanan lider bir ilaç şirketinin uzmanlığı ve tecrübesi ile birleştiren, ciddi ve karmaşık hastalıklara yönelik gelişmiş çözümler ve tedaviler geliştirmeye odaklanmış global bir biyofarma şirketidir. AbbVie’nin öncelikleri ve felsefesi nelerdir? AbbVie olarak en büyük önceliğimiz hastalarımız ve onların daha sağlıklı bir yaşam sürmelerine yardımcı olmaktır. AbbVie’nin misyonu ve iş temelleri yeni keşifler yapmak ve onları etkili ilaçlar halinde geliştirmek üzerine kuruldu. Bu amaçlar doğrultusunda odak noktamız; ciddi hastalıkları derinlemesine öğrenmek, dünya genelinde hastaların, sağlık otoritelerinin ve düzenleyicilerin güncel gereksinimlerini dikkatle değerlendirmek, hasta odaklı bir araştırma ve geliştirme yaklaşımıyla küresel çapta insanlığa fayda sağlayacak sağlık çözümleri üretmektir. Sizce AbbVie’yi diğer şirketlerden farklı kılan nedir? AbbVie hastalara odaklanan araştırma teknikleri, iş yapış şekli ve her bir çalışanının şirket misyonuna yapacağı katkı ile farklılaşacaktır. Bütün bunlara ek olarak, geleneksel ilaç şirketlerine oranla daha yalın karar verme ve verimlilik sözü veren bir şirketiz. Çalışanlarımıza gelişebilecekleri, insanların hayatlarını değiştiren çözümler keşfedip üretebilecekleri ve değer gördükleri bir ortam sunuyoruz. Başarımızın çalışanlarımızın başarısına bağlı olduğunu biliyoruz. AbbVie’nin dünya genelinde ve ülkemizde kaç çalışanı bulunuyor? İşlerine tutkuyla bağlı, dünyanın en acil sağlık ihtiyaçlarına yönelik çözümler geliştirmek ve keşfetmek için gereken özgürlüğe, uzmanlığa ve beceriye sahip dünya genelinde 21,000, Türkiye’de ise 180 çalışanımız bulunuyor. föyü ve araştırma aşamasında önemli yeni ürünleri ile dünya genelindeki Ar-Ge ve üretim merkezleri ile 170 ülkede hastalara hizmet götürmektedir. Yeni bir şirket olarak bugün ve gelecekte odaklandığınız tedavi alanları nelerdir? AbbVie olarak geniş bir ürün portföyümüz bulunuyor. Bugün ülkemizde kas ve iskelet sistemi hastalıkları, sedef hastalığı, Crohn hastalığı, ülseratif kolit, prostat kanseri, anestezi, kronik böbrek hastalığı, RS virüsünün önlenmesi ve anti-viral tedaviler(HIV) alanında tedaviler sunuyoruz. AbbVie’nin önemli alanlara yönelik gelişmiş tedavileri kapsayan yeni ürünleri, araştırma aşamasında ilaçları ve yatırımlarında daha iyi öncelik belirlenmesine yardımcı olan patentli teknoloji ve metotları bulunmaktadır. Böylelikle en umut verici molekülleri laboratuvardan klinik çalışmalara daha hızlı bir şekilde taşıma imkanı bulabilmekteyiz. Geçtiğimiz birkaç yıl içinde yeni molekül sayımızı üç misline çıkardık. Hâlihazırda Faz II ve Faz III’te 20’den fazla bileşiği değerlendiriyor ve yeni keşifler için yüzlerce patent almış bulunuyoruz. Hepatit C, Romatoid Artrit, Plak tipi Psoriasis, Multipl Skleroz, Alzheimer hastalığı, Parkinson hastalığı, Spondiloartropatiler, Multipl Miyelom, Onkoloji ve Endometriyozis’in de dahil olduğu hasta popülasyonlarını etkileyen geniş bir dizi ciddi hastalığa yönelik araştırmalar halen devam etmektedir. Yeni bir şirket olarak AbbVie’nin inovasyona yaklaşımı nasıl? Global Ar-Ge ve üretim merkezleri genelinde inovasyon için işbirlikçi bir yaklaşımı taahhüt ediyoruz. Şirkette çalışan bilim adamları en çok umut vadeden bileşikleri laboratuvardan klinik çalışmalara aktarmak için patentli teknoloji ve metotlar kullanmaktadırlar. AbbVie olarak, yeni keşiflerden oluşan araştırma çalışmalarını şirket içinden ve dışından oluşturmayı amaçlayan, işbirliğine dayalı bir araştırma modeliyle çalışıyoruz. AbbVie tıp ve hasta dernekleri, sivil toplum kuruluşları gibi paydaşlar ile işbirliği yapmaya, birlikte çalışmaya nasıl bakıyor? AbbVie’de bizler tek başına çalışmak yerine birlikte çalışıldığında ilerlemenin çoğu zaman daha hızlı sağlanabileceğini biliyoruz. Bu nedenle odaklandığımız alanlara en anlamlı katkıları yapabilmek için araştırmacılar, tıp ve hasta dernekleri, sivil toplum kuruluşları ve başka pek çok paydaş ile birlikte çalışmak onlarla işbirliği içinde olmak bizim için çok önemli bir yer tutuyor. Bizimle aynı değerleri ve öncelikleri paylaşan organizasyonlarla işbirliği yapıyor ve dünya genelinde insanların yaşamlarını iyileştirme misyonumuzu paylaşıyoruz. Bu bağlamda örneğin Avrupa çapında yürütülen ve AbbVie’nin sponsorlarından biri olduğu “Sağlıklı İşgücü Programı (Fit for Work) ” kapsamında kas-iskelet hastalıkları konusunda, klinik uygulamaların yanı sıra kas-iskelet hastalığı olan kişilerin çalışma hayatlarının kalitesini artıracak, sağlık ve çalışma politikasını destekleyecek çok paydaşlı bir projeyi global olarak desteklemekteyiz. “Yaşam için Böbrek Sağlığı” projemiz ile Sağlık Bakanlığı tarafından yürütülmekte olan ve diyabet, tütüne bağlı hastalıklar, kalp damar hastalıkları gibi hastalıkları içeren “Kronik Hastalıklar Yönetim Eylem Planı” projesi ile işbirliği fırsatları geliştiriyoruz. Prematüre bebeklerin kaliteli bir yaşam sürmeleri için hasta dernekleri, hekim dernekleri, sağlık kurumları ve otoriteler ile işbirliği yapıyoruz. Sedef hastalığı ile ilgili olarak bilinçlendirme kampanyalarının yanı sıra Sedef Hastaları Dayanışma Derneği ve fikir liderleriyle işbirliği yaparakwww.sedefleyasam.com ve hasta videoları gibi çeşitli iletişim platformlarına destek veriyoruz. AbbVie bugün ve uzun dönemde gereken kaynakları sağlayan sağlam bir finansal temeli, güçlü bir ürün port- SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 57 haber SAĞLIK TURİZMİNDE BÜYÜK HEDEF Tıp alanındaki atılımlarıyla ilgi odağı olan Türkiye, ABD ve Avrupa’nın tahtını sarstı. 2012’de 107 ülkeden 262 bin hasta Türkiye’de tedavi görüp 5 milyar dolar bıraktı. 2023 hedefi 2 milyon hasta ve 20 milyar dolar olarak belirlendi. ABD, Ortadoğulu Hastayı Türkiye’ye Kaptırdı Türkiye sağlık alanında dünyanın parlayan yıldızlarından biri haline geldi. Geçen yıl 107 farklı ülkeden hastanın geldiği Türkiye, Avrupa ve ABD’yi tercih eden Ortadoğulu hastaların da gözdesi oldu. Daha önce Avrupa ülkeleri ve ABD’de tedavi olan Ortadoğulu hastalar, artık Türkiye’yi tercih ediyor. Arap ülkelerinden gelen hastalar en çok kanser tedavisi için Türkiye’yi seçiyor. 2010 yılında 110 bin yabancı hastanın tedavi olduğu Türkiye’ye geçen yıl 107 farklı ülkeden 262 bin hasta geldi. Türkiye’nin kasasına sağlık turizminden geçen yıl 5 milyar dolar girdi. 2023 yılında 2 milyon yabancı hasta ile bu rakamın 20 milyar dolara yükselmesi hedefleniyor. En Çok Talep Göze Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Sözcüsü ve AK Parti Kayseri Milletvekili İsmail Tamer, Türkiye’nin sağlık turizminde lider ülke olmak için yola çıktığına dikkat çekti. Türkiye’deki gerek kamu gerekse özel hastanelerin en ileri tıbbi cihazlarla donatıldığını, başarılı tedavi sunan sağlık ekiplerinin tüm dünyanın dikkatini Türkiye’ye çevirmesine neden olduğunu söyledi. Termal Merkezlere İlgi Büyük İsmail Tamer, yabancı hastaların en çok göz, onkoloji, ortopedi, kardiyoloji, beyin cerrahi, plastik cerrahi ve diş polikliniklerine geldiğini ifade etti. 107 farklı ülkeden hastanın tedavi olmak için Türkiye’ye geldiğini, yabancı hastaların sayısının her geçen yıl arttığını vurguladı. 58 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 2013 Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Sözcüsü ve AK Parti Kayseri Milletvekili İsmail Tamer konu ile ilgili şunları söyledi: “Yabancı hastaların ilgisi sağlık bakanlığını harekete geçirdi. Uluslararası hastalarla ilgili İngilizce, Almanca, Rusça, Arapça, Fransızca ve Farsça tercümanlık hizmeti verilen çağrı merkezleri kuruldu. Bu merkezlere ayda ortalama 700 çağrı geldi. 2013’te çağrı miktarının 2 bine yükselmesi beklenirken, 112 Acil hattını ve 184 Sabim hattını arayan yabancı hastalara da 3’lü konferans sistemi ile tercümanlık hizmeti verilmeye başlandı.” İsmail Tamer, sağlık turizminde en fazla hasta çeken illerin ise sırasıyla İstanbul, Kocaeli, Ankara, Antalya ve Muğla olduğunu belirtti. Tamer, Arap hastaların kanser tedavisi için dünyadaki en ileri tekniklerin uygulandığı Türkiye’deki hastanelere geldiğini söyledi. Avrupalı turistlerin genellikle termal sağlık merkezlerini kullandıklarını aktaran Tamer, Avrupa ülkelerinden diş tedavisi için gelen çok sayıda turist bulunduğunu vurguladı. Türkiye’yi en fazla tercih eden ülkeler arasında Almanya, Azerbaycan, Bulgaristan, Irak, Romanya, Rusya, Gürcistan, Hollanda, Suriye, İngiltere, ABD ve Fransa gibi ülkeler başı çekiyor. 1 Milyar Kişiye Sağlık Turizmi Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, Türkiye’de sağlık hizmetlerinin standardını yükseltmenin yanı sıra bölgedeki bir milyara yakın kişiye de sağlık turizmi alanında güçlü hizmet vermeyi planladıklarını söyledi. Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, ABD temasları kapsamında Houston’da Türk toplumu ve ABD’li sağlık yatırımcıları ile bir araya geldi. Raindrop Türk Kültür Merkezi’nde düzenlenen toplantıya ABD Kongre üyesi Al Green de katıldı. Türkiye’de sağlık alanında 10 yılda yaşanan gelişmeleri anlatan Müezzinoğlu, halkın sağlık hizmetlerinden memnuniyet oranını yüzde 39’lardan yüzde 75’lere taşıdıklarını kaydetti. Gelecek dönemde ilave bir bakış açısını devreye sokacaklarını dile getiren Müezzinoğlu, “Bir taraftan vatandaşımıza sunduğumuz sağlık hizmetinin standardını yükseltirken, diğer taraftan bu dinamikleri bölge coğrafyasına da güçlü sunabilme sürecine geçiyoruz. Bölge coğrafyamızda bir milyara yaklaşan nüfusa da sağlık turizmi alanında güçlü hizmet vermeyi planlıyoruz” dedi. 140 karakterdesağlık HER ŞEYİN BAŞI SAĞLIK SAĞLIĞIN BAŞI AŞI Sağlık Bakanlığının Aralık 2012’de başlattığı “Twitter’da Anında Soru-Cevap Uygulaması” devam ediyor. Sağlık Bakanlığı üniversite hastaneleriyle işbirliği yaparak, alanında uzman hocalarla, konuyu bütün yönleriyle sosyal medyaya taşıyor, vatandaşın bilmek istediği her şeye cevap veriliyor. Doğru bilgiyi güvenli bir şekilde halka ulaştırmak amacı taşıyan bu uygulama sosyal medya kullanıcıları tarafından çok ilgi görüyor. Grip konusuyla başlayan ve daha sonra kanser, obezite ve tuzla mücadele konularında devam eden uygulamanın yeni gündemi “22-27 Nisan 1. Dünya Aşı Haftası” nedeniyle “AŞI” oldu. Programa, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu (THSK) Bulaşıcı Hastalık Dairesinden Dr. Pervin Özelçi, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Enfeksiyon Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mehmet Ceyhan ve Gazi Üniversitesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Firdevs Aktaş uzman olarak katıldı. İşte aşı ile ilgili sorular ve cevapları: 60 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 Soru: Tetanos gibi aşıların kısırlaştırıcı etkisi olduğu yönündeki haberler hakkında Bakanlığın bir incelemesi oldu mu? Cevap: Hiç bir aşının kısırlaştırıcı etkisi yoktur, bu tamamen söylentiden ibarettir. Soru: Anaokullarına KKKK aşısı uygulandı. İlkokul 1’de tekrarlanacak mı? Cevap: Hayır tekrarlanmayacaktır. Soru: Bir yakınım aşı sonrası epilepsi hastası oldu. Yan etkiler arasında var mı bu? Neden aydınlatılmıyoruz? Cevap: Hiç bir aşıda epilepsi yan etkisi bulunmamaktadır. Nöbet riski vardır ancak geçicidir. Soru: Meningokok aşısı neden özel? Eğer önemli bir aşı ise niye aşı takviminde yok ve kaç yasındaki çocuklara yapılır? Cevap: Meningokok aşısının aşı takvimine eklenmesiyle ilgili değerlendirmeler devam ediyor.9 ay 2 yaş arasına tek doz, 2-11 yaş arası ise en az 3 ay ara ile 2 doz yapılır. Soru: Epilepsiden sonra 5 tane doktora başvuruldu hiçbiri bir daha aşı yapmaya cesaret edemedi. Neden? Cevap: Epilepsi boğmaca içeren aşıların yapılması için engeldir. Ancak boğmaca aşısı epilepsiye neden olmaz Soru: Hamile bir bayan küçük çocuğuna suçiçeği aşısı yaptırabilir mi? Cevap: Hamile bir bayan, çocuğu 12 aylık olmuşsa yaptırabilir. Soru: Rota Virüs Aşı takvimine ne zaman girecek? Cevap: Aşıların aşı takvimine girmesi zaman alan bir işlemdir. Çalışmalar devam ediyor. Soru: Avrupa’da aşı zorunlu değil. Ülkemizde kanuni zorunluluğu var mı? Cevap: Zorunlu aşı uygulaması yoktur. Soru: Rota aşısı koruma oranı nedir? Neden takvimde yok? Bebeğime yaptırmakla hata mı ettim? Cevap: Koruma oranı % 85 ve aşı takvimine eklenmesi için çalışmalar devam ediyor. Bebeğinize yaptırmakla hata etmediniz. Soru: Yeni doğmuş yeğenim var, doktoru annesine boğmaca aşısı önermiş, yaptırmalı mıyız? Cevap: Anneden çocuğa bulaşan boğmaca nedeniyle çocuk risk altına girebilir. O nedenle aşı yaptırması yararlıdır. Soru: Batman’da Suriye’den gelenlerde kızamık vakası olduğundan çocuğumuza 9. ayda kızamık aşısı yaptık. 2.doz kızamık aşısı ne zaman yapılmalı? Cevap: Bu işlem Batman’a özel değildir. Ülke genelinde 9-11 aylık çocuklara kızamık içeren aşı uygulanmaktadır. 12. ayda tekrar yapılacaktır. Soru: Aşıların özünde toksik olmayacağı kabul edildiğinden hayvan deneylerinde toksisitenin çalışılmadığı bilgisi doğru mu? Cevap: Tüm ilaçlar için ve bütün aşılar için hayvan deneyleri yapılır. Soru: Ülkemizde üretilen aşı var mı? Aşı üretim çalışmaları ne aşamada? Cevap: Ülkemizde aşı üretim çalışmaları başlamıştır. Şu anda antijenlerin birleştirilmesi safhasındadır. Soru: Japonya, beyin bariyer gelişimi için 2 yaşından sonra aşılama yapıyor. Bizde niçin bu kadar erken? Cevap: Bu tamamen yanlış bir bilgidir. Japonya’da da bizdekine benzer bir aşı şeması uygulanmaktadır. Soru: Avrupa’da uygulanan aşılar daha az. Türkiye’de çok fazla aşı uyguluyoruz bu çelişki değil midir? Cevap: Bu yanlış bir bilgidir. Gelişmiş ülkelerdeki aşılamalara yakın bir aşı şeması uyguluyoruz. Soru: Bir çocuğun tüm aşılarının maliyeti yaklaşık ne kadardır? Cevap: Yaklaşık 307 TL’dir. Soru: Aşı Danışma Kurulu üyeleri kimler ve ilaç firmaları ile çıkar çatışması oluşturan bağlantıları var mı? Cevap: Bağışıklama danışma kurulu üyeleri alanlarında uzman öğretim üyelerinden oluşmaktadır. Soru: KKKK aşısı ile otizm arasındaki bağlantı konusunda ne düşünüyorsunuz? Cevap: Yapılan çalışmalarda aşı ve otizm arasında hiç bir ilişki olmadığı gösterilmiştir. SSPE kızamık hastalığının sonucudur. Soru: Hamilelere uygulanan DtaP içinde thimerosal var mı? Cevap: Hayır yoktur. SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 61 Soru: HepatitA ve suçiçeğinde özel sağlık kuruluşları aileleri 24 aydan sonra yapılması için yönlendirmekte. Bunun nedeni nedir? Cevap: Bakanlığın bu konudaki uygulaması bellidir ve bunun dışında yapılacak uygulamaların doğruluğu konusunda herhangi bir bilgi vermek zor. Soru: Umreye gideceğim küçük çocuğum var, menenjit aşısı yaptırmam gerekir mi? Cevap: Suudi Arabistan zorunlu olarak bu aşının yapılmasını istemektedir. Erişkin ve çocuklara aşı yapılmalıdır. Soru: Zorunlu aşı uygulaması yok diyorsunuz, peki aşıyı reddeden bazı ailelere niçin dava açılıyor? Cevap: Aşı yaptırılmaması durumunda sağlık tedbiri alınması kararı ilgili mahkemeler tarafından verilebilmektedir. Aşılanmak çocuk için bir haktır aynı zamanda bulaşıcı hastalıkların yayılmasını önleyerek toplumun korunmasını amaçlar. Soru: 9 aylık kızım var doktorumun önerdiği menenjit aşısını yaptırmalı mıyım? Cevap: Aşının ücretini karşılayabiliyorsanız yaptırmanız uygun olur. Soru: 18 aylık bebeğin hangi aşıları olması gerekir? Suçiçeği aşısı ücretli yaptırdım, artık ücretsiz sanırım. Paramı geri alma şansım var mı? Cevap: 18 aylık çocuk Hepatit A,DBT-Hib-İpr, Opa Aşılarını yaptıracaktır. Geçmişe dönük ücret almak söz konusu değildir. Soru: İzlanda, İsveç, Japonya, İsrail yalnızca 11 aşı uyguluyor. Bizde neden daha fazla? Cevap: Her ülke kendi bulaşıcı hastalık sıklığına göre aşı planlaması yapar. Bizim aşı takvimimizde buna göre hazırlanmıştır. Soru: Hamilelere rutin olarak yapılan Tdap aşıları c kategorisinde değil mi? Cevap: Tdap aşıları hamilelere özellikle önerilen bir aşıdır. Gebe için sakıncası yoktur. Yeni doğanı da hastalıktan korur. Soru: ASM’lerde Mart 2011’den önce doğan çocuklara da Hepatit A aşısı yaptırabilir miyiz? Cevap: Sağlık Bakanlığı aşı uygulamasında Hepatit A aşısı 18-24 aylarda yapılmakta. 18. ayda ilk doz, 24. ayda 2.doz uygulanmaktadır. Soru: Yirmi yaşlardan sonra yapılması gereken önemli aşılar nelerdir? Cevap: Tetanoz ve Erişkin Difteri aşısıdır. Özel durumlarda bu farklı planlanabilir. 