1 fizyoloji - histoloji - embriyoloji

Transkript

1 fizyoloji - histoloji - embriyoloji
1
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
2
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
3
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
ÖNSÖZ
Tıpta Uzmanlık Sınavı’na hazırlık uzun ve zahmetli bir
yoldur. Kaynak seçimi ise kişiye, sınava kadar kalan süreye
ve hedeflenen puana göre değişiklik göstermektedir.
Bu seri “az zahmetli olan” ve “kısa kaynaklardan çalışmak
zorunda olan” kişiler için hazırlanmış ideal bir seridir.
Bu kadar küçük hacim başarı için yeterlimidir?
Daha hacimli kitaplara göre yeterli olmadığı açıktır ama
ŞUNU KESİNLİKLE SÖYLEYEBİLİRİZ ki bu kadar kısa
metinle en fazla sayıda soru yakalayan bir seri oluşturduk.
Çünkü; bu serinin içeriği TUSDATA TUS HAZIRLIK
MERKEZLERİ’nin son 2-3 yıldır yaptığı çok özel TUS
KAMPLARI’nda anlatılan en özet ve en güncel metinlerden
oluşmaktadır.
Biz içeriğe güveniyoruz.
Umarız yararlı olur ve başarınıza katkıda bulunuruz.
Seri Editörleri
4
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
İÇİNDEKİLER
1. FİZYOLOJİDE ÖZEL İSİMLER ................................................ 5
2. FİZYOLOJİDE ÖNEMLİ FORMÜLLER ..................................... 14
3. HÜCRE VE DOKU FİZYOLOJİSİ.............................................. 20
4. DOKU HİSTOLOJİSİ ............................................................. 36
5. KALP DAMAR SİSTEMİ FİZYOLOJİSİ VE HİSTOLOJİSİ .......... 84
6. ÜRİNER SİSTEM FİZYOLOJİSİ VE HİSTOLOJİSİ ...................103
7. ENDOKRİN SİSTEM FİZYOLOJİSİ VE HİSTOLOJİSİ..............127
8. SOLUNUM SİSTEMİ FİZYOLOJİSİ VE HİSTOLOJİSİ............. 164
5
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
FİZYOLOJİDE ÖZEL İSİMLER
} “Lipofuskin” granülleri... Yaşlanma veya atrofiye bağlı, çeşitli dokularda özellikle
kalp, karaciğer, beyinde biriken kahverengi sarı introselüler materyal
} “Loose” cisimciği... Eklem boşluğunda bulunan kemik yada kıkırdak parçalarıdır.
} “Nemaline” cisimciği... Dejeneratif iskelet kası hastalıklarında elektron
mikroskobisinde görülen bandlardır.
} “Verocay” cisimciği... Schwannoma (nörilemmoma)’da hücre çekirdeklerinin
oluşturduğu çit şeklinde görünüm
} “Wiebel-palada”cisimcikleri... Vonwillebrand faktör içeren endotel hücrelerindeki
çubuk görünümündeki organellerdir.
}
“Zebra” cisimciği... Niemann-Pick hastalığı, Tay-Sachs hastalığı ve
mukopolisakkaridozda makrofajda elektron mikroskopisinde, sitoplazma’da
görülen inkluzyonlardır.
} “Sitoid” cisimcikler... Sistemik lupus eritematozusta görülen küçük retina
eksudalarıdır.
} “Antoni A ve Antoni B alan”... Schwannomada görülen sıklıkla biribiri ardına
gelen miksoid ve hücresel alanlardıır.
} “Herring” cisimciği... Vazopressin içeren veziküller bu cisimcikte bulunur.
Nörohipofizde axonların terminal ucunda bulunan nörosekretuar granüller.
} Clara hücreleri... Mukozal Clara hücreleri bronşiollerde bulunur ve immunglobinlerden zengin sulu proteinöz bir madde salgılar.
} Adria hücreleri... Kardiak miyozitte, Adriamisin (=doxorubusin) toksisitesine sekonder
değişikliklerdir.
} Caterpillar hücreleri... Geniş multinükleer dev hücreler olup, akut romatizmal
ateşte gözlenir.
} Physaliferös hücreleri... Kordoma’da gözlenen, çok geniş ve vakuollü sitoplazmalı
tümör hücreleridir.
} Esas hücre (şef)... Midede bulunan pepsin yapan hücrelerdir.
} Parietal hücre(kenar)... Midede bulunan HCI ve intrinsik faktör yapan hücrelerdir.
IF (intrinsik faktör) Vit B12’yi bağlar ve ileumdan emilimini sağlar. Eksikliğinde
pernisyöz anemi görülür.
} G hücreleri... Midenin antrum kısmında bulunan musin ve gastrin salgılayan
hücrelerdir.
} Onkositik hücreleri... Tüm sitoplazmasını dolduran çok sayıda mitokondri içeren
hücrelerdir.
} Buhot hücreleri... Hurler sendromunda karaciğerde inklüzyon cisimciği içeren
hücrelere denir.
6
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
} Gargoyl hücreleri... Hurler sendromunda bir çok hücrede mukopolisakkarid birikmesi
nedeniyle vakuollu görünüm oluşmasıdır.
} LE hücresi... SLE’de bulunan lupus eritematozus cisimleri ile ilgili monosit ve
makrofajdır. ANA kaplı çekirdekleri fogosite etmiş PMNL.
} Epimiyoepitelyal hücre... Benign lenfoepitalyal lezyon için karekteristik olan epimiyoepitelyal hücre adacıklardır.
} Hatsianis hücreleri... Haepatit B enfeksiyonunda, bazı hepatositlerde çekirdek antijenine bağlı olarak kum tanesine benzeyen granülasyon oluşur.Bu hücrelere
denir.
} Hauf-bayer hücreleri... Plasenteda stroma arasındaki hücrelere denir.
} Betz hücresi... 1.motor nöron hücrelerine denir, serebral korteknin prenentral gyrusunda bulunur (Motor konteks).
} Kulchitsky hücresi... Enteroendokrin, enterochromoffin hücre GIS’te dağılmıştır ve
20 civarında hormon ve nörotransmitter salgılar. Bronşiyal karsinoid tümör
bunlardan köken alır.
} Ependimol hücre... Spinal kordun santral kanalını ve beyin ventriküllerini kaplayan
hücreler.
} Downey hücresi... İnfeksiyöz meronskleoziste periferik yaymada görülen atipik
lenfositler.
} Mickulicz hücreleri... Rinoskleromada granülomatöz evrede lipid içermeyen çok
sayıda mikroorganizma içeren hücrelerdir.
