İndir

Transkript

İndir
L O T U S U A R A R K E N
Proust’un Katleyası Lotus mu?
Yazan:Uçar Demirkan
Çöp kamyonu ağır ağır on metre ilerisindeki diğer çöp variline yaklaştı.Sürücü;dileseydi yüz
kırk kilometre hızla gidebilirdi caddede.Kimsesizdi cadde,taşıtsız.Oysa;görevi,kent yaşamının
bilincine zorla soktuğu yasaklar,engelliyordu onu.Aslında herkesi engellemiyor muydu görevi
ve alışkanlıkları.
Hız yapmaktan hoşlanırdı.Hem,kim hoşlanmazdı ki hızdan.Çocuklar bile otomobillerle
koşarak yarışırlardı umutsuzca.Geçemeyeceğini;yenileceğini bile bile.
Üstelik;o bu duygusunu gerçekleştirebilecek olanaklara kavuşmuştu.Gaz pedalı;ayağının
altındaydı.Tanrı buyruğunu alıp göreve atılacak Azrail gibiydi o..Üstelik;önünde yorulmuş
gibi;kollarını,bacaklarını iki bir yana açmış uzanan cadde bomboştu.Ama;yapamıyordu.Bir
yürek kabarması denli sıkıcı;korkutucu görev duygusu dikiliyordu karşısına ve engel
oluyordu..Bu,hep böyle oluyordu.
Sol yanındaki dikiz aynasını,yukarıyı görecek biçimde ayarlardı her zaman.Nasılsa;cadde
bomboş oluyordu ve arkadan gelecek olan araçları gözlemesi gerekmiyordu.Böylece;bir parça
gökyüzü,gökyüzü parçasında geriye doğru kayan,koşan ağaçlar ve ağaç dallarının altında,bir
yarıştalarmışcasına kendisini durmadan çok yakından izleyen kirli ve sakallı bir kafa görürdü
kamyonu yönetirken.Yalnızlıktan kurtulurdu.
Acırdı arkadakilere.Bir kez dışarıda çalışırlardı.O,motorun sıcaklığından yararlanıyordu bu
kış
günü.Üstelik;eline
geçen
para
da
onlarınkinden
çoktu..Kolay
değildi
artıklarıyla,pislikleriyle cebelleşmek..Ama;adamlar mutlu görünüyorlardı çoğu
elin
kez..Biri
birlerine takılırlardı iş görürken.Köylerindeki yaşamları,bu kentte oturdukları yerlerdeki
yaşam koşulları;gördükleri işten temiz miydi sanki..
Arkadaki
adam;ayakta
durmağa
çabalıyordu;küreğin
sapının
bitimine
dayamıştı
çenesini.Ellerini çenesinin altında,kürek sapının çevresinde yumruk yapmıştı.Gözleri;alaca
karanlıktaki yan aynada şavkıyordu.Ama;adamın burada olmadığı anlaşılıyordu.Gözleri
dalmış gitmişti;ahırdaydı ya da gusulhanedeydi şu an..
Önüne çevirdi bakışlarını kamyon sürücüsü.Kapkara bir kedi;kaldırımın birinden diğerine
geçiyordu caddeyi hızla aşarak.Olduğundan uzamıştı bedeni kedinin.Kişilerin de boyları
uzamış görünürdü karşıdan karşıya geçerken.Kim bilir kaçıncı geçişiydi kedinin bu
caddeden.Aceleci yayalara benziyordu;kendinden emin.
1
Fren pedalına bastı hafifçe.Kedi;kişiler denli usta olarak ayarlayamamıştı bir yandan diğerine
geçişini.Sol ön tekerleğin altında kalabilirdi kuyruğu ya da tüm bedeni.Bedenini sola yatırıp
başını sol ilerisine uzattı kediyi görmek için.Kedi yürüyüş hızını hiç bozmamıştı.Elleri
paketlerle
dolu,taşıtların
önünden
telaşsız
geçen
kadınları
anımsadı.Alımlı,güzel
bedenli,umursamaz bakışlı kadınlar..Bu kedi de dişi olmalı diye düşündü.
Geriden bir gürültü duydu ve dikiz aynasına baktı.Gerideki kafasını dikleştirmeğe
çabalıyordu.Kürek sapı çenesinden,boyun yanından ensesine doğru kaymıştı.Başıyla sağ
omuzu arasında dikine duruyor ve ucu kulağının yukarısından beresine dokunuyordu…Bir
kadın elini düşledi böyle saçlarına uzanmış.
Oldukça kızmıştı arkadaki adam.O da ileri baktı ve caddeden geçen kediyi gördü.Kediyi
görünce gülümsedi ve başını iki yana sallayıp dikiz aynasına baktı.Gülüştüler;biri birlerinin
yanındaymışcasına.Konuşmadan anlaşmışlardı;ayni duygularla doluydular;rahatlamıştı ikisi
de kediye bir şey olmadı diye.
Kamyonun sol yanından;dört ayak sesi duyuldu caddede.Đki çöpçü;çöp variline yöneldiler
hangi yanına gideceklerinden,nasıl tutup kaldıracaklarından emin.Kişiler nasıl bu denli emin
oluyorlardı tanrım.
Tam
bu
sırada;çöp
bidonunun
yanından
geçiyordu
adam.Bidona
ve
çöpçülere
baktı.Tanrım,sana şükürler olsun dedi içinden..Güneş doğdu doğacaktı.Ama;el ayak hala
çekikti kentten.Bir kişioğlunu yuttuktan sonra-yüzlercesini yutuyordu her gün-sindirim
uykusuna yatmış bir piton yılanıydı kent.Çöp kamyonuysa;bir karınca gibiydi uykulu
bedeninde dolaşan.Koca bulvar bomboştu;bulvarın öbür yanındaki caddeden boş bir belediye
otobüsü geçti,ters yöne giden.Adam;yeni yeni uyanıyordu;bilinci yerine geliyordu.
Daha iki yüz metre kadar yürümeliydi;otobüs durağına ulaşmak için.Ceketinin yakalarını
kaldırıp ensesini örttü.Đçinin titrediğini duymuştu birden;ellerini ceketinin ceplerine soktu ve
parmaklarını kapatıp yumruk yaptı.Bedenini dikleştirip adımlarının uzunluğunu ve sayısını
arttırdı.Islık çalmak istiyordu ama;dudaklarını büzünce içine soğuk hava dolacakmış;daha
çok üşüyecekmiş gibi geliyordu;vazgeçti.
Sağındaki sinemanın afişlerine bakmak için yavaşladı.Yerli filimmiş-bu Cumartesi
gelmeli..On altı yaşında bir kızı getirdi sol yanına;kız koluna giriverdi.Onunla konuşmaya
başladı afişlere bakarak.
Sinemanın yanındaki yapının ikinci katındaki pencerelerden biri ışıklandı.
Adam;elektriği yaktıktan sonra pencereye gitti ve kalın kumaştan-değerli bir kumaştı besbelliyapılmış perdeleri iki eliyle yakalayıp pencerenin ortasından iki yana doğru çekti.Madeni bir
gıcırtı odanın duvarlarında yankılandı ve yatakta uyuyan kadını uyandırdı.
2
Kadının sol kolu ve omuz başı yorganın dışında kalmıştı.Sol kol;omuz başından ileri doğru
uzanmıştı ve koltuk altı görünüyordu.Terlemişti;avucu para dilenen bir dilenci kadınınki gibi
açık kalmıştı.Aşk dileniyor-diye kurdu adam.Gitti;kalorifer açma anahtarını çevirdi.Odanın
ısısı düşecekti;bilimsel bir gerçek..Ve adam kadını sevecekti:yaşamsal gerçek.
Geldi-kadının yanına-yorganın üzerine uzandı adam.Kadın,adamın gözlerine baktı ve ne
istediğini anladı.Başını adama yaklaştırdı.Güzel bir Çin vazosunu;bu tür vazolardan anlayan
bir uzmana verir gibi sunuyordu kendisini kadın.Adam;yorganı çekip aldı kadının
üzerinden;kendi altından çekiştirerek karyoladan aşağı attı ve kadına sarıldı.
Hiç konuşmadılar sevişirken;kadın düş görüyordu uyandığında;sürdürdü düşünü kaldığı
yerden.
Sonra adam bir sigara yaktı yatakta uzanmış ve kadın çırıl çıplak banyo odasına geçti.Sıcak su
kolunu çevirdi.ve ohh dedi derinden.Bütün kirlerinden arınacaktı.
Ohh..dedi küçük kız yatağında gözlerini ovuşturarak.Daha erken anneciğim-uyumak
istiyorum ben..
Kalk yavrum-baban seni okuluna bırakacak işine giderken biliyorsun-biz çoktan kalktık,senin
de hazırlanman gerekiyor.
Çoktan mı kalktınız-neden-uyumayı sevmiyor musunuz.
Yanıtsız kaldı bu sorular.Ufacık,terliksiz ayaklarıyla evin kilimsiz tahta tabanına bastı küçük
kız.Sonra;tuvalete gitti.
Mutfaktan
çaydanlık
gürültüsü
geldi.Tahtadan
bir
masaya
kahvaltılıklar
konulmuştu.Baba;gazetesini okuyordu bir gün önceki tarihli.Radyo,sabah haberlerini
veriyordu.Ama;kimsenin dinlediği yoktu onu;laf olsun diye açılmış olmalıydı.
Kadın;çaydanlığı masaya bıraktı;adam gazetesinin gerisinden başını uzatıp karısının
sabahlığının açık kalmış yerlerine baktı..Kadın;alt dudağını ısırdı.Đçeriden küçük kızın sesi
duyuldu-anne cetvelimi bulamıyorum..
Bu ses kurtuluştu işte.Çocuğun odasına yöneldi soğukkanlı görünmeye çabalayarak.Odasının
kapısında yitti.
Allaha
ısmarladık
anneciğim..Koşarak
odasının
kapısını
açtı.Evleri
buydu-bir
tek
oda..Kendisini dar attı sokağa.Evlerinin önündeki çamurlu suda gördü güneşin beyaz
izini.Başını göğe çevirip güneşe baktı..
Çocuklar;güneşe
bakan
gözleriydi
kentin.Büyüklerin
hiçbir
ilişkisi
kalmamıştı
güneşle.Oğlan;gökyüzünde beyaz bir güneş buldu.Yaz güneşi değildi bu.Sıçrayıp atladı su
birikintisinden.Ellerini pantolonunun ceplerine soktu;dudaklarını büzdü ve bir çocuk şarkısını
ıslıkla çalarak başladı güne.
3
Önce;sokakları bitti,sonra cadde.Sağa saptı;yaşıtı bir çocukla günaydınlaştı ve işyerine
ulaştı.Boyundan yüksek ve büyük makinelerin arasından geçti;duvarda yağlı bir işlik
asılıydı;hem pantolon hem gömlek olarak tek parça hazırlanmıştı;aldı ve sırtı göğsüne gelecek
biçimde çevirdi,beli düzeyinden tutarak önce sağ bacağını,sonra solunu geçirdi.Sonra da
kollarını soktu işliğin içine ve önündeki düğmeleri ilikledi boynuna dek..Bir ses duydu
yukarıdan-bize iki çay söyle-koşarak çıktı iş yerinden.
Đşyerine bakarak geçti öğrenci.Esneyen,yeni uyanan kenti gördü yaşlı işçinin kocaman açılmış
ağzında.Biraz
sonra
sağa
dönerek
caddeye
çıktı.Caddede
kişiler
ve
araçlar
kaynaşıyordu.Jeoloji derslerinde dinlediği lavlar ve dağların oluşumu geldi gözünün önüne
insan seline bakarken.Đyi ama;bu kıpır kıpır kişioğlu ve araç yığınından hiç bir şey
oluşmuyordu.Bir
dağ
bile.Yanından,ters
yöne
giderek
geçen
okullu
bir
kıza
gülümsedi.Kız,somurttu.Günaydın demeyi de düşünmüştü oysa-iyi ki dememişim..
Sağ yanında;açık tablasında dizili simitlerle bir simit satan adam gördü.Pisti adam,ama onun
da karnı açtı.Öğretilenlerle uygulama arasında ne denli terslikler,yanlışlıklar vardı.Verilen
parayla sabahları bir simit yiyebiliyordu ancak.Bu nedenle;görmezden geldi adamın
pisliğini..Ya da ;kendisi de büyükler gibi,alışıyordu yaşamın pis ve zor koşullarına.Đki buçuk
lirayı tabladaki susam yığının içine attı,hiç ses duyulmadı..Adam;ellerini işliğinin ön cebine
sokmuş,umursamaz bakıyordu kendisine.Büyük bir bedenin ayrı organlarındaki hücreler
gibiydiler adamla.Biri birlerine gereksinimleri olduğundan bilgisiz.Uzandı;sıranın en
tepesindeki simidi aldı;ısırdı ve yoluna devam etti.
Sonra;yazı masasının üzerindeki çay bardağına uzandı genç kız.Hiç öpülmemiş;aynaların buz
gibi soğukluğuyla büzülmüş dudaklarına götürdü bardağı ve bir yudum aldı.Önce;dilinin
üstüyle üst damağı yandı;sonra diş etleri;sonra dudaklarının içi.Bardağı hemen bardak
altlığına bıraktı ve ağzındaki simit parçasını çiğnemeğe başladı.
Yine bakışlarını üzerine dikmişti işte..Tedirgin oluyordu bu bakışları üzerinde duydukça.O da
baktı adama ama,bir eşyaya bakar gibiydi.Adamın bakışlarının da bir anlamı yoktu;ya da o
anlamıyordu;anlayamıyordu.Günaydın-dedi
adam
o
da
başını
salladı
simidini
ısırırken.Adamın bakışları bu kez şimşeklenmişti.
Yeni bir günaydın duydu;üç adım solundan yaklaşıyordu masasının;üzerinde her günkü yılgın
bıkkın bakışlar ve kötü giysileri vardı.Gülümsedi ve yanıtladı bu kez..Günaydın
efendim.Adam
da
gülümsedi
yorgun..Güzel
oluyordu
kişiler
gülümsediklerinde,güldüklerinde..Saatine baktı-bu kez vapuru kaçırmamış diye düşündü.
4
Vapur hızlı hızlı gidiyordu.Vapurun burnunda uyanıyordu kent;kollarını iki yana açarak
denizde vapurun bıraktığı izde ve dalgalarda.Durgun ve kıpırtısızdı deniz.Bu nedenle;vapurun
iki yanında oluşan ve hızla gemiden açılan dalgacıklar açıkça görülüyordu.
Sağındaki bir balıkçı teknesini uyarmak için düdük öttürdü kaptan.Sandaldaki balıkçı keyifle
el salladı gemiye.
Adam;gazetesini okuyordu lüks mevkide.Pahalı ve hoş kokulu bir sigarayı dudaklarının
arasına yerleştirmiş,arada bir dumanını üflüyordu sakin.Tam karşısında doğa bütün
güzelliğiyle-bütün çekiciliğiyle-bütün yaratıcılığıyla oturuyordu oysa;bacak bacak üstüne
atmış.Ama o;gazetesini okumayı yeğliyordu.Okumalıydı gazetesini;yaşaması için ekmek,su
denli gerekliydi bu ve zamanı yoktu şu anda başka şeyler için.Sorarsanız haklıydı.
Kız;üstteki bacağını indirdi ve alttakinin yanına yere koydu.Topukları ve ökçeleri üzerinde
kalçasını yukarı kaldırdı ve dineldi.Kimseler anlatamazdı bu düzenli güzelliği ve baş
döndürücü devinimi.Kendiliğinden,bir anda olup yiten bir doğa mucizesiydi.Hiçbir
gazete;hiçbir yazı anlatamazdı bu güzelliği.Aşağıya inmek için merdivenlere yöneldi;yarıştan
önce dolaştırılan huysuz atlar gibi yürüyordu kız.
Vapur hız kesti ve iskeleye yanaştı.Aceleciler palamarların bağlanmasını beklemeden atladılar
iskeleye kadınlı erkekli.Yasak ve tehlikeliydi yaptıkları.Kimseler;kent yaşamında yasaklara
uymuyordu.Adam,gazetesini özenle katlayıp paltosunun cebine koydu;kaşkolunu düzeltip
paltosunun düğmelerini ilikledi ve merdivenlere yöneldi.Acelecisiz ve güvenliydi
yürüyüşü.Sürüp giden;hiç bitmeyen bir tatili yaşıyormuş gibiydi adam.Merdivenlerden inip
vapurun kenarına geldiğinde;vapurun iskeleden açılmış olduğunu gördü.Tam iki metrelik bir
açıklık olmalıydı diye düşündü.Sonra;palamarlara takıldı gözleri ve palamarcılara
öfkelendi.Aman
tanrım;ne
yaşamında..Üstelik;kızdığını
gereksiz
ve
da
etti
belli
ne
çok
adamlara
öfkeleniyordu
kişiler
kent
bakışlarıyla.Adamların;kendisini
tanıdıklarını;kendisinden çekindiklerini belki de korktuklarını düşledi..Mutlu oldu.
Bu sırada gemi yeniden iskeleye yanaşmıştı.Palamarcılar yeniden bağladılar palamarları ve
sıkıladılar.Adam indi;tekdüze yaşamına doğru yürüdü.
Ben tam bu sırada aşağıdaki şiirimi okuyordum;onu düşleyerek.
O Biyafralı kızdı,kapana kısılmıştı,açtı,ağlıyordu
Yeni açan yonca yaprağıydı
Tazeydi
Ama üç yapraklıydı
Kocamandı gözleri,göğüsleri ufacıktı
5
Korkuyordu Biyafralı kız
Yaşamak istiyordu,tohumlanmak
Tomurcuklanmak ılık ılık
Oysa ölüyordu.
Ve o Đsveçli kızdı yağmur altında,mini etekli,donuk bakışlı
Solmaya bırakılmış lale
Arzudan süzülmüş gözdü
Yatacağı erkeği seçiyordu kentin alanında
Ayni saatlerde
Sonra ölüyordu,sonra yine ölüyordu,sonra yine
Sabaha dek yaşayarak
Başka ulaşılması güç evrenlerde
Biyafralı bir oğlanın kollarında
Ve o Hong-Kong’ta satılan bir anneydi
On iki yaşında
Anadolu’da
O bir Amerikalı kadın
Erkeğine daha sıkı sarılan
Ayni saatlerde
Rio kıyılarında ak bir martı mıydı ölüm
Akbabaların budalaca didikledikleri
Yoksa mutluluk gerçeksiz bir düş müydü
Yıllardır yıkılmamış kartondan şato
Bu olanlar neydi
Ortalık kapkaranlıktı-güneşler başka evrenlerde olmalıydı
Biyafralı kız olanları anlayamadı
Anadolu’lu kız
Ve öldü gitti iskeletçe
O Biyafralı kız
6
Kişiler evrenin en korkak yaratıkları aslında.Bu korkuları nedeniyle dört elle sarılıyorlar
tanrılarına.Kişi neden tanrısına yönelir?Bir şeylerden korktuğu için.Ama,gerçek anlamda
korktuğu için.
Parasız kalmaktan korkan ‘Tanrım bana bol kazançlar ver’ diye yönelir tanrıya..Ölümden
korktuğu için sağlık ister tanrıdan.
Dini öğretiye inanmış olan,yaşamın bu evrende bitmeyeceğine inandırılmış olanlar da ölüm
gerçeği karşısında,en derinlerindeki hücrelerinde duydukları korku nedeniyle sarılırlar dini
öğretiye ve de tanrılara.
Öbür evrende acı çekmekten korkanlar,bu evrende hiç acı duymamış ya da çok az acı duymuş
olanlardır.Bu
evrende
acı
çekenler,ölümden
sonraki
yaşamlara
ve
evrenlere
inanamaz.Đnanıyorsa,yeterince acı çekmemiş demektir.
Kişilerin,yurdundaki tüm kişilerin,giderek evrendeki tüm benzerlerinin acısını içinde birazcık
olsun duyan ya da duymağa başlayan kişinin iki seçimi vardır.Tanrıyı seçmek ya da tanrıyı
tanımamak.
Tanrıyı seçmek kolay.Böylece,kişi duyması gereken acıların tümünü ona yükler,kurtulur
Biyafralı kızın acısını çekmekten.Onun acısını paylaşmaktan uzak kalır.
Daha yürümeğe başlamadan anlamsız bir savaş nedeniyle ölen yavrusunun başında ağlayan
anaya”Ağlama,tanrı verdi,tanrı aldı”der.Acısını dindirdiğine ya da dindireceğine inanır
böylece.Çünkü,böyle demekle kendisi,yavrusu ölen kadının acısını üstlenmemekte ve
duymamakta ve bunun kadın için de böyle olacağına inanmakta ya da buna zorla
inanmaktadır.
Tanrı tanımayan-gerçek bir ate-her an,her yerde bütün varlığını zorlamağa,kendini aşmağa ve
bütün benzerlerinin acılarını dindirmenin yollarını aramağa başlar.Bu,onun her an yeniden
ölmesi ve doğması demektir.Durmadan araması demektir.Her dindarın kafasında ‘ya yoksa’
sorusu,her tanrısızın kafasında da ‘ya varsa’ sorusu hep olmuştur ve olacaktır.
Her şeyin bu evrende başlayıp bu evrende bittiğini gözler ve buna inanır.Ve durmadan onu
arar.
Hiçbir zaman her şeye yetmemenin acısını duymaz içinde.Ama,yeteneklerini sonuna dek
kullanır benzerleri için.O gerçek anlamda bir kişidir.Sorunlarının çözümünü tanrıdan
beklemeyen,kendisini her an yeniden yaratan gerçek bir kişi.
Oysa,kedilerin kendilerini yeniden kurmada ya da yaratmada söz hakları yoktur.Onlar,bir
düzeyde doğar,yaşar,ölürler.
7
Ama kişi,sorunlarıyla baş başa kalıp onları araya bir başka dayanak koymadan,tek başına
çözmeğe uğraştıkça yaşamı dalgalanır.Đner,çıkar,batar..Ama hep kendisini yeniler.Kediden
ayrılır bu yönüyle.Evrenin diğer tüm yaratıklarından.
Karşı cinsten olanlara,tanrının içimize koyduğu söylenen cinsel içgüdü nedeniyle yanaşır
kişi.Bunun
dışındaki
bütün
nedenler
yapmadır,kadınla
erkeği
biri
birine
yaklaştıran.Güzellik,yalnızlık duygusundan kaçma,yaratma dürtüsü ve diğerleri.
Kişiler yanılırlar başlangıçta karşı cinse ilgi duyarken.Çünkü,cinsel içgüdü,varoluşun tüm
çağlarında zorla geriye itilmiştir.Din nedeniyle,aktöre nedeniyle,töre nedeniyle,erdemlilik
nedeniyle.Ondan çok daha cılız ve dayanıksız duygular öne alınmıştır.
Ama kişi,bu içgüdünün önemini anlamaktadır bugün.Onu alıp baş tacı etmektedir.Bütün
yeteneklerini onu incelemeğe,anlamağa yöneltmiştir.
Kanıksanıyor bu doğal olarak.Bazı kez de toplum kuralları zorlanarak çirkin gösterilmeğe
çalışılıyor.Bu durum,bunalımlara yol açıyor kişi benliğinde.Süratlendiriyor kişi savaşımını bu
bunalımlar nedeniyle.Đşte,bu nedenle onu arıyorum durmadan…
Gerçekten de güzellik duygusu değildir kişiyi karşı cinse iten.Bu düşünce,cinsel içgüdünün
üzerine bilinçli ya da bilinçsiz olarak bir örtü örtme eylemidir.Gerçekten de,iki ya da üç
buluşmadan sonra bu içgüdü bütün büyüklüğü ile ortaya çıkar.Ya sürer gider sonsuza dek ya
da çabucak başkalarına yönelir yine örtülenmiş olarak.
Yalnızlık duygusundan kurtuluş da değildir kişiyi karşı cinse iten.Gerçekte bu da bir örtüdür
içgüdü üzerine örtülmüş.Üstelik güzellik duygusundan da ince ve dayanıksızdır.Đçgüdü
görevini yapınca kişi yine yalnız kalır ve onu aramayı sürdürür.
Yaratma içgüdüsü de koskocaman bir aldatmacadır karşı cinsle ilişkilerde.Kişi,bir benzerini
yaratmak için yönelirmiş karşı cinse..Bu kadınlar için doğru olabilir.Erkekler için doğru
değildir.Erkek,kadının öz varlığında eriyip ortaya birleşmiş,kaynaşmış bir kişilik çıkarmak
için yönelmez kadına.Hiç kimse karşı cinsle yatarken çocuk yapmayı düşlemez.Hele hele.hiç
kimse kendi varlığının bir başkasının içinde erimesine,yok olmasına izin vermez.Hatta,buna
engel olmak için kendisini zorlar.
Dudaklar beğenilir,bacaklar,benler,omuz başları.göğüsler.Bu,cinsel içgüdünün oyunudur.
Bu nedenle,onu arıyorum durmaksızın…
Bu düşüncelerle yürürken gerçekten buldum onu,tüm olarak,yıllardır aradığımı:bulunca
kendimi
bulacağıma,yaşamaya
derinliklerinde,dudakların
başlayacağıma,kendim
kıpırdanışında,dillerin
ağızların
olacağıma
dışına
uzanıp
gözlerin
hızla
geri
çekilişlerinde arayıp da bulamadığım,o ele geçirilemez olduğu düşünülen efsaneye uygun
diğer yarımı…
Dışarıda
yağmur
yağıyordu
ve
adını
soruyordum,büyük
camlı
kapının
önünde
durmuş,yağmurun yavaşlamasını beklerken ya da çeşitli giysili kişilerin- süslü,eski
8
püskü,temiz-pis,buruşuk,alımlı-yağmur altında koşuşturmalarını bir film izler gibi izlerken ve
yağmurun yağmasını izlemenin bir zevk olduğunu düşünürken-oysa herkes için zevk
olmayabilirdi
bu
yağmurun
yağması,yağışının
izlenmesi,şartlanmıştım,öyle
geniş
düşünemiyordum,o andan hoşlanıyor ve bununla yetiniyordum o kadar-ve onun gözlerinde de
yağmur yağdığını görüyordum.
Dışarıdaki Paris şu sıralar pis bir kentti biliyorum,yorgun,bezgin,yılgın kişilerin yiyecek stoku
yapmak
için
‘Prixunic’kapılarında
söküldüğü,kaldırımlardaki
kuyruk
ağaçların
yaptığı,caddelerdeki
yıkıldığı:metronun,otobüsün
parke
taşlarının
çalışmadığı:çöplerin
toplanmadığı ve ‘Başbakan’ların alkışlandığı bir kent.
Bu daha ne olduğunu anlayamadığım kentteki ıssız bulvarda saçlarımız yağan yağmurdan
yapış yapış olmuş:burnumuzdan,yanaklarımızdan su damlaları süzülüyor:en yakın kafeye
koşarcasına yürüyorken sarı,kısa kesilmiş saçlarıyla erkek arkadaşlarıma benziyor:dudaklarını
küçük devinimlerle oynatarak konuşuyor ve omuzum hizasından hep gözlerime bakıyor ve
gülümsüyor.Kolumu beline dolamayı düşünüyorum,o benden önce davranıyor ve sağ kolunu
belime sarıyor,adımlarımızı biri birine uydurarak askerce yürüyoruz ben de onun omuzlarına
sol kolumu doladıktan sonra.
Ve o,her zamanki kendisini verişiyle,sanki iznimi almadan kişiliğime girmiş birisinin
bilincimde özümle konuşmasının yarattığı o erişilmez tadı derim kanalıyla bütün benliğime
yaymak
istercesine
sol
elime
dokunuşlarıyla
sol
yanımda
durmadan
konuşuyor,gülümsüyor,yine yine konuşuyor.
O konuşunca bütün evren siliniyor duygularımdan,bilincimden ve ne Fransa’yı alt üst eden
grevlere ne istediğini bilmeden başlayan sendikacılar ve onların isteklerine uyan genç
işçiler:ne grevlerden ve üniversite olaylarından bilgisiz Tuillerie bahçesindeki ağaççıkların
tomurcuklarını gagalayan serçeler,ne üzerine kırmızı boyayla ‘Revelutıon’ sözcüğü
yazılmış,daha iyisi yapılamayan o geçmiş çağların çağımıza basılmış üstünlük damgaları
çıplak kadın yontuları kalıyor:hiçbir şey ve hiç kimse yok evrende.
Kendimi ölmüş gibi düşünüyorum bir an-çevremdeki ıssızlık sessizlik de etkili oluyor bundaya da bambaşka bir yaşamda hiç görülmemiş,duyulmamış,gizlerle dolu bir gökkuşağındayım
öyle bir yabancılık,bir yürek genişlemesi,bir bağırma isteği kaplıyor benliğimi
Evet,kimse yok evrende yalnız o ve ben varız.
Oysa:onu
tanımadan
önce,sesinin
kulaklarımdan
beynime,oradan
bütün
benliğime
yayılmasından:kalçasından etekliğini ve pantolonumu aşıp bütün benliğime yayılan ve her
ikimize de nerde ve hangi zamanda olduğumuzu unutturan,bizleri biz-yaratık,canlı,kişi-yapan
9
o tatlı ve yitince her şeyin bittiği sıcaklığın tinime dolmasından önce ben yoktum.Belki o da
yoktu,belki hala yok,belki hiç olmadı,hiç olmayacak belki.
Hayır,o vardı,her zaman vardı,her yerde vardı,benimle vardı,ben de vardım ve deniz kıyısında
kurulmuş büyükçe bir Anadolu kasabası görünümünde olan Đzmir’in üzerinde genç kızların
ilk aşk deneylerine girişerek gezindiği:biri birini sevenlerin ya da sevdiğini sananların ,el
ele,göz göze,karşı karşıya susarak anlayanların ya da anladığını düşünenlerin biri birleriyle
zaman öldürmek amacıyla konuştukları ve bazı kez yalnız bir adamın ya da kadının ‘Sartre’
okumak için masalarına oturup çeşitli içkileri yudumladıkları yalı kahvelerinin iki kıyısında
yer aldığı ve gece yarısından sonra zevk arayan kadınların,erkeklerin:yaşamak için
bedenlerini satmak zorunda kalanların:çağımızın yüzüne tükürmek istercesine umursamaz
bakışlarla gezindiği uzun,az ışıklandırılmış yalı boyunda bir paytona binmiş geziniyordum.
Birden sağ kaldırımda yürüyorum.Oldukça eğimli yol ve ona bağlı olarak kaldırımlar.On
adımda bir,her kentte kaldırımları süsleyen ağaçlardan vardı solumda.Önce beni
bekliyorlar,ben yanlarına ama beş metre kadar açıklarına geldiğimde uzaklaşmağa başlıyorlar
benden..
Sol omzumdan arkama geçtiklerini görüyor ben duruyorum da onlar yürüyor olmalılar
diyorum.Sonra;omzumun en yukarı arka yuvarlaklığından,önce ağacın gövdesini,sonra da
yapraklı,yapraksız dallarını görüyorum.
Sağımda üzeri betonlanmış taş bir duvar uzanıyor.duvarın yüzünde düzensiz dörtgen-beşgençokgen şeklinde taşlar görünüyor biri birinden beton sıva şeritlerle ayrılmış.Beton şeritler beni
yanıltıyorlar,duvar hiç de dörtgen-beşgen-çokgen taşlardan yapılmamış olmalı.Güzel
buluyorum duvarı,bu düzensiz taş biçimleri nedeniyle.Đyi ki mermerden yapmamışlar bu
duvarı.
Yoksa,bu türlü yürüyemezdim bu kaldırımda.
Duvar bana ağaçlardaki yaklaşma,konuşma,uzaklaşma duygusunu veriyor.Yol gibi hep
uzuyor,bitmek tükenmek bilmiyor.Benim arkama geçemiyor bir türlü.Ben hep onun ilerine
uzanıyorum,el koyuyorum.Neden?
Duvarı bitiriyorum sonunda.Daha doğrusu duvar bir buçuk metre uzunluğunda kırk santim
genişliğinde bir basamak tarafından kesiliyor.Gözlerimi basamağın uzunlamasına bittiği yere
çeviriyor ve duvarın yine kirli taş ve beton şeritlerle başladığını görüyorum ve seviniyorum.
Ben nereden geldim bu duvara.Onunla bu duvarın ne ilgisi var.
Amacım oyuna gitmek.Bu basamak beni oraya ulaştırır mı.Pekiyi,ona ulaştırır mı?
10
Đkinci basamağa bakıyorum.Birincinin benzeri.Basamak on santimlik bir taş şeritten
oluşuyor.Taş şeridin gerisinde topraklı bir bölge diğer basamağın dikine taş kesiminin alt
ucuna dek ulaşıyor.Oysa,birinci basamak tümden taştı ve ben bunu çekici buluyorum.
Đkinci basamaktan sonra üçünü-dördüncü-onuncu basamağa bakıyorum..O yok yok yok..
Yalnız onuncu basamak çekiyor beni.Onuncu emir neydi?
Başımı biraz daha arkaya yatırıp gözlerimi daha çok açıp basamakların üstünü görmeğe
çabalıyorum.Belki de o oradadır.Oraya dek çıkmam gerek.Oysa,onuncu basamaktan sonra
basamak yok.Kapkara görünen bir tümsek var.Ot bile olmamalı üzerinde .Acaba orada mı?
Yine dönüp birinci basamaktan sonra uzanan duvara bakıyorum.Duvar otuz metre kadar sonra
bir
çizgi
durumunu
alıyor.Düşey
bir
çizgi,Biraz
da
dışbükey.Çizgiyi
izliyorum
gözlerimle.Düşey çizgi yamuluyor yamuluyor:sağa sapan yatay-yarı düşey-kamburumsu bir
çizgi oluyor.Yokuş var duvarın döndüğü yerde.Yokuşla basamakları karşılaştırıyorum.
Sonra bakışlarımı ilerimdeki kaldırımın en sonundaki ağaca çeviriyorum.Ağaç yürümüyor
artık.Demek ki durmuşum.Başımı sağ omzuma yıkarak ağaca bakıyorum.Ağaç sola
eğiliyor.Dalları gövdeye eğri bir ana dalla bağlanmış gibi geliyor bu nedenle.Ağacın başı sol
yana eğiliyor.Canlı mı ne,yürüyecek mi ki…
Ayaklarıma bakıp ağaca çeviriyorum gözlerimi çabucak.Dörtgen bir karanlık görüyorum ayak
yerine.Đleri doğru bir adım atıyorum sağ ayağımla.Ağaç,görünmeyen ayağı ile bana doğru bir
adım atıyor.Sürdürüyorum yürümemi.Ağaç bana yaklaşıyor ve ben ona.
Birisinin seslendiğini duyuyorum.’Hey-hey size söylüyorum’.Bedenimi sol ayağımın ökçesi
üzerinde geriye döndürüyorum,onu görüyorum,kısa kesilmiş saçlarıyla.Koyu ayakkabı,koyu
pantolon giyinmiş;üzerinde beyaz bir yağmurluk var;omuzları bedenine oranla çok geniş
görünüyor.Çirkin buluyorum onu ve bu düşüncemden ürküyorum.
Kollarını ileriye uzatıyor;sağ kolunu sağa doğru açarken sol elini aşağı yukarı oynatarak bir
şeyler
söylüyor:dedikleri
bir
troleybüs
kornasında
sönüyor;duyamıyorum
ne
dediğini;bağırıyorum.
Basamağın yanına geldiğinde sağa dönüyor:bütün ağırlığını sağ ayağına veriyor bunu
yaparken.Đlk basamağa basmadan sol ayağını ikinci basamağa uzatıyor ve biraz sert basıyor
bu basamağa.Ayakkabısının taşa değmesinden çıkan sesi çok açık duyuyorum.Sağ ayağını
yerden kaldırıp bedeninin belinin yukarısında kalan kesimini beli düzeyinden öne doğru
eğiyor ve hızlı olarak dördüncü basamağa basıyor:bu kez ayak sesini duyamıyorum.Altısekiz-onuncu basamaklara sıçrayıp kara tümseğe ulaşıyor;sola dönüyor orada.Yarım adam
boyundaki park bitkileri nedeniyle belinden aşağı kesimini göremiyorum bedeninin ve onu
yitirmekten korkuyorum.
11
Ben de hızlı hızlı çıkıyorum basamakları ve onuncu basamağın birinciye benzemediğini
görüyorum.On santim bile yok taş kesiminin genişliği;ama uzunluğu bütün öbür
basamaklardan fazla.Ne yapacağımı şaşırıyorum.
Sol ayağımı
ileri atıyorum ve tümseğe basıyorum;sol dizim oldukça açılı kalıyor bu
durumda.Umduğumdan yüksekmiş bu tümsek diyorum ve üzerini görmeğe çalışıyorum ama
nafile;koyu bir karanlık.
Ben de sol ayağım üzerinde bedenimi sola döndürüyorum ve yeni bir basamak görüyorum;ilk
on basamaktan daha geniş ve uzunlar,Üstelik ilk çıktığım basamaklar bütün bir taştan
oluşmuşlardı,beyazdılar;bu basamaklar ise ayrı renkli ve biçimli taşların yan yana
dizilmesinden oluşmuşlar.Güven duygusu vermiyorlar kişiye.Önceki basamaklarla ortak
yönlerini buluyorum;bunların da geri kesimleri toprak diyorum.
Sayıyorum;altı tane ve beş ve altıncı basamaklarda düz yüzler tamamen taştan
görünüyor.Toprak göremiyorum;üstelik üçüncü basamaktan sonra ilk üç basamağı
sonrakilerden ayırmak istercesine genişçe bir toprak kesim görüyorum.
Pekiyi,bu basamaklar ne…Ona yaklaşırken yüceliyorum,yükseliyorum;basamaklar beni en
yükseklere taşıyor ve böylece ona layık oluyorum.
Taşlara sindire sindire basıyorum ayakkabılarımla;çıkardıkları sesi dinliyorum;daha sonra
toprak kesime basıyorum;yokluk duygusuna kapılıyorum.
Hemen sağ ayağımı dördüncü basamağa uzatıyorum;son iki basamağa ayaklarımın izini
bırakmak istercesine;imza atarcasına basıyorum.
Basamakları tamamlamadan önce bir yokuşla sağa saptığını izlediğim duvar sol yanımda sona
eriyor.Duvarın döndüğü noktaya bakıyorum;yerden oldukça yüksekte üzerindeki beton
şeridi.Oysa;sol yanımda duvar tamamen yok oluyor ve duvarın üzerindeki beton şeridin
toprağa gömüldüğünü görüyorum.
Evreni bir bilgisayar gibi programlayanın kurduğunu düşündüğüm bu duvarın anlamı ne..Beni
ondan durmadan ayıran,yok olmayan,bitmeyen,cennetlerden kovulan anlamındaki bu ateş
duvarının anlamı ne..Bir türlü iletişim kuramamamın nedeni bu duvar mı ..
