pdf olarak indirmek için tıklayınız

Transkript

pdf olarak indirmek için tıklayınız
Ahmet SAN
Röportajlar
Kerem GÖRSEV Ferman AKGÜL
Söz: Şenol Göka
Beste - Solist: Kerem Demircioğlu
Düzenleme: Murat Tunalı
Tulum: Volkan Arslan
Supervisor: Amber Türkmen
Şenol GÖKA
TRT Genel Müdürü
KÜLTÜR VE SANAT KÖPRÜLERİ:
FESTİVALLER
Festival genel tanımı itibariyle; yerel topluluklar tarafından geleneksel hale getirilmiş gün ve
tarihlerde kutlanan, yapıldığı yörenin imgesi hâline gelmiş etkinlikler bütünüdür.
İnsanlık tarihinin en eski etkinlikleri kapsamında yer alan festivaller, toplumların kültürel
değerlerinin bir sunumu olarak da ifade edilebilir. Festivaller, düzenlendiği topluma sosyal
ve kültürel açıdan fevkalade yararlar sağlamaktadır. Hatta günümüzde farklı bir nitelik daha
kazanmış ve birçok ülkenin turizm planları içerisine dâhil edilmiştir. İnsanların farklı kültürleri
tanıma ve kültürel etkinliklerde bulunma arzusu, bunun yanı sıra, vaktini en güzel biçimde
özgürce, renkli ve eğlenceli faaliyetlerle geçirme isteklerini karşılama potansiyeli bakımından
öne çıkan festivaller, günümüz turizm faaliyetlerinin önemli bir kolunu teşkil etmektedir.
Ülkelere ekonomik bakımdan çok önemli etkileri bulunan festivaller, turizmi hem dönemsel
hem de bölgesel olarak genişletmeye yardımcı olarak, mevsimler ya da belli hedef sınırları
içerisinde sıkışmış ülkelerin turizminin geliştirilmesine katkı sağlar. Ayrıca festivaller
sayesinde yöre ve ülkenin sahip olduğu kültürel değerler sergilenerek ev sahibi ülke, kentler
ve hatta en küçük yerleşimlerin dahi dünya kamuoyuna tanıtımı etkili biçimde yapılabilir.
Yüzyıllardır süregelen festival olgusu, gerçekleştirildiği dönemlerdeki tüm gelişmelere
ayak uydurarak sürekli bir devinim göstermiştir. Özellikle teknolojinin ilerlemesiyle birlikte
festivaller; daha çok tanıtım imkânına sahip olmuş ve daha geniş kitlelere yayılarak, kültür
alışverişlerinin hızla yürütüldüğü bir unsur haline gelmiştir.
Dünyada ve ülkemizde birçok kültür ve sanat festivalleri organize edilmekle birlikte, müzik
festivallerine olan ilginin daha yoğun olduğu söylenebilir. Burada müziğin evrensel niteliği
ehemmiyet kazanıyor elbette, bir de muazzam birleştirici özelliği. Müzik festivalleri bu
yönüyle; farklı müzik türlerini, çeşitli ülkelerden gelen müzisyenlerin yaptığı müzikleri merak
eden ve tanımak isteyen müzikseverlerin buluşma noktası haline geliyor.
Ülkemizde de ulusal ve uluslararası anlamda değer taşıyan, hepsi de birbirinden farklı tür
ve temalarda, birçok müzik festivali düzenlenmekte ve müziğin her rengi bu festivallerde
yer almaktadır. Hatırı sayılır katılımcıları da bulunan festivallerin büyük bir kısmının,
kurumsallaşmış vakıflar bünyesinde, çeşitli toplumsal, kültürel ve sanatsal kaygılar
gözetilerek sağlıklı bir şekilde yürütüldüğü söylenebilir.
Bu kadar geniş bir coğrafya ve her coğrafyada ayrı bir kültürün yaşandığı ülkemizin, tüm
kültür ve sanat etkinliklerini kucaklamaya devam edeceği, sanat dolu günler temenni
ederim.
BİR DÜNYA KONU
TÜRKİYE’DE BİR
12
“ŞÖHRET FABRİKASI”…
Michael Jackson‘dan Luciano Pavarotti‘ye,
Madonna‘dan Tina Turner‘a, Elton John ve
Rolling Stones‘dan Ricky Martin‘e kadar birçok
ünlüyü Türkiye’ye getiren ve neredeyse bir
“şöhret Fabrikası” na dönüşen Ahmet San’la
unutulmaz bir söyleşi…
TÜRKİYE RADYO TELEVİZYON
KURUMU ADINA SAHİBİ ve
GENEL YAYIN YÖNETMENİ
Amber TÜRKMEN
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Birsen YÜKSEL TAYMAZ
EDİTÖRLER
Figen GÖKTAŞ
Ümit DİRİCAN
Nesri BÜYÜKTURAN
GRAFİK TASARIM
Birsen YÜKSEL TAYMAZ
YÖNETİM YERİ
TRT MÜZİK DAİRESİ BAŞKANLIĞI
TRT SİTESİ A BLOK KAT 9
Tel: (312)463 32 48
ISSN 2149-7982
SAYI 9 / NİSAN 2016
YAYIN TÜRÜ
Yaygın/Süreli
YAYIN TARİHİ
1 NİSAN 2016
YAYIN YERİ
www.trtmuzikdairesibaskanligi.com
TRT Bir Dünya Müzik
@birdunyamuzik
[email protected]
2
YAŞAMDAN MAVİ
NOTALARA…
16
Türkiye’de caz müzik denildiğinde ilk akla
gelen isimlerden biri… Kerem Görsev’le,
müzik kariyeri, katıldığı festival ve konserler
üzerine keyifli bir sohbet…
FESTİVALLERİN
“LOKOMOTİFİ” İKSV
24
Bugün festival deyince akla gelen ilk
kurumlardan İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı
İstanbul Caz Festivali direktörü sevgili Pelin
Opçin’le Hem İKSV’yi hem yöneticisi olduğu
festivali konuştuk.
O BİR BESTECİ, SÖZ
YAZARI, ŞARKICI,
OYUNCU…
26
Manga ’nın solisti olarak kulağımızda ve
kalbimizde yer edinen İbrahim Ferman Akgül’le
yeni single çalışmasını, Manga’yı ve müziğe
dair pek çok şeyi konuştuk…
GENEL YAYIN YÖNETMENİ’NDEN
Bir Dünya Selam,
BAŞKENT’TE
28
KÜLTÜR KÖPRÜSÜ
Ankara’nın önemli vakıflarından biri olan
Sevda Cenap And Müzik Vakfı’nın Genel
Sekreter’i Pınar Alpay Yüksel’le vakfın tüm
etkinliklerini ve “Uluslararası Ankara Müzik
Festivali” üzerine…
SEVDA - CENAP AND “ORGANİZASYON
MÜZİK VAKFI
BİR SANATTIR”
34
Türkiye’nin popüler radyo ve müzik
web portalı muzikonair.com’un Genel
Koordinatörü, birçok ulusal markanın reklam,
sosyal medya projelerinde imzası bulunan
Can Demiral’la keyifli bir söyleşi.
”HOTEL
CALIFORNIA”
38
Rahmi Mert Özcan’dan; 1970’lerin ABD’li
efsane Rock grubu Eagles’ın tüyleri diken
diken eden, klasikleşmiş muhteşem parçası
Hotel California efsanesi üzerine güzel bir
yazı…
BİR DÜNYA İNSAN
“KURT COBAİN”
44
Bu dünyadaki konukluğu yalnızca 27 yıl
süren Kurt Cobain’in dünyayla, hayatın
adaletsizliğiyle, hatta kendi kendisiyle
olan meselesi ve o kısacık zaman içinde
ürettiklerinin hikâyesi… Murat Örem’in
kaleminden…
Müziğin tüm ritimlerini yakalamaya çalıştığımız dergimizde, bu ay yine, müziği yelkenlimize rüzgâr yapıp yol
aldık. Yine güzel konular, yine güzel konuklar bu heyecana ortak oldu. Her sayımızın ardından gelen olumlu
geri dönüşlerinizle şevkimiz bir kat daha artıyor. Tüm
okurlarımıza yürekten teşekkürler.
Ankara Radyosu spikerlerinin canıgönülden seslendirdiği,
teknik personelinin de gönüllü
katkılarıyla hazırlanan sesli dergi CD’miz bu ay tekrar
görme engelli okurlarımızla buluştu.
Bu sayı ele aldığımız kapak konumuz: Festivaller…
Türkiye’de düzenlenen müzik festivallerinin günümüze
dek nasıl bir süreç izlediğini araştırdık. Festivaller neden
olmalı? Bir ülkeye sağladığı faydalar nelerdir? Kültürel
alışverişlerde nasıl bir unsur olarak yer almaktadır? Bu gibi
sorulara ve daha fazlasına cevaplar aradık. Ünlü ve başarılı isimlerin tecrübeleri ve birikimleri yolumuza ışık tuttu.
Türkiye’de festival ve büyük konser organizasyonları söz
konusu olduğunda, akla gelen ilk isim Ahmet San ve
hayatı mavi notalara dönüştüren, Türkiye’de Caz müziğin
ve caz festivallerin vazgeçilmez ismi Kerem Görsev’le
Ümit Dirican keyifli söyleşiler gerçekleştirdi. İKSV İstanbul
Caz Festivali Direktörü Pelin Opçin, İKSV’nin duruşunu
ve tüm festival organizasyonlarını Feridun Ertaşkan’a
anlattı. Kurulduğu ilk günden itibaren geniş bir dinleyici
kitlesi oluşturan Manga grubundan Ferman Akgül,
kişisel olarak yaptığı en yeni single çalışmasını, konser ve
festivallerle ilgili tecrübelerini, Ankara’nın en köklü kültür
sanat vakfı olan Sevda Cenap And Vakfı ise vakfa ait çalışmalarını ve tüm etkinliklerini Figen Göktaş’la güzel bir
sohbette paylaştı. Konser ve festival organizasyonlarının
genç hem de başarılı temsilcilerinden Can Demiral, bir
“sanat” olarak nitelendirdiği organizasyon çalışmalarının
detaylarını Ümit Dirican’a aktarırken, dergimizin sürekli
yazarlarından da festival gibi metinler geldi. Pelin Akan
yaklaşan Guns’n Roses konseriyle de heyecanla beklenen
Coachella Festivali için geri sayımı başlattı. Aslıhan Şahin
Güven keyifli anlatımlarıyla “Konser salonuna dönüşen
oyunları” sunarken, Sesli Kütüphane Radyo-3’ün bu ay ki
konuğu “Misafirimiz Var” ekibiyle birlikte Arpanatolia’ydı.
Müzik Kutusu’nda Rahmi Mert Özcan “Hotel California”
efsanesine yer verirken, Reşit Saraçoğlu “Mandıra ya da Bir
Küçük Festival Hikâyesi” yazısıyla bizi Woodstock’a doğru
tebessüm dolu bir yolculuğa çıkardı. Murat Örem etkili
anlatımıyla Rock Dünyasının çok erken kaybettiği ismi
Kurt Cobain ‘in hüzünlü hikâyesini kaleme aldı. Murat
Ekşi Klasik Albümler ve Albüm Ekşisi ‘nde yine farklı tarzını
hissettirirken, Kubilay Dökmetaş “Gel Zaman Git Zaman”
köşesinde yine hikâyeler, anılar paylaştı…
Cahit Cesur’la müzik tarihine yolculuk, haberler, konserler, kitaplar dergimizin sayfalarında sizleri bekliyor.
Mayıs sayımızda tekrar görüşmek dileğiyle.
Müzikle kalın…
Amber TÜRKMEN
3
“Yüzüklerin Efendisi” İstanbul’da.
Yüzüklerin Efendisi serisinden “Yüzük Kardeşliği” bölümüne ait müziklerden oluşan muhteşem bir
konser, dev orkestra ve perdede
yansıyan film eşliğinde, İstanbul’da
sevenleriyle bir araya geliyor. Akademi ve Grammy ödüllü müziğiyle
besteci Howard Shore Yüzüklerin
Efendisi: Yüzük Kardeşliği’nde J.R.R
Tolkien’in edebi hayal gücüne
hayat vermiştir. Shore’un müziği,
Peter Jackson’ın filmini, yüzyılların
stilistik eğilimlerinden gelen eşsiz ifade etmektedir. Lord of the Rings in Concert - The Fellowship of the Ring
bir şekilde geliştirilmiş bir vizyon, 2 ve 3 Nisan’da Zorlu Performans Sanatları Merkezi Ana Tiyatro’da tüm “yümükemmel bir senfonik eser olarak zükseverleri” bekliyor.
Enrico Macias
yeniden İstanbul’da
“Zingarella“, “La Guitare“ , “Aie Aie Aie“
, “Solenzara“ ve “Le Femme De Mon
Ami“ gibi unutulmaz şarkılarıyla tüm
dünyada gönülleri fetheden Enrico
Macias, Türkçe yorumlanan 80’e yakın
şarkısı ve konserleriyle Türkiye’de de
fırtınalar estirmişti. Etkileyici sesi ve
yorumlarıyla tüm dünyada kalabalık
bir hayran kitlesi bulunan Macias, 50
yılı aşkın müzikal kariyeriyle dünyaca
sevilen bir müzik efsanesi olmayı sürdürüyor. Geçtiğimiz yıl gerçekleştirdiği
konserin ardından yoğun istek üzerine
tekrar İstanbul’a geliyor. Bu muhteşem
konseri izlemek isteyenler için 14 Nisan’da Zorlu Performans Sanatları Merkezi Ana Tiyatro’da gerçekleşeceğini
söyleyebiliriz.
4
BİR DÜNYA HABER
Oscar ödülleri
dağıtıldı…
Los Angeles’ta düzenlenen törenle
bu yıl da Oscar ödülleri sahiplerini
buldu. Gecede ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın sunumuyla
sahneye davet edilen Lady Gaga
da “En Özgün Şarkı” dalında aday
gösterilen şarkısını söylerken izleyicileri ağlattı ve performansıyla da
ayakta alkışlandı.
“En İyi Film Müziği” dalında ödülü
“The Hateful Eight” filmiyle besteci Ennio Morricone alırken, “En İyi
Özgün Şarkı” dalındaki ödülü ise
“Spectre” filmine ait “Writing’s on
the Wall” şarkısıyla Jimmy Napes
ve Sam Smith aldı.
23. İzmir Avrupa
Caz Festivali’nde
final...
23. İzmir Avrupa Caz Festivali’nin
beklenen “Açık Caz Orkestrası Atölyesi Final Konseri” gerçekleştirildi.
İzmir İtalya Konsolosluğu işbirliği
ile düzenlenen ve Luca Costantini
(gitar), Andrea Biondi (vibrafon),
Jacopo Ferrazza ( kontrbas), Valerio Vantaggio (davul) yönetiminde
yapılan Açık Caz Atölyesine katılan
genç caz sanatçıları, dinleyenlerine
unutulmaz bir konser yaşattı. Luca
Costantini Quartet üyeleriyle birlikte çalan gençler, caz standartlarının
yanı sıra, Dörtlü’nün bestelerinden
örnekler de sundu. Katılımcılar katılım belgelerini konser sonunda İzmir İtalya Konsolosu Luigi Iannuzzi
ve Grup üyelerinin elinden aldı.
23. İzmir Avrupa Caz Festivali, 19
Mart’ta Polonya Cumhuriyeti İstanbul Başkonsolosluğu ve Polonya
Cumhuriyeti İzmir Fahri Konsolosluğu işbirliği ile yapılan Piotr Baron
Quintet konseri ile sona erdi.
5
BİR DÜNYA HABER
Caz müziğin duayen
ismi Selçuk Sun
hayatını kaybetti.
Türkiye’nin en önemli müzisyenlerinden
biri olan Selçuk Sun 82 yaşında hayata
veda etti. Sanatçının ölüm haberini Onur
Akay, “Caz müziğin duayen ismi Selçuk
Sun’u kaybettik. Dünya çapındaki büyük
müzisyenin mekânı cennet olsun.” paylaşımı ile duyurdu.
Türkiye’nin önemli caz sanatçılarından biri olan Sun, 1979 Eurovision Türkiye Ulusal Finalinde yarışan “Evren ve
Biz” ve 1984 Eurovision Türkiye Ulusal Finalinde yarışan “Olmaz Olsun” eserlerinin de bestecisiydi.
John Lennon’un pul koleksiyonu
sergiye çıkıyor...
Dünya çapında ünlü müzik gurubu Beatles’ın efsane üyesi John
Lennon’un, gençlik döneminde yaptığı “Pul Koleksiyonu” New
York’ta sergilenecek. Kuzeni Stanley Parkes’ın kendisine hediye ettiği albümden sonra pul biriktirmeye merak saldığı bilinen John
Lennon’un koleksiyonu, New York’ta “Dünya Pul Şovu” kapsamında sergilenecek. Sanatçının koleksiyonunu; Amerika, Yeni Zelanda,
Güney Afrika, Hindistan ve Jamaika’dan gelen pullarla doldurduğu
albümün kapağına da skeçler çizdiği biliniyor. Lennon’ın pul koleksiyonundaki parçaların nadir bulunan ya da değeri yüksek olan
parçalar olmadığı, ancak kendisinin 20. yüzyılın en ünlü isimlerinden biri olmasının albümün değerini yükselttiği söyleniyor.
Kayahan doğum gününde
şarkılarıyla anıldı…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Daire Başkanlığı’na bağlı Kültürel Etkinlikler Müdürlüğü, Türk kültür sanat dünyasına, eserleriyle
katkıda bulunmuş değerli yazar, şair ve müzisyenler için, doğum ve
ölüm yıl dönümlerine özel programlar hazırlamaya devam ediyor.
Geçtiğimiz yıl vefat eden Türk pop müziğinin güçlü seslerinden
Kayahan’ın doğum günü için, Nilüfer ve İpek Açar’ın seslendirdiği
şarkılarla anıldığı, özel bir program düzenledi. “İyi ki Doğdun Kayahan” adlı anma etkinliğinde, Nilüfer ve İpek Açar’ın yanı sıra sürpriz
sanatçılar da Kayahan şarkılarını seslendirdi. Müjde Uzman’ın sunuculuğunu üstlendiği gecede sanatçılar; “Esmer Günler”, “Bir Aşk
Hikâyesi”, “Emrin Olur”, “ Mor Menekşe”, “Gönül Sayfam”, “Odalarda
Işıksızım” ve “Yemin Ettim” gibi Türk pop müziğine damgasını vuran
özel bir repertuvarla, Kayahan hayranlarına duygulu anlar yaşattı.
6
BİR DÜNYA HABER
Guns’n Roses Amerika’nın en ünlü
festivallerinden Coachella’da
hayranlarıyla buluşacağının müjdesini
verdi. Konserde Axl Rose’a, grup ile
yolları ayrılan eski üyelerden Slash ve
McKagan da eşlik edecek.
GUNS’N ROSES EFSANESİ
YENİDEN…
Rock müziğin en ünlü gruplarından Guns’n Roses Amerika’nın en ünlü festivallerinden Coachella’da hayranlarıyla
buluşacağının müjdesini verdi.
Tüm zamanların en iyi rock grupları arasında gösterilen
Guns’n Roses, uzun bir aradan sonra 16 ve 23 Nisan tarihlerinde Coachella Müzik ve Sanat Festivali’nde iki konserle
müziğe yeniden adım atıyor.
‘Welcome to the Jungle’, ‘Sweet Child o’Mine’, ‘You Could
be Mine’, ‘November Rain’, ‘Don’t Cry’, ‘Knockin’ on Heaven’s
Door’ ve daha birçok single’la billboardları altüst edip altı
stüdyo, bir konser ve bir de derleme olmak üzere toplam
sekiz albümle tüm dünyada yüz milyonun üzerinde albüm satışı gerçekleştiren efsanevi grubun, ilk albümleri
‘Appetite for Destruction’ da ABD’de bir gruba ya da bir
sanatçıya ait en çok satan ilk albüm ünvanının sahibi.
Festivale kaç kişi ile katılacağı tam olarak bilinmemekle
beraber, festivalin basın işleri, Axl Rose’a grup ile yolları
ayrılan eski üyelerden Slash ve McKagan’ın da eşlik edeceğini duyurdu. ‘Yeniden birleşen’ grup ise ilk konserini Coachella Festivali’nden önce, Las Vegas’ta, inşası yakında tamamlanacak olan 20 bin kişi kapasiteli T-Mobile Arena’da
8 ve 9 Nisan tarihlerinde gerçekleştirecek.
Birçok önemli ödüle sahip grup, en son turnesini 2011 yılında yapmış, en son albümünü de 2008 yılında çıkarmıştı.
Grup, yeni albüm bekleyen hayranlarına henüz müjdeli
haberi vermemekle birlikte Guns’n Roses hayranları, konser yeni bir single’a ev sahipliği yapar mı, yeni single ‘Sweet Child o’Mine’ın başarısını yakalar mı sorularını sormaya
başladı bile.
Önceki yıllarda AC/DC’den David Guetta’ya, Madonna’dan
Rihanna’ya, Justin Bieber’dan Gorillaz’a pek çok ünlü sanatçıyı ağırlayan Coachella Müzik ve Sanat Festivali için
ise geri sayım başladı. 1999 yılında Paul Tollett tarafından
başlatılan ve her yıl düzenli olarak Nisan ayında Indio,
California’da gerçekleştirilen festival; rock, hip hop, indie,
elektronik, dans dahil birçok müziğe ve sanatsal etkinliklere ev sahipliği yapıyor. ABD’nin en önemli festivallerinden
biri olan Coachella’nın biletleri her zaman olduğu gibi bu
sene de satışa sunulmasının ardından kısa bir süre içinde
tükendi. Geçen yılki veriler ise Coachella’nın, Belçika’da
düzenlenen Tomorrowland Elektronik Müzik Festivali’nden sonra, biletleri en çok rağbet gören ikinci festival olduğunu gösterdi.
15-17 ve 22-24 Nisan tarihlerinde gerçekleşecek bu seneki festivalin Guns’n Roses dışındaki diğer konukları arasında ise Calvin Harris, LCD Soundsystem, Miami Horror, Ice
Cube, Justin Martin, AC Slater, Disclosure, Savages, The
Black Madonna, Pete Yorn, Zedd gibi birçok sanatçı bulunuyor. Leonardo DiCaprio, Katy Perry, Paris Hilton gibi
göseri dünyasının ünlü simalarının da akın ettiği Coachella Müzik ve Sanat Festivali, çok yakında müziksevelere bir
sürpriz de yapabilir. Festivali organize eden şirket, dinleyici
talebini tam anlamıyla karşılayabilmek için ilkbahara ilaveten sonbaharda da etkinliği gerçekleştirmeyi planlıyor.
7
BİR DÜNYA KONSER
İSTANBUL
NİSAN
KONSERLERİ
Sahnelerden...
Cem Adrian, 2 Nisan’da Jolly Joker İstanbul’da… MFÖ 5
Nisan’da Zorlu Performans Sanatları Merkezi-Ana Tiyatro’da nostaljik anlar yaşatıyor. Anadolu müziğini batı enstrümanlarıyla birlikte kullanan Ahmet Aslan, 9 Nisan’da
Şişli Belediyesi Kent Kültür Merkezi’nde olacak. İlhan Şeşen ve Vedat Sakman 12 Nisan’da Profilo Kültür Merkezi’nde akustik müzik ziyafeti veriyor. Türk rock müziğinin
güçlü sesi Kıraç 16 Nisan’da Beyrut Performance sahnesinde müzikseverleri bekliyor. Athena, ikinci konseri ile 29
Nisan’da Garajistanbul Sahnesi’nde…
“İstanbul Resitalleri”
İzlanda’nın sevilen ve dünyaca ünlü dahi piyanisti Vikingur
Olafsson, etkinlik kapsamında 7 Nisan’da Sakıp Sabancı
Müzesi “the Seed” de olacak.
Garanti Caz Yeşili Konserleri
Fransız şanson geleneğiyle klasik Amerikan caz repertuvarını kendi yorumuyla birleştirerek günümüzün en önemli
caz şarkıcılarından biri olan Stacey Kent 21 Nisan’da konserler kapsamında Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde
sahne alacak. James Gaffigan şefliğindeki Luzern Senfoni
Orkestrası 22 Nisan’da İş Sanat Kültür Merkezi’nde sahne
8
alırken, Dubstep’in yenilikçi ismi Flux Pavilion, 22 Nisan’da
hareketli bir gece için ilk defa Babylon’da... Grammy ödülü
sahibi Michael Rose 22 Nisan’da Küçük Çiftlik Park’ta hayranlarıyla ilk kez bir araya geliyor. Balkan dünyasının ünlü
ismi Dino Merlin, 23 Nisan’da Ora Arena’da sahne alacak.
Trompetin usta ismi Ibrahim Maalouf 23 Nisan’da Volkswagen Arena’da izlenebilir. Grammy ödüllü caz davulcusu Jack DeJohnette, 28 Nisan’da İş Sanat Kültür Merkezi’nde sahne alıyor.
BİFO’dan…
Geçtiğimiz sezon Beethoven sonatları ile İstanbullu müzikseverleri büyüleyen Rudolf Buchbinder, 6 ve 7 Nisan’da
bu kez BİFO’nun konuğu oluyor. Buchbinder, orkestrayı
yönetirken aynı anda Beethoven piyano konçertoları gibi
estetik ve düşünsel boyutu derin yapıtları seslendirebilen
nadir müzisyenlerden…21 Nisan’da “Yaşayan en büyük
besteci” ödülü de dahil pek çok ödülün sahibi, çağdaş
müziğin zirvesindeki isim Krzysztof Penderecki, şef kürsüsünde olacak.
Devlet Opera ve Balesi’nden…
Çocukların bayram haftasında, 24 Nisan’da “Kuklacı” adlı
çocuk müzikali sahneye konuyor.
BİR DÜNYA KONSER
ANKARA
33. Uluslararası Ankara Müzik Festivali
Festival Ankara Gençlik Senfoni Orkestrası’nın konseriyle
4 Nisan’da başlıyor. Festival programında yer alan diğer
konserler: Duo Max Mausen- Jason Anderson-Trio Koch 5
Nisan, Giuliano Carmignola ve Darmstadt Barok Solistleri 6
Nisan, Aniello Desiderio’s Quartetto Furioso 7 Nisan, Kafig
Dance Ensemble & Debussy Quartet 12 Nisan, Hacettepe
Senfoni Orkestrası 13 Nisan, Steven Isserlis, (Çello) Connie
Shih (Piyano) 16 Nisan, Camerata Orphica 19 Nisan, New
York Gypsy All Stars 21 Nisan, Union Tanguera 22 Nisan,
Jin Myung Vurmalılar Topluluğu 23 Nisan, Yurodny Ensemble 25 Nisan, CSO Çello Quartet 26 Nisan, Sierra Ensemble 27 Nisan, Azerbaycan Devlet Senfoni Orkestrası
ise 30 Nisan’da festival kapsamında MEB Şura Salonu’nda
muhteşem konserlerle sizlerle olacak,,
Ankara Piyano Festivali kapsamında…
Duo Carmesí Resitali- Astor Piazzolla- İki Piyano için 01
Nisan’da, “Yaşayan En İyi Beethoven Yorumcusu” olarak
kabul edilen Avusturyalı piyanist Rudolf Buchbinder ilk
kez 2 Nisan’da festival kapsamında CSO Konser Salonu’nda izlenebilir.
ODTÜ Sanat 17 etkinlikleri…
Michael Prins, etkinlik kapsamında 4 Nisan’da, Hava Kuvvetleri Bandosu ve Cazın Kartalları Orkestrası’nın; Yıldız
İbrahimova, Peter Körner, Julian Lupu ve Noriyoshi Murakami ile birlikte seslendireceği konser ise 8 Nisan’da ODTÜ
Kültür ve Kongre Merkezi’nde müzikseverleri bekliyor.
İZMİR
Sahnelerden..
Erkin Koray 1 Nisan’da Event
Hall Sahnesi’nde nostaljik anlar yaşatıyor. Ceza, yılın ilk
İzmir konserinde 1 Nisan’da Container Hall’de sevenleriyle buluşacak. “Saygıyla Pink Floyd Çalmak” amacıyla bir
araya gelen Pink Floyd tribute grubu “7 Pink Floydlar ve 2
