Ortadoğu`da Barış: Oyuncular, Sorunlar ve Çözüm Arayışları

Transkript

Ortadoğu`da Barış: Oyuncular, Sorunlar ve Çözüm Arayışları
ORTADOĞU’DA BARIŞ
AKTÖRLER, SORUNLAR VE ÇÖZÜM ARAYIŞLARI
SEMPOZYUMU
19 - 20 Aralık 2014
ortadogudabaris.hku.edu.tr
GAZİANTEP
Hasan Kalyoncu Üniversitesi Yayınları ; 4
KALMEC (Kalyoncu Ortadoğu Araştırma Merkezi) Yayınları; 1
Ortadoğu’da Barış: Aktörler, Sorunlar ve
Çözüm Arayışları Sempozyumu,
19-20 Aralık 2014, Hasan Kalyoncu Üniversitesi,
Gaziantep-TÜRKİYE, Bildiriler Kitabı
Ağustos 2015
ISBN : 978-605-86507-3-2
© Hasan Kalyoncu Üniversitesi, 2015
Sertifika № 23117
Yazışma Adresi
Havalimanı Yolu Üzeri 27410 Şahinbey/GAZİANTEP
Telefon : +90 (342) 211 80 80
Faks : +90 (342) 211 80 81
www.hku.edu.tr
e-posta: [email protected]
Editörler
Prof. Dr. Edibe SÖZEN
Yrd. Doç. Dr. Bilal ÇIPLAK
Düzenleme Kurulu
Doç. Dr. Ali Serdar ERDURMAZ
Arş. Gör. Büşra ÖZTEKİN
Arş. Gör. Ömer Ertuğrul MERAL
Seba KÖSEMATOĞLU
Hasan Kalyoncu Üniversitesi
Yayına Hazırlayan
Hasan Kalyoncu Üniversitesi
Basın, Halkla İlişkiler ve Tanıtım Müdürlüğü
2
Kapak Tasarım ve Grafik Uygulama
Uğur Servet KARALAR
Baskı
Sertaç Basım - Gaziantep
Hasan Kalyoncu Üniversitesi Mütercim Asım Kütüphanesi
tarafından kataloglanmıştır.
Ortadoğu’da Barış: Aktörler, Sorunlar ve Çözüm Arayışları Sempozyumu,
19-20 Aralık 2014, Hasan Kalyoncu Üniversitesi, Gaziantep =
Peace In The Middle East: Actors, Problems and Quest For Peace Symposium,
2014 December, 19th - 20th, Hasan Kalyoncu University, Gaziantep
Editörler Edibe Sözen, Bilal Çıplak
Gaziantep: Hasan Kalyoncu Üniversitesi, 2015.
116 sayfa: resim, tablo, grafik; 21,5x28 cm
Hasan Kalyoncu Üniversitesi Yayınları; 4.
KALMEC (Kalyoncu Ortadoğu Araştırma Merkezi) Yayınları; 1
ISBN : 978-605-86507-3-2
1. Ortadoğu - Barış. Middle East - Peace
2. Ortadoğu - Siyaset ve Yönetim. Middle East - Politics and Government
3. Ortadoğu - Ekonomik Koşullar. Middle East - Economic Conditions
4. Ortadoğu - Dış İlişkiler - Türkiye. Middle East - Foreign Relations - Turkey
5. Ortadoğu - Dış İlişkiler - Avrupa. Middle East - Foreign Relations - Europe
6. Arap Baharı - Arab Spring
DS 63.1 .O78 2015 (LC Nu.)
Önsöz
Atlas Okyanusundan başlayan, Akdeniz kıyısı boyunca devam ederek Hint
Okyanusuna kadar uzanan Ortadoğu bölgesi asırlar boyunca pek çok
medeniyete evsahipliği yapmıştır. Avrupa, Asya ve Afrika’yı birbirine bağlayan
bir kavşak olmasının avantajıyla gerek zengin bir ticaretin, gerekse kültürün
beşiği haline gelmiştir.
Ancak günümüzde yaşanan mezhepsel ve etnik çatışmalar Ortadoğu’yu
sahip olduğu bu zengin kimliğinden uzaklaştırarak savaş, yoksulluk, açlık ve
sefalete sürüklemiştir. Çatışmaları azaltmak ve sorunlara etkin çözüm önerileri
geliştirebilmek için devletlerle, kurumlarla, üniversiteler ve sivil toplum
kuruluşları ile birlikte uluslararası işbirliklerine ihtiyaç olduğu açıktır.
Öte yandan, gerek çatışmaların temel nedenleri ve beslediği uluslararası
ekosistem hakkındaki şüpheler, gerekse uluslararası örgütlerin bölgedeki barışı
tesis etme yolundaki başarısız girişimleri, çok önemli bazı sorulara acilen cevap
verilmesini zorunlu kılmaktadır. Hem ekonomik hem de sosyolojik olarak
dağılmış bir Suriye’nin yeniden yapılanması için hangi adımlar atılmalıdır?
Bölge ülkeleri kalıcı çözüm üretmek için neler yapmaktadır? AB ülkelerinin
oluşturduğu bir ittifak olan NATO’nun bölgede kurulacak kalıcı barış için
izlediği yol haritası nasıldır?
Prof. Dr. Tamer YILMAZ
Hasan Kalyoncu Üniversitesi Rektörü
kalmec.hku.edu.tr
Hasan Kalyoncu Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi olarak
gerçekleştirdiğimiz Ortadoğu’da Barış: Aktörler, Sorunlar ve Çözüm Arayışları
Sempozyumu’nun bu sorulara cevap bularak, bölgedeki olası huzur ve kalıcı
barışa katkı sunmasını dileriz.
5
Hasan Kalyoncu Üniversitesi
İÇİNDEKİLER
6
Önsöz 5
Sempozyumun Amacı 7
Sempozyum Sergisinden 9
Sempozyum Programı 11
Açılış Konuşmaları 12
I.Oturum
Bugün Ortadoğu’da neler oluyor? 17
Suriye Kamp Ziyareti,
Nizip/Gaziantep 21
II.Oturum 22
III.Oturum
Tarihsel süreçte Ortadoğu krizinin
siyasi ve sosyal nedenleri 33
IV.Oturum
Ortadoğu Krizinin Çözümüne Yönelik
Yöntem Arayışı ve Öneriler 43
Araştırma 54
Sempozyum Sonuç Bildirgesi 58
kalmec.hku.edu.tr
SEMPOZYUMUN AMACI
7
G
Hasan Kalyoncu Üniversitesi
eçtiğimiz on yıl içinde, 11 Eylül saldırıları,
Ortadoğu’daki çatışmalar, halen devam etmekte
olan Suriye iç savaşı, din kaynaklı terörizmin
yeniden patlak vermesi, mezhep ve etnik
ayrımcılığın alevlenmesi gibi gerek bölgesel
gerekse küresel sonuçları olan pek çok gelişmeye tanıklık etmiştir.
Yerel, bölgesel ve küresel halkları çok farklı seviyelerde pek çok
şekilde etkilemeye devam eden bu gelişmeler aralarında halen
devam etmekte olan Suriye iç savaşı, Mısır’daki askeri darbenin
de bulunduğu çatışmalara sebebiyet vermiştir. Sonuç ise ölümler,
kitlesel göç, tarihi kentlerin harap edilmesi, radikalleşme,
terörizm, mezhep ve etnik ayrımcılık gibi sorunlar olmuştur.
Bu çerçevede, söz konusu gelişmeler ciddi siyasi, ekonomik ve
insani krizleri doğurmuş; daha da kötüsü, yukarıda bahsedilen
problemler olayların meydana geldiği ülkelerle sınırlı kalmayıp,
bölge ülkelerini de içine çekmiştir. Bu, Ortadoğu’daki gelişmelerin
bölgenin çok ötesinde etkilerinin olduğuna işaret etmektedir. Bu
noktadan hareketle; devletlerle, kurumlarla, üniversiteler ve sivil
toplum kuruluşları ile birlikte, çatışmaları azaltmak ve sorunlara
etkin çözüm önerileri geliştirebilmek üzere bir uzlaşı noktası
yakalanmasına yönelik uluslararası işbirliklerine ihtiyaç olduğu
çok açıktır.
8
Aynı coğrafyayı, kültürü, tarihi ve en önemlisi ortak tehlikeleri
paylaşan bir ülke konumundaki Türkiye, Ortadoğu’da meydana
gelen çatışmalar öncesinde bölgedeki ülkelerle son derece
değerli ekonomik ve siyasi ilişkiler geliştirmiştir. Bu yüzden
Ortadoğu ülkelerinde yaşanan değişim dalgası ve iç çatışmalar
Türkiye’nin gerek güvenliğini, gerekse ekonomik ilişkilerini
tehlikeye atmaktadır. Sonuç olarak, Türkiye Ortadoğu’daki
menfaatlerini korumak üzere çözüm sürecine aracılık etmek
zorunda kalmıştır. Birleşmiş Milletler (BM) tarafından açıklanan
verilere göre, Türkiye sınırlarına giren Suriyeli mülteci sayısı
1,6 milyonu aşmıştır. Sınırı kanuni olmayan yollardan geçerek
Türkiye’ye giren Suriyelilerin de buna ilave edildiğini düşünürsek,
mevcut şartlarda Türkiye’deki mülteci sayısının 2 milyonu geçtiği
rahatlıkla söylenebilir. Bu bağlamda Türkiye, artan suç oranları ve
bunun maliyetleri ile güney komşularında devam eden çatışmalar
nedeniyle oluşan etnik ve mezhep kaynaklı gerginlikler gibi pek
çok sorunla karşı karşıyadır. Bu yüzden, yaşanan çatışmaların
çözümlenmesi, söz konusu ülke halkları için olduğu kadar,
Türkiye’nin ulusal güvenliği ve ekonomik menfaatleri için de
gereklidir.
Sempozyum, İpek Yolu üzerinde kurulmuş olan Güneydoğu’daki
önemli tarihi kentlerden biri olan Gaziantep’te gerçekleşmiştir.
Ekonomik anlamda gösterdiği gelişim ve sahip olduğu stratejik
önem Gaziantep’i aralarında Irak ve Suriye’nin de olduğu yerel
ve uluslararası oyuncular için bölgenin cazibe merkezi haline
getirmiştir. Gaziantep, Suriye’deki kriz için çalışmalar yürüten
Mercy Corps ve Norveç İnsani Yardım Vakfı (Norwegian People’s
Aid) gibi uluslararası kuruluşların operasyonları için merkezi bir
konuma taşımıştır. BM, Suriye’deki çalışmalarını yönetmek üzere
Gaziantep’te bir ofis açmıştır. Gaziantep, Ortadoğu’daki krizle
ilgili olarak uluslararası akademik sempozyumlar, konferanslar ve
paneller için önemli bir merkez olma yolunda hızla ilerlemektedir.
Bunun yanısıra, Gaziantep’teki 400 bin Suriyeli mülteci gerek
toplumsal analiz, gerekse insani yardım için önemli bir örneklem
oluşturmaktadır.
Saldırıya uğramış Suriye’nin nefsi müdafaa için yaptığı hamleye dünyanın
karşı çıktığını gösteren bir resim.
Özgürlük isteyen Suriye halkının durumunu duvar arkasında izleyen
dünya ve Arap ülkeleri.
Genç Suriyeli bayanın yaşlı Filistinli bir kadına “Arap ülkeleri nerede
ne zaman imdadımıza yetişecekler? sorusuna Filistinli kadının verdiği
cevap: Gel otur ben onları 64 yıldır bekliyorum daha gelmediler.
Hasan Kalyoncu Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları
Merkezi olarak bu sempozyum ile, aralarında
akademisyenler, politikacılar, uluslararası seviyede
tanınmış aktivist ve sivil toplum kuruluşu temsilcilerinin
yer aldığı değerli bir grup insanı biraraya getirerek,
yukarıda sözü edilen sorunların kökenlerini tartışmayı
ve politika yapıcıları, sivil toplum örgütleri ve uluslararası
organizasyonlar için çözüm önerileri geliştirmeyi
amaçlıyoruz. Yaşanmakta olan siyasi karmaşanın en
çok bu ülke halklarını etkilediği bilinmekle birlikte,
gelişmelerin ister istemez bölgesel ve küresel etkilerinin
olduğu bilinen bir gerçektir. Bu yüzden, hepimizin ortak
amacı bir araya gelmek ve söz konusu çatışmalar için
çözüm önerileri geliştirmektir. Siz değerli katılımcıları
“Ortadoğu’da Barış: Oyuncular, Sorunlar ve Çözüm
Arayışları Sempozyumu”na değerli katkılarınızı sunarak
destek vermeye davet ediyoruz.
Sempozyum, aralarında Ortadoğu uzmanlarının, sivil
toplum temsilcilerinin, uluslararası düzeyde tanınmış
akademisyenlerin yer aldığı çok değerli konukları
ağırlama görevini üstlenmiştir.
Resimde; Arapça Suriye yazısının devamında çıkan papatyanın bir savaş
uçağını düşürebileceğini görmekteyiz. Buradaki mana, barışın ve sevginin
savaşa galip geleceğidir.
kalmec.hku.edu.tr
Sempozyum Sergisi’nden
Ressamın kuş bakışıyla dünyayı özeti
9
I.GÜN - 19 Aralık 2014
09:00 Karşılama
İstiklal Marşı ve
Bir Barış Mesajı Piyano
Dinletisi Tambi Asad Cimuk
09:30
09:50
Açılış Konuşmaları
Prof. Dr. Tamer YILMAZ
Hasan Kalyoncu Üniversitesi Rektörü
Cemal KALYONCU
Hasan Kalyoncu Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı
Anders Fogh RASMUSSEN
NATO Eski Genel Sekreteri (2009-2014)
Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ
T.C. Başbakan Yardımcısı
Fatma ŞAHİN
Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı
10:30 - 12:15
I.Oturum
Soru Cevap Bölümü / Q & A
Suriye Kamp Ziyareti
Nizip / Gaziantep
13:30
15:30
16:00 - 17:30
II.Oturum
Soru Cevap Bölümü / Q & A
II.GÜN - 20 Aralık 2014
09:30 - 11:00
III.Oturum
Hasan Kalyoncu Üniversitesi
Soru Cevap Bölümü
10
Kahve Molası
11:00
11:15
Kahve Molası
11:00
11:15
11:15 - 13:15
IV.Oturum
Soru Cevap Bölümü
kalmec.hku.edu.tr
SEMPOZYUM PROGRAMI
11
Sempozyum Programı
[1. GÜN]
Karşılama
İstiklal Marşı ve “Bir Barış Mesajı” Piyano Dinletisi Tambi Asad Cimuk
Açılış Konuşmaları
Prof. Dr. Tamer YILMAZ
Hasan Kalyoncu Üniversitesi
Hasan Kalyoncu Üniversitesi Rektörü
12
Atlas Okyanusu’ndan başlayan, Akdeniz kıyısı boyunca devam
ederek Hint Okyanusu’na kadar uzanan Ortadoğu bölgesi asırlar
boyunca pek çok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Avrupa, Asya
ve Afrika’yı birbirine bağlayan bir kavşak olmasının avantajıyla
gerek zengin ticaretin gerekse kültürün beşiği haline gelmiştir.
Maalesef geçmişte olduğu gibi, günümüzde de Ortadoğu
savaşların eksik olmadığı, huzur ve refahın bir arada bulunmadığı
bir bölge olarak tarihe geçmiştir. Ortadoğu’da son on yılda,
birbirinden ayrı düşünülmeyecek problemler ve buna bağlı
gelişmeler, bölgenin ve dünyanın barış ve istikrarını ciddi bir
şekilde tehdit etmektir.
11 Eylül saldırıları, 2010 yılında başlayan Arap Baharı ve hala
devam etmekte olan Suriye iç savaşı, Ortadoğu’nun siyasal, sosyal
ve ekonomik dinamiklerinin irdelenmesini gerektirmektedir.
Bu coğrafyanın önemli bir parçası olan Türkiye, Ortadoğu
ile çok köklü tarihi bağlara sahiptir. Türkiye’nin Ortadoğu’da
kriz ve istikrarsızlık ortamının, barış ve kardeşlik ortamı için
yaptığı girişimler bütün dünya ülkeleri için dikkatle ve ilgiyle
izlenmektedir. Ülkemiz, özellikle Suriye’deki çatışmaların çözüme
kavuşması için, elinden geleni fazlasıyla yapmıştır. Bütün devlet
yetkilileri Suriye konusuna hassasiyetle eğilmiş ve uluslararası
kamuoyunun dikkatini yaşanan olaylara çekmesine vesile
olmuştur.
Günümüzde yaşanan mezhepsel ve etnik çatışmalar, Ortadoğu’yu
sahip olduğu bu zengin kimliğinden uzaklaştırarak savaş,
yoksulluk, açlık ve sefalete sürüklemiştir. Çatışmaları azaltmak ve
sorunlara etkin çözüm önerileri geliştirebilmek için; devletlerle,
kurumlarla, üniversitelerle ve sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte
uluslararası işbirliklerine ihtiyaç olduğu açıktır. Uluslararası
örgütlerin bölgedeki barışı tesis etme yolundaki başarısız
girişimleri, çok önemli bazı sorunlara acilen cevap verilmesini
zorunlu kılmaktadır. Hem ekonomik hem de sosyolojik olarak
dağılmış bir Suriye’nin yeniden yapılandırılması için hangi
adımlar atılmalıdır? Bölge ülkeleri kalıcı çözüm üretmek için neler
yapmaktadır? Çoğunlukla Batı ülkelerinin oluşturduğu bir ittifak
olan NATO’nun bölgede kurulacak kalıcı barış için izlediği yol
haritası nasıldır?
Hasan Kalyoncu Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi
olarak gerçekleştirdiğimiz Ortadoğu’da Barış: Aktörler, Sorunlar
ve Çözüm Arayışları Sempozyumu’nun bu sorulara cevap bularak,
bölgedeki olası huzur ve kalıcı barışa katkı sunmasını dileriz.
Anders Fogh RASMUSSEN
NATO Eski Genel Sekreteri (2009-2014)
Suriye’de yaşanan olaylar bir insanlık dramıdır. Bugün Nizip’teki
Suriye çadırlarına gidip ziyarette bulunacağız. Suriye vatandaşların
iki opsiyonu vardı: Ya gidip çadırlarda yaşayacaklardı, ya da
Suriye’de savaşın ortasında hayatlarına devam edeceklerdi.
Onların nezdinde Türkiye demek güvenlik demekti. Ayrıca
isyanlarla, iç savaşlarla ve terörizmle mücadele eden bu bölgede
Türkiye, hakikaten bir istikrar, ilericilik, refah ve umut feneri gibi
parlamaktadır.
terör, işkence ve cinayetle hareket etmektedir. Yüz binlerce insan bu
çatışmalardan kaçmış bulunmaktadır. Bugün, Türkiye bir buçuk
milyondan fazla mülteciye ev sahipliği yapmaktadır. Daha birçok
Suriye vatandaşı da başka ülkelere sığınmış bulunmaktadır. Sonuç
olarak yükselmekte olan bir şiddet dalgasına şahitlik edilmektedir.
Bu şiddet dalgası sınırların ötesine taşmaktadır. Bütün uluslararası
camianın çabaları, bu oluşumları tersine çevirmek yönünde
yoğunlaşmaktadır.
Türkiye’nin son zamanlardaki gelişimi hakikaten dikkate değer.
Türkiye ekonomisi son on yılda yüksek oranda büyümüştür.
Türkiye genellikle %4’ün üzerinde büyüme oranlarını
sürdürmüş, enflasyondan sıyrılarak finansal istikrara kavuşmuş
bir ülke konumunu yakalamıştır. Türkiye ayrıca bir açık piyasa
ekonomisidir. Türkiye’de küreselleşmiş bir iş modeli uygulanmakta
ve böylece uluslararası yatırımcılar ve finansmanlar Türkiye’ye
çekilmektedir. Giderek büyüyen ve artan refah Türk insanını da
mutlu etmektedir.
Tabiiki bu sorunu çözmek için önce konuyu iyi anlamamız
gerekir. Bugün anlamaya çalışacağımız şey; bu çatışmalar neden
başladı ve bu çatışmaları bitirmek için neler yapmalıyız? Bu
ülkelerde “toplumları nasıl inşaa etmeli ve gelecekte, bu tür
çatışmalara sürüklenmelerini engellemeyi nasıl garantiye alırız?”
diye bakmalıyız. Tabii ilk önce, bu çatışmalar nereden çıktı diye
bakacağız. Menşei nedir? Kaynağı nedir?
Ne yazık ki, Türkiye’nin başarısı ve istikrarı şu anda bir tehdit
altındadır. Bölgedeki kaos ve çatışma ortamı, Türkiye’nin
başarılarını tehdit etmektedir. Suriye bir iç savaşa sürüklenmiştir.
Esad gücünü ne pahasına olursa olsun elde tutmaya çalışmakta,
Irak zayıf bir hükümetle mücadelesini sürdürmekte ve mezhep
çatışmalarına sahne olmaktadır. Bu ülkelerin her ikisinde de, IŞİD
adı altında, kendine İslam devleti diyen bir grup ortaya çıkmıştır.
Gerçekte bu grup ne İslami’dir, ne de bir devlettir. İŞİD sadece
En basit ifadeyle, Arap Baharı, Arap gençliği tarafından başlatılan
bir harekettir. Son kırk yıl içerisinde Arap ülkelerinde nüfus iki
katına çıkmıştır. İki katın da ötesine geçmişti. Bu çok sarsıcı bir
artıştır. Birçok ülke, siyasi ve ekonomik olarak bu nüfus değişimine
ayak uyduramadı. Yeni istihdam alanlarının oluşturulması, bir
türlü nüfus büyüme hızına yetişemedi. Bu yüzden işsizlik yüksek
düzeylere ulaştı ve insanların yaşam standartları da düştü. Bazı
ülkelerde nüfusun yarısından fazlası otuz yaşın altındadır ve aynı
rejimin içinde doğmuş, büyümüş ve hala yaşamaktadır.
kalmec.hku.edu.tr
2009-2014 yılları arası NATO 12. Genel Sekreteri olan Danimarkalı bir politikacı. Rasmussen daha önce 27 Kasım 2001’den 5 Nisan 2009’a kadar Danimarka Başbakanı olarak
görev yapmıştır. Görev süresi Kuzey Atlantik Konseyi tarafından 30 Eylül 2014 tarihine kadar uzatılmıştır. Vergi ve devlet yapısı hakkında yayınlanmış kitapları bulunmaktadır.
13
Sempozyum Programı
Arap ülkelerindeki gençler tabiiki, özgür ülkelerdeki yaşam
standartlarının daha iyi olduğunu görebiliyorlardı. Bu yüzden
onlar da kendileri için değişim istiyorlar. Bu meşru bir taleptir. Tabii
bu ülkelerdeki demografik yapı, bir saatli bomba görevini gördü
ve nihayetinde de patladı. Bir devlet memurunun kendisine ettiği
(nahoş) muameleden sonra, Tunus’taki bir manav kendisini yaktı.
Bundan sonra, büyük bir protesto dalgası yükseldi. Önce, daha
iyi ekonomik fırsatlara sahip bir devlet istediklerini haykırdılar.
Suriye’de göstericiler de kendi isteklerini dile getirdi.
İşsizliğe, yolsuzluğa, onlarca yıl sürmüş diktatörlüğe ve devletin
Ortadoğu’da sürdürdüğü zulme karşı bu kitle hareketleri, Laikleri,
İslamcıları ve Solcuları bir araya getirdi. Liberal ekonomiden olan
kesimler de bu gruplara katıldı. Tabii her bir grubun geleceğe
dönük farklı vizyonları vardı, ama başlangıç amaçları aynıydı
(ortak menfaatleri). Bu kadar zaman başta olan, yolsuzluk yapan
bu rejimleri devirmek.
Hasan Kalyoncu Üniversitesi
Fakat rejim bunlara karşı bir saldırıda bulundu. Esad askerleriyle,
tanklarıyla ve füzeleriyle karşılık verdi. Özgürlük savaşı olarak
başlayan protestolar, beka ve sağ kalma mücadelesine dönüştü.
Tabiiki bu, aşırı ideolojilere sahip insanlar için de fırsatlar yarattı.
IŞİD; Irak’ta ortaya çıkmasına rağmen, Suriye’deki kaostan
yararlanarak gelişimini sürdürdü. Bugün IŞİD çok geniş alanlarda
hüküm sürmektedir. İŞİD’in finansal kaynaklarını; kontrol
altında tuttuğu petrol yatakları ve bireysel katkı ve bağışlar
oluşturmaktadır. İŞİD tüm Ortadoğu’da barbarca bir diktatörlük
kurmak amacındadır. Bu ise hem dünyanın her tarafındaki
kültürler, hem de daha iyi bir yönetim ve yaşam tarzı isteyen
tüm insanlar (bölge halkı) için bir tehdit oluşturmaktadır. Zaten
Arap Baharını yaratan bu (haklı) taleplerdir. Şimdi artık ortada
bahardan çok farklı bir durum gözüküyor.
14
(Asıl mesele şudur) Biz bütün bu zorlukları nasıl ele alacağız?
Bunun üzerinde nasıl hareket edeceğiz? Kanımca, atılacak
birtakım adımlar var ve onları hemen atmak lazım. Bir kere IŞİD
mutlaka durdurulmalıdır! IŞİD en büyük tehlikedir ve aciliyetle
üzerine gidilmelidir. IŞİD’in askeri yeteneklerinin baltalanması
için hava saldırıları devam etmelidir. ABD’nin liderliğinde,
NATO bünyesinde ve diğer devletlerin katkısıyla bu mücadele
sürdürülebilir. Ayrıca, karada da IŞİD kuvvetlerine karşı savaşan
insanlara destek vermeliyiz. (Aslında onlar) Kendi yaşadıkları
yerleri büyük bir cesaretle savunurken, (dolaylı olarak) bizim
yaşadığımız yerleri de savunuyorlar. Bu yüzden, onlara yardım
edersek, (aslında) kendi kendimize yardım etmiş sayılırız. Ayrıca
IŞİD’in ikbal hatlarını engellememiz, onların ulaşım yollarını
kesmemiz lazım. Kendi ülkelerimizden IŞİD’e yapılan yardımları
engellememiz gerekmektedir. Tabiiki IŞİD’in nasıl operasyon
yaptığını, nasıl terörü başka yerlere ihraç ettiğini ve bu insanları
nasıl başkalarına (ve bizlere) saldırtmak üzere ortaya attığını
gözönünde tuttuğumuzda, bunları yavaşlatmak ve durdurmak
gerektiği sonucu ortaya çıkar.
[1. GÜN]
Suriye’deki mevcut ortam da değişmeli ve çatışmalar son
bulmalıdır. Bunun kolay bir yolunun olmadığını biliyorum. Çünkü
rejim her ne kadar inatçıysa, muhalefet de o kadar parçalanmış
durumdadır. Ayrıca, Esad rejiminin ortadan kaldırılması halinde,
bu (Suriye muhalefetini oluşturan) fraksiyonların birbiriyle
savaşmaya başlayacağı da bir ihtimaldir. (İleride bu çatışmaların
engellenebilmesi için) Suriye’de Bosna modeli uygulanabilir.
Yumuşak bir bölünme; gücü ve iktidar erkini yasalar çerçevesinde
halkla paylaşabilir. Tabiiki bu mükemmel bir çözüm değildir.
Bosna uluslararası toplumu (reformları yapma gücünden yoksun
olması nedeniyle) şoka sürüklemiştir. Suriye’deki etnik, dinsel
ve politik ayrımlar, Balkanlarda olduğundan daha derindir. Ama
bu çatışmaların ortaya çıkmasından neredeyse yirmi yıl sonra
Sırplar, Müslümanlar ve Hırvatlar Bosna’da yeniden savaşmaya
başlamadılar. Bosna’da zaman kaybedilse de en azından hayatlar
kaybedilmedi. Şimdi uluslararası camia Suriye’de de Bosna’daki
gibi bir çözüm bulmak zorundadır. İktidarı yönetimi terk etmeye
razı ederek, gücün etnik ve mezhepsel hatlar çerçevesinde
paylaşılmasını sağlamak gerekmektedir.
Peki Esad’ı böyle bir çözüme razı etmek nasıl mümkün olabilir?
Bunun yolu ise muhalefetin ılımlı kesimlerine destek vermekten
geçer. Orduya ve diğer ılımlı kesimlere... Tabiiki iç savaş bir
gecede bitmez. Ama en azından bu yolla, ılımlı muhalefetin yeni
bir takım kazanımlar elde etmesini ve Esad hükümetinin masaya
oturmasını sağlayabiliriz. Politika konuşma sanatıdır. Dövüşme
yerine, konuşmayı seçme sanatıdır. Bizler Suriye için elimizden
gelen herşeyi yapmalıyız ki bir arabuluculuk yapabilelim ve bir
siyasi çözüm bulabilelim. Bunun için Ortadoğu’da hem güvenlik
sağlanması hem de bütünsel reform ve büyümenin sağlanması
gerekir. Çok daha büyük fırsatlar yaratılması gerekir. Özgür ve
adil ve hakkaniyetli toplumların oluşması lazım ki, bu fırsatları
yaratabilsinler.
Demokrasi, bireylere onurlu ve eşit muamelede bulunan
tek rejimdir. Bu da uzun vadeli istikrara giden tek yoldur.
Ayrıca vurgulanacak bir şey daha vardır; Demokrasi sadece
oylarla alınmış bir iktidarın uygulanması değildir. Hukukun
üstünlüğünün uygulandığı devletlerde, güç; yasama, yürütme
ve yargı arasında bölünmüştür. (Demokrasilerde) Bütün
vatandaşlara hukuk güvencesinin sağlanması gerekmektedir. İfade
özgürlüğü, inanç özgürlüğü ve mülkiyet özgürlüğü (olmalıdır).
Yani bir demokraside kim ne istiyorsa, söyleme özgürlüğüne
sahip olmalıdır. Bütün insanların bunu kendileri için talep etmeye
hakları olduğu gibi, (yerine getirmeleri gereken) bir de görevleri
vardır. Ayrıca (insanların demokrasilerde) başkaları içinde
aynı özgürlükleri savunmaları gerekir. Bu öğrenilmesi zor bir
görevdir. Yani demokrasi aynı görüşte olduğumuz fikirleri kabul
etmek değildir. Ters görüşte olduğumuz fikirleri de hoş görmek
demektir. Ama bu zor öğrenilse de, demokratik kültürün ön
şartlarındandır. İhtiyacımız olan budur. Bütün bölgeyi buna teşvik
etmemiz gerekir. Çünkü biz, demokratların yaşamadığı bir yerde,
gerçek demokrasiyi dillendirme imkanına sahip olamayız. Özgür
toplumlar, Ortadoğu için bir demokratikleşme süreci başlatmak
durumundadırlar. Yurttaşlık hakları, demokratik uygulamalar ve
sivil toplum geliştirilmeli, güçlendirilmelidir. Demokrasi anlayışı
hem bir fırsat, hem de bir uygulama olmalıdır.
Türkiye bu konuda çok güçlü bir rol oynamalıdır. Katalizör olarak
rol oynayabilir çünkü Türkiye (bölgede) reformlar konusunda
şampiyonluk yapan bir ülkedir. Türkiye yeterince büyük bir
demokrasidir; açık bir toplumdur ve temel hak ve özgürlükleri,
ifade özgürlüğünü, organize olabilme özgürlüğünü, inanç
özgürlüğünü ve açık piyasa ekonomisini uygulamaktadır. Türkiye;
bütün insanları için giderek artan bir refah sağlamıştır. Bu açıdan
bakıldığında, tabiiki daha fazla ilerlemeye ihtiyacımız var.
Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin de aynı şekilde ilerletilmesine
ihtiyacımız var. Avrupa, Ortadoğu ve Orta Asya arasında
konumlanmış olan Türkiye’yi; son derece büyük bir rol oynayan
bir aktör olarak görüyorum. Ortadoğu’nun problemlerini
çözmekte büyük bir rol oynayabilir.
Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ
T.C. Başbakan Yardımcısı
Lisans ve yüksek lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde tamamladı. ABD’de Cornell Üniversitesi New York State School of Industrial & Labor Relations’nda
misafir öğretim üyesi olarak görevde bulundu ve 1992’de İstanbul Üniversitesi’nden doktorasını aldı. 1994 tarihinde İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde doçent oldu. 2004
yılında ise profesör unvanını aldı. Sanayi Ötesi Dönüşüm ve İnsan Kaynakları Yönetiminde Japonya Modeli adlı kitaplarının yanısıra birçok yayımlanmış bilimsel makalesi mevcuttur.
Kurtulmuş, 1998 yılında aktif siyasete başladı. Fazilet Partisi’nde İstanbul İl Başkanlığı ve Genel İdare Kurulu üyeliği, Saadet Partisi’nde Genel Başkan Yardımcılığı ve Genel Başkanlık
görevlerinde bulundu. 2010 yılında Halkın Sesi Partisi’ni (HAS Parti) kurdu. 2012’de alınan bütünleşme kararı çerçevesinde, HAS Parti AK Parti ile birleşti. 2012-2014 yılları
arasında AK Parti Genel Başkan Yardımcılığı yapan Kurtulmuş, 29 Ağustos 2014 tarihinde 62. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nde Başbakan Yardımcısı olarak görevlendirilmiştir
ve halen bu görevi sürdürmektedir.Kurtulmuş, evli ve üç çocuk babasıdır.
Öncelikle Ortadoğu’da barış kurmak istiyorsak, Ortadoğu’da
barışı konuşuyorsak, dünya barışını konuşacağız. Dünya barışını
konuşuyorsak, şu soruyu sormalıyız: Bu kadar çok savaşın, bu
kadar çok kavganın, bu kadar çok iç çekişmenin olduğu, halklar,
mezhepler, dinler ve ülkeler arasında bu kadar çok büyük
mücadelelerin gerçekleştiği bir dönemde, gerçekten yeni bir pax,
yeni bir barış düzeni kurmak mümkün müdür? Bugün karşı karşıya
kaldığımız sıkıntıların, yaşadığımız kaos ve krizlerin başlangıcı yeni
değildir. Özellikle son bir asır; aşağı yukarı insanlığın fiili olarak
savaşlar, kaoslar ve krizler yaşadığı dönem olmaktadır.
Esasında I.Dünya Savaşı’ndan önce Batılı bilim adamlarının
ve tarihçilerin “Pax Ottomana” olarak tanımladığı Osmanlı’nın
hakimiyetinde, öncülüğünde, sadece Osmanlı’nın hakim olduğu
topraklarda değil, bütün dünyada etkin bir pax mevcuttu. Yani
küresel bir pax mevcuttu. Ancak 17.yy’dan itibaren Osmanlı’nın
bir taraftan kendi iç sorunları diğer taraftan Avrupa kıtasındaki
kolonyalizmin biriktirdiği büyük sermaye ve zenginlik, onun
arkasından 18.yy ve 19.yy’larda gelen büyük sanayileşme dalgasıyla
birlikte, I.Dünya Savaşı’na gelmeden önce bu iki değişme bütün
dünya sisteminin dengelerini bozdu. Osmanlı kendi iç sorunlarıyla
çöküşe geçerken, ona karşı Batı, kapitalizm sistemi üzerinde yeni
bir küresel sistemi yönlendirmeye başlamıştır. I.Dünya Savaşı’nın
en temel nedenlerinden birisi budur. I.Dünya Savaşı hem eski
düzeni yıkmak, hem de yeni kapitalizme bir takım pazarlar
kazandırmak için imparatorlukların dağılmasını ve yerine ulusdevletleri kuran sürecin sonucudur. Sürecin ilerlemesiyle, bütün
kalmec.hku.edu.tr
Bu sempozyumun, Ortadoğu barışına katkı sağlamasını temenni
ederek sözlerime başlamak istiyorum. Ortadoğu barışını
sağlamaya yönelik değerli fikirlerin ortaya konmasını sağlayacak
olması, bütün dünya barışı için önemlidir. Ortadoğu barışından
bahsetmek için öncelikle dünya barışından bahsetmeliyiz. Çünkü
tarih bize öğretiyor ki; “Dünya barışının sağlandığı yer, dünya
barışının kurulduğu yer; Ortadoğu coğrafyasıdır”. Bugün böyle
olduğu gibi tarihte de böyledir. Bütün insanlık tarihi boyunca
Ortadoğu dünyadaki bütün büyük güçlerin geçiş merkezi olduğu
gibi büyük medeniyetlerin de hem yerleşme, hem mücadele etme,
hem birbirleriyle kavga etme, hem de dünya barışını sağlamak
amacıyla ortaya konan bütün çabaların merkezi olan bölgedir.
Ortadoğu’da barış olmadan dünyada barışın olması mümkün
değildir. Ayrıca aynı şekilde dünya barışı düzenli bir sistem
içerisinde değilse, Ortadoğu’da daha fazla kan akar, daha fazla
zulümler ve daha fazla baskılar ortaya çıkar.
15
Sempozyum Programı
Hasan Kalyoncu Üniversitesi
imparatorlukların dağıldığı gibi, bu imparatorluğun dağılmasından
daha da önemli olanı küresel barışın dağılması olmuştur. Ulusdevletler kuruldu, arkasından I.Dünya Savaşı’ndan sonra sadece
20 yıl insanlar barış içinde yaşadı. Savaşlar sustu ama hiçbir zaman
savaş dili, çatışma dili ortadan kalkmadı. Bunun sonucu olarak da
II.Dünya Savaşı adıyla 45 yıl yeryüzünde gerçekten ciddi bir savaş
ve çatışma ortamı devam etti. 1990’dan sonra Soğuk Savaş bitmiş,
Rusya çözülmüş ve artık barış düzeni gelecek diye beklerken ne
yazık ki 1990-2014 sonuna kadarki dönem içinde, Bosna’daki
savaşlar, Afganistan işgali, Irak işgali, Suriye’deki savaşlar, Arap
Baharı’yla birlikte ortaya çıkan çatışmalar meydana gelmiştir.
Bütün bu çatışmaları topladığımız zaman II. Dünya Savaşı’nda
yaşanan ölümler kadar 1990’dan sonra da ölümler yaşandı. Şimdi
2014’ün sonuna geldiğimiz bu dönemde aslında dünyada büyük
bir düzensizlik hali hakimdir. Soğuk Savaş döneminde en azından
var olan çift kutuplu denge sistemi ortadan kalkmış, tamamıyle
gücü elinde bulundurabilenin dünyaya hakim olduğu bir sistem
kurulmuştur. Bugün II.Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan sistem;
hakimlerin gücü üzerine, hakimlerin gücünü tespit ve teyit etmek
için kurulmuş bir sistemdir.
16
Suriye’deki krizi çözemiyoruz. Uzun yıllar devam ediyor ve bir
müddet daha devam edecektir. Suriye krizini çözemezsiniz!
Ukrayna krizini de bugünkü dengeler içinde çözemezsiniz! Çünkü
dünyadaki bugünkü BM yapısı, krizleri çözmek ve savaşları sona
erdirmeye müsait bir sistem değildir. Tam tersi, kim güçlüyse, kim
BM Güvenlik Konseyi’nde güçlü bir devlete arkasını yaslıyorsa,
onun borusunun öttüğü, onun sözünün geçtiği bir dünyadır.
Suriye krizini çözemeyenler Ukrayna krizini de çözemiyorlar.
Dolayısıyla, biz dünya sisteminin çözüm üretebilecek bir
duruma gelmesini nasıl sağlayacağız, nasıl barış sağlayacağız, onu
düşünmeliyiz. Bu sorunun üzerine yoğunlaşmanız bu soruna
cevap bulmamız önceliğimiz olmalıdır.
Türkiye olarak, şu anda var olan ve dünyayı yönetemeyen
uluslararası kurum ve kuruluşların ve fonksiyonlarını yitirmiş
kurum ve kuruluşların yeniden yapılanması, dünya barışının
sağlanması için zaruri ve gereklidir. Hep söylediğimiz gibi, beş tane
büyük ülkenin insafına terk edilen bir küresel barış olamaz! Beş
ülke yüz doksan beş ülkenin nasıl yönetileceğine tek başına karar
veremez! Dünyadaki beş ülkenin istediği şekilde bütün ülkeler aynı
şekilde şekillenemez. Bunun için BM ve diğer küresel kuruluşların
yeniden yapılanması dünya barışını sağlama perspektifine sahip
olanların üzerinde durması gereken önemli hususlardan birisidir.
Ayrıca Ortadoğu bölgesinde neden bu kadar çok kavga ve gürültü
var? Nedenleri iyi tespit etmeden, bu nedenleri ortadan kaldıracak
adımlar atmadan, Ortadoğu’da barışın sağlanması mümkün
olmayacaktır. Bir takım büyük güçlerin bu bölge üzerinde temel
stratejilerinin bir asırdır hiç değişmediğini biliyoruz. Meşhur ‘BölParçala-Yönet’ stratejisinin bugün de belli oranlarda ama daha aklı
karışık şekilde uygulandığını görüyoruz. Türkiye olarak bizim
görevimiz, bu bölgede daha fazla bölünmeyi değil, bu bölgede
daha fazla bütünleşmeyi, daha fazla birliği daha fazla dirliği
[1. GÜN]
sağlamaktır. Bu çerçevede bölge ülkelerinin içindeki mezhepsel
dini farklılıklarıyla dağılmasını değil, bütün farklılıkları olduğu
gibi kabul eden yeni bir anlayışla, yeniden yapılandırılmasını
hayal ediyor ve bunun için gayret ediyoruz. Bütün ülkelerin
birlik ve dirlik içinde, aynı coğrafyanın paydaşları olduğu bilinci
içerisinde, ortak bir kaderi birlikte şekillendirmesi için çalışıyoruz.
Bunun için de ortaya çıkan bütün sorunlara karşı maalesef bütün
dünya seyirci kalsa da, Türkiye olarak seyirci kalmıyoruz, asla da
kalmayacağız.
Gaziantep, Suriyeli göçmenleri birinci derecede kabul eden ev
sahibi şehirlerimizden birisidir. Bütün dünyanın seyrettiği, Suriye
sorununa nasıl çözüm bulunacağını bilmediği, ama bırakın onu,
Suriye göçmenlerine nasıl çözüm bulunacağını bilmediği bir
dönemde Türkiye bütün sınırlarını, kapılarını ve gönüllerini
Suriyeli bütün mültecilere açmıştır. Suriyeli Araplara, Türkmenlere,
Kürtlere, Yezidilere hiçbir ayrım gözetmeksizin kapılarını açmıştır.
Bundan sonra da kapımızı ve gönlümüzü açmaya devam edeceğiz.
Suriye’den yaklaşık 1.7 Milyon göçmen Türkiye’ye gelmiştir.
Sadece 18-19-20 Eylül tarihlerinde 3 gün içerisinde Kobani’den
gelen Kürtlerin sayısı 200 bin kişidir ve Türkiye’ye sığınmıştır. 3
günde gelen göçmen sayısı Avrupa’nın 2013 yılında kabul ettiği
göçmen sayısından daha fazladır. Bu bizim insanlık görevimizdir.
Türkiye’nin vazifesi, sadece göçmenlerin sorununa çözüm bulmak
değil, bütün bölge halkları için kalıcı barış perspektifini de ortaya
koyabilmektir. Türkiye bu anlamda bu bölge için “ilham kaynağı
ülke” olmuştur.
Türkiye siyasi ve ekonomik istikrarıyla bu bölge ülkelerinin hepsi
için demokratik süreçleri işleten ve daha da ileri demokratik
standartlara gitme hedefi olan bir ülkedir. Sadece son 20 yıl
içerisinde; önce Balkanlar- Kafkaslar, arkasından Ortadoğu,
arkasından Kuzey Afrika, şimdi Ukrayna, yani Doğu Avrupa.
Bütün etrafımız krizler içinde kavrulurken, büyük bir trübülans
içinden geçerken Türkiye; bu 25 yıllık zaman içinde siyasi
ve iktisadi istikrarını korumuş, özellikle son 12 yılda hem
büyümesini hem de siyasi iktidarını geliştirmiştir. Bunun anahtarı
Türkiye’nin mutlaka demokratik süreçleri işletmiş olmasıdır. 1960
darbesinden bu yana birçok darbeye maruz kalmasına rağmen
sistemimiz, ortaya sandığı getirmeyi başarmıştır. Milletin iradesini
denetleyen bir yapıyı ortaya koymuştur. Son yıllarda bunu
artırıyoruz. Bunu artırdıkça Türkiye’de insanların demokratik
katılımının artmasıyla, Türkiye ciddi bir şekilde bu demokratik
örnekliliğini artırmaktadır. Son olarak, bütün bölge halkları yeni
ayrılıkların ve bölünmelerin eşiğindeyken Türkiye; “çözüm süreci”
ile en kanlı ve en kötü sorununu çözmesiyle büyük iradesini
ortaya koyuyor. 30 yıl boyunca devam eden, 35 bin insanımızın
hayatına mal olan ve Türkiye’nin 1.2 milyar dolar iktisadi kaybına
neden olan terör, Allah’ın izniyle, milletin desteği ve siyasi iradeyle
sona erdiriliyor. Çözüm süreci bütün bölge için önemlidir. Bütün
bölgede barışın sağlanması için önemli bir adım olmuştur.
I. Oturum
Hasan Kalyoncu Üniversitesi Kongre ve Kültür Merkezi, Gaziantep
Bugün Ortadoğu’da neler oluyor?
Moderatör Murat AKGÜN: Sayın A.F. RASMUSSEN,
konuşmanızda Suriye çözümü için “Bosna Modeli”nden
bahsettiniz. Bosna’daki Sırpların birtakım şeylerden vazgeçmesi
ve masaya oturmaya razı edilmesi, çok şiddetli ve kapsamlı askeri
müdahaleleri de arkasından getirdi. Suriye’ye baktığımız zaman,
çok sınırlı ve sadece bir hedefe yönelik bir hava operasyonu
görüyoruz. Dolayısıyla benim sorum; Batı acaba Suriye’de
tarafların masaya eşit şartlarda oturmaları için, daha geniş kapsamlı
müdahalede bulunmak konusunda niçin bu kadar çekingen
kalıyor?
A.F.RASMUSSEN: Neden uluslararası toplum isteksiz
davranıyor? Zannediyorum, bunun üç önemli sebebi var. Yani
(Batı neden) Suriye de bir askeri operasyon yapmadı? Genellikle
bana sorulur. Neden NATO Libya’da bu kadar başarılı operasyon
yapmışken, burada (Suriye’de) BM bu kadar isteksiz davrandı?
İlk olarak BM, NATO’ya Libya için bir yetki ve görev verdi.
Dolayısıyla, orada (Suriye’ye müdahalede bulunmadan önce)
çözülmesi gereken (BM ile ilgili) bir hukuksal mesele vardır.
İkincisi, bir bölgesel bağlamı vardır. Libya’da bizim (Batı’nın) açık
seçik bir bölgesel desteğimiz vardı. Bölgenin ülkeleri, hatta NATO
operasyona katkı da bulundular. Tabiiki Suriye’ye geldiğimiz zaman
görüyoruz ki, bölgesel bir mütabakat yok. Tam tersine bölgedeki
ülkelerin bazılarının Suriye konusunda fikirleri bölünmüş
durumdadır. Suriye’de adeta vekaleten bir savaş yapılıyor. Üçüncü
bir nokta da şudur; Suriye’deki muhalefet o kadar bölünmüş
durumdadır ki, dışarıdan yapılacak bir askeri operasyonun istikrar
getireceği garanti değil. Hatta böyle bir operasyon sonunda,
kalmec.hku.edu.tr
Ortadoğu’daki ülkeleri derinden etkileyen siyasi ve toplumsal olaylar, yerel ve bölgesel olduğu kadar, küresel
halkları da çok farklı seviyelerde etkilemeye devam etmektedir. Bu oturumda, Moderatör A Haber Ankara
Temsilcisi Murat AKGÜN öncülüğüyle güncel durum ve bunların sebepleri üzerinde geniş çaplı analiz
yapılmaktadır.
17
Sempozyum Programı
[1. GÜN]
bu parçalar silahlarını birbirlerine doğrultabilirler. Dolayısıyla
muhalefetin durumu da burada bir rol oynuyor.
Moderatör Murat AKGÜN: Sayın Prof. Dr. Numan
KURTULMUŞ sizce, “Bosna Modeli” ne kadar hayata
geçirilebilir? Suriye’de ne yapılmalı ki çatışmalar sonlansın?
Niye bu noktaya gelindi? AB’nin bir formülü var; “Çatışmaların
Dondurulması” diye, bu biraz da statükonun bozulması anlamına
gelmiyor mu? Bu konu hakkındaki görüşleriniz nelerdir?
Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ: Maalesef başından beri
Suriye’deki muhalefete destek olduğu iddiasında bulunan ülkelerin
hemen hiçbirisinin “Suriye’de nasıl barış sağlanır?” konusunda bir
“master planı” yoktur. Zihinlerinde net bir husus yoktur. “Bu olaylar
gelişsin ve olayların gelişmesi çerçevesinde bir sonuç bulunur” gibi
bir görüş hakimdir. “Baas rejimi gitsin” noktasından, “Esad rejimi
geçici bir süre kalsın” noktasına gelindi. Temel mesele, muhalefeti
destekleyenlerin ciddi bir yol haritalarının olmamasıdır.
Ama bundan daha önemli bir mesele de şudur: Suriye meselesini
çözerken, BM’de (güvenlik konseyinde) Rusya varken, Rusya
Esad rejimine arka çıkarken, BM’in Suriye hakkında ciddi ve
müdahaleci karar almasını nasıl bekleyebiliriz? Dolayısıyla orada
müdahale için BM kararını esas almak hemen hemen imkansız
gibidir.
Hasan Kalyoncu Üniversitesi
Bosna meselesine gelince, ben burada Sayın RASMUSSEN’den
farklı düşünüyorum. Bosna bizim en baştan beri korkumuzdur.
Ortadoğu’da Balkanizasyon modelinin uygulanmasıdır. Yani
Ortadoğu’da “Böl-Parçala-Yönet” (anlayışı) zaten temel sıkıntıdır.
I.Dünya Savaşı’ndan sonra, Ortadoğu’nun dikiş tutmamasının
temel nedeni, mevcut Sykes-Picot düzenidir. Yani sınırlar öylesine
bölünmüş ki bu sınırların hiçbirinin bölünmesinin sosyolojik
bir karşılığı yoktur. Hatırlarsak, Hatay Türkiye sınırları içerisinde
değildi. Hatay’ı Adana’dan ve İskenderun’dan ayıran neden neydi?
Dolayısıyla mevcut Sykes-Picot “Ortadoğu’daki savaşların devamı”
perspektifi üzerine kurulmuş bir düzendir. Daha fazla bölünmeyi
tek başına körükleyeceği ve dışarıdan gelecek desteklerin de bu
bölünmeyi daha fazla artıracağı aşikardır.
18
Soğuk Savaş döneminde zaten pratik olarak rejimler, yönetimler
bazında ikiye bölünmüştür. Batı yanlı süreçler ve Doğu yanlı
süreçler olarak. Onlar gittikten sonra, Batı ve Doğu’ya bağlı
olan bir takım elitler vasıtasıyla, bölünme devam etti. Şimdi
bizim amacımız, bu bölgede halkların daha fazla bölünmesi
üzerinden bir sistem oluşturmak olamaz, olmamalıdır. Bosna
Hersek’te uygulanan model ve yönetim şekli de aslında Bosna’yı
yönetilemez bir ülke konumuna getirmiştir. Yani evet, savaşın
bitmesi konusunda (bu anlaşma) adım atılmasına neden
olmuştur ama Sırbistan, Hırvatistan varken bir de Bosna-Hersek
Cumhuriyeti ortaya çıkmıştır.
Bosna Hersek Cumhuriyeti’nde farklı unsurların oluşturduğu bir
yönetim modeli var. Bu modelin sonucu olarak, bugün Bosna
iyi yönetilememektedir. Bu ülkede bu bölgede insanlar asırlarca
birlikte yaşadılar. Birlikte yaşama kültürüne sahip insanların
demokratik standartları yüksek rejimlere kavuşmasını sağlamak
konusunda uluslararası camiaya yüksek düzeyde destek verebiliriz.
Bu ülkelerin gerçekten demokratik ülkelere dönüşmesini
sağlamak istiyorsak, bütün farklı unsurların, demokratik Suriye
rejiminin bir parçası olduğunu sağlamak en doğru yoldur. Bunun
için uluslararası sistem, Esad rejiminin —halkına bu kadar
zulmetmiş bir rejimin— kenara çekilmesini sağlar. Geriye kalan
bütün demokratik unsurlarla birlikte, bütün radikal unsurları
temizleyerek, yeni bir demokrasiyi Suriye’de inşa etmek, en iyi
yoldur. Aksine Bosna modelinin kurulması, Suriye modelinin
pratik olarak bölünmesi anlamına gelir ve Suriye’deki çatışmaların
uzun yıllar sürmesi anlamına gelir diye düşünüyorum.
A.F.RASMUSSEN: Ben Suriye’yi bir devlet olarak muhafaza
etmekten yana birisiyim. Ama Ortadoğu’nun sorunlarını çözmek
için mezhepçi politikaları mutlaka durdurmak lazım. Suriye’deki
gibi; Alevi bir azınlığın Sünni bir çoğunluğa hükmetmesi kabul
edilemez. Irak’taki gibi Şii bir iktidarın da, Sünnileri ezmesi yahut
yönetmesi düşünülemez. Suriye tek devlet olabilir; fakat Kürtler
karşı kısımda, berikiler başka kısımda yaşayabilir. Bosna gibi,
Bosna’nın ideal bir çözüm olduğunu söylemiyorum ama Sayın
Başbakan Yardımcısı, burada ideal çözümü konuşmuyoruz.
Mümkün olan çözümü yani “iç savaşı durdurmak için Suriye’de
neler yapabiliriz”, bunu konuşuyoruz. O barış anlaşması sayesinde,
Balkanlar’da son 20 yıldır barış vardır.
Moderatör Murat AKGÜN: Bosna Hersek’te savaş olmaması
son derece önemli bir gelişmedir. Fakat şu gerçek gözardı
edilemez; orada son derece kırılgan bir barış vardır. Aslında
bu sistemin mükemmel işlemediğini gösteriyor. Ama Suriye
ile ilgili konuştuğumuz zaman, Esad rejiminin hala çok güçlü
bir ordusu var. Sayın RASMUSSEN bu söylediğiniz modelin
hayata geçirilmesi ne kadar mümkün? Esad’ın gitmesi için, Esad
yönetiminin görevden alınabilmesi için ne yapmak gerekir?
Moderatör Murat AKGÜN: Türkiye kaçınılmaz olarak bir “rolmodel” ülke konumundadır. Fakat geçmişte Türkiye Suriye’ye
yönelik çok aktif politika izlediğinde de, bu defa Suriye’nin
içişlerine karışmak ile suçlandı. Şimdi bu nasıl bir dengedir ki,
Türkiye hem “rol-model” olacak, (bölgedeki ülkelerin) hem
de içişlerine karışmakla suçlanacak? Sayın KURTULMUŞ,
Türkiye’nin bu “rol-model” durumunu siz bir hükümet görevlisi
olarak nasıl yorumluyorsunuz?
Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ: Bu bölgede halkların bir
geçmişi vardır. Suriye, Irak gibi veya Sünniler, Museviler, Aleviler,
Kürtler ve Türkmenler dediğimiz unsurlar tesadüfen bir araya
gelip yeni karşılaşmış değillerdir. Biz tarih boyunca uzun yıllar
bir arada yaşadık. Bu bölgenin Müslüman, Gayrimüslim ve
bütün etnik unsurlarıyla bir aradaydık. Şimdi bu bölgede barışı
getirebilmek için gerçekten bir perspektifimizin olması lazım.
Bizim perspektifimiz şudur; bizim bu bölge insanları arasındaki
ortak coğrafya üzerinde durmamız gerekiyor. Bu zamana
kadar Ortadoğu’da, Osmanlı barışı bütün mezhepleri de içinde
barındırarak bölgeye hakim oldu. Eğer hegemonya üzerinden,
yani güçlü olanın hakim olduğu sistem üzerinden barışı sağlamaya
kalkarsanız, barışı sağlayamazsınız. Kaddafi rejimi halkına o kadar
zulüm yaparken hür dünya neredeydi? Veya Mübarek rejimi
halkına eziyet ederken, arkasını İsrail’e, ABD’ye yaslamışken, hür
dünya niye sesini çıkarmadı? Dolayısıyla bu mandacı rejimler,
Soğuk Savaş’tan sonraki rejimler, halkıyla irtibatı olmayan
diktatörlerin olması, bugünkü kavganın temel nedenlerindendir.
Ayrıca Arap Baharı’nın ortaya çıkaran temel neden de şudur;
özellikle Fas’tan Endonezya’ya kadar, Yemen’den Suriye’ye kadar
olan bütün Arap coğrafyasında halklar; haksızlıkların, rüşvetlerin,
zulümlerin içine girmiş olan o rejimlerden, o insanlardan nefret
ediyorlardı. Genç kitleler siyasi sürece katılmak istiyorlardı. Genç
kitleler istikballerini aramak istiyorlardı. Bunun karşılığında
hem ülkelerinin geleceğine katkıda bulunmak hem de bunu
karşılığında teminat almak istiyorlardı.
Arap Baharı denen şeyin başlangıcı budur. Ama bu talep ciddi
bir şekilde karşılanmadı ve bir kenarda duruyor. Dolayısıyla bu
da bugünkü karışıklıkların önemli nedenlerinden birisidir. Diğer
nedeni ise, İsrail politikalarıdır. Bunu da görmeden, Ortadoğu’da
barışı sağlayacak bir perspektife sahip olmamız beklenmemektedir.
İsrail I.Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde oluşmaya başladı.
II.Dünya Savaşı’ndan sonra bir tüp bebek olarak suni yollarla bir
devlet oldu. İsrail devleti hükümeti sürekli saldırgan ve genişlemeci
tavırlarını sürdürdü. Kendisine kuruluşunda bırakılan toprakları
değil, (Ortadoğu’da) geniş (bir) coğrafyayı kendi hakimiyeti altına
almayı temel hedefi olarak gördü. Ayrıca Müslümanlara yapılan
zulümlerin, İslami mimarilere olan saldırıların da, Ortadoğu’da
barışı önleyen en önemli nedenlerden birisi olduğu kanısındayım.
Bütün bu sebepleri biraraya getirdiğimizde; Yahudisi, Hıristiyanı,
Müslümanı birarada yaşamış olan bölge halkları maalesef
uzunca bir süredir çatışmaların içerisinde ve hep farklı ayniyetler
üzerinden yeni bir kimlik oluşturabilme telaşı içerisindedirler.
Hür dünya, gelişmiş dünya, demokratik dünya bu anlamda
yeterince destek verdi diyemeyiz. Türkiye’de bu konuda rol
model oldu mu? Türkiye’nin bir ilham kaynağı olduğu oldukça
açıktır. Türkiye siyasi ve ekonomik istikrarını koruyarak ilham
kaynağı olmaya devam edecektir. Ayrıca Türkiye’nin en önemli
başarılarından birisi şudur: Türkiye demokratik çalışmalarından
birini başaramasaydı, Türkiye’deki değişim süreçleri de Mısır’dan,
Suriye’den farklı olmazdı.
