Üç Makale - World Public Library
Transkript
Üç Makale - World Public Library
I Üç Makale: Melville, Volkov ve Bahtin. Beyaz Arif Akbaş Yalnizgoz Books Edirne 2010 II Moby Dick III Beyaz Arif Akbas (1979) was born in Istanbul.For five years he book review in Turkey various newspapers. Akbas was a poet and writer. He graduated from the Law Faculty of Khoja Akhmet Yassawi University.(Department of Sociology) He was the editor-in-chief of the Shahdamar literary magazine. Beyaz's poems and articles were published in magazines such as Yediiklim, Dergah, Kelime, Virgul, Shahdamar, Radikal Kitap, Yenisafak Kitap, Star, and Birgun Kitap. Love, mainly through its mystic character, is a popular theme of Beyaz's works. In his youth he was influenced by Ottoman court literature. From 1995 onwards, he used free form and adapted styles and techniques from Western poetry. His poems contain themes that harken to cultural ties to Persia, Siberia, Sufism and India. Bibliography Khakassia: The Lost Land (Alash Orda Books, 1995) My Darling of Siberia (Calameo Yayincilik, 1997) Trakia (Art Books, 2008) A Special Album of Davetname (Sanat Yazilari, 2002) Bir Ayshekadin Masali Kadi Bedrettin (Edirne, 2008) Sagalassos: City of Fairies (Edirne, 2010) Ashk Defterleri (Yalnizgoz Books, 2010) Erich Auerbach ve Dunya Edebiyatinin Filolojisi (Yalnizgoz Books, 2010) Abdu'l-Baha Effendi, Photo Album. (Yalnizgoz Books, 2010) Nasreddin's Fairy Tales,"The world's most beautiful tales"; (Nasreddin Effendi) Yalnizgoz Books, 2010.(World is always Smile on you...) Sibirian Pictures (Yalnizgoz Books, 2010) Assange and His World, Pop Art (Yalnizgoz Books, 2010) IV ‘Bana İsmail deyin.’ BEYAZ ARİF AKBAS Bana İsmail deyin. H. Melville, dünyanın en güzel romanlarından biri olan “Beyaz Balina”ya bu cümleyle başlar. Toplum ve Bilim dergisinin eski bir sayısında (“Özne İlkeselliğe Uymaz, Sayı:73; 1997, s. 129) Zeynep Sayın, çok kültürlülüğün eleştirisini, çoğul ve melez kimliği Melville’in aynı cümlesine odaklanarak açıklamaya çalışmıştır. Şöyle der; “Nitekim onaltıncı yüzyılda başlayarak çığ gibi çoğalan özyaşam öyküleri, mektup romanlar ve robinsonadlar, aynı cümleyi kasteder: bize, ismimizle seslenin. Kişinin giderek kendi içselliğine yöneldiği bir çağdır Yeniçağ; öznellik, bu çağa damgasını vurur.” Aslında Melville daha o günlerde sanki günümüz Batı algılayışının ötekileştirici unsurunu görebilmiş ve özellikle Amerika’nın maddi merkezli dünya görüşünü eleştirmiştir. Romandaki Kaptan “Ahab” karakteri Weber’in Protestan ahlakı ile birlikte doğan kapitalist egosantrik bir insandan ilham alınarak yaratılmış gibidir. Bunun yanında “İsmail” manevi dünyayı temsil etmekle birlikte ötekinin olumlu algılanmış bir prototipini de okura sunmaktadır. Beyaz Balina’da edebi ve estetiksel manada çoğul ve melez olana bir gönderme vardır. Edward Said’in “Şarkiyatçılık” adlı eserinde bahsettiği Doğu kurgusundan farklı bir estetik duyarlılık söz konusudur Melville’in romanında. Melville, edebi ve sanatsal olarak katı modernizme ağır eleştiriler getirmiştir. Kaptan Ahab’ın hırsları sonuna kadar dünyevi ve sonuna kadar intikam duyguları içerir. Andrew Delbanco, bu konuda “Melville’in Çalışmaları ve Onun Dünyası” isimli güzel bir kitap yazmıştır. Melville’in