Prenses” 2 Nisan’da Volume İzmir Sahnesi’nde izlenebilir.
Yıldız Tilbe 2 Nisan’da, Balkanların sevilen ismi Azis 15 Nisan, Emre Aydın 22 Nisan, Hakan Altun 29 Nisan, Levent
Yüksel 30 Nisan’da Ooze Venue’de sahne alıyor.
Devlet Senfoni Orkestrası Konserleri…
1 Nisan konserinde, keman soloda Monriko Padovanni’yi şef Wojciech Rodek yönetiminde dinleyeceksiniz.
8 Nisan’da ise orkestrayı Adrian Prabava yönetiyor. 15
Nisan’da Emil Tabakov şefliğinde, kemanist Fedor Rudin sahnede olacak. 29 Nisan’da Klarinetiyle Ege Banaz,
şef Neslihan Erten yönetiminde sahne alacak. 22-23 Nisan’daki Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı Özel Konserinde de Neslihan Erten şef kürsüsünde olacak. Konsere
Işıkkent Eğitim Kampüsü Çocuk korosu eşlik edecek. Bütün bu konserleri A.A.S.S.M.’de izleyebilirsiniz.
ŞEHİR ŞEHİR
Sahnelerden
BSO Konserlerinden…
Gürer Aykal yönetimindeki Bilkent Senfoni Orkestrası 3
Nisan Pazar günü ”İhsan Doğramacı 101 yaşında” temalı
konserde Gülsin Onay’a ve 9 Nisan’daki konserde Ufuk,
Bahar Dördüncü’ye eşlik ediyor. 23 Nisan’da ise çocuklara özel muhteşem bir konser var. Sahnedeki sempatik
tavırlarıyla yönettiği bütün eserleri renkli kılmayı başaran
şef Howard Griffiths’in yöneteceği “Cadı ve Maestro”, çocukları sihirli bir masalın içinde yolculuğa çıkaracak. Mozart’ın yapıtlarına dinamik yorumlarıyla tanınan Alman
kemancı Frank Peter Zimmermann, 29 Nisan’da bu kez B.
Bartok ve L. Van Beethoven seçkileriyle sahnede olacak.
Funk ve caz müziği elektronik altyapılarla zenginleştiren
Electro Deluxe 3 Mart’ta Eskişehir Dedepark Otel’de izlenebilir. Zakkum, 4 Mart’ta Hayal Kahvesi Bursa sahnesinde.
Cem Adrian konseri 11 Mart Tudors Arena Antalya’da ve
18 Mart’ta Retto Trabzon’da, Hakan Altun 11 Mart, Gökhan
Tepe 12 Mart, Cenk Eren 18 Mart, Yaşar ise 26 Mart’ta Jolly
Joker Antalya Sahnesi’nde...
Alpaslan Ertüngealp şefliğindeki Antalya Devlet Senfoni
Orkestrası, “Çanakkale Zaferi” konseriyle 18 Mart’ta Antalya
Kültür Merkezi Aspendos Salonu’nda
sahne alıyor.
Ferhat Göçer 11
Mart’ta Hayal Kahvesi Gaziantep’te sevenleriyle buluşuyor.
9
FESTİVALLER
FESTIVAL
I
N
A
M
ZA
10
Festival, Latince “festivus” (şenlik, eğlence) kelimesinden
Batı dillerine ve oradan da Türkçe’ye geçmiş bir kavram
olarak karşımıza çıkıyor. İçeriğine baktığımızda ise belirli
dönem ve yerlerde yapılan müzik, sinema, tiyatro, dans
gibi kültürel etkinlikleri içeren toplu gösterilere verilen bir
isim. Tarihsel süreci içerisinde, II. Dünya Savaşı’ndan sonra festivallerin giderek yaygınlaştığını görüyoruz. Festivallerin düzenlenmesinde, bölgesel ekonominin gelişmesi
amaçlanmakla birlikte festivaller, sanat dallarının gelişmesinde de önemli bir etken oluyor.
Bu küçük dipnotun ardından gelelim asıl konumuza “Müzik Festivalleri”…
Yaptığımız araştırmalarda Türkiye’de her yıl 100’den fazla
festivalin düzenlendiğini görüyoruz. Ülkenin hemen hemen her kentinde yerel, ulusal festivaller, İstanbul, Ankara, İzmir ve Antalya gibi büyük kentlerde ise uluslararası
kültür-sanat festivalleri kapsamında, müzik festivalleri
gerçekleştirilmektedir. Uluslararası festivaller daha geniş
kitlelere yayılan, yerel festivallere göre daha zengin içerikli
festivaller oluyor. “Uluslararası” niteliği taşıyan festivaller,
en az 5 yıldan fazla gerçekleştirilerek, geleneksel hale gelmiş ve bir “marka kültürü” kazanmış festivaller. Bu anlamda düzenlenen festivaller, küresel toplumla kaynaşmayı
sağlıyor ve ülkeler arasında ortak kültür değerlerini öne
çıkararak, dünyada yaygınlaşmasında rol oynuyor.
Ülkemizde düzenlenen uluslararası festivallerin sayısı her
geçen gün artmakla beraber bu festivaller içinde, tüm
müzik türlerine yer veren ve ciddi vakıfların öncülüğün-
de yürütülen, varlığını ve niteliğini geçmişten günümüze
dek hala korumakta olanlar da var. İstanbul’da İKSV’nin
yürüttüğü tüm müzik festivalleri, İzmir’de İKSEV’in düzenlediği birçok festival-müzik etkinlikleri ve Ankara’da Sevda
Cenap And Vakfı’nın organize ettiği festival etkinlikleri bu
vakıf organizasyonlarına örnek olarak verilebilir.
Son yıllarda müzikte kaydedilen aşamalar, teknoloji ve
sosyal medya araçlarının yaygınlaşmasıyla, müzikseverlerin yurtdışındaki müziklere daha kolay ulaşması ve yavaş
yavaş oturan müzik kültürü akabinde festivaller ülkemizde daha farklı bir boyut kazanmaya başladı. Bu durumun
kültür ve sanat adına ne kadar mutluluk verici olduğunu
söylemeye gerek yok. Bu kadar söz yeter diyorsanız, son
olarak, ülkemizde festival kültürünün daha da yaygınlaşacağı festival gibi yarınlar diliyoruz ve sizi festivallerin
asıl kahramanları ile baş başa bırakıyoruz.
Türkiye’de 90’ların ilk yarısıydı ve çok büyük ses getiren
stadyum konserleri vardı; Michael Jackson, Bryan Adams,
Madonna, Guns’n Roses, Metallica, The Rolling Stones,
Scorpions, Bon Jovi… gibi dünya starlarının verdikleri
ve binlerce insanı bir araya toplayan konserler. Ülkemiz
için ilk kez böyle büyük organizasyonlar düzenleniyordu.
Tüm bu organizasyonların başında ise bir isim vardı ki neredeyse tüm şöhretleri Türkiye ile tanıştırdı diyebiliriz. Bu
isim elbette Ahmet SAN’dan başkası değil. Bizi tüm zarafetiyle ofisinde ağırlayan Ahmet San’la, gerçekleştirdiği tüm
bu organizasyonları ve festivallerin dünü ve bugününü
konuştuk…
11
FESTİVALLER
Türkiye’de bir “şöhret fabrikası”…
İlklerin marka ismi
Ahmet San…
Röportaj: Ümit DİRİCAN
Henüz 20’li yaşlarında “Hey” dergisinin Paris muhabiri olarak çalışmaya
başlayan Ahmet San, her hafta ünlü
bir isimle röportaj yapıyor ve her röportajı olay yaratıyordu. Ardından röportaj yaptığı sanatçıların konserlerini organize etmeye başlayarak, başarı
basamaklarını hızla tırmanıyordu.
Ülkeye döndükten sonra da durmadan çalışıyor; festivaller, konserler ve
çeşitli organizasyonlar düzenliyordu
ki bunlardan en çok ses getireni Uluslararası Çeşme Müzik Festivali’ydi.
Onunla birlikte Türkiye’ye neredeyse
“star yağmaya” başlamıştı. Michael
Jackson‘dan Luciano Pavarotti‘ye,
12
Bazı olmazsa olmazları
vardır bu işin, onları
yaptım. Bir kere bir tema
seçtik. Bir müzik
yarışması olsun dedim,
o zaman Eurovision şarkı
yarışmaları çok
revaçtaydı. Bizim de bir
mini şarkı yarışmamız
olsun istedim.
Madonna‘dan Tina Turner‘a, Elton
John ve Rolling Stones‘dan Ricky Martin‘e kadar birçok ünlüyü Türkiye’ye
getirdi. Ayrıca Kevin Costner, Hilary
Swank, Jean Claude Van Damme, Jan
Rouven, Ursula Andress, Bo Derek,
Brigitte Nielson, Elizabeth Taylor gibi
dünya çapında yıldızları ile de birçok
uluslararası etkinliğe katıldı… Biz
de tüm çalışmalarıyla neredeyse bir
“şöhret” fabrikasına dönüşen Ahmet
San’la keyifli bir söyleşi yaptık.
Festivaller ve konserler denildiğinde Türkiye’de ilk akla gelen isimlerden birisiniz. Özellikle 90’lı yıllarda
yaptığınız büyük organizasyon-
AHMET SAN
larla, Türkiye’de bir çığır açtığınızı
söyleyebilir miyiz?
Esasında ben ilk festivali 1982 yılında
başlattım. Daha önce de bölük pörçük ilçeler festivaller yapıyordu. Hatta İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV)
İstanbul’da 1974 yılında başladı herhalde. Ben konser organizasyonuna
1973’te başladım, çünkü hatırlıyorum
o yıllarda 1974-1975 gibi İstanbul Kültür Sanat Vakfı “İstanbul Festivali” adı
altında organizasyonlara başlamıştı
ama daha sonra bütün dünyada olduğu gibi ilçeler, yerleşim merkezleri,
iller üstlendiği için ben de Çeşme’de
başlattım. TRT’yle yol aldık uzun se-
neler, 7-8 yıl kadar. İlk kez Televizyon
Daire Başkanı Mehmet Turan Akköprülüler’le başladık. Yücel Yener Ankara
Televizyon Müdürü’ydü. Kahramanlar,
Erşan Başbuğ, İzzet Öz’lerin çalıştığı
dönemlerdeydi. İlk yönetmenimiz de
yanılmıyorsam Bülent Osma’ydı.
Bu dönemler sizin gazetecilik daha
doğrusu gazete muhabirliği de
yaptığınız dönemler mi aynı zamanda?
Hayır. Esasında gazeteci diyemezdim.
Paris’te talebeyken üniversite okurken hem yabancı sanatçı getirmeye
başladım hem de o dönemler gençlik
dergisi “Hey” vardı, haftalık 150.000’e
dayanan tirajlarımız… Orada her hafta röportaj yapıyordum. Önce Fransız
sanatçılarıyla başladım sonra frankofonlara falan geçtim. İtalyanlar, İngilizler derken 4-5 sene Hey Paris Muhabiri olmam sıfatıyla aşağı yukarı her yıl
her hafta bir röportajım yayınlanıyordu. Ondan sonra ülkeye geri döndüm
ve üniversite bitince, askerlik sonrası
Çeşme’de bu işe niyetlendim.
Ne kadar da iyi yapmışsınız gerçekten bir markasınız Türkiye’de
Ahmet San olarak bir markaya dönüştünüz.
Teşekkürler, evet organizasyon olarak
öyle.
Kesinlikle öyle hatta Türkiye’deki
en büyük konser organizasyonlarını siz düzenlediniz. Michael Jackson, Madonna, Ricky Martin...
Türkiye’de ilk stat konserini 86’da İzmir’de yaptım. Büyükşehir Belediye
Başkanı Burhan Özfatura’ydı o zaman ve Afrika’da “Live At” konserleri
oluyordu. Bob Geldof’un Londra’da
Afrika’daki kıtlığa gelir sağlamak ve
gündemi yakalamak için yaptığı konserler gibi, o dönem ben de 9 Eylül’de
İzmir’in “Kurtuluş Günü” için ilk büyük
stat konserini o zaman yaptım. 105
bin biletli, 40 küsur tırlık bir prodüksiyonla; 7, 8 yabancı ve 3, 4 Türk sanatçıyla ilk büyük stat konseri o zamandı.
Sonra 1993’ten itibaren İstanbul’da
stat konserlerini yapmaya devam ettim gerçek anlamda.
Festivaller neden önemli bir değerlendirme yapacak olursanız?
Aslında festivallerin hep bir amacı olması lazım. Ben niye festival yaptım.
13
BİR DÜNYA SOHBET
Niçin Çeşme’de yaptım? Esasında
1973 yılında başladım yabancı sanatçı konseri organizatörlüğüne. İzmirli
olmam nedeniyle, Çeşme’de eğlence
mekânları yatırımına girdim. 80’li yıllarda ihtilalin hemen akabinde, o dönemdeki kulüp ve disko işleri, böyle
karanlık insanların elindeydi. “Ya ben
onlar değilim ben farklı biriyim” demek için Çeşme’de ticaret hayatıma
paralel, içimi rahatlatması açısından
Çeşme’yi seçtim ve bir festival icat
ettim. Festivali icat ederken de uzun
süreli yaşasın diye kurumsal olsun istedim. Bazı olmazsa olmazları vardır
bu işin, onları yaptım. Neydi bunlar?
Bir kere bir tema seçtik. Bir müzik yarışması olsun dedim. Ülkeler katılsın
o zaman Eurovision şarkı yarışmaları çok revaçtaydı. Bizim de bir mini
farklı şarkı yarışmamız olsun istedim.
Uluslararası Çeşme Festivali esasında
akşamları bir uluslararası müzik yarışması ve konserlerden meydana geliyordu, gündüz de bunu halka yayalım
dedik. Bunun için temayı seçtim ve
14
Festivalde ayrıca Ornella
Mutti, Bo Derek,
Antonie Delon,
Pol Belmondo, Bridget
Nilsen gibi o dönemin
Hollywood starları gelip
festivali sunuyorlardı.
Performansta da o
dönemin yine en büyük
starları Kim Wilde, Nick
Camon, Hulio İglesias,
Sandra Kim,
Kyle Minoque, La Toya
Jackson, Janet Jackson…
kurumsal bir yapı oluşturayım dedim.
Dönemin Güney Deniz Saha Komutanı’na gittim. Çeşme’de bir festival
planlıyorum dedim. Gündüz deniz
aktiviteleri ile biz hem denizimizi satalım, hem de ülkemizi müziğin yanı
sıra deniziyle bütünleştirelim. Güney
Deniz Saha komutanlığı olarak büyük
lojistik güçleri olduğu için, ben de denize sahneler kurmak istiyorum onun
için sizin gücünüzden faydalanalım
dedim. Bu vakfın başında siz olun.
Sağolsun kabul etti. Sonra Hürriyet
ve Yeni Asır gazetelerinin Ege ekleri
tanıtım için bizimleydi. Çeşme Kültür
Sanat Vakfı bünyesinde sonra Dokuz
Eylül ve Ege Üniversitesi rektörlerine
gittim. İşte böyle bir organizasyon
var, üniversiteler olarak siz de katılın.
Sonra Çeşme’deki en büyük Turizm
yatırımcısı Selçuk Yaşar’ı, Çeşme Belediye Başkanı’nı ve Kaymakam’ı da dâhil ederek bir Kültür Sanat Vakfı kurup
sağlıklı bir mekanizma oluşturdum.
Dolayısıyla bu vakıf hem deniz eğlenceleri, hem spor aktiviteleri, hem
AHMET SAN
de müzik dolayısıyla denizi ve müziği
kullanarak Çeşme’nin ve Türkiye’nin
tanıtımına yönelik Çeşme Kültür Sanat Vakfının yaptığı bir Uluslararası
Müzik Yarışması ve Deniz Şenlikleri
Festivali adı altında 1982 yılında start
verdi. Kendimi de vakfın genel sekreteri seçtim. Diğer isimler zaten resmi
isimlerdi. 1 yıl sonra seçimler oldu.
Çok zeki bir Belediye Başkanı geldi
Nuri Ertan, biz onunla kafa kafaya verip İzmir’in ilçesi olan Çeşme’yi bir turistik merkez gibi dünya kamuoyuna
sunduk. Festival vasıtasıyla ve başta
İsveç olmak üzere Alman, Fransız, İngiliz turistlere yönelik bir tatil beldesi
haline geldi Çeşme, festivalin ilk 5 yılı
içerisinde. Bu yarışmalara katılan ülkeleri de hep bu ülkenin televizyonları
seçiyordu. Dolayısıyla 20-22 ülkenin
yarıştığı bu Çeşme Festivali her yıl en
az 14-15 ülke tarafından naklen yayınlanıyordu. Bütün çekimi de zaten TRT
yapıyordu. Sinyali veriyordu o katılan
ülkeler naklen yayınlıyordu. Ayrıca o
dönemin en önemli sanatçıları gerek
yurtdışı gerekse yurt içinden gelip
orada konserler veriyordu. Festivalde
ayrıca Ornella Mutti, Franceska De
Lara, Bo Derek, Antonie Delon, Paul
Belmondo, Bridget Nilsen gibi o dönemin Hollywood starları gelip festivali sunuyorlardı. Performansta da o
dönemin yine en büyük starları Kim
Wilde, Nick Camon, Hulio İglesias,
Sandra Kim, Kyle Minoque, La Toya Jackson, Janet Jackson… Ayrıca dönemin televizyon starları da geliyordu.
Türkiye’de ilk stat
konserini 1986’da
İzmir’de yaptım.
O zamanlar Afrika’da
“Live At” konserleri
oluyordu. Bob
Geldof’un Afrika’daki
kıtlığa gelir sağlamak
ve gündemi yakalamak
için yaptığı konserler
gibi, o dönem ben de 9
Eylül’de İzmir’in
“Kurtuluş Günü” için ilk
büyük stat konserini
yaptım.
Örneğin Hayat Ağacı diye bir dizi vardı oradan Kelly Rutherford geldiğinde
kaldığı otelin kapısında 20.000 kişi falan vardı. Yine Eduardo Capatilla diye
bir çocuk vardı Süper Star dizisinden.
TRT’nin dizileriydi zaten. Bu özellikleriyle de hala birçok festivalin yapabildiğini sanmıyorum.
Bu Festival kaç sene devam etti?
Ben 1993 yılına kadar Çeşme’de faaliyete devam ettim. 12 yıl kaldım ben
kaldığım müddetçe bu festival 12 yıl
devam etti. Ben ayrıldım İstanbul’da
yaşamama rağmen İzmir Çeşme’de
o festivali yapıyordum. Oradaki kulüp
ve restoranlarımın faaliyetine son verince, vakfın da maalesef başına gelen
bir albay emeklisi ve belediye başkanı
tarafından kurban edildi bu festival.
1993’ten sonra 1, 2 sefer aralıklı yapıldı sonra kendi kendini yitirdi. Biz tabii
ona başlayınca; Kuşadası’nda Ali Rıza
Türker, Antalya’da Atilla Özdemiroğlu, Marmaris’te de rahmetli Egemen
Bostancı ile devam ettik ve Türkiye bir
anda bir yaz sezonu 4 festivali olan bir
konuma geldi.
Merak ediyorum günümüzle kıyaslayacak olursanız siz Michael
Jackson, Madonna gibi hep çok
ünlü isimleri getirdiniz o dönem
için çok büyük organizasyonlardı.
Bu başarınızı neye bağlıyorsunuz?
Bir de günümüzdeki festival organizasyonlarını nasıl buluyorsunuz?
Şimdi her şey zamanında güzel. Ben
bu işi çok ciddi ele aldım. 1973’ten
15
BİR DÜNYA SOHBET
Dolayısıyla 20-22
ülkenin yarıştığı bu
Çeşme Festivali her
yıl en az 14-15 ülke
tarafından naklen
yayınlanıyordu. Bütün
çekimi de TRT
yapıyordu. Sinyali
veriyordu o katılan
ülkeler naklen
yayınlıyordu.
2013’e yani 40 yıl yaptım. Dünya
normlarında yaptım, olması gerektiği gibi yaptım. Ama ben yoruldum
ve başka dallara yönelmek istediğim
için, yapabileceğim maksimum şeyleri yaptığıma inandığım için de ayrıldım. Bu sektörde yani müzik, konser,
festivalde fazla boy göstermemeye
gayret ediyorum. Benim başarımın
tek nedeni bence bütün organizasyonun her etabını kontrol edebilme
gücüm vardı. Eğer bu güç olmasaydı,
birilerinin ağzına baktığınız takdirde
bu işleri başarılı götürmek mümkün
değil. Hâkim değilsen o uçlara, çözme
gücün yoksa, saçma bir rekabet varsa
yapmamak daha iyi. Ben de bunlarda
devrimi tamamladığıma inandım ve
yapmamaya karar verdim. Ülkemizde
dediğim gibi 1974 veya 1975’te başlayan İKSV gibi muhteşem bir vakfın
muhteşem festivalleri var. Film festivali müzik festivali, Antalya Film’de
Altın Portakalı devam ettiriyor. Adana ite kaka Altın Koza ‘yı yapıyor ama
müzikte gerçek anlamda bir İKSV var.
İzmir’de yine İzmir Kültür Sanat Vakfı
başında Filiz Eczacıbaşı’nın olduğu
bir vakıf var, bir de Ankara’da Sevda
Cenap And Vakfı’nın yaptığı. Bence 3
festival kalıcı devam etti. Yerel Antalya
Şarkı Yarışması, Marmaris, Kuşadası ve
16
Çeşme yaratıcılarının devam etmek
istememesi ve yerel güçlerin de bunu
sahiplenmemesi nedeniyle atıl kaldı.
Bu da çok önemli o zaman yerel
güçlerin desteklemesi ve devamlılığın sağlanabilmesi yüzlerce festival var sonuçta değil mi?
Tabii zaten çoğu “mış gibi” festivaller,
yapılmasa daha iyi bence. Müziğin
haricinde, mesela Büyükçekmece’de
Kültür Sanat Festivali var. Bu yıl 17.
senesi oldu. İki sefer Festivaller Birliği
tarafından “Dünyanın en iyi festivali” seçildi. Bu festival, folklor ve kültür
ağırlıklı. Burada 60’ın üstünde ülke
yarışmacıları geliyor, organizasyonlar,
yarışmalar yapılıyor. Türk ve yabancı
sanatçılardan müzik konserleri oluyor. Kültür ağırlıklı olarak var Büyükçekmece gibi 2-3 festival. Ama müzik
anlamında kanımca İKSV, İzmir Kültür
Sanat bir de Sevda Cenap And Vakfı’nın yaptığı 3 büyük şehirdeki müzik
ağırlıklı. Bunların hepsi popüler kültürden uzak festivaller. Popüler kültür
aktiviteleri de festival gibi değil ama
kendi içerisinde adına festival denilen,
adına mini festival denilen, konser denilen çeşitli etkinliklerle yapılıyor.
Merak ediyorum ülkemize getirdiğiniz ünlü isimlerle hala görüşüyor
musunuz?
Ben genelde hiçbir ilişkimi ortada
bırakmam. Birlikte çalıştığım dünya
starlarının üçte ikisiyle ilişkimi hep
götürüyorum. Götürmeye gayret ediyorum.
Peki, hala çalışmalarınız oluyor
mu?
Yok, olmuyor çünkü bu tip organizasyonlar yapmamaya gayret ediyorum
ama Amerika’ya gittiğimde oradaysa
Miami’de bir adada evi var örneğin
Hulio İglesias’ta kalırım hala. İşte Albano var, Yunan sanatçısı arkadaşlarımla
çok sık görüşüyorum. Madonna mesela zaten kendi içerisinde bile kapalı
kutu. Dolayısıyla bazı uç isimlerle temasım olmadı ama Madonna’nın menajeriyle her Los Angeles’a gittiğimde
buluşurum. Son dönemlerde başka
bir projedeyim sinemayla ilgili. Şu an
daha çok Hollywood starlarıyla temas
halindeyim.
Ne güzel, bir sinema yapımcılığı mı
yoksa?
Hayır, sinema sektöründe farklı bir
proje bu. Her türlü işbirlikçilerimle
beraber anons edeceğim bir proje olduğu için, şimdi öyle üstü kapalı geçiyorum ama dünya çapında sinema
sektörüyle ilgili bir proje olacak. Son 3
yıldır bununla uğraşıyorum. Önümüzdeki yıl da uygulamaya geçecek.
FESTİVALLER
“Jazz gibi”
ama en çok da
Kerem Görsev gibi...
Yaşamdan mavi notalara akan sihirli dokunuşlar…
Röportaj: Ümit DİRİCAN
Türkiye’de caz müzik denildiğinde ilk akla gelen isimlerden biri o. Büyük bir aşkla ve eşsiz bir sadakatle bağlandığı piyanosunun tuşlarına dokunduğu anda, sizi çok başka
yerlere alır götürür. Caz müziği “Bir hayal kurdurma mekanizması” olarak adlandıran Kerem Görsev’ i dinlerken,
güzel hayallere dalmamak ne mümkün… Küçük yaşta
başlayan müzik yolculuğuna; 16 albüm, sayısız konser
ve festival sığdırmayı başarmış, dünyaca ünlü birçok caz
sanatçısıyla birlikte çalmış ve aynı zamanda Türkiye’de
caz müziğin daha çok tanınmasını ve sevilmesini sağlamış yegâne isimlerdendir. Müthiş enerjisiyle, yüreğimize
bir kuş tüyü gibi dokunan müzikleriyle ve tüm bunların
yanı sıra mütevazı duruşuyla da gönülleri fetheden Kerem
Görsev’le; müzik kariyerini, katıldığı festival ve konserleri
keyifli bir sohbette konuştuk.
Türkiye’de caz müzik ve caz festivalleri denildiğinde
akla ilk gelen isimlerden biri sizsiniz. Müziğe adım
atışınız ve cazla tanışmanız nasıl oldu? Bu serüven
nasıl başladı?
Şimdi ben, annemin karnındayken derler ya… Evde hep
Rahmaninov, Prokofyev, Shostakovich gibi ağır Rus eserleri dinlemişim, babamın sayısı 5000’i geçen bir arşivi
vardı. Onlarla doğmuşum ve onları dinleyerek büyüdüm.
1960’larda dayım akademi mezunu bir ressamdı ve keman çalardı, yine amcam da çok iyi piyano çalardı. Teyzem de 1960’larda Fransız filolojisinde okurdu ve aynı zamanda Johnny Hallyday’lerin Suzi Quatro’ların, Beatles’ın
çıktığı dönemlerdi o dönem. Onların parçalarının sözlerini
18
yazar, mandolinle çalar ve şarkı söylerdi. Böyle bir klasik
müzik, işte o tarz müziklerin içinde evde, ben bu ritimleri duyarak, ritimlere göre kendimi sallayarak, şarkıları da
mırıldanınca demişler ki bu çocuğun kulağı duyuyor, o
zaman, ne yapalım ne edelim düşüncesiyle, 1967 yılında
İstanbul Belediye Konservatuvarına girdim ve rahmetli
Rana Erksan’ın talebesi oldum. Yine o sene ilk oyuncağım
bir duvar piyanosuydu. Üsküdar’da bir Ermeni ailenin konağında, 1867 yapımı bir Alman piyanosu, böyle şamdanlı
bir duvar piyanosu vardı. İşte babam da çok zor şartlarda
onu taksitle falan almış ve eve getirmişlerdi. Böyle başladı
konservatuvar hayatı.
Peki, cazla tanışma nasıl oldu konservatuvardan
sonra?
1967’de girdiğim Belediye Konservatuvarı bitince, 1972’de
İstanbul Devlet Konservatuvarı açılmıştı oraya girdim. Bu
arada abim Ahmet Görsev de Güzel Sanatlar Akademisi’n-
KEREM GÖRSEV
de göreve başlamıştı. Resim