} Blue-blobs... Papsmear’deki atrofi.
} Blue-bodies... Deskuamatif interstisyel pnömonide alveolar makrofaj içindeki
PAS(+)boyanan demir içeriğidir.
} Corpora arantii... Semilunar kapakların kapanma çizgisi boyunca görülen küçük
fibroz nodüllerdir.
} Glomus cisimciği... Termoregülasyonda
anastomozları düzenleyen oluşumlardır.
görev alan, ciltteki arteriovenöz
} Hassal cisimciği... Keratinize epitelde konsantrik agregatlar ve timüs medullasındaki
keratinlerdir.
} Heinz cisimciği... Alyuvar sitoplazmasında okside olmuş hemoglobindir.
} Hematoksilen cisimciği... SLE hastalığında görülür.
} Kamino cisimciği... Intraepidermal hyalin globülleridir. Spitz nevüste gözlenir
} Loose cisimciği... Eklem boşluğunda bulunan kemik yada kıkırdak parçalarıdır.
} Nemaline cisimciği... Dejenaratif iskelet kası hastalıklarında elektron mikroskobisinde
görülen bandlarıdır.
} Nörofibriler tangle... Alzheimer hastalığında görülen mikrotübül ilişkili protein ve
nörofilamentlerdir.
} Sülfür granülleri... Actinomyces’de görülen sarı odaklardır.
7
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
} Weibel-palade cisimcikleri... Von willebrand faktör içeren endotal hücrelerindeki
çubuk görünümündeki organellerdir.
} Zebra cisimciği... Niemann-Pick hastalığı, Tay-Sachs hastalığı ve mukopolisakkaridozda makrofajda elektron mikroskopisinde, Sitoplazma’da görülen
inkluzyonlardır.
} Corpora amylacea... Benign prostat hiperplazisinde görülen ve glandüler lümende
bulunan proteinöz maddeye denir.
} Fuzchin cisimcikleri(=kanser cisimciği)... Plazmositlerin sitoplazmasındaki eozinofilik cisimciklerdir.
} Giannuzi Yarımayları... Mikst bezlerde bulunan seröz salgıyı lümene boşaltan
hücreler topluluğu görünümüne verilen isimdir.
} Paneth hücreleri... İnce bağırsak, çekum ve sağ kolon başlangıcında yer alırlar.
Lizozim içerirler ve anti-bakteriyel etkiye sahip hürelere verilen isimdir.
} Jukstekapiller (J) reseptörler... Pulmoner damarlara yakın yerleşmiş olan
unmyelinize C liflerinin sonlanmalarına verilen özel isimdir. Akciğerin
hiperinflasyonu ile stimule olur.
} Rufiini Cisimcikleri... Derideki basınç duyusunu algılayan kapsüle reseptöre verilen
isimdir.
} Brunner Glandları... Duedenum ilk kısımlarında submukozada mukus salgılayan
bezlere verilen isimdir.
} M Hücreleri... İnce bağırsak villusunda kök hücrelerden köken aldığı ve antijene
yönelik yanıtta rol aldığı düşünülen hücrelere verilen isimdir.
} Chief (Esas) hücre (Zimogen hücre)... Mide corpusunda pepsinojen salgılayan
hücredir.
} Oksintik (Parietal) hücre... Mide corpusunda bulunan HCL ve İF salgılayan,
yapısında bol miktarda mitokondri bulunduran hücreye verilen isimdir.
} Cushing Refleksi... Kranium içi basınç artmasından kaynaklanan özel tipte bir MSS
iskemik cevabıdır. İskemi ile vazomotor ve sempatik stimulasyon olur, arteriyel
basınç BOS basıncını geçer ve kan dolaşımı beyinde başlar.
} Wallerian Dejenerasyon... Periferik sinir aksonları kesildiğinde, kopan segmentin
dejenerasyona uğramasıdır.
} Meissner Korpuskülü... Demiste papillalar içerisinde Tunika Submukozada bulunan
dokunma duyu sinir sonlanmasına verilen isimdir.
} Bainbrigde Refleksi... Atrial volüm fazlalığında atrial gerim reseptörleri tarafından
oluşturulan taşikardiye verilen isimdir.
} Paccini Cisimcikleri... Deride ve kas boyunca dağılım gösteren kapsüllü vibrasyon
duyusunu alan korpüsküldür.
} Bezold - Jarisch Reflexi... Sol ventrikül endokardiyal gerim reseptörlerinin
uyarılması ile hipotasiyon ve bradikardi meydana gelmesidir.
} Sharpey Lifleri... Periostun dış fibroz tabakasından matrix içine giren kollajen fibril
demetlerine denir. Bu lifler sayesinde periost kemiğe yapışır.
8
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
} Hawship Lakünası... Kemik rezorbsiyonu olan bölgelerde enzimatik aktivite ile
oluşan, içinde osteok-lastlar içeren çukurcuklar.
} Havers Kanalları... Compact kemikte (Sekonder, olgun kemik) kan damarlarını
taşıyan kemik uzun eksenine paralel kanallardır.
} Volkman kanalları... Havers’e periosteumdan damar taşıyan, kemik uzun eksenine
dik kanallardır.
} Hering cisimcikleri... ADH ve oksitosin hormonlarının hipofizde depolandığı
cisimciklere verilen isimdir.
} Reisner Membranı... Kohlea’da Scala Media ve Sçala Vestibuli arasında bulunan
membrandır.
} Nissl Cisimcikleri... Perikaryodn (Soma)’da GER ve serbest ribozomların
oluşturdukları ışık mikroskobunda görülen bazofilik granüler alanlardır.
} Betz’in Dev Hücreleri... Gyrus presantralisde, Brodman’ın 4 nolu sahasındaki
hücrelerdir. Cortex cerebrinin 5. tabakasındaki hücrelerdir.
} Rozenthal Fibrilleri... Serebellar pilositik astrositomda, astrositlerin uzantılarının
yaptığı saç benzeri liflerdir.
} Basket Hücreleri... Seröz tükrük bezlerinde asini çevresindeki bir çeşit hücredir.
Actin mikrofilamantları ve myozin içerir ve sekresyonların ağır boşluğuna
geçmesini sağlar.
} Langerhans Hücreleri... Epidermis’te St. Spinosumda bulunan antijen presente
eden hücrelerdir. Mezo-derm orijinlidir.
} Birbeck Granülleri... Langerhans hücrelerinde raket şeklindeki sitoplazmik
granüllerdir.