Kâtip Bartleby için söylediği gibi “Hiçbir şekilde bu adamın tam ve doyurucu bir biyografisi yazılamaz.” Aslında benzer bir eksik Columbia’lı araştırmacı Delbonco’nun kitabında da usta yazar için söylenmiştir. Delbanco, bununla birlikte dahi romancının tüm kitapları için söylediği kendi değerlendirmelerini de ayrıntılı bir şekilde notlandırarak kitabına eklemiştir. Ayrıca Delbanco, “Beyaz Balina” romanındaki kaçak köle olgusuyla o günlerdeki kolonyal yaşam konusunda paralellikler kurmayı başarmıştır. Kitapta benim dikkatimi aslında farklı bir şey çekti; Melville bilindiği gibi “Frankeştayn” romanına büyük hayranlık duymaktadır. Delbanco’da aynı şekilde bu romanı değerlendirirken olgular ve olaylar arasında V benzerlikler kuruyor. Eğer tekrar bu romanı okursam aynı benzerliği düşünerek tetkik etmek istiyorum. Daha derinlerde sanırım derin bir Alman Romantizm etkisinin varlığından söz edilebilir. Moby Dick’in başarısız tanıtım resepsiyonundan sonra Melville aşamalı bir şekilde yavaş yavaş yazı hayatından çekiliyor. Delbanco, ayrıntılı bir şekilde yazarın bizim için karanlıkta kalmış günlerini inceliyor. Bu kısım yazılan biyografilerin çoğunda eksik kalan bir parçadır. “Beyaz Balina” sömürgecilik ve postkolanyal çalışmalar için gerçekten de muazzam bir eserdir. Delbanco, Melville’in benzersiz hayal gücünü günümüze taşıyarak Beyaz Balina’yı Usama bin Ladin’e, onun peşindeki Başkan Bush’u da Kaptan Ahab’a benzetmiştir. Ama kesinlikle söylemeliyim ki Obama , “İsmail” karakterinin bir yansıması değildir. Üstelik “Bana Hüseyin deyin.” Demiyor… “Beyaz Balina” çağdaşları tarafından çoğu zaman bir başarısızlık olarak görülmüştür. Delbanco, sempati duyarak tutkulu bir şekilde hem onun hüzünlü hayatını anlatıyor hem de yazılarının karanlık kalmış köşelerini aydınlatmaya çalışıyor. Melville, benim tabirimle kendi zamanın uyumsuz bir yazarıdır. Belki de Oğuz Atay’ın o çok sevdiğim romanındaki gibi bir “Tutunamayan”dır. Melville, geçen sene kaybettiğimiz Ünsal Öskay Hoca’ya göre çağdaş toplumun XIX. Yüzyıldaki oluşum dönemini yaşamış ve “gelen dünyanın” insan için ne gibi sorunlar getirmekte olduğunu görebilmiş ender sanatçılardandır. Melville’in ailesinin maddi durumu hiç de parlak değildi ve babası, ardında yüklü bir miktarda borç bırakarak öldüğünde, on üç yaşındaki Melville için hayata atılma zamanı gelmiştir. Çeşitli işlerde çalışarak geçen beş yılın ardından, on sekiz yaşında Liverpool’a giden bir gemiye ayak basmıştır. Gençliğinin en güzel günlerini kâbusa çeviren bu adım, Melville’in dünya edebiyatına kazandıracağı büyük romanların malzemesi oldu. Yirmi iki yaşında Güney Denizlerinde balina avına çıktı, ama zorlu koşullara dayanamayıp birkaç arkadaşı ile gemiyi terk etti ve bir süre “Typee” yerlileri arasında yaşadı. (Aynı isimde bir kitabı da vardır.) Adaya gelen bir Avustralya gemisi ile yeniden denizciliğe döndüyse de denizcilik hayatı hep sorunlu geçti yazarın. Hatta katıldığı bir isyan sonunda hüküm giymişti, Tahiti civarında yeniden yerliler arasına katıldı, bir başka balina gemisi ile Hawaii’ye kadar gitti. Aslında “Beyaz Balina” sanıyorum ki bu seyahatte yazara ilham oldu. Bu maceralı seyahatleri bir süre sonra uçsuz bucaksız deniz gibi durgunlaşacaktır yazarın. Otuzlu yaşlarında Boston’a döndüğünde, artık deniz seferleri tamamıyla çıkmıştır kafasından, başka bir işi de VI yoktur; yazmaya başlar. 