bölümündeydi, onun da
ressam, heykeltıraş arkadaşları vardı ve bunlar caz dinlerdi. Onların içinden bir tanesi fotoğrafçı Ali Arif Ersen
1970’lerin ortasında bana
ilk caz albümümü plaktan
kasetli teybe çekti. O zamanlar disk playler yoktu
kasetli teypler vardı, orada
dinlerdim. Bana çektiği ilk
albüm Bill Evans’ın “Since We Met” albümüydü, tabi ondan
sonra Antônio Carlos Jobim’ler, Frank Sinatra’lar, Nat King
Cole’ler, Ella’lar, Ed Garland…Aklınıza ne gelirse yığılmaya
başladı o kasetler. Bir okyanusun içine girdik hala da dibini
bulamadım. 8000’i aşan arşivim var.
Eric Rewis ve Can Kozlu’yla birlikte çalışmaya başladığınız dönemde albüm, konser, festivaller zinciri mi
demeli adına? Birbiri ardına çok güzel çalışmalar yapmıştınız. Nasıl bir süreçti?
Doğru 1994-1995’li yıllarda, benim ilk albümüm zaten
1994’te çıkmıştı “Hands and Lips”, Eric ve Can’la birlikte
yaptığımız çalışmalar, kulüp çalışmaları, işte Amerikalılar
gelmeye başladı. Onlar benim evimde kalıyordu beraber
çalıyorduk. Bir eğitim gibiydi. Akşamları konserler oluyordu, gündüzleri bütün gün müzik dinleniyor evde; piyano,
kontrbas, practice yapıyoruz. Hayat öyle gitti o zamanlar
çok güzeldi. Onlarla Türkiye’de dolaşmaya başladık.
Büyük şehirlerde konserler
vermeye başladık ve “Trio”nun temelleri de o dönemlerde atıldı, sonra “Quartet”
olduk, “Quintet” olduk…
Böyle böyle o festivallere
bir adım mı atılmış oldu?
Sadece yurt içi ayağı mıydı yoksa yurt dışı da var
mıydı?
Yurt içi, yurt dışı hepsi art arda geldi. Benim ilk çaldığım
Uluslararası Festival Henzen Lips albümünden sonra
1994’te “Uluslararası İstanbul Caz Festivali’dir. Ondan sonra “Akbank Caz Festivali” derken hepsinde de onlarca kere
çaldım. Tabii ki Uluslararası İstanbul Caz Festivali Türkiye’nin amiral gemisidir. İstanbul Caz Festivali Türkiye’nin
bütün dünyada tanınmasını sağladı, dünyada aklınıza kim
geliyorsa, yaşıyor olan veya aramızda olmayan en büyük
efsaneler gelip çaldılar. O zamanlar açık havada oluyordu
ve on binler geliyordu o festivallere.
O festival ilk ne zaman başladı?
İstanbul Caz Festivali ilk 1994’te başladı ama onun öncesi var. Allah rahmet eylesin Nejat Eczacıbaşı’nın kurduğu
sanat vakfı tekti. Şimdi İstanbul Kültür Sanat Vakfı 5’e bölündü. İKSV Uluslararası Klasik Müzik Festivali, Caz Festivali,
bienal, tiyatro, sinema gibi ama hepsi de yapılıyordu. Me-
‘‘Uluslararası İstanbul Caz Festivali
Türkiye’nin amiral gemisidir.
İstanbul Caz Festivali Türkiye’nin
bütün dünyada tanınmasını
sağladı, dünyada aklınıza
kim geliyorsa, yaşıyor olan veya
aramızda olmayan en büyük
efsaneler gelip çaldılar.
O zamanlar açık havada oluyordu
ve on binler geliyordu
o festivallere.’’
19
BİR DÜNYA SOHBET
sela 1986 yılıydı galiba Oscar Peterson
geldi spor sergi sarayına Uluslararası
Caz Festivali değildi o zaman adı ama
Uluslararası İstanbul Festivali kapsamı
altındaydı. Sonra 1994’ten itibaren
Caz Festivali diye ayrılınca demek ki
21-22 sene geçmiş o da artık özerk
bir dünya festivali. Daha sonra çıkan
festivaller Akbank Caz Festivali, İstanbul Caz festivalinden doğan Ankara
Caz festivali var ki 15. veya 20. senesi
şu an. O festivalin de ilk açılış konserini ben yapmıştım 1995’te. Ankara
Caz Derneği kuruluyordu hadi Kerem
gel konser ver dediler, gittik buradan
çaldık TÜBİTAK salonunda olmuştu.
Hem de işte Ankara Caz Festivalinin
ilk konseriydi. Öyle gitti Ankara. İzmir
var, Antalya Piyano Günleri var, Alanya
20
Caz Festivali var... Yani bu festival nasıl
bir şey biliyor musunuz? Festival yani
adından belli, ne ekerseniz onu biçiyorsunuz. Festivalde insanlar hayatında yaşamadığı zevki senede 10-15
gün içinde yaşıyor, gidiyor orada dünya müzisyenlerini seyrediyor. Öteki
şehre gidiyor, oradan başka bir şehre,
bu kültürün yayılması için çok önemli
bir şey. Bu sırf cazda değil, klasik müzikte de böyle olması lazım, operada,
balede de festivaller yapılıyor onların
da olması lazım. Ben egoist bir şekilde
sadece caz diyemem. Kültür ve sanat
bir çınar ağacının kökleri gibi her şeyde yayılacak. Bienal de olacak, resim
heykel de olacak. Bunların hepsi olduğu zaman zaten Türkiye’de bomba
falan da olmaz.
O halde festivallerin, yapıldığı kente
ve ülkeye sadece kültür sanat olarak
değil, bunun yanında daha farklı kazanımları olduğunu da söyleyebiliriz
bu durumda.
Tabii ki. Dünya müzisyenleri buraya
geliyor onlarla birlikte paylaşıyorsunuz, paslaşıyorsunuz. O kültürü de
öğrenmeye başlıyorsunuz. Onlardan
bir şeyler kapıyorsunuz, benim hayatım öyle geçti işte.
Siz de farklı ülkelere gittiğinizde
orada kültürünüzü, kendi yaptığınız müziği de tanıtma şansı buluyorsunuz bu anlamda öyle değil
mi?
O konular çok tehlikeli konular. Şöyle
bir şey... Şimdi Türkiye’den Amerika’ya
gidip de Amerikan cazını çalarsanız
olmaz. Amerika’dan saz öğrenen meraklı biri Anadolu’ya gitsin Âşık Veysel’in bir parçasını çalmaya çalışsın
“a derler adama bak aferin ne güzel,
şirin” derler. Sizinki şirin de olmaz alay
konusu olursunuz.
Peki, sizin gibi başarılı bir sanatçı
olursa durum nasıl olur?
Ben onların müziğini çalmıyorum
ama. Ben Amerikan armoni sitemini,
Amerikan ritm sistemini hazmettikten
sonra yaşadığım ülkedeki ve dünyadaki olayları izleyerek bir müzik yazıyorum ve onlarla birleşip bir müzik
çıkmaya çalışıyor ortaya.
O halde siz kendi müziğinizi nasıl
tanımlayabilirsiniz?
Ben onu tanımlandıramıyorum ama
bana yaptığım müziğin ismini soracak
olursanız. Akustik caz ve yaşanmışlıklarımın müziğe alınmış hali derim
buna, Türkçesi bunun bu. Yani akustik
caz çalıyorum ben. Kendi kompozisyonlarımı çalıyorum. Akustik caz tınıları altında bir şey, büyük orkestralarla
yaptığım şeyler de büyük orkestra,
filarmoni eşliğinde akustik müzik diyebiliriz buna, akustik caz diyebiliriz.
Şimdi bu tanımlamalar çok tehlikeli,
çok dikkatli konuşmak lazım.
Özellikle caz müzikte bu ayırım ve
hassasiyet daha çok sanırım. Farklı
başlıklar altında değerlendirildiği
için.
KEREM GÖRSEV
‘‘Yurt içi, yurt dışı hepsi
art arda geldi. Benim
ilk çaldığım Uluslararası
Festival Henzen Lips
albümünden sonra
1994’te “Uluslararası
İstanbul Caz Festivali’’dir.
Ondan sonra
“Akbank Caz Festivali”
derken hepsinde de
onlarca kere çaldım.’’
Siyasette de öyle değil mi? Çok dikkatli konuşmamız lazım değil mi?
Yani bir yemek tarifinde bile dikkatli
konuşmak lazım. Yani esasında hayat
ne biliyor musunuz? Haddimizi bileceğiz. Bunun tek açılımı bu, haddimizi
bilerek konuşacağız. İnsanlara anlayabileceği şekilde anlatacaksın müziği, insanlar o zaman cazı da anlarlar.
Caz nedir “bir hayal kurdurma mekanizmasıdır”. İnsanlara güzel müzikle
hayal kurdurursanız her şey çok farklı
olur.
Sizin bir takipçiniz olarak bunu çok
güzel bir şekilde başardığınızı söyleyebilirim. Müziğinizi dinlerken,
sizi alıp başka yerlere, farklı bir hayal dünyasına götürüyor.
Teşekkürler sağ olun çok mutlu oldum bunu hissettirdiğime.
Sormadan geçemeyeceğim bir
konu var size. Sizin hayatınızda
çok önemli bir yeri olan Bill Evans’a
olan ilginiz nasıl başladı? Sizi takip
edenler çok iyi bilirler Bill Evans’a
olan hayranlığınızı.
Ben evlenirken Bill Evans dinleyerek
karar verdim…
Sizin için o derece mühim yani…
Harika…
Hatta anneme bile yıllar önce demiştim ki: “Ya sen niye babamla evlendin
de Bill Evans ‘la evlenmedin?” İşin şakası tabii ki... Evet, Bill Evans benim
dünyadaki varoluş nedenim. Yani olur
da kimi İbrahim Tatlıses dinler ona
hayrandır, kimi Rahmaninov dinler.
Ben ayrıca Rahmaninov da dinlerim
çok severim. Ara sıra paylaşırım ama
Bill Evans’ın anlattığı masallar, besteleri, yorumları benim kalbime ve beyin hücrelerime çok güzel girdi, kaldı
öyle de. Onu taklit etmiyorum, onu
dinleyerek kendime yeni bir yol bulmaya çalışıyorum. Birini taklit derseniz
kötü bir imitasyon olursunuz. Benim
bir prensibim var orkestradaki arkadaşlar çok iyi bilir. Ben sahnede hiçbir
Bill Evans parçası çalmam. Dinlerim
sadece çünkü o öyle bir çalmış ki bestelerini ben niye çalayım, olmaz. Bill
Evans benim bambaşka bir şeyim...
2017’de sunacağınız albüm çalışmanızdan da bahsedebilir misiniz?
Bugüne kadar 16 tane albümüm yayınlandı. Son albümüm de zaten “Four
Days” Ernie Watts’la birlikte yaptık,
2015 Aralık’ta çıktı. Emirgan’dan sonra
çıkan albümüm. Şimdiki albümüm ise
size oradan bir parça çalayım, Amerika’dan yeni geldi kayıtları…(Eşi Pınar
Hanım için bestelediği Spring Water’ı
dinledik) Bu albüm 2017 ‘de çıkacak
işte…
Ne büyük mutluluk, kendimi çok
şanslı hissediyorum. Daha çıkmamış albümünüzden parçalar dinlediğim için...
Bu 3-4 gün evvel geldi daha, kaydını
yaptık, mixi bitti, sonra mastering için
Londra’ya yolladım. Dünyanın en iyi
adamlardan biri Gerald Williams yapıyor bunun masteringini. Kaydı United
Stüdyoları’nda yaptık.
United Stüdyoları’na bir gidiyorsunuz
duvarlarda Frank Sinatra’lar, Duke Ellington’lar... Bütün dünyanın en efsane isimleri Count Basie orkestrası,
Sammy Davis Jr, Dean Martin orada
kayıt yapmış. Orada yaptık biz de o
stüdyoda yaptık. Bill Shiny diye bir
adam o stüdyonun sahibi 80’li yaşlarında ve recordinglerden 20 Grammy
kazanmış bugüne kadar. İşte bunlarla hayalim var bu albümüm çıkacak.
2018’de tekrar gidip bir şeyler yapmak istiyorum. Ona başladım şimdi
çalışmaya 2018 projemi çalışmaya
başladım. Son nefesimize kadar çalacağız üretmeye çalışacağız. Günün
birinde zaten sütten kesiliyorsunuz,
yazamıyorsunuz, fiziksel olarak yaşlanıyorsunuz ve çalamıyorsunuz, beyin
işlevlerini yitiriyor. Şimdi iyiyken yapmak istediğim kadar yapıyorum. Ama
yapmak için de yapmıyorum. Bir tane
daha olsun diye değil.
O duygular geldiği zaman sanırım
yapmak diyorsunuz?
Evet, bravo tam da öyle geldiği zaman müzik yaparsanız o zaman samimi oluyor işte.
21
FESTİVALLER
Feridun ERTAŞKAN
Cazkolik.com
PELİN OPÇİN
22
PELİN OPÇİN
Bu ayki sayımızın kapak konusu “Festivaller”… Adını duyduğunuz anda dahi heyecan verici çağrışımlar yapan,
adeta insanoğlu dünya üzerinde kültürel topluluklar halinde yaşamaya başladığından beri var olan bir kavram.
Festival insanları bir araya getirirken, ürettiklerini, biriktirdiklerini başkalarıyla paylaşmasını, kültürünün diğer
kültürlerle kaynaşıp zenginleşmesini ve devamlılığını sağlıyor. Antik Yunan’da da böyleydi, Osmanlı’da da. Yani, insanın olduğu her yerde ‘festivaller’ hep vardı ama yaşadığı
çağa, döneme ve topluluklara göre kendini şekillendirdi
ve günümüze kadar yenilenerek gelmeyi başardı.
Festivaller, tarih boyunca önemini ve renkliliğini hiç kaybetmedi. Bahar aylarındayız, önümüz yaz. Bir anlamda,
festivaller mevsimi geliyor. Okul bahçelerinden büyük
konser salonlarına, kasaba meydanlarından metropollere kadar büyüklü küçüklü birçok festivale, her tür müzikten sayısız konsere tanık olacağız. Bu nedenle, “Bir Dünya
Müzik” dergisi olarak bu sayıda size hem festivallerin süreç içindeki gelişimini anlatan özel bir yazı hazırladık hem
de bugün ‘festival’ deyince akla gelen ilk kurumlardan İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı İstanbul Caz Festivali direktörü sevgili Pelin Opçin’le buluşup konuştuk.
Festivaller her ne kadar rengârenk etkinlikler olsa da arka
planda dünyanın her yanından sayısız insanın bir arada
çalıştığı devasa birer organizasyon. Bu nedenle sevgili Pelin Opçin’le festivallerin hem görünen renkli ön yüzünü,
hem arka planını sorduk. Hem ‘İstanbul Kültür ve Sanat
Vakfı’nı, hem yöneticisi olduğu festivali konuştuk. Yani,
okuyucularımızın mümkün olduğu kadar ‘festival’ kavramının her yönüne ilişkin ayrıntıları yakından tanımalarını
sağlamaya çalıştık. Bu nedenle, Pelin Opçin’e konuğumuz
olduğu için teşekkür ediyoruz.
“Festivaller belirli sürede gerçekleşen
ama içerik ve erişim açısından büyük
operasyonlardır.”…
şimi ile kültürel faaliyetlerin hayata geçirilmesi ve bunun
sürdürülebilirliği yönüyle dünyadaki nadir kurumlardan.
Özellikle, kapsadığı farklı sanat dalları ve kaynak yapısı tüm
dünyada parmakla gösterilen bir başarıya sahip. Çok hızlı bir
gelişime ayak uydurduğumuz Cumhuriyet’in kuruluş döneminde devlet eliyle Türkiye’de sanat icrası kurumsallaşmış.
O dönemde buna ihtiyaç varmış ve iyi ki de böyle olmuş.
Bu yapı festivallere, uluslararası sanatın sahnelenmesine yönelik ortamı hazırlamış ve doğru bir zamanlama ile ilk İstanbul Festivali doğmuş. Kendi alanındaki birçok festivale göre
oldukça genç ama Türkiye Cumhuriyeti tarihinin neredeyse
yarısını kapsayan bir süre. Daha gidilecek çok yol var.
“Kültürel bir köprü olarak festivaller”…
Peki, bugünden bakarsak eğer, müzik festivalleri on
yıllar boyu ülkelerin müziklerini birbirine yaklaştırarak kültürel köprü işlevi gördü, sizce, iki binli yılların
anlık iletişim çağında festivallerin bu işlevi değişime
uğradı mı?
Küreselleşme ve bilgi çağı sayesinde, kültürler arası iletişim ve etkileşim için sonsuz gereç var artık. Ancak, festivallerde paylaşılan deneyimlerin, sanatçıların bir arada olmasıyla ortaya çıkan yaratıcılığın, izleyicinin tanıklık ettiği
üretimlerin verdiği haz ve bıraktığı izin yeri bambaşkadır.
Festivaller köprülerden biri olma görevini sürdürüyor.
İKSV’nin hem klasik, hem caz festivali yılda bir gerçekleşen faaliyetler. Yıl boyu süren hazırlığın ardından yaklaşık on günde olup bitiyor ve sonra yenisi
için çalışmaya başlıyorsunuz. Bu bir yıl boyunca arka
planda nasıl bir çalışma var?
İKSV’nin tüm festivalleri, sundukları içerikle, yıl boyunca bir
kültürel sezonda görülebilecek sayıda etkinliği bir solukta
izleyiciye sunuyor. Bu içerik festivallerin kısıtlı sürelerine
yoğunlaşıyor. Festivaller 15-20 günde gerçekleşip bitse
de, her biri içerik ve erişim açısından büyük operasyonlar.
Sevgili Pelin Hanım sizinle festival
hakkında bir sohbete başlarken elbette önce İKSV üzerine konuşmamız
lazım. Hepimizin malumu, Türkiye’de
müzik festivalleri denince kuşkusuz ilk
akla gelen, bağımsız ve kâr amacı gütmeyen bir kurum olan İstanbul Kültür
Sanat Vakfı oluyor. 45 yıldır Türkiye’de
müzik adına atılmış her adımda katkısı olan bir kurumsunuz. Müzik festivallerinin 20. yüzyılın ikinci yarısına
ait bir kavram olduğunu düşünürsek,
Türkiye’nin İKSV ile festivaller çağına
yetmişli yıllarda gecikmeden ayak uydurduğunu söyleyebilir miyiz, ne dersiniz?
Evet, bildiğiniz gibi İKSV sivil toplum giri-
23
BİR DÜNYA SOHBET
Festivallerde paylaşılan
deneyimlerin, sanatçıların
bir arada olmasıyla ortaya
çıkan yaratıcılığın, izleyicinin
tanıklık ettiği üretimlerin
verdiği haz ve bıraktığı izin
yeri bambaşkadır.
Bu operasyonun hem hazırlığı hem de yürütmesi haliyle
bir yılı aşan bir sürece yayılıyor.
Sürenin kısa olması ise içerikle ilgili hazırlıkların daha az
vakit alması anlamına gelmiyor. Tam tersi bu denli yoğun
bir programı belirli bir zaman dilimi içinde gerçekleştirmenin kendine özgü bir temposu var. Çoğu zaman, daha
mevcut festival bitmeden bir sonraki festivalin programlaması ile ilgili ilk fikirler gelişir. Uluslararası müzik gündemini takip ettiğimiz toplantılar, etkinlikler, çeşitli müzik ve
festival birlikleri ile ortak çalışmalar ve danışma kurullarımızdan edindiğimiz görüşlerle programlama sürecimizi
besliyoruz. Programlamamızı, İKSV’nin vizyonuna paralel
belirlediği önceliklere göre şekillendirirken, festivallerin
finansal ve operasyonel yapısını da belirliyoruz. Festivallerin en büyük finansal dayanağı sponsorluk olduğu için
eş zamanlı olarak kaynak arayışı sürüyor. İletişim planları
ve uygulamaları da önemli bir yer tutuyor. Festivale katılacak sanatçıların teknik ve lojistik gereksinimleri, mekân
seçimleri ve saha yönetimi gibi unsurlarla açıkçası bir yıl
bile yetmiyor, zamanla yarışıyoruz. Festival yöneticilerimiz
ve ekiplerimiz bir yandan da İKSV’nin farklı faaliyetlerinde
görev alıyor. Proje ve iş geliştirmede, uzun vadeli planlamalarda aktif rol oynayarak kurumun gelişimi ve erişimine
de katkı sağlıyor.
“Festivaller ait olduğu şehirlerin ruhunu
yansıtan etkinliklerdir”…
Bu son söyledikleriniz aslında bir müzik festivalinin
omurgası niteliğinde tanımlamalar. Peki, bir müzik
festivali konserlerden, görsel ve müzikal şovlardan
oluşsa da bu etkinliklerin yer aldığı mekânlar da konserler kadar önemli, bu konuya konserlere yoğunlaştığınız kadar kafa yorduğunuza eminim, konser ve
mekân ilişkisini belirleyen ölçütler neler?
İstanbul Caz Festivali en başından beri mekân – içerik ilişkisinin önemini vurguluyor. İzleyicinin gündelik rutininde
ayak basmadığı mekânları festival sırasında rotasına alması, mekânın kendine özgü dokusu, estetiği ile müzik
deneyimini pekiştirmesi en çok arzu ettiğimiz şey. Park-
24
lar, sokaklar, İstanbul Boğazı, kentimizin eşsiz tarihi, aynı
zamanda güncel kent kültürü Festivalimize benzersiz bir
arka plan oluyor.
Mekân seçimlerine gelince; öncelikle müziğin ve mekânın
ruhunun eşleşmesi, mekânın fiziki ve teknik özelliklerinin
orada sunulacak konsere uygun olması gerekir. İstanbul’un kültürel mirasına en çok özen gösteren kurumlardan biri olarak bu zenginliği gözler önüne serebilmek de
görevlerimizden biri. Bunu yaparken tabii ki tarihi dokusu
ile çok hassas olan mekânlarda yüksek seslendirme veya
ağır teknik malzeme gerektiren konserleri düzenlemiyor,
mekânın kimliğine uygun dinletileri tercih ediyoruz.
Festival konserlerinde sık yer alan bir izleyici olarak
söylediklerinizin yakından tanığıyım. İşin bir başka yanı ise şu, festivalde yer alacak konserlere karar
vermek için dünya müziğini takip etmek tek başına
yeterli olmasa gerek, kuşkusuz o konserler için para
verip bilet alacak insanların beğenilerini de takip etmeniz gerekir, bu çift yönlü ilişki hiç kolay bir iş değil,
Türk müzikseverin hangi konseri seveceğini nasıl öngörüyorsunuz?
Yani, sihirli formülümüzü soruyorsunuz… Dünyada müzik
ve sanat alanındaki gelişmeleri çok sıkı takip etmek, hatta
bunun bir parçası olmak ile yola çıkıyoruz. Kulaklarımız sadece müzik için değil, eğilimler, sohbetler, fısıltılar ve öne-
PELİN OPÇİN
riler için de açık. İzleyicimiz ve Lale Üyelerimizle etkileşime
çok açık bir ilişkimiz var. Sosyal medya, basın, radyolar,
plak şirketleri derken yüklü bir iletişim ağımız var. Ancak
izleyicimiz sadece kendi beğenisini görmek beklentisinde değil. Festivallerimizin önerdiklerini, öncü olduğumuz
alanlardaki yenilikleri de keşfetmek istiyor.
“Festivaller sanat alanındaki yeniliklerin
takipçisidir”…
Bu son cümle bence ayrıca çok önemli. Festivalde yer
alan müzisyenlerin yerli & yabancı dengesi nedir?
Öncelik her zaman dünyaca ünlü isimlere mi verilir?
Biliyorsunuz, İKSV, uluslararası sanatın en seçkin ve öncü
örneklerini izleyiciye sunmak ve bu sayede Türkiye’deki sanat gelişimine katkıda bulunmak misyonuyla kurulmuş bir
kültür kurumu ancak sanat alanında yenilikler, gelişmeler
bitmiyor ve hiç bitmeyecek. Bu yaklaşımla elbette uluslararası prodüksiyonlar, sanatçılar ağırlıklı yer alıyor. Çünkü
hala festivallerin bu yapımları sunmak ile ilgili önemli misyonları üstlendiğini düşünüyoruz.
Festivaller, yerli sanatçılar ve yapımlara, yıl boyunca gerçekleşen projelerinden farklı, festivale özgü üretim ve icralarla yer almaları açısından önemli bir platform sağlıyor.
Elbette festivaller canlı birer sanat organizması ama
aynı zamanda ciddi bir ekonomik faaliyet. Peki, bir
festival bütçesi hangi masraf kalemlerinden oluşur?
Örneğin, muhasebe müdürü o konserin bütçesini
karşılayamayız diye işinize karışabilir mi?
Sanatçı kaşelerinden, konaklama ve ulaşım ihtiyaçlarına,
teknik giderlerinden mekân düzenlemelerine, tanıtım
maliyetlerine uzanan dev bir liste. Yarattığı ekonomik hacim ise sadece festivalleri değil, festivalin etki çevresini de
kapsıyor. Elbette festivallerimizin bütçesi piyasa gerçekleri
ve kaynak geliştirme kapasitemiz doğrultusunda ayakları
yere basan bütçeler olmalı. Bu finansal yapıyı oluşturduktan sonra rehberimiz bütçemiz oluyor ve bu kapsamda
sanatsal içeriğimiz konusunda tamamen özgür hareket
ediyoruz. İKSV’yi İKSV yapan da bu.
Evet, bildiğiniz gibi İKSV sivil toplum
girişimi ile kültürel faaliyetlerin
hayata geçirilmesi ve bunun
sürdürülebilirliği yönüyle dünyadaki
nadir kurumlardan.
Özellikle, kapsadığı farklı
sanat dalları ve kaynak yapısı tüm
dünyada parmakla gösterilen
bir başarıya sahip.
Biliyoruz ki festivaller dünya çapında bir network
oluşturuyor, siz de bu ağın önemli bir üyesisiniz. Festivaller arasında nasıl bir işbirliği var?
Uluslararası Caz Festivalleri Birliğinin (IJFO) üyesiyiz. Bir
nevi uluslararası danışma kurulu gibi birbirimize destek
oluyoruz. Hem dünyadaki trendleri takip etmek, hem deneyim ve bilgi paylaşımı, hem de ortak projeler ve turneler
oluşturmak açısından çok işlevli bir yapı bu.
“Festivaller için sponsorluğun önemi”…
Kuşkusuz sponsorlar festivallerin çok önemli paydaşı. Günümüzde sadece bilet satarak bir festivalin gerçekleşmesi mümkün değil, sponsorluk nasıl bir mekanizma? Sadece ekonomik bir ilişki midir?
Açıkçası sponsorluk ilişkisinin sürdürülebilir olması çok