} Merkel Hücresi... Epidermis St. Bazale’de mekanoreseptör olarak göre ev alırak
dokunma duyusunu algılayan hücredir.
} Billroth Cisimcikleri... Dalak kırmızı pulpasında düzensiz retikuler bağ doku
yaprakçıklarıdır ve çevre-deki sinuslerle anostomoz yaparlar.
} Bruch Menbranı... Üvea’da choroid’in iç tabakasıdır ve retinanın pigmente
epitelinin bazal membranıdır.
} Bowman Membranı... Kornea’nın 5 tabakasından biridir. Hücre içeriği yoktur.
} Clara Hücreleri... Terminal branşiollerde sitoplazmasında glikojen granülleri, Golgi
komplexleri ve mitokondria içeren, siliasız kolumnar hücrelerdir.
} Clear Hücreleri... Ekrin (Merokrin) ter bezlerinde piramidal yapıda, sekretuar
granülü az, glikojen içeriği yüksek; iyon ve su taşınmasında görev alan
hücrelerdir.
} Alveoler Makrofajlar (Dust Hücreleri)... Kalp yetmezliğinde demir pigmenti
(Hemosiderin) ile pozitif boyanan RES kökenli hücrelere verilen isimdir.
} Littre Bezleri Erkek üretrasında duvarda bulunan küçük mukus salgılayan
bezlerdir.
} Reinke Kristalleri... Testisin Leyding hücrelerinde bulunan, ışık mikroskobunda
görülebilen stoplazmik kristallere verilen isimdir.
9
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
} Juxtaglomerular Aparatus... Bir nefronun glomeruler afferent arteriyol ve distal
kıvrıntılı tübülünün oluşturduğu özel bir yapıdır. Kan basıncı düzenlenmesinde
Renin Anjiotensin-Aldosteron siste-minde görev alır.
} Ranvier Düğümleri... Periferik sinir sisteminde Schwann Hücresinin oluşturduğu
myelin kılıfının mevcut olmadığı axonal noktalara verilen isimdir.
} Podosit... Glomerulusu saran Bowman Kapsülü’nün visceral tabakasının yapısındaki
Epitelyal hücredir.
} Pedisel... Kandaki maddeler kapiller fenestralardan filtre edildikten sonra bazal
membranı geçer ve ayaksı çıkıntılar (Footprocess) arasındaki porları yani
Pedisel’i geçerek Bowman mesafesine geçer.
} Juxtaglomerular Hücreler... Glomerul afterent artekrilyol media tabakasında
Renin salgılayan miyoepitelyal hücrelere verilen isimdir.
} Ryanodine Reseptörü... T-Tübül aksiyon potansiyelinin, sarkoplazmik retikuluma
iletimi salınımı sırasında görev yapan SR membranındaki reseptör.
} Hassal Cisimcikleri... Timus medullasında bulunan eozinofilik yapılara verilen
isimdir.
} Wolffian Kanalcıkları... Erkeklerde embriyonik dukt sisteminin parçası ve
reproduktif sistem ductuslarını oluşturur.
} Vasa Rekta... Renol Medulla’dan Henle Loop’una paralel halde kanalcıklar
oluşturan kan damarlarına verilen isimdir.
} Rezistin... A dipöz doku tarafından kaynaklanan, insülinin etkilerini inhibe etme
yeteneği olan hormon.
} Ohm Yasası... Akım (voltaj), voltaj ile direkt, rezistans ile indirekt orantılıdır.
} I(Akım)=E/R E... Voltaj R: Rezistans
} (Auerbach) Myenterik Plexus... Sindirim sisteminde T-Musurlaris Propria’da sirkuler
ve longitudinal kas tabakası arasında yerleşmiş plexustur-parasempatiktir.
} Leydig Hücresi... Testesteron salgılayan testisin seminifer tubulleri (intenstiyel
hücre) arasındaki hücredir.
} Hering-Breuer Reflex... Akciğerlerin genişlemesi afferent sinirleri uyarır, bu da
medulladaki inspiratuar sinirleri inhibe ederek inspirasyonun kesilmesini
sağlar.
} Graffian Folikülü... Ovulasyondan hemen önceki matur folliküldür.
} Golgi Tendon Organı... Tendonun çevresindeki kollajen demetlerinde yerleşen
gerilime duyarlı me-kanoreseptörlerdir. Afferent sinir liflerine (Grup Ib) denir.
} Frank Starling Kanunu... Stroke volüm ile end-diastolik volüm arasındaki ilişkidir.
End diastolik volüm arttıkça stroke volümünde de artış olur.
} Sertoli Hücresi... Seminifer tubul epitelini oluşturan iki hücre tipinden biridir.
Jpermatojenik hücreler için destek olurlar.
} Kerckring Valuleri... İnce bağırsakta bulunan plica ciraslaris’tir. Submukoza ve
mukoza içeren katlantılardır.
10
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
} Lieberkühn Kriptaları (intestinal bezler)... Tubuler yapıdaki bu bezler villusların
tabanındaki lamina propriaya uzanırlar.
} Peg Hücreleri... Fallopian Tüplerinde mukozayı oluşturan 2 hücre tipinden biridir.
Silyalı kolumner hücreler arasındadırlar ve mukus sekrete ederek, ovumun
uterusa taşınmasına yardımcı olurlar.
} C Cells... Tiroid bezinde Parafollikuler, kalsitonin salgılayan hücrelerdir.
} Lambda Granülleri... Plateletlerin içerdiği 175-200 mm çapında olan ve lizozomal
enzimler içeren granüllerdir.
} Kupfer Hücreleri... RES’den derive olan sinuzoidal endotelyal hücreler arasında
yaygın bulunan oval nukleus, bol mitokondria, gelişmiş Golgi Organeli olan
hücrelerdir.
} İto Hücreleri... Karaciğerde Disse mesafesinde bulunan yağ ve vitamin A’yı
retinil esteri halinde depo-layan hücrelerdir. Sirozda kollojenizasyondan
sorumludur.
} Langerhans Adacıkları... Pankreas yapısında endokrin hücrelerin topluluklarıdır.
} (PP) F Hücreleri... Pankreatik polipeptid salgılarlar. Pankreatik polipeptid,
pankreasın exokrin enzim ve HCO3- sekresyonunu azaltır, safra kesesi
relaksasyonuna sebep olur.
} D Hücreleri... Pankreastan somatostatin salgılayan hücrelerdir. Etkileri glukagon,
büyüme hormonu ve insulin salınımının inhibisyonudur.