Moderatör Murat AKGÜN: Türkiye’nin uzun zamandır Suriye
sınırında bir tampon bölge oluşturma talebi var. Bu isteğin
iki ayağını görebiliriz; birincisi güvenlik gerekçesiyle. Çünkü
hemen sınırımızın diğer tarafında çok şiddetli çatışmalar var ve
bombalar Türk toprağına düşüyor. Zaman zaman hayatını yitiren
vatandaşlarımız oldu. Hayatın felce uğraması söz konusudur.
Diğer taraftan göç dalgası, Türkiye’de şu anda 1.7 milyon göçmen
var ve şu anda Halep kenti de rejimin elinden düşerse, 100
binlerle tahmin edilen bir göç dalgası bekleniyor. Yani neden
o insanları belirli yerde karşılayıp tutmaya yönelik bir tampon
bölge oluşturulmuyor? Sayın RASMUSSEN görev yaptığınız
NATO’daki tecrübelerinize dayanarak bunu bize izah edebilir
misiniz?
A.F.RASMUSSEN: Türkiye’nin tampon bölge talebinin
farkındayım tabiiki. Suriye topraklarında bir tampon bölge
oluşumu, Suriye’nin bazı bölgelerini işgal etmeye denk olacaktır.
BM mandası yok tabii bunu yapmak için. Bir sonraki soru da şu;
kim bunu (tampon bölge kararını) uygulayacak? Tabiiki böyle bir
tampon bölge için,karada asker gerekecek. Tampon bölge, bir hava
operasyonuyla, tek başına oluşturulamaz. Bu yüzden, bu bayağı
kapsamlı bir askeri operasyon gerektirmektedir. Uluslararası
toplum tampon bölge oluşturma konusunda, bu yüzden isteksiz
kaldı diye düşünüyorum.
Moderatör Murat AKGÜN: Geçmişte Irak operasyonu bir
şüphe üzerine yapılırken bu kadar ince elenip sık dokunmamıştı.
Sayın KURTULMUŞ ne dersiniz, bu bir ikilem mi? Ayrıca Halep
düşerse, oradan on binlerce insan gelirse biz yine kabul edecek
miyiz? Ama Türkiye’nin de bir kapasitesi var. Çok iyi bir ekonomisi
de yok. Hazırlıklarımız nelerdir?
kalmec.hku.edu.tr
A.F. RASMUSSEN: Suriye’de bazı özel durumları dikkate almak
gerekir. Bir Bosna çözümünü Suriye’de geçerli kılabilmek için,
hiç kuşku yok ki uluslararası barış gücüne ihtiyacımız olacaktır.
Bosna’da bir çözüm için, ilk başta NATO liderliğinde, 20 bin
kişilik bir barış gücü Bosna’ya gönderildi. Şimdi Suriye için askeri
zorluklar daha büyük olacaktır. Bölgedeki ülkelerin son derece
önemli bir rol oynaması gerekir bu açıdan. Türkiye gibi ülkelerin
gerçekten oraya bir barış gücü, bir askeri güç göndermeleri
gerekmektedir.
19
Sempozyum Programı
Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ: Öncelikle söylemek
istediğim; Suriye’nin de Irak gibi bol miktarda petrolü olsaydı
şimdiye çoktan işgal edilmişti. Dolayısıyla Suriye’nin en büyük
dezavantajı petrolünün olmamasıdır. Bu anlamda Suriye’de petrol
olmamasına rağmen Batı güçlerinin koalisyon güçlerinin saha
harekatı yapmadan bu uçuşa yasak bölge Suriye güçlerini köşeye
sıkıştırılabileceğine inanıyorum. Ama maalesef Suriye planlarına
bakıldığı zaman koalisyon ülkelerinin birçoğunun bir numaralı
meselesi, Esad rejimini yok etmek değil, Suriye’de nasıl ortaya
çıktığı, ne şekilde ortaya çıktığı kimler tarafından ortaya çıktığı
henüz tam olarak bilinmeyen IŞİD’in Suriye’den uzaklaştırılması,
Irak’tan uzaklaştırılmasıdır.
Burada da ciddi bir perspektif farklılığımız vardır. Biz Suriye’de
İŞİD’in ve benzeri operasyonların bir sonuç olduğu kanaatindeyiz.
Yani IŞİD tek başına çıkmadı. IŞİD’in içerisinde, Batı ülkelerinden
katılan çok sayıda unsurların olduğu gerçek. IŞİD, Irak’taki ve
Suriye’deki siyasi istikrarsızlıkların bir sonucu olarak ortaya
çıkmıştır. Eğer Suriye ve Irak’taki politik istikrarsızlık böyle giderse,
yarın IŞİD gider yerine başka bir örgüt ortaya çıkar. O yüzden bu
gibi terörist örgütlerin ortadan kalkmasını sağlamanın yolu, Suriye
halkının bütün farklı unsurlarının siyasal sürece katılımlarının
sağlanmasıdır.
Bu nasıl olur? Ülkenin üstüne çökmüş, 300 bin insanın canına
kıymış, bu bölgenin en güzel şehirlerinden olan Halep’i havada
bombalayarak yok etmiş, Şam’daki kültürel zenginlikleri yok etmiş
bir rejimden bahsediyoruz. Suriye rejiminin hareket edemez hale
gelmesini sağlamak gerekir. Bunun için de uçuşa yasak bölge
önemli bir meseleydi. Ama zaman geçtikçe bundan sonra yapılsa
bile anlamını kaybedebilir.
Hasan Kalyoncu Üniversitesi
Suriye’deki halk ılımlı muhalefete destek vermiş olsaydı, şimdiye
kadar önemli yol kat etmiş olurdu. Yakın dönemde barış umudu
görünmüyor. Böyle bir durumda halk da IŞİD gibi karanlık bir
yapının arkasına takılmış oluyor. Bunu önlemek istiyorsak bu
halka uluslararası camianın yakın dönemde bir umut vermesi
lazımdır. Bu umudun gösterilmesi ise Esad rejiminin elini kolunu
bağlamakta yatmaktadır. Eğer Halep’te yeni bir durum ortaya
çıkarsa, bunun sonucunda 400 bin insanı kapsayan, yeni bir
göç dalgası ortaya çıkacaktır. Bu durum da Türkiye’yi birinci
dereceden etkileyecektir.
Moderatör Murat AKGÜN: IŞİD, Suriye’de ortaya çıkan en
önemli sorundur. Batı bu örgütün ortaya çıkış nedeni olarak neler
düşünüyor? Yok edilmesi neye bağlıdır? Bu kadar tereddütlü dış
müdahaleler, yerel gücün de zayıf olduğu bir ortamda, (IŞİD gibi
oluşumlar bölgede) varlıklarını uzun süre sürdürebilecekler gibi
görünüyor. “mevcut yapı devam ettiği sürece IŞİD gider başka bir
örgüt gelir” sözüne katılıyor musunuz?
A.F.RASMUSSEN: Çok karamsar bir değerlendirme aslında.
20
[1. GÜN]
Bunu (radikalizmi) yaratan nedir? Bunu besleyen toprak nedir? İlk
başta neden ortaya çıkmıştır? Suriye’deki gibi o azınlık çoğunluğa
baskı yapınca, o zaman çok büyük hoşnutsuzluk doğuyor ve de
aşırılık çok kolay baş gösteriyor. Irak’ta Maliki hükümeti bir facia
oldu. Çok güçlü mezhepçi politikalar uyguladılar ve böylece
IŞİD (ve benzeri örgütler) için bir ortam yarattılar. İlk olarak
mezhepçi uygulamaları durdurmamız lazım ki aşırılıklar, aşırı
tepkiler olmasın Ortadoğu’da. Sonra da uzun vadede, bölgede
sürdürülebilir demokrasiler oluşturmak gerekir. Bundan kasıt,
kültürel olarak demokratik kökleri olan rejimlerdir. Yani sadece
seçim yapmak yetmez.
Eğer çoğunluk, azınlığı baskı altına alırsa olmaz, bu kabul edilemez.
Öyle bir demokratik kültür lazım ki azınlıkların korunması
sağlanabilsin. Zannediyorum biraz daha sabırlı olmamız lazım.
Hukukun üstünlüğü ne demek öğretmek lazım. Azınlıkların
durumu ne demek,güçler ayrılığı ne demek, öğretmek lazımdır.
Gerçek bir demokrasi için insanlar bunu anlamalıdır. Aşırılığı
önlemeye kararlıysak, çok güçlü reformlar lazımdır. Ben o kadar
karamsar değilim, bence yapılabilir. Çünkü “bazı milletlerin bazı
halkların demokrasiye uygun olmadığı” gibi bir düşünceyi ben
kabul etmiyorum.
Moderatör Murat AKGÜN: Sayın KURTULMUŞ, Irak’ta üçe
bölünme hala geçerli mi? Irak’ın kuzeyinde bağımsız bir Kudüs
devleti kurulması Ortadoğu’yu nasıl etkiler?
Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ: Bu mezhepçi politikalar,
Maliki rejiminin uyguladığı bu yanlış politikalar Irak’ı bu duruma
getirdi. Şimdiki rejim işbaşına geldi. Umarım yeni yönetim farklı
mezhep ve etnik yapıları birarada tutmayı başarabilir. Irak’ta fiilen
üç parçaya bölünmüş gibi görünse de, Irak’ın toprak bütünlüğünü
koruyacağına inanıyorum. Yeni yönetim Maliki döneminde
yaşananlardan ders alarak ve var olan sorunları büyütmeden
sorunlarını çözmek için bölge ülkeleriyle de, Türkiye ve İran’la da
işbirliği içerisinde Irak’ın bütünlüğünü koruyacağına inanıyorum.
Irak’ın bütünlüğünü koruması bölge barışına büyük etki edecektir.
Moderatör Murat AKGÜN: Peki siz Sayın RASMUSSEN,
Irak’taki yeni yönetimin başarılı olacağına inanıyor musun?
Bağımsız bir Kürdistan devletinin Ortadoğu’ya etkisi nasıl olur?
A.F.RASMUSSEN: Burada şunu söyleyebilirim. Herşeyi hesaba
katarak, Suriye’i de Irak’ı da bir ülke olarak muhafaza etmeliyiz.
Ama galiba hem Suriye için, hem Irak için gücü bölüp adem-i
merkeziyetçi hale getirmek lazımdır. Irak’tan bahsediyorsak;
Kürtler, Şiiler, Sünniler, işte bu ana kimlikler bir Irak Devleti
içinde yaşayabilirler. Yani ben bağımsız Kürdistan yanlısı
değilim. Ama Türkiye burada son derece önemli rol oynayabilir.
Çünkü Türkiye’nin de PKK’yla sorunu vardır. Türkiye devleti bu
sorunu çözmek için çok çaba sarf ediyor. Umarım bu sorununu
çözebilir. Türkiye daha adem-i merkeziyetçi davranarak, daha
fazla yerel yetkiler vererek bu işi kolaylaştırabilir. Bu iş bağımsız bir
Moderatör Murat AKGÜN: Bir süre öncesine kadar Türkiye’de
çok söylenen bir söz vardı: “Filistin’de barış olmadan, Ortadoğu’ya
gerçek barış gelmez” diye. İsrail’in kalıcı politikalarını gözönünde
bulundurduğumuzda, bu söz hala geçerli midir? Sayın
KURTULMUŞ, bu konu hakkında düşünceleriniz nelerdir?
Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ: İsrail hükümeti tam
Ortadoğu’da kalıcı bir barış içerisine girdiği sırada yeni bir şey
oluyor ve İsrail yeniden saldırgan bir hal içine giriyor. Genel
olarak bakıldığında, İsrail Ortadoğu barışından yana görünse bile
maalesef özellikle hükümetin içindeki uygulamaların bu barışı
bertaraf ettiğini görüyoruz. İsrail’in çok başarılı tutum içerisinde
olmadığı da aşikardır.
İsrail barışı olmadan, Filistin devletinin var olma hakkı gerçekten de
İsrail tarafından kabul edilmeden, Ortadoğu barışının sağlanması
ve Dünya barışının sağlanması mümkün değildir. Ancak bu
durum, İsrail için de sürdürülebilir bir durum değildir. Kendi
içinde saldırgan politikaları hükümet politikaları haline getirenler
var. Ama (bu) sonuçta İsrail’de yaşayan Yahudi vatandaşlar için de
sürdürülebilir bir durum değildir. İsrail gerçekten bölgede barış
içinde yaşamak istiyorsa, özgür Filistin Devleti’nin varlığını kabul
etmesi gerekir. Filistin halkına işkence etmekten de vazgeçmesi
gerekir.
Moderatör Murat AKGÜN: İran’ın nükleer silah elde etmek için
yoğun çabaları var. Bu konuda Batı ile İran arasında sürdürülen
müzakereler var. Siz Sayın RASMUSSEN bu müzakerelerin belli
somut ve umutlu bir sonuca ulaşabileceğine inanıyor musunuz?
Eğer böyle bir şey olmazsa da İran nükleer silaha ulaşırsa bu
durumun bölgeler ve dünya açısından önemi nedir?
A.F.RASMUSSEN: İran nükleeri konusunda çok kaygılıyım.
Çünkü İran gerçekten nükleer silahlar elde ederse, bu Ortadoğu’da
birçok tedirginlikler doğuracaktır. Bunun kötü etkileri olacaktır.
Küresel güvenlik üzerinde de çok ağır etkileri olacaktır. Onun
için barışçıl diplomatik çözümler bulunabilir. Hiç kimse İran’ın
nükleer enerjiyi barışçıl yollarla kullanmasına karşı değildir. Ama
İran tabii nükleer silahlanmayı... aldatmaya yönelik durumu...
karşısında bunu durdurmamız lazım. Ayrıca bu görüşmelerin
olumlu bir takım sonuçlara bağlanacağı konusunda ben gerçekten
umutluyum. İran’da barışçıl bir çözüm bulunmasının kendilerinin
de yararına olduğunu anlayacaklardır.
Moderatör Murat AKGÜN: Son olarak, İsrail’de nükleer güç
kapasitesi varken İsrail üzerinde de bir takım yaptırımların olması
gerekmez mi?
A.F.RASMUSSEN: Buna yorum yapmayacağım. Çünkü bu
konuda bilgim yok. İsrail’in elinde nükleer program olduğunu
bilmiyorum. Ama 1990’da bile hemen hemen dünyanın bütün
ülkeleri, bir barış anlaşmasına ‘nükleer silahların yaygınlaşmasının
sınırlandırılması’ anlaşmasına imza attılar. Bu ideal bir vizyondur.
O prensibe hala bağlıyız. Ama şimdi tabiiki NATO Eski Genel
Sekreteri olarak, NATO olarak, nükleer silahlar var olduğu sürece...
NATO da bir nükleer ittifak olarak devam edecektir. Şimdi İsrailFilistin anlaşmazlığını özür olarak algılayıp bölgedeki tüm sorunu
buna bağlamak hakkaniyetli değildir. Mezhepçi uygulamaları
Suriye’de, Irak’ta görüşümüzün nedeni İsrail-Filistin (meselesi)
değildir. Ama en önemlisi, bu çatışmaya çözüm bulmaktır. 2002’de
bulunan çözüm iki ayrı, bağımsız ve egemen devlete dayanan bir
yol planıdır.
Moderatör Murat AKGÜN:
Sayın A.F. RASMUSSEN ve Sayın Numan KURTULMUŞ,
değerli görüşleriniz ve katılımlarınız için sizlere teşekkür ederiz.
İlk oturumumuzu burada sonlandırıyoruz.
kalmec.hku.edu.tr
Kürdistan’ın kurulmasıyla değil de, Irak içinde azınlıkları koruyan
bir adem-i merkeziyetçi sistemin oluşturulmasıyla sağlanabilir.
21
Hasan Kalyoncu Üniversitesi
Suriye Kamp Ziyareti, Nizip/Gaziantep
22
Sempozyum
programı dahilinde
Nizip Konteyner
kentine yapılan
ziyarette katılımcılar
Suriyeli misafirler ile
bir araya
gelmişlerdir.
Konteyner kent yöneticileri ile yapılan görüşmelerde,
Suriyeli misafirlerimizin son durumu, eğitim ve altyapı
hususunda gerçekleştirilen faaliyetler ile ilgili bilgi
alınmıştır. Kent gezisi esnasında bir Suriyelinin evinde
misafir olan heyet üyeleri, yaşanılan ortamı daha iyi
gözleme imkanı bulmuşlardır. Bu gözlemler Suriye’deki
siyasi durum ve Türkiye’deki Suriyelilerin yaşayışları ile
ilgili yorum yapacak bütün araştırmacı/siyasilerin artık
daha dikkatli çalışabilecekleri bir ortam yaratmıştır.
Ayrıca misafirlerin heyet için hazırlamış
olduğu hediyeler de onların bu geziden
memnuniyetlerini göstermektedir.
23
kalmec.hku.edu.tr
Sempozyum Programı
[1. GÜN]
II. Oturum
Hasan Kalyoncu Üniversitesi Kongre ve Kültür Merkezi, Gaziantep
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU
Galatasaray Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı / İstanbul
Galatasaray Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı’dır. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler ve Uluslararası İlişkileri Enstitüsü’nden
Yüksek Lisans ve Doktora derecelerine sahiptir. 1995 yılında İstanbul Üniversitesi’nden Yardımcı Doçent ünvanı alan Dedeoğlu, aynı yıl Galatasaray Üniversitesi bünyesine katılmıştır.
2005 yılında Galatasaray Üniversitesi’nden “Profesör” ünvanını alan Dedeoğlu, Kadir Has Üniversitesi’nde de ders vermiştir. Uzmanlık alanları arasında Avrupa Birliği ve uluslararası
güvenlik çalışmaları yer almaktadır. Çok sayıda bilimsel makalesi ve kitabı bulunan Beril Dedeoğlu, Zaman ve Yeni Şafak gazetelerinde uluslararası politika yorumlarına imza
atmakta, ayrıca Star ve Today’s Zaman gazetelerinde köşe yazarlığı yapmaktadır.
Peter HARLING
Uluslararası Kriz Grubu, Mısır, Irak, Lübnan ve Suriye Direktörü
Hasan Kalyoncu Üniversitesi
Kar amacı gütmeyen bağımsız oluşum International Crisis Group (ICG) bünyesinde; Irak, Lübnan ve Suriye ile Ortadoğu proje direktörlüğünü ve Kuzey Afrika danışmanlığını
yürütmektedir. 1998-2004 tarihleri arasında Irak, 2005-2006 ve 2014 ilk çeyreğinde Lübnan, 2006-2013 tarihleri arasında Suriye, 2011-2013 tarihleri arasında yarı zamanlı
olarak Mısır’da ikamet etmiştir. Uzmanlık alanları arasında Irak direnişi, Sadr hareketi, aşiretçilik ve Suriye dış siyaseti yer almaktadır.
24
Moderatör Murat AKGÜN: Türkiye perspektifiyle Beril Hanım,
Sivil Toplum Temsilcisi olarak da Peter Harling aramızdalar. Siyasi
değil, akademik bir çerçevede konuşacağız. Peter Harling’e sabahki
sorularla aynı doğrultuda sorular soracağız, Suriye’yle ilgili onun
görüşlerini alacağız. Öğleden sonra konuklar Nizip’teki Mülteci
Kampına gittiler. Bu konudaki izlenimlerini almak istiyorum,
ardından diğer konulara geçeceğiz.
Beril Hanım, kampı ziyaret ettiniz. İzlenimleriniz nelerdir?
Türkiye’nin yaptıkları konusunda düşünceleriniz nelerdir, oradaki
insanların nelere ihtiyaçları var?
Prof. Dr. Beril DEDEĞLU: Bugün öğleden sonra yaşadığım
gözlem bana iki şey söyledi; bunlardan biri gurur duydum
ülkemle, inanılmaz bir çaba sarf edilmiş ve umduğumdan
Moderatör Murat AKGÜN: Sorumun aynısını Sayın
Rasmussen‘e sormak istiyorum. Siz de kampı gezdiniz. Daha evvel
kampa gitmiş miydiniz? Zannetmiyorum.
A.F.RASMUSSEN: Evet, bu mülteci kampına ilk ziyaretimdi.
Doğrusunu söylemem gerekirse başka mülteci kamplarıyla
mukayese edersek bu çok güzel organize edilmiş bir kamp, hem
güzel organize edilmiş hem temiz, hem de iyi, içtenlikli pek çok
faaliyetler var. Orası mülteciler için düzenlenmiş. Hem yetişkinler
için hem de çocuklar için bence son derece önemli bütün bunlar.
Hele de eğitimle ilgili bölümde önem artıyor. Çünkü çocukların
eğitimi önemli, yani bence bu örnek denilebilecek bir mülteci
kampıdır. Ayrıca bu fırsattan istifade ederek bir yorumda daha
bulunmak istiyorum. Türkiye’ye hakikaten takdirlerimi sunarım.
Türk yetkililerinin, Suriyeli mültecilerine bütün yaptıkları için,
ekonomik açıdan taşıdıkları yük, aşılması zor bir problem ve
Türk toplumunun büyük bir yüküdür. Bu işler için aşağı yukarı 5
milyon dolar harcıyorlar yılda. Bu büyük bir girişim ve uluslararası
camiaya da ancak diyebilirim ki, herkesin bu mültecilerle ilgili
faaliyetlere katkıda bulunması lazım.
Moderatör Murat AKGÜN: Bay HARLİNG bu sefer size
sormak istiyorum. Sabah seansında Başbakan Yardımcısı Numan
KURTULMUŞ, Türkiye’deki Suriyeli sayısını 1.7 milyon olarak
verdi. Şu an Halep civarında çok şiddetli çatışmalar var. Halep
rejim güçlerinin eline düşecek olursa, 400 bine yakın yeni bir
mülteci akımının olmasının beklendiği söylendi. Eğer bu meydana
gelirse, Türkiye’deki mültecilerin sayısı 2 milyonu aşacak. Sayın
HARLING size şunu sormak istiyorum; Sizce uluslararası
kamuoyu Türkiye’ye mültecilerin ağırlanması ve ihtiyaçları
konusunda yeterince destek veriyor mu? Mülteciler konusunda
Türkiye’ye nasıl destek verebilirler, ne dersiniz?
Peter HARLING: Eminim ki uluslararası toplum (Suriyeli
mültecilere yönelik) Türk yardımı (hususunda Türkiye’nin) hak
ettiği takdiri ifade etmekte başarısız oldu. Yani ben bugün bu
kampı ziyarete gitmedim. Ama Suriye çatışmasıyla ilgili olarak ve
bu durumun ciddiyetiyle ilgili olarak; birçok karar verici ve çok
sayıda mülteci söz konusudur... Toplumlar böyle bir kanlı olaydan
sonra kendini toparlayabiliyor ama tabiiki Suriye bağlamında çok
büyük bir stres var. Çok yıkıcı bir olaylar dizisi yaşıyorlar. Suriye
toplumunun dokusuna baktığımız zaman tabii kentsel bir dokuyu
görüyoruz, sosyal dokuyu görüyoruz. Kentsel doku hakikaten
çok büyük hasar görmüş. 10 milyon insan, toplumun yarısı
yollarda, evinden barkından edilmiş, ya sürgünde ya da yollarda...
Son derece önemli olan başka durumlar da var; yıllar boyunca
(mülteci) çocuklar, Suriye’nin içinde ve dışında, formel eğitim
sisteminin dışında kalmışlar. (Bu çocuklar) eğitimden mahrum
kalıyorlar. Mukayeseli olarak baktığımız zaman, Türkiye hakikaten
benzersiz bir ortam sunuyor onlara. Hiç olmazsa normal hayata
benzer birşey sağlamaya çalışıyor onlara. Ama tabiiki Türkiye’ye
ne kadar destek gelse de azdır. Yani şu anda ne kadar az destek
verildiğinin de farkındayım ve ne kadar destek verilse dahi azdır
derim.
Moderatör Murat AKGÜN: İkinci soruma, Prof. Dr.
Beril DEDEOĞLU’yla başlamak istiyorum. Hanımefendi,
Ortadoğu’da kriz denildiği zaman, hemen aklımıza Suriye geliyor.
Ancak Irak’taki durum malum, bunun yanısıra sabah da konuştuk,
belki izleme imkanınız oldu. Filistin sorunu söz konusu, İran’dan
kaynaklanan gerginlikler söz konusu. Türkiye-İsrail ilişkilerinin
de çok parlak olduğu söylenemez. Şunu söylemek istiyorum;
Bundan 15-20 yıl önce, bölgede gerginlik olmakla beraber bu
kadar çok sayıda gerginlik yoktu, ne oldu da Ortadoğu böyle bir
patlamaya hazır fıçı, hatta Türkiye de fıçı haline geldi? Peki bir de
şunu sormak istiyorum buradan çıkış yolu var mı?
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Ne oldu da böyle daha çok çatışma,
sürekli çatışma hali oldu? Birinci neden, Ortadoğu’da iki kutuplu
dönem varken çok fazla, oyuncuların kendi başlarına hareket etme
imkanı yoktu. İkincisi, devletten başka oyunculardan da çok fazla
bahsedilmiyordu. Bugün sorunlar, küreselleşmeyle de birlikte,
birbirinden çok ayrılabilir değil. Devletler birbirinden ayrılabilir
değil. Çok daha müdahil olurlar krizlere, üstelik de sorunlardaki
katmanlar açığa çıkmıştır. Fakat bahsettiğim herbir devletin kendi
içindeki toplumsal katmanları, bunların herbiri, önemli birer
siyasi oyuncu haline gelmiş vaziyette. Bu karmaşık yapı en ufacık
gerginliğin daha hızlı bir çatışmaya yol açmasına neden oluyor.
Biz böyle münferit çatışmalar görüyoruz. Şurada bomba patladı,
burada insanlar öldü gibi. Ama biraz da şöyle; Ortadoğu’dan
yukarıya aya doğru çıkıp oradan baktığımız zaman, aslında bu
sorunların birbirinden hiç ayrılabilir olduğunu düşünmüyorum.
Yani bir yumak var, onun ipini çektiğiniz zaman, düğüm her
taraftan yumağı kilitliyor. İpin çekilmesi söz konusu olamıyor.
Benim burada gördüğüm bir diğer sorun, yani Ortadoğu’nun
bu kadar içiçe ve her dakika çatışmaya açık hale gelmesindeki en
kalmec.hku.edu.tr
çok daha fazla yerleşik düzeni sağlamaya yönelik bir çabayla,
çok büyük bir alan Suriye’den gelenler için hizmet alanına
dönüştürülmüş. Burada özellikle güvenliğin sağlanması ve bunun
dışındakiler, tüm ayrıntılar, hemen hemen düşünülmüş. Üstelik
yakından biliyoruz. Türkiye tamamen bölgesel hakkını kullandı,
o yüzden gurur duydum. Ama öteki taraftan, sonuç itibariyle, bu
bir kamp ve gezdiğimiz yer turistik bir yer değil. O gözle bakmak
bende üzüntü yarattı. Gezinin sonucunda bunun acısını yaşadım.
Bu yüzden de oradaki insanlara çok yakından bakamadım.
Yani o bana kötü bir durum izlenimi verdi. Çünkü geziyormuş
hissini yaşamak istemedim. Belki kendi ülkelerinde olmaktansa
şu an burada olmak (onlar için) çok daha buruk (bir duygu).
Onu hissedebiliyorum. Ama sonuçta kendilerine ait olmayan
bir yerdeler, bunu da hissediyoruz. Ve biraz emniyet, biraz da
burulmayla ayrıldığımı söyleyebilirim.
25
Sempozyum Programı
önemli sebep, bugün uluslararası sisteme stantslation dönüşüm
dönemi adını veriyoruz. Yani iki kutuplu dönem bitti ama yerine,
adını koyabileceğimiz, tanımlı bir dünya sisteminden söz etmek
çok zor. Fakat denebilir ki tanımlamak da gerekmeyebilir. Yani
oyuncular var, devletler var, gül gibi geçinip gidebiliriz.
Ama benim gördüğüm kadarıyla sistemi tanımlanabilir hale
getirmeye çalışan bir basınç var. Ben diyorum ki, bu basınç şu
devletten geliyor, bu devletten geliyor fakat gördüğüm bu basınçla
birlikte, dünyayı daha çok iki büyük gücün mücadele alanına geri
çekmeye çalışan bir çaba var. Bu çabanın da Avrupa’yı, Amerika’ya
yapıştıran, Rusya’yı da daha çok Orta Asya’ya yapıştırmaya
yönelik bir ayrıştırmaya teşvik eden bir ortam var. İşte Ukrayna,
Suriye, Afganistan hattı, bu paylaşım veya bir güç dengesinin
kırılma noktalarıdır.
Yani ben doğrusunu isterseniz Suriye’de olup biteni Ukrayna’dan
ayırmanın yukardan baktığım zaman, çok mümkün olabileceği
kanaatinde değilim. Sonuç itibari ile çatışmanın oyuncuları
yerel, işte biz Esad güçleri, Özgür Suriye Ordusu, IŞİD diyoruz.
Daha yerel ölçekle gözükmekle birlikte bir çatışmayı bu kadar
uzun ve kanlar haline getirebilmenin cesareti başka desteklerden
kaynaklıdır. Bu durum, söz konusu dengeler oturmadan, bu
çatışmaların biteceği kanaatinde değilim. Zira devletler, bu
olaylara karışmış olan bütün oyuncular, aslında bir tür pazarlık
sürdürüyorlar. Eğer pazarlıklarda yol alınmış olsa çatışmaların
daha azalacağını tahmin ediyorum.
Moderatör Murat AKGÜN: O zaman Ortadoğu’da bir süre daha
iç savaşlar, terör ortamı devamı edecek, öyle mi anlamamız lazım?
Hasan Kalyoncu Üniversitesi
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Bunun bir süre daha devam
edeceğinden yana hiç kuşkum yok. Sadece burada bir tek ümit
verici şey olarak şunu söyleyeyim, bugün gelinen nokta itibarı ile,
oyun bütün oyuncular için giderek kazananın olmadığı bir oyuna
dönüşme durumunda. O kadar angajik ki, herkes aynı ölçüde bir
kazanç beklentisini sürdürme imkanına sahip değil. Bu da belki
daha yakın bir gelecekte sizin sorduğunuz ikinci sorunun cevabı
olabilir. Gerçi sihirli küre olsa da, biraz baksam gibi bir soru, ama
şunu söylemek mümkün: bölgedeki oyuncuların dahil olmadığı
barış görüşmelerinin sonuç vermesi mümkün değildir.
26
Yani kim bu çatışmalara tarafsa, bunların masa etrafında yer
almadığı bir barış süresi mümkün değil. Her oyuncuda masaya
oturamaz, yani en azından her oyuncu karşı karşıya gelmek
istemez. O zaman belki de biraz beklememiz gereken bir süreç...
Makul ve masaya oturabilecek siyasi yapıların, yerel düzlemde
gelişmeleri için destek olunmalıdır. Yani amaç aynı masa etrafında
toplayabilmek, makul diyalogu sürdürebilecek kesimlerin
yeşermesine, örgütlenmesine destek verebilecek bir uluslararası
çaba üretmektir. Ancak bu, umut vaat eden bir yol olabilir.
[1. GÜN]
Moderatör Murat AKGÜN: Sayın P. Harling size şu soruyu
sormak istiyorum; Suriye tabiri caizse iç savaşların cenneti haline
geldi. Çok çeşitli ülkelerde Avrupa’dan, Afrika’dan yabancılar şu
anda Suriye’de şu ya da bu taraf adına çarpışmaktalar. Basında
yeralan haberlere göre, İranlıların da Suriye’deki çatışmalara aktif
katıldığına dair haberler var. Irak’ın içinde bulunduğu durumda
söz konusu Irak’ın güneyinde çok ciddi bir Şii etki alanı var.
Onların İran’la belli etkileşim içinde oldukları kesindir. Bir de tabii
İran’ın kendisi var. Bütün bunları yan yana koyduğumuz zaman,
Ortadoğu’da ciddi bir, hatta belki tehditkar bir Iran etki alanın
oluşmasını, ne kadar olumlu ve nasıl görüyorsunuz?
Peter HARLING: Bu sorun doğrudan doğruya şu anda olup
bitenlerin kalbine nişanlanmış bir soru, bununla yüzleşmekte
yarar var. Bizim karşımızda aşağı yukarı mezhepsel bir şiddet
var. Suriye’de de kısmen olup bitenler, aslında vekaleten yapılan
bir savaş ve dinsel kökenli bir savaş... Bu mesele tabiiki büyük
kayıplara neden olmaktadır. Sünniler ve Şiiler arasındaki gerilim
ve çatışmaların ardında Sünni bir düşünce de yatmıyor. Mesela bu
farklılıkları nasıl aşabiliriz? Ve eninde sonunda mesele nerede gelip
düğümleniyor? Bölgesel güç dengesi, ki İran da dahil olmak üzere,
bazı ülkelerin birtakım bölgesel amaçları var. Ve bu gördüğümüz
çatışmaların arkasında bunun da yattığını biliyoruz. Şimdi benim
inancıma göre, aslında bu konunun askeri bir çözümü olamaz.
İlerlemek için tek yapılacak şey bu ülkelerin herbirinde, siyasi
olarak güç paylaşımının gerçekleştirilmesidir. Mükemmel bir
sistem oluşturulabilir ama öncelikle burada insanların birbiriyle
barış içinde yaşaması için buraların Adem-i Merkezileştirilmesi
lazım. Ve yerel hukukun yeniden güçlenmesi ve yerel gruplarca
yeniden tanınması lazım.
Moderatör Murat AKGÜN: Biraz evvel Sayın DEDEOĞLU’nun
savunması ilgimi çekti. Barış için çarpışan bütün tarafların masaya
oturması lazım. Ancak şuan itibarı ile hepsinin de oturması
mümkün gözükmediğine göre, o masa etrafında oturabilecek
yapıların oluşmasını beklemek gerekiyor dedi. Yıllarca NATO’da
bu tip sorunlar için başka bölgelerde zihin yordunuz. Ne dersiniz?
Eğer böyle bir bekleme sürecine gireceksek, bu süreç çok mu uzun
olacak?
A.F.RASMUSSEN: Bu kolay olur diyemeyeceğim, zaman
alacaktır. Çünkü bu aynı zamanda doğru demokratik kültürün
gelişmesi ile ilgili bir konu, ama Avrupai bir mesele. Örnek
olarak kullanayım: geçtiğimiz yüzyılda, Avrupa iki korkunç
savaş geçirdi. Ama biz o karışık deneyimden dersler çıkardık ve
son derece iddialı bir entegrasyon projesi hayata geçirdik. O da
şu felsefeye dayanıyordu; eğer ülkeleri daha yakından birbirine
bağlarsanız ekonomikken ve siyaseten, o zaman herkeste bir
fark oluşturacaktır. Savaşın ne kadar aptalca bir şey olduğunu...
Yani bugün itibariyle biz (savaşı) artık mümkün olarak bile
düşünemeyiz. Avrupalı devletler birbiri ile savaşamaz. Ama 70
yıl önce Almanya ve Fransa korkunç bir çatışmaya girmişti. Ama
biz bu ihtimali yok ettik, bu da yeni yapılar aracılığıyla, inşa etmiş
olduğumuz Avrupa... Şimdi Ortadoğu’ya şuan baktığımız zaman,
(savaşların durması ve entegrasyon) hiç gerçekçi gözükmüyor,
ama diğer taraftan ben başka bir alternatif de görmüyorum. Yani
böyle yapılar oluşturmak, Ortadoğu’da ve herbir ülke içinde, daha
önce de söylemiş olduğum üzere, yetkileri ele alıp, güç paylaşımını,
etnik ve dini farklılıklar etrafında ele almalıyız.
böleceksiniz. Merkezi bir devletin üç değişik varlığına çok zor, çok
masraflı ve aslında çatışmaya yatkın bir süreç... Suriye’de daha zor,
Irak’ta daha çok üç homojen son var, tarihi gelişmelerin sonucu
olarak ve yani toplumsal konvansiyonların sonucu olarak... Suriye
çok daha karışık, netlik yok.
Moderatör Murat AKGÜN: Sayın P. Harling size bir sorum
olacak, bu kez Irak her ne kadar merkezi bir otoriteye sahip gibi
gözükse de, her ne kadar hala bir ortak bayrağı var gibi gözükse
de birçok yorumcuya göre çoktan defacto olarak 3’e bölünmüş
vaziyette. Güneyde bir Şii etki alanı, ortada bir Sünni alanı, kuzeyde
bir Kürt etki alanı... Şimdi benzeri bir durum yavaş yavaş Suriye’de
de ortaya çıkıyor.
Peter HARLING: Sanıyorum yorumcuların çoğu da benim gibi
bölgeye bazen çok konvansiyonel paradigmalardan yaklaşıyor...
Merkezi devlet, yahut bölünme... Ama bu iki eksenin arasında
da çok şey var. Yani bu da gücün geriye evrilmesiyle alakalı, o da
zaten şu anda bölgede olan süreç. Yani İslami devlet fenomenine,
mesela bu sürecin bu defacto gücün geriye evrilmesinin kanıtı
olarak görebilirsiniz. Suriye rejimi bile öyle evrimler geçirdi ki,
muhalefete benzemeye başladı. Bir de Irak rejimine bakacak
olursak, anlamlı giriş noktası liderlik veya kurumların başındaki
insanlar değil. Fakat çizdikleri topraklara basan “check point”leri
de kontrol eden kişiler ve bununla ilgili kaynaklara sahip kişiler...
Güç de bu meşruiyette zaten. Yani çatışmanın o tarafından bu
sanki deneysel bir süreçmiş gibi. Defacto bir deneyim, bölgenin
değişik yerlerinde, sadece Irak ve Suriye değil...
Irak bölünmesi açısından bakarsak ben şunu söylemek istiyorum;
bölünme hiçbir zaman çözüm değil. Sudan bunun iyi bir örneğidir.
Bölünme devlet inşa edilmesi ile alakalı bir problem değil. Aynı
problem daha küçük bir ölçekte, birkaç değişik yerde de görülüyor.
Bu bir sürecin çıkışı ve bu süreç çok zaman alıyor. Maalesef arzu
edilecek bir sonuç da değil sanıyorum. Irak’ta tanıklık ettiğimiz
şey gittikçe artan kırılganlıkta olan ve beşeriyetini kaybetmiş bir
merkezi otorite, toplumsal düzeyde paylaşmalar... Aslında Kürtlere
geldiğinde, olay 20 yıl geriye gidiyor. Yani onlar kendi yollarını, zaten
90’lı yılların başında ayırdılar. Irak’ta sanıyorum artık bir ayrışma,
değişme süreci var. Suriye’de Sünniler ve Şiiler arasında... ABD
de 2003’te Irak’ı işgal ettiğinden beri (bu süreç devam etmekte).
Fakat bunun aslında bölünmeye yol açmasından hala uzağız,
çünkü tarihi olarak, merkezi bir devletin sınırları dahilindeyiz
ve tabii bunun mirası da var. Altyapı açısından (bu devleti) nasıl
Bazı insanlar yapay olarak bazı haritalar oluşturuyorlar ama aslında
bu (bölünme) toplumda son derece zor olacaktır. Ayrışma sadece
çatışma dinamiklerinde yaşıyor. İki taraf da sürekli birbirleri ile
su, elektrik, petrol gibi konularla ilgili yüzyüze geliyorlar. Çünkü
yakın zamana kadar son derece birlik olan bir ülkenin yansımaları
bunlar. Her ne kadar mezhep çatışmaları gerçek olsa da, yani
bu bölünme misyonu yorumcuların yaptığı biraz tembelce bir
yorum diyeceğim ben ve aslında gücün geriye evrilmesi Adem-i
Merkeziyetçilik ve yeni bir sosyal kontağa bakmak biraz daha
gerçekçi. (Bunlara da) ana çözümler diyeyim.
Moderatör Murat AKGÜN: Sabahki oturumda Sayın
RASMUSSEN’e sorduğum sorulardan bir tanesi, Batı dünyasının
Suriye’ye müdahalede bir Irak örneği, ya da Libya örneğinde
olduğu gibi niçin çabuk davranmadı, niçin istekli davranmadığı
yönündeydi. Benzeri bir soru da, bir tampon bölge için ikisine
de hatırlayabildiğim kadarıyla BM’nin bir karar çıkarmadan bu
tip oluşumlara gitmenin mümkün olmadığını söyledi. Ama bir
taraftan topraklarımızda 1.7 milyon Suriyeli var ve Sayın Numan
KURTULMUŞ ifadesine göre; Halep düşerse bir 400 bin de
yolda. Türkiye’nin de imkanları ortada, şunu sormak istiyorum;
Türkiye tek taraflı Suriye’de bir tampon bölge oluşturamayacağına
göre, o zaman kendi topraklarında bir tampon bölge, yani
Suriyelilerin ülkenin dört bir tarafına dağılması değil de, belli bir
noktada tutulmaları bir çözüm olabilir mi, ne dersiniz?
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Şimdi Sayın Rasmussen’in, Suriye
topraklarında bu tür bir bölgenin neden oluşturulamayacağı
konusunda doğru bilgi verdiği kanaatindeyim. Bunun altını da
çizmek istiyorum. Çünkü çok kolay bir durum değil. Burada
Suriye yönetimi halihazırda var ve o buna izin vermiyor.
kalmec.hku.edu.tr
Kuzeyde bir Kürt etki alanı, küçük de olsa belli bir bölgede Esad
rejimi ile ilgilidir. Şunu sormak istiyorum; bu problemli periyottan
Irak ve Suriye toprak bütünlüklerini koruyarak çıkabilecekler mi,
yoksa görünürde Doğu’da yeni devletler mi gözüküyor?
27
Sempozyum Programı
Hasan Kalyoncu Üniversitesi
Dolayısıyla bir toprak işgali söz konusu olabilir. Benzer bir durum
Türkiye’de yapılabilir mi sorusu anlamlı bir soru olmakla birlikte
orada da şöyle bir sıkıntı var: Türkiye’nin uluslararası mülteciler
sözleşmesinde doğu sınırı kapsama dışında. Türkiye’nin bu
anlaşmalarda çekincesi var, yani bu tür kamplar - mülteci kampları,
Filistin kamplarıyla aynı statüde kamplar değil aslında, daha serbest
kamplar, işin bir hukuki boyutu var. Bunun sosyolojik boyutunu
da tartışmaya açılmalı ,Suriye’den Türkiye’ye sığınan insanlar
Türkiye’nin istemediği insanlar değil. Dolayısıyla onları izole
etmeye yönelik tek bir çabanın parçası olarak böyle bir politika
uygulanıyor. Aslında onları izole edip kamplarda tuttuğumuz
zaman sanırım Türkiye’ye olan sempatinin bir nefrete dönüşme
ihtimali çok yüksektir.
Çünkü genelde bu tür kamplarda insanların hafızalarında bize ya
da başka yerlerde olan kamplar içeriye gelmemesi için insanların
dışarıda tutulma hissi yaratan duruma karşılık. Dolayısıyla
Türkiye bunu kendisi bir biçimde yapabilecek de olsa, sosyolojik
anlamdaki reaksiyonlar nedeniyle yapmamayı tercih edebilir.
Ancak şöyle çıkmaz olduğunu kabul de etmek lazım. Bugün
kampı da gezdik, çok önemli işler de yapıldı, sürekli söyleniyor.
Sn. Fatma Şahin ile Cenevre’de BM’lerle görüşme yapmaya
gittiğimizde de sürekli şöyle bir tavırla karşılaştık. Bizim hoşumuza
gidiyor, çok güzel işler yaptınız, helal Türkiye’ye ,nasıl oldu da
bu kadar kişiyi ağırladınız ama ağırlamaya lütfen devam edin ve
maliyetini üstlenin ve mümkünse Edirne kapısını da açmayın.
Şimdi Edirne’deki kapıyı açmayın, dolayısıyla maliyetini katlanın
gibi bir ruh haline de bürünmüş vaziyetteyiz. Bunun sürdürülebilir
olduğu kanaatinde değilim. Sayı arttığı takdirde dolayısıyla nasıl
kriz yönetiminde birtakım ortak çözümler bulunuyorsa, bunun
da daha uluslararası ortaklarla, dostlarla, müttefiklerle paylaşılan
bir sorun olması gerektiğini düşünüyorum. Yani sadece mali
bir sorumluluğu değil, toplumsal risklerinin de paylaşılabilir
olması gerektiği kanaatindeyim. Çünkü bu mültecilerin veya
sığınmacıların durumları daha önce tanımlanmamış yeni
risklere karşılık gelmesi de söz konusu. Bugün için Türkiye’de söz
konusu değil ama dünyadaki örneklerde yeni tehdit unsurlarının
yuvalandığı yerler olma ihtimalleri de var. Sadece o ülke açısından
değil bütün bölge ve dünya devletleri-ülkeleri açısından önlenmesi
gerekir. Önleyici bir takım görüşmelerde bulunulması gerekir. Şu
ana kadar ne yazık ki Uluslararası alanda bu konuda bir çaba söz
konusu değil. Ancak bu tür Konferanslarla veya soruna doğrudan
değinerek belki buradaa paylaşılıp çoğaltılması mümkün olabilir.
Benim gördüğüm kadarıyla Türkiye’nin uçuşa yasak bölge
projesinin çok daha makul ve hayata geçirilebilecek bir tasarı
olduğu kanaatindeyim ancak orada şöyle birşey var...
Moderatör Murat AKGÜN: Ama onun için de BM kararı
gerekiyor değil mi?
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Gayet tabii ama bu biraz daha
28
[1. GÜN]
fazlagündeme gelebilir bu şu demektir; bertaraf etmek istediğiniz
bir rejim varsa onun belirli bir bölgede uçuş hakkının olmamasını
ileri sürmek anlamına gelir.
Çünkü Suriye topraklarında uçuş hakkı olan Türkiye yönetimidir
ve de oraya müdahale yapan koalisyon dışişlerinindir. Dolayısıyla
buraya uçuş yasak dediğimiz zaman Esad’ın uçakları uçmasın
demek anlamına gelir. İkinci de; Amerika bu uçaklar uçmasın
sonucu getirebilir. Bunun çok sağlıklı bir şekilde formüle edilmesi
mümkün olabilir, yeter ki niyet olsun. Ancak buradaki nihai
niyet Esat’lı mı Esad’sız mı? Ne kadar hesaplı, ne oranda hesaplı
meselesindeki uzlaşmayla ancak ortaya çıkabilir.
Moderatör Murat AKGÜN: Galiba kilit noktada bu son
söylediğiniz deyimdi; Suriye’de bir çözüm olacaksa ne kadar
Esad’lı ne kadar Esad’sız?
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Yani ben gelişmelerin Esad’sız
senaryoların şu an biraz alt çekmecelerde durduğu kanaatindeyim.
Bu Esad rejiminin bir yerde ne kadar gücünü paylaşacağının
pazarlıklarının sürdüğü kanaatini taşıyorum ve ne yazık ki IŞİD’in
de bu konuda büyük bir işlem üstlendiği de anlaşılıyor.
Moderatör Murat AKGÜN: Bay Rasmussen size şunu sormak
istiyorum; Türkiye-Amerika ilişkilerini makasa benzetecek
olursak, bu makas Suriye konusunda bazen kapanıyor bazen
açılıyor, açıldığı konulardan bir tanesi de İncirlik Üssü. İncirlik
Üssü herhalde NATO Genel Sekreterliği yaptığınız zamanlardan
çok iyi hatırlıyorsunuz ve şu anda ABD’nin İncirlik Üssü’nü
ısrarla Türkiye’den istediği bir sır değil. Niçin ABD İncirlik Üssü
konusunda bu kadar ısrarlı? İncirlik Üssü Suriye konusunda ne
gibi bir artıya yol açabilir ,bir de şunu sormak istiyorum; Suriye
konusundaki BM nezdindeki her çaba Çin ve Rusya duvarına
çarpıyor, Rusya ve Çin niçin bu kadar Suriye’nin arkasında, genç
arkadaşlarımız belki merak ediyordur ne dersiniz?
A.F.RASMUSSEN: İlk olarak, ben tabiiki detaylarıyla ilgili olarak
yorumda bulunmayacağım. Hani NATO’da bireysel müttefikler
nasıl organize olurlar? ABD-Türkiye arasındaki somut işbirliği
de bu konuya dahildir. Tabiiki (Türkiye) kuvvetli bir savunmanın
parçası ve ABD’nin güçlü bir müttefikidir. ABD gibi (Rusya ve
Çin) onlar da stratejik olarak önemli askeri tesislere sahip olabilir.
Bölge topraklarında Çin’in ve Rusya’nın davranışlarına baktığımız
zaman, sanıyorum Çin açısından daha çok genel bir isteksizlik
hali var. Herhangi bir şey kabul etmek istemiyorlar. Dış bir askeri
müdahale için yeşil ışık olabilecek herşeye karşılar.
Her ülkede, Suriye dahil, Rusya açısından şu çok net ki, Rusya’nın
stratejik bir ilgisi, çıkarı var. Rusya’nın Ortadoğu’da çok fazla
dostları yok. Dünyanın bu bölgesinde, Esad Rejimi Rusya’nın
dostlarından biri, Rus Stratejik mevcudiyetinin önemli bir
öğesi. Suriye dünyanın bu bölgesinde sanıyorum. Ana çıkar bu.
İki Cenevre Konferansı yaptık. Her ikisi de şöyle sonuçlandı
ve bu Konferanslara Rusya da dahildi. Nihai dokümanlarda
Cenevre’deki Konferans şunu söyledi; süreç başlatılmalıdır. Bu
belki Suriye’de bir sistemde değişikliğe yol açabilir dendi... Ancak
Rusya’nın angajmanını dikkate alarak, bir de diğer bölgedeki
ülkelerin angajmanlarını dikkate alarak şöyle düşünüyorum,
herhangi bir askeri dış müdahale bir patlamaya yol açabilir. Ama
sadece Suriye’de değil, bütün bölgede. İşte o yüzden, ben şu
önerime dönüyorum bir yolunu bulmaya çalışmak lazım. Bu
çözüm önerisine ben çok katılıyorum.... Merkezi devlet sisteminin
ve ülkenin bölünmesinin yanında başka alternatifler var. Bu iki
uç eksenin arasında, gücün etnik ve mezhepsel gruplar arasında
paylaşılması alternatifi var.
Moderatör Murat AKGÜN: Bay RASMUSSEN’e sabah
seansında IŞİD konusundaki (Irak- Şam İslam Devleti)
düşüncelerini sormuştum. Şimdi bölgeyi yakından tanıyan biri
olarak aynı soruyu size de sormak istiyorum. IŞİD nasıl var oldu,
neden var oldu ve yok edilmesi neye bağlı? Sabah seansında
Sn Numan KURTULMUŞ aslında şunu söyledi ‘bataklığı
kurutmazsanız IŞİD gider başka bir organizasyon gelir’ dedi, bunu
paylaşıyor musunuz? Buyurun.
Peter HARLING: Bu üç soruya da cevap verebilirim. Fakat
İran’la ilgili bazı şeylerden de bahsedelim. Rus ve İranlı yetkililerle
konuştuğumuz zaman, Suriye rejimiyle ilgili, kendi standartlarına
göre, pek etkili performans sergileyemiyorlar. Aynı zamanda
(dengeler) o kadar kırılgan ki (Rusya ve İran), eğer Esad Rejimini
desteklemeyi bırakırlarsa rejim çöker ve diğer tarafın zaferi olur.
İşte ben şu açıdan katılmıyorum: Irak ve Suriye’de olanlara
vekaleten bir savaş diyelim. Fakat bir taraf için vekaleten savaş...
Ama öbür taraf için diyemeyeceğim. Diğer taraf kim savaşacaksa,
hepsini desteklemeye hazır ve bütün silahları, bütün parayı, bütün
siyasi desteği de verecek. Hani bir oyun alanında, sanki bir oyun
seyrediyoruz. Bir tarafta bir crock ekibi var birlikte çalışıyorlar ve
bu konuda çok sertler, diğer tarafta insanlar birbirleriyle öylesine
oynuyorlar ki ellerini kirletmek istemiyorlar, canları acısın
istemiyorlar. Bu karşılaştığımız problemin bir kısmı. Bu şekilde
oyunu bitiremeyiz...
ABD’nin net olmasıyla ilgili bir şeyler söylemek istiyorum. Çünkü
bence bu sorunun önemli bir kısmını teşkil ediyor. Elimizdeki
sorunun değişik katmanları var. Barak Obama’yı düşünecek
olursak, bana göre, olayların hiç birine fazla ilgi duymuyor.
Entelektüel olarak hoşuna gitmiyor bu durum, bölgeye ilgi
duymuyor, dış politikaya çok ilgi duymuyor, kirli savaşlara,
vekaleten savaşlara ilgi duymuyor. ABD dijital sınırlar ve mali
kurumların kontrolü gibi şeylere çok ilgi duyuyor. Bir sonraki
döneme girmek istiyor, geçmiş döneme takılmaktan ziyade. Ki
Ruslar ve İranlılar daha çok onu yapmak istiyor. Sanıyorum onun
algısı ki hükümetteki çoğu kişiyle aynı şeyi düşünüyor: artık bu
bölge büyüse fena olmaz. Kendi problemlerini kendi ele alsa!
Niçin hep ABD veya Batı müdahale ediyor? İşleri düzeltmeye
çalıştıkları zaman, Afganistan ve Irak’taki gibi, doğuda başarısız
oluyorlar. Yani ABD’nin bu konuda bir şey yapabileceğine dair
fazla inanç yok.
İslami devlet burada devreye giriyor. Dört yıldır o fikirden
öbürüne atlanıyor. Bölgede herhangi birşeyin değişebileceği
konusunda şüpheler var. Mesela Tunus’taki başkaldırının erken
dönemlerinde, Mısır’daki o heves, Libya’daki rejim değişimi,
ondan sonra İslamcıların elinin seçimlerle kuvvetlenmesi...
(bunlardan) korkuyoruz. Sonra İslami kriz geliyor... İslami devlet
(IŞİD) ön plana çıktı... Yani bu büyük bir problem ama bütün
bu çözülmemiş problemlerin zaten bir ifadesidir IŞİD. Bunlar
10 yıllardır oluşan problemler ve bunlar son 4 yıldır da daha da
kötüye gitti...
Moderatör Murat AKGÜN: Bu konferansta en çok aklımda
kalacak olanlardan bir tanesi sizin bu oyun oynayanlar, üstü
kirlensin isteyenler ve istemeyenler benzetmeniz olacak gerçekten,
ilginç bir benzetmeydi. Sayın Prof.Dr. Beril DEDEOĞLU,
mümkün olduğu kadar genç arkadaşlarım Ortadoğu’da farklı
alanlarda bilgilenmesi için belki batı, sorular eksik kalıyor ama
bu bir parça da benim her konudan biraz konuşalım çabamdan
kaynaklanıyor. Size sorum Filistin hakkında olacak, Türkiye
Filistin’e çok önem veriyor, hatta devlet yetkililerinin zaman
zaman Filistin sorunu çözmeden Ortadoğu’ya çözüm gelmez
sorunu, sabah Bay RASSMUSSEN’in de olduğu oturumda
konuşulmuştu. Şunu sormak istiyorum; Filistin’i çöz diyoruz ama
böyle bir ortamda Filistin sorunu nasıl çözülecek?
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Biz genelde Filistin sorununu
İsrail Filistin sorunu üzerinden tanımlama eğilimindeyiz. Oysa
belki de devletleri hiçbir zaman o şekilde tanımlamak doğru değil,
her devlette birden fazla devlet var. İşte ABD’yi örnek alıyoruz,
iki tane Amerika var, Rusya diyoruz daha fazla var ama Filistin de
fiziki olarak iki tane var biyolojik ve yaklaşım olarak iki parça var.
Moderatör Murat AKGÜN: Birbiriyle fiziki bağlantısı olmayan.
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Aynen öyle. Dolayısıyla görüşleri
ve beklentileri arasından da farklı olduğunu tahmin ettiğimiz bir
ikili yapı var ne yazık ki. Bu Filistin’in devlet olması sürecinde
zorluk yaratırken, İsrail’in de işini çok kolaylaştıran bir duruma
karşılık gelmiyor. Zira İsrail bu iki taneden bir tanesini muhatap
kalmec.hku.edu.tr
Kremlin’in özellikle Esad rejimine aşık olduğunu düşünmüyorum
ama Rusya şundan emin olmak istiyor; her ne olursa olsun Suriye’de
gelişmeleri kontrol edebiliyor olsun istiyorlar. Çünkü Suriye
Rusya için stratejik bir çıkar alanı... BM Güvenlik konseyinde o
beş kalıcı üye arasında Suriye ile ilgili bir karar alınması açısından,
politik çözümlere odaklanılması gerekmektedir.
29
Sempozyum Programı
almak istiyor ama öbürü de var, yani; “seni muhatap alıyorum,
seni muhatap almam” dendiği zaman zaten süreçte yarım durum
söz konusu oluyor. Bu yüzden de krizi çözmeye yönelik değil de
devlet oluşumu krizleri çözmeye yönelik bile yol almakta çok
önemli sorunlarla karşılaşılıyor. Bugün gelinen nokta itibarı ile
benim görebildiğim kadarıyla sorunun içinden çözümü yani
Filistin ve İsrail sorunu meselesidir ve içinde de örneğin ABD’nin
arabuluculuk yaptığı bir süreçtir çözüm neredeyse tıkanmış
içeriden çözülemeyecek, dolayısıyla dışarıdan çözülme süreci
kazanıldığı anlaşılıyor. Dışarıdan kim olacak diye baktığımızda
da Avrupa ülkelerinin arka arkaya Filistin tanınmasıyla ilgili
parlamentolarının ya gündeme getirmeleriyle ilgili ya da karar
çıkartmaları fiziki anlamda sonuç getirmeyen bir duruma
karşılık getirir. Yani siz resmi olarak tanındığınızda acaba büyük
elçilik açılacak mı? Ben hiç sanmıyorum, sorunun karşılığı çok
olmayabilir. Ama bu büyük bir diplomatik baskı aracı olarak İsrail’e
yönelik Filistin’in hazır hala ikili bir yapıda sürdürülme ihtimali
varken bu ihtimal hala ölmemişken sürdürülmesi yönünde bir
çabaya yönelik işarettir.
Moderatör Murat AKGÜN: Bir kader mi bütün Ortadoğu’nun
sorununa dışarıdan çözüm empoze ve yahut beklentisi...
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Şöyle bir şey var, eğer sorunlar
masada birlikte konuşulacaksa; bunun bir mahsuru yok, küresel
bir dünyadayız, nasıl barış projeleri yönünden konuşulmadan
gerçekleşmiyorsa, her türlü sorunun da masada görüşülmesinin
hiçbir mahsuru olmadığı kanaatindeyim, yeter ki masaya gerçek
silahlar konulsun. Ama yapılandırılmış bir bölgeden bahsediyoruz,
yani kendi tarihi kendi inisiyatifiyle kendi varlık biçimini tespit
etmemiş, zaten dışarıdan yapılan görüşmelerden söz ediyoruz.