62 Soru: Enjeksiyonla doğrudan vücuda verilen alüminyumun sağlığa etkileri nelerdir? Cevap: Alüminyum aşılarda etki arttırıcı olarak bulunabilir ancak bunun miktarı toksik sınırların çok altındadır. Risk taşımaz. Soru: Viral aşıların koruma süresi ne kadardır? Hakikaten ömür boyu aşılanmayı gerektirecek kadar mıdır? Cevap: Viral canlı aşıların koruması iyidir ama canlı olmayan aşılar ve virüsün özelliğine göre grip gibi değişkenlik gösteren virüs aşılarının koruma süresi kısadır. Her yıl yapılmalıdır. Soru: HPV’nin aşı takvimine eklenmesi için bir çalışma var mı? Cevap: Bağışıklama danışma kurulumuz tarafında değerlendirilmiştir. Henüz ülkemiz için öncelikli bulunmamıştır. Soru: Grip aşısı neden sağlıklı kişiler için devlet tarafından ödenmiyor? Cevap: 65 yaş üzeri ve risk gruplarına ücretsiz uygulanmaktadır. Soru: Suçiçeği geçiren bir bebeğe BCG aşısı yapılır mı? Cevap: Hayır. Suçiçeği geçiren bir çocuğa canlı aşıların 1 aydan önce yapılmaması gerekir. Soru: Okullarda yapılan aşılar bakanlık tarafından takip ediliyor mu? Çocuğumun aşı kâğıdına işlenmedi. Cevap: Takip ediliyor. Çocuğunuzun aşı kartını TSM’den talep ediniz. Soru: Eczaneden temin edilemeyen bir aşı sadece ASM’lerin tekelinde mi? İçeriğinden nasıl emin olacağız? Cevap: Aşılarımız WHO referans laboratuvarlarında test edilmiştir. Ülkemizdeki laboratuvarlarda da test edildikten sonra uygulanmaktadır. Güvenilirliği konusunda herhangi bir sorun yoktur. Soru: KKK temaslısı, aşı olan bir kadın ne kadar süre ile gebelik planlayamaz? Cevap: Korunma için aşı olması ve 1 ay süre ile gebe kalmaması önerilir. Soru: 3,5 yaşında kızım var. Çocuk doktorumuz Menactra aşısını önerdi. Bu aşısı kesinlikle yapılmalı mı? Cevap: Kesinlikle yapılmalı şeklinde bir karar yoktur. Ancak Meningokok hastalığından korunmak açısından yararı olabilir. Soru: Suçiçeği geçirmiş bir bebeğe tekrar aşı yapmak gerekli mi? Cevap: Hayır gerekmemektedir. Ömür boyu korunacaktır. Suçiçeği geçirdiğinin kanıtlanması şartıyla, aşılanmasına gerek yoktur. Soru: Menactra yaptırırsak ne gibi yan etkileri olabilir? Çok gerekli olsa sağlık bakanlığı bunu zorunlu aşı kapsamına almaz mıydı? Cevap: Diğer aşılarda olduğu gibi aşı yapılan yerde şişlik kızarıklık ve ateş şeklindedir. Aşı henüz sadece ABD’de ulusal aşı şemasındadır. Türkiye’de diğer ülkeler gibi değerlendirmeye devam etmektedir. Soru: Kuduz aşısı zorunlu bir aşı, hamilelerin aşılanmasında nasıl bir yol izlemek gerekiyor? Cevap: Kuduz aşısı gebeye zararlı bir aşı değildir. Kuduz hastalığı mutlak ölümle sonuçlanacağı için mutlaka yapılmalıdır. Soru: Küçüklükte ve askere başlarken yapılan menenjit aşısının kaç yıl koruyuculuğu var? Cevap: Askere başlarken yapılan aşının kesin koruyuculuğu 3 yıldır. Çocuklara yapılan yeni Meningokok aşısının ise minimum 6 yıldır. SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 63 haber 11. REKABET HUKUKU VE İKTİSADINDA GÜNCEL GELİŞMELER SEMPOZYUMUNDA İLAÇ SEKTÖRÜ RAPORU AÇIKLANDI Rekabet Kurumu tarafından geleneksel olarak düzenlenen Rekabet Hukuku ve İktisadında Güncel Gelişmeler Sempozyumunun 11.si bu yıl Antalya’da Akdeniz Üniversitesi ile birlikte yapıldı. 19 Nisan 2013 Cuma günü Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi Konferans Salonu’nda yapılan sempozyumda Rekabet Kurumu tarafından hazırlanan İlaç Sektörü Raporu ve rekabet hukuku ve iktisadında Türkiye’de ve dünyadaki güncel gelişmeler ele alındı. Akdeniz Üniversitesi Rektör yardımcısı Prof.Dr. Abdullah Aziz ERGİN ve Rekabet Kurumu Başkanı Prof.Dr. Nurettin KALDIRIMCI’nın açılış konuşmalarıyla başlayan sempozyumda sabah programında İlaç Sektörü Raporu sunumu yapılarak Rapor üzerine tartışmaların yapıldığı bir panel düzenlendi. İLAÇ SEKTÖR İNCELEMESİ ÖZETİ Sektör araştırmasında temel olarak, piyasanın sağlayıcı seviyesinin yapısı ve işleyişi analiz edilmiştir. İncelemenin başlangıç aşamasında, AB Komisyonunun sektör araştırması yakından takip edilmiştir. Sonraki aşamada ise Türkiye ilaç piyasasına yönelik bilgi edinmek amacıyla; İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü (yeni adıyla Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu), Sosyal 64 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 Güvenlik Kurumu (SGK), Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği, İlaç ve Kimya Endüstrisi İşverenler Sendikası, Türkiye İlaç Sanayi Derneği, Ecza Depocuları Derneği ve İhaleci Ecza Depocuları Derneği ile görüşmeler yapılmış ve adı geçen kurum, kuruluş ve birliklerden ayrıntılı bilgiler edinilmiştir. Ayrıca Türk Tabipleri Birliği ve Türk Eczacıları Birliğinin de görüşüne başvurulmuştur. Bunların yanı sıra, ilaç sektörüne yönelik kapsamlı istatistiklerin tutulduğu IMS’ten bilgi istenmiş ve IMS firma, etkin madde ve ilaç seviyesinde kapsamlı bir veri setini Kurumumuza göndermiştir. Nihayet, bilgi toplama süreci, IMS’in TL bazındaki satış verilerine göre ilk 50 sırada bulunan ilaç firmalarına yönelik olarak yapılan anket ile sona ermiştir. Ankette, katılımcılardan, kendileriyle aynı grupta bulunan diğer ilaç firmalarının bilgilerini de içerecek şekilde, faaliyetleri ve ürünleri; ciroları, ar-ge giderleri ve tanıtım giderleri; sahip/ taraf oldukları patent ve patent davaları gibi birçok başlık altında bilgi istenmiştir. Anketin yanıtlanması 2012 yılının ilk yarısında tamamlanmıştır. Sektör araştırması raporunda, sağlayıcılar seviyesinde fiyat rekabetinin geliştirilmesi perspektifiyle, mevcut sorunlara ilişkin tespitler ve bunlarla ilgili üretilen öneriler, dört mevzuat başlığı altında düzenlenmiştir. Bu çerçevede öncelikle, sektöre özel temel düzenlemeler olan ve aynı zamanda ilaçların pazara sunulmasından önceki uzun idari süreci ifade eden ruhsatlandırma, fiyatlandırma ve geri ödeme aşamaları ele alınmıştır. Sektöre özel bir düzenleme olmamakla birlikte rekabet üzerinde ciddi sonuçlar doğuran patent uygulamaları izleyen bölümde tartışılmıştır. Bunun ardından, piyasanın nasıl işlediğini gösteren ar-ge ve tanıtım faaliyetleri, pazara giriş ve jenerik rekabeti gibi konular değerlendirilmiştir. İlaç sektöründe, fiyat rekabetine dair aksaklıklar söz konusudur. Öncelikle diğer sektörlerde talep cephesinde fiyata en duyarlı olması beklenen nihai tüketici, ilaç piyasasında fiyata duyarlı değildir veya fiyat duyarlılığı düşük seviyelerdedir. Bunun nedeni, tüketicinin ilaç harcamasının sınırlı bir kısmına katılmasıdır. Bu durumda, firmalar da talebi etkilemek amacıyla fiyat rekabeti yerine, doktorlara tanıtımlara ve eczacılara promosyon/ kampanya uygulamaya yönelmektedir. Doktorlar, nihai karar verici konumunda olmakla birlikte, fiyatlar konusunda bilgili ve dolayısıyla fiyata duyarlı değildir. Eczaneler ise, doğal olarak karlılığına göre davranmakta ve eşdeğer ilaç uygulaması dahilinde takdir hakkını kullandığında, kendisine en uygun alım koşullarının uygulandığı ürünü tercih etmektedir. Tanıtım faaliyetlerinin esas amacı, sağlık meslek mensuplarının ürünlerin özellikleriyle ilgili bilgilendirilmesidir. Ancak bu faaliyetlerin doktorlar nezdinde marka bağımlılığı yaratarak pazara giriş engeli oluşturabildiği de bilinmektedir. Ayrıca en büyük silahı düşük fiyat uygulamak olan jenerik ilaç firmaları da orijinalci firmalar gibi davranarak yüksek tanıtım harcamaları yapabilmektedir. Dolayısıyla hem orijinal hem de jenerik ilaç firmaları bakımından, fiyat rekabetinin etkileri sınırlandırılmakta ve bu alana yönlendirilebilecek kaynaklar etkinsiz kullanılmaktadır. Fiyat rekabeti bakımından bir diğer aksaklık, perakende satış seviyesinde rekabetçi bir yapı oluşturulamaması durumunda, sağlayıcı seviyesindeki rekabetten kaynaklanan kazanımların önemli bir kısmının avantajlı alım koşulları (mal fazlası ve indirim gibi) olarak dağıtım seviyesinde kalmasıdır. Bu kazanımlar, hastalara ilaca daha uygun koşullarda erişim ve devlete ilaç harcamalarında azalma şeklinde yansımamaktadır. Dolayısıyla, satış koşulları üzerinden yürüyen ve hedefin nihai tüketiciler veya devletin değil eczanelerin olduğu bir yapının, ideal rekabet koşullarını içermediği açıktır. Sektör araştırması raporunda, temel düzenlemelerin ve sektöre özel olmamakla birlikte piyasadaki rekabet üzerinde ciddi sonuç doğuran patent uygulamalarının değerlenmesinden sonra, piyasanın işleyişine dair göstergeler incelenmiştir. Söz konusu inceleme, literatürde önem verilen konu başlıklarının altında yapılmıştır. Bu çerçevede özetle; ar-ge ve tanıtım giderlerinin faaliyet giderlerine ve toplam cirolara oranı, ayrıca tanıtım harcamalarının doktor ve eczacılara yönelik tanıtımlara dağılımı, biyoteknoloji ürünlerinin ciro toplamlarından aldığı pay, rakipler arası anlaşmalarının içeriği ve özellikleri, firmaların ecza depolarıyla ilişkileri ve bunun sağlayıcı seviyesine olası etkileri, katılımcı global firmaların Türkiye’nin de dahil olduğu seçilmiş sekiz ülkede bulunan ruhsatlı ürünleri ve orijinal ürünlerinin bu ülke pazarlarına giriş zamanlaması, jenerik penetrasyonu ve bu ilaçların pazara giriş zamanlaması ele alınmıştır. SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 65 Sektör araştırmasının temel amacı ilaç sektörünün sağlayıcı seviyesinde fiyat rekabetinin geliştirilmesidir. Söz konusu amaç doğrultusunda talep ve arz yönlü önlemlere ve düzenlemelere ihtiyaç duyulmaktadır. Talep cephesindeki hedefler; tüketicilerin fiyat duyarlılığının artırılması, perakende satış seviyesinde en ucuz ilacın verilmesi yönünde motivasyon yaratılması, muadilli ilaçlar bakımından reçeteye bağımlılığın azaltılmasıdır. Arz cephesindeki hedefler ise; jenerik girişinin teşvik edilmesi ve hızlandırılması, tedavi masraflarının azalmasını sağlayabilecek orijinal ürünlerin pazara girişinin kolaylaştırılması ve teşvik edilmesi, kamu