} Kalsekestrin... Sarkoplazmik Retikulumda kalsiyumun gevşek olarak bağlandığı
yapı.
} Wolff-Chaikoff Etkisi... Yüksek dozda İodine(I2) alımıyla tiroid hormon sentezinin
ihhibe olmasıdır.
}
Renshaw Hücresi... Spinal Kordda ön boynuzda inhibitör hücrelerdir.
Motornöronların kollateral axonlarından input alırlar ve uyarıldıklarında
motornöronda inhibisyon yaparlar.
} Poiseville Denklemi... Kan damarlarındaki rezistansı değiştiren faktörleri verir.
R= Rezistans r= Damarın yarıçapı
h= Vizkozite l= Damarın uzunluğu
R= 8hl/ r4
} Kapasitans (Komplians)... Kan damarlarının genişleyebilirliğini tarifler. Basınç
değişikleriyle volüm değişiminin nasıl olduğunu tarifler.
C= V/P C= Kapasitans
V= Volume
P= Basınç
} Dalton Kanunu... Bir gazın gaz karışımındaki parsiyel basıncı, fraksiyonel
konsantrasyonuna bağlıdır.
} Parsiyel Basınç...Total Basınç x Konsantrasyon Fraksiyonu Albrightın Herediter
Osteodistrofisi (Psödo hipoparatiroidizm Tip 1a): G proteindeki defekte bağlı
PTH’a end organda (kemik ve böbrek) rezistans olmasıdır.
11
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
} Zellweger Sendromu... Peroksizom yokluğuyla giden; nörolojik, hepatik ve böbrek
problemleri olan genetik bir hastalıktır.
} Reed-Sternberg Hücreleri: Hodgkin hastalığında çift vakuollü nukleus içeren dev
hücrelerdir.
} Kaldesmon: Düz kas içindeki ince filamentlerin yapısındadır. TnT ve TnI ile
fonksiyonel olarak benzerdir.
} Kardiodilatin ve Kardionatrin... ANP gibi atriumdan salınan sıvı ve elektrolit
dengesini sağlayan ve kan basıncını düşüren özel kalp kası hücreleridir.
} Sirkumvallat Papillaları... Sulcus Terminalisin önünde dilde yerleşik 10-15 adet
geniş, sirküler papillalardır ve tat tomurcuklarını taşırlar.
} Von Ebner Bezleri... Minör tükrük bezleridir ve seröz sekresyona sahiptirler. Tat
tomurcuklarının uyarılmasında salgılarıyla yardımcı olurlar.
} Hirschsprung Hastalığı... Nöral krest hücrelerinin kolonun distal bölgesine
göç etmesi olmadığı için Auerbach Plexusu yokluğu ile seyreder. Kolonda
dilatasyon meydana gelir.
} Keratohyalin Granülleri... Epidermis, Stratum granulosumunda bulunan
Keratinositler içindeki granüllerdir. Histidin ve sistinden zengin protein içerirler
ve keratin filamentlerini birleştirirler.
} Lacis Hücreleri... Juxtaglomeniler apparatus yapısındaki extraglomeruler mesangial
hücrelerdir. Afferent ve efferent glomerular arterioller arasında uzanırlar.
} Medullipin l... Renal interstisyumda medulladaki kapiller ve tubulleri çevreleyen
hücrelerden salınan vazodepresör bir hormondur ve karaciğerde Medullipin
ll’ye çevrilerek kan basıncını düşürür.
} Entactin... Tüm Bazal Lamina’larda bulunan sulfatlanmış bin glikoproteindir.
Laminine bağlanıp, lamina densada Tip IV kollajen ile bağlanmayı sağlar.
} Terascin... Enbriyonik dokularda gelişen sinir sistemindeki glial hücrelerden salınan
bir glikoproteindir. Hücre matrix adhezyonunu etkiler ve migrasyonda rol alır.
} Kondronektin... Kıkırdakta yer alan ve kondrositler ile tip 2 kollajeni bağlayan bir
glikoproteindir. Kıkırdak gelişiminden sorumludur.
} Osteonektin... Kemikte bulunan ve minerallerin tip 1 kollajene bağlanmasını
sağlayan bir glikoproteindir.
} Fibrillin... Elastini demetler halinde tutan bir glikoproteindir. Elastik liflerin periferik
mikrofibrillerindeki temel komponenttir.
} Chief Hücreleri... Paratiroid bezlerinde bulunan küçük, bazofilik, PTH salgılayan
hücrelerdir.
} Oxyphil Hücreler... Paratiroid bezlerinde bulunan geniş, eozinafilik ve tek tek veya
parakimde demetler halinde bulunan hücrelerdir.
} Üregastron...: Duodenumdaki, Brunner hücreleri tarafından salınırlar ve HCL
sekresyonunu inhibe ederler.
} Peyer Plakları... İnce bağırsak lamina propriasındaki lenf nodları, ileumda
muskularis mukozadan submukozaya genişleyen agregatları oluştururlar.
12
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
} Beyaz Yağ Dokusu... Tüm vücutta derinin derin tabakalarında enerji deposu olarak
rol alır. Total vücut ağırlığının %20’sini oluşturur.
} Kahverengi Yağ Dokusu... Yenidoğan memelilerde bulunur. Erişkinlerde az
miktardadır. Vücut ısısının düzenlenmesinde görev alır.
} Lipoblast... Adipositlerin meydana geldiği mezenşimden derine olan hücrelerdir.
} Eustachian Tüpü... Nasofarinx ile orta kulak arasında bağlantıyı sağlayan ve orta
kulak ile dış ortam arası hava basıncını eşitleyen kanaldır.
} Kulchitsky veya K Hücreleri... Tüm solunum traktus epiteli boyunca bulunan,
nöroendokrin sistemin bir parçası olan Serotonin, Bombesin ve Kalsitonin
içeren sekretuar granülleri olan hücrelerdir.
} Ampulla Vateri... Pankreas ve safra kanalları içeriklerini duodenum 2. kıtasına
aktarmadan birleşerek Ampullla Vateri oluştururlar.
} Oddi Sfinkteri... Safra ve pankreas salgılarının duodenuma aktarılması bazı düz kas
liflerinin oluşturduğu Oddi Sfinkteri ile sağlanır. Yapısında koledok, pankreas
kanallarının çevresinde ve ampulla çevresindeki düz kas yapısı bulunur.
} Glisson Kapsülü... Karaciğerin dış yüzünü çevreleyen retikulin liflerden ve (Tip 3
Kollajen) kollejen yapısında bir kapsüldür. Karaciğeri lob ve babüllere ayırır.
