Bildiğimi

Transkript

Bildiğimi
Gabriel Garcia Marquez
Bildiğimi
Düşündüğüm
Fidel
ÇOCUKLUKTAN DEVRİME
Yayına Hazırlayan:
Abdurrahim SERCAN
ÜCRETSİZDİR
Gabriel Garcia Marquez
Bildiğimi
Düşündüğüm
Fidel
ÇOCUKLUKTAN DEVRİME
14 Ekim 2006
KÜBA DOSTLUK VE DAYANIŞMA BULUŞMASI
ANISINA
ÜCRETSİZDİR
Bu yazı dizisi www.sol.org.tr
(Sol Gazetede Yayınlanmıştır.)
Yayına Hazırlayan:
Abdurrahim SERCAN
Baskı ve Cilt :
Bassaray Matbaası
www.68dayanisma.org
İçindekiler
Kitaplara Sığmayan Devrimci Fidel
I.Bölüm
Çocukluktan Devrime Fidel
Üniversite Yılları
Yeşil Timsahın Makus Talihi
26 Temmuz Moncada Kışlası Baskını: “Donkişotvari”
Bir Deneme
Devrim Rotası
II.Bölüm
Küba SSCB Yakınlaşması ABD baskılarını Artırıyor
Domuzlar Körfezi Çıkarması
Füzeler Krizi
Sosoyalizmin Kazanımları Küba'ya Örnek oluyor
Dış Politikada Enternasyonalizm: Angola
Bağlantısızlar Hareketi'nde Küba
BM'de Küba'nın Yürüttüğü Mücadelelerde
III.Bölüm
Küba'nın “Özel Dönemi” ve Fidel Daha Devrimci
Latin Amerika'nın Birliği Şimdi Daha Önemli
ABD'nin Küba Devrimi'ne ve Fidel'e Bakışı
Fidel'i Teslim Almak Mümkün mü?
Teslim Alamaz İsek Öldürürüz
Paralı Ordu İle İşgal Denemesi
Yeni Yöntemler
CIA'nın İki Figürü Yeniden Sahnede
Kübalı Muhalifler mi?
ABD'den Bir Saçmalık Daha: Forbes Zengini Fidel
Fidel'in Sağlığı... Fidel'in Yaşı
Fidel Sonrası Küba Devrimi Nasıl İlerleyecek?
Fidel Bugün 80 Yaşında
Kitaplara sığmayan Devrimci Fidel
Gabriel Garcia Marquez 6 Ağustos 2006'da Granma‘da yayınlanan "Bildiğimi Düşündüğüm
Fidel" başlıklı yazısında Fidel dünyaya adanmıştır diyor ve Fidel'i katı bir disiplin, bitip
tükenmeyen sabır, olağanüstü fikirlere ve baştan çıkartıcı güce sahip biri olarak tanımlıyor.
Bu yazı dizisi ile Fidel kimdir sorusuna yanıt aramaya çalışmıyoruz, 47 yıldır süregelen
Küba sosyalizmin baş mimarı, kumandanının, fikirlerine, devrimine ve Küba sosyalizmine
odaklanıyoruz. Bir devrimi, devrimciyi anlatıyoruz... Devrim kitaplara sığmaz bir devrimci
de...
I.Bölüm:
Çocukluktan devrime Fidel
Hazırlayan: Melih Yeşilbağ
Fidel Alejandro Castro Ruz 13 Ağustos 1926'da dünyaya gözlerini açtı. Toprak sahibi
ancak mütevazı bir ailenin dokuz çocuğundan beşincisi olan Fidel, küçük yaşlarda
ailesinin yanından ayrılarak kendisinin bakımını da üstlenen bir öğretmenin yanında
kalmak üzere Santiago de Cuba' ya gönderildi. Burada büyük maddi sıkıntılar içinde
yaşayan Fidel, kendi deyimiyle "ilk (ve kesinlikle son olmayan) isyan"ını kendisiyle yeteri
kadar ilgilenmeyen ve öğrenme isteğini tatmin etmeyen öğretmenine karşı gerçekleştirdi.
Daha sonrasında çeşitli okullarda öğrenim hayatını sürdüren Fidel parlak ama asi bir
öğrenci olarak sivrildi. Kendisine sağlam bir ahlak anlayışı kazandırdığını söylediği Cizvit
okulundan mezun olurken hocalarından birisi, hakkında yazdığı raporda Fidel için "sanatçı
duyarlığına sahip işlenmemiş bir elmas" ifadesini kullanıyordu. Bu işlenmemiş elmas o
yıllarda kendi sözleriyle politikadan hiç anlamayan ama gelişkin denilebilecek bir adalet ve
etik duygusuna sahip, spor yapmayı, doğayı, dağlara tırmanmayı ve okumayı seven
hülyalı bir gençti. Küba ve dünya tarihi ile ilgilenmeye başlayan genç Fidel'in üzerinde en
çok etki bırakanlar Kübalı büyük düşünür ve devrimci José Marti'nin kitaplarıydı.
Üniversite Yılları
Cizvit okulundan sonra Havana Üniversitesi Hukuk Bölümüne kaydolan Fidel politik
mücadeleyle burada tanıştı. İlk önceleri politik ilgisi üniversite içi gündemlerle sınırlı kalan
Castro öğrenci delegeliğine seçilmek için çalışmalara başladı. Bu seçimlerin hükümet
yanlısı bir öğrenci çetesi tarafından kontrol edildiğini anlar anlamaz bununla mücadele
etmeye karar verdi. Hitabet yeteneği, siyasal zekası ve kısa zamanda açığa çıkan örgütçü
özellikleriyle etrafında bir destekçi kitlesi yaratarak delege seçilmeyi başardı. Bu durum
Fidel'in üniversite içerisinde etkisinin giderek artmasına neden olurken hükümet yanlısı
silahlı öğrenci çetesiyle de sürtüşmeye başladı. O zamanlar herhangi bir örgütlülük
içerisinde bulunmayan Fidel bir yandan kampus içerisindeki hükümet karşıtı politik
gruplarla temasını arttırırken bir yandan da ülke gündemine ilgi duymaya başlıyor,
gösterilere katılıyor ve dünya görüşünde anti-emperyalist, bağımsızlıkçı bir çizgi ağırlık
kazanıyordu. 1947 yılında Dominik Cumhuriyeti'nde dikta karşıtı halk hareketlerine destek
vermek üzere Küba'dan yola çıkan enternasyonalist bir birlikte yer aldı. Aynı yıl ülkesine
döndüğünde artık Küba'nın kaderini değiştirmeye kararlı bir öğrenci lideri idi.
Yeşil Timsahın Makus Talihi
19. yüzyılda İspanyol ve ABD'li sömürgecilerin arasında kalmış bir ada olan Küba, bu
yüzyılın sonunda yükselmekte olan ABD emperyalizminin yöneldiği ilk hedeftir. ABD
İspanyollara adayı kendilerine satmaları için baskı yaparak ülkeyi Amerika'nın bir eyaleti
yapma sevdasıyla yanıp tutuşmaktadır. İspanyolların egemenliğinden kurtulan son Latin
Amerika ülkesi olan Küba İspanyollardan sonra ABD emperyalizminin hegemonyası altına
girer. Amerika 1901 yılında Küba'da kendi sisteminin benzeri bir başkanlık sistemini
öngören bir anayasa oylanmasını sağlayarak, kendine 99 yıl süreyle Guantanamo'da bir
üs bulundurma hakkını da verir. Panama Kanalı, genel olarak da Latin Amerika'yı kontrol
altında tutmak için Küba'nın jeopolitik işlevini çok önemseyen ABD, Küba'yı, koşullar
uygun olduğunda ele düşecek olgun bir meyva olarak tanımlamaktadır. Önce İspanyol
sömürgeciliği, sonrasında ABD emperyalizmi altında yağmalanmış bir ülke, şeker
kamışına endekslenmiş bir plantasyon ekonomisi, halka kan kusturan, her biri bir öncekini
aratan işbirlikçi dikta yönetimleri. Ancak Küba halkı tüm bunlara sessiz kalmıyordu. Adada
kökeni sömürgecilik zamanındaki köle ayaklanmalarına dayanan bir halk mücadelesi
geleneği vardı. Yoksulluk ve sefalet içerisinde yaşayan köylüler önderlikten ve
örgütlülükten yoksun fakat isyana yatkın bir toplumsal dinamikti. 19. yüzyılın son
çeyreğinde gelişmeye başlayan endüstriyle birlikte kayda değer güçte bir kentli işçi sınıfı
oluştu. Bu işçi sınıfı, özellikle de Havana'daki tütün işçileri, kısa sürede sendikalaşma ve
grev konusunda azımsanamayacak bir mücadele deneyimi kazandı. Başından itibaren net
bir anti-emperyalist siyasal konumlanışa sahip Küba işçi sınıfı 1940'lara kadar sayısız
genel grev düzenlemiş ve birden fazla kez hükümet düşürmüş bir güçtü. Küba'daki
toplumsal mücadelelerin kritik unsurlarından birisi ise üniversite öğrencileriydi. Sendikalar
ile ittifak içerisinde çalışan devrimci öğrenciler genel grevlerin halk ayaklanmalarına
dönüşmesinde etkin bir rol oynadılar.
1940'larda Küba'daki siyasi oluşumlar karmaşık bir yapı sergiliyorlardı. 1933'te yapılan bir
darbeyle birlikte yıldızı parlayan ve 59'daki devrime kadar birçok kez iktidara gelen
General Batista Latin Amerika'ya özgü popülist diktatörlerin tipik bir örneğiydi. Bu kanlı
diktatör, bir yandan desteğini aldığı halk hareketlerini iktidara geçince şiddet yoluyla
bastırıyor bir yandan da ABD'yle birlikte Küba'yı bir kumar ve fuhuş merkezi haline
getiriyordu. 1924'te kurulan ve işçi sınıfı içerisinde muazzam bir etkinliğe sahip olan Küba
Komünist Partisi 40'lara gelindiğinde halk kitleleri ve onların talepleriyle bağını koparmış,
devrimciliğini yitirmiş, dikta hükümetlerinde koalisyon ortaklığı alacak kadar düzen içine
çekilmiş bir güç haline gelmişti. Bir başka siyasal parti ise yine halkın ve demokratik
güçlerin temsilcisi olarak iktidara gelen ancak emperyalizm yanlısı ve baskıcı politikalar
izleyen Otantik Parti idi.
47'de Marti geleneğinin izleyicilerinden Eduardo Chibas, Otantik Parti'nin içerisinde
bulunduğu çürümüşlüğe karşı çıkarak bu partiden istifa etti ve temelde yolsuzluk karşıtı,
ahlaki bir söyleme sahip Ortodoks Parti'yi kurdu. Bu parti, özellikle radikal öğrenci hareketi
içerisinde birçok yandaş kazanarak etkin bir güç haline geldi. Bu öğrencilerin arasında
Fidel Castro Ruz da bulunuyordu. Chiabas, 1951'de bir radyo konuşması sırasında
kendisini vurarak intihar etti. Bu sıra dışı ahlaki protesto Kübalıların vicdanında önemli bir
yer edindi ve Ortodoks Parti'nin seçimleri kazanmasına kesin gözüyle bakılıyordu. Artık
üniversiteyi bitirmiş ve avukatlık yapmaya başlamış olan Fidel bu seçimlerde Ortodoks
Parti'den milletvekili adayı olmuştu. Bir yandan parti tabanındaki etkisini arttırırken bir
yandan da siyaset ve tarih üzerine derin okumalar yapıyordu. Chiabas'ın adalet ve
yurtseverlik anlayışından ve düzen güçlerine karşı uzlaşmaz siyasal tutumundan
etkilenmekle beraber, partinin net bir siyasi programının olmaması onu kaygılandırıyordu.
Nitekim, Havana'daki militan kadrolar dışında Ortodoks Parti'nin yönetici kademeleri
iktidara gelir gelmez ihanet edecekleri belli olan toprak sahipleri ve burjuvalar tarafından
doldurulmuştu. Bu yıllarda siyasal iktisatla ilgilenmeye başlayan Fidel henüz sosyalist ya
da komünist olmamakla beraber anti-kapitalist denebilecek bir bilinç oluşturmaya başladı
ve bir devrim stratejisi üzerine yoğunlaştı. Bir yandan da Ortodoks Parti'nin içerisindeki
devrimci unsurlarla ilişkisini güçlendiriyordu.
1952 yılında Batista, Madragazo (şafak) olarak bilinen ve ABD tarafından desteklenen bir
darbeyle iktidara el koydu. Yasal siyaset yollarının kapandığını gören Fidel, derhal
harekete geçti ve Batista hakkında anayasayı ihlal ettiği gerekçesiyle bir suç duyurusunda
bulundu. Fidel, aslında bu suç duyurusu ile hayata geçirmeyi planladığı siyasal stratejiye
meşruiyet sağlama derdindeydi. Mahkeme suç duyurusunu kabul etmediği takdirde yasal
yollarla demokratik değişiklik yolunun kapanmış olduğu kanıtlanacak ve devrimci
başkaldırı tek geçerli yol haline gelecekti. Latin Amerika'nın diğer ülkelerindeki gerilla
mücadelelerinden oldukça etkilenen Fidel partideki devrimci kanadın çıkardığı yeraltı
gazetesi Acusador (Suçlayıcı)'daki yazılarında da sürekli silahlı mücadele fikrini işliyordu.
Beklenen oldu ve mahkeme suçlamayı reddetti. Bunun üzerine Fidel, aralarında kardeşi
Raul'un da bulunduğu yandaşları ile birlikte Movimiento (Hareket) adlı gizli bir örgüt
kurarak çalışmalara başladı.
26 Temmuz Moncada Kışlası Baskını: "Donkişotvari" Bir Deneme
Movimiento, Batista'ya karşı artan tepkiyi örgütlemek ve aynı zamanda silah sağlamak için
bir kışlaya saldırma kararı aldı. Bu iş için, daha önce birçok ayaklanmaya sahne olmuş ve
başkent Havana'ya en uzak konumda bulunan Oriente eyaletindeki Moncada Kışlası
seçildi. Yapılan plana göre kışlaya 120 kişilik bir grup saldıracaktı. İçerideki askerler etkisiz
hale getirilir getirilmez Fidel bir radyo konuşması yapacak ve halkı ayaklanmaya
çağıracaktı. 26 Temmuz günü başlayan saldırı, askerlerin kısa sürede toparlanması ve
isyancılara ateş açmaya başlaması nedeniyle başarısız oldu. Yenileneceğini anlayan Fidel
ve arkadaşları geri çekildiler ancak 60 kadar isyancı kurşun ve dipçik darbeleri altında can
verdi. Beklemedikleri bir bozguna uğrayan eylemciler Gran Piedra Dağı'na vardığında
sadece 18 kişi kalmışlardı. Fidel yoldaşlarına "Bugün yenildik ama mutlaka geri
döneceğiz!" diyerek umut veriyordu.”