fiyatını ilgilendiren uygulamaların şeffaf, objektif ve istikrarlı olmasının sağlanması, kaynakların fiyat rekabetine yönlendirilmesinin teşvik edilmesidir. Sonuç olarak; hastaların ilaca daha uygun koşullarda erişimine ve devletin ilaç harcamalarının sürdürülebilirliğine, ayrıca kaynakların, yeni ve gelişmiş ürünlerin, tedavilerin ve hizmetlerin finansmanında kullanılabilmesine yönelik olarak ilaç piyasasının sağlayıcılar seviyesinde fiyat rekabetinin geliştirilmesi amacı doğrultusunda, aşağıda sayılan politika önerilerinde bulunulmaktadır: Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu açısından; • Eczacı kar oranlarının, tüm fiyat aralıklarında kademeli hale getirilmesi • İlk jenerik ilaca belirli bir süre münhasırlık tanınması veya fiyat primi getirilmesi • İlaçlarla ilgili ve Türkiye’de geçer- 66 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 li olan tüm patent bilgilerinin bir araya getirilmesi için gerekli koordinasyonun temin edilmesi • Markasız ilaçların pazara erişiminin sağlanması Sosyal Güvenlik Kurumu açısından; ilaç adı yerine etkin maddenin yazılması • İlk jenerik ilaca belirli bir süre münhasırlık tanınmasının veya fiyat primi getirilmesinin alternatifi olarak, ilk jeneriğin kamu kurum ıskontosunun daha düşük bir seviyede belirlenmesi • Reçete sahiplerine, katılım payı ve • Piyasaya yeni bir orijinal ürün sueşdeğer ilaç uygulamasıyla ilgili olarak her reçete temini sırasında ve ayrıca genel bilgilendirmeler yapılması nacak olan firmanın SGK ile risk paylaşımı anlaşması yapabilmesine olanak tanınması Komisyonunun daha sık • SGK’dan aylık alan kişilerden ka- • Ödeme toplanması tılım payının kaynaktan kesilmesi uygulamasına son verilmesi, katı- • Mevzuat hükümlerine uygun ollım payının doğrudan ilgililerden ve eczanelerde tahsil edilmesi • Reçete katılım payının nispi hale getirilerek ilaç katılım payına eklenmesi • Eşdeğer ilaç grubunda en ucuz ilacın tercih edilmesi durumunda, katılım payının alınmaması veya indirimli olarak alınması • Reçetede yazılı ilacın yerine ucuz eşdeğerin verilmesi halinde, verilen ilaç eşdeğer grubunda en düşük bedelli ilaç değilse, temin edilen ilaç ile en ucuz ilacın fiyat farkının bir kısmının eczaneden tahsil edilmesi veya bunun alternatifi olarak muadilli ilaç satışları içinde en düşük fiyatlı ilaçların payının belirli bir eşiğin altında kalması halinde eczane indiriminin bir üst oran üzerinden hesaplanması • Eczacılara yönelik önlemleri de içerecek şekilde en düşük fiyatlı ilacın teşviki yöntemleriyle desteklenmesi koşuluyla, reçetede duğu sürece, kamu fiyatına dair değişikliklerin her iki yönlü olarak da sisteme yansıtılması • Mevzuatta öngörülen koşullar oluştuğunda, ödeme tavanında her iki yönlü değişikliklerin de hızlıca yapılması • Eşdeğer ilaç uygulamasına esas teşkil eden ödeme tavanının sıklıkla güncellenmesi ve mevzuatta öngörülen koşullar oluştuğunda tavan üzerinde her iki yönlü değişikliklerin de hızlıca gerçekleştirilmesi • Belirli bir sigortalı ve/veya muadilli ürün grubu bakımından, ihale yönteminin ülkemize uygunluğunun test edilmesi Rekabet Kurumu açısından; • Orijinal ve jenerik ilaç firmaları arasındaki anlaşmaların, sektörün çok pazarlı iletişimi mümkün kılan özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmesi önerileri göz önünde bulundurulabilir. kampus Sağlıkta Ülke Sınırlarını Aşan Üniversite EGE ÜNİVERSİTESİ 1955 yılında Türkiye’nin dördüncü üniversitesi olarak kurulan Ege Üniversitesi, 1982 yılına kadar Ege Bölgesi’nin tek üniversitesi olarak hizmet vermiştir. 58 yıllık köklü geçmişinde ülkemizi geleceğe taşıyacak 150.000’den fazla nitelikli mezun veren Ege Üniversitesi, 2012 URAP verilerine göre dünya sıralamasında ilk 500’e giren 6 Türk üniversitesi arasında ve Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı girişimcilik göstergelerine göre 12. sırada yer almaktadır. Ayrıca Teknoloji Transfer Ofisi projesini kazanan 10 üniversiteden biridir. 68 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 Bugün Ege Üniversitesine bağlı 14 Fakülte, 8 Enstitü, 5 Yüksekokul, 8 Meslek Yüksekokulu, 1 Devlet Türk Musikisi Konservatuvarı, 5 Bölüm ve 28 Uygulama ve Araştırma Merkezi bulunmaktadır. 2012 - 2013 öğretim yılı itibarıyla 46.854 ön lisans ve lisans, 4398 yüksek lisans ve doktora öğrencisi olmak üzere toplam 51.252 öğrencisi olan Ege Üniversitesinde 3.213 öğretim üye ve yardımcısı ve 4.000’den fazla idari personel bulunmaktadır. Ödemiş, Bayındır, Bergama, Tire ve Çeşme ilçelerinde yüksekokul ve meslek yüksekokulları bulunan Ege Üniversitesi, toplam 27.195 dekarlık alana sahiptir. Bornova’da 3.450 dekarlık bir arazi üzerine kurulmuş olan üniversite; son teknoloji ile donatılmış modern kütüphanesi, sosyal tesisleri, açık ve kapalı yüzme havuzları, kapalı spor salonları, spor tesisleri, toplum merkezi, alışveriş merkezi, Radyo ve Televizyonu, sergi alanları, sineması ve öğrenci köyü ile 70.000 kişilik bir kampüs kenttir. Kampüs içinde kongre, seminer, kültür ve sanat etkinlikleri için hizmet veren “Prof. Dr. Yusuf Vardar MÖTBE Kültür Merkezi”, İzmir kent merkezinde (Konak) Atatürk Kültür Merkezi, Menemen ve Mordoğan’da Deneme İstasyonu ve Üretme Çiftliği, Kurudağ’da Rasathanesi, Urla’da ve Tuzla’da Su Ürünleri Tesisleri, Özdere ve Çeşme’de Eğitim ve Dinlenme Tesisleri bulunmaktadır. Ege Üniversitesi sağlıktan, iyi tarım uygulamalarına; çevre dostu enerjiden arkeolojik çalışmalara, İzmir’in, Ege Bölgesi’nin ve Türkiye’nin örnek yükseköğretim kurumlarındandır. Ege Üniversitesi güçlü bölgesel etkisi olan, uluslararası araştırma kalitesini ve toplumsal faydayı ön planda tutan, dinamik, girişimci, 3. nesil üniversitedir. Sağlık Alanında Öncü ve Örnek Ege Üniversitesinin sağlık alanında bu denli başarılı olması bir tesadüf değildir. Zira Üniversitenin ilk kurulan fakültelerinden biri Tıp Fakültesi ve yüksekokullarından biri de Hemşirelik Yüksekokulu olmuştur. Yıllar içerisinde hızlı bir gelişim gösteren Ege Üniversitesinde, günümüzde sağlık alanında başta Tıp Fakültesi, Diş Hekimliği Fakültesi, Eczacılık Fakültesi ve Hemşirelik Fakültesi olmak üzere Ödemiş Sağlık Yüksekokulu, İzmir Atatürk Sağlık Yüksekokulu, Atatürk Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu olmak üzere üst düzey kaliteli ön lisans ve lisans eğitimi, Sağlık Bilimle- ri Enstitüsü aracılığı ile de lisansüstü eğitim verilmektedir. Ege Üniversitesi sağlık alanında URAP Enstitüsü göstergelerine göre akademik derecelendirmede Türkiye’nin ilk beş Üniversitesi arasındadır. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesinde öğrencilere sunulan eğitim hizmeti akredite (UTEAK 2017) edildiği gibi, Diş Hekimliği Fakültesi de geçtiğimiz yaz aylarında Avrupa Birliği standartlarında eğitim sunduğunu tescil etmiştir. Ege Üniversitesinin gelecek nesillerin yetişmesi, yani eğitim alanındaki başarıları, övünç kaynaklarından sadece biridir. Geniş altyapı olanakları, bilgi birikimi sadece öğrencilerin değil, halkın da hizmetine sunma çabaları her geçen gün artmaktadır. Ülkemizin dördüncü tıp fakültesi olarak kurulan ve bu yıl 58. yaşını kutlayan Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi; İzmir, Ege Bölgesi, tüm Türkiye ve dış ülkelerden hastalara şifa dağıtan sağlık hizmeti, eğitim ve araştırma hizmetlerini çağdaş bilimsel ilkeler çerçevesinde toplumsal öncelikler doğrultusunda kurumsallaştırmış, geleneğini oturtmuş bir kurumdur. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Dünya’da ve Türkiye farklı alanlarda öncü ve referans bir fakülte olma kimliği, 43 anabilim ve 35 bilim dalında 1000’ i aşan öğretim elemanı ve bir o kadar sağlık çalışanı, 2000’i aşan öğrencisi ile ülkemizin büyüklük, hizmet yelpazesi ve hizmet niteliği açısından en önde gelen sağlık kurumlarındandır. Bu kapsamda bakıldığında Ege Üniversitesinin çok sayıda öncülüğü ve ilki söz konusudur. • “Robotik Cerrahi Ünitesi”, Ege Bölgesinde ilk olarak Ege Üniversitesi tarafından alınmıştır. Kadın-doğum, cerrahi ve ürolojik ameliyatlar için kullanılmaktadır. Şimdiye kadar 150’den fazla vaka opere edilmiştir. Kadın doğum ve üroloji hekimleri için Türkiye’nin değişik sağlık kuruluşları ve üniversitelerden gelen öğretim üyesi ve uzmanlara bir haftalık sertifikalı kurs düzenlenmiştir. Yani Üniversitemizde sağlık konusundaki ana ilkemiz; sağlık hizmetini üretirken eğitim ve araştırmayı öncelikli olarak yapmaktır. • Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Türkiye’de ilk başarılı çift akciğer naklini gerçekleştiren, Ege Bölgesinde Göğüs Cerrahisi uzmanı yetiştiren ilk Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalına sahiptir. • Kornea naklinde Türkiye’nin ön- cülerinden Ege Bölgesi’nin donanımlı en büyük Göz Hastalıkları Anabilim Dalına sahiptir. • Türkiye’de en fazla sayıda kalp nakli ve yapay kalp operasyonlarının yapıldığı, Türkiye’de kalp SAĞLIK SAĞLIKve veİNSAN İNSAN//MAYIS MAYIS 2013 69 yetmezliğinin cerrahi tedavisinde kök hücre naklinin ilk uygulandığı doğumsal anomalilere müdahale edebilen Çocuk Kalp Damar Cerrahisi Bilim Dalı’nı da bünyesinde barındıran Kalp Damar Cerrahisi Anabilim Dalına sahiptir. • Türkiye’nin en çok TÜBİTAK projesi yapan, dünyanın en büyük moleküler laboratuvarlarında kendi kitlerini üreten, toxoplazma tanısının kontrol serumunun yapımında rol alan Tıbbi Parazitoloji Anabilim Dalına sahiptir. • Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Has- • Ege Bölgesi’ndeki ilk ve tek robotanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Çocuk Nörolojisi Bilim Dalında, çocuk epilepsi hastalarına “Epilepsi pili” takılarak sara nöbetlerinin daha uzun aralıklarla ve daha rahat geçmesi sağlanıyor. • Türkiye’de ilk hormon laboratu- varının kurulduğu, ilk tüp bebek uygulamasının gerçekleştiği, Jinekolojik Endoskopide Türkiye’nin lideri, Ege Bölgesi’ndeki tek robotik cerrahi uygulama ve eğitiminin verildiği Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalına ev sahipliği yapmaktadır. • Ege Bölgesi’nin Tiroid kanseri için ilk Radyoiyot tedavi ünitesini açan, takiplerini yapan, en modern görüntüleme (PET/CT, SPECT/CT) tekniklerinin kullanıldığı Nükleer Tıp Anabilim Dalını barındırmaktadır. • En modern görüntüleme teknikle- rinin kullanıldığı (3 Tesla MR, tüm vücut tomografi, girişimsel radyoloji, ultrasonografi, mamografi, dijital röntgen) Radyoloji Anabilim Dalını barındırmaktadır. 70 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 tik cerrahi uygulamasının yapıldığı Kadın-Doğum Anabilim Dalını içeren üniversitedir. • Ege Üniversitesinde, Anjiyo Yöntemi ile Kalp Kapakçığı Değişimi Ameliyat profiline uymayan hastalarda kullanılmaya başlanmıştır. Bu yöntemle anjiyo yapılırken kullanılan metoda benzer bir metod kullanılarak ulaşılmakta, kalbe sağlam kalp kapakçığının yerleşmesi ve darlığın gidermesi sağlanmaktadır. Böylece cerrahi risk olasılığı düşmektedir. • Beyin ve Sinir Cerrahisi Özel Mik- roskobu ile Türkiye’de yalnızca birkaç beyin cerrahisi merkezinde gerçekleştirilebilen ameliyat sırasında, eş zamanlı anjiyografi ile felç riski asgariye indirilmektedir. • Ege Üniversitesi İlaç Geliştirme ve Farmakokinetik Uygulama ve Araştırma Merkezi (ARGEFAR), soğuk pres ile elde edilen bitkisel yağlardan ürün üreterek, ülkemizin tamamen Türk sermayeli ilk markası olan ZADE VİTAL’in geliştirilmesinde bilim ve ar-ge desteği sağlamıştır. Bu bilgiler Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinin ilkleri ve üstün yönlerinden sadece bazılarıdır. Ege Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi, yani Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Balkanların en büyük hastanelerinden biri olarak yılda yaklaşık 1.000.000 ayakta, 60.000 yatarak tetkik ve tedavi uygulamaktadır. Ayrıca bir yıl içerisinde 9 milyar tetkik ile 51.000 ameliyat gerçekleştirilmektedir. Bunun yanı sıra Diş Hekimliği Fakültesi de yılda 90.000’e yakın hastaya diş hekimliği hizmetleri sunmaktadır. Ege Üniversitesinde Tıp Eğitimi Her yıl 300-350 mezun veren Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2017 yılında dek geçerli olmak üzere ülkemizde ilk akredite edilen eğitim programlarından biridir. Tıp Fakültesi’nden mezunların hekim kimliklerine ek olarak “ bilim insanı”, “lider ve yönetici”, “sağlık savunucusu”, “iletişimci”, “ekip üyesi” kimliği kazanmalarını ve bunları hekim sorumluluğu içerinde tüm yaşantılarında kullanmalarını sağlayan bir öğretim süreci yürütülmektedir. Tıp Fakültesi’nin eğitim programı; ülkemizin ilk ve tek “toplumun öncelikli sağlık sorunları ve başvuru nedenlerine temelinde oluşturulmuş” toplum odaklı eğitim programı, “mezuniyet hedeflerine dayalı yapısı”, “toplum sağlığının ana başlık olarak tüm yıl- larda ele alınması”, “erken dönemlerde hastalarla temas”, öğrenci gelişiminin sürekli değerlendirilmesi”, özel çalışma modülleri, araştırma eğitim programı gibi seçmeli ve gönüllü eğitim uygulamalarını barındıran, gerekli tüm bilgi ve becerilerin tıpkı gerçek yaşamda olduğu gibi bütünleştirilerek öğrenildiği ve sınandığı özgün bir programdır. Fakülte eğitim programı ülkemizin çoğu tıp fakültesi tarafından örnek model olarak kullanılmaktadır. Gelişmiş Teknolojili Tanı ve Tedavi Üniteleri Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi hem araştırmacılara en yeni teknolojik imkânlardan faydalanarak çalışmalarını sürdürme, hem de hastalarına gelişmiş teknolojili en yetkin tanı ve tedavi yöntemlerini sunmak için yoğun çalışmalar yürütmektedir. Koruyucu sağlık hizmetlerinden tanı ve tedaviye, Üniversite, Türkiye’nin ötesinde dünya ile yarışır noktadadır. PET-BT ve SPECT-BT Cihazları Son yıllarda kanser tanı ve tedavisinde en sık kullanılan ve kısaca PET-BT olarak ifade edilen “Bilgisayarlı Tomografi ve Pozitron Emisyon Cihazı” ile tıbbi görüntüleme alanında en son teknolojiye sahip ve Türkiye’de yalnızca birkaç tane bulunan SPECT- BT cihazları, 2011 yılından bu yana EÜ Tıp Fakültesi Hastanesi hastalarına hizmet vermektedir. Alınan ileri teknolojiye sahip bu cihazlar ile kanser tanı ve tedavisinde önemli adımlar atılmıştır (kanser tanı ve tedavisinde başarı ciddi oranda artmakta, özellikle akciğer kanseri vakalarında başka bölgelere sıçrama kesin olarak saptanmaktadır). PET-BT cihazı sayesinde tek bir seansta tüm vücut taranarak üç boyutlu olarak görüntülenmekte, kanser yayılımı ile ilgili metabolik ve anatomik bilgiye ulaşılabilmekte ve bu da doğru cerrahi uygulama yapılmasına olanak sağlamaktadır. SPECT-BT cihazı ise pek çok hastalığın tanı ve tedavisinde fark yaratmaktadır (paratiroid görüntüleme, tiroid kanserli hastalarda tüm vücudun taranması, tümör görüntüleme, kemik sintigrafisi ve enfeksiyon görüntüleme artık çok daha hızlı ve etkin). Bu doğrultuda, SoCAT araştırma ekibi kurulmuş, bu ekip tarafından yürütülen Alzheimer’in erken tanısı, beyinde seçici algıların günlük yasamla ilişkilerin saptanması çalışmaları başta olmak üzere, dünyada sadece dört merkezde yapılabilen nitelikli araştırmalar MR ünitesi sayesinde Üniversitemizde de başlatılmıştır. Yakın zamanda SoCAT Araştırma Ekibi Alzheimer’in erken tanısında % 80 oranında doğrulukla başarıya ulaşmıştır. Lineer Hızlandırıcı Haziran 2011’de Hastanemizde hizmete giren ve Türkiye’de benzer bir modeli üniversite hastanelerinde bulunmayan Lineer Hızlandırıcı sayesinde kanser tedavisinde daha odaklı ve kesin tedaviler yapılabilmektedir. Yeni MR-Ünitesi Üroloji Anabilim Dalı Taş Kırma Cihazı (ESWL) Tıp Fakültesi Hastanesi’nin yeni araştırma ünitelerinden biri Mart 2010 tarihinde hizmete giren 3 tesla MR Ünitesidir. Bu türdeki yüksek teknolojiye sahip MR cihazının Türkiye’deki ilk kurulumu, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde gerçekleştirilerek önemli bir tanı ve tedavi merkezi olarak hastalar ile birlikte araştırmacıların da hizmetine sunulmuştur. Üroloji Anabilim Dalı’nın Ürodinami bölümünde oluşturulan 300 m2’lik alanda hizmet vermeye başlayan yeni Taş Kırma Cihazı (ESWL), mevcut cihazdan daha gelişmiş bir cihaz olup, böbrek taşlarına odaklanması ve daha verimli olması nedeniyle, taş kırma seans sayılarını azaltarak, daha çok hastaya hizmet vermemizi sağlamaktadır. SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 71 Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Gündüz Hastanesi Psikiyatrik tedavinin sadece farmakolojik tedavi ile yapılamayacağı ilkesinden hareketle hastaların sosyalleşebilmesi, kişisel uğraşlarla beceri kazanabilmesi amacıyla oluşturulan EÜ Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Gündüz Hastanesi (Sağlık Bakanlığı tarafından Türkiye’de bir üniversite hastanesinde tescil edilmiş ilk Toplum Ruh Sağlığı Merkezi’dir) Palyatif Bakım Ünitesi Ege Üniversitesi Palyatif Bakım Ünitesi (başta kanser hastaları olmak üzere uzun soluklu tedavi gerektiren hastaların bakım ve takibini sağlamaktadır) Çocuk Hastanesi Radyoloji, Kardiyoloji ve Acil Servisi Yeni cihazlar ile donatılmış çocuk servislerimiz Çocuk Hastanesinde hizmet vermektedir. Çocuk Hastanesi, yetişkinlerden farklı bir ortamda tedavi görmelerini sağlayarak geleceğimi çocuklarımız için özellikli olanaklar sunmamızı sağlamaktadır. 