} Bellini Kanalları... Toplayıcı kanallar kortex boyunca paralel demetler halinde
uzanıp ve medullada Bellini Kanallarını oluştururlar. Bu kanallar Renal Papilla
tepesine açılarak idrarı pelvikalisiyel sisteme taşırlar.
} Meissner Plexusu... Sindirim sisteminde submukozal yerleşimli Parasempatik
plexustur. Mukozal bezlere ve muscularis mukozadaki düz kaslara
postganglionik uyarı sağlar.
} Rattke Kesesi... İlkel ağız kavite tavanıdır. Epitelyal büyümesinden ön hipofiz
gelişir. Stellate (Granül) Hücreleri: Serebral Kortexin altı tabakasından dış ve iç
Granüler Tabakada bulunan hücrelere verilen isimdir.
} Martinotti Hücreleri... Poligonal, kısa dendritli serebral kortex Gangliozik tabakada
bulunan hücrelere verilen isimdir.
} Cajal Horizantal Hücreleri... Küçük, iğsi yapıda serebral kortex Plexiform tabakada
bulunan hücrelere verilen isimdir.
} Von Ebner Glandları... Sircumuallat papillae üstünde bulunan tat tomurcuklarının
çevresindeki oluk-lara seröz sıvı salarak, tat oluşturan maddelere çözünürlük
sağlayan bezlere verilen isimdir.
} Bowman Bezleri... Olfaktör epitelde koku algılanmasında görev alırlar.
} Zeis Glandları... Kirpiklerdeki sebore salgılanmadan sorumlu bezlere verilen
isimdir.
} Moll Glandları... Kirpiklerdeki apokrin ter bezlerine verilen isimdir.
} PP Hücreleri... Pankreasta bulunan, pankieatik polipeptid salgılayan ve pankreasın
ekzokrin sekresyonlarını inhibe eden hücrelere verilen isimdir.
} Weibel-Palade Cisimcikleri... Endotel hücrelerinde membrana bağlı VWF
depolayan organellere verilen isimdir.
13
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
} Waldeyer’in Halkası... GİS ve Respiratuar sistem için koruyucu görev yapan
Lingual Tonsil, Palatine Tonsil ve Adenoidlerden oluşan lenfatik dokuya
verilen isimdir.
} Lacteal... Sindirim sisteminde, villus merkezinde emilen lipidi dolaşım sistemine
taşımada rol alan lenfatik kanallardır.
} Defansinler... Sindirim sisteminde Paneth hücrelerinde bulunan antimikrobiyal
piptidlerden birisidir.
} Goblet Hücreleri... Enterositler arasında müsin salgılayan ve intestinal içeriğin
lubrikasyonunda görev alan hürelerdir.
} Osteoprogeritör Hücre... Osteoblast ve osteositlerin deri ve olduğu primitif
mezenkimal hücredir.
} Osteoid... Kollajenöz extraselüler matrixe (Tip 1 Kallajen) verilen isimdir. Kalsiyum
hidroksiapapit depolanması ile mineralize olur.
} Rodopsin... Görmeyi sağlayan pigmentlerden birisi
} Ranvier boğumu... 2 myelin kılıf arasındaki schwann hücresi bulunmayan kısım
} Schmidt-Lantermann yanıkları... Myelin kılıf oluşurken kalan schwann arada
hücre sitoplazması
} Goblet Hücreleri... Mukus salgılayan hücreler
} Kalsiform hücreler... Goblet hücrelerinin diğer ismi
} Rosenthal fibrilleri... Pilositik astrositomda görülen saç benzeri astrosit uzantıları
} Nörilemmosit... Schwann hücresinin diğer adı
} Kromatolizis... Akson hasarında nükleusun perifere geçip nükleusun belirginleşip,
nissel cismi kaybolması
} Kinosilyum... Dengeyi sağlayan tüy hücrelerinin herbiri
} Stereosilyum... En büyük kinosilya
} Cupula... Semisirküler kanalda ucundaki jelatinimsi
} Otokonia... Silliaların gömüldüğü kalsiyum karbattan zengin yapı
} Calsequetrin... Sarkoplazmik retikulumda kalsiyum bağlayan protein
} Hening cisimcikleri... ADH ve oxitosinin hipofizde depolanma şekli
} Kerkring valvilleri... İnce barsak mukozasında bulunur.
} Sharpey lifleri... Periostu kemiğe bağlayan lifler
} Hawskip lakunası... Osteoklastların kemikte bulunduğu çukurcuklar
} Kromogranin A... Katekolaminlerin vezikullerde birlikte depolandıkları madde
} Kastrasyon hücreleri... Ön hipofizde bulunur
} Decidua Hücreleri... Endometriumda bulunur
} Betz’in Dev Hücreler... Brodmanın 4 No’lu alanındaki hücrele
14
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
FİZYOLOJİDE ÖNEMLİ FORMÜLLER
KARDİYOVASKÜLER SİSTEM FORMÜLLERİ
1- TOTAL PERİFERİK DİRENÇ (TPD):
Bir kan damarındaki akım iki faktör
tarafından belirlenir:
1- Damarın iki ucu arasıdaki basınç farkı ki bu, kanı damarda ilerleten kuvvettir,
2- Damar direnci denilen, damar boyunca kan akımına karşı oluşan dirençtir.
Damarlardaki kan akımını güçleştiren direnci doğrudan ölçme imkanı yoktur, direnç
kan akımı ve damardaki basınç farkının ölçülmesi ile hesaplanır.
Total periferik direnç= Ortalama kan basıncı / Kardiyak debi
Örnek: Ortalama kan basıncı=90mmHg Kardiyak debi= 90mlt/sn ise,
Total periferik direnç= 90mmHg/90mlt/sn =1 R
2- ORTALAMA KAN BASINCI:
Zaman ile değişen arteriyel basıncın
ortalamasıdır.
Portalama = Pdiyastolik + 1/3 (Psistolik - Pdiyastolik)
Örnek: Psistolik 120 mmHg, Pdiyastolik 80 mmHg, Kardiyak debi 5000 mlt/dakika ise
Portalama = 80 + 1/3(120-80)=93 mmHg
TPD = 93/5.000 = 0,018
3- KARDİYAK DEBİ (KARDİYAK OUTPUT):
Birim zamanda kalpten
atılan kan hacmi. Iki şekilde hesaplanabilir.
a. Kalp debisi=kalp hızı X atım volümü
Örnek: 70X0.071=5 L/dk
b. Kardiyak debi = Sist. kan akımı = Pulmoner kan akımı = oksijen
tüketimi / (a-v oksijen farkı)
Örnek: Arteriyel O2 = 20 mlt oksijen / 100 mlt kan = 0,2
Venöz O2 = 15 mlt oksijen / 100 mlt kan = 0,15
Oksijen akımı = 250 mlt / dakika
Kardiyk debi = 250 / 0,05 = 5.000 mlt/dakika
4- EJEKSİYON FRAKSİYONU:
Bir kez kalp tarafından pompalanan kan volümünün diyastol sonu hacmine oranıdır.