Saldırı belki askeri anlamda amacına ulaşamamıştı ama Havana'da muazzam bir siyasi
etki yaratmıştı. Olayların büyümesinden korkan Batista derhal kışlasına çekildi. Ordu,
müthiş bir keyfiyetle şüpheli gördüğü herkesi tutuklamaya ve sorgusuz sualsiz infaz
etmeye başladı. Komünist Partisi yasaklandı. Batista yanlısı basın, isyancıları gözü
dönmüş vahşiler, kökü dışarıda gangsterler olarak resmediyordu. Ancak tüm bunlar,
Batista diktası altında inleyen Kübalıların bu gözü kara gençlere sempati duymasını
engelleyemedi. Bu arada Fidel saklandığı dağda yakalandı. Normalde yakalanan kaçaklar
kışlaya götürüp derhal infaz edilirken Fidel ve arkadaşlarının gerçekleştirdiği eylemden
etkilenen subay, Fidel'i kışlaya değil de sivil makamlara teslim etti.
Fidel'in yargılanma süreci ve dava sırasında yaptığı ünlü "Tarih Beni Haklı Çıkaracaktır"
savunması onu tüm Küba'da tanınır hale getirdi. Yargılandığı davayı, kendi davasını
anlatmak için mükemmel bir şekilde kullanan Fidel, savunmasında kokuşmuş Batista
rejimini yerin dibine batırıyor ve Movimiento'nun iktidar programını açıklıyordu. Toprağın
yoksul köylülüğe dağıtılmasını, fabrikalarda elde edilen karın yüzde otuzunun işçilere
dağıtılmasını, yasadışı yollarla elde edilmiş servete el konmasını öneren bu program,
sosyalist değil devrimci demokrat, halkçı bir programdı.
Movimiento' nun yapmak istediği devrim de sosyalist değil bir "ulusal kurtuluş" devrimiydi.
Fidel dava sonunda "devlete karşı işlenmiş büyük bir suçun lideri" olarak 15 yıl hapse
mahkum edildi. Ancak Kübalıların hafızasına kazınan bu cezadan çok Fidel'in
mahkemedeki yaptığı ve daha sonra basılarak elden ele dolaşan ateşli savunma oldu.
Fidel mahkemeye şöyle sesleniyordu:
"Sizi uyarıyorum, henüz işin başındayım. Eğer kalbinizde bir damla memleket sevgisi,
insanlık sevgisi, adalet sevgisi varsa iyi dinleyin. Rejimin gerçeği örtbas etmek için her şeyi
yapacağının farkındayım. Bana kara çalmak için ne tezgahlar kurulduğunun farkındayım.
Ancak sesim kısılmayacak. Suçlayın beni, önemli değil. Tarih beni haklı çıkaracaktır."
15 yıl ceza alan Fidel 3 yıl sonra çıkan genel af sonucu serbest bırakıldı. Hapisteyken çok
yoğun bir okuma faaliyetinde bulunan ve fikirlerini berraklaştıran Fidel Küba'da bulunan
Movimiento mensuplarıyla da ilişkisini sürdürmüştü. Çıkar çıkmaz da birçoğu sürgünde
bulunan yoldaşlarını toparlamak için Meksika'ya gitti. Kısa sürede toparlanan grup ortak bir
kararla 26 Temmuz Hareketi adını aldı. Fidel burada Küba Devrimi'nin diğer önemli figürü
haline gelecek olan Arjantinli Ernesto Guevera ile tanıştı ve onu da hareketin saflarına
dahil etti. En yakın zamanda Küba'ya bir çıkarma yapmayı hedefleyen hareket, Küba'daki
devrimci gruplarla da temasını güçlendirdi.
2 Aralık 1956'da Fidel 82 yoldaşı ile birlikte ünlü "Granma" yatıyla bir gerilla mücadelesi
başlatmak amacıyla yine Oriente eyaletine çıktı. Batista güçleriyle girilen ilk mücadelelerde
büyük kayıplar veren isyancılar Sierra Maestra dağına çekildiklerinde 12 kişi kalmışlardı ve
ellerinde sadece 9 silah vardı. Ancak bölgedeki köylüleri kendi saflarına çekmeleri hiç zor
olmadı. Sayıları giderek artan gerillalar, kentlerdeki muhalif güçler ile de bağlarını
güçlendiriyorlardı. Batista'nın uyguladığı şiddet politikası ne kentteki ne de kırdaki
mücadeleyi durdurabildi. Artan istikrarsızlık Batista'nın egemen sınıflar gözündeki kredisini
de azaltmış ve onu zor bir duruma sokmuştu. 1955'teki genel grevle birlikte işçilerin de
devreye girmesi varolan iktidarın gücünü iyiden iyiye azalttı. 1957'de hareket Sierra
Maestro Manifestosu olarak bilinen metni yayınladı ve bu manifestoda ülkedeki diğer
muhalif gruplara Batista'ya karşı ittifak çağrısında bulundu. Bu arada giderek güçlenen
hareket, zayıf düşen orduya karşı yeni cepheler açıyor bazı bölgelerde kurtarılmış bölgeler
oluşuyordu. Nisan 58'de Batista isyancılara karşı "Verano Operasyonu" adı verilen bir
askeri harekat başlattı. Sayıca çok daha az olmalarına rağmen gerillalar harekatı püskürttü
ve geri çekilen ordunun ardından ilerlemeye başladılar. 20 Temmuz tarihinde 26 Temmuz,
diğer muhalif gruplarla Batista rejimine karşı silahlı mücadele ittifakı oluşturan Karakas
Paktı'nı imzaladı. Bu arada ordu da kendi içerisinde bölünmüş ve askerlerin bir bölümü
devrimcilere destek vermeye başlamıştı. Askerlerin isyancılardan önce davranıp bir darbe
yapması ihtimaline karşı da birçok görüşme yapıldı. İsyancıların temel sloganı "Devrime
evet, darbeye hayır!" idi. Başkente yürümeye başlayan Castro ile baş edemeyeceğini fark
eden Batista 1959 yılının ilk günün sabahında önce Dominik Cumhuriyeti'ne ardından da
Faşist Franko'nun hükmettiği İspanya'ya kaçtı. Che'nin kumandanlığındaki İsyancılar
Ordusu 1 Ocak günü olağanüstü bir kalabalık tarafından beklendikleri Havana'ya girdiler.
Bu devrimin gerçekleşmesinde Castro'nun gerilla mücadelesini yönetirken gösterdiği
başarı kadar diğer muhalif güçlerle girilen ittifak politikasındaki siyasi beceri de belirleyici
oldu. Fidel birçok farklı sınıfsal katmanı ve siyasi eğilimi temsil eden grupları bir araya
getirmekte eşi az görülmüş bir başarı sağladı. Ancak belki de asıl zorluk devrim
programını hayata geçirme konusunda yaşanacaktı.
Devrimin Rotası
İktidarı alan ittifak devlet başkanlığına Manuel Urrutia'yı başbakanlığa da Miro Cardona'yı
getirdi. Cardona bir ay sonra istifa etti ve yerine Fidel Castro geçti. Castro, daha ilk aydan
bazı bölgelerde tarım reformuna başladı. Haziran ayında reformun yasalaşmasıyla ABD'li
şirketlerin topraklarına el konması gündeme geldi. Bu durum hem ABD'yle hem de
hükümetin eski düzene dönüş arzusundaki unsurlarıyla olan ilişkileri gerdi. ABD'li şirketler,
toprak sahipleri, bazı rahipler, orta sınıfların önemli bir bölümü reforma karşı tepkilerini
yükselttiler ve Castro'yu devirmek için hazırlıklara başladılar. Buna karşılık sendikalar
Castro'yu desteklemek üzere genel greve gittiler ve yoksul köylülerin de katılımıyla
Havana'da dev mitingler yapıldı. Bu iç muhalefet, devrimin kitle gücünü karşısında
dayanamayarak kısa zamanda tasfiye edildi. Kökten bir dönüşüm gerçekleştirmek için bu
kitle gücünden başka güvenecek hiçbir şeyi olmadığının farkında olan Castro, halkın
coşkusunun ve örgütlülüğünün devrim sonrasında artarak devam etmesine özellikle önem
verdi.
Devrim lideri Fidel Castro ilk başta yabancı ve yerli yatırımcıların ulusal gelişme çabası ile
bütünleşmelerini amaçlayan önlemleri hayata geçirmeye çalıştı. Ancak toplumsal devrimin
ABD'nin ve yerli yatırımcıların çıkarları ile çatışması kaçınılmazdı. Bunun üzerine Castro
önderliği kamu mülkiyetine yöneldi. 1960'da merkezi bir planlama kurulu oluşturuldu.
Şubat 1960'da ise kooperatifler oluşturulmaya başlandı. Küba'nın aldığı bu kararlar
karşısında ABD Küba'ya kısmi ambargo ilan eder, yiyecek ve ilaç dışındaki malların
ihracatı yasaklanır. Diğer yandan, toplumsal devrimin bir diğer parçası olan eğitim reformu
başlar. Büyük bir okuma yazma kampanyası, yeni okullar, parasız eğitim hakkı Küba
toplumunun çehresini kısa sürede değiştirmeyi başaracaktı.
Ernesto Che Guevera, daha sonra Küba Devrimi üstüne yazdığı bir yazısında, devrimin
özgül noktalarını vurgularken "(bu özgüllüğün) belki de en önemli unsuru Fidel Castro
Ruz'un kendisidir" demişti. Gerçekten de Küba'nın uluslararası siyasal konjonktürün
geriletici etkilerine karşı direnme ve her ne pahasına olursa olsun sosyalizmde ısrar etme
konusundaki benzersiz başarısının kaynağı biraz da Fidel'in benzersizliği. Vatandaşları
tarafından ön adıyla çağrılan başka bir devlet başkanı bulmak pek kolay olmasa gerek...
20. yüzyıla damgasını vurmuş, düşmanlarının dahi zekası ve yeteneğini takdir etmek
zorunda kaldığı bu efsanevi lider, tüm bunları siyasal zekası, birikimi ve Küba'nın
koşullarını çok iyi tahlil ederek özgün bir strateji geliştirebilmesinin yanı sıra bitmek
tükenmek bilmez enerjisi ve inatçılığı sayesinde gerçekleştirdi. Fidel'in kendi sözleriyle
bitirelim:
"Kitaplar bize burada devrim yapamazsınız diyordu ama biz bunu başardık"
Devrimciliğin ne olduğunu daha iyi anlatan bir söz bulunabilir mi?...
“Her Devrim karşı devrimini yaratır”
Kitaplara sığmayan devrimci Fidel.
II. Bölüm:
Küba SSCB yakınlaşması ABD Baskılarını Artırıyor
Hazırlayan: Zeynep Bahadır
Ülke içinde halkçı bir politika izleyen Fidel ve yoldaşları, dış politikada bağımsız ve
tarafsız bir konumu benimsediler. Fidel Castro daha büyük siyasal bağımsızlık kazanmak
için, ABD'ye bağımlılığı azaltmaya ve dış ilişkileri çeşitlendirmeye çalışıyordu. ABD'nin
Küba üzerindeki ablukayı sıkılaştırmasının ardından Küba SSCB ve Doğu Avrupa ülkeleri
ile ittifak politikasına girdi.
Şubat 1960'da Sovyet lideri Mikoyan'ın Küba'yı ziyareti sırasında yüzde 2,5 faizli ve yirmi
yıl vadeli 100 milyon dolarlık bir kredi anlaşması yapıldı. Sovyetler Birliği beş yıl boyunca
dünya piyasası fiyatları ile Küba'dan beş milyon ton şeker almayı ve karşılığında rafine
edilmiş petrol ve demir külçesi, alüminyum, gübre vermeyi ve teknik yardım sağlamayı
kabul etti.
Bu durum doğal olarak ABD ile ilişkileri daha da kötüleştirdi. ABD bir yandan Küba'yı batı
yarımkürede izole bir konuma sokmaya çalışıyor, kısmi ambargo ilan ediyor, bir yandan
da Castro'yu devirmenin yollarını arıyordu. Bu amaçla, dönemin Başkanı Eisenhower,
devrim nedeniyle ABD'ye kaçmış olan zengin sınıflar ve eski düzenin siyasi elitlerine
destek vermeye başladı. Küba da bir yandan Sovyetler Birliği ile ilişkilerini güçlendiriyordu.
Küba'nın yeni ekonomik ilişkilerinin bir sonucu olarak Küba-ABD ilişkileri bozuldu.
Topraklarına çok yakın, Castro gibi kararlı ve inatçı bir lideri olan ve büyük düşman
Sovyetler Birliği ile ilişkiler geliştiren Küba böylece ABD emperyalizminin derhal müdahale
etmesi gerekli ülkeler arasında ilk sırayı aldı. Amerikalılar Kübalı sürgünlerin kendi
topraklarından Küba'daki şeker tarlalarına saldırılar düzenlemelerine izin vermeye başladı.
1960 başlarında şeker kamışı alanlarının yaklaşık yüzde 13'ü bombalanmıştı.
ABD ile ilişkilerin bozulması ve ABD kaynaklı karşı devrimci saldırıların her geçen
artmasıyla Castro, devrimi ve halkını savunmak ve korumak için önlemler almaya başladı.
Amerika'nın toplumsal reform uygulayan Latin Amerika ülkelerine yönelik müdahale ve
darbe senaryolarının farkında olan Castro, silah ithal ederek halkı milis kuvvetleri şeklinde
silahlandırmaya başladı ve Devrim Savunma Komiteleri (CDR) kurmalarını sağladı.
