indir - Öğretmenler Odası Dergisi

Transkript

indir - Öğretmenler Odası Dergisi
2
“gönlümüzce”
EDİTÖRDEN
Bu ay
kapak konumuz
imam hatiplerin
yeniden gündeme
gelmesi ile alevlenen
din eğitimi tartışması.
Gerçekten değişimin
farkında mıyız?
Ve bu değişim
başta din eğitimi
olmak üzere tüm
eğitim sistemimizi
nasıl etkiliyor? Yeni
seçmeli dersler,
derslerin içerikleri ve
derslerin uygulanma
biçimi hala bir
muamma olarak
duruyor.
Bilindiği gibi ülkemizin bir 2023 vizyonu var.
Cumhuriyetimizin kuruluşunun yüzüncü yılında dünya devletleri arasında ileri düzeye
çıkabilmesi eğitim niteliğinin artmasıyla sağlanacaktır. Şüphesiz öğretmenlerimizin bilgi
ve becerilerini artırmadan eğitim kalitemiz
artmayacaktır. Gençlerimizin aldıkları eğitimle çağın gereklerine uyan, bilgi ve iletişim
teknolojileriyle iç içe olan, toplumun değerlerini bilen, aldığı bilgiyi analiz eden, düşünen, sonuç çıkaran ve edindiği bilgiye göre
davranış sergileyen bireyler haline gelmesi
bizi bu hedefe çok kolay ulaştıracaktır.
Dergimiz kendi rotasında yoluna devam ediyor. Henüz ikinci yılımızdayız. Bir dergi için
çok yol almış sayılmayız. Hele bizim gibi hiçbir elemanı profesyonel olmayan bir derginin zamanında çıkması bile bir başarıdır. Bir
yandan okunması gereken bir dergi çıkaralım diye koştururken diğer taraftan da bizden
sonra bu hizmeti devam ettirecek arkadaşları
yetiştirme gayreti içindeyiz. Dergi atölyemize
her hafta on beş arkadaşımız devam ediyor,
bazılarının çalışmaları dergimizde yer alıyor.
İleriki sayılarda ocağımızdan yetişen yeni imzaları da okuyacaksınız.
Dergi yönetimi olarak bizi çağıran il milli eğitim müdürlüklerinin davetlerine icabet ediyoruz. Bu anlamda geçtiğimiz Eylül ayında
Kütahya Milli Eğitim Müdürlüğü ile Dumlupınar Üniversitesinin ortaklaşa düzenledikleri “Eğitimde Yeni Arayışlar” çalıştayına katıldık. Başta İl Milli Eğitim Müdürü Coşkun
Esen Bey olmak üzere bizlere gönülden alaka gösteren arkadaşlara kalbi şükranlarımızı
sunuyoruz. Öğretmenler Odası dergisi bu
tür davetlere imkanları nispetinde iştirak etmektedir. Bizden hiç bahsetmiyorsunuz diye
serzenişte bulunan arkadaşlara duyuruyoruz:
Çağırın gelelim, bilelim, bilişelim.
Her yıl güz döneminde gerçekleştirilen Eğitim Yönetimi Forumu’nun üçüncüsü 12-13
Ekim 2012 tarihlerinde Nevşehir Üniversitesi
ve EYUDER organizasyonuyla Nevşehir’de
yapıldı.
Bu yılki toplantının ana teması, eğitimde
nitelik ve yenileşme idi. Dergimizin değerli
yazarı, aziz dostum Halit Arapoğlu ile beraber izlediğimiz toplantı her şeye rağmen başarılıydı. Umarım dostlarımız bazı konularda
biraz daha hassasiyet gösterirler.
İGEDER yine bildiğiniz gibi; her an hareketli, her zaman aktif. Derneğimizin organizesi ile yaklaşık 60 meslektaşımız Kurban
Bayramı’nı Balkanlarda geçirdiler. Özellikle
Arnavutluk’ta kendi kurbanlarını kestirerek
oradaki Müslüman kardeşlerimizLe paylaştılar. Bendeniz Bulgaristan’da idim. Genel
Sekreterimiz Gökhan Erenoğlu Kurban görevi için Filibe bölgesine gönderdi. Müftü
Osman Hayreddin hocamızla çok farklı ve
anlamlı bir bayram yaşadık evladı Fatihanın
bölgelerinde.
Dergimiz yine dopdolu. Genel Yayın Yönetmenimiz Amerika’da ama aklı burada. Sağolsun dergiyle sürekli ilgileniyor. İşte İGEDER
böyle bir şey. Burada her şey gönüllülük esasına bağlı. Gönüllüce, gönlümüzce.
Adil Gülmez
İÇİNDEKİLER
YIL:2 SAYI:6 ARALIK-OCAK-ŞUBAT 2012
Aşırı Korumacı Aile Yapısı
24
23
YAYGIN SÜRELİ YAYIN. 3 AYDA BİR YAYINLANIR.
4
Öğretmen Yetiştirme Sorunumuz:
Reform Eğitim Fakültelerinden Başlamalı!
DR. İBRAHİM HAKAN KARATAŞ
7
Cumhurun Eğitimi Tarihi Coğrafyanın
İdrakinden Geçer
MEHMET CÜNEYT ANCIN
9
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Eğitim
Fakültesi Yeni Öğretmen, Yeni Okul
PROF. DR. SELAHATTİN TURAN
11
Tevhid-i Tedrisat ve Osmanlı Eğitim Sistemi
UFUK COŞKUN
15
İmam-Hatipliler Herkes İçin Umuttur
ADİL GÜLMEZ
21
Demokratik Öğretmen Yaklaşımlarının
Öğrencilerin Gelişimlerine Etkileri
MUHAMMET YILMAZ
Dershaneler Öğretmenleri
de Yorar ve Acıtır
34
Öğretmene Yönelik Şiddet
MURAT KAHRAMAN
‘Konu Eksiği’ Üzerine
V. METİN BAYRAK
24
36
Aşırı Korumacı Aile Yapısı
MERVE AKYOL KILIÇ
26
Doğan Ceylan: Dershanelerin
Kapatılması Yeni Değil
ADİL GÜLMEZ
28
Dershaneler Öğretmenleri de Yorar ve Acıtır
FATMA SARAÇOĞLU
30
6
Araştırma ve Öğretmen
YRD. DOÇ. DR. İZZET DÖŞ
39
Rabia Öğretmen
GÜRHAN GÜRSES
41
Tarihten Üç Nefes ve Derin Bir Düşünce
MEHMET ACAR
43
Özel Eğitim Ama Nasıl?
ÖZGÜR GİRGİN
Maşallah Evladım, Gözlerinden Öperim!
AHMET HAŞİN
32
45
Eğitme, öğret ve nihayet
KEVSER YENEL
33
Veli Ziyareti
YASİR İHTİYAR
Finlandiya’da Yetişkin Meslek Eğitimi
NURDAN KARBUZ
48
Keleste Unutulmuş Bir Cami
GÜLSEREN ÇETİN ÖZBEN
36
51
59
76
Michael Gove Stajyer Öğretmenler
Öğretmen Yetiştirme ve Eğitim
Yazar Öğretmenler
İçin Sert Testleri Tanıttı
Fakülteleri Anketi
SITKI SERDAR
ÇEV. DİDEM ÖZKRAKAYA BAYINDIR
ÖĞRETMENLER ODASI DERGİSİ
53
63
Öğretmen ve Evrensel Değerler
PROF. DR. SONGÜL ALTINIŞIK
55
Şeytan’ı Nerede Aramalı?
ALİ ALGAN
Bayramda Balkanlarda Olmak-1
77
Film Kulübü
MESUT KAYMAKÇI
MUHAMMET FATİH SERTKAYA
66
78
Hagitegas’tan Erdoğan’a Eleştiri
Web Siteleri
İBRAHİM DEMİRKAN
İSMAİL TONBULOĞLU
71
56
Eğitimden Haberler
Ah Ne Güzel Yaşamak
SEYFULLAH KÖKSAL
EMRULLAH BEDİR
79
İGEDER’den Haberler
58
74
84
Okul Şekeri
Uzman Bulmaca
Ünlem
MUSTAFA YAZKAN
MAŞUK CEYLAN
Yayımlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Yazılarda Yazı göndermek ve her türlü öneri ve
Baskı: NanoDigitalPrint Yüzyıl Mah. Mas-Sit.
yayın kurulu ve editör değişiklik yapabilir. Gönderilen yazılar değerlendirmelerinizi bize ulaştırmak Matbaacılar Sitesi 5 Cd. No:22 Bağcılar / İstanbul
Tel: 0212 429 29 03 www.nanodigitalprint.com
için: [email protected]
iade edilmez. Yazılar, kaynak gösterilerek yayınlanabilir.
İletişim :
www.igederyayinlari.com
Bulgurlu Mah. Bugurlu Cad. Etiler Sok. No: 10 Üsküdar / İstanbul Tel: 02165461003
www.ogretmenlerodası.org.tr
YIL: 2 SAYI:5 ARALIK - OCAK-ŞUBAT 2012
33
Bayramda Balkanlarda
Olmak-1
Michael Gove Stajyer Öğretmenler
İçin Sert Testleri Tanıttı
İGEDER
(İstanbul Gönüllü Eğitimciler Derneği)
Adına Sahibi ve
Genel Yayın Yönetmeni
Dr. İbrahim Hakan KARATAŞ
Yayın Koordinatörü
Adil GÜLMEZ
Yayın Kurulu
İsmail CİHANGİR
Gökhan ERENOĞLU
Aysen ERAYDIN
Zehra ŞAŞMAZ
Didem BAYINDIR
Mahmut AYTEKİN
M. Cüneyt ANCIN
Necdet BAYINDIR
Danışma Kurulu
Prof. Dr. Selahattin TURAN
Dr. Melike GÜNYÜZ
Dr. Faruk KANGER
Ali CAN
Ahmet AKBAL
Hüseyin AKAR
Muhammet YILMAZ
Dr. Özlem GÜNEŞ
Mustafa TOP
Düzelti ve Edisyon
Aysen ERAYDIN
Satı CEYLAN
Dizgi-Tasarım-Uygulama
Ahmet YOLAÇAN
Reklam ve Tanıtım
Gökhan ERENOĞLU
Kültür ve Sanat
Ahmet ÖZCAN
Muhammet Fatih SERTKAYA
Sekreterya ve İletişim
Ali ALGAN
Abone ve Satış
Yahya DEPREM
ÖĞRETMEN YETİŞTİRME SORUNUMUZ:
REFORM EĞİTİM
FAKÜLTELERİNDEN
BAŞLAMALI!
DR. İBRAHİM HAKAN
KARATAŞ
Fatih Üniversitesi / İstanbul
Profesyonel bir
meslek olarak
öğretmenlik diğer
hiç bir meslekle
karşılaştırılamayacak
yetkinlikler
gerektiriyor.
Öğretmenlik, okul
öncesinden liseye
kadar süren on
iki yılı aşkın bir
zaman diliminde
bireyin hayat
tarzının, kişiliğinin,
benliğinin oluştuğu
dönemlerde icra
edilen bir meslek.
4
Eğitimde başarının temel unsurunun öğretmen
olduğu herkes tarafından kabul ediliyor. Görevdeki Milli Eğitim Bakanının da göreve başlar başlamaz ayağının tozuyla öğretmenlerin
gelişmesine öncelik vereceğini açıklaması, öğretmen yetiştirme düzenimizi yeniden tartışmaya açtı. Öğretmen yetiştirme ve eğitim fakülteleri geçen yıl ve bu yıl akademik dünyanın
da gündemi oldu. Sayın Bakanın inisiyatifiyle
ulusal bir çalıştay düzenlendi, eğitim fakültesi
dekanları birkaç kez toplandı, YÖK’te öğretmen
yetiştirme alanında raporlar hazırlandı.
Bugün yarın tüm bu çalışmalar sonucu geliştirilen yeni bir düzenin kamuoyuna açıklanması ve uygulamaya konulması bekleniyor. Yeni
düzenlemenin ne getireceğini tam olarak bilmesek de bazı ön bilgiler kamuoyuna ulaşıyor.
Öğretmenlerin kariyer basmakları, eğitim fakültelerinin örgütsel yapısı ve içeriği, fen-edebiyat
fakültelerinin durumu, formasyon programları,
anadolu öğretmen liselerinin akıbeti bu yeni
düzenlemeyle yeniden şekillenecek gibi görünüyor.
Tüm bu hazırlıkları ve yeni düzenlemeleri başarılı ya da başarısız olarak baştan yargılamak
elbette doğru olmayacaktır. Sağlıklı bir değerlendrime yapabilmek için yeni düzenlemenin
detayları görmek ve uygulama kararlılığını izlemek gerekiyor. Fakat gerek önceki deneyimler
gerekse de bugünkü yaklaşımlar bazı değerlendirmeler yapmayı da zorunlu kılıyor.
Bu meyanda öğretmenlik mesleği, akademinin
durumu, hizmet öncesi ve hizmeti Içi eğitim konularında bazı hususlara dikkat çekmek isterim.
Profesyonel bir meslek olarak öğretmenlik diğer
hiç bir meslekle karşılaştırılamayacak yetkinlikler gerektiriyor. Öğretmenlik, okul öncesinden
liseye kadar süren on iki yılı aşkın bir zaman
diliminde bireyin hayat tarzının, kişiliğinin,
benliğinin oluştuğu dönemlerde icra edilen bir
meslek. Burada detaylarına girmek mümkün olmamakla beraber bu mesleği tercih eden bireyleri yetiştirme söz konusu olduğunda ikna edici
bir çözüm önerisi geliştirilememesi de büyük
olasılıkla bu özel durumdan kaynaklanıyor. Zira
akademik yeterliliklerden daha çok duyuşsal
becerilerin ön plana çıktığı bu meslekte yetkinliğin diploma, sınav ya da benzeri akademik becerilerle ölçülmesi yeterli olmuyor. Haddi zatında yapılan tüm toplantılarda ve yayınlanan tüm
araştırmalarda bu hususa dikkat çekilse de bu
görüşlerin retorikten ileri gitmediği anlaşılıyor.
Ikinci sorunlu alan akademinin yaklaşımı. Öğretmen yetiştirmeyi, diğer alanlarla aynı koşullar ve yöntemlerle yürütmeye devam eden,
hatta diğer bazı alanlardan (bilimsel araştırma
yetkinliği ve çeşitliliği, öğrenci başına düşen öğretim üyesi sayısı vb.) daha zayıf olan eğitim
fakültelerinin bugünkü yaklaşımlarıyla nitelikli
öğretmen yetiştirmesi mümkün görünmüyor.
Zira programa dahil edilen derslerin çeşitliliği,
içeriği, uygulanan yöntemler neredeyse hiçbir
inisiyatif ve yenilik içermeyen birbirinin kopyası bir görünüm arz ediyor. Duyuşsal becerilere
gereken düzeyde yer verilmiiyor. Uygulamanın
hayati önem taşıdığı bu mesleki eğitimde staj ve
uygulama dersleri baştan savma yürütülüyor.
sosyalleşmesine katkı sağladığı birçok araştırma
ile belirlenmiş durumda. Okul müdürlerinin
adeta kenara itildiği ve öğretmenlerin mesleki
gelişimleri ile ilgilenmemeleri gerektiği gibi bir
algı oluşturuluyor.
Öğretmenlerin hizmet öncesi eğitim içerikleri
elbette sadece fakülte ya da bölümlerin inisiyatifi ile şekillenmiyor. YÖK’ün belirlediği kriterler
doğrultusunda bir içerik oluşturulması gerekiyor.
Bu da çoğu zaman fakültelerin, bölümlerin ve
öğretim üyelerinin inisiyatif almasını engelliyor.
Nitelikten daha ziyade yönetmelikte yer alan
hususların asgari düzeyde karşılanıp kaşılanmadığına odaklanan YÖK, nitelik açısından yetersiz olduğunu bile bile birçok başvuru dosyasını
onaylamak zorunda kalıyor.
Öğretmen yetiştirme düzenimiz ile ilgili sorunlar
elbette bunlardan ibaret değil. Ancak bu yazının
sınırları içinde bazı önerilere de yer verebilmek
amacıyla burada sadece bazı temel sorunlar üzerinde duruldu. Çözüm önerilerine gelince eğitim
sisteminin yapılanması, akademinin durumu,
öğrenci seçimi, öğretmen seçimi ve ataması,
hizmet öncesi ve hizmetiçi eğitimle ilgili birçok
konu ayrı başlıklar altında ele alınmalıdır. Burada eğitim fakülteleri ile ilgili bazı başat konularda
birkaç öneri dile getirilecektir.
Öğretmenlik mesleğinin duyuşsal beceriler üzerine bina edilmesi gerektiği kabul edilmekle
birlikte öğrenci seçimi ile ilgili bir değişiklik yapmaya ya kimse cesaret edemiyor ya da bunu
başarabilecek bir yöntem geliştirmek konusunda
uygulanabilir bir çözüm bulunamıyor. Program
kazanımlarının edindirilip edindirilmediği diploma ve KPSS sınavına bırakılmış durumda. Öğretmen seçme ve atama konusunda da öğrenci seçme sürecindeki çözümsüzlük gerekçeleri olduğu
gibi duruyor.
Kanaatimizce eğitim fakülteleri ile ilgili reformun
esası, eğitim fakültelerinin kurumsal kapasitelerinin güçlendirilmesi hususuna dayanmalıdır.
Bunu sağlamak amacıyla,
Hizmetiçi eğitim konusu ise başlı başına bir
plansızlık, yöntemsizlik ve dolayısıyla verimsizlik örneği olarak özel bir araştırmayı hak ediyor.
Gelişmiş ülkelerde öğretmenlerin profesyonel
gelişmeleri okul bazlı ya da eğitim bölgesi bazlı
olarak yürütülüyor. Bu sürecin sorumluluğu ise
başta okul müdürleri olmak üzere yerel eğitim
yöneticilerine tevdi edilmiş durumda. Bölgedeki
ünviersitelerin daha fazla inisiyatif alması teşvik
ediliyor. Online konferansların ve bizzat bakanın
da dahil olduğu hizmetiçi eğitimlerin katkısını
araştırmaya gerek var mı, emin değilim. Aklına
geldiğinde ya da moda bir konuda düzenlenen,
sürekliliği olmayan, ihtiyaç analizine dayanmayan hizmetiçi eğitimlerin sadece öğretmenlerin
• Eğitim fakültelerinin sayısı yarıya indirilmelidir.
Akademik personel açısından zayıf olan eğitim
fakülteleri kapatılmalı ve kapatılan eğitim fakültelerinin öğretim üyeleri makul bir prosedürle
açık bırakılan fakültelere kaydırılmalıdır. Böylece reforma ilişkin psikolojik inancın da pekiştirilmesi sağlanacaktır. Ayrıca öğrenci başına düşen
öğretim elemanı sayısı artacak ve eğitim fakültelerinin en zayıf olduğu uygulamalı eğitim için
daha fazla kurumsal kapasite oluşturulacaktır.
Bu çerçevede bir geleneği olan eğitim fakülteleri
korunmalı, yeni açılan ya da zamanla iyice zayıflamış olan eğitim fakülteleri önümüzdeki dört
yıl içinde kademeli olarak kapatılması için eylem
planı hazırlanmalıdır.
Öğretmenlik
mesleğinin
duyuşsal
beceriler
üzerine bina
edilmesi
gerektiği kabul
edilmekle
birlikte öğrenci
seçimi ile ilgili
bir değişiklik
yapmaya ya
kimse cesaret
edemiyor
ya da bunu
başarabilecek
bir yöntem
geliştirmek
konusunda
uygulanabilir
bir çözüm
bulunamıyor.
• Eğitim fakültelerinden birkaçı lisansüstü eğitime odaklanmalıdır. Zira nitelikli öğretim elemanı
ancak nitelikli lisanüstü eğitimle yetiştirilebilir.
Ayrıca bazı alanlarda zayıf olduğumuz bilinen
bir gerçektir. Ölçme değerlendirme başta olmak
üzere eğitim programları ve öğretim, rehberlik
5
Öğretmenlerin
hizmet öncesi eğitim
içerikleri elbette
sadece fakülte ya da
bölümlerin inisiyatifi
ile şekillenmiyor.
YÖK’ün
belirlediği kriterler
doğrultusunda bir
içerik oluşturulması
gerekiyor. Bu da çoğu
zaman fakültelerin,
bölümlerin ve
öğretim üyelerinin
inisiyatif almasını
engelliyor. Nitelikten
daha ziyade
yönetmelikte yer
alan hususların asgari
düzeyde karşılanıp
kaşılanmadığına
odaklanan YÖK,
nitelik açısından
yetersiz olduğunu
bile bile birçok
başvuru dosyasını
onaylamak zorunda
kalıyor.
6
gibi alanlarda sadece lisansüstü eğitime odaklanmış fakültelerin oluştrulması ancak dağınık
haldeki öğretim üyelerinin bir araya gelmesi ile
mümkün olacaktır. Bu çerçevede, Gazi, Ankara, Eskişehir Osmangazi, Karadeniz Teknik gibi
üniversiteler lisansüstü eğitim için merkez üniversiteler olarak belirlenebilir. Ayrıca bu üniversiteler eğitim ile ilgili nitelikli makro ve mikro
araştırmalara odaklanmalı ve eğitim sistemimizi
besleyecek bilimsel verileri sağlamalıdır.
•Eğitim fakülteleri branş öğretmeni programlarını kapatmalıdır. Eğitim, disiplinlerarası bir alandır. Her eğitim fakültesinde birçok bölümü yürütecek öğretim elemanı kadrosu bulundurmak
bugün sayısal olarak mümkün değildir. Diğer
taraftan matematik, tarih, edebiyat, dil, yabancı
dil, coğrafya, müzik, spor gibi branş öğretmenlerinin daha nitelikli yetişmesi için ilgili fakültelerdeki birikimden istifade edilmelidir. Eğitim
fakülteleri ise okul öncesi, sınıf öğretmenliği,
özel eğitim, rehberlik, ölçme değerlendirme,
öğretim programları ve eğitim yönetimi gibi
alanlara odaklanmalıdır.
•Formasyon programları kapatılmalıdır. Branş
öğretmenlerini fen edebiyat fakülteleri ve diğer
ilgili fakülteler yetiştirmelidir. Dört yıllık lisans
eğitimi boyunca bu fakültelerde okuyan ve öğretmen olmak isteyen öğrenciler eğitim fakültesi tarafından açılan teorik meslek derslerini alarak kredilerini tamamlamalı ve beşinci yıl eğitim
fakültesi altında bir yıl uygulama ağırlıklı eğitim
almalıdırlar. Böylece hem formasyon programlarının çoğunlukla teorik ve yetersiz içerikleri ile
öğretmen belgesi vermenin önüne geçilmiş olacak hem de akademik açıdan ve uygulama deneyimi açısından yeterli ve nitelikli öğretmenler
yetiştirilmiş olacaktır.
•Öğretim elemanları sahaya inmeli ve okullara
danışmanlık yapmalıdır. Eğitim, kuramsal olduğu kadar uygulamalı, kendine özgü olduğu
kadar disiplinlerarası bir alandır. Bu sebeple
eğitim fakültelerindeki öğretim elemanlarının
seçiminde mümkünse öğretmenlik deneyimi
şart olmalıdır. Bunu kısa sürede tam anlamıyla sağlamak fiili olarak mümkün olmadığı için
eğitim fakültesi öğretim elemanları için haftada
bir gün okul danışmanlığı uygulaması getirilmelidir. Bu süreç ilk zamanlarda oldukça sancılı
olacaktır. Fakat zamanla hem okullar hem de
öğretim elemanları sahadaki gerçek sorunlarla
yüzleşecek ve okula daha sağlıklı bir danışmanlık hizmeti sunacaktır. Ayrıca eğitim fakültesindeki öğretim elemanlarının bu yeni deneyimleri
onları fakültedeki öğrencilerine daha gerçekçi
bir eğitim sunmaları açısından besleyecektir.
•Öğretmen liseleri kapatılmalıdır. Her fani gibi
öğretmen liseleri de görevini tamamlamış ve
artık işlevini yitirmiştir. Öğretmen liseleri konusu açıldığında çoğunlukla bilimsel olmayan
ancak daha çok duygusal yanı ağır basan bazı
önermelerle bu okulların savunulduğu görülmektedir. Bu savunmalar öğretmen lisesini
tercih eden öğrencilerin çok azının öğretmen
olmak amacıyla bu okulları tercih ettiği ve mezunlarının çok azının eğitim fakültelerini tercih
ettiği gerçeğini değiştirmemektedir. Göz göre
göre bunu sürdürmek öğrencilerin de kişiliklerini zedelemektedir.
Öğretmenlik özel bir yetkinlik gerektirdiğine göre onu yetiştirmek de özel bir yetkinlik gerektirir. Daha güçlü fakülteler daha güçlü öğretmen
yetiştirmek için olmazsa olmaz koşuldur. Herkesin aynı anda aynı işi kendi başına yapmaya
çalıştığı bir akademik ortam yerine, farklı yeterliliklerin bir araya toplandığı ve takım halinde
aynı işe odaklanılan bir ortam daha besleyici ve
verimli olacaktır.
Çağdaş dünyada üniversitelerin temel görevi
yetkin bireyler yetiştirmek kadar toplumsal sorunlara da çözüm üretmektir. Kendi sorununu
çözemeyen üniversitelerin, toplumsal sorunlar
hakkında söyleyecekleri de dikkate alınmayacaktır. Bu da onların itibarları ve güvenirlikleri
konusundaki soru işaretlerini artıracaktır.
CUMHURUN EĞİTİMİ
TARİHİ COĞRAFYANIN
İDRAKİNDEN GEÇER
Edir e’ye giderseniz, oradaki adalet köşkü, y ksek kule
bug ne dek kalmış bir yapıdır. Topkapı Sarayı’ndaki kule
var ya, o da adalet kulesidir. Buna Cihannüma derler.
Cihannüma, cihanı gören, kont ol eden demek…
Prof. Dr. Halil İNALCIK
MEHMET CÜNEYT ANCIN
İGEDER Yön. Krl. Bşk.
Cumhur, kendini
yöneten aygıtlar
üzerindeki söz sahibi
oluş kabiliyetini,
geçmişte kurduğu on
altı devlette simgeleşen
tarihi boyunca
sürdürdüğü gibi,
yaklaşık doksan yıllık
Türkiye Cumhuriyeti
tarihinde de
göstermiştir. Organize
olma, dolayısıyla sosyal
süreçleri iyi yönetme
becerisi güçlü
toplumlar, tarihi
yeniden yazma
iktidarını da ellerinde
tutarlar.
Bizler, ilginç ve ilginç olduğu kadar da alabildiğine kendine has bir tarihsel sürecin mirasçılarıyız. Obadan okula evrilen eğitimin kurumsallaşması sürecinde kültürel mirasımıza,
karşılaştığımız tüm medeniyetlerin birikimlerini de dahil ettik. Müktesebatımız, pratik zekamızın rehberliğinde hayatın içinde gereksinim
duyduğumuz her alanda bildiklerimize yeni
öğrendiklerimizi dahil ederek, bir nevi lego
monte eder gibi oluşturduğumuz kültür örgülerinden oluştu. Miras aldığımız yeri imar etmeyi
kafamıza koyduğumuz her devirde kendine
özgü bir vizyon yaratmayı başardık yeniden.
Yıkımlarımız, duraksamalarımız hiç mi olmadı,
oldu tabi. Ama yeşeren bir coğrafya buldukça
kendimize, hep yeni ufuklara yelken açmayı
ve asla içine kapanmamayı yeğledik. Mahallemizin yaramaz çocuklarını bazen keskin kılıç, bazen de yumuşak fiske ile yola getirdik.
İyi kötü on altı devleti geride bırakıp, yeni bir
dünyanın eşiğine geldik dayandık. Aşinası olmadığımız bir dünya değildi bu dünya ama
devir değişmişti, aktörler değişmişti. Rakibine
acı bir tebessümle “Çok değişmişsin!” deyip,
onun üstünlüğünü kabul etmiş olmanın getirdiği tedirginlik ve mağlubiyetin tekrarlanması
kaygısı sonucu, teslimiyet ile reddediş arasında
gelgitler yaşamaya başladık. Artık sahip olduklarımızın yeterince farkında değilmişiz gibi bir
ruh halimiz vardı. Bu belki de hep reklamla-
rı izliyor olmamızdan kaynaklanıyor olabilir
miydi? Bugün yaşı doksana dayanan Cumhuriyetimizin çocukları, Cumhurbaşkanlığı forsundaki on altı adet yıldızın temsil ettiği kabul
edilen tarihi derinliğe yeterince vakıf mıdır?
Yine Cumhuriyet’ten evvel de bir cumhurun
mevcut olduğunu ve bu cumhurun neredeyse
Cumhuriyetten önceki yarım asırdan fazla bir
süre boyunca çağdaş batı eğitim kurumları ile
muhatap olduğunun ayırdında mıdır? Bu sorular genelde yakın tarihimizin, özelde eğitim tarihimizin hem eş zamanlı, hem de ard zamanlı
bütünlüğüne ilişkin bir farkındalık algısını ölçmek üzere soruldu. Ondan da öte tarihin herhangi bir anında, herhangi bir yerde gerçekleşen gelişmelerin türedi, birbirinden kopuk ve
zaman mekan bağlamından bağımsız ele alınamayacağını hatırlatma görevi yüklenmiş oldu.
Pekala 1876’dan 1982’ye değin beş modern
anayasa yapmış bir ülke olarak bugün hürriyet,
eşitlik, cumhuriyet ve milliyet kavramları, siyasi
retorikten uzak bir toplumsal uzlaşı tabanına
ulaşabilmiş midir? Bir başka deyişle modernite ötesinin hukukunu öngörebilecek bir sosyal
potansiyelin mevcudiyetinden söz edebilir miyiz? Kültürlenmemizin temelini oluşturan kavramlar ve onların bağlamlarını öğrendiğimizi
var saydığımız eğitim süreçleri, biz cumhuru
gerçek anlamda demokratik özgüvene, güçlü
7
Bu coğrafyanın
birikimlerinin,
tarihin herhangi bir
anında ve herhangi
bir yerinde olmuş
olan gelişmelerin
fevkinde bir değere
sahip olduğunun
idraki, 21. yüzyıl
Türkiye’sinin
yetiştireceği
kuşakların
önündeki en
önemli fırsat olarak
durmaktadır.
bir geçmiş, şimdi ve gelecek algısına yönlendirmiyorsa, hukuk metinlerinin sağladığı öngörülen
bireysel ve toplumsal hakların mevcudiyeti ile
bunlarda yapılan iyileştirmeler kağıt üzerinde
kalmaya mahkum olacaktır. Cumhur, kendini
yöneten aygıtlar üzerindeki söz sahibi oluş kabiliyetini, geçmişte kurduğu on altı devlette simgeleşen tarihi boyunca sürdürdüğü gibi, yaklaşık
doksan yıllık Türkiye Cumhuriyeti tarihinde de
göstermiştir. Organize olma, dolayısıyla sosyal
süreçleri iyi yönetme becerisi güçlü toplumlar,
tarihi yeniden yazma iktidarını da ellerinde tutarlar. Bu gün için bütün mesele, ne hazindir ki,
tarihi coğrafyanın bağlamından kopuk, başka bir
deyişle oryantalize edilmiş bir kültürlenme sürecini ısrarla gerçekleştirmek için cumhurun eğitimine tüm enerjisini harcayan anayasal kurumlara sahip olmamızda yatmaktadır. Oysa pergelin
ucunu Ankara’ya dokundurarak çizeceğimiz
genişçe dairenin içine aldıklarına bakıldığında,
aslında 814.000 km²den daha geniş bir coğrafyada yaşadığımızı anlama şansına sahip olacağız.
Bu coğrafyanın birikimlerinin, tarihin herhangi
bir anında ve herhangi bir yerinde olmuş olan
gelişmelerin fevkinde bir değere sahip olduğunun idraki, 21. yüzyıl Türkiye’sinin yetiştireceği
kuşakların önündeki en önemli fırsat olarak durmaktadır. Aynı şekilde sahip olduğumuz kurumsal yapının revizyonuna ve/veya restorasyonuna
duyulan toplumsal ihtiyaç yadsınamaz bir gerçeklik olarak önümüzde durmaktadır.
Tek kültürlülüğü esas alan, çoğulcu katılımı dışlayan hiçbir siyasi ya da sosyal yapının demokratikliğinden ve ilelebet yaşayacağından söz
edilemeyeceği gibi, bu yanılgı üzerine kurulu bir
eğitim sisteminden de ülke menfaatlerine yararlı bireyler yetiştirmesi beklenemez. Eğer eğitim
almakta olan ve eğitilebilir nüfustan üretime ve
kalkınmaya katkı sağlaması ve muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkması gibi idealleri
gerçekleştirmesi bekleniyor ise hukuk örgüsü içine gizlenmiş militarize tabular ile, konuşulması,
tartışılması asla kabul edilmeyen konular, araş-
8
tırılması istenmeyen ve cevabı verilemeyen sorular bırakılmamalıdır. Bilimsel tarihçilik bunları
asla kabul etmeyecek ve önünde sonunda iletişim çağı çocukları doğrudan ya da dolaylı yoldan tabuları yıkacaktır. Bu çerçevede toplumsal
taleplerin her platformda seslendirilmesine ve
sosyal tolerans düzeyimizin eğitim kurumlarımızdan başlayarak arttırılmasına duyulan ihtiyaç
had safhadadır. Balkanlar, Ortadoğu, Kafkaslar,
Akdeniz havzası ve hatta Afrika, kardeş coğrafyalar olarak el ele verip güçlendiği zamanlarda olduğu gibi yeniden birbirine muhtaçken, birilerinin yeniden iç tehdit algısı yaratma hususundaki
maharetlerini gösterme ve toplumsal yapıyı ayrıştırmaya çalışma yönündeki gayretlerine de tarih elbet şerh düşmektedir. Tarih dedemiz bize,
adı vatan olan coğrafyayı kapsayan okulumuzun
yaramaz çocuklarının, daha fazla psikososyal danışmanlık ve rehberlik hizmetlerinden yararlandırılması gerektiğini söylemektedir adeta. Eğer
bugün bir milli birlik ve beraberlikten bahsediliyorsa bu olgu, geçmişiyle yüzleşme iradesine
sahip, dini, coğrafi, etnik ve cinsiyete dayalı farklılıkları ötekileştirme aracı olarak kullanmayan,
yeniden kültürlenme sürecinin tamamlanması
için eğitim ve kültür faaliyetleriyle uğraşan herkese büyük sorumluluklar yüklemektedir.
Münbit coğrafyamız bugün kalkınmışlık düzeyi
kadar, hatta ondan daha fazla sosyal adalete ihtiyaç göstermektedir. Hikmet ise hala en büyük
yitiğimizdir. Lokman Hekim misali dere tepe,
her alanda ve tüm tozlu raflarda aranmalı, mutlaka bulunmalıdır. Unutulmamalıdır ki bu topraklar, koca imparatorlara “gölge etme, başka
ihsan istemem” diyen bilgelerin yurdudur. Ve
yine hatırlanmalıdır ki miras aldığımız yer, havra,
kilise ve camilerin yan yana hatta iç içe durabildiği, ortak değerler vatanıdır. Kimsenin kimseye
üstün olmadığı, üstünlük taslamadığı, güvene
dayalı iletişimin esas alındığı eskimez yeni cumhurun kalıcı egemenliği için vatan okulundaki
eğitimimiz yaşam boyu ve koşar adım sürmeli,
değişmeli, güçlenmeli.
YENİ ÖĞRETMEN,
YENİ OKUL
PROF. DR. SELAHATTİN
TURAN
Eskişehir Osmangazi
Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Beden ve ruh terbiyesi
birlikte düşünülmesi
gereken bir konudur.
Hayatı ve çocuğu
bir bütün olarak
düşünmemiz ve
müfredatı da bu anlayış
üzerine inşa etmemiz
gerekir. Bu bağlamda
eğitim politika ve
tartışmalarında ‘benlik
terbiyesi’ üzerinden
hareket etmek
zorundayız. Bu sadece
kendi çocuklarımız için
değil dünyanın selameti
için de elzem bir
konudur.
Türkiye ve çocuklarımızın geleceği için okulu yeniden inşa etmeliyiz. Bu inşa sürecinin
esasını akıl ve gönül oluşturmalıdır. Okullarımız çocuklarımızın akılları kadar gönüllerine
de hitap etmelidir. Beden ve ruh terbiyesi
birlikte düşünülmesi gereken bir konudur.
Hayatı ve çocuğu bir bütün olarak düşünmek ve müfredatı da bu anlayış üzerine
inşa etmemiz gerekir. Bu bağlamda eğitim
politika ve tartışmalarında ‘benlik terbiyesi’
üzerinden hareket etmek zorundayız. Bu
sadece kendi çocuklarımız değil dünyanın
selameti için de elzem bir konudur.
Dünyada eğitim sorunlarını bütünüyle çözmüş hiç bir ülke yok. Yeryüzündeki bütün
ülkeler, eğitimde yeni arayışlar içindeler.
Bazı ülkelerin eğitim sistemleri bizden daha
iyi olabilir. Bizim okullarımızda eksik olan,
sözünü ettiğimiz akıl ve gönül birlikteliğinden yoksun eğitimde istikamet ve yön
yoksunluğudur. Bütün tartışma ve çalışmalarımızı bu anlayış ve felsefe üzerinden yaptığımız zaman sağlıklı sonuçlara ulaşmamız
mümkün olacaktır. Eğitimde başarılı sistemlere sahip ülkelerde okulların sorun çözme
kapasitelerinin güçlü olduğunu görüyoruz.
Okul düzeyinde sorun çözme kapasitesi
yüksek ülkelerin okulları da dinamiktir. Bu
yüzden eğitimde “sorun çözme kapasitesi”
oluşturma, üzerinde durmamız gereken bir
husustur.
Türkiye’de okulları 21. yüzyılın anlayışlarına
göre nasıl kuracağız veya icat edeceğiz? Bu
durum kolay bir iş değil. Fakat okulları çocuklarımızın ve insanlığın geleceği yahut selameti için yeniden kurmak fikri tartışılması
gereken bir husustur. Bu hususta eğitim literatürü 21. yüzyıl için çoklu okuryazarlıktan
söz etmektedir. 21. yüzyıl becerileri olarak
adlandırılan bu tartışmaların Türkiye’nin özgün bağlamında getirisi veya götürüsünün
tartışılmaya açılması ve incelenmesi gerekir
ve Türkiye’nin özgün koşullarında incelenmesi gereken bir husustur. Bu hususların
‘okulu yeniden kurma’ sürecinde dikkate
alınması, analiz edilmesi gerekir. Batı’dan
aktarılan bazı model ve becerilerin Türkiye
için yorumlanması gerekiyor. Burada bizim
için önemli olan husus hayatı ve çocuğu bir
bütün olarak algılayacak ve gerçek -hayat
ve gerçek yaşama hazırlayan- akıl ve gönül
birlikteliğini sağlamış okulun nasıl yeniden
inşa edileceğidir. Bu süreçte okulları, bilgi
değil tecrübe zengini yaşam ve öğrenme
merkezleri; öğretmenleri, bilgiyi erdeme
dönüştüren düzenleyici ve rehberler; öğren-
9
Türkiye’de okulları
21. yüzyılın
anlayışlarına göre
nasıl kuracağız veya
icat edeceğiz?
Bu durum kolay
bir iş değil. Fakat
okulları çocuklarımızın
ve insanlığın geleceği
yahut selameti için
yeniden kurmak fikri
tartışılması gereken bir
husustur. Bu hususta
eğitim literatürü
21. yüzyıl için çoklu
okuryazarlıktan
söz etmektedir.
