Guy Debord – Gösteri Toplumu

Transkript

Guy Debord – Gösteri Toplumu
·
Guy
Debord
C�Q&ec�
e>o�o�oe
eeec-.e•
e• e .. � t �·
Fransızcadan çevirenler: Ayşen Ekmekçi - Okşan Taşkent
{l1j
AvtlNTI
·
GUY DEBORD
XX. yüzyılın ikinci yarısının en önemli düşünürlerinden. Filozof, yazar,
sinemacı. l 950'de yıkıcı bir "sanat" akımı olarak ortaya çıkmış olan Lett­
rist Entemasyonal'e katıldı. l 952'de yaptığı deneysel Hurlements en ja­
voeur de Sade filminin ilk gösterimi sırasında çıkan olaylarla ve aynı yıl
Paris'e gelen Charlie Chaplin'in yaptığı basın toplantısına baskın yaparak
onu faşistlikle suçlayan dört kişilik grupta oynadığı rolle adını duyurdu.
İlk önemli yazıları, grubun çıkardığı Pot/ateh adlı dergide yayımlandı.
1957'de Memoires adlı bir kitap yayımladı. Kitabı kendisi yazmamış, çe­
şitli kitap, dergi ve gazetelerden aldığı paragrafları, cümleleri, sözcükk:ri.
bina ve şehir planlarını, reklam panolarını, karakterler, reprodüksiyon ve
fotoğrafları gelişigüzel bir biçimde bir araya getirmiş, arkadaşı Da­
nimarkalı ressam Asger Jorn da çeşitli leke ve renkli çizgilerle "kitaba"
katkıda bulunmuştu. Aynı yıl Avrupalı birkaç avangard ve devrimci gru­
bun bir araya gelmesiyle oluşan ve 1968 olayları üzerinde çok önemli bir
etkisi olan Sitüasyonist Enternasyonal'in kurucuları arasında yer aldı.
Sanat ile devrimci pratik arasındaki kopukluğu ortadan kaldırmayı he­
defleyen grup "şiiri devrimin hizmetine" değil "devrimi şiirin hizıncıine"
sokmaktaıı yanaydı. l 972'de Sitüasyonist hareket kendini feshetti.
Debord, temel eseri Gösteri Top/um u 'nun ilk baskıs111da kendi portresini
şöyle çizer:
"Guy Debord. Kendine soracak olursanız sinemacıdır. 1957 yılında ku­
rulmuş olan Sitüasyonist Enternasyonal'in kurucularından ve üyesidir. En­
ternasyonal'in Fransa yayınlarının sorumluluğunu uzun süre üstlendi. Si­
tliasyonist
ajitasyonun
yayıldığı
birçok
ülkede,
özellikle
Almanya,
İngiltere ve İtalya'da bu örgütlenmenin çeşitli faaliyetlerine de (Gondi
veya Decaycux adı altında) kimi zaman katıldı. 1967 yılında Gösteri Top­
lıımıı'nu yayımladı. Ertesi yıl, l 968 Mayıs karışıklıkları sırasında en aşırı
akımın öncüleri arasında yer aldı. Bu olayların ardından, Avrupa ve Amc­
rika'daki aşırı-solcular üzerinde tezlerinin büyük etkisi oldu. Fransız.
193 l'de Paris'te doğdu." ( l 994'de öldü.)
KİTAPLARI: La sociere dıı .ıpecıac/e (1967; Gösteri Toplumu), Com­
mentaires sıır la sociere dıı spectacle suivie de Preface ı:l la qııatrieme edi­
ıioıı italienne de 'la societe dıı spectac/e' (1988; Gösteri Toplumu Üzerine
Yorumlar ve 'Gösteri Toplumu'nun İtalyanca Dördüncü Baskısına Önsöz),
Panegyrique (1989; Övgü), Considerations sur l'assıısinat de Gerard Le­
bovici (1985; Gerard Lebovici'nin Öldürülmesi Üzerine Mülil.hazalar),
Cette maııvaise repııtation. . . (1993; Şu Kötü Ün.. . ), CEııvres cinemato­
graphiqııes completes ( 1978; Sinematografik Bütün Eserler)
FİLMLERİ: Hıırlements en favoeıır de Sade (1952; Sade İçin Ulumalar),
Sıır le passage de quelques personnes ı:l travers une assez coıırte ıınite de
temps (1959; Çok Kısa Bir An Boyunca Birkaç Kişinin Geçip Gidişi Üs­
tüne); Critiqııe de la Seperation ( 1961; Ayrılığın Eleştirisi) ve in girum
imus nocte et consumimur igni ( 1978).
. Ayrıntı: 141
inceleme dizisi:
26
Gösteri Toplumu
ve Yorumlar
Guy Debord
Çevirenler
Ayşen Ekmekçi- Okşan Taşkent
Yayıma hazırlayan
Işık Ergüden
Guy Debord
GÖSTERİ TOPLUMU
VE YORUMLAR
Son okuma
Murat Kocadağlı
Ayrınll'nın istemeden kalbini kırdığı için
özür borçlu olduğu arkadaj
Melih Başaran
'
Çeviride kullanılan metinler
La Societc dıı Specıacle
Editions Gallimardl 1992
Commeııtaires sıır la rncieıe du SııeLlade-1988
Prejuce ıl la qııaırii!me ediıion /ıaliemıe de
"La Şocieıe du Specıade" -1979
Editions Gallimardl 1992
Society of the spectacle
Çeıfri Kolektif
Black & Red!Deıroit 11977
Commeııts on tlıe Society ofthe Spectacle
Çeviren: Malcolm /nırie
\lersoi1990
© Editions Gallimard
Bu kitabın tüm yayım hakları
Ayrıntı Yayınları'na aittir
Gösteri Toplumu'nun Fransa ve İngiltere'dc yapılan ilk basımları
·'yayın hakları serbesttir" notuyla yayımlanmıjtır.
Kapak düzeni
Arslan Kahraman
Düzelti
Saiı Kızılırmak
Basıma hazırlık
Renk Yapımevi (O 212)5169415
Baskı ve cilt
Mart Martbaacılık Sanatları Ltd. Şıi. (0 212) 212 03 39-40
Birinci basım
Şubat 1996
ISBN 975-539-016-3
AYRlNTI YAYlNLARI
Piyer Loti Cad 17/2 34400 Çeınberlita\-lstanbul Tel: (0 212) 518 76 19 Fax: (O 212) 516 45 77
�
AYll NTI
N
c
E
L
E
M
E
o
z
s
ŞENLİKLİ TOPLUM/lvan llfich/2. basım.M YEŞİL POLİTİKNJonathon PorritV2. basım .M MARKS, FREUD
VE GÜNLÜK HAYATIN ELEŞTİRİSİ/Bruce Brown/2. basım .M KADINLIK ARZULARl-Günümüzde Kadın Cin­
selliği!Rosalind
Coward/3.
basım.M FREUD'DAN
LACAN'A
PSİKANALİZ/Saffet
Murat
Tura!
Tükendi .M NASIL SOSYALİZM? HANGİ YEŞİL? NE İÇİN SANAYİ?/Rudoll Bahro/Tükendi.M ANTROPOLO­
JİK AÇIDAN ŞİDDET/Der David Riches.M ELEŞTİREL AİLE KURAMl/Mark Poster .M İKİBİN'E DOGRU/
Raymond Wi/liams.M DEMOKRASİ ARAYIŞINDA KENT/Kürşat Bumin.M YARIN-Sanayi Toplumu Yol Ayrı­
mında Eleştiri ve Gerçek ÜtopyatRobert Havemann .M DEVLETE KARŞI TOPLUM/Pierre C/ast­
res.M RUSYA' DA SOVYETLER (1905-1921)!Oskar Anweiler.M BOLŞEVİKLER VE İŞÇİ DENETİMİ1917'den 1921'e Devlet ve Karşı Devrim/Maurice Brınton.M EDEBİYAT KURAMl/Terry Eagleton .M İKİ
FARKLI SİYASET/Levent Köker .M ÖZGÜR EGİTİMIJoe/ Spring.M EZİLENLERİN PEDAGOJİSİ/Pau/o Frei­
re/2. basım .M SANAYİ SONRASI ÜTOPYALAR/Boris Frankel.M İŞKENCEYİ DURDURUNl-İnsan Hakları ve
MarksizmJTaner Akçam.M ZORUNLU EGİTİME HAYIRl/Catherine Baker/2. basım .M SESSİZ YIGINLARIN
GÖLGESİNDE YA DA TOPLUMSALIN SONU!Jean Baudrillard/Tükendi.M ÖZGÜR BİR TOPLUMDA BİLİM/
Paul Feyerabend .M VAHŞİ SAVAŞÇININ MUTSUZLUGU-Siyasal Antropoloji Araştırmaları/Pierre Clast­
res .M CEHENNEME ÖVGÜ-Gündelik Hayatta Totalitarizm/Gündüz Vassaf/4. basım.M AGIR ÇEKİM­
Değişen Erkeklikler/Değişen Erkekler/Lynne Segal .M CİNSEL ŞİDDET -Yaşayanların/Yaşatanların Anlatımla­
rıylatA/berto Godenzi.M ALTERNATİF TEKNOLOJİ-Teknik Değişmenin Politik Boyutları/Oavid Dick­
son.M ATEŞ VE GÜNEŞ-Platon Sanatçıları Niçin Dışladı?//ris Murdoch .M OTORİTE!Richard Sen­
nett.M TOTALİTARİZM!SiııJon Tormey.M İSLAM'IN BİLİNÇALTINDA KADIN/ Fetna Ayt Sabba/JJ2.
basım.M MEDYA VE DEMOKRASİ/John Keane/2. basım .M ÇOCUK HAKLARl/Oer: Bob Frank­
/in .M ÇÖKÜŞTEN SONRA-Sosyalizmin Geleceği/Der: Robin Blackburn .M DÜNYANIN BATILILAŞMASl­
Gezegenimizin Birörnekleşmesinin Anlamı, Önemi ve Sorunları Üstüne Bir Deneme/Serge Latouc­
he.M TÜRKİYE'NİN BATIULAŞTIRILMASl/Cengiz Aktar.M SINIRLARI YIKMAK-Feminist, Yeşil Bir Sosyaliz­
me Doğru/Mary Mellor .M KAPİTALİZM, SOSYALİZM, EKOLOJİ-Yönelim Bozuklukları/ Arayışlar/Andre
Gorz .M AVRUPAMERKEZCİLİK-Bir İdeolojinin EleştırisilSamir Amin .M AHLAK VE MODERNLİK/Ross
Poole.M GÜNDELİK HAYAT KILAVUZUISusan Willis.M SİVİL TOPLUM VE DEVLET- Avrupa'da Yeni Yakla­
şımlar/Der: John Keane .M TELEVİZYON: ÖLDÜREN EGLENCE-Gösteri Çağında Kamusal SöylemlNeil Post­
man .M MODERNLİGİN SONUÇLARl!Anthony Giddens .M DAHA AZ DEVLET/ DAHA ÇOK TOPLUM­
Özgürlük/Ekoloji/Anarşizmi.Ro/I Cantzen .M GELECEGE BAKMAK-21. Yüzyıl İçin Katılımcı EkonomilMichae/
Albert - Robin Hahnel .M MEDYA, DEVLET VE ULUS-Siyasal Şiddet ve Kolektif Kimlikler/ Philip Schlesin­
ger .M MAHREMİYETİN DÖNÜŞÜMÜ-Modern Toplumlarda Cinsellik, Aşk ve Erotizm IAntlıony Gid­
dens .M TARİH VE TİN-Özgürleşme Felsefesi Üzerine Bir İnceleme/Joel Kovel .M ÖZGÜRLÜGÜN EKOLOJİ­
Sİ-Hiyerarşinin Ortaya Çıkışı ve Çözülüşü/Murray Bookchin.M DEMOKRASİ VE SİVİL TOPLUM-Avrupa
Sosyalizminin Açmazları, Toplumsal ve Siyasal İktidarın Denetlenmesi Sorunu ve Demokrasi Beklentileri Üzeri­
ne/John Keane.M ŞU HAİN KALPLERİMİZ-Kadınlar Erkeklere Neden Teslim Olurlar? !Rosalind Co­
ward .M AKLA VEDNPaul Feyerabend.M BEYİN İGFAL ŞEBEKESİ-Uluslararası Reklamcılık !Armand Matte­
lart.M İKTİSADİ AKLIN ELEŞTİRİSİ I Andre Garı .M MODERNLİGİN SIKINTILARI / Charles Taylar
.M GÜÇLÜ DEMOKRASİ-Yeni Bir Çağ İçin Katılımcı Siyaset!Benjamin Barber .M ÇEKİRGE-Oyun Yaşam ve
ÜtopyatBernard Suits.M KÖTÜLÜGÜN ŞEFFAFLIGl-Aşırı Fenomenler Üzerine Bir Deneme/Jean Baudrıl­
lard .M ENTELEKTÜEL-Sürgün, Marjinal, Yabancılfdward Said .M TUHAF HAVA-Sınırtar Çağında Kültür, Bilim
ve Teknoloji/Andrew Ross .M YENİ ZAMANLAR -1990'1arda Politikanın Değişen Çehresi/S. Ha/1-M. Jacques
.M TAHAKKÜM VE DİRENİŞ SANATLARl-Gizli Senaryolar/J.G. Scott .M SAGLIGIN GASPl//van lllich
.M SEVGİNİN BİLGELİGİ/A/ain Finkielkraut .M KİMLİK VE FARKLILIK-Siyasetin Açmazlarına Dair Demokra­
tik Çözüm Önerileri/William Connolly.M ANTİPOLİTİK ÇAGDA POLİTİKNGeoff Mulgan .M YENİ BİR SOL
ÜZERİNE TARTIŞMALAR-Serbest Piyasacı Sağa Cevaplar/Hilary Wainwright .M DEMOKRASİ VE KAPİTA­
LİZM - Mülkiyet, Cemaat ve Modern Toplumsal Düşüncenin Çelişkileri/ Samuel Bow/es-Herbert Gintis
.M OLUMSALLIK, İRONİ VE DAYANIŞMNRichard Rorty .M OTOMOBİLİN EKOLOJİSİ/P. Freund-G. Martin
.M GÖSTERİ TOPLUMU VE YORUMLAR/Guy Debord
R
L
A
N
A
N
K
H
A
Z
T A
P
L
A
R
GÜNDELİK HAYATIA DEVRİM-Gençler İçin Hayat Bilgisi El Kitabı/Raou/ Vaneigem .M EKOLOJİK BİR TOP­
LUMA DoGRU/Murray Bookchin ..«KAMUSAL İNSANIN ÇÖKÜŞÜ-Richard Sennett .M YÖNTEME KARŞI/
Paul Feyerabend .M FC6TMl)ERNİ2M VE 1ÜKETM KÜL1ÜR.::.VMike Featherstone.M İMKA NSIZIN POLİTİKASl­
İsyanla İtaat Arasındaki Entelektüel/J.M. Besnier .M ÖPÜŞME, GIDIKLANMA VE SIKILMA ÜZERİNE/Adam
Phillips.M BARBARLIK/Mıche/ Henry .M KİMLİK MEKANLARl/David M0rley-Kevin Robins.M POSTMODERN
ETİK/Zygmunt Bauman
İÇİNDEKİLER
GÖSTERİ TOPLUMU
- Fransızca 3. baskı için okurun dikkatine
1.
il.
III.
iV.
V.
VI.
Tamamlanmış ayrılık
Gösteri olarak meta
......
.
. .... .
.. .
...
. .
�
............ ..
..
. .
.. ....
SJörünüşteki birlik ve bölünme
.
.
......... ........................
.
................... .................
..
.........................................
. . . . . . . . . . . . ...................................
9
13
24
32
Ozne ve temsil olarak proletarya ...... ............ ................. ........ . 41
Zaman ve tarih
.... .................... . . ........ ... ...................................
Gösteri zamanı
.. ................................................................. ....
.
72
84
5
YIL Toprağın düzenlenmesi
VIII. Kültürde yadsıma ve tüketim
XI. Maddileşmiş ideoloji
91
98
112
. . . . . ...... . . . . . . . . . .......... . . . . . . . ....... .. . . . . . . . ... . ..
....... . . . . . . . . ........... . . ......................
. . . .. . ........ . . . . . . ......................... ...... ... .......
GÖSTERİ TOPLUMU
ÜZERİ NE YORUMLAR
- Gösteri Toplımıu'nun İtalyanca 4. baskısına önsöz
6
. . . . . .....
" ......... 184
Gösteri Toplunıu
FRANSIZCA 3. BASKI İÇİN
OKURUN DİKKATİNE
Gösteri Toplumu ilk olarak, Kasım 1 967'de Paris'te Buchet­
Chastel yayınevi tarafından yayımlandı. 1 968 olayları kitabın ta­
nınmasını sağladı. Tek . bir kelimesini bile değiştirmediğim ki­
tabın, yeni baskıları 1 97 l yılından itibaren Champ Libre yayınevi
tarafından yapıldı; bu yayınevi, editörü Gerard Lebovici ' nin 1 9 84
yılında öldürülmesinden sonra Gerard Lebovici adını aldı. Yeni
baskılar 1 99 1 yılına kadar düzenli bir şekilde bu yayınevinde bir­
birini izledi. Şimdiki baskı da 1 967 baskısının kelimesi ke­
limesine aynısı olarak kaldı. Zaten ayn ı kural Gallimard'dan ya.­
yımlanacak bütün kitap larımın yeni baskıları için de geçerli
olacaktır. Ben kendini d üzelten biri değilim.
9
Böyle bir eleştiri teorisi değiştirilmemelidir; ilk kez bu teorının
doğru bir şekilde tanımladığı uzun tarihsel <lönemin genel ko­
şulları çürütü lmediği sürece bu teori de değiştirilmemClidir. Dö­
nemin kaydettiği gelişmenin sürekliliği gösteri teorisini doğ­
rulamaktan ve sergilemekten başka bir şey yapmamıştır, dolayı­
sıyla burada tekrarlanan açıklama pek seçkin olmayan bir anlam
içinde tarihsel yanıyla ele alınabilir: 1 968 mücadeleleri esnasında
ulaşılan en aşırı konumun ne olduğuna ve dolayısıyla da daha
l 968'de neyi bilebileceğimize tanıklık eder. Bu dönemin en ena­
yileri bile o günden bugüne bütün yaşamlarındaki düş kırıklığıyla;
"yaşamın görünür hale gelmiş ya<lsınması"nın, "meta-biçimine
bağ lı nitelik kaybı"nın ve "dünyan ın prolcterleştirilmesi"nin ne
anlama geldiğini anlayabilmişlerdir.
Bununla birl ikte:'aynı sürecin devam ında ortaya çıkan en belirgin
yen iliklerden söz eden diğer gözlemleri de zamanı içinde ek­
ledim. 1 979 yılında, kitabın İ talyanca yeni bir çevirisine yazdığım
bir önsöz vesilesiyle, gösteri gücünün kullanılmasını n tıpkı hü­
kümet etme tekniklerinde olduğu gibi, endüstriyel üretim in do­
ğasında da yol açtığı fiill değişiklikleri ele aldım. 1 9 8 8 ytlında
yazdığım Gösteri Toplumu Üzerine Yorumlar, daha önceleri "yo­
ğun laşmış gösteı:i" ile "yaygın gösteri"nin birbirine rakip saltanat­
ları arasında var olan "gösterinin dünya çapındaki işbölümü"nün,
ortak biçim olan "bütünleşmiş gösteri"de bu iki türün kay­
naşmasıyla sona erdiğini net bir şekilde göstermiştir.
1967'den önce olup bitenlerden söz ederek eski biçimleri bazı kar­
şıt uygulamalara göre ayırt eden 105. tez düzeltilerek bu birleşme
kısaca özetlenebilir. S ınıf iktidarındaki B üyük Bölünme'nin uz­
laşmayla tamamlanması sonucunda ortaya çıkan bütünleşmiş gös­
terinin birleşik uygulamasının, günümüzde, bir yandan algıyı "po­
lisiye yöntemlerle değiştirirken" (bu koşullarda polis de tamamen
yenidir) diğer yandan da "iktisadi yöntemlerle dünyayı de­
ğiştirdiğini" söylemek gerekir.
B u kaynaşma bütün dünyanın iktisadi ve politik gerçekliği da­
hilinde zaten üretilmiş olduğu içindir ki dünya nihayet kendini
resmen birleşmiş ilan edebilmektedir. Ve aynı zamanda güç ayıo
rılığının evrensel olarak geldiği durum o kadar vahimdir ki bu
dünya tez elden birleşme ihtiyacını; ve gösteri tarafından tahrif
edilmiş ve güvence altına alınmış olan dünya pazarının uzlaşımsal
örgütlenmesine tek bir bütün halinde katılına ihtiyacın ı duy­
muştur. Ama sonuçta birleşemeyecektir.
Totaliter bürokrasi, yani "pazar ekonomisini ikame eden hakim
sı nıf' hiçbir zaman kendi kaderine çok fazla inanmamıştı. Ken­
disinin " hakim sınıfın az gelişmiş biçimi" olduğunu biliyordu ve
daha iyisi olmak istiyordu. 58. tez, uzun zaman önce şu aksiyomu
kurm uştu: "Gösterinin kökeni zenginleşmiş iktisat alanında yatar
ve nihai olarak gösteri pazarına hakim olmaya kalkışan ürünler
buradan kaynaklanır."
l 989 yılında Rus bürokrasisini, mevc ut demokrasi ideol<�iisi'ni
(yani seyirci insanın haklarını tanıyarak ılımlı hale gelen, dik­
tatörlüğe dayalı Pazar özgürlüğü ideolojisi) tek vücut olarak ani­
den benimsemeye iten şey, gösterinin, toplumun basitleşmesinin
diğer bütü n yönlerine bağlı olan modernleşme ve birleşme isteği­
dir. Batı'da hiç kimse böylesine olağanüstü medyatik bir olayın
anlam ı ve sonuçları üzerinde bir tek gün bile uzun uzadıya dur­
mamıştır. Gösteri tekniğinin kaydettiği i lerlemenin kanıtı bu­
radadır. B ir tür jeolojik sarsın tının ortaya çıkmasını kaydetmek dı­
şında yapılan bir şey yok . Tıpkı bütün diğer demokrasi işaretleri
kadar tartışmasız olan çok basit bir işareti -Berlin Duvarı'nın yı­
kılışmı- tekrarlamakla yetinerek olay tarihe geçirilir ve yeterince
anlaşıldığı sanılır.
1 991 yılında modernleşmenin ilk sonuçları Rusya'nın tamamen
dağılmasıyla birlikte ortaya çıktı. Rusya'da, ekonominin genel ge­
lişmesinin yol açtığı feci sonuçlar B atı'ya nazaran çok daha açık­
ça görülmüştür. Kargaşa bunun sonucundan başka bir şey değildir.
Her yerde aynı ürkütücü soru , iki yüzyıldan beri dünyanın ya­
kasını bırakmayan şu soru sorulacaktır: Yanılsamanın hayal kı­
rıklığı yarattığı ve gücün çözüldüğü yerde fakirler nasıl ça­
l ıştırılır?
1l
1 1 1 . tez, nihai patlamasını gördüğümüz Rus çöküşünün i lk be­
l irti lerini göstererek ve bugünkü tabirle bilgisayar hafızasından si­
linecek bir dünya toplumunun yaklaşan sonunu tasarlayarak , doğ­
ruluğu kolayca hissedilecek şu stratejik saptamayı dile getirmiştir:
"Bürokratik aldatmaca i ttifakında görülen dünya ç apındaki bo­
zulma son tahlilde kapitalist toplumun mevcut gelişmesi için en
elverişsiz etkendir."
1. TAMAMLANMIŞ AYRILIK
Bu kitabı, gösteri toplumuna bilinçli bir şekilde zarar vermek
amacıyla yazıldığını göz önüne alarak okumak gerekir. B u kitap
asla abartılı bir şey söylemedi.
Çağımızın . . . tasv iri nesneye, kopyayı
aslına, tems i l i gerçekl iğe, dı� görünü�ü öze
terc i h ettiğinden ku�ku yok tur.. . Çağımız
için kutsal o lan tek şey yanılsama, kutsal
30 Haziran 1 992
GUY DEBORD
olmayan tek �ey ise hakikattir. Dahası,
hak i k at azaldıkça ve yanıl sama çoğaldıkça
çağımızın gözünde k u tsal ol anın değeri
artar, öyle ki bu çağ açısıııdan ya111/sama11111
Jıad safhası, kutsal ola11111 da had
safhası 'dır.
flıristiyanlıtiın
Fcucrbaclı,
Ö:ii'nün ikinci baskısına önsöz
1
Modern üretim koşul larının hakim olduğu toplumların tüm ya­
şamı devasa bir gösteri birikimi olarak görünür. Dolaysızca ya­
şanmış olan her şey yerini b ir temsile bırakarak uzak laşmıştır .
2
Yaşamın her bir görünümünden kopm uş olan imaj lar, bu yaşamın
birliğini yeniden kurmanın artık mümkü n olmadığı ortak bir akış­
ta kaynaşırlar . Kısmi olarak göz önünde bulundurulan gerçeklik,
ayrı bir sahte-dünya olarak, salt seyrin nesnesi olarak, kendi genel
birliğinde sergilenir . Dünyasal imajlardaki uzmanlaşma, aldatıcı
şeyin hakikatle yüz yüze gelmekten kaçındığı özerkleşmiş imaj
aleminde kendini tamamlanmış bulur. Genel anlamda gösteri, ya13
'.
'
ı.
�·, -
şamın somut tersyüz edilişi olarak, canlı olmayanın özerk de­
vinimidir.
sıdır . Modern üretimin dışında geçirilen zaman ın esas bölümün­
deki meşguliyet olan gösteri, aynı zamanda da bu doğrulamanın
sürekli nıevcudiyeti dir
'
3
Gösteri kendini, hem bizzat toplum o larak, hem toplumun bir par­
çası olarak ve hem de bir birleştirme aracı olarak sunar. Gösteri,
toplumun bir parçası olarak , özell ikle, bütün bakış ve bilinçleri bir
araya getiren sektördür. Bu sektör ayrı o lduğundan , aldatılmış ba­
kışın ve yanlış bilincin yeridir; ve gerçekleştirdiği birleşme ge­
nel leştirilmiş ayrılığın resmi dilinden başka bir şey değildir.
.
7
Ayrılık, bizzat dünyanın birliğinin, gerçeklik ve imaj halinde bö­
lünmüş olan global toplumsal praksisin parçasıdır. Toplumsal pra­
tik -özerk gösteri bunun karşısında durur- gösteriyi kapsayan ger­
çek bütünlüktür de. Ancak bu bütünlükteki bölünme, gösteriyi
bütünlüğün amacı gibi ortaya çıkaracak kadar bütünlüğü zedeler .
Gösteri dili, hiikim olan üretimin işaretleri'nden oluşur ki bunlar
aynı zamanda bu üretimin nihai hedefleridir.
4
Gösteri bir imaj lar toplamı değil, kişiler arasında var olan ve imaj­
ların dolayım ından geçen bir toplumsal ilişkidir.
5
Gösteri , ne bir görüntü dü nyasmın suistimal edilmesidir, ne de
imaj ların kitlesel yayılma tekniklerinin ürünüdür. Gösteri, daha
ziyade somutlaşmış ve maddi olarak ifade edilen bir Wel­
ta n schauu ng dur [dünya görüntüsü]. Bu, ncsnellqmiş bir dünya
görüntüsüdür.
'
6
Kendi bütünlüğü içinde ele alındığında gösteri, mevcut üretim tar­
zının hem sonucu hem de tasarısıdır. Gerçek dünyaya bir eklenti,
ona ilave edilen bir süs değildir. O, gerçek toplumun ger­
çekdışılığının can alıcı noktasıdır. Gerek enformasyon ya da pro­
paganda, gerekse reklam ya da doğrudan eğlence tüketimi bi­
çiminde olsun bütün özel biçimleriyle gösteri, toplumsal olarak
hakim olan yaşamın mevcut mode/'ini oluşturmaktadır. O, üre­
timde önceden yapılmış seçimin her alanda onaylanması ve bunun
sonucu olan tüketimidir. Gösterinin biçimi ve içeriği, var olan sis­
temin koşullarıı �ın ve amaçlarının tümüyle aynen doğrulanma14
8
Gösteri ve fiili toplumsal etki nlik soyut bir şeki lde karşı karşıya
getirilemez; bu ikiye bölünme kendi içinde de ikiye bölünmüştür.
Gerçek olanı tersine çev iren gösteri , fii li olarak üretilm iştir. Aynı
zamanda, yaşanmış gerçeklik de gösterinin seyri tarafından maddi
olarak istila edilm iştir ve gösteriyi benimseyerek gösteri düzenini
kend ine katar. Nesnel gerçeklik her iki tarafta da mevcuttur. Bu
şekilde sabitleştirilen her kavram ın, aksi tarafa geçmekten başka
bir temeli yoktur: Gerçeklik gösteri içinde birdenbire belirir; gös­
teri gerçektir. Bu karşılıklı yabancılaşma, var olan toplumun özü
ve dayanağıdır.
9
Gerçek anlamda altüst edilmiş dünyada doğru, bir yanlışlık anıdır.
10
Gösteri kavram ı, görü nürdeki olayların geniş çeşitliliğini bir­
leştirir ve açıklar. Olayların çeşitlilikleri ve zıtlıkları, kendi genel
hakikati çerçevesinde tanınması gereken ve toplumsal olarak ör­
gütlenmiş bu görünüşün görünüşleridir. Kendine özgü terimlerle
15
tisadın imajı olan gösteride amaç hiçbir şey, gelişme ise her şey­
dir. Gösteri, kendinden başka hiçbir şeye varmak istemez.
ele alındığında gösteri görünüşün ve tüm irısan yaşamının, yani
basit bir görünüş o larak toplumsal yaş amın doğrulanmasıdır .
Ancak gösterinin hakikatine isabet eden eleştiri, gösterinin ya­
şam ın gözle görülür yadsmması olduğunu, yaşamın gözle görülür
hale gelmiş bir yadsınması olduğunu keşfeder.
15
. Gösteri, günümüzde üretilen nesnelerin kaç ınılmaz süsü, sistemin
rasyonelliğinin genel açıklaması olarak ve sayıları giderek artan
imaj-nesneleri doğrudan doğruya biçimlendiren ileri bir iktisadi
sektör olarak güncel toplumun esas üretimi'dir.
11
Gösteriyi, oluşumunu, işlevlerini ve onu ortadan kaldırma amacı
güden güçleri tanımlamak için birbirinden ayrılamaz unsurları
yapay olarak ayırt etmek gerekir. Gösteriyi tahlil ederken belli öl­
çülerde yine gösteri dilinde konuşulur; kendini gösteride ifade
eden bu toplumun metodolojik alanına geçilir. Ama gösteri, sos­
yo-ckonomik hir�luşumun bütüncül pratiğinin anlam'ından, onun
zaman ku l la n ı m ı n dan başka bir şey değildir. Bu, bizi içine alan ta­
rihsel andır.
16
İkt isadın yaşayan insanları bütünüyle boyun eğdirmesi ölçüsünde,
gösteri de onları kendine tabi kılar. Gösteri , bizzat kendisi için ge­
lişen iktisattan başka bir şey değildir. O, şeylerin üretiminin sadık
yansıması ve üreticilerin aslına bağlı olmayan nesneleştiril­
mesidir.
'
17
12
Gösteri, kendini tartışılmaz ve erişilmez devasa bir olumluluk ola­
rak sunar . "Görünen şey iyidir, iyi olan şey görünür" der, başka
bir şey demez. İlkesel olarak talep ettiği tutum bu edilgen ka­
bulleniştir; ve ortaya çıkışına karşılık verenin olmaması ve gö­
rünüş üzerindeki tekeli ile aslında zaten bunu elde etmiştir.
'
13
Gösterinin temel den totolojik karakteri, araçlarının aynı zamanda
da amaç olmas ı gibi basit bir olgudan kaynaklanır. O, modern
edilgenlik imparatorluğunun asla batmayan güneşidir. Dünyanın
tüm yüzeyini örter ve ihtişamım sonsuza dek korur.
İktisadın toplumsal yaşam üzerindeki tahakkümünün ilk aşaması,
bütün insan gerçekleştirim lerinin tanım lanmasında var olmak'tan
sahip olma ya geçen bariz bir bayağılaşmaya yol açmıştır. Top­
lumsal yaşamın, iktisadın birikmiş sonuçları tarafından bütünüyle
işgal edildiği bugünkü aşama ise sahip olmak'tan gibi görünmek'e
doğru genel bir kaymaya neden olmuştur; öyleki bütün fiili "sahip
olmak"lar dolaysız itibarlarını ve n ihai işlevlerini bu "gibi gö­
rün nı ek"ten almak zorundadırlar. Ayn ı zamanda tüm bireysel ger­
çeklikler, doğrudan doğruya toplumsal güce bağımlı olan ve onun
tarafından biçimlenen toplumsal gerçeklik ler haline gelmiştir. Bu
durumda, bireysel gerçek, ancak kendisi değilse, ortaya ç ıkmasına
izin verilir.
:·
1
\.
1
·
Modern endüstriye dayanan toplum, rastlantısal ya da yüzeysel
olarak gösterisel değil, temelde gösteri yanlıs ı dır. Hakim ik'
16
18
(
14
i
t
!.
1
1
i
L
Gerçek dünyanın basit imaj lara dönüştüğü yerde basit imajlar ger­
çek varlıklar ve hipnotik bir davranışın etkili motivasyonları haF20N/Giisteri Toplumu
17
!ine gelir. Artık doğrudan doğruya algılanamayan dünyayı uz­
manlaşmış farklı dolayımlarla gösterme eğilimi olarak gösteri,
görmeyi doğal olarak insanın ayrıcalıklı duyusu --ki eski dö­
nemlerde bu ayrıcalık dokunma duyusunundu- kabul eder; en
soyut ve en aldanabilir duyu olan görme güncel top lumun ge­
nelleştirilmiş soyutlamasına denk düşer. Fakat gösteri, sadece ba­
kışla özdeşleştirilemez; bakış, duymayla birlikte olsa bile. Gös­
teri, insanların etkin l iklerine tabi olmayan, insanların yapıp
ettikleri tarafmdan yeniden ele almamayan ve düzeltilemeyen
şeydir. O, diyaloğun karşıtıdır. Bağımsız temsil'in olduğu her
yerde gösteri kendini yeniden yaratır.
21
Zorunluluk toplumsal olarak düşlendiği ölçüde düş zorunlu hale
gelir. Gösteri sonuçta uyuma arzusundan başka bir şey ifade et­
meyen zincire vurulmuş modern toplumun gördüğü kötü düştür.
Gösteri, bu uykunun bekçisidir.
22
Modern toplumun pratik gücunun kendinden koparak gösteride
bağımsız bir imparatorl uk kurmuş olmasını açıklayacak tek şey,
bu güçlü pratiğin iç tutarl ılıktan yoksun olmaya devam etmesi ve
kendisiyle çelişik kalması olgusudur.
19
Gösteri, r:örme kategorilerinin hakimiyetindeki bir etkinlik an­
layışı olan Batılı felsefe projesinin tüm zayıjlığı'nm mirasçısıdır;
üstelik bu düşüncenin sonucu olan açık seçik bir teknik rasyonel­
liğin sürekli yayılması üzerine kuruludur. Gösteri, felsefeyi ger­
çekleştirmez, gerçekliği felsefcleştirir. Spekülatif evrende değerini
y itirmiş olan şey, herkesin somut yaşamıdır.
20
Ayrılmış düşüncenin gücü ve ayrılmış gücün düşüncesi olarak fel­
sefe, teolojiyi asla kendi başına aşamamıştır. Gösteri, dinsel ya­
nılsamanın yeniden m addi yapılanmasıdır. Gösteri tekniği in­
sanların kendilerinden kopmuş olan güçlerin i yerleştirdikleri
dinsel bulutları dağıtmamıştır: Onları sadece dünyevi bir temele
yeniden bağlamıştır. Böylece, en dünyevi yaşam donuk ve nefes
alınamaz hale gelmiştir. Artık yaşam mutlak reddini, sahte cennetini gökyüzüne havale etmeyip, bunları kendi içinde barındırmaktadır. Gösteri, insan güçlerinin ötede bir yerlere sürgün edilmesinin teknik anlamda gerçekleştirilmesidir; insanın içinde tamamlanan bir bölünmedir.
23
Gösterinin köken inde yatan şey, en eski toplumsal uzmanlaşma,
yani iktidarın uzmanlaşmasıdır . Dolayısıyla, gösteri bütün di­
ğerleri adına konuşan uzmanlaşmış bir etkinl iktir. Gösteri, bütün
diğer ifadelerin yasaklandığı hiyerarşik toplumun kendisi kar­
şısındaki diplomatik temsilidir. Burada en modern olan aynı za­
manda en arkaik olandır.
24
,.
l
f
l
1
'I
f
ı
18
i
t
L
Gösteri, mevcut düzenin kendisi hakkmda verdiği kesintisiz söy­
lev, onun övgü dolu monoloğudur. Yaşam koşullarının totaliter
yönetimi dönem inde iktidarın kendi portresidir. Gösteri iliş­
kilerindeki fetişist katıksız nesnellik görünüşü, bu i lişkinin in­
sanlar ve sınıflar arasındaki ilişki olma özelliğini gizler: S anki
ikinci bir doğa kaçınılmaz yasalarıyla ç evremize hükmediyormuş
gibidir. Ama gösteri, doL�al bir gelişme o larak düşünülen teknik
gelişmenin zorunlu bir ürünü değildir. Tam tersine, gösteri top­
lumu kendi teknik içeriğini seçen biçimdir. En ezici yüzeysel te­
zahürleri olan "kitle iletişim araçları"nın sınırlı görünümü altında
ele alınan gösteri, basit bir aletler toplamı olarak toplumu istila
ediyormuş gibi görünse bile bu aletler aslında hiç de yansız de19
ğildir, aksine bizzat gösterinin bütüncül öz devinimine elverişli
olan araçlardır. Eğer böyle tekniklerin geliştiği çağın toplumsal
ihtiyaçları sadece bu teknikler dolayımıyla tatmin edilebiliyorsa,
eğer bu toplumun yönetimi ve insanlar arasındaki bütün bağ­
lantılar artık sadece bu anlık iletişim gücünün aracılığıyla uy­
gulanabiliyorsa bunun nedeni bu "iletişim"in temelde tek yanlı ol­
masıdır; bu "iletişim"in yoğunlaşması, belirlenmiş bu yönetimin
sürmesini sağlayan araçların var olan sistemin yönetiminin elinde
toplanmas ına denk düşer. Gösterinin genelleşmiş bölünmesi mo­
dern devlet'ten, yani toplumsal i şbölümünün ürünü ve sınıf ta­
hakkümünün organı olan toplumdaki genel bölünme biçiminden
ayrı değ i ldir.
25
Ayrılık gösterinin hem başı hem de sonudur. Toplumsal iş­
bölümünün kurumsallaşması ve sınıfların oluşumu ilk kutsal se­
yirliği, her iktidarı başlangıçtan itibaren gizleyen mitsel düzeni
oluşlurm uştur. Kutsal olan, efendilerin çıkarlarına uygun düşen
kozmik ve ontolojik buyruğu doğrulamıştır, toplumun yapamadığı
şeyi açıklamış ve şiirselleştirmiştir. Demek ki, ayrılmış her iktidar
gösteriseldi , ama herkesin böylesine değişmez bir imajı be­
nimsemesi, hala geniş ölçüde birleştirici bir koşul olarak algılanan
gerçek toplumsal etkinliğin sefaletinin hayali bir biçimde sür­
dürü lüşü nün ortak kabulünden başka bir :ınlam taşımaz. Tersine
modern gösteri, toplumun yapabileceklerini ifade eder, ama bu
ifadede izin verilmiş olan şey mümkün olana kesinlikle karşıdır.
Gösteri, varoluş koşullarındaki pratik değişiklikler dahilinde bi­
linçsizliğin korunmasıdır. Gösteri, kendi kendisinin ürünüdür ve
kurallarını kendisi koyar: O bir sahte-kutsaldır. Kendisinin ne ol­
du,�unu kendi gösterir: El kol hareketlerini küçük parçalara ayırıp
sonra da m akinelerin bağımsız hareketlerinin egemen liği altına
sokan işbölümünün aralıksız bir şekilde inceltilmesi sayesinde
artan üretkenlikte kendi kendine gelişen ve sürekli genişleyen bir
pazar için çalışan ayrı güç. B irbirinden ayrılarak gelişebilmiş güç­
lerin henüz yeniden birleşmediği bu hareket sırasında her türlü or­
taklık ve her türlü eleştirel duyu yok olur.
20
26
İşçinin ürününden ayrı lığının genelleşmesiy le birlikte, tamam lan­
mış etkinlikle ilgili bütün birleştirici bakış açıları ve üreticiler
arası ndaki doğrudan kişisel iletişimin tam am ı kaybolur. Ayrılmış
ürünlerin birikimindeki ve üretim sürecinin yoğunlaşmasındaki
gelişmeye uygun olarak birlik ve i letişim, sistemin yönetiminin
aJameti farikası hal ine gelir. Ayrılığa dayalı iktisadi sistem in ha­
şarısı, dünyanın proleterleştirilmesi'dir.
27
Ayrılmış üretimin ayrılmış olan şey in üretimi olarak kaydett iği
başarı sayesinde, ilkel toplum larda temel bir göreve bağlı olan
esas deneyim, sistem in gelişmesinin en yüksek aşamasın da, ça­
lışmamaya, yan i faaliyctsizliğc doğru yer değiştirmek üzeredir.
Ama bu faaliyetsizlik, hiçbir şekilde üretici etkinlikten kur­
tulamam ıştır: Faaliyetsizlik üretici etkinliği bağımlıdır, üret imin
zorunluluk ve sonuçlarına endişel i ve hayranlık dolu bir boyun
eğiştir; faaliyetsizlik bizzat üretimin rasyonelliğinin bir ürünüdür.
Etkinliğin dışında bir özgürlüğe yer yoktur ve gösteri çer­
çevesinde bütün etkinlikler yadsınmıştır; tıpkı hu sonucu n global
bir şekilde kurulması adına gerçek etkinliğe tamamen el konul­
muş olması gibi. Böylece, gündemdeki "çalışman ın özgürleşme­
si" ve boş zamanların artması hiçbir şekilde çalışma içinde öz­
gürleşme veya bu emeğin şekillendirdiği bir dünyanın öz­
gürleşmesi deği ldir. Çalışmada yitirilen hiçbir etkinlik, ça­
lışmanın sonucuna boyun eğerek yeniden kazanılamaz.
28
Tecrit üzerine kurulu olan ekonomik sistem, döngüsel bir tecrit
üretimi'dir. Tecrit tekniği yaratır ve bunun karşılığında da teknik
süreç tecrit eder. Otomobilden televizyona kadar, gösteri sis­
teminin seçti,�i bütün mallar aynı zam anda "yalnız kalabalıklar"ın
tecrit koşullarını sürekli olarak güçlendirmek üzere sistem in kul­
landığı silahlardır. Gösteri, kendi varsayımlarını her seferinde
daha somut olarak yeniden keşfeder.
21
29
Gösterinin kaynağı dünyanın birliğinin kaybedilmesidir ve mo­
dern gösterinin devasa boyutlarda yayılması bu kaybın bü­
tünlüğünü ifade eder: Her türlü özgül çalışmanın soyutlanması ve
üretimin bütünlüğünün genel olarak soyutlanması, somut olma
kipi tam anlamıyla soyutlama olan gösteride mükemmel bir şe­
kilde i fade edi lir. Gösteride, dünyanın bir kısmı kendis ini dünya
karşısında temsil eder ve bu kıswı dünyadan üstündür. Gösteri bu
ayrılığın ortak dilinden başka bir şey değildir. İ zleyicileri bir­
birine bağlayan şey, bizzat kendi tecritlerini sürdüren merkezde
kurulan geridönüşsüz bir i lişkidir. Gösteri ayrı olanı birleştirir,
ama ayrı olarak birleştirir.
30
İ zleyicinin (kendi bilinçsiz etkinliğinin sonucu olan) seyredilen
nesneye yabancılaşması şöyle i fade edilir: İzleyici ne kadar çok
seyrederse o kadar az yaşar; kendisini egemen ihtiyaç imaj larında
bulmayı ne kadar kabul ederse kendi varoluşunu ve kendi ar­
zularını o kadar az anlar. Gösterinin etkin insan karşısındaki dış­
sallığı, kendi davranışlarının artık bu insana değil, bu davranışları
ona su nan bir başkasına ait olması gerçeğinde ortaya çıkar. İşte bu
yüzden izleyici hiçbir yerde kendini evinde hissetmez, çünkü gös­
teri her yerdedir.
32
Toplumdaki gösteri, somut bir yabancılaşma imalatına tekabül
eder. İktisadi yayılma, esas olarak bu özgül endüstriyel üretimin
yayılmasıdır. Kendisi için hareket eden ekonomiyle birlikte ge­
l işen şey, bu ekonom iıı in başlangıçtaki çekirdeğinde bulunan ya­
bancılaşmadan başka bir şey o lamaz.
33
Ürettiği şeyden ayrı lmış olan insan, kendi dünyasının bütün ay­
rıntılarını giderek daha güçlü bir şeki lde bizzat üretir ve böylece
kendini dünyasından giderek daha fazla ayrılm ış hisseder. Yaşamı
kendi ürünü olduğu ölçüde yaşamından ayrı düşmektedir.
34
Gösteri, öyle bir birikim aşamasındaki sermayedir ki imaj haline
gelir.
31
Emekçi kendisini değil, bağımsız bir gücü üretir. Bu üretimin ba­
şarısı, yani bolluğu, üreticiye mahrumiyet bolluğu olarak geri
döner. Üreticinin dünyasına ait bütün zaman ve mekan , ya­
bancılaşmış ürünlerinin b irikimiyle b irlikte ona yabancı hale
gelir. Gösteri bu yeni dünyanın haritasıdır, yani bu dünyanın ala­
nını tamı tamına kaplayan bir haritadır. Elimizde tutamadığımız
güçler bile bütün kuvvetleriyle kendilerin i b ize gösterirler .
22
23
II. GÖSTERİ OLARAK META
36
Duyumsal dünyanın üzeri nde var olmasına rağmen kendini en
mükemmel duyumsal olarak kabul ettiren bir imaj lar seçkisinin
bu duyumsal dünyanın yerine geçtiği gösteride tam anlamıyla ger­
çekleşen şey bu meta fetişizmi ilkesidir; "hem duyumsal şeyler
hem de duyumüstü şeyler" tarafından toplumun tahakküm altına
alınmasıdır.
37
Meta bir bütün olarak toplumun evrensel
kategorisi haline geldiğinde ancak kendi
sahici özü içinde anlaşılabil ir. Meta
i l i ş k i l eri nden doğan şeyleşme sadece bu
bağlamda, hem toplumun nesnel evrimi için
hem d e i nsanların toplum karşısındaki
Gösterinin görünür kı ld ı � ı hem var hem de yok olan dünya, ya­
şanmış her şey üzerinde hakim olan meta dünyasıdır. Ve böylece
meta dünyası oldı(�U gihi gösterilmiş olur, çünkü bu dünyanın ha­
reketi, insanların birbirlerinden ve global ürünleri nden ıızaklaşma­
/arıyla özdeştir.
.
tavırları için bel i rleyici önem kazanır. Meta
ancak o zaman insanların b i l i n ç lerin i n , bu
şeyleşmenin ifade bu lduğu b i ç i m lere boyun
eğmesi açısından can alıcı bir önem
taşıyabi l ir. .. Çalışma süreci rasyonell eştiği
v e mekanikleştiği ölçüde emekç i n i n
etk in l i ğ i n i n aktifliğini giderek y itirmesi ve
giderek daha çok seyre dayalı b i r biçim
alması yüzü nden bu boyun eğme daha da
büyür.
Lukii.cs, Tarih
ve
8111(/"Bilinci
35
İnsan etkinliğinde akışkan halde var olan her şeyi kend i içine alan
ve onları yaşanmış değerin negatifi olarak formüle edilmeleriyle
biricik değer haline gelmiş nesneler olarak donmuş halde sa­
hiplenen gösterinin bu temel hareketinde, eski düşmanımız meta'yı,
oldukça karmaşık ve metafizik inceliklerle dolu olmasına rağmen
ilk bakışta önemsiz ve apaçık bir şeymiş gibi görünmeyi çok iyi
bilen meta'yı görürüz.
24
38
Gösteri dilinin, övdüğü nesnelerden düzenlediği davranışlara
kadar her seviyede uğradığı aleni nitelik kaybı, gerçekliği dış­
layan gerçek üretimin temel özelliklerinden başka bir şeyin ifa­
desi değildir: Meta-biçimi tamamen kendisine eşittir, nicelin ka­
tegorisid ir. Meta-biçim inin geliştirdiği şey nicel olandır ve ıneta­
biçiın i sadece nicel olanda gelişebil ir.
39
N itel o lanı dışlayan bu gelişme, bir gelişme olarak nicel geçişe
boyun eğer: Gösteri, bu gelişmenin kendi bolluk eşiğini aştığı an­
lamına gelir; bu şimdi l ik sadece birkaç noktada yere l olarak doğru
olmasına rağmen metanın başlangıç referansı, yani Dünya'yı ulus­
lararası bir pazar olarak bir araya getiren pratik hareketinin doğ­
ruladığı referans olan evrensel ö lçekte ş imdiden doğrudur.
:25
40
Üretici güçlerin gelişmesi, insan gruplarının varoluş koşullarını
ayakta kalma koşulları olarak kurmuş ve değişikliğe �ğratmış ve
bu koşulları yaygınlaştırmış bilinçsiz gerçek tarih t i : Insan grup­
larının bütün girişimlerinin iktisadi temeli. Doğal bir ekonomide
meta sektörü , ayakta kalmayı sağlayan bir artık değerin oluş­
turu lmasıydı . Bağımsız üreticiler arasında çeşitli ürünlerin de­
ğişimi anlamına gelen meta üretimi, nicel hakikati hala g izli olan
marjinal bir iktisadi işleyişin içinde uzun süre zanaata dayalı ka­
labilmiştir. B ununla birlikte, meta üretimi büyük çaplı ticaretin ve
sermaye birikiminin toplumsal koşu llarıyla karşılaştığında eko­
nominin bütün hakimiyetini ele geçirmiştir. Bu dönemde, eko­
nominin tamamı., bu fetih sırasında metanın kendini gösterdiği
biçim haline gelmiştir: nicel bir gelişme süreci . İnsan emeğini
meta-emeğe, yani, ücretli erneğe dönüştüren meta biçimindeki ik­
tisadi gücün bu aralıksız yayılması sonuçta, birinci derecede
önemli olan ayakta kalma sorununun şüphesiz hallolduğu, ancak
bu sorunla her zaman karşılaşıiabilecek şekilde -her seferinde
kendini daha vahim olarak yeniden göstererek- hallolduğu bir bol­
luğa yığılma şeklinde varm ıştır. İktisadi büyüme, toplumları ,
ayakta kalmaları için doğrudan doğruya mücadele etmeleri n i is­
teyen doğal baskıdan kurtarmıştır, ama bu noktada toplumlar kur­
tarıcılarından kurtu lmayı başaramamışlardır. Metanın bağım­
sızlığı, hüküm sürdüğü ekonominin tamamına yayıl mıştır. Eko­
nomi dünyayı değiştirir, ama onu sadece ekonomi dünyası haline
getirir. İnsan emeğinin kendine yabancılaştığı sahte-doğa sonsuza
dek insan emeğinin hizmetini talep eder ve bu h izmet, sadece ken­
disi tarafından yargılanmış ve bağışlanmış olarak, gerçekte top­
lumsal olarak meşru çabaların ve projelerin tamamını kendine
hizmetçi kılar . Metaların , yani meta i lişkilerinin bolluğu ayakta
kalma çabasındaki artıştan başka bir şey değildir.
'
41
Meta hakimiyeti başlangıçta ekonomi üzerinde gizeml i bir şekilde
kendini gösterm iştir; ekonomi de toplumsal yaşamı n maddi temeli
26
olarak, tanıdık ama yine de meçhul biri gibi fark edi lmemiş ve an­
laşılmam ıştı. S omut metanın nadir ya da azınlıkta olduğu bir top­
lumda, meçhul bir güç adına konuşan tam yetkili aracı gibi ken­
dini gösteren şey paranın bariz hakimiyetidir. S anayi devrimi,
zanaattaki işbölümü ve dünya pazarına yönelik yoğun üretim ile
birlikte meta, toplumsal yaşamı gerçekten işgal eden bir güç ola­
rak fiilen ortaya çıktı. Hakim bilim dalı ve tahakkümün bilimi
olarak ekonomi politik bu dönemde oluştu.
42
Gösteri, metanın toplumsal yaşamı tümüyle işgal etmeyi başardığı
andır. Görülebilir olan sadece metayla kurulan ilişki olmakla kal­
maz, ondan başka bir şey de görülemez: Görülen dünya metanın
dünyasıdır . Modern iktisadi üretim, diktatörlüğünü yaygın ve
yoğun bir şeki lde genişletmektedir. S anayileşmede geri kalmış
yerlerde, üretkenliğin gelişmesinde baş sırayı çeken bölgelerin da­
yattığı emperyalist tahakkümle ve birkaç gözde mal ile zaten ege­
mendir. Bu gelişmiş bölgelerde, jeolojik meta tabakalarının sü­
rekl i olarak üst üste yığılması ile toplumsal alan istila edilmiştir.
"İkinci sanayi devrimi"nin bu aşamasında, yabancılaşmış tüketim,
kitleler için, yabancılaşmış üretime ilave bir görev haline gelir.
Bu, bütün olarak toplam meta haline gelmiş olan bir toplumun sa­
tılık em eği nin tümü'dür; döngünün sürmesi gerekir. Bunun ya­
pılabilmesi için, bu toplam metanın, bir bütün olarak işleyen üre­
tici güçlerden mutlak olarak ayrılmış, parçalanmış bireye parçalar
halinde geri gelmesi gerekir. Uzmanlaşmış tahakküm biliminin
uzmanlaşması gereken nokta burasıdır: Sürecin bütün se­
viyelerinin kendi kendini düzenlemesine bekçilik ederek sos­
yoloji, psikoteknik, sibernetik, göstergebilim v .s. halinde par­
çalara ayrılır.
43
Kapitalist birikimin ilkel aşamasında, "ekonomi politik" kendi iş­
gücünü kortim ak için gerekli olan asgariyi elde etmek zorunda
olan "işçi'de sadece proleteri görür" ve onu asla "boş vakitleriyle
27
ve insani yönüyle" ele almaz; yönetici sınıfın düşüncelerinin bu
durumu , metaların üretiminde varılan bolluk derecesi işçinin daha
fazla katkısını gerektirir gerektirmez altüst olmuştur. Bu işçi, üre­
timin bütün örgütlenme ve denetim kipliklerinin açıkça ifade et­
tiği topyekün aşağılamadan ansızın temize çıkarak, kendisini her
gün üretimin dışında bulur ve tüketici kisvesi altında son derece
kibar davranılan bir yetişkin muamelesi görür. Bu durumda, meta
hiimaniznıi işçinin "boş vakitlerinin ve insani yönünün" so­
rumluluğunu üzerine al ır, bunun nedeni gayet açıktır, çünkü eko­
nomi politik bu alanl arı ekonomi politik olarak artık yönetebilir ve
yönetmek zorundadır. Böylece "i nsanın bu tamamlanmış yad­
sıııması" bütün insan varoluşunun sorumluluğunu üstlenir.
44
Gösteri, sürekli bir afyon savaşıdır; malları metalar ile, kendi ya­
saları na göre giderek büyüyen ayakta kalma mücadelesini tatmin
ile özdeşleştirıneyi insan lara kabul ettirmeyi hedefler. Fakat eğer
tüketilebilir ayakta kalma mücadelesi sürekli büyüyen bir şey ise
bunun nedeni ayakta kalmanın daima mahrumiyeti kapsıyor ol­
masıdır. Eğer giderek büyüyen ayakta kalma mücadelesinin öte­
sinde hiçbir şey yoksa, eğer hu büyümenin durabileceği hiçbir
nokta yoksa, bunun nedeni hu büyümenin mahrumiyetin ötesinde
olması değil, tam ters ine zenginleşm iş mahrum iyet olmasıdır.
45
Modern endüstrinin hem en gelişmiş sektörü , hem de bu en­
düstrinin uygulamasını tam anlamıyla özetleyen model olan oto­
masyonla birlikte meta dünyasının şu çelişkinin üstesinden gel­
mesi gerekir: Emeği nesnel olarak ortadan kaldıran teknik
donan ım, aynı zamanda enıe,�i m eta olarak ve metanın yegane
kaynağı olarak koru mak zorundadır. Otomasyonun ya da emeğin
üretkenliğini artıracak her türlü daha makul biçim in, toplum öl­
çeğinde gerekli toplumsal emek zamanını fiilen azaltmaması için
yeni işler yaqıtmak zorunludur. Üçüncü sektör olan hizmet sek­
törü , dağıtım ordusunun saflarını sıklaştırır ve sürümdeki metalara
28
methiyeler düzer; bu tür metalar içi n yapay ihtiyaçlar yaratmak
üzere gereken fazladan emeğin örgütlenmesine uygun düşecek şe­
kilde yedek güçleri seferber eder.
46
Değişim değeri ancak ku llanım değerinin faili olarak oluşabil­
mişti, fakat kendi si lahlarıyla sağladığı zafer kendi özerk haki­
miyetinin koşullarını yaratmıştı. Değişim değeri insanın kul­
landığı her şeyi seferber ederek ve insani tatmin üzerinde tekel
oluşturarak sonunda kullanımı yönlendirdi. Değişim süreci bütün
o!ası kullanımlarla özdeşleşmiş ve onları kendi insafına mahkum
etmişti. Değişim değeri kul lanım değerinin paralı askeriyken so­
nunda savaşı kendi çıkarı için yürütür hale gelir.
47
Kapitalist ekonominin değişmez ilkesi olan kullanım de,�erinin
düşme e,�ilinıi, büyüyen ayakta kalma savaşında yeni bir mah­
rumiyet biçimi geliştirir ki bu insanların büyük kısmının ücretli iş­
çiler olarak bitip tükenmez bir çaba sürdürmeye katılımını ge­
rektirdiğinden ve herkes ya bu mücadeleye boyun eğmek ya da
ölmek gerektiğini bildiğinden eski dönemlerdeki kıtlıktan çok da
uzak değildir. Genel olarak modern metaların tüketimindeki ya­
nılsamanın kabul görmesinin gerçek temeli şu şantajdaki ger­
çekliktir: En kısıtlı biçimiyle (beslenme ve barınma) kullanım , sa­
dece giderek büyüyen ayakta kalma mücadelesinin aldatıcı
zenginliğine hapsolduğu ölçüde var olur. Gerçek tüketici, ya­
nılsamaların tüketicisi haline gelir. Meta, bu fiilen gerçek ya­
nılsamadır, gösteri ise onun genel tezahürüdür.
48
Değişim değerinde zımni olarak yer alan kullanım değeri artık
gösterinin tersyüz olmuş gerçekliğinde açıkça belirtilmek zo­
rundadır, çünkü fii li gerçekliği aşırı gelişmiş meta ekonomisi ta29
rafından kemirilmiş ve sahte yaşam ın sahte-doğru lanması zorunlu
hale gelmiştir.
49
Gösteri paranın öteki yüzüdür: Bütün metaların soyut genel eş­
değeridir. Ama eğer para, genel eşdeğerliğin, yani eşsiz ku l­
lanımlı çok sayıdaki malın değişebilirlik özelliğinin temsilcisi
olarak toplumu yönettiyse, gösteri, paranın gelişmiş modern ta­
mamlayıcısıdır ve meta dünyasının bütünlüğü bütün toplumun
olabileceği ve yapabileceği şeyin genel eşdeğeri olarak hep bir­
likte gösteride ortaya çıkar. Gösteri, sadece bakılan paradır, çünkü
gösteride kullanımın bütü nlüğünün yerine zaten soyut temsil bü­
tünlüğü geçmi"Ştir. Gösteri sadece sahte-kullanım'ın h izmetkarı de­
ğildir, bizzat kend isi yaşam ın sahte-kullanımıdır.