ABD tayin ettiği rotadan çıkan Küba önderleri için asılsız söylentiler çıkararak toplumsal
devrime darbe vurma faaliyetlerine girişti. Toplumsal devrim ve kamulaştırma faaliyetleri
yatırımcıların çıkarlarına göre değil toplumun ihtiyaçlarına yönelik işlemeye devam ettikçe
ABD ve Küba ilişkileri iyice gerildi. Castro'ya defalarca suikast girişiminde bulunuldu ancak
hiçbir zaman başarılamadı. Devrim önderlerinin yapılanların ideolojik altyapısını sağlam
kurmaya çalışmaları, varlıklı kesimleri ve kitle iletişim araçlarına sahip olanları Fidel Castro
ve devrim karşıtı söylemlerini arttırmaya ve karşı devrimci ideolojiyi en çirkin haliyle
kusmaya itti.
Küba kendi toplumsal devrimini sürdüren kararları birbiri ardına almaya devam etti. ABD
şirketlerine kısmen ve bütünüyle ait olan bütün girişim ve mülklere el konulmasına olanak
sağlayan bir yasa çıkarıldı ve ABD yatırımlarına yönelik mülksüzleştirme başladı. Bunların
arasında Fidel'in Havana'da meydanları dolduran coşkulu Küba halkına ünlü United Fruit
şirketine ait olan 27.247.200 m2‘ lik toprağa el konulduğunu açıklaması yatırımcıların
Küba'ya dair kazanç ve sömürü ümitlerinin sönmesine yol açarken, Fidel'e olan nefreti de
arttırdı.
ABD Küba'nın rejiminin nereye doğru gittiğinden emin olmaya başladıkça etkisi altındaki
ülkelere Küba ile her türlü ilişkilerini kesmeleri için kararlar aldırdı. Küba'ya askeri ve
ekonomik destek sağlayan ülkelere bütün yardımlar kesilecekti. 3 Ocak 1961'da ABD
Küba ile diplomatik ilişkilerini kesti.
Fidel Castro 9 Temmuz 1960'ta yaptığı konuşmada kendisi ve ülkesi için her gün bir yenisi
planlanan ABD kaynaklı saldırıların kamuoyuna anlatılacağını ve ABD'nin kendi seçimini
yapmış özgür bir halka baskı yapmasının nedenlerini anlatıyordu:
"Güçlü bir ülkenin küçük bir ülkeye karşı yaptığı haksız saldırıları dünyaya anlatacağız.
ABD Hükümetinin halkların gelişmesini istemediğini Latin Amerika insanlarına
göstereceğiz. O açlığın bitmesini istemiyor; köylülerin toprağı olsun istemiyor; okuma
yazma bilmeyenler okula gitsin istemiyor; ulusların kültürü ya da yüksek hayat standartları
olsun istemiyor; insanların işlerinden ve ülkelerinden hoşnut olmalarını istemiyor,"
Bu sırada CIA tarafından finanse edilen grupların Küba'da uyguladığı terör ve tahribat iyice
artmıştı. Küba Amerikan saldırılarının kınanması için tam dört kez BM Güvenlik Konseyi'ne
başvurduğu halde, Konsey bu yolda karar almayı reddetti. Bu durum ise Küba'nın
Sovyetlerle bağlarını sıkılaştırması ile sonuçlandı.
Domuzlar Körfezi Çıkarması
O dönemin ABD Başkanı Kennedy New York Times gazetesine "Hiçbir koşulda Birleşik
Devletler Silahlı Kuvvetleri Küba'ya müdahale etmeyecektir," diye açıklama yaptıktan iki
gün sonra 14 Nisan 1961'de ABD B-26 bombacıları iki gün süreyle Küba'nın hava
kuvvetlerinin büyük bir kısmını tahrip ederek ülkedeki havaalanlarını bombaladılar.
Diğer gün CIA eğitimli askerler( Tugay 2506 ) Havana'nın 125 mil güneyindeki Domuzlar
Körfezi'ne çıktılar. Devam eden günlerde Kübalıların Domuzlar Körfezi'ne ulaşmasını
engellemek için ABD kuvvetleri yolları ve köprüleri de bombaladı. 17 Nisan'da Tugay 2506
her biri 200 askerden oluşan altı tabura ayrıldı ve iki tabur Playa Girón'a havadan iniş
yaptı. Küba kıyılarına yaklaşan ABD savaş gemilerinin fark edilmesinden 20 dakika sonra
Castro bütün Küba halkını alarma geçirdi. Milis kuvvetleri toplanmaya ve topraklarına,
devrimlerine, özgürlüklerine, bağımsızlıklarına müdahale etmeye gelmiş ABD
emperyalizminin piyonlarıyla savaşmaya başladılar. Fidel Castro bu çıkartma esnasında
halkına radyoda yaptığı konuşmada biz burda "sosyalist bir devrim yaptık, bu devrimi
kanımızın son damlasına kadar savunacağız, vatan için ölmek yaşamaktır", der ve ilk kez
Küba devriminin sosyalist karakterine dair vurgu yapar.
Sovyetler Küba'nın yalnız olmadığını göstermek için ABD'ye saldırıyı durdurması için
ultimatom gönderir. ABD hala saldırıya katılmadığını iddia ederken, Sovyet lideri Hruşçov
Kennedy'e çok geç olmadan saldırıya son vermelerini yoksa özgür Küba halkının yanında
ve destekçisi bir ülke olarak Küba'ya yapılmış bir saldırıya da Sovyetlerin karşılık
vereceğini söyleyen bir mektup gönderir. Kennedy'nin Küba'ya saldıranların başkaları
olduğunu söylediği ve Küba'nın komünizmle özgürleşemeyeceğini iddia ettiği mektubuna,
Hruşçov ABD'nin Küba'ya kendi rejimini kabul etmediği için saldırmasının mı yoksa
ABD'nın ada üzerine ekonomik ambargo uygulamasının mı özgürlük olduğunu sorduğu
mektubuyla cevap verdi. Bu sırada saldırı sürmekte ve Kübalı komutanlar merkeze
ellerinde savaşacak hiçbir şey kalmadığına dair mesajlar göndermektedir. Ancak ülkesine
sahip çıkan köylü ve işçi milislerin devrime ve halkına sahip çıkan Castro önderliğine olan
güveni ve bunları korumaktaki inatçılığı süper güç ABD'nin çok sayıda askeri ve silahıyla
bile alt edemeyeceği bir gerçeklikti. Ve 72 saat içinde Küba saldırganları deffettiğini ilan
etti.
ABD askerlerini denize döken köylü ve işçi milislerinin coşkusu ABD'de üretilen
"komünistlerden kurtarılmayı bekleyen Küba halkı" efsanesinin de sonu oldu.
Küba dış politikada barışcıl çizgisini inatla sürdürerek ABD'ye Guatemala'da hapsedilen
Nikaragualı, İspanyol ve Amerikalı bütün siyasi tutukluları serbest bırakması karşılığında
Domuzlar Körfezi çıkartmasında tutuklananları salıvermeyi teklif etti ancak ABD bunu
reddetti.
1961'de Raul Castro diğer ülkelerle barış içinde birarada yaşamayı amaçladıklarını ve
ABD ile anlaşmazlıkları çözmek istediklerini açıkladı ancak ABD Dışişleri Bakanı Dean
Rusk bunun asla mümkün olmayacağını bildirdi. Bu sırada ABD Başkanı Kennedy
Küba'nın ABD'den alacaklarına el koyan yeni bir ticaret ambargosu yürürlüğe koymuştu.
1 Mayıs 1961'de ise Fidel halkına yaptığı konuşmada devrimin sosyalist karakterini ilan
eder.
Füzeler Krizi...
1961 Haziran'ında Hruşçov ve Kennedy Viyana'da buluşarak Berlin'in durumunu
tartıştıkları bir toplantı yaptıktan sonra iki ülke arasında tansiyon yükseldi. Hruşçov şehrin
bir kısmını işgal eden ABD'ye durumu normalleştirmesi için ultimatom verdi. Ancak olumlu
yanıt alamayınca 27-28 Ekim'de Berlin sınırında ABD ve Sovyet tankları 16 saat karşılıklı
bekledi.
ABD ve Sovyetler arasındaki diplomatik ilişkiler giderek gerilirken, 21 Eylül'de bir CIA
raporu Sovyetlerin nükleer silah kapasitesi hakkında bir rapor yayınladı. Rapora göre
Sovyetleri 2450 nükleer silahı varken, ABD'de bu sayı 22 229'du. Diğer yandan ABD'nin
Küba üzerine saldırı planları devam ettiği için dünya sürekli açığa çıkarılan suikast ve
saldırı haberleri almaktaydı. Domuzlar Körfezi çıkarmasından sonra Küba'nın
savunulmasına daha çok önem veren Sovyetler bir kez daha böyle bir işgal girişimine izin
vermemekte kararlıydı.
1962 Nisanı' nda Hiroşimaya atılan atom bombasından 97 kat daha güçlü olan 15 ABD
Jüpiter füzesi Sovyet sınırında Türkiye topraklarına yerleştirildiği haberi ortaya çıktı. Her
füzenin bir milyon sivili öldürme kapasitesinin olduğu belirtilirken Sovyetler bu hamleye
karşı önlem almak zorunda kaldı.
Hruşçov Küba'nın ABD tarafından işgalini önlemek ve Türkiye'ye yerleştirilen füzeler için
ultimatom vermek üzere adaya nükleer füze yerleştirme önerisinde bulundu. Mayıs ayı
boyunca Küba'ya ABD kaynaklı saldırılar devam etti. Füze meselesi Moskova'da
tartışıldıktan sonra Sovyet hükümeti üyesi Sharif Rashidov bir delegasyon grubuyla birlikte
Küba'ya meseleyi görüşmek için geldi. Olası ABD işgalinden tedirgin olan Fidel ve
Savunma Bakanı Raul Castro öneriyi hükümete taşıdıktan sonra Sovyet delegasyonunu
füzelerin yerleştirilmesinin kabul edildiğine dair bilgilendirdi. Haziran ayında Raul Castro ve
Küba askeri delegasyonu füzelerin yerleştirilme işlemini karara bağlamak üzere
Moskova'ya gittiler.
Kargo gemileriyle taşınan füzeler Ağustos ayında CIA'in hazırladığı raporda açığa
çıkarıldı. Ayın sonlarında Che Guevara ve Emilio Aragonés Navarro füzelerin
yerleştirildiğinin kamuoyuna açıklanmasını istemek üzere Hruşçov ile görüşmeye
Moskova'ya gittiler. Hruşçov bunu kabul etmedi.
14 Ekim'de bir ABD U-2 ajan uçağı füzelerin konumlarını tespit etmek üzere batı Küba
üzerinde uçuşlar gerçekleştirirken, 6 gün sonra Kennedy Küba'yı her türlü giriş ve çıkışı
yasaklayarak adayı askeri bir abluka altına sokmayı yani karantinaya almayı teklif etti. Bu
sırada NATO ile bağlantı kurmaya çalışan ABD Küba'daki füzelerin bütün dünyayı tehdit
ettiğine yönelik açıklamalar yapmaktaydı. Sovyetler ise füzelerin sadece Küba'ya olası
saldırılarda kullanılmak üzere savunma amaçlı yerleştirildiğini ve Türkiye'de bulunan ABD
füzelerinin kaldırılması gerektiğini açıklamaktaydı.
Birleşmiş Milletler araya girmeye çalıştı ancak sorun çözülemedi. 27 Ekim'de Hruşçov
kamuoyuna ABD'nin Türkiye'deki nükleer füzelerini alması durumunda Sovyetler Birliği'nin
de Küba'dan füzeleri çekeceğine dair açıklama yaptı. BM'den yetkililerin de füzelerin
kaldırılması esnasında kontrol etmelerini önerdi. Barış çağrılarına sonunda yanıt veren
Kennedy öneriyi kabul etti. Ayrıca füzeler Küba'dan çıkarılmazsa Küba'ya saldıracağını da
açıkladı. Türkiye'deki füzelerin ise bu kriz atlatıldıktan sonra kaldırılacağını da kaydetti.
Bir müddet sonra Hruşçov'un füzelerin kaldırılacağını ancak Küba'nın her zaman
savunulacağını duyurmasıyla kriz sona erdi. Castro bunun üzerine ABD saldırısına karşı
güvenliği sağlamak için beş maddelik bir program öne sürdü.
Sosyalizmin kazanımları Küba'ya örnek oluyor
Castro'nun 1963 yılında Sovyetler'e yaptığı tarihi ziyaret Küba'nın Sovyetler Birliği'nin
kazandığı deneyimleri kullanmasının önemini anlaması bakımından çok önemliydi. Castro
döndüğünde Sibirya'daki hidroelektrik istasyonlarının ve Sovyet tarımının gelişmişliği ve
Sovyet insanlarının Küba'ya olan dayanışma ve destek duygularını Kübalılara her fırsatta
anlatmaya çalıştı. Gezide Castro ve Hruşçov yeni şeker ihraç anlaşmaları ve şekerin
üretimine dair tarımsal sorunları konuştular.
Küba 1972'de Sovyetler Birliği ve diğer Doğu Avrupa ülkelerinin üyesi oldukları sosyalist
planlı ekonomilerin kurduğu bir birlik olan COMECON'a girdi. 70'lerin başlangıcında
Küba'nın dış politikasında birtakım değişikler yaşandı. Sovyetlerin merkezi siyasal
pozisyonlarına yakınlaşmanın olduğu bu dönemde Küba Latin Amerika gerilla
hareketlerinin yenilgiye uğraması sonucu kıta devrimci mücadelesi hakkındaki analizini
gözden geçirmeye; ilişkiyi kesmeyi düşündükleriyle kopmaya ve yakınlaşacağı komünist
partilerle de yakınlaşmaya başladı.
13 Mart 1968'de Havana Üniversitesi'nde Fideli'in yaptığı konuşma o dönemde Küba'nın
benimsediği dış politika tavrını özetliyor:
"Kendi yolumuzdan yürümeye devam edeceğiz; kendi devrimimizi inşa edeceğiz ve bunu
temelde kendi çabamızla gerçekleştireceğiz. Karşımızda çok büyük bir görev duruyor.
Bunun için çaba harcamak istemeyen bir halkın ‘bağımsızlık' sözcüğünü, ‘egemenlik'
sözcüğünü kullanmaya hakkı yoktur. Cesurca mücadele edelim, dışardan gelen her şeye
karşı olan bağımlılığımızı asgariye indirmeye çalışalım...
Dışardan alıp, bağımlı hale geldiğimiz şeyler birgün bize karşı kullanılan bir silaha
dönüşebilir. Bunun en küçücüğünün bile ülkemize karşı kullanılan bir baştan çıkarmaya
dönüştüğünü gördük. Ne pahasına olursa olsun, mümkün olan en büyük bağımsızlık için
mücadele verelim."