önemli. Sponsorluk kurgusuna sadece ekonomik fayda
veya karşılıklı çıkar yönüyle bakarsanız bunu başaramazsınız. Sponsorların faaliyet alanlarından bağımsız alanlarda
topluma fayda sağlamaları çok önemli bir olgu. Özellikle
kamu kaynaklarının kısıtlı olduğu bir ortamda sponsorluk
desteği çok çok önemli. Birçok kurum İKSV Festivalleri ile
sahiplendikleri alanlardan yola çıkarak, kendilerine bayrak
edindikleri bir sanat dalını seçti. Bu sayede İKSV dışı kültür
operatörlerine ve etkinliklere de destek olur hale geldiler. Bu da ülke genelinde kültür sanatın gelişimi için çok
önemli bir katkı.
Festivaller genellikle yaz aylarında gerçekleşen birer
açıkhava faaliyeti, İstanbul Caz Festivali de bu anlamda bir yaz festivali, hem yaz mevsiminin önemini sorsak hem de nüfusun büyük kesimi tatil planları
içinde olduğuna göre bu detayların konser izleyicisine olumlu/olumsuz herhangi bir etkisi oluyor mu
öğrensek?
23 yıldır bunun olumsuz etkisini görmedik. İzleyicimiz
önce caz sonra yaz tatili yapıyor. Tatilini festivale göre ayarlıyor. Görmeyi arzu ettikleri sanatçıları yurt dışında bile takip eden bir kitle var. Neyse ki festivallerimiz dünyada olup
biteni ayaklarına getiriyor. Tatil biraz daha bekleyebilir.
Sevgili Pelin Hanım sohbetimizin son sorusuna geçmeden öncelikle teşekkürümü tekrarlıyım ve sorayım, festivallerin geleceğine dair konuşmazsak
olmaz. Teknolojinin ve değişen yaşamın hızını düşünürsek festivalleri gelecekte nasıl bir değişim bekliyor? Bu konuda öngörüleriniz var mı?
Teknoloji, erişim ve iletişim açısından büyük faydalar sağlıyor, sağlayacak. Etkinliklerin teknik altyapısı ve görselliğini
geliştiren, festival deneyimi artırıcı unsurlar, erişimi kolaylaştırıcı yöntemler festivallerin lehine işler. Konseri sanal
gerçeklik gözlüğü ile izleyip, en gelişmiş hi-fi kulaklıkla
dinlersiniz ama hiçbir şey festivale katılan binlerce insanla o konserin duygusunu paylaşmanın yerini tutamaz. O
yüzden festivaller hep oldu, hep olacak.
25
O
BİR DÜNYA SOHBET
,
i
c
e
t
s
be
söz yazarı
l
şarkıcı,
ü
g
k
oyuncu… Ferman A
bir
Röportaj: Figen GÖKTAŞ
Manga ’nın solisti olarak kulağımızda ve kalbimizde yer
edinen İbrahim Ferman Akgül, bizi İstanbul’da stüdyosunda ağırladı. Kimdi bu yakışıklı ve yetenekli genç müzisyen…Ankara’da doğan Akgül, Gazi Üniversitesi Mimarlık
Fakültesi’ni bitirir. Ferman Akgül’ün küçük yaşlarda piyano ve gitarla başlayan müzik hayatı, mimarlık
okurken katıldığı ilk grubu Virgin Pulp ile şekillenir ve grubun solisti olur. Daha sonra farklı
gruplarla da çalışır ve 2001 yılında MANGA
olarak karşımıza çıkarlar.
Bakmayın mütevazı duruşlarına, Ferman Akgül ve MANGA müzik kariyerlerine pek çok
ödül sığdırdı...
2004 yılında piyasaya sürdükleri ilk albümleri, Türk rock tarihinin en başarılı ve en
çok satan albümlerinden biri oldu. Bu albümle grup, Altın Plak da dahil olmak
üzere çeşitli ödüller kazandı. MANGA,
2005 ve 2009 yılları arasında Türkiye
ve Avrupa’da tura çıktı. 2006 yılında
‘Bir Kadın Çizeceksin şarkısı’ FIFA06
soundtrackinde kullanıldı. Şehr-i Hüzün’ü 2009 yılının Nisan ayında
çıkardılar. Albümde, ney, piyano, darbuka, bendir, tambur
ve bağlama gibi geleneksel
enstrümanlar
kullandılar.
MTV Avrupa Müzik Ödülleri
2009’da Avrupa’nın En İyi Sanatçısı Ödülü’nü aldılar ve ardından 2010 Eurovision Şarkı Yarışması’na “We Could Be The Same”
26
FERMAN AKGÜL
“Rock,
zaten festivallerden
çıkmış, sokakta büyümüş
hep bir akışın içinde
olmuş bir müzik.
O yüzden bizim için
çok değerli ama sadece
rock için değil,
diğer müzik türleri
için de bir festival
çok önemli.”
adlı şarkılarıyla katılarak Türkiye’ye
ikincilik getirdiler. Ferman Akgül, 2012
yılında grubuyla birlikte “e-akustik” ve
2014’te “Işıkları Söndürseler Bile” albümlerini çıkardı.
Ferman Akgül müzik dışında sinemayla da çok yakından ilgileniyor.
Hayalleri arasında oyunculuk da olan
Akgül, MANGA ‘nın 2009 Nisan ayında çıkan albümünün yanında verilen
MANGA belgeselinin yaratıcısı olmakla beraber Sagopa Kajmer, Delta gibi
sanatçıların klip çekimlerinde Posthane team ile birlikte payı vardır. Sanatçı, Sagopa Kajmer ve Kolera’nın düet
şarkısı olan “Monotonluk Maratonu”
şarkısının klibini de çekti.
Ferman Akgül, ilk kez 2014 yılında,
“Sıra Bizde” isimli bir single çıkardı.
Şarkıcı, 26 Şubat 2016’da ilk solo albümünün habercisi olan “İstemem Söz
Sevmeni” parçasını, kendi kurduğu
“06 Records” şirketi aracılığı ile sevenleriyle paylaştı. Yine sözü ve müziği
kendisine ait, Buzuki tınılarıyla bezeli
harika bir şarkı olmuş. İçinizi yakıp kavuracak, tutku dolu sözlerinden bahsetmiyorum bile. Şimdi sırada değerli
sanatçımız Ferman Akgül ile gerçekleştirdiğimiz samimi bir sohbet var…
“İstemem Söz Sevmeni” adlı single
hayranlarınızla buluştu. Müzik hayatınıza bundan sonra tek başınıza
mı devam edeceksiniz?
Grup devam ediyor. Yazın da albüme
girecek zaten Manga. Bu arada benim
de uzun zamandır planladığım fikirlerim, şarkılarım vardı, onları yapmak
istedim, single gibi plak şirketi kurmak
gibi onlarla uğraştım. Bunun bir sonraki albüm için kendi adıma pozitif
ve ilham verici olarak yansıyacağını
hissettiğim için bunları paylaştım, bir
iki ay içinde bir single daha paylaşacağım. Yazın belki başka bir proje sonra
da yavaş yavaş Manga gelecek. Böyle
böyle önümdeki birkaç seneyi planlamaya başladım.
Kendi plak şirketinizi kurdunuz,
“06 Records” adında. Bu şirketi kurarken hedeflediğiniz neydi?
Aslında bugüne kadar bu isimde bir
yapım şirketinin olmamasına çok şaşırdım. Bu şirketi kurarken amacım, yeni
yetenekleri keşfetmek, onlara doğru
şansı vermek, doğru yolu göstermek.
Bize nasıl ilk Ankara’dan İstanbul’a
geldiğimiz zaman yardımcı olduysa
gruplar, yeni açılan prodüksiyon fir-
maları… Bizim o zamanki menajerlik,
prodüksiyon şirketimiz de bu hayallerle kurulmuştu. Şimdi onlardan bir
bayrak devraldığımı düşünüyorum ve
bunu devam ettirmek istiyorum. Yani
plak şirketlerine, şirket sahiplerine “Abi
bir grup var dinler misin? Demekten
ziyade “Bak bu grubu ben yapıyorum.
Gel bunu ortak yapalım.” diyorum. EMI
Universal ile böyle bir bağ kurduk,
ortaklık yaptık şimdi beraber projeler
üreteceğiz. Ben onların avcısıyım, onlar da benim amiral gemim.
Manga yurt içinde ve yurt dışında
birçok festivale katıldı. Festivallerin yapıldığı kente, katılan sanatçılara, ülke kültürüne katkıları neler
oluyor?
Bizim için çok daha fazla önemli, çünkü biz bir rock grubuyuz. Rock, zaten
festivallerden çıkmış, sokakta büyümüş oradan barlara taşınmış, hep bir
akışın içinde olmuş bir müzik. O yüzden bizim için çok değerli ama sadece
rock için değil, diğer müzik türleri için
de bir festival çok önemli, çünkü insanlar orada bir bağ kuruyorlar. Mutlu
da olsalar mutsuz da olsalar herhangi
kötü bir şey bile olsa orası bir payla-
27
BİR DÜNYA SOHBET
şım noktası. Yeni grupların yeni müzik türlerini keşfetme alanı ve o şehre
ekonomi de getiriyor. Küçük bir şehir
ise farkındalık getiriyor, mesela büyük
bir grup küçük bir kasabanın festivaline katıldığı zaman, kasaba için o ay
müthiş bir ekonomi doğuyor, müthiş
bir haber oluyor. Örneğin Budapeşte’de Şoprom diye bir köy var her sene
festival yapıyorlar. Oraya katıldığımızda çok büyük bir isim vardı, onun sayesinde 60, 70 bin kişi kasabaya akın
etmişti. Onlar için çok önemli isimlerini duyuruyorlar. Türkiye’de yapılıyor
ama çok daha fazla yapılması gerek.
Biraz müzik, Rock festivalleri azaldı. Biz
onun sıkıntısını çektik festivaller iptal
oldu, ertelendi ama umarım seneye
daha iyi olacaktır.
Hep kamera arkasında bir öykü yazayım, bir gün film yöneteyim isteğim
vardı, ama artık çok film izledikçe, aynı
filmleri teknikleri irdelemek için defalarca izledikçe oyunculuğun da çok
heyecanlı olabileceğini ve yapmak istediğimi fark ettim.
“Küçük Prens” iyi bir tecrübe oldu.
Orada Altan ağabeylerle, Demet Tuncer’ler ile Burak Kut ile öğreniyorum,
onlar bana çok şey katıyorlar. Şimdi
doğru bir proje, doğru bir teklifle artık
ne yapabileceğimi göstermek istiyorum.
Birçok ödülünüz var, hem yurt içinden hem de yurt dışından… Okuyuculara bu başarıların sırrından
ve ödüllerden bahseder misiniz?
İyi şeyler yaptık galiba…(Gülüyor) Aldığı her ödül insanı diğeri için heyecanlandırıyor, kamçılıyor. Farklı bir şey
yaptık, bu da izleyicide değerini buldu ve bizi onurlandırdılar, ödüle layık
gördüler biz de burada biriktiriyoruz.
Ayıptır söylemesi bütün ödülleri aldık,
vermeye devam etsinler gurur duyuyoruz, şımarıyoruz.
TRT’ye “Kulaktan kulağa” adlı bir
program yaptınız ve sunuculuğunu da üstlendiniz. Yakın zamanda
“Küçük Prens” adlı müzikalde yer
aldınız. Planladığınız başka projeler var mı?
Evet “Küçük Prens” müzikalinde pilotu oynuyorum ve müzikalin uzun bir
süre devam etmesi planlanıyor. Burak
Kut ile değişmeli olarak oynuyoruz bu
rolü. Mayıs’a kadar İstanbul’da sonra
Eskişehir, Ankara, İzmir derken sürdürmek, sahnelemeye devam etmek
istiyoruz. Müziğin yanında oyunculuk
da yapmak istiyorum bundan sonra.
Sinema yüksek lisansı okuduğum için
senaryo yazımına aşinalığım var, yapmışlığım var bunu.
28
“Aldığı her ödül insanı
diğeri için heyecanlandırıyor,
kamçılıyor. Farklı bir şey
yaptık, bu da izleyicide
değerini buldu ve bizi
onurlandırdılar.”
Müzik Kitaplığı
KİTAP
Şarkılardan Fal Tuttum
Metin Atamer
Yeni İnsan Yayınevi - 2016
Görüntünün
Müziği
Müziğin Görüntüsü
Cem Pekman
Pan Yayıncılık – 2004
Türk Sanat Musikisi, güfte ve besteleri
ile dillerden düşmeyen, unutulmayan
ve unutulmayacak yüzlerce, binlerce
eseri barındırır. Bu şarkıların yazılış
hikâyelerini merak edenler için Metin
Atamer, Şarkılardan Fal Tuttum isimli
beşinci kitabını kaleme aldı. Bazı güfteler öyle ilginç olaylardan esinlenerek yazılır ki, ancak hikâyesini bilirseniz
anlam kazanır. Bazı aşklar ise öyle şarkılara ilham kaynağı olur ki, okuyunca
şaşırır, o aşka saygı duyarsınız.
Bu derlemede, Sadi Konuralp'in anısı
etrafında bir araya gelen araştırmacılar, film, televizyon ve video ile müzik
ilişkilerine kuramsal ve tarihsel açılardan yaklaşırken, görselle işitselin etkileşimini somut örnekler üzerinden
tartışıyor ve bu alanda yapılacak çalışmalara öncülük ediyorlar.
Kültürel Müzikoloji
Ayten Kaplan
Bağlam Yayıncılık - 2005
Müzik nedir? Farklı müziklerin ortak
noktası nedir? Müziğin herkesin anladığı ortak bir dil olduğunda direten
insanlar yanılıyorlar mı? Bir insan olarak besteci, toplum içinde yaşar. Geleneği, kültürel değerleri; tüm kişisel ve
toplumsal yaşantısını yaptığı müzikle
aktarır.“
Müzik – Duyumların
Güzel Oyunu Semih Korucu
Pan Yayıncılık - 2014
Semih Korucu, kitabına Batı kültürünün,
yazı ve ses olarak iki ayrı düşünme ve
biçimleme üzerinden okumasını yaparak başlar. Batı kültürünün ulaşıp geldiği
avangard kuram ile yeşerip geldiği klasik olanı önce ayrı bölümler halinde ele
alır. Son bölümdeyse ikisini bir arada…
Alışılagelenin dışına taşarak, müziğe, ilk
ağızdan atfedilmekte olan 'duygu' olarak
değil, düşünme ve düşünmenin düşünülmesi üzerinden ulaşılan duygu olarak
yönelir. Cümle ve temayı ve onların neden oldukları biçimi yeniden okumaya
ve sorgulamaya girişir.
Değişmezlik Miti
Ernest G. McClain
CBN Yayıncılık - 2014
Okuyucunun müzik ve matematik
bilgisinin dışındaki mistik, mitsel, ezoterik ve geleneksel bilgi alanlarındaki arayışlarına sıradışı bir yaklaşımla
cevaplar sunulmaktadır. Öyle ki; bu
konulara dair var olan birikimini bu
eserle buluşturan okuyucu bir anda
kendisini notalar ve rakamlar evreninde görkemli bir yolculuğa çıkmış
hissedecektir.
29
FESTİVALLER
Sevda Cenap AndSEVDA
Müzik- C
Vakfı
Röportaj: Figen GÖKTAŞ
Konu müzik festivalleri olunca; Türkiye’nin evrensel müzik hareketlerinin
başladığı, ilk müzik kurum ve okullarının kurulduğu ve tüm ülkeye yayıldığı
kültür başkenti Ankara’nın önemli vakıflarından biri olan Sevda Cenap And
Müzik Vakfı’ndan bahsetmemek olmaz elbette. Kuruluş öyküsü 1940’lara
dayanan vakıf, günümüzdeki amaçlarına benzer hedeflerle, 1965 yılında Sevda-Cenap And Müzik Tesisi ve
1973 yılında Sevda-Cenap And Müzik
Vakfı’na dönüştü. Vakfın temel amacı,
ülkemizde evrensel çok sesli müziğin
tanıtılmasına, benimsenmesine ve
geliştirilmesine, her türlü olanakları ile
hizmet etmek. “Başkentimizin müzikal
kapasitesinin ‘Ankara’nın Festivalinde’
yansıtılması, şehrimiz ve sanatçılarının uluslararası arenada tanıtılması,
eser siparişleri, ilk seslendirmeler, sanatseverleri uluslararası şöhretlerle
buluşturmak, üniversite gençlerine
30
MÜZİK
ve olanağı olmayan bölge okullarına,
yaşam evlerine festival konserlerine
32 yıldır yaşanan
ulaşım olanakları ile halkımıza eğitim
her türlü değişim ve hizmetlerinin sağlanması, tarihî dobir katkı, Ankaralılık ve Vakfımız
zorluğa rağmen aralıksız kuya
adına bir görevdir.” diyen Vakfın Genel
Sekreter’i Pınar Alpay Yüksel’le vakfın
evrensel müzik ve
tüm etkinliklerini ve “Uluslararası AnAnkaralılık adına azimle kara Müzik Festivali” ni konuştuk.
Bu yıl 33’üncüsü düzenlenen Ulusve inatla
lararası Ankara Müzik Festivali nasürdürülen ve yıllardır sıl başlamıştı?
Kurucuları ve faaliyetleriyle Ankara’ya
aynı kalite ve çizgisini mal olmuş Sevda-Cenap And Müzik
Vakfı, 1940’ta Ses ve Tel Birliği olarak
yepyeni içeriklerle
ortaya çıkmış, 1965’te Sevda-Cenap
zenginleştiren festival, And Müzik Tesisi olarak yeniden doğ1973’teyse “çoksesli müziği yaybinlerce değerli sanatçıya muş,
gınlaştırmak, Türk bestecilerinin eser
üretimini desteklemek, eserlerinin tave sanatsevere ev
nıtımını yapmak” misyonuyla bugünsahipliği yaptı.
kü oluşuma dönüşmüştür.
O tarihten bu yana Vakıf, hizmet ala-
SEVDA CENAP AND MÜZİK VAKFI
nını sürekli genişleterek Türk bestecilerinin eserlerini yazdırıp, notalarını
bastırıp, kayıtlarını gerçekleştirmekte;
ulusal ve uluslararası işbirlikleriyle konserler, çoksesli müzikle ilgili kitap ve
nota yayınları, CD’ler, gitar yarışmaları,
Gitar Bienali, olanağı olmayan bölge
çocukları ve amatörlere kurslar, atölye
çalışmaları hazırlamakta; burs vermekte, yaz okulları, sosyal içerikli müzik
projeleri, kadınlar ve çocuk korolarıyla
çalışmalarını sürdürmekte.
Vakfın en önemli iki etkinliği Vakıf tarihçesiyle bağlantılı özel anlamları ve
anma nitelikleri olan tarihlerde düzenlenmektedir:
Evrensel çoksesli müziği yaşamın bir
parçası haline getirmeyi ve “Başkent’e
yaraşır bir festival” olmayı hedefleyen
33 yıl önce Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın maddi ve manevi destekleri
ile kurulan, Uluslararası Ankara Müzik
Festivali, kurucusu olduğu vakıf eliyle,
müzik alanında “sanat koruyuculuğu”
misyonu sürdürülmekte olan Cenap
And’a ithafen her yıl kendisinin aramızdan ayrıldığı 4 Nisan tarihinde başlamakta.
Çoksesli müziğe önemli katkı sağlamış, icracı, besteci ve eğitimcilerin
“Onur Ödülü Altın Madalyası” ile ödüllendirildiği törense 1989 yılından bu
yana her yıl Cevza And’ın yaşama veda
ettiği 6 Aralık tarihinde düzenlenmekte.
Festivalin bugün, hedeflenen kitleye ulaştığını düşünüyor musunuz?
32 yıldır yaşanan her türlü değişim
ve zorluğa rağmen aralıksız evrensel
müzik ve Ankaralılık adına azimle ve
inatla sürdürülen ve yıllardır aynı kalite
ve çizgisini yepyeni içeriklerle zenginleştiren festival, binlerce değerli sanatçıya ve sanatsevere ev sahipliği yaptı.
Festivali bugünlere taşıyan tüm destekleyicilere, Ankaralılık ruhunu festivale taşıyan her daim yanımızda olan
başkentin müzikal ve eğitim kurumları
ile izleyicilere de bir kez daha teşekkür
etmemiz gerekir. Tabii ki sayılarının
artması dileyerek…
Burada Ankara’dan, yani Türkiye’nin
CENAP AND
K VAKFI
‘‘1993 yılında Avrupa
Festivaller Birliği üyesi
olan Başkent
Ankara’nın ismini taşıyan
festivalimizin programı
üyesi olduğu Avrupa
Festivaller Birliği üyesi
30 ülkeden 90 festivale
ve Dünya Gençlik Birliği
üyesi 59 ülkeye
gönderilmektedir.’’
ilk evrensel müzik hareketinin başladığı, ilk müzik kurum ve okullarının
kurulduğu, ilk adımların atıldığı ve
tüm ülkeye yayıldığı önceliği olan bir
kültür başkentinden bahsediyoruz. Bu
başkentimizin müzikal kapasitesinin
“Ankara’nın Festivalinde” yansıtılması,
şehrimiz ve sanatçılarının uluslararası
arenada tanıtılması, eser siparişleri, ilk
seslendirmeler, sanatseverleri uluslarararası şöhretlerle buluşturmak, üniversite gençlerine ve olanağı olmayan bölge okullarına, yaşam evlerine
festival konserlerine ulaşım olanakları
ile halkımıza eğitim hizmetlerinin sağlanması, tarihî dokuya bir katkı, Ankaralılık ve Vakfımız adına bir görevdir.
Kuruluş amaçlarını ve geleneklerini
31
FESTİVALLER
‘‘Evrensel çoksesli müziği
yaşamın bir parçası haline
getirmeyi ve ‘Başkent’e yaraşır
bir festival’ olmayı hedefleyen
Uluslararası Ankara Müzik
Festivali, Cenap And’a ithafen
her yıl kendisinin aramızdan
ayrıldığı 4 Nisan tarihinde
başlamakta.’’
sürdüren bir Festivalden bahsediyoruz. Vakıf faaliyetlerinin tamamının
Vakfın özkaynakları ile sürdürüldüğünü ve sadece Festivalin desteklerle
gerçekleştiğini de göz önüne alırsak
sponsorluğun ne kadar önemli olduğunu görülür.
Vakfımız tarafından sanatsever kişi ve
kuruluşların katkılarıyla yenilerenek
Ankara’nın o dönem en büyük salonu
haline getirilen 1200 kişilik Meb Şura
Salonu ile ulaşabileceğimiz seyirci kapasitesi artmıştır.
Sanat ve eğitim alanındaki değişiklikler ile şehirlerimizin nüfus artışına
eş oranlı bir kültür aktarımı yapılamaması bu alana ilginin azalması, nitelikli
sanat eserlerinin beklenenden daha
az ilgi görmesine yol açıyor. İlgili kitlelerin şehir veya bölge değişimleri,
içinde bulunduğumuz genel ortam
da destekçi sayımıza ve salonlarımıza yansıyor. Gönül sanatın eğitimde
32
yoğun olarak kullanılmasını, başkentimizin sanatsal
hayatına daha fazla yatırım
yapacak şirketler ve bu faaliyetlere daha uygun salonlar yapılmasını istiyor.
Müzik festivalleri, düzenlendiği kente ve dahi
ülkeye ne gibi katkılarda
bulunur?
Dünyadaki ilk festivallerin şehirlerini, kültürel ve
sosyal kapasitelerini kullanarak tanıtmak, böylelikle
çekici hale getirerek turist
kazanmak ve şehrin ekonomisine canlılık katmak
için oluşturulduğunu göz
önüne alırsak festivallerin
sadece kültürel değil farklı
sektörler üzerinde dalga
etkisi yaratan bir ekonomik
fark yarattığını söyleyebiliriz. Bir Festivalin oluşması
için bir araya gelen sanatçılar ve ajansları, konaklama,
yeme içme, uluslararası ve
ulusal taşımacılık, güvenlik,
temizlik hizmetleri, halkla
ilişkiler, basın, tasarım ve matbaa gibi
sektörler ilk etapta bu yoğun sanatsal
etkinliğin parçalarını oluşturuyor.
Şehrin sanatsal hayatına bir başka
renk ve zenginlik katar festivaller ve
Uluslararası Ankara Müzik Festivali’ndeki gibi yaşamın hızlı temposu içinde arkadaşlar ve dostların keyifli bir
buluşma noktası olur. Afişleriyle bile
şehrin havasını değiştirebilir ve farklı
noktalarını kullanma ve tanıtma olanağını da sağlar.
Sanat yoluyla ülkenin ve şehrinin
uluslararası tanıtımına katkı sağlayan
uluslararası kabul gören etkinlikler
yaratıldığında gerek uluslararası basın
gerekse benzer örgütler aracılığı ile
dış ülkelerden de seyirci çekme, sanat
kurumları ve sanatçıları arasında tanınma ve sanatçılarımızı tanıtma, yeni
bağlantılar ve değişim projeleri kurulması ile ülkemizin inanılmaz güzelliklerini ve zengin kültürünü tanıtma
fırsatını da verir.
Başkentin uluslararası müzik platformlarında etkin olarak anılmasını sağlayan Festivalimize katılan sanatçıların
özgeçmişlerinde başta Ankara Müzik
Festivali’nin ve de ülkemizin adı yer
almaktadır. Festival’de Türk sanatçılarının yer aldığı ve bestecilerimizin
eserlerinin seslendirildiği konserler ile
besteci ve yorumcularımızın tanıtılması da sağlanmaktadır. 1993 yılında
Avrupa Festivaller Birliği üyeliğine ka-
SEVDA CENAP AND MÜZİK VAKFI
bul edilen Uluslararası Ankara Müzik
Festival i’nin bu misyonu da başarıyla
yerine getirdiğini söyleyebiliriz.
Vakfınızın düzenlediği diğer festivallerden ve festivallere kurumsal
bakışından bahsedebilir misiniz?
Vakfımızın gerek ulusal gerekse uluslararası çapta gerçekleştirdiği etkinlikler
ve Festivalimiz, Ankara’nın kültür ve
sanat hayatını değiştirmiş, geliştirmiş,
ilkleri yaşatmış, başka festivallere de
öncü bir etkinlik
Sevda-Cenap And Müzik Vakfı olarak
Uluslararası Ankara Müzik Festivali haricinde bir festivali düzenlememekle
birlikte Türkiye Gitar Buluşması, Bilkent
Keman Günleri, Kompozitörler Haftası,
Türkiye Korolar Şenliği gibi alanlarında
birer festival niteliğindeki etkinlikleri
desteklemektedir. Avrupa kültür platformunda kendini doksanlı yıllarda
kabul ettirerek, 1993 yılında Avrupa
Festivaller Birliği üyesi olan Başkent
Ankara’nın ismini taşıyan festivalimi-
Başkentin uluslararası
müzik platformlarında
etkin olarak anılmasını
sağlayan Festivalimize
katılan sanatçıların
özgeçmişlerinde başta
Ankara Müzik Festivali’nin
ve de ülkemizin adı yer
almaktadır. Festival’de
Türk sanatçılarının yer
aldığı ve bestecilerimizin
eserlerinin seslendirildiği