Zorlama devletlerden söz ediyoruz, zorlama iktidar yapılarından
bahsediyoruz. Bunların sürdürebilirliliği hiç düşünülmemiş.
Hasan Kalyoncu Üniversitesi
Moderatör Murat AKGÜN: Cetvelle sınırlar çizilmiş değil mi?
30
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Yani yapılandırılırken “şu tarz bir
aile ülkeyi yönetir gider” diye düşünülmüş, ya yönetemezlerse
denmemiş. “Yönetemezse alırız aşağı” denmiş ki hala aynı
yöntemler uygulanabiliyor. Mısır’da “bunlar yönetemeyecek
alalım, bunu getirelim” deniyor. Ama bu da sürdürülebilir
değil. Dolayısıyla benim anladığım ve gördüğüm kadarıyla
Filistin örneğine asılmak zorunda, çünkü dünya değerleri çok
daha karmaşık hale geldi. Birgün şu an en azından Batı Şeria’da
temsil edilen kesimler biz bu işi başaramadık, valizleri alıp
gitsek dünyadan yana gitsek en azından, İsrail’e hiçbir muhatap
kalmayacak, ya da birçok farklı devleti muhatap almaya hiçbir
kesim kalmayacak. Şu an son şanslar yaşanıyor gibi bir durum
herhalde, arka arkaya bu tür girişim söz konusu benim anladığım
kadarıyla, çok gecikmeyecek...
[1. GÜN]
Moderatör Murat AKGÜN: Çok gecikmeyecek derken
Filistin’deki çözümü mü kastediyorsunuz?
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Hayır yani, biraz daha somut
adımların atılması konusunda aceleye yol açan bir süreç var. Çünkü
Filistin devletinin bir an önce vurulmasını isteyen, gerçi bütün
Amerika başkanları bunun zamanında olmasını ister ama Obama
bu konu da yönetime çok baskı yaptı ve bu baskı sonucunda İsrail
de biraz sosyal ilişkileri geliştirmek durumunda kaldı ve gitmeden
diyorum. Obama sanıyorum bu süreci biraz daha sıkıştırıcı Filistin
lehine sıkıştırıcı işlemlerde bulunur. Ama sonuç alır mı, onu inan
ki öngörmek hiç kolay birşey değil.
Moderatör Murat AKGÜN: Bay HARLING size şunu sormak
istiyorum. Ortadoğu problemlerinden bahsettiğimiz zaman
herhalde Türk-İsrail ilişkileri ve Mısır konumu gözardı etmek
doğru olmaz, şunu sormak istiyorum; Türk-İsrail ilişkilerinin son
yıllarda çok parlak olmadığı bir gerçek, ilişkilerin bu kadar kötü
olması sizce Ortadoğu’daki barış süreçlerini genel anlamda nasıl
etkiliyor? İkincisi Mısır’daki darbe sürecinden sonra Mısır’ın
kendi kabuğuna çekilmesi ve Arap kardeşleriyle bile kavgalı
duruma gelmesi Mısır’ın o eski Arap dünyasına abisi pozisyonunu
kaybetmesi durumuna gelmesi, bütün bunlar Ortadoğu barış
süreçlerini nasıl etkiliyor, ne dersiniz?
Peter HARLING: Türk İsrail ilişkilerine konuyu getirirsek, ki
çok iyi bildiğim bir konu değil onu söyleyeyim, sadece dışarıdan
bakarak biliyorum, iki durum çıkıyor ortaya. Olup bitenleri
duygusal tepkiler var, tabii bunlar da duygusal tepkiler doğurur
her zaman. Yalnız politik açıdan değil, genel açıdan da öyledir.
Türkiye’nin Arap dünyasına karşı tutumuna baktığımız zaman,
birtakım bilinen ilkeler var. Tabi yükseltileri, dalgalanmaları oldu
bu ilkelerin. Türkiye komşularına bir model olarak ortaya çıktı.
Çok da etkileyici oldu. Yani bir dinamik aşıladı bölgeye, vs. Bu
herhalde sınıra dayandı.
Türkiye’nin tutumu, tutarlılık açısından baktığın zaman, bir
tutarlılık gösteriyor. Suriye konusu mesela erken aşamalarda
Türkiye ilk önce bir katalizörlük yapmaya çalıştı. Esad rejimiyle iyi
ilişkileri vardı. Ve onları (Esad rejimini) değişime zorlamaya çalıştı.
Aylarca devam etti. Şiddet düzeyi bu kadar yükselmeden evvel, bu
ilişkilerde de, yani sanki ihanete uğramışlık havası da esti. Türkiye
ondan sonra değişti ve tutumunu değiştirdi. Hala bu tutumunu
sürdürüyor. Şimdi Türkiye için bu rejimi kapsayan bir çözüm
olmaz... Tabii bu yapılacak doğru şey mi, sonuç getirir mi getirmez
mi, bunlardan emin değilim. Ama en azından okuması kolay bu
tutumların... Mısır’a baktığımız zaman, Türkiye’nin tutumlarının
orda da tutarlı olduğunu görüyoruz. Şimdi aslında bizim sürekli
olarak bir temadan bir temaya kaydığımıza bakılırsa, bu tutarlılıkla
da takdir edecek bir şey var. Çünkü bölge artık çok köklü bir
krizden geçiyor ve bunun da tarihte olan kökleri, izleri var. Pek çok
problem onlarca yıl birikmiş. Tabiiki bunların açılıp çözümlenmesi
epey zaman alacaktır. Şimdi bütün oyunculardan beklenen
şey zamanın sonuna dayanarak ilkeleri bulmak. Bir şekilde
dengeleyici birtakım ilkeleri bulmak, bu açıdan zannediyorum ki
siz başkalarından çok daha iyi bu işi başarıyorsunuz. En azından
Batı’dan daha iyi başardığınız kesindir.
Moderatör Murat AKGÜN: Artık öğrenci arkadaşlarımızdan
soru almak istiyorum. Bakalım onların soruları neler olacak.
ÖĞRENCİ: Mehmet Veli Koyuncu (S.B.U.İ.): Benim sorum
Bay RASMUSSEN’e, yerel yönetimlerden bahsetti. Adem-i
Merkeziyetçilikten bahsetti. Adem-i Merkezi yönetimin olması
için güçlü bir yönetimin olması lazım değil mi? Örneğin ABD
modeli gibi Ortadoğu için bu geçerli mi yani geçerliliği var mı?
Irak’ta gördük yerel yani Adem-i Merkeziyetçilik Irak’ın güçlü bir
merkezi olmadığı için şu an bölünmeye kadar gitmiştir. Bu konu
hakkında görüşlerini alabilir miyim?
dünyanın başka bir köşesi. Ama Danimarka Krallığı’nda bizim 2
tane kimliğimiz var. Grönland var, bunlar Danimarka Krallığı’nın
parçası, oralardan sorumludur. Oraların savunması, güvenliği
ve para politikası Danimarka’nın yetkisi altındadır. Fakat birçok
alanda da buranın yönetimlerine çok büyük özerklikler tanımıştır.
Bu modelin birçok problemi var diyebilirsiniz tabii ama alternatifi
nedir diye de sormak gerekir. Alternatif, çatışmaların sonsuza
kadar devam etmesi değildir. Sorunun cevabı; çözüm hususunda
ilerleme kaydetmek ve insanların barış içinde bir arada yaşamayı
öğrenmesini sağlamak en azından.
A.F.RASMUSSEN: Bazı bölgelerde tabiiki güçlü bir
merkezileşmiş güç gerekir. Mesela askeri ve güvenlik ile ilgili
konulara geldiği zaman, ABD’de güç merkezileşmiş. Şunu
hatırlatayım. Size ben burada Suriye’yi bir devlet olarak Irak’ı bir
devlet olarak muhafaza etmek lazım geldiğini de söylüyorum.
Ama bu ülkelerdeki farklı kimlikler arasında, güçlerin paylaşılması
gerektiğini söyledim. Ama tepede bir devlet olmalı. Bir devlet
bütünlüğü olmalı ki savunmayı düzenlesin, güvenliği sağlasın,
merkez bankası olsun, para politikası olsun, onunla ne yapacaksa
yapsın... Yahut devlet kurumları olsun, bir anayasa olsun, ona
göre bütün düzenlemeler olsun. Ve o anayasa aynı zamanda da
azınlık haklarını da garantiye alsın. Tabi bütün bunları söylerken
Bosna modelinden ilham aldığımı da itiraf etmeliyim. Onun
için söyledim. Balkanlar ve Ortadoğu arasında farklar vardır.
Ama birtakım benzerlikler de vardır. Bunlardan ders alabiliriz.
Yani ben burada bir çelişki görmüyorum, güçlü bir merkezi
hükümet alanlarını oluşturmak için, bir yandan da gücün iktidar
gücünün yerel yöntemlerle paylaşılması gerekir. Şimdi bunu
sonuçlandırmak için kendi ülkemi örnek vereyim. Tabiiki bu
A.F.RASMUSSEN: Ben daha önce görüşlerimi ifade ettiğim
için, evvela sizin bu konudaki görüşlerinizi dinlesek! Adem-i
Merkeziyetçilik ve gücün paylaşılması meselesi, mezheplere veya
etnik gruplara dayanan teşebbüsler hususundaki gibi. Lübnan’da
olsun Irak’ta olsun çok kötü örneklerini gördüğümüzde
karıştırılmamalı. Aslında Irak’ta bu fikrin tarihi geçmişi esas olarak
sürgünlerle başlamış. Bağdat’a dönersek burada bir yetki var. Bir
iktidar var. Ama rejimden acı bir şekilde çekmiş olan insanlarda
da güçlü tepkiler var... Siyasi boşluk içerisinde, ABD’nin ilk işgal
hareketlerine bakarsanız, tabiiki Irak için tek çözüm o değildi.
Bedelini herhalde ödüyoruz şimdi. Yerel seçimlerde yakın
çevrelerini düşündüğümüz zaman, IŞİD meselesini de gözönünde
bulundurduğumuzda..., çok büyük güvenlik tedbirleri alınıyor.
Bağdat tarafında IŞİD; güvenlik kadrolarının motivasyonlarını
kırmış durumda. Bir de birtakım direnişler var. Hemen bu
direnişler çöküyor tabii. IŞİD ortaya çıktığı anda çöküyor. O
zaman (direnişçiler) kendi çevrelerinde (kendilerini destekleyen)
herhangi bir güç bulamıyorlar, IŞİD’i başlarından defedebilmek
için. IŞİD’in Bağdat’la temasları, ilişkileri var.
kalmec.hku.edu.tr
KONUK: Sn. RASMUSSEN bu serbest bölge meselesine dair
acaba ne düşünüyorsunuz? Bir de Suriye’deki güç paylaşımı
sistemi nasıl olur, yani başka yerlerde örnekleri var mı bu tip veya
bu çeşit?
31
Sempozyum Programı
Dolayısıyla oradaki boşluğa bir çözüm bulmak lazımdır. Musul’un
büyük aşiret reisleri Musul çevresinde nasıl güç tabanlarını
oluşturmuşlar? Buradan başlarsak işte zaman içinde bir alternatif
geliştirilebilir. (Bölgede) alternatif bir güç yapısı olabilir. Güç
dağılımı gözönünde bulundurularak ondan sonra görüşmeler
başlayabilir. Ancak başkentte ve burada da hakemlik rolü
oynayacak olan yine merkezi hükümettir. Herkese lazım şimdi.
Master planına gelince, bu planın bize önerilmesi, Cenevre
sürecinin bir parçası olarak ortaya çıkmış.
Cenevre sürecinde; Suriyelileri masaya getirsinler diye Amerikalılar
Rusya’yla çalışmaya razı olsaydı, işte onlar Suriyelileri o zaman
zorlayabilirlerdi. Hepsi birlikte bir uzlaşmaya varabilirlerdi, ama
olmadı. Niye çünkü Ruslarla Amerikalılar hiçbir şekilde birbirleri
ile birlikte çalışamadı çünkü Ruslar oyunbozan oldular. Orada
bu anlaşmazlıklardan, bu çatışmalardan, onlar (Ruslar kendileri)
yararlanır durumda görüyorlar. Amerika’ya karşı dikilmenin
avantajları var; imaj hususunda, vs. Öteki taraftan, Amerika’nın da
burada olup bitenlerle çok fazla angaje olmayı istemeyen tutumu
var.
Dolayısıyla madem bu yukarıdan aşağı yaklaşım iyi olmadı,
öyleyse aşağıdan yukarı bir yaklaşımla Suriye hususuna eğilelim.
Mesela yerel ateşkesler olsun. Suriye’de birtakım ateşkesler
oldu, onlar ilerletilebilirdi. Hiç kimse ilerletemedi onları... Siyasi
hesaplar yüzünden... Dolayısıyla önümüzdeki bir iki yıl Cenevre
süreci sürecektir. Ama bunun bir faydasının olması, bir çözüm
bulunabilmesinin tek çaresi, bu konunun hem Batı’da daha ciddiye
alınması, hem de Rusya’nın da “biz demedik mi” demekten
vazgeçip, daha yapıcı bir şeyle ortaya çıkmasıyla olacaktır.
Hasan Kalyoncu Üniversitesi
KONUK: Benim işim kolaylaştı şimdi, çünkü genel olarak
ben buna katılıyorum aynı fikirdeyim, başlangıçta bu gücün
dağıtılması bölüşülmesi meselesinde bu başarılı olabilir, yerel
seçkinlerle yerel camia arasında yeniden maganda olabilir. Tam
iktidarın gücü Adem-i Merkezileştirmesi dediğimiz zaman, tabii
doğru bir demokratik kültür içinde demek istiyoruz.
32
[1. GÜN]
Şunu da ekleyeyim, bazen şöyle soru gelir (Ukrayna’nın
NATO üyeliği), provakatif olmaz mıydı? Rusya’yı düşünürsek,
Ukrayna’nın NATO üyeliği Rusya’nın karar vereceği bir konu
değil. Her ülkenin kendi geleceği hakkında kendi kararını verme
hakkı var. 1999 Avrupa Güvenlik Konferansında her ülkenin
kendi güvenlik politikasını oluşturma hakkı var deniliyordu.
Rusya da bu konferansı onaylayan ülkelerden biriydi. Ukrayna
başvuruda bulunur ve NATO kararını verir. Eninde sonunda
üyelik nihayetlendirilir. Ama tabiiki yakın gelecekte olacak bir şey
değil bu.
Moderatör Murat AKGÜN: Beril Hanım size de sormak
istiyorum aynı soruyu, biraz evvel Bay RASMUSSEN’e sordum, o
çok fazla detaya girmek istemedi, daha evvel görevi nedeniyle ABD
İncirlik için bu kadar çok bastırıyor, bu kadar istekli, bir de şunu
sormak istiyorum, Bay HARLING dedi ki, Cenova konusunda
birşey olmadan devam edecek dedi. Cenevre 1 Cenevre 2-3-…
… gibi devam edecek, görüşünüz nedir?
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Önce Cenevre’den başladım, galiba
evet, herhalde öyle devam edecek. Burada amaç görüşmelerin
kesilmiyor olma halini iyi haber saymamız gerekmesi…
Moderatör Murat AKGÜN: Ama bu dostlar alışverişte görsün
diyaloğu olmayacak mı?
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Risk; eğer “bu bitti” derseniz riski
daha büyük. Dolayısıyla masada bu olay görüşülüyor olma hali
başlı başına bir diplomasidir. Şu an daha ileriye gidilemiyorsa,
buna razı olunma durumu var. İncirlik konusunda ABD’nin çok
ısrarcı olduğuna dair sizin söylediğiniz kadar büyük bir ısrar var
mı, çok emin değilim ancak eğer talepleri varsa bunlar; “burada
kalkayım bombayı atayım, Türkiye zor durumda kalsın” diye talep
edilen bir şey değil, maliyeti düşük bir insani müdahale eyleminin
sürdürülmesiyle ilgili.
ÖĞRENCİ: Seda Kocager (S.B.U.İ.): Sorum Sayın
RASMUSSEN’e; Ukrayna’nın başvurması halinde NATO’ya
kabul edileceği hakkında ne düşünüyorsunuz?
Moderatör Murat AKGÜN: Yani eğer istiyorsa askeri nedenlerle
bir insani yardım amaçlı istiyorlar düşüncesindesiniz.
A.F.RASMUSSEN: Tabiiki her başvuru sahibi ülke NATO
kriterlerini karşılamalı. Ukrayna üyelik için başvurursa NATO’ya,
bu bayağı uzun süreç olacaktır. Çünkü Ukrayna gerekli kriterleri
şu anda karşılamıyor. Ama şunu hatırlatayım size, 2008 yılında
NATO zirvesinde bir süreçte, NATO karar verdi. Ukrayna NATO
üyesi olacaktır dedi ama tabiiki Ukrayna’nın gerekli kriterleri
karşılaması gerek. Ve bu karar hala geçerli. Bu yıl eylül ayında
bu kararın hala geçerli olduğunu tekrar belirttik. Ama belli ki
Ukrayna’nın kapsamlı reformlar gerçekleştirmesi lazım. Ondan
sonra NATO üyesi olabilir.
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Aynen öyle çünkü bugünün
teknolojisiyle yani incirlik üssüne muhtaç bir Suriye operasyonu
olduğunu söylemek çok kolay bir durum değil. Ayrıca Türkiye’den
kalkan Amerikan uçaklarıyla sağın solun vurulduğu izlenimini
ABD stratejik olarak daha tercih edeceğini de çok zannetmiyorum.
Yani niçin Türkiye’nin el uzattığı yakınlaşmak istediği toplumlar
kendisinden hoşlanmayan bir pozisyona düşsün, ama şu sahnenin
Arap dünyası ve Müslüman dünyasında karşılığı var, ABD’yle
anlaşmazlık hariç akabindeyseniz bunun Ortadoğu’da Türkiye
lehine bir karşılığı var.
A.F.RASMUSSEN: Eğer başkan yardımcısını doğru anladıysam,
kapsamlı bir referandumun iyi olacağını söylediler. Bu proje BM’de
zaten bayağıdır konuşuluyor. Argüman şu, BM Güvenlik Konseyi
bildiğimiz haliyle 2. Dünya Savaşı’ndan hemen sonraki güç
yapılarını yansıtıyor. Modern bir BM güvenlik konseyi 2014’ün
gerçeklerini yansıtmalı. Ve gelişmekte olan güçlerin artan ağırlığını
yansıtmalı. Çok iyi anlıyorum bu argümanı ben. Ayrıca şunu da
söyledim, prensip olarak ben BM’nin reformdan geçmesinden
yanayım. Bu şekilde güvenlik konseyi ve diğer kurumların temsil
kabiliyeti daha yüksek olacaktır.
Bunu söylememe rağmen, bir de gerçekle yüzleşmek zorundayız.
Gerçek şu ki, böyle bir değişikliğin olması için, beş kalıcı üyenin
de rızası gerekmektedir. Sonra da şu soruyu sormak lazım, sizce bu
mümkün müdür? Bu beş ülke konsensüse varıp kendi güçlerinden
vazgeçecekler mi—veto hakkı da dahil olmak üzere—? Bence bu
gerçekçi değil. Bunun için daha gerçekçi alternatiflere bakmak
lazım... Ama şu konuda Başbakan yardımcısına katılıyorum:
BM’nin bugünkü durumu onun inanılırlığını ve otoritesini
sabote ediyor. Biz BM’de o kadar karar verme yetersizlikleri
ile karşılaşıyoruz ki... BM Güvenliği Konseyi önemli kararlar
alamaması, BM’nin inanılırlığının sabote edilmesi anlamına
gelir. Güçlü bir BM lazım. Bu BM küresel hukukun garantörü
olmalı. BM Güvenlik Konseyi’nin Suriye konusunda bir eyleme
geçememesi maalesef bu durumun bir yansıması. Ama BM’yi
reforme etme çabaları da o problemi çözmeye yetmeyecektir.
Başka araçlara bakmak lazım.
Peter HARLING: Uluslararası bir yönetişim sisteminin bir parçası
bu da 2.Dünya Savaşı’ndan sonra gelişti. BM gibi kurumlarda belli
bir dizi değerler ve normlar söz konusudur. 90’lı yıllarda Batı,
Sovyetler Birliği’ni yenince zaten bunlar zirveye çıktı. Net bir
düşman olmaması ama dünyadaki insanların kaderinden kendini
sorumlu hissetmek, işte bu yönetişim sistemini kullandılar. Sahibi
bizdik, sol sağ ve orta merkezi yansıtalım diye ve bu da sanıyorum
çok içerleme yarattı tüm dünyada, yani o çifte standart dediğimiz
ifade işte Batı’nın hareketinden doğdu. Suriye gibi konularda bizi
takip etmeye devam ediyor bu konu sanıyorum ve Suriye rejimi
ile Rus rejimi arasındaki ilişkiyi uzun diye tanımlayamayız, doğru
değil, bu ilişki 80’li yıllarda durdu. 2012 yılında tekrar başlatıldı çok
ilginç bir bazda bunun sebebi şuydu; Rusya bir yandan intikam
almak istiyor, motivasyon bu, ondan sonra ilişki git gide artan bir
şekilde tekrar inşa edildi çatışma esnasında ama ilk motivasyon
aslında bir yerde Batı’ya sinir olmaktı. Yani uluslararası iletişim
sistemini manipüle etti Batı. Tamam erozyona uğradı, o kadar çok
değişik şekilde zorlandı ki, meydan okudu ki buna Suriye, Ukrayna
örnektir. Bu örnekler artacak zaten emin değilim. BM reform
etmenin çok fazla potansiyel olacağını en azından görülebilir
gelecekte diyelim. Çünkü isteksizlik var zaten bu konularda,
bir de sanıyorum bu şu anki durumla ilgili sorun dışı dünyanın
bu bölgesinde son birkaç 10 yıldır yüksek düzey uluslararası
müdahale ile kuruldu. Bu yapılar işte Sovyetler birliğinden
Batı’dan, bugün öyle bir andayız ki, hala biraz müdahale var ama
karmaşık net değil. Mütereddit bu zaten, bölgedeki insanların
kafa karışıklığı artırıyor ve birbirlerinin çatışmalarında müdahale
artıyor. Türkiye gibi İran gibi Suudi Arabistan gibi ülkeler de
en son birbirleriyle konuşmaya başladıkları zaman çözümlerin
BM’den gelmesini beklemek yerine ancak o zaman….
Moderatör Murat AKGÜN: Beril Hanım size bir soru sormak
istiyorum; sabah Sayın Genel Sekreter konuşurken dedi ki,
Türkiye’nin bir rol modeli olması imkanından olasılığından
bahsetti. Ortadoğu için beri taraftan İsrail’le ilişkilerimiz
Mısır’la ilişkilerimiz Suriye deki mevcut rejimle ilişkilerimiz
göz önünde bulunduğunda siz bu rol modeli imkânını nasıl
değerlendiriyorsunuz nerede başlar nereye kadar devam edebilir?
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Bunun gündeme geldiği dönemde
Türkiye’nin model olma konusunda tartışıldığı zamana ilişkin bir
şey hatırlamak istiyorum. Türkiye bu zamanlar ben model olayım,
ben modelimi Ortadoğu’ya söyleyeyim falan demedi ihale üzerine
kaldı, yani Türkiye model olabilir mi gibi bir şey dışarıdan geldi. Bu
o kadar da olumlu karşılandığı söylenemeyecek bir pozisyon oldu.
Eğer Ortadoğu toplumları kendileri bir modelleme yapabilmiş
olsalardı muhtemelen çok daha olumlu sonuçlar verirdi yani
içerden bölgeden gelen bir öneri şeklinde gelişmiş olsaydı bu
üstünde çalışılabilecek bir konu olabilirdi.
Moderatör Murat AKGÜN: Zaten bu her konu içinde öyle
olabilecek değil mi keşke çözüm isteği Irak’ın içinden gelseydi
Afganistan’ın içinden gelseydi.
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Dolayısıyla çok olumlu bir
sonuç verdiğini söyleyemem bu açıdan da çünkü Türkiye ile ilgili
model dendiğinde herkesin başka bir şey anladığını söylemekte
yarar var. Örneğin halkın seçim yaptığı yönetimin belirlediği
bir sistemi Ortadoğu monarşileri açısından katiyen bir model
olarak algılandığını düşünmemek bizim ya da yönetimin seküler
yapısının bazı yerler tarafından kati surette tercih edilmeyeceğini
düşünmek lazım. Yani Türkiye’nin model olmasının istenmesi
Ortadoğu’da herkesin beklentisine karşılık gelen bir durum değil
idi. Ancak şu söylenebilir, Türkiye’nin kendi gelişme ve kat ettiği
yol bir cazibe merkezi ve bir kendi her toplumun kendisi için
bulabileceği yönteme ışık tutabilirdi. Yani bir dizi badire atlatmış
bir ülke Türkiye nelerin arkasından kalkmaya uğraştı. Özellikle
siyasetin sürekli yeniden ve yeniden yapılanmakta olan bir ülke
bu aynı zamanda da kalkınma yönünde de önemli hamleler yapan
kalmec.hku.edu.tr
ÖĞRENCİ: Ravdanur Cumha (S.B.U.İ.) RASMUSSEN ve P.
HARLING, Sayın Numan KURTULMUŞ’un söylediği gibi
dünya 5’ten büyüktür daha işlevsel ve daha geniş zihniyetli BM
için önerileriniz nedir?
33
Sempozyum Programı
bir ülke peki biz niye yapamıyoruz nasıl yaparsak bizde de benzer
bir etki sonuç çıktı üretebiliriz sorusunu sormasına izin verebilirdi
hala verebilir. Bugün bitti artık böyle bir şey söz konusu değil
anlamında söylemiyorum hatta tam tersine belki çatışma ve kayıp
ortamı bu tür soruların sorulması açısından da çok daha önemli
bu arada demin BM ile ilgili arkadaşımızın sorusu vardı ya ne
olacak diye.
Moderatör Murat AKGÜN: Dünya 5’ten büyüktür diyerek.
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Evet onunla ilgili bir şey söylemek
istiyorum. Genel olarak neden gelişmekte olan ülkelerde veto
yetkisine sahip ülkeler arasında değil gibi anlaşılıyor. Bu soru
gayet tabii ben de bu soruyu sorarım. BM’nin kendi içinde yaptığı
tartışma daha da o aşamaya bile gelmedi. Örneğin Almanya 5
ülkenin arasına girsin mi girmesin mi diye tartışılıyor ve benim
takip edebildiğim kadarıyla Almanya’nın bu 5 ülkeye dahil
olmasına en fazla İngiltere ve Fransa karşı çıkıyor, dolayısıyla daha
bunu aşamamışken nerede kaldı diğerleri diye bakmakta da yarar
var.
Hasan Kalyoncu Üniversitesi
ÖĞRENCİ: Kadir (Nijerya’dan gelen yabancı öğrenci) (SBUİ)
sorum Sayın RASMUSSEN’e; IŞİD saldırıya başladığında
küçük bir grup olarak görüldü fakat durum kötüleşiyor, rakam
hergün giderek artıyor, sizce yenilecekler mi ve ne kadar sürecek
yenilmeleri?
34
A.F.RASMUSSEN: Çok teşekkür ederim evet kısa cevap, eminim
İslami devlet denen şey yenilecektir. Takdir ediyorum geniş bir
uluslararası koalisyon askeri bir operasyon başlattı ve buna olanca
güven duyuyorum ki eninde sonunda IŞİD yenilecektir. Kolay
olmayacak, zaman istiyor ama sonuç bu olacak. Ancak askeri
perspektiften bu tartışmanın sonucu olarak tekrar söyleyeyim,
eğer önleyeceksek, ekstremliğin sağlamlaşmasını Ortadoğu’da
önlemek istiyorsak, çok nedenlerini ele almamız lazım bunların
mezhebi politikaların dışında yani ki bunlar hemen bitirilmeli daha
bazı problemler var ele alınması gereken ve buna inanmak için bir
sebep ya da bahane de yok. Acı olan da şu zaten, 12 yıl önce 2002
yılında BM’ler insan girişim raporu yayınladı. Bu problemlerin
altını çizdi, sanıyorum ana sebeplerinden biri Arap Baharında
gösterdiğimiz gençler için fırsat yokluğuydu. Daha fazla fırsat
yaratmak lazım bu bölgede, bu açıdan 2002 yılında yayınlanan
insani gelişim raporunu okumadılar. Çünkü 12 yıl önce yayınlandı.
Amerikan veya Avrupalı bilim adamları yapmadı bunu, Arap
Akademisyenler kendileri yaptı ve 3 eksikliğe işaret ettiler bunlar
sorumlu zaten ekonomik fırsat yokluğundan Arap ülkelerinde. 22
Arap ülkesi çatışıp 3 eksikliği işaret ettiler, özgürlüğün yokluğu
yeni bilgiye açlık olmaması ve kadın haklarının yokluğu eksikliği
bunlar 3 noktaydı. Çünkü onların altını çizdiği özgürlüğün
olmaması, baskılayıcı rejimlere yol açıyor. Bu insan arasında hiçbir
şeyi değiştiremeyecekleri hissi barışçıl yöntemlerle bir de yeni
[1. GÜN]
bilgiye açık olunmaması da ilginç bir şekilde şöyle ifade edilmişti.
O kadar az sayıda yabancı kitap Arapçaya çevrilmişti ki ve çok
az yeni yazı yeni fikirler hakkında Arapça kitap vardı. Yani Arap
akademisyenlerin kendileri söylemiş olduğu şeyleri söylüyorum
ben, bu 2002 yılında insani gelişim raporundan bir de şu soruyu
sordular, nasıl böyle ülkeler refaha ulaşırlar. Eğer nüfusun yarısı
işgücü pazarından dışlanırsa veya kamu yaşamından siyasi yaşam
dahil olmak üzere dışlanırsa, tabii ben Arap akademisyenlerinin
kendilerinin altını çizdiği şeyleri söylüyorum 12 yıl önce bence bu
trajik, 12 yıl önce yayınlandı ve hala tamamen aynı problemlerle
yüzyüzeyiz, yani cevap olarak size evet, askeri eylem IŞİD’e karşı
şart ama uzun dönemde biz bu eksiklikleri de ele almalıyız.
[2. GÜN]
III. Oturum
Hasan Kalyoncu Üniversitesi Kongre ve Kültür Merkezi, Gaziantep
Tarihsel süreçte Ortadoğu krizinin siyasi ve sosyal nedenleri
Ortadoğu’nun tarih boyunca yaşadığı siyasal, sosyal krizler ve çatışmalar, bugün bölgede terörizm, iç savaş,
mezhep ve etnik ayrımcılık gibi gerek bölgesel gerekse küresel sonuçları olan bir kaos yaratmıştır. Bu oturumda,
Ortadoğu’da meydana gelen olaylar, kronolojik bir perspektifte değerlendirilecek, geçmişten gelen sorunların
günümüz olaylarına yansımaları ele alınacaktır.
Prof. Dr. Edibe SÖZEN
Hasan Kalyoncu Üniversitesi / Gaziantep
Moderatör
Moderatör Prof. Dr. Edibe SÖZEN: Ortadoğu’da meydana
gelen olaylar, kronolojik bir perspektifte değerlendirilecek,
geçmişten gelen sorunların günümüz olaylarına yansımaları ele
alınacaktır. İlk sözü Kaliforniya Üniversitesi’den Sayın Mujeeb
R.KHAN’a vermek istiyorum. Özellikle savaşın yapısal ve
sistematik bir analizini yapacak ve Ortadoğu bölgesinde Amerikan
politikasını eleştirel bir şekilde ele alacaktır.
Mujeeb R.KHAN: Suriye, Irak, Filistin’deki trajediyi anlamak için
spesifik bir çatışmaya bakmaktan ziyade, sistematik perspektife
bakmamız gerekir ki ‘bu çatışmalar neden hep tekrarlanıp
duruyor?’ anlayabilelim. Ortadoğu derken ne kastediyoruz?
Bence burası sistematik bir bölge, çeşitli gruplar arasındaki
etkileşim birbirlerini etkiliyor. Bazıları Türkiye’yi İran hatta bazıları
Afganistan’ı ve Pakistan’ı etkiliyor. Bir önemli konu da, Batı’nın
kalmec.hku.edu.tr
1982 Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. 1989 yılında İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Yapı ve Değişme Ana Bilim Dalı’ndan
Doktora ünvanını aldı. 1991-1993 yıllarında “misafir öğretim üyesi” olarak Wisconsin University Communication Arts Bölümü’ne davet edildi. 1994 yılında Uygulamalı Sosyoloji
Doçenti, 2000 yılında da İletişim Profesörü oldu. 1998-2000 yıllarında Almanya, Avusturya ve Hollanda’da 3’üncü Kuşak Avrupalı Türkler üzerinde çalışmalar yaptı. 2001 yılında
Avrupalı Türkler üzerine yapmış olduğu ortak çalışma, Almanya Ludwigshafen’de Bilim Araştırma Ödülü’ne layık bulundu. Sözen’in 3’ü ortak, 4’ü telifli toplam 7 eseri, yurtiçi ve
yurtdışında yayınlanmış 50’nin üzerinde makale ve tebliği bulunmaktadır.
35
Sempozyum Programı
Mujeeb R.KHAN
Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley / ABD
Basra Körfezi hakkında Fulbright araştırma bursu sahibi Mujeeb R. Khan, modern
İslam dünyası tarihi ve siyaseti üzerine yayınlanmış pek çok makalesi bulunmaktadır.
Halen University of California, Berkeley’de Doktora programına devam etmektedir.
bu bölgeyi küçük görüyor olması. Bunların hepsi eski nefrete
dayanıyor diye düşünüyorlar. Peki bu varsayımın problemi nedir?
Bunun iki nedeni vardır; birincisi Avrupa çok yakın tarihe kadar,
biz Avrupa Birliği dediğimiz zaman, Şanzelize’de kruvasan yemek
gibi bir resim görüyoruz. 60 yıl önce Avrupalılar birbirlerini
seviyorlar mıydı? Hala birbirlerini milyonlarla öldürüyorlar.
II.Dünya Savaşı, binlerce etnik temizlemedir, yani Avrupa
Ortadoğu’ya kıyasla tarihsel olarak çok daha şiddetli bir bölge
olmuştur. Tersine eski nefretler bu bölgede şu an gördüğümüz
kan dökümünü izah edemez. “Pax Ottomana” hikayesinde
aslında birçok etnik, çok dinli topluluklar yüzyıllarca birlikte
yaşadı. Bölgelere bakarsak döngüsel çatışma bölgeleridir ama
bu konuda Ortadoğu da benzersiz değildir. Bu yüzden bu konu
sadece sistematik krizin nasıl çalıştığını ortaya koyarak anlaşılır.
Mesela Mısır’ın demokrasiye geçişi insanlarda çok büyük umutlar
uyandırdı. 2013’te Mısır’daki darbeler de cuntaya karşı reaksiyonu
önlemek için, Suudi Arabistan ve İsrail tarafından 20 milyar dolara
yakın fon aktarımı yapıldı.
Hasan Kalyoncu Üniversitesi
Ortadoğu’da çatışma alanları; İsrail çatışma alanı, Kürdistan
çatışma alanı, Arap-Arap çatışma alanı, bunların hepsi kendine
özgü çatışma alanı değil aksine hepsi birbirini pekiştiriyor. Bir
çatışma alanı başka bir çatışma alanıyla iç içe geçiyor. Çatışma
analizinde bu karmaşıklık bugünkü çatışma alanını ortaya koyuyor.
Eğer çözüm istiyorsak farkı bulmamız lazım. Mesela Suriye hem
Arap-İsrail çatışma alanına giriyor. Yani Lübnan’da ve Suriye’de
olanlara İsrailliler çok ilgi duyuyorlar. Fakat bugün hem İran hem
de Türkiye- Suriye olayının içinde yer alıyor. İran örneği çok ilginç,
çünkü İran’ın Suriye’deki mevcudiyetini Şii soydalitesi Esad rejimi
gibi insanlar çok yanlış anlıyorlar. Fakat öyle değil, İran-Suriye
karıştırılıyor. Peki, bu nasıl çalışıyor? İran Suriye karşıtıdır.
36
Herhangi bir İsrail saldırısını İran’a püskürtmek için Hizbullah
lazım. Esad rejimi giderse o zaman Hizbullah ile olan bağlantı
kesilecek. İsrail, İran’ı bombalarsa Hizbullah tabiiki İsrail’e
saldırmalıdır. Hizbullah İsrail’in İran’a saldırmasını önlemektedir.
Yani bu da kimlik ve kültürel konumlarla ilgilidir. Eğer Türkiye,
İran ile bir anlaşma yapsaydı, belki Hizbullah dikkat dağıtıcı
birşey olarak olacak, Esad rejimi giderse, bu kutsal yerler bundan
korunacak, o zaman İran da belki Esad’ın gitmesine yardımcı
olurdu. Ortadoğu’ya giden yol Bağdat’tan mı geçer, Kudüs’ten
mi? 2013’te ABD Irak’ı işgal etmeden bölge de barış istiyorsanız
[2. GÜN]
ilk önce Filistin-İsrail barışı olmalıydı ondan sonra Saddam’a karşı
gelebilirsiniz. O zaman insanlar bölgede demokrasi istediğinize
inanacaktır. Neo-konservatifler farklı şey söylüyorlar. ABD’de
problemin Saddam Hüseyin ve bölgedeki diktatörler olduğunu
söylüyorlar; demokrasiyi oraya zorla tesis etmeliyiz. Yani Irak
işgalini buna göre haklı gösteriyorlar. Kitle imha silahlarının
çok az bir meşruiyeti vardır. ABD’nin dış politikalarında çifte
standartlarına bakarsak uyguladıkları işgal politikaları baştan
başarısız olmaya mahkumdur.
Bir faktör izah eder; Ortadoğu neden bu kadar sonu gelmeyen
çatışma alanıdır? Doğu Asya ve Güney Asya yerine neden
Ortadoğu? Doğu Asya ve Güney Asya’da hem Hindistan hem
Çin büyük güçler olarak ortaya çıktı. Tarihi ve kültürel uygarlık
alanlarında Batı emperyalizminden çıktılar, bölünmediler.
Hindistan’da biraz bölünmeye gidildi ama geri kalanlarda
bölünme olmadı ve kendi hegemonyasını, tarihsel bölgesini ve
endüstriyel özgürlüğünü korudu. Batı karışamadı. Çin de aynı
şekilde, Mao Çini tarihi sınırlarına geri getirdi. Bazı kültürel
devrim ve değişimler sonra gelişti, sanayileşti. Ekonomisini
büyüttü. Şimdi dünyanın en büyük ekonomisi oldu. ABD artık bir
numaralı ekonomisi değil. Ortadoğu’da trajedi şu; İslam uygarlığı
ve İslam dünyasında da böyle bir hegemonya vardı.
Osmanlı İmparatorluğu aynı zamanda bir devletti. Osmanlı
egemenliği altında yaşayan etnik kökenleri ayrı birçok insan
yaşamaktadır. Bunların bazıları Arap Müslümanlar, bazıları Türk
Müslümanlardı ama hepsi Osmanlı’ya bağlıydı. Sonuna kadar
bütün Müslümanlar Osmanlı İmparatorluğu’nu desteklemiştir.
Onlar için savaşmışlardır.
Arap Baharı ve demokratikleşme Suriye’de geri tepmiştir. Otoriteyi
açıklamak için Batılı güçlerin bu otoriteyi nasıl cesaretlendirip
yönlendirdiklerine bakmak lazım. Batı aslında İslam dünyasındaki
demokrasiden ürküyordu. Batı birçok şey söylüyor ama bunları
uygulamaya geldiğinde ikiyüzlü çifte standardını ortaya koyuyor.
Mısır’daki demokrasi arayışı kanlı bir darbeye döndü. Bir sürü
insan katledildi. Mısır’daki darbeyi Güney Afrika Birliği kanlı bir
darbe olarak algıladı ve Mısır’ı üyelikten çıkardı. İnsan hakları
nutukları veren ABD ve AB ne yaptı burada? Şimdi Amerika’nın
tutumu gayet belli, eğer bir darbeyse, demokrasi yeniden gelene
kadar bu ülkeyi askıya almak lazım. Ama Obama “biz yasalar
ülkesiyiz” dedi. Pekala, işkenceye işkence demiyoruz ama
yoğunlaştırılmış sorgulama diyerek buna başka isim taktı ve
ilişkilerine devam etti. AB yine Sisi’yi suçlamadı ve Tiananmen
meydanındaki Çinlilerin yaptığından beter bir katliamı da
görmezden geldi diyebiliriz. Uluslararası düzey dediğimiz zaman
bütün mesele petrol kaynaklarını kontrol altına almaktadır. Bu
sonu gelmez çatışmanın unsurlarından birisi de aslında budur. Bu
işlemezlik yani Amerikan politikasının karşı durumuna bakalım.
Yani Sisi Vahbi Selefi bir hareket, Suudi Arabistan’dan yükselen bir
hareket ve hakikaten çok vahşet uyguluyor.
Amerikalılar ‘Neden Müslümanlar şiddetsiz olamıyor? diyor.
Ama Rabia olayında meydanlara çıkanlar barışçıl hareketlerdi.
Ne oldu? Katliama uğradılar ve siz de onları koruyamadınız ve
Sisi burada genel olarak yükseldi. Niye yapıyorlar bunu? Çünkü
diyorlar ki; demokratik ülkeler olursa ve halkın sesine kulak
verilirse o zaman dış politika da değişebilir. Belki Filistin’e eşitlik
ve özgürlük isteyebilirler. Bölgenin sanayileştirilmesini yani
yüzlerce bin doları harcayıp da orada kendilerine saray yaptırıp
ya da lükse gitmek gibi şeylerden vazgeçip demokratikleşmeye
dönebilirler. Bölgesel düzeyde bazı ülkelerin tutumlarını nasıl
değiştirdiklerini de görüyoruz. Bu iddiada yapıcı unsur devreye
giriyor. Yurtiçi düzeyindeki değişimde, bir kimlik değişiminde bir
ülkenin yönünün değiştiğini görüyoruz. Yönleniminin değiştiğini
görüyoruz. 1980’e kadar Türkiye ve İran çevre ülkeler olarak
anılıyordu. Yani çevre stratejisi diye İsrail ile ilgili de bir strateji
vardı. Arap olmayan ülkelerle ilişkilerimiz. Hepimiz Arap karşıtı
bir hareket halinde olduğumuza göre orayı bir şekilde tutmak
istediğimiz için İsrail’in Türkiye’yle ilişkileri iyiydi. Ama şimdi
Türkiye de İran da bölgenin ayrılmaz bir parçası olmaya başladı.
Türkiye bölgede demokrasinin şampiyonudur. Filistinlileri
de tutuyor, destekliyor ve Mısır’daki darbeye de karşı çıkıyor.
Türkiye’nin kimliğinde de demokrasi sonucu bir değişiklik oldu.
Türkiye demokrasisi şu anlama geliyor, Türkiye hükümeti halkın
sesini dinlemeli ve de halkın kimliğini yansıtıyor olmalıdır. Yani
aramızda çok ortak yanlar var komşularımızla, güneyimizle. Bu
ülkenin bu uygarlığın parçalarıyız ve biz burada İsrail politikalarını
Filistin’e karşı desteklemekten memnun değiliz diyen bir halk sesi
var. Burada seçkinler sesi de var; bütün bu problemler bölgede
bizi etkiliyor diyorlar. Yalnızca Misak-ı Milli’ye odaklanmakla
yetiniliyor. Çünkü bu doğuyla hiçbir ilişkimiz yok, Avrupa’yla da
bir ilişkimiz yok, herşey Misak-ı Milli sınırları içerisindedir. Ayrıca
Türkiye bu Ortadoğu’nun problemleriyle uğraşmak istemese
bile o problemler Türkiye’ye geliyor. Siz bunu Gaziantep’te başka
yerlerden daha iyi biliyorsunuz. Çünkü buraya bir sürü mülteci
geliyor. Türkiye’nin buraya bir vizyon getirmesi lazım. Potansiyel
çözüm, Avrupalıların kendilerinin ulaştığı noktadır. İki tane dünya
savaşı, bir sürü kıyımlar, katliamlar en sonunda yeter artık diyerek
masaya oturdular. Burada karşılıklı bağımsızlık lazım dediler. Önce
kömür-çelik birliğini kurdular. Daha sonra kurumları birleştirmeye
başladılar. Bölgesel politikanın bütün yapısını değiştirdiler.
Demokrasi de bunun ayrılmaz bir parçasıydı. Benzer şekilde de
Ortadoğu’da çözüm budur. Mutlaka sürekli olarak nitelemeliyiz
ki bölgede demokratikleşme olsun ve ekonomik entegrasyon
olsun. Bunlar sanayileşme, orta sınıf nüfusunun yükseltilmesi
gibidir. Batıdan silah alma veya saray yaptırmanın önüne geçilsin
diye olmalıdır. Bunları yapmak kolay değil tabii ama Arap Baharı
da bununla ilgili olarak patlamıştı. Zaten Türkiye dış politikasına
baktığımızda onlar da buna viteslenmiş bulunuyor.
ülkelerinin bütünlüğü konusunda bir görüş Sayın Başbakan
Yardımcımız Numan KURTULMUŞ tarafından dile getirildi.
Bölgede tarihsel süreçte Kudüs kriterleri diyebileceğimiz, bir arada
yaşamayı mümkün kılan kriterleri ifade etti, gündeme getirdi.
Moderatör Prof. Dr. Edibe SÖZEN: Dünkü tartışmalar
çerçevesinde çok farklı olmasa da iki ayrı görüş ortaya çıktı.
Bunlardan biri demokratikleşmeyi ihtiva ediyor ama bir bölge
Prof. Dr. Zekeriya KURŞUN: Genel olarak jeopolitiğe
baktığımızda bir bölgenin tarihi, coğrafyası, demografik yapısı ve
sahip olduğu kaynaklar bunu belirler. Bu açıdan Basra Körfezi’ne
Bir diğeri ise Sayın RASMUSSEN’in öne sürmüş olduğu görüş,
ideal çözüm olarak Bosna Modelini söyledi. Ama zannediyorum
o tartışmalı bir model olarak dünkü gündemde kaldı. Ama tabii
her iki konuşma ve biraz önce Mujeeb R.KHAN’ın da ifade ettiği
gibi gerçek çözüm, beş ayrı çatışma alanı tarihsel süreçte olmasına
rağmen tarihsel süreçten geçtiği söyleniyor. Yani bölgenin en fazla
ihtiyaç duyduğu süreç demokratikleşmedir. Ortadoğu’ya tarihsel
perspektiften, tarihsel süreç içerisinde sosyo-politik nedenlerini
inceliyor. Kimilerine göre vekaleten savaş küresel iç savaş gibi…
Dün Rasmussen’in ifade ettiği gibi, bölgedeki savaşları sivil savaş
olarak adlandırmak çok mümkün değildir. Bunlar, Obama’nın
da dediği, gibi gerek uluslararası politikada vekaleten savaş veya
küresel iç savaş olarak adlandırılıyor. Tabiiki istikrar dengesini
kaybetmiş bir bölgeden söz ediyoruz. Bu istikrar zannediyorum
Osmanlı İmparatorluğunun bölgede, Kafkaslar’da, Balkanlar’da
sağlamış olduğu bir küresel istikrar tarihsel anlamda söz konusu
idi. Fakat I.Dünya Savaşı’ndan sonra bu istikrar bozuldu. O
istikrar bozulduğundan bu yana, Mujeeb R.KHAN’ın da ifade
ettiği gibi, beş ayrı çatışma alanı ve bu çatışma alanı içerisinde
hakikaten demokratikleşme sürecinin iyi bir şekilde takip edilmesi
gerekiyor. Yine dünkü konuşmalarda özellikle toplumsal cinsiyetfırsat eşitliği denen sürecin tamamlanmadığını, bunun yanında
eğitimde de fırsat eşitliğinin tamamlanamadığı yani bir demokrasi
açığı, bir eğitim açığı ve toplumsal fırsat eşitliği, kadın-erkek eşitliği
arasında da ciddi sorunlar olduğunu biliyoruz. Bunlar zaten
demokrasi süreciyle yakından alakalıdır.
İkinci konuşmacımız, Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi
olan Sayın Prof. Dr. Zekeriya KURŞUN bize Basra Körfezi’nin
jeopolitiğini ve bölgede Suudi Arabistan politikalarının
açmazlarını gündeme getirecektir.
Prof. Dr. Zekeriya KURŞUN
Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde öğretim üyesidir. Osmanlı dönemi Arap coğrafyası ve Ortadoğu’nun yakın dönem siyasi tarihi üzerine Arap
ve Avrupa ülkelerinin arşivlerinde araştırmalar yaptı. Tarihten günümüze Türk-Arap
İlişkileri ve Kuzey Afrika hakkında akademik çalışmalarını yürüten Kurşun, öğretim
üyeliğinin yanısıra, Ortadoğu ve Afrika Araştırmacıları Derneği’nin (ORDAF) Başkanlığı görevini yürütüyor.
kalmec.hku.edu.tr
Marmara Üniversitesi / İstanbul
37
Sempozyum Programı
baktığımız zaman bahsettiğimiz coğrafyanın Arap yarımadası
ile İran’ın güneybatısında yeralan ve genelde Arap Denizi diye
ifade edilen bölgeden, Hürmüz Boğazı’nın birbirine bağlayan
965 km suyolu ve onun etrafında kümelenen devletlerden söz
ediyoruz. Söz konusu bu geçit esas itibariyle Antik Çağlardan
itibaren Doğu ile Mezopotamya, buradan da Avrupa’ya uzanan
Baharat ve İpek Yolu’nun ana güzergahını oluşturduğunu ve
daima çatışmalar veya uluslararası rekabetlere de açık olmuştur.
Bundan dolayı İranlılar bölgeye “İran Körfezi”, Osmanlılar ise o
bölgeye yerleşince çok daha nesnel bir tarzda coğrafyaya bağlı
olarak “Basra Körfezi” diyor. Ama modern devletlerde ısrarla “Arap
Körfezi” olarak isimlendirmektedirler. Basra Körfezi etrafındaki
devletleri ve devletlerin ekonomik yapısını belirleyen, dönem
itibariyle düşününce buraların temel kaynağı olmuştur. Tarih
içinde bahsettiğimiz ilk yerleşimlerden itibaren önce balıkçılık
önemli bir ticari kaynak olmuştur. Ardından incinin keşfi ve ticaret
için önemli tahrik edici unsur olmasıyla birlikte çok daha önemli
bir hal almıştır. Buna bağlı olarak Hindistan’dan gelen malların
Avrupa’ya ulaşması süreci ki henüz Avrupalılar Hindistan’ı
keşfetmeden önce bu coğrafyanın denizcileri ve gemicileri
Hindistan ile ticareti sürdürmekteydiler. Ticari geçmiş ve geleneği
olan bir yerdir. 20.yy’da petrol ile birlikte dünyanın ana gündemine
oturmuştur. Kısaca, tarihsel süreçte önce Portekizliler Vasco
da Gama’nın Hindistan’ı keşfinden sonraki süreçte Avrupalılar
bölgeyi fethediyor.
Aslında temel problem bu tarihten sonra başlıyor. Önce
Portekizliler arkasından Osmanlılar batı yakasına yerleşirken
sonra Hollandalılar ve İngilizler özellikle her iki ülkede kurdukları
ticaretleri ile faaliyete geçiyorlar. 18.yy’dan sonra artık Hollanda
geri çekiliyor. İngilizler bölgeye yerleşmeye çalışıyorlar. Hürmüz
Boğazı’ndan yavaş yavaş Kuveyt’e kadar olan alanı ele geçirmek
için veya etki altına almak için büyük çaba sarf edeceklerdir. Bu
çaba esas itibariyle II.Dünya Savaşı sonuna kadar fiili sonuçlara
ulaşmıştır. II.Dünya Savaşı’dan sonra 1947’den sonra aktif bir
şekilde Amerika bölgeye yerleşti ve çatışmaların ana kaynağı oldu.
Hasan Kalyoncu Üniversitesi
Osmanlı ile Avrupa çekişmesi uzun yıllar devam etmiştir. Burada
iki teori ortaya çıkıyor; Birincisi Batılıların ürettiği; esasında
burası açık bir alan, Osmanlıların fiili egemenliği yok ya da
kısmen/nominal bir hakimiyet vardır. Kolay etki altına alınabilen
uluslararası ilişkiler açısından da açık alan olarak görünüyor.
İkincisi Osmanlı Devleti burada fiilen vardır.
38
Basra Körfezi dediğimiz zaman, Anadolu’da doğup Basra
Körfezi’ne akan iki nehir vardır. Bunlar; Dicle ve Fırat. Biz
jeopolitiğimizi artıran bir tarzla stratejik bir şekilde Basra
Körfezi’ne bağlıyız. Erzurum’da üretilen bir ürün Fırat ve Dicle
ile Basra Körfezi’ne ulaşabiliyor. Türkiye’nin coğrafi derinliği
tarihi ve kültürel derinliği açısından Basra Körfezi vazgeçilmez
coğrafyalarımızdan bir tanesidir. Bu yüzden Türkiye’nin o bölgede
[2. GÜN]
varlık göstermesi gayretini çok iyi anlamak gerekir. Özellikle 2015
yılının Katar Yılı ilan edilmesinin çok anlamı vardır. Bölgede Batılı
bakışı ele alacak olursak özellikle İngilizlerin etkin bir şekilde
bölgeye geldikten sonra, Osmanlı Devleti ve İran karşısında
çekinceleri olduğu için büyük ölçüde gizli anlaşmalar yapmak
suretiyle önce mütareke şehlikleri diye aslında küçümseyici ve
İngiliz ticaretini önleyen veya etkileyen korsanlık faaliyetlerini
engelleme adı altında bir isimlendirme yaptılar. Bunlar; Umman,
Birleşik Arap Emirliklerini oluşturan 6-7 emirlik, Bahreyn, Kuveyt
ve Katar’dır. 1970’lerden sonra ağırlıklı olarak bağımsız devletler
oluşmaya başladı. Yine bu devletlere büyük ölçüde küçümseyici
bir tavırla ‘devletçikler’ ismi verilmiştir. Arkasından bu günde
verilen isim ‘rantiyeci devletler’dir. Her üç dönem de aslında
kolonyalist bir anlatımla veriliyor. İç savaşları bu bakışın altında
görmek, incelemek gerekir. Buradaki devletlerin yönetimine
baktığımızda yaklaşık 300-400-500 yıllık hanedanlıklardır.
Birleşik Arap Emirliklerinin Abu-Dabi Şehliği olan Ahni-Ayan
yaklaşık 400 yıldır orada varlığını sürdürüyor. Katar yönetimini
elinde bulunduran Alsani 150 yıldan fazladır orada bir geleneği
devam ettiriyor. Bahreyn aynı şekilde 200 yıl, Kuveyt 200 yıllık
bir hanedanlıktır. Burada çok ciddi bir yapı vardır. Dolayısıyla
bunu yok sayarak bir şeyler üretirseniz sorun orada başlar. Suudi
Arabistan dönüşümünü maalesef 1744’te yapmıştır. Geleneksel
hanedanlık din-devlet ekseninde şekillenmeye başlayan ve bu iki
modern Suudi Arabistan açmazlarını ortaya çıkaran yapı olmuştur.
1744 yılında Suudi Emirliği Muhammed Bin Abdulvahap ile
ittifak yaparak ‘Vahabi Devleti’ dediğimiz yapının öne çıkarıldığı
devlet ya da emirliğe rengini vermiş olan vehabilikle başlayan ve
daha sonra batan, 1902 yılında tekrar çıkıp esası 1930 yıllarında
devlet olarak ortaya çıkan bu yapı, maalesef bugün açmazlarla
karşı karşıyadır. Birçoklarına göre diğer küçük körfez ülkeleri daha
fazla tehdit altındadır deniliyor. Ama ben de tersini söylüyorum.
Suudi Arabistan tehdit altındadır ve bu tehdit maalesef hem
kendi iç dinamiklerinden kaynaklanıyor hem de doğrudan din
ve devlet bütünleştirilmiş bir şekilde ortaya çıkan şu anki yapısal
sorunlardan kaynaklanıyor.
Kısaca bakacak olursak, Suudi Arabistan’ın iç dinamiklerini
belirleyen birçok dinamik var. Bunlardan bir tanesi, bir kere
1930’lu yıllarda Suudi Arabistan’ı ortaya çıkaran ilk ihvan hareketi
vardır. Suudi Arabistan’ın kurucu unsurudur. Hem askerdir hem
de dini davetçilerdir. Devlet kurulduktan sonra Kral Absuud
İngilizlerle işbirliği yaparak bunların etkisini büyük ölçüde
yok etmiştir. O süreçten itibaren içeride ciddi anlamda bir iç
muhalefet başlamıştır. Bu muhalefet özellikle petrolün getirdiği
refahla kısmen 1990’lı yıllara kadar bir şekilde bastırılabilmiştir
ama ondan sonra ortaya yeni bir anlayış çıkmıştır. Biz bunlara Yeni
Vehabiler diyoruz. Yeni Vehabiler aslında “selefi” diye bildiğimiz
fikri uluslararası zeminde dolaştırılmasını sağlayan gruplardır.
Suudi Arabistan Londra merkezli olan bu faaliyet Suudi
Arabistan’ın çıkmazını ortaya koyuyor. Bir taraftan selefilerin
dünyadaki faaliyetlerinin oluşturduğu antipati ile Suudi Arabistan
Moderatör Prof. Dr. Edibe SÖZEN: İlgimi çeken ‘açık alan’
meselesi oldu. Yani fiili olarak Osmanlı İmparatorluğu Ortadoğu
ülkelerinde istikrar sağlayıcı bir özelliğe sahipti ama bir açık alan
vardı. Bugünkü çatışmanın sosyolojik alanlardaki nedenlerinden
birinin de ‘açık alan’ olacağını düşünüyorum. Üçüncü
konuşmacımız TİKA koordinatörü Sayın Prof. Dr. Süleyman
KIZILTOPRAK bizlere, Ortadoğu’nun son 100 yılını Bağdat ve
Kahire penceresinden değerlendirip, anlatacaktır.
Prof. Dr. Süleyman KIZILTOPRAK
TİKA (Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı)
Ankara
1995 yılında Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nden mezun oldu. 1997 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde yüksek lisans, 2001 yılında Marmara Üniversitesi’nde “Doktora” eğitimini tamamladı. 2005 yılında “Doçent” oldu. 1995 yılından
itibaren Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tarih Bölümü’nde çalışmalarını
sürdüren Kızıltoprak’ın XIX. Yüzyıl Osmanlı tarihi, II. Abdülhamid dönemi, Ortadoğu
ve Mısır üzerine çeşitli kitap, makale ve bilimsel çalışmaları bulunmaktadır. TİKA danışmanı olan Kızıltoprak, halev TİKA’nın Libya PKO Koordinatörlüğünü sürdürmektedir.