72 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 Heliportlu Acil Servis ve Yanık Ünitesi İki kat üzerinde planlanan ve çatısına helikopter inişine imkân verecek olan yeni Acil Servis binası sadece son teknoloji donanımı ile değil, ikinci katında yer alacak Yanık Ünitesi ile de dikkat çekmektedir. Yanık Ünitesi, Ege Bölgesi’nde bir ihtiyaç olarak belirlenmiş ve ameliyathaneleri, yarı ve tam steril bakım alanları, poliklinik, yanık banyo ünitesini bünyesinde barındıracak şekilde planlanmıştır. Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Bölümü Merkezi Ameliyathane Bloku 2014 yılı sonunda bitirilmesi hedeflenen, 40.000 m2 toplam alana sahip Merkezi Ameliyathanede 48 ameliyathane ile 75 operasyon salonu planlanmıştır. Blokta hibrit ameliyathane (anjiyografi), 4 flaş sterilizasyon, 2 ERCP odası, 30 izolasyon odası, 4 özel müdahale odası, 2 endoskopi odası, 2 kolonoskopi odası, bronskopi odası, basınç odası, merkezi sterilizasyon, sığınak ve eczane yer alacaktır. Hasta ve Hasta Yakınları Konukevi Ülkemizin çeşitli yerlerinden Ege Üniversitesi deneyimine emanet edilen veya kendisini emanet eden hasta- ların yakınları için ekonomik ücretle konaklama imkânı sunan EÜ Hasta ve Hasta Yakınları Konukevi Ege Üniversitesi’nin Hastanesi bünyesinde yakın zamanda oluşturduğu ünitelerden sadece bazılarıdır. Ege Üniversitesinin hızla tamamlamakta olduğu Merkezi Ameliyathane (cerrahi müdahalelerin yapılacağı alanları biraraya toplayan, 48 ameliyathane, 75 operasyon salonunu içermesi planlanan merkezi bir ünite), Yeni Acil Servis (çevredeki yüksek binalar nedeni ile helikopter inişini kolaylaştıracak çatı katında yer alan helikopter pistini de içerisinde barındıran modern acil servis) ve Yanık Ünitesi (Ege Bölgesi’nin yanık tedavisindeki gereksinimi dikkate alınarak planlanmıştır) geleceğe dönük sağlık alanında yapılan yatırımlara örnektir. Sağlık Hastaneden İbaret Değildir Ege Üniversitesi’nin Dünya Standartlarında Araştırma Üniteleri ve Laboratuvarları, Projeleri Sağlık, kuşkusuz salt tanı ve tedaviden ya da hastanelerden ibaret değildir. İlaç bilimleri, laboratuvarlar, hemşirelik hizmetleri, halk sağlığı uygulamaları ve eğitimleri, bilinçlendirme faaliyetleri büyük önem taşımaktadır. ARGEFAR Biyoteknolojik Ürünler Kapsamında; ARGEFAR adını verdiğimiz ilaç araştırma ve geliştirme merkezimiz, 2012 yılı içinde geleneksel bitkisel tıbbi ürünler kapsamında Türkiye’de ilk kez olarak sanayi-üniversite işbirliğinin çok güzel bir örneğini gerçekleştirmeyi başarmıştır. Üniversite, sanayi işbirliği ve yabancı bir partner ile birlikte bir biyobenzer ürün geliştirilmesi için çalışmalar sürdürülmektedir. Bunun yanında özellikle onkolojik hastalara dönük olarak bireysel tedavi için ürün gelistirme çalısmalarımız devam etmektedir. Geleneksel Bitkisel Tıbbi Ürünler Kapsamında; 17 farklı soğuk pres bitkisel yağdan hareketle yumuşak jelatin kapsül ve sıvı formlar olmak üzere 101 farklı ürün geliştirilmiştir. Böylece ülkemizin bu konuda tamamen Türk sermayeli ilk markası “ZADE VITAL” in oluşturulmasında bilim ve Ar-Ge katkısında bulunulmuştur. Benzeri 10 farklı ürün üzerinde geliştirme çalışmaları devam etmektedir. Ayrıca, aromaterapi kapsamında yeni bir ürün grubu çalışmaları devam etmektedir. Sentetik Ürünler Kapsamında; Türk İlaç Sanayisinde, es zamanlı olarak 12 adet farklı ürünün geliştirme çalışmalarımız devam etmektedir. 2013 yılında biyoteknolojik ürünler için Sağlık Bakanlığı onaylı Biyoteknoloji Ar-Ge birimi oluşturulması çalışmalarımız sürmektedir. 2013 Haziran ayında Nobel Kimya Ödüllü bilim insanı Mr. Tanak araştırmalar için misafir araştırıcı olarak konuk edilecektir. Dünya patenti bir Türk bilim insanında olan onkolojik bir molekülün molekülden ilaca geçmek üzere: • Faz öncesi çalışmaları, • Formülasyon geliştirme çalışma- ları, • Faz I çalışmaları • Faz II ve III çalışmaları dâhil tüm araştırma süreçlerini gerçekleştirmek üzere görüşmeler devam etmektedir. Ege Üniversitesi Argefar Merkezimiz Biyosidal ürünler kapsamında 01-04 Kasım 2012 tarihlerinde Şanlıurfa’da düzenlenen III. Ulusal Biyosidal Kongresi düzenleyicileri arasındadır. Ege Üniversitesi Argefar, Klasik Homeopati Dernegi ile birlikte 2020 yılındaki LIGA Misicoeum Homeopathica Internationsalis (http:/ liga.iwmh.net) Dünya Kongresi, EXPO 2020 kapsamında düzenlenecektir. Bunlara ait hazırlıklar sürerken uluslararası akreditasyon ile homeopati ve fitoterapi kursları düzenlenme çalışmaları yürütülmektedir. Biyomedikal - Arge - Sanayi - Teknoloji Üniversite sanayi işbirliğinde önemli buluşma noktalarımızdan birisi EBILTEM olup, özellikle günümüzde teknopark kurulmasının temel öğesi olan teknoloji transferi ofisi (TTO) çalışmalarında Türkiye’nin en deneyimli ve en büyük ilk merkezlerinden birisidir. Avrupa Teknoloji transfer ve isletmeler ağı kapsamında 2010 yılındaki çalışmalarıyla Türkiye’den en başarılı tek proje seçilmiştir. EBILTEM son zamanlarda Avrupa Patent Ofisi’nin (EPA) Türkiye Koordinatörü SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 73 olarak fikri ve sınai mülkiyet hakları ve patent konusunda yoğun çalışmalar yapmaktadır. Ege Üniversitesi Kasım ayı sonunda İzmir’de Üniversite Patentleri Yarışıyor baslıklı bir çalıştaya ev sahipliği yapmaktadır. Aynı şekilde İzmir’de üç üniversite olarak konusu herkes için sağlık olan EXPO - 2020 için biyomedikal teknolojiler ortak doktora programı başlatılmıştır. Üniversitemizin 45 patent/faydalı modeli, 2 spin-off şirketi, 17 tanesi 2012’de olmak üzere toplam 36 santez projesi vardır. INOVIZ - Sağlık İçin İzmir Platformu INOVIZ vizyonu; firmalar ve araştırmacılar için yetkin bir iletişim ve işbirliğini sağlamak, sosyo-ekonomik açıdan sektörel kümeleşmeyi tetikleyerek performansı arttırmak ve sektördeki bilgi, beceriyle, yetkinliğin yoğunlaşmasını sağlamak amacıyla oluşturulmuş bir platformdur. INOVIZ girişiminin amacı, sağlık sektörünün akademi ve araştırma merkezleriyle ortak projeler üretmesini sağlamak, sanayi sektöründe rekabet 74 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 öncesi alanlarda işbirliği sağlayarak yeni teknolojik ürünler üreten ve sağlık alanında teknolojiye yön veren bir İzmir yaratmaktır. Bu çerçevede girişimin temel hedefleri; Üniversite ve sanayi arasında etkin ve sürdürülebilir işbirliği sağlayarak, firmalar arasında proje, teknoloji ve ticari odaklı işbirlikleri oluşturarak, bölgemizi sağlık sektörüne yön veren, sektörün kalbinin attığı etkin ve iyi tanınan bir us haline getirmektir. Bu girişim Ege Üniversitesi, Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, TASSA, İzmir Ticaret Odası, Ege Bölgesi Sanayi Odası, Ege Tıbbi Malzemeciler Derneği, Tüm Tıbbi Cihaz Üreticileri ve Tedarikçileri Dernekleri Federasyonu, Ege Serbest Bölgesi (ESBAS) , İzmir Kalkınma Ajansı (IZKA) ile özel 67 şirketin girişim ortaklığında yürütülmektedir. 2009 yılından bu yana, 45 etkinlik düzenlenmiş, 7.500 kişiye farkındalık ve eğitim anlamında ulaşılmıştır. INOVIZ kurulusunda INOVERSITE (Ar-Ge ile bütünlesmis ileri eğitim ağı), INOVATEK (Bilim Teknoloji Parkı), INOVAKENT (Ar-Ge bölgesi olmak üzere uç degişik sanal ve fiziki yapının oluşması) hedeflenmiştir. Bunlardan INOVERSITE, 3 üniversitenin kendi bünyelerinde ve aralarında yapmış oldukları çalışmalar ile başarılmıştır. INOVIZ, bir AB projesi olan EU Drivers tarafından pilot proje olarak davet edilmiş, 2011 yılında projenin yönetim kuruluna seçilmiştir. Ayrıca 2011 yılında Ege Üniversitesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüleri bünyesinde Biyomedikal Teknolojiler Anabilim Dalında yüksek lisans ve doktora programları DPT desteği alınarak başlatılmıştır. Eylül 2012 de INOVIZ DERNEGI kurulmuştur. FABAL Ege Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Bilimler Araştırma Laboratuvarı (FABAL) sağlık alanının en önemli noktalarından biri olan ilaca odaklanmaktadır. İlaç araştırma-geliştirme alanında çok disiplinli çalışma olanağı sunan bu laboratuvar, bu alanda tüm bölgedeki çalışmalarda kullanılabilecek özellikte planlanmıştır ve akreditasyon çalışmaları yürütülmektedir. Herkes için Sağlık Unutulmaması Gereken Diğer Alanlar Ege Üniversitesi Tıp Fakültesinin en önemli vizyon ve misyonunu toplumsal sorumluluk bilinci oluşturmaktadır. Bu bilinçle çalışan Ege Tıp topluma nitelikli ve kaliteli sağlık hizmeti vermekte; Toplum Sağlığı Hizmetini diğer tüm görevler inin üzerinde tutmaktadır. Ege Tıp Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı, Türkiye’de bir ilk olarak ve 10 yıldır “Sağlık Halk Kongresi” düzenleyerek toplum sağlığı için hizmet anlayışını gerçek bir bilgilendirme, uygulama ve deneyim paylaşımı seklinde sürdürmektedir. Ayrıca Tıp Fakültesi Hastanesinin polikliniklerinde televizyon ekranları aracılığı ile sürekli olarak sağlığa ilişkin çeşitli konularda bilgilendirmeler yapılmaktadır. Bilimsel