Küba sosyalizmi ilan ettikten sonra Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkeleri ile ciddi
ilişkiler geliştirdi. Ancak kimi zaman lanse edildiği gibi bu yakınlaşma Küba'nın kendini
tamamen SSCB'ye göre şekillendirmesi anlamına gelmedi. Küba Moskova'nın çeşitli Latin
Amerika ülkelerine dair takındığı tavrı ve Sovyetlerin dış politikasında yanlış gördüğü
noktaları eleştirmekten de geri durmadı.
Dış Politikada Enternasyonalizm: Angola
Küba'nın kendi geleceğini Latin Amerika'da olası devrimci kalkışma içerisinde gördüğünün
kanıtı kıtada yürütülen devrimci mücadelenin koordinasyon merkezi olarak çalışması hatta
kimi zaman ülkelerdeki silahlı mücadeleyi doğrudan desteklemesi olmuştur.
1970'lerde anti-emperyalist Üçüncü Dünya ülkelerinin sözcülüğünü yapmakla kalmayan
Küba Angola, Etiyopya, Yemen'e ve diğer Afrika ve Ortadoğu ülkelerine askeri ve teknik
destekte bulundu.
Güney Afrika'da Atlantik Okyanusu'na kıyısı bulunan bir ülke olan Angola, eski bir Portekiz
sömürgesi ve doğal kaynaklar; petrol, elmas, bakır, gümüş gibi madeni zenginlikler
bakımından oldukça zengin bir ülke. Böyle değerli bir sömürge ülkenin halkı
emperyalistlerden kurtulmaya karar verince, bağımsız bir ülke kurmak isteyen Angola
halkının kurduğu MPLA'ya (Angola'nın Özgürlüğü için Halk Hareketi) karşılık CIA'in
yardımıyla FNLA (Angola Ulusal Özgürlük Cephesi) örgütlenir.
14 yıllık gerilla savaşından sonra Portekiz'in örgütlediği askeri bir darbeyle ülkede yönetim
el değiştirir. Ocak 1975'te iç savaş başlar. FLNA'ya karşı Sovyetler MLPA'yı ekonomik
olarak desteklerken Küba da askeri birliklerini Angola'ya gönderir. Pek çok Angolalı
Küba'da eğitim görür. Kasım ayında bağımsızlık ilan edildiğinde Agostinho Neto
başbakanlığında MLPA, de facto olarak hükümet kurduğunu ilan eder.
Bugün dahi, Angola ‘da Küba'nın yürüttüğü mücadele bağımsızlığı için mücadele eden
tüm Afrika ülkelerine örnek teşkil etmekte. Sonraki yıllarda gönüllü olarak bu ülkede
öğretmen ve doktor olarak görev yapan Kübalılar ile Küba'da tıp eğitimi alan Angolalılar bu
dayanışmanın temellerinin ne kadar güçlü olduğunu ortaya koyuyorlar.
Fidel, Angola'da yürütülen mücadelede karşısında Küba'ya yöneltilen eleştirileri ise
bağımsızlık mücadelesi yürüten halkların her zaman için yanında olacakalarını
vurgularayak ve de Angola halkının haklı davasını savunarak göğüsledi. Marquez'in
aktardığına göre Fidel Angola'da yürütülen savaş süresince Angola'nın tarihi ve kültürüne
dair birçok ayrıntıyı öğrenmişti. Bir Angolalıdan daha fazla bilgiye sahipti. Hatta bir Avrupalı
gazeteciye Angola'da savaşa dair o kadar ayrıntılı bilgi vermişti ki, gazeteci Fidel'in
Angola'da savaştığına inanmıştı.
Bağlantısızlar Hareketi'nde Küba ...
Bağlantısızlar Hareketi (NAM) kendini dünyadaki başlıca güç odaklarından herhangi birinin
yanında konumlandırmayan yüzden fazla hükümetin oluşturduğu uluslararası bir örgüttür.
Küba, Bağlantısızlar Hareketi'nde kendi ölçeğinden bağımsız olarak Fidel'in liderliği'nin de
katkılarıyla küçümsenmeyecek bir etkinliğe sahip olmaya devam ediyor. Küba,
bağımsızlık ve anti emperyalizm mücadelesinde saygın bir yere sahip..
1979 Havana Deklarasyonu'nda açıklandığı üzere örgüt amacını "emperyalizme,
sömürgeciliğe, neo-liberalizme, ayrımcılığa, ırkçılığa, siyonizme ve her türlü dış saldırı,
işgal, baskı, müdahale veya hakimiyet kurma girişimleri ve aynı zamanda büyük güç ve
bloklaşma politikalarına karşı ulusal bağımsızlık, dayanışma, bölgesel bütünlük ve
bağlantısız ülkelerin güvenliğini" garanti altına almak olarak ilan etmiştir.
Ulusal bağımsızlık, yoksulluğun ortadan kaldırılması, ekonomik gelişmeler üzerine
çalışmalar yürüten hareket bütün dünyanın yüzde 55'ini temsil ediyor ve Birleşmiş Milletler
üyelerinin üçte ikisini kapsıyor.
Şu sıralar 15 Eylül'de Havana'da 14.'sü yapılacak olan Bağlantısızlar Zirvesi'ne
hazırlanan Küba, Bağlantısızlar Hareketi'ne gelişmekte olan ülkelerin birleşmeleri ve kendi
çıkarlarını savunmaları için büyük önem veriyor. Havana ikinci kez zirveye ev sahipliği
yapacak. Küba Bağlantısızlar Hareketi ülkelerini ilk kez 1979 yılında ağırlamıştı. Bu
zirvede onaylanan Havana Deklarasyonu Bağlantısızlar Hareketi'nin amacını, yapmak
istediklerini ve geleceğini belirlenmesi açısından hayati önem taşımaktadır. Bu zirveden
sonra Fidel Castro'nun aynı yıl yapılan Birleşmiş Milletler toplantısına Bağlantısızlar
Hareketi'nin aldığı önemli kararları aktarması için konuşmacı olarak gönderilmesine karar
verilmiştir. ABD bu sürece de müdahale etmiş ve zirvenin Küba'da toplanması ile Fidel'in
Bağlantısızlar Hareketi'nin BM temsilcisi olarak seçilmesini engellemeye çalışmıştır.
Zirve'nin açılışından birkaç hafta önce Küba'da daha önce ortaya çıkartılmış Sovyet Savaş
Tugayının varlığını ileri süren ABD basında geniş bir kampanya başlattı. Ancak bu
haberlerin asılsız olduğu kanıtlandı.
BM toplantısı için ABD'ye giden Fidel ABD'deki zenci temsilcileri ile Porto Riko bağımsızlık
mücadelesinin temsilcileri ile görüşmeler yaptı. Fidel BM'de yaptığı konuşmada
Bağlantısızlar Hareketi ülkelerinin gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki anlamsız
eşitsizliği yokederek; adalet, eşitlik ve barışın hakim olduğu yeni bir dünya yaratmada
kararlı olduklarını ilan etmiştir. Uluslararası ilişkilerde barışın inşa edilmesinin çok önemli
olduğunu vurgulayan Fidel, bu durumun bütün ülkelerce kabul edilmesi gerektiğini ifade
etmiştir. Afrika'nın emperyalist güçlere karşı verdiği mücadelenin önemine değinen Fidel,
artık Afrikalıların haklarını savunmanın bütün demokratik ülkelerin görevi olduğunu
kaydetmiştir. Fidel'in yaptığı bu konuşma Birleşmiş Milletler ülkelerinin Bağlantısızlar
Hareketi'nin aldığı önemli kararları öğrenmeleri ve birlikte dünya barışının savunulması için
kritik bir noktada durmaktadır. Fidel üçüncü dünyanın, az gelişmiş ülkelerin lideridir.
Fidel'in Bağlantısızlar Hareketi'nde yürüttüğü siyaset ile Küba sosyalizminin üçüncü dünya
ülkelerinin yanında olduğunu kanıtlamıştır.
BM'de Küba'nın yürüttüğü mücadele
Küba 1960'da CIA'in örgütlediği saldırıların hedefi olmakta ve birçok kez ABD'nin Küba'yı
işgal planları ortaya çıkarılmaktadır. Bu durumu dünya kamuoyuna duyurmakta inatçı olan
Küba, Birleşmiş Milletler'i bu konudan haberdar etmek istemiş ve saldırıların kınandığına
dair açıklama yapılması talebinde bulunmuştur. Ancak dört kez yapılan başvuru
reddedilmiştir. Fidel Castro 19 Eylül 1960'da BM genel toplantısına katılmıştır.
Daha sonra Küba delegasyonu Birleşmiş Milletler ile görüşmeye gönderilmiştir. Fidel bu
görüşmeden sonra Küba delegasyonuna gösterilen tavrın BM'nin Küba halkına olan tavrını
ortaya çıkardığını ve delegasyonun BM'de dünyanın en kötü hükümetinin delegasyonu
olarak ağırlandığına dair bir konuşma yapmıştır.
Sürekli ortaya çıkarılan ABD'nin Küba üzerine saldırı planlarını BM'ye taşıyan ülke
buradan hiçbir sonuç alamamıştır. ABD bu iddiaları yalanlamakta ve BM de yalanlamaları
onaylamaktadır. Devrimini ve bağımsızlığını savunmak zorunda olan Küba müttefik
ülkelerden yardım almış ve halkını silahlandırmıştır.
BM Küba'nın ABD ile barış yapılması çağrılarına hiçbir zaman olumlu yanıtlar
üretmemiştir. Ancak Küba bu konudaki haklı tavrını her zaman ortaya koymuş ve dünya
halklarının ABD'nin onaylamadığı bir rejime karşı neler yaptığını ve yapabileceğini
öğrenmesi için sürekli BM'nin kapısını aşındırmıştır.
Küba Birleşmiş Milletler'e kurulduğu yıl 1945'te ana sözleşmeyi imzalayarak üye olan 51
ülkeden biridir. Dünya barışını ve insan haklarını korumak iddiasıyla kurulmuş olan bu
birlik ABD ve Küba gerilimine müdahale etmek istememiş dahası Birleşmiş Milletler
içindeki ülkeler güçlü üye ABD'ye karşı tavır almaktan kaçınmışlardır. Dünya barışı için
uğraşan ve en çirkin saldırılardan sonra bile ABD'ye barış teklifinde bulunan Fidel ve
yoldaşları BM tarafından haksız konuma itilmeye çalışılmıştır. BM içindeki zayıf ülkelerin
de sözcülüğünü yapan Küba 1959'dan beri benimsediği barış çizgisiyle azılı düşmanı
ABD'yi bile yıldırmıştır. Fidel önderliği günümüze kadar ve daha yıllar boyu dimdik ayakta
kalacak sosyalist Küba'yı inşa ederek, örgütlü bir halk karşısında emperyalizmin hiçbir
galibiyet şansı olmadığını kanıtlamıştır.
Ana Sayfa soL'dan Dostlarımız Arşiv soL'un Kütüphanesi
Küba’nın “özel dönemi” ve Fidel daha devrimci
III. Bölüm
Küba’nın “özel dönemi” ve Fidel daha devrimci
Hazırlayan: Emine Tahsin
Sosyalist Blok'un ortadan kalkması ile birlikte Küba sosyalizmi yeni bir evreye girer.
Sosyalist Küba sosyalizmin "çözülüşü" karşısında yeni bir süreç ile karşı karşıyadır.
Karşı devrimciler Küba'nın sosyalizmin ilkelerinden vazgeçeceği beklentisindedirler. Küba
dış kredilerinin dörtte üçü ve ihracatın %85'i sosyalist bloğun dağılmasından etkilenir.
ABD'nin bu dönemi fırsat bilerek abluka yaptırımlarını artırması ile birleştirildiğinde bu,
sosyalizmin önünde önemli bir tehdittir. Küba ekonomisi ciddi bir gerileme yaşar. Kübalılar
günlük hayatta ablukanın etkilerini daha yoğun hissedecekleri bir döneme girerler.
Fidel liderliğinde KKP'nin bu sürece yönelik geliştirdiği açılımlar sayesinde, Küba
sosyalizmi bugünü "iyi gidiyoruz" diyerek karşılamayı başarır.
KKP sadece Küba'nın değil Latin Amerika ve tüm dünya halklarının umudu ve sosyalizmin
kalesi olduğu bilincine sahiptir. Fidel, buna o dönemde yaptığı konuşmalarda sıkça vurgu
yapar. Fidel'e göre "Küba sadece Latin Amerika için değil, bütün 3. Dünya ülkeleri için bir
siper, tüm dünyada doğru, ilerici ve devrimci fikirleri koruyanlar için bir kale haline
gelmiştir". KKP'nin açılımları ve ortaya koyduğu siyasi irade her zamankinden daha fazla
önemlidir. Dünya umutla Küba'ya bakmaktadır.
Fidel 1988 yılında SSCB yönetiminin Glasnost politikası karşısında Küba sosyalizmini zor
günlerin beklediğini öngörür. O tarihte, gazetecilerin bu konu ile ilgili sorusunu "Küba'nın
SSCB'de uygulanan benzer politikaları uygulamayacağı, her iki ülkenin farklılıklar içerdiği"
şeklinde yanıtlar ve "bizi bölmeye çalışıyorlar" der. Bu dönemde Fidel, Latin Amerika'nın
birliğinin eskisinden daha önemli olduğuna vurgu yapar ve Küba'nın sosyalizmden yana
tercihini öne çıkarır.
Fidel 1990 yılında İşçi Kongresinde yaptığı konuşmada "bugün Lenin'i konuşmaktan ve
onu övmekten utanmadık. Diğerlerinin parklardan ve caddelerden Lenin ismini kaldırmaya
çalıştıkları, Marx ve Engels heykellerini yıktıkları dönemde biz mermerden, bronzdan ya
da çelikten değil, devrimci bir yönelişle, kahramanlığımızla, devrime inancımızla Marksizm
-Leninizmin, sosyalizm ve komünizmin bayrağını yükselterek yenilerini yapmaya devam
edeceğiz. ....Evet bazı devrimci değişiklikler yapacağız, her zamankinden daha devrimci
olacağız, çünkü henüz istediğimiz düzeyde devrimci değiliz" der.
Fidel yaşanan dönemi bir belirsizlik ve tehdit dönemi olarak tanımlar, partinin yeni
açılımları ile Küba halkını bu döneme hazırlar. Anti-komünizm saldırısı karşısında KübaSSCB ilişkilerinin zedelenmesinin önüne geçilir; Fidel'in deyimiyle Küba, "SSCB'nin
insanlık tarihinde çok büyük özverilerle yürüttüğü mücadelesini" sahiplenir.