21. yüzyıl becerileri
olarak adlandırılan
bu tartışmaların
Türkiye’nin özgün
bağlamında getirisi
veya götürüsü
tartışılmaya açılması
ve Türkiye’nin
özgün koşullarında
incelenmesi gereken
bir husustur.
10
celeri ise merak eden, hayat boyu öğrenmeyi
içselleştirmiş akıl ve gönül yolcuları olarak
yeniden tasarlamamız gerekiyor.
Eğitim süreci giderek karmaşıklaşıyor ve gelecek belirsizlikle dolu. Bugünkü mesleklerin çoğu on yıl önce yoktu ve on yıl sonraki
mesleklerin ise çoğu ondan on yıl sonra olmayacak. O bakımdan okullarımızı bilgi zenginliğinden kurtaran “deneyim zengini” merkezler haline getirmemiz gerekiyor. Dünyadaki
değişim ve dönüşüm sürecini çocuklarımızın
geleceği için anlamlandırmamız ve bu anlamlandırma ve çıkarımları eğitimin istikamet ve
yönüyle ilişkilendirmemiz gerekiyor. Felsefe
ve istikamet sorunu olan bir eğitim sisteminde
doğru işler yapmak çok zor görünüyor. Bugün Çin’den, Hindistan’a, kuzeyden güneye
dünyanın her tarafındaki değişimleri, dijital
dünyadaki gelişmeleri okulu yeniden kurma
sürecinde dikkate almamız gerekiyor. Öğretmenlerin ve her bireyin yaşam boyu öğrenci olduğu bir yapıyı kurmak ve doğuştan var
olan potansiyelimizi doğumdan ölüme kadar
sürekli kullanabileceğimiz mekanizmaları kurmak zorundayız.
Türkiye eğitimde istikamet ve hedefini netleştirir, kendi eğitimsel sorunlarıyla namusluca
yüzleşir, azmi elden bırakmaz ise 2100 yılında
bir yeryüzü devleti olması işten bile değildir.
Bu husus hiç kuşkusuz çok çalışmayı gerektiriyor. Bu durum tarihin ve kendi geçmişimizin bize yüklediği ağır bir sorumluluktur. Bu
sorumluluğu ve bu sorumluluğun getirdiği ahlaki eylem örüntüsünü yaşamının merkezine
almış, beyninin yanında gönlünü de eğitim ile
harmanlamış bir yeni nesil yarını bugünden
daha iyi kılacaktır. Akıl ve gönlü dışarda bıraktığımız zaman geriye sadece egoizm kalıyor.
Eğitimde çok geç kalmadan gönlü işe koşmamız gerekiyor.
Bu kolay olmayacak işi Türkiye nasıl başaracak? Meselenin nirengi noktası burasıdır. Aklı
ve gönlünü bu ideal uğruna ortaya koyan eğitimciler, yeni nesil eğitimcilerdir. İdeolojilere
kurban edilmemiş evrensel eğitim kriterlerine
dayalı yetişme sürecinden geçen yeni nesil
eğitimciler, geleceğin büyük Türkiye’sini yeniden inşa edeceklerdir.
Bu meyanda İGEDER ve benzeri ”gönüllü”
teşekküllerin omuzlarındaki mesuliyet cidden ağırdır. Mesuliyetini müdrik insanlar bu
ülke için bir şeyler yapabilirler. İnsanlar bulundukları mevkiinin sorumluluklarının şuurunda değilse yapabilecekleri pek fazla bir
şey yoktur. Tarih sayfaları kendilerine verilen
imkânları heba eden birçok sorumsuz yetkiliyle doludur.
Ülkemizde “eğitim” bu günlerde hararetli tartışmalara konu oluyor. Özellikle il milli eğitim
müdürlükleri, bulundukları illerde kurulu üniversite ve sivil toplum kuruluşları ile temasa geçerek güzel ve faydalı çalışmalara imza atıyorlar. Taşra teşkilatını cesaretlendiren Milli Eğitim
Bakanlığını kutlamak gerek. Sorunların tespiti
ve çözüm önerileri adına bakanlığın bu çalışmaların semeresini devşirmesi arzumuzdur.
Zaman zaman vaktimizin elverdiği imkânlar
dâhilinde katıldığımız bu çalışmalarda gelecek adına umut verici müşahedelerimiz oluyor. Her ne kadar “bu iş böyle yapılmamalı”
kabilinden benimsemediğimiz görüntüler olsa
da. Anadolu’da şimdi adeta bir yarış var. Her
hafta bir başka ilimiz eğitim sorunlarına odaklı
bir faaliyetin duyurusunu yapıyor. Öğretmenler Odası Dergi’mize de bu faaliyetleri takip
edip yapacağı analizlerle yayınlamak düşüyor.
İllerdeki yöneticilere protokol davetlerine dergimizi de katmalarını salık veririm.
Ezcümle umut yeni öğretmenin oluşturacağı
yeni okullarda yetişecek yeni öğrencilerde…
TEVHİD-İ
TEDRİSAT VE
OSMANLI EĞİTİM
SİSTEMİ
UFUK COŞKUN
Eğitimci-Yazar
İnönü açık açık
muallimlere dînî
terbiye değil mîllî
terbiye verin diye
telkin etmektedir.
Milliyetçilik fikrinin
her şeyin üstünde
tutulduğu bir
anlayışın ağırlığını
hissetmekteyiz o
dönem.
Cumhuriyet döneminde eğitimin, milli birliği
güçlendirmede ve ulus devlet inşasında aktif rol
oynadığı bir gerçektir. Kendi ulusal kültürünü
sahiplenecek, yüceltecek ve koruyacak, bağımsızlığına ve egemenliğine gölge düşürmeyecek,
Türkiye Cumhuriyetini, çağdaş uygarlık seviyesine ulaştıracak tipte vatandaşlar yetiştirme işlevi görmüştür. Hatta bu zihniyet bilindiği gibi
kanun ve yasaklarla da çerçevelendirilmiştir.
Tevhid-i Tedrisat bu yasaların başında gelmektedir.
1925 yıllarında İsmet İnönü’nün “Muallimler
Birliği’nde” Tevhidi Tedrisatı övdükten sonra
yaptığı bir konuşma, meseleye olan yaklaşımını
ve kararlığını göstermesi açısından manidardır.
İnönü, malum konuşmasında” Hedefe varmak
için her cahilane itiraz ve teşebbüs bertaraf
edilecektir. Kanunun bu husustaki salahiyetini
bütün şümulü ile tatbikte en ufak bir tereddüt
gösterecek değiliz. Hiç bir mani karşısında tevakkuf etmeyeceğiz, ettirmeyeceğiz” demiştir.
Büyük Şef, yeni terbiye sisteminin esaslarını da
şöyle belirtiyordu: “Milli terbiye istiyoruz; bu ne
demektir. Bunu zıddile daha vazıh anlarız. Milli
terbiyenin zıddı nedir derlerse söyleyebiliriz, bu
belki dini terbiye yahut beynelmilel terbiyedir.
Sizin vereceğiniz terbiye dini değil milli, beynelmilel değil millidir. Sistem bu. Dini terbiyenin
milli terbiyeye taarruz teşkil etmediğini, zaman,
her iki terbiyenin kendi yollarında en temiz bir
tecelli göstereceğini isbat edicektir. Beynelmilel terbiyeye gelince esas itibariyle dini terbiye
dahi bir nevi beynelmilel terbiye demektir. Bizim
terbiyemiz kendimizin olacak ve kendimiz için
olacaktır”
İnönü açık açık muallimlere dini terbiye değil
milli terbiye verin diye telkin etmektedir. Milliyetçilik fikrinin her şeyin üstünde tutulduğu
bir anlayışın ağırlığını hissetmekteyiz o dönem.
Hatta daha da ileri gidilip “Din Yok, Milliyet
Var” başlıklı bir kitap da yazılacaktır. O kitap
Tek parti dönemin idarecileri tarafından rağbet
gören yazarlardan aynı zamanda Samsun Milletvekili olan Ruşeni Barkur’un 25 Ekim 1926
yılında Atatürk’e sunduğu 247 sayfalık meşhur
kitabıdır. Başlıktan da görüldüğü üzere bu kitapta adeta milliyetçiliği dinin yerine alternatif
olarak ortaya koyma çabası söz konusudur. ”Kitapta şu ifadeler dikkat çekicidir.” Benim dinim
benim milliyetimdir… Bizim kutsal kitabımız,
bilgiyi esirgeyen, varlığı taşıyan, mutluluğu kucaklayan, Türklüğü yükselten ve bütün Türkleri
11
1924 yılında 430
sayılı kanunla
“Türkiye dâhilinde
bütün müessesatı
ilmiye ve tedrisiye
Maarif Vekâletine
merbuttur” denilerek
kabul edilen ve
yürürlüğe sokulan
ve hala mevcut
anayasanın 174.
maddesiyle koruma
altında tutulan
Tevhid-i Tedrisat
kanunu aradan
87 yıl geçmesine
rağmen geçerliliğini
muhafaza eden bir
kanundur. Kısaca
“eğitim birliği” olarak
da bilinen Tevhid-i
Tedrisat kanununa
göre, bütün okullar
devletin denetimine
girmiştir. Askeri
okullar her ne kadar
bu kanundan muaf
tutulsalar da kanuna
göre Türkiye’de hiç
kimse etnik ve dini
okul açamaz.
12
birleştiren ulusalcılığımızdır. O halde felsefemizde din kelimesinin tam karşılığı ulusalcılıktır. Ulusunu seven, ulusunu yükselten ve ulusuna dayanan insan, her zaman güçlü, her zaman
namuslu ve her zaman onurlu bir insandır.”
Vahim olan o dönemin milliyetçi, ulus devletçi
ve Türk ırkının yüceltilmesini esas alan anlayışının gerek 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat yasası
ve gerekse 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunuyla halen yürürlükte olmasıdır. Tevhid-i
Tedrisat kanunundan tam 50 yıl sonra politikası
ve amaçları belirlenen Türk eğitim sisteminin
“temel eğitim anlayışı” aradan 38 yıl geçmesine
rağmen hala muhafaza edilmektedir. Bu süreçte eğitimin birçok alanında değişiklik yapılmış
olmasına rağmen Türkiye’deki mevcut eğitim
sistemi özü itibariyle hala militarik ve tektipçi
bir anlayışa hizmet etmektedir.
1924 yılında 430 sayılı kanunla “Türkiye dâhilinde bütün müessesatı ilmiye ve tedrisiye
Maarif Vekâletine merbuttur” denilerek kabul
edilen ve yürürlüğe sokulan ve hala mevcut
anayasanın 174. maddesiyle koruma altında
tutulan Tevhid-i Tedrisat kanunu aradan 87 yıl
geçmesine rağmen geçerliliğini muhafaza eden
bir kanundur. Kısaca “eğitim birliği” olarak da
bilinen Tevhid-i Tedrisat kanununa göre, bütün okullar devletin denetimine girmiştir. Askeri okullar her ne kadar bu kanundan muaf
tutulsalar da kanuna göre Türkiye’de hiç kimse
etnik ve dini okul açamaz. Tevdid-i Tedrisat
kanunun çıkarılmasına neden olan en önemli
etken kuşkusuz Osmanlı eğitim sisteminin milli kültürün oluşmasına engel olduğu inancıydı.
Özellikle ders kitaplarında sıklıkla medreselerin kötülendiğine tanıklık ederiz. Medrese denildiğinde eli sopalı sözüm ona gerici, yobaz
psikopat hocalar, ahırdan bozma derslikler ve
dünyadan kopuk bilgilerin verildiği ucube bir
sistem akla gelir. Medreselerin Osmanlının
son dönemlerinde eski işlevlerini yitirdiği bir
gerçektir. Ne var ki söz konusu “medrese” olduğunda bu genel kabul görmüş yaklaşım tarzı
hala güncelliğini korumaktadır. Bu bakımdan
burada Osmanlı eğitim sisteminde önemli bir
yer teşkil eden medreseler hakkında kısaca bilgi
aktarmak istiyorum.
Osmanlı Eğitim Sisteminde Medreseler
Bilindiği gibi Osmanlı’da medrese ve modern
devlet okulları dışında, kendi dillerinde eğitim
yapan azınlık ve yabancı okulları da vardı. Bu
okullarda bugün Avrupa’nın birçok ülkesinde
olduğu gibi farklı eğitim modelleri uygulanıyordu aynı zamanda eğitim anlayışı değişik dil,
kültür ve inanışa sahip insanlara göre şekil buluyordu.
Osmanlıda eğitim medreseler yoluyla sağlanırdı. Osmanlı devleti, medreseyi 11. yüzyılda
Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün kurdurttuğu
“Nizamiye medreseleri” örneğini dikkate alarak
hayata geçirmiştir. Medreseler Osmanlı eğitim
öğretim hayatında kuşkusuz önemli bir yere
sahiptir. Fatih ve Kanuni dönemlerinde medreseler ciddi gelişme göstermiştir. ”Darü’l Hadis”
denilen sırf peygamberimizin hadislerini öğreten medreseler olduğu gibi “Darü’ş Şifa” adıyla
da kurulan tıp medreseleri vardı. Buradan göz
doktoru, eczacı, diş doktoru ve iç hastalıkları
uzmanları yetişirdi. Bunların en önemlisi Süleymaniye Tıp Medresesi’dir. Bunun yanında
Hey’et Medreseleri de vardır. Astronomi alanında hizmet veren okullardı bunlar. Medreselerin en önemli özelliği modern pedagojinin
kabul ettiği Dalton Planı ve Vinetka Sistemi
adıyla uygulamaya koyduğu ferdi kaabileyete
göre ferdi öğretim yapmayı hedef alan plan ve
programları benimseyen bir metot geliştirmiş,
bütün medreselerde bu metot tatbik edilmiştir.
Bu metoda göre medreseler bugün modern pedagojinin de tavsiye ettiği bir tarzda sınıf geçme
yerine dersten geçme yolunu seçmiş, mezuniyeti yıllara değil kabiliyet ve çalışkanlığa bağlamıştı.
Bu bakımdan medreselerde okuma süresi hoca
ve talebenin gayretine göre uzayıp kısalabilirdi.
Medreselerde öğrenci sayısı yirmiyi geçmezdi.
Vakıflar ve Medreseler;
Bugün vakıf sistemine birçok kesim tarafından
hala önyargıyla yaklaşıldığı bir gerçektir. Bilindiği
gibi aynı yasayla medreselere gelir sağlayan vakıfların mallarına da el konulmuştu. Bakıldığında
Osmanlı’da vakıf sisteminin çok yönlü işlevleri
olduğunu ve padişahların vakıflara özel hassasiyet gösterdiğini görüyoruz. İlaveten hukuki bir
takım kıstaslarının yanı sıra çok çeşitli vakıf modellerinin de faaliyet yürüttüğü biliniyor. Aslında
vakıflar bir finansman kaynağı olmasının ötesinde aynı zamanda sosyalliği ve hoşgörüyü de arttırdığı biliniyor. Bu bakımdan öncelikle önyargılardan uzak ve duru bir zihinle Osmanlı’da faal
olan vakıf sisteminin üzerinde durulması gerekmektedir.
Vakıflar Osmanlı’da eğitim hizmetlerinin finansmanında önemli bir rol üstlenmişlerdir. Osmanlıdaki yaygın eğitim veren medreselerin mutlaka
vakıfları bulunurdu. Yani eğitim vakıflar tarafından finanse edilen medreselerde verilirdi. Bu
sistemle köylere, en ücra yerlere kadar uzanmış,
yayılmış eğitim ağları gelişmişti. En yoksul köylerde, en yoksul aileler bile eğitim faaliyetinin bir
parçası haline gelebilmişti. Osmanlı medreselerinde verilen eğitimin müfredatı, içeriği tartışılabilir. Ancak toplumun taşın altına elini koyması,
başka bir deyişle bir sivil faaliyet olması bakımından son derece önemli bir modeldir. Bilirsiniz,
birçoğumuzun iki kuşak geriye giden dedeleri,
nineleri bu sistem içinde eski yazıyı okuyabilmekteydi. Formel eğitimden geçmeyen birçok
insan Arapçayı, Kur’an’ı, Hadisi okuyabilmekteydi. Bunun sihri, toplumun eğitimi zorunlu
bir faaliyet olarak, hatta bir ibadet gibi görmüş
olmasındaydı.
Medreseye (veya müesseseye) bağışlanan her
türlü menkul, gayrimenkul, para vs. gelirler vakıf
mallarını teşkil etmektedir. Medresenin bütün
ihtiyaçlarını (müderristen talebeye ve talebeden
temizlikçisinin masrafına kadar her türlü harcamayı) karşılamayı vakıflar üstlenmişlerdir. Eğitim
işinin ehemmiyetine binâen, eğitim öğretimin
verimli bir şekilde yapılabilmesi için medrese
elemanlarının bütün istekleri karşılanmaya çalışılmıştır. Evliya Çelebi’nin ifadesiyle “her softanın yemeği ve yatağı ücretsiz olduktan başka
odunu ve mumu da ücretsizdir; her oda için ayrı
bir hizmetkâr vardır.” Talebelere vakıf gelirinin
günde belirli bir miktar harçlık ayrılmıştır ve vakıflar çok zengin niteliktedirler.
Müderrisler için de aynı durum geçerlidir; onların maaşları da zamanın toplum yapısına göre
en yüksek ücretleri yine vakıf gelirinden karşılanmıştır. Ayrıca yardımcıları, lojmanları, hizmetçileri ve kendilerine ait odaları vardır. Bu
durumda hem talebeler, hem müderrisler hem
de başka yerlerden gelen âlimler buralarda kalabildiği için, bir yandan müderris talebe arasındaki iletişim güçlenirken, diğer taraftan da misafir
âlimlerden de istifade etme imkânı doğmakta
idi. Her türlü ihtiyacın karşılanması konusunda
vakfiyelerde bilhassa mevzu üzerinde durulmuştur. Eğitim konusunda çok çeşitli vakıfların varlığına şâhid olmaktayız. Öyle ki, bazı vakfiyelerde
vakfın ya da birkaç vakfın bütün gelirlerinin bazen de mesela bir köy ya da beldenin gelirlerinin
hepsinin sadece bir medreseye tahsis edildiğine
sık rastlanmaktadır. Bazı vakfiyelerde vakfın gelirlerinin tamamının sadece medreselerdeki talebelerin yazın soğuk su ihtiyacını karşılamaya
tahsis edildiğini, bir takım vakıfların da yaz aylarında talebelerin mesire yerlerine götürülerek temiz hava almaları için kurulduğu görülmektedir.
Osmanlıda eğitim
medreseler yoluyla
sağlanırdı. Osmanlı
devleti, medreseyi
11. yüzyılda
Selçuklu veziri
Nizamülmülk’ün
kurdurttuğu
“Nizamiye
medreseleri”
örneğini dikkate
alarak hayata
geçirmiştir.
Medreseler Osmanlı
eğitim öğretim
hayatında kuşkusuz
önemli bir yere
sahiptir. Fatih ve
Kanuni
dönemlerinde
medreseler
ciddi gelişme
göstermiştir.”Darü’l
Hadis” denilen sırf
peygamberimizin
hadislerini öğreten
medreseler olduğu
gibi “Darü’ş Şifa”
adıyla da kurulan tıp
medreseleri vardı.
13
Eğitim konusunda
çok çeşitli vakıfların
varlığına şâhid
olmaktayız. Öyle
ki, bazı vakfiyelerde
vakfın ya da birkaç
vakfın bütün
gelirlerinin bazen de
mesela bir köy ya da
beldenin gelirlerinin
hepsinin sadece
bir medreseye
tahsis edildiğine sık
rastlanmaktadır.
Bazı vakfiyelerde
vakfın gelirlerinin
tamamının sadece
medreselerdeki
talebelerin yazın
soğuk su ihtiyacını
karşılamaya tahsis
edildiğini, bir takım
vakıfların da yaz
aylarında talebelerin
mesire yerlerine
götürülerek temiz
hava almaları
için kurulduğu
görülmektedir.”
14
Ömer Çaha “Sivil Toplum, Aydınlar ve Demokrasi” adlı kitabında, vakıfların Türk toplumunun
genel özellikleri ve değerleri doğrultusunda
sosyal yaşamımızdaki öneminden bahseder. Ve
vakıfların yaygınlaştırılmasını önerir. Çaha, konuyla ilgili olarak;” Osmanlı sivil toplum cephesinin en yaygın kanadını başta hayır işleri olmak
üzere değişik sosyal etkinliklerle uğraşan vakıflar olmuştur. Cumhuriyet döneminde vakıfların
kurulmasına uzun süre müsaade edilmediği
için 1967 yılına kadar vakıflar önemli bir gelişme kaydedememiştir. Ancak 1967 yılında çıkarılan 907 sayılı Vakıflar kanunu ile vakıflar yeniden sosyal yaşamda boy göstermeye başlamış
ve bugün çok farklı alanlarda toplumun ufkunu
açacak ve hizmet alanlarını genişletecek nitelikte faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Bugün vakıflar eğitim, kültür, ekonomi, sosyal ve siyasal
yaşamın genişçe bir yelpazesinde önemli hizmetler üretmektedirler” der. Ve özellikle bugün
Türkiye’de hangi gruba ait olduğuna bakılmak-
sızın vakıfların gelişmesi ve kurumsallaştırılması
için teşvik edici politikaların güdülmesi gerektiğinin altını çizer.
Diğer taraftan medreselerin halktan kopuk olmadığını aksine halkla bütünleştiğini görmekteyiz. Aynı zamanda kompleks bir yapılanmanın
neticesinde sosyal ve ekonomik ilişkilerde de
ciddi bir gelişme kaydedildiği görülmektedir.
“Medreseler kurulurken cami, Darü’ş-Şifa, İmarethane, kütüphane gibi kompleks bir yapı (külliye) çerçevesinde kurulmasının, mimarî açıdan
sağladığı ayrı bir özelliğin yanında; içtimaî ve
hayatî hizmetlerin yapılmasına çok büyük katkıda bulunmuştur. Ayrıca çarşı ve bedestenlerin,
han ve hamamların da bu komplekste bulunması, yine halkın önemli ihtiyaçlarına cevap verirken, buraların bir ticaret merkezi haline gelerek
ekonomik hayatın canlanmasına, öte yandan bu
tür yerler etrafında yerleşim bölgelerinin doğmasına, şehirlerin yapısının da değişmesini müsbet
yönde etkilemiştir.”
MUSTAFA ÖCAL:
“İMAM-HATİPLİLER
HERKES İÇİN UMUTTUR”
ÖĞRETMENLER ODASI
RÖPORTAJ
Uludağ
Üniversitesi
İlâhiyat Fakültesi
Din Eğitimi
Anabilim Dalı
Öğretim Üyesi
Yrd. Doç. Dr.
Mustafa ÖCAL
ile İmamHatip Liselerini
konuştuk.
Sayın Hocam, isterseniz söyleşimize bugünün
Türkiye’sinde İmam-Hatipli olmanın anlamından başlayalım?
sında akmak, cana can katmak üzere hazırlanmaktadır. İmam-Hatipliler herkes için umuttur,
can suyudur.
Bu günün Türkiye’sinde İmam-Hatipliler bu ülkenin bağrından kopup gelen hizmet erleridir.
On beş yıldan beri mağdur edilmiş, dışlanmış
ama kendilerini mağdur edip dışlayanlara karşı
dahi kin ve nefret duygusu beslemeden, bunu
kendileri için bir imtihan vesilesi sayan, yeniden
dirilişlerinin başlangıcı olarak değerlendirerek
kendilerini mağdur edenleri mahcup edecek
şekilde hizmet arzusuyla yanıp tutuşan saf ve
masum Anadolu çocuklarıdır.
İHL, EĞİTİM SİSTEMİMİZİN
OLMAZSA OLMAZ PARÇASIDIR
Yeniden dönüşüne şahit oluyoruz İHL’lerin bugünlerde. Sizce bu yeniden dönüşe gerek var
mıydı yani İHL’ler kalıcı mıdır Milli Eğitim’de?
Tarlaya ekilmiş mahsulün suya ne kadar ihtiyacı varsa, bu ülkenin, bu ülke insanının ve hatta bütün insanlık âleminin İmam-Hatipliye o
kadar ihtiyacı vardır. Gürül gürül akan ırmağın
önüne bent yapmakla, baraj kurmakla o suyu
ilânihaye orada tutamazsınız. Biriken su ya
kendine bir yol bulup bir tarafa doğru akar gider yahut barajı yıkar. On beş yıldan beri önü
kesilen İmam-Hatipliler de işte böyle daha gür
bir şekilde yeniden doğuşun başlangıcındadır.
Barajın kapakları açılmıştır ama boşalan su sağı
solu tehdit etmeden, yıpratmadan kendi mecra-
Geçmişte bir ihtiyaçtan doğan bu okullara günümüzde de ihtiyaç var mıdır?
Din eğitimi ve öğretiminin yasak olduğu, İmamHatiplilerin, İlâhiyatlıların olmadığı 1930’lu
1940’lı yılları yaşadı bu ülke insanı. 1940’lı yılların sonuna doğru mihraba geçip namaz kıldıracak, ölen insanların cenazelerinin tekfin ve defin
işlemlerini yapacak insanlar kalmamıştı. Üçüncü
Diyanet İşleri Başkanımız merhum Ahmet Hamdi Akseki’nin 1950 yılında kaleme alıp Adnan
Menderes / Demokrat Parti hükümetine sunduğu ‘Din Tedrisatı ve Dinî Müesseseler Hakkında
Rapor’da yana yakıla anlattığı gibi, din eğitimi
ve öğretiminin yasak olduğu yıllarda ortalığı din
namına birtakım hurafeler kaplamıştı. Din adına
ortaya çıkan birtakım sahte tarikatlar yalan yanlış
bilgilerle kadını kocasından ayırmaya başlamıştı.
İmam-Hatipler böyle bir dönemde ortaya çıktı.
Şayet bu okullar bugün tümden kapatılsa ve tıpkı
o yıllardaki gibi her tür din eğitimi ve öğretimi
yasaklansa bir müddet sonra yine o yıllardaki
duruma döneriz. Onun için bu okullara günümüzde olduğu kadar elbette ki yarın da, öbür
gün de kısaca ilânihaye ihtiyaç vardır. Çünkü
15
İHL, eğitim sistemimizin olmazsa olmaz bir
parçasını oluşturmaktadır.
Sayın Hocam, kısaca özetlediğiniz gibi Türkiye geçmişte gerçekten böylesine acıklı yıllar
yaşamış bir ülke. Ancak, günümüz İHL mezunlarının ‘cami hizmetleri’ açısından son
derece yetersiz kaldığından şikayet edilmektedir. Günümüzde cami görevlerini bihakkın
yerine getirebilecek elemanlar yetiştirebilmek için neler yapılmalıdır?
YRD. DOÇ. DR. MUSTAFA ÖCAL KİMDİR?
Aslen Yozgatlıyım. Yozgat İmam-Hatip
Okulu’ndan 1969’da, Kayseri Yüksek İslâm
Enstitüsü’nden 28 Şubat 1974’te mezun
oldum. 4 yıl kadar iki ayrı lisede Din Bilgisi ve Ahlâk Dersi Öğretmenliği yaptım.
1977’de Bursa Yüksek İslâm Enstitüsü’nde
asistan olarak göreve başladım. 1982’de
Enstitü’nün İlâhiyat Fakültesi olarak Uludağ Üniversitesi’ne bağlanması üzerine
bu fakültede göreve devam ettim. Halen
aynı fakültede Din Eğitimi Anabilim Dalı
Öğretim Üyesi olarak görev yapmaktayım. Şimdiye kadar bazıları bölüm yazarlığı şeklinde olmak üzere 21 kitabım
yayımlandı. Ayrıca; Bursa’da İmam-Hatip
ve İlâhiyat camiasına büyük hizmetleri
olmuş olan iki zatın hatıratlarını kitaplaştırdım. Bunlardan başka 1990’lı yıllarda
komisyon halinde kaleme aldığımız MEB
onaylı ilköğretim ve ortaöğretim Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi kitaplarımız Türkiye
genelinde okutulmuştu. Bu kitapları da
ilave edersek toplam 30’un üzerine çıkmaktadır. Ayrıca yayımlanmış 70 civarında bilimsel ve aktüel makalelerim ve
sempozyumlarda sunduğum tebliğlerim
mevcut.
16
Evet, maalesef son yıllardaki İHL mezunlarının
meslekte yetersizliğinden şikayet edilmektedir. Bunun en önemli sebeplerinden biri bu
okulların 28 Şubat (1997) sürecinde orta kısmının kapatılmasıdır. İkinci sebep üniversiteye girişte uygulanan sınav sistemidir. Üçüncü
sebep ise bazı okullarımızın yöneticileri ile bir
kısım öğretmenlerdir.
Bu söyleşiyi okuyan müdür ve öğretmenlerimiz bana kızacak belki ama bu konuda onların
önemli sorumlulukları olduğu kanaatindeyim.
Çok ciddiyetle ve başarıyla idarecilik ve öğretmenlik görevini ifa eden meslektaşlarımızın
haklarını teslim edip, onlara saygı duyduğumuzu ifade ederek bir gerçeğe temas edelim:
Maalesef öğretmenlerimizin belli bir kısmı ciddiyetle ders işle(ye)miyor ve okul yöneticileri
de buna göz yumuyor. Bunu nereden biliyor
veya neye dayanarak söylüyorsunuz derseniz,
ülkemizin her bölgesinden fakültelerimize gelen öğrencilerin açıklamalarına dayanarak söylüyorum.
Herkesçe bilindiği gibi öğrenciler daha lise
birinci sınıftan itibaren üniversite sınavlarına hazırlanmaya başlıyor. Sonraki yıllarda bu
yöndeki hazırlık giderek yoğunlaşıyor. ÖSYM
tarafından hazırlanıp uygulanan sınavlarda ise
İHL’de okutulmakta olan meslek derslerinden
bir tek soru dahi sorulmamaktadır. Bundan
dolayı öğrenciler devamlı genel kültürden, fen
grubu derslerden test sorusu çözmekle meşgul
olmaktadır. Hatta öğrenciler derste test çözmek için öğretmenlerinden anlayış(!) bekliyor,
izin istiyorlar. Öğretmenlerin bir kısmının da
bu durum işine geliyor ve ders işle(ye)miyor.
Bazı AİHL’lerde ise sırf ÖSYM sınavlarında
okulca derece yapmak amacıyla son sınıf talebelerine bütünüyle izin verildiği de kendi
mezunları tarafından ifade edilmektedir. Bu
durumda bir İHL mezunu genç meslekî / dinî
derslerden ne kadar bilgi edinebilir, ne kadar
düzgün Kur’an okuyabilir, kaç sûre veya âyet
ezberleyebilir ve imâmet görevinde ne kadar
başarılı olabilir?
Sayın Hocam, tespitlerinize diyecek bir şeyimiz yok. Peki bunun çözümü nedir? Yahut
bilgice yeterli, deyim yerinde ise “ağzına
Kur’an yakışan” ve hizmette başarılı eleman
yetiştirmenin yolu nedir?
Bunun yolu, dinî eğitim ve öğretimi erken
yaşlarda başlatmaktır. İşte 4+4+4’lük sistem
bunu sağlayacaktır. Tıpkı İmam-Hatip Okullarının ilk açılış yıllarında olduğu gibi orta birinci
sınıftan başlatılan bir dinî eğitimle başarı sağlanabilir. Tabi İHL müdür ve meslek dersleri
öğretmenlerimizin ciddiyeti, samimiyetle ve
ihlâsla çocukların eğitimine önem verip, gereğini yapmaları şartıyla. Bu yeni sistemden ilk
sonuçları alabilmek için ise sekiz seneye ihtiyacımız var.
Bildiğiniz gibi; 4+4+4 kademeli sisteminde
hafızlık programı yok ve çözümü de yoktur
bu sistem içinde. Sizin bir çözüm öneriniz
var mı?
Evet, bu sistemle yani kesintisiz on iki yıllık
eğitim sisteminde hâfızlık yap(tır)mak zor. Ancak Bakanlıkça lise dönemindeki öğrencilere
dışarıdan İHL programını bitirme imkânı sağlanırsa bu sistem içerisinde de hâfızlık yapılabilir. Ayrıca istekli öğrencilere yaz tatillerinde
hâfızlık yaptırılabilir. Son yıllarda geliştirilen
bazı tekniklerle kısa sürede hafız olunabilmek-
tedir. Yeni sistem bir uygulanmaya başlasın, belki
Milli Eğitim Bakanlığı’nca öğrencilere bir iki yıl
kayıt dondurma veya ara verme gibi bu konuda
bazı esneklikler sağlanabilir ve bu şekilde hafızlık
yapmak isteyenlere de bir kapı aralanabilir. Diyanet Vakfı’nın maddi desteğiyle ortaokul üçüncü
veya dördüncü sınıftan itibaren veya ortaokulu
bitirip lise kısmına başlamadan gönüllü ve istekli
öğrenciler için yaz aylarında bazı İHL bünyesinde hafızlık yaptırmak amacıyla iki üç aylık özel
kurslar düzenlenebilir. Kurslara katılan öğrenciler
her yaz ne kadar ezberleyebilmiş ise bu durum
öğrencinin okuluna bildirilir, İHL’deki Kur’an öğretmenleri sene içerisinde ezberlerini devamlı
tekrar ettirerek pekiştirtebilir. Sonraki yaz tatillerinde diğer kısımların ezberletilmesi sağlanarak
İHL öğrenimi boyunca öğrenciler aynı zamanda
hafızlığını tamamlayabilirler diye düşünüyorum.
IHL’LER ÇAĞDAŞ ENDERUN MEKTEPLERİDİR
Konya’da Uluslararası Mevlana İmam-Hatip
Lisesi açılacakmış, bunun anlamı artık İHL’ler
beynelmilel bir marka mıdır?
Evet, İmam-Hatip okullarımız artık bütün İslâm
ülkeleri nezdinde bir marka haline gelmiştir.
Şurası bir gerçektir ki, I. Murat (Hüdavendigâr)
zamanında açılan Enderun Mektebi gibi İHL de
bizim ülkemize mahsus bir okuldur. Gelenekle
moderni bir başka ifadeyle dinî ilimlerle dünyevi ilimleri birleştiren yegâne okullar İHL’dir. Tıpkı
XV. XVI. asırlardaki medreselerimiz gibi.
Diğer İslâm ülkelerinde yakın zamana kadar
tıpkı İHL gibi program uygulayan okullar yoktu.
Ya tamamen dinî eğitim veren okullar veya laik
anlayışla kurulmuş okullar faaliyette idi. İslâm ülkeleri, ülkemizdeki İHL mezunlarının sosyal ve
mesleki hayattaki başarılarını duyup öğrenince
benzer okulları kendi ülkelerinde açmaya başladılar. Bu konuda Milli Eğitim Bakanlığımız ile Diyanet İşleri Başkanlığımız da istekli ülkelere program sunma ve maddi destek sağlama konusunda
yardımcı oldular. Bazı gönüllü kuruluşlarımız da
bu vadideki hizmet kervanına katıldılar. Bu şekilde okullarımızın benzerleri öncelikle -deyim
yerindeyse- Osmanlının öksüz ve yetim bıraktığı
Balkanlarda, Kafkaslarda, Azerbaycan’da açılmaya başlandı. Son yıllarda ise Pakistan’da ve bazı
Afrika ülkelerinde de açılma çalışmaları devam
etmektedir.
Konya’da açılması düşünülen Uluslararası Mevlana İmam-Hatip Lisesi’nden önce 2006-2007
öğretim yılında Kayseri’de Mustafa Germirli
Anadolu İHL açıldı ve kaç yıldan beri mezun
vermektedir. Bu okulda, 2011-2012 öğretim yılı
itibariyle 45 ülkeden 520 öğrenci öğrenim görmüştür. Aralarında Türkiyeli hiç öğrenci yoktur.
Yine aynı (2011-2012) öğretim yılında İstanbul
Fatih’teki eski Daruşşafaka binasında öğretime
başlayan Fatih Sultan Mehmet AİHL mevcut. Bu
okulumuzda ise bu ilk açılış yılında 30 ülkeden
152 öğrenci öğrenim görmüştür. Ancak bu öğrencilerle beraber otuz Türk öğrenci de öğrenim
gördü. Konya’da açılacağını ifade ettiğiniz Uluslararası Mevlânâ İHL’de ise herhalde bu okulların
üçüncüsü olacaktır. Dileriz önümüzdeki yıllarda
yenileri de bunlara ilave olur. Çünkü İHL’nin ünü
ülke sınırlarını çoktan aştı. Gerçekten bu okullarımız bütün İslâm ülkelerinin ilgisini çekmeye
başladı ve onlara model oldu. Böyle giderse giderek daha da çok ilgi çekecek ve model olmaya
devam edecektir.
Burada önemli bir gelişmeden daha bahsetmek
istiyorum. Bu yıl, yani 2012 yılı Bahar aylarında Ürdün’den bir TV ekibi geldi ve İstanbul ve
Ankara’da İmam-Hatip Belgeseli çekti. Belgesel
için benden de Türkiye’de din eğitimi ve İHL’nin
tarihçesini anlatmamı istediler, anlattım. Öyle
tahmin ediyorum belgeselin montajı tamamlandı. Çekimi yapan ekip, belgeseli Ürdün’de bir
TV kanalında yayımlatmanın yanında el-Cezire
isimli TV kanalında da Arapça ve İngilizce olarak
yayımlatabileceklerini söylemişlerdi. Belgeselin
Türkçe versiyonu da ülkemizdeki bazı TV kanallarına verilecekti. Şayet önümüzdeki zaman di-
On beş yıldan
beri mağdur
edilmiş,
dışlanmış ama
kendilerini
mağdur edip
dışlayanlara
karşı dahi
kin ve nefret
duygusu
beslemeden,
bunu kendileri
için bir imtihan
vesilesi sayan,
yeniden
dirilişlerinin
başlangıcı
olarak
değerlendirerek
kendilerini
mağdur
edenleri
mahcup edecek
şekilde hizmet
arzusuyla
yanıp tutuşan
saf ve masum
Anadolu
çocuklarıdır.
17
Tarlaya ekilmiş
mahsulün suya
ne kadar ihtiyacı
varsa, bu ülkenin,
bu ülke insanının
ve hatta bütün
insanlık âleminin
İmam-Hatipliye
o kadar ihtiyacı
vardır. Gürül
gürül akan
ırmağın önüne
bent yapmakla,
baraj kurmakla
o suyu orada
tutamazsınız.
Biriken su ya
kendine bir yol
bulup bir tarafa
doğru akar gider
yahut barajı
yıkar. On beş
yıldan beri önü
kesilen İmamHatipliler de
işte böyle daha
gür bir şekilde
yeniden doğuşun
başlangıcındadır.
18
liminde bu belgesel Ürdün’de, el-Cezire’de ve
diğer bazı İslâm ülkelerinin TV’lerinde yayımlanırsa o zaman okullarımızın ünü daha da artacak ve belki de bütün İslâm ülkelerinde benzerleri açılmak suretiyle daha da yaygınlaşacaktır.
IHL’LER HUKUKİ TEMELİ EN SAĞLAM
EĞİTİM KURUMLARIDIR
Bilindiği gibi Cumhuriyet dönemi boyunca
“Milli Eğitim’e” Kemalist CHP ideolojisi yön
vermiştir. Eğitim kurumları resmi ideolojinin
yeniden üretim merkezleri olarak kurgulanmış ve CHP’nin altı oku yasa ve yönetmeliklerle eğitimin tüm unsurlarına sirayet ettirilmiştir.