araştırmalarla elde edilen bilgilerin kalıcılığı ve yaşama geçirilmesi; bunların başvuru kaynağı belgelere dönüştürülmesi ile sağlanır. “Ege Tıp Halk Kitapları Sağlık Serisi” Ege Üniversitesinin bu anlayışının bir ürünüdür. Bu seride yayınlanan kitapların önemi ve farkındalık yaratacak temel özelliği; ülkemizin önceliğinde olan güncel sağlık konuları yanında; güncelliğini yitirmiş olsalar bile, ciddi bir sağlık sorunu olduğunu düşünülen konuları da ele almış olmalarındadır. “Ege Tıp Halk Kitapları Sağlık Serisi” yazarlarının tümü Ege Tıp Fakültesi’nde görev yapan ve konusunda uzman öğretim üyeleridir. Serideki kitapların konu seçimleri ve içeriklerinin hazırlanmasında birden çok bilim insanının görüşlerinin yansıtılması sağlanmıştır. Ege Üniversitesi yenilenebilir enerji teknolojileri üzerinde çalışmalar yürüten, “iyi tarım uygulamalarını” destekleyen ve bilimsel olarak araştırmalarına konu edinen, ‘engelsiz bir üniversite’ oluşturma konusundaki çalışmalarını aralıksız sürdüren bir üniversitedir. Ege Üniversitesi, engelli öğrencilerin yükseköğrenim yaşantıları boyunca karşılaştıkları engelleri saptamak, ortadan kaldırmak ve “erişilebilir bir kampüs” oluşturmak amacıyla “Engelsiz Ege” birimini kurmuştur. Üniversite Kütüphanesinde görme engelli öğrencilere yönelik tarama/çevirme/braille çıktı verme, sesli kitap koleksiyonu hizmetlerini de sunmaktadır. Sağlığın ayrılmaz bir parçası olan tarım ve gıda konuları da Üniversitenin yakın takibindedir. Kuruluşu Üniversite ile aynı tarihte olan Ziraat Fakültesi, deneyim ve birikimin en yoğun olduğu alanlardan biridir. Ege Üniversitesi bu deneyimini özellikle tohum teknolojisi ve iyi tarım uygulamaları konusunda ortaya koymaktadır. Çevre sağlığı, kuşkusuz insan sağlığını etkileyen en önemli faktörler- dendir. Temiz enerji, yenilebilir enerji konusunda da Ege’nin çalışmaları bulunmaktadır. Ege Üniversitesi Güneş Enerjisi Enstitüsü’nde biyogaz, fotovoltaik piller, güneş panelleri ile yenilebilir enerji konularında çalışan öğretim üyeleri söz konusudur. Güneş Enerjisi Enstitüsünün basında da geniş yankı bulan “Starlight” Güneş Enerjili Aracı çalışmaların başarıya ulaştığının güzel bir örneğidir. Bunun yanı sıra tekstil-deri alanında sağlık alanında kullanılacak nanoteknolojik tekstil ürünlerinin çalışılması hedeflenmektedir. Bu kapsamda Üniversitenin Mühendislik Fakültesi Tekstil Mühendisliği Bölümünde nanoteknolojik ürünler, elektromanjetik önleyici çocuk giysileri üzerindeki çalışmaları sürdürülmektedir. Son Söz Olarak Ege Üniversitesinin en güçlü yanlarından birisi sağlık konusundaki deneyimi ve birikimidir. Yaşlanan nüfus, yaşam süresinin uzaması sonucu kaliteli yaşam beklentisi ve uzayan yaş ile birlikte karşılaşılacak sağlık sorunları ve kronik hastalık oranlarının artması göz önüne alınarak çalışmalar yürütülmektedir. Son yıllarda ilaç üretimi, yenilikçi ilaçlar ve tedaviler, önleyici sağlık hizmetleri ve toplumun sağlık çerçevesinde farklı alanlarda bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesi çabaları, üniversitenin öncelikli yatırım alanlarından birini oluşturmaktadır. SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 75 kurumlarımız TÜMRAD-DER Tüm Radyoloji Teknisyenleri ve Teknikerleri Derneği Hamide AKÇAY TÜMRAD-DER Genel Sekreteri Tüm Radyoloji Teknisyenleri ve Teknikerleri Derneği (TÜMRAD-DER) 2005 yılında kurulmuş olup, 81 ilde 1800 üyesi bulunmaktadır. Genel Merkezi İstanbul’da olan derneğimizin 43 ilde ve KKTC’de temsilcilikleri bulunmaktadır. TÜMRAD-DER kurulduğu günden bugüne özel sektörde ve kamuda radyolojik görüntüleme hizmetlerinde dolayısıyla sağlık hizmeti sunumunda kaliteyi yükseltmeyi hedef edinerek ulusal ve bölgesel bazda sempozyum, seminerler ve kongreler düzenlemektedir ve bugüne kadar biri uluslararası katılımlı olmak üzere ulusal düzeyde 6 kongre, 2 sempozyum ve bölgesel düzeyde onlarca mesleki eğitim seminerleri düzenlemiştir. Radyolojide teknoloji her yıl hızlı bir şekilde gelişmektedir ve bu alanda çok ciddi ARGE çalışmaları ve yatırımları yapılıp, yeni teknolojiler insanlığın hizmetine sunulmaktadır. Bu teknolojilerin kullanıcıları olan radyoloji teknisyenleri ve teknikerlerinin salt okullardan edindikleri eğitimlerle bu karmaşık ileri görüntüleme tekniklerini verimli bir şekilde kullanmaları beklenemez. Bu nedenle dernek, radyoloji teknisyenleri ve teknikerlerinin bu teknolojilerden en iyi şekilde istifade etmelerini sağlamak ve bu cihazları, teknolojileri en ekonomik şekilde kullanmaları için eğitim seminerlerini düzenlemekte, güncel bilgilerle donatılmalarını sağlamakta; bu durum da radyolojik görüntüleme uygulamalarında ve dolayısıyla sağlık hizmetinin sunumunda kaliteyi getirmektedir. Radyoloji teknikerliği mesleği için yurt dışında lisans düzeyinde eğitim verilirken ülkemizde halen ön lisans düzeyinde eğitim verilmesi ve bu iki yıllık eğitimle MR, BT, PET vb çok karmaşık olan radyolojik görüntüleme sistemlerini öğrenmesi, uygulaması mümkün görünmemektedir. Dernek olarak radyoloji eğitiminin lisan düzeyine çıkarılması için gerek Sağlık Bakanlığına gerekse YÖK’e değişik zamanlarda raporlar sunulmuştur. Bu konuda çalışmalar olsa da henüz konu çözüme kavuşmamış olsa da kısa zamanda çözüme kavuşması beklenmektedir. Radyoloji teknisyenleri yoğun olarak radyasyon kaynaklarıyla çalışan bir meslek grubudur. Radyasyon, hastalıkların teşhis ve tedavisinde kullanılan ve insanlık adına en önemli buluş iken aynı şekilde kontrolsüz ve bilinçsizce kullanıldığında ne yazık 76 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 ki kansere de neden olabilmektedir. Radyasyon uygulamalarında çalışanların ve hastaların en iyi şekilde korunmaları buna ilişkin alması gereken tedbirlerin neler olması gerektiği yine bu toplantılarda ve seminerlerde işlenen başlıca konular arasındadır. Bir sivil toplum kuruluşu olarak toplumun radyasyon uygulamalarında gereksiz isteklerde bulunmaktan kaçınması ve kararı tamamen hekime bırakması yönünde de çalışmalar, bilgilendirme toplantıları devam etmektedir. Bugüne kadar yapmış olduğumuz eğitim toplantılarımıza katılan kişi sayısı 4000’in üzerindedir. Kurumsallaşma yolunda olan TÜMRAD-DER bu toplantıların daha verimli olması ve hedef kitlesine ulaşması için çaba göstermektedir. Bunun için sağlık kuruluşları (hastaneler) ve eğitim kurumları (üniversiteler) ile ilişkiler her geçen gün daha da geliştirilmektedir. Zaman zaman bu eğitim toplantılarının çıktılarını kitaplaştırarak daha çok kişinin istifade etmesi sağlanmaktadır. TÜMRAD-DER tarafından, 23-26 Mayıs 2013 tarihlerinde Golden Coast Otel, Side-Antalya’da 7.Ulusal Radyoloji Teknisyenleri Kongresi ve Mesleki Eğitim Seminerleri düzenlenecek ve bu kongrede birçok üniversite ve hastaneden kendi alanında uzman isimlerin, radyoloji teknisyenleri ve teknikerlerine mesleki anlamda fayda sağlayacak sunumlarına yer verilecektir. Yurdumuzun değişik bölgelerinden gelecek radyoloji teknikerleri hem mesleki bilgilerini geliştirecek hem de hazırlanan sosyal programlar ile dayanışma ve kaynaşma sağlanacaktır. kültürsanat IRON MAN 3 Yönetmen: Shane Black Oyuncular: Robert Downey, Gwyneth Paltrow, Don Cheadle... Tür: Aksiyon , Bilimkurgu Süre: 2 saat 11 dakika Milyarder iş adamı, kahraman ve mucit Tony Stark, bu sefer gücü ondan çok daha fazla, hatta sınırsız bir düşmanla karşı karşıya kalıyor. Üstelik bu düşman, o çok sinirlendirecek bir hamle yaparak özel hayatını yok ediyor. Stark şimdi bu olayların kaynağını araştıracağını zorlu bir mücadeleye giriyor. Fakat en yakınlarını korumak için zekasının ve cesaretinin yanı sıra içgüdülerine de ihtiyacı var. Stark’ın bu savaşında kafasında dönüp duran soru ise belki de tüm olayların en can alıcı yanı: Adam mıdır kıyafeti kıyafet yapan yoksa kıyafet midir adamı adam yapan? Yarattığı alaycı karakterlerle hayran kitlesini geliştiren Robert Downey Jr.’