Önümde bir araç duruyor asfalt yol üzerinde ve onun üç metre ilerisinde bir başkası sola
dönmeğe çalışıyor;bu aracın içinde geniş omuzlar üzerinde yer alan çıplak ve tombalak bir
kafa görüyorum.Yanında yakası kalın,siyah kürklü yeşil manto giymiş sarışın bir kadın kafası
var.Bu o mu acaba..Kadının saç süsü aracın camının arkasından biçimsiz görünüyor.Aracın
arka oturacak yerinin sol ucunda kıpırtılı bir çocuk başının yalnız kulaklarından yukarısı
görünüyor..Onun çocuğu da varmış…
12
Öndeki araç,yolun sol kenarındaki birikmiş suları sol yana,kaldırıma sıçratıyor,sola
dönerken.Arkadaki aracın şoförüne bakıyorum;aracı yürütmeğe niyetli bulmuyorum adamı.
Yol boyunca uzanan on santim genişliğindeki taş şeritten asfalt yola inip aracın önü sıra
yürümeğe başlıyorum kuşkulu;su birikintisine ulaşıyorum;sisli hava gibi görünüyor pis su
yakınındaki elektrik direğinin ışığında ve ben ayakkabılarımın ucuyla birikintinin az olduğunu
umduğum yerlerine basarak sıçraya sıçraya dört adımda ulaşıyorum solumdaki son
basamaklara.
Önce yedi basamak görüyorum:üçüncü basamakta bir kadınla bir erkek;dördüncü basamakta
bir üniversite öğrencisi dinelmiş;bekleşiyorlar ve ben yavaş adımlarla çıkıyorum yedi
basamağı.Acaba bu yedi basamağın bir anlamı var mı onunla benim aramdaki ilişkide?...
Basamaklar mermer ve bakımlı.Süt beyaz,dar ve şirin bir alanda buluyorum kendimi;ilerimde
iki basamak daha var yine süt mermer:bunlar ne basamakları ve ne bitmeyen basamaklar…
Sağıma soluma bakıyorum ve simetrik iki oyuk görüyorum;gişe oyuklarda olmalı
diyorum.Yok.
Đki basamağın ulaştığı geniş kapıya bakıyorum:o da mermer kenarlı ve sağ yanında kapının
mermer kenarlarına asılmış ve siyah bir karton üzerine yazılmış’Gişe’ yazısını ve ok işaretini
görüyorum.Yorulmuş ve bıkmış,önümdeki iki basamağa yöneliyorum ve üç adımda
ulaşabiliyorum basamaklara.
Okun sağı gösterdiğine karar verdiğimden,sağa dönüyorum;ortadaki geniş mermer alanın her
iki yanında mermer merdivenler uzanıyor yukarıya dönerek.Merdivenlerin alanın dışına gelen
binalarının dayandığı mermer duvarlar ilk girdiğim kapıya dek uzanıyor;hemen hemen yarı
yolda sağa ve sola doksan derecelik açılarla dönüp ortadaki alanın iki yanında alanın
uzunluğundan ve genişliğinden daha uzun bir koridor yapıyorlar;koridorları alandan hiçbir
nesne ayırmıyor.
Soldaki koridorda kişiler paltolarını çıkarıyorlar;koridorun ucunu görebiliyorum;yine mermer
bir
duvar
aşağıdan
yukarıya
uzanıyor;çok
kalabalık
var
o
yönde;ne
olduğunu
göremiyorum..Ama;bir an için onu görüyorum.
Sağa döndürüyorum başımı ve öne eğilmiş iki kişiyi görüyorum;arkamda uzanan duvara
doğru sağa ve ileriye dönerek beni arkamdaki duvardan uzaklaştıran ve eğilmiş iki adamın ne
yaptıklarını görmemi sağlayan iki adım atıyorum ve gişeyi buluyorum.
Arkamdaki duvar değil,gişenin uzantısıymış:gişenin giriş kapısı orta alanın sağında uzanan
koridora açılıyor;ön yüzündeki mermer duvarda dört köşe bir tahta çerçeve yer alıyor:tahta
çerçeveye bütün bir cam takılı ve çerçevenin iç yüzüne dışarıdan okunabilen beyaz üzerinde
siyah büyük ve küçük harf yazılı bir levha asılmış…Öğrenci olayları nedeniyle
13
kapalıyız.Okuyorum ve ürküyorum.Yine ona ulaşamayacağım,kavuşamayacağım ve onu
bulamayacağım..
Bu sırada,Lyon’da üniversite öğrencileri gece yarısı ateşe verdikleri araçları söndürmeğe
gelmiş itfaiye erlerini yakalıyor;yakındaki yıllanmış bir çınar ağacına-Bu ağaç o ağaç olmalıbağlıyorlar;itfaiye aracının el frenini boşaltıp aracı yokuş aşağı itfaiyecilerin üzerine
salıyorlar;araçla ağaç arasında kalan itfaiyeciler ezilerek ölüyor;üniversiteli öğrenciler ilkel
bir kabilenin bireyleri gibi çığlıklar atıp ölen itfaiyecilerin çevresinde hoplayıp
zıplıyorlar;özel bir televizyon bu vahşeti naklen yayınlıyor;Parisliler dehşete düşüyorlardı…O
ve ben de…
O sıralar Paris’te de çöpler kokuyor ve sokaklar bu nedenle geçilmezleşiyor:gazete
sayfaları;’Kültür
devrimi’
ya
da
‘Cumhuriyet
koruyucuları’
adına
düzenlenip
dağıtılmış,okunmuş ve kişilerin hoşuna gitmiş ya da kişileri kızdırmış;kişilerin yaşamında
ister istemez iz bırakmış broşürler;sinirli kişilerin kullandığı araçların yarattığı yellerle
savruluyor ve devlet başkanı,milli savunma bakanıyla Fransızların geleceğini-buna hakkı
varmış gibi-konuşuyor ve o bana Heinrich Böll’ün romanlarından söz ediyordu.
Ne denli rahattı tanrım,katıksızdı,temiz düşünceliydi,tinini bütün çıplaklığıyla nasıl da ortaya
koyuyor ve küçük-düzgün-uyumlu omuz başlarını bir balerin gibi oynatarak onlara can
veriyor ve bana çok güzel bir evrende yaşadığımı duyuruyordu.
Çok olmamıştı onu tanıyalı ya da yanılıyorum böyle düşünürken bilinç altımı
yoklamadığımdan ve geçmiş günlerin içinde,ilk gençlik günlerimde;kişilerin arasına
katılmaktan korktuğum;kendi bedenim üzerinde ilk cinsel deneylere giriştiğim ve aradan
bunca yıl geçtikten sonra hala aydınlığa kavuşturamadığım o çevrenin,evrenin,bilincimin ve
tinimin cehennemi bir karanlık içinde büyüyüp büyüyüp algılayamadığım bir şeyler olduğu
çağlarımda rastlamış olduğumu
düşünmediğimden dolayı yanılıyorum.Yoksa yanılmıyor
muyum..Yoksa onu yeni mi tanıdım?..
Yoksa başından beri kendimi mi aldatıyorum?..Hiç olmayan;hiç olmayacak olan onu bir
sanatçı gibi kendim mi yarattım ya da yaratıyorum..Kimdir o;nedir;bana ne verecektir;ben ona
ne sağlayabilirim;o olmasa ne olurum;ben olmasam o ne olur diye düşünüyor ve sisler
içindeymiş gibi,gittikçe maddeleşen,koyulaşan bir imgeyi düşünür,algılar gibi oluyorum ve o
güneşli günü anımsıyorum.
Evet;bir ilkyaz sabahı hastaydım da bu nedenle mi okula gitmemiştim yoksa canım onunla
olmayı mı çekmişti de uyanır uyanmaz gördüğüm düşün etkisiyle onu aramağa çıkmış ve
bulacağımı;odamdan dışarı çıkınca onu göreceğimi düşünmüş ve onun da gözlerinde benim
tinimde esen fırtınaların benzerlerinin belirdiklerini görerek elinden tutmuş ve onu kişinin
14
benliğinde kaçmak,kurtulmak ya da ölmek ya da başka bir şeyler örneğin bir yelkenli gemi
olmak özlemi yaratan denizin göründüğü penceremin kenarına oturtup ses olup tinine;oradan
da bedenine yayılmak için şarkılar söylemiş;kısa bir süre için de olsa o olmayı;kendim
olmayı hemen hemen başarmıştım.
O her şeyden önce kişiydi;ben de öyleydim;sonra beni arıyordu durmadan;ben de onu
arıyordum ve biz bu iş için yaratılmıştık;biri birimizi aramak;bulmak ve biri birimizde
erimek;yok olmak;ölmek için yaratılmıştık.Sarı saçları,güzel sesi,dizlerime değen dizleriyle o
vardı ve çeşitli yüzleriyle;bin bir eliyle;sayısız gülümsemeleri,ağlamalarıyla var olacaktı da..
Ve ben,çağlar ötesi gibi uzun bir süre ve hemen hemen her anı arayışlar,anlamsız
boşalmalar,budalaca ve bir şeylere ulaşmağa yarayacağını düşünüp hiçbir zaman ‘gerçek’e
ulaşamadığımız tartışmalarla dolu uzun saatler,günler,haftalar,aylar,yıllar önce;birçok
odalardan oluşan,içindeki odaların her birinde ayrı bir ailenin barındığı bir büyük ailenin
oluşturduğu kişilerin benliklerini içtenlikle ortaya koyarak rahat ve mutlu günler
yaşadığı,büyük apartmanların küçük odalarında sıkışıp kalan ve kendisinden başka kimseyle
gerçek anlamda iletişimi olmadığından yalnız yaşamağa kendi kendisini mahkum etmiş o
paralı kişilerin içine girseler gıptayla gözleyecekleri;evren durdukça orada yaşamak
isteyecekleri o evde onu ilk kez görmüş ve yakalamıştım.
Bir başka gün Roma’da ,bütün batı uygarlığına beşiklik yapmış,kişilerin benliklerini
aşmalarına
yardım
etmiş
ve bütün bunların izlerini;altınlarını her gün
yeniden
sayan,koklayan,parlatan ve yerlerine yerleştiren bir pintinin o huzurlu düşünüsüyle koruyarak
günümüze dek getirmiş
olan sanatçıların ve sanat koruyucularının,kişinin benliğinde
değişikliklere yol açan,kişiyi heyecanlandırıp yücelterek bütün diğer yaratılmışlardan ayrık
kılan o büyük o büyülü yapılarını izlemek yerine;budalaca toplum kurallarının etkisinden bir
kez daha kurtulamayıp yanımdakilerle alış verişe çıktığım günün akşam üstü bir
kaldırımda,çevresindeki loş karanlığa kutsal tablolarda yer alan melekler gibi bütün
bedeninden ortalığa ve giderek bütün evrene ışık saçan onu görmüş ve evinde bir kez daha
benliğinde yok olmayı denemiş ;bedenini para karşılığı satan birisiyken beni evinde bir
dost,bir sevgili gibi ağırlamış birisi olarak tinini iki avucumun içine almış,parmaklarımla bir
balığın kayganlığına dokunurcasına ona,öz olan ona dokunabilmiştim.
O sırada;evinin önündeki panoda sevişenlerle alay edercesine yer alan seçim afişlerinde
kişilerin anlaşmaları olanaklıyken savaşmayı seçtiklerini belirten sözler;sarı,mavi,yeşil,beyaz
zemin üzerinde böyle saçma bir iş için yer aldıklarından dolayı anlamını yitiren siyah
sözcükler bulunuyor ve onun yatağında gerçek anlamıyla eşit olurken afişlerdeki sözlerin
sahipleri Đtalyan kadınının özgürlüğü ve erkeklerle eşitliği üstüne ateşli nutuklar atıyorlar ve
15
bir kez daha yönetilen değil de yöneten olarak yaşamayı seçerek kendilerini yeniden kurmağa
ya da yıkılıp gitmeğe ve belki de artık olmamağa çabalıyorlardı.
Biz onunla özgürdük,kardeştik,eşittik,bütün bunlardan daha da ileri bir durumdaydık ve o
yüzüme bütün duygulardan,düşüncelerden uzak,beni eriten,yok eden,bilinmeyen, bulunmayan
maddelere dönüştüren göz bebeklerindeki ışıkla bakarken onunla mutluyduk ve Venedik’te
Đngiliz öğrencilerinin başının üzerindeki;Đstanbul’da caminin toprak bahçesindeki darı
tanelerini kursaklarına indiren güvercinler de mutluydular ve kişilerle alay edercesine
dervişler gibi ‘huu’ çekiyorlardı.Bana kartını veriyor ve Roma’ya her gelişimde onu aramamı
istiyor;ben o günden beri bir kez daha Roma’ya gidemiyorum ve yine biri birimizi yitiriyoruz.
Şimdi kalkıp paltomu giyeceğim;rengini hiç sevmediğim ve yapısını;ama kumaşını iyi
bulduğum paltomu.
Önündeki iki düğmesini ilikledikten sonra bir kez daha aynada bakacağım paltoma;yüreğim
burkulacak;belki kusma isteği duyacağım gözüm göğsüm hizasındaki kabarıklığa ve
eteklerdeki kırış kırışlığa takılınca.Omuzlarımı ileri geri oynatacağım ve de paltonun biraz
düzeldiği duygusuna kapılacağım.
Sonra topuklarımı odanın beton tabanına vura vura kapıya gideceğim;yeşil boyalı kapının
madeni kapı koluna uzanacak ve dört parmağımı altından,baş parmağımı üstünden geçirip sağ
avucumla kavrayacağım kapı kolunu ve askerliğimi anımsayacağım her işin yapılışının
tanımlandığı o garip dönemimi.Başka kapılarda aşağı bükülmesi gereken kapı kolunu yukarı
doğru bükeceğim;kapının düzeni ters kurulmuş;alışık olmadığımdan zor gelecek ama,kapıyı
açmayı başaracağım.
Kapı aralandıktan sonra;elimi kapı kolundan kaldırıp kapının ortasına uzatacak ve elimin
ayasıyla kapıyı iteceğim;kapı ardına dek açılacak.Uzanıp içeri bakıyorum..O burada yok.
Önce kapı önündeki yer yer kopmuş lastik kafesli paspası,sonra kapının önünde uzanıp iki
metre ileride doksan derecelik açıyla sola sapan betondan yolu göreceğim ve onu
arayacağım.Orada da yok.
Beton
yoldan
yürüyecek
,dirsekten
kıvrılacak
ve
merdivenin
başladığı
yere
geleceğim;merdiveni inmeye başlamak için önce sağa dönecek iki adım atacağım ve sonra
yine sağa döneceğim;merdivenin başındayım artık.Sağımda yağmur sularının merdiven
boşluğuna dolmasını önlemek için uzanan bir metre yüksekliğinde beton set;solumda
karşımızdaki evin pis kahverengi,kazıntılı duvarı olacak.
Merdivenleri inmeğe başlayacağım;kolay olacak inmem;dört basamaklı merdiveni bitirip sola
döneceğim;bu kez önümde ayni zamanda bodrum diye kullanılan bir geçit uzanacak;her
zaman dar ve karanlık olan bir geçit.
16
Adımlarımı kısaltıp;ellerimi ileri uzatarak geçitte yürümeğe başlayacağım;burnuma nemli ve
paslı bir hava kokusu çarpacak ve nedensiz korkacağım.
Geçit bittikten sonra,yedi metre kadar sürecek,sağımda yine sola doğru dönerek yükselen yedi
basamaklı merdiveni göreceğim ve rahatlayacağım;ne de olsa alaca karanlıktan kurtulduğumu
düşüneceğim.
Merdivenin basamaklarının eşit aralıklı ve yükseklikte olmadığını anımsayacağım ve
merdivenleri özenle çıkacak ve camlı iki kanatlı tahtadan bir kapıya rastlayacağım;kapıyı
açmam için camından ileri doğru itmem gerekecek;bundan sonra üç metre boyunda bir alana
çıkacağım ve onu arayacağım..Burada da yok..
Önümde bir kapı daha olacak-Bu kapıların anlamı ne-Tanrıya şükür ki bu kapı her zaman açık
durur;her iki kanadı da bu kapının önündeki diğer demir kapı ile arasındaki alanın sağında ve
solunda yükselen duvarlara dayalıdır her zaman.O zaman bu kapıya ne gerek var diye
düşünüyorum.
Bu kez demir dış kapının koluna uzanacağım;bu sırada kapının demirden işlemeli süslerine
takılacak gözüm ve kapının sağ kanadını kendime doğru çekip kapıyı açacak ve dışarıya
kavuşacağım..Ohh be dünya varmış..
Önümde bahçenin içinden geçip kaldırıma kadar uzanan dar bir beton yol olacak ama
olsun;artık dışarıdayım ve ona doğru gitmeyi sürdürebilirim.
Evin önünden sağa-sola araçlar geçecek:nedenli nedensiz korna çalacaklar;korna seslerine
alışkın genç kızlar umursamadan kaldırım kenar taşlarının üzerinde manken adımlarıyla
yürüyerek geçecekler.Aralarında o var mı diye bakacağım..Hayır yok.
Kaldırımda yürümeğe başladım.Đleride kaldırım üzerinde bırakılmış,kesilmiş ağaçlar
var.;genç kızlar yanlarından geçerken etekleri dallarına takılıyor.Bir genç kız iki araç
arasından geçmek için kalçasını dalgalandırıyor;bir başkası göğüslerini ileri uzatmış mutlu ve
mağrur
koşuşturuyor.Oynayan
göğüslerine
bakıyorum.Göğüsleri
çok
seven
ozanı
anımsıyorum.
Yürümeğe başladım;gözlerim şoför yerinde sağ kolunu oturulacak yerin sırt dayanan
kesiminin üst kenarından arkaya sarkıtmış olarak karşıdaki giyim evinden gelecek hanımını
bekleyen şoföre takıldı;adamın yüzünde umursamazlık,utanç ve saygısızlığı bir arada gördüm.
Önce sola sonra sağa bakıp karşı kaldırıma geçeceğim;artık her yanım yaşam dolu olarak
onunla buluşmaya gideceğim.
Onu bir gece yarısı Beyoğlu’nda gördüm;çok sarhoştu;ayakları dolanıyor;ayakta zor
duruyordu;bu haliyle bile çevresine nur saçıyor;beni kendisine çağırıyordu.
17
Gittim;tanıştık;yakındaki bir semtte oturuyormuş;beni evine çağırdı;aman tanrım,beni evine
çağırmıştı;hemen kabul ettim ve bir taksiye binerek evine gittik.
Evde yaşlı annesi ve babası;salonda oturmuş;içkilerini yudumluyorlar;kızlarının dönmesini
bekliyorlardı ve beni onlarla tanıştırdı;bana çok yakınlık gösterdiler;kendimi düşte gibi
duyumsamağa başladım.
Kız;salona açılan yatak odasına beni çağırdı;ben olacaklardan korkarak onun babasına
baktım:bana onunla yatabileceğimi;bir koşullarının olduğunu;eşiyle bizim sevişmemizi
izleyeceklerini
söyledi.Ona
baktım;davetkar
bakışlarıyla
beni
yatağa
çağırmayı
sürdürüyordu;bu garip durumun şaşkınlığı ile bunu yapamayacağımı düşünüyordum;ama o
elimden tuttu;eli ateş gibiydi;birlikte yatak odasına gittik ve biri birimizi çılgınca soymağa
başladık ve bedenlerimizi yatağa atarak biri birimizin içinde erimeğe başladık.
Annesi ve babası da bir yandan bizi seyrediyor bir yandan da biri birlerini
uyarıyorlardı.;sonunda onlar da salondaki halının üzerinde sevişmeğe başladılar.
Sabah uyandığımda onları uyanmış;mutfakta kahvaltı sofrasında buldum;bana da yer vardı
masada;oturdum kahvaltımı ettim ve akşamki olanların nedenini sordum ve bana anne ile
babanın artık zor tahrik olduklarını;kızlarının getirdiği erkeklerle yatarken tahrik olup
sevişebildiklerini söylediler;ben ne diyeceğimi bilemedim.
O her zaman olduğu gibi;masumdu;şahaneydi;beni evrenin en mutlusu etmişti ve ben de onu
mutlu etmiştim;evrenin en yüksek tepesine çıkıp kendimizi boşluğa birlikte bırakmıştık.
Ona yine buluşmamızı önerdim;olamayacağını söyledi;her erkekle bir kez yatarmış;annenin
babanın kuralıymış bu;o da bu kurala uyacağını söyledi;yine kralların kurbanı oluyoruz ve
onu yitiriyorum;iç burukluğu ile o evden ayrılıyorum.
Bir başka gün Ankara’da ölüme biraz daha yaklaştığını düşünmeksizin herkesinkine benzer
davranışlarda bulunarak ve herkesin düşündüğü gibi düşünüp diğerlerinin zevk aldığı
şeylerden zevk almak için kendisini zorlayarak yaşadıklarından ve acı çekmeyi
öğrendiklerinden ‘büyük’ ve ‘adam’ olmuş olan kişilerin arasında;elinde bilim kitaplarından
bir demet,gözlerinde o her zamanki saf,temiz,dinlendirici ve merak dolu bakışlar;adım
atışında akıl hastanesinde iyileşip yeniden çıldırmak için diğer kişiler arasına ilk kez katılan
delinin o bilmemezlik,anlamamazlık,alışmamışlık dolu ürkekliği ve bana bakarken sinir
sisteminin denetiminden çıktığı için algılanması kişiye bütün diğer zevklerden daha derin ve
anlamlı bir zevk veren titremelerle dolu dudaklarıyla yapayalnız yürüyordu.
Kişilerden
korkuyordu
o,benzerlerinden,karşı
cinsten
olanlardan,anasından,babasından,herkesten korkuyordu ben yanında değilsem,varlığımla onu
18
tamamlamazsam;ben de korkuyordum onsuz olduğum zamanlar ve yanıma yaklaşanlara ürkek
bakışlarla bakıyor ve onun dışındaki kişilerle ilişkilerimde çekingenleşiyor,ürkekleşiyordum.
Onu yakalamak,yanına gitmek için yürümeğe başladığımda sonraları asla duyamayacağımı o
an için düşünmediğim ve kişiye ayni heyecanı duymak için yürek hastası olmayı düşletecek
denli tatlı;elinde olmayan ve bu nedenle de kişiye belki de yaşamla ölüm arasındaki o geçiş
anlarını yaşatan bir çarpıntı içinde çevremdeki bütün sesler,görüntüler,kokular yitiyor ve
bütün bunların yerini beş duyumla algılayamadığım ve fakat bedenimin,tinimin,öz varlığımın
en
derin
noktalarına
dek
yayılan
ve
kişilerin
yaşamları
boyunca
çok
az
tanıdıklarını,algılayabildiklerini düşündüğüm,benliğime tamamen yabancı,fakat dost ve
sevimli olduğunu düşündüğüm bir duygu kaplıyor.
Yaşamla ölüm arasındaki o çok kısa anı yaşamak,tekrar yaşamak istiyorum ve attığım her
adımda onunla geriye,her şeyin bir başka anlamının olduğu,herkesin mutlu olduğunu
düşündüğümüz,çevresinde oluşan kötülüklere aldırmayıp hep iyi olana dikkat ettiğimiz;ilk
yıkılışa
dek
çok
iyi,güzel,doğru
çabuk,istemeyerek,ayrımında
bir
evren
olmayarak
kurmağa
yitirdiğimiz
ve
çalıştığımız
bir
daha
ve
çok
yeniden
dönemediğimiz,aydınlık dolu çocukluk günlerine dönüyorum.
Daracık ve bu özelliği nedeniyle her yıl en azından on kişinin ve genellikle
olanlar,olabilecekler hakkında en ufak bir bilgisi olmayan ve kendince kurduğu evrende oyun
oynarken çeşitli etkenlerle bu evrenden fırlayıp gerçek evrene çıkıveren ve geçen bir aracın
tekerlekleri altında bilinmeyen bir evrene göçen-analara göre meleklere dönüşen-çocukların
ölümüne neden olan bir caddede sol yanımızdan biçim değiştirmiş olarak,korna çalarak büyük
bir hızla gelip geçen ne olduğunu bilmediğimiz ve üzerinde hiç düşünmediğimiz ölüm yelini
çıplak bacaklarımızda duyarak;bir caddenin parke taşlarına bakıyor ve bu evrende
olduğumuzu algılıyoruz;bir biri birimizin gözlerinde yiterek ölüyoruz ya da birlikte
yeni,mutlu,tasasız ve bu özellikleri nedeniyle gerçek ve doğru olan tek bir kişi yaratıyoruz.
Biz onunla mutluluğunu yitirmiş;ulusunun aydınlarının hapishane koğuşlarında çürümelerine
çalışmış ve en verimli çağlarında halkına yararlı olabileceklerken susmalarını istemiş ve
yetenekleri olmadığı halde aydınlara,halka karşın iktidarda kalmağa çabalamış olanları
iktidardan uzaklaştırmak için el ele tutuşmuş bağırırken,slogan atarken de ayni yatakta
yatarcasına,kimsenin ulaşamadığı ve ulaşamayacağı zevk düzeyine çıkarak sevişircesine
mutluyduk
ve
aslında
biz
kötülüğe
karşı
çıkarken
bu
mutluluğumuzu
haykırmak,mutluluğumuzla bütün kişileri aptalca düşünce ve davranışlarının neden olduğu
her türlü bulaşıcı hastalığa karşı aşılamak ve herkesi mutlu görmek,kişileri kendi kişiliğimize
katılmağa çağırmak ve böylece bütün kişileri mutlu kılarak yeni bir evren yaratmak
19
istiyorduk.Ama;onlar hep savaşı seçiyorlar ve mutlu olmamız nedeniyle iyiye,güzele ve
doğruya,gerçeğe yönelmiş olan bizleri;onu ve beni de savaşı seçmeğe zorluyorlar ve biri
birimize olan sevgimizi genelleştirip başkalarıyla bir arada olduğumuz sürece bu zorlamaya
karşı çıkıyor ve bizim mutluluğumuzu görmeyenlerle,anlamayanlarla yalnız kaldığımızda;biri
birimizden ayrı düştüğümüzde yeniliyor ve kötüye,çirkine,yanlışa yöneliyorduk.
O,denize bakan pencerenin kıyısında;ellerini biri birine olamayacak denli uyan ellerimin içine
bırakmış olarak ilkyaz kokulu havayı bazı kez kesik kesik,bazı kez derin nefesler alarak
ciğerlerine dolduruyor ve bu nedenle teninin rengi hiçbir ressamın tutturamayacağı;tuvaline
aktaramayacağı;hiçbir fotoğraf ya da film makinesinin yakalayamayacağı;hiçbir sıfat
sözcüğüyle açıklanamayacak bir pembelik kazanırken;ancak çok hassas sismoloji aygıtlarının
yakalayabileceği narin ve duygulu titreşimli yüz çizgileriyle benimle birlikte,o çağlarda apayrı
ve açıklanamaz bir önemi olan duygulu bir aşk şarkısını mırıldanıyor.
Kendimizce bir evren kurup o evrende kuralsız yaşadığımız ve zaman zaman bize
gıptayla,ilgiyle,merakla bakan ‘büyük’leri
de ona girmeleri için çağırdığımız çocukluk
evreniyle;beş duyumuzu bilinçli ya da bilinçsiz olarak kullanmayı öğrendikten sonra
algılamaya başladığımız ve bu andan sonra da acıyı,üzüntüyü,yalnızlığı öğrendiğimiz ve bir
anlamda
o
güzel
evrenden
çıkıp
bu
karışık
ve
karmaşık
evrene
girmeğe
zorlandığımız;girdikten sonra bir kez daha o eki ,mutlu evrene ancak anılarla dönebildiğimiz
çocukluk evreniyle adına ‘evren’ denilen ‘büyük’lerin’ adam’ların ‘kadın’ların evrenini ayıran
o bir bıçağın keskin yanı üzerinde bulunduğumuzu bilmiyor ve anları yaşıyor;sonrayı hiç
düşünmüyorduk.
Oysa;deniz kıyısında,kentin dışında kamışlardan yapılmış kulübesinde bir gece önce ağını
onarmış balıkçı;denizden,o vermesini bildiği kadar almasını da bilen ve karadaki,havadaki
yaşamdan çok daha canlı,çok daha değişken,ayni zamanda çok daha vahşi bir yaşama beşiklik
eden ve bu özellikleri dolayısıyla efsanelerde ve bilim yasarlında yaşamın ilk başladığı alan
olarak benimsenen ve anlatılan denizden her günkü yiyeceğini sağlamak için sandalını
hazırlıyor ve kaçak tütünden sarılmış sigarasını içiyor.
Kıyının elli metre kadar açığında başka bir yaşam savaşı veren karabatak;çevresinde ve
tepesinde dolanıp duran ak martılara zıt kara rengiyle denize dalıp çıkıyor ve balık
yakaladığında martılardan hızla uzaklaşırken bir yandan da aceleci devinimlerle balığı
yutmağa çabalıyorken tembel bir martı,denizin yüzeyine konmuş,yüzenlerden büsbütün
ayrık,küçük ve aç bir martı karabatağı kolluyor ve karabatağın bir kezde yutamayacağı denli
büyük bir balığı denizden çıkarmasını gözlüyor;sonunda beklenileni,hazır lokmayı
karabatağın gagaları arasında görüyor ve tembelliğine karşın;büyük bir hızla kanatlarını bir
20
uçağınki gibi iki yanında devinimsiz kılarak hızla karabatağa doğru dalıyor ve kuyruğundan
yakaladığı balığı,karabatağın gagaları arasından alıp açıklara,diğer karabatakların,martıların
ulaşamayacağı uzaklıklara götürüyor.Yoksa;doğanın sevgi düzeni üzerine değil de savaş
düzeni
üzerine
kurulduğu
yaratılmışları,hayvanları
doğru
mu?..Yoksa;kişiler
yaşamlarında
diğer
örnek alıyorlar da bütün bu karmaşıklık,karışıklık ondan
mı?..Kişiler,sevgi düzeninde yaşayıp doğayı da bu düzene uyduramazlar mı?..Atomu
bulmasına,genlerle uğraşarak ölümsüzlüğe ulaşmağa çabalamasına karşın,bunu yapamazlar
mı?.
Pasta evinden çıkmak üzereydim ki başımı yorgun yorgun sağıma döndürdüm.Sağ omuz
başımın ileri,aşağısındaydı o sarışın baş;üstelik doğal rengi olmalıydı.
Saçlar bu yüzyılın başlangıcındaki kadın başları gibi düzenlenmişlerdi;başın tam ortasından
bir tarak yoluyla ikiye ayrılmışlar;kulakları örterek yüzün iki yanından omuzlara
dökülmüşlerdi.Omuzlara yayılmadan;boynun yarısı düzeyinde kalıyordu saçların düzenli
kesimleri.
Alın;karşılıklı iki kenarı uzun ve diğer kenarlarına ölçülü bir sekizgen gibi saçlarla kaşları
arasında uzanıyordu;çok geniş görünüyordu;teni soluktu;ne sarı ne beyaz denilebilirdi;
süslenmemişti.
Đki ince ve isterik kaş alnın bitimini noktalıyordu;bunlar huysuz koşu atları olmalıydılar;bir
aşağı bir yukarı devinip duruyorlardı;yakalanamıyorlardı bir türlü;seyrektiler saçlara
karşıt;yakından daha güzel olmalıydılar.
Burundan önce gözler dikkat çekiyordu ve bu kaşların durmadan devinmelerinin sonucuydu
Evet;önce gözler vardı;maviydiler;boncuk denilen türden;kocaman bir aklık içinde ölçülü
oranda iki mavilik.
Kaşların devinimine karşıt;her yöne gidip geliyorlar;bu gök mavileri;bu deniz mavileri;baş hiç
devinimsiz dururken.
Sonra yanaklar geliyordu;boyalı gibi kırmızıydılar;alnın ve yüzün diğer yerlerinin yabancısı
olmalıydı elmacık kemikleri üzerindeki incecik ten;gözlerin alt kapağını gerip büzerek sürekli
olarak gülümseyen iki bakışı oluşturuyordu
tendeki bu kırmızılıklar;çok güleç bir yüz
sergileniyor;kişi dudakların gülümsemesini önemsemiyor gözlerininkinin yanında.
Ve tarihteki Helen kızlarının burunlarından biraz büyük ve dar bir burun ve bu burnun altında
gözlerle
yarışa
kalkmış
iki
solgun
dudak;boyanmamışlar;her
deviniyorlar;konuşuyorlar;gülüyorlar;asılıyorlar;kişide öpme isteği uyandırıyorlar.
21
yöne
Dudakların altlarında derince bir çene çukuru ve biraz ileri fırlak bir çene cadı filmlerindekini
anımsatıyor;ama bu imgeyi kovabiliyorsunuz;incecik bir boynun çok küçük bir parçası
görünüyor çene altından ve güzellik katıyor görünümüne.
Başımı çevirip başka yöne bakıyorum ve hemen çevirip başımı yine bu güzel yüze
bakıyorum;bir ünlü ressamın çıplak kadın tablosuna bakar gibiyim;nereden geliyor bu
izlenim;buldum;saçlarından olmalı;bir tablo çerçevesi gibi yüzü üç yönden çevreleyen
saçlardan olmalı;yukarıda,sağda,solda;tablonun aşağı çerçeve kenarı yok;olmayıversin.
Birden çirkin buluyorum bu yüzü;bir çok zıtlıklar var:ama dinleniyorum bu yüze bakarken-bir
keresinde ona söylemiştim bunu çok şaşırmıştı-dudaklarının ve gözlerinin devinimlerini bir
arada izlemeğe bayılıyorum;bunu nasıl yaptığıma şaşırıyorum;şaşılacak bir durum
gözlüyorum;gözlerle dudakların devinimlerinin ayrı anlama geldiğini gözleyerek;belli ki
gözler bu masada değiller;bu kıza ait değiller ya da bu masada olmayan gerçek kıza aitler;o
durmadan aranan kıza; uzun sürüyor kızın dudaklarındaki ile gözlerindeki devinim
uyumsuzluğu;çözüm olarak dudakları bir yana bırakıp gözlerin peşine takılıyorum.
Bu sırada korkunç bir şey oluyor işte;birden kızın yerinde sarışın yaşlı bir kadın
görüyorum;oldukça yaşlı;kırışmış bir kadın;büyü gibi bir şey;nedenini düşünüyorum ve
buluyorum bu durumun;başını hafifçe öne eğmiş kız,parmaklarıyla entarisini tiftikliyordu;o
nedenle yüzü yitmişti.
Alın daralmış;kaşlar durgun birer ince çizgi;gözler görünürde yok;gözlerin altında elmacık
kemiklerinin üzerine dek uzanan kalemle çizilmiş gibi keskin
ve koyu birer halka
var;pudralansaydı giderilebilir miydi acaba;sanmam.
Böyle düşünüyorum;burun ve çene çok göze batıyorlar;dudaklar da yok;belli belirsiz bir
çizgi;gözler altındaki halkalar ve fırlak çene yaşlandırıyor eğilmiş başı;belli belirsiz bir
şaşkınlıkla dudaklarım deviniyor;ne dediğimi de anlamıyorum.
Yine kız geri gelip oturuyor;baş yukarı kalkmış;donup kalıyorum bu hızlı değişim
nedeniyle;bir kez daha başını önüne eğsin istiyorum;ayni değişim olacak mı;kızın dudakları
bu anda üzgün gülümsüyor;gözleri ise bütün ilk yazı gülümsüyor;narin bir gökyüzü ve
buğday demetlerini çağrıştırıyor;yorgunluk duyuyorum;genç kızın yüzünde de görüyorum bu
izleri;bir kez daha başını eğmesinden bu kez korkuyorum;bağırdım bağıracağım;eğme
başını;eğmiyor;sağa sola sallıyor yalnız.
Sağdan soldan görünen yüz parçalarının etkilerini yakalayamıyorum;iki ayrı yarıda iki ayrı
yüz görüyorum;gözler bir kez daha aşağıya bakmağa hazırlanıyorlar;yerimden fırlamak;ona
koşmak istiyorum;üst göz kapakları iyice örtüyor gözleri;baş aşağı eğilmiyor.yıllarca
arayacağım onu, ilk kez böyle buldum işte.
22
Yine yanımda o ;bir kır kahvesinde oturmuşuz ve o bana deneylerini;benimkinden uzun
yaşamında tanıdığı;sevmeğe çabaladığı;ama başaramadığı ve kötülüklerini engellemeğe
çalışıp yenildiği;diğer kişileri;bütün büyük ayrılıklarımıza karşın ayni davranışlarda
bulunduğumuz;çıkış noktalarımızın değişik olması nedeniyle ayrı düşünce sistemi içinde
düşündüğümüz başkalarını;benzerlerimi;tanıdığı erkekleri anlatıyor ve söylediklerini hiç
zorluk çekmeden, sanki kendi kendime düşünüyormuşçasına rahat,kendimi aldatmadan
dinliyorum
ve
anlıyorum.Birden
kalkıyor;gitmesinin
gerektiğini;birilerinin
kendisini
beklemekte olduklarını;gitmezse üzüleceklerini;oysa kimseyi üzmek istemediğini;onu
anlayacağımı söylüyor ve birden yok oluyor,zamanda ve mekanda yitiriyorum onu;yittiği
noktaya bakıyor;bütün dikkatimi topluyor;onu yeniden görmeğe çalışıyorum ve yavaş yavaş
oluşan gülümsemesini görüyorum ve onu yeniden yalnız gülümsemesini ve bir tül perde
gerisindeymiş gibi yüzünü buluyorum.
Yine çevre sisleniyor;yine omzuna dolanmış kolumla efsanelerdeki yeniden yaşamağa hak
kazanmak için bu evrene yollanmış çiftin iç boşluğu ve yitirmekten doğan o ancak o anlarda
yaşanılan korkuyla dolu yürek titreşimleri içinde kahvede olanları,söylenenleri,müzik
kutusundan
yükselen
sesleri
sanki
biz
gerçek
evrendeymişiz
de
bütün
bu
olanlar,duyulanlar,görünenler bir başka evrende,bir bilinmeyen,düşleri kurulamayan belki de
ilk kovulmayı anlatan dinlerde vaat edilen evrendeymişiz gibi sanki yabancıymışım,ilk kez
algılıyormuşum
gibi
duyuyorum
ve
onun
pul
pul
yanan,her
an
başka
bir
görülemez,rastlanılamaz renge dönüşen gözlerinin içinde de ayni duyguların yansımalarını
görüyor ve tanrıları düşletecek denli mutlu,acısız,ağırlıksız,yakalanamaz oluyorum ve onu da
kendim gibi yapıyor,yepyeni bir kişiliğe büründürüyorum.