50
İktisadi bolluk dönemi nde, toplumsal emeğin yoğunlaşmış sonucu
görünür hale gelir ve bütün gerçeklik, artık kendi ürünü olan gö­
rünüşe boyun_ eğer. Sermaye artık üretim tarzını yönlendiren gö­
rünmez merkez değildir: Sermaye birikimi onu duyumsal nesneler
halinde merkezin dışına kadar yayar. Toplumun bütün yayılma
alanı sermayenin portresidir.
değişmeden kalır. Ancak bir kez serbest bırakıldığında o da yı­
kılıp gitmez mi?" (Freud).
52
Toplum, ekonomiye bağlı olduğunu fark ettiği anda, aslında eko­
nomi topluma bağlıdır. Egemen görünecek kadar büyümüş olan
bu gizli güç de gücünü kaybetmiştir. İktisadi bağlamda o [nesne­
ç .n.] ben [özne-ç.n.J haline gelmek zorundadır. Özne, toplumdan,
yani bizzat toplu ı:n içinde yer alan mücadeleden başka bir yerde
_
ortaya çıkamaz. Ozııenin olası varoluşu, tari hin iktisadi temelinin
ü rünü ve üreticisi olarak ortaya çıkan sınıf mücadelelerinin so­
nuçlarına bağlıdır.
53
Arzu bilinci ve bilinç arzusu, olumsuz biçimi altında, sınıfların or­
tadan kalkmasın ı , yani işçilerin faaliyetleri nin her anına doğrudan
doğruya sahip olmalarını isteyen tasarı ile özdeştir. Bunun aksi,
metanın kendi yarattığı bir dünyada kendini hayranlıkla seyrettiği
gösteri toplumudur.
51
Özerk ekonominin zaferi , aynı zamanda onun yenilgisi de ol­
malıdır. Serbest bıraktığı güçler, eski toplu mların değişmez te­
meli olan iktisadi zorunluluğu ortadan kaldırır. İktisadi zo­
runlu luğun yerini sonsuz iktisadi gelişme zorunluluğu aldığında,
kabaca kabul edilmiş olan insanın temel ihtiyaçlarının karşılan­
masının yerine sadece kendi hakimiyetin i sürdürmenin sahte ih­
tiyacına indirgenen sahte ihtiyaçların kesintisiz imalatı geçer.
Fakat özerk ekonomi, farkında olmadan kendisine dayanan top­
lumsal bilin çdışı ndan doğduğu ölçüde derindeki ihtiyaçtan ebe­
diyen ayrı kalır. " B i linçli olan her şey yıpranır. B il inçdışı olan ise
'
30
31
III. GÖRÜNÜŞ TEKİ BİRLİK VE BÖLÜNME
56
biç i m l e ri n i n sa hte g österi savaş l arı , ayn ı za­
e ş i t s i z ve ç atış mal ı g e l i ş i m i n i , s i s tem i tanıyan ve
bu sistem in i k t id a r ı n a k at ı l ı mları n ı t a n ı m l a y a n s ı n ı fların y a da alt­
sın ı fların g ö rece çe l iş ki l i ç ıkarları n ı i fa d e e t t i kleri ö l ç üde ger­
çektir. Nası l ki en i l eri ekonom i n i n ge l işmesi öncel ikler ara­
Ayr ı l m ı ş g ü c ü n raki p
"Bir ikiye bölünür" ve "iki birde kaynaşır"
şeklindeki düşünceler ü zerin e ü lkede,
felsefe cephesinde canlı v e yeni bir polemik
sürmektedir. Bu tartışma diyalektik
materyalizmden yana v e ona karşı o l an lar
manda sistem i n
s ı n daki bir ç a t ı ş m a meselesi ise ekonom i n i n b ir devlet b ü rokras i s i
arasındaki bir m ücadele, i k i dünya görüşü
tarafı n dan tota l iter bi r ş e k i l de yönet i l mesi
arasındaki, proleter ve burj u v a dünya
sömürge kon u m u ndaki ü lkelerin durumu ela üretim
görüşü arasındaki bir savaştır. "Bir i kiye
bölünür" U n şeylerin temel y asası o lduğunu
savunanlar diyalektik materyalizmden
yanadırlar; "iki birde kaynaşır"ın şey lerin
temel yasası olduğunu savunan lar
di yalektik materyal izme karş ıdırlar. İki
taraf da araları n a belirg i n b i r çizgi
ve
l ar ı ndaki kayda d e ğ e r öze l l iklerle bel i r le n i r .
g ös t e ride
,
sömürge ya da yarı­
Bu
ve i k t idar tarz­
ç q i t l i karş ı t l ı k l a r
t a m a m e n far k l ı ölçütler arac ı l ığ ı y l a , k e n d i l e r i n i bir­
birinden b ü t ü n ü y l e farkl ı top l u m b i ç i m l e r i o larak s u n a b i l i r l e r .
Ama
mevcut d ur u m d a bütün
hakikat bu sektörl eri
iç er e n
hu
öz u ü l sektörleri n essizl
i ğ i ndeki
�
�
�-
evre n s e l s istemde yatar: Gezege n i
kendi a l a n ı h a l i ne g e t i re n yegfine h areket, y a n i k a p i t a l i z m .
çekmişlerdir v e argüman ları taban tabana
zıttır. Bu polemik, Ç in'de v e dünyada
57
sürmekte o lan keskin ve karmaşık s ın ı f
Gösteri n i n t a ş ı y ı c ı s ı o l a n top l u m ,
yansıtmaktadır.
tisadi hegemonyası i le
Krzrl Bayrak, Pekin, 21 Eylül 1 964.
54
Gösteri, modern toplum gibi, hem birleşik hem de bölünmüştür.
Modern toplum gibi gösteri de birliğini kopma üzerinde kurar.
Ama çelişki, gösteride ortaya çıktığında, anlamındaki bir altüst ol­
mayla tersine döner; öyle ki gösterilmiş olan bölünme birleştirici
olurken, gösterilmiş olan birlik böler.
55
Tek bir sosyo-ekonomik sistemin yönetimi için oluşmuş güçler sa­
vaşı aslında gerçek birliğe ait olmakla birlikte resmi çelişki gibi
ortaya çıkar; bu durum her ulus için geçerli olduğu kadar dünya
çapında da geçerlidir.
32
azgel i ş m i ş bölgeleri sadece i k­
e gem en l i ğ i a l t ı n a a l maz. On lara gösteri
e gem en o l ur. Maddi temel h e n ü z mevcut o l m a s a
mücadelesini ideoloj i k d ü zeye
toplumu olarak
d a , modern top l u m , her kılanın top l u m sa l yü zey i n i gösteri ara­
cı l ı ğ ı y l a ş i mdiden
istilfi
etmişt ir. Yönet i c i s ı n ı fı n program ın ı be­
l irler ve bu program ı n o l u şum u n u y ö n l e n d i rir. Tıpkı i n san l ar a
sahip ol ma k i ç i n can a t t ı k l arı sahte-m a l ları s u n m ası g i b i , yere l
devrimci lere de y a n l ı ş devrim modelleri s u n ar. S anayi leşm i ş ü l ­
kel er in b i rkaçı n ı elinde tutan bürokratik iktidara özgü gösteri,
bütün gösterinin genel anlamdaki sö zde y ads ın m as ı ve desteği
olarak bu gösterinin bir parçasını oluşturur. B ö lges e l düzeyde ele
alınan gösteri hiç kuşku suz, topl umsal i le t i ş i m ve yönetimde bazı
totaliter uzmanlaşma örnekleri sergilese de s istem i n g l o b a l iş­
leyişi düzeyinde bu uzmanlaşmalar gösteriye dair görevlerin
dünya çapında bölünmesi şeklinde ortaya ç ıkarlar.
-
DÖN/G<hıeri Toı1!uımı
33
58
Gösteriye dair görevlerin bölünmesi, mevcut düzenin büyük bö­
lümünü ve özellikle de bu düzenin gelişmesindeki hakim kutbu
korur. Gösterinin kökeni zenginleşmiş ekonomi alanında yatar ve
kendine yeterliliği hedefleyen herhangi bir yerel gösterinin koy­
duğu ideoloj ik-pol isiye koruma duvarlarına rağmen nihai o larak
gösteri pazarına hükmetmeyi hedefleyen ürün ler bu ekonomi ala­
nından gelir.
59
Gösterinin parıltılı oyalayıcılığı altında, modern topluma dünya
çapında hü km eden bayağılaşma hareketi, gelişmiş meta tü­
ketiminin seçilecek rol ve nesneleri görünüşte çoğalttığı her nok­
tada da modern topluma egemen olur. Dinin ve -sınıf iktidarı mi­
rasının temel biçimi olarak kalan- ailenin ve bunların güvencesi
altındaki manevi baskın ın kalıntrları, (içinde baskıyı barındıran
sahte-zevkten başka bir şey olmayan) hu dünyadan alınan zevkin
gereksiz yere yinelenmiş doğrulanmasıyla tek bir bütün halinde
b irleşebilirler. Var olanı safça kabullenmek, tümüyle gösterisel
o lan isyanla da birleşebilir: Bu, iktisadi bolluk üretimini bu tür
hammaddelerin iş lenmesine dek yaymayı başardığı anda tat­
minsiz-liğin kendisinin de meta haline gelmesi demekt ir.
60
Yaşayan insanın gösterideki teomsili olan ünlü kişi, olası bir rolün
imajını kendinde top l ayarak, aslında bu bayağ ıl ığı somutlaştırır.
Ünlü kişi o lmanın koşulu görünüşte yaşanmış o landa uzmanlaş­
maktır; ünlü kişi fiilen yaşanmış olan üretken uzmanlaşmalardaki
parçalanmayı telafi etmek zorunda olan derinliksiz ve görünür ya­
şamla özdeşleşme nesnesidir. Ünlü kişiler, çeşitli yaşam tarzlarını
ve toplumun kavrayış tarzlarını canlandırmak için vardırlar ve
kendilerini global olarak ifade etme özgürlüğüne sahiptirler.
Onlar, bu emeğin amaçlarıymış gibi olağanüstü bir şekilde üste çı­
karılan yan ürünlerini -tartışma götürmez bir sürecin başında ve
34
sonunda yer alan karar ve tüketimi, iktidan ve tatilleri- taklit ede­
rek toplumsal enıe,�in u laşılmaz sonucunu temsil ederler. Kah
devlet iktidarı sahte-ünlü kimliğine bürünür; kah, tüketimin ünl U
kişisi, yaşanmış olanın üzerinde bir sahte-iktidar olarak kendini
seçtirir. Ancak ünlü kişinin bu etkinl ikleri gerçekten global ol­
madıkları gibi çeşitli de deği ldir.
� nlü
61
kişi olarak sahneye çıkarılan gösterinin faili bireyin zıttıdır;
bıreyin hem kendi içindeki hem de diğerlerindeki düşmanıdır. Öz­
deşleşme model i olarak gösteride bulu nan fail, olayları n akı­
şındaki itaat yasas ıyla özdeşleşmek için her türlü özerk nitelikten
vazgeçer. Tüketimin ünlü kişisi, görünüşte farklı kişi lik türlerini
temsil etse de tüketimin bütü nlüğüne eşil olarak ul aşabilen ve bu­
rada benzer mutluluğu bulan bu insan türlerinin her birini gösterir.
Kararın ünlü kişisi, insani ni telik olarak kabul görmüş şeylerin
tam stokuna sahip olmak zorundadır. Böy lece, bu insani nitelikler
arasındaki resmi farklılıklar, her konuda mükemmel olmaları ön­
varsayımı anlamına gelen resmi benzerl ik tarafından ortadan kal­
dırılır. Kruşçev, Kursk savaşı hakkında karar vermek üzere ge­
neral olm uştur; ancak savaş sırasında değil, savaşın yirminci
yıldönümü nde devletin efendisi olduğu sırada . Kennedy, kendi
mezarına bile methiyeler düzecek kadar hatipliğini sürdürmüştür,
çünkü o sırada Theodore Sorensen, Kennedy'nin halefinin ko­
nuşma metinlerini, merhumun kişiliğini tanıtacak bir üslupta yaz­
ma�a devam ediyordu. S istemin temsilcisi olan hayranl ık duyulan
bu ınsanlar göründükleri gibi meşhurdurlar; en küçük bireysel
yaşam gerçekliğinin altına inerek büyük adam olmuşlardır ve her­
kes bunu bilir.
62
Gösteri bolluğundaki yanlış seçim -hem ayrı hem de iç içe girmiş
rol lerin (özellikle nesnelerin simgeleştirdiği ve taşıdığı roller) ol­
duğu gibi, rekabet ve dayanışma içindeki gösterilerin de yan ya­
nalığında yatan seçim- nicel bayağılığı ben imsemeyi kışkırtmaya
35
yönelik hayali niteliklerin savaşında gelişir. Böylece tüketimdeki
h iyerarşik yerlerin kabalığın ı olağanüstü bir ontolojik üstü nlük ha­
line getirmekle yükümlü sahte arkaik zıtlıklar, bölgesellikler ya
da ırkçılıklar yeniden dirilir. Bu şekilde, rekabete dayalı spor­
lardan seç im lere dek oyunaltı [sous-ludique] bir çıkarı harekete
geçiren gülünç karşılaşmaların sonsuz dizisi yeniden olu şur. Tü­
ketim bolluğunun bulunduğu yerde , gençler ve yetişkinler arasın­
daki temel bir gösteri karşıtlığı aldatıcı roller arasında ilk sırayı
tutar: Çünkü hiçbir yerde yaşamının efendisi olan yetişkin yoktur
ve var olanın değişimi olan gençlik asla bugün genç olan in­
sanların değ il iktisadi s istemin, kapitalizmin dinamizminin bir
öze lliğidir. Hükmeden ve genç olan, birbirlerini kovan ve bir­
birlerin in yerine geçen ise şeylerdir.
63
Gösterinin karşıtlıkları arkasında g izlenen şey sefaletin hirli,�i'dir.
Eğer ortak seçim maskelerinin arkasında aynı yabanc ılaşm � n '. n
farklı b içimleri birbirleriyle çatışı yorlarsa, bunun nedenı. hepsının
bastırılmış gerçek çelişkiler üzerine K:urulmuş olmasıdır. Gösteri,
bağdaşmadığı ve desteklediği sefaletin özel aşamasının zorunlu­
luklarına göre ; yo,� unlaşmış ya da yaygın bir biçimde var olur. Her
iki durumda da gösteri mutsuzluğun dingin merkezindeki yıkım
ve korkuyla çevrili mutlu bir birleşme imaj ın dan başka bir şey de­
ğildir.
64
Yoğunlaşmış gösteri, geri kalmış karma ekonom� Ierde ya d � ge­
.
lişmiş kapitalizmin bazı bunalım dönemlerinde bır devlet ıkt� dan
.
.
tekniği gibi ithal edilebilse bile, aslında bürokratık kapı: �l ı zme
.
aittir. Gerçekten de, bürokratik mülkiyet bu an lamda kendı ıçınd�
öylesine yoğunlaşmıştır ki birey olarak bürokrat, global ekonomı
mü lkiyetiyle sadece üyesi olduğu bürokratik topluluk aracılığıyla
ilişki kurar. Dahası, bürokratik kapitalizmde daha az gelişmiş ola�
meta üretimi de yoğunlaşm ış bir şekilde ortaya çıkar: Bürokrası­
nın elinde bulundurduğu meta toplumsal emeğin tamamıdır ve
36
onun topluma geri sattığı şey toplumun hep birlikte verdiği ayakta
kalma m ücadelesidir. Bürokratik ekonomi diktatörlüğü sömürülen
kitlelere kayda değer hiçbir seçim payı bırakamaz, çünkü bü­
rokrasi her şeyi bizzat kendisi seçmek zorundadır ve ister bes­
lenmeyle i ster müzikle ilgili olsun dışardan gelen her türlü farklı
seçim bürokrasinin tamamen yıkımını seçmek anlamına gelir . Bu
diktatörl üğe, kesintisiz bir şiddet eşlik etmek zorundadır. Da­
yatılan mal imaj ı , resmi olarak var olan her şeyin bütünlüğünü
kendi gösterisi nde toplar ve genel likle totaliter bütünlüğünün ga­
rantisi olan tek bir insan üzerinde yoğun laşır. Herkes bu mutlak
ünlüyle ya olağanüstü bir şekilde özdqleşmeli ya da yok ol­
malıdır. Çünkü hu ünlü, tüketmemenin efendisidir ve asl ında te­
rörün hızlandırdığı ilkel birikim olan mutlak sömürüye maku l bir
anlam veren bir kahraman imajıdır. Eğer her Çinli Mao'yu öğ­
renmek ve de Mao olmak zorundaysa, bu olması gereken başka
bir şey olmadı,�ı içindir. Yoğunlaşmış gösterinin hüküm sürdüğü
her yerde polis de hüküm sürer.
65
Yaygın biçimdeki gösteri meta bolluğuna, modern kapitalizmin
engellenmem iş gelişmesine eşlik eder. Burada tek tek ele alın an
her meta, nesneler bütünlüğünün üretim büyüklüğü adına haklı çı­
karılır ve gösteri bu metalara yönelik övgü listesidir. Uzlaşmaz id­
dialar, zengin ekonominin birleşik gösteri sahnesinde itişip ka­
kışırlar; farklı ünlü-metalar toplumun düzenlemesiyle ilgili çelişkili
tasarıları eşzamanl ı olarak desteklerler: kent gösteris i m üze haline
getirilmiş mahallelere ihtiyaç duyarken, otomobi l gösterisi eski
kentleri yıkıp geçen mükemmel bir ulaşım ağı i ster. Bu nedenle
bütünün tüketimi'ne ait diye ünlenmiş ve zaten sorunlu olan tatmin
derhal tahrif edilir, çünkü gerçek tüketici bu meta mutluluğuna
doğrudan doğruya ancak bölümler halinde (bütüne atfedilen ni­
teliğin her seferinde yok olduğu bölümler halinde) ulaşabilir.
66
Belirli her meta kendisi için savaşır, diğerlerini tanıyamaz ve her
yerde kendini sanki eşi benzeri yokmuş gibi dayatmaya çalışır. Bu
37
durumda gösteri bu r nücadelenin epik şiiridir, Truva'nın düş­
mesiyle asla sonuçlanmayacak destanıdır. Gösteri, i nsanları ve si­
lahlarını değil, metaları ve tutku larını över. Bu kör dövüşte her
meta kendi tutkusunun peşinden giderek asl ında bilinçsiz bir şe­
kilde daha yüce bir şeyi gerçekleştirir: Metanın dünya haline gel­
mesini ki bu aynı zamanda dünyanın meta haline gelmesi de­
mektir. Böylece bir meta mantığı kurnazlığı i le, meta-biçimi
mu tlak gerçekleşmesine doğru ilerlerken, metan ın özgü/h(�ü de
bu mücadele içinde yıpranır.
Hiç şüphesiz, modern tüketimin dayattığı sahte-ihtiyaca, top­
lu mun ve tarihin şeki llendirilmediği hiçbir sahici ihtiyaç ya da is­
tekle karşı konulamaz. Fakat meta bolluğu, toplumsal ihtiyaçların
organik gelişmesindeki mutlak kopuş gibidir. Onun mekanik bi­
rikimi, karşısında can l ı arzunun çaresiz kaldığı sınırsız bir ya­
paylığı serbest bırakır. B ağımsız yapaylığın yığılma gücü, her
yerde, toplumsal yaşamın talırıf edilmesine yol açar.
69
67
Bol meta kullanım ından kaynaklanmay an tatm in, metaların de­
'
ğerin in meta olarak tan ınmasında aranmaktadır: Metanın kul­
lanı mı kendi kendine yeterl i hale gelir; ve tüketici metanın ege­
men özgürlüğüne dinsel bir sevgi duyar. Bütün haberleşme
araçları tarafından desteklenen ve yaygınlaştırılan verili bir ürüne
yönelik heyecan dalgaları büyük bir hızla yayılır. B ir giyim tarzı
bir filmden çıkar; b ir dergi çeşitli giyim alışkanlıklarını meşhur
eden gece kulüplerini tanıtır. Bu tür ıvır zıvır ın ifade ettiği şey,
meta yığını sapkınlığa yöneldiğinde sapkın olan şeyin ·kendisinin
de özel bir meta haline geldiğidir. Kıymetl i eşya satışlarıyla bir­
likte verilen ya da değişim yoluyla kendi alan larının dışına çıkan
ve satılmayan reklam anahtarlıkları örneğinde olduğu gibi malın
aşkın lığına kendini m istik bir biçimde teslim etmeyi görebiliriz.
Koleksiyon için üretilen anahtarlıkların koleksiyonunu yapan ki­
şinin biriktirdiği şey metanın bağışlayıcılı,qıdır, bu onun metaya
sadık olanlar arasındaki gerçek mevcudiyetinin görkemli bir işa­
retidir. Şeyleşmiş insan, metayla olan samimiyetinin kanıtını her­
kese duyurur. Meta fetişizmi, tıpkı eski dini fetişizmin bağnaz
üyelerinde ve mucize ürünü kişilerde görülen kendinden geçme
durumlarına benzeyen ateşli coşku anlarına u laşır. Hala burada
ifadesini bulan tek kullanım, temel teslimiyet k u llanımıdır.
'
38
68
Tüketim sayesi nde mutlu bir şekilde birleşm iş toplum imajında,
gerçek bölünmeye ancak bir sonraki tüketim başarısızlığına kadar
ara verilmiştir. Sonu nda vaat edilmiş toplu tüketim topraklarına
varan göz alıcı bir kestirme yol olduğuna dair umudu temsil
etmek zorunda olan her özel ürün, sırası geldiğinde, törensel bir
şekilde kesin eşsizlik olarak tanıtılır. Ama tıpkı ayn ı yaştaki bi­
rey lerin hemen hemen tamamı taşıdığı halde görünü şte aristokrat
olan isim modasının b irdenbire yayılması g ibi, kendisinden eşsiz
bir güç beklenen nesne de ancak kitlesel tüketim için yeterince
fazla miktarda üretildiği takdirde kitlelerin tapınmasına su­
nu labi lm iştir. Bu alel5.de ürünün büyüleyici özelliği ancak top­
lumsal yaşamın merkezine bir an yerleştiğinde ortaya çıkar, tıpkı
üretimin nihai amacının açığa çıkan gizemi gibi. Gösteride bü­
yüleyici olan nesne, tüketicisinin ve bütün diğer tüketicilerin
evine girer girmez bayağı laşır. Doğal olarak üre timinin se­
fil l iğinden kaynaklanan temel zavallılığını çok geç açığa vurur.
Fakat o ana kadar sistemin doğrulanmasını b ir başka nesne üst­
lenmiştir bile ve tanın mayı talep etmektedir.
70
Tatmin aldatmacası, yer değiştirerek, ürünlerin ve genel üretim
koşu lların ın değişimini izleyerek kendi n i ortaya koymak zo­
rundadır. Kendi şaşmaz mükemmelliğini büyük bir yüzsüzlükle
doğrulamış olan şey hem yaygın hem de yoğunlaşmış gösteride
39
yine de değişir; devam etmesi gereken sadece sistemdir: Stalin ' in
ve modası geçmiş bir ürünün geçersizliğini i lan edenler tam da
bun ları dayatmış olanlard ır. Reklamın her yeni yalanı aynı za­
manda bir önceki yalan ın ikrarı 'dır. Totaliter iktidarın gözden
düşen her figürü, onu oybirliğiyle onaylamış olan ve yan ılsamasız
bir yalnızlar yığın ından başka bir şey olmayan aldatıcı cemaati
açığa çıkarır.
iV ÖZNE VE TEMSİL OLARAK PROLETARYA
71
Gösteri nin ebedi diye sunduğu şey değişim üzerine kuruludur ve
temeliyle birlikte değişmek zorundadır. Gösteri mutlak bir şekilde
dogmatiktir fakat bununla birlikte gerçek anlamda hiçbir sağlam
dogmaya yol açmaz. Gösteriye göre, duran hiçbir şey yoktur; bu
onun doğa l koŞu lu olsa ela kendi eğil imine en çok karşı olan şey­
dir.
H erkesin b u dünyanın nimet lerinden ve
zevklerinden eşit olarak yararlanma hakkı,
her t ürl ü otori ten i n yıkılması, b ü t ü n ahliiki
k ı s ı t lamaların yads ıııması ; i�te mese lenin
köküne inildiğinde 1 8 Mart ayakl anmasııı ı ıı
ve bu ayaklanmaya bir ordu sağlamı� olan
72
Gösterinin ilan ettiği gerçekdı şı birlik, kapitalist üreti m tarzın ı n
gerçek birl iğinin dayandığı sınıf ayrım ını gizler. Ü reticileri dün­
yanın kuru luşuna katı lmaya zorlayan şey aynı zamanda onları
dü nyadan ayıran şeydir. Yerel ve ulusal sınırlarından kurtulmuş
i nsanları bir araya get iren şey aynı zamanda on ları birbirlerinden
uzaklaştıran şeydir. Rasyonelliğin derin leştirilmesini gerektiren
şey ay nı zamanda hiyerarşik sömürünün ve baskın ın irrasyo­
nelliğini besleyen şeydir. Toplumun soyut iktidarı nı yaratan şey
onun somut özgürlüksüzli(�ünü de yaratır.
korkunç ortak lık belges inin varl ık nedeni
budur.
1 8 Mart ayaklaıınıası ile ilgili m eclis 11r11şıı rma.1·1
73
Mevcut koşulları ortadan kaldıran gerçek hareket, burjuvazinin
ekonomideki zaferi nden itibaren ve gözle görünür şekilde de bu
zaferin politik olarak ifade edilmesinden bu yana toplumu yö­
netmektedir. Üretici güçlerin gelişmes i , eski üretim ilişki lerini
bozmuş ve durağan düzenin tamamı toza dumana karı şm ıştır.
Mutlak olan her şey tarihsel leşmiştir.
74
İnsan lar, tarihe karışarak, emeğe ve tarihi oluşturan m ücadelelere
katılmak zorunda kalarak ilişkilerini yanı lsamalarından kurtulmuş
bir şekilde gözden geçirmeye mecbur olurlar. Tarihsel döneme ait
en son bil inçdışı metafizik bakış açısı, tarihin bizzat kendini
40
41
açımlamak için kullandığı üretken i lerlemeyi tarihin nesnesi ola­
.
rak görebilse bile bu tarihin kendinden baş �� nesnesı y oktur. �a�
. .
rihin özne'si, kendini üreten, dünyasının -tanhın- efendısı ve sahıbı
haline gelen ve kendi oyununun bilinci olarak var olan canlıdan
başka bir şey değildir.
75
B urjuvazinin yükselmesiyle başlayan uzun devrimci dönemin sınıf
rn ü �adeleleri ile tarih düşüncesi, tek bir akım içi nde gelişirler; bu
düşünce yani diyalektik, var olanın anlamını aramakla yetinmez
ve var olan her şeyin yok olmasının bilgisine erişir ve onun ha­
reketi içinde her ayrılık yok olur.
sarısıyla, yani ne istediyse onu yapmış olan, ne yapmışsa onu is­
temiş olan ve tamamlanışı şimdiki zamanla çakışan mutlak k�h­
ramanla özdeşleştirilerek gizlenebilir. Böylece, tarih düşüncesi
içinde ölen felsde, şimdi, dünyasını ancak tarihi tekrar yadsıyarak
yüceltebilmektedir, çünkü söz alabilmek için her şeyi indirged iği
bu bütünlüklü tarihin artık tamamlandığını ve hakikate dair ka­
rarın verilebileceği tek mahkemenin kapandığını varsaymak zo­
rundadır.
77
Proletarya bu tarih düşüncesinin unutul madığını kendi eylemli va­
roluşu ile kanıtladığında, sonucun yalanlanması aynı zamanda
yöntemin doğrulanması anlamına gel ir.
76
Hegel artık dünyayı değil, dünyanın dönüştürülmesini yorumlamak
durumundaydı. Sadece dönüştürmeyi yorumlayan Hegel, felsefe­
nin felsefi tamam lanmasın dan başka bir şey deği ldir. O, kenl�i ken­
din i yapan bir dünyayı anlamak ister. Bu tarihsel dü � ünce � ıne �e
her zaman geç kalan ve post festıını" doğru lanmayı dıle getıren bı­
linçten başka bir şey deği ldir. Dolayısıyla, ayrımı sadece düşün­
ce de aşabilmiştir. B ütün gerçekliğin an lamını tarihsel tama �1 �a �
nışına bağlı hale getirmek ile aynı zamanda bu an lamı kendısını
tarihin tamamlanışı şeklinde oluşturuyormuş gibi ortaya çıkarmak
arasındaki paradoks, XVII. ve XVIII. yüzyıllardaki burjuva dev­
rimleri düşünürünün, kendi felsefesinde, bu devrimlerin sonuç­
larıyla uzlaşnıa'dan başka bir şey aramamış olması �1dan kayn �kl � ­
nır. [Hegel] "Burjuva devriminin felsefesi olarak bıle bu devrımın
bütün sürecini değil sadece n ihai sonucunu i fade etmektedir. Bu
anlamda bu, devrimin değil, restorasyonun felsefesidir." (Kari
Korsch, Hegel ve Devrim Üzerine Tezler). Hegcl, son bir defa fi­
lozof görevi n i yerine getirmiş, "var olanı yüceltmiştir"; ama zate n
.
Hegel'e göre var olan, tarihsel hareketin bütü nlüğünden başka bır
şey olamazdı. Düşüncenin harici konumu aslında korunmuş ol­
duğundan, bu konum ancak önceden çözülmesi gereken bir Tin ta'
•
(Lat.) Şenlik bittikten sonra. ( ç . n . )
42
78
Tarih düşüncesi ancak pratik düşünce haline gelerek kurtulabilir;
ve devrimci sınıf olarak proletaryanın pratiği, kendi dünyasın ın
bütünlüğü üzerinde işleyen tarihsel bilinçten başka bir şey ola­
maz. Devrimci işçi hareketinin bütün teorik akımları, Stirner ve
Bakunin'den Marx'a kadar, Hcgelci düşünce ile girişilen eleştirel
bir çatışmadan doğmuştur.
79
Marx'ın teorisi ile Hegelci yöntem in b irbirinden ayrılmama özel­
liği de bu teorinin devrimci özelliğinden, yani hakikatinden ay­
rılamaz. B u nedenle bu ilk ilişki genelde es geçilmiş ya da yanlış
anlaşılmış ve hatta aldatıcı bir şekilde Marksist bir doktrin haline
dönüşmüş olan şeyin zayıflığı olarak gösterilmiştir. Bernstein, So ­
cialisnıe theorique et Social-democratie pratique'te [Teorik Sos­
yalizm ve Pratik Sosyal Demokrasi] diyalektik yöntem ile tarihsel
taraflılık arasındaki ilişkiyi, 1 847 Ma ı ı ifestosu nun Almanya'da eli
kulağındaki proleter devrim le i lgili fazla bilimsel olmayan tah­
minlerin i eleştirerek, mükemmel bir şekilde ortaya koyar: "Si­
yaset konusu nda hayalperest olan herhangi birinin daha iyisini ba'
43
şaramayacağı kadar ya n l ı ş olan bu tarihsel kendini-aldatmada,
Engels kadar Marx'ın da kendisini asla tamamen kurtaramadığı
Hegelci karşıtlık diyalektiğinin kalıntılarının ürününü görmesey­
dik, o dönemde ekonomiyi ciddi bir şekilde incelemiş olan
Marx'ta bu anlaşılmaz olurdu. B u genel karışıklık dönem lerinde,
Hegel'den kurtu lmak Marx için daha da hayati bir hal almıştı."
B urju v a devrimleri rl üşü nces i n i n " aktarım yoluyla ku rtarı l m a s ı "
tersine çevirme,
nesnelleşmesi y a ­
banc ılaşmasıyla özdeş o l a n v e tarihsel yaraları h iç i z
bırakmayan
ve zaman i ç i nde kend i s i y l e karş ılaşmaya doğru ilerleyen Hegelci
Tin güzergahın+n yerine kabaca ü retici güçlerin materyalist ge­
l i şmes i n i koymak değildir. Gerçek haline ge len tar i h i n artık sonu
yokt ur. Marx , H e gel in oluphiten k ar ş ı sın da ki ayrı ko n u m u n u v e
herhangi bir dışsal yüce fai lin seyrini yıkmıştır. Bundan böyle
teori artık sadece ne yaptığ ı n ı bil mekle yükümlüdür. Buna kar­
ş ı l ık, ekon o m i n i n hareket i n i n seyredilmesi, mevcut toplumun
hakim düşüncesi içinde Hcgel'in döngüsel sistem arayışının di­
yalektik olmayan yanının tersine çevrilmemiş m irasıdır: B u , kav­
ram boyutunu yitirmiş ve doğrulanmak için artık Hegelciliğe ih­
tiyaç duymayan bir onamadır, çünkü övdüğü hareket mekanik
gelişmesi gerçek anlamda her şeye hakim olan dünya görüşsüz bir
sektörden başka bir şey değildir. Marx'ın tasarısı bilinçli bir tarih
'
tasarısıdır. Sadece iktisadi olan üretici güçlerin körü körüne ge­
lişmesinde ortaya çıkan nicel şey, nitel bir tarihsel uygunluk için­
de dönüştürülmelidir. Ekonomi politiğin eleştirisi, bu tarih ön­
cesinin sonunun ilk edimidir: "Bütün üretim araçları arasında en
önemli üretici güç, bizzat devrimci sınıftır."
'
81
Marx'ın teorisini bilimsel düşünceye sıkı sıkıya bağlayan şey, top­
lumda gerçekten faaliyette olan güçlerin rasyonel kavranışıdır.
Ancak Marx'ın teorisi temelde bilimsel düşüncenin aşı larak ko­
runduğu bir bilimsel düşünce ötesidir: Yasa'nın değil, mücade44
,
" B iz bir tek
82
Tarihi bilimsel bir temelde i n ş a etmek i s teyen b u rj uvazi n i n dö­
nem i , kullanılabilir haldeki bu bil imin daha z i yad e ekonomi i l e
birlikte t ar i h s el olarak i n ş a edilmesi gerekt i ğ i n i es ge ç m i ştir.
B u na karşı lık, tar i h ,
80
için Marx'ın gerçekleştird i ğ i
le'nin kavranışı söz konusudur. Alman İdeo lojisi' n de
bilim tanırız, o da tarih bilimidir" denir.
doğruya
iktisat tarihi
ik t is at bilgisine daya nır .
olarak kaldığı ölçüde d oğrudan
B i l imsel gözleme dayalı bakış
açısının tarihin ekonom ideki payını -kentl i temel b i l i msel ve­
rilerini değiştiren global s ü reç- ne kadar ihmal e t t i ğ i , b u n a l ı m ları n
kesin o l u ş m a dönem lerin i saptadıkları n a inanan sosya li st he­
s apl a rı n beyhudeliği karş ısınd a ortaya çıkmışt ır; devletin sürekli
m ü dahalesiyle b u n a l ı m e ğ i l imleri n i n et ki lerini te!fıfi etmenin ba­
şar ı l m asından b u yana, aynı tür akıl yürü t me, b u dengeyi kesin bir
ikti sadi uyum ol arak görmektedir. Ekon o m i n i n üstesi nden gelme
ta sa rı s ı tarih i s ah i plen me
,
tasarıs ı , eğer topl u m u n b i l i m in i t anımak -
ve özümsemek- zorundaysa,
bilimsel
olamaz. B i lim sel
cıl ığıyla me vcut tarihe h ükmede b i leceğine
devri mci bakış açısı hwjııva kalır.
bilgi
ara­
i n a n an b i r h arekette
83
Ütopik sosyalizm akımları, tarihsel aç ıdan , m e v c u t t o p l u msal ör­
gütlenmenin eleştirisi üzerinde temellenmiş olsalar da, bilimi red­
dettikleri için değil, tarihi -yani hem mutlu toplum imajlarının de­
ğişmez mükemmelliğinin ötesine geçen zaman hareketini hem de
halihazırdaki fiili mücadeleyi- reddettikleri ölçüde tam anlamıyla
ütopik olarak nitelendirilebilirler. Buna karşılık, ütopist dü­
şünürler, geçmiş yüzyıllarda hakim olduğu şekliyle bilimsel dü­
şüncenin tamamen etkisi altındadırlar. Bu genel rasyonel sistemin
tamamlanışının peşindedirler: Kendilerini hiçbir şekilde silahsız
peygamberler gibi görmemişlerdir, çünkü b i limsel kanıtın top­
lumsal gücüne ve hatta S aint-S imonculuk örneğinde olduğu gibi
iktidarın bilimle ele geçirileceğine inanırlar. S ombart, "kanıtlan­
ması gereken şeyi mücadele y oluyla ele geçirmeyi nasıl isteye­
bildiler?" d iy e sorm u ş t u . B u n u n l a birlikte, ütopistlerin b i l imsel
45
anlayışı, bazı toplumsal grupların mevcut durumdan çıkarları ol­
duğu, bu durumu korumak için güçlere ve bu tür durum lara uygun
yanlış bilinç biçimlerine sahip oldukları şeklindeki anlayışı içer­
mez. Bu anlayış, sadece neyin kabu l edi lebileceğini deği l aynı za­
manda neyin araştırılabileceğini de seçen ve bu tür etkenlerin so­
nucu olan toplumsal talep tarafından geniş ölçüde yönlendirilmiş
olan bilimdeki gelişmenin tarihsel gerçekliğine bile erişeme­
miştir. B ilimsel hakikatin ser>:ileniş tarzının mahkumları olarak
kalan ütopik sosyalistler, bu hakikati soyut saf imaj ına (oldukça
eski bir toplum aşamasında dayatılmış olan bir imaj) göre kav­
rıyorlardı. Sorel'in de saptad ığı gibi ütopistler toplum yasalarını
astronomi modeline dayanarak keşfedeceklerini ve göstere­
ceklerini düşünmüşlerdi. Onların hedeflediği, ,tarihe düşman olan
uyum, tarihe e n az bağımlı olan bilimi topluma uyarlama g i­
rişiminin sonucudur. Bu uyum, Newtonculuk ile aynı deneysel
masuml ukla öne f>Ürülmü ştür ve sürekli ortaya atılan mutlu ge­
lecek kavram ı, "onların toplum biliminde, ataletin rasyonel me­
kan ikte oynadığı role benzer bir rol oynar" (Materiaux pour une
theorie du proletariat -Bir Proletarya Teorisi İ çin Malzemeler-).
bakış açısını korumuştur, ama teorisinin açıklanması hakim dü­
şü nce alanını konu almış ve başta burjuva toplumunun temel bi­
limi olan ekonomi politiğin eleştirisi olmak üzere belli başlı di­
siplinlerin eleştirisi biçimi altında belirgin hale gelmiştir. "Mark­
sizm"i oluşturan şey, daha sonraları kesi n olarak kabul edilen bu
bozulmadır.
85
Marx 'ın teorisindeki zayıflık, doğal olarak onun dönemindeki dev­
rimci proletarya mücadelesinin zayıflığıdır. İşçi sınıfı , sürekli
devrimi l 848 Al manyası'nda başlatm amıştı; Komün yalnızlık
içi nde yenilgiye uğramıştı. Devrimci teori henüz kendi bütünlüklü
varoluşuna erişememişti. Marx'ın, Britislz Museu m da, dünyadan
uzak bir ilmi çalışmayla teoriyi Savunan ve açıklayan birisi haline
indirgenmesi teorinin kendisinde bir kayba neden olmuştu . Daha
ileri bir aşamada proleter bilincin önünde engel haline gelecek
olan şey, özellikle Marx'ın işçi sınıfı n ın gelecekteki gelişmesi
üzerine yaptığı bilimsel doğrulamalar ve bu doğrulamalara bağlı
örgütsel pratiktir.
'
84
Marx'ın düşüncesindeki b i limsel-determinist yön, tam da, "ide­
o loj ikleştirme" sürecinin Marx'ın yaşamı boyunca işçi hareketine
kalan teorik mirasa sızdığı boşluk olmuştu . Tarih konusunun gün­
deme gelmesi ertelenmeye devam eder ve en üstün tarihsel bilim
olan iktisat, kendisinin gelecekteki yadsınma zorunluluğunu gi­
derek daha fazla güvence altına alır. Ama bu şekilde teorik görüş
alanının dışına itilen, bu yadsımanın tek hakikati olan devrimci
pratiktir. Böylece , iktisadi gelişmeyi sabırla araştırmak ve acı
çekmeyi hala Hegelci bir sakinlikle kabul etmek önemli hale gelir
ve sonuç " iyi niyetler mezarlığı" olarak kalır. B ugün, devrimlerin
bilimine göre, bilincin her zaman çok erken geldiği ve öğretilmesi
gerektiğ i keşfedilmiştir. Engels, 1 895'te, "tarih bizi ve b izim gibi
düşünen herkesi haksız çıkardı. Tarih , kıta üzerindeki i ktisadi ge­
l işme durumunun henüz olgunlaşmadığını açıkça göstermiştir ... "
diyecektir. Marx , tüm yaşamı boyunca, teorisindeki birleştirici
46
86
Proleter devrimin bilimsel olarak savunulmasında görülen bütün
teorik yetersizlikler, hem içerik hem de açıklama biçimi olarak,
iktidarın devrimci bir şekilde ele geçirilmesi açısmdan pro­
ietaryanın burjuvazi ile özdeşleştirilmesine i ndirgenebilir.
87
Proletarya i ktidarının bilimsel meşruiyetinin kanıtlanmasını geç­
mişin tekrarlanan deneyimleri üzerinde temellendirme eğilimi
Manifesto'dan itibaren Marx'ın tarihsel düşüncesini bulanıklaş­
tırmıştır ve her seferinde "ya bütün toplumun devrimci bir dö­
nüşümü ya da mücadele içindeki sınıfların müşterek bir şekilde
ortadan kalkmasıyla" sonuçlanacak sınıf mücadelelerinin yol aç­
tığı üretim tarzlarının düz bir hat izleyerek geliştiği i maj ını des47
teklemeye zorlamıştır. Ama, nasıl serf ayaklanmaları hiçbir
zaman toprak sahiplerini ve Antik Çağ ' daki köle ayaklanmaları
efendileri yenememişse, Marx'ın başka yerde gözlem lediği "Asya
tipi üretim tarzı" da bütün sınıf çatışmalarına rağmen tarihin göz­
lemlenebilir gerçek liğ inde kendi durağan lığını korumuştur. Düz
hat izleyen şema öncel ikle huıjuvazirıin asla yenilp,iye u,� ramamış
tek devrimci sınıf olma olgusunu gözden kaçırmaktadır; burjuvazi
aynı zamanda, topluma el koymasının hem nedeni hem de sonucu
ekonom ideki gelişme olan tek sınıftır. Aynı basitleştirme Marx 'ı
sınıflı bir top lumun yönet ilmesinde devlet in iktisad i ro lünü es
geçmeye yöneltmiştir. Y ükselen burjuvazi her ne kadar eko­
nomiyi devletten ayırıyormuş gibi göründüyse de bu sadece statik
bir ekonomide eski devletin bir sınıf baskısı aracı olarak gö­
rülmesi ölçüsündeydi . Burjuvazi , özerk iktisadi gücünü, devletin
zayıfladığı Ortaçağ döneminde, dengedeki güçlerin feodal par­
çalanması s ı rasında geliştirmiştir. Ama, merkantil izm i le bur­
juvazinin gelişmesi n i desteklemeye başlamış ve sonuçta "bı­
rakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" döneminde hwjuvazinin
devleti haline gelmiş olan modern devlet, daha sonra iktisadi sü­
recin hesaba dayalı yönetim inde merkezi bir güçle donatılmış bir
halde kendini gösterecektir. Bununla birlikte Marx, Bonapartizm
kavram ı ile modern devletçi bürokrasinin aldığı biçimi, şeylerin
iktisadi tarih ine indirgenmeyen her türlü tarihsel yaşamı reddeden
burjuvazini n "d iğer sınıflarla aynı politik hiçliğe mahkum ol­
mayı" istediği "ulusal sermayenin emek üzerindeki iktidarının,
toplumsal kölelik için örgütlenm iş bir kamusal gücün" olu­
şumunu, sermaye ve devletin kaynaşmasını tarif edebilmiştir. Pro­
letaryayı tarihsel yaşam tahtının tek talihi olarak olumsuz an­
lamda tanım layan modern gösterinin sosyo-pol itik teme lleri daha
burada atı lmıştır.
,
88
B urjuva devrimi gerçekle şmiştir; proletary a devrimi ise bir önceki
devrimde n doğmuş ama nitelik olarak ondan farklı bir tasarıdır.
Burjuvaz inin tarihsel rol ünün özgiinli(�ü es geçildiği nde, hu pro­
letarya tasarısmı n somut özgünlüğ ü de gizlenmi ş olunur; bu tasarı
kendi rengini taşımada n ve "görev lerin in sınırsızlı ğ ı"nın bi­
l incinde olmadan hiçbir sonuca erişemey ecektir. Burjuvaz i ik­
tidara gelmişti r çünkü o, gelişmek te olan ekonom inin sın ıfıdır.
�roletarya, hilincin sınıfi haline gelmedik çe iktidara gelemez.
Uretici güçlerin olgun laşmasının giderek artan mahrumi yetlere
yol açması bile böyle bir iktidarı garanti edemez. Devlete Jakoben
yöntemle el koymak pro letaryan ın aracı olamaz. Hiçbir idcolr�ji
proletary anın kısmi amaçları nı genci amaç lar haline getirmes ine
hizmet edemez, çünkü proletary a gerçekte n kendisin e ait olan hiç­
bir kısmi gerçekl iğ i koruyam az.
89
Her ne kadar Marx'ın, proletarya mücadelesine katılım ın ın belirli
bir dönem inde, bil imsel öngörüden ekonomizm yan ı lsamalarına
entelektüel temel oluşturacak kadar fazla beklentisi olduysa da ki­
şisel olarak bu yanıl samalara kendini kaptı rmadığı bilinir . Ka­
pital'i bizzat eleştirdiği bir makaleye, Engels'in bir rakipten ge­
liyormuş gibi has ına göndereceği makaleye eşlik eden 7 Aralık
1 867 tarihli meşhur mektubunda Marx kendi biliminin sınırlarını
açıkça çizmiştir: " ... Y azarın öznel eğiliminin (belki de politik ko­
numunun ve geçmişinin dayattığı eğilimin), yan i, mevcut ha­
reketin, mevcut toplumsal sürecin ni hai sonucunu görme ve baş­
kalarına anlatma tarzının kendi gerçek analiziyle hiçbir ilişkisi
yoktur." B öylel ikle Marx kendi nesnel tahlilinin "belirli bir
amaca yönelik sonuçlarını" teşhir ederek ve kendisine dayatılmış
olan aşırı-bilimsel seçeneklerle ilgili "be lki" ironisiyle, ayııı za­
manda, iki durumun kaynaşmasının metodolojik anahtarını da
gösterir.
Marx'ın teorısıne gerçek anlamda uyan yegane iki sınıf, Ka­
p ita / deki bütün analizlerin dönüp dolaşıp vardığı bu iki katıksız
sın ıf, burjuvazi ve proletarya, aynı zamanda, tamamen farklı ko­
şullarda olmak şartıyla tarihin de yegane iki devrimci sınıfıdır:
'
48
F-ıON/G ii�teri Toplumu
49
90
B ilgi ve eylemin kayn aşmasını, bizzat tarihsel mücadelenin için­
de gerçekleştirmek gerekir, öyle ki bu terimlerin her biri diğerinin
hakikatinin güvencesi olmalıdır. Proleter sınıfın bir özne olarak
oluşumu, devrimci mücadelelerin örgütlenmesi ve toplumun dev­
rim anında örgütlenmesi demektir: Praksis teorisinin pratik teori
haline gelerek doğru landığı bilincin pratik koşulları işte bu anda
var olmak zorundadır. Bununla birlikte, örgütlenmeye i lişkin bu
temel sorun, işçi hareketlerinin oluştuğu dönemde, yani bu te­
orinin tarih düşüncesinden gelen birleştirici özel l iğini hala ko­
ruduğu (ve birleştirici bir tarihsel pratik geliştirmeyi öze llikle
görev edindiği) sırada, devrimci teorinin üzerinde en az dü­
şündüğü sorulıdu. Tersine bu, burjuva devrim inden ödünç alınmış
devletçi ve hiyerarşik uygulama metodlarının yeniden can­
lanmasını kabu l eden bu teori için tutarsızlık alanıdır. Teorinin bu
kendini çekmesi üzerine geliştirilmiş işçi hareketinin örgütlenme
biçimleri ise, karşılık olarak birleştirici bir teorinin korunmasını,
onu çeşitli uzmanlaşmış ve kısmi bilgilere bölerek engellemiş­
lerdir. Teorinin bu ideolojik yabancı laşması, ihanet ettiği bir­
leştirici tari� düşüncesinin pratikteki doğrulanmasını, böyle bir
doğrulanma işçilerin kendiliğinden mücadelesinde ortaya çık­
tığında, artık kabu l edemez; sadece bu doğrulanmanın ortaya çı­
kışını ve anısını bastırmaya yardımcı olabilir. Dahası, mücadele
içinde ortaya ç ıkan bu tarihsel b içimler, tamamen teorinin doğru
olmak için gerek duyduğu pratik ortamlardır. Bu biçimler teorinin
bir gerekliliğidir ancak teorik olarak formüle edilmemişlerdir.
Sovyet, teorinin bir buluşu değildi. Dahası Enternasyonal İşçi B ir­
liği'nin en yüce teorik hakikati onun pratikteki varlığıydı.
91
Enternasyonal'in mücadelesinin ilk başarıları, Enternasyonal'de
varlığını sürdüren egemen ideolojinin karmaşık etkilerinden kur­
tulmasını sağ lam ıştı. Ama bir süre sonra karşılaştığ ı yenilgi ve
baskı, proleter devrim ine i l işkin iki anlayış arasındaki çelişkiyi ön
plana çıkarm ıştır. Her iki anlayışta da işçi sınıfın ın bilinçli öz50
kurtuluşu terk edilmiş olduğundan otoriter bir boyut vardır. Gerçi,
Marksistlerle B akuninci ler arasında uzlaşmaz bir noktaya varan
tartışma, hem devrimci toplumdaki iktidara hem de hareketin
mevcut örgütlenmesine yönelik, ikili olarak sürmekteydi ve bir ta­
raftan diğerine geçmek rakiplerin konumlarını değiştiriyordu. Bü­
rokratik bir egemen sınıfın yeniden yapılanışını ve en bilgililerin
ya da böyle geçinenlerin diktatörlüğünü önceden gören B akunin,
devlet iktidarı nın otoriter kullanımı yoluyla sınıfların ortadan kal­
dırılacağı yanılsamasıyla mücadele ediyordu. İ şçilerin demokratik
eğitimi ile bunun ayrılmaz bir parçası olan iktisadi çelişkilerin ol­
gunlaşmasın ın , proleter dev letin işlevini, nesnel olarak dayatı lan
yeni toplumsal ilişkilerin meşrulaştığı basit bir evreye in­
dirgeyeceğ ini uman Marx, B akun in ve yandaşlarını kendilerini
kasıtlı ol arak Enternasyonal'in ü stünde tutan ve en devrimcilerin
ya da kend ilerini böyle adlandıranların sorumsuz diktatörlüğünü
topluma dayatmak gibi del i saçması niyetleri olan entrika yanlısı
bir elit otoriterliğiyle itham ediyordu. Bakunin aslında yan­
daşlarını şöyle bir perspektif etrafında topl uyordu: "Toplumsal fır­
tınanın ortasında yol alan, görünmez pilotlar olan bizler, fırtınayı
ortalıktaki bir iktidarla değ il bütün nıiittefikler'iıı kolektif dik­
tatörlüğüy le denetim altına almalıyız. Nişansız, unvansız, resmi
hakkı olmayan ve iktidar göstergelerinin hiçbirine sahip ol­
mayacağı için daha da güçlü olan bir diktatörlük." Her biri kıs­
men doğru eleştiriler getiren ama tarih düşüncesinin birliğini yi­
tirmiş olan ve kendilerin i ideolojik otoriteler olarak kurumsal­
laştıran işçi devrim ine i lişkin iki ideoloji de böylece birbirine zıt
düşm üşt ür. A lman Sosyal Demokrasisi ve İ ber Anarşist Fe­
derasyonu gibi güçlü örgütlenmeler bu ideolojilerin birine ya da
diğerine sadakatle hizmet etmişlerdir; ve alınan sonuç her yerde
istenilenden büyük ölçüde farklı olmuştur.
92
Proleter devrim inin hedefin i hemen şimdi mevcut olarak görmek,
gerçek anarşist mücadelenin hem büyüklüğü hem de zayıfl ığıdır
(çünkü b ireyci varyantlarında anarşizmin iddiaları her zaman gü­
lünç olmuştur). Kolektivist anarşizm, modern sınıf mücadele51
!erinin tarihsel düşüncesinden sadece u laşılan sonucu alır ve bu
sonuçtaki mutlak ısrarı, yöntemi bilinçli bir şekilde küçüm �e �
mesinin ifadesidir. Böylece anarşizmin iktisadi mücadele tercıhı
sadece genel grev ya da ayaklanma gününde iktisad � ala �� in­
dirilecek tek hir hamleyle kesin bir sonuca u laşılabılecegı ya­
nılsamasına bağlı olarak i leri sürülürken, politik mücadele eleş­
tirisi soyut kalm ı ştır. Anarşistlerin gerçekleştirilecek b�r idea lle�·i
··
vardır. Anarşizm, devletin ve sınıfları n , yani ayrılmış ıdeoloJının
toplumsal koşu llarının sadece ideolojik yadsınmasıdır. B u , her
şeyi eşitleyen ve tarihsel kötülük düşüncesini dışlayan katıksız öz­
gürlük ideolojisi'dir. Bütün kısmi i stekleri kaynaş tıran b � bakış
. eleşt rel u ­
aç ısı, anarşizme, var olan koş u lları, ayrıcalıklı bır
�
7:
manlaşma adına değil , yaşamın tamamı adına reddetmeyı temsıl
.
etme onurunu vermiştir; ama fiilen gerçekleşmeden önce bıreysel
isteğe göre mutlak olarak kabul ed ilen bu ka y �aşma, a� arşizmi
.
son derece bariz bir tutarsızlığa mahkum etmıştır.
Anarşızm her
mücadelede aynı basit genel sonucu tekrarlamak ve yen ide � or­
taya koymak zorundadır, çünkü bu i lk sonuç başlangıçtan ben ha­
reketin vardığı bütünlüklü sonuç ile özdeşleşm işt ir. B öylece B a­
.
kunin, 1 873'te Jura Federasyonu'ndan ayrılırken şunları yazabıl­
mişti: "Son dokuz y ı lda Enternasyonal'in hağr � n � a dü n � ayı kur­
tarmak için gerekenden daha fazla düşünce gelış � ırı. l m .ı ştır, keş�e
düşünceler tek başına dü nyayı kurtarmaya yetebılse� dı,. ben kıı:1
olursa olsun yeni bir düşünce i leri sürecek olana hodrı mey?an dı­
yorum. Devir düşünce devri değ i l , olguların ve eyleı:ı l �rın dev­
.
ridir." Şüphesiz bu anlayış tarihsel proletar�a düşün �:� ının bır unsurunu, düşüncelerin pratiğe dökülmesı gerektıgı � olun �a�ı.
.
kesinliği korur, ancak bu pratiğe geçmen in uygun bıçım � erının
zaten var olduğunu ve asla değişmeyeceği n i varsayarak tarıh ala­
mnı terk eder.
93
İdeolojik inançl arıyla işçi hareketinin tamamından açıkç a ayr�! an
.
anarşist ler, bu yetki ayrımını kendi aralarında da yemden ure �
teceklerdir; propagandistlerin ve ideoloj i savunucul arın ı n , ya � ı
genel kural olarak entelektüel etkinlikleri esas olarak bazı kesın
52
doğruların tekrarından olu ştukça daha ela sıradanlaşan uzmanların
bütün anarşist örgütler üzerinde gayri resmi hir hakimiyet kur ­
m aları için uygun bir ortam sağlanır. Oybirliğiyle alınan karara
duyulan ideoloj ik saygı, daha ziyade, özgürlük uzman ları '111 n biz­
zat örgüt içindeki kontrol dışı otoritesini kolaylaştırm ıştır; ve dev­
rimci anarşizm özgürleşmiş halktan aynı yollarla elde ed ilmiş
aynı tarz oybirliğini bekler. Dahası, İspanya'daki, yerel düzeyle sı­
nırlı kalmış ve bozguna uğramış çok sayıdaki anarşist ayaklanma
örneğinin de gösterdiği gibi, mevcut mücadelede mevzi lenmiş bir
azınlıkla özgür bireylerden ol uşan topl um arasındaki koşu lların
zıtl ığını hesaba katmayı reddetmek, ortak karar alma anında anar­
şistler arasında sürekli ayri lık çıkmasın ı beslem işt ir.
94 ·
Anında gerçekleşerek ideoloj iye ve ideoloj iden türeyen pratik ör­
gütlenme modeline doğrul uk kazandıracak olan bir devrimin pek
yakında gerçekleşeceği yan ılsam ası otantik anarş izmde az çok
açıkça sürmüştür. 1 936 yı l ında anarşizm gerçekten topl umsal bir
devrime, tüm zamanların en gel işmiş proletarya iktid arı modeline
önderlik etm iştir. Bu bağ lamda, bir yandan genel ayaklanma işa­
retinin ordunun nıuhtıra'sı tarafından dayatılmış olduğunu be­
lirtmek gerekir. Diğer yandan ise, enternasyonal proleter hareke­
tin geriye kalanı zaten yen ilgiye uğramışken dı şardan kuvvet li
destek alan ve ü lkenin yarısına hükmeden Franko iktidarının var­
lığı nedeniyle ve burjuva güç lerin veya di ğer devletçi işçi par­
tilerin i n Cumhuriyetçi ler safındaki kalıntıları nedeniyle bu dev­
rim daha ilk günlerden itibaren eksik kaldıkça örgütlü anarşist
hareket devrimin yarım kalmış zaferlerini yaygınlaştırma ve hatta
bunları savunma konusunda bile yetersizlik göstermiştir. Anarşist
hareketin tanınmış l iderleri , iç savaşı kaybetmek için devrimi
mahveden burjuva devletin bakanl arı ve rehineleri hal ine gel­
mişlerdi.
53
95
II.Enternasyonal'in "ortodoks marksizmi" sosyalist devrimin bi­
limsel ideolojisidir: Tüm hakikatini ekonomideki nesnel süreç­
lerle ve bu zorunluluğun örgüt tarafından eğitilen işçi sınıfınca ta­
nınmasında sağlanan ilerleme i le özdeşleştirir. B u ideoloj i , ütopik
sosyalizm in özelliği olan pedagojik kanıtlamaya duyulan güveni
yen iden keşfeder, ama onu tarihin akışına yapılan seyirlik bir gön­
derme ile birleştirir. Bununla birlikte, böy le bir tutum ütopist eleş­
tiride (en fazla Fouricr tarafından geliş tiri len e leştiride) mevcut
olan durağan bütünlük imajını kaybettiği gibi, Hegelci bütünlüklü
tarih boyutunu da kaybetmiştir. Hilferding'in, sosyalizmin zo­
runluluğunu tanımanın "benimsenecek pratik tutuma dair hiçbir
bilgi" verın ediğini, "çünkü bir zorunluluğu tanım akla bu zo­
runluluğun hizmetine girmenin başka başka şeyler olduğunu" (Fi­
nans Kapital) bel irttiği saçmalıkları, etik seçenekleri simetrik ola­
rak yeniden ortaya atmaktan başka bir şey yapmayan bu bilimsel
tutumdan kaynaklanmıştır. Marx ve devri mci proletarya için bir­
leştirici tarih düşüncesinin benimsenecek pratik tutumdan hiçbir
şekilde farklı olnıadı,� ını görmezlikten gelen ler, anında benimse­
dikleri pratiğin de normal alarak kurbanları oldular.