ı dördüncü kez Tony Stark olarak Orijinal Adı : The Odd Life of Timothy Green Yönetmen: Peter Hedges Oyuncular: Jennifer Garner, Joel Edgerton, Cameron C.J. Adams Tür : Dramatik komedi , Fantastik Süre : 1 saat 40 dakika Cindy ve Jim Green çok mutlu bir evlilik sürdüren genç bir çifttir ve hayatta en çok istedikleri şeylerden biri çocuk sahibi olmaktır ama tıbbı bütün çareler tükenmiş gibi görünmektedir. Bir gece evlerinin arka bahçesine bütün dileklerini yazdıkları bir kutu gömerler. Yağmurlu ve fırtınalı bu gecenin sonunda birden Timothy adında bir çocuk karton bir kutunun içinde beliriverir! Timothy genç çift adeta bir mucizedir. Fakat Timothy Green gelirken beraberinde de pek çok beklenmedik sürpriz getirecektir... Ahmet Zappa’nın hikâyesini senaryolaştıran Peter Hedges, aynı zamanda filmin yönetmenliğini de üstleniyor. Romantik komedilerin gediklisi Jennifer Garner’ı ve en son The Thing’de seyrettiğimiz Joel Edgerton’ın başrolleri paylaştığı yapım fantastik öğeler de içeren bir komedi-dram... 78 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 izleyeceğimiz filmin yönetmenliğini ise Shane Black üstleniyor. Kuzey Carolina eyaletinin Wilmington kentinde gerçekleştirilen filmin senaryosu ise Drew Pearce’e ait. Downey Jr.’a Gwyneth Paltrow, Don Cheadle, Jon Favreau, Ben Kingsley, Guy Pearce, Rebecca Hall, James Badge Dale ve Ashley Hamilton isimleri eşlik ediyor. DEVLET TİYATROLARI’NDAN 81 İL’DE TİYATRO!.. Konya Devlet Tiyatrosu, Carole Greep’in yazdığı Pınar Güzelyürek Çelik’in dilimize çevirdiği, Ege Aydan’ın yönettiği “Biz Size Hayranız”ı 1, 2 Mayıs’ta Kahramanmaraş’ta, 3, 4 Mayıs’ta Gaziantep’de temsil edecek; İstanbul Devlet Tiyatrosu, Burçak Çöllü’nün yazdığı, Mustafa Avkıran ve Övül Avkıran’ın yönettiği “Ay Ecesi”ni 1, 2 Mayıs’taElazığ’da, 3, 4 Mayıs’ta Malatya’da; Marıo Fratti’nin yazdığı, Özcan Özer’in dilimize çevirdiği, Saydam Yeniay’ın yönettiği “Kurban”ı 3, 4 Mayıs’ta Denizli’de, 21 Mayıs’ta Tekirdağ’da, 22 Mayıs’ta Çorlu’da, 23 Mayıs’ta Kırklareli’nde, 24, 25 Mayıs’ta Edirne’de; Güngör Dilmen’in yazdığı, Faik Ertener’in yönettiği “Aşkımız Aksaray’ın En Büyük Yangını”nı 8, 9 Mayıs’ta Elazığ’da, 10, 11 Mayıs’ta Malatya’da; Irwin Shaw’un yazdığı, Coşkun Büktel’in dilimize çevirdiği, Şakir Gürzumar’ın yönettiği “Ölüleri Gömün”ü 10, 11 Mayıs’ta Denizli’de sahneleyecek; İzmir Devlet Tiyatrosu, Georges Feydeau’nun yazdığı, Nisa Serezli’nin dilimize çevirdiği, Ali Hürol’un yönettiği “Bit Yeniği”ni 1 Mayıs’taSamsun’da, 3, 4 Mayıs’ta Çorum’da, 7, 8, 9 Mayıs’ta Kahramanmaraş’ta, 10, 11 Mayıs’ta Gaziantep’te; Sam Bobrick’in yazdığı, Ekin Tuncay Turan’ın dilimize çevirdiği, Metin Oyman’ın yönettiği “Halktan Biri”ni 22, 23 Mayıs’ta Manisa’da, 25 Mayıs’ta Kütahya’da seyirciyle buluşturacak; Antalya Devlet Tiyatrosu, William Shakespeare’in yazdığı, Özdemir Nutku’nun dilimze çevirdiği, Malcolm Keıth Kay’in yönettiği“Othello”yu 1 Mayıs’ta Rize’de, 3, 4 Mayıs’ta Ordu’da; Hüseyin Erdoğan’ın yazdığı, Nurhan Karadağ’ın yönettiği “Yol, Ter, Gül (Ahi Evran)”ı 7 Mayıs’ta Beymelek’de, 8 Mayıs’ta Elmalı’da, 9 Mayıs’ta Burdur’da temsil edecek; Bursa Devlet Tiyatrosu, Yılmaz Karakoyunlu’nun yazdığı, Galip Erdal’ın yönettiği “Kuzguncuklu Fazilet”i 3, 4 Mayıs’ta Zonguldak’ta; Ray Cooney’in yazdığı yazdığı, Haldun Dormen ve Kemal Uzun’un dilimize çevirdiği, Kerem Atabeyoğlu’nun yönettiği “Karmakarışık”ı 6, 7 Mayıs’ta Kocaeli’nde, 8, 9 Mayıs’ta Sakarya’da, 10, 11 Mayıs’ta Bolu’da, 13 Mayıs’ta Bilecik’te sergileyecek; Diyarbakır Devlet Tiyatrosu, Sadık Şendil’in yazdığı, Volkan Özgömeç’in yönettiği “Kanlı Nigar”ı 7, 8 Mayıs’ta Samsun’da, 10, 11 Mayıs’ta Çorum’da, sahneleyecek; Ankara Devlet Tiyatrosu, Stephen King’in yazdığı, Sinemis Candemir’in dilimize çevirdiği, Hakan Çimenser’in yönettiği “Dolores Claiborne”u 7, 8 Mayıs’ta Rize’de, 10, 11 Mayıs’ta Ordu’da; Yves Jamiaque’in yazdığı, Hüseyin Mevsim’in dilimize çevirdiği, Vladlen Alexandrov’un yönettiği “Ben Ödüyorum”u 9 Mayıs’ta Artvin’de; Orhan Asena’nın yazdığı, Serhat Nalbantoğlu’nun yönettiği “Hürrem Sultan”ı 27, 28 Mayıs’ta Osmaniye’de, 30, 31 Mayıs’ta Mersin’de; Hatice Meryem’in yazdığı, Funda Mete’nin yönettiği “Sinek Kadar Kocam Olsun Başımda Bulunsun”u 17 Mayıs’ta Giresun’da, 18 Mayıs’ta Bulancak’ta; Nazlı Nihan Şenol’un yazdığı, Maral Üner’in yönettiği“Dönülmez Akşamın Ufkundayız”ı 21 Mayıs’ta Zonguldak’ta , 22 Mayıs’ta Karadeniz Ereğli’sinde; Kenan Işık’ın yazıp yönettiği “Aşk Hastası”nı 20, 21 Mayıs’ta Karaman’da, 23 Mayıs’ta Niğde’de, 24, 25 Mayıs’ta Aksaray’da, 26 Mayıs’ta Nevşehir’de, 27 Mayıs’ta Kırşehir’de sanatseverlerle buluşturacak; Adana Devlet Tiyatrosu, Alfonso Paso’nun yazdığı, Hale Kuntay’ın dilimize çevirdiği, Ali Hürol’un yönettiği “Kırkından Sonra”yı 7 Mayıs’ta Karabük’de, 8 Mayıs’ta Çaycuma’da, 9 Mayıs’ta Bartın’da, 10, 11 Mayıs’ta Zonguldak’ta, 14, 15 Mayıs’ta Sakarya Serdivan’da; Sönmez Atasoy’un yazdığı, Yeliz Tekman’ın yönettiği “Yedi Köyün Yargıcı”nı 31 Mayıs’ta Ordu’da sergileyecek; Van Devlet Tiyatrosu, Haluk Işık’ın yazdığı, Can Ali Çalışandemir’in yönettiği “Kurşun Askerin Utancı”nı 11 Mayıs’ta Batman’da; Cuma Boynukara’nın yazdığı, İpek Atagün Gezener’in yönettiği “Mem ile Zin”i 11 Mayıs’ta Batman’da, 15 Mayıs’ta Doğubeyazıt’ta, 16 Mayıs’ta Iğdır’da, 17 Mayıs‘ta Ağrı’da, 18 Mayıs’ta Malazgirt’de, 20 Mayıs’ta Bingöl’de, 22, 23 Mayıs’ta Tunceli’de sahneleyecek; Trabzon Devlet Tiyatrosu Hidayet Sayın’ın yazdığı, Uğur Keleş’in yönettiği “Pembe Kadın”ı 22 Mayıs’ta Ardahan’da, 23, 24 Mayıs’ta Kars’ta sergileyecek; Erzurum Devlet Tiyatrosu, Mıke Kenny’nin yazdığı, İclal Aydın Margariti’nin dilimize çevirdiği, Ebru Aytürk Evren’in yönettiği “Yürüyen Taşlar”ı 27, 28 Mayıs’ta Ordu’da temsil edecek. SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 79 kitap HAYATI UZATMANIN SIRLARI Yazar: Osman Müftüoğlu Sayfa: 300 Dil: Türkçe Yayınevi: Hayy Kitap Yayın Tarihi: 2013 “Geliştirdiğim integratif (bütüncül) sağlık yaklaşımı Türk halkının genetik hafızasına yani fıtratına uygun. Çünkü onun hem bedensel hem de duygusal ihtiyaçlarını dikkate alıyor. Bu yeni yaklaşımda önce negatiflerden kurtulun diyorum. Yılların biriktirdiği toksinlerden, fazla kilolardan, yalan yanlış reçetelerden... Manevi boşluklardan, küskünlüklerden, dargınlıklardan, stres kaynaklarından, sevgisizlikten... Ve sonra bu toprakların güzellikleriyle, pozitiflikleriyle doldurun diyorum hayatınızı. Yani kötülükleri iyiliklerle kovun! Barışın, huzura odaklanın, inanın. Doğru beslenin, doğru takviyeleri alın. Güzelliğinize önem verin. Tecrübenin getirdiği bilgelikle sizler için seçtim, yanlışları ayıkladım, ince işçilik yaptım. Ortaya, sağlıklı yaşam, kaliteli yaşlanma ve koruyucu hekimlikle ilgili bir başucu kitabı çıktı. Hayatı kaliteli uzatmanın kitabı. Genç yaşlı, kadın erkek herkesin yararlanacağı bütünsel sağlık kılavuzu. Acele etmeden sindire sindire okursanız, yeni bir hayatın ipuçlarını bulacaksınız. Yaşasın hayat diyeceksiniz.” Prof. Dr. Osman Müftüoğlu SENDEN ÖNCE BEN Yazar: Jojo Moyes Çevirmen: Ayşe Görür Sayfa: 480 Dil: Türkçe Yayınevi: Pegasus Yayın Tarihi: 2013 Yaşamın ince detayları Loudan sorulur. Otobüs durağıyla ev arasında kaç adım var? Çalıştığı kafeye gelip gidenler nasıl bir hayat yaşıyor? Parlak yeşil elbisenin altına ne renk külotlu çorap giyilir? Onda bu soruların hepsinin cevabı var. Kolayca mutlu olabildiği küçücük dünyasında bilmediği tek şey hayatın çok daha karmaşık soru ve cevaplarla dolu olduğu... Geçirdiği motosiklet kazasıyla hayatı altüst olan Will uzun süredir karmaşık sorularla meşgul. Bu hayatta diğer insanları mutlu eden küçük şeyler ona biraz olsun keyif vermiyor. Çevresindeki tüm renkler birden griye dönmüş ve böyle bir umutsuzluk içindeyken yapabileceği tek şeyin hayatını sonlandırmak olduğunu düşünüyor. Peki, asık suratlı, aksi ve geçimsiz Will, Lounun rengârenk yaşamıyla karşılaşırsa neler olur? Mucizelere inanmıyorsanız durup bir kez daha düşünün... 80 80 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2013 İLBER ORTAYLI SEYAHATNAMESİ / BİR TARİHÇİNİN GEZİLERİ Yazar: İlber Ortaylı Sayfa: 304 Dil: Türkçe Yayın Evi: Timaş Yayınları Yayın Tarihi: 2013 Türklerin özlemini çeken Hayfa’dan “Muhteşem Osmanlı İmparatorluğu” sergisinin yapıldığı Japonya’ya; Karlofça Antlaşması’nın imzalandığı ve bir daha Türklerin girmemesi için kapıların örüldüğü Sırbistan’dan Türkiye tarihinin önemli dönüm noktalarının yaşandığı Şam’a; 19. yüzyıl Kafkasya’sından kovulan halkların Osmanlı tarafından yerleştirildiği Ürdün’den dünyanın en orijinal müzelerine sahip İran’a; her köşesi tarih olan St. Petersburg’tan Orta Asya medeniyetini gözler önüne seren Buhara’ya; coğrafi konumu, mimari güzellikleriyle gezip görmeye değer ve her birinde Osmanlı Balkanlarının trajik bir sahifesi yatan Tuna kalelerinden etnik bakımdan renkli olması hasebiyle «karışık dondurma» denilen Makedonya’ya; Balkanlarda Osmanlı dönemini en çok yaşatan Prizren’den en iyi muhafaza edilen Türk halılarına sahip Erdel kiliselerine; yıllarca savaş halinde olmamıza rağmen kültürümüzden etkilenen eski Avusturya’dan tarihinde Mustafa Kemal gibi büyük komutanlar yetiştiren Selanik’e, bir ucu Türkiye’ye bir ucu Britanya adalarına uzanan, medeniyetin merkezi Roma’dan arşivleri ve müzeleriyle meşhur Vatikan’a; Otranto’dan Venedik’e; Estonya’dan Ukrayna’ya; Japonya’dan Singapur’a, Louvre Müzesi’nden British Museum’a muhteşem bir yolculuk…