Zaman
zaman
bir
deli
gibi
kendi
kendime
gülümseyerek
kendimi
yalnız
duymadığımı,yanımda birisinin olduğunu düşündüğüm;bu birisinin dediklerini anladığım için
işittiğim;sonradan bu anları anımsadığımda mutlu olduğum;ama onları yaşarken bu
mutluluğumun ayrımına varmadığım ya da mutluluğu yakalayamadığım kişiler o denli azdı ki
ve bunların yanında geçirdiğim anlar o denli kısaydı ve çabucak sanki yakalanmak
istemiyorlarmışçasına,sanki
yakalanırlarsa
o
iyi,mutlu
anlar
olmayacaklarmışçasına
geçiyorlar,yok oluyorlar,bilincimin pençesinden kaçıyorlardı ki çocukluk günlerim,bilince
ermeden yaşadığım ya da başkalarınca yaşatıldığım o tatlı anlar göz önüne alınmazsa yirmi
yedi yıllık yaşamımda toplam olarak belki bir yıl bile yaşamadığımın bilincine varıyor ve
geleceğimin de bu denli kısa olacağı kanısına ulaşarak paniğe kapılıyor;bu durumu
önlemek;anları gerçek anlamda yaşamak için atılımlarda bulunmak istiyor ve bulunuyor;her
kezinde yılgın,yenilmiş,yıkık dökük;bu nedenle onun yanımda olmadığı anlar evrene film
23
izler gibi dışından bakarak yaşayarak onu,evreni gerçek yapacak,yaşanılan anları sürekli
kılacak onu;durmadan,yılmadan,yorulmadan,bıkmadan
arıyorum;hep arıyordum,her yerde
arıyordum
Ve işte buldum.ya da bulduğumu sanıyorum;kendimi,onu,başkalarını aldatıyorum;doğayı
aldatmağa çabalıyorum.
O da benim gibi yapıyor;bazı kez kendisini aldatıyor;bunu ben de duyumsuyorum;bazı kez
beni aldatmayı deniyor;neden böyle yapıyor bilmiyorum;sonunda hep biri birimizi bırakıp
başka yaşamlara yöneliyoruz.
O benim bu durumumun,düşüncelerimin,bir anlamda delirmişliğimin,bu evrenin dışına
taşmışlığımın ya da kaçmışlığımın ayrımında değilmişçesine,bikinisinin üst parçasını çözmüş
ve göğüslerini güneşe açmış,sıcak yaz güneşini bedeninin en derin üst deri hücrelerinde duyup
belki de benim evrenimde gezinircesine düşlere dalarken;başımı sanki onun biçimini alsın
diye ve o ölçüde çukur yapılmış ya da yaratılmış karnının üzerine koyuyor ve bütün diğer
ilişkilerimde
parmaklarımın,tenimin
o
ana
dek
bana
veremedikleri
ölçüde
değişik,yüksek,tadına doyulamaz bir zevki saçlarımın dibindeki sinir hücreleri kanalıyla
algılayıp tinime mal ediyor ve onun da aynı oranda ve bambaşka ,bütün önceki olgularından
ayrık,benimkinin aynı olan bir zevk duyduğunu ve dolayısıyla mutlu olduğunu düşünerek
mutlu oluyorum.Evet;o anda mutluydum ve bu mutluluğum;ne denli kaçarsak kaçalım
sonunda duygularımız ya da düşüncelerimiz nedeniyle ona,yine ona,hep ona dönmek zorunda
kaldığımız bu kişiler evreninin;bu gerçekler evreninin küçük bir devinimiyle küçük bir
değişimiyle yok oldu ve belki de günlük yaşamımızdaki değer yargılarına göre ölmüş olan
bizler;o ve ben;yattığımız yerde kıpırdadık ve güneşin yakıcılığını,bedenlerimizi yalayıp
geçen deniz yelinin okşayıcılığını,ilerideki çocuk bahçesinde oynayan o mutlu yaratıkların
gürültülerini yeniden algıladık,duyduk,işittik.Bu kez;zamanın büyük bir parçasını çalmayı
başarmıştım;belki de o da başarmıştı;başarmıştık.
O zaman Paris’te metro grevde değildi ve trenler bütün gün yarınki yaşamını sağlamak için
çalışmış ve yorulmuş ve yıllardır ayni anları yaşamış-metro-boulot-dodo üçgeninde gidip
gelmiş ve bu nedenle yaşamdan bıkmış ve bezmiş ölümünü bekleyen hastalar görünümünde
kişilerle;her gün yeni umutlar düşleyen ben ve o gibi zaman zaman bu evrenin dışına kaçmayı
başarabilen,göstermelik
olsun
diye
değil
de
gerçek
anlamda
biri
birlerinin
dudaklarında,dişlerinde dillerinde yiterek öpüşen mutlu kişileri ya da mutluluk hırsızlarını ve
ölmemek için,ezilmemek için,toplumun yararlarını gerçekleştirmek için bütün bir yaşam
boyunca acı duymadan ya da olabildiğince az acı duyarak yaşamaları sağlansın diye
kendilerine gerekli bilgilerin verildiği ve telkinlerin yapıldığı okullardan dönen ve şimdilik
24
okul yaşamlarının geleceklerini ne denli büyük,ne denli korkunç bir biçimde etkileyeceğinden
bilgisiz
çocukları
taşıyordu.Metrolar
mutlu
değildi,metrolardaki
kişiler
mutlu
değillerdi,yılgındılar ,korkmuşlardı ve metrolarda kişiler sayısınca devinen bağımsız evrenler
vardı.Ama;metroda o ve ben de vardık ve biz ayni evrende.tek bir evrende yaşıyorduk ve
bunun için metrolar ayrı,yepyeni,bambaşka bir anlam kazanıyorlar ve ikinci sınıf vagona
adımımızı attığımız andan itibaren vagonlar;onun ve benim yelkenini,dümenini,küreklerini
yönettiğimiz azgın bir mutluluk okyanusunda,gemi boyu yükselen dalgalar üzerinde bir kuş
tüyünün
havada
süzülmesi
gibi
anlamsız
ve
yönsüz
giden
eski
bir
gemi
oluyorlardı.O,parmaklarını parmaklarımın arasına bırakıyor ve yaratıcı bestecilere esin veren
o masal perilerinin uzaklardan gittikçe yükselerek yayılarak,genişleyerek gelen seslerine
benzeyen ve tinimi ,bedenimi yerden kesmek ve evrenden uzaklaştıkça varlığımı yüceltmek
ve benliğimi eski kabilelerin çeşitli tanrılarının gezinip dinlendikleri,konuşup seviştikleri bir
kutsal evrene ulaştırmak için doluyormuşçasına gizlice,bilincimin denetiminden uzak olarak
dolan ve bütün benliğimi kaplayan sesiyle beni öldürüyor,tinimi kuş gagası parmaklarının
arasına alarak kendisininkine bitiştiriyor ve beni,kendisiyle birlikte yeniden kuruyordu.Metro
vagonu boşalıyor ve yan yana,iç içe oturuyoruz,saçları omuzlarına ve omuzlarıma
dökülüyorken ‘Swann’ın paytonda katleya düzelttiği ana çağrışım yapıyorum.
Ev ya da konak eskisi-en doğrusu yalı eskisi-sonradan böyle olduğu anlaşılıyor-üzerinde
tramvay rayları bulunan geniş bir caddeye bakıyor bu yönüyle;sol duvar boyunca bir koridor
gibi uzun-ama çok uzun-bir girişi var;kötü bir kapıdan başlıyor;süssüz –sarı boyalı-demir
parmaklıklı kapılı;toprak bir yol olarak ev boyunca devam ediyor.
Siyah boyalı ev;ahşap;ama boya kişilerin değil; sanki ilk yapıldığında bembeyazmış yalı
eskisi;sonra yıllar siyah yapmış tahtaları.
Girişin kapısından giriyor ve toprak uzantıda yürüyorum;ben bu evi bir kez daha görmüştüm
diyorum, anımsıyorum;evde bir deli-yalnız-evlenmemiş-belki de bu nedenle deli bir kadın
oturuyordu tek başına;yaşlıydı.
Evin kapısı da ahşap;kendi renginde ;duvarlardaki tahtalardan yapılmış ilk bakışta ayırt
edilemiyor ama öyle işte;yalı eskisinin girişi boyunca uzanan sol duvarın bitimine yakın bir
yerde bu kapı ve kapıdan sonra camları da siyah perdelerle örtülü iki genişçe ve uzunca
pencere var.Eski evlerin cumbalı pencereleri yüksekliğinde ama cumbasız;pencerelerden
ikinci pencereden sonra duvar sağa doğru köşe yapıyor
Önü alabildiğince açık evin,uzaktan denizin sesi geliyor.
Kapıya bakıyorum;küçük ama yine de günlük yaşamda kullanılan ev kapılarından oldukça
büyük;üzerinde bir avucum boyunda bir asma kilit asılı sağ orta kenarında;kilidin asılı olduğu
25
zincir yarım kol kalınlığında olduğundan’ Nasreddin Hoca ‘nın türbesini anımsıyor ve biraz
korku-ilgi-merak-heyecan duyuyor ve yürüyüşümü sürdürüyorum.
Birden
evin
denize
bakan
yanının
karşısında
buluyorum
kendimi;arkam
denize
dönük;kulağıma dalga-çoluk çocuk sesleri geliyor;evin denize bakan yüzünün dar olduğunu
görüyorum;on metre bile yok diyorum;geriye uzantısını da o kadar görüyorum ve evin
küçüklüğüne şaşırıyorum.Şimdi bulunduğum konumuna göre sağ duvarı boyunca oldukça
yürümüştüm toprak tabanlı girişte;yanılmışım demek ki yalı eskisi o denli uzun ve büyük
değil.
Bu duvarda da evin tek katlı olduğuna inandırmak istermişçesine üç pencere var yan
yana;pencereler diğerleri gibi genişçe-uzunca ve cumbasızlar;üstelik bunların da perdeleri
siyah;duvar tahtalarının yılların siyahlandırdığı renkte.
Garip bir durum;orta pencereye bir asma kilit daha asmışlar,uzun zincirli;bu kapıda asılandan
büyük,üstelik altın renginde.
Birden bir merak uyanıyor içimde;acaba o yaşlı kadın hala bu konak eskisinde oturuyor
mu;gidip kapıyı çalarsam bunu öğrenebilirim ve gidip kapıyı çalıyorum.
Ama;açılmasını
bekleyemiyorum;korkuya
kapılıyorum:yanlış
iş
yaptım
diyorum;uzaklaşmalıyım buradan,kaçmalıyım;uzaklaşmak için geri dönüp üç adım atıyorum
ki kapının açıldığını görmüyorum ama duyuyorum içimden;başka evrenlerdeki yaratıkların
beyinleriyle
iletişim
kurdukları
gibi
diyorum;geriye
bakıyorum
sağ
omzumun
üzerinden;gerçekten de kapı aralanmış,kilidi ne oldu kapının,kandil sarısı renkli bir ışık
görünüyor;ama ışık kapının dışına taşmıyor,oysa gece taşması gerek;kapının aralığı genişliyor
ve yaşlı kadın çıkıyor dışarı.Onun yaşlanmış durumunun hiçbir zaman böyle olmayacağını
düşünüyorum.
Kadının elinde tavan süpürgesi sapı var;hışımla üzerime yürüyor;kaçmak istiyorumkaçamıyorum;bu kadın o-bu evde yaşadığını bildiğim,düşündüğüm kadın işte bu diyorum
içimden;doğru bilmişim ama şaşırıyorum;onca yıl geçti aradan bu yaşlı kadın çoktan ölmüş
olmalıydı;belki de onun kızıdır diyorum.
Elimi uzatıyorum kadına;avucumu açıyorum;kadın kalın sopayla vuruyor avucuma;acı
duyuyorum ama can acısı değil;garip bir duygu;iç kabarması gibi bir şey;yüceldiğimi
duyuyorum bir yandan.
Kadın her sopayı kaldırıp indirişte biraz daha gençleşiyor;şimdi onu izliyorum;yüreğinde kin
yok;öyleyse elime neden vuruyor;günlük yaşamımda hiç kimsede gözlemediğim çizgiler
bulunuyor yüzünde;anlamsız demek yanlış olur ama ne anlamı var yüzünün bilemiyorum.
26
On kadar sopa vuruyor avucuma kadın;bunlar olurken yanımızdan,girişin öbür duvarı ile
aramızdan babam geçiyor pijamalı;bu arada kadın genç bir kız oluyor sopasıyla eve
giriyor;ben soruyorum kapıda yiterken-denize girebilir miyim-yanıtlamıyor,ama girmemin
uygun görüldüğünü içimde duyuyorum;geriye doğru dönüp deniz kıyısına yürüyorum.
Acıktığımı duyumsuyorum birden;babamın sesi –kendisini göremiyorum-kadının yirmi kadar
asması,üç portakal ağacı olduğunu ve bunlarla yaşadığını;başka bir şey yemediğini
söylüyor;kafamdan
kabataslak
kalori
ve
vitamin
hesapları
yapıyorum;yaşanabilir
diyorum.Evin sol duvarının karşısında uzanan giriş duvarı ev bittikten sonra da devam
ediyor;denize dek uzanıyor olmalı;bu duvar solumda kalıyor;yürüyüşe devam ediyorum;üzüm
asmaları ve portakal ağaçları evin uzağında.
Bu kez yanımda ağabeyimi görüyorum;acıktığımı söylüyorum;meyvelerin duvarın arkasında
olduğunu;duvarın yüksek olduğunu;erişemediğimi söylüyorum;o hiçbir şey söylemiyor;ben
ona da;o yaşamım boyunca aradığıma da hiçbir zaman erişemiyorum ki..
Duvar;taş ve harç karışımı bir duvar ve yer yer yıkılmış;bu zamana dek hiç bakmamıştım
duvara:bu kez bakıyorum duvara ağabeyim ona tırmanırken;tırmanılan yerde kale burcu gibi
oyulmuş duvar;iki oyuğun ortasındaki uzantıya iki koluyla sarılıyor ağabeyim duvarı aşmak
için;dikkat et düşeceksin diye bağırıyorum.
Düşmüyor;yarığa ayağını basıyor;sol eliyle uzantıya tutunurken sağ elini
yukarı
kaldırıyor;boyumdan biraz yükseğe sarkmış üzüm salkımlarından büyük bir salkımı koparıp
bana uzatıyor;yine şaşırıyorum yukarı bakarken;çünkü bu asma değil bir üzüm ağacı;herhalde
gövdesi duvarın öbür yanında;göremiyorum;işin kötüsü akasya ağacı gibi bir ağaç
olmalı;duvarın bu yanına sarkan salkımlardan öyle anlaşılıyor;akasya ağacında üzüm
salkımı;daha da şaşırıyorum;salkımlar herhangi bir dala asılı değiller;havada duruyorlar;bir
tek yaprak da göremiyorum ;onunla zaman zaman ulaştığımız o yasak meyveyi yiyip
kovulduğumuz yer mi burası acaba?..
Ağabeyimin bana uzattığı salkımı aç gözlüce yemeğe başlıyorum;üzüm tanelerini elimle
koparıp ağzıma atıyorum;bir çiltimi ağzıma sokup üzümleri çöpüyle yiyorum;ortaları
kahverengileşmiş sarı üzümler;tatlı üzümler ama kabukları kalın;taneleri irili ufaklı.
Yanındaki salkım daha güzel görünüyordu;taneleri daha büyüktü ve daha derli
topluydu;neden onu koparmadı ağabeyim;tatsızmış o salkımın üzümleri ;içimden öyle
duyuyorum;yediğim üzüm miktarını hesaplayıp elimdeki salkımı ikiye bölüyorum;yarısını
ağabeyime uzatıyorum.
Beton bir yolda yürüyoruz şimdi;deniz kıyısına ulaşıyoruz;beton yol da bitiyor;yolun
bitiminde sağda,biri başka bir beton yol üzerinde öbürü toprak üzerinde iki taksi var;özel
27
taksiler;bir askeri araç geliyor hızla;beton yolun bitiminde bir yıkama yağlama çukuru
beliriyor;askeri araç geri manevrayla eğimli yıkama yağlama çukuruna yanaşmağa
çabalıyor;fazla geri gidiyor araç;şoförü de fazla sol yapmış olmalı ki aracın sağ geri tekerleği
yıkama yağlama yerinin bitiminden aşağı kayıyor;asılıp kalıyor araç;şoförü hız kutusuyla ve
koluyla oynuyor;araba öne yürüyor ve tekerlek boşluktan yıkama yağlama yerinin tabanına
çıkıyor .
Yine kendimizi;yanımda birisi var ama bakmıyorum ona;görmüyorum onu;bu o mu acaba
diye düşünüyorum;o olmasını arzuluyorum;beton yol üzerinde bulunuyoruz;eve doğru
yürüyoruz;karşıdan eşya taşımada kullanılan sepetli motosikletlerden biri geliyor ve
yanımızdan büyük bir gürültü ile aşağı doğru hızla uzaklaşıyor;üzerinde Kızılay simgesi
var;sağlık yardım aracı bu;askeri araç birisine çarpmış olmalı diye düşünüyorum;geri
dönüyoruz ,aşağıya doğru-denizin sesi giderek yaklaşıyor-yürüyoruz.
Hala göremedik diyorum aracın çarptığı adamı;garip, ilk yardım aracı taşıtı ileriden bir yarım
daire dönüşü yaparak beton yol üzerinden bize doğru yaklaşıyor;elli metre ilerimizde yerden
birisini kaldırıp-ama kimse göremiyoruz-motorun sepetine koyuyorlar;yanımızdan yine
gürültüyle ve hızla geçiyor bu acayip taşıt.
Bir kız bu;ne çocuk ne de genç kız sayılmayacağı çağda;beyaz –mavi-ama solmuş-renklidamalı entari var üzerinde;sarışın saçları kanla alnına yapışmış;gözleri açık kalmış;donuk bir
bakış;ama ürpertici değil;doymuş yaşama sanki;motorun sepetinin geriye uzanan kenarına
sırtını yaslamışlar kızın;başının geri yanını görmüyorum ama beyni akmış olmalı;orada bir
çukurluk olduğunu seziyorum ve panikliyorum;Yoksa bu benim bir tanem;durmadan aradığım
ve sık sık ulaşıp yitirdiğim o sarışın mı?
Yürüyoruz ve yerde kan birikintisini görüyoruz;sulu bir kan birikintisi;pıhtılaşmamış;pelte
pelte değil;içinde sarı kümeleşmeler de var;tam kan birikintisinin orada soldan gelen asfalt bir
yol beton yolla birleşiyor;daha önce görmemiştik bu yolu..
Kendimizi mayolarımızı giymiş deniz kıyısında buluyoruz;bu kez yanımdakini tanıyorum;bu
kesin o;durmadan aradığım ve sık sık bulup yitirdiğim o.
Deniz kıyısında kumsal yok;üstelik bir yalı var;demek bütün kıyı önceki siyah yalı eskisine ait
değil;yalının sol kıyısından yirmi kadar basamaklı bir merdiven çıkıyor yukarıya;merdivenden
çıkıyoruz;üç yanı kalın demir parmaklıklarla çevrili-sağ yanımızda bir duvar uzanıyorüzerinde bir de pencere var-bir sahanlık burası;genç birisi parmaklığın üzerinden pike yapıyor
denize;on metre kadar aşağıda deniz.
Tanımadığım birisi geliyor yanıma;denize girmeyecek misiniz diyor;denize buradan atlayarak
girilir;bu türlü denize girmeyi sevmediğim için bu sözleri söyleyeni sevmiyorum;öyle
28
duyuyorum;yanımdaki o bulunamayan,o tutulamayan atlıyor denize balıklama;sonra yine
yanımda beliriyor nasıl oluyorsa.
Biraz önce konuşan genç şortumu beğenmiyor bu kez;ona o anda askerliğimi yaptığımı
söylüyorum;bu nedenle yeni ve güzel bir şort alamadım diyorum;üstelik ben yalnızca asker
değilim;yakından tanısan beni bu denli patavatsız konuşmazsın diyorum;oğlan susuyor;onu alt
ettiğimi düşünüyor ve rahatlıyorum.
Bir başka genci görüyorum;bir başkasına el ilanı veriyor sol elindeki desteden alıp;alanlar
ilanı açıyorlar;ben de göz atıyorum;müzik yarışmasında kazananların adları ve her adın
yanında ödüllerinin resimleri;adları okuyorum;paralı ailelerin çocukları hepsi;gülüyor ve
ikircikleniyorum;benim de denize atlamam gerek;sahanlığın kıyısına gidip bir kez daha
bakıyorum aşağı;hayır;belimi kıramayacağım suyun içinde ve dibe saplanıp öleceğim.Bunun
beni ondan koparacağını düşünüyorum;ondan ayrı düşmek korkum daha da artıyor;ama o
zaten denizde deyip ben de gözümü karartıp denize atlıyorum.
Sonra trenin son durağına geleceğiz ve toplum düzeninin değişmemesi ve o düşük deyimle
işlerin aksamaması için trenin geliş-gidişini düzenlemekle görevlendirilmiş,yaşadığımız
düşler evrenine tamamen yabancı olan gerçekler evreninin siyah-mavi giysiler giymiş yaratığı
vagonun önce tahtasına sonra camına vurarak kişinin benliğinde her hangi bir iyi durumun
doğmasına yol açmayan,buna karşılık kişiye bu evrene geldiğini,diğer kişilerin,yabancıların
arasına yeniden katılmak zorunda olduğunu anımsatan sesler-monoton ve hızlı üstelikyaratacak ve biz ona ,bizim durumumuza düşmüş kişiler için yüzüne taktığı maskeye bakacak
ve o güzel anlardan oluşturduğumuz yaşamın kesildiğini,bizi uzayda gezdiren füzenin
bilinmeyen,tanınmayan bir yılız kümeciğine çarpıp param parça olduğunu düşünecek ve
metro vagonundan inip yeniden gerçekler evrenine ayak basacağız.Uzun,çok uzun,kişiye
ölümsüzlük duygusu veren bir süre içinde inilecek durakları kaçırıp son durağa gelmiş
olmamıza güleceğiz tek söz söylemeden,tek devinimde bulunmadan göz bebeklerimizin
içinde gülümseyen hayallerimize bakarak ve bir çağda bir ufak adım atarak,biri birimizin
omzuna dolanmış,koluna girmiş olarak geri dönmek için bir demir,tahta,meşin yığını halinde
duran ve biçim değiştirmek için bizim binmemizi bekleyen diğer trenin kapısına doğru
ilerleyeceğiz.
Bir başka gün evrenin her hangi iki kenti arasında trenle yolculuk yaparken o yine gelecek ve
karşıdaki koltuğa bir Madonna gülümsemesi,bir hanımefendi hareketleriyle,bir hafifmeşrep
kadın havasıyla,bir genç kız olarak oturacak ve okumuş ya da okutuluş benzerlerimizin içine
girmeğe,anlamağa,okumağa
kendilerini kurmaları
cesaret
edemeyecekleri,oysa
okumalarının,anlamalarının
sırasında içindekilerden bir tuğla,harç
29
ya da kiremit gibi
yararlanmalarının zorunlu olduğu kitaba o kutsal gözlerini,o eski hint tapınaklarında bulunan
tanrı yontularının gözleri denli parlak,kocaman,değerli gözlerini,o kitaba bakarken yeşil
olan,bana baktığında maviye dönüşen ve bu dönüşüm sırsında binlerce ayrı renk tonundan
geçen gözlerini çevirecek ve bende gözlerini görmek,sonra sesini duymak,sonra tavırlarını
izlemek duygu ve isteğine yol açacaktı.Sonra;bir tanıdığına;yaşlanmış ve yapacak başka işi
olmadığından ya da başka bir iş yapamayacağından ulusal mecliste ulusu temsil etme hakkını
kazanmış ve bu hakka layık olmak için olsa bile fazladan bir çaba harcamamış o bedenini
tinine uygun olarak kaba,çirkin ve haşin kurmuş adama rastlayacak ve onu yanına davet edip
konuşmağa başlayacak;giderek kadınlara bir tek açıdan bakmağa alışmış olan adamın
yüzünde sıkıntılı,şaşkınlık çizgilerinin doğmasına yol açan bir tartışmaya girişecek ve çok
sıkıştığı,açmazda kaldığı bir sırada;kişiyi erkeğini yatağına çağıran bir kadının bakışından
daha da mutlu kılan ve kişiye o davranıştan daha yüksek bir zevk veren ama
yalvarmayan,yardım istemeyen bir bakışla gözlerini bana çevirecek ve bizler kafa kafaya,tin
tine verip o adamı hırpalayacak,yerden yere çarpacak,belki de bizden ayrıldıktan sonra
kendisini yeniden kurmasının zorunlu olduğuna inandıracak ve bu ortak çabamızın her anında
kendimizi mutlu,tanrılaşmış,bir beden olmuş gibi duyacak ve bu duygumuzu gözlerimiz
aracılığıyla biri birimize ileterek daha da mutlu olacaktık.
Sonra o beni yanağımdan öptü o denize bakan pencerenin kıyısında ve bu annemin
yanağımdan
öpmesinden
bambaşka,yepyeni,anlayamadığım,allak
bullak
olduğum
ve
korktuğum bir duygunun doğmasına yol açtı.Saçlarından daha da açık bal rengindeki
gözlerine baktım ve sonradan başka hiçbir kadının,başka hiçbir yaratılmışın gözlerinde
göremediğim bir aydınlık,bir sevinç,bir haykırma isteği,bir sonsuzluk duygusu gördüm ve
hiçbir zaman,hiçbir yerde ,hiçbir kimseye gülümsemediğim bir biçimde;sonradan öyle
gülümsediğim duygusuna ulaşmak için birçok deneyler yapıp başaramadığım,bu nedenle de
bir maske olmadığına inandığım bir gülümsemeyle yine gülümsedim ve ben de onu
yanağından öptüm.Đlk kez;bir başkasının,bir yabancının özel yaşamına,hiçbir yabancı ayağı
değmemiş bir ekvator ormanına benzeyen kişiliğine dudaklarımı uzatıyor ve bu bakir
ormanda ilk kez duyulan bir tüfek sesinin yarattığı etkiye benzer bir etkinin doğmasına yol
açan dokunuşuyla dudaklarımı hiçbir yapay maddenin yer almadığı serin,düzgün,yanan
yanağının üzerine koyup yanağının sıcaklığı dudaklarımın sıcaklığına ulaşana dek ve bu
sıcaklığı aşana dek orada tutuyor ve yeni açan-güzel ve çarpıcı renkli,imgeler oluşturan
kokulu-bir gonca görünümünde olan kişiliğimi acemi bir aşık gibi hiçbir şeyimi
saklamaksızın,kişiliğimin hiçbir kesimini kendime ayırmaksızın olduğu gibi ona,bütün
yaşamım boyunca benimle olacak,benimle yaşayacak ve benimle ölecek olan ona sunuyorum.
30
Bu kez;o şaşırıyor,korkuyor ve bana gülümsüyor.Kişinin yaşamının hep böyle mutlu anlarla
dolu olduğunu,hatta bu mutluluğun bütün yaşam boyunca süreceğini ve sürdüğünü
düşünüyoruz biri birimizin ellerinde,gözlerinde,dizlerinde ve çok sonra
bunun böyle
olmadığını,kişi yaşamında mutlu anların gülünç bulunacak denli az,korkunç denecek kadar
kısa olduğunu öğreniyorum ve bu durumun doğru olmadığını,o ilk mutluluğun,ilk bilinçli
mutluluğun sürmemesi için ortada bir nedenin bulunmadığını düşünüyor ve gözlerimi dışarıya
çevirip olanlara bakıyor ve anlamağa çalışıyorum.
Đstanbul’da; yaz günlerinde
renkli,neşeli ve hiç durmadan
gülen,gülümseyen,şarkılar
söyleyen,kaçamak öpüşen kişilerin Marmara’nın serin,dinlendirici,temiz ve bir dere suyu gibi
tatlı denizine taşıyan,kış günlerinde giyimleri,tavırları,okudukları gazeteler,dergiler ayni
olduğundan ayni ailenin üyeleri oldukları düşünüsünün doğmasına yol açan o her büyük
kentin banliyölerinde oturan ayni görünümlü kişileri gibi benzer görünüşlü kente inen ve
evine dönen insanları taşıyan,tıklım tıklım dolmuş bir yaz gecesi treniyle hiç de önemi
olmayan bir yerlere gidiyoruz.
Trenin zamanınkine eşit bir hızla gittiği ve bu nedenle de zamanın durduğu,geçmez
olduğu,evrenin dönmediği,her şeyin ve herkesin sustuğu duygusuna ulaşıyor ve bu
durumlarda
her
zaman
yaptığım
gibi
çevreme
bakınıp
onu
arıyor
ve
bulamıyorum,üzülüyorum,sıkılıyorum;trenden atlamak,adını bağırmak-adını da bilmiyorum
ki,o denli çok adı var ki,o kadar evrenin her noktasına yayılmış olması gerekiyor ki-kollarımı
evrenin genişliğince açıp kollarıma atılması için bütün uzayı sarsacak bir sesle haykırmak ve
artık gelmesini,yanımda kalmasını ve beni hiç ama hiç bırakmamasını istemek ve çoktandır
kurumuş olan göz pınarlarımı zorlayıp ağlamak,o beni teselli edip susturuncaya dek ağlamak
istiyorum.
Neyse ki tren yavaş gidiyor ve her istasyonda vagon biraz daha boşalıyor ve kalabalığın kişide
doğurduğu o dikkatsizlik,o umursamazlık duygusundan kurtulup o olması gereken herkese
bakıp onu arıyor,bulamıyor ve kendimi kötü keresteden usta bir marangoz eliyle yapılmış olan
kitaplığımın
raflarında
sıralanmış
kitaplar
arasında,dizelerinde
onu
bulduğum,gözlediğim,dinlediğim,düşlediğim ve onunla konuştuğum bir şiir kitabını ararken
görüyor ve büyük bir panik içinde kitabı,durmadan kitabı,belki de her zaman olduğu gibi bu
kitap aracılığıyla onu arıyor ve üzülüyor ve üzüldükçe daha çok paniğe kapılıyor,onu asla
bulamıyordum.
Ummadığım bir anda,büyülü bir istasyonda birden ortaya çıkan giz dolu bir öykü kahramanı
gibi kapıda görünüyor ve trendeki bütün sesler susuyor,bütün ışıklar sönüyor,bütün
kişiler,yanımda oturan ve yol boyunca başını arkasına dayamış uyuklayan arkadaşım,herkes
31
ve her şey yitiyor ve o geçmişte bu durumlarda olduğu ve gerecekte de olacağına,ölene
dek,belki de öldükten sonra da olacağına inandığım gibi kimseye ya da hiçbir şeye
bakmaksızın bütün pırıltılarını,bütün devinimlerini,bütün çizgilerini tanıdığım o bebek gözleri
gibi gözlerini bana çeviriyor ve ben tinimde doğan bütün iyi duyguları,arınmış,öz olmuş
duyguları dudaklarım,yanaklarım,gözlerim ve bütün bedenimle tinimle onunkine aktarıyor ve
onun gözlerinde de ayni ,an içinde yaratılan ve yiten duyguları yakalıyorum.
Bana Hıristiyanlıkla ilgili dinsel tablolardaki kutsal bakirelerin dokunulmamış,göz
değmemiş,okşanmamış bakışlarıyla,gizlice gebe kalmış bakire gülümsemesiyle bakıyor ve bu
görünümüyle hoşuma giderken bir yandan da neler yitirmekte olduğunu,ne denli güzel
olabileceğini,nasıl kırlardaki papatyalar gibi açılıp doğayı şenlendireceğini-değişeceğini,bir
yanardağ olacağını çevresindekileri yakacağını-düşünüyorum.
Ve Fransa’nın başkentinde ayni saatlerde balodan çıkmış ve yepyeni bir tin,yepyeni bir evren
görüşü kazanmış ve bu durumuyla kendisine uzanarak dalından bir gonca gibi koparılacak eli
ve başka evrenlerdeki kimyasal bileşimlerden oluşuyormuşçasına bambaşka olan o yakıcı,o
çıldırtıcı kokusunu koklayacak tini bekleyerek kendinden geçmiş olan bir başka genç kız;beş
oğlanla
ayni
otomobile
biniyor
ve
bedeninde
dolaşan
ellerin,ayni
anda
dudaklarına,yanaklarına,boynuna,ensesine uzanan sayısız ve değişik dudakların etkisinde
kendisini göklere yükselmiş ya da denizin o büyülü derinliklerine dalmış gibi duyuyor ve
Yveline ormanlarında genç kızlıktan çıkıp kadın olurken hiç acı duymuyor,hiç bağırmıyor,hiç
ağlamıyor ve çılgınlığın sınırına dek ulaşmış olarak başka hiçbir yaratığın ya da müzik
aracının çıkaramayacağı tatlılıkta seslerle yalnızca küçük çığlıklar
atıyor ve sonunda
karanlıklar içinde kendisini yitiriyordu.Oysa;ertesi gün çıkan gazeteler olayı bir cinayet,bir
öldürme havası içinde diğer insanlara,o genç kızın duyduğu zevkleri duymamış-belki de hiçyaşadığı çılgınlık anlarını yaşamamış-belki de hiç-olanlara duyuruyorlar ve diğer kişileri
mutsuz olmağa ya da az mutlulukla yetinmeye çağırıyorlardı.
O;her zamanki kendine güvenen,bedenini ve tinini tanıyan,kendisinden neler isteyebileceğini
ve istediklerinin ne kadarını elde edebileceğini,dilerse ne zaman kendisini zorlayabileceğini
ve aşacağını matematik bir kesinlikle bildiğini belirten dudak kıvrımları ve beden çizgileriyle
bana doğru geliyor ve lambanın ışığının çevresinde dolanan bir pervanenin yorulmuş kanat
çırpınışlarıyla kendini ateş kesilmiş camın üzerine bırakıp yanması örneğince istekli,kararlı ve
sevgi dolu devinimlerle karşımdaki boş koltuğa oturuyor ve her zaman ama her zaman olduğu
gibi bana gülümsüyordu.
Đçimde bir volkan;korkunç gürültüler ve bin bir renkli alevlerle patlıyor,lavlarım her bir yana
ırmaklar gibi akıyor ve konuşma isteği,uzun süreler yalnız kalan kişiyi gerilmiş bir yaydan
32
fırlayan ok gibi kalabalıklar içine atan,o kırlara açılan ve kişilerden kopanlarda
kuşlarla,dallarla,derelerle,kurbağalarla arkadaşlık etmek,onları kendisi gibi dillendirmek ve
güldürmek;ovalara şiir belletmek duygusunun doğmasına yol açan;o çağlayanlar örneği
önlenemez bir hızla akan ve yüreğe düşen ,o kişiye kişi olduğunu anımsatan ve kişiyi kişi
kılan
yakıcı
arzu;önce
yüreğime
sonra
beynime
doluyor
ve
istesem
de
önleyemeyeceğim,kendiliğinden olan,bilincimden geçmeyen devinimlerle dudaklarım ve
ellerim,kollarım,bütün bedenim kıpırdıyorlar ve konuşuyoruz.
Sonra sustu kent işte.Şimdi yalnızca evlerde-dersliklerde-işyerlerinde-resmi dairelerde
soluklanıyordu kızgın kızgın.Gerçekten de kentte herkes kızgındı şu saatlerde.Güzellik
yarışmasını yitirmiş tanrıçaların kızgınlığı.Bir şeyler buluyorlardı kızmak için.Kimse kimseyi
bağışlamıyor,bağışlayamıyordu…Mutluydular zaman zaman.Karşıt davranışları olsa nasıl bir
mutlulukları
olacağından
bilgisiziz.Bağırıyorlar-suçluyorlar-saldırıyorlar-
savunuyorlardı;anlamsız.
Çok sürmedi bu gürültülü suskunluğu kentin.Sokak aralarında-en pahalısından en parasızına
dek-bir kıpırtı başladı yavaştan.Kadınlar-öğrenim çağını aşmış kızlar-çocuklar döküldüler
sokaklara.Yavaş yavaş daha geniş sokaklara-caddelere-bulvarlara yayıldılar.Kapladılar kenti
yeniden.Kentin yüreği;büyük,çekilmez,dayanılmaz bir gürültüyle yeniden atmağa başladı.
Evden et almak için çıkmıştı-saat ondu-ama deniz kıyısına dek uzanabilirdi.Mantosunun
yakalarını kaldırdı;kulak memelerine değdiğini duydu kumaşının.Daha bir güven geliyordu
kendisine böyle yapınca.Paralıların-yargıçların görünümüne bürünmenin
bilinç altı
boşalması.Ama o;nedenini düşünmüyordu bu davranışının hiçbir zaman.Güzel buluyordu
kendisini böyle yapınca;görkemli.
Sağ yukarısından çatlak bir-günaydın-duydu;sanki ses kendinden utanıyordu.Başını kaldırdı
ve kırışmış bir çift bacakla sarkık göğüsleri gizleyen çok süslü bir sabahlık
gördü…Yukarıdaki kadın hiçbir yerini örtmedi;erkek olsaydım şimdi-diye kurdu;nasıl da
örtünürdün yapmacık.Oysa anasından öğrenmişti bir yere oturunca eteklerini aşağı
çekiştirmeyi;o da kendi anasından öğrenmişti.Oysa;kadın örtünüyorsa bunu herkese karşı
yapmalıydı ve içinden geldiğince yapmalıydı.Daha geriye yatırdı başını ve yüzünü gördü
kadının ve korkunç-dedi.Korkmuş bir –günaydın-döküldü dudaklarından;buna engel
olamamıştı;o da bir çok şeye koşullandırılmıştı.
Utanıyordu biraz da;geriye bakmadan hızlandırdı adımlarını;pantolonunun paçalarının
ayakkabıları üzerindeki devinimlerine dikti gözlerini.Ayakkabılarının topuk seslerini dinledi
birkaç adım;balkonda olmalı hala;geriye döneceğimi kuruyor olmalı diye düşündü.Ama
33
dönmeyeceğim;dayanamıyorum onun yatak dışındaki görünümüne..Belki de elini bile biraz
yukarı kaldırmıştır sallamak için;dönersem diye.
Sokağın caddeye kavuştuğu köşeye geldi genç adam;her zaman sola dönerdi buradan ve bu
sırada
geriye bakardı..Bugün karşıya
bakmayacağım..Yaaa;neden
yapmadım
geçeceğim
bugüne
ve sağa döneceğim
dek
bunu.Kızarsa
ve
geriye
kızsın;bıktım
artık..Gerçekten de bıktım mı..
Hızlı hızlı karşıya geçti;balık tutan bir çocuğun kaldırıma
yayılmış misinasına
bastı;görmemişti..Hem herkes basardı misinalara;her yerde;bir tür kuraldı bu;giderek bir
yasaydı belki de
Çocuk;ayak
seslerini
izliyordu.Çömelmişti
duymuş,başını
deniz
sağ
kıyısına;deniz
omuz
bir
başından
metre
geriye
ötesinde
ve
çevirmiş,onu
aşağısındaydı
çocuğun..Kızgın kızgın baktı adama.Çocukça bir kızgın bakıştı bu.Hiçbir zaman
çatışmaya,vurmaya,öldürmeye dek varmayacak bir kızgınlık bakışı…Şaşırdı çocuk;adam da
ona bakmıştı kızgınlıkla.Oysa;o haklıydı kızmakta;adamın hakkı yoktu kızmağa..Misinasına
basmıştı o;bir şeyler yapmalı ya da söylemeliydi genç adam;oysa üç adımda uzaklaşıp gitmişti
adam.Çocuk yeniden gözlerini misinasının denizde yittiği noktaya.