1846’da yayınlanan ilk romanları, yerliler arasında geçen günlerine aittir. Moby Dick’i 1851’de tamamlamıştır, ancak romanları yeterince ilgi görmemiştir. Melville, 1866’da New York gümrüğünde müfettiş olarak çalışmaya başlayınca edebiyattan bütünüyle uzaklaştı, 1891’de öldüğünde hiç kimsenin hatırlamadığı bir yazardı o, ama öldükten sonra keşfedildiğinde bir daha hiç unutulmadı. Yazarın en sevdiğim eseri olan Moby Dick için Ünsal Hoca bakın ne demiş: “Beyaz Balina ise, varolan dünyada insanal olmayan her şeydir; yenilmeyendir; insanın kendisine tutsak düştüğü her şeydir. Bunları Moby Dick’te uzun uzadıya anlatır. Edebiyatta ve yaşamda santimantalizmin yaygınlaştığı bu yeni dönemle birlikte, artık yaşamın kendisinden kaynaklanan bir süreç başlar.” (Çağdaş Topluma Geçişte Melville’in Yazarlık Serüveni; Uçurum Kitabı, Mart 1985: s.95) Beyaz Balina, aslında “dilin alışılmış kullanımındaki sınırlılıklardan çıkılması; bu amaçla dilin çok katlı bir anlatım biçimi içinde, ama reel-yaşamdan alınma deneyimlerimizden tümüyle kopmamış metaforlar aracılığı ile zenginleştirilmesi gibi yeniliklerin denemesidir.” Ünsal Hocanın ifadesiyle Melville, satan okunan bir yazar olabilmeyi değil de gerçekliği doğru anlatabilen yazar olmayı istemiştir. Kim böyle bir şey ister çok satan arkadaşlara sormak isterdim. Ünsal Hoca, Melville’i Berthoff gibi bir uzmanın etkisiyle Frankfurt ekolü metotlarıyla değerlendirmiştir. Bu konuda okunabilecek birkaç makale daha yazmıştır. İlgililer için bu konuda bakılabilecek iki önemli eser daha var: Bunlardan ilki, Nebahat Yılmaz’ın “Amerikan edebiyatında ilk öykü örnekleri ve kimlik arayışı: Hawthorne, Melville ve Poe” isimli çalışmasıdır. Diğeri ise Erman Gündüz’ün “Oryantalizmin sınırında: Hermann Melville’in günlüklerinde ve Ernest Hemingway’in gazete yazılarında Türkler ve Türkiye’nin temsili” isimli önemsediğim bir çalışmadır. Esim Erdim’inde “Hermann Melville’in Romanlarında Sanat Anlayışı” isimli çalışması ayrıca okunabilir. Esim Erdim’in kitabını ne yazık ki sahaflarda bulamadım. Beyaz Balina, benim çocukluk günlerinde okuduğum tadı damağımda kalan bir eser. Ve çocuklar masalsı şeyleri pek sever. Büyüdüğümde “Beyaz Balina” benim için çoktan bir beyaz meleğe dönüşmüştü. Melville, daha pek çok kitap yazmıştır. İnsan ruhunun engin derinliklerde kaybolduğu ya da başkalaştığı serüvenlere dair kitaplar… VII Büyülü Bir Çağrı BEYAZ ARİF AKBAŞ Rus düşünce tarihi ile ilgilenenler için Yapı Kredi Yayınları bu yakınlarda güzel bir eseri dilimize kazandırdı. “Büyülü Koro”, şimdiye dek böylesine derli toplu bir inceleme olmadığı için, önemli bir boşluğu dolduran, alanında bir başvuru kaynağı niteliğinde olabilecek bir eser. Benim hatırladığım kadarıyla, bu konu hakkında kaliteli denebilecek bir iki kitap daha geçmiş yıllarda çevrilmişti. Meraklısı için söyleyecek olursak; “Büyülü Koro”yu okumadan önce Boris Kagarlitski’nin “Düşünen Sazlık” ve Walicki’nin “Rus Düşünce Tarihi” okunabilecek iki önemli eserdir. Boris Kagarlitski Düşünen Sazlık'ta Rus aydınlarının öyküsünü anlatıyor. 