Prof. Dr. Süleyman KIZILTOPRAK: Ortadoğu’nun son yüzyılı
aslında bir problemle başladı. Bu problem henüz çözülmeden
devam etmektedir. Bugün Ortadoğu’daki zayıf yönetim, bozuk
sistemin sağlık ve işlemeyen devlet yapısı aslında yüzyıl önce
kurulan başarısız sistemin devamıdır. Devlet yöneticilerinin ya
da Ortadoğu halklarının bir başarısızlığı veya işlemeyen devlet
sistemi gibi suçlamalardan önce belki yüzyıl önce kurulan
yapının kurulmak istenen yapının da iyice analiz edilip bundan
sonra kurulacak yapının da canlı tutmanın barışı gerçekleştirmek
noktasında atılacak adımların dikkatle atılmasına yol gösterici
olacaktır. Bölgede yaklaşık 400 yıl hüküm süren Osmanlı
Devletinin kurduğu sistem birçok bakımdan eleştirilebilir ama
süreç içinde kendi içinde bugün tanık olduğumuz çatışmalara
benzer çatışmaların olmadığını görüyoruz. Bölge 19.yy’da mali ve
iktisadi yollarla siyasal olarak bütünüyle Avrupa yayılmacılığının
kıskacına girdikten sonra sorunlar başlıyor. 1798’de Napolyon’un
işgali, Avrupa emperyalizminin bölgeyi dikkatine aldığı genişleme
hareketlerine başladığı ilk adım olarak görülebilir. Avrupa
yayılmacılığı, Avrupa’nın bölgeye ilgisi bölgedeki toplumların
sosyal yapılarına, üretim ilişkilerine ve kültürüne köklü bir
müdahaleyi de beraberinde getirdi. Bu müdahale anlayışı bugünkü
sorunların belki onlarca yıl boyunca biriken sorunların bu şekilde
patlamasına sebep oldu.
Araplar genelde Afrika’da yaşayan ve Suriye, Filistin, Irak, Arap
yarımadasında yaşayan halklar olarak değerlendirilir. İkinci
grupta bulunan Arap yarımadası Arapların, Suriye, Filistin,
Irak, Ürdün’deki Araplardan genel olarak daha farklı olmalarına
rağmen dil, kültür ve ekonomik bakımdan Osmanlı’nın eski
vilayetleri olarak varlığını sürdürmüştür. Tüm Araplar aslında tek
bir halktır. I.Dünya Savaşı’ndan sonra birçok devlete bölünmüş
olmaları ve bu devletlerde farklı yasaların tatbik edilmesi gerçeğine
rağmen yüzyıllar öncesinde olduğu gibi şimdi de kültürel olarak
birbirlerine bağlı olmalarını iletişim ve eğitimdeki gelişmişliklerine
borçludurlar. Bunu 1942’de İngiliz Dışişleri Bakanlığına
Ortadoğu’daki sorunları çözmek amacıyla yazdığı bir raporda
kendi görüşlerini ifade etmeye çalışan Nuri Sait Paşa söylüyor.
Bugün bakıyoruz, yine Ortadoğu’da Nuri Sait Paşa’nın 1942’de
yazdığı rapora benzer yapay olarak bölünmüş devletlerin ortaya
çıktığı sorunlar geçerlidir. Nuri Sait Paşa diyor ki: “aslında Suriye ve
Irak’ın bir federasyon çatısı altında bütünleşmesi ve orada yaşayan
azınlıkların mümkünse bugün kantona benzer bölgelerde kendi
özerkliklerini koruyacak bir yapıyla ama güçlü bir devlet yapısıyla
ancak ayakta durabilir. Eğer bu azınlıklar Lübnan’da Osmanlı
Devleti zamanında denenen mağrulilere verilen haklara benzer
haklar bu kantonlara tanınırsa güçlü bir devlet yapısı altında
bunlar korunursa bu devletler yaşarlar”. 1942’de bunu söyleyen
Irak Başbakanı, Irak’ın önemli liderlerinden birisi hem Irak’ta
hem Suriye’de sistemin işlemediğini iddia ediyor ve bu mevcut
bölünmüş, zayıf devlet yapısının halkını koruyamadığını, halkına
gerekli hizmeti sağlayamadığını söylüyor. Yapay devlet çatısı
olduğunu söylüyor. Osmanlı zamanında sadece Şam vilayetine
bağlı olan Suriye, Lübnan, Filistin ve Ürdün topraklarında dört ayrı
devlet kurdunuz. Bu yapı çalışmayacaktır, işlemeyecektir ve daha
önce 1860’daki mezhep çatışmalarına benzer çatışmalar ortaya
çıkacaktır. Sizin Yahudilere vaat ettiğiniz ulus-devlet ulusal ev bu
topraklarda yaşamayacaktır. Bunu yaşatmak istiyorsanız, gelin bu
Arapları tek çatı altında toplayacak, öncelikle Suriye ve Irak’ı, daha
sonra bütün Arap yarımadasını içine alacak bir federasyon kurun.
Bunu yaparken de aslında Nuri Sait Paşa İngiliz yanlısı bir devlet
adamıdır. İngilizlerle dostluğuna bakarak da bu çözümü gündeme
getiriyor. İngiliz Milletler Topluluğu’nda diğer milletler İngiltere’ye
hangi ayrıcalıkları verdiyse biz de size o ayrıcalıkları verelim. Yeter
ki siz Arap Yarımadası Arapları, Suriye ve Irak Araplarını zayıf bir
devlet çatısı altında tutmayın.
Ortadoğu’nun en önemli problemi, burada bir takım yeraltı
kaynakları var. Bunların enerji kaynaklarını kontrol altında tutmak
kalmec.hku.edu.tr
bütün uluslararası antipatileri üzerine çekiyor. İkinci en önemli
grup Şiileridir. Bir milyon kadar Şii Suudi Arabistan’ın doğusunda
yaşamaktadır ve bunların önemli bir bölümü İran’la dirsek bağı
içerisindedir. Aslında İran ile Suudi Arabistan arasındaki ana sorun
budur. Şiilerle olan sorunu Vehabi yorumundan dolayı bir türlü
çözümleyememiştir. Bundan dolayı tehdit altındadır. Reformcu
Safiler ve Liberaller bugün iç problemleri veya iç muhalefeti
oluşturuyor. Bu yüzden diğer hanedanlıklar geleneklerini kısmen
bir şekilde daha tolere dönüştürerek kendilerini yenilemişler ama
Suudi Arabistan’ın büyük bir açmaza girdiğini ve bugün aslında
IŞİD’e karşı olan hem de zemin olarak da IŞİD’i oluşturduğunu
söylemek isterim.
39
Sempozyum Programı
Hasan Kalyoncu Üniversitesi
isteyen bir Batı dünyası var. Arapların kendi içinde mezheplerden
ya da değişik etnik gruplardan kaynaklanan kavgaları vardır. Bu
kavgalara nasıl bir çözüm bulunacak ama bu çözüm bulunurken
aslında bütün Arapların temel problemlerinden birisi de, Filistinli
Arapların nasıl bir devlete kavuşacağıdır? Filistinli Arapların bir
devlete kavuşması problemi çözülmeden, Ürdün’ün problemleri,
Lübnan’ın problemleri, Suriye’nin problemleri, Irak’ın problemleri,
hatta Mısır’dan yola çıkacak olursak Nasır’ın göreve gelmesi ve
kendisini adadığı politika Filistin sorununa çare bulmaktır. Bu
bakımdan 1956 krizi, 1967, 1973 savaşları, Mısır bu savaşlarda
hep müdahil olmak durumunda kalmıştır. Mısır Camp David
sözleşmesiyle birlikte ne zaman geri çekildiğinde bütün Araplar
Mısır’ı Arap liginden çıkardılar. Ama bugün Filistin konusund
herhangi bir şekilde inisiyatif alacak Arap devleti artık kalmış
değil. Filistinliler hep İsrail saldırılarından sonra Körfez ülkelerinin
maddi yardımlarını bekler duruma geliyor. Bunun nedeni ise
ülkeyi yeniden inşa etmek.
40
Bugün Ortadoğu’daki problemlerin çözümündeki en önemli
sorunlardan birisi, Doğu Akdeniz’de yeni petrol kaynakları
bulundu. Bu petrol kaynaklarını kim, nasıl değerlendirecek?
Buradaki doğalgaz kaynaklarında, Leviathan bölgesinde, Tamar
bölgesinde trilyon metreküplük doğalgaz vardır. Bu kaynakların
kullanılması konusunda İsrail bir anda Gazze politikasını
değiştirdi. Ariel Şaron döneminde, Gazze’ye özerklik verilmesi söz
konusuyken bir anda bu politikasından vazgeçti. Şu an bir milyon
kişinin yaşadığı Gazze’nin geleceğinden emin değiliz. Doğal olarak
oradaki enerji kaynaklarını güvenli bir şekilde Avrupa’ya aktarmak
için İsrail bütün imkanlarını kullanmak istiyor. Gazze’nin buradan
faydalanmasını isteniyor. Böyle bir durum yanında dünyadaki
petrol fiyatları düşüyor. Petrol fiyatlarının düşmesi bölgedeki barışı
nasıl etkiliyor? Şu bakımdan Gazze’nin imarı için, Ortadoğu’da
Mısır’daki rejimin desteklenmesi için, Körfez ülkelerinin, Suudi
Arabistan’ın, Birleşik Arap Emirlikleri’nin maddi desteği söz
konusudur. Bu destek olmasa sadece Suriye, Filistin gibi bölgelerin
yaşaması, imarı tehdit altında değil, Mısır gibi, Tunus gibi, Sudan,
Somali gibi daha zayıf Arap ülkelerinin yaşaması için sistemlerinin
sürdürülebilir olması için maddi desteğe ihtiyaçları vardır. Bu
destekleri de kısılacak ve Ortadoğu’da yakın gelecekte belki
daha büyük kavgalar ortaya çıkacaktır. Rasmussen’in bahsettiği
Bosna modeli Suriye’de ya da Ortadoğu’da uygulanacak olursa
Ortadoğu’nun bundan sonraki geleceği yine büyük çatışmalara
gebe olur. 1956’da Mısır- Sudan ikiye bölündüğünde Mısır
sokakları tamamen doluydu. ‘Mısır ve Sudan ikiye bölünemez’
diyerek. 2011’de Sudan ikiye bölündü. Mısır için çok önemli
olan Nil’in doğduğu toprakların olduğu bir kısım Nil’in geçtiği
topraklar ekonomik bakımdan, yeraltı kaynakları bakımından
daha zengin olan Güney Sudan, Sudan’dan ayrıldı. Bu doğrudan
Mısır’ı etkileyen bir konu iken Mısır’da bu konu hiç gündeme
gelmedi ve Mısır sokakları devrimcilerle doldu. Tahrir Meydanı
Mübarek’i indirmekle meşgul oldu. Bir yıl sonra da Sisi’nin iktidara
gelmesini sağlayan gösterilerle geçti ama Mısır hayati önemi olan
[2. GÜN]
Sudan’ın bölünmesini gündemine almadı. Ortadoğu ülkelerinin
geleceklerinin aydın olabilmesi için önce kendi aralarındaki
problemleri barış içinde çözme yaklaşımı benimsemeleri, Batı’yla
ilişkilerimizin özellikle Türkiye model alınan ülke olarak özellikle
demokrasisi, ekonomisi; bazı ülkelerce kıskançlıkla bakılan
bazı ülkelerce model alınan bir ülke olarak bu realiteyi görmek
durumundayız. Biz Ortadoğu’daki gelişmelere görüşlerimizi mi
ifade ediyoruz yoksa işbirliği denirken, Batının çözüm olarak
ortaya koydukları sorun çıkarmayan, sesini yükseltmeyen bir
Türkiye mi arzuluyoruz? Bunu iyi anlamalıyız. Umarım bölgenin
kaderini tayin edecek olanlar bölge gerçeğini dikkate alırlar, iyi
görebilirler. Son yüzyılda kendilerini kandırılmış, aldatılmış
duygulardan kurtaracak bir çözümle karşılaşırlar. Ben Ortadoğu
konusunda sanırım biraz karamsar düşünüyorum.
Moderatör Prof. Dr. Edibe SÖZEN: Ortadoğu’da II.Dünya
Savaşı’ndan sonra istikrar bozulduktan sonra devletler kurulamadı
mı? Ya da sorun devletler zayıf olduğu için otoriteryen yöneticiler
mi çok daha rahat hareket edebiliyorlar? Ortadoğu’nun gerçekten
ihtiyacı olan modernleşmeyi gerçekleştirememesi mi? Bence,
Ortadoğu’da barış olabilmesi için demokrasiye, reformlara açık
olması gerekir, aksi takdirde yaşanan çatışmalar bitmeyecektir.
Şimdi dördüncü konuşmacımız Kanada Winnipeg Üniversitesi
Öğretim Üyesi Sayın Prof. Dr. Ahmet SEYHUN hocamız
Ortadoğu’yu İslami açıdan ele alacaktır.
Prof. Dr. Ahmet SEYHUN
Winnipeg Üniversitesi / Kanada
Lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi’nden Hukuk Fakültesi’nde tamamlayan Seyhun,
Boğaziçi Üniversitesi’nden Yüksek Lisans, McGill University Institute of Islamic Studies
bölümünden “Doktora” derecesine sahiptir. Halen Winnipeg Üniversitesi’nde Osmanlı
İmparatorluğu, Doğu ve Batı tarihi konusunda Profesör olarak dersler vermektedir.
Prof. Dr. Ahmet SEYHUN: II.Meşrutiyet dönemindeki çeşitli
akımlar ve bilhassa İslamcılık akımının aslında bu akım altındaki
çeşitli düşünürlerin ne derece işaret ettiğini ve aslında bugün
Ortadoğu’da yaşananların temelinin 1900’lere ve Batı’nın bu
bölgeye müdahalesi, Osmanlı İmparatorluğunun çöküşü, bölgesel
devletlerin kurulmasından bahsedeceğim.
1908 hem Osmanlı tarihinin hem İslam tarihinin hem de bölge
tarihinin kilometre taşlarından birisidir. 1908’de Abdülhamit
tahttan indirilmedi. 1909’da indirildi. Ama Meşrutiyet 1908’de
ilan edildi. Meşrutiyetin ilan edilmesiyle beraber o zamana
kadar sansür yani Abdülhamit sansürü altında kalan pek çok
siyasi akım da kendini rahatça ifade etme şansını buldu. Daha
önceki yazarlardan 1960, 1970’li yıllardaki yazarlar yani bu
akımlar için Şerif Mardin gibi yazarlar bence çok kesin ayrımlar
yazarların buluştuğu ortak nokta şudur; ‘Dinimizin emrettiği
kuralların gereği gibi yerine getirilmediği için geri kaldık’. Yani
İslam son derece ileri, yeniliğe açık bir din, fakat belli bir zamandan
sonra içtihat kapıları kapanmış ve yozlaşma dönemine girmiştir.
1925’teki Takrir-i Sükun kanunu kadar mecliste dile getirildi. O
döneme kadar yazıldı.
Moderatör Prof. Dr. Edibe SÖZEN: Hasan Kalyoncu
Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ali Serdar ERDURMAZ,
Suriye İç Savaşında Türkiye’nin Karar Verme Yetkisi hakkındaki
görüşlerini anlatacaktır.
Doç. Dr. Ali Serdar ERDURMAZ
Hasan Kalyoncu Üniversitesi / Gaziantep
Hasan Kalyoncu Üniversitesi, İktisadi İdari Sosyal Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve
Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesidir. Uluslararası İlişkiler üzerine Yüksek
Lisans ve Doktora derecesine sahiptir. Ayrıca üst düzey yönetim ve İnsan Kaynakları konularında yüksek lisans derecesine sahiptir.
Doç. Dr. Ali Serdar ERDURMAZ: Sorun Ortadoğu’da aktörler,
sorunları ve çözümleridir. Aktörleri Suriye üzerine indirdiğimiz
zaman bir tane devleti temsil eden Suriye rejiminin olduğunu
görüyoruz onun dışında da devlet-dışı aktörlerin şu anda Suriye’de
çok etkin bir şekilde karmaşa yarattığı konusuna hepimiz şahit
oluyoruz. Benim burada özellikle ortaya koymak istediğim şey,
Suriye’de aktörlerin hangileri başa geçer de kazanırsa, Türkiye’nin
bu durumdan nasıl etkilenir? Türkiye’nin ulusal çıkarlarını
gerçekleştirmek için hangi aktörün esas olarak Türkiye tarafından
desteklenmesi lazım? Ya da bizim politikalarımızın hangi yönde
olması lazım? Onu bir matematiksel yöntemle ortaya koymaya
çalışacağım. Burada TOPSİS yöntemini uygulayacağız. Çünkü
ideal çözüm için tercihlerin simülasyon yoluyla sıralanması
tekniğiyle bu konuyu önemli buluyorum. Suriye’de aktörlere
baktığımız zaman, aslında PYD’nin kazanması durumu gündeme
girecek veya Özgür Suriye Ordusu aslında Suriye Ordusu son
olarak değişti şu anda Devrimci Komite Konseyi Gaziantep’te
kuruldu ve onlar etkin bir şekilde faaliyete geçiyorlar. Müteakiben
şu anda temizlenmeye çalışılan IŞİD’in kazanması durumu ve en
sonda aktör olarak mevcut Esad rejiminin etkin olarak Suriye’de
yapılan müdahaleyi kazanması diye bir sonuç düşünüyoruz. Bu
arada Türkiye’nin ulusal çıkarlarına bakıldığı zaman, bizim için
bölgesel istikrar çok önemli, bölünmenin önlenmesi, sığınmacı
akını bizi son derece etkiliyor. Bunun sınırlandırılması veya sona
erdirilmesi çok önemlidir. Rejim değişikliğinin yapılması, Esad
rejiminin devrilip Suriye’de üniter yapıda demokratik, insan
haklarına saygılı, hukukun üstünlüğünü kabul eden bir rejimin
oluşturulması arzu ediliyor. Üniter yapı bölünmeyi engelleyen
bir yapıdır. Sonuçta da Türkiye açısından İran’ın etkisinin
sınırlandırılması bizim ulusal çıkarlarımız olarak görülüyor. Bu
ulusal çıkarların önemine göre bunların herbiri için Türkiye’nin
bir öncelik sırası vardır. Karar vericiler tarafından bunların
tahakkukuna göre birtakım değerler verilecek ve bu değerler
aslında farklı farklı karar vericiler tarafından verilebilir. Belli bir
kalmec.hku.edu.tr
yaptılar. Mesela Türkçülük, İslamcılık, Batıcılık, Osmanlıcılık…
Bugün biz bunlara başka bakıyoruz. Bizim gördüğümüz bütün
bu akımların birbirinden son derece etkilendiği ve birbiriyle
devamlı bir alışveriş içinde ortaya çıktı ve bölge demokrasinin
temellerini atmıştır. Osmanlı’da ilk parlamento 1876’da açıldı.
I.Meşrutiyet kısa ömürlü oldu. Osmanlı-Rus harbi çıktı. 1908’de
parlamento tekrar açıldı. İttihatçılar ve Jön Türkler Abdülhamit’e
bir darbe gibi olmuştur. Ama sonuçta bütün bu gruplar siyasi
hayata katıldı. Ben o dönemi Cumhuriyet’ten ayırmadım. En
son yazdığım kitapta Osmanlı’yı Cumhuriyetle birleştirdim.
Düşünürlerin yani Mehmet Akif Ersoy, Sait Halim Paşa,
Mehmet Ayni, Mustafa Sabri, Şeyhülislam Mustafa Kazım bütün
bunların fikirlerini analiz ettim ve gördüğüm şu ki; o zamanki
demokratikleşme çabaları aslında son derece önemli ve bugünkü
sorunlara doğrudan işaret eden konulardır. Mesela, bu İslamcı
diye etiketlenen yazarların üzerinde durdukları önemli bir sorun.
Milliyetçiliğin İslam dünyasına uygulayacağıdır ve suni bir akım
olarak Batı’dan geldiğidir. Çünkü Batı’nın tarihi tekamülüyle,
Islama tekamülü birbirinden son derece farklıdır. Batı’da yürüyen
bir sistemin doğuda yürüyemeyeceği görüldü. İlk defa bunlar
bizim Yeni Osmanlılar dediğimiz; Ali Suavi, Namık Kemal, Ziya
Paşa gibi düşünürler tarafından ortaya atıldı. Daha sonra Mısır’da
Muhammet Abduh’un daha çok Arapçaya vakıf olmaları ve
aslında Muhammet Abduh ve onun dönemindeydi. Raşit Ridah,
Afgani bu fikirlerin daha önce Namık Kemal ve arkadaşları
tarafından 1860’da ortaya çıkarıldı. Burada iki önemli fikir var;
birinci fikir, Batı’dan alınan müesseselerin İslam topraklarında
yeşermeyeceğidir. Çünkü ortam farklıdır. İkincisi, gene bu İslam
düşünürlerinin defalarca sorduğu soru ‘İslam alemi neden
geri kaldı?’. Bir zamanlar Bağdat dünyanın merkeziydi. Bütün
41
Sempozyum Programı
altyapısı olan dış politikayı ve Suriye politikasını takip edenler
mutlaka az çok aynı sonuçlara varacaklardır. Burada en iyi durum
1, en kötü durum ise 5 olarak gösteriliyor. Bizim için bölünmenin
önlenmesi ve rejim değişikliği 1. önceliğimiz iken, teröristlerin
etkin olması veya IŞİD’in kazanması 5. yani en kötü durum olarak
değerlendiriliyor. Buna göre, bütün aktörlerce bir değerlendirme
yaptık.
Bölgesel istikrarda PYD’nin kazanmasında, bölgesel istikrar
2 olarak gözüküyor. Çünkü istikrar sağlanabilir fakat diğer
unsurların yani muhalefetlerin de oraya etki edeceğini düşünerek
tamamen istikrarın sağlanmasının mümkün olmadığı, riskli olarak
istikrar sağlayabileceğini, fakat çok kötü bir istikrar olmayacağı
değerlendirilebilir. Ama mutlaka bölünme olacaktır. Sığınmacı
alanı büyük ölçüde önlenecektir. Rejim değişikliği olabilir fakat
rejimi değişikliğine karşı Esad’ın bir karşı koyması olacaktır. İran’ın
etkisi de nispeten sınırlandırılabilir.
Özgür Suriye Ordusu’nun kazanması durumunda, bölgesel
istikrarı yine 2 olarak alıyoruz. Çünkü bu defa da PYD karşı
koyacaktır. Bölünmenin mutlaka önleneceği değerlendirilir.
Üniter bir devlet yapısına doğru gidilecektir. Suriyede demokratik
bir yapı oluşturulabileceği düşünülüyor. Sığınmacı akımının yine
büyük ölçüde engellenebileceği, rejim değişikliğinin mutlaka
yapılabileceği, çünkü Esad rejimi devrilecektir. İran’ın etkisinin
büyük ölçüde sınırlandırılacağı değerlendiriliyor.
Hasan Kalyoncu Üniversitesi
IŞİD’in kazanması en kötü durum olarak gözüküyor. Bölgesel
istikrar ortadan kalkacaktır. Tamamen bölünme olacaktır.
Çatışmalar devam edecektir. Sığınmacı alanı en son raddeye kadar
devam edecektir. Çünkü herkes kaçıp gidecektir. Özellikle Halep’i
düşününce ciddi bir mülteci akımının olacağını düşünüyoruz.
Rejim değişikliğinin bir nebze gündeme geleceği fakat büyük bir
dirençle karşılaşılacağı ortaya çıkıyor.
42
En son rejimin kazanması durumunda yine bölgesel istikrarın
son derece kötü olacağını, bölünmenin mutlaka olacağını, çünkü
Esad zaferi kazanırken hem Muhalifler hem PYD’nin buna karşı
koymaya çalışacağını, dolayısıyla bölünmenin nispeten Esad
tarafından durdurulmaya çalışılmasına rağmen yine de bir kriz
görünümünün devam edeceği görülüyor. Sığınmacı akınının çok
fazla olacağı, rejim değişikliğinin olmayacağı çünkü Esad zaferi
kazanırsa bütün bölgeye hakim olmaya çalışacaktır. İran etkisinin
de yüksek düzeyde olacağı düşünülüyor.
Bu değerlendirmelere göre bizim için Suriye iç savaşında
Türkiye açısından öngörülebilen değişikliklere bakınca, bir kere
rejimin değişmesi bizim tarafımızdan isteniyor, IŞİD’in ortadan
kaldırılması ana hedeflerden birisi, teröristlerin güç kazanması
bölge kontrolünün önlenmesi bizim için çok önemli, bölünmenin
önlenmesi önceliklerden bir tanesi ve İran etkisinin sınırlandırılması
[2. GÜN]
çok önemlidir. Buna göre TOPSİS yöntemindeki 6 aşamalı
formülasyonu uyguladığımız zaman, bunun sonucunda herbir
hesaplama yapıldığı zaman sonuç şu şekilde çıkıyor; Devrimci
Komite Konseyi’nin Türkiye tarafından desteklenmesinin çok
öncelikli ve önemli olduğu matematiksel olarak çıkıyor. Burada
ortaya çıkan sonucu, her duruma göre değerlendirirsek rejimin
değiştirilmesi açısından ele alırsak, rejimin değişmesi konusunda
en iyi çözümün muhalefetlerin desteklenmesinde olduğunu
görüyoruz. İkinci en iyi çözüm PYD’nin veya PKK’nın kazanması
oluyor. IŞİD kontrolündeki bölgeyi özerk ilan etmiş ve yayılması
halinde İslami rejimin gelmesi kaçınılmaz olduğu için ve Esad
rejiminin zafer kazanmasıyla rejimin değişikliğinin mümkün
olmayacağını görüyoruz.
IŞİD’in ortadan kaldırılmasına bakarsak, yine Özgür Suriye
Ordusu’nun desteklenmesinin esas olduğunun, müteakiben
arkasından Esad rejiminin kazanması halinde Özgür Suriye
Ordusu’nun temizlenebileceği ve devamında da bölgedeki
kürt yapılanmasının desteklenmesi halinde üçüncü öncelikte
IŞİD’in temizlenebileceği sonucuna ulaşılıyor. Bizim için önem
arz eden IŞİD’in temizlenmesi sonucunda bölgede meydana
gelen boşluğun PYD veya PKK tarafından doldurulmasının
engellenmesi, bizim için çok önemli bir hadisedir. Bu durumda
Türkiye’nin çıkarlarına uygun olarak bir hususun önlenerek
IŞİD’in ortadan kaldırılması, rejimin değişmesini sağlayan en iyi
seçenek muhaliflerin desteği olarak gözüküyor. Hemen arkasından
Esad rejiminin zafer kazanması bu işi gerçekleştirebiliyor. Zaten
IŞİD’i ve PYD’yi biz PKK’nın bir uzantısı olarak gördüğümüz
için terörist organizasyonu olarak kabul ediyoruz. Diğer unsur
ise bölünmenin önlenmesinde yine en iyi seçenek muhaliflerin
desteklenmesi başarısında gözüküyor. Arkasından Esad’ın zaferi
önlenebiliyor. Müteakiben PYD’nin desteklenmesi bu soruna
çözüm getirebiliyor. Son olarak İran’ın etkisinin sınırlandırılması
ise yine muhalifler orada üniter bir yapı kurarlarsa gerekli desteği
alabilirlerse İran’ın etkisi Esad’ın zaferinde gözüküyor.
Bu sonuçlara göre Türkiye’nin politik olarak yaklaşımları doğrudur.
Açık ve net bir şekilde hükümet politikamız Gaziantep’te bulunan
muhaliflerin desteklenmesi için gerekli her türlü yardımın
yapılması, Batı’nın da aynı paralel hareket etmesi isteniyor. Ancak
Amerika’da da PYD unsurlarının desteklenmesi esas olarak
çıkmıştır. Aslında hedef aynı önce IŞİD’in temizlenmesi sonra
rejimin temizlenmesi gerekir.
Moderatör Prof. Dr. Edibe SÖZEN: Çok değişik bir sunumdu.
Matematiksel olarak düşündüğümüzde barış sürecine daha kolay
bir adım atmış olacağız. Şimdi beşinci konuşmacımız Yeditepe
Üniversitesi Öğretim Üyesi Sayın Yrd.Doç.Dr. Vehbi BAYSAL
bizlere, Ortadoğu ülkelerinde uluslaşma süreci ve bu süreçte
ortaya çıkan mezhepsel çatışmalar üzerine tebliğlerini sunacaktır.
Yeditepe Üniversitesi / İstanbul
Istanbul Üniversitesi Doğu Dilleri bölümünden “Lisans”, Ürdün Yarmouk University
Arap Dili Edebiyatı bölümünden “Yüksek Lisans” ve Manchester Üniversitesi Ortadoğu
çalışmaları bölümünden “Doktora” derecesine sahiptir. Halen Yeditepe Üniversitesi Tarih
Bölümü Öğretim Üyesi ve Ortadoğu-Afrika Araştırmacıları Derneği Yönetim Kurulu
Üyesi olarak görev yapmaktadır.
Yrd. Doç. Dr. Vehbi BAYSAL: Bu tür toplantılar birşeye dikkat
çekiyor. Her taşın altında Amerika yoktur. Demek ki farklı
yönleriyle almak lazımdır. Ortadoğu’da ilkeler için çizilmiş sınırlar
aslında kendi kararları değildir. Arap milliyetçiliği tümüyle Arap
Yarımadası ve Kuzey Afrika’yı ön plana çıkaran bir harita çiziyordu
kendilerine. Ancak bu olmadı. Acaba kendi sınırlarını çizmeyen
bu ülkelerin sınırları değişse ne fark eder? Zaten Mısır ile Irak
arasında fiili olarak bir sınır yoktu. Rakka bölgesini neredeyse
bir yıldır kontrol eden IŞİD buralardan geçiş ücreti bile alıyordu.
IŞİD’in açılımı olan ‘Irak-Şam İslam Devleti’ndeki Şam; Biladül Şam yani Türkiye sınırlarından ile Suudi Arabistan sınırını
kapsayan bölümdür. Asıl tehdit altında olan bölge burasıdır. Bu
bölgenin ne özelliği vardır? 1948’de İsrail’in kurulmasıyla aslında
biraz da dönüm noktasıdır. 1967 savaşından sonra Ortadoğu’da
ne olabilir diye senaryolar yazıldı. Bunlardan bir tanesi Arap-İsrail
savaşıydı. Bu olmadı. Daha sonra bir Filistin-İsrail savaşı olabilir.
Bu da olmadı. En son kalan nokta ise, “Su Savaşı”ydı. Hala Israil
tarafından işgal altında tutulan Golan Tepeleri var. İsrail için
stratejik önemi vardır. Burası Ortadoğu’nun su deposudur. Bu tür
devletlerin kuruluşlarında, yöneticilere bir talep geldi. Bunlardan
bir tanesi elitist yaklaşımların bırakılması, halkın çocuklarının da
üst düzey olacağı ordu sistemlerini kurmaktı. Bu her nasılsa kabul
gördü. Ancak bu halkın çocuklarına verilen üst düzey görevlerle
başa geldiklerinde yaptıkları ilk iş kendilerini oraya getirenleri
devirmek oldu. 1950 ve 1960’lar bunların tarihidir. Irak, Mısır,
Libya hep bunlarla doludur. Dolayısıyla Ortadoğu’nun hiçbir
ülkesinde dış tehdide yönelik düzenlenmiş bir ordu yoktur.
Bütün ordular iç tehdide göre düzenlenmiştir. Ordunun başında,
Genelkurmayın başında hep akrabalar vardır. Halkın çocuklarının
o tür mevkilere gelmemesi sağlanıyor. Suriye’de de ordu dış tehdide
göre değil, rejimi yıkmaya yönelik bir tehdide göre düzenlenmiştir.
Bu yüzden onlar için o halka ateş açmaktan başka bir seçenek
yoktur. Peki, Türkiye’nin konumu Ortadoğu açısından ne önem
taşıyor? Sadece Suriye ile 850 km sınırımız vardır. Rasmussen tam
bir Batı görüşünü aksettiriyordu. Yani Ortadoğu’da demokrasinin
gelişmemiş olması sosyal, ekonomik, siyasal sebeplerden dolayı,
IŞİD gibi terörist örgütlerin üremesine olanak sağlıyor. Eğer bu
doğru ise sadece İngiltere’de Western Üniversitesi’nin yaptığı
araştırmaya göre, 4.500 İngiliz vatandaşının IŞİD’e katılmasını
nasıl açıklayacaksınız? Danimarka, Almanya, Fransa, Belçika’dan
Moderatör Prof. Dr. Edibe SÖZEN: Hocamız çok somut ve
çok güncel konuları ortaya koydu. Şimdi altıncı konuşmacımız Dr.
Lütfü ŞAHİN, Ortadoğu’da mezheplerarası çatışmayı ele alacaktır.
Dr. Lütfü ÖZŞAHİN
Teolog / İstanbul
1988 yılında 19 Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Dinler Tarihi alanında Yüksek
Lisans, bilahere Felsefe Tarihi’nde Doktora çalışmasını bitirdi. Çeşitli ulusal televizyonların açık oturum programlarına uzman konuk olarak iştirak eden yazarın ulusal basında, kültür ve siyaset dergilerinde yayınlanan 200’ün üzerinde makalesi bulunmaktadır.
Dr. Lütfü ŞAHİN: İlk olarak Ortadoğu kavramının çok sıkıntılı
bir kavramdır. Bir kere bizim medeniyetimiz açısından Ortadoğu
yoktur. Ortadoğu kavramı eurosantirik bir kavramdır. Yani Batı’ya
göre bir Ortadoğu vardır. Hegel’ci yaklaşımlar, eğer bir ülkeyi siz
tanımlıyorsanız, gücü siz elinizde bulunduruyorsunuz demektir.
Bugün devasal bir tarihe sahip olmamıza rağmen tarihsel şuura
sahip olduğumuz söylenemez. Diğer bir konu İsrail’in nükleer
gücüdür. İsrail İstanbul’u Tahran’ı vurabilecek bir nükleer
güce sahiptir. Birtakım gizli uluslararası anlaşmalar bu gerçeği
örtemez. Batı’yla Doğu arasındaki meydan okumadır. Aslında
bizim medeniyetimizde bu kavramlar yoktur. Bu tanımlamalar
kalmec.hku.edu.tr
Yrd. Doç. Dr. Vehbi BAYSAN
katılanlar nasıl olacak? Sadece bölgesel denklemlerle ortaya
çıkmış bir örgütü açıklamak mümkün değildir. IŞİD bu anlamda
çok güzel bir örnek teşkil ediyor. Aslında IŞİD’le mücadelede
Batının nasıl beceriksizlik sergilediğine bakmak lazım. İlk örneği
Libya’dan vermek istiyorum. Libya’da 2008’de BM Güvenlik
Konseyinden uçuşa yasak bölge kararı alındı. Yani Kaddafi
uçaklarını havalandırıp halkını bombalamasın diye. Daha bu
anlaşmanın mürekkebi kurumadan NATO da dahil Fransız’lar
bölgeyi bombalamaya başladılar. Geçen yaz Obama yaptığı bir
konuşmada IŞİD’i bombalayacaklarını söyledi. Ayrıca ABD
askerleri bölgeye ayak basmayacaktı. Peki, kim halledecekti
bu işi? Tabiiki bölgedeki yerel güçlerdi. Türkiye burada araya
girdi. Dolayısıyla Ortadoğu politikasında Batı çözüm üretme
konusunda çok da yetenekli değildi.
Türkiye, Ortadoğu politikasında sürekli eleştiriliyor. Bu politika
yanlış deniyor. İyi ama neydi yanlış olan? Bunun nedeninin ne
olduğu belirlenmiyor. Türkiye Suriye’den gelen bütün misafirlere
canı gönülden kucak açmıştır. BM’den gelen her temsilcide ‘ya bu
işi çok iyi yapıyorsunuz’ deyip gidiyor. Böyle birşey olabilir mi?
Eğer Türkiye istese sınırları kapatır ve bunu bir insanlık dramına
çevirebilirdi ama yapmadı. Yetkililerin bunu dile getirmemesi
Türkiye’nin kudretsiz olduğu anlamına gelmez.
43
Sempozyum Programı
emperyalist bir tanımlamadır. Bütün insanlık, bütün medeniyetler
Batı’ya göre ayarlanamaz. İslam dünyası tarihte birçok konuda
Batı’ya yani Avrupa’ya kafa tutmuş meydan okumuştur. Bugünde
güncel olarak Türkiye’de siyasal, ekonomik büyümesi ile Batı’ya
meydan okuyor. Türkiye Irak’a, Suriye’ye müdahale ederken
bölgeye geri dönmek istemektedir. Bu da Batı’ya karşı bir meydan
okumadır aslında.
Bu tarihsel şuur ve derinlik Batılılar tarafından gözönünde
tutulmuştur. Batı rağmen bile Türkiye bölgesinde olanlara karşı
duyarsız olamaz. 400 yıl yönettiği bu topraklarda söz sahibi
olamaması düşünülemez. Türkiye’nin coğrafi sınırı Hatay’dan
başlıyorsa, stratejik sınırları Kudüs’ten, Bağdat’tan başlar. Bağdat’ın
tehlike altında olması demek Diyarbakır’ın, Gaziantep’in tehdit
altında olması demektir. Aynı şekilde de Bosna, Azerbaycan’ı
stratejik sınırlarımız içindedir. Batı bizim hükümetimiz seviyor
olabilir. Uluslararası ilişkiler sevgi temeli üzerine kurulu değildir
zaten. Son olarak, Batı’nın demokrasi ihracı tamamen bir göz
boyamadır. Mısır da darbe olurken Batı nerdeydi?
Hasan Kalyoncu Üniversitesi
Ayrıca Bass rejiminin İsrail ile bir sorunu yoktur. Bu diktatör
rejimler birbirlerine muhtaçtırlar.
44
Moderatör Prof. Dr. Edibe SÖZEN: Aslında 7. yüzyıldan
sonra İslamın yayılmasından sonra bölgedeki politika ilerleme
kaydediyor. 20.yüzyılda özellikle faşizm, emperyalizmin en fazla
etkilendiği yerdir. Yani Ortadoğu aslında Batı’nın parçaladığı
yerdir. Ortadoğu’nun kendi çatışması biraz da Batı’nın etkisiyle
oluyor. 21.yüzyılda da teknolojik gerileme var. Kitaplarda
akademi dünyasında belirlenmiş bir Ortadoğu’dan dolayı
ilerleme kaydedememiştir. Şimdi AFAD’tan gelen genç bir
kardeşimiz konuşacaktır. Türkiye’ye yönelik nüfus hareketlerini ve
göçmenlerin misafir edilmesini anlatacaktır. Buyurunuz Abdullah
Bey söz sizin.
[2. GÜN]
Abdullah DİLSİZ
Afad
Abdullah DİLSİZ: Önümüzde barış olmadığı için bir acil durum
söz konusu ve Nisan 2011’den itibaren Suriye’den ciddi bir nüfus
hareketi oluyor. Bugün itibariyle Suriyeli misafir sayımızın 1 milyon
750 bin’dir. Bunların 225 bini on ilimizde kurulmuş olan çadır
kentlerimizde misafir edilmektedir. Bu misafirlerimizin elimizden
geldiğince bütün ihtiyaçları karşılanıyor. Çeşitli kurslarla da 50
bine yakın kursiyerimiz kurs görmektedir. Sağlık alanında da 84
yerli 20 yabancı doktor hizmet vermekte ve 500 yakın poliklinikte
tedavi görebilmektedirler. BM standartlarına göre yapılan harcama
5 milyar dolara yaklaşmıştır. Bu miktar bu memleketin kalkınması
için çok iyi bir miktardır. Ayrıca Haziran 2014 itibariyle de IŞİD
saldırıları doğrultusunda Irak’taki hareketlenmeler meydana geldi.
Irak’tan da 20 bin kişi çoğunluğu Yezidi olmak üzere mülteci
Türkiye’ye gelmiştir. Onlar için de çeşitli barındırma ve yardım
faaliyetleri devam etmektedir. Bununla beraber Irak içerisinde bir
Zaho diğeri Dohuk’ta olmak üzere toplam 32.500 kişi kapasiteli
kampı bu ülke kendi öz kaynaklarını kullanarak orada inşa etmiştir
ve kullanıma açmıştır. Irak’a gönderilen insani yardım tırları da
626’dır.
Ek olarak, bu insanları psikolojik olarak diri tutmak zorundayız. Bu
kişilerin geleceklerini yeniden yapılandırmak toplumlarını yeniden
inşa etmek için çalışmalar yapmaktayız. İnsanları günlük, sosyal
yaşama adapte etmek durumundayız. Şöyle bir öneri sunmak
istiyorum; kendi ülkelerindeki geleceklerini planlamak amacıyla
bir fikir üretmeye çalışıyoruz. Ancak üniversitelerin ve sivil
toplumların bu mülteci profesörleri, doktorları, akademisyenleri
biraraya toplayarak bir fizibilite çalışması oluşturmaları gerektiğini
düşünüyorum.
Moderatör Prof. Dr. Edibe SÖZEN: Bütün konuşmacılara
tek tek teşekkür ederim. Bu sempozyum yayınlandığında çokta
büyük bir değer arz edecektir. Oturumumuzun sonuna geldik
herkese çok teşekkür ederiz.
IV. Oturum
Hasan Kalyoncu Üniversitesi Kongre ve Kültür Merkezi, Gaziantep
Ortadoğu Krizinin Çözümüne Yönelik Yöntem Arayışı ve Öneriler
Sempozyumumuzun son oturumunda ortaya çıkarılan sonuçların ışığında Ortadoğu’nun geleceği tartışılacak ve
öngörülen sonuçlara göre çözüm önerileri sunulacaktır. Bu oturuma Gaziantep Üniversitesi Rektörü
Sayın Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN Moderatörlük yapacaktır.
Moderatör Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN
Gaziantep Üniversitesi Rektörü / Gaziantep
Moderatör Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: Ortadoğu
meselesi kan, gözyaşı, acı bütün yönleriyle ele alınıyor ve bütün
manzaralarıyla ortaya konmuş durumda, çözüm arayışları bunu
tarihsel background ve bugün için, diğer siyasi birçok alandaki
problemleriyle birlikte çözüm arayışları açısından çok güzel
konuşmalar yapıldı. Herkes kendi alanında iyi araştırma yapıp
sonunda çözümlemeler getiren konuşmacılardı. Dün Rasmussen
ve Başbakan Yardımcımız Numan Kurtulmuş’u dinledik,
orada gördük ki Ortadoğu coğrafyası kendi içinde en azından
Türkiye’den bakışla Batı’daki bakış arasında yer yer örtüşmeler
olsa bile önemli farklılıklar olduğunu görüyoruz. Şimdi ilk
konuşmacımız Utah Üniversitesi Öğretim Üyesi Sayın Prof.Dr.
Hakan YAVUZ’u konuşmalarını yapmak üzere kürsüye davet
ediyorum.
kalmec.hku.edu.tr
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunudur. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalında Doktora yapan Coşkun, 1996 yılında Gaziantep Üniversitesi’nde Profesör ünvanını
almıştır. Halen aynı Üniversitede Rektörlük görevini yürütmektedir.
45
Sempozyum Programı
Prof. Dr. M. Hakan YAVUZ
Utah Üniversitesi / ABD
Hasan Kalyoncu Üniversitesi
Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü takiben, Wisconsin
Üniversitesi’nde “Ortadoğu ve Türkiye’de İslami Akımlar” konusunda doktora yaptı.
Kudüs Hebrew Üniversitesi’nde misafir öğretim görevlisi olarak çalışmalar yürüttü. Saygın uluslararası dergilerde İslam, Ulusalcılık, Kürt Sorunu ve Modern Türkiye üzerine
otuzun üzerinde yayınlanmış makalesi bulunmaktadır. Halen Utah Üniversitesi’nde
öğretim üyesi olan Yavuz, Orta Asya ve Türkiye’deki ulusaşırı İslami ağlar, ulus-devlet
ve Ulusalcılıkta İslamın Rolü, mezheplerarası çatışma yönetimi konularında çalışmalar
yürütmektedir.
46
Prof. Dr. M. Hakan YAVUZ: Ortadoğu konusu dün ve bugün
yapılan konuşmalar, genelde uluslararası sistem ve Ortadoğu’da
oluşan devletlerin yarattığı sorunlar üzerinde durdu. Tabii bu
bir çözüm toplantısı, Ortadoğudaki sorunların oluşmasında
uluslararası sistemin kendisinin ürettiği sömürgecilik ve bunun
sömürgecilikle beraber ortaya çıkan devlet sisteminin yarattığı
çok büyük yaralar var. Fakat Ortadoğu’daki temel sorun bana
göre birey bazında bir sorun, yani Ortadoğu’daki insanların biraz
kendileriyle, kimlikleriyle ve kişilikleriyle alakalı bir sorun, yani
sorunu devlete atmak, uluslararası sistem içinde görmek önemli,
o çerçevede incelenmesinde yarar var. Fakat bir başka bence
tamamlayıcı unsur, belki de en önemlisi, Ortadoğu’da bir kimlik ve
kişilik krizi var, çok kısaca özetleyeyim bu kimlik ve kişilik krizinin
temelinde de yeterli ve gerekli ahlaki yapının yokluğunu veya çok
zayıf olmasını. Batı toplumlarında Batı’daki çok büyük mücadele
sonucunda dini yapıların ahlaki bir toplum olmak için yeterli
olmadığını gördüm ve bu dinin yanında toplumları daha da ahlaki
olmayan yöne itecek bir laik ahlaki düzen, laik dünya felsefesi
dediğimiz bir dünya felsefesi veya insan hakları söylemi ortaya
çıkarttım. Ne yazık ki hepimiz Ortadoğu’dan böyle yoksunuz ve
yoksun olduğumuz için de açıkçası Ortadoğuda kimlik ve kişilik
krizi var ve bu krizin oluşmasında Ortadoğu’nun geçirdiği tarihsel
süreçlerin çok büyük bir rolü de var fakat benim kendi okumam
şudur ki; Ortadoğu’da ciddi bir reform, kültürel ve dinsel reformun
yapılmaması ve bunun ortaya çıkardığı çok ciddi bir boşluk ve bu
boşluğun da kimlik ve kişilik tartışmalarındaki etkisini görmemiz
gerektiğini düşünüyorum. Kısacası aslında söylemek istediğimin
özetini sundum, geriye kalan konuşmamda bu tezin altını birazcık
doldurmaya çalışacağım, yani Ortadoğu’daki kriz ve devletlerin
zayıflığı, devletlerin diktatöryası, tabii bunlar büyük faktörler
fakat buradaki en önemli krizlerden biri Ortadoğu’da bir kimlik
ve kişilik krizi var. Uluslararası freedom house, survey baktığımız
zaman en çok zulmün, en çok kokuşmuşluğun olduğu devletler
sıralamasında ne yazık ki Ortadoğu devletleri ilk sırada yer alıyor.
Burada çok ciddi bir sorun var ve bu sorun neden var bunun
üzerinde düşünmemiz gerekiyor, yani niye Müslüman toplumları
diğer toplumlara göre hem suç oranında hem insan hakları
[2. GÜN]
ihlalinde 1. Sıradayız? Bu birinci sırada olmamızın nedenini
sormamız lazım. Ayrıca şiddet kültüründe de yani aile içi şiddet,
sokaktaki şiddet, komşuyla olan ilişkilerde şiddete baktığımız
zaman yine Müslüman toplumlar olarak birinci sıradayız. Bunların
tabii bize yakın olan birtakım Latin Amerika ülkelerinde birtakım
nedenleri de var. Fakat bunların üzerinde durup düşünmemiz
lazım yani buradaki en önemli sorunlardan biri bir ahlak sorunu
var; fakat bu ahlak sorununu da biz tek bir kaynakla halletmeye
çalıştık dinsel bir kaynakta halletmeye çalıştık şimdi gördüğümüz
sonuç şu bu dinin yanında başka kaynaklara da ihtiyacımız var yani
dini kaynak orda olması gerekiyor belki çekirdeğinde ortasında
olması lazım diğer kaynakları da özellikle felsefeden özellikle insan
hakları konusundaki tartışmalarda yola çıkarak bir laik ahlaka,
yani hatta dinsel ahlakı da laikleştirecek bir noktada Batı da olan
süreç biraz buna benziyor yani Hegelin Cartoon yaptığı dinsel
ahlakı mümkün olduğu kadar laikleştirip bunu kamu alanına
taşımak tabi bu arada kamu alanı son derece önemli yani bizim
gibi toplumlarda en önemli sorunlardan biri de kamu alanıyla özel
alan yani bir ahlak algımız var aile içinde özellikle namus kavramı
ekseninde fakat kamu alanı sanki ahlakın olmadığı ve ilahi hiçbir
korkunun da yer almadığı alan gibi algılıyoruz. Kamu alanlarımız
ne yazık ki Müslüman toplumlarda bizim ülkemizde de bu böyle
kamu alanları çırılçıplak kamu alanındaki bu çıplaklık tabi hukukla
bunu gidermeye çalışıyoruz fakat hukukta yeterli olmuyor ve bir
dizi sorunu bildiğiniz gibi kendi ülkemiz olsun diğer ülkeler de
olsun birtakım sorunları beraberinde getiriyor. Şimdi burada
bizim Türk toplumu olarak uluslararası standartlardaki yerimize
baktığımız zaman daha iyi konumdayız açıkçası, yeterli bir
noktada da değiliz. Yani diğer Müslüman ülkeler arasında hem
demokratikleşme hem insan hakları konusunda Türkiye bence
örnek bir ülkedir. Ancak bu yeterli bir noktada olduğunu göstermez.
Ahmet Hocamızın bahsettiği gibi, II.Meşrutiyet döneminde
Namık Kemal gibi Müslüman aydınlar ile Tanzimat aydınları
arasında birtakım tartışmalar son derece önemlidir. Aslında orada
yapılmak istenen İslami kaynakları kullanarak bir kamu ahlakı
üretme çabası vardır. Bu yolda büyük çaba sarf ettiler ama çok
büyük bir başarı elde edilemedi. Burada üniversitelerimizin de
büyük rolü vardır. Türkiye’de bu dine ek olarak ahlaki bir felsefenin
kamu alanı olan üniversitelerde verilmemesi çok yanlıştır. Ne
yazık ki üniversitelerde felsefe bölümleri ya yok ya da kapatılmış
durumdadır. Yani üniversiteler beklenilenleri yerine getiremedi.
Umarım bundan sonra yerine getirebilir. Bu çerçevede zaman
çok kısıtlıdır. Türk toplumunun moderniteyle tanışması çok
geç oldu. Hele kapitalizmle tam tanışmamız 1983’ten sonra
Turgut Özal’ın neo-liberal ekonomik politikalarıyla başladı.
Biz moderniteyi tüketimle tanıdık, üreterek değil de tüketerek
öğrendik. Modernitenin aşıladığı taşıdığı tüketim arzusu, tüketim
çabası tabii bizi ciddi anlamda sarsıntıya uğrattı. Çünkü bu
modernitenin tüketim arzularına karşı direnebilecek ciddi bir
ahlaki yapımız yoktu. Yani biz modernitenin tüketim arzularıyla
bir kimlik oluşturma çabasına girdik. Kimliklerimiz tükettiğimiz
Şimdi Batıdaki zenginleşme çok farklı bir zenginleşme, Sanayi
Devrimi sonucu ortaya çıkan bir zenginleşme. Birkaç nesil istiyor
ve çok ciddi ahlaki disiplini de zorunlu ve gerekli kılıyor. Ama
bizim toplumumuzda bu zenginleşme inşaat sektöründe bir
nesil içinde olabildi yani bir nesil ekseninde bu gerçekleştirildi.
Onun da beraberinde getirdiği birtakım sorunlar var. Batıdaki
burjuva sınıfı kendisi için gerekli olan ahlaki yapıyı üretecek
kuruma da destek veriyordu. Ama bizdeki burjuva sınıfı çok
farklı bir şekildedir. 1923’ten bu yana önce devlet bir burjuva
üretmeye çalıştı fakat milli olamadı ve bir milli değer bütününü
ortaya koyamadı. 1983’ten sonra bence Özal, Türkiye’nin en
büyük dönüşüm noktasıdır. Turgut Özal, ekonomik reformları
Türkiye’nin önünün açıldığı özel Üniversitelerin, özel radyoların,
yeni Türkiye’deki düşünce devriminin tohumlarının atıldığı
dönem olmuştur. Turgut Özal’ın attığı tohumların sonucu AKP
dönemidir. Bugünkü AKP’nin arka planında Özal’ın bu fikir
alanının ve düşünce devriminin son derece önemi vardır. Fakat
Özal döneminde de birçok şey hızlı geliştiği için bunun ahlaki
boyutu normatif, boyutu büyük oranda ihmal edildi.
2002’den bu yana Türkiye ekonomik bir sıçrama yaşadı. Fakat
sıçrama o kadar hızlı oldu ki, AVM ile moderniteyi tamamlamaya
çalıştık. Yani bu AVM, AVM İslamını da beraberinde getirdi ve
tamamıyla tüketime dayalı Türkiye 2002’den sonra bu piyasa
ekonomisi içerisindeki hem İlahiyat Fakülteleri olsun hem de
Üniversiteler olsun gereken bu ahlaki tartışmayı ve ahlaki bir
düşünce sistemini ortaya koyamadılar.
Sonuç olarak, 2002’den bu yana ve hatta 1983’ten bu yana
Özal devrimiyle beraber çok büyük gelişmeler gerçekleştirdik.
Gökdelenler diktik ancak bu gökdelenler yükselirken insanların
ruhlarını küçülttük. Yani bana göre, Türkiye’de bugün bu
ekonomik kalkınmanın oranıyla veya paralel ters yönden ciddi
bir boşluk var ve toplumsal çimentomuzda ciddi bir hasar var ve
bunun da nedenlerinden biri çok hızlı bir ekonomik kalkınma
oldu. İnsanların bunların hepsini birarada götürecek zamanları da
olmadı. 10 yıl, 20 yıl çok uzun bir süre değildir. Umarım Türkiye
hızlı bir şekilde kamu alanlarında bu çıplaklığa son verecek bir
ahlaki kamu ahlakı oluşturabiliriz. Bana göre, daha farklı yani
kendi ülkemizde Balkanlaşmaya, ekonomik anlamda ve sınıfsal
anlamda bir Balkanlaşmaya yol açıyoruz. Buradaki negatif yönü
de görmemiz gerekir.
Moderatör Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: Sayın YAVUZ aslında
bir yüzleşme portresi çizdi. Yani Ortadoğu halkları içerisindeki
temel ahlak felsefesinin, insani ahlak anlayışlarının yeterince
anlaşılamaması, dini referansların yeterince anlatılmadığı,
anlaşılmadığı, anlaşılamadığı ve bunun başka bir toplumsal
sözleşmeyle garantilenemediğinden bahsetti. Daha sonra
moderniteyle Türkiye’nin buluşma noktasında ciddi bir sıkıntı
olduğunu, yanlış bir noktadan içeriye girdiğimizi, bir yandan
ekonomik olarak modernite olsa bile kültürel sosyal bakımdan
modernitenin sağlanamadığı bu anlamda ciddi sıkıntılarının
olduğunu dile getirdi.
Şimdi sözü ikinci konuşmacımız olan Mimar Sinan Üniversitesi
Öğretim Üyesi olan Yrd.Doç.Dr. Esma İGÜS’e vermek istiyorum.
Kültür ve sanat açısından Ortadoğu’yu ele alacaktır.
Yrd. Doç. Dr. Esma İGÜS
Mimar Sinan Üniversitesi / İstanbul
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü’nde Lisans, Yıldız Teknik
Üniversitesi Müzecilik Bölümü’nden Yüksek Lisans derecesine sahiptir. Halen Mimar Sinan
Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır. İlgi alanları arasında Osmanlı’da sanat,
19.yy tarihi ve eğitim politikaları yer almaktadır.
Yrd. Doç. Dr. Esma İGÜS: Ortadoğu’ya bir mimarlık/sanat
tarihçisi olarak bakacağım. ‘Babil’in Yangın Bahçeleri’ gerçekten
kültürel anlamda orada ciddi bir yangın yaşıyor. 1990’lı
yıllardan itibaren Ortadoğu’da Mezopotamya’da kültürel alanlar
yağmalanmış, kültürel soykırımınlar yaşanmıştır. İnsanlığın ortak
hafızası beşeriyetin ortak hafızası Ortadoğu ya da Mezopotamya
diyerek söze başlamak gerek. İnsanlık tarihinin yaşadığı en uzun
geçmişe hasip bölgenin siyasi istikrarsızlık ve savaşlar nedeniyle
tarihsel ve kültürel kimliğinden uzaklaştırılarak nasıl bir erozyona
uğradığını görüyoruz. Böylece bölgede taşınır ya da taşınmak
bölgedeki mimarinin nasıl yok edildiğini gözler önüne seriliyor.
Bu mimarinin yok edilişi o kadar çok hızlı olmuştur. Ortadoğu’nun
mirası Altpaleolitik döneme kadar uzanıyor çok geniş bir kültürel
mirasa ev sahipliği yapmıştır.
Kısaca insanlığın öyküsü Mezopotamya öyküsü geçmiş ve
günümüz açısından Mezopotamya sahip olduğu kültürel miras
özgün mekansallığı tarihsel kimlik değeri olan bir yerleşim yeri
ancak 1990’lı yıllardan beri içinde bulunduğu kaotik siyasi ortam
bölgedeki kültür varlıkları ile somut olmayan kültür mahlasına
çok ciddi anlamda darbe vurmuştur. Bu nedenle bölgenin somut
ve soyut kültürel mirası korunmalıdır, yaşatılmalıdır.
Kültürel miras kuşaktan kuşağa aktarılarak her türlü eser ile
değerlerle her ülkenin zenginliğine ortak olarak görüldüğünü
gelecek kuşaklara sahip çıkılması gerektiğine inanıldığından tüm
bölgeler bütününe kültürel miras deniyor. Hamurrabi kanunları
kalmec.hku.edu.tr
ürünlerden almaya çalıştık. Açıkçası ortaya çıkan şöyle bir tablo
var; Türkiye’de özellikle modernitenin ürettiği bu ahlaktan yoksun
kaldık.
47
Sempozyum Programı
da geçmişten gelen bir mirastır. 1258 yılında Moğolların Bağdat’ı
işgal yağmalama anlamında önemli bir dönem kültürel yağmalama
anlamında. İşgalin halk üzerinde yıkıcı etkisinden Bağdat
kütüphanesinin Moğollarca yağmalandığı sayısı bir milyonu bulan
kitapların Dicle Nehri’ne atıldığı ve nehrin sularının günlerce
mürekkep renginde aktığı rivayet edilmektedir. Son 20 yıl içinde
bölgenin kültür mirası kesintisiz olarak yağmalanır. Bunların
önlenmesi için halkın bilinçlenmesi önemli bir şeydir.
Moderatör Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: Üçüncü
konuşmacımız Utah Üniversitesinde doktora yapan Ali ElHUSSEİNİ bize, Ortadoğu meselesini genel çerçevesiyle ele
alacaktır.