Deniz hafiften kımıldıyordu ve her kımıltıda misinanın denize girdiği yerde-misinanın
çevresinde küçük bir halka oluşuyor-büyüyor ve yitiyordu.Dışarıdan bakan ve işi bilmeyen
birisi;oltaya sık sık balık vuruyor sanırdı.
Çocuk;misinayı
sağ
gösterme
parmağının
ikinci
boğumundan
denize
bırakmış
bekliyordu.Birden gerildi misina.Çocukla balık arasında bir savaş başlamıştı ya da bitmek
üzereydi.Hızlı hızlı topluyordu misinayı çocuk.Denizin içinde,misinanın ucundaki iğneye
takılmış bir lidakicik göründü.Güldü çocuk;çocukçaydı gülmesi;dinlendirici;ciddi değildi yüz
çizgileri büyük adamlardaki gibi.Tam denizin yüzeyine çıkmıştı ki;sağa sola birkaç kez
kuyruk salladı lidakicik;o da çocuk sayılırdı daha;bir oyun oynuyor gibiydiler ve balık
kurtuldu iğneden..Çocuk önce şaşırdı;durdu bir süre;sonra yine-ebelik kendisinde kalmış gibi
topladı misinasını ve duygusuz, iğneye yeni bir yarım solucan taktı.
Yıkık-yüksek bir duvarın üstüne oturmuş-bacaklarını aşağıya sarkıtmış;çok aşağıdan ve
uzaktan hızla geçen madeni solucanlara bakıyordu.Böyle yapmakla yaşamını tehlikeye
attığını bilmiyordu.Kent onu her an yutabilir-sindirebilir-yok edebilirdi.Bu kentte her an ve
her yerde delilere rastlanabilirdi.Ayrıca;herkes,her an ve her yerde durduk yerde
delirebilirdi.Örneğin;arkasındaki şu çok süslü-omuz başından denize ve karşıya bakan şu
kadın itebilirdi onu aşağıya.Öykülerdeki denli derin bir uçurum-bir kör kuyuya-bir denizin
derinliklerine..En az iki minare boyundaydı ayaklarını uzattığı yar.
34
Demir solucanlar bile kent yaşamına uyuyorlar bu saatlerde;kentin rahatını bozmak
istemezcesine yavaş ve sessiz gidip geliyorlar.Đçleri kişioğlu dolu.
Kişilerden
daha
anlayışlılar.Oysa;şu
saatlerde
de
aceleci
kişiler
vardır
banliyö
trenlerinde.Kentin düzenini bozduklarından;rahat soluklanmasına engel olduklarından bilgisiz
koşuşacak-hızlı hızlı yürüyeceklerdir trenlerden inince.Tüm yaşam ve evren düşünüldüğünde
ne anlamsızdır acelecilikleri bir bilseler.
Tren istasyona inadına ağır girdi;trenin yanaştığı peron yönündeki pencerelerden birinin
kenarına oturmuştu kadın.Yanında,küçük bir benzeri vardı;annesinin alışkın bakışlarına
karşılık o;bu son durağa her gelişinde şaşkın şaşkın bakıyordu çevresine.Her kezinde;yeni bir
şeyler
buluyordu
değişik,yeniden
gözlenecek.Annesi
de
baksaydı;isteseydi
bulabilir;görebilirdi onun gördüğü yeni şeyleri.Oysa ;annesi,bir iki kez ayni kişileri görmüştü
o trenlere inip binen;kişiler bile ayni-diye genel bir yargıya varmış ve istasyonla ilgisini
kesmişti.Kıpır kıpır tren istasyonu;anlamsız bir taş yığınıydı artık onun için..Belki de hiç bir
şeydi.
Yerinden kalktı ve çocuğun eli avucunda yitti.Çocuk annesinin eline baktı-kendi elini aradıbulamadı-korktu ve sonra yüzüne baktı kadının başını geriye atarak;annesini gördü..Đçine
güven doldu yeniden.
Kadın tirenden perona indi;sola döndü ve ağır ağır yürüdü kalabalık çıkış kapısına.O da
katıldı kalabalığa ve birden kendisini yitmiş gibi duydu;kızının elini daha bir sıkı tuttu.
Kalabalığın arasında-yürümenin tadını beyninin en uzak köşelerinde duymağa çalışarak
yürüyordu;gözleri herkese ve her şeye değsin istiyordu-başını sık sık çeşitli yönlere
çeviriyordu…Önce iki saat kadar amaçsız gezerim;sonra esaslı bir öğle yemeği yer;provalara
giderim.Bu gece en iyi oyunumu çıkaracağım.Tüm eleştirmenlere yanıt olacak.
Biletini uzattı kapıdaki bıyıklı adama,çocuklu kadının arkasından.Biletleri toplayan;ciddi ve
korkunç
görünme
çabasındaydı;beceremiyordu
doğal
olarak
ve
komik
duruma
düşüyordu.Somurtan çocuklara benziyordu bileti uzatan.O da ciddi ve korkunç görünme
çabasındaydı.Bütün devlet memurları böyleydiler;gülmek daha yakışırdı bu adamlara
oysa..Đşleri yolunda giderdi gülümsemesini bilenlerin.Daha sevimli olurdu devlet ve kişiler.
Sağa döndü;işte yine koşmağa başlamıştı kişiler.Biraz sonra doluşacakları dolmuşlarda rahat
etmeyi düşünüyorlar ve hukukun tanıdığı öncelik hakkından yararlanmak istiyorlardı.Doğal
olarak;her zaman ve her yerde olduğu gibi;çocuklar söz sahibi değillerdi bu konuda.Đşte bir
kadın-hem de böyle davranmaması gerektiği düşünülecek bir kadın-çocuğunu çekiştiriyorsürüklüyordu dolmuşa;çocuk kaçıran birisi gibi görünüyordu dışarıdan.Oysa;annesiydi
çocuğun
35
Çocuk-biraz da korkmuş-aptal aptal bakıyordu bu tanımadığı kadına..Durgun adımlarla
yaklaştı dolmuşa.Sürücünün yanına oturdu ve gözlerini önünde-aşağıya doğru uzanan kırmızı
bir kurdelenin ucundan sarkan mavi maşallaha dikti sarı saçlı delikanlı;kadın o yeri
kapamamanın üzüntüsüyle arka kapıyı açıp dolmuşa bindi çocuğu çekiştirerek.
Genç kız mavi maşallaha baktı bir süre donuk;sonra görmez oldu onu;bir ense girmişti
maşallahla
arasına.Paltonun
yarım
kalkık
yakasının
içinde
bütün
güzelliği
belli
oluyordu;heyecanlandırıcı bir güzellikteydi sarı saçlarla süslü ense ve dokunma isteği uyandı
içinde.Yerine yerleşiyormuş gibi yapıp ön kanepenin sırt dayanacak yerine tutundu;ama
uzanamamıştı o güzel enseye dek.Yanında oturan yaşlı kadının ne yapmak istediğini
anladığını sandı;utanma duygusu yükseldi yüreğinde..Ellerini karnının üzerine bastırarak itti
bu
duyguyu
geldiği
yere-derinlere..Başarıyordu
bunu
çok
kez..Beğenmek
kötü
değildi;olmamalıydı da.
Dolmuş durdu;başını soldan geriye çevirdi;açık pencereden girip saçlarının arasında dolaşan
yelin giz dolu hışırtısını dinledi.Sonra;göz sinirleri üstün geldi ve arkadan tehlikeli olacak bir
aracın gelmediğini algılayarak;bilincine uydu ve sol kapının kolunu sağ eliyle avuçlayıp
aşağıya itti.Önce sol bacağını;sonra sağ bacağını uzattı caddeye basmak için ve karşıya
baktı.Bir oğlan durmuş;kendinde değilmiş gibi donuk ve anlamsız bakışlarla bacaklarına
bakıyor ve daha yukarıları görebilmek umuduyla kendisinden geçiyordu.Bir uzay
büyücüsünün etkisindeymiş gibi devinimsiz-soluksuzdu-yarı ölü sayılabilirdi..Gülümsedi
kız;indi araçtan ve karşı kaldırıma geçti sekerek ve bir kadın eşyası satış mağazasının oldukça
içerlek kapısında yitti.
Bir eşarp almak istiyorum dedi adam..Buyurun-şöyle buyurun-örneklerimize bir bakın.
Nasıl olsa alacaktı bir eşarp;neden böyle sıkboğaz ederlerdi davranışlarıyla bu tezgahtarlar
kişileri..Kadınlara mal satmak için bu türden davranışları benimseyebilirim..Ama bir erkek bir
mağazaya girdi mi-üstelik kadın eşyası satan bir mağazaya-mal almağa kararlı
demektir.Yapılacak en iyi şey kadınlara davranıldığı gibi davranmamaktır erkek alıcıya.
Tezgahtar;el-kol devinimleriyle durmadan ağzını açıp kapıyordu;sessiz film izler gibiydi
adam;bazı sözcükler beyninde yankılanıyordu ama,bunlar söylenenlerin tümünü anlamasına
yetmiyordu.Arada bir;iki-üç metre kadar sağına-soluna giderek bir başka alıcıyla ilgileniyordu
tezgahtar..Bu kez de ilgisiz kalmak canını sıkıyordu.Yalnızlık duyuyordu mağazanın kocaman
ve biraz da karanlık boşluğunda..Birini beğendi sonunda ve tezgahtar paketi hazırlarken
kapıya yöneldi;tombul bir kasacı kız oturuyordu yüksek bir sandalyede;bacaklarının iğrenç
olacağını düşündü ve açıkta bekledi.
36
Tezgahtarın bağırdığı miktarı;dokunmamağa çabalayarak kızın hamur gibi eline uzattı;hiçbir
güzelliği ya da çekiciliği yoktu elin;yalnızca tazeydi,gençti,canlıydı o kadar.
Postacı;bir elinde mektup dolu bir çuval,diğerinde taahhütlü defteri ile resmi daireden içeri
girdi.Müdür;telefonla konuşuyordu,sesi koridorda duyuluyordu;evet öğleden sonra gelin
konuşalım.
Mektuplar okunuyor;koliler,paketler açılıyor;telefonlar,teleksler çalışıyordu.Dev bir işetişim
merkezi görünümü almıştı kent.On ton yola çıktı-tamam yollayacağım-çek karşılıksız mı
çıktı-fiyatı biraz daha indiremez misiniz-en iyisi bu konuyu öğle yemeğinde konuşalım-hayır
olmaz,kabul etmiyorum-hay Allah,on dakika oldu hala çevir sesi yok.
Elini bıraktı kadının;yarın yine birlikte olacağız-dedi.Bu saatlerde yine..Kadın,elinde filesi
hızlı hızlı yürüdü..Ben iyi kişi değilim-diye düşündü.Ya da o iyi bir kadın değil;bu daha doğru
olmalı..Kadın seçmişti bu ortak davranışlarını.O adam,yalnızca kadını seçmişti.Son kararı
kadın vermişti-sorumluluk onun olmalıydı..Biraz sonra evinin mutfağına girecek ve okuldan
dönecek çocuklarına-iki taneydi- ve kocasına öğle yemeği hazırlayacak..Zevk duyacak mı
bunlardan acaba..Yoksa ben bir oyuncak mıyım..Her eline geçirenin oynadığı.
Birden;kendisinin de acıkmış olduğunu duydu;biraz önce içine gömüldüğü duygular
evreninden sıyrıldı ve ters yöne dönüp yorgun adımlarla yürüdü.
Đçimde;ona bir şiir okumak isteği kabarmıştı.Onu anımsamıştım;o güzel kokulu melek
görünümlü onu.
Đlk günlerimdeyim
Çırıl çıplak oluyorum senin yanında
Pıtır pıtır kabarıyor bedenim
Derin
Ne denli uyumsuz olursa olsun
Tinim
Doğaya uyuyorum kollarına girince
Sana uyamıyorum
Sımsıkı yumulu gözlerine
Ve yontudan ellerine
Sonra bir mumyanın ölümsüzlüğünü yaşıyorum
Sonra diriliyorum-besbelli lanetli bir firavunum
Uzaydan evrene fırlatılmış bir taş olmalıyım
Doğrulup yatağında oturuyorum
Yok yok ben tanrı da değilim
37
Ne de sen
Uyanıyoruz o tatlı düşten
Gözlerin sımsıkı yumulu
Ve gözyaşlı
Yeni bir an yarattık kendimize
Gülümsüyoruz biri birimize
Onu küçük bir kız çocuğu gibi gördüm bir anda,hayvanat bahçesine gitmiş,önce
sırtlanları,çakalları görmüş ve pis kokuları nedeniyle sevimli bulmamış,maymunları görünce
sevinmiş ve yaşıtıyla şakalaşır,konuşur gibi davranışlarla ve sözcüklerle ve büyük bir ilgiyle
onlarla anlaşmağa çalışmış ve bunda başarılı olduğunu düşündükçe sevinmiş ve maymunlar
kendisinden uzaklaştıkça üzülüp sonunda ormanların efendisi aslanın kükremesiyle
korkuyu,ama kişinin emniyette olduğunu düşündüğü ve buna karşın bir şeylerden korktuğu
sıradaki o korkunun bulaşık suyu gibi kişinin yüreğine sıvıştığı türden bir korkuyu
damarlarında
duymuş
ve
annesinin
eteklerine
başını
gömerek
bu
duygudan
saklanmayı,kaçmayı düşünmüştü,işte şu anda da öyle bir korkudan söz ediyordu vagonun
kapısında durmuş gözleri deliğinden çıkacak farenin üzerine atlamağa hazırlanan bir ev
kedisininkiler gibi kısılmış,küçülmüş ve korkunç bir kendine güvenle dolmuş,kolları bir
kartalın kanatları gibi iki yana açılmış olan o yabancıyı,o ben olmayanı,o o olmayanı,o
başkaları olmayanı bakışlarıyla bana göstererek ve başını sağ kolumun altından geçirmek
istercesine oturduğu yerde doğrulup yaklaşarak..Ve,ben,yeni bir evrene ilk kez ayak basacak
olan o adsız fatihlerin duyacakları çözümlenemez,karma karışık duygu yumağının narin ve
elektrikle dolu ipleriyle kıskıvrak bağlanmış,bedenim ve tinim bu çapraşık duygularla
çepeçevre çevrelenmiş olarak onun yanına oturdum.Birden,o kötü adam gitti,yok oldu,çünkü
onu düşünmüyorduk artık,o onu düşündüğümüz için vardı ve yitti,ne denli kolay
olmuştu,düşünülmezlerse bütün kötüler ve kötülükler yok olmaz mıydı sanki.Düşünülmeye
düşünülmeye yok olmazlar mıydı acaba?..Bu denli kolay mıydı kötülüklerden kurtulmak,bu
olanaklı mıydı?..
Ama o kadın,o iyice yaşlanmış olmasına karşın diz kapakları bir genç kızınkiler gibi
düzgün,gergin ve parlak tenli;yüzü,boynu,elleri,saçları çok boyalı,parkın havuzunun
kıyısındaki alçak kıyı duvarına dizlerini dayayarak topukları üzerine çömelmiş ve bedenini
havuza eğip sağ kolunu havuzun su yüzeyine yakın dolaşan kırmızı balıklara uzatmış olan o
kadın;sol elindeki kağıt torbadan aldığı ekmek kırıntılarını;kedisini beslercesine ya da uzun
bir çaba harcadıktan sonra kendisini,dostluğunu benimsettiği bir güvercini balkonunda elinin
içine koyduğu darı taneleriyle doyururcasına,ağızlarını suyun dışına dek uzatan balıkların
38
açılan çeneleri arasına bırakırken bu evrende yaşadığını algılıyor ve bu evrende bu
gerçekler,katı gerçekler evreninde olduğu için mutlu oluyor ve çevresine doluşmuş çocuklarda
hayvan sevgisinin giderek insan sevgisinin,doğa sevgisinin doğmasına yol açan bir sevgi
meleği kişiliğine bürünüyordu.Yoksa ben
yanılıyor muydum?..Gerçekler evreninde
yaşamak,düşler evreninde yaşamaktan daha mı tatlıydı?..Yoksa,bu iki evren,biri birinin ikizi
miydi,biri birlerini tamamlıyorlar mıydı?..O zaman gerçekler evreninden bilinçli olarak
kaçmamalıydım..Gerçekler evrenini dilediğim ölçüde değil,kendisini bana verdiği ölçüde mi
yaşamalıydım?..Gerçekler evrenini tüm olarak yaşayabilir miydim?..
O kadın,balıkları eliyle beslerken mutluydu.Balıkları beslediği için değil,başkalarının
yaşamadığı
biçimde
gerçekleştirmişti,onun
beslediği
için
için
mutluydu;yani
mutluydu.Mutluluğun
çıkış
bir
düş
noktası
kurmuş
düşler
ve
onu
miydi?..Pür
gerçek,dümdüz gerçek de kişiyi mutlu kılamaz mıydı?..
Ve o gece;kesin olarak erkek olduğumu düşündüğüm ve bu nedenle sonraki günlerde başımı
bir
kralınki
gibi
dik
tutarak,göğsümü
savaşta
büyük
yararlıklar
yapıp
karısına,anasına,çevresine geri dönmüş güçlü bir savaşçı ya da olimpiyat oyunlarında
ulaşılamayacak denli hızlı koşmuş,düşlenemeyecek denli yükseklikteki çıtanın üzerinden
atlamış,diski ancak tanrıların atabileceği denli uzağa,uzaylara fırlatmış bir atlet gibi
kabartarak dolaştığım o gece onu,beni kişi yapan,küçük bir çocuktan bir insan oluşturan,bir
erkek yaratan;bana o ana dek tanıyabildiğim zevklerden ve heyecanlardan daha
yüksek,gelgitli ,vazgeçilmez bir zevk veren onu,ensesinden,hummalı bir sayrının kıpkırmızı
kesilmiş yüzü gibi yanan o evrenlerin en usta yontucusunun elinden çıkmışçasına
muntazam,uyumlu,tanrısal başının bitip bedeninin başladığı yerden öptüm.Beline dolanmış
kollarımla onu sıkıyor,sıkıyor ve maddesel devinimle tinini tinim içine çekmek,binlerce
derecedeki bir fırın içinde iki madeni karıştırıp eritircesine tinini tinimde eritmek,bütün
yaşamım boyunca çabalayıp ve pek kısa anlarda başarabileceğim gibi o olmak ve onu da
kendim yapmak istiyor ve yarı açılmış ağzından yükselen anlaşılmaz seslerden bu isteğimi
gerçekleştirdiğimi
anlıyor
ve
ilk
kez
herkesin
düşündüğü
anlamda,o
çocukluk
dönemimdekilerden bambaşka bir cinsel mutluluk duyuyor ve bu mutluluğumun kaynağının
onun
belini
sıkan
kollarım
olduğunu
düşünerek
belini
öldürmek
istercesine
sıkıyor,sıkıyordum. .
Sonunda yapmamamı-durmamı-yetinmemi isteyecek benden ve ben kendimi sınırlayacak ve
onu da kendime uyduracağım bu kendini bırakış çağrısını anlamaksızın okşamalarımı
yavaşlatarak ve o küçük bir kız çocuğu gibi –bebeği elinden alınmış ya da yemek masasına
39
zorla oturtulmuş küçük bir kız çocuğu gibi-ağlayacak ve onu öylece bırakıp sokaklara
düşeceğim.
Ve Paris’te ‘Place Clichy’ metrosunun parmaklıklı,kapalı giriş kapısının önünde
rastlayacağım ona sırtını duvara dayamış,cebinde benim ülkemdeki ‘kloşarlar’da olduğu gibi
bir kötü şarap şişesi bulunan kasketli,altmış yaşlarındaki o adam,kendisinden iki basamak
aşağıda yüzünü ona dönmüş ve yanlarındaki iki serseriye aldırmaksızın tartışan otuz beş
yaşlarındaki,giyinse diğer burjuva kadınları görünümünü kazanabilecekken bilinçli ya da
bilinçsiz olarak bu yaşamı seçmiş ve o andaki görünümüyle mutlu olmuş olan ona eğiliyor ve
mutluluğu filmlerde,televizyonda ya da kitaplarda gözleyen ve izleyen ve serserileri
gördüğünde mutlu olmadıklarını anladıklarından onlara merakla ve alaycı tavırlarla camdan
yapılmış,duvarları yüksek bir büyük,köşeli kavanoza eğilmiş olarak bir boğa yılanını
seyredercesine bakan kişilere aldırmaksızın onu yanağından öpüyor ve süslü,alımlı bir
lokantada yapmacık sözcüklerle ,küçük yalanlarla mutluluk elde etmenin peşinde olanlarla
alay edercesine yırtık,kirli pardösüsünün cebinden çıkardığı şarap şişesini sevgilisine çok
değerli ve anlamlı bir çiçek demeti uzatırcasına ona sunuyor ve kişide her şeye boş
verme,bütün zenginliklerden,bütün anlamsız çabalardan bir an için olsa da kaçma,kurtulma
duygusunun doğmasına yol açıyordu.
O gün Paris’te her şey ve herkes grevdeydi ve Fransa yeni bir düzenin daha doğrusu
düzensizliğin doğum sancılarını çekiyordu yürüyen,yürümeye alışkın olmadıkları halde
yaşamlarının hiçbir döneminde yürümedikleri denli uzun yürüyen Fransızların yüzünde
olanlardan doğmuş bir bezginlik,bir korkaklık,bir ‘yetsin artık’lık okunurken ben o kadına
bakarak onu,o durmadan aradığımı düşünüyor ve yeni umutlarla dolu olarak yarına,hep yarına
hazırlanıyor ve fakat ne kafelerde oturduklarımda ne yollarda lafladıklarımda,ne sinemalarda
ne tiyatrolarda konuştuklarımda onu bulamıyorum ve ben de bu nedenle umutsuzluğa
kapılıyorum.
Ama buldum onu,ya da bulduğumu sanıyorum,o olduğunu düşünmek,duymak,buna
inanmak,bu inançla artık yorulmuş olan tinimi dinlendirmek istiyordum.
Rıhtımdayım;bir tek yat görünüyor sancaktan kıyıya bağlanmış;ama büyük bir yat;hem
yelkenli hem de motorlu;öyle olduğuna karar veriyorum;eski zaman savaş gemilerini
çağrıştırıyor biraz.
Yanıma üç kişi geliyor;evreni dolaşacaklarını;benim de onlarla gelmemi istiyorlar;ben karşı
çıkıyorum;acemiyiz;başaramayız diyorum;daha ölmek istemiyorum;yaşamak istiyorum;onu
arayıp bulmak istiyorum;onlar bunları dinliyorlar;sonunda onları bir Akdeniz gezisine
kandırıyorum;evreni sonra gezeceğiz.
40
Gemiye biniyoruz;kimse dümene,motoru çalıştırma düzeneklerine,yelkenlere dokunmadığı
halde gemi denizin üzerinde süzülüyor;korkunç dalgalar gelip geminin üzerinden
aşıyorlar;gemi yalpalamıyor ama;büyük bir çelik gövdeli savaş gemisi gibi etkilenmiyor
dalgalardan.
Beni aldattınız;Akdeniz’de bu denli büyük dalgalar olmaz;okyanustayız diyorum;gülüyorlar
üçü de;geminin ortasında tek,geniş bir kamara var;hepimiz orada toplanmışız.
Bak köpek balıkları diyorlar;sağa çeviriyorum başımı;lombozun camının yarım metre
aşağısında denizi ve denizin üstünde gemiye paralel olarak dalıp çıkan balığı
görüyorum;bunlar köpek balığı değil;yunuslar..
Önce başlarını çıkarıyorlar sudan;gerçekten de düşündüğüm gibi bu başlar köpek balığı başı
değil;ama ayni anda çıkıyor başlar denizden;tıpkı olimpiyatlardaki uyumlu yüzme kızlarının
bacakları gibi;aynı düzenli devinimleri sürüyor balıkların.
Galsamaları
görünüyor;sonra
başlarını
ileride
suya
gömerlerken
bedenlerini
de
görüyorum;sağ yandan sudan çıkıyorlar sol ileride suya giriyorlar tekrar;film aldatmacası gibi
sürüyor bedenlerin görünmesi.
Sonra kuyruk görünüyor bir dizi ve ileride onlar da suya gömülüyor;ama o zamana dek
görmediğim
denli
iri
kuyruklar;yunuslar
diyorum
gülümseyerek;gemiyle
yarışıyorlar;çocukluğumdaki gibi;bir kez daha çıkıp dalıyor balık dizisi;saf tutmuş askerler
denli düzenliler;geminin çok ilerisinde yitiyorlar suyun yüzünden.
Bu kez:lombozdan çabuk çabuk devinen ve öndekilere yetişmeğe çalışan hızla dalıp çıkan
küçük bir yunus görüyorum;yüzünde çizgi filmlerindeki miki yavrularının aptal görüntüsü
var;geminin
ucuna
varmadan
göremez
oluyorum
onu;yetişmiştir
annesine
diyorum;gülümsüyorum.
Şimdi gemi bir limana giriyor;iyi ama burası bir Japon limanı;sıkışık;büyük balıkçı gemileri
arasına girip kendimize bir bağlama yeri buluyoruz;gemimiz kendiliğinden ;bir bilgisayar
yönetimindeymiş gibi giriyor bu boşluğa;duruyor;şaşırıp kalıyorum,
Önce ben ayak basıyorum rıhtıma geminin kıçından kıyıya atlayarak;biraz ilerimde bir büfe
var;büfenin alt yarısı kapalı;üst yanı açık;yan kapısından bir Japon kadını yarı beline dek
sarkmış;dirseklerini yarım kapının üst kenarına dayayarak;balık ekmek satan bir adama
bakıyor;bu adamı Đstanbul’daki köprüden tanıyorum ben;bir tepsinin başına çömelmiş,dörtte
bir ekmekleri ortasından bıçakla kesip düzenle diziyor tepsiye;her bir ekmeğin içine dörtte bir
kızarmış balık koyup sol gerisine yatırıyor.
Sol geride,büfenin köşesine çömelmiş iyi giyimli bir adam,yeni on liralık banknot destesinden
bir onluk çekip çıkarıyor cüzdanından;büfeciye uzatıyor;büfeci parayı alırken başını iki yana
41
sallıyor
gözlerini kırpıştırıp;sağ eliyle-bedenini biraz daha kapıdan sarkıtıp-parayı balık
ekmek satıcısının sağında çömelmiş yaşlı bir Japona uzatıyor;yaşlı Japon rengi solmuş çıkınmendilin düğümlerini açıyor;içinde çeşitli ulusların paraları görünüyor;on lirayı çıkının içine
atıp mor paralı bir deste çıkarıyor ve sayıyor.
Balıkçı bana bakıyor;elli kuruş uzatıyorum adama;hazırlanmış ekmeklerden birinin içine bir
dilim kızarmış balık koyup bana uzatıyor;iştahla ısırıp yiyorum.
Birden;Kahire’de buluyorum kendimi;eğilmiş yalaklı bir çeşmeden su içiyorum;yanımda dört
arkadaşım daha var;dördüncü nereden çıktı diyorum ve Panait Đstrati geliyor aklıma.
Çeşme;eğimli ve parke döşenmiş bir alanın kenarında;yukarıdan gelen bir yol alanın ortasında
sağa dönerek devam ediyor;bu yolun karşısında iki küçük yol daha alandan aşağılara doğru
oldukça fazla eğimle uzanıyorlar.
Şurası kaymakamlık binası;bir kez daha gelmiştik buraya anımsadın mı diyor o;yanılıyoruz
her halde ;biz Paris’ten hiç çıkmadık ki;iyi ama caddede Parisliler yok;maşlahlı ve entarili
Araplar gezinip duruyor.
Đki sokak ötede genel evler sokağı var;beşer lira koyalım kura çekelim;kazanan gitsin iki kez
yatsın kadınlarla diyor birisi;olmaz öyle şey diyor arkadaşlardan uzun boylu olanı;o hep
böyle
davranır
zaten;talih
oyunlarına
karşıdır;oysa
ben
kumar
içgüdümü
de
doyuracaktım;sonunda karar verildi;herkes kendi parasıyla gitsin.
Yitiriyorum onları;kendimi bir deniz kıyısında buluyorum bu kez;mayolu-şortlu kadınlar
erkekler oturmuşlar çakıllara;ben de şortluyum hem de en sevdiğimi giymişim;kıyıdan hemen
deniz başlamıyor;kuru dere yatağı gibi bir uzantı var;deniz ileride görünüyor;pekiyi ama
bunlar neden burada otururlar;denize yaklaşıp kıyıda otursalar ya..
Dere su ile doluyor ve derenin sularında yürüyorum;denize ulaşacağımı düşünerek;su berrak
ve ayak bileklerimde;yürüdükçe hızla yükseliyor;burada da yüzebilirim galiba;ama
hayır;suyun düzeyi göğüs düzeyimde durdu;yükselmiyor artık;yürüyorum,alçalıyor;sonunda
bitti su;taşlık bir bölgedeyim;boyuma yakın-başka yerlerden dinamitle koparılıp buraya
atılmış-bırakılmış kızılımsı kahverengi taşlar;düzeltilmemişler,yontulmamışlar;üzerlerinde
eğile,büküle yürüyorum,bazılarına tırmanıyorum.
Denize ulaşamadım;yeniden dereyi görüyorum;çamurlu bir su birikintisi;iki yüz metre kadar
sonra denize ulaşıyor;önümde iki çocuk çamura bata çıka güçlükle ilerliyorlar denize
doğru;ulaşamazlar denize diyorum;ben de ulaşamam;geri dönüyorum.
Đlerimdeki çocuk bir çığlık atıyor;ayı var;bakıyorum;iki ayağı üzerine kalkmış bir köpek
yavrusu bu;iri ama;bir kez daha dikkatle bakıyorum;görüyorum;çocuk haklıymış;ayı yavrusu
bu;kırmızı burunlu.
42
Çevremizde iki ayı
daha beliriyor;çocuklar korkuyla kollarıma asılıyor;ayının biri
çevremizde bir daire çiziyor;sonra gelip dilini elime sürüp yeni bir daire çizmek için
devinimini
sürdürüyor;
ayının
her
yaklaşımında
çocuklar
bağırıyorlar;onları
kurtarmalıyım,onu kurtardığım gibi.
Birden deniz kıyısında buluyorum kendimi;çocukların ellerinden tutuyorum;bırakıyorum
ellerini;bağırışarak kıyıdaki kalabalığa karışıyorlar;yitiriyorum onları,
Onu bulamadığım için bütün bunlar;bu nedenle aklımı yitiriyorum diyorum;sen de bunu
biliyorsundur diyorum ona;o her zamanki gibi bana gülümsüyor.
Oysa;onu ararken,bulmak için çırpınırken,bütün yeteneklerimi son sınırlarına dek zorlayarak
onu görmeğe,duymağa,anlamaya çalışırken evrende sanki yalnız o varmış,ben varmışım;sanki
evren,ikimiz için,biri birimizi arayalım,bulalım,umutlu olalım ve sonra yeniden başlamak için
biri birimizi nedensiz ya da sudan nedenlerle,bazı kez budalaca,bazı kez seçilmiş nedenlerle
yitirelim diye yaratılmış gibi bir duyguya kapılıyor ve onunla birlikteyken ondan ve benden
başkasını;biri birimizi yitirdiğimizde ise,kendimden,güçlükle,sisler içinde algılayabildiğim ve
başkalarıyla ilişkilerinde egemen olamadığım benliğimden başkasını düşünmüyor ve belki de
bütün
kişilerin,bütün
genç
oğlanların
ve
kızların,kadınların
ve
adamların
da
yılmadan,usanmadan,belki de ölene dek onu,hep onu aradıklarını anlayamıyor ve onu bulmuş
kişilerin
nasıl
bir
tanrısal
tin
kazandıklarını,yeni
doğmuş
kişiler
denli
mutlu,kaygısız,tasasız;buna karşılık bataklıkta açmış o yaşamları çok kısa zehirli orkideler
denli narin bir yaşamda anlarını,günlerini, sanki olanaklıymış gibi yaşanılan tüm yaşamlarını
geçirdiklerini düşlüyor ve durmadan arayan şaşkın,ürkek,vadeden,çağıran,anlamsız bakışlı
gözlerin derinliklerinde onu ve hep onu arayan pırıltıları gözlüyordum.
Bazı kez,Paris parklarında biri birlerinin omuz başlarında,kollarında,biri birine dokunan
bacaklarında yangınlar yaratarak bir mutluluk perisinin sihirli değneğiyle başlarına
dokunmasından sonra büyülenmişlercesine bir mermer yontununkiler gibi boş gözlerle zaman
zaman çevrelerine bakınıp yeniden öpüşen ve durmadan sevişen ve çevrelerine mutluluk
dalgaları yayan o çiftleri görünce,bu düşüncemin doğru olmadığını;herkesin onu
aramadığı,arasa bile bulduğu;üstelik benden sık ve sürekli olarak bulduğu kanısına
ulaşıyorum ve onu,kendime yarattığım onu biran önce bulmak için olanaklarımı
zorluyor,zorluyor,zorluyordum.
Ve o; çocukluktan genç kızlığa geçerken yaşanılan o anlaşılmaz ve engel olunamaz bakir
içgüdülerinin
etkisiyle
deliler
evine
kapatılacak
denli
isterik
bir
biçimde
istekli;anasının,babasının ve çevresindeki herkesin ve belki de hayvanların,masaların
kışkırtmalarıyla ilk kez iki ayağı üzerine dikilip ellerini yerden kestiği için korkan ve
43
yapabildiğine bir türlü inanamadığı ya da bir kez daha yapamayacağını düşündüğü ve daha da
korktuğu bir işi başarmış olmanın mutluluğu,şaşkınlığı,sevinci ve ürkekliğiyle dolu olarak
anasının sıcak rahminden çıkıp evrene gözlerini açtıktan ve ağladıktan,sesler duyup nesnelere
dokunduktan;kendisine dokunuşları algıladıktan,ana sütünün o sarhoş edici tadını bütün
benliğine yaydıktan sonra ilk kez evrene bir şeyler veren o küçücük ayaklı bebeğin ilk adım
atışındaki o bilinemez,kavranılamaz ve anlatılamaz duygularıyla;kişide büyülü bir evrende
yalnızca o giysin ve bana görünsün diye hazırlanıp tek tanrılı ve çok tanrılı dinlerde,hatta
öğreti dinlerinde yer alan ve o korkunç zekaların tuvallere ve düz beyaz kağıtlara
renk,biçim,ışık oyunu ve yazı biçiminde aktardıkları kanatlı melekler-genç kızlar,oğlanlar,kız
ve erkek çocukları,borular çalan,şiirler okuyan,tanrı sözleri taşıyan o kişiden daha çok kişi
olarak
yaratılmış
yaratıklar-tarafından
kutsal
bir
törenle
üzerine
örtülmüş
gibi,düşlenemeyecek denli ince,uyumlu bedenine giydirilmiş o her zamanki giyimiyle kapının
eşiğine basıyor ve bana koşuyor.
Ne;çevresinde bilinçsiz ve belki de tehlikeli bir biçimde biri birlerinin bedenlerini ilk kez
cinsel bir öğe olarak gören ve ancak yaşlıların ona başvurmalarının gerekli olduğu o kişiyi
kışkırtan,kişiye dans ederken olmayacak,yapılamayacak şeyler düşleten müziğe uymayı bazı
kez kolları arasındaki yaratığa uymaktan daha önemli gibi düşünerek;ne yaptığını bilmeksizin
ayaklarını kırmızı-yeşil desenli halının üzerinde mecalsiz bir biçimde,sanki başlarındaki
koruyucuları atlarına binmiş olarak zorla yürütülen bir esir kafilesinin içinde günlerdir
yürüyorlarmışçasına sürüyerek kendinden geçmiş görünen çocuk genç kızlara-oğlanlara ya da
öyle görünerek başkalarını aldattığını düşünüp kendisini aldatan ya da kolları arasındakinin bu
türlü yapmacık davranışlarını anlamayan,anlamak istemeyenlere bakıyor;ne odanın ve odanın
içindeki eşyaların,canlıların pislikleri,uyumsuzlukları,can sıkıcılıkları,delilikleri görülmesin
ve anlaşılmasın diye karartılmış havasında sağ yanındaki pencerenin panjurlarının arasından
ve kalın perdelerin sanki onu aydınlatsın diye delinmiş,yırtılmış bir yerinden süzülüp karşı
duvardaki bol ışıkta çok daha güzel,çok daha etkileyici,çok daha duygu yaratıcı olacağını
düşündüğüm ve o kötü aydınlığa karşın seçebildiğim bir kedi yavrusu resminin yarı
ışıklanmış yarım yüzünü görüyor;ne de küçük ayaklarını örten o sekiz yaşındaki kız
çocuklarının giydiği ve daha da güzel ayaklı olduğu tek kemerli ve tokalı,üstü yarı açık
ayakkabılarıyla o zamana dek kişi ayağı değmemiş yüreğinde küçük dokunuşlarla yürürken
bütün yaşamım boyunca tüm tanrıların cennetlerine girmem için geçerli bir belgeye mühür
basarcasına
bilincime
damgasını
;ondan
sonraki
yaşamımda
istesem
de
kazıyamayacağım,başkalarının ne denli dileseler,ne denli çabalasalar kazıyamayacağı ve
44
aynısının yaratılamayacağı o korkunç tatlı,vadeden,hırpalayan öldüren ve yaşatan damgasını
bastığının ayrımına varıyor.
Karşımda durup o içime işleyen bakışlarıyla bana bakıyor ve ben ayağa kalkıp yarı karartılmış
odada iki ateş böceğini anımsatan gözlerine gözlerimi yaklaştırıyor ve gözlerindeki parıltının
arttığını,titrediğini,ölen yıldızlar gibi yanıp yanıp söndüğünü ve bir yere kadar delice bir
hızla,çevresindeki her şeyi beraberinde sürükleyip akarak arada bir engele rastlayan ve
burgaçlar yapan,bir çıkış noktası arayıp bulan ve doğayı yere sererek coşkun,önceki akışından
çok daha zalim ve yıkıcı bir türde coşkun bir biçimde akmaya devam eden ani sel suları gibi
gözlerimden tinime boşalarak benliğimi kapladığını düşünüyor ya da böyle bir duyguya
kapılıyor ve o ana kadarki yaşamımda;bu korkuyu-yepyeni bir korku- yenmek istercesine onu
omuzlarından tutup başını boynumun altına saklıyor ve boynuma ve sırtıma dolanan
kollarından ve ellerinden bedenime yayılan o buharlı,güzel kokulu olmasının gerektiğini
düşündüğüm sıcaklığıyla kendime geliyor ve bir kez daha;ayni anda o ve ben oluyorum.
Sonra odanın kapısına uzatıyorum sağ elimi,sırtımda gerimdeki loş koridorun ürpertisini
duyarak;kapıyı anahtarsız açıyorum;içeri ve sağa doğru açılıyor kapı;öyle büyük bir güçle
itmediğim halde duvara dek gidiyor ve dayanıyor .