Diyastol sonunda ventriküllerin hacmi 110-120mlt’dir. Bu hacime enddiyastolik
hacim denir. Her bir ventrikülde sistol sonunda geride kalan hacim yaklaşık 4050 mlt olup buna endsistolik hacim denir. Fırlatılan hacmin diyastol sonu hacme
oranına ejeksiyon fraksiyonu denir. Geneillikle yaklaşık %60’a eşittir.
Ejeksiyon fraksiyonu= Fırlatılan hacim / Enddiyastolik hacim
15
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
5- NET KAPİLLER FİLTRASYON BASINCI (PNET):
Herhangi bir anda dolaşımdaki kanın sadece %5’i kapillerdedir. Fakat bu %5,
O2 ve besin maddelerinin doku sıvısına, CO2 ve atık maddelerin kan dolaşımına
geçtikleri yer olması nedeniyle bir anlamda kan dolaşımının en önemli bölümüdür.
Bu geçişi sağlayan o bölgedeki hidrostatik basınç farkları arasındaki ilişkidir ve
buna “net kapiller filtrasyon basıncı (Pnet)” denir.
Kapiller hidrostatik basınç: Sıvının kapillerden dışarı çıkmasını sağlar
Interstisyel sıvı hidrostatik basıncı: Sıvının kapillere girişini sağlar
Plazma osmotik basıncı: Sıvıyı kapillere çeker
Interstisyel sıvı osmotik basıncı: Sıvının kapillerden çıkışını sağlar
Net kapiller basınç (Pnet)= ( Kapiller bas.- interstisyel basınç) - (Plazma osmotik
basıncı -interstisyel osm. basınç)
6- VASKÜLER KOMPLİYANS (KAPASİTANS):
Bütün damarların genişleyebilir (gerilebilir) olması vasküler sistemin önemli bir
özelliğidir. En fazla gerilebilme yeteneği olan damarlar venlerdir. Oldukça hafif bir
basınç artışı bile venlerde 0.5-1 L ekstra kan depolanmasına sebep olur. Bundan
dolayı venler, herhangi bir zamanda gerektiğinde kullanılmak üzere büyük miktarda
kan depolanmasını sağlar. Ayrıca arterlerin esnek yapısı, kalbin kanı pulsatil
olarak pompalamasına imkan sağlar. Bu özelliklere bağlı olarak her bir mmHg
basınç artışına karşılık depo edilebilen kan miktarına söz konusu vasküler yatağın
kompliyansı (kapasitansı) denir.
Kompliyans= hacim artışı / basınç artışı
SOLUNUM SİSTEMİ FORMÜLLERİ
6- VİTAL KAPASİTE (VC):
Maksimum inpirasyondan sonra ekspire edilen hava hacmidir.
Vital kapasite= Tidal volüm + inspiratuar rezerv volüm + ekspiratuar
rezerv volüm
Örnek:
Inspiratuar rezerv volüm= 3.3
Ekspiratuar rezerv volüm= 1.0
Tidal volüm= 0.5 ise
Vital kapasite= 0.5+,.3+1.0=4.8 L
16
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
AKCİĞER VOLÜMLERİ
7- FONKSİYONEL REZİDÜEL KAPASİTE (FRC):
Normal solunumla
alınan hava ekspire edildikten sonra akcigerlerde kalan hava hacmidir.
Fonksiyonel rezidüel kapasite = rezidüel volüm + ekspiratuar rezerv
volüm
Örnek:
Ekspiratuar rezerv volüm=1.0 L
Rezerv volüm= 1.2 L ise
Fonksiyonel rezidüel kapasite= 1.0 + 1.2= 2.2 L
8- INSPIRATUAR KAPASITE (IC):
Tidal volüm ve inspirataur rezerv
volümün toplamına eşittir.
Inspiratuar kapasite= Inspiratuar rezerv volüm + tidal volüm
Örnek
Inspiratuar rezerv volüm= 1.9L
Tidal volüm= 0.4 L ise
Inspiratuar kapasite= 1.9 + 0.4= 2.3 L
9- TOTAL AKCİĞER KAPASİTESİ (TLC):
Maksimum inspirasyondan sonra
akciğerlerdeki hava miktarıdır.
Total akciğer kapasitesi= Inspiratuar rezerv volüm + tidal volüm +
ekspiratuar rezerv volüm + rezerv volüm
Örnek:
Tidal volüm= 0.5 L
Ekspiratuar rezerv volüm= 0.7 L
Inspiratuar rezerv volüm= 1.9 L
Rezerv volüm= 1.1 ise
Total akciğer kapasitesi= 0.5+.07+1.9+1.1+=4.2 L
17
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
10- FIZYOLOJIK ÖLÜ ALAN (VD):
Solunum sisteminde respiratuar
bronşiyollere kadar gaz değişimi olmaz. (Gaz değişimi, respiratuar bronşiyol, duktus
alveolaris, sakkus alveolaris ve alveoli pulmonalis’te olur) Gaz değişiminin olmadığı bu
alana ( Trakea, bronkus prinsipalis, bronkus lobaris, bronsiolus segmentalis, bronşiolus
lobularis, bronşiolus terminalis) fizyolojik ölü alan denir.
VD = VT x (Paco2 - Peco2) / (Paco2 )
Örnek:
VT= 500mlt, Peco2=28mmHg, Peco2=40mmHg ise ölü alan?
VD=500 x (40 - 28) / 40
VD=150mlt
11- VENTİLASYON VOLÜMÜ:
Bir dakikada solunan hava miktarıdır. Nor-
malde yaklaşık 6L’dir.
Ventilasyon volüm = (Tidal volüm - ölü boşluk ) x dakikada solunum
sayısı
Örnek (TUS-Nisan’97,Eylül’00):
Sağlıklı bir genç bayanda, tidal volüm 400mlt, ölü boşluk 120 mlt, solunum sayısı
12/dk ise alveoler ventilasyon nedir?
