ASKERİ CEZA KANUNU - Milli Savunma Bakanlığı

Transkript

ASKERİ CEZA KANUNU - Milli Savunma Bakanlığı
ASKERÎ YARGITAY
DERGİSİ
ANKARA
2015
ASKERÎ YARGITAY DERGİSİ
Yayın Kurulu
Hâk.Alb.Abdulkadir KARAKAŞ
Hâk.Alb.Hakan ATA
Hâk.Yb.Arif Fikret ÖZEV
Hâk.Yb.Sevilay TEMİZYÜREK BATIR
Hâk.Yb.Mehmet ŞİMŞEK
Yayın Kurulu Yazı İşleri
Yazı İşl.Md.Yrd.Zeliha TOPALOĞLU
İletişim Adresi
Askerî Yargıtay Başkanlığı
Devlet Mah. Merasim Sok.
Yücetepe - ANKARA
Tel
Faks
E-Mail
: 0 (312) 410 65 01
: 0 (312) 418 22 59
: [email protected]
Askerî Yargıtay Dergisi, Askerî Yargıtay
Başkanlığı tarafından yılda bir sayı olarak
yayımlanan Daireler Kurulu ve Daire kararlarına
yer verilen bir dergidir.
İÇİNDEKİLER
SAYFA NO.
ALFABETİK KAVRAM FİHRİSTİ
V-XI
ASKERÎ YARGITAY KARARLARINDA HÜKMÜN
AÇIKLANMASININ GERİ BIRAKILMASI
Dr.Hâk.Alb.Ali Tanju SARIGÜL
003-032
ASKERÎ YARGITAY KARARLARI
ASKERÎ CEZA KANUNU İLE İLGİLİ İÇTİHATLAR
034-142
ASKERÎ MAHKEMELER KURULUŞU VE
YARGILAMA USULÜ KANUNU İLE İLGİLİ
İÇTİHATLAR
143-252
TÜRK CEZA KANUNU İLE İLGİLİ
İÇTİHATLAR
253-319
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
İLE İLGİLİ İÇTİHATLAR
320-397
5275 SAYILI KANUN İLE İLGİLİ
İÇTİHAT
398-402
ADLÎ SİCİL KANUNU İLE İLGİLİ
İÇTİHAT
403-407
I
II
ALFABETİK KAVRAM FİHRİSTİ
SAYFA NO.
-AAdalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi doğrultusunda somut
cezanın belirlenmesi ...............................................................
253
Adil yargılanma hakkı - Savunma hakkının kısıtlanması ......
194
Adlî gözlem için görevlendirilen müdafiin görevi .................
326
Adlî para cezası ...................................................................... 259, 295
Adlî para cezasını belirleme ...................................................
297
Adlî yargı mahkemelerince hükmolunan cezaların
infazında mahsup ...................................................................
250
Aleni olmayan söyleşi ............................................................
306
Aleniyet ilkesi ........................................................................
353
Aleyhe sonuç doğurmama ......................................................
383
Amirin adlî görevi ..................................................................
74
Anayasa’ya aykırılık ..............................................................
371
Arama ..................................................................................... 119, 163
Arşiv kaydının silinmesi ........................................................
403
ASCK’daki genel ağırlaştırıcı sebepler..................................
43
Askerî eşya, savaş araç veya gereci .......................................
41
Askerî eşyayı kaybetmek .......................................................
101
Askerî hizmet ve görev ..........................................................
151
Askerî hizmete ilişkin emir ....................................................
67
Askerî mahkemelerin görevi .................................................. 39, 48, 143,
151, 155
250, 312
Askerliğe elverişliliğin ve cezai ehliyetin saptanması ...........
389
Askerliğe elverişlilik ..............................................................
45
III
Askerlikten kurtulmak için hile yapmak ................................
50
Astının bir şeyini çalmak .......................................................
124, 127
Ast-üst ilişkisi ........................................................................
39
-B-
Bağışık tutulma ......................................................................
Beraat eden sanık yararına vekâlet ücreti...............................
Bilinçli taksir ..........................................................................
363
395
139, 273,
276
-C-ÇCezai ehliyet ...........................................................................
45
Cezai ehliyet ve askerliğe elverişlilik ....................................
54
Cezanın ertelenmesi ...............................................................
371
Cezanın kısmen infazı ............................................................
398
Cezanın paraya çevrilmesi .....................................................
371
-D-
Dava zamanaşımı ...................................................................
175
Davanın düşmesi .................................................................... 139, 175,
383
Davanın esasını çözümleyen hüküm ......................................
248
Delil değerlendirilmesi ...........................................................
210
Denetimli serbetlik tedbirinin hukuki niteliği ........................
315
Disiplin Mahkemeleri Kuruluşu, Yargılama Usulü ve
Disiplin Suç ve Cezaları Hakkındaki Kanun .........................
101
Duruşma sonunda verilecek hüküm .......................................
377
Duruşma tutanağı ...................................................................
324
Duruşma tutanağında mahkeme adına yer verilmemesi ........
366
Duruşma tutanağının içeriği ...................................................
366
Duruşmada bulunması gereken kişiler ................................... 339, 347
Duruşmada hazır bulunma zorunluluğu .................................
347
IV
Düşme kararı ..........................................................................
380
Düzelterek onama...................................................................
216
-E-
Ek iddianame düzenlemesi hâlinde sanığın duruşmalardan
bağışık tutulması ....................................................................
358
Ek iddianame ile hükmün iddianameye uygun hâle
getirilemeyeceği .....................................................................
358
Elektronik imza ......................................................................
324
En yakın askerî mahkeme ......................................................
180
Etkin pişmanlık ......................................................................
315
-G-
Geçici terhis durumunda yargılama görevi ............................
158
Giderilemeyen şüphenin sanık lehine yorumlanması
gerektiği .................................................................................
58
Görev hususundaki kararlara karşı askerî mahkemelerin
direnme hakları.......................................................................
214
Görevi kötüye kullanma .........................................................
222
Görevi kötüye kullanma suçunun unsurlarının oluşmaması ..
210
Görevsizlik kararı ...................................................................
101
-H-
Hak arama özgürlüğü .............................................................
284
Hakikate muhalif rapor düzenlemek ......................................
96, 270
Hapis cezasının ertelenmesi ...................................................
292
Hazine zarının tenkisi.............................................................
243
Hırsızlık suçunun konusu .......................................................
124
Hizmet hâli .............................................................................
34, 54
Hizmete ilişkin bir konuda hakikate muhalif evrak tanzimi ..
34
Hizmete ilişkin emir ............................................................... 61, 65, 69,
74
V
Hizmette tekasülle askerî aracın mühimce hasarına
sebebiyet vermek....................................................................
34
Hukuka aykırı delil.................................................................
163, 334
Hukuka uygunluk hali, suçun unsurları .................................
306
Hukuka uygunluk sebebi ........................................................
284
Hukuka uygunluk sebebinin varlığı hususunda hata..............
279
Hükmün açıklanması..............................................................
231, 383
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması ..............................
171, 175,
238, 243,
268, 315,
371, 380,
383
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına istinaden
tesis edilen düşme kararının verilmesi usulü .........................
377
Hükmün konusu .....................................................................
358
Hüküm fıkrası ........................................................................
256
Hükümlünün duruşmada hazır bulunmaması ........................
226
Hükümlünün yokluğunda yargılamanın yapılması ................
297
-İ-
İçtima .....................................................................................
130
İdari kontrol-arama ilişkisi .....................................................
163
İhbar hakkı .............................................................................
284
İmza eksikliği .........................................................................
324
İnfaz edilmiş hükümlerde lehe kanun uygulaması .................
268
İnfaz sırasında verilecek kararların mercii ve usulü ..............
183
İnfazın tamamlanması ............................................................
263, 268
İspat gücü ...............................................................................
366
İstek ve süre koşulu ................................................................
208
VI
İstem üzerine görevlendirilen müdafi ....................................
341
İşlenemez suç .........................................................................
48
İtiraz inceleme yeri .................................................................
180
-JJandarma Komando Birliği ....................................................
151
-KKamu görevlisi sayılmama .....................................................
Kamuya yararlı işte çalışma istemi ........................................
155
Kanun yolu .............................................................................
368
235, 243,
248, 383
171
Kanun yolunun süresi.............................................................
175, 320
Kanuna aykırı olarak kurulmuş askerî mahkeme ...................
187
Kanunun hükmünü yerine getirme .........................................
279
Katılma iradesi .......................................................................
77
Kazanılmış hak .......................................................................
231
Kısa süreli hapis cezası ..........................................................
289
Kısa süreli hapis cezasına seçenek yaptırımlar ......................
105, 292
Kısmi akıl hastalığı ................................................................
339
Kişi hakkında tedaviye ve denetimli serbestlik tedbirine
karar verilmesi........................................................................
312
Kişisel talep ............................................................................
65
Kovuşturma aşaması ..............................................................
387
Kovuşturmanın genişletilmesi yönündeki taleplerinin
sanığa sorulmaması ................................................................
389
Kanun yararına bozma ...........................................................
-LLehe kanun .............................................................................
Lehe kanun değerlendirmesi ..................................................
VII
226, 259,
398
101, 238
-MMahkemelerin görevi .............................................................
403
Mahkûmiyet hükmünün yok hükmünde sayılması ................
238
Makul şüphe ...........................................................................
163
Mal edinme ............................................................................
116
Mazarrat unsuru .....................................................................
135
Mazarratı mucip nöbet talimatına aykırı hareket etmek ........
43
Mercii ve şekilleri yönünden yapılacak bildirimin içeriği .....
175, 320
Meşru savunma ......................................................................
77
Müdafi - Zorunlu müdafi .......................................................
194
Müdafiin çekilmesi ................................................................
190
Müdafiin görevlendirilmesi....................................................
329, 344
Müsadere kararına itiraz.........................................................
171
-NNöbet hizmeti .........................................................................
61
Nöbetçi ...................................................................................
43
Nöbetçi astsubayın hukuki zilyet statüsünden kaynaklanan
sorumluluğu ...........................................................................
110
- O/Ö Okunan yazılı delillere karşı sanığın diyeceklerinin
sorulmaması ...........................................................................
389
Önemli noktalarda savunma hakkının kısıtlanması ...............
329
Öz vakanın tespitinde hata yapılması.....................................
119
Özel hayatın gizliliği .............................................................. 119, 163
-RRüşvet.....................................................................................
130
Rüşvet suçunun oluşma anı ....................................................
130
VIII
- S/Ş -
Sanığın kimliğinin saptanmaması ..........................................
355
Sanığın lehine olan hukuki kurallara aykırılık .......................
341
Sanığın yokluğunda yapılan duruşma usulü ..........................
353
Savunma hakkı .......................................................................
326, 389
Savunma hakkının kısıtlanması..............................................
190, 364
Seçenek yaptırım ....................................................................
295
Silah tabiri ..............................................................................
139
Sivil kişi .................................................................................
155
Sözlülük ilkesi ........................................................................
353
Suç kastı .................................................................................
71, 279
Suç kastının tespiti .................................................................
270
Suç tarihinde askerliğe elverişsizlik .......................................
155
Suç vasfı .................................................................................
87
Suç vasfında hata yapılması ...................................................
96, 116
Suçtan zarar gören ..................................................................
87
Suçun silahın veya resmi nüfuz ve salahiyetin kötüye
kullanılarak hizmet esnasında işlenmesi ................................
43
Suçun unsurları.......................................................................
222
Suçun unsurlarının cezada arttırım sebebi yapılamaması ......
43
Sübut ve sübuta ilişkin gerekçe ..............................................
222
Süre tutum dilekçesi ...............................................................
208
Şartla salıverilme kararının geri alınması ..............................
180, 183
-TTahribat ..................................................................................
82
Takdirde hata..........................................................................
253
Taksir .....................................................................................
273
IX
TCK’nın 51/7’nci maddesi gereğince verilen kararlara
itirazı inceleyecek merci ........................................................
301
TCK’nın 50/3'üncü maddesi ..................................................
295
Tehlikeli alet ..........................................................................
82
Tek hâkimle bakılacak dava ...................................................
187
Tekerrür ..................................................................................
289
Temyiz davası ........................................................................
208
Temyiz iradesi ........................................................................
208
Temyiz isteminin süresi ......................................................... 200, 204
Temyiz kanun yolunda davaya katılma..................................
87
Terörle mücadele görevi ........................................................
151
Türk Silahlı Kuvvetleri ..........................................................
151
Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu ...............................
101
Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu ile ASCK ilişkisi ..
101
- U/Ü -
Uyarlama yargılaması ............................................................ 256, 297
Uyarlama yargılamasının ön koşulu....................................... 263, 268
Uygulamada gerekçesizlik .....................................................
368
Uzlaşma ..................................................................................
387
Uzman erbaşlar ......................................................................
39
Üste fiilen taarruz ...................................................................
253
-V-
Vekalet ücreti ödenmemesi noktasından beraat hükmünün
temyizi ....................................................................................
393
Vekâletnameye baro pulunun yapıştırılmamış olması ...........
395
-Y-
Yargılamanın tekrarlanması ...................................................
X
248
Yasak delil..............................................................................
119
Yol süresi ...............................................................................
216
Yüzde sabit iz .........................................................................
82
-Z-
Zilyedin rızası ........................................................................
127
Zimmet ...................................................................................
110, 116
Zincirleme suç ........................................................................
54
Zorunlu müdafi ......................................................................
339, 347
Zorunlu müdafiin duruşmaya mazeretsiz katılmaması ..........
347
XI
ASKERÎ YARGITAY KARARLARINDA HÜKMÜN
AÇIKLANMASININ GERİ BIRAKILMASI
Dr.Hâk.Alb.Ali Tanju SARIGÜL*
I. GİRİŞ
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu(HAGB), önce
03.07.2005 tarih ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nun (ÇKK) 23.
maddesiyle Ceza Hukuku mevzuatına dâhil olmuş, daha sonra 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 231. maddesinin 5560
sayılı Kanunla değiştirilmesiyle, tüm sanıklar için uygulanabilir hâle
gelmiştir. Ayrıca bu Kanun ile ÇKK’da değişiklik yapılarak, CMK'nın
231. maddesine atıf yapılmış, ancak denetim süresinin çocuklar için üç
yıl olacağı hüküm altına alınmıştır 1.
CMK'nın 231. maddesinde yapılan ilk düzenlemede; hükmün
açıklanmasının geri bırakılması, sadece şikâyete tâbi suçlar için ve bir yıl
hapis cezasının altındaki cezalar için öngörülmüştü. CMK'da yapılan
5728 sayılı Kanun değişikliği ile ise işlenen suçun şikâyete tâbi olma
koşulu kaldırılmış, uygulanma sınırı da bir yıldan iki yıla çıkarılmıştır.
CMK'nın 231. maddesindeki düzenlemenin son hâliyle; sanığa
yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki
yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; diğer koşullar
bulunmak suretiyle mahkemece, hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilebilmektedir.
Askerî Ceza Yargısı açısından ise; 01.03.2008 tarihli Resmî
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5739 sayılı Kanun’un 1’inci
maddesiyle Askerî Ceza Kanunu'na (ASCK) eklenen Ek 10’uncu
maddesinde, “Bu Kanunda yazılı suçlarla ilgili ... 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu’nun 231’inci maddesinin beş ilâ on dördüncü
fıkraları uygulanmaz” hükmüne yer verilmişti. Ancak, Anayasa
Mahkemesinin 05.07.2012 tarihli ve 2012/9-103 E.K. ve 17.01.2013
tarihli ve 2012/80 E. ve 2013/16 K. sayılı kararlarıyla; anılan
düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olduğu kabul edilerek iptaline karar
verilmiş olması nedeniyle, ASCK’da yer alan suçlar bakımından bu
kurumun uygulama alanının genişletildiği görülmektedir.
* Askerî Yargıtay Başsavcı Başyardımcısı
1
Bu düzenleme ile çocuklar tarafından ÇKK'nın yürürlüğe girdiği 19.12.2006 tarihinden önce işlenen suçlar
bakımından şikâyete tâbi olma koşulu aranmayacak ve uygulamaya esas hapis cezasının üst sınırı üç yıl olarak
kabul edilecektir.
3
Öncelikle belirtmek isteriz ki; bu makalenin amacı, hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kurumunu bir bütün olarak incelemek
değil, Askerî Yargıtay kararlarını, Yargıtay kararları ve öğreti ile birlikte
incelemek ve karşılaştırmalar yapmak suretiyle, özellikle hukuki niteliği,
uygulanma koşulları ve kanun yolu denetimi açısından uygulamada
dikkat edilmesi gerektiğini değerlendirdiğimiz hususlara değinmektir.
Makalede askerî yargı uygulamalarında çok karşılaşılan sorunlara
Askerî Yargıtayın yaklaşımı, bir başka deyişle içtihatlarının incelenmesi
amaçlanmış, bu nedenle mümkün olduğu kadar çok sayıda içtihada yer
verilmeye çalışılmıştır.
Makalede hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun
sistematik yönden incelenmemiş olmasının, bir eksiklik olarak
nitelendirilebileceğinin farkındayız. Ancak makale ile uygulayıcılara,
kıymetli meslektaşlarımıza faydalı olunması amaçlandığından, teorik
tartışmalara sınırlı ölçüde yer verilmiştir.
Makalenin, mensubu olmaktan onur duyduğum ve 101. kuruluş
yıldönümünü şu günlerde kutladığımız Askerî Yargıtayın Dergisinde
yayımlanması benim için ayrı bir gurur vesilesi olmuştur.
Makalenin okuyuculara faydalı olması dileğiyle...
II. HÜKMÜN
AÇIKLANMASININ
GERİ
BIRAKILMASININ HUKUKİ NİTELİĞİ
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun, maddi ceza
hukuku normu mu, yoksa usul hukuku normu mu olduğu hususu,
özellikle kesinleşmiş ancak henüz infazı tamamlanmamış davalar ile
devam eden yargılamalarda lehe kanun uygulaması yönünden önem arz
ettiğinden tartışma konusu olmuştur.
Öğretide kurumun bir ceza muhakemesi kurumu veya karma
nitelikte olduğuna ilişkin görüşler bulunmaktadır.
Mahmutoğlu, ceza muhakemesi kurumu olarak nitelendirmekte 2,
Özgenç, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının hangi hukuk dalının
kurumu olduğu hususunda kesin bir sonuca varmanın mümkün
olmadığını, usul kurumu olduğu yönündeki gerekçelerin daha güçlü
olarak değerlendirilebileceğini ifade etmektedir.
Özgenç, kişi özgürlüğü ilişkisinden hareketle, maddi ceza hukuku
yönünün de olduğunu, ancak sadece kişi özgürlüğünü ilgilendirdiği
gerekçesiyle maddi ceza hukukunun zaman bakımından hükümlerinin
2
Fatih Selami Mahmutoğlu, “Kamu Davasının Açılmasının Ertelenmesi ve Hükmün Açıklanmasının Geri
Bırakılması”, Ceza Muhakemesi Kanununun 3 Yılı, Teori ve Uygulamada Karşılaşılan Sorunlar
Sempozyumu, İstanbul 2009, s.356.
4
uygulanmasının mümkün olmadığını, bütün ceza muhakemesi kurum ve
işlemlerinin kişi özgürlüğü ile bir biçimde ilgili olduğunu
belirtmektedir 3.
Ünver/Hakeri, bir tür erteleme olarak nitelendirmekte 4, Centel/Zafer ise
maddi ceza hukuku ve usul hukukunu yakından ilgilendirdiğini, hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kararının muhakeme engeli oluşturan
durma kararı niteliğinde olduğunu belirtmektedir 5.
Bir başka görüşe göre ise, bu kurumun, CMK'da düzenlendiği ve
kurulan hükümle ilgili olduğu için usul hukuku, sanık ile ceza arasındaki
ilişkiyi askıya alıp, belirli koşullarda daha sonra da sona erdirdiği için
ceza hukukunu ilgilendirdiği ifade edilmektedir 6.
Yargıtay kararlarında, hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kurumu karma nitelikli bir kurum olarak nitelendirilmekte, CMK'da
düzenlenmiş olmasının bu niteliğini değiştirmeyeceği belirtilmektedir.
Kararlarda ayrıca “koşullu bir düşme kararı” niteliğinde olduğu da ifade
edilmektedir. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 19.02.2008 tarihli
kararında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu; “Sanık
hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün, hukuki bir sonuç
doğurmamasını ifade eden, denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun
işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması hâlinde, hükmün
ortadan kaldırılarak kamu davasının düşmesi sonucunu doğuran, bu
niteliği itibariyle sanık ve devlet arasındaki ilişkiyi sona erdiren düşme
nedenlerinden birisi” olarak nitelendirilmiş ve karma nitelikli bir kurum
olduğu vurgulanmıştır 7.
Askerî Yargıtay kararlarında ise; hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kurumunun hukuki niteliği özellikle lehe kanun uygulamaları
açısından tartışma konusu olmuştur. 2008 yılında Daireler Kurulunca
verilen bir çok kararda HAGB, Ceza Muhakemesi Kanunu'nda
düzenlenmiş olmasına rağmen, HAGB kararı verilmesi ile birlikte
sanığın (hükümlünün) beş yıllık denetim süresine tâbi tutulduğu, bu süre
içerisinde kasıtlı bir suç işlemediği ve denetimli serbestlik tedbirine
ilişkin yükümlülüklere uygun davrandığı takdirde, açıklanması geri
bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak, dava zamanaşımı süresi dolmadan
davanın düşmesine imkân verdiği, sanığı (hükümlüyü) hapse girmekten
3 İzzet Özgenç, “Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması”, Hukuk Devletinde Suç Yaratılmasının ve Suçun
Aydınlatılmasının Sınırları Sempozyumu, İstanbul, 3. Yılında Yeni Ceza Adalet Sistemi, Seçkin Yayınevi,
Ankara, 2009, s. 57.
4
Yener Ünver/Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, Ankara, 2012, s.746.
5
Nur Centel/Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, İstanbul, 2010, s.712.
6 Mustafa Artuç, Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması, Ankara, 2009, s.7.
7
YCGK. 19.02.2008, 346-25; YCGK. 03.02.2009, 11-250/13 (UYAP).
5
veya adlî para cezasını ödemekten kurtardığı ve mahkûmiyetin adlî sicil
kaydına geçmemesini sağladığı gözetildiğinde, bu yönleriyle de maddi
ceza hukukuna ilişkin düzenlemeler içerdiği, bu nedenle 5728 sayılı
Kanunun Geçici 1/2’nci maddesi uyarınca kesinleşip infazı devam eden
mahkûmiyet hükümleri yönünden de ele alınıp, Türk Ceza Kanunu'nun
(TCK) 7/2’nci madde ve fıkrasına göre lehe kanun değerlendirmesi
yapılması gerektiği vurgulanmıştır 8.
Kararlarda hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu,
özellikle düzenleniş şekli ve hukuki sonuçları itibariyle maddi ceza
hukukunu da ilgilendiren kendine özgü 9, karma nitelikli 10 bir kurum
olarak nitelendirilmiştir.
28.06.2014 tarihinde yürürlüğe giren 18.06.2014 tarihli 6545
sayılı Kanun’un 72. maddesi ile, CMK’nın 231. maddesine eklenen
“denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez” cümlesi
uyarınca, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun objektif
şartları yönünden olumsuz yeni bir koşul getiren bu düzenlemenin,
TCK’nın 7/2. maddesi gereğince ancak yürürlüğe girdikten sonra işlenen
suçlara uygulanabileceği belirtilmiş, söz konusu kararda Yargıtay ve
Askerî Yargıtayın istikrarlı kararları ile hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kurumunun maddi ceza hukuku normu olduğu
vurgulanmıştır 11.
Kanaatimizce; devletin cezalandırma yetkisinin belirli bir süre
kullanılmamasına ve belirli koşullarda ortadan kalkmasına yol açan,
cezanın ertelenmesi kurumuna, koşulları ve sonuçları itibariyle çok
benzeyen, erteleme ve seçenek yaptırımlara çevirme gibi cezanın
kişiselleştirilmesi kurumlarından biri olan bu kurum, maddi ceza hukuku
normu niteliğindedir. 12.
8
As. Yrg. Daireler K., 29.05.2008, E. 2008/101, K. 2008/96; As.Yrg. Daireler K., 17.04.2008, E. 2008/79; K.
2008/68; As. Yrg. Daireler K., 07.03.2008, E. 2008/34, K. 2008/31; As. Yrg. 1. D., 05.03.2008, E. 2008/652,
K. 2008/602.
9
As. Yrg. 1. D., 06.06.2008, E. 2008/1879, K. 2008/1807.
10
As. Yrg. 1. D., 30.10.2014, E. 2014/851, K. 2014/858.
11
As. Yrg. 1. D., 10.12.2014, E. 2014/991, K. 2014/991.
12
Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının, aynen erteleme ve kısa süreli hapis cezasına seçenek
yaptırımlar gibi hükmün ve cezanın kişiselleştirilmesi kurumlarından biri olduğu Anayasa Mahkemesi
Kararlarında da belirtilmektedir (AYM. 17.01.2013, 2012/80, 2013/16).
Taner, hükmün açıklanmasının geri bırakılması (ertelenmesi) kurumunun “saf bir maddi ceza hukuku normu”
olduğunu, ceza muhakemesinde ortaya çıkan etkilerin birer sonuç olduğunu, sebebin ise dava ve ceza ilişkisini
ortadan kaldıran nedenin kendisi olduğunu belirtmektedir [Fahri Gökçen Taner, “Hükmün Açıklanmasının
Ertelenmesinin (Geri Bırakılmasının) Hukuki Niteliği ve Ertelemeyi Kabul Edip Etmediğinin Sanığa Duruşma
Evresinin Sona Ermesinden Önce Sorulmasının Hukuka Aykırılığı Üzerine”, Ankara Barosu Dergisi, 2011/4,
s.290].
Baştürk de benzer şekilde, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun ortaya konuluş sebebi ile
amaçlarından, tarihi gelişiminden, cezalar sistemi içindeki yerinden ve kuruma ilişkin normun içeriğinden
6
Askerî Yargıtay kararlarında özetle, hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasının özellikle maddi ceza hukukunu ilgilendirdiği göz önünde
bulundurulmakta, lehe kanun değerlendirmesi yapılması gerektiği
belirtilmektedir. Dolayısıyla 18.06.2014 tarihli 6545 sayılı Kanun’un 72.
maddesi ile değişik CMK’nın 231. maddesindeki gibi kanun
değişiklikleri yorumlanırken, hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kurumunun Ceza Muhakemesi Kanunu’nda düzenlenmiş olması
nedeniyle usul hükmü olarak yorumlanmaması, aksine maddi ceza normu
niteliğinin göz önünde bulundurulmak suretiyle uygulanması
gerekmektedir.
III. HÜKMÜN AÇIKLANMASININ GERİ BIRAKILMASI
KURUMUNUN UYGULANMASI - SORUNLAR
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, hukukumuzda
yeni olmakla birlikte, mehaz Alman Ceza Kanunu'ndaki düzenlemeden
farklı olarak yaygın bir uygulama alanına sahiptir ve ceza muhakemesi
süreci büyük bir oranda hükmün açıklanmasının geri bırakılması
aşamasına kadar gelmektedir 13.
2012 yılı istatistiklerine göre, ceza mahkemelerinde verilen karar
sayısı 4.442.282, mahkûmiyet hükümlerinin toplam sayısı 1.514.825,
hükmün açıklanmasının geri bırakılması toplam karar sayısı ise
697.662’dir. Bu istatistiki verilere göre, hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kararları, toplam karar sayısının %15’ini teşkil etmektedir.
Mahkûmiyet hükümleri ile kıyaslandığında ise, %46 gibi hayli yüksek bir
orana tekabül etmektedir 14.
Askerî Ceza Kanunu’nda düzenlenen suçlar yönünden de;
Anayasa Mahkemesinin 05.07.2012 tarihli ve 2012/9-103 E.K. ve
17.01.2013 tarihli ve 2012/80 E. ve 2013/16 K. sayılı kararlarıyla;
ASCK’nın Ek 10’uncu maddesinin ikinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı
olduğuna ve iptaline karar verilmiş olması nedeniyle, tayin olunan iki yıl
ve daha az hapis cezalarının, yasal şartların oluşması hâlinde, CMK’nın
(zamanaşımının durması gibi) kurumun maddi ceza hukukuna ait olduğunu ve buna ilişkin normların da
cezalandırma hukuki ilişkisiyle ilgili olup, sonuçta bu normun da maddi ceza hukuku normu niteliği taşıdığını
belirtmektedir. (İhsan Baştürk, Hükmün Açıklanmasının Ertelenmesi, Ankara, 2014, s.209, 211).
13
Alman Hukukunda ise sadece adlî para cezasını gerektiren suçlar (yüz seksen gün birimine kadar) yönünden
uygulanabilir olması ve mahkemece Kanun’da belirtilen bir dizi koşullar yönünden değerlendirilmesi sonucu,
mahkemenin (hâkimin) takdirine taalluk eden yapısı nedeniyle hükmün açıklanmasının geri bırakılması
istisnai niteliktedir (Strafgesetzbuch-StGB m.59).
14
Bkz. http://www.adlisicil.adalet.gov.tr/istatistik_2012/34.pdf (erişim tarihi: 21.11.2014) Benzer düşünce ve
istatistikî değerlendirme için bkz. Taner, s.295; Baştürk, s.148.
Alman Ceza Kanunu uygulamasında ise; 2009 yılı verilerine göre yetişkinler yönünden toplam cezaların
sadece % 1.08’ini hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararları oluşturmakta, gençler yönünden ise bu
oran % 2’ye tekabül etmektedir. (Rudolf Brunner/ Dieter Dölling, Jugendgerichtsgesetz Kommentar, Berlin,
2011, s.189).
7
231’inci maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılması
mümkün hâle gelmiştir.
Bu geniş uygulama kapsamı, hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kurumunun uygulanması için gerekli objektif ve sübjektif
koşulların yorumlanması, hukuki sonuçları ve kanun yolu denetimi gibi
birçok sorunu ön plana çıkarmaktadır.
A. Uyarlama Yargılamasının Sui Generis Özelliği
Uygulamada
karşılaşılan
sorunlardan
ilkini,
hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin Anayasa Mahkemesinin iptal
kararları üzerine yapılan uyarlama yargılamalarına ilişkin hususlar
oluşturmaktadır.
Kesinleşmiş mahkûmiyet hükmünde değişiklik (uyarlama)
yargılaması, asıl ceza yargılamasının bütünüyle sonuçlanıp hükmün
kesinleşmesinden sonra ve ancak infazdan önce yürürlüğe giren bir ceza
yasasının, kesinleşmiş mahkûmiyet hükmüne, dolayısıyla infaza etkisinin
bulunup bulunmadığının saptanmasına ilişkin ve esas itibarıyla infazı
ilgilendiren ve etkileyen bir yargılama faaliyetidir.
Bu bağlamda, sonraki yasanın lehe sonuç doğurup
doğurmadığının saptanması, lehe ise uygulanması ile sınırlı kendine özgü
bir yargılamadır. Bu yargılamada asli ceza yargılaması sürecinde
kesinleşmiş bulunan önceki kararın dışına çıkılmayacak, karardaki suça
konu sabit eyleme uygulanması olanağı bulunan yeni yasadaki hükümler
bütünüyle tatbik olunduktan sonra, yeni yasanın lehe sonuç
doğurduğunun saptanması hâlinde, hükümlünün bu sonuçtan
faydalanması için, infaza konu olabilecek nitelikte bir hüküm
kurulmasıyla yetinilecek, aksi saptandığında ise “önceki hükümde
değişikliğe yer olmadığına” karar verilmesi gerekecektir.
Önceki kesinleşmiş hükmü yeniden ele almaya olanak tanıyan bu
istisnai yetki, hükmü veren hâkim veya mahkemeye sadece lehe kanun
konusuyla sınırlı bir uyarlama yetkisi vermekte, bu yolla gerek olağan,
gerekse olağanüstü kanun yolu denetimine konu olabilecek hukuka
aykırılıkların giderilmesi mümkün görülmemektedir. Uyarlama yargısı
için kesin hükmün yeniden ele alınmasına olanak tanıyan bir kanun
hükmü bulunmadıkça, talep vukuunda hükme el atılması, kesin hükmün
dokunulmazlığı ilkesi ile bağdaşmaz.
Bu itibarla; sadece hükmün infazını ilgilendiren bir konu hakkında
karar verilirken, önceki hükmün içeriğini tartışılır hâle getiren ve sabit
8
görülen eylemle ilgili yeniden ve tekrar hüküm tesis edildiği izlenimini
uyandıracak uygulamalardan kaçınılması gerekmektedir 15.
Özellikle uyarlama yargılamasının kısa karar ile gerekçeli kararın
hüküm fıkrasında; önceki mahkûmiyet hükmüne atıf yapılmaması,
hükümlüden “sanık” olarak bahsedilmek suretiyle önceki kesinleşmiş
hükümden bağımsız, ikinci bir hüküm kurulduğu izlenimini verecek
şekilde hüküm fıkrası yazılması infazda tereddüde neden olacaktır.
Önceki mahkûmiyet hükmünden ve Dairenin onama kararından
bahsedilerek, lehe kanun değerlendirmesi yapıldığı hususunda
açıklamalarda bulunulması böyle bir tereddüdü engelleyecektir.
Aksi takdirde; uygulamada mahkûmiyet hükümlerinin infazı
hüküm fıkrasına göre yapıldığından; kesinleşmiş ve uyarlama
yargılamasına konu önceki mahkûmiyet hükmü ile uyarlama yargılaması
sonunda verilen kararın ayrı ayrı infaz edilmesi söz konusu olabilir ve bu
husus infazda karışıklığa ve tereddüde yol açabilir.
B. Kesinleşmiş ve İnfaz Edilmiş Hükümlerle İlgili Uyarlama
Yargılaması Yapılamaz.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun maddi ceza
hukukuna ilişkin yönü nazara alındığında, 5237 sayılı Kanun’un 7’nci
maddesinde tanımlanan lehe kanunun geçmişe yürümesi ilkesi gereğince,
hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun önceki hükümlere
uygulanması gerekmektedir.
Kanun koyucu olası tartışmaları engellemek için 23.01.2008
tarihli ve 5728 sayılı Kanun'un Geçici 1’inci maddesinin 2’nci fıkrasında
bu hususu; “Bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihten önce kesinleşmiş ve
infaz edilmekte olan mahkûmiyet kararları hakkında, lehe kanun
hükümleri, hükmü veren mahkemece 13.12.2004 tarihli ve 5275 sayılı
Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 98 ila 101 inci
maddeleri dikkate alınmak ve dosya üzerinden incelenmek suretiyle
belirlenir. Ancak, hükmün konusunun herhangi bir inceleme, araştırma,
delil tartışması ve takdir hakkının kullanılmasını gerektirmesi hâlinde
inceleme, duruşma açılmak suretiyle yapılabilir” hükmü ile yasal bir
çözüme kavuşturmuştur.
5237 sayılı TCK’nın 7/2’nci maddesi, suçun işlendiği zaman
yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların
hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanunun uygulanacağını ve infaz
15
As. Yrg. Daireler K., 03.07.2014, E. 2014/65, K. 2014/63; As. Yrg. Daireler K., 12.12.2013 tarihli, E.
2013/120, K.120; As. Yrg. Daireler K.,12.12.2013 tarihli, E.2013/117,K.119; As. Yrg. 1. D., 30.04.2014, E.
2014/462 K. 2014/461; As. Yrg. 2. D., 22.04.2014, E. 2014/454, K. 2014/447.
9
edileceğini öngörmekle birlikte, bu uygulamanın ön koşulunu infaz
ilişkisinin devam edip etmediği hususu oluşturmaktadır. Kanun, infaz
münasebetinin sona ermesinden sonra artık lehe de olsa bir başka
kanunun uygulanmasına imkân vermemiştir.
Keza, 5728 sayılı Kanun’un Geçici 1’inci maddesinde, hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kurumunun Kanun’un yürürlüğe girdiği
tarihten önce kesinleşmiş ve infaz edilmekte olan mahkûmiyet kararları
hakkında uygulanabileceğine işaret edilmek suretiyle, TCK’nın 7/2’nci
maddesinin benimsediği sistemle paralellik arz eden uygulama birliği
amaçlanmıştır.
Bu nedenle, Askerî Yargıtay hükümlü hakkındaki adlî para
cezasının infaz edilmesi suretiyle infaz ilişkisi tamamlanmış olan
uyuşmazlıkla ilgili olarak, hükümlünün hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kurumundan yararlanmasına yasal imkân bulunmadığı
sonucuna varmıştır 16.
C. Beş Yıllık Denetim Süresi Sonunda Verilen Düşme
Kararının Duruşmalı Verilmesi Zorunluluğu
CMK’nın 223’üncü maddesinde, duruşma sonunda verilecek nihai
kararların; beraat, ceza verilmesine yer olmadığı kararı, mahkûmiyet
kararı, güvenlik tedbiri, davanın reddi ve düşmesi kararından ibaret
olduğu hükme bağlanmıştır.
Davanın düşmesi kararının; TCK’da öngörülen düşme
nedenlerinin varlığı ya da soruşturma veya kovuşturma şartının
gerçekleşmeyeceğinin anlaşılması hâllerinde verileceği CMK’nın
223/8’inci maddesinde belirtilmiştir.
CMK’nın 231/10’uncu maddesine göre verilen düşme kararının
da, bu kapsamda hüküm niteliğinde bir son karar olduğu ve dolayısıyla
CMK’nın 223’üncü maddesinde sayılan kararların verilmesindeki yasal
usule tâbi olduğu konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Diğer
taraftan CMK m. 230/10 kapsamındaki düşme kararlarının duruşma
yapılmaksızın da verilebileceğine ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır 17.
Ayrıca, sanığa denetim süresi içerisinde yükümlülük yüklendiği
durumlarda; denetim koşullarına uyulup uyulmadığının belirlenmesinde,
hâkim tarafından takdir yetkisinin kullanılacağı da dikkate alındığında,
bu kurum kapsamında alınacak kararların duruşma açılarak verilmesi
gerekmektedir.
16
As. Yrg. 1. D., 28.01.2015, E. 2015/103, K.2015/98; As. Yrg. 1.D., 26.11.2014, E.2014/949, K.2014/943;
As. Yrg. 1. D., 30.10.2014, E. 2014/851, K. 2014/858; As. Yrg. 2. D., 05.11.2014, E. 2014/925, K. 2014/923;
As. Yrg. 3. D., 18.11.2014, E. 2014/770, K. 2014/769.
17
As.Yrg.Daireler K., 20.03.2014, E. 2014/17, K. 2014/22.
10
Öğretide de, hükmün zat ve mahiyetinde değişiklik yaratması,
esasa ilişkin bir karar olması nedeniyle düşme kararlarının duruşmalı
yargılama sonunda verilmesi gerektiği görüşü hakimdir 18.
Kanun yolu açısından da, düşme kararları CMK’nın 223/8’inci
maddesine göre verilmiş bulunduğundan temyize tâbi olduğuna ilişkin
bir şüphe bulunmamaktadır. Sanığın, yükümlülüklerine aykırı hareket
edip etmediğinin, hakkındaki değerlendirmenin ve ulaşılacak kanaat
çerçevesinde açıklanması geri bırakılan mahkûmiyet hükmünün zat ve
mahiyetine etkili değişiklik yapacak olan düşmeye ilişkin hükmün, adil
yargılanma ilkesinin bir gereği olarak mutlaka duruşma açılmak suretiyle
yapılacak yargılamada belirlenmesi gerektiği Askerî Yargıtay
kararlarında vurgulanmaktadır 19.
Uyarlama yargılamasında dikkat edilmesi gereken bir diğer husus
da, duruşmaya katılacak süjelerin çağrılmasıdır. Hükmün verileceği
duruşmaya katılacak süjeler ise, CMK’nın 188/1’inci maddesinde;
hükme katılacak hâkimler, Cumhuriyet savcısı (askerî savcı) ile zabıt
kâtipleri, yasanın zorunlu müdafiliği kabul ettiği hâllerde, zorunlu müdafi
olarak açıkça sayılmıştır.
Bu düzenlemeye bağlı olarak, gerek 353 sayılı Askerî
Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu'nun 207, gerekse
CMK’nın 289'uncu maddelerinde; mahkemenin, kanuna uygun olarak
kurulmamış olması ve askerî savcı (Cumhuriyet savcısı) veyahut
kanunen bulunması gerekli diğer bir kişinin yokluğunda duruşma
yapılması, mutlak bozma sebebi olarak kabul edilmiştir 20.
Mahkeme deneme süresi dolduğunda, duruşma açarak, tarafları
duruşmaya çağırıp sanığa ait güncellenmiş adlî sicil kaydını istemeli,
kasıtlı bir suç işlemediğini gördüğünde düşme kararı vermelidir 21.
Sanık hakkında adlî ya da askerî yargıda soruşturma yapılmakta
olup olmadığının Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) sisteminden ve Birlik
kayıtlarından araştırılması, eğer belirlenen denetim süresi içinde başlayıp
da hâlen yürümekte olan bir soruşturma var ise, bunun sonucunun da
18
Baştürk, 436, Hüseyin Turan, Ceza Yargısında Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması ve Uygulaması,
Ankara 2012, s.107; Enver Kumbasar, Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması, Ankara 2012, s.247;
Mustafa Artuç, Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması, Ankara 2008, s.243-244; Ali İhsan İpek; Hükmün
Açıklanmasının Geri Bırakılması, Ankara 2010, s.250; Kemalettin Erel, “Yargıtay Kararları Işığında Hükmün
Açıklanmasının Geri Bırakılması”, Ceza Muhakemesi Kanununun 3 Yılı, Teori ve Uygulamada Karşılaşılan
Sorunlar Sempozyumu, İstanbul, 2009, s.342; Hüseyin İnce; Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması, Suç
ve Ceza Dergisi, İstanbul 2009, S.3, s.72.
19
As.Yrg.1. D., 24.04.2014, E. 2014/458, K.2014/459; As. Yrg. 1.D., 29.01.2014, E.2014/116, K.2014/112;
As. Yrg. 1. D., 26.11.2014, E. 2014/933, K.2014/934; As.Yrg. 2.D., E.2014/210, K.2014/212; As.Yrg. 4.D.
17.12.2013, E.2013/1385, K.2014/1400.
20
As. Yrg. 1. D.,18.02.2015, E.2015/142, K.2015/138.
21
Artuç, s.303.
11
beklenerek mahkûmiyet kararının kesinleşmesi hâlinde hükmün
açıklanması, beraat veya kovuşturmaya yer olmadığı kararlarının
kesinleşmesinden sonra ancak düşme kararının verilmesi de dikkate
değer diğer bir konudur 22.
Aksi takdirde burada doğabilecek sorunlardan birisi de, düşme
kararından sonra deneme süresi içinde işlenmiş, ancak düşme kararından
sonra kesinleşmiş ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının
düşmesini engelleyecek nitelikte bir kararın kesinleşmesi durumunda ne
yapılacağı hususudur.
Askerî Yargıtay tarafından bu husus tartışılmıştır. Söz konusu
kararda, deneme süresinin dolmasından önce hükmün açıklanmasının
geri bırakılmasına konu suçun işlenmiş olması nedeniyle, önceki
mahkûmiyetin esasen vaki olmamış sayılmasının mümkün olmadığı,
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair kararın, CMK'nın 231/6-a
maddesinde öngörülen, sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm
olmamış bulunması şeklindeki objektif koşula aykırılık oluşturması
nedeniyle kanun yararına bozma isteminin kabulüne, hukuka aykırı bir
şekilde düşme kararı verildiğinden, düşme kararının da yok hükmünde
sayılmasına karar verilmiştir 23.
D. HAGB ve Erteleme Nedenleri Farklı Olduğundan,
Gerekçelerde Çelişilmemesi Gerekir.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi
kurumu, mülga Cezaların İnfazı Hakkında Kanun'un (CİK) 6. maddesi ve
TCK’nın 51. maddesindeki erteleme kurumları ile sübjektif koşullar
yönünden karşılaştırıldığında, her üç yasal düzenlemede de mahkemenin
sanığın yeniden suç işlemeyeceği konusunda bir kanıya varması gerektiği
belirtilmektedir. Ancak, bu kanıya ulaşırken dikkate alınacak ölçütlerde
farklılık bulunmaktadır.
Mülga CİK'de (m.6) “sanığın geçmişteki hâli ve suç işleme
hususundaki eğilimi”, TCK'da (m.51); “suçu işledikten sonra yargılama
sürecinde gösterdiği pişmanlık”, CMK m.231’de ise, “sanığın kişilik
özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları” dikkate alınmaktadır.
Aynı kanıya farklı ölçütlerin uygulanarak ulaşılması
öngörüldüğünden, CİK'in 6. maddesinin (veya TCK'nın 51. maddesinin)
uygulanmaması, diğer bir ifadeyle sanığa verilen cezanın ertelenmemesi
hususunda gösterilen gerekçenin, CMK'nın 231. maddesinde öngörülen
sübjektif koşulların oluşmadığını ortaya koyan bir gerekçe olarak kabulü
22
23
As.Yrg.1. D., 24.04.2014, E.2014/458, K.459.
As.Yrg.4. D., 25.02. 2015, E.2015/175, K.185.
12
mümkün değildir. Bu nedenle, mahkemenin, hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasının gerekip gerekmediği hususunda, yasada öngörülen
ölçütleri de göz önünde bulundurarak yeni bir değerlendirme yapmasında
zorunluluk bulunmaktadır 24.
Mahkemelerin karar verirken dikkat etmeleri gereken bir diğer
husus ise, takdiri indirim nedenleri, hapis cezasının seçenek yaptırımlara
çevrilmesi ve ertelenmesi gerekçeleri ile hükmün açıklanmasına yer
olmadığına ilişkin gerekçeler arasında çelişkiye düşülmemesidir 25.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması ile ilgili kararlarda,
“sanığın açık ikrarı ve pişmanlığı olmadığı” gerekçesi Yargıtay
tarafından haklı olarak yasal ve yeterli olmayan gerekçe olarak
nitelendirilmiştir 26. Benzer şekilde, “suçunu kabullenmediği, mağdure ile
uzlaşmak istemediği, dosyaya yansıyan olumlu bir davranış
sergilemediği” biçimindeki gerekçelerin de yasal ve yeterli olmadığına
karar verilmiştir 27. Sanığın geçmişi ve iyi hâlliliği gözetilerek cezasının
ertelenmesine karar verilmişken, (herhangi bir ekonomik zararın da
bulunmadığı olayda) erteleme kararı ile de çelişecek şekilde, soyut olarak
ve gerekçe göstermeden, “takdiren” denilmek suretiyle hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilmesi de
doğal olarak hukuka aykırı bulunmuştur 28.
Daha önce de belirtildiği gibi; hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasının gerekip gerekmediği hususunda, yasada öngörülen
ölçütlerin, diğer kişiselleştirme hükümlerinden önce ve mahkemece her
bir suç için ayrı ayrı, hukuki gerekçeleri gösterilerek bir değerlendirme
yapılması gerekmektedir 29.
Askerî Yargıtay tarafından da, hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kurumlarının uygulanmasında, yeniden suç işlemeyeceği
24 YCGK.,10.03.2009, E. 2009/11-41, K.2009/52; YCGK.,06.05.2008, E. 2007/4.MD-27, K.2008/95
(UYAP).
25
Artuç, s.91. Gerekçeler arasında çelişkiye düşülmesi, Yargıtayın en yaygın bozma gerekçeleri arasında
bulunmaktadır. “Sanığın yargılama sürecinde gösterdiği pişmanlık dolayısıyla bir daha suç işlemeyeceğine
kanaat getirilerek cezasının ertelenmesine karar verildiği ve bu suretle duruşmadaki tutum ve davranışları
olumlu değerlendirildiği halde, yine duruşmadaki tutum ve davranışları gerekçe gösterilerek 5395 sayılı
Kanunun 23. maddesi uygulanmayarak gerekçede çelişkiye düşülmesinin yasaya aykırı olduğuna…” Bkz.
Y.5.CD., 06.07.2009, 14363-9269 E.K.
26
Y.2.CD., 30.03.2010, 8470-9931 E.K.
27
Y.2.CD., 28.04.2010, 46307-14035 E.K.
28
Y.4.CD., 24.02.2009, 22299-3291 E.K.
29
Yargıtay, yargılama sürecinde gösterdiği pişmanlık dolayısıyla tekrar suç işlemeyeceği konusunda, her bir
suç için ayrı ayrı durumunun değerlendirilerek bir karar verilmesi gerekirken,“işlediği diğer suçlarla birlikte
değerlendirildiğinde ertelemeye ve CMK'nın 231/5. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına” şeklindeki
gerekçeyle ertelememeye ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilmesini
hukuka aykırı olarak nitelendirmiştir. Bkz.Y.8.CD., 15.9.2009, E.2009/7412, K.2009/11373; YCGK.
06.05.2008, 2007/4.MD- 27; 2008/95 E.K.
13
konusunda oluşan kanaat noktasında gösterilen gerekçelerin birbirleriyle
çelişip çelişmediği kanun yolu incelemesinde denetlenmektedir.
Bu bağlamda, hükmün açıklanmasının geri bırakılabilmesi için;
sanığın yeniden suç işlemeyeceği hususunda edinilecek kanaatin, sanığın
kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışlarına dayanması;
hükmedilen cezanın ertelenebilmesi için; sanığın tekrar suç işlemeyeceği
konusunda edinilecek kanaatin ise, sanığın suçu işledikten sonra
yargılama sürecinde gösterdiği pişmanlığa dayanması gerekmektedir.
Askerî Yargıtay Daireler Kurulu tarafından, her iki kurumun
uygulanması bakımından edinilmesi gereken olumlu kanaatin dayanağını
oluşturan ölçütlerin farklı olması nedeniyle, hükmün açıklanmasının geri
bırakılmama nedeni olarak, “tekrar suç işlemeyeceği yönünde kanaat
oluşmaması” gösterilmişken, cezanın ertelenme nedeni olarak, “ileride
suç işlemekten alıkoyacağı kanaatinin” gösterilmiş olmasının, birbiriyle
çelişmediği sonucuna varılmıştır 30.
E. Zamanaşımına Bağlı Düşme Kararı Verilmesi, HAGB
Kararına Göre Daha Lehedir.
Mahkemelerin devam eden yargılamalarda dava zamanaşımı
süresini her zaman için göz önünde bulundurmaları gerekmektedir.
Zamanaşımına bağlı düşme kararı hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına göre daha lehe olduğundan ve kamu düzenine ilişkin
olması nedeniyle resen dikkate alınması gerektiğinden dava zamanaşımı
süresi dolmuş bir yargılamada hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kararı verilmesi kanuna aykırıdır 31.
01.06.2005 tarihinden önce işlenen suçlar yönünden zamanaşımı
konusunda, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu ile aynı Kanun’un 7/2’nci maddesi ve suç tarihi de dikkate
alınmak suretiyle 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun zamanaşımına ilişkin
hükümlerinin de incelemede esas alınması ve dolayısıyla dava
zamanaşımı süresinin bu iki Kanun’daki zamanaşımına ilişkin
düzenlemeler karşılaştırılmak suretiyle lehe kanunun tespit edilmesi ve
zamanaşımı süresinin lehe kanundaki sürelere göre hesaplanması
gerektiği hususunun göz ardı edilmemesi gerektiği açıktır.
30
As.Yrg.Daireler K., 3.4.2014, E. 2014/23, K. 2014/29; As.Yrg.Daireler K., 14.10.2014, E. 2010/109, K.
2010/101.
31
As. Yrg. 4. D., 08.10.2014, E. 2014/753, K. 2014/752.
14
F. CMK m.231/7 ve 231/11’inci Fıkralarının, Anayasa
Mahkemesinin İptal Kararları Sonrası Yeniden Değerlendirilmesi
Gerekmektedir.
CMK’nın 231’inci maddesinin yedinci fıkrası “Açıklanmasının
geri bırakılmasına karar verilen hükümde, mahkûm olunan hapis cezası
ertelenemez ve kısa süreli olması hâlinde seçenek yaptırımlara
çevrilemez.” hükmünü, aynı maddenin 11’inci fıkrası ise; “Denetim
süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik
tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması hâlinde, mahkeme
hükmü açıklar. Ancak mahkeme, kendisine yüklenen yükümlülükleri
yerine getiremeyen sanığın durumunu değerlendirerek; cezasının
yarısına kadar belirleyeceği bir kısmının infaz edilmemesine ya da
koşulların varlığı hâlinde hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya
seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar vererek yeni bir mahkûmiyet
hükmü kurabilir” hükmünü içermektedir.
Bu düzenlemeye göre, TCK’nın 50/3’üncü maddesi kapsamında
giren ve hapis cezasının zorunlu olarak birinci fıkrada yazılı seçenek
yaptırımlara çevrilmesini öngören hâller hariç olmak üzere, denetim
süresi içinde kasten bir suç işlenmesi hâlinde, askerî mahkemece,
CMK’nın 232/11’inci maddesi gereğince, açıklanması geri bırakılan ve
hapis cezası içeren mahkûmiyet hükmünün aynen açıklanması gerektiği,
açıklanan hapis cezasının seçenek yaptırımlara çevrilemeyeceği,
ertelenemeyeceği ve kısmen infaz edilmemesine karar verilemeyeceği
Askerî Yargıtay ve Yargıtay kararlarında vurgulanmaktadır 32.
Ancak, Anayasa Mahkemesinin 23.01.2013 ve 17.01.2013 tarihli
kararları sonrası askerî suçlardan hükmolunan hapis cezalarının seçenek
yaptırımlara çevrilmesi veya ertelenmesi mümkün hâle gelmiştir. Bu
kapsamda; CMK'nın 231’inci maddesinin yedinci fıkrası ile aynı
maddesinin 11'inci fıkrasının bu iptal kararları sonrası nasıl
yorumlanması gerektiği Askerî Yargıtay kararlarında tartışılmıştır.
Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun konuya ilişkin kararlarında;
TCK’nın 7/2 ve 5252 sayılı Kanun’un 9/3’üncü maddeleri birlikte
dikkate alınmak suretiyle, Anayasa Mahkemesi iptal kararları sanık
lehine sonuç doğuruyor ise, ceza hukukunun zaman bakımından
uygulanmasına dair prensipleri çerçevesinde, geçmişte işlenen suçlar
bakımından da uygulanması gerektiğine işaret edilmiştir.
32
As.Yrg. Daireler K., 08.12.2011, E. 2011/114, K.114; YCGK., 19.12.2008, E. 2006/6-346, K. 2008/25;
YCGK., 03.06.2008, E.2008/7-133, K.2008/162 K., YCGK., 29.01.2013, E. 2012/14-1324, K.2013/27.
15
Olumsuz özellikleri nedeniyle, hakkında hükmün açıklanmasının
geri bırakılması kararı verilmeyen, hatta bu hükümden sonra bir başka
suç işleyen hükümlü hakkındaki mahkûmiyet hükmü uyarlama
yargılamasına tâbi olurken, olumlu özellikleri nedeniyle, hakkında
hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilen bir sanık
hakkındaki mahkûmiyet hükmünün, kasıtlı bir suç işlemesi nedeniyle
açıklanması hâlinde, Anayasa Mahkemesi kararının dikkate alınmayarak,
doğrudan hapis cezasına hükmedilmesinin, Anayasa’nın eşitlik, adalet
anlayışı ve hukuk devleti ilkeleri ile bağdaşmayacağına vurgu yapılmış,
hürriyeti bağlayıcı cezanın seçenek yaptırımlara çevrilmesine ve
ertelenmesine yasal bir engel kalmadığı kararına varılmıştır 33.
G. Denetim Süresi, HAGB Kararının Kesinleşmesi ile Başlar.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin düzenlemenin
yer aldığı CMK'nın 231'inci maddesinin 8'inci fıkrasında “Hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi hâlinde sanık, beş yıl
süreyle denetim süresine tâbi tutulur. (Ek cümle: 18/6/2014-6545/72 md.)
Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez.”
düzenlemesi ve fıkranın son cümlesinde; “Denetim süresi içinde dava
zamanaşımı durur.” hükümlerine yer verilmekte;
Aynı maddeye 5560 sayılı Kanun’un 23’üncü maddesiyle eklenen
11’inci fıkrasında da, “Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi
veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı
davranması hâlinde, mahkeme hükmü açıklar” hükmü yer almaktadır.
Bu düzenlemeler kapsamında denetim süresinin ne zaman
başlayacağı hususu önem arz etmektedir.
Askerî Yargıtay kararları incelendiğinde; denetim süresinin
hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleşmesi ile
başlayacağı hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır.
Denetim süresinin başlayabilmesi için öncelikle hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kararına ilişkin tebligatların, itiraz
sürecinin ve nihayetinde kararın kesinleştirme işlemlerinin usulüne
uygun yapılmış olması gerekmektedir.
Aksi takdirde; hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair
hükmün kesinleşmemiş olması nedeniyle denetim süresinin işlemesi söz
konusu değildir. Dolayısıyla CMK’nın 231/11’inci maddesi kapsamında
33
As. Yrg. Daireler K., 13.03.2014, E. 2014/16, K. 2014/18; As. Yrg. Daireler K., 19.12.2013, E. 2013/127,
K. 2013/125.
16
denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlendiğinden bahsetmek de
mümkün olmayacaktır 34.
Askerî Yargıtayın konuya ilişkin kararında; böyle bir durumda
usul yönünden bozma kararı verilmesi hâlinde askerî mahkemece
yeniden bir hüküm kurulmasının mümkün olmayacağı, bir başka ifadeyle
askerî mahkemece “Bir karar verilmesine yer olmadığına dair karar”
verilmesi gibi bir durumun söz konusu olacağı anlaşıldığından,
Anayasa’nın 141/Son ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 6/1’inci
maddesinde yer alan hükümler gözetilerek, hükümlü hakkında açıklanan
mahkûmiyet hükmünün yok hükmüne sayılmasına karar verilmiştir 35.
IV. HÜKMÜN
AÇIKLANMASININ
GERİ
BIRAKILMASININ KOŞULLARINA İLİŞKİN SORUNLAR
Hükmün
açıklanmasının
geri
bırakılması
kurumunun
uygulamasında sorunlu olarak nitelendirebileceğimiz hususların başında,
ilk derece mahkemelerince koşullar yönünden yapılan değerlendirme
farklılıkları gelmektedir.
Özellikle sanığa ilişkin koşulların uygulanması, objektif koşullar
dışında sübjektif (liyakat koşulu) yönünden takdire dayalı bir
değerlendirmeyi de gerektirdiğinden ayrı bir önem arz etmektedir.
A. SANIĞA
İLİŞKİN
OBJEKTİF
KOŞULLARIN
UYGULANMASI - SORUNLAR
1. Kasıtlı
Suçtan
Mahkûm
Olmama
Koşulunun
Uygulanması
CMK'nın 231'inci maddesinin altıncı fıkrasının (a) bendine göre,
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için,
sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması
gerekmektedir.
“Mahkûm olma” ifadesinden de anlaşılacağı üzere, başka bir
kasıtlı suça ilişkin hükmün, hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kararı verilmesine engel olabilmesi için, hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına konu suç tarihinden önce kesinleşmiş olması gerekir. Bir
başka deyişle, suç tarihinden sonra kesinleşen mahkûmiyet ilamı,
hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesine engel teşkil
etmeyecektir 36. Mahkûmiyet hükmünün hapis ya da adlî para cezasına
34
As. Yrg. 1. D., 19.03.2014, E. 2014/318, K. 2014/316.
As. Yrg. 1. D., 19.03.2014, E. 2014/318, K. 2014/316.
Y.2.CD., 26.01.2010, 52002-1365E.K.; Y.2.CD., 09.03.2009, 18235-11171E.K. Sanığın yargılamaya konu
yeni suçu, mahkûmiyet kararından önce işlemiş olması nedeniyle, sözü edilen mahkûmiyet kararı, yargılama
konusu suçla ilgili hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesine engel oluşturmayacaktır. Bkz.
YCGK., 06.05.2008, E. 2007/4.MD 27, K.2008/95.
35
36
17
ilişkin olmasının, cezanın süre ve miktarının bir önemi bulunmamaktadır,
kasıtlı suçtan hükmolunmuş olması yeterlidir 37.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 03.02.2009 tarihli, 2009/11-250
E. ve 2009/13 K. sayılı ilamında işaret edildiği üzere, 01.06.2005
tarihinden önce işlenen suçlar yönünden, önceki mahkûmiyetin 765 sayılı
TCK'nın 95/2'nci maddesi uyarınca esasen vaki olmamış sayılacağı hâller
veya mülga 3682 sayılı Adlî Sicil Kanunu’nun 8’inci ve 5352 sayılı Adlî
Sicil Kanunu'nun Geçici 2’nci maddeleri uyarınca silinme koşulları
oluşan önceki mahkûmiyetler, adlî sicilden silinmiş olup olmadığına
bakılmaksızın, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının objektif
koşullarının değerlendirilmesinde engel bir neden olarak kabul
edilmeyecektir.
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5352 sayılı Adlî Sicil
Kanunu uyarınca, cezanın veya güvenlik tedbirinin infazının
tamamlanması, ceza mahkûmiyetini bütün sonuçlarıyla ortadan kaldıran
şikâyetten vazgeçme veya etkin pişmanlık, ceza zamanaşımının dolması,
genel af hâlinde Adlî Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünce silinerek,
arşiv kaydına alınmakta, arşiv kaydı ise ilgilinin ölümü, fiilin kanunla suç
olmaktan çıkarılması gibi çok istisnai durumlarda silinmektedir. Bu
nedenle; 5352 sayılı Adlî Sicil Kanunu çerçevesinde, arşiv kaydına göre,
“sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûmiyetinin bulunmaması”
koşulunun oluşmadığını söylemek, bu kişiler hakkında belki de tüm
hayatları boyunca hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı
verilememesi sonucunu doğuracaktır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 6 Nisan 2010 tarihli kararında bu
husus tartışılmış ve hak yoksunluklarını kural olarak TCK'nın 53.
maddesinde cezanın infazı ile sınırlandıran, doğmuş hak
mahrumiyetlerini ortadan kaldırmak için Adlî Sicil Kanunu’na eklediği
13/a maddesi ile yasak hakların geri verilmesi kurumunu kabul eden ve
TCK’nın 58. maddesinde tekerrür hükümlerinin uygulanması açısından
infazdan itibaren beş ve üç yıllık süreler öngören kanun koyucunun, bir
kez mahkûm olan bir kişinin ömür boyu bu mahkûmiyetinin olumsuz
sonuçlarından etkilenmesi gerektiğini kabul ettiğinin düşünülemeyeceği,
Öğretide; kasıtlı suçun ne kadar zaman önce işlenmiş olduğunun öneminin bulunmadığı, geçmişte bir kez
kasıtlı suçtan mahkûmiyet hükmü bulunmasının hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesine
engel teşkil edeceği görüşüne yer verilmiştir (ÖZGENÇ, s. 51).
5326 sayılı Kabahatler Kanunu kapsamındaki yaptırımlar ise; idari para cezası olarak nitelenmeleri ve Adlî
Sicil Kanunu’nun 5/1-C maddesi ve fıkrası uyarınca idari para cezasına ilişkin kararların adlî sicile
kaydedilmemesi nedenleriyle CMK. m.231/6-a maddesi kapsamında kasıtlı suçtan mahkûmiyet olarak kabul
edilmemektedir (Y.4.CD., 14.4.2009, 21424-7779E.K.).
37
Kumbasar, s.180; Erhan Günay, Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması, Ankara, 2010, s.98; Turan, s.83;
Artuç, s.85.
18
bu nedenlerle, yeni yasa dönemindeki mahkûmiyetler açısından da,
belirli sürelerin geçmesi ile bu mahkûmiyetlerin 231. maddenin
uygulanmasına yasal engel oluşturmayacağını kabulde zorunluluk
bulunduğu, bu itibarla, 01.06.2005 tarihinden sonra işlenen suçlardan
dolayı mahkûm edilen sanıklar yönünden, TCK'nın tekerrür
hükümlerinin uygulanması için 58. maddesinde öngörülen sürelerin
nazara alınmasının ve bu sürelerin geçmiş olduğu hâllerde önceki
mahkûmiyetin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının objektif
koşullarının değerlendirilmesi yönünden engel oluşturmayacağının
kabulünün adalet ve hakkaniyete uygun olacağı vurgulanmıştır 38.
Yargıtay kararında, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
yasal engel oluşturmayan bu mahkûmiyetlerin yargılama mercilerince,
sanığın suç işleme eğilimi açısından değerlendirmeye esas alınmasına bir
engel bulunmadığına da işaret edilmiştir 39.
Askerî Yargıtay kararları incelendiğinde; içtihatların Yargıtay
Ceza Kurulunun kararı ile ayniyet arz ettiği görülmektedir. Kararlarda;
01.06.2005 tarihinden sonra işlenen suçlardan dolayı mahkûm edilen
sanıklar yönünden, 5237 sayılı TCK’nın tekerrür hükümlerinin
uygulanması için 58’inci maddesinde öngörülen sürelerin geçmiş olduğu
hâllerin, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının objektif koşullarının
değerlendirilmesinde olumsuz koşul olarak belirtilen engel bir neden
olarak kabul edilmeyeceği hususu açıkça vurgulanmaktadır 40. Hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kurumunun uygulamasında kanun
yararına bozma nedeni olarak karşılaşılan sorunlardan birini de, sanığın
adlî sicil kaydının yeterince incelenmemesi, ya da hatalı bir yorumla adlî
sicilden silinme koşulları oluşmadığı hâlde hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilmesi oluşturmaktadır 41.
Yukarıda da belirtildiği üzere, sanık hakkında adlî ya da askerî
yargıda soruşturma yapılmakta olup olmadığının Ulusal Yargı Ağı
Projesi (UYAP) sisteminden ve Birlik kayıtlarından araştırılması,
38
YCGK., 06.04.2010, E. 2010/4-71, K.2010/76 (UYAP).
Kararda ayrıca, kanun koyucunun mahkûmiyetle ilgili olarak “kasıtlı suçtan olması” dışında bir ölçüt
getirmemesi nedeniyle, adlî sicilden silinen mahkûmiyetlerin, ertelenmiş ve vaki olmamış sayılan
mahkûmiyetlerin ve üzerinden çok uzun sürelerin geçmesi nedeniyle tekerrüre esas oluşturmayan
mahkûmiyetlerin hükmün açıklanmasının ertelenmesine engel oluşturup oluşturmayacağına ilişkin, gerek
kanun metninde, gerekse gerekçede herhangi bir açıklık bulunmadığı vurgulanmış, kanun koyucunun
herhangi bir düzenleme getirmemesi nedeniyle, bu hükmü mutlak şekilde yorumlamanın adalet ilkesiyle
bağdaşıp bağdaşmayacağı ya da kanun koyucunun gerçek amacının bu olup olmadığının da göz önüne
alınması gerektiği ifade edilmiştir.
40
As.Yrg.1. D., 18.02.2015, 2015/138-135 E.K; As.Yrg.1.D., 04.02.2015, 2015/125-113 E.K; As.Yrg.1.D.,
17.12.2014, 2014/997-1003 E.K; As.Yrg.1.D., 10.12.2014, 2014/978-983 E.K.
41
As.Yrg.1. D., 18.02.2015, 2015/138-135 E.K; As.Yrg.1.D., 04.02.2015, E.2015/125, K.2015/113;
As.Yrg.1.D., 28.01.2015, E.2015/104, K.2015/99; As.Yrg.1.D., 28.01.2015, E.2015/94, K.2015/92;
As.Yrg.1.D., 21.01.2015, E.2015/67, K.2015/61.
39
19
öncelikle kasıtlı bir suçtan mahkûmiyetinin bulunmaması koşulunun
irdelenmesinden sonra karar verilmesi, ileride hatalı düşme kararları
verilmemesi açısından önem arz etmektedir 42.
2. CMK 231/8: “Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı
bir suç nedeniyle
bir daha hükmün açıklanmasına karar
verilemez.” düzenlemesinin zaman bakımından uygulanması
Kurulan hükmün sanık hakkında hukuki bir sonuç
doğurmamasına olanak sağlayan, bu yönüyle sanık lehine sonuç
doğurduğunda kuşku bulunmayan ve koşullu bir düşme nedeni olan
hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, CMK'da öngörülen
objektif şartların varlığı hâlinde, cezanın kişiselleştirilmesine ilişkin olan
seçenek yaptırım veya tedbire çevirme ya da erteleme hükümlerinden
önce ve resen değerlendirilmelidir.
Adlî sicil kaydı bulunmayan, ya da adlî sicil kaydında objektif
koşul yönünden engel teşkil etmeyen hüküm/hükümler bulunan sanık
hakkında diğer objektif koşulların bulunması hâlinde hiçbir isteme bağlı
kalmaksızın hükmün açıklanmasının geri bırakılması konusunda
değerlendirme yapılması yasal zorunluluktur. Nitekim Yargıtay ve Askerî
Yargıtayın içtihatları da bu yöndedir 43.
28.06.2014 tarihinde yürürlüğe giren 18.06.2014 tarihli 6545
sayılı Kanun’un 72’nci maddesi ile, CMK'nın 231'inci maddesinin
sekizinci fıkrasına eklenen “Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı
bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
karar verilemez.” cümlesi uyarınca, daha önce hükmün açıklanmasının
geri bırakılmasına karar verilmiş bir hükme ilişkin denetim süresi
içerisinde işlenen bir başka kasıtlı suç nedeniyle bir daha hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemeyeceği hüküm altına
alınmaktadır.
Yargıtay ve Askerî Yargıtayın istikrarlı kararları ile maddi ceza
hukuku kurumu olarak kabul edilen hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kurumunun objektif şartları yönünden olumsuz yeni bir koşul
getiren bu düzenlemenin, TCK’nın 7/2’nci maddesi uyarınca, ancak
yürürlüğe girdiği 28.06.2014 tarihinden sonra işlenen suçlara ilişkin
42
As.Yrg.1. D., 24.04.2014, E.2014/458, K.2014/459.
YCGK, 01.04.2008, E.2007/4-219, K.2008/66; 03.06.2008 tarihli, 2008/2-149 E. ve 2008/163 K.;
03.06.2008 tarihli, 2008/2-149 E. ve 2008/163 K.; 03.06.2008 tarihli, 2008/7-61 E. ve 2008/157 K.;
02.12.2008 tarihli. 2008/4-10 E. ve 2008/222 K.; 10.02.2009 tarihli, 2008/9-265 E. ve 2009/22 K.; 17.02.2009
tarihli, 2009/9-7 E. ve 2009/24 K.; 10.03.2009 tarihli, 2009/11-41 E. ve 2009/52 K.; 14.04.2009 tarihli,
2009/8-47 E. ve 2009/95 K.; 26.05.2009 tarihli, 2009/9-54 E. ve 2009/137 K. sayılı ilamları ile
As.Yrg.Daireler K. 04.02.2010, E. 2010/19, K.2010/11 sayılı ilamı (As. Yrg. 1.D.,10.12.2014, E. 2014/991,
K. 2014/991 sayılı Kararından naklen)
43
20
uygulanabileceği, 28.06.2014 tarihinden önce verilmiş bir hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kararının devam eden denetim süresi
içinde olmak kaydıyla 28.06.2014 tarihinden sonra işlenen kasıtlı bir suç
nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar
verilemeyeceği, 28.06.2014 tarihinden önce işlenen suç/suçlar yönünden,
bu suç veya suçlardan önce verilmiş olan hükmün açıklanmasının geri
bırakılması karar/kararlarının, objektif koşul yönünden yeniden hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesine engel teşkil
etmeyeceği Askerî Yargıtay kararlarında vurgulanmaktadır 44.
3. Hazine zararının tamamının ödettirilmemesi ya da tenkis
yapılarak bir kısmının ödettirilmesi sonucunda verilen HAGB
kararları kanuna aykırıdır.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi
için;
a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış
bulunması,
b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum
ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği
hususunda kanaate varılması,
c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı
zararın, aynen iade, suçtan önceki hâle getirme veya tazmin suretiyle
tamamen giderilmesi,
şartlarının bir arada gerçekleşmesi gerekmektedir (CMK
m.231/6).
CMK'nın 231'inci maddesi gereğince, hükmün açıklanmasının
geri bırakılmasına karar verilebilmesi için, diğer koşullar yanında, varsa
tespit edilen maddi zararı giderip gidermeyeceğinin sanıktan sorulması
objektif koşul niteliğindedir.
Ayrıca CMK'nın 231'inci maddesinin dokuzuncu fıkrası; “Altıncı
fıkranın (c) bendinde belirtilen koşulu derhal yerine getiremediği
takdirde; sanık hakkında mağdura veya kamuya verdiği zararı denetim
süresince aylık taksitler hâlinde ödemek suretiyle tamamen gidermesi
koşuluyla da hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebilir.”
hükmünü içermekte olup, sanığın suçun işlenmesiyle mağdurun veya
kamunun uğradığı zararın derhal, aynen iade veya suçtan önceki hâle
getirmek suretiyle veya tazmini suretiyle tamamen gideremeyeceğini
beyan etmesi hâlinde, askerî mahkemece, sanık hakkında mağdura veya
kamuya verdiği zararı denetim süresince aylık taksitler hâlinde ödemek
44
As. Yrg. 1.D., 10.12.2014, E. 2014/991, K. 2014/991.
21
suretiyle tamamen gidermesi koşuluyla da hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilebilecektir.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebilmesi ve
ödemenin takside bağlanabilmesi için sanığın zararı gidermek yönünde
samimi iradesi bulunması gereklidir.
Öncelikle zarar tutarının somut olarak sanığa bildirilerek, bu
miktarı ödeyip ödemeyeceğinin sorulması ve sanığın zararı ödemek
yönünde açık iradesinin bulunması gerekmektedir. Sanığın zararı
karşılamak yönünden açık irade koymadığı durumlarda HAGB'nin
koşullarından birisi olan zararı giderme şartını yerine getirdiğinin kabul
edilmesi mümkün değildir 45.
Ayrıca yargılama makamlarının İnsan Hakları Avrupa
Sözleşmesi’nin 6’ncı maddesi kapsamında, sanığa haklarını öğretmesi
gerektiği açık olup, savunma makamının hataya düşmemesi için, HAGB
ile sunulan hakların sanığa bildirilmesi ve “suçtan doğan zararın
giderilmesi şartının” sanığa anlatılması gerekmektedir.
Bu kapsamda, sanığa zarar miktarıyla, bunu ödeyip
ödemeyeceğinin hukuki sonuçlarının, maddi durumu uygun değilse
taksitle ödeme imkânı bulunduğunun açıkça hatırlatılması, gereğinde bu
zararın giderilmesi için süre verilmesi gerekmektedir 46.
Taksitlendirme için ikinci koşul ise, zarar miktarının derhal
ödemeyi imkânsız kılacak şekilde büyük olması ve failin ekonomik
durumu gibi nedenlerle, zararın bir defada karşılanamaması söz konusu
olmalıdır 47.
CMK'nın bu açık hükümleri karşısında, meydana gelen zarar
tamamen giderilmeden veya bu zararın tamamen giderilmesi koşuluna
bağlanmadan ya da askerî mahkemece mülga 818 sayılı Borçlar
Kanunu’nun 44’üncü maddesine göre hazine zararının (kamunun
uğradığı zarar) tenkis yapılarak hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilmesi Askerî Yargıtay tarafından hukuka aykırı
olarak nitelendirilmektedir 48.
Daireler Kurulu kararında da vurgulandığı üzere; Kanun koyucu,
ödeme güçlüğü nedeniyle taksit seçeneği öngördüğünde dahi, zararın
aynen iade, önceki hâle getirme ya da zararın tazmin suretiyle tamamen
45
YCGK., 10.04.2012, E.2011/3-479, K.2012/145.
As. Yrg. Daireler K., 19.02.2015, E. 2015/10, K. 2015/23; Y. 7.C.D., 17.10.2011, 2011/8782-17372 E.K.
As. Yrg. Daireler K., 04.07.2013, E. 2013/70, K. 2013/81.
48
As. Yrg. Daireler K., 04.07.2013, E. 2013/70, K. 2013/81; As. Yrg. 1. D., 28.01.2015, E. 2015/112, K.
2014/102; As. Yrg. 1. D., 04.02.2015, E. 2015/122, K. 2014/11; As. Yrg. 1. D., 28.01.2015, E. 2015/111, K.
2014/101; As. Yrg. 1. D., 21.01.2015, E. 2015/93, K. 2015/73.
46
47
22
giderilmiş olması koşulundan ayrılmamış, mahkemeye tenkis yetkisi
vermemiştir. Mahkeme, sadece taksitlendirme seçeneğine sahiptir 49.
B. SÜBJEKTİF KOŞUL (LİYAKAT ŞARTI)
Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi
için mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve
davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği
hususunda kanaate varılması gerekmektedir. Mahkemenin bu husustaki
kanaatinin gerekçelerini somut verilere dayandırarak göstermesi
gerekir 50.
Mahkemenin takdiri bu iki ölçüte dayanmak zorunda olduğundan,
sanığın yargılamada gözlenen tutum ve davranışlarının duruşma
tutanaklarında gösterilmesi gerekmektedir. Hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına yer olmadığı kararına esas alınan sanığın hâl ve
tavırlarındaki olumsuzluklar, duruşma tutanaklarına yansımadığı sürece,
Yargıtay tarafından gerekçe olarak kabul edilmemektedir 51.
Askerî Yargıtay tarafından da, takdire dayalı bu değerlendirmenin
bu iki ölçüte dayanmak zorunda olduğu açıkça vurgulanmakta, bu
ölçütler dışında sözgelimi “... eylemleri göz önüne alındığında yeniden
suç işlemeyeceği yönünde bir kanaate ulaşılamadığından ..” şeklindeki,
sanığın kişiliği ile ilgili değerlendirmenin suçların işlenme şekline
bağlanması hukuka aykırı kabul edilmektedir 52.
Sanığın daha önce işlediği suçtan dolayı verilen mahkûmiyet
kararı, adlî sicilden çıkarılmış veya esasen vaki olmamış sayılsa bile, suç
işlediğinin bir göstergesidir ve sanığın suça eğilimli kişiliğini
göstermektedir. Bu nedenle ilgili karar ve infaz evrakı dosyaya eklenmiş
olması kaydıyla “yeniden suç işleyeceği/işlemeyeceği” yönündeki
kanaatin değerlendirmesinde göz önüne alınabilecektir 53.
49
As. Yrg. Daireler K. 04.07.2013, E. 2013/70, K. 2013/81.
Y.5.CD., 29.01.2009, E.2009/356, K.2009/631; Ali Parlar, Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması ve
Erteleme, Ankara, 2010, s.21.
51
Y.4.CD., 19.04.2010, E.2010/10727, K.2010/7390. “Sabıkası bulunmayan, talimat mahkemesince
savunması alınırken tutanağa yansımış herhangi bir olumsuz davranışı olmayan ve duruşmalara katılmayan
sanığın gözlemlenen tutum ve davranışları, suça eğilimi gerekçe gösterilerek 5395 sayılı Çocuk Koruma
Kanunu’nun 23. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının yer olmadığına karar verilmesi,
ayrıca oturum tutanaklarına yansıyan hal ve tavırlarındaki olumsuzluğun nelerden ibaret olduğu
gösterilmeden, yasal olmayan gerekçe ile, TCK.’nın 62.maddesinin uygulanmaması,...” (Parlar, s.38 naklen)
Nitekim, bir başka dosya ile ilgili yargılamada, mahkemece sanıkların yargılama sırasındaki sergiledikleri ve
zabıtlara da yansıyan laubali tutumları dikkate alınarak, suç işleme eğilimi nedeniyle hükmolunan cezaların
ertelenmesine yer olmadığına ilişkin kararda hukuka aykırılık görülmemiştir (Y.2.CD., 17.1.2007, 6395-262
E.K.).
52
As.Yrg.4.D., 27.09.2011, E.2011/733, K.2011/801.
53
As.Yrg. Daireler K., 17.04.2014, E.2014/32, K.2014/33.
50
23
Askerî mahkemece; sanığın, “sabıkasız oluşu, duruşmadaki
saygılı tutumu ve cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri” lehine
takdiri indirim nedenleri olarak kabul edilerek, hükmolunan temel
cezalardan, 765 sayılı TCK’nın 59/2 ve 5237 sayılı TCK’nın 62/1’inci
maddeleri gereğince indirim yapıldıktan sonra, sanığın “görev süresi
boyunca üç ayrı suç işlediği göz önüne alınarak, kişilik özellikleri
itibarıyla yeniden suç işlemeyeceği hususunda bir kanaat edinilemediği”
belirtilmek suretiyle, her üç hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
yer olmadığına karar verilmiş olması 5271 sayılı CMK’nın 231/6-b
madde ve bendindeki ölçütlere uygun olarak nitelendirilmiş, cezanın
kişiselleştirilmesine ilişkin (takdiri indirim, adlî para cezasına çevirme ve
erteleme) hükümlerin uygulanması ile de çelişki oluşturmadığı sonucuna
varılmıştır 54.
V. HÜKMÜN AÇIKLANMASININ GERİ BIRAKILMASI
KARARLARINA KARŞI KANUN YOLU VE KAPSAMI
A. Genel Olarak
Sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç
doğurmamasını ifade eden hükmün açıklanmasının geri bırakılması, esas
itibarıyla bünyesinde iki karar barındıran bir kurumdur.
İlk karar teknik anlamda hüküm sayılan, ancak açıklanmasının
geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle hukuken varlık
kazanamayan, bu nedenle hüküm ifade etmeyen, koşullara uyulması
hâlinde düşme hükmüne dönüşecek, koşullara uyulmaması hâlinde ise
varlık kazanacak olan mahkûmiyet hükmüdür.
İkinci karar ise, bu ön hükmün üzerine inşa edilen ve önceki
hükmün varlık kazanmasını engelleyen hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kararıdır. Bu ikinci kararın en temel ve belirgin özelliği,
varlığı devam ettiği sürece, ön hükmün hukuken sonuç doğurma özelliği
kazanamamasıdır.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının üzerine inşa
edildiği hüküm, bilahare davanın düşmesi kararı verildiğinde veya
hükmün açıklanması ya da yeni bir hüküm kurulması hâlinde varlık
kazanacağından ve ancak bu hâlde temyiz edilebilme olanağına
kavuşabileceğinden, bu aşamadan önce henüz hukuken varlık
kazanmamış bulunan hükmün temyiz merciince denetlenebilme olanağı
bulunmamaktadır.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı
başvurulabilecek yasa yolu, CMK'nın 231’inci maddesinin 12’nci
54
As.Yrg.Daireler K., 14.10.2010, E.2010/109, K.2010/101.
24
fıkrasında açıkça itiraz olarak belirtilmiştir. Öte yandan muhakeme
sisteminde temyiz kanun yolu, yalnızca hükümler bakımından kabul
edilmiştir. Hükümler ise 5271 sayılı CMK’nın 223’üncü maddesinde
sınırlı olarak sayılmış olup, hüküm niteliğinde olmayan hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kararları bunlar arasında yer
almamıştır 55.
İtiraz merciince de inceleme 231’inci maddenin 5-14’üncü
fıkraları dikkate alınarak, suça ve sanığa ilişkin objektif uygulama
koşullarının var olup olmadığı ile sınırlı olarak yapılmalı, hükmün
içeriğindeki hukuka aykırılıklar 231’inci maddenin uygulanma
koşullarını değiştirmediği sürece itiraz merciince denetime konu
edilmemelidir.
İtiraz yasa yolunda, mahkûmiyet hükmüne yönelik inceleme
yapılamayacağından, mahkûmiyet hükmünün temelini oluşturan; suçun
unsurlarının oluşup oluşmadığı, suçun sübut bulup bulmadığı, suçun
niteliği, noksan soruşturma olup olmadığı, hâkimin takdir yetkisini
yasaya uygun olarak kullanıp kullanmadığı, kanun maddelerinin
uygulanması ve cezanın hesaplanması sırasında hata yapılıp yapılmadığı
gibi hususların incelenmesine ve bu hususlarda karar verilmesine yasal
olanak bulunmamaktadır. Ayrıca duruşmada delillerle doğrudan temas
etme imkânı bulunmayan merciin, kanıt değerlendirmesi yaparak, yeni
bir hüküm tesisi, itiraz konusunun niteliğiyle bağdaşmayacaktır 56.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı yapılan
itirazı inceleyen mahkeme; sadece CMK’nın 231’inci maddesi yönünden
inceleme yapacaktır. Temyiz incelemesinde olduğu gibi, hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi aşamasına gelmeden
önceki safhalarla ilgili olması nedeniyle, usul, sübut, vasıf, takdir ve
uygulama yönlerine ilişkin yanlışları ve hukuka aykırılıkları
inceleyemeyecektir. Bu husustaki hatalar, mahkemenin geri bıraktığı
hükmün açıklanması ve temyize başvurulması hâlinde incelenebilecektir.
Askerî Yargıtay kararları, HAGB'nin bu özellikleri sebebiyle,
hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararında tespit edilebilecek
usule aykırılık ve noksan soruşturma gibi hükmün esasına (içeriğine)
ilişkin hukuka aykırılıkların, açıklanması geri bırakılan hükmün
açıklanması veya düşme kararının verilmesinin ardından yapılacak
55
As.Yrg.Daireler K., 14.05.2009, E.2009/1, K.2009/64.
As.Yrg.Daireler K., 14.05.2009, E.2009/1, K.2009/64; Nur Centel/Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi
Hukuku, İstanbul, 2010, s. 738.
56
25
temyiz
incelemesi
sırasında
incelenip
değerlendirilebileceği
yönündedir 57.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 22.01.2013 tarih ve 2012/10-534
E., 2013/15 K. sayılı kararı ile Yargıtayın Askerî Yargıtay ile paralellik
arz eden önceki görüşünden tamamen vazgeçtiği görülmektedir.
Bu ve bundan sonra verilen birçok Yargıtay kararında, itiraz
incelemesinin
sadece
m.231/6’daki
koşulların
gerçekleşip
gerçekleşmediği ile sınırlı olmayacağı, bu inceleme kapsamında sübuta
ilişkin değerlendirme de yapılabileceği vurgulanmıştır. İtiraz
incelemesinin hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının hem
maddi, hem de hukuki yönden incelenmesini gerektirdiği, itiraz merci
tarafından ihtiyaç duyulması hâlinde gerekli inceleme ve araştırmanın
yapılması, ya da bunların yapılmasının sağlanmasının gerektiği, itiraz
merciince verilen kararların kesin olması nedeniyle mahkemece yeni bir
değerlendirme yapılmadan aynı kararın verilmesinin söz konusu
olamayacağı, mahkemenin yargılama sonunda vereceği hüküm yeni bir
hüküm sayılacağından, verilecek kararın temyiz edilmesi hâlinde temyiz
merciin itiraz merciin belirlediği suç vasfıyla bağlı olmayacağı
belirtilmiştir. Öğretide de, itiraz merciinin sübuta ve suç vasfına yönelik
inceleme yapabileceği görüşü savunulmaktadır 58. Aksinin kabulünün,
yani itiraz merciince sadece şekli anlamda yapılacak bir denetimin hak
arama özgürlüğünün ihlâli sayılabileceği, İHAS'nin 13. maddesindeki
etkili başvuru hakkının ihlâli anlamına gelebileceği, ayrıca ceza
muhakemesi hukukunun maddi gerçeğe ulaşma amacıyla da
bağdaşmayacağı görüşü vurgulanmaktadır 59.
Ancak bununla birlikte itiraz mercinin denetiminin kapsamının
sınırsız olmadığı, örneğin bireyselleştirme gibi mahkemenin takdirine
ilişkin hususlarda itiraz mercinin değerlendirme yetkisinin olmadığı
konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır 60.
57
As.Yrg.Daireler K., 14.05.2009, E.2009/1, K.2009/64, As.Yrg.Daireler K., 12.11.2009, E.2009/118,
K.2009/112, As.Yrg. 3.D., 08.10.2013, E.2013/1158, K.2013/1151; As. Yrg. 3. D., 24.06.2014, E. 2014/560,
K. 2014/562; As. Yrg. 2. D., 28.01.2015, E. 2015/54, K. 2015/75; As. Yrg. 2. D., 18.02.2015, E. 2015/118, K.
2015/134.
58
Cumhur Şahin, “Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması Kararına İtirazda İncelemenin Kapsamı”,
Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, Prof. Dr. Nur Centel’e Armağan, 2013,
Cilt: 19, Sayı: 2, s.290; Veli Özer Özbek/Serkan Meraklı, “Karar İncelemesi, Hükmün Açıklanmasının Geri
Bırakılması Kararına İtiraz Üzerine Yapılacak Denetim”, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk
Araştırmaları Dergisi, Prof. Dr. Nur Centel’e Armağan, 2013, Cilt: 19, Sayı: 2, s.229, 235; Halil Çığlı,
“Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması Kararlarına İtiraz ve İtiraz Merciinin Yetkileri”, Türkiye Adalet
Akademisi Dergisi, Yıl: 5, Sayı: 18, Temmuz 2014, s.411; Baştürk, s.479-480.
59
Baştürk, s.480.
60
Şahin, s. 291.
26
Ayrıca 22.01.2013 tarihli Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararında;
m.271/2’de yer alan “itiraz yerinde görülürse merci, aynı zamanda itiraz
konusu hakkında da karar verir” şeklindeki düzenlemenin nasıl
anlaşılması gerektiği üzerinde de durulmuştur.
Söz konusu düzenlemenin, yargı merci sadece itiraz konusu
hakkında karar vermesi şeklinde yorumlanması gerektiği, itiraz konusu
dışında dosyanın esası hakkında da yargılamayı sonuçlandıracak (örneğin
görevsizlik kararını kaldıran merciin dosyanın esası hakkında karar
vermesi ya da hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararını kaldıran
mercinin hükmü açıklaması gibi) bir karar vermesi şeklinde
yorumlanmaması gerektiği vurgulanmıştır. Ayrıca Yargıtay Ceza Genel
Kurulunun 26.10.2010 tarih ve 182-209 sayılı kararına atıf yapılarak,
hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına yapılan itirazı inceleyen
merciin, itirazı yerinde görmesi hâlinde dosyayı gereği için mahkemesine
iade etmesi gerektiği belirtilmiştir 61.
Askerî Yargıtay kararları ise yukarıda da vurgulandığı gibi; itiraz
merciince yapılacak incelemenin CMK’nın 231. maddesinin 6. fıkrasında
yer alan suça ve sanığa ilişkin objektif uygulama koşullarının var olup
olmadığı ile ilgili sınırlı olarak yapılabileceği, mahkûmiyet kararının
içeriğindeki hukuka aykırılıkların itiraz yasa yolu ile incelenemeyeceği,
aksine yorumun temyiz mercinin görevinin itiraz merciince yerine
getirilmesine neden olacağı şeklindedir 62.
Bu hususun itiraz mahkemelerince yapılacak incelemede göz
önünde bulundurulması gerektiğine işaret etmekte yarar görülmektedir.
B. Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması Kararının Bir
Parçası Olan Müsadere Kararına Karşı Kanun Yolu
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının bir parçası olan
müsadere kararına itiraz edilmesi üzerine, temyiz mercii olarak Askerî
Yargıtay tarafından yapılan incelemede, müsadere kararının kanun yolu
incelesi tartışma konusu olmuştur.
Askerî Yargıtay kararında; müsaderenin hükmün bir parçası
olduğu, bu nedenle hükmün tâbi olduğu kanun yoluna tâbi olması
gerektiği vurgulanmıştır. Söz konusu kararda; hükmün açıklanmasının
geri bırakılmasına karar verilmiş olması nedeniyle henüz hukuken varlık
kazanmamış bulunan hükmün temyiz merciince denetlenme imkânı
bulunmayan bir aşamada, hükmün bir parçasını oluşturan müsaderenin
temyizen incelenebileceğini kabul etmenin, bir bütün olan hükmün bir
61
62
YCGK, 22.1.2013, E:2012/10-534, K. 2013/15 ; Y.4. CD, 12.09.2013, E.2013/9558, K.2013/22068.
As.Y.2.D., 21.3.2014, Evrak No: 2014/43, Karar No: 2014/2.
27
bölümünün itiraz, bir bölümünün ise temyiz kanun yoluna tâbi olacağı
gibi çelişkili bir hâlin ortaya çıkmasına neden olacağı belirtilmiştir 63.
Müsadere kararının temyizen incelenmesinin mümkün olmayıp,
itiraz kanun yoluna tâbi olduğu Yargıtay kararlarında da
vurgulanmıştır 64.
Öğretide de hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararları
içinde verilen müsadere kararlarının asıl hükmün tâbi olduğu kanun
yoluna tâbi olduğu düşüncesi hakimdir 65.
C. Kanun Yararına Bozma Yoluyla Yapılan Denetimin Sınırı
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının açıklanmamış
olduğu ve dolayısıyla hukuki sonuç doğurmadığı denetim süresi içinde
HAGB kararının esasına ilişkin nedenlerle kanun yararına bozma yoluna
gelindiği görülmektedir 66.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının itiraz kanun
yoluna tâbi bulunması nedeniyle, gerek itiraz edilerek, gerekse itiraz
kanun yoluna başvurulmaksızın kesinleşmesi hâlinde, olağanüstü bir
kanun yolu olan kanun yararına bozma konusu yapılabileceğinde kuşku
bulunmamaktadır. Ancak burada unutulmaması gereken husus, bu kanun
yolunda denetlenenin hüküm olmayıp, hükmün üzerine inşa edilmiş olan
hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı olduğudur.
Hükmün içeriğindeki hukuka aykırılıkların ancak hükmün
hukuken varlık kazanması hâlinde olağan ve olağanüstü kanun yolları
denetimine konu olabileceği, henüz hukuken varlık kazanmayan bir
hükmün ne olağan ne de olağanüstü kanun yolu denetimine konu
edilmesi mümkün olmadığı Askerî Yargıtay kararlarında da
vurgulanmaktadır.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verildiği
durumda hükmün içeriğine dâhil bulunan hukuka aykırılıkların, kanun
yararına bozma kanun yoluyla denetlenmesi olanağı bulunmadığı, kanun
koyucunun, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının üzerine
inşa edildiği mahkûmiyet hükmünün olağan kanun yolu olan temyizen
incelenmesini dahi yasaklamışken, henüz doğmamış bu hükümdeki
hukuka aykırılıkların olağan denetim süreci sonlanmadan, olağanüstü bir
63
As. Yrg. 1. D., 17.12.2014, E. 2014/1012, K. 2014/1014.
YCGK., 15.4.2014, 2012/6-1452 E., 2014/195 K.; YCGK., 11.7.2014, 2012/6-66 E.
65
Yener Ünver/Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, Ankara, 2012, s.767.
66
Sözgelimi; ASCK’nın 117/1 ve TCK’nın 62’nci maddeleri gereğince yirmi beş gün hapis cezasına
hükmolunduktan sonra hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi gerekirken, hapis cezasının
CMK’nın 231’inci maddesinin yedinci fıkrasına aykırı olarak adlî para cezasına çevrilmesinin hukuka
aykırılık oluşturduğu gerekçesiyle kanun yararına bozma isteminde bulunulmuştur (As. Yrg. 3. D.,
23.12.2014, E. 2014/0826, K. 2014/0847).
64
28
kanun yolu olan “kanun yararına bozma” kanun yoluyla
denetlenebileceğini kabul etmenin kanun yollarında hakim olan temel
ilkelere açıkça aykırılık oluşturacağı gibi, temyiz ve kanun yararına
bozma kanun yolunun gerek başvuru koşulları, gerekse sonuçlarındaki
farklılıklar ile olağanüstü bir kanun yolu olan kanun yararına bozma
kurumunun konuluş amacı nazara alındığında ileride telafisi mümkün
olmayan sorunlara da yol açabileceği ifade edilmektedir.
Diğer taraftan, bir kararın biri olağanüstü diğeri olağan olmak
üzere iki kez aynı temyiz merciince farklı yöntemlerle incelenmesi usul
karmaşasına yol açacak ve böyle bir uygulama kanun yollarının konuluş
amacına da aykırılık teşkil edecektir.
Hüküm; ancak hükmün açıklanması, düşme kararı verilmesi veya
yeni bir mahkûmiyet hükmünün tesisinden sonra temyiz incelemesine
konu olabilecek, temyiz kanun yoluna başvurulmadan kesinleşmesi
hâlinde ise, koşulları bulunduğu takdirde kanun yararına bozma yolu ile
incelenebilecek ve denetlenebilecektir 67.
VI. SONUÇ
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun Türk
Hukukundaki
uygulamasını
mehaz
Alman
Hukuku
ile
karşılaştırdığımızda, en dikkate değer husus uygulama kapsamının
belirgin bir şekilde genişliğidir. Ertelemenin özel bir şekli ve cezanın
kişiselleştirilmesi araçlarından biri olarak nitelendirilebilecek bu
kurumun uygulanma koşullarının doğru yorumlanması, bu nedenle daha
bir önem kazanmıştır.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumuna, askerî yargı
uygulamaları açısından bakıldığında ise; aynen adlî yargıda olduğu gibi,
farklı yorumlar nedeniyle en yaygın kanun yolu denetimine tutulan
kurumlardan birisi olma durumunda olduğu göze çarpmaktadır.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin tartışmalar,
özellikle zaman bakımından uygulanması sorununun çözümü için,
kurumun hukuki niteliğinin tartışılması ile başlamıştır.
Askerî yargı açısından Anayasa Mahkemesinin iptal kararları
üzerine başlayan uyarlama yargılamaları ile bu süreç devam etmiştir.
Uyarlama yargılamasının sui generis niteliği kesinleşmiş ve infaz edilmiş
hükümlerle ilgili uyarlama yargılaması yapılamayacağı Askerî Yargıtay
kararlarında vurgulanmıştır.
67
As. Yrg. 3. D., 23.12.2014, E. 2014/826, K. 2014/0847; As. Yrg. 1. D., 28.01.2015, E. 2014/76, K. 2014/81.
29
HAGB’nin koşulları yönünden özellikle, daha önce kasıtlı bir
suçtan mahkûm olmama ve zararın giderilmesi koşulları, yorumlamada
en çok hata yapılan hususlar olmuştur. Sübjektif koşul(liyakat) ise,
mehaz Alman Ceza Kanunu 68 uygulamasında sanığın bir daha suç
işleyeceğine / işlemeyeceğine ilişkin öngörünün tespiti açısından en çok
tartışılan koşul olma niteliğindedir 69.
Türk Ceza Muhakemesi Hukuku uygulamasında da; mahkemenin
sanığın kişilik özellikleri ve duruşmadaki tutum ve davranışları göz
önünde bulundurulmak suretiyle yeniden suç işleyeceği/işlemeyeceğine
ilişkin kanaatinin gerekçelerini somut verilere dayandırarak göstermesi
koşuluyla, bu öngörüye ulaşmada geniş bir takdir yetkisine sahip olduğu
göz ardı edilmemelidir.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlarına itiraz
incelemesinin kapsamı ise tartışmalı bir diğer noktayı oluşturmaktadır.
Askerî Yargıtay kararlarına göre itiraz incelemesi (Yargıtay
kararlarından farklı olarak), ancak CMK’nın 231. maddesinin 6.
fıkrasında yer alan suça ve sanığa ilişkin objektif uygulama koşullarının
var olup olmadığı ile ilgili sınırlı olarak yapılabilecek, mahkûmiyet
kararının içeriğindeki hukuka aykırılıklar itiraz yasa yolu ile
incelenemeyecektir.
Sonuç olarak; hükmün açıklanmasının geri bırakılması yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren, Ceza Muhakeme sisteminde uygulanma sıklığı
nedeniyle önemli bir kurum hâline gelmiştir.
Hukuk sistemimizde çok yeni olan bu kurumun Askerî Yargıtay
ve Yargıtay kararları ile, ceza yaptırım sisteminde, kanun koyucunun
amacıyla uyumlu bir yere ve yeknesak bir uygulamaya kavuşacağına
inanıyoruz.
68
Strafgesetzbuch-StGB
StGB' deki düzenlemeyi incelediğimiz takdirde; temel koşul olarak “cezaya hükmolunmaksızın da failin
gelecekte bir başka suç işlemeyeceği kanaatine ulaşılması” gerekmektedir (m.59/1). Sanığın bir daha suç
işleyip işlemeyeceğine ilişkin bu takdirin kullanılması; fiile ve failin kişilik özelliklerine yönelik bütüncül bir
değerlendirilmeyi gerektirmektedir (Thomas Fischer, Strafgesetzbuch und Nebengesetze, München, 2009,
s.545).
69
30
KAYNAKÇA
Artuç Mustafa, Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması, Adalet
Yayınevi, 2. Baskı, Ankara, 2009.
Baştürk İhsan, Hükmün Açıklanmasının Ertelenmesi, Adalet Yayınevi,
Ankara, 2014.
Brunner Rudolf / Dölling Dieter, Jugendgerichtsgesetz Kommentar,
Walter de Gruyter GmbH & Co.KG., 12. Baskı, Berlin, 2011.
Centel Nur / Zafer Hamide, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Basım A.Ş.,
7. Baskı, İstanbul, 2010.
Çığlı Halil, “Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması Kararlarına İtiraz
ve İtiraz Merciinin Yetkileri”, Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, Yıl: 5,
Sayı: 18, Temmuz 2014.
Erel Kemalettin, “Yargıtay Kararları Işığında Hükmün Açıklanmasının
Geri Bırakılması”, Ceza Muhakemesi Kanununun 3 Yılı, Teori ve
Uygulamada Karşılaşılan Sorunlar Sempozyumu, TCHD Yayınları,
İstanbul, 2009.
Fischer Thomas, Strafgesetzbuch und Nebengesetze, Verlag C.H.Beck,
56. Baskı, München, 2009.
Günay Erhan, Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması, Seçkin
Yayınevi, Ankara, 2010.
İnce Hüseyin, “Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması”, Suç ve Ceza
Dergisi, TCHD Yayınları, İstanbul 2009.
İpek Ali İhsan, Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması, Adalet
Yayınevi, Ankara 2010.
Kumbasar Enver, Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması, Seçkin
Yayınevi, Ankara 2012.
31
Mahmutoğlu Fatih Selami, “Kamu Davasının Açılmasının Ertelenmesi
ve Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması”, Ceza Muhakemesi
Kanununun 3 Yılı, Teori ve Uygulamada Karşılaşılan Sorunlar
Sempozyumu, İstanbul 2009.
Özbek Veli Özer/Meraklı Serkan, “Karar İncelemesi, Hükmün
Açıklanmasının Geri Bırakılması Kararına İtiraz Üzerine Yapılacak
Denetim”, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları
Dergisi, Prof. Dr. Nur Centel’e Armağan, 2013, Cilt: 19, Sayı: 2.
Özgenç İzzet, “Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması”, Hukuk
Devletinde Suç Yaratılmasının ve Suçun Aydınlatılmasının Sınırları
Sempozyumu, İstanbul, 3. Yılında Yeni Ceza Adalet Sistemi, Seçkin
Yayınevi, Ankara, 2009.
Parlar Ali, Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması ve Erteleme, Bilge
Yayınevi, Ankara, 2010.
Şahin Cumhur, “Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması Kararına
İtirazda İncelemenin Kapsamı”, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Hukuk Araştırmaları Dergisi, Prof. Dr. Nur Centel’e Armağan, , 2013,
Cilt: 19, Sayı: 2.
Taner Fahri Gökçen, “Hükmün Açıklanmasının Ertelenmesinin (Geri
Bırakılmasının) Hukuki Niteliği ve Ertelemeyi Kabul Edip Etmediğinin
Sanığa Duruşma Evresinin Sona Ermesinden Önce Sorulmasının Hukuka
Aykırılığı Üzerine”, Ankara Barosu Dergisi, 2011/4.
Turan Hüseyin, Ceza Yargısında Hükmün Açıklanmasının Geri
Bırakılması ve Uygulaması, Adalet Yayınevi, Ankara 2012.
Ünver Yener / Hakeri Hakan, Ceza Muhakemesi Hukuku, Adalet
Yayınevi, 5. Bası, Ankara, 2012.
32
ASKERÎ YARGITAY
DAİRELER KURULU
ve
DAİRE
KARARLARI
33
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 12, 137
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
2’nci Daire Kararı
E.No. : 2014/123
K.No. : 2014/124
T.
: 22.01.2014
ÖZET
TSK İç Hizmet Kanunu’nun 42 ve ASCK’nın 12’nci
maddeleri gereğince; şoför olarak görevlendirilmesi nedeniyle askerî
aracı senetle teslim alan sanık, askerî araç sevk ve idaresinde
bulunduğu süre içinde hizmet hâlindedir.
Bu süre içinde, sanığın askerî aracı özel menfaatine
kullanması kesintisiz olarak devam eden hizmet bağını
kesmeyeceğinden, gösterdiği tekâsül sonucu askerî araçta mühimce
hasarın oluşması, ayrıca, ASCK'nın 137'nci maddesinde düzenlenen
suçu da oluşturur.
ASCK'nın 134'üncü maddesinde düzenlenen suçun
oluşumunda; rapor, takrir, layiha ve sair resmî evrakın hizmete
veya verilen vazifeye ait olması gerekir. Şahsa ait bir işe ilişkin
raporlar, eğer üstün hizmetine ait bir vazifesine ve astın da hizmet
dolayısıyla bildirmeye mecbur olduğu hususlara ilişkin ise hizmete
aittir. Söz konusu belgelerin tanziminde ve üste verilmesinde üstü
kandırmak, aldatmak kastı gereklidir. Üstün aldanmış olması
zorunlu unsur değildir. Belgenin içeriği doğru olmamalıdır.
Sanığın, 03.10.2010 tarihinde, hizmette tekâsül sonucu askerî
aracın mühimce hasara uğramasına sebebiyet vermek ve hizmete ilişkin
bir konuda hakikate muhalif evrak tanzim etmek suçlarını işlediği
iddiasıyla açılan kamu davalarının sürdürülen yargılaması sonucunda;
Askerî Mahkemece; atılı suçların unsurları itibarıyla oluşmadığı kabul
edilerek, CMK’nın 223/2-a maddesi gereğince sanığın beraatına karar
verilmiştir.
Hükümler; Askerî Savcı tarafından, atılı suçların oluştuğu ileri
sürülerek, sanık aleyhine temyiz edilmiştir.
Tebliğnamede; hükümlerin sübut yönünden bozulması gerektiği
hususunda görüş bildirilmiştir.
34
Sanık hakkında sürücüsü bulunduğu askerî aracı özel menfaatinde
kullanmak suçundan dolayı tesis edilen mahkûmiyet hükmü, temyiz
edilmeyerek kesinleştiğinden, inceleme dışı tutulmuştur.
1) Maddi vaka;
Sanığın, …Askerî Savcılığına ait …askerî plakalı, Fiat Doblo
marka hizmet aracında şoför olarak görevli olduğu 03.10.2010 Pazar
günü saat 06.30 sıralarında, yanında tanık J.UIş.Er H. E. olduğu hâlde,
…Komutanlığı Kışla Araç Nizamiyesinden kız arkadaşı ile görüşmek
maksadıyla izinsiz olarak çıkış yaptığı Etimesgut/Atilla EŞER Caddesi
Kavşağına geldiğinde sivil şahıs N. Y.'nin sevk ve idaresinde bulunan
…plakalı hususi araç ile çarpıştığı; kazadan sonra sanığın Tekerlikli Araç
Günlük Görev ve Koruyucu Bakım Formu'nu olay yerinde doldurduğu;
araçta meydana gelen 10.104 TL.lik hasarın 7.578 TL.lik kısmının
sigorta tarafından karşılandığı, 1.809,88 TL.lik Hazine zararının ise sanık
üzerine bırakıldığı, sanığın eylemi nedeniyle ayrıca 5,05 TL. tutarında
akaryakıt sarf edildiği sübuta ermiş bulunmaktadır.
2) Hizmette tekâsül sonucu askerî aracın mühimce hasara
uğramasına sebebiyet vermek suçuyla ilgili olarak tesis edilen
beraat hükmü yönünden yapılan inceleme;
… askerî plakalı Fiat Doblo marka askerî aracı, şoför olarak
görevlendirilmesi nedeniyle senetle ve TSK İç Hizmet Kanunu’nun
42’nci maddesi gereğince, vazife ve hizmet icabı kullanmak ve muhafaza
etmek üzere teslim alan sanığın, kendisine teslim edilen askerî aracın
bakım, koruma ve muhafazasından ayrıca sorumlu olduğu; yine, sanığın,
ASCK’nın 12’nci maddesine göre de; malûm ve muayyen hâle getirilmiş
olan söz konusu hizmeti, askerlik hizmetinin devam ettiği ve görevde
bulunduğu süre zarfında ve nihayet bu görevin aynı şekilde kendisinden
geri alınacağı tarihe kadar yerine getirme yükümlülüğünün bulunduğu;
yukarıda açıklanan görev ve sorumlulukları çerçevesinde, sürücüsü
bulunduğu askerî aracın sanığın sevk ve idaresinde bulunduğu süre
zarfınca sanığın hizmet hâlinde olduğunun kabulü gerekmektedir.
(Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 10.06.1966 tarihli, 62-55;
06.06.1969 tarihli, 1969/48-48; 28.10.2010 tarihli, 2010/90-103 ve
15.03.1990 tarihli, 1990/47-40 Esas ve Karar sayılı ilamları da bu
yöndedir).
Bilirkişi olarak mütalaasına başvurulan J.Ulş.Kd.Bçvş.M.Y.;
sanığın, sevk ve idaresindeki askerî aracın hızını kavşaklara yaklaşırken
azaltmamak suretiyle, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 52/1(a) maddesini ihlâl ettiğini, bu nedenle olayda ikinci derecede kusurlu
olduğunu beyan etmiştir. (Dz.56-59,113)
35
Sanık, sürücüsü bulunduğu askerî araçla birlik nizamiyesinden
ayrıldıktan sonra yaklaşık 22 km mesafe kat etmiş ve nihayetinde maddi
hasarla sonuçlanan trafik kazasına sebebiyet vermiştir (Dz.47).
Bu itibarla; olay günü, …Komutanlığı Kışla Araç Nizamiyesinden
kız arkadaşı ile görüşmek maksadıyla çıkış yapıp Etimesgut/Atilla EŞER
Caddesi Kavşağına gelinceye kadar sanığın askerî aracı özel menfaatine
kullanmak suçunu işlediği; bu suçu işlemeye devam ettiği sırada, askerî
araç ile sanık arasındaki hizmet bağının kesintisiz olarak devam etmesi
nedeniyle de, gösterdiği tekâsül sonucu askerî araçta mühimce hasarın
oluşmasına yol açan sanığın, ayrıca, ASCK'nın 137'nci maddesinde
düzenlenen suçu işlediği sonucuna varılmış ve aksi yönde
değerlendirmelere dayalı olarak tesis edilen beraat hükmünün, Askerî
Savcının isabetli görülen temyiz sebepleri doğrultusunda sübut yönünden
bozulmasına karar verilmiştir.
3) Hizmete ilişkin bir konuda hakikate muhalif evrak
tanzim etmek suçuyla ilgili olarak tesis edilen beraat hükmü
yönünden yapılan inceleme;
Sanığın, 03.10.2010 tarihinde, hizmete ilişkin bir konuda hakikate
muhalif evrak tanzim etmek suçunu işlediği iddiası ve eylemine uyan
ASCK’nın 134’üncü maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle kamu
davası açılmış ise de;
Askerî Mahkemece; sanığın kazadan sonra doldurup kolluk
kuvvetlerine sunduğu araç görev kağıdını olay yerine gelen amirlerine
kendisinin doldurduğunu ikrar edip, üstlerine sunmadığı ve suç işleme
kastının bulunmadığı kabul edilerek, atılı suçun unsurları itibarıyla
oluşmadığı gerekçesiyle, sanığın beraatine karar verilmiştir.
ASCK’nın 134’üncü maddesiyle, hizmete veya tevdi edilen askerî
bir vazifeye ilişkin olarak kasten gerçeğe aykırı rapor (herhangi bir
konuda yapılan inceleme, araştırma sonucu hazırlanan düşünce veya
gözlemleri bildiren yazı) veya takrir (anlatma, anlatış, ders verme) veya
layiha (herhangi bir konuda görüş ve düşünce bildiren yazı) ve bu tür sair
(diğer) bir resmî evrak düzenleyen ve veren veyahut bunların gerçeğe
aykırı olduğunu bilerek üstlerine takdime delalet edenler (aracılık,
kılavuzluk edenler; yol gösterenler) cezalandırılmaktadır.
Rapor, takrir, layiha ve sair resmî evrakın hizmete veya verilen
vazifeye ait olması gerekir. Şahsa ait bir işe ilişkin raporlar, eğer üstün
hizmetine ait bir vazifesine ve astın da hizmet dolayısıyla bildirmeye
mecbur olduğu hususlara ilişkin ise hizmete aittir.
36
Söz konusu belgelerin tanziminde ve üste verilmesinde üstü
kandırmak, aldatmak kastı gereklidir. Üstün aldanmış olması zorunlu
unsur değildir. Belgenin içeriği doğru olmamalıdır.
Yerleşik Askerî Yargıtay İçtihatlarına göre; ASCK’nın 134’üncü
maddesinde yer alan suçun oluşabilmesi için; askerî hizmete ilişkin bir
konuda üst ve amirlerini kandırma şuur ve iradesiyle hareket edilerek, bu
kişilere hakikate aykırı bilgiler içeren rapor, belge, takrir veya layiha
sunulması ya da gerçeğe aykırı olduğu bilinmesine karşın bu nitelikteki
evrakın üst ve amirlere takdimine neden olunması yeterli görülmektedir.
İnceleme konusu olayımızda sanık; sadece kız arkadaşıyla
görüşmek maksadıyla hareket ederek, sürücüsü bulunduğu askerî araçla
birlik nizamiyesinden çıkış yapmış ve seyir hâlindeyken, sivil bir araca
çarpmak suretiyle askerî aracın mühim surette hasara uğramasına
sebebiyet vermiştir.
Sanık; oluşmasına sebebiyet verdiği araç hasarının hemen
ardından, kendisine verilen ve Birlik Komutanlarının isim ve imzalarını
taşıyan “Tekerlikli Araç Günlük Görev ve Koruyucu Bakım Formu"nun
aracın plakası, cinsi ve göreve çıkış tarihi ile saatini gösteren bölümlerini
tükenmez kalemle kendisi doldurmuş ve yine, araç sevk amirinin
imzasını takliden atmıştır.
Sanık; aşamalardaki sorgu ve savunmalarında; kazadan sonra
düzenlendiği görev belgesini olay yerine gelen J.Bçvş. M. A.’ya
verdiğini beyan etmiştir (Dz.39,40).
Tanık J.Kd.Bçvş. M. A.; huzurda tespit edilen yeminli ifadesinde,
olay yerine geldiğinde, sanıktan görev kağıdını sorduğunu ve araçtan
bizzat görev belgesini kendisinin aldığını, formun araç sevk amiri
kısmındaki parafın kime ait olduğunu sorduğunda, sanığın parafı
kendisinin attığını söylediğini beyan etmiştir (Dz.76).
Gerek, sanığın beyanları ve gerekse tanık M. A.’nın bu anlatımları
destekler tarzdaki ifadesi karşısında, sanık J.Ulş.Er K. Ş.’nin; 03.10.2010
tarihinde, gerçekleştirdiği kazadan sonra, birliğini izinsiz terk ettiğinin ve
sürücüsü bulunduğu askerî aracı hizmet harici bir nedenle kullandığının
anlaşılacak olmasından dolayı bir endişeye kapıldığı ve kaza esnasında
görevliymiş gibi bir işlem ve muameleye tâbi tutulmak maksadı ve
gerçeği gizlemek kastıyla hareket ederek hakikate muhalif bilgiler içeren
Tekerlekli Araç Günlük Görev ve Koruyucu Bakım Formunu doldurduğu
ve bunu olay mahalline gelen amiri durumundaki J.Kd.Bçvş. M. A.’ya
arz ettiği, böylelikle, sanığın, unsur ve müeyyidesi ASCK’nın 134’üncü
maddesinde düzenlenen hizmete ilişkin bir konuda hakikate muhalif
evrak tanzim etmek suçunu işlediği sonucuna varıldığından, aksi yönde
37
değerlendirmelere bağlı olarak tesis edilen beraat hükmünün, Askerî
Savcının isabetli görülen temyiz sebepleri doğrultusunda sübut yönünden
bozulmasına karar verilmiştir.
38
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 13
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
4’üncü Daire Kararı
E.No. : 2014/924
K.No. : 2014/929
T.
: 23.12.2014
ÖZET
Farklı tarihlerde Türk Silâhlı Kuvvetlerine katılmış olsalar
dahi, uzman erbaşlar arasında, ASCK’nın 13’üncü maddesinin
öngördüğü
biçimde
ast-üst
veya
amir-maiyet
ilişkisi
bulunmamaktadır.
Sanık hakkında; 22.11.2011 tarihinde mağdur P.Uzm.Çvş. İ.K. ile
aralarında çıkan tartışmada, mağdurun burnuna yumrukla vurduğu,
mağdurun burnunda, basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek şekilde
kırık oluştuğu, bu suretle, haksız tahrik altında neticesi sebebiyle
ağırlaşmış kasten yaralama suçunu işlediğinden bahisle kamu davası
açıldığı anlaşılmıştır.
353 sayılı Kanun’un 9’uncu maddesi, “Askerî Mahkemeler
kanunlarda aksi yazılı olmadıkça, asker kişilerin askerî olan suçları ile
bunların asker kişiler aleyhine veya askerî mahallerde yahut askerlik
hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara
bakmakla görevlidirler” hükmünü içermekte, aynı Kanun’un 17’nci
maddesi ise, “Askerî Mahkemelerde yargılamayı gerektiren ilginin
kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma
görevini değiştirmez. Ancak suçun; askerî bir suç olmaması, askerî bir
suça bağlı bulunmaması hâlinde Askerî Mahkemenin görevi sona erer”
şeklinde bir düzenlemeye yer verilmiş iken; Anayasa Mahkemesinin
15.03.2012 tarihli, 2011/30 Esas ve 2012/36 Karar sayılı kararı ile 353
sayılı Kanun’un 9’uncu maddesinde yer verilen “askerî mahallerde”
ibaresi anayasaya aykırı bulunarak iptal edilmiş olup, söz konusu iptal
kararı 26.06.2012 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe
girmiştir.
Buna göre; artık, asker kişiler tarafından askerî mahalde işlenen,
fakat; askerî suç olmayan, asker kişiye karşı veya askerlik hizmet ve
39
görevleriyle ilgili olarak da işlenmemiş olan suçlarla ilgili yargılamanın
askerî mahkemelerde görülmesi olanağı kalmamıştır.
Bu durumda, sanığın işlediği iddia olunan “haksız tahrik altında
neticesi sebebiyle ağırlaşmış kasten yaralama” suçunun askerî bir suç
olmaması ve askerî bir suça da bağlı bulunmaması sebebiyle atılı suçtan
yargılama yapma görevi adliye mahkemelerine ait olduğundan,
görevsizlik kararının, onanması cihetine gidilmiştir.
Tebliğnamede; terhis belgeleri itibarıyla, sanık ile mağdurun farklı
tarihlerde Türk Silâhlı Kuvvetlerine katıldıkları, sanıkla mağdur arasında
astlık-üstlük ilişkisi varsa, atılı suçun üste fiilen taarruz suçunu oluşturma
ihtimali söz konusu olduğundan, olay tarihi itibariyle aralarında astlıküstlük ilişkisi olup olmadığının belirlenmeden hükme ulaşılmasının
noksan soruşturma niteliğinde olduğu ileri sürülmüş ise de; Askerî
Yargıtay Daireler Kurulunun, 27.10.2005 tarihli, 2005/84-88 E.K. sayılı
ilamında da vurgulandığı üzere, uzman erbaşlar arasında, ASCK’nın
13’üncü maddesinin öngördüğü biçimde ast-üst veya amir-maiyet ilişkisi
olmadığından ve sanığın kendisine eşit konumdaki mağdura karşı
gerçekleştirdiği iddia edilen eylemlerinin üst veya amire fiilen taarruz
kapsamında değerlendirmesine yasal imkân bulunmadığından;
tebliğname görüşüne iştirak edilmemiştir.
40
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 50, 130/1, 2
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
3’üncü Daire Kararı
E.No. : 2014/527
K.No. : 2014/528
T.
: 10.06.2014
ÖZET
Somut olayda, hurdaya ayrılan, fakat arz ettiği ekonomik
değer sebebiyle muhafaza edilmekte olan askerî eşya, usulüne uygun
şekilde satışı ve ilgili makamlara devri yapılmadıkça askerî eşya
vasfını kaybetmeyeceğinden, sanık hakkında tüm unsurları ile
oluşan atılı suçtan mahkûmiyet kararı verilmesinde bir hukuka
aykırılık bulunmamakla birlikte; HEK’e ayrılmış (kayıt silme
raporları bulunan) askerî araçların savaş aracı olarak kabul
edilmesi mümkün olmadığından, ASCK’nın 130/2’nci maddesi
gereğince cezada artırım yapılması hukuka aykırıdır.
Askerî Mahkemece; sanığın, 15.01.2011 tarihinde askerî eşyayı
kasten tahrip etmek suçunu işlediği sabit görülerek, ASCK’nın 130/1-2,
50 ve TCK’nın 62’nci maddeleri gereğince, sonuç olarak iki ay yirmi iki
gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına, hapis cezasının TCK’nın 51’inci
maddesi gereğince ertelenmesine, meydana gelen 268,8 TL Hazine
zararının tahsiline, 18,40 TL nispi harç alınmasına kararı verilmiş; bu
hüküm, Adlî Müşavir tarafından, sanık lehine uygulamaya ilişkin
sebepler ileri sürülerek temyiz edilmiştir.
Sanığın, 15.01.2011 tarihinde 13.00-15.00 saatleri arasında
Ulaştırma Garaj Nöbetçisi olarak görevli iken, ulaştırma garajında
bulunan HEK’e ayrılmış askerî kamyonların ayna, karartma ve farlarını
“böyle askerlik olur mu, burada nöbet tutulmaz” diyerek silahının dipçiği
ile vurmak ve tekme atmak suretiyle kırdığı, kırılan parçalar nedeniyle
268,8 TL tutarında Hazine zararının meydana geldiği anlaşılmaktadır.
Olayın doğrudan görgü tanığı Bkm.Er S. T. ile diğer tanık
anlatımları karşısında eylemin sübuta erdiği konusunda bir tereddüt
bulunmamaktadır.
Bilindiği üzere; ASCK’nın 130’uncu maddesinde suça konu
41
eşyanın savaş aracı veya savaş gereci olması ağırlatıcı sebep sayılmış,
ancak ne tür eşyanın savaş araç veya gereci olduğu belirtilmemiştir.
Askerî Yargıtay kararlarında ise, savaş araç ve gereci; “Birliğin
muharebe gücüne tesir eden ve Birlik Teşkilat Malzeme Kadrosunda
(TMK) gösterilen bütün ordu malları ile birlik tarafından yetki verilmiş,
ikmal kataloglarında ve tahsis listelerinde gösterilen malzemelerdir.”
şeklinde tanımlanmıştır.
Somut olayda, hurdaya ayrılan, fakat arz ettiği ekonomik değer
sebebiyle muhafaza edilmekte olan askerî eşya, usulüne uygun şekilde
satışı ve ilgili makamlara devri yapılmadıkça askerî eşya vasfını
kaybetmeyeceğinden, sanık hakkında tüm unsurları ile oluşan atılı suçtan
mahkûmiyet kararı verilmesinde bir hukuka aykırılık bulunmamakla
birlikte; HEK’e ayrılmış (kayıt silme raporları bulunan) askerî araçların
savaş aracı olarak kabul edilmesi mümkün olmadığından, ASCK’nın
130/2’nci maddesi gereğince cezada artırım yapılması hukuka aykırıdır.
Yine 23.01.2013 tarihli ve 28537 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 17.01.2013 tarihli, 2012/80 Esas ve
2013/16 Karar sayılı kararıyla; ASCK’nın Ek 10’uncu maddesinin ikinci
fıkrasının Anayasa’ya aykırı olduğu kabul edilerek iptaline karar verilmiş
olduğundan, cezanın niteliği de dikkate alınarak sanık hakkında
CMK’nın 231’inci maddesi kapsamında hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilip verilemeyeceği konusunda araştırma ve
değerlendirme yapılması gerektiği de açıktır.
Bu nedenlerle mahkûmiyet hükmünün uygulama yönünden
bozulmasına karar verilmiştir.
42
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad.51
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
4’üncü Daire Kararı
E.No. : 2014/837
K.No. : 2014/840
T.
: 25.11.2014
ÖZET
Hükümlünün, ASCK’nın 15'inci maddesine göre nöbetçi
sayılabilmesi için mutlaka silahlı olması gerektiğinden ve olayda
kullanılan “silah” ile hükümlünün olay sırasında ifa ettiği “nöbet
hizmeti” işlenen suçun unsurları olduğundan, hükümlü hakkında
tayin edilen cezanın, ASCK’nın 51/B maddesi gereğince
artırılmasına imkân bulunmamaktadır.
Millî Savunma Bakanınca; hükümlü hakkında tayin edilen cezada,
ASCK’nın 51/B ve 50’nci maddeleri uyarınca ceza artırımı
yapılmamasının kanuna aykırılık oluşturduğu gerekçesiyle “kanun
yararına bozma” isteminde bulunulmuş ise de;
As.Yrg.Drl.Krl.nun 21.03.1996/40-41 Esas ve Karar sayılı ve
Dairemizin 23.12.2003/1244-1240 Esas ve Karar sayılı kararlarında da
açıklandığı üzere; öncelikle cezanın artırılabilmesi bakımından söz
konusu yasa maddesinde aranan koşulların nelerden ibaret olduğunun
tayin ve tespiti gerekmektedir.
ASCK’nın 51/B maddesinde; “Suç, silahın veya resmi nüfuz ve
salahiyetin suiistimali suretiyle hizmetin ifası esnasında yapılırsa,”
cezanın artırılacağı hükmü yer almaktadır.
Bu madde hükmüne göre, sanık hakkında tayin edilen cezanın
artırılabilmesi için; suçun silahın veya resmi nüfuz ve salahiyetin kötüye
kullanılarak hizmet esnasında işlenmesi, ayrıca silahın işlenen suçun
unsuru olmaması, resmi nüfuz ve salahiyetin görevi gereği olarak değil,
kötüye kullanmak suretiyle işlenmesini gerektirmektedir.
Dava konusu somut olayda ise; hükümlünün kendisine hizmet
nedeniyle teslim edilen silahını tahsis edilen amaç dışı kullandığı sabittir.
Ancak; dizi 12'deki nöbet çizelgesine göre, 08.06.2010 günü 22.00-24.00
saatleri arasında nöbetçi olan hükümlünün, ASCK’nın 15'inci maddesine
43
göre nöbetçi sayılabilmesi için mutlaka silahlı olması gerektiğinden,
olayda kullanılan “silah” ile, yine olay sırasında ifa edilen “nöbet
hizmeti” işlenen suçun unsurları olduğundan, ASCK’nın 51/B
maddesinde aranan koşullar oluşmadığından; diğer bir anlatımla, bu suçla
ilgili olarak söz konusu yasa maddesinin uygulama alanı
bulunmadığından, hükümlü hakkında tayin edilen cezanın artırılmasının
mümkün olmadığı sonucuna varıldığından; Millî Savunma Bakanı’nın
yerinde görülmeyen kanun yararına bozma isteminin reddine karar
verilmiştir.
44
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 66/1
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E.No. : 2014/57
K.No. : 2014/53
T.
: 05.06.2014
ÖZET
Yargılama sırasında, sanığın sağlık safahatını inceleyen ve
eşcinsel olduğu yönündeki beyanını dikkate alan bilirkişinin
mütalaası karşısında, sanığın askerliğe elverişliliğinin ve cezai
ehliyetinin sağlık kurulu raporu ve adlî raporla belirlenmesini
gerektirir bir kuşku ve bu bağlamda bir noksan soruşturma
bulunmadığı kabul edilmelidir.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan uyuşmazlık;
aşamalarda yapmış olduğu savunmalarında, aynı zamanda eşcinsel
olduğunu, keza psikolojik problemleri olduğunu da beyan eden ve sadece
izin tecavüzü suçuna ilişkin olarak psikiyatri uzmanı bilirkişiye muayene
ettirilen sanığın, psikiyatrik yönden askerliğe elverişliliğinin ve cezai
ehliyetinin sağlık kurulu raporu ve adlî raporla belirlenmemesinin noksan
soruşturma oluşturup oluşturmadığına ilişkindir.
Sanığın, izin tecavüzü ve ilk firar suçunu işlediği sırada
yürürlükte bulunan, Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Yeteneği
Yönetmeliğinin Eki Hastalık ve Arızalar Listesinin 17’nci maddesinin,
“Psikoseksüel bozukluklar” başlıklı B diliminin (3) numaralı fıkrasında;
bu fıkraya gireceklerin, seksüel davranış bozukluklarının askerlik
ortamında bilinerek sakıncalara yol açması, bu durumun kıta anketi veya
resmî belgelerle saptanmasının gerekli olduğu;
“İleri derecede psikoseksüel bozukluklar” başlıklı D diliminin (4)
numaralı fıkrasında ise; bu fıkraya gireceklerin seksüel davranış
bozukluklarının tüm yaşamlarında ileri derecede belirgin olması, askerlik
ortamında sakıncalı bir durum yarattığının ya da yaratacağının gözlem
veya belgelerle saptanmasının gerekli olduğu; düzenlenmiş iken;
45
05.02.2013 tarihli ve 28550 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan
Bakanlar Kurulunun 14.01.2013 tarihli ve 4240 sayılı kararı ile; anılan
maddenin B diliminin (3) numaralı fıkrası ilga edilmiş, D diliminin (4)
numaralı fıkrasının başlığı, “Cinsel kimlik ve davranış bozuklukları”
şeklinde değiştirilerek, içeriğinde de, “bu fıkraya gireceklerin cinsel
kimlik ve/veya davranış örüntülerinin tüm yaşamlarında ileri derecede
belirgin olması ve askerlik ortamında sakıncalı bir durum yaratacağı ya
da yarattığı tıbbi kanaatine varılması gerektiği” açıklamasına yer
verilmiştir.