96
Sosyal demokrat örgütlenme ideolojisi, bu örgütlen meyi işçi sı­
nıfını eğiten profesörlerin i ktidarına bırakıyordu ve benimsenen
örgütlenme biçimi bu edilgen çıraklığa en uygun düşen biçimdi.
II. Enternasyonal sosyalistleri politik ve iktisadi mücadelelerde
kuşkusuz somut olarak yer alıyorlardı, ancak bu tamamen ele��tirel
olmayan bir katılımdı. B u katılım açıkça reformist bir pratiğe
uygun olarak devrimci yanılsama adına sürdürülmekteydi. Böy­
lece devrimci ideoloj i bizzat bu ideoloj iyi taş ıyanların başarısı ta­
rafından parçalandı. Hareketteki vekillerle gazeteci lerin ay­
rılması, harekete önceden kazandırılmış olan burjuva entelektüel­
leri burjuva yaşam biçimine doğru çekiyordu . Hatta sanayi iş­
çilerinin mücadeleleri s ırasında kazanılan kişiler ve zaten işçi
olan lar bile sendikal bürokrasi tarafından emeğini m akUl bir fiyat
54
karşılığında meta olarak satan işgücü s imsarları haline ge­
tirilmişlerdi. Bu reformist etkinl iklerin halii devrimci bir şeyler ta­
şıyormuş gibi gösterilebilmesi için, yasal ajitasyonlarına politik
olarak m üsamaha gösteren kapitalizmin bu reformizmi ekonom ik
anlamda tam zam anında desteklemekte yetersiz kalması ge­
rekliydi. B il imlerinin güvencesi altında olsa da tarih tarafından
her an yalanlanan bir uzlaşmazlıktı bu.
97
Pol itik ideolojiden en uzak ve burjuva bilimin yönternbilimine
açıkça en bağlı sosyal demokrat olan Bcrnstcin bu çelişkinin ger­
çekliğini ortaya koymak dürüstlüğünü göstermiş, devrimci ide­
oloj iden vazgeçen İngiliz i şçilerinin reform ist eylemi de bunu or­
taya koymuştur. Ancak bu çelişki tarihsel gelişmen in içinde karşı
düşünceye gerek olmadan kanıtlanmıştır. Bernstein, diğer hu­
suslarda yanılsamalara düşmesine rağmen, kapitalist üretimde gö­
rülecek bir bunalımın, devrimi sadece böyle bir kanlı meşrulukla
devralmak isteyen sosyalistleri olağanü stü zorlayacağını yad­
sım ıştır. B irinci Dünya Savaşı'yla ortaya çıkan derin toplumsal
çal kantı dönemi bili nçlenmeye uygun olsa da, Sosyal Demokrat
h iyerarşinin Alman işçilerini devrimci bir şekilde eğitmediğini,
�r nları asla teorisyen haline getirmediğini iki kere ispatlamıştır:
ilk olarak, partinin büyük çoğunluğunun emperyalist savaşa ka­
tılmasıyla ve ardından da bozgun sırasında Spartakist devrimciler
ortadan kaldırıldığında. Eski işçi Ebert, devrimden "günah gibi "
nefret ettiğini itiraf ettiğine göre hala günaha inanıyordu. Aynı
l ider, kısa süre sonra Rus proletaryasının karşısına mutlak düş­
manı olarak çıkacak sosyalist temsilin habercisi olarak belirdi ve
bu yeni yabancı laşmanın doğru programını formü le etti: "Sos­
yalizm çok çalışmak demektir."
98
Lenin, Marksist bir düşünür olarak "ortodoks Marksizmin" dev­
rimci ideolojisini, II. Enternasyonal'in bu Marksizme karşılık sür­
dürdüğü reformist pratiğe elverişsiz olan Rusya koş u llarına uy55
gulaınış sadık ve tutarlı bir Kautskyciden başka bir şey değildi.
"Profesyonel devrimci ler" haline gelmiş entelektüellere boyun
eğen disiplinli bir yeraltı partisi aracılığıyla hareket eden pro­
letaryanın dışardan yönetilmesi, Rusya'da, kapitalist toplumun
hiçbir yönetici mesleği ile uyuşmak (çarlığın politik rejimi, temeli
burjuva iktidarı nın ileri bir aşaması olan höyle hir aç ılım sun­
maktan zaten acizdi) i stemeyen bir meslek hal i ne gelir. Bu du­
rumda pro letaryanın yönetimi, top lumu mutlak anlamda yönetme
mesle,�i hal ine gelir.
99
Savaşla ve uluslararası Sosyal Demokrasinin savaş karşısında çök­
mesiyle birlikl.,e bolşeviklerin otoriter ideolojik radikalizmi dünya
çapında yayg ınlaş ır. İşç i hareke tinin demokratik yanılsamalarının
kanlı bir şekilde sona ermesi bütün dünyayı hir Rusya hal ine ge­
tirmişti ve bu bunal ım dönemi nde ortaya çıkan ilk devrimci ko­
puşa hükmeden bolşevizm, bütün ü l kelerin proleterlerine, yönetici
sınıfla "Rusça konuşmak" için kendi hiyerarşik ve ideolojik mo­
delini sunmuştur. Lenin Il. Enternasyonal'in Marksizm ini, dev­
rimci bir ide�Jloji olduğu için değil, bu ndan v azgeçtiği için eleş­
tirmiştir.
1 00
Bolşev izmin Rusya 'da kendisi için zafere ulaştığ ı ve Sosya l De­
mokrasinin eski dünya için m uzaffer bir şekilde savaşt ığı aynı ta­
rihsel dönem , modern göster inin hakim iyetini n merke zinde ce­
reyan eden bir olay lar düzeni nin doğum unun tamam landığ ına
işaret eder: İşçi sınıfın ın temsili kendis ini radika l bir şekilde sı­
n ıfının karşısı na koymu ştur.
101
Rosa Luxemburg, 2 1 Aralık 1 9 1 8 tarihl i Rote Fahne 'de, "bundan
önceki bütün devrimlerde savaşçılar açıkça karşı karşıya ge­
liyorlardı: Sın ıfın karşısında sınıf, programın karşısında program .
56
Şi�11di � i devrimde eski d üzeni koruyan gruplar, yönetici sını f"ların
alametı altında değil , bir "sosyal demokrat parti"nin bayrağ, ı al­
tında ortaya çıkıyorl ar. Eğer devrimin temel sorunu 'ya kapital izm,
y �� s osyalızm ' olara � aç ıkça ve dürüstçe ortaya konulsaydı bugün
.
_ proletarya kıt lesıncle
buyuk
hiçbir şüphe ya da tereddüt ihtimali
olmazdı," diye yazm ıştı . Böylece, Almaıı proletaryasın ın rad ikal
akımı, yıkıma uğramadan birkaç gün önce, önceki bütün sürecin
(bu sü �ece iş� i sın ıfının temsi linin büyük ölçüde katkısı olmuştur)
yarattıgı yenı koşul l arın sırrını keşfetmişti : Mevcut düzen in sa­
vunmasına yönelik gösterisel örgütlenme ve hiçbir "temel sorun"un
"açıkça v: dürüstçe" ortaya konulamayacağı görünüşlerin toplumsal
egemenlıgı.. Proletaryanın devrimci temsili, bu aşamada, top lumdaki
genel bozulmanı n hem birincil etkeni hem de temel sonucuydu.
102
Rusya'nın geriliğinden ve ileri ülkelerdeki işçi hareketinin devrimci
mücade l eyi terk e t�11esinclen doğmuş olan bo lşev ik tipteki pro­
. _ _ l nmesı, bu örgütlenme biçi minin bil inçsiz bir şeki lde
� � t �rya orgut
�
ozun<le taşıdıgı ve karşı-devrimci yön değ işikliğine yönelten bütün
koşul lar� da Rusya'nın geriliğinde bulacaktı; ve Avrupa işçi ha­
.
1 9 1 8- 1920 döneminin Hic Rhodus, hic sal ta 's ı
reketı_ kıtlesının
karş � s � nda tekrarlanan gerilemesi, radikal azınl ığın şiddetle çök­
mesını ıçeren bu geri leme, sürecin eksiksiz gel işmesini kolaylaş­
tırmış ve bu sahte sonu � un kendini dünyaya tek proleter çözüm gibi
sunmasını sağlamıştır. Işçi iktidarının savunulmasının ve temsilinin
devlet tekelin �c tutul � ası, Bolşev ik Partisi'nin doğruladığı gibi,
_ Partı_ yı. geçmışten farklı kılmamıştır: Esas olarak önceki
Bolşevık
mülkiyet biçimlerini ortadan kaldıran proletaryanın sahiplerinin
·
partisi.
103
Rus sosyal demokrasisinin çeşitli eği l im l eri nin yirm i yıl süren so­
nuçsuz teorik tartışmalar sırasında göz önü nde bulundurduğu çar(Lat. ) Rodos or �day sa takla burada. Ezop masalları ndan birinden kay­
.
naklanan bu deyımı, Turkçede
"Halep oradaysa ars ı n burada" şeklinde karşılamak mümkü n . ( ç . n . )
•
"
57
lığın tasfiyesinin bütün koşulları -burjuvazinin zayıflığı, köylü ço­
ğunluğun nüfuzu, belirli bölgelerde yoğunlaşmış ve mücadeleci
ancak ü lkede son derece azınlık olan bir proletaryanın belirleyici
rolü- nihayet pratikte, varsayımlarda yer almayan bir veri sayesin­
de çözümünü göstermiştir: Proletaryayı yöneten devrimci bürok­
rasi devlet iktidarını ele geçirerek toplumu yeni bir sınıfın haki­
miyetine sokmuştur. Tam anlamıyla burjuva olan bir devrim ola­
naksızdı; " işçilerin ve köylülerin demokratik diktatörlüğü" an­
lamsızdı; Sovyetlerin proleter iktidarı, hem toprak sah ibi köylüler
sınıfına hem ul usal ve uluslararası Beyaz gericiliğe karş ı hem de
devletin, ekonominin, ifadenin ve kısa bir süre sonra da düşünce­
nin mutlak efendilerinin işçi partisi biçiminde dışlaşmış ve yaban­
cıla�mış temsilcilerine karşı ayakta duramazdı. 1917 Nisan'ında Lenin' in
de fiilen benimsediği Troçki ve Parvus'un sürekli devrim teorisi,
burjuvazinin toplumsal gelişme açısından geri kaldığı ülkeler için
doğru olacaktır, ancak bu teori bürokrasinin sınıf iktidarı denen bu
bilinmeyen faktörü n devreye girmesiyle doğruluk kazanacaktır.
Bolşev ik yöneticiler arasındaki say ısız tartışmalar sırasında, dik­
tatörlüğün, ideolojinin yüksek temsilcilerinin el inde yoğunlaş­
masının en sadık savunucusu Lenin'di. Lenin, mutlak azınlık ik­
tidarının geçll)iş tercihlerindeki çözümü destekleyerek hasımları
karşısında her zaman haklı çıkıyordu : Devlet aracılı,�ıyla köy­
lülerden esirgenen demokrasi işçilere de verilmemeliydi; bu durum
demokrasinin komünist sendika yöneticilerinden, bütün partiden
ve nihayet hiyerarşik partinin zirvesinden de esirgenmesine yol
açmıştı. Kronstad Sovyetinin silahla yenilgiye uğratıldığı ve if­
tirayla hasıraltı edildiği sırada yapılan X. Kongre'de, Lenin ' in,
"İşçi Muhalefeti"nde örgütlenmiş solcu bürokratlara karşı açık­
ladığı şu sonuç Stalin tarafından dünyay ı tam anlamıyla bölme nok­
tasına vardıracak şekilde en uç yoruma tabi tutulacaktır: "Nerede
olursa olsun silahla, muhalefetle değil... Artık muhalefetten bıktık."
104
B ir devlet kapitalizminin tek sahibi o larak kalan bürokrasi ilk ola­
rak, Kronstad'tan sonra, "yeni i ktisadi politika" sırasında köy­
lülükle yaptığı geçici ittifakla ü lke içindeki iktidarını sağ58
lamlaştırmış, dışarda ise l l l . Enternasyonal'in bürokratik parti­
lerine kaydo lmuş işçileri Rus diplomasis inin destek gücü olarak
kullanmak ve böylece bütün devrimci hareketi sabote ederek ve
uluslararası politikada yardımına muhtaç olduğu burjuva hü­
kümetleri ( 1 925- 1927 Çin'inde Kuo-Min-Tang iktidarı, İspanya ve
Fransa'da Halk Cephesi, v.s.) destekleyerek kendini sağlama al­
mıştır. Ama bürokratik toplum, tarihin en zorba i lkel kapitalist bi­
rikim ini gerçekleştirmek için köylülere uygulanan terörle tamama
ermek zorundaydı. Stalin dönem inin bu sanayileşmesi, bürokrasi­
nin son gerçeğini ortaya çıkarır: Bu sanayileşme ekonomi iktidarı­
nın dev amı ve meta-emeği sürdüren pazar toplumunun özünün ko­
runmasıdır. B u , toplumu, kendisi için gerekl i sınıf hakimiyetini
çıkarları doğ rultusunda yeniden yaratma raddesine kadar ege­
menliği altın a alan bağ ımsız ekonominin kanıt ıdır: burjuvazi ö y ­
lesine özerk bir güç yaratmıştır ki özerkliği sürdükçe bir burjuvazi
olmadan da v arlığ ını sürdürebilecektir. Totaliter bürokrasi, Bnıno
Rizzi'nin kastettiği anlamıyla "tarihin m ülk sahibi son sınıfı"
değil, sadece pazar ekonomisi için ikame bir egemen sınıftır. Çök­
mekte olan kap italist özel mülkiyetin yerine geçen şey sa­
deleştirilmiş, daha az çeşitli, bürokratik sınıfın ortak mü lkiyeti
olarak yo,� unlaştırılnıış bir alt üründür. Bu azgelişmiş egemen
sınıf hiçim i , iktisadi azgelişmişliğin de ifadesidir; ve bu ge­
l işmedeki gecikmeyi dünyanın bazı bölgelerinde yakalamaktan
başka perspektifi yoktur. Egemen sınıfın bu ilave baskısına hi­
yerarşik-dev letçi kadroyu sağlayan, burjuva ayrılık modeline göre
örgütlenmiş olan işçi partisiydi. Anton C iliga, Stalin'in ce­
zaevlerinden birinde iken "örgütlenmeyle i lgili teknik sorun lar
toplumsal sorunlar haline gelmiştir," d iye belirtiyordu (Lenin ve
Devrim).
105
Leninizmin en büyük iradeci çabayı gösterdiği devrimci ideoloji,
yani ayrı olanın bağıntılı olması , bu bağıntıyı reddeden bir ger­
çekliği destekleyerek, Stalinizm i le birlikte bağıntısız/ık içindeki
kendi hakikatine geri dönecektir. B u noktada, ideoloji artık bir
silah değil, amaçtır. Artık karşı çıkılmayan yalan çılgınlık haline
59
gelir. Gerçeklik ve amaç totaliter ideoloji.nin ilanıyla yo � olurlar:
.
Söylenen her şey zaten ortada olandan ıbarettır. B u , d �. nya ç �­
.
.
pındaki gösterinin gelişmesinde temel bır ro � oynayan gosterının
.
.
yerel i lkelliğidir. Burada maddileşen ıdeoloJ ı , bolluk aşaması � a
ulaşan kapitalizm gibi dünyayı iktisadi olarak değiştirmemiştır;
sadece algı polisiye yöntemlerle değiştirilmiştir.
1 06
İktidardaki totaliter- ideoloj ik sınıf, altüst olmuş hir dünyanın ik­
t idarıdır: Güçlendikçe varlığını inkar eder ve gücü her şeyden
önce var olmadığın ı doğru lamasına yarar. O, sadece bu konuda al­
çakgönü llüdiir, çünkü resmen var olmaması aynı zamanda şa� maz
. nec p/11s 11 lr ·a s n ·
yönetimine bo�ltı olunan tarihsel gelişmenın
. � � �
da denk düşmelidir. Her yere yayılmış olan bürokrası , bıl ınç ıç �n
[.{Örülmez sınıf olmalıdır; sonuçta bütün top lumsa l yaşam çıg­
rından çıkar. Mutlak yalanı n toplumsal örgütlenmesı. bu temel çe­
lişkiden kaynaklanı r.
107
Stal inizm bizz<�t bürok rat ik sınıf içindeki terörün hükümranlığıdır.
Bu sın ıfın iktidar temelini oluşturan terörizm bu sın ıfı da kırıp ge­
çimıek zorundaydı zira üyelerine verebileceği hi çbi: hu � u �sal gü �
.
vence, mülkiyet sahibi sınıf olarak kabul edılm ı ş h � ç bır statu.
. .
yoktu . Gerçek mülkiyeti gizliydi ve sadece y ��lış bılıncın
� a­
.
yesinde mü lkiyet sahibi haline gelr�ıişti. Yanlış bılıncın mutl.� k ık­
.
v mutlak teror yo­
kayboldugu
tidarı sadece, bütün doğru motıflerın
luyla sürdürülür. İktidardaki bürokratik sın ıfın ü � eleri sade� e
temel bir yalana ortak olmak suretiyle toplu m üzerınde kolektıf
bir m ülkiyet hakkına sahip olurl ar: Sosyalist bir to�lu�u yön� t� n
proletarya rolünü oynamaları ve ideolojik sadakatsızlık m �tnı�� �
sadık oyuncuları olmaları gereklidir. Ama bu aldatıcı varlıga fııh
katılım bizzat gerçeğe uygun bir katılım olarak tanınmayı ge­
rektirir. İktidar hakkın ı bireysel olarak sürdürebi lecek bürokrat
yoktur, çünkü sosyalist bir proleter olduğunu kanıtlamak bir bü�Lat.) En üst sınır. (ç.n.)
- --
60
- - - �---- -----
rokrat gibi davranmamayı gerektirir; ve bir bürokrat olduğunu ka­
nıtlamak da olanaksızdır çünkü bürokrasinin resmi hakikati var
olmamasıdır. Böylece her bürokrat, yok etmed(�i bütün bü­
rokratların "sosyalist iktidarı"na kolekti f bir şekilde kalılımı ta­
nıyan ideolojinin sağladığı temel hir güvenceye mutlak olarak bağ­
lıd ır. Her ne kadar bürokratlar birlikte oldukları zaman her şeye
karar veriyorlarsa da, kendi sınıflarının birliği ancak �erörist ik­
tidarlarının tek bir kişide toplanmasıyla sağ lanabilir . iktidardaki
yalanın tek pralik hakikati hu kişide toplanır: sürekli düzelt ilen sı­
nırının tartışmasız sürek liliği . Kimin neti cede mülk sah ibi bü­
rokrat olduğuna; yani kimin " ikLidardaki proleter" ya da " Mikado
veya Wall StreeL'in emri ndeki hain" olarak adlandırı lması ge­
rektiğine kesin kararı SLalin verir. Bürokratik atomlar sahip ol­
dukları hakların ort ak ru hunu ancak SLalin'in kişil iğinde bu lurlar.
Stalin, bu şeki lde kend isini, daha yüce bir ruhun var ol madığ ının
bilincinde olan mutlak kişi olarak gören bir dünya egemenidir.
"Dünya egemeni, ona ters düşen kullarının Ben'inc karşı uy­
guladığı yok edici şiddette kendinin ne olduğunun -evrensel nüfuz
gücünün- som ut bir şekilde bilincinded ir." B ir yandan tahakküm
alanını belirleyen bir güç iken diğer yandan ela "hu alam yıkıma
uğratan güç"tür.
108
Mutlak iktidara sahip olarak m utlaklaşmış ideoloj i kısmi bir bi l­
giden totaliter bir yalana dönüştüğünde, tari h düşüncesi öylesine
mükemmel bir şekilde yok ed ilir ki tarihin kendisi en ampirik
bilgi düzeyinde bile artık var olamaz. Totaliter bürokratik toplum
sürekli bir şimdiki zamanda yaşar; olupbiten her şey bu toplum
için sadece polisinin u laşabileceği bir alan olarak var ol ur. Na­
polyon'u n daha önce formüle etmiş olduğu "anıların enerjisini
monarşiyle yönetme" projesi tam anlamıyla somutlaşmasını, geç­
mişin sadece anlamlar açısından değil, olaylar açısından da sü­
rekli manipüle edilmesinde bulmuştur. Ama her türlü tarihsel ger­
çeklikten sıyrılman ın bedeli kapitalizmin tarihsel toplumu için
kaçınılmaz olan rasyonel referansın yitirilmesi olmuştur. Çıl­
dırmış ideolojinin bilimsel uygulamasının Rus ekonomisinde ne61
lere mal olabildiği sadece Lysenko'nun yalanlarıyle bile görülür.
S anayileşmiş bir toplumu yöneten totaliter bürokrasinin bu çe­
l işkisi, yani rasyonel olana duyduğu ihtiyaç ile rasyonel olanı red­
detmesi, aynı zamanda normal kapitalist gelişme açısından da
onun temel zayıfl ıklarından birini oluşturur. B ürokrasi nasıl tarım
sorununu kapitalizm gibi halledemezse, aynı şekilde gerçekdışılık
ve genelleşmiş yalancılık temelinde otoriter olarak planlanmış
olan sanayi üretiminde de sonuçta kapitalizmden geri kalır.
109
İki dünya savaşı arasındaki dönemde devrimci işçi hareketi . ör­
gütlenme modelini Rusya'da denenmiş total iter partiden alan fa­
şist totalitarizm ile Stalinist bürokrasinin ortak marifeti sonucu
yok edilmiştir. Faşizm, bunalımın ve proletaryanın yol açtığı yı­
kımın tehdit ettiği burjuva ekonomisinin kendini aşırı bir şekilde
savunmasıydı; sayesinde kapitalist toplumun kendini kurtardığı ve
devleti, yönetimine yoğun bir şekilde müdahale ettirerek acil bir
rasyonalizasyon sağladığı bir sıkıyönetim'di. Ama böyle bir ras­
yonalizasyon, yöntemlerinin aşırı irrasyonelliği altında ezilmiştir.
Her ne kadar faşizm , küçük burjuvaziyi ve bunalım sonucunda sa­
pıtmış ya da sosyalist devrimin yetersizliğiyle hayal kırıklığına
uğram ış işs izleri birleştirerek tutucu hale gelen burjuva ide­
olojisinin temel prensiplerinin (aile, mülkiyet, ah laki düzen, ulus)
savunmasını yapmaya kendini adamış olsa da, bizzat kendisi ide­
olojik bir kökene sahip değildir. Kendisini olduğu gibi gösterir:
Arkaik sahte-değerlerle ( ırk, kan , lider) tanımlanmış bir cemaate
mensup olmayı gerektiren mit'in şiddetli bir d irilişidir. Faşizm tek­
nik açıdan donammlı arkaizmdir. Onun mitinin parçalanmış er­
satz' ı• en modern şartl andırma ve yanıltma yöntem lerinin gösteri
bağlamında yeniden canlandırılmasıdır. Böy lece faşizm modern
gösterinin oluşumundaki etkenlerden biri olur ve eski işçi ha­
reketinin yok edilmesindeki rolü onu mevcut toplumun kurucu
güçlerinden biri haline getirir; ama faşizm kapitalist düzeni ko­
rumanın en pahalı yolu olduğu için sahneyi, genellikle kapitalist
devletlerin oynadığı başrollere terk etmek zorunda kalır ve bu dü­
zenin daha güçlü ve daha rasyonel bi � i mleri tarafından dışlanır.
*(Aım.)lkame:-(ç.n.)62
110
Rus bürokrasisi, ekonomi üzerindeki egemenliğini engelleyen
burjuva mülkiyetinin kalıntılarından nihayet kendini kurtarmayı,
ekonom iyi kendi kullanımı için geliştirmeyi ve ülke dışındaki
büyük güçler arasında tanınmayı başardığında sakin bir şekilde
kendi dünyasının tadını çıkarmak ve kendi üstünde etki gösteren
keyfi unsurları bastırmak ister: Kökenindeki S talinizmi ihbar
eder. Ama böyle bir ihbar da Stalinisttir, kcyf'l ve anlaşılmazdır,
sürekli olarak düzeltilir, çünkü kökenindeki ideolojik yalan asla
ortaya konamaz . Böylece bürokrasi ne kü ltürel anlamda ne de po­
litik anlamda özgürleşebil ir, çünkü bir sınıf olarak varoluşu bütün
ağırlığıyla onun tek mü lkiyet unvanı olan ideolojik tekeline bağ­
l ıdır . İdeoloji hiç kuşkusuz olum lu olarak onaylanma ihtirasını yi­
tirm iştir, ancak ondaki ayrım gözetmeyen bayağ ılık hala en ufak
rekabeti bile yasak layan, düşüncenin tamam ını tutsak eden bas­
kıcı işlevi sürdürür. Böylece bürokrasi artık hiç kimsenin inan­
madığı bir ideolojiye bağlı olur. Daha önce terörist olan şey gü­
lünç hale gelm iştir, ama bu gülünçlük bile ancak kurtulmak
i stediği terörizmi arka planda korumak suretiyle sürebilir. Böy­
lece bürokrasi, tam kapitalizm in alanı üzerindeki üstünlüğünü
göstermek istediği sırada kapit alizm in fakir hir akrabası olduğunu
itiraf eder. Nasıl ki bürokrasinin fiili tarihi hukukuyla çelişki için­
deyse ve kabaca sürdürdüğü cahillik bilim sel iddialarıyla çelişi­
yorsa, meta üretiminin bolluğu alanında burjuvazinin rakibi olma
tasarısı da bu bolluk içkin ideolojisini kendi içinde taşıdığından ve
genellikle gösterisel yanlış tercihler konusunda sınırsız bir öz­
gürlüğü, bürokratik ideoloj i ile uyuşmayan bir sahte-özgürlüğü
kapsadığından engellenir.
111
Gelişmenin bu evresinde, bürokrasinin ideolojik m ülkiyet unvanı
uluslararası düzeyde zaten çökmektedir. Tamamıyla uluslararası
bir model olarak ulusal düzeyde kurulmuş olan iktidar, aldatıcı
bütünlüğünü artık her türlü ulusal sınırın ötesinde sürdürme id­
diasında bulunamayacağını kabul etmek zorundadır. "Sosyalizm"
63
lerine tek bir ülkenin dış ında ulaşmayı başaran ve çıkarları çatışan
bürokrasilerin eşitsiz iktisadi gelişmesi, Rus yalanı i le Çin yalanı
arasında aleni ve toplu bir yüzleşmeye yol açm ıştır. Bu noktadan
itibaren, iktidardaki her bürokrasi ya da bazı u lusal işçi sını fları na
Stalinist dönemden kalan iktidar adayı her totaliter parti kendi yo­
lunu izlemek zorunda kalır. Bürokratik aldatmaca iktidarı nın kü­
resel çözülüşünün , "çelik işçilerinden oluşan bir hükümet" ta­
lebiyle bürokratlara karşı çıkan Doğu Bertin işçi ayaklanması ile
dünya önünde kendini göstermeye başlayan ve bir defasında Ma­
caristan işçi konseyleri iktidarına kadar yol almış olan iç yadsıma
gösterileriyle daha da şiddetlenmesi son tah lilde kap italist top­
lumun güncel gelişmesi için en elverişsiz etkendir. Burjuvazi, var
olan düzenle ilgili tüm yadsımaları yanılsamalı bir şekilde bir­
leştirerek kenc:hsini nesnel olarak destekleyen hasmını yitirmek
üzeredir. Bu gösterisel işbölümü, neticede sahte-devrimci rol de
kendi içinde bölündüğü zaman sona erer. İşçi hareketinin çö­
zülüşündeki gösteri unsuru da çözü lecekt ir.
112
Len inist yanı lsamanın günüm üzde çeşitli Troçkist eğ ilimler ciı­
şında hiçbir temeli yoktur; bu eğilimlerde, proleter tasarının ide­
oloj inin hiyerarşik .örgütlenmesiyle özdeşleşmesi bütün sonuç­
larından elde edi len deneyime rağmen sarsılmaz bir şekilde var­
lığını sürdürür. Troçkizm i, mevcut toplumun devrimci eleştirisin­
den ayıran mesafe, onun gerçek bir müc adelede kullanılmış ol­
dukları sırada da zaten yanlış olan konumlara yönelik saygılı tu­
tumunu korumasına izin verir. Troçki, 1 927 yılına kadar yüksek
bürokrasiyle tam amen dayan ışma içinde kalm ıştır; bu bürokrasiyi
ülke dışında gerçekten bolşevik bir etkinlik yapar hale getirmek
üzere ele geçirmeye çalışmıştır (o dönemde, Lenin'in meşhur "va­
siyetini" saklamak için, bu belgeyi ortaya çıkaran yandaşı Max
Eastman'ı iftira yo luy la eleştirecek kadar i leri gittiğ i bilinir).
Troçki temel bakış açısı nedeniyle mahkum edilm işti, çünkü bü­
rokrasi sonuç itibarıyle ü lke içinde kendini karşı -devrimci sınıf
olarak kabul ettiği anda, içerde oldı(�U gibi ü lke dışında da, dev­
rim adına fiilen karşı-devrimci olmayı seçmek zorundadır. Troç64
ki'nin daha sonraları IV. Enternasyonal için verdiği mücadele de
ay nı t� tarsızlı � ı taşır. Troçki tüm yaşam ı boyunca, bürokrasiyi
_
olarak tanımayı reddetti , çünkü ikinci Rus
ayrı hır sınıf ıktıdarı
devrimi sırasında bizzat kendisi bolşevik örgütlenme biçiminin
kayıtsız şa�tsız savunucusu haline gelmişti. Lukacs, 1 923 yılında,
proleterlerın kendi örgütlerinde gelişen olaylara artık "seyirci"
kalmadığı, tam tersine onları bilinçli bir şekilde seçtiği ve ya­
şad ığı bir örgütlenme biçiminin, teori ve pratik arasında nihayet
b ulunan dolayım olduğunu gösterdiğinde Bolşevik Partisi ' nin
sahip olmadığı her şeyi, onun gerçek faziletleri olarak ta­
nımlamıştı . Lukacs, kapsamlı teorik çalışmalarının yanı s ıra , hiila,
proleter hareketin en bayağı şekilde dışında olan iktidar adın a ko­
nuşan, bütün kişiliğiyle, adeta kendi iktidarıymış gihi bu iktidarda
yer aldığına inanan ve insanları buna inandıran bir ideologdu.
Olayların geli şmesi bu iktidarın kendi uşaklarını nasıl inkar et­
tiği ni ve ortadan kaldırdığını gösterirken, kendini durmadan yad­
sıya � �ukacs, özdeşleştiği şeyi karikatürvari bir açıkl ıkla gös­
termıştı : Tarih ve S1111f Bi !i n c i ' nde savunduğu şeylerin ve kendinin
aksiyle özdeşleş m işti. Lukacs, bu yüzyılın bütün entelektüelleri ni
yargılayan temel ku :alı en iyi doğrulayan kişidir: Onların saygı
duydukları şey, kendı aşağılık gerçekliklerinin tam ölçüsüdür. Bu­
nunla birlikte, "bir siyasi partinin, üyelerinin felsefeleriyle parti
program ı arasında çelişkiler olup olmadığını görmek amacıyla in­
celeme yapamayacağını" varsayan Lenin, kendi etkinliğiyle ilgili
bu tür yanılsamaları hemen hemen hiç teşvik etmemi şti .
Lukacs'ın , düşsel portresini zamansız bir şekilde sunmuş olduğu
gerçek parti, sadece belirli ve kısmi pir görev için uygundu: Dev­
let iktidarını ele geçi rmek.
113
Bugünkü Troçkizmin içine düştüğü neo-leninist yanılsama, bü­
rokrati� �lduğu kadar burjuva da olan modern kapitalist toplumun
v tarafından sürekli yalanlandığı için, devletçi ve bü­
gerçeklıgı
rokratik sosyalizmin herhangi bir deği şkeninin yarattığı yanıl­
� amanın yerel yönetici sını flar tarafından, iktisadi gelişmenin basit
ıdeolojisi olarak bilinçli bir şekilde yönlendirildiği biçimsel olaFSÖN/GO�teri Toplumu
65
rak bağ ı m s ı z "azge l i ş m i ş ü l kelerde" ayrıcalıklı bir uygulama a l a ­
114
n ın ı doğal olarak bu l u r . B u sın ıfların karma yap ı s ı burj u v a-b ürok­
rat tayf üzeri ndeki yerlerine az veya çok net bir şekilde bağ l ıdır.
S ı nıf mücadeleleri ç ağ ı n ı yeni koşullara u l aştırmış olan bu kar­
Mevcut kapital ist iktıdarın bu iki kutbu arasında ulusiararası dü­
maşık ve korkunç gelişmede, sanayil eş m i ş ü lkelerin proletaryası
zeyde sürdürdükleri oyun ları ve de ideoloj i k u zlaşmaları (özel­
likle İ slamcı lıkla) top l um s a l temel lerinin karına gerçek l i ğ i n i ifade
özerk perspektifi n i n onaylanmasını ve son tahl i lde
ederek ideolojik sosyal i z m i n bu son yan ürünü nden polis dışın­
memiştir. Modern k apitalizmin yoğu nlaşmış yabancılaşmasında
larını
tamamen
yitirm i ş ama varl ı ğ ı n ı
korumuştur;
yanılsama­
yok edil­
daki her türlü c iddi şeyi çekip alır. U lusal mücadelen in v e köy lü
küçü msenemeyecek bir şekilde varlığını s ürdürür: Bu proletarya,
isyanının kadrosu o l u şturu larak bir bürokrasi kurulur: B u nok­
yaşam ları n ı n kullanımı üzerindeki bütü n iktidarları nı kaybet m i ş
tadan it ibaren b ü rokrasi tıp kı Ç in'de olduğu gibi 1 9 1 7 Rusya's ı n ­
ve
hunu anladıkları andan itibaren
kendi lerini proletarya o larak,
dan daha az g e l i ş m i ş bir toplumda S ta l i n i st sanayileşme mode l i n i
yani bu toplumda faaliyette bulunan yadsıma olarak yeniden ta­
uygul amaya yönelir. U lusal sanayileşmeye muktedir b i r bürokrasi ,
nımlayan emekç ilerin büyük çoğunluğudur. Bu proletarya köy­
M ı s ı r örneğinde görüldüğü gibi, iktid arı d inde tutan ordu kad­
ro larını küçi.it burj uvaziden yola çıkarak ol uşturabi l ir. Cezayir ba­
ğı msızlık sav a � ı n ın
sonuc unda olduğu g i b i , mücadele s ırası nda
devletten yana bir l iderlik olarak o l u ş m u ş b ürokrasi bazı d u ­
ru m larda zay ı f bir u l usal burj u v aziyle kay n aş m ak i ç i n dengel i b i r
uzlaşma noktası arayı şın a girer. Son ol arak, açıkça B at ı l ı o l a n
A merika ve Avrupa burj u vazilerine bağ l ı k a l a n S iyah Afrika'nın
eski söm ürgelerinde burj u vazi (genel l ikle geleneksel kab i le şef­
lerinin gücüne dayanmak suret iyle) devleti ele geçirerek oluşur:
Ekono m i n i n· gerçek e fendisinin yabancı e mperyalizm olduğu bu
ü l kelerde, kompradorlar' ın , yerli ürünlerin sat ı ş l arına karşı lık o l a­
rak yerel kitleler nezd i nde bağ ımsız ama emperyal izm nezdi nde
b ab
a ı m l ı o lan yerli devletin m ü l kiyetini e lde ellikleri bir aşama
.
gel i r . Bu durumda, birikim yapmaya mukted ir ol mayan yapay b ı r
burjuvazi sözko n u sudur. B u burjuvazinin t e k yaptı ğ ı , kendisini
.
kor uyan dev !etlerden y a da teke l lerden gelen yabancı para yar­
dım larını ve yerel emeğin sağ ladığı artı�değerden payına dü şeni
israf etmektir. B u burj u v a sın ı fl arının burj u v azinin normal iktisadi
i şlevini yerine getirmede gösterdikleri aleni yetersizlik neden i yle
bu s ınıfların her biri, b u rj u v azin i n m iras ı n ı ele geçirmek isteyen
ve yerel özelliklere az çok uyum sağlamış b ü rokratik modele da­
yanan bir yıkıma m aruz kalır. Fakat bir bürokrasinin temel sa­
nayi leşme projes i nde kaydettiği başarı b i le gelecekteki tarihsel
lülüğün g iderek ortadan kalkması ve " h i zmet" sektörüne ve e n ­
telektüel mesleklerin b ü y ü k b i r çoğu n l uğ u n a uygulanan fabrikada
çalışına mantığın ı n yayg ınlaşması ile nesnel olarak güçle n mi ş t i r.
Ö znel olarak ise bu proletarya sadece beyaz yakalılar aras ında
deği l aynı zamanda eski politikan ın g ü ç süzlüğünü ve aldatına­
cas ı n ı henüz keşfetmiş olan i şçiler arası n d a da pratik s ı n ı f b i l i n ­
c inden h a l a u zaktır. B un u n l a birlikte, pro letarya dışsallaşmış g ü ­
c ü n ü n sadece emek b i ç iminde değil aynı zamanda sendika, part i
ya da kendi kurtuluşu için kurduğu dev let gücü biçiminde de ka­
pitalist topl u m un s ü rekli güçlenmesiyle i şbirliği içi nde olduğu n u
keşfettiği nde, bütün don muş dışav ur u ın lara ve her türlü iktidar uz­
manlaşmasına tümüyle dü şman bir sınıf olduğunu da somut ta­
rihsel deneyim sayesinde keşfeder. Hiçbir şeyin kendi dış111da kal­
masına izin veremeyen devrimi,
bugünün geçmiş ü zerindeki sürek­
li h akimiyet talebin i v e ayrımın topyek ü n eleştirisini taşır; ve ey­
lemde uygun biç i m i n i bulması gereken şey de budur. S efaletiy-le
ilgili
hiçbir
n icel
iyileşme,
hiçbir h iyerarşik bütünleşme ya­
n ılsaması onun tatminsizliğine iyi gelecek uzun süreli bir tedavi
olamaz, ç ü nkü proletarya, maruz kaldığı özel bir haksızlıkta, öze l
haksızlığın y a da bu haksızlıkların b üyük çoğunluğunun dii­
zeltilmesinde değ i l sadece onu yaşamın d ı ş ı n a atan mutlak lzak­
bir
sızlık'ta kendi s i n i gerçek anlamda tan ıyab il i r .
yen ilgis ini zoru n l u ol arak içerir: B ü rokrasi sermaye b i riktirirken
proletaryay ı da biriktirir ve henüz var o l m adığı bir ü l kede kendi
yadsın mas ı n ı yaratır.
66
67
115
İktisadi açıdan daha ileri olan ülkelerde çoğalan ve gösteri dü­
zenlemeleri sayesinde yan l ış anlaşılan ve tahrif edilen yeni olum­
suzluk işaretleri nde!1 , zaten yeni bir çağın başladığına dair şu
sonuç çıkarılabilir: Işçilerin ilk yıkıcı girişiminin yenilgisinin ar­
dından şimdi de yenilgiye uğrayan kapitalist bolluktur. B atılı iş­
çilerin sendika-karşıtı mücadeleleri öncelikle sendikalar ta­
rafından bastırıldığı nda ve isyankar gençlik akım ları tarafından
ortaya atılan i lk amorf protesto biçimleri, doğrudan doğruya. uz­
manlaşmış eski pol itikaların, sanatın ve gü ndelik yaşamın reddini
ifade ettiğinde, cezai bir kisveye bürünerek başlayan yeni bir mü­
cadelen in iki yönünü görürüz. Bunlar, proletaryanın sınıflı top­
luma karşı başlattığı ikinci saldırının haberci leridir. Hala ha­
reketsiz durçıi1 bu ordunun yitik çocukları, değişen ve aynı kalan
hu mücadele alanında yeniden ortaya ç ıktıklarında, bu defa, onları
izin verilmiş tüketimin makinalarını imha etmeye teşvik eden yeni
bir "General Ludd"un peşinden giderler.
116
"Nihayet keşfedilen ve emeğin iktisadi kurtuluşunu gerçekleş­
tirebilecek olan siyasi biç im", bu yüzyı lda, bütün karar ve yü­
rütme işlevlerini kendilerinde toplayan ve taban karşısında so­
rumlu olan ve her an azledilebilen delegeler aracılığıyla fe­
derasyonlar halinde birleşen devrimci işçi konseylerinde net bir
biçim almıştır. Bu konseylerin fii li varoluşları, sınıflı toplumu sa­
vunan çeşitli güçlerin -ki genellikle işçi konseylerinin kendi yan­
lış bilinçlerin i de bu güçler arasına katmak gerekir- m ücadele et­
tikleri ve yenilgiye uğrattıkları henüz kısa ömürlü bir başlangıçtan
ibaretti. Pannekoek, işçi konseyleri iktidarı tercihinin bir çözüm
getirmekten ziyade "sorunları ortaya koyacağı" konusunda haklı
olarak ısrar ediyordu. Ama bu iktidar özellikle proleter dev•
riminin sorunlarına doğru çözümler bulunacak yerdir. B urası, ta­
rihsel bilincin nesnel koşullarının bir araya geldiği ; aktif doğrudan
i letişimin gerçekleştirildiği; uzmanlaşma, hiyerarşi ve ayrımın
sona erdiği ve mevcut koşulların "birlik koşulları"na dönüştürül68
düğü yerdir. Proleter özne seyre karşı verdiği mücadeleden bu ik­
ti � ar�a do �a.bilir: � ilinci, kendisini adad ığı pratik örgüte eşittir,
_
çunku
bu bılınç tarıhe bütünlüklü müdahaleden ayrı düşünü lemez.
117
Uluslararası düzeyde diğer bütün iktidarların ayağını kaydırması
gere�en Konseyler iktidarında, proleter hareket proletaryan ın
kendı ürünüdür ve bu ürün üreticinin kendisidir. O , kendisini
amacı olarak görür. Burada yadsınan tek şey, yaşamın gösterisel
yadsınmasıdır.
118
K � � seyl � rin ortaya çıkması proleter hareketin bu yüzy ı l ın ilk çey­
regındekı en yüce gerçekliğidir, dönemin bütün tarihsel de­
�eyiminin yalanladığı ve dışladığı hareketin geri kalanıyla bir­
lıkte y � k ? lduğu için fark edilmemiş ya da kılık değiştirmiş bir
g� rç eklıkt! r. Proleter eleştirinin yeni döneminde bu sonuç, ye­
_
nılgıye
ugramış hareketin yenilg iye uğramamış yegane noktası
olarak yenid�n gündeme gelir. Kendisinin var olabileceği tek or­
tamın burası olduğunu bilen tarihsel bilinç, artık geri çekilenin et­
rafında değil, yükselenin merkezinde yer alan bu gerçekliği şimdi
tanıyabilir.
119
Konseyler iktidarından önce var olan ve asıl şeklini mücadele sı­
rasında alacak olan devrimci bir örgüt bütün bu tarihsel ne­
denlerden ötürü sınıfı temsil etmediğini zaten bilir. Kendisini sa­
dece ayrılık dünyası 'n dan radikal bir ayrılma olarak tanımak
zorundadır.
120
Devrimci örgüt, pratik teori haline gelme sürecinde, pratikteki
mücadelelerle tek yanlı olmayan bir iletişim kuran praksis te69
orısının bağıntı lı ifadesidir. Devrimci örgütün pratiği, bu mü­
cadelelerdeki iletişimin ve bağıntının genelleşmesidir. Toplumsal
ayrılığın yok olduğu devrimci dönemde bu örgüt, ayrı bir örgüt
olarak kendisinin de yok olacağını kabul etmelidir.
121
Devrimci örgüt, birleştirici bir toplum eleştirisinden başka bir şey
olamaz; yani dünyanın hiçbir yerinde h içbir ayrı iktidar biçimiyle
uyuşmayan ve yabancılaşmış toplumsal yaşamın tüm yönlerine
global olarak yöneltilen bir eleştiridir. Devrimci örgütün sın ıflı
topluma karşı mücadelesindeki silahlar mücadeleyi yürütenlerin
özü ' nden başka bir şey değildir. Devrimci örgüt, hakim topluma
ait olan ayrılık: ve hiyerarşi koşullarını kendi içinde üretemez.
Egemen gösteride deformasyona uğramamak için sürekli mü­
cadele etmek zorundadır . Devrimci örgütün tam demokrasisine
katılmanın tek sınırı, kendi eleştirisinin bağıntılılığının, tam an­
lamıyla eleştirel teoride ve teoriyle pratik etkinlik arasındaki iliş­
kide kanıtlanmak zorunda olan bağıntılılığının örgütün bütün üye­
leri tarafından tanınması ve benimsenmesidir.
kisini verdiği nitelikli insanlardan talep ettiği nden daha fazlasın ı
nite liksiz insanlar'dan talep eder: Çünkü burj uva sınıfının bir bö­
lümünün oluşturduğu kısmi ideoloj ik bilinç temelde ekonomiye,
yani bu sın ıfın zaten iktidarda oldu,�u toplumsal yaşam ın bu
önemli alam 'na dayanm aktaydı . Sınıflı toplumun, yaşam-dışını
bile gösteri halinde örgütlemeye kadar varan gelişmesi dev rimci
tasarının zaten temeldeki halinin gôrünür hale gelmesi n i sağ­
l amıştır.
124
Devrimci teori artık her türlü devrimci ideolojinin düşmanıdır ve
böyle oldu,�unu bilmektedir.
122
B ütün düzeylerde giderek artan kapitalist yabancılaşma, işçilerin
sefaletlerini tanımalarını ve adlandırm aların ı giderek zorlaştırarak
onları ya sefaletlerini tamamen reddetme ya da hiçbir şeyi red­
detmeme alternatifiyle karşı karşıya bıraktığında, devrimci örgüt
artık yabancılaşmış biçimler altında yabancılaşmayla mücadele
edemeyeceğini öğrenmek zorundadır.
123
Proletarya devrimi tamamen şu zorunluluğa dayanır: İnsan pra­
tiğinin zekası o lan teori, ilk defa kitleler tarafından tanınmak ve
yaşanmak zorundadır. Proletarya devrimi, işçilerin diyalektik uz­
manı olmalarını ve düşüncelerin i pratiğe geçirmelerini gerektirir;
böylece, burjuva devriminin, kendi görevlerini yerine getirme yet70
71
V ZAMAN VE TARİH
126
Tam anlamıyla tarihsel hareket, hala gizli olsa da, "insanın gerçek
doğasın ın" yavaş ve hissedilemeyen oluşumunda, "insanlık ta­
rihinden -insan toplumunu yaratan edimden- doğan bu doğada"
başlar, ama kendi tarihinin ürünü olan bu toplum bir teknoloj iyi
ve bir dili egemenliği altına almış olsa da sadece süreğen bir şim­
diki zamanın bilincindedir. En yaşl ıların hafızasıyla sınırlı bütün
bilgiler, yaşayanlar tarafından daima şimdiki zamana taşınır. Ne
ölüm ne de doğum bir zaman yasası olarak anlaşılmamıştır. Za­
man , adeta kapalı bir alan gibi hareketsiz kalır. Daha karmaşık bir
toplum zamanın bilincine vardığında, yaptığı şey , daha ziyade za­
manı inkar etmektir, çünkü zamanda gördüğü şey gelip geçen
deği l geri dönendir. Durağan toplum, zamanı, doğrudan doğruya
doğadan edindiği tecrübeden yola çıkarak döngüsel zaman mo­
deline göre örgütler.
127
"Hey baylar, hayat kısa . . .
V e bizler eğer yaşıyorsak, kralları
çiğnemek için y aş ıyoruz . . .
"
S lıakespeare, iV. flenry.
125
İ nsan , yani "sadece Varlığı ortadan kaldırdığı ölçüde var olan ne­
gatif varlık" zamanla özdeştir. İ nsan kendi doğasını sah iplenirken
evrenin açı lımını da kavrar. "Tarihin kendisi, doğal tarih in, do­
ğan ın insana dönüşümünün gerçek bir parçasıdır." (Marx). Buna
karşılık, bu "doğal tarih"in fii len var olduğu tek yer insanlık tarihi
sürecidir; insanlık tarihi tıpkı nebulaların evrenin kıyısına ka­
çışlarını zaman içinde yakalayacak çapa sahip modern teleskop
gibi, bu tarihsel bütünlüğü yeniden yakalayan tek bölümdür. Tarih
her zaman var oldu, ama her zaman tarihsel biçimiyle değil. İn­
sanın zamansallaştırılması, bir toplum dolayımıyla gerçek leştiril­
diğinde, zamanın insanlaştırılmasına eşittir. Zamanın bilinçsiz ha­
reketi tarihsel bilinç içinde kendini gösterir ve doğrulanır.
'
72
Döngüsel zaman göçebe halkların tecrübesine zaten hükmetmek­
tedir, çünkü onlar yolculuklarının her anında aynı koşullarla kar­
şılaşırlar: Hegel "göçebelerin gezginciliği sadece biçimseldir
çünkü benzer alanlarla sınırl ıdır" der. Belirli bir alana yerleşerek
bireyselleşmiş alanlar düzenlemek suretiyle uzama bir içerik
katan toplum, kendini bu yerleşikliğin içine hapsolmuş bulur.
Benzer yerlere geçici olarak geri dönüş artık zamanın aynı yere
katıksız geri dönüşüdür, bir dizi davranışın tekrarıdır. Kırsal gö­
çebelikten yerleşik tarıma geçiş tembel ve içeriksiz özgürlüğün
sonu, çalışmanın başlangıcıdır. Mevsim değişikliklerine bağımlı
tarımsal üretim tarzı genelde tam anlamıyla oluşmuş döngüsel za­
manın temelidir. Sonsuzluk bu zamana içseldir: Aynı olanın şu
ölümlü dünyaya dönüşüdür. Mit, bu toplumun aslında kendi sı­
nırları içinde zaten gerçekleştirdiği düzen etrafındaki bütün koz­
mik düzeni güvenceye alan birleştirici düşüncenin inşa edilmesidir.
73
128
Zamanın toplumsal temellükü ve insanın insan emeğiy le üre­
tilmesi sınıflara bölünmüş bir toplumda gelişir. Döngüsel zaman
toplumundaki kıtlık üzerine kurulan i ktidar, bu toplumsal iş­
gücünü örgütleyen ve sınırlı artı-değeri kendisine mal eden sınıf,
aynı şekilde, toplumsal zamanın örgütlenmesiyle ortaya çıkan za­
mansal artı -değer'e de sahip çıkar: Canlının geri dönüşü olmayan
zamanının tek sah ibi olur. Savurgan şenliklerde maddi olarak tü­
ketilmek üzere iktidar kes iminde yoğunlaşmış olarak var olabilen
zenginlik, ay nı zamanda, tarihsel bir zamamn toplumun yüzeyinde
israfı olarak da harcanır. Tarihsel artı-değerin sahipleri yaşanmış
olayların bilgisini ve keyfin i de ellerinde tutarlar. Toplumsal ya­
şamın temelindeki tekrarlanan . üretimle birlikte ağır basan ko­
lektif zaman örgütlenmesinden ayrılmış olan bu zaman, kendi du­
rağan topluluğunun üzerinde akıp gider. Bu, döngüsel toplumun
efendilerinin kendi kişisel tarihlerini yaşadıkları, macera ve savaş
zamanıdır; bu aynı zamanda yabancı topluluklarla çatışmada ve
toplumun değişmez düzenindeki karışıklıklarda ortaya çıkan za­
mandır. O halde tarih insanların önünde yabancı bir etken olarak,
istemedikleri ve karşısında kendilerini korunaklı zannettikleri şey
olarak meydana gelir. Ama bu dolambaçlı yoldan, uykuya dalını§
olan bütün gelişmelerin kökeninde yatan insanın o lumsuz en­
dişe si de geri gelir.
'
129
Döngüsel zaman kendi içinde çatışmasız olan zamandır. Ama ça­
tışma, zamanın şu çocukluk döneminde yer alır: Tarih, tarih olma
mücadelesini ilk olarak efendi lerin pratik etkinliğinde verir. Bu
tarih dönüşsüz olan şeyi yüzeysel olarak yaratır; tarihin hareketi,
döngüsel toplumun tükenmez zaman içinde tükettiği zamanı oluş­
turur.
130
"Donmuş toplumlar", tarihsel etkin l iklerin i son derece ya­
vaş latm ış ve hem doğal ve insani çevreye olan karşıtlıklarını hem
74
de kendi içlerindeki karşıtlıkları sabit bir dengede koruyan top­
lumlardır. Bu amaçla oluşturulmuş kurumların aşırı çeşitliliği in­
san doğasının kendi kendini yaratma esnekliğini kan ıtlasa da, bu
kanıtlama sadece dışardan bakan gözlemci için ve tarihsel za­
mandan geri gelen etnolog açısından açıkça görülebilir haldedir.
Bu toplumların her birinde, kesin bir yapılanma değişimi dış­
lamıştır. İnsanlığa dair bütün olasıl ıkların sonsuza dek kendini öz­
deşleştirdiği mevcut toplumsal pratiklerin mutlak konformizmi­
nin, şekilsiz hayvanlığa düşme korkusundan başka hiçbir harici sı­
nırı yoktur. B urada insanlar, insan olarak kalabilmek için aynı
olmak zorundadırlar.
131
Endüstrinin ortaya çıkışına kadar başka köklü sarsıntılara tanık ol­
mayacak bir dönemin eşiğ inde, son büyük teknolojik devrimlerle
dökme demir kadar il işki içinde görünen politik iktidarın doğuşu,
aynı zamanda kan bağlarının da çözülmesin i başlatan bir dönem­
dir. Bundan böyle, nesillerin art arda gelişi, yönlendirilmiş bir
olay olmak için, yani iktidarların art arda gelişi haline gelmek
amacıyla katıksız döngüsel doğa alanını terk eder. Geri dönüşü ol­
mayan zaman hükmedenin zamanıdır; ve bu zamanın ilk ölçüsü
hanedanlıklardır. Yazı onun silahıdır. Dil, yazıyla birlikte bi­
linçlerarası dolayım olarak tam bağımsız gerçekliğine u laşır. Ama
bu bağımsızlık, toplumu oluşturan dolayım olarak ayrı iktidarın
genel bağımsızlığıyla özdeştir. Yazıyla birlikte, artık canlıların
dolaysız i l işkisine taşınmayan ve bu ilişkiye aktarılmayan bir bi­
linç ortaya ç ıkar: Kişiliksiz bir hafıza, toplumu yönetmenin hafızası.
"Yazılar devletin düşünceleri; arşivler ise hafızasıdır." (Novalis).
132
Vakayiname, [Chronique) i ktidarın geri dönüşsüz zamanının ifa­
desi ve de bu zamanın geçmişten bugüne iradi i lerleyişini sür­
düren araçtır, ç ünkü zamanın bu yönlendirilişi her özgül iktidar
gücünün çökmesiyle yok olmak zorundadır ve imparatorlukların
ve onların kronoloj i lerinin çöküşü sırasında asla değişmeyen
75
köylü yığınlarının tanıdığı tek zaman olan döngüsel zamanın ka­
yıtsız unutuluşuna maruz kalır. Tarihin sahipleri zamana b ir
anlam yüklemişlerdi: Aynı zamanda bir anlam olan bir yön . Ama
bu tarih her şeyini seferber eder ve tek başına başarısızlığa uğrar;
temeldeki toplumu değişmez bırakır, çünkü bu tarih tam da ortak
gerçeklikten ayrı kalan şeydir. İ şte bu nedenle Doğu im­
paratorlukları tarihini bir dinler tarihine i ndirgeriz: Yıkıntı haline
gelmiş bu kronoloj ilerden geriye kendilerini sarmalayan ve gö­
rünüşte özerk yanı lsamalar tarihinden başka bir şey kalmaz. Ta­
rihin özel mülkiyetini m iti koruyarak el lerinde tutan efendiler, ön­
celikle bunu özel bir yanılsama modeline göre yaparlar: Çin ve
Mısır'da uzun bir süre ruhun ölümsüzlüğünün tekelini ellerinde
tutmuşlardır; tıpkı bilinen ilk hanedan lıkların geçmişin hayali dü­
zenlenişi olmas.l g ibi. Ama efendilerin bu aldatmaca mülkiyeti, o
dönemde ortak bir tarihin ve kendi özel tarihlerinin bütün olası
mülkiyetini de sahiplenmeleri anlamına gelir. Efendilerin fii l i ta­
rihsel güçlerinin gelişmesi aldatmaca mitsel sahiplenişin sı­
radanlaşması i le atbaşı gider. B ütün bunlar, tıpkı Çin im­
paratorlarının mevsim dönümü ayinlerinde olduğu gibi, döngüsel
zamanın sürekliliğini mitsel olarak güvenceye almakla efendilerin
yükümlü olm.aları ölçüsünde zamandan göreceli olarak kur­
tulmalarından kaynaklanır .
133
Sadece mitin buyruklarının dünyevi icraatı olarak anlaşılmak is­
teyen ve hizmetkarlarına seslenen tanrısal iktidarın açıklamasız
yavan kronolojisi aşılab ildiği ve bilinçli tarih haline geldiğinde,
tarihe gerçek katılımın yaygın gruplar tarafından yaşanmış olması
gerekti. B irbirlerini müstesna bir şimdiki zamanın sahipleri olarak
tanıyan ve olayların n itel zenginliğini kendi etkin likleri ve ya­
şadıkları yer -kendi çağları- olarak h issetmi ş insanlar arasındaki
bu pratik i letişimden tarihsel iletişimin genel dili doğar. Geri dö­
nüşsüz zamanın varlık koşulu olan i nsanlar burada hem unu­
tulmazı hem de unutmanın tehditini bulurlar: "Halikarnaslı He­
rodot, zaman insanların emeğini yok etmesin d iye araştırmasının
sonuçlarını burada sunmaktadır..."
76
134
Tarih hakkında akıl yürütme iktidar hakkında akıl y ürütm ek ten
ayrı düşünülemez. Yunan, iktidar ve iktidar değişikliğinin tar­
tışıldığı ve anlaşıldığı bu dönemdi, toplumdaki efendilerin de­
mokrasisi dönemiydi. Burada koşullar, despotik devlete özgü ko­
şulların tam tersiydi, çünkü despotik dev lette iktidar, en yoğun
noktasının erişilmez karanlığında sadece kendisiyle hesaplaşırdı:
Başarı ya da başarısızlığın tartışma dışı kaldığı saray darbesi yo­
luyla. Yine de Yu nan toplu lukları arasında paylaşılmış ikt idar, sa­
dece, üretimin köle sını fında ayrı ve durağan bir şekilde kaldığı
bir toplumsal yaşamın lıarcaması'yla var oluyordu . Sadece ça­
lışmayanlar yaşar. Y unan topl uluklarını n bölünmesinde ve ya­
bancı sitelerin sömürülmesi için verilen mücadelede, bu toplu lu k­
ları n her birinin içsel kuru l u ş nedeni olan ayrım ilkesi dışlanmıştı.
Evrensel tarihi düşleyen Yunan, istila karşısında birleşmey i ba­
şaramamıştı; hatta bağımsız siteleri nin takv imlerini bile bir­
leştiremem işti. Yunan'da tarihsel zaman bilinçlenmiş, ama heni.iz
kendi bilincine varamamıştı .
'
135
Yunan topluluklarının ulaşm ış olduğu yerel anlamda elverişli ko­
şulların ortadan kalkmasından sonra, Batılı tarih düşüncesi ge­
rilerken eski m itsel örgütlenmeler yeniden yapılanmamıştı . Ak­
deniz halklarının çarpışmasında ve Roma Devleti'nin kuruluş ve
çöküşünde, yeni zaman bilincinin ve ay rı iktidarın yeni zırhının
temel etkenleri haline gelen yarı-tarihsel dinler ortaya çıkmıştır.