Fidel SSCB'de Komünist Parti'nin bir karar ile dağıtılmasını yasadışı bir girişim olarak
tanımlar ve halkına SSCB'nin inanılmaz biçimde zayıfladığı ve ciddi bir dağılma içinde oldu
saptamasını yapmaktan çekinmez ve şu saptamayı yapar "Emperyalizmin maksatlı
eylemleri ve sosyalizmin değerlerine sistematik tahribat yapılmış olması yapılan hatalarla
da birleşince Doğu Avrupa sosyalist ülkelerdeki değiştirici süreci hızlandırdı. ABD her
ülkeye değişik yollarla ele alan ve sosyalizmi içinden mayınlayan uzun dönemli bir politika
oluşturdu ve uyguladı".
Küba sürece nasıl ayak uyduracaktır? Fidel, Küba halkına bu süreci yorumlarken, özel
dönemde tüm karşı devrimcilere de şöyle bir yanıt verir:
"Reform mu? Bir devrim tarihin kaydettiği en mükemmel reformdur çünkü her şeyi toptan
değiştirir. Kapitalist burjuva reformlar mı? Hayır. Neo- liberal reformlar mı? Hayır. Herkes
bilmelidir ki, bu devrim bir milim gerilemeyecektir"
KKP, SSCB yönetiminin aldığı kararlara ve yükselen anti-komünist propagandaya karşı
öncelikle ideolojik mücadeleyi esas alır. Fidel'in devrimin ilk yıllarından itibaren Küba
devriminin en yalın ifadesi olarak da tanımlanabilecek olan "ya vatan ya ölüm" sloganında
yurtseverlik ön plandadır. KKP bu belirsizlik döneminde askeri ve ekonomik tehditlere karşı
bir dizi kararı gündeme getirir.
Bu kararlardan en önemlisi 4. Kongre'de ulusal meclis ve eyalet meclisi üyelerinin
doğrudan oy ile seçilmelerinin sağlanmasıdır. Diğer yandan, halk olası askeri saldırıya
karşı seferberliğe çağrılır, yerel örgütlerdeki en küçük birimler dahi buna göre yeniden
yapılandırılır. Ekonomide kamucu anlayış terk edilmeden belli sektörlerde yabancı
sermaye yatırımlarına olanak tanıyan yasalar çıkartılır. Hizmet sektörüne yoğunlaşılması
gündeme gelir. Bu kararların tümü halk ile birlikte halk meclisinde tartışıldıktan sonra
şekillenir. Bu zor yıllarda dahi Küba biyoteknoloji, sağlık ve eğitim alanına yapılan
yatırımlardan fedakarlık etmez; hatta gelecek yıllara yönelik mütevazi sayılmayacak
hedefler belirler.
Elian'ın Küba'ya geri dönmesinin ardından Fidel bu zaferin etkisini "Fikirler Savaşı"nı ilan
ederek kalıcılaştırır. Fikirler savaşı emperyalizme karşı Küba'nın elinde bulundurduğu en
güçlü silahtır. Fidel sosyalizmin, Marksizim-Leninizmin en temel ilkelerinden ödün verilerek
geliştirilemeyeceğinin bilincindedir. Sosyalizmi ileriye taşıma fikri ise Küba halkının siyasi
iradesi olarak özel döneme damgasını vurur. Fidel bu "yenilgi" sürecini yeni bir zafere
dönüştürmeyi başarır.
Latin Amerika'nın Birliği Şimdi Daha Önemli...
Küba devrimi için Latin Amerika ülkelerinin bağımsızlığı, anti-emperyalist mücadelesi
esastır. Küba da bu mücadelenin bir bileşenidir. Küba, devriminin ilk yıllarında devrimini
sağcı hükümetlere sahip olan Latin Amerika ülkelerine anlatma noktasında zaman zaman
zorlanır.
1960'lı yıllarda ABD Latin Amerika'da yükselen bağımsızlıkçı seslere karşı Latin Amerika
ülkelerini kendi hegemonyası altına alma çabasındadır. ABD, Latin Amerika ülkelerini
kalkınma programları aracılığıyla kendine bağımlı kılmaya çalışır. CIA Latin Amerika
ülkelerindeki muhalif güçlere yönelik acımasız operasyonlar, darbeler gerçekleştirir. ABD,
Küba-SSCB yakınlaşmasını Küba'yı Sovyet uydusu olmakla suçlayarak karşılarken, Latin
Amerika ülkelerini bu söylem ile baskı altında tutmaya çalışır.
Bu yıllarda ABD, Küba'yı yalnızlaştırma girişimine başvurur. ABD, Latin Amerika ülkelerinin
sağcı hükümetlerinin de desteğini alarak Küba'yı OAS'tan (Amerika Devletler Örgütü)
çıkartır. Ancak bu girişim Küba'nın siyasi etkisini azaltmaya yetmez.
Küba, 1960 yılında 1. Havana Bildirgesini deklare eder. Devrimin sosyalist karakterinin
açıklanmasından 8 ay önce gerçekleşen bu deklarasyon Küba devriminin emperyalizme
karşı Latin Amerika halklarına seslenişidir.
Bu aynı zamanda ABD'nin manipülasyonları ile ortaya çıkan Kosta Rika deklarasyonuna
bir yanıttır. Fidel deklarasyonda şunlara vurgu yapar:
"Küba Ulusal Halk Meclisi, ..... Latin Amerika'da hüküm süren cahilliği, okul, öğretmen,
doktor, hastane ve yaşlılara bakımdaki yetersizliği kınar. Kadınların eşitsiz durumunu ve
sömürülmesini kınar. Halklarımızı son derece sefil bir durumda tutan ve demokrasi ve
egemenliğin tam icrasından alıkoyan askeri ve siyasi oligarşileri kınar. Ülkelerimizin doğal
kaynaklarının halkların çıkarlarına ihanet eden bir hediye politikası olarak tekellere
devredilmesini kınar. Yabancı ülkelerin diktelerine boyun eğerken kendi halklarının hislerini
görmezden gelen hükümetleri kınar. Oligarşilerin ve emperyalist baskıcının çıkarları
doğrultusunda halkın medya tarafından sistematik olarak aldatılmasını kınar. Haber
ajanslarının tekellerin denetiminde olmasını kınar. İşçileri, köylüleri, öğrencileri ve
entellektüelleri -her ülkenin büyük çoğunluğu - toplumsal talepleri ve yurtsever özlemleri
uğruna mücadele etmek için örgütlenmekten alıkoymayı amaçlayan baskıcı yasaları kınar.
Zenginliğimizi sürekli olarak yağmalayan ve işçilerimizi, köylülerimizi sömüren,
ekonomilerimize kan kaybettiren, bizi geride bırakan ve Latin Amerika'daki politikayı kendi
plan ve çıkarlarına tabi olmak zorunda bırakan tekelleri ve emperyalist şirketleri kınar.
Kısaca, Küba Ulusal Halk Meclisi insanın insan tarafından sömürülmesini ve az gelişmiş
ülkelerin emperyalist finans kapital tarafından sömürülmesini kınar. Bu nedenle Küba
Ulusal Halk Meclisi Amerika kıtasının huzurunda ve biz de burada dünyanın huzurunda
köylülerin toprak hakkını, işçilerin emeklerinin ürünlerine sahip olma hakkını, çocuklarının
eğitim görme hakkını, hastaların tıbbi bakım ve ilaç bulma hakkını, genç insanların iş
sahibi olma hakkını, öğrencilerin hem pratik hem de özgürce bilim hakkını, kadınların
yurttaş olarak toplumsal ve siyasi açıdan eşit olma hakkını, yaşlıların güvenilir şekilde
yaşama hakkını, entelektüellerin, sanatçıların ve bilim adamlarının daha iyi bir dünya için
mücadelede eserlerini kullanma hakkını, ulusların emperyalist tekelleri ulusallaştırma,
böylelikle ulusal zenginliklerini ve kaynaklarını geri alma hakkını, ülkelerin dünyanın tüm
halkları ile serbestçe ticaret yapma hakkını, ulusların tam egemenlik hakkını, halkların
okullarını müstahkem mevki haline getirme ve işçilerini silahlandırma hakkını...
Çünkü bu sorunda bizler aslında bir silahlanma yarışına girmek zorundayız. Emperyalist
bir saldırıya karşı kendimizi savunmak için halkımızı silahlandırmak zorundayız...Ve
bizlerin işçilerini, köylülerini, öğrencilerini, entelektüellerini ve zencilerini Kızılderililerini,
kadınlarını, gençlerini, yaşlılarını ve tüm ezilen ve sömürülenleri kendi haklarını ve
geleceklerini bizzat kendilerinin savunması için silahlandırması hakkının ilan ediyoruz. ..."
der.
Fidel, Latin Amerika ülkelerine Küba devriminin çizgisini duyurur ve Amerika kıtasındaki
tüm ezilenleri mücadeleye çağırır. Fidel bunu yaparken sağcı hükümetleri eleştirmekten
çekinmez, Küba devriminin Amerika halklarına örnek teşkil etmesine öncülük eder.
Amerika kıtasındaki ezilenleri devrimci bir çizgiye taşımaya çalışır.
Fidel, her fırsatta Küba devriminin Latin Amerika Halkları için de bir kurtuluş yolu olduğunu
vurgular. 1962 yılında ABD'nin Küba'dan kaçan karşı devrimcileri örgütleme girişimlerine
de yanıt vermek amacıyla 2. Havana deklarasyonu ilan edilir. Bu deklarasyonda Küba
devriminin Marksizm-Leninizmin ilkelerine dayandığı, bunun yanında da Küba'nın Latin
Amerika'ya bakışı netlik kazanır. Bu deklarasyonda "Küba'nın tarihi Latin Amerika'nın
tarihi, emperyalizme karşı mücadele eden ülkelerin, halkların tarihidir" denir. Fidel bu
deklarasyonda "bir devrimcinin görevi devrim yapmaktır" derken, Latin Amerika ülkelerinin
devrimcilerini devrim için, emperyalizme karşı savaşmaya çağırır.
Fidel, 1963 yılında Havana'da bir araya gelen Amerika kıtası kadınlarına Küba kadınları ile
Amerika kıtasındaki kadınlar arasındaki farkı şöyle anlatır: "Kübalı kadınlar devrim
sayesinde birçok şeyi yapma olanağına sahip oldular. Sizler ise yapmak istediklerinizi elde
etmek için öncelikle bu olanakları yaratmak durumundasınız".
Fidel, 1966 yılında yaptığı konuşmaların birinde ise Latin Amerika ülkelerinde devrim için
Küba'dan daha iyi koşulların var olduğunu belirtir. Fidel'e göre davaya derinden bağlı,
teoriyi bilen ve onu olgularla bağlantılı olarak yorumlayabilen inançlı devrimcilerin sayısı
azdır ve Latin Amerika ülkelerinin barışçıl yollar ile iktidar değişikliği gerçekleştirmeleri
olası değildir. 1967'de Latin Amerika Dayanışma Örgütü'nde (OLAS) yaptığı konuşmada
bunu vurgular.
Küba, Latin Amerika ülkelerinin sağcı hükümetleri ile mücadele ederken bölgedeki
devrimci, ilerici hareketler ile de dayanışma içine girer. Şili'de Allende hükümetine tam
destek verir, hükümetin belli politikalarına onay vermese de, ülkede ortaya çıkan devrimci
iradeye saygı duyar ve Allende'nin barışçıl yollar ile iktidarı elinde tutamayacağını düşünür.
ABD'nin darbe politikasını yeniden tekrarlayacağını öngörür ve ordunun Allende
denetiminde olmamasını bir tehlike olarak görür. Allende ordu tarafından öldürüldüğünde
sonuna kadar Fidel yoldaş onunla birliktedir. Allende Fidel'in ona hediye ettiği silah ile
savaşmış, yoldaşı Fidel'den savaşmayı öğrenmiştir.
Küba Nikaragua devrimine, Sandinistler'e destek vermekten de çekinmez Kübalı
devrimciler onlarla birlikte savaşır. Fidel'in Küba'sı böyle bir ülkedir; bağımsızlık
mücadelesi yürütenlerle dayanışmayı, onlarla birlikte savaşmayı bilir.
1980'li yıllara gelindiğinde Küba devriminin elde ettiği sosyo-ekonomik ilerlemeler Latin
Amerika ülkelerinin çok üstündedir. Hatta ortaya tamamıyla tezat bir tablo çıkmıştır. Küba,
ülkelerin ekonomik bağımsızlıklarının yolunun siyasi bağımsızlıktan geçtiğini kanıtlamıştır.
Küba Latin Amerika'da en düşük bebek ölümü, en yüksek okuma-yazma oranı gibi beşeri
kalkınma oranlarında örnek bir ülkedir. Latin Amerika ülkelerinin birçoğu ise sağcı
hükümetlerin ABD emperyalizmi ile işbirliği sayesinde borç yükü altında ezilmekte,
yoksulluk ve cehalet ile boğuşmakta, neo-liberalizme teslim olarak yoluna devam
etmektedir.
Fidel 1988 yılında Latin Amerikalı gazeteciler ile yaptığı bir sohbette "Daha birleşik bir
Latin Amerika için çalışmalıyız", der. Latin Amerika halklarının ortak mücadele tarihine
değinir. Fidel, Latin Amerika ülkelerinin emperyalizmin politikaları karşısında belli bir
stratejiye sahip olmadığını ve kendi aralarında entegrasyonu hedeflemeleri gerektiğini
belirtir.
Fidel Latin Amerika'nın entegrasyonunu 80'li yılların ortasında öngörmüştür. 1999 yılında
Caracas'ta yaptığı bir konuşmada Amerika Serbest Ticaret Anlaşmasına karşı Brezilya'nın
Mercosur girişiminin desteklenmesi gerektiğini belirtir. O yıllarda Fidel, Marti ve Bolivar'ın
mücadelesini Latin Amerika halklarının örnek alması gerektiğini hatırlatır; bu mücadele
geleneğine öncülük eden bir lider olarak ALBA'nın (Amerika için Bolivarcı Alternatif)
mimarı olur. Venezuela ile Küba arasında gerçekleşen işbirliği ise Amerika Serbest Ticaret
Anlaşmasına karşı halkların anlaşması ALBA'nın farklı bir alternatif olarak görülmesine yol
açmıştır.