Evli ve bir çocuklu olan, yoğunluklu olarak savunmalarında da,
ailevi sorunları nedeniyle birliğinden uzaklaştığını veya birliğine
katılmadığını ifade eden sanığın, 21.11.2012 tarihinde tutuklama talebi
nedeniyle Askerî Mahkemece saptanan savunmasında, 16.01.2013
tarihinde, kendiliğinden gelerek birliğine katıldığında birlik
komutanlığınca ve tutuklama talebi nedeniyle Askerî Mahkemece
saptanan savunmasında, eşcinsel olduğu ve psikolojik problemleri
olduğu yönünde beyanda bulunduğu, bu durumun 16.01.2013 tarihinde
tutuklanması üzerine konulduğu Askerî Cezaevi ve Tutukevinde de
dikkate alındığı;
Sanığın, birlik komutanlığınca 16.01.2013 tarihinde saptanan
ifadesinde, eşcinsel olduğunu, birliğe ilk katılışında ve ilk katılışında
yapılan doktor muayenelerinde söylemediğini, firarda olduğu süreçte, bu
nedenle askerlik yapamayacağına karar verdiği yönünde beyanda
bulunduğu;
Sağlık safahatı incelendiğinde ise, depresif duygulanım ve orta
depresif nöbet tanılarını içeren raporlarının (iki kez) olduğu, bu nedenle
bir kez 10 gün istirahat raporu verildiği, birlik komutanlığınca
düzenlenen mülakat formu, risk tarama anketi, danışmalık kartı, personel
koordine formu ve kıta anket formunda, sanığın eşcinsel olduğu yönünde
bir açıklamaya ve beyana yer verilmediği;
Sanık hakkında düzenlenen terhis belgesinde ise, Çorlu Asker
Hastanesinin 20.01.2014 tarihli raporuyla uyum bozuklukları tanısıyla
1,5 ay hava değişimi raporu verildiğinin ve sanığın 06.03.2014 tarihinde,
hizmet süresini tamamlayarak terhis edildiğinin bildirildiği;
Yargılama sırasında, 08.09.2012-19.11.2012 tarihleri arasında
işlediği iddia olunan izin tecavüzü suçuna ilişkin olarak dinlenen
psikiyatri uzmanı bilirkişinin, sanığın sağlık safahatını ve
savunmalarında geçen eşcinsel olduğu yönündeki beyanını gördüğü
hâlde, 08.02.2013 tarihli mütalaasında, askerliğe elverişliliği ve cezai
ehliyeti açısından sanığın müşahedesine gerek bulunmadığı şeklinde
46
görüş belirttiği, ancak cinsel kimlik yönünden bir açıklamada
bulunmadığı;
Görülmektedir.
Öncelikle, anılan sebeplerle, sanığın askerliğe elverişsizliğine
karar verilebilmesi için, kişinin seksüel davranış bozukluk hâlinin ya da
cinsel kimlik ve/veya davranış bozukluk hâlinin varlığının, somut olarak
ortaya konulması gerekir. Ayrıca, izin tecavüzü ve ilk firar suçunun
işlendiği tarih itibarıyla, psikoseksüel bozukluğun tespiti için, seksüel
davranış bozukluğunun askerlik ortamında bilinmesi ve bu durumun
sakıncalara yol açması gerekmektedir.
Sanığın beyanda bulunduğu 16.01.2013 tarihine kadar, sanığın
seksüel davranış bozukluğu içinde olduğunu gösteren tıbbi veya idari bir
tespit bulunmadığından, doğal olarak ileri sürdüğü bu durumunun ileri
derecede belirginliğinden de söz etmek mümkün görülmemektedir.
Son firar suçunu işlediğinde ise, sanığın açıklaması nedeniyle,
ileri sürdüğü bu durumunun bilindiğinin kabulü gerekmekte ise de;
Sağlık Yeteneği Yönetmeliğinin öngördüğü şekliyle, cinsel kimlik ve
davranış bozukluğunun, sanığın tüm yaşamında ileri derecede
belirginleştiğine dair bir delil dava dosyasında bulunmamaktadır.
Kaldı ki, somut olayda, sanık eşcinsel olduğunu, askerlik
ortamında ilk kez 16.01.2013 tarihinde ifadesinin tespiti sırasında
açıkladığına ve hakkında tutulan hiç bir kayıtta bu yönde bir açıklama
bulunmadığına göre, sanığın bu durumunun sakıncalara yol açmasının
ötesinde bilinmediği açıktır. Keza açıklamada bulunduğu tarihten sonra
da, sanığın bu durumunda bir farklılığın dosyaya yansımadığı
görülmektedir.
Öte yandan, sanığın eşcinsel olduğu yönündeki beyanının ve
sağlık safahatının, dava dosyasında olduğu hâlde, dosyayı inceleyen ve
sanığı muayene eden psikiyatri uzmanı bilirkişi tarafından, mütalaasında
açıkça belirtmemiş olsa dahi, değerlendirildiğinin kabulü gerekir.
Bu itibarla, yargılama sırasında, sanığın sağlık safahatını
inceleyen ve eşcinsel olduğu yönündeki beyanını dikkate alan bilirkişinin
mütalaası karşısında, sanığın askerliğe elverişliliğinin ve cezai
ehliyetinin sağlık kurulu raporu ve adlî raporla belirlenmesini gerektirir
bir kuşku ve bu bağlamda bir noksan soruşturma bulunmadığı kabul
edilerek, Başsavcılığın itirazının reddine karar verilmiştir.
47
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 66/1-b
ASMKYUK
Mad. 176
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
2’nci Daire Kararı
E.No. : 2014/892
K.No. : 2014/886
T.
: 15.10.2014
ÖZET
353 sayılı Kanun’un 176’ncı maddesi dikkate alındığında,
görevsizlik kararı verilebilmesi, görevsizliğe konu olabilecek nitelikte
bir suçun varlığına bağlıdır. İşlenemez suçta, ortada gerçek anlamda
bir suç bulunmadığından, yargılama hukuku ile ilgili hükümlerle
değerlendirme yapılamaz.
Yargılama sırasında, suç tarihlerinde askerliğe elverişli
olmadığı saptanan sanığın, işlediği iddia olunan sırf askerî bir suç
olan izin tecavüzü suçunun, işlenemez suç niteliği kazanması ve
ortada yargılama yapılmasını gerektirecek bir fiilin kalmaması
karşısında, artık, sanığın suç tarihlerinde sivil kişi olduğundan
bahisle görevsizlik kararı verilemeyeceği gözetilmelidir.
Sanığın, 13.08.2011-26.09.2011 tarihleri arasında izin tecavüzü
suçunu işlediği iddiasıyla açılan kamu davasının sürdürülen yargılaması
sonucunda; sanığın suç tarihlerinde asker kişi statüsü taşımadığı
gerekçesiyle Askerî Mahkemece görevsizlik kararı verilmiştir.
Hüküm; Komutan adına Adlî Müşavir tarafından, sanık hakkında
beraat yerine görevsizlik kararı verilmesinin hukuka aykırı düştüğü
belirtilerek temyiz edilmiştir.
Tebliğnamede; hükmün bozulması gerektiği yönünde görüş
bildirilmiştir.
Yapılan incelemede; sanığın 06.08.2011 tarihinde yedi gün
süreyle dağıtım iznine gönderildiği, 13.08.2011 tarihinde birliğine
katılması gerekirken katılmadığı, 26.09.2011 tarihinde yakalandığı,
ancak, Elazığ Asker Hastanesinin 08.10.2013 tarihli, 9 sayılı Ek Sağlık
Kurulu Raporu ile suç tarihlerinde askerliğe elverişli olmadığı saptanan
sanık hakkında Askerî Mahkemenin görevsizliğine karar verildiği
anlaşılmaktadır.
48
Sanığın, askerliğe elverişsiz olduğunun anlaşılması karşısında,
işlediği iddia olunan izin tecavüzü suçu işlenemez suça dönüşecektir.
Sanığın işlenemez suç niteliğine dönüşen eylemi, diğer ceza kanunlarına
göre bir suça vücut vermediği gibi, Kabahatler Kanunu kapsamında
kabahat dahi teşkil etmemektedir.
Keza, sanığın, suç tarihlerinde askerliğe elverişsiz olması
görevsizlik kararı verilmesi için yeterli olmayıp, isnat olunan eylemlerin
de varlığını koruması ve bir suçun oluşması ihtimalini doğurması
gerekmektedir.
353 sayılı Kanun’un 176’ncı maddesi dikkate alındığında,
görevsizlik kararı verilebilmesi, görevsizliğe konu olabilecek nitelikte bir
suçun varlığına bağlıdır. Ortada yargılama yapılmasını gerektirecek bir
fiil kalmamışsa, doğal olarak görevsizlik kararı da verilemeyecektir.
Anayasanın 141/son maddesi “Davaların en az giderle ve
mümkün olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir.” hükmünü
içermekte olup;
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6’ncı maddesinde de,
davaların makul bir süre içerisinde sonuçlandırılması, adil yargılanma
hakkının bir parçası olarak düzenlenmiştir.
Bu hükümler birlikte dikkate alındığında, kesinlikle beraat edecek
bir kimsenin yargılamasının sürdürülmesi ve bu suretle kişinin aklanma
hakkının geciktirilmesi, gerek Anayasa’ya, gerekse Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin ruhuna aykırılık oluşturacaktır.
İşlenemez suçta, ortada gerçek anlamda bir suç bulunmadığından,
yargılama hukuku ile ilgili hükümlerle değerlendirme yapılmamalıdır.
Ceza yargılaması, kanunlarda unsurları belirtilen ve suç olarak
düzenlenen fiillerle ilgilenir. Somut olayda, işlenmiş bir suç
olmadığından, sivillerin adlî yargıda yargılanmalarını öngören CMK’nın
3’üncü maddesi uygulanamayacaktır. Keza, barış hâlinde, sivillerin hangi
suçlardan dolayı adlî yargıda yargılanacağı 353 sayılı Kanun’un 13’üncü
maddesinde tek tek sayılmış olup, bu suçların içerisinde, ASCK’nın
66’ncı maddesinde düzenlenen firar ve izin tecavüzü fiilleri yer
almamaktadır.
Bu nedenlerle; yargılama sırasında, suç tarihlerinde askerliğe
elverişli olmadığı saptanan sanığın, işlediği iddia olunan sırf askerî
suçların, işlenemez suç niteliği kazanması ve ortada yargılama
yapılmasını gerektirecek bir fiilin kalmaması karşısında, artık, suç
tarihlerinde sivil kişi olduğundan bahisle görevsizlik kararı
verilemeyeceği sonucuna varılmış ve Askerî Mahkemece tesis edilen
görevsizlik kararının bozulmasına karar verilmiştir.
49
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 81/1
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
2’nci Daire Kararı
E.No. : 2014/632
K.No. : 2014/628
T.
: 11.06.2014
ÖZET
Özel Asayiş Timine seçilecek erlere ilişkin somut kriterler
olmayıp, bu konudaki değerlendirmenin Komutanlığın takdirinde
bulunması karşısında, yapılacak objektif bir değerlendirme
sonucunda da bu time seçilmeme ihtimali bulunan sanığın kendisini
jiletlemesi eyleminin, askerlikten kurtulmak için yapılan bir hile
olarak değerlendirilmesi mümkün değildir.
Askerî Mahkemece; sanığın, 10.04.2011 tarihinde askerlikten
kurtulmak için hile yapmak suçunu işlediği kabul edilerek, eylemine
uyan ASCK’nın 81/1’inci maddesinin “kıtaya intisap ettikten sonra
kendisinin yapmaya mecbur oluğu hizmetten büsbütün veya kısmen
kurtulmak kastı ile hile yapanlar” ve “az vahim hâl” cümleleri ile
TCK’nın 62’nci maddesi gereğince beş ay hapis cezası ile
cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Hüküm; sanık tarafından, askerlikten kurtulmak kastının
bulunmadığı, ailevi ve psikolojik sorunları nedeniyle kendisini jiletlediği
ileri sürülerek, temyiz edilmiştir.
Tebliğnamede; mahkûmiyet hükmünün bozulması gerektiği
yönünde görüş bildirilmiştir.
Yapılan incelemede; …Komutanlığı emrinde acemi eğitimi
görmekte olan sanığın, 10.04.2011 tarihinde saat 19.00 sıralarında ailesi
ile yapmış olduğu telefon görüşmesi sonrasında, kantinden temin ettiği
bir adet permatik jilet ile koğuşlar bölgesindeki tuvalete girip sol el bilek
kısmında 6 cm.lik kesi meydana getirdiği, tuvaletten çıktığında kendisini
gören J.Er C. D.’nin sanığı revire götürdüğü ve Bölük Nöbetçi
Astsubayına durumu bildirdiği, Birlik Revirinde yapılan ilk müdahalesini
müteakip Safranbolu Devlet Hastanesine sevk edildiği ve burada yapılan
muayenesi sonucu düzenlenen genel adlî muayene raporunda, sol ön
50
koldaki 6 cm.lik kesiye sütur atıldığının, on gün boyunca kola dayalı
işlerde istirahatının uygun olduğunun belirtildiği, bu olaydan önce …
Eğitim Bölük Komutanlığı emrinde teşkil edilecek Özel Asayiş Timi
elemanı olarak görevlendirilmesi düşünülen sanığın, arkadaşlarına
“Tim’e girmemek için böyle bir eylem gerçekleştirdiğini” beyan etmesi
nedeniyle, Psikolojik Sorunlu Er statüsüne alınarak Özel Asayiş Timine
alınmadığı, tüm dosya kapsamındaki kanıtlardan anlaşılmaktadır.
Sabit bulunan olayla ilgili olarak, Askerî Mahkemece; sanığın,
teşkil edilecek Özel Asayiş Timine seçilmeyerek bu timde görev
almamak maksadıyla, kendisini jilet ile sol kolundan yüzeysel kesi
oluşturacak şekilde yaralayarak, Birlik Komutanlığınca söz konusu
Timde görevlendirilmesinden vazgeçilmesini temin etmek suretiyle
ASCK’nın 81’inci maddesinde düzenlenen “Askerlikten kurtulmak için
hile yapmak” suçunu oluşturduğu kabul edilerek mahkûmiyet hükmü
tesis edilmiş ise de;
“Askerlikten kurtulmak için hile yapmak” suçu, askerlikten
tamamen veya kısmen kurtulmak amacına yönelik olarak hile yapılması
ve bu hilenin kast olunan amacı gerçekleştirmeye elverişli olması hâlinde
oluşur. Bu suç netice suçu olmadığından, kast olunan amacı
gerçekleştirmeye elverişli hilenin yapılması ile tamamlanır.
Bu suçun failleri, Askerlikten tümüyle veya kısmen kurtulmak
kastı içerisinde, her türlü hile, sahtekarlık ve iğfal içeren faaliyet ve
eylemler gerçekleştirmektedirler.
Bu açıklamalar ışığında temyize konu olay incelendiğinde;
Sanık savunmalarında, uyuşturucuyu bırakmak için ilaç
kullandığını, ilaçlarının zamanında verilmemesi üzerine, ailesiyle yaptığı
telefon görüşmesi sonrasında kendisini jiletle kestiğini, Özel Asayiş
Timine seçilmemek için bu hareketi yapmadığını ve kimseye bu yönde
bir beyanda bulunmadığını beyan etmiştir (Dz.6, 166).
Sanığa ilk müdahaleyi yapan tanık J.Er. C. D., sanığın hangi
amaçla kendisini kestiğini bilmediğini (Dz.67),
Sanığı revire götüren revir sorumlusu J.Er M. K. Z., sanığın,
ailevi problemleri nedeniyle eylemi gerçekleştirdiğini söylediğini, sadece
başka askerlerden sanığın asayiş timine seçilmemek için böyle bir eylemi
gerçekleştirdiğini söylediklerini duyduğunu (Dz.176), beyan etmiştir.
Dolayısıyla, sanık savunmaları ve bu tanıkların beyanları göz
önüne alındığında, olay anında sanığın Özel Asayiş Timine seçilmemek
amacıyla bu hareketi gerçekleştirdiğini söylemek mümkün
görülmemektedir.
51
Tanık J.Er Ö. K.'nin, olaydan 3-4 gün sonra, sanığın Asayiş
Timine seçilmemek için bu eylemi gerçekleştirdiğini arkadaşlarına
anlattığı (Dz.62); olaydan 8 gün sonra Birliğe katılan tanık J.Er F.G.'nin
ise, sanığın Asayiş Timine seçilmemek için bu eylemi gerçekleştirdiğini
söylediği (Dz.62), yönündeki beyanlarının, sanığın olay sırasındaki niyet
ve kastını kesin bir şekilde belirlemek için yeterli olmadığı açıktır.
Askerî Mahkemece; adlî gözlem altına aldırılan sanık hakkındaki
Adlî Raporun ikmal edilmediği ve sanığın yaralanmasının, tamamen
veya kısmen askerlikten kurtulmasına veya kendisini askerliğe
yaramayacak hâle gelmesine elverişli olup, olmadığı hususunda bir
araştırma yapılmadığı görülmekle birlikte;
Adlî gözlem sonucu düzenlenen Sağlık Kurulu Raporunda, sanık
hakkında “Disosyal kişilik bozukluğu (Antisosyal kişilik bozukluğu)”
tanısı konularak, önceden madde kötüye kullanımı tanısı konulduğundan
ve otomutilasyon bozulma olduğundan bahsedildiği (Dz.237),
Birlik Komutanlığınca düzenlenen “Uzman Erbaş, Erbaş ve Er
Kıt'a Anket Formu”nda, sanığın uyuşturucu madde bağımlısı olduğu,
kasten yaralama suçundan mahkemeye çıktığı, samimi davranışlarının
olmadığı, asabi bir duruşunun olduğu ve sol el üst kısmında sigara
söndürdüğüne dair izler olduğunun belirtildiği (Dz.16),
Sanığın, olay sonrası ilk tedavisinin yapıldığı Safranbolu Devlet
Hastanesinde yapılan muayenesi sonucu, sol koluna dikiş atılarak, sadece
sol kola dayalı işlerde istirahat etmesinin uygun görüldüğü (Dz.13),
Erzurum Adlî Tıp Şube Müdürlüğü tarafından düzenlenen
29.09.2011 tarihli kati raporda, sanıktaki yaralanmanın hayatını tehlikeye
sokan bir duruma neden olmadığının ve basit tıbbi müdahale ile
giderilebilecek mahiyette olduğunun belirtildiği (Dz.96),
Olay sonrası, temel askerlik hizmetini tamamladığında, sorunlu er
statüsüne alınarak 07.05.2011 tarihinde … Komutanlığı emrine tertip
edildiği ve burada askerlik hizmetini tamamladığı (Dz.27),
Görülmektedir.
Bu durumda, olay anında Özel Asayiş Timine seçilmemek
amacıyla hareket etmiş olduğu kesin bir şekilde söylenemeyecek olan
sanığın, olay öncesinde psikiyatrik sorunlarının bulunduğuna dair
delillerin bulunması, Özel Asayiş Timine seçilecek erlere ilişkin somut
kriterler olmayıp, bu konudaki değerlendirmenin Komutanlığın
takdirinde bulunması, sanığın, sadece kendisini jiletlemesi nedeniyle
değil, yapılacak objektif bir değerlendirme sonucunda da bu time
seçilmemesi ihtimalinin bulunması, ayrıca olay nedeniyle askerlik
hizmetinden muaf tutulmayıp, askerlik hizmetine devam etmiş olması
52
karşısında, yaşamış olduğu ruhsal sıkıntıları nedeniyle gerçekleştirmiş
olduğu eyleminin, askerlikten kurtulmak için yapılan bir hile hareketi
olarak değerlendirilmesi mümkün görülmemektedir.
Sanığın eyleminin “Kendisini askerliğe yaramayacak hâle
getirmek” suçunu oluşturabileceği düşünülebilir ise de; ailevi ve ruhsal
sıkıntıları nedeniyle kendisini jiletlediğini beyan eden sanığın, kendisini
yaraladığı vücut nahiyesi, saplı bir permatik ile bu suçun oluşumuna
neden olabilecek bir şekilde yaralamasının güç olması, olay sonrası
sadece sol kolunu kullanmasını gerektiren işlerde istirahat etmesinin
uygun görülmüş olması dikkate alındığında, gerçekleştirilen eylem sonuç
doğurmaya elverişli bulunmadığından, kendini askerliğe yaramayacak
hâle getirmek suçunun unsurlarının da oluşmadığı anlaşılmaktadır.
Bu nedenlerle, sanık hakkındaki mahkûmiyet hükmünün sübut
yönünden bozulmasına karar verilmiştir. Benzer olaylara ilişkin Askerî
Yargıtay 3'üncü Dairesinin 26.11.2013 tarih ve 2013/1291-1279; 2'nci
Dairesinin 30.11.2011 tarih ve 2011/973-960 Esas ve Karar sayılı
ilamları da aynı doğrultudadır.)
53
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 85
TÜRK CEZA KANUNU
Mad. 43
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E.No. : 2014/10
K.No. : 2014/13
T.
: 06.03.2014
ÖZET
Sanığın, atılı suçu işlerken, hizmet hâlinde olduğu hususu her
türlü kuşkudan uzak bir şekilde belirlenemediğinden, üste hakaret
suçunun basit hâlinden uygulama yapılmış olmasında isabetsizlik
bulunmamakla
birlikte,
sarf
edilen
sözler,
tek
fiille
gerçekleştirildiğinden, sanık hakkında zincirleme suç hükümleri
uygulanması gerektiği gözetilmelidir.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan uyuşmazlık; somut
olayda, sadece birlik komutanının belirtmiş olduğu kanaate ve disiplin
cezalarına dayanılarak, sanığın cezai ehliyetinin tespiti veya TSK'da
görev yapıp yapamayacağının belirlenmesi için araştırma yapılmasının
gerekli olup olmadığına ilişkindir.
Sanığın birlik komutanlığınca hazırlanarak dava dosyasına
konulan “Vaka Kanaat Raporunun” kanaati içerir bölümünde, el
yazısıyla; “2007 yılından önce, özellikle 'mesaiye geç kalma' konusunda
sıkıntılar yaşamış, zaman içinde bu disiplinsiz davranışlarını terk
etmiştir. Psikolojik açıdan birtakım dengesiz davranışları mevcut olup,
sarf ettiği cümlelerin sonunun nereye varacağını hesaplayamadığı, bu
yüzden arkadaşları ve eşiyle dahi sıkıntılar yaşadığı tespit edilmiştir. Bu
olayın da yukarıdakilere benzer fevri bir davranış olduğu
değerlendirilmektedir.” şeklindeki gözleme yer verilmiştir.
Ayrıca, söz konusu raporda, sanığın, 14.03.2001-31.08.2009
tarihleri arasında, oda hapsi, göz hapsi ve uyarı niteliğinde on üç disiplin
cezası aldığı, bu cezalandırmaların çoğunlukla mesaiye geç gelme ya da
içtimalara/toplantılara katılmamaktan kaynaklandığı görülmektedir.
54
Öte yandan, dava dosyasında, sanığın psikiyatrik yönden rahatsız
olduğuna dair başkaca hiçbir emare ya da sanık beyanı bulunmamaktadır.
Öncelikle, Birlik Komutanının sanık hakkındaki kanaati incelendiğinde,
psikolojik açıdan dengesiz davranışlar ile sanığın sergilemiş olduğu fevri
davranışların tanımlanmaya çalışıldığı görülmektedir.
Sanığın ve müdafinin, konuya ilişkin bir talebinin bulunmadığı da
gözetildiğinde, dava dosyasında bulunan ve yukarıda ayrıntılı şekilde
belirtilen safahatın, sanığın cezai ehliyeti ve askerliğe elverişliliği
yönünden, kabul edilebilir makul bir kuşku dahi içermediği açıktır.
Bu itibarla, dosyada mevcut delil durumuna göre, sanığın cezai
ehliyetinin ve askerliğe elverişliliğinin tespit edilmesini gerektirir bir
kuşku bulunmadığından, bu konuya ilişkin bulunan Başsavcılığın itiraz
sebeplerinin reddine karar verilmiştir.
Ancak, noksan soruşturma bulunmadığına karar verildikten sonra,
itiraza atfen ve resen yapılan incelemede; sanığın sarf ettiği iddia ve
kabul edilen sözlerin, her iki mağdura yönelik olarak gerçekleşip
gerçekleşmediğinin, eylemin gerçekleştirildiği sırada hizmet halinin
bulunup bulunmadığının ve zincirleme suç hükümlerinin uygulanıp
uygulanmayacağının belirlenmesi gerekmektedir.
Asker kişilerin üstlerine veya amirlerine karşı işledikleri hakaret
suçları, ASCK’nın 85’inci maddesinde düzenlenmiş olup, anılan
maddeyle, ast ile üst veya amir arasındaki otorite ve bağlılığın korunması
açısından, amir veya üstün onur, şeref ve saygınlığına yönelik haksız ve
kasdi saldırılar yaptırıma bağlanırken, askerî hizmet ve disiplinin
korunması da amaçlanmıştır.
Öte yandan, maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesi, suçun
basit hâlini düzenleyip yaptırım altına alırken; ikinci cümlesi, hakaretin
“hizmet esnasında” veya “hizmete müteallik bir muameleden dolayı”
işlenmesi, yani nitelikli hâlini düzenlemektedir.
İkinci cümlede kastedilen “Hizmet”, “Askerî hizmet” olup,
ASCK’nın 12’nci maddesinde, “... Gerek malum ve muayyen olan ve
gerek bir amir tarafından emredilen vazifenin madun tarafından
yapılması hâli” olarak tanımlanmıştır.
ASCK’nın 85/1’inci maddesi ikinci cümlesinde düzenlenen,
hizmet esnasında üste hakaret suçunun koruduğu hukuki değerin icra
edilen hizmetin kendisi ve tarafları olması nedeniyle, Askerî Yargıtayın
yerleşik kararlarında, üste hakaret suçunda taraflardan (sanık veya
mağdurdan) birisinin hizmet hâlinde bulunması, hizmet hâlinin varlığı
için yeterli kabul edilmektedir. Bu suçun nitelikli hâli ile hizmet veya
55
vazifeyi yerine getirmekle yükümlü olanları himaye ederek hizmet ve
vazifenin etkilenmemesi amaçlanmaktadır.
Somut olaya dönüldüğünde, sanığın, birçok erbaş ve erin
bulunduğu bir ortamda, üstü konumunda bulunan, …Komutanı Topçu
Ütğm. S. D. ile Topçu Kd.Üçvş. C. Ç.'ye yönelik olarak, "karaktersiz
batarya, batarya komutanınız da karaktersiz, batarya astsubayınız da
aynı" demek suretiyle, her iki üstünü de hedef aldığı hususu, tanıklar Ö.
Y., H. K., V. Ç., H. E. G., E. Y., Ş. Ö., M. A. Ç. ve M. Ş.'nin,
birbirleriyle örtüşen beyanlarıyla sabit olup, esasen bu konuda bir
uyuşmazlık da bulunmamaktadır.
Bu itibarla, sanık tarafından sarf edilen, ast ile üst arasındaki
otorite ve bağlılığa ek olarak, mağdurların onur ve saygınlığına saldırı
niteliğinde olması nedeniyle, hakaret içerdiği hususunda kuşku
bulunmayan sözlerin, her iki mağdura da yöneltildiği kabul edilmiştir.
Sanığın eylemini, 21.02.2010 tarihinde, pazar günü çarşı iznine
çıkacak 1'inci Batarya personelinin izin hazırlığı sırasında
gerçekleştirdiği hususunda kuşku bulunmamaktadır.
Olay anına ilişkin olarak, sanık, 20.02.2010-21.02.2010 tarihinde
nöbetçi olduğunu ve 21.02.2010 günü sabah saatlerinde, nöbetçi amirinin
emri üzerine, çarşı iznine çıkacak personeli hazırlayıp izne gönderdiğini,
bu sırada yanında, kendisinden nöbeti devralacak Astsb. S. K.'nin de
bulunduğunu beyan ettiği görülmektedir. Ancak, tanık olarak dinlenen
Astsb. S. K. ise, 21.02.2010 günü sabah saatlerinde, nöbetini sanığa
devrettiğini ve personeli çarşı iznine çıkarma görevinin, nöbeti devralan
olması nedeniyle sanığa ait olduğunu beyan etmektedir.
Bu durumda, sanık ile tanık Astsb. S. K.'den hangisinin, olay günü
nöbetçi olduğu ve personeli çarşıya çıkarmakla görevli olduğu hususu,
dosya kapsamından anlaşılamamaktadır. Dolayısıyla, sanığın eylemini
gerçekleştirdiği sırada hizmet hâlinde olup olmadığı konusunda doğan
kuşkunun, sanık lehine yorumlanması gerekmektedir.
Bu itibarla, sanığın, atılı suçu işlerken, hizmet hâlinde olduğu
hususu her türlü kuşkudan uzak bir şekilde belirlenemediğinden, üste
hakaret suçunun basit hâlinden uygulama yapılmış olmasında isabetsizlik
bulunmadığına karar verilmiştir.
TCK’nın “Zincirleme suç” başlıklı 43'üncü maddesinin ilk ve
ikinci fıkralarında; bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik
zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda,
bir cezaya hükmedileceği, mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu
fıkra hükmünün uygulanacağı, aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir
56
fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmünün uygulanacağı
düzenlenmiştir.
Anılan madde ile suç oluşturan her bir eylemin bağımsız suç
sayılarak ayrı ayrı yaptırıma bağlanması yerine, zinciri oluşturan tüm
eylemlerden dolayı sanığa tek bir ceza tayin olunması ile yetinilmesi
esası benimsenmiştir.
Somut olaya özgü olarak, zincirleme suçun varlığının kabulü için,
kanunun aynı hükmünü ihlâle yönelik olarak, yani bir suç işleme
kararının icrası kapsamında, aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir
fiille işlenmesi gerekmektedir. Zincirleme suçta, suç işleme kastında
birlik değil, suç işleme kararında birlik söz konusudur.
Öte yandan, aynı suç işleme kararının varlığı veya yokluğunun;
suçun işleniş biçimi, fiillin işlendiği yer, işlenme zamanı, suçun
mağdurları, ihlâl edilen değer ve yarar, olayın işleniş biçimi, gelişim ve
oluşumu ile tüm özellikleri değerlendirilerek, olaysal olarak saptanması
gerekmektedir.
Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde, sanığın,
izin hazırlığı kapsamında geciktiklerini düşündüğü batarya personeline
yönelik olarak, karaktersiz batarya şeklindeki sözleriyle atılı suça konu
edilen fiili işlemeye başlaması, suç işleme kararındaki birliği
göstermektedir.
Her ne kadar, sanık, “karaktersiz batarya” şeklindeki sözlerinden
sonra, mağdurları belirlemeye imkân sağlayacak şekilde, aynı sözleri
tekrarlayarak, batarya komutanının ve batarya astsubayının da karaktersiz
olduğunu söylemiş ise de; somut olayın gelişimi dikkate alındığında,
bütünün içinde yer alan mağdurların sayılmasıyla, mağdur sayısınca fiil
bulunduğunu söylemek mümkün görülmemiştir.
Dolayısıyla, sanığın, üstü durumundaki mağdurlara hitaben
gıyaplarında, yukarıda yer verilen şekilde, onur ve haysiyet kırıcı, askerî
vakar ve haysiyetlerini aşağılayıcı nitelikte sözler sarf etmek suretiyle
“üste hakaret” suçunu işlediği; ancak, eylemin, bir suç işleme kararının
icrası kapsamında, birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi
nedeniyle “zincirleme üste hakaret” suçunu oluşturduğu ve sanık
hakkında zincirleme suç hükümleri uygulanması gerektiği kabul
edilmiştir.
Bu itibarla, Başsavcılık itirazına atfen ve resen, Daire kararının
kaldırılmasına ve Askerî Mahkemece verilen mahkûmiyet hükmünün suç
vasfına bağlı uygulama yönünden bozulmasına karar verilmiştir.
57
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 85/1
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E.No. : 2014/107
K.No. : 2014/105
T.
: 18.12.2014
ÖZET
Olaya ilişkin olarak ifadelerine müracaat edilen tanıkların
soruşturma ile kovuşturma aşamasında tespit edilen ifadeleri
arasında çelişkiler bulunduğu, bu çelişkilerin giderilemediği ve bu
aşamadan sonra giderme imkânının bulunmadığı, bu nedenle
giderilemeyen şüphenin sanık lehine yorumlanması gerektiği
sonucuna varılmıştır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın üzerine atılı suçların sübuta
erip ermediğine ilişkindir.
Daire; sanığın üzerine atılı eylemlerin şüpheli kaldığını kabul
ederek, Askerî Mahkemece tesis olunan beraat hükümlerinin onanmasına
karar vermiş iken;
Başsavcılık; sanığın üzerine atılı eylemlerin sübut bulduğunu
değerlendirmek suretiyle, Daire kararına süresinde itiraz etmiştir.
Sanık hakkında; Deniz Harp Okulu 4’üncü sınıf öğrencisi
iken, 03.10.2011- 28.05.2012 tarihleri arasında “masabaşı” olarak
oturduğu yemek masasında, mağdurlar Dz.Yzb. B.S, Dz.Kur.Yzb. E.Y,
Dz.Yzb. Ö.O. ve Dz.Kur.Yzb. C.Ç’nin nöbetçi subayı oldukları çeşitli
tarihlerde ve her bir mağdur için birden çok kez ve ayrı ayrı olacak
şekilde “a..na koyduğumun çocuğu, o…pu çocuğu” şeklinde tahkir
edici ifadeler ve sinkaflı küfürler kullandığı iddiasıyla kamu dava
açıldığı anlaşılmaktadır.
Dava dosyasında mevcut bilgi notu incelendiğinde; “masabaşı”
olarak tanımlanan görevlendirmenin; yemekhanede bulunan 10’ar kişilik
masalarda ikisi 4’üncü sınıf, sekizi ast sınıf olmak üzere plânlama
yapılarak, 4’üncü sınıfların masa başlarında oturduğu, bu uygulamanın
58
amacının, 4’üncü sınıf öğrencileri tarafından ast sınıflara bahriye örf ve
adetlerinin öğretilmesi ve okul yaşantısı hakkında rehberlik yapılması
olduğunun belirtildiği;
İddianamede sanığın eylemlerinin “masabaşı” olarak oturduğu
yemek masasında yaptığı konuşmalar esnasında mağdurlara yönelik
olarak nöbetçi subayı olarak görevli oldukları tarihlerde “a..na
koyduğumun çocuğu, o…pu çocuğu” şeklinde kullandığı hakaret içeren
sözler sarf etmek suretiyle atılı suçları işlediği şeklinde sınırlandırıldığı;
Dosyada mevcut olaya ilişkin İdari Tahkikat Heyeti Raporu
incelendiğinde; 1’inci sınıf öğrencisi iken 07.05.2012 tarihinde istifa
kararı alan Ş.Ş. isimli öğrenci ile mağdurlardan Dz.Kur.Yzb. C.Ç’nin
yaptığı görüşmede sanık İ.İ’nin kendisine “merak etme kimseyi okuldan
atamazlar” dediğini beyan etmesi sebebiyle, sanık tarafından söylendiği
iddia edilen bu söz üzerine okulda disiplin bozucu davranışlara
sebebiyet verebileceği değerlendirilerek tahkikata başlanıldığı ve
özellikle yemekhane masasında sanıkla birlikte bulunan öğrencilerin
bilgisine başvurulduğunun belirtildiği;
İdari tahkikat esnasında tespit edilen ifade tutanakları
incelendiğinde; ifadelerine başvurulan öğrencilere; “öğrenciler arasında
disiplin bozucu hareketleri teşvik eden herhangi bir davranışa tanık
oldunuz mu?” şeklinde, iddia konusu olaydan ziyade genel mahiyette
soru yöneltildiği, ifadeleri alan idari tahkikat heyetinde; mağdurlardan
Dz.Kur.Yzb. E.Y. ile Dz.Yzb. Ö.O’nun da bulunduğu, ifadelerde sanıkla
ilgili olarak genel mahiyette küfürlü konuştuğundan bahsedildiği, birkaç
tanık ifadesi dışında somut olaylardan bahsedilmediği;
Mağdurların, İdari Tahkikat Heyetinde görevlendirilmelerinin
tanıkların özgür iradeleri ile ifade vermelerine engel olmasının ötesinde,
ifadeler alınırken, tanıklara sorulan sorular itibariyle yönlendirmelerde
de bulunulabileceği, bu itibarla İdari Tahkikat Heyetinin kuruluşunun
baştan itibaren hukuka uygun olmadığı ve tanıkların bu ifadelerine itibar
etmenin mümkün olmadığı;
Askerî Savcı tarafından tespit edilen tanık ifadelerinde ise;
iddianamede suça konu edilen “a..na koyduğumun çocuğu, o…pu
çocuğu” şeklindeki sözlerin, yine bazı tanık beyanlarında somut olarak
yer ve tarih belirtilmeden birebir aynı olacak şekilde yazıldığı;
Kovuşturma aşamasında sanığın iddia konusu sözleri söylediğini
beyan eden bazı tanıkların ifadelerinde; “hatırlamıyorum” veya
“hatırlıyorum, ancak, nerede, ne zaman ve hangi küfürleri ettiğini
hatırlamıyorum” şeklinde çelişkili beyanlarda bulundukları, Askerî
Mahkemece çelişkilerin giderilmesi için soruşturma aşamasında tespit
59
edilen ifadeleri okunarak hatırlatılmasına rağmen, mevcut çelişkilerin
giderilemediği;
Sanığın konuşmalarının geçtiği masada oturan ve konuşmalara
şahit olan bazı tanıkların ise aşamalarda tespit edilen tüm ifadelerinde;
sanığın iddia konusu sözleri söylediğine şahit olmadıklarını istikrarlı bir
şekilde beyan ettikleri;
Sanığın Bölük Komutanı olan mağdur Dz.Yzb. B.S’nin talimatla
tespit edilen yeminli ifadesinde; “sanığın küfürbaz bir yapıya sahip
olduğu yönünde herhangi bir gözlemim olmamıştır” şeklinde beyanda
bulunduğu;
Yemekhane dışında başka yerlerde sanığın mağdurlara yönelik
hakaret içeren sözlerde bulunduğunu söyleyen tanıklar bulunmakla
beraber, tanıkların ifadeleri doğru olsa bile yer ve zaman itibariyle
iddianameye konu edilmediği;
Anlaşılmıştır.
Bu tespitlerden sonra Heyetimizce sanığın mağdurlara yönelik
iddia konusu eylemlerinin tek tek incelenmesi sonucunda; sanığın
üzerine atılı suçların sübutuna yönelik olarak her türlü şüpheden arınmış,
kesin ve inandırıcı deliller bulunmadığı, özellikle tanıkların beyanları
arasında mevcut olan çelişkilerin giderilemediği ve bu an itibariyle de
giderilmesinin mümkün olmadığı, giderilemeyen şüphenin de sanık
lehine yorumlanması gerektiği kanaatine varıldığından, Başsavcılığın
itirazının reddine karar verilmiştir.
60
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 87
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
2’nci Daire Kararı
E.No. : 2014/548
K.No. : 2014/540
T.
: 07.05.2014
ÖZET
Nöbet hizmetinin usulüne uygun şekilde yerine getirilmesine
yönelik talep ve yasaklar hizmete ilişkin olup, nöbet hizmeti
sırasında silahını elinden bırakan sanığın, silahını alması yönünde
verilen emri yerine getirmemesi, emre itaatsizlikte ısrar suçunu
oluşturur.
Askerî Mahkemece; sanık hakkında, 16.08.2012 tarihinde, emre
itaatsizlikte ısrar suçunu işlediği iddiasıyla ASCK’nın 87/1’inci
maddesinin birinci cümlesi gereğince cezalandırılması istemiyle açılan
kamu davasında, sanığın eyleminin 477 sayılı Kanun’un 56’ncı
maddesinde düzenlenen nöbet talimatına aykırı hareket etmek disiplin
suçu kapsamında kaldığı kabul edilerek, 353 sayılı Kanun’un 9, 17 ve
176’ncı maddeleri gereğince Askerî Mahkemenin görevsizliğine karar
verilmiştir.
Hüküm, Adlî Müşavir ve Askerî Savcı tarafından, sanığın
eyleminin emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturduğu ileri sürülerek
temyiz edilmiştir.
Tebliğnamede; eylemin suç olmaktan çıkması nedeniyle hükmün
bozulmasına ve sanığın beraatine karar verilmesi gerektiği yönünde
görüş bildirilmiştir.
Yapılan incelemede; sanığın, 16.08.2012 tarihinde, 10:00-13:00
saatleri arasında, P.Er R. C. ile birlikte 2 Numaralı Nizamiye Nöbetçisi
olduğu, nöbetini ifa ederken silahını bırakıp duvara yasladığı, bir müddet
sonra nizamiyede nöbetçi olan Bkm.Bçvş. K. K.’nin, bu şekilde nöbet
tutulmayacağını söyleyerek nöbetini düzgün biçimde tutması ve silahını
eline alması hususunda sanığı uyardığı, sanığın ise yorgun olduğunu ve
günde altı saat nöbet tuttuğunu söylediği, K. K.’nin sanığı yeniden uyarıp
aksi halde tutanak tutacağını belirttiği, sanığın çok nöbet tuttuğunu
61
anlatıp bir süre kayıtsız kaldığı, Bkm.Bçvş. K. K.’nin nizamiyede görevli
olan P.Er G. Ç. ve P.Onb. Y. K.’yi çağırarak onlara “Siz gördünüz ben
uyardım” diyerek nizamiyeye gitmesinin akabinde G. Ç. ve Y. K.’nin
uyarması üzerine sanığın silahını bıraktığı yerden alarak nöbetinin geri
kalan kısmını usulüne uygun bir şekilde tuttuğu dosya kapsamından
anlaşılmaktadır.
İddianamede sanığa yüklenen eylem; “Silahını yere bırakarak
duvara yaslanmış vaziyette nöbet tuttuğunun tespit edilmesi üzerine
Nöbetçi Astsubay K. K.’nin bu şekilde nöbet tutmaması hususunda
yaptığı uyarıları, çok nöbet tuttuğunu ve yorgun olduğunu, nöbet tutmak
istemediğini beyan edip dikkate almamak” olarak gösterilmiştir.
Dosyada mevcut olup olaydan önce sanığa da tebliğ edildiği
anlaşılan Nöbet Talimatında, nöbetçinin silahını elinden bırakmasının
yasak olduğu belirtilmiştir. Temyize konu olayda, sanığın silahını elinden
bırakmış vaziyette olduğu görülerek, bu şekilde nöbet tutmaması
hususunda yapılan uyarı, Nöbet Talimatında da belirtildiği üzere, silahını
eline alarak nöbet tutmasının emredilmesidir. Sanık hakkında soruşturma
emri verilmesi ve akabinde dava açılmasının maksadı verilen bu emre
uymaması olup, sanığın bu emri yerine getirmemesi nedeniyle hakkında
dava açılmıştır.
Askerî Mahkemenin gerekçeli hükmünde de isabetli bir şekilde
belirttiği üzere, tanık R.C. tarafından, Bçvş. K. K.’nin sanığa “Silahını
al” şeklinde emir vermediği beyan edilmiş ise de; diğer tanıklar K.K., G.
Ç. ve Y. K.’nin birbiri ile uyumlu anlatımlarında sanığa “Silahını al”
şeklinde emir verildiğinin belirtilmesi, sanığın da tanık beyanlarına karşı
diyecekleri sorulduğunda kendisine bu yönde emir verildiğini kabul
etmesi karşısında, tanık R. C.’nin bu yöndeki beyanlarına itibar
edilmeyerek sanığa “Silahını al” şeklinde emir verildiğinin kabul
edilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
İç Hizmet Kanunu’nun 76’ncı maddesinde; “Askerlikteki
müşterek hizmetlerin yapılmasını ve devamını sağlamak maksadı ile bu
hizmetlerin belli bir sıra ve süre ile subay, askerî memur, astsubay, askerî
öğrenci, erbaş ve erler ile Silahlı Kuvvetler Teşkilatı içinde vazifeli olan
bilûmum sivil şahıslar tarafından yapılması” olarak tarif edilen nöbet
hizmetinin askerî bir hizmet olduğunda kuşku bulunmamaktadır. Bu
nedenle, nöbet silah ve teçhizatının alınması, uygun kıyafetin giyilmesi,
nöbet yerinde bulundurulması kışla güvenliği açısından tehlike yaratıcı,
emniyeti ihlâl edici, nöbetin yerine getirilmesini engelleyici nitelikte ve
nicelikteki bazı malzemelerin bırakılması gibi nöbet hizmetinin usulüne
uygun şekilde yerine getirilmesine yönelik talep ve yasaklar da hizmete
62
ilişkindir. Bu itibarla, nöbet hizmeti sırasında silahını elinden bırakan
sanığa, silahını alması yönünde verilen emir, ast tarafından yerine
getirilmesi zorunlu, somutlaştırılmış hizmete ilişkin bir emirdir.
ASCK’nın 87/1’inci maddesinde; asker kişiler tarafından, hizmete
ilişkin emrin; hiç yapılmaması, söz veya fiil ile açıkça reddedilmesi veya
emir tekrar edildiği hâlde emrin yerine getirilmemesi eylemleri yaptırıma
bağlanmış olup; suçun maddi unsurlarını oluşturan eylemler;
1) Hizmete ilişkin emrin hiç yapılmaması,
2) Hizmete ilişkin emrin yerine getirilmesinin söz veya fiil ile
açıkça reddedilmesi,
3) Hizmete ilişkin emir tekrar edildiği hâlde emri yerine
getirilmemesidir.
Bunlardan hizmet emrinin hiç yerine getirilmemesi basit hâl
olarak düzenlenip, daha az bir ceza öngörülmüşken; diğerleri nitelikli hâl
olarak düzenlenmiş ve bu hâller için daha fazla yaptırım belirlenmiştir.
ASCK’nın 87’nci maddesinin ikinci cümlesi incelendiğinde, bu
cümlede bulunan “veya” sözcüğünün, ikinci cümlede düzenlenen emre
itaatsizlikte ısrar fiilinin hangi şekilde gerçekleştirileceğini belirttiği
dikkate alındığında, bu suçun seçimlik hareketli bir suç olduğu
görülmektedir. Madde metnine bakıldığında, failin “emrin yerine
getirilmesini söz veya fiili ile açıkça reddetme” veya “emir tekrar
edildiği hâlde emri yerine getirmeme” hareketlerinden birisini bilerek ve
isteyerek yapması ile emre itaatsizlikte ısrar suçunun oluşacağı
görülmektedir. Dolayısıyla, fail emrin yerine getirilmesini söz veya fiili
ile açıkça reddettiği esnada suç işlenmiş olacak, ayrıca, failin emir tekrar
edildiği hâlde emri yerine getirmemesine gerek kalmayacak; yahut, failin
emir tekrar edildiği hâlde emri yerine getirmediği esnada suç işlenmiş
olacak, ayrıca, failin emrin yerine getirilmesini söz veya fiili ile açıkça
reddetmesine gerek kalmayacaktır. Askerî Yargıtay Daireler Kurulu’nun
24.05.2012 tarihli, 2012/72-72 Esas ve Karar sayılı ilamında da,
ASCK’nın 87/1’inci maddesinin ikinci cümlesinde belirtilen nitelikli
hâllerin seçimlik hareketli olduğu açıklanmıştır.
Diğer taraftan Dairemizin 24.09.2008 tarihli, 2008/2258-2190;
03.12.2008 tarihli, 2008/2444-2616; Askerî Yargıtay 1’inci Dairesinin
15.05.2013 tarihli, 2013/806-780 ve Askerî Yargıtay Daireler
Kurulu’nun 04.11.2004 tarihli, 2004/162-146 Esas ve Karar sayılı
ilamlarında da, emrin yerine getirilmesinin söz veya fiil ile açıkça
reddedilmesinden sonra, emrin yerine getirilmesinin emre itaatsizlikte
ısrar suçunun oluşumuna etki etmeyeceği kabul edilmiştir.
63
Bu açıklamalara nazaran temyize konu olay incelendiğinde;
sanığın Nöbetçi Astsubay tarafından silahını alması yönünde verilen
emirlere yorgun olduğunu ve günde altı saat nöbet tuttuğunu beyan
ederek karşı geldiği, ancak daha sonra silahını alarak nöbetini tuttuğu
anlaşılmakta olup, sanığın, başka personelin de bulunduğu ortamda
silahını alması yönünde verilen emirlere söz ve fiilleri ile karşı gelerek bu
davranışını kararlı bir şekilde sürdürdüğü, dolayısıyla emrin yerine
getirilmemesi yönünde oluşan ısrar ve iradesini açıkça ortaya koyarak
askerî otorite ve disipline karşı bir tutum sergilediği dikkate alındığında,
sanığın ASCK’nın 87/1’inci maddesinin 2’nci cümlesinde düzenlenen
emrin yerine getirilmesini söz ile açıkça reddetmek suretiyle emre
itaatsizlikte ısrar suçunu işlediği anlaşılmaktadır. Daha sonra silahını
almasının atılı suçun oluşumuna etkisi bulunmamaktadır.
Bu itibarla, sanık hakkında emre itaatsizlikte ısrar suçundan
yargılama yapma görevinin Askerî Mahkemeye ait olması nedeniyle,
görevsizlik kararının suç vasfına bağlı görev yönünden bozulmasına
karar verilmiştir.
64
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 87
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
2’nci Daire Kararı
E.No. : 2014/928
K.No. : 2014/925
T.
: 05.11.2014
ÖZET
J.Ütğm. D. Ş.’nin, sanığa yanına gelmesi yönünde yaptığı
çağrının, muğlak ve sanığın davranışlarının psikolojik nedenlerini
anlamaya yönelik kişisel bir talep niteliğinde olması sebebiyle, askerî
hizmete ilişkin bir emir özelliği taşımadığı sonucuna varılmıştır.
Sanık hakkında atılı suçtan dolayı evvelce verilen 26.04.2012
tarihli, 2012/612-195 Esas ve Karar sayılı mahkûmiyet hükmünün,
Dairemizin 09.10.2013 tarihli, 2013/1311-1309 Esas ve Karar sayılı ilamı
ile sübut yönünden bozulmasının ardından, bozma ilamına uyma kararı
verilerek sürdürülen yargılama sonucunda, Askerî Mahkemece; atılı
suçun unsurları itibarıyla oluşmadığı kabul edilerek beraat kararı
verilmiştir.
Hüküm; Komutan adına Adlî Müşavir tarafından, sanık hakkında
mahkûmiyet kararı verilmesi gerektiği ileri sürülerek temyiz edilmiştir.
Tebliğnamede; hükmün onanması gerektiği yönünde görüş
bildirilmiştir.
Yapılan incelemede; …Komutanlığı emrinde görevli sanığın;
…Üs Bölgesinde görevli olduğu 17.05.2011 tarihinde, Uzm.J.Çvş. B. Y.
ile birlikte nöbet yerine giderlerken Uzm.J.Çvş.E. Ç.’ye “Benim çelik
başlığımı gördün mü?” diye sorduğu, Uzm.J.Çvş. E. Ç.’nin
görmediğini beyan etmesinin ardından, sanığın konuşmasını duyan
J.Ütğm.D. Ş.’nin sanığa “Çelik başlık nasıl kayboldu. Ne yapıyorsunuz,
yatıyor musunuz yukarıda.” dediği, sanığın ise J.Ütğm. D. Ş.’ye hitaben
“Evet Komutanım, yatıyorum.” şeklinde karşılık verdiği ve arkasını
dönerek, nöbet yerine doğru yürümeye devam ettiği, bunun üzerine,
J.Ütğm. D. Ş.’nin de arkasından üç kez “Gel buraya” diye sanığa
seslendiği, ancak, cevap vermeyen sanığın, yoluna devam ederek tepenin
arkasına geçtiği, akabinde, J.Ütğm.D. Ş.’nin sanığı yanına çağırması için
65
J.Uzm.Çvş.B.Y.’yi
görevlendirdiği,
J.Uzm.Çvş.B.Y.’nin
sanıkla
görüşmesinin ardından geri döndüğü ve “Komutanım, ben üç kere
çağırdım. Ancak kendisi gelmiyorum. Kendisi gelsin diye cevap verdi.”
dediği kabul edilerek, atılı emre itaatsizlikte ısrar suçundan dolayı kamu
davası açılmıştır.
ASCK’nın 87/1’nci maddesinin ikinci cümlesinde yer alan emre
itaatsizlikte ısrar suçunun oluşabilmesi için; hizmete ilişkin bir emrin
varlığı, emrin söz veya fiil ile açıkça reddedilmesi veya emir tekrar
edildiği hâlde emrin yerine getirilmemiş olması ve emre itaatsizlikte ısrar
kastıyla hareket edilmiş olması gerekmektedir.
Somut olayda; sanığın, J.Ütğm. D. Ş.'nin yanına gelmesi
yönündeki talimatını söz ve fiil ile açıkça reddettiği hususunda bir
tereddüt bulunmamaktadır.
Ancak; yukarıda da açıklandığı üzere, atılı suçun oluşabilmesi
için, öncelikle askerî hizmete ilişkin bir emrin mevcudiyeti
gerekmektedir.
Hizmet, ASCK’nın 12’nci maddesinde “Gerek malum ve
muayyen olan ve gerek bir amir tarafından emredilen bir askerî vazifenin
madun tarafından yapılması halidir” şeklinde, TSK İç Hizmet
Kanunu’nun 6’ncı maddesinde de “Hizmet: Kanunlarla nizamlarda
yapılması veyahut yapılmaması yazılmış olan hususlarla, âmir tarafından
yazı veya sözle emredilen veya yasak edilen işlerdir.” şeklinde tarif
edilmiştir. Emir ise, TSK İç Hizmet Kanunu’nun 8’inci maddesinde
“Hizmete ait bir talep veya yasağın sözle, yazı ile ve sair suretle
ifadesidir.” şeklinde tanımlanmıştır.
İnceleme konusu olayda, J.Ütğm. D. Ş.'nin sanığın yanına gelmesi
yönündeki çağrısının, muğlak ve sanığın davranışlarının psikolojik
nedenlerini anlamaya yönelik kişisel bir talep niteliğinde olması
sebebiyle, askerî hizmete ilişkin bir emir özelliği taşımadığı sonucuna
varıldığından, Dairemizin bozma ilamına uyma kararı verilerek tesis
edilen beraat hükmünde herhangi bir isabetsizlik görülmemiş ve
Komutan adına Adlî Müşavirin kabule değer bulunmayan temyiz
sebebinin reddi ile beraat hükmünün onanmasına karar verilmiştir.
66
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 87/1
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
3’üncü Daire Kararı
E.No. : 2014/449
K.No. : 2014/475
T.
: 21.05.2014
ÖZET
Sanık, atılı suç tarihinde disiplin suçu niteliğinde olan
eylemini, kendisinden kuşkulanıldığı andan sim kartın teslimini
gerçekleştirdiği ana kadar kesintisiz olarak devam ettirmektedir.
Sanıktan delil teşkil eden sim kartın alınarak muhafaza altında
bulundurulması, Hizmet Muhafız Takım Komutanının adlî görevine
ilişkin bir husustur.
Uyuşturucu madde olduğundan kuşkulanılarak teslimi
istenen ancak, daha sonra disiplin suçuna konu sim kart olduğu
anlaşılan şeyin kanıt niteliği taşıması ve delil toplama faaliyeti
nedeniyle, kendisinden istenildiğinde teslim edilmesi, teslimden
kaçınılması durumunda ise bunun zorla yerine getirilmesi
gerekeceğinden, verilen emir TSK İç Hizmet Kanunu’nun 8 ve
ASCK’nın 12’nci maddeleri kapsamında yerine getirilmesi zorunlu
olan askerî vazifeye ilişkin olmadığından, beraat hükmü
verilmesinde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Askerî Mahkemece; sanığın, emre itaatsizlikte ısrar suçunu
işlediği iddiası ile açılan kamu davasında, atılı suçun unsurları itibarıyla
oluşmadığı anlaşılmakla, CMK’nın 223/2-b maddesi uyarınca beraatına
karar verilmiş; bu hüküm, Askerî Savcı tarafından, atılı suçun yasal
unsurları yönünden oluştuğu ileri sürülerek temyiz edilmiştir.
10.11.2011 tarihinde 17.00-24.00 saatleri arasında Hazır Kıta
faaliyeti için görevli olan J.Astsb.Kd.Üçvş. T. D.’nin (hakkında asta
müessir fiil suçundan verilen beraat hükmü taraflarca temyiz
edilmemiştir), saat 23.00 sıralarında sanığı kazan dairesinden çıkarken
gördüğü, sanığın da J.Astsb.Kd.Üçvş. T. D.’yi görünce tekrar kazan
dairesine geri döndüğü, bu defa J.Astsb.Kd.Üçvş. T. D.’nin sanığın
arkasından kazan dairesine girerek burada ne yaptığını sorduğu, sanığın,
67
J.Er H. O.’dan bir şey almak için geldiğini söylediği, şüpheli hareketleri
üzerine J.Astsb.Kd.Üçvş. T. D.’nin sanığın üst aramasını yaptığı, bu
sırada sanığın yan cebinden kağıda sarılı bir şey aldığını görerek
avucunda sakladığı şeyi vermesini istediği, ancak sanığın vermediği,
J.Astsb.Kd.Üçvş. T. D.’nin sanığı kazan dairesinden dışarı çıkardığı, bu
esnada sanığın kaçarak uzaklaşmaya başladığı, sanığın, üstü konumunda
olan J.Astsb.Kd.Üçvş. T. D.’ye avucundaki kağıda sarılı paketi vermeyip
yanından kaçarak hizmete ilişkin emri söz ve fiili ile reddetmek suretiyle
emre itaatsizlikte ısrar suçunu işlediği iddiasıyla kamu davası açılmış;
Askerî Mahkemece, atılı suçun unsurları itibarıyla oluşmadığı belirtilerek
beraatına karar verilmiştir.
TSK İç Hizmet Kanunu’nun 8’inci maddesinde “Emir, hizmete
ait bir talep veya yasağın sözle, yazı ile ve sair surette ifadesidir.”
“Hizmet” ise, ASCK’nın 12’nci maddesinde “Bu Kanun’un
tatbikatında (Hizmet) tabirinden maksat, gerek malûm ve muayyen olan
ve gerek bir amir tarafından emredilen bir askerî vazifenin madun
tarafından yapılması hâlidir.” şeklinde tanımlanmıştır.
Somut olayda; sanığın, J.Astsb.Kd.Üçvş. T. D.’nin yanından
kaçması sonrasında yakalanması üzerine yapılan üst aramasında bir adet
sim kart takılı cep telefonu bulunduğu, kuşkulanıldığı şekilde üzerinde ya
da kovalamaca sırasında geçilen yerlerde hint kenevirinin tespit
edilemediği, elindeki beyaz bir kağıda sarılı sim kartını da yakalandığı
sırada olay yerine gelmiş olan J.Astsb Bçvş. M. D.’ye gösterdiği ve
teslim ettiği, dolayısıyla sanığın avuç içinde sakladığı ve
J.Astsb.Kd.Üçvş. T. D. tarafından birkaç defa istenmesine rağmen
vermek istemediği ve vermediği şeyin sim kart olduğu kabul edilmelidir.
Sanık, atılı suç tarihinde disiplin suçu niteliğinde olan eylemini,
kendisinden kuşkulanıldığı andan sim kartın teslimini gerçekleştirdiği
ana kadar kesintisiz olarak devam ettirmektedir. Sanıktan delil teşkil
eden sim kartın alınarak muhafaza altında bulundurulması, Hizmet
Muhafız Takım Komutanı olan J.Astsb.Kd.Üçvş. T. D.’nin adlî görevine
ilişkin bir husustur.
Uyuşturucu madde olduğundan kuşkulanılarak teslimi istenen
ancak, daha sonra disiplin suçuna konu sim kart olduğu anlaşılan şeyin
kanıt niteliği taşıması ve delil toplama faaliyeti nedeniyle, kendisinden
istenildiğinde teslim edilmesi, teslimden kaçınılması durumunda ise
bunun zorla yerine getirilmesi gerekeceğinden, verilen emir TSK İç
Hizmet Kanunu’nun 8 ve ASCK’nın 12’nci maddeleri kapsamında yerine
getirilmesi zorunlu olan askerî vazifeye ilişkin olmadığından, hukuka
aykırılık bulunmayan beraat hükmünün onanmasına karar verilmiştir.
68
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 87/1
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
2’nci Daire Kararı
E.No. : 2014/620
K.No. : 2014/673
T.
: 25.06.2014
ÖZET
Kendisi aleyhinde delil teslim etme yükümlülüğü
bulunmayan sanığa işlediği disiplinsizlik eyleminin delili olan cep
telefonunu getirip teslim etmesi yönünde verilen emrin askerî
hizmete ilişkin bir emir özelliği taşımadığı sonucuna varılmıştır.
Askerî Mahkemece; sanığın, 25.03.2013 tarihinde, işlediği iddia
olunan emre itaatsizlikte ısrar suçunun unsurları itibariyle oluşmadığı
kabul edilerek, CMK’nın 223’üncü maddesi uyarınca beraatine karar
verilmiştir.
Hüküm; Adlî Müşavir tarafından, atılı suçun oluştuğu ileri
sürülerek temyiz edilmiştir.
Tebliğnamede; hükmün onanmasına karar verilmesi gerektiği
yönünde görüş bildirilmiştir.
Yapılan incelemede; 25.03.2013 tarihinde saat 14.00 sularında
icra edilen içtima esnasında yapılan aramada, sanığın üzerinde cep
telefonuna ait bataryanın bulunduğu, P.Kd.Bçvş. N.T.’nin cep
telefonunun nerede olduğunu sorması üzerine, sanığın da cep telefonunun
koğuşta olduğunu söylediği, N. T.’nin sanığa cep telefonunu getirip
teslim etmesini emrettiği, içtimanın sona ermesini müteakip koğuşa çıkan
sanığın cep telefonunu almakla birlikte tel örgülerden dışarıya atarak N.
T.’ye teslim etmediği dosya kapsamından anlaşılmaktadır.
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun;
48’inci maddesinde, tanığın kendisini ceza kovuşturmasına
uğratabilecek nitelikteki sorulara cevap vermekten çekinebileceği,
85’inci maddesinde, Cumhuriyet savcısının, kendisine yüklenen
suç hakkında açıklamada bulunmuş olan şüpheliye yer gösterme işlemi
yaptırabileceği,
69
124’üncü maddesinde, ispat aracı olarak yararlı görülen eşyayı
yanında bulunduran kişinin istem üzerine bu şeyi göstermek ve teslim
etmekle yükümlü olduğu, kaçınma hâlinde bu kişiler hakkında disiplin
hapsine ilişkin hükümlerin uygulanacağı, ancak, şüpheli veya sanık ya da
tanıklıktan çekinebilecekler hakkında bu hükmün uygulanmayacağı,
147/1-e ve 191/3-c maddelerinde, şüpheli veya sanığa yüklenen
suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğunun
bildirileceği;
Türk Ceza Kanunu’nun 281’inci maddesinde, bir suçun delillerini
yok eden, silen, gizleyen, değiştiren veya bozan kişi hakkında altı aydan
beş yıla kadar hapis cezası verileceği, ancak kendi işlediği veya işlenişine
iştirak ettiği suçla ilgili olarak kişiye bu fıkra hükmüne göre ceza
verilmeyeceği,
Hüküm altına alınmıştır. Tüm bu hükümler birlikte
değerlendirildiğinde, kişinin kendi işlediği suçla ilgili olarak, soruşturma
veya kovuşturma makamlarına ispat delili göstermesi tamamen kendi
rızasına bağlı olup, bu konuda zorlanması mümkün değildir. Ayrıca
kendi işlediği suçun delillerini ilgili makamlara teslim etmeyen veya
TCK’nın 281’inci maddesinde belirtilen şekilde yok eden kişi hakkında
da disiplin hapsi uygulanması veya ceza verilmesi mümkün değildir.
Suç tarihi itibariyle kışla içerisinde cep telefonu bulundurma
eylemi 6413 sayılı Kanunun 19/1-j maddesine göre disiplin cezasını
gerektiren disiplinsizlik teşkil etmektedir. Bu fiilin en önemli delili de
cep telefonudur.
Kendi işlediği suçla ilgili olarak delili teslim etmeyen, yok eden,
silen, gizleyen, değiştiren veya bozan kişiler hakkında ceza tayini yoluna
gidilmezken, daha hafif nitelikteki disiplinsizlik eyleminin delilini teslim
etmeyen, yok eden, silen, gizleyen, değiştiren veya bozan kişiler
hakkında eylemin emre itaatsizlikte ısrar suçunu oluşturduğunun kabulü
ile cezalandırılması hakkaniyete uygun değildir.
Belirtilen nedenlerle, kendisi aleyhinde delil teslim etme
yükümlülüğü bulunmayan sanığa işlediği disiplinsizlik eyleminin delili
olan cep telefonunu getirip teslim etmesi yönünde verilen emir hizmete
ilişkin olmadığı gibi, delili teslim etmeyerek kışla dışına atan sanığın
eyleminde emre itaatsizlikte ısrar suçunun unsurları da bulunmamaktadır.
Bu itibarla, Askerî Mahkemece sanık hakkında tesis edilen beraat
kararında isabetsizlik bulunmadığından, Adlî Müşavirin temyiz
sebeplerinin reddi ile beraat hükmünün onanmasına karar verilmiştir.
70
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 87/1
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
1’inci Daire Kararı
E.No. : 2014/0841
K.No. : 2014/0949
T.
: 03.12.2014
ÖZET
Yetkili personel dışındaki hiç bir personelin forklift aracını
kullanmaması yönünde tebliğ edilen emre rağmen, Birlik
Komutanlığınca ihtiyaç duyulduğunda, forklift kullanmasına
müsaade edilen, çalışkan ve disiplinli bir yapıya sahip olduğu Birlik
Komutanlığınca gözlemlenen ve hizmete müteallik emri ihlâl etmek
için değil, tamamen hizmetin aksamaması amacıyla hareket eden
sanığın, somut olaya münhasır olarak, suç kastıyla hareket ettiği
söylenemeyeceğinden, hakkında beraat hükmü verilmesi gerekirken,
mahkûmiyetine hükmedilmesi hukuka aykırıdır.
Askerî Mahkemece, sanığın, 02.12.2010 tarihinde, emre
itaatsizlikte ısrar suçunu işlediği sabit görülerek, eylemine uyan
ASCK'nın 87/1 (1'inci cümle) (Teşdiden) ve TCK’nın 62'inci maddeleri
gereğince neticeten bir ay yirmi gün hapis cezası ile cezalandırılmasına
karar verildiği;
Bu hükmün, sanık tarafından sebep belirtilmeksizin temyiz
edildiği;
Tebliğnamede, mahkûmiyet hükmünün, esas yönünden bozulması
gerektiği görüşü bildirildiği;
Dairemizin 22.10.2014 tarihli ve 2014/841-34 E.Ara K. sayılı ara
kararı ile, aleyhe görüş içeren tebliğnamenin, Askerî Mahkemece
kendisine katılan sıfatı verilen mağdur Er S. Ş.'ye tebliğinden sonra, dava
dosyasının Dairemize iade edilmek üzere Askerî Yargıtay Başsavcılığına
gönderilmesine karar verildiği;
Bu ara karar üzerine, tebliğnamenin kendisine katılan sıfatı
verilen mağdur Er S. Ş.'ye tebliğ edildiği;
Görülmektedir.
71
Yapılan incelemede;
…Komutanlığı emrinde askerlik hizmetini yerine getirmekte olan
ve forklift araç kullanma yetkisi bulunmayan sanığa, yetkili personel
dışındaki hiç bir personelin forklift araç kullanmaması yönündeki
emirlerin 01.07.2010 ve 01.10.2010 tarihlerinde tebliğ olunduğu,
01.10.2010 tarihine kadar Birlik içerisinde forklift operatörü bulunmaması
nedeniyle, forklift araçların genellikle Er E. A. ve Er O. P.’ye, bazen de
sanığa kullandırıldığı, 01.10.2010 tarihinde hizmet alımı sözleşmesi ile
Birliğe iki forklift operatörü alındığı, ancak, bunların bulunmadığı ve
ihtiyaç duyulan hâllerde de yine erlerin forklifti kullandıkları, 02.12.2010
günü Şırnak/Akçay’dan gelecek olan Birliğe verilecek malzemelerin
ayrılması sırasında, depo önünde bulunan rafların gönderilecek
malzemelerin çıkışını engellediği, bu nedenle, tanık Er Y. B. M.'nin,
sanıktan forklift yardımı ile yerde bulunan rafları kaldırarak sundurma
bölgesine götürmesini istediği, bunun üzerine sanığın hizmetin aksamaması
amacıyla, aracın anahtarını sorumlu astsubayın çekmecesinden alarak
forklifti çalıştırdığı, etrafından çekilmeleri hususunda da çevresine ikazda
bulunduğu, ancak bu ikazın mağdur Er S. Ş. tarafından duyulmadığı,
sanığın aracı geri hareket ettirdiği sırada mağdurun ayağının aracın
altında kalarak yaralandığı, bu yaralanma sonucunda mağdurun sağ ayak
bileğinin kırıldığı ve sağ ayak birinci parmağında da kırıklı çıkığın meydana
geldiği, ameliyata alınan mağdura SMK'lı iki ay hava değişimi verildiği,
tüm dosya kapsamından maddi vakıa olarak anlaşılmaktadır.
Askerî Mahkemece; sanığın, emirler hilafına forklift aracı
kullanmak suretiyle emre itaatsizlikte ısrar suçunu işlediği kabul
olunarak, müsnet suç nedeniyle cezalandırılması cihetine gidilmiş ise de;
ASCK’nın 87’nci maddesinde düzenlenen emre itaatsizlikte ısrar
suçunun oluşabilmesi için, amir tarafından verilmiş bir emrin bulunması,
emrin konusunun hizmete ilişkin olması, bu hizmet emrinin suçun faili
olan ast yönünden özelleştirilerek somut hâle getirilmesi ve bu özel
unsurların dışında sanığın emre itaatsizlikte ısrar kastıyla hareket ederek,
emrin gereğini hiç yerine getirmemesi ya da emre aykırı hareket etmesi
gerekmektedir.
Somut olayda;
Yetkili personel dışındaki hiç bir personelin forklift araç
kullanmaması yönündeki ilk emrin 01.07.2010 tarihinde sanığa tebliğ
edilmesine rağmen, forklift operatörlerinin göreve başladığı 01.10.2010
tarihine kadar zaman zaman sanığa forklift kullandırıldığı görülmektedir.
Bu da zorunlu hâllerde, sanığın, forklift kullanmasına müsaade edildiğini
ortaya koymaktadır. 01.10.2010 tarihinde, forklift operatörleri göreve
72
başladığında, sanığa yine aynı doğrultuda emir tebliğ edilmiş ise de,
forklift operatörlerinin bulunmadığı bir ortamda, sanık, askerî bir hizmetin
aksamaması amacıyla, forklifti çalıştırmıştır. Ancak, eylemi sonucu
mağdur yaralandığından, hakkında takibat başlatılmıştır. Oysa, 01.10.2010
tarihinden sonra da, forklift operatörlerinin bulunmadığı ortamlarda,
forklifti erlerin kullandığı (Dz.43, 44) tanık ifadelerinden anlaşılmaktadır.
Forklift operatörü olmaması nedeniyle, sanığa, forklift
kullanmaması hususunda emirler tebliğ olunmuş ve emirler hilafına
hareketle, sanık forklift kullanmış ise de;
Tebliğ edilen emre rağmen, Birlik Komutanlığınca ihtiyaç
duyulduğunda, forklift kullanmasına müsaade edilen, çalışkan ve disiplinli
bir yapıya sahip olduğu Birlik Komutanlığınca gözlemlenen ve tamamen
hizmete müteallik emri ihlâl etmek için değil, hizmetin aksamaması
amacıyla hareket eden sanığın, somut olaya münhasır olarak, suç kastıyla
hareket ettiği söylenemeyeceğinden, en azından suç kastı ile hareket edip
etmediği hususu şüpheli kaldığından, hakkında beraat hükmü verilmesi
gerekirken,
mahkûmiyetine
hükmedilmesi,
hukuka
aykırı
bulunduğundan, mahkûmiyet hükmünün esastan bozulmasına karar
verilmiştir.
İddianamenin içeriğinde, sanığın eylemi sonucu mağdurun
yaralandığı ifade edilmiş ise de, iddianamenin sonuç bölümünde,
iddianameye konu olan fiilin “...Her ne kadar şüphelinin fiil ve eylemi
sonucunda İkm.Er S. Ş. yaralanmış ise de, S. Ş.'nin alınan beyanında
şikayetçi olmadığını belirttiği, taksirle yaralamanın şikayete tâbi olduğu,
Adlî Müşavirlikçe bu hususta soruşturma izni verilmediği, taksirle
yaralama suçu yönünden bu nedenle herhangi yapılmamıştır.” şeklinde
yapılan açıklama ile, emre itaatsizlikte ısrar eylemi ile sınırlandırıldığı ve
özellikle taksirle yaralama fiilinin iddianın kapsamı dışında tutulduğu
görüldüğünden, taksirle yaralama fiili yönünden bir değerlendirme
yapılamayacağı sonucuna varılmıştır.
73
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 90/1, 12
TSK İÇ HİZMET KANUNU
Mad. 8
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
1’inci Daire Kararı
E.No. : 2014/0301
K.No. : 2014/0292
T.
: 12.03.2014
ÖZET
Sanıktan, işlemekte olduğu disiplin suçunun delili niteliğinde
olan cep telefonunun istenmesi, amirin adlî görevine ilişkindir. Zorla
infazı gerektiren bir müessesenin uygulanmasına yönelik emirler
hizmet emri karakteri taşımayacağından, sanığın, bahse konu cep
telefonunu vermemekten ibaret eylemi mukavemet suçunu
oluşturmayacağı gözetilmelidir.
Askerî Mahkemece; sanığın, 11.04.2012 tarihinde mukavemet
suçunu işlediği kabul edilerek, ASCK’nın 90/1 (Az vahim hal cümlesi)
ve TCK’nın 62’nci maddeleri uyarınca neticeten iki ay onbeş gün hapis
cezası ile cezalandırılmasına, yasal imkânsızlık sebebiyle verilen hapis
cezasının paraya çevrilmesine, ertelenmesine veya bir başka tedbire
çevrilmesine ve CMK’nın 213/5’inci maddesinin uygulanmasına yer
olmadığına, karar verilmiştir.
Bu hüküm, sanık tarafından, verilen cezanın haksız olduğu ileri
sürülerek temyiz edilmiş, hükmün sübut yönünden bozulmasına dair
görüş içeren ve tebliğ edilen tebliğnameye sanık tarafından yazılı cevap
verilmemiştir.
Yapılan incelemede;
Askerî Mahkemece; 11.04.2012 tarihinde P.Üçvş. M. E. E.'nin
kontrol amacıyla koğuşları dolaştığı, bu kapsamda sanığın bulunduğu
koğuşa girdiğinde duvara dayalı vaziyette bir silahın bulunduğunu
gördüğü, kafasını eğerek ranzaların olduğu yöne baktığında sanığın
askerî kıyafetleriyle yatağında uzanmış bir şekilde elinde bir aletle
uğraştığını tespit ettiği, ardından sanıktan yanına gelmesini istediği,
sanığın yatağından kalkarak P.Üçvş. M. E. E.'nin yanına geldiği, P.Üçvş.
74
M. E. E.'nin elini sanığa doğru uzatarak, yatakta iken elinde oynadığı cep
telefonunu istediği, sanığın, P.Üçvş. M. E. E.'ye “Veremem” şeklinde
cevap vermesi üzerine, P.Üçvş. M. E. E.'nin sanıktan tekrar cep
telefonunu vermesini istediği; sanığın bu kez “Ben telefonu vermem,
zaten ceza aldım, bir daha ceza almak istemiyorum, askerliğimin
uzamasını istemiyorum” şeklinde cevap verdiği, P.Üçvş. M. E. E.'nin
sanıktan birkaç kez daha cep telefonunu vermesini istediği, sanığın ise;
“Ben telefonu veremem, telefonu kırarım ama yine de size vermem”
şeklinde cevap verdiği, P.Üçvş. M. E. E.'nin sanığa “Ee, ne yapacağız o
zaman” dediği, sanığın da “Telefonu size vermem, ancak Bölük
Komutanımıza veririm” şeklinde cevap verdiği, akabinde P.Üçvş. M. E.
E.'nin, “Tamam o zaman, benimle gel, seninle Bölük Komutanının yanına
gidelim” diyerek, koğuşta bulunan P.Er K. G.'yi ve sanığı yanına
alarak Bölük Komutanının yanına gitmek üzere yola çıktığı, yolda
yürürken P.Üçvş. M. E. E.'nin, sanıktan cep telefonunu vermesini birkaç
kez daha istediği; ancak sanığın yine “Telefonu kırarım; ama size
vermem” şeklinde sözler sarf ederek cep telefonunu vermekten imtina
ettiği; bir süre yürüdükten sonra sanığın bir anda elindeki silahı yere
bırakarak arkasını dönüp ters istikamete doğru koşmaya başladığı, bu
durumu gören P.Üçvş. M. E. E.'nin, P.Er K. G.'ye sanığın peşinden
gidip, onu yakalaması emrini verdiği, bu emir üzerine P.Er K. G.'nin,
sanığın peşinden koşmaya başladığı, sanığın bir müddet koştuktan sonra
elinde bulunan cep telefonunu o bölgede bulunan kanalın diğer tarafına
doğru fırlattığı (Dz.54, 70) kabul edilerek yukarıda izah edildiği şekilde
mahkûmiyetine karar verilmiş ise de;
Askerî Yargıtay 3’üncü Dairesinin 28.06.2011 tarihli, 2011/465464 E.K; Dairemizin 28.12.2011 tarihli, 2011/1122-1108 E.K.; Askerî
Yargıtay 2’nci Dairesinin 20.6.2012 tarihli, 2012/865-853 E.K; Askerî
Yargıtay 4’üncü Dairesinin 12.7.2012 tarihli, 2012/881-838 E.K sayılı
kararlarında da belirtildiği üzere;
Suç tarihi itibariyle, 477 sayılı Disiplin Mahkemeleri Kuruluşu
Yargılama Usulü ve Disiplin Suç ve Cezaları Hakkında Kanun’un
“Yasak edilen cihaz ve aletleri bulunduran veya kullananlar” başlıklı
61/A maddesi kapsamında, birlik içerisinde cep telefonu bulundurmak
şeklindeki eylemler disiplin suçu olarak düzenlenmiş olup; aynı
Kanun’un 14/1’inci maddesi de “Maiyetinden birinin bir disiplin suçu
işlediğini öğrenen her amir yetkisi dâhilindeki oda veya göz hapsi
cezasıyla cezalandırılmasını uygun görmediği takdirde suçluluk
sebeplerini ve suç delillerini kapsayan bir vaka raporu düzenleyip, bunu
75
silsile yolu ile nezdinde disiplin mahkemesi kurulan komutan veya askerî
kurum amirine en geç üç gün içinde gönderir.” hükmünü içermekteydi.
TSK İç Hizmet Kanunu’nun 8’inci maddesinde “Emir, hizmete
ait bir talep veya yasağın sözle, yazı ile ve sair surette ifadesidir.”
“Hizmet” ise; ASCK’nın 12’nci maddesinde “Bu Kanun’un
tatbikatında (Hizmet) tabirinden maksat, gerek malûm ve muayyen olan
ve gerek bir amir tarafından emredilen bir askerî vazifenin madun
tarafından yapılması hâlidir.” şeklinde tanımlanmıştır.
Yukarıda
yapılan
açıklamalar
ışığında
somut
olay
değerlendirildiğinde; sanıktan, işlemekte olduğu disiplin suçunun delili
niteliğinde olan cep telefonunun istenmesinin, amirin adlî görevine
ilişkin olduğu, sanığın delil niteliğindeki bahse konu cep telefonunun
tesliminden kaçınması hâlinde uygulanacak işlemin zorla infaz
olunacağı, zorla infazı gerektiren bir müessesenin uygulanmasına yönelik
emirlerin hizmet emri karakteri taşımayacağı, bu nedenle suç delili olan
eşyanın, ilgililerden zorla alınması gerektiği, bu itibarla; sanığın, bahse
konu cep telefonunu vermemekten ibaret eyleminin herhangi bir suçu
oluşturmadığı ve sanığa verilen emrin, TSK İç Hizmet Kanunu’nun 8 ve
ASCK’nın 12’nci maddelerine göre yerine getirilmesi zorunlu olan askerî
vazifeye ilişkin bir yönünün bulunmadığı, bu nedenlerle unsurları
itibariyle oluşmayan mukavemet suçundan sanığın beraatına karar
verilmesi gerekirken, Askerî Mahkemece mahkûmiyetine hükmedildiği
anlaşılmakla; mahkûmiyet hükmünün esas (sübut) yönünden
bozulmasına karar verilmiştir.
76
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 91
TÜRK CEZA KANUNU
Mad. 25
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E.No. : 2014/40
K.No. : 2014/44
T.
: 15.05.2014
ÖZET
Öncelikle, gerek soruşturma ve gerekse kovuşturma
aşamasında, katılan hakları konusunda hiç bilgilendirilmeyen
mağdur sanığın, süresinde yapmış olduğu başvurusunda, diğer sanık
tarafından kendisine karşı gerçekleştirildiğini iddia ettiği eylem
nedeniyle verilen beraat kararını da temyiz ettiğini belirtmiş olması
karşısında, Dairece mağdur sanığın katılan olarak kabul edilerek
temyiz incelemesi yapılmasında isabetsizlik bulunmadığı;
Ast konumundaki sanığın, üste fiilen taarruz suçunu işleme
kastıyla hareket ettiğinin her türlü şüpheden uzak bir şekilde oraya
konulamaması karşısında, sanığın eylemlerinin TCK'nın 25'inci
maddesinde düzenlenen meşru savunma sınırları içerisinde
kaldığından bahisle verilen beraat kararını onayan Daire ilâmında
hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan uyuşmazlık; sanık
tarafından gerçekleştirildiği sübut bulan eylemin, meşru savunma
sınırları içinde kalıp kalmadığına ve üste fiilen taarruz suçunu oluşturup
oluşturmayacağına ilişkindir.
Öncelikle, gerek soruşturma ve gerekse kovuşturma aşamasında,
katılan hakları konusunda hiç bilgilendirilmeyen, ancak birlik
komutanlığına vermiş olduğu dilekçesinde sanıktan şikâyetçi olduğunu
bildiren mağdur sanığın, müteakiben gerekçeli kararın tebliği üzerine
süresinde yapmış olduğu kanun yolu başvurusunda, diğer sanık
tarafından kendisine karşı gerçekleştirildiğini iddia ettiği eylem
nedeniyle verilen beraat kararını da temyiz ettiğini belirtmiş olması
77
karşısında, Dairece mağdur sanığın katılan olarak kabul edilerek temyiz
incelemesi yapılmasında isabetsizlik bulunmadığı kabul edilmiştir.
Dava dosyasında bulunan deliller ve sanığın savunması
incelendiğinde;
Mağdur sanık Bkm.Kd.Bçvş. İ. K.'nın; Askerî Savcı tarafından
tespit edilen ifadesinin dışında, aşamalarda saptanan tüm ifadelerinde,
diğer sanığın, iki eliyle boğazından tutarak kendisini sırt üstü masaya
yatırdığını, kollarını da kapsayacak şekilde kendisini sararak yatırdığı
hususunun doğru olmadığını, sanığın olayın kapanması arzusunda olması
üzerine, Askerî Savcıya farklı beyanlarda bulunduğunu;
Sanığın; Birlik Komutanlığına sunmuş olduğu şikâyet
dilekçesinde, Birlik Komutanlığınca ve Disiplin Subayınca saptanan
ifadelerinde; yumruk atan mağdur sanıktan kendisini korumak için,
omuzlarından tutarak masanın üzerine yatırdığını; Askerî Savcı
tarafından saptanan ifadesinde; mağdur sanığın kendisini sandalyeye
oturtmak istediği sırada dengesi bozularak masaya doğru düştüğünü,
kendisini de dengesini kaybedip mağdur sanığın yanına düştüğünü;
Askerî Mahkemece, huzurda saptanan ifadesinde ise; mağdur sanığın
saldırılarını önlemek ve kendisini korumak için, mağdurun kollarının
üzerinden kollarını sararak masaya doğru yatırdığını;
Olay anında odada bulunan tanık Bkm.Kd.Bçvş. M. C.'nin; Birlik
Komutanlığınca ve Askerî Savcı tarafından saptanan ifadelerinde;
sanığın, mağdur sanığın attığı yumruğun, çekilmesi nedeniyle kendisine
isabet etmemesi üzerine, mağdur sanığın yakasından tutarak masanın
üzerine yatırdığını; Askerî Mahkemece, huzurda saptanan ifadesinde ise;
mağdur sanığın attığı yumruk üzerine, sanığın mağdura sarıldığı, sanığın
da mağdura sarıldığını, müteakiben masanın üzerine düştüklerini, sanığın
daha iri olması nedeniyle üstte olduğunu;
Olay anında odanın dışında bulunan ve odayı bir açıdan gören
tanık Tnk.Onb. Ö. K.'nin; Askerî Savcı tarafından tespit edilen ifadesinin
dışında, aşamalarda saptanan tüm ifadelerinde; sanığın, kendisine yönelik
olarak elini kaldıran mağdur sanığa sarılarak masaya yatırdığını; Askerî
Savcı tarafından saptanan ifadesinde ise; sadece, odaya girdiklerinde, her
iki sanığın üst üste olduklarını gördüğünü;
Beyan ettikleri görülmektedir.
Aşamalarda farklılaşan tanıkların beyanları ile sanık ve mağdur
sanığın savunmaları doğrultusunda, sanığın, kendisine yumruk sallayan
ancak isabet ettiremeyen mağdur sanığa sarılıp masanın üzerine yatırdığı
hususu maddi vaka olarak belirlenmiş olup, bu konuda Daire ile
Başsavcılık arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.
78
ASCK'nın 91’inci maddesinde üste veya amire fiilen taarruz suç
olarak düzenlenmiş olmakla birlikte, “taarruz” teriminin tanımı
yapılmamış, bu konu uygulamaya bırakılmıştır. Yerleşik uygulamada,
müessir fiil sayılan eylemlerin her türü üste fiilen taarruz olarak kabul
edilmekte, ayrıca çarpmak, itmek, vurmak için yakasına yapışmak,
taarruz amacıyla silahı üste veya amire tevcih etmek gibi üstün veya
amirin vücut bütünlüğüne yönelik saldırı niteliğindeki etkin eylemlerin
de üste veya amire fiilen taarruz suçunu oluşturacağı benimsenmektedir.
Öte yandan, üste veya amire fiilen teşebbüs de, tamamlanmış suç gibi
yaptırıma bağlanmıştır.
Maddede, üst’ün veya amirin kişiliğinde somutlaşan askerî
otoritenin astın her türlü taarruzundan korunması amaçlanmış, taarruzun
şekline, yapıldığı ortama ve doğurduğu sonuca göre hafiften ağıra doğru
çeşitli yaptırımlar görülmüştür. Ancak, bu suçun oluşması için başlı
başına maddi unsurun gerçekleşmesi yeterli olmayıp, manevi unsurun da
gerçekleşmesi, yani failin taarruz kastıyla hareket ettiğinin ortaya
konulması gerekmektedir.
Diğer taraftan, TCK’nın “Kast” başlıklı 21’inci maddesinin ilk
fıkrasında; “Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanunî
tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.”
şeklinde yer alan ifadeyle, doğrudan kastın tanımı yapılmıştır.
Öğretide genel kabul gördüğü ve çeşitli yargısal kararlarda da
benimsenerek vurgulandığı üzere, kısaca “Öngörülen ve suç oluşturan
fiili gerçekleştirmeye yönelen irade” biçiminde tanımlanan kastın iki
unsuru bulunmaktadır.
Bunlardan ilki; düşünme ve öngörme (Bilme) unsurudur. Buna
göre, failin kasten hareket etmiş sayılabilmesi için, tipe uygun hareketi
önceden düşünüp öngörmüş, zihninde canlandırmış olması gerektiği gibi,
sonucu da düşünmüş ve öngörmüş olması gereklidir.
Kastın ikinci unsuru ise; irade (isteme) unsurudur. Kastın varlığı
için, hareketten doğacak sonucun sadece düşünülmesi ve öngörülmesi,
kısaca bilinmesi yeterli olmayıp, ayrıca sonucun da istenmesi gerekir.
Meşru savunma ise, TCK’nın 25/1'inci maddesinde; “Gerek
kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen,
gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hâl
ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile
işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez” şeklinde düzenlenmiştir.
Gerek öğretide, gerekse yerleşmiş yargısal kararlarda
vurgulandığı üzere; TCK’nın 25/1'inci maddesinde düzenlenen ve
hukuka uygunluk nedenlerinden birini oluşturan meşru savunma, hukuka
79
aykırılığı ortadan kaldırmakta ve bu nedenle de eylemi suç olmaktan
çıkarmaktadır.
Meşru savunmanın oluştuğunun kabul edilebilmesi için saldırıya
ve savunmaya ilişkin şartların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.
Öncelikle bir saldırı bulunmalıdır. Saldırının var olmasını geniş
olarak anlamak, başlayacağı muhakkak olan ve başladığı takdirde
savunmayı imkânsız kılacak veya güç hâle getirecek bir saldırıyı
başlamış, keza bitmiş olmasına rağmen tekrarından korkulan bir saldırıyı
da henüz sona ermemiş saymak zorunludur. Haksız bulunan bu saldırı,
meşru savunma ile korunabilecek bir hakka yönelik olmalıdır. Bu hakkın,
kişinin kendisine veya bir başkasına ait olması arasında fark
bulunmamaktadır. Ayrıca, saldırı ile savunma eşzamanlı bulunmalıdır.
Savunma zorunlu olmalıdır. Zorunluluk ile kastedilen husus, failin
kendisine veya başkasına ait bir hakkı koruyabilmesi için savunmadan
başka imkânının bulunmamasıdır. Saldırana karşı yönelen savunma ile
saldırı arasında oran bulunmalıdır.
Öte yandan, savunmanın, meşru savunma şartlarının bulunduğu
sırada başladığı, ancak orantılılık ilkesinin ihlâl edilmesi nedeniyle meşru
savunmanın gerçekleştiğinin kabul edilmediği durumlarda, “sınırın
aşılması” söz konusu olabilmektedir.
Yapılan açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu ele alınıp
değerlendirildiğinde; sanığın, kendisini yakasından tutarak sandalyeye
oturtmaya çalışan mağdur sanık Bkm.Kd.Bçvş. İ. K.’nın, bu eylemlerini
sonlandırmak ve kendisine karşı gerçekleşmesi kuvvetle muhtemel olan
darp eylemlerini engellemek için önce sanık Bkm.Kd.Bçvş. İ. K.’nın,
yakasını tutan ellerini bileklerinden tutarak aşağıya indirdiği, ardından
kendisine yumruk sallayan ancak isabet ettiremeyen İ. K. Başçavuş'u
etkisiz hâle getirmek ve kendisini korumak amacıyla sarılıp masanın
üzerine yatırdığı anlaşılmaktadır.
Sanığın, mağdur sanık İ. K.’nın saldırısıyla eş zamanlı olarak ve
sadece kendisine yönelen, ayrıca devam etme veya tekrarlama
potansiyelini barındıran taarruzu bertaraf edecek yeterlilikte eylemini
gerçekleştirdiği görülmektedir. Her ne kadar, mağdur sanık, sanığın
kendisini iki eliyle boğazından tutarak masanın üzerine yatırdığını iddia
etmekte ise de, diğer tanıkların beyanları ile sanığın savunması
kapsamında, bu eylemin üste fiilen taarruz kastıyla gerçekleştirildiği
hususu, her türlü şüpheden uzak bir şekilde ortaya konulamamaktadır.
Dolayısıyla, sanığın gerçekleştirdiği hususu dahi şüpheli olan bu
eyleminin, savunma bütünlüğü içinde gerçekleştirildiğinin kabulü
gerekmiştir.
80
Öte yandan, mağdur sanığın savunması kapsamında mahkemeye
sunması suretiyle dava dosyasına ithal edilen olay yerine (rahat hareket
edilemeyecek ve saldırıdan kaçınma imkânı vermeyecek ölçüde dar bir
mekanda) ilişkin fotoğraflardan ve olayın gelişim (ani ve ardışık
gerçekleştirilen taarruzlar) tarzından, sanığın kendisini koruyabilmesi
için, söz konusu savunmadan başka imkânının bulunmadığı ve saldırıyla
orantılı olduğu hususunda duraksama bulunmamaktadır.
Bu itibarla, kendisini yakasından tutarak sandalyeye oturtmaya
çalışan ve bu nedenle hakkında asta müessir fiil suçundan verilen
mahkûmiyet hükmü Dairece onanan mağdur sanığın, devamında
kendisine yumruk sallaması, ancak isabet ettirememesi üzerine, mağdur
sanığı etkisiz hâle getirmek ve kendisini korumak amacıyla sarılıp
masanın üzerine yatıran astı konumundaki sanığın, üste fiilen taarruz
suçunu işleme kastıyla hareket ettiğinin her türlü şüpheden uzak bir
şekilde oraya konulamaması karşısında, sanığın eylemlerinin TCK'nın
25'inci maddesinde düzenlenen meşru savunma sınırları içerisinde
kaldığından bahisle verilen beraat kararını onayan Daire ilâmının yerinde
olduğu kabul edilerek, Başsavcılığın itirazının reddine karar verilmiştir.
81
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 91/3
5237 SAYILI TÜRK CEZA KANUNU
Mad. 87/1-2
765 SAYILI TÜRK CEZA KANUNU
Mad. 456/2-3
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E.No. : 2014/66
K.No. : 2014/84
T.
: 23.10.2014
ÖZET
Amirin veya üstünün vücudunda tahribatı mucip olmak
teriminin, 765 sayılı TCK’nın yürürlükte bulunduğu dönemlere
ilişkin olarak 456’ncı maddenin ikinci ve üçüncü fıkrasında belirtilen
“devamlı zaaf” ve “uzuv tatili” anlamını taşımakta iken, 5237 sayılı
TCK’nın “Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama” suçunu
düzenleyen 87/1-a, b ve 87/2’nci maddesinin tüm fıkra ve bentlerinde
belirtildiği şekilde, mağdurun duyularından veya organlarından
birinin işlevinin sürekli zayıflaması veyahut işlevinin yitirilmesi
derecesinde olması hâlinde, failin fiilinin tahribatı mucip üste fiilen
taarruz suçunu oluşturduğunun kabul edilmesi gerektiği, somut
olayda katılanın yüzünde meydana gelen sabit izin tahribat
niteliğinde olmadığı sonucuna varılmıştır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın üzerine atılı suçun vasfına ve
dolayısı ile uygulanması gereken kanun maddesine ilişkindir.
Daire; sanığın, silah ve tehlikeli bir alet ile yapılan üste fiilen
taarruz suçundan ASCK’nın 91/2’nci maddesi gereğince cezalandırılması
yoluna gidilmesi gerekirken, tahribatı mucip olacak şekilde üste fiilen
taarruz suçunun oluştuğu kabul edilerek ASCK’nın 91/3’üncü maddesi
gereğince cezalandırılmasının hukuka aykırı olduğunu, bu nedenle mahkûmiyet
hükmünün uygulama yönünden bozulmasına karar vermiş iken;
Başsavcılık;
sanığın
eyleminin
ASCK’nın
91/3’üncü
maddesindeki tahribatı mucip olacak şekilde üste fiilen taarruz suçunu
82
oluşturduğu kabul edilerek mahkûmiyet hükmü kurulmasında bir hukuka
aykırılık bulunmadığını belirterek, Daire kararına itiraz etmiştir.
Yapılan incelemede; olay tarihinde katılan P.Çvş. F.P.’nin AMM
Manga Komutanı, sanık P.Er D.Ö.’nün ise aynı mangada avcı eri olarak
görevli oldukları, Nöbetçi Subayı P.Ütğm. L.K.’nin alarm vermesine
rağmen sanık P.Er D.Ö. ile P.Er F.T.’nin telsizlerinin çekmemesi
nedeniyle alarmı duymadıkları ve olay yerine gidemedikleri, bu nedenle
de P.Ütğm. L.K.’nin P.Çvş. F.P.’yi Manga Komutanlığından alarak 2’nci
Tim Komutanı yaptığı, ayrıca hafta sonu manga personeline çarşıya
çıkma yasağı koyduğu, bu duruma sinirlenen P.Çvş. F.P.’nin, sanık P.Er
D.Ö. ile P.Er F.T.’ye sözlü olarak yetkisi olmamasına rağmen 4 saat
devriye görevi verdiği, sanık P.Er D.Ö. ve P.Er F.T.’nin 21.00 sıralarında
devriye nöbetine gittikleri, saat 24.00 sıralarında havanın soğuk olması
nedeniyle AMM’nin bulunduğu binaya geldikleri, P.Çvş. F.P.’nin sanık
P.Er D.Ö. ve P.Er F.T.’ye neden devriyeyi tamamlamadıkları, daha bir
saatlerinin olduğu yönünde ikaz ettiği, sanığın üşüdüklerini söylediği,
P.Çvş. F.P.’nin ise bir saat daha devriyeleri olduğunu söyleyerek
devriyeye gitmelerini istediği, sanığın devriyeye gitmeyeceğini söylemesi
üzerine de P.Çvş. F.P.’nin sanığa tekme ile vurduğu, sanığın da karşılık
vermeye çalışması üzerine diğer arkadaşlarının araya girerek P.Çvş.
F.P.’yi dışarı çıkardıkları, birkaç dakika sonra sanık P.Çvş. F.P.’nin içeri
girerek P.Er D.Ö.’ye “Dışarı gel, seninle dışarıda konuşalım, erkeksen
rögar odasına gel” dediği, sanığın bu sırada masada bulunan maket
bıçağını kimseye fark ettirmeden üzerine alarak dışarı çıktığı, her ikisinin
de birlikte rögar odasına gittikleri, rögar odasına girer girmez P.Çvş.
F.P.’nin sanık P.Er D.Ö.’nün yüzüne yumrukla vurduğu, bu darbe
üzerine sanık P.Er D.Ö.’nün elinde bulunan maket bıçağını üstü
konumunda bulunan P.Çvş. F.P.’nin yüzüne iki kez vurarak
yaralanmasına sebebiyet verdiği tüm dosya kapsamından anlaşılmakta
olup, Daire ile Başsavcılık arasında eylemin sübutu konusunda bir
anlaşmazlık bulunmamaktadır.
GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Plastik Cerrahi servisince
düzenlenen 12.03.2009 tarihli Kati Raporda; “Katılanda meydana gelen
yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif
yaralanma olmadığı, yüzünde sabit ize neden olduğu, yaşamını
tehlikeye sokan bir durumun olmadığı, yüzünün sürekli değişikliğine
neden olmadığı” belirtilmiştir.
Adlî Tıp 2’nci İhtisas Kurulunca hazırlanan 29.08.2012 tarihli
raporda; “yapılan muayenede; sol frontotemporal bölgeden başlayan
mentum orta hattın 1,5 cm sağına kadar yüzü boydan boya kesintisiz kat
83
eden, ciltle aynı seviyede olmakla birlikte daha koyu renkte 17,5 cm
uzunluğunda yer yer 0,3 cm genişliğine ulaşan nebde, sol angulus
mandibulanın 2 cm üzerinde, kulak memesinin altında ve yüzden
başlayıp yere paralel uzandıktan sonra saç içine doğru 8 cm uzunluğunda
0,2 mm genişliğinde yer yer kıl folikülü içermeyen nebde olduğu, mevcut
yaraların yüzde sabit iz niteliğinde olduğuna” karar verildiği
görülmektedir.
Yukarıda belirtilen raporlardan da anlaşıldığı üzere, Katılanın
yüzünde meydana gelen yaralanmanın sabit iz niteliğinde olduğu
hususunda kuşku bulunmamaktadır. Burada ortaya konulması gereken ve
uyuşmazlığa konu olan husus yaralanma sonucunda yüzde meydana
gelen sabit izin ASCK kapsamında tahribat niteliğinde olup olmadığıdır.
“Amire ve mafevke fiilen taarruz edenlerin cezası” başlıklı
ASCK’nın 91’inci maddesi:
“1. Amire veya üste fiilen taarruz eden veya fiilen taarruza
teşebbüs eden üç seneden, az vahim hâllerde altı aydan aşağı olmamak
üzere hapsolunur,
2. Taarruz veya taarruza teşebbüs silahlı olarak veya bir hizmet
esnasında veya toplu asker karşısında veyahut silah ve tehlikeli bir alet
ile yapılmış ise beş seneden, az vahim hâllerde bir seneden aşağı
olmamak üzere hapsolunur,
3. Taarruz amirin veya mafevkin vücudunda tahribatı mucip
olmuşsa onbeş seneden az olmamak üzere, … hapis cezası verilir. …”
şeklinde düzenlenmiştir.
Maddede geçen “vücuttaki tahribat” teriminin neyi ifade ettiği
konusunda kanunda açıklık bulunmamakla beraber, Askerî Yargıtayın
yerleşik uygulamalarında, yaralanmanın; mülga 765 sayılı TCK’nın
456’ncı maddesinin 2 ve 3’üncü fıkralarındaki “uzuv zaafı” ve “uzuv
tatili” sayılacak nitelikte ve derecede olması hâllerine münhasıran,
vücudun harap olan noktasının doğal görevini yapamaması, organik bir
tahribin oluşması yani harabolmuş bir organ veya duyu bulunması olarak
kabul edilmiştir (As.Yrg.Gen.Krl.nun 11.11.1949 tarihli, 1949/18191994; As.Yrg.Drl.Krl.nun 15.6.1995 tarihli, 1995/62-62; 28.11.1996
tarihli, 1996/169-170; 31.12.1998 tarihli, 1998/203-184; 1’inci D.nin
31.07.1996 tarihli, 1996/541-538; 08.05.2013 tarihli, 2013/779-755;
2’nci D.nin 14.07.1965 tarihli, 1965/673-675; 31.03.2010 tarihli,
2010/865-858; 3’üncü D.nin 08.10.1996 tarihli, 1996/574-574;
24.01.2006 tarihli 2006/88-87; 4’üncü D.nin 12.12.1972 tarihli,
1972/420-410; 5’inci D.nin 13.03.1996 tarihli, 1996/146-144, Esas ve
Karar sayılı kararları).
84
Mülga 765 sayılı TCK’nın 456’ncı maddesinin 2’nci fıkrası: “Fiil,
havastan veya azadan birinin devamlı zaafını ... mucip olmuş ise ... ceza
iki seneden beş seneye kadar hapistir.” hükmünü;
Aynı maddenin 3’üncü fıkrası: “Fiil, ... havastan veya el yahut
ayaklardan birinin ... ziyaını mucip olmuş veya azadan birinin tatilini ...
intaç eylemiş ise ceza beş seneden on seneye kadar ağır hapistir.”
hükmünü içermektedir.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’nın kasten
yaralama suçlarını düzenleyen hükümlerine bakıldığında ise;
5237 sayılı TCK’nın neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralamayı
düzenleyen 87’nci maddesi:
“(1) Kasten yaralama fiili, mağdurun;
a) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli
zayıflamasına,
b) Konuşmasında sürekli zorluğa,
c) Yüzünde sabit ize,
d) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,
….
neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir kat
artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya giren hâllerde üç yıldan,
üçüncü fıkraya giren hâllerde beş yıldan az olamaz.
(2) Kasten yaralama fiili, mağdurun;
a) İyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalığa veya bitkisel
hayata girmesine,
b) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin
yitirilmesine,
c) Konuşma ya da çocuk yapma yeteneklerinin kaybolmasına,
d) Yüzünün sürekli değişikliğine,
….
neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, iki kat
artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya giren hâllerde beş yıldan,
üçüncü fıkraya giren hâllerde sekiz yıldan az olamaz.
(3) Kasten yaralamanın vücutta kemik kırılmasına veya çıkığına
neden olması hâlinde, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, kırık
veya çıkığın hayat fonksiyonlarındaki etkisine göre, yarısına kadar
artırılır…” şeklinde düzenlenmiştir.
TCK’nın 87/(1)’inci fıkrasının (c) bendine göre, kasten yaralama
suçunun yüzde sabit ize neden olması, kasten yaralama suçundan verilen
cezaya göre, sanığın daha ağır bir ceza ile cezalandırılmasını
gerektirmektedir.
85
Madde gerekçesinde; yüz deyiminin, çehre karşılığında
kullanıldığı ve kişinin boyun ve kulaklar dâhil, başın ön kısmını ifade
ettiği, yüzde sabit izin, yaralama sonucu yüzde meydana gelen daimi,
sürekli iz olduğu, ancak, bu izin yüzün sürekli değişikliği hâlinden farklı
olarak, yüzü değiştirmediği, ikinci fıkrada söz konusu edilen yüzde
sürekli değişiklik hâlinde ise, bunun tam tersi bir durumun söz konusu
olduğunu, yüzüne kezzap atılmış bulunan kişinin durumunun buna örnek
teşkil ettiği belirtilmektedir.
Yukarıda izah edilen yasa hükümleri gözönüne alındığında;
01.06.2005 tarihinden önce işlenen suçlar bakımından, “vücuttaki
tahribat” teriminin, mülga 765 sayılı TCK’nın 456’ncı maddesinin
ikinci ve üçüncü fıkrasında belirtilen “devamlı zaaf” ve “uzuv tatili”
anlamını taşımakta iken, 5237 sayılı TCK yürürlüğe girdikten sonra;
tahribatın “Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama” suçunun
düzenlendiği 87/1-a, b ve 87/2’nci maddesinin tüm fıkra ve bentlerinde
belirtildiği şekilde, mağdurun duyularından veya organlarından
birinin işlevinin sürekli zayıflaması veyahut işlevinin yitirilmesi
derecesinde olması hâlinde, failin fiilinin tahribatı mucip nitelik ve
derecesinde olduğunu kabul etmek gerekmektedir.
Tüm bu açıklamalardan sonra somut olaya dönüldüğünde; sanığın
eylemi neticesinde yüzünde meydana gelen yaralanmanın; katılanın
duyularından ya da organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflaması ya
da yitirilmesine neden olmadığı, yine yüzünün sürekli değişikliğe
uğramadığı, sadece yüzünde sabit ize neden olduğu, böylelikle
ASCK’nın aradığı anlamda vücudunda tahribata neden olmadığı, ancak
Askerî Mahkemece temel cezanın tayininde göz önünde
bulundurulabileceği sonucuna varıldığından, Başsavcılığın itirazının
reddine karar verilmiştir.
86
ASKERÎ CEZA KANUNU
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 109/1-2, 115, 117/1
Mad. 237, 238, 260
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E.No. : 2014/94
K.No. : 2014/102
T.
: 18.12.2014
ÖZET
İtiraz tebliğnamesinin katılanlar ve vekiline tebliğ edilmesine
gerek bulunmadığı;
Asta müessir fiil suçu ile ilgili olarak; temyiz aşamasında
Başsavcılığın dava dosyasını gerekçeli kararın suçtan zarar
görenlere tebliği için mahkemesine iadesini müteakiben, davaya
katılma haklarının bulunduğundan haberdar olan ve vekilleri
aracılığıyla katılma taleplerini ileten müteveffanın anne baba ve
kardeşlerinin bu taleplerinin Dairece kabulünde hukuka aykırılık
bulunmadığı;
Sanığın soruşturma aşamasında, yalan tanıklık yapması için
baskı yapmak şeklinde gerçekleştirdiği eyleminin, astına suç yapmak
için emir vermek suçunu değil, nüfuzu suiistimal suçunu
oluşturduğu sonucuna varılmıştır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık;
Temyiz aşamasında davadan haberdar olarak katılma taleplerini
bildiren suçtan zarar görenlerin katılma talepleri hakkında Daire
tarafından karar verilip verilemeyeceği;
Sanığın “astına suç yapmak için emir vermek” suçuna vücut
verdiği kabul edilen eyleminin hangi suçu oluşturduğuna ilişkindir.
Uyuşmazlık konularının incelenmesine geçilmeden önce itiraz
tebliğnamesinin katılanlara tebliğ edilip edilmemesi konusunda tartışma
yapılmıştır.
87
353 sayılı Kanun’un 216’ncı maddesinin 2’nci fıkrasında Askerî
Yargıtay Başsavcılığınca düzenlenen tebliğnamenin hükmü temyiz
etmeleri veya temyiz etmeseler dahi aleyhlerine sonuç doğurabilecek
görüş içermesi hâlinde, sanık veya müdafi ile katılan veya vekillerine
tebliğ olunacağına ilişkin hüküm bulunduğu görülmektedir. Yasa
hükmünden de açıkça anlaşıldığı üzere hükmün taraflarca temyiz
edilmesi üzerine Daireye gönderilmeden önce aleyhe görüş içeren
tebliğnamelerin davanın taraflarına tebliğ edileceği belirtilmekte olup,
temyiz incelemesinden sonra Daire kararına yapılan itiraz üzerine
düzenlenen itiraz tebliğnamelerinin taraflara tebliğ edilmesi gerektiğine
ilişkin herhangi bir emredici hüküm bulunmadığı anlaşıldığından, itiraz
tebliğnamesinin katılanlar veya vekillerine tebliğ edilmesine gerek
bulunmadığına karar verilmiştir.
1) Temyiz aşamasında davadan haberdar olarak katılma
taleplerini bildiren suçtan zarar görenlerin katılma talepleri
hakkında Daire tarafından karar verilip verilemeyeceği yönünden
yapılan inceleme:
Başsavcılıkça dava dosyasının incelenmesine geçilmeden önce
kendilerine gerekçeli karar tebliğ edilen, müteveffa Hv.P.Er H. A.'nın
anne, baba ve kardeşleri olan M. A., M. A., M. C., H. A. ve H. A.
tarafından Av. Z. A.’ya vekâlet vermek suretiyle vekilleri vasıtasıyla
katılma talebinde bulunduklarının anlaşılması üzerine, Daire tarafından;
bu kişilerin suçtan zarar gören sıfatıyla davaya katılma iradelerinin
kovuşturma aşamasının en başından beri var olduğunun ve Askerî
Mahkemece bu iradenin yani davaya katılma taleplerinin karara
bağlanmamış olduğunun kabul edilmesi ve yerel mahkemece karara
bağlanmayan katılma taleplerinin incelenerek bir karara bağlanması
gerektiği kabul edilerek, CMK’nın 237 ve 238’inci maddeleri gereğince,
adı geçen kişilerin katılan olarak davaya kabullerine karar verildiği
görülmektedir.
Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 20.11.2014 tarihli, 2014/9188 E.K. sayılı kararında da ayrıntıları ile izah edildiği üzere;
5271 sayılı CMK’nın “Kamu davasına katılma” başlıklı 237’nci
maddesi;
“1) Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen
sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her
aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek
kamu davasına katılabilirler.
2) Kanun yolu muhakemesinde davaya katılma isteğinde
bulunulamaz. Ancak, ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp
88
reddolunan veya karara bağlanmayan katılma istekleri, kanun yolu
başvurusunda açıkça belirtilmişse incelenip karara bağlanır.” ,
Aynı Kanun’un “Katılma usulü” başlıklı 238’inci maddesi ise;
“1) Katılma, kamu davasının açılmasından sonra mahkemeye
dilekçe verilmesi veya katılma istemini içeren sözlü başvurunun duruşma
tutanağına geçirilmesi suretiyle olur.
2) Duruşma sırasında şikâyeti belirten ifade üzerine, suçtan
zarar görenden davaya katılmak isteyip istemediği sorulur.
3) Cumhuriyet savcısının, sanık ve varsa müdafiinin
dinlenmesinden sonra davaya katılma isteminin uygun olup olmadığına
karar verilir.
4) Sulh ceza mahkemesinde açılmış olan davalarda katılma
hususunda Cumhuriyet savcısının görüşü alınmaz” şeklinde
düzenlenmiştir.
Yukarıda belirtilen düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, ilk
derece mahkemelerinde kovuşturma aşamasında hüküm verilinceye
kadar, suçtan zarar gören, mağdur veya malen sorumlu olanların,
mahkemesine bir dilekçe vermek veya katılma istemini içeren sözlü
başvurularının tutanağa geçirilmesi suretiyle kamu davasına
katılabilecekleri hüküm altına alınmıştır.
Kanun yolu yargılamasında katılma isteminde bulunulmasının
mümkün olmadığı kural olarak benimsenmiş olmakla birlikte, CMK’nın
260’ıncı maddesinde, katılma isteği reddedilmiş veya karara
bağlanmamış olanların kanun yollarına başvuru hakkı bulunduğu
belirtilerek, böyle bir başvuru hâlinde, ilk derece mahkemesinde ileri
sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma isteklerinin kanun
yolu başvurusunda açıkça belirtilmesi hâlinde inceleme merciince
incelenip karara bağlanacağı kabul edilmiştir.
TBMM’ne sunulan tasarıda, ilk derece mahkemesince reddolunan
veya karara bağlanmayan katılma isteklerinin istinaf yolu başvurusunda
açıkça belirtilmek şartıyla karara bağlanacağı belirtilmiş ise de, tasarının
249’uncu maddesinin 2’nci fıkrasındaki, “Bölge Adliye Mahkemesi” ve
“İstinaf” ibareleri “Kanun yolu” şeklinde değiştirilerek 237’nci madde
bütünlüğü altında kabul edilmiş bulunduğundan, kanun yolu ibaresinin
temyiz incelemesini de kapsadığı kabul edilmelidir.
Yargıtay kararlarında; CMK’nın 238’nci maddesindeki katılmaya
ilişkin merasimin Yargıtayca yerine getirilmesinin imkânsızlığı
nedeniyle, katılma isteminin Yargıtay tarafından karara bağlanamayacağı
ileri sürülebilir ise de, 238’inci maddenin, usulüne uygun bir katılma
istemi üzerine ilk derece mahkemesince yapılması gereken işlemleri
89
belirtmekte olduğu, 237’nci maddenin 2’nci fıkrasındaki istisnai durumu
kapsamadığı, 237/2’nci madde hükmünün katılma istemleri hakkında
özel bir düzenleme getirdiği, usul ekonomisi amacı güttüğü ve 238’inci
maddede öngörülen genel usule üst derece mahkemelerinde özel bir
istisna oluşturduğu nazara alındığında, Yargıtayca katılma istemi
konusunda, temyiz incelemesi aşamasında herhangi bir inceleme ve
araştırma yapılmadan karar verilmesinin mümkün bulunduğu durumlarda
öncelikle Dairesince karar verilmesi gerektiği, bu suretle makul sürede
yargılanma ilkesinin hayata geçirilmesi gerektiği, araştırma
zorunluluğunun doğduğu hâllerde ise bu hususun bozma nedeni yapılarak
sorunun çözülmesi gerektiği belirtilmektedir (Yargıtay Ceza Genel
Kurulunun 19.10.2010 tarihli, 2010/9-149 E. ve 2010/205 K., 19.06.2012
tarihli, 2012/2-638 E. ve 2012/238 K., 07.03.2013 tarihli, 2012/2-1466 E.
ve 2013/246 E., 25.3.2014 tarihli, 2013/8-306 E. ve 2014/132 K.,
4.3.2014 tarihli, 2013/8-93 E. ve 2014/113 K. ve Yargıtay 12’nci Ceza
D.nin 30.6.2014 tarihli, 2013/22884 E. ve 2014/16089 K. sayılı kararları)
Askerî Yargıtay tarafından konuya ilişkin olarak yapılan
incelemelerde; “Suçtan zarar gören” olarak kamu davasına katılma hakkı
bulunduğu hâlde, bu kişilerin kamu davalarından haberdar edilmeyerek,
CMK’da yer alan haklarını kullanma imkânından yoksun bırakılması ve
taraf teşkili sağlanmadan yargılamaya devam edilerek hüküm
kurulmasının veya kovuşturma aşamasında tespit edilen ifadesinde
sanıktan şikayetçi olduğunu belirtmesine rağmen, kendisine CMK’nın
237-242’nci maddelerinde yer alan haklarının hatırlatılmamış olmasının
ve davaya katılmak isteyip istemediğinin sorularak bu hususta bir karar
alınmaksızın sonuca gidilmesinin; iddia ve savunma makamları arasında
var olması amaçlanan silahların eşitliği ilkesine, aykırı olduğu için,
hukuka aykırılık oluşturduğu kabul edilmektedir (Askerî Yargıtay 2’nci
Dairesinin 18.04.2012 tarihli, 2012/531-527 E.K., 3’üncü Dairesinin
28.02.2012 tarihli, 2012/179-279 E.K., 27.11.2012 tarihli, 2012/12101056 E.K., 29.04.2014 tarihli, 2013/687 E. ve 2014/389 K., 21.05.2014
tarihli, 2014/485-481 E.K sayılı kararları).
Öte yandan, benzer bir olayda Askerî Yargıtay 4’üncü Dairesinin
25.09.2012 tarihli, 2012/952-949 E.K. sayılı kararında; yürütülen
yargılamada; aynı adreste ikamet eden ölenin babası, annesi ve dört
kardeşinin aynı avukatı vekil tayin ettikleri, katılanlar vekili tarafından
verilen aynı dilekçe ile katılma talebinde bulundukları, Askerî
Mahkemece; katılma taleplerinin karara bağlandığı, ancak, ölenin bir
kardeşinin katılma talebinin karara bağlanmadığı katılma istemi karara
bağlanmayan ölenin kardeşinin suçtan zarar gören gerçek kişi olduğu
90
konusunda herhangi bir tereddüt bulunmadığı, dolayısıyla, kanun yoluna
başvurma hakkının bulunduğu, katılma isteminin karara bağlanmaması,
duruşmadan haberdar edilmemesi ve gerekçeli hükmün kendisine tebliğ
edilmemesinin usuli bir eksiklik olduğu, ancak, aynı adreste ikamet eden
katılanlara gerekçeli hükmün tebliğ edildiği, hükmün katılanlar vekili
tarafından temyiz edildiği, katılma istemi karara bağlanmayan kardeşinin
de vekili aracılığı ile katılana tanınan bütün haklarını kullandığı
belirtilerek; bu usuli eksikliğin hükmü etkileyecek ve bozmayı
gerektirecek nitelikte hukuka aykırılık oluşturmadığı kabul edilmiştir.
Bu açıklamalardan sonra, kural olarak kanun yolu yargılamasında
katılma isteminde bulunulmasının mümkün olmadığı benimsenmiş
olmakla birlikte, ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya
karara bağlanmayan katılma isteklerinin kanun yolu başvurusunda açıkça
belirtilmesi hâlinde inceleme merciince incelenip karara bağlanacağının
kabul edilmesi gerektiği hususunda duraksama bulunmadığı
anlaşılmaktadır.
Somut olaya bakıldığında ise; kendilerine gerekçeli karar tebliğ
edilen, müteveffa Hv.P.Er H. A.’nın anne, baba ve kardeşleri olan M. A.,
M. A., M. C., H. A. ve H. A.’nın yargılamanın hiçbir aşamasından
haberdar edilmedikleri, Başsavcılık tarafından yapılan tebligat
neticesinde temyiz aşamasında davadan haberdar oldukları, Av. Z. A.'ya
vekâlet vermek suretiyle vekilleri vasıtasıyla katılma talebinde
bulundukları, dolayısıyla kanunun aradığı anlamda katılma talebinde
bulunmadıkları anlaşılmaktadır.
Esas olarak, suçtan zarar görenlerin CMK’da yer alan haklarını
kullanma imkânından yararlandırılarak, silahların eşitliği ilkesi gereğince
taraf teşkili sağlanarak savunmaya karşı iddialarını ileri sürmelerine
olanak sağlanmamış olması usule aykırı olmakla birlikte, söz konusu
suçtan zarar görenlerin vekili tarafından sunulan dilekçede; katılma
taleplerinin kabulü dışında, sadece sanık hakkında verilen beraat hariç
mahkûmiyetine ilişkin hükümlerin onanmasının talep edildiği
anlaşılmaktadır. Kaldı ki katılanlar ve vekillerinin müteveffaya karşı
sanık tarafından işlenen asta müessir fiil suçu dışında diğer suçlar
yönünden temyiz etme hakları da bulunmamaktadır. Temyiz
dilekçesinden de açıkça anlaşılacağı üzere, katılanların sanık hakkında az
miktarda ceza tayin edildiği, daha çok ceza alması gerektiği yönünde
taleplerinin bulunmadığı gibi, davadan haberdar edilmedikleri için
duruşmalara katılamadıkları, esas hakkındaki iddialarının beyan
edemedikleri yönünde de herhangi bir taleplerinin bulunmadıkları
anlaşılmaktadır.
91
Bu nedenlerle; yargılamanın yaklaşık dört yıldır devam ettiği,
bozmanın bu aşamadan sonra yargılamanın daha fazla sürüncemede
kalmasından öte bir sonuca sebebiyet vermeyeceği ve makul süre şartının
da ihlâlinin söz konusu olabileceği hususları göz önüne alındığında,
olayına özgü olarak bu hukuka aykırılık bozma nedeni yapılmamış ve
Başsavcılığın itirazının reddine karar verilmiştir.
2) Sanığın “astına suç yapmak için emir vermek” suçuna
vücut verdiği kabul edilen eyleminin hangi suçu oluşturduğuna
yönelik yapılan incelemede:
Hv.P.Er H. A.’nın ölüm olayı ve bununla bağlantılı olarak sanık
hakkında Hv.P.Er H. A.’ya yönelik eylemi sebebiyle asta müessir
suçundan yürütülen soruşturma kapsamında Askerî Savcı tarafından
ifadeleri tespit edilen Hv.P.Er P. K.’nin 21.01.2011 ve 19.04.2011 tarihli
ifadeleri arasında çelişkiler bulunması nedeniyle Askerî Savcının
19.04.2011 tarihinde yalancı tanıklık hükümlerini hatırlatarak tanığın
yeniden aldığı ifadesinde; “…İ. Başçavuş beni yanına çağırdı, bu sırada
Ş. K.'da yanındaydı, bana daha önce vermiş olduğum ifadeyi aynen
okuyarak ifadeni değiştir, ne senin başın yansın, ne de benim başım
yansın, ama gerçekleri anlatma, anlatırsan seninle uğraşırım, senden
şikâyetçi olurum, sana tazminat davası açarım, bunu ister misin, gel
seninle anlaşalım, ben bir daha içeri girmek istemiyorum, ben senden
şikâyetçi olmazsam, sana hiçbir şey olmaz, ister bunu bir anlaşma olarak
kabul et, senden başka kimse böyle ifade vermemiş bir tek sen
vermişsin” dediği;
Askerliğinin devam etmesi sebebiyle sanığın kendisine karşı bir
kötülük yapacağı endişesi ve baskısı altında korkarak Askerî Savcıya
verdiği ikinci ifadesinde; İ. Başçavuşun H. A.’yı dövmesine tanık
olmadım demek zorunda kaldığını, esasen H. A.’nın nöbetinde cep
telefonu yakalattığı gecenin sabahında İ. Başçavuşun H.’yi yanına
çağırdığı, ona telefon yakalattığı için kızıp bağırarak iki tokat attığını
pencereden baktığında gördüğünü belirtmesi nedeniyle;
Hv.P.Er P. K. hakkında yalan tanıklık suçundan yapılan
soruşturma neticesinde baskı ve tehdit altında iradesinin sakatlandığı
kanaatine varılarak KYOK kararı verildiği;
Sanığın Hv.P.Er P. K. ile söz konusu konuşmayı yaptığı esnada
orada bulunan tanık Hv.Er Ş. K.’nin yeminli ifadesi ile sanığın olaya
ilişkin tevilli ikrarlarından da anlaşıldığı üzere maddi vakanın sübutunda
tereddüt bulunmadığı gibi, Daire ile Başsavcılık arasında bu konuda
uyuşmazlık da bulunmamaktadır.
92
Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 22.05.2014 tarihli, 2014/4446 E.K. sayılı kararında da açıklandığı gibi;
Makam ve memuriyet nüfuzunu suistimal suçları ASCK’nın
Üçüncü Babının Altıncı Faslında 109 ilâ 121’inci maddelerinde
düzenlenmiştir.
Bunlardan, ASCK’nın “Memuriyet nüfuzunun sair suretle
kötüye kullanılması” başlıklı 115’inci maddesi;
“Emir vermek yetkisini veya memuriyet nüfuzunu kötüye
kullanarak mevzuatın tayin ettiği ahvalden başka bir suretle herhangi bir
gerçek veya tüzel kişi yahut astı hakkında keyfi bir işlem yapan yahut
yapılmasını emreden amir veya üst bir aydan iki seneye kadar hapis
cezası ile cezalandırılır.
Bu işlem, siyasî bir amaçla yahut kişisel bir çıkar sağlamak için
yapılmış veya yapılması emredilmiş ise, fiil başka bir suç oluşturmadığı
takdirde altı aydan aşağı olmamak üzere hapis cezası verilir.” hükmünü
içermektedir.
Maddede yazılı suç, memurun makam ve memuriyetinden
kaynaklanan yetki, nüfuz ve gücünü kötüye kullanarak, mevzuatın
belirlediği durum ve koşullardan başka suretle davranması, keyfi
muamelede bulunması, bu yönde işlem yapması veya yapılmasını
emretmesiyle oluşur. Anılan maddenin birinci fıkrası, kanunlarda özel
olarak yaptırıma bağlanmayan, ancak rütbe, makam ve memuriyet
nüfuzunun kötüye kullanılması olarak nitelendirilebilecek eylemlerin
cezalandırılabilmesi amacıyla düzenlenmiş genel ve tamamlayıcı bir
hüküm olup, keyfi işlem, siyasî bir amaçla yahut kişisel bir çıkar
sağlamak için yapılmış veya yapılması emredilmiş ise, fiil başka bir suç
oluşturmadığı takdirde maddenin ikinci fıkrası uygulanacaktır.
Askerî Yargıtayın yerleşik içtihatlarında da, maddede yer alan
“Memuriyet nüfuzunu kötüye kullanma” deyimi; bir memurun keyfi
muamelesi, yani kanuni ifadesiyle “Bir memurun kanun ve nizamın tayin
ettiği ahvalden başka suretle keyfi bir muamele yapması veya
yapılmasını emretmesi veya emrettirmesi” olarak kabul edilmektedir
(Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 10.02.2011 tarihli ve 2011/10-10
E.K., 29.06.2006 tarihli ve 2006/145-145 E.K.ile 29.05.2003 tarihli ve
2003/53-52 E.K. sayılı kararları da bu doğrultudadır).
Keyfi işlem, olumlu veya olumsuz davranışlar şeklinde olabilir.
Başkalarının haklarına karşı mevzuatın (kanun, tüzük, yönetmelik,
talimname, talimat, devamlı emir vb.) öngördüğü hâllerden başka
biçimde yapılan her türlü davranış, keyfi işlemdir. Başka bir anlatımla
keyfi işlem, haksız ve kanuna uygun olmayan muameledir.
93
Sonuç itibariyle, memuriyet nüfuzunu sair suretle kötüye
kullanmak suçu, failin amirlik ve üstlük nüfuz ve otoritesini, rütbesini
kötüye kullanması, astına baskı yapması, astın da bu nüfuz, otorite ve
manevi baskıdan çekinerek failin kanunsuz emrine ya da isteğine boyun
eğmek zorunda kalması ile oluşur.
Baskının, açık bir baskı olması gerekmediği gibi, maddi ya da
manevi baskı yapılmasına da gerek olmadığı, zımni veya imalı söz ve
konuşmalarla veya davranışlarla da bu suçun işlenmesi mümkündür
(Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 12.02.1998 tarihli ve 1998/5-23
E.K. sayılı ilamı da bu doğrultudadır).
ASCK’nın “Astına suç yapmak için emir verenlerin cezası”
başlıklı 109’uncu maddesi de;
“1. Rütbe veya makam ve memuriyetinin nüfuz ve salahiyetini
suiistimal ederek astına bir suçun yapılmasını teklif eden âmir veya üst
iki seneye kadar hapsolunur.
2. Suç yapılır veya yapılmaya teşebbüs edilirse faili asliye
muayyen olan ceza, emir veren hakkında (M. 50) arttırılarak
hükmolunur.” hükmünü içermektedir.
Maddede yazılı suç, amir veya üstün, rütbe veya makam ve
memuriyetinin sağladığı nüfuz ve yetkisini kötüye kullanarak, astına bir
suçun yapılması konusunda emir vermesiyle, oluşur.
Maddeyle korunan hukuki menfaat, amir ve üst konumundaki
kişilerin, astlarını kullanmak suretiyle, suç işlemelerinin
önlenmesidir.
Öte yandan; TCK’nın “Yargı Görevi Yapanı, Bilirkişiyi veya
Tanığı Etkilemeye Teşebbüs” başlıklı 277’nci maddesinin 1’inci fıkrası
6545 sayılı Kanun’un 69’uncu maddesi uyarınca değiştirilmiş söz konusu
fıkrada geçen “veya yapılmakta olan bir soruşturmada” ibaresi ile
“şüpheli veya” ibaresi madde metninden çıkartılmıştır. Böylece,
soruşturma aşamasında yargı görevi yapanı, bilirkişiyi veya tanığı
etkilemeye teşebbüs eylemi suç olmaktan çıkartılmıştır.
Bu açıklamalardan sonra somut olaya dönüldüğünde; sanığın,
yapılan soruşturma neticesinde kendi aleyhine bir netice çıkmasını
engellemek amacıyla hukuka aykırı olarak tanığın ifadesini değiştirmeye
çalıştığı, mağdurun üstü ve amiri olması sebebiyle rütbe, makam ve
memuriyetinin nüfuz ve yetkisini kötüye kullanarak astı olan mağdura
baskı yaptığı anlaşılmaktadır.
Esasen sanığın eylemi 6545 sayılı kanunla değişiklik yapılmadan
önceki hâliyle TCK’nın 277’nci maddesinin birinci fıkrasında
düzenlenmiş olan tanığı etkilemeye teşebbüs suçunu oluşturmakta iken,
94
18.06.2014 tarihli 6545 sayılı Kanun’un 69’uncu maddesi uyarınca
kanun maddesinde yapılan değişiklik uyarınca suç olmaktan çıkarılmıştır.
Bu durum karşısında; sanığın eyleminin ASCK’nın 115’inci maddesinde
düzenlenen memuriyet nüfuzunu kötüye kullanmak suçunu oluşturduğu
sonucuna varıldığından, Başsavcılığın itirazının kabulüne, Daire
kararının bu suçla sınırlı olmak üzere kaldırılmasına karar verilmiştir.
95
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 115, 134
TÜRK CEZA KANUNU
Mad. 42, 44
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E.No. : 2014/31
K.No. : 2014/32
T.