136
Tektanrıl ı dinler, mit i le tarih arasındaki , halen üretime hükmeden
döngüsel zaman ile halkların karşı karşıya geldiği ve yeniden bir"
!eşliği geri dönüşsüz zaman arasındaki bir uzlaşmaydı. Yahudilik­
ten doğan dinler, demokratikleşmiş, her şeye açık ama yanılsama
içinde olan geri dönüşsüz zamanın soyut anlamda evrensel ka­
bulüdürler. Zaman tamamen tek bir n ihai olaya doğru yön77
lendirilir: "Tanrı'nın krallığı pek yakında gerç ek leşecektir B u
dinler, tarih zemininde ortaya ç ıkmış ve bu zemi ne yer­
leşmişlerdir. Ancak, hata tarihle radikal karşıtlık içinde dururlar.
Y arı-tarihsel din, zaman içinde niteliksel b ir başlangıç noktası
oluşturur, (İ sa'nın doğumu, Muhammed'in h icreti) fakat geri dö­
nüşsüz zaman -İslam'da fetih biçimini, Hıristiyanlığın Reform dö­
neminde i se sermaye artışı biçimini alabilen gerçek birikimi işin
içine katarak- aslında tıpkı bir Reriye sayış gibi dini düşüncede
tersyüz edilmiştir: zaman sona ermeden hakiki öteki dünyaya
ulaşma umudu, kıyamet beklentisi. Sonsuzluk döngüsel zamandan
doğmuş ve onu aşmıştır. Sonsuzluk, döngüsel zamanın ötesidir.
Sonsuzluk zamanın geri dönüşsüzlüğünü geçersiz kılan, döngüsel
.
zamanın geri döndüğü ve kendini feshettiği, dakik bir katıksız
unsur olarak �eri dönüşsüz zamanın öbür tarafına yerleşerek, ta­
rihi ta;ih iç inde s ilen u nsurdur. Bossuet de şunu söyleyecektir:
"Ve geçip giden zaman sayesinde, geçmeyen sonsuzluğa dahil
oluruz.''
."
137
Ortaçağ, yan i m ü kemmelliği kendi dışında kalan bu tamamlan­
mamış mitsel alem, hala üretimin önemli bir kısmını düzenleyen
döngüsel zamanın tarih tarafından gerçek anlamda kemirildiği dö­
nemdir. Geri dön üşü olmayan bir tür geç icilik, yaşam ın ard arda
gelen dönemlerinde, tıpkı bir yolculuk ya da anlamı başka yer­
lerde olan bir dü n yaya g eri dönüşsüz b ir geçiş gibi düşünülen ya­
şamda ve tek tek herkeste görülür: Seyyah, döngüsel zamanı t�rk
eder ve gerçekte sembolik olarak bir yolcu olan herkes halıne
gelen kişidir . Kişisel tarihse l yaşam daima iktidar alanı içinde ta­
mamlanır, i ktidarın yürüttüğü mücadelelere ve iktidar tartışması
mücadelelerine katılarak tamamlanır; ama iktidarın geri dönüşs�z
zamanı, efendi lerin oyunlarının sadakat ve sadakat borcu tar­
tışmaları etrafında döndüğü silahlı iman dünyasında Hıristiyan
çağın güdümlü zamanının genel birleştiriciliğiyle sonsuzluğa dek
paylaşı lır. "Fetih sırasında kendini geliştirdiği şekliyle istilacı �r�
dunun örgütsel y apısı"nın "fethedilen ülkelerde bulunan üretıcı
güçlerle" (Alnıaıı İdeolojisi) -ve bu üretici güç ler örgütlenmesi
78
içinde bu ülkeleri n dini dillerini de saymak gerekir- karşılaşma­
sından doğan bu feodal toplum, toplumsal hakimiyeti kilise ve
devlet iktidarı arasında ikiye bölmüştür ve devlet iktidarı da, böl­
gesel imtiyazlara dayalı vasallığın ve şehir komünlerinin kar­
maşık il işkileri içinde alt bölümlere ayrıl mıştır. Bu olası tarihsel
yaşam çeşitl iliğinde, derinde var olan toplumu bil inçsizce zap­
teden geri dönüşsüz zaman, yani malların üretimi, şehirlerin ku­
ruluşu ve gelişmesi ve -kozmosun bütü n mitsel örgütlenmesini
sonsuza dek çökertmiş pratik deney im olan- dünyanın ticari açı­
dan keşfedi lmesi sırasında burjuvazinin yaşanan zamanı, bu dün­
yan ın büyük resmi tarihi girişimi Haçlı Seferleri'yle başarısızlığa
uğradığında kend ini yavaş yavaş bu dönemin bilinmeyen eseri
olarak gösterdi.
138
·
Ortaçağ' ın çöküşü sırasında toplumu istilft eden geri dönüşsüz
zaman , eski düzene bağlı bilinç tarafından bir ölüm takıntısı bi­
çiminde yaşanmıştır. Bu, bir dünyanın çözülüşünün, yani bir mit
güvenliğinin tarihi halft dengcleyebildiği son dünyanın çö­
zülüşünün melankolisidir; ve bu melanko liye göre, her türlü dün­
yevi şey sadece kendi çürümesine doğru yol almaktadır. Av­
rupa 'daki büyük köylü isyanları, aynı zamanda, köylülerin feodal
vesayetlerini garanti altına almış olan ataerkil uykudan ken­
dilerini şiddetli bir şekilde koparan tarihe cevap verme gi­
rişimleriydi. Yahudi mesihçiliğinden doğan Hıristiyan toplulukları
çağın sorunlarına ve mutsuzluklarına Tanrı Krallığı'nın pek ya­
kında gerçekleşmesini bekleyerek cevap verdiğinde ve eski top­
luma huzur bozucu ve yıkıcı bir unsur soktuğunda, yarı-tarihsel
dinin kökeninde yatan şeyi yeniden canlandıran şey, Yeryüzü cen­
netinin kurulacağına dair bu mesihçi ütopyadır. Hıristiyanlık, im­
paratorluk içinde iktidarı paylaşma noktasına geldiğinde bu umut­
tan arta kalan şeyin basit bir batıl inançtan ibaret olduğunu ortaya
çıkardı: Modern ideolojinin bütün takdirname/erinin i lk örneği
olan Augustiııuscu sava göre sözü edi len krallık uzun süreden beri
kurulu olan kiliseden başka bir şey değildi. Mesihçi köy! 'ilüğün
toplumsal isyanı, doğal olarak, öncelikle kil iseyi ortadan kaldırma
79
isteği olarak tanımlanır. Fakat mesihçilik, mit alan ında deği l ta­
rihsel dünyada yayılır. Modern devrimci beklentiler, Norman
Cohn'un La Poursuite du Millenium' da kanıtladığına inandığı
gibi, dinsel mesihçi tutkunun akıldışı devamı değildir. Tam ter­
sine, mesihçilik, dini dili son kez kullanan devrimci sınıf mü­
cadelesidir, sadece tarihsel olan hilin ç ten hala yoksun olmasına
rağmen yine de modern bir devrimci eğilimdir. Mesihçiler kay­
betmeye mahkumdular, çünkü onlar devrimi kendi eylemleri ola­
rak kabul edememişlerdi. Tanrı iradesinden gelen harici bir işa­
rete dayanarak hareket etmeyi beklemeleri, ayaklanmış köylülerin
kendi dışlarından gelen liderlerin peşinden gittiği bir pratiğin dü­
şünceye dökülmesidir. Köyl ü sınıfı, toplumun işleyişi ve kendi
m ücadelesini sürdürme tarzıyla ilgili doğru bir bilince u laşamaz;
eyleminde ve Jıilincinde bu birlik koşullarından mahrum olduğu
için tasarısını ifade etmesi ve savaşlarını sürdürmesi dünyevi bir
cennet hayaline göre gerçekleşir.
'
139
Tarihsel yaşamın yeni mü lkiyeti, yani geçmişini ve meşruiyetini
Antik Çağ 'da bulan Rönesans, sonsuzluktan mutlu bir kopuşu
bağrında taşır._ Rönesansın geri dönüşsüz zamanı sonsuz bilgi bi­
rikimi zamanıdır ve demokratik toplulukların ve ·on ları m ahveden
güçlerin deneyiminden ortaya çıkan tarihsel bilinç Mach iavelli ile
birlikte, kutsallığından arındırılmış iktidar üzerine akıl yürütmeyi
yeniden ele alacak ve devlet hakkında söylenemeyen şeyi söy­
_
leyecektir. ltalyan s itelerinin taşkın yaşamında ve şenliklerdeki
sanatta yaşam, zaman geçirmeni n keyfi olarak görülür. Ama bu
hoşça vakit geçirmenin kendisi de geçici olmak zorundaydı. B urc­
khardt'ın "Rönesans ruhunun örneği" olarak kabul ettiği Lorenzo
di Medici' nin şarkısı, bu hassas tarih şenliğinin kendine düzdüğü
övgüdür: "Ah şu gençl ik ne kadar hoştur ve ne kadar da çabuk
geçer."
80
140
Mutlak monarşi devletinin tarihsel yaşamı sürekli olarak tekeline
al ması, yani burjuva sınıfının tam hakimiyetine doğru geçiş bi­
çi mi, kendi hakikati içinde burjuvazinin yeni geri dönüşsüz za­
m anının ne olduğunu açığa çıkarır. Burjuvazi, ilk kez olarak dön­
güsellikten kurtulmuş olan emek zaman ı na bağlıdır. Emek,
burjuvaziyle birlikte , tarihsel koşulları de,�iştiren emek haline gel­
miştir. Burjuvazi, emeği değer olarak gören ilk egemen sınıftır.
Bütün ayrıcalıkları ortadan kaldıran ve emek sömürüsüne da­
yanmayan hiçbir değeri tan ımayan burjuvazi , egemen sınıf olarak
kendi değerini tamamen emekle özdeşleştirmiş ve emeğ in ge­
lişmesini kendi gelişmesi haline getirmiştir. Meta ve sermaye bi­
rikimini sağlayan sınıf, emeği değiştirerek, onun üretkenliğini kam­
çılayarak doğayı sürekli olarak değiştirir. B ütün toplumsal yaşam
zaten sarayın debdebeli zavallılığında, "krallık mesleğinde" doruk
noktasına ulaşan soğuk devlet yönetiminin şatafatında yoğunlaşmıştı;
ve her türlü özel tarihsel özgürlük onun yenilgisine razı olmak zo­
runda kalmıştı. Feodallerin geri gelmeyecek geçici oyu nlarındaki
özgürlük, yenik düştükleri son savaşlar olan Fronde savaşlarıyla
ya da Charles-Edward'a karşı düzenlenen İskoç ayaklanmasıyla
birlikte sona ermişti. Dünya köklü bir değişikliğe uğramıştı.
'
141
Burjuvazinin zaferi , derinlemesine tarihsel zamanın zaferidir
çünkü bu , toplumu sürekli ve tepeden tırnağa değiştiren iktisad i
üretimin zamanıdır. Tarımsal üretim temel etkinlik olarak kaldığı
sürece, toplumun temelinde yatan döngüsel zaman devinimi en­
gelleyecek olan b irleşik gelenek güçlerin i besler. Ama burjuva
ekonomisinin geri dönüşsüz zamanı, bu kalıntıları dünyanın her
köşesinde kökünden kazır. O zamana kadar yönetici sınıfı oluş­
turan bireylerin tek devinimi olarak görünen ve dolayısıyla da sa­
dece olayların tarihi olarak yazılan tarih artık genel devinim ola­
rak anlaşılır ve bu amansız devinimde bireyler kurban edilir.
Temelini ekonomi politikte bulan tarih artık kendi bilinçsizliği
olan şeyin varlığından haberdar olsa da yine de bu aydınlatılamaz
F60N/Gö:-.terı Topluınu
81
ve bilinçsiz kalır. Pazar ekonomisinin demokratikleş tirdiği şey sa­
dece bu kör tarih öncesi, yani hiç kimsenin hükmetmediği bu yeni
kaderdir.
142
Toplumun bütü n derinliklerinde mevcut olan tarih yüzeyde kay­
bolma eğilimindedir. Geri dönüşsüz zamanın zaferi, aynı zaman­
da şeylerin zama 11 1 na doğru değişimi dir de çünkü zaferini borç lu
olduğu silah, tam anlamıyla, nesnelerin meta yasaları uyarınca seri
üretimiydi. İktisadi gelişmenin lüks tüketimden gündelik tüketim
haline getirdiği en temel ürün demek ki tarihtir, ama bu tarih sa­
dece her türlü n itel yaşam kullanımı üzerinde egemenlik kurmuş
şeylerin soyut dev inim tarihidir. Önceki döngüsel tarih , bireylerin
ve grupların)'aşadığı tarihsel zamanın giderek artan bir bölümünü
desteklemişken , üretimin geri dönüşsüz zamanın ın egemenliği bu
yaşanmış zamanı toplumsal olarak dışlama eğiliminde olacaktır.
'
143
Böy lece, burjuvazi geri dönüşsüz bir tarih zamanını topluma ta­
nıtmış ve dayatmıştır, fakat toplumu bu zamanın kulla111m111dan
mahrum bırakm ıştır. "Bir zamanlar tarih vard ı ama artık yok";
çünkü iktisat tarilzi'nden kopamayan ve ekonominin sahibi olan
s ınıf, zamanın başka her türlü geri dönüşsüz kullanımını doğrudan
bir tehdit kabul ederek bastırmak zorundadır. Kendileri de şey­
lerin mülkiyetinde olan ve şeylere sahip olma konusunda uz­
manlaşmış kişiler'dcn oluşan egemen sınıf kaderini bu şeyleşmiş
tarihin sürdürülmesine, tarih içindeki yeni bir devinimsizliğin sü­
rekliliğine bağlamak zorundadır. Toplumun taban ında yer alan
işçi ilk defa m addi olarak tarihe yabancı değildir, çünkü artık
toplumu geri dönüşsüz bir şekilde hareket ettiren bu tabandır. Pro­
letarya, oluşturduğu tarihsel zamanı yaşama talebinde, devrimci
tasarısının unutulmaz basit kaynağını bulur; ve bu tasarıyı ger�
çekleştirmeye yönelik bugüne kadar engellenmiş her adım yeni
tarihsel yaşamın olası b ir çıkış noktasına işaret eder.
82
144
İktid �rın efendisi burjuvazinin geri dönüşsüz zamanı, başlangıçta
kendı adını taşıyan, mutlak bir başlangıç g ibi Cumhuriyet'in Bi­
rinci Yılı olarak ortaya çıktı. Ama, m itsel değerler örgütlenme­
sinin son kalıntılarını ve bütün geleneksel toplu m düzenlemesini
yok eden devrimci genel özgürlük ideoloj isi, Romalı kılığına sok­
tuğu gerçek istenci çoktan görülebil ir h ale getirmişti: yaygın hale
gelen ticaret özt;ürlüğü. Meta toplumu, artık kendi mutlak haki­
miyetini kurmak için derinden sarsmış olduğu edilgenliği ye­
niden inşa etmesi gerektiğini keşfederek, "soyut insan kültüyle
birlikte Hıristiyanlık'ta . . . en uygun din biçimi"ni (Kapital) bulur.
Böylelikle burj uvazi bu dinle bir uzlaşmaya, zamanı n temsil edil­
mesinde de ifadesini bulan bir uzlaşmaya varır: Burjuvazinin terk
edilmiş takv imi, geri dönüşsüz zamanı , m irasını sürdürdüğü flı­
ristiyan dönem içi nde örnek alınmak üzere geri gelir.
145
Kapitalizmin gelişmesiyle birlikte geri dönüşsüz zaman dünya ça­
pında birleşir. Evrensel tarih bir gerçeklik haline gelir, çünkü
bütün dünya bu zamanın gelişmesi altında toplanmıştır. Ama, her
yerde her zaman aynı olan bu tarih hala tarihin tarih içindeki red­
dinden başka bir şey değildir. Bütün gezegen üzerinde aynı gün
olarak görünen şey, soyut, eşit parçalara bölünmüş olan iktisadi
üretim zamanıdır. B irleşik geri dön üş s ü z zaman dünya pazarı' nın
ve bunun doğal sonucu olarak da dünya çapındaki gösterinin za­
manıdır.
146
Geri dönüşsüz üretim zamanı öncelikle metaların ölçüsüdür.
nedenle, dünyanın tamam ı üzerinde resmen toplumun genel
manı olarak ortaya çıkan zaman, sadece bu zamanı oluşturan
manlaşmış çıkarları ifade eden özel bir zamandan başka bir
deği ldir.
Bu
za­
uz­
şey
83
VI. GÖSTERİ ZAMAN I
148
İnsanlığın gelişmemesinin genel zamanı da, bu belirli üretim te·­
ınelinde kuru lu olan toplumun gündelik yaşaııtısma sahte-döngüsel
bir zaman olarak geri dönen tüketilebilir zaman'ın tamamlayıcı bi­
çimi görünümünde mevcuttur.
149
Sahte-döngüsel zaman aslında üretimin met a-zam a n ın ı n tüketile­
bilir kılı,�a girmesinden ba ş k a bir şey değ i l d i r . S ahte-döngüsel za­
m a n ın temel özel l i k l erini bi l h as s a da değ işim d e ğeri olan ho­
mojen birim leri ve nitel boyutun yok edilmes i n i kapsar. Ama
somut gündelik yaşamın geri kalına s ı m V\� bu g e r i l iğ i s ü r<liirıncyi
hedefleyen bu zamanın yan ü r ü n ü o ldu ğu ncl a ı ı salıte-cleğeıkn­
dirmelerle yüklü o lmak ve gerçeğe aykırı ola rak tcki llcştirilrniş
bir anlar serisi o l m ak görünmek z oru nd ad ı r.
,
150
Zamandan başka bize a i t hiçbir �ey yok;
zamanın tadını tam da yeri yurdu
o lmayanl ar ç ı k arır zaten .
Baltasar Gracian, L 'Hvrıınıe
de Coıır.
147
Üretim zamanı, yani meta-zamanı, eşit aralıkların sonsuz bi­
rikimidir. B u , geri dönüşsüz zamanın soyutlanmasıdır; bütün di­
limler kronometre üzerinde sadece nicel eşitliklerini kan ıtlamak
zorundadırlar. Bu zaman, bütün fii l i gerçekliği içinde, asl ında ta­
mamen değişebilir özellikte olan şeydir. Meta-zamanın bu top­
lumsal hakimiyetinde "zaman her şey, insan ise hiçbir şeydir;
insan olsa olsa zamanın çatısıdır" (Felsefenin Sefaleti). Bu, de­
ğersizleştirilmiş zamandır, zamanın "insanlığın gelişme alanı"
olarak tamamen tersyüz edilmesidir.
84
Sahte-döngüsel zaman, modern iktisadın ayakta kalmasının , gi­
clerek şiddetlenen ayakta kalma mücadelesinin tü k et im zamanıdır
v e bu mücadelede gündelik yaşam hfüfı kanır vermekten mah­
rumdur v e artık doğanııı düzenine değil, yabancılaşmış emekle
gelişen sahte-doğaya boyun eğer; ve böylece bu zam a n , do,�al ola­
rak, sanayi-öncesi toplumların ayakta kalma mücadelesini dü ­
zenlemiş olan eski döngüsel ritmine yeniden kavuşur. Sahte-döngüsel
zaman döngüsel zamanın doğal kalıntılarına dayanır ve ay n ı za­
manda yeni türdeş bileşimle( oluşturmak için onu kullan ır: Gündüz
ve gece, çalışma ve hafta sonu tatili, tatil dönemlerinin tekerrürü.
151
Sahte-döngüsel zaman endüstrinin dönüştürdüğü zamandır. Te­
meli metaların üretimine dayanan zamanın kendisi de bir tüketim
metasıdır; bu meta eski birleşmiş toplumun çözülmesi aşamasıııda
özel yaşam , iktisadi yaşam, politik yaşam olarak ayrılmış her şeyi
85
bir araya getınr. Modern toplumun tüketi lebilen bütün zamanı,
kendilerin i toplumsal olarak örgütlenmiş zamanın kullanımları
olarak pazarda dayatan çeşitli yeni ü rü n lerin hammaddesi olarak
ele alınma noktasına varır. "Zaten tüketilmeye uygun bir halde
var olan bir ürün, yine de bir başka ürünün hammaddesi haline ge­
lebilir." (Kapital).
152
Yoğunlaşmış kapitalizm, en i leri sektöründe, "tamamen do­
nanımlı" zaman blokları satışına yönelir; bunların her biri, bel l i
sayıdaki meta çeşidini bir araya getiren bütünleştirilmiş tek bir
meta oluşturur. Yaygınlaşan "hizmet" ve eğlence ekonomisinde,
bu, "her şeyi n cbhi l olduğu" hesaplanmış ödeme formülünün or­
taya ç ıkmasına yol açmıştır: Gösteri ortamı, tatillerdeki kolektif
sözümona-yer değiştirmeler, kültürel tüketime abone olma, "tut­
kulu sohbetler" ve "önemli kişilerle karşılaşma" şeklindeki top­
lumsallık satışı. Sadece birbiriyle ilişkili gerçekliklerin giderek
artan sefaleti nedeniyle geçerli l ik kazanan bu tür gösteri metası,
krediyle ödenerek aslında modernleştirilmiş satış tekniklerinin
pilot-malları arasında açıkça yerini alır.
153
l
1
Tüketilebil ir sahte-döngüsel zaman, gösteri zamanıdır: Hem dar
anlamıyla imajların tüketim zamanı olarak hem de geniş an­
lam ıyla zamanın tüketiminin imajı olarak. B ütün metaların aracısı
olan imajların tüketim zaman!. ayrılmaz bir şekilde, gösteri araç­
larının tam kapasiteyle çalı ştığı bir alandır ve bu araçların ken�
dilerini g lobal olarak her türlü özel tüketimin yeri ve asıl biçimi
olarak sundukları amaçtır: Modern toplumun - ister ulaşımın hız­
lanması ister hazır çorba şeklinde olsun- sürekli elde etmeye ç alıştığı zaman tasarrufunun Amerika B irleşik Devletleri halkı için,
kesin olarak, sadece televizyon seyretmenin günde ortalama üç ila
altı saati işgal etmesi anlamına geldiğ i bilinir. Diğer yandan ,
zaman tüketiminin toplumsal imajı ise tamamen eğlence ve tatil
anlarının hakimiyeti altındadır ve bu anlar her gösteri malı gibi
uzaktan tanıtılırlar ve tan ımları gereği caziptirler. Bu meta burada
açı kça gerçek yaşam anı olarak sunulmuştur ve mesele onun dön­
güsel geri dö nüşünü beklemektir. Fakat yaşama adanmış olan bu
anlarda bile daha da yoğun bir hale gelerek görülen ve yeniden
üretilen şey yine gösteridir. Gerçek yaşam olarak tem sil edilen
şey aslında sadece daha ger�·ekçi bir hale gelmiş gösteri yaşamı
olarak ortaya çıkar.
154
Kendi zamanını sanki aslında çok sayıda eğlencenin ani geri dö­
nüşüymüş gibi kendine gösteren bu çağ, aynı zamanda şenliksiz
bir çağdır. Döngüsel zamanda, bir topluluğun lüks yaşam har­
camasına katılım anı olan şey cemaati ve hiçbir l üksü olmayan
toplum iç in olanaksızdır. S ıradan laşmış sahte şen likler, diyalog ve
bağış parodileri iktisadi harcamada bir fazlalığa yol açtığında,
bunlar, sürekli olarak yeni bir hayal kırıklığı vaadiyle teliifi edilen
bir hayal kırıklığın dan başka bir şey doğurmazlar. Gösteride, mo­
dern ayakta kalma zamanının kullanım değeri ne kadar azal ırsa
kıymeti de o kadar artar. Zamanın gerçekliğinin yerini zamanın
reklamı alır.
155
Eski topluml arın döngüsel zaman tüketimi, bu toplumların gerçek
emeğiyle uyum içinde o lurken, gelişmiş ekonominin sahte-dön­
güsel tüketim i de üretimin geri dönüşsüz soyut zamanı ile çe­
lişkiye düşer. Döngüsel zaman gerçekten yaşdnmış hareketsiz ya­
nılsamanın zamanı olurken, gösteri zamanı ise yanılsamal ı olarak
yaşanmış, kendi kendine değişen gerçekliğin zamanıdır.
156
Şeylerin üretim sürecinde her zaman yeni olan ş�y, aynı olanın
yaygın tekrarı olarak kalan tüketimde yer almaz. Olü emek canlı
emeğe hakim o lmayı sürdürdüğü için gösteri zamanında geçmiş
bugüne hükmeder.
'·
86
87
157
Genel tarihsel yaşam ın yetersizliğin in bir diğer yüzü de bireysel
yaşamın bir tarihinin hala olmamasıdır. Gösteri sahnelenirken
hızla gelip geçen sahte-olaylar, bu olaylara i lişkin bilgi sahibi
olanlar tarafından yaşanmam ıştı; ve üstelik bu kişiler gösteri ma­
kinasın ın her itkisinde, alelacele gerçekleştirilen ikamelerin bol­
luğunda kendi lerini kaybederler. D iğer yandan , gerçekten ya­
şanmış olan şey toplumun resmi geri dönüşsüz zamanı ile i lişkili
değildir ve bu zamana ait tüket ilebilir yan ürünün sahte-döngüsel
ritmine doğrudan doğruya zıttır. Ayrılmış gündelik yaşama dair
bu bireysel deney im, dilsiz, kavramsız kalır ve hiçbir yerde kayıtlı
olmayan keneli geçm işine eleştirel yaklaşım olanağından yoks un­
dur. İ letişim kurmaz. Hatırl anınayanın sahte gösteri hafızası adına
unutulur ve anhışılmaz.
158
Tarihin ve hafızanın felce uğraması nın, tarihsel zaman temeli
üzerinde kurulu olan tarihin terk edil mesini n mevcut toplumsal
örgütlenmesi o lan gösteri, zamanın yanlış bilinci'dir.
159
İ şçilere, meta-zamanının "özgür" üretici ve tüket ici leri statüsünü
kazandırmak için gereken öncelikli koşul, onların kendi zamanı­
nın vahşice ellerinden alı nması' yd ı Zamanın gösterisel geri dö­
nüşü ancak üreticinin bu ilk mahrumiyetinden sonra mümkün ola­
bilmiştir.
.
ve bu kesintisiz zaferin elle tutulabilir i fadesi olan tüketilebilir ga­
nimetlcrinde önemsenmezler. Kendi dünyasının tahrif edi lmiş ha­
reket merkezinde hareketsiz bırakılmış olan seyircinin bilinc i ,
artık yaşamını kendini gerçekleştirmeye v e öl üme yönelik b ir
geçiş olarak sürdüremez. Yaşamı üzerindeki tasarruf hakkından
vazgeçen kişi artık ölümünü kabul edemez. Hayat sigortası rek­
lamların ın yaptığı tek şey, bu iktisadi kay ıptan sonra, sistemin dü­
zenini sağlama almadan ölmenin suç olduğunu ileri sürmekt ir; ve
American way r�f death* reklamları, bu karşıl aşmada yaşam gö­
rünüşleri'niıı en büyük bölümünü elinde tutma kapasitesini vur­
gularlar. Reklam bombardımanlarının geri kalan bütün cep­
helerinde i se yaşlanmak kesinlikle yasaktır. Tek tt.:k herkes için
tasarlanan ve en sıradan kullan ıma sunulan bir "gençlik ser­
mayesi" bile mali sermayenin sağlam ve biriken gerçekl iğine asla
ulaşamazd ı. Ölümün hu toplumsal yokluğu yaşamın toplumsal
yokluğuyla özdeştir.
161
, Zaman, Hegel'in de belirttiği gibi, zorunlu yabancılaşmadır, yan i
) öznenin kendisini kaybederek kendini gerçekleştirdiği, kendi ha­
kikati olabilmek için başkası haline geldiği ortamdır. Ama bunun
tersi, tamamen, yabancı bir şimdiki zaman üreticisinin uyguladığı
egemen yabancıl aşmadır. B u 11zamsal yabancı laşma'da, özne i le
öznenin elinden aldığı etkinliği birbirinden kökten ayıran toplum,
öncelikle özneyi kendi zamanından ayırır. Aşılabi lir toplumsal ya­
bancılaşma tam an lamıyla, zamandaki canlı yabancılaşmanın ola­
naklarını ve taşıdığı riskleri yasaklamış ve dondurmuş olan top­
lumsal yabancılaşmadır.
162
160
Hem uyanma ve uykunun doğal döngüsüne bağıml ılıkta hem de
bireysel geri dönüşsüz zamanın bir yaşamın yıpranmasındaki var­
l ığında olduğu gibi, emekte yer alan kaçınılmaz biyoloj ik unsur,
modern üretim açısından sadece tali bir öneme sahiptir; bunun so­
nucu o larak da bu unsurlar üretim hareketinin resmi bild irilerinde
88
Seyredilen sahte-döngüsel zaman ın önemsiz yüzeyinde kaybolan
ve yeniden ortaya çıkan görünüşteki modalar'ın altında çağın asıl
üslubu, her zaman için açık ve gizli devrim gerekli l iğinin yön­
lendirdiği şeyin içindedir.
* Amerikan usulü ölüm. (ç. n . )
1 63
Zamanın doğal temeli, zaman akışının algılanabilir temel öğesi
insan için var olmakla insani ve toplumsal bir hale gelir. Zamanı,
iktisadi üretimin geri dönüşsüz ayrı zamanı ve döngüsel zaman
olarak bugüne kadar insani ve de gayri-insani hale getiren şey,
insan pratiğinin sınırl ı durumu, çeşitli aşamalara ayrılmış emektir.
Sınıfsız bir toplumun, genelleştirilmiş bir tarihsel yaşamın dev­
rimci tasarısı, bireylerin ve grupların geri dönüşsüz zaman ının
oyuncu[ bir modeli adına, hağımsız federe zamanların aynı anda
mevcut olduğu bir model adına zamanın toplumsal ölçüsü nün çö­
küşüdür. Bu, "bireylerden bağımsız bir şekilde var olan her şeyi"
ortadan kaldıran kom ünizmin, zaman bağlamında, topluca ger­
çekleştirildiği bir-.programdır.
YIL TOPRAGIN DÜZENLENMESİ
Her kim ki özgürce yaşamaya alışmış bir
sitenin yöneticisi olur ve ona hiç zarar
1 64
Dünya, çoktandır bir zamanın düşünü görmektedir, ama onu ger­
çek anlamda yaşamak için şimdiden bilincine sahip olması ge­
rekir.
vermez, bilmel i d i r ki site ona zarar
verecektir; ç ü n k ü ne geçen zamanın
uzunluğunun ne de herhangi bir i y i l iğin asla
unutturamayacağı özgürlüğün adında ve
eski gelenekleri nde s i te n i n isyancılarına
sığınacak yer her zaman vardır. Ve k i ş i
sitede n e yaparsa yapsın, o n a n e sağlarsa
sağlasın, bunlar sak i n lere zulmetmek ya da
onları dağıtmak amac ıyla yapılmıyorsa bu
ad ve bu gelenekler asla u nutulmayacaktır. . .
Machiavelli, Hiikiinıdar
165
Kapitalist üretim, artık harici toplumlar tarafından sınırlanmayan
alanı birleştirmiştir. B u birleşme aynı zamanda yaygın ve yoğun
bir bayağı laşma sürecidir. Soyut pazar alanı için seri olarak üre­
tilen metaların b irikim i , nasıl bütün bölgesel ve yasal engelleri ve
zanaat üretimindeki niteliği koruyan Ortaçağ loncalarının her
türlü kısıtlamalarını ortadan kaldırmak zorunda kaldıysa ayn ı şe­
kilde mekanların özerkliğini ve niteliğini de yok etmek zo­
rundaydı . Bu homojenleştirme gücü her türlü Çin Seddi'ni yerle
bir etmiş olan ağır toptur.
90
91
166
Metanın özgür uzanıı kendisiyle daha fazla özdeşleşmek, durağan
monoton luğa mümkün ·Olduğu kadar çok yakın olabilmek için
bundan böy le her an değişmekte ve yen iden yapılanmaktadır.
1 71
Eğer kapitalist ekonominin bütün teknik güçleri ayrılıkları mey­
dana getiren araçlar olarak anlaşılmak zorundaysa, şeh ircilik ör­
neğ inde bu teknik güçlerin temelindeki donanım la, bu güç lerin
yayılmasına elverişli olan toprağı n işlenmesiyle, bizzat ayrılık
tekniğiyle ilg i leniriz.
167
Coğrafi mesafeyi ortadan kaldıran bu topl u m , mesafeyi gösterisel
ayrılık olarak kendi içinde yeniden üretir.
168
Meta dolaşımıı:un yan ürünü olan ve bir tüketim olarak kabul edi­
len in san dolaşımı, yan i turizm , aslında bayağılaşmış şey in gör­
meye gidildiği boş zaırnından başka bir şey değ ildir. Değişik yer­
lere yapılan ziyaretlerin ikt isadi açıdan düzenlenişi, bu yerlerin
b irbirine denk olduklarına dair bir güvencey i kendi içi nde taşır.
Yo lcu luktan zamanı geri alınış olaıı ınodcrn lcşnıe ayn ı zamanda
uzamın gerçekliğini de almıştır.
1 69
Çepeçevre her tarafa şekil veren toplum, kendi toprağı nı, yan i bu
vazife ler kümesinin somut teme l i n i işlemek için özel bir teknik
geliştirm iştir. Ş�hircilik, kapital izmin doğal ve insan i çevreyi ele
geçirmesidir; mutlak hakim iyet şek! inde mantıklı olarak gelişen
kapitalizm, artık uzamın tamam ı nı kendi dekoruyrn uş g ibi ye­
niden yaratabilir ve yaratmal ıdır.
1 70
Yaşamı bariz bir şekilde donduran şeh irc ilikle talmin edilen ka­
pitalist ihtiyaç, Hegel'in sözleriyle, "u zanım barışçıl biraradalı­
ğı"nın "zamanı n akışı içindeki sabırsız oluşum" üzerindeki . mut­
lak üstünlüğü olarak i fade edileb i l ir.
92
1 72
Şehircilik, sın ı f iktidarını savunan kesintisiz görev in modern ic­
rasıdır: Kentsel üretim koşullarının tehl ikeli bir şekilde hir araya
getirdiği işçilerin en küçük parçalarına dek bölünmesinin sür­
dürülmesi . B u b ir araya gelme olasılığının her hiçinıine karşı yü­
rütü lmesi gereken sürekli mücadele en uygun zeminini şehirci­
likte bulur. Fransız Devrirni'nde ed inilen deneyinılerdcn bu yana,
bütün yerleşik iktidarların sokaktaki düzen i sağ lama araçlarını ar­
tırma çabası sonunda sokağın ortadan kaldırılmasıyla doruk nok­
tasına ulaşır. Lewis Mumford, Tlıe City in History (Tarih Boyunca
Şehir)'de "artık tekdüze olan dünyay ı" aniatırken "uzun mesafeli
kitle iletişim araçlarıyla birlikte, halkın tecrid inde çok daha etkil i
. bir denet im aracı ortaya çıkm ıştır" d iye bel irtir. Ama şehirciliğin
gerçek liğini olu şturan genci tecrit hareketi, planlanabilir üretim
ve tüketi m ihtiyaçlarına göre işçilerin denetimli bir şekilde ye­
niden sisteme dah i l edilmeleri n i de sağlamak zorundadır. Sisteme
dahil olmak, tecrit edilmiş bireylerin birlikte tecrit edilmiş bi­
reyler olarak yeniden ele geçirilmelerini gerektirir: Fabrikalar ve
kültür evleri, tatil köyleri ve "toplu konutlar" tecrit edilmiş bireyi
aile yuvasına kadar izleyen bu sahte kolektiviteye hizmet etmek
amacıyla özellikle düzenlenmiştir. Gösteri mesajı alıcılarının yay­
gın olarak kullanımı bireyin tecridinin egemen imaj larla, bütün
güçlerini sadece bu tecritten alan i majlarla dolu olmasını müm­
kün kılar.
93
1 73
Önceki her dönemde egemen sınıfların tatmin edilmesine adan­
mışken ilk defa yeni bir m imari doğrudan doğruya yoksullara yö­
nelmiştir. Bu yeni konut örneğinin biçimsel sefilliği ve devasa
yaygınlığı, onun hem amacından hem de modern inşaat koşulla­
rından kaynaklanan kitlesel karakterinden i leri gelir. Toprağı,
soyut b ir şekilde tecrit toprağı o larak düzenleyen otoriter karar
hiç ku şku yok ki modern inşaat koşullarının özünde yer alır. Bu
açıdan geri kalmış ülkelerde sanayileşmenin başladığı her yerde,
yerleştirilmesi düşünülen yeni toplumsal yaşam tarzına uygun
uzam olarak, aynı mimari ortaya çıkar. Toplumun m addi gücünün
gel işmesinde kaydedilen aşama ve bu güce bilinçli bir şekilde
hakim olma konusundaki gecikme , tıpkı termo-nükleer s ilahlanma
ya da doğum kontrolü (kalıtımın manipüle edilme i mkanı zaten
elde edilmiştir) sorunlarındaki kadar açık bir şekilde şehircilikte
de görülmektedir.
174
Ş imdiki zaınan, şehir ortamının daha şimdiden öz-yıkım za­
manıdır. "Şehir artıklarının biçimsiz yığınlarıyla" (Lewis Mum­
ford) kaplı kırsal kesimde görülen şehir patlaması doğrudan doğ­
ruya tüketimin buyrukları doğrultusunda düzenlenmiştir. İlk meta
bolluğu aşamas ının pilot-malı olan otomobilin d iktatörlüğü, eski
şehir merkezlerini yerinden eden ve giderek genişleyen bir ya­
yılmaya yol açan otoyo lların hakimiyetiyle çevreye damgasını
vurmuştur. Aynı zam anda, şehir dokusuna dair tamamlanmamış
yeni düzenleme dönemleri, bir otopark platformu üzerindeki çıp­
lak arazilerde kurulu dev süpermarketler olan "dağıtım fabrika­
ları" etrafında geçici olarak yoğunlaşır; ve bu çılgın tüketi m ta­
pınakları, kısmi bir kalabalığın yeniden oluşmasına yol aç­
tıklarından aşırı kalabalık ikincil merkezler haline gelir gelmez
onları dışlayan merkezkaç hareket içinde uzaklaşırlar. Ama tü­
ketimin teknik örgütlenmesi, ilk planda şehrin kendi kendini tü­
ketmesi'ne yol açmış olan genel çözülmenin örgütlenmesinden
başka bir şey deği ldir.
94
175
Tü � � yle kent-kır çatışması etrafında gelişen iktisadi tarih, her iki
terı mı de ortadan kaldıran bir başarıya ulaşmıştır. Toplu tarihsel
_ günümüzde bağımsız ekonomi hareketinin sürdürül­
_
gelışmenın
mesi adına fe /ce uğraması , kent ve kırın yok olm aya başladığı dö­
_ olgusudur, kentle kırı n farklılıkları aşılmanıakta, her ikisi
nemın
de aynı anda çökmektedir. Var olan şehir gerçekliğinin aşılmasına
katkıda bulun ması gereken tarihsel dev inimin başarısızlığa uğ­
:aıı:asında� kay_naklanan kent ve kırın karşılıklı yıpranması , en
ılerı sanayıleşmış bölgeleri kapsayan ayrışmış unsurlarının bu ek­
lektik karışımında görü lebilir.
1 76
Evrensel tarih kentlerde doğmuş ve kentin kır üzerindeki kesin za­
feriyle birlikte olgu nlaşmıştır. Marx'a göre burjuvazinin en önem­
i'. devrimci faziletlerinden biri "kırı" havası hile insam özgiirleş­
tıren "kente boyun eğdirmesi" olgusudur. Ama, eğer kentin tarihi
özgürlüğün tarihi ise aynı zamanda zorbalığın ve hem kırı hem de
kenti denetleyen devlet yönetiminin de tarihidir. Ken t, sadece ta­
rihsel özgürlüğün mücadele alanı olabilm iştir, özgürlüğe sahip ola­
mamıştır. Kent, tarih ortamıdır; çünkü o, hem tarihsel girişimi
ıı:�m �ü � kılan �oplu �ısal iktidarın yoğu nlaşması hem de geçmişin
bılıncıdır. Kentı tasfıye etmeye yönelik mevcut eğilim, ekonomi­
n ��1 ta:ihse � bilince bo� un eğmesindeki ve kendisinden alınmış
g � çlerı yemden ele geçıren toplumun b irleşmesindeki gecikmenin
bır başka şekilde ifade edilmesinden ibarettir.
177
"Kır tam tersine bir olgu sergiler: tecrit ve ayrılık" (A lman İde ­
olojisi). Kentleri yok eden şehircilik, eski kır yaşantısına özgü
doğal ilişkiler kadar doğrudan doğruya tarihsel kent tarafından
sorgulanan dolaysız toplumsal ilişkilerin de kaybolduğu sahte hir
kırı yeniden kurar. Bu, günümüzün "düzenlenmiş toprağı"nda ba­
rınma ve gösterisel denetim koşullarının yeniden yarattığı yeni bir
95
yapay köylülüktür: Köylülüğün bağımsız bir eyleme kalkış!Dasını
ve yaratıcı bir tarihsel güç olarak ortaya çıkmasını her zaman en­
gellemiş olan coğrafi dağınıklık ve dar kafal ılık bugün yeniden
üreticileri n özelliği haline gelmiştir; nasıl ki işlerin doğal ritmi
tarım topl umunun eriminin ötesinde kalıyorsa, bizzat kendilerinin
ürettiği dünyanın dev inimi de köylülerin erimlerinin ötesinde kalır.
Ama "Doğu despotizminin" sarsılmaz temeli olan ve dağılması
bürokratik merkeziyetçiliğe yol açan bu köylülük, modern devlet
bürokras i sinin gelişme koşullarının ürünü olarak yen iden ortaya
çıktığında, duyarsızlı,� ı artık tarihsel olarak üretilmek ve ko­
runımk zorundayd ı; doğal kayıtsızlığın yerini, hatanın örgütlü
gösterisi alınıştı. Teknolojik sahte-köylülüğün "yeni kentleri",
üzerine inşa edildikleri tarihsel zamandan kopuşlarını bu lunduk­
ları alana açıkça Jçaydederler; sloganları şu olab ilir: "Bu noktada
artık hiçbir şey olmayacaktır ve asla hiçbir şey olmamıştır." Kent­
lerde özgürleştirilmek zorunda olan tarih henüz özgürleştiril­
mediği içindir ki tarihin yoklu,�unda ortaya çıkan güçler, kendi
özel alanlarını oluşturmaya başlarlar.
i htiyaçlarına göre bütün çevreyi yeniden oluşturma kararıdır.
Mevcut koşulların tamam ını değiştirerek etkili olabilecek Kon­
seyler iktidarı, eğer tanınmak ve kendin i kendi dünyasında ta­
nımak ist iyorsa daha ufak bir görevi üstlenemez.
1 78
Bu alacakaranl ı kt aki dünyayi tehdit eden tarih, aynı zamanda da
mekanı yaşanmış zamana boyun eğdirebi len güçtür. Proleter dev­
rim i, beşeri coğrafya111n eleştirisi'dir; bu eleştiri dolayısıyla bi­
reyler ve toplu luklar, sadece emeklerine değil bütün tarihlerine de
sahip olmalarına elverişli yer ve olayları yaratmak zorundadırlar.
Bu değişen oyun alanında ve özgürce seçilmiş oyun kurallarının
farklılıklarında, yer özerkliği, toprağa zorunlu bir bağlanmayı ye­
n iden devreye sokmadan ve böylelikle seyahatin ve bütün anlam ı
içinde saklı olan bir seyahat gibi anlaşılan yaşamı n gerçekliğini
gündeme getirerek yeniden keşfedilebilir.
179
Şehircilikle ilgili en ö ;1emli devrimci düşü nce ne şehirci, ne tek­
nolojik ne de estetiktir. Bu, İ şçi Konseyleri iktidarının, devlet kar­
şıtı proletarya diktatörlü,�ii'nün, yürürlüğe konulabilir bir diyaloğun
96
F70N/Gö:-.terı Toplunııı
97
VIII. KÜLTÜRDE YADSIMA VE TÜKETİM
mamı, yetersizliğinin aç ı ğ a çıkına tarihi ve kendi kendini yok et­
meye doğru bir i lerleyiş olarak anlaşılabilir. Kültür, kaybedilmiş
birliğin arandığı yerdir. Kültür, bu birlik arayışında, ayrı bir alan
olarak kendin i yadsımak zorundadır.
181
S iyasi bir devri m i görecek kadar uzun
yaşayacak m ı y ız? Bu Alman ların çağdaşları
o l an hizlcr bunu görecek miyiz? Dostum,
siz görmek istediğiniz şeye inanıyorsun u z . . .
A lmanya'yı mevcut tarihine göre
değerlendirdiğimde, t üm tarihinin tahrif
edildiğini ve bugünkü kamusal yaşamının
halkın gerçek durumunu temsil e tmediğini
öne süremezsiniz. İ stediğiniz gazeteyi
okuyun, sahip olduğumuz özgürlüğü ve
ulu sal m u t l u luğu aralıksız olarak
k u t l adığım ı zı gözlerinizle görü n ve
sansürün hiç kimseyi engel lemediğini de
an l ay ı n . . .
Ruge, Marx'a mektup, Mart 1 843.
180
S ınıflara bölünmüş tarihsel toplumda kültür, bi lginin ve yaşanmış
olanın temsilinin genel alanıdır; yani kültür entelektüel emeğin
bölünmesi ve bölünmenin entelektüel emeği şeklinde ayrı o larak
var olan genelleştirme gücüdür. "Birleştirici güç insan hayatından
çıktığında, karşıtlıklar canlı ilişkilerini ve etkileşimlerini yitir­
diklerinde ve özerkliklerini kazandıklarında . . . " (Fichte ve Schel­
ling Sistemleri Arasrndaki Fark-Hegel) kültür, mit toplumunun
birliğinden ayrılır. Kültür, bağımsızlığını kazanarak, aynı za­
manda bağımsızlığını kaybetmesi anlamına gelen emperyalist bir
zenginleşme hareketine başlar. Kültürün göreceli özerkliğini ve
bu özerklikle ilgili ideolojik yanılsamaları yaratan tarih, kendisini
kültür tarihi olarak ifade eder. Ve kültürün muzaffer tarihinin ta98
Tarihsel toplumlardaki kültürün içsel gelişmesinin ilkesi olan ge­
lenek ve yenilik arasındaki çatışma ancak yeniliğin sürekli zaferi
sayesinde sürdürülebilir. Kültürel yenilik, yine de kendi bütünlü­
ğünün bilincine vararak kültürel önvarsayımları aşma eğilimi gös­
teren ve bütün ayrılıkların ortadan kaldırılmasını hedefleyen bü­
tünlüklü tarihsel hareketten başka bir şeyle sürdürülemez.
1 82
Kültürün merkezi ol arak tarihi gören toplum hakkındaki bil­
gilerdeki atılım, Tanrı ' nın yok edilmesiyle ifade edilen geri dö­
nüşsüz bir bilgi türetir. Fakat "tüm eleştirilerin bu ilk şartı" aynı
zamanda sonu olmayan bir eleştirinin de ilk zorunluluğudur. Artık
hiçbir davranış kuralını sürdürmenin m ü mkün olmadığı bir nok­
tada kültürün her sonucu kültürün çözülmesine doğru bir adımdır.
Tıpkı tam özerkliğini kazandığı andaki felsefe gibi, özerk hale
gelen her disiplin de çökmek zorundadır; öncelikle, toplumsal bü­
tünlüğü tutarlı bir şekilde açıklama iddiası çöker ve hatta kendi sı­
n:rları dahilinde kullanılabilen parçalan m ış araç olarak bile çöker.
Ayrılmış kültürdeki rasyonalite eksikliği onu yok olmaya mahkum
eden unsurdur, çünkü rasyonelin zaferi hala içinde bir gereklilik
gibi mevcuttur.
183
Kültür, eski dünyanın yaşam tarzını yok etmiş olan tarihin so­
nucudur, ama ayrı bir alan olarak, halen, kısmen tarihsel bir top­
lumda kısmi kalan algılanabilir zeka ve iletişimden başka bir şey
değildir. Kü ltür, pek anlamlı olmayan bir dünyanın anlamıdır.
99
184
Kültürel tarihin sonu, iki karşıt yönde kendisini gösterir: kültürün
bütünlüklü tarih içinde aşılma tasarısı ve gösteri seyrinde ölü bir
nesne olarak korunmasının örgütlenmesi. Bu hareketlerden biri
kaderini toplumsal eleştiriye, diğeri ise sınıf iktidarının savunul­
masına bağlamıştı.
185
Kü ltürün sona ermesinin her iki yönü , -her türlü algılanabilir tem­
sil görünü münde olduğu kadar her türlü bilgi görünümünde de- en
genel anlamıyla eskiden sanat olan şeyde birleşmiş bir şekilde
var olur. İ lk durumda, mevcut koşu lları onaylaması en sonunda
kendine dair bilgilerinden vazgeçmek zorunda kaldığı için kul­
lanılm az hale gelen parçalanm ış bilg ilerin birikimi ile bu bilgileri
kullanma sırrına tek başına sahip olduğu için her şeyin hakikatine
de tek başına sahip olan praksis teorisi çatışır. İkinci durumda ise
toplumun eski ortak dili nin kendini tehlikeli bir şekilde yok et­
mesi i le bu dilin ticari gösterideki yapay yeniden oluşumu, yani
yaşanmamış olanın aldatıcı temsili çatışır.
'
186
Toplum, mit toplumunun birleştiriciliğini kaybettiğinde, etkisiz­
leşmiş topluluktaki bölünme gerçek tarihsel topluluğun devreye
girmesiyle aşılıncaya kadar, gerçekten ortak bir dilin bütün gön­
dermeleri de yok olmak zorundadır. Toplumsal hareketsizliğin bu
ortak dili olan sanat, başlangıçtaki dinsel evreninden çıkarak ve
birbirinden bağımsız bireysel eserler üreti m i haline gelerek mo­
dern anlamda bağımsız sanat olduğu andan i tibaren, ayrılmış kül­
türün bütünlüğünün tarihine hükmeden hareketi de tekil bir durum
olarak kabul eder. Sanatın bağımsızlığının onaylanması, çözülme­
sinin başlangıc ıdır.
1 00
187
İletişim dilinin kaybed ilmesi; işte her türlü sanattaki modern ay­
rışma hareketinin, yani biçimsel yok oluşun olumlu anlamda i fade
ettiği şey budur. Bu hareketin, o/ıımsıız anlamda ifade ettiği şey
ise ortak bir dilin yen iden keşfedilme gerekl iliğidir; ama bu dil tarihsel toplumun sanatında her zaman i�·in çok geç kalan, ya­
şanmış olanı gerçek diyaloğa yer vermeden d(�erlerine anlatan ve
yaşam ın yetersizliğini kabul eden tek yan lı çözümde değil- doğ­
rudan eylem i le bu eylemin dilini kendi iç inde toplayan praksiste
keşfedilmel idir. B urada, şiirsel-sanatsal eserl erle temsil edilmiş
olan diyalog top lul uğuna ve zamanla oy nanan oy una gerçek an­
lamda sahip olmak önem lidir.
188
Bağımsız hale gelen sanat, dünyasın ı çarpıcı renklerle ifade et­
tiğinde yaşamın bir anı yaşanmış olur ve artık çarpıcı renkler kul­
lanarak onu geri getirmek mümkün olmaz. Bu an artık sadece anı­
larda canlandırılabilir. Sanatın büyüklüğü ancak yaşam ın gün
batımında ortaya çıkmaya başlar.
189
Sanatı istila eden tarihsel zaman , harok'la başlayarak, öncelikle
sanat alanında kend ini ifade etmişti. Barok, merkezini yitirmiş bir
dünyanın sanatıdır: Ortaçağın kil.inatta ve dünyevi yönetimde be­
nimsediği son m itsel düzen -Hıristiyanlığın birliği ve bir İm­
paratorluk hayaleti- çökmüştür. De,�işinı sanatı, dünyada keş­
fettiği geçicilik i lkesini kendi içinde taşımak zorundadır. Eugenio
d'Ors, sanat "sonsuzluğa karşı yaşamı seçmişti" der. Tiyatro, şen­
lik ve teatral şenlik barokun gerçekleşmesindeki başlıca anlardır
ve bunlarda her türlü özel sanatsal ifade, sadece, kurulu bir alan
dekoruna, birleşme merkezi kendisi olan bir konstrüksiyona yap­
tığı göndermeler sayesinde anlamlı hale gelir; ve bu merkez, bü­
tünün dinamik düzensizliği içinde tehl ike altındaki bir denge ola­
rak yer alan geçiş'tir. Çağdaş estetik tartışmasında barok kavramı!Ol
na atfedilen ve kimi zaman da aşırıya kaçan önem, sanatsal bir
klasisizmin olanaksızlığının bilincine varılmasını yansıtır: Üç yüz
yıldan beri normatif bir klasisizm ya da neo-klasisizm oluşturma
çabalan, devletin, mutlak monarşinin ya da Romalı kılığına g ir­
miş devrimci burjuvazinin harid dilini konuşan kısa süreli yapay
oluşumlardan başka bir şey değildir. Romantizmden kübizme
kadar barokun genel akışını izleyen ve parçalanma ve sanatsal
alanı tümden yadsıma aşamasına dek kendisini sık sık yenileye­
rek, nihai o larak daha fazla bireyselleşen bir yadsıma sanatıdır.
Bir seçkinler grubunun iç i letişimine bağlı olan ve yarı bağımsız
toplumsal tabanını son aristokratların hiila yaşadığı kısmen oyun­
su koşullarda bulan tarihsel sanatın yok olması, kapitalizmin ken-.
dini bütü n ontolojik nitel iklerden arınmış ilk sınıf iktidarı olarak
görmesi olgusuoo da ifade eder; ekonominin basit yönetimine da­
yanan bu iktidar aynı zamanda insanin bütün üstün li(�ü'nün de
kaybedilmesidir. Sanatsal yaratı'nın uzun süredir yitirilmiş birliği
olan barok, bazı açılardan sanatsal geçm işin bütünlüğünün bu­
günkü tüketimi içinde yeniden keşfedilir. Geçmişin bütün sa­
natın ın tari hsel olarak bilinmesi ve geriye dönük olarak da dünya
sanatı haline getirilmesi, bu sanatı, neticede daha üst düzeyde bir
barok yapıyı , bizzat barok bir sanatın üretiminin ve her türlü can··
!anmasının kaynaştığı bir yapıyı oluşturan toptan bir düzensizlik
haline getirerek mutlak olmaktan ç ıkarır. Bütün uygarlıkların ve
bütün çağların sanatları ilk kez olarak birlikte tanınabilmekte ve
kabu l edilebilmektedir. Bu bir sanat tarihi "hatıraları koleksiyo­
nu"dur ve bu mümkün hale geldiğinde sanat dünyasının da sonu
gelmiş demektir. S anatın bütün eski dönemlerinin eşit bir şekilde
kabul görmesi, artık h içbir sanatsal iletişimin mümkün ola � adığı
bu müzeler çağında gerçekleşmiştir, çünkü i letişim koşu llarının
genelde kaybolduğu günümüzde, artık bunların hiçbiri kendi i le­
tişim koşullarının uğradığı kayıptan acı çekmemektedir.
190
Tarihin henüz yaşanmam ış olduğu tarihsel bir toplumda sanatı aş­
maya çalışan olumsuz bir hareket olarak çözülme çağını yaşayan
sanat hem bir değişim sanatı hem olanaksız değişimin katıksız ifa1 02
<lesidir. Hedefi büyüdüğü ölçüde hakiki gerçekleşmesi de kendi
boyunu aşar. Bu sanat ister istemez avangarddır; ve de,�ildir.
A vangardlığı kendi yok oluşudur.
1 91
Dadaizm ve sürreal izm modern sanatın sonunu belirleyen iki
akımdır. S adece göreceli bir bilinçlilikle de olsa bu akım lar pro­
leter devrimci hareketin son büyük atılımı ile çağdaştırlar; ve bu
hareketin başarısızlığa uğram ası, onları geçersizliğini ilan ettik­
leri aynı sanatsal alana hapsetmiş ve dev inimsizliklerinin temel
nedeni olmu ştur. Dadaizm ve sürrealizm tarihsel olarak hem b ir­
birlerine bağlı hem de birbirlerinin karşıtıdırlar. Bu karşıtlık -ki
tarafların her biri bu karşıtlıkta en önemli ve en radikal payın ken­
dis ine ait olduğuna inanıyordu- her birinin tek yanlı olarak ge­
liştirdiği eleştirilerin iç yeters izliğini ortaya ç ıkarır. Dadaizm, sa ­
natı gerçekleştirmeden ortadan kaldırmak istedi; sürrealizm ise
sanatı ortadan kaldırmadan gerçekleştirmek istedi. Daha sonra si­
tiiasyonistler tarafından geliştirilen eleştirel tav ır, sanatın ortadan
kaldırılması ile sanatın gerçekleştirilmes inin, sanatrn aşılması'ııın
birbirinden ayrılmaz yönleri olduğunu göstermiştir.
1 92
Eski donmuş kültürü , o lumsuz belirtilerinin te13.fi ed ilmiş tekrarı
da dahil olmak koşuluyla koruyan gösteri tüketim i, kendi bü­
tünlüğündeki zımni varlığına kültür sektöründe açıkça kavuşur:
iletilemeyenin iletilmesi. Dilin aşırı bir şekilde yok edilmesi res­
men olumlu bir değer olarak yavan bir şekilde onaylanmıştır,
çünkü her türlü iletişimin sona erdiğinin büyük bir mutlulukla du­
yurulduğu şeylerin baskın durumu ile uzlaşma i lan edilmiştir. Şi­
irin ve modern sanatların gerçek yaşamı olan dilin yok edilmesi
gibi önem li bir hakikat açıkça gizlenmiştir, çünkü işlevi tarihi kül­
tür içinde unutturmak olan gösteri, modernist araçlarının sahte­
yen iliklerinde kendi özünü oluşturan stratejiyi uygular. Böylelikle,
yazıyı yazı olarak seyrettiğini kabul eden bir yeni-edebiyat okulu,
kendisini yenilikmiş gibi sunabilir. Dahası, iletilebilir olan ın bo! 03
zulmasındaki yeterl i güzelliğin basitçe ilan edilmesinin yanı sıra
gösteri kü ltürünün en modern eğilimi -ve genel toplumsal ör­
gütlenmen in baskıcı uygulamasına en fazla bağlı olan eğiliın­
"ekip çalışmaları" aracılığıyla ayrışmış unsurlardan oluşan kar­
maşık bir yen i-sanat ortamını yeniden yaratmaya çalışır; özellikle
de şehircilikte görülen sanatsal kalıntıları ya da estetik-teknik ka­
rışım ları bir araya getirme çabaları böyledir. B u , gösterinin sahte­
kü ltürü düzleminde, parçalanmış işçiyi "ekiple iyi bütünleşmiş bir
kişilik" olarak yeniden ele geçirmeyi hedefleyen gelişmiş ka­
pital izmin genci tasarısının bir i fadesidir; son dönem Amerikan
sosyologları (Riesman, Whyte, v.s.) bu eğilimi tan ımlamışlardır.
Bu her yerde aynı olan , cemaatsiz bir yeniden yap ılandırma ta­
sarısıdır.
193
Tümüyle meta haline gelen kültür gösteri toplumunun da en ünlü
metası ol mak zorundadır. Bu eğilimin önde gelen ideologlarından
biri olan Clark Kerr, hilginin karmaşık üretim, dağıtım ve tüketim
sürecinin Amerika Birleşik Dev letleri'nin yıllık ulusal üretiminin
şimdiden % 29'unu oluşturduğunu hesaplam ıştır; bu yüzyılın ilk
yarısında otoınobilin, önceki yüzyılın ikinci yarısında dem iryol­
Iarının oynadığı rolü, bu yüzyılın ikinci yarısında kült ürün oy­
nayacağın ı öngörmüştür.
194
Güncel olarak gösteri düşüncesi şeklinde gelişmeye devam eden
bütün bilgi dalları haklı olmayan bir toplumu haklı çıkarmak ve
yanlış bilincin genel bilimi olmak zorundadır. Bu düşünce, gösteri
sistemi içindeki kendi maddi temelini araştıramayacağı ve araş­
tırmak i stemeyeceği olgusu tarafından tamamen belirlenmiştir.