Tam karşımda yerden bir buçuk metre yükseklikte mermerden bir raf görüyorum;altında iki
yanda-aşağıya doğru uzanan iki mermer çizgi var;beş santim kalınlığında;her birine birer kapı
kanadı takılmış;tam ortada sağ yandaki kapı kanadı kabarık bir oymayla diğer kanadın üzerine
kapanıyor;ne bir kapı kolu ne de anahtar deliği görünüyor üzerinde;elbise dolabı olamaz;daha
çok kullanılmayan bir şömine olmalı diye düşünüyorum ve odaya giriyorum.
Sol yanımda;duvardan dört parmak açıklıkta duran ve boyumu aşan bir dolap;elbise dolabı bu
olmalı;şöminenin-öyle düşünüyorum artık-süslülüğüne karşılık bu dolap çok sade;açık-sarıkahve renkli;dümdüz iniyor kapıları aşağı;çirkin buluyorum dolabı.
Odanın sol köşesinde bir karyola var;üzerindeki yatak,yogan ve pike dağınık,biraz önce birisi
kalkmış ve öylece bırakmış sanki;her zamanki yatağım bu benim;yatağın başucu duvara
yakın;ayak ucundan bir pencere görüyorum duvarda;önünde bir de balkon olmalı;pencereden
alçak parmaklıklar görünüyor;ama odada balkona çıkacak kapı yok.
Şömineye yürüyorum;önce eldivenlerimi çıkarıp mermer rafa koyuyorum;sonra da asker
şapkamı çıkarıp eldivenlerimin üzerine koyuyorum;subay giyimliyim;şöminenin sağındaki
duvarda mermer rafa yakın bir çivi görüyorum;özenle çakılmış;çivi çok büyük olmalı;on
santim kadarı duvardan dışarıda kalmış;paslı bir çivi;gömleğimi asıyorum çiviye sonra da
kravatımı;yatağa yönelip yorganın altına giriyorum.
45
Yanımdaki odadan gürültüler geliyor;birisi duvarımı deliyor olmalı;yataktan kalıp duvara
gidiyorum;sivil elbiselerimle yatmışım;bu nasıl olur diyorum;kulağımı,subay gömleğimin
yanından
duvara
dayayıp
yandaki
odayı
dinliyorum;evet
kesin,birisi
duvarımı
deliyor;delicinin ucunun duvarın benim odandaki yüzünden çıkmasını bekliyorum.
Ve delicinin ucu,subay gömleğimi ileri iterek beklenmedik bir anda ortaya çıkıyor yüzümün
yakınında;az kalsın kafamı delecekti.
Delicinin ucunda kırmızı bir uç var;yaylıymış gibi ileri fırlayarak ve fakat delicinin ucuna
bağlı kalarak duvardan açılıyor kırmızı uç;odaya pis kokulu bir gaz püskürtülüyor;kırmızı uç
püskürtücü olmalı;püskürtücünün motorunun düzenli devinim sesini duyuyor ve buna uygun
olarak kırmızı uçtan çıkan gazı gözlüyorum.
Az sonra;iyice burnuma ulaşıyor gaz;tanıyorum bu gazı;hidrojen sülfür bu;hemen pencereye
koşuyorum;üç
adımda
ulaşıyorum;oysa
bu
olanaksız;beş
metreyi
üç
adımda
aşamam;pencerenin kanatlarını iki yana açarken yine duyuyorum keskin gaz kokusunu;demek
hızla doluyor odaya;nefes almamalıyım.
Ayaklarımı yerden keserek,ayak uçlarıma basıp yarı bedenimin yukarısını pencereden
dışarıya uzatıyor ve başımı kaldırıp karşıya bakıyorum,karşıdaki açık bir pencereden dürbünlü
bir tüfekle bir adam bana nişan alıyor;hemen bedenimi pencereden içeri çekip sol yanıma
çömeliyorum ve pıt-pıt diye iki ses duyuyorum;karşı duvarın tabana yakın yerindeki sıvalar
dökülüyor tabana.
Cebimden uzun ve köşeli bir cam boru çıkarıyorum;bitiminde cam boru V biçimini alıyor;V
nin iki bacağına iki lastik emme borusu takılmış;lastik boruları burnumun iki deliğine
yerleştirip cam boruyu pencereden dışarı uzatıyorum;temiz havaya kavuşuyorum.
Yeni bir pıt sesi ve cam boru pencerenin iç kesimindeki kısmından kırılıyor;bu da olanaksız
diyorum;pencerenin dışında kalan kesiminden kırılmalıydı cam boru;lastik boruları çıkarıp
aygıtı atıyorum ve ayni anda kapımın önünde ayak sesleri duyuyorum
Birden;sırtımdaki elektromıknatısı anımsıyorum;hidrojen sülfür ağır bir gaz olduğuna göre
tavana
çıkmalıyım;binanın
yapısı
eski
ama
yine
de
demir
kullanılmış
olmalı;doğruluyorum;sırtımı tavana dönüp göğsümdeki düğmeye basıyorum sağ baş
parmağımla;birden ayaklarım yerden kesiliyor ve tavana yapışıyorum sırtımdan;demek ki
tavanın içinde demir varmış;seviniyorum;ayaklarım avizeler gibi tavandaki bedenimden aşağı
sarkıyorlar;dikkatini çekebilirim bu durumda kapıdan girecek olanların;kalçalarımı gererek
ayakları topluyor ve onları da tavana yapıştırıyorum.
Kapının orta sol kenarında yeni bir pıt sesi;kurşun kapının biraz açığında tabana saplanıyor ve
kapı bir tekmede duvara dayanıyor;gaz maskeli bir adam odanın ortasına doğru üç adımda
46
geliyor;hemen pencerenin olduğu duvara dönüp beni arıyor;bulamıyor;şaşırıyor;elinde
susturucu takılmış tabancası var.
Kapıda bir adam daha görüyorum;gaz maskesi yok yüzünde ;elinde dürbünlü tüfek var;öndeki
arkadaşını izliyor;karşıdan ateş eden adam bu;bu da olanaksız diyorum;ne kadar çabuk geldi
odama.
Önce hangisine ateş etmeliyim;çünkü elimde susturucu takılı bir tabanca belirdi;kapıdakini
beğeniyorum;o daha şaşırmamış;beni görebilir tavanda asılmış olarak;nişan alıyorum adamın
kafasına ve pıt sesi ile adam yere düşüyor;hemen odanın ortasındakine yöneltiyorum
tabancayı ve bir pıt daha;o da düşüyor yere.
Göğsümdeki ikinci bir düğmeye basarken ayaklarımı aşağıya sarkıtıyorum;akım gitmiyor
artık sırtımdaki elektromıknatısa;düşüyorum ayak tabanlarımın üzerine;sağ omuzumu elbise
dolabına vurmama aldırmadan odanın dışına atıyorum kendimi.
Öldürecekler beni;ona ulaşmamı,ona kavuşmamı istemiyorlar.Ama ben direneceğim ve onu
aramayı sürdüreceğim.
Oysa;Paris ve evrenin bütün büyük kentleri giderek yaşanılmazlaşıyor ve kuşaklar arasındaki
savaşımların;zorlamalardan doğan patlamaların neden olduğu kırmızı,siyah,yeşil,çok çeşitli
renklerdeki bayraklarla sembolleşen ve gittikçe şiddetlenen,anlam kazanan ya da anlamını
yitiren
kavgaların,dövüşlerin,didişmelerin
alanı
durumuna
dönüşüyor
ve
göz
yaşartıcı,kusturucu,öksürtücü ve başka türlü gazların bir sis perdesi gibi kapladığı ve kutsal
bir savaşın silahlarıymışçasına bir tinsel durumla,zevk anlarının doruklarında yaşandığı
sıradaki o aceleci devinimlerle yollardan sökülen parke taşlarının üzerinde oraya,buraya
yığıldığı,bulvarlıktan çıkmış
Paris bulvarlarında gezinen insanlar benim onu ararkenki
bakışlarımla çevrelerine bakıyorlar ve yaşamın gizlerini çözümlemeğe çalışan bir
türün,insanlığın üyeleri olduklarını düşündüklerinde gururlanan,giderek tanrılaşan o küçücük
yaratıkları;o evreni tersine döndürmeyi düşleyebildiği halde sokak savaşlarına engel olamayan
ve kendi kendini yiyip tüketen ve yenisini yaratmayan küçük bir organizma gibi düşündüğüm
benzerlerimden oluşan,evrenin orasına burasına dağılmış;biri birinden bilgisiz,biri birine
acımasız yaşayan toplulukları oluşturan kişiler;anlamı olmayan devinimlerle oraya buraya
koşuşuyorlar,polislerden kaçıyorlar,gülümsemeyi deniyorlar ve benim yaptığım gibi
onu,durmadan onu arasalar daha da insan olacaklarından,daha da birey olacaklarından bilgisiz
yaşamlarını sürdürüyorlar ve yılgın,tedirgin,tükenmek üzere olarak yeni sokak savaşlarına
hazırlanıyorlar;yeni savaşlar hazırlıyorlardı.
Oysa biz;savaşı değil barışı seçiyor ve onunla her karşılaşmamızda biraz daha güçlü ,biraz
daha içten bir sevgiyle biri birimize bağlanıyor ve bir gün bütün diğer kişileri de kendimiz
47
gibi yapacağımıza ya da başkalarının bizim mutluluğumuzu görerek sonunda bize
döneceklerine ve bizim doyulamaz anlarımızı yaşamak ve bu anları bilinçli bir biçimde
yaşamın
amacı
yapmak
için
değişeceklerine;değişmek
zorunda
olduklarına;yoksa
tükeneceklerine;olmayacaklarına inanıyor ve yüreğimiz umutlarla dolu olarak yarınlara,hep
yarınlara yöneliyorduk.Biz başaracaktık;buna inancımız sonsuzdu ve bu inancımızı her biri
birimizi buluşumuzda gözlerimizle,dudaklarımızla,kollarımızla,bedenimizle biri birimize ve
iç açıcı ve ona çağırıcı görünümümüzle bütün evrenlere haykırıyorduk.
Ve ben onu düşünerek;bir kurşun külçesinden daha da ağır duyduğum benliğimi pis
sokaklar,kötü aydınlatılmış caddemsiler arasında sürükleyip iki küçük,düzensiz,yamru yumru
taş basamağı güçlükle ve bastığım yeri duymaksızın,sanki boşlukta kalın pençeli demir
ayakkabılarla iki adım atmışçasına aşacak ve hırpani kılıklı,kirli sakallı,kötü bakışlı adamlarla
‘umudumuzu hala yitirmedik’ diyen bakışlı ayni görünümlü adamların üzerine tünemiş
oldukları çarpık bacaklı,oturulacak yerleri adi ve zevksiz,çeşitli renkli meşin parçaları
çakılmak suretiyle rahat bir duruma sokulmaya çalışılmış, ayaklarının iyice aşağılarına
ayakkabıların topuklarıyla tabanları arasındaki boşluk konulsun diye çamurlu bir çarpık tahta
çakılmış o taburelerden birine oturacağım ve ilk kez bar diye önümde,sağıma soluma doğru
uzanan yağlı,sirkeli,tuzlu ve belki de başka şeyli;oturulan yerlerdeki meşinlerle kaplanmış
tezgahın arkasından bana bakan adamın gözlerinin içinde nefret,hakaret,anlamamışlık,’nasıl
olmuş da oraya gelmişim’ mişlik okuyacak ve korkmayacak;sevinecek ve ilk kez üzerimdeki
giysilere nasıl bakması gerekirse öyle bakan birisine rastlamış olmanın o iç kabartıcılığı
içinde daha da sarhoş olacak ve ondan içki isteyecek ve önüme konulan dışı vıcık vıcık
yapışkan bardaktaki tatsız,hiçbir içkinin tadına benzemeyen tatta olan ve mideme bir zehir
gibi dolup;zaten onun sevisiyle zehirlenmiş benliğimi daha da zehirleyecek olan o sıvıyı
içecek ve onu ve kendimi öldürmeğe;yok etmeğe çalışacak ve başaramayacak ve o içki veren
adama onu anlatmağa koyulacağım.
Đşte,aşağıda diye bağırıyor birileri.Uyanıyorum bu sese;yandaki odadan yaşlı ama dinç bir
öksürük sesi duyuyorum;öksürük sesini arka arkaya üç kez duyuyorum ve uyanıyorum.
Uyandığımdan da emin değilim;sanki çok içki içmişim de sızmışım,gözlerim kapalı;böyle
düşünüyorum;açmak da istemiyorum ama bir ses ‘şu an ölüyorsun,aç gözlerini,böyle yaparsan
kurtulacaksın’ diyor;gözlerimi açmağa çabalıyorum ve açamıyorum;öleceğimi düşünüyorum.
Merdivenin en üst basamağında etten yapılmış bir irice topun yüzeye vurup zıpladığını
duyuyorum;top durmadan zıplıyor;sonra ikinci basamağa vuruyor;üçüncü basamağa
vurmasını bekliyorum;biraz aradan sonra etten top üçüncü basamağa da vuruyor;sonra
dördüncü basamağa.
48
Top;iki basamakta bir biraz uzun süre havada kalarak ve her basamağa vurarak merdivenleri
iniyor;aşağılara indikçe duyduğum ses gücünü yitiriyor;iyice uzaklardan gelip içime
giriyor;kulaklarımla duymuyorum çünkü bu sesleri.
Bu ritmi ve bu sesi tanıdığımı düşünüyorum;sonunda anladım;merdivenlerde zıplayıp duran
yüreğim
benim;ses
bu
kez
merdivenleri
tırmanıyor;top,top,top,top…of
tanrım
diyorum;korkuyorum.
Gözlerimi açmalıyım;öyle demişlerdi;sonra elektrik düğmesini bulmalı ve çevirmeliyim ve
zıplayan yüreğimi havadayken yakalayıp;göğüs kafesimdeki yerine koymalıyım.
Kafka’yı ve bir odada durmadan zıplayan bir topu düşünüyorum;odasında top zıplayan adam
korkuyor muydu acaba;bir karabasan;biraz daha uyanıyorum;bunu zıplayan etten topun
sesini,yorganın dışında kalmış kulağımla duymamdan anlıyorum;seviniyorum ;derken bu kez
biri yakınımda diğeri uzakta olan biri birinin tıpkısı iki ses duyuyorum;yakınımdan gelen sesi
sağ kulağım,üzerinde bulunduğu yastıktan alıyor;ona da titreşimler yataktan geliyor olmalı;bu
yüreğimin uyku nedeniyle yavaşlamış vuruşlarının sesi.
Yorganın dışındaki kulağım merdivenlerde zıplayıp önce aşağıya inen ve sonra yukarıya
çıkan yüreğimin sesini algılamayı sürdürüyor;sesleri beynimin duyum merkezlerinde
duymağa başlıyorum;ayni anda ritimleri biri birilerinin aynı ama birinin daha yüksek tonlu
olan iki sesi ayrıntılı olarak algılayabiliyorum;beynimin ses loblarını görüyorum;olamaz
bu;dışarıdaki sesin içerideki seste yitmesi gerekir.
Uyanmalıyım
ve merdivenlerde zıplayan yüreğimi durdurmalıyım;ne işi var bedenimin
dışında;yorulurum yoksa;ah bir kendiliğinden yitse şu dışarıdaki ses;biraz daha uyanıyorum.
Bu kez;yastığın üzerindeki kulağıma gelen sesler azalıyor;hızlanıyor yüreğim;top da
hızlanıyor;şimdi dışarımdayım ve hızlı hızlı aşağıya inmesini izliyorum yürek topun;tekrar
yukarıya çıkmasını kuruyorum;ama o çıkmıyor;yine korkuya kapılıyorum ve bundan
kurtulmak için sağ kulağıma yönlendiriyorum tüm dikkatimi
ve yüreğimin biraz daha
hızlandığını anlıyorum.
Kalkıp elektriği yakmalıyım;bir öksürük sesini daha algılıyorum;sonra tüm sesler
yitiyor;içimdekiler de;yoksa öldüm mü.
Ona bir türlü ulaşamıyorum ve bu nedenle deliriyorum..Galiba deliyim ben.
Sonra;birden arkamdan büyük bir kalabalık üzerime çullandı ve ben kendimi onların
bacaklarımı,diz
kapaklarımı
tekmeleyen
ayakkabıları;saçlarımı,kollarımı,belimi;öne,arkaya,yanlara,yukarı
sivri
çeken;bedenimi
uçlu
bir
yıkmağa;bir doğrultmağa çalışan ve ona asla göstermediğim;gösteremediğim;görmesini çok
istediğim gerçek yüzüme ve onun imgeleriyle,kokularıyla ,anılarıyla dopdolu olan başıma
49
vuran kolları,elleri,bedenleri arasında buldum ve içki evinin dip tarafında bir kapının
açıldığını ve o yana sürüklendiğimi anladım.
Sonra;onlar beni o küçük,karanlık odaya ittiler ve çevremdeki o kötü adamlar ceplerinden
elleri,giysileri,bedenleri gibi yağlı,kirli,pis kokulu kibrit kutularını çıkarmışlar,kutulardan
aldıkları kibrit çöplerini benim şaşkın ve kapılmış olduğum korkuya,paniğe,ölmek üzerelik
duygusuna karşın incelemeci bakışlarım arasında kutuların eczalı yanlarına çabuk çabuk
sürtüp yanan kibritleri üzerime,başıma,ceketimin yakasından içeriye atıyorlar ve onu öperken
çarpılan gözlüğüm bu kez hoyrat bir kol devinimiyle burnumun ucuna dek çarpılmış olarak
düşüyor;onu tutmağa çalışıyorum,ellerimi tutanlardan kurtulmak istiyorum,saçlarımdan pis
kokuların yükseldiğini ve başımın derisinin benek benek yandığını duyuyor;giysilerimden
yükselen yanık pamuk kokusunu güçlükle,sanki ölümden önce son nefesimi ciğerlerime
doldururcasına uzun ve güçlükle alınan nefeslerle içime çekiyor ve bir şeyler yapmalıyım,onu
tekrar yaşamak,aramak,bulmak,onunla konuşmak,sevişmek için yaşamak istiyorum diye
haykırıyor ve kalabalığın gerisinden yükselen kalın,babayani,belki de onu tanıyan,beni de
tanıyan-evet,evet sesinin öyle bir tonu vardı ki o sanki herkesi tanıyordu,olanların,olacakların
belki de olmuşların hepsini biliyordu,öyle olması gerekirdi-ve bize acıyan,çevremdekileri
elektronik bir makinelermiş de durmaları için sihirli bir düğmeye-ne kadar da çok
düğmeler,yararlı,korkunç,etkisiz düğmeler vardır ki-basılmışçasına devinimsiz kılan bir
sesle;kurtarıcı,düzenleyici,yeniden yaratıcı,keskin notalı bir sesle bağıran o adamı
bakışlarımla arıyor ve bulamıyorum.
Ama,çevremdekiler sisler içinde düdük çalarak ağır ağır ilerleyen tankerler gibi benden
uzaklaşıyorlar,yitiyorlar,yitiyorlar,yitiyorlar
ve
kendimi
o
hiç
umulmayan,aniden
bastıran,düşlerde görülen karabasanlar denli tatlı ve yüksek ölçülü korkulu anları yaşadığım
içki
evinin
dışında;kırılmış,güvenini
yitirmiş,kişileri
sevmekten
usanmış,hatta
bu
yapılanlardan sonra onlara düşman olmuş,diş bilemeğe başlamış;giderek onları öldürmeyi
düşlemeğe girişmiş;hiç tanımadığım,o ana dek tamamen yabancısı olduğum bir ben olarak
oradaki yağmur suları birikintili caddemsi üzerinde buluyor ve bana kötülük yapanların
yolunu bekliyorum.Öldüreceğim onları ya da kendimi öldüreceğim.Gerçek anlamıyla hem de.
Ve o iki genç oğlan;içkinin etkisiyle yanakları çok kızarmış,gözleri sevişiyorlarmışcasına
süzülmüş o iki genç adam birden önümde belirecekler ve gözlerimdekilerden korkacaklar,biri
birlerine sokulacaklar,aceleci devinimlerle üzerime attıkları yanık kibritler nedeniyle baş ve
orta parmakları yanmış olan ellerini biri birlerinin bellerine dolayıp aman dileyecekler ve
bana,o büyük devlet hakkında,o evrenin yarısını sömüren çarkı kurmuş,bir erişilemez zekanın
50
-milyonlarca pırıl pırıl zekanın,aslında bütün insanlığın,bütün evrenin,belki de bütün
evrenlerin
emrinde
olmaları,onların
yararına
çalışmaları
gerekli
olan
zekaların
birleşmesinden,kaynaşmasından,biri birleri içinde yoğunlaşmasından oluşan bir dev zekanınyönetimine vermiş olan ve bu çarka uzanan elleri kıran,dilleri kesen,gözleri oyan bir bin bir
gece masalı padişahı zalimliğiyle bu çarkın dönmesini,yavaşlamamasını,durmamasını isteyen
ve bunun için en çirkin,en iğrenç,en kişilik dışı eylemlere girişmekten çekinmeyen o büyük
devlet hakkında söylediklerimin canlarını sıktığını,kızdıklarını onun için bana kötülük
yaptıklarını söyleyecekler ve benim aptallaşmış bakışlarım arasında yanımdan,geniş bir
kaldırımda en iyi giysilerini giymiş,buluşmaya zamanında yetişmek için hızla geçen güzel bir
kadın gibi geçecek ve hala onu düşünen benim arkamda yitecekler ve ben bu ikileme şaşırmış
ve yeni bir kişiliğe bürünmüş olarak yeniden onu aramak için o çamurlu yolda;nereye
gittiğimi bilmeden,belki de buna önem vermeden ağır,aksak,kollarım iki yanıma sarkmış; bir
yerlere yürüyeceğim.
Şimdi,yeniden başlamıştı kentin hızlı hızlı soluması;yine adamlar-genç kızlar-öğrencilerişçiler sokaklara döküldü,sonra caddelere yayıldı.Taşıtlar hızlanmıştı yine;sanki evrenin
dönüşü hızlanmıştı;sanki zaman daha hızlı akıyordu,kişilerden daha hızla uzaklaşmağa
başlamıştı.
Vapurlara
koşuyordu
kişiler;trenlere,taksilere,otobüslere,troleybüslere;sanki
gecikirlerse
başkaları yiyip tüketecekti evrenin tüm yiyeceklerini;aç kalacaklar ve açlıktan öleceklerdi.
Evlere-aşevlerine-pastacılara-tatlıcılara doluşuyorlardı,bir tek içgüdü yönetiyordu kişileri ve
kenti;açlık.Üstelik;bu öyle uzun süreli kişileri buyruğunda tutacak bir içgüdü de değildi;en
çok bir saat içinde
doygunluk duyacaktı tüm kişiler ve kent;kısa süreli bir açlıktı
bu;savaşlarda yaşananlardan ayrıktı;her gün ayni anlarda ortaya çıkıyor ve tüm kente egemen
oluyordu.
Garson çok ilginçti;yemek yemeğe gelmişleri ezmek istercesine kibar;gelenler de onu ezmek
istiyorlardı bakışlarıyla;yemek listelerini incelerken;isteklerini garsona yazdırırken ve
yemekleri beklerken hep böyle davranıyorlardı.Aralarında;nedeni bilinmez bir çekişme vardı
sanki.Bu;garsonların en çok özlemini duydukları;düşlerine giren bir davranıştı;bir lokantaya
gitmek;bir yemek masasına oturmak ve şu-şu-şu yemekleri,tatlıları ya da meyveleri
yiyeceğim;şunu içeceğim demek ve birisinin bunları yazmasını gözlemek ve sonra;ellerini
masanın kıyısına koyup çöldeki aslanlar-insan başlı olanlar-gibi yemeklerini beklemek.
Getirdi;içi pahalı bir yemekle dolu olan tabağı adamın önüne koydu garson ve yeni gelen
birisini sorumlu olduğu masalardan birine buyur etti;alacağı bahşişleri düşleyerek.
51
Çatalı avuçladı adam;evet evet,tutmuyordu çatalı;avuçlamıştı;çatalın nasıl tutulacağını
bilemezdi ki;o bu türlü davranışların bir yaşam kuralı olarak öğretildiği ve öğrenildiği toplum
katından değildi;ayrıca bu tür ayrımcı davranışları sevmiyordu da.Önemli olan;yemeği
yemekten duyacağı hazdı;öyle ya da böyle yemiş önemli değildi;ellerliyle de yiyebilirdi
yemeğini;hatta daha çok haz duyardı böyle yese;ama aşevindeydi.O da kendisini
sınırlıyordu;toplumsallaşmış duyuyordu kendisini biraz.Ekmekleri kocaman kocaman
parçalıyor ve ağzına tıkıyordu;çatalla ya da kaşıkla yemek de doldurunca ağzına,avurtları
şişiyordu;rahatsızlık duyuyor olmalıydı bu tür yemek yemekten ama,bilim bu adamın
durumunu açıklayamazdı.Boğulurcasına yemek yiyordu adam;yavaş yavaş ve azar azar
yemek bir içgüdüden geliştirilmiş bir toplum kuralı değildi demek ki;zorlamaydı.
Önündeki şişe suyuna uzandı;şişenin ağzındaki teneke kapağı çabuk çabuk yırttı ve şişenin
ağzını kendi ağzına soktu;en azından üç santim kadar adamın ağzına girmişti şişlenin
ucu.Şişedeki su,hızla önce adamın ağzına sonra midesine boşalıyordu;sanki yutağında ekmek
kalmış da boğulacaktı;bu nedenle bu denli hızlı içiyor sanırdınız suyu.Ama;yüz çizgileri hep
ayniydi adamın;ne zevk ne de acı duyuyordu
su içerken;ne de ölümden kurtulmuş bir
görünümü vardı.
Şişedeki suyun yarısını soluk almadan midesine boşalttı adam;sonra sol eliyle tuttuğu şişenin
altını önündeki tahta ve örtüsüz masanın yüzüne sertçe vurarak bıraktı şişeyi.Kimse,dönüp bu
gürültüyle ilgilenmedi;herkes ya önündeki tabağa ya da tabaklara yemek dolduran kepçeci
ustaya dikmişti bakışlarını;çıldırmışlardı her halde;bu donuk ve bir noktaya odaklanmış
bakışların başka anlamı olamazdı.
Donuk bakışlarını denizin ufkuna çevirdi adam;yaşlı görünüyordu;ama kendisine yaşlanmış
olduğunu söyleseniz üstlenmezdi bunu;kızabilirdi size;o çağlarındaydı işte.Birisi genç beş
adam daha geldi;döndü onlara baktı;biraz sonra da,yanındaki masadan oldukça kibarca ayrılan
bir garson sert adımlarla yaklaştı bu adamlara;sert sert de bakıyordu;edebinizle oturun-yoksa
karışmam der gibiydi.Ne istediklerini sordu;önce üçü çay istediklerini söylediler;garson
giderken birisi daha bağırdı arkasından;bir çay da bana..Garson on adım kadar gitti;bu kez ilk
gelen bağırdı arkasından;beş olsun hepsi.
Ben çay içmeyecektim ama-dedi içlerinden birisi çay paralarını kim verecek dedi bir
diğeri;içimizde iki tane ağa var;biz mi düşüneceğiz bunu.Birisi,ciddiye aldı bunu;iki isim
söyledi;biri kendi adı olmalıydı;iki ağa sözünü eden işi tatlıya bağladı;canım hepimiz
anamızın babamızın ağası değil miyiz;gülüştüler.
Biraz sonra bir avukat geldi yanlarına;davaları iki buçuktaymış;haydin gidip yemek yiyelim
şimdi;avukat
da
oturdu;çayları
söylemişlerdi
52
bir
kez;beklediler-içtiler-kalktılar-
gittiler.Avukatlarına inanmadıkları belliydi ama;devlet kapısına düşmüşlerdi bir kez;kesenin
ucunu göstereceklerdi avukata.
Yemeklerini
yemişler;kentin
merkezine
ulaşan
caddelerden
birinin
kaldırımında
yürüyorlardı;bankanın tabldotunda yemişlerdi;iyi olurdu yemekler genellikle;çoğunun evinde
yiyemediği yemekler pişirilirdi tabldotta.Bu nedenle;evli kadınlar ve erkekler;evlerine
gitmezlerdi öğle yemeği için;olanakları olsa bile.Çalışma saatleri aksamadığından;banka
yöneticileri de severlerdi tabldot düzenini ve yemeklerini.
Dedikodu yapıyorlardı;zaten ne zaman boş kalsalar hemen buna sarılırlardı dört elle;öyle ki
bankada müşterinin işini yaparken bile yanındakiyle dedikodu üretirlerdi.Yaşamın yalnızca
dedikodudan oluştuğunu düşünmeğe başlamışlardı giderek;sigara tiryakiliği gibi bir şerdi
dedikodu.Zararlı olduğu söyleniyordu ama kimseler inanmıyordu zararlı olduğuna;yararlı bile
buluyorlardı kendi aralarında.
Yanlarından hızlı hızlı geçen devlet memurlarına ve öğrencilere bakıyorlardı biri birlerini
dinler görünerek;bu nedenle yineletiyorlardı tümceleri sık sık.Bir yenisine baktı sağ yandaki
delikanlı iç geçirerek;alımlı bir genç kızdı baktığı.
Kılığından utandı genç kızın yanından geçerken işlik giyinmiş adam;ama,işyerine az kalmıştı
işte;bu öğle de geçmişti,Yemek yemiş;işlikleriyle tur atmıştı bulvarın bir kaldırımında;balık
ekmek yemişti;balık ve soğan kokuyordu.Bazılarına garip gelebilirdi bu kılıkla bulvarda
gezinilmesi;ama onun umurunda bile değildi;en doğal hakkıydı onun;dilediği yerde
gezinebilirdi,dilediğini
giyebilirdi,istediğini
yerdi.Hiçbir
toplum
kuralının
sınırlayamayacağını düşünüyordu yaşamını ve bunlar onu doğal haklarıydı.
Beş yüz metre ileriden sağa saptın mı onun çalıştığı işerine gelirdin;nasıl evinin sokağında bir
rahatlık duyardıysa kişi;o bu rahatlığı;bu kendiliğindenliği,üzerinde gezindiği bu kaldırımda
da duyuyordu.Sağa döndürdü başını;işyerinin sokağına gelmişti,Son bir kez baktı bulvarın
renkli kişioğlu kalabalığına ve kıpırtısına;sağa döndü ve hızlı hızlı yürüdü işyerine.
Hızlı hızlı yürüyorlardı;beş erkek öğrenciydiler;ilkokul dörtte okuyorlardı;sonra birisi paniğe
kapıldı içlerinden ve koşmağa başladı;diğerleri de onu izlediler;koyunlar gibiydiler.
Öğle tatilinde hırsız-polisçilik oynamışlar yorulmuşlardı;yine de koşuyorlardı;yaşam enerjileri
hiç tükenmezmiş gibi bir duygu vardı içlerinde.Tek düşünceleri cezalandırılmayı önlemek için
sınıfa
öğretmenlerinden
önce
girmekti.Cezayı
kaldıramıyorlardı;oysa
büyükler
hep
cezalandırıyorlardı onları;herkes,hepsini bir şeyden dolayı suçluyordu;hiç hoşgörüleri yoktu
büyüklerin.Biri birlerine vardı ama;bu aralarındaki kuvvet dengesine dayalıydı;çocuklara
karşı yoktu.Koşarak okulun bahçe kapısından içeri daldılar.
53
Ve kent yine sustu;yorgun ve yaşlı bir kadının kış günü mangalın yanına yayılarak oturması
gibi yayıldı;caddeleri,sokakları genişledi;denizin sesi yeniden duyulmaya başladı.Yine
yapılara doluşmuştu kişiler;kent yollarda-alanlarda-deniz kıyılarında tek tük dolaşan kişilere
ve taşıtlara aldırmaksızın derin derin soluklanıyordu;soluklandıkça dinleniyordu;pırıl pırıl
oluyordu.
Nasıl ki;kişi uyurken damarlarında kan,dolaşımını sürdürür-beyin hücreleri durmaksızın
çalışırsa;kentin de ana yollarında ve orta alanlarında böyle bir devinme vardı;ama yavaştandı
bu;sanki kent de uyumağa hazırlanıyordu.
Kız;uyandı
uzanmakta
olduğu
divanda;saatine
baktı
hemen;telaşlandı;terzisiyle
buluşacaktı;sonra berberine uğrayacaktı;hızla kalktı divandan.Mantosunu giyerken,geçireceği
muhteşem geceyi düşünüyordu;hemen düş kurmağa koyuldu.
Sıcacık roof barda alçak yer iskemlesine oturdu;oğlan da sandalyesini yanına çekti ve oturdu.
Sağ dizi sol dizine değiyordu oğlanın;sağ dizinden yüzüne doğru bir büyülü sıcaklık hızla
yayıldı ve yükseldi.
Mantosunun düğmelerini iliklemeğe verdi tüm dikkatini ;yüzündeki yanmanın azaldığını
duydu;düğmelerini iliklemesi bitmişti;bu gece ona karşı koyamazdı ki.
Bu kez de dans ediyorlardı oğlanla işte;sıkı sıkı sarılmıştı oğlan bedenine;onun bedenini
kendisininkinden soğuk buldu;bu kez tüm bedeni alev kesti .
Apartmanın dış kapısını açtı;merdivenleri hızla inip sokağa dar attı kendisini ve buz gibi
havayı sömürürcesine ciğerlerine çekti;yangınını söndürmüştü;yürümeğe başladı.
Yürüyordu çantasını sallayarak;gemiden inmiş yürüyordu.Gemide yüzüne anlamsız-çekingengüvensiz olarak bakmış durmuş olan çocuk-çocuk yüzlüydü ama yaşlı olmalıydı-yürüyordu
peşinden;döndü geriye baktı;on metre öteden karşılaştı bakışları.
Anlayamadı hiçbir şey bu bakıştan da;yürümesini yavaşlattı biraz;oğlan iyice yaklaştı
kendisine;ayak
seslerini
tanımağa
başlamıştı
sanki;geriye
bakmadan
o
olduğunu
anlıyordu;istese de istemese de yaşamına girmişti bu ayak sesleri;oğlan yanından geçip
gitti;ayak sesleri kaldı.
Biraz ileride durdu genç adam,keşke bu kente hiç gelmeseydim;nereden bilebilirdim bu denli
sıkılacağımı;levhasına baktı işyerinin;Arkın Kitabevi;döndü geriye hızla;o kız yine önündeydi
işte.Beyaz bir yağmurluk-yakası siyah kürklüydü-giyinmişti ve elindeki siyah-kısa saplı-geniş
çantayı ileri geri sallayarak;evreni umursamadan yürüyordu.Bu ona;başka evrenlerden gelmiş
üstün ve ulaşılamaz bir yaratık havası veriyordu;hızlandırdı yürüyüşünü ve yanından geçti
gitti kızın;oysa canı çok çekiyordu o kızı;ben sizin peşinizden gelmiyorum;bunu bilmenizi
isterim diye konuştu içinden.
54
Peşini bırakmıyordu kadının pis giyimli ve kirli suratlı çocuk;elini açmış-ufacık ve kirliydi
eli-nolursun teyze diyordu;nolursun..Kadın elinden tuttuğu çocuğuyla kendisini sağa çekerek
ilerlemeye çalışıyordu;sağ yanındaki çocuk güçlük çekiyordu yürürken;kadının koluna
takılmış,sürüklenen bir eşarptı sanki,Şaşırmış bir yüzle baktı annesine,annesi hiç
ilgilenmiyordu kendisiyle.Kadın pek umursamamıştı-umursamamağa çalışmıştı-ama durum
gittikçe daha can sıkıcı oluyordu.Güzeldi kadın;bu kadının canını sıkmak suç olmalıydı;yine
de kadının peşini bırakmıyordu dilenci çocuk.O da kendisininkine benzeyen bir kız
çocuğuydu;biraz daha yaşça büyük olmalıydı;gittikçe daha yakınına uzatıyordu avucunu
kadının;bir yenden da mantosunun eteğini çekiştiriyordu.Kadın paniğe kapıldı kapılacaktı;sağ
yanındaki
çocuğunun
ayakları
biri
birine
dolanıyordu;düşüyordu
çocuk;kendisinin
çocuğu;kadın sağ kolunu yukarı çekerek düşmesini önledi çocuğunun..Bu denli kolaydı işte
bir çocuğun düşmesini önlemek.Çocuğun elindeki kauçuktan yapılmış bir oyuncak ayı yere
düştü;kadın gördü bunu;dilenci çocuktan önce kapmak için hızla eğildi;alıp mantosunun
cebine sokuşturdu..Kadın küçülmüş;bir kız çocuğu olmuştu da oyuncak kavgası yapıyor
gibiydi dilenci kız çocuğuyla;ayıdan bebeği o kapmıştı;oyuncak onda kalmıştı..Adımlarının
arasını açtı ve adımlarını hızlandırdı kadın;dilenci kız durdu birden;omuzlarını aşağı yukarı
salladı;oyunda yenilmişti,hıh,nolucak dedi;geri döndü ve uzaklaştı.
Geri döndü yapının önündeki asker;uygun adımlarla yapının diğer ucuna yürümeğe
başladı;süngüsünün kılıfı baldırına çarpıyordu yürürken;sinirlendiriyordu bu onu.Elini,süngü
kılıfının üstüne bastırdı;süngü kılıfı bedenine çarpmıyordu artık;rahatladı biraz ama uzun
sürmedi bu rahatlık duygusu;hep böyle yürüyemezdi.Bedeni de rahatsızlık duymağa
başlamıştı elinden;elini aşağı sarkıttı yeniden;süngü kılıfı sallanmağa devam etti
yürüdükçe.Durdu;denize baktı asker;onun memleketinde deniz yoktu;gemiler yoktu;kişiler
kabaydı.Oysa;bu deniz kenti kişileri inceydiler;iyi giyiniyorlardı;birden kaynaşıveriyorlardı
diğer kişilerle.Askerlikten sonra;bu kentte yerleşirim diye kurdu;sonra anasını-babasını getirdi
yanına;akşam yemeğine oturdular birlikte;yer sofrasındaydılar;olmayacak düş benimkisi dedi
asker;nöbet yürüyüşünü sürdürdü iki yana.
Sonra yine durdu adam;sağ yanında ranzasını gördü;ranzanın alt yatağında yatana bedene
baktı;loş ışıkta yalnızca yüzü görünüyordu;sabit bakışlı iki göz.Koğuşun derinliklerinden;bir
plaktan yükselirmişçesine kısık ve zırıltılı bir uzun hava geliyordu kulaklarına;daha çok sağ
kulağıyla duyuyordu ezgiyi;sol kulağına sanki daha uzaktan geliyordu ses.