: 17.04.2014
ÖZET
Sanığın, yetkisi olmadığı hâlde, bir erbaş ve iki eri hafta sonu
evci iznine çıkarmak şeklinde gelişen ve ASCK’nın 115’inci
maddesinde düzenlenen zincirleme memuriyet nüfuzunu sair suretle
kötüye kullanmak suçunu oluşturan eylemi dışında; bu eylemden
bağımsız bir şekilde, anılan er-erbaşların gemi dışında kaldıklarının
ortaya çıkmasını engellemek maksadıyla; personel geldi-gitti defteri
ile, anılan er-erbaşlara ait şehir içi erbaş-er izin ve görev belgesi
defterlerindeki gerçeğe aykırı imza ve kayıtları tanzim ettiği/ettirdiği
şeklinde sübuta eren eylemlerinin de ASCK’nın 134'ncü maddesinde
düzenlenen, hakikate muhalif rapor, layiha, sair evrak tanzim etmek
suçunu oluşturduğu sonucuna varılmıştır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunda
çözümlenmesi gereken uyuşmazlığın konusu, sanığın, yetkisi olmadığı
hâlde, bir erbaş ve iki eri hafta sonu evci iznine çıkarmak şeklinde
gelişen ve anılan er-erbaşların gemi dışında kaldıklarının ortaya
çıkmasını engellemek maksadıyla da personel geldi-gitti defteri ile,
anılan er-erbaşlara ait şehir içi erbaş-er izin ve görev belgesi
defterlerindeki gerçeğe aykırı imza ve kayıtları tanzim etmek ve ettirmek
biçiminde sübuta eren eylemlerinin hangi suça ya da suçlara vücut
verdiğinin belirlenmesine ilişkindir.
Daire tarafından, sanığın eylemlerinin, ASCK’nın 115’inci
maddesinde düzenlenen zincirleme memuriyet nüfuzunu sair suretle
kötüye kullanmak ve ASCK'nın 134'ncü maddesinde düzenlenen
hakikate muhalif rapor, layiha, sair evrak tanzim etmek suçlarını
96
oluşturduğu kabul edilerek, mahkûmiyet hükmü, cezada kazanılmış
hakları gözetilerek suç vasfı yönünden bozulurken;
Başsavcılık tarafından, sanığın eylemlerinin bir bütün hâlinde
zincirleme memuriyet nüfuzunu sair suretle kötüye kullanmak suçunu
oluşturduğu ve hükmün onanması gerektiği ileri sürülerek, Daire kararına
süresi içerisinde itiraz edilmiştir.
Yapılan incelemede;
Sanık Topçu Bçvş. H. D.’nin …Komutanlığı emrinde Topçu
astsubayı olarak görev yaptığı, bu kapsamda, asli görevlerinin Bölük
Astsubaylığı, Er İşlem Astsubaylığı, Hafif Silah Astsubaylığı ve Porsun
Astsubaylığı, yedek görevinin ise İkmal Astsubaylığı olduğu, 07, 08 ve
09 Ekim 2011 tarihlerinde, sanığın Güverte Nöbetçi Astsubaylığı,
Mot.Kd.Bçvş. A. G.’nin de Vardiya Amiri ve Makine Nöbetçi
Astsubaylığı görevlerinin bulunduğu, her ikisinin de erbaş ve erlere hafta
sonu evci izni verme yetkilerinin bulunmadığı, sanığın, 07.10.2011
tarihinde Dz.Ser.Onb. H. İ. T., Dz.TIs.Er E. D. ve Dz.Mot.Er U. T.'yi
hafta sonu evci iznine çıkardığı, gemideki askerleri tabura (içtimaya)
alarak “Vardiyaya çıkanları rütbelilere söylerseniz s.., İstanbul'da
akrabası olan varsa onları da daha sonra nöbetlerimde çıkarırım, söyleyen
en adi şerefsiz o.. çocuğudur” ve benzeri sözler söylediği, Dz.Ser.Onb. H.
İ. T., Dz.TIs.Er E. D. ve Dz.Mot.Er U. T.'nin 07.10.2011 tarihi
akşamından 09.10.2011 tarihi akşamına kadar gemi dışında kaldıkları,
sanığın, Dz.Ser.Onb. H. İ. T. 08.10.2011 ve 09.10.2011 tarihlerinde,
Dz.TIs.Er E. D.’nin 07.10.2011, 08.10.2011 ve 09.10.2011 tarihlerinde
çarşı iznine çıkmış ve dönmüş gibi “Şehir İçi Erbaş-Er İzin ve Görev
Belgesi” isimli defterlerinin ilgili yerlerini imzaladığı, Dz.Mot.Er U.
T.'nin 08.10.2011 ve 09.10.2011 tarihlerinde çarşı iznine çıkmış ve
dönmüş gibi “Şehir İçi Erbaş-Er İzin ve Görev Belgesi” isimli defterinin
ilgili yerlerinin de Mot.Kd.Bçvş. A. G. tarafından imzalandığı, adı geçen
üç askerin gemide bulunmamalarına rağmen, gemi dışında olduklarının
yoklamalarda gösterilmediği, Lumbarağzı personel Geldi-Gitti Defterinin
07.10.2011 tarihli sahifesinde Dz.Ser.Onb. H. İ. T.’nin saat 10:25’te
PTT’ye çıkışının saat 12:35’te dönüşünün, Dz.TIs.Er E. D.’nin 15:30’ta
Üs gidişinin saat 15:45’te dönüşünün, Dz.Mot.Er U. T.'nin saat 11:25’te
çarşıya çıkışının saat 18:20’de çarşıdan dönüşünün görüldüğü;
08.10.2011 tarihli sahifesinde Dz.Ser.Onb. H. İ. T. ve Dz.TIs.Er E.
D.’nin saat 08:00’da çarşı iznine çıkmış ve saat 19:25’te dönmüş gibi
gösterildikleri; 09.10.2011 tarihli sahifesinde Dz.Ser.Onb. H. İ. T.,
Dz.TIs.Er E. D. ve Dz.Mot.Er U. T.'nin saat 11:30’da çarşı iznine gitmiş,
Dz.Ser.Onb. H. İ. T.’nin saat 17:45’te, Dz.TIs.Er E. D. ve Dz.Mot.Er U.
97
T.'nin de saat 18:45’te dönmüş gibi gösterildikleri, bunun II.Komutan
Dz.Ütğm. E. K.’nin onayına sunulduğu, 08.10.2011 ve 09.10.2011
tarihlerinde, yoklamayı da içeren nöbet defterinin “Olaylar ve faaliyetler”
bölümünü de “İzinli vardiya erbaş/erlerin vukuatsız olarak gemiye
döndüğü görüldü” ibarelerin yazılarak sanık tarafından imzalandığı ve
…Komutanı Dz.Ütğm. H. Ö.’nün onayına sunulduğu, tüm dosya
kapsamından maddi vakıa olarak anlaşılmaktadır.
Makam ve memuriyet nüfuzunu suiistimal suçları ASCK’nın
Üçüncü Babının Altıncı Faslında 108 ilâ 121’inci maddelerinde
düzenlenmiştir. Bunlardan, ASCK’nın “Memuriyet nüfuzunun sair
suretle kötüye kullanılması” başlıklı 115’inci maddesi;
“Emir vermek yetkisini veya memuriyet nüfuzunu kötüye
kullanarak mevzuatın tayin ettiği ahvalden başka bir suretle herhangi bir
gerçek veya tüzel kişi yahut astı hakkında keyfi bir işlem yapan yahut
yapılmasını emreden amir veya üst bir aydan iki seneye kadar hapis
cezası ile cezalandırılır.
Bu işlem, siyasî bir amaçla yahut kişisel bir çıkar sağlamak için
yapılmış veya yapılması emredilmiş ise, fiil başka bir suç oluşturmadığı
taktirde altı aydan aşağı olmamak üzere hapis cezası verilir.” hükmünü
içermektedir.
Maddede yazılı suç, memurun makam ve memuriyetinden
kaynaklanan yetki, nüfuz ve gücünü kötüye kullanarak, mevzuatın
belirlediği durum ve koşullardan başka suretle davranması, keyfi
muamelede bulunması, bu yönde işlem yapması veya yapılmasını
emretmesiyle oluşur. Anılan maddenin birinci fıkrası, kanunlarda özel
olarak yaptırıma bağlanmayan, ancak rütbe, makam ve memuriyet
nüfuzunun kötüye kullanılması olarak nitelendirilebilecek eylemlerin
cezalandırılabilmesi amacıyla düzenlenmiş genel ve tamamlayıcı bir
hüküm olup, keyfi işlem, siyasî bir amaçla yahut kişisel bir çıkar
sağlamak için yapılmış veya yapılması emredilmiş ise, fiil başka bir suç
oluşturmadığı taktirde maddenin ikinci fıkrası uygulanacaktır.
Bu madde kapsamında kötüye kullanılan nüfuzun, kişinin, görev
ve yetkisiyle doğrudan ilintisi de bulunmamaktadır.
Hizmet ve vazifenin ihlâli suçları da ASCK’nın Üçüncü Babının
Dokuzuncu Faslında 134 ilâ 144’üncü maddelerinde düzenlenmiştir.
Bunlardan, ASCK’nın “Hakikate muhalif rapor layiha sair evrak tanzim
ve ita edenler” başlıklı 134’üncü maddesi;
“Hizmete veya tevdi edilen bir vazifeye mütaallik olarak kasten
hakikate muhalif rapor veya takrir veya layiha ve sair resmi evrak tanzim
eden ve veren veyahut bunların hakikate muhalif olduğunu bilerek
98
mafevklere takdime delalet eden altı aydan üç seneye kadar hapis ile
cezalandırılır.” hükmünü içermektedir.
Bu madde ile, hizmete veya tevdi edilen bir vazifeye müteallik
olarak kasten hakikate muhalif rapor veya takrir veya layiha ve sair resmî
evrak tanzim eden ve veren veyahut bunların hakikate muhalif olduğunu
bilerek mafevklere (üst ve amirlere) takdime delalet eden asker kişilerin
cezalandırılması öngörülmüştür.
Memur veya memur sayılanların (kamu görevlilerinin), görevleri
sırasında işledikleri resmî belgede sahtecilik suçu 5237 sayılı TCK’nın
204/2’nci maddesinde düzenlenmekle birlikte, bu sahteciliğin askerî bir
hizmete veya tevdi edilen askerî bir vazifeye ilişkin olması hâlinde, özel
kanun olan 1632 sayılı ASCK’da özel düzenleme bulunması nedeniyle,
ASCK'nın 134’üncü maddesine göre uygulama yapılması zorunludur.
Bu maddede yazılı suçun oluşabilmesi, maddede belirtilen
belgenin/belgelerin düzenlenmesinde veya gerçeğe aykırı olduğu
bilinerek üstlere takdim edilmesinde, yetkinin sahih, kapsamın ise gerçek
dışı olması, tanzim edenin hizmet veya görevine dâhil bulunması,
belgenin/belgelerin ikna ve iğfal kabiliyetini haiz olması, üst ve
amirlerini de kandırma şuur ve iradesiyle hareket edilmesi,
gerekmektedir.
Bu madde ile korunan hukuki yarar, askerî hizmetin aksamadan
yürümesi bakımından her türlü yazılı belgelerin doğruluğun ve gerçeğe
uygunluğun sağlanmasıdır.
Bu açıklamalar doğrultusunda somut olay değerlendirildiğinde;
Sanığın, yetkisi olmadığı hâlde, bir erbaş ve iki eri hafta sonu evci
iznine çıkarmak şeklindeki eylemi, ASCK’nın 115’inci maddesinde
düzenlenen zincirleme memuriyet nüfuzunu sair suretle kötüye
kullanmak suçunu oluşturmaktadır. Bu eylemi dışında, bu eylemden
bağımsız bir şekilde, anılan er-erbaşların gemi dışında kaldıklarının
ortaya çıkmasını engellemek maksadıyla, personel geldi-gitti defteri ile,
anılan er-erbaşlara ait şehir içi erbaş-er izin ve görev belgesi
defterlerindeki gerçeğe aykırı imza ve kayıtları tanzim etmek ve ettirmek
şeklinde sübuta eren eylemleri de, ASCK'nın 134'üncü maddesinde
düzenlenen, hakikate muhalif rapor, layiha, sair evrak tanzim etmek
suçunu oluşturmaktadır.
5237 sayılı TCK'da gerçek içtima kuralı benimsenmiş olup, kaç
fiil varsa, o kadar suç oluşacağı esası ilke olarak kabul edilmiştir. Bunun
istisnaları, aynı Yasa’nın 42'nci maddesinde “Bileşik suç”, 43'üncü
maddesinde “Zincirleme suç” ve 44'üncü maddesinde “Fikrî içtima”
olarak gösterilmiştir. Somut olayda, sanığın her iki suçu bilerek ve
99
isteyerek işlediği, suçlardan herhangi birinin, diğer suçun unsurunu veya
ağırlaştırıcı nedenini oluşturmadığı, eylemlerin tek fiil olmayıp
birbirinden bağımsız fiiller olduğu birlikte dikkate alındığında, bileşik
suç ve fikri içtima hükümlerinin uygulama alanının bulunmadığı
sonucuna varılmıştır.
Somut olayda, sanığın, birbirinden bağımsız ve Askerî Ceza
Kanunu kapsamında suç teşkil eden eylemleri söz konusu olduğundan,
burada, TCK’nın 212’nci maddesinin uygulanması olasılığından da söz
edilemeyecektir.
Bu nedenlerle, Daire kararında bir isabetsizlik bulunmadığı
sonucuna varıldığından, Başsavcılığın itirazının reddine karar verilmiştir.
100
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 130
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
4’üncü Daire Kararı
E.No. : 2014/165
K.No. : 2014/150
T.
: 11.02.2014
ÖZET
6413 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesinden sonra,
ASCK'nın 130’uncu maddesinin değeri ne olursa olsun tüm askerî
eşyaların kaybedilmesi eylemlerine uygulanacak olması nedeniyle,
6413 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesinden önce işlenen ve değeri
iki yüz elli TL’nin altındaki askerî eşyanın kaybedilmesi eylemi
hakkında, 5252 sayılı Kanun’un 9’uncu maddesi gereğince, 6413
sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesinden önceki ve sonraki hâlinden
hangisinin sanık lehine olduğuna yönelik lehe kanun değerlendirmesi
yapılması ve sonucuna göre karar verilmesi gerekmektedir.
Askerî Savcılıkca sanık hakkında; 19.10.2011 tarihinde, …plaka
sayılı Renault Express servis aracı muhafızı olarak görevlendirilmiş
olması nedeniyle, 195 numaralı şarjör ve içerisinde bulunan 30 adet AK47 (Kalaşnikof) tüfek mermisi, tutanakla eksiksiz olarak teslim
edilmesine rağmen, görev dönüşünde 29 adet mermi teslim ettiği;
dolayısıyla bir adet kaleşnikof tüfeği mermisinin kaybolmasına sebebiyet
vermek suretiyle, “askerî eşyayı kaybetmek” suçunu işlediğinden bahisle,
ASCK’nın 130/1’inci maddesi gereğince cezalandırılmasına karar
verilmesi talebiyle kamu davası açıldığı;
Askerî Mahkemece; sanığın eyleminin bir adet AK-47
(Kalaşnikof) silahına ait merminin özürsüz olarak kaybedilmesi şeklinde
nitelendirildiğinin görüldüğü; dosya içeriğinden anlaşıldığı üzere, suça
konu bir adet mermi bedelinin, iki yüz elli Türk Lirasının altında (Dz.
49), (1.12 TL) olduğu; ayrıca, Askerî Yargıtayın yerleşik uygulamaları da
dikkate alındığında; görevli mahkemenin belirlenmesinde özürsüz
kaybedilen eşyanın silah, mühimmat yahut savaş gereci olup
olmamasının herhangi bir önem taşımadığı; sanığın eyleminin, 477 sayılı
Disiplin Mahkemeleri Kuruluşu, Yargılama Usulü ve Disiplin Suç ve
101
Cezaları Hakkında Kanun’un 52’nci maddesinde yazılı “hizmete mahsus
eşyanın harabolmasına sebebiyet verenler veya kaybedenler” disiplin
suçuna vücut vereceği, kabul edilerek sanık hakkında görevsizlik kararı
verildiği;
Görülmektedir.
Sanığın eyleminin, suç tarihi itibariyle 477 sayılı Disiplin
Mahkemeleri Kuruluşu, Yargılama Usulü ve Disiplin Suç ve Cezaları
Hakkındaki Kanun’un 52'nci maddesinde düzenlenen “hizmete mahsus
eşyanın harabolmasına sebebiyet verenler veya kaybedenler” disiplin
suçuna vücut verdiği ve karar tarihinde bu disiplin suçundan yargılama
yapma görevinin disiplin mahkemelerine ait olduğu hususunda herhangi
bir tereddüt bulunmamaktadır.
Ancak; inceleme konusu görevsizlik kararından sonra, 6413 sayılı
Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu, 16.02.2013 tarihli Resmî
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu’nun 45’inci
maddesinin beşinci fıkrasıyla, 477 sayılı Disiplin Mahkemeleri Kuruluşu,
Yargılama Usulü ve Disiplin Suç ve Cezaları Hakkında Kanun’un 1’inci
maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “Disiplin
mahkemesi” ibaresi, “Disiplin mahkemesi savaş zamanında” şeklinde
değiştirilerek, disiplin mahkemelerinin sadece savaş zamanında
kurulacağı öngörülmüş ve Geçici 1/4’üncü maddesi ile de, 477 sayılı
Kanun’a göre kurulu bulunan disiplin mahkemelerinin, 6413 sayılı
Kanun’un 49’uncu maddesinde öngörülen yönetmelik yürürlüğe
girinceye kadar “Disiplin kurulu” olarak 6413 sayılı Kanun hükümlerine
göre faaliyetlerine devam edeceği düzenlenmiştir.
Bunun yanında, hizmete mahsus eşyayı kaybetme eylemi, 6413
sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu’nun 19’uncu maddesinin
birinci fıkrasının ç bendinde, “Hizmete mahsus eşyaya zarar vermek:
Harp malzemesini veya hizmete tahsis edilmiş bir askerî eşyayı; kasıt,
ihmal veya tedbirsizlik sonucu kaybetmek veya hasara uğramasına
sebebiyet vermektir. ” şeklinde tanımlanarak, barış zamanına münhasır
olarak, “hizmet yerini terk etmeme” cezası verilmesini gerektiren
“disiplinsizlik” hâli olarak düzenlenmiştir.
Bu hükümlerden, sanık hakkında işlem yapacak yerin disiplin
kurulu olduğu anlaşılmaktadır.
6413 sayılı Kanun’un 5’inci maddesinde, herhangi bir fiilden
dolayı ilgili hakkında adlî soruşturma ve kovuşturma yapılmasının, aynı
fiilden dolayı ayrıca disiplin soruşturması ve tahkikat yapılmasını,
disiplin cezası verilmesini ve bu cezanın yerine getirilmesini
102
engellemeyeceği hüküm altına alınarak, disiplin soruşturması ve
tahkikatının adlî soruşturma ve kovuşturmadan bağımsız olduğu kabul
edilmiştir. Böylece, 6413 sayılı Kanun; 477 sayılı Kanun ile ASCK
arasındaki ilişkiden daha farklı bir şekilde, askerî ceza hukuku ile
ilişkilendirilmeden, tamamen idare hukukunun bir parçası olarak
düzenlenmiştir.
Bütün bu açıklamalar doğrultusunda, 6413 sayılı Kanun'un
yürürlüğe girmesinden sonra, disiplin mahkemelerinin disiplin kurullarına
dönüştürülmüş olduğu, bu mahkemelerin sadece savaş zamanında
kurulacaklarının hüküm altına alındığı, asker kişilerin disiplin işlemlerinin
disiplin amirleri ve disiplin kurulları tarafından tamamen idare hukuku
hükümlerine göre gerçekleştirilecek olduğu anlaşılmakla sanığın eyleminin
ceza hukukunu ilgilendiren bir yönünün kalmaması ve ceza
yargılamasındaki görevsizlik kararlarının ancak mahkemeler ve savcılıklar
arasında verilebilecek olması nedeniyle, askerî mahkemeler tarafından
disiplin kurullarının görevli olduğundan bahisle görevsizlik kararı
verilemeyeceği sonucuna varılmıştır.
Bu kabulü müteakiben; 353 sayılı Kanun’un 220’nci maddesinin
ikinci fıkrasının (A) ve (J) bentlerinde belirtilen Askerî Yargıtay
tarafından davanın esasına hükmedilebilecek durumların var olup
olmadığı irdelenmiştir.
Öncelikle, sanığın eyleminin, 6413 sayılı Kanun’un yürürlüğe
girmesinden önceki ve sonraki hâline göre ayrı ayrı değerlendirilmesi
gerekmektedir.
6413 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesinden önce, sanığın
eyleminin 477 sayılı Disiplin Mahkemeleri Kuruluşu, Yargılama Usulü
ve Disiplin Suç ve Cezaları Hakkındaki Kanun’un 52’nci maddesinde
düzenlenen “hizmete mahsus eşyanın harabolmasına sebebiyet verenler
veya kaybedenler” disiplin suçuna vücut verdiği hususunda tereddüt
bulunmamaktadır.
Buna karşılık, 6413 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden
sonra, ASCK'nın 130'uncu maddesinin değeri ne olursa olsun tüm askerî
eşyaların kaybedilmesi eylemlerine uygulanacak olması ve yukarıda
açıklanan 6413 sayılı Kanun’un 5’inci maddesi birlikte
değerlendirildiğinde; sanığın eyleminin ASCK’nın 130/1’inci
maddesinde düzenlenen “askerî eşyayı kaybetmek” suçuna vücut verdiği
anlaşılmaktadır.
Görüldüğü üzere, 6413 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesi ile,
sanığın eylemi suç olmaktan çıkmadığından, somut olaya, 353 sayılı
103
Kanun’un 220’nci maddesinin ikinci fıkrasının (J) bendinin uygulanma
imkânı bulunmamaktadır.
Bunun gibi, sanığın eylemi konusunda yapılacak ilk işlemin, 5252
sayılı Kanun’un 9’uncu maddesi gereğince, 6413 sayılı Kanun'un
yürürlüğe girmesinden önceki ve sonraki hâlinden hangisinin sanık
lehine olduğuna yönelik lehe kanun değerlendirmesi olması ve bu
işlemin, vâkıanın daha ziyade aydınlatılması gerekli olmaksızın yalnız
beraate veya alt ve üst sınırı olmayan sabit bir cezaya hükmolunmasının
gerekmesi şeklinde kabulünün mümkün olmaması nedeniyle, somut
olaya, 353 sayılı Kanun'un 220’nci maddesinin ikinci fıkrasının (A)
bendinin uygulanma imkânı da bulunmamaktadır.
Bu nedenle, somut olayda, Askerî Yargıtay tarafından davanın
esasına hükmedilecek bir durum söz konusu olmadığından, Askerî
Mahkemece, 5252 sayılı Kanun’un 9’uncu maddesi gereğince, 6413
sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önceki ve sonraki hâlinden
hangisinin sanık lehine olduğuna yönelik lehe kanun değerlendirmesi
yapılması ve sonucuna göre karar verilmesi maksadıyla, görevsizlik
kararının bozulmasına karar verilmiştir.
104
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 130, 130/2
TÜRK CEZA KANUNU
Mad. 50/1-b
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
2’nci Daire Kararı
E.No. : 2014/789
K.No. : 2014/821
T.
: 24.09.2014
ÖZET
ASCK’nın 130/3’üncü maddesinde; kaybedilen, kasten terk
veya kısmen yahut tamamen tahrip edilen veya harap olmasına
sebebiyet verilen eşyanın ödettirilmesine karar verileceği hükmü
karşısında, sanığa askerî eşyayı kasten tahrip etmek suçundan
verilen kısa süreli hapis cezasının, kamunun uğradığı zararın aynen
iade, suçtan önceki hâle getirme veya tazmin suretiyle tamamen
giderilmesi yaptırımına çevrilmesi hukuka aykırıdır.
Askerî Mahkemece; sanığın;
1) 17.10.2010 tarihinde P.Uzm.Çvş. M. E.’ye karşı üste hakaret
suçunu işlediği kabul edilerek, eylemine uyan ASCK’nın 85/1 (birinci
cümle), TCK’nın 29, 62, 50 ve 52’nci maddeleri gereğince 360 TL adlî
para cezası ile cezalandırılmasına;
2) 27.10.2010 tarihinde P.Alb. İ. Ö.’ye karşı amire hakaret
suçunu işlediği kabul edilerek, eylemine uyan ASCK’nın 85/1 (birinci
cümle), TCK’nın 62, 50 ve 52’nci maddeleri gereğince 1.500 TL adlî
para cezası ile cezalandırılmasına;
3) 27.10.2010 tarihinde askerî eşyayı kasten tahrip etmek suçunu
işlediği kabul edilerek eylemine uyan ASCK’nın 130/1 ve TCK’nın
62’nci maddeleri gereğince iki ay on beş gün hapis cezası ile
cezalandırılmasına;
Sanık hakkında hükmedilen hapis cezalarının, sanığın pişmanlığı
ve suçun işlenmesindeki özellikler dikkate alınarak, TCK’nın 50/1-b
maddesi gereğince kamunun uğradığı 31,92 TL zararın tazmin edilmesi
suretiyle tamamen giderilmesi tedbirine çevrilmesine;
Karar verilmiştir.
Hükümler; sanık tarafından, sebep gösterilmeksizin, temyiz
edilmiştir.
105
Tebliğnamede; üste hakaret suçundan verilen mahkûmiyet
hükmünün düzeltilerek onanmasına, amire hakaret ve askerî eşyayı
kasten tahrip etmek suçlarından verilen mahkûmiyet hükümlerinin ise
ayrı ayrı onanmasına karar verilmesi gerektiği yönünde görüş
bildirilmiştir.
1) Üste hakaret suçundan verilen mahkûmiyet hükmünün
değerlendirilmesi:
Yapılan incelemede, sanığın, … Askerî Ceza ve Tutukevi
Müdürlüğünde tutuklu bulunduğu sırada olay günü olan 17.10.2010
tarihinde pansumanının geciktiğini gardiyanların, P.Uzm.Çvş. M. E.’ye
iletmelerini söylediği, P.Uzm.Çvş. M.E.’nin gelmemiş olmasına
sinirlenen ve pansuman için bekleyen sanığın bağırmaya başladığı, bir
süre sonra gelen P.Uzm.Çvş. M. E.’nin bağıran ve pansuman beklemekte
olan sanığa, “Ne bağırıyorsun lan.” dediği, bunun üzerine sanığın
sinirlenerek, “Ne kadar lan varsa a..na koyayım.” dediği, bunun üzerine,
mağdurun sanığa, “Ben de senin a..na koyayım.” dediği ve pansumanı
yapmadan idari kısma geri döndüğü, bunun üzerine, sanığın tellere
tırmanıp diğer tarafa geçtiği sırada askerler tarafından tutulduğu, dosya
kapsamındaki kanıtlardan anlaşılmaktadır.
Asker kişilerin üstlerine veya amirlerine karşı işledikleri hakaret
suçları, ASCK’nın 85’inci maddesinde düzenlenmiştir. Maddenin birinci
fıkrasının birinci cümlesi, suçun basit hâlini düzenleyip yaptırım altına
alırken; ikinci cümlesi, hakaretin “Hizmet esnasında” veya “Hizmete
müteallik bir muameleden dolayı” işlenmesi, yani nitelikli hâlini
düzenlemektedir. Askerî Yargıtayın yerleşik içtihatlarında; üstü
konumundaki mağdurun rütbe ve makamını aşağılayıcı, onurunu kırıcı,
küçük düşürücü, şeref ve haysiyetine tecavüz edici nitelikte olduğu kabul
edilen sözlerin hakaret suçunu oluşturduğunda kuşku bulunmamaktadır
(Benzer olaylarla ilgili olarak verilen, Askerî Yargıtay Daireler
Kurulunun 18.10.2007 tarihli, 2007/94-108 Esas ve Karar sayılı,
26.04.2001 tarihli, 2001/44-43 Esas ve Karar sayılı ve 21.04.1994 tarihli,
1994/48-48 Esas ve Karar sayılı ilamları da aynı doğrultudadır.).
Yargılama sırasında dinlenen tanıklar R.B., E. D. ve mağdur
M.E.’nin beyanları ile sanığın ikrarından, üstü durumundaki P.Uzm.Çvş.
M. E.’ye “Ne kadar lan varsa a..na koyayım.” dediği anlaşılan sanığın
sarf ettiği bu sözlerin üst durumundaki mağdurun bireysel onurunu ve
askerlik mesleğinin itibarı, vakar ve haysiyetini zedeleyebilecek nitelikte
olduğu ve mağduru toplum içerisinde küçük düşürme olasılığı
yaratabilecek içerik ve yoğunluğa sahip olduğu, sanığın bu sözleri
söylemek suretiyle üste hakaret suçunun maddi unsurunu, bu sözleri
106
bilerek ve isteyerek söylemek suretiyle üste hakaret suçunun manevi
unsurunu gerçekleştirdiği dikkate alındığında, sanığın üzerine atılı üste
hakaret suçu ile ilgili eylemin sübutunda ve nitelendirilmesinde herhangi
bir isabetsizlik görülmemiştir.
Bu itibarla, yargılama sırasında dinlenen bilirkişi vasıtasıyla
sanığın cezai ehliyetinin tam olduğu ve askerliğe elverişsizlik hâlinin
belirlenmesi için adlî gözlem altına alınmasına gerek olmadığı
belirlendikten sonra, Askerî Mahkemece; sanığın, tüm unsurları ile
oluşan atılı suçtan, eyleminin birinci cümle kapsamında kabul edilerek,
temel cezanın alt sınırdan verilmesi, sanığın cezasından haksız tahrik
hükümlerine göre indirim ve takdiri indirim yapılması, yasal imkânsızlık
nedeniyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına,
kısa süreli hapis cezasının adlî para cezasına çevrilmesi suretiyle yazılı
olduğu şekilde cezalandırılmasında; usul, sübut, vasıf, takdir ve
uygulama yönlerinden herhangi bir isabetsizlik ve hukuka aykırılık
bulunmadığından, hükmün onanmasına karar verilmiştir.
Ancak, hükümde, sanığa ASCK’nın 85/1 (birinci cümle),
TCK’nın 29, 62, 50 ve 52’nci maddeleri gereğince verilen 18 gün hapis
cezasının, günlüğü 20 TL’den adlî para cezasına çevrilerek yazıyla doğru
şekilde üç yüz altmış TL olarak, rakamla ise 500 TL şeklinde yazıldığı
görülmektedir. Yazı ve rakam arasındaki kabule uygun düşmeyen bu
farklılık nedeniyle hükmün bozulmasına, ancak maddi hatanın yeniden
yargılamayı gerektirmemesi nedeniyle, 353 sayılı Kanun’un 220/2-D
maddesi gereğince, rakamla (500-TL) olarak belirtilen ceza miktarının
(360-TL) şeklinde düzeltilerek, hükmün onanmasına karar verilmiştir.
2) Amire hakaret suçundan verilen mahkûmiyet
hükmünün değerlendirilmesi:
Yapılan incelemede, sanığın 27.10.2010 tarihinde avluda
bulunduğu sırada kırdığı camın fotoğrafını çekmek üzere elinde fotoğraf
makinesi ile koğuşa giden görevliyi görüp sinirlenerek, “Zaten ne
kırdığımı herkes biliyor. Ne diye fotoğraf çekiyorsunuz!” ve “Bunu da
çekin o zaman.” diyerek yanında bulunan nöbet kulübesinin camına da
tekme atıp kırdığı, idare binasına girerken sinirli şekilde, … Askerî Ceza
ve Tutukevi Müdürü P.Alb. İ. E.’yi kastederek, “Birazdan albayı
s...ceğim, O’nun da fotoğrafını çekersiniz.” dediği, bu sözleri söylerken
P.Kd.Bçvş. N. S.’nin sanığın ağzını kapatmaya çalıştığı, dosya
kapsamındaki kanıtlardan anlaşılmaktadır.
Yargılama sırasında dinlenen tanık N. S.’nin beyanlarından,
sanığın amiri durumundaki P.Alb. İ. E.'yi kastederek, “Birazdan albayı
s...ceğim, onun da fotoğrafını çekersiniz.” dediği, bu sözlerin amir
107
durumundaki mağdurun bireysel onurunu ve askerlik mesleğinin itibarı,
vakar ve haysiyetini zedeleyebilecek nitelikte olduğu ve mağduru toplum
içerisinde küçük düşürme olasılığı yaratabilecek içerik ve yoğunluğa
sahip olduğu, sanığın bu nitelikteki sözleri söylemek suretiyle amire
hakaret suçunun maddi unsurunu, bu sözleri bilerek ve isteyerek
söylemek suretiyle amire hakaret suçunun manevi unsurunu
gerçekleştirdiği dikkate alındığında, atılı amire hakaret suçu ile ilgili
eylemin sübutunda ve nitelendirilmesinde herhangi bir isabetsizlik ve
hukuka aykırılık görülmemiştir.
Bu itibarla, Askerî Mahkemece; sanığın, tüm unsurları ile oluşan
atılı suçtan, eyleminin birinci cümle kapsamında kabul edilerek, temel
cezanın alt sınırdan verilmesi, cezasından takdiri indirim yapılması, yasal
imkânsızlık nedeniyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer
olmadığına karar verilerek, kısa süreli hapis cezasının adlî para cezasına
çevrilmesi suretiyle yazılı olduğu şekilde cezalandırılmasında; usul,
sübut, vasıf, takdir ve uygulama yönlerinden herhangi bir isabetsizlik ve
hukuka aykırılık bulunmadığından, hükmün onanmasına karar
verilmiştir.
3) Askerî eşyayı kasten tahrip etmek suçundan verilen
mahkûmiyet hükmünün değerlendirilmesi:
Yapılan incelemede, sanığın olay günü olan 27.10.2010 tarihinde,
…Askerî Ceza ve Tutukevi koğuşunda bulunan pencere camını kırdığı,
taşkınlık yapmaya başlaması nedeniyle P.Uzm.Çvş. H. A.’nın olay yerine
gelerek kendisine müdahale ettiği ve sakinleşmesi için dışarı çıkarttığı,
dışarı çıkarken yine başka bir koğuş camını kırdığı, P.Kd.Bçvş. N. S. ile
gardiyan P.Er A. C. tarafından idare binasına götürülürken, avluda
bulunduğu sırada kırdığı camın fotoğrafını çekmek üzere elinde fotoğraf
makinesi ile koğuşa giden görevliyi görüp sinirlenerek, “Zaten ne
kırdığımı herkes biliyor. Ne diye fotoğraf çekiyorsunuz!” ve “Bunu da
çekin o zaman.” deyip, yanında bulunan nöbet kulübesinin camına da
tekme atıp kırdığı, idare binası içindeyken taşkınlığa devam edip duvarda
bulunan panonun camını yumrukla vurarak kırdığı, kırılan tüm camlar
nedeniyle 31,93 TL Hazine zararının oluştuğu, dosya kapsamındaki
kanıtlardan anlaşılmaktadır.
Bu itibarla, Askerî Mahkemece; sanığın, tüm unsurları ile oluşan
atılı suçtan temel cezanın alt sınırdan verilmesi, cezasından takdiri
indirim yapılması, yasal imkânsızlık nedeniyle hükmün açıklanmasının
geri bırakılmasına yer olmadığına, takdiren cezanın ertelenmesine yer
olmadığına karar verilerek, kısa süreli hapis cezasının adlî para cezasına
çevrilmesi suretiyle yazılı olduğu şekilde cezalandırılmasında; usul,
108
sübut, vasıf, takdir ve uygulama yönlerinden herhangi bir isabetsizlik ve
hukuka aykırılık görülmemiştir.
Türk Borçlar Kanunu’nun 49’uncu maddesi gereğince, gerek
kasten, gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette
diğer kimseye bir zarar veren kişinin o zararı tazmin etmesi mecburdur
ve zarar gören kişinin, o zararın tazmini için ilgili hukuk mahkemesinde
dava açma hakkı bulunmaktadır.
353 sayılı Kanun’un 16’ncı maddesine göre, suçlardan doğan
istirdat ve tazminat davalarının kamu davaları ile birlikte askerî
mahkemelerde görülmesi mümkün olduğu gibi, ASCK’nın 130/3’üncü
maddesine göre kaybedilen, kasten terk veya kısmen yahut tamamen
tahrip edilen veya harap olmasına sebebiyet verilen eşyanın
ödettirilmesine ayrıca hükmolunur. Bu maddelere göre, askerî savcıların
Hazineye ilişkin zararları tespit ederek ve iddianameye yazarak askerî
mahkemelerde kovuşturma ve dava etme yükümlülüğü bulunmaktadır.
Ceza davası yanında açılan istirdat ve tazmine ilişkin hukuk davalarına
ilişkin yargılamanın özel hukuka ilişkin yasal düzenlemelere göre
yürütülmesi gerekmektedir.
Sanığın eylemi neticesinde oluşan 31,93 TL tutarındaki Hazine
zararının sanıktan tazmin edilmesi için sanık hakkında, ceza davasının
yanında, tazminat davasının açılmış olması ve sanık hakkındaki ceza
davasının mahkûmiyet kararı ile sonuçlanması hâlinde, tazminat
davasının sonucu olarak Hazine zararının sanıktan aynen tazmin edilecek
olması birlikte değerlendirildiğinde, sanığa verilen kısa süreli hapis
cezasının kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hâle
getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi yaptırımına
çevrilmesi hukuka aykırı bulunmaktadır (Benzer olaylara ilgili olarak
verilen, Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 10.02.2011 tarihli, 2011/1111 Esas ve Karar sayılı; 3’üncü Dairesinin 25.09.2007 tarihli, 2007/18802018 Esas ve Karar sayılı; 4’üncü Dairesinin 19.02.2008 tarihli,
2008/284-282 Esas ve Karar sayılı ilamları da bu yöndedir.).
Ancak, temel cezanın alt sınırdan tayin edilmesi ve cezadan
takdiri indirim yapılmasından sonra kısa süreli hapis cezasının sanığın en
lehine olan “kamunun uğradığı zararın aynen giderilmesi” seçenek
yaptırımına çevrilmesi, sanık aleyhine temyize gelinmemesi ve Askerî
Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kurulunun 05.03.2004 tarihli, 2004/1-1
Esas ve Karar sayılı kararı birlikte değerlendirildiğinde, bu hukuka
aykırılığın tek başına bozmayı gerektirmediği kabul edilmiş, hükmün
onanmasına karar verilmiştir.
109
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 131
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
2’nci Daire Kararı
E.No. : 2014/34
K.No. : 2014/102
T.
: 22.01.2014
ÖZET
Nöbetçi Astsubay olarak ifa ettiği askerî hizmet nedeniyle, İç
Hizmet Yönetmeliğinin 400’üncü maddesi ve Nöbetçi Astsubay
Görev Talimatı ile belirlenen statüsü gereğince hukuken zilyet
konumunda olan sanığın, İlçe Jandarma Komutanlığı hizmet
binasını inşa eden müteahhit firmanın malzemelerinden artan,
envanter kaydı olmayan, hizmet binasının ve kışlanın ihtiyaç
durumuna göre bakım ve onarımda kullanılmak amacıyla 3
Numaralı Nizamiye bölgesinde bulundurulan; satma ve satın alma
usulleri konusunda Makine Kimya Endüstrisi Ana Statüsü
Hükümleri uygulanacak olan hurda malzemeleri, temellük kastıyla
hareket ederek, sivil bir şahsa satması eylemi zimmet suçunu
oluşturur.
Askerî Mahkemece; sanığın, 02.06.2010 tarihinde, askerî eşyayı
zimmetine geçirmek suçunu işlediği kabul edilerek, ASCK’nın 131/1 (az
vahim hâl), TCK’nın 50, 52 ve 62’nci maddeleri uygulanmak suretiyle üç
bin Türk Lirası adlî para cezası ile cezalandırılmasına, cezanın altı aylık
taksitler hâlinde dört eşit taksitte tahsiline, taksitlerden birinin zamanında
ödenmemesi hâlinde geri kalan kısmın tamamının tahsiline, ödenmeyen
adlî para cezasının hapse çevrilmesine, ASCK’nın 30/1-B maddesi
gereğince Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkartılmasına, yasal imkânsızlık
nedeniyle sonuç cezanın ertelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
Hüküm, Askerî Savcı tarafından, suça konu malzemelerin, İlçe
Jandarma Komutanlığı hizmet binasının inşasını yapan firmanın artan
malzemeleri olduğu, hizmet binasının ve kışlanın ihtiyaç durumuna göre
bakım ve onarımda kullanılmak amacıyla bulundurulduğu, envantere
kayıtlı olmadığı gibi bir personelin sorumluluğunda da bulunmadığı,
dolayısıyla askerî eşya olmadığı, sanığa görevi nedeniyle tevdi ve emanet
110
de edilmediği, eylemin görevi kötüye kullanmak suçunu oluşturduğu ileri
sürülerek; sanık tarafından ise, suça konu hurdaları satmadığı, M.T.’nin
sorumluluktan kurtulmak için kendisini suçladığı, malzemelerin Belediye
arazisi içerisinde olduğu, jandarmaya ait olmadığı, envantere kayıtlı
olmadığı, kendisine görevi nedeniyle teslim edilmediği, suç kastının
bulunmadığı, haksız menfaat sağlamadığı, maddi durumunun iyi
olmadığı ileri sürülerek ve duruşma istemli olarak temyiz edilmiştir.
Tebliğnamede, temyiz incelemesinin duruşmalı yapılması
yönündeki talebin reddine, hükmün uygulama yönünden bozulmasına
karar verilmesi gerektiği yönünde görüş bildirilmiştir.
353 sayılı Kanun’un 218’inci maddesi uyarınca, on yıl veya daha
fazla hapis cezasına ilişkin hükümlerde istem üzerine veya resen, bir
yıldan fazla hapis cezasına ilişkin hükümlerde ise, Askerî Yargıtayın
lüzum görmesi üzerine, temyiz incelemesinin duruşmalı olarak
yapılabileceğinin belirtilmiş olması karşısında, sanık hakkındaki cezanın
miktarı itibariyle temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasına
yasal imkân bulunmadığından, sanığın bu konudaki isteminin reddine
karar verilmiştir.
Yapılan incelemede; hurdacılık işiyle uğraşan ve zaman zaman
haber elemanı olarak da kullanılan sivil şahıs M. T.’nin 01.06.2010
tarihinde İlçe Jandarma Komutanlığına gelerek, J.Bçvş. Y. T.’ye tarihi
eser kaçakçılığı ile ilgili bir olay hakkında bilgi verdikten sonra hizmet
binasının batısındaki 3 Numaralı Nizamiye bölgesinde bulunan hurdaları
alıp alamayacağını sorduğu, Y. T.’nin olumsuz yanıt vermesi üzerine
ayrıldığı, 02.06.2010 tarihinde saat 02:00 sıralarında, hurdalığın da
bulunduğu 3 Numaralı Nizamiye bölgesinden yaklaşan üç kişinin, Çevre
Emniyet Nöbetçisi J.Er Ö. F. S.’ye, Nöbetçi Astsubay olarak görevli olan
sanığı sordukları, durum kendisine bildirilen sanığın 3 Numaralı
Nizamiye bölgesine geldikten sonra “Bunlar istihbarattan geldiler, tamam
sen gidebilirsin nöbetin bitti” diyerek J.Er Ö. F. S.’yi gönderdiği, 1
Numaralı Nizamiye Nöbetçisi J.Er M. C. T.’ye ise; “Buraya bir araba
gelecek onu içeri al” diye talimat verdiği, saat 02:30 sıralarında bir aracın
farları sönük vaziyette 1 Numaralı Nizamiye nöbet yerine bitişik olan iki
numaralı bölgeden giriş yaparak 3 Numaralı Nizamiye bölgesine
ilerlediği, ardından sanığın da aracın yanına gittiği, Nöbetçi Çavuş J.Er
O. U.’nun 1 Numaralı Nizamiye Nöbetini yeni teslim alan J.Er S. A.’nın
yanına gelerek “Arka tarafta araba ile üç kişi var, ne olup olmadığını
bilmiyorum tedbirli ol” dediği, bir müddet sonra sanığın ön tarafa geldiği
ve gelenlerin kim olduğunu soran S.A.’ya gelenlerin istihbaratçı
olduklarını söyleyip tekrar arka nizamiyeye döndüğü, yaklaşık 15-20
111
dakika sonra aracın farları sönük vaziyette ve 3 Numaralı Nizamiye
bölgesindeki hurdalar aracın kasasına yüklenmiş bir şekilde dışarı çıktığı,
Nöbetçi Çavuş O.U.’nun durumu …Komutanı J.Kd.Bçvş. Y. C.’ye
bildirdiği, on dakika sonra Y.C. ile İdari İşler Astsubayı J.Bçvş. M.
A.’nın … ilçesi istikametine giden aracı takibe başladıkları, yolda
…Merkez Karakol Komutanı J.Bçvş. Ş. A.’yı telefonla arayıp, aracın
plakasını bildirerek durdurulması istedikleri, …ilçesinin girişinde
…plakalı BMC Leyland marka beyaz kamyonetin durdurulduğu, yapılan
kontrolde araçta sivil şahıs M. T.’nin olduğunun, kasasında ise;
…Komutanlığı bahçesinde duran 7,10 metre uzunluğunda beş adet
köşebent demir, 8 metre uzunluğunda bir adet sokak lambası direği, 7
metre uzunluğunda iki adet demir su tesisatı borusu, 5,50 metre
uzunluğunda bir adet demir sokak lambası direği, 5 metre uzunluğunda
bir adet demir su tesisatı borusu, 7 metre uzunluğunda iki adet birbirine
kaynaklı 6 santimetre çaplı demir boru, 4 metrelik bir adet demir su
tesisatı borusu, 3,20 metre uzunluğunda bir adet demir profil merdiven,
3,20 metre uzunluğunda sekiz adet muhtelif demir parçası, altı adet
muhtelif çap ve ebatlarda inşaat demiri, dört adet muhtelif ebatlarda
küçük demir parçaları, bir adet sac soba altlığı, altı adet plastik ekmek
kasası, bir adet 50x50 santimetre ebadında metal ve plastikten oluşan
jandarma tanıtım panosu ve bir adet inşaat küreğinin bulunduğunun tespit
edildiği, sorulduğunda M. T.’nin bu malzemeleri …Komutanlığından
aldığını, karşılığında sanığa 60 TL verdiğini beyan ettiği, Nöbetçi
Astsubay olarak görevli ve bu görevi nedeniyle birlik içerisinde bulunan
tüm askerî eşyaların muhafaza ve denetim sorumluluğu üzerinde olan
sanığın, sorumluluğu altındaki hurda eşyayı, sivil şahıs M.T.’ye 60 TL
karşılığında satmak suretiyle temellük kastı ile hareket ederek atılı suçu
işlediği kabul edilip cezalandırılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.
Davaya konu hurda malzemelerin, 2008 yılında İlçe Jandarma
Komutanlığı hizmet binasını inşa eden müteahhit firmanın
malzemelerinden artan, envanter kaydı olmayan, hizmet binasının ve
kışlanın ihtiyaç durumuna göre bakım ve onarımda kullanılmak amacıyla
bulundurulan malzemeler olduğu, kovuşturma aşamasında dinlenilen
bilirkişinin mütalaa ve raporuna nazaran, bu malzemelerin askerî eşya
niteliğinde olmamakla birlikte, 3212 sayılı Kanun ile, bu Kanun
hükümlerinin uygulanmasına ilişkin esasları düzenleyen Bakanlar
Kurulunun 86/11035 sayılı Kararı, Silahlı Kuvvetler İhtiyaç Fazlası Mal
ve Hizmetlerin Satış, Hibe, Devir ve Elden Çıkarılmasına Ait Yönerge
(MSY:310-6) ve JGY 59-2 Taşınır Mal Yönergesi hükümleri dikkate
alındığında, suça konu olan ve İlçe Jandarma Komutanlığı içerisinde
112
bulunan hurda malzemenin satma ve satın alma usulleri konusunda
Makine Kimya Endüstrisi Ana Statüsü Hükümlerinin uygulanacağı,
hurda durumunda olup ekonomik değeri de mevcut olan bahse konu
malların JGY 59-2 Taşınır Mal Yönergesi uyarınca MKE Kurumuna
teslim edilmesi gerektiği anlaşılmaktadır.
Kamu görevlisinin kendisine tevdi olunan veya vazife dolayısıyla
muhafaza, murakabe veya mesuliyeti altında bulunan paraları, taşınır
malları kendisi ya da başkası lehine mal edinmesi zimmet suçunu
oluşturmaktadır. Zimmet suçunun konusunu oluşturan para veya eşyanın
zilyetliğinin kamu görevlisine devredilmiş olması veya kamu görevlisinin
bu para veya mal üzerinde görevinden kaynaklanan koruma ve gözetim
yükümlülüğünün bulunması gerektiğinden, faillerin mallar üzerinde
göreve dayalı hukuki zilyetliği zimmet suçunun öncelikli şartıdır.
Zimmet suçu açısından kamu görevlisinin mal edindiği para veya eşyayı
maddeten elinde bulundurması şart olmayıp, onlar üzerinde tasarrufa
yetkili olması, yani hukuken zilyet olması yeterlidir. Zimmete geçirilen
şeylerin devlete ait olması şart değildir. Bu suçla korunmak istenen,
kamu görevlisinin dürüstlüğüne ilişkin kamu menfaatidir.
Bu açıklamalar doğrultusunda temyiz konusu olay irdelendiğinde;
sanığın olay tarihinde Nöbetçi Astsubay olarak görevli olması nedeniyle,
ASCK’nın 12’nci maddesi kapsamında askerî hizmet ifa ettiği açıktır.
Dosyada mevcut Nöbetçi Astsubay Çizelgesi ve Görev Talimatında,
diğer görevlerinin yanında sanığın, İç Hizmet Yönetmeliğinin 400’üncü
maddesinde de belirtildiği üzere, “Eşya ve malzemelerin yerli yerinde,
düzenli, tertipli ve temiz bir hâlde bulundurulmasını sağlamak” ile
görevli olduğu belirtilmektedir. Bu bağlamda; Nöbetçi Astsubay Görev
Talimatı ile belirlenen statüsü gereğince, İlçe Jandarma Komutanlığında
mevcut diğer malzemeler gibi, dava konusu hurda malzemeler ile sanık
arasında denetim ve gözetim sorumluluğundan kaynaklanan hukuki bir
zilyetlik ilişkisi bulunmaktadır.
Bu itibarla; sanığın Nöbetçi Astsubay olarak ifa ettiği askerî
hizmet nedeniyle, hukuken zilyetliğini üstlendiği İlçe Jandarma
Komutanlığı sınırları içerisindeki 3 Numaralı Nizamiye bölgesinde
bulunan hurda malzemeleri, temellük kastıyla hareket ederek, sivil şahıs
M.T.’ye satmak suretiyle zimmet suçunu işlediği anlaşılmakta
olduğundan, Askerî Savcının suç vasfına, sanığın ise sübuta yönelik
temyiz sebeplerine itibar edilmemiştir.
Mal Saymanlığı Ana Malzeme ve Kitle Saha Sorumlusu olan
sanığın, fiilen kontrolü ve denetimi altında bulunan Kitle Sahasındaki
envantere kayıtlı olmayan askerî malzemeleri satarak para temin etmek
113
maksadıyla birlik hudutları dışına çıkarmasının zimmet suçunu
oluşturduğuna dair Askerî Yargıtay Daireler Kurulu’nun 04.11.2004
tarihli, 2004/159-145;
Mutfak Nöbetçi Astsubayı olan sanığın, görevi gereği mutfağın
işletilmesi ve emniyetinden sorumlu olması ve hangi nedenle olursa
olsun mutfakta bulunan malzemeyi de koruması gerektiğinden, kendisine
bizzat teslim edilmese de mutfakta artan malzemeleri kışla dışına
çıkarmasının zimmet suçunu oluşturduğuna dair Dairemizin 21.06.1995
tarihli, 1995/361-360;
Alay Nöbetçi Subayı olan sanık ile erbaş ve erlere yedirilmek
üzere tahsis edilen gıda malzemeleri arasında hukuki zilyetlik ilişkisinin
bulunduğuna ve sanığın temellük kastıyla hareket ederek bu malzemeleri
mal edinmesinin, görevi kötüye kullanmak suçunu değil zimmet suçunu
oluşturduğuna dair Dairemizin 17.03.2010 tarihli, 2010/728-712;
Zimmet suçunun teşekkülü için sanığın bizzat mala vazülyet
olmasının şart olmayıp silah ve mühimmat deposunun ve içindeki
malzemenin nöbetçi olan sanığa muhafaza ve emniyet bakımından tevdi
ve emanet edilmesinin kafi olduğuna dair Askerî Yargıtay 5’inci
Dairesinin 20.04.1983 gün ve 1983/300-277;
Nöbetçi olması nedeniyle bütün araç, gereç ve malzemenin
sorumlusu olan Nöbetçi Subayı sanığın, P-10 Kurtarma aracından benzin
alıp kendi özel otosuna koyarken yakalanmasının zimmete teşebbüs
suçunu oluşturduğuna dair Askerî Yargıtay 3’üncü Dairesinin 28.11.1989
tarihli, 1989/469-457;
Birlik envanterinde yer almasa da bataryanın kullanımına fiilen
tahsis edilen televizyonun, Batarya Komutanı olan sanığın hukuki
zilyetliğinde bulunduğuna ve sanığın anılan televizyonu evine götürüp
kullanmasının zimmet suçunu oluşturduğuna dair Askerî Yargıtay 1’inci
Dairesinin 15.01.2003 tarihli, 2003/3-27;
Esas ve Karar sayılı kararlarında da aynı görüşler yer almaktadır.
Askerî Mahkemece; sanık hakkında, tüm unsurları ile oluşan atılı
suçtan cezalandırılmasına dair hüküm kurulurken, ASCK’nın 47/1-A ve
Ek 10’uncu maddelerindeki yasal engeller nedeniyle, hapis cezasının
ertelenmesine ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar
verilmemiş ise de;
23.01.2013 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan, Anayasa
Mahkemesinin 17.01.2013 tarihli, 2012/80 Esas ve 2013/16 Karar sayılı
kararıyla; ASCK’nın 47/1-A madde, fıkra ve bendinin birinci ve ikinci
cümleleri ile Ek 10’uncu maddesinin ikinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı
olduğuna ve iptaline karar verilmiş olması karşısında; uygulamaya
114
yönelik bu konularda, yeniden değerlendirme ve tartışma yapılması
gerekli görüldüğünden, mahkûmiyet hükmünün uygulama yönünden
bozulmasına karar verilmiştir.
115
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 131
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
1’inci Daire Kararı
E.No. : 2014/0473
K.No. : 2014/0466
T.
: 30.04.2014
ÖZET
Sanığın, nöbet hizmeti nedeniyle kendisine teslim edilen G-3
piyade tüfeği mermilerinden iki adetinin çekirdeğini, yapacağı
tespihte kullanmak amacıyla da olsa alıp mal edinmesi eylemi
ASCK’nın 131’inci maddesinde düzenlenen zimmet suçunu
oluşturduğundan, suç vasfının askerî eşyayı özel menfaatinde
kullanmak olarak vasıflandırılması hukuka aykırıdır.
Sanık hakkında verilen mahkûmiyet hükmünün, Dairemizin
18.04.2012 tarihli ve 2012/561-537 E.K. sayılı ilamı ile suç vasfına bağlı
noksan soruşturma yönünden bozulmasını müteakiben yapılan yargılama
sonucunda, Askerî Mahkemece; sanığın, 27.04.2010 tarihinde askerî
eşyayı özel menfaatinde kullanmak suçunu işlediği kabul edilerek,
eylemine uyan ASCK’nın 130/1, 130/2 ile TCK’nın 62, 50/1, 52/2 ve
52/4’üncü maddeleri uyarınca bin beş yüz kırk TL adlî para cezası ile
cezalandırılmasına, yasal imkânsızlık nedeniyle hükmolunan adlî para
cezasının ertelenmesine yer olmadığına, hükmolunan adlî para cezasının
bir aylık taksit tutarı yüz elli dört TL olmak üzere on eşit taksitte
tahsiline, taksitlerden birinin zamanında ödenmemesi hâlinde, geri kalan
kısmının tamamının sanıktan tahsil edileceğine, ödenmeyen adlî para
cezasının hapse çevrileceğine karar verilmiştir.
Hüküm, Adlî Müşavir tarafından, uygulamaya ilişkin sebepler
ileri sürülerek temyiz edilmiş, tebliğnamede, hükmün uygulama
yönünden bozulması görüşü bildirilmiştir.
116
Yapılan incelemede;
…Komutanlığı emrinde askerlik hizmetini yapmakta olan sanığın,
27.04.2010 tarihinde 18.00-20.00 saatleri arasındaki 25 metre atış
alanının yanında bulunan K Devriyesi Nöbeti öncesinde doldur-boşalt
istasyonunda doldur-boşalt işlemini tamamladıktan sonra iki adet dolu
şarjör teslim aldığı, nöbet talimatına uygun olarak şarjörlerden birini
yarım dolduruşta tüfeğine taktığı, diğerini ise kütüklüğüne koyduğu,
akabinde nöbet tutmaya başladığı, bir süre sonra nöbet tuttuğu yerde eski
mermi çekirdeği bulabileceğini düşünen sanığın araştırma yapmaya
başladığı, iki adet eski mermi çekirdeğini toprağa gömülü bulunduğu
yerden çıkardıktan ve kütüklüğünde bulunan mermilerin içerisinden
çekirdeği kolayca çıkabilecek iki adet mermiyi seçtikten sonra iki adet
yeni mermi çekirdeğini atış alanında bulduğu iki adet eski mermi
çekirdeğiyle değiştirdiği;
Nöbet dönüşünde doldur-boşalt istasyonunda Uzm.Çvş. H. K.
tarafından sanığın şarjörlerinin tartılması sırasında şarjörlerden birinin
gramajının eksik olduğunun fark edilmesi üzerine şarjördeki mermilerin
boşaltıldığı, mermilerin eksiksiz olduğunun görüldüğü, ancak üç adet
merminin çekirdeklerinin eski mermi çekirdeği olduğunun fark edilmesi
üzerine sanığa sorulduğunda ilk başta bilgisinin olmadığını söylediği, üst
araması yapıldığında değiştirilen mermi çekirdeklerinin bulunamadığı,
tekrar sanığa sorulduğunda sanığın alt kamuflajının paça kısmından iki
adet yeni mermi çekirdeğini çıkartarak Uzm.Çvş. H. K.’ye teslim ettiği,
sanığın diğer mermi çekirdeğini kimin değiştirdiğini bilmediğini
söylediği, böylece sanığın eyleminin askerî eşyayı özel menfaatinde
kullanmak suçunu oluşturduğu kabul edilerek başlangıçta belirtildiği
şekilde mahkûmiyet hükmü kurulduğu anlaşılmakta ise de;
Sanığın, nöbet hizmeti nedeniyle kendisine teslim edilen G-3
piyade tüfeği mermilerinden iki adetinin çekirdeğini, yapacağı tespihte
kullanmak amacıyla da olsa alıp mal edinmesi eylemi ASCK’nın 131 inci
maddesinde düzenlenen zimmet suçunu oluşturduğundan ve sanığın
zimmetine geçirdiği iki adet mermi çekirdeğini, nöbet dönüşünde doldurboşalt istasyonunda Uzm.Çvş. H. K. tarafından fark edilmesi üzerine,
sanığın kışla hudutları dışına çıkarmadan (Tam olarak hakimiyet sahasına
geçirmeden) ele geçirilmesi ise eyleminin teşebbüs aşamasında
kaldığının kabulünü gerektirdiğinden, sanık hakkında sübut bulan bu
eyleminden dolayı zimmet suçuna teşebbüsten mahkûmiyet kararı
verilmesi gerekirken, askerî eşyayı özel menfaatinde kullanmak olarak
117
suç vasfının yanlış belirlenip buna göre mahkûmiyet hükmü kurulması
yasaya aykırı olduğundan, mahkûmiyet hükmünün suç vasfının
tayinindeki hukuka aykırılık nedeniyle bozulmasına karar verilmiştir.
118
ASKERÎ CEZA KANUNU
CEZA MUHAKAMESİ KANUNU
Mad. 132
Mad. 148, 206, 217, 289
ASMKYUK
Mad. 66
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E.No. : 2014/71
K.No. : 2014/66
T.
: 18.09.2014
ÖZET
Sanığın üzerinde ele geçtiği kabul edilen mağdura ait cep
telefonunun, yapılan üst araması esnasında mı ele geçtiği yoksa
arama yapılmadan önce kendi rızası ile mi teslim ettiği konusunda
noksan soruşturma bulunduğu, yapılacak araştırma neticesinde ele
geçen cep telefonu ile ilgili arama işleminin ve bunun sonucu elde
edilen delilin hukuka aykırı delil kapsamında olup olmadığının
değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık konusu; gerekçeli hükmün başlığında
sanığın kimliği yerine mağdurun kimliğinin, mağdurun kimliği yerine de
sanığın kimliğinin yazılmış olmasının, bozmayı gerektirebilecek nitelikte
bir hukuka aykırılık olup olmadığına ilişkindir.
İtiraza ilişkin konuyu incelemeye geçmeden önce, maddi vakanın
ne şekilde gerçekleştiği hususunda; iddianame ve Askerî Mahkemenin
kabulü ile Başsavcılık ile Daire kararında belirtilen kabuller arasında
farklılık bulunduğu anlaşılarak, suçun sübutuna doğrudan etki etme
ihtimali bulunması nedeniyle öncelikle bu konuda inceleme yapılmıştır.
İddianamede; sanığın, olay tarihinde hastaneye sevki sırasında
nizamiyede Uzm.J.I.Kad.Çvş. H. R. A. tarafından yapılan üst araması
sırasında “komutanım beni şu köşede arayın” şeklinde talepte bulunduğu
ve yapılan üst aramasında sanığın sol ayağında bulunan çorabının
içerisinden bir adet Samsung GT-S5620 marka siyah renkli bir cep
telefonunun çıktığı iddiası ile kamu davası açıldığı, yapılan yargılama
119
neticesinde; Askerî Mahkemece maddi vakanın cereyan tarzı
iddianamede anlatıldığı şekilde kabul edilerek, mahkûmiyet hükmü tesis
edildiği anlaşılmaktadır.
Ancak; Başsavcılık tarafından düzenlenen tebliğname ile Daire
kararı incelendiğinde ise maddi vakanın cereyan tarzı; “…olaydan bir
gün sonra sanığın hastaneye giderken Nizamiyede üst araması yapılacağı
sırada, arama yapılmasını istemediğini belirtmesi üzerine, aramayı
yapmak üzere gelen tanık Uzm.J.II.Kad.Çvş. H. R. A.'nın sanığa, cep
telefonu kendisinde ise teslim etmesi gerektiğini söylediği, bunun üzerine
sanığın sol ayağındaki çorabının içerisine sakladığı cep telefonunu
çıkartıp teslim ettiği…” şeklinde kabul edildiği görülmektedir.
Askerî Mahkemenin kabulünde söz konusu telefonun yapılan üst
aramasında ele geçtiği belirtilirken, Tebliğnamede ve Daire kararında
sanığın telefonu kendiliğinden çıkartarak teslim ettiğinin kabul edildiği
görülmekte olup, maddi vakanın kabulünde çelişkili bir durumun ortaya
çıktığı anlaşılmıştır.
Cep telefonu ele geçtiği esnada arama faaliyetini icra eden tanık
Uzm.J.II.Kad.Çvş. H. R. A. ile olay yerinde nöbetçi olduğu anlaşılan J.Er
M.A.’nın 20.03.2012 tarihli üst arama tutanağında sanıkla birlikte
imzalarının bulunduğu, tutanakta da cep telefonunun yapılan üst araması
esnasında ele geçtiğinin yazılı olduğu, hazırlıkta ifadelerine müracaat
edilen Uzm.J.II.Kad.Çvş. H. R. A. ile J.Er M. A.’nın sanığının üstünün
aranması neticesinde söz konusu telefonun sanığın sol ayağında bulunan
çorabının içerisinden çıktığını belirttikleri, sanığın hazırlıkta tespit edilen
ifadesinde ve huzurda yaptığı savunmasında istikrarlı bir şekilde yapılan
arama neticesinde cep telefonunun bulunduğunu beyan ettiği,
Uzm.J.II.Kad.Çvş. H. R. A.’nın hazırlıktaki ifadesinde yaptığı üst
aramasında cep telefonunu sanığın sol ayağında bulunan çorabının
içerisinden çıktığını beyan etmesine karşın, kovuşturma aşamasında
tespit edilen yeminli beyanında, sanığa cep telefonu kendisinde ise teslim
etmesi gerektiğini söylediğini, bunun üzerine sanığın sol ayağındaki
çorabının içerisine sakladığı cep telefonunu çıkartıp kendisine teslim
ettiğini belirttiği görülmekle birlikte Mahkemece maddi vakanın cereyan
şekline ilişkin ortaya çıkan bu çelişkinin giderilmediği görülmekte olup,
olaya ilişkin görgüsü bulunan diğer tanık J.Er M.A.’nın yeminli
ifadesinin de tespit edilmediği anlaşılmıştır.
Dava dosyasında mevcut 19.03.2012 tarihli ihbar tutanağı
incelendiğinde; mağdurun suça konu olan cep telefonunun çalındığını
bildirdiği ve bu hususun tutanak altına alındığı, tutanakta; mağdur ve
nöbetçi heyeti ile Uzm.J.II.Kad.Çvş. H. R. A.’nın da imzalarının
120
bulunduğu, tutanakta imzası bulunan Nöb. Astsb. Uz.J.I.Kad.Çvş.
E.İ.’nin hazırlıkta tespit edilen ifadesinde; mağdurun müracaatından
sonra Birlik içerisinde ufak bir araştırma yaptırdığını, özellikle Birlik
dışına münferit olarak hastane, izin gibi nedenlerle çıkan askerlerin
üzerlerinin aranacağını ve olayı bir tutanakla belgelediğini beyan ettiği
anlaşılmakla birlikte kovuşturma aşamasında ifadesinin tespit edilmediği
anlaşılmaktadır.
Sanığın cep telefonunu bulunduğu yerden aldığına ilişkin görgü
tanığı bulunmamaktadır. İhbardan sonra verilen arama kararı uyarınca
ertesi gün nizamiyede arama yapıldığı ve bu arama esnasında cep
telefonunun bulunduğu anlaşılmakla birlikte, telefonu kendiliğinden
çıkarıp mı verdiği yoksa Uzm.J.II.Kad.Çvş. H. R. A.’nın sanığın
üzerinde mi bulduğu konusunda tereddüt olduğu gibi, sanık bunun
üzerine cep telefonunu aldığını ikrar etmiştir.
Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 10.05.2012 tarihli ve
2012/64-64 E.K.; 17.01.2013 tarihli ve 2013/11-7 E.K. sayılı kararlarında
da belirtildiği gibi; elde edilmesi yasaklanmış bir delilin elde edilmesi
veya elde edilmesi belirli usul ve esaslara bağlanmış bir delilin elde
edilmesi sırasında bu usul ve esaslara uyulmamış olması hâlinde, elde
edilen bulgular delil olarak kabul edilemeyecek ve hükme esas
alınamayacaktır.
Anayasa'mızın; 2’nci maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti insan
haklarına saygılı, demokratik, laik ve sosyal bir Hukuk Devleti`dir.
12’nci maddesine göre, her Türk Vatandaşı kişiliğine bağlı
dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere
sahiptir.
13’üncü maddesine göre, bu temel hak ve hürriyetler maddede
sayılan sebeplerle Anayasa'nın sözüne ve ruhuna uygun olarak, (4709
sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önce), özlerine dokunulmaksızın
yalnızca Anayasa`nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak
(4709 sayılı kanunla yapılan değişiklikten sonra) ve ancak Kanunla
sınırlanabilir.
Yine 20’nci maddesi ile, “özel hayatın gizliliği” temel hak ve
ödevler arasında sayılan ve güvence altına alınan, nitelikleri 12’nci
maddede belirtilen temel hak ve özgürlüklerdendir. 4709 sayılı Kanunla
yapılan değişiklik ile bu hakların hangi nedenlerle nasıl sınırlanacağı
ilgili maddelerinde ayrıntılı olarak belirtilmiştir. Ayrıca, 38’inci
maddenin 6’ncı fıkrası “Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil
olarak kabul edilemez” hükmünü içermektedir.
121
Öte yandan, AİHS’nin 8’inci maddesi ile de herkesin özel ve aile
hayatı konutu ve haberleşmesi koruma altına alınmış, bunlara getirilecek
sınırlamaların sebep ve ölçülerinin de kanunla düzenleneceği
belirtilmiştir.
Ceza yargılaması da bu noktada müdahaleyi haklı kılan bir amaç
olarak kabul görmektedir.
Hiç kuşkusuz ceza yargılamasında da, maddi gerçek araştırılırken
Sözleşme ve Anayasa’daki bu ilkeler ışığında öngörülmüş hukuk
kurallarına uygun davranılacaktır. Dolayısıyla ceza yargılamasında
kişinin temel hak ve özgürlüklerini sınırlayan kuralların en başında gelen
delil toplama yöntemlerini düzenleyen kurallara uyulmadan yapılan
müdahale de hukuka aykırı sayılacak ve bu şekilde elde edilen deliller de
hukuka aykırı elde edilmiş deliller olacaktır.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 148’inci maddesinde
de ifade alma ve sorgudaki yasak usuller örnekleme yoluyla ve
sayılanlarla sınırlı olmayacak biçimde gösterilmiş, ayrıca önceki yasal
düzenlemeye benzer biçimde, “yasak usullerle elde edilen ifadelerin rıza
ile verilmiş olsa dahi delil olarak değerlendirilemeyeceği” hükme
bağlanmıştır. Keza 206’ncı maddenin 2’nci fıkrasının (a) bendinde;
ortaya konulmak istenen delilin kanuna aykırı olarak elde edilmiş olması
hâlinde reddolunacağı ifade edilmiş, 217’nci maddenin ikinci fıkrasında
ise, “yüklenen suçun, hukuka uygun olarak elde edilmiş her türlü delille
ispat edilebileceği” belirtilmiştir. Madde metninden de açıkça
anlaşılacağı üzere, hukuka uygun olarak elde edilmeyen deliller, ceza
yargılama sistemimizde de ispat aracı olarak kabul edilmemiştir. Kaldı
ki, 230’uncu maddenin birinci fıkrası uyarınca, mahkûmiyet hükmünün
gerekçesinde, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas
alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde
bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve
açıkça gösterilmesi de zorunludur. Öte yandan, CMK’nın 289/son
maddesinde hükmün hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delile
dayanmasının mutlak bozma sebebi olduğu da belirtilmektedir
Bir suç işlemek makul şüphesi altında bulunan kimsenin
konutunda, işyerinde, kendisine ait diğer yerlerde, üzerinde, özel
kâğıtlarında, eşyasında, aracında arama yapılabilmesi, öncelikle
Anayasa’nın “Özel hayatın gizliliği” başlıklı 20’nci maddesi uyarınca,
millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve
genel ahlakın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin
korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlanmış, normal
durumlarda usulüne göre verilmiş hâkim kararı, gecikmesinde sakınca
122
bulunan hâllerde ise kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri
bulunmadıkça arama yapılamayacağı, el konulamayacağı, yetkili merciin
kararı ile arama yapıldığında, arama kararının yirmi dört saat içinde
görevli hâkimin onayına sunulması gerektiği vurgulanmıştır.
353 sayılı Kanun’un 66’ncı maddesinde de, Anayasa’nın bahse
konu hükmüne paralel bir düzenleme öngörülmüştür.
Tüm bu açıklamalardan sonra somut olaya dönüldüğünde; söz
konusu cep telefonunun sanığın özgür iradesi ile Uzm.J.II.Kad.Çvş. H.
R. A.’ya kendiliğinden mi teslim ettiği yoksa üzerinde yapılan arama
neticesinde mi ele geçirildiği konusunda ortaya çıkan şüphenin
giderilmesi bakımından, Uzm.J.II.Kad.Çvş. H. R. A. ile olaya tanık olan
J.Er M.A.’nın yeminli ifadelerinin tespit edilerek, ortaya çıkacak sonuca
göre üst araması olduğu takdirde, arama ve el koymanın hâkim
onayından geçmemiş olması nedeniyle, bu arama neticesinde elde edilen
bulgular delil olarak dikkate alınamayacağı gibi, bu yasak delile bağlı
olarak elde edilen ikrar da, delil olarak kullanılamayacaktır.
Böylelikle, yapılacak araştırma neticesinde ele geçen cep telefonu
ile ilgili arama işleminin ve bunun sonucu elde edilen delilin hukuka
aykırı delil kapsamında olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiği
sonucuna varıldığından, Başsavcılığın itirazına atfen Daire kararının
kaldırılmasına, mahkûmiyet hükmünün noksan soruşturma yönünden
bozulmasına karar verilmiştir.
123
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 132
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
2’nci Daire Kararı
E.No. : 2014/394
K.No. : 2014/409
T.
: 16.04.2014
ÖZET
Sanığın, katılana ait ekonomik değeri olan askerî kimlik kartı
ile ehliyetini, kendisine yarar sağlamak amacıyla alarak, kendi
hüküm ve tasarrufu alanına sokması eylemi ile, astının bir şeyini
çalmak suçu oluşmuş olup, daha sonra bu belgeleri kullanarak
usulsüz olarak kredi çekmesi, ayrı bir suça vücut verir.
Askerî Mahkemece; sanığın, 21.07.2008 tarihinde, astının bir
şeyini çalmak suçunu işlediği kabul edilerek, eylemine uyan ASCK’nın
132, TCK’nın 62, 50 ve 52’nci maddeleri gereğince 3.000 TL adlî para
cezasıyla cezalandırılmasına, ASCK’nın 30/1-B maddesi gereğince
sanığın Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarılmasına, karar verilmiştir.
Hüküm; müdafi tarafından, sübut ve noksan soruşturmaya ilişkin
sebepler ileri sürülerek temyiz edilmiştir.
Tebliğnamede; hükmün, Anayasa Mahkemesi kararı uyarınca
uygulama yönünden bozulması gerektiği hususunda görüş bildirilmiştir.
Yapılan incelemede; sanık ile katılan Mu.Astsb.Çvş. R. A.’nın,
olay tarihinde …Orduevinde aynı odada kaldıkları, katılanın, 21.07.2008
tarihinde askerî kimlik kartı ile ehliyetinin kaybolduğunu fark ederek,
23.07.2008 tarihinde askerî kimlik kartının kayıp/çalıntı olduğuna dair
kurumuna bildirimde bulunduğu, 26.07.2008 tarihli Gazete’de de
ehliyetini ve askerî kimlik kartını kaybettiğine dair ilan verdiği, daha
sonra Ziraat Bankasınca 07.10.2008 tarihinde kendisine çekilen ihtarla
23.07.2008 tarihli sözleşmeye dayanılarak 7.250 TL tutarındaki tüketici
kredisinin, 04.12.2008 tarihinde de İş Bankası yetkililerince telefonla
aranarak, 25.07.2008 tarihli sözleşmeye dayanılarak 14.000 TL
tutarındaki tüketici kredisinin kendisinden yasal faizi ile birlikte talep
edilmesi üzerine, bu bankalardan kredi çekmediğini belirterek karşı
ihtarname çektiği, daha sonra İş Bankası Ankara/Yenişehir Şubesinde
124
kredi verme işlemi sırasında krediyi alan kişinin çekilen fotoğrafını
gördüğünde, kendisi adına kredi çeken kişinin sanık olduğunu teşhis
ettiği, ilgili bankalardan kredi verme işlemi sırasında, sanık tarafından
ibraz edilen ehliyet ve askerî kimlik kartının katılana ait olduğunun
belirlendiği, dosya kapsamındaki kanıtlardan anlaşılmakta olup, Askerî
Mahkemenin kabulü de bu yöndedir.
ASCK’nın “Üstünün, astının veya arkadaşının bir şeyini çalanlar”
başlıklı 132’nci maddesinde; “Bir üstünün, arkadaşının veya astının bir
şeyini çalan asker kişiler, altı aydan beş seneye kadar hapis cezası ile
cezalandırılırlar.” denilmektedir.
Bu suçun maddi konusu herhangi bir şeydir. Çalmak suçunun
kanuni ve maddi unsurlarının düzenlendiği, TCK’nın hırsızlık suçunu
yaptırıma bağlayan 141’inci maddesinde ise, hırsızlık “Zilyedinin rızası
olmadan başkasına ait taşınabilir bir malı kendisine veya başkasına bir
yarar sağlama kastı ile bulunduğu yerden almak” şeklinde tanımlanmıştır.
Suçun maddi konusu taşınabilir bir maldır.
Somut olayda, orduevi kayıtları (Dz.330), İş Bankası Yenişehir
Şubesinde yapılan işlemler sırasında çekilen sanığa ait fotoğraf (Dz.640,
643), İş Bankası Yenişehir Şubesinde görev yapan Ü. T. (Dz.608), S. C.
(Dz.609), H. K. A. (Dz.610) ve F. U.’nun (Dz.655), kredi işlemleri
sırasında ilgili kişinin fotoğrafının çekildiğine ve fotoğrafın çekildiği
yerin Yenişehir İş Bankası Şubesine ait olduğuna ilişkin oluşa uygun ve
birbiriyle örtüşen yeminli ifadeleri; Ziraat Bankası … Şubesinde görevli
Y. A.’nın, sanığın tedirgin davranışlarda bulunduğuna ilişkin yeminli
beyanı (Dz.712), tanıkların, sanık aleyhine ifade vermesini gerektirecek
somut bir neden bulunmayışı, katılanın oluşa uygun düşen anlatımları
(Dz. 108, 368), yeminli bilirkişi mütalâaları (Dz.604, 684), sanığın
dolandırıcılık suçundan dolayı yargılanmakta olduğu Ankara 5’inci Ağır
Ceza Mahkemesinden temin edilen grafolojik incelemeye ilişkin rapor ile
diğer belgelerden (Dz.719), sanığın, katılana ait ekonomik değeri olan
askerî kimlik kartı ile ehliyetini, kendisine yarar sağlamak amacıyla
alarak, astı durumundaki katılanın zilyetliğine son verip, kendi hüküm ve
tasarrufu alanına soktuğu, sanığın bu eylemiyle astının bir şeyini çalmak
suçunu işlediği hususunda tereddüt bulunmamaktadır. (Askerî Yargıtay
Daireler Kurulunun 15.03.2012 tarih ve 2012/35-35; 2’nci Dairesinin
27.10.2010 tarih ve 2010/2298-2290; 3’üncü Dairesinin 08.03.2011 tarih
ve 2011/173-168; 4’üncü Dairesinin 15.09.2009 tarih ve 2009/1892-1917
Esas ve Karar sayılı kararları da aynı doğrultudadır.)
Sanığın, bu eylemini gerçekleştirdikten sonra, katılana ait
belgeleri kullanarak usulsüz olarak kredi çektiği ve bu eylemleri
125
nedeniyle Ankara 5'inci Ağır Ceza Mahkemesinde yargılandığı
anlaşılmaktadır. Ancak, sanığın bu aşamadan sonra gerçekleştirdiği
usulsüz kredi çekme eylemleri, ayrı bir dava konusunu oluşturmakta
olup, atılı suçun oluşumuna engel teşkil etmemektedir.
Bu itibarla, Askerî Mahkemece; sanık hakkında, karar yerinde
gösterilen hukuka uygun, haklı ve inandırıcı gerekçelerle, atılı suçun
sübuta erdiği kabul edilerek, yazılı olduğu şekilde mahkûmiyet hükmü
kurulmasında; usul, sübut, vasıf ve takdir yönlerinden esas itibarıyla
herhangi bir isabetsizlik bulunmadığından, müdafiin temyiz nedenleri
kabule değer görülmemekle birlikte;
Anayasa Mahkemesinin 17.01.2013 tarihli, 2012/80 Esas ve
2013/16 Karar sayılı kararı ile, ASCK’nın 47’nci maddesinin birinci
fıkrasının 4551 sayılı Kanun’un 12’nci maddesi ile değiştirilen (A)
bendinin birinci ve ikinci cümlelerinin ve ASCK’nın Ek 10’uncu
maddesinin ikinci fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline
karar verilmiş olması karşısında; uygulamaya yönelik bu konularda,
yeniden değerlendirme yapılması gerekliliği bulunması nedeniyle,
mahkûmiyet hükmünün uygulama yönünden bozulmasına karar
verilmiştir.
126
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 132
TÜRK CEZA KANUNU
Mad. 26
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
2’nci Daire Kararı
E.No. : 2014/822
K.No. : 2014/835
T.
: 24.09.2014
ÖZET
Olay tarihinden önce gerçekleşen hırsızlık olaylarına bir
çözüm bulmak amacıyla da olsa Gemi Kıdemli Astsubayı ve Polis
Büro Güvenlik Amirinin, isteği üzerine parasını biri ya da birileri
tarafından alınması için montunun cebine koyarak, cebinde para
bulunan montunu da yatağının üstüne bırakan mağdurun, para ve
cüzdanın sanık tarafından alındığı esnada amaç veya saiki ne olursa
olsun paranın alınması yönünde rıza gösterdiği açıktır. Sanığın bu
şekilde gerçekleşen eylemi de, zilyedin “rızasının varlığı” karşısında
yasal tipiklik açısından hırsızlık suçunu oluşturmamaktadır.
Askerî Mahkemece; sanık hakkında mağdur Elk.Kd.Üçvş. N.
G.'nin montunun cebinde bulunan A579626782 seri nu.lı 10 TL'yi almak
suretiyle, astının parasını çalmak suçunu işlediğinden bahisle açılan
kamu davasının yargılaması sonucunda; mağdurun, cebinde 10 TL
bulunan montunu, biri ya da birileri tarafından (paranın) alınması için
gemi yatakhane bölümündeki yatağının üzerine bıraktığı, mağdur
zilyedin paranın alınmasına rızasının bulunduğu, dolayısıyla sanığa atılı
suçun unsurları itibariyle oluşmadığı anlaşıldığından, 5271 sayılı
CMK'nın 223/2'nci maddesi uyarınca sanığın yüklenen suçtan beraatine,
karar verilmiştir.
Hüküm; Askerî Savcı tarafından, esasa yönelik sebeplerle temyiz
edilmiştir.
Tebliğnamede; hükmün onanmasına karar verilmesi gerektiği
hususunda görüş bildirilmiştir.
Yapılan incelemede; …Komutanlığı Gemi Kıdemli Astsubayı
Dz.Bçvş. M. Ş. ile Polis Büro Güvenlik Amiri Dz.Bçvş. Ö. A.'nın,
127
gemide hırsızlık olayları olduğu yönündeki şikâyetlere çözüm bulmak
amacıyla Temmuz 2012 ayından başlayarak cüzdanından para
eksildiğinden bahisle şikayette bulunan mağdur Dz.Üçvş. N. G.’ye, olay
tarihi olan 19.11.2012 tarihinde belli bir parayı işaretleyip seri
numarasını almasını ve bu parayı montunun cebine, montunu da
yatağının üstüne bırakmasını söyledikleri, bunun üzerine mağdurun
A579626782 seri numaralı 10 TL’lik banknotu işaretleyip, yine
kendisine ait montunun cebine, montunu da sanığın yatağının karşısında
bulunan kendi yatağının üzerine bıraktığı, banknotun seri numarasını da
Gemi Kıdemli Astsubayına ilettiği, aynı gün saat 19.00 sularında yaptığı
kontrolde 10 TL’nin yerinde olmadığını görerek durumu Gemi Kıdemli
Astsubayı ile Polis Büro Güvenlik Amirine bildirdiği, seri numarası
alınmış ve işaretlenmiş paranın kantine getirilmemesi nedeniyle bir
sonuç alınamayınca, Dz.Üçvş. C. B.’den yardım talep edildiği, yardım
talebini kabul eden ve cüzdanını Dz.Bçvş. Ö. A.’ya teslim eden Dz.Üçvş.
C. B.’nin, ihtiyacı olduğundan bahisle sanıktan 10 TL borç istediği,
sanığın cebinden 10 TL’lik banknot çıkarıp Dz.Üçvş. C.B.’ye verdiği,
Dz.Üçvş. C. B.’nin da parayı Gemi Kıdemli Astsubayına teslim ettiği,
sanığın verdiği paranın, önceden işaretlenmiş ve seri numarası alınmış 10
TL’lik banknot olduğunun tespit edilmesiyle, durumun Gemi II'nci
Komutanına rapor edildiği ve sanığın Kıdemli Astsubay salonuna
çağrıldığı, işaretli paranın kendisinden sorulması üzerine, sanığın
panikleyip şaşırdığı, toplanan kanıtlardan anlaşılmaktadır.
Hırsızlık suçu, 5237 sayılı TCK’nın 141’inci maddesinde
“zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya
başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alınması”
şeklinde düzenlenmiştir. Hırsızlık suçunun en önemli unsurlarından birisi
de “zilyedin rızasının olmaması” olgusudur. Zilyedin izni veya rızası var
ise, eylemin hırsızlık suçu olarak vasıflandırılması ya da kabulü mümkün
bulunmamaktadır.
ASCK’nın 132’nci maddesinde düzenlenen suçun unsurları, genel
olarak TCK’nın 141’inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan basit
hırsızlığa ilişkin unsurlar olduğundan, TCK'nın 141’inci maddesinde
öngörülen unsurların, ASCK’nın 132’nci maddesinin uygulanması
bakımından da göz önünde tutulacağı kuşkusuzdur.
Bu açıklamalardan sonra somut olaya dönüldüğünde; olay
tarihinden önce de parasının çalındığına ilişkin şikâyetleri bulunan
mağdur Dz.Üçvş. N. G.’nin, gemide hırsızlık olayları meydana geldiği
yönünde yapılan şikâyetlere bir çözüm bulmak amacında olan Gemi
Kıdemli Astsubayı ve Polis Büro Güvenlik Amirinin, isteği üzerine
128
parasını biri ya da birileri tarafından alınması için montunun cebine
koyarak, cebinde para bulunan montunu da yatağının üstüne bıraktığı
sabittir.
Bu nedenle para ve cüzdanın sanık tarafından alındığı esnada
amaç veya saiki ne olursa olsun zilyedin paranın alınması yönünde rıza
gösterdiği açıktır. Sanığın bu şekilde gerçekleşen eylemi, zilyedin
“rızasının varlığı” karşısında yasal tipiklik açısından hırsızlık suçunu
oluşturmamaktadır. Eylemi ahlakî olmamakla birlikte, sanığın, zilyedin
rızası olmadığını düşünerek hareket etmesi de sonucu değiştirmeyecektir
(Benzer olaylarla ilgili olarak Dairemizin 2007/305-297, Askerî Yargıtay
1'inci Dairesinin 2013/1368-1337, Askerî Yargıtay 3'üncü Dairesinin
2012/774-297 Esas ve Karar sayılı ilamları da aynı doğrultudadır.).
Bu itibarla; sanığın gerçekleştirdiği eylemin, yüklenen suça ya da
başka bir suça vücut vermediği kabul edilerek beraatine karar
verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı sonucuna varıldığından, Askerî
Savcının kabule değer bulunmayan temyiz sebeplerinin reddi ile hükmün
onanmasına karar verilmiştir.
129
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 135
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
4’üncü Daire Kararı
E.No. : 2014/480
K.No. : 2014/499
T.
: 13.05.2014
ÖZET
Rüşvet suçunun sebebini teşkil eden ve rüşvet dolayısıyla
yapılan ya da yapılmayan işin ayrı bir suç oluşturması hâlinde, bu
suç rüşvet almanın temel ya da nitelikli unsuru bulunmadığı
takdirde, her iki suçtan ayrı ayrı ceza verilmelidir.
…Komutanlığı emrinde askerlik hizmetini yapan sanığın;
23.06.2008-05.07.2008 tarihleri arasında çıkmış olduğu çarşı izni
esnasında “Sarı” lakaplı sivil bir şahısla tanıştığı; sanığın, hudut
karakolunda askerlik hizmetini yaptığını öğrenen bu şahsın, sanığa
huduttan kaçakçılık yapmayı teklif ettiği; sanığın bu teklifi kabul etmesi
üzerine, sigara ve büyük baş hayvan kaçakçılığı konusunda anlaştıkları;
sivil şahsın sanığa sınırdan geçirilecek her bir çuval sigara karşılığında
30 TL, her bir adet büyükbaş hayvan karşılığında ise, 90 TL vermeyi
kabul ettiği; kaçakçılık işlerinde kullanılmak üzere, sivil şahıs tarafından,
sanığa, bir adet Nokia 1200 marka cep telefonu ve .... numaralı SIM kart
ile … numaralı SIM kartının da verildiği; sanığın 05.07.2008 günü 12.0016.00 saatleri arasında, 347-348 numaralı hudut taşlarının olduğu
bölgede nöbetçi olduğu; daha önce yaptıkları anlaşma gereğince, hudut
nöbetçisi olan sanığın müsaadesiyle, 22 çuval sigaranın, Sarı isimli şahıs
ve adamları tarafından, sınırın Suriye tarafından, Türkiye tarafına
geçirildiği ve …Köyüne götürüldüğü; aynı gün, saat 15.00 civarında,
kimliği belirsiz bir şahsın, Hudut Bölüğü santralini arayarak Bl.Astsb. P.
Bçvş. Ö. O. Ö. ile görüştüğü ve Bl. Astsb.’na, iki gün önce çarşı iznine
çıkan ve şu anda 347 numaralı hudut taşı bölgesinde nöbetçi olan, Van’lı
bir askerin, kaçak sigara geçişine müsaade ettiğini ihbar ettiği; bu ihbar
üzerine yapılan incelemede, bu bilgilere uyan tek kişinin sanık P. Er Y.
A. olduğunun tespit edildiği; bu sırada nöbet yerinde bulunan sanık
üzerinde yapılan aramada, iç çamaşırının arasına gizlenmiş vaziyette, cep
130
telefonu ve SIM kartların bulunduğu; 347-348 numaralı hudut taşlarının
bulunduğu sınır hattında yapılan incelemede, hudut telinin kesildiğinin ve
bölgede ayak izlerinin olduğunun tespit edildiği; sanığın üzerinde ele
geçirilen cep telefonu ve SIM kartlar ile ilgili yapılan iletişimin tespiti
sonucunda; sanığın, nöbet tuttuğu 12.00-16.00 saatleri arasında, bu
numaralarla başka numaralar arasında bir iki dakikalık, kısa aralıklarla,
çok sayıda, kısa süreli görüşmeler yapıldığının tespit edildiği;
soruşturmanın başlamasıyla birlikte, sanığın birlik komutanlığında,
Askerî Savcılıkta ve tutuklama mahkemesinde verdiği ifadelerinde,
ekonomik durumunun kötü olması ve nişanlanacak olması sebebiyle, bu
anlaşmayı kabul ettiğini ikrar ettiği; sanığın ikrarının, iletişim tespit
kayıtları ve olay yeri tespit tutanağıyla da doğrulandığı;
Askerî Mahkemenin 19.11.2008 tarihli ve 2008/2514-1096 Esas
ve Karar sayılı kararıyla; sanığın, olay sırasında Türkiye-Suriye sınırında
nöbetçi olması nedeniyle, 3497 sayılı Kara Sınırlarının Korunması ve
Güvenliği Hakkında Kanun’un 2’nci maddesi uyarınca, sorumluluk
bölgesindeki kara sınırından kaçak giriş ve çıkış yapılmasını önlemek ve
suçluları yakalamakla görevli olduğu, bu görevini yapmamak için sivil
şahıs M.Y. ile anlaştığı, rüşvet anlaşmasının tamamlandığı kabul
edilerek, sanığın rüşvet suçundan cezalandırılmasına karar verildiği;
Dairemizin 25.01.2012 tarihli, 2012/119-88 Esas ve Karar sayılı
kararı ile; … Komutanlığı Askerî Savcılığı tarafından, sanık ve rüşvet
anlaşması yaptığı kabul edilen sivil şahıs M. Y. hakkında, 30.10.2008
tarihli görevsizlik kararı ile “anlaşmalı kaçakçılık” suçundan dosyanın …
Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği, tespit edilerek; Askerî
Mahkemece sanıklar hakkında adlî birimlerce anlaşmalı kaçakçılık ve
rüşvet suçlarına ilişkin olarak soruşturma ve yargılama yapılıp
yapılmadığı araştırılıp, varsa bunlara ilişkin kararlar getirildikten sonra
sanık hakkında hüküm kurulması gerekirken; bu hususlar yerine
getirilmeden, hüküm kurulmuş olmasının hukuka aykırılık teşkil ettiği
kabul edilerek; mahkûmiyet hükmünün noksan soruşturma yönünden
bozulmasına karar verildiği; dosya kapsamından anlaşılmaktadır.
Askerî Mahkemece bozmadan sonra yapılan yargılama
neticesinde; 13.06.2013 tarihli, 2013/397-500 Esas ve Karar sayılı karar
ile; aynı eylem sebebiyle sanık hakkında Yayladağı Asliye Ceza
Mahkemesi'nin 09.12.2009 tarihli 2009/79-220 E-K sayılı kesinleşmiş
kararının bulunduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de;
Askerî Mahkemece yapılan yargılamanın konusu; …Komutanlığı
Askerî Savcılığının 12.09.2008 tarihli iddianamesi ile rüşvet suçundan
açılmış olan kamu davası olup bu iddianameye konu eylem; sanıkla sarı
131
lakaplı kişi arasında, sanığın kaçakçılığa göz yumması ve yardım etmesi
karşılığında, sanığın menfaat temin etmesi yönünde yapılan
anlaşmadır(Dz. 398).
Askerî Mahkemenin kararına dayanak yaptığı, Asliye Ceza
Mahkemesinin 09.12.2009 tarihli, 2009/79-220 Esas ve Karar sayılı
kararına konu davaya ilişkin, … Cumhuriyet Başsavcılığının 16.03.2009
tarihli, 2009/78 Esas sayılı iddianamesinde ise; sanığın, 23.06.200805.07.2008 tarihleri arasındaki bir tarihte, Antakya şehir merkezinde çarşı
iznindeyken “sarı” lakaplı sivil bir şahıs ile tanıştığı, bu şahsın sanığa
huduttan kaçakçılık yapmalarını teklif ettiği, sanığın bu teklifi kabul
ettiği, sarı lakaplı şahsın sanığa aralarındaki haberleşmeyi ve kaçakçılık
fiillerinde koordinasyonu sağlayacak 1 adet Nokia 1200 cep telefonunu
ve … ile … numaralı 2 adet sim kartı verdiği; sanığın, 05.07.2008
tarihinde, nöbet saati olan 12:00-16:00 saatleri arasında, 347-348 hudut
taşları arasında “sarı” lakaplı şahsın, Suriye tarafından 22 çuval kaçak
sigara geçirmesine müsaade ettiği hususları, dava konusu yapılmış olup;
sanık hakkında “eşyayı gümrük işlemlerine tâbi tutmaksızın ithal etmek”
suçundan, 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu kapsamında dava
açıldığı; söz konusu iddianamede; sanığın “sarı” lakaplı şahısla, rüşvet
anlaşması yaptığına ilişkin eylemlerin, dava konusu yapılmadığı (Dz.484,
485);
Nitekim, Asliye Ceza Mahkemesinin 09.12.2009 tarihli, 2009/79220 Esas ve Karar sayılı kararında; “sanığın 05.07.2008 tarihinde saat
12.00-16.00 saatleri arasında M.F.D. ile birlikte 348 no’lu hudut taşı
bölgesinde nöbette olduğu, sanığın üzerinden çıkan cep telefonu ile
Antakya'da tanışarak kaçakçılığa konu malların hudut taşı bölgesinden
geçmesi konusunda anlaştığı şahıs ile görüştüğü, sanığın söz konusu
şahsın ülkemize kaçak mal ithal etmesine göz yumduğu” kabul edilerek
hüküm kurulduğu anlaşılmaktadır.
5237 sayılı TCK’nın 252’nci maddesinin birinci fıkrasında,
“Görevinin ifasıyla ilgili bir işi yapması veya yapmaması için, doğrudan
veya aracı vasıtasıyla, bir kamu görevlisine veya göstereceği bir başka
kişiye menfaat sağlayan kişi,.. hapis cezası ile cezalandırılır”, ikinci
fıkrasında ise; “Görevinin ifasıyla ilgili bir işi yapması veya yapmaması
için, doğrudan veya aracılar vasıtasıyla, kendisine veya göstereceği bir
başka kişiye menfaat sağlayan kamu görevlisi de birinci fıkrada belirtilen
ceza ile cezalandırılır” hükmü yer almaktadır.
Kasten işlenebilen rüşvet suçunun temel unsuru, bir memurun
(kamu görevlisinin) yapacağı veya yapmayacağı iş konusunda menfaat
elde etmek için bir kimseyle anlaşmış olmasıdır.
132
Anlaşmanın varlığı için tarafların iradelerinin birleşmiş olması
yeterli olup, başkaca bir şart aranmamaktadır.
Uygulamada da, rüşvet suçunun oluşabilmesi için, taraflar
arasında bu hususta yapılmış bir anlaşmanın varlığının gerekli olduğu ve
suçun anlaşma ile tamamlandığı kabul edilmektedir (Askerî Yargıtay
Daireler Kurulunun 13.01.2005 tarihli, 2005/9-7; 19.04.2001 tarihli,
2001/32-38; 22.06.2000 tarihli, 2000/128-128; 01.07.1999 tarihli,
1999/161-151; Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 8.6.2004 tarihli,
2004/5MD-78/135; 30.09.2003 tarihli, 2003/5-202/230; 13.11.2001
tarihli, 2001/5-242/245; 18.04.1994 tarihli, 1994/5-55/103; 04.05.1987
tarihli, 1987/600-245 ve 25.04.1983 tarihli, 1983/113-197 Esas ve Karar
sayılı kararları bu yöndedir).
Rüşvet anlaşmasının gerçekleştiği an ise, istek veya önerinin karşı
tarafça kabul edildiği, dolayısıyla tarafların rızalarının uyuştuğu andır.
Rüşvet alma veya verme, anlaşma anında olabileceği gibi, önceden
varılmış mutabakat gereğince sonradan da ifa edilebilir. Rüşvet anlaşması
yapıldıktan sonra bu anlaşmaya konu olan vaat veya taahhüdün yahut işin
yerine getirilip getirilmemesi ya da sonradan kişinin veya memurun
(kamu görevlisinin) bu anlaşmadan vazgeçerek, ceza sorumluluğundan
kurtulmak için durumu yetkili makamlara duyurması da suçun
tamamlanmasına engel değildir. (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun
08.06.2004 tarihli, 2004/5MD-78/135 ve 13.11.2001 tarihli, 2001/5242/245 Esas ve Karar sayılı kararları).
Rüşvet; kamu görevlisi bakımından, görevi kötüye kullanma
suçunun özel bir şekli olduğundan; bu suçun oluştuğu durumda, ayrıca
görevi kötüye kullanma suçundan ceza verilemez (Farklı neviden fikri
içtima (TCK.Md.44. kuralı ve genel- özel norm ilişkisinden dolayı faile
ayrıca ceza verilemez).
Rüşvet suçundan içtima konusunda genel hükümler uygulanır.
Rüşvet suçunun sebebini teşkil eden ve rüşvet dolayısıyla yapılan ya da
yapılmayan işin ayrı bir suç oluşturması hâlinde, bu suç rüşvet almanın
temel ya da nitelikli unsuru bulunmadığı takdirde, her iki suçtan ayrı ayrı
ceza verilmelidir.
“Örneğin, kamu görevlisinin öğrendiği suçu yetkili makamlara
bildirmemek (TCK. md. 279) için rüşvet alması durumunda; işlenen suçu
bildirmeme rüşvet alma suçunun temel ya da nitelikli unsuru (TCK. Md.
42) olmadığından faile ayrıca TCK. md. 279’u ihlâlden dolayı ceza
verilmesi gerekir.
Keza gözaltındaki sanığa işkence etmek için rüşvet alan kamu
görevlisi, kişiye fena muamelede bulunursa bu takdirde de ayrı ayrı ceza
133
verilmelidir. Çünkü işkence suçu, rüşvet almanın basit ya da nitelikli bir
unsuru değildir.
Keza TCK’nın 235/4’üncü maddesi gereğince, ihaleye fesat
karıştırma dolayısıyla rüşvet alınması hâlinde fail ayrıca rüşvet suçundan
cezalandırılacaktır.
Aynı şekilde TCK’nın 236/3’üncü maddesi kapsamında edimin
ifasına fesat karıştırılmasından veya failin bir işi yapması için sahte resmi
bir belge düzenlenmesi durumunda, TCK’nın 204’üncü maddesi
kapsamında ayrıca rüşvet suçundan cezalandırılacaktır.” (Artuk –
Gökşen- Yenidünya; Ceza Hukuku Özel Hükümler sf. 925), (ParlarHatipoğlu; TCK. Yorumu, sf. 1745);
Buna göre, Askerî Savcılığın 12.09.2008 tarihli, 2008/1170-674
Esas ve Karar sayılı iddianamesinde belirtilen, “sanığın, hudut
bölgesindeki nöbet sorumluluk sahasında kaçakçılık yaptırmaması,
kaçakçılık yapılmasına göz yummaması, yasadışı geçişlere müdahale
etmesi, bunu amirlerine bildirmesi hususları görevinin gerekleri olduğu
hâlde, görevinin gereklerine aykırı olarak sarı lakaplı sivil kişi ile 660 TL
yarar sağlaması karşılığında rüşvet anlaşması yaptığı” iddiasının, sadece,
Askerî Mahkemede yapılan yargılamanın konusu olduğu, sanık hakkında,
aynı fiil nedeniyle verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava bulunmadığı,
davanın reddine karar verilmesinin hukuka aykırı olduğu anlaşıldığından,
hukuka aykırı görülen, davanın reddi kararının bozulması cihetine
gidilmiştir.
134
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 136/1-A, C
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
2’nci Daire Kararı
E.No. : 2014/76
K.No. : 2014/76
T.
: 15.01.2014
ÖZET
Sanığın, nöbeti sırasında, nöbet talimatlarına aykırı hareket
ederek jiletlemek suretiyle kendisini nöbet tutamayacak hale
getirmesi eylemi sonrasında nöbetçi heyeti ve aynı bölgede bulunan
diğer nöbetçi tarafından olaya derhal müdahale edilmesi sonucu
Birliğin güvenliğinin tehlikeye düşmesi gibi bir durum söz konusu
olmadığından, hizmetin aksadığının ve buna bağlı olarak da
mazarratın doğduğunun kabul edilmesi mümkün olmadığından,
sanığın eylemi disiplinsizlik teşkil etmektedir.
Askerî Mahkemece; sanığın, 09.09.2011 tarihinde mazarratı
mucip nöbet talimatına aykırı hareket etmek suçunu işlediği kabul
edilerek, ASCK’nın 136/1-A, C ve TCK’nın 62’nci maddeleri gereğince
yirmi beş gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, TCK’nın 51/1’inci
maddesi gereğince hapis cezasının ertelenmesine ve bir yıl denetim süresi
belirlenmesine karar verilmiştir.
Hüküm; Adlî Müşavir tarafından, uygulamaya yönelik nedenler
ileri sürülerek temyiz edilmiştir.
Tebliğnamede; hükmün, noksan soruşturma nedeniyle bozulması
gerektiği yönünde görüş bildirilmiştir.
Yapılan incelemede; sanığın, 09.09.2011 tarihinde 18.00-20.00
saatleri arasındaki garaj nöbeti sırasında, oturup silahını yere bıraktığı ve
kendisini jiletle yaraladığı, yardım istemesi üzerine aynı yerde 2’nci
nöbetçi olan P.Er B. A.'nın sanığın yanına gelerek, olayı nöbetçi heyetine
bildirmesi üzerine, kendisini yaralayan sanığın tedavisi için revire sevk
edildiği, dosya kapsamındaki kanıtlardan anlaşılmaktadır.
Sabit görülen olayla ilgili olarak, Askerî Mahkemece; sanığın,
mazarratı mucip nöbet talimatına aykırı hareket etmek suçunu işlediği
kabul edilerek, mahkûmiyetine karar verilmiş ise de;
135
Askerî Ceza Kanunun 136/1’inci maddesi “...Her kim nöbetçi iken
kasten veya tekasülen,
a) Kendisini verilen vazifeyi yapamayacak hâle koyarsa,
b) Nöbet mahallini terk ederse yahut verilen sair talimata mugayir
hareket ederse,
c) Her iki hâlde de, bir mazarrat mucip olursa iki seneye
kadar hapis cezasıyla cezalandırılır...” hükmünü içermektedir.
Bu düzenlemeden, “mazarrat” unsurunun, suçun kurucu
unsurları arasında yer aldığı anlaşılmaktadır.
Kanun koyucu, maddede geçen “mazarrat” unsurunu
tanımlamamış ise de, bu unsurun açılımı mahiyetindeki “hizmetin
aksamaması veya maddî zararın doğmaması” unsurunun, suçun oluşup
oluşmadığı konusunda yapılacak olan değerlendirmede esaslı bir ölçüt
olarak göz önüne alınması gerekmektedir.
Özellikle manevi zararlarda, askerî hizmet ve nöbet hizmetlerinin
aksaması yanında otorite zaafiyeti ve boşluğu gibi olgular
anlaşılmaktadır.
Bundan dolayı “hizmetin aksaması” kavramının, en basit hâlde
dahi nöbet talimatına aykırı hareket edilmesiyle hizmetin aksadığının ve
buna bağlı olarak da mazarratın doğduğunun kabul edilmesi şeklinde
değil, ciddî ve vahim bir manevî zararın doğmuş olması şeklinde
anlaşılması ve yorumlanması gerekmektedir (Askerî Yargıtay Daireler
Kurulunun 16.10.2003 tarihli ve 2003/75-82 sayılı kararı).
477 sayılı Kanun’un 56’ncı maddesiyle yaptırıma bağlanan “nöbet
talimatına aykırı hareket etmek” disiplin suçunda ise, “hizmetin
aksamaması veya maddî zararın doğmaması” gerekmektedir.
Ancak, 16.02.2013 tarihli ve 28561 sayılı Resmi Gazetede
yayımlanarak yürürlüğe giren 31.01.2013 tarihli ve 6413 sayılı Türk
Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu ile, Disiplin Mahkemeleri Disiplin
Kurullarına dönüştürülmüş ve bu mahkemelerin savaş zamanında
kurulacakları hüküm altına alınarak, 477 sayılı Kanun’a diğer mevzuatta
yapılan atıfların bu Kanun’a yapılmış sayılacağı belirtilmek suretiyle,
barış zamanında (Karasuları dışındaki gemilerde işlenen disiplinsizler
hariç) 477 sayılı Kanun’un uygulanma imkânı kalmamış, ayrıca “nöbet
talimatına aykırı hareket etmek” eylemi, aynı kanunun 19/1-g maddesi
gereğince “hizmet yerini terk etmeme” cezasını gerektiren bir
disiplinsizlik olarak yeniden tanımlanmıştır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay ele alındığında;
136
Sanığın, nöbeti sırasında, nöbet talimatlarına aykırı hareket ettiği
(Dz.14-17), jiletlemek suretiyle kendisini nöbet tutamayacak hâle
getirdiği konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır.
Ancak, nöbet listesine göre, sanığın olay sırasında, P.Er B. A. ile
birlikte Garaj Nöbetçisi olarak görevli olduğu görülmektedir (Dz.13).
Bu sırada sanığın en yakınında bulunan P.Er B. A.’nın yeminli
beyanından, olay esnasında, sanığın seslendiğini duyarak yanına
gittiğinde, sanığın jiletle kendisine zarar vermiş olduğunu gördüğü, olayı
nöbetçi heyetine bildirmesi üzerine, sanığın tedavisi için revire sevk
edildiği anlaşılmaktadır (Dz.44).
Dinlenen diğer tanıklar, Nöbetçi Astsubay Ö. K. (Dz.44), Nöbetçi
Uzman Çavuş E. T. (Dz.69) ve Devriye Onbaşısı S. T.’nin (Dz.45)
yeminli beyanları da bu yönde olduğundan, olay sonrası nöbetçi
heyetinin bilgilendirilmesi üzerine, sanığın nöbet yerinden alınarak,
tedavisi
amacıyla
revire
gönderildiği
konusunda
tereddüt
bulunmamaktadır.
Bu durumda, olayın bildirilmesi üzerine, nöbetçi heyeti tarafından
derhal müdahale edilmiş olması karşısında, sanığın revire sevk edildiği
ana kadar kendi iradesiyle nöbet yerinden ayrılmamış olması nedeniyle,
nöbet hizmetinin aksamasından söz edilmesi mümkün görülmemektedir.
Sanığın dışında P.Er B. A.’nın da aynı bölgede nöbetçi olduğu ve
nöbetçi heyetinin derhal müdahale ettiği göz önüne alındığında, Birliğin
güvenliğinin tehlikeye düşmesi gibi bir durumun da söz konusu olmadığı
anlaşılmaktadır. Bu yönde delil de bulunmamaktadır.
Dolayısıyla, sanığın eylemi neticesinde maddi bir zarar doğmadığı
gibi, nöbetini talimatlara uygun bir şekilde tutmayan sanığın, nöbetçi
heyeti tarafından müdahale edilerek revire sevk edildiği ana kadar, nöbet
mevziinde bulunması nedeniyle, ciddi ve vahim bir manevi zarar
doğmadığı anlaşılmaktadır.
Askerî Yargıtay 1’inci Dairesinin 30.01.2008 tarih ve 2008/229246; 4’üncü Dairesinin 24.04.2013 tarih ve 2013/685-677 E.K. sayılı
kararlarında da, benzer olaylarla ilgili olarak, aynı değerlendirmelere yer
verilmiştir.
Bu nedenlerle, sanığın nöbet talimatına aykırı hareket ederek
kendisine zarar vermesi sonucu, “mazarrat” unsurunun oluşmadığı
dikkate alındığında, sanığın eyleminin ASCK’nın 136’ncı maddesinde
düzenlenen mazarratı mucip nöbet talimatına aykırı hareket suçunu
oluşturmayıp, 477 sayılı Kanun’un 56’ncı maddesiyle yaptırıma bağlanan
“nöbet talimatına aykırı hareket etmek” disiplin suçunu oluşturduğu
anlaşılmaktadır.
137
Bu disiplin suçu ise, 6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin
Kanunu’nun 19/1-g maddesi gereğince “Hizmet yerini terk etmeme”
cezasını gerektiren bir disiplinsizlik olarak yeniden düzenlendiğinden,
mahkûmiyet hükmünün esas yönünden bozulmasına karar verilmiştir.
138
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 146
TÜRK CEZA KANUNU
Mad. 89/1
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E.No. : 2014/55
K.No. : 2014/57
T.
: 12.06.2014
ÖZET
Taarruz ve savunmada kullanılmak amacıyla üretilmeyen
havalı tüfeğin ASCK'nın 146'ncı maddesi kapsamında silah
sayılamayacağı;
Sanığın eylemini basit taksirle gerçekleştirdiğine ilişkin
Askerî Mahkemenin kabulünün aksine, eylemin bilinçli taksirle
gerçekleştirildiği anlaşılmakla birlikte, mağdurların sanıktan
şikâyetçi olmadıkları ve yaralanmalarının da TCK'nın 89/1'nci
maddesi kapsamında basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek
nitelikte olduğu birlikte gözetildiğinde, direnme hükmünde bir
isabetsizlik bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Daire ile Askerî Mahkeme arasında ortaya çıkan uyuşmazlık,
havalı tüfeğin, ASCK’nın 146’ncı maddesi kapsamında silah sayılıp
sayılamayacağıdır.
Daire, havalı tüfeğin silah sayılması gerektiğini kabul ederek,
düşme hükmünün bozulmasına karar verirken;
Askerî Mahkeme, havalı tüfeğin silah sayılamayacağını belirterek,
düşme hükmüne ilişkin olarak, direnme kararı vermiştir.
Yapılan incelemede;
Sanığın, 15.08.2010 tarihinde, tim yakın emniyet görevine
çıkmadan önce, Birlik içerisinde bulunan ağaçlık alanda, fırsat eğitimi
kapsamında, bölüğe ait havalı tüfekle nişan alma biçimini gösterirken,
havalı tüfeğe saçma yerleştirdikten sonra, yan tarafa doğru nişan alıp üçdört kez atış yaptığı, silahtan çıkan saçmaların sekerek, yoldan geçmekte
olan aracın kasasında oturmakta olan mağdur J.Komd.Er N. G.’yi sağ
139
göğüs altından; yolda yürümekte olan mağdur J.Ulş.Er Y. K.’yi ise sağ
bacak diz altından yaraladığı, bu yaralamaların basit tıbbi müdahale ile
giderilebilecek nitelikte olduğu, mağdurların, sanıktan şikayetçi
olmadıkları, tüm dosya kapsamından maddi vakıa olarak anlaşılmaktadır.
Böylece, mağdurların yaralanmalarının mahiyeti dikkate alınarak,
sanığın eylemleri TCK’nın 89/1’nci maddesi kapsamında “taksirle
yaralama” suçunu oluşturmaktadır.
ASCK’nın “Başkasının yaralanmasına ve ölmesine sebep olanlar”
başlıklı 146’ncı maddesi, “Silahları ve cephanesi hakkında dikkatsizlik
ve nizamlara ve emirlere ve talimatlara riayetsizlik dolayısı ile başkasının
yaralanmasına veya ölmesine sebep olanlar hakkında TCK’nın 455 ve
459’uncu maddelerine göre ceza verilir” hükmünü içermekte ise de;
Taksirle yaralamaya ilişkin 765 sayılı TCK’nın 459’uncu
maddesinin karşılığı olan 5237 sayılı TCK’nın 89’uncu maddesi,
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 5252 sayılı Türk Ceza
Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un
“Yollamalar” başlıklı 3’ncü maddesinde, yürürlükten kaldırılan 765
sayılı Türk Ceza Kanununa yapılan yollamaların, 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu’nda bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelere yapılmış
sayılacağı belirtilmiştir. Bu nedenle, taksirle yaralama suçu yönünden,
artık atfın, TCK’nın 89’uncu maddesine yapıldığı kabul edilmelidir.
“Taksirle yaralama” suçunun, askerî suç olması için, sanığın
olayda kullandığı ve Silahlı Kuvvetlerin kayıtlarında bulunan havalı
tüfeğin, ASCK’nın 146’ncı maddesi kapsamında, silah sayılması gerekir.
Kanunda, bu madde kapsamında nelerin silah sayılması gerektiği
yönünde bir sayma yöntemi benimsenmediği gibi, bir kritere de yer
verilmemiş, ancak, ASCK’nın şerhinde, bu konuya “Silahtan askerî silah
maksuttur. Yani askerî mevzuata tevfikan taarruz ve müdafaaya yarayan
ve bu maksatlarla kullanılan ve bir insanın vücudu üzerinde müessir filler
yaparak ve eşyayı tahrip ederek harici tesirler yapan aletlerdir.” şeklinde
açıklama getirilmiştir ( Rıfat Taşkın, Askerî Ceza Kanunu Şerhi, 8.Baskı,
Sayfa 240).
…Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünün 23.03.2011 tarihli
ve BLS.2011/1553 sayılı ekspertiz raporunda; somut olayda kullanılan
103 nu.lı silahın, 4,5 mm. çapında kadeh tipi saçma atan, HATSAN
marka, sabit ağaç dipçikli, üstten kırma, yivli-setli namlusu bulunan,
hava basıncı ile çalışan bir tüfek olduğu, saçmaları hava basıncı
yardımıyla attığı, bunun ateşli bir silah olmayıp, esasen sporda
kullanmak amacıyla imal edilmiş olduğu, 6136 sayılı Kanun kapsamı
140
dışında kaldığı, ancak, taşınmasının ve bulundurulmasının 2521 sayılı
Kanun hükümlerine tâbi olduğu belirtilmiştir.
Basit yaralamalara sebebiyet vermekle birlikte, bu tüfeğin, taarruz
ve savunmada kullanılmak amacıyla imal edilmemiş olduğu, keza, Birlik
Komutanlığı deposunda da eğitim amaçlı olarak bulundurulduğu,
anlaşılmaktadır. Bu durumda, gerek yukarıda özetlenen ASCK şerhinde
izah edilen açıklamalar, gerekse havalı tüfeğin teknik özellikleri dikkate
alındığında, suçta kullanılan, havalı tüfeğin ASCK’nın 146’ncı maddesi
kapsamında, silah sayılamayacağı sonucuna varıldığından, Askerî
Mahkemenin direnme gerekçesi yerinde görülmüştür (Askerî Yargıtay
3'üncü Dairesi'nin 12.03.2008 tarihli ve 2008/496-609 E.K. sayılı ilamı
da aynı doğrultudadır).
Askerî Mahkemece “Sanığın eylemi mahkememizce bilinçli taksir
olarak değerlendirilmemiştir. Bilinçli taksirin varlığı için fail, eylemi
sonucunda gerçekleşmesi muhtemel neticeyi öngörmeli, ancak
gerçekleşmesini istememelidir. Somut olayda, sanık eylemi neticesinde
mağdurların yaralanmasını öngörmemektedir. Nişan aldığı istikamet
mağdurların bulunduğu istikamet değildir. Saçmanın sekmesi sonucu
mağdurlar yaralanmıştır. Mağdurlarla sanığın arasındaki mesafenin 4045 metre gibi havalı tüfek için uzak sayılabilecek bir mesafe olduğu
dikkate alınırsa bu durum daha kolay anlaşılacaktır.” şeklindeki bir
değerlendirme ile, sanığın eylemleri basit taksirle yaralama kabul edilmiş
ise de;
5237 sayılı TCK’nın 22/3’üncü maddesinde düzenlenen, “Kişinin
öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi
hâlinde bilinçli taksir vardır; bu hâlde taksirli suça ilişkin ceza üçte
birden yarısına kadar artırılır.” hükmü ile basit taksir-bilinçli taksir
ayrımı yapılarak, bilinçli taksir için daha fazla ceza verilmesi
öngörülmüştür. Yasanın bu hükmüne göre, bilinçli taksirden söz
edilebilmesi için; failin neticeyi öngörmüş olması, neticenin
gerçekleşmesini istememesi, ancak neticenin gerçekleşmiş olması
gerekmektedir. Taksirli bir eylem için neticenin “öngörülebilir” olması
gerektiği dikkate alındığında; bilinçli taksirle, basit taksir arasındaki fark,
“öngörülebilir” neticenin fail tarafından öngörülmüş olup olmamasıdır.
Eğer fail genel olarak neticenin gerçekleşebileceğini öngörmüş, fakat
kendisine olan güven veya eyleminin işleniş tarzı itibarıyla neticenin
gerçekleşmeyeceği düşüncesiyle hareket etmişse ortada bilinçli taksir
vardır. Buna karşılık; fail, “öngörülebilir” bir neticeyi “öngörememiş” ve
fakat netice gerçekleşmiş ise, basit taksir hâli söz konusudur.
141
Somut olayda, olay mahalline ilişkin olay yeri krokisi ve
fotoğrafları incelendiğinde ve tanık ifadeleri dikkate alındığında, sanığın
havalı tüfeği atış alanı gibi özel yerde kullanmadığı, eğitim vermeden
önce, çevreden insan ve araç geçmemesi veya geçmesi hâlinde kendinin
ikaz edilmesi hususunda herhangi bir güvenlik önlemi almadığı, atış
yaptığı yerin yan tarafından yol geçtiği ve eski Karakol binasının
bulunduğu anlaşılmaktadır. Atış esnasında, ağaçların arasından biri
çıkabileceği gibi, yoldan yürüyerek veya araçla birinin de geçebileceği
kuvvetle muhtemeldir. Bu durumda, bu şahıslardan birinin
yaralanabileceğine ilişkin olası netice sanık açısından istenilmese de
“öngörülebilir” bir neticedir. Somut olayda da, atışlar sırasında, yoldan
geçmekte olan mağdurlar farklı farklı yerlerde yaralanmışlardır. Bu
nedenlerle, sanığın eylemleri, TCK’nın 89/1ve 22/3’üncü maddeleri
kapsamında, bilinçli taksirle yaralama suçunu oluşturmaktadır.
5237 sayılı TCK’nın 89/5’inci maddesinin “Taksirle yaralama
suçunun soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlıdır. Ancak,
birinci fıkra kapsamına giren yaralama hariç, suçun bilinçli taksirle
işlenmesi hâlinde şikâyet aranmaz.” hükmü dikkate alındığında, sanık
eylemlerini bilinçli taksirle gerçekleştirmekle birlikte, mağdurların
yaralanmalarının mahiyeti dikkate alındığında, sanığın eylemlerinin
TCK’nın 89/1’inci maddesi kapsamındaki taksirle yaralama suçunu
oluşturduğu ve bu hâlde de eylemin şikâyete bağlı suç olduğu,
mağdurların da sanıktan şikâyetçi olmadıkları, sonuç itibariyle, Askerî
Mahkemenin, direnmek suretiyle şikâyet yokluğundan dolayı CMK’nın
223/8’inci maddesi gereğince vermiş olduğu düşme hükmünde bir
isabetsizlik bulunmadığı sonucuna varıldığından, Askerî Savcının
yerinde görülmeyen temyiz sebebinin reddiyle, düşme hükmünün
onanmasına karar verilmiştir.
142
ASMKYUK
Mad. 9
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E.No. : 2014/60
K.No. : 2014/98
T.
: 11.12.2014
ÖZET
Sanıkların, gerçeğe aykırı şekilde tanzim ettikleri iddia edilen
dava konusu yazıların, ceza yargılamasına ilişkin olarak tanzim
edilmiş olmaları nedeniyle, askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili
olmadığı; buna göre, 353 sayılı Kanun’un 9’uncu maddesinde yer
alan “asker kişilerin askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak
işledikleri suçlar” ibaresi kapsamında bulunmadığı; eylemlerin
“askerî suç” niteliğinde olmadığı gibi, askerî bir suça da bağlı
bulunmadığına, yine asker kişiye karşı da işlenmediği;
Sanıkların eylemlerinin, TCK’nın 204/2’nci maddesinde
düzenlenen resmî belgede sahtecilik, TCK’nın 281’inci maddesinde
düzenlenen suç delillerini yok etme gizleme veya değiştirme veya
TCK’nın 283’üncü maddesinde düzenlenen suçluyu kayırma
suçlarını oluşturabileceği;
Bu suçların oluşup oluşmadığı veya hangisinin oluştuğu ile
ilgili yargılama yetki ve görevinin de, yukarıda belirtilen şartlarla
birlikte adlî yargıya ait olduğu verilen görevsizlik kararlarında,
hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Daire ile Başsavcılık arasında itiraza konu olan uyuşmazlık,
sanıkların üzerlerine atılı suç nedeniyle askerî mahkemede mi yoksa
adliye mahkemelerinde mi yargılanmaları gerektiğine ilişkindir.
Daire; sanıkların eylemlerinin askerî mahkemenin görevi dışında
kalan TCK’nın 204/2’nci maddesinde düzenlenen resmî belgede
sahtecilik suçunu oluşturabileceği, bu nedenle sanıklar hakkında
görevsizlik kararları verilmesinde hukuka aykırı bir yön bulunmadığına
karar vermiş iken;
143
Başsavcılık; sanıkların eylemlerinin görevi kötüye kullanma
suçunu oluşturabileceğini, bu suç atıf suretiyle askerî suç hâline
dönüştürüldüğü için yargılama görevinin askerî mahkemeye ait
olduğunu, ayrıca sanıkların eylemlerinin resmî evrakta sahtecilik suçuna
vücut verebileceği değerlendirilse bile, görevleri gereği işlem yaptıkları
için, bu durumda da görevli yargı yerinin askerî yargı olacağını
belirterek, Daire kararına itiraz etmiştir.
…Asker Hastanesinde Baştabip Yardımcısı olarak görevli olan
sanık emekli Dz.Tbp.Kd.Alb. G. G. ve Merkez Kısım Amiri olarak
görevli olan diğer sanık İda.Bçvş. O. Y.’nin; İstanbul 7’nci Ağır Ceza
Mahkemesince görülmekte olan bir dava nedeniyle, … Asker
Hastanesince 23.11.1999 tarihinde, mağdur H. B. G.'ye 4337 protokol
numarasıyla verilen 15 günlük istirahat raporunu gösterir belge ile varsa
başka muayene belgelerinin talep edilmesi üzerine, talep edilen
muayeneye ilişkin kaydın bulunduğu …Asker Hastanesinin 1999 yılına
ait fizik tedavi bölümünün poliklinik defterinin yok olduğunu bilmelerine
ve 1999 yılına ait protokol defterlerinin yasal bekleme süresinin dolması
gibi bir durum olmamasına rağmen, gerçeğe aykırı bir şekilde İstanbul
7’nci Ağır Ceza Mahkemesine hitaben 20.05.2009 tarihli yazıyı yazmak
suretiyle “hakikate muhalif evrak tanzim etmek” suçunu işledikleri
iddiası ve ASCK'nın 134’üncü maddesi gereğince ayrı ayrı
cezalandırılmaları istemi ile kamu davası açıldığı;
…Asker Hastanesinde Baştabip olarak görevli olan sanık emekli
Dz.Tbp.Kd.Alb. Ş. Ö.’nün; TSK Sağlık Komutanlığınca, İstanbul 7’nci
Ağır Ceza Mahkemesinde görülmekte olan aynı dava nedeniyle Av. S. S.
tarafından üst komutanlıklara ve BİMER’e verilen dilekçelere istinaden
mağdur H. B. G.’ye ait … Asker Hastanesince düzenlenen raporun
doğruluğunun araştırılmasının istenmesi üzerine 25.01.2010 tarihli
yazıyı; İstanbul 7’nci Ağır Ceza Mahkemesinin, … Asker Hastanesi
Baştabipliğinin, 26.11.2008 ve 20.05.2009 tarihli yazıları arasındaki
çelişkinin giderilmesi ile mağdur H. B. G.’nin, … Asker Hastanesine
müracaat edip etmediğinin; adı geçen mağdur hakkında, “Lomber
Diskopati Bilateral Sakrolizasyon” teşhisi konulup konulmadığının;
mağdurun, poliklinik kaydı olmadan, muayene edilip, kendisine rapor
verilip verilemeyeceğinin ve … Asker Hastanesi Baştabipliğinin
20.06.2000 tarihli, Fatih Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben yazılmış
yazısı olup olmadığının ve bu yazının, … Asker Hastanesi Baştabipliği
tarafından yazılıp yazılmadığının, tespit edilmesinin istenmesi üzerine
de, 04.03.2010 tarihli yazıyı yazmak suretiyle, 1999 yılına ait
23.11.1999-01.01.1999 tarihleri arasındaki radyoloji bölümünün protokol
144
defterinin kayıp olduğunu; … Asker Hastanesince “SAĞ” kavramı
kullanılarak Merkez Kısmınca evrak yazıldığını; … Asker Hastanesince
… Hastanesi Baştabip Yardımcısı unvanının kullanıldığını bilmesine
rağmen, gerçeklere aykırı olarak, yazmak suretiyle zincirleme hakikate
muhalif resmî evrak tanzim etmek suçunu işlediği iddiası ve ASCK'nın
134, TCK'nın 43'üncü maddeleri gereğince cezalandırılması istemi ile
kamu davası açılmıştır.
Askerî Mahkemece; sanıkların kaleme aldığı dava konusu
yazıların, askerlik hizmet ve görevlerinden kaynaklanan veya üstlerine
veya amirlerine takdim edilen bir yazı olmadığından; sanıkların
eylemlerinin, ASCK’nın 134’üncü maddesinde düzenlenen hakikate
muhalif evrak tanzim etmek suçunu değil de TCK’nın 204’üncü
maddesinde
düzenlenen
resmî
belgede
sahtecilik
suçunu
oluşturabileceği; sanıklar emekli Dz.Tbp.Kd.Alb. G. G. ve emekli
Dz.Tbp.Kd.Alb. Ş. Ö. açısından, bu suçun da askerî bir suç olmadığı ve
askerî bir suçla da bağlantılı olmadığı; diğer sanık İda.Bçvş. O. Y.
açısından, sanık emekli Dz.Tbp.Kd.Alb. G. G. ile birlikte suç işleyen
sıfatını haiz olması, usul ekonomisi, adalete güvenin sarsılmaması ve adil
yargılanma hakkının ihlâl edilmemesi dikkate alınarak, sanık emekli
Dz.Tbp.Kd.Alb. G. G. ile birlikte adlî yargıda yargılanması gerektiği
kabul edilerek; her üç sanık yönünden de görevsizlik kararı verilmiştir.
Uyuşmazlık konusunun çözümü için, öncelikle Askerî
Mahkemelerin görev alanının belirlendiği mevzuatta yer alan
düzenlemelerin incelenmesi gerekmektedir.
12.09.2010 tarihindeki referandumla kabul edilerek yürürlüğe
giren 07.05.2010 tarihli ve 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun'un 15’inci maddesiyle, askerî mahkemelerin görevlerini
düzenleyen Anayasa'nın 145’inci maddesi; “Bu mahkemeler, asker
kişiler tarafından işlenen askerî suçlar ile bunların asker kişiler aleyhine
veya askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait
davalara bakmakla görevlidir. Devletin güvenliğine, Anayasal düzene ve
bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her hâlde Adliye
Mahkemelerinde görülür.” şeklinde değiştirilerek, asker kişilerin askerî
mahallerde işledikleri suçlarla ilgili olarak askerî mahkemelerin
görevinde sınırlama getirilmiştir. Yapılan bu değişiklikle, artık, asker
kişiler tarafından askerî mahalde işlenen, fakat; askerî suç olmayan, asker
kişiye karşı veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak da
işlenmemiş olan suçlarla ilgili yargılamanın askerî mahkemelerde
görülmesi uygulamasına son verilmiştir.
145
Öte yandan, Anayasa Mahkemesinin 15.03.2012 tarihli, 2011/30
Esas ve 2012/36 Karar sayılı kararı ile 353 sayılı Kanun’un 9’uncu
maddesinde yer alan ve asker kişilerin, askerî mahalde işledikleri suçlar
yönünden, askerî mahkemelerde yargılanmalarını öngören “askerî
mahallerde” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar
verilmiş, anılan karar, 26.06.2012 tarihli ve 28335 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanarak, kanuni düzenleme Anayasa ile uyumlu hâle getirilmiştir.