195
Görünüşün toplumsal örgütlenmesi düşüncesi, savunduğu yaygın
alt-iletişim tarafından anlaşılmaz hale getirilmiştir. Kendi dün1 04
yasındaki her şeyin kökeninde çel işkinin yattığının farkında de­
ğildir. Karşılı ğın yer almadığı kendi dil sistemi dahilinde mutlak
bir iktidar olan gösteri iktidarının uzman ları, aşağı lama deneyim­
leri ve aşağılama konusundaki başarı larıyla mutlak anlamda çü­
rümüşlerdir; çünkü gerçekte seyirci olan aşa,� ılanan insana dair
hilgileri dolayısıyla kendi aşağılamalarının doğrulandığ ın ı gö­
rürler.
196
Gösteri sistemindeki iyileşmenin yeni sorunlar doğdukça gösteri
sistem inin uzmanlaşmış düşüncesinde, yeni bir işbölümü gerçek­
leşir: Bir yandan , ayrılığı, ayrılığın kendi kavramsal ve somut
araçlarıyla araştıran modern sosyoloj i gösterinin gösterisel eleş­
tirisini üstlen irken; diğer yandan yapısalcılığın kök saldığı çeşitli
bilim dal larında gösterinin müdafaası düşü ncesi zliğin düşü ncesi
olarak , tarihsel pratiğin resmi hajiza kayhı olarak kurumsallaşır.
Bu nunla birl ikte diyalektik olmayan eleştirinin sahte ümitsizliği
ile sistem in katıksız reklamının sahte iyimserliği , boyun eğmiş
düşünce olmaları bakım ından özdeştirler.
1 97
Mevcut gel işmenin yol açtığı yaşam koşullarını ilk olarak Ame­
rika Birleşik Devletleri'nde tartışmaya başlamış olan sosyoloj i
önemli ölçüde ampirik veri getirmiş olsa d a kendi konusunun ha­
kikatini asla bilmez, çünkü bu konuya içkin olan eleştiriden yok­
sundur. Öyle ki, bu sosyoloj inin samimi anlamda reformist eği­
limi sadece pratik önlemlerle hiç a lakası olmayan maneviyata ve
sağduyuya çağrılara, vs. dayanır. Bu tarz eleştiri, kendi dünyası­
nın merkezindeki olumsuzluğu bilmed iğinden, adeta irrasyonel
bir parazit üremesi gibi yüzeyi son derece rahatsız edici bir şe­
kilde kapladığın ı sandığı bir çeşit olumsuz artı-değeri tanımla­
makta ısrar eder. Bu hiddetl i iyi n iyet, samimi olsa bile, sadece
sistemin harici sonuçlarını suçlamakla yetinir, tahminlerinin ve
yönteminin esasen özüre dayalı özelliğini unutarak ısrarla ken­
disinin eleştirel olduğunu düşünür.
1 05
198
İktisadi bol luk toplu munda israfın teşvik edilmesinin saçmalığını
ya da tehlikeleri ni dile getirenler israfın ne işe yaradığını bil­
mezler. Onlar, iktisadi rasyonellik adına, yararlı irrasyonel bek­
çileri nankörce mahkum ederler, oysa bu bekçiler olmasaydı bu
ekonomik rasyonellik iktidarı çökerdi. Örneğin, İmaj adl ı ki­
tabında Amerikan gösterisinin ticari tüketimini tanımlayan Bo­
orstin hiçbir zaman gösteri kavramın ı anlayamaz, çünkü özel ya­
şamın ya da "dürüst meta" kavram ının bu feci abartının dışında
kalabileceğine inanır. Yasaları yapanın metalar olduğunu an lamaz,
oysa bu yasalar "dürüst" bir şekilde uygulandığında özel yaşamın
farklı gerçekliğine ve ardından bu özel yaşamın i majların toplumsal
tüketimi tarafınd�n yen iden ele geçirilmesine yol açmaktadır.
199
Boorstin, tıpkı dü nyamıza yabancı olan fazlal ıklar gibi bize de ya­
bancı gelen bir d ünyan ın fazlalıklarını tanımlar. Ama, imaj ların
yüzeysel hakimiyetini, psikolojik ve manevi değerlendirmelerle,
"bizim zırva isteklerimizin" ürün ü olarak nitelerken üstü kapalı
olarak başvurduğu toplu msal yaşamın "normal temeli"nin ne Bo­
orstin 'in kitabında ne de döneminde hiçbir gerçekliği yoktur. Bo­
orstin, bir imaj toplumunu derinlemesine anlayamaz. çünkü sö­
zünü ettiği gerçek insan yaşamı, ona göre, dinsel tevekkülü de
kapsayan bir geçmişte kalmıştır. B u toplumun hakikati, bu top­
lumun yadrnıması'ndan başka bir şey değildir.
200
Ayrı olarak işleyen bir endüstriyel rasyonelliğin toplumsal ya­
şamın tümü nden tecrit edilebileceğine inanan sosyoloji, çoğaltma
ve nakil tekniklerini endüstriyel hareketin tümünden tecrit etme
noktasına kadar gidebil ir. Böylece, Boorstin, anlattığı sonuçların,
i maj ları yayan aşırı büyük teknik bir aygıtla, çağımızın in­
sanlarının sahte duygusallığa gösterdikleri aşırı i lginin neredeyse
tesadüfi sayılabilecek mutsuz karşı laşmasından kaynaklandığını
1 06
keşfeder. Böy lece gösteri, modern insanın çok fazla seyirci kal­
masından i leri gelir. Boorstin, ortaya çıkardığı kurmaca "sahte­
olaylar"daki çoğalmanın, insanların güncel toplumsal yaşamın
yoğun gerçekliği içinde, olayları bizzat yaşayamamaları gibi basit
bir olgudan kaynaklandığını anlamaz. Tarih, modern toplumun
üzerine adeta bir hayalet gibi çöktüğü için, dondıırulnııış şimdiki
zaman'ın tehlike altındaki dengesini korumak amacıyla yaşamın
bütün tüketim aşamalarında sahte-tarihler inşa edilmiştir.
201
Dondurulmuş tarihsel zamanın kısa bir dönemindeki mutlak du­
rağanlığın doğru lanması yapısalcı bir s istem leştirmeye yönel ik
mevcut eğilimin bilinçsiz ve bilinçli olarak ilan edilmiş yad­
sınamaz temelidir. Tarih karşıtı yapısalcılık düşünces inin yer al­
dığı bakış açısı, başlangıcı ve sonu olmayan bir sistemin ebedi
mevcudiyetine dair bakış açısıdır. Daha önceden var olan bi­
linçdışı bir yapının bütün toplumsal praksis üzerindeki diktatörlü­
ğün rüyası, dilbi limi ve antropoloj inin (ve hatta kapitalizmin iş­
leyişi üzerine yapılan tahlilin) ince lediği -hu ha,�lamda zaten yan­
lış anlaşılmış olan- yapı model lerinden yanlışlıkla alınmış ola­
bilir, çünkü kolaylıkla beyi nleri doldurulan orta derecedeki
kadroların akademik düşüncesi, yani var olan sisteme duyulan
hayran lık sayesinde kend isini tamamen sağlama alan düşünce, her
türlü gerçekliği yavan bir şekilde sistemin varoluşuna indirger.
202
Her türlü toplumsal tarih biliminde o lduğu gibi, "yapısalcı" ka­
tegorileri anlamak için de her zaman kategorilerin var olma bi­
çimlerin i ve var olma koşullarını d i le getirdiklerini akıldan çı­
karmamak gerekir. Nasıl ki bir insanın değeri o insanın kendisi
hakkında sahip olduğu görüşe göre biçilemezse, belirli bir top­
lumu da kendinden söz ettiği dili tartışılmaz gerçek olarak kabul
ederek değerlendiremez ve hayranl ık duyamayız. "Bu tür değ i­
şim dönemlerin i dönemin kendine dair bilinciyle değerlendireme­
yiz; tam aksine, bilinç maddi yaşamdaki çelişkilere başvurarak
107
açıklanmalıdır. . . " Yapı, mevcut iktidarın evladıdır. Yapısalcılık,
gösteri "iletişimi"nin mevcut koşul larının bir mutlak olduğunu
düşünen, devlet güvencesi altındaki düşün c edir. Yapısalc ılığın,
mesajların kodlarını araştırma yöntemi , iletişimin çeşitli hiyerar­
şik işaretler biçiminde var olduğu bir toplumun ürününden ve ta­
nınmasından başka bir şey değildir. Sonuç olarak, gösteri top­
lumunun tarih ötesi geçerliliğini kanıtlamaya yarayan yapısalcılık
değildir, tam tersine, yapısalcılığın soğuk düşünü kanıtlamaya ya­
rayan yoğun gerçeklik olarak kend ini dayatan gösteri top lumudur.
203
Eleştirel gösteri Jrnvramı, hiç şüphesiz ki, her şeyi açıklamak ve
soyut olarak itham etmek ve böylelikle gösteri sistem i n i sa­
vunmaya hizmet etmek için sıradan ve boş bir sosyolojik-pol itik
hitabet form ülü olarak sıradanlaştırılabilir. Çünkü hiçbir dü­
şüncenin mevcut gösterinin ötesine gidemeyeceği, olsa olsa gös­
teri hakkındaki mevcut düşüncelerin ötesine gidebileceği açıktır.
Gösteri toplumunu fii len ortadan kaldırmak için, pratik bir gücü
devreye sokacak insanlar gerekir. Eleştirel gösteri teorisi ancak
toplumdaki yadsıyıcı akımlarla birleşerek doğru olabilir ve bu
yadsıma, yani devrimci sınıf mücadelesinin yeniden başlaması,
kendi gerçek koşullarının , (pratikteki mevcut baskı koşulları nın)
teorisi olan gösteri eleştirisini geliştirerek ve bu yadsımanın ne
olabileceği i le ilgili g izi aç ığa çıkararak kendi bilincine varacak­
tır. Bu teori işçi sınıfından mucizeler beklemez. O, proletaryanın
taleplerinin yeni form ülasyonunu ve yerine getirilmesini uzun so­
luklu bir iş olarak göz önünde bulundurur. Teorik ve pratik mü­
cadele arasında yapay bir ayrım yapmak için -çünkü burada ta­
nımlanan temel üzerinde, ciddi bir pratik olmaksızın böyle bir
teorinin oluşumunu ve i letişimini tasarlamak bile mümkün de­
ğildir -eleştirel teorinin karanlık ve zorlu yolunun toplum çapında
devreye giren pratik hareketin de nasibi olması gerekeceği ke­
sindir.
1 08
204
Eleştirel teori kendi dilinde iletilmek zoru ndadır. Bu, içerikte ol­
duğu kadar biçimde de diyalektik olmak zorunda olan çel işkinin
dilidir. Bu, bütünlüğün eleştirisi ve tarihsel eleştiridir. Bu eleştirel
teori, "yazının sıfır noktası" değ il, altüst olmasıdır. Bir üslUp yad­
sıması değil yadsımanın üslfibudur.
205
Diyalektik teorinin sunuluş üslubu bile hakim dil kurallarına ve
bunlarla ilgili zevklere göre bir skandal ve bir iğrençliktir, çünkü
var olan kavramları pozitif olarak kullanırken bu kavramların ye­
niden keşfedilmiş akıcılı,� ı'nı, onların zoru nlu yok edilişini de eş­
zamanlı olarak fark eder .
206
Kendi eleştirisini de içeren bu üslup bugünkü eleştirinin
tüm geç­
mişi üzerindeki tahakkümünü belirtmek zorundadır. Diyalektik te­
orinin sunuluş biçimi, içi ndeki olumsuz ruhu yansıtır. "Hakikat ,
içinde onu yapan aletin izine artık rastlanmayan bir ürün gibi de­
_
ğildir. " (Hegel). içinde hareketin izinin ele yer alması gereken ha­
reketin teorik b ilinci, kavramlar arasında kuru lmuş ilişkilerin al­
tüst olması ve önceki eleştirinin bütün kazanım larının çalınıp
de,�iştirilmesi i le kendini gösterir. Tamlayanın altüst olması , ta­
rihsel devrimlerin düşünce tarzındaki i fadesidir ve Hegel'in iğ­
neleyici üs!Gbu olarak kabul edilmiştir. Genç Marx, Feuerbach'ın
da sistemli olarak kullanmış olduğu özneyle yüklemin yerini de­
ğiştirme tekniğini överek, sefaletin felsefesinden felsefenin se­
faletini çekip alan bu asi üstabu en tutarlı şekilde kullanmayı ba­
şarmıştır. Çalıp değiştirme, saygın hakikatler halinde dondurul ­
muş, b i r başka deyişle yalana dönüştürülmüş olan geçmişin eleş­
tırel sonuçlarının çökertilmesine yol açar. Kierkegaard, bunu ka­
sıtlı olarak kullanmış, bir de geçersizliğini i lan etmişti: "Bütün
çal ıp çırpmalara rağmen, tıpkı bir dolap beygiri gibi, en inde so­
nunda, sana ait olmayan ve canlandırdığı hatıralarla rahatsızlık
1 09
veren küçük bir kelimeye kapılıp gidersin." (Felsefe Kırıntıları) .
Çalıp değiştirmenin bu kullanımını belirleyen şey, resmi hakikat
şeklinde tahrif edilmiş olana yönelik mesafe zorunluluğudur ve
Kierkegaard aynı kitapta bunu şu şekilde itiraf eder: "Söyledik­
lerime ödü nç sözler katmamı hedefleyen, s item dolu çeşitl i ima­
larınıza ilişkin son bir saptama daha. Bunu burada i nkar et­
miyorum ve isteyerek yaptığımı ve bu broşürün devamında, tabii
ki eğer yazarsam, meseleyi gerçek ismiyle n itelendirmek ve so­
runu tarihsel bir kisveye büründürme niyetinde olduğumu artık
saklamayacağım."
209
İfade edilmiş teori alanının bütün sarsıl maz özerkliğini yalanla­
yarak, mevcut düzeni rahatsız eden ve bozan eylemi bu şiddet
aracılığıyla buraya sokan, teorik formülasyonda kendini açıkça
çalınıp değiştirilmiş olarak sunan şey bize, teorik olanın bu va­
roluşunun kendi içinde bir hiç olduğunu ve ancak tarihsel eylem
aracılığıyla ve kendisinin hakiki benzeri olan tarihsel düzeltme ile
tanınabileceği n i hatırlatır.
210
207
Düşünceler geliŞi rJer. Kelimelerin anlamı gelişmeye katılır. Aşır­
macılık zoru nludur. İlerleme bunu gerektirir. Bir yazarın cüm­
lesine sıkı sıkıya sarıl ınır, onun ifadelerinden yararlanılır, yanlış
bir düşünce silinir ve yerine doğrusu kon ulur.
208
Çalıp değiştirme , alıntının, sırf bir alıntı haline geldiği için sürekli
tahrif edilen teorik otoritenin karşıtıdır; bağlamından, devinimin­
den ve de topyekün referans olarak döneminden ve bu referans
içindeki -ister bilerek isterse yanlışlıkla olsun- kusursuz tercihten
koparılmış bir bölümdür. Çalıp değiştirme, anti-ideolojinin akıcı
dilidir. O, hiçbir şeyi kesin olarak ve kendi içinde güvenceye al­
maya kalkışamayacağını bilen iletişimde ortaya çıkar. Çalıp de­
ğiştirme, en yüksek aşamada, hiçbir eski ve eleştiri-üstü referansın
onaylayamayacağı dildir. B una karş ı lık, hem kendi içindeki hem
de uygu lanabilir olgularla olan tutarlı l ığı, ortaya çıkardığı ha­
kikatin eski çekirdeğini onaylayabilir. Çalıp değiştirme, nedeni n i ,
şimdiki eleştiri gibi, kendi hakikatinin dışmda kalan bir şey üze­
rine oturtmamıştır.
1 10
Kültürün gerçek anlamda yadsınması , onun anlamını koruyaca�
olan tek şeydir. Bu yadsıma artık kültürel olamaz. O, tamamen
farklı bir anlaml_a da olsa kültür düzeyinde kalan şeydir.
211
Çelişki dilinde, kültür eleşt irisi kendisin i birleşmiş eleştiri olarak
tanıtır: Kültürün tamamına -şiiri kadar bilgisine de- hükmeden
ve toplumsal kültür eleştirisinden kendisini hiç bir şekilde ayrı
tutmayan şeydir. Birleşmiş toplumsal p ratik le tek başına bu­
luşmaya giden şey, bu birleşmiş teorik eleşti ri dir.
'
'
1 1 1
IX. MADDİLEŞMİŞ İDEOLOJİ
213
iradesi ve yanılsaması olan ideo loji, ev­
rensel soyutlama ve yanılsamanın modern toplumdaki etki li dik­
tatörlüğü yoluyla meşru iyet kazandığında artık kısmi olanın ira­
deci mücadelesi olmaktan çıkar, zaferi olur. Bu noktada, ideoloj ik
iddia bir tür kesin pozitiv ist kusursuzluk kazan ır: Arlık o tarihsel
bir seçim değil, bir gerçekliktir. Bu tür bir iddiada, ideoloji lerin
özel isim/eri' ne yer yoktur. Sistemin hizmetindeki tamamen ide­
olojik çalışmanın rolü bile, her türlü ideolojik fenomenin öte­
sindeymiş gibi görünmek isteyen bir "cpistcm olojik temcl"in ta­
nı nmasından başka bir şey olarak kabul edi lmez. Madclilcşt irilnıiş
ideolojinin kend i s i ele ifade edilebilir bir tarihsel programa sahip
olmadığı gibi bir isme de sah ip değildir. B u , bir başka deyişle ide­
o!t�jiler tarihinin sona ermesidir.
Evrensel o l a n ı n soyut
214
Bütün iç mantığı, Mannheim ' ın kastettiği anlamıyla "bütüncü l
ideoloj i"ye varan ideo l oji -kendisini donduru lmuş bir hiiıiiıı li(�ı'iıı
sahte-bilgisi olarak dayatan bölümün despotizmi, yani totaliter
bakış açısı şimdi tarih-dışılığın dev inimsiz gösterisinde tamc!'ın­
lanmaktadır. Onun tamam lanması, aynı zamanda toplumun ta­
mamı içindeki çözülmesidir. Bu toplumun pratikteki çözülmesi ile
birlikte, tarihsel yaşama giden yolu kapatan son saçmalık olan ide­
oloj i de ortadan kalkmak zorundadır.
,
Özbilinç; başka bir özb i l i nç için
varolduğunda v e v arolduğundan dolayı
kendinde ve kendi için varol ur; yani ancak
tan ınan varl ı k olarak vardır.
Hegel,
Tinin Feııonıeno/ojisi
212
İdeoloji, tarihin çelişkilerle yüklü gidişatında, sınıflı bir toplum
düşüncesinin tenıeli'dir. İdeoloj ik olgular asla basit kuruntular ol­
mamışlardır, bunlar daha ziyade gerçekl iklerin deforme olmuş bi­
l incidir ve böylelikle, karşı lığında, gerçekten deforme edici bir
eylemi harekete geçiren gerçek etken lerdir; özerkleşmiş iktisadi
üretimin somut başarısının yol açtığı ideolojinin gösteri biçiminde
maddileşmesi, toplumsal gerçeklik i le tüm gerçeği kendi modeline
göre yeniden yontabilmiş olan b ir ideoloj iyi pratikte birbirine ka­
rıştırdığında bu durum daha da geçerli l ik kazanır.
1 12
215
Gösteri öncelikle ideolojidir, çünkü kendi bütünlüğü içinde, bütün
ideolojik sistemlerin özünü sergiler ve gösterir: yoksullaşma, kö­
leleşme ve gerçek yaşam ın yadsınması. Gösteri maddi olarak "in­
sanlar arasındaki ayrıl ık ve uzaklaşmanın" ifadesidir. Gösteride
yoğunlaşmış olan "sahtekarlığın yeni gücü"nün temeli bu üre­
timde yatmaktadır ve bu üretim sayesinde, "nesneler yığınıyla bi r
likte . . . insanı köleleştiren yabancı varlıkların yeni alanı da ge­
lişir." Bu, ihtiyacı yaşamın karşısına çıkaran bir yayılmanın en
­
f80N/Gibterı Tnplunıu
1 13
ileri aşamasıdır. "Demek ki, paraya duyulan ihtiyaç ekonomi po­
litiğin ürettiği gerçek ve tek ihtiyaçtır." (Ekonomi ve Felsefe Üze­
rine Elyazmaları). Gösteri, Ilegel'in Jena'nın Realphilo­
s op lı ie sinde paran ın ilkesi olarak izah ettiği i lkeyi toplumsal ya­
şam ın tamamın a yayar; bu "ölü olanın, kendi içi nde hareket ede­
nin yaşamıdır."
'
216
218
Gabel , "klinik şizofreni göstergelerinde, bütünlük diyalektiğinde­
ki düşüş (en aşırı biçimi o lan ayrışmayla birlikte) ile oluşum di­
yalcktiğindeki düşüş (en aşırı biçimi olan donuklukla birlikte) bir
hayli iç içe geçmiş görünür," der. Ardında kendi yaşamının sür­
gün edildiği gösteri ekranıyla sınırlı yalınkat bir evrenin tutsağı
olan seyirci bilinci, artık metaları ve metalarının politikası ile tek
yanlı olarak kuşatan kurgusal nı u lı atapla r dan başka bir şey ta­
nımaz. Gösteri , kendi bütünlüğü içinde, seyircinin "aynadaki
imajı"dır. Burada sah nelenen şey genelleşmiş bir otizmden sahte
çıkış kapısıdır.
'
Feuerhach Üzerine Tez le r de özetlenmiş olan, felsefenin, ide­
'
alizm ve materyal izm arasındaki karşıtlığı aşan praksiste ger­
çekleşmesi tasarısının tersine gösteri, kendi evreninin sahte­
somutluğu dah i l inde materyalizmin ve idealizmin ideoloj ik özel­
liklerini hem -korur hem de dayatır. Dünyayı bir etkinlik olarak
değil, bir temsil o larak gören ve sonuçta maddeyi ideal leştiren
eski materyalizmin seyirl ik yanı, somut şeylerin otomatik olarak
toplumsal yaşamın efendileri haline geldiği gösteride gerçekleşir.
B una karşılık, idealizmin dii.şlenen etkinl(�i de gösterge ve işa­
retlerin teknik aracılığıyla gösteride gerçekleşir; bu gösterge ve
işaretler sonuçta soyut bir ideali m addileştirirler.
21 7
Gabel'in Yanlış Bilinç adlı kitab ında ideoloj i ve şizofren i arasında
kurduğu paralellik, ideoloj inin maddileşmesinin iktisadi sürecine
yerleştirilmelidir. Toplum, ideolojinin eskiden beri olduğu şey ha­
l ine gelmiştir. Praksisin bütünlüğünün bozulması ve buna eşlik
eden anti-diyalektik yanlış bilinç; i şte gösterinin boyunduruğu al­
tındaki günde lik yaşam ın her anında dayatılan şey. B u , "in­
sanların karşılaşma yeteneğindeki başarısızlığın" sistem l i olarak
örgütlenmesi ve bu yeteneğin yerin i sanrılı bir toplumsal o lgu nun
alması olarak anlaşılmal ıdır: karşılaşmanın yanlış bilinci, "kar­
şılaşma yanılsaması." Hiç kimsenin artık diğerleri tarafından ta­
nınamadığı bir toplumda, her birey kendi gerçekliğini tan ıyamaz
hale gelir. İdeoloji kendi ortamını bulmuştur, ayrılık kendi dün­
yasını kurmuştur.
219
Benlik ve dünya arasındaki sın ırları dünyanın varlık-yokluğunu
kuşatan ben liğin ezi lmesiyle ortadan kaldıran gösteri, görünüşün
örgütlenmesiyle sağlanan sahtekarlığın gerçek nıe vc udiyeti yle
bütün yaşanmış hakikati bastırarak doğru i le yanlış arasındaki sı­
nırları da ortadan kaldırır. Tuhaf gündelik kaderine edilgen bir şe­
kilde boyun eğen bir kimse, büyülü tekniklere başvurarak bu ka­
d:.:: re aldatıcı bir şekilde tepki gösteren bir deliliğe doğru itilir.
Metaların tanınması ve tüketilmesi, karşılıksız bir iletişime gös­
terilen bu sahte karşı lığın can damarıdır. Tüketicinin hissettiğ i
taklit ihtiyacı, kesinlikle, onun temel m ahrumiyetinin bütün gö­
rünüşleri tarafından şartlandırılmış çocuksu bir ihtiyaçtır. Gabel'in
tamamen farklı bir patalojik düzey için kullandığı tabirle söy­
lemek gerekirse, "temsile duyulan anormal ihtiyaç, burada, va­
roluşun sınırında kalmış olmanın verdiği azap verici bir duyguyu
telafi etmektedir. "
'
'
1 14
220
Yanlış bilinç mantığı kendini doğru bir şekilde tanıyamıyorsa,
gösteri ile ilgili eleştirel hakikatin araştırılması doğru bir eleştiri
olmak zorundadır. Pratik mücadelesini uzlaşmaz gösteri düş­
manları arasında vermek ve onların olmadıkları yerde kendisinin
1 15
de olmadığın ı kabul etmek zorundadır. Doğrudan etkili olmaya
duyu lan soyut istek, reform ist uzlaşmalara girişmeye ya da sahte­
devrimc i kalıntıların ortak eylemine katılmaya kalkıştığında hakim
düşünce yasalarını, giiııcell(�in müstesna bakış açısını kabul eder.
Böylelikle, taşkınlık, alt edilmeye çalışılırken yeniden ortaya
çıkar. Tersine, gösteriyi aşan eleştiri beklemeyi bilmek zorundadır .
221
Tersyüz edilmiş hakikat in maddi temellerinden kurtulmak; işte
çağım ızın kurtuluşunu oluşturan şey budur . "Dünyaya haki kati
yerkştirmeye dair hu tarihsel misyon"u ne tecrit edilmiş b irey ne
de manipülasyonlara boy un eğm iş darmadağınık kalabalık yerine
getirebil ir; bu _q1 i syonu ancak bugün ve daima, gerçekleşmiş de­
mokras inin yabancılaşt ırmayan biçim ine, yani pratik teorinin
kendi kendini denetlediği ve kendi eylemini görebi ldiği Konscy'e
bütün iktidarı devretmek suret iyle bütün sın ıfların çözülmesini
gerçekleşt irmeye mukted ir sını f yerine getirebilir. Bu kurtu luş, bi­
reylerin "doğrudan doğruya evrensel tarihe bağ lı oldukları" ve di­
yaloğun, keneli koşullarının zaferini sağlamak için silah landığı
yerden başka yerde müm kün değildir.
1 16
Gösteri Toplumu
q!!rin��- �pru_��-fr!E
__
1 988
Gcranl Lebovici'nin anısına;
5 M art l 984'te, Paris ' te öldürüld ü ,
c inayetin fai l le r i h a l ii meç h u l .
İ c,: i nde b u l u n d u ğ u n u z d u rum ve k o ş u l l ar ne
kadar teh l i k e l i o l u rs a o l su n , uır n ı t�uzl u ğa
k ap ı l may ı n ; a s ı l h e r �eyden kork u l acak
d u ru m l arda kork u l ac a k hic,:bir şey y o k t u r;
t e h l i ke l erle k u �a t ı l d ı ğ ı n ızda bu t e h l i ke l e r i n
h i c,: b i r i n cle n korkmay ı n ; c,:are s i z
k a l d ı ğ ı n ı z d a e l i n i z e ne geçcr�c o n a
güven i n ; g a fi l a v l a n d ı ğ ı ıı ızda g i d i p
d ü �ın a n ı gafi l a v l a y 1 11 .
1
Bu Yorunılar' ı hemen i lgiyle karşılayacak elli ya da altmış kişi
kesinlikle vardır; yaşadığımız günler ve ele aldığımız sorunların
ağırlığı düşünüldüğünde bu sayının fazla olduğu bile söylenebilir.
Fakat bunu n nedeni tabii ki bazı çevrelerde otorite olarak kabul
ediliyor o lmamdır. Bu kitapla ilgilenecek seçkinlerin yarısının ya
da yarıya yakın bir bölümünün kendilerini gösterinin tahakküm
sistemini sürdürmeye adamış kişilerden, d iğer bir yarısının da
bunun tam tersi davranmakta ısrar eden insanlardan oluşacağını
da aynı şekilde akıldan çıkarmamak gerekir. Hem dikkatl i hem de
çeşitli a lanlcı.rda söz sahibi okurları da hesaba kattığ ımda tam bir
özgürlük içinde konuşamayacağım açıktır. Özellikle de rastgele bi­
rilerini çok fazla bilgilendirmemeye özen göstermeliyim.
1 23
------ ----
------·-- --
Yaşadığımız zamanın kötül üğü beni bir kez daha yeni bir tarzda
yazmaya zorlayacak . Bazı unsurlar bilerek es geçi lecek; ve p lan
bir hay l i belirsiz kalmak zorunda olacak. Okurlar çağa damgasın ı
vurmuş olan bazı tuzaklarla karşılaşabilirler. Oraya buraya b irçok
değişik sayfa eklemek koşu luyla anlamın tamam ı ortaya çıkab il ir:
Tıpkı antlaşmaların açıkça öne sürdüğü şeylere genellikle gizl i
maddeleri n eklenmesi ve tıpkı bir kim yev i maddeni n sak l ı özel­
li klerini bir başka kimyevi madde ile birleştiğinde açığa çıkarma­
sı gibi . Bununla birlikte hu kısa eserde ne yazık ki kolaylıkla an­
laşı labi lecek çok fazla şey o lacak .
2
1 967 'de Giisrcri 'I�p l11111 11 adlı kitapta modern gösterinin özü nde
ne olduğunu gösterdim: Soru msuz bir egemenlik stallisüne u laş­
mış otokratik pazar ekonom isinin hükümranlığı ve bu h ükümran­
lığa eşlik eden yeni hü kmetme tekni klerinin tamamı. Çeşitli ül­
kelerde daha sonraki yıllarda ela devam eden 1 96 8 olayları , ken­
diliği nden doğduğu topl umun mevcut örgüt lenmesini hiçbir yerde
alt edemem işken gösteri her yerde güçlenmeye devam etmişt ir,
yani hem her tarafta e n aşırı uçl ara kadar yayılmayı hem de mer­
kezdeki yoğu nluğunu artırmayı sürdiirınüştür. Hatta saldırıya uğ­
rayan iktidarların her zaman yaptığ ı gibi yeni savıın ma tek­
n iklerin i bile öğrenm iştir . Gösteri toplumunun eleştirisine başla­
dığımda -o günkü koşullarda- özellikle, bu eleştiride ortaya çı­
karılabi lecek devrimci içerik fark edi lmiş ve bu da doğal olarak
bu eleştirinin en can sıkıcı yönü olarak hissedilmişti . Gösteriye
gelince, zaman zaman onu kafadan uydurmakla ve her zaman için
de bu gösterinin deri n liğini , birliğini ve gerçek işleyişini değer­
lendirmede aşırıya kaçmış olmakla suçlandım . Kabu l etmeliyim
ki sonraları aynı konu üzerinde yeni kitaplar y ayımlayanlar bu ko­
nuda daha az şey söylemeni n mümkün olduğunu mükemmel bir
şekilde kan ıtlamışlardır. Bütün yapmaları gereken bütünlük ve bu
bütünlüğün deviniminin yerine, olayın yüzeyindeki tek bir statik
ayrıntıyı koymaktı; ve her yazar özgü nlüğünü farklı ve daha az ra­
hatsız edici bir ayrıntıyı seçerek ispatlamıştır . Hiçbiri pervasız ta­
rihsel yargılamalarda bulunarak kişisel yorumundaki bilimsel al­
çakgönüllülüğü lekelemek istemem işti .
1 24
Bununla beraber, gösteri toplumu gelişmeye devam etti. H ızla ge­
lişti, çünkü 1 967'de arkasında ancak kırk yıl, ama dol u dolu kul ­
lanı lmış kırk y ı l vardı . V e gösteri toplumu h i ç kimsenin araştırma
zahmetini göze almadığı kendi hareketiyle o dönemden itibaren
şaşırtıcı başarılar göstermiş ve asıl doğasının tam olarak benim
tarif ettiğim şey olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu aşikar durumun
sadece akademik bir değeri yoktur; çünkü h iç şüphesiz gösterin i n
b i rl i ğini v e söy lemini aktif bir güç olarak anlamak, h u gücün o za­
mandan beri hangi yönlerde hareket edebildiğini incelemek iç in
kaçın ılmazdır. Toplumdaki çelişk inin bir sonraki aşaması ke­
sinl ikle bu koşu llarda ortaya çıkacağı için şu sorular son derece
önem l idir: Mademki bugün gösteri eskisi nden çok claha gi.i çl iidür,
o zaman hu f;ula gücü ne yapacaktır? Daha önce mevcut ol­
madığı hangi alanlara girmiştir? Kısacası bugünkü lıareker alan­
ları nelerdir? Bugünlerde, insanları çok farklı bir yaşam sürmeye
zorlayan bir tür hızlı istilanı n sözkonusu olduğuna dair garip bir
duygu oldukça yaygınlık kazanmıştır; ama bu daha ziyade ik­
limde, ya da bir başka doğal dengede görülen açıklanamayan bir
değişiklik gibi, cehaletin bildiği tek şeyin söyleyecek hiçbir şe­
yinin olmadığı bir değişiklik gibi yaşanmıştır. Dahası , birçok
insan bunu uygarlaştırıcı bir ist ila olarak, sanki kaçınıl maz bir şey
gibi kabul eder ve hatta onunla işbirliği yapma arzusu ndadır . Bu
insanlar, bu fethin tam olarak ne işe yaradığını ve nasıl i ler­
lediği n i bilmemeyi tercih ederler .
Gösterinin son yirmi yıldaki h ı zlı yay ılışın ın yol açtığı ve heni.iz
pek bilinmeyen bazı pratik sonuçları hatırlatacağım. Bu sorunun
hiçbir yönü hakkında polemiğe girmeye n iyetim yok; bu tür po­
lemikler bugün fazlasıyla basit ve gereksizdir. Hiç kimseyi ikna
etmeye de çalışmayacağım. Bu yorumlar ahlftk dersi verme kay­
gısı taşımıyorlar. Neyin istenebilir ya da en azından tercih ed i­
lebilir olduğunu önermiyorlar. Sadece istenilenin ya da tercih edi ­
lenin n e olduğu belirtilmektedir.
1 25
3
Bugün artık hiç kimse gösterinin varlığından ya da gücünden
makGI bir şekilde şüphe duyamayacağına göre, bu kadar acımasız
bir şekilde tecrübeyle sabit olan bir sorun hakkında ilave bir şey­
ler söylemenin akıllıca olup olmadığından şüphe edilebilir. 1 9
Eylül 1 987 tarihli Le Monde, "var olan şey hakkmda konuşmaya
[!,erek yoktur" formülünü, yani en azından bu konuda h içbir ül­
keyi geri bırakmamış olan bu gösteri döneminin temel yasasın ı
büyük hir m utlulukla tanıimıştır:
Çağda� top l um bir gösteri toplumudur v e bu herkesin kabul ettiği bir
durumdur. Kendilerini bel l i e tmeyenleri bir süre sonra fark etmek ge­
rekecektir. Ç�ın gerisi nde kalmı� ülkelere dokunmadan, sanay i le�­
mi� u l u s l ara damgasını v urma noktas ına gelen bir olay ı tanı m l ay an
eserler art ı k d ikkate alınmamaktadır. Bu o l ay ı , gene l l ikle ondan y a ­
kııımak amac ıyla tah l i l e d e n k it;tpları n da tan ı nmak için kendilerini
gösteriye adamaları son derece tuhaftır.
Gösterinin bu gösterisel eleştirisi sadece gecikmiş bir eleştiri de­
ğildir, daha da beteri gösteri kuralları içinde d ikkat çekmeye ça­
lıştığından nafüe genelleme lere ya da sahte üzüntü lere sıkı sıkıya
sarılacağı doğrudur; t ıpkı bir gazetede soytarılık yapan yukarıdaki
gibi uyanık b i r bilgiçliğin saçma gelmesi gibi.
Gösteri, yani dünyanın sahiplerinin yaptıkları şeyler hakkında yü­
rütülen boş tartışmalar da böylece bizzat gösteri tarafından dü­
zenlenmiş olur: Gösterinin sahip olduğu büyük olanakların yaygın
kullanımı h akkında hiçbir şey söylememek için ısrarla bu ola­
naklar üzerinde durulur. Genellikle gösteri kelimesinden ziyade
ınedyatik kelimesi tercih edilir. Ve bununla da basit b ir araç kas­
tedilmek istenir: yeni kitle iletişimi (daha önceden alınm ış ka­
rarlara edilgen bir hayranlığın y aratıldığı, sonunda tek yan lı bir
safl ığa erişen iletişim) zenginliğini, kitle iletişim araçları sa­
yesinde tarafsız bir "profesyonellik"le yönetecek olan bir tür
kamu hizmeti. İletilen, emirler'dir; ve bu emirleri verenler, aynı
zamanda bu emirler hakkı nda ne düşündüklerini de mükemmel
bir uyum içinde bizlere söylerler.
1 26
Temcide böylesine birleştirici olan, kaçınılmaz olarak bu denli
�ıerkeziyetçi ve anlayış olarak tamamen despotik olan gösteri ik­
tıd �rı, ken ? ı egemenliği altında bir gösteri polilikasının, bir gös­
.
terı adaletının, bir gösteri tıbb ının ya da ay11 1 derecede şaşırtıcı
olan tüm "medya aşırılıkları"n11;1 kurulmuş olduğunu görmekten
sık sık nefret eder. Böylece gösteri, medyatik aşırılıklardan ibaret
k�bul �� ilir ve i letişim kurmaya yaradığı sürece tartışmasız bir şe­
kılde ıyı olarak kabul edilen medyanın doğas ın ın zaman zaman
aşırı uçla r � götürüldüğü söylenir. Toplumun efendileri genellikle
.
ınedyadaKı memurlarının kendilerine kötü hizmet verdiğini söy­
lerler; sık s ı � ela seyirci tabakasını, kendisini ölçüsüz ve hatta hay­
.
vanı bır şekılde n: edyatik zevklere teslim etmekle suçlarlar. Böy.
potansiyel olarak bulu nan sonsuz sayıdaki
1�.lıkle, medya ıçınde
sozde a� r �'2'. ıı� ard111da, aslında büyük bir ısrarla isi.enen gösterisel
�' '.naç bırlıgif: ;n soı� u � u olan şey gizlenir. Tıpkı meta mantığ ının
. lL.. ccarla ın çeşıtlı rekabet tutkularına hükmetmesi ya da savaş
turn
�
�
n��nlı � ıı� ın sılahlarda sık sık görülen değ işiklere hükmetmesi gibi
g os l� �ı nı n sert mantığı da medyat ik çılgınl ıkların zengin çe­
. . · ·
her yerde yönetir.
şıtl ılıgını
Son yirı:ıi y � l � ı � gelişmede görti'l en en önemli değişiklik gös­
tcrın ı n surekl � lıgv � nde yatar. Bu nun, zaten oldukça i leri bir gelişme
� şamas � na. � rışm ış olan medya araçl arı nın mükemmelleştirilmesi
ı le bır ılgısı yokt ur: Bu, sadece gösterinin tahakkümünün, kendi
yasalarına tabi olan bir kuşağı yetiştirebilmiş olmasından ileri
gelir. Bu �� şağ ın tamam ının fiilen yaşadığı bu olağanüstü yeni
· · bundan böyle engel leyeceği ve de izin ve­
koşullar, gosterının
receği her şeyin tam ve yeterli bir özetin i oluşturur.
4
Teorik düzeyde, önceki forınülasyonlarıma eklemem gereken bir
tek detay var ki bu detayın da çok kapsamlı sonuçları vardır.
1 967 'de birbirini takip eden ve rakip olan gösterinin iki iktidar bi­
çimini ayırt etmiştim: yoğunlaşmış ve yaygın gösteri. Bunların
her ikisi de, gerçek toplumun hem amacı, hem de yalanı olarak
onun yüzeyinde kalıyorlardı. Birincisi, d iktatör bir kişiliğin et1 27
rafında yoğu nlaşmış bir ideolojiyi ön plana ç ıkararak he m S ta­
_
l inist hem de Nazi total iter karşı -devrimine eşlik etmiştir. ikincisi
ise, ücretl ileri, birbirleriyle rekahet hali ndeki gen iş kapsamlı yeni
meta çeş itleri arasın dan özgürce seçim yapmaya teşvik ederek
dünyanın Amerikanlaştırılmasını temsil etm iştir ve hu, ge leneksel
burjuva demokrasisi biçimlerini uzun süre sürdürebilmiş ülkeleri
bazı açılardan ürkütmüş, ama yine de onları baştan ç ıkarmayı ba­
şarmış bir süreçtir. O zamandan bu yana bir üçüncü biçim oluş­
muştur, bu da daha önceki iki biçimden daha güçlü olduğunu ka­
n ıtlamış olan yayg ın biçimin genci zaferi temelinde her ikisin in
rasyonel bir şekilde hirleşme�;idir. Artık kendi n i dünya çapında
dayatmaya çal ışan hiitiiıı leşm iş gösteri söz konusudur.
nüfuz edecek kadar yaygınlaştırmıştır. Teorik olarak kolaylıkla
öngörü lebi leceğ i gibi pazar mantığının taleplerinin sınırsız bir şe­
kilde yerine getirilmesine dair pratik deneyim, tahrifi n küresel­
leştiri lmesinin ayn ı zamanda da küreselleşmenin tahrif edilmesi
anlamına geldiğini hızlı ve istisnasız bir şeki lde kanıtlayacaktı.
Kültürde ve doğada, giderek önemini kaybeden ve gün geçtikçe
gösteri nin iht iyaç larına uygun olarak seçi len ve sınıflandırılan
eski kitap ve eski bina m irasının halen bu önemi korumasının dı­
şında, modern endüstrinin araçları ve çıkarları doğrultusunda de­
ğiştiri lmemiş ve kirletilmem iş hiçbir şey kalmam ıştır. Genet ik bi­
limi bile hakim toplumsal güçlere tamamen açık bir bilim hal ine
gelmiştir.
Rusya ve Alm.ırnya yoğu nlaşmış gösterinin, Amerika B irleşik
Devletleri ise yaygın gösterinin oluşumunda önemli bir yer tu­
tarken, Fransa ve İtalya'da Stal i n ist part i ve send ikaların politik
ve entelektüel yaşamda tuttukları önem l i rol, zayıf demokrasi ge­
leneği, tek parti hükümetinin uzun süreli iktidar tekeli, beklenme­
dik bir şeki lde ortaya çıkan b i r devrimci dalgaya son verme i h­
tiyacı gibi bir dizi ortak tarihsel etken sayesi nde bütünleşmiş gös­
terinin ortaya çıkmasında etkili olmuştur.
Günümüzde, üretimin ve algı laman ın tamamını tahrif etmek iç in
gereken bütün araçları elinde tutan gösteri hükümcti, t: n uzak ge­
leceği şekil lendiren tasarıların dent:timsiz efendisi olduğu kadar
anıların da mutlak efendisidir. Her yerde tek başına hükmeder; iis­
B ütünleşmiş gösteri hem yoğunlaşmış hem ele yaygın olarak gö­
rülür ve bu verimli birleşmeyle birl ikte her iki niteliği de daha
geniş çapta kullanmayı öğren ir. Eski uygulama biçim leri bir hayli
değişm iştir. Yoğunlaşmış yönii bakımından, yönetim merkezi
artık gizli bir hale gelmiştir: Orada artık ne bilinen bir lider, ne de
açık bir ideoloj i vardır. Yaygın yönü bakımından ise, gösteri , top­
lumsal olarak üretilın i ş davranış ve nesnelerin neredeyse tamamı
üzerinde asla bu kadar etkili olmamıştı. Zira bütünleşmiş gös­
terin in nihai anlamı, gerçeklikten söz ettiği ölçüde kendini ger­
çekliğe dahi l etmesi ve gerçekl iği tıpkı ondan bahsettiği gibi ye­
n iden oluşturmasıdır. Sonuç olarak, bu gerçeklik artık onun karşı­
sına yabancı bir şey gibi çıkmaz. Gösteri yoğun olduğunda çev­
resindeki toplumun büyük bir bölümü; yaygın olduğunda ise cüzi
bir bölümü ondan kurtuluyordu, günümüzde ise hiçbir bölümü
ondan kaçamaz. Gösteri artık kendisini gerçekliğin tamamına
1 28
tünkörü varı lmış yargıların uygulayıcısıdır.
İşbölümürıün aniden, bir karnaval neşesiyle, parodik bir şekilde
sona ermesi işte bu koşullarda görü lebilir; bu durum, bütün gerçek
becerilerin ortadan kalkmasıyla çakıştığı için büyük hir mem­
nuniyetle karşılanır. B ir mal iyeci şarkıcı, bir avukat polis de­
dektifi olabil ir, bir fırıncı edebi tercihlerin i serg ileyebi l ir, bir
aktör devlet başkanı olabilir, bir ahçıbaşı yemek yapma teknikleri
hakkında sanki bunlar evrensel tarihin en önemli konularıymış
g ibi felsefe yapabilir. Kendi n i kamuoyu önünde önceden tanındığı
uzmanlık alanının tamamen dışında kalan bir etkinliğe vermek ya
da bazen gizlice bu etkinliğe soyunmak amacıyla herkes gösteriye
katılabi lir. "Medyatik bir statüye" sahip o lmanın, insanın gerçekte
yapmaya mu ktedir olduğu herhang i bir şeyin değerinden çok daha
öneml i olduğu bir ortamda, bu statün ü n kolayca aktarılabilir ol­
ması; herkesin her yerde aynı şekilde meşhur olma hakkını n ol­
ması doğaldır. Bu h ızlandırılmış medyatik parçacıklar genelde,
yasalara uygun olarak güvenceye alınmış olan hayranlığın verdiğ i
şevkle kendi kariyerlerinin peşinden koşarlar. Ama, medyaya ge­
çişin, resmen bağ ımsız olan ancak çeşitli ad hoc [özel] ağlarla
F90t\/Ciö\tt'ıı Toplumu
--
1 29
---- -------
gizlice birbirine bağlı çok sayıda işletme arasında bazen giz­
likapaklzlık görevini yaptığı da görülür. Öyle ki, uygulamada ko­
layca öngörülebilen dayanışmanın yanı sıra toplumsal işbölümü
de kimi zaman tamamen yeni biçim ler altında yen iden ortaya
çıkar: Örneğin, artık bir suikast düzenlemek için bir roman ya­
yımlanabilir. Bu pitoresk örnekler, artık hiç kimseye mesleği ko­
nusunda güvenilemeyeceği n i de göstermektedir.
Ama bütü nleşmiş gösterinin en yüce tutkusu , hala gizli ajanları
devrimciler, devrimcileri ise gizli ajanlar haline getirmektir.
5
Bütünlüklü göS'teri aşam asına dek modernleşmiş olan toplum, şu
beş temel özelliği n birleşik etkisiyle nitelen ir: kesintisiz teknolo­
jik yenilenme; devletin ve ekonominin iç içe girmesi; gizliliğin
yaygınlaşması; tepki görmeyen yalanl ar; ebedi bir şimdiki zaman.
Teknolojik yenilik hareketi uzun süreden beri devam etmektedir
ve kimi zaman sanayi ya da sanayi ötesi de den ilen kapitalist top­
lumun yapı taş�dır. Bu hareket, son dönemde kazandığı hızla bir­
likte (ikinci Dünya S avaşı'nın ertesi) gösterinin otoritesini daha da
pekiştirmiştir, çünkü onun sayesinde herkes kendini tamamen uz­
manlar topluluğuna, onların hesaplarına ve her zaman bu he­
saplara bağlı o lan yargılarına te:.;lim edilmiş halde bulur. Devlet
ile ekonominin iç içe g irmesi, bu yüzyılın en bariz eğilimidir; ve
en azından son dönemdeki bütün iktisadi gelişme lerin itici gücü
haline gelmiştir. Devlet ile ekonomi güçleri arasında imzalanan
savunma ve saldırı i ttifakı, onlara her alanda öneml i ortak fay­
dalar sağlam ıştır: her birinin ötekine sahip o lduğu söylenebi lir;
onları karşı karşıya getirmek, haklı lıkları ve saçmalıkları arasında
ayrım yapmak son derece saçmadır. Bu b irleşme, gösteri hakimi­
yetinin gelişmesi için de son derece uygun olduğunu kanıtlamıştır
-aslında bu i ki l i ta b aşından beri hep birlikteydi. Son üç özellik,
bütünleşme aşamasındaki bu hakimiyetin doğrudan sonuçlarıdır.
1 30
Yaygınlaşmış gizlilik, gösterinin sergilediği her şeyin kesin ta­
m am layıcısı olarak ve meselelerin özü ne inildiğinde de en önemli
marifeti olarak gösterinin ardında yer alır.
Yalana artık tepki gösterilmemesi ona tümüyle yeni bir nitelik
kalmıştır. B irdenbire , hemen hemen her yerde varlığı sona eren ya
da en iyi ihtimalle asla kanıtlanamayacak bir varsayım haline in­
dirgenen şey, doğru olmuştur. Tepki görm eyen yalan , ilk olarak,
sesini duyurma yeteneğini kaybeden ve hemen ardından da ta­
m amen ortadan kalkan kamuoyunu yok etmeyi başardı. Bunun,
politikada, uygulamalı bilim lerde , adalet sisteminde ve sanatla
açıkça görülen önem li sonuçları olm uştur.
Giyimden şarkıcı lara dek modanın bile durgunl aştığı, geçmışı
unutmak isteyen ve arlık bir gelecek inancı taşımayan bir bu­
günün oluşturu lması kesintisiz bilgi akışıyla sağlanmıştır ve bu
bilgiler ısrarla önemli haberlermiş gibi duyurulan ama aslında
dönüp dola�ıp aynı önemsiz şeyler l istesine geri dönen bilgilerdir.
Bu arada, gerçekten değişen şeylerle ilgili son derece önemli ha­
berler ise nadiren ve düzensiz bir şekilde verilir. Bu haberler, her
zaman bu dünyan ın kendi varlığını açıkça suçlamasıyla ve prog­
ramlı bir şekilde kendi kendini yok etme aşamalarıyla ilgilidir.
6
Gösteri hakimiyetinin ilk hedefi, tarihsel bilgiyi genel anlamda
yok etmekti; ve bu en yakın geçmişle ilgili hemen hemen bütün
enformasyonlar ve makGl yorumlarla başlamak suretiyle gerçek­
leştirilmişti. Bu kadar aşikar bir gerçekliği açıklamaya gerek yok­
tur. Gösteri, insanların olup bitenleri görmezlikten gelmelerini ve
yine de anlaşılabilen bir şey varsa bunu derhal unutturmayı büyük
bir ustalıkla başarır. En öneml i olan şey en gizli tutulandır. Son
yirm i yılda 1 968 Mayıs'ının tarihi kadar ısmarlama yalanlarla giz­
lenen hiçbir şey olmamıştır. Aslında o günler ve o günlerin kö­
kenleri hakkında yapılan bazı aydınlatıcı ç alışmalardan yararlı
dersler çıkarılmıştır; ama bunlar devlet sırrı olarak kalm ıştır.
131
On yıl kadar önce Fransa'da, epeydir unutulmuş, ama hala gö s­
terinin tadını çıkaran bir cumhurbaşkanı "bundan böyle, imajları n
suyun yüzeyindeki yansımalar gibi bir görünüp bir kaybolduğu ,
belleksiz bir dünyada yaşayacağımızı bilmekte n " duyduğu m ut­
luluğu nahif bir şekilde dile getirmişti. Bu aslında i şbaşındakil er
ve orada kalmayı b ilenler için geçerlidir. Tarihin sonu, bütü n
mevcut iktidarlar iç in hoş bir dinlenmedir. Bu son, iktidarın bütü n
giri şimleri nin başarısını ya da en azından başarı söylentisini g ü­
vence altı na alır.
Mutlak bir iktidarın tarihi ne kadar kökten yok edeceği, kendi mü­
tehakkim çıkarlarına ya da mecburiyetlerine ve özellikle de he­
deflerini uygulamaya geçirme kapasitesine bağlıdır. Ts'in Che­
houang-ti kit � yakt ırm ıştır ama on ları tümüyle ortadan kal­
dırınayı başaramamıştır. Stal in, böyle bir projenin yüzyıl ı mızda
gerçekleştirilmes ini daha da ileriye götürm üştür ama, -impara­
torl uğunun sınırları dışında bulabildiği her türlü suç ortaklığına
rağmen- dünyada onun poli sinin ulaşamadığı ve sahtekarl ıklarına
gülü nülen geniş bir alan kalmıştı. Bütünleşmiş gösteri, artık dünya
çapında uyguladığı yeni tekn iklerle daha da iyisini yapm ıştır. Her
yerde saygı uyandıran an lamsızlığa gülmek artık yasaktır; her
halükarda, bi �inin g ü ldüğünü göstermek olanaksız hale gelmiştir.
Tarihin alanı unutulmaz olanın alanı ydı, sonuçları uzun süre etkili
olacak olaylar bütün üydü . Ve bunun ayrılmaz bir parçası olarak
tarih, sürmek zorunda olan ve yeni gelişmeleri kısmen de olsa an­
lamaya yardımcı olacak bilgiydi: Thukydides, tarihin "sonsuza
dek süren bir kazanım" olduğunu söyler. Tarih bu şekilde hakiki
bir yen ilik ölçüt'ü olmuştu; ve yeniliği satanın, yeniliği ölçme
araçlarını yok etmede büyük çıkarı vardır. Toplumsal anlam sa­
dece anlık olana ya da hemen sonra ivedi hale gelecek olana -ve
her zaman bir başka aynı ivediliğin yerini alana- atfedildiğinde
medyanın kullanım biçimlerinin yaygaracı ve sonsuz bir an­
lamsızlığı garanti ettiği görülebilir.
Gösterinin, tarihin yasadışı ilan edilmesinden, bütün yakın tarihi
zaten yasadışı olmaya m ahkum etmiş olmaktan, toplumda tarih
1 32
ruh unu yaygın bir şekilde unutturmuş olmayı başarmaktan sağ­
ladığı değerli avantaj öncelikle kendi tarihini örtbas etmektir:
Yakın zamanda gerçekleştirdiği dünyayı fethetme hareketi örtbas
edi lir. Gösterinin iktidarı adeta her zaman oradaymış gibi zaten
tanıdık gelir. Bütün zorbalar, henüz haşa geçmiş olduklarını unut­
turmaya çalışm ışlardır.
7
Tarihin yok edilmesiyle birlikte, doğru lanamaz hikayeleri, denet­
lenemeyen istatistikleri, inanılmaz açıklamaları ve tahammül edi­
lemez akıl yürütmeleri arasında hayali bir mesafede yitip giden
şey, çağdaş olay lar olmuştur. Gösterinin sunduğu bütün aptal­
lıklara birkaç saygın düzeltme ya da protestoyla ancak medya uz­
manları yanıt verebilir. Ve üstelik bunlar son derece temkinli­
dirler, çünkü aşırı umursamazlıklarının dışı nda, gösterinin genci
otoritesi ve gösterinin ifadesi olan toplumla gird ikleri mesleki ve
kişisel dayanışma , görkemi bozulmaması gereken bu otoriteden
asla ayrılmamayı onlar için bir görev ve hatta bir zevk haline ge­
tirir. Unutmamak gerekir ki her medya profesyonelinin, maaş ya
da başka ödül veya karşılıklarla bağlı olduğu bir veya birden çok
efendi si vardır; ve bu uzmanların her biri yerine başkasının gc­
çebi leceğini bi lir.
Bütün uzman lar dev lete ve medyaya hizmet ederler ve uzman­
lıkları ancak bu şekilde tanınır. Her uzman kendi efendisine hiz­
met eder, zirn her türlü eski bağımsızlık o lasılığı mevcut top­
lumun örgütlenme koşulları tarafından yok denilecek kadar aza
indirilmiştir. En i y i h izmet veren uzman tabii ki yalan söyleyen
uzmandır. Uzmana ihtiyaç duyanlar, fark lı güdülerle, tahrifçiler
ve budalalardır. Birey, olayları kendi kendine idrak edemedi­
ğinde resmi olarak uzman tarafından güvenceye alınacaktır. Bir
zamanlar Etrüsk sanatı uzmanlarının olması normaldi; ve bunlar
her zaman işlerinin ehliydiler, çünkü Etrüsk sanatı satılık değildi.
Am a örneğin , b irçok meşhur şarabın kimyasal yollarla taklit edil­
mesinin karlı bulunduğu bir dönemi n şarapları, ancak bu şarap­
ların daha iyi ayırt edilebilen yeni koku larını sevmeye enayileri
1 33
ikna edecek uzman lar yetiştirmek koşuluyla satılabilir. Cervantes,
"kötü bir kılığın altında iyi bir ayyaş bulun ur" der. Şaraptan iyi
an layan biri genellikle nükleer endüstrinin kurallarını bilmez·
ama gösteri iktidarı eğer bir uzman nükleer enerj i konusunda al �
databiliyorsa, bir başka uzmanın da şarap kon usunda onu ra­
hatlıkla aldatabileceğini hesaba katar. Ve örneğin, hava sıcaklık­
larını ya da gelecek kırk sekiz saat için tahmini yağışları bildiren
medyatik meteoro loj i uzmanının söylediklerinin bazı ekonomik,
turistik ve bölgesel dengeleri koruma zorunlul uğuyla -hele ki bu
kadar insanın birbirinden ıssız yerler arasında bu kadar çok yol
katederek bu kadar çok seyahat ettiği bir ortamda- ciddi bir şe­
kilde kısıtlandığı gayet iyi bilinir; bu kısıtlanma o kadar i leri
gider ki bu uzmanın animatör olarak daha başarılı olduğu söy'
lenebilir.
Tüm nesnel tarih bilgisinin yok olması, bir bakı ma, bireysel iti­
barların bütün bilgiyi -toplanan ve ayııı zamanda tamamen farklı
şekilde yayımlanan bilgi - denetim altında tu tanlar tarafından di­
lediğince uysal ve değ iştirilebilir hale get irilmesi nde görü lebilir.
Bu durumda tahrif etmek için gerekli bütün yetkiye sahiptirler.
Gösterinin bilme ihtiyacını duymadığı bir tarihsel kanıt artık kanıt
olmaktan çıkar. İnsan, bir gösteri mahkemesinin iyi n iyetli bir
!Gtuf gibi atfettiği ünden başka hiçbir şeye sahip olmadığında,
gözden düşmesi de çok ani olabilir. Gösteri karşıtı olup ün ka­
zanmak hemen hemen olanaksız hale gelmiştir. Ben, bu şekilde
ün kazanmış olan son canlı örneklerden biriyim; ve üstelik asla
başka bir konuda ün sahibi olmadım . Ama bu da son derece şüp­
heli bir hale geldi. Toplum, gösteri toplumu olduğunu resmen
açıkladı. Gösteri i lişkilerinin dışında kalarak tanınmak, zaten top­
lum düşmanı olarak tanınmakla eşdeğerlidir.