Alveoler ventilasyon= (400-120)X12=3.36 L
12- AKCIĞER KOMPLİYANSI:
Akciğerin esneyebilme yeteneğini gösterir.
Interstisyel fibrosizte ve akciğer ödeminde kompliyans azalırken, amfizemde kompliyans artar.
Kompliyans= 1/ elastisite=∆ hacim/ ∆ basınç
ÜRİNER SİSTEM FORMÜLLERİ
13- SIVI KOMPARTMANLARI (TUS-EYLÜL’96)
Örnek (TUS-Eylül’91)
18
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
60 kg ağırlıktaki bir kişinin %60’ı su kabul edilirse intrasellüler sıvı volümü
nedir?
Total vücut sıvısı= 36 L
Intrasellüler sıvı= 36X2/3= 24 L
Intrasellüler sıvı= Total vücut sıvısı - ekstraselüler sıvı
interstisyel sıvı= Ekstrasellüler sıvı - plazma
14- RENAL KLİRENS:
Her birim zamanda tamizlenen plazma volümüdür.
Klirens A= (idrardaki A madde yoğunluğu X idrar akım hızı ) / Plazma A maddesi
yoğunluğu X 1440
Örnek (TUS-Nisan’92)
Kreatinin düzeyi 4 mg/dl, idrar kreatinin düzeyi 44mg/dl ve saatlik idrar miktarı
2880cc ise kreatinin klirensi kaçtır?
Klirenscre= 44X 2880/ 4X1440=22 cc/dk
15- GLOMERULER FİLTRASYON ORANI (GFR): Idrar oluşumu, proteinsiz
fazla miktarda sıvının glomerüler kapillerden bowman kapsülüne filtrasyonu ile başlar.
Proteinler dışında plazmadaki maddelelerin çoğu serbestçe bowman kapsülü içine filtre olduğu için bowman kapsülü içindeki filtratta, bu maddelerin konsantrasyonları
plazmanınkine eşittir. Filtre olan sıvı tübüller boyunca ilerledikçe bowman küpsülündeki
sıvı, spesifik solütlerin ve suyun geri emilerek kana geçmesi veya başka maddelerin peritübüler kapillerden tübül içine salgılanması nedeni ile değişikliğe uğrar. GFR ölçümünde
glomerüllerden filtre olduktan sonra reabsorbsiyon veya sekresyonu uğramadığından
inülin klirensi kullanılır.
GFR = (idrardaki inülin yoğunluğu X dakika idrar hacmi) / (plazma inülin
yoğunluğu)
Örnek: Plazma konsantrasyonu 1 mg/mlt olacak şekilde bir hastaya inülin
infüzyonu yapılıyor. 1 saat sonra 60 mlt. Idrarda inülin konsantrasyonu 120 mg/
mlt bulunuyor. GFR kaçtır?
60mlt/saat ise 1 mlt/dk
GFR=120X1/1=120 mlt/dk
16- EFEKTIF RENAL PLAZMA AKIMI (ERPF):
Böbrek şekilli elemanları
süzmez. Sadece plazmayı süzer. Bu nedenle alyuvar sayısı değişmediği sürece, böbrekten birim zamanda atılan bir maddenin miktarının o maddenin arteriyovenöz farkına
bölünmesi renal plazma akımına eşittir. Böbrek venöz plazma düzeyi ölçülemediğinden
elde edilen değere efektif renal plazma akımı denir.
ERPF = UPAHx V / PPAH
Renal plazma akımı=(idrardaki PAH yoğunluğu X dakika idrar hacmi) / (plazma
PAH yoğunluğu)
Örnek:
Idrar PAH=14 mg/mlt
Plazma PAH=0.02 mg/mlt
19
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
Dakika idrar hacmi= 0.9mlt/dk ise:
Efektif renal plazma akımı =14X0.9 / 0.9
= 630mlt/dk
17- RENAL KAN AKIMI:
Böbreklerin dakikada aldığı kan miktarıdır. Istirahat
halindeki yetişkinde dakikada 1,2-2,3 L kan veya kalp debisinin %25’inden biraz
azını alır.
Renal kan akımı=(Renal plazma akımı) / (1-hematokrit)
Örnek: Hematokrit=%45=0.45
Renal plazma akımı=700 mlt/dk ise
Renal kan akımı=700/1-0.45=1273 mlt/dk
18- FİLTRASYON FRAKSİYONU (FF):
Glomerüler kapillerden filtre olan
böbrek plazma akımıdır.
Filtrasyon fraksiyonu= Glomerüler filtrasyon oranı / Renal plazma akımı
Örnek: Glomerüler filtrasyon fraksiyonu: 125mlt/dk
Renal plazma akımı=700 mlt/dk ise
Filtrasyon fraksiyonu=125/700=0.2
19- SERBEST SU KLİRENSİ (CH2O) (TUS-NISAN’03):
Idrar konsantrasyonu veya dilusyonu işlemi böbreklerin su ve erimiş maddeleri bir dereceye kadar
birbirinden bağımsız atmasını gerektirir. Serbest su klirensi böbrekler tarafından
erimiş maddeden serbest suyun atılma hızını temsil eder. Serbest su klirensi pozitif
olduğu zaman, böbrekler tarafından aşırı su atılıyor demektir. Serbest su klirensi
negatif olduğunda ise erimiş madde atılımının su atılımından fazla olduğu ve suyun
korunduğu anlamına gelir.
Serbest su klirensi=(24 saatlik idrar volümü / 1440) X (1-idrar osm. / serum
osm.)
Örnek (TUS-Nisan’03):
Günlük idrar volümü 4 lt, plazma osm. 270mOsm/L, idrar osm. 100 mOsm/L olan
bir hastanın serbest su klirensi kaç mlt/dk’dır?
Serbest su klirensi= 4000/1440 X (1-100/270)
= 1.7mlt /dk
20- PLAZMA OSMOLARİTESİ:
Plazma kanın sıvı bölümüdür. Plazma osmo-
laritesi 280mOsm/kg’dir.
Plazma osm=2 X Na + ( Glukoz / 18 ) - ( BUN / 2.8 )
Örnek: (TUS)*
Plazma Na+ 150 mEq/L, K+ 5 mEq/L, kan şekeri 90 mg/dl, kan üre düzeyi 28
mg/dl olan hastanın plazma osmolaritesi kaç mOsm/L’dir?