İptal kararı sonrasında, 353 sayılı Askerî Mahkemeler Kuruluşu
ve Yargılama Usulü Kanunu’nun “Genel görev” başlıklı 9’uncu maddesi,
“Askerî mahkemeler kanunlarda aksi yazılı olmadıkça, asker kişilerin
askerî olan suçları ile, bunların asker kişiler aleyhine yahut askerlik
hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara
bakmakla görevlidirler.” hükmünü içermektedir.
Bu düzenlemeler neticesinde; asker kişiler tarafından askerî
mahalde işlenen, fakat; askerî suç olmayan, asker kişiye karşı veya
askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak da işlenmemiş olan suçlarla
ilgili yargılama, askerî mahkemelerde değil, adliye mahkemelerinde
görülecektir.
Askerî mahkemelerin görev alanının belirlenmesinde önem arz
eden “Askerî suç” ise öğretide ve uygulamada;
1. Unsurları ve cezalarının tamamı Askerî Ceza Kanunu’nda yazılı
olan, başka bir anlatımla Askerî Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası
ile cezalandırılmayan suçlar,
2. Unsurları kısmen Askerî Ceza Kanunu’nda, kısmen diğer ceza
yasalarında gösterilen suçlar,
3. Askerî Ceza Kanunu’nda, Türk Ceza Kanunu’na yapılan atıfla
askerî suç hâline dönüştürülen suçlar;
Olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.
Sanıkların üzerine atılı “hakikate muhalif rapor, takrir, layiha ve
sair resmî evrak tanzim ve ita etmek” suçu, ASCK’nın 134’üncü
maddesinde düzenlenen askerî bir suçtur ve bu suç ile ilgili yargılama
yapma görevi askerî mahkemeye aittir.
Ancak, Askerî Mahkemece, sanıkların eylemlerinin TCK’nın
204’üncü maddesinde düzenlenen, resmî belgede sahtecilik suçunu
oluşturabileceği kabul edilerek; Askerî Mahkemenin görevsizliğine karar
verildiği görülmektedir.
CMK'nın “Hükmün konusu ve suçu değerlendirmede
mahkemenin yetkisi" başlıklı 225'inci maddesi: “(1) Hüküm, ancak
iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve faili hakkında verilir.
146
(2) Mahkeme, fiilin nitelendirilmesinde iddia ve savunmalarla
bağlı değildir.” hükmünü içermektedir.
Bu hükme göre, hüküm, ancak iddianamede unsurları gösterilen
suça ilişkin fiil hakkında kurulabilir. Mahkemece, iddianamede belirtilen
maddi olay esas alınarak, kararında bu fiilin dışına çıkılamaz. Ancak
Mahkeme, iddianamede belirtilen fiille bağlı olmakla birlikte, fiilin
nitelendirmesinde bağımsızdır.
Bu nedenle Askerî Mahkeme, suçu vasıflandırırken
iddianamedeki suç vasfı ile bağlı olmadığı gibi, Daireler Kurulu da,
askerî savcılık, askerî mahkeme ve Daire tarafından belirlenen suç vasfı
ile bağlı değildir.
Bu kapsamda, sanıkların eylemlerinin hangi suç veya suçları
oluşturabileceğinin irdelenmesi; belirlenecek suç vasfına göre, görevli
mahkemenin tespit edilmesi gerekmektedir.
Hizmet ve vazifenin ihlâli suçları ASCK’nın Üçüncü Babının
Dokuzuncu Faslında 134 ilâ 144’üncü maddelerinde düzenlenmiştir.
Bunlardan, ASCK’nın “Hakikata muhalif rapor layiha sair evrak tanzim
ve ita edenler” başlıklı 134’üncü maddesi;
“Hizmete veya tevdi edilen bir vazifeye mütaallik olarak kasten
hakikata muhalif rapor veya takrir veya layiha ve sair resmi evrak tanzim
eden ve veren veyahut bunların hakikata muhalif olduğunu bilerek
mafevklere takdime delalet eden altı aydan üç seneye kadar hapis ile
cezalandırılır.” hükmünü içermektedir.
Bu madde ile hizmete veya tevdi edilen bir vazifeye müteallik
olarak kasten hakikate muhalif rapor veya takrir veya layiha ve sair resmî
evrak tanzim eden ve veren veyahut bunların hakikate muhalif olduğunu
bilerek mafevklere (üst ve amirlere) takdime delalet eden asker kişilerin
cezalandırılması, öngörülmüştür.
Bu suç, Askerî Ceza Kanunu’nun, 1’inci Kısım, 3’üncü Bap,
9'uncu Faslında “hizmet ve vazifenin ihlâli” başlığı altında düzenlenmesi
nedeniyle, askerî görev ve hizmetlerin güvenli bir şekilde yerine
getirilmesine ilişkin hukuki yararı korumaktadır.
ASCK’nın 134’üncü maddesinde, “hizmete veya tevdi edilen bir
vazifeye müteallik olarak” denilmekle, ASCK’nın 12’nci maddesinde
yapılan tanıma uygun olarak, gerek malum ve muayyen olan, gerek bir
amir tarafından emredilen askerî vazifeye ilişkin bir işin madun (ast,
maiyet) tarafından yapılması hâli kastedilmektedir.
Bu kapsamda somut olay değerlendirildiğinde;
Sanıkların Askerî Hastane Baştabibi, Yardımcısı ve Merkez
Kısım Amiri olarak görevli olmalarına karşılık, İstanbul 7’nci Ağır Ceza
147
Mahkemesi ve TSK Sağlık Komutanlığına yazılan dava konusu
yazıların; İstanbul 7’nci Ağır Ceza Mahkemesinde “işkence” suçundan
dolayı yürütülmekte olan kamu davasında, mağdur H. B. G.’nin
kendisine yapılan işkencenin delili olarak sunduğu ve … Asker
Hastanesince düzenlendiği iddia edilen doktor raporunun doğruluğunun
araştırılması kapsamında tanzim edilmiş olmaları nedeniyle; ASCK’nın
134’üncü maddesinde belirtilen ve ASCK’nın 12’nci maddesinde
tanımlanan “askerî vazifeye” ilişkin belgeler niteliğinde olmayıp, “ceza
yargılamasına” ilişkin belgeler niteliğindedir. 25.01.2010 tarihli aynı
konudaki yazının, TSK Sağlık Komutanlığı aracı kılınarak yazılması da,
bu yazıyı “askerî vazifeye ilişkin” belge niteliği kazandırmayacaktır.
Kurulumuzca, sanıkların eylemlerinin ASCK’nın 134’üncü
maddesinde tanımlanan “hakikate muhalif resmî evrak tanzim etmek”
suçunu oluşturmayacağı belirlendikten sonra, hangi suç veya suçları
oluşturabileceği konusunda yapılan incelemede;
Resmi belgede sahtecilik suçları, TCK’da “Kamu güvenine karşı
suçlar” başlığı altında düzenlenmiştir. Söz konusu suç, seçimlik hareketli
bir suç olarak tanımlanmıştır. TCK'nın 204/1'nci maddesinde belirtilen
seçimlik hareketler; resmî belgeyi sahte olarak düzenlemek, gerçek bir
resmî belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştirmek ve sahte belgeyi
kullanmaktır.
Kamu görevlileri tarafından işlenen resmî belgede sahtecilik suçu
ise, TCK’nın 204/2’nci maddesinde “Görevi gereği düzenlemeye yetkili
olduğu resmî bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi
başkalarını aldatacak şekilde değiştiren, gerçeğe aykırı olarak belge
düzenleyen veya sahte resmî belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan
sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” şeklinde düzenlenmiştir.
TCK’nın 204’üncü maddesinin söz konusu fıkraya ilişkin
gerekçesinde; “…resmî belge, bir kamu görevlisi tarafından görevi
gereği olarak düzenlenen yazıyı ifade etmektedir.” denilmektedir.
Dolayısıyla, resmî belgeden söz edilebilmesi için belgenin kamu
görevlisi tarafından düzenlenmesi ve belgenin görev gereği tanzim
edilmiş olması gerekmektedir.
TCK 204/2’nci maddesinde, 1’inci fıkrada tanımlanan seçimlik
hareketlere ilave olarak “kamu görevlilerin gerçeğe aykırı olarak belge
düzenlenmesi” de, suç olarak tanımlanmıştır. Öğretide “Fikri sahtecilik”
olarak da adlandırılan bu hareket, ancak kamu görevlileri tarafından
görev alanına giren bir belgenin düzenlenmesi sırasında işlenebilir.
Kanunda fikri sahtecilik açıkça tanımlanmamış olmakla birlikte,
genel olarak “maddi sahteciliğin” belgenin yapısına, “fikri sahteciliğin”
148
ise belgenin özüne, içeriğine ilişkin olduğu kabul edilmektedir (Devrim
GÜNGÖR, Resmî belgelerde sahtecilik suçu, Ankara 2010, s. 74-78).
Müsnet suçun oluşumunda resmi belgeden söz edebilmek için,
kâğıt üzerindeki yazının içeriğinin hukuki bir kıymet taşıması, hukuki bir
hüküm ifade etmesi ve hukuki bir sonuç doğurmaya elverişli olması
gerekmektedir.
“Aldatma yeteneği” belgede sahteciliğin unsuru olduğundan,
resmî belge niteliğinde olduğu kabul edilen yazının bu yönü ile de
incelenmesi gerekmektedir. Öğretide “iğfal kabiliyeti”, “aldatma gücü”
“aldatma kabiliyeti” gibi farklı ibarelerle ifade edilen aldatma yeteneği,
yapılan sahteciliğin üçüncü kişileri kandırıcı nitelikte olması anlamına
gelmektedir.
Aldatma yeteneği, belgede sahteciliğin ilk bakışta anlaşılamaması,
başkalarını aldatabilecek biçim ve içerikte olmasıdır. Bir başka deyişle,
sahte olarak düzenlenen belgenin objektif olarak diğer şahısları
aldatabilecek yetenekte olması, sahteciliğin beş duyuyla anlaşılabilir
olmaması gerekir. Belgelerde aldatma yeteneğinin bulunup
bulunmadığını takdir etmek sahte belge ile doğrudan ilişki kuran
mahkemeye aittir. Hâkim, bilirkişi görüşünü serbestçe değerlendirerek
olayın akışı, kanıtlar ve kendi gözlemlerine göre sahte belgenin aldatma
yeteneğini taşıyıp taşımadığına karar vermelidir (Kubilay TAŞDEMİR,
Belgelerde Sahtecilik Suçları, Ankara 2013, s.267-268).
Diğer taraftan TCK'nın “Suç delillerini yok etme, gizleme veya
değiştirme” başlıklı, 281’nci maddesi; “1) Gerçeğin meydana çıkmasını
engellemek amacıyla, bir suçun delillerini yok eden, silen, gizleyen,
değiştiren veya bozan kişi, altı aydan beş yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır. Kendi işlediği veya işlenişine iştirak ettiği suçla ilgili
olarak kişiye bu fıkra hükmüne göre ceza verilmez. 2) Bu suçun kamu
görevlisi tarafından göreviyle bağlantılı olarak işlenmesi hâlinde,
verilecek ceza yarı oranında artırılır.” düzenlemesini içermektedir.
Bu düzenlemeye göre; daha önce işlenmiş olan bir suçun delil ve
eserlerinin yok edilmesi, silinmesi, gizlenmesi, değiştirilmesi veya
bozulmasının, işlenen suçtan bağımsız bir suç olarak tanımlandığı ve bu
suçun oluşmasının delil ve eserleri yok edilmek istenen diğer suçun
varlığını gerekli kıldığı anlaşılmaktadır. Zaten suçun konusunu da, daha
önce işlenmiş olan bir suçun delil ve eserleri oluşturmaktadır.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında, … Asker Hastanesi Baştabibi
olan sanık emekli Dz.Tbp.Kd.Alb. Ş. Ö.’nün … Asker Hastanesi
Baştabip Yardımcısı olan sanık emekli Dz.Tbp.Kd.Alb. G. G.’nin ve aynı
hastanede Merkez Kısım Amiri olan diğer sanık İda.Bçvş. O. Y.’nin
149
eylemlerinin, TCK’nın 204'üncü maddesinde düzenlenen “resmî belgede
sahtecilik” veya TCK'nın 281'inci maddesinde düzenlenen “suç
delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme” başlıklı suçları
oluşturabileceği sonucuna varılmıştır.
Sanıkların iddia olunan eylemlerinin, sübuta erip ermediğinin;
sübuta erdiğinin kabulü hâlinde, eylemin, hangi suçu oluşturduğunun
belirlenmesi, görevli mahkemeye ait olduğundan; bu aşamada, resmî
belgede sahtecilik suçunun unsurlarından biri olan dava konusu
belgelerin, aldatma (iğfal) kabiliyetlerinin bulunup bulunmadığının
tartışılması da uygun değildir.
Bu itibarla “resmî belgede sahtecilik” ve “suç delillerini yok etme,
gizleme veya değiştirme” suçları, Askerî Ceza Kanunu’nda yer alan
suçlardan olmadığı gibi, Askerî Ceza Kanunu’nun atıfta bulunmak
suretiyle cezalandırdığı suçlar arasında da bulunmadığı, unsur ve
yaptırımlarının tamamen Türk Ceza Kanunu’nda düzenlendiği,
dolayısıyla “askerî suç” niteliğinde olmadıkları gibi, askerî bir suça da
bağlı bulunmadığından; yine somut olayda, dava konusu yazıların tanzim
edildiği tarihlerde, mağdurlar H. B. G.’nin ve C. G.’nin sivil şahıs
olmaları nedeniyle, sanıkların eylemlerinin oluşturabileceği suçları, asker
kişiye veya kişilere karşı da işlemedikleri; ayrıca, sanıkların, gerçeğe
aykırı şekilde tanzim ettikleri iddia edilen dava konusu yazıların, ceza
yargılamasına ilişkin olarak tanzim edilmiş olmaları nedeniyle, askerlik
hizmet ve görevleriyle ilgili olmadığı; buna göre, sanıklarla ilgili
yargılamanın, 353 sayılı Kanun’un 9’uncu maddesinde yer alan “asker
kişilerin askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlar”
ibaresi kapsamında, askerî mahkemece yürütülmesinin de mümkün
olmadığı, bu nedenlerle Askerî Mahkemece verilen görevsizlik
kararlarının Askerî Yargıtay 4'üncü Dairesince onanmasına karar
verilmesinde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna varıldığından,
Başsavcılığın itirazının reddine; sanıklar emekli Dz.Tbp.Kd.Alb. Ş. Ö. ve
emekli Dz.Tbp.Kd.Alb. G. G. yönünden oybirliğiyle, sanık İda.Bçvş. O.
Y. yönünden oy çokluğu ile karar verilmiştir.
150
ASMKYUK
Mad. 9
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
4’üncü Daire Kararı
E.No. : 2014/649
K.No. : 2014/640
T.
: 10.09.2014
ÖZET
Sanığın suç tarihinde görev yaptığı Jandarma Özel Harekât
Tabur Komutanlığı, jandarmanın askerî niteliği olan birliklerinden
biri olan Jandarma Komando Birliği olması ve sanığın üzerine atılı
suça konu eyleminin, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11’inci
maddesinin D fıkrası kapsamında gerçekleştirilen bölücü terörle
mücadele faaliyeti olması nedeniyle, 353 sayılı Kanun’un 9’uncu
maddesi gereğince, sanık hakkında açılan kamu davasına bakma
görevi askerî yargıya aittir.
…Komutanlığı emrinde görevli sanık J.Bnb. M. Ç.'nin, bölücü
terör örgütü mensupları ile mücadele kapsamında 02.09.2011-05.09.2011
tarihleri arasında icra edilecek şekilde planlanan …operasyonunda 57-63
koordinatlarındaki …bölgesine …Komutanı olarak görevlendirilmesine
ilişkin operasyona çıkmamak suretiyle, hizmetten tamamen sıyrılmak
kastı ile emre itaatsizlikte ısrar suçunu işlediği iddiası ve ASCK’nın
88’nci maddesi gereğince cezalandırılması istemi ile açılan kamu
davasında yapılan yargılama sonunda; Askerî Mahkemece, sanığa
yüklenen eylemin, jandarmanın mülki görevleri kapsamında yerine
getirilmesi gereken bir göreve ilişkin olduğu, jandarma personelinin
askerî görevleri dışındaki görevleri sırasında işledikleri suçlarda,
yargılama görevinin adlî yargıya ait olması nedeniyle, yargılama
görevinin adliye mahkemesine ait olduğu kabul edilerek; Askerî
Mahkemenin görevsizliğine karar verilmiştir.
353 sayılı Kanun’un “Genel görev” başlıklı 9’uncu maddesi,
“Askerî Mahkemeler kanunlarda aksi yazılı olmadıkça, asker kişilerin
askerî olan suçları ile, bunların asker kişiler aleyhine yahut askerlik
hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara
bakmakla görevlidirler.” hükmünü içermektedir (Maddede yer alan
“…veya askerî mahallerde…” ibaresi, Anayasa Mahkemesinin,
151
26.06.2012 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 15.03.2012 tarihli,
2011/30 Esas ve 2012/36 Karar sayılı kararıyla Anayasaya aykırı
bulunarak iptal edilmiştir).
Buna göre; asker kişilerin askerî suçları ile bunların asker kişiler
aleyhine yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri
suçlarla ilgili davalara bakma görevi askerî mahkemelere; asker kişiler
tarafından askerî mahalde işlenen, fakat askerî suç olmayan, asker kişiye
karşı veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işlenmemiş
suçlarla ilgili yargılama yapma görevi ise, adliye mahkemelerine ait
bulunmaktadır.
Sanığın suç tarihinde asker kişi sıfatını haiz olduğu ve üzerine atılı
ASCK’nın 88’inci maddesinde düzenlenen hizmetten tamamen sıyrılmak
kastı ile emre itaatsizlikte ısrar suçunun askerî suç olduğu hususunda
tereddüt bulunmamaktadır.
Ancak, sanık jandarma personeli olup, 2803 sayılı Jandarma
Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu’nun 15’inci maddesi gereğince,
hakkında yapılacak soruşturma ve kovuşturmaların, görevin niteliğine
göre farklı usullere ve yargı alanına tâbi olduğundan, jandarmanın hangi
nitelikteki görevleri ile görevlendirildiğine ilişkin yasal düzenlemenin
göz önünde tutulması, suça konu olayın meydana geldiği sırada yerine
getirilmekte olan görevin, 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve
Yetkileri Kanunu’nun 7’nci maddesinde belirtilen görevlerden hangisine
uygun olduğunun incelenmesi gerekmektedir.
2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu’nun
3’üncü maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti Jandarması, emniyet ve asayiş
ile kamu düzeninin korunmasını sağlayan ve diğer kanun ve nizamların
verdiği görevleri yerine getiren silâhlı, askerî bir güvenlik ve kolluk
kuvveti olarak tanımlanmaktadır.
Nitekim, Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri Yönetmeliğinin
5’inci maddesinde belirtilen Jandarma Genel Komutanlığı teşkilatına
dâhil olan birliklere bakıldığında da, Jandarma Genel Komutanlığının
teşkilatında sadece kolluk niteliğini haiz birliklerin (mülki teşkilata tâbi
olan birliklerin) bulunmadığı, aynı zamanda askerî niteliği olan
birliklerin (mülki teşkilata tâbi olmayan birliklerin) de yer aldığı
görülmektedir.
Kolluk niteliğini haiz birliklerin, mülkî, adlî ve askerî görevleri ifa
etme yükümlülüğü ve sorumluluğu bulunmasına karşın, askerî niteliği
olan birliklerin sadece mevzuat tarafından verilen askerî görevleri ifa
etme yükümlülüğü ve sorumluluğu bulunmaktadır.
152
Sanığın suç tarihinde görev yaptığı …Komutanlığı, askerî niteliği
olan birliklerden biri olan Jandarma Komando Birliğidir.
Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri Yönetmeliği’nin 3’üncü
maddesinde, Jandarma Komando Birlikleri; “Jandarma Genel
Komutanlığının ihtiyatını oluşturmak üzere; gerektiğinde mülki teşkilata
tabi iç güvenlik birliklerinin gücü dışına çıkan toplumsal olaylara
müdahale etmek, kuruluş ve kadrosunda gösterilen diğer askerî görevleri
yerine getirmek amacıyla; Jandarma Genel Komutanlığınca gerek
görülecek
yerlerde
konuşlandırılan
birliklerdir.”
şeklinde
tanımlanmaktadır.
Bu tanımda;
1. Jandarma Genel Komutanlığının ihtiyatını oluşturmak;
2. Gerektiğinde mülki teşkilata tâbi iç güvenlik birliklerinin gücü
dışına çıkan toplumsal olaylara müdahale etmek;
Şeklinde somut iki görev sayıldıktan sonra, “…kuruluş ve
kadrosunda gösterilen diğer askerî görevleri yerine getirmek…” şeklinde
bir ibareye yer verilmiş olması ve Jandarma Komando Birliğinin özelliği
birlikte dikkate alındığında, tanımda somut olarak sayılan bu iki görevin
de askerî görev olarak kabul edildiği anlaşılmaktadır.
Askerî Yargıtay tarafından da, bölücü terörle mücadelede
jandarmanın da dâhil olduğu Türk Silahlı Kuvvetlerinin bütün
faaliyetlerinin askerî nitelikte ve yurt savunması ile ilgili olduğu kabul
edilmektedir (Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 05.03.2009 tarihli ve
2009/21-25 E-K sayılı kararı).
Bunların ötesinde, karar tarihinde, 5442 sayılı İl İdaresi
Kanununun 11’inci maddesinin D fıkrasının ikinci paragrafının
dokuzuncu cümlesi; “Bu fıkra uyarınca görevlendirilen askerî birlik
mensupları hakkında bu görevlerin ifası sırasında işledikleri suçlardan
dolayı tâbi oldukları kanun hükümlerine göre işlem yapılır.” şeklinde
iken, 31.07.2013 tarihli ve 28724 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak
yürürlüğe giren 6496 sayılı Kanunla, “Bu fıkra uyarınca görevlendirilen
Türk Silahlı Kuvvetleri birliklerinin, bu fıkra kapsamındaki faaliyetleri,
askerlik hizmet ve görevlerinden sayılır.” şeklinde değiştirilmiştir.
Böylece, kanun koyucu tarafından, 5442 sayılı İl İdaresi
Kanunu’nun 11’inci maddesinin D fıkrası kapsamında gerçekleştirilen
bölücü terörle mücadele gibi faaliyetler, açık bir şekilde, Türk Silahlı
Kuvvetleri birlikleri açısından, askerî hizmet ve görev olarak kabul
edilmiştir.
2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu’nun
4’üncü maddesinde, Jandarma Genel Komutanlığının Türk Silahlı
153
Kuvvetlerinin bir parçası olduğunun düzenlendiği; 211 sayılı TSK İç
Hizmet Kanunu’nun 1’inci maddesinde ise, Türk Silahlı Kuvvetleri, Kara
(Jandarma dâhil), Deniz (Sahil Güvenlik dâhil) ve Hava Kuvvetleri
subay, askerî memur, astsubay, erbaş ve erleri ile askerî öğrencilerden
teşekkül eden ve seferde ihtiyatlarla ikmal edilen, kadro ve kuruluşlarla
teşkilâtı gösterilen silâhlı Devlet kuvveti olarak tanımlandığı dikkate
alındığında, Jandarma Genel Komutanlığı teşkilatına dâhil olan
birliklerin tümünün Türk Silahlı Kuvvetleri birliği olduğu hususunda
tereddüt bulunmamaktadır.
Bütün bu açıklamalar ve mevzuat hükümleri doğrultusunda,
somut olayda;
1. Sanığın suç tarihinde görev yaptığı … Komutanlığının;
a. Jandarma Genel Komutanlığının askerî niteliği olan
birliklerinden biri olan Jandarma Komando Birliği olması;
b. 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11’inci maddesinin D fıkrası
gereğince, bölücü terör örgütü ile mücadele etmekle görevlendirilmiş bir
Türk Silahlı Kuvvetleri birliği olması;
2. Sanığın dava konusu eyleminin, …Komutanlığınca
02.09.2011-05.09.2011 tarihleri arasında, … bölgesinde bölücü terör
örgütüne karşı icra edilen operasyon görevine ilişkin olarak
gerçekleştiğinin iddia edilmesi;
Nedeniyle, sanığın üzerine atılı suça konu eyleminin, askerlik
hizmet ve görevleriyle ilgili olduğu sonucuna varılmıştır.
Bu itibarla, 353 sayılı Kanun’un 9’uncu maddesi gereğince, sanık
hakkında açılan kamu davasına bakma görevi askerî yargıya ait
olduğundan, görevsizlik kararının bozulmasına karar verilmiştir.
154
ASMKYUK
Mad. 9, 17, 19, 176
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 131/1
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
1’inci Daire Kararı
E.No. : 2014/0944
K.No. : 2014/0957
T.
: 03.12.2014
ÖZET
ASCK’nın 131/1'inci maddesi (Az vahim hal cümlesi)'nde
düzenlenen zimmet suçundan yargılanan sanığın, suç tarihlerinde
askerliğe elverişsiz olup asker kişi sıfatının bulunmadığı, diğer bir
ifadeyle "Sivil kişi" statüsünde olduğu anlaşıldığından, sanığa isnat
edilen zimmet suçunun sırf askerî suç niteliğinde olmaması ve
sanığın askerliğe elverişsiz olması nedeniyle kamu görevlisi
sayılmayarak suç vasfının değişip TCK'da düzenlenen güveni kötüye
kullanma suçuna veya başka bir suça dönüşmesi ihtimali de dikkate
alındığında; Askerî Mahkemece, müsnet suçtan sanığı yargılama
görevinin askerî yargı organlarına değil, adlî yargı organlarına ait
olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmesinde hukuka aykırılık
bulunmamaktadır.
Sanığın; 01.12.2012–23.12.2012 tarihleri arasında zimmet suçunu
işlediğinden bahisle hakkında kamu davası açılmış ise de, Askerî
Mahkemece; Ankara GATA Eğitim Hastanesince 13.12.2013 tarihli,
15985 nu’lı Sağlık Kurulu Raporu ve 16.01.2014 tarihli, 33 sayılı Ek
Rapor ile sanığın suç tarihlerinde askerliğe elverişli olmadığına karar
verilmiş olması, elverişsizlik hâlinin suç tarihlerini kapsaması, suç
tarihlerinde ve hâlen asker kişi sıfatının bulunmaması nedeniyle sanık
hakkında yargılama yapma görevinin adlî yargı mahkemelerine ait olması
nedeniyle, 353 sayılı Kanun’un 9, 17, 19 ve 176’ncı maddeleri gereğince
Askerî Mahkemenin görevsizliğine, dava dosyasının sanık hakkında
ASCK’nın 131/1 (Az vahim hal) maddesi veya TCK’nın 247/1-3’üncü
maddeleri gereğince yargılama yapılmak üzere kararın kesinleşmesini
155
müteakip görevli ve yetkili Ankara Ağır Ceza Mahkemesine
gönderilmesine karar verilmiştir.
Görevsizlik kararı, sanık tarafından hakkında beraat kararı
verilmesi gerektiği ileri sürülerek temyiz edilmiştir.
Tebliğnamede, görevsizlik kararının onanması yönünde görüş
bildirilmiştir.
Yapılan incelemede;
Sanık terhisli P.Er T. B.'nin 01.12.2012 tarihinden itibaren
...Komutanlığı Kantini’nde kantin sorumlusu olarak görevlendirildiği,
sanığın 23.12.2012 tarihinde firar etmesi nedeniyle 25.12.2012 tarihinde
kantinde heyet huzurunda yapılan sayım neticesinde satış tutarından
16.971,30 TL'lik mal sayıldığı, 2012 yılı Kasım ayında sanığa satış
tutarından 25.453,12 TL'lik mal sayılarak teslim edildiği, 2012 yılı Aralık
ayında 804,35 TL'lik malın satış tutarından Mal İç Dağıtım Belgesiyle
teslim edildiği ve 3.288,73 TL'lik hasılat teslim alındığı, yapılan
hesaplamada 5.997,44 TL kantin açığı olduğunun tespit edildiği, böylece
sanığın zimmet suçunu işlediği iddiasıyla ASCK’nın 131/1 “Az vahim
hal” cümlesi gereğince cezalandırılması istemiyle açılan kamu davasında,
Askerî Mahkemece; sanığın, suç tarihlerinde ve hâlen asker kişi sıfatının
bulunmaması nedeniyle sanık hakkında yargılama yapma görevinin adlî
yargı mahkemelerine ait olması nedeniyle, 353 sayılı Kanun’un 9.17,19
ve 176’ncı maddeleri gereğince Askerî Mahkemenin görevsizliğine karar
verildiği;
Ankara GATA Eğitim Hastanesinin 13.12.2013 tarihli, 15985
sayılı TSK Sağlık Kurulu Raporu ile “Ventriküler septal defekt, Aortik
kapak yetmezliği” tanısı ile sanık hakkında “42/D/13, 42/D/10, askerliğe
elverişli değildir” kararı verilmesi üzerine, Askerî Mahkemenin talebine
istinaden aynı hastane tarafından düzenlenen 16.01.2014 tarihli, 33 sayılı
Sağlık Kurulu Ek Raporu ile sanığın askerliğe elverişsizlik hâlinin suç
tarihlerini (01.12.2012–23.12.2012) de kapsadığına karar verildiği;
Görülmektedir.
Anayasa’nın, askerî yargının görev alanını düzenleyen 145/1'inci
maddesinde, askerî mahkemelerin, asker kişiler tarafından işlenen
askerî suçlar ile bunların asker kişiler aleyhine veya askerlik hizmet ve
görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevli
oldukları belirtilmiştir.
Askerî yargının görev alanı 353 sayılı Askerî Mahkemeler
Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu'nun 9'uncu maddesinde; “Askerî
mahkemeler kanunlarda aksi yazılı olmadıkça, asker kişilerin askerî
olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine (...) yahut askerlik hizmet
156
ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla
görevlidirler.” şeklinde düzenlenmiştir.
Bu düzenlemelere göre askerî yargının görev alanını belirleyen
temel kriter failin asker kişi olmasıdır. Suçun işlendiği tarih itibarıyla
asker kişi sıfatını taşımayan sivil kişilerin barış zamanında askerî
mahkemelerde yargılanması mümkün değildir.
Sanığın, suç tarihlerinde askerliğe elverişsiz olup asker kişi
sıfatının bulunmadığı, diğer bir ifadeyle “Sivil kişi” statüsünde olduğu
anlaşıldığından, sanığa isnat edilen zimmet suçunun sırf askerî suç
niteliğinde olmaması ve sanığın askerliğe elverişsiz olması nedeniyle
kamu görevlisi sayılmayarak suç vasfının değişip TCK'da düzenlenen
güveni kötüye kullanma suçuna veya başka bir suça dönüşmesi ihtimali
de dikkate alındığında; Askerî Mahkemece, müsnet suçtan sanığı
yargılama görevinin askerî yargı organlarına değil, adlî yargı organlarına
ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmesinde hukuka aykırılık
bulunmadığı sonucuna varıldığından, sanığın temyiz sebeplerinin
reddiyle görevsizlik kararının onanmasına karar verilmiştir.
157
ASMKYUK
Mad. 17
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E.No. : 2014/35
K.No. : 2014/42
T.
: 15.05.2014
ÖZET
Geçici terhis edilen sanığın kesin terhis tarihinin, atılı suçtan
açılan kamu davasının sonucuna göre belirlenecek olması karşısında,
Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün 01.01.2004 tarihli ve
2004/45-45 E.K. sayılı kararı ile Askerî Yargıtay Daireler
Kurulunun 12.07.2011 tarihli ve 2011/82-82 E.K. sayılı; 30.09.2010
tarihli ve 2010/93-91 E.K. sayılı; 12.06.2008 tarihli ve 2008/131-112
E.K. sayılı; 25.05.2006 tarihli ve 2006/122-120 E.K. sayılı
kararlarında da belirtildiği üzere, sanık hakkında neticesi sebebiyle
ağırlaştırılmış kasten silahla yaralama suçundan yargılama yapmaya
askerî yargının görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan uyuşmazlık; atılı suç
da gözetildiğinde, hakkında terhis belgesi düzenlenen sanığı yargılama
görevinin askerî mahkemeye ait olup olmadığının belirlenmesi açısından,
geçici terhis edilip edilmediğinin araştırılması gerekip gerekmediğine, bu
bağlamda geçici terhis işlemi yapılanlar yönünden, atılı suçun, askerî bir
suç olmaması ve askerî bir suça da bağlı bulunmaması durumunda, askerî
yargının görevinin devam edip etmeyeceğine ilişkindir.
Görev konusunun kamu düzenine ilişkin olması ve yargılamanın
her aşamasında (İddianamenin kabulünden sonra, kovuşturmanın her
evresinde görevsizlik kararının verilmesinin mümkün olduğuna dair,
Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 22.12.2011 tarihli ve 2011/122-121
E.K. sayılı kararı) resen dikkate alınması, bu bağlamda, somut olayda
uyuşmazlık konusu olan, yüklenen suç bakımından Askerî Mahkemenin
yargılama görevinin devam edip etmediği hususunun tartışılması
gerekmekte ise de; dava dosyasında, görev konusunun tartışılmasını
158
etkileyecek noksanlık bulunup bulunmadığının öncelikle belirlenmesi
zorunluluğu bulunmaktadır.
Dosyanın incelenmesinde; 21.11.2011 tarihinde eğitim birliğine
sevk edilen ve yüklenen suç nedeniyle de 05.08.2012-28.12.2012
tarihleri arasında tutuklu bulunan sanığın, 21.02.2013 tarihinde terhis
edildiği anlaşılmaktadır.
Söz konusu terhis belgesinde, sanığın ne şekilde terhis edildiğine
dair bir bilgi bulunmamakta ve bu konuda yapılan yazışmaya da cevap
verilmemiş ise de, sanığın eğitim birliğine sevk edildiği tarih ve terhis
edildiği tarih ile tutuklu kaldığı süreç dikkate alındığında, terhis
yönergesi hükümleri doğrultusunda sanık hakkında geçici terhis işlemi
yapıldığı hususunda duraksama bulunmamaktadır.
Öte yandan, suç vasfına ilişkin olarak iddianamedeki kabule
dayanılmak suretiyle, atılı suça yönelik olarak yargılama görevinin
belirlenmesinde de isabetsizlik bulunmamaktadır.
Bu itibarla, sanığın, askere sevk edildiği tarih, atılı suçtan
tutuklandığı tarih ve terhis edildiği tarih birlikte değerlendirildiğinde,
geçici terhis edilmiş olduğu hususunda bir kuşku bulunmadığından, bu
konuda yapılan araştırmanın sonuçlanmamış olmasının, keza görevli
yargı yolunun belirlenmesi açısından ek araştırma yapılmamış olmasının
noksanlık oluşturmadığına karar verilmiştir.
Uyuşmazlık konusuna ilişkin olarak, askerî mahkemelerin
görevleri ile ilgili düzenlemeler incelendiğinde;
Anayasa’nın “Askerî yargı” başlıklı 145/1’inci maddesi; “Askerî
yargı, askerî mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür.
Bu mahkemeler, asker kişilerin; askerî olan suçları ile bunların asker
kişiler aleyhine veya askerî mahâllerde yahut askerlik hizmet ve görevleri
ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler.”
şeklinde iken;
07.05.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanun’un 15’inci maddesi ile;
“Askerî yargı, askerî mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından
yürütülür. Bu mahkemeler; asker kişiler tarafından işlenen askerî suçlar
ile bunların asker kişiler aleyhine veya askerlik hizmet ve görevleriyle
ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidir. Devletin
güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait
davalar her hâlde adliye mahkemelerinde görülür.” şeklinde değiştirildiği
görülmektedir.
353 sayılı Kanun’un “Genel görev” başlıklı 9’uncu maddesi de,
Anayasa’nın 145’inci maddesinin birinci fıkrasındaki düzenlemeyi aynen
içermektedir.
159
Öğretide ve uygulamada “Askerî suçlar”;
1) Unsurlarının ve cezalarının tamamı Askerî Ceza Kanunu’nda
yazılı olan, başka bir anlatımla Askerî Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza
kanunu ile cezalandırılmayan suçlar;
2) Unsurları kısmen Askerî Ceza Kanunu’nda, kısmen diğer ceza
kanunlarında gösterilen suçlar;
3) Türk Ceza Kanunu’na atıf suretiyle askerî suç hâline
dönüştürülen suçlar; olmak üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.
353 sayılı Kanun’un 4191 sayılı Kanun’la değişik “Askerî
mahkemelerde yargılamayı gerektiren ilginin kesilmesi” başlıklı 17’nci
maddesi; “Askerî mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin
kesilmesi daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma
görevini değiştirmez. Ancak suçun; askerî bir suç olmaması, askerî bir
suça bağlı bulunmaması ve sanık hakkında kamu davası açılmamış
olması hâlinde askerî mahkemenin görevi sona erer.” biçiminde iken,
Anayasa Mahkemesinin 11.03.2000 tarihli ve 23990 sayılı Resmî
Gazete’de yayımlanan, 01.07.1998 tarihli, 1996/74 Esas ve 1998/45
Karar sayılı kararı ile, maddenin ikinci tümcesinde yer alan “...ve sanık
hakkında kamu davası açılmamış olması...” sözcüklerinin Anayasa’ya
aykırı olduğuna ve iptaline karar verilmiştir.
Maddede geçen “ilginin kesilmesi” tabiri, kesin terhis, askerliğe
elverişsizlik gibi, asker kişiler bakımından bir daha geri dönülmeyecek
şekilde gerçekleşen statü değişikliğini ifade etmektedir. Geçici terhisle
askerlikten ilişiği kesilen ve şartların gerçekleşmesi hâlinde, noksan
kalan muvazzaflık hizmet süresini tamamlamak üzere tekrar silah altına
alınarak asker kişi statüsünü kazanabilecek olanlar bakımından, 353
sayılı Kanun’un 17’nci maddesinde belirtilen anlamda “askerî
mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi” hâlinden söz
edilemeyecektir.
Bu duruma göre, askerî mahkemelerde yargılanmayı gerektiren
ilginin kesilmesiyle birlikte, sanığa yüklenen suçun askerî bir suç
olmaması veya askerî bir suça bağlı bulunmaması hâlinde, askerî
mahkemelerin görevlerinin sona ereceği konusunda tereddüt yoktur.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararı nedeniyle, sanık hakkında kamu
davasının açılmış olup olmamasının da bir önemi bulunmamaktadır.
Askerlik hizmet süresine ilişkin düzenlemelerin yer aldığı
mevzuata bakıldığında ise;
1111 sayılı Askerlik Kanunu’nun 80/4’üncü maddesinde;
“herhangi bir mahkemenin hükmettiği hapis cezalarının ... muvazzaf ve
yedek hizmetlerinden sayılmaz”;
160
80/son maddesinde ise; “Beraatle neticelenen davalarda
mevkufiyet müddetleri hizmetten sayılır. Ancak muvazzaflardan altı ay
talim görmemiş olanlara bu müddet tamamlattırılır. Yedeklere talim
müddeti kadar hizmet yaptırılır.”;
MSY: 70-11 (A) Terhis Yönergesi’nin, askerlik hizmetinden
sayılacak ve sayılmayacak sürelere ilişkin Birinci Bölüm 5/ç bendinde;
“Hizmetleri sırasında tutuklanan ve tutukluluk süresi içinde hizmet süresi
sona eren erbaş ve erlerin geçici olarak terhisleri yapılır ve terhis
işleminin yapıldığı askerî savcılığa bildirilir. Bunlarla ilgili yargılamanın,
…Tutukluluk süresinin askerlik hizmetinden sayılmamasını gerektirecek
bir kararla neticelenmesi hâlinde, tutukluluk süresi kadar noksan hizmetli
olarak hizmet yaptırıldıktan sonra kesin terhisleri yapılır.” düzenlemesine
yer verildiği ve benzer düzenlemenin, yargılamanın sürdürüldüğü
tarihlerde yürürlükte bulunan MSY:70-1/C Asker Alma Yönergesi’nin
İkinci Bölüm Altıncı Kısım 4/(6)-(d) bendinde, keza 06.12.2013 tarihinde
yayımlanan MSY:70-1 (Ç) Asker Alma Yönergesi’nde de yer aldığı
görülmektedir.
Söz konusu düzenlemelerde yer alan “geçici terhis” uygulaması,
işlediği bir suç nedeniyle tutuklanan yükümlülerin mağduriyetini
önlemeye ve birliklerin kadro ihtiyacını belirleyip gidermeye yönelik
idari bir tedbirdir.
Ayrıca, Terhis Yönergesi’nin Birinci Bölümünde “terhis”;
“Kanunlarda belirtilen muvazzaflık hizmet sürelerini tamamlayan veya
tamamlamış kabul edilen yükümlülerin, ... Türk Silahlı Kuvvetlerinden
ayrılmalarıdır.” şeklinde tanımlanmıştır.
Bu açıklamalar doğrultusunda somut olay değerlendirildiğinde;
atılı suç nedeniyle 05.08.2012-28.12.2012 tarihleri arasında tutuklu kalan
ve yargılaması devam ettiğinden, tutuklu kaldığı sürelerin askerlik
hizmetinden sayılması suretiyle geçici terhis edildiği kabul edilen
sanığın, tutuklu kaldığı sürenin askerlik hizmetinden sayılıp
sayılmayacağının ve muvazzaflık hizmet süresini tamamlayıp
tamamlamadığının, diğer bir deyişle kesin terhis tarihinin yüklenen suçla
ilişkin kamu davasının sonucuna göre belirlenecek olması karşısında,
Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün 01.01.2004 tarihli ve 2004/4545 E.K. sayılı kararı ile Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 12.07.2011
tarihli ve 2011/82-82 E.K. sayılı; 30.09.2010 tarihli ve 2010/93-91 E.K.
sayılı; 12.06.2008 tarihli ve 2008/131-112 E.K. sayılı; 25.05.2006 tarihli
ve 2006/122-120 E.K. sayılı kararlarında da belirtildiği üzere, sanık
hakkında atılı suçtan yargılama yapmaya askerî yargının görevli olduğu
kabul edilerek, Başsavcılık itirazının kabulüne, Daire kararının
161
kaldırılmasına ve Askerî Mahkemece verilen görevsizlik kararının
bozulmasına karar verilmiştir.
162
ASMKYUK
Mad. 66
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
4’üncü Daire Kararı
E.No. : 2014/538
K.No. : 2014/541
T.
: 27.05.2014
ÖZET
Sanığın üstü konumundaki bir personelin sivil eşya
deposunda sözlü olarak arama yapılmasına ilişkin verdiği emrin,
askerî mahkeme kararına dayanmadığı, aramanın Kanun'un yetkili
kıldığı kişiler tarafından veya bunların verdiği yazılı emir üzerine de
yapılmadığı anlaşıldığından, yapılan arama işlemi ve bunun sonucu
elde edilen deliller hukuka aykırıdır.
Askerî Mahkemece; sigara büfesinde görev yapan ve paralarını
genellikle üstünde bulundurmayıp, büfenin hemen yanındaki otel
kısmında kullandıkları soyunma odasında bulunan dolapta muhafaza
eden mağdur Ulş.Er S. E. Y.'nin; 10.08.2012 tarihinde akşam saatlerinde
büfede işi bittikten sonra, büfede görev yaparken giydiği siyah pantolonu
ve beyaz gömleği değiştirip nöbetine gitmek için koğuşa geldiğinde,
siyah pantolonunun cebinde 100 dolar ve 360 TL’den oluşan parasını
yanında getirdiğini fark ettiği; nöbet saati geldiği için parayı kamuflajının
cebine koyarak, bu şekilde nöbete gittiği; nöbet dönüşü üzerini
değiştirdiği, parasını kamuflajının gömlek cebine koyarak kamuflajını
koğuştaki dolabına astığı; müteakiben dolabını kilitleyip, anahtarı siyah
pantolonunun cebine koyup, bu pantolonu, gömleği ile birlikte, yatağının
kenarına asarak, yattığı; ertesi gün sabah kalkarak, siyah pantolonu ve
beyaz gömleğini giyip, görev yeri olan sigara büfesine gittiği; akşam yat
saatine doğru, takriben 21.00 sıralarında, koğuşuna gittiği; dolabını
açtığında, cebine parasını bıraktığı kamuflajının gömleğinin olmadığını,
diğer eşyalarının kamuflaj altı, bot vs. yerinde olduğunu görünce,
parasının çalındığını anlayarak, o sırada koğuşta yatağında uzanır
vaziyetteki sanığa, konuyla ilgili bilgisi olup olmadığını sorduğu; sanığın
da, herhangi bir bilgisinin olmadığını söylediği; hırsızlık olayının, o
günkü nöbetçi subayı olan İkm.Bçvş. H. S.'ye bildirildiği; ertesi gün
163
nöbeti devralan, nöbetçi subayı ve aynı zamanda Destek Birlikleri
Komutanlığı Bölük Astsubayı olan P.Kad.Bçvş. A. K.’nin, nöbetçi
Astsubay İkm.Bçvş. H. S.’den hırsızlık vukuatının olduğunu öğrenmesi
üzerine; sabah bölük içtimasında konuyla ilgili olarak mağdurdan bilgi
aldığı, mağdurun, sanıktan şüphelendiğini öğrendiği; konuyla ilgili
araştırma yapılırken, P.Er H. Ü.'nün, sanığı sivil eşya deposunda
gördüğünü, çantasında cep telefonu kutuları ve kapakları olduğunu
söylemesi üzerine; P.Kad.Bçvş. A. K.’nin, sanığın söz konusu parayı sivil
eşya deposundaki çantasında saklamış olabileceğini düşünerek; yanına
Ulş.Er H. Ü. ve Ulş.Er S. O.’yu alarak, sivil eşya deposuna gittiği; sivil
eşya deposu sorumlusu Dz.Shh.Er R. D.’nin, sanığa ait çantayı
gösterdiği; çantayı açtıklarında, ilk olarak çantanın içinde sivil giysileri,
cep telefonu kutuları ve kapakları olduğunu gördükleri; bütün eşyayı
boşalttıkları, ancak parayı bulamadıkları; ardından, çantanın en altındaki
tabanı kaplayan mukavvayı da kaldırdıklarında, burada A4 kağıda sarılıp
bantlanmış bir şey olduğunu fark ettikleri; açtıklarında, içinde 100 dolar
ve 350 TL para olduğunu gördükleri; müteakiben P.Kad.Bçvş. A. K.'nin,
parayı yanına alarak bölük astsubayı odasına gittiği; sanığı odasına
çağırttığı, sanığa çantasında buldukları parayı göstererek, nereden
aldığını sorduğu; sanığın da parayı, mağdurun kamuflaj gömleğinin
cebinden aldığını itiraf ettiği; daha sonra bulunan 100 dolar ve 350 TL ile
sanığın kendisinden alınan 10 TL’nin mağdura iade edildiği; böylece,
sanığın, astının bir şeyini çalmak suçunu işlediği kabul edilerek; yukarıda
yazılı olduğu şekilde mahkûmiyetine karar verilmiş ise de;
Sanık hakkında verilen mahkûmiyet hükmüne esas alınan
delillerin; sanığın sivil eşya deposundaki çantasında yapılan arama
sonucu elde edilen paralar ve bu aramada ele geçirilen paralar
gösterilerek tespit edilen sanığın ikrarı olduğu görülmekle; öncelikle,
hukuka aykırı delil konusunun ve sanığın sivil eşya deposundaki
çantasında yapılan arama işleminin hukuka uygun olup olmadığının
incelenmesi gerekmektedir.
Ceza yargılamasında “delil serbestîsi” ve “vicdani delil sistemi”
esas olmakla birlikte, delillerin belli kurallar çerçevesinde elde edilmesi
gerekmektedir. Bazı delillerin elde edilmesi ise istisnai olarak
yasaklanmıştır. İşte genel olarak, elde edilmesi yasaklanmış bir delilin
elde edilmesi veya elde edilmesi belirli usul ve esaslara bağlanmış bir
delilin elde edilmesi sırasında bu usul ve esaslara uyulmamış olması
hâlinde hukuka aykırı delilden söz edilmektedir. Delil elde etme
konusunda öngörülen yasaklara “delil elde etme yasakları”, hukuka
164
aykırı elde edilen delillerin hüküm verilirken değerlendirilmemesine de
“delil değerlendirme yasakları” denilmektedir.
Anayasa’nın 38’inci maddesinin altıncı fıkrasında, kanuna aykırı
olarak elde edilmiş bulguların, delil olarak kabul edilemeyeceği;
CMK’nın 206/2-a maddesinde, kanuna aykırı olarak elde edilmiş
delilin, ortaya konulmasının reddolunacağı;
CMK’nın 217/2’nci maddesinde, yüklenen suçun, hukuka uygun
bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebileceği;
CMK’nın 289 ve 353 sayılı Kanun'un 207’nci maddelerinde,
hükmün hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delile dayanması hâlinde
hukuka kesin aykırılığın var sayılacağı;
Hükümleri yer almakta olup; Anayasa ve Kanun’ların emredici bu
hükümleriyle, hukuka aykırı yol ve yöntemlerle elde edilmiş bulguların
delil olarak kabul edilemeyeceği, reddedileceği ve hükme esas
alınamayacağı açıkça düzenlenmiş bulunmaktadır.
Hukuka aykırı delil konusu bu şekilde açıklandıktan sonra, sanığın
sivil eşya deposundaki çantasında yapılan arama işleminin hukuka uygun
olup olmadığı irdelenmiştir.
“Özel Hayatın Gizliliği Hakkı”; Anayasa’nın 20’nci maddesinin
1'inci fıkrasında “Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının
gizliliğine dokunulamaz.” şeklinde ve Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin 8'inci maddesinin birinci fıkrasında “Herkes özel
hayatına, aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi
hakkına sahiptir” şeklinde koruma altına alınmıştır.
Özel hayatın korunmasını her şeyden önce bu hayatın gizliliğinin
korunması, başkalarının gözleri önüne serilmemesi demektir. Kişinin
özel hayatında yaşananların, yalnız kendisi veya kendisinin bilmesini
istediği kimseler tarafından bilinmesini isteme hakkı, kişinin temel
haklarından biridir ve bu niteliği nedeniyle insan haklarına ilişkin
beyanname ve sözleşmelerde yer almış, tüm demokratik ülkelerin
mevzuatlarında açıkça belirlenen istisnalar dışında devlete, topluma ve
diğer kişilere karşı korunmuştur. İnsan olmanın doğal bir sonucu olarak
askerlerin de bu korumadan yararlanacağı kuşkusuzdur.
Bununla birlikte, modern toplumlarda diğer kişi haklarında olduğu
gibi özel hayatın gizliliği de sınırsız bir hak niteliğinde değildir. Bazı
hallerde bu haklara da müdahale edilmesi gerekebilmekte, kişiler de
önemli nedenlerle yapılan bu müdahalelere katlanmak durumunda
kalmaktadırlar.
Anayasa'nın 20’nci maddesinin ikinci fıkrasında özel hayatın
165
gizliliğine ancak millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin
önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması veya başkalarının
hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı
olarak, usulüne göre verilmiş hâkim kararı ile ya da gecikmesinde
sakınca bulunan hâllerde yine bu sebeplere bağlı olarak kanunla yetkili
kılınmış merciin yazılı emri ile müdahalede bulunulabileceği hükme
bağlanmıştır.
Bunun yanında, Anayasa'nın 13'üncü maddesinde temel hak ve
özgürlüklerinin sınırlandırılabilmesinin şartları düzenlenmiştir. Buna
göre, temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve
ancak kanunla sınırlanabilecek ve bu sınırlamalar, Anayasa’nın sözüne
ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyet’in
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmayacaktır.
Yine, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8’inci maddesinin
ikinci fıkrasında “Bu hakkın kullanılmasına bir kamu otoritesinin
müdahalesi, ancak ulusal güvenlik, kamu emniyeti, ülkenin ekonomik
refahı, dirlik ve düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın
veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için,
demokratik bir toplumda zorunlu olan ölçüde ve yasayla öngörülmüş
olmak koşuluyla söz konusu olabilir” denilerek bu hakka ancak fıkrada
belirtilen koşullarla müdahalede bulunulabileceği ifade edilmiştir.
Özel hayatın gizliliği hakkına müdahale teşkil eden koruma
tedbirlerinden biri de aramadır. Bu bakımdan, yasalarda hangi hâllerde
aramanın yapılacağı özel olarak öngörülmektedir.
Arama, saklanan bir kişinin veya gizli ve saklı tutulan bir eşyanın,
tehlikeyi önlemek için veya adlî amaçlarla meydana çıkarılması için
yapılan bir faaliyet olarak tanımlanmaktadır. Dolayısıyla, Anayasa’nın
özel hayatın gizliliği hakkı ile ilgili olarak öngördüğü sınırlamaların
uygulanabilmesi için, yapılan işlemin teknik anlamda arama olması
gerekmektedir. Teknik anlamda “arama” sayılmayan “denetim” ve “idarî
kontroller” doğal olarak Anayasa’nın koruduğu alan dışındadır. Bu
nedenle, idarî kontroller için hâkim kararına veya yetkili merci emrine
gerek bulunmamaktadır.
Bununla birlikte, idarî kontrol yapılabilecek olması, idarî
kontroller sırasında her eşyaya ve her yere bakılabileceği anlamına
gelmemektedir.
Askerlik yükümlülüklerini yerine getirmekte olan erbaş/erlere
hizmet maksadıyla tahsis edilen ortak yaşam alanlarında ve bu alanlarda
yer alan eşyalarında, verilmiş olan düzen ve disipline ilişkin emirlere
166
riayet edip etmediklerinin tespiti maksadıyla birlik komutanının emriyle
idari kontroller yapılabilecektir (örneğin soyunma dolaplarının ve kılıkkıyafetin amirler tarafından kontrol edilmesi gibi).
İdari kontrollerdeki amaç; düzen, tertip, temizlik ve emirlere
riayetin kontrolü olduğundan, örneğin soyunma dolabında görülen
günlüğün okunması ve ceketin cebindeki cüzdanın içine bakılması gibi
amacı aşan uygulamalar söz konusu olduğunda, arama hukuku ile ilgili
düzenlemeler gündeme gelecektir.
Personelin kilitli dolapları ve özel eşyaları üzerinde ya da askerî
mahkeme ve savcılıklar ile adlî müşavirliklere tahsis edilen odalarda idarî
kontrol adı altında bir işlem yapılamayacağı gibi, işlenmiş bir suç için
delil bulma veya suç failini bulma amacıyla idarî kontrol
yapılamayacaktır.
Türk hukukunda; adlî ve önleme araması olmak üzere iki çeşit
aramada bulunmaktadır.
Adlî arama; bir suçun ortaya çıkması üzerine, saklanan şüpheli
veya sanığın yakalanması, suçun delillerinin tespiti ve müsadereye tâbi
eşyaların ele geçirilmesi amacıyla, kişilerin konutlarında, etrafı çevrili
sair mahallerinde, üstlerinde ve eşyalarında yapılan araştırma işlemi;
Önleme araması; makul ve kabul edilebilir bir sebebe bağlı olarak,
millî güvenlik ve kamu düzeninin, genel sağlık ve genel ahlakın veya
başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunması, suç işlenmesinin
önlenmesi, taşınması veya bulundurulması yasak olan her türlü silâh,
patlayıcı madde veya eşyanın tespiti, toplum açısından tehlike yaratacak
kişilere ulaşmak amacıyla yapılan araştırma işlemidir.
Somut olaydaki arama işlemi, bir suç iddiasının ortaya
çıkmasından sonra söz konusu olduğundan, adlî arama niteliğinde olduğu
açıktır.
Adlî arama; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 116 ilâ
122'nci maddeleri ve 134’üncü maddesi ile Adlî ve Önleme Aramaları
Yönetmeliği’nin 5 ilâ 17’nci maddelerinde düzenlenmiştir. Bu hükümlere
göre;
a. Adlî aramaya karar verme yetkisi, kural olarak hâkimindir.
Bununla birlikte, gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet
savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hâllerde ise kolluk
âmirinin yazılı emriyle de arama yapılabilir. Ancak kolluk amirlerince
konutta, iş yerinde ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda arama kararı
verilemez.
b. Adlî aramalar için, gecikmesinde sakınca bulunan hâl, derhâl
işlem yapılmadığı takdirde suçun iz, eser, emare ve delillerinin
167
kaybolması veya şüphelinin kaçması veya kimliğinin tespit edilememesi
ihtimalinin ortaya çıkması ve gerektiğinde hâkimden karar almak için
vakit bulunmaması hâlini ifade etmektedir.
c. Adlî arama açısından “belirlilik” kuralı ve “adil yargılanma
ilkesi” geçerlidir. Bu nedenle, adlî aramada, aranan şey veya kişi belirli
olmalıdır.
ç. Adlî arama, şüphelinin veya sanığın üstünde, eşyasında,
konutunda, işyerinde veya ona ait diğer yerlerde yapılabileceği gibi, diğer
bir kişinin üstünde, eşyasında, konutunda, işyerinde veya ona ait diğer
yerlerde de yapılabilecektir. Ancak, şüphelinin veya sanığın üstünde,
eşyasında, konutunda, işyerinde veya ona ait diğer yerlerde arama
yapılabilmesi için, buralarda şüphelinin veya sanığın yakalanabileceği
veya suç delillerinin elde edilebileceği hususunda makul şüphenin
bulunması yeterli iken, diğer bir kişinin üstünde, eşyasında, konutunda,
işyerinde veya ona ait diğer yerlerde adlî arama yapılabilmesi, makul
şüpheye ek olarak, aranılan kişinin veya suçun delillerinin belirtilen
yerlerde bulunduğunun kabul edilebilmesine olanak sağlayan olayların
varlığına bağlı tutulmuştur.
d. Makul şüphe; hayatın akışına göre somut olaylar karşısında
genellikle duyulan şüphe olarak tanımlanmaktadır. Makul şüphenin
varlığı için;
(1) Aramanın yapılacağı zaman, yer ve ilgili kişinin veya onunla
birlikte olanların davranış tutum ve biçimleri, görevlinin taşındığından
şüphe ettiği eşyanın niteliği gibi sebepler göz önünde tutulmak;
(2) Arama sonunda belirli bir şeyin bulunacağını veya belirli bir
kişinin yakalanacağını öngörmeyi gerektiren somut olguların
mevcudiyeti aranmalı;
(3) İhbar veya şikâyeti destekleyen emareler var olmalı ve şüphe
somut olgulara dayanmaktır.
Bu genel kurallar belirtildikten sonra, 353 sayılı Kanun’un
“Aramaya ve zapta karar verme yetkisi ve buna itiraz” başlığı altındaki
66’ncı maddesine bakıldığında:
“Aramaya ve zapta karar verme yetkisi; millî güvenlik, kamu
düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın
korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması
sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak, askerî mahkemeye aittir.
Yukarıda belirtilen sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca
bulunan hâllerde askerî savcılar, teşkilâtında askerî mahkeme kurulan
kıta komutanı veya askerî kurum amirleri ve bunların verecekleri yazılı
emir üzerine diğer askerî makamlar da arama ve zapt işlemi yapabilirler.
168
Arama ve zapt işlemleri, yirmi dört saat içinde yetkili askerî mahkemenin
onayına sunulur. Askerî mahkeme, kararını arama ve zapt işleminden
itibaren kırk sekiz saat içinde açıklar; aksi hâlde, zapt kendiliğinden
kalkar.
Askerî mahallerde yapılacak arama ve zapttan o yerdeki askerî
birlik komutanı veya kurum amiri haberdar edilir.
Askerî mahkemenin onayına sunulmayan arama ve zapt işlemleri
hakkında, aleyhine arama ve zapt işlemi yapılan kimse, askerî
mahkemeden her zaman bu hususta bir karar verilmesini isteyebilir.
Yukarıdaki fıkralara göre verilecek kararlara karşı yedi gün
içinde en yakın askerî mahkemeye itiraz edilebilir.” hükmünün yer aldığı
görülmektedir.
Bu hükümlere göre; askerî yargıya tâbi bir suçla ilgili bir kişinin
üstünün ve eşyalarının suç şüphesiyle aranabilmesi için, esas itibarıyla
askerî mahkeme kararı gerekmekte; ancak belirli sebeplere bağlı olarak
ve gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde, askerî savcılar, teşkilatında
askerî mahkeme kurulan kıta komutanı veya askerî kurum amirleri
tarafından ve bunların verecekleri yazılı emir üzerine diğer askerî
makamlar tarafından da arama yapılabilmektedir.
Bu açıklamalar doğrultusunda, dava konusu somut olaya
bakıldığında; sanığın üstü konumundaki P.Kad. Bçvş. A. K.'nin sivil eşya
deposunda sözlü olarak arama yapılmasına ilişkin verdiği emrin, askerî
mahkeme kararına dayanmadığı, aramanın kanunun yetkili kıldığı kişiler
tarafından veya bunların verdiği yazılı emir üzerine de yapılmadığı
anlaşıldığından, yapılan arama işleminin ve bunun sonucu elde edilen
delillerin hukuka aykırı olduğu anlaşılmaktadır (Askerî Yargıtay Daireler
Kurulunun 10.05.2012 tarihli, 2012/64-64 Esas ve Karar sayılı ilamı ile
Askerî Yargıtay 2’nci Dairesinin 18.12.2013 tarihli, 2013/1551-1524
Esas ve Karar sayılı ilamlarındaki kabuller de aynı yöndedir).
Hukuka aykırı delilin hükme esas alınmış olması mutlak bozma
nedeni olduğu gibi, sanığın mahkûmiyetine gerekçe olarak gösterilen
diğer bütün delillerin de, arama sonucu elde edilen eşyalar ile ilgili sorgu,
savunma ve tanık beyanlarına ilişkin ve hukuka aykırı delilin bir sonucu
olması sebebiyle, bunların da hukuka uygun olarak kabul edilmesi ve
hükme esas alınması mümkün değildir.
Sonuç itibarıyla; eylemin sübutu bakımından, arama işleminin
yapılmasına kadar yaşanan olaylarla ilgili olarak dinlenmiş bir kısım
tanıkların yetersiz beyanları dışında mahkûmiyete yeterli her türlü
şüpheden uzak, yeterli ve inandırıcı delil bulunmadığı, hukuka aykırı yol
ve yöntemlerle elde edilmiş kanıtlar esas alınmak suretiyle mahkûmiyet
169
kararı verilmesinin hukuka aykırı olacağı, bu itibarla, şüphe sanık lehine
yorumlanarak, sanık hakkında Askerî Mahkemece; atılı suçtan delil
yetersizliği nedeniyle beraat kararı verilmesi gerekirken, mahkûmiyet
hükmü kurulmasının hukuka aykırı olduğu anlaşıldığından, mahkûmiyet
hükmünün esas yönünden bozulmasına karar verilmiştir.
170
ASMKYUK
Mad. 195, 202, 203, 204, 214, 254
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 231
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
1’inci Daire Kararı
E.No. : 2014/1012
K.No. : 2014/1014
T.
: 17.12.2014
ÖZET
Müsadere kararı, güvenlik tedbirine ilişkin olmakla birlikte
hükmün bir parçası olduğu için, hükmün tâbi olduğu kanun yoluna
tâbi olması gerekmektedir. Dolayısıyla açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilen hükümde yer alan müsadere kararına
karşı da ancak itiraz kanun yoluna başvurulabilecektir. Bu itirazı
inceleme mercii Askerî Yargıtay olmayıp, 353 sayılı Kanun’un
202/2’nci maddesi uyarınca en yakın askerî mahkemedir.
Askerî Mahkemece; sanığın, 20.02.2013 tarihinde mağdur
Uzm.J.I.Kad.Çvş. A. Ö.’ye karşı üstü tehdit suçunu işlediği kabul
edilerek, eylemine uyan ASCK’nın 82/2 (Birinci cümle) ve TCK’nın
62/1’inci maddesi uyarınca beş ay hapis cezası ile cezalandırılmasına,
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına, beş yıl süreyle denetim
süresine tâbi tutulmasına, takdiren herhangi bir denetimli serbestlik
tedbiri belirlenmeden geçirilmesine, denetim süresi içerisinde sanığın
kasten yeni bir suç işlemesi hâlinde açıklanması geri bırakılan hükmün
açıklanmasına, denetim süresi içerisinde sanığın kasten yeni bir suç
işlememesi hâlinde açıklanması geri bırakılan hükmün ortadan
kaldırılarak davanın düşmesine karar verilmesine;
Sanığa ait suçta kullanılan ve … İlçe J.K.lığında muhafaza
edilmekte olan; bir adet Yavuz 16 Compact MC marka ve … numaralı
zati tabanca, bir adet siyah renk şarjör ve iki adet 9 mm. çapındaki mermi
fişeğinin TCK’nın 54’üncü maddesi uyarınca müsaderesine, bu hususta
gereği için kararın kesinleşmesini müteakiben … K.lığı Askerî
Savcılığına müzekkere yazılmasına;
171
Karar verildiği;
Müdafii tarafından, hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kararına itiraz edilmediği, ancak müvekkiline Devlet tarafından görevi
nedeniyle verilmiş olup … İlçe J.K.lığında muhafaza edilmekte olan, bir
adet Yavuz 16 Compact MC marka ve … numaralı zati tabanca, bir adet
siyah renk şarjör ve iki adet 9 mm. çapındaki mermi fişeğinin TCK’nın
54’üncü maddesi uyarınca müsadere edilmesi kararına, hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına rağmen sanki hüküm açıklanmış gibi
ve suçta kullanılan silah müsadere edilmiş gibi bir anlam doğduğu,
Devletin görevi nedeniyle müvekkiline verdiği silahın müsadere
edilmemesi gerektiği ileri sürülerek itiraz edildiği;
Müdafiin talebi üzerine; talebi inceleyen … Komutanlığı Askerî
Mahkemesinin 24.03.2014 tarihli, 2014/832-43 Evrak ve Karar sayılı
duruşmasız işlere ait kararı ile müsadere hükmüne karşı kanun yolunun
temyiz olduğu, temyiz talebini incelemekle görevli merciin Askerî
Yargıtay olduğu değerlendirilerek müdafiin talebi hakkında bir karar
verilmesine yer olamadığına karar verildiği;
Askerî Yargıtay Başsavcılığınca düzenlenen tebliğnamede,
müdafiin itirazı temyiz olarak kabul edilerek, müsadere hükmünün
gerekçesizlik nedeniyle usul yönünden bozulmasına karar verilmesi
gerektiği yönünde görüş bildirildiği;
Anlaşılmaktadır.
Yapılan incelemede;
353 sayılı Kanun’un 195’inci maddesinde kanun yollarının itiraz
ve temyiz olduğu; olağan bir kanun yolu olan itirazın 353 sayılı
Kanun’un 202, 203 ve 204’üncü maddelerinde düzenlendiği
görülmektedir.
5530 sayılı Kanun ile 202’nci maddeye eklenen ikinci fıkra ile
“Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hâllerde yapılacak itirazları en
yakın askerî mahkeme inceler.” düzenlemesi getirilmiştir.
353 sayılı Kanun kapsamında, Askerî Yargıtayın itiraz merci
olarak bakacağı işler sadece temyiz isteminin reddi konusuna ilişkin
214’üncü madde ile cezaların yerine getirilmesi sırasında alınması
gereken kararlara ilişkin 254’üncü maddede “Hüküm kesinleşmeden önce
gerçekleşen şahsî hürriyeti sınırlama sonucunu doğuran hâller nedeniyle
geçirilmiş süreler ile hastanede geçen sürenin cezadan indirilmesi,
değişik hükümlerdeki cezaların toplanması ve mahkûmiyet hükmünün
yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksama” şeklinde
gösterilen konularla sınırlı olarak belirlenmiştir.
172
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı
başvurulabilecek kanun yolu ise; 5271 sayılı CMK’nun 231. maddesinin,
“Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir”
şeklinde hüküm altına alınan on ikinci fıkrasında açıkça “İtiraz” olarak
belirtilmiştir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının üzerine
inşa edildiği hüküm ise, bilahare davanın düşmesi kararı verildiğinde
veya hükmün açıklanması ya da yeni bir hüküm kurulması hâlinde varlık
kazanacağından ve ancak bu hâlde temyiz edilebilme imkânına
kavuşabileceğinden, bu aşamadan önce henüz hukuken varlık
kazanmamış bulunan bu hükmün temyiz merciince denetlenebilme
imkânı bulunmamaktadır.
Müsadere kararı güvenlik tedbirine ilişkin olmakla birlikte
hükmün bir parçası olduğu için, hükmün tâbi olduğu kanun yoluna
tâbi olması gerekmektedir. Dolayısıyla açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilen hükümde yer alan müsadere kararına karşı da
ancak itiraz kanun yoluna başvurulabilecektir. Zira açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilmiş olması nedeniyle henüz hukuken varlık
kazanmamış bulunan hükmün temyiz merciince denetlenebilme imkânı
bulunmayan bir aşamada, hükmün bir parçasını oluşturan müsaderenin
temyizen incelenebileceğini kabul etmek, bir bütün olan hükmün bir
bölümünün itiraz, bir bölümünün ise temyiz kanun yoluna tâbi olacağı
gibi çelişkili bir hâlin ortaya çıkması sonucunu doğuracaktır.
Diğer taraftan, müsadere kararının doğru olup olmadığının
belirlenmesi için öncelikle eylemin sabit olup olmadığının tespiti
gerekmektedir. Bu itibarla itiraz kanun yoluna tâbi bulunan
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükmün temyizen
incelenmesi, dolayısıyla eylemin sabit olup olmadığının belirlenmesi
mümkün olmayacak, bunun sonucu olarak eylemin sabit olduğu
belirlenmeden eksik bir değerlendirmeyle müsadere kararının doğru olup
olmadığının tespiti eksik bir değerlendirme olup, usul ve kanuna aykırı
olacaktır.
Doktrinde de; “Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararları
içinde verilen müsadere kararları da, asıl hükmün tâbi olduğu itiraz yasa
yoluna tâbidir” (Yener Ünver-Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku,
2. Cilt, 7. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, s.308) şeklinde,
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümde yer alan
müsadere kararının itiraz kanun yoluna tâbi olacağına ilişkin görüş de
mevcuttur.
Ayrıca, ceza muhakemesinde kanun yolu, tarafların istemlerine
göre değil, kanunun sistematiği ve normları dikkate alınarak
173
belirlenmelidir. Kanunda, hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kararına karşı başvurulabilecek kanun yolu hiçbir istisnaya yer
vermeksizin açıkça itiraz olarak belirtilmiş olduğundan, hükmün bir
parçası olan müsadere kararı da itiraz kanun yoluna tâbi olacaktır.
Nitekim, açıklanması geri bırakılan hükümde yer alan müsadere
kararının, temyizen incelenmesinin mümkün olmayıp itiraz kanun yoluna
tâbi olduğu Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 15.04.2014 tarihli ve
2012/6-1452 E., 2014/195 K., 11.07.2014 tarihli ve 2014/6-66 E.,
2014/365 K. sayılı, Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesinin 29.11.2010 tarihli
ve 2010/8376-18508 E.K. sayılı, Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesinin
28.03.2012 tarihli ve 2012/3288-12629 E.K. sayılı, Yargıtay 7’nci Ceza
Dairesinin 08.11.2010 tarihli ve 2010/12186-15756 E.K. sayılı kararları
ile açıklığa kavuşturulmuştur.
Bu nedenlerle Askerî Mahkemece sanık hakkında hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olup, bu karar itiraz
kanun yoluna tâbi olduğundan, hükmün parçası olan müsadere kararının
da itiraz kanun yoluna tâbi olduğu, bu itirazı inceleme merciinin Askerî
Yargıtay olmayıp, 353 sayılı Kanun’un 202/2’nci maddesi uyarınca en
yakın askerî mahkeme görevli olduğu anlaşıldığından, itiraz hakkında
Askerî Yargıtayca bir karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi
gerekmiştir.
174
ASMKYUK
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 197
Mad. 34, 232
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E.No. : 2014/74
K.No. : 2014/88
T.
: 06.11.2014
ÖZET
Sanık hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına ilişkin kararda, itiraz merciinin yanlış açıklanmasının
ilgili yargı mercii tarafından her zaman giderilebileceği, ayrıca itiraz
süresi ve itiraz başvurusunun ne şekilde yapılacağı ayrıntılı ve doğru
olarak bildirildiğinden, sanığın itiraz iradesini sakatlayan bir
hatanın bulunmadığı;
Temyiz incelemesine devam edilmesi için dosyanın Dairesine
gönderilmesine gerek olmadığı;
Dava zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle, mahkûmiyet
hükmünün bozulması gerektiği, ancak bozma sebebi yeniden
yargılama gerektirmediğinden, kamu davasının düşmesine karar
verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
Daire ile Başsavcılık arasında itiraza konu olan uyuşmazlık,
sanığın yokluğunda verilen hükümle ilgili olarak kanun yol ve süresi
tebliğ edilirken “itiraz merciinin en yakın askerî mahkeme olmasına
rağmen, Askerî Yargıtay olarak gösterilmesi ve kanun yoluna
başvurmanın askerî mahkeme veya askerî savcılık tutanak kâtibine bu
hususta bir tutanak düzenlenmesi için yapılacak bir beyan suretiyle” de
yapılabileceğinin bildirilmemiş olmasının usule aykırı tebliğ olup
olmadığıdır.
Daire; 353 sayılı Kanun’un 197’nci maddesinde belirtildiği
şekilde, eksik ve hatalı kanun yolu bildiriminde bulunularak yapılan
tebligatın, sanığın itiraz iradesini sakatlaması nedeniyle geçerli kabul
175
edilemeyeceğinden, bahse konu kararın henüz kesinleşmediğine karar
vermişken,
Başsavcılık, yapılan bildirim nedeniyle bir hakkın kullanılmasının
engellenip engellenmediğinin belirlenmesinin önem taşıdığı, somut
olayda, sanığın bu hususta yanıltıldığına ve hakkını kullanamadığına
yönelik bir iddia ve talebi bulunmadığından, tebliğ işleminin geçerli ve
yeterli olduğu görüşü ile Daire kararına süresinde itiraz etmiştir.
Uyuşmazlık konusunun çözümü için, öncelikle, mevzuatımızda
yer alan, yargı kararlarının ilgililere tebliği ve bu kararlara karşı
başvurulabilecek kanun yolları, usulleri ve süreleri ile ilgili
düzenlemelerin incelenmesi gerekmektedir.
T.C. Anayasası’nın 03.10.2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun’la
değişik 36’ncı maddesinin birinci fıkrasında; herkesin, meşru vasıta ve
yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmektedir.
Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlığı
altında yer alan 4709 sayılı Kanun’la değişik 40’ıncı maddesinin ikinci
fıkrası, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve
mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” hükmünü
içermektedir. Söz konusu düzenlemeye ilişkin 4709 sayılı Kanun’un
gerekçesinde de, “Bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna
kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanması
amaçlanmaktadır. Son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu,
mercii ve sürelerinin belirtilmesi hak arama, hak ve hürriyetlerin
korunması açısından zorunluluk hâline gelmiştir” açıklamasına yer
verilmiştir.
353 sayılı Kanun'un 5530 sayılı Kanunla değişik Ek 1’inci
maddesinin yollamada bulunduğu 5271 sayılı CMK’nın 34’üncü
maddesinin ikinci fıkrasında da, “Kararlarda, başvurulabilecek kanun
yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir.” denilerek, Anayasa’nın
40/2’nci maddesi hükmü doğrultusunda bir düzenlemeye yer verilmiştir.
5271 sayılı CMK’nın, “Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının
geri bırakılması” başlıklı 231’inci maddesinin ikinci fıkrasında, “Hazır
bulunan sanığa ayrıca başvurabileceği kanun yolları, mercii ve süresi
bildirilir.”;
“Hükmün gerekçesi ve hüküm fıkrasının içereceği hususlar”
başlıklı 232’nci maddesinin altıncı fıkrasında, “Hüküm fıkrasında,
223’üncü maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun
maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve
176
tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı
varsa süresi ve merciinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça
gösterilmesi gerekir.” hükümleri yer almaktadır.
353 sayılı Kanun’un 195’inci maddesinde, kanun yollarının itiraz
ve temyizden ibaret olduğu belirtilmiş olup; “Kanun yollarına başvurma
mercii” başlıklı 197’nci maddesinde de;
“Kanun yollarına başvurma, bundan feragat veya vazgeçme
hakkındaki istemlerde merci, taarruz edilen kararı veren veya bu karara
aracılık eden askerî savcılık ve eğer taarruz bir mahkeme kararına karşı
ise, o mahkemedir.
Kanun yoluna başvurma dilekçe ile olur.
Ancak, askerî mahkeme veya askerî savcılık tutanak kâtibine bu
hususta bir tutanak düzenlenmesi için yapılacak bir beyan ile de olabilir.
Bu tutanak askerî savcı veya kıdemli askerî hâkim tarafından onaylanır.
Asker kişiler tarafından en yakın askerî birlik komutanına veya
askerî kurum amirine bir beyanda bulunmak suretiyle de kanun yoluna
başvurulabilir. Bu hususta bir tutanak düzenlenir. Kanuni mehillere
uyulmuş olmak için tutanağın bu mehiller içinde düzenlenmiş olması
gereklidir.”;
“İtiraz olunabilecek kararlar ve itiraz merci” başlıklı 202'nci
maddesi;
“İtiraz, bu kanunda açıkça gösterilen hâllerde kararlara veya
askerî mahkeme kararlarına karşı yapılabilir.
Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hâllerde yapılacak
itirazları en yakın askerî mahkeme inceler.”
CMK’nın “İtiraz usulü ve inceleme mercileri” başlıklı CMK’nın
268/1’inci maddesi;
“Hâkim veya mahkeme kararına karşı itiraz, kanunun ayrıca
hüküm koymadığı hâllerde 35 inci maddeye göre ilgililerin kararı
öğrendiği günden itibaren yedi gün içinde kararı veren mercie verilecek
bir dilekçe veya tutanağa geçirilmek koşulu ile zabıt kâtibine beyanda
bulunmak suretiyle yapılır.”
Hükümleri yer almaktadır.
Dosyanın incelenmesinde, sanığın yokluğunda yapılan
duruşmada, hükmün tefhim edilmesini müteakip, kanun yol, süre ve
mercii açıklanırken “CMK'nın 231/12’nci maddesi uyarınca sanığın
hüküm tebliğinden itibaren 1 hafta içerisinde askerî veya sivil adlî
makamlara veya tutuklular yönünden ceza ve tutukevi müdürlüklerine ya
da bizzat Askerî Yargıtaya sözlü veya yazılı müracaatla itiraz yoluna
başvurabileceğinin tespiti ile itiraz yolu açık olmak üzere” karar
177
verildiği, dolayısıyla bu kararın kanun yolu bildiriminde, itiraz merciinin
en yakın askerî mahkeme olmasına rağmen, “Askerî Yargıtay” olarak
gösterildiği ve itiraz başvurusunun askerî mahkeme veya askerî savcılık
“tutanak katibine” bu hususta bir tutanak düzenlenmesi için yapılacak bir
beyan ile de olabileceğinin belirtilmediği, gerekçeli kararın tebliğinde de,
kanun yol ve süresi hususunda, ayrıca herhangi bir açıklamaya yer
verilmediği görülmektedir.
Yukarıda ayrıntıları açıklanan mevzuat hükümleri dikkate
alındığında, 353 sayılı Kanun’un 197/2’nci maddesinde, kanun yollarına
başvurmanın, esas olarak dilekçe ile yapılması gerektiğinin
benimsendiği, ancak hak kaybına sebebiyet verilmemesi bakımından da,
askerî mahkeme veya askerî savcılık tutanak katibine bu hususta bir
tutanak düzenlenmesi için yapılacak bir beyan ile, ya da asker kişiler
tarafından en yakın askerî birlik komutanına veya askerî kurum amirine
bir beyanda bulunmak suretiyle de kanun yoluna başvurulabileceğinin
düzenlendiği anlaşılmaktadır. Bu itibarla, yapılan tebliğlerde, “tutanak
katibine” beyanda bulunma suretiyle kanun yoluna başvurulabileceği
şeklinde bir ibareye yer verilmemesi yapılan tebliğleri geçersiz
kılmayacaktır. Burada, dikkat edilmesi gereken husus, yapılan bildirim
nedeniyle bir hakkın kullanılmasının engellenip engellenmediğinin
belirlenmesidir.
Somut olayda, yapılan bildirimin doğru ve ayrıntılı olduğu,
sanığın bu hususta yanıltıldığına ve hakkını kullanamadığına yönelik bir
iddia ve talebi bulunmadığı, diğer taraftan itiraz merciinin yanlış
açıklanması ile yapılan hatanın ilgili yargı mercii tarafından
giderilebileceği anlaşıldığından, tebliğ işleminin geçerli ve yeterli
olduğu, bu itibarla Askerî Mahkemece verilen hükmün açıklanmasının
geri bırakılması kararının kesinleştiği kabul edilmiştir.
Dosyanın incelemesi neticesinde, mahkûmiyet hükmünün
konusunu, 09.03.2004-21.02.2005 tarihleri arasında işlenen izin tecavüzü
suçu teşkil ettiğinden, suç temadisinin bittiği tarih, dava aşamaları ve
usul ekonomisi dikkate alındığında, Kurulumuzca öncelikle bir dava şartı
olan zamanaşımı yönünden inceleme yapılmıştır.
Sanığın 09.03.2004-21.02.2005 tarihleri arasında işlediği izin
(hava değişimi) tecavüzü suçundan yargılandığı anlaşıldığından,
zamanaşımı yönünden lehe olan 765 sayılı TCK'nın 102/4 ve 104/2’nci
maddeleri uyarınca, suç temadisinin bittiği 21.02.2005 tarihinden itibaren
hesaplanması gereken 7 yıl 6 aylık olağanüstü zamanaşımı süresi
bulunmaktadır.
178
CMK'nın 231/8'nci maddesinde “Denetim süresi içerisinde dava
zamanaşımının duracağı” hükmü bulunmaktadır. Öğretide de kabul
edildiği üzere, durma süresi, “hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kararının” kesinleşmesi ile açıklanması geri bırakılan hükmün,
açıklanmasını gerektiren nedenlerden birinin ortaya çıkması hâlinde, bu
nedenin ortaya çıktığı andan itibaren, durduğu yerden yeniden işlemeye
başlayacaktır. (Erhan GÜNAY, Hükmün Açıklanmasının Geri
Bırakılması, Seçkin, Ankara 2010, s.158; M.Ramazan AKSOY, Hükmün
Açıklanmasının Geri Bırakılması, Adalet Dergisi, S.31, Mayıs 2008,
s.242; Caner GÜRÜHAN, Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılmasına
İlişkin Güncel Sorunların Yargıtay Kararları Işığında İncelenmesi, TBB
Dergisi, 2014, S.111, s.138).
Bu açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde, sanık
hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair verilen kararın
25.02.2010 tarihinde kesinleşmesi ile durduğu ve denetim süresi içinde
sanık tarafından 15.11.2010 tarihinde kasten yaralama suçunun işlenmesi
ile yeniden işlemeye başladığı, böylelikle 8 ay 20 günlük durma süresi de
dikkate alındığında, olağanüstü zamanaşımı süresinin 11.05.2013
tarihinde dolduğu anlaşılmaktadır.
Bu itibarla, davanın zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle
düşmesine karar verilmesi gerektiğinden, Askerî Yargıtay 4’üncü
Dairesinin 03.06.2014 tarihli ve 2014/558-562 sayılı kararının
kaldırılmasına; dava zamanaşımı dolduktan sonra kurulduğu için hukuka
aykırı bulunan …Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 01.10.2013 tarihli,
2013/733-568 E-K sayılı mahkûmiyet hükmünün dava zamanaşımının
dolmuş olması sebebiyle bozulmasına, bozma sebebinin yeniden
yargılama yapılmasını gerektirmemesi nedeniyle açılmış olan davanın
353 sayılı Kanun’un 220/2-C maddesi gereğince düşmesine oybirliğiyle
karar verilmiştir.
179
ASMKYUK
Mad. 202
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
4’üncü Daire Kararı
E.No. : 2014/731
K.No. : 2014/720
T.
: 17.09.2014
ÖZET
Şartla (koşullu) salıverilme ile bu kararın geri alınması
hususunun, 5275 sayılı Kanun’un 98, 99 ve 100’üncü maddelerinde
gösterilen hâller dışında, 5275 sayılı Kanun’un 107’inci maddesinde
düzenlendiği dikkate alındığında; şartla tahliye kararının geri
alınması işleminin, 353 sayılı Kanun’un 254’üncü maddesinde
düzenlenen hususlardan farklı bir işlem olduğundan, böyle bir
karara yönelik itirazı inceleme mercii, en yakın askerî mahkemedir.
Askerî Mahkemenin 26.03.1996 tarihli, 1996/274-193 Esas ve
Karar sayılı ilamı ile hükümlünün, 18.08.1994 tarihinde ateşli silahla
fiilen taarruz sonucu üstünün ölümüne sebebiyet vermek suçunu işlediği
kabul edilerek, ASCK’nın 91/4’ncü maddesi az vahim hâl cümlesi ve
TCK’nın 59’uncu maddeleri uyarınca, otuz sene ağır hapis cezasıyla
cezalandırılmasına karar verildiği ve hükmün, 08.05.1996 tarihinde
Dairemizin 08.05.1996 gün ve 1996/263-262 Esas ve Karar sayılı ilamı
ile onanmak suretiyle kesinleştiği;
Hükmün infazı sırasında Manisa Ağır Ceza Mahkemesinin
31.01.2005 tarih ve 2005/282 Değişik İş, 2005/5 Müt. Karar sayılı
kararıyla hükümlünün bihakkın tahliye tarihinin 28.03.2029 olduğu
belirtilerek, 01.04.2002 tarihinden geçerli olmak üzere, meşruten
tahliyesine karar verildiği;
Hükümlünün Sarıgöl Sulh Ceza Mahkemesinin 22.04.2009 tarih
ve 2008/249 Esas ve 2009/192 Karar sayılı kararıyla Basit Yaralama
suçundan 6 ay 7 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği ve
bu kararın 12.02.2013 tarihinde Yargıtay 3’ncü Ceza Dairesinin
2011/36465 Esas ve 2013/5153 Karar sayılı kararıyla onanmak suretiyle
kesinleştiği, bu nedenle hükümlünün adlî sicil kaydında mevcut olan …
180
Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 26.03.1996 tarihli, 1996/274-193
Esas ve Karar sayılı ilamına ilişkin olarak, bihakkın tahliye tarihi olan
21.05.2031 tarihi dolmadan kasıtlı suç işlemesi nedeniyle, hakkında
Sarıgöl Sulh Ceza Mahkemesinin 25.04.2013 tarih ve 2008/249 Esas
sayılı yazısıyla ihbarda bulunulduğu;
… Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 18.03.2014 tarihli,
2004/1190 Esas ve 2014/2 D.İş. Karar sayılı duruşmasız işlere ait
kararıyla; … Ağır Ceza Mahkemesinin 31.01.2005 tarih ve 2005/282
Müt. sayılı koşullu salıverilme kararının, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un, 107/12'nci maddesi uyarınca,
geri alınmasına; hükümlünün, 18.08.2008-28.03.2029 tarihleri arasında
kalan ceza süresinin; 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı
Hakkında Kanun'un, 107/13-1-a maddesi uyarınca, ceza infaz kurumunda
aynen çektirilmesine; hükümlünün aynı hükmün infazı ile ilgili olarak,
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un,
107/13-b
maddesi
uyarınca,
yeniden
şartla
tahliyeden
yararlandırılmamasına, karar verildiği;
Duruşmasız işlere ait karara karşı, hükümlü tarafından, yasal
süresinde; askerî suçların 4616 sayılı yasa kapsamında bulunmaması
nedeniyle, 15 yıl ağır hapis cezasına ilişkin dosyasından ayrıldığını, şartla
salıverilmesinin geri alınmasına karar verilebilmesi için askerî suç
işlemesi gerektiğini, ancak, kendisinin, tahliyesi sonrasında, askerliğe
elverişli değildir raporu alarak, terhis olduğunu belirtilerek, itirazda
bulunulduğu;
Tebliğnamede; hükümlü tarafından yapılan itirazın kabule değer
olmaması nedeniyle, itirazın reddine karar verilmesi görüşünün
bildirildiği;
Dosya kapsamından anlaşılmaktadır.
… Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 18.03.2014 tarihli,
2004/1190 Esas ve 2014/2 D.İş. Karar sayılı duruşmasız işlere ait kararı;
Manisa Ağır Ceza Mahkemesinin 31.01.2005 tarih ve 2005/282 Değişik
İş, 2005/5 Müt. Karar sayılı şartla salıverme kararının geri alınmasına
ilişkin bir karardır.
Olağan kanun yollarından biri olan itiraz müessesesi, daha önce
353 sayılı Kanun’un 202, 203 ve 204’üncü maddelerinde düzenlenmiş
iken, 05.10.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5530 sayılı Kanun ile
203’üncü madde yürürlükten kaldırılmış; 202’inci maddeye “Bu
Kanun’da aksine hüküm bulunmayan hâllerde yapılacak itirazları en
yakın askerî mahkeme inceler” şeklinde bir fıkra eklenmiştir.
181
353 sayılı Kanun’da Askerî Yargıtayın itiraz mercii olarak
bakacağı işler, temyiz isteminin reddi konusuna ilişkin 214’üncü madde
ile cezaların yerine getirilmesi sırasında alınması gereken kararlara
ilişkin 254’üncü maddede gösterilmiş olup, bu maddelerin kapsamında
bulunmayan itirazlara en yakın askerî mahkemede bakılacaktır.
353 sayılı Kanun’un 254/1’inci maddesi “Cezaların yerine
getirilmesi sırasında, hüküm kesinleşmeden önce gerçekleşen şahsî
hürriyeti sınırlama sonucunu doğuran hâller nedeniyle geçirilmiş süreler
ile hastanede geçen sürenin cezadan indirilmesine, değişik hükümlerdeki
cezaların toplanmasına ve mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya
çektirilecek cezanın hesabında duraksamaya ilişkin bir karar alınması
gerekirse, hükmü veren askerî mahkemeden bir karar istenir. Bu kararlar
duruşma yapılmaksızın verilir” şeklindedir.
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında
Kanun’un 8’inci bölümünde infaz ile ilgili kararlar ve bu kararların ne
şekilde verileceği düzenlenmiştir.
Bu kapsamda; Kanun’un 98’inci maddesinde, mahkûmiyet
hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksama;
99’uncu maddesinde, birden fazla hükümdeki cezaların toplanması;
100’üncü maddesinde ise hastanede geçen sürenin cezadan indirilmesi,
hâlleri hükme bağlanmış; 101’inci maddesinde de bu kararların ne
şekilde verileceği ve kanun yolunun itiraz olduğu açıklanmıştır.
Dolayısıyla, 353 sayılı Kanun’un 254/1’inci maddesinde itiraz
mercii olarak, Askerî Yargıtayın gösterildiği hâllerin, 5275 sayılı
Kanun’un 98, 99 ve 100’üncü maddelerinde gösterilenler ile sınırlı
olduğu; bu kapsamda bulunmayan itirazların, 353 sayılı Kanun’un
202’nci maddesi kapsamında, en yakın askerî mahkemede inceleneceği
kabul edilmelidir.
5275 sayılı Kanun’da şartla (koşullu) salıverilme ile bu kararın
geri alınması hususunun başka bir bölümde yer alan 107’inci maddede
düzenlendiği dikkate alındığında; şartla tahliye kararının geri alınması
işleminin, 353 sayılı Kanun’un 254’üncü maddesinde düzenlenen
hususlardan farklı bir işlem olduğu; dolayısıyla, böyle bir karara yönelik
itirazı inceleme merciinin, Askerî Yargıtay olmayıp; 353 sayılı Kanun’un
202/2’nci maddesi gereğince, en yakın askerî mahkeme olduğu sonucuna
varıldığından; itiraz hakkında bir karar verilmesine yer olmadığına ve
dava-infaz dosyalarının, en yakın askerî mahkemeye gönderilmek üzere,
… Askerî Mahkemesine tevdiine karar verilmiştir.
182
ASMKYUK
Mad. 202/2, 254
5275 SAYILI KANUN
Mad. 98, 99, 100, 107
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E.No. : 2014/101
K.No. : 2014/107
T.
: 25.12.2014
ÖZET
353 sayılı Kanun’un 254/1’inci maddesinde itiraz mercii
olarak Askerî Yargıtayın gösterildiği hâllerin, 5275 sayılı Kanun’un
98, 99 ve 100’üncü maddelerinde gösterilenler ile sınırlı olduğu, bu
kapsamda bulunmayan itirazların 353 sayılı Kanun’un 202’nci
maddesi kapsamında, en yakın askerî mahkemede inceleneceğinin
kabul edilmesinin gerektiği;
5275 sayılı Kanun’da koşullu salıverilme ile bu kararın geri
alınması hususunun başka bir bölümde yer alan 107’nci maddede
düzenlendiği dikkate alındığında, koşullu salıverilme kararının geri
alınması işleminin, 353 sayılı Kanun’un 254’üncü maddesinde
düzenlenen hususlardan farklı bir işlem olduğu, dolayısıyla böyle bir
karara yönelik itirazı inceleme merciinin Askerî Yargıtay olmayıp,
353 sayılı Kanun’un 202/2’inci maddesi gereğince en yakın askerî
mahkeme olduğu sonucuna varılmıştır.
Daire ile Başsavcılık arasında itiraza konu olan uyuşmazlık,
hükümlü hakkında şartla salıverilme kararının geri alınmasına dair
verilen duruşmasız işlere ait karara karşı yapılan itirazı inceleme
görevinin Askerî Yargıtaya mı, yoksa en yakın askerî mahkemeye mi, ait
olduğunun tespitine ilişkindir.
Daire; şartla tahliye kararının geri alınması kararına yönelik itirazı
inceleme merciinin, Askerî Yargıtay olmayıp; 353 sayılı Kanun’un
202/2’nci maddesi gereğince, en yakın askerî mahkeme olduğuna karar
vermişken, Başsavcılık, 5275 sayılı Kanun’un 107’inci maddesinde
düzenlenen bu hususun, 353 sayılı Kanun’un 254’üncü maddesi
183
kapsamında verilmiş bir karar olduğunu, bu nedenle itirazı inceleme
görevinin Askerî Yargıtaya ait olduğunu ileri sürerek Daire kararına
itiraz etmiştir.
… Askerî Mahkemesinin 18.03.2014 tarihli, 2004/1190 Esas ve
2014/2 D.İş. Karar sayılı duruşmasız işlere ait kararı; Manisa Ağır Ceza
Mahkemesinin 31.01.2005 tarih ve 2005/282 Değişik İş, 2005/5 Müt. K.
sayılı koşullu salıverme kararının geri alınmasına ilişkin bir karardır.
Koşullu salıverilmeye ve bu kararın geri alınmasına ilişkin
düzenlemeler, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı
Hakkında Kanun’da yer almakta olup, Kanun’un 107/12’nci maddesinde;
“Koşullu salıverilen hükümlünün, denetim süresinde hapis
cezasını gerektiren kasıtlı bir suç işlemesi veya kendisine yüklenen
yükümlülüklere, hâkimin uyarısına rağmen, uymamakta ısrar etmesi
hâlinde koşullu salıverilme kararı geri alınır.”;
13’üncü fıkrasında; “Koşullu salıverilme kararının geri alınması
hâlinde hükümlünün;
a) Sonraki suçu işlediği tarihten itibaren kalan cezasının aynen,
b) Yükümlülüklerine
aykırı
davranması
hâlinde,
bu
yükümlülüklere uymama tarihi ile hak ederek salıverilme tarihi
arasındaki süreyi geçmemek koşuluyla takdir edilecek bir sürenin,
Ceza infaz kurumunda çektirilmesine karar verilir. Koşullu
salıverilme kararının geri alınmasından sonra aynı hükmün infazı ile
ilgili bir daha koşullu salıverilme kararı verilmez.”
15’inci fıkrasında; “Koşullu salıverilme kararının geri alınmasına;
a) Hükümlü geri kalan süre içinde işlediği kasıtlı bir suçtan
dolayı hapis cezasına mahkûm edilirse, hükmü veren ilk derece
mahkemesi veya bölge adliye mahkemesi tarafından,
b) Hükümlünün bağlı tutulduğu yükümlülükleri yerine
getirmemesi hâlinde koşullu salıverilme kararına esas teşkil eden hükmü
veren ilk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesi veya koşullu
salıverilme kararını vermiş olan mahkeme tarafından,
Dosya üzerinden karar verilir. Bu kararlara karşı itiraz yolu
açıktır.” hükümleri yer almaktadır.
353 sayılı Kanun’un 195’inci maddesinde, kanun yollarının itiraz
ve temyiz olduğu; 202’nci maddesinin birinci fıkrasında, itirazın,
kanunda açıkça gösterilen hâllerde kararlara veya askerî mahkeme
kararlarına karşı yapılabileceği belirtildikten sonra, ikinci fıkrasında “Bu
Kanunda aksine hüküm bulunmayan hâllerde yapılacak itirazları en
yakın askerî mahkeme inceler.” hükmüne yer verilmiştir.
184
Bu hükümle, itiraz kanun yolu görevinin kural olarak en yakın
askerî mahkemeye ait olduğu, bu görevin, ancak kanunda açıkça
gösterilen hâllerde Askerî Yargıtayca yerine getirileceğinin
öngörüldüğünde kuşku bulunmamaktadır.
353 sayılı Kanun’da Askerî Yargıtayın itiraz mercii olarak
bakacağı işler, temyiz isteminin reddi konusuna ilişkin 214’üncü madde
ile cezaların yerine getirilmesi sırasında alınması gereken kararlara
ilişkin 254’üncü maddesinde gösterilmiş olup, bu maddelerin
kapsamında bulunmayan itirazlara en yakın askerî mahkemede
bakılacaktır.
353 sayılı Kanun’un “Cezaların yerine getirilmesi sırasında
alınması gereken kararlar ve bu kararlara itiraz:” başlıklı 254’üncü
maddesinin 1’inci fıkrasında, “Cezaların yerine getirilmesi sırasında,
hüküm kesinleşmeden önce gerçekleşen şahsi hürriyeti sınırlama
sonucunu doğuran hâller nedeniyle geçirilmiş süreler ile hastanede geçen
sürenin cezadan indirilmesine, değişik hükümlerdeki cezaların
toplanmasına ve mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek
cezanın hesabında duraksamaya ilişkin bir karar alınması gerekirse,
hükmü veren askerî mahkemeden karar istenir. Bu kararlar duruşma
yapılmaksızın verilir.”, 5’inci fıkrasında ise, “Bu kararların askerî
mahkemelerden verilmesi hâllerinde, askerî savcı ve teşkilâtında askerî
mahkeme kurulan kıt’a komutanı veya askerî kurum amiri ile hükümlü
ve varsa müdafi bir hafta içinde itiraz edebilirler.” Son fıkrasında da
“İtiraz üzerine Askerî Yargıtay karar verir.” hükümleri yer almaktadır.
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında
Kanun’un “infaz ile ilgili kararlar” başlıklı 8’inci bölümünün 98’inci
maddesinde, mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek
cezanın hesabında duraksama; 99’uncu maddesinde, birden fazla
hükümdeki cezaların toplanması; 100’üncü maddesinde ise hastanede
geçen sürenin cezadan indirilmesi, hâlleri hükme bağlanmış; 101’inci
maddesinde de bu kararların ne şekilde verileceği ve kanun yolunun
itiraz olduğu açıklanmıştır.
Yukarıda belirtilen kanun maddelerine göre, 353 sayılı Kanun’un
254/1’inci maddesinde itiraz mercii olarak Askerî Yargıtayın gösterildiği
hâllerin, 5275 sayılı Kanun’un 98, 99 ve 100’üncü maddelerinde
gösterilenler ile sınırlı olduğu, bu kapsamda bulunmayan itirazların 353
sayılı Kanun’un 202’nci maddesi kapsamında, en yakın askerî
mahkemede inceleneceği anlaşılmaktadır.
5275 sayılı Kanun’da koşullu salıverilme ile bu kararın geri
alınması hususunun başka bir bölümde yer alan 107’inci maddede
185
düzenlendiği dikkate alındığında, koşullu salıverilme kararının geri
alınması işleminin, 353 sayılı Kanun’un 254’üncü maddesinde
düzenlenen hususlardan farklı bir işlem olduğu, dolayısıyla böyle bir
karara yönelik itirazı inceleme merciinin Askerî Yargıtay olmayıp, 353
sayılı Kanun’un 202/2’nci maddesi gereğince en yakın askerî mahkeme
olduğu sonucuna varıldığından, itiraz hakkında bir karar verilmesine yer
olmadığına ve dava-infaz dosyalarının en yakın askerî mahkemeye
gönderilmek üzere, … Askerî Mahkemesine tevdiine dair Daire
kararında hukuka aykırılık bulunmadığından, Başsavcılık tarafından
yapılan itirazın reddine karar verilmiştir.
186
ASMKYUK
Mad. 207/3-A, 19, Ek Geçici 7
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E.No. : 2014/105
K.No. : 2014/108
T.
: 25.12.2014
ÖZET
353 sayılı Kanun’un Ek Geçici 7’nci maddesi uyarınca kurulla
verilerek kesinleşmiş kararlar hakkında, yine kurulla karar
verileceğine dair amir hüküm gereğince, lehe kanun maddesinin
uygulanması için yapılan uyarlama yargılamasının heyet teşkil
edilerek kurulan askerî mahkemece yürütülmesi, ayrıca yerleşik
Askerî Yargıtay ve Yargıtay kararlarında da kabul edildiği üzere;
istinabe işlemlerinde, istinabe edilen mahkemenin, en az istinabe
eden mahkemenin görev derecesinde olması gerektiği kabul
edildiğinden, heyet hâlinde kurulu askerî mahkemece sürdürülen
uyarlama yargılamasında, istinabe işleminin de heyet hâlinde kurulu
askerî mahkemece yerine getirilmesinin gerektiği;
Bu nedenle, heyet hâlinde kurulu askerî mahkemece
sürdürülen uyarlama yargılamasında, istinabe yoluyla hükümlünün
savunmasının tek hâkimden kurulu askerî mahkeme tarafından
alınmasının, 353 sayılı Kanun’un 19 ve 207/3 A-D maddelerine göre
hukuka kesin aykırılık teşkil ettiği gözetilmelidir.
Daire ile Başsavcılık arasında itiraza konu olan uyuşmazlık, heyet
hâlindeki askerî mahkeme tarafından yapılan uyarlama yargılamasında,
hükümlünün beyanlarının tek hâkimden oluşan askerî mahkeme
tarafından alınmış olmasının, usule aykırılık oluşturup oluşturmadığına
ilişkindir.
Daire; uyarlama yargılamasının yapıldığı tarihte, hükümlüye atılı
suçları yargılama görevi, tek hâkimli askerî mahkemeye ait olduğundan
ve usul hükümlerinin derhal yürürlüğe girmesi ilkesi gereğince, heyet
hâlindeki askerî mahkemece yapılan yargılamada, istinabe
mahkemesince hükümlünün beyanlarının tek hâkimli olarak alınmış
187
olmasının usule aykırılık oluşturmadığına karar vermişken, Başsavcılık,
heyet hâlinde kurulu askerî mahkemece sürdürülen yargılama faaliyeti
kapsamında, istinabe yoluyla savunmasının tek hâkim tarafından
oluşturulan mahkemece tespit edilmesinin hukuka kesin aykırılık teşkil
ettiğini ileri sürerek Daire kararına süresinde itiraz etmiştir.
5530 sayılı Kanun’un 6'ncı maddesi ile değişik, 353 sayılı
Kanun’un 19'uncu maddesi; “Subay ve astsubayların işledikleri suçlara
ait davalar hariç olmak üzere, adlî para cezasını veya yukarı haddi üç yıla
kadar hapis cezasını gerektiren Askerî Ceza Kanunu’nda ve diğer
kanunlarda yazılı suçları işleyenlerin davalarına ve suç konusu olmayan
eşyanın müsaderesine askerî mahkemelerin hâkim sınıfından olan
üyelerinden birisi tarafından bakılır.” şeklinde düzenlenmişken;
21.06.2010 tarih ve 6000 sayılı Kanun’un 2’nci maddesi ile
yapılan değişiklikten sonra, 353 sayılı Kanun’un 19’uncu maddesi;
“Subay ve astsubayların işledikleri suçlara ait davalar ile ağır ceza
mahkemesinin görevine giren suçlara ait davalar hariç olmak üzere, üst
sınırı beş yıla kadar (beş yıl dâhil) hapis cezaları ve bunlara bağlı adlî
para cezaları ile bağımsız olarak hükmedilecek adlî para cezalarını ve
güvenlik tedbirlerini gerektiren Askerî Ceza Kanunu’nda ve diğer
kanunlarda yazılı suçlara ait davalara ve suç konusu olmayan eşyanın
müsaderesine tek hâkim tarafından bakılır.
Kurulla veya tek hâkimle bakılacak işlerin belirlenmesinde,
cezayı ağırlaştırıcı veya hafifletici nedenler gözetilmeksizin, kanunda yer
alan suçun cezasının üst sınırı göz önünde bulundurulur.
Bir kimse tarafından işlenmiş müteaddit fiillerin yargılanması
görevinin belirlenmesinde, en ağır cezayı gerektiren fiil esas alınır. Fiilde
veya failde bağlantı hâlinde de kurulla veya tek hâkimle bakılacak işler,
birinci fıkra hükmüne göre belirlenir.
Tek hâkim tarafından bakılan davalarla ilgili soruşturmalarda,
hâkim kararı gerektiren her türlü işleme ait kararlar, tek hâkim tarafından
verilir. Bu kararlara karşı itirazları incelemeye en yakın askerî mahkeme
yetkilidir.
İddianamenin kabulünden sonra, yargılamanın tek hâkim
tarafından yürütülmesi gerektiği gerekçesi ile görevsizlik kararı
verilemez.
Görülmekte olan davalar nedeniyle tek hâkim ile askerî mahkeme
kurulu arasında çıkan görev uyuşmazlıklarını, Askerî Yargıtay
çözümler.” düzenlemelerini içermektedir.
Yine 353 sayılı Kanun’a 6000 sayılı Kanun’un ile eklenen Ek
Geçici 7’nci maddesinde;
188
“Bu maddeyi ihdas eden kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce
kurulla bakılmakta olan davalarda, davanın tek hâkim tarafından
yürütülmesi gerektiği gerekçesi ile görevsizlik kararı verilemez.
Bu maddeyi ihdas eden kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce
kurulla verilerek kesinleşmiş kararlar hakkında, bu maddeyi ihdas eden
kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra da yine kurulla karar verilir.”
hükmü yer almaktadır.
CMK’nın 7’nci maddesinde ise, “Yenilenmesi mümkün
olmayanlar dışında, görevli olmayan hâkim veya mahkemece yapılan
işlemler hükümsüzdür.” şeklinde düzenleme bulunmaktadır.
Somut olayda hükümlü hakkında üste fiilen taarruz ve üste
hakaret suçlarının yargılama tarihi itibariyle heyet hâlindeki askerî
mahkemenin görevine girdiği, bu nedenle heyet hâlindeki askerî
mahkemenin hüküm kurduğu ve kesinleştiği görülmektedir.
353 sayılı Kanun’un Ek Geçici 7’nci maddesi uyarınca kurulla
verilerek kesinleşmiş kararlar hakkında, yine kurulla karar verileceğine
dair amir hüküm gereğince, lehe kanun maddesinin uygulanması için
yapılan uyarlama yargılamasının, heyet teşkil edilerek kurulan askerî
mahkemece yürütülmesi zorunludur. Ayrıca yerleşik Askerî Yargıtay ve
Yargıtay kararlarında da kabul edildiği üzere, istinabe işlemlerinde,
istinabe edilen mahkemenin, en az istinabe eden mahkemenin görev
derecesinde olması gerektiği kabul edildiğinden, heyet hâlinde kurulu
askerî mahkemece sürdürülen yargılamada, istinabe işleminin de heyet
hâlinde kurulu Askerî Mahkemece yerine getirilmesi gerekmektedir.
Bu nedenlerle, heyet hâlinde kurulu askerî mahkemece sürdürülen
uyarlama yargılamasında, istinabe yoluyla hükümlünün savunmasının,
tek hâkimden kurulu askerî mahkeme tarafından tespit edilmesi, 353
sayılı Kanun’un 19 ve 207/3 A-D maddelerine göre, yasaya mutlak
aykırılık teşkil ettiğinden, Başsavcılığın itirazının kabulüne, Askerî
Yargıtay 4’üncü Dairesinin 17.09.2014 tarihli, 2014/728-718 Esas ve
Karar sayılı kararının kaldırılmasına ve mahkûmiyet hükümlerinin usul
yönünden ayrı ayrı bozulmasına karar verilmiştir.
189
ASMKYUK
Mad. 207/3-H
AVUKATLIK KANUNU
Mad. 41
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
1’inci Daire Kararı
E.No. : 2014/0508
K.No. : 2014/0906
T.
: 19.11.2014
ÖZET
1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 41’inci maddesinde yer
alan, “Belli bir işi takipten veya savunmadan isteği ile çekilen avukatın
o işe ait vekâlet görevi, durumun müvekkiline tebliğinden itibaren on
beş gün süre ile devam eder…” hükmü karşısında, öncelikle müdafiin
vekillikten istifa ettiği hususunun, duruşmaya gelmeyen ve kendisini
avukatla savunan sanığa duyurulması gerekmektedir.
Sanığın savunma için görevlendirdiği müdafiin çekildiğinden
haberdar edilmemesi ve yeni bir müdafii tayin hakkının elinden
alınması, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğurur.
Askerî Mahkemece, sanığın;
1) 30.05.2005-01.06.2005 tarihleri arasında mehil içinde
yakalanmakla sona eren izin tecavüzü suçunu işlediği kabul edilerek,
ASCK’nın 68/1, TCK’nın 62, 50/1-a ve 52’nci maddeleri gereğince bin
TL adlî para cezası ile cezalandırılmasına;
2) 24.06.2005-13.07.2005 tarihleri arasında firar suçunu işlediği
kabul edilerek, ASCK’nın 66/1-a, TCK’nın 62, 50/1-a ve 52’nci
maddeleri gereğince altı bin TL adlî para cezası ile cezalandırılmasına;
3) 28.06.2007-29.07.2007 tarihleri arasında firar suçunu işlediği
kabul edilerek, ASCK’nın 66/1-a, TCK’nın 62, 50/1-a ve 52’nci
maddeleri gereğince altı bin TL adlî para cezası ile cezalandırılmasına;
4) 20.12.2007-02.01.2008 tarihleri arasında izin tecavüzü suçunu
işlediği kabul edilerek, ASCK’nın 66/1-b,TCK’nın 62, 50/1-a ve 52’nci
maddeleri gereğince altı bin TL adlî para cezası ile cezalandırılmasına,
TCK’nın 58’inci maddesi gereğince cezasının mükerrerlere özgü infaz
190
rejimine göre çektirilmesine ve cezalarının infazından sonra denetimli
serbestlik tedbirinin uygulanmasına;
5) 04.01.2008-08.01.2008 tarihleri arasında mehil içinde
yakalanmakla sona eren firar suçunu işlediği kabul edilerek, ASCK’nın
68, TCK’nın 62, 50/1-a ve 52’nci maddeleri gereğince bin TL adlî para
cezası ile cezalandırılmasına;
6) 27.02.2008-11.03.2008 tarihleri arasında firar suçunu işlediği
kabul edilerek, ASCK’nın 66/1-a, TCK’nın 62, 50/1-a ve 52’nci
maddeleri gereğince altıbin TL adlî para cezası ile cezalandırılmasına;
Karar verilmiştir.
Hükümler, sanık tarafından esasa ve uygulamaya yönelik
sebeplerle temyiz edilmiştir.
Tebliğnamede mahkûmiyet hükümlerinin usul yönünden
bozulması görüşü bildirilmiştir.
Dairemizin 21.05.2014 tarih ve 2014/508 E. 2014/ 22 Ara Karar
sayılı ara kararı ile sanığın vekaletname ile görevlendirdiği müdafii Av.
T. H.'ye, yokluğunda verilen müvekkili sanık hakkındaki mahkûmiyet
hükümlerini temyiz edebilme olanağının sağlanması amacıyla gerekçeli
kararın müdafie tebliğ edilmesi için dava dosyasının Askerî Yargıtay
Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmiştir.
Ara kararı gereğince gerekçeli karar Av. T. H.'ye tebliğ
edildiğinde, kendisinin sanığın vekilliğinden çekilmiş olduğunu, buna
ilişkin olarak dilekçesinin dosyada mevcut olduğunu bildirdiği; bunun
üzerine yapılan incelemede Av.T. H.'nin 18.12.2009 tarihinde sanığın
vekilliğinden çekildiğine dair dilekçesini belgegeçer yoluyla Askerî
Mahkemeye göndermiş olduğu, dilekçenin aslının dosyada bulunmadığı,
dizi 486'da bulunan belgegeçer suretindeki yazıların silinme nedeniyle
güçlükle okunabildiği görülmüştür.
Yapılan incelemede,
Askerî Mahkemece, sanığın, 30.05.2005-01.06.2005 tarihleri
arasında mehil içinde yakalanmakla sona eren izin tecavüzü, 24.06.200513.07.2005 tarihleri arasında firar, 28.06.2007-29.07.2007 tarihleri
arasında firar, 20.12.2007-02.01.2008 tarihleri arasında izin tecavüzü,
04.01.2008-08.01.2008 tarihleri arasında mehil içinde yakalanmakla sona
eren firar ve 27.02.2008-11.03.2008 tarihleri arasında firar suçlarını
işlediği kabul edilerek yukarıda belirtildiği şekilde her bir suçtan ayrı ayrı
mahkûmiyet hükümleri kurulmuş ise de;
1) Askerî Mahkemece, ilki 28.07.2005 tarihinde olmak üzere,
değişik tarihlerde yapılan otuz dört duruşma oturumuna ait duruşma
tutanaklarından sadece 08.12.2009, 24.05.2012, 13.03.2013 ve
191
31.05.2013 tarihinde yapılan duruşmalara ait tutanaklarda Askerî
Mahkeme adının yazılmış olduğu; sanığın kimlik bilgilerinin tespiti,
iddianamelerin okunması, sanık sorgularının tespiti, bilirkişi
dinlenilmesi, adlî gözlem kararı alınması, yazılı delillerin okunması gibi
önemli usulî işlemlerin yapıldığı diğer duruşmalara ait tutanaklarda
mahkeme adının yer almadığı görülmektedir.
Duruşma tutanaklarında mahkeme adının yer almaması, duruşma
tutanağının başlığında duruşmanın yapıldığı mahkemenin adının
yazılması gerektiğini belirten CMK’nın 220’nci maddesine aykırı olup
usule aykırılık teşkil ettiğinden;
2) Sanığın vekâletname ile görevlendirdiği Av.T. H.'nin ilk olarak
06.01.2006 tarihinde, 30.05.2005-01.06.2005 tarihleri arasında mehil
içinde yakalanmakla sona eren izin tecavüzü suçuyla ilgili duruşmaya
katıldığı, sanık müdafii olarak davaya kabulüne karar verildiği, daha
sonra diğer suçlarla ilgili davaların birleştirildiği, yargılamanın tek dosya
üzerinden yürütüldüğü, Av.T. H.'nin davaların birleştirilmesinden sonra
sanık müdafii olarak duruşmalara katılmaya devam ettiği, bilahare
18.12.2009 tarihinde Askerî Mahkemeye belgegeçer ile gönderdiği
dilekçesi ile sanığın vekilliğinden çekilmiş olduğunu bildirdiği, Askerî
Mahkemece bu hususun 18.03.2010 tarihli duruşmada tutanağa
geçirildiği, müteakip duruşmalarda sanığın bir müdafii yokmuş gibi
davaya devam edildiği ve yokluğunda mahkûmiyet hükmü kurulduğu
anlaşılmaktadır.
1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 41’inci maddesinde yer alan,
“Belli bir işi takipten veya savunmadan isteği ile çekilen avukatın o işe
ait vekâlet görevi, durumun müvekkiline tebliğinden itibaren on beş gün
süre ile devam eder…” hükmü karşısında, öncelikle müdafiin vekillikten
istifa ettiği hususunun, duruşmaya gelmeyen ve kendisini avukatla
savunan sanığa duyurulması gerekmektedir. Zira, müdafiin görevini tam
yapmaması veya eksik yapması, özel hukuk hükümlerine göre
sorumluluğunu gerektirse bile, adil yargılanma hakkının gereği olarak,
sanığın savunma için görevlendirdiği müdafiin çekildiğinden haberdar
edilmemesi ve yeni bir müdafii tayin hakkının elinden alınması, 353
sayılı Kanun’un 207/3-H maddesinde hukuka kesin aykırılık hâli olarak
düzenlenmiş olan “Savunma hakkının kısıtlanması” sonucunu
doğurduğundan; (Dairemizin 15.11.2006 tarihli, 2006/1567-1562 E.K.
sayılı; 28.12.2011 tarihli, 2011/1093-1079 E.K. sayılı ilamları ile Askerî
Yargıtay 3’üncü Dairesinin 15.05.2007 tarihli, 2007/1196-1190 E.K.
sayılı; 07.08.2007 tarihli, 2007/1773-1768 E.K. sayılı ilamlarında da aynı
görüş benimsenmiştir).
192
3) Dosyada sanığın Adana Asker Hastanesinde adlî gözlem altına
alındığına dair hiçbir karar, adlî rapor ve sağlık kurulu raporu
bulunmamasına karşın, 04.01.2008-08.01.2008 tarihleri arasında mehil
içinde yakalanmakla sona eren firar suçu haricindeki diğer suçlarla ilgili
olarak gerekçeli kararda, sanığın Adana Asker Hastanesinde adlî gözlem
altına alınması sonucu askerliğe elverişli olduğundan ve cezai ehliyetinin
tam olduğundan bahsedildiği görülmektedir. Bu durum, hâkimin kararını
ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere
dayandırabileceğini belirten CMK’nın 217/1’inci maddesine aykırı olup
usule aykırılık teşkil ettiğinden;
4) 24.06.2005-13.07.2005 tarihleri arasındaki firar suçuyla ilgili
olarak gerekçeli kararda maddi vakıanın iki farklı şekilde kabul edilmesi
suretiyle gerekçeli hükümde teşevvüş (Karışıklık) yaratılması, CMK’nın
230/1 maddesine aykırılık teşkil ettiğinden;
Sanık hakkında, 30.05.2005-01.06.2005 tarihleri arasında mehil
içinde yakalanmakla sona eren izin tecavüzü, 24.06.2005-13.07.2005
tarihleri arasında firar, 28.06.2007-29.07.2007 tarihleri arasında firar,
20.12.2007-02.01.2008 tarihleri arasında izin tecavüzü, 04.01.200808.01.2008 tarihleri arasında mehil içinde yakalanmakla sona eren firar
ve 27.02.2008-11.03.2008 tarihleri arasında firar suçlarından kurulan
mahkûmiyet hükümlerinin usul yönünden hukuka aykırılık nedeniyle ayrı
ayrı bozulmasına karar verilmiştir.
5) Askerî Mahkemenin kabulüne göre;
a) 20.12.2007-02.01.2008 tarihleri arasındaki izin tecavüzü
suçuyla ilgili olarak, sanık hakkındaki hapis cezasının adlî para cezasına
çevrilmesinden sonra, adlî para cezasının mükerrirlere özgü infaz
rejimine göre çektirilmesine kara verilmesinin hatalı olduğuna;
b) 04.01.2008-05.01.2008 tarihleri arasındaki mehil içinde
yakalanmakla sona eren firar suçuyla ilgili olarak, kısa kararda ve
gerekçeli kararın hüküm bölümünde suç bitim tarihinin 05.01.2008
yerine 08.01.2008 olarak yazılmasının hatalı olduğuna;
c) Gerekçeli kararın sanığın kimlik bilgilerinin yer aldığı
bölümünde, sanığın T.C. numarasının nüfus kayıt bilgilerine göre yanlış
yazılmış olduğuna;
İşaret edilmiştir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle; sanığın temyizine atfen ve resen,
hukuka aykırı bulunan mahkûmiyet hükümlerinin tamamının, 353 sayılı
Kanun’un 221/1’inci maddesi gereğince, usul yönünden ayrı ayrı bozulmasına
karar verilmiştir.
193
ASMKYUK
CEZA MUHAKAMESİ KANUNU
Mad. 207/3-H
Mad. 150/3, 151/1, 188/1
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
1’inci Daire Kararı
E.No. : 2014/0598
K.No. : 2014/0583
T.
: 11.06.2014
ÖZET
Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçtan
dolayı yargılanmakta olan sanık tarafından vekâletname ile
görevlendirilen müdafi/müdafilerin bu görevlerini mazeretli ya da
mazeret göstermeksizin yerine getirmemeleri hâlinde sanık ve
müdafie/müdafilere “Sanığın alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını
gerektiren suçtan dolayı yargılanmakta olması nedeniyle tüm
duruşmaların müdafili olarak yapılması gerektiği, duruşmalara
katılmamaları hâlinde, yargılamaya sanığa zorunlu müdafi atanarak
devam edileceği” hususunda hatırlatma yapılması, buna rağmen
duruşmalara mazeretli ya da mazeretsiz olarak katılmamaları
hâlinde sanığa zorunlu müdafi atanarak, atanan zorunlu müdafie
dava dosyasını incelemesi için yeterli süre tanınması, zorunlu
müdafiin atanmasından önceki işlemlerin yenilenerek tam bir
savunma imkânı ve ortamı yaratılması gerekirken, savunmaya
ilişkin bu yasal yükümlülüğe riayet edilmemesi, CMK’nın 150/3,
151/1 ve 188/1 ile 353 sayılı Kanun’un 207/3-E, H maddeleri
kapsamında savunma ve adil yargılama hakkının kısıtlanması
sonucunu doğurur.
Askerî Mahkemece; sanığın, 16.12.2012 tarihinde üste fiilen
taarruz sonucu ölüme sebebiyet vermek suçunu işlediği kabul edilerek,
ASCK’nın 91/3 ve TCK’nın 62/1’inci maddeleri gereğince yirmi beş yıl
hapis cezası ile cezalandırılmasına; TCK’nın 53/1’inci maddesi uyarınca
mahkûm olduğu hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar aynı
maddenin (a), (b), (d) ve (e) bentlerinde sayılan hakları, koşullu salı
verilinceye kadar ise aynı maddenin (c) bendinde sayılan hakkı
194
kullanmaktan yoksun bırakılmasına; tutuklama nedenleri ortadan
kalkmadığından tutukluluk hâlinin devamına; katılan vekiline bin yüz TL
avukatlık ücreti ödenmesine, meydana gelen sekiz TL altmış dört KRŞ
Hazine zararının, 353 sayılı Kanun’un 16’ncı maddesi gereğince sanıktan
tazmin ve tahsiline; yasal imkânsızlık nedeniyle, hükmün açıklanmasının
geri bırakılması ve erteleme hükümlerinin uygulanmasına yer olmadığına
karar verilmiştir.
353 sayılı Kanun’un 205/2’nci maddesi gereğince kendiliğinden
temyize tâbi olan üste fiilen taarruz sonucu ölüme sebebiyet vermek
suçuyla ilgili mahkûmiyet hükmü; katılanlar vekili tarafından takdiri
indirim uygulanmaması gerektiği ileri sürülerek sanık aleyhine,
vekaletnameli müdafii tarafından ise usule ve esasa yönelik sebepler ileri
sürülerek ayrı ayrı temyiz edilmiş; tebliğnamede, hükmün usul yönünden
hukuka aykırılıklar nedeniyle bozulması gerektiği hususunda görüş
bildirilmiştir.
Yapılan temyiz incelemesinde;
Askerî Mahkemece; sanığın ve maktul P.Çvş. H. I.’nın suç
tarihinde … Askerlik Şubesinde görev yaptıkları, olay günü (16.12.2012)
saat 13.00 sularında sanığın kendi kız arkadaşı olan H. F. Y. ile maktulün
ilişkisi olduğunu düşündüğü, bir şekilde anahtarlıkta bulunduğunu
belirttiği bir anahtar ile kilitli mühimmat sandığını açtığı, bu sandıktan
bir adet 40’lık kaleşnikof şarjörü aldığı ve bu şarjörü kendisine zimmetli
olan … seri numaralı kaleşnikof AK-47 marka piyade tüfeğine taktığı,
maktul ve tanık B. O.’nun istirahat etmekte olduğu koğuşa yavaşça
yaklaştığı, gelen sesler üzerine B. O.’nun sanığa “Fatih sen misin?” diye
seslendiği, sanığın “Evet, benim” şeklinde cevap verdiği, akabinde koğuş
kapısının hafifçe aralandığı, dışarıdan içeriye doğru tüfeğin namlusunun
uzandığı, sanığın koğuş kapısının giriş istikametine göre sağda bulunan
ranzanın üst katında bulunan maktul P.Çvş. H. I.’ya dört el ateş ettiği,
olayın etkisiyle maktulün kendisini ranzadan yere attığı, sanığın yerde
yatan maktule dört el daha ateş ettiği, daha sonra yan tarafta bulunan
odadan 2 ya da 3 el silah sesi daha geldiği, burada sanığın kendisine de
ateş ettiği, silah sesleri nedeniyle olay yerine gelenlerin maktulü kanlar
içerisinde yerde yatarken gördükleri, daha sonra önce maktulün akabinde
kendisini yaralayan sanığın hastaneye götürüldükleri, Adlî Tıp
Kurumunda yapılan otopsi sonucunda “Ateşli silah çekirdeği
yaralanmalarına bağlı çok sayıda iskelet sistemi kemik kırıkları ile
karakterli iç organ ve büyük damar harabiyetleri, iç ve dış kanama
sonucu” ölümün meydana geldiğinin anlaşıldığı, yapılan kriminal
incelemede olayda kullanılan silah ile mermi boş kovanlarının “…” seri
195
numaralı kaleşnikof marka silahtan çıktığının anlaşıldığı belirtilerek,
sanığın, üste fiilen taarruz sonucu ölüme sebebiyet vermek suçunu
işlediği kabul edilerek, yazılı olduğu şekilde mahkûmiyet hükmü
kurulmuş ise de;
Sanığın soruşturma aşamasında; ifadesinin tespiti ve tutuklama
istemiyle Askerî Mahkemeye sevki sırasında Sivas Barosu tarafından
görevlendirilen Av.T. M.’nin, yine soruşturma aşamasında adlî gözlem
işlemi ve Askerî Savcılıkça ifadesinin tespiti sırasında Sivas Barosu
tarafından görevlendirilen Av. B. T.’nin zorunlu müdafi olarak görev
yapmalarını müteakip, sanığın Av. A. A. S. ve Av. E. A.S.’yi müdafii
olarak tayin ettiği görülmektedir (Kls-2 Dz.527).
Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçtan dolayı
yargılanmakta olması nedeniyle, CMK’nın 150/1'inci maddesi gereğince
sanığın mutlaka bir müdafiinin hukuki desteğinden faydalanması
gerekmektedir. Bu müdafiinin, öncelikle eğer kendisinin seçtiği bir
müdafi var ise bu müdafi olacağı, eğer kendisinin seçtiği müdafi yok ise ;
askerî mahkemece ilgili Barodan istemde bulunularak görevlendirilen
zorunlu müdafi olacağı açıktır.
Sanığın alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçtan
dolayı yargılanmakta olması nedeniyle, ister kendisi tarafından seçilmiş
olsun isterse Baro’dan istenerek görevlendirilmiş olsun müdafiin,
yapılacak tüm duruşmalarda hazır bulunması şart olduğu, alt sınırı beş
yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçtan dolayı yargılanmakta
olunması nedeniyle müdafisiz duruşma yapılmaması gerektiği hâlde;
26.03.2013 (Dz.542-546), 11.09.2013 (Dz.621), 07.11.2013
(Dz.665-666), 26.12.2013 (Dz.704) tarihlerinde yapılan duruşmalara,
sanığın kendisinin müdafi tayin ettiği Av. A. A. S. ve Av. E. A. S.’nin
katılmadıkları gibi, bu müdafilerin katılmadığını tespit eden Askerî
Mahkemece, ilk duruşmanın ertelenmesi ile birlikte sanığa ve söz konusu
müdafilere “Sanığın alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren
suçtan dolayı yargılanmakta olması nedeniyle tüm duruşmaların müdafili
olarak yapılması gerektiği, duruşmalara katılmamaları hâlinde,
yargılamaya sanığa zorunlu müdafi atanarak devam edileceği”
hususunda hatırlatma yapılarak, sonraki duruşmalarda hazır
bulunmalarının sağlanmadığı, eğer bu müdafiler hatırlatmaya rağmen
katılmazlar ise zorunlu müdafi atanarak tüm duruşmalarda bu zorunlu
müdafinin hazır edilmediği,
Müdafiin 23.01.2014 günü saat 14:00’de yapılan hüküm
duruşması öncesinde, 23.01.2014 tarihli faks aracılığıyla mesleki
mazeretini bildirir dilekçe göndererek, 23.01.2014 tarihli duruşmaya,
196
aynı gün Bakırköy 28’inci İş Mahkemesinin 2013/334 Esas sayılı
dosyasının saat 11.40’da duruşması olması nedeniyle katılamayacağını
bildirdiği;
Ancak Askerî Mahkemece; müdafiin katılmadığı ve mazeret
dilekçesi gönderdiği tespit edildiği hâlde, duruşmaya devam edildiği,
talimatla gelen bazı tanık ifadelerinin okunduğu, bir tanığın tanıklığından
vazgeçilmesi yönünde tarafların (Sanık, katılan, askerî savcı, katılanlar
vekili) görüşlerinin alındığı, katılan V. I.’nin “Davanın artık bitmesini
istiyorum” şeklindeki sözünden sonra, R.K.’nın tanıklığından
vazgeçilmesine, müdafiin mazeretinin reddine, Baro’dan müdafi
istenilmesine karar verildiği, Sivas Barosu’ndan görevlendirilen Av. T.
K.’nin gelmesini müteakip müdafi olarak atandığı, duruşmaya devam
edilerek sanığın vekâletnameli müdafii olan Av. A. A. S. ve Av. E. A.