Ali El HUSSEINI
Siyaset Bilimci / Lübnan
Hasan Kalyoncu Üniversitesi
Utah Üniversitesi’nde Ortadoğu Araştırmaları Bölümü’nde doktora çalışmalarına devam etmekte olan Husseini, Siyaset Bilimi ve Ekonomi alanında yüksek lisans derecesine
sahiptir. Lübnan Parlamentosuna Dış İlişkiler konusunda Danışmanlık vermekte olan
Husseini, Ortadoğu siyaseti ve ekonomik ilişkileri konusunda uzmandır.
48
Ali El-HUSSEINI: Görüldüğü kadarıyla NATO, bölge ve de
dünyanın geri kalanı artık çok ilgi duyuyor IŞİD’e. Batı dünyası için
büyük bir konu haline geldi fakat bizim için, IŞİD’den daha önemli
konular var. Bu soruna kimsenin gerçek bir çözüm ve son arayışı
yok. Bu konuda bir kriz var ve bu kriz hala devam etmektedir.
Ortadoğu’da, Kuzey Afrika’da ve bütün bölgede, Türkiye bir hap
bir çözüm olma yolunda bu krizde. Ben bu sorunun menşeinden
bahsetmek istiyorum. Bugün buraya nasıl vardık? Lübnan’a bugün
bir mikro-kozmos olarak bakmak istiyorum. Belki de bir çözüm
olarak bazı konuşmacıların söyledikleri fikirler üzerinden geçip
onların söylemiş oldukları şeyleri de ortaya koyacağım. Çünkü
onların önerileri bir şekilde uyuyor ama bizim bahsettiğimiz şeye
tam olarak uymuyor. Maalesef çoğumuz çözüm için Batıya bakıyor
ancak bir çözüm yolları yok gerçekten bizi sağılacak bir inek gibi
görüyorlar ve bizi sağıyorlar sonrada istemiyorlar bırakıyorlar.
Osmanlı İmparatorluğu’nun düşüşü bölgede bir güç boşluğuna
yol açtı ve I.Dünya Savaşı’nın sonunda Lübnan ve bütün Ortadoğu
yapay sınırlarla çizildi. Bu değişik ülkeler artık yapay kimlikleri
oluşturma yolundadır. Daha önce böyle kimlikler yoktu. Osmanlı
İmparatorluğu’nun Pax Ottoman’ı tabi bölgeyi yüzyıllarca birarada
tuttu. Bu yapay sınırlar bu yapay kimlikleri oluşturdu sonra bu
kimlikleri yönetmemiz gerekti. Böylece Lübnan, Ürdün, Suriye
ve Irak kimlikleri oluştu ki bunlar önce yoktu. Bu kimliklere rehin
düştük ve buna çok yoğun bir şekilde yatırım yapmaya çalıştık
aslında ne olduğunu bile anlamadığımız bir şeydi. Böyle yaparak
[2. GÜN]
bizim meşruiyetimizi bir şekilde ne olduğumuzla özdeşleşebildik
ne de yapmamız gerektiğiyle özdeşleştik. Normatif bir düzenimiz
vardı. Artık mevcut olmayan ülkeler oluşturuldu. Belli ülkeler
petrol üreticileriydi bildiğiniz gibi bazıları petrole bağlıydı. Suudi
Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Kuveyt bunların hepsi
petrol üretimine bağlı ekonomilerini sürdürebilmektedir. Böyle
olunca bir boşluk oluştu. Sosyal düzeyde eğitim sistemi bütüncül
değil ekonomik düzeyde de bir gelişme yok. Yani Avrupalıların
sanayi devriminden fayda gördüler biz böyle bir şekilde fayda
görmedik. Onların sendikaları vardı. Sendikalar insanları bir araya
getirdi. Farklılıklarını ve ellerindeki sorunları aşabildiler. Bizde ise
hükümet çalışanlarından, doktorlardan oluşan yapay bir burjuvazi
orta sınıfımız vardı. Bu başarısız devlet modeli bu döngüsel
problemleri sürekli ortaya çıkarıyor ve bir çözüme ulaştıramıyor.
Arap-İsrail problemini de hiç kimse ele almak istemiyor. Her
ABD başkanı gelip bundan bahsediyor. Bize bu harika fikirleri
anlatıyorlar sonra dönemlerinin sonunda var olduğunu bile
unutuyorlar. Bütün odak noktası Güney Atlantik’e kayıyor.
Arap-İsrail meselesi giderek İslam İsrail çatışmasına dönüşüyor.
İslam dünyası giderek buna inanmaktadır. Bu insanları bir
araya getirmenin yolu ulusal kimliktir. Öyle ülkeler var ki ulusal
kimlikleri yok, ordu oluşturamıyorlar. Irak ordusu 12 yıl boyunca
trilyonlar harcadılar sonunda ise hepsi kaçtı ve birkaç bin kişi var
şu anda. Irak’ın üçte bir Suriye’nin üçte birini yönetilebiliyor. Hepsi
Avrupa’dan geliyor. Bu işi yerel ve merkezi hükümetten daha iyi
yapabiliyorlar. Bugün Arap devletleri, Ortadoğu ve bütün olarak
hepsinin daha çok sorunu olacak. Petrol savaşları olacak çünkü
petrol fiyatları düşüyor. Eğer IV. Dünya Savaşı olursa, bu savaştan
sonra yine bir güç boşluğu doğacaktır. Batı güçlerinin yerine
geçebilecek bu bölgede refah veya barış dönemini getirecek bir
güç yok şu anda.
Dün Rasmussen’in bahsettiği, bölgeyi Balkanize etmek yerine
bizim modelimiz çok daha yakındır. Şu an Suriye ve Irak’ta bir iç
savaş olmaktadır. Bu Lübnan’da da oldu. Uluslararası müdahale,
büyük güçlerin müdahalesi, değişik mezhepler açısındandı ki
Lübnan da daha fazla mezhep vardır. Bunlar mezhepsel yani
Hıristiyan’ı, Müslüman’ı herkes savaşıyordu. Ancak Hıristiyan
hıristiyanla, Müslümanlar müslümanla savaşıyordu. Savaşmayan
yoktu. Bu konuda Lübnan harika bir örnek olabilir ama tek çözüm
olamaz. Parçalanması mezhepçilik iç savaşa yol açtı. Lübnan’da
Taif Anlaşması yani güç paylaşması anlaşması ile sonuçlandı. Bu
da Lübnan modelidir. Bu kısmi Anlaşma herkese veto yetkisi
verdi. Değişik mezheplerin hepsi parlamentoda gücü paylaşıyor.
Birarada olmak için değişik sınırların bütününü korumak için
bölgeyi parçalamak istemediklerini söylüyorlar. Bu hususa bakmak
çok önemli, çünkü Lübnan modeli çok işe yarayabilir. Lübnan
tek başına kilit bir hegemonyacı gücüne ihtiyaç duyuyor. Bu güç
geçici bir rol oynayabilir hem Ortadoğu’ya yardımcı olabilir hem
de bölgenin iyileşmesine yardımcı olabilir.
Türkiye doğal lider olarak bu rolü oynayabilir. Çünkü Avrupalılarda
da olan modele sahip, sanayisi gelişmiş, harika bir eğitim sistemine
sahiptir. Bugünkü gördüğümüz gibi modernizasyon süreci ki o
bizde yok, yerel hegemonya gücü ile bir denge kurabiliyor ve bu
savaşa katılmıyor. Halbuki Suudi Arabistan ve İran müdahale edip,
bölgedeki değişik güçleri bir araya getirebilir ve yerel öğeleri bir
araya getirebilirse Lübnan modeli uygulanabilir bir çözüm olabilir.
Bu bölgedekiler bu entegrasyonun uzun dönemde işleyeceğini
anlamalıdır.
NATO Eski Genel Sekreterinin de bahsettiği güçlerin
ayrışmasında, hukuki yasama- yürütme-yargı aynı zamanda gücü,
tabiiki güç paylaşım anlaşmasında dikkate almalıdır. En önemlisi
de ekonomik kalkınma, ekonomik kalkınma yokluğu yüzünden
zaten değişik organizasyonlara katıldı. İnsanlar bir işim yoksa
gidip savaşayım düşüncesindeler. Bu yüzden Arap Baharı Arap
kabusuna dönüştü. Gerçek ekonomik kalkınma olmaksızın
ve bütün toplumun entegrasyonu olmazsa ilerleyemeyiz.
Benim önerim kesinlikle Arap sorunun ‘Lübnanlaştırılması’ bu
hegemonya güçlü bunu yapabiliriz.
Moderatör Prof. Dr. M.Yavuz COŞKUN: Uluslararası ilişkiler
olarak Ortadoğu’da mezhep çatışmaları, diğer yeni bazı oluşumlar
IŞİD gibi yapay bir şey mi? Yoksa üretilmiş bir şey mi? Batı mı
üretti? Yani bütün bunları da ele alan bir cevap bekliyoruz. Aslında
bir de Ortadoğu halkları dedik, Arap Baharı mı Arap kabusu mu,
nasıl oldu bu iş? Bahar diye başladı, kimi yerde son bahar oldu.
Arap toplumunun ortak olarak tutunabileceği bir referans, bir
sözleşme gerekir. Şimdi dördüncü konuşmacımız Sayın Yrd.Doç.
Dr. Süleyman ELİK, söz sizde.
Yrd. Doç. Dr. Süleyman ELİK
Medeniyet Üniversitesi / İstanbul
Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Lisans, Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümünden Yüksek Lisans, University of Durham’den uluslararası ilişkiler konusunda Doktora derecesine sahiptir. Halen Medeniyet Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler konusunda ders vermektedir. Elik’in yayınlanmış çok sayıda makalesi bulunmaktadır.
Yrd. Doç. Dr. Süleyman ELİK: Türkiye ve İran üzerinden,
orta ölçekli güçlerin yapabilecekleri ya da ittifak oluşturup
oluşturamayacakları, tehdit algılamaları gibi konuları işledim. Bir
de Suriye krizinin etkilerini ele aldım.
İlk olarak bütün dünyada olan yani şu anda olan vakıaları analiz
edebilmek için öncelikli olarak uluslararası sistem denilen
şeyin ne olduğunu algılamak gerekiyor. Bu nasıl doğmuş, nasıl
gelişmiş ve bizi nasıl etkiliyor? Bugün halihazırda fonksiyonel
olarak bizimde itaat etmek zorunda olduğumuz gerçekliklerle
karşı karşıyayız. Avrupa da Aydınlanma Çağı ile beraber iki
tartışma oluştu. Bunlardan birisi Ulus-Devlet sistemi diğeri de
Cumhuriyetçilik tartışmasıydı. II.Dünya Savaşı bu Ulus-Devlet
inşasıyla sonuçlandı. Dolayısıyla bütün devletlerin ulus-devlet
kategorisinde değerlendirmek gerekiyor.
Uluslararası ilişkilerde genelde kuramları veya uluslararası
ilişkiciler temel anlamda dünyada ‘biz barışı nasıl sağlarız?’
sorusuna cevap ararız ama hegemonik teoriler bunun tam
tersidir. Maaselefki uygulanan da budur. Dolayısıyla Spykman’ın
kullandığı ‘kenar kuşak’ teorisi kuramına göre; biz Bağdat
Paktı ve sentoyu oluşturduk. Bu bağlamda Türkiye ve İran’ın
işbirlikleri söz konusu tamamen Batı çıkarlarını korumak amaçlı
çıkarılmış yapılardır. Bir de ‘peri-peri paktı’ oluşturduk. 1958
yılında bu anlaşma İran- Türkiye, Etiyopya ve İsrail ile yapılan
gizli askeri anlaşmamızdır. Soğuk Savaş döneminde uluslararası
sistemin yapılanmasında etkin olan bir yeni dönem başlıyor ki
buna dikonalizyon diyoruz. Bu dönemde artık manda devleti
statüsünde yani a-b-c kategorisindeki devletlerin artık millileşme
dönemidir ki bu dönem yeni bir milliyetçilik akımı başlamıştır.
Bu Ortadoğu ülkeleri ve Afrika ülkeleri buna dahildir. Yani ulusdevletleşme ve kapitalizme seküler ahlaklaşma gibi şeylerle
bunu tanımlayabiliriz. Soğuk Savaş bittikten sonra yeni bir
dönem başlıyor. Bu dönem Ahlaki Uluslararası sistem dediğimiz
kalmec.hku.edu.tr
Tekrar üzerinden geçecek olursak bir meşrutiyet krizi olduğu
zaman, sınır bütünlüğü krizi olduğu zaman, kimlik krizi olduğu
zaman ve ulus devlet krizi olduğu zaman bu rolü kim oynayacak?
Şu anda Suudi Arabistan muhalefetin bazı kısımlarını destekliyor
aynı zamanda IŞİD gruplarının da bir kısmını destekliyorlar.
Katar da aynı şeyi yapıyor. Sunni ve Arap dünyasının bir kısmı
bu savaşı solluyor. İran Hizbullahı destekliyor. Suriye hükümetini
destekliyor. Batı ise seyrediyor. Bu durumdan memnun,
çünkü ABD’nin yaptığı silahları alıyorlar ve diğer taraftan İran’ı
zayıflatıyorlar bu da problem olan El-Kaideyi zayıflatıyor. Bütün
Avrupa’da Arap olmayan teröristleri getiriyorlar ve Suriye’ye
sokup çıkarmadıklarından emin oluyorlar sonra orada ölebilirsin
diyorlar.
49
Sempozyum Programı
Hasan Kalyoncu Üniversitesi
ve özellikle 1945’ten sonra bu BM’in oluşturmuş olduğu bir
yapılanma oradaki insan haklarıyla ilgili temel sözleşmelerle ilgili
hususların 1991’de sonra ahlaki uluslararası sistem çerçevesinde
miltary-international şekline dönüştüğünü görüyoruz.
50
Avrupalı devletler özellikle göçmen ve islamafobi altında tek
bayrak ulus-devleti sarılmıştır ve sarılmaya devam etmekte bu
anlamda millileşmiştir. Nasyonalizm, ırkçılık, vb bütün kavramları
bu anlamda değerlendirmek gerekiyor. Şimdi Türkiye ve İran bu
noktada nerede duruyor? Ben Türkiye ve İran’ı Ortadoğu’daki
orta ölçekli güçler olarak tanımlanıyorum. Yapabilecekleri şeyler
de var yapamayacakları da var. Buna göre, orta ölçekli güçlerin
büyük güçlerle pazarlık yapabileceğini düşünüyorum ki yapmıştır
özellikle nükleer bölünmeler bunun en önemli delili. Halen
devam eden delil onun dışında orta ölçekli güçler kesinlikle tek
bir güç tarafından işgal edilemez. Bu da tarihsel olarak edilmiş
bir gerçektir, dolayısıyla Türkiye İran ya da Mısır tek başına bir
güç tarafından işgal altına alınamaz, kontrol altına alınamaz.
Dolayısıyla uluslararası sistemin dışına itilemez potansiyel olarak.
Onun dışında birkaç şey daha söyleyebiliriz, tehdit algılamaları
bağlamında özellikle S.David Galaksi teorisinde bir kuram var,
onu oldukça yararlı buluyorum Ortadoğu devletlerini açıklamak
için. O da külli denge kuramıdır ki biliyorsunuz bütün uluslararası
ilişkiciler büyük güçlerin dış politikaların nasıl davranacağıyla
ilgili açıklamalardan ibarettir. Dolayısıyla biz öğrencilerimize
aslında Avrupalı Euro-center devletleri nasıl dış politikaların
davranacağını öğretiriz. Fakat ilk defa S.David bu konuda 3.dünya
ülkelerinin dış politikalarının nasıl davranış biçimiyle ilgili olduğu
konusunda bir makale yazmıştı 1991 yılında. Çok kıymetli
bir makale, o yüzden bu bir başlangıç noktası tabiiki bunun
geliştirilmesi gerekiyor. Buna göre şunu ifade edeyim, özellikle
diyor ki 3.dünya ülkeleri, biz bunu middle power olarak-orta
ölçekli güç olarak algılayabiliriz ki Türkiye İran diye ve Mısır bu
Ortadoğu’daki 3 dış açı, Sayın Başbakanımız (Davutoğlu’nun)
tanımlamış olduğu dış üçgendir. Bir iç üçgen var biliyoruz; Suriye,
Ürdün ve Irak’ı kapsayan, bir iç üçgen dolayısıyla bu dış üçgen
aslında Ortadoğu’nun kaderini belirleyen ülkeler yani, buna
göre bu ülkelerin ikili olarak anlaşma yapması uluslararası güçler
tarafından önlenir. Örneğin Mısır’ın iktidardan düşürülmesi yani
Mısır’ın demokratik olarak seçilmiş hükümetinin iktidardan
düşürülmesi bunun en büyük delili oldu. Türkiye ve Mısır eğer
bu üçgenin iki ayağını oluşturmuş olsaydı, Ortadoğu’daki barışı
sağlamış olacaktı ki bu önlenmiş oldu. Dolayısıyla bu kurama
göre bu iki ya da üç orta ölçekli güç 3’ü biraraya geldiği takdirde
uluslararası sistemde paradigma değişimi yaratacaktır. Yani
uluslararası sistemi yıkacaktır. İşte bundan sonraki kavgalar artık
gelişmekte olan ülkelerle büyük güçler ve smart power dediğimiz
süper power arasında olacaktır. Dolayısıyla şu anki yaşadığımız
şey kaçınılmaz bir şey, mücadele halidir, savaş halidir ki bu savaş
tabiiki illaki hard power’la olacak değil, tabiiki kültürel diğer sosyal
kapitalist sade şeylerle yürütülebilecek bir şeydir. Son olarak ben
[2. GÜN]
Türkiye-İran ilişkilerinde Suriye krizini incelemiştim. Suriye
krizinde Türkiye’nin izlemiş olduğu politika rejiminin değişmesiyle
ilgili bir politika artı Türkiye bununla birlikte sekterya bir politika
izlememiştir. Batı da ben takip ettiğim için özellikle Amerika’daki
daha önce Türkiye’de elçilik yapmış Amerikalı akademisyenler
diyelim onların özellikle işlemek istedikleri bir konu vardı. Türkiye
sekterya politika izlemekle suçluyorlardı ki bu tamamen algı
operasyonu. Aynı şekilde Türkiye’nin El-Kaide ile ilgili ilişkileri
IŞİD’le ilgili ilişkileri tamamen bu algı operasyonuyla alakalı bir
husustur. Dolayısıyla bu konularda tabiiki çözüm önerilerimizin
olması gerekiyor. Bu Türkiye-Suriye ilişkilerinde sıkıntılı bir
nokta, şöyle bir şey vardı. İran’la- Suriye arasındaki askeri bir ittifak
anlaşması vardır, bu orta ölçekli güçlerin en önemli özelliklerinden
bir tanesi de, kendisinden küçük ölçekli güçlerle anlaşma
ittifak yoluna giderler. Türkiye’nin İsrail’le, İran’ın da Suriye’yle
anlaşması gibi ve Suriye’nin Ürdün’le anlaşması ya da Mısır’ın
Suriye’yle United Republic Arap’ı kurması 1958 yıllarındaki gibi.
Dolayısıyla Suriye ve İran arasındaki ilişki bir sistematik düzeyde
değerlendirdiğimizde şöyle bir şey ortaya çıkıyor. Hacmimiz 21
milyar dolara çıkmış, bununla birlikte 2013’te biraz gerilemiş 13
milyar dolara ama bunun altında yatan bir de kapalı ticaretimiz var
ki bunun rakamı 100 milyar doları aştığını düşünüyorum. Bence
bu rakam arttı, şu an İran’ın yurtdışında 170 milyar dolarlık bir
kapalı parası vardır, bütçesi vardır. Özellikle Almanya tarafından
kontrol edilir. İsviçre bankalarındadır. Bu paranın Türkiye
üzerinden uluslararası finans sistemine sürülmesi söz konusu,
bununla ilgili tabiiki çeşitli özel şirketler diğer finans grupları
çalışmalarını yapıyorlar. Fakat Türkiye ve İran’ın birbirine dış
yatırımlarının çok az olduğunu görüyoruz, yani hiç yok denecek
kadar az. Bizim Iran’la öyle sistematik bir ilişkimiz söz konusu
değil, tamamen yüzeysel bir ilişkimiz var. Hiçbir bağımlılığımız
yok, enerji alanında da öyle bir bağımlılığımız yok, söz konusu
değil. Sonuç olarak Suriye konusundaki çözüm önerileriyle ilgili
tabiiki bugünkü ve dünkü konuşmalardan oldukça faydalandım.
Ben 6 maddede de bunu özetlemeye çalıştım.
Neler yapılabilir. Rusya ve İran Suriye çözümü konusunda
dışarıda bırakılmaması gereken en önemli iki aktör. Türkiye
tabiiki çabalamıştır, bunlarla işbirliğine gitmeyi ama bir türlü
bunu başaramamıştır. Bunun başarılması gerekiyor, bununla ilgili
çözüm önerilerinin üretilmesi gerekiyor. İkincisi rejim yerine
aslında liderlik gibi bir yapılamayan gidilebilir ki ben Suriyelilerle
ilgili bir çalışma yaptım. Özellikle göçmenlerle ilgili İstanbul’da,
inşallah Ocak 2015 ayında Yeni Şafak gazetesinde yayınlanacak
bu çalışmam, 13 seri halinde. Orada görüştüğüm özellikle 40
tane aile vardı. Bu ailelerin söyledikleri şey şu; Suriye’nin yeniden
yapılandırılması söz konusu olduğunda kesinlikle ve kesinlikle
ne Rasmussen’in söylediği kanton modelini tercih ediyorlar
ne de Lübnan modelini ki Lübnan modeli dikkat ederseniz
gözden kaçırılan bir nokta şu anda fiilen Irak’ta uygulanmakta
biliyorsunuz.
Cumhurbaşkanı Moralinilerden Başbakan
Avrupa’daki o ulus devlet davranışıyla bizim devlet davranışımız
farklı olması gerekiyor. Onlarda tamamen sömürücü bir
yaklaşım var, onların tamamen sosyal hakları olmamakla beraber
onları alt sınıf işlerde çalıştırıyorlar. Ben Suriyelilerin aslında
Türkiye’nin Ortadoğu’ya açılabilmesi için ciddi bir sosyal kapital
oluşturulduğunu ve bu sosyal kapitalizmin organize edilecek
Türkiye için faydaya dönüşebileceğini düşünüyorum. Bunun
için Türkiye’de bu özellikle AFAD’ın son zamanlarda yaptığı
kayıt altına alma işlemi ve bunları meslek gruplarına göre kayıt
altına alma ile ilgili ciddi çalışmalarını özellikle beğeniyorum. Son
olarak Avrupa’daki devletlerin Suriyeli göçmenlerle ilgili toplam
aldığı rakamı size söyleyeyim; 17 bin kişidir. Bu rakamı çok küçük
bir rakam, peki bunlar kimlerden oluşuyor biliyor musunuz?
Uluslararası göç örgütü var biliyorsunuz, bir de International ofis
grubudur. Dolayısıyla Avrupalı ülkeler bu organizasyondan bu
insanları alırlar ve oralara götürürler ya da sömürüp kullanırlar, vs...
Moderatör Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: Şimdi bir avukat
konuşmacımız Av. Betül YANILMAZ tebliğlerini sunacaktır.
Sizden şunu söylemenizi de istiyorum. Dün, Başbakan Yardımcısı
Sayın Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ şunu söyledi; bir
uluslararası sistem çöktüğünde, BM gibi uluslararası örgütlerin
buna müdahil olmadığını ve Libya’da da 5 tane devletin
inisiyatifinden uzak veto diyerek böyle şeylere engel oldu.
Ortadoğu’da bu kritik durumların coğrafi birlikteliğin ve ortak
barışın esas alınması gerekir. Ortadoğu halklarının demokrasi
temelinde oluşmasını sağlamak gerekir. Ortadoğu halkları
içerisinde şiddetin nasıl, ne derecededir? Siz bu genel çerçevede
bunları değerlendirebilir misiniz Sayın YANILMAZ?
Av. Betül YANILMAZ
KADEM (Kadın ve Demokrasi Derneği)
Hukuk Komisyonu Başkanı
Av. Betül YANILMAZ: Bu iki günlük sempozyum benim
aklımda bir metaforu çağrıştırdı bu metafor aslında göçle ilgili,
yani göç çalışmalarına ilişkin üretilen bir metafor ama dünyada
göçün büyük bir kısmını halihazırda mülteciler oluşturduğu için,
yani savaştan kaçan insanların, ekonomik sebeplerden değil de
savaşlardan, iç savaşlardan kaçan insanların oluşturduğu için, bu
metaforu mültecilere yönlendirerek anlatmak istiyorum. John
Bergel şöyle söyler; mültecinin yaşamı bir başkasının gördüğü
düşe benzer, bu şu demek, mülteci bir başkasının gördüğü düşteki
kahramandır, onun tüm eylemlerine bir tarihsel sorumluluk sinmiş
ve aynı zamanda bu düşü gören kişinin zihnindeki ihtiyaca göre
belirlenir. Bu konuşmaların çoğunda dün ve bugün çözüm önerisi
tanındı ve iki kutuplu bir çözüm önerildi. Fakat ben şöyle genel
bir bakışla, dünyanın kendi gördüğü bilinen ihtiyaçlara göre değil,
mültecilerin yakarışlarına göre çözüm üretmek zorunda ve bunun
en temel çözümü de sürdürülebilir konfora kavuşmak değil, bu
problemlere sebep olan yolları tıkamaktan geçer. Tabii burada biz
avukatların duruşmalarda sıklıkla tekrar ettiğimiz bir durum var.
Biz önceki beyanlarımızı tekrar ederiz, ben de bu açıklama yapan,
güvenlik koridorundan bahseden, insani yardımdan bahseden
önerileri, BM’lerin yapısına ilişkin önerileri tekrar ediyorum.
Buna hem son oturumun son konuşmacılarından biri olarak
kullanıyorum. Burada kadın ve demokrasi derneğini temsilen
bulunuyorum. Dolayısıyla geriye kalan bölümü Suriyeli kadınlar
üzerinden işlemek istiyorum. Benim ve derneğimin çalışmaları var.
Gerek Suriye gerek Türkiye’de birçok kampı ziyaret etme imkanım
oldu ve birçok Suriyeli kadınla hem kentlerde yaşayan (Suriye de
dahil) hem de Türkiye’de yaşayan birçok kadınla çalıştım. Onların
ilk başta en büyük sorunları, daha önce sahip olmadıkları bir
toplumsal rolü üstlendiler, artık onlar ailelerinin reisi haline geldiler.
Bu birçoğu için yeniydi ve tecrübeleri yoktu. Hem de çok rahat bir
ortamda değillerdi, bir kaos ortamında kalmışlardı. Bugün Halep
ve Şam’da bu görevi tek başlarına üstleniyorlardı. Çünkü eşleri ya
cephede savaşıyor ya vefat etmişler ya da gözaltındalar. Bu kadınlar
çoğunlukla niteliksiz ve tecrübesiz işlerde görev alıyorlar. Çoğu
şehir kuşatma altında olduğu için birçok temel ihtiyaç malzemeleri
olmadığı için güçlük çekiyorlar, bunun için güvenlik oluşturmak
çok önemli. Suriye’de içeri doğru Türkiye’ye geldiğimiz zaman,
mesela 20 km’lik alan, Kilis’ten çıktıktan sonra o alanda birçok
sınıra yakın kamplar bulunuyor, bombardıman tehlikesi altında,
her an varil bombalarının patlatıldığı çatışma halinde olduğu
yerler, kampın kenarında olan bir durumdan dolayı hemen tahliye
ediliyor ve diğer kampa geçiyor. Bu kampların birçoğunu kadınlar
ve çocuklar oluşturuyor. Tabii onların en önemli sorunu güvenlik,
kalmec.hku.edu.tr
Sünnilerden ve Savunma Bakanlığı Sünnilerden vs… o şekilde
feodal bir sistem uygulamasıdır. Şu anda Irak’ta Cumhurbaşkanı
Kürtlerden Başbakan Sünnilerden olmak üzere Şiilerden de
olmak üzere taksim edilmiş durumda. İşte bu noktada aslında bu
da ciddi bir tuzak, Lübnan’daki çatışmaları durdurmuş bir model
değil. Dolayısıyla aslında şu anda Bass rejiminin deneyimleri
tekrar yapılandırılabilir, rejimlerin değiştirilebilir olması
gerektiğini düşünüyorum. Göçmenlerle ilgili olarak da tabiiki
biz birçok şey yaptık AFAD olarak, ama geçici koruma kanunu
getirdik biliyorsunuz, coğrafi ve tarihi sınırlamamız var. Cenevre
Sözleşmesi 1952’deki buna göre doğudan gelen göçmenlere
biz vatandaşlık statüsü ya da göçmen statüsü tanıyoruz. Bu
sözleşmenin bilinmesini teklif etmiyorum ama özellikle Suriyeli
göçmenler çalışma hakkının ve sosyal güvenlik hakkının daha
sağlanması gerektiğini düşünüyorum. Bu en önemli çözüm
noktası biz her ne kadar 225 bin kişiyi kamplarda beslediğimizi
desek de, onlara yardım ettiğimizi söylesek de, bir milyon
küsurun dışarıda, içeride bizim sosyolojik olarak olduğumuz bir
gerçeklik var. Dolayısıyla bunların yaşamaları için bunların sosyal
güvencelerinin suiistimallerinin ortadan kaldırılması gerekiyor.
51
Hasan Kalyoncu Üniversitesi
Sempozyum Programı
52
bu da açık kapı politikasıdır. Ama bu insanların çoğu pasaportu
olmadığı için sınırdan geçiş yapamıyorlar ve 15 km’lik bir alanda
sıkışmış durumdalar. Tabii Halep’in düşmesi bu anlamda çok
büyük zorluk oluşturur onlar için, bu diğer bölgelerde de benzer
şekilde. Aynı zamanda beni etkileyen bir örnek var ki; birçok
kadında da rastladım, aile reisi vazifesi üstenmişlerdir. Güvenli
bölgelere ilerlediler ve çocuklarını akrabalarına bırakıp geri
dönüyorlardı, geride kalanları kurtarmak için ve tekrar dönme
ihtimalleri olmayıp dönseler de, döndüklerinde çocuklarınıakrabalarını bulma umutları hiç yoktu. Çok cesur kadınlardı,
daha önce hiçbir şekilde aile koruyucusu görevinde olmamışlardı.
Yine AFAD’ın verilerine göre Türkiye çevresinde Suriyelilerin
%22’si evin geçimini tek başına sağlayan kadınlardan oluşuyor ve
bu kadınlar dil problemi yaşıyor. Niteliksiz işlerde çalıştırılıyorlar
ayrıca güvencesizler ve çoğunlukla tehlike altında çalışıyorlar,
düşük ücretler kazanıyorlar, birçok kadın aileleri dahil yakınlarına
da bakmak zorunda. Kendileri için bir sürü temel ihtiyaç
malzemesinden de mahrum kalıyorlar. Suriyeli kadınlar şiddete
de maruz kalıp bir savaş silahı olarak kullanılıyorlar. Bu huzursuz
dönem başladığından beri birçok genç kızın kaçırıldığını, tecavüze
maruz kaldığını öğrendik, bunlar raporlanıyor ama Suriye
üzerinden bunu raporlamak çok zor. Çünkü Suriye’de tecavüz,
ırza geçme ve cinsel taciz gibi bir durum kadın için alnının lekesi
ve bulunduğu ortamı da terk etmek zorunda. Birçok kadın
Türkiye’de çocuklarını doğurmuş durumdalar ve kendi diğer
çocuklarından kocalarından ailelerinden ayrılarak Türkiye’ye
sığınmışlar, bunlar yine de en iyi örnekler. Suriye içinde birçok
kadın var ki bu durumda biliyorsunuz. Savaşlarda zaten tecavüz
ya da cinsel şiddet bir savaş taktiği olarak kullanılır, yani askerler
için bir motivasyon kaynağı, bir topluluğu aşağılamak için, onları
baskı altına almak, egemenlik kurmak için kullanılır, savaşta
kadınlar silah olarak kullanılır. Bu dünyada ırza geçmenin bir savaş
suçu olarak sayılması maalesef çok yeni. 1900’lerden itibaren
konuşulmaya başlanıldı, belgelere yansıdı. Bu anlamda sınırlar
çok önemli, sınırlarda insan ticareti büyük bir pazar oluşturmuş
durumda. Özellikle sınırlarda kaçak giriş yapmak zorunda kalan
kadınların pasaport olmadığı için kaçarak giriş yapmak zoruna
kalan kadınlar daha iyi bir hayat yaşamak inancıyla kandırılıyorlar
ve çetelerin eline düşüyorlar. Türkiye’de Suriyeli kadınlar
eşlerimizi elimizden alan fettan kadınlar olarak tanınıyorlar.
Bu haksız bir genelleme, çünkü bu kadınlar bunu gerçekten
istemiyorlar, böyle bir genelleme yapılması, bu söylem üzerinden
konuşulması hiç doğru değil. Suriyeli kadınlar temelinde en
fazla erken evlilikler ya da zorla evlilikler üzerinden gidiyor. Evet,
bunlar Suriyeli kadınlar için bir sorundur geleneklerinin bir
parçası olduğu için ve şu anda mevcut yasalar onları resmi bir
evlilik yapmasına müsaade etmediği için, çünkü belge getirmek
zorundalar ve bu belgeyi getirmeleri savaş olduğu için mümkün
değil. Duygusal sebepleri de var, birçok anne ile konuştuğumuz
zaman, kızının mutsuz olacağını bile bile, güvenli olacağı
düşüncesiyle kızını evlendirmek zorunda olduğunu düşünüyor.
[2. GÜN]
Tabii burada bizim anlayabileceğimiz bir geleneğin parçası, temel
çözüm bu Suriyeli kadınların acılarını dindirmemiz gerekiyor ve
bunun tek yolu Suriye’deki savaşı dindirmek. Uluslararası hukuk
literatüründe buna insani hukuk diyoruz. Ama biz bunu daha
çok mazeretler üretmek için kullanıyoruz, bu iç savaş meselesi
değil, bu uluslararası bir meseledir ve dolayısı ile insancıl hukuku
ilgilendirir. Vicdani kaynaklara göre vicdanın tanımlarının
belirlenmesi gerektiğini düşünüyorum çünkü bu tanımlar daha
önceki açılardan kaynaklı tanımlardır ve şimdi yeni açılar var bu
kuramları mazeret olarak kullanmak çok doğru gelmiyor. Yine
bir metaforla bitirmek istiyorum. Mülteciler bizim evimizi basan
hayaletler, bize rahatsızlık veriyorlar, bizi tedirgin ediyorlar ve
toprağımızın bizi olup olmadığını sorgulatıyorlar. Sınırları altüst
ediyorlar ulus devlet ne demek bunu zorluyorlar. Yani er ya da
geç insancıl hukuk, insan hakları, bütün bu kavramları yerinden
edebilecek kapasiteye sahipler. Bu durumda yeni tanımlamalar
yapacak ama bunun ne kadar geç olduğu ve nasıl zararlara maruz
kaldığımız da bizi ilgilendiren temel sorun, bu elli yıl sonra olursa,
ödeyeceğimiz bedeller fazla olacaktır.
Moderatör Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: Bütün bu savaşların
odağında ağırlıklı olarak kadınlar ve çocuklar vardır. Tecavüzün bir
savaş silahı olarak kullanıldığı bir ortamda, siz göçmenlerin hangi
siyasal, sosyal çıkarlarını tezgahlayan bir konumda olabilirsiniz?
Sadece insani açıdan baktığınızda bile bu durum çok kötüdür.
Son konuşmacımız Anadolu Platformu Başkanı Sayın Turgay
ALDEMİR bize, bütün bu konuşmaları genel çerçevesiyle ele
alacak olursak görüşleriniz nelerdir?
Turgay ALDEMİR
Anadolu Platformu Başkanı / Gaziantep
President, Anatolian Platform / Gaziantep
1987’de Gaziantep Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü’ne girdi. Bu yıllarda Gaziantep’te arkadaşlarıyla beraber kitap evi, radyo ve vakıf faaliyetlerinin kurucusu olarak
bulundu. 1994 yılında Gaziantep’te Bülbülzade Vakfını kurdu. Anadolu Platformu’nun
kurucuları arasında yer aldı. Kurucusu olduğu Bülbülzade Vakfı ve Anadolu Platformu
Yönetim Kurulu Başkanı olarak hizmetlerine devam etmektedir.
Turgay ALDEMİR: Küresel vicdan öldü ve bu yaşananlar aslında
bunun bir yansımasıdır. Suriye demin bahsedildiği gibi, birçok
acıyı birarada yaşıyor aslında, bizler 100 yıldır ertelediğimiz bir
yüzleşmenin yeniden karşılaşmasıyla bugün yüzleşmekteyiz.
Bundan kaçtığımız sürece bu bizim peşimizden gelecektir. Biz
1914’te ondan önceki yüzyıllarda biriken sorunlarımızı
çözemediğimiz için ve başkasının aynasında kendimize çeki
düzen vermeye çalıştığımız için bu savrulmayı, bu çürümeyi, bu
dağınıklığı yaşadık. Bir imparatorluktan ulus ve devletler çıkarttık,
birtakım ulusüstü kurumlar mevcut sorunları çözebilme
kabiliyetinden, kapasitesinden mahrumdur ve bunlar dolayısı ile
çözümü, bu tür kuramların modası geçmiş kuramları ile halletmeyi
denemek, beyhude bir çabadan ve ötelenmiş adalet arayışından
başka bir şey olamayacaktır. Bu da bize çözümün başka bölgenin
ve bu çalışmaların yeniden bu ocaklarda ele alınmasını getiriyor.
İşte bunun için bu da bizlere çözümü başta bölgelerin etkili
devletlerinin belirleyici güce sahip diğer devletler ile bir araya
gelerek oluşturacağı yeni bir diplomasi ve etkili bir müdahale ile
mümkün olabileceğini ortaya koyuyor. Aslında çare biziz,
herbirimiz, şu salonda bulunan bizler, yaşadığımız acıları
birbirimize anlatarak bu ortamları bir ağlama duvarına çevirmenin
ötesinde, çözümün ve çarenin ocağı olmaya bakmalıyız. İşte
bunun için Ortadoğu’ya tek yönlü bakamayız. Öncelikle şu üç
meselenin birlikte ele alınması gerektiğine inanıyorum: Din,
coğrafya ve enerji. Bu üç başlık birlikte düşünülmeli, tek birinden
bakarak Ortadoğu’da kalıcı bir çözüme ulaşmamız çok zor
görünüyor. Dini açıdan bölgenin üç ana damarı var: Sedefilik,
Sünnilik ve Şiilik. Sünniliği takdir edersiniz ki Türkiye, Sedefiliği
Suudi Arabistan ve Şiiliği bölgede İran temsil etmektedir.
Ortadoğu’nun jeopolitik konumu elbetteki çok önemlidir. Bu
bölgede üç ülkenin temsiliyeti belirleyicidir. Bunlar bölgenin ana
eksenleri ve bu eksenlerin özellikle kendi alanlarına dönmesi
gerekiyor. Bölge dışı güçler bu devletlerle ve bakışlarla tek ilişki
kurarak bölgenin geleceğini istikrarsızlaştırmakta ve kaosa
sokmaktadır. Ortadoğu karmaşık bir durum var. Çözüm için uzun
vadeli bütüncül bir bakışa ihtiyaç var. Bunun için bazen
geleceğimizi geçmişte arayıp, burada kurduğumuz o medeniyet
havzalarında her türlü farklılığın buram buram yaşandığı
dönemlerden bu zamanlara kesitler taşımamız lazım. Bugünkü
istikrarsızlığın temel nedeni, bölgenin kendi sorunlarına dönük,
kalmec.hku.edu.tr
tarih yeniden bize fırsatlar vermekte ancak bunlar yaşanırken, iki
gündür burada tartışılıyor ve sık sık Rasmussen’e atıflar yapılıyor.
Aslında beyefendinin de temsil ettiği kurum, bu yüzyılda ortaya
koyduğu davranışlarla misyonunu bitirmiştir. Ortadoğu merkezli
yapılan tartışmaların ve çözüm arayışlarının aslında kanserli
hastayı antibiyotikle tedavi etme çabalarının bir maraziyetinden
başka bir şey değildir. Onun için sorunun gerçeğini konuşmamız
lazım. Ne zaman Ortadoğu’dan söz açılsa acılardan, gözyaşından
sürgünden, dramdan, cinayetlerden ve tecavüzlerden, durdurmak
için sığındığımız emperyalist sözde hakemlerden bahsedilir.
Aslında bunların çoğu yüzyıldır bu dünyaya çektirdiği değil
miydi? Onu için bir an önce kendi değerlerimize dönmemiz
lazım, evet şu anda etrafımızda yeniden bir adalet, merhamet
oluşuyor. Ama çoğu gürültüden ibaret bir sistemi ayakta tutmak
için insanın, onu koruyacak, onu ileriye taşıyacak ekonomik güç
ve onu koruyacak güce ihtiyaç vardır. Biz yetmiş milyon ve buna
inanan etrafımızdaki coğrafya ile büyük bir ses çıkarıyoruz. Fakat
bunun ne kadarı sanat, ne kadar edebiyat, estetik mimari, sinema,
televizyon, teknoloji? Buradan nasıl fikirler çıkacak? İnsanları
koruyacak, bir sistem, bir düzen getirecek... İnsanlığın bu yeni
doğumuna şahitlik edeceği, insanları doğum sancısında boğmaya
çalışanlara karşı hakka dayanan bir gücünüz var mı? Doğrusu yok!
Bunu her an finanse edecek bir ekonomik adalet ekseni de
üretebildik mi? Hayır! İşte bunların hepsini bilerek en hızlı
şekildeki, şu anda en ciddi anlamda var olan Anadolu ve islam
dünyasının büyük bir kısmı, insan kaynaklarımızı yeni yeni keşif
etmeye başladık. Bunları tek tipleştirmeden, yeni dünyanın
ihtiyaçlarına göre donanımlı ve açık ufuklu, dünya ile iletişim
içerisinde yeniden kurgulamamız ve yetiştirmemiz lazım. Diğer
taraftan bunlar yaşanırken bu tabloya baktığımızda, nerede ise
çözümü imkânsız. İşte Anadolu’da birbirine yaslanan birçok
sorunu da beraber yaşıyoruz. Temel sorun dostlar, temel sıkıntı
problemin hakikatine dair tespitlerimize bir türlü konsensüs
sağlayamıyoruz. Bunun temel nedeninde kanaatimce çözümü,
bize bu zulmü reva görenleri çatı altında arıyor oluşumuzdan
kaynaklanıyor olabilir miyiz? Kendi gök kubbemizde, kendi
medeniyet kurumlarımızın içerisinde, yeni yeni bu meseleleri
tartışıyor, konuşuyor ve çözüm arıyoruz. Başkasının epistolojisinde,
başkasının aurasında geleceğimizi büyütemeyiz. Onun için bu
alanlarımızı geliştirmemiz lazım, aksi taktirde Amerika’yı,
Japonya’da ve Çin’de yeniden üretildiğine şahit olmak gibi,
Ortadoğu’da İslam dünyasında yeniden o kültürü üretmek gibi bir
durum. Aslında Ortadoğu’daki kavganın bir nedeni de bizim o
kültüre de direniyor olmamız. Çünkü biz medeniyetlerin kesiştiği,
insanların ocağı ve beşiği olan bir coğrafyada bulunuyoruz. İşte
bunun için iki kutuplu dünyanın çökmesi ile beraber birçok yük
birçok sorun ve bugüne kadar ötelenmiş veya cebri yollarla
bastırılmış birçok meşru talebin önü açıldı ve buralardaki kukla
yönetimlerin üzerindeki perde düştü. Bunlar tartışılır hale geldi.
1945 sonrası oluşan ve mantığı icabı soğuk savaşın güç ve rekabet
ilişkisi üzerine ikna edilen BM’ler dünya başkanı NATO gibi
53
Hasan Kalyoncu Üniversitesi
Sempozyum Programı
54
kendi hafızasında çözüm aramaması ve bunun için yeterli çaba
göstermemesidir. Ancak son dönemde istikrarsızlığın bir diğer
nedeni de özellikle ABD’nin üst üste Irak müdahaleleri ve son
dönemde de gücünü Pasifik’e kaydırmış olması da, ortaya çıkan
boşlukta IŞİD ve benzeri örgütlerin zühul etmesine zemin
hazırlamıştır. Bölgedeki köhnemiş yapılar kendini yenileyemediği
için birçok alanda bakteri üretiyor ve bu ortamlar fevri, saldırgan.
İnsanlığın onurunu, geleceğini ve İslam’ın medeniyet değerini yok
eden çatışmalara ve kaosa imza atmaktadır. Bu düzenler halkın
lehine mutlaka yenilenmelidir. Ancak ana eksenlerin bu olaylara
nasıl baktığı son derece önemlidir. Değerli dostlar; Suudi Arabistan
ekseni Batı merkezli bir jeopolitik izliyor ve İslam dünyası olarak
bu izlediği jeopolitiklerde onun çıkması için her fırsatta bunu
dillendirip ve onun kendi kadim jeopolitikliğine döndürmesini
sağlamamız gerekir. Diğer taraftan İran İmam Humeyni devrimi
ile beraber bir yol aldı. Fakat onun ölümünden sonra devrimi
yapanların bir kısmı bu devrimi Batı’ya pazarladı ve şu anda batının
en büyük bölgelerin müttefiklerinden, stratejik ortaklarından biri
İran’dır. İran’ın bölgenin kendinden gerçeklerini kendi aktör
sorumluluklarına dönmesi için hepimizin bulunduğu her alanda
baskı yapması lazım. 2012 sonrası Türkiye’de anti-emperyalist
damar güçlendi. Anadolu’da doksan yıldır ötelenen o kadim
damar yeniden canlandı. Bunda emeği geçen, bu özgürlükleri
ortaya çıkaranlardan RABBİM razı olsun. Türkiye 100 yıldır
ötekileştirdiği Kürtlerle, Alevilerle, Sünnilerle ve azınlıklarla aynı
masanın etrafında oturup konuşmaya başladı. Birkaç hafta önce
Urfa’da yirmiyi aşkın kanaat önderi Sayın Başbakan’la bir düzine
bakanla biraraya gelmiştir. Kürt halkının hakları için mücadele
eden bir davetli, önce üst perdeden bazı şeyleri dillendirdi konuştu
ve sonra dedi ki; ilk defa normal insan yerine konulmuş
hissediyorum; çünkü benim sözümü kesmeden dinleyen
yöneticilerim var. Değerli arkadaşlar sorunlarımızı konuşabilmek,
en ötekini bile insan olarak alıp meselelerimizi konuşabildiğimiz
zaman çözümler gelecektir. Yine aynı toplantıda bir alevi
arkadaşımız; “ben derdimi herhangi bir güvenlikçiye beş
dakikadan fazla anlattığımda kimse bana tahammül etmemişti”
dedi. Aslında hikaye burada yatıyor, birbirimizi dinleyebilmek,
konuşabilmek. Bu yeni yerli organik damar Ortadoğu halkları için
heyecan oluşturuyor, model oluşturuyor ve artık Ortadoğu
konuşuyor, tartışıyor. Türkiye bu anlamda bölge için önemli bir
misyon, önemli bir rol model durumunda. Ancak ben bu sorunlara
dönük palyatif bir kısım çözümler sunmayı düşünmüyorum.
Fakat Ortadoğuda katılımcı, yerli, özgürlükçü, paylaşımcı
yöntemlerin olması için hepimize çok daha fazla çaba düşüyor.
Özellikle gençlerimize, Üniversitelerimize büyük çaba düşüyor.
Bu bölge ancak yeniden kendi kadim köklerine bağlanarak, dünya
ile iletişim içerisinde olarak kendini gerçekleştirebilir. Ancak o
zaman dünyanın içerisine düştüğü vicdan daralmasına yeniden
buralardan yeni bir medeniyet üretilebilir. Tıpkı geçmişte
gerçekleştirdiğimiz gibi, bu topraklarda yeniden çok dilli, kültürlü,
çok dinli, yürüme mesafesinde, medeniyetlerin birbirine aktığı
Şam gibi, Kudüs gibi, Halep gibi, İstanbul gibi, Endülüs gibi,
[2. GÜN]
Gaziantep gibi, tüm Anadolu gibi medeniyet havzalarını
yaşatabiliriz. Aslında Suriye bunun için önemli bir örnek; şu anda
Gaziantep’te 350 bin Suriyeli yaşıyor, bunların içinde Müslümanlar
da var. Farklı dinlere mensup insanlar da var. Geçen gün onların
temsilcisi bir Hıristiyan, dünya çapında da eserleri olan Michael
Celo misafirimdi. “Ben birçok Batı ülkesinde olmadığım kadar
sizin ülkenizde özgürüm” diyordu. O zaman bu özgürlük ortamını
geliştirmemiz lazım, genişletmemiz lazım ve buradan aramızdaki
bu sınırları anlamsızlaştıracak adımlar atmamız lazım. Bunun için
100 yıldır Batılı yaklaşımlar topraklarımızda. Birini ötekine
kırdırarak ve bizi birbirimize düşürerek... Bundan dolayı; kendi
kültür auramızın içinde, kendi jeopolitiğimizde ama dünyaya açık
bir şekilde meselemizi ele almamız gerekiyor. Demin ayçöreğinde
bahsedildi, biraz da ortamın sıcaklığına değinerek, biz Ortadoğu’yu
piyanonun sunumu ile ne kadar çözebiliriz? Ortadoğu’nun
yüzlerce müzik aletinin içerisinde kendi kültürünüzden
öykünmeden, bunlarla yeni dünyaya geçmişte olduğu gibi birçok
şey taşıyabiliriz. Bunun için bunları konuşmakla beraber,
Ortadoğu’da yeni bir düzenin ve barışın önünde en büyük engelin
de İsrail olduğunu ve onun özellikle teolojik yaklaşımının
olduğunu hepimizin çok iyi bilmesi lazım. O teolojik yaklaşım;
değil Müslümanlara, Hıristiyanlara dahi hayat hakkı tanımayan,
kendi içinde farklı Yahudi inanışlarına dahi fırsat tanımayan bir
anlayışın özgürlüğü temsil ettiğini söyleyen Batı tarafından himaye
edilmesi, tam bir aymazlıktan başka birşey değildir. İsrail’in tüm
dünyaya ben merkezli yaklaşımları büyüktür. İsrail tüm açık
düzenler için en büyük tehdittir. Bunun için Ortadoğu’da yeni bir
doğum sancısı var. Kaos içerisinde yeni bir düzen kurmanın
çabasına şahitlik ediyoruz. Tarih yeniden bize bir fırsat verdi. Bunu
seyir ederek, acılarımızı arka arkaya dizerek değil, çözüme dair ben
ne yapabilirim, ben insanlık için ne yaptım sorusu ile yeniden bir
Münevver davranışa ihtiyaç var. Bunun için çözümün; huzur
olmadan düzen kurulamayacağını bilerek bölgenin tüm
taraflarının bölgesel barış ortamlarında biraraya gelip kendi
sorunlarından konuşmaktan geçtiğini bilmemiz gerekiyor. Bu
süreç Türkiye’yi önemli görevlerle yüzyüze bıraktı. Evet biz iki
milyon kardeşimize ev sahipliği yapıyoruz, verilen rakamlar
aslında çoğu kamplarda harcananlar, ama şu şehirde birkaç kamp
var, kamp dışında da insan var, her yer aynı. Yaşanan bir kısım
sorunlar, 10 bin tane insan bir futbol maçı için bir şehre gidiyor,
olay oluyor. Ama bakın emniyet verilerinde çok kadirşinas bir
milletin insanları olduğumuzu görüyoruz. Suç oranları neredeyse
yok denilecek kadar az. Onun için neye sahip olduğumuzu
bilirsek, bunlarla nereye gideceğimizi de çok daha iyi
belirleyebiliriz. Sözlerimi toparlarken özellikle bölgede ortaya
çıkmış sonuçları bir veri olarak bir dayanak yaparak gelecek
oluşturamayız.
Bizim bölgede var olan tüm farklılıklar, geçmişte olduğu gibi
medeniyet havzamızın bir unsurudur. Bize bu kavgaları reva
görenler, evet bizim çatışacağımız, kavga edeceğimiz insanlardır,
ama onun dışındaki tüm unsurlar, yeniden sulhü, barışı ve
geleceğimizi konuşmak için bir fırsat olmalıdır. İşte bunun
için bütün bunlar şu açıdan önemlidir: Siyasi bir istikrarın
sağlanmadığı bölge ülkelerin aynasında işbirliği gerçekleşmediği,
ekonomik beklentilerin karşılanmadığı hiçbir bölgede huzur ve
refah gerçekleşmez. Bu durum Ortadoğu için de Suriye için de
geçerlidir. Ortadoğu mevzubahis olduğunda, sorunları tarihsel ve
ontolojik olarak değerlendirmeyi bir tarafa bırakıp, bu gerçekliği
görmemiz ve bu iş için mücadele etmemiz gerektiği kanaatindeyim.
Bölgenin üç temel saç ayağı olan din, coğrafya ve enerji konularını
mutlaka bir üst bakışla ele almalı, parçalayıcı yaklaşımlardan
uzaklaşarak, buranın medeniyet havzalarını, ana damarlarını
birbirine yaklaştırarak, Sempozyumlara, uluslararası çalışmalara
ve ziyaretlere ev sahipliği etmemiz gerekiyor. Bunun için değerli
dostlar, önemli bir eşikte bulunuyoruz. Buradan önemli sıçramalar
yapacağız ve tarihin bu nöbet değişiminde, insanlık onurunun
yeniden ayağa kalkma arifesinde, seyir edenlerden değil, omuz
verenlerden, dert edinenlerden olmamız gerekir. Bu açıdan da
bu sorunları bertaraf edecek bir noktada Üniversitelerimizin,
düşünce kuruluşlarımızın, sivil toplum örgütlerimizin, gönüllü
hareketlerin devreye girmesi, bir yerde taşın altına elini koymasına
bağlıdır. Bir düşünürün ifadesi ile; ‘Çocuklar doğmaya devam
ediyorsa ALLAH insanlığın geleceğinden umudu kesmemiştir’
diyor ve çocuklar doğmaya devam ediyor. Biz özgür bir dünyada
yaşasınlar diye çabalamamız gerekiyor.
kalmec.hku.edu.tr
Moderatör Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: Sempozyumumuzun
son oturumu da bitmiş bulunmaktadır. Bizi dinleyen ve buraya
gelerek değerli fikirlerini bizimle paylaşan akademisyenlerimize,
hocalarımıza çok teşekkür ederiz.
55
Sempozyum Sonuç Bildirgesi
Giriş ve Önsöz
Gaziantep Hasan Kalyoncu Üniversitesi tarafından 19-20 Aralık 2014 tarihlerinde “Ortadoğu’da Barış: Oyuncular, Sorunlar ve Çözüm
Arayışları Sempozyumu” gerçekleştirilmiştir. Üniversite bünyesinde kurulan Ortadoğu Araştırmaları Merkezi evsahipliğinde gerçekleşen
Sempozyum süresince söz alan ve aşağıda adı geçen katılımcılar Ortadoğu’da yaşanmakta olan siyasi ve toplumsal krizler ile söz konusu
çatışmaların tarihi ve siyasi nedenlerini tartıştı ve çözüm önerilerini paylaşmıştır.
Bulgular ve Çözüm Önerileri
• Ortadoğu’da yaşanan sorunlara çözüm önerileri geliştirmek için öncelikle bölge dinamiklerinin ve çatışmaların tarihi,
toplumsal ve siyasi nedenleri çok iyi anlaşılmalıdır.
• Sempozyumun tüm katılımcılarının sempozyum sırasında yaptıkları Nizip Kamp ziyareti sonrasında vardıkları ortak
görüş; Türkiye Cumhuriyeti’nin sığınmacılara sağladığı imkan ve olanaklar tarihe geçecek bir insanlık örneği olacaktır.
• Suriye’de halihazırda yaşanan iç (küresel) savaş ya da vekaleten savaşlar, Ortadoğu’daki büyük resmin sadece küçük bir parçasını
oluşturmaktadır. Bugün Ortadoğu’da siyasi, toplumsal, ekonomik, kültürel, dini ve ahlaki açıdan bir tür soykırım ve
erozyon yaşanmaktadır.
• Siyaset, sorunların konuşulabilmesini esas alır. Bölge halklarının çözüm odaklı bir yaklaşım ile karşılıklı saygı çerçevesinde iletişim
kurmanın bir yöntemini bulmaları gerekmektedir. Ancak benzer tarihi geçmişe sahip ülkelerde uygulanmakta olan yönetim
çözümleri yerine, bölge halklarının kendi dinamikleri ile uyumlu çözüm önerileri üzerinde durulmalıdır.
• AB ile Ortadoğu ve Orta Asya arasında önemli bir köprü işlevi bulunan Türkiye’nin bölgede tesis edilecek barış
sürecinde önemli bir rolü bulunmaktadır.
• Ortadoğu’daki petrol zengini ülkelerin ekonomileri daha edilgen ve tüketime dayalı ekonomilerdir. Bu ülkelerde ekonomik
zenginlikten bahsedilebilir ancak ekonomik kalkınma ve eğitim yetersizdir. Tüketim odaklı yapının değiştirilmesi, bölgede
sürdürülebilir refah ortamının sağlanması için gereklidir.
• Bölgedeki siyasi ve toplumsal çatışmaların temelinde etnik ve mezhepçi politikaların ağırlığı büyüktür. Bunun yerine, toplumsal ve
evrensel bir aidiyetin oluşturulması için çalışılmalıdır.
Hasan Kalyoncu Üniversitesi
• Ortadoğu’da barışın tesisi için gerçekleşecek tüm çalışmalarda bölge ülkelerinin katkı vermesi sağlanmalıdır.
56
• Ortadoğu’da yıllar içinde yaşanan savaşlar bölge ülkelerinde ciddi bir mülteci nüfus oluşturmuştur. Mültecilerin yaşamakta oldukları ülkelerde vatandaşlara tanınan tüm sosyal güvenlik ve çalışma haklarına kavuşmaları, onların sömürücü konumdan kurtarılarak
üretime katılması gerekmektedir.
• Ortadoğu’nun önünde duran bir başka sorun bölgede yaşanan tarihi ve kültürel soykırımdır. Gerek bölge halklarının bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesi için kapsamlı bir eğitim politikası oluşturulmalıdır. Bölgede yürütülecek çalışmalar için yerel STK’lar ve
üniversiteler ile uluslararası örgütlerin işbirliği içinde olması elzemdir.