En kötü saatleri başlamıştı koğuşun;birisi uzun hava okuyana bağırabilirdi;o da ona;üstelik
hava kasvetliydi;loş pencereden karanlık bulutlardı görünen;gözlerini ilerideki demir
parmaklıklı
pencereye
çevirdi.Bulutlar
iyice
55
alçalmışlardı;hızlı
hızlı
geçip
yitiyorlardı;pencereden görünen avuç içi kadar gök parçasında;sanki yaklaşan bir tehlikeden
kaçıyorlardı ya da bir yerlere yetişmek istiyorlardı;gri,koyu gri,kirli beyaz,sıkıntılı renkli
bulutlar;uzaklarda bir şimşek çaktı;bardaktan boşanırcasına bir yağmur başladı;ahh,o
yağmurun altında olabilsem diye düşündü mahkum Ahmet.
Yağmurun altında yürüyordu adam;ince ince yağıyordu yağmur;başıma düşen damlaları tek
tek sayabilirim diye düşündü;sayabilirim;öylesine yağıyordu yağmur;önünde uzun yıllar
öncesinin kısa süreli bir arkadaşı yürüyordu;elinde yağmurluğu vardı;açmıştı yağmurluğunu
o;geniş kenarlı bir şapka gibi başının üstünde tutuyordu;sağlam adımlarla basıyordu
yere;durumu iyi olmalı diye düşündü adam.
Vapur iskelesini soluna alarak yürümesini sürdürdü biraz hızlanarak;bu yağan kar
suyu,yağmur değil dedi yakınından geçen birisi yanındakine;döndü baktı bunu söyleyen
adama;gazete satıcısıydı adam;gazete alan birisi ile yarenlik ediyordu ayak üstü;tabii,yüksek
yerlere kar yağıyor,buralara da suyu dedi diğeri.Bu kente ait bir deyim ve açıklamaydı
söylenenler;hiç yağmaz denilecek kadar az yağardı buralara kar;bir tür özlemin,korkuyla
karışık özlemin belirtisiydi bu duydukları;yürüdü adam;ilerideki sinema pasajının girişinde
yitti.
Sinemanın kapıları açıldı birden;eski zaman şatolarına saldıran yığınlar gelir şato kapılarına
dayanır,kalırlardı;giremezlerdi içeri;belki olay kahramanı şatoya gizlice girer ve bin bir
tehlikeyi savdıktan sonra kale kapılarını açardı içeriden;halk karma karışık dolardı şatoya
derebeylik düzenini yıkmak için;özgürlüğünü kazanmak için;burjuva olmak için.Sinemanın
kapısı da bu düşünceleri içinde öyle açılmıştı işte ve adam içeri dalmıştı.
Renkli bir kalabalık kapılardan dışarı saldırdı;neden acele ederlerdi bu kişiler;çevresine
korkak bakışlarla baktı bu kez;bir gece önce orduya alarm verildiğini yazıyordu tüm gazete
başlıkları;bu sırada sinemada olmaması gerekirdi;önemli olmamalıydı bu alarm sıradan bir
tatbikat olmalıydı;ama yine de çekiniyordu subay;bir eziklik duyuyor olmalıydı görevi
başında olacakken sinemada olduğu için;karısı koluna girmişti;sıcacıktı eli kadının.Tüfeklerin
soğuk demirlerini düşündü;hızlıca bir taksiye yöneldi bu kez o karısının kolundan tutarak ve
onu sürükleyerek;sokaklarda görülmekten korkuyordu.Taksi,hızla verdiği adrese doğru yola
koyuldu;sırtında
duyduğu
o
süngü
bakışlardan
kurtulmuştu;rahatlamıştı;rahatlık
yalnızlıktaydı;kimsesizlikteydi.
Belediye meclisinde oturduğu yerden ayağa kalkmış konuşuyordu;kendisini Fransız
devrimindeki o ünlü konuşmacı avukat gibi duyuyordu;halkın parasını üç beş açıkgöze
yedirmeyecekti;haksızlıkların tümüne dur demeğe kararlıydı..Olamaz sayın başkan;yolcu
taşıma ücretlerini arttırmamalıyız;otobüsler bu halkın malı;hatta ücretsiz taşımalıyız halkı
56
diyordu;bayramdan
bayrama
yapıyorsunuz
yükseliyordu;kendisini Çin öyküsündeki gibi
bunu..Çevresinden
kahkahalar
duyuyordu;herkes delirmiş;bir o akıllı
kalmıştı;o nedenle deliler akıllı olmuş;o tek akıllı delirmişti..Susmadı;bir başına sürdürecekti
direnişini;güç yalnızlıktaydı;o da yapayalnızdı işte.
Evinin köşesinde bulunduğu sokağa dönmeğe çalışan taksiyi izliyordu kadın;ufacıktı evleri;o
romantik şiirdekilerden ya da o ünlü şairin düşlediği ebruli hanımelili evlerden;iki oda bir
mutfak;sokağa bakan odanın penceresinden dışarı bakıyordu kadın;yalnız omuzları ve başı
görünüyordu
dışarıdan;pencerenin
diğer
kenarında
iki
küçük
baş
daha
görünüyordu;oturulacak yer pencereden oldukça aşağıda olmalıydı;Đyice alçak bir sedir.
Bir taksiye bir önüne bakıyordu kadın;elindeki şişi diğerine dizili ilmeklerin en önde olanına
sokuyor ve ilmeği öbür şişe alırken başını kaldırıp dışarıya bakıyordu;kocası yarım saat sonra
evde olacaktı;büyük oğlanı bakkala gönderecek;gaz ve kibrit aldıracaktı;sonra yemeğe
oturacaklardı.Bir ilmeği daha bir şişten diğerine aktardı;tekrar başını kaldırıp dışarıya
baktı;taksi yok olmuştu;onun yerinde üç tane orta okul öğrencisi kız gördü.
Kız
çocuğu
bir
yandan
yanıtlıyordu;avurtları
ekmeği
şişmişti;bir
ısırıyor;bir
oğlan
yandan
çocuğunun
da
yanındaki
açlığıyla
arkadaşını
çiğniyordu
ağzındakini;çocuklarda davranışlar uzun süre ortak kalıyordu;sonra kız oğlan diye
ayrışıyordu.Mavi bir entari-önlük giyinmişti;bu giysinin altında beyaz bir gömlek vardı;kravat
da takmıştı kız çocuğu;mavi bir kravatı beyaz gömleğinin yakalarının kavuştuğu yerde topak
yapmıştı;çok
çirkin
duruyordu
ama
o,bunu
umursamıyordu;bir
çok
şeyi
umursamamaktaydı.Çantasını sapından özensizce tutuyordu;dizleri eteklerine vuruyordu
yürürken;erkek arkadaşlarının pantolonlarının rahatlığını düşündü ve iç geçirdi.
Dizlerinin üşüdüğünü duydu birden;kısa etek modası kış için elverişli değildi;ama yeni etek
diktirememişti işte;yağmurluğu da kısaydı;uzun çorap modası tamamlıyordu kışın kısa eteği
ama,parası yoktu uzun çorap alacak;bu nedenle de uzun çorap modasını bir türlü sevemediğini
düşündü.Daha yarım saat oturması gerekiyordu o sigara dumanı dolu-pis kokulu –yüksek
tavanlı dairede;son olarak daireye getirdiği romanı da bitirmişti;başkaları gibi yün
öremiyordu;bu deli ediyordu onu;yarın eski kitapçıya uğrayıp yeni bir roman almalıyım
kiralık diye düşündü.
Yanından yakışıklı,bakımlı delikanlılar geçiyordu;kimisi gözlerine-kimisi dudaklarına-kimisi
olmayacak yerlerine bakıyordu;bazı kez tersine bir düzen düşlerdi;kadınların erkeklere
rahatça baktıkları bir düzen;hemen erkekçe bakışları olan bir kadın geldi gözlerinin
önüne;komik buldu o düzeni;güldü;iyi ama,tedirgin oluyordu işte.Đki erkek nasıl bakarlardı
acaba
biri
birlerine;bunu
da
bilmiyordu
57
ve
bilmeden
de
ölecekti;yaşam
ne
anlamsızdı;sıkılıyordu yaşamdan ve onun bu erkek bakışlı düzeninden;sonra ilk çocukluk
sevisine yuvarlanıverdi birden.
Oğlan on beş yaşlarında olmalıydı;kızlar da öyle;iki yeni yetmeydiler;sarışını saçlarını
omuzlarından arkasına bırakmış ve özenle taramıştı;kentin ışıkları yeni yanmağa başlamıştı
yollarda;vitrinler de ışıklandırılıyordu ard arda.Kadın ayakkabıları sıra sıra dizilmişler
camekanlarda;iyilip bakıyorlar-sarışın olan yanındakine bir şeyler söylüyor-oğlan geriye bir
adım atarak bekliyor-kızlar öne eğilerek kıs kıs gülüyorlardı;ayni yaşlarda olmalarına
karşın,sarışın kız daha emindi kendisinden.Oysa;oğlan titriyordu;duramıyordu ayaklarının
üstünde;oğlanın yaşam deneyleri kızlarınkinden az olmalıydı;oysa toplum düzeni tersini
benimsiyor ve erkeklere yaşamda üstünlük tanıyordu;onların atak olması gerekiyordu;ama bu
çağlarda ters bir durum çıkıyordu ortaya;kız daha ataktı oğlandan.Đyi giyinmişti kız;oğlan ise
ortalama gelirli bir aile bireyi giyimliydi;gerçi pahalı olmalıydı oğlanın üzerindeki giysiler
ama;biri birlerini tamamlamıyorlardı;eski giysiciden ayrı ayrı alınmış gibiydiler.Yürümeğe
başladılar;sarışın
kız
hep
konuşuyordu
arada
bir
oğlana
bakarak;başı
dönmüştü
oğlanın;ayaklarını yerde sürüyordu;yürüyemiyordu;boyu kızdan uzundu.Yanıtlamak için
kızı;sol yanına eğiyordu başını;kısa kısaydı yanıtları;yüzüne sürekli bakamıyordu kızın;her
kızı yanıtlayışında,sarışının diğer yanındaki kız arkadaşı eğilip kendisine bakıyor ve içten
gülümsüyordu;o farkında değildi bunların;büyülenmiş gibiydi;sarışından başka kimse ve bir
şey yoktu evrende;öyle davranıyordu;diğer kız yılmıyor-kendisinin de var olduğunu;onu
beğendiğini göstermek için giriştiği savaşı;umutsuz savaşı sürdürüyordu.
O da durmadan beni arıyor;buluyor-yitiriyordu;bu kadınların yazgısı mıydı?
Benim adım Sevim-Kibar Sevim
Oysa Ayşeyim ben-öyle yazılı kimlik belgemde bakın
Bugün basbayağı bir Sevim işte-sen gibi
Ünü Gavur Dağlarından da ulu
Adı tüm Amik Ovasını tutmuş
Antepte doğmuşum-büyümüş-gelişmişim
Kötü kadın olmuşum
Babamın otuz iki liralık emekli aylığıyla
Şimdi onu da kestiler-para kazanıyormuşum
Babam öldüğünde paylaşmışız bu parayı
Ben-anam-kız kardeşim uzun süre
58
Yaşamışız ölmemecesine
Küçüktüm
Sonra yetmemeğe başlamış para
Öyle anlıyorum bugün
Bugün anlıyorum-zaten ben neyi anladım ki
Ezilesice para-gömülesice
Sevimli ama
Önce köy ağaları sarılmış körpeliğime
Sonra yarıcıları-sonra ırgatları
Dokunulmamışlığıma-ellenmemişliğime
Düştükçe düşmüşüm-ben ve kız kardeşim-bu yollara
Çarasız kalmış anamın eliyle
Doğru mu acaba
On sekizime gelmişim
Kalkıp Belene indim-dün gibi anımsıyorum
Anamı silkip attım sırtımdan
Ama kurtulamadım içimdeki maymundan
Sevimdim artık-Ayşe değildim-belki de o da değildim
Çok az kişi bildi Ayşeliğimi
Bildiler mi acaba
Bir gün yolda candarmalar çevirdiler
Đlle de bizlerle yatacaksın dediler
Namlularını gösterdiler tüfeklerinin
Kasaturalarını sıyırıp kınlarına koydular
Ben olmaz dedim-minibüs şoförü olmaz dedi
Oysa kasaturaları beğenmiştim
Nasıl olurdu-yarım saat önce yatmıştım
Beş hayvanla-şoför dahil
Dinlemediler-anlamadılar
Gerçek miydi acaba
59
Aldılar-götürdüler karakola
Zorla yattılar benimle sırayla
Bir şey anlamıyordum-kasıklarım ağrıyordu
Ağladım-çırpındım-geberdim
Utanç mıydı acaba
Dövdüler sonra beni herkes olmayacak şeyler yaptılar-ağladım diye
Đğrendim onlardan-kendimden ve sizlerden
Oysa onlar suçlu değillerdi ki
Ben de değildim
Suçlu yok muydu acaba
Dün bindim arabaya otele geldim
Belen geçidinde-Tanrıçaydı adı
Sabaha dek çalıştım-bildiğim tek işi yaptım
Çalışırken mutluydum tüm işçiler gibi
Son olarak o almıştı odasına
Akılsızın biriydi-duygusuzdu
Gerçek bir kadınla bir kez bile yatmamıştı
Ben de gerçek bir erkekle
Anladım mı acaba
Gülüyordum-o kızıyordu-kızdıkça tükeniyordu
Oysa onun da gülmesi gerekirdi-böyle istiyordum
Gülmeyi unutmuştu-hangimiz unutmadık ki
Sonra ağladı boynuma sarılıp
Göğüslerime yağmur yağıyordu
Üşüyordum-oysa gün güneşlikti ortalık
Sonra dizlerime ağladı bir Mayıs sabahında
Sonra karnıma-sonra ellerime
Boynuma doladı ellerini öpmek için dudaklarımdan
Sıktı-sıktı-sıktı boğazımı
Sesimi çıkarmadım ve öldüm
60
Yoksa ölmedim mi acaba
Hiç tepinmemiştim
Uzun da sürmemişti ölümüm
Tam istediğim gibi olmuştu diyebilirim
Tanrının sevgili kulu olmalıydım-elbette öyleydim
Soluk alamıyordum-buydu ölüm nedenim
Öleceğimi biliyordum havasızlıktan
Sesimi çıkarmadım ve ben Camus’ü tanımazdım
Bana sorarsanız bir kahramandım
Yoksa boşuna mı öldüm
Hiçbir ölüm boşuna değildir.Üzülme güzelim.Sen her yerdesin ve ben seni arayıp bulacağım.
Sonra;denize,kişiyi rahatlatan,bedeninden tinine dolarak kişiyi bu evrenden koparan ve kişide
başka hiçbir yerde ve zamanda algılanamayan bir boşluk,bir başka evrendelik,belki de bir yok
olmuşluk duygusunu oluşturan;sevimli yüzlü ve dinlendirici bakışlı bir genç kız görünümünde
olan bir ağustos öğleden sonrası denizine koşacağız onunla el ele tutuşmuş ve bütün
bedenleri,bedenlerimizi,bakışları,gülüşleri-hayır
gülüşler
vardı,gülüşler
mutlu
gülüşlerdi,çılgınca gülüşlerdi-koşuşmaları,yüzmeleri unutmuş ve yalnızca kaynaşmış,biri
birinde eriyerek daha güzel,daha güçlü,daha rastlanılamaz,ulaşılamaz olmuş bir çift el halinde
kendimizi,serin sulara bırakacağız.Sonra;her zaman yaptığı ve böyle davranmakla beni mutlu
kıldığı,her zaman yapmasını,birlikteyken hep öyle olmasını düşündüğüm çocukça bir
davranışla yarışmamızı öneriyor ve ben yenileceğimi ve böylece cinselliğin dışında onu bir
kez daha mutlu edeceğimi ve bu mutluluğu nedeniyle mutlu olacağımı düşünerek istediğini
benimsiyor ve ‘hayır’ diyemeyeceğimi doğanın en değişmez bir yasası gibi düşünen ve bilen
o;kalçalarından geriye doğru sert ve dik olarak uzatmış olduğu bacaklarını bir ördeğin perdeli
ayaklarıyla suyu geriye itercesineki devinimleriyle suya sokup çıkarıyor ve bu devinimlerden
çıkan su sesine bedenini;ileriye uzattığı kollarının devinimlerine uygun olarak tanrısal bir
müziğe uydurmuş sallanan bir dervişinki gibi suyun içinde oynatarak bir balerinin bale
yaparkenki ritimli devinimleriyle çeşitli yönlere döndürerek kıpırdanıyor,uzatıyor,büküyor ve
denizi,güneşi,göğü de güldüren bir gülüşle gülüyor,gülüyordu.
On metre kadar ilerimde suyun içinde yüzünü bana dönmüş olarak,kollarını dans edercesine
ya da yatağına çağırırcasına bedeninin iki yanına uzatıp açıyor,kapıyor ve yanına yaklaşmamı
izlerken yalnız beni görüyor,düşünüyor,istiyor ve sağ kulacım üzerine uzanırken geriye
61
bakıyor ve kıyıdan oldukça uzaklaşmış olduğumuzu anlıyor ve çevremizde kimsenin
bulunmadığının bilincine varıyor ve martıların bilinmeyen kıyılara,ulaşılamaz uzaklıklara
uçtuklarını,balıkların denizin olabildiğince derinliklerine,karanlıklarına daldıklarını ya da
mutluluğumuz çevresinde altından,gümüşten ve değerli taşlardan yapılmış bir taç oluşturmak
istercesine dans ederek dolaştıklarını,belki şarkılar da söylediklerini düşlüyor ve kulaklarıma
ulaşan
o eski öyküdeki
‘Ulisses’i büyüleyen
denizkızlarının sesine doğru bilinçsizce
kulaçlar atıyor ve sonunda onu beline dolanmış kollarımın arasında buluyor ve avuç içim
büyüklüğündeki göğüslerini göğsüm üzerine bastırarak sıkıyor,sıkıyor,sıkıyorum ve boşlukta
yürürcesine uygunsuz devinimlerle bacaklarımızı su içinde çeşitli yönlerde sallayarak
öpüşüyoruz tuzlu dudaklarımızda yaşamanın güzel bir şey olduğunu bir kez daha biri birimize
ileterek ve sonunda yanız bize ait olduğunu düşündüğümüz denizin yüzünde yan yana,mutlu
bir birleşmeden sonra tek sözcük söylemeden geçirilen o tatlı anları yaşarcasına uzanarak
güneşe bakıyor ve durmaksızın konuşurcasına susuyoruz.
Denizden çıkarıyor ve geriye yolluyorum onu,bir doktorun kanepesinde uzanmış gibi yanımda
ve yukarımda bir yerlerde yatıyor ve bana hiçbir kadının gözlerinde görmediğim ve sonraki
yaşamımda da
ancak tekrar onun ve yalnız onun gözlerinde görebildiğim bir pırıltı,bir
isteklilik,bir korkusuzluk,belki de bir delirmişlik,bir benliğimi delip kişiliğime ulaşmak
isterlikle bakıyor ve beni kocaman göğüslerine yaklaştırıyor ve başımı çocukluğumda
dinlediğim masallardaki dev analarınınkine benzeyen göğüsleri arasına bastırıyor ve
yüreğimin atışlarını,başım göğüslerine değdikten sonra onunkiyle tek bir ses yaratacak denli
biri birine yaklaşmış,bağlanmış atışlarını dinliyor ve omuzlarımı sıkan ellerinin bitim yerlerini
bedenine doğru izliyor ve koltuk altlarını görüyor ve uzanarak;çocukluğumda düşüp dizimin
derisini sıyırdığım için canımı yakmak pahasına,sağlıklı kalmam için o zamanlar hiç de
yapılanların yapılmasını gerektirecek önemde olmadığını düşündüğüm o küçücük yaranın
üzerine sürülen o siyah-kahve renkli,tatlı kokulu sıvının kokusuna benzeyen kokuyu
duyarak,koltuk altının bitip göğsünün başladığı yeri kendimi yitirerek öpüyorum,durmaksızın
öpüyorum.
O
anda;Đstanbul’un;ne
olanakları
yetmediği
için
tatil
günlerinde
kentin
dışına
kaçamayanlarınca,ne ‘aman ne güzel bir gün geçirdik,ne eğlendik ne eğlendik’ demek için
kentin dışına gidip gittiği tinsel durumla evine dönenlerince;ne bu iki tür davranışın dışında
yaşamı bilinçli olarak yaşadığını ileri süren,hiç değilse düşünen o kaymak tabakaya daha
yakın okumuşlarca bulunamamış,farkına varılamamış,gidilememiş,kirletilmemiş doğanın el
dokunulmamışlığını bütün yönleriyle yansıtan o güzelim yarımada kıyısında;onun
çocukluğundaki yüz çizgilerine,tinsel durumuna,gülüşüne sahip olduğunu düşündüğüm o
62
düşünülemeyecek,düşlenemeyecek denli güzel,doğa dışı yapılı küçük kız çocuğuna babası
yüzünü asıyor ve kalçalarını,o küçücük,ileride benzerlerinin kıskançlığını çekecek,karşıt türün
düşüncelerini
bulandıracak,onlara
kendilerini
unutturacak,yaşadıklarını
duyurtacak
o
usta,kimsenin,hiçbir yaratılmışın olamayacağı denli zevkli bir yontu ustasının elinden
çıkmışçasına muntazam,uyumlu,kusursuz kalçalarını tokatlamak için ona yaklaşıyordu.
Ama o suçsuzdu,her zaman olduğu gibi ne yaptığını bilmeden,çevresinde dolanan onca
tehlikelere aldırmaksızın günlük yaşamını nasıl sürdürüyorsa öylesince denize girmiş ve
birkaç adım sonra deniz düzeyinin boyunu aştığı bir yere gelmiş ve bütün devinebilen
yaratıklarda bulunan o korunma içgüdüsüne uyarak aceleci ve düzensiz devinimlerle geri
dönmüş ve paniğe kapılmaksızın kıyıya ulaşmıştı.Böyle düşünülecek olursa;babası gibi
davranmış oluyor ve surat asılmaya ve daha da ağır davranışlara hedef olmaya layık
olmuyordu;işte bu nedenle kendisini okşar biçimde de olsa dövmeğe;tokatlamağa gelen
babasına,sanki yabancı bir evrenden geliyormuş,sanki onun çocuğu değilmiş gibi yabancı
bakışlarla bakıyor ve haksız da olsa karşılaşacağı cezalandırmayı metin bir biçimde,karşı
koymağa kalkışmaksızın karşılamağa hazırlanan bir ‘büyük’ün,bir görmüş geçirmişin,bir
dayanıklının,bir hoşgörülünün davranışlarıyla karşılamağa hazırlanıyordu.
O gerçekten de kötü bir şey yapmamıştı,isteseydi de yapamazdı;çünkü o,onun;arayıp
durduğumun,ulaşamadığımın küçüklüğüydü ve kötü,saçma olamazdı
Yine hızlanmıştı kentin soluması;dairelerden-evlerden-işyerlerinden-okullardan sokaklara
dökülüyordu
kişiler;taksiler-otobüsler-vapurlar
çabuklaştırmışlardı
devinimlerini;boşalıp
doluyorlar yine boşalıyorlar yine doluyorlar;korkunç büyüklükteki bir elektronik beynin
emrinde gibi;bir yerlerden diğer yerlere gidiyorlardı.Sesler artmıştı her yerde;sanki savaş
vardı ve kent savaş alanıydı;ya da yer sarsılıyordu durmaksızın;yakın bir tehlike varmış gibi
çığlık çığlığaydı kişiler;bağırıyorlar;yüksek seslerle gülüyorlar;sövüyorlardı.Herkes;sesiyle
çevresindeki doğanın sesini bastırmak ister gibiydi;korkunçtu bu gürültü-dayanılmaz –yapaydoğal değildi;en arka sokaklara dek yayılıyor ve gergin olan sinirleri daha da geriyordu.
Đki buçuk liraya ipana-bir liraya fırça-Ahmet buraya gel-düüüt-hayır,hayır vurdum senihaa..haa.haa-sonra dedim ki ona-film güzeldi-bir kez daha buluşurum-milliyet-akşam-son
havadis-portakal,mandalina ,elma-buyurun beyler buyurun-üst katta ailelere ait yerimiz de
var-voooorrr-viyuuuuuu-bibip-anne oyuncak ayım düştü-Hasan oyunu bırak da eve gel artıkpat,pat,pat-amca iki ekmek ver-yeter artık bee.
Ekmekleri koltuğunun altına sıkıştırdı çocuk;kaldırımda yürüyerek evinin yokuşunu
tırmanmağa başladı;bu büyükler ne anlayışsızlar tanrım;oyun oynamalarına bile olanak
bırakmıyorlardı;okullarda öğretmenleri sınırlıyordu onları;şu-şu-şu oyunlar yasak;okul bitsin
63
de mahalle arasında oyuna dalsınlar diye bitiş zilini iple çekiyorlardı çocuklar;dağılma saatleri
en güzel anlarıydı günlük yaşamın.Bu kez da anaları,babaları giriyordu işin içine;evde şu
yok,git al gel-şunu götür-yemek zamanı geldi içeri gir.
Masaya oturdular akşam yemeği için;önce çorba dağıttı anne tabaklara;sessiz sessiz
içtiler;yemekte konuşulmuyordu bu evde;babası babasından öyle görmüştü;dolayısıyla evde
bir kuraldı.Adam;her akşam yemekte çorba olsun isterdi;kadın da bazı kez yapamazdı işte;o
zaman günlük yaşamın bozduğu asaplar daha da bozulur;karşılıklı bağırışırlar;sonra
durulurlardı.
Kalktı yemek masasından;radyoyu açtı genç kız;haberler okunuyordu radyoda;şimdi herkes
evindedir iye düşündü;perdeyi aralayıp dışarıya baktı;evin önündeki yol bomboştu;tek canlı
görünmüyordu;kediler ve köpekler de kaybolmuştu;sanki kent ölmüştü;cansızdı.Taksiler
sıralanmıştı kaldırımın kenarına;kişilerin yemek yemelerini sabırla bekleyen ve bu tekdüze
yaşama baş kaldıramayan taksiler;zincire vurulmuş pranga yargılıları gibiydiler;kocaman
farlarıyla öylece bakıyorlardı karşıdaki evlere;kişiler de öyleydi şu saatlerde.
Pis bir karanlık çökmüştü yola;kentin üstüne;az ışıklandırılmıştı kent;elektrik yetmiyordu;bu
nedenle pisti;kişiyi rahatsız ediyordu;karanlıktı.Kent;dinleniyordu yine yollarda-koltuklardasandalyelerde-divanlarda-sedirlerde-kilimler ve yer yaygıları üzerinde;arada bir,bir taşıt şu ya
da
bu
yöne
gidiyordu;seviyordu
bu
saatlerini
kent;ayaklarını
çalışma
masasına
uzatmış,dinlenen bir patron gibiydi;kişiler iyiydiler,temizdiler bu saatlerde;özel bir taksi hız
yaparak kentin orta alanına doğru gitti.
Geç kaldıklarını söylüyordu orta yaşlı kadın;kocası-ondan yaşlı ve gözlüklüydü-yolun
uzantısına bakıyor ve metalik bir sesle-evet-diyordu;ama anlayış gösterirler;telefon da
edemedim;etsem bile işyerinden çıkmıştı herhalde o sırada.Birden frene bastı adam;otomobil
sarsıldı
ama
durmadı,hızı
azaldı;otomobilin önünden
karşı
kaldırıma
geçti
genç
adam;yanındaki karısına aç gözlerle bakıyordu;yüreği kabardı,duruldu sonra;o da yapıyordu
aynısını.Karısının yüzüne alıcı gözüyle baktı;demek genç adamların ilgisini hala
çekebiliyordu;kadın da genç adamın bakışını yakalamıştı;demek genç adamların ilgisini hala
çekiyorum diye düşündüğünü belirten yüz çizgileri vardı karısının yüzünde ve adam da bunu
gördü.
Bacak bacak üstüne attı kadın;yan gözle bacaklarına bakıyordu kadının;kadın yakaladı
adamın bakışını ve kolunu omzuna uzattı adamın ve dokundu başına.
Kadının eli erkeğin omzundan sırtına doğru kaydı;erkek gözlerini yummuş,sol yanağını
kadının sağ kulağına dayamıştı;konuşmuyorlardı;evin önünden denizin kıyıya vuruşunun
sesleri geliyordu;gözlerini açtı adam;sol elinde kadının beli düzeyinde ve bedeninin açığında
64
tuttuğu şarap kadehine baktı;kolunu kadının yüzüne hafifçe dokundurarak yukarı kaldırdı;bir
yudum içki aldı kadehten;yine yavaş yavaş indirdi kolunu aşağıya ve kadın başını sağ omuz
boşluğundan
sol omuz boşluğuna aldı adamın;iç geçirdi ;adam kadına baktı ve uzandı
dudaklarından hırsla öptü.
Kız iç geçirdi karşı kıyıların ışıklarına ve denizin üzerinde uzayıp ufukta yiten gümüşten yola
bakarak;yanındaki genç adam,sol kolunu roofun parmaklıklarından aşağı sarkıttı ve
sigarasının dumanını aşağıya doğru dalgın üfürdü;aşağıda otele giren çıkan kalabalık kişiler
vardı;taksiler gidip geliyorlardı;oyuncaktandı her şey,ufacıktı;bir bulutun üstünden bakıyor
gibiydi bunlara;Yunusu anımsadı-o da istediğinde gökyüzüne çıkabilseydi.
Uçağın pencere camına yapışmış bir baş geldi gözünün önüne;yanına yanındaki genç kızı
oturttu;şimdi kız da aşağıya bakmak için başını pencereye yaklaştırıyordu;balayına giden
çiftlerdi;kızın
saçlarını
dudakları
arasında
duydu,saçların
inceliğini
dudaklarıyla
algılayabiliyor ve onun tanıdığı saçları olduğuna karar verebiliyordu;sağ omzunu sol göğsüne
bastırıyordu genç adam;göğsünü germeyi ve kızın omuzu aracılığıyla ona daha çok sertlik
duygusu ulaştırmayı düşündü ve sonra doğrulurken parmaklıktan geri çektiği kolunu yanına
sarkıttı ve sigarasını baş parmağı ile gösterme parmağının tırnakları arasına sıkıştırıp boşluğa
fırlattı ve kıza dönüp dudaklarına uzandı ve öptü;öylece duruyordu kız;öpüşü yanıtlasa yanlış
bir şey yapmış olacaktı;kirlenecekti;öyle düşünüyordu;bu kentin baskısı sonucu değildi;kent
karışmazdı kişilerin yaşamına ama kentte yaşayan toplum karışırdı.
Kız zarif ayakkabılı sağ ayağının tabanıyla yere düşen sigarayı ezdi;ikisi de ezilmiş sigaraya
baktılar başlarını eğip;sigara gibi ezilmiş duydular kendilerini;bu kent ona uyamayanları
silindir gibi eziyordu;onlardandı ikisi de;önce genç kız başını çevirip genç adamın yüzünü
görmek istedi;sonra da genç adam aynı duyguyla doldu;bakıştılar bir süre.Kızın dudaklarının
bittiği yerlerde bir gülücük belirdi;sonra yanaklarına-sonra gözlerine-sonra tüm yüzüne
yayıldı;bedeni de katıldı bu gülüşe;kız bedeniyle-tüm varlığıyla gülümsüyordu;genç adam da
dişlerini göstererek güldü;kız biraz daha güldü;kısık bir kahkaha sesi bile duydu genç
adam;zil üçüncü kez çaldı;girelim artık dedi ve kızın kolundan tuttu;gittiler yerlerine
oturdular;güzel bir ezgiyle ışıklar söndü ve perde açıldı.
Bugün iyi bir oyun çıkaramayacağını düşünüyor ve onu arıyordu ön sıralarda;yirmi dördüncü
kez oynuyorlardı bu oyunu;makineleşmişlerdi;ilk anlar oyun sayısı arttıkça daha güçlendiğini
duyardı;ama bu kez öyle olmamıştı;sevememişti bu oyunu;yazarı pek bir şey demiyordu
oyunda ona göre;ama sahneye koyucu temel rollerden birini vermişti ona.Sevmişti rolünü
başlangıçta;seyirciler ilgisiz yerlerde o genç adamı alkışlamıyorlar mıydı,deli oluyordu;bu
durum onun iyi oyun vermesini etkiliyordu;kınamıyordu kendisini;rolü gereği sahnenin diğer
65
ucuna yürümeğe başladı ve yeniden göz ucuyla baktı ön sıralardaki davetliler bölümüne;yoktu
işte-gelmemişti.Bir bakıma kutluyordu kendisini;birini seyirciler birini kendisi için oynamakta
olduğu iki oyunu bir arada yürüttüğünü düşünüyor ve seyircilere bu durumu anlamadıkları
için umursamaz bakışlarla bakıyordu;salonda tedirgin bir hava sezmiyordu;demek
başarıyordu iki oyunu bir arada oynamayı;öbür oyuncunun-kadındı ve kendisine benziyorduyanına heyecanlı oturdu;burada olmalı;ben göremiyorum herhalde;konuşma sırası ona
gelmişti;bir tümcenin ilk sözcüğünü söyledi ve durdu;kulağına ulaşan söylenmesi gereken
sözcükleri kaptı ve söyledi;beğenmemişti;bir ara sözcüğünden sonra baştan aldı tüm
tümceyi;salondaki havada birden bir boşluk doğdu;ama diğer kadın oyuncu söyleyeceklerini
söylemeğe başladıktan sonra yitti bu boşluk;konuşma sırasının yeniden kendisine gelmesini
beklemeğe başladı.
Saatine bir kez daha göz attı genç adam;beş dakika daha bekleyeyim diyordu;iyi giyimli
değildi;heyecanlıydı;gözlerini yolun bir yönünden gelen taksilere dikmiş;taksilerden inenleri
izliyordu;gelmeyecek;oysa gelmeliydi bu gece;geleceğim de demişti;ellerini paltosunun
ceplerine soktu;topuklarının kaldırımlarda gece dolayısıyla daha da yüksek tonda çıkardıkları
sese vererek kendini,yürüdü gitti.
Grev yapan banka çalışanları umutsuz adımlarla önlerinden geçen gence baktılar ve birer
sigara daha yaktılar;grev gözcülüğü yapanlara sigaralarını sendika veriyordu;o sigaralardandı
içtikleri;daha bir tatlı,daha bir baş döndürücü geliyordu..Kendilerinin yeniden askere
alındıklarını ve çok önemli olan bir yerde nöbet tuttuklarını kuruyorlardı;sırtlarını kapının iki
yanındaki taş çıkıntılara dayamışlar;nöbetçi erlerin yaptığı gibi,sigaralarını avuçlarının içinde
gizlemişlerdi;diğer ellerini kaputlarının ceplerine sokmuşlardı;daha çok gemi çalışanlarını
andırıyorlardı.Önlerinden otobüsler-tramvaylar-dolmuş taksileri geçiyor;taşıtlardaki herkes
bankanın kapısındaki bu kişilere merakla bakıyorlardı;kapıya bir boydan bir boya asılmış bez
üzerindeki yazıları okumağa çalışıyorlardı;ama grev gözcülerinden çok bu bez üzerindeki
yazılar ilgilendiriyordu onları;oysa kişi olan grev gözcüleriyle ilgilenmeliydiler.Grev
gözcüleri de boş gözlerle bakıyordu gelip geçenlere ve taşıtlardakilere;bu kişilerin kendi
sorunlarına ilgi duymadıklarını;giderek onları haksız bulduklarını düşünüyorlar ve
sinirleniyorlardı;toplum düzenini bozmuş olmanın tedirginliği vardı üzerlerinde;sürü iç
güdüsünden kalmış;ama onlar haklıydı,patronlar da amma direniyordu ha;taşıtlara bakmayı
kesip yeniden aralarında konuşmağa başladılar.
Kent yine susuyordu;bu kez gece yarısına dek susacaktı en azından;;kişiler için ölü saatlerdi
bunlar;sindirim,eğlence,zaman öldürme saatleri;kent içinse dinlenme saatleriydi;kentin
günlük yaşamının son koması gibidirler bu saatler.Biraz sonra kent yorgun başını bir
66
yosmanın-küçük yaşta ve ucuza satılmış-göğüslerinden kaldıracak ve doğrulacaktı;son
sözlerini kimi kez ağlayarak-kimi kez gülerek-acıklı bir şarkıda-tutkulu bir şiirde söyleyecek
ve sonra yine yatağına serilecekti;doğacak olan günle yeniden doğmak üzere ölmek için.
Bu saatlerde çirkindir kent;perişandır;ölüm döşeğindeki yaşlı bir kadın gibidir;bazı kez açık
bırakılmış pencerelerden sızan ışığın titreşimlerinde,bazı kez bir müzik aracından çıkan
ezgilerin bulvardaki ağaçların yapraklarında gezinmesinde,bazı kez de bellerine doladıkları
kollarının bedenlerinde yaydığı sıcaklık içinde kentte yiten çiftlerin ayak seslerinin özel
otomobillerin çamurluklarında yansımasında güler;kahkahalar atar;bazı kez de kılıksız ve pis
bir yaşlı adamın koynundan çıkardığı boyalı ispirto şişsini dudakları arasına alıp kolunu
yukarı kaldırmasında ya da eski bir kamyon şoför mahallinde ısınmak için biri birlerine
sarılmış olarak uyuyan üç sokak çocuğunun inip kalkan göğüs kafeslerinin arada bir kesik
öksürüklerle düzensizleşmesinde ağlar;kendinden utanır;genellikle durgundur kent yine
de;tepkisizdir;duygusuzlaşmış bir savaş esiri gibidir.
Çok kişi uykuya dalmıştır bu saatler çeşitli nedenlerle;bir bölük kentli de ucuz aile eğlence
yerlerindedir ya da dost toplantılarında ellerinde içki kadehleri ya da çay-kahve fincanlarıyla
okul-askerlik-evlilik-bekarlık anılarını yaşıyorlardır yeniden ya da toplumun sorunlarını
çözüyorlardır tartışmalarıyla bir kalemde.Sevişenler de vardır bu saatlerde;sevişenler her saat
vardır aslında bu kentte;evrenin yüz sularına döndüğü ve yaşamını sürdürdüğü
sevişenler;onlar kentin baş tacıdırlar.
Genç adam,caddenin ortasında,kentin en büyük orta alanına doğru hızlı hızlı yürüyen kadına
yaklaştı;içkili-hızlı adımlarla on adım kadar daha yürüdü;bir şeyler söyledi kadına;kadın hep
sustu;durdu birden genç adam;kadın ayni adımlara yürümeyi sürdürdü;geriye bakarak
arkadaşlarını görmeğe çabaladı genç adam;bu sırada,yeni ve yalnız bir genç kadının
arkadaşlarının yanından geçip kendi yönüne doğru geldiğini gördü;sanki bir şeyi yitirmek ya
da kaçırmak üzereydi genç kadın;dikildi ayaklarının üzerinde .