ALBA Küba ve Venezuela ve sonrasında Bolivya arasında sağlanan dayanışmanın
ötesinde neo-liberalizme ve emperyalizme karşı halkların çıkarlarını savunan bir
işbirliğinin, bir çıkar gözetmeksizin ülkelerin zenginliklerini paylaşabileceklerinin mümkün
olduğunu gösteriyor. Chavez, "petrol ile inek ikame etmeyi", "Ülkeler arasındaki
dayanışma budur" diyerek özetliyor. ALBA ile birlikte Küba sosyalizmi ablukanın etkilerine
daha güçlü bir şekilde direnebiliyor.
Venezuela'da Chavez öncülüğünde gelişen Bolivarcı devrim ise bugün Küba devrimini
örnek alarak yolunda ilerliyor. Fidel, Chavez'e ve Bolivarcı devrime Chavez iktidara
gelmeden önce destek vermeye başlar. Chavez'e yönelik darbe girişiminin
engellenmesinde Fidel'in rolü çok büyüktür. ‘Fidel ile 100 saat' kitabının yazarı Ignacio
Ramonet Fidel ile yaptığı söyleşide Fidel'in Chavez'i arayarak. "...Kendini öldürme Hugo.
Tek başına olan Allende'nin yaptığını yapma. Ordunun çoğunluğu senin arkanda.
Vazgeçme. İstifa etme." dediğini belirtir. Daha sonra Fidel, Küba Dışişleri Bakanı Felipe
Perez Roque'e Chavez'i kurtarmak üzere Caracas'a uçmasını emreder ve Chavez yanlısı
bir general ile bağlantı kurarak ona Chavez'in istifa etmediğini bütün dünyanın bildiğini
söyler ve generalden Chavez'i kurtarmak için asker göndermesini ister. Chavez'in 48
saatin ardından yeniden göreve geliş sürecini Fidel birebir takip eder ve deneyimleri ile
yönlendirir.
Bugün Venezuela'da, Bolivya'da ve diğer Latin Amerika ülkelerinde Kübalı doktorlar ve
öğretmenler görev alıyor ve devrimin ilerlemesine bizzat katkı sunuyorlar. Yes yo puedo
(yapabilirim)! okuma yazma programı Küba devriminin ilk yıllarındaki okuma-yazma
seferberliğinin bugüne mirası. Küba'da kurulan Latin Amerika Tıp Okulu ise özel dönemin
ardından geliştirilen bir proje ve şu anda Amerika kıtasının yoksul çocuklarından 12 bini
burada eğitim görüyor. 1960 yılında 1. Havana Bildirgesini okuyan Fidel, Amerika'da
ezilenlerin sağlıklı bir yaşam hakkından bahsetmiş ve bunların devrim ile
gerçekleşebileceğini vurgulamıştı. Bugün ise Küba devrimi halkına sağlıklı bir yaşam
vermenin ötesinde, kıtaya, insanlığa karşı sorumluluklarını yerine getiren bir ülke
konumunda.
ABD’nin Küba devrimine ve Fidel’e bakışı
Fidel’e karşı planlanan sayısız suikast, Fidel’in kişiliğine yönelik karalamalar, kısacası
Fidel’in şahsına odaklanan bir dizi senaryo, ABD emperyalizminin Küba devrimini etkisiz
kılma girişimleri olarak karşımıza çıkıyor. Diğer yandan emperyalistler için komünizme
saldırma noktasında Fidel bir kült olarak algılanıyor.
ABD emperyalizmi Küba devrimini engelleme yollarından biri olarak Fidel’i ortadan
kaldırmayı seçti, Fidel ile Küba devrimini özdeşleştirerek, aslında Küba halkının devrime
onay veren iradesini yok saymayı tercih etti. Bu düşünce aynı zamanda Küba devriminin
sadece kişilere bağlı olarak gerçekleştiği varsayımına dayanmakta; karşı devrimcilerin
siyasi sığlığını ortaya koymakta.
ABD emperyalizmi ve karşı devrimciler sahip oldukları olanakları 47 yıl boyunca Küba’ya
ve Fidel’e saldırma doğrultusunda kullandılar. Özellikle sosyalist blokun dağılmasının
ardından Fidel üzerinden sosyalizmi yargılama girişimleri arttı.
Bir Demokrat Parti senatörüne göre Fidel, göreve gelen tüm ABD devlet başkanlarının en
büyük takıntısı oldu. Dünya kapitalizminin devi ABD’nin başkanlarına, ABD’nin 90 mil
uzaklığında “bu küçük” ülkenin lideri bugün de zor anlar yaşatmaya devam ediyor. Fidel
ABD emperyalizmine birçok şeyi hatırlatıyor; onu 47 yıldır çaresizlik ile yüzleştirmeye
devam ediyor. Küba sosyalizminin engellenemediğini, yoluna devam ettiğini, ABD’ye karşı
başkaldırının ve kararlı mücadelenin sonunda zaferle sonuçlanabileceğini, bir ülkenin
büyüklüğü ne olursa olsun onurlu bir halkın, eşitlik ve adalet isteyen bir halkın her zaman
için dünyada saygın bir yere sahip olabileceğini hatırlatıyor. Küba ABD emperyalizmini
yargılıyor.
ABD emperyalizminin Fidel ve Küba’daki devrimci hareket ile kurduğu ilişki devrim öncesi
yıllara dayanıyor. Che’nin de deyimiyle devrimin ardından ABD hükümeti gerçekten ilk
başta Küba devriminin boyutlarını tam olarak algılayamadı, kestiremedi. ABD hükümeti o
dönemde 26 Temmuz Hareketi’ni de -diğer siyasi öznelere yaptığı gibi- yakından izlerken
bu hareketin temsilcilerinin ne yapmaya çalıştığına dair bir netliğe sahip olamamıştı.
Batista döneminde ABD Küba’yı bir arka bahçe olarak kullanırken, aynı zamanda kendi
emirlerine itaat eden siyasetlere alan açarak yoluna devam etti. ABD emperyalizmi için
arka bahçe Küba’da ve Latin Amerika’da yükselen ABD karşıtı sesler ise ne pahasına
olursa olsun kesilmeye çalışıldı. CIA’nın kanlı tarihi ve ABD emperyalizminin planları hep
bu doğrultuda yapılandırıldı. “Arka bahçe”nin sosyalizme yakınlaşması, ABD
emperyalizmini tehdit eden bir unsurdu.
Küba’da yükselen bağımsızlık mücadelesine karşı Batista diktatörlüğünü kullanma ya da
bağımsızlık mücadelesi yürüten hareketlere CIA aracılığıyla sızma girişimlerinde
bulunuldu. O dönemde ABD hükümeti Küba’da Batista sonrası dönemin bir şekilde
kaçınılmaz olduğunu görmekteydi; ancak bunun hangi siyasi özne ile gerçekleştirileceğine
dair bir netliğe sahip değildi. Dolayısıyla Küba’daki siyasi öznelere karşı şöyle bir politika
izledi: CIA aracılığıyla bu hareketlere sızma ve diğer yandan bu siyasi özneler ile elçilik
aracılığıyla temas halinde olma.
Fidel ve arkadaşlarının Moncada kışlası baskınının ardından yargılanmaları, aftan sonra
Meksika’ya gitmeleri, Meksika yılları ve de Granma yatı ile Sierra Maestra’ya çıkışları CIA
tarafından yakından izlendi; bir yandan da 26 Temmuz Hareketinin temsilcilerinin ne
yapmaya çalıştığı anlamaya çalışıldı.
Fidel ve arkadaşlarının olası bir tehlike oluşturup oluşturmadığı ve olası bir tehlikeye karşı
bir an önce ortadan kaldırılmaları gerektiği düşüncesi her zaman gündemde oldu. Ancak
ABD için bu iki görüşten biri ağırlık kazanmadı ve sürece bu iki olasılık göz önünde
tutularak bakıldı. ABD, Fidel ve arkadaşlarına Batista’ya karşı ortak hareket etmeyi teklif
etmeyi dahi gündemine alırken, Batista’ya da silah yardımı yapmaktan geri kalmadı.
Granma ile Sierra Maestra’ya çıkış sırasında Fidel ve arkadaşlarına yönelik olarak
gerçekleştirilen saldırıda ABD istihbaratının da parmağı vardır. Batista yönetimi Fidel ve
arkadaşlarının karaya çıkış noktasını önceden öğrenmişti. Bu saldırıdan Fidel ile birlikte
çok az sayıda kişi kurtulmuştur. Batista, Fidel’in öldüğü haberinin yayılması ile Küba’da
Batista’ ya karşı yükselen seslerin önüne geçilebileceğini düşünmüştür. Böylelikle 26
Temmuz Hareketi’ne halkın verdiği destek zayıflatılacak, bu hareketin etkisizleştirildiği
kanısı yayılacaktı.
ABD’li gazeteci Herbert Mathews’in Sierra Maestra’ya gizlice gelerek Fidel ve
arkadaşlarının hayatta olduklarını ve de savaştıklarını belgelemesi ise istihbarat
birimlerinin hanesine yenilgi olarak geçmiştir. Fidel, Sierra Maestra’da yalnızca Küba
halkına değil, özellikle ABD kamuoyuna seslenmeye devrimin geleceği açısından önem
atfetmiştir. Fidel, böyle bir kamuoyunun devrime güç vereceğini düşünüyor, aynı zamanda
öldüğü haberlerine meydan okuyordu. Fidel’in gazeteciyle yaptığı bu görüşmenin ardından
ABD’nin Sierra Maestra çıkartmasını engelleyemediği ortaya çıkıyor, Fidel ve arkadaşlarını
dünya kamuoyu tanıyor ve de Küba dağlarında ve şehirlerinde bir devrim mücadelesinin
veriliyor olduğundan haberdar oluyorlardı.
İşte Fidel böyle bir öngörüye sahipti. ABD emperyalizmine karşı yürütülen mücadelede
ABD kamuoyunu hatta dünya kamuoyunu bilgilendirmek gerekiyordu, haklıdan yana
olabilecek herkese ulaşmak devrimi güçlendirecekti.
Mathews, The New York Times’ da yayınlanan “Küba gençliğinin isyancı lideri Fidel Castro
yaşıyor” adlı makalesinde Fidel’i dünyaya cesur, idealist ve güçlü kişiliği olan biri olarak
tanıtıyordu. Mathews, Fidel’in gözlerindeki kararlılığı okuyor ve devrim için savaşmaya
hazır olduklarını dünyaya duyuruyordu.
1959’a kadar geçen süre zarfında CIA’nın şehirlerde ve Sierra Maestra’da boş durmadığı
biliniyor. Buna rağmen Fidel ve arkadaşlarını ayakta tutan en büyük güç kırda mücadeleye
campensionlar ile birlikte devam etmeleri ve şehirlerde örgütlenen 26 Temmuz Hareketi
olmuştur. Küba’nın bağımsızlığını isteyenler Fidel ve arkadaşlarına güvendiler ve onlar ile
birlikte yürüme kararlılığını gösterdiler. Sierra Maestra’da Fidel ve arkadaşları yalnızca
Batista’nın askerleri ile savaşmadı; aynı zamanda başlarına yağan ABD bombalarını
göğüslemek durumunda kaldılar. Şehirlerde ise 26 Temmuz Hareketi’nin üyeleri sürekli
takip edildi; öldürülme girişimleri ve bu harekete sızma girişimleri ile yüz yüze kaldı. Buna
rağmen devrim yenilgiye uğratılamadı. ABD istihbaratı örgütlü bir halk ve “bir avuç gerilla”
karşısında çaresiz kaldı.
Fidel’i teslim almak mümkün mü?
1959 devriminin ardından Batista ülkeyi terk etmek durumunda kalmıştı. ABD bu süreci
Küba’da oluşan yeni liderlik ile ne kadar yakın ilişkiler kurabileceğini araştırarak aşmaya
çalıştı. Küba’nın yeni liderinin diğerleri gibi teslim alınması mümkün olabilir miydi?
Nisan 1959’da Gazete Editörleri Cemiyeti’nin daveti üzerine Fidel ABD’ye bir ziyaret
gerçekleştirdi. Bu ziyaretin ardından Nixon, Fidel Castro için “ya komünizm konusunda akıl
almaz derecede saf, ya da tamamıyla komünizmin etkisi altında, ABD karşıtı tavrının
iyileşmesi imkansız” demiştir.
Bu ziyaretin ardından Fidel’in teslim alınamayacağını kavrayan ABD yetkilileri Küba’ya
yönelik yaptırımları artırdı. Halkın teslim alınması ve devrimin içten çökertilmesi
hedeflenmişti. Fidel’in yaşamına son verilmesi ise her koşulda gündemde olmaya devam
etti.
ABD artık Fidel’in ABD karşıtı çizgisine daha yakından tanıklık ederken, Sovyetler Birliği ile
dayanışmasını ABD emperyalizmi açısından ciddi bir tehdit olarak saptamıştı. ABD’nin
burnunun dibinde olan bir ülkenin sosyalizm yolunu tercih etmesi emperyalistler için
ideolojik bir yenilgiye işaret ederken, Sovyetler Birliği karşısında kaybedilen bir mevzi
olarak algılanmıştır. Küba’nın diğer Latin Amerika ülkelerine örnek teşkil etmesinden
endişe duyulmaktaydı.
1960’lı yıllarda Küba’dan bağımsız olarak ABD emperyalizmi sosyalist bloka karşı saldırıya
geçmiştir. Sovyetler Birliği ile dayanışma içinde olan ülkeler Sovyet uydusu olarak
tanımlanmakta, komünizmi ise dünyayı tehdit eden bir kötülük olarak tanımlama
propagandası sürdürülmektedir. Bu noktada Küba, Amerika kıtasında kaybedilen bir
mevzidir.
Teslim alamaz isek öldürürüz ….
17 Mart 1960’da Başkan Eisenhower Castro’yu devirmek için bir yıl öncesinden yapılan
gizli planının başlamasına onay verdi. Bu planın ardından ABD hükümeti CIA’ya, “Castro
kardeşlere” ve Che Guevera’ya yönelik suikast düzenlemeleri için mafya ile işbirliği yapma
yetkisi verdi. Küba devriminin ardından adayı terk eden Batista yanlıları ve de devrim
karşıtları ABD için önemli bir silahtı. ABD hükümetleri her zaman için Miami’de odaklanan
bu kesimler ile işbirliği içindeydi ve bu işbirliği sadece CIA temsilcileri tarafından değil,
bizzat senatörler tarafından yürütülmekte; hatta bu kesimler Beyaz Saray’a senatör olarak
seçilmekteydi.