S.’nin yokluğunda hüküm kurulduğu, hüküm duruşmasına zorunlu
müdafi olarak katılan Av. T. K.’nin ilk defa dava ile muhatap olduğu gibi
verilen hükmü temyiz dahi etmediği görülmektedir.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun;
149’uncu maddesinde, şüpheli veya sanığın soruşturmanın her
aşamasında müdafiin yardımından yararlanabileceği;
150’nci maddesinde, şüpheli veya sanığın müdafi seçebilecek
durumda olmadığını beyan etmesi ve istemesi hâlinde bir müdafi
görevlendirileceği; müdafi bulunmayan şüpheli ve sanığın, çocuk,
kendisini savunmayacak derecede malul, sağır ve dilsiz olması hâlinde
veya alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan
dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda istemi olmaksızın
müdafi görevlendirileceği;
151’inci maddesinde; 150’nci madde hükmüne göre
görevlendirilen müdafiin, duruşmada hazır bulunmaması, duruşmadan
çekilmesi veya görevini yerine getirmekten kaçınması hâlinde, hâkim
veya mahkeme tarafından derhâl başka bir müdafi görevlendirilmesi
için gerekli işlemin yapılacağı; bu durumda oturumun ertelenmesine de
karar verilebileceği;
156’ncı maddesinde; 150’nci maddede yazılı olan hâllerde,
müdafiin; soruşturma evresinde, ifadeyi alan merciin veya sorguyu yapan
hâkimin, kovuşturma evresinde, mahkemenin istemi üzerine ilgili yer
barosu tarafından görevlendirileceği; şüpheli veya sanığın kendisinin
sonradan müdafi seçmesi hâlinde, baro tarafından görevlendirilen
avukatın görevinin sona ereceği;
188’inci maddesinde; Kanun'un zorunlu müdafiliği kabul
ettiği hâllerde müdafiin duruşmada hazır bulunmasının şart olduğu;
197
289’uncu maddesinde; Cumhuriyet savcısı veya duruşmada
kanunen mutlaka hazır bulunması gereken diğer kişilerin
yokluğunda duruşma yapılmasının, hukuka kesin aykırılık teşkil
ettiği;
353 sayılı Askerî Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü
Kanunu’nun;
207’nci maddesinde; askerî savcı veyahut kanunen bulunması
gerekli diğer bir kişinin yokluğunda duruşma yapılmasının hukuka kesin
aykırılık teşkil ettiği;
Hüküm altına alınmıştır.
Bu düzenlemelere göre; kanunun zorunlu müdafiliği kabul ettiği
hâllerde, varsa seçilen müdafiin yok ise zorunlu müdafiin de bulunduğu
kişiler hazır bulunmadıkça duruşma yapılamayacak, yapılmış ise bu
oturumda yapılan işlemler geçersiz sayılacaktır. Gerek isteğe bağlı
olarak, gerekse kanuni zorunluluğun bir sonucu olarak müdafi
yardımından yararlanması gereken kişilerin savunmasız kalmaları,
hukuken kabul edilebilecek bir husus değildir.
Kanun gereğince müdafii bulunmaksızın duruşma yapılamayacak
olduğu hâlde duruşma yapılarak mahkûmiyetine karar verilmesi, aynı
zamanda Anayasa’nın 36/1 ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6’ncı
maddesinde ifadesini bulan adil yargılama hakkının da ihlâli
niteliğindedir.
Her ne kadar Askerî Mahkemece hükmün verildiği duruşmada,
sanığın vekaletnameli müdafiinin mesleki mazeretinin kabul
edilmeyerek, zorunlu müdafii atanmış, hüküm duruşmasına zorunlu
müdafii olarak katılan Av.T. K.’ye yokluğunda yapılan usulü işlemler ve
dosyada mevcut tüm yazılı belgeler okunmuş, zorunlu müdafiinin usulü
işlemlere itirazının olmadığı, belgelere bir diyeceğinin olmadığı tespit
edilerek, müdafii bulunmadan yapılan duruşmalardaki işlemlerin yerine
getirildiği düşünülerek hüküm verilmiş ise de;
Sanığın üzerine atılı suçun cezasının, müebbet ağır hapis, az
vahim hâllerde yirmi dört seneden otuz seneye kadar hapis cezası
gerektirdiği göz önünde bulunduğunda, daha önce dava konusu ile ilgili
ne soruşturma ne de kovuşturma aşamasında görev yapmamış olup
sadece hüküm duruşmasına katılan zorunlu müdafiin, sanığa gerçek
anlamda ve yeterli bir hukuki yardımda bulunduğundan, savunma
yaptığından, kanunun ve AİHS’nin aradığı zorunlu müdafilik görevinin
yerine getirildiğinden söz edilemeyeceği, nitekim zorunlu müdafi olarak
atanmasına rağmen Av.T. K.’nin hükmü bile temyiz etmediği görülmekle;
198
Tüm duruşmalarda öncelikle sanığın vekâletname ile
görevlendirdiği müdafiinin hukuki yardımından yararlandırılması için
gerekli tüm tedbirlerin alınması gerekirken, eğer vekâletname ile
görevlendirilen müdafi/müdafiler bu görevlerini mazeretli ya da mazeret
göstermeksizin yerine getirmiyorlar ise sanık ve müdafie/müdafilere
“Sanığın alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçtan
dolayı yargılanmakta olması nedeniyle tüm duruşmaların müdafili olarak
yapılması gerektiği, duruşmalara katılmamaları hâlinde, yargılamaya
sanığa zorunlu müdafii atanarak devam edileceği” hususunda hatırlatma
yapılması, buna rağmen duruşmalara mazeretli ya da mazeretsiz olarak
katılmamaları hâlinde sanığa zorunlu müdafi atanarak, atanan zorunlu
müdafie dava dosyasını incelemesi için yeterli süre tanınması, zorunlu
müdafiinin atanmasından önceki işlemlerin yenilenerek tam bir savunma
imkânı ve ortamı yaratılması gerekirken, savunmaya ilişkin bu yasal
yükümlülüğe riayet edilmeyerek, CMK’nın 150/3, 151/1 ve 188/1 ile 353
sayılı Kanun’un 207/3-E,H maddelerinin belirlediği anlamda sanığın
savunma ve adil yargılama hakkının kısıtlanmasına yol açıldığı
anlaşıldığından, mahkûmiyet hükmünün belirtilen hukuka aykırılıklar
nedeniyle usul yönünden bozulmasına karar verilmiştir.
199
ASMKYUK
Mad. 209/1
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E.No. : 2014/49
K.No. : 2014/49
T.
: 22.05.2014
ÖZET
19.10.2012 tarihinde yapılan duruşmada esas hakkındaki
mütalaasını bildiren ve sanığın zincirleme memuriyet nüfuzunu
kötüye kullanmak suçundan cezalandırılmasını talep eden Askerî
Savcı tarafından hükmün verildiği 09.11.2012 tarihinde “Askerî
Mahkememizin 09.11.2012 gün ve 2012/45 esas numaralı dosyasından
verilen karar mütalaamıza kısmen aykırı çıktığından gerekçeli kararın
Askerî Savcılığımıza tebliğine kadar temyiz süresinin tutumunu
gerekçeli kararın yazıldığında Askerî Savcılığımıza gönderilmesini arz
ederim.” şeklinde verilmiş bulunan süre tutum dilekçesinde, hükmün
hukuka aykırı olduğu ve temyiz edildiği hususunda herhangi bir
ibareye yer verilmediği gibi, bu anlama gelebilecek bir açıklamanın
da bulunmadığı, usul hukukunda süre tutum diye bir kurumun da
mevcut olmadığı, dilekçenin içeriğinde mütalaaya aykırı çıkan
hükümle ilgili olarak sadece gerekçeli kararın gönderilmesi talebine
yer verildiği, açıkça temyiz iradesi taşımayan bir dilekçenin temyiz
dilekçesi olarak kabul edilmesinin doğru olmayacağı, temyiz etme
düşüncesinde olan Askerî Savcının esasen temyiz dilekçesi olan süre
tutum dilekçesinde temyiz iradesini açıkça belirtmesinin, gerekçeli
kararın yazımından sonra gerekçeli kararı inceleyerek temyizden
vazgeçip vazgeçmeme olgusunu değerlendirmesinin gerektiği,
dolayısıyla, Askerî Savcı tarafından 09.11.2012 tarihinde verilen ve
aynı tarihte kayda giren dilekçenin geçerli bir temyiz dilekçesi
olarak kabulünün mümkün olmadığı, 10.12.2012 tarihinde verilen ve
irade içeren temyiz dilekçesinin ise, yedi günlük temyiz süresi
geçirildikten sonra verilmiş olduğu anlaşılmakla, temyiz isteminin
süre yönünden reddine dair Daire kararında herhangi bir
isabetsizlik bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
200
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunda
çözümlenmesi gereken uyuşmazlığın konusu, Askerî Savcının temyiz
isteminin süresinde yapılıp yapılmadığıdır.
Daire, Askerî Savcının süre tutum dilekçesinde temyiz iradesinin
bulunmadığını, gerekçeli kararın tebliğinden sonra verilen temyiz
dilekçesinin de hükmün tefhiminden itibaren bir hafta içinde verilmemiş
olması nedeniyle, temyiz isteminin süre yönünden reddine, karar
vermişken;
Başsavcılık; Askerî Savcının süre tutum dilekçesinin temyiz
iradesini içerdiğini, bu nedenle, temyiz talebinin süresinde olduğunu ileri
sürerek, Daire kararına süresinde itiraz etmiştir.
Yapılan incelemede;
Hükmün verildiği 09.11.2012 tarihinde yapılan duruşmada Askerî
Savcı esas hakkındaki mütalaasında, sanığın, zincirleme şekilde kişisel
çıkar sağlamak maksadıyla memuriyet nüfuzunu kötüye kullanmak ve
mağdur erler E. Y., M. E. ve A. U.'ya karşı üç ayrı kez asta müessir fiil
suçunu işlemesi nedeniyle bu suçlardan cezalandırılması; zincirleme
şekilde askerî eşyayı çalmak suçundan da beraatine karar verilmesi,
talebinde bulunmuştur.
Askerî Mahkemece, sanığın, mağdur erler E. Y., M. E. ve A.
U.'ya karşı asta müessir fiil suçunu işlediği kabul olunarak her üç suçtan
mahkûmiyetine, zincirleme şekilde memuriyet nüfuzunu sair suretle
kötüye kullanmak ve zincirleme şekilde askerî eşyayı çalmak suçlarından
da beraatine karar vermiştir.
Askerî Savcı tarafından 09.11.2012 tarihinde “Askerî
Mahkememizin 09.11.2012 gün ve 2012/45 esas numaralı dosyasından
verilen karar mütalaamıza kısmen aykırı çıktığından gerekçeli kararın
Askerî Savcılığımıza tebliğine kadar temyiz süresinin tutumunu gerekçeli
kararın yazıldığında Askerî Savcılığımıza gönderilmesini arz ederim.”
içerikli ve “Süre tutum” konulu bir dilekçe verilmiştir.
Askerî Mahkemece, gerekçeli kararın Askerî Savcılığa
gönderilmesini müteakip, 10.12.2012 tarihinde, Askerî Savcı tarafından,
zincirleme şekilde memuriyet nüfuzunu kötüye kullanmak suçunun
sübuta erdiği, bu nedenle beraat kararının hukuka aykırı olduğu
belirterek, bu suçla ilgili beraat hükmünün temyiz edildiğine dair, temyiz
layihası sunulmuştur.
Temyiz davasının açılabilmesi için gerekli olan “süre” ve “istek”
koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.
Süre koşulu, temyiz talebinin tefhim/tebliğ tarihinden itibaren
yasal süresi içerisinde yapılmasını ifade etmektedir. Bu süre, 353 sayılı
201
Kanun'un 209/1'inci maddesine göre, bir haftadır. CMK'nın 39/2'nci
maddesine göre de bu bir haftalık süre, tebligatın yapıldığı günün, son
haftada isim itibariyle karşılığı olan günün mesai bitiminde sona
ermektedir. Beraat hükmünün, Askerî Savcıya 09.11.2012 (Cuma günü)
tefhim suretiyle tebliğ edilmiş olduğu gözetildiğinde, Askerî Savcının
temyiz süresi, 16.11.2012 (Cuma günü) mesai bitiminde sona ermektedir.
İstek koşulu ise, temyiz iradesinin açık bir şekilde ortaya konulmasını
ifade etmektedir.
Bu açıklamaların ışığı altında somut olay irdelendiğinde;
Askerî Savcı tarafından, yasal süresi içerisinde, 09.11.2012
tarihinde “Askerî Mahkememizin 09.11.2012 gün ve 2012/45 esas
numaralı dosyasından verilen karar mütalaamıza kısmen aykırı
çıktığından gerekçeli kararın Askerî Savcılığımıza tebliğine kadar temyiz
süresinin tutumunu gerekçeli kararın yazıldığında Askerî Savcılığımıza
gönderilmesini arz ederim.” şeklinde süre tutum dilekçesi verilmişse de;
bu dilekçede, beraat hükmünün hukuka aykırı olduğu ve temyiz edildiği
hususunda herhangi bir ibareye yer verilmediği gibi, bu anlama
gelebilecek bir açıklamanın da bulunmadığı, görülmektedir. Dilekçede
bir olgu ve iki talebe yer verilmiştir. Kararın talebe aykırı çıktığına
yönelik belirtilen olgunun, hukuken hiç bir önemi bulunmamaktadır.
Zira, hükmün esas hakkındaki mütalaaya aykırı çıktığı zaten dosya
kapsamından anlaşılmaktadır. Askerî Savcının dilekçesindeki
taleplerinden biri, gerekçeli kararın gönderilmesi olup, Askerî
Mahkemece gerekçeli karar yazımını müteakip Askerî Savcılığa
gönderilmiş olup, Askerî Savcının talebi yerine getirilmiştir. Askerî
Savcının dilekçesindeki ikinci talebi ise, temyiz süresinin tutumudur.
Oysa, ceza yargılamasında, temyiz süresi, hak düşürücü sürelerden olup,
usul hukukunda süre tutum diye bir kuruma yer verilmemiş, şartları varsa
eski hâle getirme müessesesi öngörülmüştür. Uygulamada, Askerî
Mahkemece, hangi gerekçeyle esas hakkındaki mütalaaya aykırı olarak
karar verildiği bilinmediğinden; Askerî Savcı tarafından, temyiz talebi,
süresi içerisinde yapılmakta, gerekçeli kararın gönderilmesini müteakip,
gerekçeli karar, Askerî Savcı tarafından incelenerek, ya ayrıntılı temyiz
layihası sunulmakta, ya da gerekçeler yerinde görülerek, temyiz
talebinden vazgeçilmektedir. Ancak, bu süre tutum diye adlandırılan
dilekçenin geçerliliği içinde, dilekçede hükmün temyiz edildiğinin açık
bir şekilde belirtilmesi ya da hükmün hukuka aykırı olması nedeniyle
süre tutum dilekçesi verildiğinin ifade edilmesi gerekmektedir. Hükmün
hukuka aykırılığı nedeniyle temyiz edildiğini belirtir irade taşımayan bir
202
süre tutum dilekçesinde, temyiz iradesinin bulunduğundan ve bu
dilekçenin istek koşulunu sağladığından söz edilemeyecektir.
Askerî Savcı temyiz iradesini, 10.12.2012 tarihinde vermiş olduğu
temyiz layihası ile ortaya koymakla birlikte, Askerî Savcı yönünden
temyiz süresinin 16.11.2012 (Cuma günü) mesai bitiminde sona ermiş
bulunması karşısında, bu dilekçesinde, süre koşulunun gerçekleşmediği,
anlaşılmaktadır.
Yargıtay ve Askerî Yargıtay uygulamalarında, hükmün temyiz
edildiği açıkça belirtilmemekle birlikte, “Kararın yeniden incelenmesini
istiyorum.” “Davamın yeniden incelenmesini/görülmesini istiyorum.”,
“İtiraz ediyorum.”, “Kararın bozulmasını istiyorum.” şeklindeki süre
tutum dilekçelerin, temyiz istek ve iradesi içermesi nedeniyle, geçerli
kabul edilmesi de, yukarıdaki açıklamalara uygun düşmekte ve taraflar
yönünden bir ayrıcalık yaratıldığı izlenimi yaratmamaktadır.
Sonuç itibariyle, hükmün verildiği 09.11.2012 tarihinde yapılan
duruşmada esas hakkındaki mütalaasını bildiren ve sanığın zincirleme
memuriyet nüfuzunu kötüye kullanmak suçundan cezalandırılmasını
talep eden Askerî Savcı tarafından; aynı tarihte verilmiş bulunan süre
tutum dilekçesinde, kararın hukuka aykırı olduğu ve temyiz edildiği
hususunda herhangi bir ibareye yer verilmediği gibi; bu anlama
gelebilecek bir açıklamanın da bulunmadığı, usul hukukunda süre tutum
diye bir kurumun da mevcut olmadığı, dilekçenin içeriğinde mütalaaya
aykırı çıkan kararla ilgili olarak sadece gerekçeli kararın gönderilmesi
talebine yer verildiği; açıkça temyiz iradesi taşımayan bir dilekçenin,
temyiz dilekçesi olarak kabul edilmesinin doğru olmayacağı; temyiz
etme düşüncesinde olan Askerî Savcının esasen temyiz dilekçesi olan
süre tutum dilekçesinde, temyiz iradesini açıkça belirtmesinin; gerekçeli
kararın yazımından sonra, gerekçeli kararı inceleyerek temyizden
vazgeçip vazgeçmeme olgusunu değerlendirmesinin gerektiği;
dolayısıyla, Askerî Savcı tarafından, 09.11.2012 tarihinde verilen ve aynı
tarihte kayda giren dilekçenin geçerli bir temyiz dilekçesi olarak
kabulünün mümkün olmadığı; 10.12.2012 tarihinde kayda giren sunulan
temyiz layihasının ise, bir haftalık temyiz süresi geçirildikten sonra
verilmiş olduğu anlaşılmakla, Askerî Savcının temyiz istemini yasal
süresi içerisinde yapmadığı, sonuca varılmıştır (Askerî Yargıtay Daireler
Kurulunun 17.04.2014 tarihli ve 2014/36-34 E.K. sayılı kararı da bu
doğrultudadır). Bu nedenlerle, Askerî Savcının temyiz talebinin süre
yönünden reddine dair Daire kararında herhangi bir isabetsizlik
bulunmadığından, Başsavcılığın itirazının reddine karar verilmiştir.
203
ASMKYUK
Mad. 209/1
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E.No. : 2014/50
K.No. : 2014/54
T.
: 12.06.2014
ÖZET
Hükmün verildiği duruşmada esas hakkındaki mütalaasını
bildiren ve sanığın izin tecavüzü suçundan cezalandırılmasını talep
eden Askerî Savcının “İzin tecavüzü suçundan sanık İkm.Er M. Ş.
hakkında verilmiş olan ...K.lığı Askerî Mahkemesinin 2013/319 Esas
sayılı kararı Askerî Savcılık istemine aykırı çıktığından temyiz
süresinin tutumunu ve gerekçeli kararın yazıldığında gönderilmesi
arz olunur.” şeklinde süre tutum dilekçesi vermesi ve gerekçeli
kararın tebliğinden sonra da sebeplerini göstermek suretiyle hükmü
temyiz etmiş bulunması karşısında, süre tutum dilekçesinin temyiz
iradesi taşıdığı ve dolayısıyla Askerî Savcı tarafından yapılan temyiz
isteminin süresinde olduğu sonucuna varılmıştır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunda
çözümlenmesi gereken uyuşmazlığın konusu, Askerî Savcının temyiz
isteminin süresinde yapılıp yapılmadığıdır.
Daire, Askerî Savcının süre tutum dilekçesinde temyiz iradesinin
bulunmadığını, gerekçeli kararın tebliğinden sonra verilen temyiz
dilekçesinin de hükmün tefhiminden itibaren bir hafta içinde verilmemiş
olması nedeniyle, temyiz isteminin süre yönünden reddine, karar
vermişken;
Başsavcılık; Askerî Savcının süre tutum dilekçesinin temyiz
iradesini içerdiğini, bu nedenle, temyiz talebinin süresinde olduğunu ileri
sürerek, Daire kararına süresinde itiraz etmiştir.
Yapılan incelemede;
Hükmün verildiği 06.03.2013 tarihinde yapılan duruşmada Askerî
Savcı esas hakkındaki mütalaasında, sanığın, işlemiş olduğu izin
tecavüzü suçundan cezalandırılması, isteminde bulunmuştur.
204
Askerî Mahkemece, sanığın geçerli özrü nedeniyle zamanında
izninden dönmediği kabul edilerek, 5271 sayılı CMK’nın 223/2-c
maddesi gereğince, sanığın beraatine karar verilmiştir.
Askerî Savcı tarafından 06.03.2013 tarihinde “İzin tecavüzü
suçundan sanık İkm.Er M. Ş. hakkında verilmiş olan ...K.lığı Askerî
Mahkemesinin 2013/319 Esas sayılı kararı Askerî Savcılık istemine
aykırı çıktığından temyiz süresinin tutumunu ve gerekçeli kararın
yazıldığında gönderilmesi arz olunur.” içerikli ve “Süre Tutum
Dilekçesi.” konulu bir dilekçe verilmiş, 07.03.2014 tarihinde de hakim
havalesine tâbi tutulmuştur.
Askerî Mahkeme tarafından gerekçeli karar, 18.03.2013 tarihinde,
Askerî Savcılığa gönderilmiştir.
Askerî Savcı tarafından, özetle, suçun sübuta erdiği ve beraat
kararının esastan bozulması gerektiği belirtilerek verilen temyiz layihası
21.03.2013 tarihinde Askerî Mahkeme kaydına girmiş, 22.03.2013
tarihinde de hakim havalesi yapılmıştır.
353 sayılı Askerî Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü
Kanununun “Temyiz isteminin süresi ve şartları” başlıklı 209’uncu
maddesi:
“Temyiz istemi karar veya hükmün tefhiminden, tefhim sanığın
yokluğunda yapılmış ise tebliğinden itibaren bir hafta içerisinde olur.
Teşkilatında askerî mahkeme kurulan kıta komutanı veya askerî
kurum amiri için temyiz süresi hükmün gerekçesiyle birlikte tebliği
tarihinden başlayarak bir haftadır.” hükmünü;
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Temyiz istemi ve
süresi” başlıklı 291’inci maddesi de;
“(1) Temyiz istemi, hükmün açıklanmasından itibaren yedi gün
içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt kâtibine
bir beyanda bulunulması suretiyle yapılır; beyan tutanağa geçirilir ve
tutanak hâkime onaylattırılır. Tutuklu bulunan sanık hakkında 263 üncü
madde hükmü saklıdır.
(2) Hüküm, temyiz yoluna başvurma hakkı olanların yokluğunda
açıklanmışsa, süre tebliğ tarihinden başlar.” hükmünü;
İçermektedir.
Bu yasal düzenlemeler dikkate alındığında, hukukumuzda “süre
tutum” adı altında, temyiz süresinin kesilmesini (durmasını) sağlayan bir
istisnaya yer verilmemiştir. Ancak, askerî mahkemenin hangi nedenle bu
hükmü kurduğunu bilmeyen tarafların gerekçeli kararı gördükten sonra
ayrıntılı temyiz layihalarını sunmaları için “süre tutum dilekçesi” adı
altında bir dilekçe sundukları ve gerekçeli kararın kendilerine tebliğini
205
sağladıkları yerleşik uygulama hâline gelmiştir. Burada önemli olan,
verilmiş bulunan süre tutum dilekçesinde, hükmü temyiz etme iradesinin
bulunup bulunmadığıdır. Bu da her olayda ayrı ayrı değerlendirilmelidir.
Önemli olan, Askerî Savcının dilekçesinde kullandığı ifadeler olmayıp,
iradesinin ne içerdiği ve dilekçesi ile neyi amaçladığıdır.
Somut olayda, Askerî Savcının süre tutum dilekçesinde, kararın
mütalaaya aykırı çıktığını ifade etmiş olması, temyiz süresinin tutumunu
ve gerekçeli kararın yazıldığında gönderilmesini talep etmesi, gerekçeli
kararın tebliğinden sonra da ayrıntılı temyiz dilekçesini sunması birlikte
dikkate alındığında, iradesinin hükmü temyiz etmeye yönelik olduğu
ortaya çıkmaktadır (Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 27.03.2014
tarihli ve 2014/22-26 E.K. sayılı ilamı da bu doğrultudadır).
Aksi kanunda yazılmadığı sürece, hak düşürücü sürelerin
işlemesinin durdurulamayacağı, bu sürelerin “Tutulamayacağı” da açık
olmakla birlikte, Yargıtay ve Askerî Yargıtay uygulamalarında, verilen
tüm süre tutum dilekçeleri geçerli kabul edilmektedir. Hakeza, “Hükmü
temyiz ediyorum.” ifadesini açıkça taşımasa dahi, özellikle sanıklar ve
katılanlar tarafından verilen ve “Kararın temyiz edilmesini arz ederim.”
şeklinde olduğu gibi, içinde “Temyiz” kelimesinin geçtiği dilekçeler
geçerli kabul edilmekte, hatta “Temyiz” kelimesi hiç geçmemiş olsa
dahi, “Kararın yeniden incelenmesini istiyorum,” “İtiraz ediyorum,”
“Kararın bozulmasını istiyorum.” veya “Davamın yeniden
incelenmesini/görülmesini istiyorum.” şeklindeki dilekçeler hep,
istisnasız geçerli temyiz dilekçeleri olarak kabul edile gelmiştir. Benzer
nitelik ve içerikte sanık ve katılan tarafından verilen süre tutum/temyiz
dilekçeleri kabul edilmekteyken, Askerî Savcı tarafından verilen aynı
nitelik ve içerikteki dilekçenin kabul edilmemesi, Askerî Savcının eksik
ifade kullanmasından kaynaklanan hata nedeniyle, temyiz isteminin
incelenememesi sonucunu doğurmaktan başka bir anlam taşımayacaktır.
Bu nedenlerle, hükmün verildiği duruşmada esas hakkındaki
mütalaasını bildiren ve sanığın izin tecavüzü suçundan cezalandırılmasını
talep eden Askerî Savcının “İzin tecavüzü suçundan sanık İkm.Er M. Ş.
hakkında verilmiş olan …K.lığı Askerî Mahkemesinin 2013/319 Esas
sayılı kararı Askerî Savcılık istemine aykırı çıktığından temyiz süresinin
tutumunu ve gerekçeli kararın yazıldığında gönderilmesi arz olunur.”
şeklinde süre tutum dilekçesi vermesi ve gerekçeli kararın tebliğinden
sonra da sebeplerini göstermek suretiyle hükmü temyiz etmiş bulunması
karşısında, süre tutum dilekçesinin temyiz iradesi taşıdığı ve dolayısıyla
Askerî Savcı tarafından yapılan temyiz isteminin süresinde olduğu
sonucuna varıldığından, Başsavcılığın itirazının kabulüne, Daire
206
kararının kaldırılmasına, dosyanın temyiz incelemesinin yapılması için
Dairesine iadesine karar verilmiştir.
207
ASMKYUK
Mad. 217
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
4’üncü Daire Kararı
E.No. : 2014/926
K.No. : 2014/930
T.
: 23.12.2014
ÖZET
Askerî Savcı tarafından hükmün temyiz edilmesinin
düşünüldüğü belirtilerek verilen süre tutum dilekçesinin, açık bir
temyiz iradesi içermemesi nedeniyle geçerli bir temyiz dilekçesi
olarak kabulü mümkün değildir.
Askerî Mahkemece yapılan yargılama neticesinde 14.03.2014
tarihli duruşmada; sanığın, 07.09.2012 tarihinde tehdit suçunu işlediği
iddia olunarak cezalandırılması talep edilmiş ise de; kanuni unsurları
itibariyle oluşmayan suçtan beraatine karar verildiği, Askerî Savcı
tarafından 14.03.2014 tarihinde “süre tutum dilekçesi” konulu dilekçenin,
11.04.2014 tarihinde de temyiz dilekçesinin verildiği anlaşılmaktadır.
Temyiz, henüz kesinleşmemiş son kararlardaki hukuka
aykırılıkları gidermek için kabul edilmiş bir kanun yoludur. Olağan
kanun yollarından olan temyiz incelemesinin yapılabilmesi için, bir
temyiz davası açılmış olmalıdır. Temyiz davasının açılabilmesi için de iki
koşulun varlığı gereklidir. Bunlardan birincisi “süre” koşuludur. 353
sayılı Kanun’un 209’uncu maddesinde, genel kural olarak tarafların
temyiz isteğinde bulunabilecekleri süre hükmün tefhiminden, tefhim
sanığın yokluğunda yapılmış ise tebliğinden başlamak üzere bir hafta
olarak belirlenmiştir.
Temyiz davasının açılabilmesi için gerekli olan ikinci koşul ise
“istek” koşuludur. Yargılama hukukunun temel prensiplerinden olan
“Davasız yargılama olmaz” ilkesine uygun olarak, temyiz davası (353
sayılı Kanun’un 205’inci maddesinin 2’nci fıkrasında yazılı hâller
dışında) kendiliğinden açılmaz. Bu konuda bir isteğin bulunması
gereklidir. İstek koşulunun ise bu konuda hak ve yetkisi olan kişilerce
yerine getirilebileceği Kanun gereğidir.
208
Temyiz davasının açılabilmesi için gerekli olan “süre” ve “istek”
koşullarının birlikte gerçekleşmesinin zorunlu olduğu, Askerî Savcı
tarafından verilen süre tutum dilekçesi incelendiğinde, bu dilekçede
hükmün temyiz edildiğinden değil, temyiz edilmesinin düşünüldüğünden
bahsedildiği, hukukta temyiz istemine yönelik düşüncelerin, açıkça
temyiz iradesine dönüşmediği sürece hiçbir anlam ifade etmediği, temyiz
iradesi taşımayan bir süre tutum dilekçesinin de temyiz dilekçesi olarak
kabul edilmesinin doğru olmayacağı, temyiz etme düşüncesinde olan
Askerî Savcının esasen süre tutum dilekçesinde temyiz iradesini açıkça
belirtmesinin, gerekçeli kararın yazımından sonra gerekçeli kararı
inceleyerek
temyizden
vazgeçip
vazgeçmeme
olgusunu
değerlendirmesinin gerektiği, dolayısıyla Askerî Savcı tarafından
14.03.2014 tarihinde verilen ve aynı tarihte kayda giren dilekçenin
geçerli bir temyiz dilekçesi olarak kabulünün mümkün olmadığı,
11.04.2014 tarihinde verilen ve aynı tarihte kayda giren dilekçenin ise,
yedi günlük temyiz süresi geçirildikten sonra verilmiş olduğu, bu
nedenle, Askerî Savcının temyiz isteminin 353 sayılı Kanun'un 217/1'inci
maddesi gereğince süre yönünden reddine karar verilmiştir.
209
ASMKYUK
Mad. 217/2
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E.No. : 2014/30
K.No. : 2014/72
T.
: 25.09.2014
ÖZET
Dosya kapsamından, sanığın, katılanı mağdur etme kastı ile
hareket ettiği hususu her türlü şüpheden uzak, kesin, yeterli ve
inandırıcı delillerle ortaya konulamadığından, “şüpheden sanık
yararlanır” ilkesi gereğince, Askerî Mahkemece beraat hükmü
kurulmasında hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Daire ile Başsavcılık arasındaki uyuşmazlığın konusu, sanığa atılı
suçun her türlü şüpheden uzak, kesin, yeterli ve inandırıcı delillerle
sübuta erip ermediğinin tespitine yöneliktir.
Daire; sanığın, katılana ait rapordan haberi olmasına rağmen,
katılana nöbet tutturmak suretiyle suç kastıyla hareket ettiği, hasta olan
katılanın mağduriyetine neden olduğu sonucuna vararak, beraat
hükmünün esas yönünden bozulmasına karar vermiş iken; Başsavcılık,
sanığın suçsuzluk karinesini ortadan kaldıracak güçte delil elde
edilememiş olması ve müsnet suçun maddi ve manevi unsurlarının
açıklıkla ortaya konulamaması karşısında, sanığın atılı suçtan beraatına
karar verilmesinin hukuka uygun olduğunu ileri sürerek, aksi
doğrultudaki Daire kararlarına karşı itirazda bulunmuştur.
Sanığın, 01.08.2008 tarihinde, …Komutanı olarak göreve
başladığı, katılan J.Bçvş.M. A.’nın ise aynı Komutanlıkta …Komutanı
olarak görevli olduğu, bu şekilde görev icra edilmekte iken sanığın
19.08.2008 günü 3 gün mazeret izni ile Birliğinden ayrıldığı, sanık izinde
iken, katılanın Birlik Komutan Vekili tarafından 20.08.2008 tarihinde
Sivas Asker Hastanesine sevk edildiği, katılanın aynı gün psikiyatri
bölümünde muayene edildiği ve muayene sonunda psikiyatri uzmanı
tarafından bir rapor tanzim edildiği, bu raporun Sivas Asker Hastanesi
Baştabibi tarafından da onaylandığı, düzenlenen bu raporda, “1 aylık süre
içinde gece nöbet tutmaması, birlik komutanı ile hastanın sıkıntılarını
210
paylaşması, giderilmeye çalışılması, birlik komutanının hastanın özgüven
benlik duygularını harekete geçirerek yardımcı olması önerildi.” şeklinde
kanaate yer verildiği ve ayrıca katılan için iki kalem ilaç yazıldığı,
raporda yer alan gece nöbet tutmaması yönündeki kanaate rağmen
katılanın 30.08.2008 tarihindeki Nöbetçi Astsubaylık görevini yerine
getirdiği dosya kapsamından anlaşılmaktadır.
ASCK’nın Üçüncü Babının “Hizmet ve vazifenin ihlâli” başlıklı
Dokuzuncu Faslında “Umumi surette ihmal ve tekasül” başlığı altında
144’üncü maddede düzenlenen ve TCK’ya atıf suretiyle cezalandırılan
görevi kötüye kullanmak suçu, bu Kanun’un 12’nci maddesinde tarif
edilen bir askerî vazifeyi (Hizmeti) yapmakla yükümlü bulunan kişinin
(Memurun), memurluk görevini kanun ve nizamın gösterdiği usul ve
esaslardan başka surette kullanması biçiminde tanımlanmaktadır. Bu
suçun oluşumu için memurun; görev ve yetkisini aşması, yasanın
belirlediği usul, şekil ve esasa uymaması ve takdir yetkisini amacı
dışında kullanması ve tüm bu eylemlerin görevi kötüye kullanmak kastı
altında gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
ASCK’nın 144’üncü maddesinin atıfta bulunduğu TCK’nın
257/1’inci maddesinin metninde, görevinin gereklerine aykırı hareket
etmek şeklinde ifade edilmiş olup, bir görevin gereklerine aykırı hareket
edilmesi için, failin görev alanına giren bir işlemin yapılmış olması
zorunluluk arz etmektedir. “Görevinin gereklerine aykırı hareket etmek”
ibaresinin anlamı dikkate alındığında, gereklerine aykırı hareket edilen
şeyin, bizzat görev değil, bu görev dolayısıyla memura tanınan kudret ve
yetki olduğu anlaşılmaktadır.
TCK’nın 257/1’inci maddesinde görevi kötüye kullanmak suçu,
“Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin
gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya
kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir kazanç sağlayan
kamu görevlisi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
şeklinde düzenlenmiştir. 08.12.2010 tarihli ve 6086 sayılı Türk Ceza
Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile, 257’nci maddenin
birinci ve ikinci fıkralarında yer alan “Kazanç” ibareleri “Menfaat”
şeklinde değiştirilmiştir.
TCK’nın 257/1’inci maddesinde tanımlanan suçun oluşabilmesi
için, kanuna aykırı davranış yetmemekte, bu davranış nedeniyle,
“Kişilerin mağduriyetine” veya “kamunun zararına” neden olunması ya
da “Kişilere haksız bir menfaat sağlanması” gerekmektedir. Atılı suç
TCK’da “netice suçu” olarak düzenlenmiş olup, failin, bilerek ve
isteyerek görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle kişilerin
211
mağduriyetine veya kamunun zararına neden olma ya da kişilere haksız
bir menfaat sağlama kastıyla hareket etmesi gerekmektedir.
Diğer taraftan, askerlikte nöbet hizmetleri TSK İç Hizmet
Kanunu’nun 76-82 ve İç Hizmet Yönetmeliği’nin 382-640’ıncı
maddelerinde, müracaat ile ilgili hükümleri ise aynı Kanun’un 25’inci
maddesinde düzenlenmiştir. Konuyla ilgili hükümler incelendiğinde;
TSK İç Hizmet Kanunu’nun 77’nci maddesi; “Kıtalarda,
karargâhlarda ve askerî kurumlarda nöbet hizmetine tâbi tutulacak
personelin kimler olacağı, nöbet hizmetlerinin yapılış tarzı ile şekli ve
nöbetçilere ait vazifeler talimatname ile tayin ve tespit olunur.”
25’inci maddesi; “Her asker resmi ve şahsi işlerinden dolayı
müracaatını söz veya yazı ile en yakın amirinden başlayarak silsile
yoluyla yapar. Müracaatlar takip ve tahkik ve bir karara bağlanarak
neticesi müracaat sahibine mümkün olan en kısa zamanda mutlaka
bildirilir. Ancak; bu müddet hiçbir hâlde bir ayı geçemez.”
TSK İç Hizmet Yönetmeliği’nin 383’üncü maddesi; “Kendisine
nöbet hizmeti sırası gelen bir rütbe sahibinin mazeretinin zuhuru hâlinde
o gün için nöbete girmemesi birlik kumandanı veya kurum âmirinin
tarafından muvafık görülürse hizmet kendisinden sonra gelene teveccüh
eder. Ve durum nöbet alacak olana en kısa zamanda duyurulur. Mazeret
kalktığında geçmiş nöbetlerinden bir tanesi tutturulur.”
Hükümlerini içermektedir.
Yukarıda belirtilen mevzuat hükümlerine göre, Birlik Komutanı
olan sanığın, nöbet hizmetleri hususunda kendiliğinden veya ilgilinin
müracaatı üzerine nöbet değişikliği yapabilmesi görevi kapsamında
bulunduğu anlaşılmaktadır.
Sanık sorgu ve savunmalarında; 01.08.2008 tarihinde görevine
başladığını, 19-22.08.2008 tarihleri arasında izinde bulunduğu sırada
katılanın Hastaneye sevk edildiğini, izinden döndükten sonra kendisine
sadece katılanın psikiyatrik rahatsızlığı nedeniyle Hastaneye gittiğinin
belirtildiğini, ancak istirahat aldığına dair bilgi verilmediğini, emirler
doğrultusunda rahatsızlığının içeriği nedeniyle “Biyografi Belgesi”
doldurttuğunu, ancak Eylül ayı nöbetlerini imzalarken katılana nöbet
yazılmadığını fark edince, katılanın gece nöbet tutmamasına yönelik bir
raporun olduğunun söylendiğini, bunun üzerine raporu getirttiğini, bu
aşamada raporun kendisine gösterilerek bilgi sahibi olduğunu ve nöbet
yazılmamasını uygun karşıladığını, herhangi bir kasıtlı hareketinin
olmadığını beyan etmektedir.
Dosya kapsamından, katılan J.Kd.Bçvş. M. A.’nın amirine yazı ile
bir müracaatının bulunmadığı, söz ile müracaat ettiği hususunun ise
212
açıklıkla ortaya konulamaması nedeniyle şüpheli kaldığı anlaşılmaktadır.
Bizzat katılan tarafından tanzim edildiği anlaşılan ve sanık tarafından da
tasdik edilen 26.08.2008 tarihli Biyografi belgesinde de katılanın hizmet
safahatının ve ailevi durumunun yer aldığı, bu belgenin alt kısmında yer
alan Hastane kayıtlarına ilişkin kısımda ise, 20.08.2008 günü sevk
edildiği Sivas Asker Hastanesince yapılan muayenesi sonucunda ilaç
tedavisi uygulandığının belirtildiği, bu belgede bir ay müddetle gece
nöbet tutulmamasına dair bilgi ve istemin bulunmadığı görülmektedir.
Diğer taraftan, tanık J.Kd.Bçvş. M. C. A. tarafından, sanığa izin
dönüşünde diğer evraklar ile birlikte katılana ait raporu da gösterdiği
ifade edilmekle birlikte, dosyada bulunan raporun üzerinde bu raporu
sanığın gördüğüne dair bir paraf veya işareti bulunmadığı gibi, katılanın
nöbetini tutması veya tutmaması konusunda sanık tarafından J.Kd.Bçvş.
M. C. A.’ya yönelik bir talimat verilmediği de anlaşıldığından, sanığın
söz konusu raporu gördüğü hususu şüpheli kalmaktadır.
Ayrıca, sanığın izinde bulunduğu, 20.08.2008 tarihinde, Birlik
Komutan Vekili tarafından katılanın Sivas Asker Hastanesine sevk
edilmesi, aynı gün Psikiyatri bölümünde muayene edilip raporun
düzenlenmesi, dolayısı ile katılanın muayeneden dönüşünde sanığın
Birlikte bulunmaması, dizi 92'de bulunan 2008 yılı Eylül ayı nöbet
çizelgesinin, katılanın 30.08.2008 tarihinde nöbetini tuttuktan sonra,
31.08.2008 tarihinde sanık tarafından imzalanması, Eylül 2008 ayında
katılana nöbet yazılmaması dikkate alındığında, katılanın 30.8.2008
tarihinde nöbetçi olduğuna ve nöbet değişikliği yapılması gerektiğine
ilişkin kendisine bilgi verilmediği yönündeki sanığın savunmasının doğru
olma ihtimalini artırmakta ve sanığın, katılanı mağdur etme kastı ile
hareket ettiği hususunu şüpheli bırakmaktadır.
Bu nedenlerle, maddi ve manevi unsurları bakımından müsnet
suçu işlediğine dair, sanığın savunmasının aksini kanıtlayan her türlü
şüpheden uzak, yeterli ve kesin delil bulunmadığından, Ceza Yargılaması
Hukukunun “şüpheden sanık yararlanır” şeklindeki evrensel hukuk kuralı
uyarınca atılı suçun unsurları itibariyle oluşmadığı anlaşıldığından,
itirazın kabulü ile aksi düşünceye dayalı Daire kararının kaldırılmasına,
katılanın kabule değer görülmeyen temyiz sebebinin 353 sayılı Kanun’un
217/2’nci maddesi gereğince reddi ile Askerî Mahkemenin hukuka
uygun bulunan beraat hükmünün onanmasına karar verilmiştir.
213
ASMKYUK
Mad. 220/1
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E.No. : 2014/77
K.No. : 2014/86
T.
: 23.10.2014
ÖZET
Askerî Yargıtayın yerleşik kararlarında, 353 sayılı Kanun’un
220’nci maddesindeki, “Görev ve yetki hususundaki bozma
kararlarına karşı, askerî mahkemelerin direnme hakları yoktur.”
hükmünün, görevin vasfa göre belirlendiği durumları kapsamadığı,
dolayısıyla suç vasfına ilişkin olarak askerî mahkemelerin direnme
kararı verebilecekleri kabul edilmekle birlikte, somut olayda, Daire
ile Askerî Mahkeme arasındaki uyuşmazlığın, sanıkların
eylemlerinin askerî hizmet ve görevleriyle ilgili olup olmadığına
yönelik olduğu ve suç vasfına yönelik ihtilaf bulunmadığı sonucuna
varılmıştır.
Daire ile Askerî Mahkeme arasında ortaya çıkan ve Daireler
Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanıkların üzerine atılı
suçun askerî hizmet ve görevleri ile ilgili olup olmadığı ve buna bağlı
olarak askerî mahkemenin yargılama görevinin sona erip ermediğinin
belirlenmesine ilişkindir.
Daire; sanıkların üzerlerine atılı eylemleri ile yürüttükleri hizmet
ve görevleri arasında doğrudan ya da dolaylı bir bağlantı bulunmadığını,
fiillerinin askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olmadığını, atılı suçun
TCK’da düzenlendiğini ve ASCK’da anılan maddeye yapılmış bir atıf da
bulunmadığını, bu nedenle sanıklarla ilgili olarak yargılama yapma
görevinin adliye mahkemelerine ait olduğunu kabul ederken;
Askerî Mahkeme; sanıkların suçuna iştirak ettikleri diğer sanığın
eyleminin askerî hizmet görevleri ile ilgili olduğunu, bu nedenle
yargılama yapma görevinin Askerî Mahkemeye ait olduğunu ileri sürerek
önceki hükümde direnmek suretiyle, sanıklar hakkında beraat kararı
vermiştir.
214
Kurulumuzca, öncelikle görev konusundaki bozma kararlarına
direnmenin mümkün olup olmadığı hususu görüşülmüştür.
353 sayılı Kanun’un 220/1’inci maddesinde, “Askerî Yargıtay,
askerî mahkemenin usulsüz olarak kendisini görevli veya yetkili
görmesinden dolayı hükmü bozmuş ise aynı zamanda bu işe ait dava
dosyasını görevli veya yetkili mahkemeye gönderir. Görev ve yetki
hususundaki kararlarına karşı, askerî mahkemelerin direnme hakları
yoktur.” hükmü bulunmaktadır.
Askerî Yargıtayın yerleşik kararlarında, yukarıdaki hükmün
görevin vasfa göre belirlendiği durumları kapsamadığı, dolayısıyla suç
vasfına ilişkin olarak askerî mahkemelerin direnme kararı verebilecekleri
kabul edilmektedir (Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 06.05.1993
tarihli, 1993/45-44, 13.10.1994 tarihli, 1994/108-108, 20.06.1996 tarihli,
1996/100-98, 22.11.2001 tarihli, 2001/101-106, 09.02.2006 tarihli,
2006/42-34, 30.09.2010 tarihli, 2010/91-90; Esas ve Karar sayılı kararları
bu yöndedir).
Ancak, uyuşmazlığa konu olan dava dosyası incelendiğinde; Daire
ile Askerî Mahkeme arasında sanıklara yüklenen eylemin vasfına yönelik
olarak tartışma bulunmadığı gibi, her ikisi de sanıklara atılı suçun
TCK’nın 210/2, 38 ve 40’ıncı maddeleri uyarınca “resmî belgede
sahtecilik suçuna azmettiren sıfatıyla iştirak etmek” suçunu
oluşturduğunu kabul etmektedirler.
Bu durum karşısında; Askerî Mahkemece sanıklar hakkında tesis
edilmiş olan beraat hükümlerini görev yönünden bozan Daire kararına
karşı direnme hakkı bulunmadığı sonucuna varıldığından, direnilmek
suretiyle verilen beraat hükümlerinin usul yönünden bozulmasına karar
verilmiştir.
215
ASMKYUK
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 220/2-A
Mad. 223/2-a
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E.No. : 2014/1
K.No. : 2014/2
T.
: 30.01.2014
ÖZET
Sıhhi izne gönderilen sanığa, istirahat süresi sonunda
Birliğine dönmesi için dönüş yol süresi tanınması gerektiği ve bu
durumda, sanığın, 22.09.2011-27.09.2011 tarihleri arasında
gerçekleştirdiği izin süresini geçirme eyleminin, 6413 sayılı Türk
Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu’nun 19’uncu maddesinin birinci
fıkrasının c bendinde tanımlanan, barış zamanına münhasır olarak,
“hizmet yerini terk etmeme” cezası verilmesini gerektiren
“disiplinsizlik” hâli olduğu ve mahkûmiyet hükmünün sübut
yönünden bozulmasına ilişkin Daire kararının yerinde olduğu;
Sanığın eyleminin, artık bir suça vücut vermemesi nedeniyle,
bozma nedeni yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden,
Dairece, 353 sayılı Kanun’un 220/2-A maddesi gereğince, CMK’nın
223/2-a maddesi uyarınca sanığın beraatına karar verilmesinde bir
isabetsizlik bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunda
çözümlenmesi gereken uyuşmazlığın konusu, Askerî Mahkemece,
sanığın, ASCK'nın 66/1-b maddesinde düzenlenen ve izin tecavüzü suçu
olarak kabul edilen eyleminin, 6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri
Disiplin Kanunu'nun 19/1-c maddesinde düzenlenen hizmet yerini terk
etmeme cezası verilmesini gerektiren "izin süresini geçirmek"
disiplinsizlik hâline dönüşmesi hâlinde, bozulan mahkûmiyet hükmünden
sonra sanığın beraatına karar verilip verilmeyeceğine ilişkindir.
Daire; mahkûmiyet hükmünün bozulmasını müteakip, bozma
sebebi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, 353 sayılı
216
Kanun'un 220/2-A ve CMK'nın 223/2-a maddeleri uyarınca sanığın
beraatına, karar verirken;
Başsavcılık; Askerî Mahkemenin direnme imkânının ortadan
kaldırılmaması için mahkûmiyet hükmünün, sadece, sübut yönünden
bozulmasına karar verilmesi gerektiğini ileri sürerek, Daire kararına
süresinde itiraz etmiştir.
Yapılan incelemede;
1) Maddi vakıa kabulü ve suç vasfı yönünden yapılan
incelemede;
…Komutanlığında askerlik hizmetini yerine getirmekte olan
sanığın, rahatsızlığı nedeniyle Diyarbakır Asker Hastanesi Psikiyatri
polikliniğinde 09.09.2011 tarihinde yapılan muayenesinde hakkında
“anksiyete bozukluğu” tanısı konularak, on gün istirahat etmesinin
öngörüldüğü, sanığın bu istirahatının aynı gün sıhhi izne çevrildiği ve
sıhhi iznini kullanmak üzere saat 16:20’de Birliğinden ayrıldığı, sıhhi
izin süresi ile iznini geçirdiği Edirne ile Birliğinin bulunduğu Diyarbakır
ili arasındaki üç günlük dönüş yol süresi dikkate alındığında 22.09.2011
tarihine kadar Birliğine dönmesinin gerektiği, ancak, Birliğine zamanında
dönmeyen sanığın bu tarihten itibaren kendisini tanınmış bulunan izin
süresini ihlâl etmeye başladığı ve bu durumunu kendiliğinden Birliğine
döndüğü 27.09.2011 tarihine kadar sürdürdüğü, dosya kapsamından
maddi vakıa olarak anlaşılmaktadır.
Askerî Mahkemece; sanığın 09.09.2011 tarihinde Diyarbakır
Asker Hastanesince verilen on gün istirahat üzerine sıhhi izne
gönderildiği, istirahat süresi sonunda 19.09.2011 tarihinde birliğine
katılması gerekirken katılmadığı, 27.09.2011 tarihinde kendiliğinden
birliğine katıldığı, böylece 19.09.2011-27.09.2011 tarihleri arasında izin
tecavüzü suçunu işlediği kabul edilerek, sanığın cezalandırılması cihetine
gidilmiş ise de;
MY:33/2(C) sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personelinin Sağlık
Muayene Yönergesi’nin, Üçüncü Bölümünün, 4/ç maddesi “Yirmi güne
kadar alınan istirahatlarda, erbaş ve erler gideceği adresi birliğine
bildirmek ve komutanlığından izin almak şartı ile istirahatını garnizon
dışında geçirebilir.” hükmünü içermektedir.
Millî Savunma Bakanlığınca “Yol süreleri tablosu hakkında özel
talimat” yayımlanmıştır. Bu Talimatta, sıhhi izne dönüştürülen
istirahatlarla ilgili olarak, yol süresi hususunda bir düzenlemeye yer
verilmemiş ise de, Talimat’ın 2/a-4'üncü maddesinde, hava değişimi sona
eren yükümlülere kıt'a veya kurumlarına sevklerinde yol süresi tanınması
gerektiği hüküm altına alınmıştır. Gerek istirahat, gerekse hava değişimi,
217
mahiyeti itibariyle, “Kişinin rahatsızlığı nedeniyle iyileşmesi için
dinlenmesini gerektirir.” tıbbi değerlendirme sonucu verilen kararlar
olup, hava değişiminde olduğu gibi, istirahatlı bir kimsenin de, istirahat
süresi
içerisinde
Birliğine
dönmesi
için
yola
çıkması
beklenemeyeceğinden, istirahatı sonunda, dönüş yol süresi tanınması
gerektiği hâlin icabından kaynaklandığı gibi, hava değişimi için getirilen
düzenleme istirahat hâline de kıyasen uygulandığında, sıhhi izin süresi
sonunda dönüş yol süresi tanınması gerektiği de açıktır.
Bu kapsamda, istirahat müddetini kıtası dışında geçirmesine
müsaade edilen sanığa, istirahat müddetinin sonunda dönüş için yol
süresi tanınması zorunlu olup, Askerî Yargıtayın yerleşik içtihatları da bu
doğrultudadır (Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 07.11.2013 tarihli ve
2013/109-107 E.K., 12.04.2012 tarihli ve 2012/44-47 E.K., 05.04.2012
tarihli ve 2012/47-44 E.K., 08.01.2004 tarihli ve 2004/9-4 E.K., Askerî
Yargıtay 1'inci Dairesinin 20.11.2013 tarihli ve 2013/1243-1223 E.K.,
08.05.2013 tarihli ve 2013/777-753 E.K., 06.03.2013 tarihli ve 2013/452439 E.K., Askerî Yargıtay 2'nci Dairesinin 10.01.2014 tarihli ve 2014/1915 E.K., 04.12.2013 tarihli ve 2013/1483-1468 E.K., 11.09.2013 tarihli
ve 2013/1259-1182 E.K., Askerî Yargıtay 3'üncü Dairesinin 09.07.2013
tarihli ve 2013/998-986 E.K., 02.07.2013 tarihli ve 2013/950-936 E.K.,
09.04.2013 tarihli ve 2013/581-572 E.K., Askerî Yargıtay 4'üncü
Dairesinin 24.09.2013 tarihli ve 2013/1210-1167 E.K.,10.07.2013 tarihli
ve 2013/1016-1001 E.K., 10.07.2013 tarihli ve 2013/1015-1000 E.K.
sayılı ilamları).
Bu nedenlerle, sanığın, 22.09.2011–27.09.2011 tarihleri arasında
ihlâl ettiği sıhhi izin süresi nedeniyle, gerçekleşen eyleminin, izin
tecavüzü suçunu oluşturmadığı, suç tarihi itibariyle, 477 sayılı Disiplin
Mahkemeleri Kuruluş, Yargılama Usulü ve Disiplin Suç ve Cezaları
Hakkında Kanun’un 50’nci maddesinin ikinci fıkrasında tanımlanan
“Kısa süreli izin süresini geçirme” disiplin suçuna vücut verdiği,
inceleme tarihi itibariyle de, 6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin
Kanunu’nun 19/1-c maddesinde tanımlanan "İzin süresini geçirmek"
disiplinsizlik hâline dönüştüğü kabul edilmek suretiyle, mahkûmiyet
hükmünün sübut yönünden bozulmasına ilişkin Daire kararında bir
isabetsizlik bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
2) Eylemin, 6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin
Kanunu kapsamında, disiplinsizlik hâline dönüşmesi hâlinde, bunun,
düzelterek onamaya konu edilip edilemeyeceği yönünden yapılan
incelemede;
218
353 sayılı Kanun'un 227/1'inci maddesi “Askerî Yargıtay
Dairelerince verilen bozma kararlarına askerî mahkemelerin, direnme
hakları vardır.” hükmünü;
Aynı Kanun'un 220'nci maddesi ise “Askerî Yargıtay hükmü
bozmuş ise, işi yeniden inceleyip sonuçlandırmak üzere dava dosyasını
hükmü bozulan askerî mahkemeye gönderir. Askerî Yargıtay, askerî
mahkemenin usulsüz olarak kendisini görevli veya yetkili görmesinden
dolayı hükmü bozmuş ise aynı zamanda bu işe ait dava dosyasını görevli
veya yetkili mahkemeye gönderir. Görev ve yetki hususundaki
kararlarına karşı, askerî mahkemelerin direnme hakları yoktur.
Askerî Yargıtay, kanunun hükme esas olarak tespit edilen
vakalara uygulanmasında yanlışlık yapılmasından dolayı hükmü bozmuş
ise aşağıda yazılı hâllerde bizzat davanın esasına hükmeder:
A) Vâkıanın daha ziyade aydınlatılması gerekli olmaksızın yalnız
beraata veya alt ve üst sınırı olmayan sabit bir cezaya hükmolunması
gerekirse,
B) Askerî Yargıtay Başsavcılığının iddiasına uygun olarak
kanunda yazılı cezanın en aşağı haddini uygulamayı uygun görürse,
C) Ceza kovuşturmasını düşüren sebeplerden biri var ise,
D) Artırma ve indirme sonunda ceza süresini veya miktarını
tayinde maddi yanılma olmuş ise,
E) Açıkça tespit edilmiş olan suçlunun doğum ve suç tarihlerine
göre ceza tayininde gereken indirme yapılmamış veya yanlış indirme
yapılmış ise,
F) Suçun hukukî niteliğinin tayinine ve ceza uygulamasına bir
etkisi bulunmamak kaydıyla, dosyadaki bilgi ve belgelerin dışında hiçbir
araştırma yapılmasına ve takdire gerek duyulmayacak şekilde tespiti
mümkün olan, suçun tarihinde hata yapılmışsa,
G) Cezanın tayininde cezayı artırıcı veya azaltıcı kanuni
sebeplerin uygulanmasında gözetilmesi gerekli sıraya uyulmamış ise,
H) Kanunun madde numarası yanlış yazılmış ise,
İ) Harçlar Kanununa ilişkin hükümlerin uygulanmasında veya
avukatlık ücret tarifesi uyarınca mahkemelerce hükmedilecek vekalet
ücretlerinin tespitinde hata yapılmış ise,
J) Hükümden sonra yürürlüğe giren kanun, suçun cezasını
azaltmış ve mahkemece suçluya ceza tayininde artırma sebebi kabul
edilmemiş veya yeni bir kanun ile fiil suç olmaktan çıkarılmış ise, birinci
halde daha az bir cezaya hükmolunması ve ikinci halde de hiçbir ceza
hükmolunmaması gerekirse.”;
Hükmünü içermektedir.
219
Bu hükümlere göre, kural olarak, Askerî Yargıtay Dairelerince
verilen bozma kararlarına askerî mahkemelerin, direnme hakları
bulunmakla birlikte; bozma, görev ve yetki hususundaki kararlarına karşı
ise böyle bir hakkı bulunmamakta, aksine bozma kararına uyma görevi
doğmaktadır. Keza, 353 sayılı Kanun’un 220/2’nci maddesindeki
düzenleme, kanunun hükme esas olarak tespit edilen vakalara
uygulanmasında yanlışlık yapılmasından dolayı hüküm bozulmuş ise
maddede sayılan hâllerde Askerî Yargıtaya, bizzat davanın esasına
hükmetme ödevi yüklemiştir. Burada kanun koyucu tarafından, davanın
gereksiz yere uzamaması ve sürüncemede kalmaması amaçlanmıştır. Bu
düzenlemeler, Anayasa’nın 141/4’üncü maddesinde düzenlenmiş olan
“Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması,
yargının görevidir.” hükmü ile Avrupa İnsan Haklarını Ve Temel
Özgürlüklerini Koruma Sözleşmesi’nin 6/1’inci maddesinde düzenlenen
“Her şahıs gerek medeni hak ve vecibeleriyle ilgili nizalar gerek cezai
sahada kendisine karşı serdedilen bir isnadın esası hakkında karar
verecek olan, kanuni, müstakil ve tarafsız bir mahkeme tarafından
davasının makul bir süre içinde hakkaniyete uygun ve aleni surette
görülmesini istemek hakkını haizdir.” hükmüne de uygun düşmektedir.
Direnme imkânının ortadan kaldırılması için, askerî mahkemenin
direnme hakkına müdahale edilmesi gerekir. Oysa, belirtilen sınırlı
hâllerde, askerî mahkemelerin direnme hakkı bulunmadığından, direnme
hakkına müdahaleden de söz edilemeyecektir.
Askerî Mahkemece, somut olayda dikkate alınmayan “dönüş yol
süresi” Dairece dikkate alınarak, eylemin izin tecavüzü suçunu
oluşturmadığı ve inceleme tarihi itibariyle de, herhangi bir suça vücut
vermediği dikkate alınarak, mahkûmiyet hükmünün sübut yönünden
bozulmasına ve bozma sebebi yeniden yargılama yapılmasını
gerektirmediğinden, 353 sayılı Kanunun 220’nci maddesinin ikinci
fıkrasının (A) bendi ve CMK’nın 223/2-a maddesi uyarınca sanığın
beraatına karar verilmiştir. Dairece dikkate alınan, dönüş yol süresi
tablosu, yeni bir delil olmayıp, mevzuat hükmünün, Askerî Yargıtayın
yerleşik içtihatları da dikkate alınarak, somut olaya uygulanmasından
ibarettir.
Sonuç olarak, sanığın eyleminin, artık bir suça vücut vermemesi
nedeniyle,
bozma
nedeni
yeniden
yargılama
yapılmasını
gerektirmediğinden, Dairece, yerinde gerekçelerle, 353 sayılı Kanun’un
220/2-A maddesi gereğince, CMK’nın 223/2-a maddesi uyarınca sanığın
beraatına karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Askerî
Yargıtayın yerleşik içtihatları da aynı doğrultudadır (Askerî Yargıtay
220
Daireler Kurulunun 03.10.2013 tarihli ve 2013/103-93 E.K., 06.06.2013
tarihli ve 2013/74-68 E.K., 11.04.2013 tarihli ve 2013/41-38 E.K.,
11.04.2013 tarihli ve 2013/37-35 E.K., 04.04.2013 tarihli ve 2013/36-33
E.K., Askerî Yargıtay 1’inci Dairesinin 18.12.2013 tarihli ve 2013/13511330 E.K., 27.11.2013 tarihli ve 2013/1250-1250 E.K., 09.10.2013 tarihli
ve 2013/1135-1138 E.K., 02.10.2013 tarihli ve 2013/1126-1117 E.K.,
18.09.2013 tarihli ve 2013/1080-1057 E.K., Askerî Yargıtay 2’nci
Dairesinin 01.11.2013 tarihli ve 2013/1260-1334 E.K.,09.10.2013 tarihli
ve 2013/1327-1318 E.K., 18.09.2013 tarihli ve 2013/1282-1244 E.K.,
18.09.2013 tarihli ve 2013/1163-1203 E.K., 11.09.2013 tarihli ve
2013/1215-1159 E.K., Askerî Yargıtay 3’üncü Dairesinin 17.12.2013
tarihli ve 2013/1329-1332 E.K., 05.11.2013 tarihli ve 2013/1223-1212
E.K.,31.10.2013 tarihli ve 2013/1207-1197 E.K., 31.10.2013 tarihli ve
2013/1197-1187 E.K., 24.09.2013 tarihli ve 2013/1091-1107 E.K.,
Askerî Yargıtay 4’üncü Dairesinin 24.12.2013 tarihli ve 2013/1515-1482
E.K., 10.12.2013 tarihli ve 2013/1396-1371 E.K.,04.12.2013 tarihli ve
2013/1371-1346 E.K., 26.11.2013 tarihli ve 2013/1344-1321 E.K.,
08.10.2013 tarihli ve 2013/1236-1212 E.K.). Bu nedenlerle,
Başsavcılığın itirazının reddine oy çokluğu ile karar verilmiştir.
221
ASMKYUK
Mad. 221/1
TÜRK CEZA KANUNU
Mad. 257/1
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E.No. : 2014/46
K.No. : 2014/51
T.
: 05.06.2014
ÖZET
Öncelikle, dava dosyasında mevcut bir kısım tanık beyanları
karşısında, sanığın satışa sunulan mallara ait fiyat listesi üzerinden
yapılan hesap sonrası elde edilen tutar üzerinden para üstü olarak
iade etmesi gereken miktarı, bozuk para sıkıntısı nedeniyle
verememesi durumunun söz konusu olmadığının, aksine olarak,
doğrudan fiyat listesindeki malların satış fiyatını yükselterek satış
yapmak suretiyle, suç işleme kastıyla hareket ettiğinin, keza, sanığın
söz konusu eylemi nedeniyle, kendisine haksız kazanç sağlamasının
yanında, alışveriş yapan personelin mağduriyetine sebep olduğu
dikkate alındığında, atılı suçun unsurları bakımından sübutu
hususunda kuşku bulunmadığı;
Ancak, mahkemece, gerek iddianamede oluştuğu ileri sürülen
otuz ayrı memuriyet görevini kötüye kullanmak suçuna ve gerekse
esas hakkında mütalaada, oluştuğu ileri sürülen zincirleme
memuriyet görevini kötüye kullanmak suçuna konu edilen her bir
eylemin değerlendirmesi yapılıp, maddi vakanın sübut bulunup
bulmadığının tespiti gerekirken, kül hâlinde tek bir eylem varmış
gibi verilen beraat hükmünün, maddi vakanın belirlenmesine ilişkin
gerekçesizlik nedeniyle usule aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
Daire ile Askerî Mahkeme arasında ortaya çıkan uyuşmazlık;
kantin reyon sorumlusu olarak görevli sanığın, satışa sunulan malların
fiyatlarını artırmak suretiyle sattığının belirlendiği durumda, bozuk para
bulunmaması ve kalabalık bir gruba satış yapılması hâlinin, memuriyet
görevini kötüye kullanmak suçunun maddi ve manevi unsurlarının
222
oluşumunu etkileyip etkilemediğine, diğer bir deyişle sanığa atılı suçun
sübutuna ilişkindir.
Görevi kötüye kullanmak suçuna konu edilen otuz ayrı eylemin
her biri için ayrı ayrı değerlendirme yapılmaksızın, eylemin bütün olarak
değerlendirildiğinin ve atılı suçun unsurlarının oluşmadığının kabul
edilmiş olması karşısında, her bir eylem yönünden değerlendirme
yapılmaksızın ve sübutu hâlinde bu eylemlerin, ayrı ayrı görevi kötüye
kullanma suçunu veya zincirleme görevi kötüye kullanma suçunu
oluşturup oluşturmadığı hususu tartışılmaksızın, uyuşmazlığın çözümü
açısından, atılı suçun unsurlarının değerlendirilmesi zorunluluğu
bulunmaktadır.
Genel ve tamamlayıcı nitelik taşıyan ve TCK’nın 257/1’inci
maddesinde tanımlanan “Görevi kötüye kullanmak” suçunun
oluşabilmesi için, kanuna aykırı davranış yetmemekte, bu davranış
nedeniyle, “kişilerin mağduriyetine” veya “kamunun zararına” neden
olunması ya da “kişilere haksız bir menfaat sağlanması” gerekmekte,
diğer bir ifadeyle söz konusu suç, mülga 765 sayılı TCK’nın 240’ıncı
maddesinde yer alan düzenlemeden farklı şekilde ele alınarak, 5237
sayılı TCK’da “netice suçu” hâline getirilmiş olup, failin, bilerek ve
isteyerek görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle kişilerin
mağduriyetine veya kamunun zararına neden olma ya da kişilere haksız
bir menfaat sağlama kastıyla hareket etmesi gerekmektedir.
Somut olaya dönüldüğünde, kantin reyon sorumlusu olarak
görevli sanığın, satışa sunulup, fiyat listesiyle birlikte satış fiyatı ilan
edilen malları, belirlenen fiyatının üzerinden sattığı, ayrıca kantin
bilançosunda açık veya fazlalık bulunmadığı anlaşılmaktadır. Esasen, bu
durum sanık tarafından ifade edildiğinden, ayrıca Askerî Mahkemece de
örtülü olarak kabul edildiğinden, bu konuda (her bir eylem temelinde
değerlendirme yapılmaksızın) bir duraksama bulunmamaktadır.
Sonuç olarak, kantinde satılan mallar, belirlenen satış fiyatının
üzerinde satıldığında, söz konusu malları belirlenen bedelinden fazla
fiyatla satın alan kişilerin mağduriyetinin doğduğu açıktır. Öte yandan,
kantin bilançosunda açık veya fazlalık bulunmaması ve sanığın da,
kantinde satışa sunulan mallar için belirlenen fiyattan fazlasını
mağdurlardan alması karşısında, mağdurlara ödenmeyen miktar
nispetinde oluşan aradaki fark kadar, sanığın haksız menfaat sağladığının
kabulü gerekir.
Diğer taraftan, sanığın görev yaptığı kantin reyonunda satılan
malların değerinin bozuk para olarak tabir edilen miktarlarla belirlenmesi
yanında, sanığın savunmasının, tanıkların beyanlarının ve kantin
223
başkanlığının yazısı içeriğinden, satış yapılan kantinde belirli
dönemlerde yoğunluğun yaşandığı ve zaman zaman da, bozuk para
sıkıntısının doğduğu anlaşılmaktadır.
Ancak, somut olayda, sanığın satmış olduğu mallara karşılık
ödenmesi gereken toplam tutarın üzerinden iade edilmesi gereken
miktarı, her bir satışta hesaplayıp hesaplamadığının, dolayısıyla para üstü
olarak iade etmesi gereken miktarı, bozuk para sıkıntısı nedeniyle tam
ödeyip ödemediğinin, diğer bir deyişle, kantin başkanlığınca belirlenen
satış fiyatı yerine, önceden kendi belirlediği satış fiyatı üzerinden satış
yapıp yapmadığının, suç işleme kastının tespiti açısından belirlenmesi
gerekir.
Mağdur tanık E. G.’nin satın aldığı üç adet kurabiye için 360
Kuruş ödemesi gerekirken, sanık tarafından birim fiyatının 150 Kuruş
olduğunun söylenmesi üzerine, alışveriş için toplam 450 Kuruş ödediği;
Mağdur tanık R. B.'nin satın aldığı iki adet telefon kartı için 7 TL
ödemesi gerekirken, sanık tarafından birim fiyatının 4 TL olduğunun
söylenmesi üzerine, alışveriş için verdiği 10 TL.nin üstü olarak kendisine
3 TL yerine 2 TL ödendiği;
Mağdur tanık R. B.’nin, satın aldığı üç adet telefon kartı için 12
TL ödemesi gerekirken, birim fiyatı 4 TL.den hesaplanan alışveriş için
verdiği 15 TL.nin üstü olarak kendisine 4,5 TL yerine 3 TL ödendiği;
Mağdur tanık M. Ç.'nin satın aldığı 4 adet poğaça, 2 adet simit, 5
adet çay ve 1 adet gazoz için 465 Kuruş ödemesi gerekirken, sanık
tarafından kendisine bildirilen 6 TL.yi ödediği;
Mağdur tanık E. N.'nin, satın aldığı 3 adet telefon kartı ve 2 adet
poğaça için, telefon kartının birim fiyatının 3,5 TL yerine 4 TL ve
poğaçanın birim fiyatının 40 Kuruş yerine 50 Kuruş olduğu, sanık
tarafından söylenerek ödeme yapmasının sağlandığı;
Mağdur tanık A. K.’nin, satın aldığı 3 adet telefon kartı için 12 TL
istenmesi üzerine, fiyat listesi ile oluşan farklılığın sorulduğu, sanığın
ise, kendisine telefon kartı fiyat listesinin (3,5 TL için) eski olduğunu
söylediği;
Tanık O. A.’nın, belirlenen fiyat listesinden yüksek olarak satış
yapıldığını sorgulaması üzerine de, sanığın, “ben bu paraya satıyorum,
işine geliyorsa al” şeklinde cevap verdiği; dava dosyasında mevcut tanık
beyanlarından belirlenmektedir.
Dolayısıyla dava dosyasında bulunan tanık beyanlarından, her bir
alışveriş için yapılan ödeme üstünün iadesinde, bozuk para
bulunamaması nedeniyle yapılan bir yuvarlama işlemi yerine, satışın
başlangıcında, özellikle satış fiyat listesinde, birim satış fiyatı olarak 1,2
224
TL olarak belirlenen kuru pastanın 1,5 TL olarak, birim satış fiyatı olarak
3,5 TL olarak belirlenen telefon kartının 4 TL olarak, birim satış fiyatı
olarak 40 Kuruş olarak belirlenen simit ve poğaçanın 50 Kuruş olarak
belirlenmek suretiyle satışa sunulduğu anlaşılmaktadır.
Bu itibarla, dava dosyasında bulunan ve yukarıda açıklanan tanık
beyanları karşısında, sanığın satışa sunulan mallara ait fiyat listesi
üzerinden yapılan hesap sonrası elde edilen tutar üzerinden para üstü
olarak iade etmesi gereken miktarı, bozuk para sıkıntısı nedeniyle
verememesi durumunun söz konusu olmadığının, aksine olarak,
doğrudan fiyat listesindeki malların satış fiyatını yükselterek satış
yapmak suretiyle, suç işleme kastıyla hareket ettiğinin, keza, sanığın söz
konusu eylemi nedeniyle, kendisine haksız kazanç sağlamasının yanında,
alışveriş yapan personelin mağduriyetine sebep olduğu dikkate
alındığında, atılı suçun unsurları bakımından sübutu hususunda kuşku
bulunmadığının kabulü gerekmiştir.
Ancak, Mahkemece, gerek iddianamede oluştuğu ileri sürülen
otuz ayrı memuriyet görevini kötüye kullanmak suçuna ve gerekse esas
hakkında mütalaada, oluştuğu ileri sürülen zincirleme memuriyet
görevini kötüye kullanmak suçuna konu edilen her bir eylemin
değerlendirmesi yapılıp, maddi vakanın sübut bulunup bulmadığının
tespiti gerekirken, kül hâlinde tek bir eylem varmış gibi verilen beraat
hükmünün, maddi vakanın belirlenmesine ilişkin gerekçesizlik nedeniyle
usule aykırılıktan bozulmasına karar verilmiştir.
225
ASMKYUK
Mad. 227
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E.No. : 2014/12
K.No. : 2014/15
T.
: 06.03.2014
ÖZET
Uyarlama yargılamasında, asıl ceza yargılamasında kabul
edilen esasların ancak zorunlu olduğu ölçüde uygulanacağı
gözetildiğinde, olay yargılamasına ilişkin bulunmayan ve sadece,
sanık hakkında daha önce uygulanması yasal olarak mümkün
olmayan seçenek yaptırıma çevirme olanağı getiren düzenlemenin
uygulanması kapsamında, duruşma gün ve saati tebliğ edilmesine
karşın duruşmaya gelmeyen hükümlünün yokluğunda uyarlama
hükmünün verilmiş olmasında her hangi bir hukuka aykırılık
bulunmadığı;
Ancak, 07.06.2002-16.12.2002 tarihleri arasında işlenen firar
suçundan hüküm kurulurken, suç tarihi itibarıyla yürürlükte
bulunan adlî para cezası üzerinden uygulama yapılması
gerektiğinden, Başsavcılığın itirazına atfen ve resen, sanık hakkında
verilen adlî para cezasının düzeltilerek hükmün onanması gerektiği
sonucuna varılmıştır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan uyuşmazlık, takdir
hakkını gerektiren bir durum nedeniyle duruşma açılarak yapılan
uyarlama yargılamasında, tespit edilen adresinden çağrıldığı hâlde
gelmeyen hükümlünün beyanları saptanmaksızın hüküm kurulmasının,
hükümlünün savunma hakkını kısıtlayıp kısıtlamadığına ilişkindir.
Uyum ve kararlılık gösteren Askerî Yargıtay ve Yargıtay
kararlarında benimsenip, vurgulandığı gibi; kesinleşmiş mahkûmiyet
hükmünde değişiklik (Uyarlama) yargılaması, asıl ceza yargılamasının
bütünüyle sonuçlanıp hükmün kesinleşmesinden sonra ve ancak infazdan
önce yürürlüğe giren bir ceza yasasının, kesinleşmiş mahkûmiyet
hükmüne, dolayısıyla infaza etkisinin bulunup bulunmadığının
226
saptanmasına ilişkin ve esas itibarıyla infazı ilgilendiren ve etkileyen bir
yargılama faaliyetidir.
Bu bağlamda, sonraki yasanın lehe sonuç doğurup
doğurmadığının saptanması, lehe ise uygulanması ile sınırlı kendine özgü
bir yargılamadır. Bu yargılamada asli ceza yargılaması sürecinde
kesinleşmiş bulunan önceki kararın dışına çıkılmayacak, karardaki suça
konu sabit eyleme uygulanması olanağı bulunan yeni yasadaki hükümler
bütünüyle tatbik olunduktan sonra, yeni yasanın lehe sonuç
doğurduğunun saptanması hâlinde, hükümlünün bu sonuçtan
faydalanması için, infaza konu olabilecek nitelikte bir hüküm
kurulmasıyla yetinilecek, aksi saptandığında ise “Önceki hükümde
değişikliğe yer olmadığına”, başka bir ifade ile uyarlama davasının
reddine karar verilmesi gerekecektir.
Öte yandan, ceza yargılamasının temel işlevi, yargılamaya esas
maddi gerçeğin açıklığa kavuşturulmasıdır. Bu faaliyet çerçevesinde, suç
teşkil eden eylemin tarihi, niteliği, mağduru, işlendiği yer gibi ayırt edici
ve tamamlayıcı kriterlerin detaylı bir biçimde araştırılması ve hükme
yansıtılması gerekmektedir.
Oysa, sonraki kanunun lehe olup olmadığı konusunda yapılan
yargılama faaliyetinin ceza muhakemesi hukukunun yukarıda açıklanan
klasik işlevinden farklı olduğu, maddi gerçeğin araştırılmasından öte,
kesinleşmiş cezanın infazına yönelik yargılama faaliyeti niteliği taşıdığı
konusunda duraksama yoktur.
Diğer taraftan, önceki hükümde sabit kabul edilen olaya, sonradan
yürürlüğe bir şekilde giren kanunun ilgili tüm hükümleri uygulanmak
suretiyle yapılacak bir belirlemede, herhangi bir inceleme, araştırma,
delil tartışması ve takdir hakkının kullanılmasının gerekmediği hâllerde,
duruşmasız işlere ait bir kararla; hükmün konusunun bir inceleme,
araştırma, delil tartışması ve takdir hakkının kullanılmasını gerektiren
durumların varlığı hâlinde ise, duruşma açılarak uyarlama yargılamasının
yapılması gerektiği kabul edilmektedir.
Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde; Askerî
Mahkemece duruşma açılmasını müteakip, hükümlünün “T.C Kimlik No
ile İkamet Adresi Sorgulama” kaydından tespit edilen en son adresi
itibarıyla ifadesinin tespiti için … Asliye Ceza Mahkemesine talimat
yazıldığı, istinabe mahkemesince, hükümlünün 06.05.2013 tarihinde
yapılacak duruşmaya katılması için çıkartılan tebliğ mazbatasının
04.04.2013 tarihinde “Aynı konutta ikamet ettiği” şerhi düşülerek 1990
doğumlu kardeşi Y. D.’ye tebliğ edilmesine rağmen, hükümlünün
duruşmaya gelmemesi üzerine, bu kez zorla getirme kararı çıkarıldığı ve
227
bu kararın icrası kapsamında, 09.06.2013 tarihinde yapılan görüşmede Y.
D.’nin, kardeşiyle (hükümlü ile) aralarının bozuk olduğunu, yaklaşık üç
seneden beri görmediğini, açık adresinin ve telefon numarasının
bulunmadığını beyan etmesi üzerine, polis tarafından tanzim olunan
tutanağın, istinabe duruşma zaptı ekinde Askerî Mahkemeye
gönderildiği, Askerî Mahkemece 21.06.2013 tarihinde yapılan
duruşmada, 353 sayılı Kanun’un 227/son madde ve fıkrası uyarınca,
hükümlünün diyeceklerinin tespitinden vazgeçilmek suretiyle inceleme
konusu hükümleri verildiği, gerekçeli hükmün de 23.07.2013 tarihinde
aynı adreste bizzat hükümlüye tebliğ edildiği ve hükümlü tarafından,
adresi aynı gösterilmek suretiyle bu hükmün temyiz edildiği
anlaşılmaktadır.
Uyarlama kararının verilmesine ilişkin kabul edilen genel
prensipler dikkate alındığında, Anayasa Mahkemesinin 17.01.2013
tarihli, 2012/80 Esas ve 2013/16 Karar sayılı iptal kararıyla, kısa süreli
hapis cezasına seçenek yaptırımlara çevrilme imkânı doğduğuna göre,
Askerî Mahkemece lehe kanun değerlendirmesinin, 353 sayılı Kanun'un
254'üncü maddesine uygun olarak, duruşma açılarak yapılmasında
isabetsizlik bulunmamaktadır.
Öte yandan, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 17.06.2008 tarihli ve
2008/1-142 E.- 2008//171 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere,
yukarıda sayılan özellikleri itibarıyla uyarlama yargılamasında, asıl ceza
yargılamasının esasları ancak zorunlu olduğu ölçüde uygulanacaktır.
Dolayısıyla, genel yargılama kurallarının bütünüyle uygulanması söz
konusu değildir. Nitekim, sanığın sorguya çekilmesi, gelmeyen sanık
hakkında duruşmaya devam olunamaması, sanığın beraberinde getireceği
tanıkların dinlenmesinin zorunlu olması gibi bir çok kural hükümlüler
hakkında uygulanmayabilecek, keza gerektiğinde duruşma açılmaksızın
evrak üzerinden inceleme yapılarak karar verilebilecektir. Ayrıca, esas
itibariyle yargılamanın yenilenmesine konu olabilecek biçimde yeni kanıt
ileriye sürülmesi ve toplanması da mümkün olmadığından, olay
yargılamasının zorunlu olduğu durumlar dışında sübut sorunu da
çözümlenemeyecek, sadece hukuki değerlendirme yapılabilecektir.
Uyarlama yargılamasına hâkim olan ilkeler bu şekilde
belirlendikten sonra, hükümlünün duruşmada hazır edilip dinlenmesinin
gerekip gerekmediği sorunun çözülmesi gerekmektedir.
Uyarlama yargılamasının yukarıda açıklanan özellikleri
gözetildiğinde, olay yargılaması yapılmayan ve salt yeni yasal
düzenlemenin daha lehe sonuç doğurup doğurmadığını saptamakla sınırlı
olan bu yargılama faaliyetinde, hükümlü duruşmaya davet edilecek,
228
davetiye tebliğine rağmen gelmediğinde ya da aramalara rağmen
bulunamadığında veya tebligat yapılamaması hâlinde yokluğunda
duruşmaya devam edilerek karar verilebilecektir. Ancak, olay
yargılaması yapıldığı hâllerde savunma hakkının kısıtlanamayacağı ilkesi
gözetilerek hükümlünün duruşmada hazır edilip dinlenmesi söz konusu
olacaktır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Askerî
Yargıtay 3’üncü Dairesinin 02.10.2007 tarihli ve 2007/2091-2084 E.K.
sayılı ilamıyla onanmak suretiyle kesinleşen mahkûmiyet hükümleriyle
ve sonrasında uyarlama yargılamasıyla yeniden değerlendirilerek verilen
hapis cezalarının, Anayasa Mahkemesinin 17.01.2013 tarihli, 2012/80
Esas ve 2013/16 Karar sayılı iptal kararıyla seçenek yaptırıma çevrilme
imkânı doğmasıyla yapılan uyarlama yargılamasında, takdir hakkının
kullanımı bağlamında duruşma açılmasında ve taraf teşkili için,
hükümlünün duruşmada hazır edilmek istenmesinde isabetsizlik
bulunmamaktadır.
Ancak, somut olayda, uyarlama yargılamasının konusunu
oluşturan, hapis cezasının seçenek yaptırıma çevrilip çevrilmeyeceğine,
seçenek yaptırıma çevirmeye karar verildiğinde ise, seçenek
yaptırımlardan hangisinin tercih edileceğine dair değerlendirme, olay
yargılamasına ilişkin bulunmamaktadır. Kaldı ki, somut olayda,
hükümlünün, sorgulama sisteminde bulunan, ayrıca daha sonra,
kendisine tebligat yapılan ve temyizinde de belirttiği aynı adresinden,
çağrılmasına rağmen duruşmaya katılmadığı açıktır.
Bu itibarla, uyarlama yargılamasında, asıl ceza yargılamasında
kabul edilen esasların ancak zorunlu olduğu ölçüde uygulanacağı
gözetildiğinde, olay yargılamasına ilişkin bulunmayan ve sadece, sanık
hakkında daha önce uygulanması yasal olarak mümkün olmayan seçenek
yaptırıma çevirme olanağı getiren düzenlemenin uygulanması
kapsamında, duruşma gün ve saati tebliğ edilmesine karşın duruşmaya
gelmeyen hükümlünün yokluğunda uyarlama hükmünün verilmiş
olmasında her hangi bir hukuka aykırılık bulunmadığından, bu konuya
ilişkin bulunan Başsavcılığın itiraz sebeplerinin reddine karar verilmiştir.
Ancak, 07.06.2002-16.12.2002 tarihleri arasında işlenen firar
suçundan hüküm kurulurken, suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan adlî
para cezası üzerinden uygulama yapılması gerektiğinden, Başsavcılığın
itirazına atfen ve resen, Dairenin hükümlerin onanmasına dair ilamının
07.06.2002-16.12.2002 tarihleri arasında işlenen firar suçuna ilişkin
olarak verilen mahkûmiyet hükmüne ilişkin kısmın kaldırılmasına, bu
suçtan verilen hükmün bozulmasına, nihayetinde sanık hakkında verilen
229
adlî para cezasının, beher gün karşılığı 20 TL yerine, 6 TL.den olacak
şekilde sonuç olarak bin sekiz yüz TL adlî para cezası şeklinde
düzeltilerek onanmasına karar verilmesi gerekmiştir.
230
ASMKYUK
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 227/3
Mad. 231/7, 11
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
1’inci Daire Kararı
E.No. : 2014/0629
K.No. : 2014/0635
T.
: 02.07.2014
ÖZET
Sanık hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kararında herhangi bir denetimli serbestlik tedbirine
hükmedilmediğinden, Askerî Mahkemece yeniden bir hüküm tesis
edilmeden, deneme süresi içerisinde kasıtlı bir suç işlenmesi ile yasal
uygulama koşulları oluşan önceki mahkûmiyet hükmünün
açıklanmasına karar verilerek alt sınırdan ceza tayin edilip, takdiri
indirim hükmü uygulanmak suretiyle cezalandırılmasına karar
verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamakla birlikte; ilk mahkûmiyet
hükmünün sadece sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine
uygulama yönünden bozulması nedeniyle 353 sayılı Kanun’un
227/3’üncü maddesi uyarınca sanık yararına kazanılmış hak
oluşturmasına rağmen, bozma kararını müteakip Askerî
Mahkemece; yeniden yapılan yargılama sırasında sanık hakkında
CMK’nın 231/7 ve 231/11’inci maddeleri uyarınca yasal imkânsızlık
nedeniyle sanık hakkında hükmolunan hapis cezasının seçenek
yaptırımlara çevrilmesine yer olmadığına karar verilmesi hukuka
aykırıdır.
Askerî Mahkemece; sanık hakkında verilen ... Komutanlığı Askerî
Mahkemesinin 12.05.2009 tarihli, 2009/459-448 E.K. sayılı kararının
açıklanarak sanığın, 15.10.2005 tarihinde arkadaşının bir şeyini çalmak
suçunu işlediği kabul edilerek, eylemine uyan ASCK’nın 132 ve
TCK’nın 62’nci maddeleri uyarınca beş ay hapis cezası ile
cezalandırılmasına, CMK’nın 231/7 ve 231/11’inci maddeleri uyarınca
231
yasal imkânsızlık nedeniyle sanık hakkında hükmolunan hapis cezasının
seçenek yaptırımlara çevrilmesine ve ertelenmesine yer olmadığına karar
verilmiştir.
Bu hüküm, sanık tarafından sebep gösterilmeksizin temyiz
edilmiştir.
Yapılan incelemede;
Askerî Mahkemece; sanığın, 15.10.2005 tarihinde arkadaşının bir
şeyini çalmak suçunu işlediği kabul edilerek, ASCK’nın 132, TCK’nın
62, 50 ve 52’nci maddeleri uyarınca 3.000 TL. adlî para cezası ile
cezalandırılmasına karar verildiği; bu hükmün, sanık tarafından temyiz
edilmesi sonucu incelemeyi yapan Dairemizin 22.10.2008 tarihli,
2008/2641-2634 E.K. sayılı kararıyla uygulama yönünden bozulmasına
karar verildiği;
Bozma ilamına uyularak, Askerî Mahkemenin 12.05.2009 tarihli,
2009/459-448 E.K. sayılı kararı ile sanığın, 15.10.2005 tarihinde
arkadaşının bir şeyini çalmak suçunu işlediği kabul edilerek, ASCK’nın
132 ve TCK’nın 62’nci maddeleri uyarınca beş ay hapis cezası ile
cezalandırılmasına, CMK’nın 231/5’inci maddesi uyarınca hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği; bu kararın taraflarca
itiraz edilmeyerek 17.08.2009 tarihinde kesinleştiği anlaşılmıştır.
Sanığın, 15.10.2005 tarihinde kaloriferci kursu için
…Komutanlığına görevlendirildiği, …Bölüğünde görevli mağdur J.Er E.
B.’nin aynı gün saat 11.30 sularında nöbete giderken içinde Oyakbank
banka kartı da bulunan cüzdanını 2 no’lu koğuşta yatağına ait yastık kılıfı
içine bıraktığı, kalorifer kursunu bitiren sanığın saat 12.00 sıralarında 2
no’lu koğuşa gelerek mağdur J.Er E. B.’ye ait cüzdanı bulup sahibinin
rızası olmaksızın cüzdanı yanına alarak o gün çarşı izni de olmadığı
halde izinsiz çarşıya çıktığı, saat 13.58’de önceden şifresini bildiği
bankamatik kartını ATM cihazında peş peşe iki kez kullanarak 46 TL
bakiyesi olan hesaptan toplam 40 TL çektiği, mağdurun nöbet dönüşü
cüzdanını yerinde bulamaması üzerine durumu komutanlarına ilettiği,
banka aranarak bankamatik kartının iptali yoluna gidilmesine karşın
hesaptaki paranın daha önce çekilmiş olduğu, ATM cihazına ait kamera
kayıtları incelendiğinde 15.10.2005 günü saat 13.58’de sanığın ATM
cihazı önünde para çekerken tespit edildiği, sanığın cüzdanı ve 40 TL
parayı mağdura iade ettiği, dosya içerisindeki belgelerden
anlaşılmaktadır.
232
Sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar
verilmesinden sonra deneme süresi içerisinde 25.02.2012 tarihinde
ruhsatsız ateşli silah bulundurma suçundan mahkûmiyetine karar
verilmesi üzerine taraf teşkili suretiyle yeniden duruşma açan Askerî
Mahkemenin temyize konu kararla hükmolunan beş ay hapis cezasına
ilişkin hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının açıklanmasına
karar verildiği anlaşılmaktadır.
Koşullu bir düşme nedeni oluşturan “Hükmün açıklanmasının geri
bırakılması” kurumunda, CMK’nın 231’inci maddesinde belirtilen
objektif koşulların varlığı hâlinde ve talep aranmaksızın uygulanabilecek,
uygulanması hâlinde denetimli serbestlik tedbiri içeren ya da içermeyen 5
yıllık deneme süresi belirlenecek, CMK’nın 231’inci maddesinin 11’inci
fıkrasında belirtildiği şekilde deneme süresi içerisinde yeniden bir suç
işlenmesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere
aykırı davranılması hâlinde Askerî Mahkeme hükmünü açıklayacak,
şayet hükmün açıklanmasına neden olan olgu denetimli serbestlik
tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranılması ise; Askerî
Mahkemece cezanın yarısına kadar belirlenebilecek bir kısmının infaz
edilmemesine ya da koşullarının varlığı hâlinde hapis cezasının
ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar verilerek
yeniden hüküm kurulabilecektir.
Sanık hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kararında
herhangi
bir
denetimli
serbestlik
tedbirine
hükmedilmediğinden, mahkemece yeniden bir hüküm tesis edilmeden,
deneme süresi içerisinde kasıtlı bir suç işlenmesi ile yasal uygulama
koşulları oluşan önceki mahkûmiyet hükmünün açıklanmasına karar
verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Bu itibarla, Askerî Mahkemece; sanığın, tüm unsurları ile oluşan
atılı suçtan, yasal ve inandırıcı gerekçelerle, alt sınırdan ceza tayin edilip,
takdiri indirim hükmü uygulanmak suretiyle cezalandırılmasına karar
verilmesinde hukuka aykırılık bulunmamakla birlikte;
Sanık hakkında verilen ... Komutanlığı Askerî Mahkemesinin
20.02.2007 tarihli, 2007/261-55 E.K.sayılı mahkûmiyet hükmünün
sadece sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine Askerî Yargıtay 1’inci
Dairesinin 22.10.2008 tarihli, 2008/2641-2634 E.K. sayılı kararıyla
uygulama yönünden bozulduğu, 353 sayılı Kanun’un 227/3’üncü
maddesi uyarınca sanık yararına kazanılmış hak oluşturmasına rağmen,
bozma kararını müteakip Askerî Mahkemece; yeniden yapılan yargılama
sırasında sanık hakkında CMK’nın 231/7 ve 231/11’inci maddeleri
uyarınca yasal imkânsızlık nedeniyle sanık hakkında hükmolunan hapis
233
cezasının seçenek yaptırımlara çevrilmesine yer olmadığına karar
verilmesi hukuka aykırı olduğundan hükmün uygulama nedeniyle
bozulmasına karar verilmiştir.
234
ASMKYUK
Mad. 243
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
3’üncü Daire Kararı
E.No. : 2014/770
K.No. : 2014/769
T.
: 18.11.2014
ÖZET
TCK’nın 7/2’nci maddesinde, lehe olan kanunun
uygulanacağının ve infaz olunacağının açıkça belirtilmesi karşısında,
infaz münasebetinin sona ermesinden sonra artık lehe de olsa bir
başka kanunun uygulanmasına imkân bulunmadığı açıktır.
Bu
durum
nedeniyle
infaz
ilişkisi
tamamlanmış
uyuşmazlıklarla ilgili olarak, hükümlülerin hükmün açıklanmasının
geri bırakılması kurumundan yararlanmalarına yasal olarak imkân
bulunmamaktadır.
... Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 03.08.2010 tarihli ve
2010/1094-1610 sayılı hükmü ile, hükümlünün, 14.11.2009 tarihinde
işlediği emre itaatsizlikte ısrar suçundan ASCK’nın 87/1 ve TCK’nın
62’nci maddeleri gereğince, sonuç olarak iki ay on beş gün hapis cezası
ile cezalandırılmasına, askerî eşyayı özel menfaatinde kullanmak
suçundan ASCK’nın 130/1, 130/2, 50, TCK’nın 62, 50 ve 52’nci
maddeleri gereğince, sonuç olarak 1.500 TL adlî para cezası ile
cezalandırılmasına, adlî para cezasının taksitlendirilmesine karar
verildiği, bu hükümlerin, Dairemizin 28.12.2011 tarihli ve 2011/858-854
sayılı ilamı ile onanmak suretiyle kesinleştiği;
Emre itaatsizlikte ısrar suçundan verilen hapis cezasının infazının,
… Asliye Ceza Mahkemesinin 26.11.2012 tarihli ve 2012/211 D.İş sayılı
kararı ile 06.07.2012 tarihinden geçerli olmak üzere koşullu
salıverilmesine karar verilmesi ve hak ederek tahliye tarihinin ise
31.07.2012 olarak belirlenmesi suretiyle tamamlandığı;
23.01.2013 tarihli ve 28537 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan
Anayasa Mahkemesinin 17.01.2013 tarihli, 2012/80 Esas ve 2013/16
Karar sayılı kararı üzerine, ... Komutanlığı Askerî Mahkemenin
22.01.2013 tarihli, 2010/1094 Esas ve 2013/140 Müt. karar sayılı
duruşmasız işlere ait kararı ile, hükümlünün kesinleşmiş cezalarının
235
infazının durdurulmasına karar verilmesi sonrası, yine Askerî
Mahkemenin 13.02.2013 tarihli, 2010/1094 Esas ve 2013/359 Müt. karar
sayılı duruşmasız işlere ait kararı ile de CMK’nın 231’inci maddesi
gereğince yapılan lehe kanun değerlendirmesi sonucu hükümlü
hakkındaki emre itaatsizlikte ısrar ve askerî eşyayı özel menfaatinde
kullanmak suçlarından verilen hükümlerin açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verildiği, taraflarca süresi içinde itiraz edilmeyen bu
kararın, 07.03.2013 tarihinde kesinleştiği;
Hükümlü hakkında askerî eşyayı özel menfaatinde kullanmak
suçundan verilen ve taksitlendirilen adlî para cezasının infazının henüz
tamamlanmadan durdurulmuş olması nedeniyle, infaz evraklarının bila
infaz iade edildiği;
Millî Savunma Bakanı tarafından; TCK’nın 7/2’nci maddesi
hükmünün infaz münasebetinin sona ermesinden sonra artık lehe de olsa
bir başka yasanın uygulanmasına imkân vermediği, bu kapsamda infaz
ilişkisi tamamlanmış emre itaatsizlikte ısrar suçu ile ilgili olarak,
hükümlünün hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumundan
yararlanmasına yasal imkân bulunmadığı ve kanuna aykırılık teşkil ettiği,
... Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 13.02.2013 tarihli, 2010/1094 Esas
ve 2013/359 Müt. karar sayılı duruşmasız işlere ait kararının emre
itaatsizlikte ısrar suçu yönünden 353 sayılı Kanun’un 243’üncü maddesi
gereğince kanun yararına bozulması isteminde bulunulduğu
anlaşılmaktadır.
Ceza kanunu anlamında iptal edilen kanunun, ilga edilen kanun
gibi olduğu ve TCK’nın 7/2’nci maddesi kapsamında dikkate alınması
gerektiği açıktır.
23.01.2013 tarihli ve 28537 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan
Anayasa Mahkemesinin 17.01.2013 tarihli, 2012/80 Esas ve 2013/16
Karar sayılı kararına istinaden Askerî Ceza Kanunu’nda yer alan suçlara
yönelik hükmolunacak cezalar bakımından hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilebileceği gibi, hükmolunan hapis cezalarının
seçenek yaptırımlara çevrilmesi ya da ertelenmesi olanaklı hâle gelmiş
ise de;
TCK’nın 7/2’nci maddesinde, lehe olan kanunun uygulanacağının
ve infaz olunacağının açıkça belirtilmesi karşısında, infaz münasebetinin
sona ermesinden sonra artık lehe de olsa bir başka kanunun
uygulanmasına imkân bulunmadığı açıktır.
Bu durum nedeniyle infaz ilişkisi tamamlanmış uyuşmazlıklarla
ilgili olarak, hükümlülerin hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kurumundan yararlanmalarına yasal olarak imkân bulunmamaktadır
236
(Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 04.06.2009 tarihli, 2009/54-73 ve
06.12.2012 tarihli, 2012/124-128 sayılı kararlarının kabul tarzları da bu
yöndedir).
Onanmak suretiyle kesinleşip infazına başlanılan emre
itaatsizlikte ısrar suçu yönünden, hükümlü, 06.07.2012 tarihinden geçerli
olmak üzere koşullu salıverilmiş ve bu işlem sırasında hak ederek tahliye
tarihi 31.07.2012 olarak belirlenmiştir. Hükümlü hakkındaki infaz
işlemlerinin durdurulmasına ise bu tarihten sonraya tekabül eden
22.01.2013 tarihinde karar verilmiş ve 31.07.2012 tarihinde de infaz
ilişkisi tamamlanan hükümlü hakkında Askerî Mahkemece, TCK’nın
7/2’nci maddesine aykırı biçimde hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilmiştir.
Bu nedenle, Millî Savunma Bakanı’nın kanun yararına bozma
isteminin kabulü ile ... Komutanlığı Askerî Mahkemesince verilen ve
hukuka aykırı olan 13.02.2013 tarihli, 2010/1094 Esas ve 2013/359 Müt.
Karar sayılı duruşmasız işlere ait karardaki emre itaatsizlikte ısrar suçuna
ilişkin kararın 353 sayılı Kanun’un 243’üncü maddesi gereğince kanun
yararına bozulmasına karar verilmiştir.
237
ASMKYUK
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 243
Mad. 231
TÜRK CEZA KANUNU
Mad. 7/2
TCK'NIN YÜRÜRLÜK VE UYGULAMA ŞEKLİ HAKKINDA
KANUN
Mad. 9/3
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
1’inci Daire Kararı
E.No. : 2014/0870
K.No. : 2014/0889
T.
: 12.11.2014
ÖZET
Hükümlünün, hakkında tayin olunan sonuç cezanın adlî para
cezası olduğu, daha önce kasıtlı suçtan mahkûmiyetinin bulunması
nedeniyle CMK'nın 231/6-a maddesindeki yasal engel nedeniyle
hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun
uygulanmasının ve hapis cezasının süresinin de üç aydan fazla
olması nedeniyle TCK'nın 51'inci maddesi gereğince cezanın
ertelenmesinin mümkün olmadığı birlikte gözetildiğinde, lehe kanun
değerlendirmesi için uyarlama yargılaması yapılması mümkün
olmadığından ve adlî para cezasının ödenmemesi nedeniyle, adlî
para cezasının hapis cezasına çevrilmiş olması, tayin olunan sonuç
cezanın adlî para cezası olduğu gerçeğini ortadan kaldırmadığından,
lehe kanun değerlendirmesinin şartları gerçekleşmeden dosyanın
yeniden esasa kayıt edilerek, uyarlama yargılaması yapılmak
suretiyle hüküm kurulması usule aykırı olup, bu aykırılık uyarlama
mahkûmiyet hükmünün yok hükmünde sayılması sonucunu
doğurur.
Askerî Mahkemece, 30.09.2009 tarihli ve 2009/141-585 E.K.
sayılı hüküm ile, hükümlünün, 28.06.2007 tarihinde hükümlü ve tutuklu
iken kaçmak suçunu işlediği kabul edilerek, eylemine uyan ASCK’nın
76'ncı maddesi delaletiyle TCK’nın 292/1, 62/1, 50/3, 50 ve 52'inci
238
maddeleri gereğince neticeten üç bin Türk Lirası adlî para cezası ile
cezalandırılmasına, TCK'nın 52/4'üncü maddesi gereğince, on beş eşit
aylık taksitler hâlinde hükümlüye ödettirilmesine, taksitlerden birinin
zamanında ödenmemesi hâlinde geri kalan kısmının tamamının tahsil
edilerek ödenmeyen adlî para cezasının hapse çevrilmesine, karar
verildiği;
Bu hükmün, hükümlü tarafından temyiz edilmesi üzerine,
Dairemizin 31.03.2010 tarihli ve 2010/847-834 E.K. sayılı ilamı ile,
onanmak suretiyle kesinleştiği;
Adlî para cezasının ödenmemesi nedeniyle, Askerî Mahkemece,
10.03.2011 tarihli ve 2009/141 E., 2011/73 Müt. K. sayılı duruşmasız
işlere dair kararla, adlî para cezasının hapse çevrilerek, hükümlünün beş
ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, infazın hapis cezalarına ilişkin
infaz rejimine göre gerçekleştirilmesine; karar verildiği;
Bu karara, hükümlü tarafından yapılan itirazın, ... Komutanlığı
Askerî Mahkemesinin 24.05.2011 tarihli ve 2011/180-108 Ev.K. sayılı
duruşmasız işlere dair kararı ile, kesin olarak reddedildiği;
Askerî Mahkemece, 18.01.2013 tarihli ve 2009/141 E., 2013/24
Müt. K. sayılı duruşmasız işlere dair kararla, hükmün infazının
durdurulmasına, karar verildiği;
23 Ocak 2013 tarihli ve 28537 sayılı Resmi Gazetede
yayımlanarak yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesinin 17.01.2013 tarihli
ve 2012/80 E. ve 2013/16 K. sayılı kararıyla; ASCK’nın 47’nci
maddesinin birinci fıkrasının 4551 sayılı Kanun’un 12’nci maddesiyle
değiştirilen (A) bendinin birinci ve ikinci cümlelerinin, 5329 sayılı
Kanun’un 1.maddesiyle ASCK’na eklenen Ek 8’inci maddesinin ikinci
fıkrasında yer alan “…kısa süreli hapis cezasına seçenek yaptırımlar ile
...” ibaresinin, 5329 sayılı Kanun’un 1.maddesiyle ASCK’na eklenen Ek
10’uncu maddesinin ikinci fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olduğuna ve
iptaline karar verilmesi üzerine, lehe kanun değerlendirmesi için dava
dosyasının tekrar ele alındığı;
Askerî Mahkemece, 22.10.2013 tarihli ve 2013/614-428 E.K.
sayılı uyarlama hükmü ile, hükümlünün, 28.06.2007 tarihinde hükümlü
ve tutuklu iken kaçmak suçunu işlediği kabul edilerek, eylemine uyan
ASCK’nın 76'ncı maddesi delaletiyle TCK’nın 292/1, 62/1, 50/3, 50 ve
52'inci maddeleri gereğince neticeten üç bin Türk Lirası adlî para cezası
ile cezalandırılmasına, TCK'nın 52/4'üncü maddesi gereğince, on beş eşit
aylık taksitler hâlinde hükümlüye ödettirilmesine, taksitlerden birinin
zamanında ödenmemesi hâlinde geri kalan kısmının tamamının tahsil
edilerek ödenmeyen adlî para cezasının hapse çevrilmesine, adlî sicil
239
kaydında mevcut hükümlerine nazaran suçlu kişilik özellikleri ve
mahkemece yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılamaması
nedeniyle hükümlü hakkında hükümle ilgili erteleme ve CMK'nın
231/5'inci maddesinin uygulanmasına yer olmadığına, karar verildiği;
Bu hükmün, hükümlü tarafından, iddialara sözlü beyan hakkını
kullanmak istediği belirtilerek, temyiz edildiği;
Tebliğnamede, uyarlama mahkûmiyet hükmünün onanması
yönünde görüş bildirildiği;
Anlaşılmaktadır.
Yapılan incelemede;
1)Tebligat yönünden yapılan incelemede;
Arsin Sulh Hukuk Mahkemesinin 09.04.2010 tarihli ve 2010/62113 E.K. sayılı kararı ile, hükümlü statüsünde bulunması nedeniyle,
hükümlüye, 06.06.2011 tarihine kadar kardeşi A. A. vasi olarak
atanmıştır. Bu tarihten sonra, vasi atamasına ilişkin, dava dosyasında bir
karar bulunmamakta ise de, Dz.556'da bulunan müddetnameye göre,
hükümlünün, bir suçu gizlemek veya başka bir suçun delillerini gizlemek
ya da yakalanmamak amacıyla öldürme, silahla yağma ve hırsızlık
suçlarından dolayı içtimalı olarak ağırlaştırılmış müebbet hapis ve on altı
yıl hapis cezası ile cezalandırılmış olduğu, bu suçlardan dolayı şartla
tahliye tarihinin 04.06.2043, bihakkın tahliye tarihinin de 12.06.2068
tarihi olduğu, görülmektedir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun
407’nci maddesinde, bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir
cezaya mahkûm olan her erginin kısıtlanacağı düzenlendiğinden,
hükümlüye, vasi atanmış olması gerekmektedir.
Bu durumda, Kurulumuzca, gerekçeli kararın, hükümlüden ayrı
olarak, vasiye de tebliğinin gerekip gerekmediğinin değerlendirilmesi
yapılmıştır.
7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 11’inci maddesi ile, buna bağlı
olarak çıkartılan Tebligat Tüzüğü’nün 16’ncı maddesi birlikte göz önüne
alındığında, tebligatın bizzat hükümlüye yapılmış olması karşısında,
vasiye, ayrıca bir tebligat çıkarılmasının gerekmediği sonucuna
varılmıştır (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 06.03.2007 tarihli ve
2007/56-13 E., 2007/54 K. ve 30.10.2007 tarihli ve 2007/4-200 E.,
2007/219 K. sayılı ilamları da bu doğrultudadır).
Bu nedenle temyiz isteminin esastan incelemesine geçilmiştir.
2) Esas yönünden yapılan incelemede;
5237 sayılı TCK'nın 7/2 ve 5252 sayılı Kanun'un 9/3’üncü
maddeleri gereğince, kesinleşmiş bir hükümle ilgili olarak, lehe kanun
değerlendirmesi yapılabilmesi için, sonradan yürürlüğe giren kanun
240
hükmünün veya Anayasa Mahkemesinin iptal kararı nedeniyle ortaya
çıkan yeni durumun, hükümlü lehine bir hükmün uygulanmasını veya
uygulanabilir olmasını sağlaması gerekir. Değişiklik, yeni bir
değerlendirme yapılmasını gerektirmiyorsa, kesin hükme el atılmaması
gerekir. Bu husus, kesin hükmün dokunulmazlığı ilkesinin bir sonucudur.
Buna göre, somut olay incelendiğinde;
Askerî Mahkemece, işlemiş olduğu, hükümlü ve tutuklu iken
kaçmak suçundan dolayı, hükümlünün sonuç itibariyle, üç bin Türk
Lirası adlî para cezası ile cezalandırılmasına, karar verilmiştir.
Hükümlünün, daha önce, ... Komutanlığı Askerî Mahkemesinin
16.11.2006 tarihli ve 2006/1303-862 E.K. sayılı hüküm ile 14.07.200601.08.2006 tarihleri arasında işlediği firar suçundan dolayı beş ay hapis
cezası ile cezalandırıldığı, bu hükmün, Dairemizin 21.03.2007 tarihli ve
2007/491-487 E.K. sayılı ilamı ile onanmak suretiyle kesinleştiği,
görülmektedir.
23 Ocak 2013 tarihli ve 28537 sayılı Resmi Gazetede
yayımlanarak yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesinin 17.01.2013 tarihli
ve 2012/80 E. ve 2013/16 K. sayılı kararıyla; ASCK’nın 47’nci
maddesinin birinci fıkrasının 4551 sayılı Kanun’un 12’nci maddesiyle
değiştirilen (A) bendinin birinci ve ikinci cümlelerinin, 5329 sayılı
Kanun’un 1.maddesiyle ASCK’na eklenen Ek 8’inci maddesinin ikinci
fıkrasında yer alan “…kısa süreli hapis cezasına seçenek yaptırımlar ile
...” ibaresinin, 5329 sayılı Kanun’un 1.maddesiyle ASCK’na eklenen Ek
10’uncu maddesinin ikinci fıkrasının, Anayasa’ya aykırı olduğuna ve
iptaline karar verilmiş ise de;
Hükümlünün, hakkında tayin olunan sonuç cezanın adlî para
cezası olduğu, daha önce kasıtlı suçtan mahkûmiyetinin bulunması
nedeniyle CMK'nın 231/6-a maddesindeki yasal engel nedeniyle
hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun
uygulanmasının ve hapis cezasının süresinin de üç aydan fazla olması
nedeniyle TCK'nın 51’inci maddesi gereğince, cezanın ertelenmesinin
mümkün olmadığı birlikte gözetildiğinde, lehe kanun değerlendirmesi
için, uyarlama yargılaması yapılması mümkün değildir. Adlî para
cezasının ödenmemesi nedeniyle, adlî para cezasının, hapis cezasına
çevrilmiş olması da, tayin olunan sonuç cezanın adlî para cezası olduğu
gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır.
Bu nedenlerle, lehe kanun değerlendirmesinin şartları
gerçekleşmeden dosyanın yeniden esasa kayıt edilerek, uyarlama
yargılaması yapılmak suretiyle hüküm kurulması usule aykırı olduğundan
ve kesinleşmiş hükümlerde kazanılmış hak bulunduğundan da söz
241
edilemeyeceğinden, hükümlünün temyizine atfen ve resen, ... Komutanlığı
Askerî Mahkemesince verilen 22.10.2013 tarihli ve 2013/614-428 E.K.
sayılı uyarlama mahkûmiyet hükmünün, yok hükmünde sayılmasına karar
verilmiştir.
242
ASMKYUK
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 243
Mad. 231
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
1’inci Daire Kararı
E.No. : 2014/0872
K.No. : 2014/0877
T.
: 15.11.2014
ÖZET
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı,
Millî Savunma Bakanı’nın kanun yararına bozma isteminde
bulunma hakkı mevcuttur.
İster lehe kanun nedeniyle uyarlama yapılması gerektiği
durumda isterse normal yargılama yapıldığı durumda, CMK’nın
231’inci maddesinin açık hükümleri karşısında duruşma açılmak ve
taraf teşkil etmek suretiyle maddi zararı giderip gidermeyeceği
hükümlüden/sanıktan sorulmadan, ayrıca söz konusu zarar
tamamen giderilmeden veya bu zararın tamamen giderilmesi
koşuluna bağlanmadan askerî mahkemece hükmün açıklanmasının
geri bırakılmasına karar verilmesi hukuka aykırılık oluşturacaktır.
... Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 19.06.2012 tarihli ve
2012/624- 209 E.K. sayılı kararı ile, hükümlünün 17.09.2011 tarihinde
müsnet suçu işlediği kabul edilerek, eylemine uyan ASCK’nın 137,
TCK’nın 62, 50 ve 52’nci maddeleri uyarınca sonuç olarak beş yüz
(500,00) TL adlî para cezası ile cezalandırılmasına ve 5.402,00 TL
tutarındaki Hazine zararından 4.902,00 TL tenkis yapılarak 500,00
TL’nin 353 sayılı Kanun’un 16’ncı maddesi uyarınca hükümlüden
tazminen tahsiline karar verilmiştir. Süresi içinde temyiz edilmeyen
karar, 26.06.2012 tarihi itibariyle kesinleştirilmiştir.
Anayasa Mahkemesinin 17.01.2013 tarihli ve 2012/80 E.,
2013/16 K. sayılı iptal kararı üzerine, aynı Askerî Mahkemenin
19.02.2013 tarihli, 2012/624 esas ve 2013/312 Müt. karar sayılı
duruşmasız işlere ait kararı ile, CMK’nın 231’inci maddesi uyarınca işbu
243
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Süresi içinde
itiraz edilmeyen karar, 12.03.2013 tarihi itibariyle kesinleştirilmiştir.
Millî Savunma Bakanı, 12.09.2014 tarihli, SAYI: 513933099010-2506-14/As.Adlt.İşl.Rap. Tet.ve İşl.Ş.(26.B-35-14) sayılı yazısıyla;
CMK’nın 231’inci maddesinin altıncı fıkrasının (c) bendine göre,
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için, suçun
işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade,
suçtan önceki hâle getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi
gerektiği, aynı maddenin dokuzuncu fıkrasının, “Altıncı fıkranın (c)
bendinde belirtilen koşulu derhal yerine getiremediği takdirde; sanık
hakkında mağdura veya kamuya verdiği zararı denetim süresince aylık
taksitler hâlinde ödemek suretiyle tamamen gidermesi koşuluyla da
hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebilir.” hükmünü
içerdiği, Yargıtayın istikrar bulan içtihatlarında belirtildiği üzere,
CMK’nın 231’inci maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kararı verilebilmesi için, diğer koşullar yanında, varsa tespit
edilen maddi zararı giderip gidermeyeceğinin sanıktan sorulmasının
gerektiği (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 19.03.2013 tarihli, 2012/31348 E. ve 2013/93 K.; 3’üncü Ceza Dairesinin 24.11.2011 tarihli ve
2011/11660-19086 E.K.; 4’üncü Ceza Dairesinin 10.06.2013 tarihli,
2010/31353 E. ve 2013/18023 K.; 6’ncı Ceza Dairesinin 04.10.2012
tarihli, 2008/22416 E. ve 2012/16706 K. sayılı ilamları), CMK’nın
231’inci maddesinin açık hükümleri karşısında duruşma açılmak
suretiyle maddi zararı giderip gidermeyeceği hükümlüden sorulmadan,
ayrıca söz konusu zarar tamamen giderilmeden veya bu zararın tamamen
giderilmesi koşuluna bağlanmadan askerî mahkemece hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesinin hukuka aykırılık
oluşturduğu değerlendirilmiştir denilerek, “Jandarma Asayiş Kolordu
Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 19.02.2013 tarihli, 2012/624 E. ve
2013/312 Müt. K. sayılı duruşmasız işlere ait kararının bozulması için,
353 sayılı Kanun’un 243’üncü maddesi gereğince Askerî Yargıtay
Başkanlığına
başvurulması...”
amacıyla
Askerî
Yargıtay
Başsavcılığından istemde bulunulduğu ve Başsavcılıkça bu istemin aynen
iletildiği anlaşılmaktadır.
Yapılan incelemede;
Kanun yararına bozma, Askerî Yargıtay denetiminden
geçmeksizin kesinleşen karar veya hükümlerin, hukuka aykırılık
yönünden Askerî Yargıtayca denetlenmesi için, kural olarak Millî
Savunma Bakanınca ve istisnaen Askerî Yargıtay Başsavcısınca
başvurulan olağanüstü bir yasa yoludur.
244
353 sayılı Kanun’un 5530 sayılı Kanunla değişik 243’üncü
maddesinin açık düzenlemesi karşısında; Millî Savuma Bakanı’nın kanun
yararına bozma istemini, Askerî Yargıtayda incelenmeksizin kesinleşen
tüm hüküm veya kararlara karşı kullanılabileceğinin, hükmün veya
kararın hukuki niteliğinin bu müessesesinin tatbiki açısından herhangi bir
önem taşımadığının kabulü gerekmektedir.
Bu itibarla; hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına
karşı, Millî Savunma Bakanı’nın kanun yararına bozma isteminde
bulunma hakkının mevcut olduğu sonucuna varılarak, ... Komutanlığı
Askerî Mahkemesince verilen 19.02.2013 tarihli, 2012/624 Esas ve
2013/312 Müt. Karar sayılı hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
dair duruşmasız işlere ait kararının incelenmesine geçilmiştir.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi
için; yapılan yargılama sonucu hükmolunan cezanın iki yıl veya daha az
süreli hapis veya adlî para cezası olması, suçun Anayasa’nın 174’üncü
maddesinde güvence altına alınan İnkılâp Kanunlarında yer alan
suçlardan bulunmaması, sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm
olmamış olması, suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı
zararın derhal, aynen iade veya suçtan önceki hâle getirmek suretiyle
veya tazmini suretiyle tamamen giderilmesi, mahkemece, sanığın kişilik
özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde
bulundurularak, sanığın yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate
ulaşılması gerekmektedir. Ayrıca CMK’nın 231’inci maddesinin
dokuzuncu fıkrası , “Altıncı fıkranın (c) bendinde belirtilen koşulu derhal
yerine getiremediği takdirde; sanık hakkında mağdura veya kamuya
verdiği zararı denetim süresince aylık taksitler hâlinde ödemek suretiyle
tamamen gidermesi koşuluyla da hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kararı verilebilir.” hükmünü içermekte olup, sanığın suçun
işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın derhal, aynen
iade veya suçtan önceki hâle getirmek suretiyle veya tazmini suretiyle
tamamen gideremeyeceğini beyan etmesi hâlinde, Askerî Mahkemece
sanık hakkında mağdura veya kamuya verdiği zararı denetim süresince
aylık taksitler hâlinde ödemek suretiyle tamamen gidermesi koşuluyla da
hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebilecektir. CMK’nın
231’inci maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kararı verilebilmesi için, diğer koşullar yanında, varsa tespit edilen maddi
zararı giderip gidermeyeceğinin sanıktan sorulması gerekmektedir. İster
lehe kanun nedeniyle uyarlama yapılması gerektiği durumda ister ise
normal yargılama yapıldığı durumda, CMK’nın 231’inci maddesinin açık
hükümleri karşısında duruşma açılmak ve taraf teşkil etmek suretiyle
245
maddi zararı giderip gidermeyeceği hükümlüden/sanıktan sorulmadan,
ayrıca söz konusu zarar tamamen giderilmeden veya bu zararın tamamen
giderilmesi koşuluna bağlanmadan askerî mahkemece hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi hukuka aykırılık
oluşturacaktır.
Dosyanın
incelenmesinde;
hükümlü
hakkında
Askerî
Mahkemece, hükümlünün 17.09.2011 tarihinde müsnet suçu işlediği
kabul edilerek, eylemine uyan ASCK’nın 137, TCK’nın 62, 50 ve 52’nci
maddeleri uyarınca sonuç olarak beş yüz (500,00) TL adlî para cezası ile
cezalandırılmasına ve 5.402,00 TL tutarındaki Hazine zararından
4.902,00 TL tenkis yapılarak 500,00 TL’nin 353 sayılı Kanun’un 16’ncı
maddesi uyarınca hükümlüden tazminen tahsiline karar verildikten,
süresi içinde temyiz edilmeyen karar, 26.06.2012 tarihi itibariyle
kesinleştikten sonra, hükmün infazına başlandığı, infaz işlemlerinin
sadece beş yüz TL adlî para cezasının ödettirilmesine yönelik olarak
yürütüldüğü, ödenmesi beş taksite bağlanan adlî para cezasının hükümlü
tarafından dört taksitinin ödendiği, bu sırada, Anayasa Mahkemesinin
17.01.2013 tarihli ve 2012/80 E., 2013/16 K. sayılı iptal kararı üzerine,
Askerî Savcılığın talebi üzerine, Askerî Mahkemece 22.01.2013 tarihli,
2012/624 E., 2013/239 Müt. K. sayılı duruşmasız işlere ait kararı ile
infazın durdurulmasına karar verildiği, bu kararın infazı yürüten ...
C.Başsavcılığına gönderilmesi sürecinde, hükümlünün 01.02.2013
tarihinde adlî para cezasının son taksitini dahi yatırdığı, ancak infazın
durdurulması kararın ulaşması üzerine ... C.Başsavcılığınca infazın
durdurulduğu ve ... C.Başsavcılığının verdiği talimat üzerine 01.02.2013
tarihinde hükümlü tarafından ödenen adlî para cezasının son taksitinin
bedeli olan yüz Türk Lirasının hükümlünün şahsi hesabına geri yatırılmış
olduğu, bu süreç içerisinde hükümlünün ilk hükümde, 5.402,00 TL
tutarındaki Hazine zararından 4.902,00 TL tenkis yapılarak belirlenen
500,00 TL tutarındaki Hazine zararını dahi ödediğine dair dosyada
herhangi bir bilgi ve belgenin mevcut olmadığı görülmüştür.
Bu durum karşısında Askerî Mahkemece, Anayasa Mahkemesinin
17.01.2013 tarihli ve 2012/80 E., 2013/16 K. sayılı iptal kararı üzerine,
iptal kararı sonucunda doğan durumun hükümlünün lehine olup
olmadığının tespiti açısından, taraf teşkil edilerek duruşma açılarak, eğer
hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesinin daha lehe
olduğu yönünde kanaati var ise; hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kararı verilebilmesi için Hazine zararının tenkis edilmeden önceki hâli
olan tamamını (Olayımızda 5.402,00 TL) derhal giderip
gidermeyeceğinin hükümlüden sorulmasından (Askerî Yargıtay Daireler
246
Kurulunun 04.07.2012 tarihli ve 2012/70-81 E.K. sayılı ilamı) sonra duruma
göre, 5.402,00 TL Hazine zararı derhal giderildikten sonra ya da
hükümlünün derhal gideremeyeceğini beyan etmesi hâlinde, denetim
süresince aylık taksitler hâlinde ödemek suretiyle tamamen gidermesi
koşuluyla hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi
gerekmekte iken, taraf teşkil etmeden, duruşma açılmadan, hükümlüden
belirtilen husus sorulup durum aydınlatılmadan, sanki Hazine zararı hiç
yokmuş gibi hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesinin,
kanuna aykırılık oluşturduğu görülmektedir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, Millî Savunma Bakanı’nın kanun
yararına bozma isteminin kabulü ile, hükümlü J.Ulş.Er A. Y. hakkında ...
Komutanlığı Askerî Mahkemesince verilen 19.02.2013 tarihli, 2012/624
Esas ve 2013/312 Müt. Karar sayılı hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına dair duruşmasız işlere ait kararının, 353 sayılı Kanun’un
243/3’üncü maddesi gereğince, kanun yararına bozulmasına, 353 sayılı
Kanun’un 243/4-A madde ve bendi gereğince, duruşma açılıp bu konuda
yeniden bir karar vermek üzere, dava dosyasının ... Komutanlığı Askerî
Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
247
ASMKYUK
Mad. 243/3, 243/4-(A)
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
3’üncü Daire Kararı
E.No. : 2014/303
K.No. : 2014/283
T.
: 25.03.2014
ÖZET
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 03.02.2009 tarihli, 2008/11250 E. ve 2009/13 K. sayılı ilamında işaret edildiği üzere; 01.06.2005
tarihinden önce işlenen suçlar yönünden, 765 sayılı TCK’nın 95/2’nci
maddesi uyarınca esasen vaki olmamış sayılacağı hâller veya mülga
3682 sayılı Adlî Sicil Kanunu’nun 8’inci ve 5352 sayılı Adlî Sicil
Kanunu’nun Geçici 2’nci maddesi hükümleri uyarınca silinme
koşulları oluşan mahkûmiyetler, adlî sicilden silinmiş olup
olmadığına
bakılmaksızın,
hükmün
açıklanmasının
geri
bırakılmasının objektif koşullarının değerlendirilmesinde olumsuz
koşul olarak belirtilen engel bir neden olarak kabul edilemeyecektir.
Nitekim, Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 30.10.2008 tarihli ve
2008/154-173 sayılı kararının kabul tarzı da aynı niteliktedir.
5271 sayılı CMK’nın 231/6-a maddesinde öngörülen, daha
önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması şeklindeki
objektif şartın somut olayda gerçekleşmemesi nedeniyle, sanık
hakkında, müsnet suç ile ilgili olarak mahkûmiyet hükmünün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi hukuka aykırıdır.
... Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 09.04.2008 tarihli ve
2008/336-200 sayılı kararı ile; sanığın, 01.11.2007-03.11.2007 tarihleri
arasında yakalanmakla sona eren mehil içi firar suçunu işlediği kabul
edilerek, ASCK’nın 68 ve TCK’nın 62’nci maddeleri uyarınca, sonuç
olarak bir ay yirmi gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, nezarette
geçen sürenin TCK’nın 63’üncü maddesi gereğince cezasından
mahsubuna, CMK’nın 231’inci maddesi uyarınca hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş; bu karar, taraflarca
yasal süresi içinde itiraz edilmediğinden 09.06.2008 tarihinden geçerli
olmak üzere kesinleştirilmiştir.
Millî Savunma Bakanı tarafından, CMK’nın 231/6-a maddesinde
öngörülen, “sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış
248
bulunması” şeklindeki objektif koşulun somut olayda gerçekleşmemesi
nedeniyle, hükümlü hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
karar verilmesinin hukuka aykırılık oluşturduğu belirtilerek, ... Askerî
Mahkemesinin Mu.Er H. A. hakkında verdiği, 09.04.2008 tarihli ve
2008/336-200 sayılı mahkûmiyet hükmünün açıklanmasının geri
bırakılmasına dair kararın, 353 sayılı Kanun’un 243’üncü maddesi
gereğince kanun yararına bozulması isteminde bulunulmuş ve
Başsavcılıkça bu istem aynen iletilmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 03.02.2009 tarihli, 2008/11-250
E. ve 2009/13 K. sayılı ilamında işaret edildiği üzere; 01.06.2005
tarihinden önce işlenen suçlar yönünden, 765 sayılı TCK’nın 95/2’nci
maddesi uyarınca esasen vaki olmamış sayılacağı hâller veya mülga 3682
sayılı Adlî Sicil Kanunu’nun 8’inci ve 5352 sayılı Adlî Sicil Kanunu’nun
Geçici 2’nci maddesi hükümleri uyarınca silinme koşulları oluşan
mahkûmiyetler, adlî sicilden silinmiş olup olmadığına bakılmaksızın,
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının objektif koşullarının
değerlendirilmesinde olumsuz koşul olarak belirtilen engel bir neden
olarak kabul edilemeyecektir. Nitekim, Askerî Yargıtay Daireler
Kurulunun 30.10.2008 tarihli ve 2008/154-173 sayılı kararının kabul
tarzı da aynı niteliktedir.
Askerî Mahkemece, hükümlünün daha önce kasıtlı bir suçtan
mahkûm olmadığı gerekçesiyle, hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilmiş ise de;
Dava dosyasının incelenmesinde; adlî sicil kayıtlarına göre,
sanığın 04.04.2005 tarihinde işlediği, TCK’nın 244/2’nci maddesinde
düzenlenen “Bilişim sistemini engelleme, bozma, verileri yok etme”
suçundan 27.02.2006 tarihinde verilip, 08.03.2006 tarihinde kesinleşen
ve 647 sayılı Kanun’un 6’ncı maddesi uyarınca ertelenen para cezasına
ilişkin mahkûmiyetinin bulunduğu, 765 sayılı TCK’nın 95/2’nci maddesi
uyarınca esasen vaki olmamış sayılma için gerekli olan beş yıllık sürenin
dolmasından önce sanığın, 01.11.2007-03.11.2007 tarihleri arasında
yakalanmakla sona eren mehil içi firar suçunu işlediği anlaşılmaktadır.
5271 sayılı CMK’nın 231/6-a maddesinde öngörülen, daha önce
kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması şeklindeki objektif şartın
somut olayda gerçekleşmemesi nedeniyle, sanık hakkında, müsnet suç ile
ilgili olarak mahkûmiyet hükmünün açıklanmasının geri bırakılmasına
karar verilmesi hukuka aykırı bulunduğundan, Millî Savunma Bakanı’nın
kanun yararına bozma isteminin kabulüne karar verilmiştir.
249
ASMKYUK
Mad. 254
5275 SAYILI KANUN
Mad. 98
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
1’inci Daire Kararı
E.No. : 2014/0001
K.No. : 2014/0002
T.
: 08.01.2014
ÖZET
353 sayılı Kanun’un 254'üncü maddesindeki düzenleme
sadece askerî mahkemelerce hükmolunan cezaların infazı sırasında
verilecek kararlara ilişkin olup; adlî yargı mahkemelerince
hükmolunan cezaların infazıyla ilgili olan mahsup taleplerinin 5275
sayılı Kanun’un 98'inci maddesindeki düzenleme gereğince hükmü
veren adlî yargı mahkemesince karara bağlanması gerekmektedir.
... Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 17.10.2005 tarihli,
2005/821-705 Esas ve Karar sayılı kararı ile; hükümlünün 09.11.200029.12.2004 tarihleri arasında firar suçunu işlediği sabit görülerek;
ASCK’nın 66/1-a, TCK’nın 62’nci maddeleri gereğince, on ay hapis
cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, sanık tarafından temyiz
edilen hükmün Dairemizin 21.03.2007 tarih ve 2007/542-538 E.K. sayılı
ilamı ile usul yönünden bozulduğu;
Askerî Mahkemece bozma ilamına uyularak yeniden yapılan
yargılama sonucunda 14.12.2009 tarih ve 2009/89-1368 E.K. sayılı kararı
ile hükümlünün 09.11.2000-29.12.2004 tarihleri arasında firar suçunu
işlediği kabul edilerek, ASCK’nın 66/1-a ve TCK’nın 62’nci maddeleri
gereğince on ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği;
hükümlünün hükmü temyiz ettiği, hükümlünün temyiz talebinin, Askerî
Mahkemenin 09.04.2012 tarihli, 2009/89 (K), 2012/172 Müt. sayılı
duruşmasız işlere ait kararı ile süre yönünden reddine karar verildiği,
hükümlünün duruşmasız işlere ait karara itiraz etmesi üzerine Dairemizin
13.02.2013 tarih ve 2013/356-349 E.K. sayılı ilamı ile mahkûmiyet
hükmün dava zamanaşımı süresinin dolmuş olması nedeniyle bozulup,
hükümlü hakkında açılmış olan kamu davasının düşmesine karar
verildiği;
250
Hükümlünün 25.01.2013 tarihli dilekçesi ile firar suçundan dolayı
nezarette, yolda ve tutuklulukta geçirdiği sürelerin ... 2’nci Ağır Ceza
Mahkemesi ve ... 5’inci Ağır Ceza Mahkemesince memur olmayan
kimsenin resmi belgede sahteciliği suçlarından verilip kesinleşen ve
infazı devam etmekte olan hapis cezalarından mahsup edilmesini talep
ettiği;
Askerî Mahkemenin itiraz konusu duruşmasız işlere ait kararı ile;
hükümlünün, dava zamanaşımı süresinin dolmuş olması nedeniyle
bozulup, hakkında açılmış olan kamu davasının düşmesine karar verilen
firar suçundan 29.12.2004-05.01.2005 tarihleri arasında nezarette ve
yolda ve 05.01.2005-09.02.2005 tarihleri arasında tutuklulukta geçirdiği
sürelerin infazı devam eden memur olmayan kimsenin resmi belgede
sahteciliği suçlarına ilişkin hapis cezalarından mahsubuna karar verildiği;
Adlî Müşavir tarafından, mahsup talebi hakkında karar vermesi
gereken mahkemenin askerî mahkeme olmadığı, memur olmayan
kimsenin resmi belgede sahteciliği suçlarına ilişkin mahkûmiyet hükmü
veren adlî yargı mahkemeleri olduğu belirtilerek duruşmasız işlere ait
karara itiraz edildiği ve mahsup kararının kaldırılmasının talep edildiği;
Görülmektedir.
Yapılan incelemede;
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında
Kanun’un 98/1’inci maddesinde; mahkûmiyet hükmünün yorumunda
veya çektirilecek cezanın hesabında duraksama olduğunda, duraksamanın
giderilmesi veya yerine getirilecek cezanın belirlenmesi için hükmü
veren mahkemeden karar isteneceği; Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi
ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’ün 64/1’inci
maddesinde; cezaların infazı sırasında; mahkûmiyet hükmünün
yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksamaya
düşülmesinde, birden fazla hükümdeki cezaların toplanmasında,
hastanede geçen sürenin cezadan indirilmesinde veya infaz sırasında
verilecek kararların mercii ve usulünde 5275 sayılı Kanun’un 98 ila
101’inci maddesi hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır.
Benzer düzenleme 353 sayılı Kanun’un 254'üncü maddesinde yer
almaktadır. Ancak 353 sayılı Kanun’un 254'üncü maddesindeki
düzenleme sadece askerî mahkemelerce hükmolunan cezaların infazı
sırasında verilecek kararlara ilişkin olup; adlî yargı mahkemelerince
hükmolunan cezaların infazıyla ilgili olan mahsup taleplerinin 5275
sayılı Kanunun 98'inci maddesindeki düzenleme gereğince hükmü veren
adlî yargı mahkemesince karara bağlanması gerekmektedir.
251
Somut olayda hükümlü, dava zamanaşımı süresinin dolmuş
olması nedeniyle hakkında kamu davasının düşmesine karar verilen firar
suçu ile ilgili olarak nezarette, yolda ve tutuklulukta geçirdiği sürelerin,
...2’nci Ağır Ceza Mahkemesi ve ... 5’inci Ağır Ceza Mahkemesince
memur olmayan kimsenin resmi belgede sahteciliği suçlarından verilip
kesinleşmiş olan ve infazı devam etmekte olan hapis cezalarından
mahsup edilmesini talep etmiştir. Hükümlünün talebi adlî yargı
mahkemelerince verilen hapis cezalarının infazına ilişkin olduğundan, bu
talep hakkında karar verme yetki ve görevi de adı geçen adlî yargı
mahkemelerine aittir.
Bu nedenle Askerî Mahkemenin görevi dışında vermiş olduğu
mahsup kararının kaldırılmasına; hükümlünün mahsup talebi hakkında
görevli ve yetkili adlî yargı mahkemesi tarafından karar verilmesi
gerektiğine karar verilmiştir.
252
TÜRK CEZA KANUNU
Mad. 3/1, 61/1
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
2’nci Daire Kararı
E.No. : 2014/82
K.No. : 2014/81
T.
: 15.01.2014
ÖZET
Sanığın üste fiilen taarruz teşkil eden eylemini, katılanın tıbbi
mevzuata uygun bir biçimde icra ettiği mesleki faaliyetine duyulan
haksız ve yersiz bir tepkiden kaynaklanan sebeplerle hizmetine
devam ettiği bir sırada işlemesi, keza, sanığın eylemi sonucunda,
katılanın dudağında sıyrık ve sol el parmağında iki ay süreyle
istirahatını gerektirir şekilde kırılma meydana gelmesi, yine, sağlık
hizmetleri sunan bir hastanede işlenen eyleme pek çok kişinin şahit
olması nedeniyle, gerek askerî disiplinin gerekse katılanın mesleki
onurunun ağır bir biçimde ihlâl edilmesi gözetilerek, TCK’nın 3/1 ve
61/1'inci maddeleri gereğince, sabit görülen eylem nedeniyle sanığa
fiilinin ağırlığıyla orantılı cezaya hükmedilmesi gerekmektedir.
Askerî Mahkemece; sanığın, 24.09.2010 tarihinde katılan
Hv.Tbp.Yb. S. İ.’ye karşı üste fiilen taarruz suçunu işlediği kabul
edilerek, ASCK’nın 91/1'inci maddesinin az vahim hâl cümlesi ile
TCK’nın 62/1'inci maddesi gereğince 5 ay hapis cezası ile
cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Hüküm; Askerî Savcı tarafından, sabit görülen eylemin, tehlikeli
aletle üste fiilen taarruz suçunu oluşturduğu ileri sürülerek, sanık
tarafından ise sebep gösterilmeden temyiz etmiştir.
Tebliğnamede; eylemin sübut bulan işleniş biçimi karşısında,
sanık hakkında alt hadden uzaklaşılarak ceza tayin edilmesi gerektiği
ileri sürülmüş ve hükmün cezanın tayinindeki hata sebebiyle bozulması
gerektiği hususunda görüş bildirilmiştir.
Yapılan incelemede; sanığın, 24.09.2010 tarihinde muayene
amacıyla gittiği …Asker Hastanesi Psikiyatri Polikliniğinde katılan
Hv.Tbp.Yb. S. İ. tarafından muayene edilmesini müteakip, kendisine
istirahat verilmediğini öğrenmesi üzerine, eline geçirdiği kalemle
253
odasında çalışmakta olan katılana saldırdığı, kendisini korumak isteyen
katılan ile sanık arasında bir boğuşma yaşandığı ve odaya giren diğer
askerî personelin sanığa müdahalesiyle son bulan olay sebebiyle,
katılanın dudağında sıyrık ve sol el dördüncü parmağında iki ay süreyle
istirahatını gerektirir biçimde kırılma meydana geldiği sübuta ermiş
bulunmaktadır.
Eylemde kullanılan kalemin dava dosyasında delil olarak
muhafaza edilmemesi ve saldırı anında ne şekilde kullanıldığının, keza,
kesici, delici veya yaralayıcı mahiyette olup olmadığının net bir biçimde
tespit edilememesi sebebiyle, bu konuda ortaya çıkan şüphenin sanık
lehine yorumlanarak, sanığın ASCK’nın 91/1’inci maddesi gereğince
cezalandırması yoluna gidilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığından,
Askerî Savcının konuya ilişkin temyiz sebebi kabule değer
görülmemiştir.
5237 sayılı TCK'nın 61’inci maddesinin birinci fıkrasında temel
cezanın belirlenmesinde göz önünde bulundurulması gereken hususlar;
"suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesinde kullanılan araçlar, suçun
işlendiği zaman ve yer, suç konusunun önem ve değeri, meydana gelen
zarar veya tehlikenin ağırlığı, failin kast veya taksire dayalı kusurunun
ağırlığı, failin güttüğü amaç ve saik” şeklinde düzenlenmiş, “Adalet ve
kanun önünde eşitlik ilkesi” başlıklı üçüncü maddesinin birinci
fıkrasındaki; “suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı
ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur” biçimindeki hüküm ile işlenen
fiil ile hükmolunan ceza ve güvenlik tedbiri arasında “orantı” bulunması
gerektiği vurgulanmıştır.
Kanun koyucu, cezanın kişiselleştirilmesinin sağlanması
bakımından hâkime somut olayın özellikleri ve işlenen fiilin ağırlığıyla
orantılı bir şekilde gerekçesini de göstererek iki sınır arasında temel
cezayı belirleme yetki ve görevi yüklemiştir.
Ancak, hâkimin cezayı belirlerken dayandığı gerekçe, bu
düzenlemelere uygun olarak, suçun işleniş biçimi, suç işlenmesinde
kullanılan araçlar, suçun işlendiği zaman ve yer, suç konusunun önem ve
değeri, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı, failin kast veya
taksire dayalı kusurunun ağırlığı, güttüğü amaç ve saik ile dosya içeriğine
yansıyan bilgi ve belgelerin isabetle değerlendirildiğini gösterir biçimde
yasal ve yeterli olmalıdır.
Bu açıklamalar doğrultusunda;
Sanığın üste fiilen taarruz teşkil eden eyleminin, katılanın tabiplik
hizmetine devam ettiği bir sırada ve tamamıyla tıbbi mevzuata uygun bir
biçimde icra ettiği mesleki faaliyetine duyulan haksız ve yersiz bir
254
tepkiden kaynaklanan sebeplerle işlenmesi, keza, sanığın eylemi
sonucunda, katılanın dudağında sıyrık ve sol el parmağında iki ay süreyle
istirahatını gerektirir şekilde kırılma meydana gelmesi, yine, sağlık
hizmetleri sunan bir hastanede işlenen eyleme pek çok kişinin şahit
olması nedeniyle, gerek askerî disiplinin gerekse katılanın mesleki
onurunun ağır bir biçimde ihlâl edilmesi gözetilerek, sabit görülen
eyleme TCK’nın 3/1 ve 61/1'inci maddeleri gereğince alt hadden
uzaklaşılarak ceza tayin edilmesi gerekirken, eylemin kendisine özgü
işleniş biçimine ve Kanun'un yukarıda açıklanan kriterlerine uygun
düşmeyen birtakım gerekçelere yer verilmek suretiyle asgari hadden ceza
tertibinde isabet görülmemiş ve hükmün temel cezanın takdir ve
tayinindeki isabetsizlik sebebiyle bozulmasına karar verilmiştir.
255
TÜRK CEZA KANUNU
Mad. 7
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
4’üncü Daire Kararı
E.No. : 2014/705
K.No. : 2014/677
T.
: 10.09.2014
ÖZET
Uyarlama yargılaması sonunda verilen mahkûmiyet kararının
hüküm fıkrasında; bu hükmün önceki hükmün uyarlanmasına
ilişkin olduğu hususunda herhangi bir açıklamada bulunulmaması,
kesinleşmiş önceki hükümden bağımsız olarak ikinci bir hüküm
kurulduğu izlenimi verecek şekilde delil değerlendirmesi yapılması,
hüküm fıkrasında hükümlüden “sanık” olarak bahsedilmesi usule
aykırılık teşkil etmektedir.
Anayasa Mahkemesinin 17.01.2013 tarihli ve 2012/80 Esas ve
2013/16 Karar sayılı kararı ile, ASCK’nın 47’nci maddesinin birinci
fıkrasının 4551 sayılı Kanun’un 12’nci maddesi ile değiştirilen (A)
bendinin birinci ve ikinci cümlelerinin; ASCK’nın Ek 8’inci maddesinin
ikinci fıkrasının “… kısa süreli hapis cezasına seçenek yaptırımlar ile ...”
bölümünün ve ASCK’nın Ek 10’uncu maddesinin ikinci fıkrasının
Anayasa’ya aykırı olduğu kabul edilerek iptaline karar verilmiş olup, söz
konusu iptal kararı 23.01.2013 gün ve 28537 sayılı Resmî Gazetede
yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu iptal kararı kapsamında,
firar suçu bakımından hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar
verilebileceği gibi, açıklanan hapis cezalarının seçenek yaptırımlara
çevrilmesi ya da ertelenmesi de olanaklı hâle gelmiştir. Bu durumun
infazı henüz tamamlanmamış hükümlüleri de etkileyeceği dikkate
alındığında, somut olaya ilişkin lehe kanun değerlendirmesi yapılması
gerektiği hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır.
Uyum ve kararlılık gösteren Askerî Yargıtay ve Yargıtay
kararlarında benimsenip, vurgulandığı gibi; kesinleşmiş mahkûmiyet
hükmünde değişiklik (uyarlama) yargılaması, asıl ceza yargılamasının
bütünüyle sonuçlanıp, hükmün kesinleşmesinden sonra ve ancak infaz
256
tamamlanmadan önce yürürlüğe giren bir ceza yasasının, kesinleşmiş
mahkûmiyet hükmüne, dolayısıyla infaza etkisinin bulunup
bulunmadığının saptanmasına ilişkin ve esas itibarıyla infazı ilgilendiren
ve etkileyen bir yargılama faaliyetidir. Bu bağlamda, sonraki yasanın
lehe sonuç doğurup doğurmadığının saptanması, lehe ise uygulanması ile
sınırlı kendine özgü bir yargılamadır. Bu yargılamada asli ceza
yargılaması sürecinde kesinleşmiş bulunan önceki kararın dışına
çıkılamayacak, karardaki suça konu sabit eyleme uygulanması olanağı
bulunan yeni yasadaki hükümler bütünüyle tatbik olunduktan sonra, yeni
yasanın lehe sonuç doğurduğunun saptanması hâlinde, hükümlünün bu
sonuçtan faydalanması için, infaza konu olabilecek nitelikte bir hüküm
kurulmasıyla yetinilecek, aksi saptandığında ise “Önceki hükümde
değişikliğe yer olmadığına”, karar verilmesi gerekecektir.
Önceki kesinleşmiş hükmü yeniden ele almaya olanak tanıyan bu
istisnai yetki, hükmü veren hâkim veya mahkemeye sadece lehe kanun
konusuyla sınırlı bir uyarlama yetkisi vermekte, bu yolla gerek olağan
gerekse olağanüstü kanun yolu denetimine konu olabilecek hukuka
aykırılıkların giderilmesi mümkün görülmemektedir. Uyarlama yargısı
için kesin hükmün yeniden ele alınmasına olanak tanıyan bir kanun
hükmü bulunmadıkça, talep vukuunda hükme el atılması, kesin hüküm
dokunulmazlığı ilkesi ile bağdaşmaz.
Bu itibarla; sadece hükmün infazını ilgilendiren bir konu hakkında
karar verilirken, önceki hükmün içeriğini tartışılır hâle getiren ve sabit
görülen eylemle ilgili yeniden ve tekrar hüküm tesis edildiği izlenimini
uyandıracak uygulamalardan kaçınılması gerekmektedir.
Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde; Askerî
Mahkemece verilen mahkûmiyet kararının hüküm fıkralarında; bu
hükmün önceki hükmün uyarlanmasına ilişkin olduğu hususunda
herhangi bir açıklamada bulunulmadığı gibi; kesinleşmiş önceki
hükümden bağımsız olarak ikinci bir hüküm kurulduğu izlenimi verecek
şekilde delil değerlendirmesi yapıldığı; hüküm fıkralarında da
hükümlüden “sanık” olarak bahsedildiği görülmektedir.
Her ne kadar gerekçeli kararın içeriğinde, lehe kanun
değerlendirmesi yapıldığı hususunda bir kısım açıklamalar mevcut ise de;
uygulamada, mahkûmiyet hükümlerinin infazı, hüküm fıkrasına göre
yapıldığından; hükümlü hakkında mevcut bulunan ve hukuken infaz
edilebilir olduğu hususunda herhangi bir tereddüt bulunmayan her iki
hükmün, ayrı ayrı infaz edilmesi ihtimal dâhilindedir. Dolayısıyla; kesin
hükmün dokunulmazlığı ilkesine aykırı düşecek ve hukuki istikrarı
bozacak bir şekilde, yeniden delil değerlendirmesi yapılmak suretiyle
257
kurulan hükme ilişkin usule aykırılık, infazda karışıklığa neden
olabileceğinden, uyarlamaya ilişkin hükmün, bozulmasına karar
verilmiştir.
258
TÜRK CEZA KANUNU
Mad. 7/2, 50, 52
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E.No. : 2014/81
K.No. : 2014/83
T.
: 16.10.2014
ÖZET
Askerî Mahkemece yapılan uyarlama yargılaması sonucunda
hüküm kurulurken verilen kısa süreli hürriyeti bağlayıcı ceza adlî
para cezasına çevrildiğine göre, TCK’nın 7/2’nci maddesi uyarınca
lehe olan hükmün uygulanması zorunludur. Bu nedenle 5237 sayılı
TCK’nın 50 ve 52’nci maddeleri yerine, Mülga 647 sayılı Kanun’un
4’üncü maddesine göre lehine olan adlî para cezası üzerinden
uygulama yapılması gerektiği sonucuna varılmıştır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunda
çözümlenmesi gereken uyuşmazlığın konusu, kesinleşmiş hükümde lehe
kanun uygulanırken, hükümlü hakkında suç tarihi itibarıyla yürürlükte
olan 647 sayılı Kanun’un uygulanıp uygulanmayacağının tespitidir.
Daire; suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan ve hükümlünün
daha lehine olan 647 sayılı Kanun’un 4’üncü maddesinde belirlenen adlî
para cezası üzerinden uygulama yapılması gerektiği görüşünü ileri
sürerken;
Başsavcılık, hükümlü hakkında lehe kanun uygulanırken, hem
01.01.2009 tarihinde yürürlükten kalkan ASCK’nın 42 ve 66/2-c
maddelerinin tatbik edilmeyip, hem de 01.06.2005 tarihinden önce
yürürlükte bulunan 647 sayılı Kanun hükümlerinin tatbik edilmesinin
karma uygulamaya sebebiyet vereceği görüşündedir.
Yerleşik Askerî Yargıtay ve Yargıtay içtihatlarında kabul edildiği
üzere, kesinleşmiş mahkûmiyet hükmünde değişiklik (Uyarlama)
yargılaması, asıl ceza yargılamasının bütünüyle sonuçlanıp hükmün
kesinleşmesinden sonra ve ancak infazdan önce yürürlüğe giren bir ceza
kanununun, kesinleşmiş mahkûmiyet hükmüne, dolayısıyla infaza
etkisinin bulunup bulunmadığının saptanmasına ilişkin ve esas itibarıyla
259
infazı ilgilendiren ve etkileyen bir yargılama faaliyetidir. Bu bağlamda,
sonraki yasanın lehe sonuç doğurup doğurmadığının saptanması, lehe ise
uygulanması ile sınırlı kendine özgü bir yargılamadır.
Bu yargılamada, asli ceza yargılaması sürecinde kesinleşmiş
bulunan önceki kararın dışına çıkılmayacak, karardaki suça konu sabit
eyleme uygulanması olanağı bulunan yeni kanundaki hükümler
bütünüyle tatbik olunduktan sonra, yeni kanunun lehe sonuç
doğurduğunun saptanması hâlinde, hükümlünün bu sonuçtan
faydalanması için, infaza konu olabilecek nitelikte bir hüküm
kurulmasıyla yetinilecek, aksi saptandığında ise; “Önceki hükümde
değişikliğe yer olmadığına”, başka bir ifade ile uyarlama davasının
reddine karar verilmesi gerekecektir.
5237 sayılı TCK’nın 7/2’nci maddesi; “Suçun işlendiği zaman
yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların
hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur”
şeklindedir. Bu maddeye göre; sonradan yürürlüğe giren kanunun, bir
fiili suç olmaktan çıkarması, suçun unsurlarında veya diğer
cezalandırılabilme şartlarında, bu suçtan dolayı mahkûmiyetin yasal
neticelerinde, ceza ve hatta güvenlik tedbirlerinde değişiklik yapması ve
bu değişikliğin failin lehine sonuç vermesi durumunda, yürürlüğe girdiği
tarihten önce işlenen suçlar hakkında da uygulanması gerekecektir.
“Suçun işlendiği zamanın yasası ile sonradan yürürlüğe giren yasa
hükümlerinin farklı olması hâlinde, her iki yasanın birbirine
karıştırılmadan, ayrı ayrı somut olaya uygulanıp, her iki yasaya göre
hükmedilecek cezalar belirlendikten sonra, sonucuna göre lehte olanın
uygulanması” şeklindeki, 23.02.1938 tarihli, 23-9 sayılı Yargıtay İçtihadı
Birleştirme Kararına uygun olarak düzenlenen, 5252 sayılı Türk Ceza
Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 9/3’üncü
maddesi; “Lehe olan hüküm, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün
hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle
karşılaştırılması suretiyle belirlenir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Somut olayda, hükümlünün, 25.10.2004-13.04.2005 tarihleri
arasında, “mükerrer firar” suçunu işlediği kabul edilerek, eylemine uyan
ASCK’nın 66/2-c ve TCK’nın 62’nci maddeleri uyarınca, sonuç olarak
bir yıl sekiz ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş ve bu
hüküm Askerî Yargıtay 2'nci Dairesinin 13.09.2007 tarihli ve 2007/14051390 E.K. sayılı ilamıyla onanmak suretiyle kesinleşmiştir.
Askerî Ceza Kanunu'nun “Tekerrür” konusunu düzenleyen 42’nci
maddesi, 5252 sayılı Kanun’un geçici 1’inci maddesinde tanınan sürenin
dolduğu 31.12.2008 tarihini takip eden 01.01.2009 tarihinden itibaren,
260
5237 sayılı TCK'nın 5’inci maddesinin emredici hükmü karşısında,
uygulanamaz hâle gelmesi üzerine, Askerî Ceza Kanunu'nun “Firar”
suçunu düzenleyen 66'ncı maddesinin, suçlunun “Mükerrir” olması
hâlinde hapis cezasının iki yıldan az olamayacağını belirten 2'nci
fıkrasının (c) bendi de zımnen ilga edilmiştir.
Bu nedenle yapılan lehe kanun uyarlamasında, 5237 sayılı Türk
Ceza Kanunu’nun “Zaman bakımından uygulama” başlığını taşıyan 7’nci
maddesinin ikinci fıkrasının “Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan
kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin
lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.” şeklindeki hükmü göz
önüne alınarak, … Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 31.03.2011 tarihli
ve 2011/167-88 E.K. sayılı uyarlama hükmü ile lehe olan hükümler
mahkemesince değerlendirilmiş, ASCK'nın 66/1-a maddesi tatbik edilmiş
ve cezanın infazının TCK'nın 58'inci maddesinde belirlenen mükerrirlere
özgü infaz rejimine göre çektirilmesine karar verilerek, ceza
yargılamasına dair hükümler bir bütün olarak uygulanmıştır.
Böylelikle, yasaların leh ve aleyhteki hükümleri her yasa
bakımından ayrı ayrı, ancak bir bütün hâlinde değerlendirilerek somut
olaya uygulanmak suretiyle belirlenmiş ve karma bir uygulama
yapılmamıştır.
Bu uyarlama hükmü ise, Askerî Yargıtay 2’nci Dairesinin
20.07.2011 tarihli ve 2011/616-613 E.K. sayılı ilamıyla onanmak
suretiyle kesinleşmiştir.
Firar suçundan verilen uyarlama mahkûmiyet hükmü
kesinleştikten sonra, 23.01.2013 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan
Anayasa Mahkemesinin 17.01.2013 tarihli, 2013/80-16 Esas ve Karar
sayılı kararıyla, ASCK’nın 47’nci maddesinin birinci fıkrasının, 4551
sayılı Kanun'un 12’nci maddesi ile değiştirilen (A) bendinin birinci ve
ikinci cümlelerinin, 5329 sayılı Kanun'un 1’inci maddesiyle eklenen Ek
8’inci maddesinin ikinci fıkrasının “Sırf askerî suçlar ile bu Kanun’un
Üçüncü Babının Dördüncü Faslında yazılı suçlar hakkında, kısa süreli
hapis cezasına seçenek yaptırımlar ile ...” bölümünün ve 5739 sayılı
Kanun'un 1’inci maddesiyle eklenen Ek 10’uncu maddesinin ikinci
fıkrasının Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar verilmiştir.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararı kapsamında, bu defa cezanın
kişiselleştirilmesine
yönelik
meydana
gelen
lehe
kanunun
uygulanmasında, firar suçundan verilip kesinleşen … Komutanlığı
Askerî Mahkemesinin 31.03.2011 tarihli ve 2011/167-88 E.K. sayılı
uyarlama hükmünün dikkate alınması gerekmektedir.
261
Bu kapsamda, … Komutanlığı Askerî Mahkemesinin duruşma
açılmak suretiyle yapılan uyarlama yargılaması sonucu, Askerî
Mahkemenin 09.12.2013 tarihli ve 2013/873-680 E.K. sayılı hükmü ile;
hapis cezasına dair hüküm TCK’nın 50’nci maddesi gereğince,
çevirmeye esas alınan para miktarı kanunun öngördüğü alt sınırdan takdir
edilerek adlî para cezasına çevrilmek suretiyle hükümlünün 6.000 TL
adlî para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Ancak, hapis cezasının para cezasına çevrilmesine ilişkin olarak,
suçun işlendiği tarihte yürürlükte bulunan mülga 647 sayılı Kanun’un
4’üncü maddesi hükümleri ile hâlen yürürlükte olan 5237 sayılı TCK’nın
50 ve 52’nci maddeleri hükümleri birbirinden farklı bulunmaktadır.
647 sayılı Kanun’un 4’üncü maddesi uyarınca hapis cezasının adlî
para cezasına çevrilmesi işleminde, bir günün 12 ilâ 18 TL üzerinden
hesaplanması gerekirken, 5237 sayılı Kanun’un 52’nci maddesi uyarınca
bir günün 20 ilâ 100 TL üzerinden hesaplanması gerekmektedir.
TCK’nın 7/2’nci maddesi uyarınca lehe olan hükmün
uygulanması zorunluluğu, ikinci kez yapılan uyarlama yargılamasında
artık firar suçundan verilip kesinleşen bir önceki mahkûmiyet hükmünün
dikkate alınmasının gerekmesi ve Askerî Mahkemenin para cezası
miktarını en alt sınırdan belirleyerek hükümlünün en lehine olacak
şekilde takdir hakkını kullanmış olması karşısında; uyarlama yargılaması
sonucu kurulan hükümde; kesinleşmiş on ay hapis cezasının mülga 647
sayılı Kanun’un 4’üncü maddesi gereğince beher günü 12 TL hesabı ile
adlî para cezasına çevrilip sonuç cezanın 3600 TL adlî para cezası olarak
belirlenmesi gerekmektedir.
Bu nedenle mahkûmiyet hükmünün bozularak, hükmolunan adlî
para cezasının, 20 TL yerine, suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan ve
hükümlünün daha lehine olan 647 sayılı Kanun’un 4’üncü maddesi
gereğince beher günü 12 TL olacak şekilde, düzeltilerek onanmasına dair
Daire kararında, herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı sonucuna
varıldığından, Başsavcılığın itirazının reddine karar verilmiştir.
262
TÜRK CEZA KANUNU
Mad. 7/2
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
2’nci Daire Kararı
E.No. : 2014/890
K.No. : 2014/892
T.
: 22.10.2014
ÖZET
TCK’nın 7/2’nci maddesi, suçun işlendiği zaman yürürlükte
bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri
farklı ise, failin lehine olan kanunun uygulanacağını ve infaz
edileceğini öngörmekle birlikte, bu uygulamanın ön koşulunu infazın
tamamlanmamış olması oluşturduğundan, infazı tamamlanmış
hükümlerle ilgili olarak ancak hukuki yarar varsa lehe olan hükmün
belirlenmesine yönelik olarak, uyarlama yargılaması yapılabilir.
Lehe kanununu yürürlüğe girdiği tarih itibarı ile, hükmün
infazının tamamlanması karşısında, uyarlama yargılaması yapılması
yönündeki talebin reddine karar verilmesi gerekir.
Askerî Mahkemece; hükümlü hakkında Askerî Mahkemenin
24.01.2007 tarihli, 2007/71-29 Esas ve Karar sayılı hükmü ile
20.06.1995-20.04.1998 tarihleri arasında ve 28.04.2002-26.05.2004
tarihleri arasında işlediği iki ayrı firar suçundan dolayı ASCK’nın 66/1-a
ve TCK’nın 62’nci maddeleri uygulanmak suretiyle tesis edilip
kesinleşen iki ayrı on aylık hapis cezası hakkında hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına, 20.06.199520.04.1998 tarihleri arasındaki firar suçundan verilen on aylık hapis
cezasının TCK’nın 50 ve 52’nci maddeleri gereğince beher günü on bin
eski Türk Lirası üzerinden hesap edilmek suretiyle adlî para cezasına
çevrilerek hükümlünün üç milyon eski Türk Lirası adlî para cezasıyla
cezalandırılmasına, 28.04.2002-26.05.2004 tarihleri arasındaki firar
suçundan verilen on aylık hapis cezasının da TCK’nın 50 ve 52’nci
maddeleri gereğince beher günü on bir Türk Lirası üzerinden hesap
edilmek suretiyle adlî para cezasına çevrilerek hükümlünün üç bin üç yüz
Türk Lirası adlî para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir.
263
Hükümler, hükümlü tarafından, cezaların infaz edildiği ileri
sürülerek temyiz edilmiştir.
Tebliğnamede, 20.06.1995-20.04.1998 tarihleri arasındaki firar
suçundan tesis edilen hükmün zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle
bozulmasına ve 353 sayılı Kanun’un 220/C maddesi uyarınca kamu
davasının düşmesine, 28.04.2002-26.05.2004 tarihleri arasındaki firar
suçundan tesis edilen hükmün ise uygulama yönünden bozulmasına karar
verilmesi gerektiği yönünde görüş bildirilmiştir.
Yapılan incelemede;
… Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 24.01.2007 tarihli,
2007/71-29 Esas ve Karar sayılı hükmü ile; hükümlünün, 20.06.199520.04.1998 tarihleri arasında ve 28.04.2002-26.05.2004 tarihleri arasında
iki ayrı firar suçunu işlediği kabul edilerek, ASCK’nın 66/1-a ve
TCK’nın 62’nci maddeleri uygulanmak suretiyle ayrı ayrı on ay hapis
cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, hükümlerin; Dairemizin
10.06.2009 tarihli, 2009/1217-1214 Esas ve Karar sayılı ilamı ile
onanmak suretiyle kesinleştiği,
İnfaz aşamasında, Anayasa Mahkemesinin 11.04.2012 tarihli,
2011/111 Esas ve 2012/56 Karar sayılı kararıyla; ASCK’nın 49/1-A
madde, fıkra ve bendinin “... fiilleri hakkında dava müruru zamanı, bütün
askerî mükellefiyetlerin ...bitmesinden itibaren işlemeye başlar.”
bölümünün, firar suçu yönünden Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline
karar verilmesi, yine Anayasa Mahkemesinin 17.01.2013 tarihli, 2012/80
Esas ve 2013/16 Karar sayılı kararıyla da; ASCK’nın 47/1-A madde,
fıkra ve bendinin birinci ve ikinci cümleleri ile Ek 8’inci maddesinin
ikinci fıkrasının “... kısa süreli hapis cezasına seçenek yaptırımlar ile …”
bölümünün ve Ek 10’uncu maddesinin ikinci fıkrasının Anayasa’ya
aykırı olduğuna ve iptaline karar verilmiş olması karşısında, Askerî
Savcılığın talebi üzerine; duruşma açılmak suretiyle yapılan lehe kanun
uyarlamasına dair yargılama sonucunda temyize konu hükümlerin tesis
edildiği anlaşılmaktadır.
1) 20.06.1995-20.04.1998 tarihleri arasındaki firar suçu
yönünden değerlendirme:
Yapılan incelemede; hükümlü hakkında, 20.06.1995-20.04.1998
tarihleri arasında işlediği firar suçu ile ilgili olarak, 26.02.2002 tarihinde,
4616 sayılı Kanun’un 1/4’üncü maddesi gereğince kamu davası
açılmasının ertelenmesine karar verildiği, ancak deneme süresi içinde suç
işlemesi üzerine 07.02.2006 tarihinde iddianame düzenlendiği,
24.05.2006 tarihinde sorgusunun tespit edildiği, 24.01.2007 tarihinde
mahkûmiyet kararı verildiği, hükmün temyiz edilmesi üzerine,
264
Dairemizin 10.06.2009 tarihli, 2009/1217-1214 Esas ve Karar sayılı ilamı
ile onanmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.
Bu yargılama safahatına göre, hükümlünün işlediği firar suçunun
düzenlendiği ASCK’nın 66/1’inci maddesinde öngörülen hapis cezasının
üst sınırı üç yıl olduğundan, suç tarihlerinde yürürlükte olan ve
zamanaşımı konusunda, 5237 sayılı TCK’ya nazaran daha lehe hükümler
içeren 765 sayılı TCK’nın 102/4 ve 104/2’nci maddelerine nazaran, yedi
yıl altı aylık dava zamanaşımı sürelerine tâbi olduğu, ancak firar fiilleri
hakkında dava müruru zamanının, bütün askerî mükellefiyetlerin
bitmesinden itibaren işlemeye başlayacağına dair ASCK’nın 49/1-A
maddesindeki ayrıksı hüküm nedeniyle, firar suçları hakkında dava
zamanaşımı, 1111 sayılı Askerlik Kanunu’nun 2’nci maddesinde
belirtildiği üzere, ilgilinin 41 yaşına girdiği Ocak ayının birinci gününden
itibaren işlemeye başladığından ve sanığın da 1981 doğumlu olması
nedeniyle, hükmün verildiği ve kesinleştiği tarihlerde zamanaşımı
sürelerinin dolması bir yana işlemeye dahi başlamadığı anlaşılmaktadır.
Ancak, Anayasa Mahkemesinin 11.04.2012 tarihli, 2011/111 Esas
ve 2012/56 Karar sayılı kararıyla; ASCK’nın 49/1-A madde, fıkra ve
bendinin “... fiilleri hakkında dava müruru zamanı, bütün askerî
mükellefiyetlerin ...bitmesinden itibaren işlemeye başlar.” bölümünün,
firar suçu yönünden Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar
verilmesi nedeniyle, firar suçu yönünden TCK’nın zamanaşımı
konusundaki genel hükümlerinden ayrılmayı gerektiren istisnai durum
ortadan kalkmış ve bu suçlarla ilgili olarak dava zamanaşımının,
temadinin kesintiye uğradığı tarihten itibaren hesaplanması gerekli hâle
geldiğinden, hükümlü hakkında verilmiş ve kesinleşmiş mahkûmiyet
kararı ile ilgili olarak lehe kanun değerlendirmesi yapılması
gerekmektedir.
Bu açıklamalar doğrultusunda, temyize konu olay incelendiğinde;
temadinin kesintiye uğradığı tarihten itibaren hesaplanması gereken dava
zamanaşımı süresinin, Dairemizce hükmün onanmasına karar
verilmesinden ve hatta hükümlü hakkında kamu davası açılmasından
önce, 20.04.2003 tarihinde dolduğu anlaşılmaktadır.
Bu itibarla, hükümlü hakkında, 20.06.1995-20.04.1998 tarihleri
arasında işlediği firar suçu ile ilgili olarak, tesis edilen mahkûmiyet
hükmünün zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle bozulmasına, bozma
sebebi yeniden yargılamayı gerektirmediğinden, 353 sayılı Kanun’un
220/C maddesi uyarınca kamu davasının düşmesine karar verilmiştir.
265
2) 28.04.2002-26.05.2004 tarihleri arasındaki firar suçu
yönünden değerlendirme:
Dosyanın incelenmesinde, hükümlü hakkında,20.06.199520.04.1998 tarihleri arasında ve 28.04.2002-26.05.2004 tarihleri arasında
iki ayrı firar suçunu işlediği kabul edilerek, ayrı ayrı on ay hapis cezası
ile cezalandırılmasına dair, Askerî Mahkemenin 24.01.2007 tarihli,
2007/71-29 Esas ve Karar sayılı mahkûmiyet hükümlerinin, Dairemizin
10.06.2009 tarihli, 2009/1217-1214 Esas ve Karar sayılı ilamı ile
onanmasına karar verilip kesinleşmesinden sonra, hükümlünün
18.11.2010 tarihinde ele geçirilerek, hükümde yazılı toplam yirmi ay
hapis cezasının infazı için 19.11.2010 tarihinde … E Tipi Kapalı Ceza
İnfaz Kurumuna kapatıldığı, … Cumhuriyet Başsavcılığının 24.12.2010
tarihli müddetnamesinde, temadisi 20.04.1998 tarihinde sona eren suçtan
verilen on ay hapis cezasının 4616 sayılı Kanuna tâbi olması nedeniyle,
on ay hapis cezasının bihakkın tahliye tarihine eklendiğinin belirtildiği ve
… Asliye Ceza Mahkemesinin 29.12.2010 tarihli, 2010/392 Değişik İş
Nu.lı kararı ile hükümlünün, nezarette, yolda ve tutuklulukta geçirdiği
süreler de dikkate alınarak, bihakkın tahliye tarihinin 25.04.2012 tarihi
olduğu belirtilip 01.01.2011 tarihi itibariyle koşullu salıverilmesine karar
verilmesi üzerine hükümde belirtilen cezanın infaz edildiği belirtilerek
infaz evrakının Askerî Savcılığa iade edildiği, Askerî Savcılık tarafından,
hükmün infazının tamamlanmadığı belirtilerek, hükümlünün yeniden
aranmasına başlandığı,
Anayasa Mahkemesinin 11.04.2012 tarihli, 2011/111 Esas ve
2012/56 Karar sayılı kararıyla; ASCK’nın 49/1-A madde, fıkra ve
bendinin “... fiilleri hakkında dava müruru zamanı, bütün askerî
mükellefiyetlerin ...bitmesinden itibaren işlemeye başlar.” bölümünün,
firar suçu yönünden Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar
verilmesi üzerine, Askerî Savcılığın talebi üzerine Askerî Mahkemenin
05.11.2012 tarihli, 2004/1120 Esas ve 2012/212 Müt. Karar sayılı
Duruşmasız İşlere Dair Karar ile hükümlü hakkında 20.06.199520.04.1998 tarihleri arasındaki firar suçundan verilip kesinleşen on ay
hapis cezasını havi hükmün infazının durdurulmasına karar verildiği,
Yine Anayasa Mahkemesinin 17.01.2013 tarihli, 2012/80 Esas ve
2013/16 Karar sayılı kararıyla da; ASCK’nın 47/1-A madde, fıkra ve
bendinin birinci ve ikinci cümleleri ile Ek 8’inci maddesinin ikinci
fıkrasının “... kısa süreli hapis cezasına seçenek yaptırımlar ile …”
bölümünün ve Ek 10’uncu maddesinin ikinci fıkrasının Anayasa’ya
aykırı olduğuna ve iptaline karar verilmesi üzerine, Askerî Savcılığın
18.01.2013 tarihli yazısı ile, “… gerektiğinde duruşma açılmak suretiyle
266
lehe kanun hükümlerinin uygulanması, hükümlünün mağduriyetine
neden olunmaması için öncelikle infazın durdurulmasına” karar
verilmesinin talep edildiği, Askerî Mahkemenin 22.01.2013 tarihli,
2007/71 Esas ve 2013/261 Müt. Karar sayılı Duruşmasız İşlere Dair
Karar ile hükümlü hakkında 28.04.2002-26.05.2004 tarihleri arasındaki
firar suçundan verilip kesinleşen on ay hapis cezasını havi hükmün
infazının durdurulmasına karar verildiği,
Daha sonra da, duruşma açılıp taraf teşkili sağlanarak yapılan
uyarlama yargılaması sonunda, Askerî Savcının talebine uygun olarak,
temyize konu olan uyarlama mahkûmiyet hükmünün tesis edildiği,
hükümlü tarafından ise, belirtilen cezanın infaz edildiği belirtilerek
temyize gelindiği anlaşılmaktadır.
TCK’nın 7/2’nci maddesi, suçun işlendiği zaman yürürlükte
bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı
ise, failin lehine olan kanunun uygulanacağını ve infaz edileceğini
öngörmekle birlikte, bu uygulamanın ön koşulunu infazın
tamamlanmamış olması oluşturmaktadır. İnfazı tamamlanmış hükümlerle
ilgili olarak ancak hukuki yarar varsa lehe olan hükmün belirlenmesine
yönelik olarak uyarlama yargılaması yapılabilir.
Yukarıda da açıklandığı üzere, hükümlü hakkında,
20.06.1995-20.04.1998 tarihleri arasındaki firar suçundan verilen
mahkûmiyet hükmünün zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmesi
karşısında, 28.04.2002-26.05.2004 tarihleri arasındaki firar suçundan
verilip kesinleşen on ay hapis cezasının, … Asliye Ceza Mahkemesinin
29.12.2010 tarihli, 2010/392 Değişik İş Nu.lı kararı ile hükümlünün
bihakkın tahliye tarihinin 25.04.2012 tarihi olduğu belirtilip 01.01.2011
tarihi itibariyle koşullu salıverilmesine karar verilmesi ile infaz edildiği,
Anayasa Mahkemesinin 17.01.2013 tarihli, 2012/80 Esas ve 2013/16
Karar sayılı iptal kararının ise, hükmün infazının tamamlanmasından
sonra yürürlüğe girdiği nazara alındığında, Askerî Savcılığın uyarlama
yargılaması yapılması yönündeki talebinin, dolayısıyla da uyarlama
davasının reddine karar verilerek, Askerî Savcı ile hükümlü arasında
oluşan hukuki uyuşmazlığın çözülmesi gerekirken, uyarlama davasının
kabulü ile hükümlünün yazılı olduğu şekilde cezalandırılmasına karar
verilmesi hukuka aykırı olduğundan, uyarlamaya ilişkin mahkûmiyet
hükmünün usul yönünden bozulmasına karar verilmiştir.
267
TÜRK CEZA KANUNU
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 7/2
Mad. 231
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
2’nci Daire Kararı
E.No. : 2014/925
K.No. : 2014/923
T.
: 05.11.2014
ÖZET
TCK’nın 7/2’nci maddesinin lehe olan kanunun uygulanacağı
ve infaz olunacağı açık hükmü karşısında, infaz ilişkisi tamamlanmış
uyuşmazlıklarla ilgili olarak, hükümlünün hükmün açıklanmasının
geri bırakılması kurumundan yararlandırılmasına yasal imkân
bulunmamaktadır.
… Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 25.04.2011 tarihli ve
2011/239-140 Esas ve Karar sayılı ilamı ile hükümlünün, 30.07.200802.09.2008 tarihleri arasında izin tecavüzü suçunu işlediği kabul edilerek,
ASCK’nın 66/1-b, 73 ve TCK’nın 62/1'inci maddeleri uyarınca beş ay
hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş, süresi içinde temyiz
edilmeyen hüküm, 17.05.2011 tarihi itibarıyla kesinleştirilmiştir.
... Asliye Ceza Mahkemesinin 21.05.2012 tarihli, 2012/217 D.İş
sayılı kararı ile hükümlünün bihakkın tahliye tarihi 05.07.2012 olarak
belirlenmek suretiyle,16.05.2012 tarihinden geçerli olmak üzere şartla
tahliyesine karar verilmiştir.
Anayasa Mahkemesinin 05.07.2012 tarihli, 2012/9 Esas ve
2013/103 Karar sayılı iptal kararı üzerine, Hüküm Mahkemesinin
11.07.2012 tarihli, 2011/239 Esas ve 2012/113 Müt. Karar sayılı
duruşmasız işlere ait kararı ile hükümlünün kesinleşmiş cezasının
infazının durdurulmasına karar verilmiştir. Yine, Askerî Mahkemenin
11.01.2013 tarihli, 2011/239 Esas ve 2013/38 Müt. Karar sayılı
duruşmasız işlere ait kararı ile CMK’nın 231’inci maddesi uyarınca
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş, süresi içinde
itiraz edilmeyen karar, 25.04.2013 tarihi itibarıyla kesinleştirilmiştir.
Millî Savunma Bakanı; infaz işlemleri tamamlanan hükümlü
268
hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesinin,
CMK’nın 7/2’nci maddesine ve yerleşik Askerî Yargıtay kararlarına
aykırı düştüğünü ileri sürerek, söz konusu karar hakkında kanun yararına
bozma isteminde bulunmuştur.
Yapılan incelemede; TCK’nın 7/2’nci maddesi hükmü, lehe olan
kanunun uygulanacağını ve infaz olunacağını açıkça belirtmek suretiyle,
infaz münasebetinin sona ermesinden sonra artık lehe de olsa bir başka
yasanın uygulanmasına imkân vermemiştir. Değinilen bu durum
sebebiyle, infaz ilişkisi tamamlanmış uyuşmazlıklarla ilgili olarak,
hükümlülerin hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumundan
yararlanmalarına yasal imkân bulunmamaktadır. Nitekim Askerî
Yargıtay Daireler Kurulunun 04.06.2009 tarihli, 2009/54-73 ve
06.12.2012 tarihli, 2012/124-128 Esas ve Karar sayılı ilamları da bu
yöndedir
İncelenen dosya içeriğindeki bilgi ve belgelerden de anlaşılacağı
üzere;
Kesinleşip infazına başlanılan izin tecavüzü suçuyla ilgili olarak,
hükümlü 16.05.2012 tarihinden geçerli olmak üzere şartla tahliye edilmiş
ve bu işlem sırasında hükümlünün bihakkın tahliye tarihi 05.07.2012
olarak belirlenmiştir. Hükümlü hakkındaki infaz işlemlerinin
durdurulmasına ise bu tarihten sonraya tekabül eden 11.07.2012 tarihinde
karar verilmiş ve 11.01.2013 tarihinde de infaz ilişkisi tamamlanan
hükümlü hakkında Askerî Mahkemece; TCK’nın 7/2'nci maddesine
aykırı biçimde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar
verilmiştir.
Açıklanan bu durum sebebiyle; Millî Savunma Bakanı'nın haklı
ve isabetli görülen isteminin kabulü doğrultusunda, hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin duruşmasız işlere ait kararın
kanun yararına bozulmasına karar verilmiştir.
269
TÜRK CEZA KANUNU
Mad. 21
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 134
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
2’nci Daire Kararı
E.No. : 2014/639
K.No. : 2014/631
T.
: 11.06.2014
ÖZET
Sanık tarafından imzalanan ifade tutanağının; sonradan
katılan tarafından doğru olduğu kabul edilip, imzalanan ifade
tutanağı ile aynı hukuki içeriğe sahip olması ve sanığın katılana ait
ifade tespit işlemlerinin hızlandırılması amacıyla hareket ettiğinin
belirlenmesi karşısında, sanıkta gerçeği değiştirmek, gizlemek, adalet
hizmetini yanıltmak veya kamunun ya da özel bir kişinin zarara
uğramasına sebebiyet vermek ya da amirlerini kandırmak şeklinde
bir istem, şuur veya irade ile hareket ettiği söylenemez.
Askerî Mahkemece; sanığın, 07.02.2011 tarihinde hakikate
muhalif evrak tanzim etmek suçunu işlediği kabul edilerek, ASCK’nın
134 ve TCK’nın 62/1'inci maddeleri gereğince beş ay hapis cezası ile
cezalandırılmasına ve ASCK'nın 30/B maddesi uyarınca sanığın Türk
Silahlı Kuvvetlerinden çıkarılmasına, TCK'nın 51'inci maddesi gereğince
sanık hakkında hükmolunan hapis cezasının ve Türk Silahlı
Kuvvetlerinden çıkarma cezasının ertelenmesine karar verilmiştir.
Hüküm; müdafi tarafından, usul ve esasa yönelik sebepleri ileri
sürülerek, katılan tarafından ise sebep gösterilmeden ayrı ayrı temyiz
edilmiştir.
Tebliğnamede; hükmün esas yönünden bozulması gerektiği
hususunda görüş bildirilmiştir.
Yapılan incelemede; suç tarihlerinde …Komutanlığı emrinde
görev yapan katılan Mot.Bçvş. U. S.’nin, önceki görev yerinde işlediği
iddia edilen bir suç dosyası ile ilgili olarak istenilen ifadesinin,
…Komutanlığına ait bir bilgisayarda kayıt altına alındığı, ancak,
katılanın Birlik dışında görevlerde bulunması sebebiyle, imzalatılmasının
270
geciktirildiği, katılanın birinci sicil amiri durumundaki sanık
Dz.Kd.Ütğm Ö. V. D.'nin ise; katılan hakkındaki bu soruşturmanın
zaman aşımına uğramaması amacıyla hareket ederek, katılanın yine
Birlik dışında olduğu 07.02.2011 tarihinde, tanık Dz.Üçvş. Y. B.'ye daha
önce tespit edilen ve bilgisayarda kayıtlı bulunan, ancak, katılan
tarafından imzalanmamış olan ifade tutanağının bir suretinin alınarak
kendisine getirilmesi hususunda emir verdiği, bilgisayar çıktısının
getirilmesinin ardından, sanığın, katılanın imza hanesinin bulunduğu
kısmı, bu kişinin taklit imzasını atmak suretiyle imzaladığı, daha sonra
sanığın, tanık Dz.Üçvş. Y. B. aracılığı ile katılana telefon açtırdığı ve
katılana ait ifade tutanağını kendisinin imzaladığını ileterek, bu ifadede
bir değişiklik olup olmadığını sordurduğu, bu duruma tepki gösteren
katılanın tanık İd.Üçvş. E. K.'yı arayarak ifade tutanağının bu şekilde
gönderilmemesini, Birliğe döndüğünde ifadeyi kendisinin imzalayacağını
ifade ettiği, 11.02.2011 tarihinde Birliğe gelen katılanın ifade tutanağını
imzaladığı ve dosyanın hazırlanan bu son şekliyle … Komutanlığına
gönderildiği dosya kapsamından anlaşılmaktadır.
Yerleşik Askerî Yargıtay kararlarında, 5237 sayılı TCK’nın 204
ilâ 206’ncı maddelerinde düzenlenen sahtekârlık cürümlerinin, askerî bir
hizmete veya tevdi edilen askerî bir vazifeye ilişkin olması hâlinde,
öncelikle özel kanun olan ASCK’nın 134’üncü maddesine göre
uygulama yapılması gerektiği kabul edilmektedir.
ASCK’nın 134’üncü maddesi “Hizmete veya tevdi edilen bir
vazifeye müteallik olarak kasten hakikate muhalif rapor veya takrir veya
layiha ve sair resmî evrak tanzim eden ve veren veyahut bunların
hakikate muhalif olduğunu bilerek mafevklere takdimine delâlet
edenlerin 6 ay ile 3 sene arasında değişen oranlarda hapis cezasıyla
cezalandırılmalarını” öngörmüştür.
ASCK’nın 134’üncü maddesinde yer alan suçun oluşabilmesi için;
askerî hizmete ilişkin bir konuda üst ve amirlerini kandırma şuur ve
iradesiyle hareket edilerek, bu kişilere hakikate aykırı bilgiler içeren
rapor, belge, takrir veya layiha sunulması ya da gerçeğe aykırı olduğu
bilinmesine karşın bu nitelikteki evrakın üst ve amirlere takdimine neden
olunması gerekmektedir.
Bununla birlikte, suçun oluşumu için manevi unsurun da varlığı,
sanığın eylemini iradi olarak arzuladığı sonucu elde etmek amacıyla
bilerek ve isteyerek yaptığının hiçbir kuşku ve tereddüde yer vermeyecek
biçimde ortaya konulması gerekmektedir.
Görgü tanığı olmaları sebebiyle yeminli ifadelerine başvurulan
tanıklar; Dz.Yb. E.M., Dz.Üçvş. Y. B. ve İd.Üçvş. E. K.’nin
271
anlatımlarında, sanığın aşamalarda değişmeyen beyanlarını destekleyen
tarzda açıklamalarda bulunması dikkate alındığında, sanık tarafından
imzalanan ifade tutanağının, sonradan katılan tarafından doğru olduğu
kabul edilip, imzalanan ifade tutanağı ile aynı hukuki içeriğe sahip
olduğu, esasen, katılana ait ifade tespit işlemlerinin hızlandırılması
amacıyla hareket ettiği belirlenen sanıkta, gerçeği değiştirmek, gizlemek,
adalet hizmetini yanıltmak veya kamunun ya da özel bir kişinin zarara
uğramasına sebebiyet vermek ya da amirlerini kandırmak şeklinde bir
istem, şuur veya irade bulunmadığı sonucuna varılarak, manevi unsuru
itibarıyla oluşmayan atılı suçtan dolayı beraat yerine mahkûmiyet kararı
verilmesinde isabet görülmemiş ve hükmün esas yönünden bozulmasına
karar verilmiştir.
272
TÜRK CEZA KANUNU
Mad. 22/3, 85/1
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
3’üncü Daire Kararı
E.No. : 2014/358
K.No. : 2014/347
T.
: 15.04.2014
ÖZET
Kural olarak suç; ancak kasıtla, yasada açıkça gösterilen
hâllerde ise taksirle de işlenebilir. İstisnai bir kusurluluk şekli olan
taksirde, failin cezalandırılabilmesi için mutlaka yasada açık bir
düzenleme bulunması gerekmektedir.
Basit taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırıcı ölçüt; taksirde
failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörememesi, bilinçli taksir
hâlinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır. Bilinçli taksirde
gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü hâlde istenmemiştir.
Askerî Mahkemece; bozma ilamına uyulmak suretiyle yapılan
yargılama sonunda, sanığın, 28.06.2010 tarihinde taksirle öldürme
suçunu işlediği sabit görülerek, TCK’nın 85/1, 22/3 ve 62’nci maddeleri
gereğince, sonuç olarak iki yıl iki ay yirmi gün hapis cezası ile
cezalandırılmasına, kararın kesinleşmesini müteakip TCK’nın 53/6’ncı
maddesi gereğince sürücü belgesinin altı ay süre ile geri alınmasına karar
verilmiştir.
Bu hüküm, müdafi tarafından sübuta ve uygulamaya yönelik
sebepler ileri sürülerek temyiz edilmiştir.
… Yardımcılığı emrinde görev yapan sanığın, kışla içinde
bulunan prefabrik bir evde, aralarında müteveffa P.Tğm. N. K.’nin da
bulunduğu arkadaşları ile birlikte kaldığı, 28.06.2010 günü saat 21.0021.30 sıralarında, müteveffa ile P.Tğm. S. K.'nin tayinlerinin çıkmasını
kutlamak istedikleri, bu amaçla arkadaşlarına ait bir araç ile nizamiyeye
gittikleri, aracı sanığın kullandığı, nizamiyeden … merkeze gitmenin
yasak olduğunu öğrenmeleri üzerine kışla içinde bulunan sosyal tesislere
gitmeye karar verdikleri;
Sanık, müteveffa ve P.Tğm. S. K.’nin, sosyal tesislerde yemek
yerken iki adet 35 cc’lik rakı içtikleri, saat 22.30 sıralarında eve gitmek
273
üzere yemekten kalktıkları, aracı sanığın kullandığı, yanına P.Tğm. S.
K.’nin oturduğu, müteveffanın ise arka koltuğa geçtiği;
Sosyal tesis ile kaldıkları evin arasının yaklaşık 2,5 km olduğu,
evin ve sosyal tesisin kışla içinde bulunduğu, yer yer aydınlatma
bulunmakla birlikte güvenlik nedeniyle kışla içinin çok fazla aydınlık
olmadığı, araç hızının 40-50 km’den fazla olduğu ve asfalt yolun bitip
stabilize yolun başladığı yerde sanığın direksiyon hakimiyetini
kaybettiği;
Sağa sola yalpa yapan aracın gidiş istikametine göre sol yanda
bulunan ağaca çarptığı ve yolun kenarındaki su kanalına düştüğü,
kanalda sürüklendikten sonra ters döndüğü, olay sırasında arka koltukta
oturan müteveffa P.Tğm. N. K.’nin “Kafatası ve beyin zarı harabiyeti”
nedeniyle olay yerinde vefat ettiği, sanık ile P.Tğm. S. K.’nin hafif bir
şekilde yaralandıkları;
Olay sırasında araç içinde bulunanların emniyet kemerlerinin
takılı olmadığı, havanın açık olduğu, yağmur yağmadığı;
İlk çarpma noktasında kavak ağacının bulunduğu, kaza sonunda
aracın sol ön kısmının çarpmanın etkisi ile dağıldığı, sol yan tarafının
tamamen içeriye göçtüğü ve sürtünme izlerinin bulunduğu, ön camın
kırıldığı, sol tavanın içeriye çökük olduğu;
Olay yeri inceleme raporuna göre, asfalt üzerinde fren izinin
olmadığı, trafik kazası tespit tutanağında, sürücünün 2918 sayılı
Karayolları Trafik Kanunu’nun 52/1-b maddesinde düzenlenen,
“Sürücüler hızlarını, kullandıkları aracın yük ve teknik özelliğine, görüş,
yol, hava ve trafik durumunun gerektirdiği şartlara uydurmak
zorundadır” kuralını ihlâl ettiğinin belirtildiği;
Kazanın meydana geldiği yolun sivil araç ve personelin
kullanımına kapalı olduğu;
Kazadan yaklaşık üç saat sonra yapılan kan testi sonucuna göre,
sanığın kanında 1,1745 mg/dl promil alkol bulunduğunun tespit edildiği;
Trafik uzmanı bilirkişinin; 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu’nun 52/1-b maddesi ihlâli yanında, alkol kullanan sürücülerin
kara yolunda araç sürmelerinin yasak olduğu, alkol alan sürücülerin
algılama, anlama ve değerlendirme, özellikle hız ve mesafe algılama,
tepki hızı, görüş alanında azalma ve değişiklik, yetenek ve becerilerde
azalma gibi nedenlerden güvenli sürme yeteneklerini kaybettikleri, alkol
kullanan sürücülerin ağır kusurlu olduğu, 0,50 mg/dl promilin üzerindeki
alkolün güvenli sürme yeteneğini ortadan kaldırdığı yönünde mütalaa
verdiği;
Anlaşılmaktadır.
274
Kural olarak suç; ancak kastla, yasada açıkça gösterilen hallerde
ise taksirle de işlenebilir. İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksirde, failin
cezalandırılabilmesi için mutlaka yasada açık bir düzenleme bulunması
gerekmektedir.
TCK’nın 22/2’nci maddesinde taksir; “Dikkat ve özen
yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal
tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir”
şeklinde tanımlanmıştır.
TCK’da taksir; basit taksir ve bilinçli taksir şeklinde ayrıma tâbi
tutulmuş, 22/3’üncü madde de bilinçli taksir; “kişinin öngördüğü neticeyi
istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi” şeklinde tanımlanmış,
bu halde taksirli suça ilişkin cezanın üçte birden yarıya kadar arttırılacağı
öngörülmüştür.
Basit taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırıcı ölçüt; taksirde
failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörememesi, bilinçli taksir
hâlinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır. Bilinçli taksirde gerçekleşen
sonuç, fail tarafından öngörüldüğü hâlde istenmemiştir. Gerçekten
neticeyi öngördüğü hâlde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi
beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin tehlike hâli, bunu
öngörmemiş olan kimsenin tehlike hâli ile bir tutulamaz. Neticeyi
öngören kimse, ne olursa olsun, bu sonucu meydana getirecek harekette
bulunmamakla yükümlüdür.
Bu anlamda, güvenli sürüş yeteneğini ortadan kaldıracak düzeyde
(algılama, anlama ve değerlendirme ile hız, mesafe algılamadaki ve tepki
göstermedeki zayıflama hâli) almış olduğu alkolün etkisinde olan
sanığın, kullanılan yolun şartlarını karşılar kışla içi araç kullanma hız
sınırlarının da üstündeki bir hızda araç kullanırken, kaza yapabileceğini
öngörmesine rağmen, şoförlük yeteneğine, yolun kullanıldığı saate ve yol
trafiğine güvenerek bu yolda bir şey olmaz düşüncesi içerisinde sonucun
gerçekleşmeyeceği yönünde yanlış bir kanı ile hareket ettiği, sonucun
meydana gelmesini engelleyecek olan objektif özen yükümlülüğüne
uygun davranmadığı, geceleyin, alkollü hâlde ve yolun gerektirdiği hızın
çok daha fazlası bir hızla seyrederek direksiyon hakimiyetini kaybetmesi
sonucu yolun solundaki kanalın diğer kenarındaki ağaca çarpması,
mevcut hızı ve çarpmanın etkisine bağlı aracın sürüklenmesi ve ters
dönmesi sonucu, aracındaki bir kişinin ölümüne neden olmak şeklindeki
eyleminde bilinçli taksirin koşullarının oluştuğu, Askerî Mahkemenin bu
yöndeki kabul ve değerlendirmesinin yerinde olduğu, aksi yöndeki
temyiz sebeplerinde haklılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
275
TÜRK CEZA KANUNU
Mad. 22/3
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
1’inci Daire Kararı
E.No. : 2014/0679
K.No. : 2014/0684
T.
: 09.07.2014
ÖZET
Sanığın nöbet yerinde silahı ile oynayarak tam dolduruşa
getirmesi, silahın namlusunu ilk önce nöbet yerindeki arkadaşına
daha sonra maktule doğrultması, ikazlara rağmen silahıyla oyamaya
devam etmesi, talimatlara aykırı hareket ederek silahının tetik
tertibatına dikkatsiz ve gereksiz bir şekilde dokunması suretiyle
silahını ateşlemesi sonucu namludan çıkan merminin yakınındaki
maktule isabet ederek ölümüne neden olduğu olayda, sanığın bilinçli
taksirle hareket ettiğinin kabulünde her hangi bir isabetsizlik
bulunmamaktadır.
Askerî Mahkemece; sanığın, 05.04.2012 tarihinde silah ve
cephanesinde dikkatsizlik ve nizamlara ve emirlere riayetsizlik nedeniyle
taksirle bir insanın ölümüne neden olmak suçunu işlediği kabul edilerek,
ASCK’nın 146’ncı maddesi delaletiyle, TCK’nın 85/1 (teşdiden), 22/3
ve 62’nci maddeleri uyarınca dört yıl beş ay on gün hapis cezası ile
cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Bu hüküm, müdafiler tarafından, esasa ve uygulamaya yönelik
nedenler ileri sürülerek temyiz edilmiştir.
Yapılan incelemede;
Sanık J.Er T. D. ile maktul J.Onb. A. B.'nin …Komutanlığına
bağlı …Karakol Komutanlığında birlikte görev yaptıkları, 05.04.2012
tarihinde sanığın 06.30-12.30 saatleri arasında J.Er M. B. ile birlikte 5
numaralı kulede nöbetçi oldukları, maktulün ise J.Er A. K. ile birlikte 4
numaralı kulede nöbetçi olduğu, sanık ile maktul arasında olay gününe
kadar hiçbir sorunun yaşanmadığı, maktulün saat 08.00 sıralarında
sanığın bulunduğu 5 numaralı kuleye doğru gittiği, maktul 5 numaralı
kuleye gitmeden önce sanığın kendisine verilen talimatlara aykırı olarak
silahıyla oynadığı, bu esnada silahını tam dolduruşa alarak birlikte nöbet
276
tuttuğu arkadaşı J.Er M. B.'ye şaka amaçlı olarak doğrulttuğu, J.Er M.
B.'nin ise sanığa silahı çekmesini söyleyerek, silahının dolu olduğunu,
silahla oynamamasını söylediği, sanığın ise silahın kurma kolunu çektiği
ve içindeki mermiyi yere düşürerek kurma kolunu bıraktığı ve silahını
omzuna dayayarak nöbet tuttuğu yerin kapısına doğru doğrulttuğu, bu
sırada J.Er M.B.'nin “Silah tam dolduruşta dikkatli ol” dediği, sanığın
tetik düşürmeden önce maktulün kapıda göründüğü, maktulün, sanığın
tetik düşürdüğü anda 5 numaralı kuleye bir adım atarak giriş yaptığı ve
boynundan yaralandığı, ardından helikopterle Elazığ Asker Hastanesine
sevki sırasında hayatını kaybettiği, olay günü yapılan otopsi sonucunda
maktulün ateşli silah, yakın atış yaralanmasına bağlı büyük damar
laserasyonu sonucu gelişen dış kanama nedeniyle öldüğünün tespit
edildiği, Jandarma Genel Komutanlığı Kriminal Daire Başkanlığınca
düzenlenen 06.06.2012 tarihli, 2012/1252 (Bal.İnc.) Uzmanlık numaralı
raporunda sanık J.Er T.D.'ye ait 651548 seri numaralı G-3 piyade
tüfeğinde yapılan kontrol ve muayenede, emniyet ve ateş ayar
mandallarının sağlam ve işler durumda olduğu, atışa mani ya da
kendiliğinden atış yapmasına sebep olabilecek mekanik bir arızasının
bulunmadığı, olay yerinde bulunan 7.62 mm çapında kovanın sanık J.Er
T.D.'ye ait silahtan atıldığının tespit edildiği, aynı Dairece düzenlenen
07.06.2012 tarihli, 2012/1261 sayılı raporunda da sanığa ait parkanın
önünde ve kollarında atış artıklarının tespit edildiği anlaşılmaktadır.
5237 sayılı TCK’nın 22/3’üncü maddesinde düzenlenen, “Kişinin
öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi
hâlinde bilinçli taksir vardır; bu hâlde taksirli suça ilişkin ceza üçte
birden yarısına kadar artırılır.” hükmü ile basit taksir-bilinçli taksir
ayrımı yapılarak, bilinçli taksir için daha fazla ceza verilmesi
öngörülmüştür. Yasanın bu hükmüne göre, bilinçli taksirden söz
edilebilmesi için; failin neticeyi öngörmüş olması, neticenin
gerçekleşmesini istememesi, ancak neticenin gerçekleşmiş olması
gerekmektedir. Taksirli bir eylem için neticenin “Öngörülebilir” olması
gerektiği dikkate alındığında; bilinçli taksirle, basit taksir arasındaki fark,
“Öngörülebilir” neticenin fail tarafından öngörülmüş olup olmamasıdır.
Eğer fail genel olarak neticenin gerçekleşebileceğini öngörmüş, fakat
kendisine olan güven veya eyleminin işleniş tarzı itibarıyla neticenin
gerçekleşmeyeceği düşüncesiyle hareket etmişse ortada bilinçli taksir
vardır. Buna karşılık; fail, “Öngörülebilir” bir neticeyi “Öngörememiş”
ve fakat netice gerçekleşmiş ise, basit taksir hali söz konusudur.
Somut olayda, sanığın nöbetçi olduğu sırada kendisine verilen
talimatlara aykırı olarak silahıyla oynadığı, bu esnada silahını tam
277
dolduruşa getirerek birlikte nöbet tuttuğu arkadaşı J.Er M. B.'ye şaka
amaçlı olarak doğrulttuğu, J.Er M. B.'nin ise sanığa silahı çekmesini
söyleyerek, silahının dolu olduğunu, silahla oynamamasını söylediği,
sanığın ise silahın kurma kolunu çektiği ve içindeki mermiyi yere
düşürerek kurma kolunu bıraktığı ve silahını omzuna dayayarak nöbet
tuttuğu yerin kapısına doğru doğrulttuğu, bu sırada J.Er M. B.'nin “Silah
tam dolduruşta dikkatli ol” dediği, sanığın tetik düşürmeden önce
maktulün 5 nu.lı kule yeri kapısında göründüğü, maktulün, nöbet
kulesine bir adım atarak giriş yaptığı sırada sanığın tetik düşürdüğü
anlaşılmıştır. Sanığın nöbet yerinde maktül ile arasındaki mesafenin
yakınlığı nedeniyle daha da bir özen göstererek silahı ile oynamaması ve
namlusunu ilk önce nöbet yerindeki arkadaşına daha sonra maktule
doğrultmaması, ikazlara rağmen oyamaya devam etmemesi, kurallara
uyup silahının tetik tertibatına dikkatsiz ve gereksiz bir şekilde
dokunmaması gerekirken aksini yaparak silahını ateşlemesi ve namludan
çıkan merminin yakınındaki arkadaşına isabet ederek, ölümüne neden
olması eyleminin, bilinçli taksir olarak kabulünde her hangi bir
isabetsizlik görülmediğinden, müdafilerinin temyiz itirazları yerinde
görülmemiştir.
Askerî Mahkemece; sanığın işlediği kabul edilen bilinçli taksirle
silahında dikkatsizlik sonucu bir kişinin ölümüne sebebiyet vermek
suçundan yasal ve yeterli gerekçeler gösterilmek suretiyle, teşdiden
mahkûmiyet hükmü kurulmasında, yasal imkânsızlık nedeniyle cezanın
seçenek yaptırımlara çevrilmemesinde ve ertelenmemesinde; hukuka
aykırılık bulunmadığından, mahkûmiyet hükmünün onanmasına karar
verilmiştir.
278
TÜRK CEZA KANUNU
Mad. 24/1, 30
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
1’inci Daire Kararı
E.No. : 2014/0699
K.No. : 2014/0698
T.
: 10.09.2014
ÖZET
Resmi belgede sahtecilik suçundan yargılanan katılan
hakkında söz konusu belgenin iğfal kabiliyetinin bulunmadığı
gerekçesiyle Askerî Mahkemece beraat kararı verilmesini müteakip,
katılanın Birlik Komutanı tarafından, katılanın eyleminin disiplin
tecavüzü oluşturduğu, bu eylemden dolayı katılana oda hapsi cezası
verebileceği, disiplin tecavüzleri için geçerli olan bir aylık
zamanaşımı süresinin ise beraat kararının Birliğe ulaşmasından
itibaren işlemeye başlayacağı yönünde kanaate varılarak katılana
oda hapsi cezası vermek suretiyle geçekleştirdiği eyleminde,
“Kanunun hükmünü yerine getirme” hukuka uygunluk sebebinin
maddi şartları esasen gerçekleşmediği hâlde bu şartların
gerçekleştiği zannıyla hareket etmesi karşısında Birlik Komutanının
“Kamu görevinin sağladığı nüfuzu kötüye kullanarak kişiyi
hürriyetinden yoksun bırakma suç” kastıyla hareket ettiği
söylenemez.
Askerî Mahkemece; sanıkların, 03.06.2011-10.06.2011 tarihleri
arasında kamu görevinin sağladığı nüfuzu kötüye kullanarak kişiyi
hürriyetinden yoksun bırakma suçunu işledikleri iddiasıyla açılan kamu
davasında; müsnet suçun unsurları itibariyle oluşmadığı kabul edilerek,
CMK’nın 223/2-b maddesi gereğince sanıkların ayrı ayrı beraatlarına
karar verilmiştir.
Hüküm, Askerî Savcı, katılan ve katılan vekili tarafından, müsnet
suçun tüm unsurlarıyla oluştuğu ileri sürülerek, sanık aleyhine temyiz
edilmiştir.
Tebliğnamede; beraat hükmünün onanması görüşü bildirilmiştir.
Yapılan incelemede;
… Komutanlığı Askerî Savcılığının 08.01.2013 tarih ve
2013/101-1 E.K. sayılı iddianamesi ile katılan Hv.Uçk.Bkm.Kd.Bçvş. M.
279
Y.'nin; resmi belgede sahtecilik suçundan yargılandığı ve … Askerî
Mahkemesinin 21.04.2011 tarih ve 2011/83-52 Esas ve Karar sayılı
hükmü ile beraat ettiği, bu hükmün 28.04.2011 tarihinde kesinleştiği,
katılanın amiri sanık Hv.Uçk.Bkm.Yb. K. T. Ç. tarafından aynı eyleme
ilişkin olarak 27.05.2011 tarihinde katılanın savunmasının alındığı,
savunmasının yeterli görülmeyip 01.06.2011 tarihinde yedi gün oda
hapsi cezası ile cezalandırıldığı, katılanın bu cezaya 02.06.2011 tarihinde
itiraz ettiği, itirazı inceleyen diğer sanık Hv.Uçk.Bkm.Alb. M. S. K.'nin
yapılan işlemde herhangi bir usulsüzlük olmadığını belirtmesi üzerine
söz konusu yedi günlük oda hapsi cezasının 03.06.2011-10.06.2011
tarihleri arasında infaz edildiği, sanıkların katılana ceza verirken
ASCK’nın 162, 165, 171 ve 179’uncu maddelerine dayanmış olmakla
birlikte ASCK’nın 179’uncu maddesinde düzenlenen “...Fiilin disiplin
cezasını mucip olduğu askerî mahkemede anlaşılırsa...” hususunun
bulunmadığı, katılanın suça konu eyleminin resmi belgede sahtecilik
suçu olduğu, bu suçu soruşturmaya/kovuşturmaya yetkili ve görevli
askerî
savcılık/askerî
mahkeme
tarafından
yapılan
soruşturma/kovuşturmayı müteakip müsnet resmi belgede sahtecilik
suçunun unsurları itibariyle oluşmadığı kanaati ile CMK’nın 223/2-a
maddesi gereğince beraatına karar verildiği, ASCK’nın 179’uncu
maddesinde belirtilen ve yukarıda bahsi geçen şartın gerçekleşmediği ve
bu hâliyle her iki sanığın aynı eylem nedeniyle katılana söz konusu oda
hapsi cezası vermek suretiyle, kamu görevinin sağladığı nüfuzu kötüye
kullanarak kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunu işlediği iddiasıyla
kamu davası açıldığı;
Askerî Mahkemece; katılan Hv.Uçk.Bkm.Kd.Bçvş. M. Y.
hakkındaki resmi belgede sahtecilik suçuyla ilgili beraat kararının
gerekçesinde katılanın vizite formunda değişiklik yaptığının tespit
edilmesi karşısında bu gerekçeli kararı okuyan ve katılanın amiri
konumunda bulunan sanıkların, katılanın bu eylemi ile disiplinin
bozulduğunu değerlendirmeleri ve ASCK'nın kendilerine verdiği yetkiye
dayanarak katılanı oda hapsi cezası ile cezalandırmış olmalarında hukuka
aykırılık bulunmadığı, her iki sanık yönünden de müsnet suçun unsurları
itibarıyla oluşmadığı kabul edilerek, sanıkların beraatına karar verildiği;
Görülmektedir.
Katılan Hv.Uçk.Bkm.Kd.Bçvş. M. Y.'nin, 27.08.2010 tarihinde
viziteye çıktığı, gribal enfeksiyon tanısı ile kendisine iki gün istirahat
verildiği, katılanın vizite formundaki “İki (2) gün istirahatı uygundur”
şeklindeki ifadede yer alan iki yazısını üç, 2 rakamını da 3 olarak
değiştirmek suretiyle resmi belgede sahtecilik suçunu işlediği iddiasıyla
280
hakkında açılan kamu davasında, … Askerî Mahkemesince katılanın
eyleminin bu şekilde gerçekleştiği kabul edildiği, ancak söz konusu
belgenin iğfal kabiliyetinin bulunmadığı gerekçesiyle 21.04.2011 tarih ve
2011/83-52 Esas ve Karar sayılı hüküm ile katılanın beraatına karar
verildiği, bu hükmün 28.04.2011 tarihinde kesinleştiği, katılanın amiri
sanık Hv.Uçk.Bkm.Yb. K. T. Ç. tarafından aynı eyleme ilişkin olarak
27.05.2011 tarihinde katılanın savunmasının alındığı, savunmasının
yeterli görülmeyip 01.06.2011 tarihinde yedi gün oda hapsi cezası ile
cezalandırıldığı, katılanın bu cezaya 02.06.2011 tarihinde itiraz ettiği,
itirazı inceleyen diğer sanık Hv.Uçk.Bkm.Alb. M. S. K.'nin yapılan
işlemde herhangi bir usulsüzlük olmadığını belirtmesi üzerine söz konusu
yedi günlük oda hapsi cezasının 03.06.2011-10.06.2011 tarihleri arasında
infaz edildiği, maddi vakıanın bu şekilde gerçekleştiği tüm dosya
kapsamından anlaşılmaktadır.
Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçu 5237 sayılı TCK’nın
109/1'inci maddesinde “Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek
veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş
yıla kadar hapis cezası verilir.” şeklinde düzenlendikten sonra aynı
maddenin 3'üncü fıkrasının (d) bendinde bu suçun kamu görevinin
sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle işlenmesi hâlinde,
yukarıdaki verilecek cezanın bir kat artırılacağı belirtilmiştir.
Bu suçun oluşması için bir kişinin, bir yere gitmek veya bir yerde
kalmak hürriyetinden yoksun bırakılması eyleminin hukuka aykırı olarak
gerçekleşmesi gerekmektedir. Eğer hukuka uygunluk sebepleri mevcut
ise hukuka ayıkırlıktan bahsedilemeyeceği için suç oluşmayacaktır.
Kanunun hükmünü yerine getirme TCK’nın 24’üncü maddesinde hukuka
uygunluk sebeplerinden birisi olarak düzenlenmiştir.
Olay tarihi itibarıyla, asker kişilerin disiplin tecavüzleri ve
kabahatlerinin ne şekilde, kim tarafından ve hangi tür cezalarla
cezalandırılacağı, ASCK’nın 6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin
Kanunu’nun 45'inci maddesiyle yürürlükten kaldırılan 162-191'nci
maddelerinde düzenlenmiştir. Katılanın tabur komutanı olan sanık
Hv.Uçk.Bkm.Yb. K. T. Ç.’nin katılanın gerçekleştireceği disiplin
tecavüzlerinden dolayı ASCK’nın ilgili hükümleri gereğince yirmi bir
güne kadar oda hapsi cezası verme yetkisi bulunmaktadır. Oda hapsi
cezası hürriyeti bağlayıcı bir ceza niteliğinde olup mutlaka hukuka uygun
olarak verilmesi gerekmektedir. Ortada bir disiplin tecavüzü olmamasına
rağmen veya kanunda ceza süresi yönünden tanınan yetki aşılarak
verilmesi ya da zaman aşımı süresinin dolmasından sonra ceza verilmesi
281
hâllerinde oda hapsi cezasının hukuka aykırı bir şekilde verilmesi söz
konusu olacaktır.
Sanıklar hakkındaki davanın temelinde zamanaşımı süresi
dolmasına rağmen katılana oda hapsi cezası verilmesinin hukuka
aykırılığı savı bulunduğundan katılanın yargılanmasına neden olan
eylemin zamanaşımı süresi yönünden ele alınması gerekmektedir.
ASCK'nın, 6413 sayılı Kanun’un 45'inci maddesiyle yürürlükten
kaldırılan 179’uncu maddesinde; disiplin tecavüzlerine ve kabahatlerine
bir aydan sonra ceza verilmeyeceği, ancak fiil tahkikatı mucip ise bu
husus için gerekli olan zamanın bir aylık süreye dâhil olmayacağı, fiilin
disiplin cezasını mucip olduğunun askerî mahkemede anlaşılması hâlinde
bu bir aylık sürenin hükmün kesinleştiği veya mahkemece
muhakemesinin tevkifiyle evrakın ceza verilmek üzere Birlik
Komutanlığına iade olunduğu tarihten itibaren işlemeye başlayacağı
belirtilmiştir.
… Askerî Mahkemesinin 21.04.2011 tarih ve 2011/83-52 Esas ve
Karar sayılı kararında, katılanın nöbetini tutmamak amacıyla vizite
formundaki istirahat süresiyle ilgili yazıyı ve rakamı değiştirdiğinin sabit
olmasına rağmen, belgenin iğfal kabiliyeti bulunmaması nedeniyle
katılana isnat edilen resmi belgede sahtecilik suçunun oluşmadığı
gerekçesiyle katılanın beraatına karar verildiği görülmektedir.
Katılan hakkındaki 01 Haziran 2011 tarihli disiplin ceza kararı
incelendiğinde, Askerî Mahkemece beraat kararı verilmiş olsa bile,
katılanın eyleminin disiplin tecavüzü niteliğinde olduğunun, bu eylem
nedeniyle disiplin amirinin ceza verme yetkisi bulunduğunun, ASCK’nın
179’uncu maddesine göre bir aylık zamanaşımı süresinin mahkeme
kararının Birliğe ulaştığı tarihten itibaren işlemeye başlayacağının
belirtildiği ve yedi gün oda hapsi cezasının verildiği görülmektedir.
Askerî Mahkemenin katılanın beraatına ilişkin kararında
ASCK’nın 179’uncu maddesi hükmü gereğince işlem yapılması için
evrakın Birlik Komutanlığına gönderilmesi yönünde bir kararı yok ise de;
katılan hakkındaki beraat kararının belgenin iğfal kabiliyetinin
bulunmaması gerekçesine dayanması, katılanın resmi belge niteliğindeki
vizite formunda değişiklik yapma eyleminin sabit olması ve bu eylemi
tutması gereken nöbetten kurtulmak amacıyla gerçekleştirmiş olması
karşısında; sanık Hv.Uçk.Bkm.Yb. K. T. Ç.’nin katılanın eyleminin
disiplin tecavüzü oluşturduğu, bu eylemden dolayı katılana oda hapsi
cezası verebileceği, disiplin tecavüzleri için geçerli olan bir aylık
zamanaşımı süresinin ise beraat kararının Birliğe ulaşmasından itibaren
işlemeye başlayacağı yönünde kanaate vararak katılana oda hapsi cezası
282
vermek suretiyle geçekleştirdiği eyleminde, “Kanunun hükmünü yerine
getirme” hukuka uygunluk sebebinin maddi şartları esasen
gerçekleşmediği hâlde bu şartların gerçekleştiği zannıyla hareket ettiği
kanaatine varıldığından suç kastının varlığından bahsetmek mümkün
görülmemiştir. Aynı şekilde sanık Hv.Uçk.Bkm.Yb. K.T.Ç. tarafından
verilen ve katılanın itirazı üzerine itirazı haksız bularak reddeden sanık
Hv.Uçk.Bkm.Alb. M.S.K.’nin da suç kastıyla hareket etmediği kabul
edilmiştir. Müsnet suçun her iki sanık yönünden de manevi unsur
itibarıyla oluşmadığı vicdani kanaatine varılmakla, Askerî Savcı, katılan
ve katılan vekilinin temyiz sebepleri kabul edilebilir mahiyette
görülmemiş ve Askerî Mahkemece, sanıklar hakkında beraat kararı
verilmiş olmasında bir isabetsizlik bulunmadığı değerlendirilerek,
sanıklar hakkındaki beraat hükümlerinin onanmasına karar verilmiştir.
Katılan vekili temyiz layihasında oda hapsi cezasının AİHS’ne
aykırı olması nedeniyle de beraat kararının hukuka aykırı olduğunu ileri
sürmüş ise de bu temyiz sebebine de itibar edilmemiştir. Zira, AİHM
tarafından, bir yasa hükmünün uygulanmasıyla ortaya çıkan hukuksal
durumun AİHS’ne aykırı olduğuna hükmedilmesi, yürürlükte olan bu
yasa hükmünü uygulayan kamu görevlilerinin doğrudan suç işlediği
anlamına gelmeyecektir. İdari yapı içerisinde yer alan kamu
görevlilerinden ve bu arada asker kişilerden bir yasa hükmünü AİHS’ne
aykırı olduğu gerekçesiyle uygulamamasını beklemek aşırı bir iyimserlik
olacağı gibi, iç hukuk bakımından yasa hükmünü uygulamayan kamu
görevlisinin cezai ve hukuki sorumluluğunu da doğurabilecektir.
AİHS’ne aykırı bir yasal düzenlemenin varlığının AİHM tarafından tespit
edilmesi hâlinde bu aykırılığı gidermek, düzeltmek yasama organına ait
bir görevdir. Nitekim, TSK’de disiplin amirlerinin hürriyeti bağlayıcı
ceza vermelerine olanak tanıyan ASCK’nın ilgili hükümleri 6413 sayılı
Kanunun 45’inci maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır. Ancak oda hapsi
cezası verilmesini düzenleyen hükümler suç tarihi itibarıyla yürürlükte
bulunmaktadır.
283
TÜRK CEZA KANUNU
Mad. 26, 43, 267/1
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E.No. : 2014/97
K.No. : 2014/103
T.
: 18.12.2014
ÖZET
İhbarda belirtilen hususları haklı gösterecek bazı emare ve
olguların zayıf veya dolaylı da olsa varlığının mevcut olduğu, bu
nedenle ihbar hakkının kötüye kullanılmadığı, sanığın söz konusu
müracaatının hak arama özgürlüğü sınırları içerisinde kaldığı ve
sanığın eyleminde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna
varılmıştır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın üzerine atılı suçun sübut
bulup bulmadığına ilişkindir.
Daire; sanığın söz konusu müracaatının ihbar hakkı (hak arama
özgürlüğü) sınırları içerisinde bulunduğunu, TCK’nın 26’ncı maddesinin
1’inci fıkrasındaki hakkın kullanılması hukuka uygunluk sebebinin
mevcut olması nedeniyle, sanık hakkında verilen beraat hükmünün
onanmasına karar vermiş iken;
Başsavcılık; olaya konu ihbarda sanığın katılanlar hakkında net ve
suçlayıcı, soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını, idari yaptırım
uygulanmasını sağlayabilecek ifadelerde bulunduğunu, söz konusu
isnatların doğru olmadığının da anlaşıldığı dikkate alındığında; sanığın
üzerine atılı suçun unsurları itibariyle oluştuğunu, bu nedenle
mahkûmiyetine karar verilmesi gerekirken, beraatına karar verilmesinin
hukuka aykırı olduğunu belirterek, Daire kararına süresinde itiraz
etmiştir.
İftira suçu, Türk Ceza Kanunu’nun ikinci kitabını oluşturan “Özel
Hükümler”in 4’üncü Kısımda yer alan “Millete ve Devlete Karşı Suçlar
ve Son Hükümler” üst başlığı altında, 2’nci Bölümde yer alan “Adliyeye
Karşı Suçlar” arasında 267’nci maddede düzenlenmiş olup, bir kimsenin
284
yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunarak işlemediğini bildiği
hâlde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir
yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil
isnadı ile oluşmaktadır.
Doktrinde bu suçla korunan hukuki değerin karma nitelik taşıdığı
konusunda görüş birliği bulunmakla birlikte; bu yararlardan hangisinin
öncelikli olduğu hususunda görüş birliği yoktur. Bir kısım akademisyen;
iftira suçunda korunan hukuki değer açısından karma görüşü savunmakla
birlikte, adliyenin öncelikli olarak korunduğunu kabul etmektedir. Diğer
bir kısım ise; iftira suçuyla hem “masum bireyin ceza kovuşturmasına
uğramamak konusundaki menfaatlerinin tümünün” hem de “devletin
masum vatandaşları hakkında ceza kovuşturması yapmama, adlî ve idari
makamların yanıltılmasını önleme hususundaki menfaatin bir başka
deyişle adliyenin işleyiş düzeninin” korunduğunu ileri sürmektedirler.
Uygulamada ise Yargıtay; iftira suçunda birden fazla hukuki
konunun bulunduğunu ve bu hukuki konuların korunduğunu kabul
etmiştir.
İftira suçuyla korunan hukuki değer esasen karma bir nitelik
taşımaktadır. Bu değerler birey ve adliyeye aittir. Bu suçla hem masum
bir bireyin haksız yere uğrayacağı ceza kovuşturması neticesinde şeref ve
haysiyetine yönelik şahsi menfaatinin ihlâli hem de adlî mekanizmanın
işleyişi korunmaktadır.
İftira suçunun hukuki konusu; “objektif olarak gerçek dışı olan
hukuka aykırı bir fiilin isnadı” dır. Ancak; kanun koyucu mutlaka bir suç
isnadını gerekli görmemiş, isnadın hukuka aykırı bir isnat olmasını
yeterli kabul etmiştir. Bu hâlde bir suç isnadının dışında, bir disiplin
yaptırımını veya başka bir idari yaptırımı gerektiren isnatlar da iftira
suçunun konusunu oluşturabilecektir. Burada isnat edilen fiilin kasten ya
da taksirle işlenmesi veya ihmali ya da icrai olması önemsizdir.
İftira suçunda isnat edilen fiilin açık ve belirli olması
gerekmektedir. İftiranın konusunu oluşturan fiilin objektif olarak gerçek
dışı olması gerekir. Kanun metninde bu husus “işlemediğini bildiği hâlde
bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi” olarak ifade edilmiştir.
Bu durumda isnat edilen fiilin gerçek dışı olması iki şekilde söz konusu
olabilir; birinci olarak, ortada işlenmiş hukuka aykırı bir fiil yoktur;
belirli bir kişi olmayan ama hukuka aykırı olduğu iddia edilen bu fiilin
faili olarak gösterilir, ikinci olarak ise esasen işlenmiş bir hukuka aykırı
fiil vardır, fakat bu fiilin faili veya iştirakçisi olarak o fiili işlemediği
bilinen bir başka kişi gösterilir.
285
Bu suç; mağdur hakkında hukuka aykırı fiil isnadı, soruşturma ve
kovuşturma başlatmaya ya da idari yaptırım uygulamaya yetkili
makamlara ihbar veya şikâyette bulunmak suretiyle gerçekleşebilecektir.
İhbar, bir suçun veya disiplin yaptırımı gerektiren hukuka aykırı
bir fiilin herhangi bir kişi tarafından herhangi bir yolla o fiili
soruşturmaya veya kovuşturmaya yetkili makamlara bildirilmesidir. Bu
bakımdan, ihbar veya şikâyetin yapılabileceği her makam nezdinde
yapılan isnad ile iftira suçu işlenebilir. Kanunumuz ihbarda şekil
serbestliğini kabul etmiştir. Bu bakımdan ihbar sözlü ya da yazılı olabilir.
Sözlü yapılan ihbarlar bir tutanakla tespit edilir. Telefon, telgraf,
elektronik posta (e-mail) veya imzalı ya da imzasız bir mektupla da
ihbarda bulunulabilir.
Şikâyet, soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olan
suçlarda yetkili kişinin süresi içinde yetkili makamlardan bu fiil hakkında
ceza kovuşturması yapılmasını istemesine denilir. Şikâyet sözlü veya
yazılı olarak yapılabilir. Ancak, sözlü olarak yapılan şikâyetin tutanağa
geçirilmesi gereklidir.
Yetkili makama yapılan bildirim, (doğrudan ya da dolaylı)
objektif olarak yanlış olmalı ve iftirada bulunan, gerçeklere aykırı olarak
suçsuz olduğunu bildiği mağdura hukuka aykırı bir fiil isnat etmelidir.
İhbar veya şikâyete konu eylemin niteliği bakımından, hukuka aykırı fiil
isnadı; ceza hukuku anlamında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını
gerektiren bir eylemin isnadı şeklinde olabilir. Bu hâlde; bir suç
isnadından bahsedilecektir. Bunun yanı sıra, idari bir yaptırım
uygulanmasını gerektiren bir eylemin isnadı da söz konusu olabilir ki bu
durumda kabahatler veya disiplin eylemleri söz konusu olacaktır.
İftira suçunun oluşması için, failin kendi kimliğini açıklaması
veya doğru bildirmesi zorunlu değildir. Yargıtay da bu yönde uygulama
yapmaktadır. İhbarın, isimsiz veya sahte isimle yapılması durumunda da
iftira suçu oluşur. İhbar ya da şikâyet yolu ile mağdura yapılan eylemin
belirli olması lazımdır. Kapsamı ve sınırları belli olmayan, soyut ve genel
ifadeler kullanılarak yapılan isnatlar ya da sadece belli bir davranışa
ilişkin olumsuz değer yargıları ihtiva eden beyanlar, iftira suçunu
oluşturmayacaktır. Buna karşılık, mağdura isnad edilen fiilin, bir suç
tipinin unsurlarını kesin olarak içermesi ya da failin, isnad ettiği fiilin
hukuki ismini açıklamış olması aranmaz. Takibi şikâyete bağlı suçlarda
da, şikâyet etmeye hakkı olan dışında bir kimsenin asılsız isnadı iftira
suçuna vücut vermez.
Öte yandan; 1982 Anayasası’nın 74’üncü maddesine göre
vatandaşların, kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikâyetleri
286
hakkında yetkili makamlara başvurma hakları bulunmaktadır. Dilekçe
hakkı ile bağlantılı olan ve aynı zamanda Anayasa’nın 36’ncı maddesi
hükmü ile güvence altına alınan hak arama özgürlüğü (hürriyeti)
kapsamında da değerlendirilen ihbar ve şikâyet hakkı, iftira suçu
yönünden de bir hukuka uygunluk nedenidir. Bu hak, yetkili makamlara
hukuka aykırı bir fiilin, fail olduğu düşünülen bir kimse ya da kimseler
belirtilerek bildirilmesi şeklinde ortaya çıkmaktadır.
Bu nedenle; TCK’nın 26’ncı maddesi uyarınca kişinin hakkını
kullandığı veya görevini yerine getirdiği durumlarda fiil, hukuka uygun
olacak, iftira suçu oluşmayacaktır. Dolayısıyla, suçlu olduğuna, ya da
hakkında idari bir yaptırım uygulanması gerektiğine inandığı bir kimse
hakkında yetkili makamlara bildirimde bulunan kişinin fiili, suç teşkil
etmeyecektir. (Yargıtay 15’inci Ceza Dairesinin 19.11.2013 tarihli,
2012/12825 E. 2013/17828 K.; 9’uncu Ceza Dairesinin 10.06.2013
tarihli, 2013/5004-8756 E.K.; 4’üncü Ceza Dairesinin 20.01.2014 tarihli,
2013/26612 E. 2014/1652 K. sayılı kararları da bu yöndedir).
İhbar hakkının, sadece başkasını zarara uğratmak için kötüye
kullanılamayacağını kabul etmek gerektiği gibi, bu hakkın hukuken
korunabilmesi, daraltılmaması, yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi
için ihbar edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını
gerektirecek yeterli kanıtların mevcut olmasının da zorunlu
bulunmadığını, ihbarı haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf veya
dolaylı da olsa varlığının yeterli olduğunu, bunlara dayanarak
başkalarının da aynı olay karşısında ihbar eden gibi davranabileceği
hâllerde ihbar hakkının kullanılmasının uygun olduğunu, diğer bir
ifadeyle; ihbarda bulunanın, hukuka aykırı fiil isnat ettiği şahsın fiili
işlediğini bildiği sabit olmadıkça, hukuka uygunluk nedeninden
yararlanması gerektiğini kabul etmek gerekmektedir.
Bu açıklamalardan sonra somut olay değerlendirildiğinde; sanığın,
17.11.2011 tarihinde, kimlik bilgileri belli olmayacak şekilde şahsına ait
cep telefonu vasıtasıyla internet üzerinden, Başbakanlık İletişim
Merkezine (BİMER) başvuru yaptığı; bu başvurunun kendi görev yaptığı
yer haricinde, eşinin görevli olduğu … Asker Hastanesinde yaşanan
olaylara ilişkin olduğu ve bu olaylar yönünden zarar gören şahıs olmadığı
için, ihbar niteliğinde olduğu;
… Sağlık Hizmetleri Bölge Komutanlığı tarafından yaptırılan
idari tahkikat raporunda sanık tarafından isnat edilen hukuka aykırı
fiillerin birçoğunun gerçek olmadığı yönünde tespitlerde bulunulmakla
birlikte; Baştabip ile birlikte görev yapan personelin ifadelerinden
anlaşıldığı üzere maruz kaldıkları bir takım davranışlar nedeniyle
287
psikolojik rahatsızlıklar yaşadıkları ve ilaç kullanmak zorunda kaldıkları,
bir personelin yaşadığı olay nedeniyle odasında bulunan dolaba tekme
atarak camlarının kırılmasına sebebiyet verdiği, subay astsubay
haricindeki personele nöbet hizmetinden sonra nöbet parası verilmeyerek
günlük izin şeklinde kullandırıldığı, acil servisin yanı sıra diğer birimlere
de mefruşat alındığı, Başhemşirenin evine hemşire fonunda biriken
parasından ev hediyesi alınarak götürüldüğü gibi bazı hususların da var
olduğunu haklı gösterecek birtakım emare ve olguların sanığın ihbar
ettiği şekilde olmamakla birlikte zayıf veya dolaylı da olsa bulunduğunun
dosyada mevcut deliller itibariyle anlaşıldığı;
Bu nedenle; sanığın yasal olarak mevcut olan ihbar hakkı sınırları
içerisinde yapmış olduğu müracaatında hukuka aykırılık bulunmadığı
sonucuna varıldığından, Başsavcılığın itirazının reddine karar verilmiştir.
288
TÜRK CEZA KANUNU
Mad. 49/2, 50/1-a, 58
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
3’üncü Daire Kararı
E.No. : 2014/779
K.No. : 2014/775
T.
: 18.11.2014
ÖZET
Sanık hakkında netice cezanın hürriyeti bağlayıcı bir ceza
olmayıp adlî para cezası olarak tayin edilmesi, tekerrür ve
mükerrerliğe ilişkin yasal düzenlenmelerin ancak hapis cezaları
hakkında tatbik edilebileceği dikkate alındığında; Askerî
Mahkemece, sanık hakkında tayin edilen adlî para cezası hakkında
“mükerrer olan hükümlü hakkında TCK’nın 58/7’inci maddesi
gereğince, mükerrerlere özgü infaz rejiminin ve cezanın infazından
sonra denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına” şeklinde karar
verilmiş olması hukuka aykırıdır. Ancak, bu bozma nedeni yeniden
yargılamayı ve takdire ilişkin bir değerlendirme yapılmasını
gerektirmediğinden, düzeltilerek onanmasına karar verilmelidir.
Ayrıca, beher günü 20 TL üzerinden hesap edilen adlî para
cezasının “7.600 TL” yerine “6.300 TL” olarak belirlenmesi hukuka
aykırı olmakla birlikte, aleyhe temyize gelinmemiş olması sebebiyle
bu husus bozma sebebi yapılmamıştır.
Askerî Mahkemece; yapılan uyarlama sonunda hükümlünün,
08.05.2008-09.01.2009 tarihleri arasında işlediği firar suçundan,
ASCK’nın 66/1-a (teşdiden) ve TCK’nın 62, 50/1-a ve 52/2’nci
maddeleri uyarınca, sonuç olarak 6.300 TL adlî para cezası ile
cezalandırılmasına, cezanın taksitlendirilmesine, TCK’nın 58’inci
maddesi gereğince cezasının mükerrerlere özgü infaz rejimine göre
çektirilmesine ve cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin
uygulanmasına, objektif şartlar oluşmadığından hükmün açıklanmasının
geri bırakılması hükümlerinin uygulanmasına yer olmadığına karar
verilmiş; bu hüküm, hükümlü tarafından, uygulamaya yönelik sebepler
ileri sürülerek temyiz edilmiştir.
289
Askerî Mahkemenin 08.02.2010 tarihli ve 2010/184-56 sayılı
hükmü ile; hükümlünün, yukarıda belirtilen tarihler arasında işlediği firar
suçundan dolayı ASCK’nın 66/1-a (teşdiden) ve TCK’nın 62’nci
maddeleri gereğince, sonuç olarak bir yıl on beş gün hapis cezası ile
cezalandırılmasına karar verildiği, bu hükmün, taraflarca temyiz
edilmeyerek 03.03.2010 tarihinden geçerli olmak üzere kesinleştiği;
İnfaz aşamasında, Askerî Savcılığın istemi üzerine, Askerî
Mahkemenin 24.01.2013 tarihli ve 2013/119 Müt. sayılı duruşmasız
işlere ait kararı ile kesinleşmiş mahkûmiyet hükmünün infazının
durdurulmasına karar verildiği, daha sonra, duruşma açılıp taraf teşkili
yapılmak suretiyle yapılan uyarlama yargılaması sonucu temyize konu
uyarlama mahkûmiyet hükmünün verildiği;
Anlaşılmaktadır.
23.01.2013 tarihli ve 28537 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan
Anayasa Mahkemesinin 17.01.2013 tarihli, 2012/80 Esas ve 2013/16
Karar sayılı kararıyla; ASCK’nın 47’nci maddesinin birinci fıkrasının
(A) bendinin birinci ve ikinci cümlelerinin, Ek 8’inci maddesinin ikinci
fıkrasında yer alan “... kısa süreli hapis cezasına seçenek yaptırımlar
ile...” ibaresinin ve ASCK’nın Ek 10’uncu maddesinin ikinci fıkrasının
Anayasa’ya aykırı olduğu kabul edilerek iptaline karar verilmiş
olduğundan, yasal şartların oluşması hâlinde, ASCK’nın 66/1-a
maddesinde düzenlenen firar suçundan tayin olunan iki yıl ve daha az
süreli hapis cezasına dair mahkûmiyet hükümlerinin açıklanmasının geri
bırakılması, ertelenmesi, ayrıca bir yıldan kısa süreli hapis cezalarının da
adlî para cezasına veya diğer seçenek yaptırımlardan birine
çevrilebilmesi mümkün hâle gelmiştir.
Hükümlünün adlî sicil kaydında, daha önceden işlenen ve
kesinleşen üç aydan fazla hapis ve adlî para cezalarına ilişkin
mahkûmiyet hükümleri ile … Komutanlığı Askerî Mahkemesinin
28.11.2007 tarihli ve 2007/171-489 sayılı kararı ile verilen ve 06.12.2007
tarihinde kesinleşerek infaz edilen mükerrer firar suçundan mahkûmiyet
hükmünün bulunduğu görülmektedir.
Askerî Mahkemece, hükümlünün suç tarihinden önce işlenen
kasıtlı suçlardan adlî para cezası ile hapis cezasına dair
mahkûmiyetlerinin olduğu gözetilerek ortaya çıkan yasal imkânsızlık
nedeniyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmamasında ve hapis
cezasının ertelenmemesinde, herhangi bir hukuka aykırılık
bulunmamakla birlikte,
ASCK’nın Ek 8 ve Ek 10 maddeleri ile 5252 sayılı Kanun’un
Geçici 1’inci maddesindeki düzenlemeler karşısında, 5237 sayılı
290
TCK’nın 5’inci maddesi gözetilerek, aynı Kanun’un 58’inci maddesinde
düzenlenen tekerrür hükümlerinin, 01.01.2009 tarihinden itibaren
ASCK’da yer verilen suçlar yönünden uygulanmasına rağmen, sanık
hakkında netice cezanın hürriyeti bağlayıcı bir ceza olmayıp adlî para
cezası olarak tayin edilmesi, tekerrür ve mükerrerliğe ilişkin yasal
düzenlenmelerin ancak hürriyeti bağlayıcı hapis cezaları hakkında tatbik
edilebileceği de dikkate alındığında; Askerî Mahkemece, sanık hakkında
tayin edilen adlî para cezası hakkında “mükerrer olan hükümlü hakkında
TCK’nın 58/7’inci maddesi gereğince, mükerrerlere özgü infaz rejiminin
ve cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına”
şeklinde karar verilmiş olması hukuka aykırı olduğundan, mahkûmiyet
hükmünün uygulama yönünden bozulmasına, ancak, bozma nedeni
yeniden yargılama yapılmasını ve takdire ilişkin bir değerlendirme
yapılmasını gerektirmediğinden, hukuka aykırı olan bu kısmın “Hüküm”
fıkrasından çıkartılmak, diğer kısımlarının ise aynen muhafaza edilmek
suretiyle düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir.
Ayrıca, hükmolunan bir yıl on beş gün hapis cezasının, TCK’nın
49/2’nci maddesi uyarınca kısa süreli olmamasına rağmen, TCK’nın
50’nci maddesi uyarınca adlî para cezasına çevrilmesi ile beher günü 20
TL üzerinden hesap edilen adlî para cezasının “7.600 TL” yerine “6.300
TL” olarak belirlenmesi hukuka aykırı olmakla birlikte, aleyhe temyize
gelinmemiş olması sebebiyle bozma sebebi yapılmayan bu hususlara
işaret etmekle yetinilmiştir.
291
TÜRK CEZA KANUNU
Mad. 50, 51
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
1’inci Daire Kararı
E.No. : 2014/0397
K.No. : 2014/0410
T.
: 24.04.2014
ÖZET
Sanık hakkında tayin olunan hapis cezasının ertelenmesi
olanağı bulunmasına ve müdafii tarafından esas hakkındaki
mütalaaya karşı savunmada sanık hakkında mahkûmiyet hükmü
verilmesi hâlinde TCK’nın 51’inci maddesinin uygulanmasının talep
edilmiş olmasına rağmen, hapis cezasının hangi gerekçelerle
ertelenmediği gösterilmeksizin, seçenek yaptırımların mı yoksa
ertelemenin mi sanığın lehine olacağı tartışılmaksızın, doğrudan
hapis cezasının adlî para cezası seçenek yaptırımına çevrilmesine
karar verilmesi hukuka aykırıdır.
Askerî Mahkemece, sanığın 19.06.2011 tarihinde askerî eşyayı
hususi menfaatinde kullanmak suçunu işlediği kabul edilerek, ASCK’nın
130/1 ve TCK’nın 62, 50/1-a ve 52/4’üncü maddeleri gereğince bin beş
yüz TL adlî para cezasıyla cezalandırılmasına, adlî para cezasının
taksitlendirilmesine, meydana gelen 3,62 TL tutarındaki Hazine zararının
353 sayılı Kanun’un 16’ncı maddesi gereğince sanığa ödettirilmesine
karar verilmiştir.
Hüküm, sanık tarafından, sebep gösterilmeksizin; müdafii
tarafından ise, kasta yönelik sebepler ileri sürülerek ayrı ayrı temyiz
edilmiştir.
Tebliğnamede, mahkûmiyet hükmünün uygulama yönünden
bozulması görüşü bildirilmiştir.
Yapılan incelemede;
…Komutanlığı Özel Araçlı Koruma Tim Komutan Yardımcısı
olarak görevli olan sanığa, koruma araçlarının hususi işlerde
kullanılmayacağına ilişkin olan Birlik Komutanlığının 25.09.2008 tarihli,
Personelin Dikkat Edeceği Genel Hususlar konulu emrin imzası mukabili
tebliğ edildiği, sanığın herhangi bir görevi bulunmaksızın ve yanına
292
askerî aracın şoförünü de almaksızın 19.06.2011 tarihinde Pazar günü
saat 09.30 sıralarında, …Komutanlığı içerisindeki korumalı konut
bölgesine giderek, … sivil ve … askerî plakalı Renault Megane II marka
askerî koruma aracına ait anahtarı korumalı konut nöbetçi uzman çavuşu
P.Uzm.Çvş. İ.A.’dan alarak görev kağıdı tanzim ettirmeksizin bu araçla
Birlikten çıkış yaptığı, askerî aracı görev hizmeti olmaksızın keyfi olarak
kullanıp 47 kilometre yol kat ettikten sonra saat 11.00 sıralarında
korumalı konuta dönerek aracı yerine bıraktığı, sanığın eylemi
neticesinde 2,209 litre benzin harcanması nedeniyle 3,62 TL tutarında
Hazine zararının meydana geldiği, böylece sanığın, askerî eşyayı hususi
menfaatinde kullanmak suçunu işlediği dosya içeriğinde bulunan tüm
delillerden anlaşılmaktadır.
Müdafii temyiz dilekçesinde, sanığın korumasını yaptığı
komutanın güvenliği açısından hava alanı tarafına keşif yapmak ve
güzergahı öğrenmek maksadıyla aracı kullandığını, keşif sonrası da aracı
derhal geri getirdiğini, bu nedenle sanıkta suç kastı bulunmadığı yönünde
savunma yapmış ise de;
Dosyada bulunan ve Askerî Mahkemece gerekçeli kararda ortaya
konulan tüm delillerden; sanığa olay tarihinde keşif yapmasına yönelik
olarak sıralı amirlerince herhangi bir emir ve talimat verilmediği gibi,
sanığın dava konusu Renault Megan II marka askerî aracı hafta sonu
tatiline rast gelen, mesai yapılmayan Pazar günü, Özel Koruma Bölük
Komutanına da bilgi vermeksizin korumalı konuttan aldığı, araç
kullanılmadan önce görev kağıdı düzenlemesi gerekirken görev kağıdı
tanzim ettirmediği gibi, araç şoförü olmaksızın koruma maksatlı askerî
aracı tahsis gayesi dışında kişisel nedenlerle kullanmak suretiyle askerî
eşyayı hususi menfaatinde kullanmak suçunu işlediği hususu tereddütsüz
bir şekilde, açık ve kesin olarak anlaşıldığından, müdafiinin kasta yönelik
temyiz sebebi yerinde görülmemiştir.
Sanığın bu şekilde sübut bulan eylemi ile askerî eşyayı hususi
menfaatinde kullanmak suçunu işlediğini kabul eden Askerî
Mahkemenin, elverişli kanıtlar ve yeterli gerekçeler ile; alt sınırdan temel
cezayı belirleyip, duruşmadaki iyi hâli nedeniyle takdiri indirim
maddesini uygulamak suretiyle kurduğu mahkûmiyet hükmünde; karar
tarihinde yürürlükte bulunan ASCK’nın Ek-10’uncu maddesindeki yasal
imkânsızlık nedeniyle, hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kurumunun uygulanmasına yer olmadığına karar verilmesinde, (Kısa
süreli hapis cezasının ertelenmemesine ilişkin gerekçe gösterilmeksizin
doğrudan adlî para cezasına çevrilmesine karar verilmesi haricinde) usul
ve esas yönlerinden herhangi bir hukuka aykırılık bulunmamakta ise de;
293
23.01.2013 tarihli ve 28537 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan
Anayasa Mahkemesinin 17.01.2013 tarihli, 2012/80 Esas ve 2013/16
Karar sayılı kararıyla; ASCK’nın 47’nci maddesinin birinci fıkrasının
(A) bendinin birinci ve ikinci cümleleri ile, Ek 8’inci maddesinin ikinci
fıkrasında yer alan “… kısa süreli hapis cezasına seçenek yaptırımlar ile
…” ibaresinin ve Ek 10’uncu maddesinin ikinci fıkrasının, Anayasaya
aykırı olduğuna ve iptaline karar verilmesi karşısında Askerî
Mahkemece, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı kapsamında, CMK’nın
231’inci maddesi gereğince hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kurumunun uygulanabilir olması mümkün hâle gelmiştir. Bu nedenle
sanığın hukuki durumunun (Hükmün açıklanmasının geri bırakılması
yönünden) yeniden değerlendirilmesi zorunlu görüldüğünden;
Diğer taraftan, sanık hakkında tayin olunan hapis cezasının
ertelenmesi olanağı bulunmasına ve müdafii tarafından esas hakkındaki
müdafaaya karşı savunmasında sanık hakkında mahkûmiyet hükmü
verilmesi hâlinde TCK’nın 51’inci maddesinin uygulanmasının talep
edilmiş olmasına rağmen, hapis cezasının hangi gerekçelerle
ertelenmediği gösterilmeksizin, seçenek yaptırımların mı yoksa
ertelemenin mi sanığın lehine olacağı tartışılmaksızın, doğrudan hapis
cezasının adlî para cezası seçenek yaptırımına çevrilmesine karar
verilmesi hukuka aykırı olduğundan,
Mahkûmiyet hükmünün, uygulama yönünden bozulmasına karar
verilmiştir.
294
TÜRK CEZA KANUNU
Mad. 50
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
4’üncü Daire Kararı
E.No. : 2014/887
K.No. : 2014/919
T.
: 23.12.2014
ÖZET
Kısa süreli hapis cezasının seçenek yaptırımlara
çevrilmesinde, TCK'nın 50/3'üncü maddesine dayanılabilmesi için
sanığın daha önce hapis cezasına mahkûm edilmemiş olması ve
mahkûm olunan hapis cezasının otuz gün ve daha az süreli olması
gerektiğinden, otuz günden fazla süreli hapis cezasının, adlî para
cezasına çevrilmesinde TCK'nın 50/3'üncü maddesinin uygulanması
mümkün değildir.
…Komutanlığı emrinde askerlik hizmetini yapan sanığın,
03.01.2003 tarihinde 2 günü yol süresi olmak üzere toplam 12 gün
kanuni izin alarak birliğinden ayrıldığı, izne tam olarak hangi saatte
ayrıldığı belli olmadığından iznin 04.01.2003 tarihinde başladığının
kabul edilmesi ve bu durumda 15.01.2003 tarihinde birliğine katılması
gerektiği hâlde yasal olarak geçerli kabul edilebilecek bir özrü
olmaksızın katılmadığı, 17.03.2009 tarihinde Kırıkkale'de polis
tarafından yakalandığı, kovuşturma aşamasında yapılan araştırmada
27.01.2008 tarihinden itibaren askerliğe elverişli olmadığının anlaşıldığı,
böylece 16.01.2003-27.01.2008 tarihleri arasında ASCK'nın 66/1-b
maddesinde düzenlenen izin tecavüzü suçunu işlediği, dosya kapsamında
bulunan delillerden anlaşılmaktadır.
Askerî Mahkemece; dosya içeriğine uygun düşen yasal ve yeterli
gerekçeler gösterilmek suretiyle, sanığın yüklenen suçu işlediği kabul
edilerek yazılı olduğu şekilde teşdiden hapis cezası ile
cezalandırılmasında ve cezanın adlî para cezasına çevrilerek
taksitlendirilmesinde, daha önce işlediği kasıtlı suçlardan üç aydan fazla
hapis cezasını içeren mahkûmiyetleri bulunması nedeniyle hükmün
açıklanmasının
geri
bırakılması
ve
erteleme
hükümlerinin
uygulanmamasında, suç başlangıç tarihinin hatalı belirlenmesi ve adlî
295
para cezasına çevirmede uygulama olanağı bulunmadığı hâlde TCK'nın
50/3'üncü maddesine dayanılması dışında usul ve esas yönlerinden
herhangi bir hukuka aykırılık bulunmadığından, sanık müdafiinin noksan
soruşturma, takdir ve uygulamaya dayanan temyiz sebepleri kabule değer
görülmemiştir.
Kısa süreli hapis cezasının seçenek yaptırımlara çevrilmesinde,
TCK'nın 50/3'üncü maddesine dayanılabilmesi için sanığın daha önce
hapis cezasına mahkûm edilmemiş olması ve mahkûm olunan hapis
cezasının otuz gün ve daha az süreli olması gerekmektedir. Sanık
hakkında verilen cezanın miktarı dikkate alındığında, somut olayda adlî
para cezasına çevirmede TCK'nın 50/3'üncü maddesinin uygulanması
mümkün değildir. Bu nedenle, yerel mahkemece sanık hakkında verilen
kısa süreli hapis cezasının TCK'nın 50/3 ve 50/1-a maddelerine
dayanılarak adlî para cezasına çevrilmesi hukuka aykırıdır. Ancak
uygulamada yapılan bu hata aleyhe temyize gelinmemiş olması nedeniyle
bozma sebebi sayılmamıştır.
Bu itibarla; mahkûmiyet hükmü suç başlangıç tarihinin hatalı
belirlenmesi nedeniyle bozulmuş, ancak bozma sebebi yeniden yargılama
yapılmasını gerektirmediğinden, sanık müdafiinin temyiz isteminin
reddiyle mahkûmiyet hükmünün düzeltilerek onanmasına karar
verilmiştir.
296
TÜRK CEZA KANUNU
Mad. 50/1-a, 52/4
ASMKYUK
Mad. 227
647 SAYILI KANUN
Mad. 4
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
3’üncü Daire Kararı
E.No. : 2014/584
K.No. : 2014/584
T.
: 01.07.2014
ÖZET
Taraf teşkilini gerçekleştirmek isteyen mahkemenin, bu
hususla ilgili yargılama işleminden kaçmaya yönelik yanıltıcı beyan
ile talimatın bila ikmal iade edilmesi, hükümlünün adres kayıt
sisteminde yer alan son adresinden yeterince araştırılıp
bulunamaması üzerine ifadesinin tespitinden vazgeçilerek hüküm
kurulması, keza atılı suça ilişkin sorgu ve savunmalarının önceki
yargılama safhasında tespit edilmiş olması, verilen cezanın daha ağır
olmaması göz önüne alındığında, sanığın savunma hakkının
kısıtlanmadığı kabul edilmelidir.
TCK’nın 7/2’nci maddesi uyarınca, lehe olan hükmün
uygulanması zorunluluğu ve Askerî Mahkemenin para cezası
miktarını en alt sınırdan, taksit sayısını ise en üst sınırdan
belirleyerek hükümlünün en lehine olacak şekilde takdir hakkını
kullanmış olması karşısında, uyarlama yargılaması sonucu kurulan
hükümde; kesinleşmiş on ay hapis cezasının mülga 647 sayılı
Kanun’un 4’üncü maddesi uyarınca beher günü 6 TL hesabı ile adlî
para cezasına çevrilip sonuç cezanın 1800 TL adlî para cezası olarak
belirlenmesi gerekirken, uyarlama hükmünün verildiği tarih esas
alınarak sonuç cezanın 6000 TL adlî para cezası olarak belirlenmesi
hukuka aykırıdır. Bu bozma nedeni yeni bir araştırma
gerektirmemesi ve takdire ilişkin bulunmaması nedeniyle, 353 sayılı
Kanun’un 220/2’nci maddesine kıyasen, bu hukuka aykırılık
düzelterek onama suretiyle düzeltilmelidir.
297
... Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 07.11.2002 tarihli ve
2002/1081-789 sayılı mahkûmiyet hükmü ile, hükümlünün, 15.03.200229.05.2002 tarihleri arasında izin tecavüzü suçunu işlediği kabul edilerek,
ASCK’nın 66/1-b ve mülga 765 sayılı TCK’nın 59/2’nci maddeleri
uyarınca, sonuç olarak on ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, nezaret
ve yolda geçen sürenin 353 sayılı Kanun’un 251’inci maddesi gereğince
cezasından mahsubuna karar verilmiş; bu hüküm, Dairemizin 25.03.2003
tarihli ve 2003/380-376 sayılı ilamı ile onanmasına karar verilmek
suretiyle kesinleşmiştir.
İnfaz aşamasında; Askerî Savcılığın 5728 sayılı Kanun’un 562’nci
maddesi ile CMK’nın 231’inci maddesinde yapılan değişiklik ile ilgili
istemi üzerine, …. Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 14.04.2008 tarihli
ve 2008/363-364 sayılı duruşmasız işlere ait kararı ile hükümlü hakkında
hükmün açıklanmasının geri bırakılması hükümlerinin uygulanmasına
yer olmadığına ve infazın devamına karar verilmiştir.
Yine, Askerî Savcılığın istemi üzerine, …. Komutanlığı Askerî
Mahkemesinin 16.07.2012 tarihli ve 2012/369-370 sayılı duruşmasız
işlere ait kararı ile, mahkûmiyet hükmünün infazının durdurulmasına
karar verilmiştir.
... Komutanlığı Askerî Mahkemesince, Anayasa Mahkemesinin
17.01.2013 tarihli ve 2012/80 Esas-2013/16 Karar sayılı kararı dikkate
alınarak, lehe hüküm değerlendirmesi yapılması için duruşma açılmış;
hükümlünün dosya içinde bulunan ve nüfus kaydından tespit edilen,
İzmir/Konak, … Mah. … Sok. Nu:… adresi dikkate alınarak talimat
yazılmış; talimatın bila ikmal iade edilmesi üzerine, kapatılma nedeniyle
adlî yetki itibarıyla dava dosyasının gönderildiği …. Komutanlığı Askerî
Mahkemesince, 353 sayılı Kanun’un 227/Son maddesi uyarınca
hükümlünün yokluğunda, incelemeye konu 01.10.2013 tarihli ve
2013/1148-436 sayılı uyarlama mahkûmiyet hükmü ile, hükümlü
hakkında daha önce tesis olunan 07.11.2002 tarihli ve 2002/1081-789
sayılı mahkûmiyet hükmünün yeniden değerlendirilmesi sonucunda,
hükümlünün, 15.03.2002-29.05.2002 tarihleri arasında izin tecavüzü
suçunu işlediği kabul edilerek, ASCK’nın 66/1-b, TCK’nın 62, 50/1-a,
52/2 ve 52/4’üncü maddeleri uyarınca, sonuç olarak altı bin TL adlî para
cezası ile cezalandırılmasına, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
yasal imkânsızlık bulunduğuna, cezanın taksitlendirilmesine, nezaret ve
yolda geçen sürenin, TCK’nın 63’üncü maddesi gereğince cezasından
mahsubuna karar verilmiş;
Bu hüküm, müdafi tarafından, zamanaşımı, usul, esas ve
uygulamaya ilişkin nedenler ileri sürülerek temyiz edilmiştir.
298
23.01.2013 tarihli ve 28537 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan
Anayasa Mahkemesinin 17.01.2013 tarihli, 2012/80 Esas, 2013/16 Karar
sayılı kararıyla; ASCK’nın 47’nci maddesinin birinci fıkrasının (A)
bendinin birinci ve ikinci cümlelerinin, Ek 8’inci maddesinin ikinci
fıkrasında yer alan “... kısa süreli hapis cezasına seçenek yaptırımlar
ile...” ibaresinin ve ASCK’nın Ek 10’uncu maddesinin ikinci fıkrasının
Anayasa’ya aykırı olduğu kabul edilerek iptaline karar verilmiş
olduğundan, hükümlü hakkında, ASCK’nın 47 ve Ek 8’inci maddeleri
kapsamında, hapis cezasının seçenek yaptırımlara çevrilmesi veya
ertelenmesine ilişkin hükümlerin uygulanıp uygulanmayacağı
konularında değerlendirme yapılması gerekmektedir.
353 sayılı Kanun’un 227/son maddesi “Sanık, müdafi, katılan ve
vekilinin dosyada bulunan adreslerine de davetiye tebliğ olunamaması
veya davetiye tebliğ olunmasına rağmen duruşmaya gelmemeleri
nedeniyle, bozmaya karşı beyanları saptanmamış olsa da, duruşmaya
devam edilerek dava yokluklarında bitirilebilir. Ancak, sanık hakkında
verilecek ceza, bozmaya konu olan cezadan daha ağır ise, sanığın her
hâlde dinlenilmesi gerekir.” şeklinde bir düzenlemeyi içermektedir.
Somut olay ile ilgili olarak dava dosyası incelendiğinde;
hükümlünün beyanlarının tespiti için, dosya içinde bulunan ve nüfus
kaydından tespit edilen, İzmir/Konak, … Mah. … Sok. Nu:..., İç Kapı
Nu:… adresi dikkate alınarak yazılan talimat, bu adreste ikamet eden
annesinin “oğlunun yaklaşık on yıldır eve gelip gitmediği, adresinin
bilinmediği, yurt dışında olabileceği” şeklindeki beyanı üzerine bila
ikmal iade edilmiştir.
Bununla birlikte, gerekçeli hükmün hükümlüye tebliği için adlî
mazbata, yine aynı adrese gönderilmiş; muhatabın o anda işte olması
nedeniyle muhatap yerine yine aynı konutta oturan annesi N. A.’ya
10.03.2014 tarihinde tebliğ yapılmıştır. Taraf teşkilini gerçekleştirmek
isteyen mahkemenin, bu hususla ilgili yargılama işleminden kaçmaya
yönelik yanıltıcı beyan ile talimatın bila ikmal iade edilmesi,
hükümlünün adres kayıt sisteminde yer alan son adresinden yeterince
araştırılıp bulunamaması üzerine ifadesinin tespitinden vazgeçilerek
hüküm kurulması, keza atılı suça ilişkin sorgu ve savunmalarının önceki
yargılama safhasında tespit edilmiş olması, verilen cezanın daha ağır
olmaması göz önüne alındığında, sanığın savunma hakkının
kısıtlanmadığı kabul edilmiş; tebliğnamede belirtilen, savunma hakkı
tanınmadan kurulan uyarlama mahkûmiyet hükmünün usul yönünden
hukuka aykırı olduğu şeklindeki görüşe iştirak edilmemiştir. Nitekim,
benzer bir olaya ilişkin olarak, As.Yrg.Drl.Krl.nun 06.03.2014 tarihli ve
299
2014/12-15 sayılı kararının kabul tarzı da aynı mahiyettedir.
CMK’nın 231’inci maddesi kapsamında yeniden değerlendirme
yapılması hatalı olmakla birlikte, objektif şart gerçekleşmediğinden,
hükümlü hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması hükümlerinin
uygulanmasına yer olmadığına karar verilmesinde, sanığın suç tarihinden
önce hapis cezasına dair mahkûmiyetinin bulunması nedeniyle cezasının
ertelenemeyecek olmasında, kısa süreli hapis cezasının adlî para cezasına
çevrilmesinde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Ancak, Askerî Mahkemece; TCK’nın 50’nci maddesi uyarınca
hapis cezası, çevirmeye esas alınan para miktarı kanunun öngördüğü alt
sınırdan takdir edilerek, adlî para cezasına çevrilmiş ve sonuç para cezası
en üst sınırdan taksit sayısına bölünmüş ise de, hapis cezasının para
cezasına çevrilmesine ilişkin olarak, suçun işlendiği tarihte yürürlükte
bulunan mülga 647 sayılı Kanun’un 4’üncü maddesi hükümleri ile hâlen
yürürlükte olan 5237 sayılı TCK’nın 50 ve 52’nci maddeleri
hükümlerinin birbirinden farklı olduğu görülmektedir. 647 sayılı
Kanun’un 4’üncü maddesi uyarınca hapis cezasının adlî para cezasına
çevrilmesi işleminde, bir günün 6 ilâ 9 TL üzerinden hesaplanması
gerekirken, 5237 sayılı Kanun’un 52’nci maddesi uyarınca bir günün 20
ilâ 100 TL üzerinden hesaplanması gerekmektedir.
TCK’nın 7/2’nci maddesi uyarınca, lehe olan hükmün
uygulanması zorunluluğu ve Askerî Mahkemenin para cezası miktarını
en alt sınırdan, taksit sayısını ise en üst sınırdan belirleyerek hükümlünün
en lehine olacak şekilde takdir hakkını kullanmış olması karşısında,
uyarlama yargılaması sonucu kurulan hükümde; kesinleşmiş on ay hapis
cezasının mülga 647 sayılı Kanun’un 4’üncü maddesi uyarınca beher
günü 6 TL hesabı ile adlî para cezasına çevrilip sonuç cezanın 1800 TL
adlî para cezası olarak belirlenmesi gerekirken, uyarlama hükmünün
verildiği tarih esas alınarak sonuç cezanın 6000 TL adlî para cezası
olarak belirlenmesi hukuka aykırı olduğundan, mahkûmiyet hükmünün
uygulama yönünden bozulmasına karar verilmiş; bozma nedeni yeni bir
araştırma gerektirmemesi ve takdire ilişkin bulunmaması nedeniyle, 353
sayılı Kanun’un 220/2’nci maddesine kıyasen, bu aykırılığın düzeltilmesi
yoluna gidilmiştir.
300
TÜRK CEZA KANUNU
Mad. 51, 51/7
ASMKYUK
Mad. 202, 254
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
2’nci Daire Kararı
E.No. : 2014/284
K.No. : 2014/297
T.
: 12.03.2014
ÖZET
Hapis cezası TCK'nın 51’inci maddesi gereğince ertelenen
hükümlünün, denetim süresi içerisinde olsun veya olmasın, kasıtlı
bir suç işlenmesi veya yüklenen yükümlülüklere, hâkimin uyarısına
rağmen, uymaması hâllerinde, hükümlü hakkında TCK’nın 51/7’nci
maddesi gereğince verilen karara yapılan itirazlar, 353 sayılı
Kanun’un 254’üncü maddesinin kapsamı dışında kaldığından, itiraz
hakkında incelemenin en yakın askerî mahkemece yapılması gerekir.
Askerî Mahkemece; 21.08.2006 tarihli, 2006/1216-668 Esas ve
Karar sayılı kararla, hükümlünün; 20.02.2006-01.03.2006 tarihleri
arasında cinsel taciz suçunu işlediği kabul edilerek, TCK’nın 105/1
(teşdiden) ve 62’nci maddeleri gereğince bir yıl üç ay hapis cezası ile
cezalandırılmasına, TCK’nın 51/1’inci maddesi gereğince tertip edilen
hapis cezasının ertelenmesine, TCK’nın 51/3’üncü maddesi gereğince bir
yıl üç ay denetim altında tutulmasına, TCK’nın 51/4-b maddesi gereğince
hükümlünün bir eğitim programına devam etmesine karar verilmiş,
taraflarca temyiz edilmeyen bu hüküm 13.09.2006 tarihi itibariyle
kesinleşmiştir.
İnfaz aşamasında, Iğdır Cumhuriyet Başsavcılığı Denetimli
Serbestlik ve Yardım Merkezi Şube Müdürlüğünce 10.04.2007 tarihinde
düzenlenen denetim planı ile; denetimin 10.04.2007-10.07.2008
tarihleri arasında yapılması kararlaştırılmış ve bu plan hükümlüye tebliğ
edilmiştir.
Ertelemeli mahkûmiyet hükmünün infazında tereddüt olması
üzerine, Askerî Mahkemenin 22.06.2007 tarihli, 2006/1216 Esas ve
2007/385 Müt. Karar sayılı duruşmasız işlere ait kararı ile denetim süresi
301
içerisinde bir meslek veya sanat sahibi olan hükümlünün TCK’nın 51/4-b
maddesi gereğince bir kamu kurumunda veya özel olarak aynı meslek
veya sanatı icra eden bir başkasının gözetimi altında ücret karşılığı
çalıştırılmasına karar verilmiş, taraflarca itiraz edilmeyen bu karar
27.07.2007 tarihi itibariyle kesinleşmiştir.
Ertelemeli mahkûmiyet hükmünün infazında yine tereddüt olması
üzerine, bu defa Askerî Mahkemenin 20.09.2007 tarihli, 2006/1216 Esas
ve 2007/677 Müt. Karar sayılı duruşmasız işlere ait kararı ile denetim
altında tutulması sırasında, hükümlünün ikametgahının bulunduğu yerde
TCK’nın 51/4-b maddesine uygun bir kamu kurumu veya özel teşebbüs
olmadığı belirtildiğinden, TCK’nın 51/5’inci maddesi gereğince
kendisine rehberlik edecek bir uzman kişinin görevlendirilmesine karar
verilmiş, taraflarca itiraz edilmeyen bu karar 18.10.2007 tarihi itibariyle
kesinleşmiştir.