Peki İmam-Hatipler bunun neresinde yer almıştır? Türkiye’de din eğitimi bir endoktrinasyon mudur? Asıl sorun Tevhid-i Tedrisat mıdır?
Sorunuzun sonundan başlayalım; bazılarına
göre genel eğitimin ve özellikle de din eğitiminin
önündeki asıl sorun Tevhid-i Tedrisat Kanunudur. Ama şahsen ben -biraz sonra açıklayacağım
bazı mahzurlu yönleri de olmakla birlikte- bu
kanunun din eğitimi ve öğretiminin önünde çok
ciddi bir engel veya asıl sorun olduğunu düşünmüyorum. Çünkü Tevhid-i Tedrisat Kanunu,
“inkılâp kanunları” olarak belirlenen toplam sekiz kanununun ilkidir. 1961 anayasasının -yanlış
hatırlamıyorsam- 156, 1982 anayasasının 174.
maddesiyle “hükümleri anayasaya aykırı olsa
bile böyle yorumlanamaz” şeklindeki ifadeyle
adeta dokunulması tabu kanunlardan ilan edilmiştir. Kanunun dördüncü maddesi ise hem
İlâhiyat Fakültesi ve hem de İmam-Hatip Okulları açılmasını emretmektedir. Hiçbir okul böyle
bir inkılap Kanunu’nda ismen anılmadığı halde
İmam-Hatipler ve İlâhiyat Fakültesi’nin açılmasını emreden bu maddenin yer almasıyla Cumhuriyet Dönemi’nde yaptırılacak dinî eğitim için bir
hukuki temel oluşturulmuştur. 1930’lu ve 1940’lı
yıllarda dini eğitim ve öğretimi kesinlikle yasaklayan ve baskı uygulayan CHP zihniyeti de bu
kanuna dayanarak -siyaseten de olsa- 1949’da
Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesini açmış-
tır. 1948’de aldığı bir kararla, 1949’dan itibaren
-pek fonksiyonel olmamakla birlikte- İmam ve
Hatip Yetiştirme Kurslarını devreye koymuştur.
1951’de bugünkü İmam-Hatip Okulları açılırken
de hukuki dayanak Tevhid-i Tedrisat Kanunu idi.
Eğer bu kanun olmasaydı acaba CHP bu dinî
eğitim kurumlarını aça(bili)r mıydı? O kanattayız ki, bu dinî eğitim kurumlarına soğuk bakan
ve hatta ellerinden gelse Atatürkçülük, lâiklik ve
çağdaşlık(!) adına hemen kapat(tır)mak konusunda fırsat kollayanlar için bu kanun bir engel
oluşturmaktadır. 1920’li yıllarda İmam ve Hatip
Mektepleriyle İlâhiyat Fakültesini doğrudan kapatamayan zihniyet mensuplarınca alınan bazı
tedbirlerle dolaylı yollarla kapanmasına zemin
hazırlanarak sonuca gidilmişti. 28 Şubat 1997
sürecinden sonra bu dinî eğitim kurumlarının
kapısına doğrudan kilit vuramamışlar ise sebebi
bu kanundur.
Öte yandan 1973’te yürürlüğe girmiş olan Milli
Eğitim Temel Kanunu da İmam-Hatip Liseleri
için ikinci bir hukuki temel oluşturmuştur. Kanunda başka hiçbir okulun tanımı yapılmazken
32. maddesinde İmam-Hatip Liseleri tanımlanmaktadır. Kısaca Türkiye’deki eğitim kurumları
içerisinde hukuki temeli en güçlü olan dinî eğitim kurumlarıdır. Şayet söz konusu iki kanun
olmasaydı dinî eğitim kurumları -bir futbol deyimiyle- kolaylıkla ofsayta düşürülür ve kapılarına
kilit vurulurdu.
Konuya bir başka açıdan bakılırsa Tevhid-i Tedrisat Kanununu, özel okullar açarak din eğitimi
yaptırmanın önünde bir engel olarak görenlere
de hak vermemek elde değil. Gerçekten de
Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile din eğitimi ve öğretimi devletin tekeline verilmiştir. Kur’an Kursları dışında kalan -ki aslında bu kurslar da bir
devlet kuruluşu olan Diyanet İşleri başkanlığının
kontrolündedir ve üstelik kursları Milli Eğitim
Bakanlığı Müfettişleri denetlemektedir- her tür
din eğitimi ve öğretimi Milli Eğitim Bakanlığının
yönetim ve denetimi altında yapılmaktadır.
Öyle ise Tevhid-i Tedrisat Kanununu artısı ve
eksisiyle bir arada düşünüp öyle değerlendirmek
gerekir. Şayet yeni hazırlanmakta olan Anayasa
TBMM’den geçirilir ve halk oylaması ile yürürlüğe
konulursa, orada da yeni bazı hükümler yer alırsa
o zaman ortaya konacak sonuca göre bu konuyu
yeniden değerlendirmek kaçınılmaz olur.
Din eğitimi, Cumhuriyet tarihi boyunca siyasal
gerilimlerin merkezinde olmuştur. Bu gerilimin
nedeni din düşmanlığı değil egemenlik mücadelesinin parçası olarak sınıfsal hâkimiyetini
devam ettirmektir denilebilir mi?
Kanaatimce bu soru üzerinde çok geniş tartışma
yapılabilir. Tartışma ise bu söyleşinin hacmini çok
aşacağı için isterseniz sorunuza cevaben tek kelimeyle “olabilir” diyerek geçelim.
TÜRKİYE’NİN DÖRTTE ÜÇÜ
IHL’Yİ DESTEKLER
Din eğitimini, İmam-Hatipleri yasaklayan anlayış gün geldi açmak için bütün imkânlarını
seferber etti. Günümüzde olduğu gibi, neden?
Çünkü halkımızın büyük kısmı bunu arzu etmektedir. 28 Şubat 1997 sürecinde hukuksuz bir
şekilde gasp edilen haklar; 11 Nisan 2012 günü
Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe konulan
6287 sayılı “İlköğretim ve Eğitim Kanunu İle Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”
ile iade edilmiştir. Şayet mevcut iktidar halktan
aldığı %50’lik desteğe rağmen böyle bir kanunu TBMM’den geçirip, genelde bütün meslek
liselerinin ve özelde ise İmam-Hatip Liseleri’nin
yeniden dirilişi için yeni bir hukuki temel oluşturmasaydı bir sonraki seçimde büyük oy kaybı
yaşardı diye düşünüyorum. Kaldı ki İHL’ye gönül
verenler yalnızca iktidar partisini destekleyen kesim değildir. Önyargısız bir oylama yapılsa İHL,
ülke nüfusunun en az 3/4’ünün desteğini alacağı
kanaatindeyim.
İmam-Hatip Liseleri açılış amacına uygun düşmeyen yoğunluk oluşunca 28 Şubat süreciyle
birlikte orta kısımları kapatıldı. Üniversiteye
giriş sürecinde katsayı uygulaması ile İlâhiyat
dışındaki bölümlere geçişleri engellendi. Şimdi
ise bir serbestlik ortamı hazırlanıyor. İHL’lerden
kim ne bekliyor; halk ne bekliyor, devlet ne
bekliyor, imam-hatipliler ne bekliyor?
Sayısal olarak azınlıkta olduğu bilinen kesimin
dışında halkımızın büyük kısmının İmam-Hatip
Liseleri’nden beklentisi büyük. Malum olduğu
üzere kuş tek kanatla uçamaz, sağlıklı bir uçuş
için iki kanada ihtiyacı vardır. Dünyevi ilimler
(okullardaki kültür ve fen dersleri) bir kanadı
oluşturuyorsa dinî ilimler diğer kanadı oluşturmaktadır. Bu iki kanadı tam dengede tutan eğitim kurumlarımızın başında İHL gelmektedir.
“Peki diğer okulların manevi kanada ihtiyacı yok
mudur” diyebilirsiniz. Elbette iki kanat herkes
için lazım ve şart. Diğer okullardaki Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersleri yıllardan beri sağlıklı
uçuş için yeterli olmadığından bu yeni kanunla
isteğe bağlı da olsa Kur’an-ı Kerim ve Siyer dersi
konulmuştur. Ayrıca Temel Dini Bilgiler dersi ilave edilmiştir.
Halkımız oğlunu, kızını İHL’ye gönderirken yalnızca imam olsun diye göndermiyor. Malum
olduğu üzere kızlar için böyle bir görev zaten
mümkün değildir. Peki niçin gönderiyorlar? Ortaöğrenim döneminde sağlıklı ve yeterince dinî
bilgiler alsın, üniversitede nereye giderse gitsin
demektedirler. Anne-baba olarak öldükten sonra
kendisini hep hayırla yâd edecek ve arkasından
Fatiha’sını eksik etmeyecek evlat bırakmak istiyorlar. Doğal olarak bunca mezun içerisinden bir
kısmı da dinî hizmetlere yönelecektir ki geçmişte
de öyle olmuştur, bundan sonra da böyle olacaktır. Şimdi olduğu gibi bundan sonra da İHL veya
İlâhiyat Fakültesi mezunları Diyanet kadrolarını
seve seve dolduracaklardır.
Okullara seçmeli ders koyarak, İmam-Hatip
orta kısımlarını açarak dindarlık yaygınlaştırılmak mı isteniyor? İmam-Hatip’e gidenler
Maalesef son
yıllardaki İHL
mezunlarının
meslekte
yetersizliğinden
şikayet
edilmektedir.
Bunun en
önemli
sebeplerinden
biri; bu
okulların
28 Şubat 1977
sürecinde
orta kısmının
kapatılmasıdır.
İkinci sebep;
üniversiteye
girişte ygulanan
sınav sistemidir.
Üçüncü sebep
ise; bazı
okullarımızın
yöneticileri ile
bir kısım
öğretmenlerdir.
19
İmam-Hatip
liselerine
gidenlerin
hepsi dindar
olacak diğerleri
olamayacak diye
bir genelleme
yapılamaz. Evet
İHL’ye gidenlerin,
aldıkları tahsil
itibariyle dinî
bakımdan daha
bilgili ve daha
dindar yetişmeleri
doğaldır yahut
öyle olmaları
beklenir. Ancak
diğer okullara
gidenlerin
dinsiz oldukları
olacakları gibi
büyük bir
yanılgıya da
düşmemek
gerekir. Çünkü
dindarlığın ölçüsü
yalnızca dinî bilgi
değildir.
20
dindar oldular diyelim, diğer okullara gidenler seçmeli din dersinde alacakları bilgilerle
dindar mı oluverecekler?
İmam-Hatip Liseleri’ne gidenlerin hepsi dindar
olacak diğerleri olamayacak diye bir genelleme
yapılamaz. Evet İHL’ye gidenlerin, aldıkları tahsil itibariyle dinî bakımdan daha bilgili ve daha
dindar yetişmeleri doğaldır yahut öyle olmaları
beklenir. Ancak diğer okullara gidenlerin dinsiz
oldukları / olacakları gibi büyük bir yanılgıya da
düşmemek gerekir. Çünkü dindarlığın ölçüsü
yalnızca dinî bilgi değildir. Sayın Başbakan’ın
kamuoyunda çokça tartışmaya sebep olan “dindar nesiller yetiştirmek arzusunda olduklarını”
ifade etmesindeki amacı, öyle tahmin ediyorum
ki dünkü gençliğe göre bugünkü ve gelecek kuşakları biraz daha fazla dini bilgilerle mücehhez
kılmak olduğu kadar daha dürüst, helâli haramı
bilen, vatanını milletini seven ve onu kalkındırmak için canla başla çalışan insanların yetişmesini arzu etmektedir. Yıllardan beri yapılan birçok araştırma ortaya koymuştur ki, ortaöğretim
kurumlarında suç işleme oranı en düşük olan ve
neredeyse sıfır olan yegâne okullar İmam-Hatip
Liseleri, yüksek öğrenimde ise İlâhiyat Fakülteleridir. Gerek geçmişte ve gerek bugünün “terörist” olarak nitelendirilen insanlar, dinî bilgi,
duygu ve düşünce bakımından yoksun veya
en az seviyede olanlar arasından çıkmaktadır.
Hırsızlık yapan, devletin milletin cebine el uzatanlar da aynı konumda olanlar arasında yoğunlaşmaktadır. Uygun görürseniz burada bir alıntı
yapalım:
Atatürk’le birlikte uzun bir yurt gezisine çıkan
ve gezi ile ilgili notlarını sonradan “Atatürk’le
Üç Ay ve 1930’dan Sonra Türkiye” adıyla (Tan
Matbaası, İstanbul, 1945) kitaplaştıran Ahmet
Hamdi Başar kitabının bir yerinde (s. 50) şöyle
demektedir:
“Bugün Türk cemiyetini bağlayan en büyük
duygu dindir. Türk Milleti dinî bir millet olarak
asırlarca yaşadı. ‘Kelime-i Şehâdet’ getirene
ve İslâm olana ‘kardeş’ ve ‘milletinden’ olarak
baktı. Birçok kötülüklerimiz gibi birçok iyiliklerimiz de dine ve İslâmlığımıza bağlıdır. Halkta
maarif yok. Okuma-yazma bilmeyenler yüzde
seksen-doksan. Yüzde on okuyup-yazma bilenler içinde de onda dokuzu okumaz. Halbuki
bütün bu cahil halka ancak din yolu ile hitap
etmek imkânı vardır. Her Cuma camide toplanır, her bayram bir araya gelir, her zaman dinin
sesine ve sözüne inanır. Kitle halinde harekete
geçirmek istediğimiz zaman dini öne süreriz.
Onu ferden doğruluğa sevk etmek istersek,
önüne din yolunu açarız. Yalancılıktan Allah’ın
adına yeminle kurtarırız. Hırsızlıktan, cinayetten, ahlâksızlıktan âhiret azabını hatırlatarak
onu alıkoyarız. Hülâsa, nemiz varsa, millet halinde birbirimize bağlanmış olmak, insanlık ve
fert ve millet şuuru, hep dine ve İslâmlığımıza
bağlıdır.”
“Şimdi bu kadar büyük bağı, bu kadar büyük
kuvveti yok etmek ne büyük felaket olacak!..
‘Dini hocalar ve taassup eline almıştır ve cemiyeti harap etmiştir’ diye ortadan kaldırmak,
otomobillerle cahil şoförler adam eziyor’ diye
otomobilleri kaldırmaya benzer.”
Yazarın ifadelerinin bir kısmı (okuma-yazma oranı açısından) 1930’lu yılların Türkiye şartlarının
dillendirilmesi ise büyük çoğunluğu her dönem
için geçerli ifadelerden oluşmaktadır. Üstelik
cehalet, yalnızca okuma-yazma azlığından veya
yoksunluğundan kaynaklanmamaktadır. Bugün
nice üniversite mezunları var ki dinî bakımdan
gerçekten çok cahil, dürüstlükten uzak, helâl ve
haram kavramı iç dünyasında hiç yer edinememiştir. Dikkat edilirse bugün en büyük sahtekarlığı yapanlar, devleti ve milleti soyanların büyük
çoğunluğu maalesef gerekli dinî bilgi ve ahlâkî
terbiye almamış üniversite mezunları arasından
çıkmaktadır. Acı ama gerçek de budur.
DEMOKRATİK
ÖĞRETMEN
YAKLAŞIMLARININ
ÖĞRENCİLERİN
GELİŞİMLERİNE
ETKİLERİ
MUHAMMET YILMAZ
DKAB Öğretmeni / İstanbul
Değişim süreci,
iyi yönetildiği
takdirde örgütü
başarıya götüren,
kötü yönetildiği
takdirde örgüt
için bir yıkım da
yaratabilecek
oldukça zor ve
sancılı bir süreçtir.
Eğitim insanı zihinsel, duygusal ve davranış
süreçleri açısından değiştirme ve dönüştürme
faaliyetidir. Eğitim bu faaliyeti birey üzerinde
yürüttüğü işlemlerle gerçekleştirir. Ancak bu
işlemler bireye rağmen değil, bireyin yetenek
ve ilgilerine uygun olarak ve onun kabul ettiği
yöntemlerle yapılmalıdır.
Her insan kendine özgüdür ve sahip olduğu
özellikleriyle değerlidir. Eğitim bireyin sahip
olduğu yetenekleri keşfetmek ve becerilerini
geliştirmek hedefiyle hareket etmeli, onu değiştirip dönüştürürken üretken bir yapıda kendini
gerçekleştirmesine katkı sağlamalıdır.
Bireylerin kendilerini serbest ve özgür hissettikleri ortamlarda yeteneklerini keşfetmek ve becerilerini geliştirmek daha kolaydır. Yetenekleri
keşfedilen ve becerileri geliştirilen bireyler de
daha üretken olurlar. Bu bağlamda bir ülkenin
bilim ve düşünce alanında büyük insanlar
yetiştirmesi ve gelişmesi eğitim ortamlarının
otokratik veya demokratik olmasıyla yakından
ilgilidir. Otokratik ortamlarda uygulanan maddi
veya manevi baskıdan dolayı bireylerin kendini
gerçekleştirmesi zordur. İnsanın kendini ifade
etmesi, fikirlerini özgürce beyan edebilmesi,
farklılıklarının toplum tarafından kabul görmesi onu daha üretken yapan önemli etkenlerdir.
Düşündüğünü ifade edemeyen bireyler zamanla düşünme tembelliğine düşerler. Düşündüklerini serbestçe ifade edebilen insanlar ise
ister kabul görsünler isterse reddedilsinler bu
durum onları her şeye rağmen üretmeye teşvik
eder.
Otoriter yönetimlerde bireyleri belli bir fikre ve
düşünce yapısına yönlendirme daha sık görülen uygulamalardır. Demokratik yönetimlerde
ise bireyler farklı düşünmeye teşvik edilir. Toplum için bir tehlike söz konusu olduğunda farklı
fikirlerin toplumun menfaatleri doğrultusunda
bir noktada buluşmasına yönelik bireylere eğitim verilir.
Ülkenin yönetim şekli ve eğitim yaklaşımları
dışında anne-baba ve öğretmenlerin otokratik veya demokratik yaklaşımları da gelişim
ve öğrenme açısından bireyler üzerinde etkilidir. Geleneksel yapıda, öğretmen merkezli
eğitim vermeye alışmış ve buna yatkın olan
öğretmenler daha çok “Öğrencilere kendi isteklerimi nasıl yaptırabilirim?” sorusunu sorarken
aslında öğrencilerin, koyduğu kurallara uyarak
kendi isteklerine boyun eğmelerini, kendileri
ne isterse öğrencilerin de onu yapmaları gerektiğine inanır ve bunu uygulamaya koyarlar.
Bu öğretmenler otoriteyi sağlamak için sadece
kendilerinin koyduğu kuralları aracı olarak kullanırlar. Bu yaklaşım ve uygulamalar otokratiktir
ve bireylerin gelişmesine engel olurlar.
Demokratik yaklaşıma sahip öğretmenler “Öğrencilerimin gelişimlerine nasıl katkı sağlayabilirim, öğrencilerime değerli olduklarını nasıl hissettirebilirim, onları yaratıcı ve üretken kişiler
haline nasıl getirebilirim?” sorularını sorarlar.
21
İtaat kültürü ile yetişen öğretmenler öğrencilerinin de kendilerine itaat etmelerini beklerler.
İtaat bilinçli bir tercih ise ve gerekli ise saygı duyulmalıdır. Ancak öğretmen öğrencilerin belli
bir doğrultuda davranmasını
zorla sağlamaya çalışıyorsa bu
itaat keyfidir. Baskıcı ve otoriter
öğretmenler öğrencileri bir özne
olarak değil bir nesne olarak görmeye eğilimlidirler. Bu bağlamda
otoriter öğretmenler nesne olarak gördükleri öğrencilere kendi
isteklerine uygun bir şekil vermeye yönelirler. Bu yöneliş bireylerin özgüvenlerini yok eden
ve üretkenliklerini törpüleyen bir
yaklaşımdır.
Öğrenci görür ve yapar. Öğretmenin ne söylediğinden ziyade
ne yaptığı önemlidir. Bu sebeple
demokrasiyi öğretmenin en uygun yolu onu uygulamalı olarak
göstermektir. Öğretmen otokratik yaklaşımlardan ne kadar uzak
durur, demokratik uygulamalara
ne kadar yer verir ve öğrencilerin
bunları yaşamasına ne kadar fırsat tanırsa onların bu konuda
kendilerini geliştirmelerine de o
kadar katkı sağlamış olur.
Öğrencilerin yeteneklerini keşfetmek, becerilerini geliştirmek, sağlam karakterli, yaratıcı ve üretken
olmalarını sağlamak için öğretmenlerin otokratik yaklaşımlardan uzaklaşıp demokratik bir ortam oluşturmaları gerekir.
OTOKRATİK VE DEMOKRATİK YAKLAŞIMLAR AÇISINDAN ÖĞRETMEN TUTUMLARI
KONU
Şiddet ve
Tehdit
Şikâyet
Düşünceleri İfade
DEMOKRATİK YAKLAŞIM
Şiddet kullanarak veya tehdit ederek öğrencileri baskı altına almak.
Öğrencileri velilerine veya okul yönetimine
şikâyet etmek.
Sınıf veya ders kurallarını öğrencilerle birlikte
belirlemek ve öğrencilerin kendi istekleriyle
bu kurallara uymaları konusunda onları motive etmek.
İstediği davranışları eğitimsel yöntemlerle
ikna ederek oluşturmak.
Öğrencilerle sorunlarını kendi iletişim imkânlarıyla çözmek.
Düşüncelerini ifade eden öğrencileri dinlememek, düşüncelerinden dolayı öğrenciyi azarlamak, öğrencilerin düşüncelerini hafife almak,
düşüncelerini ifade eden öğrencilerin sözünü
kesmek veya susturmak.
Düşüncelerini ifade ederken sözünü kesmeden, onları susturmadan öğrencileri dinlemek ve bu düşüncelere değer verdiğini göstermek. Düşüncelerinden dolayı öğrencileri
azarlamamak, aksine memnuniyet bildirmek.
Sınıf veya ders kurallarını tek başına belirlemek
Ders ve Sınıf
ve öğrencilerin bu kurallara uymasını bekleKuralları
mek.
Ödevler
Öğrencilere araştırma, düşünme ve yorum
Öğrenciye yorum hakkı tanımayan ödevler
yapma fırsatı tanıyan ödevler vermek, kendi
vermek, ödev verirken öğrencilere farklı ödev
yeteneklerini keşfedecekleri, becerilerini geseçenekleri arasından tercih hakkı tanımamak,
liştirebilecekleri, kendilerini ifade edebilecekherkese aynı ödevi vermek.
leri ödevler yapabilmelerine imkân tanımak.
Önyargı
Önyargı sebebiyle öğrencilerin yeteneklerini
fark etmemek. Örneğin haylaz bir öğrencinin
şiir okuma yarışmasına katılmak istemesini
“Sen ne anlarsın şiir okumaktan” tepkisi ile geri
çevirmek.
Sınavlar
ve Değerlendirme
Cesaret ve
Özgüven
Mesaj
Tartışma
Karar
Verme
Problem
Çözme
22
OTOKRATİK YAKLAŞIM
Öğrencilere karşı önyargılı olmamak, bazı
olumsuz davranışları olsa da öğrencilerin yetenekleri olduğunu ve becerilerinin geliştirilebileceğini kabul edip onlara görevler vermek
ve güvenmek.
Sınav kağıdına bakmak isteyen öğrenciye izin
vermemek veya “Fazla verdiysem geri alırım” Sınav kağıdını incelemenin her öğrencinin
şeklinde tehdit etmek. “Yanlış okuduğumu mu hakkı olduğunu vurgulamak, değerlendirmeifade etmeye çalışıyorsun?” diyerek öğrencilerin yi adaletli yapmak.
niyetini okumak ve onları itham etmek.
Öğrencileri başarabilecekleri yönünde teşvik
Başaramayacaklarını ima ederek öğrencilerin
etmek ve özgüven kazanmalarına katkı sağcesaretlerini ve özgüvenlerini kırmak.
lamak.
Öğrencilere aşağılayıcı ve yargılayıcı mesajlar Dengeli ve ölçülü övgüye, ümitlendirici, gelevermek.
ceği müjdeleyen mesajlara yer vermek.
Öğrencilerin düzeyine uygun tartışma konuÖğrenme ortamlarında tartışmaya zemin haları belirlemek ve kendi aralarında tartışmalazırlamamak ve izin vermemek.
rına fırsat vermek.
Kararları öğrencilerle birlikte almak ve onların
Bütün kararları öğrencilere danışmadan vergerçek hayatta tek başlarına kalınca kararlarını
mek ve belirlediği kurallara göre öğrencilerin
sağlıklı bir şekilde alabilmelerine zemin hazırdavranmasını beklemek.
lamak.
Öğrencilerin problemlerini kendilerinin çözÖğrencilerin problemlerini çözmek.
mesini sağlamak ve bu konuda onlara rehberlik etmek.
ÖĞRETM
ENNEE
ÖĞR
REET
TM
M
EN
E
ÖYĞÖNELİK
T
E
YÖNNEL
Ş
D
İK
D
Ş
İD
İ
DE
T
D
ET
YÖ ELİK
MURAT KAHRAMAN
Okul Müdürü / İstanbul
Kitaplı bir
medeniyetin
çocuklarıydık; önce
Kitabımızı unuttuk,
sonra da o Kitapta
yazan medeniyetin
huzur ortamını.
Seyirci bir toplum
olduk. Televizyon
kanallarının derin
bilgi ve görgü kirliliği
dalgaları arasında
boğulma tehlikesi
geçiriyoruz sürekli.
Ne kadar da tahammülsüz bir toplum haline
geldik! İnsanlar pek sabırsız oldular. “Haddini
bilmek” deyimi ne kadar da unutuldu! Hak kavramı aşındıkça aşındı, çoğu insan hak ve sorumluluğunu bilmiyor ki hakkına razı olmayı bilsin!
Bu toplumu teşkil eden fertler olarak aslında
hepimiz Kitaplı bir medeniyetin çocuklarıydık;
önce Kitabımızı unuttuk, sonra da o Kitapta
yazan medeniyetin huzur ortamını. Seyirci bir
toplum olduk. Televizyon kanallarının derin bilgi ve görgü kirliliği dalgaları arasında boğulma
tehlikesi geçiriyoruz sürekli. İşin trajikomik yanı
ise seyrettiğimiz görüntülerde zaten şu anda
toplum olarak şikayet ettiğimiz şeylerden gayrisinin olmaması.
Şiddet! Öğretmene şiddet! Kadına şiddet! Herkese şiddet! Toplumda şiddet olduktan sonra
bundan herkes nasibini alıyor maalesef. Fakat,
özelikle “öğetmene şiddet” söz konusu olduğunda “zurnanın zırt dediği!” hatıra gelmelidir.
Öğretmenin itibarı zedelenirse bundan herkes
zarar görür. Zira toplumda öğretmenin itibarının
ayrı bir yeri olmalıdır. Çünkü öğretmen öğretir.
İnsan insanlığını da öğretenden öğrenir. Öğretmenin itibarı sarsılırsa toplumda “itibar”dan söz
etmek imkansız hale gelir. Öğretmene şiddet,
denize düşen bir insanın kendisine atılan can
simidini kabul etmemesi anlamına gelir.
Ben “öğretmene şiddet” derken, öğretmenin
öğretmenlik mesleğini olması gerektiği gibi icra
etmesine engel teşkil edecek her türlü olumsuz
davranışı anlıyorum. Eğer bazıları “öğretmene
şiddet”ten darp, fiili mukarenet, cinayet gibi
filleri anlıyorlarsa, onlara “vahşet”i nereye koyacağımızı sormak isterim. Şiddet, işi zora sokmak
ve engelleyici fiiller kapsamında değerlendirilmelidir. Hiç kimsenin, cinayetleri şiddet motivasyonu adı altında alışılmış hal gibi göstermeye
hakkı olmamalıdır. Hiçbir iş ve meslek mensubu vatandaşımızın en basit de olsa şiddete maruz kalması asla kabul edilemez. Hele hele toplumu eğitecek, geleceğin ilim fikir adamlarını
inşa edecek olan öğretmene yönelik fiili saldırıların, darp ve cinayetlerin cezası ağırlaştırılmış
olarak tatbik edilmelidir. Arzumuz şudur ki ülkemizin ve eğitim camiamızın başında bulunan
seçilmiş zevat öğretmene daha çok sahip çıksın,
öğretmeni kimsesiz bırakmasın, içindeki şeytana teslim olmuş kimselerin kolay lokma olarak
görmelerine müsaade etmesin ve “öğretmene
yapılan saldırı bana yapılmıştır” desin.
Öğretmene şiddetin kaynağında insan eğitiminden tasarruf etmeye çalışmayı görüyorum. Eğitimden asla tasarruf edilmez. Bu tasarruf en
basit haliyle topluma şiddet olarak geri döner.
Her şeye rağmen ülkemizin cefakâr öğretmeni
işinin başındadır ve her türlü şiddeti göğüslemeye devam ederek irfan ordusunun neferi olduğunun ispatı içerisindedir. Şiddetsiz bir dünya
için öğretmene saygıyla kulak verilmesi arzusuyla tüm öğretmen arkadaşlarıma üstün başarılar
dilerim.
23
AŞIRI
KORUMACI
AİLE YAPISI
MERVE AKYOL KILIÇ
Okul Öncesi Öğretmeni
/ İstanbul
Öyle ebeveynler
vardır ki çocuklarını
yalnız başına
tuvalete bile
göndermezler.
Çocuğun her
işini kendileri
yaparlar. Çocuk
bu duruma gitgide
alışır ve zamanla
davranışlarında
tembel bir tutum
sergiler.
24
Şüphesiz ki çocuk sahibi olmak dünyanın en
güzel şeyidir. Fakat bir varlığı dünyaya getirmek, sorumluluk almayı gerektirir. Bu da ister
istemez ebeveynleri korkutur ve onları korumacı ve hassas bir yapıda olmaya iter.
Öyle ebeveynler vardır ki çocuklarını yalnız
başına tuvalete bile göndermezler. Çocuğun
her işini kendileri yaparlar. Çocuk bu duruma gitgide alışır ve zamanla davranışlarında
tembel bir tutum sergiler. Her işinin nasıl olsa
ailesi tarafından yapılacağını bilir ve çok rahat
davranır. Sorumluluk almaktan kaçar, aldığı
sorumlulukları da yerine getiremeyeceğinden
korkar ve çoğu kez de başarısız olur. Çünkü
çocuğa o güne kadar hiçbir görev verilmemiştir. Bu yüzden çocuk, görev ve sorumluluğun
ne demek olduğunu bilemez.
Ergenlik döneminde ise durum aynı şekilde
seyretmekle beraber ergenin kişiliğini olumsuz yönde etkileyecek pürüzler çıkmaya devam eder. Ergen, sorumluluk almaktan kaçındığı gibi kendisiyle ilgili konularda karar
verme becerisine de sahip değildir. Çünkü o
güne kadar kendisiyle ilgili tüm kararları ailesi
vermiştir.
Ergen sürekli olarak çevresini, özellikle de
anne ve babasını hoşnut etme çabası içine
girer. Bu nedenle çevre tarafından istendik
özellikler yönünden güçlü olduğu izlenimi
uyandırmaya çabalar, çevrenin önemsemediği özelliklerini fark edip değerlendiremez.
Bu durumdaki genç, zayıf yönlerini yadsıma,
eğilimlerini bastırma, gerçek özüne uygun bir
kimlik yerine anne babasının hoşuna gidecek bir kimlik geliştirme zorunluluğu duyar.
Özüne yabancı, başkalarının beğenisine aşırı
derecede duyarlı olup bir karar alması gerektiğinde başkalarının (aile büyükleri, arkadaşlar
vb.) daha iyi bilecekleri düşüncesi ile kararı
başkalarına bırakmaya ya başkalarının kararlarını benimseyip uygulamaya ya da ilgi ve
yeteneklerine uygun olmayan, erişmesi olanaksız eğitim ve meslek hedeflerine yönelir ve
emelleri gerçekleşmeyince de çöküntü yaşar.
Tüm bunların sebebi ailenin çocukları hakkındaki “yetersizlik” inancıdır. Çocuklarına yeteri
kadar güvenip inanmazlar. Bu yüzden ergen,
kendine güven konusunda da çeşitli sorunlar
yaşar. Girişimcilik yönü oldukça zayıftır ve bu
durum bir kabus gibi onun hayatını karartır.
Ne öğrenim hayatında, ne de iş hayatında asla
kendisinden beklenen performansı gösteremez. Bu durum bir zaman sonra bireyi depresyona dahi sürükleyebilir.
Çocukta olumlu bir benlik algısı ve sağlam bir
kişilik oluşturmak için aşırı korumacı aile tutumu yerine, demokratik aile tutumunu benimsemeliyiz. Demokratik aile tutumunun
özellikleri kısaca şöyledir:
Çocuklarını seven ve benimseyen çağdaş aile
tipidir.
Anne baba arasında saygı ve sevgi vardır.
Ailede sorunlar emirlerle değil konuşarak çözülür.
Evde gerginlik yaratmak yerine sıcak bir ortam
yaratılır, aile içinde uzun süren çekişme, kavga
ve anlaşmazlıklardan uzak durulur.
Çocuğa söz hakkı tanıyarak birlikte konuşulur,
şakalaşıp eğlence ortamı yaratılır, ona güven
duygusu kazandıracak iletişim biçimlerini benimseyerek uygulanır.
Çocuğunuzun uyması gereken kurallar belirlenir.
Kuralları ailede herkes gönüllü olarak benimser.
Dayaktan, onur kırıcı sözlerden özenle kaçınılır.
Cezalar ılımlı ve eğiticidir. Çocuğa, güven duygusu ve sorumluluk kazandırılır.
Bu şekilde davranıldığında kendine güvenli,
idealleri olan, bunları gerçekleştirmeye hevesli,
girişimci, her yönden sağlıklı bir birey yetiştirmek çok kolay olur. Böylelikle gençler kendilerini gerçekleştirmiş, mutlu bireyler olarak yaşarlar. Sağlıklı toplumun temelleri de atılmış olur.
Çocuğun kişiliğine saygı gösterilir, yaşından olgun davranışlar beklenmez.
Özgür davranışları desteklenir.
25
DOĞAN CEYLAN:
DERSHANELERİN
KAPATILMASI
YENİ DEĞİL
ÖĞRETMENLER ODASI
RÖPORTAJ
Dershanelerin
okulları tamamladığı
söylenemez.
Çünkü tamamlama
okulda yarım
kalmış bir eğitimin
tamamlanmasıdır.
Dershaneler
genelde kazanılmış
bilgileri pekiştirmeye
ve soru çözmeye
yönelik pratikleri
geliştirmeyi amaç
edinmişlerdir.
26
Başbakanın dershaneler hakkındaki açıklamasından sonra özellikle medya üzerinden yoğun bir
tartışma başladı. Kimileri Başbakana destek verirken olayın tarafları adeta psıkolojik savunma hattı kurdular. Biz Öğretmenler Odası dergisi olarak
olaya taraf bir konumdan ziyade “eğitim” öncelikli yaklaşıyoruz. Bu yaklaşımımızın gereği olarak
Müfettişler Derneği Başkanı Doğan Ceylan’a konuyu sorduk. İşte aldığımız cevaplar.
bir eğitimin tamamlanmasıdır. Dershaneler genelde kazanılmış bilgileri pekiştirmeye ve soru
çözmeye yönelik pratikleri geliştirmeyi amaç
edinmişlerdir. Ama bir dersten değişik nedenlerle yeterli eğitim almamış bir öğrencinin dershanede eksik bilgilerini gidermesi bir tamamlama sayılabilir ama başta belirttiğimim gibi
dershanenin kuruluş amacı okulu tamamlamak
değildir.
Milli Eğitimimiz için dersanelerin yeri ve anlamı nedir? Dersaneler okulları tamamlıyor
mu?
Hükümetin dersaneleri kaldırmak/dönüştürmek istemesinin ardındaki esas sebep sizce
nedir? Bu bir siyasi çekişme mi ya da eğitimin
araçsallaştırılması mı? Dersanelerin kapatılmasında dar gelirliler olumsuz mu etkilenir?
Eğitim sistemimizde ihtiyaçtan dolayı dershaneler doğmuştur. Yüzbinlerce öğrencinin sınava girip sadece bir kısmının kazanma ihtimalinin bulunduğu bir eleme sisteminde, veliler öğrencileri
için ek eğitim aldırma ihtiyacı duymuşlardır. Bu
da dershaneleri doğurmuştur. Okullardaki eğitim kalitesinin düşük olması da dershanelere
olan ilgiyi artırmıştır. Öğretmensizlik nedeniyle
boş geçen dersler veya derslere branş dışından
öğretmenler girmesi eğitim kalitesini düşürmüştür. Bu durumda veliler dershanelere yönelmiştir.
Dershanelerin okulları tamamladığı söylenemez. Çünkü tamamlama okulda yarım kalmış
Dershaneler orta ve düşük gelirli ailelerin öğrencilerini gönderdiği kurumlardır. Bu da onlara maddi açıdan önemli bir yük getirmektedir.
Dershaneleri kapatmaya yönelik çalışmanın
temelinde vatandaşı bu ekonomik yükten kurtarma amacı olduğunu düşünüyorum. Çünkü
mevcut hükûmetin en çok oy aldığı kesim bu
sınıftır.
Burada siyasi bir çekişme olduğunu düşünmüyorum. Zaten Milli Eğitim Bakanlığının stratejik
palanında dershanelerin okula dönüştürülmesine yönelik bir hedef yer alıyordu. Bu hedef yeni
konulmuş bir hedef değildir. Sayın Başbakanımızın “okulların işlerini hakkıyla yapması halinde dershanelere ihtiyaç olmayacağı” düşüncesi
doğrudur. Dershane yerine özel okulların çoğalmasına yönelik teşvikler de vereceklerini açıkladılar. Bütün bunlar siyasi bir mesele olmadığını,
sadece eğitimin okullarda yapılmasını sağlamaya
yönelik iyi niyetli çalışmalar olduğunu gösteriyor.
Dershanelerin kapatılmasından dar gelirliler
olumlu etkilenir. Zaten başbakanının açıklamasından sonra dershanelere yeni kayıtlar azaldı.
Bazı dershaneler kapanmak zorunda bile kaldı.
Dar gelirli aileler çocuklarını dershaneye kaydettirmediler. Bu sınıfın özel ders adırma şansı zaten
hiç yok. Dershaneler kapatılırsa orta gelirli sınıf
olumsuz etkilenebilir. Çünkü bunlar daha büyük
zahmetlere girip çocuklarına özel ders aldırma
yoluna gidebilirler.
28 Şubat sürecinde “isterlerse yurt dışındaki
okullarımızı devlete devredebiliriz” diyen Cemaat aynı yumuşak davranışı neden dersaneler
konusunda göstermiyor?
Hizmet için dershaneler, hem faaliyetlere kaynak
oluşturma hem de okula göre çok daha geniş
kitlelere ulaşma açısından önemli yerler. Dershanelerin kapatılması, hizmetin hayat damarlarından birisinin kesilmesi demektir. Cemaatin devlete karşı bir duruş veya direniş tavrı taşımadığını
sadece bu hizmette aksama olacağı düşüncesiyle dershanelerin kapatılmasının hemen kabul
edilemediğini düşünüyorum.
Bu çekişmenin neticesi ne olur?
Burada bir çekişmeden söz etmek doğru olmaz.