Herhangi bir insanın geçmişini baştan sona yeniden yazmak, kök­
ten bir şekilde değiştirmek, Moskova davalarında olduğu gibi ye­
n iden yaratmak m ümkündür; ve bütün bunlar bir davanın ağır­
lığına başvurmak zorunda bile kalınmadan yapılabilir. Bugün­
lerde öldürmek daha ucuza mal oluyor. Bütünleşmiş gösterinin
yöneticileri ya da on ların dostları sahte, belki de acemi tanıkların
1 34
-bu sahte tanıkların kullanılmasına şah i t olacak seyircilerde bu
acem iliği hissedecek kapasite kaldı m ı ki?- ve her zaman mü­
kemmel olan sahte belgelerin eksikliğini asla çekmezler. Do­
layısıyla artık birisi hakkında doğrudan doğruya kendinizin öğ­
renmediği bir şeye inanmak mümkün deği ldir. Ama aslında
b irisini yalan yere suçlamak nadiren gerekir. Kendini tam ve ev­
rensel olarak tanıtan tek toplumsal doğru lama biçimini çalıştıran
mekanizma bir kez ele geçirildikten sonra istenilen her şey söy­
lenir. Gösteri, iddialarını sadece dairese l hareketlerle ilerleyerek
kan ıtlar: Geri dönüşler yapar, kendini tekrarlar ve herkesin ta­
nıklık edebileceği tek şey kamuoyu önünde doğrulanabilen ve ina­
nılabilen şey olduğ undan bu şeyin bulu nduğu yeri doğrulamaya
devam eder. Gösteri otoritesi aynı şekilde herhangi bir şeyi bir
kere, üç kere yadsıyabilir ve artık bu konuda konuşmayacağını
başka bir şeyden söz edeceğini söy leyeb ilir; ve ne kendi alanında
ne de başka bir alanda herhangi bir tepki alma tehlikesinin ol­
madığ ını gayet iyi bilir. Çünkü artık ne agora ne de genci topluluk
mevcuttur; ne de aracı kurum larla ya da özerk kuruluşlarla, sa­
lonlarla, kahvehanelerle, bir işyerinin işç i leriyle sın ırlı topl ul uklar
kalmıştır; insan ların kendilerini ilgilendiren gerçekleri tartışabile­
cekleri hiçbir yer yoktur çünkü kendilerini mcdyat ik tartışma ve
onu nakletmek üzere örgütlenmiş güçlerin ezici varlığın dan asla
uzun süreli olarak kurtaramazlar. Bir zamanlar bilge dünyayı
oluşturan , örneğin sayg ın lıklarını olgu ların tarafsız tarihi denilen
şeyi doğrulama, ona yak laşma ya da en azı ndan böyle bir tarihin
bilinmesi gerektiğine inanma yetenekleri üzerine kuran kişilerin
yargılarına, yani göreceli olarak bağı msız güvencelerine artık
rastlanmamaktadır. Hatta artık, inkar edilmes i mümkün olmayan
bibliyografik hakikat bile yoktur ve u lusal kütüphanelerin bil­
g isayara geçirilen katalogları hakikatin i z lerini daha da iyi yok
edebileceklerdir. Hakim, doktor, tarihçi olmanın kısa zaman ön­
cesine kadar ne anlama geldiği n i düşünmek ve gcncllikk kendi
uzmanlık alanları dahilinde kabul ettikleri mecburiyet ve buy­
rukları hat ırlamak kafa karıştırıcı bir şeydir: İnsanlar, ba­
balarından çok yaşadıkları zamana benzerler.
1 35
Gösteri üç gün hoyunca bir şeyden bahsetmediği zaman o şey hiç
var olmamış gibidir. Çünkü artık gösteri başka bir şeyden bah­
sediyordur ve kısacası bundan böyle var olan o başka şeydir. Gör­
düğümüz gibi pratikte yol açtığı sonuçlar oldukça fazladır.
Tarihin Yunan'da, demokrasiyle birlikte ortaya çıktığı zannedili­
yor. Oysa tarihin dünyadan demokrasiyle birlikte silindiği kanıtla­
nabiliyor.
İktidarın bu zaferlerle dolu listesine onun için olumsuz olan bir
sonucu da eklemek gerekir: Yönetiminde sürekli olarak büyük bir
tarihsel bilgi açığmın yer aldığı bir devlet, artık stratejik olarak
yürütülemez.
8
Demokratik olduğu nu ileri süren toplum, bütünleşmiş gösteri aşa­
masına ulaştığında her yerde hassas bir mükemmelliğin gerçekleş­
tirilmesi olarak kabul görmiiş' gibidir. Hassas olduğu için sal­
dırılara maruz kalmamalıdır; ve aslında, kendisinden önceki hiç­
bir toplumun o lamadığı kadar mükemmel olduğu için saldırıl ara
da maruz deği ldir. B u hassas bir toplumdur, çünkü tehl ikeli tek­
noloj ik gel işmesini yönlendirirken büyük zorluklar çeker. Ama
bu, yönetmek için m ükemmel bir topl umdur; bu nun kanıtı, bu top­
lumu yönetmek için can atanların tamamının onu aynı tarzda ve
neredeyse hiçbir şeyi değiştirmeden yönetmek istemeleridir. Çağ­
daş A vrupa'da, ilk kez, hiçbir parti veya parti fraksiyonu, önemli
bir şeyi değ iştirmek istiyormuş gibi bile davranmamaktadır. Meta
artık hiç kimse tarafından eleştirilemez: Ne genel sistem olarak ne
de sanayinin i leri gelenlerinin herhangi bir anda pazara sürmeye
karar verdikleri hurda olarak.
Gösterinin hakim olduğu her yerde, örgütlü olan tek güç gösteriyi
isteyen güçlerdir. Bu durumda hiç kimse ne var olanın düşmanı
olabilir ne de her şeyi kapsayan omerta'yı* çiğneyebilir. İki yüzltalyanca, "suç ortaklığı dayanışması", anlamı nda; yasad ı ş ı örgütlerde dı şarıya
bilgi sızd ı rmayı engel leyen kural. (ç.n.)
•
1 36
yıldan fazla bir süre hakimiyetini sürdüren ve yaşadığı toplumun
eleştiriye ya da dönüşüme, reforma ya da devrime açık olmasını
sağlayan bu tedirgin edici kavramdan vazgeçilmiştir. Ve bu durum
yeni argümanların ortaya çıkmasıyla deği l , sadece argümanların
gereksiz hale gelmesiyle elde edilmiştir. B u sonuçtan yola çıkarak
evrensel m utluluk hakkında değil, zorbalık ağları nın kork unç
gücü hakkında fikir sahibi olabiliriz.
S ansür asla bu kadar mükemmel uygu lanmamıştı. Birkaç ülkede
halil. özgür vatandaşlar olarak kaldıklarına inandırılan ların, gerçek
yaşamlarını etki leyecek bir seçim yapmak söz konusu olduğunda,
görüşlerini bildirme hakları asla bu denli kısıtlanmamıştı. Onlara
bu kadar yüzsüzce yalan söylemek as la m ü mkün olmamıştı. Se­
yirci sadece, hiçbir şey bilmemesi gereken ve. hiçbir şeyi hak et­
meyen biri olarak düşünülmektedir. O layların bir sonraki aşaması­
nı öğrenmek amacıyla sürekli olarak seyreden kişi asla harekete
geçmeyecekiir: Seyirci olmanın koşulu budur. Amerika B irleş ik
Devletleri'nin genellikle hir istisna oluşturduğu söylenir, çünkü bu
ülkede Nixon, edepsizliğe varan acemi l ikteki bir dizi inkarla so­
nunda helasını bulmuştu; ama tamamen yerel olan ve bazı eski ta­
rihsel nedenlere dayanan bu istisna artık doğru değildir, çünkü
yakın zamanda Reagan hiçbir şeki lde cezalandırılmadan aynı şeyi
yapabilmiştir. Asla cezalandırılmamış olan her şey gerçek an­
lamda serbesttir. Bu durumda skandaldan söz etmek artık modası
geçmiş kaçmaktadır. İtalya ve Amerika B irleşik Dev letleri 'nin ar­
dından kısa bir süre sonra bütün dünyanın dahil olduğu bu dönemi
en iyi özetleyen sözler, hem resmi hükümetin hem de P.2, yani
Potere Due denilen paralel hükümetin üyesi olan bir İtalyan dev­
let adamına aittir: "Bir zamanlar skandall ar vardı ama artık bun­
lardan eser kalmadı."
Marx, Louis Bonaparte 'm 18 B rumed nde, İkinci İmparatorluk
Fransası'nda yarım m ilyon bürokratıyla zengin devletin oynadığı
baskın rolü tanımlamıştı:
Böylece köprüden okul binasına, bir köy ün ortak mallarından de­
miryollarına, ulusal mallara ve bölge üniversitelerine dek her şey hü1 37
künıet e t k i n l i ğ i n i n bir nesnesi haline gelnıi�tir.
Üstünlük i ç i n sıray l a mücadele eden parti ler, bu devasa devlet ya­
pısını sahiplenmeyi, kazananl arın temel ganimeti o larak görmekte­
dirler,
der Marx; demek ki, siyasi partilerin finansmanı i le ilgi li meşhur
soru daha o zamandan ortay<: atılmıştı. Bunlar her şeye karşın
biraz önemsiz kaçan ya da modası geçm iş denen şey lerdir, çünkü
bugünkü dev let spekülasyonları, artık daha ziyade, yeni şeh irleri
ve otoyolları, yeraltı ulaşımın ı ve elektro-n ükleer enerji üretimini,
petrol araştırmalarını ve bilgisayarları, bankaların ve sosyo-kültü­
rc l merkezlerin yönetimini, "görsel-işitsel görünüm" değişiklik­
lerini ve yasadı�ı s ilah ihracatın ı, gayri menkul spekü lasyonlarını
ve ilaç sanayiini, tarımsal gıda ve hastane yönetimini , askeri kre­
dileri ve toplumun savunmasın a yönelik sayısız hizmeti yönetmek
zorunda olan ve sürekli genişleyen bölümlere ait gizli fonları kap­
samaktadır. Ve aynı kitapta, bu hükümeti "gündüz uygulayacağı
kararları gece almak yerine, gündüz karar veren ve gece uy­
gulayan" bir hüküınet olarak değerlendiren Marx , ne yazık ki çok
uzun zaman güncelliğini koruyabilmiştir.
9
Böylesine mükem mel olan bu demokrasi , akı l almaz düşmanın ı,
yani terörizmi tek başına yaratmıştır. Asl ında, demokrasinin is­
tediği, kendi sonu çları ndan ziyade düşmanları tarafından yar­
gılanmaktır. Terörizmin tarihi devlet tarafından yazılmıştır; b �
yüzden de eğiticidir. Seyirciler elbette terörizm hakkında her şeyı
bilemezler ama her zaman bu konuda, terörizmle karşı laştırıl­
dığında geri kalan her şeyin daha kabul edilebilir ya da her türlü
durumda daha rasyonel ve daha demokratik olduğuna dair ikna
edilebilecek kadar bilgi sahibidirler.
Baskının modernleştirilmesi , "nedamet getirenler" adı altında ön­
celikle İtalya'da uygulanan bir pilot-denemede, yeminli pro­
fesyonel savcıları yetiştirmekte başarıl ı olmuştu; bu tür kişiler ilk
1 38
olarak, XVII. yüzyıldaki Fronde karışıklıkları' sırasında ortaya
çıktıklarında "sertifikalı tanık" olarak adlandırılmışlardı. Hukuk­
taki bu gösterisel ilerleme, İtalyan hapi sh anelerini, vuku bu lm a­
mış bir iç savaşın, şans eseri olarak asla fi i len başlamamış bir tür
s ilahlı kitle ayaklanm as ının, rüyalara giren bir kumaş gibi gizlice
dokunmuş bir darbeci liğin cezasını çeken bin lerce mahk umla dol­
durmuştu.
Teröri zmin gizemlerini yorumlaman ın , iki karşıt görüş arasında
bir simetriyi gündeme get iriyormuş gibi gözüktüğü söylenebi lir;
sanki mutlak bir şekilde birbirine karşıt metafizik sistemlere bağ lı
iki felsefe oku lu sözkonusuymuş gibi. Bazıları, terörizmi, gizli
servislerin bariz yönlendirmelerinden başka bir şey olarak gör­
mezken; diğerleri teröristlere, tarihsel an layıştan bütünüy le mah­
ru m insanlar olarak yaklaşmak gerektiğine inan ırlar. B iraz ta­
rihsel mantık kullanı ldığında tari hten hiçbir şey anlamayan
insan ın kolayca yönlendirilebi leceğ ini göz önünde bulundurmanın
aslında hiçbir çelişki taşımadığı sonucuna varmak kolaylıkla
mümkün olacaktır; üstelik bu insanlar diğerlerinden daha kolay
bir şekilde yön lendirilirler. Aynı şekilde , bir insana özgürce yap­
tığını düşündüğü her şeyin aslında önceden bilindiği gösterile­
bildiğinde bu insanı pişmanlığa sürüklemek çok daha kolaydır.
Çok sayıda kişiyi harekete geçirebi lmek veya eleyebilmek için
' birkaç kişinin sızmasın ın yeterli olduğu askeri tarzdaki yeraltı ör­
gütlenmesinin kaçınılmaz sonucu budur. S i lah lı mücadeleleri de­
ğerlendirirken yapılan eleştiri , sonuçta hepsine dayatılacak olan
genel benzerlikle yanlış yola sapmadan , kimi zaman özellikle bu
operasyonlardan bir tanesini tahl i l etmelidir. Devlet güvenlik ser­
v islerinin, aslında uzunca bir süreden beri bunun için örgütlenmiş
olan gösteri alanında bu labi ldikleri tüm avantaj ları kullanmaya
kalkışmaları mantıksal olarak beklenen bir olasılıktır; buna kar­
şılık şaşırtıcı olan bunu anlamakta karşılaşılan zorluktur ve bu ela
haklı olamaz.
•
Kardinal Mazari n'e karşı girişilen ayaklanma. (ç.n.)
1 39
Baskıcı adaletin bu alandaki aktüel çıkarı, tabii ki konuları ola­
bildiği kadar çabuk genelleştirmektir. Bu tür metada önem l i olan
paketleme ya da etiketlemedir: Fiyat kodlarıdır. Gösteri demokra­
sisinin tüm düşmanları tıpkı bütün gösteri demokrasileri gibi bir­
b iriyle eşdeğerlidir. B öylece, teröristler için artık gösteri demok­
rasisinde sığınma hakkı olamaz ve henüz terörist olmakla suç­
lanmasalar bile kesi n likle terörist haline geleceklerdir ve suç­
luların iade zorunluluğu kendisini dayatacaktır. Kasım 1 978 'de,
Federal Alman Cum huriyeti h ükümeti tarafından esasen birkaç
devrimci el ilanını y ayımlamakla suçlanan genç m atbaa işçisi
Gabor Winter'ın davasında, savcılık temsilcisi Bayan Nicole Pra­
din, Paris İstinaf Mahkemesi ön ünde, 29 Kasım 1 95 1 Fransız­
Alman anlaşması uyarınca suçluların iadesini reddetmenin tek ge­
rekçesi olabilecek..._ "pol itik neden lerin" bu davada mazeret olarak
kullanılamayacağını ispatlamıştı:
Gabor Winter siyas i değil toplumsal bir suçludur. Toplumsal bas­
kıları reddediyor. Hakiki b i r s iyasi suç lu toplumu reddetmez. S i yasi
yapı lara saldırır, G abor W in ter gibi toplumsal yapılara değil.
Kabul edilebilir siyasi suç kavramı Avrupa'da, ancak burjuvazi­
nin, eskiden kurulmuş toplumsal yapılara başarılı bir şekilde sal­
d ırmasıyla ortaya çıkmıştır. Siyasi suçun niteliği toplumsal eleş­
tirinin çeşitli hedeflerinden ayrı tutulamaz. Bu, Blanqui, Varlin,
Durruti için doğruydu . Bugün tümüyle politik olan bir suç tıpkı
pahalı olmayan bir lüks, hiç kimsenin artık işleme fırsatı n ı bu­
lamayacağı bir suç olarak korunmak isteniyormuş gibi davranıl­
maktadır, çünkü işled ikleri suçların peşine nadiren düşü len ve
suçları artık politik olarak nitelenmeyen politika profesyonelleri
dışında hiç kimse bu konuyla ilgilenmemektedir. B ütün suçlar ve
c inayetler fii len toplumsaldır. Ama hiçbir toplumsal suç, bugüne
kadar gereğinden fazla sabırlı ve iyi o lduğunu düşünen ve artık
suçlanmak istemeyen bu toplumda, bir şeyleri değiştirme id­
diasından daha kötü bir şey olarak görülmeyecektir.
10
Mantığın çözü lmesi, yeni hakimiyet sistem ının temel çıkarları
doğrultusunda farklı ama karşılıklı olarak birbiri n i destekleyen
araçlarla devam etmiştir. Bu araçların b irçoğu gösterinin kul­
landığı ve yaygınlaştırdığı teknoloj iye dayanır; ama bazıları daha
ziyade kitlenin boyun eğme psikolojisine bağl ıdır.
Teknolojik açıdan, hir başkası tarafından oluşturulmuş ve se­
çilmiş imaj, ulaşabildiği her yerde bireyin önceleri kend isi için
gözlemlediği dünya ile temel bağlantısı haline geldiğinde bu ima­
jın her şeye hoşgörü göstereceği kesinlikle unutulmamalıdır;
çünkü aynı imajın içine her türlü şey h içbir çelişki yaratmadan
yerleştirilebi lir. İmaj akını her şeyi taşır ve algılanabi lir dünyanın
bu sadeleştiri l m iş özetini keyfine göre yöneten; gösterilmesi ge­
rekenin ritminin ne olacağ ına ve bu akı nın nereye varacağrna
karar veren başkasıdır; tıpkı düşünmek için vakit bırakmayan ve
sey ircinin anlayabileceği ya da düşünebileceği şeyden tamamen
bağımsız olan ve aralıksız süren keyfi b i r sürpriz gibi başkası
karar verir. Bu somut sürekli boyun eğme deneyiminde, orada bu­
lunanı böy lesine yaygın bir şekilde kabul lenmenin, yani sonunda
ipso facto* olarak onda yeterli bir değer bu lma noktasına gelen biı'
kabu llenmenin psikoloj ik kökeni yatar. Gösteri söylemi, tamamen
gizl i olanın yanı sıra, kendisine uygun gelmeyen her şeyi de ale­
nen susturur. Gösterdiği her şeyi , bağlamından, geçm işinden,
amaçlarından ve so nuçlarından tecrit eder. Bu duru mda tamamen
mantık dışıdır. H i ç kimse gösteriye karşı çıkamayacağı na göre,
gösterinin kend i kendine karşı çıkma, kendi geçmişini düzeltme
hakkı vardır. H i zmetkarlarının, bazı olaylarla ilgili yeni ve belki
de daha da a ldatıcı bir versiyonu bildirmek zorunda kaldıklarında
takınd ıkları küstah tutum, cahilliği ve kamuoyuna atfedilen yanlış
açıklamaları kabaca düzeltmektir; üstelik bir gün önce bu yanlışı
kendi geleneksel güvenceleriyle alelacele yayanlar bizzat ken­
dileridir. Böylece gösterinin verdiği eğitim ve seyircilerin ce­
haleti, asl ında birbirlerini doğururken haksız yere birbirine karşıt
etkenler ol arak görülürler. İkili bilgisayar dili de aynı şekilde
•
1 40
(Lat.) Durum gereği. (ç.n.)
141
başka birinin isteklerine göre programlanmış olan ve zamandan
bağımsız, üstün, tarafsız ve bütünlüklü bir mantık kaynağı gibi
görünen şeyin sürekli ve koşulsuz benimsenmesine yönelik karşı
konu lamaz bir tahriktir. Her konuda yargıya varmak için bu ne
hız, bu ne söz dağarcığı ! Politik mi? Toplumsal mı? Seçim yap­
mak gerekir. Her ikisine birden sahip olunamaz. Benim seçimim
kendi n i dayatır. B izimle alay ediliyor ve bu programların kimler
için olduğu gayet iyi biliniyor. B u durumda çocukların , her satırı
gerçek bir muhakemeyi gerektiren ve insan deney iminin gösteri
öncesindeki zengin liğine u laşmanın tek yolu olan okumayı henüz
beceremezken, eğitim lerine erken yaşta ve büyük bir şevk le bil­
gisayarın Mutlak B ilgisi i le haşlamak zorunda olmaları hiç de şa­
şırtıcı değildir. Çünkü konuşma neredeyse ölmüştür ve konuşmayı
bilenlerin çoğu da'yakın zamanda ölecektir.
Çağdaş halkların düşünce araçları açısı ndan , çöküşün birinci ne­
deni açıkça, gösteride sergilenen söylemin yanıta h iç yer bı­
rakmamasında yatmaktadır; oysa mantık toplumsal olarak ancak
diyalog sayesinde oluşabilmiştir. Dahası, gösteride konuşana du­
yulan saygı böylesine arttıkça, o kişi önem li, zengin, prestijli ve
otoritenin ta ke/1(/isi olarak kabul edildikçe, seyirciler arasında, bu
otorite nin bireysel bir yansımasın ı sergilemek üzere en az gösteri
kadar mantıksız olmayı isteme eğilimi de artar. Sonuçta, mantık
kolay değildir ve h iç kimse onlara mantık öğretmeyi dileme­
miştir. Hiçbir uyuşturucu müptelası mantık öğrenmez; çünkü artık
ne mantığa ihtiyacı vardır ne de onu öğrenebilecek durumdadır.
Seyirc inin bu tembelliği her durumda sınırlı bilgilerini mantıksız
otoritenin bazı argüman larının dogmatik tekrarıyla gizlemeye ça­
lışacak olan herhangi bir entelektüel kadronun veya alelacele ye­
tiştirilmiş bir uzmanın tembelliğinden farklı deği ld ir.
şündüğü eski bir döneme aıttır; ve militanlar konusu nda kasten
kötü n iyetli davranılmıştır çünkü bu şekilde davranmanı n etkili
olacağı düşünülmüştü. Ama günümüzde, gösterinin yoğun bir şe­
ki lde kullanılmasının -ki bunun böyle olacağını beklemeliydik­
çağdaşlarımızın çoğunu ara sıra ve bölük pörçük de olsa ideolog
haline getirmiş olması gerçeğinden kaçış yoktur. Mantık eksikliği
önemli olanı ve önemsiz ya da ilgisiz olanı; aykırı o lanı ya da tam
tersine tamam layıcı ol abilecek olanı; özel bir sonucun kapsadığı
her şeyi ve aynı şekilde dışladığı her şeyi anında idrak etme ye­
teneğini yitirmek demektir; bu hastalık gösterinin anestezi ı · e re ­
an imasyon uzmanları Larafından topluma kasıtlı olarak aşırı dozda
zerk edi lmiştir. Asiler, boyun eğen kurbanlardan kesinlikle daha
irrasyonel değil lerdi. Sadece asi lcrde genci irrasyonellik daha
yoğun olarak görü lüyordu, çünkü tasarı larını açıklarken bir yan ­
dan da pratik bir harekeli sürdürmeye çalışmışlardı; -bu kimi
zaman sadece bazı metinleri okumak ve bu metin lerin ne demek
istediğini anladıklarını göstermekten ibaretti. Kendilerini, tam an­
l amıyla diyalektik çelişkiler mantığının hareket alanı olan stratej i
aşamasında bile mantığı alt etmeye adamışlardı; ama bütün di­
ğerleri gibi onlar da kendi lerini eski, yetersiz formel mantık araç­
larıyla yönlendirme yeteneğinden bile mahrumdu lar. Hiç kimse
onlar için kaygı duymaz; ve di ğerlerini de hiç kimse düşünmez.
Bu kısır gösteri düşüncesinin, oluşumunda etkili olan her un­
derinden etkilediği birey, öznel n iyeti bu so­
nucun tamamen tersi olsa da ta başından itibaren kendisini yer­
leşik düzenin h izmetine sunar. Temelde gösteri dilini takip ede­
cektir, çünkü kendine yakı ı:ı hissettiği tek dil budur; zira ko­
nuşmayı da bu d ilde öğrenmiştir. Hiç kuşkusuz, bu dilin retoriği­
nin düşmanı olarak ortaya çıkmayı isterdi; ama onun sözdizi mini
kullanacaktır. Bu, gösteri hakimiyetinin sağladığı başarının en
önemli noktalarından b iridir.
surdan daha fazla
11
Genellikle, mantık konusunda en yetersiz kalanların kesinlikle
kendilerini devrimci i lan eden ler o lduğuna inan ılır. Bu doğ­
rulanmamış yaklaşım, aptallar ve militanlardan oluşan çarpıcı is­
tisna dışında hemen hemen herkesin asgari bir mantıkla dü1 42
Eskiden var olan sözcük dağarcığının böylesine h ızla yitirilmesi
bu sürecin sadece bir anıdır. Bu yitirme halen bu sürece hizmet et­
mektedir.
1 43
12
Kişiliğin silinmesi, gösteri normlarına somut olarak boyun eğmiş
ve bu şekilde otantik deneyimleri tanıma ve dolayısıyla da b i­
reysel tercihlerini keşfetme olanaklarından daha da u �aklaşmış bir
_ _
varoluşun koşullarını kaçınılmaz şekilde beraberı n �e getırır
.
_
B irey, böyle bir toplumda bir nebze dikkate alınmak ıstıyorsa pa­
radoksal olarak sürekl i kendin i yadsımak zoru nda kalacaktır. Bu
varoluş aslında sürekl i değişen bir sadakati, sahte ürünlere karş ı
sürekli hayal kırıklığı yaratan bir dizi kabul lenmeyi gerektirir.
Yaşamın değeri düşük işaretlerindeki enflasyonun ardından hızla
koşulmaktadır. Uyuşturucu, şeylerle ilgili bu örgütlenmeye uyum
sağlamaya yardım ederken delilik ise bu durumdan kaçmaya yar­
dımcı olur.
Mal da ğıtımı'nın, neyin cazip olabileceğini bile -hem alenen hem
de gizli�e- belirleyecek kadar merkezi bir öneme sah ip olduğu bu
top lumdaki her türlü işte, bazı girişimlerin tatminkar gel işimin �
açıklamak için zaman zaman bazı insanlara, tamamen hayalı
olmak suretiyle, bazı rtitelikler, bazı bi lgiler ve hatta kimi zaman
bazı kusurlar atfedildiği görülür; bu tamamen her şeye karar
veren çeşitli anlaşmalar' ın işleyişini gizlemek ya da en azından bu
işley işi mümkün olduğu ölçüde farklı kılığa sokmak içindir.
Bunun yanı sıra, sözüm ona önemli şahsiyetlerin tüm niteliklerini
v �rgulamaya yönelik olarak taşıdığı ısrarlı n iyetine ve bunu ger­
çekleştirmesine imkan tanıyan ürkütücü araçlara rağmen mevcut
toplum genelde bunun tam tersini gösterir; bunu ?a günümüzde
.
sanatın ve sanat üzerine yapılan tartışmaların yerını tu tan şeyle
yapmaz sadece: Tam bir yetersizlik diğer bir yetersizlikle çarpışı :,
bu çarpışmanın ardından panik yaş �nır ve bu noktada me sele dı­
_
_
rencini kimin önce yitireceğidir. Orneğin, bir davada bır tarafı
temsil etmekle yükümlü olduğunu unutan bir avukat karşı tarafın
avukatının yürüttüğü mantıktan ciddi bir şekilde etkilenir; bu
mantık en az kendisinink i kadar kesi n likten uzak olsa Qile.
Masum bir sanığın işlemediği bir suçu bir an için i tiraf ettiği bile
olur; bunun nedeni , sırf onu suçlu olduğuna inandırmak isteyen
1 44
bir jurnalcinin varsayımındaki mantıktan etkilenmesidir ( 19 84 yı­
lında Poitiers'deki doktor Archambeau davası):
Gösterinin ilk savunucusu olan ve yaşadığı yüzyılın en kararlı bu­
dalası gibi görünen McLuhan bile nihayet 1 976'da "kitle iletişim
araçlann111 uyguladığı baskının akıldışılığa yol açtığını" ve onları
kullanma biçimlerini değiştirmenin aciliyet kazandığını keş­
fettiğinde gösteri savunuculuğundan vazgeçmiştir. Torontolu dü­
şünür, yıl larını, herkesin hemen ve kolayca dahil olabileceği bir
"küresel köy''ün yaratacağı çok sayıdaki özgürlüğe hayranlık du­
yarak geç irmişti. Şehirlerin tersine köyler hep <İynı konform izm,
tecri t, aşağılık bir gözetim, sıkıntı ve birkaç aile hakkında sürek li
tekrarlanan dedikod ular ile yönetilegelmiştir. Bu da, artık Gri­
maldi-Monaco ya da Bourbon-Franco hanedanlarını Stuartların
yerine geçen hanedanl ıktan ayırt etmenin imkansız hale geldiği
küresel gösterinin mevcut bayağılığının en isabetli tarifidir. Yine
de McLuhan'ın nankör öğrencileri, geçiciliğin içinden rastgele
"seçilecek" olan bütün bu yeni özgürlüklerden oluşan medyatik
övgüde bir kariyer edinmeyi hedefleyerek, bugün McLuhan'ı
unutturmaya ve onun ilk buluşlarını modernleştirmeye çalışıyor­
lar. Ve muhtemelen de kendilerine esin veren kişiden çok daha
hızlı hir şekilde kendilerini yadsıyacaklardır.
13
Gösteri, kurduğu mükemmel düzeni kuşatan kimi tehl ikeleri g iz­
lemez. Okyanusların kirlenmesi ve Ekvator ormanlarının yok edil­
mesi dünyadaki oksijenin yenilenmesini tehlikeye sokmuştur;
ozon tabakası endüstriyel büyüme karşısında dayanıksız kalmıştır;
nükleer radyasyon geri dönüşü olmayan bir şekilde birikmektedir.
Gösteri tüm bunların önemsiz olduğu sonucunu çıkarır sadece. Ta­
rihler ve oranlardan başka b ir şey üzerinde tartışmak istemez. Ve
sadece bu konuda güven tazelemeyi başarır; ki bu gösteri-öncesi
aklın alamayacağı bir şeydir.
Mesleki çekememezlik nedeniyle Dr. Archambeau'nun bazı hastaları diğer
doktorlar tarafı ndan öldürülmüş ve gerçek suçlular asla bulunamam ıştı r. (ç.n.)
•
FI OON/Gfüteri Toplumu
1 45
Gösteri demokrasisinin yöntem leri totaliter dikta'nın basit sert­
liğinin tersine, büyük bir esneklik taşırlar. B ir şey gizlice de­
ğiştiğinde ismi korunabilir (bira, sığır eti ya da filozof). Aynı şe­
kilde bir şey gizlice sürdürüldüğünde de ismi değiştirilebilir: Ö r­
neğin İngiltere'de Windscale'deki nükleer atıkları değerlendirme
fabrikasının adı, 1 957 yılındaki feci yangından sonra şüpheleri
daha kolay saptırmak amacıyla, Sellafield olarak değiştirilmiştir;
ama yer adlarıyla ilgili bu düzenleme bölgedeki kanser ve lösemi
kaynaklı ölüm oran larının artmasını engellemem işti. Otuz y ı l
sonra toplumun demokratik yol larla öğrendiği g i b i İ ngiliz hü­
kümeti, halkın nükleer enerj iye olan güvenini sarsacağı dü­
şüncesiyl e -ki bunun haklı gerekçeleri vardı- hu fc lil.ketlc ilgili hir
raporu gizl i tut ru_aya karar vermişti.
Askeri ya da sivil nitelikli nükleer denemeler diğer alanlara na­
zaran daha fazla gizl i l ik g erek t irir ; ve bildiğimiz gibi bu alanlar
da yeterince gizlilik taşırlar. Yaşamı kolaylaştırm ak için, yani bu
sistemin efendi leri tarafı ndan seçilmiş bilgelerin yalanlarını ko­
laylaştırmak için değiştiri lmesi zor olan sayıların birçoğuyla ge­
rektiğ inde ustalıkla oynayabilmek amacıyla ölçüm leri değiştir­
mek, onları daha çok sayıda ölç üte göre düzen lemek ve tasfiye
etmek g erek l i görülmüştür. Bu sebeple radyoaktivitey i ölçmek
için şu ölçü birimlerinden biri kullanılabilir: küri, bekcrel, rönt­
ge n, rad [diğer adı santigrey] , rem ; ve tabii bu arada mütev azı m i­
liradı ve 1 00 rem değerindeki siverti unutmamak gerekir. Bu, Sel­
lafield'in h3.la Windscale diye bilindiği günlerde yabanc ı ların çok
karmaşık bulduğu İngiliz para sistemini hatırlatıyor.
Tarafsız yorumculara ya da düşman tarihçilere çok fazla gizli
bilgi vermemek amacıyla eğer askeri seferler her zaman şu u slı'.\p­
ta aktarılsaydı, XIX. yüzyılda askeri tarihin ve dolayısıyla da stra­
teji teorisyenlerinin yakalayabilecek oldukları kesinlik ve açıklık
tahmin edilebil irdi :
H azırlık aşamas ı , bizim tarafı mızı oluşturan, dört generalin ve bu ge­
nerallerin kumandasındaki birliklerden o luşan sağ l am bir öncü kuv­
vetin, 1 3 .000 p iyadeden o luşan bir düşman gücüyle karşı l aştığı bi r
1 46
dizi çarpışmadan ibarettir. B ir sonraki aşamada ise uzun zaman tar­
t ı ş ı l m ı ş bir meydan savaşı gelişir ve bu savaşa ordumuzun tamamı
290 top ve 1 8 .000 adet k ı l ı ç l ı ağır süvariyle katı lır; oysa karşılaşılan
düşman kuvveti en az 3.600 piyade teğmen, k ırk hafif süvari ve yirmi
dört zırhlı süvari yüzbaşısından o luşmuştur. Her iki tarafın peşpeşe
gelen başarı ve başarıs ızl ıkları sonucunda savaşı n ortada kaldığı söy­
lenebil i r. Benzer uzunl uktaki ve yoğunluktaki bir savaşta normal ola­
rak beklenilen ortalama ile karşılaştırıldığında k ay ıp ları mız M araton
� avaşı'nda Y unanların
verdiği kayıptan daha fazl a ama Prusyal ı l arın
lena'daki kay ı p l arından daha azd ı .
Bu örnekten yola çıkan bir uzman savaşan güçlerle ilgili ancak
muğlak bir fikir edinir. Ama operasyonların yürütü lme tarzın ın
her türlü yargının üstünde kalması sağlanmış olur.
1987 Hazi ranı 'nda E.D .F.'nin' tesisat bölümü müdür yardımcısı
Pierre Bacher, nükleer santrallerle ilgili son güvenlik d o ktri n ini
açıklamıştı. Santrallere vana ve filtreler yerleşt irerek bütün bir
"bölge"yi etkileyecek reaktör çatlakları ya da patlamalar gibi
büyük felaketlerden kaçınmak çok daha kolay hale gelir. Bu tür
felfik etler, getirilen aşırı sınırlamalar sonucunda ortaya çıkmakta­
dır. Makina her zorlandığında birkaç kilometrelik dar bir alanı -ki
bu alan her se fer i nde rüzgarı n h ızına ve yönüne göre farklı ve ge­
lişigüzel şekilde genişler- sulayarak yavaşça basıncı azaltmak
daha iyidir. Pierre Bacher, son iki yılda Drôme'daki Cadarache'ta
yürütülen ihtiyatlı denemelerin "atıkların -öze llikle de gazın t a­
şıdığı radyoaktivite oranının çok düşük olduğunu, en kötü ih­
timalle güç istasyonundaki radyoaktivitenin yüzde birini geç­
mediğini açıkça kanıtlamış olduğunu" i leri sürmüştür. B u en kötü
ihtimal çok düşük bir ihtimaldir: yüzde b ir. Önceleri, mantıken
imkansız kaza � urumları h aricinde h içbir teh likenin olmadığından
herkes emindi. ilk deneme y ı llarında bu mantık şu şekilde değişti:
Kaza her zaman mümkün olduğuna göre asıl kaçınılması gereken
bunun felaket halini almasıdır ve kolaylıkla da bu hale gelebilir.
Bütün yapılması gereken ölçülü bir şekilde azar azar k irletmektir.
B irkaç yıl boyunca günde 1 40 santilitre votka i çmenin, Polonya,
-
.* Fran sız Elektrik Şirketi. (ç. n . )
1 47
lılar gibi hemen sarhoş olmaktan çok daha sağlıklı bir şey ol­
duğuna kim karşı ç ıkabilir?
İnsan toplumunun, pazar söylemine karşı en ufak bir itirazı du­
yurmanın fiilen imkansız hale geld iği bir dönemde böylesi ne
vahim sorunlarla karşı karşıya kalması kuşkusuz büyük bir ta­
lihsizliktir; bu dönemde, tahakküm, sırf aldığı kararlara ve bölük
pörçük ve ölçüsüz yargılamalarına verilecek bütün karşılıklardan
gösteri tarafından korunduğu için artık düşünmeye ihtiyacı ol­
madığına inanır ve aslında zaten düşünmeyi bilmez. En sağlam
demokrat bile neden kendisine daha zeki efendiler seçilmesini ter­
cih etmesin ki?
Aralık 1 9 86'da Cenevre'de düzenlenen u luslararası uzmanlar kon­
feransında, ele' alınan soru n sadece -hatırlanacağı gibi- bu ge­
zegeni kozmik ışınların zararlı etkilerinden koruyan ince ozon ta­
bakasının son zam anlarda ortaya çıkan ama büyük bir hızla yayı­
lan delinmesine yol açan gazın , yani kloroflorokarbon üretiminin
dünya çapında yasaklanıp yasaklanmamasıydı. Elf-Aquitaine kim­
ya ürünleri bayiinin temsilcisi olan ve bu yasağa tamamen karşı
çıkan bir Fransız delegasyonunda yer alan Daniel Verilhe şu an­
lamlı saptamayı yapmıştı:
B u gazın yerini tutacak bir şey geliştirmek en azından üç yıl alacaktır
ve mal iyetler dört katı n a ç ıkabilecektir.
Bu kadar yüksekte olan bu kısa ömürlü ozon tabakasının h iç kim­
seye ait olmadığı ve herhangi bir pazar değeri taşımadığı bilin­
mektedir. O halde bu endüstriyel strateji uzmanı kendisine karşı
çıkanlara ekonomiye gösterdikleri tuhaf aldırışsızlığın ölçüsünü
gerçekle ilgili şu hatırlatmayı yaparak gösterebilmiştir:
Endüstriyel bir stratej i y i çevreyle i l g i l i zorunluluk l ar üzerine kurmak
aşırı tehlikelidir.
Uzun zaman önce ekonomi politiği "insanın nihai yadsınması"
olarak tanımlayarak eleştirmeye başlayanlar yanılmamışlardı. Eko­
nomi politik bu özell ikle tanınacaktır.
1 48
14
Zaman zaman bilimin, günümüzde eko n o m i k karl ılığın dayattığı
zorun luluklara boyun eğdiği söylenir, aslında bu her zaman için
doğruydu. Yeni olan, ekonominin insanlığa k a r ş ı açık savaş ilfın
etmesidir; bu sadece yaşam koşullarına değil, a y n ı zam anda ayak­
ta kalma koşullarına karşı da açılmış bir savaştır. Böylece bi­
limsel düşünce, geçm işinin büyük bir bö lüm ünde k ö leliğ e karşı
olmasına rağmen, kendisini gösteri hakimiyetinin h izmetine ada­
mayı tercih eder. Bu noktaya gel meden önce bilim göreceli bir
özerkliğe sahipti. Kendi payın a d üşen g e rçek l i ğ i d ü ş ü n m e y i bi­
lirdi; ve bu nede n l e de ekonomik kaynak l arın art ması nda g e n i ş
katkı ları olabilmişti . Her şeye k a d i r bir ekonomi ç ığrınclan çık­
tığında -gasteri ç·a,� ı hundan haşka bir şey de,�ildir hem yön­
tcmbilimscl açıdan hem de " araş t ımrnc ı l arın " p ra t i k çal ı �m a ko­
şul ları açısından en son bil i m se l özerk l i k k ı r ı n t ı l arı da ort ada n
kalkmıştır. Art ı k b i l imden d ü nyay ı an l a m a s ı ya da h e r hang i b i r
şeyi iyileştirmesi be klen me me k ted ir B i l i m den be k l enen t e k şey
sadece ol u ph it en her şe yi anında d oğ ru l a m a s ıd ı r. Gösteri h ak i m i ­
yeti, oldukça tahripkar bir düşün c e s i z l i k l e söm ürdüğü b u alanda
da en az diğer alanlardaki kadar bu da l ac a davranarak sadece ken­
disine bir sopa yapmak amacıyla bilimsel b i l g i n i n d e v ağacın ı
kesm iştir. Açıkça olanaksız bir doğru lamaya yöne lik hu nihai
toplumsal ta.lehe boyun eğmek için çok faz l a d ü ş ü n m e m e k , gös­
teri dilinin ko laylıklarına iyice alışmak daha iyi olur. Bu utanç
verici dönemde kötü yola düşürülmüş bilim en son uzman­
laşmasını çok iyi niyetli bir şekilde bu meslek a l a n ı n d a ger­
çekleştirmiştir.
-
.
Yalana dayalı doğrulamaların bilimi, doğal olarak burjuva top­
lumunda görülen ilk çöküş bel irtileriyle, şu "beşeri" denilen sahte
bilimlerin kanserli hücre gibi çoğalmasıyla birlikte ortaya çık­
mıştır; yine de örneğin modern tıp bir ara kendini işe yarıyormuş
gibi gösterebilmişti ve ç içek ya da cüzzam hastalığının çaresini
bulanlar nükleer ışınlar ya da tarımsal gıda kimyası karşısında al­
çakça teslim olanlardan oldukça farklıydılar. Doğal olarak bu­
günkü tıbbın hastalıklı çevre karşısında artık toplum sağl ı ğı n ı s a1 49
vunma hakkının olmadığı kolaylıkla görülebil ir, çünkü bu, dev­
lete ya da en azından ilaç sanayiine meydan okumak anlamı na
gelir.
Mevcut bilimsel etkinliğin düştüğü durumu kabul etmesi sadece
sessiz kalma zorunluluğundan ileri gelmemektedir. B u duru m
ayn ı zamanda sık ve dobra dobra yaptığı açıklamalardan da kay­
naklanmaktadır. Kasım l 985'te Lacnnec Hastanesi profesörleri
Even ve Andrieu , dört hasla üzerinde sekiz gün süren bir de­
neyden sonra belki de AlDS 'c etkili bir çare bulduklarını açık­
lamış lardı. İki gün sonra hastalar ölünce, kendi araştırmaları o
kadar i leri safhada olmayan, belki de kıskançlık duyan birçok
doktor, hastaları n durumu kötüleşmeden birkaç saal önce, pro­
fesörlerin, yamltıcı başarı belirti lerinden başka bir şey olmayan
sonuç ları yayımlamakla aceleci davrandıklarına dair şüphelerini
dile getirdiler. Even ve Andrieu , "her şeye rağmen yanlış umul ta­
mamen umutsuz olmaktan daha iyidir," diyerek kendilerini büyük
bir soğukkanlılıkla savunmuşlardır. Tek başına bu aç ıklamanın
bile bilimsel ruhun tamamen reddedi lmesi anlamın a geldiğini an­
layamayacak kadar büyük bir gaflet içindeydiler; bilimsel ruhun
reddedilmesi şarlatanların ve büyücülerin henüz hastanelerin yö­
nelimine getirilmediği dönem lerde tarihsel olarak bu tür in­
sanların kar hayallerin i her zaman için desteklemiştir.
Tıpkı toplumsal gösterinin, maddi olarak modernleşmiş ve zen­
gin leşmiş bir sunuş altında aslında çok eski panay ır şarlatanlarının
-illüzyonistler, çığırtkanlar ve halkı gaza getirenler- tekniklerini
yeniden canlandırmaktan başka bir şey yapmayan geri kalan
kısmı gibi resmi bilim de bu hale gelmek zoru nda kalınca, mü­
neccimlerin ve mezheplerin, vakumlanmış Zcnlin ya da Mormon
teoloj isinin de buna paralel olarak her yerde söz sahibi olmasına
şaşırmamak gerekir. Yerleşik güçlere iyi hizmet vermiş olan ce­
halet, yasadışı davranan becerikli şirketler tarafından da sürekli
olarak sömürülmüştü r. Hangi dönem okuma yazma b ilmemenin
bu kadar yaygınlaştığı günümüzden daha e lverişli olabilirdi ki?
Ancak bu gerçeklik de neticede bir başka büyücülük gösterisi ile
yadsınmıştır. UNES CO, geri kalmış ü lkelerde mücadele etme gö150
revini üstlendiği okuma yazma bilmeme ile ilgili çok kesin bir bi­
limsel tanımı kuruluşundan itibaren benimsemişti. Aynı olay bek­
lenmedik bir şekilde, ama bu defa gelişmiş d iye adlandırılan ül­
keler safhında yeniden hortlayınca, -tıpkı savaş sırasında
karşısında Grouchy'yi beklerken Blücher ' i bulan kiş inin yaptığı
g ibi• uzmanlar ordusunu göreve çağırmak yeterli olmuştu ve bu
uzmanlar "okuma yazma bilmeme" yerine dil sorunu ıfadesini
kullanarak derhal zafere ulaşmışlardı: Tıpkı esaslı bir ulusal da­
vayı destekleme fırsatmı zaman zaman yakalayan "sahte bir yurt­
sever gibi". Ve anlamsız sözler uydurmanın akla yatkınlığını sağ­
lam temciler üzerine kurmak için pedagoglar arasında sanki uzun
zamandır kabul edi len bir tanımmış gibi hemen yeni bir tanım or­
taya atılır; buna göre okur yazar olmayan kişi, bizim bildiğimiz
asla okumayı öğrenmemiş kişi iken bunun tersine, modern tabirle
dil sorunları olan kişi, (pedagoji dalının daha yetenekli olan resmi
teorisyenleri ve tarihçileri soğukkanlılıkla bu insanların es­
kisinden çok daha iyi düzeyde öjJrendiklerini öne sürmüşlerdir),
öğrendiği dili tesadüfen hemen ımııtmıış olan kişidir. Bu şaşırtıcı
açıklama, eğer, mcsdenin özünü kasten gözardı ederek, daha bi­
limsel dönemlerde herkesin aklına gelebi lecek ilk sonucu -yani,
açıklamadaki çöküşün pratikteki çöküşe ayn ı adımlarla eşlik et­
tiği, kokuşmuş düşüncede görülen son gelişmelerden önce hiçbir
yerde asla gözlemlcnmemiş ve hayal edilmemiş olan bu yeni fe­
nomenin de açıklanması ve uğrunda mücadele edilmesi ge­
rektiğinin tanınması- büyük bir ustalıkla atlamasaydı rahatlatıcı
olmaktan ziyade rahatsız edici olabil irdi .
15
Yüz y ıldan fazla bir zaman önce, A.-L. Sardou'nun Fransızca
Eşanlamlı Keiinıeler Sözlü,�ü şu kelimeler arasında ayırt edilmesi
gereken nüansları tanımlamıştı: aldatı cı, yamltıcı, sahtekar, baş­
tan çıkarıcı, kurnaz, dalavereci; bu kelimelerin tamamı bir­
leştirildiğinde bugün gösteri toplumunun portresini yaparken kul­
lanılabilecek bir renk paleti meydana gelir. Kendilerin i bozgun*
Sözkonusu savaş Waterloo savaşı, kişi ise Napolyon'dur. (ç.n.)
151
culuğa adamış bütün grupların normal olarak karşılaşması bek­
lenen tehlikelerin birbirinden çok farklı yan anlamlarını, bu kadar
açık bir şekilde göstermek onun dönemini ve uzmanlık de­
neyimini aşmaktaydı; bu bozgunculuk örneğin şu aşamaları iz­
lemektedir: yolunu şaşırmış, kışkırtılmış, nüfuz edilmiş, manipüle
edilmiş, ele geçirilmiş, bozguna uğramış. Bu önemli n üanslar "si­
lahlı mücadele" kuramcıları tarafından asla benimsenmemiştir.
n
Aldatıcı , (Fransızcada aldatıcı anlamına gele fa llac ieux kelimesi La­
tince fallaciousııs tan gelmektedir) yanıltma ustası ya da y an ı l tmaya
'
alışık, düzenbaz: bu s ı fatın tanımı yamltıcı kelimesinin üstünlük de­
recesiyle q ittir. Yanı ltan ya da herhangi bir şeki lde h ataya sü­
rükleyen yanıltıcı ' dır : yanıl tmak, suistimal etmek, oyunla ve suist imal
etmek i ç i n en elveri ş l i araçl a yanı ltmak n iyetiyle bir hataya sü­
rüklemek i ç iR yapılan şey aldatıcı'clır. Yamltıcı c i n s i ! v e m u ğlak bir
kelimedir; bütün belirsiz işaret ve görün ü ş biçim leri yamltıcı'dır: A l ­
datıcı , h i lekarl ığı, düzenbazl ığı, üzerinde ç a l ı ş ı l m ış sahtekarl ığı be­
l irtir;
karmaşık
konuşmalar,
protestolar
ve
akıl
yürütmeler al­
dm ıcı 'dı r. Bu kelimenin sahtekar, haştan çıkarıcı, kıınwz, dala vereci
kelimeleriy le bir i l işkisi vardır, ama eşdeğer değil lerdir. Sahtekar,
tüm sahte görünüş türlerini ya da sfıistimal etmeye veya zarar ver­
meye yönelik tasarlanmış entrikaları bel irtir; örneğin ikiyüzlülük, i f­
tira v.b. Baştan �·ıkarıcı biri s i n i ele geçirmey i , onu ustalıkla ve h is­
settirmeden yoldan çı karmayı i fade eder. Kurnaz sadece ustalıkla
tuzaklar k urma v e tuzağa düşürme edi m i n i beli rtir. Dalavereci i se bi­
risini şaşırtmakla ve onu hataya düşürme kurnazlığıyla yetinir. A l­
datıcı bu tanımların çoğun u kapsar.*
16
Kısmen yeni sayılan dezenformasyon kavramı m odern devletlerin
yönetilmesinde kullanılan diğer birçok buluşla birlikte yakın za­
manda Rusya'dan ithal edilmiştir. Dezenformasyon , bir iktidar ya
da bunun sonucu olarak iktisadi veya politik otoritenin bir kısmını
ellerinde tutan insan lar tarafından kurulu olanı sürdürmek ama­
cıyla bir hayli kullanılmıştır; ve bu kullanım a her zaman bir karşı
Sözlükten a l ı n m a bu meti n , Frans ızcan ı n dilbilimsel özellikleri n i ifade et­
mektedir. (ç.n.)
•
1 52
saldırı işlevi yüklenmiştir. Mutlak bir resmi gerçeğe, ancak düş­
m an ya da en azından rakip güçlerden kaynaklanan bir dezenfor­
masyon karşı çıkabi lir ve bu kasten ve kötü niyetle saptırılmış bir
bilgilendirme olur. Dezenformasyon otoritelere uygun bir olgunun
basitçe yadsınması ya da onlara uygun olmayan bir olgunun basitçe doğrulanması olamazdı: Buna psikoz denir. Doğrudan ya­
lanın tersine dezenformasyon, kaçınılmaz olarak usta bir düşman
tarafından kasten manipüle edilmek koşuluyla bir miktar hakikat
taşımak zorundadır; hakim toplumun savunucularına ilginç gelen
yanı budur. Dezenformasyonu kullanan iktidar, kendisinin hatasız
olduğuna kesinlikle inanmaz, ama dezenformasyonun doğa�ında
olan bu aşırı anlamsızl ığı bütün titiz eleştirilere atfedebileceğini
bilir; bunun sonucu olarak da hiçbir özel hatayı kabullenmek zo­
ru nda kalmaz.
Kısacası dezenforınasyon hakikatin kötü kul lanım ıdır. De­
zenformasyonda bulunan suçl u, ona inanan budaladır. Ama bu
usta düşman kim olacaktı? Bu durumda bu, kimseyi "clezcnfor­
masyona tabi kılma" riski taşımayan terörizm olamazdı, çünkü te­
rörizm ontolojik olarak en hödük ve en az benimsenecek ya n lı ş ı
temsi l etmekle yüküm lüdür. Bugünün bütü n leşmiş gösteri ka­
pitalizmi, yüzyılın ortalarına doğru kısaca Doğu ve Batı'yı, y a n i
yoğunlaşmış gösteri ile yaygın gösteriyi karşı karşıya getiren sı­
nırlı çatışmalarla ilgili çağdaş hatıralar ve eti molojisi sayesinde,
aralarındaki derin ittifak ve dayanışmayı gösteren sayısız kanıta
rağmen hala -zaman zaman teröristlerin üslenme kamp ı ya da esin
kaynağı olarak bile gösterilen- totaliter bürokrasi kapitalizminin
asıl düşmanı olarak kaldığına inanıyormuş gibi görünür; bu ka­
pitalizm de gösteri kapitalizmi için ayn ı şeyi söyler. Aslında
bütün yerleşik i ktidarlar, bazı gerçek yerel rekabetlere rağmen ve
asla itiraf etmek istemeden, 1 9 1 4 savaşının patlak vermesinden
hemen sonra nadir Alman enternasyonalistlerinden birinin (düzen
karşıtı olup kısa vadede h içbir büyük başarı kaydetmeksizin) ha­
tırlayabildiği şeyi asla unutmazlar: "Asıl düşman içimizdedir."
Dezenformasyon, sonuç olarak XIX. yüzyılın toplumsal savaş di­
linde "teh l ikel i tutku lar" diye tanımlanan şeyle eşanlamlıd;:·. De­
zenformasyon, karanlıkta kalan her şeydir ve bildiğ imiz gibi bu
'
153
·
toplumun kendisine güvenenlere sunduğu benzeri görülmemiş
mutluluğa karşı çıkm ayı isteme riskini taşır; bu çeşitli anlamsız
risk ya da hayal kırıklıklarının bedelini fazlasıyla ödeyen bir mut­
luluktur. Ve bu mutluluğu gösteride gören herkes, bu bedel üze­
rine cimrilik yapmanın gereksiz olduğunu kabul eder; geri kalan
herkes bir dezenformatördür.
Eğer hesapta olmayan bir dezcnformasyon, bazen geçici olarak
çelişkiye düşen bazı özel çıkarların hizmetine girerek ortaya
çıkına ve denetim dışı kalarak, dolayısıyla da daha az sorumsu z­
l uğu olan ortak bir dezenformasyon çalışmasına ters düşerek ina­
n ılma tehlikesi taşırsa, bu durumda önceki dezenformasyona daha
uzman ve daha zeki manipülatörlerin dahil olduğu gibi bir kor­
kuya kapılmaya gerek yoktur: Bu sadece dezenformasyonun artık
herhangi hir do,�rulamaya yer olmayan hir dünyada yayılmasın­
dan ileri gelir.
Çok özel bir dezenformasyonu, bu nun bir dezenformasyon ol­
duğunu söyleyerek itham etmekten sağlanan diğer avantaj, top­
yekün gösteri dilinin böy le bir şeye dahil olduğu yolundaki şüp­
heleri savuşturmasıdır . Gösteri, en bilimsel güvenceyle, dezenfor­
masyonun bu lunabileceği biricik yeri tanımlar: B u , söylendiğinde
gösterinin hoşuna gitmeyecek her şeydir.
�afa k::ırıştır �cı dezenformasyon kavramı, sessizliği örgütleyen çe­
şıllı ctkenlerın yok etmeyi başaramad ığı bütün eleştirileri sadece
adının � arattığı etkiyle hemen çürütmek için dikkatleri üzerine
Loplar. Orııeğin eğer işlerine gelirse bir gün bu metnin gösteriyle
ilgili bir dezcnforrnasyon girişimi olduğunu söyleyebilirler; ya da
aslında demokrasi nin aleyhine bir dezenformasyon girişimi di­
yebilirler ki hu da aynı an lama gelir .
..._
Son zamanlarda, Fransa'da medyanın bazı bölümlerine "de­
zenforınasyon yoktur" ibaresini taşıyan bir tür resmi etiket koyma
projesinin uygulamaya geçirilmesi -eğer kasti bir tuzak değilse­
hiç şüphesiz yanlışlıkla olmuştur: Bu, o zamana kadar b ilfiil san­
süre maruz kalmadıklarına inanan ya da daha alçak gönüllü olarak
buna inanılmasını isteyen bazı medya profesyonellerini yarala­
mıştı. Ama d.e zenformasyon kavramı asla savunma amacıyla kul­
lanılm amalıdır, özellikle de dezenform asyona kapalı bir alanı
mutlak şekilde kaplayacak olan bir Çin Seddi' nin, bir Maginot
Hattı'nın inşa edildiği statik bir savunmada daha da az kul­
lanılmalıdır. Dezenformasyon olmalı ve her yere bulaşabilecek
şekilde akışkan olmalıdır. Gösteri dilinin saldırıya uğramadığı
yerde onu savunmak aptallık olacaktır; ve bu kavram, tersine, dik­
katleri üzerine çekmekten kaçınmak zorunda o lan hususlardaki
gerçeklik karşısında birinin onu sa". unmaya çalışmak zorunda ka� ­
_
masıyla çok çabuk y ıpranacaktı. Ustelik otoriteler, herhangı_ bır
özel haberin dezenformasyon taşımamasını güvence altına almak
gibi bir ihtiyaç duymazlar. Aslında bunu yapacak araçlara da
sahip değillerdir: B u ölçüde bir saygınlıkları yoktur ve tek yap­
tıkları şüpheleri söz konusu haber üzerine çekmektir. Dezenfor­
masyon kavramı sadece karşı saldırıda geçerlidir. Dezenformas­
yon yedekte tutulmalı ve su yüzüne ç ıkan bütün hakikatleri geri
püskürtmek için aniden öne sürülmelidi r.
Tersyüz olmuş gösteri kavramının iddia ettiğinin aksine, dc­
zen formasyon uygulaması her yerde ve her zaman doğrudan doğ­
ruya dev letin buyruğundadır ya da devletin değerlerini savunan­
ların inisiyatifi nde olup ona hizmet etmekten başka bir şey ya­
pamaz. Aslında dezenforınasyoıı bütün mevcut enformasyonlarda
yer alır; ve onun temel özelliğidir. Sadece edilgen liğin gözdağıyla
sürdü rülmesi gereken yerlerde dezenform asyon diye adlandırılır .
Yoksa böyle ad/andırı ldı,�ı yerde dezenformasyon .y oktur. Var ol­
duğu yerde ise böyle adlandırılmaz.
Gerçekliğin kabul görmüş bazı yönlerinden yana ya da onlara
karşı olduğunu iddia eden çelişkili ve b irbirleriyle çatışan ide­
olojiler varken, "dezenformatörler" değil fanatikler ve yalancılar
vardı.
Gösteri konsensüsüne duyulan saygı ya ela en azından gösteri şöh­
retine duyulan i stek birinin karşı olduğu ya ela bütün samimi­
yetiyle onayladığı şeyi dürüstçe söylemesi engellendiğinde; ve
aynı zamanda bu kişi şu ya da bu nedenle tehlikeli varsayıldığı
154
1 55
_L___
_
için kabul etmesi beklen ilen şey in bir bölümünü gizleme i htiyacı
duyduğ unda aptallık veya ihmalkarlık ya da sözde yanlış akıl yü­
rütme yoluyla dezenformasyona başv urulur. Örneğin 1 968 son­
rasının tartışma ortamında "S itüasyonist Hareket yandaşı" diye bi­
l inen ve beceriksizce toparlanmaya çalışanlar, ilk dezenforma­
törler olmuştu , çünkü ben imsediklerini iddia ettik leri eleştiriyi
doğru layan tüm pratik manifestoları g i zlemek için ellerinden ge­
leni yapm ışlardır; ve bu eleştirinin ifade ed iliş tarzını zayıflat­
maktan en ufak bir rahatsızlık duymadan, bizzat kendilerinin bir
şey keşfettiğini göstermek için ne bir şeye ve ne de kimseye gön­
derme yapmışlardır.
"
17
Ilegel'in ünlü bir sözünü tersine çev irerek ta 1 967'de şunu yazmı ;tım: "gerçek anlamda altüst ed i lmiş bir dünyada doğru, bir
yan lışlık anıdır. " O zamandan bu yana geçen yıllar bu i lkenin is­
tisnasız her özel alana yayıldığını gösterm iştir.
Böylece, artık çağdaş sanatın var olamadığı bir dönemde klasik
sanatları değerlendirmek güçleşir. Her alanda olduğu gibi burada
da cehalet sadece sömürü lmek amacıyla üretilm iştir. Tarihin an­
lamı ile birl ikte zevk de yitirilirken, hilekarlık ağları örülmüştür.
Her şeyi düzen lemek için sadece uzmanları ve mezatçıları de­
netlemek yeterlidir ve bunu yapmak çok kolaydır, çünkü bu tür iş­
lerde -aslında her tür işte- her türlü değeri doğru layan şey satıştır.