PEACE IN THE MIDDLE EAST
ACTORS, PROBLEMS AND QUEST FOR PEACE
SYMPOSIUM
2014 December, 19th - 20th
ortadogudabaris.hku.edu.tr
GAZİANTEP
Publications of Hasan Kalyoncu University; 4
KALMEC (Kalyoncu Middle East Research Center) Publications; 1
Peace In The Middle East:
Actors, Problems and Quest For Peace Symposium,
2014 December, 19th - 20th, Hasan Kalyoncu University,
Gaziantep - TURKEY, Proceedings Book
August 2015
ISBN : 978-605-86507-3-2
© Hasan Kalyoncu University, 2015
Certificate № 23117
Correspondence Address
Havalimanı Yolu Üzeri 27410 Şahinbey/GAZİANTEP
Phone : +90 (342) 211 80 80
Fax : +90 (342) 211 80 81
www.hku.edu.tr
e-mail: [email protected]
Editors
Prof. Dr. Edibe SÖZEN
Yrd. Doç. Dr. Bilal ÇIPLAK
Düzenleme Kurulu
Doç. Dr. Ali Serdar ERDURMAZ
Arş. Gör. Büşra ÖZTEKİN
Arş. Gör. Ömer Ertuğrul MERAL
Seba KÖSEMATOĞLU
Hasan Kalyoncu University
Prepared By
Hasan Kalyoncu University
Press and Public Relations Directorate
2
Cover Design and Graphic Implementation
Uğur Servet KARALAR
Print
Sertaç Basım - Gaziantep
This book is catalogued by Hasan Kalyoncu University
Mütercim Asım Library
Peace In The Middle East: Actors, Problems and Quest For Peace Symposium,
2014 December, 19th - 20th, Hasan Kalyoncu University, Gaziantep =
Ortadoğu’da Barış: Aktörler, Sorunlar ve Çözüm Arayışları Sempozyumu,
19-20 Aralık 2014, Hasan Kalyoncu Üniversitesi, Gaziantep
Editors: Edibe Sözen, Bilal Çıplak
Gaziantep: Hasan Kalyoncu University, 2015.
116 pages: picture, table, chart; 21,5x28 cm
Publications of Hasan Kalyoncu University; 4.
KALMEC (Kalyoncu Middle East Research Center) Publications; 1
ISBN : 978-605-86507-3-2
1. Ortadoğu - Barış. Middle East - Peace
2. Ortadoğu - Siyaset ve Yönetim. Middle East - Politics and Government
3. Ortadoğu - Ekonomik Koşullar. Middle East - Economic Conditions
4. Ortadoğu - Dış İlişkiler - Türkiye. Middle East - Foreign Relations - Turkey
5. Ortadoğu - Dış İlişkiler - Avrupa. Middle East - Foreign Relations - Europe
6. Arap Baharı - Arab Spring
DS 63.1 .O78 2015 (LC Nu.)
Acknowledgement
Middle East Region, starting from The Atlantic Ocean and continuing until The
Indian Ocean through The Mediterranean coast, has done the honours to many
civilisations. It has become a centre of rich trade and culture with the benefits of
being intersection, which connects Europe, Asia and Africa.
However, the denominational and ethnic conflicts at the present time have
leaded the Middle East to war, poverty, starvation and misery from this
richness that they have. It is obvious that The Middle East needs international
collaborations with states, institutions, universities and non-governmental
organisations to lessen conflicts and develop operative solutions.
On the other hand, either root causes of conflicts and their feeding of suspicions
about international ecosystem or unsuccessful attempts to build peace of
international organisations has obliged to answer some questions immediately.
Which steps have to be taken for Syria, diffused in terms of both economic
and sociologic, to be reorganised? What are the region countries doing for a
permanent solution? How is route of NATO, an alliance that EU countries
form, for permanent peace in the region?
Prof. Dr. Tamer YILMAZ
Hasan Kalyoncu University Rector
kalmec.hku.edu.tr
We, Hasan Kalyoncu University Middle East Research Center, wish Peace in the
Middle East: Actors, Problems and Quest for Peace Symposium to contribute
to possible tranquility and peace in the region by answering these questions.
5
Hasan Kalyoncu University
CONTENTS
6
Acknowledgement 5
Purpose of the Symposium 7
From the Gallery of the Symposium 9
The Symposium Program 11
Opening Speeches 12
1st Session
What is Happening in the Middle East Today? 17
Syria Camp Visit,
Nizip/Gaziantep 21
2nd Session 22
3rd Session
Political and Social Reasons of Middle East
Crisis in Historical Process 33
4th Session
The Seeking of Method Oriented at
Solution of Middle East Crisis and Suggestions 43
Research 54
Declaration of Symposium Result 58
kalmec.hku.edu.tr
PURPOSE OF THE SYMPOSIUM
7
Hasan Kalyoncu University
I
8
n the last ten years, we have witnessed a lot of incidents
with regional and global results such as September
11 attacks, conflicts in the Middle East, the Syrian
civil war that is still going on, and the fact that the
religion-based terrorism has started again and religious
and ethnical discrimination has flared. Among these
incidents which continue to affect local, regional
and global communities in very different levels and
manner, the Syrian civil war that is still going on causes conflicts,
one of which is the military coup in Egypt. As a result, problems
such as deaths, mass migrations, devastation of historical cities,
radicalization, terrorism, religious and ethnical discrimination
have occurred. In this respect, the incidents in question cause
serious political, economic and human crisis and, even worse, the
problems mentioned above have not been limited to the countries
they have occurred and have involved region’s countries as well.
This points out that the incidents in the Middle East have effects
beyond the region. From this point of view, it is very clear that
to decrease conflicts and to be able to develop effective solution
proposals for the problems, international cooperation to generate
a consensus point with governments, institutions, universities and
non-governmental organization is needed.
Turkey, which is a country that shares the same region, culture,
history and, most importantly, common dangers, has developed
extremely valuable economic and political relations with the
countries in the region before the conflicts occurred in the
Middle East. Therefore, the wave of change and inner conflicts
which occur in the Middle East endanger Turkey’s both safety and
economic relations. As a result, Turkey had to mediate resolution
process to protect its benefit in the Middle East. According to
the data expressed by the United Nations (UN), the number
of Syrian refugees entering Turkey has exceeded 1.6 million. If
we think that Syrians who have entered Turkey by passing the
border illegally are added to this number as well, it can be easily
said that the number of refugees in Turkey has exceed 2 million.
In this respect, Turkey face a lot of problems such as increasing
crime rates and their costs, ethnical and religious tensions which
occur because of the on-going conflicts in its south neighbors.
Therefore, it is necessary to solve the present conflicts for both
the communities in the aforesaid countries and Turkey’s national
safety and economic benefits.
The Symposium took place in Gaziantep, which is one of the
important historical cities established on the Silk Road in
the Southeast. The economic improvement and the strategic
importance it has make Gaziantep the region’s attraction center
for the local and international players such as Iraq and Syria.
Gaziantep has become a center for the operations of International
institutions such as Mercy Corps and Norwegian People’s
Aid, which carry out operations for the crisis in Syria. UN has
opened an office in Gaziantep to administer its operations in
Syria. Gaziantep runs its course to be an important center for
international academic symposiums, conferences and panels.
Moreover, 400 thousand Syrian refugees in Gaziantep set an
important example for both social analysis and humanitarian aid.
A depiction showing the objection of the world against to self defence move
of attacked Syria
Countries of world and Arab who watch the situation of Syria demanding
freedom behind the wall
The answer of the Palestinian woman to the “When will the Arab
countries help us?”question of young Syrian woman: “Come and sit here. I
have been waiting for them for 64 years but they haven’t come yet.”
As Hasan Kalyoncu University Middle East Research
Centre, our aim is to discuss the origins of the problems
mentioned above, and to develop solutions for policy
makers, civil society organizations and international
organizations bringing a group of important people
together including academics, politicians, activists and
representatives of non-governmental organizations
recognized at an international level. Although it is
known that most of the political turmoil taking place
here is affecting the people of this country, inevitably,
it is a known fact that the developments have regional
and global impact. Therefore, our common goal is to
come together and develop solutions for such conflicts.
We invite you, distinguished participants, to support
“Peace in the Middle East: Actors, Problems, and
Quest for Peace Symposium” by offering your valuable
contribution.
The symposium has assumed to host the distinguished
guests including the Middle East experts, civil
society representatives, academics well-known at the
international level.
We see a daisy, which shows up at the end of “Syria” in Arabic, can cause a
war plane fall. This means that peace and love prevail war.
kalmec.hku.edu.tr
From the Gallery of the Symposium
The summary of the world from the view of the artist
9
1st DAY - 19th December 2014
09:00 Welcome
The Turkish National Anthem
and “A Peace Message” Piano
Concert Tambi Asad Cimuk
09:30
09:50
Opening Speeches
Prof. Dr. Tamer YILMAZ
Rector, Hasan Kalyoncu University
Cemal KALYONCU
Hasan Kalyoncu University Chairman of the
Board of Trustees
Fatma ŞAHİN
Mayor of the Metropolitan Municipality of Gaziantep
Anders Fogh RASMUSSEN
Former Secretary General of NATO (2009-2014)
Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ
Deputy Prime Minister of Turkey
10:30 - 12:15
1st Session
Question & Answer
Syria Camp Visit
Nizip / Gaziantep
13:30
15:30
16:00 - 17:30
2nd Session
Question & Answer
2nd DAY - 20th December 2014
09:30 - 11:00
3rd Session
Hasan Kalyoncu University
Question & Answer
10
Coffee Break
11:00
11:15
Coffee Break
11:00
11:15
11:15 - 13:15
4th Session
Question & Answer
kalmec.hku.edu.tr
SYMPOSIUM PROGRAM
11
Symposium Agenda
[1st DAY]
Welcome
The Turkish National Anthem and “A Peace Message” Piano Concert Tambi Asad Cimuk
Opening Speeches
Prof. Dr. Tamer YILMAZ
Hasan Kalyoncu University
Rector, Hasan Kalyoncu Üniversitesi
12
The Middle East region, which reaches from the Atlantic Ocean
to the Indian Ocean, has hosted many civilizations for centuries.
Situated at the crossing point between Europe, Asia, and Africa,
it has been the cradle of cultures and businesses. Unfortunately,
the Middle East has been regarded in current history as a region,
where today there is no day without war, nor peace or welfare. In
the last decade some inseparable issues and developments have
seriously been threatening the regional and global peace and
stability.
The September 11 attacks, the Arab Spring that commenced
in 2010, and the ongoing Syrian Civil War make it necessary
to examine the political, social, and economic dynamics of the
Middle East. Turkey, one of the most important actors of the
region, has essential historical ties with the Middle East. Turkey
is followed by all countries around the world because of its efforts
to put an end to the crisis and instability, and the attempt to
establish peace and brotherhood in the region. Our country did
its best, if not more, for the conflicts in Syria to be resolved. All
the Turkish authorities have been paying attention to the Syrian
issue and drawing the attention of the international community
to the serious crisis in Syria. Due to the current sectarian and
ethnic conflicts, a rich region has been dragged into a war, poverty,
famine, and misery. In order to ease the conflicts and to provide
effective solutions, there is an absolute need for an international
co-operation supported by governments, institutions, and nongovernmental organizations.
the neighboring countries do to provide a permanent solution
to all these issues? What road should be followed to establish
permanent peace according to NATO?
On the other hand, there is a need for an urgent answer to some
important questions due to the skepticism about the conflicts and
the international ecosystem in the Middle East and the failure of
international organizations within the region to establish peace.
What steps should be taken for the reconstruction of Syria that
has fallen apart sociologically and economically? What should
We hope that the symposium titled “Peace in the Middle East:
Actors, Problems, and a Quest for Peace” organized by the Middle
East Research Center of Hasan Kalyoncu University will find
answers to contribute to the establishment of peace within the
region.
Anders Fogh RASMUSSEN
Former Secretary General of NATO (2009-2014)
Danish politician who was the 12th Secretary General of NATO from 2009 to 2014. Rasmussen served as Prime Minister of Denmark from November 27th, 2001 to April 5th, 2009.
His term as Secretary General of NATO was to end in the summer of 2014. However, on December 11th, 2013 the North Atlantic Council extended his term until September 30th,
2014. He authored several books about taxation and government structure.
The recent development of Turkey is truly remarkable. Turkey’s
economy has grown rapidly in the last decade and it has continued
to increase by at least 4% ever since, thus the country has gained
financial power and could maintain a balanced rate of inflation.
Turkey also has an open market economy system. A globalized
business model is applied in Turkey, therefore international
investors and financing institutions are attracted to Turkey. The
growing prosperity makes Turkish people happy.
Unfortunately, Turkey’s success and stability are under threat at the
moment. The chaos and the conflict in the region are threatening
its development. Syria has been plunged into a civil war. Assad
is trying to retain the power no matter what the cost is, Iraq
continues to struggle with a weak government which has resulted
in sectarian conflicts. In both of these countries a group that calls
itself ‘The Islamic State’ has emerged under the name of ISIS. In
reality, this group is neither Islamic nor a state at all. ISIS conducts
only terrorism, torture, and murder. Hundreds of thousands
of Syrian people have fled from the conflicts. Today, Turkey is
hosting more than 1.5 million refugees. A lot more Syrian people
have sought refuge in the other neighboring countries. As a result,
we are witnessing a rising wave of violence. This wave of violence
goes beyond the borders so the whole international community
has concentrated its efforts to try to reverse these occurrences.
Of course, we need to understand the subject better before being
able to solve this problem. What we have to understand today is
the reason why these conflicts began and what we need to do in
order to be able to terminate them. We need to come up with the
idea of how to rebuild the community and how to guarantee its
prevention from another breakdown in the future? As a first step,
obviously, we need to find the source of these conflicts. What is
the origin? What is the source?
The Arab youth in the country could see that the living standards
in free countries are better, and that is why they longed for a
change for themselves, too. This was a legitimate demand. The
demographic structure in these countries worked like a time
bomb that eventually exploded in 2011. A Tunisian greengrocer
set himself on fire after an official treated him disrespectfully.
Following this, a great wave of protests flooded the Middle East.
Initially, they screamed out that they want a government with
better economic opportunities. Demonstrators in Syria also
uttered their demands.
kalmec.hku.edu.tr
There is a human tragedy in Syria now. Today we are planning to
go to Nizip to visit the refugees living in tents there. The citizens of
Syria have two options: to live in a tent abroad or to try to survive
in a war-torn land by staying in their country. For the ones who
decided to flee, Turkey meant security. Furthermore, Turkey,
which is fighting against constant uprisings, the civil war, and
terrorism in the region, is a shining beacon of hope in terms of
stability, progress, and relief.
13
Symposium Agenda
Against unemployment, corruption, oppression and dictatorship
that lasted decades by the government in the Middle East,
these mass movements brought together secularists, leftists,
and Islamists. People from the liberal economy also joined this
group. Surely, each group had a different vision for the future, but
their initial objectives were the same. Their sole purpose was to
overthrow this corrupt regime that was managing the country all
this time.
divisions in Syria are deeper than the ones in the Balkans. However,
twenty years after the onset of the conflicts, the Serbs, Croats, and
Muslims started fighting again in Bosnia. Despite time wasted on
fighting in Bosnia, human lives were not taken at least. Now the
international community has to find a solution in Syria, just like
they did in Bosnia. By convincing the government to renounce its
claim to power, we must ensure that the power needs to be shared
within the framework of ethnic and sectarian borders.
However, the regime attacked them. Assad assaulted the civilians
with his troops, tanks and missiles. The protests that started as a
chance for freedom, turned into a struggle of survival. Of course,
this created opportunities for people with extremist ideologies.
Despite the fact that ISIS emerged from Iraq, it took advantage of
the chaos in Syria and continued to grow. Today ISIS dominates
a very large area in the Middle East. The financial sources of ISIS
are oilfields which are under its control, individual contributions,
and donations. ISIS aims to establish a barbaric dictatorship all
over the Middle East. And this threatens every culture all over
the world and all the people who want better management and
lifestyle. These are the demands that created the Arab Spring. Now
the situation seems to be different from an uprising.
How can it be possible to convince Assad to accept a solution
like this? The way is to support the moderate opposition such as
the Free Syrian Army and other moderate groups. Surely, a civil
war doesn’t end overnight, but at least, we can make it possible to
obtain some new acquisitions for the moderate opposition and to
get the Assad Government around the table. Politics is the art of
conversation. It is the art of preferring to speak rather than fight. We
should do our best about Syria so that we can reconcile and find a
political solution. Due to this, ensuring security in the Middle East
must be provided as well as a holistic reform and growth. Much
greater opportunities need to be created. Free, fair, and equitable
societies should be formed to create these opportunities.
Hasan Kalyoncu University
The reality is the question how we will discuss all these challenges?
How can we act? I believe, there are a number of steps which need
to be taken immediately. First of all, ISIS must be stopped. ISIS
is the biggest threat, and it needs to be focused on urgently. The
air strikes to undermine the military capabilities of ISIS should
continue. Under US leadership, with the help of NATO, and
the contribution of other states, this struggle can be sustainable.
What’s more, we need to support people fighting against ISIS
forces on the land. In fact, while they defend the places where they
live courageously, they do defend us as well. Therefore, helping
those people means that we help ourselves. Also, we need to
block the supply transportation lines and the aid from our own
countries to ISIS. Of course, if we keep in mind how ISIS operates,
how it exports terror to other places, and how these people come
to attack others, we come to the conclusion that there is an urgent
need to slow them down and to stop them eventually.
14
[1st DAY]
The current situation in Syria must change and the conflicts must
come to an end. I know that this is not an easy process because of
how stubborn the regime is, and how worn out the opposition is.
In addition, if the Assad Regime is terminated, the factions, which
now form the Syrian opposition, are likely to fight each other. In
the future, the ’Bosnia model’ should be applied in Syria in order
to avoid these conflicts. A soft division could share the ruling
power with public within the legal framework. Obviously, this is
not a perfect solution.
Bosnia shocked the international community since it lacked the
power to bring about reforms. The ethnic, religious, and political
Democracy is the only regime to act with dignity and equality,
and this is the only way to long-term stability. Another thing to
highlight is that democracy is not the only implementation of a
power taken by vote. In the states where the rule of law is applied,
the power is divided between the legislation, the executive, and
the judiciary branches. Law should be guaranteed to all citizens.
Freedom of expression, freedom of belief, and freedom of property
is a must. In a democracy, people should be able to utter whatever
they want to. Everybody has this right to demand and duty to
fulfill. In a democracy, people should defend the same freedom
for others as well. This is a difficult task to learn. Democracy is not
to accept all the ideas we agree with. It is to meet different ideas
kindly. It is difficult to learn this, but it is one of the prerequisites for
a democratic culture. That is what we need. We need to encourage
all the people and the countries in the region to embrace this
because we cannot utter the word ‘democracy’ where democrats
do not live. Free societies should start a democratization process
for the Middle East. Citizenship rights, democratic practices, and a
civil society should be developed and strengthened. The concept
of democracy should be an opportunity as well as an application.
Turkey should play a very strong role in this issue. It may play a
role as a catalyst because it is the champion in the region to make
reforms. Turkey has a large enough democracy concept, it is an
open society, and it applies fundamental rights and freedoms,
freedom of expression, freedom of belief, and the open market
economy. Turkey has gradually provided prosperity that led to
the increase of living standards for all people in the country. In this
regard, we need to go further.
We need to advance in the same way in terms of relations between
the EU and Turkey. I consider Turkey, located between Europe,
the Middle East, and Central Asia, as a very important actor
playing a major role. It has the potential to play a major role in
solving the problems of the Middle East.
Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ
T.C. Başbakan Yardımcısı
Kurtulmus received his bachelor’s and master’s degree at Istanbul University’s School of Business Administration. He had been at Cornell University New York State School of Industrial
& Labor Relations as a visiting lecturer. Kurtulmus obtained his PhD in economics from Istanbul University in 1992. He became Associate Professor in 1994 at Istanbul University,
Faculty of Economics. He has authored numerous articles and two books, entitled “Post-Industrial Transformation” and “The Japanese Human Resource Management”. He lectured at
the Istanbul University’s School of Economics on Social Policy, Labor Economics and Human Resources Management. He was promoted to the rank of professorship in 2004.
Kurtulmuş joined politics actively in 1988. He acted as İstanbul provincial head of Virtue Party and a member of the party’s General Administrative Board. He was also the vice-chair
and chair of the Felicity Party. In 2010 he founded the People’s Voice Party, which joined the Justice and Development Party in 2012. Kurtulmuş, who acted as vice-chair of AK Party
between 2012-2014 has been appointed as vice-prime minister in the 62nd government of Turkish Republic. Kurtulmuş is married and has 3 children.
If we want to establish peace in the Middle East and we are
talking about peace in the Middle East, first we have to talk about
world peace. If we talk about world peace, we have to ask such a
question: Is it possible to have a new pax and establish a new peace
system at a time when there are lots of wars, fights, civil strives, and
big battles between people, sects, religions, and countries? The
problems we face, the chaos, and the crisis we are living in today
are not new. The last century was the time especially when people
actually lived in wars, chaos, and crisis.
In fact, before WWI, under the leadership of the Ottomans, there
was pax not only in the whole world, but also in the lands ruled
by the Ottomans, which was defined as “Pax Ottomana” by the
western scientists and historians. In other words, global peace did
exist. However, as from the 17th century, the domestic affairs in
the Ottoman Empire, the fund and wealth saved by colonialism
in Europe, and the industrialisation thrust in the 18th and 19th
centuries destroyed the balance of the whole world before WWI.
While the Ottoman Empire started to fall apart with its domestic
affairs, the West started to shape a new global system through the
term called capitalism. This was one of the basic causes of WWI.
WWI was the result of the process which disrupted the empires
and established nation states to demolish the old system and to
bring the new capitalist system into a set of markets. With the
progress of this process, all the empires collapsed, and more
importantly, global peace collapsed. Nation states were founded
and following WWI, people lived in peace only for 20 years. The
wars finished, but the language of war and conflict has never
disappeared. As a result, there was a serious war and conflict in the
world for 45 years under the name of WWII. When the Cold War
finished after 1990, Russia was disintegrated. And when peace
was expected, unfortunately a war started in Bosnia and Syria.
Afghanistan and Iraq were invaded and conflicts started with the
Arab Spring. When we put all these together, the death rates after
1990 are almost as many as it was after WWII. Now at the end
of 2014, in fact, there is disorder in the world. There is no bipolar
balance system anymore, which existed during the Cold War, but
there is a system, in which the ones holding the power dominate
the world. The system after WWII was built to determine and
confirm the power of the rulers.
We couldn’t solve the crisis in Syria and we are far from an
immediate solution. You cannot solve the crisis in Syria! You
cannot solve the crisis in Ukraine either, with this balance system
kalmec.hku.edu.tr
I would like to start my speech wishing this symposium will
contribute peace to the Middle East. This symposium is important
for world peace as good ideas will hopefully be gathered to
establish peace in the Middle East. We need to talk about world
peace before talking about peace in the Middle East. History
teaches us that “The place where world peace was established and
found is the Middle East”. This was the same in the past as it is now.
Besides being the place where all the great powers passed through
human history, the Middle East has been the place where great
civilizations settled, struggled, fought with each other, and made
an effort for a world peace. The lack of peace in the region would
deprive the whole world of peace.
15
Symposium Agenda
because the current structure of the UN is not appropriate to
resolve the conflict in Syria or any other conflict in the world. In
contrast, we live in a world where those wielding power in the
UN Security Council have the final word in such matters. The
ones who cannot solve the crisis in Syria cannot solve the crisis in
Ukraine either. Thus, we must think how we can make the world
system generate solutions and how we can establish peace. Our
priority must be concentrating on this issue and finding a solution.
About 1.7 million immigrants came to Turkey from Syria. During
September 18th-20th, the number of the Kurds who crossed the
border to Turkey from Kobani was 200.000. This number is more
than the number of immigrants accepted by Europe in 2013. This
is our human duty. Our job is not only finding solutions to the
immigrants’ problems, but also establishing persistent peace for
the people living there. Turkey has become a source of inspiration
in this respect.
We believe that restructuring international bodies which cannot
manage the world is essential to achieving global peace. As we
always mention, the world cannot be left in the hands of the Big
Five. The Big Five cannot decide how to rule the remaining 195
countries. All the other countries cannot be shaped as the Big Five
want them to be. Therefore, it is essential for the countries which
have a potential to establish world peace to insist on restructuring
the UN and other international institutions.
Turkey is a country which has a standard of democracy and
manages the democratic processes for all the countries in the
region with its political and economic stability. In the last 20 years
first the Balkans and the Caucasus, then the Middle East and
then Northern Africa, and now Ukraine have gone under serious
uprisings. Despite the turmoil around the world and in its region,
Turkey has maintained its political and financial stabilisation in the
last 25 years and especially improved its extension and political
stabilisation in the last 12 years. This is because we accomplished
the democratic processes. Even though Turkey has been exposed
to many military coups since the coup in 1960, we have managed
to maintain democracy. We based our structure on people’s wills
and desires. If this structure is maintained and the democratic
participation increases, Turkey will one day become an example
of democracy.
Why is there too much conflict in the Middle East? It is not
possible to establish peace in the Middle East unless the causes
are found and resolved. We know that the strategies of some big
countries never changed for a century. We see that the ‘divide and
rule’ policy is still carried out in a more confusing way. Our duty
is to provide more integration and peace, not more separation.
We dream and try to make the countries in the region accept all
the differences and reconstruction, and not to want to be divided
because of the denominational differences. We are trying to make
all the countries live in integration and peace with an awareness of
being the shareholders of the same region and form a common
destiny all together. Even if the world is a mere spectator of the
problems, we, Turkey, are not, and won’t just be spectators.
Hasan Kalyoncu University
Gaziantep is one of the host cities that welcome the Syrian
immigrants. While the world was only watching and did not
know how to find a solution for the problems in Syria and the
Syrian immigrants, Turkey welcomed them. We opened our
doors to Syrian Arabs, Turkmens, Kurds, and Yazidis without any
discrimination. These doors will stay open in the future as well.
16
[1st DAY]
Finally, when all the countries in the region are on the verge of
separation, Turkey is offering a series of steps to end the worst and
the wildest problem with the resolution process. The terror that
caused 35.000 people’s death and a 1.2 billion dollar economical
loss for 30 years will be resolved with the help of God and support
of people as well as the political willpower. This resolution process
is important for the region. This could be a step to establish peace
in the region.
1st Session
Hasan Kalyoncu University Convention and Culture Center, Gaziantep
What’s happening in the Middle East?
Moderator Murat AKGÜN: Mr. A.F. RASMUSSEN, in your
speech you mentioned the “Bosnia Model” as the solution for the
Syrian problem. The fact that Serbians in Bosnia gave up some
claims and were convinced to start negotiations has brought along
oppressive and wide-scale military interventions. When we look
at Syria, we see a very limited and a one targeted air operation only.
Hence my question is; why does the West abstain from a more
wide-scale intervention in order to get the parties around the table
on equal terms?
A.F. RASMUSSEN: Why does the international society behave
unwillingly? I think there are three important reasons for this. I
mean, why didn’t the West perform a military operation in Syria?
I have been asked this question in general terms. Now that NATO
had made such a successful operation in Libya, why did they
behave unwillingly there (in Syria)? First of all, the UN authorised
NATO and assigned a task in Libya. Thus, there is a matter of
law there (before the intervention to Syria) to be solved (about
the UN). Secondly, it has a regional consistency. In Libya, we
(the West) had an explicit regional support. The countries of the
region, even NATO, had contributed to the operation. Of course,
when it comes to Syria, we see that there is no territorial consensus.
On the contrary, there have been discrepancies about Syrian issue
among some of the countries in that region. There is a vicarious
war going on in Syria. The third point is that, the opposition in
Syria is so divided that there is no guarantee of a military operation
to bring about stabilization. Even after such an operation, parties
may target their arms at each other. The situation and the motives
of the opposition play an important role here.
kalmec.hku.edu.tr
Political and social issues which deeply affect the countries in the Middle East continue to influence not only local
and regional people but also the whole globe. In this session, an extensive analysis of the current situation and the
causes is offered by the moderator Murat AKGÜN, representative of Ankara A Haber.
17
Symposium Agenda
[1st DAY]
Moderator Murat AKGÜN: Mr. Numan KURTULMUŞ, to
what extent can the “Bosnia Model” be put into practice? What
should be done to end the conflicts? How could the situation
reach this point? The UN has a formula for this; it is called “Freeze
the Conflicts”. Doesn’t it mean the corruption of the status quo?
What is your opinion on this matter?
Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ: Unfortunately, none of
the countries which claim to be helping the opposition in Syria
have a “master plan” about how to establish peace there. There
isn’t any clear plan on their minds. The idea of “a solution will be
found according to the progression of the events.” is dominant.
It changed from “The Ba’ath Regime should go” to “The Assad
Regime should remain for a while”. The main issue is that the
countries which support opposition do not have a solid path to
follow.
However, a more important question is this: while unravelling
the Syrian matters in the UN’s Security Council with Russia
being a member, how can we expect the UN to take serious and
intervening decisions about Syria when Russia, at the same time,
is backing the Assad Regime up? Therefore, it is almost impossible
to talk about the UN’s decisions for an intervention there.
Hasan Kalyoncu University
As regards to the Bosnian issue, I personally disagree with Mr.
RASMUSSEN. Bosnia has become what we had feared from the
beginning. It is the implementation of the “Balkanization model”.
The “divide and rule” perception has already been the main trouble
in the Middle East. After WWI, the main reason why the Middle
East has been unable to keep up is the presence of the Sykes-Picot
Agreement. Borders were drawn randomly and none of them have
any sociological correspondence. Remember that Hatay wasn’t
within the borders of Turkey. What was the reason that separated
Hatay from Iskenderun and Adana? So, the current Sykes-Picot
Agreement is a system that was built upon the perspective of “the
prosecution of the wars in the Middle East”. It is obvious that it will
drive and increase this division with external support.
18
In the years of the Cold War period, regimes, which had already
been practical, were divided on the basis of governing as Westernoriented and Eastern-oriented processes. After these regimes
ceased, the division has continued through participants that were
referred to as the East and the West. Now our goal is not creating
a system over the further division of the communities and it
shouldn’t be. In fact, the model and governing system that have
been applied to Bosnia-Herzegovina have made it a country that
cannot be ruled. So, yes, with this treaty steps had been taken to
stop the war. However, the Republic of Bosnia and Herzegovina
appeared besides Serbia and Croatia.
In the Republic of Bosnia-Herzegovina, there is a system of
government that is formed by different components. As a result of
this model, Bosnia cannot be governed properly. In this country
and region, people have been living together for centuries. We
can highly give support to the international community in
providing a high standard of democracy to the people who have
the culture of living together. If we really want these countries to
become real democratic ones, it will be the best way to enable
all the different components to become a part of democratic
Syria regime. For this, the international system renders the Assad
Regime, which oppressed its people to step aside. With all the
democratic components that have been left, by cleaning up all
the radical elements, it is the best way to build a new democracy
in Syria. On the contrary, I think that creating the Bosnian model
would practically mean the division of Syria and the lasting of the
conflicts for a long time.
A.F. RASMUSSEN: I am in favour of keeping the current Syrian
government. However, to solve the problems in the Middle East,
sectarian politics should be stopped. As in Syria, a minority of
Alawites ruling over a Sunni majority cannot be accepted. Just like
a Shia government in Iraq to overpower Sunnis or rule them is
out of question. In Syria, only the government could operate with
the Kurdish on the one side, and the rest on the other side, like in
Bosnia. Mr. Vice Prime Minister, I am not saying that Bosnia is the
perfect solution, but we are not talking about an ideal one. We are
discussing about the most possible solution to stop the Civil War
in Syria and what to do in order to be able to stop it. Thanks to the
Sykes-Picot Peace Agreement, there has been truce in the Balkans
for 20 years.
Moderator Murat AKGÜN: Having no war in BosniaHerzegovina is a very important progress. Yet, it cannot be
overestimated; there is an incredibly fragile truce over there. In
fact this shows that the system hasn’t been pursued perfectly.
On the other hand, when it comes to Syria, the Assad Regime
still has a very powerful army. Mr. RASMUSSEN, to what extent
do you think the model you mentioned can be implemented?
What should be done to make Assad resign from presidency and
discharge his government?
A.F. RASMUSSEN: Some conditions should be taken into
consideration carefully. To apply the Bosnia model in Syria, there
is no doubt that we will need international peace forces. Under
the leadership of NATO, a peace force consisting of 20 thousand
people was sent to Bosnia at that time,. Now, the military
difficulties are more serious in Syria. In this respect, the countries
in this region should play a bigger part. Countries like Turkey
should send a peace keeping force and some military power there.
Moderator Murat AKGÜN: Turkey has inevitably become a
“role-model” country. However, in the past, when Turkey pursued
a very active policy towards Syria, it was accused of being involved
in Syria’s internal affairs too much. What kind of balance is that?
Turkey will be both a ‘role-model’ and be accused of internal
affairs? Mr. KURTUMUS, what do you think about this situation
as an alderman?
is bigger than the land that it had been given to at its foundation,
Israel has become a target. Also, I think that the cruelty Muslim
people face and the attacks on Islamic architecture are some of the
most important reasons that hinder the peace in the Middle East.
Prof. Dr. Numan KURTULMUS: In this area people have a past.
Like Syria and Iraq, the sects of Jews, Alawites, Shias, Kurds, and
Turkmenians didn’t come together by coincidence and newly
met. We have lived together for many years throughout history.
We had existed together with Muslims, non-Muslims, and all the
other ethnic groups. To be able to bring peace to this area, we
really need to have a perspective. Ours is to consider the common
geography that is between these people of this area. Until now,
in the Middle East, Ottoman peace has dominated including all
the sects in this area. If you try to make peace in a system that is
dominated by a powerful one, it is called hegemony, you cannot
do that. Where was the ‘free world’ when the Gaddafi Regime
oppressed his people? Why didn’t they utter a word when the
Mubarak Regime was torturing its people with America and Israel
backing it up? Therefore, these mandatory regimes, the regimes
after the Cold War, and the dictators who have no connection
with their people, are the main reasons for today’s fight.
Moderator Murat AKGÜN: Turkey has a request for establishing
a buffer zone at the border of Syria. There are two reasons; the
first one is security. Since on the other side of the border there
is a severe conflict and bombshells are also dropped on Turkish
land. Our citizens get killed from time to time. The flow of
everyday life stops. The second one is immigration. Currently,
there are 1.7 million immigrants in Turkey, and if Aleppo falls, a
wave of approximately a hundred thousand people is expected.
Why can’t a buffer zone be established to take those people in?
Mr. RASMUSSEN, would you explain this to us, based on your
experience at NATO?
The beginning of the Arab Spring showed that this expectation
wasn’t fulfilled and was put aside. Thus, it is one of the important
reasons of this disorder. Another reason is their ‘Israel policy’.
Without seeing this, it should not be expected to have a perspective
to make peace in the Middle East. Israel was established in the
period after WWI. It had become a country in artificial ways as a
test-tube baby after WWII. The government of Israel has ever since
continued its perpetual hostile and expansionist attitude. Because
of ruling over a wide geographic territory in the Middle East, that
A.F. RASMUSSEN: I am aware of Turkey’s request for a buffer
zone, of course. To establish a buffer zone in Syria would be equal
to occupying some of the areas in that country. Surely, there is
no UN right to do such a thing. The next question is: who could
make this decision? For such a zone, soldiers are needed. A buffer
zone cannot be established with only an air operation. That’s why
it requires a very wide-scale military operation. I think, because
of this reason, the international community is quite unwilling to
initiate such an act.
Moderator Murat AKGÜN: In the past, the operation in Iraq,
which was based on a doubt, wasn’t scrutinised that much. Mr.
KURTULMUS, what do you think? Is there a dilemma? If Aleppo
falls and ten thousand people come, could we accept them?
Turkey does have a capacity. Are we prepared for this?
Prof. Dr. Numan KURTULMUS: First, I would like to say that,
if Syria had as much oil as there was in Iraq, it would have already
been occupied by now. Thus, Syria’s biggest disadvantage is not
having petrol. In this sense, although there is no petrol in Syria, I
believe that the Western and the coalition forces can corner the
restricted area of Syria without any areal operation. Unfortunately,
when we take a look at the plans with Syria, the main issue for most
kalmec.hku.edu.tr
In addition, the main reason that brought about the Arab Spring
is that all the people, especially from Morocco to Indonesia,
from Yemen to Syria, hated the regimes and the people that were
involved in that cruelty. The young population wanted to join
the political process and seek a better future. They wanted to
contribute both to the future of their countries and get a guarantee
in return.
Putting all the reasons together, unfortunately, communities such
as Jewish, Muslim, and Christian living together in the same area,
have been in conflict for a long time and are in a rush to create
new existences over different identifications. We cannot say that
a free, developed, and democratic world gave enough support for
this matter. Is Turkey a role-model for this? It is clear that Turkey
does have influence. Turkey will continue to be an inspiration by
maintaining its economic and political stability. If Turkey hadn’t
achieved its democratic missions, the process of change in the
country wouldn’t have been different from Egypt and Syria.
19
Symposium Agenda
of the coalition countries is not to suppress the Assad Regime. It
is to make Syria free of Iraqi influence and of ISIS, which no one
knows how or by whom it was formed in Syria.
There is a serious perspective difference here. We believe that
ISIS is just a ‘result’. It means that ISIS did not come into existence
all alone. The reality is that there are many participants from the
western countries. ISIS is a result of the political instability in Iraq
and Syria. If the instability continues, another terror organization
would come into existence in lieu of ISIS. That is why the only
solution is to terminate such terrorist groups and to provide the
Syrian population the right to participate in this political process.
How could this happen? We are talking about a regime that
made the country collapse, killed 300.000 people, destroyed
Aleppo, which was one of the most beautiful cities in this area, and
exterminated cultural wealth in Damascus. It is a necessary issue
for Syria to provide a solution that makes the regime unable to
move. That is why the no-flight zone was an important issue but it
may lose its significance in time.
If Syrians supported the moderate opposition, they would cover
a distance. Peace is not obvious in the near future. This is when
Syrian people would hide behind ISIS. If you want to prevent this,
it is necessary for the international community to arouse hope.
Preventing Assad’s movements would be the only way to do this.
If a new situation occurs in Aleppo, a new migration consisting of
400.000 people will follow. That would affect Turkey as well.
Hasan Kalyoncu University
Moderator Murat AKGÜN: ISIS is the most important problem
in Syria. What does the West think about the reason behind the
existence of that group? What is needed to destroy the group? The
external interventions have seemed to continue for a long time in
such a place where the local power’s being so weak. Do you agree
with the sentence: “If the instability continues like that, another
terror organization will come into being in lieu of ISIS”?
20
[1st DAY]
separation of powers mean. People need to understand real
democracy. If we are determined to prevent extremism, we
need more powerful reforms. I am not too pessimistic. It can be
achievable because I do not accept such thoughts like “Some
nations are not suitable for democracy.”
Moderator Murat AKGÜN: Mr. Kurtulmuş, is Iraq really torn
into 3 parts? How would it affect the Middle East to establish an
independent Jerusalem State in the north of Iraq?
Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ: These sectarian policies,
these false policies that the al-Maliki Government implemented
have left Iraq with this situation. A new regime has begun. I hope
that the new regime will succeed in keeping different sectarians
and ethnicities together. Even if Iraq seems to be fallen apart
into 3 pieces, I believe Iraq will keep its own integrity. The new
regime will keep its integrity by learning lessons from the alMaliki Regime to solve existing problems in cooperation with
the regional countries such as Turkey and Iran. Protecting Iraq’s
integrity will affect peace in the region.
Moderator Murat AKGÜN: What about you, Mr. Rasmussen?
Do you believe in the new regime to be successful? How does a
new independent Iraqi Kurdistan state affect the Middle East?
A.F. RASMUSSEN: I can say that we shall preserve Syria and
Iraq united. But it may be necessary to divide power and make
Iraq and Syria decentralized. Kurds, Shiites, and Sunnis can live
in the state of Iraq if we have to talk about Iraq. I am in no favor
of an independent Kurdistan state. But Turkey can have a major
role in this situation. It is because Turkey has a problem with the
PKK. Turkey has made a lot of effort to solve this problem and I
hope they can. Turkey can make it easier by decentralization and
by giving more local authority to the Kurds. This can be provided
not by founding an independent Kurdistan state, but by forming a
decentralized system that protects the minority.
A.F. RASMUSSEN: It is a very pessimistic opinion. What creates
radicalism? What fosters it? Why does it come into being? When
minorities like ISIS can put pressure on the majority, it is some
kind of infelicity. The Maliki Government was a total disaster in
Iraq. They implemented sectarian dominion and as a result they
created an atmosphere for organizations like ISIS. We have to
stop the sectarian dominion in order to prevent excessive powers
to become extreme in the Middle East. Then, it will be necessary
to provide a steady democracy. I mean the regimes basing its
democratic roots on culture. Elections only are not enough.
Moderator Murat AKGÜN: There was an expression in Turkey:
“There will not be peace in the Middle East without peace in
Palestine.” Is this sentence still valid if you think about Israel’s
permanent policies?
If majority puts pressure on minority, it cannot be accepted. A
democratic culture should be provided to protect the minority. I
presume to be more cautious. We have to teach what supremacy
of law means. We have to teach what minority situation and
Without Israel wanting peace, without the recognition of Palestine
as a state by Israel, the Middle Eastern and world peace are
impossible. Nevertheless, this situation is not sustainable for Israel,
either. There are people among them who turn aggressive policies
Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ: Something new will happen
if Israel refuses a permanent peace process and Israel becomes an
assailant again. Unfortunately, we witness the government staving
off peace even if Israel seems to be harmless for the Middle East. It
is apparent that Israel is successful in this attitude.
Moderator Murat AKGÜN: Iran shows some effort to make
nuclear weapons. There are negotiations between the West
and Iran about this issue. You, Mr. Rasmussen, do you believe
that these negotiations will end up in a concrete and hopeful
outcome? What is the importance for the world if it does not end
with a conclusion and Iran reaches out to make its own nuclear
weapons?
A.F. RASMUSSEN: I am concerned about the Iranian nuclear
weapon situation. If Iran really gets nuclear weapons, it will cause
anxiety in the Middle East. This will bring about poor results.
There will be negative effects on personal security. For this reason,
peaceful diplomatic solutions should be found. No one is against
an Iran that uses nuclear energy peacefully. But we have to stop
this nuclear armament. Moreover, I am optimistic that this issue
will result in a positive conclusion. Iran will understand that if the
situation concludes in a positive way, this will be to their benefit
as well.
Moderator Murat AKGÜN: Finally, is it not necessary for Israel
to have sanctions on nuclear armaments as they have nuclear
power capacity?
A.F.RASMUSSEN: I will not comment on this because I do not
have any idea about this. I do not know whether Israel has a nuclear
program. But in 1990 almost every country signed the Nuclear
Non-Proliferation Treaty. This is an ideal vision. We are still bound
to that agreement. But of course as a former NATO secretary, as
long as there are nuclear weapons, NATO will continue nuclear
alliance. It is not righteous to link all these problems in the region
to this by perceiving Israel-Palestine conflict as an apology. The
reason why we discuss sectarian implementations on Syria and
Iraq is not because of the Israel-Palestine conflict. But, the most
important thing is to find a solution. The solution founded in
2002 is a path to secure 2 separate, independent, and sovereign
states.
Moderator Murat AKGÜN: Thank you Mr. Rasmussen and Mr.
Kurtulmuş for your opinions and participation. We completed
the first session here.
kalmec.hku.edu.tr
into government policies. But this situation is not sustainable for
Jewish people in Israel, either. If Israel really wants peace in the
region, Israel has to recognize Palestine. Israel should leave off
torturing Palestinian people.
21
Hasan Kalyoncu University
Syria Camp Visit, Nizip/Gaziantep
22
The participants
have come
together at Nizip
container
place with Syrian
guests, which is
inclusive of the
symposium.
The last reports about Syrian guests, education
and infrastructural activities were gathered in the
meeting with container place administrators. The
committee members had a chance to see the
environment the guests live by visiting a Syrian’s
house. These interviews created a more careful
environment for researchers/politicians, who
comment about political situation of Syria and lives
of Syrians. Moreover, the presents
which guests prepared for the members show
their pleasure about this visit.
23
kalmec.hku.edu.tr
Symposium Agenda
[1st DAY]
2nd Session
Hasan Kalyoncu University Convention and Culture Center, Gaziantep
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU
International Relations and Head of Department Galatasaray University / İstanbul
Professor in the Faculty of Economics and Administrative Sciences at Galatasaray University, as well as director of the International Relations Department. She completed her MA
and Phd in Institute of Social Sciences and International Relations of Istanbul University. She was appointed as an “Assistant Professor” in the same institute (1993-1995). In 1995,
Dedeoğlu began her position in Galatasaray University’s International Relations Department. In 1999 she became an assistant professor and in 2005 she was appointed a fulltime
“Professor”. She has also given courses in Kadir Has University. Her subjects of focus include the European Union and international security studies. Prof. Dedeoğlu appears in numerous
scholarly articles and books. She is a columnist at Star, Today’s Zaman and Agos dailies and her articles about international politics have been published in Zaman and Yeni Şafak dailies.
Peter HARLING
Egypt, Iraq, Lebanon and Syria Program Director for the International Crisis Group
Hasan Kalyoncu University
International Crisis Group’s project director for Iraq, Lebanon and Syria and senior Middle East and North Africa adviser. Peter Harling has been based in the Middle East for over 15
years, in Iraq (1998-2004), Lebanon (2005-2006 and since early 2014), Syria (2006-2013) and Egypt (part-time between 2011 and 2013). He works a special adviser to the
International Crisis Group. Areas of expertise are Syrian foreign and domestic policy, Iraqi social movements, the Lebanese political scene and regional dynamics.
24
Moderator Murat AKGÜN: Mrs. Dedeoglu is here as a
representative of the Civil Society of Turkey (NGO) and we are
going to talk within an academic but not a political framework.
Peter Harling, we would like to ask questions similar to those
asked in the morning session, and we would like to hear your
opinion about the situation in Syria. In the afternoon you went to
the refugee camp, and I want to learn your impressions, then we
will move on to other issues.
Mrs. Dedeoglu, you have also visited the refugee camp. What
is your impression? What do you think of the efforts made by
Turkey and what do those people in the camps need?
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: The observation I have made this
afternoon taught me two things; one of them is the incredible
effort (much more than what I expected) my own country has
made in order to provide a permanent settlement in a huge field of
Moderator Murat AKGÜN: I would like to ask the same
question to Mr. Rasmussen. You have also visited the camp. Have
you ever visited a camp earlier? I do not think you did.
A.F. RASMUSSEN: Yes, this was my first visit to a refugee camp.
As a matter of fact, if we compare this with other refugee camps,
this is a clean, very well-organized camp, which also provides
some sincere activities. I think it’s extremely important for
both adults and children, especially the issue of education. The
education of children is important, so I believe this refugee camp
is an exemplary one. I would like to say that I really appreciate
Turkey and the Turkish authorities for all they have done to the
Syrian refugees. They spend roughly $ 5 million per year on this
project. This is a great initiative and I can add that everyone must
contribute to these activities for refugees.
Moderator Murat AKGÜN: I would like to ask Mr. Harling.
Today there’s a violent conflict around Aleppo and it has been
said that if Aleppo falls into the hands of the regime forces, 400
thousand refugees are expected to flee, which will increase the
number of refugees to 2 million in Turkey. Mr. Harling, I would
like to ask you, do you think that the international community
supports Turkey enough to meet the needs of the refugees? How
can they support Turkey regarding the issue of the refugees?
Peter HARLING: Unfortunately, the international community
has failed to express the recognition Turkey deserved in terms of
the aid provided to refugees. Well, I didn’t visit the camp area today.
However, I can say that communities can reestablish themselves
after such bloody events but of course there is a high level of
stress involved in the context of Syria. They go through traumatic
events. We see an urban and social configuration when we look
at Syria. Moreover, the urban configuration has been dramatically
corrupted. 10 million people; half of the community has been
dispatched or exiled. There are other extremely important cases;
over the years, refugee children, both inside and outside, miss out
on the formal education system. These children remain deprived
of education. Turkey offers a truly unique environment for them.
At least it tries to give them something similar to normal life. So,
right now I’m aware of the fact how little support is given to them.
It is not enough.
Moderator Murat AKGÜN: I would like to start my second
question with Dr. Beril Dedeoglu. When it comes to the crisis in
the Middle East, Syria comes to our mind. However, the situation
in Iraq is certain; we talked about it in the morning. You might
have had a chance to observe it, too. There is the issue of Palestine.
There are issues arising from Iran. The diplomacy of Turkey and
Israel cannot be said to be very bright. I would just like to say that,
15-20 years ago, there wasn’t such tension in the region as much as
there is today. What happened to the Middle East to have become
such an explosive barrel and is there a way to get around this?
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: How come this unstable conflict
has become such a constant conflict? At first, the actors were not
able to act on their own when it was the time of the bipolar era
in the Middle East. Secondly, there was no mention of the actors
other than the state. Today, these problems and globalization are
not separable, and nor are the states. However, they take part in the
crisis, and the problems come to light. But as I mentioned it before,
each state has its own layer in it and they have become important
political actors. Unfortunately, this complicated structure had led
the most minuscule tension to turn into a more bitter conflict. We
see individual conflicts like these. The bomb explodes and people
die. In fact, these problems do not seem to be different from each
other. I mean, imagine we have a bullet that locks itself when we
pull the trigger. The most important reason for the Middle East to
be open to confrontation, could be explained with what we call a
conversion period in the international system. In other words, the
bipolar era has finished, still, it is difficult to name a defined world
system. However, it is possible not to define it at all. The actors and
the states exist and we can get on well easily.
As far as I can see, a pressure, which forces the system to be defined,
cannot be denied and there is an effort to push the world to the
two major powers’ fighting arena. This effort draws the continent
and America, as well as Russia and the Middle East together. Now,
Ukraine, Syria, and Afghanistan are the breaking points of this
balance of power.
Quite frankly, I believe that it is not possible to detach the situation
in Syria from the situation in Ukraine. The actors of the conflict are
native; we are talking about Assad’s forces, the Free Syrian Army,
and ISIL. Even if it is seen as a local conflict, making a conflict such
long-lasting and bloody, requires support from others. In this case,
I don’t think these conflicts will end until the balance stabilizes.
Because the states and the actors involved are in the process of
kalmec.hku.edu.tr
service area converted for Syrian people. Here every minor detail,
from maintaining security to almost every single detail has been
thought well about. Moreover, we know that Turkey has used its
regional rights completely, I’m so proud of it. But on the other
hand, as a result, this is not a tourist attraction, but a refugee camp.
Looking at it from this point of view has made me upset, and
prevented me from looking at people closely. It gave me the weird
impression that I did not want to seem to be just walking around
and not to share their feelings. We cannot know how it may feel
being there, right now. Being here instead of being in their own
country is much more of a bittersweet feeling for them. I can feel
this but they are also somewhere that doesn’t belong to them, we
feel that, too. And I can tell you that I left the place feeling a little
unsafe, a little resentful.
25
Symposium Agenda
negotiation. It is highly possible that if the parties make a deal, the
conflicts will diminish.
Moderator Murat AKGÜN: Should we think that the civil war
and terror is not yet to finish?
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: I have no doubt that the situation
will continue .The only thing that gives us hope is that this is
turning into a non-winner game. Furthermore, no one has the
opportunity to expect to have the same share of profit. Maybe this
can be the answer to your second question in the near future. I can
say that peace talks do not work until the parties and the actors get
involved in the process.
It is not possible to breathe in a peaceful environment unless the
parties and the players agree to come and sit around a table. Since
not every actor wants to confront each other, we need to wait for
a while. The aim should be to make an effort to make actors sit
together and get organized to progress. This would be a promising
way.
Hasan Kalyoncu University
Moderator Murat AKGÜN: Mr P. Harling, the question I would
like to ask you is that Syria has become A HELL of civil war, so to
say. The situation is as if people from Europe, Africa and a wide
range of countries would be in a conflict on the behalf of others.
According to reports, there is news about Iran taking an active
part in the Syrian Civil War. On the other hand, the Shiite impacts
the southern parts of Iraq in a serious way. They are in a certain
interaction, that’s for sure. There is all of Iran itself, indeed. What
do you think about Iran being a serious or even a threatening
dominance over the Middle East?
26
[1st DAY]
for some time. You, Mr. Rasmussen, dealt with these kinds of
situations for years in the NATO. What do you say? Will it take
long until the states and the actors get involved in such a process?
A.F. RASMUSSEN: I cannot say that this is going to be easy, but
it takes time, because this is also related to the development of
democratic culture, which had already been the case in Europe.
Over the past century, Europe had two terrible wars, but we
learned our lesson, and have implemented extremely ambitious
integration projects. It relies on the philosophy that if you tie the
countries together both economically and politically, then they
will not start a war against each other. However, Germany and
France were in a disastrous war which was only 70 years ago. The
possibility of war disappeared and this is the current Europe built
on a new constitution. Integration and the ending of war do not
seem real when we consider the Middle East. On the other hand,
I don’t see any other alternative. As I mentioned it earlier, to share
the power, we need to take the ethnic and religious differences into
consideration and then we will be able to construct new systems.
Moderator Murat AKGÜN: Although Iraq seems to have its
own flag and authority, it has been divided into three parts; we
encounter Shiite dominance in the south, Sunni in the middle,
and Kurdish in the north, which is also going to be the same case
in Syria. The influence of the Kurds in a specific region of the
north, even if it is small, is related to the Assad Regime. I want to
ask: will Syria and Iraq come out from this problematic period
saving their own territorial integrity or are there any possible states
in the East to be established?
Peter HARLING: Because this issue directly points out the
problem happening right now, we had better face it. We are facing
sectarian violence. The war in Syria is made by proxy and actually,
this war is based on religious purposes, which cause extensive loss
by all means. The conflict and tension between the Sunnis and
the Shiites are totally in no relation with the Sunni ideology. For
example, how can we overcome these differences? Where does
this case get stuck eventually? Some countries, including Iran,
have a number of regional purposes, which is also a reason behind
this war story. As far as I believe, we cannot find a military solution,
and the sole thing that needs to be secured and improved is the
sharing of the political power. A pure system can be generated, but
decentralization is the key for people to live peacefully. Moreover,
local law should be renewed and be recognized by the local groups.
Peter HARLING: I think most of the interpreters like me,
sometimes approach the topic of territory with conventional
paradigms. Central government or division… However, there
are a lot of things between these two axes. It is related to the
evolving power backwards which is already the current situation
in the territory. Namely, we can see this situation as an example
of de-power of de-facto in the sense of Islamic phenomena. Even
in Syria, the regime has passed on such wills, that it has started to
seem like the opposition. Also, if we take a look at the Iraqi regime,
the significant point is not the leadership or the people being the
heads of the institutions, but the people who control the check
points in the lands they draw, and those who have the resources.
Power already belongs to that legitimacy. That is to say, this seems
to be an experimental process from the other side. De-facto is an
experience in different places in the territory, not only in Iraq and
Syria.
Moderator Murat AKGÜN: The speech of Mrs. Dedeoglu
caught my attention. Divergent states, which are in favor of
peace, should come together. She claimed that it does not seem
to be possible for them to team up right now, so we need to wait
If we look at the terms of the division of Iraq, I want to say: division
is never a solution. Sudan is a good example for it. Division is not
an issue for establishing a state. The same problem occurs in some
different places to a smaller degree. This is an output of a process
Some people are creating some artificial maps, but in fact, this
division will be extremely difficult for the society. Division exists
only in the dynamics of the conflicts. Two sides always confront
each other about the subjects of water, electricity, and petrol
because these are the reflections of the state which was extremely
united until recent years. No matter how many real sectarian
conflicts there are, I will define this as a lazy comment made by
the interpreters who have the mission of division. To me, looking
at that de-powering, decentralization, a new social contact seems
more realistic. Let’s say these are the main solutions.
Moderator Murat AKGÜN: One of the questions that I asked
to Mr. Rasmussen was: Why didn’t the Western world act fast in
terms of intervention in Syria as they did in Iraq and Libya, and
why did they seem reluctant? For a similar question, as far as I
remember, he said that it was not impossible to establish a buffer
zone before the UN reaches a decision. However, on the one
side, there are 1.7 MILLION Syrian refugees in our lands and
according to statements of Mr. Numan Kurtulmuş, if Aleppo falls,
400 thousand more people will likely be following their path. The
opportunities of Turkey are obvious; so I want to ask this: since
Turkey cannot form a one-sided buffer zone in Syria, instead of
distributing Syrians to every part of the country, do you think can
it be a solution to keep them altogether in a specific place?
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Well, I believe that Mr. Rasmussen
gave the true information why it is not possible to form such a
zone in Syria because it is not easy. Here, the Assad Regime does
not allow it. Accordingly, land occupation can also be a problem.
The question ‘can a similar situation be a possibility for Turkey?’ is
meaningful, but it poses a problem; the eastern border of Turkey
is out of scope in the agreement of international refugees. Turkey
has a disadvantage in this agreement, so such kind of camps refugee camps- are not similar to the ones in Palestine. These are
more free camps and there is also a legal dimension. Also, the
social dimension should be open to discussion, people who have
found shelter in Turkey are not the ones not welcomed by Turkey.
In fact, when we isolate and keep them in the camps, I think it is
highly possible that their sympathy to Turkey will turn into hatred
because people generally think that they are kept away in order to
prevent them from coming inside the country. So, even if Turkey
was able to establish this for itself in a way, it may prefer not to do
this due to the sociological reactions. However, it is necessary
to admit that there is such a deadlock: we travelled to the camp
today, and it is said that so many important things have been
done. When we went to Geneva to meet the UN representatives
with Mrs. Fatma Şahin, we came across such attitudes: ‘We
like what you are doing, you have done great things, well done
Turkey’, ‘You have welcomed so many people, keep welcoming
more people and bear the financial costs, but if it is possible, do
not open your borders in Edirne.’ Now, we are in a situation that
we have a kind of heavy financial load, but we should not open
the borders in Edirne. I think it is not something sustainable. In
case the number increases, I think it should be considered as a
problem that could be solved with international partners, friends,
and alliances just like it has been done when mutual solutions are
found in the management of a crisis so far. I mean not only the
financial responsibility, but also the social risks should be shared.
The situation of refugees may create some new unforeseen risks.
It is out of the question for Turkey, but in the examples in the
world it seems possible to see some places to nest for new threats.
It should be prevented not just for that country, but also for all
territories and countries in the world. It is necessary to make some
preventive arrangements. Unfortunately, there is no such effort
internationally. However, these kinds of conferences may help
spread this subject. As far as I see, Turkey’s no-fly-zone policy is
a more reasonable and realizable idea, but there is such a thing
here…
Moderator Murat AKGÜN: But the approval of the UN is
needed for this, isn’t it?
kalmec.hku.edu.tr
and it takes a lot of time. Unfortunately, it is not a desirable output
I believe. What we witness in Iraq is a central government which is
becoming more fragile, losing its humanity and … some sharing
at the social level. In fact, when it comes to the Kurds, it goes back
to 20 years ago. I mean, they already distinguished their ways at
the beginning of 1990’s. I think there is a division and change
process in Iraq. In Syria, it is between the Sunni and the Shiite. This
process has been going on since the USA invaded Iraq in 2003.
However, we are still away from the fact that it causes a division,
because we are inside the borders of a central state and of course
it has a heritage, as well. How can you divide this state in terms of
its infrastructure? This is a very expensive process which is prone
to conflict in three different presences of the central state. It is
even harder in Syria. In Iraq, there are at most three homogeneous
ends as a result of historical developments and social conventions.
However, Syria is more complicated, and there is not any clarity.