konserler ile besteci ve
yorumcularımızın
tanıtılması da
sağlanmaktadır.
zin programı üyesi olduğu Avrupa
Festivaller Birliği üyesi 30 ülkeden 90
festivale ve Dünya Gençlik Birliği üyesi
59 ülkeye gönderilmektedir. Vakfımız,
bünyesinde yürüttüğümüz özellikle
çocuk ve gençlere yönelik projeler, etkinlikler ve uluslararası birlikteliklerimiz
ile 2004 yılında Dünya Gençlik Müzik
Örgütü’ne (JMI) üye seçilmiştir. Bu örgütler ile ortaklaşa yürütülen Musma
ve eğitim, değişim projeleri gibi ortak
işbirlikleri ile ülkemizin ve festivalimizin
uluslararası boyutta da bilinirliğini vurgulamakta, sanatçı ve bestecilerimize
olanaklar yaratmaktadır.
Ankara’daki uluslararası festivallerin
başkentimize zenginlik kattığına inanan Vakfımız, yılın tamamının farklı
dallarda yolculuk olanağı sağlayacak
bir festival havasında yaşanması için
takvimlerin ayarlanması, çakışmaması
ve ülkemizdeki diğer festivallerimizin
de işbirliği yapması gerektiğini düşünüyoruz.
33
FESTİVALLER
“Organizasyon
gözle görülmeyen
mükemmel bir sanattır”
Can Demiral
Röportaj: Ümit DİRİCAN
Profesyonel kariyerine bir tekstil markasının Türkiye distribütörü olarak
başlayan Can Demiral yıllar içinde kendini organizasyonlar konusunda
geliştirerek; reklam, prodüksiyon, online medya ile bütünleşik pazarlama iletişim stratejileriyle, markalara hizmetler vermeye başladı. Markaları kültür ve sanat etkinlikleriyle buluşturarak tanınmış sanatçıların
konser ve etkinliklerine sponsorluk danışmanlığı da yapan Demiral,
2010 yılında Mega star Tarkan’la tanışarak çalışma fırsatı buldu ve klip,
konser, etkinlik ve sponsorluk iletişim danışmanlığını yürüttü. Yerli
ve yabancı birçok uluslararası organizasyonlara danışmanlık yaptı. TRT Avaz Kanalı’nda Türkiye’nin ilk festival
programının medya koordinatörlüğünü yaparak prodüksiyon ve offline medya alanında ilk
tecrübesini kazanmış oldu. Türkiye’nin popüler radyo ve müzik web portalı muzikonair.
com‘un Genel Koordinatörü oldu. Aynı zamanda kendi web sitesinde müzik, etkinlik, iş dünyası ve sosyal medya ile ilgili wiki
yazılar yazıyor. Birçok ulusal markanın
reklam, sosyal medya projelerinde imzası
bulunan Can Demiral’la keyifli bir söyleşi
yaptık.
Can Demiral kimdir? Kendinizden ve çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz?
Öncelikle TRT Bir Dünya Müzik dergisine
ve çalışanlarına bana bu sayıda yer verdiği için teşekkür ederim. Profesyonel iş hayatıma, Türkiye distribütörü olan bir tekstil
markasının, mağazalarında satış temsilciliği
yaparak atıldım. Kişisel gelişim, psikoloji,
satış, pazarlama ve müzik ile ilgili yayınları okuyarak yıllarca araştırmalar yaptım.
Sonra yabancı menşeili bir teknoloji şirketinde Satış ve Pazarlama Uzmanı olarak
çalışmaya başladım. O yıllar benim hayatımın dönüm noktasıdır. Reklam ajansları
ve marka yöneticileriyle iş birliği yaparak
birçok proje içerisinde oldum. Türkiye’de
Müziğin dijital hâkimiyetinin olgunlaşma-
34
CAN DEMİRAL
dijital hâkimiyetinin olgunlaşmadığı yıllardı o yıllar. Mega star Tarkan’ın
şirketinden teklif aldım. Hayatımın
değişmeye başladığını gördüm. 4 Yıl
açık hava konserleri, albüm öncesi
ve sonrası reklam ve sponsorluk iletişim çalışmalarını yürüttüm. Tarkan
ve ekibi bu sektörde benim önümü
açtı. Organizasyon şirketlerinin düzenlediği seri konserlere sponsorluk
danışmanlığı yaparak kariyerime devam ettim. Şuan konser, festival, defile
organizasyonları, marka etkinliklerine
kadar müşterilerimize anahtar teslim
hizmetler veriyoruz. Aylık çıkan Gala
dergisi ’nde “Sahne Arkası” sayfasında
müzik dünyası ile ilgili yazılar yazıyorum. Türkiye’nin en çok ziyaret edilen
müzik platformu muzikonair.com olmak üzere kendi bloğum candemiral.
com‘da radyo ve müzik dünyası ile ilgili yazılar yazmaya devam ediyorum.
Türkiye’de düzenlenen konser ve
festival organizasyonlarını değerlendirebilir misiniz? Tüm organizasyonlar açısından diğer ülkelerle bizim aramızda ne gibi farklılıklar var?
Festivaller, hem Türkiye’nin tanıtımında, hem de turizmin yol haritasında belirleyici bir faktör. Ülkemizde
gerçekleştirilen konserleri değerlendirdiğimizde, mekân kiralarının
rakamsal oranı bir hayli yüksek ve
sponsorsuz bir konser düzenlemek
neredeyse imkânsız hale geldi. Sanatçı, orkestra ekibi, saha çalışanları, mekân kirası, bilet satışları için
ödediğiniz komisyonlar, reklam ve
tanıtım giderleri, işletme vergileri
zarar etme kaygısı oluşturuyor.
Her sanatçının ayrı bir kitlesi var
ancak en iyi gruplar da olsa alanı
binlerce insanla doldursanız
da bilet satışlı konserler hep
bir risk taşıyor. Ülkemizde
yaşanan üzücü olayların ve
mücbir sebeplerinde etkisi
var. Umutla, sabırla işimizin
olumlu taraflarına bakmamız gerekiyor. İşimiz sanat,
hedefimize ulaşmak için
kullanacağımız malzemelerin kaliteli olması bizim
Dünyanın en prestijli
ödülleri arasından bir
Oscar, iki Altın Küre ve üç
Grammy’yi kazanmış, bir
çok defa da Yaşam Boyu
Başarı ödüllerine layık
görülmüş bir beste
fabrikası.
ilk şartımız. Diğer ülkelerde yapılan
festivaller daha zengin içerikli, burada
bütçe devreye giriyor. Sponsor olmak
için birbiriyle yarışan markalar var. Türkiye’de sponsorluk kavramı yıllardır
havaya atılan bir bütçeymiş gibi geliyor. Aslında o kadar yanlış ki…Etkinliklerde yer almak doğru hedef kitleyi
yakalamak için en iyi fırsattır.
“Organizasyon gözle görülmeyen
mükemmel bir sanattır” diyorsunuz. O zaman bir festival veya konser düzenlenirken neler dikkate
alınmalıdır? Önemli olan unsurlar
nelerdir?
İnsanın kişiliğini yansıtan yaptığınız
işin kalitesidir. İşimde çok titiz ve prensipliyim. Değişmeyen kurallarım var.
Doğru yer, doğru zaman, doğru planlama, doğru ekip 4 madde eksiksiz
uygulandığında kusursuz bir iş ortaya
çıkıyor.
Festivallerin, ülkelerin kültürlerinin tanıtımına ve gelişmesine olan
katkıları konusunda neler söyleyebilirsiniz?
Festivaller ülkelerin imajıdır. Siyasi, kültürel, sosyal aktivitelerle kazanım sağlayan
önemli turizm faaliyetleridir. Toplumlararası iletişimi güçlendirerek ev sahipliği
yapan ülkelerin tanıtımına ve pazarlanmasına katkı sağlar. Turizm literatüründe
çeşitli destinasyonlar yaratır.
Kültür ve sanat festivalleri düzenlendiği bölgenin kültürel etkinliğini ve
kültürel imajını geliştirme, güçlendirme, koruma ve yaymada çok önemli
rol oynar.
Bir festivalin uluslararası bir nitelik
kazanabilmesi için neler gereklidir?
Festivallerin gerçek anlamda uluslararası nitelik taşıması için en az 5 yıl
düzenli olarak gerçekleştirilmesi gerekir. Festivalin kültürel değerlerini,
cazip gelen her şeyi öne çıkarması ve
yabancı ülkelerden gelen konukların
ülkemizde ağırlamak, basın ve medya kuruluşları aracılığı ile duyurulması
gerekir. Böylelikle o şehirde düzenlenen festivallerde bir marka kimliği
kazanıyor.
Festival ve konser organizasyonları
açısından sosyal medya araçlarının
önemi var mıdır?
Sosyal medya kitlesel araçlardan biri
ve işimizin olmazsa olmazları arasında.
Tüm sosyal mecralar organizasyonlarımıza katılımı artırmak için büyük avantajlar sağlıyor. Festivallerin ve konserlerin duyurularını, hedef kitleye yönelik
stratejilerini, sosyal medya platformlarıyla daha da genişletebilirsiniz.
Tarkan dahil olmak birçok ünlü
isimle çalıştınız, aynı zamanda klip,
konser, etkinlik ve sponsorluk iletişim danışmanlığı yürütüyorsunuz,
yerli ve yabancı bir çok uluslararası
organizasyonlara danışmanlık yapıyorsunuz bunlardan da söz edebilir misiniz?
Tarkan’ın 2010 yılında çıkardığı albümü “Adımı Kalbine Yaz” pop müziğine
hareket getirdi. 4 Yıl süren bir sponsorluk desteği verdim. “Öp” klibinin
çekimlerinden bazı karelere ürün yerleştirme yaptık. Daha sonra konser
serisi başladı. Cemil Topuzlu Harbiye
Açıkhava Tiyatrosu’nda otomotiv sektöründen hizmet sektörüne kadar
birçok markayı bu konserlerde buluşturduk. Yaptığımız ölçümlemelerdeki
datalar sayesinde araç satışı bile gerçekleşti. Ülkemize konser vermek için
gelen yabancı sanatçıların konserlerine sponsorluk danışmanlığı yaptım.
Joaquin Cortes, Madonna gibi. Aynı
zamanda yurtdışından gelen gösteri
gruplarıyla da çalıştım.
Keyifli bir röportaj oldu. Sorularınız
için sizlere ve tüm TRT ailesine teşekkür ediyorum.
35
BİR DÜNYA OYUN
Aslıhan ŞAHİN GÜVEN
[email protected]
Öztürk Miraç SARAL
[email protected]
Hem göze hem kulağa…
Günümüzde pek çok sanat dalını
bir araya getirerek insanlara ulaşan büyük bir endüstri dijital oyun
dünyası. 60’larda hayatımıza giren dijital oyunların bugün ulaştığı noktayı çeşitli rakamlar üzerinden okuduğumuzda sadece bir
oyuncu olmak dışında müthiş bir
pazar potansiyeli ile karşılaşıyoruz. Dünyada dijital oyun sektörünün kullanıcısı olan yaklaşık insan
sayısının 1 milyar olduğu ve yıllık
bütçelerin milyon dolarlarla ifade
edildiğini belirtelim.
Oyunlar pek çoğumuzun hayatına atari ile girdi. 80’lere tetris gibi
oyunlar damga vurmuştu ve bilgisayar ve internetin kullanımının
yayılması ile beraber dijital oyunlar
pek çok platformda oynanabilir ve
nihai tüketiciye ulaşabilir bir hale
geldi. Bugün sektör öyle büyüdü
ve rekabet öyle çetinleşti ki oyun
geliştiriciler bir sinema filmi üretmekten pek de farklı bir iş yapmıyorlar ve hatta daha karlı bir iş
kolu olduğunu söylüyorlar. Artık
öyle büyük şirketler işin içine girdi ki bundan 30 yıl önce yalnızca
monofonik sesler ile yapılan oyun
36
müzikleri bugün özlemli birer hatıra olarak hafızalarımızda yer alıyor.
Zaman içinde teknolojideki önü
alınamaz gelişmelerin işin içine
girmesiyle, konsol ve bilgisayar
tabanlı oyunların içeriği de gelişirken, ev kullanıcıları daha kaliteli
donanımları kullanmaya itildi. Dolayısıyla kaliteli ses kartları ve ses
sistemlerinden geçerek kulağımıza gelen müzikler de büyük orkestraların, büyük koroların, ünlü
pop ve rock gruplarının bestelerine ve icralarına dönüştü.
Atmosfer her şeydir!
Eğer dünya çapında oldukça popüler bir video oyununu evde bilgisayarınızda oynamak isterseniz,
yalnızca bir bilgisayarınızın olması
asla yeterli değildir. İyi donanımlı
bir bilgisayara sahip olmanız, alacağınız zevki artırmakla kalmayacak daha kaliteli grafikler ve daha
kaliteli ses efektleri sayesinde oyunun karakteriyle özdeşleşmeniz
de kolaylaşacak. Eskiden Fantasy
Role Play denilen ve bilgisayarın
masaüstünde değil gerçekten masanın üstünde oynandığı oyunlarda, karaktere girmek ve karakter-
le özdeşleşmekteki başarı hayal
dünyanızla alakalıydı ve çok da zor
olmuyordu belki de. Fakat bilgisayarınızın başında bir ekrana bakarken ve bir başkasının hayalini yaşıyorken oyunda başarılı olmanızı
sağlayabilecek tek şey o atmosfere
girebilmeniz. Oyun geliştiriciler sizi
atmosfere sokabilmek için masraftan kaçınmıyorlar ve dünyanın en
ünlü, en üretken müzisyenleriyle
çalışıyorlar. Oyunun amacına, ambiyansına ve hedef kitlesine göre;
sahneleriyle ve karakterleriyle alakalı tematik müzikler besteleniyor. Ayrıca tıpkı film müziklerinde
olduğu gibi soundtrackler albüm
olarak da yayınlanıyor.
İşte bu atmosferi başarıyla kotarabilen küçük bir derleme:
Konser salonuna dönüşen
oyunlar
Tetris: Tetris oyununu bilmeyen
yok. Tetris’in artık tema müziği
ise aslında Korobeiniki ismindeki
19.yüzyıldan kalma bir Rus Halk
Şarkısı. Şarkı bir şiirden alınma ve
zarif köylü kızı Katya ile pazarcı bir
delikanlının arasındaki hüzünlü bir
aşk hikâyesini anlatıyor.
Oyunlar pek çoğumuzun
hayatına atari ile girdi.
80’lere tetris gibi
oyunlar damga vurmuştu
ve bilgisayar ve internetin
kullanımının yayılması ile
beraber dijital oyunlar
pek çok platformda
oynanabilir ve nihai
tüketiciye ulaşabilir bir
hale geldi.
Journey: 30 yaşındaki Amerikalı müzisyen Austin Wintory’nin
bestelediği ve Makedonya Radyo
Orkestrası tarafından kaydedilen
Journey(Yolculuk), Howard Shore
(Hugo), Hans Zimmer (The Dark
Knight Rises) and John Williams
(Tintin) gibi isimlerle birlikte “En
iyi görsel soundtrack” kategorisinde Grammy’e aday oldu. Bu video
oyunlarının tarihinde ilk kez gerçekleşti.
Assasin’s Creed: Türkçesi “Suikastçinin İtikadı…” Hasan Sabbah
devrinde başlayan ve 21.yüzyılla
bağlantıları olan destansı oyun
serisinin müzikleri Danimarkalı
Jesper Kyd’a ait. Jesper Kyd dışında oyunun tanıtım videolarında
ise Lorde ve Woodkid gibi isimlere
rastlamak mümkün.
Crysis: Crytek, Almanya’da Cevat,
Avni ve Faruk Yerli tarafından kurulmuş dünyanın en büyük oyun
şirketlerinden bir tanesi. Firmanın
amiral oyunu Crysis ise post-apokaliptik ama teknolojik bir dünyada geçen bir macera oyunu.
Oyunun müzikleri ise Oscar ödüllü
Hans Zimmer’a emanet.
Skyrim: Ejderhaların Atası Alduin’le
yapılan savaşların konu alındığı
Skyrim’in de bol ödüllü, mistik bir
soundtrack albümü var. Oyun Müziklerinin Mozart’ı sayılan Jeremy
Soule’a ait olan Skyrim dışında,
onlarca kült oyunun altında imzası
var.
Red Dead Redemption: Filmlerinde olduğu gibi western temalı
oyunlar da müzikalite anlamında
son derece tatlılar. İç içe geçmiş
bir kovboy hesaplaşmasının yaşandığı Red Dead Redemption
filmi ise hem orijinal soundtrack’i
hem de ufukta Meksika sınırını görünürken Arjantinli müzisyen Jose
Gonzalez’den çalmaya başlayan
Far Away (Uzaklara) şarkısıyla unutulmaz anlar yaşatıyor.
37
SESLİ KÜTÜPHANE
Misafirimiz Var
101.YIL VE DÜNYA DURDUKÇA
DAİMA…
Hazırlayan: ‘‘Misafirimiz Var’’ Ekibi
TRT Radyo 3’ün geçtiğimiz yıl yayın hayatına başlayan genç programlarından biri “Misafirimiz Var”.
Her hafta Perşembe günü saat
20.00-21.30 saatleri arası, ülkemizin muhtelif konser salonlarındaki
konserleri evinize getirmeyi amaçlayan bir program bu. Klasik müzik
38
ağırlıklı olmak üzere, caz ve dünya
müziğinin seçkin örneklerini, sanatçı ve dinleyici röportajlarıyla
ulaştırıyor Radyo-3 dinleyicisine.
Geçtiğimiz ay Misafirimiz Var, Ankara Radyosu Büyük Stüdyosu’nda
gerçekleşen bir konsere ev sahipliği
yaptı.
“Türkiye Cumhuriyeti’nin önsözü olarak kabul edilen “Çanakkale
Zaferi’nin 101. yıl kutlamaları için
31 Mart’ta Ankara Radyosu Büyük Stüdyosu’nda bir konser verdi
ARPANATOLIA. Çağatay Akyol ve
Ferhat Erdem’den oluşan ARPANATOLIA’ ya Ankara Filarmoni Orkestrası eşlik etti. Vurmalı Çalgılarda Suat
Kuş vardı. Orkestra’ yı Kemal Günüç
yönetti. Konser “ANADOLU’DAN
ANZAKLARA“ başlığını taşıyordu ve
Radyo-3’de “Misafirimiz Var” programında canlı olarak yayınlandı.
“Anadolu’dan Anzaklara“ konserini;
yaratıcılarından Ferhat Erdem “Oda
orkestrası mantığıyla konser yaptık”
diye nitelerken, Çağatay Akyol“ İki
enstrümanlı konçerto gibi düşünün konseri “ diyor.
91 dakika süren Radyo konserinde
görsellik hâkimdi. Özel kıyafetlerle
sahneye çıktı sanatçılar. Hitit dönemi giysileriyle Anadolu’nun tarihi
geçmişini simgeliyorlardı. Sahneye
kurulan perdede Anadolu’nun üç
bin yıllık geçmişini, acısını, sevincini,
isyanını, yaşadıklarını kısacası kültürel birikimini yansıtan siyah beyaz
görüntüler aktı. Radyo dinleyicisi
görüntüleri görmese de Ferhat Erdem’in görüntülerle ilgili açıklamaları yansıdı mikrofona…
Âşık Veysel’in bir ezgisiyle çınladı
Ankara Radyosu Büyük Stüdyosu.
Ardından…
“Anadolu’muzun kuşkusuz en
önemli ozanlarından biridir Âşık
Veysel. Onun çiçeklerin diliyle seslendiği bir türküsünü batı Toroslar-
RADYO-3
da yaşayan Yörüklerin yorumuyla,
bir Yörük sazı olan üç telli bağlamayla sunduk size. Göçer toplumlar
sadece kendi ürettiği, kendi yaşam
biçimlerine uyan ezgileri, türküleri
çalıp söylerler. Bunun istisnası Âşık
Veysel’in “Çiğdem der ki ben elayım, Yiğit başına belayım, Hepisinden ben alayım, Benden ala çiçek
var mı?” diye Yörüklerin Çiğdem
havası olarak adlandırdıkları bu
ezgidir. Bundan tam 101 yıl önce
atalarımızın, Anadolu insanımızın
Ata’mızın önderliğinde verdikleri
olağanüstü mücadelenin, zaferin
coşkusunu, mutluluğunu yaşıyoruz. Binlerce yıllık derin köklere sahip Anadolu kültürünün süzülerek
günümüze kadar ulaşmış o güzel
ezgilerinden oluşan “Anadolu’dan
Anzaklara“ temalı konsere hoş geldiniz” dedi Ferhat Erdem ve konser
başladı. Konserde söz görüntüleri,
ezgiler sözü destekledi... Karadeniz’den Kayseri’ye, Antep’ten Yemen’e ezgi ezgi Anadolu’yu gezdik.
Gezerken de öykülerini öğrendik.
“Kahve deyince hepimizin aklına ilk
gelen yerdir Yemen. Oysa Anadolu
insanı için Yemen evlatlarının gidip
de dönmediği diyarlardır…” diye
Yemen Türküsü’nün öyküsünü anlatmaya başladı Ferhat Erdem:
“Yemen yolu çukurdandır, karavanım bakırdandır
Zenginimiz bedel verir askerimiz fakirdendir…
Yemen bizim neyimize, şivan düştü
evimize…
Bak yavrular yetim kaldı güvenmeyin beyimize“ diyen Anadolu insanının sesi oldu. Acısını, hüznünü,
mutsuzluğunu yansıttı…
“Kahve deyince
hepimizin aklına ilk
gelen yerdir Yemen.
Oysa Anadolu insanı için
Yemen evlatlarının gidip
de dönmediği
diyarlardır…”
Yemen’le ilgili görüntüler aktı perdede. Savaşan gençler, patlayan
bombalar, yıkık dökük evler…
Sonra başladı Arpanatolia’nın yorumuyla Yemen türküsü… Gaziantep’in ‘‘Evlerinde bir ipekten halı var’’
türküsü... “Antep’te Kurtuluş Savaşı
yıllarında annesi, babası, akrabası
öldürülen çocuklar hiçbir şey olma-
mış gibi sokaklarda oynuyor. Düşman buna şaşırıyor… “ diye Ferhat
Erdem anlatıyor, biz dinliyoruz. O
dönem yaşanılanları anlattıktan
sonra, önce bir barak seslendirdi
Ferhat Erdem. Ardından da “evlerinde bir ipekten halı var“ ezgisini
seslendirdi Arpanatolia ve Ankara
Filarmoni Orkestrası. Antep’le ilgili,
Kurtuluş Savaşı’yla ilgili görüntüler
sahneye kurulan perdede akarken,
türküler görsellerle, sözlerle anlatıldı önce sonra da Arpanatolia yorumuyla ezgi oldu… Elbette Ankara
Filarmoni Orkestrası’nın katkıları
unutulmaz.
Konser boyunca bir eserde vokal
vardı… Çanakkale Türküsü’nü Ferhat Erdem seslendirdi. 91 dakikalık konser bittiğinde Anadolu’nun
zenginliğini yaşadık. Hüzünleri,
mutsuzlukları hatırlayıp yine ezgi-
lerde bulduk dayanma gücünü.
Görselliği çok etkili, sözüyle ezgisiyle duygu yoğunluğu yaşanan bu
konseri mutlaka izlemek gerekir.
“Türkiye Cumhuriyeti’nin önsözü
olarak kabul edilen“ Çanakkale Deniz Zaferi’nin 101. yılını kutluyor,
“Çanakkale Ruhu”nu her zaman yaşatmayı diliyoruz.
39
KENT HİKAYELERİ
Mandıra y a da
Bir Küçük Festival Hikâyesi
Reşit SARAÇOĞLU
[email protected]
ABD’nin New York eyaletinde bulunan küçük Bethel kasabasının önemli şahsiyetlerinden biriydi Max Yasgur. Bölgenin en büyük mandırasının sahibiydi. 650 ineği 240 hektarlık arazisinde özgürce geziniyor, Max Yasgur da ailesiyle
birlikte 650 ineğin kendisine sağladığı rahat yaşamın tadını
çıkartıyordu. Aslına bakarsanız, ne dünya müzik tarihine
geçme isteği vardı Max Yasgur’un, ne de onu dünya müzik
tarihine geçirecek bir özelliği. ABD’nin sıradan bir kasabasındaki sıradan bir çiftçiydi sadece. Sonra… Sonra bir şey
oldu ve Max Yasgur, dünya müzik tarihine adını altın harflerle yazdırdı.
40
Herşey, arazisinde etkinlik düzenlemek istediklerini söyleyen ve arazinin bir kısmını birkaç günlüğüne kendilerine
kiralamasını isteyen bazı gençlerin teklifini kabul etmesiyle
başladı. Daha önce iki kasabadan red cevabı alan organizatör gençler 1969 senesi Ağustos ayında yapacakları müzik
ve sanat festivali için yer bulma umutlarını yitirme noktasına gelmişlerdi ama 1919 doğumlu, hayatında rock müzik
dinlememiş Max Yasgur tekliflerini kabul ederek onları şaşırttı. 650 ineğin otladığı 240 hektarlık arazinin bir bölümü
geçici olarak festivale ayrıldı. Festivale en fazla 50.000 kişinin
geleceğini hesaplayan gençler buna göre hazırlıklarına başladılar.
Festival hazırlıkları sürerken Max Yasgur’un hemşerileri tepki
göstermeye başladılar. Birtakım ne idüğü belirsiz gençlerin
kendi kasabalarında festival yapmasını istemiyorlardı! Zaten
yapılacak iş matah bir şey olsa diğer kasabalar festivali kabul
ederdi! Uzun saçlar, garip kıyafetler, muhafazakar Amerikan
yaşantısına aykırı davranışlar… Bunları kabul etmek mümkün değildi!
Kasaba ahalisi görünüşte meseleyi görüşmek, aslında festivali engellemek için birtakım girişimlerde bulunmak üzere
toplandığında Max Yasgur, arazisini kiraya veren sıradan bir
çiftçiden fazlası olduğunu yaptığı konuşmayla gösterdi:
FESTİVALLER
birini yaratmayı başarmışlar ama başarıyı paraya çevirememiş, neredeyse iflas noktasına gelmişlerdi.
Öte yandan, mutluydular. Mutluydular zira hazırlıkları
50.000 kişi için yapılan bir festivale gelen 400.000 kişi organizasyonu neredeyse bizzat üstlenmiş, yemekten temizliğe,
sağlık hizmetlerinden güvenliğe kadar sıkıntısız bir festival
geçirilmişti. Mutluydular zira isimleri dünya müzik tarihine
altın harflerle kazınmıştı.
Gene de en mutluları mandıra sahibi Max Yasgur’du. Ruhani derinliğin, yüreğin kapasitesinin, insani büyüklüğün
iştigal edilen meslek dalıyla,
alınan eğitimle ya da sahip
olunan parayla ilgisi olmadığının açık delili Yasgur,
tarihin “büyük” insanları yazdığı bir dünyada kimi zaman
“sıradan” görünen insanların
da tarih yazabileceğini anlatmıştı tüm insanlığa sergilediği tavırlar ve özellikle
Woodstock’un kapanışında
festival alanında yaptığı şu