Neticede, sahtekarlıktan saygınlık sağlamakta ç ıkarı olan lar bo­
ğazına kadar sahtekarlığa batmış olan -özellikle Amerika Birleşik
Devletleri ' ndeki- koleksiyoncular ve müzelerdir; tıpkı yüzlerce
ü lkenin dev borçlarında fiktif bir olumlu değer bulan Uluslararası
Para Fonu gibi.
Sahte olan şey zevk i biçimlendirir ve özgün olanı hatırlatacak her
türlü olasılığı bilinçli b ir şekilde ortadan kaldırarak kendini güç­
lendirir. Sahtesine benzetmek için doğru olan bile mümkünse ye­
niden yapılır. En zengin ve en modern olan Amerikalılar bu sahte
sanat ticaretinin en öneml i kurbanlarıdır. Versail les' ın ya da Six1 56
tine Şapeli'nin restorasyon çalışmalarını finanse eden ler de bu in­
sanlardır. İ şte bu yüzden M ichelangelo'nun freskleri çizgi film­
lerdeki gibi parlak ve canl ı renklere bürünmek zorunda kalır; Vcr­
sailles'ın özgün mobilyaları , yüksek fiyatlarla Teksas'a ithal
edilen XIV. Louis dönemi tarzındaki sahte mobilyalara ben­
zesinler diye parlak yaldızlarla bezeni r.
Feuerbach'ın, "tasviri nesneye, kopyayı aslına, temsili gerçek­
liğe" tercih eden dönem iyle ilgili değerlend irmesi, gösteri yüzyılı
tarafından tamamen doğrulanmıştır, hem ele XIX. yüzyı lın zaten
doğasında olan şeyin, yan i kapitalist sanayi üretiminin dışında tut­
mak istediği birçok alanda gerçekleşm işt i . Burjuvazinin müze,
özgün nesne, doğru tarihsel eleştiri, özgün belge an layışını geniş
ölçüde yaygınlaştırması hu şekilde gerçekleşmişti. Bun unla bir­
likte, bugün sahte her yerde doğrunun yerini alm aktadır. Bu ba­
kımdan, trafiğe bağlı kirliliğin Marly Atlarının' ya da Saint­
Trophime kapısındaki Roma heykellerinin yerine plastik kop­
yalarının kon masını zoru nlu hale getirmesi tam zamanında ol­
muştur. Kısacası her şey turist kameraları için eskisinden daha
güzel hale gelecektir.
Bu süreçte erişilen en yüksek aşama h iç şüphesiz Çin bürokrasi­
sinin, B irinci İ mparatorluk dönemindeki sanayi ordusunun hey­
kellerinin gülünç taklitlerin i yaptırmasıdır; ve çok sayıda devlet
adamı bu heykel leri in situ (yerinde) izlemeye davet edilmiş ve
bu heykel lere hayranlık duymuştur. Bu ziyaretçilerle bu kadar acı­
masızca dalga geç ilebilmesi, ziyaretçi devlet adamlarının da­
nışman yığınları arasında Çin'in ya ela herhangi bir yerin sanat ta­
rihini bilen hiç kimsenin o lmadığını gösterir. Söyleyebilecekleri
tek şey şu olabilir: "Ekselanslarının bilgisayarında bu konuda bir
bilgi yok." Tarihte ilk defa sanattan ve de neyin özgü n, neyin ola­
naksız olduğundan haberdar olmadan yönetmenin mümkün ol­
duğunu gösteren bu saptama, ekonomiyi ve idareyi yürüten nahif
delilerin muhtemelen dünyayı bazı büyük felaketlere sürükleye•
Concorde Meydanı'ndaki at heykeli . (ç.n.)
1 57
cckleri n i varsaymamız için tek başına yeterlidir; tabii ki fii l i uy­
gulamaları bunu daha önce göstermediyse.
18
Toplumumuz, üyelerin in yoğun zenginlikleri üzerine kalın bir
perde çeken "ön plandaki kuruluşlardan" dev lete her türlü hu­
kuksal yaptırımdan uzak sınırsız bir harekat alanı sağ layan "sa­
vunma sırları"na kadar; reklamın arkasına gizlenen ve genellikle
dehşet verici olan gösterişçi üre tim 'e ait sırlardan, bugünün ve­
rilerinden yola ç ıkılarak tahm in edi len gel�ceğe dair çeşitli dü­
şüncelere dek gizlilik üzerine kurulmuştur. Oyle ki sadece tahak­
küm g izemli bir şekilde vereceği tepkileri hesaplayarak, varlığın ı
reddettiği şeylerin muhtemel gel işmesini bu düşüncelerde görür.
Bu konuda bazı gözlemler yapılabilir.
Kırsal kesimdeki bazı özel ınekfm lar gibi büyük şehirlerde de her
zaman için ulaşılamayan , yani tüm gözlerden uzuk ve korunaklı
birçok yer vard ır; bunlar masum merakın erişemeyeceği ve ca­
susluğa karşı iyi ko'r unan yerlerd ir. Buralar tamamı askeri yerler
olmamakla birlikte y öre halkının ve gelip geçen lerin ve hatta
uzun süredir te� el görev i en yayg ın suç biçim lerini gözetlemeye
ve bastırmaya indirgenmiş olaıı polisin bile her türlü denetimin­
den uzak olmak amacıyla askeri modeli örnek almışlardır. B u ne­
denle İtalya'da Aldo Moro Potere Due'nin tutuklusu iken bu­
lunması mümkün olmayan bir binada değil, sadece giri lmesi
mümkün olmayan bir binada tutulmuştur.
Gizlilik içinde hareket etmek üzere eğitilmiş çok sayıda insan her
zaman vardır; ve bunlar sadece bu amaç için eğitilmiş ve ça­
lıştırılmışlardır. B unlar gizli arşivlerle, yan i gizli gözlemlerle ve
analizlerle donatılmış özel birimlerdir. Bu gizli işlerle ilgili çeşitli
kullanım ve manipülasyon teknikleri ile donatılmış başka birimler
de vardır. Son olarak da bunların "Eylem" birim leri sözkonusu ol­
duğunda, bu birimler sözkonusu problemleri basitleştirmek üzere
başka yeteneklerle donatılab i lirler.
1 58
B ir yandan, gözetim ve etkileme konusunda uzman laşmış bu in­
sanlara tahsis edilen kaynaklar artarken, diğer yandan genel ko­
şullar da her geçen sene bu insanların lehi ne gelişmekted ir. Ör­
neğin, bütün leşmi ş gösteri toplumunun yeni koşulları, bu toplumla
ilgili eleştiriyi gerçek an lamda yasadışılığa -gizlendiği için değil
eğlence düşüncesinin ağır bir şeki lde ortaya konması sayesinde
g izli kaldığı için yasadışı olmaya- ittiğinde, bu eleştiriyi gözet le­
mekle ve onu yadsımakla yükümlü kişi ler, neticede yeraltı çev­
relerinde ona karşı geleneksel harekiit yöntemlerini kullanabilir­
ler: Provokasyon, içeriye sızma ve bu amaç için özel olarak or­
taya konabi lecek olan sahte eleştiri adına özgün eleştiriyi ortadan
kaldırmaya dair çeşitli biçimler. Genel gösteri aldatmacası bin­
lerce özel aldatmaca i le ke nd ini zenginleştirdiğinde belirsizlik her
düzeyde artar. Açıklanamayan bir cinayet, başka yerlerde olduğu
kadar hapishanede de intihar olarak adlandırılabilir; ve mantığın
çöküşü, ak ıldışılığa doğru giden ve baş ından itibaren tuhaf uz­
ı ırnnların uyguiadığı saçma otopsi lerle sık sık çarpıtılan davaları
ve araştırmaları mümkün kılar.
Her yerde her türden insanın bek lenmedik bir şekilde öl­
dürii ldüğü nü görmeye uzun zamandan beri alıştık. Bilinen ya da
b i l indikleri kabul ed ilen teröri stlerle, alenen terörist bir yöntemle
mücadele edi lmektedir. Mossad, Ebu Cihad'ııı öldürülmesini plan­
layabi l ir, İngi l iz SAS İrlandalılar için, "GAL" polisi de Basklılar
için aynı şeyi yapabilir. Terörist oldukları varsayılanlar tarafın­
dan öldürülenler nedensiz seçilmemiştir; ama genellikle bu ne­
denleri anladığımızdan emin olmak imkansızdır. Bolonya Garı'nın
İtalya iyi yöneti lmeye devam etsin diye havaya uçurulduğu; ve
B rezilya'daki "Ölüm Tugayları"nın ne olduğu; ve bir şan tajı des­
teklemek için mafyanın Amerika B irleşik D evletleri'nde bir oteli
kundaklayab ileceği bilinebilir. Ama "çılgın B rabant katilleri"nin*
temelde neye hizmet edebildiklerini nasıl bilebiliriz? Bu kadar
1 980'1erde Belçika'da bir dizi cinayet işleyen çeteye medyan ı n verdiği ad.
Çete cinayetlerini süpermarketlere bir dizi baskı n yaparak gerçekleştiriyordu.
Her seferinde görünüşte rastgele bir biçi mde altı yedi kişiyi vurup çok düşük
miktarlarda para çalıyorlardı . Yakı n tarihlerde çı kan h aberler kurbanların pek de
öyle rastgele seçi lmemiş olabilecekleri, kati llerin de bazı sağcı örgütlerle bağ­
lant ı l ı olabilecekleri şüphesini ortaya atm ışlardır. ( İ ng.çev.notu.)
•
1 59
İktidar ö� lesine gi � emli . bir hale gelmiştir ki, Amerika B irleşik
Devletlerı başkanlığın ın Iran'a yasadışı yollardan silah satmasının
ardından, Amerika B irleşik Devletleri' n i , sözde demokratik dün­
yanın en ö �de gelen gücünü, gerçekte kimin yönettiği sorusu so­
. _
,
rul �bılmıştı
. Gerçekten
de demokratik dünyayı hangi şeytan yö­
netıyor?
çok etkin çıkarın böylesine iyi gizlendiği bir dünyada Cui pro­
dest ?* i lkesini uygu lamak zordur. Bundan çıkarılacak sonuç, bü­
tünleşmiş gösteri koşul larında, çok sayıda gizemin kesiştiği nok­
tada yaşıyor ve ölüyor olmamızdır.
Medyatik-polisiye söylentiler anında ya da en kötü ihtimalle üç
dört defa tekrarlandıktan sonra tartışmasız o larak yüzy ı ll ık ta­
rihsel kanıt statüsü kazanırlar. Günümüz gösterisinin efsanevi oto­
ritesine göre sessizlikte kaybolmuş garip kişiler, kurgusal vam­
pirler şeklinde yeniden ortaya çıkarlar; bunların geri dönüşleri
sadece uzmanların keyfi kararıyla anımsatılmış ya da hesaplanmış
ve kanıtlanmıştır. Bunlar, gösterinin doğru dürüst gömmediği bu
ölüler, Akheron ve Lt.:the arasında bir yerde bulunurlar; hepsi de
birileri tarafınd.�n uyandırılmayı beklerken uyudukları varsayılan
dağdan inmiş terörist, denizden dönmüş korsan ve artık çalma ih­
tiyacı duymayan hırsızdırlar.
Daha derine inilirse, her türlü iktisadi gerekl il iğe resmen bu kadar
çok say ? ' duyula n bu d�nyada, üretilmiş herhangi hir şeyin gerçek
.
_
_
asla kımse
bılernez: Aslında gerçek maliyetin en önem­
ı�alıyetını
lı kısmı asla hesaplanmaz ; ve elde kalan t:izlidir.
19
1 98 8 yılının başında General Noriega an iden dünya çapı nda ün
kazand ı. O, ordusuz bir ülke olan Panama'nın Milli Muhafızları'na
komutanlık eden gayri resmi diktatördü. Çü nkü Panama tam an­
lamıyla egemen bir devlet değildi: Panama kanal için yaratılmıştı,
kanal Panama için değil. Para birimi dolardır ve burada yerleşik
olan esas ordu da yabancıdır. Tıpkı Polonya'daki Jaruzelski gibi
_
N_orıega
da bütün kariyeri ni, işgal güçleri nin polis şefi gihi onlara
hızm �t e�ierek k � zanmıştı. Panama ona yeterli gelir sağlaya­
_
madıgı ıçın
Amerıka B irleşik Devletleri ' ne uyuşturucu ithal edi­
yor ve "Panama kökenli" sermayesini de İ sviçre'ye ihraç edi­
yordu. Küba'ya karşı CIA ile işbirliği yapmıştı ve ekonomik et­
kinliklerini kıl ıfına uydurabilmek için uyuşturucu ticaretindeki
b ��ı ra�ipleri n i , bu soruna kafayı takmış olan Amerikalı yet­
kılılere ıhb �r �tm i ş �i . <? üvenlik konusundaki baş danışmanı pi­
.
.
yasanın _en ıyısıydı: I_sraıl gizli servisi Mossad'ın eski bir görevlisi
olan !"fıchael Hararı; bu durum Washi ngton'ı kıskandırıyordu .
Amerıkalıl ar bu adamdan kurtulmaya karar verdiklerinde -çünkü
_
�azı Amerıkan
m ahkemeleri onu ihtiyatsızca suçlu bulmuştu- No­
rıega, Panama vatanseverliği ile hem isyankar halkına hem de ya­
bancılara karşı kendini bin yıl boyunca savun maya hazır olduğunu
açıklamıştı; ve derhal anti-emperyalizm adına, Küba ve Nikara­
gua'daki sert bürokratik d iktatörlerin açık desteğini almıştı.
Böylece bel irsizlik her yerde örgütlenmiş o lur. Tahakküm ken­
disini genell ikle sahte saldı rı la r' la korur ve bu saldırıların med­
yada ele alınış tarzı asıl harekatı örtbas edecektir. Örneğin
1 98 1 'de İspanyol Meclisi ' nde, Tejero ve sivil korumalarının garip
saldırılarının başarısızlığa uğraması aslında başarıya ulaşmış olan
daha modern, yani örtülü bir hükümet darbesini gizlemekle mü­
kellefti. Aynı şekilde, 1 985 y ılında Fransız gizli servisinin Yeni
Zelanda'da kalkıştığı başarısız bir sabotaj girişimi de kim i zaman
bir savaş kurnazlığı olarak görülmüştür; bu belki de insanları,
gizli servislerin harekat tarzlarında olduğu kadar hedeflerin se­
çiminde de gülünç derecede beceriksiz olduklarına i nandırarak
dikkatleri bu gizli servislerin çok say ıdaki yeni kullan ım şekille­
rinden uzaklaştırmak amacıyla tasarlanmış bir kurnazlıktı. 1986
Sonbaharı'nda, Paris şehrinin yeraltında gürültülü bir şekilde sür­
dürülen petrol yatağı bulmaya yönelik jeolojik araştırmaların , bu­
rada yaşayanların sersemlik ve boyun eğme kapasitelerini ölç­
mekten başka ciddi bir amacının o lmadığı neredeyse her yerde
kesin l ikle kabu l edilmekteydi; ve bu onlara, i ktisadi açıdan daha
mükemmeli bulunamayacak bir saçmalığa dayanan sözde bir araş­
tırma gösterilerek yapılmıştı.
•
(Lat.) Kimin çıkarına? (ç. n . )
1 60
·
F i l ÖN/Gösteri Toplumu
161
Panama'ya özgü bir fenomen olmayan ve her yerde aynı şeyleri n
yapıldığı bir dünyada her şeyi satan ve her şeyin sahtesini yapan
General Noriega, bu tür dev letin bu tür adamı, bu tür bir general
ve b ir kapitalist olarak bütünleşmiş gösterinin ve bu gösterinin iç
ve dış polit ika alan larında sağladığı çok çeşitli haşarıların mü­
kemmel bir temsilciydi. O, çağımızdaki hükümdar modelidir; ve
olabilecek her yerde iktidara gelmeyi ve iktidarda kalmayı he­
defleyenler arasında bu işi en iyi becerenler ona çok benzerler. B u
tür harikaların sebebi mucizesi Panama değil, içinde bulundu­
ğumuz çağdır.
20
Bütün istihhanrt serv isleri -Clausewitz'in savaşla ilgili doğru te­
orisine bu noktada katılarak- bilginin güce dönüşmesi gerektiğine
inan ırlar . Bu serv is ler çağdaş itibarlarını, özgün şi irsel nitelikle­
rini buradan alırlar. Zeka, eylemi yasaklayan ve diğerlerinin ey­
lemleri hakkında pek fazla doğru bir şey söylemeyen gösteri ta­
rafından bu kadar dışlanın ışken , adeta, gerçekleri analiz edenler
ve bazı gerçekler üzerinde gizlice etki yapanlar arasına sığınmış
g ibi görünmektedir . Yakı n dönemde, Margaret Th <ıtcher' ın büyük
çabalar sarfederek boşuna hasıraltı et meye çalıştığı ve böyle ya­
parak da doğrulam ış olduğu birtakım açıklamalar, İ ngiltere'de bu
serv islerin, politikasın ı tehl ikeli buldukları bir başbakanı de­
virebilecek güçte olduklarını zaten gösterm iştir. Gösterinin ya­
rattığı yaygın aşağılama, Kipling döneminde "büyük oyun" diye
adlandırılabilmiş şeyin cazibesini bu kez yeni gerekçelerle tekrar
yaratmıştır.
"Polisiye tarih anlayışı" çok sayıda güçlü toplumsal hareketin kit­
leleri harekete geçirdiği xıx. yüzyılda, tepkisel ve gülünç bir
açıklama olarak kalıyordu. Bugünün sahte isyankarları ortalıktaki
söylentiler ya da bazı kitaplar sayesinde bunu gayet iyi bilirler ve
bu sonucun daima doğru kalacağına i nanırlar; kend i dönemlerinin
gerçek pratiğini asla görmek istemezler; çünkü bu pratik onların
soğuk umutları açısından gereğinden fazla acıkl ıdır. Devlet bu du­
rumu saptar ve hesabını buna göre yapar.
1 62
Ul�s �ararası pol itik yaşamın hemen hemen bütün yönlerinin ve iç
polıtıkanın daha da fazla yönünün, aldatmaca, yanlış bilgilen­
dirme ve -biri diğerini g izleyebilen ya da sadece öyle görü nen- iki
taraflı açıklamalarla birlikte gizli serv is tarzında yürütüldüğü ve
gösterildiği bir dönemde, gösteri zorunlu an laşılmazlıktan yorgun
düşmüş dünyayı yaşamdan uzak ve daima sonuçsuz kalan can sı­
kıcı bir polisiye roman dizisi gibi anlatmakla yetin ir. Bu polisiye
romanlar, gece yarısı bir tü nelde zenciler arasında geçen bir kav­
ganın realist bir şekilde sahnelenmesinin içerdiği bütün dramatik
unsurlara sahiplerdir.
Televizyon güzel bir görüntü gösterdiği ve bu görüntüyü küstah
bir yalanla yorum ladığ ında aptallar her şeyin açık seçik olduğuna
inanırlar. Yarı seçkin, neredeyse her şeyin karanlıkta kaldığını, iki
yönlü olduğunu ve bilinmeyen kodlar tarafından "oluşturulduğu­
nu" bilmekle yetinir. Daha müstesna bir elit ise ulaşabildiği bütün
gizli bilgilere ve sırlara rağmen her özel durumda açıkça ayırt
edilmesi güç olan doğruyu öğrenmek isteyecektir . O, bu aşkı ge­
nel tikle karşılıksız kalmasına rağmen hakikatin yöntem ini öğ­
renmekten key if duyacaktır.
21
Gizlilik bu dünyaya hükmeder, öncelikle de tahakkü mün smı ola­
rak. Gösteriye göre sır toplumun tamamına cömertçe sunu lan bilgi
kuralının zorunlu bir istisnasından başka bir şey değ ildir: Tıpkı
bütünlüklü gösterinin bu "özgür dünya"sında tahakkümün de­
mokrasiye hizmet veren bir icra organından başka bir şeye in­
dirgenememesi gibi. Ama hiç kimse gösteriye gerçekten inan­
mamaktadır. O halde seyirciler, ola ki nasıl hareket edecekleri
konusunda gerçekten fikirleri sorulduğunda, temel gerçeklikleri
hakkında hiçbir fikirlerinin olmadığı bir dünyayı yönetemeyecek
olmalarını tek başına garanti eden sırrın varlığını nasıl kabul eder­
ler? Mesele, neredeyse hiç kimsenin ulaşılamaz çıplaklığı ve iş­
levsel yaygınlığı içinde sırrı göremiyor olmasıdır. Herkes uz­
manlara ayrılmış küçük bir sır alanının kaçınılmaz varlığını kabul
eder; birçok insan çoğu şeyin bu sırrın içinde o lduğ un a inanır.
1 63
La B oetie, Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev adlı eserinde zorba bir
iktidarın, bu iktidarı destekleıı�enin menfaatlerine olduğunu dü­
şünen ya da buna inanan bireylerin oluşturduğu tek merkezden yö­
netilen çevrelerden nasıl destek almak zorunda olduğunu gösterir.
Aynı şekilde sorumsuz olduklarından şüphe bile edilememesiyle
gurur duyan politikacılar ya da medya profesyonelleri arasındaki
birçok insa� da ilişki leri ve gizli kaynakları sayesinde birçok şey
'
öğrenirler. işin içyüzünü bilmekten mutlu olan kişi, bu içy üzü
elqt irmez ve kendisine açıklanan bütün gizli bilgilerdeki esas
gerçeklik payının kendisinden daima saklanacağını bilmek is­
temez. Hile yapan ların yardımsever koruyuculuğu sayesinde sahte
de olsa biraz daha fazla oyu n kağıdını görebilir; ama hiçbir zaman
oyunun kurallarını öğrenemez. Böylece kendisini derhal ma­
nipülatörlerle özdeşleştirir ve aslında onun da paylaştığı bir ce­
halete karşı aldırışsız kalır. Çünkü, yalancı zorbalığa aşina olan
bu kişilere sunulan bilgi kırıntıları, normal olarak yalanla ze­
hirlenmiş, denetimsiz ve manipüle edilmiştir. Bu bilgi kırıntıları
yine de kendilerine ulaşanları sevindirir çünkü bu insanlar ken­
dilerini hiçbir şey bilmeyenlerden daha üstün h issederler. Zaten
bu bilgi kırıntılarının tek işlevi tahakkümü daha saygın kılmaktır,
asla onu anlaşılabilir kılmak değil. Bu bilgiler insanlara birinci
sınıf seyirci ayrıcalığı sağlar: Bu insanlar kendilerinden gizlenen
şeyi kullanarak değil, ifşa edilene inanarak bir şeyleri anlayabile­
ceklerine inanacak kadar budaladırlar!
lere gelince, bun ların seri üretim özellikleri ortak bir markaya işa­
ret etmektedir: Resmi açıklamaların aleni ve sürekli değişen ya­
lan ları; Kennedy, A ldo Moro, Olaf Palme, bazı bakan ve ban­
kacılar, bir iki papa ya da bunlardan çok daha değerli olan
diğerleri. Son zamanlarda ortaya çıkan bir toplumsal hastalığa ait
bu sendrom çok çabuk bir şekilde neredeyse her yere yayılmıştır;
adeta incelenen ilk vakalardan itibaren devletin zirvesinden (bu­
rası bu tür suikastlerin geleneksel ortamıdır) aşağıya do,�ru ini­
yormuş ve aynı zamanda bu tür savaşın profesyonel ler arasında
her zaman sürüp g ittiği alt kesimlerden, yani diğer geleneksel ya­
sadışı kaçakçılık ve kayırma alanlarından yukarıya do,�ru çı ­
kıyormuş gibidir. B u faaliyetler, sanki devlet bu işe karışmaya te­
nezzül etmiyormuş ve Mafya da bu alanda sivrilmeyi başarmış
gibi her türlü toplumsal olayın ortasında karşılaşma eğiliminde­
dirler; böylece bu aşamada bir tür birleşme başlar .
Tahakküm, özgür ve engelsiz yönetiminin çok yakın bir gelecekte
hem ekolojik (örneğin kimyasal) hem de iktisadi (örneğin ban­
kacılık) alanda bir dizi vahim fe!akete yol açacağının en azından
farkındadır. B ir süreden beri bu i stisnai talihsizlikleri alışıla­
gelmiş ılımlı dezenformasyonun dışındaki araçlarla ele almaya
çalışmaktadır.
sıralar meşgul olduğumuz türdeki soruşturmalarda, "ne oldu" diye
sormaktan çok "daha önce asla olmamış n.e oldu" diye so ru l m a l ı d ı r.
22
Son yirmi yılda sayıları giderek artan ve tamamı fai l i meçhul
kalan -her ne kadar birkaç önemsiz isim kurban edildiyse de hiç­
bir zaman ası l faillere ulaşılması sözkonusu olmamıştır- suikast1 64
B u yeni tarz gizem leri tesadüfi diye açıklamak oldukça sık baş­
vurulan bir eğilimdir: polisin yetersizliği, sorgu yargıçlarının ap­
tallığı, basının zamansız açıklamaları, gizli servislerdeki büyüme
bunalımı, tanıkların kötü niyeti, ihbarcıların aniden işten vaz­
geçmeleri. Edgar Poe, Morgue Soka,�ı C in ay eti nde yer alan meş­
hur bir akılyürütme ile gerçeğe giden kesin yolu zaten bulmuştu :
'
Bana öyle geliyor ki bu gizem, kolay l ı k l a çözülebilecek bir durum
olarak görülmesine yol açacak nedenden ötürü çözümsüz bir şey o la­
rak düşünülmektedir -bu g izemi n acayip öze l l iğ i n i kastediyorum . . . Ş u
23
Ocak 1 988'de, Kolombiya uyuşturucu m afyası sözde varlığı ko­
nusunda kamuoyunda var olan görüşleri düzeltmek amacıyla bir
b ildiri yayınladı. B i r mafyanın oluşabildiği her yerdeki en büyük
arzusu tabi i ki var olmadığını ya da fazl a bilimsel olmayan if­
t iraların kurbanı olduğunu kanıtlamaktır; bu da onun kapitalizmle
ilk ortak noktasıdır. Ama söz konusu durumda, dikkatleri tek ba1 65
----·---- --�---------- ------
şına üzerine çekmekten rahatsız olan mafya, kendisini haksız yere
gü nah keçisi olarak kullanarak gizlenmeye çalışan diğer top­
luluklar hakkında ayrıntılı bilgi verecek kadar ileri gitmişti. Şu
açıklamayı yapmıştı:
B izler ne bürokratların ve politikacıların ne bankacıların ve m ali uz­
manların ne mi lyonerler i n mafy as ın a ne de büyük çaptaki hileli söz­
leşmelerin, tekel ya da petrol ınafyasıııa ne de medya nıafyasıııa da­
h i liz.
Bu açıklamay ı kaleme alan ların, tüm diğerleri gibi, kendi fa­
aliyetleri ni su larıy la mevcut toplumun tamamını su layan bu lanık
büyük bir nehre, bir suç ve daha bayağı yasadışılıklar nehrine bo­
şaltmakta çıkarları olduğu kolaylıkla tahmin edilebilir; ama mes­
lekleri icabı ne den bahsettiklerini birçok insandan daha iyi bilen
insan larla karşı karşıya olduğumuzu kabul etmek de doğru olur.
Mafya, en iyi şekilde modern toplum topraklarında yeşerir. Mafya,
en az bütünleşmiş gösteri toplumunun dünyasını şekillendiren
diğer emek ürünleri kadar h ızlı bir büyüme gösterir. Mafya, bil­
gisayar ve endüstriyel gıda alanında, şehirkrin ve gecekondu ların
tam anlamıyla yeniden yapılanmasında, özel hizmetler ve okuma
yazma bilmeme oranında görülen aşırı i lerleme ile birlikte büyür.
24
Mafya yüzyılın başında S icilyalı göçmen işçilerin gelmesiyle bir­
l ikte Amerika Birleşik Devletlcri'nde görülmeye başladığında,
köklerinden koparılıp getirilmiş bir arkaizmden başka bir şey de­
ğildi; tıpkı aynı dönemde Amerika'nın Batı kıyısındaki gizli Çinli
topluluklar arasında ortaya ç ıkan çete savaşları gibi. Cehalete ve
yoksulluğa dayanan mafya o dönemde Kuzey İ talya'da bile kök
salmayı başaramamıştı. Modern devlet karşısında her yerde si­
l inmeye mahkum gibi görünüyordu. Bu, rasyonel bir polis de­
netiminin ve burjuvazinin yasalarının ulaşamadığı şehir dışında
yaşayan, geri kalmış azınlıkların "korunması" üzerine kurulabilen
bir örgütlü suç biçimiydi. Mafyanın savunmaya yönelik taktiği,
polisi ve adaleti etkisiz h ale getirmek ve faaliyet alanı dahilinde
1 66
kendisine gereken gizliliği sağlayabilmek amacıyla, tan ıkların or­
tadan kaldırılmasından başka bir şey asla olamazdı. Bunun ar­
dından, önce yaygın gösteri toplumunun sonra bütünleşmiş gösteri
toplumunun yarattığı yeni cehalet ortamında kendine yeni bir alan
bu lmuştu: Gizliliğin tam zaferi, yurttaşların yurttaşlıktan toplu is­
tifası, mantığın tamamen yitirilmesi, rüşvetin ve evrensel kor­
kaklığın ilerlemesiyle birlikte mafyanın modern ve saldırgan bir
güç olabilmesi için bütün uygun koşullar bir araya gelmişti.
Amerika'daki içki yasağı -bu yüzyıl devletlerinin her şey üzerinde
otoriter bir denetim uygulama iddialarını ve bunun sonuçlarını
gösteren en iyi örnek- alkol ticaretini on yıldan fazla bir süre için
örgütlü suça teslim etm işti. Bu olayla birlikte zenginleşen ve tec­
rübe kazanan mafya, seçim politikas ına, tic,aretc, profesyonel katil
pazarının gel işmesine ve bazı uluslararası politika meselelerine
dahil olmuştur. İkinci Dünya Savaşı sırasında S icilya'nın istilasına
yardım etmesi için Washington hükümeti tarafından desteklen­
miştir. Alkol yasal hale gelince, şu anda yasadışı tüketimin gözde
malı olan uyuşturucu alkolün yerini almıştır. Bunun ardından
mafya, gayrimenkul işlerinde, bankacılıkta, üst düzey politikada ve
önemli dev let işlerinde ve nihayet gösteri endüstrisinde telev iz­
yon, sinema ve yayıncılıkta ciddi bir önem kazanmıştır. Bu durum,
en azından Amerika B irleşik Devletleri'nde müzik endüstrisi için
de geçerl idir; tıpkı hir ürünün reklamının yeterince kalahal ık sa­
yıda insana dayandığı her alanda olduğu gibi. Mafya yeterince
sermayeye ya da dokunulmayan ve cezalandırılamayan meçhul
kiralık adamlara sahip olduğundan, reklam alanındaki bu insanları
satın alarak ya da gözlerini korkutarak onlar üzerinde baskı uy­
gulamak oldukça kolaydır. Disjokeyleri satın alarak birbirinden
rezil ürünler arasında hangisinin başarılı olacağına karar verilir.
Mafya, Amerika'da edindiği tecrübelerin ve başarıların ardından
hiç şüphesiz ki en fazl a İ talya'da güç kazanmıştır: Dönemin hü­
kümetiyle yaptığı tarihsel uzlaşmad an i tibaren sorgu yargıçlarım
ya da polis şefleri ni ö ldürmeye başladı: Bu da onun siyasi "te­
rörizm" sahnesine girmesini sağlayan bir tecrübe olmuştur. Gö1 67
rece farklı koşullarda Japon mafyasının benzer gelişimi çağın bir­
liğini çok iyi gösterir.
Mafya ile devleti karşı karşıya getirerek bir şeyler açıklanmak i s­
tendiğ inde her zaman yanılgıya düşülür: Onlar asla birbirlerinin
rakibi değillerdir. Teori , pratik hayattaki bütün söylentilerin ko­
laylıkla gösterdiği şeyi rahatlıkla doğrular. Mafya bu dünyanın ya­
bancısı değildir: O tamam iyle kendi evindedir. Bütünleşmiş gös­
teri döneminde, aslında her türlü gelişmiş ticari şirkete örnek
olacak şekilde varlığ ını sürdürür.
25
Gösterinin de m ir yumruğu altın da ezi lmiş topluma şu anda hük­
meden yeni koŞ\.ıllarla birlikte, örneğin bir politik cinayetin bir
başka açıklamayla sunulacağı, yani bir nevi elekten geç irileceği
bil inmekted ir. Her yerde eskisinden daha fazla deli var ama son
derece hoş olan şey artık on lardan da delice bahsedilebilmesidir.
Ve bu tür medyatik açıklamaları dayatan şey, herhangi bir terör
egemenliği değildir. Tam tersine, bu tür açıkl amaların sessiz se­
dasız varlığıdır teröre yol açan .
Ufukta savaşın görüldüğü 1 9 1 4 yılında, aşırı yurtsever sağın gö­
zünde Jaurcs ülken in savunmasına gerçekten zarar verecek bir kişi
olarak görüldüğü için Jaures ' i öldüren Villain bu akımdan de­
rinden etkilenmişti ve şüphesiz ki biraz dengesiz bir kişiliği olan
V i llain'in Jaures' in öldürülmesi gerektiğine inanmış olduğundan
kimse kuşku duymamıştı. Ama bu aşırılık yanlıları Sosyalist Parti
içinde partiyi derhal "kutsal ittifak"a itecek olan vatansever mu­
vafakatin büyük gücünün farkında deği llerdi; Jaures' in öldürül­
mesi ya da savaşı reddeden enternasyonali st konumuna sıkı sıkıya
bağlanmasına izin verilmesi fark etmiyordu. Aynı olay bugün ol­
saydı gazeteci-polisler ve " toplumsal meseleler" ve "terörizm"
konularında tan ınmış uzmanlar, Villain'in farkl ı s iyasi görüşlere
sahip olmakla birlikte tesadüfen hepsi fiziksel olarak ya da dış gö­
rünüş açısından Jaures'e benzeyen adamların kurban olarak se­
çildiği çok sayıda c inayet g irişimi n i her zaman planlamış ol1 68
duğunun iyi bil indiğini derhal söylerlerd i . Bazı psikiyatristler
bunu doğrularlar ve medya da öncel ikle psikiyatristlerin söy­
lediklerini doğrulayarak otoritesi tartışılmaz uzman olarak bizzat
kendi yetki ve tarafsızlığını doğrulamış olurdu. Ertesi günden tezi
yok, re smi polis soruşturması da Villain denen bu adamın Chope
_
du Croıssant'da*
kendisine kötü hizmet edildiğini ileri sürerek pas­
tanenin ortasında herkesin gözü önünde pastane sahibini en iyi
müşterilerden birini vurarak en kısa zamanda gelip intikam al­
makla tehdit etmiş olduğuna dair tanıklık etmeye hazır çok sayıda
muteber kişi bulunduğunu öne sürebilirdi.
Bu, geçmişte hakikatin sık sık ve çarçabuk ortaya çıktığı an­
lam ına gelmemelid ir; çü nkü Villain sonuçta Fransız mahkemeleri
tarafından aklanmıştı . Ancak 1 9 36 yı lında, İspanyol devrimi baş­
ladığı sırada kurşuna dizildi, çünkü Balcar Adaları'na yerleşme ih­
t iyatsızlığını göstermişti.
26
Devletin üretimin yönlendirilmesinde hegcmonik bir rol üst­
lendiği ve bütün metalarla ilgili talebin doğrudan doğruya gös­
teriye dair bilgi lendirme ve promosyonla sağlanan merkezileş­
meye -ki dağıtım biçim leri de buna uyarlanmak zorı,ındadır- ôa­
yandığı bir dönemde iktisat alanındaki işlerin karlı bir şekilde yü­
rütülmesiniı� yeni koşulları bunu gerektirdiğinden, gizli ku­
rumların ve etki ağlarının her yerde geliştiğine tanık oluruz. B u
durumda b u , sermaye birikimi, üretim v e dağıtım hareketinin
doğal sonucu ndan başka bir şey değildir. B u alanda büyümeyen
yok olmak zorundadır; ve hiçbir şirket bugünün endüstri, gösteri
ve devletinin değerlerini, tekniklerin i ve yöntemlerini benim se­
meden büyüyemez. Son tahlilde yeni bireysel bağımlılık ve ko­
ruma ilişkilerinin oluşumunu dayatan şey çağımız ekonomisinin
seçimi olan özel büyüme biçimidir.
S icilya mafyasının kullandığı ve tüm İtalya'cla kabul gören bu for­
mülün derin hakikati şu noktada yatar: " Eğer paran ve dostların
* Jaures'in öldürüldüğü kahvehane. (ç.n.)
1 69
varsa hukukla dalga geçersin." Bütünleşmiş gösteride yasalar
uyku halindedir; çünkü yen i üretim teknikleri için hazırlanma­
mışlardır ve ayrıca malların dağıtımı sırasında yeni tür anlaşmalar
sayesinde bu yasalardan uzak durulmuştur. Kamuoyunun ne dü­
şündüğünün ya da neyi terci h ettiğinin artık hiçbir önemi kal­
mamıştır. Gösterinin kam uoyu araştırmaları, seçimler ve mo ­
dern leşmeye yönelik yeniden yapılanmalarla g iz lediği şey budur.
Kazananlar kim olursa olsun kibar müşteriler en kötü malı edi ­
neceklerdir: Çünkü bu tamamen onlar için üretilmiş olandır.
"Hukuk dev leti" kavramı, modern ve sözde demokratik devletin
genelde bu özelliklerinden vazgeçmesiyle birlikte yaygın bir şe­
kilde kullanılmaya başlanmıştır. Bu ifadenin 1 970 yılından kısa
bir süre sonra x_e tam anlamıyla öncel ikle İ talya'da popülerlik ka­
zanması kesinlikle tesadüfi değildir. B irçok alanda, yasalar adeta
çeşitli boşlııklar kalacak şekilde özenle hazırlanmışlardır; tabii ki
bu, bu boşluklardan yararlanabilecek olanlar için geçerlidir. Bazı
koşullarda -örneğin dünyadaki her türlü s ilah ticareti, özellikle de
daha yüksek teknoloj i ürünleri çevresinde- yasadışılık, kendisi sa­
yesinde daha da karlı hale gelen iktisadi işlem lere destek sağlayan
bir güçten başka bir şey değildir. Günümüzde birçok iş ilişkisi ka­
ç ın ı lmaz olara:k e n azından bu yüzyıl kadar namussuzdur; bu
durum eskiden, sadece namussuzluk yolunu seçmiş sınırlı sa­
yıdaki insan aras ında sözkonusuydu.
İ nsan her zaman düşmanından bir şeyler öğrenir. Devlet adarrı­
larının da, yeni bir olumsuzluk kuşağının göz açıp kapayıncaya
kadar geçişiyle uğraşırlarken, -Homeros'un da söylediği gibi, "bir
insan nesli bir ağacın yaprakları gibi hızla gelip geçer"- genç
Lukacs'ın yasallık ve yasadışılık kavramları hakkı ndaki sap­
tamalarını okumaya itildiklerine inanmak gerekir. Bu dönemden
itibaren, devlet adamları da tıpkı bizler gibi bu sorunla ilgili her­
hangi bir ideolojiyi kendilerine dert etmekten vazgeçebilm iş­
lerdir; ve aslında gösteri toplumunun uygulamaları artık bu tür
ideolojik yanı lsamaları kesinlikle cesaretlendirmernektedir. Ve ni­
hayet bizlerle ilgili olarak şu sonuca varılabi lir: Kendimizi tek bir
illegal etkinl iğe adamamızı engelleyen şey gereğinden fazla il­
legal etki nliğimizin olmasıdır.
27
Pe/epones Sa rnş ı 'nın VIll. cildinin 66. bölüm ünde Thukydides,
içinde bu lunduğumuz durumla birçok benzerlikler taşıyan bir
başka oligarşik komplo harekfitıyla ilgili şunları yazmışt ır:
Ü stc l i k söz alanlar komploculardı ve attı k ları nutukları öncelikle
dostları sın ıyorlardı. Komplocuların sayısı karş ı sında korkuya kapı lan
yurttaşlar aras ı nda hiçbir muhalefet yükselm iyordu. Her şeye rağmen
birisi on lara karşı çıkmaya kalkıştığında onu ö ldürmenin uygun bir
yolu bulun uyordu . Kati ller ara�tırılmıyordu ve şüpheli kişilerle ilgi l i
h içbir soruşt uıına açı l m ıyordu. H a l k tep k i göstermiyordu ve insanlar
Pazarın sömürülebilecek sektörlerini belirlemeye ve elde tutmaya
yönelik promosyon/denetim şebekelerinin büyümesiyle birlikte
olupbitenden haberi olanlardan ve onların yardımını çok fazla
reddetmemiş olanlardan esirgenemeyecek kişisel hizmetlerin sa­
yısı da artmıştır; ve bun lar her zaman devlet ç ıkarları ya da gü­
venliğinin polisleri ya da bekçi leri deği ldirler. İşlevsel suç or­
taklıkları uzun mesafeli ve uzun süreli i letişim kurarlar, çünkü
onların şebekeleri, burj uva döneminin serbest etkinliğinde ma­
alesef her zaman az rastlanan bu minnettarlık ve sadakat duygula­
rın ı dayatacak her türlü araca sahiptir.
o kadar korku içi ndeydiler ki g ıklarını ç ı karm adıkları halde şiddetlen
kurtulmuş o ldukları için kendilerini mutlu h issediyorlardı. Komp­
locuların gerçekte olduğundan çok daha kalabal ı k oldukları n a ina­
narak tam anlamıyla bir güçsüzlük duygusuna kapılm ışlardı. Ş ehir
çok büyüktü ve asl ı nd a ne olup bittiğini anlayabilecek kadar
bir­
birlerini yeterince tanımıyorlardı. Bu hoşnutsuzluk ortam ı nda şika­
yetler h iç k i mseye söylenemiyordu. Bu durumda, suçlulara karşı dü­
zenlenen b i r eyleme dahil olmaktan kaç ı nı l m a l ı y d ı , çünkü bunun için
y a tanımadık birisiyle y a da tanıdık ama güvenilmeyen birisiyle ko­
nuşmak gerekecekti. Demokratik Parti'de i nsan l ar birbirine şüpheyle
yaklaşıyor v e herkes kendisine karşısındakinin komplocuların suç or­
ta ğ ı olup olmadığını soruyordu. Aslında bunlar arasında asla oli­
garşiyle işbirliği yapma ihtimali olmayan insanlar vard ı .
1 70
171
Eğer tarih halen savaşan etkenlere ve dolayısıyla da hiç kimsenin
kendi n i tam olarak dışlayamayacağı bir sonuca dayanan bu ge­
rilemenin ardından bize geri dönmek zorundaysa, bir gün bu Yo­
rumlar gösteri tarihinin yazılmasında yararlı olab i lir; hiç şüphesiz
ki gösteri bu yüzyılda ortaya çıkmış en önemli ve en az açık­
lanmaya çalışılmış olaydır. Koşullar farkl ı olsaydı kendimi bu ko­
nuyla ilgili ilk çal ışmamdan son derece tatmin olmuş kabul ede­
bilirdim ve sonraki gelişmeleri düşünmeyi başkalarına bırakabi­
lirdim. Ama, içinde bulunduğumuz dönemde hiç kimsenin bunu
yapmayacağını düşündüm.
28
Promosyon-denetim şebekelerinden gözetim-dezenformasyon şe­
bekelerine farkın� varı lmadan geçilir. Bir zamanlar sadece yer­
leşik bir düzene karşı komplo düzenlenirdi. B ugün, yerleşik dü­
zenden yana komplo düzenlemek büyük gelişme gösteren yeni bir
meslektir. Gösterinin tahakkümü koşullarında insan lar bu ta­
hakkümü sürdürmek ve gösterinin tek başına başarılı ilerleyişi
olarak adlandırabileceği şeyi sağ:ama almak için komplo dü­
zenlerler. Kom p lo düzenlemek, gösterinin işleyişinin bir par­
çasıdır.
Bir tür tedbir niteliğindeki iç savaşın koşulları, çeşitli açılardan
hesaplanmış geleceğe yönelik tasarılara uyarlanarak zaten oluş­
turulmaya başlanmıştır. Bunlar, bazı noktalarda bütünleşmiş gös­
terinin ihtiyaçlarına göre müdahalede bulunmakla yükümlü "özel
organizasyonlar"dır. Böylece, en kötü senaryolar düşünülerek,
1 968 yazında Mexico C ity'deki bir meydanın adına esprili bir
gönderme yapılarak* "Üç Kültür" adıyla bir taktik p lanlanmıştı;
ama bu kez hemen h arekete geçildi ve zaten i syan başlamadan
taktik uygulanmalıydı. B öylesine aşırı örnekleri n dışında, iyi bir
yönetim aracı olmak için fai l i meçhul c inayetlerin çok sayıda in­
sana dokunması ya da sık sık görülmesi şart değildir: Sadece
1 968 Eki m ayında, polis Mexico City'deki Plaza de las Tres Culturas'da top­
lanan gösterici öğrencilere ateş açm ı ş ve birçoğunu öldü rmüştür; takip eden
olaylarda da en az elli öğrenci polis tarafı ndan öldürülmüştür. (ç.n . )
•
1 72
mümkün olduklarını bilmek bile çeşitli alan lar üzerine yapılan he­
sapları derhal karışık hale getirir. Faili meçhu l cinayetin zekice
seçilmiş ve ad lıominem· olmasına da hiç gerek yoktur. Yöntemin
tamamen rastgele uygulanması belki de daha verimli olmaktadır.
Yetiştirme konusundaki toplumsal eleştirinin bazı bölümleri de bir
araya getirilmiştir; bu konu bu tartışmadaki fazl asıyla geleneksel
yalanlardan uzak tutulmaları daha uygun olan akademisyenlere ve
medya profesyonellerine artık emanet edilmemektedir; yeni bir
tarzda ileri sürülen ve kullanılan, daha iyi yeti ştirilmiş bir başka
profesyonel türünün denetl e diği yen i bir eleştiri gerekmektedir.
Göreli olarak güvenilir bir tarzda yazılmış -herkesin dikkatinin
gösteri soytarılarına yoğunlaşmış olmasını kullanan bir taktik ola­
rak; neticede bil inmeyen kişi lere hayranlık uyandıran bir taktik
olarak- imzasız ya da pilinmcyen kişilerin imzasını taşıyan aklı
başın da meti nler ortaya çıkmaya başlam ıştır ve bu met inler sa­
dece gösteride hiç ele alınmamış konular hakkında olmayıp aynı
zamanda, doğruluğu ne kadar bariz olursa olsun asla kulla11 1l­
mamış olmaları ndan kaynaklanan sağlam bir özgünlük sayesinde
daha da çarpıcı hale gelen argümanları da içerirler. Bu uygulama,
en azından, uygun görüldükleri takdirde daha sonra kendilerine
olayların olası sonuçlarıyla ilgili daha fazla şeyin söyleneceği
daha uyanık kişileri toplamak için ilk adım işlevini görebil ir. Ba­
zıları için bir kariyerin ilk adımı olan şey -daha düşük derecede
olan- başkaları için ise kendilerine hazırlanmış bir tuzağa atılan
i lk adım olacaktır.
Bazı durumlarda, tehlikeli hale gelme riski taşıyan bazı sorunlar
hakkında bir başka sahte eleştiri yaratılması sözkonusudur; her
ikisi de zavallı gösteri anlaşmalarına yabancı olarak ortaya çıkan
iki görüş arasında masum yargı sonsuza dek salınabilecektir ve bu
görüşler etrafında dönen tartışma gereken her durumda yeniden
i leri sürülebilecektir. Daha sık olarak da medyanın gizlediği şey­
ler hakkında genel bir tartışma sözkonusudur ve bu tartışma bir
hay l i eleştirel olup bazı noktalarda da bir hayli zekice sürdürülür,
•
(Lat.) insana karş ı . (ç.n.)
1 73
ancak nedensiz bir şekilde dağınık kalır. Konular ve kelimeler,
eleştirel düşünceye göre programl anmış bilgisayarların yardımıy­
la yapay olarak seçilir. Bu metinlerde zor fark edilen ancak önem­
li bazı boşluklar vardır: Bunlarda perspektifin kaç ış noktası her
zaman tuhaf bir şekilde eksi ktir. Bu metinler, sadece horozu eksik
olan meşhur s ilahların tıpkıbasmıları'na benzerler. Bu, kaçınılmaz
olarak, birçok şeyi önem li bir samimiyetle ve doğru lukla gören
ama ayn ı zamanda taraf tutan yanlı bir eleştiri'd ir . Bu eleştirinin
yanlı olmasın ın nedeni , herhangi bir tarafsızlığı etkileyecek ol­
ması değil -çünkü tam tersine çok suçlayıcı görünmek zorundadır­
bunu yaparken asla gerekçesi'nin ne o lduğunu ortaya koyma; böy­
lelikle üstü kapalı bir şeki lde de olsa nereden geldiğini ve nereye
gitmek istediğini..,i' öylcme ihtiyacını duymuyor gibi görünmesidir.
Gazetecilik karşıtı olan bu yanlış eleştiri türüne, başlang ıçla gös­
teri bilgisinin bir tür saldırgan yan ürünü olduğu bilinen düzenli
söylenti uygulaması da eklenebilir, çünkü bütün insanlar, bu söy­
lentide yanıltıcı bir özellik olduğunu ve söylentinin çok az güven
verdiğini en azından belli bel irsiz bir şekilde hissederler. Söylenti
başlangıçta boş inançlara dayalı, nahif ve kendi kendini kan­
dırmaya yönelikti. Ama son zamanlarda, gözetim, kendisine uy­
gun gelebilecek söy lentileri ilk işaretle yayabi lecek insanl arı top­
lum içine yerleştirmeye başladı . Bu noktada, otuz yıl önce for­
müle edilmiş ve kökeni Amerikan reklam sosyoloj isine dayanan
bir teorinin yapt ığı gözlem lerin pratiğe geçirilmesine karar ve­
rilmiştir: "Lokomotifler" olarak bilinen bireyler teorisi, yani kendi
ortamlarındaki diğer kişileri peşlerinden sürükleyen ve onlar ta­
rafından takli t edilen öncü insanlar teorisi; ama bu kez kendiliğin­
denlikten kontrollü olana bir geçiş sözkonusudur. Aynı zamanda
bütçe ya da bütçe dışı o lanaklar yakın geçmişin eski uzmanla­
rının, akademisyenlerin ve medya uzmanlarının, sosyologların ya
da polisin yanı sıra çok sayıdaki yedeği finanse etmek üzere se­
ferber edilmiştir. Eskiden bilinen bazı modellerin hala mekanik
olarak uygulandığına i nanmak, en az geçmişin genelde yok sa­
yılması kadar yanıltıcıdır. "Roma artık Roma'da değildir" ve
Mafya da artık hırsız değildir. Günümüzde bütün ülkelerde ve­
rilen özel hizmetler, 1 9 1 4'te Genelkurmay İ kinci Şube su1 74
baylarının faaliyetlerine pek benzemediği gibi, gözetim ve de­
zenformasyon hizmetleri de bir zamanların -örneğin İkinci İ m­
paratorluk döneminin poiis ve jurnalcileri g ibi- polis ve muhbir
çalışmasına benzememektedir.
S anatın ölümünden itibaren, poli sleri sanatçı kılığında gizlemenin
son derece kolay hale geldiği bilinir. Güçlenen bir yenidadacılığın
son taklitlerine, medyada muzaffer bir edayla ahkam kesme ve
dolayısıyla da değersiz kralların soytarıları gibi, resmi sarayların
dekorunu değiştirme yetkisi verildiği nde, aynı şekilde devletin
etki ağların ın bütün vekil ya da yedekleri için de kültürel bir ör­
tünün garanti edildiği görülür. İ çi boş sahte-müzeler ya da var ol­
mayan kişilerin tüm eserleri ile ilgilenen sahte-araştırma mer­
kezleri en az gazeteci-polislerin, tarihçi-polislerin ya da ronıancı­
polislerin meşhur edilmesi kadar hızlı bir şekilde yaygınlaşabilir.
Arthur Cravan, Maintenanr'da (Şi mdi) şunları yazdığında kuş­
kusuz bu dünyanın gidişatını önceden tahmin etmişti : "Çok ya­
kında sokaklarda sadece sanatçıları göreceğiz ve artık sıradan
insan bulmakta güçlük çekeceğ iz." Aslıııda bu Paris serserilerinin
yaptığı eski bir şakanın yenilenmiş biçi midir: "Selam sanatçılar!
Eğer yanıldıysak affola."
Meseleler öyle bir hale gelmiştir ki, artık en modern, yani piyasa­
da en iyi dağıtımı yapan yayınevinin kolektif yazarlık uyguladı­
ğını bile görebiliriz. Takm a adlarının özgünlüğünü sadece gazete­
ler güvence altına alacağı için bu isimler değiştirilebilir. işbirliği
yapabilir, birbirinin yerine geçebilir ve yeni yapay beyinleri üst­
lenebi lirler. Bu isimler çağın yaşam ve düşünce biçim ini dile ge­
tirmekle yükümlüdürler ve böyle yapmaları kişiliklerinden değil
böyle emir almalarından kaynaklanır. Bunların hakikaten bağım­
sız bireysel edebiyat girişimcileri olduklarına i nananlar Ducasse'ın
Comte de Lautremont'la arasının açık olduğunu; Duınas'nın Mac­
quet o lmadığını ve özellikle de Erckmann'ı Chatrian'la karıştır­
mamak gerektiğini; Censier ve Daubenton'ın birbirleriyle ko­
nuşmadıklarını bilgiççe iddia etmeye kadar varabilirler.* Bu tarz
*
lsidor Ducasse, Comte de Lau treamont idi ; tarihçi Macquet, D umas' n ı n mes.
1 75
modern yazarların, en azından "Ben, bir başkasıdır" konusunda
R imbaud ' nun ardından gitmek istediklerin i söylemek daha ye­
rinde olur.
Gösteri toplumunun tüm tarihi, gizli servisleri temel buluşma nok­
tası rolünü oynamaya çağırmıştı; çünkü böyle bir toplumun özel­
likleri ve icraat yöntemleri en i leri derecede bu servislerde yo­
ğunlaşmıştır. Üstelik onlar, taşıdıkları mütevazı "servis" ismine
rağmen, her zaman bu toplumun genel çıkarları nın hakemliğini
yaparlar. Burada kötüye kullanmak sözkonusu değildir, çünkü
bunlar gösteri yüzyılının sıradan ahlakını sadakatle dile getirirler.
Ve böylece gözetleyen ve gözetlenen ler uçsuz bucaksız bir ok­
yanusta i lerlerler. Gösteri , gizliliği zafere ulaştırmıştır ve giderek
artan bir oranda-gizlilik uzmanları'nın denetiminde olmak zo­
rundadır ve kuşkusuz bu uzmanlar sadece kendilerin i farklı de­
recelerde devlet kontrolünden kurtarmayı başarm ış memurlar de­
ğildirler; bu nlar sadece memur değildir.
29
Bütünleşmiş gösterinin -en azından onu yönetenler için- genel iş­
leyiş yasası, bu çerçeve içinde yapılabilecek her şeyin yapılmak
zorunda olmasıdır. Bunun anlamı neye mal olursa olsun her türlü ·
yeni aracı kullanmak gerektiğid ir. Yeni aletler, her yerde sistemin
amacı ve itici gücü haline gelirler; ve kullanımları başka dü­
şünceye yer vermeksizin kendisini her dayattığı nda, sistemi n iler­
leyişini belirgin bir şekilde değiştirebilecek tek şey bunlardır. As­
lında, toplumun sahipleri, her şeyden önce "insanlar arasında
belirli bir toplumsal ilişkiyi" korumak isterler ama sürekli devam
eden teknoloj i k yenilikleri de izlemeleri gerekir; çünkü ken­
dilerine kalan mirasl a birlikte kabul ettikleri yükümlülüklerden
b iri de budur. Bu yasa, tahakkümü koruyan hizmetlere de aynı şe­
kilde uygulanmal ıdır. Mükemmel hale getirilen araç, kullanılmak
zorundadır ve bu aracın kullanımı, bu kullanımı kolaylaştıran kolektaşıyd ı ; Erckmann ve Chatrian birlikte eserler yazm ı şlard ı ; Censier-Dauben­
ton Paris'in bir metro istasyonudur. (ç.n.)
1 76
şulları da bizzat güçlendirecektir. Bu şekilde, aciliyet yöntemleri
standart yöntemler haline gelir.
Gösteri toplumunun bütünlüğü, belli bir açıdan devrimcileri haklı
çıkarmıştır, çünkü en ufak ayrıntının bile bütünden ayrılmadan
iyileştirilemeyeceği açıklık kazanm ıştır. Ama bu bütünlük, aynı
zamanda devrimci eğ ilimin az ya da çok kendini i fade edebildiği,
sendikacılıktan gazetelere, şehirlerden kitaplara uzanan toplumsal
alanları ortadan kaldırarak her türlü örgütlü devrimci eğilimi de
yok etm iştir. B u eğilimin doğal olarak taşıdığı yetersizlik ve dü­
şüncesizliği ayııı hareketle aydınlatmak da m ümkün olmuştu . Ve
bireysel açıdan , hüküm süren bütünlük bazı olası istisnaları or­
tadan kaldırmaya ya da satın almaya epeyce muktedirdir.
30
Gözetim, eğer her şeyin mutlak denetimi sırasında kend i gel işme­
si nden kaynaklanan zorluklarla karşılaşma aşamasına gelmemiş
olsaydı, çok daha tehlikeli olabilirdi. Sayıları giderek artan bi­
reyler hakkında toplanan bilgi yığın ı ile bu y ığının tahlil edilmesi
için gereken zaman ve zeka arasında ya da daha basit olarak söy­
lemek gerekirse olası çıkarları arasında bir çelişki vardır. Mal­
zemenin bolluğu her aşamada kısaltma yapılmasıııı zorunlu kılar:
Bu sırada birçok bilgi kaybolur ve geriye kalanlar ise okunama­
yacak kadar fazladır. Gözetim ve man ipülasyonun yönetim i bir­
leşmemiştir. Aslında her yerde karların bölüştürülmesi üzerine bir
çıkar çatışması vardır; ve dolayısıyla da mevcut toplum içindeki
şu ya da bu potansiyelin -aynı hamurdan gelmeleri nedeniyle hepsi
aynı derecede saygın kabul edilen- diğer potansiyellerin aleyhine
öncelikli olarak gelişmesi için bir mücadele vardır.
Bu mücadele aynı zamanda bir oyundur. Her istihbarat amiri kendi
ajanlarını ve ilgi alanındaki hasımlarım gözünde büyütür. Çok sa­
yıda uluslarüstü i ttifakın yanı sıra günümüzde, her ü lkenin hem
devlet nezdinde hem de devlet ötesinde sınırsız sayıda polisi ya da
karşı-casusluk serv isi ve gizli servisi vardır. Bunun yanı sıra, gö­
zetim, koruma ve istihbarat işleriyle ilgilenen çok sayıda özel şirf- l 20N/Gihteri
Toplumu
1 77
ket vardır. Çokuluslu büyük şirketlerin de doğal olarak kendi özel
servisleri vardır; aynı şekilde orta büyüklükte de olsalar, ulu �al �e
.
bazen de uluslararası düzeyde bağımsız politikalar izlemeyı sur­
düren kamulaştırılmış ş irketlerin de özel serv isleri vardır. H �r
ikisi de aynı devlete ait olan ve üstelik dünya pazarında petrol f� ­
yatlarını yüksek tutma konusundaki ortak çı� arları �çısıı�dan dı­
yalektik birlik içinde olan bir n �� leer � ndüstrı grubu ıle ? ır petr� l
.
grubunun çatıştığı görü lebi lir. Ozel bır sana� ı dalın �akı her gu­
.
venlik servisi, kendi bünyesine yönelık sabotajl arla mucadele e ?er
ve gerektiği nde rakiplerine sabotaj düzenler: Denizaltı tün ��l erıne
.