Ancak, infazda tereddüt olması ve verilen iki duruşmasız işlere ait
kararın ardından, Iğdır Cumhuriyet Başsavcılığı Denetimli Serbestlik ve
Yardım Merkezi Şube Müdürlüğünce 10.10.2007 tarihinde yeniden
düzenlenen denetim planı gereğince, denetimin bu sefer 10.10.200710.01.2009 tarihleri arasında yapılması kararlaştırılmış ve plan
hükümlüye tebliğ edilmiş, ayrıca 20.10.2007 tarihinde değerlendirme
formu düzenlenmiştir.
Denetim planı çerçevesinde, denetime tâbi tutulduğu 18.01.2008,
22.04.2008, 22.7.2008, 13.11.2008 ve 09.01.2009 tarihli denetim
raporlarında, hükümlünün yükümlülüklerini yerine getirdiği belirtilip,
“Hükümlünün denetim sürecinde suçtan ve kendisini suça itebilecek
zararlı alışkanlıklardan uzak durduğu gözlemlenmiş olup, denetim
süresinin bitmesinden sonraki dönemlerde de suçtan uzak duracağı
düşünülerek sosyal açıdan şifa bulduğu kanaatine varılmıştır.” denilerek,
hükümlü hakkındaki infazın yerine getirildiği belirtilip, infaz dosyası
kapatılmış ve Askerî Savcılığa gönderilmiştir.
Diğer yandan, Iğdır Sulh Ceza Mahkemesinin 14.03.2008 tarihli,
2007/375 Dosya ve 2008/184 Karar sayılı kararıyla, hükümlünün
15.03.2007 tarihinde bir başka cinsel taciz suçunu işlemesi sebebiyle,
TCK’nın 105/1 ve 62’nci maddeleri gereğince iki ay on beş gün hapis
cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş, hüküm Yargıtay 4’üncü
Ceza Dairesinin 27.12.2012 tarihli, 2012/25847-32472 Esas ve Karar
sayılı ilamıyla onanmak suretiyle kesinleşmiştir.
Bunun üzerine, Askerî Mahkemenin 22.07.2013 tarihli,
2006/1216 Esas ve 2013/435 Müt. Karar sayılı duruşmasız işlere ait
kararı ile, Askerî Mahkemece hükümlü hakkında verilen ertelemeli bir
302
yıl üç ay hapis cezasının, denetim süresi içinde kasıtlı bir suç işlemesi
sebebiyle, takdiren tamamen infaz kurumunda çektirilmesine karar
verildiği görülmektedir.
Karara, hükümlü tarafından, mağdur olduğu ileri sürülerek, itiraz
edilmiştir.
Tebliğnamede; TCK’nın 51/7’nci maddesine aykırı şekilde,
hükümlünün cezasının kısmen veya tamamen infaz kurumunda
çektirilmesine karar verilmesi hukuka aykırı olduğundan, itirazın kabul
edilerek, duruşmasız işlere ait kararın kaldırılmasına karar verilmesi
gerektiği yönünde görüş bildirilmiştir.
Uyuşmazlık konusu; TCK’nın 51’inci maddesi gereğince hapis
cezası ertelenen hükümlünün, yeniden suç işlemesi nedeniyle, TCK’nın
51/7’nci maddesi gereğince, hapis cezasının ceza infaz kurumunda
çektirilmesine ilişkin duruşmasız işlere ait karara yapılan itiraz
olduğundan, Kurulumuzca öncelikle itirazı incelemeye hangi yargı
merciinin görevli olduğu hususu incelenmiştir.
Bilindiği üzere, 353 sayılı Kanun’un 195’inci maddesinde kanun
yollarının itiraz ve temyiz olduğu, 202/1’inci maddesinde itirazın
Kanun'da açıkça gösterilen hâllerde kararlara veya mahkeme kararlarına
karşı yapılabileceği belirtilmiş; 5530 sayılı Kanunla 202’nci maddeye
eklenen ikinci fıkra ile, “Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hâllerde
yapılacak itirazları en yakın askerî mahkeme inceler.” düzenlemesi
getirilmiştir. Bu durumda, 353 sayılı Kanun kapsamında, Askerî
Yargıtayın itiraz merci olarak bakacağı işlerin, sadece temyiz isteminin
reddine ilişkin 214’üncü madde ile cezaların yerine getirilmesi sırasında
alınması gereken kararlara ilişkin 254’üncü maddeyi ilgilendiren
kararlara ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
353 sayılı Kanun’un, 5530 sayılı Kanun’un 59’uncu maddesiyle
değişik, “Cezaların yerine getirilmesi sırasında alınması gereken kararlar
ve bu kararlara itiraz” başlığını taşıyan 254’üncü maddesi;
“Cezaların yerine getirilmesi sırasında, hüküm kesinleşmeden
önce gerçekleşen şahsi hürriyeti sınırlama sonucunu doğuran hâller
nedeniyle geçirilmiş süreler ile hastanede geçen sürenin cezadan
indirilmesine, değişik hükümlerdeki cezaların toplanmasına ve
mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında
duraksamaya ilişkin bir karar alınması gerekirse, hükmü veren askerî
mahkemeden karar istenir. Bu kararlar duruşma yapılmaksızın verilir.
Karar verilmeden önce askerî savcı ve hükümlünün görüşlerini
yazılı olarak bildirmeleri istenebilir.
Hükmü veren askerî mahkeme kaldırılmış ise ona en yakın askerî
303
mahkeme karar verir.
Yukarıdaki fıkralar uyarınca yapılan başvurular cezanın infazını
ertelemez. Ancak, mahkeme olayın özelliğine göre infazın ertelenmesine
veya durdurulmasına karar verebilir.
Bu kararların askerî mahkemelerden verilmesi hâllerinde, askerî
savcı ve teşkilatında askerî mahkeme kurulan kıta komutanı ve askerî
kurum amiri ile hükümlü ve varsa müdafi bir hafta içinde itiraz
edebilirler.
İtiraz üzerine Askerî Yargıtay karar verir.” şeklinde
düzenlenmiştir.
353 sayılı Kanun’un 254/1’inci maddesi, bir usul hükmü olarak,
5275 sayılı Kanun’un 98, 99 ve 100’üncü maddeleri dikkate alınmak
suretiyle yeniden düzenlenirken; söz konusu maddelerin içerikleri
tekrarlanmadan, 98’inci maddenin madde başlığı aynen alınıp, 99’uncu
maddenin madde başlığı farklı bir ifade tarzıyla yazılarak, bu iki
maddede düzenlenen hususlarla ilgili olarak askerî mahkemeden karar
istenebileceği görüşü benimsenmiştir. 100’üncü maddenin madde
başlığında ve içeriğinde sadece hastanede geçen sürenin cezadan
indirilmesi düzenlendiği hâlde, bununla yetinilmeyip, şahsi hürriyeti
sınırlama sonucunu doğuran hâller nedeniyle geçirilmiş sürelerin cezadan
indirilmesi de 254/1’inci maddeye dâhil edilmiştir. Bu nedenle, 353 sayılı
Kanun’un 254/1’inci maddesinde, “Mahkûmiyet hükmünün yorumunda
ve çektirilecek cezanın hesabında duraksama” şeklinde yer alan
cümlenin, 5275 sayılı Kanun’un aynı başlık altında düzenlenen 98’inci
maddenin 1 ve 2’nci fıkralarındaki durumların tamamını kapsadığının
kabulü gerekir. Nitekim 353 sayılı Kanun’un 244/1’inci maddesinde yer
alan, “Bu Kanunda ve Askerî Ceza Kanunu’nda aksine hüküm
bulunmadığı takdirde cezalar ve güvenlik tedbirlerinin yerine
getirilmesinde, 13.12.2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun ilgili hükümleri uygulanır.”
hükmü de, bu kabul tarzının doğru olduğunu göstermektedir.
Bu nedenle, infaz aşamasında, infaza ilişkin konular ile sınırlı
olarak ve bu konular hakkında karar verilmesi yönündeki istemler
üzerine, Askerî Mahkemelerce; “Mahkûmiyet hükmünün yorumunda ve
çektirilecek cezanın hesabında duraksama” bulunduğunda verilen
kararların, 353 sayılı Kanun'un 5530 sayılı Kanun’un 59’uncu
maddesiyle değişik 254’üncü maddesi kapsamına giren ve cezanın yerine
getirilmesi sırasında, çektirilecek cezaya ilişkin duraksamayı gidermeye
yönelik kararlar niteliğinde bulunduğu, belirtilen maddenin son fıkrası
gereğince bu tür kararlara karşı yapılan itirazları incelemeye, 5530 sayılı
304
Kanun’un 41’inci maddesiyle değişik 353 sayılı Kanun’un genel itirazı
düzenleyen 202’nci maddesinin 2’nci fıkrasına göre, Askerî Yargıtayın
görevli olduğu sonucuna varılmıştır (Benzer bir olayla ilgili olarak
verilen, Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 07.03.2008 tarihli, 2008/4538 Esas ve Karar sayılı ilamı da aynı doğrultudadır).
353 sayılı Kanun’un 254’üncü maddesi gereğince, mahkûmiyet
hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksama
olması durumunda verilen kararlar, mahkûmiyet hükmünde belirtilmiş
olan cezanın miktarı itibarıyla duyulan kuşkuları gidermeye yöneliktir
(Benzer olaylarla ilgili olarak verilen, Askerî Yargıtay Daireler
Kurulunun 22.09.2011 tarihli, 2011/90-87 Esas ve Karar sayılı;
Dairemizin 19.09.2012 tarihli, 2012/1042-1022 Esas ve Karar sayılı
ilamları da bu yöndedir.). Bu itibarla; bir infaz rejimi olan “Hapis
Cezasının Ertelenmesi” kurumunun, TCK'nın 51’inci maddesinde
düzenlenmiş olması dolayısıyla, 353 sayılı Kanun’un 254’üncü
maddesinde düzenlenen, “Hüküm kesinleşmeden önce gerçekleşen şahsi
hürriyeti sınırlama sonucunu doğuran hâller nedeniyle geçirilmiş süreler
ile hastanede geçen sürenin cezadan indirilmesi, değişik hükümlerdeki
cezaların toplanması ve mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya
çektirilecek cezanın hesabında duraksama” hâlleri ile bir ilgisinin
bulunmaması karşısında; denetim süresi içerisinde olsun veya olmasın,
kasıtlı bir suç işlenmesi veya yüklenen yükümlülüklere, hâkimin
uyarısına rağmen, uyulmaması hâllerinde, hükümlü hakkında TCK’nın
51/7’nci maddesinde belirtilen kararlara karşı yapılan itirazların, 353
sayılı Kanun’un 254’üncü maddesinin kapsamı dışında kaldığı, itiraz
konusu olaydaki kararın, “çektirilecek cezanın hesabında duraksama”
niteliğini taşımadığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle, 353 sayılı Kanun’un
254’üncü maddesi kapsamına girmeyen duruşmasız işlere ait karara
yönelik itirazları inceleme merci olarak Askerî Yargıtayın görevli
olmadığı, aynı Kanun’un 202/2’nci maddesinde, söz konusu itirazları
inceleme mercii olarak en yakın askerî mahkemenin belirlendiği
sonucuna varıldığından, hükümlünün itiraz istemi hakkında Dairemizce
bir karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
305
TÜRK CEZA KANUNU
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 133
Mad. 206, 217, 289
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E.No. : 2014/83
K.No. : 2014/76
T.
: 02.10.2014
ÖZET
TCK’nın 133/2’nci maddesinde; kişilerin yüz yüze
gerçekleştirdikleri,
aleni
olmayan,
söze
dayalı
düşünce
aktarımlarının söyleşinin tarafı olan kişi veya kişilerce, ilgililerin
rızası olmaksızın bir aletle kaydedilmesinin suç olarak düzenlendiği,
ancak, kişinin bir daha kanıt elde etme olanağının bulunmadığı ve
yetkili makamlara başvurma imkânının olmadığı ani gelişen
durumlarda, kendisine karşı işlenmekte olan bir suç söz konusu
olduğunda, kaybolma olasılığı bulunan kanıtların kaybolmasını
engelleyip, yetkili makamlara sunarak güvence altına almak
amacıyla, saldırıyı gerçekleştiren tarafın rızası dışında sesinin kayda
alınması hukuka uygun olmakla birlikte, somut olayda; sanığın,
mağdur odaya gelmeden önce hazırlık yaparak cep telefonun kayıt
düğmesine önceden bastığı, odada sanık ve mağdurdan başka olaya
tanıklık yapabilecek iki adet tarafsız görgü tanığının da bulunduğu
göz önüne alındığında, sanığın eyleminin hukuka uygun olmadığı ve
suç kastıyla hareket ettiği sonucuna varılmıştır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık konusu; sanığın, kendisine yönelik
olarak tehdit ve hakaret içeren sözler söylemek suretiyle tehdit ve asta
hakaret suçlarını işleyen mağdurun konuşmalarını kaydetmesinin hukuka
aykırı nitelikte olup olmadığına ilişkindir.
Daire; sanığın, kendisine yönelik olarak tehdit ve hakaret içeren
sözler sarfeden mağdurun konuşmalarını kayda almasının olayın akış
306
şekli göz önüne alındığında hukuka uygun olmadığını ve sanığın
eyleminin suç oluşturduğunu kabul ederken;
Başsavcılık; sanığın ani gelişen somut olayda başkaca delil elde
etme imkânı bulunmadığını, eyleminin meşru savunma kapsamında
olduğunu, suçun hukuki konusunun ihlâl edilmediğini ve bu nedenle
sanık hakkında beraat kararı verilmesi gerektiğini belirterek, Daire
kararına itiraz etmiştir.
Yapılan incelemede; …Komutanlığında …Asayiş Tim Komutanı
olarak görevli olan sanığın, 23.11.2012 tarihinde, ... 2’nci Asliye Ceza
Mahkemesinde yapılan bir duruşmada tanık olarak ifade verirken, İlçe
Jandarma Komutanı olan şikâyetçi mağdur J.Ütğm. V.S. hakkında
suçlayıcı beyanlarda bulunduğu, bu durumu öğrenen mağdurun, sanığı
telefonla arayarak İlçe Jandarma Komutanlığına dönmesini istediği,
sanığın, İlçe Jandarma Komutanlığına dönmesinden sonra 2’nci Asayiş
Tim Komutanı odasında bulunan Uzm.J.Çvş. M. U., Uzm.J.Çvş. S. A. ve
Uzm.J.Çvş. V. A. ile sohbet etmeye başladığı, bir süre sonra mağdurun
da odaya geldiği, bu arada Uzm.J.Çvş. V. A.’nın odadan ayrıldığı,
mağdurun gelmesinden sonra sanığın, odada bulunan kişilerin bilgisi ve
rızası olmaksızın cep telefonunun ses kaydını açarak, mağdur ile
arasındaki konuşmaları kaydetmeye başladığı, mağdurun bu konuşma
sırasında sanığa hakaret ve tehdit içeren sözler söylediği, sanığın
24.11.2012 tarihinde Başbakanlık İletişim Merkezine şikâyet
başvurusunda bulunduğu, … İl Jandarma Komutanlığınca yapılan idari
tahkikat sırasında mağdur ile arasındaki konuşmaları kaydettiğini beyan
ederek ses kaydına ait CD’yi İdari Tahkikat Heyetine teslim ettiği, tüm
dosya kapsamından anlaşılmakta olup, burada sanığın kendisine karşı
işlenmekte olan bir suç ile ilgili olarak odada bulunan diğer kişilerin
rızası olmaksızın yapılan konuşmaları cep telefonu ile kayda almasında
hukuka uygunluk sebebi bulunup bulunmadığının ortaya konulması
gerekmektedir.
Öncelikle uyuşmazlık konusuyla ilgili yasal mevzuat
incelendiğinde;
Anayasa'mızın; 2’nci maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti insan
haklarına saygılı, demokratik, laik ve sosyal bir Hukuk Devleti`dir.
12’nci maddesine göre, her Türk vatandaşı kişiliğine bağlı
dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere
sahiptir.
13’üncü maddesine göre, bu temel hak ve hürriyetler maddede
sayılan sebeplerle Anayasa'nın sözüne ve ruhuna uygun olarak, (4709
sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önce), özlerine dokunulmaksızın
307
yalnızca Anayasa`nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak
(4709 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten sonra) ve ancak kanunla
sınırlanabilir.
Yine 20’nci maddesi ile, “özel hayatın gizliliği” temel hak ve
ödevler arasında sayılan ve güvence altına alınan, nitelikleri 12’nci
maddede belirtilen temel hak ve özgürlüklerdendir. 4709 sayılı Kanunla
yapılan değişiklik ile bu hakların hangi nedenlerle nasıl sınırlanacağı
ilgili maddelerinde ayrıntılı olarak belirtilmiştir. Ayrıca, 38’inci
maddenin 6’ncı fıkrası “Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil
olarak kabul edilemez” hükmünü içermektedir.
Öte yandan, AİHS’nin 8’inci maddesi ile de herkesin özel ve aile
hayatı konutu ve haberleşmesi koruma altına alınmış, bunlara getirilecek
sınırlamaların sebep ve ölçülerinin de kanunla düzenleneceği
belirtilmiştir.
Ceza yargılaması da bu noktada müdahaleyi haklı kılan bir amaç
olarak kabul görmektedir.
Hiç kuşkusuz ceza yargılamasında da, maddi gerçek araştırılırken
Sözleşme ve Anayasa’daki bu ilkeler ışığında öngörülmüş hukuk
kurallarına uygun davranılacaktır. Dolayısıyla ceza yargılamasında
kişinin temel hak ve özgürlüklerini sınırlayan kuralların en başında gelen
delil toplama yöntemlerini düzenleyen kurallara uyulmadan yapılan
müdahale de hukuka aykırı sayılacak ve bu şekilde elde edilen deliller de
hukuka aykırı elde edilmiş deliller olacaktır.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 206’ncı maddesinin
2’nci fıkrasının (a) bendinde; ortaya konulmak istenen delilin kanuna
aykırı olarak elde edilmiş olması hâlinde reddolunacağı ifade edilmiş,
217’nci maddenin ikinci fıkrasında ise, “yüklenen suçun, hukuka uygun
olarak elde edilmiş her türlü delille ispat edilebileceği” belirtilmiştir.
Madde metninden de açıkça anlaşılacağı üzere, hukuka uygun olarak elde
edilmeyen deliller, ceza yargılama sistemimizde de ispat aracı olarak
kabul edilmemiştir. Kaldı ki, 230’uncu maddenin birinci fıkrası uyarınca,
mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde, delillerin tartışılması ve
değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi;
bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde
edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi de zorunludur. Öte yandan,
CMK’nın 289/son maddesinde hükmün hukuka aykırı yöntemlerle elde
edilen delile dayanmasının mutlak bozma sebebi olduğu da
belirtilmektedir.
TCK’nın “Kişiler Arasındaki Konuşmaların Dinlenmesi ve
Kayda Alınması” başlıklı 133’üncü maddesinde; “(1) Kişiler arasındaki
308
alenî olmayan konuşmaları, taraflardan herhangi birinin rızası olmaksızın
bir aletle dinleyen veya bunları bir ses alma cihazı ile kaydeden kişi,
(Değişik ibare: 2/7/2012-6352 S.K./80.md.) iki yıldan beş yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Katıldığı aleni olmayan bir söyleşiyi, diğer konuşanların rızası
olmadan ses alma cihazı ile kayda alan kişi, (Değişik ibare: 2/7/20126352 S.K./80.md.) altı aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası
ile cezalandırılır.
(3) (Değişik fıkra: 2/7/2012-6352 S.K./80.md.) Kişiler arasındaki
aleni olmayan konuşmaların kaydedilmesi suretiyle elde edilen verileri
hukuka aykırı olarak ifşa eden kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve
dörtbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. İfşa edilen bu
verilerin basın ve yayın yoluyla yayımlanması hâlinde de aynı cezaya
hükmolunur.” şeklinde düzenleme bulunmaktadır.
Bu maddenin birinci fıkrasında yer alan hüküm çerçevesinde; iki
veya daha fazla kişinin, başkalarının bilmeyeceği ve sınırlı bir dinleyici
çevresi dışına çıkmayacağı yönünde haklı bir inanç ve iradeyle hareket
ederek, herhangi bir aracı vasıta olarak kullanmadan, yüz yüze
gerçekleştirdikleri, ancak özel bir çaba gösterilerek duyulabilecek, aleni
olmayan, söze dayalı, sesli düşünce açıklamalarının, konuşmanın tarafı
olmayan kişi veya kişilerce, ilgilisinin rızası olmaksızın, elverişli bir
aletle dinlenilmesi veya akustik olarak tekrar dinlenilebilmesi imkânını
sağlayan bir aletle kaydedilmesi suç olarak tanımlanmıştır. İkinci
fıkrasında; en az üç veya daha fazla kişinin, yüz yüze gerçekleştirdikleri,
aleni olmayan, söze dayalı düşünce aktarımlarının, söyleşinin tarafı olan
kişi veya kişilerce, ilgililerinin rızası olmaksızın, bir aletle kaydedilmesi
suç sayılmıştır. Üçüncü fıkrasında ise; elverişli bir aletle dinlenilen veya
kaydedilen konuşma veya söyleşiden elde edilen bilgiler sayesinde kendi
veya üçüncü kişi lehine, maddi ya da manevi yarar, yani; fayda veya
avantaj sağlanması; bu bilgilerin, menfaat karşılığı olsun ya da olmasın,
ilgilisi dışındaki kişi veya kişilere verilmesi ya da diğer kişilerin dolaylı
olarak bilgi edinmelerinin temin edilmesi ayrıca suç olarak
tanımlanmakta iken, 05.07.2012 tarihli Resmî Gazete'de yayınlanarak
yürürlüğe giren 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi
Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın
Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında
Kanun’un 80’inci maddesi ile TCK'nın 133/3’üncü maddesinde yapılan
değişiklikle kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaların kaydedilmesi
suretiyle elde edilen verilerin hukuka aykırı olarak ifşa edilmesi eylemi
309
suç olarak düzenlenmiştir. Ayrıca yapılan değişiklik ile anılan madde
hükümlerinde belirlenen cezaların alt ve üst sınırlarında artış getirilmiştir.
Uyuşmazlık konusuyla ilgili olarak anılan maddenin 2’nci fıkrası
hükmü ile kişinin katıldığı aleni olmayan bir söyleşiyi diğer konuşanların
rızası olmadan ses kayıt cihazı ile kayda alma fiili cezalandırılmaktadır.
Aleni olmayan söyleşi başkalarına gizli olan söyleşidir. Doktrinde; aleni
olmayan söyleşi; genele yönelik olmayan ve sınırlı bir kişi çevresi dışına
çıkmayan düşünce açıklama veya sadece konuşanların paylaştığı
başkalarının duyma ve öğrenmelerinin istemediği, konuşanlardan
herhangi birisi için gizlilik ifade eden görüşmeler olarak,
tanımlanmaktadır. Söyleşi, sözlükte; “arkadaşça, dostça karşılıklı
konuşma, hasbıhal, sohbet” olarak tanımlanmakta olup, doktrinde ve
yargı kararlarında, ağırlıklı görüş olarak ikiden fazla kimse arasında
geçen konuşma şeklinde kabul edilmektedir. Suçun oluşabilmesi için;
konuşmalar, söyleşide bulunanlardan biri tarafından, ses alma cihazıyla
kayıt edilmelidir. Söyleşinin tümünün kayıt edilmesine gerek yoktur; bir
parçasının, bir kısmının, birkaç cümlesinin kaydedilmesi yeterlidir. Suçta
kullanılan cihaz kayda elverişli olmalıdır. Kayıt, söyleşiye katılanların
rızaları hilafına yapılmış olmalıdır.
Doktrinde ve Yargıtay kararlarında (Yargıtay Ceza Genel
Kurulunun 21.06.2011 tarihli, 2010/5-187 E. ve 2011/131 K., Yargıtay
12’nci Ceza Dairesinin 07.10.2013 tarihli, 2012/27549 E. ve 2013/22721
K., 03.10.2013 tarihli, 2012/32355 E. ve 2013/22505 K., 17.06.2013
tarihli, 2012/32135 E. ve 2013/16483 K. , 28.04.2013 tarihli, 2013/26087
E. ve 2014/10205 K. sayılı kararları); Ancak, kişinin, bir daha kanıt elde
etme olanağının bulunmadığı ve yetkili makamlara başvurma imkânının
olmadığı ani gelişen durumlarda, örneğin; kendisine karşı işlenmekte
olan (cinsel saldırı, hakaret, tehdit, iftira veya şantaj gibi) bir suç söz
konusu olduğunda ya da kendisine veya aile birliğine yönelen, onurunu
zedeleyen, haksız bir saldırıyı önlemek için, kaybolma olasılığı bulunan
kanıtların kaybolmasını engelleyip, yetkili makamlara sunarak güvence
altına almak amacıyla, saldırıyı gerçekleştiren tarafın bilgisi ve rızası
dışında, konuşma ve söyleşi içeriklerini kaydetme eylemlerinin hukuka
aykırı olduğunu kabul etmenin mümkün olmadığı, esasen bu hâllerde,
kişinin hukuka aykırı davrandığı bilinciyle hareket ettiğinden de söz
edilemeyeceği, kabul edilmektedir.
Tüm bu açıklamalardan sonra somut olaya dönüldüğünde; olayın
meydana geldiği 2’nci Asayiş Tim Komutanı odasında Uzm.J.Çvş. M.U.
ve Uzm.J.Çvş. S. A.’nın da bulunduğu, bu kişilerin olayın başından
itibaren konuşmalara tanık olduğu, tanıklık yapmalarına şahsi veya yasal
310
olarak herhangi bir engel bulunmadığı gibi, aşamalarda tespit edilen
ifadelerinde mağdurun sanığa yönelik olarak hakaret içeren sözleri
söylediğini beyan ettikleri, dolayısıyla sanığın elde ettiği ses kaydı
dışında kendisine yönelik saldırıya ilişkin başkaca delil elde etme olanağı
bulunduğu, anlaşılmaktadır.
Ayrıca; ani gelişen bir saldırıdan söz etmenin de mümkün
olmadığı, zira, sanığın ifadelerinden, mağdur konuşmaya başlamadan
önce konuşmaları cep telefonunun kayıt tuşuna basarak kaydetmeye
başladığının anlaşıldığı, böylelikle yukarıda zikredilen hukuka uygunluk
hâllerinin somut olayda gerçekleşmediği ve sanığın suç işleme kastı ile
hareket ettiği sonucuna varıldığından, Başsavcılığın itirazının reddine
karar verilmiştir.
311
TÜRK CEZA KANUNU
Mad. 191/2, 191/4, 191/5
ASMKYUK
Mad. 9, 176
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
3’üncü Daire Kararı
E.No. : 2014/532
K.No. : 2014/535
T.
: 17.06.2014
ÖZET
TCK’nın 191’inci maddesinde, bu suçtan dolayı açılan davada
hüküm vermeden önce, uyuşturucu veya uyarıcı maddeyi kullanan
kişi hakkında tedaviye ve denetimli serbestlik tedbirine karar
verilebileceği, bu kararın durma kararının hukuki sonuçlarını
doğuracağı, tedavi ve denetimli serbestlik tedbirinin gereklerine
uygun davranan kişi hakkında açılmış olan kamu davasının
düşmesine karar verileceği, aksi takdirde kamu davasına devam
edilip hüküm verileceği düzenlenmiştir.
Somut olayda da; Askerî Mahkemece verilen karar durma
kararının hukuki sonuçlarını haiz olduğundan, sanık “hükümlü”
statüsünde değildir. Hâlen tamamlanmamış olan yargılama, şartları
varsa düşme kararı ya da mahkûmiyet hükmü ile
sonuçlanabilecektir.
Görev konusu; kamu düzenine ilişkin olup, yargılamanın her
aşamasında, öncelikle ve resen göz önünde bulundurulacaktır.
Sanığa isnat olunan ve TCK’nın 191’inci maddesinde
düzenlenen kullanmak maksadıyla uyuşturucu madde bulundurmak
suçu askerî suç olmadığı gibi, asker kişiler aleyhine ya da askerlik
hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işlenmediği, askerî mahalde
işlenmiş olması hâlinin de 353 sayılı Kanun’un 9’uncu maddesinde
düzenlenen görev tanımı kapsamından çıkarılmış bulunduğu dikkate
alındığında, sanıkla ilgili davaya bakma görevi adliye
mahkemelerine ait olduğundan, görevsizlik kararında herhangi bir
isabetsizlik bulunmamaktadır.
312
Askerî Mahkemece; sanığın, kullanmak maksadıyla uyuşturucu
madde bulundurmak suçunu işlediği iddiasıyla açılan kamu davasında,
açıklanan nedenlerle Mahkemenin görevsizliğine, olay ile ilgili
yargılamaya devam edilebilmesi için dava dosyasının Van Nöbetçi Sulh
Ceza Mahkemesine gönderilmek üzere Askerî Savcılığa tevdiine karar
verilmiş; bu hüküm, Adlî Müşavir tarafından, denetimli serbestlik
şeklinde infazın tamamlanması nedeniyle aynı konuda görevsizlik kararı
verilemeyeceği ileri sürülerek; sanık tarafından ise, neden
belirtilmeksizin temyiz edilmiştir.
Sanığın, 09.11.2009 tarihinde, araç garajında kağıda sarılmış
sigara şeklinde şüpheli bir maddeyi içtiğinin Uzm.J.Çvş. M. U.
tarafından tespit edildiği, … Jandarma Bölge Kriminal Laboratuar
Amirliğinin Uzmanlık Raporu ile yakalanan maddenin kenevir bitkisine
ait kurutularak toz edilmiş bitki parçaları ve tütün karışımı olduğunun
belirlendiği, bu suretle kullanmak maksadıyla uyuşturucu madde
bulundurmak suçunu işlediği iddiası ile kamu davası açılmıştır.
….. Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 18.01.2010 tarihli ve
2010/850-18 sayılı kararı ile sanığın TCK’nın 191/2, 191/4 ve 191/5’inci
maddeleri uyarınca tedavi altına alınmasına, tedavi süresince denetimli
serbestlik tedbirine tâbi tutulmasına, belirlenen kurumda uygulanan
tedavi ve denetimli serbestlik tedbirinin gereklerine uygun davranmakla
yükümlü olduğunun sanığa ihtarına, denetimli serbestlik tedbirinin
tedavinin sona ermesinden itibaren bir yıl süre ile devam ettirilmesine,
tedavi ve denetimli serbestlik tedbirinin gereklerine uygun davrandığı
takdirde açılan kamu davasının düşürüleceğinin, aksi hâlde kamu
davasına devam edilip hüküm verileceğinin ihtarına karar verilmiş; bu
karar, taraflarca yasal süresi içinde itiraz edilmediğinden, 29.01.2010
tarihinden itibaren kesinleştirilmiştir.
İnfaz aşamasında, karar sanığın ikametgâhındaki Cumhuriyet
Başsavcılığına gönderilmiş; tedavi ve denetimli serbestlik tedbirinin
infazına başlanmış; ancak … 1’inci Sulh Ceza Mahkemesinin 30.01.2009
tarihli ve 176 sayılı kararı ile sanık hakkında verilen başka bir tedavi ve
denetimli serbestlik tedbiriyle iç içe ve art arda uygulanması hususu ve
25.02.2013 tarihinde tedbirin infazının sona erdiği bilgisinin
yazışmalarda belirtilmesine rağmen, mevcut durumu fark edemeyen
Askerî Savcılık tarafından, infaz dosyası tekrar gönderilmiştir. Bu infaz
dosyası ile ilgili olarak sanığa ulaşılamaması üzerine, … Denetimli
Serbestlik Müdürlüğü tarafından, Denetimli Serbestlik Yönetmeliği’nin
47/1-a maddesi uyarınca, dosyanın kapatılmasına karar verilmiş ve İzmir
Cumhuriyet Başsavcılığınca da infaz evrakı iade edilmiştir.
313
Askerî Savcılığın, sanığın denetimli serbestlik tedbirine uymaması
nedeniyle, TCK’nın 191’inci maddesi uyarınca yargılamaya devam
edilmesi yönündeki istemi üzerine, Askerî Mahkeme tarafından başlanan
yargılama sonunda, temyize konu 08.07.2013 tarihli ve 2013/1087-336
sayılı görevsizlik hükmü verilmiştir.
TCK’nın 191’inci maddesinde, bu suçtan dolayı açılan davada
hüküm vermeden önce, uyuşturucu veya uyarıcı maddeyi kullanan kişi
hakkında tedaviye ve denetimli serbestlik tedbirine karar verilebileceği,
bu kararın durma kararının hukuki sonuçlarını doğuracağı, tedavi ve
denetimli serbestlik tedbirinin gereklerine uygun davranan kişi hakkında
açılmış olan kamu davasının düşmesine karar verileceği, aksi takdirde
kamu davasına devam edilip hüküm verileceği düzenlenmiştir.
Somut olayda da; … Komutanlığı Askerî Mahkemesinin
18.01.2010 tarihli, 2010/850-18 sayılı kararı, durma kararının hukuki
sonuçlarını haiz olduğundan, sanık “hükümlü” statüsünde değildir. Hâlen
tamamlanmamış olan yargılama, şartları varsa düşme kararı ya da
mahkûmiyet hükmü ile sonuçlanabilecektir.
Görev konusu; kamu düzenine ilişkin olup, yargılamanın her
aşamasında, öncelikle ve resen göz önünde bulundurulacaktır.
353 sayılı Kanun’un 9’uncu maddesine göre; askerî mahkemeler,
kanunlarda aksi yazılı olmadıkça, asker kişilerin askerî olan suçları ile,
bunların asker kişiler aleyhine yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili
olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler.
Sanığa isnat olunan ve TCK’nın 191’inci maddesinde düzenlenen
kullanmak maksadıyla uyuşturucu madde bulundurmak suçu askerî suç
olmadığı gibi, asker kişiler aleyhine ya da askerlik hizmet ve görevleri ile
ilgili olarak işlenmediği, askerî mahalde işlenmiş olması hâlinin de 353
sayılı Kanun’un 9’uncu maddesinde düzenlenen görev tanımı
kapsamından çıkarılmış bulunduğu dikkate alındığında, sanıkla ilgili
davaya bakma görevi adliye mahkemelerine ait olduğundan, herhangi bir
isabetsizlik bulunmayan görevsizlik hükmünün onanmasına karar
verilmiştir.
314
TÜRK CEZA KANUNU
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 221
Mad. 231
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
2’nci Daire Kararı
E.No. : 2014/957
K.No. : 2014/954
T.
: 19.11.2014
ÖZET
Hükümlü hakkında daha önce işlediği suç işlemek amacıyla
örgüt kurmak suçundan TCK’nın 221’inci maddesindeki etkin
pişmanlık hükümleri uygulanması sonucu verilen ve arşiv kadında yer
alan denetimli serbestlik kararı, bir mahkûmiyet hükmü olmadığı
gibi, TCK’nın 45’inci maddesinde belirtilen cezalardan veya bu
cezalar yerine ya da cezaların yanı sıra verilen güvenlik tedbiri
niteliğinde bir karar olmadığından, hükümlü hakkında hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesine engel teşkil
etmemektedir.
Askerî Mahkemenin 01.08.2012 tarihli, 2012/758-284 Esas ve
Karar sayılı hükmü ile; hükümlünün, 07.01.2012 tarihinde, emre
itaatsizlikte ısrar suçunu işlediği kabul edilerek, ASCK’nın 87/1 (Birinci
cümle) ve TCK’nın 62’nci maddeleri uygulanmak suretiyle yirmi beş gün
hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş, süresi içinde temyiz
edilmeyen hüküm 30.10.2012 tarihi itibariyle kesinleştirilmiştir.
Anayasa Mahkemesinin 17.01.2013 tarihli, 2012/80 Esas ve
2013/16 Karar sayılı iptal kararı üzerine, 07.02.2013 tarihli, 2013/283 Müt.
Evrak sayılı duruşmasız işlere ait karar ile infazın durdurulmasına karar
veren Askerî Mahkemenin, 28.03.2013 tarihli, 2013/368 Müt. Evrak sayılı
duruşmasız işlere ait kararı ile de, CMK’nın 231’inci maddesi gereğince
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş; süresi içinde
itiraz edilmeyen karar, 16.04.2013 tarihi itibariyle kesinleştirilmiştir.
Millî Savunma Bakanı tarafından, 29.09.2014 tarihli,
MAİY:51393309-9010-2648-14/As.Adlt.İşl.Rap.Tet. ve İşl.Ş. (26.B-7914) sayılı yazı ile, hükümlünün 23.08.2010 tarihinde işlediği suç işlemek
315
amacıyla örgüt kurmak suçundan 26.08.2010 tarihinde mahkûmiyetine ve
TCK’nın 221’inci maddesi uyarınca cezasının ertelenmesine karar
verildiği, hükmün hangi tarihte infaz edildiği belli olmamakla birlikte, en
erken karar tarihinde infaz edildiği kabul edilse dahi TCK’nın 58/2-b
maddesinde öngörülen üç yıllık sürenin dolmasından önce atılı suçun
işlenmesi nedeniyle, CMK’nın 231/6-a maddesinde öngörülen objektif
koşulun gerçekleşmediği, ayrıca lehe kanun değerlendirmesinin duruşma
açılarak hükümlünün diyeceklerinin tespit edilmesi gerektiği, belirtilen
nedenlerle hukuka aykırı olan Askerî Mahkemenin 28.03.2013 tarihli,
2013/368 Müt. Evrak sayılı duruşmasız işlere ait kararının kanun yararına
bozulması isteminde bulunulmuştur.
Yapılan incelemede;
353
sayılı
Kanun’un
243’üncü
maddesi;
“Askerî
mahkemelerden verilen ve Askerî Yargıtayda incelenmeksizin kesinleşen
karar ve hükümlerde hukuka aykırılık bulunduğunu öğrenen Millî
Savunma Bakanı, o karar veya hüküm hakkında kanun yararına bozma
yoluna gidebilir. Bu takdirde, o karar veya hükmün Askerî Yargıtayca
bozulması istemini, yasal nedenlerini belirterek Askerî Yargıtay
Başsavcılığına yazılı olarak bildirir.
Askerî Yargıtay Başsavcısı tebliğnamesine yalnız bu sebepleri
yazar ve dosyayı Askerî Yargıtay Başkanlığına verir.
Askerî Yargıtay, ileri sürülen bu sebepleri yerinde görürse kararı
veya hükmü bozar...” hükmünü taşımakta olup maddenin açık
düzenlemesi karşısında; Millî Savunma Bakanı’nın kanun yararına bozma
istemini, Askerî Yargıtayda incelenmeksizin kesinleşen tüm hüküm veya
kararlara karşı kullanabileceği, hükmün veya kararın hukuki niteliğinin bu
müessesenin tatbiki açısından herhangi bir önem taşımadığı açıktır. Bu
itibarla; askerî mahkemelerce verilen ve Askerî Yargıtayda
incelenmeksizin kesinleşen, hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kararına yapılan itirazın reddine ilişkin duruşmasız işlere ait kararlara ya
da süresinde itiraz edilmeyerek kesinleşen hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kararlarına karşı, Millî Savunma Bakanının kanun yararına
bozma isteminde bulunma hakkının mevcut olduğu konusunda kuşku
duyulmamakla birlikte; itiraz yasa yoluna tâbi olan hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kararlarına karşı; ancak, bu müessesenin
uygulama alanı ile sınırlı olarak kanun yararına bozma isteminde
bulunabileceği sonucuna varılmıştır (Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun
12.11.2009 tarihli, 2009/118-112 Esas ve Karar sayılı, 18.06.2009 tarihli
ve 2009/75-81 Esas ve Karar sayılı kararları da bu yöndedir).
316
1) Adlî sicil kaydında belirtilen hükmün, hükümlü hakkında
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesine engel
teşkil edip etmediği konusundaki değerlendirme:
CMK’nın 231’inci maddesinde, hükmün açıklanmasının geri
bırakılabilmesi için aranması gereken koşullar sayılmış olup, söz konusu
koşullar incelendiğinde, “daha önce kasıtlı suçtan mahkûm olmamış
bulunmak” şeklindeki 6-(a) bendinde sayılan koşulun, diğer bentlerde
sayılan koşullardan farklı olarak, objektif nitelikte bulunduğu ve varlığı
hâlinde diğer koşulların aranmasını gerektirmeyen ön koşul niteliğinde
olduğu görülmektedir.
İncelemeye konu olayda, hükümlünün, 23.08.2010 tarihinde
işlediği suç işlemek amacıyla örgüt kurma (TCK’nın 220) suçu nedeniyle,
Diyarbakır 5’inci Ağır Ceza Mahkemesince verilen 26.08.2010 tarihli,
2010/578-636 sayılı hüküm ile, TCK’nın 221’inci maddesindeki etkin
pişmanlık hükümleri uygulanarak, bir yıl süreyle denetimli serbestlik
kararı verildiği, dosyada mevcut 22.12.2012 tarihli adlî sicil arşiv
kaydından anlaşılmaktadır.
CMK’nın 231/6-(a) bendinde “kasıtlı suçtan mahkûm olmamış
bulunma” ibaresine yer verildiğinden, TCK’nın 221’inci maddesindeki
etkin pişmanlık hükümleri uygulanarak denetimli serbestlik tedbirine karar
verilmesinin bir mahkûmiyet hükmü olup olmadığı irdelenmelidir.
TCK’nın 3/1’inci maddesinde, suç işleyen kişi hakkında işlenen
fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunacağı
belirtilmiş, bu düzenlemeye paralel olarak CMK’nın 223’üncü
maddesinin 5’inci fıkrasında yüklenen suçu işlediğinin sabit olması
hâlinde, sanık hakkında mahkûmiyet kararı verileceği, 6’ncı fıkrasında,
yüklenen suçu işlediğinin sabit olması hâlinde, belli bir cezaya
mahkûmiyet yerine veya mahkûmiyetin yanı sıra güvenlik tedbirine
hükmolunacağı, TCK’nın 45’inci maddesinde, suç karşılığında uygulanan
yaptırım olarak cezaların hapis ve adlî para cezası olduğu düzenlenmiş,
mahkûmiyet yerine veya mahkûmiyetin yanı sıra uygulanabilecek
güvenlik tedbirleri ise TCK’nın 53 ila 60’ıncı maddeleri arasında
sayılmıştır.
TCK’nın 221’inci maddesinde etkin pişmanlıktan yararlananlar
hakkında cezaya hükmolunmayacağı, sadece 4’üncü fıkranın ikinci
cümlesindeki durumda fail hakkında hükmolunan cezadan indirim
yapılacağı belirtilmekle birlikte, adlî sicil arşiv kaydında hükümlü
hakkında belirli bir cezaya hükmedildiğine dair kayıt bulunmamaktadır.
Öte yandan CMK’nın 171/1’inci maddesinde cezayı kaldıran şahsi
sebep olarak etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmasını gerektiren
317
koşulların varlığı hâlinde kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilebileceği,
223/4’üncü maddesinde de, etkin pişmanlık dolayısıyla faile ceza
verilememesi hâllerinde, ceza verilmesine yer olmadığı kararı verileceği
düzenleme altına alınmıştır.
Mevcut bu düzenlemelere nazaran, bir kişinin suçtan mahkûm
olabilmesi için, mahkemece, TCK’nın 45’inci maddesinde belirtilen
cezalarla cezalandırılmasına veya bu cezalar yerine ya da cezaların yanı
sıra güvenlik tedbirine tâbi tutulmasına karar verilmesi gerekmektedir.
İncelemeye konu olayda, hükümlü hakkında TCK’nın 221’inci maddesi
gereğince tesis edilen hükmün bir mahkûmiyet hükmü olmaması
nedeniyle, hükümlü hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
karar verilmesine engel teşkil etmediği anlaşılmakla, Millî Savunma
Bakanı’nın bu konuya yönelik ileri sürdüğü sebebin kabule değer olmadığı
anlaşılmıştır.
2) Lehe kanun değerlendirilmesinin duruşma açılarak
yapılmasının gerekip gerekmediği konusundaki değerlendirme:
Askerî Mahkemece, Anayasa Mahkemesinin 17.01.2013 tarihli,
2012/80 Esas ve 2013/16 Karar sayılı iptal kararı doğrultusunda, hükümlü
hakkında 07.01.2012 tarihinde işlediği emre itaatsizlikte ısrar suçundan
tesis edilerek kesinleşen hapis cezası ile ilgili olarak, hükmün
açıklanmasının geri bırakılması, hapis cezasının ertelenmesi ve seçenek
yaptırımlara çevrilmesi konularında uyarlama yargılaması yapıldığı, ancak
bu uyarlama yargılamasının duruşma açılıp taraf teşkili sağlanmadan
yapılarak, kanun yararına bozma istemine konu kararın tesis edildiği
görülmektedir.
Kesin hüküm hâline gelmiş bir hükümde sonradan yürürlüğe giren
ve lehe hükümler içeren kanuna dayalı bulunan uyarlama yargılamasında,
her iki kanunun ilgili tüm hükümleri, önceki hükümde sabit kabul edilen
olaya uygulanmak suretiyle belirlenmeli, bu belirleme herhangi bir
inceleme, araştırma, delil tartışması ve takdir hakkının kullanılmasının
gerekmediği; eylemin suç olmaktan çıkarılması, ceza sorumluluğunun
kaldırılması, önceki hükümle belirlenen cezanın bir değerlendirme ve
takdir gerektirmemesi gibi hâllerde, evrak üzerinde; sonraki kanun ile;
suçun unsurlarının veya özel hâllerinin değiştirilmiş olması, cezanın
tayininde 5237 sayılı TCK'nın 61’inci maddesi gözetilerek cezanın tayin
ve takdirinin gerekmesi, önceki hükümde cezanın asgari haddin üzerinde
tayini nedeniyle bu olguların 5237 sayılı TCK’nın 61’inci maddesi
uyarınca tartışılmasının gerekmesi, artırım ve indirim oranlarının
belirlenmesinin takdiri gerektirmesi, seçimlik cezalardan birinin tercihinin
söz konusu olması, seçenek yaptırımların ya da cezanın
318
kişiselleştirilmesini gerektiren hâllerin değerlendirilmesinin gerekmesi
durumlarında ise duruşma açılarak değerlendirme yapılmalıdır.
Bu hâllerde, yani hükmün konusunun bir inceleme, araştırma, delil
tartışması ve takdir hakkının kullanılmasını gerektiren durumlarda,
duruşma açılmasının amacı, sonradan yürürlüğe giren ve hükümlü lehine
düzenlemeler içeren kanun hükümlerinin, hükümlü hakkında uygulanıp
uygulanmayacağı hususunda, Anayasa’nın 36/1’inci maddesinde teminat
altına alınmış olan adil yargılanma hakkı da gözetilerek, taraf teşkil
edilmek suretiyle duruşma açılıp iddia ve savunmanın usulünce
dinlenilmesinden sonra karar verilmesidir.
CMK’nın 231’inci maddesinde değişiklik öngören 5728 sayılı
Kanun’un Geçici 1’inci maddesi, “Bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihten
önce kesinleşmiş ve infaz edilmekte olan mahkûmiyet kararları hakkında,
lehe kanun hükümleri, hükmü veren mahkemece 13/12/2004 tarihli ve
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 98
ilâ 101 inci maddeleri dikkate alınmak ve dosya üzerinden incelenmek
suretiyle belirlenir. Ancak, hükmün konusunun herhangi bir inceleme,
araştırma, delil tartışması ve takdir hakkının kullanılmasını gerektirmesi
hâlinde inceleme, duruşma açılmak suretiyle yapılabilir” şeklinde bir
düzenleme içermekte ise de, hükümlü hakkında tesis edilen 01.08.2012
tarihli mahkûmiyet hükmünün, 5728 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği
08.02.2008 tarihinden sonra kesinleşmiş olması nedeniyle, incelemeye
konu olayda bu hükmün uygulama olanağının bulunmadığı
anlaşılmaktadır.
Ayrıca, 6008 sayılı Kanun ile CMK’nın 231/6’ncı fıkrasına,
“Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilmez” cümlesinin de eklenmesi karşısında,
dosyada bu yönde beyanı bulunmayan hükümlünün ifadesinin tespitinin
gerekli olması, öte yandan seçenek yaptırımların ve cezanın
bireyselleştirilmesini gerektiren hâllerin değerlendirilmesi ve bu
değerlendirmelerin de takdire bağlı olarak yapılması gerektiğinden, Askerî
Mahkemece lehe kanun değerlendirmesinin duruşma açılmadan dosya
üzerinden yapılmış olması hukuka aykırı olduğundan, Millî Savunma
Bakanı’nın bu sebebe yönelik istemi yerinde ve kabule değer görülerek,
hukuka aykırı olduğu belirlenen … Komutanlığı Askerî Mahkemesince
verilen 28.03.2013 tarihli, 2013/368 Müt. Evrak sayılı duruşmasız işlere ait
kararının kanun yararına bozulmasına karar verilmiştir.
319
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 34, 231, 223
ASMKYUK
Mad. 195, 197
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E.No. : 2014/76
K.No. : 2014/75
T.
: 02.10.2014
ÖZET
Uyarlamaya konu olan mahkûmiyet hükmünde kanun yoluna
başvurmanın askerî mahkeme veya savcılık tutanak kâtibine bu
hususta bir tutanak düzenlenmesi için yapılacak bir beyan ile de
olabileceğinin, yargılama sırasında huzurda bulunan ve asker kişi
sıfatı devam eden sanığa bildirilmemesinin, sanık açısından hak
kaybına neden olacak şekilde eksik ve yanıltıcı nitelikte olması
sonucuna varılmıştır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; uyarlama yargılaması sonucunda
verilen hükmün, yeni bir mahkûmiyet hükmü niteliğinde olup olmadığına
ve uyarlama yargılamasına konu olan ilk mahkûmiyet hükmünün
tefhiminde usule aykırılık bulunup bulunmadığına ilişkindir.
Daire; sanığın hazır bulunduğu duruşmada tefhim olunan kararda,
“Kanun yoluna başvurmanın askerî mahkeme veya askerî savcılık tutanak
kâtibine bu hususta bir tutanak düzenlenmesi için yapılacak bir beyan ile
de olabileceğinin” bildirilmemiş olmasını, kanun yollarına müracaat
konusunda yeterince bilgilendirilmeyen sanık açısından, temyiz süresi ile
ilgili olarak hak kaybına neden olacak tarzda eksik ve yanıltıcı olduğunu
kabul etmiş iken;
Başsavcılık; Kanun yoluna başvurmanın “Askerî mahkeme veya
askerî savcılık tutanak kâtibine bu hususta bir tutanak düzenlenmesi için
yapılacak bir beyan ile de olabileceğinin” belirtilmemesinin eksiklik
olmadığını belirterek Daire kararına süresinde itiraz etmiştir.
320
Uyuşmazlık konusunun çözümü için, öncelikle yargı kararlarının
ilgililere tebliği ve bu kararlara karşı başvurulabilecek kanun yolları,
usulleri ve süreleri ile ilgili mevzuatımızda yer alan düzenlemelerin
incelenmesi gerekmektedir.
Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 30.06.2011 tarihli, 2011/7975 E.K. sayılı kararı ile 06.03.2014 tarihli, 2014/14-16 E.K. sayılı
kararında da ayrıntıları ile izah edildiği üzere;
Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlığı
altında yer alan 4709 sayılı Kanunla değişik 40’ıncı maddesinin ikinci
fıkrası, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve
mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” hükmünü
içermektedir. Söz konusu düzenlemeye ilişkin 4709 sayılı Kanun’un
gerekçesinde de, “Bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna
kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanması
amaçlanmaktadır. Son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu,
mercii ve sürelerinin belirtilmesi hak arama, hak ve hürriyetlerin
korunması açısından zorunluluk hâline gelmiştir” açıklamasına yer
verilmiştir.
353 sayılı Kanun'un 5530 sayılı Kanunla değişik Ek 1’inci
maddesinin yollamada bulunduğu 5271 sayılı CMK’nın 34’üncü
maddesinin ikinci fıkrasında da, “Kararlarda, başvurulabilecek kanun
yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir.” denilerek, Anayasa’nın
40/2’nci maddesi hükmü doğrultusunda bir düzenlemeye yer verilmiştir.
5271 sayılı CMK’nın, “Hükmün açıklanması ve hükmün
açıklanmasının geri bırakılması” başlıklı 231’inci maddesinin ikinci
fıkrasında, “Hazır bulunan sanığa ayrıca başvurabileceği kanun yolları,
mercii ve süresi bildirilir.”;
“Hükmün gerekçesi ve hüküm fıkrasının içereceği hususlar”
başlıklı 232’nci maddesinin altıncı fıkrasında, “Hüküm fıkrasında,
223’üncü maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun
maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve
tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı
varsa süresi ve merciinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça
gösterilmesi gerekir.” hükümleri yer almaktadır.
353 sayılı Kanun’un 195’inci maddesinde, kanun yollarının itiraz
ve temyizden ibaret olduğu belirtilmiş olup; “Kanun yollarına başvurma
mercii” başlıklı 197’nci maddesi;
“Kanun yollarına başvurma, bundan feragat veya vazgeçme
hakkındaki istemlerde merci, taarruz edilen kararı veren veya bu karara
321
aracılık eden askerî savcılık ve eğer taarruz bir mahkeme kararına karşı
ise, o mahkemedir.
Kanun yoluna başvurma dilekçe ile olur.
Ancak, askerî mahkeme veya askerî savcılık tutanak kâtibine bu
hususta bir tutanak düzenlenmesi için yapılacak bir beyan ile de
olabilir. Bu tutanak askerî savcı veya kıdemli askerî hâkim tarafından
onaylanır.
Asker kişiler tarafından en yakın askerî birlik komutanına veya
askerî kurum amirine bir beyanda bulunmak suretiyle de kanun yoluna
başvurulabilir. Bu hususta bir tutanak düzenlenir. Kanuni mehillere
uyulmuş olmak için tutanağın bu mehiller içinde düzenlenmiş olması
gereklidir.”;
“Temyiz isteminin süresi ve şartları” başlıklı 209’uncu
maddesinin birinci fıkrası;
“Temyiz istemi karar veya hükmün tefhiminden, tefhim sanığın
yokluğunda yapılmış ise tebliğinden itibaren bir hafta içerisinde olur.”;
Hükümleri yer almaktadır.
Yukarıdaki hükümler göz önüne alınarak, ilgililerin yüzlerine
karşı verilen kararların tefhiminden sonra, duruşmayı yöneten askerî
hâkim tarafından hazır bulunanlara varsa hangi kanun yoluna, hangi
mercilere, hangi sürede ve ne şekilde başvurabileceklerinin anlatılması,
ilgililerin yokluğunda verilen kararlarda ise, kanun yolu, mercii, şekli ve
sürelerine ilişkin haklarının ne olduğunun bu konuda yapılacak tebligat
işlemine esas olmak üzere karara (hükümlerde hüküm fıkrasına) açık ve
anlaşılır biçimde yazılması, kararda bu konuda bir açıklama yapılmamış
ise, bir sureti (parçası) tarih ve imza karşılığı ilgiliye verilecek olan tebliğ
mazbatasında veya tebligat için yazılan yazıda kanun yolu, merci, şekli
ve sürelerine ilişkin haklarının ne olduğunun belirtilmesi gerekmektedir.
Kanun yolu incelemesi, yargılamanın devamı ve kanun yollarına
başvurma da savunmanın bir parçası olup, sanığın savunma hakkını bu
aşamada da kullanabileceği dikkate alındığında, “adil yargılanma
hakkının” bir gereği olarak, sanığa kanun yolu, mercii, şekli ve
sürelerinin ne olduğunun açıkça bildirilmesi zorunlu bulunmaktadır. Aksi
takdirde sanığın “haklarını öğrenme hakkı” ihlâl edilmiş olacaktır.
Haklarını bilmeyen bir kimsenin de, bundan feragat ettiğinin veya kanun
yoluna başvuru süresini geçirdiğinin kabul edilmesi hukuka uygun
olmayacaktır.
Tüm bu açıklamalardan sonra itiraz konusu olaya bakıldığında;
sanığın hazır bulunduğu 19.02.2010 tarihli duruşmaya ilişkin tutanaktaki
kısa karar ile gerekçeli hükmün sonunda; kanun yolu, merci, şekli ve
322
sürelerine ilişkin olarak, “... sanığın yüzüne karşı karar verildi. Alenen ve
usulen tefhim kılındı. Sanığın bu kararı temyiz etmek istemesi hâlinde;
bu günden itibaren yedi gün içerisinde Askerî Mahkemeye veya Askerî
Cezaevi Müdürlüğüne vereceği yazılı dilekçe ile temyiz hakkını
kullanabileceği, temyiz etmesi hâlinde temyiz incelemesinin Askerî
Yargıtay tarafından yapılacağı belirtilerek, kanun yol ve süresi izah
olundu.” şeklinde bir açıklama yer aldığı, ancak 353 sayılı Kanun’un
197’nci maddesinin üçüncü fıkrasındaki düzenleme gereğince, huzurda
bulunan sanığa, kanun yoluna başvurmanın askerî mahkeme veya askerî
savcılık tutanak kâtibine bu hususta bir tutanak düzenlenmesi için
yapılacak bir beyan ile de olabileceğinin belirtilmediği görülmektedir.
Buna göre; hükmün sonunda, 353 sayılı Kanun’un 197’nci
maddesinin üçüncü fıkrasındaki düzenleme gereğince, kanun yoluna
başvurmanın askerî mahkeme veya askerî savcılık tutanak kâtibine bu
hususta bir tutanak düzenlenmesi için yapılacak bir beyan ile de
olabileceğinin belirtilmediği, anlaşılmakla; kanunun emrettiği şekilde
(yeterince) bilgilendirilmeyen sanığın temyiz kanun yoluna başvurma
hakkını tam olarak kullanması beklenemeyeceğinden, ortada geçerli bir
kazai tebligatın bulunduğundan ve sanığın kanun yoluna ilişkin haklarını
bildiği hâlde bundan feragat ettiğinden, dolayısıyla süresi içinde temyiz
isteminde bulunmadığından bahsedilemeyeceği için, hükümlünün eşinin
uyarlama hükmüne yönelik temyizinin, esasen ilk mahkûmiyet hükmünü
temyiz niteliğinde olduğu sonucuna varıldığından; Başsavcılık itirazının
reddine karar verilmiştir.
323
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 38/A
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
4’üncü Daire Kararı
E.No. : 2014/155
K.No. : 2014/147
T.
: 11.02.2014
ÖZET
UYAP sistemi içerisinde güvenli elektronik imza ile imzalanan
evrakın sistem harici birim ya da dış kurumlara, fiziksel olarak
gönderilmesi gereken durumlarda evrakın çıktısı alındıktan sonra,
yetkili kişilerce “Güvenli elektronik imzalı aslı ile aynıdır.” ibaresi ile
imzalayanın adı, soyadı, unvanı, çalıştığı birimin adı ve tarih
eklenerek, elle atılan imzayla imzalanıp, mühürlenmesi sureti ile
gönderilmesi gerekmektedir.
Sanığın, 18.11.2011 tarihinde yat yoklamasından sonra birliğinden
izinsiz olarak ayrıldığı, 12.01.2012 tarihinde başka bir suçtan
Diyarbakır’da yakalandığı bu suretle 18.11.2011-12.01.2012 tarihleri
arasında firar suçunu işlediği kabul edilerek mahkûmiyet hükmü tesis
edilmiş ise de;
Dairemizin 11.06.2013 tarihli, 2013/876-865 Esas ve Karar sayılı
kararı ile, sanığın adlî sicil kaydında bulunan mahkeme kararları
getirtilmeden bilirkişi dinlenerek hüküm kurulmuş olmasının, noksan
soruşturma teşkil ettiği belirtilerek, hükmün bozulmasına karar
verilmiştir. Askerî Mahkemece, bozma kararında belirtilen eksikliğin
giderildiği belirtilerek hüküm kurulduğu ifade edilmiş ise de; kasten
yaralama suçundan mahkûmiyet hükmü verildiğine yönelik, Diyarbakır
3’üncü Asliye Ceza Mahkemesinin, 2009/507 Esas, 2011/705 Karar
sayılı kararına ilişkin gerekçeli karar ve infaz belgelerinin onaysız
belgeler olduğu görülmektedir (Dz. 137-143). Gönderme yazısında bu
belgelerin UYAP sistemi üzerinden elektronik imza ile imzalandığı
belirtilmiş ise de;
CMK’nın 38/A maddesinin 8’inci bendinde, “Güvenli elektronik
imza” konusunda; güvenli elektronik imza ile imzalanmış olarak
gönderilen ve sadece UYAP uygulamaları içerisinde elektronik imza ile
324
imzalandıkları tespit edilebilen evrakın yazıcıdan çıktısı alındığı zaman
elektronik imza ile imzalandığının anlaşılamaması söz konusu
olacağından; UYAP sistemi içerisinde güvenli elektronik imza ile
imzalanan evrakın sistem harici birim ya da dış kurumlara fiziksel olarak
gönderilmesi gereken durumlarda, evrakın çıktısı alındıktan sonra
belgenin aslının aynı olduğu belirtilerek, Hâkim, Cumhuriyet Savcısı
veya görevlendirilen yetkili memurca, elektronik imza ile imzalandığı
şerhi düşülmek suretiyle, mühürlenip imzalanması ve bu suretle
gönderilmesi gerektiği kabul edilmiştir.
Bu itibarla, UYAP sistemi içerisinde güvenli elektronik imza ile
imzalanan evrakın sistem harici birim ya da dış kurumlara, fiziksel olarak
gönderilmesi gereken durumlarda evrakın çıktısı alındıktan sonra, yetkili
kişilerce “Güvenli elektronik imzalı aslı ile aynıdır.” ibaresi ile
imzalayanın adı, soyadı, unvanı, çalıştığı birimin adı ve tarih eklenerek,
elle atılan imzayla imzalanıp, mühürlenmesi sureti ile gönderilmesi yasal
bir zorunluluktur.
Bu bağlamda, önceki hükmün noksan soruşturma yönünden
bozulduğu, ancak usulüne uygun olarak yetkili kişiler tarafından
onaylanmayan belgelere dayanılarak hüküm tesis edildiği görülmekle;
bozma kararının gereğinin tam anlamıyla yerine getirilmediği
anlaşıldığından, hükmün noksan soruşturma yönünden bozulmasına karar
verilmiştir.
325
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 74/2, 147, 150/2
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
2’nci Daire Kararı
E.No. : 2014/507
K.No. : 2014/498
T.
: 30.04.2014
ÖZET
Adlî gözlem işleminden sonra CMK’nın 74/2’nci maddesi
gereğince görevlendirilen müdafiin görevi, bu işlemle sınırlı olup,
kovuşturma aşamasında ve bozma kararından sonra müdafi
istemediğini açıkça beyan eden sanığın, adlî gözlem işlemi sonucunda
kendisini yeterince savunamayacak derecede zihinsel yönden bir
malûliyetinin de olmadığının anlaşılmış olması karşısında, CMK’nın
74/2’nci maddesi gereğince görevlendirilen müdafiinin bozma
kararından sonra duruşmalara çağrılmamış olması, savunma
hakkının kısıtlanmasına neden olan bir hukuka aykırılık teşkil
etmemektedir.
Sanık hakkında daha önce verilen mahkûmiyet hükmünün,
Dairemizin 17.10.2012 tarihli, 2012/1253-1109 Esas ve Karar sayılı
ilamıyla, usul yönünden bozulmasını müteakiben yapılan yargılama
sonunda, Askerî Mahkemece; sanığın, 15.11.2010-2.4.2011 tarihleri
arasında izin (hava değişimi) tecavüzü suçunu işlediği kabul edilerek,
ASCK’nın 66/1-a, TCK’nın 62, 50/1-a ve 52’nci maddeleri gereğince
6.000 TL adlî para cezası ile cezalandırılmasına, 02.04.2011-26.05.2011
tarihleri arasında nezaret, yol ve tutuklulukta geçen sürenin cezasından
mahsubuna, karar verilmiştir.
Hüküm; sanık tarafından, hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilmesi gerektiği; müdafi tarafından ise, kararın
usul ve yasaya aykırı olduğu ileri sürülerek, temyiz edilmiştir.
Tebliğnamede; hükmün, usule aykırılık nedeniyle bozulması
gerektiği yönünde görüş bildirilmiştir.
Yapılan incelemede; sanığın, Isparta Asker Hastanesinin
12.10.2010 tarihli Sağlık Kurulu Raporu ile “Antisosyal kişilikte uyum
bozukluğu” tanısıyla bir ay hava değişimine gönderildiği, hava değişimi
326
süresi sonunda en geç 15.11.2010 tarihinde dönerek Birliğine katılması
gerekirken katılmadığı, bir süre sonra 02.04.2011 tarihinde yakalandığı,
dosya kapsamındaki kanıtlardan anlaşılmıştır.
Askerî Mahkemece; bozma ilamına uyularak yapılan yargılama
sonunda, adlî gözlem sonucu suç tarihlerinde cezai ehliyetinin tam ve
askerliğe elverişli olduğu belirlenen sanığın, müsnet izin (hava değişimi)
tecavüzü suçunu işlediği kabul edilerek; alt sınırdan temel ceza tayin
edilip, takdiri indirim uygulanmak suretiyle mahkûmiyetine karar
verilmesinde; daha önce kesinleşmiş kasıtlı bir suçtan üç aydan fazla
hapis cezasına ilişkin mahkûmiyetinin bulunması nedeniyle hükmün
açıklanmasının
geri
bırakılması
ve
erteleme
hükümlerinin
uygulanmayarak, sonuç kısa süreli hapis cezasının seçenek
yaptırımlardan adlî para cezasına çevrilmesinde ve taksitlendirilmesinde,
hukuka aykırılık bulunmamakla birlikte;
Sanık hakkında ceza tayin edilirken, uygulanan Kanun maddesi
olarak ASCK’nın 66/1-b maddesi yerine ASCK’nın 66/1-a maddesi
yazılması, hukuka aykırı ise de; suçun hukuki niteliğine ve ceza
uygulamasına bir etkisi bulunmayan bu hatanın, 353 sayılı Kanun’un
220/2'nci maddesinin F ve H bentleri gereğince düzeltilmesi mümkün
olduğundan, sanık ve müdafiin temyiz sebeplerinin reddi ile,
mahkûmiyet hükmünün düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir.
Tebliğnamede, bozma kararı sonrasında yapılan duruşmalara
müdafiin çağrılmaması, savunma hakkını kısıtladığından, hükmün usul
yönünden bozulması yönünde görüş bildirilmiş ise de;
Askerî Mahkemece, sanığın adlî gözlem altına alınmasına karar
verilmesi nedeniyle CMK’nın 74/2'nci maddesi gereğince Isparta
Barosundan talepte bulunulması üzerine, Av. O. Z.’nin Baro tarafından
görevlendirildiği (Dz.140, 143); hüküm duruşmasına katılan müdafiin ilk
hükmü temyiz ettiği, müdafiin temyizine istinaden yapılan incelemede,
Dairemizin 17.10.2012 tarihli, 2012/1253-1109 Esas ve Karar sayılı ilamı
ile hükmün usule aykırılık nedeniyle bozulmasına karar verildiği,
bozmadan sonra yapılan yargılama sırasında ise, müdafiin
bilgilendirilmediği ve duruşmalara yokluğunda devam edilerek hüküm
kurulduğu, gerekçeli kararın kendisine tebliği üzerine de hükmü temyiz
ettiği anlaşılmaktadır.
Ayrıntıları Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 06.03.2014 tarihli,
2014/11-14 Esas ve Karar sayılı kararında belirtildiği gibi; kovuşturma
aşamasında, adlî gözlem kararı üzerine CMK’nın 74/2’nci maddesi
gereğince görevlendirilen müdafiin görevi, o işlemle sınırlı bir
görevlendirme olup, sonraki aşamaları kapsamamaktadır.
327
Buna göre, ilk hükmün verildiği aşamadan önceki yargılama
safhasında, adlî gözlem kararı verilmesi üzerine görevlendirilen sanık
müdafiin, ilk hükmü temyiz etmesi, bu hükmün sadece müdafiin
temyizine atfen bozulması, kendisine tebligat yapılmadığı için, ilk
hükmün bozulması üzerine sürdürülen yargılama safhasına katılmayan,
ancak gerekçeli kararda sanık müdafi olarak gösterilen müdafiin,
kendisine gerekçeli kararın tebliği üzerine, ikinci hükmü de temyiz etmiş
olması, adlî gözlem işlemine ilişkin itirazlarını temyiz aşamasında ileri
sürmesinin doğal olması ve kovuşturmanın aşamalarında, müdafi
yardımından faydalandırıldığını bilen sanığın açıkça müdafiini
azletmemiş olması nedeniyle, müdafiin temyiz isteminin kabulü
gerekmekle birlikte,
Adlî gözlem işleminden sonra CMK’nın 74/2’nci maddesi
gereğince görevlendirilen müdafiin görevinin, bu işlemle sınırlı olması,
kovuşturma aşamasında ve bozma kararından sonra CMK’nın 147’nci
maddesinde yazılı hakları kapsamında, müdafi seçme hakkı bulunduğu,
onun hukukî yardımından yararlanabileceği, müdafiin ifade veya
sorgusunda hazır bulunabileceği, müdafi seçecek durumda olmaması ve
bir müdafi yardımından faydalanmak istediği takdirde, kendisine baro
tarafından bir müdafi görevlendirileceği kendisine anlatılan sanığın,
müdafi istemediğini açıkça beyan etmiş olması ve adlî gözlem işlemi
sonucunda kendisini yeterince savunamayacak derecede zihinsel yönden
bir maluliyetinin de olmadığının anlaşılmış olması karşısında, CMK’nın
150/2’nci maddesi uyarınca bir müdafi görevlendirilmesi zorunluluğu da
bulunmadığından, CMK’nın 74/2’nci maddesi gereğince görevlendirilen
müdafiinin bozma kararından sonra duruşmalara çağrılmamış olmasının,
savunma hakkının kısıtlanmasına neden olan bir hukuka aykırılık teşkil
etmediği kabul edilerek, tebliğnamede ileri sürülen görüşe iştirak
edilmemiştir. Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 09.05.2013 tarihli,
2013/54-50 Esas ve Karar sayılı kararı da aynı doğrultudadır.
328
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 101/3
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E.No. : 2014/93
K.No. : 2014/106
T.
: 25.12.2014
ÖZET
CMK’nın 101/3’üncü maddesi gereğince görevlendirilen
müdafiinin görevi, o işlemle sınırlı olup, sonraki aşamaları
kapsamamakla birlikte; bulunamaması nedeniyle uyarlama
yargılamasına katılmayan, ayrıca hakkında daha önce verilen
mahkûmiyet hükümleri sadece müdafii tarafından temyiz edilen ve
son hükme ilişkin gerekçeli kararda da müdafisi olduğu belirtilen
hükümlünün, verilen bu uyarlama hükmünü de müdafiinin temyiz
edeceği düşüncesiyle hareket edip, hükmü temyiz etmemiş olma
ihtimali bulunduğundan, müdafii yardımından faydalandırıldığını
bilen ve açıkça müdafiini azletmeyen hükümlü yararına olarak,
savunma hakkının temini açısından, müdafiinin temyiz isteminin
kabulü gerektiği sonucuna varılmıştır.
Daire ile Başsavcılık arasında itiraza konu olan uyuşmazlık,
Avukat H. A.’nın müdafilik görevinin uyarlama yargılamasında devam
edip etmediği ve bu kapsamda uyarlama hükmünü temyiz etme hakkı
olup olmadığına yöneliktir.
Daire; Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Müdafi ve Vekillerin
Görevlendirilmeleri ile Yapılacak Ödemelerin Usul ve Esaslarına İlişkin
Yönetmeliğin 7’nci maddesi uyarınca, kovuşturma evresinde
görevlendirilen zorunlu müdafinin görevinin hükmün kesinleşmesi ile
sona erdiğini, bundan sonra müdafilik veya vekalet ilişkisi olduğunu
ortaya koyan bir sözleşme bulunmadığından, Av. H. A.’nın müdafi
olarak kabul edilemeyeceğinden temyiz davası açma hakkı olmadığına
karar vermişken,
Başsavcılık; uyarlama yargılamasına katılmayan ve hakkında
daha önce verilen mahkûmiyet hükümleri sadece müdafii tarafından
329
temyiz edilen hükümlünün, son hükme ilişkin gerekçeli kararda müdafii
bulunduğu belirtildiğinden uyarlama hükmünü de müdafinin temyiz
edeceği düşüncesiyle hareket edip hükmü temyiz etmemiş olabileceği, bu
nedenle savunma hakkının kısıtlanmaması bakımından, müdafinin
temyiz isteminin incelenmesi gerektiğini ileri sürerek, Daire kararına
itiraz etmiştir.
Müdafi görevlendirilmesine ilişkin yasal düzenlemeler
incelendiğinde;
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Şüphelinin veya
sanığın müdafi seçimi” başlıklı 149’uncu maddesinde; şüpheli veya
sanığın soruşturmanın her aşamasında müdafinin yardımından
yararlanabileceği,
“Müdafiin görevlendirilmesi” başlıklı 150’nci maddesinde,
şüpheli veya sanığın müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan
etmesi ve istemesi hâlinde bir müdafi görevlendirileceği; müdafii
bulunmayan şüpheli ve sanığın, çocuk, kendisini savunmayacak derecede
malûl, sağır ve dilsiz olması hâlinde veya alt sınırı beş yıldan fazla hapis
cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve
kovuşturmalarda istemi olmaksızın müdafi görevlendirileceği; zorunlu
müdafilikle ilgili hususların çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceği,
“Müdafiin görevlendirilmesinde usul” başlıklı 156’ncı
maddesinde; 150’nci maddede yazılı olan hâllerde, müdafiin; soruşturma
evresinde, ifadeyi alan merciin veya sorguyu yapan hâkimin, kovuşturma
evresinde, mahkemenin istemi üzerine ilgili yer barosu tarafından
görevlendirileceği; şüpheli veya sanığın kendisinin sonradan müdafi
seçmesi hâlinde, baro tarafından görevlendirilen avukatın görevinin sona
ereceği, düzenlenmiştir.
Bu düzenlemelerden başka, CMK’nın 101/3’üncü maddesi
uyarınca, tutuklama istenildiğinde, şüpheli veya sanığın, kendisinin
seçeceği veya baro tarafından görevlendirilecek bir müdafiin
yardımından yararlanması zorunlu bulunmaktadır.
Maddenin gerekçesinde: “...Tutuklama kararının verilebilmesi
için şüpheli veya sanığın, kendileri tarafından atanmış avukatları yoksa,
yetkili merci adı geçenlere bir avukatın yardımından yararlanmaları
gerektiğini hatırlatacak ve baro tarafından seçilmiş bir avukat, tutuklama
duruşmasında mutlaka hazır bulundurulacaktır...” denilmektedir.
CMK’nın 101/3’üncü maddesinde düzenlenen tutuklama
kararlarının söz konusu olması hâli dışında, CMK’nın 74/2, 204, 244/4
ve 247/4’üncü maddelerinde, gözlem altına alma, duruşmanın düzen ve
disiplinini bozduğu için sanığın dışarı çıkarılması, gaiplerin ve kaçakların
330
yargılanmaları hâllerinde zorunlu müdafi görevlendirilmesi düzenlenmiş
bulunmaktadır.
Yukarıdaki yasal düzenlemeler kapsamında, şüpheli veya sanığın
müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan etmesi ve istemesi
hâlinde bir müdafi görevlendirilmesi savunma hakkı kapsamında
düzenlenmiş; CMK’nın 150’nci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarında
da, kendisi tarafından görevlendirilmiş bir müdafi bulunmaması şartına
bağlı olarak, sanık veya şüphelinin yaşı, fiziki ve ruhi durumu ile
suçlamanın ağırlığı ölçütleri dikkate alınmak suretiyle, istemi olmasa
dahi zorunlu müdafi görevlendirilmesi gereken hâller gösterilmiştir.
CMK’nın 74/2, 101/3, 204, 244/4 ve 247/4’üncü maddelerindeki
düzenlemelerde ise, kişilerin özgürlüklerinin kısıtlanması olasılığı
nedeniyle daha iyi savunmaya olanak tanınması veya savunmasız
yargılama yapılmaması amaçlarıyla ve sadece o hâllere ilişkin zorunlu
müdafi görevlendirilmesini öngörmektedir. Yani; tutuklama veya adlî
gözlem altına alınma kararları aşamasında görevlendirilecek müdafinin
görevi, o işlemlerle sınırlı bir görevlendirmedir ve sonraki aşamaları
kapsamamaktadır.
CMK’nın 150/4’üncü maddesine dayanılarak çıkarılan Ceza
Muhakemesi
Kanunu
Gereğince
Müdafi
ve
Vekillerin
Görevlendirilmeleri ile Yapılacak Ödemelerin Usul ve Esaslarına İlişkin
Yönetmelik’in 6’ncı maddesinde; soruşturma evresinde görevlendirilmiş
olan müdafi veya vekilin, engel bulunmadığı takdirde kovuşturma
evresinde de öncelikle görevlendirileceği, 7’nci maddesinde; müdafiin
görevinin, soruşturma evresinde, kovuşturmaya yer olmadığına dair
kararın kesinleşmesi, yetkisizlik veya görevsizlik kararı, kamu davası
açılması hâlinde iddianamenin kabulü kararı verilmesi hâllerinde;
kovuşturma evresinde ise, yargılamanın yapıldığı il veya ilçe dışında
yargılamayı gerektirir görevsizlik veya yetkisizlik kararı, esasa ilişkin
hükmün kesinleşmesi ya da davanın nakline karar verilmesi ile sona
ereceği düzenlenmiş bulunmaktadır.
Dava dosyasının incelemesi sonucunda; soruşturma evresinde
hükümlü hakkında Askerî Savcılık tarafından tutuklama talebinde
bulunulması üzerine, Askerî Mahkemece yapılan talep üzerine Ankara
Barosu tarafından görevlendirilen Av. H. A.'nın tutuklama talebine
ilişkin yapılan sorguda hazır bulunduğu, hükümlü hakkında müsnet
suçtan açılan kamu davasında, Askerî Mahkemece, tensip zaptının ve
iddianamenin gönderilerek Av. H. A.’dan duruşmada hazır bulunmasının
istenildiği, Av. H. A.’nın hükümlünün sorgusu saptanırken duruşmada
hazır bulunduğu, 19.03.2007, 30.04.2007 tarihindeki duruşmalara
331
katıldığı, 30.04.2007 tarihinde verilen ilk mahkûmiyet hükmünü temyiz
ettiği, mahkûmiyet hükmünün Dairece bozulmasından sonra, Askerî
Mahkemece yapılan tensipte, Askerî Yargıtay Bozma ilamının ve
duruşma gününün Av. H. A.’ya tebliğ edildiği, 24.08.2009 tarihindeki
duruşmaya katılmamakla birlikte 26.10.2009 tarihindeki karar
duruşmasına katılarak, mahkûmiyet hükmünü temyiz ettiği, hükmün
Askerî Yargıtay 1'inci Dairesinin 27.01.2010 tarihli ve 2010/1962-1952
E.K. sayılı ilamı ile onanarak 27.01.2010 tarihinde kesinleştiği;
Anayasa Mahkemesinin 17.01.2013 tarihli, 2012/80 E. ve 2013/16
K. sayılı iptal kararı uyarınca, Askerî Mahkemece, lehe kanun
değerlendirmesi için dava dosyasının yeniden esasa kaydedildiği ve
yapılan tensipte Av. H. A.’ya duruşma günü tebliğ edildiği, bunun
üzerine, Av. H. A.’nın yetki belgesi ile yetkilendirdiği Av.M. Ö.’nün
30.07.2013, Av. H. A.’nın 07.10.2013, 30.12.2013 tarihinde yapılan
duruşmalara katıldığı, hükümlü ve Av. H. A.’nın yokluğunda,
31.12.2013 tarihli duruşmada verilen uyarlama hükmünün hem
hükümlüye hem de Av. H. A.’ya tebliğ edildiği, Av. H. A.’nın kendisine
tebliğ edilen uyarlama hükmünü temyiz ettiği anlaşılmaktadır.
Uyarlama yargılamasında aramalara rağmen bulunamayan
hükümlü duruşmalara katılmamış ve dava yokluğunda bitirilmiştir.
Müdafi de hükümlü ile görüşmediğini duruşmada ifade etmiştir.
Uyarlama hükmünün, hükümlü ve müdafinin yokluğunda verilmesi
nedeniyle, gerekçeli karar tebliğe çıkarılmış ve verilen hüküm, müdafii
tarafından temyiz edilmekle birlikte, hükümlü tarafından temyize
gelinmemiştir. Uyarlama hükmüne ilişkin gerekçeli karar incelendiğinde,
Av. H. A.’nın hükümlü müdafii olarak gösterildiği ve bu müdafiinin,
hükümlü gibi, hükmü temyiz edebileceğinin de açıkça belirtildiği
görülmektedir.
Bu nedenlerle, hükmün kesinleşmesiyle birlikte, Ceza
Muhakemesi
Kanunu
Gereğince
Müdafi
ve
Vekillerin
Görevlendirilmeleri İle Yapılacak Ödemelerin Usul ve Esaslarına İlişkin
Yönetmeliğin 7’nci maddesi gereğince, zorunlu müdafinin görevi sona
ermekte ise de, Mahkemenin çağrısı üzerine önceki safhalara ait
duruşmalarda hazır bulunan ya da mazeret bildiren ve önceki hükmü
temyiz eden, uyarlama yargılama safhasına ise, bildirimde bulunulması
üzerine katılan ve hükmü temyiz eden müdafiin varlığından haberdar
olduğu hususunda kuşku bulunmayan ve örtülü olarak bu duruma rıza
gösteren hükümlünün savunma hakkının kısıtlanmaması gerekir. Zira son
hükme ilişkin gerekçeli kararda müdafisi bulunduğu belirtilen
hükümlünün, verilen bu son uyarlama hükmünü de müdafinin temyiz
332
edeceği düşüncesiyle hareket edip, hükmü temyiz etmemiş olması
mümkündür.
Bu
itibarla,
CMK'nın
101/3'üncü
maddesi
uyarınca
görevlendirilen müdafinin görevi, o işlemle sınırlı olup, sonraki
aşamaları kapsamamakla birlikte, kovuşturmanın aşamalarında müdafii
yardımından faydalandırıldığını bilen ve açıkça müdafiini azletmeyen
sanık yararına olarak, savunma hakkının temini açısından, müdafiin
temyiz isteminin kabulü gerektiğinden, Başsavcılık itirazının kabulüne,
Daire kararının kaldırılmasına ve temyiz incelemesine devam edilmek
üzere, dosyanın Daireye gönderilmesine karar verilmiştir.
333
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 134, 206, 217/2, 289
ANAYASA
Mad. 38/6
ASMKYUK
Mad. 66, 207
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E.No. : 2014/90
K.No. : 2014/91
T.
: 06.11.2014
ÖZET
Sanığın kullanımına tahsis edilen TSK envanterine kayıtlı
bilgisayarlarda, CMK’nın 134'üncü maddesine aykırı şekilde, hâkim
kararı olmaksızın imaj alınmak suretiyle arama işlemi yapılmasının
hukuka uygun bulunmadığı, böyle bir arama neticesinde hukuka
aykırı olarak elde edilen deliller doğrultusunda hazırlanan
raporların hükme esas alınamayacağına,
Bunlar dışında sübut deliline ulaşılamadığı kabul edilerek;
müsnet suçlardan sanığın beraatına karar verilmesinde hukuka
aykırılık bulunmadığına karar verilmiştir.
Daire ile Başsavcılık arasında itiraza konu olan uyuşmazlık,
sanığa tahsis edilen TSK envanterine kayıtlı bilgisayarlarda yapılan
aramanın hukuka uygun olup olmadığı ve buna bağlı olarak ticaret
yapmak ve askerî eşyayı hususi menfaatinde kullanmak suçlarının oluşup
oluşmadığına ilişkindir.
Daire; İdare tarafından hizmet amacıyla tahsis edilen
bilgisayarların üzerinde her türlü tasarrufta bulunabilme yetkisinin
bulunduğu, meşru bir amaçla ve kamu yararı doğrultusunda kontrol
yetkisine sahip olan idarenin, Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 134'üncü
maddesinde öngörülen şartlara tâbi olmadığı, bu nedenle mülkiyeti
TSK’ya ait olan işyeri bilgisayarından alınan kopya üzerinde yapılan
teknik inceleme sonuç raporunda elde edilen bilgilerin ve bu rapor ile
alınan imajı inceleyen bilirkişinin hazırladığı raporun hukuka uygun delil
334
olduğunu kabul ettikten sonra, dava konusu suçlara yönelik olarak
yapılan incelemede mevcut deliller kapsamında noksan soruşturma
bulunduğuna karar vermişken,
Başsavcılık, TSK envanterine kayıtlı olmakla birlikte, sanığın
kullanımına tahsis edilen bilgisayarlarda yapılan arama, bir suçun delilini
elde etmeye yönelik adlî arama olduğundan, arama işleminin CMK’nın
134'üncü maddesine aykırı şekilde, hâkim kararı olmaksızın yapılması
nedeniyle hukuka aykırı olduğu, bundan yola çıkılarak hazırlanan
raporların hukuka aykırı elde edilmiş deliller olduğu, bunlar dışında da
sübut deliline ulaşılamadığı kabul edilerek; müsnet suçlardan sanığın
beraatına karar verilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı görüşü ile
Daire kararına süresinde itiraz etmiştir.
Uyuşmazlık konusunun çözümü için, öncelikle hukuka aykırı delil
konusunun, müteakiben bilgisayar üzerinde yapılan arama işleminin
hukuka uygun olup olmadığının incelenmesi gerekmektedir.
Ceza yargılamasında “delil serbestisi” ve “vicdani delil sistemi”
esas olmakla birlikte, delillerin belli kurallar çerçevesinde elde edilmesi
gerekmektedir. Bazı delillerin elde edilmesi ise istisnai olarak
yasaklanmıştır. İşte genel olarak, elde edilmesi yasaklanmış bir delilin
elde edilmesi veya elde edilmesi belirli usul ve esaslara bağlanmış bir
delilin elde edilmesi sırasında bu usul ve esaslara uyulmamış olması
hâlinde hukuka aykırı delilden söz edilmektedir. Delil elde etme
konusunda öngörülen yasaklara “delil elde etme yasakları”, hukuka
aykırı elde edilen delillerin hüküm verilirken değerlendirilmemesine de
“delil değerlendirme yasakları” denilmektedir.
Anayasa’nın “Suç ve cezalara ilişkin esaslar” başlığı altındaki
38’inci maddesinin 6’ncı fıkrasında: “Kanuna aykırı olarak elde edilmiş
bulgular, delil olarak kabul edilemez.”;
CMK’nın “Delillerin ortaya konulması ve reddi” başlığı altındaki
206’ncı maddesi, kanuna aykırı olarak elde edilmiş delilin
reddolunacağını;
CMK’nın 217/2’nci maddesinde,“Yüklenen suç, hukuka uygun
bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.”;
CMK’nın, “Hukuka kesin aykırılık hâlleri” başlığı altındaki
289’uncu maddesi, hükmün hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delile
dayanması hâlinde hukuka kesin aykırılık varsayılacağı;
353 sayılı Kanun'un 207’nci maddesinde, hükmün, hukuka aykırı
yöntemlerle elde edilen delile dayanması hâlinde, hukuka kesin aykırılık
varsayılacağı;
Hükümleri yer almaktadır.
335
Bu hükümler dikkate alındığında, yasa koyucunun tercihini delilin
üstünlüğünden yana değil, hukukun üstünlüğünden yana kullanarak,
Anayasa ve kanunların emredici hükümleriyle, hukuka aykırı yol ve
yöntemlerle elde edilmiş bulguların delil olarak kabul edilemeyeceği,
reddedileceği ve hükme esas alınamayacağı açıkça düzenlenmiş
bulunmaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde delillerin sunulması, reddi
ya da değerlendirilmesi konusunda bir hüküm bulunmamakla birlikte,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ulusal mahkemeye sunulan delilin
kabul edilip edilmemesi, hukuka aykırı elde edilip edilmediği,
yargılamada
kullanılıp
kullanılamayacağı
hususlarındaki
değerlendirmelerini, Sözleşme’nin 6'ncı maddesinde düzenlenen Adil
Yargılama Hakkı ile 8'inci maddesinde düzenlenen Özel Hayatın ve Aile
Hayatının Korunması kapsamında yapmaktadır (Doç.Dr. Ali Rıza ÇınarHukuka Aykırı Kanıtlar, TBB Dergisi, Sayı 55, Kasım-Aralık 2004, s.4648).
353 sayılı Kanun’un 66’ncı maddesi;
“Aramaya ve zapta karar verme yetkisi; millî güvenlik, kamu
düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın
korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması
sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak, askerî mahkemeye aittir.
Yukarıda belirtilen sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca
bulunan hâllerde askerî savcılar, teşkilâtında askerî mahkeme kurulan
kıta komutanı veya askerî kurum amirleri ve bunların verecekleri yazılı
emir üzerine diğer askerî makamlar da arama ve zapt işlemi yapabilirler.
Arama ve zapt işlemleri, yirmi dört saat içinde yetkili askerî mahkemenin
onayına sunulur. askerî mahkeme, kararını arama ve zapt işleminden
itibaren kırk sekiz saat içinde açıklar; aksi hâlde, zapt kendiliğinden
kalkar.
Askerî mahallerde yapılacak arama ve zapttan o yerdeki askerî
birlik komutanı veya kurum amiri haberdar edilir.
Askerî mahkemenin onayına sunulmayan arama ve zapt işlemleri
hakkında, aleyhine arama ve zapt işlemi yapılan kimse, askerî
mahkemeden her zaman bu hususta bir karar verilmesini isteyebilir.
Yukarıdaki fıkralara göre verilecek kararlara karşı yedi gün içinde
en yakın askerî mahkemeye itiraz edilebilir.”
Hükmünü içermektedir.
5271 sayılı CMK’nın 134’üncü maddesinde; bilgisayarlarda,
bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve el
koyma işlemlerinin ne şekilde gerçekleştirileceğinin düzenlendiği, buna
336
göre bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmada başka surette delil elde
etme imkânının bulunmaması hâlinde, Cumhuriyet savcısının istemi
üzerine şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile
bilgisayar kütüklerinde arama yapılmasına, bilgisayar kayıtlarından
kopya çıkarılmasına, bu kayıtların çözülerek metin hâline getirilmesine
hâkim tarafından karar verileceği, bilgisayarın, bilgisayar programları ve
bilgisayar kütüklerinde şifrenin çözülememesinden dolayı girilememesi
veya gizlenmiş bilgilere ulaşılamaması hâlinde, çözümün yapılabilmesi
ve gerekli kopyaların alınabilmesi için bu araç ve gereçlere el
konulabileceği, şifrenin çözümünün yapılması ve gerekli kopyaların
alınması hâlinde el konulan cihazların gecikme olmaksızın iade
edileceği, bilgisayar ve bilgisayar kütüklerine el koyma işlemi sırasında
sistemdeki bütün verilerin yedeklemesinin yapılacağı, bu yedekten bir
kopya çıkarılarak şüpheliye veya vekiline verileceği ve bu hususun
tutanağa geçirilerek imza altına alınacağı, bilgisayar ve bilgisayar
kütüklerine el koymaksızın da sistemdeki bütün verilerin tamamının veya
bir kısmının kopyasının alınabileceği, kopyası alınan verilerin kâğıda
yazdırılarak, bu hususun tutanağa kaydedileceği ve ilgililer tarafından
imza altına alınacağı düzenlenmiştir.
Somut olayda, sanığın internet bilgisayarında hâkim kararı
olmaksızın yapılan arama neticesinde …K.lığı İstihbarat Başkanlığınca
bir teknik inceleme sonuç raporu hazırlandığı, yine sanığın HvBS
bilgisayarında hâkim kararı olmaksızın yapılan arama neticesinde
…K.lığı İstihbarat Başkanlığınca ikinci bir teknik inceleme sonucu
raporu hazırlandığı, bu iki rapordan yola çıkılarak bilgi güvenliği
inceleme heyetince bir sonuç raporu hazırlandığı, bilirkişi
Hv.Mu.Bçvş.S. İ.’nin mütalaasının da söz konusu raporlar ve alınan imaj
incelenerek hazırlandığı ve iddianamenin de bu raporlara dayanılarak
tanzim edildiği görülmektedir.
Her ne kadar TSK’ya ait olan ve hizmet amacıyla tahsis edilen
bilgisayarların üzerinde idarenin tasarrufta bulunabilme yetkisi olmakla
birlikte, bu yetkinin genel kontrol ve denetimle sınırlı olduğu, bir suçun
işlendiği hususunda makul şüphe doğduğu anda artık delil toplama
işleminin Ceza Muhakemesi kuralları uygulanarak yapılması
gerekmektedir.
Bir başka deyişle, ceza yargılamasında kişinin temel hak ve
özgürlüklerini sınırlayan kuralların en başında gelen delil toplama
yöntemlerini düzenleyen kurallara uyulmadan yapılan müdahale hukuka
aykırı sayılmalı ve bu şekilde elde edilen deliller de hukuka aykırı elde
edilmiş delil olarak kabul görmelidir. Bu kapsamda hukuka aykırı şekilde
337
elde edilen delillerin değerlendirmeye esas alınmaması, varsa diğer sübut
delillerinin irdelenmesi gerekmektedir.
Somut olaya dönüldüğünde; CMK’nın 134'üncü maddesine aykırı
şekilde hâkim kararı olmaksızın sanığın HvBS ve internet
bilgisayarlarında imaj alınmak suretiyle arama işlemi yapıldığı, bundan
yola çıkarak rapor ve bilirkişi raporu tanzim edildiği görülmektedir.
Bu nedenle, Haziran 2011 tarihli Teknik İnceleme Sonuç Raporu,
sanığın kullanıcısı olduğu HvBS ve internet bilgisayarlarından göndermiş
olduğu ve kendisine gönderilen mailler, Nisan 2011 tarihli Teknik
İnceleme Sonuç Raporu, sanığa ait bilgisayarın erişim kayıtlarının teknik
inceleme sonucu, 16.05.2011 tarihli Bilgi Güvenliği İnceleme Heyeti
Sonuç Raporu, Temmuz 2011 tarihli İnceleme Sonuç Raporu ve Bilirkişi
Hv.Mu.Bçvş. S. İ. tarafından hazırlanmış raporun, CMK.nın 134'üncü
maddesine aykırı şekilde arama işlemi yapıldığından; hukuka aykırı
şekilde elde edilmiş deliller olarak kabul edilip hükme esas
alınmamasında;
Yine, dosyada onaysız fotokopisi bulunan, …K.lığı İstihbarat
Başkanlığınca tespit edildiği anlaşılan ve müdafii talebi olup olmadığı
hususu ile yasal hakları hatırlatılmadan tespit edilen sanığa ait hazırlık
ifadesinin CMK’nın 148/4’üncü maddesi uyarınca, Askerî Mahkemece
delil olarak kabul edilmemesinde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Öte yandan sanığın, iddianamede üzerine atılı ticaret yapmak ve askerî
eşyayı hususi menfaatinde kullanmak suçlarını işleyip işlemediği
hususunun tespiti için diğer sübut delilleri incelendiğinde, bu kapsamda
iddianamede bahsi geçen firma temsilcilerinin yeminli beyanlarında
sanığı tanıdıklarını, sanığın kendilerine bilgisayar konusunda yardımcı
olduğunu beyan etmekle birlikte bu işlerden sanığın herhangi maddi bir
menfaat temin ettiğine yönelik ifadelerde bulunmamaları karşısında
sanığa atılı ticaret yapmak ve askerî eşyayı hususi menfaatinde
kullanmak suçlarının unsurları itibariyle oluşmadığı sonuç ve kanaatine
varılarak sanığın her iki suçtan beraatına karar verilmesinde hukuka
aykırı bir yön görülmediğinden, Başsavcılığın itirazının kabulü ile bu
suçlara yönelik Daire kararının kaldırılmasına ve Askerî Mahkemece
verilen beraat kararlarının ayrı ayrı onanmasına karar verilmiştir.
338
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad.150
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
4’üncü Daire Kararı
E.No. : 2014/749
K.No. : 2014/748
T.
: 08.10.2014
ÖZET
Adlî gözlem sonunda, hakkında, “Kısmi Remisyonda Psikotik
Bozukluk” tanısıyla üzerine atılı suçtan dolayı TCK'nın 32/2'nci
maddesinden yararlanmasının uygun olduğuna karar verilmek
suretiyle kendisini savunamayacak derecede kısmi akıl hastalığı
bulunduğu belirlenen sanığa, CMK’nın 150/2’nci maddesi gereğince,
istemi aranmaksızın zorunlu bir müdafi görevlendirilip,
duruşmaların müdafiin de katılımı ile yürütülmesi gerektiği
sonucuna varılmıştır.
…Hastanesi Baştabibi olarak görev yapan Tbp.Kd.Alb. S. I.
D.'nin, 02.03.2011 tarihinde …Hastanesi Baştabipliğinde Sıhhiye Mal
Saymanlığı emrinde görevli olan ve … Psikiyatri Kliniğinde tedavi gören
sanığın durumu hakkında bilgi almak ve sanığa göreviyle ilgili emir
vermek için sekreteri olan A. K.’ye sanığın yanına gelmesi için sanığı
telefonla aramasını söylediği, akabinde A. K.'nin sanığın çalıştığı bölümü
telefonla iki defa aradığı ve her ikisinde de sanıkla konuşarak Tbp.Kd.
Alb. S. I. D.’nin emrini sanığa ilettiği, sanığın da A. K.’ye, Tbp.Kd.Alb.
S. I. D.'nin yanına geleceğini söylediği, ancak aradan yaklaşık üç saat
geçmesine rağmen, Tbp.Kd.Alb. S. I. D.’nin yanına gitmediği, bunun
üzerine Tbp.Kd.Alb. S. I. D.'nin sanık ile aynı kısımda çalışan personele
sanığın yanına gelmesini söylemelerini istediği, A. D., E. A. ve Ü. Ş.
isimli personelin de aynı gün sanığı hastane içerisinde gördükleri ve
sanığa Tbp.Kd.Alb. S. I. D.'nin emrini ilettikleri, ancak sanığın
Tbp.Kd.Alb. S. I. D.’nin yanına gitmediği ve bir gün sonra sanığın
Tbp.Kd.Alb. S. I. D.'nin yanına gittiği, böylece, sanığın emre itaatsizlikte
ısrar suçunu işlediği iddiası ve ASCK'nın 87/1’inci maddesi (emri hiç
yapmayanlar cümlesi) gereğince cezalandırılması ve cezasından 5237
sayılı TCK’nın 32/2’nci maddesi gereğince indirim yapılması istemiyle
339
açılan kamu davasında yapılan yargılama sonunda; Askerî Mahkemece,
sanığın meslek safahatı incelendiğinde, 2008 yılında mesleğe başladığı
ve ilki 09.05.2008 tarihinde başlayan sağlık raporları ile psikotik
bozukluk rahatsızlığı tanısıyla ardı ardına tekrarlanan raporlar aldığı, söz
konusu rahatsızlığın kişide işlediği fiilin hukuki anlam ve sonucunu
kavramakta, davranışlarını yönlendirme yeteneğinde bozulmalara neden
olduğunun belirtildiği, sanığın emre itaatsizlikte ısrar kastı ile hareket
etmediği, Hastane Baştabibinin emrine istinaden yanına gecikerek
gitmesinin içinde bulunduğu sağlık sorunundan kaynaklandığı, bu
nedenlerle emre itaatsizlikte ısrar şuur ve iradesi bulunmadığından,
müsnet suçun unsurları itibariyle oluşmadığı kabul edilerek, beraatına
karar verilmiş ise de;
Soruşturma aşamasında yapılan adlî gözlem sonunda …Hastanesi
Komutanlığının 10.06.2011 tarihli ve 1257 sayılı sağlık kurulu raporu ile;
hakkında, “Kısmi Remisyonda Psikotik Bozukluk” tanısıyla emre
itaatsizlikte ısrar suçundan dolayı TCK'nın 32/2'nci maddesinden
yararlanmasının uygun olduğuna karar verilmek (dizi 60, 72) suretiyle
kendisini savunamayacak derecede kısmi akıl hastalığı bulunduğu
belirlenen sanığa, CMK’nın 150/2’nci maddesi gereğince, istemi
aranmaksızın zorunlu bir müdafi görevlendirilip, duruşmaların müdafiin
de katılımı ile yürütülmesi gerekirken, kovuşturmanın müdafi tayin
edilmeden sürdürülüp hükme ulaşılması, CMK’nın 149 ve 150’nci
maddelerine aykırı olduğu gibi, “Adil yargılanma hakkının” ihlâli ve
savunma hakkının kısıtlanması anlamında, 353 sayılı Kanun’un 207/3-H
maddesine göre de kanuna mutlak aykırılık teşkil ettiği sonucuna
varıldığından, beraat hükmünün usul yönünden hukuka aykırılık
nedeniyle bozulmasına karar verilmiştir.
340
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 150/1, 156/2
ASMKYUK
Mad. 208
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
2’nci Daire Kararı
E.No. : 2014/1003
K.No. : 2014/1001
T.
: 03.12.2014
ÖZET
İstinabe mahkemesinde yapılan duruşmada, isteği üzerine
baro tarafından görevlendirilecek müdafi ile savunma yapan ve esas
mahkemesinde de davanın takip edilmesi için müdafi atanmasını
talep eden sanığa Askerî Mahkemece, CMK’nın 150/1 ve 156/2’nci
maddeleri gereğince kovuşturmanın yapıldığı yer barosundan
müdafi görevlendirilmesi gerekirken, talebinin reddi ile yargılamaya
devam edilerek hüküm kurulması, CMK’nın 150/1 ve 156/2’nci
maddelerine aykırılık teşkil etmektedir.
Askerî Mahkemece; sanığın, 07.08.2012 tarihinde, katılan P.Bnb.
M. A.’ya yönelik olarak işlediği iddia olunan üste hakaret suçunun
şüpheli kalması nedeniyle CMK’nın 223’üncü maddesi uyarınca
beraatına verilmiştir.
Hüküm; Adlî Müşavir tarafından, atılı suçun oluştuğu ileri
sürülerek temyiz edilmiştir.
Tebliğnamede; hükmün esas yönünden bozulmasına karar
verilmesi gerektiği yönünde görüş bildirilmiştir.
Aynı hüküm ile, sanık hakkında emre itaatsizlikte ısrar suçundan
tesis edilen beraat hükmü temyiz edilmemiştir.
Yapılan incelemede; Katılan P.Bnb. M. A.’nın, 07.08.2012
tarihinde, Tabur Karargah binası ile LYM Amirliği binası arasındaki
yolda P.Onb. B. K. ile konuşurken, yaklaşık beş metre ilerisinden geçen
sanığın yere tükürdüğünü görünce, “Niye tükürüyorsun” diye seslendiği,
sanığın, katılana dönüp baktığı ve tekrar yürümeye devam ettiği,
katılanın “Buraya gel” diyerek sanığı yanına çağırdığı, sanığın dönüp
baktığı, ancak tekrar yürümeye devam etmesi üzerine, katılanın sanığın
341
yanına yaklaşarak niye yere tükürdüğünü sorduğu, sanığın “Nereye
tükürmüşüm göster” dediği, katılanın tükürülen yeri göstermesi üzerine
de, “Hani nerede, nereye tükürmüşüm göster” dediği, devamında bir elini
kaldırarak “Sen kimsin lan, sen ne karışıyorsun” diyerek katılana
yaklaştığı, katılanın sanığı uzaklaşması için geriye doğru ittirmesi
üzerine, sanığın tekrar yaklaştığı ve elini yumruk yapıp dirseğinden
yukarı kaldırarak “Göreceksiniz, sizi bunun üstüne oturtacağım” dediği,
katılanın sanığı “Karşımda düzgün dur” diye ikaz etmesi üzerine, sanığın
“Durmazsam ne yaparsın” diyerek tekrar katılana doğru yaklaştığı,
katılanın birkaç kez “Oğlum git buradan” diyerek sanığın uzaklaşmasını
istediği, ancak sanık uzaklaşmayınca, P.Onb. B. K.’nın sanığı tutarak
olay yerinden uzaklaştırdığı, böylece sanığın, katılana “Sen kimsin lan”
ve “Göreceksiniz, sizi bunun üstüne oturtacağım” diyerek üste hakaret
suçunu işlediği iddiasıyla açılan kamu davasında Askerî Mahkemece,
sanığın, atılı suçu işleyip işlemediğine ilişkin şüpheden uzak, kesin,
inandırıcı bir delil elde edilememesi, bu kapsamda atılı suçu işleyip
işlemediği hususunun şüpheli kalması nedeniyle şüpheden sanık
yararlanır ilkesi gereğince beraatına karar verilmiş ise de;
İstinabe mahkemesinde yapılan duruşmada, baro tarafından
görevlendirilecek müdafiin yardımından faydalanmak istediğini beyan
eden sanığa, istinabe mahkemesinde müdafi görevlendirilip sorgusunun
tespit edildiği, sorgusunun tespitinden sonra söz alan sanığın ayrıca esas
mahkemesinde de davanın takip edilmesi için avukat atanmasını talep
ettiği, bu şekilde ikmal edilen istinabe duruşma tutanağının kendisine
ulaşmasını takiben Askerî Mahkemece, CMK’nın 150/1 ve 156/2’nci
maddeleri gereğince kovuşturmanın yapıldığı yer barosundan müdafi
görevlendirilmesinin zorunlu olmasına rağmen, istinabe mahkemesinde
müdafi atandığından yeniden müdafi atanması yolundaki talebin reddine
karar verip müdafi görevlendirilmediği görülmüştür.
353 sayılı Kanun’un 208’inci maddesinde yer alan: “Sanığın
lehine olan hukukî kurallara aykırılık sanığın aleyhine hükmün
bozulması için askerî savcıya ve nezdinde askerî mahkeme kurulan kıta
komutanı veya askerî kurum âmirine bir hak vermez.” hükmü gereğince,
Adlî Müşavir tarafından beraat hükmünün temyiz edilmiş olması dikkate
alındığında, beraat hükmü verilmeden önce sanığa müdafi atanmamış
olmasının hükmün bozulmasını gerektirmeyeceği düşüncesi akla gelebilir
ise de; CMK’nın 150/1’inci maddesinin savunma hakkının önceliğiyle
ilgili emredici bir kural olması ve sanık aleyhine temyiz istemi sonucu
beraat hükmünün sanık aleyhine sonuç doğurabilecek şekilde
bozulmasının mümkün bulunması karşısında, “sanığın istemi hâlinde
342
müdafi görevlendirileceği” kuralının ihlâlinin, anılan madde kapsamında
değerlendirilmesi mümkün bulunmamaktadır.
Bu şekilde, müdafi tayin edilmeksizin duruşmaya devam edilerek
hüküm kurulması, CMK’nın 150/1 ve 156/2’nci maddelerine aykırı
bulunduğundan ve aynı zamanda savunma hakkının kısıtlanması
mahiyetinde olan bu durumun, 353 sayılı Kanun’un 207/3-H madde,
fıkra ve bendi kapsamında hukuka kesin aykırılık teşkil ettiği sonucuna
varıldığından, hükmün usul yönünden bozulmasına karar verilmiş, diğer
yönlerden inceleme yapılmamıştır.
343
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 150/2
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
3’üncü Daire Kararı
E.No. : 2014/142
K.No. : 2014/132
T.
: 04.02.2014
ÖZET
Sanığın, istinabe suretiyle sorgu ve savunmasının tespit
edildiği … Komutanlığı Askerî Mahkemesine ibraz ettiği İzmir
4’üncü Sulh Hukuk Mahkemesinin 16.08.2011 tarihli, 2010/1929
Esas ve 2011/1734 Karar sayılı hükmüne göre; Ege Üniversitesi Tıp
Fakültesi Hastanesinin 11.08.2010 tarihli raporuna istinaden annesi
S. P.’nin velayeti altına alınmasına karar verildiği göz önüne
alındığında, CMK’nın 150/2’nci maddesi uyarınca, kendisini
savunamayacak derecede malul olan sanığın istemi aranmaksızın
zorunlu bir müdafi görevlendirilmesi gerekirken, müdafi tayin
edilmeksizin kovuşturmaya devam edilerek hüküm kurulması
CMK’nın 150/2 ve 188/1’inci maddelerine aykırı olduğu gibi,
savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde, 353 sayılı Kanun’un
207/3-H maddesine mutlak aykırılık teşkil etmektedir.
Askerî Mahkemece; sanığın, 27.07.2008-19.08.2008 ve
26.09.2008-07.10.2008 tarihleri arasında 6 haftalık mehil içerisinde
dönmekle sona eren iki ayrı firar suçunu işlediği kabul edilerek,
ASCK’nın 66/1-a, 73 ve TCK’nın 62/1’inci maddelerinin uygulanması
suretiyle beşer ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiş ise
de;
1) Sanığın, istinabe suretiyle sorgu ve savunmasının tespit edildiği
… Komutanlığı Askerî Mahkemesine ibraz ettiği İzmir 4’üncü Sulh
Hukuk Mahkemesinin 16.08.2011 tarihli, 2010/1929 Esas ve 2011/1734
Karar sayılı hükmüne göre; Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinin
11.08.2010 tarihli raporuna istinaden annesi S. P.’nin velayeti altına
alınmasına karar verildiği göz önüne alındığında, CMK’nın 150/2’nci
maddesi uyarınca, kendisini savunamayacak derecede malul olan sanığın
istemi aranmaksızın zorunlu bir müdafi görevlendirilmesi gerekirken,
müdafi tayin edilmeksizin kovuşturmaya devam edilerek hüküm
344
kurulması CMK’nın 150/2 ve 188/1’inci maddelerine aykırı olduğu gibi,
savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde, 353 sayılı Kanun’un 207/3-H
maddesine mutlak aykırılık teşkil etmektedir.
2) Diğer taraftan, yargılama sırasında Birlik Komutanlığınca sevk
edildiği İzmir Asker Hastanesi Sağlık Kurulunun 22.05.2009 tarihli ve
3616 sayılı Sağlık Kurulu Raporu ile, “Kronik Nitelik Kazanmış Bipolar
Bozukluk” tanısıyla, sanığın barışta ve seferde askerliğe elverişli
olmadığına karar verildiği, keza, aynı Sağlık Kurulu tarafından tanzim
olunan 30.12.2011 tarihli ve 235 sayılı Ek Sağlık Kurulu Raporunda,
askerliğe elverişsizlik hâlinin suç tarihlerini (27.07.2008-19.08.2008 ve
26.09.2008-07.10.2008) kapsamadığı belirtilmiş ise de;
Dizi 144 sırada bulunan İzmir 4’üncü Sulh Hukuk Mahkemesinin
gerekçeli hükmüne konu edilen Ege Üniversitesi Tıp Fakültesinin
11.08.2010 tarihli raporunda, “Bipolar bozukluk, en son epizod depresif,
çoklu madde bağımlılığı, antisosyal kişilik özellikleri” tanısı konulduğu
anlaşılan kısıtlının (sanığın), hacir altına alınmasının uygun olacağının
belirtildiği; halbûki İzmir Asker Hastanesi Baştabipliğince tanzim olunan
Sağlık ve Ek Sağlık Kurulu Raporlarında, TSK SYY’nin 17/D-2 maddesi
hükümlerine göre askerliğe elverişsizlik hâli oluşturan “madde
bağımlılığı” tanısına ilişkin yeterli irdelemenin bulunmadığı, sanığın
TCK’nın 32’nci maddesinin 1’inci veya 2’nci fıkralarından yararlanıp
yararlanmayacağı hususunda herhangi bir değerlendirme yapılmadığı
gibi, sanığın askerliğe elverişsizlik hâlinin suç tarihlerini kapsamadığı
yönündeki Ek Sağlık Kurulu Raporunun da gerekçe yönünden doyurucu
nitelik taşımadığı göz önüne alınarak,
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesinin sanık hakkında düzenlediği
belirtilen 11.08.2010 tarihli Sağlık Kurulu Raporunun onaylanmış
suretinin getirtilmesi, sanığın, sivilde psikiyatrik rahatsızlıkları ile alkol
veya madde bağımlılığı nedeniyle tedavi görüp görmediğine ilişkin
savunmasının tespit edilmesi, tedavi görmüş ise buna ilişkin bilgi ve
belgelerin dava dosyasına konulması, diğer bir anlatımla, dava
dosyasının tekemmül ettirilmesinden sonra;
Sanığın, başta madde bağımlılığı olmak üzere diğer psikiyatrik
rahatsızlıkları yönünden suç tarihlerinde askerliğe elverişli olup
olmadığı; bu bağlamda, “Kronik Nitelik Kazanmış Bipolar Bozukluk”
tanısıyla TSK SYY’nin 15/D-F3 gereğince verilmiş olan askerliğe
elverişsizlik durumunun geçmişe yürürlü olup, dava konusu suç
tarihlerini (27.07.2008-19.08.2008 ve 26.09.2008-07.10.2008 kapsayıp
kapsamadığı, keza, TCK’nın 32’nci maddesinin birinci ve ikinci
fıkralarından istifade edip edemeyeceği hususlarının hiçbir kuşkuya ver
345
vermeyecek bir biçimde belirlenmesi için, tam teşekküllü bir asker
hastanesinde, CMK’nın 74’üncü maddesine göre adlî gözlem altına
aldırılması ve sonucuna göre hüküm kurulması gerektiği sonucuna
varılmış;
Bu itibarla, mahkûmiyet hükümlerinin usul ve noksan soruşturma
nedeniyle bozulmasına karar verilmiştir.
346
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 151
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
4’üncü Daire Kararı
E.No. : 2014/37
K.No. : 2014/476
T.
: 06.05.2014
ÖZET
Sanığın istemi üzerine, CMK’nın 150/1’inci maddesi
gereğince, Baro tarafından görevlendirilen müdafiin, mazeretsiz
olarak katılmadığı duruşmaların, ertelenerek, müdafiin bir sonraki
duruşmaya çağrılması; mazeretsiz olarak gelmemesi durumunda,
başka bir müdafi görevlendirilmesi için, gerekli işlemin yapılması
gerekirken; müdafiin yokluğunda, duruşma yapılarak hüküm
kurulması kanuna mutlak aykırılık teşkil etmektedir.
Askerî Mahkemece; 04.03.2006 tarihinde, sanığı akşam
yoklamasına çağırmak için koğuşa gelen mağdur P.Çvş. A. S.’nin, sanığı
koğuşta sigara içerken gördüğü ve koğuşta sigara içmenin yasak olduğu
hususunda sanığı ikaz ettiği; sanığın ise, bu emre itaat etmediği;
müteakiben yapılan akşam yoklaması esnasında, mağdur P.Çvş A. S.’nin,
içtimada bulunan askerlere, koğuşlarda sigara içilmesinin yasak olduğu
hususunda, ikazda bulunduğu sırada; sanığın, mağdur P.Çvş. A. S.’ye
yönelik olarak, “ben içtim lan ne olacak, ben psikopatın Allah'ıyım,
topunuzun Allah'ını sinkaf ederim” diyerek küfür ettiği; mağdur P.Çvş.
A. S.’nin, sanığı susması için ikaz etmesine karşılık; sanığın, yine aynı
şekilde küfür ederek, sağ elini yumruk yapmış ve kaldırmış vaziyette,
mağdur P.Çvş. A. S.’ye doğru koşmaya başladığı; bu esnada, S. S., D. Ö.
ve birkaç askerin, araya girerek, sanığın, mağdur P.Çvş. A. S.’ye
vurmasını engelledikleri; akabinde, sanığın, karargâh binasına
götürüldüğü sırada, bina girişindeki cama yumruk atarak kırdığı; böylece,
emre itaatsizlikte ısrar, hizmet esnasında veya hizmete müteallik bir
muameleden dolayı üste hakaret, üste fiilen taarruza teşebbüs ve askerî
eşyayı kasten tahrip etmek suçlarını işlediği kabul edilerek, yukarıda
yazılı olduğu şekilde mahkûmiyetlerine;
347
02.01.2006 tarihinde, sanığın, …Komutanlığı personelinden
oluşan tören takımının içtimasına geç kaldığını, gören, mağdur
P.Uzm.Çvş Ş. T.'nin, sanığa neden geç geldiğini sorduğu; sanığın,
yüksek bir sesle “sana ne geç kaldım işte” diyerek cevap verdiği; bu
esnada içtimada bulunan ve bu konuşmayı duyan diğer mağdur
P.Tğm.M. M.'nin, sanığın yanına giderek, kendisine neden geç kaldığını,
bir rahatsızlığı olup olmadığını sorduğu; sanığın, mağdur P.Tğm.M.
M.'ye “geç kaldım işte” diyerek, yüksek sesle cevap verdiği; bunun
üzerine, mağdur P.Tğm.M. M.'nin, sanığı kolundan tutarak, bölük
personelinin bulunduğu mahallin arka tarafına götürdüğü; burada,
mağdur P.Tğm.M. M.'nin, sanığa tekrar neden geç geldiğini sorduğu;
sanığın ise, ısrarlı sorular üzerine “bana ne bana karışamazsınız” diyerek
cevap verdiği; bu sırada, mağdur P.Tğm. M. M.'nin, sanığın elinde
bulunan piyade tüfeğini almak için hareket ettiği; sanığın ise, silahını
vermemek için, silahını yukarıya doğru kaldırıp, geriye doğru çektiği;
bunu gören bazı bölük personelin, sanığın, mağdur P.Tğm. M. M.'yi
vuracağını zannederek, sanığı tuttukları ve mağdur P.Tğm. M. M.'nin de,
sanığın elinden silahını aldığı; müteakiben sanığın “yeter artık bana çok
karışmayın, üzerime gelmeyin, ben sorunluyum, psikolojik sorunlarım
var” şeklinde konuşmalarda bulunduğu; böylece, sanığın, toplu asker
karşısında silâhlı iken hizmet esnasında üste saygısızlık suçunu işlediği
kabul edilerek; yukarıda yazılı olduğu şekilde mahkûmiyetine; sanığın,
bu olay sırasında, kendisine müdahale eden personele veya P.Tğm. M.
M.'ye karşı cebir ve tehdit kullandığı hususunun, her türlü şüpheden
uzak, kesin ve inandırıcı delillerle ortaya konulamadığı kabul edilerek;
mukavemet suçundan, beraatine;
01.06.2006 tarihinde, …Komutanlığında görev yapan erbaş ve
erlerin …Komutanlığı yemekhanesinde yurt sevgisi eğitimi ile ilgili
video seyretme amacıyla toplandıkları; bölük nöbetçi çavuşu P.Uzm.Çvş
S. S. Ü.'nün yoklama hazırladığı için, mağdur P.Onb. M. Z. D.'ye,
yemekhaneden hiç kimsenin çıkmamasını sağlaması için emir vererek,
görevlendirdiği; sanığın, önce P.Onb.S. Ç.'den, yemekhaneden çıkarak,
telefon etmek için izin istediği; ancak, P.Onb. S. Ç.’nin, izin verme
yetkisine sahip olmadığını, sorumluluğun mağdur P.Onb. M. Z. D.’de
olduğunu söylediği; bu esnada, mağdur P.Onb. M. Z. D.'nin devreye
girerek, sanığa izin veremeyeceğini, yemekhaneden dışarı çıkmanın
yasak olduğunu, dışarı çıkanların isimlerini, komutana vereceğini
söylediği; sanığın ise “benim ismimi vermek göt ister”, “beni içeriye
sokacak adamın anasını bacısını sinkaf ederim” gibi küfürlü sözlerle,
mağdur P.Onb. M. Z. D.'ye, hakaret ettiği ve üzerine yürüyerek, mağdur
348
P.Onb M. Z. D.'yi boğazından sıkmak suretiyle tuttuğu; bu esnada,
vurmaya çalıştığı; ancak, diğer askerlerin araya girerek ayırdıkları, daha
sonra, P.Onb. S. Ç. ve mağdur P.Onb. M. Z. D.'nin, yemekhaneyi terk
ederek, bölük binasına doğru gittikleri sırada; sanığın, onların önlerine
çıkarak; palaskasını çıkartıp, mağdur P.Onb. M. Z. D.'ye vurduğu ve
gözlüğünü kırdığı; ayrıca, yerde bulduğu tuğlayı mağdura doğru attığı,
ancak isabet ettiremediği; akabinde, yine yerde bulduğu, çatı sacıyla,
mağdura vurduğu; böylece, emre itaatsizlikte ısrar, hizmete müteallik bir
muameleden dolayı üste hakaret ve üste fiilen taarruz suçlarını işlediği
kabul edilerek; yukarıda yazılı olduğu şekilde mahkûmiyetlerine;
Karar verilmiş ise de;
Dava dosyası incelendiğinde;
30.06.2006 tarihinde, sanığın, 01.06.2006 tarihinde işlediği iddia
edilen emre itaatsizlikte ısrar, hizmete müteallik bir muameleden dolayı
üste hakaret ve üste fiilen taarruz suçlarına yönelik sorgu ve
savunmasının tespitinden önce (dizi 236);
04.08.2006 tarihinde, sanığın, 2.1.2006 tarihinde işlediği iddia
edilen toplu asker karşısında silâhlı iken hizmet esnasında üste
saygısızlık ve mukavemet suçlarına yönelik sorgu ve savunmasının
tespitinden önce (dizi 138);
01.09.2006 tarihinde, sanığın, 04.03.2006 tarihinde işlediği iddia
edilen emre itaatsizlikte ısrar, hizmet esnasında veya hizmete müteallik
bir muameleden dolayı üste hakaret, üste fiilen taarruza teşebbüs ve
askerî eşyayı kasten tahrip etmek suçlarına yönelik sorgu ve
savunmasının tespitinden önce (dizi 45);
Sanığa yüklenen suçlar hakkında açıklamada bulunmamasının
kanunî hakkı olduğunun ve CMK’nın 147’nci maddesinde belirtilen
diğer haklarının bildirilmediği;
06.10.2006 tarihinde yapılan duruşmada, sanığın, CMK’nın
147’nci maddesinde belirtilen hakları hatırlatıldıktan sonra, müdafi
yardımından yararlanmak istediğini beyan etmesi (dizi 316) üzerine,
Askerî Mahkemece, Gaziantep Barosundan müdafi görevlendirilmesinin
istenildiği;
Gaziantep Barosu tarafından, CMK’nın 150/1’inci maddesi
gereğince, müdafi olarak Av. K. A.’nın görevlendirildiği (dizi 340);
01.12.2006 tarihinde yapılan duruşmada, Av. K. A.’nın müdafi
olarak davaya kabulüne karar verildiği (dizi 341); ancak, sanığın, usulüne
uygun şekilde hakları hatırlatılarak, atılı suçlarla ilgili sorgu ve
savunmalarının yeniden tespit edilmediği gibi; 29.12.2006, 28.2.2007,
11.04.2007, 06.06.2007, 18.07.2007, 26.09.2007, 07.11.2007,
349
12.12.2007, 26.12.2007, 05.03.2008, 07.05.2008, 23.07.2008 ve
26.08.2008 tarihlerinde yapılan duruşmalarda da, sanığın, usulüne uygun
şekilde hakları hatırlatılarak, atılı suçlarla ilgili sorgu ve savunmalarının
yeniden tespit edilmediği;
Diğer yandan, Av. K. A.’nın, müdafi olarak, 01.12.2006,
28.02.2007, 06.06.2007, 26.09.2007 ve 05.03.2008 tarihlerinde yapılan
duruşmalara katıldığı;
11.04.2007 tarihinde yapılan ve müdafiin mazeretsiz olarak
katılmadığı duruşmada, tanık M. S.’nin, … Komutanlığı Askerî
Mahkemesi tarafından, istinabe suretiyle tespit edilen ifadesi okunup;
Askerî Savcının, diyecekleri tespit edildikten sonra; başkaca sözlü delil
kalmadığı belirtilerek, yazılı delillerin okunduğu; Askerî Savcının, yazılı
delillerle karşı diyeceklerinin tespit edildiği; müteakiben, Askerî
Savcıdan, kovuşturmanın genişletilmesine yönelik taleplerinin sorulduğu;
Askerî Savcının, kovuşturmanın genişletilmesine yönelik taleplerinin
olmadığını, beyan etmesi üzerine; Askerî Savcının, esas hakkındaki
mütalaasını bildirdiği;
23.07.2008 tarihinde yapılan ve müdafiin mazeretsiz olarak
katılmadığı duruşmada; sanığın, … Komutanlığı Askerî Mahkemesi
tarafından, istinabe suretiyle tespit edilen, ek savunması okunup; Askerî
Savcının diyecekleri tespit edildikten sonra, dosyanın tekemmül ettiği
belirtilerek; yazılı delillerin okunduğu; Askerî Savcının yazılı delillere
karşı diyeceklerinin tespit edildiği; müteakiben, Askerî Savcıdan,
kovuşturmanın genişletilmesine yönelik taleplerinin sorulduğu; Askerî
Savcının, kovuşturmanın genişletilmesine yönelik taleplerinin olmadığını
belirterek, 11.04.2007 tarihli duruşmada bildirdiği, esas hakkındaki
mütalaasını tekrar ettiği;
26.08.2008 tarihinde yapılan ve müdafiin mazeretsiz olarak
katılmadığı duruşmada, sanığın savunması ve son sözü yerine geçmek
üzere, dosyadaki tüm ifadelerinin okunduğu; müteakiben, sanık
hakkında, yukarıda açıklanan hükümlerin kurulduğu;
Görülmektedir.
CMK’nın 191’inci maddesinde, sanığın hazır bulunup
bulunmadığı saptanarak duruşmaya başlanacağı; sanığın hazır bulunduğu
ilk duruşmada, iddianamenin kabulü kararının okunacağı; müteakiben,
sanığın, açık kimliğinin saptanacağı; sonra, iddianame ve iddianame
yerine geçen belgenin okunacağı; sanığa, yüklenen suç hakkında,
açıklamada bulunmamasının, kanuni hakkı olduğunun ve 147’nci
maddede belirtilen diğer haklarının, bildirileceği; ardından usulüne göre
sorgusunun yapılacağı öngörülmüştür.
350
Yargılamanın usulüne uygun olarak yapılıp yapılmadığının tespiti
açısından; yukarıda bahsolunan haklar açık ve anlaşılır bir biçimde
sanığa hatırlatılmalı ve bu hatırlatmanın yapıldığı da tutanağa
yazılmalıdır.
Bu bağlamda, sanığın sorgu ve savunmasının tespit edildiği
30.06.2006, 04.08.2006 ve 01.09.2006 tarihlerinde yapılan duruşmalarda;
sanığa, yüklenen suçlar hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni
hakkı olduğu ve CMK'nın 147’nci maddesinde belirtilen diğer hakları
hatırlatılmadan sorgu ve savunmalarının tespit edilmiş olması; CMK'nın
191/3-c maddesine aykırı olduğu ve 353 sayılı Kanun’un 207/3-H
maddesi hükmüne göre, savunma hakkının kısıtlanması mahiyetinde,
kanuna mutlak aykırılık teşkil ettiği, sonucuna varılmıştır.
Sanığın, … Komutanlığı Askerî Mahkemesi tarafından istinabe
suretiyle ek savunmasının tespitinden önce; CMK'nın 147'nci
maddesindeki hakları anlatıldıktan sonra; sanığın, 02.01.2006 tarihinde
işlediği iddia edilen, toplu asker karşısında silâhlı iken hizmet esnasında
üste saygısızlık ve mukavemet suçlarına yönelik sorgu ve savunması
yeniden tespit edilmiş (dizi 411) ise de; sanığın bu sorgu ve
savunmasının tespit edilmesi sırasında, “Bu hususta daha önce verdiğim
ifadelerimi tekrar ederim” demesi ile yetinilmiş olması nedeniyle; bu
sorgu ve savunmasının; CMK’nın 147, 191 ve 213’üncü maddelerine
aykırı olduğu ve 353 sayılı Kanun’un 207/3-H maddesi hükmüne göre,
savunma hakkının kısıtlanması mahiyetinde, kanuna mutlak aykırılık
teşkil ettiği; dolayısıyla, sanığın, 02.01.2006 tarihinde işlediği iddia
edilen toplu asker karşısında silâhlı iken hizmet esnasında üste
saygısızlık ve mukavemet suçlarına yönelik sorgu ve savunmasına ilişkin
olarak, yukarıda belirtilen hukuka aykırılığı gidermediği, kabul
edilmiştir.
Diğer yandan, müdafiin, sanığın istemi üzerine, CMK’nın
150/1’inci maddesi gereğince, Gaziantep Barosu tarafından
görevlendirildiği hususunda tereddüt bulunmamaktadır.
CMK'nın 151/1'inci maddesi, “150 nci Madde hükmüne göre
görevlendirilen müdafi, duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz olarak
duruşmadan çekilir veya görevini yerine getirmekten kaçınırsa, hâkim
veya mahkeme derhâl başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli
işlemi yapar. Bu durumda mahkeme oturuma ara verebileceği gibi
oturumun ertelenmesine de karar verebilir.” ve 188/1'inci maddesi,
“Duruşmada, hükme katılacak hâkimler ve Cumhuriyet savcısı ile zabıt
kâtibinin ve Kanunun zorunlu müdafiliği kabul ettiği hâllerde müdafiin
hazır bulunması şarttır.” hükmünü amirdir.
351
Dolayısıyla; müdafiin, mazeretsiz olarak katılmadığı, 11.04.2007,
23.07.2008 ve 26.08.2008 tarihlerinde yapılan duruşmaların, ertelenerek,
müdafiin bir sonraki duruşmaya çağrılması; mazeretsiz olarak gelmemesi
durumunda, başka bir müdafi görevlendirilmesi için, gerekli işlemin
yapılması gerekirken; müdafiin yokluğunda, duruşma yapılarak; hükme
esas alınan, tanık M. S.’nin, istinabe suretiyle tespit edilen ifadesi ile
sanığın istinabe suretiyle tespit edilen ek savunmasının ve dava
dosyasındaki
yazılı
delillerin
okunmasının;
kovuşturmanın
genişletilmesine yönelik taleplerin, tespit edilmesinin; Askerî Savcının,
esas hakkındaki mütalaası alınarak; sanığın savunması ve son sözü yerine
geçmek üzere, dosyadaki tüm ifadelerinin okunmasının ve hüküm
kurulmasının; CMK’nın 151/1 ve 188/1’inci maddelerine aykırı olduğu
ve 353 sayılı Kanun’un 207/3-H maddesi hükmüne göre; savunma
hakkının kısıtlanması mahiyetinde, kanuna mutlak aykırılık teşkil ettiği;
sonucuna varılmıştır.
Bu nedenlerle, beraat ve mahkûmiyet hükümlerinin usul
yönünden hukuka aykırılıklar nedeniyle ayrı ayrı bozulmasına karar
verilmiştir.