konuşmayla:
“Ben bir çiftçiyim. Bırakın
böyle bir kalabalığı, 20 kişilik bir topluluğa dahi nasıl
hitap edileceğini bilmem. Ama bence
sizler sadece Bethel kasabasına ya da
Jimi Hendrix, Joan Baez, Sullivan ilçesine veya New York eyaleSantana, Janis Joplin, tine değil tüm dünyaya birşeyi ispatladınız. Karşımda duran, tek bir yerde
The Who, festivale
toplanmış en büyük insan topluluğu.
Bu kadar kalabalık bir topluluk olacakatılan sanatçı ve
ğına dair hiçbir fikrimiz yoktu ve bu
yüzden su, yiyecek ve benzeri şeylerle
gruplardan sadece
ilgili sıkıntılar yaşadınız. Organizatörleribazılarıydı.
niz ihtiyaçlarınızı gidermek için devasa
çaba gösterdi ve bunun için alkışı
Organizatörler hem bir
hak ediyorlar. Fakat bundan da ötesi,
şaşkın, hem mutluydu. sizler, yarım milyon çocuğun – size çocuk diyorum çünkü sizden daha büyük
Şaşkındılar zira en fazla çocuklarım var – yarım milyon genç
50.000 kişinin gelmesi insanın müzik ve eğlence için üç gün
boyunca biraraya gelebileceğini ve
beklenirken festivale sadece müzik dinleyip eğlenebileceklerini tüm dünyaya gösterdiniz ve ben
katılım inanılmaz
bunun için sizlere müteşekkirim.”
olmuş, 400.000 kişi Max İște böyle bașlamıș; Amerika’da varlığını günümüze dek sürdüren, dünyaca
Yasgur’un arazisinde bir ünlü müzik insanlarını ve yüzbinlerce
seyirciyi ağırlamaya devam eden Wooaraya gelmişti!
dstock festivalinin hikayesi..
“Festivali engellemek için yasal birtakım değişiklikler yapmayı planladığınızı duyuyorum. Festival alanında çalışan
çocukların görünüşünden hoşlanmadığınızı duyuyorum.
Onların yaşam biçiminden hoşlanmadığınızı duyuyorum.
Savaş karşıtı olmalarından ve bunu yüksek sesle dile getirmelerinden hoşlanmadığınızı duyuyorum. Ben de o çocukların bazılarının görünüşünden hoşlanmıyorum. Yaşam
biçimlerine benim de özel bir hayranlığım yok. Özellikle de
uyuşturucular ve serbest aşk hakkındaki fikirlerine. Ve bazılarının hükümet hakkındaki görüşlerinden de hazzetmiyorum. Ancak, Amerikan tarihi
hakkında biraz bilgim varsa,
onbinlerce üniformalı Amerikalı’nın tam da bu nedenle,
bu çocuklar tam da şu anda
yaptıkları şeyi yapabilme
özgürlüğüne sahip olsunlar
diye savaşta can verdiğini
biliyorum. Bu ülkenin özü
budur ve ben, sırf siz kıyafetlerinden ya da saçlarından
veya yaşama biçimlerinden
yahut inandıkları şeylerden
hoşlanmıyorsunuz
diye
onları kasabanın dışına atmanıza izin vermeyeceğim.
Burası Amerika ve onlar festivallerini
yapacaklar.”
Ve yaptılar.
15 Mayıs 1969 günü başladı resmi adıyla “Woodstock Müzik ve Sanat Festivali”.
Hepsi hepsi üç gün süren Woodstock
17 Mayıs 1969’da sona erdiğinde müzik
tarihi bambaşka bir şekilde yazılmaya
başlanacaktı.
Jimi Hendrix, Joan Baez, Santana, Janis
Joplin, The Who, Jefferson’s Airplane
festivale katılan sanatçı ve gruplardan
sadece bazılarıydı. Organizatörler hem
şaşkın, hem mutluydu. Şaşkındılar zira
en fazla 50.000 kişinin gelmesini bekledikleri festivale katılım inanılmaz olmuş, 400.000 kişi Max Yasgur’un arazisinde bir araya gelmişti! Şaşkındılar zira
bu büyük kalabalık etkinliğin yapısını
tamamen değiştirmiş, girişin paralı olması düşüncesi 400.000 genç insanın
festival alanını çeviren çitleri basitçe yıkıp geçmesiyle uçup gitmişti. Şaşkındılar zira tarihin en büyük festivallerinden
41
MÜZİK KUTUSU
HOTEL CALIFORNIA
Rahmi Mert ÖZCAN
[email protected]
“Karanlık bir çöl otoyolunda,serin rüzgar saçlarımda
İleride parlak bir ışık...
Ağırlaştı başım, bulanıklaştı görüşüm.
Gece için durmalıydım.’’
1970’lerin ABD’li efsane Rock grubu Eagles’ın tüyleri diken diken eden, ingilizce bilmeyeni dahi sadece müziği
ile etkileyebilen ve tüm dünyada klasikleşmiş muhteşem
parçası Hotel California. Yaklaşık iki ay önce kaybettiğimiz
grubun gitaristi Gleen Frey ile vokali Don Hanley’nin 1976
yılında bestelediği, tüm dünyada yaklaşık 15 milyon satış
rakamına ulaşmış Altın Plak ve Grammy gibi dev ödülleri
kazanmış bu ölümsüz yapıt sadece ezgisi ile değil hikayesi ile de farklı duygulara, bambaşka hissiyatlara götürüyor
bizleri. Şarkı bu kadar özel ve unutulmaz olunca hakkında
da çok fazla senaryo çıkmış tabi. Bu şarkı neyi anlatıyor,
kimi anlatıyor, yaşanılanlardan bir kesit mi yoksa hayal ürünü mü? Bir şizofreni hikayesi mi yoksa bir umut yolculuğu
mu veya söylenenlerin ve konuşulanların aksine hiç birini
ifade etmiyor mu? Bana kalırsa işin özeti şu; 5 yıldızlı sır
gibi bir otel, farklı senaryolar ama hep aynı his. Eşittir Hotel
California.
42
“Koridor boyunca sesler vardı
Sanırım şöyle dediklerini duydum.
California Otel’ine hoşgeldiniz.
Ne kadar hoş bir yer,ne kadar hoş bir çehre.“
60 ve 70’li dönemlerin müzikteki en vurucu niteliği kesinlikle hissiyat. Bu da tamamen anlatım ve doğallıktan geçiyor. Günümüzde parçaların hem teknik alt yapı hem de
söz bütünlüğüne baktığımızda fazlasıyla dolaylandırıldığını ve karmakarışık bir hal aldığını görünce 60 ve 70’lerin
lezzetini keşfetmek çok da zor olmuyor. Şarkı sözlerinde
anlatılmak isteneni direkt olarak veren, bizimle konuşur
gibi içini döken ve iç sesini ezgileriyle bütünleyen gerçek
bir şarkı ve hissiyat formu olduğunu söylemek bence en
yerinde söz olur. Hotel California parçasının hissiyatı da
işte bu yukarıdaki cümlelerin her birinden ayrı ayrı geçiyor. Grup alıyor bizi karşısına ve bir hikaye anlatıyor. Öyle
bir ruh veriyor ki, hepimizin içinden geçen, hepimizin bir
çok noktasına değen... Sanki duygu eksikliklerimizi yakalayıp bizi tamamlamaya, bizi anlamaya, daha da önemlisi
kendimize bizi anlatmaya çalışan bir hikaye gibi görünüyor.
THE EAGLES
“ Ne kadar güzel bir sürpriz,
Getirir bahanelerinizi.
Aynalar tavanda , buzlu bir içecek...
Hepimiz burada kendi tutkularımızın, dürtülerimizin eseriyiz.“
Tema olarak bir dönemin California kültürüne ve hızlı
yaşam tarzına değinen, müzik otoritelerinin ve hayranlarının, hatta sıradan dinleyicilerin bile kendilerine göre
pek çok anlam çıkardığı bu ölümsüz eser için yapılmış
en güzel yorumlardan birisi de mutlu olmak için sürekli olarak bedensel haz peşinde koşmanın felsefesi olan
Hedonizm’in (hazcılık) bir yansıması şeklinde yorumlanmasıdır. Eagles grubu da verdikleri pek çok röportajda o
sanat-ticaret dengesini belki de bozmamak adına şarkının
hikayesine çok fazla girmemiş ama alt metninde şöhretler
dünyasının acımasız gerçekleri üzerine gittiklerini pek çok
kez vurgulamışlardır. Özellikle 60’ların ortalarından itibaren grupların popülerite sevdasıyla kurmuş oldukları pek
çok hayal, kırıklıklar ile sona ermiştir. Herkesin ürettiği ama
yetersizliği ve başarısızlığı kabul etmediği o dönemlerde
pek çok grup kaybolup gitti Amerikan rüyası içerisinde. Şu
an efsane dediklerimizin dahi hangi şartlarda bugünlere
geldiğini araştırıp muhakkak anlamak gerek.
“Bazı danslar hatırlanmak içindir,
Unutmak için bazısı...
Ve o izler çok uzaklardan çağırıyor hala,
Uyandırır seni gecenin ortasında.
Sonrasında da yaşarlar şaşaa içinde Hotel California’da. “
Hotel California için çok fazla senaryo olduğundan bahsetmiştim. Gerçekten de çok çok fazla. Hepsini anlatmaya
kalksam bir dünya öykü çıkar burada ama yinede en akılda
kalıcı ve en çok inanılmış bir kaç hikayeyi de anlatmadan
geçemeyeceğim. Mesela Hotel California’nın bir otel olmadığını simgesel olarak onu kullanıp asıl altında yatanın
eski bir kilise olduğunu vurgulayan pek çok kişi olmuştur.
Diğer taraftansa bunu eleştirenler Hotel California için akıl
hastanesi vurgusu yapıldığını dile getirmişlerdir. Çoğunluk ise sadece aşk sözcüğüne yönelmiş ve bu duyguyla
yazıldığından bahsetmiştir. Tabi söz konusu aşk olunca aşk
içinde de farklı farklı senaryolar çıkmışta çıkmıştır. Bunların arasında en dikkat çekenleri çok sevdiği kadını bırakıp
Vietnam’da savaşmaya giden bir adamın hikayesi, zengin
kız-fakir oğlan ilişkisi ve en çok kabul görmüş olan yanan
otelde sevdiğini kaybeden çocuğun hikayesidir. Gördüğünüz gibi şarkı sözlerinin soyut yapısı sebebiyle şarkı için
türlü hikayeler geliştirilmiş ve bu sayede de şehir efsanesi olmayı da başarmıştır. Hatta bu konu ile ilgili Türk bir
oyuncu TV’de verdiği bir demeçte otelini yapsalar bu kadar para kazanamazlardı demişti. Gerçekten de öyle değil
mi? Magazine bu kadar bulaşmış bir parça Hotel California
ve her çaldığında hala duygu hissiyatını size fazlasıyla verebiliyor. Magazine bu sebeple bulaşmak yozlaşmış ma-
gazin kültürünü de ayıklamak adına bence oldukça sevindirici. Radyoda Müzik Kutusu programımda bir dinleyicim
“Geçmişin rüzgarıyla sarıp sarmalayan bir şarkı” demişti, Bir
diğer dinleyicim de “Çok sıkıcı bulduğum bir ortamda 6.30
dakikamı huzurla geçirmemi sağladınız” deyip teşekkür
etmişti. Tüm teşekkürler bizden Eagles’a gelsin. Yıllar sonra
dahi herkeste farklı hisler, duygular yaratmayı başarmış bu
efsanevi parçayı bizlere sundukları için.
“ Rahatla dedi adam.
Varmak için programlandık
İstediğin zaman kontrol edebilirsin
Ama ayrılamazsın asla. “
Hotel California’nın büyüsü ve sırrı yazmakla bitmez. 6.30
dakikalık rahatlama ve kendinizi dinleme terapisi olarak
düşünebilirsiniz. Bence en kısa sürede, hatta hemen kendinizi bu efsanevi parçayı dinlemek için programlayınız.
Kontrol sizde. O sizi bırakabilir ama siz ondan asla ayrılamazsınız. California Otel’ine hoş geldiniz. Ne kadar hoş bir
yer ve ne kadar hoş bir çehre...
43
BİR DÜNYA İNSAN
KURT COBAIN
Murat ÖREM
[email protected]
Dünyayla, hayatın adaletsizliğiyle hatta kendi kendisiyle
bile meselesi olan adamlardandı Kurt Cobain. Bazı insanlar öyledir…
Onlar için kendi hayatlarındaki çok şeyin yolunda gitmesi
bir mutluluk kaynağı olmaya yetmez. Bu insanlar için mutsuzluk kaynaklarının çokluğu çok daha önemli bir derttir.
Kurt Cobain tam da bu insanlardandı. Belki dünyalı, büyük
bir ihtimalle de uzaylıydı! Bir de 27’liklerdendi. Bu arada
27’lik kavramını bilenler bilmeyenlere anlatsın... Bu 27’lik
konusunu ona buna sormaya cesaret edemeyenler veya
araştırma yapmaya erinenler de bir sonraki yazıyı beklesin.
Kurt Cobain’in 20 Şubat 1967’de başlayan ömür yolculuğu
44
sona erdiğinde, Türkiye’nin Kurt Cobain’in ölümünü hatta
dünyayı görecek hali yoktu. Tarihe 5 Nisan 1994 kararları olarak geçen devalüasyon, enflasyon, işsizlik ve büyük
ekonomik kriz zamanıydı çünkü Türkiye için. Geride kalan
yıllarda koalisyonlar, iflaslar, küçük siyasi hesaplar, “ne verirlerse daha fazlası benden” masallarına bulanmış zehirli
şekerler derken Türkiye ekonomik olarak sırat köprüsündeydi aslında taa 1990’ların başından beri...
Çok eleştirilecek yanları bulunsa da ekonomik anlamda
iyi kötü bir toparlanma süreci yaşayan dünyaya açılan ve
on yıl bile sürmeyen bu dönem, Cumhurbaşkanı Turgut
Özal’ın muammalı ölümüyle tak diye bitmişti. 17 Nisan
KURT COBAIN
1993’te makas değiştirdiğini çok son- “ Mutluluk satın alınmıyor. Olanlar beni bir süre mutlu etti
ama eski ben de mutluydu.
ra öğrenecekti Türkiye.
Olanlar
beni
bir
süre
mutlu
Hatta kullanılmış eşyaları arayıp saTarih 5 Nisan 1994’ü gösterdiğinde
tın alırken çok daha mutluydu.
Türkiye bir kez daha zam dalgası, keetti ama eski ben de
Şimdi sanki biraz karanlık var ve bu
mer sıkma politikaları ve parasının
mutluydu.
durum beni korkarım içine çekeyüksek oranda değer kaybının yacek“ diyen.
şandığı devalüasyon duvarına çarptı.
Hatta
kullanılmış
eşyaları
Bu dünyadaki konukluğu yalnızca
Türkiye için bu tarih hafızalara eko27 yaşındayken biten Kurt Cobanomik kriz kavramıyla kazınacaktı.
arayıp satın alırken
in’in o kısacık zaman içinde ürettikAma dünya için Nirvana grubunun
çok
daha
mutluydu.
lerinin hatırasına olsun bu yazı da.
alamet-i farikası olan 27’lik Kurt CoÖlümünün 22. yıldönümünde Kurt
bain’in beklenmedik ölümü demekti
Şimdi
biraz
karanlık
var
ve
Cobain’i andığımız bu yazıyı onun
5 Nisan 1994. Müziğini sevseniz de
sevmeseniz de bilenler bilir ki Kurt bu durum beni korkarım cümlesiyle bitirirken bir büyük bilge Mevlana’nın “Ya olduğun gibi
Cobain dünya müziğinin kuyruklu yıliçine
çekecek“
görün ya da göründüğün gibi ol”
dızıydı. Kuyruklu yıldızıdır...
cümlesinin evrenselliğini de hatırGeldi, parladı,
latalım size…
Karanlıklara dikkat çekti,
“Olmadığım biri gibi görünüp sevilmektense olduğum
Ve kocaman bir kara delik tarafından yutuldu.
Merak edenler bugün de Kurt Cobain’le ilgili her şeye ula- biri gibi yaşayıp nefret edilmeyi tercih ederim.”
şabilir. Onun hayatındaki uyuşturucu da dahil gelgitlerine,
büyük hatalarına ve bugün bile kesin olarak bilinmeyen (Murat Örem/ büyük oğlum Umur Örsan Örem’in katkılarıyla…)
haliyle ölümünün intihar mı yoksa aşırı dozdan mı olduğu
sorularının farklı cevaplarına da tekrar tekrar bakabilir.
Ama aynı Kurt Cobain’di, dünyanın vicdanını ve ahlakını
kiraya verdiği Bosna mezalimi rezilliğinde, tecavüze uğrayan Bosnalı kadınlar için konser veren grubun beyni olan
kişi… O Kurt Cobain’dir ki;
“ Mutluluk satın alınmıyor.
45
BİR DÜNYA FESTİVAL
Festivallerin ham maddesi
Feridun ERTAŞKAN
Cazkolik.com
Türkiye, festivali eksik olmayan
bir ülke. Yurt çapında bir yılda kaç
festival gerçekleştiğini merak ettiniz mi hiç? Şöyle söyleyelim, -yerel
belediyelerin mevsimlik etkinliklerini de sayarsak- belki de yüzlerce.
Bu festivallerin yaklaşık elli kadarı
ülke çapında bilinen kurumsallaşmış organizasyonlar. Ağırlıklı
olarak turizm ve kültür & sanat
ekseninde gerçekleşen festivaller
başta büyük şehirler olmak üzere
Anadolu sathına dağılmış durumda ama tabii başı İstanbul çekiyor.
Yerel etkinlikleri ‘Türkiye’de Festivaller’ kapsamının haricinde tutarak genelleştirirsek büyük resmi
daha iyi görebiliriz.
Festivallerin ham maddesi
müzik.
Tüm dünyada festivaller çoğunlukla müzikle anılır. Geçmişten bugüne hangi döneme bakarsanız
festivalin ham maddesinin müzik
olduğunu görürsünüz. İnsanın,
hayatı daha keyifli hale getirmek
için elindeki en önemli malzemedir müzik. Eğlence, kültür alışverişi,
46
müzik
sosyalleşme hepsi müziğin çevresinde şekillenir. Tarih boyunca da
böyle olmuştur ama sinemadan
tiyatroya, danstan modern sanatlara ve performans etkinliklerine
hatta bienallere kadar sanatın tüm
disiplinleri modernleşen hayatın
içinde festivallerin ayrı birer sayfasını oluşturup kendini çoğaltmış,
zenginleşmiştir.
Türkiye’de ve dünyada
festivaller.
Bir Dünya Müzik Dergisi olarak
titizlenip saydık, eledik ve yaklaşık özetini çıkardık. Şu an Türkiye
çapında, yukarda kastettiğimiz
anlamda ve nerdeyse tümü uluslararası çap, organizasyon ve kalitede kırktan fazla müzik ve kültür
& sanat eksenli festivalimiz var. On
kadar film, yedi ila on arası değişen sayıda tiyatro, beş kadar dans,
esasen müzik eksenli olmakla birlikte farklı temaları da bünyesinde
barındıran on-on iki kültür & sanat
festivali ve on beş ve üstü sayıda
klasikten caza, operadan pop, rock
ve elektronik müziklere dağılan
yelpazede müzik festivalleri.
Türkiye festivalleri, dünyanın genelinde olduğu gibi mevsimseldir,
güzel havaları bekler. Kasım-Nisan
arası az sayıda festival gerçekleşirken Nisan-Kasım arası hepsi sıraya
girer. Üstelik Nisan-Mayıs aylarında
gerçekleşen üniversite festivallerini sıralamaya dâhil etmedik bile.
Belki de ayrı bir yazıda ele almalı.
Ülkemiz için çıkardığımız özetin
benzer yansımasını diğer ülkeler
için de düşünmek mümkün. Tabii,
ülkelerin büyüklük, zenginlik, gelişmişlik ve refah seviyelerini göz
önünde tutarak. Bir örnek verelim;
sadece New York’ta kırktan fazla festival olduğunu düşünürsek
Amerika çapında her yıl binlerce
festivalin gerçekleştiğini rahatlıkla
söyleyebiliriz.
Ülkelerin kültürel mirasları
festivallerin temalarını
belirliyor.
Avrupa, klasik müzik festivallerinin
ana vatanıdır. Amerika pop, caz ve
rock gibi müziklerin. Kıta Afrika’sı
çok büyük bir coğrafya ama etnik
temelli yerel müzikleri dünya ile
buluşturmaya uğraşırken benzeri
kaygılar Kuzey Afrika’dan başlayıp
Pakistan’a kadar uzanan Müslüman coğrafyasında da görmek
mümkündür. Dünyanın en farklı
renkleri müzik festivallerinin rengârenk yelpazesinde ayrı duygularla buluşur. Hindistan ve Uzakdoğu
çok farklı iken Güney Amerika ve
Latin kuşağı bambaşka duyguları
tetikler ama yine Afrika’ya uğrarsak
eğer dünyanın tüm festivallerinde
seslendirilen müziklerin çıkış noktası tıpkı insanoğlunun dünya üzerindeki dağılım rotasının başlangıç
noktası olması gibi yine Afrika’dır.
Bugünün modern festivalleri kuşkusuz Avrupa’nın eşsiz klasik müzik
festivallerinden doğmuştur. Örneğin Celtic kökenli folk müzik festivallerinin geçmişi 5. yüzyıla kadar
giderken günümüze kadar uzanan
klasik müzik, oda müzikleri, koral
ve opera festivallerinin geçmişi 17.
yüzyıla kadar uzanmaktadır.
Bugün anladığımız anlamda
modern festivaller 20. yüzyılın
kavramıdır.
20. yüzyıldan itibaren şekillenen
bugünkü müzik festivalleri, geçmişi 1930’lara uzanan Blues ile
1940’lara uzanan caz festivalleridir.
Bir diğer deyişle, günümüz modern müzik festivallerinin ataları ilk
blues ve caz festivalleridir. İlk pop
ve rock festivalleri ise 1950’li yıllar
ve sonrası döneme aittir.
Tarihçiler, ilk caz festivalinin 1954
yılında Amerikan sosyetesinin
önde gelen isimlerinden Elaine
Lorillard öncülüğünde Newport,
Rhode Island’da başladığını yazar.
Bir anlamda, festivaller de müziğin
geçirdiği evrimi takip etmektedir.
Aynı tarihçiler, pop & rock olarak
ilk festivalin, aslında caz & blues
müzisyenleri olan, Chuck Berry, Bo
Didley, Fats Domino gibi müzisyenlerin çaldığı, Luisianalı gençlerin başını çektiği Swamp Pop Music Festival olduğunu da kaydeder.
Altmışlar ve yetmişler en görkemli
müzik festivallerinin tarihe kaydedildiği yıllardır. Altmışlı yılların
inanılmaz zenginliği bir daha yaşanmadı desek yeridir. İlk free jazz
festivali altmışlarda, ilk heavy metal
festivali, ilk punk rock, ilk reggae,
ilk elektro akustik, ilk etnik, ilk folk,
ilk endüstriyel müzik festivalleri...
Hepsi yetmişli yıllarda gerçekleşir.
Bugünün en baskın müzik türü
Hip Hop ilk festivaline seksenlerde
kavuşur.
Ellili yıllardan başlayarak müzik ve
festivaller kendilerini geliştirerek
önü alınmaz bir çeşitlilik ve zenginliğe kavuşur.
Rakamlar, ışık hızını aşan boyutlara ulaşır. 1969 tarihli ünlü
Woodstock Festival’i yaklaşık 500
bin kişiye seslenirken, otuz yıl sonra, 1999’da, Guinnes dünyanın en
büyük müzik festivali olarak tam
800 bin ila 1 milyon arası kişiye
seslendiği söylenen Wisconsin’de
60 hektar alana yayılı Summerfest’i
kaydeder.
Türkiye’de festivallerin
gelişimi...
Müzikteki değişim dünyada festivaller üzerinden dolaşıma sokulurken Türkiye bunun dışında kalacak
değildi. Takvim yaprakları yetmişli
yılların ilk yarısını gösterirken Dr.
Nejat Eczacıbaşı öncülüğünde bir
grup müziksever İstanbul Kültür
ve Sanat Vakfı’nı kurar ve ilk modern müzik festivalimize de kavuşmuş oluruz. Bu konuda belki tek
eksik olarak söylemek gerekirse
Türkiye’de festivaller hep Batı müziği üzerinden ilerlemiş ve çeşitlenmiştir ama gerek Halk müziği,
gerek klasik Türk müziği bu açıdan
maalesef aynı zenginlik ve çeşitliliğe ulaşamamıştır. Bugün, Türkiye’de opera, koral, oda, barok, caz
her tür festivalimiz varken mesela, bir “Klasik Türk Müziği Festivali”
hala hayata geçememiştir.
47
BİR DÜNYA ????
WOODSTOCK
MUSIC FROM THE ORIGINAL SOUNDTRACK AND MORE
Murat EKŞİ
[email protected]
60’ların sonları ve atmosferi... Savaş, barış, hippiler ve müzik... 1969’da gerçekleştirilen Woodstock Festivali’nin de -ki tam ve resmi adı “Woodstock Music and Art
Fair”dir- sloganının barış ve müzik olmasına şaşırmak elbette kolay değil. Hele ki
o sıralarda süregelen bir Vietnam savaşı varken. Bu festival savaş ortamından ve
beraberinde getirdiği sosyal ve psikolojik sorunlardan uzaklaşılacağı yer olarak
planlanmıştır desek yanlış olmaz. Elbette bu unutma ya da uzaklaşma sadece 3
gün içindir ve aslında bu, hafızada savaşı biraz olsun geriye atma olayından çok
o anda hapsolunduğu düşünülen kötü kavramların içinde güvenli ve barış dolu
bir ortam yaratma çabasıdır.
48
“Woodstock: Music From
The Original Soundtrack
and More”; 3 albüm, 21
performans ve toplamda
yaklaşık 165,5 dakika
içeren bu kaydın her
anında müthiş bir enerji
hissetmeniz mümkündür.
WOODSTOCK
Bu noktada bir müzik festivalinden söz ediliyorsa ana fikir
ne olursa olsun bunu iletme aracı da
elbette müzik olacaktır. O günler için
oluşan protest ortamın sesi, notası, vuruşu olabilecek önemli isimler bu festivalde yer alır. John Sebastian, Canned
Heat, Richie Havens, Country & the
Fish, Arlo Guthrie, Sha-Na-Na, Country
Joe McDonald, Joan Baez, Crosby, Stills, Nash & Young, The Who, Joe Cocker, Santana, Ten Years After, Jefforson
Airplane, Sly & the Family Stone, John
Sebastian, Butterfield Blues Band ve
Jimi Hendrix bu isimlerden bazılarıdır.
1960’ların karşı kültürlerini bir araya
getiren festivale 500.000 kişi katıldı
-ki bu planlanan rakamın kat be kat
üzerindeydi. Festival önce Walkill’de
yapılmak üzere planlamıştı. Ancak belediye meclisi festivale izin vermeyince