27
Symposium Agenda
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Of course, but it can be brought
to the agenda more frequently. This means to claim that if there
is a regime that you want to eliminate, it may not have the right to
fly in a specific area, because the right of flying belongs to Turkey
and foreign affairs coalition interferes in there. So, when you say
there is a flight prohibition, it means that Assad’s planes cannot fly.
Secondly, America can conclude that these planes cannot fly. It is
possible to formulate it as long as there is an intention. However,
is the ultimate intention with or without Assad? It can be obvious
with the compromise on how and to what extent it is calculated.
Moderator Murat AKGÜN: I think the key point was the last
thing you have mentioned; if there is a compromise in Syria, how
much of it should be with or without Bashar al-Assad?
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: I believe that the scenarios without
Assad are being kept in the bottom drawers. I guess there are some
ongoing negotiations about the issue of to what extent the Assad
Regime will share its power, and unfortunately, it is obvious that
ISIS is taking a big part.
Moderator Murat AKGÜN: Mr. Rasmussen, I want to ask if we
compare the relationship between Turkey and America to the
two blades of a pair of scissors, which are sometimes open and
sometimes closed about Syria, one of the issues in the open blades
is the İncirlik air base. Probably, you remember İncirlik from the
times you were the General Secretary of NATO, and right now it
is not a secret that the USA persistently demands the İncirlik air
base from Turkey. Why is the USA so persistent? How can it help
the USA regarding Syria? In addition, every effort in the UN hit
the walls of China and Russia. Why do China and Russia support
Syria?
Hasan Kalyoncu University
A.F. RASMUSSEN: First of all, of course I will not comment on
the details concerning how individual allies organize in NATO.
The concrete cooperation between the USA and Turkey is also
included within this issue. Of course, Turkey is part of a strong
defense, and a strong ally of the USA.
28
Like the USA, China and Russia may also have important strategic
military establishments. When we consider the actions of China
and Russia in Syria, I think there is a general unwillingness from
the point of view of China. They do not want to admit anything.
They are opposing to any military intervention coming from
outside.
In every country including Syria, it is very clear that Russia has a
strategic concern and interest. Russia does not have many friends
in the Middle East. In this part of the world, Assad regime is one
of Russia’s friends, and this is an important part of the presence of
the Russian strategy. I suggest Syria is in this part of the world; this
[1st DAY]
is the main interest. I do not think that Kremlin is in favor of Assad
regime, but Russia wants to be certain in holding control of the
developments in Syria no matter the circumstances are, because
Syria is an interest for Russia in terms of benefit... Focusing on
the political solutions is essential in order for the five permanent
members of UNs to give a decision about Syria.
We had two Geneva conferences, which Russia also attended.
Both of the conferences resulted in documents stating that the
process should be started. It was said that could cause change in
the system in Syria. However, considering the engagements of
Russia and other countries, I think any kind of external military
interference may lead to an explosion; not only in Syria but in
the whole region. Therefore, I am drawing attention to my own
proposal that, we need to try to find a way. I strongly agree with
the solution. In addition to the division of the centralized state and
country, there are other alternatives; in between these two end
points of the axes, there is an alternative which includes sharing of
the power between ethnic and sectarian groups.
Moderator Murat AKGÜN: In the morning session, I inquired
Mr. Rasmussen his opinions on ISIS (Iraq-Damascus Islamic
State). Now, I want to direct the same question to you as a person
who also knows the region very well. How did ISIS exist? Why
did ISIS exist? How can it be destroyed and what depends on
destroying it? In fact, Mr. Numan Kurtulmuş said that, you cannot
dry the bog; ISIS goes and another organization comes up. Do
you agree with this?
Peter HARLING: I can answer these three questions. However, I
want to mention a few things about Iran as well. When we talk to
authorities from Russia and Iran, considering their standards, they
do not display effective performance regarding the Syrian regime.
At the same time, the balances in these countries (Russia and
Iran) are so sensitive that, if they stop supporting Assad’s regime,
the regime falls down and it becomes the other side’s victory.
So, this is the point where I do not agree to this opinion; let’s call
the things happening in Syria and Iraq as a war, but it is a war for
one side by proxy. However, for the other side I cannot say this.
The other side is ready to support the one who is going to fight
with all its money, weapons and political power. As if we are in
a playground, and watching a game, on one side there is a crock
team; they are working together and they are very strict. On the
other side, people are playing with each other in a way that, they
do not want to contaminate their hands and get hurt. This is just a
part of the problem. We cannot finish the game like this.
I want to say something about the clearness of the USA because
it forms the significant part of the problem. There are different
phases of the problem in our hands. If we consider Barack
Here, the Islamic government steps in. For four years, the ideas
have always been changing. There are doubts that anything can be
changed in the region. For example, in the early stages of the riot
in Tunisia, the enthusiasm in Egypt, changing the regime in Libya
and empowering the Islamists. These are the things we are afraid
of. Then, Islamic crisis is coming up. The Islamic government
(ISIS) came into prominence. Namely, this is a big problem, but
ISIS is already an output of the unsolved problems. These are the
problems evolving in ten years and they have got worse in the last
four years.
Moderator Murat AKGÜN: In this conference, one thing I will
never forget is your interesting metaphor about the actors, those
who want to get dirty and those who don’t. My question will be
about Palestine. Turkey gives a lot of importance to Palestine. In
the morning session with Mr. RASSMUSSEN, it was put forward
that there would be no peace in Middle East, unless the Palestine
issue was solved. My question is: We want peace in Palestine but
how will this problem be solved in such an environment?
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: We usually tend to define the
Palestine problem as Israel-Palestine problem. Maybe it is not true
to define states like this, since there is more than one state in every
state. Take the USA, there are two USAs; there are more in Russia
but there are physically two states in Palestine: biological and as
an approach.
Moderator Murat AKGÜN: No physical bonds with each other.
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Exactly. Therefore, there is
unfortunately a dual structure within their opinions and
anticipations that are presumably different from each other.
While this makes it difficult for Palestine in the course of
becoming a state, it doesn’t ease the situations for Israel. Israel
wants to recognize either one of them but there is the other one in
reality. That’s, when you say “I recognize you, but I don’t recognize
you (to the other)”, it means this process will be left incomplete.
Therefore, not only when intending to solve the crisis but even
when intending to solve the problem of a state formation crisis, it
is possible to face some major problems. As of today, as far as I can
see the point is that, the Israel-Palestine problem is not something
that can be solved from inside, but it is a process in which, for
example, the USA is acting as a mediator to solve the problem
from outside. The recognition of Palestine by the parliaments
in the European countries or launching new laws for Palestine
doesn’t mean to solve this problem physically. That is to say; when
you are officially recognized will an embassy be opened? I do not
think so. However, as it is still possible for Palestine to exist in a
dual structure as a diplomatic tool of pressure against Israel, and as
this possibility is still available, that situation I mentioned above is
an indicator of effort.
Moderator Murat AKGÜN: Is this a fate to expect a solution to
the problem in the Middle East from outside?
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Well, on the condition that the
problem is discussed around the table, there is no harm. We are
in a global world. I believe no peace project is realized without
negotiation and there is no problem to talk on the issues around the
table. We should only put the real weapon on the desk. However,
we mention a structured territory; that is to say, a territory that has
no word for its own existence, its own history or its own decision,
but these all are defined from outside. We mention forced states
and forced governments. However, the sustainability of these has
never been emphasized.
Moderator Murat AKGÜN: Were the borders drawn with a
ruler?
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Well, while it was structured it
seemed to me that people thought “This kind of family will rule
the country and then go.” They have not thought of what if the
family could not rule the country. It was decided “If they can’t, we
overthrow them.” And this is still in practice. In Egypt, people say,
“Let’s overthrow these, for they will not be able to rule and let’s
bring this one.” This is not sustainable, though. What I can see and
understand is this; Palestine model has to be stressed because the
values of the world have become complicated. If one day, at least
those in West Bank (Sheria) say “we couldn’t handle this issue
and we will leave the world”, there will be no addressee not only
for Israel but for the other countries as well. It seems that the last
chances are tried now, for they are making subsequent attempts.
As far as I understand, it won’t be late...
Moderator Murat AKGÜN: Do you mean the peace in Palestine
by “it won’t be late”?
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: No. The process keeps people in
haste in order to take concrete steps. Because there are people who
kalmec.hku.edu.tr
Obama, in my opinion, he is not interested in any of the situations.
He does not like this situation intellectually; he is not interested
in the region, politics and proxy wars. America is interested in
things such as digital boundaries and controlling the financial
institutions. It wants to proceed to the other level instead of staying
in the previous period, which Russians and Iranians want to do. I
think their perception and most of the people in the government
think in the same way: it is time for the region to grow. What if
they handle their problems themselves! Why do the USA and
the West always interfere? They usually fail when they want to put
the things in order, like in Afghanistan and Iraq. So there is not so
much belief that the USA can handle this.
29
Symposium Agenda
want Palestine to be struck –in fact, all American presidents would
rather see this in their times and Obama has so much pressure
on the government and thus, Israel has had to improve its social
relations. I hope Obama will act in favor of Palestine. However,
will he be successful? It is not that easy to predict this.
decentralization, isn’t it necessary to have a strong administration?
For example, is the USA model a good one, is it valid for the
Middle East? We see that Iraq has ended up with separation
because there is no strong centralized administration. Can I get
your opinions about this issue?
Moderator Murat AKGÜN: Mr. HARLING, I would like to ask
you a question. When we mention the Middle East problems, it
may not be true to disregard Turk-Israel relations and Egypt. It
is apparent that Turk-Israel relations have not been so promising
over the last years. How do these poor relations affect these peace
processes in general? The second one is the withdrawal of Egypt
to its shell following the military coup, the loss of Egypt’s position
as a wise man among the old Arab world and being in conflict
with its Arab brothers. How do all these affect Middle East peace
processes?
A.F. RASMUSSEN: Of course, in some parts a strong centralized
administration is needed. For example, as for military and security
issues the USA has a strong centralization. Let me remind this.
I am saying to you that we should keep Syria and Iraq as a state
respectively. However, I said that power must be shared among
the various identities in these countries, but there must be a state
on the top. There must be a state, so it can arrange the defense,
provide security, have a central bank and have a finance policy,
and do whatever it wants... Or let it have official institutions, have
a Constitution and have all required arrangements. And let this
Constitution guarantee the minority rights.
Hasan Kalyoncu University
Peter HARLING: As for Turk-Israel relations, who I am not
expert at, I can say as an outsider that two situations emerge.
There are emotional reactions about what’s happening, and these
naturally bring other emotional reactions. It is true not only for
political aspect, but for general aspects as well. As for the Turkey’s
attitude towards the Arab world, we have some known principles.
Of course, these principles have some fluctuations during the
process. Turkey has emerged as a modal to his neighbors. It has
been very impressive. That is to say; it has energized the region. It
is probably about to go beyond the borders.
30
[1st DAY]
Turkey’s attitude is consistent in all aspects. For example, Turkey
first tried to be a mediator in the early stages. It had nice bonds
with Assad regime. And it tried to force them to change. This
continued for months. Before the violence climbed up, Turkey felt
it was deceived. Then, it changed its attitude. It still keeps the same
attitude. Now there is no solution with this regime for Turkey. I
am not certain whether it is the right step or it will be successful.
But these attitudes are clearly seen. As for Egypt, we see that
Turkey’s attitudes are also consistent. Although we constantly pass
from one theme to another, this attitude should be appreciated
because the region is undergoing radical crises; and this has roots
in history. A lot of problems have accumulated over the years. It
definitely takes time to discuss and solve these problems. What is
expected now from the actors is to find principles. I mean, finding
some balancing principles and somehow you are doing this much
better than the others. At least, you are better than the West.
Moderator Murat AKGÜN: I would like to receive our students’
questions. Let’s see what they are asking.
Student Mehmet Veli KOYUNCU (P.S.I.R): My question is to
Mr. RASMUSSEN. He mentioned about local administrations.
He mentioned about decentralization. In order to have
Of course, I must admit that I have been inspired by the Bosnian
model. That’s why I mentioned this. There are differences between
the Balkans and the Middle East. On the other hand, there are
several similarities. We can learn from these. I see no contradiction
here; in order to form a strong centralized government the power
needs to be shared with local administrations. Let me give my
country as an example to conclude. Of course, it is a far-away
country. We have two identities in the Kingdom of Denmark.
We have Greenland; these are the parts of the Kingdom of
Denmark and it is in charge of them. The defense, security and
finance policies are all under Denmark’s authority. However, the
local administrations were given considerable autonomy. You can
say this modal has a lot of problems of course, but we must ask
what the alternative is. The alternative is not the continuation of
the conflicts forever. The answer to your question is; to be able to
progress in the peace process and to give people a chance at least
to learn living with others in peace.
GUEST: What do you think about this free zone issue, Mr.
Rasmussen? And how can power sharing system be organized in
Syria? I mean are there any other examples like this type in other
places?
A.F. RASMUSSEN: As I have expressed my opinions before, let’s
listen to your ideas about this topic first! Decentralization and
power sharing issues are like bids for sects or ethnical groups. It
should not be confused with the bad examples we have seen in
Syria and Lebanon. In fact, the historical background of this idea
mainly started with the exiles in Iraq. When we look at Bagdad,
there is authority here. There is a ruling party. However, the people
who suffered a lot from the regime show strong reactions as well.
In a political vacuum, if you look at the first occupation movements
by the USA of course this was not the only solution for Iraq. I
suppose we are paying a heavy price now. When we think about its
immediate environment in local elections and if we consider ISID
issue too, a lot of safety measures are being taken. ISID around
Bagdad has weakened the motivation of safety staff. In addition,
there is some disobedience. Of course, this disobedience collapses
immediately. It collapses as soon as ISID appears. At that time, the
disobedient cannot find any power that supports them among
themselves to be able to expel ISID. Bagdad has relationships and
contacts.
So, it is necessary to find a solution to the vacuum there. How
have big chieftains in Mosul established power bases around
Mosul? If we start from here, an alternative can be developed in
time. There can be an alternative power structure in the region.
After that, meetings can start by taking the power distribution
into consideration. However, the one who will act as an arbiter is
local ceasefires had taken place in Syria and they could have been
developed. Nobody developed them… because of political
issues. So, the Geneva process will go on in the forthcoming one
or two years. However, the only way for this to be useful and to
reach a solution is that this issue should be taken seriously in the
West and Russia should give up saying “we have already told you”
and appear with a more constructive approach.
GUEST: My job has become easier now because I agree with
your opinion in general. This can be successful in the issue of
distributing and sharing this power at the beginning, but it can
be a lout between local privileged people and local community
again. When we talk about the decentralization of power within
the ruling party, of course we mean it to occur in an appropriate
democratic culture.
During the Geneva process, if the Americans had agreed to work
with Russia to bring the Syrians to the table, they could have
forced Syria at that time. They could have reached a compromise
all together, but it did not happen. Why? Because the Russians and
the Americans could not work together under any circumstances,
since the Russians became spoilsport. The Russians see
themselves as if they can benefit from these disagreements and
conflicts. There are advantages of getting up against America such
as image etc. On the other hand, America has an attitude as if it
does not want to be engaged with what is happening here.
On account of seeing this top to bottom approach, which has not
gone well, let’s look at the Syrian issue from the bottom to top
approach. For example, there should be local ceasefires. Some
Student Seda KOCAGER (P.S.I.R.): My question is to Mr.
Rasmussen. What do you think about Ukraine’s chance of
acceptance if it applies to be member of NATO?
A.F. RASMUSSEN: Of course each candidate country should
fulfill NATO’s criteria. If Ukraine applies for membership, it will be
a long process because Ukraine cannot fulfill the required criteria
for now. However, let me remind you of this; in 2008, during a
process at the summit of NATO it was decided for Ukraine to be
a member. Of course, Ukraine needs to fulfill the required criteria,
and this decision is still valid. This year in September, we have reexpressed that this decision is still valid. However, it is clear that
Ukraine should actualize extensive reforms. Then, it can become
a member of NATO.
In addition, sometimes such a question is directed; Wouldn’t
Ukraine’s membership of NATO be provocative? If we consider
Russia, Ukraine’s membership of NATO is not an issue which
Russia can decide on. Each country has the right to make its
kalmec.hku.edu.tr
again the central government both here and in the capital city. It is
necessary for everyone now. With regard to the master plan, the
fact that this plan was advised to us had occurred as a part of the
Geneva process.
31
Symposium Agenda
decision about its future. In 1999 in the European Security
Conference, it was being said that, each country had the right to
form its own security policy. Russia was one of the countries that
confirmed this conference. Ukraine applies and NATO decides.
Sooner or later, the membership is to be finalized, but of course
this is not an issue that will happen in the near future.
Moderator Murat AKGÜN: Mrs. Beril, I want to direct the same
question to you. I have just asked it to Mr. RASMUSSEN, but he
did not want to go into detail. Due to its previous duty, the USA is
insisting on Incirlik very much and it is so eager. I also want to ask
this: about the Geneva issue Mr. HARLING said that it would go
on without any problems like Geneva 1, Geneva 2-3…. What is
your opinion about this?
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: I have started with Geneva and
yes, I think it will go on like that. Here, the aim is to call it good
news if the meetings are not being interrupted.
Murat AKGÜN: But isn’t it for the sake of appearance?
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: If you say that ‘it has finished’,
the risk is bigger. Therefore, the fact that this event is still under
discussion is diplomacy itself. If they cannot go further for now,
it is clear that they have consented to this. I am not sure if there is
as big insistence as you have said about the insistence of the USA
for İncirlik. However, if they have demands, they are not the ones
like “we will attempt to bomb, so that Turkey will be in a difficult
situation”. They are about sustaining a humanitarian intervention
action with low cost.
Hasan Kalyoncu University
Moderator Murat AKGÜN: So, you think that if they want it, it is
for a humanitarian aid with military reasons.
32
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: It is exactly like that because it
is not such an easy situation in today’s technology to say that, a
military operation to Syria needs Incirlik. In addition, strategically
I do not think that the USA will prefer to give the impression that
everywhere is bombed with American planes taking off from
Turkey. I mean why should it be in a position that it is disliked
by the communities which Turkey want to help and get closer
with? But this scene has a direct correspondence in the Arab and
Muslim world. If you are right, without a conflict with the USA,
this corresponds to a benefit in favour of Turkey in the Middle
East.
Student Ravdanur CUMHA (P.S.I.R.): RASMUSSEN and P.
HAWLING, as Mr. Numan KURTULMUŞ said, “The world is
bigger than five.” What are your suggestions for a more functional
and open-minded UN?
[1st DAY]
A.F. RASMUSSEN: If I have understood the vice-prime minister
right, he said that an extensive referendum would be better. This
project has already been discussed in the UN for a long time.
Here is the argument; the UN Security Council as usual reflects
the power structures formed right after the Second World War.
A modern UN Security Council should reflect the truth of
2014. It should also reflect the increasing weigh of improving
powers. I understand this argument really well. I have also said
this; principally I support that the UN should get improved.
Representation ability of the Security Council and other
foundations will be higher than now.
Although I have said this, we have to face the reality. Here is the
reality; the consent of five permanent members is necessary to
make such a change. After that, it is necessary to ask this question;
do you think it is possible? Do these five countries agree and
give up their powers-including their right to veto? I think this is
not realistic. It is necessary to look for more realistic alternatives
towards the solution…but I agree with the vice-prime minister
about this issue: the UN’s present situation is sabotaging its
credibility and authority. We encounter with inadequacy of
decision making in the UN mostly. The fact that the UN Security
Council cannot make important decisions means that the UN’s
credibility is sabotaged. A strong UN is necessary. This UN
should be a warrantor of global law. The fact that the UN Security
Council cannot take an action about Syria is unfortunately the
reflection of this situation. However, the efforts to reform the UN
will not be enough to solve this problem. It is necessary to look for
other means.
Peter HARLING: It is a part of international governance system
and it developed after Second World War. Foundations like the
UN have a series of certain values and norms. In 1990s, they
already reached the top when the West beat the Soviet Union.
There was not an explicit enemy and people in the world felt
themselves responsible for their own destiny; they used this
governance system. We were the owners so that we reflected left,
right and middle center and I think this created resentment all
over the world. I mean the expression we call double standard was
emerged from the West’s action. I think this matter continues to
follow us in the Syrian issue and the like, and we cannot define the
relationship between Syrian regime and Russian regime as a long
one; this is not true. This relationship stopped in 1980s.
The relationship started again in 2012 and on a very interesting
base, its reason was this: Russia wants to take revenge and this
is the motivation. After that, the relationship was built again
progressively during the conflict. However, in fact, the first
motivation was its the anger towards the West. I mean the West
manipulated the international communication system. It suffered
from erosion and it was forced in such a different way and Syria
challenged this; Ukraine is an example. These examples will
increase in any case. I am not sure. Let’s say, at least in the near
future, it will be a great potential to reform the UN because there
is already unwillingness about these issues. And I think this has
been established about the present situation in this part of the
trouble-free world, with high level international intervention for
the last ten years. These structures are from the Soviet Union and
the West. Today, we are in such a moment that there is still some
intervention, but it is complex and unclear. This is doubtful in any
case. Confusion among the local people is increasing as well as the
interventions in one another’s conflict. Countries like Turkey, Iran
and Saudi Arabia should talk to each other ultimately, instead of
waiting for solutions from the UN.
situations tried to overcome them. This is a country where politics
is being re-structured constantly and which undergoes major
developments. Well, it could have let to ask why could we not
do it, how can we produce a similar effect-result-output, and it
can still allow to ask these questions. Today, I do not mean that
it is over and such a thing is out of question. On the contrary,
maybe conflicts and the loss environment are more important
so that these kinds of questions are asked. By the way, there was
a question just asked by a student about the UN. He asked what
would happen.
Moderator Murat AKGÜN: Mrs. Beril, I want to ask you a
question. While we were talking to the honorable General
Secretary this morning, he mentioned that there was a possibility
for Turkey to be a role model. How do you evaluate the
opportunity by considering the relationships with Israel, with
Egypt and with the present regime in Syria? Where does it start?
How far can it continue?
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Yes, I want to say something about
it. Generally it is misunderstood as if developing countries are
not among the countries which have a right to veto. Of course,
I can also ask this question. The argument that the UN has had
inside itself has not reached that level yet. For example, it is being
discussed whether Germany should be among these 5 countries
and as far as I can follow, England and France are the ones which
opposes Germany’s involvement most. Therefore, while we are
not yet in a situation to overcome this issue, how can we consider
the others?
Moderator Murat AKGÜN: Shouldn’t it be the case for each
matter? I wish the request for solution would have come from
inside Iraq and Afghanistan.
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Therefore, I cannot say that it
resulted positively in this respect because when Turkey was
mentioned as ‘a model’, it is helpful to say that everybody
understood something else. For example, it is necessary not to
think that a system determined by the public’s voting is perceived
as a model by the Middle East monarchy at any price, and to
think that the secular structure of the administration will not
absolutely be preferred by some places. I mean that the request
for Turkey to be a model was not a situation that met everybody’s
expectation. However, it can be said that Turkey’s development
and its achievement in progress is an attraction center and it could
only have shed the light in each community to find the method
for itself. Namely, Turkey as a country enduring a range of difficult
Student Kadir, a student from Nigeria (P.S.I.R.): My question
is for dear Rasmussen. When ISIS started to attack, they were
considered to be a small group, but the situation is getting worse
and the number of dead people is increasing. Do you think that
they will lose? If so, how long will it take?
A.F. RASMUSSEN: Thank you so much. Yes, as a short answer,
surely the so-called Islamic state will lose. The coalition forces have
started a military operation, and I believe, ISIS will lose against
these forces. It will not be easy, and will take time, but the result
will be a defeat for ISIS. However, I need to remark again that we
need to analyze the various reasons underlying the extremism in
the Middle East to prevent it, not necessarily the sectarian-based
policies. We need to end these problems immediately, and we
have no reasons and excuses not to do so.
What is so sorrowful is that the UN has published the Human
Development Report twelve years ago, in which these problems
were already highlighted. Presumably, one of the reasons of the
Arab Spring was the lack of opportunity for the youth. There is
indeed a need for more opportunities in this region, but the
report by the UN was not read either by American or European
scientists because it was published 12 years ago. However, Arab
academics have done so and indicated the 3 key points missing.
Well, these are the ones responsible for the lack of opportunity
mentioned. 22 Arab countries have worked and pointed out 3
kalmec.hku.edu.tr
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: I want to remind something
about the time when the issue of Turkey’s being a role model
was discussed, during the period when it was high on the agenda.
Turkey, at that time did not say “I want to be the model” or “I
can explain my model to the Middle East.” It was left holding the
baby. I mean, something like whether Turkey could be a model
came from outside. This was not a position which was positively
welcomed. If communities in the Middle East had been able to
model, it would have given probably more positive results. I mean,
if it had come as a suggestion from inside the region, it could have
been an issue to work on.
Moderator Murat AKGÜN: She said that the world is greater
than five.
33
Symposium Agenda
Hasan Kalyoncu University
missing aspects: lack of freedom, lack of hunger for knowledge
and inadequate practice of women’s rights. The lack of freedom
they have highlighted leads to oppressive regimes. The lack of
hunger and the belief that they will be able to change nothing
via sensitive methods have been interestingly mentioned. The
books translated into Arabic from international resources were so
few and the Arabic resources on new ideas were also few. That is
what some Arab academics had told me, and they had also asked
34
[1st DAY]
a question on the Human Development Report. How could
we talk about the prosperity of some countries if the half of the
population is excluded from the work market, political arena and
social life? The useful facts were published 12 years ago, and we are
still facing the same problem. The bottom line is that, yes, we do
need a military operation against ISIS, but we need to discuss this
issue with its long-term effects.
[2nd DAY]
3rd Session
Hasan Kalyoncu University Convention and Culture Center, Gaziantep
The root cause of social and political problems in the
Middle East in historical perspective
Any parts of Middle East have experienced volatility and fragility due to conflict over the course of the region’s
long and complex history. In this session, these developments, the root causes with their reflections over today’s
problems will be evaluated in a chronological order.
Prof. Dr. Edibe SÖZEN
Hasan Kalyoncu University / Gaziantep
Moderator
Moderator Prof. Dr. Edibe SÖZEN: We will evaluate the issues
in the Middle East in a chronological order, and their reflections
on the modern world will be discussed. I will give the right to
speak to dear Mujeeb R. Khan, who will present us a structural
and a systematic analysis of the war and will discuss the American
policy about the region with a critical approach.
Mujeeb R. KHAN: We may need to look at the tragedy in
Syria, Iraq and Palestine from a systematic perspective, rather
than discussing a specific issue. Such an approach will give us an
answer as to why this clash has been going on and on. What do
we mean by the word Middle East? To my understanding, this is a
systematic region, in which the interaction among various groups
kalmec.hku.edu.tr
Edibe Sözen graduated from Marmara University, Department of International Relations with a BSc degree in 1982. She received her PhD from the Faculty of Economics at Istanbul
University in 1999. She was invited as a guest lecturer to University of Wisconsin–Madison between 1991-1993. In 1994, she became associate professor of applied sociology, and was
appointed professor of communications in 2000 at Istanbul University. She carried out studies on the 3rd generation European Turks in Germany, Austria and Holland. Her study on
European Turks received the Ludwigshafen Science and Research award in Germany in 2001. She has authored 7 books and more than 50 articles.
35
Symposium Agenda
Mujeeb R.KHAN
University of California, Berkeley / USA
Mujeeb R. Khan was a Fulbright Researcher in the Persian Gulf who has published extensively on the politics and history of the modern Muslim world. He is also affiliated with
the Doctoral program in political science at UC Berkeley.
results in an effect to any of these groups. Some of them have
an impact on Turkey, Iran and even Afghanistan and Pakistan.
Another issue to consider is the fact that the Western world is
looking down on this region, and they think that all these are
based on the ongoing hatred. What is wrong in this assumption?
There are two reasons for it. The first one is the image of Europe,
which appears to us as associated with eating croissant in ChampElyse. Did Europeans like one another 60 years ago? They
were still killing each other in millions. The World War II is an
ethnic cleansing, which means Europe was an arena which was
comparatively much more severe than the Middle East. Actually,
the historical hatreds are not enough to understand the blood in
the Middle East. In “Pax Ottomana”, people from various ethnical
backgrounds and religions have lived in peace and the regions
with clash were areas with cyclical confronting. In this respect, this
issue can be clarified only by explaining the systematic crisis. For
instance, Egypt’s transition towards democracy was quite hopeful.
In 2013, Saudi Arabia and Israel transferred around 20 billion US
dollars to Egypt, to prevent reactions against the military coups.
Hasan Kalyoncu University
The areas of conflict in the Middle East include those in Israel and
the Kurdistan region and the Arab-Arab conflict areas. These are
not individual and isolated conflict areas, on the contrary, they
reinforce one another and one area is embedded in the other. We
need to figure out the difference if we are looking for a solution.
For instance, Syria is within the borders of Arab-Israel conflict
area, that is, what happens in Lebanon and Syria is of interest to
people in Israel. Today, the Syrian issue is within the scope of
both Turkey-Syria and Iran issues. The example of Iran is really
interesting because group such as Shia’a people and Assad regime
misunderstand the presence of Iran in Syria. In fact, the reality is
totally different and people are confused about Iran-Syria; it is
perceived that Iran is against Syria.
36
Hezbollah is necessary for repulsing any attack of Israel. If Assad
regime is overturned, the connection with Hezbollah will be cut
off. If Israel bombs Iran, needless to say that Hezbollah should
attack Israel. The function of Hezbollah is the prevention of any
attack of Israel to Iran. In short, it is related to the identity and
cultural location. If Turkey had an agreement with Iran, maybe
Hezbollah would be a distraction and if the Assad regime is
[2nd DAY]
overturned, the sacred places would be protected. In those
conditions, Iran would help Assad’s downfall. Does the way
leading to the Middle East pass by Bagdad or Jerusalem? If you
wanted to have peace in the region before the USA occupied Iraq,
then peace should have been between Israel and Palestine at first.
Then you could have gone for Saddam. In this case, people would
believe that you wanted to bring democracy to the region. Neoconservatives talk differently. In the USA they said the problem
was Saddam Hussein and the other dictators in the region; we
should establish the democracy there by force. They legitimized
the occupation according to this argument. There is very little
legitimacy of the mass destruction arms. If we consider the double
standards of the USA’s foreign affairs, their occupation policies are
bound to be unsuccessful from the very beginning.
Why is the Middle East an endless conflict region? Why not
Eastern Asia or Southern Asia but the Middle East? The following
factor explains it. India and China came up as great powers in the
Eastern Asia and Southern Asia. They went out of the Western
Imperialism in terms of historical and cultural civilizations. They
have not been divided. India had a small amount of division but
it has kept its integrality. It has protected its historical area and
industrial freedom. The western countries could not interfere.
China likewise; Mao made China get its historical borders. Some
cultural revolutions and developments have been made later,
it was industrialized; its economy got bigger. Recently, it is the
biggest economy in the world. The USA is not the number one
economy anymore. The tragedy in the Middle East is that, there
is such hegemony in Islam civilization and in the Islamic World.
At the same time Ottoman Empire was a state. A lot of people with
different ethnic roots were living under the Ottoman dominance.
While some of them were Arabic Muslims, some of them were
Turkish Muslims and they were all attached to the Ottoman
Empire. All of the Muslims supported the Ottoman Empire
perpetually and they fought for it.
Arab Spring and democratization have backfired in Syria. We
need to have a look at how the Western powers encouraged and
directed the authority in order to explain authority. The Western
countries were in fact afraid of the democracy in the Islamic World.
They say many things but when it comes to application, they show
their hypocritical double standards. Democracy quest in Egypt
turned into a bloody coup d’état. A lot of people were murdered.
The coup d’état in Egypt was considered as a bloody one by the
South African Union and they ended Egypt’s membership. What
did the USA and the EU which always talk about human rights do
in that case? Now the attitude of the USA is clear. In case of a coup
d’état, they try to suspend it till democracy comes. Obama calls
his country as “a country of law” renaming torturing as intense
interrogation and continues his activities. We can say that the EU
When we talk internationally, we mean controlling all the oil
reserves. One of the endless conflict issues is actually the oil. Let’s
have a look at the American policy with an opposing view. Sisi
Vahbi Selefi is a movement that rises from Saudi Arabia and uses
extreme violence.
Americans ask why Muslims cannot stop the violence. However,
protests performed during the Rabia case was peaceful and
nonviolent. But even then, they were murdered and you could not
protect them, and in this case Sisi was empowered. The reason for
their action was to become a democratic country whose people
could be heard so the foreign policy would be changed. Maybe,
even Palestine would be given the freedom and equality. They
could give up building luxurious palaces and spend the money for
democratization after industrialization of the area.
We can see that the policies of some countries can be changed in
the regional level. In this argument, there is a constructive factor
and we see that the orientation of the country changes in national
and identity issues. We also see the change of the orientation.
Turkey and Iran were called “surrounding countries” until the
year of 1980. The strategy which is related to Israel could be
explained as being close to the non-Arabic countries in politics.
This is why Israel and Turkey have had good relations. However,
now both Turkey and Iran are the indispensable actors in the
region. Turkey is the champion of democracy in the region and
supports Palestine and condemns the coup d’état in Egypt. Turkey
also had some changes in its identity after democracy. Turkish
government should listen to the people and reflect the identity
of the people. Turkey has a lot of similarities with its southern
neighbors. As a country which is a part of this civilization, people
in Turkey are raising their voices, expressing their disgrace for
the support for Israel policies against Palestine. There is also the
voice of the selective people here saying that, they are affected
by these problems in the region and they focus on the national
borders. They reject any relations with the East or the West.
Moreover, even though Turkey does not want to be included in
these issues, the problems reflect on to Turkey. As there are a lot of
refuges coming from Syria to Gaziantep; you know this situation
better in this city. Turkey needs to develop a vision. A potential
solution could be the point reached by the Europeans at that
time. After two world wars, a lot of massacres and genocides, they
were around a table for the independency and they founded the
Cool and Steel Union. They merged the institutions and changed
the whole structure of the regional policy. Democracy was an
indispensable part of this. The solution is also similar to this in
the Middle East. We need to repeat the economic integration and
democratization needs in the region so that industrialization, rise
of the middle class will occur, and purchasing arms from the West
and the construction of palaces will be stopped. It is not easy to
do all these but the Arab Spring started with these issues. When
we look at the Turkish foreign policies, it seems they also go for it.
Thank you for listening to me.
Moderator Prof. Dr. Edibe SÖZEN: Though it was not so much
different from yesterday’s discussions, two different ideas were
brought forward. One of this is focusing on the democratization
but an opinion on the unity and integrality of the countries was
expressed by vice-Prime Minister Numan Kurtulmuş. He talked
about the criteria, which we can call as Jerusalem criteria that
would make us live together. Another thing is the idea that Mr.
Rasmussen put forward, which is the Bosnian Model as a solution.
But I believe that was left in yesterday’s agenda as a controversial
model. However, as it was mentioned in the previous two
speeches and by Mr. Mujeeb R. Khan, the real solution lies under
the historical process even though, the historical process is said
to have five different conflict zones. This means, the biggest need
in the area is democratization. It analyzes the Middle East causes
of social and political conditions from a historical perspective
and also within a historical perspective. For some, this proxywar is like a global civil war. As Mr. Rasmussen stated yesterday
that it was not quite possible to name the wars waged in the area
as a civil war. These are mostly referred to as global civil wars or
as proxy wars in international politics as Mr. Obama stated on
an occasion. Of course here, we are talking about an area that
has long lost its stability. This stability that the Ottoman Empire
achieved in Caucasia and the Balkans was global in historical
terms. This stability obviously vanished after the World War I.
The democratization process in the five conflict areas should be
observed and followed up carefully, as Mujeeb R. Khan stated.
From the sessions of yesterday, we know that there are some
serious problems; the democratization process, the processes for
equal gender rights and equal education rights are left incomplete.
These are all closely connected to the democratic process.
Prof. Dr. Zekeriya KURŞUN
Marmara University / İstanbul
He is faculty member of the Department of History at Marmara University. His research
interests are History of the Modern Middle East, Arabian Gulf, Arabian/Persian Gulf
Studies, Ottoman History, Ottoman Empire. Besides his academic research on Arab-Turkish Relations and North Africa, he is the president of the Association of Researchers on
the Middle East and Africa (ORDAF). Prof. Dr. Zekeriya Kurşun appears in numerous
scholarly articles, books and academic papers.
kalmec.hku.edu.tr
did not blame Sisi and ignored a massacre which was worse than
the one carried out by China in the Tiananmen Square
Our second speaker, Marmara University academic member Prof.
37
Symposium Agenda
Dr. Zekeriya KURŞUN will bring into the agenda the geopolitics
of Persian Gulf and the shortcomings of Saudi Arabian politics in
the area.
Prof. Dr. Zekeriya KURŞUN: When we look at geopolitics in
general, history, geography, demography and the resources in the
mentioned area define it. In this way, when we look at the Persian
Gulf we are looking at an area that is situated in the south-east of
Gulf of Arabia and Iran and in reference to the Arabian Sea, the
965 km long waterway that connects the Hormoz Strait and the
countries that have flocked around it. This passage is the main
route of trade routes that goes from east to the Mesopotamia and
through there to Europe, which is called the Spice and Silk roads,
which have always been open for international dominance and the
turmoil that follows. This is the reason why Iranians refer to it as
the Gulf of Persia, yet Ottomans referred it in a more neutral way
as Persian Gulf after settling in the area. But the mentioned region
is insistently referred to as the “Arabian Gulf ” by modern nations.
The time period that defined the nations and their economic
around the Persian Gulf became the most indispensable resources
of the area. Fishing, as one of the prominent sources of income
followed by the discovery of pearls as a seductive factor in the
area has affected the trade. Related to these comes the process
of trade goods’ transfer to Europe from India and we know by
then trade between this region and Indian sailors was already
in place, before Europeans even discovered India. In a nutshell,
this area has history and traditions in trade. The area was also the
centre of attraction in the whole world in 20th century because
of oil reserves. In short, Europeans conquered the land after the
Portuguese, through Vasco de Gama discovered India.
Hasan Kalyoncu University
As a matter of fact the basic problems start after this time. As the
Portuguese and Ottomans settle the western coast, the Dutch and
the English become active with the trade they have specifically
established in the two countries. After the 18th century the Dutch
fall back, then the English try to settle in the region and they
expend great effort to influence or take over the area from Hormoz
Strait to Kuwait. This effort comes to fruition until the end of the
World War II. After this date, after 1947 the U.S.A actively settled
in the area and became the root cause of conflict.
38
The tension and conflict between the Ottoman Empire and
Europe lasted for decades. This puts forward two theories; the
first theory belongs to Europeans in that this is a free area, the
Ottomans don’t have a physical dominance or they have a partial/
nominal dominance. It is also seen as a free area from an easily
influenced international relations perspective. The second one is
that the Ottomans are there physically.
When we talk about the Gulf of Persia, we have to say there are
two rivers that emerge in Anatolia at the end of the gulf. These
[2nd DAY]
rivers are Tigris and Euphrates. We are bound to the Gulf of Persia
in a way that increases our geopolitical value. Goods produced
in Erzurum can be transferred to the Gulf of Persia by these two
rivers. The Gulf of Persia is an undeniable element of Turkey’s
geographical, cultural and historical depth. This is why Turkey’s
efforts of dominance in this area must be understood. Especially,
the announcement of the year 2015 as the year of Qatar has utmost
importance. There are some things we need to consider such as the
western view of the world. First after the British powerfully arrived,
as they had concerns toward the Ottoman and Persia, they settled
secret negotiations. By this, they name armistice sheikhdoms in an
effort to prevent negative effects of piracy and the sort on British
commerce in a disdainful way. These are Oman, 6-7 emirates that
make up the United Arab Emirates, Bahrain, Kuwait and Qatar.
After 1970’s independent nations started to rise. And again, these
nations were named as “infant states” in a disdainful manner. The
current name that follows is is fund-holder states. All these three
periods of time are given in a colonial narration. That is why civil
wars should be analyzed in this colonial viewpoint.
When we look at the governance of these states in the mentioned
area, we see that they are dynasties of 300-500 years long. AhniAyan, the Abhu-Dhabi sheikhdom has been a dynasty there for
about 400 years. Alsani which holds the governance of Qatar has
preserved a culture there for more than 150 years followed by
Bahrain in the same manner for 200 years, and Kuwait for 200
years. There is an immense structure here. Therefore, if you ignore
this fact and come to a different conclusion, the problem starts at
that point. Saudi Arabia, unfortunately, finished their conversion
in 1744. The traditional dynasty became a structure that started
to shape in regards of religion and state, which brought the two
modern Saudi Arabian dilemmas. The Saudi Emirate, which is
defined as a state called Wahhabi State after having formed alliance
with Muhammed Bin Abdulvahap, continued for some time and
then collapsed only to rise again in 1902 to be actually based on
a state in 1930, is unfortunately face to face with dilemmas. Many
others claim that the other small states near the Gulf are in more of
a danger. However, I claim exactly the opposite. Saudi Arabia is in
more of a danger and this danger originates from both their inner
dynamics and the combined religion-state governance structure
they currently have.
In brief, there are many factors that define the inner dynamics
of Saudi Arabia. One of them is the initial Muslim Brotherhood
Movement that took place in 1930s in Saudi Arabia itself; it is
the primary force of the establishment of Saudi Arabia. It acts
both as a military power and as a religious missionary group.
After the nation was established, King Absuud has minimized
its effects by coordinating with the British. After that process,
there has been a serious inner conflict ever since. This conflict
was somehow managed to overcome, thanks to the welfare that
Moderator Prof. Dr. Edibe SÖZEN: What attracted my
attention was the “free area” matter. Physically, the Ottoman
Empire had a force that stabilized the Middle Eastern states but
there was a free area. I believe, one of the reasons of conflict today
will be this free area. My next guest is the Turkish Coordination
and Cooperation Agency Coordinator, Mr. Prof. Dr. Süleyman
KIZILTOPRAK to evaluate and inform us about the last 100
years of the Middle East from the point of view of Baghdad and
Cairo.
Prof. Dr. Süleyman KIZILTOPRAK
TIKA (Coordinator of Turkish Cooperation
and Coordination Agency) / Ankara
He is a graduate of Bosphorus University’s History Department. He completed his MA
at Mimar Sinan Fine Arts University in 1997 and PhD at Marmara University in
2001 where he became an “Assistant Professor” in 2005. Since 1995, he has been giving
courses at history department of Mimar Sinan Fine Arts University. Prof. Dr. Süleyman
KIZILTOPRAK appears in numerous scholarly articles, books and academic papers on
19th century Ottoman History, period of Sultan Abdulhamid II, the Middle East and
Egypt. He has been Libya Coordinator of the Turkish Cooperation and Coordination
Agency (TIKA).
Prof. Dr. Süleyman KIZILTOPRAK: The last century of the
Middle East started with a problem and this problem hasn’t
been solved yet. The weak administration, unhealthy governance
and the corrupted system are continuation of the unsuccessful
establishment that started 100 years ago. One guiding idea
would be the analysis of the past governance with its flaws and
shortcomings to ensure the viability of future systems to be put in
place. The system that the Ottoman Empire took up for the region,
while in domination for 400 years can be criticized in many ways,
yet we don’t see conflicts similar to the current ones. After 19th
century, when the area got in the scope of European Expansionist
Movement, we start seeing the rise of such problems. The
Napoleonic invasion of the area in 1798 can be seen as the first
expansionist movement initiative towards the area. This interest of
Europe in the area brought with it great disturbance in the social
structures, production policies and culture of people in the area.
This disturbance resulted in an explosion of problems that have
been riddling the area for decades.
Arabs are usually considered as people who live in Africa and Syria,
Palestine, Iraq and in the Arabian Peninsula. Although Arabs in the
Arabian Peninsula are very different than Syrian, Palestinian, Iraqi
and Jordanian Arabs, they continued to remain as the old Ottoman
provinces in terms of language, culture and economics. All Arabs
actually constitute one race. Although they were separated after
the World War I and rose up as different countries with different
ways of governance and system, they owe their close connection
of culture to their communication and development in education;
as it was centuries ago. This is said by Admiral Nuri Sait Pasha in
a report to the British Foreign Ministry in 1948 when he was
expressing his opinions on solving the problems in the Middle
East. When we look at the area, we see once again the problems
that come from divided nations as it was explained by Nuri Sait.
Nuri Sait says and I quote: “Combination of Syria and Iraq as a
federation can only be successful if the minorities there have a
semi-dependent, yet a strong regime like a canton. Only if the
cantons there are given similar rights that were given to minorities
in Lebanon during the Ottoman rule, and if they are protected
under a strong rule, these nations can survive”. Prime Minister of
Iraq, in 1942 claims that, the system doesn’t work in either Iraq or
Syria and claims that the current divided and weak government
structure cannot protect the people or provide necessary service.
In addition, he says that this is a synthetic government. You
established four different governments on the lands of Syria,
Lebanon, Palestine and Jordan which were tied together to one
province of Damascus in the Ottoman Empire. This structure will
not work and sect wars that are similar to the ones that started in
1860 will start again. The nation-state promised to the Hebrews
will not live in this land. If you wish to do so, first of all establish a
federation to gather all the Arabs under one roof including Syria,
Iraq and the Arabian Peninsula. While doing this, Nuri Sait was
on the side of the British. He brings up this solution while also
considering his friendship with the British. We will give you the
same advantages that the other nations of Common Wealth gave
you as long as you do not establish a weak structure that will
govern the Arabs of Arabian Peninsula, Syria and Iraq.
The most major problem in the Middle East is that there are
some very precious underground resources in the area and there
kalmec.hku.edu.tr
brought rich petroleum reserves until 1990s. However, this gave a
rise to another viewpoint afterwards. We define these as the “New
Muslim Brotherhood”. This New Muslim Brotherhood actually, is
the group that successfully circulates the idea we know as “Salafi”
on the international basis. This Saudi Arabia-London based
movement, in a sense presents the dilemmas of Saudi Arabia. A lot
of antipathy is shown to Saudi Arabia in international arena due
to the activities of all Salafies. The other most important group
is the Shiahs. About one million Shiahs live in the eastern part
of Saudi Arabia, being in close relations with Iran. In fact, the real
problem between Saudi Arabia and Iran is this. The problem they
have with Shiahs hasn’t been solved due to the interpretations of
Wahhabisim and this is the reason why it is in danger. Reformist
Shafiis and Liberals are today the source of inner conflicts or
problems. The other dynasties have in time adapted a more
tolerant policy and renewed themselves, where Saudi Arabia was
trapped in inner conflict, and therefore having a position against
the ISIS, as well as forming its base.
Thank you.
39
Symposium Agenda
Hasan Kalyoncu University
is a western world that wants to dominate the energy sources.
The Arabs have a conflict among themselves resulting from their
differences in sects or ethnicities. The issue here is that how these
problems of conflict can be solved? And, the main concern of all
Arabs is what kind of government Palestinian Arabs will achieve
during this process. Until the problem of Palestinian Arabs to have a
country of their own is solved, problems of Jordan, Lebanon, Syria
and Iraq will not be solved and even in Egypt, the main policy that
Nasır has taken up after being allocated to his new position is to
find a solution to the Palestine problem. In this perspective, Egypt
has always had to intervene at wars such as the 1956 crisis, 1967
and 1973 wars. When Egypt withdrew due to Camp David pact,
all Arabs took Egypt out of the Arab League. And still, there is no
Arab nation that can take initiative to solve the Palestine problem
today. After every Israeli assault, Palestinians wait for humanitarian
aid from the Gulf Nations. The reason behind this is obviously to
rebuild their country.
40
Today, the most important difficulty in finding solutions to the
problems in the Middle East is that new petroleum reserves are
found in the eastern Mediterranean. Who will make use of these
reserves and how? In Leviathan area, and Tamar area, where the
natural gas resources exist, there is gas of trillion cubic meters.
Israel suddenly changed its Gaza policy on the use of these
resources; while it was an issue during the time of Ariel Sharon to
give autonomy to Gaza or not, Israel gave up this policy suddenly.
We are not so sure about the future of Gaza, where one million
people live. Naturally, Israel wants to use all its potential in order
to transfer the energy resources from that area to Europe safely.
They want Gaza to benefit from the area. That leads to a fall in the
petroleum prices in the world. How does this price fall affect the
peace in the region? Financial aid from the United Arab Emirates,
Gulf countries and Saudi Arabia is a matter of discussion in terms
of public improvements in Gaza and the support of the regime in
Egypt. Without this aid, not only the public improvement in Syria
and Palestine is under danger but also weaker Arabian countries
such as Egypt, Tunisia, Sudan, and Somali need financial aid in
order to survive and have a sustainable system. Their support will
be reduced and in the near future, bigger conflicts might break out
in Middle East. If Bosnian model, which Rasmussen talked about,
would be applied in Syria and the Middle East, the future of the
Middle East would be expecting big conflicts. When Egypt and
Sudan were divided into two parts in 1956, Egyptian streets were
all crowded with people shouting “Egypt and Sudan cannot be
divided”. In 2011, Sudan was divided into two parts. East Sudan,
which was richer in terms of economy and underground resources,
split from Sudan. These are the areas that Nile, which is very
important for Egypt, emerges. Although this was an issue effecting
directly Egypt, it didn’t become the main topic of conversation;
and Egyptian streets were full of revolutionists. Tahrir Square
was busy with overthrowing Husnu Mubarek. One year passed
[2nd DAY]
with the demonstrations supporting Sisi, but Egypt didn’t put the
separation of Sudan on the agenda. In order to have a bright future,
Middle East countries must adopt a peaceful approach to solve
their inner problems themselves: The relationship with the West
should be conducted by modeling Turkey, both in democracy
and economy. Do we express an opinion on the developments in
the Middle East, or, by talking about cooperation, do we desire a
silent and passive Turkey which the West presents as a solution?
We have to understand it well. I hope the ones who predestinate
the region will take the facts of region into consideration, and see
it clearly. I hope they will find a solution that will save them from
enticed and deceived feelings in the last century. I think I am a bit
pessimist about the Middle East.
Thank you.
Moderator Prof. Dr. Edibe SÖZEN: Couldn’t certain countries
be founded in the Middle East after World War II when stability
was destroyed? Or, the authoritarian administrators can freely act
because the countries are weak? What the Middle East needs to
do is to make modernization real, isn’t it? In my opinion, in order
to bring peace, the Middle East should be open to democracy and
reforms, otherwise conflicts will never end.
Now, our fourth speaker Prof. Dr. Ahmet Seyhun from Winnipeg
University (Canada) will cover the Middle East issue from an
Islamic point of view..
Prof. Dr. Ahmet SEYHUN
The University of Winnipeg / Canada
He received Bachelor of Law degree from the Istanbul University, Masters degree in History from Bogazici University and his Doctoral degree from McGill University (Institute
of Islamic Studies), Canada. He is an Professor of History at the University of Winnipeg,
and teaches History of Islam, History of the Ottoman Empire and Islam and the West.
Prof. Dr. Ahmet SEYHUN: I will talk about the movement
in the Second Constitutional Period, especially, Pan-Islamism
movement, the thinkers of this movement, the roots in 1900s of
what is happening today in the Middle East, the intervention of
the West to this region, the decline of Ottoman Empire and the
establishment of regional countries.
1908 was one of the milestones of both Islamic, and Ottoman
history, and also the history of the region. In 1908, Abdulhamit
was not dethroned. It was in 1909. But Constitutional Monarchy
was declared in 1908. With the declaration of Constitutionalism,
lots of political movements which were under the censorshipof
taken from the West cannot flourish in Islamic lands because the
environment is totally different. The second one is the question
that Islamic scholars always ask; “Why did Islamic World fall
behind?” Once upon a time, Baghdad was the center of the world.
What all the writers meet on a common ground is that “We fell
behind because the rules (that our religion ordered) were not
carried out properly. This means that Islam was a religion, which
was immensely advanced and open to innovations. However, after
some time, the doors of ruling case were closed and it was entered
into the corruption period. This was discussed in the parliament
as much as the ‘Law on the Maintenance of Order in 1925.’ It was
written until that period.
Thank you.
Moderator Prof. Dr. Edibe SÖZEN: Assoc. Prof. Dr. Ali Serdar
ERDURMAZ will explain his thoughts about Turkey’s DecisionMaking Authority over Syrian Civil War.
Doç. Dr. Ali Serdar ERDURMAZ
Hasan Kalyoncu University / Gaziantep
He is a graduate of Turkish Army War College. He completed his MA and PhD in International Relations. Also, he holds a second master’s degree in Executive Management
and Human Resources. He is a Faculty Member of Department of Political Science and
International Relations at Hasan Kalyoncu University.
Assoc. Prof. Dr Ali Serdar ERDURMAZ: The problems are
the actors in Middle East, their problems and solutions. If we
narrow the actors over Syria, we can see only one Syrian regime
that represents the government. Apart from that, we all witness
that non-state actors are actively creating a chaos in Syria. What I
want to present here is that, which of the actors could win and take
control and how Turkey would be affected from this. Which actor
should be supported to realize Turkey’s international benefits? In
which direction should our policies be? I will try to present it in a
mathematical way. We will use TOPSIS method here. Because, for
an ideal solution, I consider approaching this issue significant with
a technique of ranking preferences through simulation. When
we have a look at the actors, in fact, PYD’s winning will be under
consideration or The Free Syrian Army (FSY) has changed, now
the Revolutionist Committee Council was founded in Gaziantep
and they are functioning effectively. It seems likely for ISIS and
finally Assad’s regime to win in Syria. These are the results that we
will be focused on. By the way, if we have a look at Turkey’s national
interests, regional stability is very important for us; avoidance of
separation and refugee raids are effecting us. Limiting or ending
this is of importance. It is desired to see changes such as making
a regime change, destroying Assad regime and forming a new
unitary regime which is democratic, respectful to human rights
and accepts the superiority of law. Unitary structure is a kind of
structure which prevents separation. Lastly, from the viewpoint of
Turkey, limitation of Iran’s influence is within our national interest.
There is a ranking of priority of these interests in accordance with
kalmec.hku.edu.tr
Abdulhamit till the declaration, found an opportunity to express
themselves. From the previous writers of 1960s and 1970s,
writers such as, Serif Mardin made certain differences for these
movements. For example; Turkism, Islamism, Westernism,
Ottomanism... Today, we look at these from a different view. What
we see is these movements were influenced by each other and
there was a constant exchange of ideas among them, which laid
the foundations of democracy for the region. In the Ottoman
Empire, the first parliament was opened. The first Constitutional
Period was short-lived. The Ottoman-Russian War broke out.
The parliament was reopened in 1908. Unionists and Young
Turks were like a coup for Abdulhamit. However, ultimately, all
these groups participated in politics. I didn’t separate that period
from the Republic. In the last book that I wrote, I combined
the Ottoman Empire with the Republic. I analyzed the ideas of
thinkers such as Mehmet Akif Ersoy, Salih Haim Pasha, Mehmet
Ayni, Mustafa Sabri, Shaykh al-Islam Mustafa Kazım, and what
I saw was that the democratization efforts in that time, in fact,
were very important and they were the issues that referred to
today’s problems. For example, this is an important issue that the
writers labeled as Islamic focused on. Nationalism is an artificial
movement that came from the West, and would be applied to
Islam. The West’s historical evolution is very different from its
Islamic one. It was shown that a system which works in the West
might not work in the same way in the East. This was first brought
forward by the thinkers who we call as the New Ottomans such as
Ali Suavi, Namık Kemal and Ziya Pasha. Later, it was Muhammet
Abhu and his period because of his good command of Arabic.
These ideas were posed by Namık Kemal and his friends in 1860.
There are two important ideas here; the first one; the institutions
41
Symposium Agenda
their importance. A number of values will be given by decisionmakers with respect to their recognition and these values, in
fact, can be set by different decision-makers. People, who follow
foreign policy with a certain basis and Syrian policy will more or
less deduce the same results. Here, the best option is shown as
Condition 1, and the worst one is shown as Condition 5. While
preventing separation and regime change are our first priority,
activities of terrorists and ISIS’s winning, which is Condition 5, is
the worst scenario for us. Based on that, we made an assessment
for all the actors.
For PYD’s winning in regional stability, regional stability is
handled in two ways; because stability can be provided. However,
considering the other factors, which are oppositions, will have
an impact on there, providing a wholly stability is impossible,
risky stabilities can be provided, and there won’t be a poor and
bad stability. But ultimately there will be separation and division.
Refugee area will be widely prevented. There might be a regime
change but there will be Assad’s resistance against this regime
change. Iran’s effects can be relatively limited.
In case of ISIS’s winning, regional stability is also handled in
two ways, because PYD will resist this time. It is evaluated that
separation will be definitely prevented. There will appear a way
towards unitary structure. It is thought that a democratic structure
can be formed in Syria. Refugee influx will be widely prevented.
Also, there will be absolutely a regime change because Assad
regime will fall down. It is also thought that, Iran’s effects can be
limited to a large extent.
ISIS’s winning is seen as the worst case. There won’t be any regional
stability. There will be a total separation. Conflicts will continue.
Refugee influxes will continue until the last times because
everyone will escape. Especially when we consider Aleppo, we
think there will be a serious refugee influx. Regime change will be
a discussed topic for a while, but it will face great resistance.
Hasan Kalyoncu University
In case the last regime’s wins, it is thought that regional stability will
be extremely poor; there will be a separation in the end because
if Assad wins oppositions and PYD will resist to this situation;
there will be continuous crises. Refugee influxes will be in great
numbers and there will not be any regime change because if Assad
wins he will dominate the whole region. It is thought that Iran’s
presence will also be high.
42
Based on these evaluations, when we look at the foreseeable
changes of Syrian civil war in relation to Turkey, we demand a
regime change; the disposal of ISIS is one of our main targets.
The loss of the regional control with terrorists getting stronger
is very important to us; avoidance of separation is one of our
priorities and Iran presence should be limited. If we apply 6
degrees of TOPSIS method to this situation, the following results
[2nd DAY]
appear; The Revolutionist Committee Council being supported
by Turkey is very significant; as for the regime change, the best
solution is to support the oppositions. Second best solution is
PYD’s or PKK’s winning. ISIS declared its area as sovereign, and
in case of its evolution, a new Islamic regime is inevitable and with
Assad’s winning through a victory, it will be impossible to change
the regime.
If we have a look at the annihilation of ISIS; again, it is a basis to
support the Free Syrian Army because FSA will be destroyed in
case of Assad’s winning, and afterwards by supporting the Kurdish
structuring ISIS might be cleared, which is the third action. What is
important for us is to prevent the hegemony of PKK or PYD in the
region after the clearance of ISIS. This is a very important issue for
us. In this case, clearing ISIS is to Turkey’s interest, the best option
to change the regime is to support the oppositions. Subsequently,
Assad’s winning might realize this. As we see ISIS as an extension
of PYD and PKK, we accept it as a terrorist organization. Another
factor to prevent the separation is the success of the opposition’s
being supported, which is the best option. Later, Assad’s winning
can be prevented. Following this, support for PYD can bring a
solution to this situation. Lastly, the limitation of Iran’s effect; if the
opposition sets a unitary structure and gets enough support, Iran’s
effect relies on Assad’s winning.