352
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 191
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
4’üncü Daire Kararı
E.No. : 2014/77
K.No. : 2014/69
T.
: 14.01.2014
ÖZET
Sanığın sorgusunun talimatla tespit edildiği hâllerde, Askerî
Mahkemece, müteakiben yapılan duruşmada, yoklama yapılıp,
sanığın talimatla saptanan ifadesindeki kimlik bilgilerinin,
dosyadaki belge ve bilgilere (nüfus kayıt örneği gibi) uygun olup
olmadığının kontrol edilmesinden sonra, sanığın duruşmada hazır
bulunmama istemi doğrultusunda, CMK’nın 196/1’inci maddesi
uyarınca duruşmadan bağışık tutulmasına karar verilmesi, ardından
duruşmaların açık (aleni) yapılacağına ilişkin, CMK’nın 182/1’inci
maddesinde tanımlanan ilke ve CMK’nın 191/3’üncü maddesinin
“b” bendi doğrultusunda, Askerî Savcı tarafından, iddianamenin
okunması; daha sonra da, CMK’nın 196/3 ve 209/1’inci maddeleri
uyarınca, sanığın istinabe suretiyle tespit olunan sorgu ve
savunmasının okunup, hazırlıktaki ifadeleriyle karşılaştırılmasını
müteakip, CMK’nın 215’inci maddesi uyarınca, taraflara bir
diyecekleri olup olmadığının sorulması gerekmektedir.
İzmir Asker Hastanesince 28.11.2011 tarihinde GATA
Haydarpaşa Eğitim Hastanesine sevk edilen sanığın, 29.11.2011 tarihinde
hastaneye yatırıldığı ve 14.12.2011 tarihinde taburcu edildiği, birliğine
dönüş için İstanbul-Aydın illeri arasında 1 gün yol süresi tanındığında en
geç 16.12.2011 tarihinde birliğine katılması gerekirken, 23.12.2011
tarihinde katıldığı; bu suretle, 16.12.2011-23.12.2011 tarihleri arasında
firar suçunu işlediği kabul edilerek, mahkûmiyetine karar verilmiş ise de;
Sanığın sorgusunun talimatla tespit edildiği hâllerde, Askerî
Mahkemece, müteakiben yapılan duruşmada, yoklama yapılıp, sanığın
talimatla saptanan ifadesindeki kimlik bilgilerinin, dosyadaki belge ve
bilgilere (Nüfus kayıt örneği gibi) uygun olup olmadığının kontrol
edilmesinden sonra, sanığın duruşmada hazır bulunmama istemi
353
doğrultusunda, CMK’nın 196/1’inci maddesi uyarınca duruşmadan
bağışık tutulmasına karar verilmesi, ardından duruşmaların açık (aleni)
yapılacağına ilişkin, CMK’nın 182/1’inci maddesinde tanımlanan ilke ve
CMK’nın 191/3’üncü maddesinin “b” bendi doğrultusunda, Askerî Savcı
tarafından, iddianamenin okunması; daha sonra da, CMK’nın 196/3 ve
209/1’inci maddeleri uyarınca, sanığın istinabe suretiyle tespit olunan
sorgu
ve
savunmasının
okunup,
hazırlıktaki
ifadeleriyle
karşılaştırılmasını müteakip, CMK’nın 215’inci maddesi uyarınca,
taraflara bir diyecekleri olup olmadığının sorulması gerektiği hâlde;
Askerî Mahkemece iddianamenin hiç okunmaması, CMK’nın 182 ve
191/3-b maddesinin âmir hükümleri bağlamında aleniyet ve sözlülük
ilkesini ihlâl sonucunu doğurması nedeniyle, mahkûmiyet hükmünün
usule aykırılıktan bozulmasına karar verilmiştir.
354
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 191/3
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E.No. : 2014/21
K.No. : 2014/20
T.
: 13.03.2014
ÖZET
Sanığın istinabe yoluyla tespit edilen sorgusundan sonra
yapılan duruşmada, Askerî Mahkemece; sanığın kimlik bilgilerinin,
duruşma tutanağına geçirilmediği ve dosyadaki kimlik bilgileri ile
karşılaştırılmadığı anlaşılmakla, bu hususun CMK’nın 191/3-a
maddesine aykırı olduğu, ancak, dosyada yer alan sanığa ait nüfus
kayıt örneği, iddianame, talimat zaptı ve gerekçeli karar
incelendiğinde, sanığın kimlik bilgilerinin vatandaşlık numarası da
dâhil olmak üzere tam ve eksiksiz olarak bütün belgelerde doğru
olarak bulunduğu, sanığın kimlik bilgileri hususunda herhangi bir
tereddüt olmadığı, sanığın sorgu ve savunmasının tespit edildiği
talimat mahkemesince sanığın açık kimlik bilgilerinin doğru ve
eksiksiz olarak tespit edildiği anlaşıldığından, Askerî Mahkemece;
sanığın kimlik bilgilerinin, duruşma tutanağına geçirilmemesi ve
dosyadaki kimlik bilgileri ile karşılaştırılmamasının mutlak değil
nisbi nitelikte hukuka aykırılık olup bozmayı gerektirmemektedir.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunda
çözümlenmesi gereken uyuşmazlığın konusu, sanığın istinabe yoluyla
tespit edilen sorgusundan sonra yapılan duruşmada, Askerî Mahkemece;
kimlik bilgilerinin, duruşma tutanağına geçirilmemesine veya dosyadaki
kimlik bilgileri ile karşılaştırılmasının yapılmamasına yönelik usule
aykırılığın bozma nedeni sayılıp sayılamayacağına ilişkindir.
Daire; mevcut usule aykırılığın, nispi nitelikte hukuka aykırılık
olduğunu ve bozmayı gerektirmediğini kabul ederek, mahkûmiyet
hükmünü uygulama yönünden bozarken,
Başsavcılık; mevcut usule aykırılığın, bozma gerektirdiğini ileri
sürerek, Daire kararına süresinde itiraz etmiştir.
355
Yapılan incelemede;
Sanığın, sorgu ve savunmasının yetkili kılınan Batman 1'inci
Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 04.10.2011 tarihinde istinabe yoluyla
tespit edilerek talimat zaptının Askerî Mahkemeye gönderildiği, Askerî
Mahkemece, 02.12.2011 tarihinde yapılan duruşmada, “… Mağdur sanık
M. D.'nin savunmasının tespiti için Batman Nöbetçi Asliye Ceza
Mahkemesine yazılan talimata ikmalen cevap verildiği görüldü. Okundu,
mahiyeti anlaşıldı, dosyasına konuldu." denilerek duruşmaya devam
edildiği, ancak, sanığın kimliğinin tespiti yapılmadığı gibi istinabe
mahkemesince tespit olunan kimliğine de atıfta bulunulmadığı, müteakip
duruşmalarda da bu yönde bir işlem yapılmaksızın hükme gidildiği,
görülmektedir.
5271 sayılı CMK'nın 191/3-a maddesinde, duruşmada sanığın
açık kimliğinin saptanması gerektiği, esası kabul edilmiştir. Bu
düzenleme gereğince, Hüküm Mahkemesince huzurda bulunan sanığın
kimliğinin saptanması, şayet, sanığın, istinabe suretiyle sorgu ve
savunması tespit edilmişse, ya kimlik tespiti yapılması ya da istinabe
mahkemesince tespit olunan kimliğine atıfta bulunulmak suretiyle,
davanın sanığının belirlenmesi gerekmektedir.
Somut olayda, Askerî Mahkemece, sanığın kimliğinin tespitinin
yapılmadığı, istinabe mahkemesince tespit olunan kimliğine atıfta da
bulunulmadığı, bunun usule aykırı olduğu anlaşılmakla birlikte, bir usule
aykırılığın bozmayı gerektirmesi için sanığın kimliğinde herhangi bir
kuşku bulunmalıdır. Hükmün bozulması için hukuka aykırılığın ya 353
sayılı Kanun'un 207/3 maddesi kapsamında mutlak bozma nedeni olması
ya da aynı Kanun'un 221/1'inci maddesi gereğince hükmü etkileyecek
nitelikte hukuka aykırılık içermesi gerekmektedir.
İstinabe yoluyla tespit edilen sorgusundan sonra yapılan
duruşmada, Askerî Mahkemece; sanığın kimlik bilgilerinin, duruşma
tutanağına geçirilmediği ve dosyadaki kimlik bilgileri ile
karşılaştırılmadığı anlaşılmakla, bu hususun CMK’nın 191/3-a
maddesine aykırı olduğu, ancak, dosyada yer alan sanığa ait nüfus kayıt
örneği, iddianame, talimat zaptı ve gerekçeli karar incelendiğinde,
sanığın kimlik bilgilerinin vatandaşlık numarası da dâhil olmak üzere
tam ve eksiksiz olarak bütün belgelerde doğru olarak bulunduğu, sanığın
kimlik bilgileri hususunda herhangi bir tereddüt olmadığı, sanığın sorgu
ve savunmasının tespit edildiği talimat mahkemesince sanığın açık
kimlik bilgilerinin doğru ve eksiksiz olarak tespit edildiği
anlaşıldığından, Askerî Mahkemece; sanığın kimlik bilgilerinin, duruşma
tutanağına geçirilmemesi ve dosyadaki kimlik bilgileri ile
356
karşılaştırılmamasının mutlak değil nisbi nitelikte hukuka aykırılık
oluşturduğu ve bozmayı gerektirmediği sonucuna varıldığından,
Başsavcılığın itirazının reddine karar verilmiştir.
357
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 193, 225
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
2’nci Daire Kararı
E.No. : 2014/777
K.No. : 2014/819
T.
: 24.09.2014
ÖZET
Önceki hükmün, CMK’nın 225’inci maddesindeki; “Hüküm,
ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve faili
hakkında verilir” düzenlemesine aykırılık nedeniyle bozulması
üzerine Askerî Mahkemece, bozma ilamından sonra iddianameye
uygun hüküm kurulması gerekirken, ek iddianame düzenlenmesi
yolu ile iddianın hükme uygun hâle getirilmesi ve asıl iddianamede
belirtilen fiil ile ilgili olarak hiçbir değerlendirme yapılmaması da
usule aykırılık oluşturduğu;
Bozma
ilamından
önceki
yargılamada,
sanığın
duruşmalardan bağışık tutulmasına karar verilmiş olsa bile, bozma
ilamına uyulmasından sonra, özellikle sanık hakkında ek iddianame
düzenlenmesi, sorgusunun tespit edilerek ek iddianamede belirtilen
fiilden hüküm kurulması karşısında, duruşmalardan bağışık tutulma
istemi bulunmayan sanığın 353 sayılı Kanun’un 81’inci maddesi
gereğince Birlik Komutanlığı aracılığı ile duruşmaya çağrılması
gerekirken çağrılmaması ve yokluğunda hüküm kurulması, sanığın
savunma hakkını kısıtlayıcı nitelikte olduğu gibi CMK’nın 193’ncü
maddesine ve dolayısıyla da duruşmaların vicahiliği ilkesine de
aykırılık oluşturduğu sonucuna varılmıştır.
Önceki mahkûmiyet hükmünün, usul yönünden bozulmasına
ilişkin Dairemizin 20.03.2013 tarihli, 2013/623-616 Esas ve Karar sayılı
ilamına uyan Askerî Mahkemece, sanığın, 18.06.2010 tarihinde, emre
itaatsizlikte ısrar suçunu işlediği kabul edilerek, ASCK’nın 87/1 (Birinci
cümle), TCK’nın 50, 52 ve 62’nci maddeleri uygulanmak suretiyle bin
iki yüz elli Türk Lirası adlî para cezası ile cezalandırılmasına karar
verilmiştir.
358
Hüküm; müdafi tarafından, hükme esas alınan emrin tavsiye
niteliğinde olduğu, sanığın duruşma zaptına yansıyan olumsuz bir
tavrının bulunmadığı, mahkemenin sanığa tarafsız gözle bakmayıp
yargılamayı kişiselleştirdiği, bu durumun mahkemenin tarafsız olmadığı
ve sanığın adil, tarafsız bir mahkemede yargılanmadığının göstergesi
olduğu, gerekçesiz ve kişiselleştirilmiş olumsuz kanaatlerle hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına dair hükümlerin uygulanmamış
olmasının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek temyiz edilmiştir.
Tebliğnamede; hükmün usul yönünden bozulmasına karar
verilmesi gerektiği yönünde görüş bildirilmiştir.
Yapılan incelemede …Komutanlığında görevli olan sanığın,
18.06.2010 tarihinde, Harekat Eğitim ve Uçuş Emniyet Subayı
Kr.Plt.Bnb. S. Ş.’nin bilgi ve izni olmaksızın, odasına girerek Uçuş Kayıt
Defterini aldığı, yan tarafta bulunan Personel ve İkmal Subaylığı
odasında defterin fotokopisini çekmeye başladığı, fotokopi makinesinin
kullanımından sorumlu olan Hrt.Tekns.Astsb.Kd.Çvş. E. D.’nin sanığı
izinsiz fotokopi çekmemesi konusunda uyardığı, sanığın uyarılara aldırış
etmeksizin fotokopi çekmeye devam ettiği, Uçuş Kayıt Defterinin
fotokopisini aldıktan sonra defteri tekrar Uçuş Emniyet Subayının
odasına bıraktığı, Hrt.Tekns.Astsb.Kd.Çvş E.D. tarafından, sanığın
izinsiz fotokopi çektiğinin Kr.Plt.Bnb. S. Ş.’ye haber verildiği,
Kr.Plt.Bnb. S. Ş.’nin sanığın odasına giderek, izinsiz olarak aldığı ve
fotokopisini çektiği belgelerin ne olduğunu sorduğu, sanığın, garnizon
mal defterinin fotokopisini çektiğini ve Harekat Eğitim ve Uçuş Emniyet
Subayının odasından herhangi bir şey almadığını söylediği, Kr.Plt.Bnb.
S. Ş.’nin çektiği fotokopileri vermesi konusunda ısrar etmesi üzerine
sanığın, fotokopileri Birlik binasının arkasındaki çöpe attığını söylediği,
bir süre sonra ise; fotokopi çektiğini inkar ederek “Ben fotokopi falan
çekmedim”
dediği,
bunun
üzerine
yüzleştirme
için
Hrt.Tekns.Astsb.Kd.Çvş. E.D. çağrılarak sanığın fotokopi çekip
çekmediğinin sorulduğu, Hrt.Tekns.Astsb.Kd.Çvş. E. D.’nin sanığın
Uçuş Kayıt Defterinin fotokopisini çektiğini söylediği, bunun üzerine
karargahta en kıdemli subay olarak bulunan Kr.Plt.Bnb. A. E.’ye haber
verildiği, Kr.Plt.Bnb. A. E.’nin, sanıktan çektiği fotokopileri vermesini
istediği, sanığın ise; “Ne fotokopisi komutanım. Onlar şahsi belgelerdi,
ben fotokopi çekmedim, o çektiğim fotokopiler Uçuş Kayıt Defterinin
fotokopileri değildi, garnizon mal defterinin fotokopileri” dediği, sanığın
çektiği fotokopileri vermeye yanaşmaması üzerine Kr.Plt.Bnb. A. E.
tarafından bir heyet marifeti ile sanığın odasında arama yapılmasına
karar verildiği, birlik arkasındaki çöp dökme alanının yapılan
359
kontrolünde herhangi bir belgeye rastlanılmadığı, odada yapılan arama
sırasında sanığın kilitli bulunan karteks dolabın içerisinde Harita Genel
Komutanlığına yaptırılan işler ve alınan malzemelerle ilgili teklif belgesi
ve faturalar ile değişik tarihlere ait yoklama durum çizelgelerinin ve
Kr.Plt.Bnb. S. Ş.’nin çocuğunun doğum belgesinin bulunduğu, sanığın
masasının altındaki çöp kutusu kontrol edildiğinde ise; küçük parçalara
ayrılarak yırtılmış uçuş kayıt defteri fotokopilerinin olduğu, bu esnada
sanığın uçuş tulumunun cebine bazı fotokopi kağıtları saklamaya
çalıştığını gören Kr.Plt.Bnb. A. E. tarafından elindeki kâğıtların alındığı,
bu kâğıtların da Uçuş Kayıt Defterine ait fotokopi şeklindeki sayfalar
olduğunun görüldüğü,olayla ilgili tutanak tutulduğu, kendisine olaydan
önce tebliğ edilen “Bilgi, belge, doküman ve malzemeler ile evrakın,
izinsiz olarak alınmayacağı, aktarılmayacağı, çoğaltılmayacağı, kışla ve
karargâh
dışına
çıkartılmayacağı,
haberleşme
araçlarında
açıklanmayacağı ve kişisel ticari amaçlarla kullanılmayacağı”
yolundaki emirlere uymayıp izinsiz olarak Uçuş Kayıt Defterinin
fotokopisini çeken sanığın emre itaatsizlikte ısrar suçunu işlediği kabul
edilerek cezalandırılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.
Sanık hakkında düzenlenen 30.12.2010 tarihli, 2010/344-250
sayılı iddianamede; Kr.Plt.Yb. S. K. ile Kr.Plt.Bnb. S. Ş. tarafından sözlü
olarak verilen “Karargâhta bulunan diğer personelin odasına izinsiz
girmemesi” yolundaki ve dosya dizi 103’de mevcut Harita Hava Grup
Komutanlığı Tasnif Dışı ve Hizmete Özel Evrak Fotokopi Kayıt Defteri
Talimatı ile dosya dizi 107-120’de mevcut MEBS Güvenliği 47/17 Nu.lı
Devamlı Emrinde belirtilen “Birlik içerisinde çekilen fotokopilerin
sadece sorumlusu tarafından çekileceği ve deftere kayıt edileceği,
fotokopi alan personelin rütbesinin, ad ve soyadının yazılacağı,
fotokopiyi alan personelin imza atacağı” şeklindeki emirlere aykırı
olarak, 18.06.2010 tarihinde, hiç kimsenin bulunmadığı bir esnada,
izinsiz olarak Harekât Eğitim ve Uçuş Emniyet Subayının odasına
girmek, buradan Uçuş Kayıt Defterini almak ve izinsiz olarak Personel
ve İkmal Subaylığı odasında bu defterin fotokopisini çekip, bunu da
deftere kaydetmemek suretiyle emre itaatsizlikte ısrar suçunu işlediği
iddia edilerek kamu davası açıldığı,
Askerî Mahkemenin 11.08.2011 tarihli, 2011/99-130 Esas ve
Karar sayılı hükmü ile; Harita Genel Komutanlığının, dosya dizi 105’te
mevcut 10.03.2010 tarihli ve dosya dizi 106’da mevcut 26.01.2010 tarihli
emirlerinde belirtilen “Bilgi, belge, doküman ve malzemeler ile evrakın,
izinsiz olarak alınmayacağı, aktarılmayacağı, çoğaltılmayacağı, kışla ve
karargâh
dışına
çıkartılmayacağı,
haberleşme
araçlarında
360
açıklanmayacağı ve kişisel ticari amaçlarla kullanılmayacağı” yolundaki
emirlere rağmen, sanığın izinsiz olarak Uçuş Kayıt Defterinin
fotokopisini çekmek suretiyle atılı suçu işlediği kabul edilerek
mahkûmiyet kararı tesis edildiği,
Hükmün, sanık ve müdafi tarafından temyiz edilmesi üzerine,
Dairemizin 20.03.2013 tarihli, 2013/623-616 Esas ve Karar sayılı
ilamı ile iddianamede sanığa isnat edilen eylemler arasında “Bilgi,
belge, doküman ve malzemeler ile evrakın izinsiz olarak alınmayacağı,
aktarılmayacağı ve çoğaltılmayacağı” yolundaki emre aykırı hareket
etmek şeklinde bir eyleme yer verilmemesi sebebiyle bu eylem dava
konusu edilmemesine rağmen; Askerî Mahkemenin bu eylem hakkında
dava açıldığını kabul ederek sanık hakkında mahkûmiyet hükmü tesis
etmesi, CMK’nın 225’inci maddesine aykırı olmasının yanı sıra ceza
yargılaması hukukunun temel ilkelerinden olan “Davasız yargılama
olmaz” ilkesini zedelemesi nedeniyle usule aykırı bulunarak bozulmasına
karar verildiği,
Dairemizin bozma ilamına uyulmasına karar verildikten sonra,
Askerî Savcılık tarafından tanzim edilen 23.06.2013 tarihli, 2010/344250 sayılı ek iddianame ile; sanığın, 18.06.2010 tarihinde, dosya dizi 105
ve 106’da mevcut, “Bilgi, belge, doküman ve malzemeler ile evrakın,
izinsiz olarak alınmayacağı, aktarılmayacağı, çoğaltılmayacağı, kışla ve
karargâh
dışına
çıkartılmayacağı,
haberleşme
araçlarında
açıklanmayacağı ve kişisel ticari amaçlarla kullanılmayacağı” yolundaki
emirler hilafına hareket ederek hizmet emirlerinin gereğini hiç
yapmamak suretiyle emre itaatsizlikte ısrar suçunu işlediğinin iddia
edildiği,
Ek iddianame kapsamında sanığın sorgusunun tespit edildiği,
duruşmalardan bağışık tutulma yönünde bir talebi bulunmayan ve asker
kişi olması nedeniyle, ancak amirinin emri ve izni doğrultusunda
duruşmalara gelebilecek olan sanığın duruşmaya celp edilmediği ve
yokluğunda hüküm kurularak, “Bilgi, belge, doküman ve malzemeler ile
evrakın, izinsiz olarak alınmayacağı, aktarılmayacağı, çoğaltılmayacağı,
kışla ve karargâh dışına çıkartılmayacağı, haberleşme araçlarında
açıklanmayacağı ve kişisel ticari amaçlarla kullanılmayacağı” yolundaki
emirlere rağmen, sanığın izinsiz olarak Uçuş Kayıt Defterinin
fotokopisini çekmek suretiyle atılı suçu işlediği kabul edilerek
mahkûmiyet kararı tesis edildiği anlaşılmaktadır.
1) Her ne kadar bozma ilamından önceki yargılamada, müdafiin
talebi doğrultusunda, sanığın duruşmalardan bağışık tutulmasına karar
verilmiş ise de, bozma ilamına uyulmasından sonra, özellikle sanık
361
hakkında ek iddianame düzenlenmesi, sorgusunun tespit edilerek ek
iddianamede belirtilen fiilden hüküm kurulması karşısında,
duruşmalardan bağışık tutulma istemi bulunmayan sanığın 353 sayılı
Kanun’un 81’inci maddesi gereğince Birlik Komutanlığı aracılığı ile
duruşmaya çağrılması gerekirken çağrılmaması ve yokluğunda hüküm
kurulması, sanığın savunma hakkını kısıtlayıcı nitelikte olduğu gibi
CMK’nın 193’üncü maddesine ve dolayısıyla da duruşmaların vicahiliği
ilkesine de aykırılık oluşturmaktadır.
2) Ayrıca CMK’nın 225’inci maddesindeki; “Hüküm, ancak
iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve faili hakkında
verilir” düzenlemesine aykırı olarak hüküm kurulması ve bu hükmün de
usul yönünden Dairemizce bozulması üzerine, Askerî Mahkemece,
30.12.2010 tarihli iddianamede belirtilen fiil hakkında hüküm kurulması
gerekirken, önceki mahkûmiyet hükmünde belirtilen fiile yönelik yeni bir
iddianame tanzim edilmesi yoluna gidilip aynı hükmün yeniden tesis
edilmesi, başka bir deyişle, bozma ilamından sonra hükmün iddianameye
uygun hâle getirilmesi yerine, iddianamenin hükme uygun hâle
getirilmesi ve 30.12.2010 tarihli iddianamede belirtilen fiil ile ilgili
olarak hiçbir değerlendirme yapılmaması da usule aykırılık
oluşturmaktadır.
Belirtilen nedenlerle, mahkûmiyet hükmünün usul yönünden
bozulmasına karar verilmiş, bozma sebebi karşısında diğer yönlerden
inceleme yapılmamıştır.
362
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 196
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
4’üncü Daire Kararı
E.No. : 2014/123
K.No. : 2014/107
T.
: 28.01.2014
ÖZET
Duruşmalardan bağışık tutulma istemi bulunmayan sanığın,
müteakip celselere çağrılmasına karşın, başka birliğe tertip olduğu
öğrenildikten sonra, bu konuda bir talebi olup olmadığı tespit
edilmeksizin duruşmadan bağışık tutulmasına karar verilerek,
yokluğunda duruşma açılıp, mahkûmiyetine karar verilmesi hukuka
aykırılık teşkil etmektedir.
Sanığın, birlik komutanlığınca 30.10.2011 tarihinde gönderildiği
çarşı izninden dönmeyerek izinsiz olarak garnizondan uzaklaştığı,
12.01.2012 tarihinde yakalandığı ve bu şekilde 30.10.2011-12.01.2012
tarihleri arasında firar suçunu işlediği kabul edilerek, mahkûmiyetine
karar verilmişse de;
Duruşmalardan bağışık tutulma istemi bulunmayan sanığın,
müteakip celselere çağrılmasına karşın, başka birliğe tertip olduğu
öğrenilerek, bu konuda bir talebi olup olmadığı tespit edilmeksizin
duruşmadan bağışık tutulmasına karar verilerek, yokluğunda duruşma
açılıp, mahkûmiyetine karar verilmesi, CMK’nın 193, 196 ve 353 sayılı
Kanun’un 207/3-H maddelerinin ihlâli niteliğinde olduğundan,
mahkûmiyet hükmünün usul yönünden bozulmasına karar verilmiştir.
363
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 216
ASMKYUK
Mad. 207/3-H
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
2’nci Daire Kararı
E.No. : 2014/698
K.No. : 2014/690
T.
: 25.06.2014
ÖZET
Duruşmalardan bağışık tutulmaları nedeniyle hüküm
duruşmasına katılmayan sanıkların, savunma ve son sözleri yerine
geçmek üzere, dosyada yer alan tüm beyanlarının ayrı ayrı
okunması gerekirken, hangisi olduğu belirlenemeyecek şekilde tek
bir sanık yönünden bu işlemin yapılarak, mahkûmiyet kararı
verilmesi, CMK’nın 216 ve 353 sayılı Kanun’un 207/3-H maddesine
aykırı düşmektedir.
Askerî Mahkemece; sanığın, 23.10.2011 tarihinde;
1) Üste fiilen taarruz suçunu işlediği kabul edilerek, ASCK’nın
91/1'inci maddesinin az vahim hâl cümlesi ile TCK’nın 62/1'inci maddesi
uyarınca beş ay hapis cezası ile cezalandırılmasına;
2) Üste hakaret suçunu işlediği kabul edilerek, ASCK’nın
85/1'inci maddesinin ilk cümlesi ve TCK’nın 62/1'inci maddesi uyarınca
iki ay on beş gün hapis cezası ile cezalandırılmasına;
Karar verilmiştir.
Hükümler; sanık tarafından, esasa yönelik sebeplerle temyiz
edilmiştir.
Tebliğnamede; hükümlerin uygulama yönünden bozulmaları
gerektiği hususunda görüş bildirilmiştir.
Mağdur sanık P.Çvş. İ. K.’nin sanığa karşı işlediği kabul edilen
asta müessir fiil suçuyla ilgili mahkûmiyet hükmü, temyiz edilmeksizin
kesinleştiğinden, inceleme dışında tutulmuştur.
Yapılan incelemede; sanığın, 23.10.2011 tarihinde bir mesele
yüzünden tartıştığı mağdur sanık P.Çvş. İ. K.’yi yakasından tutup,
ittirmek, vurmak ve beline tekme atmak suretiyle üste fiilen taarruz, yine,
364
bu kişiye karşı “… senin ananı si… ceğim, o… çocuğu” demek suretiyle
de üste hakaret, suçlarını işlediği kabul edilerek, yazılı olduğu şekilde
mahkûmiyet kararı verildiği anlaşılmaktadır.
Her iki sanıkla ilgili davanın ilk duruşmasının yüzlerine karşı
06.02.2012 tarihinde yapıldığı, sanıkların sorgularının tespiti ve
tanıkların dinlenilme işlemlerinin tamamlanmasının ardından, duruşmaya
katılan sanıkların duruşmalardan bağışık tutulma yönünden talepte
bulundukları, aynı celse alınan ara kararla her iki sanığın duruşmalardan
bağışık tutulmalarına, dava dosyasının karar için tetkike alınmasına ve
duruşmanın 13.02.2012 gününe bırakılmasına karar verildiği, sanıkların
yokluklarında icra edilen 13.02.2012 tarihli ikinci duruşmada ise, dava
dosyasında yer alan belgelerin okunmasının ve soruşturmanın
genişletilmesini gerektiren bir talep veya husus bulunmadığının tespitinin
ardından, duruşmaya katılan Askerî Savcının her iki sanıkla ilgili olarak
esas hakkındaki mütalaasını bildirdiği ve akabinde, “Sanığın esas
hakkındaki savunması ve son sözü yerine geçmek üzere dosyada bulunan
tüm ifadesi ayrı ayrı okundu” şeklinde duruşma zaptına geçen usulü
işlemin ardından, duruşmaya son verilerek, hükümlerin tefhim edildiği
anlaşılmaktadır.
CMK’nın “Duruşma tutanağının ispat gücü” başlığını taşıyan
222’nci maddesinin açık hükmü karşısında, duruşmanın kanunda
belirtilen usul ve esaslara uygun biçimde yapılıp yapılmadığının
belirlenmesi konusunda ancak duruşma tutanağında yazılı olan içeriğe
itibar edilmesi gerekmektedir.
İnceleme konusu dava dosyasında, bağışık tutulmalarını istemeleri
sebebiyle, duruşmaya katılmayan her iki sanığın, savunma ve son sözleri
yerine geçmek üzere, dosyada yer alan tüm beyanlarının ayrı ayrı
okunması gerekirken, isim ve soyadı belirtilmeyen ve bu yönüyle hangisi
olduğu belirlenemeyen tek bir sanık yönünden bu işlemin yapılarak,
mahkûmiyet kararı verilmesinin, CMK’nın 216 ve 353 sayılı Kanun’un
207/3-H maddesine aykırı düştüğü sonucuna varılmış ve mahkûmiyet
hükümlerinin usule aykırılık sebebiyle ayrı ayrı bozulmalarına karar
verilmiştir.
365
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 220/1, 232/2
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E.No. : 2014/72
K.No. : 2014/67
T.
: 18.09.2014
ÖZET
Duruşma tutanağının ispatına yönelik olarak tutanakta
bulunması gereken mahkeme adının bütün tutanaklarda bulunması
gerektiği, tensip tutanağında ve yapılan ilk duruşmaya ait tutanakta
mahkeme adına yer verilmiş olmasının yeterli olmadığı sonucuna
varılmıştır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; duruşma tutanaklarında “mahkeme
adının” yazılmamış olmasının, hükmün esasına etkili bir bozma sebebi
olup olmadığına ilişkindir.
Daire; ilk duruşmaya ait tutanakta mahkeme ismine yer verildiği,
müteakip duruşma tutanaklarının birbirini takip eder sayfa numaralı,
duruşma tarihi yönünden aralıksız düzenlenmiş olduğu, hâkimlerin
imzaları yönünden farklılık bulunmadığı gözetilerek, ara oturumlarda
mahkeme ismine yer verilmemiş olmasının bozmayı gerektirmediğini
kabul ederken;
Başsavcılık; duruşmanın yapıldığı mahkemenin adının yazılı
olmamasının, CMK’nın 220/1-a maddesinin emredici hükmüne aykırılık
teşkil ettiğini belirterek, Daire kararına itiraz etmiştir.
Dava dosyası incelendiğinde; tensip tutanağı ile yapılan ilk
duruşmaya ait tutanağın başlık kısmında mahkeme adının yer aldığı,
ancak, sayfa 2 şeklinde numaralandırılan 28.09.2011 tarihli duruşma
tutanağı ile müteakip yapılan 02.11.2011, 07.12.2011, 18.01.2012,
09.03.2012, 16.04.2012, 06.06.2012, 04.07.2012, 29.08.2012 tarihli ve
mahkûmiyet hükmünün tesis edildiği 12-13 sayfa numaralı 03.10.2012
tarihli duruşma tutanaklarında mahkeme adının yazılı olmadığı
görülmektedir.
366
Bu konuyla ilgili yasal düzenlemeler incelendiğinde;
“Duruşma tutanağının başlığı” başlıklı CMK'nın 220'nci
maddesinde; duruşma tutanağının başlığında, duruşmanın yapıldığı
mahkemenin adının, oturum tarihlerinin, hâkimin, Cumhuriyet savcısının
ve zabıt kâtibinin adı ve soyadının belirtileceği;
Aynı Kanun'un “Duruşma tutanağının içeriği” başlıklı 221'inci
maddesinde; duruşma tutanağının içeriğinde bulunması gerekenler
sayıldıktan sonra, “Duruşma tutanağının ispat gücü” başlıklı 222'nci
maddesinde; duruşmanın nasıl yapıldığının, kanunda belirtilen usul ve
esaslara uygun olarak yapılıp yapılmadığının, ancak tutanakla ispat
olunabileceği,
tutanağa
karşı
yalnız
sahtecilik
iddiasının
yöneltilebileceği; düzenlenmiştir.
Yukarıda mahkeme adının bulunmadığı belirtilen duruşma
tutanakları incelendiğinde; yargılamanın esaslı işlemlerinin yapıldığı
duruşma tutanaklarında hangi mahkemeye ait olduğu hususunun yer
almadığı görülmektedir.
“İspat gücü” bakımından, anılan tutanakların, kapsaması gereken
unsurlardan birinin yokluğu nedeniyle duruşma tutanağı özelliğini
kazandığını söylemek mümkün değildir. Mahkeme adının, yargısal
işleme ilişkin tutanakta yer alması şart olup; dolaylı bilgilerin bu
tutanağın hangi mahkemeye ait olduğunu belirlemede ölçüt alınması, bu
usul eksikliğini ortadan kaldırmamaktadır (Askerî Yargıtay Daireler
Kurulunun, 06.03.2014 tarihli, 2014/7-12; 24.04.2014 tarihli, 2014/3438; 05.06.2014 tarihli, 2014/52-52; 26.06.2014 tarihli, 2014/64-52 Esas
ve Karar sayılı kararları da aynı yöndedir).
Bu itibarla, duruşma tutanağının başlığında; duruşmanın yapıldığı
mahkemenin adının yazılacağı kanunun emredici hükmü gereği
zorunluluk olarak düzenlendiğinden, ispat gücü zedelenen bu duruşma
tutanaklarının, CMK’nın 220/1 ve 232/2’nci maddeleri çerçevesinde
düzenlenmemesinin, esasa etkili bir hukuka aykırılık olduğu sonucuna
varıldığından, Başsavcılık itirazının kabulüne, Daire kararının
kaldırılmasına ve Askerî Mahkemece verilen mahkûmiyet hükümlerinin
usule aykırılık yönünden ayrı ayrı bozulmasına karar verilmiştir.
367
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 230/1-(d)
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
3’üncü Daire Kararı
E.No. : 2014/486
K.No. : 2014/482
T.
: 21.05.2014
ÖZET
Hapis cezasının adlî para cezasına çevrilmesi veya kamuya
yararlı bir işte çalışmasına karar verilmesi isteminde bulunan
hükümlü hakkında, seçenek yaptırımlardan kamuya yararlı bir işte
çalışma isteminin değil, adlî para cezasına çevrilme yaptırımının
kabul edilme nedeni açıklanmadığından, uyarlama mahkûmiyet
hükmünün bozulmasına karar verilmiştir.
Askerî Mahkemenin 31.05.2007 tarihli ve 2007/761-300 sayılı
mahkûmiyet hükmü ile hükümlünün;
1) 28.09.2003-14.01.2004 tarihleri arasında izin tecavüzü suçunu
işlediği kabul edilerek, ASCK’nın 66/1-b ve 765 sayılı TCK’nın 59/2’nci
maddeleri uyarınca, sonuç olarak on ay hapis cezası ile
cezalandırılmasına, yolda ve nezarette geçen sürenin 353 sayılı Kanun’un
251’inci maddesi gereğince mahkûmiyetinden mahsubuna;
2) 01.02.2004-26.08.2005 tarihleri arasında mükerrer firar
suçunu işlediği kabul edilerek, ASCK’nın 66/2-c ve TCK’nın 62’nci
maddeleri uyarınca, sonuç olarak bir yıl sekiz ay hapis cezası ile
cezalandırılmasına, yolda, nezarette ve tutuklulukta geçen sürenin,
TCK’nın 63’üncü maddesi gereğince mahkûmiyetinden mahsubuna karar
verilmiş;
Dairemizin 20.05.2009 tarihli ve 2009/1279-1327 sayılı ilamı ile,
izin tecavüzü suçu ile ilgili hükmün düzeltilerek onanmasına; mükerrer
firar suçu ile ilgili hükmün ise, lehe olan kanun hükümlerinin
uygulanması hususunda değerlendirme yapılması bakımından
bozulmasına karar verilmiştir.
Bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda, Askerî
Mahkemenin 22.09.2010 tarihli ve 2010/759-1162 sayılı mahkûmiyet
hükmü ile, hükümlünün, 01.02.2004-26.08.2005 tarihleri arasında firar
368
suçunu işlediği kabul edilerek, ASCK’nın 66/1-a (artırımlı) ve TCK’nın
62’nci maddeleri uyarınca, sonuç olarak on bir ay yirmi gün hapis cezası
ile cezalandırılmasına, TCK’nın 58/7’nci maddesi uyarınca mükerrirlere
özgü infaz rejiminin ve cezanın infazından sonra denetimli serbestlik
tedbirinin uygulanmasına, yolda ve nezarette geçen sürenin, TCK’nın
63’üncü maddesi gereğince mahkûmiyetinden mahsubuna, TCK’nın
231’inci maddesi uyarınca objektif şart oluşmadığından hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilmiş; bu
hüküm, taraflarca yasal süresi içinde temyiz edilmediğinden, 13.01.2012
tarihi itibarıyla kesinleştirilmiştir.
İnfaz aşamasında; Askerî Savcılığın istemi üzerine, Askerî
Mahkemenin 22.01.2013 tarihli ve 2010/759 Evrak-2013/119 Ka. sayılı
duruşmasız işlere ait kararı ile, hükmün infazının durdurulmasına karar
verilmiştir.
Askerî Mahkemece, Anayasa Mahkemesinin 17.01.2013 tarihli ve
2012/80 Esas-2013/16 Karar sayılı kararı dikkate alınarak, lehe hüküm
değerlendirmesi yapılması için duruşma açılarak taraf teşkili sağlanmış;
incelemeye konu 11.12.2013 tarihli ve 2013/1020-988 sayılı uyarlama
mahkûmiyet hükmü ile hükümlü hakkında daha önce tesis olunan
22.09.2010 tarihli ve 2010/759-1162 sayılı mahkûmiyet hükmünün lehe
kanun uyarlaması sonucunda, hükümlünün, 01.02.2004-26.08.2005
tarihleri arasında firar suçunu işlediği kabul edilerek, ASCK’nın 66/1-a
(artırımlı), TCK’nın 62, 50/3, 52/2 ve 52/4’üncü maddeleri uyarınca,
sonuç olarak yedi bin TL adlî para cezası ile cezalandırılmasına,
cezasının taksitlendirilmesine, yolda ve nezarette geçen sürenin TCK’nın
63’üncü maddesi gereğince mahkûmiyetinden mahsubuna, yasal
imkânsızlık nedeniyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ve
cezasının ertelenmesine yer olmadığına karar verilmiş; bu hüküm,
hükümlü tarafından, neden belirtilmeksizin temyiz edilmiştir.
23.01.2013 tarihli ve 28537 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan
Anayasa Mahkemesinin 17.01.2013 tarihli, 2012/80 Esas, 2013/16 Karar
sayılı kararıyla; ASCK’nın 47’nci maddesinin birinci fıkrasının (A)
bendinin birinci ve ikinci cümlelerinin, Ek 8’inci maddesinin ikinci
fıkrasında yer alan “... kısa süreli hapis cezasına seçenek yaptırımlar
ile...” ibaresinin ve ASCK’nın Ek 10’uncu maddesinin ikinci fıkrasının
Anayasa’ya aykırı olduğu kabul edilerek iptaline karar verilmiş
olduğundan, hükümlü hakkında, ASCK’nın 47 ve Ek 8’inci maddeleri
kapsamında, hapis cezasının seçenek yaptırımlara çevrilmesi veya
ertelenmesine ilişkin hükümlerin uygulanıp uygulanmayacağı konusunda
değerlendirme yapılması gerekmektedir.
369
Somut olay ile ilgili olarak dava dosyası incelendiğinde; CMK’nın
231’inci maddesi kapsamında yeniden değerlendirme yapılması hatalı
olmakla birlikte, objektif şart gerçekleşmediğinden, hükümlü hakkında
hükmün açıklanmasının geri bırakılması hükümlerinin uygulanmasına
yer olmadığına karar verilmesinde, yine daha önce üç aydan fazla hapis
cezasına mahkûm edilmesi karşısında erteleme hükümlerinin
uygulanmamasında hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Ancak, hapis cezasının adlî para cezasına çevrilmesi veya kamuya
yararlı bir işte çalışmasına karar verilmesi isteminde bulunan hükümlü
hakkında, seçenek yaptırımlardan kamuya yararlı bir işte çalışma
isteminin değil, adlî para cezasına çevrilme yaptırımının kabul edilme
nedeni
açıklanmadığından,
uyarlama
mahkûmiyet
hükmünün
bozulmasına karar verilmiştir.
370
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 231
ASKERÎ CEZA KANUNU
Mad. 47
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E.No. : 2014/16
K.No. : 2014/18
T.
: 13.03.2014
ÖZET
Denetim süresi içerisinde kasten bir suç işlenmesi hâlinde,
Askerî Mahkemece, CMK’nın 231/11’inci maddesi gereğince,
açıklanması geri bırakılan ve hapis cezası içeren mahkûmiyet
hükmünün aynen açıklanması gerektiği, 5271 sayılı CMK’nın 231/7
ve 11’inci madde ve fıkraları dikkate alındığında da, açıklanan hapis
cezasının seçenek yaptırımlara çevrilemeyeceği, ertelenemeyeceği ve
kısmen infaz edilmemesine karar verilemeyeceği, ancak, Anayasa
Mahkemesinin 17.01.2013 tarihli ve 2012/80 E., 2013/16 K. sayılı,
ASCK’nın 47’nci maddesinin birinci fıkrasının 4551 sayılı Kanun’un
12’nci maddesi ile değiştirilen (A) bendinin birinci ve ikinci
cümlelerinin ve Ek 8’inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “…
kısa süreli hapis cezasına seçenek yaptırımlar ile...” ibaresinin
Anayasa’ya aykırı olduğuna dair kararı karşısında, tayin edilen
hürriyeti bağlayıcı cezanın seçenek yaptırımlara çevrilmesine ve
ertelenmesine yasal engel kalmadığı ve bu kapsamda değerlendirme
yapılması için mahkûmiyet hükmünün bozulması gerekmektedir.
Daire ile Askerî Mahkeme arasında ortaya çıkan uyuşmazlığın
konusu, denetim süresi içerisinde kasten bir suç işlenmesi hâlinde, Askerî
Mahkemece, CMK’nın 231/11’inci maddesi gereğince, açıklanması geri
bırakılan ve hapis cezası içeren mahkûmiyet hükmünün açıklanması
sırasında, hükmolunan hapis cezasının, seçenek yaptırımlara
çevrilmesinin veya ertelenmesinin mümkün olup olmadığına ilişkindir.
Daire tarafından, cezanın seçenek yaptırımlara çevrilebileceği
veya ertelenebileceği kabul olunarak, hapis cezası içeren mahkûmiyet
hükmünün uygulama yönünden bozulmasına karar verilirken;
371
Askerî Mahkeme tarafından, cezanın seçenek yaptırımlara
çevrilemeyeceği ve ertelenemeyeceği kabul olunarak, hapis cezası içeren
mahkûmiyet hükmünün uygulama yönünden bozulmasına dair Daire
kararına yönelik olarak önceki hükümde direnilmiştir.
Esas yönünden yapılan incelemede;
Sanık Dz.Hiz.Er H. D.'nin, 28.12.2007 tarihinde görevlendirildiği
Batı Er Gazinosundaki öğle yemeği hazırlıklarının tamamlanmasını
müteakiben, saat 11:30 sıralarında yemeğini yemek için masaya
oturduğu, mağdur Dz.Onb. C. A.’nın kendisinden masa örtüsünü üst kata
çıkarmasını istediği, sanığın yemek yedikten sonra çıkaracağını mağdura
söylemesi üzerine, mağdur Onbaşının isteğini tekrarladığı, sanığı
arkadaşlarının toplu olarak bulunduğu sırada yüksek sesle bağırarak
azarladığı, bu nedenle rencide olan ve sinirlenen sanığın, mağdurun
haksız tahrikinin etkisi ile yerinden kalkarak mağdurun yüzüne yumruk
attığı, tüm dosya kapsamından maddi vakıa olarak sübut bulmaktadır.
Böylece, sanığın 28.12.2007 tarihinde üstü durumunda bulunan
Dz.Onb. C. A.'ya karşı üste fiilen taarruz suçunu işlediğini kabul eden
Askerî Mahkemece; alt sınırdan tayin edilen temel ceza üzerinden,
haksız tahrik nedeniyle yasal indirim ve duruşmadaki iyi hâli nedeniyle
de lehine takdiri indirim hükmü uygulanarak yazılı olduğu şekilde
kurulan mahkûmiyet hükmünde, denetim süresi içerisinde kasıtlı suç
işlemesi nedeniyle açıklanması geri bırakılan hükmün açıklanmasında,
usul ve esas yönlerinden herhangi bir hukuka aykırılık bulunmamakla
birlikte;
5271 sayılı CMK'nın 231/7'nci maddesinin birinci cümlesi
“Açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümde, mahkûm
olunan hapis cezası ertelenemez ve kısa süreli olması hâlinde seçenek
yaptırımlara çevrilemez.” hükmünü, aynı maddenin 11'inci fıkrası ise
“Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli
serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması hâlinde,
mahkeme hükmü açıklar. Ancak mahkeme, kendisine yüklenen
yükümlülükleri yerine getiremeyen sanığın durumunu değerlendirerek;
cezanın yarısına kadar belirleyeceği bir kısmının infaz edilmemesine ya
da koşullarının varlığı hâlinde hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine
veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar vererek yeni bir
mahkûmiyet hükmü kurabilir.” hükmünü içermektedir.
Bu düzenlemeler gereğince, hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kararı verildiği zaman, temel ceza belirlendikten sonra, bu
cezanın seçenek yaptırımlara çevrilmesi ve ertelenmesi hususları
değerlendirilmeyecek, sanığın, denetim süresi içinde kasten yeni bir suç
372
işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı
davranması hâlinde, mahkeme hükmü açıklayacaktır. Ancak mahkeme,
kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine getiremeyen sanığın
durumunu değerlendirerek; cezanın yarısına kadar belirleyeceği bir
kısmının infaz edilmemesine ya da koşullarının varlığı hâlinde
hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara
çevrilmesine karar vererek yeni bir mahkûmiyet hükmü kurabilecektir.
Bu düzenlemeye göre, 5237 sayılı TCK’nın 50/3’üncü maddesi
kapsamına giren ve hapis cezasının zorunlu olarak birinci fıkrada yazılı
seçenek yaptırımlara çevrilmesini öngören hâller hariç olmak üzere,
denetim süresi içerisinde kasten bir suç işlenmesi hâlinde, Askerî
Mahkemece, CMK’nın 231/11’inci maddesi gereğince, açıklanması geri
bırakılan ve hapis cezası içeren mahkûmiyet hükmünün aynen
açıklanması gerektiği, açıklanan hapis cezasının seçenek yaptırımlara
çevrilemeyeceği, ertelenemeyeceği ve kısmen infaz edilmemesine karar
verilemeyeceği, sonucuna ulaşılmaktadır (Askerî Yargıtay Daireler
Kurulunun 08.12.2011 tarihli ve 2011/114-1145 E.K., Yargıtay Ceza
Genel Kurulunun 19.02.2008 tarihli ve 2006/6-346 E. 2008/25 K.,
03.06.2008 tarihli ve 2008/7-133 E. 2008/162 K., 29.01.2013 tarihli ve
2012/14-1324 E. 2013/27 K., Yargıtay 2'nci Ceza Dairesinin 01.10.2013
tarihli ve 2013/22128-22302 E.K., Yargıtay 5'inci Ceza Dairesinin
10.09.2013 tarihli ve 2012/12809 E. 2013/8386 K., Yargıtay 8'inci Ceza
Dairesinin 08.07.2013 tarihli ve 2013/5311-20129 E.K. ve 08.07.2013
tarihli ve 2013/5323-20127 E.K.,Yargıtay 9'uncu Ceza Dairesinin
21.02.2013 tarihli ve 2012/5752 E. 2013/2478 K.sayılı ilamları da bu
doğrultudadır).
Ancak, burada, Anayasa Mahkemesinin 23.01.2013 tarihli ve
28537 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren, 17.01.2013
tarihli 2012/80 E. 2013/16 K. sayılı kararının da irdelenmesi
gerekmektedir. Gerek hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının
verildiği 11.03.2008 tarihinde, gerekse hükmün açıklandığı 28.12.2011
tarihinde, ASCK’nın 47 ve Ek 8’inci maddelerindeki yasal engeller
nedeniyle, ASCK'nın 91'inci maddesinde düzenlenen üste fiilen taarruz
suçu yönünden verilen hürriyeti bağlayıcı cezanın, seçenek yaptırımlara
çevrilmesi veya ertelenmesi mümkün değildi. Ancak, Anayasa
Mahkemesi’nin 17.01.2013 tarihli 2012/80 E. 2013/16 K. sayılı kararı
ile, ASCK’nın 47’nci maddesinin birinci fıkrasının 4551 sayılı Kanun’un
12’nci maddesi ile değiştirilen (A) bendinin birinci ve ikinci
cümlelerinin; Ek 8’inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “… kısa
süreli hapis cezasına seçenek yaptırımlar ile...” ibaresinin iptaline karar
373
verilmiş olmakla, üste fiilen taarruz suçu yönünden hükmolunan hapis
cezalarının, seçenek yaptırımlara çevrilmesi veya ertelenmesi mümkün
hâle gelmiştir.
T.C.
Anayasası’nın
153/5'inci
maddesinde,
Anayasa
Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümeyeceği düzenlenmiş ise
de, iptal kararlarının, ceza hukukundaki etkisinin farklı olduğu ve bu
kararların geçmişe yürümeyeceği kuralının her zaman uygulanabilir
olduğunu söylemek mümkün değildir. Zira, 5237 sayılı TCK'nın 7/2 ve
5252 sayılı Kanun'un 9/3'üncü maddeleri birlikte dikkate alındığında,
Anayasa Mahkemesi iptal kararları, sanık lehine sonuç doğuruyor ise,
ceza hukukunun zaman bakımından uygulanmaya dair prensipleri
çerçevesinde, geçmişte işlenen suçlar açısından da etkili olacağında
kuşku bulunmamaktadır.
Somut olay açısından durum incelendiğinde, hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kararının verildiği tarihte, sanığın
iradesine başvurulmaksızın, mahkeme tarafından şartları oluşmuşsa,
hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı veriliyordu. Somut olayda
da, mahkemece, hükümlünün duruşmada olumsuz tutum ve davranışına
rastlanılmaması ve olumlu kişilik özellikleri göz önünde tutularak, resen,
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Oysa, o
tarihte, hükmün açıklanmasının geri bırakılması koşulları oluşmamış
olsaydı, mahkemece, mahkûmiyet hükmü açıklanacaktı. Hükmün
kesinleşmesi, ancak, infaz edilmemiş olması hâlinde de, Anayasa
Mahkemesinin yukarıda zikredilen kararı doğrultusunda, 5237 sayılı
TCK'nın 7/2 ve 5252 sayılı Kanun'un 9/3'üncü maddeleri gereğince,
hüküm, uyarlama yargılamasına tâbi tutulacak ve şartları oluşmuşsa,
cezanın seçenek yaptırımlara çevrilmesi veya ertelenmesi mümkün
olacaktı. Olumsuz özellikleri nedeniyle, hakkında, hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmeyen, hatta bu hükümden
sonra bir başka suç işleyen bir hükümlü hakkındaki mahkûmiyet hükmü
uyarlama yargılamasına tâbi tutulurken, olumlu özellikleri nedeniyle,
hakkında, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilen bir
sanık hakkındaki mahkûmiyet hükmünün, kasıtlı suç işlemesi nedeniyle
açıklanması hâlinde, Anayasa Mahkemesinin kararı dikkate alınmayarak,
doğrudan hapis cezasına hükmedilmesi, Anayasamızın eşitlik, adalet
anlayışı ve hukuk devleti ilkeleri ile bağdaşmayacaktır.
Öte yandan, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararından
sonra, 25.07.2010 tarihinde 27652 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak
yürürlüğe giren 22.07.2010 tarihli ve 6008 sayılı Terörle Mücadele
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un
374
7’nci maddesi ile, 5271 sayılı CMK’nın 231/6’ncı maddesinin sonuna
“Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilmez.” hükmü eklenmiş, aynı Kanun’un Geçici
2’nci maddesinde de “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar
hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmiş
olanların, bu Kanunun yürürlük tarihinden itibaren onbeş gün içinde
mahkemeye başvurmaları hâlinde, mahkemece, hükmün açıklanmasının
geri bırakılması kararı geri alınır ve Ceza Muhakemesi Kanununun 231
inci maddesinin yedinci fıkrasındaki kayıtla bağlı olmaksızın, başvuruda
bulunan sanık hakkında yeniden hüküm kurulur.” hükmüne yer
verilmiştir. Bu yasanın yürürlüğe girdiği tarihte de, ASCK’nın 47 ve Ek
8’inci maddelerindeki yasal engeller nedeniyle, ASCK'nın 91'inci
maddesinde düzenlenen üste fiilen taarruz suçu yönünden verilen
hürriyeti bağlayıcı cezanın, seçenek yaptırımlara çevrilmesi veya
ertelenmesi mümkün değildi. Bu nedenle, sanığın bu süreçte, diğer
sanıklarda olduğu gibi, hükmün açıklanması istemesi hususunda, tam bir
iradeye sahip olduğu söylenemeyecekti. Zira, sanık, temyiz yasa yolunu
kullanmak amacıyla hükmün açıklanmasını istemesi hâlinde, hakkında
doğrudan hapis cezasına hükmedilecek ve cezasının seçenek yaptırımlara
çevrilmesi ve ertelenmesi hususları değerlendirilemeyecekti. Bu durum
da, sanığın, bu yöndeki iradesini olumsuz etkileyeceği hususunda kuşku
bulunmadığını ortaya koymaktadır. Oysa, cezanın, seçenek yaptırımlara
çevrilmesi veya ertelenmesi ihtimalinin, kendisi açısından mümkün
olduğunu değerlendiren ve beş yıl süre ile hapis cezası tehdidi altında
kalmak istemeyen sanık, yasal süresi içerisinde müracaat ederek,
hükmün açıklanmasını talep edebilirdi. Burada, Anayasa Mahkemesinin
kararı ile, hukuka aykırı olduğu saptanan yasa hükümlerinin, karardan
sonra iptal edilmiş olmasının sonuçları sanığa yüklenmemelidir.
Bu nedenlerle, denetim süresi içerisinde kasten bir suç işlenmesi
hâlinde, Askerî Mahkemece, CMK’nın 231/11’inci maddesi gereğince,
açıklanması geri bırakılan ve hapis cezası içeren mahkûmiyet hükmünün
aynen açıklanması gerektiği, 5271 sayılı CMK’nın 231/7 ve 11’inci
madde ve fıkraları dikkate alındığında da, açıklanan hapis cezasının
seçenek yaptırımlara çevrilemeyeceği, ertelenemeyeceği ve kısmen infaz
edilmemesine karar verilemeyeceği, ancak, Anayasa Mahkemesinin
17.01.2013 tarihli ve 2012/80 E., 2013/16 K. sayılı, ASCK’nın 47’nci
maddesinin birinci fıkrasının 4551 sayılı Kanun’un 12’nci maddesi ile
değiştirilen (A) bendinin birinci ve ikinci cümlelerinin ve Ek 8’inci
maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “… kısa süreli hapis cezasına
seçenek yaptırımlar ile...” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğuna dair
375
kararı karşısında, tayin edilen hürriyeti bağlayıcı cezanın seçenek
yaptırımlara çevrilmesine ve ertelenmesine yasal engel kalmadığı ve bu
kapsamda değerlendirme yapılması için mahkûmiyet hükmünün
bozulması gerektiği sonucuna varıldığından, direnme suretiyle kurulan
mahkûmiyet hükmünün, sanığın temyizine atfen ve resen, uygulama
yönünden hukuka aykırılık nedeniyle bozulmasına karar verilmiştir.
376
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 231
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E.No. : 2014/19
K.No. : 2014/24
T.
: 20.03.2014
ÖZET
CMK'nın 231'inci maddesi uyarınca açıklanması geri
bırakılan hükümle belirlenen beş yıllık denetim süresinin, kasti bir
suç işlenmeksizin geçirilmesi hâlinde, açıklanması geri bırakılan
mahkûmiyet hükmünün zat ve mahiyetinde değişiklik yaratacak
olan düşme kararının, duruşma sonunda verilebilecek esasa ilişkin
bir karar olması ve bu kararın duruşma yapılmaksızın da
verilebileceğine ilişkin bir düzenleme bulunmaması karşısında, söz
konusu kararın duruşma açılmaksızın verilmiş olması hukuka
aykırılık oluşturmaktadır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan uyuşmazlık; kesinleşen
mahkûmiyet hükmüne ilişkin olarak yapılan uyarlama yargılaması
sonucunda, CMK'nın 231'inci maddesi uyarınca açıklanması geri
bırakılan hükümle belirlenen beş yıllık denetim süresinin, kasten yeni bir
suç işlenmeden geçirilmesi üzerine verilecek düşme kararının, duruşma
açılmak suretiyle verilmesinin zorunlu olup olmadığına ilişkindir.
5271 sayılı CMK'nın, “Duruşmanın Bitmesi ve Hüküm” başlıklı
223'üncü maddesinin;
Birinci fıkrasında; davanın düşmesi kararının hüküm niteliğinde
olduğu;
Sekizinci fıkrasında; Türk Ceza Kanunu’nda öngörülen düşme
sebeplerinin varlığı ya da soruşturma veya kovuşturma şartının
gerçekleşmeyeceğinin anlaşılması hâllerinde, davanın düşmesine karar
verileceği, ancak, soruşturmanın veya kovuşturmanın yapılması şarta
bağlı tutulmuş olup da şartın henüz gerçekleşmediğinin anlaşılması
hâlinde, gerçekleşmesini beklemek üzere, durma kararı verileceği ve bu
karara itiraz edilebileceği;
377
Dokuzuncu fıkrasında ise; derhâl beraat kararı verilebilecek
hâllerde durma, düşme veya ceza verilmesine yer olmadığı kararı
verilemeyeceği; düzenlenmiştir.
Bu bağlamda, düşme kararı, TCK'da gösterilen sebeplerin varlığı
ya da soruşturma veya muhakeme şartının gerçekleşmeyeceğinin
anlaşılması hâllerinde, muhakemenin devam etmesini ve mahkûmiyetle
sonuçlanmasını önleyici niteliği nedeniyle, failin cezalandırılmasını
engellemektedir. Bu nedenle de, esasa ilişkin kararlardan olduğu
hususunda duraksama bulunmamaktadır.
Öte yandan, gerek 5271 sayılı CMK ve gerekse 353 sayılı
Kanun’da, muhakemenin, taraf teşkiliyle ve duruşma açılarak yapılması,
yapılacak duruşma sonucunda karar ve hükümlere ulaşılması
öngörülmüştür. Ancak, duruşma yapılmaksızın karara bağlanabilecek
hususlar, ayrıksı olarak ve yasada açıkça gösterilmek suretiyle
sınırlandırılmıştır.
Açıklanan yasal düzenlemeler dikkate alındığında, muhakemenin
devam etmesini ve mahkûmiyetle sonuçlanmasını önleyen düşme
kararının, duruşma yapılmaksızın verilmesi söz konusu değildir.
Diğer taraftan, CMK'nın 231'inci maddesinde düzenlenen
“Hükmün açıklanmasının geri bırakılması” kurumunun, açıklanması geri
bırakılan mahkûmiyet hükmünü askıya almak suretiyle hukuken varlık
kazanmasını, diğer bir deyişle mahkûmiyet hükmünün sonuç
doğurmasını engellediği, denetim süresi içinde kasti suç işlenmemesi
veya belirlenen denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere
aykırı davranılmaması gibi koşulların gerçekleşmesi hâlinde, düşme
kararının verilmesini, söz konusu koşullara uygun davranılmaması
hâlinde de, hükmün açıklanmasını gerekli kıldığı anlaşılmaktadır.
Söz konusu bu düzenlemede düşme kararından bahsedilmekle
birlikte, bu kararın hangi usulle verileceğine dair, CMK'nın genel
uygulamasından farklılaşan ayrıksı bir hüküm bulunmamaktadır.
Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde,
açıklanması geri bırakılan mahkûmiyet hükmünün zat ve mahiyetinde
değişiklik yaratacak olan düşme kararının, esasa ilişkin olması nedeniyle
duruşma yapılmaksızın verilmesinin, usul yönünden hukuka mutlak
aykırılık oluşturduğu açıktır. Ayrıca, bu hükmün, daha önce kesinleşen
bir mahkûmiyet hükmüne ilişkin verilecek olmasının da, duruşma
açılması zorunluluğunu ortadan kaldırdığı sonucuna ulaşmak mümkün
olmamıştır. Aynı zamanda Askerî Mahkeme tarafından, hükümlünün
denetim süresi içerisinde kasten yeni bir suç işleyip işlemediği, şüpheli
378
veya sanık olup olmadığı araştırılmadan verilen kararın bu yönüyle de
hukuka aykırı olduğu açıktır.
Bu itibarla, lehe kanun değerlendirmesi kapsamında yapılan
uyarlama yargılaması sonucunda, CMK'nın 231'inci maddesi uyarınca
açıklanması geri bırakılan hükümle belirlenen beş yıllık denetim
süresinin, kasti bir suç işlenmeksizin geçirilmesi hâlinde, açıklanması
geri bırakılan mahkûmiyet hükmünün zat ve mahiyetinde değişiklik
yaratacak olan düşme kararının, duruşma sonunda verilebilecek esasa
ilişkin bir karar olması ve bu kararın duruşma yapılmaksızın da
verilebileceğine ilişkin bir düzenleme bulunmaması karşısında, söz
konusu kararın duruşma açılmaksızın verilmiş olması hukuka aykırılık
oluşturduğundan, Başsavcılık itirazının kabulüne, Daire kararının
kaldırılmasına ve Askerî Mahkemece duruşma açılmaksızın verilen
düşme kararının usule aykırılık yönünden bozulmasına karar verilmiştir.
379
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 231
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
4’üncü Daire Kararı
E.No. : 2014/185
K.No. : 2014/167
T.
: 11.02.2014
ÖZET
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumuna ilişkin
beş yıllık denetim süresini iyi halli olarak geçirip geçirmediği
hususuna ilişkin kararın; araştırma, takdir ve değerlendirmeye
ihtiyaç göstermesi nedeniyle, duruşma açılıp, taraf teşkil edilmek
suretiyle verilmesi gerekmektedir.
Askerî Mahkemece; hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
karar verilen Askerî Mahkemenin 15.07.2008 tarihli ve 2008/259-175
Esas-Karar sayılı hükmünün, 04.09.2008 tarihinde kesinleştiği dikkate
alındığında; beş yıllık denetim süresinin sona erdiği, sanığın adlî sicil
kaydında, denetim süresi içinde işlemiş olduğu kasıtlı bir suçtan
mahkûmiyetinin bulunmadığı; CMK'nın 231/10'uncu maddesinde yer
alan “suç işlenmediği” ifadesinin, işlenmiş olan bir suçtan, sanığın
mahkûmiyetine karar verilmiş olmaması şeklinde, anlaşılması gerektiği;
kişilerin, suç işlediğinin, ancak, kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü ile sabit
olabileceği; bu hususun, adlî sicil kaydı ile belgeleneceği; aksi yorumun,
kanun hükmünü uygulanamaz hâle getireceği ve hükümlü aleyhine sonuç
doğuracağı belirtilerek; Yozgat 1. Asliye Ceza Mahkemesinde 2012/666
Esas sayılı dosyasında devam eden yargılamanın akıbetinin
araştırılmasının uygun olmadığı kabul edilerek; CMK’nın 231/10'uncu
maddesi gereğince, sanık hakkındaki davanın düşmesine karar
verilmiştir.
Gerek CMK'da ve gerekse 353 sayılı Kanun'da, esas olarak, karar
ve hükümlere yapılacak duruşma neticesinde ulaşılması öngörülmüş
olup; duruşma yapılmaksızın karara bağlanabilecek hususlar, istisnai
olarak ve yasada açıkça gösterilmek suretiyle sınırlandırılmıştır.
CMK'nın, “Duruşmanın Bitmesi ve Hüküm” başlıklı 223'üncü
maddesinin sekizinci fıkrasında öngörülen, “düşme” kararı da, kural
380
olarak, yapılan duruşma sonunda verilebilecek esasa ilişkin
kararlardandır.
Bunun yanında, hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kurumuna ilişkin beş yıllık denetim süresinin iyi hâlli geçirilmesi
sonucunda verilecek düşme kararı, evvelce verilmiş hükmün kendisinde
ve mahiyetinde değişiklik meydana getirmesi nedeniyle, diğer düşme
kararlarından farklılık göstermektedir.
Ayrıca, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun
düzenlendiği CMK'nın 231'inci maddesinden, bu kapsamda verilecek
kararların duruşma açılmaksızın da verilebileceğine dair bir düzenlemeye
de yer verilmediği görülmektedir.
Diğer yandan; hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kurumunun yapısı dikkate alındığında, öncelikle yasal bir erteleme sebebi
olarak öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Yükümlülüklere uyulduğu takdirde,
beş yıl sonra; diğer hâllerde, yükümlülüklerin ihlâl edildiği anda;
duruşmaya kaldığı yerden devam edilerek; düşme, ya da hükmün
açıklanmasına karar verileceği görülmektedir. Dolayısıyla, hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğinde, yargılamanın
bittiğinden bahsetmek de mümkün değildir (Askerî Yargıtay 4’üncü
Dairesinin 17.12.2013 tarihli, 2013/1385-1400 Esas ve Karar sayılı kararı
da aynı doğrultudadır).
Bunların dışında; inceleme, araştırma, delil tartışması ve takdir
hakkının kullanılmasının gerektiği hâllerde, duruşma açılarak
değerlendirme yapılmasının gerektiği kabul edilmektedir.
CMK'nın 231/11'inci maddesi kapsamında, denetim süresi içinde
kasıtlı bir suç işlendiğinin kabulü için; mahkûmiyet hükmünün
kesinleşmesi kaydıyla; denetim süresi içinde, suç işlenmesinin yeterli
olduğu; ancak, denetim süresi içinde işlenen suçtan verilen mahkûmiyet
hükmünün, denetim süresi içinde kesinleşmesinin şart olmadığı, dikkate
alındığında; somut olayda, sanığın, hakaret suçundan dolayı, Yozgat
1.Asliye Ceza Mahkemesinde 2012/666 Esas sayılı dosyasında yapılan
yargılamasının, akıbetinin araştırılması ve araştırma sonuçlarına göre, bir
değerlendirme yapılması gerektiği de açıktır.
Kaldı ki, Askerî Mahkemece; duruşma açılmaksızın dosya
üzerinden verilen kararda, “…sanık hakkında Yozgat 1.Asliye Ceza
Mahkemesinde 2012/666 esas sayılı dosyada devam eden davanın
akıbetinin araştırılması gerektiği yönünde görüş bildirilmiş ise de,
CMK'nın 231/10. maddesinde “Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç
işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere
uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm
381
ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir.” hükmünün yer
aldığı, söz konusu hükümde yer alan “suç işlenmediği” ifadesinin
işlenmiş olan bir suçtan sanığın mahkûmiyetine karar verilmiş olmaması
şeklinde anlaşılması gerektiği, zira kişilerin suç işlediğinin ancak
kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü ile sabit olabileceği ve bu hususun adlî
sicil kaydı ile belgeleneceği, aksi yorumun kanun hükmünü uygulanamaz
hale getireceği ve hükümlü aleyhine sonuç doğuracağı kanaatine
varılmış…” denilmek suretiyle takdir ve değerlendirme yapılmak
suretiyle karar verildiği görülmektedir.
Buna göre, sanığın, hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kurumuna ilişkin beş yıllık denetim süresini iyi hâlli olarak geçirip
geçirmediği hususunun araştırma, takdir ve değerlendirmeye ihtiyaç
göstermesi nedeniyle, Askerî Mahkemece duruşma açılıp, taraf teşkil
edilmek suretiyle karar verilmesi gerekirken; duruşmasız işlere ait kararla
değerlendirme yapılarak karar verilmesinin, hukuka aykırı olduğu
sonucuna varıldığından; Askerî Mahkemenin davanın düşmesine ilişkin
duruşmasız işlere ait kararının, usul yönünden bozulmasına karar
verilmiştir.
382
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 231/11
ASMKYUK
Mad. 243
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
1’inci Daire Kararı
E.No. : 2014/0772
K.No. : 2014/0730
T.
: 10.09.2014
ÖZET
Hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar
verilen sanığın, denetim süresi içerisinde kasten yeni bir suç işlediği
anlaşıldığından, Askerî Mahkemece CMK’nın 231/11’inci maddesi
uyarınca hükmün açıklanması gerekirken davanın düşmesine karar
verilmesinin, hukuka aykırılık oluşturduğu anlaşılmakla, Millî
Savunma Bakanı’nın kanun yararına bozma isteminin kabulü ile,
sanık hakkında Askerî Mahkemece duruşmasız olarak verilen
düşme kararı, 353 sayılı Kanun’un 243/3 ve 243/4-(C) madde, fıkra
bendi gereğince aleyhe sonuç doğurmamak ve yeniden yargılama
yapılmamak üzere kanun yararına bozulmalıdır.
… Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 05.12.2007 tarihli ve
2007/1324-864 E.K. sayılı kararı ile, sanığın 18.05.2007-25.08.2007
tarihleri arasında müsnet suçu işlediği sabit görülerek, eylemine uyan
ASCK’nın 66/1-a ve TCK’nın 62’nci maddeleri uyarınca neticeten on ay
hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Taraflarca süresi
içinde temyiz edilmeyen karar, 18.12.2007 tarihi itibariyle
kesinleştirilmiştir.
CMK’nın 231’inci maddesinde 5728 sayılı Kanun ile yapılan
değişiklik sonrasında, … Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 10.03.2008
tarihli, 2007/1324 E. ve 2008/864 K. sayılı kararı ile, hükmün infazının
durdurulmasına, sanığın neticeten on ay hapis cezası ile
cezalandırılmasına ve CMK’nın 231’inci maddesi uyarınca iş bu hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Taraflarca süresi
içerisinde itiraz edilmeyen karar, 30.05.2008 tarihi itibariyle
kesinleştirilmiştir.
383
… Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 23.10.2013 tarihli ve
2013/1471-472 E.K. sayılı duruşmasız işlere dair kararı ile, sanığın beş
yıllık denetim süresi içerisinde kasten yeni bir suç işlemediği
gerekçesiyle hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının ortadan
kaldırılarak davanın düşmesine karar verilmiştir. Taraflarca süresi
içerisinde temyiz edilmeyen karar, 06.03.2014 tarihi itibariyle
kesinleştirilmiştir.
Millî Savunma Bakanı, 09.07.2014 tarihli ve MAİY.:513933099010-1858-14/As.Adlt.İşl. Rap.ve Tet.ve İşl.Ş. (31-43-14) sayılı
yazısıyla; sanığın 29.06.2008-02.03.2013 tarihleri arasında işlediği izin
tecavüzü suçu nedeniyle … Komutanlığı Askerî Mahkemesinin
02.07.2013 tarihli ve 2013/1547-512 E.K. sayılı kararı ile mahkûmiyetine
karar verildiği, bu itibarla sanığın denetim süresi içerisinde kasten yeni
bir suç işlediği anlaşıldığından, mahkemece CMK’nın 231/11’inci
maddesi uyarınca hükmün açıklanması gerekirken davanın düşmesine
karar verilmesinin hukuka aykırılık oluşturduğu değerlendirilmiştir
denilerek, “Bu nedenle, … Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 23.10.2013
tarihli ve 2013/ 1471-472 esas ve karar sayılı duruşmasız işlere dair
kararının bozulması için, 353 sayılı Kanun’un 243’üncü maddesi
gereğince Askerî Yargıtay Başkanlığına başvurulması...” amacıyla
Askerî Yargıtay Başsavcılığından istemde bulunulduğu ve Başsavcılıkça
bu istemin aynen iletildiği anlaşılmıştır.
Yapılan incelemede;
Kanun yararına bozma, Askerî Yargıtay denetiminden
geçmeksizin kesinleşen karar veya hükümlerin, hukuka aykırılık
yönünden Askerî Yargıtayca denetlenmesi için, kural olarak Millî
Savunma Bakanınca ve istisnaen Askerî Yargıtay Başsavcısınca
başvurulan olağanüstü bir yasa yoludur.
353 sayılı Kanun’un 5530 sayılı Kanunla değişik 243’üncü
maddesinin açık düzenlemesi karşısında; Millî Savuma Bakanı’nın kanun
yararına bozma istemini, Askerî Yargıtayda incelenmeksizin kesinleşen
tüm hüküm veya kararlara karşı kullanılabileceğinin, hükmün veya
kararın hukuki niteliğinin bu müessesesinin tatbiki açısından herhangi bir
önem taşımadığının kabulü gerekmektedir.
Bu itibarla; … Komutanlığı Askerî Mahkemesince verilen
23.10.2013 tarihli ve 2013/1471-472 E.K. sayılı duruşmasız işlere ait
kararına karşı, Millî Savunma Bakanı’nın kanun yararına bozma
isteminde bulunma hakkının mevcut olduğu sonucuna varılarak,
Jandarma Genel Komutanlığı Askerî Mahkemesince verilen 23.10.2013
384
tarihli ve 2013/1471-472 E.K. sayılı duruşmasız işlere ait kararının
incelenmesine geçilmiştir.
CMK’nın 231/10’uncu maddesi uyarınca, denetim süresi içinde
kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin
yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan
hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilmesi
gerekmektedir.
Dosyanın incelenmesinde; … Komutanlığı Askerî Mahkemesinin
05.12.2007 tarihli ve 2007/1324-864 E.K. sayılı kararı ile, sanığın
18.05.2007-25.08.2007 tarihleri arasında müsnet suçu işlediği sabit
görülerek, eylemine uyan ASCK’nın 66/1-a ve TCK’nın 62’nci
maddeleri uyarınca neticeten on ay hapis cezası ile cezalandırılmasına
karar verildiği, taraflarca süresi içinde temyiz edilmeyen kararın,
18.12.2007 tarihi itibariyle kesinleştirildiği, CMK’nın 231’inci
maddesinde 5728 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik sonrasında, …
Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 10.03.2008 tarihli, 2007/1324 E. ve
2008/864 K. sayılı kararı ile, hükmün infazının durdurulmasına, sanığın
neticeten on ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve CMK’nın 231’inci
maddesi uyarınca iş bu hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar
verildiği, taraflarca süresi içerisinde itiraz edilmeyen kararın, 30.05.2008
tarihi itibariyle kesinleştirildiği, sanığın 30.05.2008 tarihinden itibaren
başlayan beş yıllık denetim süresinin sona ermesinden önce, sanığın
29.06.2008-02.03.2013 tarihleri arasında işlediği izin tecavüzü suçu
nedeniyle … Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 02.07.2013 tarihli ve
2013/1547-512 E.K. sayılı kararı ile mahkûmiyetine karar verildiği, bu
itibarla sanığın denetim süresi içerisinde kasten yeni bir suç işlediği
anlaşıldığından, mahkemece CMK’nın 231/11’inci maddesi uyarınca
hükmün açıklanması gerekirken davanın düşmesine karar verilmesinin,
hukuka aykırılık oluşturduğu anlaşılmıştır.
353 sayılı Kanun’un 243’üncü maddesinin 4’üncü fıkrasının (c)
bendine göre; Davanın esasını çözen mahkûmiyet dışındaki diğer
hükümlerin bozulmasında ise, (c) bendi uyarınca aleyhte sonuç doğurucu
herhangi bir işlem yapılamayacağı gibi, “Tekriri muhakeme” yasağı
nedeniyle kanun yararına bozma kapsamında yeniden yargılama da
yapılamayacaktır.
Yargıtayın 03.06.1936 gün ve 129-11 sayılı İçtihadı Birleştirme
Kararında belirtildiği üzere düşme kararı, 353 sayılı Kanun’un 243’üncü
maddesinin 4’üncü fıkrasının (c) bendinde belirtildiği üzere davanın esasını
çözen nitelikte bir karardır.
385
Yukarıda açıklanan nedenlerle, Millî Savunma Bakanı’nın kanun
yararına bozma isteminin kabulü ile, sanık terhisli J.Er G. Ö. hakkında …
Komutanlığı Askerî Mahkemesince verilen 23.10.2013 tarihli ve
2013/1471-472 E.K. sayılı duruşmasız işlere ait kararının, 353 sayılı
Kanun’un 243/3 ve 243/4-(c) madde, fıkra bendi gereğince aleyhe sonuç
doğurmamak ve yeniden yargılama yapılmamak üzere kanun yararına
bozulmasına karar verilmiştir.
386
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 253
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
4’üncü Daire Kararı
E.No. : 2014/850
K.No. : 2014/857
T.
: 02.12.2014
ÖZET
Kovuşturma aşamasında uzlaşma hükümleri usulüne uygun
şekilde işletilmeden hüküm tesis edilmesi hukuka aykırıdır.
Askerî Mahkemece; sanığın, 15.05.2013 tarihinde, katılan P.Onb.
Ü. K. ve birkaç askeri yanına alarak, birlik içerisinde bulunan telli
sistemler eğitim parkurunu onarmak için parkura gittiği, parkur alanında,
yanında bulunan askerlerin görev paylaşımını yaptığı, katılana parkur
içindeki minyatür akarsu kesitinin kürekle temizlenmesi görevini verdiği,
aradan bir süre geçtikten sonra katılanın bulunduğu yere gelerek, temizlik
işinin katılanın yaptığı gibi yapılmayacağı konusunda katılanı bağırarak
uyardığı, katılanın elinden küreği alarak, işin nasıl yapılacağını
gösterdikten sonra, katılana “işte böyle yapacaksın” diyerek, küreği
sertçe katılana uzattığı esnada, küreğin yan ince kısmının katılanın sol
dizinin üst kısmına geldiği kabul edilerek, mahkûmiyetine karar verilmiş
ise de;
Uzlaşma kurumu, yargılama faaliyetine konu olmaksızın,
uyuşmazlığın adlî makamlar denetiminde çözümlenmesini amaçlayan bir
yöntem olarak belirlenmiştir. Bu nedenle, soruşturma konusu suçun
uzlaşmaya tâbi olması hâlinde, Cumhuriyet savcısı veya talimatı üzerine
adlî kolluk görevlisinin, şüpheli ile mağdur veya suçtan zarar görene
uzlaşma teklifinde bulunması, kişiye uzlaşmanın mahiyeti ve uzlaşmayı
kabul veya reddetmesinin hukukî sonuçlarının anlatılması, şüpheli ile
mağdur veya suçtan zarar görenin uzlaşma teklifini kabul etmesi hâlinde,
Cumhuriyet savcısının uzlaştırma işlemini yapması veya yaptırması,
Cumhuriyet savcısının, uzlaşmanın, tarafların özgür iradelerine
dayandığını ve edimin hukuka uygun olduğunu belirlerse raporu veya
belgeyi mühür ve imza altına alarak soruşturma dosyasında muhafaza
etmesi, uzlaşma sonucunda şüphelinin edimini defaten yerine getirmesi
hâlinde, hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermesi, edimin
387
yerine getirilmesinin ileri tarihe bırakılması, takside bağlanması veya
süreklilik arz etmesi hâlinde, CMK’nın 171’inci maddesindeki şartlar
aranmaksızın, şüpheli hakkında kamu davasının açılmasının ertelenmesi
kararı verilmesi, kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararından
sonra, uzlaşmanın gereklerinin yerine getirilmemesi hâlinde, CMK’nın
171’inci maddesinin dördüncü fıkrasındaki şart aranmaksızın, kamu
davası açılması, kamu davası açıldıktan sonra kovuşturma konusu suçun
uzlaşma kapsamında olduğunun anlaşılması hâlinde, uzlaştırma
işlemlerinin, CMK’nın 253’üncü maddesinde belirtilen esas ve usûle
göre, mahkeme tarafından yapılması; uzlaşma gerçekleştiği takdirde,
mahkemece, uzlaşma sonucunda sanığın edimini defaten yerine getirmesi
hâlinde, davanın düşmesine karar verilmesi, edimin yerine getirilmesinin
ileri tarihe bırakılması, takside bağlanması veya süreklilik arz etmesi
hâlinde, sanık hakkında, CMK’nın 231’inci maddesindeki şartlar
aranmaksızın, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi,
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildikten sonra,
uzlaşmanın gereklerinin yerine getirilmemesi hâlinde de, mahkeme
tarafından, CMK’nın 231’inci maddenin on birinci fıkrasındaki şartlar
aranmaksızın, hükmün açıklanması gerekmektedir.
Bu nedenlerle; kovuşturma aşamasında uzlaşma hükümleri
usulüne uygun şekilde işletilmeden hüküm tesis edilmesi hukuka aykırı
olduğundan, mahkûmiyet hükmünün usul yönünden bozulmasına karar
verilmiş, bu aşamada, esasa ilişkin bir değerlendirme yapılmamıştır.
388
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 302
ASMKYUK
Mad. 221, 222
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E.No. : 2014/18
K.No. : 2014/24
T.
: 20.03.2014
ÖZET
Müdafiinin de hazır bulunduğu duruşmada, sanığa,
diyeceklerinin ve talebinin sorulmaması bir eksiklik ise de,
savunmanın bütünlüğü kapsamında, sanık müdafiinin, okunan yazılı
delillere karşı diyeceğinin ve kovuşturmanın genişletilmesi
yönündeki talebinin sorulmuş olması, keza devamındaki aşamada
Askerî Savcının esas hakkındaki mütalaasına karşı diyeceklerinin ve
son sözünün sanığa sorulmuş olması birlikte değerlendirildiğinde,
söz konusu hukuka aykırılığın hükmün esasına etkisi bulunmayan
nispi nitelikte olduğu kabul edilerek, Başsavcılığın usule aykırılık
yönünden yapmış olduğu,
Dava dosyasında mevcut bulunan, sanığın adlî ve sıhhi
geçmişine ilişkin tüm delilleri inceleyerek ve sanığı muayene ederek
görüşünü açıklayan bilirkişi mütalaasının yeterli olduğu,
sonucuna varılmıştır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan uyuşmazlık;
duruşmada okunan yazılı delillere karşı diyecekleri ile kovuşturmanın
genişletilmesi yönündeki talepleri sorulmayan sanığa, daha sonra söz
hakkı verilmiş olmasının, savunma hakkının kısıtlanmaması açısından
yeterli kabul edilip edilemeyeceğine, keza somut olayda, sanığın cezai
ehliyetinin tespiti veya askerliğe elverişliliğinin belirlenmesi açısından,
bilirkişi mütalaasıyla yetinilmesinin yeterli olup olmadığına ilişkindir.
Öncelikle usule aykırılık yönünden yapılan incelemede; sanık
hakkında açılan kamu davası üzerine, Askerî Mahkemece, tensiple
belirlenen 26.11.2013 tarihinde yapılan duruşmada, sanığın sorgu ve
389
savunmasının saptandığı; ayrıca psikiyatri uzmanı bilirkişinin dosyayı
incelemesi ve sanığı muayene etmesi olanağı sağlanarak, mütalaasının
tespit edildiği; müteakiben aynı duruşmada, tensiple istenen muayene
belgeleri okunarak sırasıyla Askerî Savcıya, sanığa ve müdafiine, okunan
ve dosyaya konulan bu belgelere karşı diyecekleri sorulmak suretiyle
saptandığı, söz verilenlerin, bir diyeceklerinin olmadığını ifade ettikleri;
ancak sonrasında, dava dosyasında yazılı belgelerin tek tek okunup, bu
belgelere karşı diyecekleri ile kovuşturmanın genişletilmesi yönündeki
taleplerinin, sırasıyla Askerî Savcıya ve sanık müdafiine sorularak
saptandığı, söz verilenlerin, bir diyeceklerinin olmadığını ifade ettikleri;
son olarak, esas hakkındaki mütalaasının Askerî Savcı tarafından
bildirilmesi üzerine, sanığın, pişman olduğunu söylediği, sanık müdafiin
ise, sanığın suçu işleme sebebini açıklayarak, beraatına karar verilmesini,
aksi kanaate varılması hâlinde de, lehe olan tüm hükümlerin
uygulanmasını talep ettiği; sanıktan son sözü sorulduğunda ise, sanığın,
askerliğini yapmak istediğini beyan ettiği; görülmektedir.
CMK’nın 215/1’inci maddesinde, herhangi bir belgenin
okunmasından sonra bunlara karşı bir diyecekleri olup olmadığının,
katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine
sorulacağı; 216’ncı maddesinde ise, ortaya konulan delillerle ilgili
tartışmada sözün, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına,
sanığa ve müdafiine veya kanuni temsilcisine verileceği; düzenlenmiştir.
Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde,
duruşmada okunan yazılı delillere karşı diyeceklerinin, keza
kovuşturmanın genişletilmesi yönündeki taleplerinin, duruşmada hazır
bulunan sanığa sorulmamasının, usule aykırılık oluşturduğu hususunda
duraksama bulunmamaktadır.
Ancak, 5271 sayılı CMK’nın 289 ve 353 sayılı Kanun’un 207’nci
maddelerinde belirtilen hukuka aykırılıkların varlığı hâlinde hükmün
mutlaka bozulması öngörülürken, diğer hukuka aykırılık hâllerinin
bozma nedeni sayılması için “hükmü etkileyecek nitelikte” ve “hükmün
esasına dokunacak derecede” olma ölçütleri getirilmek suretiyle,
sınırlandırma yoluna gidilmiştir. Bu husus CMK'nın 302 ile 353 sayılı
Kanun'un 221/1 ve 222’nci maddelerinde açıkça ifade edilmiştir.
Somut olayda, duruşmada hazır bulunan sanığa, okunan yazılı
delillere karşı diyecekleri ile kovuşturmanın genişletilmesi yönündeki
talepleri sorulmamış ise de, aynı oturumda sanıkla birlikte hazır bulunan
müdafiine, bu konularda söz verilerek diyeceklerini saptandığı
görülmektedir. Savunmanın bütünlüğü dikkate alındığında, sanığa
diyeceklerinin ve talebinin sorulmaması şeklindeki usule aykırılığın,
390
müdafiine söz hakkı verilmesiyle, nispi nitelikte kaldığı ve hükmün
esasına etkili olmadığı kabul edilmiştir.
Kaldı ki, duruşmanın devamında, gerek Askerî Savcının esas
hakkındaki mütalaasından sonra ve gerekse son sözünü söylemesi için
söz verilmesi üzerine, sanığın savunmasını yaparken, okunan yazılı
belgelere karşı diyeceklerini ve soruşturmanın genişletilmesi yönünde
talebi olup olmadığını söyleme imkânının bulunduğu da gözetilmelidir.
Bu itibarla, müdafiinin de hazır bulunduğu duruşmada, sanığa,
diyeceklerinin ve talebinin sorulmaması bir eksiklik ise de, savunmanın
bütünlüğü kapsamında, sanık müdafiinin, okunan yazılı delillere karşı
diyeceğinin ve kovuşturmanın genişletilmesi yönündeki talebinin
sorulmuş olması, keza devamındaki aşamada Askerî Savcının esas
hakkındaki mütalaasına karşı diyeceklerinin ve son sözünün sanığa
sorulmuş olması birlikte değerlendirildiğinde, söz konusu hukuka
aykırılığın hükmün esasına etkisi bulunmayan nispi nitelikte olduğu
kabul edilerek, Başsavcılığın usule aykırılık yönünden yapmış olduğu
itirazının reddine karar verilmiştir.
Sanığın adlî safahatı incelendiğinde; adlî sicil kaydından, infaz
edilmiş 2 yıl 6 ay hapis cezasının bulunduğu, vaka kanaat raporundan ise,
05.04.2012 tarihinde firar ettiği suçuna ilişkin bulunan yargılamasının
devam ettiği anlaşılmaktadır.
Öte yandan, 12.06.2013 tarihinde Malatya Devlet Hastanesi
Psikiyatri Polikliniğine sevk edilen sanık hakkında, kapalı servisi olan
psikiyatri kliniğinde yatarak tedavi olması gerektiğinden bahisle sevk
raporu verildiği; 17.06.2013 tarihinde Elazığ Asker Hastanesi psikiyatri
polikliniğine müracaat eden sanık hakkında, madde kötüye kullanımı ve
anksiyete bozukluğu tanısı konularak, ileri tetkik ve tedavi için, GATA
Psikiyatri Polikliniğine sevk işlemi yapıldığı; 19.06.2013 tarihinde
GATA Psikiyatri Polikliniğine müracaat eden sanık hakkında, uyum
bozukluğu tanısı konularak on gün istirahat raporu düzenlendiği, ayrıca
istirahatını sıhhi izinli olarak kullanması önerilerek, adlî kayıtları ve kıta
anket formuyla yeniden müracaatının istendiği; 08.07.2013 tarihinde,
birlik komutanlığınca GATA'ya, önceki raporun ilgisi verilerek sevk
edilen sanık hakkında, 09.07.2013 tarihinde, acil psikopatoloji
saptanmadığının
ve
“kıtası
hastanesinde
C/16
açısından
değerlendirilmesi” gerektiğinin belirtildiği görülmektedir.
Ayrıca, 12.06.2013 ve 08.07.2013 tarihli kıta anket formlarında,
sanığın madde bağımlısı olduğu ve askerlik yapamayacağı, 12.06.2013
tarihli kıta anket formunun kıta tabibinin kanaati bölümünde, ayrıca anti
391
sosyal kişilik bozukluğunun olduğu, keza, vaka kanaat raporunda da,
esrar kullanımının mevcut olduğu belirtilmektedir.
Duruşma sırasında verilen arada, tüm bu kayıtları inceleyen ve
sanığı muayene eden, Malatya Devlet Hastanesinde görevli psikiyatri
uzmanı bilirkişi tarafından, uyum bozukluğu tanısı konularak, cezai
ehliyetinin tam olduğu, madde kötüye kullanımı öyküsünün bağımlılık
düzeyinde olmadığı ve askerliğe elverişli olduğu, mütalaasında
bulunulmuştur.
Bu itibarla, dava dosyasında mevcut bulunan, sanığın adlî ve sıhhî
geçmişine ilişkin tüm delilleri inceleyerek ve sanığı muayene ederek
görüşünü duraksamasız açıklayan bilirkişi mütalaasının yeterli olduğu
kabul edilerek, Başsavcılığın noksan soruşturmaya ilişkin yapmış olduğu
itirazının reddine karar verilmiştir.
392
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 324
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E.No. : 2014/43
K.No. : 2014/50
T.
: 05.06.2014
ÖZET
Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 26.09.2013 tarihli ve
2013/88-86 sayılı, 15.01.2009 tarihli ve 2009/9-3 sayılı, Yargıtay Ceza
Genel Kurulunun 09.10.2012 tarihli ve 2011/4.MD-301 E., 2012/1800
K. sayılı kararlarında da vurgulandığı üzere, beraat eden sanık
lehine vekâlet ücretine hükmolunmaması hâlinde, salt bu nedenle
olsa dahi beraat hükmü tek başına temyiz edilebileceğinden, temyiz
isteminin reddine ilişkin Daire kararı hukuka aykırıdır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan uyuşmazlık; beraatle
sonuçlanan davada kendisini avukatla temsil ettiren sanığın yararına
vekâlet ücreti hükmedilmemiş olması noktasından beraat hükmüne
yönelik müdafiin temyizi nedeniyle, hükmün temyiz edilebilir nitelikte
olup olmadığına ilişkindir.
353 sayılı Kanun’un “Temyiz edilebilen veya edilemeyen
hükümler” başlığını taşıyan 205’inci maddesinin ilk fıkrası, askerî
mahkemelerce verilen hükümlerin temyiz edilebileceğini öngörmüş, aynı
maddenin 3’üncü fıkrasının (A) ve (B) bentlerinde ise, üst sınırı beş yüz
günü geçmeyen adlî para cezası gerektiren suçlarla ilgili beraat
hükümlerine ve kanunlarda kesin olduğu belirtilen diğer hükümlere karşı
temyiz yoluna başvurulamayacağı düzenlenmiştir.
Sanığa yüklenen oda hapsi ceza yerinden kaçmak ve infaz
şartlarına uymamak suçunun yaptırımının hapis cezası olması nedeniyle,
beraatle sonuçlanan hükmün temyiz kabiliyetinin bulunmadığı
söylenemez.
Ayrıntıları, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kurulunun 26.05.1935
tarihli ve 111-7 sayılı kararında açıklandığı gibi, hüküm bir bütündür ve
yargılama giderleri de hükmün tamamlayıcı parçasıdır. Dolayısıyla, 5271
393
sayılı CMK’nın 324/1’inci maddesi kapsamında vekalet ücreti, yargılama
gideri kapsamında olduğundan (Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun
15.01.2009 tarihli ve 2009/9-3 sayılı, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun
09.10.2012 tarihli ve 2011/4.MD-301 E., 2012/1800 K. sayılı kararı),
hükmün müdafi tarafından sadece bu yönden dahi temyizi olanaklı
bulunmaktadır.
Devletin kendisine yönelttiği suçla ilgili olarak yargılanan ve bu
kapsamda avukat marifetiyle kendisini temsil ettiren sanığın; avukatına
ödediği vekâlet ücretinin bir kısmının (Davanın beraatle sonuçlanması
hâlinde) kendisine ödenmesinde de, şahsi menfaatinin bulunduğu
ortadadır (Vekâlet ücretine, sanık yararına ve onun yaptığı masraflara
ilişkin olarak hükmolunduğuna dair Yargıtay Ceza Genel Kurulunun
14.06.2005 tarihli ve 2005/1-66 E., 2005/65 K. sayılı kararı).
Kanuna uygun olmak koşuluyla, müvekkilinin kişisel ve şahsi
menfaatlerini korumaya yönelik taleplerde bulunma yükümlülüğü altında
bulunan müdafiin de, beraatle sonuçlanan davada müvekkili yararına
vekâlet ücretinin ödenmesini isteme; Askerî Mahkemece de herhangi bir
karar alınmamışsa veya alınmasına rağmen miktarında hata yapılmışsa
beraat hükmünü, sadece bu yönüyle bile temyiz etme hakkı
bulunmaktadır (Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 29.09.2011 tarihli
ve 2011/85-89 E.K. sayılı ilamı da bu doğrultudadır).
Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 26.09.2013 tarihli ve
2013/88-86 sayılı, 29.09.2011 tarihli ve 2011/85-89 sayılı, 15.01.2009
tarihli ve 2009/9-3 sayılı, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 09.10.2012
tarihli ve 2011/4.MD-301 E., 2012/1800 K. sayılı kararlarında da
vurgulandığı üzere, beraat eden sanık lehine vekâlet ücretine
hükmolunmaması hâlinde, salt bu nedenle olsa dahi beraat hükmü tek
başına temyiz edilebileceğinden, Başsavcılık itirazının kabulüne, temyiz
isteminin reddine ilişkin Daire kararının kaldırılmasına ve temyiz
incelemesi yapılmak üzere, dosyanın Daireye gönderilmesine karar
verilmiştir.
394
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU
Mad. 326/1
AVUKATLIK KANUNU
Mad. 173/1
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E.No. : 2014/3
K.No. : 2014/5
T.
: 13.02.2014
ÖZET
İlgili mevzuat hükümleri dikkate alındığında, beraat ettiği
suçlama nedeniyle, sanık yararına olarak vekâlet ücreti
hükmedilmesi gerektiği kabul edilerek, vekâlet ücretine
hükmedilmesi istemini reddeden mahkeme kararını, vekâlet ücretine
hükmetmek suretiyle düzelterek onayan Daire ilamının yerinde
olduğuna;
Sanık müdafinin, “aslı gibidir” demek suretiyle imzalayıp,
sunmuş olduğu vekâletname fotokopisine baro pulu yapıştırılmamış
olması şeklindeki noksanlığın, her aşamada tamamlattırılmasının
mümkün ve gerekli olduğuna işaret edilmesine,
karar verilmiştir.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan uyuşmazlık bir dava
dosyası üzerinden ve farklı iddia konuları nedeniyle yapılan yargılama
sonucunda, beraat hükmünün yanında, mahkûmiyet hükmü de
verildiğinde, beraat etmesi nedeniyle sanık yararına vekâlet ücretine
hükmedilip hükmedilemeyeceğine ilişkindir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki; sanığın beraati hâlinde vekâlet
ücretine sanık yararına ve onun yaptığı masraflara ilişkin olarak
hükmolunduğu (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 14.06.2005 tarihli ve
2005/1-66 E. - 2005/65 K. sayılı kararı); vekâlet ücretinin yargılama
giderlerinden olduğu (Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 15.01.2009
tarihli ve 2009/9-3 sayılı, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 09.10.2012
tarihli ve 2011/4.MD-301 E. - 2012/1800 K. sayılı kararı); vekâlet
ücretine hükmolunduğunda, karar tarihi itibarıyla ya da bu konuda karar
395
verilmemiş ise, temyiz incelemesinin yapıldığı tarih itibarıyla yürürlükte
bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre hükmolunacağı (Askerî
Yargıtay Daireler Kurulunun 26.09.2013 tarihli ve 2013/88-86 sayılı,
15.01.2009 tarihli ve 2009/9-3 sayılı kararları); beraat eden sanık lehine
vekâlet ücretine hükmolunmaması hâlinde, salt bu nedenle olsa dahi
beraat hükmünün tek başına temyiz olunabileceği (Askerî Yargıtay
Daireler Kurulunun 26.09.2013 tarihli ve 2013/88-86 sayılı, 15.01.2009
tarihli ve 2009/9-3 sayılı, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 09.10.2012
tarihli ve 2011/4.MD-301 E. - 2012/1800 K. sayılı kararları);
hususlarında duraksama bulunmamaktadır.
CMK'nın 324/1'inci maddesinde; harçlar ve tarifesine göre
ödenmesi gereken avukatlık ücretinin yargılama giderlerinden olduğu,
327’nci maddesinde ise; beraat eden kişinin, sadece kendi kusurundan
ileri gelen giderleri ödemeye mahkûm edileceği, bu kişinin önceden
ödemek zorunda kaldığı giderlerin, Devlet Hazinesince üstlenileceği;
1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 168'inci maddesine göre
hazırlanan ve 29.12.2012 tarihli, 28512 sayılı Resmî Gazetede
yayımlanan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 13/5’inci maddesinde de;
beraat eden ve kendisini vekille temsil ettiren sanık yararına Hazine
aleyhine maktu vekâlet ücretine hükmedileceği; düzenlenmiştir.
Bu bağlamda, beraat eden sanık yararına vekâlet ücretine
hükmedilmesinin, kaynağını yasadan alan bir zorunluluk olduğu
anlaşılmaktadır.
Öte yandan, CMK'nın 326/1’inci maddesinde; “Birden çok suçtan
dolayı aleyhinde kovuşturma yapılmış olan kimse, bunların bir
kısmından mahkûm olmuş ise, beraat ettiği suçların duruşmasının
gerektirdiği giderleri ödemekle yükümlü değildir.”;
Ayrıca, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 173/1’inci maddesinde;
“Sözleşmede aksine bir hüküm yoksa, kararlaştırılan avukatlık ücreti
yalnızca avukatın üzerine almış olduğu işin karşılığı olup, mukabil dava,
bağlantı ve ilişki bulunsa bile başka dava ve icra kovuşturmaları veya her
türlü hukuki yardımlar ayrı ücrete tâbidir.”; şeklinde düzenleme
mevcuttur.
CMK'nın ve Avukatlık Kanunu'nun ilgili düzenlemeleri,
29.12.2012 tarihli ve 28512 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan Avukatlık
Asgari Ücret Tarifesinin, “Bir davanın takibi sırasında karşılık dava
açılması, başka bir davanın bu davayla birleştirilmesi veya davaların
ayrılması durumunda, her dava için ayrı ücrete hükmolunacağına” ilişkin
8'inci maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde, beraat eden sanığın
yargılandığı dava dosyası üzerinden sürdürülen ve mahkûmiyetle
396
sonuçlanan davalar dikkate alınarak, vekâlet ücretinin ödenip
ödenmemesi konusunda bir ayrıma gidilmediği sonucuna ulaşılmaktadır.
Diğer bir deyişle, beraat eden sanık yararına vekâlet ücretinin
ödenmemesine ilişkin ayrıksı bir düzenleme bulunmamakta, aksine
olarak, beraat eden sanık yararına vekâlet ücretine hükmolunacağı
hususunda emredici düzenleme bulunmaktadır.
Öte yandan, her bir suç için, müdafi tarafından en azından ayrı bir
emek ve zaman sarf edileceği düşünüldüğünde, sanık ile müdafi arasında
vekâlet sözleşmesi kurulurken, bu durumun ücretin belirlenmesinde
ölçütlerden biri olarak değerlendirilmesi doğaldır.
Bu bağlamda, aynı dava dosyası üzerinden yürütülen farklı suçlar
yönünden duruşmaların birlikte takip edilmesinin usul ekonomisi
bakımından sağladığı kolaylığın, her bir suçlama için sarf edilen emeğin
ve zamanın göz ardı edilerek, salt hizmetin bölünemezliği yargısına
ulaşılması sonucunu sağlamayacağı açıktır.
Sonuç olarak, ilgili mevzuat hükümleri dikkate alındığında, beraat
ettiği suçlama nedeniyle, sanık yararına olarak vekâlet ücretine
hükmedilmesi gerektiği kabul edilerek, vekâlet ücretine hükmedilmesi
istemini reddeden mahkeme kararını, vekâlet ücretine hükmetmek
suretiyle düzelterek onayan Daire ilamının yerinde olduğu kabul
edilerek, Başsavcılığın itirazının reddine karar verilmiştir.
Diğer taraftan, sanık müdafinin, “aslı gibidir” demek suretiyle
imzalayıp, sunmuş olduğu vekâletname fotokopisine baro pulu
yapıştırılmamış olması şeklindeki noksanlığın (1136 sayılı Kanun'un
27/3'üncü maddesi), müdafi ile sanık arasında kurulan vekâlet
sözleşmesinin yazılı olmasının zorunlu olmadığı (1136 sayılı Kanun'un
163/1'inci maddesi) ve dava dosyası kapsamına göre, sanığın kendisini
sözleşmeyle atadığı müdafi aracılığıyla savunduğu hususunda duraksama
bulunmadığı dikkate alındığında, savunma hakkı da gözetilerek, her
aşamada tamamlattırılmasının mümkün ve gerekli olduğuna işaret
edilmiştir.
397
5275 SAYILI KANUN
Mad. 105/A, 107, 108
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
Daireler Kurulu Kararı
E.No. : 2014/38
K.No. : 2014/35
T.
: 17.04.2014
ÖZET
İşlemiş olduğu suçla ilgili olarak, 5275 sayılı Kanun’un
107/2’nci maddesi gereğince, hükümlünün, 21.05.2012 tarihinde
koşullu salıverilmesine, 23.07.2012 tarihinde de bihakkın tahliyesine
karar verilmişse de;
Askerî Mahkemece, hükümlünün müsnet suçu tekerrüren
işlemesi nedeniyle TCK’nın 58/6,7’nci maddeleri uyarınca, cezasının
mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ve cezanın
infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin uygulanmasına
karar verilmiş bulunması karşısında, infazın 5275 sayılı Kanun’un
108’inci maddesine göre yapılması gerektiği dikkate alındığında,
infaz henüz tamamlanmamış olduğundan, uyarlama yargılaması
yapılmasında hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Daire ile Başsavcılık arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunda
çözümlenmesi gereken uyuşmazlığın konusu, hükümlü hakkındaki
infazın tamamlanıp tamamlanmadığı, buna bağlı olarak, uyarlama
yargılaması yapılmasının mümkün olup olmadığıdır.
Daire tarafından, infazın tamamlanmış olması nedeniyle uyarlama
yargılaması yapılmasının mümkün olmadığı kabul edilerek, mahkûmiyet
(uyarlama) hükmünün yok hükmünde sayılmasına, hükümlünün temyiz
istemiyle ilgili olarak, bir karar verilmesine yer olmadığına karar
verilirken;
Başsavcılık tarafından, infazın henüz tamamlanmadığı, bu
nedenle, uyarlama mahkûmiyet hükmünün esastan incelenmesi gerektiği
ileri sürülerek, Daire kararına süresi içerisinde itiraz edilmiştir.
398
Yapılan incelemede;
… Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 06.09.2011 tarihli ve
2011/145-95 E.K. sayılı hükmü ile; hükümlü sözleşmesi feshedilmiş
İs.Uzm.Çvş. S. K.'nin, 01.07.2009 tarihinde zincirleme askerî eşyayı
çalmak suçunu işlediği kabul olunarak, eylemine uyan ASCK’nın
131/1’inci maddesinin “az vahim hal cümlesi”, TCK’nın 43 ve 62’nci
maddeleri gereğince neticeten altı ay yedi gün hapis cezası ile
cezalandırılmasına, 02.07.2009-08.09.2009 tarihleri arasında tutuklulukta
geçirdiği sürelerin TCK'nın 63'üncü maddesi gereğince cezasından
mahsubuna, ASCK'nın 30/1-B maddesi uyarınca Türk Silahlı
Kuvvetlerinden çıkarılmasına, TCK'nın 58/6,7’nci maddeleri uyarınca
mükerrerlere özgü infaz rejiminin ve cezanın infazından sonra denetimli
serbestlik tedbirinin uygulanmasına, karar verilmiş;
Askerî Yargıtay 4’üncü Dairesinin 10.01.2012 tarihli ve 2012/186 E.K. sayılı ilamı ile, uygulama yönünden kanuna aykırı bulunan
mahkûmiyet hükmünün bozulmasına, ancak, bu husus yeniden yargılama
yapılmasını gerektirmediğinden, 353 sayılı Kanun’un 220/2-A madde ve
fıkrasına kıyasen mahkûmiyet hükmünün, “ASCK’nın 30/1-B maddesi
gereğince TSK’dan çıkarılmasına” ibaresi çıkarılmak suretiyle
düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir.
Hükmün infazına 26.03.2012 tarihinde başlanıldığı, hükmün
infazı sırasında, 6291 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı
Hakkında Kanun ile Denetimli Serbestlik ve Yardım Merkezleri ile
Koruma Kurulları Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
hükümlerine göre, hükümlünün 11.04.2012 tarihinde denetimli
serbestlikten yararlanmak amacıyla müracaatta bulunduğu, Ödemiş İnfaz
Hakimliğinin 13.04.2012 tarihli ve 2012/104-99 Dos.K. sayılı kararı ile,
hükümlünün talebinin kabulüne, cezasının koşullu salıverilme tarihine
kadar olan kısmını 6291 sayılı yasa ile eklenen 5275 sayılı Ceza ve
Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 3/1 ve 105/A-1
maddeleri uyarınca denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle
infazına ve hükümlünün derhal tahliyesine karar verildiği, bu karar
gereğince, Ödemiş Cumhuriyet Başsavcılığı Denetimli Serbestlik
Müdürlüğünce, bir bölgede denetim ve gözetim altında bulundurma
yükümlülük ve tedbirinin uygun görülerek haftada iki gün (Pazartesi,
cuma) mesai saatleri içerisinde Beydağ Polis Karakoluna giderek imza
atma yükümlülüğünün getirildiği, hükümlünün bu yükümlülüğe riayet
ederek 16.04.2012, 20.04.2012, 23.04.2012, 27.04.2012, 30.04.2012,
04.05.2012, 07.05.2012, 11.05.2012, 14.05.2012, 18.05.2012 ve
21.05.2012 tarihlerinde Beydağ Polis Karakoluna giderek imzalarını
399
attığı, üzerine düşen yükümlülüğü yerine getirmesi nedeniyle, Ödemiş
Ağır Ceza Mahkemesinin 22.05.2012 tarihli ve 2012/423 Değişik İş
sayılı duruşmasız işlere dair kararı ile, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 107'nci maddesi gereğince
hükümlünün 21.05.2012 tarihinden geçerli olmak üzere koşullu
salıverilmesine karar verildiği, düzenlenen müddetnameye göre de hak
ederek tahliye tarihinin 23.07.2012 olduğu, infazın tamamlandığı
belirtilerek infaz evrakının Ödemiş Cumhuriyet Başsavcılığınca
09.07.2012 tarihinde …Komutanlığı Askerî Savcılığına, … Askerî
Savcılığınca da 02.08.2012 tarihinde … Komutanlığı Askerî
Mahkemesine gönderildiği, … Komutanlığı Askerî Mahkemesince
06.12.2012 tarihinde infazın mükerirlere özgü infaz rejimine göre
yaptırılmaması nedeniyle eksik infazın tamamlattırılmasının …
Komutanlığı Askerî Savcılığından talep edildiği, … Komutanlığı Askerî
Savcılığınca infazın tamamlattırılması yolunda girişimde bulunulduğu,
ancak, Anayasa Mahkemesinin 23.01.2013 tarihli ve 28537 sayılı Resmî
Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren, 17.01.2013 tarihli 2012/80 E.
2013/16 K. sayılı kararına istinaden Askerî Savcılığın talebi üzerine, …
Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 18.01.2013 tarihli ve 2013/227-41
Ev.K. sayılı duruşmasız işlere dair kararı ile, infazın durdurulmasına
karar verildiği ve uyarlama yargılaması yapılarak, hükümlü hakkında
ertelemeli mahkûmiyet kararı verildiği tüm dosya kapsamından
anlaşılmaktadır.
Yasal mevzuat incelendiğinde;
05/04/2012 tarihli ve 6291 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin
İnfazı Hakkında Kanun ile Denetimli Serbestlik ve Yardım Merkezleri ile
Koruma Kurulları Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun
1'inci maddesi ile 13.12.2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 105’inci maddesinden sonra
gelmek üzere Kanun'a 105/A maddesi eklenmiş olup, “Denetimli
serbestlik tedbiri uygulanarak cezanın infazı” başlığı taşıyan maddenin
birinci fıkrası;
“(1) Hükümlülerin dış dünyaya uyumlarını sağlamak, aileleriyle
bağlarını sürdürmelerini ve güçlendirmelerini temin etmek amacıyla;
a) Açık ceza infaz kurumunda cezasının son altı ayını kesintisiz
olarak geçiren,
b) Çocuk eğitim evinde toplam cezasının beşte birini
tamamlayan, koşullu salıverilmesine bir yıl veya daha az süre kalan iyi
hâlli hükümlülerin talebi hâlinde, cezalarının koşullu salıverilme tarihine
kadar olan kısmının denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle
400
infazına, ceza infaz kurumu idaresince hükümlü hakkında hazırlanan
değerlendirme raporu dikkate alınarak, infaz hâkimi tarafından karar
verilebilir.” hükmünü;
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında
Kanun'un “Koşullu salıverilme” başlıklı 107'nci maddesinin 1 ve 2'nci
fıkraları;
“(1) Koşullu salıverilmeden yararlanabilmek için mahkûmun
kurumdaki infaz süresini iyi hâlli olarak geçirmesi gerekir.
(2) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş
olanlar otuz yılını, müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar
yirmidört yılını, diğer süreli hapis cezalarına mahkûm edilmiş olanlar
cezalarının üçte ikisini infaz kurumunda çektikleri takdirde, koşullu
salıverilmeden yararlanabilirler.” hükmünü;
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında
Kanun'un “Mükerrirlere özgü infaz rejimi ve denetimli serbestlik
tedbiri” başlıklı 108'inci maddesinin birinci fıkrası;
"(1) Tekerrür hâlinde işlenen suçtan dolayı mahkûm olunan;
a) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının otuzdokuz yılının,
b) Müebbet hapis cezasının otuzüç yılının,
c) Süreli hapis cezasının dörtte üçünün,
İnfaz kurumunda iyi hâlli olarak çekilmesi durumunda, koşullu
salıverilmeden yararlanılabilir." hükmünü;
İçermektedir.
Askerî Mahkemece, hükmün infazı ile ilgili olarak “...TCK'nın
58/6, 7'nci maddeleri uyarınca mükerrirlere özgü infaz rejiminin ve
cezanın
infazından
sonra
denetimli
serbestlik
tedbirinin
uygulanmasına...” şeklinde karar verilmiş olması karşısında, yukarıda
belirtilen mevzuat çerçevesinde, infazın 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 105/A ve 108'inci maddeleri
gereğince yapılması gerekirken, hatalı olarak aynı Kanun'un 105/A ve
107'nci maddeleri gereğince yapıldığı görülmektedir. Hak ederek tahliye
tarihi değişmemekle birlikte, süreli hapis cezasının 3/4’ü yerine, 2/3
oranında infaz edilmiş bulunması ve denetimli serbestlik tedbirinin
uygulanmamış olması karşısında, infazın eksik yapıldığı ve henüz
tamamlanmamış olduğu, anlaşılmaktadır.
Ödemiş Ağır Ceza Mahkemesinin 22.05.2012 tarihli ve 2012/423
Değişik İş sayılı duruşmasız işlere dair kararı ile hatalı olarak verilen
koşullu salıverilme kararının kaldırılmamış olması infazın eksik yapıldığı
olgusunu ortadan kaldırmadığı gibi, infaz hukukunda kazanılmış hak
kurumunun da uygulama alanı bulunmamaktadır.
401
Bu nedenlerle, infazın henüz tamamlanmadığı ve Askerî
Mahkemece uyarlama yargılaması yapılmasının hukuka uygun
bulunduğu sonucuna varıldığından, Başsavcılığın itirazının kabulüne,
Daire kararının kaldırılmasına, temyiz incelemesine devam edilmek
üzere dosyanın Daireye iadesine karar verilmiştir.
402
ADLÎ SİCİL KANUNU
Mad. Geçici 2
T.C.
ASKERÎ YARGITAY
2’nci Daire Kararı
E.No. : 2014/1062
K.No. : 2014/1052
T.
: 24.12.2014
ÖZET
5352 sayılı Adlî Sicil Kanunu'nda değişiklik yapan 6290 sayılı
Kanun’un 11.04.2012 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak
yürürlüğe girmesi ile birlikte, suç tarihi ne olursa olsun 11.04.2012
tarihinden itibaren arşiv kaydının silinmesine ilişkin değerlendirme
ve silme işlemlerini yapmak Adlî Sicil ve İstatistik Genel
Müdürlüğünün görevleri arasına girdiğinden, mahkemelerce arşiv
kaydının silinmesine karar verilmesi hukuka aykırılık teşkil
etmektedir.
… Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 14.12.2005 tarihli,
2005/1396-510 Esas ve Karar sayılı hükmüyle, hükümlü J.Bçvş. Ş.K.'nin,
08.05.2005 tarihinde asta müessir fiil suçunu işlediği sabit görülerek
ASCK’nın 117/1, mülga 765 sayılı TCK’nın 59/2 ve mülga 647 sayılı
Kanun’un 4’üncü maddeleri gereğince 60 TL adlî para cezasına mahkûm
edildiği, hükmün, Dairemizin 07.03.2007 tarihli ve 2007/417-400 esas ve
karar sayılı ilamı ile onanarak kesinleştiği ve 15.05.2007 tarihinde infazın
tamamlandığı;
Hükümlünün, adlî para cezasının infaz edildiği 15.05.2007
tarihinden itibaren beş yıl geçtiğini belirterek, mahkûmiyet kararının adlî
sicil kaydından çıkarılmasını talep etmesi üzerine, … Komutanlığı
Askerî Mahkemesinin 25.07.2012 tarihli, 2005/1396 Esas ve 2012/129Müt. karar sayılı Duruşmasız İşlere Ait Kararı ile, söz konusu kaydın
silinmesine karar verildiği, süresi içinde itiraz edilmeyen bu kararın,
15.08.2012 tarihi itibariyle kesinleştirilerek gereği için Adalet Bakanlığı
Adlî Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğüne gönderildiği;
Adlî Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünün 15.07.2013 tarihli
yazısı ile, 357 sayılı Askerî Hâkimler Kanunu’nda sayılan suçlardan olan
söz konusu mahkûmiyete ilişkin arşiv kaydının, mülga 3682 sayılı Adlî
Sicil Kanununa göre süre yönünden silinme koşulu oluşan ve silinmesi
403
mümkün olan suçlara ilişkin kayıtlar kapsamında olmadığı, bu nedenle
bahse konu kaydın, adlî sicil kaydından çıkartılarak arşiv kaydına
alındığı, arşiv kaydına alınan kayıtların, 5352 sayılı Kanunun geçici 2'nci
maddesine 6290 sayılı Kanunla eklenen üçüncü fıkra uyarınca
11.04.2012 tarihinden itibaren şartları oluştuğu takdirde Adlî Sicil ve
İstatistik Genel Müdürlüğünce silinebileceği belirtilerek, … Komutanlığı
Askerî Mahkemesince verilen, 25.07.2012 tarihli, 2005/1396 Esas ve
2012/129-Müt. Karar sayılı Duruşmasız İşlere Ait Kararla ilgili olarak
ihbarda bulunulduğu;
… Komutanlığı Askerî Savcılığı tarafından, dava dosyasının Millî
Savunma Bakanlığına gönderilmesi üzerine Millî Savunma Bakanlığının
17.06.2014 tarihli, MAİY.:51393309-9010-1623-14/As.Adl.İşl. Rap. Tet.
ve İşl. Ş.(31-37-14) sayılı yazısıyla; hükümlü hakkındaki mahkûmiyet,
Anayasa’nın 76’ncı maddesinde ve özel kanun olan Askerî Hâkimler
Kanunu’nda sayılan cezaları ihtiva ettiğinden 5352 sayılı Kanun’un
geçici 2’nci maddesi atfıyla aynı Kanun’un 12/1-(b) maddesine göre söz
konusu suça ilişkin mahkûmiyet bilgisinin arşiv kaydından silinmesine
bu aşamada yasal olanak bulunmadığı, Askerî Mahkemece, talebin
reddine karar verilmesi gerekirken arşiv kaydının silinmesine karar
verilmesinin kanuna aykırılık oluşturduğu belirtilerek, söz konusu kararın
kanun yararına bozulmasının istenildiği;
Dairemizin 01.10.2014 tarihli, 2014/794-866 Esas ve Karar sayılı
ilamı ile, kanun yararına bozma talebine konu yukarıda zikredilen
duruşmasız işlere ait kararın konusunun arşiv kaydının silinmesi olduğu
sonucuna varıldıktan sonra 5352 sayılı Adlî Sicil Kanunu'nda değişiklik
yapan 6290 sayılı Kanunun 11.04.2012 tarihinde yürürlüğe girmesi ile
birlikte, suç tarihi ne olursa olsun 11.04.2012 tarihinden itibaren arşiv
kaydının silinmesine ilişkin değerlendirme ve silme işlemlerini yapmak
görevinin Adlî Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğüne verildiği, Askerî
Mahkemenin, idarî nitelikteki bir işlemle ilgili olarak kendisini görevli
görerek verdiği uyuşmazlık konusu kararın esası hakkında, Askerî
Yargıtay tarafından bir karar verilemeyeceği belirtilerek kanun yararına
bozma isteminin reddine karar verildiği;
Bu kez Millî Savunma Bakanlığının 10.11.2014 tarihli,
MAİY.:51393309-9010-3066-14/As.Adl.İşl. Rap. Tet. ve İşl. Ş.(31-3714) sayılı yazısıyla; 5352 sayılı Adlî Sicil Kanunu'nda değişiklik yapan,
6290 sayılı Kanun’un 11.04.2012 tarihinde yürürlüğe girmesi ile birlikte,
suç tarihi ne olursa olsun 11.04.2012 tarihinden itibaren arşiv kaydının
silinmesine ilişkin değerlendirme ve silme işlemlerini yapmak görevi
Adlî Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğüne ait olduğu gözetilmeksizin,
404
Askerî Mahkemece ilgili arşiv kaydının silinmesine karar verilmesinin
kanuna aykırılık oluşturduğu belirtilerek, söz konusu kararın kanun
yararına bozulmasının istenildiği;
Millî Savunma Bakanlığının bu isteminin, Askerî Yargıtay
Başsavcılığının 18.11.2014 tarihli ve 2014/3233 sayılı tebliğnamesi ile
aynen Dairemize gönderildiği;
Anlaşılmaktadır.
Yapılan incelemede; Mülga 3682 sayılı Adlî Sicil Kanunu’nun
“Adlî sicildeki kaydın çıkartılması” başlıklı 8'inci maddesinin 2'nci
fıkrası ile; suç, ceza nev'i, ceza miktarı, failin yaşına göre öngörülen
şartların gerçekleşmesi ve maddede sayılan kişi veya makamlarca yapılan
talep üzerine hükmü veren mahkemece veya talep edenin bulunduğu yer
asliye ceza mahkemesince duruşma yapılmaksızın adlî sicildeki kaydın
çıkartılmasına karar verileceği hükme bağlanarak, bu husus askerî/ceza
mahkemelerinin görev alanına dâhil edilmiş, ancak, yargı organı kararını
gerektirmeyecek kadar açık olan hâllerde (kanunlarda yapılacak
değişiklikler sonucu suç olmaktan çıkarılan veya idari nitelikte cezaya
dönüştürülen suçlar) Adalet Bakanlığı Adlî Sicil ve İstatistik Genel
Müdürlüğünce resen adlî sicil kaydının silineceği düzenlenerek, adlî sicil
kayıtları ile ilgili kararları almak görevi münhasıran mahkemelere
tanınmış iken, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren ve 3682 sayılı
Yasa’yı yürürlükten kaldıran 5352 sayılı Adlî Sicil Kanunu'nun 9 ve
12'nci maddesinde, adlî sicil ve arşiv kaydının silinme koşulları
düzenlendikten sonra aynı Kanun’un 14'üncü maddesinde ise, adlî sicil
ve arşiv kayıtlarının silinmesiyle ilgili kararları almak ve kanunla verilen
diğer görevleri yerine getirmek üzere, Adlî Sicil ve İstatistik Genel
Müdürlüğünün teklifi ve Bakan onayı ile üç hakimden oluşan bir
komisyon kurulacağı hüküm altına alınmıştır. Böylelikle, yürürlükten
kalkan 3682 sayılı Kanun'dan farklı olarak, 01.06.2005 tarihinden işlenen
suçlara ilişkin adlî sicil ve arşiv kayıtlarının silinmesi kararlarını alma
görevinin bu madde hükümlerine göre kurulan komisyona ait olduğu
belirtilmiştir.
Bu düzenleme karşısında, adlî sicil ve arşiv kayıtlarının silinmesi
yönündeki isteklerin, bu komisyon tarafından karara bağlanacağı ve idarî
bir karar olduğunda şüphe bulunmayan komisyon kararlarına karşı gerek
5352 sayılı Yasa'da gerekse diğer yasalarda başvuru mercii/yasa yolu
olarak ayrık bir düzenlemeye yer verilmemesi nedeniyle genel hükümlere
göre idarî yargı yoluna başvurulabileceği açıktır.
1 Haziran 2005 tarihinden önce işlenen suçlara dair mahkûmiyet
bilgilerinin adlî sicilden silinmesi ve arşivden çıkartılması ise, 5352 sayılı
405
Adlî Sicil Kanununun geçici 2’nci maddesinde düzenlenerek, “(1) Bu
Kanunun Yürürlüğe girdiği tarihte, Adalet Bakanlığı Adlî Sicil ve
İstatistik Genel Müdürlüğünce toplanmış olsun veya olmasın, suç tarihi
itibarıyla bu Kanun’un yürürlük tarihinden önceki kayıtlar hakkında,
3682 sayılı Kanuna göre süre yönünden silinme koşulu oluşanlar silinir;
diğer kayıtlar için bu Kanun hükümlerine göre işlem yapılır. Anayasa'nın
76’ncı maddesi ile özel kanun hükümleri saklıdır.
(2) Birinci fıkra gereğince işlem yapılarak arşive alınan kayıtlar
hakkında, 3682 sayılı Kanun'un 8’inci maddesinde öngörülen sürelerin
dolduğu veya ertelenmiş olan hükmün esasen vaki olmamış sayıldığı
hallerde bu tarih esas alınarak, Anayasa'nın 76’ncı maddesi ve özel
kanunlarda sayılan suç ve mahkûmiyetler dışındaki kayıtlar için ilgilinin,
Cumhuriyet Başsavcılığının veya Adlî Sicil ve İstatistik Genel
Müdürlüğünün talebi üzerine hükmü veren mahkemece veya talep edenin
bulunduğu yer asliye ceza mahkemesince arşiv kaydının silinmesine
karar verilir.” hükmüne yer verilerek, 1 Haziran 2005 tarihinden önce
işlenen suçlara ilişkin bilgilerden adlî sicil arşivine alınanların
silinmesine karar verme yetkisi münhasıran askerî/ceza mahkemesinin
görev alanında bırakılmıştır.
01.06.2005 tarihinden itibaren suç tarihine göre bu şekilde iki
farklı uygulamaya devam edilmekte iken, 11.04.2012 tarihinde yürürlüğe
giren 05.04.2012 tarihli, 6290 sayılı Kanun’un 3’üncü maddesi ile geçici
2'nci maddede değişiklik yapılması sonucu madde; “(1) Bu Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihte, Adalet Bakanlığı Adlî Sicil ve İstatistik Genel
Müdürlüğünce toplanmış olsun veya olmasın, suç tarihi itibarıyla bu
Kanunun yürürlük tarihinden önceki kayıtlar hakkında, 3682 sayılı
Kanuna göre süre yönünden silinme koşulu oluşanlar silinir; diğer
kayıtlar için bu Kanun hükümlerine göre işlem yapılır. (Mülga ikinci
cümle: 05/04/2012-6290/3 md.)
(2) (Değişik: 05/04/2012-6290/3 md.) Bu Kanun’un yayımı
tarihinde, Anayasa’nın 76’ncı maddesi ile bazı özel kanunlarda yer alan
ve bir hak yoksunluğuna neden olan mahkûmiyetler bakımından, arşive
alınan veya şartları oluştuğu halde ya da henüz şartları oluşmadığı için
arşive alınmayan kayıtlar hakkında 12’nci maddenin birinci fıkrası
hükmü uygulanır.
(3) (Ek: 05/04/2012-6290/3 md.) İkinci fıkrada sayılanlar dışında,
birinci fıkra gereğince işlem yapılarak arşive alınan kayıtlar 3682 sayılı
Kanunun 8 inci maddesinde öngörülen sürelerin dolduğu veya ertelenmiş
olan mahkûmiyetin esasen vaki olmamış sayıldığı hallerde bu tarih esas
406
alınarak Adlî Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünce silinir.” şeklini
almıştır.
Bu düzenlemenin amacı da madde gerekçesinde; “.......ikinci
fıkrada sayılanlar dışında, birinci fıkra gereğince işlem yapılarak arşive
alınan kayıtların, 3682 sayılı Kanun’un 8’inci maddesinde öngörülen
sürelerin dolduğu veya ertelenmiş olan hükmün esasen vaki olmamış
sayıldığı hâllerde bu tarih esas alınarak Adlî Sicil ve İstatistik Genel
Müdürlüğünce silineceği düzenlenmek suretiyle, daha önce mahkemelere
ait olan arşiv kaydının silinmesi yetki ve görevi, iş yükü dikkate alınarak
ve yargının hızlandırılması maksadıyla Adlî Sicil ve İstatistik Genel
Müdürlüğüne verilmektedir.” denilerek açıklanmıştır.
Böylece, 5352 sayılı Adlî Sicil Kanunu'nda değişiklik yapan, 6290
sayılı Kanun’un 11.04.2012 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak
yürürlüğe girmesi ile birlikte, suç tarihi ne olursa olsun 11.04.2012
tarihinden itibaren arşiv kaydının silinmesine ilişkin değerlendirme ve
silme işlemlerini yapmak görevi Adlî Sicil ve İstatistik Genel
Müdürlüğüne verilerek, mahkemelerin görevine son verilmiştir.
İnceleme konusu somut olayda; hükümlü J.Bçvş. Ş.K.'nin
23.07.2012 tarihli dilekçesi ile, asta müessir fiil suçundan …
Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 14.12.2005 tarihli, 2005/1396-510
Esas ve Karar sayılı hükmüyle tayin olunan adlî para cezasının infaz
edildiği 15.05.2007 tarihinden itibaren beş yıl geçtiğini belirterek,
mahkûmiyet kararının adlî sicil kaydından çıkarılmasına yönelik
dilekçesi ile talepte bulunduğu, … Komutanlığı Askerî Mahkemesinin
25.07.2012 tarihli, 2005/1396 Esas ve 2012/129-Müt. karar sayılı
Duruşmasız İşlere Ait Kararı ile, söz konusu kaydın silinmesine karar
verilmiş ise de; talep ve hüküm tarihi itibariyle, 5352 sayılı Adlî Sicil
Kanunu'nun, 05.04.2012 tarihli ve 6290 sayılı Kanun'la değiştirilen
geçici 2/3’üncü maddesi uyarınca arşiv kaydının silinmesine ilişkin
değerlendirmenin, Adlî Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünce yerine
getirileceği gözetilmeksizin, arşiv kaydının silinmesine karar verilmesi
hukuka aykırılık teşkil etmektedir.
Bakanı’nın kanun yararına bozma isteminin kabulü ile, hükümlü
J.Bçvş. Ş. K. hakkında … Komutanlığı Askerî Mahkemesince verilen
25.07.2012 tarihli, 2005/1396 Esas ve 2012/129-Müt. sayılı Duruşmasız
İşlere Ait Kararın, 353 sayılı Kanun’un 243/3’üncü maddesi gereğince,
kanun yararına bozulmasına, 353 sayılı Kanun’un 243/4-A madde ve
bendi gereğince, bu konuda Askerî Mahkemece yeniden bir karar
verilmek üzere, dava dosyasının Millî Savunma Bakanlığına
gönderilmesine karar verilmiştir.
407

Benzer belgeler