1825'te Çarlık sarayına ilk kurşunu atan Dekambristler, Kagarlitski'ye göre ilk gerçek Rus aydınları. Çünkü Kagarlitski'de aydın olmanın ölçüsü, her şeye gücü yeten, toplumsal hayatın tüm alanlarını, kültürü, dini, mülkü ve insan hayatını denetimi altında tutan devlete karşı, demokrasiyi, aydınlanmayı ve özgürlüğü savunmaktır. Kagarlitski devlete karşı aydının tarihini anlatırken, Asyagil despot Rus devletinin, sosyalist aydınların öncülüğündeki bir devrimin ardından nasıl statokratik bir devlete dönüştüğünü irdeliyordu. Kitaba Kagarlitski, Paskal’ın bir ifadesinden yola çıkarak bu ismi vermiş sanırım. “İnsan bir saz gibidir, doğadaki en güçsüz şey; ama düşünen bir saz. İnsanı ezmek için evrenin tümüyle silahlanması gerekmez; onu öldürmeye hafif bir rüzgâr esintisi ya da bir damla su yeter. Evren insanı ezdiğinde bile, insan kendisini yok eden evrenden daha soylu olurdu; çünkü insan öldüğünü de bilir, evrenin onun üzerindeki üstünlüğünü de. Oysa evren bunların bir tekini bile bilmez. Öyleyse bütün değerimiz düşünceye bağlıdır. Başımızı dik tutabilmemiz için gereken destek noktası düşüncedir, bütünüyle doldurmayı hiçbir zaman başaramayacağımız zaman ve mekân değil. Öyleyse iyi düşünmeye çalışalım: ahlakın ilkesi budur işte.” (Blaise Pascal, Pensées Düşünceler, 1670.) İşte Kagarlitski bu minvalde Rus İntelijansiyasını inceliyordu. Walicki’nin sunduğu arka plan ise, Rus aydınların Batılalaştırma ile geleneği yaşatma arasında gidip geldikleri sancılı, ama toplumun kaderini bütünüyle değiştirecek olayları besleyen dönemi anlatıyordu. Tarihsel-felsefi sorunlar, siyasal ve dinsel tartışmalarla toplumsal düşünce ve hatta edebiyatla VIII temellenen Rus düşüncesini en geniş perspektiften sunan Walicki, bu klasikleşmiş eserinde; kendilerini Rusya’nın geleceğinden sorumlu tutan aydınların modernleşme tutkusuyla giriştikleri hareketin, 20. yüzyılın başında yaşanan tarihsel kırılmayla birlikte gelişimini adım adım çözümlüyordu. Eser ilk önceleri kapanan bir yayınevi olan Verso’dan çıkmıştı. Sonra aynı kitabı İletişim tekrar yayınlamıştır. Hemen hemen benzer bir konuyu inceleyen Solomon Volkov (1944, Leningrad.) 1967 yılında Leningrad Rimski-Korsakov Konservatuvarı’nda eğitim görmüş ve 1971 yılında müzikbilim alanındaki yüksek lisans yapmıştır. Volkov, 1972 yılında SSCB Besteciler Birliği’ne üye olarak kabul edilmiştir. Sovyet döneminde “Leningradlı Genç Besteciler” (1971) gibi çeşitli yayınlarda birçok çalışması yayımlanmıştır yazarın. Malum sorunlar nedeniyle yazar1976 yılında ABD’ye göç etmek zorunda kalmıştır. Dünyada pek tanınan Dimitri Şoştakoviç’in Anıları yine bu ülkede yayımlanmıştır.. O zamandan beri Amerikan ve Rus basınında sürekli olarak yazıları yayınlanmaktadır. Çoğu “kültür tarihi” alanına hitap eden; SaintPetersburg Kültürünün Tarihi: Başlangıcından Bugüne, Çaykovski Tutkusu (Koreograf George Balanchine), Yosef Brodski’yle Söyleşiler, Şoştakoviç ve Stalin gibi birçok farklı kitabı vardır yazarın. Bana göre yazarın en önemli çalışması son dönemde yazdığı “Büyülü Koro” adlı eseridir. Volkov Büyülü Koro’da, Tolstoy’dan Gorki’ye, Soljenitsin’den Chagall, Kandinski, Stravinski ve Balanchine’e uzanan Rus Kültürü’nü inceliyor. Kültür-siyaset ilişkisi hiçbir zaman basit olmadığı halde, Volkov, 20. yüzyıl Rusyası’nda kültür ve siyasetin karmaşık ve muazzam biçimde