Ülkemizdeki bütün dershaneler cemaate ait değildir. Cemaatin dışında kurumsallaşmış binlerce
dershane vardır. Devlet olaya bütün olarak bakmak zorundadır. Ortada onbinlerce çalışanı, milyonlarca müşterisi olan bir sektör vardır. Devlet
sektöre ilişkin karar verirken bu karardan etkilenecekleri de en ince ayrıntısıyla hesap eder ve
ülkemiz için en doğru olana karar verir. Benim
öngörüm Bakanlığın yumuşak bir geçiş süreci
oluşturarak ve teşvikler vererek dershanelerin
okullaşmasını sağlayacağıdır.
Meseleye eğitim zaviyesinden bakan biri olarak bu konu hakkındaki öneriniz nedir?
Gerekli çalışmalar yapılmadan yasa zoruyla dershaneler kapatılırsa, bunun yararı olmaz. Dershaneler birkaç hafta içinde adlarını değiştirir “Etüt
Merkezi” koyarlar ve çalışmalarına bu şekilde
devam ederler. Etütler kapatılırsa “özel ders merkezi” olurlar. Sorunun çözümü bellidir. Ülkedeki
bütün ortaokul, lise ve üniversitelerin standartları
aynı düzeye getirilirse o zaman okulların dışında
ne özel derse ne de dershaneye ihtiyaç doğar.
Ancak bu yapılmadan dershaneler kapatılırsa
veli ek eğitim için mutlaka başka yollar arayacaktır. Liseden mezun olan öğrenci kadar üniversitelerde kontenjan oluşturarak bu sorunun çözüleceğini düşünenler var. Bu düşünce yanlış çünkü
Üniversiteler arasında nitelik farkı nedeniyle yine
iyi üniversitelere girme yarışı devam edecektir.
Bu da ek eğitim arayışını devam ettirecektir.
Benim önerilerim, dershanelerin özel okula dönüşebilmesi için standartlar yönergesinde değişiklik yapılarak dönüşümün kolaylaştırılması,
dönüşümün 3-5 yıl arasında bir sürece yayılması,
özel okullara devam edecek öğrencilere devlet
desteği sağlanmasına ilişkin söylemlerin icraata
dönüştürülmesi.
Mesela dersanlere diploma verme hakkı tanınsa da çocuklarımız iki okulu birden okuma
zahmetine katlanmasa...
DOĞAN CEYLAN KİMDİR?
Müfettişler Derneği Başkanıyım. 1989 Uludağ Üniversitesi
Sınıf Öğretmenliği, 1996 İnönü
Üiversitesi Eğitim Yöneticiliği ve
Deneticiliği bölümleri mezunuyum. 2003 yılında Cumhuriyet Üniversitesinde Yönetim
ve Çalışma Psikolojisi alanında
yüksek lisans yaptım. Malatya’da
öğremenlik, Ağrı, Sivas, Kayseri
ve İstanbul illerinde ilköğretim
müfettişliği (Eğitim Müfettişliği)
yaptım. Halen Ankara’da eğitim
müfettişi (il eğitim denetmeni)
olarak görev yapıyorum.
Dershane adı altında diploma verilmesi doğru
olmaz ancak okula dönüştürülürse olabilir. Dershanelerden şartları uyanlar zaten okula dönüştürülecektir ancak büyük çoğunluğu okul şartlarını
taşımamaktadır. Yukarıda izah ettiğim gibi standartlarda değişiklik yapılarak bu sayı artırılabilir.
Ayrıca sürece yayılarak okullaşma sağlanabilir.
27
DERSHANELER
ÖĞRETMENLERİ DE
YORAR VE ACITIR
FATMA SARAÇOĞLU
Öğrenci / B. Ü. İ. M.
Öğretmenliği Bölümü 4. Sınıf
Dershaneler özellikle
son yirmi yılda
eğitim sisteminde
özellikle aileler için
önemli bir yer aldı.
Öyle ki çocuğunu
dershaneye
göndermek
annelik babalık
görevlerinden biri
olarak sayılmaya
başlandı.
28
Dershanelerin kaldırılma ihtimalini duymak
yıllar önce bir çocuğu hiç olmadığı kadar mutlu edebilirdi, ona koskocaman bir umut verilmiş olunurdu çünkü. Beşinci sınıfı okuyan ve
hayatın ağırlığını çantasında fazladan taşıdığı
dershane kitaplarında hisseden bir çocuk hafta
içi üç gün okuldan sonra dershaneye giderdi.
Hafta sonu da gidebilirdi ancak hafta sonu
bari (!) ona kalsın istediğinden hafta içi gitmeyi
tercih etmişti. Etmişti lakin hafta içi dershane
kâbusu her anına çöküyordu. Ailesinin bir şeylerden kısıp para ödeyerek gönderdiği dershane, kimseye belli etmemeye çalışırken onun
mutsuzluk sebebiydi. Yine bir gün dershanede
matematik dersinde mutsuzluğun doruklara
ulaştığı bir vakitte gözyaşlarını daha fazla engelleyemeyen çocuk silgisini yanlışlıkla yere
düşürür gibi yapıp sıranın altına eğildi ve orda
ağladı.
Dershaneler özellikle son yirmi yılda eğitim
sisteminde ve özellikle aileler için önemli bir
yer aldı. Öyle ki çocuğunu dershaneye göndermek annelik babalık görevlerinden biri
olarak sayılmaya başlandı. Hele ki para konusunda sıkıntı çektiği halde çocuğunu dershaneye gönderen anne ve baba, çocuğunun
başarısı için her şeyi yaptığına, eğer çocuk başarısız oluyorsa bunun tek sebebinin çocuğun
kendisi olduğuna inanmaya başladı.
Bir zamanlar her dershane ayrı ayrı kontenjan sınavı yapar, kimisi ilk ona kimisi ilk beşe
ücretsiz dershaneye gitme hakkı verirdi ve ilk
yüze kadar indirimler azalarak devam ederdi.
Sınav sonuçlarını açıklamak için ise ailelere
davetiye gönderirler, davetiyede de çocuklarının indirim kazandığını yazarlardı. Biraz
sevinç biraz gurur karışımıyla davete icabet
eden aileler için % 10’luk indirimi gördükle-
rinde yüzlerindeki ifadeyi tahmin edebiliyor
musunuz? Hele ki eve geldiklerinde filanca
arkadaşının ücretsiz kazandığını yüzlerindeki
buruk ifadeyle anlattıktan sonra çocuğun durumunu varın siz düşünün! Şimdi ise ortak bir
sınavla değerlendiriliyor öğrenciler dershanelere girerken. Sıkıntı bitti mi, devam mı ediyor?
Dershaneler en çok çocukları yorar, en çok onları acıtır demek istediğim.
Dershaneler gerekli mi peki? Uzmanlar bu konuda birçok şey söylüyorlar, özellikle Başbakan
iki yıl içerisinde dershanelerin kapatılacağını
açıkladıktan sonra. Sistemin içinde çok güçlü
bir şekilde tutunmuş dershaneler nasıl okullara dönüştürülecek ve kapatıldıkları zaman insanlar onların eksikliğini hissedecek mi? Dershaneler sistemdeki hangi boşluğu dolduruyor
da eksiklikleri hissedilecek? Eğitimle ilgili bir
işlevinden söz edebilir miyiz bir dershanenin?
Sadece öğrencileri elemeye yönelik sınavlara
hazırlamak için verilen bir öğretimden bahsedebiliriz hâlbuki. Lakin bu sınavlar öğrencilerin
eğitim hayatını belirleyen en önemli kıstaslar
olduğu için ve dershanelerde doğrudan bu
amaca yönelik hizmet verdiğine göre elbette
ki dershanelerin eksikliği hissedilecek, tıpkı
onlara ihtiyaç duyulduğu gibi. Aslında mesele
okulların öğrenciye yetersiz gelmesi meselesinden çok ötede. Çünkü okulların görevi öğrenciyi çeşitli sınavlara hazırlamak değil. Aksine iç
huzuruna kavuşmuş mutlu bireyler ve en nihayetinde iyi bir toplum oluşturmayı hedefliyor
eğitim sistemimiz her ne kadar öğrencileri eleme sınavlarıyla mutsuzlaştırıp kendi hedefiyle
direkt çelişse de!
Ülkemizde birçok dershane ve bu dershanelerde çalışan çok fazla öğretmen var. Kendileri devlet okullarındaki öğretmenlere kıyasla
daha fazla çalışır, daha az hakka sahip olabilirler. Maaşları kendi içlerinde hayli değişiklik
gösterebilir, tabiri caizse öğretmenden çok işçi
muamelesi görebilirler. Çoğunun genç yaşta
olmasını da hem devlet kadrosuna yerleşememelerine hem de yapılacak işin çok enerji
gerektirmesine bağlıyorum. Ailelerin kendilerinden büyük beklentileri vardır; çocuklarını
tek bir düğmeye basar gibi başarılı yapmalarını
isteyebilirler. Öğrenciler ise öğretmene para
ödediklerini hatırlayıp bu yüzden istedikleri
gibi davranma hakları olduğunu düşünebilirler.
Dershaneler öğretmenleri de yorar ve acıtır demek istediğim.
Bana göre işin en acı tarafı ise KPSS’ye girecek
öğretmenler ve öğretmen adayları için dershanelerin hizmet vermesi. Eğitim sistemimizin
ulaştığı utanç verici durum! Neresinden bakarsan bak tuttuğun elinde kalır. Eğitim fakültesini
bitiren bir öğretmene, devlet kendi kadrosunda yer veremiyor ve onu çoktan seçmeli bir
sınava tabi tutuyor. Öyle ki “iyi öğretmen” (!)
KPSS de iyi puan alan öğretmen. Üstelik bazı
bölümler için istersen derece yap yine de yerleşemezsin çünkü senin bölümünden alım yapılmayacaktır. Nitekim geçmiş yıllarda KPSS’de
birinci olan bir fizik öğretmeni alım olmadığı
için ilk seferde yerleşemedi. Lakin sınava hazırlanmak için gittiği dershane onun sayesinde hayli reklam yaptı. Ne yapsın insanlar, sen
zorluklarla dört beş yılda fakülteni bitir sonra
mesleğini yapama, herkes gözünün içine baksın, tabi ki gidebiliyorsa bir dershaneye gidip o
sınavı geçebilmek için çalışacak. KPSS üzerine
uzmanlaşmış (!) dershane öğretmenlerinden,
öğretmen olabilmek için ders alacaklar.
Bugün dershaneler sınav merkezli eğitim sistemimizin merkezinde yoluna devam ediyor.
Özel okullara giden çocuklar dâhil olmak
üzere birçok öğrencinin yolu dershanelerden
mutlaka geçiyor. Dershaneler tarihe karışırsa
eğitim sistemine nasıl bir etki yapacak bunu
gerçekleşirse göreceğiz. Fakat naçizane düşüncem çoktan seçmeli eleme sınavlarıyla öğrenci
yerleştirmeye devam edilirse gözlerimiz dershane aramayı sürdürecektir.
Aslında mesele
okulların
öğrenciye
yetersiz gelmesi
meselesinden
çok ötede.
Çünkü okulların
görevi öğrenciyi
çeşitli sınavlara
hazırlamak
değil. Aksine
iç huzuruna
kavuşmuş mutlu
bireyler ve en
nihayetinde
iyi bir toplum
oluşturmayı
hedefliyor.
Eğitimim
sistemimiz her ne
kadar öğrencileri
eleme sınavlarıyla
mutsuzlaştırıp
kendi hedefiyle
direkt çelişse de.
29
EĞİTİM VE ÖĞRETİM
NASIL ÖZELLEŞİR?
ÖZGÜR GİRGİN
Bilişim Teknolojileri
Öğretmeni / Balıkesir
Önceliği cebini
doldurmak veya
devlet memuru
olmanın verdiği
rahatlıkla gevşemiş
kadrolarla
hayalîmizdeki
toplumu inşâ
edemeyeceğimiz
açıktır.
30
Dershaneler hakkında yıllardır yapılan tartışmalar gösteriyor ki doğru olmayan, yolunda
gitmeyen bir şeyler var. Tartışmanın tarafları
doğal olarak kendi çıkarları açısından durum
değerlendirmesi yapıyorlar ve her çıkar çatışmasında olduğu gibi söz hakkı verilmeyen çoğunluklar mağdur oluyor. Bu noktada mağdur
zümre olarak potansiyellerini keşfetme zemini
bulamamış öğrencileri ve velilerini görüyorum.
Öğrencinin potansiyelini keşfetmesi eğitimde
ilk basamak olmalıdır. Eğitimli insan, kalbî ve
aklî aydınlanmasına paralel olarak en yakınındaki insandan en uzağındakine kadar maşerî
bir şuur oluşturmayı dert edinebilmelidir. Ancak bu şekilde insanlık görevini yerine getirmiş
ve aldığı eğitimin hakkını vermiş olur.
“Şuurlu bir toplum inşa edebilecek eğitim kurumu ve kadrosu nasıl olmalıdır?” sorusunu
doğru cevaplamalıyız. Bu soruya dirayetli bir
cevabın verilemeyişi öğrenci ve velileri “dershane - okul - sınav sistemi” dişlileri arasında
âdeta öğütmektedir. Öğrencilerin uygulamalı
olarak öğrenebilecekleri ortamı hazırlayabilen, e-içerik üretebilen ve yaşam boyu öğrenen bir kadro olmadan hiçbir eğitim kurumu
başarılı olamaz. Bugün de karşımızdaki tablo
budur; önceliği cebini doldurmak veya devlet
memuru olmanın verdiği rahatlıkla gevşemiş
kadrolarla hayalîmizdeki toplumu inşâ ede-
meyeceğimiz açıktır. Kendi kendini yönetebilen, bilgiyi üreten ve paylaşan, öğrenme ve
öğretmeyi zamana ve mekâna bağlı olmadan
sürdüren, kendi potansiyellerini harekete geçirebileceği platformları tespit edebilen öğretmen ve öğrenciler istiyorsak, öncelikle yönetici kadrolara karakter sahibi, dirayetli insanları
getirebilmeliyiz. Aynı zamanda, bu bakış açısını toplumun tüm alanlarında hayata geçirilebilmeliyiz. Örneğin, evlâdımızı yetiştirirken
ahlâkının güzelliği birinci önceliğimiz olmalı.
Ne yazık ki manevî kaygıları olan anne babalarının bile bu rüzgarlardan kendilerini de yakınlarını da koruyamadıklarına şahit oluyoruz.
Etrafımızda görev dağılımı yaparken işe sağlam
karakterlilerden başlamalıyız. Ne yazık ki bu
noktada da çoğu zaman kendi konumumuzu
güçlendirecek isimlere görev veriyoruz. Uzun
lafın kısası, öğretmen olarak yukarıda vurgulanan noktaları kendi hayatımızda uygulayıp
meyvesini bu dünyada yemeyi beklemeden
elimizden geleni yapmaktan başka çaremiz
yok. Bu çabalarımız sonucunda er ya da geç
muhtaç olduğumuz kadrolar yetişecektir. Tuzun koktuğu bu dönemlerde bilinen gerçekleri
tekrar ederek zihinleri uyuşturmaktansa uzun
vadede sonuç verecek fedâkârlık ve zaman
isteyen bir reçete dile getirdiğim için canınızı
sıktıysam özür dilerim ancak vâkâ bu.
Yukarıda yazılanlar biraz daha iyimser ve parlak cümlelerle şöyle de ifade edilebilir: Devletler, yapıları ve üstlendikleri roller gereği içinde
bulunduğumuz hız ve bilgi çağında karşılaşılan
sorunları tespit etme ve çözüm üretmede yavaş
kalmaktadır. Devlet, toplumun bilge ve olgun
yüzü olmalıdır ve hızlı hareket etmesi doğasına aykırıdır. Eğitim-öğretim ise yaşanmakta
olan çağa değil, yaşanacak çağa göre biçimlendirilmelidir ki bunun için hamle yapan ve
gerektiğinde risk almaktan çekinmeyen “hızlıca
sonuca götürecek çözümler” üretebilen çekirdek kadrolara ihtiyaç vardır. İşte bu çekirdek
kadrolar, bilge bir devletin emrinde ve etki sahasındaki görevleri gerçekleştirebilecek geniş
imkânlarla desteklenmelidir ki sorunları ortaya
çıkma aşamasında çözebilsin. Yoksa bir sorun
kronikleştikten sonra çözüm üretmek çoğu zaman imkânsızdır.
Sonuç olarak bilge yaşam koçları rehberliğinde ve en kısa sürede tüm gücümüzle yukarıda
işaret edilen çekirdek kadroları yetiştirmeli ve
bu kadrolar üzerinden yarı özel eğitim ve öğretim kurumlarının yaygınlaşmasını sağlamalıyız.
Potansiyel olarak bu çekirdek kadroların toplumumuzun içinde saklı olduğundan şüphem
yok ancak bu kadroları organize edecek liderler
nerededir onu bilemiyorum.
Her şeye rağmen evlâdımızı yetiştirirken “Benim evlâdım böyle bir vizyona sahip olmalı!”
hassasiyetine sahip isek bu insanların sayısı inşallah artacaktır.
Devlet, toplumun
bilge ve olgun yüzü
olmalıdır ve hızlı
hareket etmesi
doğasına aykırıdır.
Eğitim-öğretim
ise yaşanmakta
olan çağa değil,
yaşanacak
çağa göre
biçimlendirilmelidir
ki bunun için
hamle yapan
ve gerektiğinde
risk almaktan
çekinmeyen
“hızlıca sonuca
götürecek
çözümler”
üretebilen çekirdek
kadrolara ihtiyaç
vardır.
31
EĞİTME,
ÖĞRET
VE
NİHAYET
KEVSER YENEL
DKAB Öğretmeni / Adana
Öğrenciler, havuz
problemlerinde
boğulup, yol
problemleriyle çıkmaza
giriyor, kendilerinden
bahsettikleri cümlelerde
“subject” olamıyor,
hayata kuşbakışı
bakamıyor, kimyalarını
kaybetmiş, fiziki
gerçekliklerden
soyutlanmış vaziyette
yaşıyor, bedenlerinde
mahpus ruhla müzikte
kendilerini özgür
bırakmaya çalışıyorlar.
32
Öğretmenlikte yeni olmama rağmen, her yıl
farklı geçiyor ve ben her geçen yılı “İşte yine
koca bir yıl bitti” şeklinde özetliyorum. Bu
sene çok hareketli geçti. İstenmedik öğrenci davranışlarının ayyûka çıktığı bir seneydi.
Ders esnasında hakimiyeti sağladım derken
ansızın hareketlenmeyle duvardan duvara bir
çarpışma meydana geliveriyordu veya yerinden kalkıp aniden “Beni yok yaz!” deyip çıkıp
gidiveriyordu kimi de.
yorlar. Eğitilmemiş, oturmamış bir kişilikle eksik kalan bir nesil, ne kadar yüksek mevkilerde
olursa olsun, ahlâki birçok unsurdan geride
kaldıkları için, kul hakkı, yetim hakkı, emek,
sevgi, merhamet, saygı, vefa gibi erdemli insan “puzzle”ındaki parçaları tek tek yitiriyor.
Profil olarak pasif gibi göründüm sanırım, ama
öyle değil. Onların hayatlarında etkili olabiliyor, yeri geliyor kavgaya karışıp yüzüne yumruk yiyenlerden biri de oluveriyordum.
Bir okul müdürü her eğitim öğretim yılı başında öğretmenlere bu mektubu gönderirmiş:
Bütün bunlar geçip gitmiş gibi görünse de çokları için, bende derin izler bıraktı. Yetiştirme
yurtlarında yetişenler, parçalanmış ailelerin
un ufak olmuş çocukları, yarış sistemi yüzünden ağzından burnundan soluyanlar, kendini
gerçekleştiren kehanetin müşterileri, kaçanlar,
uçanlar ve daha nicesi anılar yumağıma başkalarını ekleyerek gittiler ama ben yine dolaşık
vaziyette kıvranıyorum.
Ya sonra? Panoları parçalayanlar, sigara içenler, kasaturayla gezenler, tehditkâr bakışlarla
öğretmenlerini süzenler ne olacak? Doğruyu
bulacaklar mı? Suçlu kim? Peki bu çocuklar
hangi dönemeçte savruldular? Bu sorular yazılı sorularımdan daha zor. Çünkü hazırlayanı
bile cevapsız bırakıyor.
Nasıl bir sancı bu Allahım, binlercesini doğuracakmış gibi çırpınan yüreğimle diyorum ki
“Öğretime 1 yıl ara!” Biliyorum çok zor, ama
çok lazım.
Öğrenciler, havuz problemlerinde boğulup,
yol problemleriyle çıkmaza giriyor, kendilerinden bahsettikleri cümlelerde “subject” olamıyor, hayata kuşbakışı bakamıyor, kimyalarını
kaybetmiş, fiziki gerçekliklerden soyutlanmış
vaziyette yaşıyor, bedenlerinde mahpus ruhla
müzikte kendilerini özgür bırakmaya çalışı-
Konuya destek olması açısından belki de sizin
de bildiğiniz bir olaydan örnek vermek istiyorum.
“Bir toplama kampından sağ kurtulanlardan
biriyim. Gözlerim hiçbir insanın görmemesi
gereken şeyleri gördü. İyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odaları, iyi
yetiştirilmiş doktorların zehirlediği çocuklar,
işini iyi bilen hemşirelerin vurduğu iğnelerle
ölen bebekler, lise ve üniversite mezunlarının
vurup yaktığı insanlar. Eğitimden bu nedenle
kuşku duyuyorum. Sizlerden isteğim şudur:
Öğrencilerinizin insan olması için çaba harcayın. Çabalarınız bilgili canavarlar ve becerikli
psikopatlar üretmesin. Okuma yazma, matematik, çocuklarınızın daha fazla insan olmasına yardımcı olursa ancak o zaman önem
taşır.”
Eğitim, hayatın can damarı. İçinde akan kan
ne kadar çok olursa olsun en ufak bir darbede
izler, kesikte patlama olacak, kan akacak, akacak ve pamuk yüreklilik de bunu bastırmaya
yetmeyecek.
Yurda yarar bir insan edebilmenin yolunun,
edebi bilmekten geçtiğini unutmamalı, utanınca yanakları pembeleşen, kendini dürüstçe
ifade eden, hayasını, ziyasını kaybetmeyen,
aşkı meşkle karıştırmayan, “merhamet”li bir
nesil için, hepsinin ahlâktan çok sayıda netinin olması gerekiyor. Yoksa bu yanlışlar bir
geleceği götürecek.
Her zaman sevgiyle.
VELİ
ZİYARETİ
YASİR İHTİYAR
Marmara Üniversitesi İngilizce
Öğretmenliği / İstanbul
Etkinliği
gerçekleştirirken
belki de en
önemli referans
noktalarımızdan biri
“Sıla-i Rahim” di.
Yani “Yakın Akrabayı
Ziyaret”. Daha önce
Kur’an-ı Kerim ve
Sünnetten örnek
uygulamalarımızın
olması gerektiğini
ifade etmiştim.
Bu etkinliği o
kapsamda örnek
uygulama olarak ta
değerlendirebilirsiniz.
Eğitimde başarıdan bahsedilirken kullanılan
en önemli benzetme “sacayağı” kavramıdır.
Eminim sizlerde “Eğitim de başarı için üçlü bir
sacayağı vardır. Bunlar öğretmen, öğrenci ve
velidir.” tarzında cümleleri çok sık duymuşsunuzdur. Bu yazıda sizlerle eğitimdeki başarı için
bu sayılan üçlüyü içine alan bir etkinliğimizden
bahsetmek istiyorum.
Öncelikle bizler tarafından “Veli Ziyaretleri”
olarak planlanan ve isimlendirilen etkinliğimizin
öğrenciler tarafından “Ev Gezmesi”, öğrencilerimizin bizimle birlikte ziyarete gelemediği için
evde kalan küçük kardeşleri tarafından ise ziyaretlerimizde genelde zeytinyağlı sarma ikram
edildiği için “Yaprak / Sarma Yeme” olarak
isimlendirildiğini belirterek başlayalım… İsim
farklı olsa da sonuçta yaptığımız etkinlik aynı.
Etkinliği gerçekleştirirken belki de en önemli referans noktalarımızdan biri “Sıla-i Rahim”
di. Yani “Yakın Akrabayı Ziyaret”. Daha önce
burada rehberlikle ilgili yer alan iki yazıda (1, 2)
Kur’an-ı Kerim ve Sünnetten örnek uygulamalarımızın olması gerektiğini ifade etmiştim. Bu
etkinliği o kapsamda örnek uygulama olarak da
değerlendirebilirsiniz. Aslında bu etkinliğin çok
farklı biçimlerde uygulandığını sizler de görmüşsünüzdür. Bizim sınıf içi bir etkinlik ve rehberlik
faaliyeti olarak planladığımız bu etkinliği, ilköğretim ikinci kademe olarak düşünürseniz üç
aşamaya ayırdık. Altıncı sınıfta etkinliğin birinci
aşaması “Tanışma”, yedinci sınıfta ikinci aşama
olan “Kaynaşma” sekizinci sınıfta üçüncü ve
son aşama olarak “Vedalaşma (Helalleşme)”
düşüncesiyle ziyaretlerimiz gerçekleştirmeyi
planladık.
Veli ziyaretlerinin birinci aşamasında öğrenci
beş sene süren ilköğretim birinci kademeden
mezun olup yeni bir öğretmene kavuştuğu için
hem öğrenci hem de veliyi tanıma açısından
tanı(ş)ma düşüncesi vardı. İkinci aşamada artık
veli ve öğrenci tanındığı için gelişme bölümü
olarak düşünüldü. Son aşamayı da ziyaretleri
sonlandırma ve vedalaşıp helallik isteme olarak düşündük. Ve şu ana kadar ilk iki aşamayı
Allah’a şükürler olsun kazasız belasız tamamladık. Ayrıca bizim için son derece önemli bir
husus olan katılımcılar konusuna da dikkat ettik.
Veli ziyaretlerine giderken sınıf olarak ve idareci
bazında değil grup bazında ve öğretmenler olarak gittik. Yaklaşık otuz öğrencinin olduğu sınıfı
beş gruba ayırıp sırasıyla her hafta iki gruptan
dört öğrenciyi ziyaret ettik. Ziyaret giderken de
resmi bir hava olmasın diye idareciden ziyade
öğretmen ve grup arkadaşlarını tercih ettik.
Veli Ziyaretlerinin birinci aşamasını geçen sene
tamamladıktan sonra bu sene öğrencilerle beraber etkinliği değerlendirdiğimizde bir çok
eksiğimizin olduğunu gördük. Mesela ziyaretlere elimiz boş gitmiştik. Aileyle beraber bir
fotoğrafımız yoktu. Bir konu üzerinde sohbet
etmemiştik. Ziyaret sonrasında değerlendirme
yapmamıştık vs. Her işin bir ilk acemiliği olur
derler. Biz de ilk aşamada bu acemiliği yaşadık.
Ama bu sene ikinci aşamada geçen seneki bir
çok eksiği giderdiğimize inanıyorum.
• Öncelikle ziyaretlere elimizde hediye (çikolata) ile gittik.
• Hep beraber fotoğraf çektirdik. (Bunları hem
basılı olarak öğrencilere dağıtmada hem
de müzik eşliğinde video klip hazırlamada
kullandık.)
• Veli Ziyaretlerimizi haberleştirdik. (Başlangıcını ve bitişini iki kez haber yaptık.)
• Ziyaret edilen aileyle hep beraber bir konu
zerinde sohbet ettik.
• Ertesi gün grup öğrencileriyle ziyareti sözel
olarak değerlendirdik.
• Ziyaretler tamamlanınca anket yaptık.
Sonuç olarak söyleyelim ki; 1997 yılı yapımı
Paul Rudnick’in yazdığı Frank Oz’un yönettiği “In & Out (Vücut Dili)” (http://www.imdb.
com/title/tt0119360/) filminde başrol oyuncusu
Kevin Kline’nın canlandırdığı karakterin çok güzel bir duası vardı:
“Allah’ım beni iyiye,daha iyiye, en iyiye ulaştır.”
Buyurun Kevin’ın duasına amin demeye…
33
‘KONU
EKSİĞİ’
ÜZERİNE
V. METİN BAYRAK
Felsefe Öğtretmeni / İstanbul
“Eksik”, tamlığı
kategorik olarak
gerektiren bir
kavram; bir
yerde eksiklikten
söz edildiğinde
zihinde apriori
olarak tamlık
kavramı da vardır.
O halde nedir bu
tam ve tamlık?
Neyin tamlığı?
Nerede tamlık?
Nede tamlık?
34
Grekçe filozof anlamına gelen “philosopher”,
bilgeliği seven, bilgeliği arayan anlamına gelir.
İnsan asla bilge değil, olsa olsa onu arayan olabilir. Çünkü insan, günahkâr bir varlıktır. Maria
Magdelena’nın taşlanarak recm cezasına çarptırılacağı esnada İsa gelir ve “ilk taşı aranızdaki
günahkâr atsın” der. Haliyle, orada toplanmış
hiç bir insan eline taşı alamaz: Şairin dediği
gibi “Hiçbirimiz masum değiliz.”
Tamlık? Nede tamlık? İnsan olarak tamlık nedir? Biz, biyolojik bir varlık olarak tamız; ahlaksal, toplumsal bir özne olarak “tam” değiliz. Çünkü Herakleitos üstadın çok yalın dile
getirdiği gibi “Hiç bir şey bitmiş değildir, her
şey olmaktadır; var olan her şey oluş halindedir; bu nedenle de tamlıktan söz edilemez.”
Tam olmak olarak bakıldığında insana o, hep
yarım, eksik görecektir kendini; ortaya eksik,
olmamış, kendine yabancı, kendiyle barışık olmayan, eksik olma halini yaşayan biri olarak
nefes alarak kendini değersiz algılama eğiliminde olacaktır.
Öğrencilerin, velilerin ve kuşkusuz öğretmenlerin artık diline pelesenk olmuş bir kavramı
burada felsefeleştirerek tartışma konusu yapmayı amaçlayan bu mütevazı yazının konusu,
“konu eksiği” kavramıdır. “Eksik”, tamlığı ka-
tegorik olarak gerektiren bir kavram; bir yerde eksiklikten söz edildiğinde zihinde apriori
olarak tamlık kavramı da vardır. O halde nedir
bu tam ve tamlık? Neyin tamlığı? Nerede tamlık? Nede tamlık? Bu soruları çoğaltmak olanaklı ama burada “konu eksiği” kavramı ile ne
kast edildiği kısaca şu şekilde dile getirebilir:
Öğrenciler, herhangi bir konuyu tam öğrenemedilerse o konuyla ilgili eksik olduklarını ve/
veya öğretmenleri ve/veya velileri, öğrencinin
o konudaki ‘yetersiz başarı’sını gerekçelendirmek, açıklamak amacıyla öğrencinin o konudan eksik olduğunu dile getirmek amacıyla
“konu eksiği” kavramını kullanmaktalar.
Bir öğrencinin, herhangi bir konuda yüzde yüz
başarı gösterememesinin açıklaması olarak
konu eksiğini gösteren bir bakış açısının dayandığı iki varsayım / hipotez olabilir; bunlar:
“Herkes her şeyi aynı oranda öğrenebilir.”
“Herkes, her konuyu tam olarak öğrenebilir.”
“Konu eksiği” kavramını kullananlar, farkında
olarak ya da olmayarak düşüncelerini, yukarıda anılan iki hipoteze dayandırmaktalar; bu
iki hipoteze doğruluk ve her durumda geçerlilik atfederek akıl yürütmekteler. Bu yazının
konusu, konu eksiği kavramını ele alarak bu
kavramı kullananların düşünmelerine kaynaklık
eden ya da düşüncelerinin temelinde olan ilkelere, hipotezlere bakmak; bunların mutlak olup
olmadıklarının kritiğini yapmak.
Descartes, o meşhur Yöntem Üzerine Konuşma
(la discurs de la methot) adlı kitabında: “Dünyada en adilane dağıtılan sağduyudur; çünkü
herkes, ondan yeterince nasiplendiğini düşünür.” demiştir. Şimdi, sokakta dolaşıp sıradan
bir insan gibi, sıradan bir insana gidip bu iki
hipotez hakkındaki düşünceleri sorulduğunda
size güleceklerini görürsünüz. Oysa “konu eksiği” kavramını kullananların, düşüncelerinin
dayandığı hipotezlerin ayırdında olmaksızın
bu kavramı kullandıklarına tanık oluruz. Burada sorun, konu eksiği kavramını kullanmakta
değil elbette; sorun, velilerin ve öğretmenlerin
öğrencilerini bu ilkelere göre algılamaları ve
öğrencileri bu ‘ölçü’ye göre tartmaları. Haliyle
öğrenci de henüz kişilik yaşı ve benlik bilinci
yeterince gelişmediğinden, algılandıkları gibi
kendilerini algılamak eğiliminde olduklarından
ortaya kendini eksik, yetersiz hisseden öğrenciler / özneler çıkmakta.
Kendini her konuda eksik hisseden insanların
olduğu bir Türkiye yaratmaktayız. Her özne eksiktir, buradaki eksiklik tamlık olanaklı iken duyulan eksikliktir; değilse, eskilerin tabirleriyle,
“Dört dörtlük insan yoktur.”, “Beşerdir şaşar.”
deyimlerindeki “insan” kavramı ile aynı değildir. Bu bakışın altında başka bir insan imgesi
yatmaktadır; yeni bir insan üretiyoruz ve bu
insan tarihsel, antropolojik köklerinden kürtaj
edilerek üretilen bir insan. Bu mütevazı yazının
dikkat çekmeyi amaçladığı nokta, bir bakıma
üretilen yeni insan imgesine işaret etmektir de.
Descartes, o
meşhur Yöntem
Üzerine Konuşma
(la discurs de
la methot)
adlı kitabında:
“Dünyada en
adilane dağıtılan
sağduyudur;
çünkü herkes,
ondan yeterince
nasiplendiğini
düşünür.”
demiştir. Şimdi,
sokakta dolaşıp
sıradan bir insan
gibi sıradan bir
insana gidip
bu iki hipotez
hakkındaki
düşünceleri
sorulduğunda
size güleceklerini
görürsünüz.
35
ARAŞTIRMA VE
ÖĞRETMEN
YRD. DOÇ. DR. İZZET DÖŞ
Sütçü İmam Üniversitesi /
Kahramanmaraş
“Öğretmenlik”
özellikle öğretmenlerin
ruh sağlığının olumsuz
yönde etkilenebilmesi
açısından riskli bir
meslektir. Her gün
saatlerce kalabalık
bir öğrenci grubuyla
beraber olmak,
yapılacak her faaliyeti
ayrıntısıyla planlamak,
bu faaliyetin
gerçekleşmesini
sağlamak, sınıftaki
her şeyden her an
haberdar olmak kolay
değildir.
36
Öğretmen, çocuklarımızı emanet ettiğimiz eğitici, rehber ve örnek kişidir. Daha ruh dünyaları
yeni oluşmaya başlayan öğrencilerin karakterlerini inşa eden bir mühendis, ahlaklarını dantela gibi işleyen bir muallim, hayatı öğreten bir
usta gibidir. Öğretmenler eğitim kurumlarının
lokomotifidirler. Onlar eğitim işgörenleri olarak
toplumun kalkınmasında ve muasırlaşmasında
yükün büyük bir kısmını yüklenen yürekli insanlardır.
Öğretmenin yaklaşımları, tutumları, başarısı,
yeterliği, liderliği öğrenciler üzerinde olumlu
veya olumsuz etkiler oluşturabilmektedir (Ekinci ve Burgaz, 2009). Öğretmen davranışları, öğrenci motivasyonunda (Güzel, Özdöl ve Oral,
2010), öğrenci başarısında (Döş, 2011; Olcay
ve Döş, 2009), öğrenci gözetim ve kontrolünde
(Turan ve Altuğ, 2008) ve rehberliğinde (Nazlı,
2008; Kesici, 2007; Quinn, Haggard ve Ford,
2006) etkindir. Hem yönetici hem de öğretmenin ortak amacı, öğrencinin performansının
geliştirilmesine rehberlik ederek öğrencilerin
ve okulun başarısını artırmaktır (Çelik, 200:41).
Öğretmenin rol-model olması ve yeterlikleri,
öğrencilerin başarısında ve onların olumlu davranış kazanmasında önemli bir etkendir (Mortimore, 1993; Reynolds, 1995). Öğretmen her
öğrencinin öğrenebileceğini kabul etmeli ve
onlardan yüksek beklenti içerisinde olmalıdır.
Bu tutum öğretmenin öğrenciye yaklaşımını ve
davranışlarını etkileyecektir. İfade edilen bu nitelikler toplum ve çocuk için öğretmenin değerini ortaya koymaktadır. Ama bu nitelikleri devam ettirmek kendini geliştirme ve yenilenme
ile olacaktır.
Toplum devamlı değişim halindedir. Toplumsal
değerler değişim özelliği gösterebilir ve diğer
toplum üyeleri gibi öğretmenler de bu değişimin farkında olmayabilirler. Eğer değişim, düzenliyse sanki toplum durağanlığını sürdürüyor
izlenimi edinilebilir. Dolayısıyla daha önceki
nesillerin değer yargıları, günümüz çocukları
için geçerli olmayabilir ve bu değişim öğretmenler tarafından kolaylıkla fark edilemeyebilir (Akyıldız, 1992). Değişimi fark etmenin yolu
okumak, gözlemlemek ve araştırma yapmaktan
geçmektedir.
Yenilenme, kendini geliştirme, çağa ayak uydurma, bilgiyi artırma, yeni nesillere uyum sağlama,
teknolojik gelişimleri anlama gibi olguların tümü
ancak öğrenme, kendini yenileme ve dolayısıyla
araştırma yapma ile gerçekleşebilir. Öğrenmenin en önemli yollarından biri de araştırma yapmaktır. Günümüz eğitim çalışanlarının uzmanlık
alanlarına ilişkin yeterince araştırma yaptıkları
pek söylenememektedir. Bunun bazı gerekçeleri olabilir. Bu gerekçeler şöyle sıralanabilir.
Tükenmişlik: Bazı stres kaynaklarından dolayı,
“Öğretmenlik” özellikle öğretmenlerin ruh sağlığının olumsuz yönde etkilenebilmesi açısından
riskli bir meslektir (Girgin ve Baysal, 2005). Her
gün saatlerce kalabalık bir öğrenci grubuyla beraber olmak, yapılacak her faaliyeti ayrıntısıyla
planlamak, bu faaliyetin gerçekleşmesini sağlamak, sınıftaki her şeyden her an haberdar olmak
kolay değildir. Öğrenciler uzun süre oturarak
derse ilgilerini veremezler. Öğretmenin, erkengeç, kolay-güç öğrenen, normal-engelli öğrencilerle ayrı ayrı ilgilenmesi de gerekir. Sınıfta yaşanan çok yönlü ve karmaşık bir ilişkiler ağı vardır
(Başar, 1999). İnsanlarla çok yüksek oranda ilişki
kurmak strese olan direnci azaltmaktadır.
Öğretmenlerin araştırma yapmasının önündeki
engellerin başında mesleki tükenmişlik gelmektedir. Öğretmenliğinden yorulan kişiler, kendilerinde araştırma yapacak azmi ve enerjiyi bulamayabilirler. Ama öğretmen yorulmamalıdır.
Çünkü öğrencilerin gözlerindeki ışıltı, onların
öğretmenlerinden beklentileri, öğretmenlere bir
hareket vermeli ve onları kamçılamalıdır. Çünkü
öğrenciler, öğretmen olarak bizlere emanet edilmiş ülkemizin en önemli hazineleridir. Bu hazineler işlenmelidir çünkü onlar gelecekte dünyamızın yeni mimarları olacaklardır.