Bu gece mutlaka bir kadınla yatmalıydı;kadın yanından geçiyordu işte;geri döndü ve kadının
yönünde yürümeğe başladı;karnım aç-bana ekmek parası verir misiniz der gibi konuşuyordu
genç kadınla;bir dilenci gibi yılışıktı,kadın önce gülümsedi;sonra koluna girdi genç
adamın;birkaç adım daha attılar;bir taksiyi durdurdu genç adam;kadınla bindiler;geriye dönüp
arkadaşlarına bakmadı;nasıl olsa evi biliyorlardı;onlar da gelirlerdi biraz sonra.
Odanın kapısını açtı açık elbiseli-çok süslü-orta yaşlı kadın;zamanın geldiğini söyledi yatakta
pırıltılı giysiler içinde uzanmış,sigara içen genç kadına;kadın,sigaranın dumanını bir erkek
gibi içine çekiyor,sonra yüzünde hiçbir çizgi oluşturmaksızın tavana doğru üflüyordu donuk
ve sabit bakışlarla;sigara içmek için devinmese ölü derdiniz.Kentin alanlarından birine büyük
67
bir pencere ile açılan bir otel odasındaydılar;aman bugün yine keyfin yok;nolucak senin halin
kız.Bu kez duydu sesi yatakta uzanan;ne denildiğini anlamamıştı yine;doğruldu yatakta ve
bacaklarını aşağı uzattı;omuz silkti-anlayamadım ne dediğini anlamında.Öbür kadın bu
davranışı-bunu umursamıyorum-diye anladı;kızdı;kapıyı vurup çıktı odadan.
Taksi bir pavyonun önünde durdu;üç genç indiler;pavyonun girişine yöneldiler;buradaki
kadınlar
güzele
benziyor;iyi
eğleniriz
her
halde
dediler
ve
girdiler,bir
masaya
oturdular.Kalabalık değildi pavyon;ikisi sık sık gitmezdi pavyona;birisi de bu tür bir pavyona
ilk kez gelmişti;pavyon çalışanı kadınlar bunu anlamış olacaklar ki-anlamışlardı-gözlerini
onlara dikmişler;kendilerini masalarına çağırmalarını bekliyorlardı;on dakika içinde pavyon
kalabalıklaştı;müzik başladı;üçü de ayaklandılar;gittiler ve birer kadını dansa çağırdılar;dansa
başladılar.
Dans ediyorlardı;pavyonun barı önünde dikilmiş duran kız onu izliyordu;sözlüsünü;barmen
kıza bakıyor ve konsomatrisliğe yakıştırmıyordu;neden gelmişti öyleyse;burası öyle sevgili ile
gelinen pavyonlardan değildi ki..Neden geldim-ahh ben ne budalayım-bir bakıma güçlüyümbelli-kimse yapamaz bu benim yaptığımı;ama küçülüyorum ayni zamanda;ona karşı değilgelme kararımı kendim verdim-aileme ve çevreme karşın..O da onu görmüştü işte;dans ettiği
kadını pistte bıraktı;korkulu-şaşkın yüz çizgileriyle-hızlı asımlarla kendisine yaklaştı;tokatlar
mı buraya geldim diye acaba;ahh bir tokatlasaydı;o yapmazsa ben onu tokatlarım diye
düşündü kız.
Genç adam genç kızın önünde dikildi;uzun boylu-keskin çizgili yüzlüydü;gözleriyle sordu;ne
arıyorsun burada;ne işin var burada;nasıl gelebilirsin buraya,böyle bir yere.Kızın öfkesi
kabarıyordu ama;bastırdı bu duyguyu;bu ona kazanç sağlamazdı;sevdiği adama herkes öfke
duyuyordu çeşitli nedenlerle;o da onlara.Oysa;genç adam ilgisizdi çevresinde bütün bu
olanlara;güçsüzdü;çıkalım buradan nolursun diyordu bu kez kız gözleriyle;başını önüne eğdi
genç adam ve kızın koluna girdi;taksiye bindiklerinde kız boşaldı birden ve sarsılarak
ağladı;şoför kötü kötü baktı genç adama başını arkaya çevirerek;nişanlım dedi genç
adam;yaşamında anlamını bildiği-inandığı ve güvenerek söylediği tek sözcük;nişanlım.
O mu-nişanlım dedi resmi adamın elinden alıp;belinden yukarısı çıplaktı kadının;tek odalı bir
garsoniyerdeydiler;iyi döşenmişti.Đlk kez o yattı benimle;sonra da evlenmedik dedi kadın;
adam nedenini sormadı;uzandı omuz başını öptü kadının;sonra yataktan kalkmak için
davrandı adam;kadın kolundan yatağa çekti adamı;adam olmaz ki-bir daha yapamam diyordu
durmadan;kadın kendisine güveniyordu;çok uğraştı kadın-yoruldu-usandı sonunda;bu güne
dek hiçbir kadınla iki kez yatmadım dedi adam;yastığa gömdü yüzünü kadın,ağlıyordu;uyudu
sonra.
68
Önce sağ kulağı algıladı sesi;teypte Çigan müziği çalıyordu;sonra bedeni duyarlaştı;bir hasır
koltukta uyumuş kalmıştı;gözlerini açtı;arkadaşı üzerine eğilmişti;o uyandırmıştı her
halde;gözlerinin altında ve kapaklarında sızı duyuyor ve aynaya baksa gözlerini kıpkırmızı
göreceğini düşünüyordu.Oyun sırası ona gelmişti;sol yanında sigara dumanları içinde görünen
üç kişiydiler;sis basmıştı odayı;sisin o pis kokusuna çağrışım yaptı;sabaha karşı bu kenti de
sis basar;bu yaptıkları çılgınlıktı-budalalıktı biliyordu;ama yenemiyordu kumar oynama
alışkanlığını.Oysa;şansa-alın yazısına pek inanmazdı;neden oynuyordu o halde;kumarda kafa
yeteneklerini
denediğini
ve
geliştirdiğini
düşünüp
rahatladı;kalkmağa
çabaladı;diz
kapaklarından aşağısı elektriklenmişti;kan gitmemiş uzun süre;dışarıyı dinledi;yel sesi bile
yoktu;dupdurgun bir doğa;tabakta kazan dibi gibi;tabağı sallamak ve doğayı devindirmek için
masaya gitti ve boş sandalyeye yığıldı;arkadaşı oyun kağıtlarını masanın ortasına attı;yeni bir
kıpırtı olmuştu doğada;en küçük devinim bile önemli geliyordu kendisine şu sıra;yer
beğenmek için ilk kez o uzandı kağıt çekmek için desteye;çekti;maça kızıydı;güldü.
Kentin günlük yaşamı can çekişiyor;lağımlarda pisliklerin ve atıkların akışı bile
yavaşlamış;ağır ağır akıyor zaman;her anı yeniden öldürmenin bilincini yaşıyor kent;öylece
uzanmış yıldızların altında bulutlar bir yönden gelip diğer yöne gidiyorlar;zamanın güçlü
soluğuna kapılmışlar;kent bakıyor bulutlara sırtüstü uzanmış ve kendinden geçmiş;kişilerin
çoğu yataklarında şu an;ilk düşlerini görüyorlar bazıları gecenin;bazılarını karabasanlar
basıyor;taşıtlar da uymuş kişilere;yollar iyice ıssız;devinimsiz,arada bir uykulu bir sürücünün
yönettiği belli olan bir taksi şu ya da bu yana gidiyor;bir ara sokağa sapıyor korna
çalmadan;bunlar da olmasa kent tamamen ölmüş olacak;kediler de uyumuş,köpekler de;sokak
köpekleri de süs köpekleri de;martılar da uyumuşlardı dalga kıran üzerinde;çifter çifter
bedenlerini biri birlerine yaslamışlardı;sevişiyorlar sanırdınız görseniz.
Ama;hala solumaktadır kent.
Đyi döşenmiş işkembeci aşevine girdiler sallanarak ve şakalaşarak;iki kişiyiler;masalar
boştu;gittiler o kadınların masasına oturdular;hiçbir şey konuşmadılar;kadınların masasının
sol iki gerisindeki masada oturmuş iyi giyimli iki dam onlara baktı;bakışlarıyla korkunç
görünmek istiyorlardı;herkes içkiliydi;kimse kimseye aldırmadı.Sonra kadınlara hangi otelde
ya da pansiyonda kaldıklarını sordu genç adamlar;sonra iki işkembe çorbası söylediler;gelen
çorbalara kadın bacağı gibi yapılmış şişelerden sirke döktüler bol bol;çorba değil de sirke
içmekti sanki amaçları;bol kırmızı biber ektiler sonra;içtiler çorbalarını;kadınlar da
içiyorlardı.
Kadınlar-bu gece olmaz-çok yorgunuz diyorlardı;yarın çalıştığımız pavyona gelin;hepsi
eskimişlerdi bu tür yaşamda;ne diyeceklerini-nasıl davranacaklarını-sonunun nasıl geleceğini
69
biliyorlardı;alacakları yüzdeyi düşünüyorlardı;bir tür tiyatro oyuncusuydular;büyük bir
tiyatroda
oynanan
küçücük
bir
oyunda
oynayan;genç
adamlar
da
oyuncu
görünümündeydi.Kadınlar paralarını verip çıktılar;gençler birer sigara yaktılar çorbanın
üstüne;aslında her şeyin üstüne sigara yakarlardı;çok tatlı ve değerli bir yemiş yer gibi hazla
doluydu görünümleri.
Kalın bıyıklı,gür kaşlı adam telefonu kapattı;geriye hazla yaslandı;tamam,malı teslim
etmişlerdi diğerlerine;hepsi sigaralarını yenilediler;şimdi yeni bir parti için bağlantıya
girebiliriz;önce buranın malını Almanya’ya taşırız;sonra Almanya’dan yeni parti makineleri
getiririz;biraz daha kışkırtmalıyız
olayları;daha keskinleşmeli görüşler;çarkı iyi kurduk
çocuklar;onlar biri birlerini öldürdükçe bizim piyasamız genişliyor-gelişiyor;gündüz
yaşamında saygı değer bir iş adamı görünümündeydi adam;pahalı giysileri vardı;kaçak sigara
içiyordu;sanki bu ülkenin insanı değildi;o hiçbir ülkenin insanı değildi;ne sevgisi ne inancı
vardı.
Tanrısız saatlerdi bu saatler.
Çocuk,ağlayarak doğruldu yatağında;anneciğim-kalk anneciğim-nolursun;kocasıyla ayni
yatakta yatıyordu kadın;uyku arıyordu uzun süredir;kocası ise bir kaya gibi devrilip kalıyordu
yatakta,yanında sabaha dek;çocuk da baş ucundaydı;bu daha da uykusuz yapıyordu
onu;yakında sayrılar evine kapanabilirdi;hiçbir çabası da yoktu,bu cendereden kurtulmak
için.Bir karabasandı besbelli;korkulu düş görmüştü çocuk;nasıl olurdu da çocuklar düş
görürlerdi;daha hiçbir şey yer etmemişti ki bilinç altlarında;belki de onlarınki gibi değildi
gördükleri düşler;kişioğlunun bilinç altında mağara devrinden kalma korkular vardı,onları
görüyordu;çocuğu uyandıran neydi.Göğsüne gelip oturmuştu o yaratık;uyu çocuğum-uyu
nolursun;biraz sonra gün ışıyacak;uyumayalım anneciğim;yoksa öleceğim;bu yaşta ölümü
düşünmek;off
tanrım;pekiyi
yavrum
uyumayalım;başını
göğüslerinin
arasına
aldı
çocuğun;yanında yatan kocası geldi gözünün önüne on yıl öncesinde göğüslerinin
arasında;sonra tekrar çocuğu buldu göz merceğinde;böyle uyuyabileceğini kurdu;ama,sabaha
dek uyumadılar.
Can çekişen kentin baş ucundaki yakınları gibiydiler;bir anda öldü kentin geçmiş günü;kimse
duymadı kentin bu ölümünü;her şey durdu biran için;otomobiller köprülerin trafiğe açılmasını
bekliyordu,sonra bir melek kente yeniden yaşam üfledi;çamurdan yaratılmış Adem’e üflenen
gibi.
Ve bir balıkçı doğruldu yatağında;sonra ayaklarını yataktan çıkarıp kulübenin toprak tabanına
bastı;kent ilk soluğunu alıyordu yeni günde;kuşlar ve martılar yeni doğan günün ilk
70
ışıklarında şakıyarak,bağırışarak kutluyorlardı kentin yeniden doğuşunu-yeni doğan
günü.Balıkçı;köyünde bıraktığı Hanife’sini düşündü günün ilk sigarasını yakarken.
.
Doğduğunda-Hanife-diye bağırmışlar üç kez
Sağ kulağına
Hiç kimse düşüncesini sormamış
Karşıt çıkardı oysa adının Hanife olmasına
Ama bunun önemi yoktu
Đlle on sekiz yaşını beklemeliydi
Özünü bulması
Adını değiştirmesi için
Böyle diyordu yasalar
Hanife ne desin
Oysa on sekizine geldiğinde iş işten geçmişti
O korkunç dev yiyip bitirmişti onu
Ne yapsın
Hanife kaldı ister istemez
Đsteyeni de çıktı verdiler
O kişi değildi ki verenlerince
Değerli bir maldı
Başlangıçta baş kaldıramadı
Ama iki yıl dayanabilmişti bay Ahmede
Sonra gerçek kişiliğini buldu
Milena oldu sevgilileriyle
Oysa kocası istemiyordu
Onu başkalarıyla paylaşmak
Boşanamazdı da artık
Tüm değerini yitirmişti toplum açısından
Kız değildi-duldu
Buruşturulup sokağa atılmış
Boş bir sigara paketi
71
Sustu çaresiz
Kocası da çekilmez adamdı hani
Tüm yurttaşlarını aldatırdı allahın günü
Para kazanmak için
Sonra gelir evde zıkkımlanırdı
Bir kızları vardı
Ayrılamama nedeni
Susardı
Đşte tam karşısındaydı kocası
Toplumun kölesi kıldığı adam
Ya da kılmak istediği
Onun baş kaldırdığı
Elinde tabanca vardı-gülüyordu
Yaşamın anlamsızlığını yakalamıştı
Kocasının tabancasının ucunda
Vur-haydi durma vur-erkeksen vurursun
Dedi-göğüslerini açtı Hanife
Adamın gözleri göğüslerinde asıldı-kaldı
Gülüyordu Hanife
Adam tetiği çekti
Vurdu
Oysa yaşamalıydı Hanife
Daha kaç yıl olmuştu gerçekten doğduğu
Gülüyordu Hanife ölürken
Adam gülüyordu
Savcı geldi-avukatlar geldi
Sorgu yargıçları-yargıçlar
Sonunda Hanife suçlu bulundu
Tahrik vardı-beş yılla kurtarıldı adam
72
Ölen ölmüş-kalan kalmıştı
Geride bir de çocuk vardı
Böyle düşünüyordu toplum ve yargıçlar
Beş yılla kurtuldu adam
Hanife pisi pisine öldüğüne yandı
Burası evrendi-her şey olurdu
Sustu Hanife-tüm evren sustu
Sonra;o benim üzerime oturdu sanki beni hiç tanımıyormuş,sanki ilk kez ayni yatakta ayni
kişi
olmaya
çalışıyormuşçasına;sanki
kendi
yeteneklerini,benim
yeteneklerimi
bilmiyormuşçasına-inadına yapmış olabilirdi bunu-yeni bir deneye girişeceğini,kendimi
denetleyip
denetleyemeyeceğimi-o
sırada
yüzünde
dilediği
sürece
kendimi
denetleyebileceğim ve onu ancak efsanelerde ve dinsel öykülerde yer alan o mutlu yaratıklar
düzeyine yükseltebileceğim,giderek bir ‘Afrodit’yapacağımdan şüphesi olmadığını belirten
bir karara varmış yargıç çizgileri vardı-sorarak tinsel,fiziksel ve fizyolojik koşullarını
zorlayarak çoktandır tadını unuttuğu o mutlu anları-çok kısa bir süre için de olsa-yaşamak için
çırpınmaya koyuldu.O ana dekki yaşamımda kendimi,kendiliğimden,yalnızca ben;’özüm’daha
çok zevk duysun,bu karşılıklı ilişkide en yüksek payı alsın diye bilinçli olarak kendimi
zorlamamış,sınırlamamış olan ben;ilk kez bu istek karşısında-cesur ve açık yürekli bir istekti
üstelik-kendimi bir başkası için aşmaya,olmayacağını umduğum,olamayacağını düşündüğüm
bir yeni deneye girişmeğe hazırlanıyor ve dileğini küçük,sevimli,ancak çocukların yüzünde
görülebilen o çok anlamlı,tanrısal,doğa dışı bir gülümsemeyle olurluyor ve kendisinden
geçmiş olarak uyumlu devinimlerde bulunan onu,o hep aradığımı,ellerim başımın altında
kenetlenmiş olarak,ilk kez ona da bir yabancılık duyarak izliyor ve buna karşın yine de
onu,hep onu düşünüyordum.
Ve o kadın;Parisli genç kızların kısa pantolonlar üzerine giydikleri dört yerinden geniş
yırtmaçlı entariden oluşan modayla alay etmek istercesine boynundan ayak bileklerine dek
bedenini örten mavi giysisinin beli düzeyinden dört bir yanına uzun ve geniş yırtmaçlarla
ayrılan siyah şeritler inen bir mantomsu giyinmiş ve boynunda gümüş ve üst kolu kısa
tahtadan yapılmış bir haç taşıyan o kırk yaşlarındaki yüzünde bakireliğin izleri-ama
yorulmuş,yılmış,evrene küsmüş bir bakirenin değil;kendisini bilinçli olarak bir
inanışa
adamış olan her hangi bir kişinin yüzündeki o çekici,güven verici,dinlendirici görünüşe
benzeyen izler-bulunan ve çağımızda belki de artık ancak hıristiyanlıkla ilgili dinsel
tablolarda yer alan ve yunan mitolojisinin yarı kişi yarı tanrı kahramanlarından esinlenerek
yaratılmış oldukları düşünülebilen
o kilise kutsallarının yüz çizgilerini taşıyan
73
rahibe,nedimeleriyle kralın çağrısına gelen bir kraliçe görünümüyle yanında birisi Afrikalı ve
çekici,güzel,yaşam dolu;diğeri anlamsız yüz çizgili iki genç rahibeyle metroya benim onu
düşündüğüm ve durmadan çevreme bakınıp onu görmeğe çalıştığım vagona bindi ve iki sıra
ilerimdeki tek kişilik oturma yerine arkasından sarkan siyah yırtmacı zarif bir hareketle sağ
yanına çekerek oturdu.
Đşte o zaman gördüm kadının dizleri üzerine koyduğu ellerini ve yüzünün görünümüne karşın
–bu türlü bir görünüm deneylerden sonra kazanılabilirdi her halde-bumburuşuk ellerinde
doğanın sanki tanrıya baş kaldırmak istercesine yapmış olduğu yıkımı gördüm;birinin avucu
içinde duran metro biletinin sivri yanını diğerinin baş parmağı isterik devinimlerle okşarken.
Bu eylemin ayrımında değildi ve yılların bedeninde,tininde,bilincinde oluşturduğu ve bilinç
altında biriktirdiği diyelim ki cinsel okşama susamışlığının ya da bunlar dışındaki her türlü
okşamaların kendiliğinden bir boşalmasıyla mutlu bir biçimde ince karton köşesini gittikçe
hızlanan devinimlerle okşuyor ve parmak uçlarından beyin hücrelerine ulaşan duyumlar
sonucu yüzü başka türlü,daha anlamlı,daha kişisel,daha yaratılmışsal bir biçimde
parlıyor,güzelleşiyor,gençleşiyordu.
Birden;yaptığının bilincine vardı ve önce paniğe kapıldı,sonra çevresine bakındı ve tek
sığınağına yönelerek,aceleci devinimlerle kucağına öylece bırakmış olduğu çantasından küçük
bir Đncil çıkarıp rast gele açtı ve soldaki ilk sayfayı okumaya başladı.Rahatlamıştı;öyle
görünüyordu,Acaba,gerçekten de rahatlamış mıydı?Yoksa bu davranışı da mı eski
deneyimleriyle kazanmıştı?
Aradan kır bin yıl,kırk milyon yıl denli uzun bir süre geçtikten sonra;bütün deneylerine,bütün
bildiklerine,bütün öğrendiklerine karşın mutlu olamayacağının;başarsa bile bunun tek yönlü
bir mutluluk olacağının bilincine varan o;bütün bu sürece tavandaki tahtaları saymış;sonra
emrindeki askerlere beden eğitimi,daha sonra savaş eğitimi yaptırmış olan ve o sırada
kendime tamamen yabancı duyduğum ya da ilk kez bilincine vardığım,tanıdığım ‘ben’in
üzerine eğilerek ‘ben’i dudaklarından öpüyor ve onun için giriştiğim zorlamaları,vaz geçtiğim
zevkleri elinin tersiyle bir yana iterek,cennete ya da cehenneme girmemin gerekip
gerekmeyeceğini araştıran sorgu meleği ya da bilinmeyen bir kimyasal öğe bulan bir
kimyager havasıyla bana ‘nasıl oluyor da bu denli duygusuz olabildiğimi’ soruyor.Ne demek
istediğini anlıyor ve batan bir gemiden azgın denize düşmüş sonra kazadan kurtulanların
kullandıkları bir yardım sandalınca denizden sandala çekilmiş kişinin yüzündeki o yeni
doğmuşluk,o yeni birisi olmuşluk,o inanmışlık-ancak bu türlü durumlarda inanabilir ya da
tanrı
düşünebilir
herhalde-okunan
onu
öpüyor
ve
ellerimi,parmak
uçlarımı
kollarında,göğüslerinde dolaştırıyor ve uzun süredir zorladığım,önüne aşılamaz engeller
74
koyduğum tinsel durumumu ve ona bağlı olan cinsel kişiliğimi uzun süre aç bırakıp sonradan
boynuna yem torbası asılan bir aygır gibi bırakıveriyor ve yeni davranışlarından ve attığı
küçük çığlıklardan onu yeniden yaşatmağa başladığımı;yeniden kadın yaptığımı ve belki de
yeniden bir insan yarattığımı düşünerek o mutlu ana ulaşmadan çok az önce mutluluğun
doruklarına çıkıyor ve onu da kısa bir süre sonra kendim gibi yapıyorum ellerime aldığım
ellerinin parmaklarını parmaklarımla okşayarak ve ölü gibi,rahatlamış yan yana uzanıyoruz.
Sonunda;varlığımı ilk kez bir ‘yaratılmış’olarak değil;bir ‘yaratıcı’ olarak düşünüyor ve onun
yüzüne bir ‘Musa yontusu’ gibi bakarak bu düşüncemi ına da aktarmağa çalışıyorum.
Bana pek öyle deneyimli olmadığını söylemişti kendimizi yitirdiğimiz dört saatten sonra
yeniden
toplumsal
maskesini
kuşanmış
olarak
konuşurken-ben
ona
karşı,onunla
birlikteyken,yalnız sevişirken değil,o tatlı anların dışında bir arada olduğumuz anlarda bugüne
deki yaşamımda hiç ama hiç maske kullanmamıştım-ama o zaman zaman bu toplum kuralına
uymak zorunda kalıyordu,belki de benim de maske kuşandığımı düşünerek böyle
davranıyordu,zaten hiçbir zaman onu tam olarak görememiştim,bir bütün olarak avucumun
içine alıp inceleyememiştim,her zaman bir ya da birkaç yönüyle görüyor,ona dokunuyordum
ve ben her zaman olduğu gibi ondan şüphe etmiş,yine yalan söylediği-aslında bu yalanları
benim mutluluğum ve ona bağlı olarak kendi mutluluğu için söylüyor olabilirdi-kanısına
ulaşmış ve ‘bana neden öyle bakıyorsun’diyen bir bakışla gözlerime bakmasına yol açan
devinimsiz gözlerimi gözlerine bağlamış ve öylece kalakalmıştım.
Đşte,Paris’teki otuzunu aştığı halde o mutlu birleşmeyi-birçok kez bir erkekle bir odada-nasıl
olursa olsun-yalnız kalmış olabilirdi-bir kez olsun tanımamış olmanın bedeninde ve
ellerindeki-eller,özellikle
onlar
anlatılamayacak,açıklanamayacak
denli
korkunçlar-
yaşamamış olmanın bıraktığı yıkımın izlerini gizleyemeyen o esmer,kara kuru,o kan rengi
eteklik giyinmiş,sinirli,canı çeker gülümsemeli kadın ’14 Thermidor’u kutlamaya hazırlanan
çiftlerin biri birlerine sarılmalarını;öpüşmelerini;bağırmalarını kıskanan bir gülümsemeyle
izleyerek
metro
beklerken;metronun
hiç
çalışmamasını,rayların
param
parça
olmasını,vagonların yerlerine sihirli bir değnek değmişçesine hangi durakta bulunuyorlarsa
orada darmadağınık olmalarını düşlüyor ve uzun yıllardır geçirmediği,yaşamadığı 14
Thermidorların imgeleriyle kurmağa,yaşamağa çalışıyor ve gülümsemesiyle yirmi yıl
öncesine inip ilk baloya gittiği-acaba gitmiş miydi?-on dört yaşını yeniden yaşarken bu
evrenden kurtulup daha gerçek olması gereken,daha gerçekmiş gibi düşünülen düşler evrenine
boylu boyunca dalıyor ve durağa gelen son metro treninin kısa ve sinir bozucu düdüğüyle
yeniden bu evrene dönüyor-benim de sık sık yaptığım gibi-biran için de olsa çevresine
tanımaz ,yabancı bakışlarla bakıyordu.
75
Gerçekten de o bana,sırtını koltuğa iyice yaslayarak ‘neden öyle baktığımı’soruyor ve hiç
beklemeksizin,düşünmeksizin,önce onun sonra benim hoşuma gidecek ya da gideceğini
umduğum bir sav aramaksızın kalkıp onu omuz başlarından tutuyor ve hırsla öpüyorum.Biran
için bu evrenden kopuyor,bedenini bir kaşığın içinde kıpır kıpır oynayan bir parça pelte tatlısı
gibi oturduğu koltukta devindiriyor ve uzun öpüşmemiz bittikten biraz sonra gözlerini açıyor
ve bu gözlerde başka evrenlere gidip mutlu olanların pırıltılarının yavaş yavaş yittiğini-ayni
şeyler
benim
gözlerimde
de
oluyordu
herhalde-gözbebeklerinin
küçülmeğe
başladıklarını,bakışlarının donuklaştığını görüyor ve şaşkın şaşkın,boş bakışlarla bu değişimi
izliyor-hiç bir şey düşünmüyor,hiçbir etki algılamıyor ve doğanın yeni bir yasasını bulmakta
olan bir yaşam bilimcinin gözlem sırasındaki o taşlaşmış,tutuklaşmış tin ve beden durumuyla
sonunda gözbebeklerinin onu öpmemden önceki duruma geldiklerini-bakışlarının,bulmuş
olmanın rahatlığını yansıtmış olan bakışlarının-arayanlaştığını,ne sorduklarını anladım ve ayni
soruyu gözlerimde arayan sönükleşmiş gözlerine bakarak ‘neden anlamadığını,neden anlamak
istemediğini,neden hep onu aradığımın,onu görmek,onu bulmak,yakalamak,onunla olmak
istediğimin bilincine varamadığını belirtiyor ve yorulmuş olarak karşısındaki koltuğa
bedenimi bırakıyorum.
O büyücü kadın elli,bekar kalmış olduğunu düşündüğüm on dördünde ilk 14 Thermidorunu
yaşamış ve belki ondan sonra hiç yaşamamış o kadın-vagonun durak yanındaki penceresinin
kıyısında yer alan tek kişilik oturma yerine evrenini taşıyor-oturuyordu.Çünkü o orada
herkesle bir arada oturmuyordu,yalnızdı,tüm olarak yalnız,kendine kurduğu ve günlük
yaşamında
bedeninin
bir
parçası
gibi
yanında
taşıdığı
ve
bu
nedenle
de
yorulduğu,yıkıldığı,bitmeye başladığı kendi evrenindeydi-ve sol ileri karşısındaki tek kişilik
bir başka oturma yerindeki sevgilisinin-gerçekten seviştikleri belliydi,onunla benim bir arada
bulunduğumuz zamanki o pırıltılı görünümleri vardı-kucağına oturmuş olan kıza-köylü
yüzlü,Parisli
giyimli,yirmisinde
olduğunu
belirten
ne
yaptığını
bilmemelik,utangaçlık,hoşlanmışlık,kendinden kaçmaklık,kendini bırakmaklık izlerini ayni
anda taşıdığından allak bullak görünümlü ve davranışlı kıza-bakıyor-hem de gözlerini kızın
dizlerinin üzerinde yarıya dek açılmış,eteklerinden taşan,dolgun ve parlak derili bacaklarına
dikmiş olarak-ve ben yüzünde bu kez on dört yaşındayken bile 14 Thermidor yaşamamış
olduğunu okuyor ve bilincinin denetiminden çıkmış olarak büyük bir ağız oluşturan ince,çok
ince dudaklarında isteri belirtileri görüyor ve kadından ayrı bir yaşamları varmış gibi devinen
dudak bitimi yerlerini-bunların benzerlerini o aradığımda,bulup bulup yitirdiğimde de
görmüştüm,tanımıştım,yabancılarım değildi-gözlerimle okşuyorum ve birden o kadın bu
okşamanın ayrımına varıyor ve çevresindeki evrenin duvarlarını ona ulaşamayacağım denli
76
kalınlaştırıyor,yükseltiyor ve yıkılmamış olarak bir kez daha evine dönmenin o
dikleştirdiği,bir ölçüde de gençleştirdiği-geçici bir süre için doğal olarak-görünümünü çıkış
merdivenine doğru taşıyor.
Oysa;sokaklarda otomobili olan Parisliler kornalarını büyük gürültülerle çalarak Champs
Elisee de dolaşıyorlar,biri birlerine V işareti yapıyorlar,gülüyorlar,bağırıyorlarken;-Parisi
gerçekte onlar oluşturuyor,onlar yaşıyorlar-metrolardaki yorgun,yılgın kişiler 14 Thermidorun
Pazar gününe rastlaması nedeniyle elde edemedikleri bir günlük,dinlenme gününü düşünerek
surat asıyorlardı.
Đnsanlar durmadan birşeylerdenkaçıyorlardı;diğekişilerden,benzerlerinden,kentlerden,doğadan
kaçıyorlardı ;bütün bunlara boylu boyunca dalmayı,bütün bunların içinde,bunlarla bir arada
yaşamayı deneyecek,isteyecek yerde
kendilerine kurdukları evrenlerde bir başlarına
yaşıyorlar ve başkalarına ancak gereksinim duyduklarında evrenlerinin sağlam kale kapılarını
açıyorlar;bunun dışında ayni masada otururken bile başka yerlere gidiyorlar ve birilerini bir
başlarına bırakıyorlardı.
Ve o beni bırakıp gitti dişleri kesmezleşen yaşlı bir eskimoymuşum gibi soğuk buz tepelerinin
ortasında beyaz ayılara yem olayım,tekrar o, beyaz ayıları avlayıp yesin ve doymak
bilmez,doyurulamaz-bunda suçu yoktu,suçlu her zaman olduğu gibi yine doğaydı,öyle
yaratılmıştı,elinden başkası gelmezdi-iştahını karşılayacak yeni olanaklar yaratayım diye
bıraktı gitti ve ben her şeyin bittiğini-o da böyle düşünmüş olabilir-düşündüm ve ölümü
bekleyen-kurtuluş olanağının kalmadığını anlayan-o zavallı ve bazı kez olaylar nedeniyle
kahramanlaşan yaratığın tinsel durumuna büründüm ve yeniden onu aramaya koyuldum ve
bulamayınca ölümümü bekledim.
Evrende en zor olguydu ölüm oysa;istediğiniz zaman gelmeyen,beklemediğiniz bir çağda
yakanıza yapışan ya da bir sevdiğinizi alıp götüren ve doğal ve toplumsal nedenleri
anlaşılamayan ve bulunamayan acayip
kirli,korkunç,benimsenilemez bir olaydı evren
değiştirmek;dinsel öğretilerin söylemiyle.
Önce alt kesici büyük dişlerinin üst uçlarından ikişer milimlik kısmı sağ elinin baş ve
gösterme parmağıyla tutarak ve yukarı ve öne doğru sertçe çekerek kesilmiş gibi
alıyorsun;karyolanda
uyuyorken;karyolanın
sağında
duvar
vardır,oysa
şimdi
duvar
yok;karyolanın yalnız başucu duvara dayalıdır;üç yanı açıktır;sağ yanında alçak bir masamsı
vardır;kötü kullanılmış ve alçak bir etajer bu;ona uzanmakta güçlük çekiyorsun.
Sağ kolunu uzatıyorsun diş parçalarını üzerine bırakmak için,yetişemiyorsun;sırtüstü
yatıyorsun o nedenle olmalı;bedenini yatağın iyice sağ kenarına almalısın;bu kez sağ kolunun
bileğini etajerin üzerine ölü bir el gibi yatıracak ölçüde uzanıyorsun etajere ya da masamsıya.
77
Đki alt kesici diş parçasını bırakıyorsun etajerin üzerine;sonra beş altı kez daha elinin baş ve
gösterme parmaklarını ağzına sokup çıkarıyorsun;her kezinde ya bir ya da birden fazla azı
dişinin ya da parçalayıcı dişinin ucundan bir iki milimlik kesimi alıp kolunu etajere uzatıyor
ve bunları da diğerlerinin yanına bırakıyorsun.
Genellikle parlak ve saydam diş parçaların;bazılarının bazı yerleri beyazlaşmış;kent
suyundaki kireçten olmalı;bir tanesinin de tam ortasında,çukurda-bu bir azı dişiydisarı,yuvarlak bir leke var;sayrılık belirtisi olmalı diyorsun;dişlerime sayrı düşmüş.
Şimdi
ise;askerlik
arkadaşını
görüyorsun
karyolanın
ayak
ucunda;giyinmesini
tamamlamış;son olarak pardösüsünü geçirdi sırtına.
Uzun süre bir arada oturmuş;ayni apartman dairesinin iki odasını paylaşmıştın onunla;iyi
biliyorsun,pardösüsü yoktu onun.
Giyinmesini bitirdikten sonra;size dönüyor;size diyorum,çünkü yatağında-şimdi görüyorsun
onu,dişlerinle uğraşırken yoktu-sol yanında birisi daha var;bir yüksek öğrenimdeki kız
olmalı;arkadaşlarından birisi olmalı;yüzü başka,kolları başka,bedeni ve hele ayakları başka
kız arkadaşlarına ait;kimseye benzetemiyorsun ve rahatsız oluyorsun,ikircikleniyorsun.
O bedenini yorganın altına sokmuş;oysa sen yorganın dışındasın;üşümemene şaşıyorsun.
Paraları al git-bize dokunma diyorsun ayaktaki askerlik arkadaşına;bunu söylerken o elini
kemerine mi götürüyor yoksa pardösüsünün cebine mi sokuyor anlayamıyorsun;kötü bakıyor
ayaktaki adam sana.
Koğuşlardaki erler gibi;iki kişi bir yatakta yatmışız diye düşünüyorsun kendi kendine;neyse ki
kendi sivil yatağındasın ve bu yatak oldukça geniş;o nedenle pek bir şey olmamıştır diyorsun
ve rahatsız olmuyorsun.
Karyolanın ayak ucunun sol köşesinden ayakta dinelen arkadaşının sağ yanı ve sol dizine
kadarki bedeni görünüyor;giysisi süt beyazı;sağ elinde bir tabanca görüyorsun;askerlik görevi
nedeniyle ona verilmiş bir tabanca.
Yapma-öldürme nolursun diyorsun ona;bunu söylerken yaşama bağlılığını yaşarken hiçbir
zaman anlayamayacağını ve duyamayacağını-gerçekten de öleceğine inanmış gibisindüşünüyorsun;böyle bir olayla karşılaşman gerekiyormuş.
Al paraları git-eline ne geçecek bizi öldürmekle-yanımdaki adamın canını sıkacak bir aptallık
yapmasa bari-vur kafalarımıza yeter diyorsun;sizi öldürmesi çok doğal geliyor sana;bu tür
konuşmalarla doğallığa karşı çıkıyor gibi duyuyorsun ve yanında uzanmış duran karmaşık
beden budalalık ediyor ve onu durduramıyorsun,Önce ayaktakine göstermediğini sanarak
bedenini yatağın aşağısına doğru geriyor ve uzanıyor,sonra sol ayağını hızla kaldırıp vurmak
istiyor adamın çenesine ayağıyla.
78
Yaşamda görülemeyecek bir soğuk kanlılıkla başını geriye çekti adam ve ayak vuruşundan
korudu kendisini;sanki olacakları önceden biliyor gibiydi;evet evet bunu yüzünden okuyorsun
adamın;o tanrı olmuş sanki-boşuna çabalamayın-olacakların tümünü önceden biliyorum benüstelik bunları ben yapacağım-siz engel olamayacaksınız-ben de diyor.
Böyle diyor adamın yüz görünüşü ve beden kıvrımları;sol yanındaki senin de üzerinden
aşarak sağ yanına geçiyor ve kafasını yastığın altına sokmağa çalışıyor;bu devinim sonucu
yorgan senin üzerini örtüyor ve o açıkta kalıyor.
Bekliyorsun artık adamın ateş etmesini;inandın ateş edileceğine;çıkacak kurşunun bedenine
girmesini bekliyorsun.
Plupp diye bir ses duyuyorsun,susturucu takmış tabancaya demek diye düşünüyorsun;kurşun
sol köprücük kemiğinin dört parmak orta aşağısından göğsüne girdi ve sağ kürek kemiğini
parçalayıp yastığa saplandı;başını yastığın oldukça yukarılarına çekmiştin çünkü;ellerinle
başını sıkıyor ve korunmağa çalışıyordun.
Kurşun sol koluna hiç değmeden bedenine ulaştı;önce bunu düşünüyor ve olanaksız
buluyorsun;yüreğin muntazam atışlarını sürdürüyor;her günkü olağan atışları gibi geliyor
sana;yüreğime değmedi-ölmedim-ölmem öyleyse diyorsun;yüreğini görüyorsun;hafif yağ
bağlamış;antik çağlarda rahiplerin tanrıya sunup sonra da oturup yedikleri insan yüreği.
Yüreğin açılıp kapanıyor durmadan-annenin rahminde başlamıştı çalışmaya-hiçbir operatörün
göremeyeceği
biçimde
yüreğinin
çalıştığını,devindiğini
görüyorsun,yüreğin
yerli
yerinde,çalışması yoğun değil,seviniyorsun buna sol omuz çukurundan aşağı kan aktığını
görürken.
Bir an önce gelseler kurtarmak için;sımsıkı yumuyorsun gözlerini;sanki bu bir kurtuluşmuş
gibi
ve
dua
ediyorsun;tanrım
ölmeyeyim
daha;daha
onu
bulamadım;ona
kavuşamadım;yaşamalıyım ve onu aramayı sürdürmeliyim;ona kavuştuktan sonra gelen ölüm
düğün bayramla gelen ölüm olur.