sarmal bir yapı gösterdiğini gözler önüne seriyor: son yüzyılda Çar II. Nikolay rejiminden Gorbaçov’un perestroyka’sına kadar Rusya’da gerçekleşen çeşitli siyasal hareketlerin Rusya’daki kültür çevrelerini nasıl etkilediğini mercek altına alıyor. Tarihin akılda kalan, derin izler bırakan bir döneminin insana dair hikâyesini basit, doğrudan ama etkili bir anlatımla aktarırken, XX. yüzyıl Rus kültür tarihinin büyük geçit törenine büyülü bir çağrı sunuyor. Ve kitap bu haliyle bizim ülkemizde “Rus Düşünce Tarihi” ile ilgilenenler için daha önce saydığım iki kitaptan sonra gerçekten büyülü bir çağrı… Yazarın kendi ifadesiyle söyleyecek olursak; “Kültür ve politika hiçbir zaman birbirinden ayrılmamıştır ve ayrılmayacaktır (tersine inananlar da politik bir açıklama yapmaktadır). Bunun parlak ve trajik bir örneği Rus kültürünün XX. yüzyıldaki kaderidir: İnsanlık, böylesine büyük bir ülkenin, yıkıcı savaşlardan, sarsıcı bir devrimden IX ve şiddetli bir terörden geçmiş bir ülkenin topraklarında, kültür yaşamının çok uzun bir süre bütünüyle politikleştirilmesine yönelik kasıtlı bir deneyi belki de, tarihte ilk kez gerçekleştirdi. Bu kitap tam da bunu anlatıyor ve bütün dillerde kendi türünde ilk kitaptır: Rusya’da geçmiş yüzyılda çeşitli alanlarda yaşanan kültürel ve politik etkileşim üzerine çalışmalar gün geçtikçe artıyor, ama bu sorunun birleştirilmiş bir sunumu bugüne dek yapılmadı.” İşte tam da bu manada Volkov, Büyülü Koro’da Rusya’nın toplumsal yaşamında entelektüellerin ve onların mitlerinin oynadığı büyük rolü tam olarak değerlendirmek istiyor. Bana göre Rusya’nın entelektüel tarihi büyük ölçüde bir sürgünün tarihidir. Sanırım büyük yazar Çehov’da Rusya’nın bu yönünü keşfetmek için çıkıyor “Sahalin” yolculuğuna. “Vahit Lütfü Salcı” kitabıyla tanıdığımız Mevlüt Yaprak’ın bu yolculuğu anlattığı bir kitap taslağını görmüştüm. Ne zaman yayımlanır diye sormadan edemiyorum. Bahtin ve Dünyası BEYAZ ARİF AKBAŞ Bir entelektüel olarak Mihail Bahtin, yirminci yüzyılın düşünce hayatında etkili olmuş simalardan biridir. Kendi edebiyat ve sanat dünyasında geliştirdiği perspektif ve kavramlar doğrudan veya dolaylı olarak birçok felsefi, edebi ve kuramsal tartışmayı derinden etkilemiştir. Onun eserleri yetmişli yıllar sonrası kuramsal sorunlarına bir yanıt olma konumundadır. Bahtin’in çalışmaları Marksizm, Göstergebilim, Yapısalcılık, Dilbilim, Karşılaştırmalı edebiyat gibi alanlarda gün geçtikçe etkili olmaya başlamıştır. Bahtin'in ölümünden sonra basılan Estetika Slovesnogo Tvorchestva (Sözsel Yaratımın Estetiği) adlı toplu denemeleri içinde en önemli metin "Estetik Etkinlikte Yazar ve Kahraman" adlı denemesidir. Bu metin aslında onun dünyasının estetik bir yansımasını sunuyor idi okura. Bahtin 1920'lerin başında bu deneme üzerinde çalışmıştı. Ancak bu çalışmasını bitiremedi; çalışma, diğer çalışmaları arasında (ne yazık ki tamamlanmamış bir biçimde) saklanan elyazmaları üzerinden yayımlandı. Bahtin'in çalışmaları arasında sorunsalları, temel düşünceleri ve dili açısından "Estetik Etkinlikte Yazar ve Kahraman" ile oldukça benzerlik gösteren başka bir felsefi çalışmanın da elyazmaları bulunuyordu. 