Motivasyon düşüklüğü: Motivasyon düşüklüğünün birçok nedenleri olabilir. Neticede öğretmen de bir insandır ve duyguları vardır. Bazı zamanlar olur ki öğretmen etkilendiği bir hadisenin
tesirinden kurtulamaz ve bu hadiselerin etkileri
meslek hayatına da yansır. Öğretmenliği ikinci
bir iş olarak görme ve öğretmenliğin dışında ticari faaliyetlerde bulunma da öğretmenin kendisini geliştirmesini engellemektedir. Bazı kaygılar,
öğretmenlerin bilimsel çalışma yapmasının ve
öğretmenliğinin önüne geçebilmektedir. Hizmet
içi eğitim faaliyetlerine katılmamak veya katılamamak da öğretmenlerin araştırma ve geliştirmeye yönelik tutumlarını olumsuz etkileyebilir.
İyi dizayn edilmiş hizmetiçi eğitim faaliyetleri öğretmenlere ufuk verebilir, onları teşvik edebilir.
Üst yönetimin tavrı: Okul yönetiminin araştırma, uygulama veya proje yapmak isteyen öğretmenlere olumlu yaklaşabileceği gibi bazı zamanlar motivasyon düşürücü davranışları da
olabilir. Bu tutum, öğretmenleri olumsuz etkileyebilecek ve “Bana ne! Çalışma yapmam kimi ilgilendiriyor ki?” düşüncesine neden olabilecektir.
Erişim problemleri: Artık günümüzde araştırma, proje vb çalışmaları yapmak için gerekli bilgiye ulaşmak daha kolay ve hızlı olabilmektedir.
İnternet, bilgiye ulaşma yollarından en kolayı ve
hızlısıdır. Bazı bilimsel dergiler erişim kolaylığı
sağlarken, üst düzey çoğu derginin yayınladığı
makalelere erişim hala ücretli olabilmektedir.
Bu durum güncel araştırmalara erişimi engellemektedir. Diğer bir problem ise özellikle kırsal
kesimde çalışan öğretmenlerin kütüphane veya
internet gibi bilgi kaynaklarına erişimde problem
yaşamalarıdır. Yıllardır köylerde veya küçük kasabalarda çalışan öğretmenlerin dış dünyadaki
gelişimleri takip etmesi ve ayak uydurması zor
olabilir.
Bilgisayar/Teknoloji kullanımı: Bilgisayar, günümüzün en önemli aracıdır denilse yeridir. Çünkü kullanılmadığı hiçbir alan yoktur ve bilgisayar
teknolojisi her disiplinin faydalandığı bir bilim
alanıdır denilebilir. Bilgisayar teknolojileri bilgiye
erişim, bilgiyi toplama, bilgiyi işleme, bilgiyi depolama gibi çok önemli faaliyetleri hızlı ve doğru
olarak yapabilen bir teknolojidir. Bu teknolojileri
kullanmada yeterli olmayan öğretmenlerin araştırma ve inceleme yapmaları zordur. Dolayısıyla
öğretmenlerin kendilerini yenileme ve geliştirmeye bilgisayar kullanımından başlamaları yerinde olacaktır.
Özendiricilerin yetersizliği: Araştırma yapmak
isteyen öğretmenleri teşvik eden yeterli gelişmiş bir sistem yoktur. Öğretmenlerin kendilerini
geliştirmelerini bekliyoruz ama gerekli desteği
yeteri kadar sağlayamıyoruz. Öğretmenler şunu
sormaktadır, “Araştırma yapmam, proje üretmem bana ne getirecek?” bu önemli bir sorudur
Ücret, insanları
teşvik eden en etkin
araçların başında gelir.
Yukarıda da belirtildiği
gibi araştırmaya
teşvik için, araştırma
yapan öğretmenlere
belli oranlarda ücret
takviyesi yapılabilir.
Örneğin her bir
makale için bir birim
ücret belirlenip bu
ücret araştırmacı
öğretmenlere
ödenebilir. Makalenin
yayımlandığı alanda
saygınlığı veya indeksli
dergilere göre bu
oran artırılabilir. Milli
Eğitim Bakanlığının
son zamanlarda
eğitim çalışanlarına
sempozyum ve
kongrelerdeki
çalışmalarını
sunmaları için gerekli
kolaylıkları sağlaması,
görevlendirmelerinde
ücret desteğini
vermesi çok olumlu bir
gelişmedir
37
Öğretmenlerin
kariyerlerindeki
yükselmelerinde
de bilimsel
çalışmalar
etkin olmalıdır.
Bu önemli
bir teşviktir.
Öğretmenlerin
kariyer
basamakları,
yeniden etkin
bir şekilde
uygulanması
ve bu kariyer
geçişlerinde
bilimsel makale
ve çalışmaların
değerlendirilmesi
önemli bir teşvik
olacaktır.
ve yeterli teşvikler verilmelidir. Mesela araştırma yapan, bilimsel makale yazan öğretmenlere
belirli bir maddi katkı sağlanabilir (mesela yayımlanan makale başına yazarlara 50 saat ek
ders verilebilir).
ARAŞTIRMAYA YÖNLENDİRMEDE
TEŞVİK EDİCİ UNSURLAR
Ücret katkısı: Ücret, insanları teşvik eden en
etkin araçların başında gelir. Yukarıda da belirtildiği gibi araştırmaya teşvik için, araştırma yapan öğretmenlere belli oranlarda ücret takviyesi
yapılabilir. Örneğin her bir makale için bir birim
ücret belirlenip bu ücret araştırmacı öğretmenlere ödenebilir. Makalenin yayımlandığı alanda
saygınlığı veya indeksli dergilere göre bu oran
artırılabilir. Milli Eğitim Bakanlığının son zamanlarda eğitim çalışanlarına sempozyum ve kongrelerdeki çalışmalarını sunmaları için gerekli kolaylıkları sağlaması, görevlendirmelerinde ücret
desteğini vermesi çok olumlu bir gelişmedir. Bu
tip uygulamalar öğretmenlerimizin gelişimini ve
bilime desteklerini artıracaktır.
Görevde yükselmeler: Öğretmenlerin kariyerlerindeki yükselmelerinde de bilimsel çalışmalar etkin olmalıdır. Bu önemli bir teşviktir. Öğretmenlerin kariyer basamakları, yeniden etkin
bir şekilde uygulanması ve bu kariyer geçişlerinde bilimsel makale ve çalışmaların değerlendirilmesi önemli bir teşvik olacaktır. Okul müdür
yardımcılığı, okul müdürlüğü, şube müdürlüğü
ve daha üst yönetimlere atamalarda bilimsel
çalışmalar puan olarak değerlendirilebilir. Bu
tutum öğretmenleri olumlu yönde teşvik edecek ve öğretmeni araştırmaya, öğrenmeye ve
çalışmaya yönlendirecektir.
Belge ve diğer ödüller: Araştırma yapmak zor
bir süreçtir. Bilimsel bir çalışma yapan ve bunu
yayımlayan öğretmenlerin yukarıda ifade edilen
teşviklerin yanında, belli bir sayının üzerinde
araştırma yapan veya çok önemli bilimsel dergi
ve kuruluşlarda yazısı yayımlanan öğretmenle-
38
re “başarı belgesi”, “plaket” vb gibi belgelerle
onurlandırılmaları olumlu bir gelişme olacaktır.
Kaynakça
Akyıldız, H., “Öğretmen Açısından Okul-Toplum Etkileşimi”, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi,
S:8, 1992, ss:189-198Başar H. (1999). Sınıf Yönetimi,
M.E.B Yayınları, Ankara.
Çelik, V., Eğitimsel Liderlik, Pegema Yay. 3. Baskı, Ankara, 2003.Döş, İ. (2011). Ortaöğretim Öğrencilerinin
Başarısızlık Nedenlerine İlişkin Öğretmen Görüşleri.
Milli Eğitim, 190, 72-91.Ekinci, E. Ve Burgaz, B. (2009).
İstenmeyen Öğrenci Davranışlarının Öğretmen ve
Okuldan Kaynaklanan Nedenleri. Manas Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi, 22, 91-111.
Girgin ve Baysal (2005). Tükenmişlik Sendromuna Bir
Örnek: Zihinsel Engelli Öğrencilere Eğitim Veren Öğretmenlerin Mesleki Tükenmişlik Düzeyi, TSK Koruyucu
Hekimlik Bülteni, 4 (4)
Güzel, H., Özdöl, M. F. Ve Oral, İ. (2010). Öğretmen
Profillerinin Öğrenci Motivasyonuna Etkisi. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 24, 241-253.
Kesici, Ş. (2007). Şube rehber öğretmenlerinin görüşlerine göre 6., 7. ve 8. Sınıf Öğrencilerinin Rehberlik ve
Danışma İhtiyaçları. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Dergisi, 17, 365-385.
Mortimore, P. (1993). School Effectiveness and the
Management of Effective Learning and Teaching. School Effectiveness and School Improvement, C.4, S.4,
ss.290-310.
Nazlı, S. (2008). Öğretmenlerin Değişen Rehberlik Hizmetlerini ve Kendi Rollerini Algılamaları. Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 11(20), 11-25.
Olcay, A. ve Döş, İ. (2009). Ortaöğretimde Başarıyı
Olumsuz Etkileyen Unsurların Öğrenci Boyutuyla Tespitine Yönelik Bir Uygulama. Gaziantep Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi, 8(1), 131-155.
Quinn, C. L., Haggard, C. S. Ve Ford, A. B. (2006). Preparing New Teachers For Leadership Roles: A Model
in Four Phases. School Leadership and Management,
26 (1), 55-68.Reynolds, D. (1995). The effective school:
An inaugural Lecture. Evaluation & Research in Education, C.9, S.2, ss.57-73.
Turan, S. ve Altuğ, S. C. (2008). Öğretmenlerin Öğrenci Kontrol İdeolojileri. Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler
Dergisi, 1(1), 95–113.
RABİA
ÖĞRETMEN
GÜRHAN GÜRSES
Türk Dili ve Edebiyatı
Öğretmeni / Elazığ
Sen bir ana
sen bir baba...
Evet o bir ana,
iki çocuk anası
ve dersine
girmiş olduğu
binlerce
öğrencinin
anası. Kendi
katilinin anası,
kendi canisinin
anası.
Bir toplum
kendi canavarını
nasıl yaratır,
görün işte!
“Öğretmenim canım benim canım benim!” der
ya bir şarkı… İçimiz cız eder bugün. Kahreder
bir yanımız, sabreder diğer yanımız.
Sahiplenmişliğin ifadesi olan ‘öğretmenim’
ne yazık ki yaşamıyor bugün. Bıçaklanmış karnından ve kalçasından sınıfın ortasında al kan
içinde, feryadı küçük yüreklerde, bakışı yarına
hazırlamaya çalıştığı öğrencilerinin üzerinde.
Canım benim diyemiyor, öğrenciler şokta, can
çıkıyor oysa! Katil ise yokta!
“Seni ben pek çok pek çok severim.” Bugün
bütün yürekler Rabia Öğretmen için çarpmalı,
onun için atmalı. Bütün okullarda onun anısına saygı duruşu yapılmalı, dua edilmeli. Sahip
çıkılmalı, yaşarken olmadı ama öldürüldükten
sonra onun bırakmış olduğu emanete sahip çıkılmalı. Öğretmenlerin birlikteliğine, tek yürek
ve tek ses olmuşluğuna davet olmalıdır.
“Sen bir ana sen bir baba...” Evet o bir ana, iki
çocuk anası ve dersine girmiş olduğu binlerce
öğrencinin anası. Kendi katilinin anası, kendi
canisinin anası. Bir toplum kendi canavarını
nasıl yaratır, görün işte! Kendi öğretmenine el
kaldıran, küfreden, dayak atan, hakaret eden,
bunu marifet olarak algılayan ve ona göstermesi
icap eden saygıyı göstermeyen, haddini aşan,
esprilerine malzeme olarak katan, dalga geçen,
takmayan bir neslin geleceği son nokta bu cinayettir. Öğretmen güçsüz ve çaresizdir bugün.
Öğretmen sahipsiz ve yalnızdır. Maaşı ve tatili
çok diye her zaman dedikodusu yapılan öğretmenlik mesleğinin ne kadar da zor ve bir ülke
için hayat memat meselesi olduğunun idraki
için birilerinin ölmesi icap ediyormuş, yazık!
“Her şey oldun artık bana”. Evet yeri geldi mi
her şeyi olan, yeri geldi mi bir tek şeyi olandır
öğretmen öğrencisinin. Anaysa ana, babaysa
baba, abiyse abi, ablaysa abla, arkadaşsa arkadaş. Ötesi yok, ölümün de çaresi yok işte.
Kalplerde yaşasın öğretmenim, şehit olduğu
okula adı verilsin. Ve ibreti âlem için herkesin
gözlerinin ta içine ¨Şehit Öğretmen Rabia Sevilay DURUKAN¨ tabelası asılsın.
“Okut öğret ve nihayet / Yurda yararlı insan
et.” Bu ülkeye yararlı binlerce öğrencinin arasında yurda ve şahsa zararlı olanlar da çıkıyor
işte. Öğretmenine sahip çıkan bir toplum, geleceğine sahip çıkar. Öğretmenine destek olan
bir toplum asıl kendisine destek olmuş olur.
İzmir’de bir okul.
Ortaokul hem de!
Ve o okulda bıçaklanıp hayatını kaybeden kırk
yaşında bir öğretmen, hem de iki çocuk annesi.
Öğretmenim benim, senin naçiz bedenin toprağa teslim konacak ve Rabbime emanet edilecek lakin bu sabinin ruhu nereye teslim edilecek?
39
Okut öğret ve
nihayet / Yurda
yararlı insan
et. Bu ülkeye
yararlı binlerce
öğrencinin
arasında yurda
ve şahsa zararlı
olanlar da çıkıyor
işte. Öğretmenine
sahip çıkan
bir toplum,
geleceğine
sahip çıkar.
Öğretmenine
destek olan
bir toplum asıl
kendisine destek
olmuş olur.
Öğretmenini sevmeyen bir toplum sağlıklı bir
toplum değildir.
Öğretmeni için ayağa kalkmayan bir toplum
ömür boyu kıç üstü oturmaya mahkûmdur.
Öğretmenine küfreden bir toplum değerlerine
küfreder.
O bir anne aynı zamanda, bir eş, bir öğretmen.
Öğretmenini bıçaklayan bir toplum bıçağı kendisine saplamıştır.
Balta hikâyeciğinde olduğu gibi ağaca balta vurmuşlar sapı bendendir demiş, halimiz bundan
ibarettir.
Öğretmenim canım benim deyip canını aldılar
senin.
Yaşarken bilinmeyen kıymetin öldükten sonra
bilinse ne yazar?
Vatan sağ olsun diyeceğiz senin için, eğitim şehidi diye bahsedeceğiz.
Mekânın cennettir öğretmenim nur içinde uyu,
toplum burada ayakta uyuyor zaten.
40
Bir toplumun yarını, yetiştirmiş olduğu çocuklardan bellidir.
Çocuk katilse, yarın katili bol bir memleket
olacağız demektir. Caniyse canisi bol olan bir
memleket olacağız demektir. Psikopatsa psikopatı bol olan bir toplum olacağız.
Ah öğretmenim canım deyip canını aldılar.
Kanım deyip kanını döktüler.
Şimdi sana Fatihalar yolluyoruz.
Seni uğurlayan binlerce, milyonlarca öğrenci var.
Seni seviyoruz öğretmenim, hakkını helal et lütfen.
Hakkını helal et lütfen.
TARİHTEN ÜÇ
NEFES VE DERİN
BİR DÜŞÜNCE
MEHMET ACAR
Okul Müdürü
Şahinbey / Gaziantep
Doğru bir tarih,
eğitim kurumları
vasıtasıyla
kazandırılabilir.
Ancak tarihi
bilgiler soyut
kavramlara
dayandığından
hedef kitlenin
anlaması ve
yorumlaması
zor olacaktır.
Bunu ne kadar
somutlaştırırsak
amacımıza
daha iyi ulaşırız.
HİROŞİMA
Japonlar, çocuklarında tarih bilincini geliştirmek için Hiroşima’ya götürüyorlar. 6-9 Ağustos 1945’te Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan iki
atom bombasında toplam üç yüz altmış bin insan hayatını kaybetti, on binlercesi de kalıcı yaralar aldı. Hiroşima’dan sonra Japonların geldiği
nokta ortada. Japonlar Hiroşima’dan gerekli ibreti ve dersi fazlasıyla almış, bugün her anlamda zirveyi yakalamış; Japonlar, Hiroşima’dan
gerekli milli-manevi ruhu ve tarih şuurunu çıkarmış, eğitimin ve tarih derslerinin merkezi bir
yerine yerleştirmiş.
ÇANAKKALE
Güçlü bir devlet olan ve dünya dengelerini
altüst eden Almanya’dan rahatsız olan İngiltere ve Fransa’nın, Birinci Dünya Savaşı’ndaki
emekli, Osmanlı Devleti’ne ait olan Çanakkale
Boğazı’nı ele geçirerek, müttefikleri Rusya’ya
yardım götürmek ve İstanbul’u işgal ederek Osmanlı Devleti’ni savaş dışı bırakmak istemeleridir. Savaş 18 Mart 1915 tarihinde başlamıştır.
İngiltere ve Fransa ile Osmanlı ve Alman orduları arasında geçen ve iki taraftan toplam beş
yüz binden fazla insanın “kaybına” (ölüm, firar, esir, sakatlanma ve hastalıklar) neden olan
savaşın ardından İtilaf Devletleri Çanakkale
Boğazı’nı geçememiş, İstanbul’u işgal edememiş, Rusya’da zorda kalan çarlık rejimi devrilmiş ve I. Dünya Savaşı iki yıl uzamıştır.
GAZİANTEP
17 Aralık 1918’de İngilizlerin Antep’e girmesiyle başlayan Antep Savunması 25 Aralık
1921’de sona ermiştir. Bu süre içinde çok çetin
savaşlar olmuş halk yoksul ve aç kalmış, canla
başla mücadele ederek Antep’i teslim etmemişlerdir. Antep halkı savaş süresince maddi ve
manevi kaybının yanında 6317 can vermiştir.
TBMM’den gazilik unvanı almıştır.
***
Geçmişini bilmeyen milletlerin geleceği olamaz. Geçmişte vatanı, canı, kanı uğruna koruyan insanların fedakârlıkları gelecek nesillere
doğru aktarılmalıdır. Hem de bu, ciddi bir milli
mesele kabul edilerek devlet eliyle yapılmalıdır.
Bir toplumun gelişmişlik düzeyi tarihine sahip
çıkmakla doğru orantılıdır. Tarihinden ders alan
milletler daha sağlıklı nesiller yetiştirmektedir.
Japonlarda olduğu gibi çocukların eğitimine tarihi bilinç oluşturduktan sonra başlamanın kendilerini getirdiği nokta ortadadır.
Eğitimde tarihi bilince ulaşmış bir yapı sağlanarak gelecek nesillere tarih doğru anlatılırsa toplum daha bilinçli, vatanını ve milletini seven,
dinine bağlı, milli ve manevi dinamikler ayakta
kalacaktır. Doğru bir tarih, eğitim kurumları vasıtasıyla kazandırılabilir. Ancak tarihi bilgiler somut kavramlara dayandığından hedef kitlenin
anlaması ve yorumlaması zor olacaktır. Bunu
ne kadar somutlaştırırsak amacımıza daha iyi
ulaşırız.
Japonya örneğinde olduğu gibi Hiroşima’nın
hala atom bombası atılmış haliyle korunması
ve gelecek nesillere gösterilmesi çok somut bir
örnektir. Biz Müslüman Türk Milleti’nin tarihini
anlaması için o kadar çok soyut tarihi mekânları
41
Antep’te o savaş
günlerini yad
edecek mekanlar
artık yoktur.
Ancak Şahinbey
Belediyesi’nin
kurmuş olduğu
Savaş Müzesini
görmek bile sanki
o mekanlarda
yaşıyormuş gibi bir
his vermektedir.
Müzeyi gezdikten
sonra, tarih
levhalarını
okuduktan sonra,
yaşanan çile ve
karşılaşılan
zorlukları
öğrendikten
sonra Antep’e
“Gaziantep” derken
“Gazi” kelimesini
iliklerinizde
hissedersiniz. Artık
Antepliyim değil
Gaziantepliyim
demek arasında
bile fark olduğunu
anlarsınız.
42
var ki gelecek nesillerin tarihi daha iyi öğrenmesi için hepsi birer abide gibi durmaktadır.
Bunların başında Çanakkale gelmektedir ki
Çanakkale Savaşı’nı anlatmak ciltler dolusu kitapla gerçekleşir. Fakat Çanakkale’yi görmek
ciltler dolusu kitap okumadan daha faydalıdır.
O tarihi yerinde görmek, o havayı teneffüs etmek, yaşananları hissetmek insanı tarihine karşı
duyarsız yapamaz.
Antep’te o savaş günlerini yad edecek mekanlar artık yoktur. Ancak Şahinbey Belediyesi’nin
kurmuş olduğu Savaş Müzesini görmek bile
sanki o mekanlarda yaşıyormuş gibi bir his vermektedir. Müzeyi gezdikten, tarih levhalarını
okuduktan sonra, yaşanan çile ve karşılaşılan
zorlukları öğrendikten sonra Antep’e “Gaziantep” derken “Gazi” kelimesini iliklerinizde
hissedersiniz. Artık Antepliyim değil Gaziantepliyim demek arasında bile fark olduğunu anlarsınız.
Savaş yıllarında askerlerin açlıktan ölmemek için
acı zerdali çekirdeklerini yemek zorunda kaldıklarını, yetişkinlerin cephede savaşırken, ihtiyarların atölyelerde cephane yaptığını, çocukların
savaş meydanlarından boş mermi kovanı toplayarak atölyelere taşıdığını öğrenen bir çocuk,
annelerinizin yaptığı, pırasa, ıspanak ve fasulye yemeklerine itiraz etmeyecektir. Atalarının
o şartlar altında ağaçtan yaptıkları ve makineli
tüfek sesi çıkaran “taktak” ile düşmanı geri püskürttüğünü, ilk defa iki bakır tabağı birleştirerek
“sahan bombası” yaptığını öğrenen bir Antepli
öğrencinin derslerinde başarılı olmaması ve projeler üretmemesi için hiçbir sebep yoktur. Şehir
halkının kullandığı tabanca, av tüfeği, kılıç, kama,
et satırı, kazma, kürek ve nacaklarla, şehitlere ait
birçok eşyayı gören gazi çocukları elindeki araç
gerecin kıymetini daha iyi bilecektir.
Teknolojik bütün imkânlara sahip olabilirsiniz,
zengin olabilirsiniz ama tarih şuurunuz, tarih
bilginiz ve üzerinde yaşadığınız vatanın hangi bedellerle size emanet bırakıldığını gelecek
kuşaklara aktaramazsanız geleceğinizden emin
olamazsınız. Bizler, ülkesini kurtaranların gururlu evlatlarıyız. Ama bu kurtuluşun bedelinin
ne olduğunu da gençlere aktarmak zorundayız. Atalarımızın yaptığı bu fedakârlıktan sonra
onları asla unutmayacağız. Çocuklarımıza çok
çalışmaları gerektiğini söyleyeceğiz. Onlara bu
ülkeyi sevmelerini, ülke çıkarlarına karşı hassas
olmalarını, gerektiğinde ataları gibi fedakârlıkta
bulunmaları gerektiğini söyleyerek geleceğe ışık
tutmalıyız. Bu hususta aşağıdaki hatıra ne kadar
da haklı ve düşündürücü.
Bir dönem, Türkiye’deki eğitimi görmek amacıyla ziyarete gelen Japon yetkililerinden biri Türk
yöneticilere,
- Biz çocuklarımızı, atom bombasının atıldığı
Nagazaki ve Hiroşima’ya götürürüz ve “Bakınız,
eğer çalışmazsanız ülkemiz bu hale gelir. Yok,
eğer çalışırsanız mevcut durumumuzdan daha
iyi oluruz.” diyerek gençlerimize hem tarih şuuru hem de ideal veririz¨ der.
Oradaki Türk idareci ise,
- Bizim Nagazaki ve Hiroşima’mız yok ki, cevabını verince Japon yetkili şaşırır ve şu ibretli sözü
söyler:
- Sizin de Çanakkale’niz var ya!
Antepli Antep’te, Türkiyeli Çanakkale’de din,
dil, ırk ayrımı yapmadan cephede yan yana savaşan, mezarda yan yana gömülenlerin arasındaki kardeşlik duygularını, iman bağlarını anlasaydı, onların göstermiş olduğu vatan sevgisini
gösterseydi acaba ülkemizdeki kardeş kavgaları
devam eder miydi? Acaba ülkemiz hala kalkınma çabası içinde olur muydu? Ve en önemlisi hala Avrupa Birliği’ne girme hayaliyle yaşar
mıydık? Düşünmeye değmez mi?
MAŞALLAH EVLADIM,
GÖZLERİNDEN ÖPERİM!
AHMET HAŞİN
[email protected]
Türkiye’de eğitim
sisteminin temel
sorunu Ankara
merkezli yönetim
anlayışı. Her şeyi
onlar bilir ve
yönetir. Elbette
devletin yönetim
biçiminin tarihsel,
sosyolojik, politik
temelleri ve
gerekçelerini
tartışacak değilim.
Haddi zatında bu
haddim de değil.
Bir 24 Kasımı daha idrak ettiğimiz bugünlerde
yine birbirinden eğlenceli haberler alıyorum.
Efendimiz, devletlü vezirimiz bir ferman irad
buyurmuş:
Tez, mülkümdeki mekatipte muvazzaf muallimlerin küllüsü baştan ayağa kontrolden geçirile ve her vilayetten en evla bir muallim dersaadetime gönderile.
Galiba bugünlerde her ilden seçilmiş meslektaşlarımız bu önemli davete icabet edebilmek
için Ankara yolunu tutmuşlardır. Zira onları
davet eden de ağırlayacak olan da Sayın Bakanımız.
Fakat neden öğretmenler arasında bir coşku
yaşanmıyor böyle büyük bir davet geliyor da?
Fakire sorarsanız bunun iki sebebi var efendim. Birincisi davet edenle ilgili, ikincisi ise
davet edilenle.
Davet edenden başlayalım. Türkiye’de eğitim
sisteminin temel sorunu bu Ankara merkezli
yönetim anlayışı. Her şeyi onlar bilir ve yönetir. Elbette devletin yönetim biçiminin tarihsel, sosyolojik, politik temelleri ve gerek-
çelerini tartışacak değilim. Haddi zatında bu
haddim de değil. Lakin bizdeki kadar da göz
göre göre olunca çok göze batıyor.
Mesela her şehri temsilen bir öğretmen seçeceksiniz, fakat bu bir öğretmen İstanbul’da
yüz bin küsür öğretmen arasından seçilecek,
Uşak›ta beş bin öğretmen arasından. Kaldı ki
her iki şehrin standartları ve eğitim ortamındaki farklılıkları da varın siz düşünün.
Sonra bu öğretmenler hangi yeterliliklerine
göre seçilecek? Genelgeye baktığınızda öğretmenlerin % 50’sini seçebilirsiniz. Yani kriterler objektif olsun diye çabalarken sıradan bazı
kriterlerle hareket ediyorsunuz. Bu durumda
ne seçilen ikna oluyor ne seçilmeyen.
Sonra kim seçecek? Işte en can alıcı tarafı bu.
Aslında yine yüce devletimiz seçecek. Her
önerilen öğretmenin sicili araştırılacak. Devletine ve milletine bağlı, şeker gibi çocuklardan
daha güzel ya da daha yakışıklıları seçilecek
ve Ankara’ya önerilecek.
Kim ödüllendirecek? Yine yüce devletimiz.
Peki ne ile ödüllendirecek? “Maşallah evladım, gözlerinden öperim!” diyerek.
43
Demokratik
toplumlarda
her vatandaş
eşit haklara
sahiptir. Galiba
biz toplumun en
eğitimli kesimi
olan öğretmenler
olarak henüz bunu
içselleştirebilmiş
değiliz bihakkın.
Yeteri kadar
cesur değiliz
ve kendimize
güvenimizde biraz
sorun var gibi.
Böyle olunca da
lutfedilince mesrur,
kahredilince
mahzun oluyoruz.
Gelelim davet edilenlerden kaynaklanan sorunlara. Efendim iğneği kendimize çuvaldızı
başkalarına batıralım. Öğretmenler odasında
en çok konuşulan, yaptıklarımızın takdir edilmemesinden yakınmalar oluşturuyor. Özellikle de yüce devletimizin takdirsizliği. Ve hatta
bu takdirsizlik yüzünden işini aksatan ve bunu
vicdanen kabullenen meslektaşlarımız var
maalesef. Hal böyle olunca çoğu zaman fırçalayan yüce büyüklerimiz bazen de başımızı
okşamak istiyorlar merhamete gelip.
Diğer taraftan sürekli devlet memuru olmanın
faziletleri ve faydaları üzerine etrafımızdakilere nasihat vermiyor muyuz? Oh ne güzel hayat, bir kere devlet memuru oldun mu, artık
maaş garanti, dokunan eden yok, çok büyük
ve yüz kızartıcı bir suç işlememişsen emekli
olana kadar kimse dokunamaz.
Her nimetin bir külfeti oluyor. Çoğu zaman
aklımıza gelmiyor bile, bize bu nimeti lutfedenlerin bazen de sahibimiz gibi davranabilecekleri.
Esasen onların sahibimiz gibi davranmaları
hoşumuza da gidiyor da pek açık vermiyoruz.
Azıcık güzel söz söylediler mi yelkenleri suya
indiriyoruz hemen. Azıcık maaş zammı, üç
beş promosyon...
Yetmiyor, tüm sorunların çözümünü onlardan
bekliyoruz. Sanki onlar da bizim gibi etten
kemikten yaratılmış aciz varlıklar değilmişler
gibi.
Oysa demokratik toplumlarda her vatandaş
eşit haklara sahiptir. Galiba biz toplumun en
eğitimli kesimi olan öğretmenler olarak henüz
bunu içselleştirebilmiş değiliz bihakkın.
Yeteri kadar cesur değiliz ve kendimize güvenimizde biraz sorun var gibi. Böyle olunca
da lutfedilince mesrur, kahredilince mahzun
oluyoruz. Oysa alınterimiz ve aklımızla elde
etmeliyiz maddi ve manevi kazançları ve son-
44
ra kimsenin lutfuna ya da kahrına mahkum
olmamalıyız diye düşünüyorum.
Evet, ister yüce devletlülerimiz ister değerli
meslektaşlarımız... Hepimiz bu memleketin
demokrasi ve cumhuriyet sıfatları ile bezeli
sultanlık idaresinin payidar olması için büyük
emek sarf ediyoruz.
Biz neyse de çocuklarımız da bu saltanata alışık yetişiyor ve bence endişe etmemiz gerekn
asıl husus da bu olmalı.
Değerli meslektaşlarım, bizim emeğimizin karşılığı kendini gerçekleştirmiş öğrencilerimizdir.
Bunu görenler olur da takdir ederlerse ne ala.
Bunu başaramadığımız halde birileri bize ödül
veriyorsa bilin ki onlar başınızı okşayıp gözlerinizden öperek bizi tebea olarak görmek isteyen
devlet büyüklerimiz ya da onların yaverleridir.
FİNLANDİYA’DA
YETİŞKİN
MESLEK EĞİTİMİ
NURDAN KARBUZ
İngilizce Öğretmeni / İstanbul
Eğitim sistemini ele
aldığımızda, okul
öncesi, birinci ve
ikinci kademe ve
bir yıl da hazırlayıcı
temel eğitim olmak
üzere dokuz yıllık
zorunlu temel eğitim
veriliyor. Bu temel
eğitimde, okul öncesi
eğitim zorunlu değil
ancak çoğu aile bu
eğitimi almaları için
çocuklarını zaten
okula gönderiyor.
İGEDER olarak kurumsal kapasitemizi artırmak
ve nitelik açısından daha da geliştirmek, ayrıca yaptığımız gönüllü çalışmaları sadece ulusal çerçevede sınırlandırmayıp, aynı zamanda
uluslararası boyuta taşımak amacıyla önem
verdiğimiz konuların başında da AB projeleri
yer almakta. Dolayısıyla, yerel ve ulusal çapta
birçok projeye koordinatör ya da ortak olarak
katılım sağlamaktayız. Bu kapsamda, Finlandiya’daki yetişkinlere yönelik mesleki eğitim
uygulamaları ile ülkemizdeki benzer kurumlardaki yetişkinlere yönelik mesleki eğitim uygulamalarının benzer ve farklı yönlerini tespit
ederek, iyi örneklerin ülkemizde uygulanabilir
hale getirilmesini amaçlayan “Yetişkin Mesleki
Eğitiminde Finlandiya Örneği (Yetmefö)” isimli proje kapsamında 07-13 Ekim 2012 tarihleri
arasında Finlandiya’nın Tampere şehrine çalışma ziyaretinde bulunduk.
Bu proje kapsamında, başta Finlandiya’daki
yetişkin mesleki eğitimi alanında çok büyük
başarılar sağlayan TAKK kurumu olmak üzere,
birçok kurumda çalışma toplantıları gerçekleştirdik. Ziyaret ettiğimiz kurumlar arasında Tampere Koleji, TAKK’ın Nirva Tesisleri, Tampere
Şehri Metso Kütüphanesi, Pirkanmaa Çıraklık
Eğitimi Merkezi ve Tampere Uygulamalı Bilimler Üniversitesi de vardı. Ziyaret ettiğimiz kurumlardaki çalışma toplantılarında, Finlandiya
eğitim sistemini hem teorik anlamda inceleme
hem de uygulamalı olarak gözlemleme imkanına sahip olduk.
Eğitim sistemini ele aldığımızda, okul öncesi,
birinci ve ikinci kademe ve bir yıl da hazırlayıcı
temel eğitim olmak üzere dokuz yıllık zorunlu
temel eğitim veriliyor. Bu temel eğitimde, okul
öncesi eğitim zorunlu değil ancak çoğu aile bu
eğitimi almaları için çocuklarını zaten okula
gönderiyor. Bunun yanı sıra, 7-16 yaş zorunlu
eğitim sona erdiğinde, öğrenci talep ederse bir
yıl da hazırlayıcı eğitim veriliyor. Bu eğitim, düz
lise ve meslek lisesi arasında bir karar veremeyen ya da notlarını yükseltmek isteyen öğrencilere yardımcı olmak için bir alternatif olarak
yer alıyor. Zorunlu eğitimden sonra, öğrenci
düz liseyi seçerse lisans, yüksek lisans, doktora
vs. aşamalara kadar ilerleyebiliyor, eğer meslek
lisesini seçerse meslek yüksekokullarına ya da
teknik üniversitelere ve belirli iş deneyimini
de edindikten sonra bu üniversitelerde teknik
45
Kütüphane içerisinde
sevilen yazarların
söyleşilerinin veya
konferanslarının
olduğu çok amaçlı
salon, isteyen
herkesin çok cüzi
bir miktara kiralayıp
kendi eserlerini
sergileyebileceği sergi
alanı, müzik aletleri
üzerinde çalışma
yapmak isteyenler için
akustik salonu bile var.
46
alanda yüksek lisans yapma şansına kavuşuyor. Yine de keskin çizgiler yer almıyor eğitim
sistemlerinde yani öğrenci sonradan fikir değiştirdiğinde meslek lisesinden düz liseye ya
da tam tersi düz liseden meslek lisesine de
geçiş yapabiliyor. Bunun yanı sıra, mesleki
anlamda tamamlayıcı eğitimler veren özel
kurumlar da var. Bunlardan biri direkt proje
ortağımız olan TAKK Mesleki Eğitim Merkezi.
Öğrenciler temel eğitimlerini sona erdirdikten sonra, lise eğitiminden ziyade iş hayatına
atılmak istediklerinde devreye bu tür kurumlar giriyor. Teorik konularla pratik uygulamaları bir arada sunan ve işi iş üzerinde öğretme amacını güden bu kurumlar öğrenciler
açısından oldukta pratik bir alternatif. Hem iş
hayatına atılıp hem de aynı anda eğitim alıp
seçtikleri meslekte de uzmanlığa kadar ilerleme olanağı son zamanlarda ülkede ikamet
eden göçmenler de dahil birçok insan için
kaçırılmayacak bir fırsat. Dolayısıyla da bu
tür kurumlara olan talep her geçen yıl daha
da artmakta. Tüm bunların yanı sıra, mesleki
eğitimde en dikkat çekici nokta ise mesleklerin icra edilmesinde cinsiyet ayrımının ve
önyargısının yaşanmayışı. Meslek atölyelerini
gezerken, tuğla ve kalebodur ören, sıva yapan tırnakları ojeli kulakları küpeli bayanları
görmek bizim için alışılagelmedik bir durum
gibi gözükse de Finlandiya’da bu çok normal
karşılanmakta.
Finlandiya’nın eğitim açısından büyük başarılar sağlamasının nedenlerinden biri de kütüphaneler. Tampere şehri Metso Kütüphanesi ziyareti sırasında bu bilgiyi gidip yerinde
teyit etmiş olduk. Finlandiya’da her şehirde
devasa boyutlarda kütüphaneler yer alıyor
ve her biri tasarım açısından adeta birbiriyle
yarış ediyor. Ünlü mimar çift Reima ve Raili
Pietila tarafından tasarlanan Metso Kütüpha-
nesi 6,648 m2 lik geniş bir alana sahip. Binanın tasarımından ve alan genişliğinden ziyade, kütüphanenin aktif olarak kullanımına
dair veriler oldukça çarpıcı. Yılda 2.333.675
ziyaretçisi olan kütüphaneden 4.921.230
adet kitap ödünç alınıyor ve bu rakamlarda
%29,6’lık oran ise çocuklara ait. Tampere
şehir kütüphanesinin bölgedeki tüm okullarla
yaptığı anlaşmaya göre her çocuk en az üç
kez kütüphaneye gelip, burada kütüphane
görevlileri tarafından kütüphanenin aktif ve
doğru kullanımına yönelik verilen eğitimi almak zorundalar. Buradaki üç rakamı aslında
sembolik çünkü bu eğitimden ve erken yaşta kazandırılan davranıştan sonra çocuklar
ömür boyu kütüphaneleri aktif olarak kullanıyorlar. Kütüphanenin çocuk bölümü onların
bu alışkanlığı kazanmalarında kitaplara karşı
besleyecekleri sevgi faktörünü de devreye
geçirecek şekilde düzenlenmiş. Buna ilaveten, kütüphaneler sadece bilgi edinme veya
araştırma yapma yeri değil aynı zamanda
sosyalleşme mekânları. Kütüphane içerisinde
sevilen yazarların söyleşilerinin veya konferanslarının olduğu çok amaçlı salon, isteyen
herkesin çok cüzi bir miktara kiralayıp kendi
eserlerini sergileyebileceği sergi alanı, müzik
aletleri üzerinde çalışma yapmak isteyenler
için akustik salonu bile var. Kısacası, kütüphaneler eğitimin sadece okul sıralarıyla sınırlı
kalmayıp, hayat boyu öğrenme anlayışının
hakim olduğu ve okumayı bir kültür haline
getiren bir toplumun oluşmasında önemli bir
faktör.
Finlandiya Eğitim sistemine ve özellikle de
yetişkin mesleki eğitimi uygulamalarına dair
yerinde yaptığımız incelemelerimiz ve gözlemlerimiz tüm bunları sayfalar dolusu bir
rapor haline getirmeye yetecek kadar fazla
olmasına rağmen, derginin çeşitlilik zenginli-
ğini muhafaza etmek adına burada içeriğin
sadece en can alıcı noktalarına değinildi.