önemli yatırımlar yapan bir şirket , feribotların güv � nsızlıgınd � n
.
yana olur ve mali güçlükler içindeki gazetele:ı , fcrıbotların g �. ­
vensizliği i le ilgili haberleri ilk fırsatta ve üzerınde çok fazla du­
şünmeden man�t yapmaları için maaşa bağlar; Sandoz'la rekabet
eden bir şirket Ren vadisi ndeki yeraltı su larına karşı kay ıtsız k �lır :
G izli olan gizlice gözetlen ir. Öyle ki hikmeti hükünzetin y önetım �
.
etrafında kurnazca toplan mış bu organizmaların her bırı,. keı:�ı
özel anlam hegemonyasının peşinded ir. Zira anlam , anlaşılabılır
hir merkezle birlikte kaybo lmuştur.
1 968'e kadar başarıdan başarıya koşan ve sev i ldiğ ine inandırılmış
olan modern toplum, bu tarihten itibaren bu sevdadan vazg �çmek
zorunda kalmıştı; artık kendisinden korku lmasını tercıh et �
.
mektedir. "O masum halinin artık geri gelmeyeceğini" gayet ıyı
bilir.
Böylece kurulu düzenden yana binlerce komplo, şebekeleriı� ve
meselelerin ya da g izli faaliyetlerin giderek üst üste gelmesı ve
bunların her türlü ekonom i , polit ika ve kü ltür dalına hızla en­
tegrasyon süreciyle b irlikte , birbirine karışır ve hemen hemen h �r
yerde b irbiriyle çarpışır. Toplumsal yaş�mın � e: a lan ında, go­
.
. .
zetim, dezenformasyon ve güven lik faalıyetlerının ıç ıçe � ı �me
.
oranı sürekli bir artış gösterir. Komplo neredeyse alen � n g o�ule­
.
cek kadar yoğunlaştığında, komplonun her bir bölümü dığerını ra­
hatsız etmeye ya da kaygılandırmaya başlar çünk � � ütü � �u p �o �
fesyonel komplocular tam olarak nedeni n i b ilmek �ızın bırbırlerını
gözetlemeye ya da birbirlerini kesin olarak teşhıs edemeden te-
sadüfcn karşılaşmaya başlarlar . Kim kimi gözetlemek ister? Bu
görünüşte kimin yararınadır? Ya gerçekte? Hakiki etkiler gizli
kalır ve nihai hedeflerden güçlükle şüphe duyulabilir ve bunlar
hemen hemen asla anlaşılmazlar. Böylece aldatılmadığı ya ela ma­
n ipüle edilmediğinden kimse emin olamazken, manipüle eden de
başarılı olup olmadığın ı nadiren bilir. Ve aslında manipülasyonun
başarılı tarafında yer almak, doğru stratejik perspekti fin seçildiği
anlamına gelmez. Taktik başarılar böylece büyük güçleri teh likeli
yollara sürükleyebilirler.
Görünüşte aynı hedefi n pqi nde olan aynı şebekede, bu şebekenin
sadece bir parçasını olu şturanlar, diğer bölümleri n ve her şeyden
önemlisi çekirdek kadronun bütün varsayımlarını ve sonuçlarını
kaale almamak zorundadırlar. İ ncelenen herhang i bir konu hak­
kındaki tüm bilgileri n pekata tamamen h ayali ya da c iddi bir şe­
kilde tahrif edi lmiş ya da oldukça yanlış b i r şekilde yorumlanmış
olabilme ihtimali -ki bu gayet iyi bilinen bir olgudur- soruştur­
mayı yürüten lerin hesaplarını önemli ölçüde karıştırır ve çürütür;
çünkü birini mahkum etmek için yeterli olan şey, onu tanımak ya
ela kullanmak gerektiğinde o kadar yeterli olmaz. B ilgi kaynakları
rekabet içinde olduğundan tahrifler de rekabet içindedir.
Ancak bu uygulama koşul larından yola ç ıkarak, topl umsal alanın
tamamına yayıldığı ve bunun sonucunda personel ve araç-gereç
sayısını artırdığı ölçüde, denetimin verimliliği nin azalması eği­
limi göstermesinden söz edilebil ir. Çünkü burada her araç bir
amaç haline gelmenin peşindedir ve bunun için çaba gösterir. Gö­
zetim kendi kendini gözetler ve kendine karşı komplo düzenler.
S onuç olarak, gözetimin bugünkü temel çelişkisi, olmayan bir
varlığı yan i , toplumsal düzeni bozmaya çalıştığı düşünülen varlığı
gözetlemesi, içine sızması ve etkilemesidir. Ama bu varlığın iş­
başında olduğu nerede görülmüştür? Çünkü, koşullar asla bu
kadar devrimci olmamıştır ve durumun bu kadar ciddi olduğunu
düşünen sadece hükümetlcrdir. Yadsıma, kendi düşüncesinden o
kadar başarılı bir şekilde yoksun bırakılmıştır ki uzun zamandan
beri dağılmış bir haldedir. Bu nedenle, sadece muğlak ama hiila
1 78
1 79
yeterince rahatsızlık veren bir tehdit olmayı sürdürmektedir ve ne­
ticede gözetim en gözde etkin lik alanından mahrum bırakılm ıştır.
Bu gözetim ve müdahale gücü tamamen mevcut gerekliliklerle
yönetilmektedir ki bu gereklilikler, bu tehditle peşinen mücadele
etmek amacıyla bizzat tehdidin alanına yönelen anlaşma ko­
şulların ı belirler. Bu nedenle gözetimin, bu sefer teröristleri deği l
teori leri etkilemek amacıyla, gözden düşmüş gösteri araçlarının
dışında bilgilendireceği yadsımanın kutuplarım düzenlemede bir
çıkarı olacaktır.
31
Tarihsel zaman konusunda büyük otorite olan Baltasar Gracian
L 'homme de coııı::sıa [S aray Adamı] son derece isabetli bir şekilde
şunları söyler:
İster e y lem ister söylem olsun, her şey zamanla ö l ç ü l melidir. B ir şey
yapılabi leceği sırada istenmel idir; zira ne mevsimler ne de zaman
kimsey i bekler.
Ama Ömer Hayyam daha az iyimserdi:
Açık seçik ve mesel s i z konuşmak gerekirse -Bizler Tanrı ' n ı n e l inde
birer oyuncağız; - K u l l u k yarış ı nda bizimle dalga geçil ir, -S onra da
teker teker hiçlik kutusuna geri döneriz.
32
Fransız devrimi savaş sanatına büyük değişiklikler getirmıştır.
C lausewitz ancak bu deneyimden sonra taktik ile strateji arasında
şu ayrımı yapabilmişti: Taktik, savaş sırasında zafere u laşmak
amacıyla güçlerin kullanılması, strateji i se, savaşı n hedeflerine
ulaşmak amacıyla zaferlerin kullanılmasıdır. Avrupa derhal ve
uzun bir dönem boyunca sonuçların boyunduruğu altına sokul­
muştu. Ama teori uzun bir süre sonra oluşturulabilmiş ve dengesiz
bir şeki lde geliştiri lmişti. Öncelikle kavranması gereken şey,
köklü bir toplumsal değişimin doğrudan doğruya yol açtığı olum­
lu özelliklerdi: Geçimini topraktan sağlayan ve dükkanlardan ve
erzak trenlerinden görecel i olarak bağımsız yaşayan büyük çapta
1 80
genişletilmiş bir ordunun coşkusu ve hareket kabiliyeti. Bu pratik
unsurlar, benzer unsurların düşman tarafıııda da devreye girmesiy­
le bir gün dengelenir: Fransız orduları, İ spanya'da bir başka halk
coşkusuyla; geniş Rusya topraklarında yaşayamayacakları bir ül­
keyle; Alman ayaklanmasının ardından sayısal üstünlüğü olan
güçlerle karşılaşırlar. Bununla birlikte yeni Fransız taktiğinde gö­
rülen ve Bonapart'ın stratej isini dayandırdığı bas it temel olan
toplu geri çekilme uygu laması yanlış düşü ncelerin zoraki bir şe­
kilde terk edi lmesinden de kaynaklanmaktaydı ki bu stratej i, za­
ferleri sanki avans olarak kazanmış gibi peşin olarak kullanmak­
tan; başlangıçtan iti baren manevrayı ve onun değişik çeşitlerini
henüz kazanılmamış ama ilk şiddetli saldırıda kesinl ikle ka­
zanı lacak bir zaferin sonuç ları olarak anlamaktan ibaretti. Bu tak ­
tik, bu yanlış düşüncelerden derh al kurtulmak zorunda kalm ıst ı ve
aynı zamanda daha önce söz edilen diğer yen i l iklerin cşzaı� a n l ı
oyunu sayesi nde böyle bir kurtuluşu başarma koşul larım b u l ­
muştu. Son ayaklanmaya katılan Fransız askerl eri, düzenli sa­
vaşmaktan, yani bir hizada kalıp veri len emirler doğru ltusunda
ateş etmekten acizdiler. I3u durumda açılma nizam ın a soku lacak­
lar ve düşmana doğru i lerlerken keyfi ateş edeceklerdi. Ya da
keyfi ateş, tek etkili çare olarak, yani dönemin askeri çatışma­
l arında en belirleyici etken olan tüfeğin gerçekten tahrip edici bir
şekilde kullanılması olarak görülmüştü. Böylelikle askeri dü­
şünce, sona ermek üzere olan yüzyılda böyle bir son ucu evrensel
olarak reddetmekteycli ve aslında konuyla ilgili tartışma, aralıksız
süren çatışma örnekleri ve menzil ve ateş etme hızında kay­
dedilen sürekli ilerlemelere rağmen, yeni yüzyılın büyük bir bö­
lümü nde de devam edebilmişti .
A y n ı şekilde, gösteri tahakkümünün kuru lması öylesine derin bir
toplumsal değişim olmuştur ki yönetme sanatını da kökten de­
ğiştirmiştir. Pratikte bu kadar kısa zamanda böylesine verimli so­
n uçlar doğuran bu sadeleştirme, teorik açıdan henüz tam ol arak
anlaşılmamıştır. Her yerde yalanlanmış olan eski önyargılar, art ık
gereksiz hale gelen önlemler ve hatta eski zamanlardan kalma
vesvese kalıntıları, bütün uygulamaların her gün gösterdiği ve
onayladığı bir şeyi tan ımalarını engelleyerek çok sayıda yö181
netıcının düşünce biçimine hala ket vurmaktadır. Aslında, yok
edilmiş bir dünyada yaşadıklarına i nandırılanlar, sadece boyun
eğmiş insanlar değildir, yöneticiler de zaman zaman bazı açı­
lardan kendilerinin bu duruma maruz kalmalarının sonuçlarına
katlanırlar. S anki geride bir gerçeklik kalmış ve bu gerçekliğin
hala onların hesaplarına katılması gerekiyormuş gibi kendilerini
ortadan kaldırdıkları şeyin bir bölümüne inanır bulurlar. Bu ge­
cikme çok uzun sürmeyecektir. Bu kadar çok şeyi bu kadar kolay
başarabilenler doğal olarak daha ileri gideceklerdir. Oyunun yeni
kurallarındaki esnekliği ve vahşi görkem i benim semekte çok
yavaş davranan ların, gerçek iktidar çevrelerinde arkaik bir şekilde
uzun süre ayakta kalabileceklerine inan mamak gerekir. Gösterinin
kaderi kesinlikle aydınlanmış despotizm le son bulmayacaktır.
tığım iş beklediğim sonuca ulaşmazsa, eğer amacıma u l aşaınadıysam
hoşuna çalışm ı ş , yani yararsız bir iş yapmış o l u rum . . .
B irisi yaptığı iş nedeniyle ödül lendirilmezse y a da b u i ş kabul edil­
mezse onun hoş yere çal ıştığı da söylenir; ç ünkü bu durumda çalışan
asl ı � da çok güzel ol abi lecek olan çalı şınasını ı ı değerini hiçbir şek i lde
kestıremeden zamanını ve emeğini harcamış demektir.
(Paris, Şubat-Nisan 1988)
Tahakkümü yönetmek ve özell ikle de bu tahakkümün korunma­
sını sağlamak için seçilmiş tabakada bir nöbet değişikliğinin çok
yakın zamanda ve kaçınılmaz olduğunu belirtmek gerekir. Böyle
bir konuda yapılacak yenilik tabi i ki hiçbir zaman gösteri sah­
nesinde sergi lenmeyecektir. Bu yenilik sadece, ancak çaktığı
zaman farkına vardığımız şimşek g ibi ortaya ç ıkacaktır. Gösteri
döneminin eserini nihai sonucuna götürecek olan bu nöbet de­
ğişikliği, iktidar çevresinin çekirdeğinde yer alan insanları etkile­
yecek olsa da g izlice planlanarak ve kibarca gerçekleştirilecektir.
Neyin üstesinden geldiklerin i ve neye muktedir olduklarını açık
bir şekilde görmek gibi temel bir zarureti paylaşacak insanlar se­
çilecektir.
33
Yine S ardou şunları da yazar:
Boş yere özneye bağ l ıdır; boşuna nesneye bağlıdır; yararsız hiç kim­
senin işine yaramaz demektir. B aşarısız olununca boş yere ça­
lışılmıştır, yani zaman ve emek kaybedilmiştir: İ ş in kusuru nedeniyle
istenilen sonuçlara u l aşamadan çal ı şı l dığında ise boşuna çal ı ş ı lmı ş tır.
Eğer ben bir işi tamaml am ay ı başaramazsam boş yere çalışıyor; za­
manım ı ve emeğ i m i yararsız bir şeki lde harcıyor olurum. Eğer yap1 82
1 83
GÖSTERİ TOPLUMU'NUN İTALYANCA
4. BASKIS INA ÖNSÖZ / 1979
1 967 yılının sonuna doğru Paris'te basılmış olan bu kitap şimdiye
kadar on kadar dile çevrildi; ve genellikle çoğunluğu birbiriyle re­
kabet içinde olan yayınevleri tarafından ayn ı dil �e çeşitli baskıları
yapıldı ve bunların neredeyse tamamı kötüydü. Ilk çeviriler, Por­
tekiz ve belki de Danimarka dışında, her yerde m etne sadık ka­
l ınmadan ve yanlış yapılmıştı. Hollanda dilinde ve Almanca ya­
yımlanan çev iriler ancak ikinci girişim lerden sonra güzel olmuş­
tu, fakat bu sefer de Alman editör çeşitli baskı hataların ı dü­
zeltmeyi ihmal etmişti. İngilizce ve İspanyolcada ise ne yaz­
dığımı anlamak için üçüncü çevirileri beklemek gerekmişti. H �r
şeye rağmen, 1 96 8'den itibaren yayımlanan çeviri ler arasında, edı­
tör De Donato'nun sunduğu İtalyanca çeviri kadar kötüsü gö1 84
rülmem işti; bu çeviri ancak ardından yayım lanan rakip iki çev iri
tarafından kısmen iyileştirilmişti. Öte yandan bu ölçüsüzlüğün so­
rumlularını bulmak üzere yayınev ine g iden Paolo Salvadori, on­
ların üzerine yürümüş ve resmen yüzlerine tükürmüştür: Bu, kötü
çevirmen lerle karşı karşıya kalan iyi bir çevirmen in doğal tep­
kisidir. Salvadori'nin yapt ığı dördüncü İ talyanca çev irinin nihayet
en mükemmel çeviri olduğunu söylemeye gerek kalmadığın ı sa­
n ıyorum.
M ükemmel dört beş istisna dışında, benim onay ımı almamış olan
hunca çevi rinin hu den li başarısız olması, bu kitabın, yazıl mış ol­
mayı hiçbir zaman gerçekten hak etmem iş herhangi bir başka ki­
t aptan daha zor anlaşı lır olduğu anlamına gelmez. Bu muamele,
özell ikle yıkıcı eserlere yönelik bir muamele de deği ldir, çlinkü
böyle bir durumda sahtekarlar en azından yazar tarafından mah­
kemeye veri lmekten çekinmezler; dahası metne ek lenen saçmalık,
burjuva veya bürokratik ideologların yapı lan çürütmelcrinde gö­
rülen kararsızlıkları bir hayli destekleyecektir. Hangi ülkede olur­
sa olsun, son yıllarda yayımlanan çevirilerin büyük çoğunl uğunun
ve hatta klasiklerin çevirisinin bile aynı şeki lde yapıldığını göz­
den kaçırmak mümkün değildir. Ü cretli entelektüel emek, normal
olarak, girişimcinin karının çalışma hızına ve kullanılan mal­
zemenin kötülüğüne bağ lı olan çürüme içindeki endüstriyel üre­
tim yasalarını izleme eğilimindedir. Halkın zevkini düzen lemeye
ait her türlü görünüşten cesurca kurtulmuş olan bu üretim. mali
açıdan yoğunlaşarak ve dolayısıyla teknoloj ik açıdan her zaman
için daha iyi imkanlara sahip olarak p iyasanın her yerinde ni­
teliksiz arzı tekelinde tuttuğu andan itibaren, giderek artan bir
u tanmazlıkla talebin zorunlu teslimiyeti ve müşteri kitlesinde
bunun geçici sonucu o larak görülen zevksizlik üzerinde spe­
külasyon yapabilmişti. İ ster bir konut, ister sığır eti , ya da bir çe­
virmenin kara cahil aklının bir ürünü sözkonusu olsun her türlü
durumda kend isini egemen bir şekilde dayatan görüş, bir za­
manlar uzun süreli ve n itelikli bir çalışma gerektiren şeyi artık as­
gari maliyetle çok kısa zamanda elde edebilmektir. Kaldı ki
hemen hemen bütün gü ncel yazarlar son derece kısa bir zaman
zarfında demode olacak kitapları alelacele yazarken , ortada çe1 85
virmenlerin bir kitabın anlamıyla ve özellikle de sözkonusu dili
önceden öğrenmekle ilgili sıkıntı çekmelerini gerektirecek çok az
neden olması doğrudur. Zaten boşuna yazılmış ve okunmayacak
olan bir şey niçin iyi çevrilsin? Gösteri sistemini mükemmel kıl an
_
bu özel uyum yanıdır; yoksa sistem başka yönlerden çökmektedır.
B ununla birlikte, yayıncıların çoğunluğunda görü len bu yaygın
uygulama, farklı bir kullanım için tamamen farklı bir kitley e hitap
_ _
eden Gösteri Toplumu örneğine uygun düşmez. Artık, eskısınden
çok daha belirgin bir şekik1c, çok çeşitli kitap türü bu lunmaktadır.
B irçoğunun kapağı bile açılmamıştır ve çok azı duvarlara geç­
m iştir. Bunlar, popülerlikleri ni ve iman güçlerini kesinlikle gös­
teri nin aşağ ılık makam larının bu kon uda konuşmamaları ya da
yeri geldiğinde şb)ıle bir değinmeleri olgusundan alırlar. Yaşam­
larını tarihsel güçlerin belli bir tanımın a ve onların ku llanımlarına
göre sürdürmek zorunda olan bireyler, belgeleri tabii ki tamamen
doğru çevirilerinden bizzat incelemek isterler. Şüphesiz kitabın
çok fazla üret ildiği ve aşırı yoğun dağıtıldığı m �vcut koşullard � ,
hemen hemen bütün kitaplar başarı ya da genellıkle başarısızlıgı
çıkışlarım takip eden birkaç hafta içinde yaşarlar. Güncel ya­
yıncı lığın külüstür takımı, aslında her durumda bir defaya mahsus
olarak konuşulacak kitaplara yeterince uygun düşen aceleye ge­
tirilmiş keyfilik ve oldubitti politikalarını buna dayandırırlar. Bu
ayrıcalık bu kitap için sözkonusu değildir ve benim kitabımı ale­
lacele çevirmek tamamen boş bir çabadır, çünkü bu göreve ye­
niden başlayacak birileri her zaman olacak ve kötü çevirilerin pa­
pucu iyi çeviriler tarafından dama atılacaktır.
Yakın zamanda her türlü düşünsel tartışmayı yeniden canlandıra­
cağı söylenen kalın bir cilt kaleme alan bir Fransız gazeteci, bir­
kaç ay sonra, uğradığı başarısızlığı kitabın düşünce açısından
eksik olmasından ziyade okur eksikliğiyle açıklamıştı. Okumayan
bir toplumda yaşadığımızı ve eğer Marx Kapital'i şimdi yayın­
lamış olsaydı bir akşam edebiyatla i lgili bir televizyon prog­
ramında amaçlarını açıkladığında ertesi gün artık h i ç kimsenin bu
eserden bahsetmeyeceğini söylemişti. Bu garip yanılgı nereden
kaynaklandığının bilincindedir. Gerçekten de günümüzde birisi
hakiki bir toplumsal eleştiri kitabı yayımladığında telev izyona ya
da benzeri başka tartışma ortamlarına çıkmaktan uzak duracaktır
ve böylece on ya da yirmi yıl sonra ha!a ondan bahsedilecektir.
Doğrusunu söylemek gerekirse, dünyada, mevcut toplumsal dü­
zene düşman olan lar ile fiilen bu durumdan yola çıkarak hareket
edenler dışın da hiç kimsenin benim kitabıma ilgi duyacağına
inanmıyorum . Bu kon uda tamamen teoriye dayanan kesin inan­
cım, tek tük ve zayıf eleştirilerdeki ampirik gözlemler ya da top­
lumun suskun kalan kısmı karşısında gösteride alenen konuşma
yetkisini el inde tutanlar ya da henüz bu yetkiyi edinmeye ça­
lısanlar arasında ortaya çıkan imalar tarafından doğrulanmıştır.
H� len yan lış bir şekilde kültürel ya da politik diye adlandırılan
tartışma görüntü lerinin bu farklı uzmanları kendi mantıklarını ve
kü ltürlerini mecburen onları kullanabilecek olan sistemin mantık
ve kültürüne göre ayarlarlar; bunun tek nedeni sistem tarafından
seçilmiş olmaları değil özellikle hu sistem dışında başka bir eği­
timlerinin olmamasıdır. Bu kitabın önemini bel irtmek amacıyla
ondan bahsedenler arasında şimdiye kadar kısaca da olsa neyin
söz konusu edildiğini söylemeyi göze alan bir tek kişiye rast­
lamadım: Aslında onların bu kitabı es geçmedikleri izlenimini
vermekten başka kaygıları yoktur. Aynı zamanda, bu kitapta bir
kusur bulanların tamamı da, başka bir şey söylemediklerinden,
onda başka kusurlar bu lamamış gibi görünüyorlar. Ama bul­
dukları kusur her zaman için, onu bu lan kişiyi tatmin etmeye ye­
tecek bir özelliğe sahipti. B iri bu kitabın devlet sorununu ele al­
madığını düşün ürken ; diğeri tarihin varlığını hiçbir şekilde hesaba
katmadığını düşünmüş; bir başkası katıksız y ıkıma düzülmüş akıl
dışı ve anlatılamaz bir övgü olduğu gerekçesiyl� bu kitabı red­
_
detmiş; başka biri i se bu kitabı çıktığı günden ıtıbaren
kurulan
bütün hükümetlerin gizli yönetim rehberi olmakla suçlamıştı.
Aynı akl i uyuşukluk içinde olan diğer elli tanesi de bunlara ben­
zeyen garip sonuçlara varmıştı. Bu kişiler görüşlerin i ister süreli
yayınlarda ister kitaplarda ister ad hoc derlenmiş eleştirilerde yaz­
sınlar bu görüşler ehvenişer olduğu için hepsinde var olan kaypak
güçsüzlük herkes tarafından kullanılmıştır. Bu � a karşılık bildi � im
kadarıyla bu kitap şimdilik en iyi okurlarını Italya'dakı_ fabrıka1 87
1 86
---- -------�---
!arda bu lmuştur. İşe devam sızlıkları, verilen hiçbir özel ödünün
bastıramadığı şiddetli grevleri, bilinçli olarak çalışmayı reddet­
meleri, yasayı ve tüm devletçi partileri aşağılamaları ile bugün
tüm dünyadaki yoldaşlarına örnek olarak gösterilebilecek olan
İtalya'daki işç iler, pratikten gelen deneyimleri ile -sadece vasat
çevirileri okudukları zaman bile- Gösteri Toplum u nda ileri sü­
rülen tezlerden kendilerine yarar sağlayabilecek kadar konuya
vakıftılar.
'
Yorumcular genellikle, halen egemen olan toplumun dikkate
almak isteyeceği entelektüel üretim kategorilerinin hiçbirine gi­
remeyecek olan ve bu toplumun teşv ik ettiği hiçbir uzman mes­
leğin bakış açısına göre yazılmamış olan bir kitabın hangi amaca
hizmet edebilcceğ! ni anlamamış gibi göründüler. Bu durumda ya­
zarın n iyet i karanlıkta kalmıştır. Y ine de burada gizemli h içbir
şey yoktur. Clausewitz, 1815 Fransa Seferi'nde şunları yazmıştır:
B ütün stratej ik e l e ş ı i r i lerde temel nokta meseleye tamamen fai l lerin
bakı� açısından yaklaşmaktır; bunun gene llikle zor olduğu doğrudur.
Eğer yazarlar kendi lerini d ü ş ü nce yoluyla fai l lerin içi nde bu l u nduğu
bütün koşıı l l ara dahil etmek i stese ler y a da bunu yapabi l selerd i , stra­
tej i k eleştirilerin b ü y ü k çoğunl uğu tamamen yok ol urdu y a da çok
küçük a n l ayış fark lılıkl arına indirgenirdi .
1 967 yılında Sitüasyonist Entcrnasyonal ' in [S .E.] bir teori kitabı
olsun istem iştim. O sıralarda S . E., modern toplumda devri mci tar­
tışmalara yol açmak için elinden geleni yapmış olan aşırı bir g rup­
tu; ve teorik eleştiri alan ındaki zaferi n i zaten dayatmış olan ve bu
zaferi pratik ajitasyon alanında ustalıkla sürdürmüş olan bu gru­
bun, tarihsel eyleminin doruk noktasına yaklaştığını görmek ko­
laydı. Böy le bir kitabın yakında patlak verecek olan ve hemen ar­
dından kaçınılmaz şekilde başlayacak geniş çaplı yıkıcı gelişme­
lere bu kitabı aktaracak olan karışıklıklarda hazır olması önemliydi.
İnsanların, eski devrimci teorilerin basitleştirilmiş parçalarını yer­
sizce tekrarlamaya yönelik güçlü bir eğilimleri olduğu bilinir ve
bu insanlar içinde bulundukları koşulları değiştirmek için gerekli
olan bazı fiili' mücadelelerde bunları kullanmaya kalkışmasınlar
1 88
d iye bu_ teorilerin eskimiş olduğu onlardan saklanır; bu yüzden bu
_
başka dönemlerde görülen çelişkilerde nasıl farklı yaz­
teorılerın
gılarla devreye girebi ldiklerini pek iyi anlayamazlar. B una rağ­
men, sorunu serinkanlılıkla inceleyen biri için, kurulu bir düzen i
gerçek anlamda sarsmak isteyenlerin bu toplumu köklü bir şekilde
aç �klayan ya d � en azından bu konuda tatminkar bir açıklama ge­
_ görünen bir teori geliştirmek zorunda olmaları
_
ş gıbı
tırıyormu
şüphe göt ürmez. B u teori kamu dirliğini bozan çatışmalar içinde
olmak koşul uyla ve tam olarak anlaşı lma noktasına varmadan
ön cc, kısmen ortaya çıktığı andan itibaren, şeylerin düzenini tc­
_ ol arak mahkum eden bir şeyin varlığının belirsiz bi lgisi kar­
orık
şısında her yerde askıya alınmış olan hoşnutsuzluk şiddetlenecek
v � k � skinlcşecektir. Ve bunun ardından, hiddetle kurtuluş savaşın ı
_
başlayan bütün proleterler, strate ji uzman ları haline
surdurmeye
gelebilirler.
·
� uşk�suz,
hu amaca yönelik olarak hesaplanmış genel bir teori,
oncelıkle, alenen yanlış bir teori olarak görünmekten kaçınmak
zor � n ?aclır; ve olayların seyrinin, söyled iklerini yanlış çıkarma
rı_ skını göze almaması gerekir. Ama ayn ı zamanda, tamamen be­
_
nımsenemey
�cek bir teori de olmak zoru ndadır. Bu teoriyi iyi
bulan herkesın hoşnutsuz şaşkınlığına rağmen, dünyadaki doğru
yapıyı keşfederek var olan dünyan ın merkezini kötü i lan ede­
bi lmelidir. Gösteri teorisi bu iki taleb i de karşılar.
Doğru bir eleştiri teorisinin ilk başarısı , bütün diğer teorileri der­
hal gülünç göstermektir. Böylece, 1968'de, bu dönemin tahakküm
biçi � leri � i n dejenere olmaya başladığı yadsıma hareketi içinde
�en � ı .?en kalmışlıkl �rın_ı ve kısa süreli tutkularını savunan diğer
_ ne modern bir teori kitabına sahip ne
orgutlu akım la�? an hıçbırı
.
_
de �evrılmesı sozkonusu olan sınıf iktidarında modern olan hiçbir
Ş ��ı tanımazken, S itüasyonistler, korkutucu Mayıs devrimi ile i l ­
g � lı v �r ola � tek teoriyi ileri sürebilmişlerd i ; v e bu aynı zamanda,
hıç kımsen ın dile getirmediği çarpıcı yehi yakınmaları da hesaba
katan tek teoriydi. Konsensüs kimin umurundaydı? Onu öldür­
müştük. Cosa fatta capo ha.
1 89
On beş yıl önce, 1 952'de namı pek iyi olmayan dört ya da beş Pa­
risli, sanatı aşmanın yollarını araştırmaya karar verir. B u yolda
yapılan gözüpek bir yürüyüşün ardından e lde edilen mutlu bir
sonuç sayesinde ortaya çıktı ki, toplumsal devrimin önceki sal­
dırılarını kırm ış olan eski savunma hatları aşılmış ve altüst edil­
mişti. Bu noktada bir başka savunma hattını i leri sürme fırsatı ya­
kalanır. Bu, sanatı aşma işi, bir yüzyılı aşkın süredir, özellikle de
kendi kendini çürüten modern şi irle birlikte sürekl i aranmış olan
doğru yaşam coğrafyasının "kuzey-batısına geçiş" anlamına gel­
mektedir. Oldukça çok sayıda kaşifin kendini kaybettiği önceki
girişim ler, asla doğrudan doğruya böyle bir perspekti fle so­
nuçlanmamıştı. Bu belki de, eski sanat eyaletinde hala on lar için
harap edi lecek bir şeylerin kalması ve özellikle de devrim bay­
rağıııın vaktiyle daha uzman başka el lerde olması yüzü ndendi .
Ama bu dava asla kendimizi buraya yerlqtirıneye geldiğimiz za­
manki kadar kesin bir bozguna uğramam ış ve mücadele alaııını
böylesine boş bırakmamıştı. Bu koşulları hatırlamanın Gösteri
Toplumu'ndaki düşüncelere ve üsluba getirilebilecek en iyi aç ık­
lama olduğuna inanıyorum. Bu konuya gelince, eğer bu kitap
iyice okunmak istenirse devletin yıkımını tasarlamaya hasrettiğim
,on beş yıl boyunca bu düşüncelere ilgisiz kalmadığım ve de on­
larla oynamadığım görülecektir.
Üç dört baskı hatası dışında bu kitapta değ iştirilecek bir tek ke­
l ime olmadığından, Fransa'da yapılan bir düzine baskı sırasında
h içbir şey düzeltilmemiştir. Yazdıkları, olaylar tarafından derhal
yalanlanmayan az sayıdaki çağdaş örnekten biri olmakla gurur du­
yuyorum, bunu derken kastettiğim şey, ötekiler gibi yüzlerce ya
da binlerce defa yalancı çıkmak değil bir kez olsun yalanlan­
mam ış o lmaktır. İ leri sürdüğüm tüm tezlerin, yüzyılın sonuna
kadar ve hatta daha da sonralara dek doğru kalacağından şüphem
yok. Bunun nedeni gayet basittir: Gösteriyi oluşturan faktörleri ,
"olayın akışı içinde ve doğal olarak da geçici yönleriyle", yani bu
düzeni kurabilmiş ve ş imdi de onu çözmeye başlamış o lan tarihsel
devinimin tamamıyla yüzleşmek suretiyle anl adım. Bu bakımdan
1 967'den bu yana geçen ve çelişkileri daha yakından tanıma fır­
satını bulabildiğim on bir sene, yazılanların kaçınılmaz devamıl 90
rı ın yaşandığı bir dönemden başka bir şey değildi; her ne kadar bu
yıl lar bizzat gösterinin iç'.inde her biri diğerinden daha keskin altı
ya da y�di düşü � ür kuşağının ortaya çıkması ve birbirinin yerini
a � � ası ıle geçmış olsa da böyledir. Bu zaman zarfında gösteri,
.
gosterı kavramına daha kesin bir şekilde yaklaşmaktan başka bir
şey yapmamış ve gösterinin yadsınmasına dair gerçek hareket ise
yaygın ve yoğun bir şekilde yayılmıştı.
Asl ında, b � kitapta yer almasına gerek olmad ığını düşündüğüm
v ve daha inandırıcı kanıt ve örnekleri bizzat
bazı şeylen; daha agır
�?s �� ri . . topl �ımu eklemiştir. Tahrifin yaygınlaştığı ve tıpkı her
turlu gundelık
varoluşun üzerine çöken yapış yapış bir sis gibi en
küçük şeylerin üretimine kadar ulaştığı görülebildi. İnsanlar ve
doğal güçler üzerindeki teknik ve polisiye deneti min, yani yan­
lışların tıpkı araçlar gibi hızla çoğaldığı bir denetimin "telema­
t ��" �ıl � ınlığa varacak denli mut lak bir şekilde arzu ed i ldiği gö­
rule?ıldı. Devlet kaynaklı yalanııı , hakikatle ve gerçeğe ben­
zerl ıkle olan çelişkil i ili şkisini pekala unutarak, kendisini bile
u �ıu tabilmek v � k � ndi yerinin giderek dol � urulabilmesi için ken­
_
dınde ve kendı ıçın
geliştiği görülebildi. Italya, Aldo Moro'nun
kaçırılması ve öldürülmesi sırasında bu tekniğin o zamana dek
ulaşabildiği en i leri aşamayı yakın zamanda seyretme fırsatııı ı ya­
kalamıştı; bununla birl ikte bu teknik kısa zaman sonra burada ve
başka ye :lerde a � ılac �ktı. İtalyan otoriteleri nin konuyl a ilgili açık­
_
laması bır an ıçın
bıle inandırıcı olmamıştı, ki bu açıklama ard
arda yapılan yüzlerce rötuşla düzelmekten ziyade daha da kö­
tüleşmiş ve bütün yorumc ular bu açıklamayı kamuoyunda onay­
l ayarak Üzerlerine düşen görevi yapmıştı. Bu açıklamanın amacı
i ���dı :ıcı olm �k d �ğil, ortalıktaki tek açıklama olmak; ve tıpkı
.
.
kotu bır kıtap gıbı bır süre sonra unutulmaktı.
B u , kılık değiştiren terörist kahramanların, avlarını tuzağa dü­
şürmek üzere tilki, bu avı ellerinde tuttukları sürece hiç kimseden
�orkmamak üzere aslan, ve meydan okuyormuş gibi yaptıkları re­
Jıme zarar verecek en ufak şey bu olayla meydana gelmesin diye
k �yun oldukları ve dev makinaların i şlediği mitolojik bir operadır.
B ıze, onların en yetersi z polislerle iş yapma şanslarının olduğu ve
191
bunun yanı sıra polis camiasının en yüksek çevr�lerine füturs� z� a
_ degv ldır.
sızab ildikleri söylenir. Bu açıklama çok fazla dıyalektık
�
Önemli bir hizmet verme fırsatı ele geçene kadar buradakı va­
zifelerini sadık bir şekilde yerine getirmeleri için yıllar öncesin­
den bu bünyeye dahil edilmedilerse üyelerinin ba�ıl �_rın � devle�
_ ken ?ı
güvenlik güçleriyle ilişkiye sokacak olan k ış � ırtıcı ?ır �rg_ut
_
_
m anipülatörlerinin de zaman zaman manıpule edıldıgını tah �� n
etmek zorundad ır; ve böylece "Kızıl Tugaylar" kurmay heyetının
özelliği olan eczasız kalmanın görkem li güvencesinden yoksun
. toplu
olacaktır. Ama İtalyan dev leti, kendisini destekleyenlerın
onayıyla daha da iyisini söyler. İtalyan devleti , tıp �ı diğer dev­
l etler gibi, özel servislerinin ajanların ı, yas �dışı te�or�_ st şebeke­
lere sızdırmayı düşünmüştü; bu şebekelere bır kez gır� ıkten sonra
bu ajanların yöneu_m e dek giden hızlı bir kariyer edınmelerı ol­
dukça kolaydı; tıpkı Çar'ın gizli örgütü Okhrana he � abı� a kur��z
Lenin'i aldatan Mali novski ya da Sosyalist Devrımcı Partının
"mücadele örgütünün" başına geldi ğinde ustalığını B aşbakan
Stolypine'i bizzat öldürme noktasına kadar götüren Azev'in _Yap­
.
tığı gibi öncelikle kendi üstlerini dev iri � orIar� ı. Bır te � tal ıhs � z
_
rastlantı devletin iyi niyetini engellemıştı:_ üze! servıslerı_ ço­
zülmüştü. Bu zamana kadar b ir gizli servis, örne � i n dev bir petro �
tankerinin kıyıda yüklenmesı_ ya da Seveso 1 <lakı moder� san a� ı
üretiminin bir bölümü gibi asla ortadan kalkm�mıştır. Arşıv lerı_ '.11
:
_
muhbirlcrini ve istihbarat görevlilerin i koruyarak sadece ısmını
değiştirmiştir. İtalya' da, sabotaj ları ve yu �t . dı � ındaki suik��tlarıyla
oldukça meşhur olan faşist rejimin Asken Istıhbarat � ervısı S .I.M.
_
[S ervice des Informations Mili_tai res] bö�lec� �-lırıstıyanJ?emok­
_
rat rejim döneminde Savunma Istıhbarat Serv ısı S . I.D. � alıne ge �­
_
_ .
m iştir. Ayrıca, bilgisayarda -eğer bu d evletın
� o � edılmesı d � ­
_
_
şünülüyorsa düşünce ve eylem diye bılınen şeyın ıç ka�artıcı bır
karikatürü olan- "Kızıl Tugaylar"ın bir tür robot-doktrını_ prog­
ramlandığında, bir bilgisayar hatası -bu makinaların kullananların
bilinçsizliğine bağlı oldukları doğrudur- "Kızıl Tugaylar"ı� oto­
matik olarak tekrarladıkları tek sahte-kavrama bu defa Ulus­
lararası Çokuluslular Topluluğu" anlamına gelen S .I.M. � �ociete
Internationale des Multinationales] kısaltmasını atfeder. . Italyan
kanına bulanmış· olan" S .I.D. yakın zamanda dağıtılmak zorunda
1 92
kaldı çünkü, devletin de post .festum itiraf ettiği gibi, 1 969'dan bu
yana her zaman değil ama genellikle bombayla yapılan ve du­
ruma göre anarşistlerin, neo-faşistlerin ya da situasyonistlerin üze­
rine yıkılan bu uzun katliam dizisini bizzat yapan S .I.D. idi.
"Kızıl Tugaylar" tam anlamıyla aynı işi yaptığından ve belki de
ilk kez çok çok üstün bir harekat değeri taşıdığı için S .I.D. bu ör­
gütle baş edememiştir: Çünkü ortadan kaldırılmıştır. Gizli serv is
adını hak eden bir serviste ortadan kaldırma işlemi de gizli olarak
yapılır. Eldeki i mkanların ne kadarının onurlu bir emeklil iğe ve­
rildiği; ne kadarının "Kızıl Tugaylar"a tahsis edildiği ya da helki
de Abadan'da bir si nemayı kundaklaması için İran Şahı'nın hiz­
metine sunulduğu; ne kadarının da talimatl arın ın bazen aşıldığı nı
öğrenmekten mu htemelen rahatsızl ık duyan ve Moro'yu kur­
tarmak için en u fak tavizi bile değerlendirmeyi reddeden uz­
laşmaz tutumuyla nihayet cumhuriyetçi Roma'nın bütün sağlam
fazi letlerini taşıdığını kanıtladığı andan itibaren yasalarına saygı
duyulmasın ı sağlamak için Brutus'ün evlatlarını öldürmekte en
ufak bir tereddüt göstermeyeceğ i bilinen devlet tarafından gizl ice
yok edileceği bilinemez.
İtalyan bas ın ın da en iyi tahlilleri yaptığı düşünülen ve l 975'te
Censor'un hazırladığı Do/fru R apor u n ilk kurbanı olan, bütün
ulusu ya da en azından gazetelerde yazan nitel ikli zümreyi derhal
kendi hatasına ortak eden Giorgio B occa'nın meslekten yıldırılma
nedeni, hatasının yol açtığı bu can sıkıcı durum değildi. Bu ap­
tallığın böylesine bilimsel bir tecrübeyle kanı!lanması belki de
onun yararına olmuştu, çünkü aksi taktirde l 978'de Mora - Un a
tragedia italiana [Mora- Bir İtalyan Trajedisi] kitabını tamamen ,
satılmış olduğu ya da korktuğu için yazdığı düşünülecekti. Bu ki­
tapta, piyasaya sürülen aldatmacaları, bir tekini bile atlamadan
yutmakta aceleci davranmış ve bu aldatmacaları mükemmel i lan
ederek yeniden ortalığa dökmüştü. Şunları yazdığında bir an için,
tersten de olsa, sorunun kökenini düşündürmeyi başarmıştı:
'
B ug ü n işler değişti; kızıl terörü arkalarına alan aşırı l ı k yanlısı i şç iler,
sendika s iyasetine karşı çıkabilir ya da karş ı ç ıkmaya kalkışabilirler.
Arese'deki A lfa Romeo gibi bir fabri kada yapılan bir işçi top­
lantısında b u l unan biri, sayı ları yüzü aşmayan aşırı lık yan l ı s ı grubun
F l �ON/Gtisreri Toplumu
1 93
�
�
yine de ön saflarda yer almayı başardı ğ ı:11 ve kom ü n -;t part n i n k � t­
l anmak zorunda old uğu suç lama ve aşagılaınaları bagıra çag ıra d ı le
getirebi ldiğini görebilir.
Her ne kadar devrimci işçiler hemen hemen tüm y oldaşların ın
desteğin i alarak Stalinistle ri aşağılasa lar da artık hiçbir şey nor­
mal deği ldir, zira devrim yapmak istemektedirler. Geçmiş d� ­
ncyimler inden ders alan i şç iler öncelikle yapılmas ı gereken şeyın
Stalinistl eri toplantılardan atmak olduğunu bilmiyor lar mı? Dev­
rim , bunu yapamam ış olduğu için 1 968 yılında Fransa'da ve l 97v5
yılında Portekiz' de başarısız lığa uğramışt ır . Burada saçma ve ıg­
renç olan şey, bu "aşırılık yanlısı işçi azınlığı" nın "�r� <�l.a�ıı� da':
teröristler olduğu için bu kaçı n ılmaz aşamaya .gelebı ldıgı.n � ılerı
sürmekti r. Oysa..Jam tersine, önem li sayıdaki ltalyan ışçısı Sta­
linist-sen dika polisi kadrosun dan kurtulduğ u için, mantık el .ışı ve
gözü kör terörizm le, bu işçileri rahatsız etı�ıek.te � başka �Jır . ş � y
yapamay an "Kızıl Tugayla r"la dalga gcçılmı.şt.ı ; kıt�e _ı_letı�ım
ara�1arı onların aşırı kopuklu klarını ve kaygı ıçıı� dckı y onctıcı­
lerini en ufak bir tereddüt e yer olmadan tanıma f ırsatını burada
yakalam ışlardı. Bocca, Stalinist lerin, altı�ıış yıldan be.ri her � erde
fazlasıyl a hak ettikleri hakaretle re ugramaktan şık<_ıyetç � o.1dukların ı, çünkü işçi özerkliğ inin yedekte tuttuğu terörıstl erı ? f� ­
ziksel tehditine maruz kaldıkların ı öne sürer. Bu Boccava rı bır
pislikten başka bir şey değildi ç ünkü bu tari he ka� aı: ve hat '. a
daha uzun bir süre boyunca , "Kızıl Tugaylar"ın Stalınıst lcrc kı­
şisel olarak saldırma ktan kaçındık larını herkes bilirdi . Her �ıe
kadar Kızıl Tugayla r kendiler ini olayların akışına kaptırm ak ıs­
teseler de ne eylem dönemle rini rastgele ne de kurb � n l�rını �e­
yiflerine göre seçiyorla rdı. Böyle bir ortamda , tıpkı ıst� g �. v� ag .lı
olarak gösterm elik birkaç suçlunu n her zaman y akalanab ılo �.g �. bır
balık havuzu gibi az çok gözetlen en ve geçici olarak _hoş go�ulen
küçük çaplı terörizm e dair çevresel bir tabakanı �ı �� nışlemes�. k.�.�
çınılmaz hale gelir; fakat merk�zi ?1 � dahalcle rın vur� cu gucu_
sadece profesyo nellerde n o luşabılm ıştı; bu da onların yoııteml erı­
nin her ayrıntısı nı doğrular .
1 94
İtalyan kapitalizmi ve onun hükümet nezdindcki personeli, as­
lında hayati bir önem taşıyan ve oldukça belirsiz olan, Sta­
linistlcri n kullanılması sorunu ile ilgili olarak kendi içinde bir
hay l i bölünmüştür. Büyük özel sermayeni n bazı modern sektörleri
kararlı bir şekilde bundan yanadırlar ya da yana olmuşlardır; yarı
dev letleştirilmiş şirketlerin sermayesini yönetenlerin birçoğunun
desteğini alan diğerleri ise bu soruna daha düşmanca yaklaş­
maktadır. Ü st düzey dev let görev l i lerinin geniş çaplı bir manevra
özerkliği vardır çünkü, gemi batarken kaptanın kararları , ar­
matürün kararlarından önde gelir ama gemi zaten bölüşül müştür.
Her klanın geleceği, gerekçelerini pratikte kaıı ıt layarak dayatabil­
me tarzına bağ lıdır. Moro, "tari hsel uzlaşıııa"ya. yani Stalin isl­
leriıı devrimci işçi hareketini nihai ol arak kırına kapasitesine
sahip olduklarına inanıyordu. O sıralarda "Kızıl Tugay lar"ı dc­
ııellcyenleri yöneten bir başka eğilim ise buna inanmıyordu; ya da
en azın dan Stalinistlerin, sunabildik leri ve her hal likfüda su­
nacakları ufak tefek hizmetler için abartıl ı bir şeki lde kayı rılırıa­
ma ları gerekliğini ve çok fazla küstalılaşmamaları için onları ada­
makıllı dövmek gerektiği ni düşünü yordu. Bu analizin pek de de­
ğersiz olmadığı görüldü, çünkü Moro, sonunda parlamento ka­
rarıyla resmileşen "tarihsel uzlaşma''yı küçük düşürmek için
düzenlenen ilk eylemde kaçırıldığı zaman, Stal inist parti "Kızıl
Tugaylar''ın bağımsızlığın a inanıyormuş gibi görünmeyi sür­
dürdü. Meçhul barbarların kendilerinden ne beklediklerini asi l bir
şeki lde anlamamış gibi görünerek şantaja boyun eğmek du­
rum unda kalan dostların küçük düşürül üşlcrinin ve sıkıntılarının
uzatılabildiğ ine inanıldığı sürece tutsak ö ldürülmedi. Stalinistler.
kamuoyu önünde karanlık manevralara başvurarak dişlerini gös­
terir göstermez mesele halledildi; ve Moro düş kırıklığı içinde
öldü. Aslında "Kızıl Tugaylar"ın daha genel anlamda bir başka iş­
levleri vardır, bu da devlete karşı gerçekten ayaklanmış pro­
leterlerin birliğini bozmak ya da onları küçük düşürmek ve belki
de bir gün en azılılarından birkaç tanesi n i yok etmektir. S ta­
lin istler, "Kızıl Tugaylar"ın bu işlevini onayl ıyorlardı, çünkü
"Kızıl Tugayl ar" ağır görev leri nde onlara yardımcı oluyordu. Sta­
linistler, "Kızıl Tugaylar"ın kendilerine zarar veren yönünü. yani
aşırılıklarını ise önemli anlarda kamuoyu önü nde yapılan imalarla
1 95
ve devlet güçleriyle sürekli yapılan yakın görüşmelerde savurduk­
ları alen i ve yüksek sesli tehd it lerle sınırlarlar. Stalinistlerin cay­
dırıcı s ilahları, ta başından beri "Kızıl Tugaylar" hakkında bil­
dikleri her şeyi ansızın söyleyebilecek olmalarıdır. Ama herkes
Stalinist lerin "tarihsel uzlaşmayı" bozmadan bu silahı kullanama­
yacakların ı ve dolayısıyla da bu konu hakkında en azından vak­
t iyle kel imenin tam an lamıy la S . I. D.'in mari fetleri konusunda ol­
duğu kadar sessiz kalmayı gönü lden di lediklerini bilir. B ir devrim
durumunda Stalinistl cre ne olacaktır? Bu durumda, çok aş ırıya
kaçmamak suretiyle iti l ip kakılacaklard ır. Moro' nun kaçırılma­
sından on ay sonra, aynı yeni lmez "Kızıl Tugaylar" ilk defa S t a­
linist bir sendikacıyı öldürdüğünde, sözde komünist parti derhal
tepki gösterm iştir ama sadece protokol düzey inde olmak ko­
şuluy la tepki göst.i:rmiş ve müttefiklerini, komünist part iyi bundan
böyle bir parti, kuşkusuz her zaman dürüst ve yapıcı olan ancak
artık çoğunluğun içinde deği l yanı nda olan bir part i olarak ta­
nım lamaya zorlamakla tehdit etmiştir.
Arm ut dibine el lişer ve bir Stal inist, devletin işled iği karan l ık bir
suç kokusunun duyulduğu bir yerde h�r zaman kenc� iı'. i bi _ldik ? ir
ortamda h isseder. O halele Stal inistler ltalyan clevletının zırvesın­
de, cepte bıçak masa altında bomba olcluğu __ halcle yaşanan tar­
tışma ortam ından niçin rahatsız olsu nlar ki? Orneği '.1 Kr uşçev ve
_ _
da
Beria, Kadar ve Nagy, Mao ve Lin Piao arasınclakı ıhtılaflar
aynı us!Gpta düzenlenmemiş m iyd i? Ayrıca İtalyan Stalinizminin
liderleri gençliklerinde, yani 1 937 yıl ında, Komintern'in diğer ça­
ile birlikte Demokratik İspanyol Cumhuriyeti'nin hiz­
lısanları
,
m etincle karşı-devrimcilik yapmakla yükümlü oldukları ilk tarihsel
uzlaşma dönem leri nde bizzat kasaplık yapmışlardı. Andres Nin'i
kaçıran ve onu bir başka yeraltı hapishanesinde öldüren onların
"Kızıl Tugaylar"ıydı.
Bu üzücü gerçeklikleri çok sayıda İtalyan yakından bilmekte ve
birçok başka olay da kısa zamanda fark edilmektedir. Ancak bu
gerçeklikler hiçbir yerde yayımlanmazlar çü nkü kimileri ? unu
yapma araçlarından kimi leri ise isteğinden yoksundur. Te�ö� ızme
dair bir "gösteri" politikasının hatırlatılması ancak analızın bu
1 96
aşamasında uygun düşmektedir, yoksa çok sayıda gazeteci ya da
profesörün ince kurnazlıklarıyla bayağı bir şekilde bunu sürekli
tekrarlaması uygun değildir, çünkü bazı teröristler, kimi 7:aman
kendilerinden söz ettirmek amacıyla harekete geçerler. Italya,
dünyadaki bütün toplumsal çelişkilerin bir özetidir ve bilinen tar­
zıyla, bütün devletlerin iktisadi ve polisiye dayanışması s:.ıyesinde
bütün dünya üzeri nde zaten açıkça işleyen burjuva ve totaliter bü­
rokrat sınıf iktidarının baskıcı Kutsal İttifak'ını tek bir ülkede bir­
leştirmeye kalkışır; tabii ki burada da bazı tartışmalar ve İtalyan
usG!ü hesaplaşmalar ol maktadır. İçinde bu l u nduğumuz dönemde
proletarya devrimine giden yolda en fazla ilerleme kaydetmiş
ülke olan İtalya, aynı zamanda ul usl ararası karşı-devrimin de en
modern laboratuvarıdır. Gösteri öncesinin eski burjuva demokra­
sisinden doğan diğer hükümetler, bütün aşağı lamaların hedefi ol­
masına rağmen koruyabildiği soğukkan lılığı ve çirkefe batmış bir
_
haldeyken sürdürdüğü dingin ağırbaşlılığı nedeniyle Italyan hü­
kümetine hayranl ık duyarlar. Bu, uzunca bir süre kendi ülkele­
rinde uygu lamak zorunda kalacakları bir derstir.
Aslında, hükümetler ve onlara yardım eden çok sayıda boyun eğmiş
yetkili kişi her yerde giderek daha ılımlı olma eğilimindedir. Onlar,
aralıksız bir şeki lde tuhaflaşan ve baş etme umutlarını yitirdikleri
bir sürece dair acay ip ve korku nç yönetimlerini zaten gündel ik
olayların sessiz ve olağan akışı olarak göstermekle yetinmektedir­
ler. Ve tıpkı onlar gibi, bütün bunlara yol açan dönemin havasını
taşıyan gösteri metası da yalancı doğrulama tarzının şaşırtıcı bir şe­
kilde altüst olmasına maruz kalmıştı. Gösteri metası, tamamen nor­
mal ve sıradan şeyleri olağanüstü eşyalar gibi, üstün ve belki ele eli­
tist bir varoluşun anahtarı g ibi sunmuştur: bir araba, ayakkabı, sos­
yoloji doktorası. Gösteri metası, bugün, gerçekten tümüyle olağan­
üstü hale gelm i ş şeyleri normal ve tanıdık şeyler olarak su nmakta
güçlük çekmektedir. Bu bir ekmek, şarap, domates, yum urta, ev
ya da şehir m idir? Kesinlikle hiçbiri değildir, çünkü üretim araç­
larını e llerinde tutanlara kısa vadede iktisadi açıdan faydalı ola­
cak olan bir i ç dönüşümler zinciri , bunların tat ve içeriklerini yok
ederek sadece isimleri n i ve görüntülerinin önemli bir kısmını ko­
rumuştur. Yine de tüketilebilir çeşitli mal l arın bu geleneksel ad1 97
landırmalara tartışmasız bir şekilde cevap vermesi sağlanır ve
kanıt olarak da artık başka h içbir şeyin var olmadığı ve bu du­
rumda da karşılaştırma olanağının olmadığ ı i leri sürülür. S adece
çok az insan otantik şeyleri halen bulundukları yerde bu­
labi leceğini bildiğ inden sahte olan da, tükenmiş olan hakikinin is­
mini yasal olarak alabilir. Ve insanların beslenme ya da konut ko­
şu llarını düzenleyen bu i lke, kitaplara ya da bu ilkeye öğretilmek
istenilen demokratik tartışmanın son görünüşlerine dek her yere
yayılmıştır.
Bunalım içindeki gösteri hakimiyetinin temel çelişkisi, en güçlü ol­
duğu noktada, diğer tatminleri tamamen dışlayan ama üretici­
tüketici kitlelerinin yinelenen onayını elde etmek üzere yeterl i bu­
lunmuş olan bazıb asit ve somut tatm inler konusunda başarısızlığa
uğramasıdır. Ve bu çelişkinin kötüye kullandığı ve artık sağlamadı­
ğı şey kesinlikle bu maddi tatm indir. Gösteri toplumu her yerde zor­
lama, aldatma ve kanla başlamıştı; ama mutlu bir gelecek vaat edi­
yordu. Sevileceğine inanıyordu. Şimdi ise hiçbir şey vaat etmiyor.
Artık, "Görünen iyidir, iyi olan görünür" dem iyor. Sadece, "bu
böyle" demekle yetiniyor. Artık reform yapılmasına uygun bir özü
olmadığını açık yüreklil ikle itiraf ediyor; her ne kadar değişim, her
özel şeyi kötüye çevirebilmek üzere doğasında yer alsa bile . Gösteri
toplumu kendi hakkındaki bütün genel yanılsamaları kaybetti .
Bütün iktidar uzmanları v e onların bütün bilgisayarları, hasta top­
lumu iyileştirecek çareyi bulmak için değilse bile, tıpkı Franko ya
da Bumedyen için olduğu gibi, yapılabildiği ölçüde ve kom a hali
aşılana kadar toplumda bir yaşam belirtisini korumak amacıyla bi­
limler arası konsültasyonlarla sık sık bir araya gelirler. Toskana
bölgesine özgü eski bir halk şarkısı durumu kısaca ve bilgece
şöyle özetler: "E la vita non e la morte, -E la nıorte non e la vita. La canzone e gia finita." ("Ve hayat ölüm değildir, -Ve ölüm
hayat değildir. -Şarkı zaten b itmiştir.")
mel mutluluk getirme kapasitesine dair hiçbir güvence vermediği­
ni göreceklerdir. Diğerlerine nazaran daha az tarihsel ve stratej ik
olan görüşüm, yaşamın, sadece bizlere daha hoş gelmesi adına,
acı ların ve kötülüklerin yer almadığı bir idil olması gerektiğini;
birkaç zenginin ve liderin kötülüğünün çok sayıdaki kötü lüğü tek
başına yaratamayacağını varsaymaktır. Herkes kendi yarattığı
eserlerin ürünüdür ve edilgenlik eken edi lgen l ik biçer. Sınıflı top­
lumun felfıketi andıran bir şekilde dağılmasının en önemli sonucu,
bütün olarak insanların özgürlüğü gerçekten sev ip sevmediği ne
dair yıllanmış sorunun tarihte ilk kez olarak aşılmış olmasıdır:
Çünkü artık insanlar özgürlüğü sevmek zorunda kalacaklardır.
S ın ıfsız bir toplum kurmayı ve bunu sürdürmeyi isteyen devrimin
görevlerinin zorl uğunu ve büyüklüğünü kabul etmek gerekir. Dcv­
riııı, özerk proleter meclislerin, kendileri dışında hiçbir otoriteyi
ya da herhang i bir mülkiyeli tanımayarak, kendi iradelerini bütün
yasalardan ve her türlü uzmanlaşmadan üstün tutarak, bireyler
arasındaki ayrım ları, meta ekonom isini ve devleti ortadan kaldıra­
cağı her yerde rahatlıkla başlayabilir. Ama devrim, yabancılaşmış
toplumdan artakalan h içbir biçime en ufak bir alan bırakmadan
kendisini evrensel olarak dayatarak zafere u laşacaktır. Bu aşa­
mada, hiç kimsenin dışlanmadığı, dünyanın en ücra köşelerine
kadar yayılan; ve bütün düşmanlarını yenmiş olarak nihayet ken­
disini tarihsel yaşamın hakiki bölüşüınlerine ve sonsuz çatışma­
larına mutlu bir şekilde adayacak olan bir Atina ya da bir Flo­
ransa'nın yeniden doğuşuna tanık olunacaktır.
Yeterince radika l olmayan gerçekçi bir çıkış yoluna inanan halfı
var mı? Zavallı ve gülünç hale gelen çağımızla i lgili her sonuç ve
her tasarının altında her türlü düşsel sitenin kaçınılmaz yıkılışını
b ildiren Mane, TJıecel ve Phares'in yer aldığı görülür. Bu top­
lumun gün leri sayılıdır; gerekçeleri ve değerleri ölçülüp biçilmiş
ve gayri c iddi bulunmuştur; bu toplumun sakinleri ikiye bö­
lü nmüştür ve taraflardan biri yok olmasın ı istemektedir .
(Ocak 1979)
Bu kitabı dikkatli bir şekilde okuyanlar kitabın devrimin zaferine,
harekatl arını n süresine, katetmek zorunda kalacağı çetin yollara
ve özellikle de kimi zaman düşüncesizce övülen, herkese mükem-
1 99
1 98
·--
- · - - ------

Benzer belgeler