2001 yılında Avesta Yayınları bu kitabı X yayımladığında burada “K filosofii postupka” (Bir Eylem Felsefesine Doğru) başlığı altında elyazmasında tamamlanmamış biçimi de korunmuştu. “Bir Eylem Felsefesine Doğru” metininde erken dönem Bahtin düşüncesiyle ve yaşamının ilk dönemindeki Bahtin'le karşılaşıyoruz; yarım yüzyıldan fazla bir dönem boyunca etkin bir düşünürün geliştirdiği belli başlı düşüncelerin kaynaklarını buluyoruz. Siyaveş Azeri’nin çevirdiği kitap ile Türkiyeli okur bir nebze olsun bu düşünürü tanıma fırsatı bulmuştuk. Bahtin yanlış bilmiyorsam Kazakistan’a sürgün olarak gönderilmeden önce 70’li yıllarda Rusya’nın “Vitebsk” şehrine taşınmıştır. Burada “Bahtin Çevresi” denilen bir gurup entelektüelle birlikte çalışmalar yapmıştır. Bazı araştırmacılar kendi adının dışında bu gruptaki düşünürlerden Voloshinov ve Medvedev’in isimleriyle yayımlanan kitapların da Mihail Bahtin’e ait olduğunu düşünmektedirler. Voloshinov yahut Medvedev ister Bahtin olsun veya olmasın etkili bir çevre oluşturulduğunda herkes hemfikirdir. Bu tartışma hala bir sonuca bağlanmamıştır. Diğer yazarların kitapları da (dil ve felsefe ilişkisi üzerine çalışmaların) özellikle hem perspektif hem de üslup açısından Bahtin’e ait gibi göründüğüdür. Bahtin düşün alanına karnaval, diyaloji, kronotop gibi çok önemli kavramlar armağan etmiştir. Döneminde yönetim ile başı derde girmiş ve Rabelais hakkındaki kitabını çok geç bastırabilmiştir. Bahtin, Rusya’dan önce Batı da keşfedilmiş bir düşünürdür. Bahtin, zamanında bu kavramlar yaygınlaşmış olmamakla birlikte disiplinlerarası düşünmenin en özgün örneklerinden birini ortaya koyar. Dilbilim, marksizm, filoloji, antoropoloji, edebiyat kuramı, felsefe ve hatta etnografya Bahtin'in çalışma alanlarıdır; ancak Bahtin tek tek bu disiplinlerin içine sıkıştırmaz kendini, aksine geniş kuramsal çerçevesini bu disiplinlerin tamamına yayar. Düşünürü daha farklı açılardan tanıyabilmek için diğer çalışmalarını da burada zikredebiliriz. Türkçeye sırasıyla; “Karnavaldan Romana, Edebiyat Teorisinden Dil Felsefesine Seçme Yazıları,” Çeviri; Cem Soydemir, Ayrıntı Yayınları (2001), “Dostoyevski Poetikasının Sorunları”,Cem Soydemir, Metis Yayınları - (2004), “Rabelais ve Dünyası”, Çeviri: Çiçek Öztek, Ayrıntı Yayınları (2005) kitapları çevrilmiştir. En son ise 2005 yılında “Sanat ve Sorumluluk / İlk Felsefi Denemeler,”, Çev. Cem Soydemir, Ayrıntı Yayınları tarafından basılmıştır. Rus filozof ve edebiyat teorisyeni Bahtin, hakkında Batı da yayımlanmış bir dizi önemli eseri burada belirtmemizde fayda var. Kültürel teori alanındaki çalışmalarıyla tanıdığımız Tim Beasley,“Mikhail Bakhtin and Walter Benjamin”, Mihail Bahtin ve XI Walter Benjamin, (2010) Macmillan Publishers Limited Houndmills Basingstoke, Hampshire, isimli bir kitap yazmıştır. Bu kitap iki düşünürü orijinal bir şekilde karşılaştıran ilk kapsamlı çalışmadır. Beasley bu iki düşünürün sanat, alışkanlık, dil ve gelenek ile ilgili kavramlarını karşılaştırmalı olarak inceliyor ve iki filozof arasında paralellikler kurmaya çalışıyor. Kitapta Bahtin’in düşüncesinde dilin gerçek niteliği, buna göre soyut dil yapısında değil, belli bir andaki sözce içindeki dilsel alışverişte, yani diyalojide ortaya çıktığı söyleniyor. Söyleyen ile dinleyen arasındaki ilişki anında ortaya çıkar, dilin anlamını belirleyen şeydir bu. Bahtin, bu