Daha ayrıntılı değerlendirmelerin kısa bir
süre içerisinde rapor haline getirildikten
sonra İGEDER yayınlarından ilgilenenler
için temin edilmesi mümkün kılınacak.
Proje kapsamındaki bu bir haftalık kısa
çalışma ziyareti, sistemin içeriğini, uygulama aşamalarını ve uygulamaların başarıya ulaşması için devreye giren sistemin
tamamlayıcı faktörlerini inceleme ve
iyi örneklerin ülkemizde de uygulanmasını sağlama açısından
bizler adına oldukça verimli
geçti. Geleceğe yönelik olarak ise temelini atmış olduğumuz yeni ortaklıklar ile eğitim
alanındaki iyi uygulamaların
ve yeniliklerin transfer
edilmesi
konusunda
çalışmalarımızı sürdüreceğiz.
Değişim süreci,
iyi yönetildiği
takdirde örgütü
başarıya götüren,
kötü yönetildiği
takdirde örgüt
için bir yıkım da
yaratabilecek
oldukça zor ve
sancılı bir süreçtir.
47
KELES’TE
GÜLSEREN ÇETİN ÖZBEN
Konaklama ve Seyahat
H. Ö. / İstanbul
Osmanlı
döneminden
kalan köy sancağı
camide muhafaza
edilmektedir.
Kahverengi
saten kumaş
üzerine “Allah”,
“Muhammet”,
isimleri ile dualar
yazılmıştır.
Sancağın pirinç
aleminde ise ajur
tekniği ile “Allah”
ve “Muhammet”
yazıları okunur.
48
Kemaliye Köyü camisine, Keles bölgesinde
yaptığım bir monografi çalışması sırasında rastladım. Bir dağ köyündeki bu küçük camiye bu
üslupta tasvirli süslemelerin neden yapıldığı, bu
tasvirlerin sanatsal bir değerinin olup olmadığı
ve bu süslemelerin belli bir dönem üslubuna
dâhil edilip edilemeyeceği merakıyla inceledim
yapıyı.
Bursa’ya 71 km uzaklıkta, 1050 m rakımdaki
bu köyde bulduğum bu yapı, sanat tarihi açısından ülkemizin zenginliğinin en güzel göstergelerinden biridir. 1908 salnamesinde “Kızıl
Kilise” adıyla anılan köy, ekonomisi tarım ve
hayvancılığa dayanıyor.1
Kemaliye Köyü Camisi’ne İlişkin Gözlemler
Keles ilçesine bağlı Kemaliye Köyü’nde bulunan
caminin yapanı ve yaptıranı bilinmiyor. Harimin giriş kapısı üzerindeki kalem işi “Maşallah”
yazısında görülen hicri 1291 yazısı nedeniyle
yapım tarihi 1874–1875 olarak düşünülüyor.2
Yapı, halen kullanılıyor.
1 Kemaliye, Bursa Ansiklopedisi, C. 3, Burdef Yayınları, Bursa, 2002, s. 1044.
2 Ötüken, Yıldız, 1986, Türkiye Vakıf Abideler ve
Eski Eserler, C.4, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Ankara, s. 438.
Bir avlu içinde yer alan yapı, kuzey-güney doğrultusunda, dikdörtgen planlı. Harim ile kuzeyde harime bitişik bir son cemaat yerinden
oluşuyor. Kırma, kiremit çatı örtülü yapının, dış
duvarlarının beyaz kireç badanası ve mavi ahşap pencerelerinin sade görünümü ile iç süslemelerinin çok renkliliği tezat oluşturuyor. Ana
yapıya girdiğinizde son cemaat yerindeki kalem
işi süslemeler karşılıyor sizi. Bu bölümün, güney
duvarında beş, batı ve doğu duvarlarında birer
panoda yer alan yapı ve çiçek resimleri hemen
dikkati çekici. Doğu duvarında baldaken kubbe ile örtülü mozolenin ayrıntılı tasviri ve gerçekçi üslubu merak uyandırıcı. Harime girilen
kapının üzerindeki panoda gri renkte yapılmış
kıvrık dal ve yaprak tasvirleri siyah renkte kontürlenmiş. Güney duvarında vazo içinde çiçek
demetlerinden oluşan başka bir mozole görülüyor.
Harime giriş kuzey duvarından. Girişin üzerindeki ahşap mahfile çıkış kuzey ve batı duvarlarına bitişik merdivenler ile sağlanıyor. Mahfil
altının doğu duvarına pano içinde selvi ağaçları
ve vazoda laleler, batı duvarına canlı renkleri
ve naif üslubu ile ilgi çeken bir nar ağacı resmedilmiş.
Osmanlı döneminden kalan köy sancağı camide muhafaza ediliyor. Kahverengi saten kumaş
üzerine “Allah’, ‘Muhammet”, isimleri ile dualar
yazılmış. Sancağın pirinç aleminde ise ajur tekniği ile “Allah” ve “Muhammet” yazıları okunuyor.
Harim duvarları koyu mavi, kalın ve düz çizgi ile
bölümlere ayrılmış, bu bölümlere köşelerine siyah renkte çiçek motifi işlenmiş ince çerçeveler
içinde vazodan fışkıran çiçekler, Kâbe ve başka
yapı grupları, “Ali”, “Muhammed”, “Hüseyin”,
“Ebubekir”, “Osman”, “Hasan” yazılı madalyonlar resmedilmiş. Cami içindeki pencere nişlerinin çevreleri akantus yaprağı motifi ile üst kısmı
yuvarlatılmış alınlıkları yarım daire biçiminde
kırmızı gül ve yapraklardan oluşan çelenk ile
süslenmiş.
Harimin güney-doğu köşesinde ahşap kürsü yer
alıyor. Zeminden 70 cm kadar yüksekte olan
kürsüye üç basamaklı ahşap bir merdiven ile çıkılıyor.
Tavan süslemelerinde ahşap ve kalem işi kullanılmış. Göbek kısmının çıtalar ile bölünmüş 16
üçgen bölümü yine ajur tekniğinde çiçek ve dallar ile bezenmiş.
Cami minberi ahşap. On basamaklı minberin
ahşap trabzanına ajur tekniği ile yapılmış çiçek
ve dallarla hareket kazandırılmış.
Güney duvarında yer alan, yarım daire şeklindeki mihrabın göbek kısmında kırmızı renkte
perde resmi görülüyor. Perdenin hemen altında
mavi renkte “Allah” hattı okunuyor. Perde deseninin etrafı koyu mavi çiçekler ve koyu yeşil
yapraklardan oluşan çelenk bir bordür ile çevrelenmiş. Mihrap nişinin iki yanına kompozit düzende sütunlar resmedilmiş. Sütunların yanına
selvi ağacı yapılmış. Mihrap üzerinde dikdörtgen
bir panoya sülüs hat ile “Küllemâ dehale aleyhâ
Zekeriyye’l-mihrap”, tavana yakın kısmında dikdörtgen pano içinde kıvrımlı sarmaşık dallarının
ortasına “kelime-i tevhid” yazılmış.
DEĞERLENDİRME
Harim girişinin üzerinde yer alan panoda
H.1291 (1874-1875) tarihi okunmakla birlikte,
bölgedeki Türk yerleşiminin 1080’lerde başladığı göz önüne alındığında cami yapısının çok
daha önce yapıldığı bir gerçektir. Yıldız Demiriz (1979)’in belirttiği, erken cami yapı tipi olan
kerpiç duvarlı, ahşap düz kirişli, dıştan pek sade
adeta basit bir ev görünüşünde olduğu bilgisi bu
görüşümü doğrular niteliktedir. Cami mimari yapısından çok iç süslemeleri ve kalem işi tasvirler
ile dikkat çekicidir. Bu eser, Rüçhan Arık’ın 18.
Yy. sonlarına doğru yeni mimari anıtlar, sanatta
“Batılılaşma” hareketini temsil eder. Bu hareket, hemen hemen aynı zamanda Anadolu ve
Balkanlarda da izlenebilmektedir. Yapıların esas
çizgileri, kuruluş değişmemiş fakat dekorasyona
barok kartuşlar, girlandlar, ‘s’, ‘c’ kıvrımları, istiridye motifleri, çiçekler, natürmortlar, manzara
tasvirleri gibi Batılı motifler ve kompozisyonlar,
belli bir yerin tasviri (İstanbul, Mekke, Medine
v.d) egemen olmuştur.3 “Manzara resimlerinin
yanı sıra çiçekli vazolar ve sepetler etrafında
meyveler, içine bıçak saplanmış karpuz, kayık
ve gemiler de bu dönemin sevilen motifleridir.4’
tespiti ışığında caminin iç süslemelerine baktığımızda Batılılaşma dönemi yapı süslemesinde
kullanılan konularla karşılaştığımızı görebiliriz.
Mihraptan başlayarak buradaki perde motifinin
kumaş dökümünü ayrıntılı olarak resmedilmesi,
hem harimdeki hem de son cemaat yerindeki
duvar süslemelerinde kullanılan çiçekler, yapı
ve şehir tasvirleri Batılılaşma döneminin süsleme
konularına uygundur.
3 Arık, Rüçhan, “Sanatta Batılılaşma Sürecinde BalkanAnadolu Beraberliği.”, Balkanlar’da Kültürel Etkileşim
ve Türk Mimarisi Uluslararası Sempozyumu Bildirileri
17-19 Mayıs 2000 Şumnu Bulgaristan, Atatürk Kültür
Merkezi Yayınları, Ankara, 2001, s. 72.
4 Arık, Rüçhan, “Batılılaşma Dönemi Türk Tasvir Sanatı”, Başlangıcından Bugüne Türk Sanatı, Türkiye
İş Bankası Yayınları, Ankara, 1983, s. 432-433.
“Manzara
resimlerinin yanı
sıra çiçekli vazolar
ve sepetler etrafında
meyveler, içine bıçak
saplanmış karpuz,
kayık ve gemiler de
bu dönemin sevilen
motifleridir.” tespiti
ışığında caminin
iç süslemelerine
baktığımızda,
batılılaşma dönemi
yapı süslemede
kullanılan konularla
karşılaştığımızı
görebiliriz.
49
Kemaliye Köyü
Camisi duvar
resimleri gerek
konuları, gerekse
yapım teknikleri
açısından
Batılılaşma
dönemi Anadolu
tasvir sanatının
özelliklerini
göstermektedir.
Diğer yandan
Arık’ın belirttiği gibi
Anadolu’da duvar
resimlerinin zamana
bağlı bir gelişme
göstermemesi ve
bir üslup birliği
sağlanmamış
olması bu resimleri
Batılılaşma dönemi
Anadolu tasvir
sanatı içinde
nereye koyacağımız
sorununu ortaya
çıkarmaktadır.
50
Arık (1988), adı geçen eserinde Batılılaşma
dönemi duvar resimlerinde Batılı anlamıyla
“fresko” değil de kalem işi denen nakış tarzının
kullanıldığının altını çizer.5 Bu açıdan Kemaliye
Köyü Camisi duvar tasvirlerinin teknik olarak da
dönemle uyumlu olduğu görülmektedir.
Sonuç olarak Kemaliye Köyü Camisi duvar resimleri gerek konuları, gerekse yapım teknikleri
açısından Batılılaşma dönemi Anadolu tasvir
sanatının özelliklerini göstermektedir. Diğer
yandan Arık’ın belirttiği gibi Anadolu’da duvar
resimlerinin zamana bağlı bir gelişme göstermemesi ve bir üslup birliği sağlanmamış olması6
bu resimleri Batılılaşma dönemi Anadolu tasvir
sanatı içinde nereye koyacağımız sorununu orneden olmuş, 30 yıl öncesine kadar yayınlarda
taya çıkarmaktadır.
adı geçen Osmanlı dönemi cami, mektep, han
ÖNERİLER
gibi yapılar ya terk edilmiş ya da tamamen yıkılaKeles ve çevre köylerindeki nüfusun göçler ne- rak yerine betonarmeleri yapılmıştır. Bu nedenle
deniyle azalması bölgenin bakımsız kalmasına Türk sanatı araştırmacılarının bölgeye ilgi göstererek ayakta kalabilmiş Osmanlı dönemi yapıla5 Arık, Rüçhan, 1988, a.g.e. s. 140
6 Arık, Rüçhan, 2001, a.g.m. s. 74.
rını incelemeleri önerilmektedir.
MİCHAEL GOVE*
STAJYER ÖĞRETMENLER
İÇİN SERT TESTLERİ TANITTI
ÇEV. DİDEM ÖZKARAKAYA
BAYINDIR
Okul Öncesi Öğ. / İstanbul
Eğitim sekreteri
yeni seçim
sürecinin
mesleğin
statüsünü
arttıracağını
söylerken Eğitim
Bakanı David
Laws “beklentiler
düşük” dedi.
Eğitim sekreteri Michael Gove testlerin revizyon girişiminin mesleğin statüsünü yükselteceğini açıklayarak öğretmen adayları için çıtayı
yükseltti: Stajyerler için yeni “titiz seçim” sınıftaki standartların yükselmesine yardım edecek,
dedi.
Girişimi yapan eğitim bakanı David Laws, öğretmenleri öğrencileri için can sıkıcı düşük beklentilere sahip olmakla suçladı.
Sendika stajyer öğretmenler için zor testler planının serbest okullar ve akademiler için resmi
öğretim yeterlilik dercesine sahip öğretmen
alımını rahatlatan koşuldan sadece üç ay sonra
geldiğini göstererek bakanı eğitim reformu ile
ilgili karışık sinyaller göndermekle suçladı.
Gelecek eylül ayında açıklanacak en yeni teklifin altında öğretmen olmak isteyen kişiler İngilizce ve matematik alanında yenilenen testleri
tamamlamak zorunda. Sözel, sayısal, soyut düşünce yetenekleri testleri de gelecek birkaç yıl
içinde tanıtılacak.
*Mulholland, H. (2012, Ekim 26). Hélène Mulholland: Michael Gove Unveils Tougher Tests For Trainee Teachers. Ekim 28, 2012 tarihinde http://www.
guardian.co.uk/education/2012/oct/26/michaelgove-tests-trainee-teachers adresinden alınmıştır
Eğitim bakanlığı hesap makinesi kullanımına
izin verilmeyeceğini ve İngilizce ve matematik
testleri için geçer notların yeniden düzenleneceğini söyledi.
Plan Mart ayında düzenlenen görüşmede bir
grup okul müdüür ve eğitim uzmanı tarafından
önerildi. Eğitim bakanlığı aynı zamanda stajyer
öğretmenlerin çoğunun testleri geçmek için
pek çok denemede bulunduklarından stajyer
öğretmenlere uygulanan testlerin de sertleştirilmek istendiğini söyledi.
Şu anda okuma yazma ve aritmetik alanındaki
testler öğretmen eğitimin sonunda uygulanıyor,
en son tablo insanların %98’inin geçtiğini gösteriyor. Bu sonbahardan itibaren stajyerler her test
için iki hak ile kısıtlandılar, geçme notu gelecek
sefer için yükseltildi. Eğitim bakanlığı gelecek üç
yılda notlar tekrar yükseltilmiş olacak, adayların GCSE sınavında alınan B notuna eş değer bir
puana ihtiyacı olacak açıklamasını yaptı.
Matematik testi cebir, grafik gibi konularda sorular içerirken İngilizce testinde adaylara açık
uçlu sorular, imla kuralları, noktalama ve dil
bilgisi konularında sorular sorulacak.
Gove, “Dünyadaki örnekler açık, stajyer öğretmenlerin titiz seçimi kaliteyi artıracak ve öğ-
51
Michael
Gove stajyer
öğretmenler
için matematik
ve İngilizce
alanındaki
zor testlerin
okuldaki
standartları
yükselteceğini
söyledi.
retmenlik mesleğini ayakta tutacak” dedi. Bu
değişiklikleri ebeveynlerin sınıfta en iyi öğretmenlere sahip oldukları konusunda güven duymaları anlamına gelmektedir. Bütün bunlarında
ötesinde değişiklikler okullarımızda standartları
yükseltmeye ve zengin ve fakir arasındaki uçurumu kapatmaya yardımcı olacaktır.
Batı Londra’daki Burlington Danes Akademisi Müdürü ve Yetenek Testi Görüşmesi Paneli
başkanı Sally Soates, “Panel hepimizin görmek
istediği öğretmen vasıfları hakkında güçlü bir
mesaj gönderdi. Öğretmen eğitimi kursunda
yer alan herkesin bu eğitimi yüksek oranda
başarması ve mükemmel bir öğretmen olmak
için devam etmesini sağlamak için tüm seçim
sürecinin yeterince titiz olması gerektiğine inanıyoruz.” dedi.
Fakat Kevin Brennan, gölge kabine eğitim bakanı, “hükümetin karışık mesajlar gönderdiğini
ve öğretmenlerin moralini bozduğunu” söyledi.
BBC Radyo 5 Live Breakfast programına konuşan Brennan “Daha fazla okul akademi statüsü kazanıyor ve sonuç olarak daha fazla okul
kaliteli olmayan insanları işe alabiliyor. Şimdi
nasıl olur da bir yandan insanlar daha iyi okuma yazma ve aritmetik seviyesine dahip olmalı
derken bir yandan da okullar vasıfsız bireyleri
öğretmen olarak işe
alabilir dersiniz? Bu
karışık bir mesajdır ve
moralleri etkiliyor.
Biliyoruz ki mesleği bırakan 10.000 öğretmen
var, işe almıda sorunlar var, hükümet bu mesajı
düz bir şekilde vermeli – biz uygun vasıflarda
bireyleri öğretmen olarak istiyoruz” dedi.
Ulusal Öğretmenler Birliği genel sekreteri Christine Blower daha önceki testlerin çok kolay olmadığını ve yeni testlerin de doğru becerileri
ölçemeyeceğini söyledi. Ayrıca, hükümetin reformlarla tutarsız mesajlar gönderdiğini tekrarladı. BBC Radyo 4 Today programına konuşan
Blower Bütün öğretmenlerin yüksek okuma
yazma becerileri ve matematiği iyi kavrama becerileri olması gerekli. Şaşırtıcı ki Michael Gove
öğretmen eğitim kurslarına giriş şartlarına ilgi
gösteriyor aynı zamanda okulların vasıfsız öğretmenleri işe almasında özgür olduklarını savunuyor. Asıl mesele öğretmen eğitimi ve desteklemesi öğretmen eğitimine girişte bir defa
veriliyor. Hükümet sıklıkla öğretmen olarak
vasıflandırmak için daha kısa yollara bakıyorbuna okullardaki mesleki eğitimde dahil. Bu
stajyer öğretmene çocuk gelişimi ve pedogojiyi
derinlemesine öğrenmek için çok az imkan ve
zaman bırakıyor.
Liberal Demokrat Eğitim Bakanı Laws tarafından açıklanan öğretmenlik mesleğini geliştirme
planları öğretmenleri öğrenciler için azimden
yoksun olmakla suçladı. Bakan pek çok çocuğun aldığından daha yüksek notları, daha
iyi üniversitelerde yerleri ve yüksek kariyerleri
olduğuna inandığını söyledi. Daily Telegraph
gazetesine konuşan Bakan, “Öğretmenlerin,
kolejlerin, kariyer danışmanlarının insanları
en yüksek eğitime ulaşmayı ve iş sahibi olmayı
amaçlama konusunda desteklemek için sorumluluğa sahip olduklarını söyledi. Şu anda bu olması gerektiği gibi olmuyor” dedi.
Mulholland, H. (2012, Ekim 26). Hélène Mulholland: Michael Gove Unveils Tougher Tests
For Trainee Teachers. Ekim 28, 2012 tarihinde
http://www.guardian.co.uk/education/2012/
oct/26/michael-gove-tests-trainee-teachers adresinden alınmıştır.
ÖĞRETMEN
VE EVRENSEL
DEĞERLER
PROF. DR. SONGÜL
ALTINIŞIK
TODAİE Müd. Yard
Günümüzde
Uluslararası
kuruluşların, gelişmiş
ülkelerin, sivil toplum
kuruluşlarının, meslek
örgütlerinin uzlaşı
sağladığı önemli
hususlar, insan hakları,
demokrasi ve özgürlük
kavramlarıdır. Bu
nedenle, eğitimde
evrensel eğilimler
bu çerçevede
oluşturulurken
öğretmen algıları
da bu eksene
dayandırılmalıdır.
Eğitimde tarihsel süreçte çeşitli evrensel eğilimler olduğu görülmektedir. Bu eğilimlerde
genellikle bulunulan dönemlere ve toplumlara göre farklılıklar olmaktadır. Batı toplumu,
ortaçağın skolâstik din eksenli eğitim anlayışının ardından Rönesans’la birlikte aydınlanma
hareketleri ile verdiği mücadele gereği eğitimde evrensel değerleri, özgürlük, demokrasi ve
estetik eksenli bir zemine oturtmuştur.
Özgürlük ve demokrasi kavramlarının eğitim
açısından öneminin kavranmasında Fransız
Devriminin de büyük rolü olmuştur. Değerler felsefesi, öteden beri insani değerler ve
bu değerlere dayalı olarak ortaya çıkan insan
davranışlarına odaklıdır. Sanat ve ahlak, insan
davranışlarının önemli belirleyicisi olmalıdır.
Günümüz bilgi toplumunda da demokrasi, özgürlük, bilim, sanat etik, estetik olgular
eğitimde evrensel değerler olarak önemini
korumalıdır. Nitekim günümüzde Uluslararası kuruluşların(Birleşmiş Milletler Örgütü),
gelişmiş ülkelerin, sivil toplum kuruluşlarının,
meslek örgütlerinin uzlaşı sağladığı önemli hususlar, insan hakları, demokrasi ve özgürlük
kavramlarıdır. Bu nedenle, eğitimde evrensel
eğilimler bu çerçevede oluşturulurken öğret-
men algıları da bu eksene dayandırılmalıdır.
Sözü edilen kavramlar, ancak ve ancak yaşanılarak benimsetilebilir ve bunun da en etkili
yolu kuşkusuz eğitimde öğretmen aracılığıyla
daha etkili ve hızlı bir şekilde kazandırılabilir.
Bunun sağlanabilmesi ise ancak bu kavramları
özümsemiş, benimsemiş ve davranışa dönüştürebilmiş öğretmenlerle mümkün olabilir.
Karar ve uygulamaları, olabildiğince dönemindeki siyasi, ekonomik, toplumsal vb. dinamikler çerçevesinde değerlendirmek gerekir.
Bu açıdan, Türk Eğitim Sisteminde öğretmen
stratejisini incelediğimizde, Cumhuriyetin kuruluşunun ardından ciddi, kararlı ve önemli
gelişmeler olduğu görülmektedir. Eğitim aslında yapısı gereği dinamik bir süreçtir. Evrensel
değerleri saklı tutmak koşuluyla toplumsal bir
kurum olarak içinde bulunulan koşullar göz
önünde bulundurulmalıdır. Stratejik olarak
öncelikle nasıl bir öğretmen istenildiğini ortaya koymak gerekir. Bu sorunun içeriği, öğretmenin yetiştirilmesi, seçilmesi, atanması,
geliştirilmesi vb. boyutlara ilişkin kararlı, sürdürülebilir, geliştirilebilir, uyarlanabilir politikalar gerektirmektedir. Bu politikalar, nitelikli
öğretmen sağlanabilmesi açısından, yetkinlik,
ekip çalışmasına yatkınlık, uyumlu, esnek,
53
Öğretmen
yetiştirmede
öncelikle insan
gücü planlaması
kaynaklı hatalar
yapılmaktadır.
Bu konuda MEB
ve YÖK arasında
yeterince işbirliği
yapılmadığı
izlenimi söz
konusudur. Ayrıca,
üniversitelerin de
bu konuda kararlı
bir tutum izlemesi
beklenmektedir.
Nitelikten ödün
verilmemesi
konusu göz ardı
edilmemesi gerekir.
karar verebilen, özgüveni yüksek, özverili,
etik kurallara uyabilen, kendini geliştirebilen
özelliklerle donanımlı öğretmen yetiştirmeye
odaklanmalıdır. Bu özellikleri taşıyan nitelikli öğretmenlik mesleği, elbette özlük hakları
iyi, toplumsal statüsü yüksek bir meslek profili
gerektirir. Bunun için de yetiştirilme, seçilme,
atama, geliştirilme politikalarındaki istikrarın
yanında özlük hakları iyileştirilmiş kurumsal
politikalara gereksinim vardır. Bu konularda kararlı bir strateji oluşturulmalı ve bunlar
bakandan bakana değişiklik göstermemeli;
ayrıca hükümet değil bir devlet politikası haline getirilmelidir. Strateji oluşturulurken muhalefet, memur sendikaları, akademik çevre,
meslek odaları, sivil toplum kuruluşları, özel
öğretim kurumları ve benzeri kurum ve kuruluşların katılımı sağlanmalıdır.
Öğretmen yetiştirmede, istihdam ve geliştirme aşamalarında sorunlar yaşanmaktadır. Bu
sorunların kaynağı büyük ölçüde insan gücü
planlamasındaki politikalara dayanmaktadır.
Kurumlar arası eşgüdüm eksikliği önemli bir
etkendir. Bu konuda kısa, orta ve uzun dönemli politikalar oluşturulmasına gereksinim
vardır. Yukarıda sözü edilen önlemlerle bu
sorunların ivedilikle giderilmesi sağlanmalıdır.
Bir gecede çok sayıda öğretmenin branşının
değiştirilmesi, üzerinde önemle durulması gereken bir uygulamadır.
Türkiye’nin 2023 vizyonunda öğretmenin yeri, eğiti m sistemine ilişkin temel sorunların
çözümlenmesine bağlı olarak belirlenmelidir. Hala sistem dışında kalan genç bir nüfus
vardır. Okullaşma oranlarındaki veriler, sorunlarımızın devam ettiğini göstermektedir.
Sekiz yıllık kesintisiz temel eğitim ile orta öğretimdeki okullaşma oranında kayda değer bir
iyileşme sağlanmıştır. Yeni sistemin doğurgularında yakalanmış olan bu ivmenin nasıl bir
54
seyir izleyeceğine ilişkin verileri görmeye ihtiyacımız bulunmaktadır. Öğretmen-öğrenci
dağılımında bölgeler, iller ve hatta aynı ilde
semtler arasında dengesizlikler mevcuttur. Bu
sorunların giderilmesine koşut olarak 2023 yılının öğretmeni, iyi bir insan gücü planlaması
doğrultusunda, öğretmeyi öğreten, sorun çözme becerisine sahip, teknolojiyi kullanabilen,
özverili, kendini sürekli yenileyip geliştirebilen niteliklerle donanmış çok yönlü bir yapıya
sahip olmalıdır.
Öğretmen yetiştirmede öncelikle insan gücü
planlaması kaynaklı hatalar yapılmaktadır.
Bu konuda MEB ve YÖK arasında yeterince
işbirliği yapılmadığı izlenimi söz konusudur.
Ayrıca, üniversitelerin de bu konuda kararlı
bir tutum izlemesi beklenmektedir. Nitelikten
ödün verilmemesi konusu göz ardı edilmemesi gerekir. Hükümetlerin popülist beklentileri nedeniyle kontenjan artırılması, ikinci
öğretim yoluyla program açılması hem niteliği
düşürücü hem de potansiyel olarak istihdam
sorunu yaratmaya dönük uygulamalardır. Bu
durum, öğrenci-öğretim üyesi oranını olumsuz etkilemekte, öğrencilere düşen araç-gereç
sayısı, fiziksel ortam ve uygulama olanaklarına sınırlama getirmektedir. Eğitim Fakülteleri
mezunlarının bile nitelik ve istihdam sorunları
varken Fen-Edebiyat Fakültesi mezunlarına
sertifika programı açılması bu sorunları daha
da artırmıştır. Öğretmen yetiştirmede bu uygulamalardan kaçınılması sorunları önemli ölçüde kaynağında çözüm getirecektir.
Türkiye, Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte
sosyal ve kalkınmasında uyguladığı gerçekçi
eğitim politikaları ile hızla yol almıştır. Günümüzde de eğitim açısından çağın ve ülke
gerçeklerinin uyumlaştırılarak bilim ve teknolojiye dayalı akılcı politikalar oluşturulması
gerekir.
ŞEYTAN'I
NEREDE ARAMALI?
ALİ ALGAN
Matematik Öğretmeni / Mardin
İnsanlar ırklarını
seçemedikleri
gibi dillerini de
seçemezler. Bu
taksimi “külli
irade” sahibi yapar.
Hal böyleyken
bir insanın Allah
vergisi ana dilinde
eğitim alma hakkını
talep etmesi nasıl
şeytani bir talep
oluyor? Terör
örgütünün aynı
yönde propaganda
yapması bu gerçeği
gizleye bilir mi?
TRT Türk’de yayınlanan Görüş Farkı programına katılan TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı
Burhan Kuzu, Kürtçe eğitimi şeytana uymak
olarak değerlendirdi.
Programda Anayasa çalışmalarını anlatırken,
“Yarın BDP her zamanki gibi şeytana uyar da
anadilde eğitim isterse ne olacak?” diye soran
Kuzu, program sunucusu Ömer Şahin’in, “Anadilde eğitim şeytana uymak mı?” sorusuna şu
yanıtı verdi: “Memleket bakımından ben öyle
görürüm. Çünkü bu memleketi o böler. Her
türlü özgürlük tamam; bakın Amerika bunu bir
kez denedi, bir eyaletinde denedi. İspanyolcanın yoğun olduğu bir yerde iki sene uyguladı
baktı ki eyalet elden gidiyor, hemen İngilizce
eğitimine tekrar döndü. Eğitim dili böler. Bu
budur yani. Dolayısıyla her türlü özgürlük tamam ama bunu ayrı tutmak gerek. Başbakan
da bunu çok net olarak vurguladı.”
Sayın Hocam, bu, bu değildir. Sizi yıllardır panellerde izlerken hislerimize tercüman olduğunuzu görüyor memnun kalıyorduk. Sonra vekil
olup Meclis’e taşındığınızı duyunca memnuniyetimiz ümide dönüştü. İktidar Partisi yöneticileri mansıp dağılımında zatı âlinize TBMM Anayasa Komisyonu Başkanlığını takdir ettiler. Artık
istediğiniz yetkiyi almıştınız. Sizden beklenen
milletin iradesini kamuya yansıtacak düzenlemeleri bir an önce hazırlamanızdı.
Fakat Hocam, siz nelerle meşgul oluyorsunuz.
Biliniz ki, sözleriniz bizi hayal kırıklığına uğratı-
yor. Bu söylemler bizim tanıdığımız Kuzu hocamızın fikirleri değil. Yoksa reel politik anlayışı
kuzuları kurtlaştırıyor mu?
İnsanlar ırklarını seçemedikleri gibi dillerini de
seçemezler. Bu taksimi “külli irade” sahibi yapar. Hal böyleyken bir insanın Allah vergisi ana
dilinde eğitim alma hakkını talep etmesi nasıl
şeytani bir talep oluyor? Terör örgütünün aynı
yönde propaga nda yapması bu gerçeği gizleye
bilir mi?
Muhterem Hocam, iddianız kadar gerekçeniz
de tutarsız. Garip bir şekilde bu ülkede konuşan herkes referanslarını Amerika’dan veriyor.
Bir bütünün bir parçasını alıp onu başka bir
ülkenin durumuyla mukayese etmek ne kadar
mantıklı? Madem Amerika’yla karşılaştırılacağız
neden iki sistemi birebir karşılaştır mıyorsunuz?
Esat Bozkurt’un Ödemiş’te yaptığı bir konuşma
“kurucu irade”nin düşüncesini yansıtmaktadır.
Esat Mahmut Bozkurt şöyle diyor;” Benim fikrim ve kanaatim şudur ki, dost da düşman da
bilsin ki, bu memleketin efendisi Türk’tür. Öz
Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı
vardır o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır.
Dost ve düşman hatta dağlar bu hakikati böyle
bilsin”
Sayın Kuzu, yukarıya alıntıladığım sözü pekâlâ
siz de biliyorsunuz. Bence şeytan bu meşum
kelimelerin arasında. Sahi sizce şeytanı nerede
aramalı?
55
Ah
Ne Güzel
Yaşamak
Ah ne güzel yaşamak! Sevinç neşeyle dolmak!
Bir günün sabahına, böyle mutlu başlamak
Sular hep şırıl şırıl, kuşlar hep cıvıl cıvıl
Üstüme gün doğarken, gökyüzü pırıl pırıl
Bembeyaz papatyalar, karanfiller mis gibi
Şelale hışırtısı hayatın ritmi sanki
Her şey ne kadar canlı, ne kadar insicamlı
Mercan kayada kartal bu gün çok heyecanlı
Tabiatın bestesi, ne güzel melodisi
Sardı tüm benliğimi: sol fa mi sol fa mi
Ah ne güzel yaşamak! Sevinç neşeyle dolmak!
Biraz yavaş at kalbim, şu canlı resme bir bak!
Dallarda yeşil yaprak, çiçekler salkım saçak
Kıvrılır Kızılırmak, meleşir kuzu oğlak
Hafif ıslanmış toprak, ah ne güzel koklamak
Ey ihtişamlı dağlar! Dinleyin yeşil bağlar!
Sesime kulak verin, duyun bütün insanlar!
Sorarsanız nerdeyim, bir masalda gibiyim
Sorarsanız nerdeyim, cennetten bir yerdeyim.
Memnunum, mutmainim; öyle çok sevinçliyim
Gülümsüyor hayata yürekten sevdiklerim
Her şey yerli yerinde, daha ne isteyeyim?
Şükür ya Rab’bim sana! Binlerce şükür daha!
Bir masalda gibiyim, en güzel ülkedeyim.
Hafif nisan rüzgarı okşarken saçlarını
Yarimin gözlerinde gönlüm buldu baharı
Kırmızı, beyaz yazma asmış kiraz dalına
Bir de türkü tutturmuş, “Dolana gün dolana”
İşte budur yaşamak! Aşkı derinden duymak!
Uyan küçük kardeşim, gel yanıma koşarak
Sevimli mi sevimli, şu güzel bigıla bak
Ah ne güzel yaşamak! Güne mutlu başlamak!
Başaklar dalga dalga, bereket had safhada
Emektar babacığım erkenden tarlasında
Doru atına binmiş heybetli görüntüsü
Kudüs’ten müjde veren Eyyubi kıvamında
Annemin başörtüsü mavi kelebek süsü
Nasır tutmuş elleri, sanki cefa örgüsü
Asakir-i Mansur’un manevi mirasıymış
Cepheden getirdiği tek çeyizi süngüsü
Günaydın nineciğim, dua eden meleğim
Bana bir öğüt söyle ben de hikmet bileyim
Ah ne güzel yaşamak! Huzurlu, mutlu olmak!
Camiden nur getirmiş, felahı göreceğim
Bir fincan kahven hazır, yudumla dedeciğim
Kalbimde kuruludur, işte muhteşem tahtın
Sen ulu bir çınarsın hep yeşil kalsın bahtın
Ah ne güzel yaşamak! Ninemden dua almak!
Ah ne güzel yaşamak! Dedemle selamlaşmak!
Mutluyum, çok mutluyum; yarından umutluyum
Doğal renge, ahenge bu huzuru borçluyum
Selamlar güzel yurdum, Trakya’m, Anadolu’m!
Selamlar güzel yurdum, sana sevgi doluyum.
Ah ne güzel yaşamak! Sevinç neşeyle dolmak!
Bir günün sabahına böyle mutlu başlamak!
Sorarsanız nerdeyim, bir masalda gibiyim
Sorarsanız nerdeyim, cennetten bir yerdeyim.
Şükür olsun Allah’a, binlerce şükür daha
Bir rüyaya uyandım en güzel ülkedeyim.
Dünyanın gözbebeği canım Türkiye’deyim
EMRULLAH BEDİR
Sosyal Bilgiler Öğretmeni / İstanbul
56
16. ÜNLEM
ÖĞRETMEN
YETİŞTİRME
VE EĞİTİM
FAKÜLTELERİ
ANKETİ
ÖĞRETMENLER
ODASI DERGİSİ
Kamuoyunda var olan,
ülkemizdeki öğretmen
yetiştirme ve eğitim
fakültelerinin durumu
hakkındaki görüşleri analiz
edebilmek ve yorumlar
yapabilmek amacı ile
hazırlanmış olan “Öğretmen
Yetiştirme ve Eğitim
Fakülteleri Anketi” … /…
tarihleri arasında 449 katılımcı
tarafından cevaplandırılmıştır.
İlk 13 sorunun analizi elde
edilen sayısal verilerin
grafiklere aktarımı, 14. ve
15. soruların analizleri ise
verilen cevapların belli ortak
başlıklarda kategorize edilip
özetlenmesi sureti ile
yapılmıştır.
59
1. Üniversitede aldığınız eğitim mesleki
ihtiyaçlarınızı karşılamaktadır.
2. Branş öğretmenleri fen edebiyat fakültelerinden yetişmeli, eğitim fakültesinden meslek (öğretmenlik formasyonu)
derslerini tamamlamalıdır.
5. Formasyon programları kaldırılmalıdır.
9. Din ve mezhep öğretmenleri, söz konusu din ya da mezhebin kurmuş olduğu eğitim kurumlarında yetişmelidir.
6. Öğretmen liseleri kapatılmalıdır.
10. Eğitim fakültelerinde yardımcı öğretmen bölümleri açılmalıdır. (Yatılı okullarda belletmen, yurt sorumlusu, kaynaştırma sınıfı yardımcısı, okul öncesi
ve sınıf öğretmeni yardımcısı gibi)
7. İlköğretim ve ortaöğretim alan öğretmenlikleri bölümleri birleştirilmelidir.
3. Öğretmen eğitiminde en az bir yıl kesintisiz staj olmalıdır.
4. Lise öğretmeni olmak için yüksek lisans
mezunu olma şartı getirilmelidir.
60
8. Meslek liselerinde görev alacak meslek
dersleri öğretmenleri de eğitim fakültelerinde yetiştirilmelidir.
11. Okullarda öğretim uzmanı olarak istihdam edilmek üzere eğitim fakültelerinde ölçme-değerlendirme ve
öğretim programları ve eğitim lisans
programları açılmalıdır.
12. Türkiye’de öğretmen yetiştirme sisteminin köklü bir reforma ihtiyacı var.
13. Eğitim fakültelerinin en önemli sorun alanını
belirtiniz.
14. Bir önceki soruda işaretlediğiniz sorun alanını/
larını birkaç cümle ile açıklayınız.
Bu açık uçlu sorunun yanıtı analiz edilirken başlangıç
olarak 13. Soruya verilen yanıtlar göz önüne alınmış,
daha sonra ankete katılan tüm bireylerin cevapları
okunmuş, en çok yoğunlaşılmış olan 5 sorun alanına
verilen açıklamalardaki ortak yanıtlar özetlenmiştir.
Anket maddelerinden 13.süne verilen yanıtlar incelendiğinde katılımcıların cevaplarının en fazla yoğunlaştığı maddeler sırası ile “okul deneyimi dersleri
(%50), öğrenci seçme sistemi (% 47), derslerde kullanılan yöntem ve teknikler (%38), öğretim üyeleri
(%38) ve eğitim öğretim ortamları (%32) şeklindedir.
Okul Deneyimi Dersleri: Okul deneyimi dersi kapsamında adaylara gerçek anlamda sorumluluk ve
deneyim şansı tanınmıyor, içerik sağlamlaştırılmalı. Çoğu danışman hoca bu derse önem vermiyor.