According to these results, Turkey’s political approaches are
correct. Definitely and transparently, our government policies
want to do everything to support the oppositions in Gaziantep
and want the West to act accordingly. However, the consolidation
of PYD groups has been produced as an outcome by the USA as
well. Actually, the goal is the same. First, ISIS is needed to be swept
away following the regime.
Moderator Prof. Dr. Edibe SÖZEN: It was an unusual
presentation. When we consider it mathematically, we will have
taken an easier step for the peace process. Now, Dear Assist. Prof.
Dr. Vehbi Baysal will present the notion formation process in the
Middle East countries and the denominational conflicts within
this period.
Assist. Prof. Dr. Vehbi BAYSAL: These kinds of meetings point
out for one thing; America is not under every stone. Therefore,
it needs to be considered from different aspects. The borders
for principles drawn in the Middle East are not actually their
decisions. The Arabic nationalism outlined a map for themselves
by putting the Arab Peninsula and North Africa at the forefront,
but it didn’t happen. However, what differs if the borders of these
countries, which did not draw their borders, change? There weren’t
already any virtual borders between Egypt and Iraq. ISIS, which
was controlling the Rakka region for almost a year used to collect
tolls in this region. Damascus in “Iraq-Damascus” state which is
History, Yeditepe University / İstanbul
He is a graduate of Istanbul University, Department of Eastern Languages and Literatures. He completed his “MA” in Arabic Language and Literature at Jordan Yarmouk University and “PhD” in Middle Eastern Studies at University of Manchester. He is faculty
member of the Department of History at Yeditepe University and board member of the
Association of the Researchers on the Middle East and Africa (ORDAF).
ISIS in short is “Bilad-ül Damascus” region involving Turkish and
Saudi Arabian borders. It is the major threatening region. What is
special with this region? It has become a turning point after the
foundation of Israel in 1948. Scenarios about what can happen
in the Middle East after the 1907 war were written. One of them
was the Arabian-Israel war, but it failed. Then, there could be the
“Palestine-Israel war, which failed as well. “Water War” was the
final point. There are Golan hills still being occupied by Israel. It is
strategically important for Israel. This is the water reservoir for the
Middle East. Managers were requested for the foundation of these
kinds of stations. One of them was quitting elitist approach and
founding a new army system in which ordinary people could take
higher positions in the army as well. It was somehow accepted.
However, as soon as these ordinary people were taken a higher
office, the first thing they did was to demolish the ones by whom
they had been promoted. 1950s and 1960s are these years. Iraq,
Egypt and Libya are full of these people. Accordingly, there isn’t
any army against external threat in any Middle East country; all
armies have been organized for interior threats. The ones who
are in charge of the army are all relatives. Ordinary people are
made sure they do not have high positions.. The army in Syria is
arranged not for external threats but for demolishing the regime.
Therefore, there aren’t any other choices apart from opening
fire. So, what is the importance of the geopolitical position of
Turkey for the Middle East? There is a 850km frontier just with
Syria. Rasmussen was reflecting on the West opinion. Due to
this, the absence of the development of democracy and social,
economic and political causes enable the increase of the terrorist
organizations such as ISIS. If this is right, based on a research by
Western University in England, how can you give an explanation
for 4.500 English citizens’ joining the ISIS? In addition, what
about the ones attending from Denmark, Germany, France and
Belgium? It is not possible to explain an organization which has
appeared regionally.
ISIS is a good example of it. Actually, we need to have a look at
how Westerns are unskillful. Firstly, I want to adduce Libya.
In Libya, it is decided for the US Security Council to hinder
Kaddafi from bombing his citizens with his war crafts. Right after
Turkey’s policy is being criticized as wrong in the Middle East.
Well, what is wrong about Turkey’s policy? The reason for this
is not being specified. Turkey embraces all the guests from Syria.
And one of the delegates from the UN just says “You are doing
a good job!” and leaves. Is it possible? If Turkey wanted, it could
close its frontiers and make the issue turn into humanitarian plight
but it didn’t do this. Authorities do not mention this; it doesn’t
mean that Turkey is incapable of doing it.
Thank you very much.
Moderator Prof. Dr. Edibe SÖZEN: He presented concrete
and current issues. Now our sixth speaker, Dr. Lütfü ŞAHİN, will
discuss inter-sectarian conflict in the Middle East.
Dr. Lütfü ÖZŞAHİN
Theolog / İstanbul
He is a graduate of 19 Mayıs University, Faculty of Theology. He completed his MA
in the History of Religions and PhD in History of Philosophy at Marmara University
Institute of Social Sciences. He taught both at public and private schools. There have been
more than 200 articles published in national publications and political journals.
Dr. Lütfü ŞAHİN: First of all, the Middle East is a problematical
notion. It does not exist with regard to our own civilization. It is
also a Eurocentric notion. There is a “Middle East” for the West.
According to the Hegel approach, if it is you defining the country
you live, it means that you hold the power. Although we have a
big historical background, we cannot say that we have a historical
consciousness. Another issue is the nuclear power of Israel. Israel
has enough nuclear power to hit İstanbul and Tehran. Some
international collusion cannot cover up the realities. The issue
between the East and the West is a challenge. Actually, there are
not any concepts like this in our civilization. These are imperialist
definitions. All the humanity and civilizations cannot rely upon
the West. In history, Islamic world challenged Western Europe
about many issues. Today, Turkey challenges the West with its
political and economic development. While responding to Iraq
and Syria, Turkey wants to go back to the region. This is indeed a
kind challenge. These historical consciousness and deepness have
kalmec.hku.edu.tr
Yrd. Doç. Dr. Vehbi BAYSAN
this accord, France and NATO started to bomb the area . Last
summer, Obama stated in his speech that they would bomb ISIS.
USA soldiers were also not to step on the region. So, who were
going to solve this issue? Local forces for sure. Turkey intervened
at this point. Accordingly, the West was not skilled in producing a
solution.
43
Symposium Agenda
been considered by the westerns. Despite the westerns, Turkey
cannot be senseless for the things happening in its region. It cannot
be thought that it doesn’t have a say about the land it has been
ruling for 400 years. If the border of Turkey starts with Hatay, its
strategic borders start with Jerusalem and Bagdad. Bagdad’s being
hung by a thread means that Gaziantep and Diyarbakır are hung
by a thread. Bosnia and Azerbaijan are also two of our strategic
borders. The West may like our government, but international
relations are not grounded on the concept of love. Finally, the
democracy export of the West is totally eye service. Where was
the West during the coup in Egypt?
Also, there is no problem between the Bass regime and Israel.
These dictator regimes are needy to each other.
[2nd DAY]
Abdullah DİLSİZ
AFAD (Prime Ministry Disaster &
Emergency Management Authority)
Abdullah DİLSİZ: Now it is an emergency case because we do
not have peace ahead. And there has been an enormous movement
of migration from Syria since 2011. From this day forth, the
number of Syrians here are 1.750.000. 225.000 of these guests are
accommodated in tents put up in our ten cities. Their needs are
met within the bounds of possibility. About 50.000 trainees are
educated in various training courses. In the Health Sector, these
guests can be treated in about 500 polyclinics where 84 local and
20 foreign doctor serve. According to the US standardizations, the
approximate expense is 5 billion dollars. It is pretty a good amount
for the development of this country.
And, since June 2014, there have been movements in Iraq as a
result of the attacks by ISIS. 20.000 people including Yezidis have
come to Turkey as refugees. Various housing and welfare activities
are in progress for them. Nevertheless, Turkey built and opened
two camps of 32.500 people capacity in Iraq; one in Zaho and
one in Dohuq, using its equities. The number of humanitarian aid
trucks is 626.
Hasan Kalyoncu University
Moderator Prof. Dr. Edibe SÖZEN: Actually, after the 7th
century when Islam started to spread, the politics in the region
has started to improve. In the 20th century, especially Fascism
is the aspect in which Imperialism is mostly effected by. That
is to say, the Middle East is the area which the West segregated.
The conflict of the Middle East is affected by the West to some
extent. There is technological recession in the 21st century. There
has not been an improvement because of status the Middle East
appearing in academic books. Now, our young brother from
AFAD is going to give his speech. He is going to talk about the
population movements towards Turkey and the accommodation
of immigrants. Now please accept Mr. Abdullah for his speech.
44
In addition, we have to maintain their psychological well-being.
We are working on restructuring the future of these people and
rebuilding their society. We are in the position of adapting these
people to social life. I want to make a suggestion; we are trying
to generate an idea for planning their future in their country.
However, I think that universities and civil societies need to
carry out a feasibility study by gathering professors, doctors and
academicians together.
Thank you.
Moderator Prof. Dr. Edibe SÖZEN: I’d like to thank all the
speakers individually. When the proceedings of symposium are
published, the product will be invaluable. Now it is the end of our
session. Thank you all.
4th Session
Hasan Kalyoncu University Convention and Culture Center, Gaziantep
Ways of Searching and Suggestions for Solutions of Middle East Crisis
In the light of the conclusions inferred from the last session of the symposium entitled ‘Suggestions and Search for
Methods for the Resolution of Middle East Crisis’, the future of the Middle East will be discussed, and suggestions
for the resolutions will be presented accordingly. This session will be moderated by the rector of Gaziantep
University Prof. Dr. M. Yavuz Coşkun.
Moderator Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN
Gaziantep University Rector / Gaziantep
Moderator Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: The Middle East
issue is being discussed considering all its aspects, blood, tears,
and grief. Many speeches have been made focusing on the
problems and the relevant resolutions. The speakers were very
qualified in their fields and could put forth helpful suggestions
for resolutions. It has been clearly seen after the speeches of
Rasmussen and Vice Prime Minister Numan Kurtulmuş that
there are significant differences in the Middle East, though there
is some correspondence between the viewpoints of Turkey and
the West. Now, I am inviting Professor Dr. Hakan Yavuz from the
University of UTAH to the stage to make his speech.
kalmec.hku.edu.tr
He received his MD at Faculty of Medicine, Uludağ University and holds a PhD in Child Health and Disease. He became Professor in 1996 at Gaziantep University. He is Rector of
Department Of Child Health and Disease, Division of General Pediatrics.
45
Symposium Agenda
Prof. Dr. M. Hakan YAVUZ
The University of Utah / USA
Yavuz received his earlier education in Ankara, Turkey, graduated with BA from Siyasal
Bilgiler Faculity, Ankara. He received his MA from the University of Wisconsin-Milwaukee and spent a semester at the Hebrew University, Israel and received his Ph.D. from
University of Wisconsin-Madison in political science. He is an author of more than 30
articles on Islam, Nationalism, Kurdish Question, and Modern Turkish Politics. Hakan
Yavuz is a Professor of Political Science at the University of Utah. His current projects
focus on transnational Islamic Networks in Central Asia and Turkey; the role of Islam in
state-building and nationalism; and ethno-religious conflict management.
Hasan Kalyoncu University
Prof. Dr. M. Hakan YAVUZ: The speeches made yesterday and
today have focused on the international system and the problems
caused by the communities in the Middle East, as it is a resolution
symposium. The main reason of these problems is the colonial
policy, which has been posed by the international system itself
and the problems caused by the state systems developed within
the colonial policy. However, in my opinion, the problems occur
on an individual basis. It is related to the people’s identities and
presences. In other words, blaming the state and considering
it in terms of the international system is important. It should be
handled within this framework. Another complementary factor
and maybe the major one is that there is an identity crisis in the
Middle East.
46
This crisis stems from having too little or lacking necessary and
sufficient moral structure. I have seen that the religious systems
are not efficient enough to be a moral community in the western
world after a great struggle, and I have found out a conclusion
statement on the secular moral system, secular philosophy of
life or human rights, which will lead people to a more immoral
direction. Unfortunately, we are all very far from the Middle East.
Due to this reason, there is an identity and personality crisis in
the Middle East. Another reason is the historical process which
the Middle East has gone through. However, in my opinion, it
is necessary to see the gap created by the Middle East and the
serious lack of cultural and religious reform movement in the
area, and its effects on the identity and personality crisis. This is
what I want to state in brief. For the rest of my speech I will try to
support what I have said on the crisis in the Middle East and the
weaknesses of the states, and the dictatorships of the states. These
are the major factors. However, it should be emphasized that there
is identity and personality crisis.
When we consider the international Freedom House survey,
the most severe cruelty is unfortunately seen in Middle East
communities. It is crucial that the reasons for such an outcome
should be discussed. Why are the Muslim communities the first
[2nd DAY]
in rank in terms of crime rates and violations of human rights?
Also we, as Muslim communities, are the first in rank in terms of
family violence, street violence and neighbourhood violence. This
situation is also seen in some Latin American states arising from
different reasons. One of the main reasons is the morality. This
has always been tried to be solved only through religious sources,
however, it is clearly seen that other sources are needed on
condition that religion is placed in the center. The other sources
should be chosen from philosophy, especially secular morality on
the basis of human rights, even changing the religious morality
into a secular one. The process in the West is similar to this one in
some aspects. In other words, making Hegel Cartoon’s religious
morality secular as possible and reflect it on the public domain.
One of the major problems in these communities is the public
sphere and private sphere. We have a perception of morality
which is mostly centred on the honor in the family. We mistakenly
perceive the public sphere as a place where there is no morality
or no religious fear. This situation is being tried to be solved by
law, but it is not effective enough and it causes new problems to
appear.
When we consider our position in terms of international
standards, we can say that we as the Turkish community are in
a good position, but not a very satisfactory position. Among
the other Muslim communities, Turkey is a model in terms of
democratization and human rights. As it was mentioned by Prof.
Dr. Ahmet, the arguments between Muslim intellectuals such
as Namık Kemal and the Reform movement intellectuals are
very crucial. What is involved in these arguments is an effort of
creating a public morality by using Islamic sources. They put on
a great effort, but they could not succeed at all. The universities
have an important role for this issue. It is so wrong not to teach
moral philosophy at the universities in addition to religion.
Unfortunately, the universities either do not have a philosophy
department or they were closed down, so the universities could not
meet what they were expected to do. I hope they can in the future.
However, the time is so limited. The Turkish community was
introduced to modernization very late. Even the introduction to
capitalism started in 1983 after Turgut Özal’s policy of neo-liberal
economics. We learned about modernity through consumption,
but not through production.. We were seriously affected by the
desire for consumption which was exposed by modernity, since
we did not have a strong moral structure to resist this desire. In
other words, we tried to create an identity with the consumption
desire of modernity. We tried to find an identity from the products
that we consumed. The result of this situation was that we had a
lack of morality which was created by modernization.
The enrichment in the West is a different one which appeared
after the Industrial Revolution. It needs several generations to pass
and requires a serious moral discipline. However, this enrichment
Since 2002, Turkey has had an economic boost. This boost was so
quick that we tried to connect modernism to malls. That is, these
malls also brought an Islam-mall system based on consumption.
After 2002, universities and faculties of theology have not been
able to put forth the necessary moral discussion and the system of
moral thoughts within this market economy.
As a result, since 2002, even 1983, with Özal’s revolution we
have made an important progress. We have built skyscrapers and
while doing this, we have made our souls smaller. In my opinion,
in contrast to the economic development, there is a big gap in
Turkish public morality and there is a serious damage in our social
structure. One of the reasons for this is that we have experienced
a fast development. People did not have enough time to handle
all these together; 10 or 20 years is not a long period of time. I
hope Turkey develops a public morality which will take away this
moral deprivation. I think that, we are starting to be more Balkan
in terms of economy and class differences. We need to see this
negative aspect as well.
Thank you.
Moderator Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: Mr YAVUZ has
drawn a portrait of confrontation. He mentioned that the basic
moral philosophy and the humanitarian moral understanding in
the Middle East communities have not been perceived properly,
that the religious references have not been told and understood
enough, and that it could not be guaranteed by another social
agreement. He also mentioned that, there has been a serious
problem in the meeting point of modernity and Turkey, and
that even though there is some progress in modernity in terms
of economy, this modernity could not be realized culturally and
socially.
Now I would like to give the floor to Assistant Professor Doctor
Esma İGÜS from the University of Mimar Sinan. She will cover
the Middle East issue in terms of culture and art.
Assist. Prof. Dr. Esma İGÜS
Mimar Sinan University / İstanbul
She received her BA degree from İstanbul University, Department of Literature and Art History, MA degree in Museum Studies from Yıldız University. She is a faculty member of Mimar
Sinan Fine Arts University. Her research interests are History of Ottoman Art, late Ottoman
period, 19th Century Ottoman History and Politics of Education.
Asst. Prof. Dr. Esma İGÜS: I will approach the Middle East as
an architecture/art historian. ‘Fire gardens of Babylon’ is truly on
a serious fire in terms of culture. Since 1990s, the cultural areas
have been plundered and there have been cultural genocides in
the Middle East and Mesopotamia. It is better to start by saying
that the common memory of human beings is the Middle East
or Mesopotamia. We can see how this area which has the longest
history of humanity has been suffering from losing its historical
and cultural identity because of political instability and wars. Thus,
it is clearly seen how this movable and unmovable architecture is
being destroyed very fast. The heritage of the Middle East dates
back to the Lower Paleolithic age and has been hosting a wide
range of cultural heritage.
In brief, the history of Mesopotamia is also the history of humanity.
Mesopotamia was and is an area which has a cultural heritage, a
unique site, and a historical value of identity. However, the chaotic
and political environment since 1990s, has damaged its cultural
heritage. For this reason, the concrete and abstract heritage of
the area should be protected. Cultural heritage is considered to
be common for all areas as it is transferred from generation to
generation, and is to be protected carefully. Hammurabi rules are
a kind of heritage from the past. In 1258 the invasion of Baghdad
by Mongols was also a kind of cultural invasion. The devastating
effect of the invasion on people was claimed to be the plunder of
the Baghdad library by Mongols; millions of books were thrown
into the river Tigris, and the water of the river overflowed with
ink. For the last twenty years, the cultural heritage of the area has
been plundered continuously. To prevent this kind of actions, it is
crucial that a public awareness should be raised.
Thank you.
Moderator Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: Our third speaker Ali
EL-HUSSEINI from the University of UTAH will talk about the
Middle East in general.
Ali EL-HUSSEINI: As far as it is seen, the NATO zone and the
rest of the world are now very interested in ISIS. This has become a
very important issue for the West. However, for us there are some
more important issues. Nobody has a realistic solution for this
kalmec.hku.edu.tr
in our community took place in the construction sector, in
other words, in a certain generation. This situation caused some
problems as well. The bourgeois class in the West was supporting
the foundations, which would help create the moral structure
necessary for itself. On the other hand, the bourgeois class in our
community is different from the one in the West. Since 1923,
at first, the government has tried to create a bourgeois class, but
it failed to put forth a national value. After 1983, for me, Özal
was a turning point. The time of Özal was very crucial in terms
of economic reforms, private universities and private radios.
The result of these developments is the period of AKP. In the
background of today’s AKP, Özal’s ideas and revolutions can be
seen. Since everything developed very fast in the time of Özal, the
moral and normative aspects have always been ignored.
47
Symposium Agenda
problem. There is a crisis about this issue and it is still going on.
In the Middle East, North Africa, and the whole region, Turkey
is on the way to be a cure and solution. I want to mention the
origin of this problem. How did we end up here? I would like to
see Lebanon as a micro-cosmos. Probably, I will go through some
ideas that have been put forth by the other speakers because their
suggestions are partly correct, but do not exactly apply to what we
are saying. Unfortunately, most of us see the West as the solution
center; however, they do not have solution. They see us as a cow
to be milked. They do milk us and then they do not want us. The
fall of Ottoman Empire caused a lack of authority in the region. At
the end of World War I, Lebanon and the whole Middle East were
determined by artificial lines.
Ali El HUSSEINI
Political Scientist / Lebanon
Hasan Kalyoncu University
Ali El Husseini is a Phd candidate of Political Science, Middle Eastern studies at the University of Utah. He holds a Masters in both Political Science and Economics and is a
rising expert on Middle Eastern political and economic affairs. Mr. Husseini is a frequent
Advisor to the Lebanese Parliament on foreign policy issues and has guest lectured for
several top tier Universities.
48
There weren’t such identities before. The Pax Ottomana of the
Ottoman Empire held the natural area together for centuries.
These artificial boundaries formed these identities, and then we
needed to rule these identities. As a result, Lebanon, Jordan, Syria
and Iraq identities have been formed which did not exist before.
We became hostages of those identities and we started to invest
heavily, but it was something we did not understand fully. By
doing so, we were unable to identify our legitimacy with who we
are and what we did. We had a normative order. Countries which
did not exist anymore were formed. As you know, some countries
were petrol producers and some relied on petrol. The economy
of Saudi Arabia, United Arab Emirates, Qatar, and Kuwait rely on
petrol. Therefore, a gap has appeared. There is no improvement in
the education system; not only at social level but also at economic
level. Europeans benefited from industrial revolution but we didn’t.
They had unions. Those unions gathered people. They could
overcome their problems and differences. But we had a superficial
bourgeoisie middle class, consisted of government officers, and
doctors. This unsuccessful government model brought out these
circular problems, but it couldn’t produce solutions.
No one wants to tackle the Arab-Israeli problem. All the USA
presidents talk about that. They share their great ideas with us but
at the end of their term, they forget about its existence. All their
focus shifts to South Atlantic. The Arab-Israeli issue is gradually
[2nd DAY]
turning into an Islam-Israeli conflict. The Islam world is gradually
started to believe this. They way to gather these people is to create
a national identity. Some countries cannot form their own army,
as they don’t have their own identity. The Iraqi army spent trillions
for 12 years and at the end, all of them deserted and now there are
only a few thousands left. One third of Iraq can rule one third of
Syria. They all come from Europe. They can do it better than the
local and central governments. Today, the Middle-East and the
Arabian countries as a whole, all of them will have more problems.
Petrol wars will break out as petrol prices are dropping. If World
War IV breaks out, there will be a need for power. There is no
other power at the moment, which will create peace and welfare
period substitute the Western forces in this territory.
Our model is more related than the one that Rasmussen suggested
yesterday, which is to balkanize the territory. There is a war between
Syria and Iraq. This happened in Lebanon, too. International
intervention, intervention of big forces is about different sects
but there are more sects in Lebanon. These are sectarian, I mean
everybody, Christians and Muslims, was fighting. But Christians
were fighting with Christians and Muslims were fighting with
Muslims. In this respect, Lebanon could be a good example, but
it cannot be the only solution. Sectarianism caused civil war. It
ended up in Lebanon with Taif treaty, which is sharing power. This
is the Lebanese model. This partial treaty authorized everybody to
have a power of veto. Different sects share the power in parliament.
They say that they don’t want to divide the territory and to protect
the different boundaries for unity. This is very important as the
Lebanese model can work very well. Lebanon alone needs a key
hegemonic power. This power can play a temporary role. It can
help in the Middle East and it can help to improve the territory.
If we are to repeat, when crises break out over the constitutional
monarchy, border integrity, identity, and the nation-state, who is
going to play this role? Now Saudi Arabia is supporting some of
oppositions and some of ISIS groups. Qatar is doing the same.
The Sunni and part of the Arabian world are overtaking this war.
Iran is supporting Hezbollah. Syria is supporting its government.
The West is only watching. They are pleased with this outcome
because they are getting the weapons that are manufactured by the
USA, and also they are weakening Iran and this is also weakening
Al Qaeda. They are bringing the non-Arab terrorists from all over
Europe. They want to make sure that they cannot get out of Syria
and they tell them to die.
Turkey can play this role as a natural leader, as it has the same
model with Europeans which has industrially developed great
educational systems. As we can see today, the modernization
process, which we don’t have, can build a balance with the local
hegemonic power and doesn’t participate in this war. However,
if Saudi Arabia and Iran can interfere and gather different powers
In the disintegration of the powers that was mentioned by the
NATO former-secretary general, the judiciary executive, legislative
and judicial powers should be considered in a power sharing
agreement. The most important is the economic development.
People already participated in different organizations because of
lack of economic development. Then the thought crosses their
mind that they should join the war since they have nothing else to
do. Because of this reason, the Arab Spring has turned into an Arab
nightmare. Without real economic development and integration
of all the community, we cannot progress. My suggestion is
definitely to “Lebanonize” the Arab problem. This hegemony is
strong, we can do that.
Thank you.
Moderator Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: In terms of
international relations, is there anything like sectarian tension,
some other new and artificial formations like ISIS in the Middle
East? Or, are they fabricated? We are expecting an answer covering
all of these questions. Actually, we talked about the Middle East
communities. The Arab spring or the Arab nightmare; how did
this happen? It started as spring but in some places that spring has
ended. There should be an agreement or a reference for the Arab
community to trust. Now, it is our fourth speaker’s turn for his
speech, Mr. Assist. Prof. Dr. Süleyman Elik.
Assist. Prof. Dr. Suleyman ELİK: I will discuss issues such as the
things that the medium scaled powers can do, and whether they
can form alliances, and the perceptions of threat. I will also talk
about the effects of Syrian crisis.
First of all, it is important to comprehend what the international
system is to be able analyze the current happenings in the
world. How did it first appear and how has it developed? How
does it affect us? We are facing with the truths which we have
to obey. There have been two debates in Europe with the age of
enlightenment. One of them is the nation-state system and the
other one is republicanism. The World War II ended with this
nation-state construction. Therefore, it is important to evaluate all
states within this nation-state category.
Assist. Prof. Dr. Süleyman ELİK
Medeniyet University / İstanbul
He is a graduate of Uludağ University, Faculty of Theology. He received his masters degree in Philosophy from Boğaziçi University and his doctoral degree from University of
Durham-St. Cuthbert’’s Society, School of Government and International Affairs. He
is an Assistant Professor of International Relations at the Medeniyet University. He has
been appears in numerous scholarly articles, books and academic papers.
International relations authorities generally look for answers to
the question “how can we make peace?” But hegemonic theories
are just the opposite. Unfortunately, this is the thing in practice.
According to Spykman’s “edge band” theory; we constituted the
Baghdad agreement. In this respect, the alliance of Turkey and Iran
is just for protection of interests. Also, we constituted “peripheral
agreement”. This agreement was a secret military treaty between
Turkey, Ethiopia and Israel in 1958. In the Cold War period, a new
period started which was effective in constructing an international
system. It is the period when the countries in A-B-C categories
are nationalized, which started a new nationalism trend. The
Middle East and African countries are in these categories. We can
describe it with nation-state and secular morals for capitalism.
After the Cold War, a new period started. We call this period a
“moral international system”. This is a construct created by the UN
especially after 1945. We see the issues related to basic agreements
of human rights have transformed to military-international within
the framework of moral international system after 1991.
European countries are united under one single flag and nationstate against migrants and Islamophobia. It is important to
evaluate all of the concepts like nationalism, racism in this respect.
Now, where is Turkey and Iran standing at this point? I identify
Turkey and Iran as the middle-scaled powers in Middle East.
Accordingly, I think middle-scaled powers can bargain with largescaled powers. Actually, they did. Nuclear separation is the most
important evidence to this. This is a historically acquired truth,
so middle-scaled powers cannot be invaded by a single power.
Therefore, they cannot be excluded from the international system
potentially. Apart from this, in the context of threat perceptions
I find S. David Galaksi’s theory really beneficial to explain the
Middle East countries, which is called “general balance theory”
and you know all international relations consist of the explanations
on how great powers stand in foreign policies.
kalmec.hku.edu.tr
and local units, the Lebanese model can be an applicable solution.
People in this territory should understand that; this integration
can be functioned in the long term.
49
Symposium Agenda
We teach our students how Eurocentric countries stand in foreign
policies. But for the first time, in 1991 S. David wrote an article
about how the foreign policies of the third world countries are
related to their behavior patterns. It is a very important article
but of course it is just the starting point; it needs to be developed.
The third-world countries which are Turkey, Iran and Egypt in
Middle East are the three exterior angles of a triangle, the exterior
triangle as identified by prime minister Davutoğlu. There is also
the interior triangle which consists of Syria, Jordan and Iraq. This
exterior triangle predestinates the Middle East, so in this case,
international powers prevent these countries’ mutual consent.
The most important evidence is Egypt’s being overthrown. If
Turkey and Egypt were two sides of that triangle, peace would
have been established but it was prevented.
Hasan Kalyoncu University
So in reference to this theory, as long as these two or three middlescaled powers come together, they will create a paradigm shift
in the international system. They will demolish the system. The
following fights will be among the developing powers; great
powers and super powers, also known as smart powers. In this
respect, we experience the inevitable war now. This war does not
have to be using hard power but it can be done through cultural or
social capitalist instruments. Recently, I studied the Syrian crisis
in Turkey-Iran relationship. In the Syrian crisis, Turkey adopted
a policy for the change of the regime, not a sectarian policy. In
the West especially in the USA, some academicians who used to
act as former ambassadors for Turkey had some issues to cover.
They blamed Turkey for adopting a sectarian policy but this is
completely a perception management operation. In the same way,
Turkey’s relationships with Al-Qaida and ISIS are completely a
perception management operation. So, we should definitely have
some solution offers. This is a problematic point between TurkeySyria relationships.
50
There is a military alliance between Iran and Syria. One of
the biggest features of these middle-scaled powers is that
they seek a settlement with the smaller scaled powers. Like
Turkey’s agreement with Israel, Iran’s agreement with Syria,
Syria’s agreement with Jordan or the foundation of United Arab
Republic with Syria by Egypt. When we evaluate the Iran-Syria
relationship in a systematic platform, we can conclude that our
capacity increased up to 21 billion dollars. And also in 2013 it
regressed to 13 billion, but in addition we have closed trade, which
is worth above 100 billion dollars. I think this figure has been
increased. Now, Iran has 170 billion dollars confined abroad. It is
especially controlled by Germany in Swiss banks. It is said that this
money will be presented to the market over Turkey, and various
private companies and financial groups are doing their own
studies. However, we can observe that Turkey and Iran has little
mutual foreign investments. We have a nonsystematic, superficial
relationship with Iran. We don’t have any connection.
[2nd DAY]
Consequently, I have benefited greatly from the speeches made
today and yesterday about solution offers for Syria. I have tried to
summarize it in 6 points. Russia and Iran are the two important
actors which shouldn’t be left behind in the solution of Syrian
conflict. Turkey has tried to cooperate with these countries
but it could not manage. This cooperation should be ensured.
Secondly, a reconstruction for leadership rather than a regime
could be considered. I have a study on Syrians in Istanbul and
it will be published in Yeni Şafak in January, 2015. I interviewed
40 families. These families said that when Syria’s reconstruction
has fulfilled, they will neither prefer the canton model offered by
Rasmussen nor adopt the Lebanese model. That Lebanese model
is now in operation in Iran. The president is from Moralini and
the prime minister is Sunni, etc. it is a feudal system practice. Now,
in Iraq, the president is Kurdish, the prime minister is Sunni and
there are some government officers from Shiahs. As a result, they
divided the administration. At this point actually this is a trap. It
is not a model which stopped the conflicts in Lebanon. So, now
the Bass regime can be reconstructed. I think regimes should be
replaceable. We, AFAD, did lots of things for immigrants. We put
temporary protection law in practice. We have geographic and
historic limitation.
According to the Geneva Convention in 1952, we are granting
the citizenship and immigrant status to the immigrants who come
from the south. I am not asking for recognition of this convention.
But especially, I think that Syrian immigrants should be provided
with work permit and social security benefits. This is the most
important solution point. Although we said too many times, that
we are taking care of 225.000 people in camps and helping them,
there is a reality that we have sociological existence. Accordingly,
for their living, it is necessary to stop the abuse of their social
security status. There must be differences between the perception
of the nation-state in Europe and in our state. They completely
have an exploitive approach. Although they have social rights,
they are employed in sub-class jobs. Indeed, I think Syrians
constitute a serious capital for Turkey to spread to the middleeast, and by organizing this social capitalism, it may turn out to
be advantage for Turkey. For this, I especially like AFAD’s serious
studies devoted to their recent recordings in terms of occupational
clusters. At last, the total number of Syrian immigrants accepted
by European countries are 17.000 . This number is very small.
Do you who is involved in this figure? As you know, there is an
international organization for migration. It is also the group of
international office. Accordingly, European countries take those
people from this organization or they exploit them etc…
Thank you.
Moderator Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: Now, one of our
speakers, Lawyer Betül YANILMAZ will present her paper. I also
want to share this with you: Yesterday, dear vice prime minister
Lawyer Betül YANILMAZ
KADEM (The Women and Democracy
Association) Chairman of Law Commission
Lawyer Betül YANILMAZ: This two day symposium associated
a metaphor in my mind. In fact, this metaphor is related to
migration. In a word, it is a metaphor which is related to migration
studies. I want to tell you this metaphor by directing it to the
refugees, since the majority of migrations have been consisted of
refugees who run away from the civil war. John Bergler says that
the life of a refugee is similar to the dream of another person. It
means that a refugee is the main character of someone’s dream. A
historical responsibility has cringed all of his/her actions. At the
same time, this is decided according to the need of the dreamer’s
mind. In the majority of those conversations, Several solutions
were offered both yesterday and today. And a solution offer was
suggested with two poles. But in general, the world should find
a solution not according to the needs it defines, but according
to refugees’ groan of frustration. The main solution of this is
not reaching a sustainable comfort, but preventing the causes of
those problems. There is an incident repeated by lawyers during
trials frequently. We repeat our previous statements. I’m repeating
the offers concerning the United-Nation’s structure, including
humanitarian aid safety corridor issues. I also use this as one of
the last spokesman of the last session. I am here to represent the
association for women and democracy. Thereby, I want to focus
on Syrian women during the remaining section. My association
and I have individual studies on this issue.
I had the chance of visiting camps both in Syria and in Turkey.
I worked with lots of women living in cities both in Syria and in
Turkey. First of all, their biggest problem at the very beginning is
they took a social role which presumed them to be the head of their
families. These women did not undertake such a responsibility
before. Therefore, this was new for most of them and they did not
have any experience. Moreover, they weren’t in a very comfortable
situation; they had remained in a chaotic atmosphere. In Aleppo
and Damascus, they were undertaking this duty on their own
because their husbands were battling at the frontier, dead or
arrested. These women mostly take charge of business, in which
they are unqualified and inexperienced.
Many cities suffer from severe hardship because they are under
siege and they don’t have many necessary supplies. For this reason,
creating a safe environment is vital. When we come from Syria
to Turkey, for instance, within 20 kilometers of Kilis, there are
many camps which are close to the border and they are under the
threat of fire. The places which are in the state of war and constant
bombardment are immediately evacuated and moved into other
camps due to what happens nearby. The majority of those camps
consist of women and children. Their biggest problem is safety.
This is an open door policy. But, the majority of those people
cannot pass through the border, since they don’t have a passport.
And they are entrapped in an area of 15 kilometers square. In
this respect, fall of Aleppo would cause great difficulty for them.
This is similar in other regions as well. At the same time, there
is an example which impresses me. I have seen many women
undertaking the task of being the head of their families. They
proceeded to safe places and they were turning back after they
left their children to their families. Although they turned back to
rescue their children, they didn’t have the opportunity to find their
children and families. They were very brave women. Beforehand,
they had never had the mission of being family protectors.
According to the data of AFAD, 22 percent of Syrians in Turkey
consist of women who take care of their families on their own,
and those women experience language problems. They are
employed in unsuitable jobs. Besides, their jobs pose security and
health hazards, and yield low wages. Most of the women have to
take care of their families including their relatives and they are
devoid of many necessary supplies. Syrian women are exposed to
violence and they are used as war weapons. Since the beginning of
this unpeaceful period, we have learnt that many young girls have
been kidnapped and raped. These incidents are reported but it is
very difficult for Syrians to report them because cases like assault,
rape, sexual harassment are a disgrace for Syrian women, and they
have to abandon their living area.
Lots of women have already given birth and they have sheltered
in Turkey by leaving their children and families behind. These are
still good examples. As you know, there are lots of women who are
in these dire straits in Syria. In war, raping and sexual harassment
are used as tactics of war. In other words, they are used as source of
motivation for soldiers in an attempt to degrade, rule and oppress
a community. Accepting rape as a war crime is a recent outcome.
People started to discuss this issue in the beginning of 1990’s and
recorded them officially. In this sense, borders are very important.
Across the borders, human trafficking has created a big market.
Especially, the women who had to pass through the borders
kalmec.hku.edu.tr
Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ said that when an international
system collapses, the international organizations like UnitedNations do not get involved in such an issue, and uses its veto
power as it was in Libya. In the Middle East, it must be focused on
critical conditions, geographical unity and mutual peace. Among
the Middle East people, how is violence and what is its level? Can
you assess those in a general term, dear YANILMAZ?
51
Symposium Agenda
illegally since they don’t have a passport have been deceived into
thinking that they could have a better life and fell into the hands
of gangsters.
Syrian women in Turkey are perceived as seductive who take our
husbands away from us. This is an unfair generalization because
these women don’t want this indeed. Making such kind of
generalization and commenting accordingly is not true. In general,
Syrian women have early or forced marriages. Yes, this is a problem
with Syrian women, as this is the part of their tradition and today’s
law doesn’t let them have an official marriage because they have to
issue their documents, which is not possible because of the war.
There are emotional reasons behind it as well. When we talk to
several mothers, although they know that their daughters will be
unhappy, they think that they have to marry their daughters off.
The thing we can understand from this is the part of the tradition.
The main solution is that we have to alleviate the sorrow of Syrian
women. And the only way is ceasing the war in Syria.
In international law, we call this humanitarian law. But mostly,
we are using this to find excuses. It is not a civil war issue, it is an
international issue. That’s why it is related to humanitarian law. I
think ‘the definition of conscience’ should be made from a social
conscience perspective because those definitions are originated
from previous definitions. And now, there are new aspects. And
it doesn’t seem to be true to use those hypotheses as an excuse.
I want to finish with a metaphor as well. Refugees are disturbing
and agitating us and questioning whether our lands belong to us
or not. They are tossing our borders. They are forcing us about the
meaning of ‘What is a nation-state?’ Sooner or later, humanitarian
law has the capacity of displacing the concepts like human rights.
In this circumstance, it will make new definitions but the main
problem related to us is that the price we will have to pay will be
too high.
Hasan Kalyoncu University
Moderator Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: In the center of these
wars, mostly there are women and children. In an environment
where raping is used as a war weapon, in what position can you be
to support the political and social benefits of immigrants? Only if
you take a look at it in a humanistic point of view. You can see it is
too bad. Our last spokesman is the head of the Anatolian Platform,
Mr Turgay ALDEMİR. Considering our discussions so far, what
is your opinion?
52
Mr. Turgay ALDEMİR: Global conscience is dead. And all
those things are the reflection of this. As stated before, Syria is
experiencing much anguish now. In fact, we are facing something
we have postponed for a century. As long as we run away from
this, it will chase us. In 1914 and before, as we couldn’t solve our
accumulated problems and tried to spruce up ourselves from
others’ mirror, we experienced this drifting, decaying and grunge.
[2nd DAY]
From an empire, we created nations and states. The history has
given us the opportunity again. The issues have been discussed for
two days and references were made to Rasmussen. Actually, the
association represented by Rasmussen has completed its mission.
Discussions and solution seeking could be resembled to treating
a cancerous person with antibiotics. That’s why we should talk
about the real cause of the problem. Whenever we talk about the
Middle-East, we mention so-called imperialist referees whom we
shelter from anguishes, tears, exiling, dramas, crimes and rapes.
Actually, did we not suffered from them because of them? For this
reason, we should turn back to our values as soon as possible. Yes,
right now, justice and compassion are of our concern again. But
in order to keep the system alive, which is mostly much ado about
nothing, people need economic power for advancement and
power for protection. We make our voice heard, and our people
of 70 million together with our neigbours believe us. But, to what
extent it consists of art, literature, aesthetic architecture, cinema,
television and technology? What kind of ideas will arise from it? It
will protect people. It will bring a system and order. Do you have a
power which depends on God against the people who try to choke
people with labor pain? Actually, not! Could we produce an axis
of economic justice, which can finance it all the time? That’s why
we have just started to discover our human resources. We need
to redesign and develop them by being well-equipped and openminded, and by getting in touch with the world without being a
monotype. On the other hand, when we take a look at this table,
the solution is almost impossible. We experience many problems
which are interwoven in Anatolia. The main problem is that we
cannot have consensus about the real cause of the problem. Do
Turgay ALDEMİR
Anadolu Platformu Başkanı / Gaziantep
President, Anatolian Platform / Gaziantep
He entered the Mechanical Engineering Department at Gaziantep Üniversite in 1987.
He founded The Bülbülzade Foundation in Gaziantep in 1994. He became one of the
founders of Anatolian Education and Invitation Voluntaries Platform. He is the Board
Member of the Bülbülzade Foundation and Anatolian Platform.
you think the main cause of this problem is to seek the solution
with the people who are responsible for the atrocity? In our
vault of heaven and in our own institutions of civilization, we
are just discussing the problems and seeking solutions for them.
In someone’s epistemology and aura, we cannot improve our
future. For this reason, we should develop our fields of specialty.
Like witnessing the discovery of US in Japan or China, we should
develop a new culture in the Middle east. Actually, the cause
of the fight in Middle East is to resist that culture, because we
revolutionists tried to export the revolution to the West and now
Iran is one of the biggest ally and strategic partner of the West in the
region. We must also put pressure on Iran to let it take back its own
responsibilities in the region. In the post 2012 Turkey, the antiimperialist thought became more powerful. This autochthonic
thought that had been postponed for ninety years revived in
Anatolia; may Allah be pleased of those who have secured these
freedoms. Turkey has started to talk and sit around the table with
the Kurds, Alavis, Sunnis and minorities who have shown a sense
of alienation for years. A few weeks ago, more than twenty opinion
leaders met with the Prime Minister and dozens of Ministers in
Şanlıurfa. An invitee who has struggled for the rights of Kurds said
that it was for the first time that he was held in esteem because
there were now his administrators listening to him without any
hesitation. Dear friends, the solution will appear when we talk
We need a holistic and long-term perspective for solution. That
is why we must look for our future in the past and bring some
realities of our civilization to the present, in which all kinds
of diversity has lived abundantly. The main cause of present
instability is the region is not looking for solution in its own
memory and not making enough effort. Another recent cause of
the instability has been successive US interventions to Iraq and
sliding its power to the Pacific, which created a gap and caused the
emergence of terrorist organizations like ISIL. Since they do not
renew themselves, dilapidated societal structures are producing
bacteria and the atmosphere that they create is impulsive and
fractious. These dilapidated structures are the cause of struggle
and chaos that destroy the dignity and future of human beings,
as well as the value of Islamic civilization. These structures must
be renewed in favour of people. However, it is quite important
what the main axis of Muslim world thinks about this issue. Dear
Friends, Saudi Arabia is now in favor of a west-oriented geopolicy.
We, as the Muslim world, must always express in all the platforms
that Saudi Arabia must give up this west-oriented geopolicy and
must turn back to its own immemorial geopolicy.
to each other about our problems. In the same meeting with the
Prime Minister, another Alevi friend said that he had never talked
about his problems with a security officer more than five minutes
because no one could stand listening to him. The whole question
is lying here; we have to listen and talk to each other. This new,
native and organic vein is causing excitement for the people of the
Middle East; becoming a model for them and most importantly,
the Middle East is discussing and talking. In this sense, Turkey
is an important role model for the region and has an important
mission. However, I do not want to present palliative solutions
to those problems. Nevertheless, it is our duty, our university
and youth’s duty to put more effort in order to have participative,
native, liberal methods in the Middle East.
On the other hand, Iran has proceeded with the revolution
of Imam Humeyni. Nevertheless, after his death, some of the
This region can realize itself only by engaging with its immemorial
past and by getting in touch with the world. Only then, a
kalmec.hku.edu.tr
inhabit in a geography where the civilizations are intersected to be
regarded as the cradle of humanity. That’s why, the downfall of the
bipolar world has cleared the way for many valid demands, which
have been postponed until today. Puppet regimes have been
overshadowed here. They have been the subject for discussion.
The United Nations and NATO, which were founded after 1945
are unable to solve the current problems. That’s why, trying to solve
those problems through dated solutions will be a wasted effort.
For this reason, the solution will be possible with new diplomacy
and effective interventions by leading governments. Actually,
the cure is ourselves. In this hall, we can solve our problems by
talking about our pains with each other. Therefore, we cannot
think that the Middle East has only one way out. Firstly, I think
that these three problems should be discussed together: Religion,
geography and energy. These three topics should be considered
together. It seems to be difficult to reach a permanent solution
only by viewing it from one perspective. From the religious
aspect, the region has three main veins: Salafism, Sunnism and
Shiism. As you know, Sunnism is represented by Turkey, Salafism
by Saudi Arabia and Shiism by Iran. Geopolitical position of the
Middle East is absolutely important. In these three regions, the
representation of three countries is decisive. These are the major
axes of the regions. Each axis should turn back to their own areas.
Exterritorial forces have been destabilizing the future of the region
and causing a chaotic atmosphere by getting in touch with those
states individually. There is a complicated situation in the Middle
East.
53
Symposium Agenda
new civilization can be produced in contrast to the world’s
remorselessness. We can constitute a new civilization which
includes a multi-lingual, multi-cultural and multi-faith society
within walking distance to other civilizations like Damascus,
Jerusalem, Aleppo, İstanbul, Andalusia, Gaziantep, like all Anatolia
where we can keep all these civilizations alive as we did in the past.
Syria is actually a good example of it. Now there are more than
350.000 Syrians, including Muslims and other religious groups,
living in Gaziantep. The representative of those Christians living in
Gaziantep and also a well-known writer, Michael Cole visited me
a few days ago. He said, “I feel much freer myself in your country
than I have ever felt in most of the Western countries.” In that case,
we must enlarge and develop this realm of freedom and we must
take steps to make the borders meaningless between us. For that
reason, the western approaches have been among us for more
than hundred years to set ourselves against each other. Therefore,
we have to take care of our problems in our cultural aura and in
our own geopolitics by being open to the world.
How can we find solution to the problems of the Middle East
with a piano recital? Among hundreds of musical instruments in
the Middle East, we can bring many new things to the new world
without emulating our own culture. For this reason, in addition
to those we have mentioned, we all need to know that the biggest
obstacle in front of peace and a new order in the Middle East is
Israel and especially its theological approach. Neither does this
theological approach guarantee life for Christians, nor it does for
Muslims, and even it does not provide an opportunity to other
Jewish groups. It is sheer carelessness of the West, which claims to
be representative of liberty, to defend such an intolerant approach.
The egocentric approach of Israel to the whole world is already
known. Israel is the biggest threat for all open orders. Because of
this, there are labor pains in the Middle East.
Hasan Kalyoncu University
We are witnessing the struggle of establishing a new order in a
chaotic condition. The history gave us a chance again. We need an
intellectual and wise approach for the solution by asking ourselves
what we can do for the solution or what we did, but not by watching
it and juxtaposing our pains one after the other. For this reason, by
being aware of the impossibility to found an order without peace,
we should know that the path to the solution involves all the actors
of the region to come together and talk about their problems in
a peaceful environment. In this process, Turkey has encountered
54
[2nd DAY]
with important duties. Yes, we are hosting our 2 million brothers,
but these are only official numbers and we know that there are
many people living out of the camps. There are some problems
about those people, but as you know when ten thousand football
fans are going to another city for a football match, we face with
lots of problems as well. Depending on official reports, we can see
how a grateful society we are. The crime rate is almost zero. That is
why if we know what we have, then we can determine much better
where we can go with those things. While concluding my words,
I must say that we cannot found our future on the existing results
by accepting them as a database.
All of the existing diversities in our region are the part of our
civilization as they were in the past. Those who want us to
fight each other are the ones that we must fight with, but other
constituents must be an opportunity for us to negotiate peace and
our future. All these things are important because it is impossible
to realize peace and welfare in the regions where stability and
economic expectations are not provided. This situation is also
valid for both Syria and the Middle East. When the Middle East is
in question, I think that we must set aside ontological and historical
considerations and see this reality. Moreover, we must fight for it.
The fundamental bases of the region - religion, geography and
energy- must be discussed with a much more intellectual way and
we must arrange symposiums and host international studies and
visitors by keeping aloof to disruptive approaches and bringing
main veins and the civilizations of the region together. Therefore,
my dear friends, we are now in a critical threshold. We will
make an important progress at this point and we should not be
onlookers, but let us be the ones who are much more considerate
and who are standing shoulder to shoulder on the eve of the rise
of human dignity. Other important tools to solve these problems
are universities, think tanks, non-governmental organizations and
volunteer associations, which are expected to become parts and
take on responsibility. As a thinker said, “If children continue to be
born, then Allah has not despaired of the future of humanity yet.”
Yes, children continue to be born. In that case, we must strive hard
for letting them to live in a free world.
Moderator Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: The last session of
the symposium is over, too. We would like to thank our audiences
and our academicians for sharing their valuable thoughts with us.
55
kalmec.hku.edu.tr
Araştırma
Research
Suriyeli misafirlerin Gaziantep ve çevresine yaptıkları etkinin analiz edilmesi için Hasan Kalyoncu Üniversitesi ve
İpekyolu Kalkınma Ajansı ortaklığı ile savaş mağduru Suriyelilerin sorununun olası ekonomik etkileri ve tedbir
stratejileri raporu hazırlanmıştr. Bu yapılan araştırma sonuçları Ortadoğu’da Barış Sempozyumunun
çıkış noktası olmuştur.
A report investigating the effects of Syrian guests in and around Gaziantep which details the possible economic effects and
strategies to cope with has been prepared by Hasan Kalyoncu University and the Silkroad Development Agency. The results of
this research are the point of departure for the Symposium “Peace in the Middle East”.
Bu rapora göre Demografik açıdan ankete katılan misafirlerimizin
yaklaşık %80 in 45 yaşın altında ve yaklaşık %77’si de lise ve altı
eğitim düzeyine sahiptir. Bu oranlar sayıları 2 milyona yakın
olduğu düşünülen misafirlerin büyük bir çoğunluğunun genç ve
eğitimsiz olduğunu göstermektedir.
According to this report, demographically 80 % of the survey
participants are below 45 years old, and approximately 77 % have high
school or lower level of education. These figures show that most of the
Syrian guests, whose numbers have reached around 2 million, are young
and uneducated.
35-44 Yaş Arası / Age Between 35-44
%20,9
45+
Eğitim Durumu / Status of Education
100
80
60
Bu tablo Türkiye için hem ciddi bir potansiyel
hem de ciddi bir sorun anlamı taşımaktadır.
40
% 35,5
These results act both as a strong potential and a
serious source of problems.
% 16,3
% 1,0
Yüksek Lisans ve Üzeri
Master Degree and Above
Lise
High School
Ortaokul
Secondary School
İlkokul
Primary School
% 0,9
Lisans-Önlisans
Bachelor’s Degree-Associate Degree
56
0
% 22,2
Eğitimsiz
Uneducated
Hasan Kalyoncu University
20
% 24,1
Sosyo-Ekonomik olarak hazırlıksız yakalanan yerel halk ise
Suriyeli misafirlere kapılarını açmış ve onları misafir etmekten
mutluluk duymuşlardır. Bununla birlikte yaptığımız araştırmanın
sonuçlarına göre Suriyeli işgücünün şehir ekonomisine adapte
olamaması gözönüne alınmalıdır.
The local people who were not prepared socio-economically for the
Syrian intake have opened their doors to the Syrian guests and have been
quite happy for hosting them. However, as our research shows, the fact
that the Syrian workforce has not been adapted to the economy of the city
needs to be under consideration.
Genel Olumsuz Düşünceler / General Negative Opinions
% 22,4
Toplumsal Ahlaka Zararları Oldu / They Have Harmed Social Moral
% 6,1
Ev-Konut Kiralarında Artış Oldu / Rent Prices of Houses Have Raised
% 5,4
Çevre Şehir Düzeni Bozuldu / Organisation of Environment and The City Has Gone Bad
% 4,2
Hırsızlık-Gasp Sayılarında Artış Oldu / The Number of Robbery-Extortion Has Raised
% 4,1
Kamu Düzeni Bozuldu / Public Safety Has Gone Bad
% 3,9
Genel Olumlu Düşünceler / General Positive Opinions
% 3,6
Şehrin Güvenliği Azaldı / The Safety of The City Has Decreased
% 3,6
Kültürel Çatışma Yaşanıyor / Cultural Conflict Has Been Occuring
% 3,4
İşsizlik Arttı / The Number of Unemployment Has Raised
% 2,7
Genel Ekonomik Zararlar / General Economic Deficiency
% 2,4
Trafik Arttı / Traffic Has Increased
% 1,2
Genel Ekonomik Faydalar / General Economic Benefits
% 1,1
Dilencilik Arttı / Mendicity Has Increased
% 1,0
Diğer Cevaplar / Other Answers
% 16,4
Cevap Vermeyenler / Non-Answered
% 18,5
Ne katılıyorum,
Ne de katılmıyorum
I Don’t Have Any Idea
Fikrim Yok
No Idea
Hayır katılmıyorum
I Never Agree
% 22,4
% 65,6
Evet katılıyorum
I Agree
kalmec.hku.edu.tr
Yapılan araştırmalar Gaziantepli
şirketlerin Arapça öğrenme
konusunda pek gönüllü olmadığını
göstermektedir.
Research shows that companies in
Gaziantep are not enthusiastic about
learning Arabic.
% 6,5
% 5,7
57
Fikrim Yok
No Idea
Ne katılıyor,
Ne de katılmıyorum
Bununla birlikte azımsanmayacak bir oranda
şirkette dil farkının kaldırılmasının ticari ilişkileri
geliştireceğini düşünmektedir. Buna göre
Suriyeli misafirlerin dil öğrenimi konusunda
desteklenmeleri faydalı olacaktır.
If the language barrier is removed by the companies,
this could develop the business relations. In the mean
time if the Syrian guests are supported in learning a
language, this will be extremely useful.
%5,2
I Don’t Have Any Idea
%11,1
%51,7
%32,0
Evet katılıyorum
Hayır katılmıyorum
I Agree
I Never Agree
Kesinlikle Katılıyorum
Evet katılıyorum
I Absolutely Agree
I Agree
%1,8
%8,8
Fikrim Yok
No Idea
Şirketler açısından bakıldığında, şirket
yöneticileri Suriyeli misafirlerimizin karlarını
artırmak konusunda pek katkı yapmadıklarını
düşünmektedirler.
The companies have not contributed to the Syrian
guests to increase their profits.
%7,0
%4,4
Ne katılıyor,
Ne de katılmıyorum
%49,1
I Don’t Have Any Idea
%28,9
Katılmıyorum
Hiç katılmıyorum
I Don’t Agree
I Never Agree
Ne katılıyor, Ne de katılmıyorum
Hasan Kalyoncu University
I Don’t Have Any Idea
Ancak çelişkili bir şekilde de bu durumun diğer
şirketlere avantaj sağladığını düşünmektedirler.
Mevcut analize dayanılarak eğer koşullar uygun
hale getirilirse şirketlerin bakış açıları daha
olumlu olacaktır.
Contradictorily it is believed that this situation will be
advantageous for other companies. If the conditions
are convenient, based on our analysis, we can conclude
that the attitudes of the companies will be more
positive.
Fikrim Yok
I Don’t Agree
%11,5
%12,9
%33,5
%4,2
Kesinlikle Katılıyorum
I Absolutely Agree
Evet katılıyorum
I Agree
58
Katılmıyorum
No Idea
%21,6
%16,3
Hiç katılmıyorum
I Never Agree
Fikrim Yok
No Idea
Ne katılıyor,
Ne de katılmıyorum
Bunun yanısıra, yerel halk Suriyelilerin çok uzun
vadeli kalacağını düşünmemektedirler. Bundan
dolayı, ekonomik etkilerinin de kısa vadeli
olacağı kanısı yaygındır.
Katılmıyorum
I Don’t Have Any Idea
%5,7
%5,8
Kesinlikle Katılıyorum
However, the local people do not believe that the
Syrians will stay for a long time. Therefore the
economic effects are considered to be short term.
I Don’t Agree
%5,1
I Absolutely Agree
%39,2
%25,1
%19,1
Evet katılıyorum
I Agree
Hiç katılmıyorum
I Never Agree
Ayrıca ucuz istihdam, işletmelerin kar marjlarını artırmakta fakat
kaliteli yerel işçilerin işlerini kaybetmesi ve işsizliğin artması
sonucunu doğurmaktadır.
%2,9
Ne katılıyor,
Ne de katılmıyorum
Fikrim Yok
No Idea
Hiç katılmıyorum
In addition the cheap labour not only leads to increased return in the
companies but will also cost local qualified people to lose their jobs, which
in turn will increase unemployment.
I Never Agree
I Don’t Have Any Idea
%3,9
Katılmıyorum
I Don’t Agree
%5,0
%8,1
Evet katılıyorum
%53,7
I Agree
%26,4
Ne katılıyor,
Ne de katılmıyorum
I Don’t Have Any Idea
Kesinlikle Katılıyorum
I Absolutely Agree
%2,9
Fikrim Yok
Hiç katılmıyorum
No Idea
I Never Agree
%4,3
I Don’t Agree
%5,8
%12,4
%45,8
%28,8
Kesinlikle Katılıyorum
I Absolutely Agree
Evet katılıyorum
I Agree
kalmec.hku.edu.tr
Katılmıyorum
59
Symposium Conclusion Declaration
Introduction
“Peace in the Middle East: Actors, Problems, and a Quest for Peace Symposium” was held by Gaziantep Hasan Kalyoncu University in
19th-20th December 2014. The participants whose names are below and who had speech during the symposium, which was hosted by
Middle East Research Center within the scope of the university, discussed the political and social crisis in the Middle East and historical
and political reasons of conflicts and also shared their solution suggestions.
Findings and Solution Suggestions
• It is necessary to understand regional dynamics and conflicts of historical, social and political reasons to develop solution suggestions
for the problems in the Middle East.
•The common point of view of the whole participants of symposium after Nizip Camp visiting; the opportunities and utilities that the
Republic of Turkey provides are going to be an example of humanity in history.
•The civil (global) war in Syria or the war by procuration has been a small piece of the big picture. Today, genocide and erosion in terms
of political, social, economical, cultural, religious and ethical are being existed.
•Politics are based on occasion of talking about problems. The local community needs to find a way to communicate with due regard via
solution oriented attitude. However, solution suggestions consisted with local community’s own dynamics should be urged upon
instead of management solutions, which were being held in countries sharing similar history.
•Turkey, who functions as a bridge between EU and Middle East and Middle Asia, has a significant role in the prospective peace process
in the region.
•The economies of countries that have rich oil are more passive and based on consumption. It is possible to talk about the economical
richness in these countries, but economic development and education are inadequate. It is necessary for a sustainable peace
environment to change consumption-based construction.
•The weight of ethnic and sectarian policies is major. Instead of these, it is required to study on constructing social and global belonging.
•The contribution of regional countries should be provided for the whole studies on peace in Middle East.
Hasan Kalyoncu University
•The wars in the Middle East in recent years have generated enormous refugee population in regional countries. To give all the social
security and labor rights of the country of which refugees live and to participate in production procedure by saving them from
exploitatory situation.
60
•Another problem in the Middle East is historical and cultural genocide in the region. An extensive education policy should be formed
to inform and raise awareness of the society. The non-governmental organisations, universities and international organisations should
be in cooperation for the studies in the region.