Fidel bu süreçte Küba devriminin bağımsızlığı için kamulaştırmanın gerekliliğini öne
çıkarmış ve ABD’li şirketlerin faaliyetlerine son verdi. ABD buna abluka ile yanıt verirken,
abluka kararı ile Küba devriminin sosyalizme yakınlaştığı gerçeğini kabul etmek zorunda
kaldı.
Küba halkına yönelik CIA tarafından işlenen sayısız cinayet, sabotaj girişimleri bu süreçte
artmıştır. Okuma-yazma seferberliğini yürüten tugaylardan, devrime destek veren
köylülere kadar herkes karşı devrimcilerin hedefiydi. Küba’ya yardım elini uzatanlar da
cezalandırıldı. Bunların başında 1960 yılında Belçika’dan silah taşıyan Fransız bandırmalı
La Coubre gemisine karşı yapılan ve 75 kişinin ölümüne yol açan sabotaj gelmektedir.
Fidel BM toplantısına katılmak için 1960 yılında ABD’yi bir kez daha ziyaret etti. Bu ziyaret
öncesinde Fidel’in yakın dostlarına “CIA başında olsa idim denizden bu uçağı vurdurur,
sonra da kaza süsü verdirirdim” demişti. Fidel bu açıklaması ile CIA’nin böyle bir zan
altında kalmasını engellemiş ve CIA ile dalga geçmeyi ihmal etmemiştir!
Fidel bu ABD ziyaretinde Harlem’de zencilerin yaşadığı bölgede kaldı ve onlarla temas
kurdu. Bu, Fidel’i ABD kamuoyunda farklı bir noktaya oturttu. Bir devlet başkanı, ABD
başkanlarının hiç uğramadığı ya da uğramaya cesaret edemediği en yoksul sokaklarda
gezmiş, halk ile temas kurmuştu. Komünizme karşı saldırının en yoğun olduğu bu yıllarda
Fidel haksızlığa uğrayanların, yoksulların yanında olduğunu göstermiş ve aslında bunun
mücadelesini verdiklerini anlatmıştı. Fidel budur aslında, zencilerin, ezilenlerin dostudur.
Fidel, Küba devriminin de böyle bir devrim olduğunu anlattı bir kez daha.
Paralı ordu ile işgal denemesi…
CIA, 1961 yılında Batista döneminin zenginleri, toprak ağaları ve devrim karşıtlarından
oluşan bir grubu Küba’nın Escramby dağlarında eğiterek ABD’nin Guatemala’dakine
benzer bir zafer elde edeceğini düşündü. CIA, bu paralı askerler, 2506 Tugayı, aracılığıyla
Küba’da iktidarı ele geçirmeyi planlamaktaydı. Kennedy hükümeti bu plana onay verdi ve
Domuzlar Körfezi’ne bir çıkartma yapıldı.
Küba halkı 72 saat süren direnişin ardından bu saldırıyı geri püskürttü. Fidel ordunun
başındaydı ve bizzat savaştı. Aynı zamanda halkına seslendi: “Ya vatan ya ölüm”… Fidel
Küba devriminin hiçbir şekilde kesintiye uğramayacağını ve halkın desteğini alarak
ilerlediklerini duyurdu. O tarihten bu yana “ya vatan ya ölüm” sözleri Küba devriminin en
temel ilkesi haline geldi.
Bu tarih, ABD için büyük bir yenilgidir. Hatta ABD’nin daha sonra Küba’ya yönelik bir silahlı
saldırı gerçekleştirmemesinde bu yenilginin caydırıcı etkisi büyüktür. Bu tarihten sonra
ABD yönetimleri bir kez daha bir işgal denemesine cesaret edemedi. Bunun yerine Fidel’e
yönelik suikast girişimleri, Küba halkına yönelik terörist eylemler ile Küba’yı “Sovyet
uydusu” olarak gösterme girişimleri ön plana çıktı.
1963’te ABD ile SSCB arasında ortaya çıkan füze krizi ABD’nin Küba’yı bir Sovyet uydusu
olarak tanımlama, diğer yandan Sovyetler Birliği’nin bölgedeki etkinliğini zayıflatma
girişimiydi. Küba bu süreçte yürüttüğü diplomasi ile kendini savunma hakkını gerekirse
SSCB’nin de yardımı ile kullanabileceğini kamuoyuna duyurdu.
1961 Domuzlar Körfezi işgali ile 1963 füze krizinin ardından ABD Küba’yı uluslararası
kamuoyunda karalama girişimlerine devam etti. Küba’yı yalnızlaştırma, Küba’yı Sovyet
uydusu olarak gösterme, Küba lideri Fidel Castro’yu bir diktatör olarak tanımlama ve Küba
devriminin “yolunda gitmediğine” dair haberler sızdırma yollarını denedi. Miami mafyası bu
başlıklarda önemli roller üstlendi. Miami mafyasını kullanarak devrim karşıtı propagandalar
gündeme getirildi. Latin Amerika ülkelerinde o yıllarda CIA tarafından gerçekleştirilen
birtakım eylemler Küba’nın üzerine atılmaya çalışıldı. 1967 yılında Venezuela hükümetinin
eski bir görevlisinin ölümü üzerine ABD basını ve dönemin Venezuela hükümeti Küba’yı
sorumlu tuttu. Fidel bu olaya “Devrim için savaşmayana komünist denmez” diyerek yanıt
verdi ve komünistlerin, devrimcilerin görevlerinin neler olduğunu hatırlattı. “Bu yarıkürede
herhangi bir diğer rejimden daha çok komünist öldüren bir rejimle asla yeni ilişkiler
kurmayacağız” dedi.
Yeni yöntemler…
Özel dönemde Küba’ya yönelik abluka yaptırımlarını artıran ABD, Küba halkının teslim
alınacağını düşünüyordu. 1992 ve 1994’te yürürlüğe giren yeni abluka yasaları bizzat
Miami mafyasına bağlı senatörler tarafından hazırlandı. 1985 yılında yayına başlayan ve
Miami mafyası tarafından finanse edilen Radyo Marti her gün Küba devrimine ve Fidel’e
saldırmaya devam etmekte ve Küba’nın radyo dalgalarını sabote etmektedir.
Özel dönemde Küba halkının adayı terk edeceğini düşünenler, bunda da yanıldılar. Yine
Miami mafyası desteği ile bir ABD politikası olarak kişilerin Küba’dan Florida’ya yasadışı
yollardan “göç” etmesi teşvik edildi. Lastik botlar ile kaçan Kübalılar’a ait görüntülere sıkça
rastlandı; “diktatörün ülkesini terk edenler” şeklinde manşetler atıldı. Bu girişimlerin bir
kısmı Miami mafyasının desteği ile gerçekleştirildi, bir kısmı ise karşı propagandaya ikna
olanların kendiliğinden eylemi oldu. ABD’li yönetmen Oliver Stone’un Fidel ile ilgili
hazırladığı belgesellerde bu gerçek gözler önüne serilmektedir. Fidel, kaçma girişimleri
başarısızlıkla sonuçlanan kişiler ile sohbet eder, onları anlamaya çalışır, yargılamaz,
sadece olayların arka planında yatan gerçekleri ortaya çıkarmaya çalışır.
“Lastik botlar ile ülkelerini terk edenler” söylemi Elian olayı ile farklı bir boyut kazandı.
1999 Kasımı’nda 6 yaşındaki Elian’ın annesi ile birlikte Florida’ya kaçma girişimi, bu sırada
annesinin yaşamını yitirmesi, Miami’de karşı devrimci akrabalarına teslim edilmesi ve
bunun karşısında Elian’ın Küba’ya dönmesi için yürütülen mücadele, ABD kamuoyunun
ikiye ayrılması, Elian’ın evine dönüşü. Elian olayı özel dönemin ardından Küba devriminin
ayakta durduğunun kanıtı ve yine ABD’deki karşı devrimci siyasetin yenilgisidir. Fidel bu
olayı tüm ayrıntıları ile takip etmiş ve Elian’ın Küba’da kalan ailesi ile birlikte onların bir
“yoldaşı” olarak mücadele etmiştir.
CIA’nın iki figürü yeniden sahnede…
CIA’nın Latin Amerika’daki kanlı tarihinin iki önemli figürü Orlando Bosch ve Posoda
Carriles Küba devrimine yönelik birçok eylemin bizzat yönlendiricisi olarak görev yaptılar.
1976’da Barbados’ta Küba uçağının düşürülmesinde bizzat rol oynayan Posoda Carriles
1990 yılında Küba’da turistik tesislere yönelik bir bombalama eylemi gerçekleştirdi. Ancak
Küba ekonomisini baltalama ve Küba’nın güvensiz bir ülke olduğu görüşünü yayma
girişimleri başarıya ulaşamadı.
2000 yılında Fidel’in Panama ziyareti sırasında Orlando Bosch tarafından gerçekleştirilen
bir suikast girişimi Küba gizli servisi tarafından engellendi. Orlando Bosch ise
yakalandıktan kısa bir süre sonra tahliye edildi.
Bu iki figürün eylemliliklerini belgeleme konusunda Küba kararlılığını hiç yitirmedi. Bugün
ABD hapishanelerinde haksız yere tutsak edilen 5 Kübalı Miami’de bu faaliyetleri
belgelemeye çalışıyorlardı. 1998 yılından beri hapishanede tutulan 5 Kübalı yurtsever,
yaşamları pahasına Küba’ya yönelik karşı devrimci faaliyetleri belgelemeye çalıştılar.
1998’den bu yana Kübalılar sokaklara, okullara 5 Kübalı yurtseverin adını bir gün
“dönecekler” diyerek kazıdı. 2005’te ABD Çıkarları Ofisi önüne CIA eylemleri sonucunda
öldürülen Kübalıları temsilen siyah bayraklar dikildi. Gençler bu bayrakların önünde nöbet
tutuyorlar ve devrimi sürdüren bir neslin varlığını temsil ettiklerini gösteriyorlar.
Kübalı muhalifler mi…
2000’li yıllara gelindiğinde Fidel’in cezalandırdığı Kübalı muhalifler ABD’nin yeni
propaganda aracı oldu. 2003 yılında Küba’da karşı devrimci olarak suçlanan 75 kişi
tutuklandı (aralarında uçak ve gemi kaçırma girişimlerinde bulunanlar da vardı). O tarihte
dönemin Küba Türkiye Büyükelçisi Miguel Lamazares’in yaptığı açıklama ise Kübalı
muhalif olgusunu gözler önüne seriyor:
“Suçlanan 75 kişiden sadece 12 kişi üniversite mezunudur ve sadece 4 kişi gazetecilik
mezunudur. Küba’ya ve Küba halkına karşı onursuzlukta bulunmuşlardır. Şöyle bir ülke
düşünün; 237 tanesi dijital olmak üzere 548 farklı basın ve yayın kuruluşunda çalışan
2175 Kübalı gazeteci. Bu Küba basınıdır; bizim gazetecilerimiz, Miami Herald gazetesinde
patronlarının onlara emrettiklerini yazan ve kendilerini demokrasi savaşçıları olarak
gösteren paralı askerler ile karıştırılmamalıdır.
Kanıtlanmış tüm olaylarda ABD hükümetinden ve ona bağlı konuşma özgürlüğü
şampiyonu olarak gösterilen ama gerçekte imparatorluğun parayla tutulmuş ajanları olan
kurum ve kuruluşlardan para ve yardım aldıkları ortadadır.
Gelen fonları ve bunları kabul edenleri gördük. 2002 yılındaki durum şöyledir:
* USAID (ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı) toplam 8.099.181 dolar yollamıştır; bunun
amacı ise şöyle açıklanmıştır: Küba'daki aktivistlerle dünya çapında dayanışmayı artırmak.
Bu meblağdan 1.602.000 dolar hükümetten bağımsız gruplar kurulması için; 2.000.027
dolar kurumsal olmayan gazetecilere "seslenmek" için; 2.000.132 dolar Küba'daki geçiş
dönemini planlamak için; 335.000 dolar bu programı uygulamaya geçirmek için ayrılmıştır.
* “Özgür Küba İçin Merkez” için 2.300.000 dolar.
* “Yurt İçi Muhalifler Çalışma Grubu” için 250.000 dolar.
* “Küba'da Geçiş İçin Program”, ABD hükümetinden “Özgürlük Evi” kanalıyla ülkemize
karşı faaliyetleri için 1.325.000 dolar aldı.
* “Muhalefet İçin Yardım Grubu”, Uluslararası Cumhuriyetçi Enstitü kurumundan 1.200.000
dolar yardım aldı.
* "Kübanet" Miami kaynaklı Sibernet gazetesi 98 bin dolar aldı.
* Görevi "Küba'daki uluslararası yatırımcıları yatırım yapmamaları için ikna etmek" olan
“Uluslararası Dayanışma İçin Amerikan Merkezi” ABD hükümetinden 168.575 dolar aldı.
Bu örnekler sözde Kübalı muhaliflerin maddi kaynaklarının nasıl ve nereden sağlandığının
ispatıdır. Yukarıda adı geçen tüm kuruluşlar ABD'de ve özellikle Miami'de bulunmaktadır.
Para Küba'ya diplomatik kuralları açıkça çiğneyerek Havana'daki ABD Çıkarları Ofisi
aracılığıyla seyahat eden kişilerce getirilir.
Tutuklananların evlerinde binlerce dolar bulunmuştur; bu insanlar yıllardır çalışmayan
kişilerdir. Yalnız bir tanesinden 13.660 dolar çıkmıştır! İlginç bir şekilde tüm tutuklananların
üzerinden sadece 1.200 Küba pesosu çıkmıştır; bu da "Küba'nın özgürlüğü için
savaşım"ın ABD dolarına konvertibl olduğunun göstergesidir.
Bizler Havana'daki ABD Çıkarları Ofisi'ne bağlı kişilere karşı, ABD'nin özel servislerine
karşı davrandık, Küba kültürüne karşı değil. Küba'da olan gerçeklere karşıt olarak, geçen
her gün emperyalist basın kanalıyla dezenformasyon tohumları ekmek isteyenlere, Küba
Devrimi ile ilgili yanlış bilgi yayan paralı askerlere karşı harekete geçtik. Bizler ABD
Ofisi'ne özgürce girme hakkı olan kişilere karşı harekete geçtik. Tüm dünya ABD elçilik
binalarının güvenlik seviyesini bilir; bu baylar Havana'daki ABD binalarına sanki orada
çalışan birer memur gibi girebilmektedirler. Bizler kendi halkı aleyhine çalışmak için para
alan insanlara karşı hareket ettik, kimse kendi halkını kandıramaz”.