Öğretmen adaylarını yerinde gidip izlemiyor, takip
etmiyor. Doldurulması gereken formlar usûlen doldurulup ilgili kişilere imzalatılıyor. Bunun yerine,
öğretmen adayının bir sene boyunca yardımcı öğretmen ya da benzeri bir sıfatla deneyimli bir öğretmen ile derse girilmesi, toplantılara katılması tüm
süreci tamamen içinde olarak öğrenmesi gerekir.
Hatta okul deneyimi dersleri mezun olduktan sonra
ücret ödenmek suretiyle 1 yıl boyunca kesintisiz sürdürülebilmelidir. Belki
de tecrübeli ve başarılı öğretmenlerin
yanında bir kaç yıl staj görmek formasyon ezberi yapmaya tercih edilmelidir.
Öğrenci Seçme Sistemi: Seçme sisteminin tek yönlü (aday öğrenci tarafından) olması bir sorun. Bilinçli tercih bile yeterli olmuyor. Öğretmenin
mesleğine yeteneği ve ilgisi olmalıdır.
Öğretmen olmak isteyen herkesi bu
kurumlara almamak gerekir. Öğretmenliği yalnızca bir kazanç kapısı
olarak gören kişilerin öğretmen olması doğru değil. Bu mesleği vizyon
ve misyon sahibi, ilk günden emekliliğe kadar idealistliğinden birşey kaybetmeyen kişiler yapmalı. Fakültede
ucundan yakalanan öğretmenlik ilk beş yılda acemiliğin çıktığı, ikinci beş yılda kısmen tecrübe kazanıldığı, sonraki yıllarda gerçeklerin görülmeye başlanıp
ya pes edilen ya da mevcut imkanlar ölçüsünde kişisel bir yol çizilen bir meslek olmamalı. Fakülteden
mezun olan öğretmen yeterli ve yetkin bir seviyeye
ulaşmalı. Bu yüzden de fakültelere öğrenci alımında
ön eleme, istidat testleri uygulanmalı. Bu mesleğe
uygun bilimsel kriterler konmalı. Geleceği yetiştiren,
toplumun her ferdini geleceğe hazırlayan bu kişiler
Geleceği
yetiştiren,
toplumun her
ferdini geleceğe
hazırlayan bu
kişiler kolayca
bu mesleğe
alınmamalı.
Öğrenci
seçme sistemi,
öğretmenlik
konusunda
gerekli niteliğe
sahip olmayan
kişilerinde bu
mesleği seçtiği
bir sistemdir.
Birçok mesleğin
ekonomik ve
sosyal kaygılarla
tercih edildiği
sadece bilgiyi
ölçen ya da
ölçmeye çalışan
bir sistemdir.
61
ÖZETLE;
Türkiye’de ilkokuldan itibaren
başlaması gereken mesleki
rehberlik çalışmaları gerçekleştirilmediği için, birçok birey rastlantısal olarak bu mesleği seçmektedir. Öğretmenler, sürekli
değişen eğitim sistemi içerisinde
meslekte yabancılaşma yaşamaktadırlar.
Öğretmen yetiştirme sisteminde
ki pek çok problemin başlangıç
noktası aslında öğrenci seçme
sisteminden kaynaklanmaktadır.
Şöyle ki, teknik öğretmen olacak öğrenciler, meslek liselerinden mezun olan öğrencilerden
seçilmelidir, branş öğretmenleri
de liselerdeki ilgili bölümlerden
tercih edilmelidir. Öğrenci liseye
kayıt edilirken gelecekte mesleğini tercih etmiş ve gerekli mesleki rehberlik çalışmalarına katılmış olmalıdır. Eğitim fakülteleri,
branş düzeyinde yeni bilgilerin
sunulduğu değil sağlam bir alt
yapı üzerine gök delenlerin dikildiği kurumlar olmalıdır. Böyle
olmalıdır ki öğretmenlik mesleği
hak ettiği yere ulaşabilsin. 1950
li yıllarda, bekar evlerinde kalan
lise öğrencilerinin evlerini kontrol eden, sanki kendi evladıymış
gibi öğrencilerle ilgilenen öğretmenleri o kadar özledi bu ülke,
şimdilerde maaşı ile vicdanı arasında muhasebe yapmak zorunda olan, toplum nezdinde değeri
gittikçe kaybolan bir öğretmenlik
mesleğinin sorunlarının temelinde, seçme ve yetiştirme sorunları gelmekte bu durumu meslekte
değersizleştirme çabaları körüklemektedir.
62
kolayca bu mesleğe alınmamalı. Öğrenci seçme
sistemi, öğretmenlik konusunda gerekli niteliğe
sahip olmayan kişilerinde bu mesleği seçtiği bir
sistemdir. Birçok mesleğin ekonomik ve sosyal
kaygılarla tercih edildiği sadece bilgiyi ölçen ya
da ölçmeye çalışan bir sistemdir.
Derslerde kullanılan yöntem ve teknikler: Öğretmen olarak sınıflarda uygulanması istenilen
yöntem ve tekniklerle üniversite dersleri işlenmiyor. Öğretim üyelerinin yaşları, işleri, güçleri bu
yöntem teknikleri öğretmen adayları üzerinde
uygulayacak heyecanı tüketmiş durumda. Örnek
derslerde yöntem ve teknikler çok daha derinlemesine irdelenmeli. Özellikle teknolojik yenilikleri çok yakından takip edip, faydalı site adresleri
öğretmen adaylarına aktarılmalı, akıllı tahta, tablet gibi teknolojilerin sınıf içinde kullanımını dair
örnek uygulamalar yaptırılmalı, sonra da adaylardan örnek dersler istemek sureti öğretmeni tıpkı
yüzme öğrensin diye havuza atmak gibi sınıfa
atmaktan çok daha yapıcıdır. Yani özetle dersleri veren öğretim üyelerimiz öğretim yöntem ve
tekniklerini ders esnasında fakülte öğrencilerine
her türlü teknik yöntem dahil olmak üzere önce
kendileri uygulamalıdır.
Öğretim üyeleri: Eğitim fakültelerinin çoğunda
formasyon derslerini veren öğretim elemanlarının bile ilk/orta/lise deneyimi yok... Anlatılanlar bilimsel verilere uygun olabilir. Ancak ülke
gerçeklerine uygunluğunun sorun olduğu her
durumda anlaşılıyor/görülüyor. Öğretim üyeleri
sıkıntısı aslında temel üniversite eğitimi problemimizdir. Liyakat esasına göre seçilmeyen
akademisyenler çok fazla verimli olamamaktadır. Eğitim fakültesindeki hocaların öğretmenlik
mesleğini icra etmiş olmaları ve formasyon sahibi
olmaları usta-çırak ilişkisinin de olması bu fakülteler için elzemdir. Yıllarca gerçekte yaşanılan
sınıf ortamından, sorunlarından uzak kalmış ya
da belki de yoğun çalışmaktan takip edememiş
öğretim üyelerinin öğretmen adaylarını teorik
bilgiler vererek mesleki doygunluğa ulaştıramamışlardır. Birçok noktada kendi kendimizi eğitmek zorunda kaldık…
15. Türkiye’de öğretmen yetiştirme sistemi ile
ilgili düşünceleriniz/önerileriniz.
Öğretmen yetiştirme programları daha çok uygulamaya dayanmalı (305 kişi), Öğretmenliğin
ilk 1-2 yılı yardımcı öğretmen görevi verilmeli
(325 kişi). Öğretmenlerin muhakkak okuması
gereken kitaplar, filmler belirlenmeli ve bu eserlerle ilgili ciddi ölçme değerlendirme kriterleri
oluşturulmalı (27 kişi). Sahada görevini hakkıyla
yerine getiren, fark yaratan öğretmenlere eğitim
fakültesi öğrencilerine seminer imkanı verilmeli,
deneyimlerini paylaşmalılar (75 kişi).
Öğretmen yetiştirmeleri sadece eğitim fakültelerinde yapılmalıdır (207 kişi). Eğitim fakültelerinin kontenjanları azaltılmalı ve ihtiyaç analizi
yapılarak ihtiyaca göre tam donanımlı öğretmen
yetiştirilmelidir (196 kişi). Branş öğretmenleri yetiştirilirken sadece kendi branşında uzmanlık yetmemeli ek olarak sınıf içi oyunlar, herhangi bir
müzik aletini çalma vb. gibi alanlarda da eğitim
almalıdır (4 kişi).
Her okulda, öğretmenler sürekli meslek içi eğitime tabi tutulmalı, performansa göre kıdem gelmelidir (6 kişi). Her öğretmen (dördüncü yılından
sonra) yüksek lisans yapmalı ve bilgilerini sürekli
güncellemelidir (17 kişi). Teknolojik araç ve gereç kullanamayan bir tek öğretmen kalmamalıdır
(372 kişi). Kıdemli öğretmen, müdür, müfettiş,
rehber öğretmenler veya öğretim üyeleri Finlandiya gibi eğitimde başarı olan bir ülkeye gözlem
ve inceleme yapmak üzere gönderilmelidir (2
kişi) öğretmen adaylarından konferans, webiner, atölye çalışmaları gibi faaliyetlere katılmaları
istenmelidir. Yenilikçi ve üretkenlik aranmalıdır
(23 kişi). Okul Deneyimi dersleri daha ciddiyetle
uygulanmalı, yardımcı maaşlı öğretmenlik devreye sokulmalı (332 kişi). Bunun yanında öğretim üylerinin öğretmenlik deneyimlerinin olması
gerekmektedir (226 kişi). Öğretmenlik mesleğini
tekrar itibarına geri kavuşturup, öğretmeni özel
ders, kurs veya herhangi bir ikinci iş aramak zorunda bırakma ayıbından derhal kurtarılmalıdır
ki bu öğretmenin sınıf içi performansını etkilemektedir (129 kişi).
BAYRAMDA
BALKANLARDA
OLMAK-1
MESUT KAYMAKÇI
Türk Dili ve Edebiyatı
Öğretmeni / İstanbul
İşlemlerin yapıldığı
sınır kapısından, çok
değil bir asır önce
dedelerimizin elini
kolunu sallayarak
geçtiğini düşününce,
bizim pasaport ve
vize ile geçmemiz de
zorumuza gitmiyor
değil. “Dedesinden
miras kalan hazinenin
izini arayan vefalı
torun” olma duygusu
ruhumdan eski bir
şarkının nağmeleri
gibi geçiyor.
İGEDER’in düzenlediği “Balkanlarda Kurban
Kardeşliği” gezisi için 60 civarı eğitim gönüllüsü ile Derneğimizde düzenlenen, tanışma
amaçlı yemekli toplantıdan sonra yola çıkıyoruz. Gezi grubumuzda, öğrenci ve öğretmenlerden oluşan farklı yaş gruplarından eğitim
gönüllüsü arkadaşlarımız var. Aşina olduğum
yüzleri görüyorum. Ayrıca, Güneydoğu gezisinden tanıdığım üç dört arkadaşımız daha var,
ortamda hiç yabancılık çekmiyorum. Gezinin,
aile ortamı sıcaklığında olacağını hissediyorum
ki derneğin ikramlarına ek olarak dostlarımızın
ikram ettiği kekler, börekler ve kuru yemişler
şimdiden samimi ortamın ilk işaretlerini verir
nitelikte. Otobüste adeta bir ikram yarışı var.
Eğitimci biri olarak eğitime gönül vermiş insanlarla yolculuk yapmak bana ayrı bir keyif
veriyor, ruh birlikteliği ise işin kaymağı. Bazen
gözden kaçırdığım herhangi bir detayı diğer
eğitimci arkadaşımın hatırlatmasından, yolculuk esnasında yaşadığımız olayları farklı bir
şekilde yorumluyor olmasından mutlu oluyorum. Katılımcıların tamamı eğitim gönüllüsü
olunca doğal olarak gezi de turistik gezi olmaktan çok “kültürel bir gezi” niteliği kazanıyor, görsellikten çok derinlik ön plana çıkıyor.
İpsala sınır kapısındayız. Heyecanlıyım, ilk kez
Balkanlara gidiyorum, arkadaşlardan bazıları daha önce Balkanlara gitmiş oldukları için
benim kadar heyecanlı görünmüyorlar. Ne
zaman bir sınır kapısına gelsem içime o aynı
sıkıntı dolar, pasaport-kimlik kontrol işlemleri! Bu işlemler için kullanabileceğim en kibar
ifade “tam bir işkence.” Bir de işlemlerin yapıldığı sınır kapısından, çok değil bir asır önce
dedelerimizin elini kolunu sallayarak geçtiğini
düşününce, bizim pasaport ve vize ile geçmemiz de zorumuza gitmiyor değil. “Dedesinden
miras kalan hazinenin izini arayan vefalı torun” olma duygusu ruhumda eski bir şarkının
nağmeleri gibi geçiyor. Bu hazine kesinlikle
sadece tarihi bir cami, eski bir hamam ya da
bir tarafı yıkık köprüden ibaret değildi. Bunlar
ancak bir medeniyetin bir izi ya da bir parçası olabilirdi. Bu hazine daha çok beş altı asır
hükmetmiş bir medeniyetin semada yankılanan sesiydi, bu hazine, bir medeniyete gönül
vermiş kişilerin ruhunda sakladığı umutlardı..
Öyle ki bu umutlar, sadece bir medeniyete
gönül vermiş kişilerce bilinen bir şifreydi. Pasaport işlemleri sürerken, zihnimde yaptığım
zaman yolculuğum otobüsün hareket etmesiyle son buldu.
63
sohbet etmek istiyorlar ve diyalog kurmakta
zorluk çekmiyorsunuz. Çünkü sokaklarda Türkçe bilen çok kişiye rastlıyorsunuz.
Gecenin yorgunluğunu
bayram sabahının
mutluluğu ile çoktan
unutmuşuz. İlk kez
yurtdışında bir bayram
namazı kılacak
olmanın heyecanı,
çocuksu bir sevinçle
ruhumuzu sarıyor.
64
Selanik’te gezimizi bitiriyor ve Büyük İskender’in memleketi Makedonya’ya doğru hareket ediyoruz.
Makedonya nüfusunun büyük bir
kısmı Makedonlar, ardından sırayla Arnavutlar, Türkler ve farklı etnik
gruplardan oluşuyor. Bu arada Makedonya ismi Yunanlılar tarafından kabul edilmiyor, çünkü Makedonya’nın bir bölümü Yunanistan içerisinde kaldığından bölünme
psikolojisi yaşıyorlar. Bu yüzden Makedonya’yı
resmen tanımış değiller. Makedonya’da Manastır ve Ohrid’i panaromik olarak geziyoruz.
İkisi de gezilmeye görülmeye değer şehirler.
Osmanlı izlerini özellikle şehir merkezlerinde
görebiliyoruz. Ohrid tarihi motiflerin ağır bastığı bir şehir, ancak; biz hava karardıktan sonra gelebildiğimizden görme şansımız pek olamadı maalesef. Ohrid’de gezerken yabancılık
çekmek gibi bir sıkıntı yaşamıyorsunuz. Öyle
ki yoldan geçenler sizinle Türk olduğunuz için
Makedonya’da gezimizi tamamladıktan sonra
Arnavutluk’a yol alıyoruz, sınır kapılarındaki
aksamalara ve yavaşlamalara rağmen gece yarısı Arnavutluk’tayız. Arnavutluk‘un en güzel
kentlerinden İşkodra’da bir öğrenci yurdunda
uyanıyor, sabaha merhaba diyoruz. Gecenin
yorgunluğunu bayram sabahının mutluluğu
ile çoktan unutmuşuz. İlk kez yurtdışında bir
bayram namazı kılacak olmanın heyecanı, çocuksu bir sevinçle ruhumuzu sarıyor. Bu arada
namazın bütün dinlerce ortak kullanılan İşkodra Meydanı’nda kılınacağını öğreniyoruz.
Yani, bayram namazları burada camide değil
meydanda kılınıyormuş. Bu meydan dostluk,
barış ve kardeşliğin sembolü bir yermiş. Namaza gitmek için İşkodra sokaklarını arşınlarken tipik bir Osmanlı şehrinde yürüdüğümüzü
hissediyoruz.
İşkodra Arnavutluk’un en eski şehirlerinden
biri. Kalesinden görünen çok güzel bir manzarası var ve ülkenin en büyük gölüne sahip.
Namazdan sonra güzel bir kahvaltı ile güne
başlıyoruz. Yurdun önünde kısa bir bayramlaşmadan sonra büyük bir camiye şehrin müftüsü ile bayramlaşmaya gidiyoruz. Orada öğreniyoruz ki bütün şehrin ileri gelenleri şehrin
müftüsünün bayramını tebrik etme geleneği
varmış. Validen tutun da diğer dinlere mensup
din adamları da müftüyü ziyarete gelmişler.
Müftüyü ziyarete gelenlerden, camiye girmekte zorlanıyoruz. Açıkçası, barış, kardeşlik ve
karşılıklı iyi niyet adına bu gelenek çok hoşuma gitti. Birkaç medya mensubu canlı yayın
için gelmişler, bayramlaşmayı haber olarak
geçiyorlar. İşkodra Valisi Voltana Ademi Hanım hepimizle tek tek tokalaşıyor ve sohbet
ediyor. Müslüman bir kadın. Burada Valilik ile
Belediye başkanlığını dinler arasında dengeliyorlarmış. Eğer vali Müslüman olursa belediye
başkanı Hristiyan oluyormuş ya da vali Hristiyan olursa belediye başkanı Müslümanlardan
oluyormuş.. İGEDER Başkanımız Cüneyt Ancın
beyin İşkodra televizyonlarına –tercüman aracılığı ile- kısa bir demeç vermesi hepimizi onore
etti. Bu resmi bayramlaşmadan sonra yurdun
müdürü Evans Bey bizi kurban kesim yerlerine
götürdü. Burada dikkatimi çeken bir nokta kesilen hayvanların genelde dişi (inek) oluşu. Kurban kesiminden sonra, hazırlanan etler ekibimizin erkek üyeleri tarafından yurt müdürümüz
Evans Bey eşliğinde dağıtıldı. Et dağıtımında aşırı izdiham et miktarının ihtiyaçlı insan sayısından az olduğunu ve bu geleneğin Arnavutluk’ta
tam oturmadığını gösteriyor. Belki de bizler
Arnavutluktaki kardeşlerimize daha çok yönelmeliyiz. Arnavutluk’ta ikinci günümüzü Berat,
Dures ve Tiran’ı gezerek geçiriyoruz. Berat çok güzel tarihi bir şehir.
Geleneksel ev tarzı olarak Safranbolu evlerini hatırlatıyor. Şehrin ortasından geçen Osumi Nehri’nin üzerindeki
Osmanlı’dan
kalma köprü bizi mest ediyor. Bir liman kenti
Dures güzel bir şehir olmasına rağmen çok kısa
bir sürede gezilebilecek bir yer değil. Eğlence yerlerine ve otellere bakıldığında daha çok
hava karardıktan sonra hareketlenen bir şehir
görüntüsü veriyor.
Tiran a geçiyoruz. İskender
Daha sonra başkent Tiran’a
Meydanı şehrin en merkezi yeri olarak göze
çarpıyor. Osmanlı ve Batı medeniyetlerinin iç
içe geçtiği İskender Meydanı’nda tarihi binaları görebiliyoruz. Bu meydanın en göze çarpan
yapısı Ethem Bey Camii. Camide yer yer çiçek
ve meyve desenleri dikkatimizi çekiyor. Ethem
Bey Camisi’nin yanında bir de saat kulesi bulunuyor. Ayrıca, meydanda sosyalist dönemden
kalma Opera Binası ve Ulusal Tarih Müzesi olduğunu görüyoruz.
İşkodra Arnavutluk’un
en eski şehirlerinden
biri. Kalesinden
görünen çok güzel
bir manzarası var ve
ülkenin en büyük
gölüne sahip.
Gelecek sayıda gezi izlenimlerime Kosova ve
Makedonya notları ile devam edeceğim.
65
6
5
NE KADAR UYGULANABİLİR?
İBRAHİM DEMİRKAN
Eğitimci-Yönetmen/ Ankara
Eğitim-Bir-sen 1 Nolu Şube
Basın Yayın Sekreteri
Facebook’un,
dil ve anlatım dersinin
öğrenciye kazandırmak
istediği düzgün
ve etkili bir şekilde
anlatma becerisini
kazandıran gayr-i resmi
bir eğitim platformu
olduğunu düşündüm.
Elbette net aleminde
kullanılan dil kimi
zaman yozlaşmaya
da yol açabiliyor bu
yüzden müspet etkisi
kadar menfi yönünü de
unutuyor değiliz.
66
FATİH Projesini yürüten YEGİTEK ile TÜBİTAK arasında eski hesapla 4.5 trilyon liralık
bir protokol imzalandı. Protokolle birlikte
eğitim müfredatlarının yenilenmesi ve FATİH
Projesine içerik üretimiyle teknik alt yapısı
TÜBİTAK’la yapılacak. Bu konuyla ilgili TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Yücel Altunbaşak’ın
şu açıklaması dikkat çekici: “Birinci projemiz,
‘eğitim sisteminin fotoğrafını çekmek’ başlığından oluşmaktadır. Bu sistemde objektif olmak çok önemlidir. Çünkü çıkan sonuçla milli eğitim politikalarının iyi yönde ya da kötü
yönde gittiği ortaya çıkacaktır. İkinci projemiz
‘eğitim müfredatının güncellenmesi’ adı altındadır. Bu projeyle analitik düşünceyle sorgulayabilen, yenilikçi fikirleri ortaya çıkartan insan
yetiştirmek üzere eğitim müfredatlarını yeniliyoruz.” Hedef çok güzel ama bana nedense
bu yardımlaşma örneğin sağlık sektörünün iyileştirilmesi için otomobilciler ve minibüsçüler
federasyonuyla yapılmış bir anlaşma gibi geldi.
FATİH Projesinde tablete niçin hayır akıllı tahtaya niçin evet dediğimi sebepleriyle sıralamadan önce projenin hikâyesine bakalım.
TÜBİTAK büyük ihtimal öğretmenlere dayanarak bu içerikleri oluşturacaktır ama içerik
konusunda kontrolün MEB’de olduğunu unutmayalım. Eğlenerek öğretmeyi/öğrenmeyi hedefleyen bir eğitim portali olan EBA (Eğitim
Son yıllarda Başbakanın seçim meydanında
elindeki bir tableti göstererek ‘Artık çocuklarımız okullarda defter, kitap taşımayacak’ sözünden sonra ülkemizde FATİH Projesi ilgi
odağı oldu. Bu satırların yazarının FATİH Pro-
Bilişim Ağı) öğretmenler ile öğrenciler arasında iletişim kurmak, eğitim hayatları boyunca
kullanabilecekleri materyalleri sağlamak üzere
MEB bünyesinde faaliyet gösteriyor. (http://
www.eba.gov.tr/).
İçerik bu projenin en önemli ayağı ama bundan önce bugüne kadar gelinen noktada
projenin tablet ayağının uygulanabilirliğinin
zayıf ve sıkıntılı olduğuna dair düşüncelerimizi aşağıda sıralarken etkileşimli/akıllı tahtanın
ise eğitim dünyamız açısından tam bir nimet
olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü etkileşimli tahtayla ilgili kullanıcıların fikirlerini
sorduğumuzda memnuniyet yüzdesinin fazla olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Aleyhte
olan varsa canügönülden o sese de kulak vermeye hazırız.
jesinin gerçekleştirildiği ve aynı zamanda çıkış
yeri olan YEGİTEK (o tarihte adı EGİTEK)’in bir
çalışanı olduğunu da belirteyim. Başbakanın
bu açıklamasından önce o zaman ki adıyla
EĞİTEK’e (Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü) atanan yeni genel müdür Mahmut TÜNCEL
genç ve dinamik bir isim olarak FATİH Projesini
dizayn etmiş ve eki
biyle yola
çıkmıştı. O tarihte FATİH Projesi üzerine çalışmalar başladığında her sınıfta bir projeksiyon
cihazı, bir laptop ve projeksiyonun yansıtılacağı perde hedeflenmişti. Proje bu yönüyle bile
cazipti. Tüm sınıflara projeksiyon konulacağını
duyan dünyanın her tarafındaki üreticiler, gelip ürünleriyle ilgili sunumlar yaptılar. İşte bu
sunumlarda projeksiyon cihazının lambasının
belli bir saatle sınırlı ömründen, perdeye ya
da tahtaya yansıtılan görüntünün önüne geçildiğinde perdede oluşan karaltılara kadar bir
dizi sorunun çözümü aranırken iş yavaş yavaş
dokunmatik ekranlı akıllı tahtalara ya da diğer
adıyla etkileşimli tahtalara döndü. Ve henüz
projede tabletin adı bile geçmezken Başbakanın elinde gördük.
O tarihten itibaren sendika yönetiminde yer
almanın da verdiği rahatlıkla ısrarla Başbakanın
eline o tableti kim verdi diye sorsam da cevabını alamadım maalesef. Tek aldığım cevap
‘YEGİTEK tarafından verilmediği’ oldu. Niçin
tableti ısrarla soruyordum. Çünkü büyük bir
maliyet ve pedagojik açıdan sakıncalı bir durumla karşı karşıyaydık ve Başbakanın eline o
tableti verenlerin bundan haberi olmadığı belliydi. FATİH Projesini dizayn eden ekip de böyle bir şey düşünmemişti. İhale MEB üzerinden
YEGİTEK’e kaldı. Sonrasında da TÜBİTAK’la
YEGİTEK arasında imzalanan bir protokolle
Projenin daha bilimsel ve teknik bir zemine
oturtulduğu düşünüldü. İşin aslı hazıra konan
TÜBİTAK cephesi bu işe katkıda bulunabilir mi
o da bir bahsi diğer.
Cilalı imaj çağında TÜBİTAK ismine dayanılarak FATİH Projesine bir bilimsellik kazandırılmak istendiği ortada. Halbuki eğitim dünyasında pırlanta gibi insanlar var ve onlar bile bu işi
kotarabilir. Bu işi planlayanlara Bediüzzaman’ın
o çok hoşuma giden sözünü aktarmak isterim:
“Yırtık libasına değil, elindeki elmasa bakılsın.” Tecrübeli bir öğretmen Türkiye’deki pek
67
Fatih projesinin en
önemli ayağı olan
öğretmenlere kısa
süreli kurslar değil
bir yıla yayılmış
uzun süreli kurslar
verilmeli. Projede
yer alan öğretmenler
Fatih projesiyle ilgili
ders verilen sınıflarda
akıllı tahta olması
gerektiğini sadece
teorik derslerin
anlamsız olduğunu
söylüyorlar. Eğitimin
en önemli unsuru
öğretmen olduğu
için bu konuda
bakanlık yetkilileri
hassas olmalıdır.
Öğretmenin öğrenci
karşısında teknolojik
yetersizliğini
gösterecek en ufak
bir açık eğitimin
orada bitmesi
demektir.
68
çok profesör titri olan ister TÜBİTAK’tan ister
üniversitelerden olsun akademisyen ve bilim
adamını dizinin dibine oturtur eğitimin nasıl
olacağını -planlaması dahil- ders verebilir. Velhasılıkelam sınıfta tebeşir tozu yutmayanlar
anlamaz bizim halimizden.
Akıllı tahtaya evet tablete kısmen hayır dediğimizi maddeler halinde sıralamak istiyorum.
FATİH Projesiyle ilgili pilot okulları ziyaret edip
sorunları rapor halinde sunduğum için bu konuda kendi notlarımdan ve konuya kafa yoran
eğitimcilerin ve gözlemcilerin görüşlerinden
de faydalandım.
Fırsatları Artırma Teknolojiyi İyileştirme Hareketi (FATİH) projesi pilot uygulaması Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) tarafından 2012 yılında 17
il, 52 okulda başlatıldı. Seçilen okullarda sınıflara etkileşimli tahta, fiber internet bağlantısı,
çok fonksiyonlu yazıcı ile donatıldı ve pilot çalışması kapsamında yer alan öğrenciler ve öğretmenlere tablet bilgisayarlar verildi. İmdi…
-Bilgisayar ya da İnternet erişimi olmadığında
çocuklar ne yapacak? Burada oluşacak eksiklik nasıl giderilecek? Bu anlamda müfredatı
dijital dünyaya tam bağımlı kılacak bir değişimden uzak durmak lazım.
-Üst sınıflara geçtikçe ya da hali hazırda ders
yılı içerisinde defter yerine geçen öğrenci tableti kaybedilince ya da tablet çökünce notlar,
bilgiler ne olacak? Nerde ve nasıl yedeklenecek?
-Tablet bilgisayar kullanımından dolayı öğrencilerin derslerde dikkatlerinin dağılması,
tahtanın bir sunum aracı olarak sürekli kullanımının öğrencileri pasifize etmesi, öğrencilerin
boş zamanlarını bu teknolojilerle uğraşarak
geçirmeleri, öğretmen–öğrenci arasında göz
temasını azaltması gibi (bu önemli bir sorundur çünkü öğrenci önündeki tabletle internet-
te sörf mü yapmaktadır yoksa dersle ilgili bir
sayfaya mı bakmaktadır) sorunlar tablet kullanımını derslerin kimi konularına has kılınarak
aşılabilir. Öğretmenler sınıf yönetimde artık
zorlanacaklardır. Öğretmenler akıllı tahta ile
uğraşırken öğrencilerin derste tablet ile uğraşmaları sınıf yönetiminde kargaşaya sebep
vereceği için öğretmenler tarafından tabletler kilitlenebilmelidir. Gerçi böyle bir yazılım
icraata konulduğu halde kimi öğrencilerin
tabletlerini kilitlemekten koruma ihtimalleri
yüksek. Çünkü teknolojide artık aşılamayan
duvar yok. Sınıf yönetimini kolaylaştıracak diğer bir yol da öğretmenin sınıfa sırtını dönmeden akıllı tahtayı kullanabilmesidir.Öğretmen
tahtadaki dokunmatik klavyeyi değil verilecek
harici wireless klavyeyi kullanmalıdır. Hatta
öğretmen öğrencileri arasında onlarla birlikte
akıllı tahtaya yönelmeli ve uzaktan kumanda
ile sunumunu yapabilmelidir.
-FATİH Projesiyle ilgili gündeme gelen sağlık sorunu üzerinde ciddi tahliller yapılmalı.
Radyasyon etkisi, ekran-göz sağlığı, tahtanın
ısınmasından kaynaklı rahatsızlıklar, baş ağrısı, parmakta meydana gelen tahriş gibi (akıllı
tahta ve tabletlere yedekli birer yumuşak uçlu
kalem kesinlikle şart onu da belirtelim) sorunlar üzerinde tatmin edici bir sonuç alınmadan
Türkiye geneline yaygınlaştırılmamalı.
-Engelli eğitimi ile entegrasyon sağlanmalı.
Neticede engellilerin kullanımıyla ilgili yapılmış programlar öğretilirken tablet sesli komut
veya açılan sayfayı gezerken yönlendirme için
sesli okuyabilecek mi?
-Sadece tabletiyle ilgilenen asosyal öğrencilerin önüne geçilmeli. Okul idareleri ve öğretmenlerin ‘Tableti teneffüste bırakıp dışarı
çıkın bu sağlığınız ve zihin gelişiminiz için şarttır’ demeleri bu sayede teknolojinin negatif
yönünün de var olduğunu öğrenciye hissettirir.
Sadece tabletiyle ilgilenenler kadar elbette anlamadığı konulardan dolayı öğrenciler arasında
diyaloglarda çoğalabilir fakat bilgisayar teknolojilerinin kişileri yalnızlaştırma eğilimi benim
şahsi gözlemlerime göre daha fazladır.
-Başta Matematik ve Geometri olmak üzere Fizik, Kimya Türk Dili ve Edebiyatı, İngilizce gibi
derslerde bazı öğretmenlerin ders öncesinde
hazırladıkları konuları ve soruların çözümlerini
ders sırasında akıllı tahtayı kullanarak daha kısa
sürede gerçekleştirdiklerini gördüm. Derslerde
yaklaşık %30’luk bir zaman kazandıran akıllı
tahta bu projenin eğitim dünyasına verdiği en
önemli hediye. Sadece şuna dikkat edilmeli:
Öğrenciye ‘Bir daire çiz’ denildiğinde o tam
çizemese de akıllı tahta otomatik düzeltmektedir. Bunun gibi eğitimsel açıdan ufak tefek
kusurları olsa da FATİH Projesinin eğitim dünyasına en büyük armağanı bu akıllı/etkileşimli
tahtadır.
-Tabletlerin şarjlarının 6 saat gitmediği çabuk
bittiği şikâyetini çok duydum. Bu da tabletler
için okullarda güvenli bir yerde şarj kutularının
oluşturulması zorunluluğunu getirmektedir. Ayrıca ders işlenirken tabletin şarjı bitecek öğrencinin dersten kopmaması için uzun kablolu bir
şarj sistemi olmalıdır sınıflarda.
- Öğrencilerin kitap okuma alışkanlıklarının
tablet bilgisayarların kullanımıyla azalabileceği
göz önüne alınarak başta edebi eserler olmak
üzere ders dışı kitaplarda tabletlere yüklenmelidir.
-Akıllı tahtada yapımcı ve yönetmenliğini yaptığım eğitim videolarını izleyince şu eksiklikleri
gördüm: Akıllı tahta büyük ekrana sahip olduğu için TV ve bilgisayar ekranına göre yapılan
videoların görüntü kalitesi düşmektedir. Bu
videolar yüksek kalitede ayrı bir link verilerek
depolanmalı öğretmen oradan indirip izletmelidir öğrencilere. Küçük yazılmış yazıları arka sıralardaki öğrenciler göremediklerinden şikayet
etmektedirler. Aynı şekilde tabletlerin ekranı
küçük olduğu için üzerine küçük harflerle yazılı
videoları büyütme imkanı yok. Eğitim materyalleri modüler tarzda buna göre dizayn edilmelidir. Öğretmen örneğin dağlar konusunu işlerken artık eski usul 20 dk boyunca bir eğitim
filmine mahkum olmak istemiyor (MEB tarafından ilk ve ortaöğretime çekilen eğitim filmleri
ortalama 15 dk. Liselere çekilenler ise 20 dk. ile
sınırlıdır). Öğretmen ‘Bana dağların oluşumunu,
Türkiye’deki ve dünyadaki dağları anlatan uzun
videolar değil bunların parçalanmış ve bölünmüş görüntüleri örneğin bir Ağrı, bir Erciyes
dağının resmi bile yeter’ demektedir. Din dersine ait yönetmenliğini yaptığım ‘Temizlik ve
İbadet’ konusunda da (http://internettv.meb.
gov.tr/dersler.asp?NO2=111&NO=2&KOD=3)
boy abdestinden teyemmüme tüm abdestleri
ve alınışlarını, abdesti bozan şeyleri anlatan 23
dk.lık videolarda artık teknolojinin ve bilgisayar
dünyasını yeni mantığına uygun değil. Öğretmen sadece örneğin namaz abdestinin alınışını
gösteren bir video istemektedir. Çünkü tekrar
… tabletten
kısmen vazgeçilmeli
sadece ödül
olarak öğrencilere
verilmeli. Örneğin
her sınıfta akademik
anlamda not
ortalamasıyla ilk üçe
giren öğrencilerle
beraber değerler
eğitimi açısından
örnek davranışlarda
bulunan farklı
üç öğrenciye de
o sınıfta derse giren
öğretmenlerin
tavsiyesi
doğrultusunda
tablet verilmeli.
69
tabletler öğretmenlerin elinde olmalı
ve ilk önce öğretmenler tabletin kullanımını öğrenmelidir.
-İçerik üretiminde öğretmenler
teşvik edilmeli. EBA’ya atılacak materyallerde en çok
tıklanıp indirilen materyal sahibi öğretmenlere ücret verilmelidir.
FATİH Projesinin
en önemli ayağı olan
öğretmenlere kısa
süreli kurslar değil
bir yıla yayılmış uzun
süreli kurslar verilmeli.
Projede yer alan
öğretmenler FATİH
Projesiyle ilgili ders
verilen sınıflarda akıllı
tahta olması gerektiğini
sadece teorik derslerin
anlamsız olduğunu
söylüyorlar.
70
tekrar gösterebileceği kısa ve sonuç alıcı videolar akılda daha kalıcı olmaktadır. EBA’da ki
içerikler artık bu minvalde hazırlanmakta bu
da sonuç alıcı güzel bir gelişme demektir.
-FATİH Projesinin en önemli ayağı olan öğretmenlere kısa süreli kurslar değil bir yıla yayılmış uzun süreli kurslar verilmeli. Projede yer
alan öğretmenler FATİH Projesiyle ilgili ders
verilen sınıflarda akıllı tahta olması gerektiğini sadece teorik derslerin anlamsız olduğunu
söylüyorlar. Eğitimin en önemli unsuru öğretmen olduğu için bu konuda bakanlık yetkilileri hassas olmalıdır. Öğretmenin öğrenci karşısında teknolojik yetersizliğini gösterecek en
ufak bir açık eğitimin orada bitmesi demektir.
Özellikle bir okula dağıtılmadan 3 ay önce
-Son olarak tabletten kısmen
vazgeçilmeli ve sadece ödül
olarak öğrencilere verilmelidir.
Örneğin her sınıfta akademik anlamda not ortalamasıyla ilk üçe giren
öğrencilerle beraber değerler eğitimi
açısından örnek davranışlarda bulunan
farklı üç öğrenciye de o sınıfta derse
giren öğretmenlerin tavsiyesi doğrultusunda
tablet verilmelidir. Genelde akademik başarısı
yüksek olan öğrenciler zaten örnek öğrenciler
olduğu için okul idaresi ve öğretmenlere tableti vermede geniş yetkiler verilmeli, böylece
isterlerse sportif ya da kültürel bir yarışmada
dereceye giren öğrencilere de tabletleri verebilmeliler.
Sonuç olarak etkileşimli ya da akıllı tahtaya
evet ama tablete hayır. Bir sendikacı olarak en
çok şikayet aldığımız konuların başında sınıf
içi huzuru bozan, eğitim ve öğretimi aksatan
cep telefonu sorunu varken bir de tableti tamamen sınıflara sokarak sorunu ağırlaştırmayalım derim.
tan 1’inin ilkokulu yarıda bıraktığını, okul
çağındaki 61 milyon çocuğun okula gitmediğini ve okul çağındaki 250 milyon çocuğun okuma yazma bilmediğini açıkladı.
SEYFULLAH KÖKSAL
Marmara Üniversitesi ve İGEDER
Akademi Öğrencisi / İSTANBUL
10 09 2012
UNESCO, 2000’de Dakar’daki Dünya Eğitim Forumu’nda 164 ülkenin katılımıyla kabul edilen “Herkes İçin Eğitim 2015” hedefleriyle ilgili bir rapor yayımladı. Araştırmaya
imza atanlardan François Leclercq’in açıkladığı rapora göre, gelişmiş ülkelerde 5 yetişkinden 1’i, iş hayatı için yeterli donanıma
sahip değil.Dünya genelinde son 2 yıldır 61
milyon çocuk okula gitmiyor ve gelişmekte
olan ülkelerde her 5 çocuktan 1’i ilkokul
eğitimi yarıda bırakıyor. Okula giden ya da
gitmeyen ilköğretim çağındaki 250 milyon
çocuk da henüz okuma yazma bilmiyor.