Bethel kasabasında bir süt çiftliğinin
arazisi kiralandı. Max Yasgur, karşı çıkan
kasaba halkına rağmen arazisini kiralamasaydı, belki de bu efsanevi Festival
olmayacaktı. Kasabanın duvarlarını
“süt içmeyin, Max’ın hippi festivalini
protesto edin” yazan afişler kaplamıştı.
Ancak Max Yasgur bu baskılara rağmen
arazisini festival için kiralamaktan vazgeçmedi ve tarih O’nun topraklarında
yazıldı.
1969’un Ağustos’unda, üç buçuk gün
ve gece boyunca, yüzbinlerce insanın,
yağmura aldırış etmeden, müzikle yaşayacağı festival, Richie Havens’la başladı. Havens o anları şöyle
anlatıyor:
“Aslında Woodstock diye
bir şey olamayacaktı,
çünkü hiçbirimiz oraya
gidemeyecektik.
Alana
yedi mil ötede bir otele
yerleşmiştik. Yol tıkalıydı,
karadan ulaşmamıza imkân yoktu. Organizatörler
ortalıkta deli gibi koşuşturuyorlardı. Sonuçta bir helikopter kiraladılar. Bir renk
denizinin üzerinden geçerek sahneye indik.
Harikuladeydi. Gözüme ilk
çarpan görüntü şuydu: Tim
Hardin sahnenin altında
oturmuş gitar çalıyordu. Organizatörler, bir saatten fazla onu sahneye çıkmaya ikna etmeye çalıştılar. Tim, nuh
diyor, peygamber demiyordu. Bu sefer
bana yalvarmaya başladılar, lütfen Richie, hadi Richie.. Ve kendimi sahnede
buldum: İki saat kırk beş dakika kaldım.
Çünkü sahneye çıkacak başka kimse
yoktu. Tam altı sefer sahneden indim,
altı seferinde de beni sahneye geri
gönderdiler. Harika bir olaydı.”
Bu noktada bu festivaldeki performansların seçkisinden oluşan söz
konusu albümümüz devreye giriyor.
1970 yılında, 3 LP halinde piyasaya
sürülen “Woodstock: Music From The
Original Soundtrack and More”, bir yıl
sonra çıkacak olan “Wodostock 2” seçkisine göre çok daha fazla ses getirmiş
ve günümüzde hala en önemli festival
kayıtlarından biri olarak gösterilmektedir. Bu çıkan 3 plaklık setin ilginç bir
özelliği vardır. 1. plağın ilk yüzü 1. yüz
olarak yer olamkata bunun arkasında
ise 6. yüz bulunmaktadır. 2. yüzün arkasında 5. yüz ve 3. yüzün de arkasında
4. yüz yer alır. Plaklara, o zamanlar popüler olan ama günümüzde kullanılmayan bir alet olan “plak değiştiricisi”
denen alete -ki bu da bir plakçalardıruyumlu olması için bu yöntem uygulanmıştır.
3 albüm, 21 performans ve toplamda yaklaşık 165,5 dakika içeren bu
kayıdın her anında müthiş bir enerji
hissetmeniz mümkündür. Bu enerji kaynağını iletişimden alır; seslerini
ve sözlerini tüm samimiyetiyle ortaya
koyan sanatçılar ve bunları koşulsuz
bir kabulle benimseyen ve iliklerine
kadar hisseden festivalciler. Grupların/
sanatçıların yaptıkları müzikler folk,
rock, blues, country ve psikedeliktir ve
fakat bunların bir önemi yoktur. Orada
herkes barış için, müzik için ve birlikte
bunları paylaşmak ve tüm gezegene
haykırmak için vardır ve festival alanına
yayılan tınılar ne olursa olsun, ilerleyen
ses dalgası bu kavramları üzerinde taşıyarak herkese ulaştırır. Müzik, bu kavramları haykırmak için, sanatçısı olsun,
dinleyicisi olsun herkes için bir araçtır.
Ama bir yandan da amaçtır. Çünkü
müziğin barış ve sevgiyi yayıcı bir güç
olduğunun da herkes farkındadır, hissetmektedir.
Bu dünyadaki herkes dilediğinde gerçekleşecek bir dilekle yazımızı bitirelim; Güzelliklerin, barışın, mutlak ve koşulsuz sevginin hakim olduğu ve buna
rağmen böylesine anlamlı festivallerin
yine de düzenlendiği bir gezegen dileklerimizle...
49
BİR DÜNYA ALBÜM
Murat EKŞİ
[email protected]
TARKAN – Ahde Vefa
Tarkan köklerine döndü! “Ahde Vefa”, Türk Sanat Müziği
geçmişini ve bu türün kendi sanatsal gelişimindeki rolünün altını her zaman çizen sanatçının uzun zamandır
beklenen yorum albümü. “Rindlerin Akşamı (Dönülmez
Akşamın Ufkundayız)” ve “Olmaz İlaç Sine’i Sad Pareme”
ile başlayan albüm “Nasıl Geçti Habersiz”, “Veda Busesi”
ve “Akşam Oldu Hüzünlendim Ben Yine” gibi Türk Sanat
Müziğine damga vurmuş eserlerle devam ediyor. Lafı çok
uzatmadan söyleyelim; Türk Sanat Müziği ile alakanız kıyısından köşesinden olacak şekilde dahi varsa, Tarkan’ın
türün büyük ustalarına yaklaşan yorum gücüyle dolu bu
albümü es geçmemelisiniz. Yeni şarkılardan oluşmasa da,
eski şarkıların yorumuyla kotarılan albümlerden olsa da
yılın en iyi yerli albümlerinden biri ile karşı karşıyayız.
EMEL – Emel İle Yeniden
Bir toplama albüm de Emel Müftüoğlundan! “Emel İle
Yeniden”, sanatçının son 25 senede çıkardığı albümlerden derlediği, popüler olmuş 11 şarkısından oluşan bir
kayıt. Ayrıca bu albümün sanatçının 14 yıl aradan sonra
çıkardığı ilk albüm olduğunu da belirtmekte fayda var.
Albümde en dikkati çeken şarkı sanatçının en popüler
işlerinden olan “Hovarda”. Geçmişe şöyle bir uzanmak ve
anıları tazelemek dışında bir getirisi olmayan, müzikseverlere olumlu katkıda bulunamayan bir toplama albüm
“Emel İle Yeniden”.
İSTANBUL SES KAYIT – Burhan Bayar Şarkıları
Arabeskin gölgede kalmış efsanesi
Burhan Bayar’ın arabeskin geçmişine damga vuran şarkılarının İstanbul
Ses Kayıt’ın yeniden yorumlamasıyla
ortaya çıkan bir albüm bu. “ Yalnızım”,
“Unutamadım”, “Yalan”, “Vur Gitsin”,
“Yıkılmışım Ben”, “Mutlu Ol Yeter” gibi
arabeske derin izler bırakmış şarkıları
albümde bulabilirsiniz. Burhan Bayar,
bağlama üstadı Ahmet Koç ve Erdinç
50
Şenyaylar’dan oluşan İstanbul Ses Kayıt’ın albümünde hakim olan tınının
akustik ve vokale çok az yer veren bir
yapıda olduğunu belirtmemiz lazım.
Arabeski daha modern bir tını ile sunma çabasındaki albümün bu amaca
uygun bir kayıt olduğunu da eklemek
lazım. Albümde İbrahim Tatlıses’li “Vur
Gitsin Beni”nin en dikkat çekici çalışma olduğunu da belirtelim.
ALBÜM EKŞİSİ
LUST FOR YOUTH
Stardom
Danimarkalı karanlık ve 80’ler hissiyatlı synth-pop’çuların
yeni albümlerini merakla bekliyorduk. “Stardom”, yine karanlık synth’ler, soğuk akorlar ve donuk voklaller eşliğinde
yürüyen 80’ler retrosu hissiyatlı besteler ile dolu bir albüm.
Ama LFY’un bu sefer yapamadığı şey vurucu şarkı. Dinleyiciyi yakalayıcı anlar ve tekrar dinleme tuşuna bastıracak
üretimler bu albümde az. Yine de kuzeyin doğasından
kaynaklanan soğuk ve karanlığın gri bölgelerinde sizi dolaştıracak ve geceleri anlamlandıracak bir kayıt “Stardom”.
“Ölüsü bile iş yapar” deyiminin canlı kanıtlarından LFY.
Çok iyi olmayan albümü dahi çizginin üstüne çıkabiliyor.
SHEER MAG – III EP
Philadelphia’dan bir ateş topu müzik ortamlarına düştü!
Punk, rock, garaj, rahat ve özgür vokaller, temiz olmayan
bir kayıt, üst seviyeden bir enerji patlaması... Henüz uzun
albümü olmayan Sheer Mag iki yıldır yayınladığı kısa albümlerine üçüncüsünü ekledi. “III” Ep bir yandan punk’vari bir akışa sahipken aynı anda groove’u bol bir eskimiş
rock gibi de tınlamayı başarıyor. Basit ve basit olduğu
kadar da güzel besteler ve doğal, çiğ bir müzikal sunuma sahip Sheer Mag ve bu da onları dinlerken samimi
hissetmenize neden oluyor. Müziğin enerjisine ve özüne
dair harika bir punk/garaj/rock kırması bir kısa albüm bu.
Şaşırtıcılıkla göz boyamadan uzak, gitarlı müziğin ruhuna
tam 12’den bir vuruş “III” EP.
GWEN STEFANI – This Is What the Truth Fels Like
No Doubt’ın solisti Gwen Stefani’nin 10 yıl ara ardından
çıkan ilk solo ve toplamada da 3. albümü bu. Grubunun
yaklaşık 30 yıllık bir geçmişe sahip olduğunu söylediğimizde de şaşıracak çok kimse vardır eminiz ki. Stefani bu
albümünde solo albümlerinde alışa geldiğimiz rahat dinlenebilir, temiz synth tınılı, entelektüelitesi zayıf bir ticari
pop yapmış yine. Evet, besteler elle tutulur pop besteleri,
evet kayıt ve prodüksiyon kaliteli ve evet üzerinde çalışılınmış ama bunlar yeterli gelemiyor ne yazık ki. Biz en
başta punk ve ska-rock temelinden gelen bir sanatçıdan
-pop dahi yapsa- derinlik ve ince ince dokunmuş işler
bekliyoruz, basitliği etiket edinmiş pop değil.
51
Türkülerde Doğru
Bildiğimiz Yanlışlar
Kubilay DÖKMETAŞ
[email protected]
(TRT Türk Halk Müziği Müdürü)
Türkülerimiz de insanlar gibi
canlıdır, doğar ve büyürler.
Ancak bir fark vardır; insanlar
günü gelir ölür, türküler ise
dünya durdukça yaşar, gelişir. Zaman içerisinde yol alan
ve başka diyarlara göç eden
türküler; tıpkı akarsuyun, bir
denize ya da göle dökülürken,
topladığı alüvyonları deltaya
taşıması gibi, konup göçtükleri diyarların kültürel birikimlerini ve müzikal özelliklerini bünyesinde taşıyıp yaşatır.
Kimi zaman bünyesinden eksilttikleri olur, sözlerinde ve
ezgilerinde bir takım erozyonlar oluşur. Kimi zaman da,
tam aksine, bünyesine katarak zenginleşir ve yoluna devam eder.
Bu yazıda, türkülerde doğru bildiğimiz yanlışlar başlığıyla, birkaç örnek
vererek bu devinimi anlatmak isterim.
“Yeşil Ördek Gibi Daldım Göllere” türküsü.
Bu türküde olduğu gibi, maalesef
olumsuz şekildeki bir değişim yüzünden; hem türküyü yakanın hem de
ezgisini havalandıranın kemikleri ayrı
bir sızlıyordur sanırım. Osman Özdekçi, Sabahattin Alparslan’dan derleyip
notaya almış. Ancak türkünün gerçek
hali bakın 1950’li yıllarda nasıl yayınlanmış?
‘‘Sevdiğim semanın güneşi, mahı
Seni seven âşık çekmez mi ahı?
Getir, el basayım kelamullahı
Ne sen beni unut, ne de ben seni.
Doğru bildiğimiz yanlışlar mevzunun
bir diğer türküsü ise bir Diyarbakır
52
türküsü “Bahçada Yeşil Hıyar”
Bütün sorun ilk dörtlükte…
Orijinalinde “Bahçada yeşil hıyar” sözleriyle okuyan merhum
Diyarbakırlı Celâl Güzelses’in
türküsü “Bahçada yeşil çınar”
olmuş.
Celâl Güzelses türküyü “Bahçada yeşil hıyar” sözleriyle okumuş, Muzaffer Sarısözen derlemiş, Neriman Altındağ Tüfekçi
notaya almış ve türküdeki sözler bir şekilde değişmiş. Hangi
ara, ne zaman “Bahçada yeşil
çınar” oldu bilen yok!
Bahçada yeşil hıyar/Boyun boyuma uyar/Ben seni gizli sevdim/Bilmedim âlem duyar
İşte bu sözler doğrusudur.
TÜRKÜLERİ,MİZ
Örnek vereceğim üçüncü türkü ise “Zeytin Yaprağı Yeşil”
Bu türkünün çok eski bir taş plaktaki
sözlerinde bağlantı bölümü ise oldukça
farklı.
‘‘Aman bir yâr elinden/Yâr eli yâr elinden/As beni sallanayım da/Aman da
bir yâr elinden/Zülüfünün telinden oy/
Nerelere gidem elinden’’ doğrusu olması
gerekirken, notasında ‘oy seni sallamayımda zülüfünün telinde’ diyerek yanlış
ifade edilmiştir. Verdiğimiz örneklerden
Türkülerimiz de insanlar gibi canlıdır. İnsanlar gibi
doğar, büyür… Ancak bir fark vardır.
İnsanlar günü gelir ölür türküler ise Dünya
durdukça yaşar, gelişir. Zaman içerisinde yol alan
ve başka diyarlara göç eden türküler; tıpkı bir
akarsuyun bir denize ya da göle
dökülürken geçtiği yerlerden topladığı
alüvyonları deltaya taşıması gibi türküler de
konup göçtükleri diyarların kültürel birikimlerini,
müzikal özelliklerini bünyesinde taşıyıp yaşatır.
de anlaşılacağı gibi türkülerin sözleri zaman içerisinde olumlu
ya da olumsuz değişebilir.
Hepimizin bildiği üzere Anadolu insanının üç kutsal değeri
vardır. At, avrat, silah. Ama ben diyorum ki bu üçlüye bir olgu
daha eklemek gerekir.
AT, AVRAT, SİLAH, TÜRKÜ!
Çünkü Anadolu insanı kutsal değerlerini kıskanır hatta paylaşmaz. Fakat kültür mozaiği olan Anadolu insanımızın çektiği sıkıntıların veya sevinçlerin de çoğu kez benzer ya da aynı
olması sebebiyle türküleri sahiplenişleri ve türküleri yaşayışları
bize bu detayları sunuyor. İşte bu yüzden, bir yörenin sevilen
bir türküsü başka yörelerce de benimsenebiliyor ve türkünün
kendi yörelerine ait olduğunu iddia edebiliyorlar. Bu durum
çok sık görülür. Bundan sonraki sayılarımızda yine çarpıcı bilgilerle sizlerle olacağız ve doğru bilinen türkülerimizin aslını,
sizlerle paylaşmaya devam edeceğiz.
53
Cahit CESUR
[email protected]
2 NİSAN 1948
Ankara Opera Binası Perdelerini Açtı
1946 yılında dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Maliye
Bakanı Nurullah Esat Sümer’i arayarak Ahmed Adnan Saygun,
Ulvi Cemal Erkin ve Cevat Memduh Altar’ın yeni bir opera
binası istediklerini söylemiş ve bakanın bir çözüm bulmasını
rica etmişti. Bakan Sümer bütçe sıkıntıları nedeniyle Sergievi’ni
Opera Binasına dönüştürmeyi önermişti.
1931 yılında açılan uluslararası yarışma sonucunda inşa edilen
Şevki Balmumcu’nun Sergievi binası gerçek anlamda uluslararası üslupta tasarlanmış, Türk mimarlığında önemli bir aşamayı
ve gelişmeyi işaret eden bir yapıdaydı. Yarışmada mimar Balmumcu ve İtalyan mimar Paolo Vietti Violi’nin projeleri birinci
liği paylaşmış seçici kurul, İtalyan mimara ait projenin, bu iş için
ayrılan bütçe ile (250 lira) gerçekleştirilemeyeceği gerekçesiyle
Balmumcu’ya ait projenin uygulanmasına karar vermişti.
Sergievi, 1947-48 yıllarında Paul Bonatz tarafından Opera Binasına dönüştürüldü. II. Ulusal Mimarlık Döneminin özelliklerine
uygun olarak tasarlanan binanın giriş, seyirci salonu ve sahne
olmak üzere başlıca üç yapıdan oluşan ana yapı kütlesi; caddeye bakan cephesindeki revakla bütünlüğe kavuşturuldu.
Temiz bir işçilik ve tamamen yerli malzeme ile gerçekleştirilen
Opera Binasının içinde, çoğunlukla geleneksel Türk konut mimarisinin başarılı yorumları yer alır. Bunların başında, fuayenin
asma katındaki alçı şebekeli, vitraylı pencereler ile fuayede ve
seyirci salonundaki ahşaptan yapılmış duvar ve asma tavan
gelir. Caddeye paralel olarak uzanan ve birbirini dik kesen iki
54
kütleden oluşan betonarme yapının ön cephesinde Ankara
taşı renginde suni taş, diğer cephelerde fildişi renkli sıva kullanılmıştır.
Sergievi’nin dış duvarlarının korunağı içinin yıkılarak değiştirilmesi kararlaştırıldı. Opera Binasına dönüştürülen Sergievi,
yenisi için öngörülenin yarısından az bir bütçeyle bugünkü
Ankara Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü’nün faaliyet gösterdiği Büyük Tiyatro (Opera Sahnesi), olarak 2 Nisan
1948’de, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün katıldığı bir törenle
hizmete girdi.
Açılış töreninde Türk Beşleri’nden Cemal Reşit Rey’in bestelediği Birinci Senfoni’nin, Ulvi Cemal Erkin’in Keman Konçertosu’nun ve Necil Kazım Akses’in bestelediği Ballad’ın ilk seslendirilişi yapıldı, ardından da Ahmet Adnan Saygun’un lirik
dram olarak ifade edilen üç perdelik Kerem Operasının birinci
perdesinin birinci sahnesinin dünya prömiyeri gerçekleştirildi.
Kerem Operası “büyük opera” (grand opera) türünde yazılan
ilk ulusal opera olarak dünya müzik tarihindeki yerini almıştır.
Büyük ilgi gören ve başarıyla temsil edilen eserler, bestecilerin
yönetimi altında Cumhurbaşkanlığı Filarmoni Orkestrası eşliğinde sunuldu.
İmkansızlıkların yarattığı çare ile Ankara Opera Binası, opera,
bale, tiyatro, sinema galası gösterimi olmak üzere aklımıza gelen her konuda hizmet vermiş ve aradan geçen uzun yıllara
rağmen vermeye de devam etmektedir.
ZAMAN TÜNELİ
18 Nisan 1936
İtalyan besteci Ottorino
Respighi kalp yetmezliğinden hayata veda etti.
Ses sanatçısı Hafız Burhan
hayata gözlerini yumdu.
Değişik ülkelerde konserler vermiş; şarkı,
türkü, operet, kanto, tango ve film müzikleri gibi değişik tarzlarda eserleri başarıyla icra eden Hafız Burhan 1925-26 yılları
arasında Kolombiya Plak firması için art
arda yüz kadar plak doldurdu ve pek çok
Türk filminin müziğini hazırladı. Bu plaklar arasında en beğenilen ve satan plağı
Ninni’dir. Mareşal Fevzi Çakmak’ın kızının
mevlidi için Ankara’ya çağrılmış, tiz perdelerde gezinerek kendini epeyce yorduğu
mevlit sırasında kalp krizi geçirerek hayata
gözlerini yumdu. Seslendirdiği parçalardan bazıları şunlardır: “Makber”, “Kuş Sesleri”, “Son Ninni”, “Yeşil Kurbağalar”, “Yine
Kalbim Taşar Ağlar”, “Yüksek Eyvanlarda”.
Yirminci yüzyılın ikinci on yılında icracı
ve besteci olarak eserler veren Respighi, 1919 yılında ilk uluslararası
şöhreti yakalamasına neden olan Fountains of Rome adlı eserini yayınladı. Bir
Brezilya gezisi sırasında tanıştığı ünlü
fizikçi Enrico Fermi’den etkilenerek fizik
açısından müzik sanatını incelemeye
çalıştı. Bu seyehatinde Brezilyadan İzlenimler (Brazilian Impressions) adlı eserini besteledi ve ilk performansını 1928
yılında Rio de Janeiro’da gerçekleştirdi.
İtalyan müziğinin coşkulu bir sanatçısı olarak bilinen ve hemen hemen her
türde yapıtlar ortaya koyan Respighi’nin
önemli eserleri şunlardır: La Boutique
fantasque (Bale), Le astuzie de Columbina (Bale), Belfagor (Opera), La fiamma
(Opera), The Roman trilogy (Orkestra),
Ancient Airs and Dances (Orkestra),
Rossiniana (Orkestra), The Birds (Orkestra), Brazilya izlenimleri (Orkestra)
18 Nisan 1943
1 Nisan 1955
Türk Hafif Müziği sanatçısı
İlhan İrem dünyaya geldi.
Türk hafif müziğine besteci, söz yazarı
ve yorumcu olarak unutulmaz eserler
veren İlhan İrem, kitapları, şiirleri ve yazılarıyla da yaşayan en büyük sanatçılarımızdan biridir. 70’li yıllarda popüler
romantik şarkılar üreten sanatçı, 80’li yıllarda popüler konulardan uzaklaşarak,
toplumsal sorunlara yöneldi. 1986 yılında Norveç’te düzenlenen Eurovision
Şarkı Yarışmasında ülkemizi temsil eden
“Halley” adlı şarkının sözlerini yazan sanatçının diğer unutulmaz şarkıları şunlardır: “Birleşsin Bütün Eller“, “Bazen Neşe
Bazen Keder”, “Yazık Oldu Yarınlara”, “Anlasana”, “Sensiz de Yaşanıyor (İşte Hayat)”,
“Ayrılık Akşamı (Sazlıklardan Havalanan)”.
29 Nisan 1968
Hair Müzikali Broadway’de ilk kez sahnelendi.
Manhattan’da yaşayan bir grup barışçı gencin hikâyesi çerçevesinde cinsellik
ve uyuşturucunun, idealist gençliğe nasıl yön verdiğinin anlatıldığı müzikal,
senaryosu ile kısa sürede Vietnam Savaşı’na karşı çıkanlarla “hippilerin” sembolü haline geldi. Yapılan bir araştırmaya göre müzikalde yer alan “Let the
sunshine in”, “The age of Aquarius”, “I got life” adlı şarkılar halen en çok dinlenen şarkılar arasında yer almaktadır. 5 yıl Londra’da müzikal sahnelendikten
sonra Çin ve Vietnam dışında birçok ülkede de izleyici ile buıuştu. Hair Engin
Cezzar tarafından Türkçleştirilmiş haliyle ülkemizde müzikal oyun olarak ve
2006 yılında İstanbul Bilgi Üniversitesi öğrencilerinin kurduğu Tiyatro Candela tarafından da bir rock müzikali olarak sahnelendi.
55
12 Nisan 1969
İstanbul Kültür Sarayı,
Aida Operası ve Çeşmebaşı
Balesi ile açıldı.
Türkiye’nin ilk opera binası olarak tasarlanan İstanbul Kültür Sarayı’nın temelleri 1946 yılında atıldı. İlk projesi
Mimar Feridun Kip ile Mimar Rüknettin
Güney tarafından çizildi. Maddi kay-
nak yetersizliği nedeniyle
proje Bayındırlık Bakanlığı’na devredildi. 1969’da
tamamlanan yapı İstanbul
Devlet Opera ve Balesi ile
İstanbul Devlet Tiyatrosu
müdürlüklerine devredildi
ve İstanbul Kültür Sarayı
adıyla açılışı yapıldı. Açılışta Ferit Tüzün’ün Çeşmebaşı Balesi ile Verdi’nin
Aida Operası sahnelendi. Açılışa dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay,
Başbakan Süleyman Demirel, Meclis
ve Senato başkanları, milletvekilleri ve
eşleri katıldı. 27 Kasım 1970’de Arthur
Miller’ın Cadı Kazanı adlı oyunu sahnelenirken binada yangın çıktı. Can kaybı
olmadı ancak binanın tüm sahne ve
seyirci bölümleri büyük hasara uğradı.
27 Nisan 1997
17 Nisan 1981
Türk Müziği bestecisi Şekip
Ayhan Özışık kansere yenik
düştü.
1958-66 yılları arasında Ankara Radyosu’nda, 1966 yılından ölümüne kadar İstanbul Radyosunda görev yapan Şekip
Ayhan Özışık, bir ud virtüözüdür. Ankara Radyosunda çalıştığı 50’li yıllarda
başladığı besteciliği 70’li yıllarda zirveye
ulaşmış, o dönemde bazı eserleri sinema filmlerinde fon müziği olarak kullanılmıştır. Eserlerinin çoğunun sözlerini
de yazan sanatçı, Grafson plak şirketi
tarafından verilen altın plak ödülünü Muhayyerkürdi makamındaki “İçin için yanıyor” adlı eseri ile kazanma başarısını göstermiş ilk sanatçıdır. Önemli eserlerinden bazıları da şunlardır: “Ufacık tefeciktin”, “Saçların târumar gözlerinde nem”,
“Kalbimin sahibi sensin orda yalnız sen varsın”, “İçin için yanıyor yanıyor”, “Ellerim
böyle boş boş mu kalacaktı”, “Bahar gelmiş neyleyim”.
1 Nisan 1984
ABD’li şarkıcı Marvin Gaye
babası tarafından öldürüldü.
ABD’li R&B ve soul sanatçısı olan Marvin
Gaye, 1960’lar ve 1970’ler boyunca gösterdiği başarılı performansıyla unutulmaz albüm ve şarkıya imza attı. Sanat
hayatı boyunca 2 kez Grammy Ödülünü
Klasik Türk Müziği bestecisi
Arif Sami Toker kalp yetmezliğinden öldü.
1950 yılında İstanbul Radyosu’nda amatör sanatçı olarak göreve başlayan Arif
Sami Toker, 1954 yılında İzmir Radyosu
Müzik Yayınları Şefliği görevine atandı.
Sanat yaşamı boyunca sık sık Anadolu
turnelerine çıktı ve 1952 yılından itibaren arka arkaya 30 turne yaparak alanında kırılması güç bir rekora imza attı.
Türk müziğinde en çok bestesi bulunan
sanatçılarımızdan biri olan Arif Sami Toker’in önemli eserlerinden bazıları da
şunlardır: “Bir sevda geldi başıma”, “Bir
kere sevdim diye bin pişman etme beni”,
“Çek küreği güzelim uzanalım Göksu’ya”,
“Talihin elinde oyuncak oldum”, “Geceler
hiç bitmiyor”.
kazanma başarısını gösterdi. İddialara
göre, 45. Doğum gününü kutlamaya
hazırlanırken babasına kanser olduğu için kendini vurmasını teklif etti ve
babası tarafından vurularak öldürüldü. Sanatçının önemli albümleri: “The
Soulful Moods of Marvin Gaye”, “How
Sweet It Is To Be Loved By You”, “That’s
the Way Love Is”, “What’s Going On”,
“Trouble Man”, “Let’s Get It On”, “In Our
Lifetime”.