ABD dış politikası uyarınca fon dağıtan ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID), Küba
Programı adı altında, rejiminin muhaliflerine 1997’den bu yana 20 milyon doların üzerinde
para transfer etti. USAID, Küba programının demokrasiye geçiş içindeki müttefiklere ve
ülkelere mali destek sunarak ABD'nin ekonomik ve politik çıkarlarını desteklemek üzere
kurulan Ekonomik Destek Vakfı kanalıyla fonlandığını duyurdu. USAID’in fonladığı
kurumların başında Küba’da sistematik olarak sürdürüldüğü iddia edilen insan hakları
ihlallerini rapor ederek bunlara karşı mücadele eden Sivil Toplum Örgütleri geliyordu.
USAID “insan hakları savunucuları” dışında, “bağımsız” sendikaların kurulması, gazetecilik
faaliyetleri, serbest piyasa ekonomisinin geliştirilmesi için yapılan faaliyetlere de kaynak
aktardığını duyurdu.
Bütçesinin büyük bir bölümü ABD Kongresi tarafından sağlanan ve CIA ile ABD Dışişleri
tarafından yönlendirilen NED (National Endowment of Democracy ) örgütü ise web
sitesinde doğrudan CCDH’a (Küba İnsan hakları Komisyonu, Küba’da faaliyet yürüten bir
sivil toplum örgütü) mali destek sağladığını, ödenen paranın miktarını ilan etti. NED’in
yakın geçmişi Küba’nın ne kadar büyük bir tehdit ile karşı karşıya olduğunu açıkça ortaya
koyuyor. Küba’da “insan hakları ve demokrasinin gelişmesi” için CCDH’ı besleyen NED
adını Gürcistan’daki Amerikancı sivil darbe ve Venezüella’da Chavez’e yönelik darbe
girişimleriyle beraber daha çok duyurdu. NED'in kurucularından olan Allen Weinstein
"Bugün bizim yaptıklarımızın çoğu, bir zamanlar CIA tarafından örtülü biçimde yapılmıştı"
demektedir.
ABD’den bir aydın, James Petras 1 Mayıs 2003’de yayınlanan bir yazısında insan hakları
ve ihlalleri başlığında Küba’yı hedef tahtası yapan aydınlara, “herhangi bir değerlendirme
yapmadan önce Nazi Almanyası’ndan bu yana görülmüş en vahşi emperyal rejimin hedef
listesinin başında yer alan bir ülkede yaşamanın nasıl bir şey olduğunu düşünmelerini”
tavsiye etmiş ve “kendisini ABD'nin pençelerine karşı savunmak için mücadele ederek
yaşayan kahraman bir devrimin varlığını hatırlama ve kendinden menkul
deklarasyonlarımızı alçak gönüllükle bir kenara bırakarak, o devrimi savunma ve 1 Mayıs'ı
önderleri Fidel Castro ile birlikte kutlayan 1 milyon Kübalı’ya katılma zamanımız gelmedi
mi?” diye sormuştu.
ABD’den bir saçmalık daha : Forbes zengini Fidel
Forbes dergisinin Fidel’i dünyanın en büyük zenginleri arasında göstermesi ise Kübalılar’ı
sadece güldürmüş müdür? Fidel, “Bana ait bir dolarım olduğu ispatlansın, hemen istifa
ederim”, açıklamasını yaparken, Kübalı siyasetçiler ise kapitalizme hizmet eden bir
derginin zenginlik anlayışını yerden yere vurdular. Küba, Forbes dergisinin nicel olarak
hesaplayamayacağı çok büyük bir zenginliğin -Küba devrimi ile birlikte gelişen yeni insan,
ve bu yeni insanın ahlaki değerleri- varlığına işaret etti. Dergi, Küba halkına ve devletine
ait olan varlıkların tümünü Fidel’e aitmiş gibi göstererek kamulaştırma ve merkezi
planlamadan ne anladığını gösteriyordu.
Fidel’in sağlığı ….Fidel’in yaşı
Fidel’in yakın korumalarından Fabian Escalente’nin yaptığı açıklamaya göre CIA’nın
1959’dan bu yana Fidel’i öldürme girişiminin sayısı 638. Fidel’in ameliyat haberlerinin
ardından BBC’de yayınlanan bu yorum karşı devrimcilerin Fidel korkusunu gözler önüne
seriyor. Patlayan purolar, Fidel’in yemeğine, sakalına, giysisine zehir karıştırma
girişimleri… Diğer yandan Küba halkına yönelik sayısız saldırı… Biyolojik savaş, şeker
kamışı tarlalarının ABD uçakları tarafından bombalanması, düşürülen uçaklar, kaçırılan
uçaklar ve gemiler ve öldürülen sayısız Kübalı… CIA tarafından organize edilen bu
eylemler karşısında Küba halkı direnmeye devam ediyor, direnmenin ötesinde CIA ve ABD
emperyalizmi ile hesaplaşıyor. Fidel ise kendi yaşamının devrim için küçük bir maliyet
olduğunu daha devrimin ilk yıllarında söyleyerek halkına devrimin esas olduğunu anlatan
bir lider. Küba halkı da devrime bu bilinçle sahip çıkıyor.
Son yıllarda Fidel’in sağlığı üzerinden geleceğe yönelik planlar yapmaları emperyalistlerin
Küba devrimi karşısındaki çaresizliğinden başka bir şey değil midir? Fidel’in Parkinson
hastalığına dair CIA kaynaklı haber ise ABD’nin saldırganlığının basitliğinden başka ne
olabilir?
Fidel’in artık yaşlı olduğu vurgusuna son 10 yılda yayınlanan Küba karşıtı kitaplarda ya da
yazılarda rastlamak mümkün. Hatta Fidel’in yaşlı olduğunu göstermek için daha yakın
kamera çekimleri, Fidel’in düştüğü görüntülere sıkça yer veriliyor. Fidel’den sonrası ve
Fidel’in sağlığı üzerine yoğunlaşan karşı propaganda bir gün mutlaka bir sonun olduğuna
vurgu yapıyor.
2001 yılında Fidel bir konuşma sırasında bayılır ve bu tarihten sonra Fidel’in sağlığı daha
tartışılır hale gelir. Fidel bu konuşma sırasında genç yoldaşları ile birliktedir ve onların
yardımı ile ayağa kalkar. 2004’te yaptığı bir konuşma öncesinde düşer, o sırada da genç
yoldaşları Fidel’in yanındadır ve yardıma koşarlar. Burjuva medyası Fidel’in düştüğü
görüntüleri tekrarlayarak kullanır, Fidel’in düşmesi onlar için sosyalizmin düşmesi
anlamına gelmektedir ve ilk kez Fidel “güçsüz” bir konumda yakalanmıştır. Oysaki Küba
halkının gözleri önünde gerçekleşen her iki olaya, Kübalılar devrimi sürdürecek gençleri de
görerek yaklaşır.
Fidel sonrası Küba devrimi nasıl ilerleyecek?
2003 yılında Beyaz Saray ABD’de faaliyet yürüten karşı devrimciler yardımı ile Küba
sonrası döneme ait bir rapor hazırladı. Fidel’den sonra Küba’da demokrasiye geçişin
koşullarını özetleyen karşı devrimciler ilk kez Küba’ya yönelik planlarını sistematik bir
şekilde açıklıyorlardı. 2006 Temmuz ayında ise bu rapor genişletilerek tekrar gündeme
getirildi. Bu kez rapor Kübalılar’a nasıl yardım edileceğini, özgür Küba’ya geçiş için
yürütülecek olan stratejileri (diplomatik ve silahlı saldırı) de ayrıntılı bir şekilde içeriyor.
Küba Ulusal Meclis Başkanı Alarcon bu raporu sert bir dille eleştirirken Fidel 26 Temmuz
2006 Moncada kışlası baskının yıldönümünde yaptığı konuşmada Kübalılar’ın 40 milyon
ABD’linin sahip olmadığı çok fazla şeye sahip olduğunu vurguladı. ABD toplumunun
sosyal güvenlikten yoksun bir yaşama mahkum olduğunu ve ABD demokrasinin Irak’ta
yaptıklarını hatırlattı.
KKP ise özel döneme benzer bir şekilde parti içindeki görevleri olası bir silahlı saldırıyı da
öngörerek yeniden yapılandırdı ve ABD’ye oldukça net bir yanıtı verdi “hazırız”.
Fidel sonrası döneme ABD emperyalizmi hazırlanıyor elbette; ancak başta Fidel’in kendisi
ve KKP de bu sürece şimdiden hazırlandığının işaretlerini veriyor.
17 Kasım 2005’te Fidel Havana Üniversitesi öğrencilerine yaptığı konuşmada, “Onların
silahları, bizlerin ise fikirleri var ve biz fikirlerimiz ile savaşmaya devam edeceğiz”, dedi.
Fidel onlar gibi genç olduğu yıllara geri döndü ve nasıl bir devrimci olduğunu anlattı. Bu
konuşmada, Küba devrimine sahip çıkarken savunulacak ilkelerden bahsetti. Gençlik
yıllarında Engels’in Tarihsel Materyalizm, Diyalektik Materyalizm kitabından nasıl
etkilendiğini anlattı ve ilk kez bu konuşmasında “Bir gün ben de öleceğim”, diyerek,
ölümün de yaşamın bir parçası olduğunu hatırlattı.
Fidel bugün 80 yaşında…
Yaşamının önemi bir bölümünü devrime adayan yoldaş Fidel kavga adamıdır kısacası.
Tüm bunların kavgasını hayatı pahasına da olsa vermeye hazırdır her zaman. Dağda da,
şehirde de… Balık tutarken de kavga adamıdır, beyzbol oynarken de. BM’de de,
uluslararası toplantılarda da. Fidel bu toplantılarda yaptığı konuşmalarda devrimci
siyasetini farklı bir zarafet ile gözler önüne serer. Kavgasına sahip çıktığını, çıkacağını ve
bundan taviz vermeyeceğini anlatır ve gösterir. Fidel’i diğer siyasetçilerden, liderlerden
ayıran da budur.
Fidel Küba devrimine öncülük edenlerden biridir sadece. Küba devrimi Fidel ve
arkadaşlarının, 26 Temmuz Hareketi’nin öncülüğünde gerçekleşti. Haksızlığa başkaldıran
bu gençler bağımsızlıkları için mücadele etme iradesini ortaya koydular. Devrim istediler.
Küba halkını devrime örgütlediler…
Küba devrimi bu gençlerin elinde yükseldi ve bu dirilikte her zorlu süreçte yeni açılımlar
yaparak ve daha devrimci olarak yoluna devam ediyor. Şüphesiz Fidel’in buradaki rolü çok
büyük. Jean Paul Sartre “Fidel’i anlayabilmek için onun devrimci ateşini sonuna kadar
açmak, yaşanmış tecrübelere geri dönmeksizin yeni olan her şeyi bir bir aydınlatmak
gerekir sanıyorum”, der.
Fidel Küba devrimi için de her dönemde farklı açılımlar geliştirmesini bildi, öngörülerine
güvendi. Özellikle ABD emperyalizmini çok iyi tanıdı ve tanıdığı için de buna karşı
önlemler almayı başardı. Sosyalizmin ilkelerini iyi kavramıştı; gençlik yıllarında okuduğu
Komünist Manifesto başucu kitabı oldu. Fransız Devrimi, Paris Komünü için savaşan
komünarlar, Komünist Manifesto, Lenin’in kitapları, Marti, Gomez ve Antonio Mella ve
kendisinin tanımıyla emperyalizme karşı başkaldırı için birçok sebep. Moncada kışlası
baskını sırasında Fidel, bu fikirleri taşıyordu ve bunların üzerine yenilerini ekleyerek
ilerledi.
Fidel halkını da çok iyi tanıdı. Halkını çok iyi tanıdığı için Küba Komünist Partisi’nin nasıl
bir parti olması gerektiğini gayet iyi bildi. Marksizm-Leninizmin temellerini koruyan bir parti
inşa etti. Aynı zamanda Fidel partide, Küba’da ve Latin Amerika’da, birliği inşa etti.
Latin Amerika’yı Bolivar’dan, Marti’den ve de yakın dostu Marquez’den okudu, öğrendi ve
anladı.
Fidel Angola’nın tarihine, kültürüne vakıf biri olarak Angola’nın mücadelesine katkı sundu.
Kübalı devrimciler Angola’da savaşırken o Angolalılar gibi de düşündü.
Fidel yoldaş devrimin ilk yıllarında en yakın yoldaşlarını kaybetti. Che’nin ve Camilo’nun
ardından kendisine yönelik suçlamaları göğüsleyerek Küba devrimi için çalışmaya devam
etti, yılmadı.
Fidel devrimin ilk yıllarından itibaren şuna vurgu yaptı: İktidar, devletin ve partinin
liderliğinde belirlenmektedir. Önemli kararlar kolektif olarak alınmaktadır. Henüz KKP 1.
Kongresi’nde (1975) kardeşi Raul Castro için ise şunu vurguladı: “Devrimin koşulları içinde
kişilerin yönetim organlarına seçilmesini etkileyen asla dostluk ya da akrabalık ilişkileri
değil, kişisel değerliliklerdir. Biz Kübalılar bunu biliyoruz ancak diğer ülkelerin de bunu
kavraması gerekir.”
Ve Fidel’in Kübalı işçilere sorduğu gibi,
Komünist Parti bir işçi sınıfı olmaksızın ne yapardı?
Bir komünist parti bir toplum olmaksızın ne yapardı?
Ve bir devrimci, devrimci bir parti ve devrime destek veren bir halk olmasa ne yapardı?
“Devrim mükemmelleştirilmesi gereken bir sanat eseridir, bir sanat eserinden çok daha
fazlası”. 47 yılı aşkın bir süredir bu sanat eserinin baş ustasıdır, Fidel. Bu sanat eseri
birlikte yaratılmıştır, süreklileştirilecek, Küba halkı tarafından koruncaktır. Fidel, budur.
Sosyalist Küba’dır, partidir, halktır. Fidel de içlerinden biridir, bu devrimin kumandanıdır
Viva Fidel…
Hasta la Victoria Siempre…

Benzer belgeler