Hagitegas’ tan Erdoğan’a Eleştiri
Avrupa Dershaneler Birliği Başkanı George
Hagitegas, dershaneciliğin tarihine dikkat
çekerek çok eski ve evrensel bir olgu olduğunu, gerekliliğini defalarca kanıtladığını
belirtti. Hagitegas, üniversiteye giriş sınavı
gibi önemli bir sınava en iyi şekilde hazırlanma ihtiyacının dershaneciliği sadece Avrupa’da değil tüm dünyada ihtiyaç duyulan
bir sektör haline getirdiğini belirtti ve “Bu
tür bir uygulama, durumları zaten zor olan
öğrencileri daha da zor bir durumda bırakacaktır, eğitimde başarılı olma şanslarını
tamamen ortadan kaldıracaktır. En önemlisi
eğitimde eşitlik ilkesini ihlal etmiş olacaktır.
Türkiye’de dershanelerin kapatılması düşüncesi, bütün dünyada var olan eğitim özgürlüğü prensibine aykırıdır” dedi.
16 10 2012
Beş Çocuktan Biri İlkokulu Yarıda
Bırakıyor
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür
Teşkilatı (UNESCO), dünyada her 5 çocuk-
05.10.2012
Öğrencilerin Şiddet Eğilimini
Azaltacak Yeni Proje
Bir öğrencinin öğretmenini bıçaklaması,
başka bir öğrencinin de intihar etmesi gibi
son zamanlarda yaşanan şiddet olaylarına
karşı İzmir Milli Eğitim Müdürü Vefa Bardakçı öncülüğünde bir proje hazırlandı. Olayların tek bir sebeple açıklanmasının mümkün
olamayacağını, aile, okul, kültürel, sosyal
ve çevresel faktörlerin incelenmesi gerektiğini kaydeden Bardakcı, olaylar sonrası
okul müdürleriyle toplanıp şiddet eğilimini
azaltan bu projeyi başlattıklarını söyledi.
Bardakcı, proje kapsamında, her öğrencinin
ilgi ve yeteneklerinin tespit edileceğini, sonuçlara göre sportif, kültürel, sanatsal veya
sosyal faaliyetlere yönlendirileceğini anlatarak, “Çocuklarda bir hedef boşluğu var.
Çocuklarımızın yetenekleri doğrultusunda, tiyatro mu, spor mu, müzik mi, sosyal
konular mı onu ortaya çıkararak kendisine
bir yol çizmesini sağlayacağız. Öğrencileri-
mize yeteneklerine göre hedef göstererek,
şiddet olaylarını engellemek istiyoruz” diye
konuştu. Bardakçı, projenin hayata geçmesi
için diğer kamu kuruluşlarıyla bağlantı kuracaklarını ve bu etkinliklerin ders dışı faaliyet
olarak gerçekleştirileceğini belirtti.
05 12 2012
Okullar Hayat Olsun Projesi
Milli Eğitim Bakanlığı tarafından atılan adımlarla hayata geçen ‘Okullar Hayat Olsun’
projesi, pilot il olarak Konya’da başladı. Çok
amaçlı olan proje kapsamında merkezi ve
yerel yönetimlerin kaynak ve imkânlarının,
işbirliği içinde halkın hizmetine sunulması
amaçlanıyor. Türkiye›de bulunan 42 bin
okulun, mesleki, sosyal, kültürel ve sanatsal faaliyetlerin yapılacağı alan olması hedefleniyor. Proje kapsamında tüm okullar,
sadece öğrencilerin eğitildiği zamanla değil;
cumartesi, pazar, akşam sürekli, gün boyu,
hayat boyu eğitime devam edecek. Okul
binaları, salonları ve bahçeleri boş durduğu
zamanlarda, mahallenin ve çevrenin hizmetine verilecek.
18 10 2012
Kariyer Basamakları Sistemi Tekrar
Düzenleniyor
Düzenlemede ilk göze çarpan bilgiler şunlar: Kariye Basamakları; Öğretmen, Uzman
Öğretmen, Kıdemli Uzman Öğretmen,
Başöğretmen olmak üzere dört kademeye
ayrıldı. Bu kademeler arasındaki değerlendirmeler %50 Sınav + %50 Değerlendirme
Çizelgesi üzerinden oluşacak toplam puan
üzerinden yapılacak. Uzman Öğretmen,
711
Kıdemli Uzman Öğretmen, Başöğretmen
kademelerinde kontenjan sınırı bulunmayacak. 7 yılını dolduran öğretmenler “Uzman
Öğretmenlik”, 12 yılını dolduran öğretmenler “Kıdemli Uzman Öğretmenlik”, 17 yılını
dolduran öğretmenler “Başöğretmenlik” sınavlarına katılabilecek. Geçişler kademeler
arasında dikey değil yatay olarak yapılacak,
yani “Uzman Öğretmen” olunmadan “Kıdemli Uzman Öğretmen” olunamayacak.
“Girişimci nasıl olunur?”, “Para nasıl kazanılır?”, “Alın teri ile kazanılan para ne kadar
tatlıdır?” gibi soruların cevabını arayan derneğin, Mecidiyeköy Meydanı’nda “Simitçi
Genç” ve “Sucu Genç” olarak her gün bir
öğrencinin bu tecrübeyi yaşaması sağlandı.
İsteyen Öğrencinin katılabildiği uygulamada
dereceye giren öğrencilere ödüller verildi.
Değerlendirme Çizelgesinde ise ilk göze
çarpanlar şunlar: Doktora ve yüksek lisansa ek puan verilecek. Değerlendirme de
öğretmenler arasında tartışma konusu da
olan tezli ve tezsiz yüksek lisans ayrımı yapılacak. Kıdeme, e-akademi eğitimlerine,
bilimsel, kültürel, sanatsal ve sportif etkinliklere puan verilecek. Ayrıca yayımlanmış
eseri olanlara(ISBN), yurt içi ve yurt dışı hakemli dergilerde makalesi yayımlananlara,
bilimsel inceleme-araştırması bulunanlar ile
proje hazırlayıcısı ve yürütücülerine ek puanlar verilecek.
17 10 2012
13 09 2012
Uygulamalı Para Kazanma Dersi
Gençlik Platformu Derneği’nin “Uygulamalı Para Kazanma Dersi” ile öğrenciler,
20 Eylül-20 Ekim tarihleri arasında Mecidiyeköy’de simit ve su satarak, para kazanma tecrübesi yaşadı. Gençlik Platformu
Derneği’nden yapılan yazılı açıklamada,
kurulduğu günden itibaren öğrencilerin
kendilerini geliştirebilmeleri ve hayata hazırlanmaları için birçok projeye imza atan
derneğin, 20 Eylül-20 Ekim tarihleri arasındaki yeni projesi “Uygulamalı Para Kazanma Dersi” ile hayat ve para kazanma tecrübesi yaşatmayı amaçladığı belirtildi.
72
2
İlköğretime Yeni Bir Ders Geliyor
Habertürk’te Perspektif programında Suna
Vidinli’nin gündeme ilişkin sorularını yanıtlayan Adalet Bakanı Sadullah Ergin, seneye
ilköğretime hukuk dersi geleceğini açıkladı.
4. Yargı paketine ilişkin konuşan Ergin, yargının bir tarafında hakim ve savcılar diğer tarafında kamuoyu ve halkın olduğunu belirtti
ve konuyla ilgili olarak değişim ve dönüşüme adapte olmayla ilgili çalışmaları anlattı.
“Milli Eğitim Bakanlığı’nda çok önemli çalışma yaptık. 2013-2014 yılında ilköğretim
müfredatın içerisinde Temel Hukuk Bilgileri
dersi konulacak. Ayrıca ortaöğretimde de
bunu seçmeli ders olarak alabilecek. Önümüzdeki yıl başlıyoruz” diyerek MEB ila
olan çalışmalarından bahsetti.
20 10 2012
Kimsesiz Çocuklara Dini Eğitim
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı arasında 24 Eylül’de imzalanan protokolle, yurtlarda kalan koruma
altındaki kimsesiz çocuklara, Diyanet personeli tarafından eğitim verilmesi karara bağlandı. Protokole göre, her ilde 2 kurumun
personelinden oluşan komisyon kurulacak.
Komisyon, ildeki çocuk evi, çocuk yuvası,
yetiştirme yurdu, koruma bakım ve sosyal
rehabilitasyon merkezi ile çocuk ve gençlik
merkezlerinin ihtiyaçlarını gidermek için
aylık çalışma planı yapacak. Diyanet İşleri
Başkanlığı’nca çıkarılan yayınlardan çocuğa
faydalı olabilecekler ücretsiz olarak verilecek. Korunma ve bakım altında bulunan çocukların müftülük tesislerinden faydalanmaları sağlanacak. Çocukların yaş ve gelişimleri
dikkate alınacak. Her çocuğun durumuna
özgü yaklaşım sergilenecek. Görev alacak
dini personel, hizmet verecekleri kesimin
hassasiyetlerine dikkat edecek ve iletişim
kurma tekniklerine uygun eğitim alacak.
31 10 2012
Öğretmen Yetiştirmede Yenilikler
2013 Yılı Programı’nda “Eğitim Sistemi’nin
Geliştirilmesi”ne yönelik temel amaç ve
hedeflere göre, 2013 yılında öğretmen istihdamına ilişkin strateji ve politika belgesi
hazırlanacak ve uygulanmaya başlanacak.
Çalışmalar kapsamında öğretmen istihdamına ilişkin strateji ve politika belgesi hazırlanacak. Eğitim fakültelerinin kontenjanları
ülkenin gelecekte ihtiyaç duyacağı branşlara ve öğretmen sayısına göre belirlenecek.
Öğretmenlerin atamalarında bölgeler itibarıyla öğretmen ihtiyacının dikkate alındığı
teşvik edici bir yaklaşım benimsenecek.
Öğretmenlere ve okul yöneticilerine yönelik hizmet içi eğitimlerin sayısı ve etkinliği
artırılacak.
Yenilenen müfredatlara uygun olacak şekilde yönetici, öğretmen ve diğer personelin
yeterlilik alanlarını esas alan ve sorumluluğuna verilecek görevleri en uygun şekliyle
yapmasını sağlayacak bilgi ve beceriyi kazandıran etkin bir hizmet içi eğitim sistemi
kurulacak. Bu kapsamda düzenlenen seminer ve kursların niteliği artırılacak.
Türk Eğitim Sisteminde STK’lar:
Konumları ve İşlevleri
DR.İBRAHİM HAKAN KARATAŞ
Demokratik yaşamın temel kurumlarından biri olan STK’ların Türkiye’de
asıl işlevlerini yerine getirmeye başlamalarının tarihi çok eskiye gitmez.
Osmanlı’nın modernleşme serüveniyle
birlikte tanıştığımız STK’lar neredeyse
bir buçuk asır sonra, 21. Yüzyıla girerken ancak gerçek kimliklerini bulmaya
ve demokratik hayatın etkin aktörleri
olmaya başlamışlardır.Ve en önemli etkinlik alanı olarak devletin sürekli denetim ve gözetim altında tuttuğu eğitimi
seçmişlerdir.
STK’ların eğitim sistemi içindeki rolleri,
statüleri ve işlevleri nelerdir? Bu statüleri kendi kazanımları mıdır yoksa devle-
tin lutfettiği bir paye midir? Bu statüleri
toplum ve devlet nazarında kabul görmekte midir? Kendilerince belirledikleri
işlevleri ne düzeyde yerine getirebilmektedirler? Ne tür zorluklarla karşılaşmakta ve bu zorlukları nasıl aşmaktadırlar? Devlet ve toplum STK’ların bu
statülerini ve işlevlerini içselleştirebilmiş
midir?
Bu kitap, STK’ların bugün eğitim sistemi
içindeki statü ve işlevlerini sivil toplum
kavramının tarihsel ve kurumsal gelişimi çerçevesinde, küresel ve ulusal boyutlarıyla ve kuram ve uygulamayı birlikte ele alarak incelemektedir.
Sivil Toplum ve Eğitim
İBRAHİM HAKAN KARATAŞ
STK’lar neden eğitim alanında faaliyet
gösterir? Eğitimden beklentileri nelerdir?
Eğitime ilişkin tespitleri nelerdir? Gizli gündemleri var mıdır? Gerçek amaçları nedir?
Topluma ve devlete nasıl bakarlar? Birbirleriyle nasıl bir ilişki içindedirler? Türkiye’ye
ve geleceğe ilişkin ne düşünüyorlar?
Bu soruları ve daha fazlasını Türkiye’nin
önde gelen STK yöneticileriyle, bürokratlarla ve politikacılarla konuştuk.
Türkiye’de yaşanan sorunların bilinaçaltını
anlamaya çalıştık. Gerçek sebepleri ve uygulanabilir çözüm önerilerini aradık.
73
OKUL ŞEKERİ
PROJESİ
MUSTAFA YAZKAN
Sınıf Öğretmeni /
Çekmeköy / İstanbul
Çocuğu okula
alıştırana ve
öğretmenin öcü
olmadığını, iyi
birisi olduğunu
çocuk anlayana
kadar her akşam
şeker verilir.
Öğretmen onlarla
bir iki sorudan
oluşan sohbet de
eder.
Tüm çocukların okulun başladığı günden itibaren okula uyumunu sağlamak, velileri mutlu
kılmak ve öğretmeni daha rahat ders yapabilir
duruma getirmek, kısacası çocuklarda okula
başlamadan önce oluşan okul fobisini ortadan
kaldırmak amacıyla halen Çekmeköy Hatice
Mehmet Ekşioğlu İlköğretim Okulunda görev
yapmakta olan sınıf öğretmeni Mustafa Yazkan
tarafından Çekmeköy İlçesi AR-GE birime sunulan ayrıca kendi sınıfında da uygulanan başarılı bir proje Okul Şekeri Projesi.
Bu projeyi ortaya çıkartan sebepler 1. Sınıf
öğrencilerinin tahminen % 10’unun ilk günlerden itibaren annesinden ayrılmak istememesi
ve bir çok annenin ilk günlerde (kimi zaman
bu durum 1 dönem sürmekte) sınıfa girmesi, sınıfta ağlayan her çocuğun diğerlerinin de
konsantrasyonunu bozup öğretmenin de işini
bir hayli zorlaştırması. Projenin çıkış noktası ise
çocuğun okulu sevmesi.
Peki çocuk okula nasıl alışır? Okulu nasıl sever?
Öncelikle abi veya ablası okula giden çocuklar
(3-6 yaş grubu) akşam abi veya ablasını okuldan
almak için velisi ile okul önüne gelir. Abi veya
ablası okuldan çıkarken abisinin veya ablası-
74
nın öğretmeni tarafından sevilir, konuşturulur
ve öğretmen cebinden çıkardığı şekeri çocuğa
verir. Tahminen 5-10 çocuk şeker alacaktır.
Bu çocuklar yaşadıkları o anı tekrar yaşamak
ve şeker almak için her akşam annesi ile okula
gelecektir. Çocuğu okula alıştırana ve öğretmenin öcü olmadığını, iyi birisi olduğunu çocuk
anlayana kadar her akşam şeker verilir. Öğretmen onlarla bir iki sorudan oluşan sohbet de
eder. Okulda abisi veya ablası olmayan, okula
gidecek ilk çocuk olanlardan 6 yaşında olup bir
anasınıfına kaydolamamış olan çocukları ise,
okul idaresi, velilerini bir toplantı ile toplayıp
bilgilendirir ve bir dahaki sene okula yazılacak
çocukların zaman zaman okula gelmesi ve bizzat okul müdüründen şeker alması sağlanır. Bu
tür çocukların 2. Dönem haftada bir gün anasınıfına misafir olmaları ve ana sınıfında oyun
oynamaları sağlanır.
Tüm yıl boyunca belirli aralıklarla devam eden
proje çalışmaları sonucunda bir sonraki yıl çocuklar okula karşı besledikleri büyük bir sempatiyle öğrenim hayatlarına başlamış olurlar,
çünkü “bir şeker çocuğun eğitim hayatını değiştirebilir.”
75
fi ffikirlerin, içinde yaşadığımız zaman ve
me
mekânda, hatta günlük hayatımızda bize
nel
neler söylediğini anlamaya çalışıyoruz.
Hik
Hikmetin
özünü bulmak için çıktığımız bu
yol
yolda
bize, orijinal felsefe metinlerinden
alın
alınan
metinlerle birlikte yazarın sohbet
ede
edermişçesine
rehberliği eşlik ediyor.
• Entelektüel
tarihte paradigma oluşturmuş
E
felsefe
akımları ve filozofların tek tek ele
fe
alındığı
17 bölüm.
a
YAZAR
ÖĞRETMENLER
SITKI SERDAR
Yüksek Lisans Öğrencisi
/ İstanbul
• Fikirleri
çağlar ötesinden günümüze
F
kadar
ulaşan Eflatun, Sokrat, Aristo ve
k
Lao-Tzu
gibi bilge-filozofların yanı sıra
L
Kierkegeard’a
ayrılmış bir bölüm ile 20.
K
yüzyılın
iki arketipik filozofu Wittgenstey
in ve Heidegger’in tartışıldığı bölümler
elsefeye Giriş:
Felsefeye
Hikmetin Yapıtaşları
KEVSER KIVANÇ KARATAS
DKAB ÖĞRETMENİ / İSTANBUL
• Felsefe öğrencilerine yönelik pratik tavsiyeler ve kolaylaştırıcı yöntemler
Yazar Douglas
Do
J. Soccio ile beraber, 3000
Batı felsefesi boyunca ortaya atılmış
yıllık Ba
başlıca ffikirlerin peşine takılıyoruz. Felse-
• Eleştirel gözle metin okuma ve yazı yazma stratejileri çerçevesinde, seçilen belli
bir konuda alıntılama yapma prensipleri
Babilik ve Bahailik: İran’da
Kaçar Türk
T Hanedanlığı
süren hâkimiyeti boyunca da devamlı iç ve
dış sorunlarla uğraşmak zorunda kalmıştır.
YASİN İPEK
Dinler Tarihi- İslam Tarihi
DKAB ÖĞRETMENİ / KAYSERİ
İran coğrafyasında
1795-1925 yılları arasıncoğ
hüküm sürmüş olan “Kaçar Türk Hanlıda hükü
yaşadığı bölgenin geçiş noktası olması ve
ğı” yaşad
stratejik konumundan dolayı tarihin ilk çağst
llarından
arından beri süregeldiği gibi, yaklaşık 130 yıl
76
• Renkli
çizim ve fotoğraflar, derkenar sözR
lükleri, konu özetleri, tartışma soruları
gibi eğitsel araçlar
İslami kökenli bir hareket olarak ortaya çıkan Babilik/Bahailik; zamanla Yahudilik,
Hıristiyanlık ve İslamiyet gibi ilahi dinler ve
mistik doğu dinlerinin senteziyle yeni bir din
hüviyetine bürünmüştür.
Yazar kitabında İran Kaçar Türk Hanedanlığı, Babilik ve Bahailik konusunu enine
boyuna incelemiş ve tüm ayrıntıları ortaya
koymuştur.
IMDB Puanı: 8.3/10
Yapım: 2009 - Hindistan,
Tür: Dram, Komedi, Romantik
Süre: 170 dakika
Yönetmen: Rajkumar Hirani
FİLM
KULÜBÜ
MUHAMMET FATİH
SERTKAYA
Marmara Üniversitesi
Öğrencisi/İstanbul
Oyuncular: Aamir Khan, Kareena
Kapoor, Sharman Joshi, Madhavan,
Boman Irani, Akhil Mishra, Javed Jaffrey, Parikshat Sahni, Omi Vaidya, Rajeev Ravindranathan, Pitobash, Mona
Singh, Atul Tiwari, Chandrashekhar
Müzisyen : Subir Kumar Das
Senaryo: Rajkumar Hirani, Vidhu Vinod Chopra, Abhijit Joshi
Senaryo (Kitap): Chetan Bhagat
Bollywood’dan damakta tadı, hafızalarda replikleri kalan, saniye sıkılmadan
izleyeceğiniz 3 saatlik komedi-drama
filmi. Rancho, zekâsıyla çevresindekileri büyüleyen ama Hindistan’ın kalıplaşmış eğitim sisteminde göze batan
IMDB Puanı: 7.4/10
Yapım: 2007 - ABD, Almanya,
Tür: Biyografi, Dram, Komedi, Suç,
Süre: 123 dakika
Yönetmen: Richard LaGravenese
Oyuncular: Hilary Swank, Patrick Dempsey, Hunter Parrish, Imelda Staunton, Robert Wisdom, Scott
Glenn, Mario, Kristin Herrera, April Lee Hernandez,
John Benjamin Hickey, Giselle Bonilla, Katie Soo,
Will Morales, Jaclyn Ngan, Ihuoma Ofordire, Audia,
Deance Wyatt, Vanetta Smith.
Müzisyen : Will I Am, Mark Isham
Görüntü Yönetmeni: Jim Denault
Senaryo: Richard LaGravenese
Senaryo (Kitap): Erin Gruwell
Erin Gruwell’in “Freedom Writers Diary” isimli kitabından yola çıkılarak yapılan filmde, 23 yaşındaki öğretmen Erin’in yaşadıkları konu alınmış. Birbirlerinden
hatta sorumsuz sayılabilecek bir adamdır. Hindistan’ın en iyi mühendislik
okulunda Raju ve Farhan ile tanışır. Bir
yandan eğitim sistemindeki aksaklıkları
insanlara farkettirmek için baltalamaya
çalışırken bir yandan arkadaşları Raju
ve Farhan’ı gelecekte mutlu olacakları
şekilde yönlendirmeye çalışmaktadır.
Arkadaşlarının ailelerinden teğki görür. Okula kabul edildiklerinden yaklaşık olarak 10 yıl sonrasında Raju ve
Farhan’ın yıllardır ortalarda görünmeyen Rancho’yu aramaları hikâyesini,
geçmişte yaşadıklarıyla anlatan film,
hayatımızı da biraz olsun sorgulamamızı sağlıyor. Pizzanın bile yarım saatte
geldiği ülkede çağrılan ambulansın 2
saatte gelmemesi gibi repliklerle, film;
Hindistan’ın içinde bulunduğu çarpık duruma da sıkça değiniyor. Filmin
unutulmaması gereken repliği ise “all is
well”. Sadece eğitimcilerin değil herkesin mutlaka izlemesi gereken bir yapıt.
farklı ama ortak olarak hayattan beklentileri olmayan
karakterle dolu koca bir sınıf öğrencinin arasında idealist duygularla öğretmenlik yapmaya yeni başlayan
Erin’in işi, sandığından da zordur. Çünkü öğrenciler
okulda sadece zorunda oldukları için bulunuyorlardır. Gençlerin durumuna yüzeysel bakınca, paylaştıkları tek şey birbirlerine karşı nefretleridir. Derslere
aktif katılımı şiddetle reddettikleri aşikârdır. Kendince
geliştirdiği farklı yöntemlerle öğrencilerle iletişim kurmaya çalışan Erin daha zor durumda kalır. Öğrenciler toplumun acımasızlığı karşısında öğretmenin saf
idealizmini saçma bulurlar. Bir zaman sonra öğrencilerle müzik ve edebiyat aracılığı ile iletişim kurmayı
başaran Erin, kendi hikâyelerini yazmaları ve bunu
da birbirleri ile paylaşmaları konusunda öğrencilerini
teşvik eder. Basit bir günlük işlevi görmenin ötesine
geçen bu yazılar, öğrencilerin hayata tutunmalarını
sağlayan bir araca dönüşecektir. Bu sıra dışı uygulama
sayesinde, hoşgörüsüz ortamın acısını çeken ve kendi
topluluklarının dışındaki dünyayla sürekli mücadele
halinde olan öğrencilerin gözlerini açmaya başlar.
3 Aptal
3 idiots
Özgürlük Yazarları
Freedom Writers
77
www.igederyayinlari.com
İSMAİL TONBULOĞLU
Araştırma Görevlisi, Yıldız
Teknik Üniversitesi, İstanbul
Öğretmen
camiasının nabzını
tu uğu “Öğretmenler
Odası” dergisinin
sa şını ar k www.
igederyayinlari.com
üzerinden online olarak
gerçekleş riyor. Sayısız
eği m gönüllüsünün
değerli eği m
yayınları ile buluşması
temennisiyle...
78
phet.colorado.edu/tr/
ODTÜ Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri
Öğretmenliği tarafından türkçe arayüzü hazırlanan web sitesi ücretsiz olarak kaliteli, kullanışlı birçok eğitim materyalini internet sitesi
üzerinden paylaşılıyor. Sitede Fizik, Kimya,
Biyoloji, Matematik, Yer Bilimleri kategorileri
ön plana çıkan branş kategorileri. Sitede tamamen Türkçe olan materyaller bulunmakla
birlikte 20 den fazla dilde eğitim materyali yer
almaktadır.
Öğrencilerin kavramları görsel olarak anlamalarına yardımcı olmak için, PhET benzetimleri; tıkla ve sürükle kullanımı, kaydırma
ve radyo butonları gibi grafiklerin ve sezgisel
kontrollerin kullanımında gözle görülmeyen
ne varsa canlandırıyor. Daha fazla niceliksel
araştırmaya teşvik etmek için benzetimlerde cetvelleri, kronometreleri, voltmetreleri
ve termometreleri de içeren ölçüm cihazları
kullanılıyor. Kullanıcı bu etkileşimli araçları
yönettiği için yanıtlar anında canlandırılıyor,
böylece sebep-sonuç ilişkilerini yanı sıra çoklu bağlantılı gösterimlerini de etkili bir şekilde
gösteriyor(nesnelerin hareketi, grafikler, sayı
okumaları vb). Değerli öğretmenler siteyi incelemekte büyük fayda var.
İGEDER’in son internet mecrası igederyayinlari.com. İGEDER’in değerli öğretmenleri teşvik
etmek ve onları yönlendirmek niyetiyle baskısını yaptığı kitapların ve Öğretmen camiasının
nabzını tuttuğu “Öğretmenler Odası” dergisinin
satışını artık bu site üzerinden online olarak gerçekleştiriyor. Sayısız eğitim gönüllüsünün değerli eğitim yayınları ile buluşması temennisiyle...
www.egiƟm.gov.tr
“Türkiyenin Eğitim Portalı” olarak isimlendirilen
internet sitesi MEB tarafından oluşturulmuştur.
Site öğrenci, öğretmen, veli ve yöneteci arayüzleri içermektedir. Site içerisinde öğrenme nesnesi arama bölümü, 100 Türk Edebiyatçısı, 100
Temel Eser, Öğretmenlerin Başarılı Çalışmaları,
Her Şeyin Başı Sağlık, Uzaktan Eğitim, e-Kitap,
Mesleki Eğitim, Rehberlik, Haberler ve Duyurular gibi bölümler yer almaktadır. Ayrıca MEB
düzenlemiş olduğu çeşitli eğitim faaliyetlerine
bağlantı verilerek yer ayrılmıştır. Site 3 milyondan fazla ziyaret almış bir eğitim sitesidir.
Finlandiya’daki yetişkinlere yönelik
mesleki eğitim uygulamaları ile ülkemizdeki benzer kurumlarda yetişkinlere
yönelik mesleki eğitim uygulamalarının
benzer ve farklı yönlerini tespit ederek,
iyi örneklerin ülkemizde uygulanabilir
hale getirilmesini amaçlayan “Yetişkin
Mesleki Eğitiminde Finlandiya Örneği
(YETMEFÖ)” isimli proje kapsamında 07-13 Ekim 2012 tarihleri arasında
Finlandiya’nın Tampere şehrine çalışma
ziyaretinde bulunuldu. Projede başta
İGEDER olmak üzere her biri kendi alanında isim yapmış birçok kurum ortak
olarak yer aldı.
Proje kapsamında yetişkin mesleki
eğitimi alanında büyük başarılar sağlayan TAKK kurumu, bunun yanı sıra,
TAKK’ın Nirva Tesisleri, Pirkanmaa
Çıraklık Eğitim Merkezi, Tampere
Uygulamalı Bilimler Üniversitesi, Tampere Koleji ziyaret edildi. Bu ziyaretler
kapsamında, Finlandiya eğitim sistemi,
yetişkin mesleki eğitimimin Finlandiya
eğitim sistemindeki rolü ve konumu,
yetişkin mesleki eğitiminde portfolyo
ve değerlendirme, mesleki eğitimde
öğretmenler için anahtar yetenekler,
metodoloji, uzaktan eğitim, eğitimde
sosyal medyanın aktif kullanımı, yönetim ve girişimcilik eğitimi gibi birçok
alanda katılımcılara eğitim verildi. Tüm
bu eğitimler sonunda, sertifika töreniyle sona eren proje ziyareti, geleceğe yönelik yeni projeler üretme ve ortaklıklar
kurma temennileriyle sona erdi.
İGEDER’DEN HABERLER
İGEDER’DEN
FİNLANDİYA’YA
ÇALIŞMA ZİYARETİ
TAM ÖĞRENME
SEMİNERİ
İGEDER mesleki gelişim seminerleri kapsamında düzenlenen “Tam
Öğrenme Modeli” semineri gerçekleştirildi. Katılımın çok yoğun
olduğu programda Seminercimiz
Ali Sedat ASLAN bilgi, birikim ve
tecrübelerini bizimle paylaştı. Tekden Kolejindeki uygulamalardan
somut örnekler sundu.
79
İGEDER’DEN HABERLER
KURBAN KARDEŞLİĞİ GEZİSİ
Gönüllü öğretmenlerimizden ve İGEDER Akademi öğrencilerimizden oluşan 55 kişilik bir grup Kurban Bayramında Balkanlardaki kardeşlerinin yanındaydı. Gezi katılımcıları kurbanlarını
Arnavutluk’ta kesip kendi elleriyle ihtiyaç sahiplerine dağıttılar.
Kurban kesim işlemlerinin ardından Arnavutluk’ta Durres, Tiran, Berat, İşkodra; Kosova’da Prizren, Priştina; Makedonya’da
Manastır, Ohrid, Üsküp; Yunanistan’da Selanik’i gezerek vatan topraklarına geri döndüler.
SBS DESTEK ÇALIŞMASI
İstanbul Gönüllü Eğitimciler Derneği (İGEDER)
bünyesinde SBS destek çalışması başlattı. Okullarda zeki ve azimli oldukları halde yeterli maddi
olanaklara sahip olamadıklarından eksik konularını tamamlamakta zorluk çeken öğrencilere
destek verilmesi amaçlanıyor. Ekim ayında başlayan derslere katılım ücretsiz. Öğrencilerimiz
yıl boyunca Matematik, Fen Bilgisi, Türkçe ve
İngilizce derslerinde İGEDER Eğitim Akademisinin Öğretmen Adayları sayesinde kendilerini
geliştirme, başarılarını artırma imkânına sahip
olacaklar.
80
(COMENİUS – OKUL
ORTAKLIKLARI)
AVRUPA BİRLİĞİ PROJESİ
YAZIMI ÇALIŞTAYI
GERÇEKLEŞTİRİLDİ
AB projesi yapmak isteyen öğretmenlere yönelik düzenlemiş olduğumuz “Comenius AB
Uluslararası Okul Ortaklık Projeleri Uygulamaları,Yazımı” ko-
nulu çalıştay Serkan TEKGÜZEL
tarafından
gerçekleştirilmiştir.
30 Öğremenin katıldığı çalıştayda; Comenius AB Uluslararası Okul Ortaklık Projeleri
Uygulamaları,Yazımı,
Ulusal
Ajans’ın Tanıtımı, AB Projelerine genel bakış, Comenius projesinin Evreleri, Proje Yazımları
ve değerlendirmeler yapılarak
öğretmenlerin proje tavsiyeleri
dinlenmiş ve uygulanabilirlikleri
sorgunlanmıştır.
İGEDER öğretmenlerimizin bireysel,
sosyal ve mesleki gelişimlerine katkıda
bulunacak çalışmalar ortaya koymayı
amaçlamakta ve bu amaca yönelik çalışmalarına devam etmektedir. Öğretmenlerimizin eğitsel e-içerikleri daha
kolay bulabilmeleri ve derslerine daha
rahat entegre edebilmeleri için verilecek olan bilgisayar destekli eğitim seminerlerinin ilki, matematik branşı için
düzenlenecektir.
Öğretmenlerin derslerini internet tabanlı eğitsel sitelerle; resim, video ve
animasyon gibi eğitim materyallerini
toplu bir şekilde barındıran öğrenme
nesnesi ambarlarıyla ve bilgisayar destekli eğitsel oyunlarla zenginleştirmeleri, hiç şüphesiz öğrenmenin daha etkili
ve verimli geçmesini sağlayacaktır. Bu
amaçla verilecek olan seminerin içeriği
aşağıda sunulmuştur:
• Öğrenme Nesnesi nedir?
• Nesne ambarları hakkında genel bilgi
• Matematik dersine yönelik olarak
kullanılabilecek öğrenme nesneleri ve
nesne ambarları
• Matematik dersi için kullanılabilecek
eğitsel site ve yazılımlar
• Matematik dersi için kullanılabilecek
eğitsel oyunlar
• E-içerik geliştirme yolları
Seminere katılacak olanlara katılım
belgesi verilecek olup, katılım ücretsizdir.Derneğimizin web sitesinden kayıt
yaptırmanız önemle rica olunur.
Tarih: 1 Aralık 2012
Cumartesi - 15.00
Yer: İGEDER
İGEDER’DEN HABERLER
BİLGİSAYAR DESTEKLİ EĞİTİM SEMİNERLERİ
EĞİTİM AKADEMİSİ ATÖLYE
ÇALIŞMALARI BAŞLADI
İGEDER’de geçen yıl uygulanan “dergi atölyesi” çalışması Eğitim Akademisine örnek oluşturdu. Bu yıl
uygulama farklı atölye programlarıyla devam ediyor. Eğitim Akademisi öğrencilerine yönelik olan
atölyeler alanın uzmanı eğiticimler tarafından gerçekleştiriliyor.
• Dergi Atölyesi,
• Proje Atölyesi
• Materyal Geliştirme Atölyesi,
olmak üzere beş farklı grup çalışma yapıyor. Toplam 75 Eğitim Akademisi öğrencimizin devam ettiği atölyeler uygulamalı eğitim için başarılı bir örnek oluşturuyor.
• Eğitim Araştırmaları Atölyesi,
• Sivil Toplum ve Sosyal Sorumluluk Atölyesi,
81
İGEDER’DEN HABERLER
İGEDER’DEN “MUTLULUK
İÇİN DUYGU EĞİTİMİ”
KONFERANSI
Öğretmenlerimiz için hem okul hayatında hem de sosyal hayatta yararlı olacak “Mutluluk İçin Duygu Eğitimi” programı kapsamında Psikiyatri Uzmanı Dr.
Hamdi Kalyoncu seminer verecektir.
İnsanlar düşünceleri ile algılar, duyguları
ile yaşarlar. Duygu ve temel ihtiyaçlar
iyi tanınmadığı takdirde istismara en
açık alanlardır. Kişinin, insanlığından
ödün vermeden hayatını yaşayabilmesi
için öncelikle duygularını iyi tanıması
gerekir. Bunun için duyguların en erken
yaşlardan itibaren eğitimi büyük önem
arz eder.
Duygu Eğitimi’nin amacı; hayatı tadında, onurlu, özgürce yaşamak ve mutlu
olmak için insana kendini tanıtmak; Yunus Emre’nin de dediği gibi, “İlim ‘kendin’ bilmektir!” düsturunu kişinin kendi
yaşamında uygulamaya koymasına yardımcı olmaktır.
- Bebekten canavar üretmek?
- İnsan nasıl insan kalabilir?
- İnsanı nasıl mutlu bir varlık olarak yetiştirebiliriz?
Seminere katılmak için derneğimizin
web sitesinden kayıt yaptırmanız önemle rica olunur.
Tarih: 8 Aralık 2012 Cumartesi - 15.00
Yer: İGEDER
82
Dr. Hamdi Kalyoncu kimdir?
Psikiyatri Uzmanı Dr. Hamdi Kalyoncu, 1951 Trabzon doğumlu.
1975 Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu. Halen özel bir has-
tanede hizmet verirken, psikiyatri
eksenli araştırma, inceleme ve yorum kitapları üzerine çalışmalarını
sürdürüyor.
UZMAN BULMACA
1
2
3
4
Hazırlayan: MAŞUK CEYLAN
5
6
7
8
masukceylan@gmail. com
9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
SOLDAN SAĞA: 1. Başrollerinde Aamir Khan, Darsheel Safary, Tisca
Chopra’nın oynadığı yönetmenliğini Aamir Khan’ın yaptığı Hint yapımı
eğitim filmi / Rehberlik ve Araştırma Merkezi-2. Mekkeli Müslümanlara yardım eden Medineli Müslümanlara verilen ad / Ruhi …(Sanatçı)
/ Tümör / Antalya’nın bir ilçesi- 3. Suriye’nin başkenti / Koka yapraklarından çıkarılan uyuşturucu bir alkaloit / IQ’ su 20’nin altında olan
insanlara verilen genel ad / Flavin adenin dinükleotit- 4. Parola / İngilizcede erkek / İsim / Yüzyıl / Milimetre / Latincede iki;çift -5. Serbest
ekonomiden yana olan kimse / (1896 - 1980) yılları arasında yaşamış
olan İsviçreli genetik,epistemoloji ve bilişsel gelişim alanında çığır açıcı çalışmalar yapmış olan psikolog ve eğitim kuramcısı - 6. Hatıra /
Kur’an-ı Kerim’de bir süre / Federal Kriminal Dairesi / Budist ve Hindu
felsefesinde Tanrı’nın ya da dünyada bir hâkimin hüküm vermediği,
“ilahi bir lütuf” ya da “ceza” olmadan, kişinin kendini değerlendirdiği bir öğreti- 7. Yayla atılan, ucunda sivri bir demir bulunan ince ve
kısa tahta çubuk / Tarz / Bir nota / Tantan’ın simgesi / Ustad ... Khan
(Müzisyen)- 8. Cinsel iç güdünün belirtilerini gösteren, yaşama gücünün bütünü / Şöhret,şan / ... Basinger (Aktris)- 9. Bir nota / Orhan
Pamuk’un bir romanı / Fellow of European Board of Ophthalmology-
84
10. Anthony Burgess’in bir romanı / Akira Krusawa’nın bir filmi.
YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1. Stephen King’in bir romanı- 2. Kyôko
……. (Aktör) / İçi koloit veya yağ gibi sıvı veya yarı sıvı bir madde ile
dolu patolojik torba-3. San Marino’un plakası / -Baryum’un simgesi /
Yunancada yaşam, öz- 4. Rusçada evet / Yöntemine göre iş gören- 5.
Kudret,güç / Endonezya’nın plakası / Slayt - 6. Kalça kemiği / İngilizcede bir bağlaç-7. Teşrih / Bir bağlaç - 8. Çin’in para birimi / Geçimsizlik, anlaşmazlık, ara bozma, ayırma- 9. Semih Kaplanoğlu’nun bir
filmi / Bir doğaçlama tiyatrosu,rol yapma- 10. Roma mitolojisinde bir
tanrıça / Gıda ve Tarım örgütü-11. Doktor kısaltılışı / Radyo sunucu
/ Kripton’un simgesi-12.100 kısım kauçuğun 32 kısım kükürtle işlenmesinden elde edilen plâstik madde- 13. Burçlar kuşağı / Cet- 14.
Mecazen aklını yitirmek -15. Gösteriş, çalım, caka / Eski dilde ayak
- 16. Düzenli aralıklarla tekrarlanan, dizemli, tartımlı- 17. Eski dilde
öğretim ve eğitim sistemi - 18. Yelken yarışlarında, yelkenin yüzeyini
küçültme eylemi / Dil bilgisi - 19. Bilginler, yazarlar, sanatçılar kurulu
/ Baryum’un kısaltması -20. Kişinin iç huzuru, sükunet, değişik şuur
halleri elde etmesine ve öz varlığına ulaşmasına olanak veren, zihnini
denetleme teknikleri ve deneyimleri.

Benzer belgeler