Benzer belgeler

Caz Şubatı Basın Bülteni

Caz Şubatı Basın Bülteni York’ta sergilenecek. Kuzeni Stanley Parkes’ın kendisine hediye ettiği albümden sonra pul biriktirmeye merak saldığı bilinen John Lennon’un koleksiyonu, New York’ta “Dünya Pul Şovu” kapsamında serg...

Detaylı

Türküler Öksüz İlahilerYetim - TRT Müzik Dairesi Başkanlığı

Türküler Öksüz İlahilerYetim - TRT Müzik Dairesi Başkanlığı eden ve tanımak isteyen müzikseverlerin buluşma noktası haline geliyor. Ülkemizde de ulusal ve uluslararası anlamda değer taşıyan, hepsi de birbirinden farklı tür ve temalarda, birçok müzik festiva...

Detaylı

PDF ( 1 )

PDF ( 1 ) ve kültürel açıdan fevkalade yararlar sağlamaktadır. Hatta günümüzde farklı bir nitelik daha kazanmış ve birçok ülkenin turizm planları içerisine dâhil edilmiştir. İnsanların farklı kültürleri tanı...

Detaylı

Polonya-Türkiye diplomatik ilişkilerinin 600. yıldönümü projesi

Polonya-Türkiye diplomatik ilişkilerinin 600. yıldönümü projesi Rihanna’ya, Justin Bieber’dan Gorillaz’a pek çok ünlü sanatçıyı ağırlayan Coachella Müzik ve Sanat Festivali için ise geri sayım başladı. 1999 yılında Paul Tollett tarafından başlatılan ve her yıl ...

Detaylı