anlamda, Saussurecü dil anlayışına tarihi ögesini sokmaktadır. Öte yandan eğer anlam, sadece söyleyen kişiye (özne'ye) ait değilse, burada merkezsizleştirilmiş de olmaktadır. Bahtin ve Benjamin yaşadığımız ve şu anda devam eden kararsız modernlik deneyimi ile tekrar düşünülmesi gereken iki önemli düşünür. İki düşünürün çalışmaları çeviri, montaj, alegori, aura, siyaset, tarih felsefesi, etik ve teolojik odaklıdır. Beasley, Benjamin ve Bahtin’in teorilerini ve görüşlerini radikal bir şekilde tekrar ele alıyor diyebiliriz. Aslında Basley, Benjamin ve Bahtin’den hareketle parçalanma ve bütünlük arasındaki gerilimleri araştırıyor. Bu kitaptan başka benim önemli gördüğüm bazı eserleri anacak olursak; Gary Morson ve Caryl Emerson’un “Mikhail Bakhtin: Creation of a Prosaics” (1990), Tzvetan Todorov “Mikhail Bakhtin: The Dialogical Principle” (1984), Caryl Emerson “The First Hundred Years of Mikhail Bakhtin” (2000) ki bu son yıllarda Bahtin için hazırlanmış en önemli biyografidir diyebiliriz. Ayrıca bu konuda 2007 yılında edebiyat kuramcısı Graham Pechey de “Mikhail Bakhtin: The Word in the World” isimli bir inceleme kitabı yazmıştır. Ken Hirschkop’un hazırladığı “Mikhail Bakhtin: An Aesthetic for Democracy” (2000) konu için diğer önemli eserlerden birisidir. İsminden de anlaşılacağı üzere bu kitapta Bahtin’in fikirleri demokratik bir estetik açısından tartışılır. Bu kitaplar benim ilk etapta aklıma gelenler. Umuyoruz ki bir ilgili çıkıp çevirir de biz de okumuş oluruz. Bahtin için insan bedeni, farklı kombinasyonlarla kurulup bozulabilen bir görünümdür. Alıntı defterime şöyle bir not almış ve altını çizmişim. “Yani organların belirli bir şekilde yan yana gelmesi gibi bir şart yoktur. ‘karnaval’ tabiriyle de vücuda yeni formlar vermenin ortamlarına işaret eder ve bunları ‘karnaval beden’ler olarak tanımlar. İnsan bedeninin kendi sınırlarını sadece: çiftleşirken, gebelikte, yerken, içerken ve dışkılarken aştığını düşünür. Cinsellik onun için sadece cinsel uzuvların yakınlaşması değildir ve belirli bir XII odağı yoktur. Hermafrodit ve androjen bedenler karnaval bedenler olarak onun idealini temsil eder.” Bu şekilde onu Freud ile kıyaslamak herhalde bir hayli ilginç olurdu. Ekşi sözlükte Bahtin için bir arkadaş şöyle demiş: “Yalnızca edebiyat kuramcısı olarak düşünülmesi yanlış olacak kültürel kuramcı. Olayların asla sabitlenemeyecek toplumsal bir akis içinde var olabileceğini, insanların hayatlarını ancak bu akış içinde başka hayatlara bakarak anlamlandırabileceğini ve de huzursuzluk denen şeyin hayatin öz karakteri olarak hep değişmeye gebe hep iyi ihtimalleri barındıran bir şey olduğunu süper metinlerle bize anlatan komşu ülke kişisi.” Başka hayatlara bakarak anlamlandırmak… Geçmiş yıllarda kaybettiğimiz Ulus Baker’de yazdıklarıyla sanırım bunu başarmak istiyordu. Bahtin’in dünyası oldukça karmaşık ve anlamlandırmak için ilgiyi hak eden bir şey. Bahtin’i anlayabilmek için sanırım biraz daha Dostoyevski okumalıyım ama “Beyaz Geceler”i değil. Aslında bu konu bir kitap olacak kadar uzun, bu kısa yazıda neyi ne kadar anlatabileceğimi pek kestiremedim. Bahtin’e tek bir şey için kızıyorum; sürgündeyken sigarasız kaldığında yazılarının olduğu kâğıtlara tütün sararak içtiği için. *Copyrighted Material