Gelmedi ve bulamadım onu ve en dayanılmaz fırtınaları eğilmeksizin atlatmış ulu bir servi
görünümünde olduğuna inandığım ve hiçbir zaman tanıyamadığım,yakalayamadığımbaşkalarını
ve
onu
zaman
zaman
yakalardım
oysa-bilemediğim
ben;
yıkıma
belirtileri,bilincim dışında değişim yatkınlıkları göstermeğe başladım ve savaşa gitmeden
önce duyulabileceğine inandığım o iğrenç,kaçınılmaz,yapışkan korkuyla dolup taştım.Bu da
yeni bir bendim,gözlediğim,üzerinde düşündüğüm,bilincine vardığım ve belki de yakaladığım
yeni,ortaya o zamana dek çıkmamış,yeniden oluşmuş bir bendim ve bu,önceki bene göre
korkak,kararsız,durgun,ölgün olduğundan;bu benden iğrenmem,ondan kaçmam,bir yerlere ve
bir şeylere sığınmam gerektiğinin bilincine vardığım halde bunu yapamıyor ve belki de ilk
79
kez kişileşerek,’büyümüşleşerek’,herkes gibi düşünmeye başlıyor ve radyoda çalan müziğin
havalarından
da
etkilenerek
belki
yepyeni,anlamsız,bitmiş,tükenmiş
bir
ben
yaratıyordum,benden kilometrelerce uzakta,belki de benim yaşamımdan bilgisiz olarak anları
yaşayan onu düşünerek.
Bu kez;dayanma gücümü yitirecek ve onunla oynamaya başladığım ve bugüne dek
sürdürdüğüm,sürdürebildiğim oyunu bozacaktım herhalde,onun isteklerine uyarak özgürlük
denilen o tadınca kişiyi sarhoş eden şarabı yere dökerek ve ona bağlanarak-hiçbir zaman
yapmamıştım bunu ve bu hem benim için hem de onun için iyi olmuştu ya da öyle
düşünebilirdik ya da öyle düşünebilirlerdi-ama,yine de direnmeliydim hem kendim hem de
onun için yapmalıydım bunu-başka türlüsünü benimseyemezdi yanlış tanımamışsam onu,ille
de
bağlanmalıydık
biri
birimize’büyükler’in,başkalarının
anladığı
anlamda-ama
yapamıyordum,çünkü doğaya,yaratılışa ters düşen bir davranışta bulunacağımdan o denli
emindim
ama
onun
buna
gereksinimi
olduğunu
duyuyor
ve
mutlu
anlar
geçirmemizin,geçirebilmemin buna bağlı olduğunu düşünüyor ve onunla evlenmeyigarip,rahatsız edici bir kavramdı bu-düşünmeye başlıyordum.Bu yeni bir karardı benim için
uzun süredir direndiğim ve sonunda yenileceğimi,buna karşılık onu mutlu kılacağımı
düşünerek mutlu olacağımı düşlediğim bir varış noktasıydı..O benim bu bunalımlarımdan,bu
tinsel bulantılarımdan bilgilimiydi acaba,hayvanlardakinin benzeri olan altıncı,kadınsı
duygusu yoluyla benim bu durumumu duyuyor ve beni anlıyor muydu?Anlıyordu,o beni her
an,evreni silip yerine biri birimizi koyduğumuz her an beni anlamış,duymuş ve beni benimle
paylaşmıştı.Yoksa;gerçekte bunu o mu istiyordu ve beni elindeki tüm sihirli araçlarını
kullanıp bir büyücü gibi bu kavrama mı yönlendiriyordu?
Kişi;gördükçe,duydukça,dinledikçe,gezdikçe,okudukça,anladıkça,başkalarıyla teke tek ya da
toplum içinde ilişkilerde bulundukça ve yapabiliyorsa eğer ;her şeyin ve herkesin üstüne değil
ama dışına çıkarak olanlara baktıkça;evrenin eşyaların,kişilerin ne denli bir batak,ne denli bir
‘cehennem’içinde karanlık tablolardaki uzun kollu,tek bacaklı,acayip üreme organlı yaratıklar
örneği bağırıp çağırdıklarını,kendilerini kurtaracak devinimleri bulabilmek için bilinçsizce
çırpındıklarını ve çoğu kez tutunacak bir dal,kendilerini çekip kurtaracak bir el-bir yaratık,bir
doğasal ,toplumsal ya da tanrısal dayanak da olabilirdi bu-aradıklarını görüyor ve bunu
yakalayanın
belki
de
yalnız
kendisi
olduğunu
düşleyerek
kendisine
dönüyor;kirlenmemeye,batmamaya,’olmamaya’ çabalıyordu.Ben öyle bir tinsel durumu uzun
süre yaşatmış ve zaman zaman tutunacak cılız bir kök bularak ona sıkıca yapışmış ve o sayrılı
anlardan da kurtularak bataklığın dışında kalabilmiştim.
80
Sonra;birisi çıkıyordu kişinin karşısına,fizik kurallarını ve bilinen bütün etik ve dinsel yasaları
allak bullak eden bir güce sahip o ‘karanlık çağların büyücüleri’örneği sizi tutup o cehenneme
itiveriyordu.Bunun öyle uzun boylu kişilik çatışmasıyla,bilmeyle,öğrenmeyle,savaşmayla da
bir ilgisi yoktu;bir bakıyordunuz diğerlerinin debelendiği o büyük ,karanlık çukurdasınız;ister
karşıt türden,ister kendi türünüzden olsun o; dışarıda biraz da ne yapacağını,neye karar
vereceğini bilemez bir durumda belki de size yardım etmeğe kararlı olarak sizlere
bakıyor,baka bakıyor ve beni seçiyordu;o da ayni biçimde uzaklara kaçmış-böylece bataklığın
dışına çıkabilmişti belki de-belki de daha da batmıştı-belki de o yoktu artık-beni düşünüyordu
ve bir kişinin olabildiğince uzayan güçlü bir dal parçasına nasıl dönüşebileceğini düşleyerek
çaresizlikten ağlıyordu.
Olacaktı;çözümüm yine gelip ona dayanmıştı;biz onunla r=mc2 formülünün iki yanı
gibiydik,mutlaktık,zamandık,evrendik,vardık,güçlüydük ve olacaktık.
Paris’te
hergün,her
yerde,herkes
gülerek,sinirlenerek,ağlayarak,sevişerek,öpüşerek
ve
yeniden
o
büyük
anarşinin
oluyordu
paniğinden
kurtulduktan sonra-yine de diken üzerinde gibiydi tüm kişiler-yabancı ülkelerdeki
benzerlerinin oluşturduğu benzer olaylara,gösterilere,grevlere bir suçlu hakkında kesin
kanısını belirtecek bir jüri üyesi tavırları ve davranışlarıyla bakarak hep yeniden oluyorlardı
bilinçsizce.
Kişioğlu her yerde ayniydi ve o da bir kişioğluydu,onlarla ayniydi,zorlanarak büyük
değişimler geçiriyor,büyük atılımlarda bulunması için uzun dönemlerin geçmesi gerekiyor ve
o ;Paris’te de ayni olan o;-aslında büyüklüğü buradaydı belki,değişmez olmasındaydı,tanrı
gibiydi
sanki-bazı
kez
kötüleşiyor,kirleniyor,pisleniyor,hastalanıyordu
ama
hep
beni,durmadan beni arıyor ve bulduğunda umutsuz bakışlarla bir kez daha denememizi,yeni
bir aşamaya ulaşmak için atılımda bulunmamızı,daha güzel olmamızı istiyor;her yerdeki
o,giderek bütün tinimi kaplayıp günleri yaşanmaz,doyulmaz,bitirilemez,tutulamaz kılıyordu.
Şimdi yazmakta olduğum yatakta yatıyorum;beğenirim yatakta yatışımı;hem sağlık açısından
elverişli hem de estetik açıdan güzel bulurum.
Başım yorganın dışında ve sağ yanağım yastığın yüzüne dayanmıştı;sağ kolum
dışarıda,belimin biraz yukarısında,bedenimle küçük bir açı yaparak aşağı uzanırken sol kolum
omuz başımdan itibaren dik açıyla bedenimden uzaklaşır ve ileride dirseğimden itibaren kırk
derecelik bir ters açıyla tekrar bedenime yaklaşır;elim ve parmaklarım çenem ya da boynuma
değer çoğu kez.
Bedenim olduğu gibi uzanmıştır ve belimde bir çarpıklık olmaz ve bu bana boyumun uzun
olduğu duygusunu verir ve bu hoşuma gider.
81
Sağ ayağım kalçamdan itibaren sola doğru belli bir açıyla uzanırken diz düzeyinde kalçadaki
ilk açıdan büyük bir ters açıyla ters yöne kıvrılır;böylece sağ ayağım bedenimin sağ yanından
uzatılacak bir duvarcı sarkacının bir karış aşağısında kalır.Sol bacağım sağın üzerinde
yüzeyden bir karış kadar yukarıda bedenimin sol kenarıyla ayni düşey çizgide uzanır.
Tastamam böyle yatıyordum işte;birden böbreklerime kadar bütün boşaltım sistemimin sıvıyla
dolduğunu duyuyor ve uyanıyorum;çabuk çabuk basamakları iniyorum;kişinin yönünü tüm
olarak ters yöne çeviren dönerek inen bir merdiven bu;her zamanki merdivenim;çabuk
davranmak isteğiyle olacak,ışığı yakmıyorum;karanlıkta iniyorum basamakları.
Evin;tuvalet ve mutfak bölümünü ayıran ara kapısını açıyorum ve tanımadığım bir yerde
buluyorum kendimi;çevremdeki hiçbir şeyi tanımıyorum;burası benim evim değil.
Sonra;bir alanda görüyorum kendimi;sağımda bir duvar yedi metre kadar uzanıyor;üzerinde
hiçbir kapı,pencere ya da başka bir nen yok;oysa benim duvarım beş metredir;sonra sağa
döner ve üzerinde iki tane camları basma perde ile kaplı kapı vardır.Tuvalet ve banyoya
açılır.
Yedi metre kadar sonra sola dönüyor duvar dik açıyla;karanlıkta kirli kahverenkli
görünüyor;sonra tekrar sola dönerek bir buçuk metre kadar uzanıyor;yeşil perdeli bir kapı var
işte;tuvalet burası olmalı diyorum ve hızlı hızlı kapıya yürüyorum.
Đçeriden aceleci bir öksürük sesi duyuyorum;tanımadığım bir kadın sesi;demek ki birisi var
içeride diyorum;ama bu olanaksız ki;sıkılıyorum.
Sola dönüyorum ve bu alana ilk girdiğimi düşündüğüm başka bir kapıya yöneliyorum;iki
adımdan sonra sağımda iki metre derinliği ve dört metre kenarları olan ve ortasında bulaşık
yalaklı
bir
çeşme
bulunan-fayansı
kirlenmiş
ve
yer
yer
çatlamış-bir
girintiyle
karşılaşıyorum;bu girintiyi bir yerde gördüğümü anımsıyorum ama nerede?
Sağa dönüyorum ve girintinin sol duvarının köşe yaptığı yerden yirmi santim yükseklikteduvarın düşey yüzeyini aşmayan-beton bir eşik üzerinde yükselen diğer bir kapının ayrımına
varıyorum ve ona yöneliyorum hızlıca.
Tam çeşmenin yanına geldiğimde;pijamamın gömleğini ense bölümünden tutup bedenimi
yukarı kaldırıyorlar;ön yüzü çenemin altında toplanıyor pijama üstünün ve boğulduğumu
sanıyorum,büyük bir korkuya kapılıyorum,bir karabasan olmalı diyorum.
Önce;doğa üstü yaratıklar geliyor usuma;sonra uzaylılar;sonra da pijama gömleğimin
yakasından duvardaki bir uzantıya takılmış olabileceğini düşünüyorum.
Sağ
omzumu
aşağıdan
çabalıyorum;bedenim
sağ
soluma
doğru
ayağım
üzerinde
devindirerek
başımı
düşünemeyeceğim
geriye
bir
hızla
çevirmeğe
dönmeğe
başlıyor;şaşırıyor;olanaksız bir şey yaptığımı düşünüyor ve fakat kendimi tehlikede
82
sezinliyorum;hemen başımı düzeltiyorum ve bu devinim bedenimin ayni hızla ters yöne
dönmeğe başlamasını sağlıyor;sonra sağa ve sola yarım yarım dönmeğe başlıyor bedenim;bu
devinimi beş altı kez yapıyorum;alışıyorum ;zevk de almağa başlıyorum;ama yine de bir
karabasan olmalı.
Kapıdan ve çeşmeden uzaklaşmam gerek;öyle de yapıyorum;beş altı adımda buraya girdiğimi
düşündüğüm kapıya yöneliyor ve onu dışa doğru iterek açıyorum;oysa girerken ters yönde
itmiştim;demek ki bu kapı da benim kapım değil;benim kapım tek yöne açılır.
Kapıyı
dışa
doğru
iterek
açarken
kapının
yere
yakın
bir
canlıya
çarptığını
duyuyorum;yaylıymış gibi kapı ardına dek açılıyor ve kapanmıyor bir daha;yerde kocaman
siyah bir kedi görüyorum;bir pantere benziyor ama ondan daha küçük;ama bir kedi,bu kesin.
Önce kedinin yüzü duygusuz;sonra tıpkı yavaş yavaş öfkelenen bir kişininki gibi değişiyor
yüzü kedinin;patileri açılıyor;patileri beyaz;tırnaklarını görüyorum;ağzını açıyor;dişleri kişi
dişleri.
Önce sol ayağımın bütün parmakları yitiyor kedinin ağzında-terliğin uç kısmıyla
birlikte;bunun
için
azmanı;parmaklarım
boynunun
terliğin
alt
kesimini
çaprazlama
üst
tamamen
şeritleri
yere
arasında
yapıştırıyor
kedi
çıplaktı;ısırmasını
bekliyorum;acı duymuyorum;ısırdı mı ısırmadı mı ayırt edemiyorum ve sol ayağımı ağzından
çekip çıkarıyorum ve sağ ayağımın gerisine çekiyorum.
Yine ayni kötülükçü dişler ve gözlerle-gözleri de insan gözü-sağ ayağımın parmaklarına
uzanıyor ağız;tam bir kedi ağzı;yine boynunun alt kesimi yüzeye yapıştırılmış iyice;ön
ayaklarının iki bitimi kabarıklaşmışlar;oradan başlıyor baş;kısa bir boyunla çene altı yere
yapışmış olarak ileri uzanıyor ve bu kez ağzında sağ ayaklarımın parmakları;kedi azmanının
başı bedenine göre büyük görünüyor bana.
Yine bir karabasan;Bağırıyorum yukarıya;sevgilim çabuk gel,kocaman bir kedi bana saldırdı.
Sağ ayağımı da geri çekerken kedinin peşinden başını uzatmasını bekliyor ve sağımda ışıklı
bir oda olduğunu görmüyor ve fakat düşünüyorum.
Sağ yanımdaki duvarda bir metre genişliğinde ışıklı ve perdeli-basmadan dallı ve çiçekli-bir
pencere ile onun bir karış sağında kediye çarpan kapının bulunduğu yönün ters yönündeki
duvar uzantısında yukarıya doğru uzun olan bir kapı,o da camlı ve beyaz perdeli,süslü
çerçeveli bir kapı;burası benim yatak odam;bu sırada kedi daha da kızgın olarak bir kez daha
saldırıyor sol ayağıma;ben de kapıya saldırıyorum;onun gelmesini;beni kurtarmasını
bekliyorum;ama o gelmiyor ve ben kendimi kendim kurtarıyorum.
83
Yatakta doğrulmuş bana şaşkın gözlerle bakıyor ve neden onu çağırdığımı soruyor,karabasan
gördüğümü söylüyor ve bunu fırsat bilip bir kez daha biri birimize sarılıp biri birimizin
bedenlerinde eriyoruz.
Paris’te sonyaz onu beklemekle tükeniyordu ve gelmemekte direnen o-elinde değildi özgür
bile değildi
zaman zaman,zaman zaman da bir şeytan denli özgürdü-çevreme örmeğe
başladığı örümcek ağını genişletiyor-o bir karadul olmalı-ve ağın çevresinde uçuşan ve ergeç
ağa takılıp ölmekle yazgılı-kim yazar bu yaratıkların yazgılarını,hangi dev bilgisayarkarasinek olan benim ölmek üzere-bu güzel bir ölüm olurdu,peygamberce bir tanrıya dönüş
olurdu-kollarına atılacağım,göğüslerinin uçlarında ölümsüzlük sıvısını arayacağım anı
bekliyordu.
Ben de bekliyordum.
Paris’te ve evrenin her yerinde,herkes bir şeyleri,birilerini düşünüyor ve tek başlarına
düşünüldüklerinde belli kurallara uygun,hepsi bir arada düşünüldüklerinde büyük bir kaos
içinde-kuruluştan beri vardı bir kaos,var oluyordu,var olacaktı;garip değil miydi bu;yoksa
ideal miydi,ulaşılası zorunlu sonuç muydu-yaşıyorlar ve bir kaos içinde birer nokta gibi bile
olmayan ben ve o,düzensiz rastlantılarla-ne kadar az ve ne güzel rastlantılardı onlar-bir araya
geliyor,bir tek nokta oluyor,sonra ayrılıyor ve yeni bir buluşmaya dek,hiçbir kurala,doğa
yasasına
uymayan
devinimlerle,uzayda
yörüngesinden
sapmış
uzay
gemileri
gibi
anlamsız,amaçsız dolaşıyor ve her gördüğümüz samanyolunu kendimizinki sanıp ona
ulaşmanın yollarını arıyor ve sonunda hep bir yerlere ve bir şeylere ulaşıyorduk.
Ve her buluşmamızda o derinden gelen büyülenmiş birisinin büyücünün sorularını
yanıtlaması sırasındaki uykulu,büyülenmiş sesiyle tek sözcüklerle yanında uzanmış olan beni
yanıtlıyor ve gözlerini yatağın ucundaki gerçek bir bebek boyundaki yapma bebeğe dikerek
okşamalarımı bilinçsizce karşılıyor-bebekleri en çok onun sevmesi gerekirdi,sevecenlik
doluydu o,herkese yetecek denli büyük ve yaygın bir sevgi gücü vardı-ve sonunda bebekten
kopup bana yöneliyor ve o ana dek ben yanında değilmişim,yokmuşum,yeni olmuşum gibi
varlığımın bilincine varıyor ve başını boynuma gömüp ağlıyor,neden ağladığını sormak
istiyorum,bu
istek
cinsel
tutkumdan
baskın
bir
biçimde
bütün
benliğimi
sarıyor,yanaklarını,canlı yanaklarını bir uyurgezer gibi okşayarak isteri nöbetinin geçmesiniöyle olduğu kararına varıyorum-bekliyorum.
Getirdiğim önlüğü,bir delinin mermer bir yontuyu süslemesi örneği bebeğin önüne takıyor ve
bana bakarkenki bakışlarıyla,kendinden geçmiş bir şekilde önlüğün kollarını bebeğin
ensesinden düğümlüyor ve kutsal ‘bebeklendirme’törenini bitirdikten sonra yeniden bilincime
84
vararak ‘evcilik’ oynayan küçük bir kızın o hiçbir anlam oluşturmayan bin bir anlamlı
bakışlarıyla bana bakıyor ve gülümsüyordu.
Onun deli olduğuna,hiç değilse zaman zaman delirdiğine karar veriyor ve bu türden deliliğin
gerçekte mutluluk olabileceğini;zaman zaman delirmenin güzel bir şey olduğunu
düşünüyorum gülümseyerek,ellerim başımın altında kenetlenmiş,onun devinmelerini izlerken.
Kare biçimindeki büyük bahçenin-her renkten ve değişik kokulu çiçekler vardı,uzaktan ve
yukarıdan bakıldığında ünlü ressamların ünlü manzara resimlerini anımsatıyor ve kişiye
yanındakileri unutturup ne güzel resminin yapılabileceği delice arzusuyla dolup taşma olanağı
veriyordu,oysa ben hiç resim yapamazdım-içine kare şeklinde-belki de ayni zamanda bir
küptü-yapılmış bol sütunlu,geniş girişli,pencereli evin kapısında o bebeği görüyorum
canlı,gülen,beni karşılamağa hazırlanan çocukça davranışlı onu görüyorum,sarılıyor,beni
dudaklarımdan öpüyor,ben de onu öpüyorum,yitiyoruz ve onun çağrılarıyla evrene geri
dönüyoruz ve beni kolumdan tutup babasına götürüyor-ne de kalabalıktı çevre güzel
giyinmiş,aydın görünümlü kadın ve erkeklerle-ve adamla tanışıyoruz.
Yanımda olmadığını görüyor ve babasından ayrılıp onu aramak,bulmak istiyorum;babası
kolumdan tutup beni oraya,buraya çekiştiriyor ve gülümseyen kişilere aynı gülümsemeyleayniydiler herhalde,çünkü karşılaştıklarım da ayniydi ve bunun nasıl olabileceğini düşünüp
şaşırıyordum,herkes onun babasıydı-yanıtlar vererek elimi uzatıyorum ve bilinçsizce el
sıkıyorum ve o bebeği arıyorum ve yeniden buluyorum bahçedeki çardağın altına konulmuş
süslü kanepe üzerinde ve önünde diz çökerek boncuktan yapılmış,devinimsiz,donuk-bu
gözleri
birçok
kez
görmüştüm,beden
yaşadığı,baş
devindiği
halde
onlar
yaşamıyorlardı,yabancım değillerdi-gözlerine bakıyor ve artık yorulduğumu,bir daha
yitmemesini bakışlarımla anlatmağa çabalıyordum.
Ve bebek;ayni bakışlarla yanımda uzanmış bana bakıyordu devinimsiz,sonra devindi,başını
boynumun altına gömdü,ağlayacağını düşünüyorum,hayır bu kez ağlamıyor ve bana sımsıkı
sarılıyor-öyle
yapmazsa
sanki
yitecekmişim
gibi-oysa;yitmeyi
seçseydim,dilediğince
sarılsın,kolları arasında yitebilir,bir ceset durumuna dönüşebilirdim-öyle saatlerce duracağız
ve sonunda bu kez ben,onu bırakıp gideceğim.
Gürültü yapmamağa çabalayarak kalkıyorum yataktan;doğal olarak gürültü yapmamam
olanaksız;çünkü karyolanın yayları eskimiş ve bozulmuş;her devinimimi küt ve sert seslerle
yanıtlıyor.
Arkadaşımı uyandırmamalıyım;onun baş ucundaki sigara paketine uzanıyorum;bir sigarayı
ucundan tutup önce yana,sonra bana doğru çekerek çıkarıyorum pakettenve dışarıda kentin
kocaman çanlı saati;doğa düzeniyle sabahın beşini vuruyor;üç adımda kendi yatağımın yanına
85
gidiyorum ve başucu masasındaki saatime bakıyorum;iki dakika geri kalmış;doğada her nen
düzensiz aslında.
Kapıya yöneliyorum ve parmaklarımın uçlarıyla sessiz dört adım atıp ulaşıyorum ona ve kolu
aşağıya bastırıp kendime doğru çekiyorum kapıyı sağ elimle;oysa bu işi sol elimle daha rahat
yapabilirdim;çünkü kapı solumda kalıyor;ama öğretmemişler sol kulumu kullanmayı ve bu
nedenle körelmiş,güçsüzleşmiş ve ozanın dediği gibi zavallılaşmış;aslında tek kollu,noksan
bir yaratık sayılabilirim;herkes sayılabilir;o denli az kullanılıyor ki sol el.Kimileri de sağ elini
az kullanıyor;imreniyorum sol elini kullanıp sağ elinden yararlanmayanlara;sol elini
kullananlar da bana imreniyorlardır kim bilir ama öyle de olsa kimse sana bunu
söylemeyecektir;iyisi mi sen;bugünden tezi yok,sol elini kullanma temrinlerine başla bakalım.
Kapıyı açıyorum;dışarıya çıkıyorum ve sağa dönüyorum;sekiz basamaklı bir merdiven
var;basamakları pembe boyalı;öyle asil pembelerden de değil rengi;çiğ ve bu nedenle de hoşa
giden bir pembe;yüzüm merdivene dönük ve ona bakıyorum;merdivenin solunda bir korkuluk
var,kahverengimsi kara bir boyayla boyanmış;hoşuma gidiyor pembe basamaklar yanında bu
rengin olması;basamakların ve korkuluğun altında yıllanmış tahtaların bulunduğunu
düşünüyorum;tahtaların içlerindeki kurt yolları geliyor gözümün önüne ve her iki basamak da
un ufak oluyor ayaklarımın altında;bu nedenle boşluktayım ve düşüyorum;komuta tablosunun
denetiminde çıkmış bir asansör gibi dört bir yanı kapalı bir boşlukta düşüyorum ve
korkuyorum.
Đşte;son basamaktayım ve elimi sağımdaki kapı koluna uzatıyorum;kolu aşağıya
kıvırıyorum;biraz da kendime çekiyorum;açılmıyor kapı;işte doğadaki yapay bir engel daha
kişi yaşamını sınırlayan;bir anlamda da gereksiz.
Anahtarı üç parmak ucuyla kavrayıp sola çeviriyorum;yetmiyor;bir kez daha;bu kez
tamam;ilk
kezde
ve
kendiliğinden
anahtarı
ne
yöne
çevirmen
gerektiğini
buldum.Bunu;anahtarı yuvasında sola çevirme eylemini hiç düşünmeden yaptım ve deneyden
başarılı çıktım diyorum ve güven veriyor bu bana ve ne denli küçük olaylar ve devinimler
etkili oluyor kişi yaşamında diye düşünüyorum.
Kapının açıldığını görünce ortayı aşkın boylu-sakalları uzamış bir adam atlıyor açılmış
kapıdan üzerime;bana çarpmıyor ve sessizce merdivenleri tırmanıyor;hırsız olmalı
diyorum;ya ruhsal bozukluk ya da parasızlıktan yapıyor olmalı;iki durumda da kişiyi suçsuz
buluyorum;oysa toplum birincide kişileri deliler evine,ikincide hapishaneye yolluyor.
Yaşamımdaki bilmem kaçıncı kapıdan geçip açık havaya çıkıyorum;evin terasındayım;hava
serinmiş;derimin
boşluklarından bedenime yayılıp kemiklerimi üşütüyor;kol ve bacak
kemiklerim üşüyor;iç çamaşırlarımın koruyamadığı yerler.
86
Odamdaki kırmızı,uzun kollu ve boyunlu kazağı sırtıma geçiriyorum sandalyeye
otururken;kazak ısıtmıyor bedenimi;olsun varsın,dayanırım soğuğa;alışkınım nasıl olsa.
Sigarayı çakmakla yakıyorum;ilk duman ağzımdaki pasın üzerinde dolaşıyor;dumanı
ciğerlerime yollayıp ciğerlerimi büzüyor ve sonra dışarı yolluyorum;göğü,denizi,havayı
kirlettim;her şeyi;kişi denli hiçbir yaratık bozamıyor doğayı,kirletmiyor;ben kirletiyorum.
Bir an kuşları görüyorum;yakınımda bir serçe;tepemde üç kara karga uçuyor;bet sesli
denilirse de hiç de öyle değiller;ilk kez kuşların yaşamağa başladığını düşünüyorum doğan
günü;sıralarsak sonra kara;sonra da deniz yaratıkları merhaba diyordur doğan güne ve kişiler
mi;onlar en geç uyananları doğanın diyorum.
Sağ ilerimdeki çatının üzerindeki dört köşe baca ağzının kıyısına konuyor güvercin;erkek
olmalı;güzel ve alımlı;gerçekte tüm hayvanların erkekleri çok güzel;gagasıyla kanat
altlarını,kuyruk altını-bunu sık sık yapıyor-boynunu temizliyor ve yeni güne hazırlanıyor
;kimbilir belki de cinsel davranışlardır bunlar.
Đşte;biri daha geldi;bu gelen dişi olmalı;ben ki bilgiçlik taslarım ama daha dişi erkek güvercin
ayrımını yapamıyorum;yeni gelen de bedenini gagalamağa başlıyor;çok sürmüyor bu ve iki
güvercin biri birlerine yaklaşıyorlar ve gagalarını biri birlerine geçirip-resmen öpüşüyorlar
bunlar-başlarını aşağı yukarı indirip kaldırıyorlar ve gagalarını ayırıyorlar ve beş altı kez
yapıyorlar bunu ve sonra geri çekilip biri bilerinin bedenlerinin değişik yerlerini gagalıyorlarresmen sevişiyor bunlar-en çok da kuyruk ve kanat altlarını gagalıyorlar-sevişerek güne
başlamak güzel bir şey diye düşünüyorum.
Kişilerin yaşadıkları yerlere çeviriyorum başımı;pencereler çeşitli renklerde perdelerle
örtülü;kişilerin sevişmeleri bile gizli;gizlenecek bir yönü var besbelli;oysa güvercinler hiçbir
şeyi gizlemiyorlar;erkek güvercin bir sıçrayışta sırtına çıkıyor dişi güvercinin ve dişi güvercin
başını ve bedenini baca ağzının kıyısından çatıya doğru eğiyor;arkası iyice yükseliyor;uçma
eyleminde denge ögesi olan kuyruğunu bedeninin sağ yanına doğru geriyor;erkek güvercin de
arkasını aşağıya doğru eğip kanat çırpıyor;bu eylem de uzun sürmedi;şaşırıyorum;acaba
sevişme ve birleşme bitti mi?.
Erkek güvercin dişinin sırtından iniyor ve uçup gidiyor;dişinin de uçmasını bekliyorum;hayır
uçmuyor ve bedenini gagalamağa başlıyor yeniden ve sık sık da kuyruk altını
gagalıyor;hayvanlarda
da
kendi
kendini
cinsel
açıdan
doyurma
var
diye
düşünüyorum;anılar,filimler geçiyor bilincimden;çok hızlı oluyor bu ve hiçbirini net olarak
yakalayamıyorum görüntülerin.
87
Üç karga,gaklayarak bu kez tersyöne geçiyorlar tepemden;onlar da bir duvar üstüne
konuyorlar;acaba onlarda mı güvercinler gibi başlayacak güne;hayır;kargalar doğru dürüst
sevişmesini bile bilmezler.
Şimdi bedenini iyice büzmüş;başını içeri gömmüş bekliyor dişi güvercin;uzağından iki martı
süzülüp geçiyorken;herhalde erkeğini bekliyor olmalı ama erkek güvercin geri gelmiyor;hep
böyle olur zaten diye düşünüyorum,Sonra,kalkıp yandaki binanın çatı kıyısına uçuyor dişi
güvercin;bedenini durmadan gagaladığından tüyleri yolunmuş olarak ve seviştikten sonra
yataktan çıkan bitkin ,bakımsız kadınlara benziyor;darmadağınık.
Evet;konduğu yerin biraz aşağısında erkek güvercini görüyorum;daha bir kasılmış,daha bir
görkemli;sanki Helen’i kandırmış Troyalı Paris gibi;dişi bir kez daha yanına uçuyor ve
yeniden gagalarını biri birine geçirip başlarını eğip kaldırıyorlar.
Ve kişiler;doğayı berbat eden ilk eylemlerine girişiyorlar;ilerideki iskeleye yanaşmış arabalı
vapur pis bir duman koyuveriyor denizin temiz yeline ve göğün lekesiz mavisine;bir dolmuş
deniz motoru homurdanıyor giderken ve güvercinler tedirgin oluyorlar ve doğa tedirgin
oluyor;benim de üşüme duygum artıyor;yatağıma dönmeliyim;tekrar uyumadan önce,uzak bir
kışlanın kalk borusunu duyuyorum;beni bir o etkilemiş bir de askerlik diyorum.
Arıyorum-arıyorsun
Arıyorlar
Nedenini-neyi-nasıl bilmiyorlar
Bakıyorlar-kapanıyorlar
Ağlıyorlar
Ara sıra da olsa
Gülüyorlar bin bir tür
Bulduklarını-kurtulduklarını sanıyorlar
Oraya buraya bakınıyorlar
Toprak kurtlarının açılış yemeği oluyorlar
Sonunda
Gerçeği ya da saçmayı
Onu hep onu
Evet-evet-doğrusunuz
Arıyorlar
Bilgili-görgülü
Arıyorlar-hep arıyorlar
O ulaşılamazı-bulunamazı
88
Başaramıyorlar
Paris’te Concorde meydanında bu şiiri okuyorum ona;çok beğendiğini söylüyor;Senato’nun
karşısındaki köprüden geçip Bull’Mich’e çıkıyoruz ve yürüyerek Gare de Luxembourg
yokuşunun köşesine geliyoruz ve yukarıda polislerle çatışmaya hazırlanan öğrencileri ve genç
işçileri
görüyoruz;Prof.Arthur
Koestler
Sorbonne
sokağının
köşesinde
eylemi
yönlendiriyor;Kızıl Rudi;Daniel Cohn-Bendit gibi öğrenci liderleri ön saftalar ve bizim
bulunduğumuz köşede ise Cumhuriyet Muhafızı polisler;kalkanlarını önlerine yerleştirerek
yukarı doğru yürüyüşe geçiyorlar.
Caddelerde ve kaldırımlarında kaldırım taşı kalmamış;hepsini öğrenciler sökmüşler;polislere
fırlatacakları
silahları
olacak;her
birisi
kendisini
bir
Goliat
gibi
duyuyor;iyi
örgütlenmişler;yüzlerinde gaz maskeleri var;bazıları ilk yardım giysileri giymişler;arkalarında
öğrencilerin kullandıkları iki ilk yardım aracı geliyor ve kavga başlıyor.
Pave’ler havada uçuşuyor;polis göz yaşartıcı bombalar atıyor;bir polis aracı göstericilere
tazyikli suyla karışık çıkmayan boya püskürtüyor;sonunda biri birlerine giriyor iki gurup ve
kavga şiddetleniyor;ben ve o bunu izliyoruz ve ben resim çekiyorum;o arada polisler bize de
saldırıyor;turistim diye bağırıyorum ;dinlemiyorlar ve onu ve beni de matrakla dövüyorlar;biz
de öğrencilerle birlikte ara sokaklara kaçışıyoruz.
Bir gün önce ise;yaşamımdaki en büyük insan kalabalığının oluşturduğu bir gösteri
yürüyüşünü izlemiştim;milyonu aşkın öğrenci ve işçi Zafer Takı’ından başlayıp Trafalgar
Meydanı’na dek saatler süren bir yürüyüş yapmıştı ve ben bu yürüyüşü izlerken Fransızların
aptallığını düşünüyordum,öyle ya,bu kalabalık yolu üzerindeki senatoyu basabilir;devlet
dairelerini ele geçirebilir ve hatta Cumhurbaşkanı sarayını da ele geçirebilirdi;yapmadılar ve
yürüyüş olaysız tamamlandı.
Yürüyüşü izledikten sonra yürüyerek evime dönerken;dö şovulu bir Fransız bizi arabasına
davet etti;gittiği yönde bizi istediğimiz yere dek götürecekti;araca bindik;bu Cezayir kökenli
bir fransızdı ve avukat olduğunu;bugünkü yürüyüşten sonra Cumhurbaşkanının ve hükümetin
daha çok direnemeyeceğini söylüyor ve akşam televizyonu izlememizi salık veriyor;bizi
bıraktıktan sonra zafer işareti yaparak gidiyordu;bizi de gösterici öğrencilerden;kendisi gibi
anarşistlerden sanmıştı.
Gece televizyona baktık ve Cumhurbaşkanı De Gaulle’ü dinledik;Fransızlara seslenerek
cumhurbaşkanlığından çekilmeyeceğini söyledi;bu kez milyonu aşkın De Gaulle’cu Champs
Elisee’ye döküldü ve sabaha dek süren gösteriler yaptı;Cumhurbaşkanı genel kurmay başkanı
General Matsou ile anlaşmış
ve Paris’i kuşatmış;ondan sonra tarihi konuşmasını
89
yapmış;anarşist olay bir balon gibi sönmüş ve yabancı öğrenci liderleri sabahı beklemeden
Fransa’dan kaçmışlardı ve iki aya yakın süren kabus bitmişti.
Ertesi gün Le Canard Enchene çok güzel bir karikatür yayınlamıştı;De Gaulle iktidarı
baırakmayacağım demek için ‘Non,je ne me retirerai pas’demişti ve bu ayni zamanda
‘kendimi geri çekmeyeceğim’anlamına geliyordu ve karikatürde bir yatakta yatan ve başında
Fransız bayrağından bir bone bulunan çıplak bir kadının üzerindeki çıplak De Gaulle;geri
çekilmeyeceğini ;kadını becermeğe devam edeceğini haykırıyordu.
1871
deki
ilk
Paris
komünü
73
gün
sürmüştü;bu
sonuncusu
ondan
da
kısa
sürdü;çünkü,anarşistler kapitalizmi yıktıklarında yerine koyacakları ekonomik yaşamın alt
yapısını
oluşturmamışlardı;düşündükleri
tek
model
Prud’homme’cu-malın
malla
değiştirildiği- model oldu ve bunu yaşama geçiremeyince Fransa ve Paris’te kaos
doğdu.Ekmek yoktu;benzin yoktu;çöpler toplanmıyordu;metro çalışmıyordu.
Bu nedenle;bu anarşik baş kaldırıyı tamamlayamadılar ve başaramadılar.
Ve evrenin bir yerlerine atom bombaları düşüyor;hiç umulmayan,beklenmeyen bir anda
oluyor bu;evren yeniden yaratılıyormuş gibi her yer güçlü bir tanrının nefesiyle sarsılırcasına
deviniyor,evler yıkılıyor,kişiler yok oluyorlar-gölgeleri yıkık duvarlarda kalıyor-yeni bir
güneş doğuyor,korkunç bir sesten sonra büyük bir sessizlik-her şeyin kaynağıydı bu-oluşuyor
ve o şok dalgasının,sıcaklık dalgasının,radyasyonun etkisinde kalarak tanıyamadığım birisi
oluyor;saçları parça parça dökülüyor;elleri oyuluyor;kollarının kemikleri ortaya çıkıyor-ben
de öyle oluyorum her halde-polisleri öldürüyor,yiyecek çalıyor,çevresine ürkek ürkek
bakıyor,beni
anımsamıyor-ben
onu
hala
tanıyorum
oysa-benden
kaçıyor,sokaklar
ölülerle,inleyen yarı ölmüşlerle dolup taşarken ben onu yeniden o yapmağa çalışıyorum
yılmadan kendimi benimsetmeğe çabalayarak;ama,o olmuyor,yaralanmış vahşi bir hayvan
gibi çığlıklar atarak benden kaçıyor ;yavaş yavaş bilincim bulanmağa başlıyor;onu
göremiyorum,düşünemiyorum artık;geri dönüyorum ve yırtılmış,yanmış giysileri içinde
iğrenç bir bedenle,çamur görünümündeki irinli,kanlı yüzümle hırlayarak-ancak bunu
yapabiliyorum konuşmak istersem-bir yerlere koşuyorum.
Başaramıyoruz-başaramıyorum.
90
91

Benzer belgeler