Plazma=2X150+(90/18) + (28/2.8)= 315 mOsm/L
(Doku Histolojisi bu bölümün sonunda anlatılmıştır)
20
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
HÜCRE VE DOKU FİZYOLOJİSİ
HÜCRE ORGANELLERİ ve GÖREVLERİ
Ribozom
Küçük ribonükleoprotein partiküllerinden oluşmuş zarsız organeldir. Nükleus
DNA’sı tarafından haberci RNA’nın (rRNA) iletmiş olduğu mesaja göre
proteinleri sentezler. Sitoplazmada serbest ya da endoplazmik retikuluma
bağlı olarak bulunur.
Endoplazmik Retikulum (TUS-Eylül’01)
• Agranüler ve granüler olmak üzere hücre sitoplazmasının her tarafında
yaygındır ve kanalcıklar, veziküller ve keseler gibi yapılardan oluşmuştur.
Intrasellüler Ca++’un en yüksek olduğu organeller endplazmik retinakulum
ve mitokondridir. (TUS-Nisan’94)
• Endoplazmik retikulum membranında sitokrom redüktaz, ve glukoz fosfataz
gibi enzimler bulunur.
• Granüllü endoplazmik retikulumun görevleri; kollajen, pıhtılaşma proteinleri,
serum albunini ve immünglobulinler gibi hücre dışına gönderilecek
maddelerin sentezidir.
• Granülsüz endoplazmik retikulumun steroid hormon sentezi, ilaç
defoksikasyonu, kas hücrelerinde Ca+2 regülasyonu gilokojen ve
lipid metabolizmasında fonksiyonu vardır. (TUS-Nisan’97) Özellikle
steroid sentezi yapan adrenal kortex hücrelerinde çok gelişmiştir. (TUSNisan’03)
Golgi kompleksi
• Endoplazmik retikulum gibi zarla çevrili tübül ve keseciklerden
oluşmuştur.
• Golgi kompleksi 3 farklı komponentten oluşmuştur.
1. Membranlar
2. Vesiküller
3. Vakuoller
• Membranlar genellikle 4-8 tane düz duvarlı, yassı, birbirine sıkı paketlenmiş
sisternaların oluşturduğu bir sistemden oluşur.
• Membranlar uç kısımları ile birbirinin üzerine kapanarak boşluklar oluşturur.
Bunlara sacculus denir.
• Vesiküller, vakuollere göre daha küçük yapılardır.
• Vesiküller, lamellerin kenarından tomurcuklanma ile meydana gelir.
• Vesiküller, golgi kompleksinden kopup ayrılabilirler ve sitoplazmada
taşınabilirler.
• Veziküllerin sayısı vakuollere göre daha fazladır.
• Vakuoller, büyük veziküller tarzındadırlar, salgı granülleri ile doludur.
21
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
Golgi kompleksinin fonksiyonları
• Protein içeren primer salgı granülleri GER'de oluşur sonradan golgi
kompleksine girerek modifiye olurlar.
• Hidrolitik enzimler içeren zarla çevrili organellerdir.
Lizozom
• Hidrolitik enzimler içeren zar ile çevrili organeldir.
• Asit fosfataz, esteraz, sülfataz, katepsin ve beta-glukuronidaz gibi enzimler
içerir.
• Lizozomlar lipoprotein yapısında bir membranla çevrilidir.
• Olgunlaşmasını tamamlamış lizozomlar yani henüz bir madde ile
karşılaşmamış lizozomlara primer lizozom denir.
• Hücre dışından alınmış yabancı maddeyi içeren vezikülle (fagozom)
birleşmiş olan lizozomlar ise sekonder lizozom olarak bilinir.
• Hücre içinde yaşlanmış ve işlevini yitirmiş organellerin unit zarla çevrilip
bir primer lizozomla birleşmesiyle otofajik vakuoller oluşur.
• Uzun yıllar hücrede kalan otofajik vakuoller lipofuksin pigmenti içerirler.
• Primer lizozomlardan oluşan sekonder lizozomlara otofagozom denir.
• Lizozomlar özellikle fagositik aktivite gösteren makrofajlarda bol miktardadır
(TUS-Nisan’03).
Lizozomlar
•
•
•
•
•
Fosfat esterlerini parçalayan asit fosfataz
Asetat esterlerini parçalayan esteraz
Sülfat gruplarını parçalayan sülfataz
Proteinleri parçalayan katepsin
Mukopolisakkarit moleküllerinden glukuronik asidini ayıran beta
glukoronidaz enzimlerini içerirler.
Mitokondri
• Hücrenin ihtiyaç duyduğu ATP’nin sentezlendiği yerdir.
• Hücrede kendini bölünerek yenileyebilen tek organeldir.
- Süksinat dehidrogenaz mitokondri iç membranında bulunan tek TCA
enzimidir.
• Mitokondri hücrede kendini bölünerek yenileyebilen tek
organeldir.
• Mitokondri iç zarı kristalar oluşturmak üzere katlantılar yapmıştır.
• Iç membran yarı geçirgen yapıdadır.
• Iç zarda fosforilasyon enzimleri, elektron transport sistemi bulunur.
• Matrikste kalsiyum içeren yoğun matriks granülleri bulunur.
• Mitokondriumda A, C ve E vitaminleri bulunur.
• Mitokondride TCA enzimleri bulunur. (amorf matrikste)
• Membran vezikül ve vakuol gibi üç farklı komponentten oluşmuştur.
• Intraselüler su miktarının ayarlanmasında görev alırlar
• Belirli hücre ürünlerinin sindiriminde görevlidir.
Nükleus
• Nükleus membranı, kromatin, çekirdekçik, nükleoplazma içerir.
• Nükleus membranı iki paralel ünit zar ve bunların arasında yer alan
perinükleer sisternadan oluşmuştur.
22
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
MİTOKONDRİ BİLEŞENLERİ VE İÇERİKLERİ
YAPI
İÇERİK
Dış membran
Porin (metabolik subtratlara geçirgenliği arttıran transport proteini)
İntermembraner boşluk
Hidrojen iyonları
İç membran (kastlara
bölünür)
Elektron transport zinciri (NADH dehidrogenoz suksimit dehidrogenaz,
ubiqinon-sitokrom C oksidoredüktaz, giderom oksidaz)
Matrix kompartmanı
TCA enzimleri (süksinat dehidrogenaz hariç)
Yağ asidi B oksidasyon enzimleri, amino asidi oksidasyon enzimleri, Prüvat
dehidrogenaz komplexi. Karbomoil sentetaz I, ornitin transkarbomoilaz (Üre
döngüsünün). DNA, mRNA, tRNA, rRNA, Ca ve Mg içeren granüller.
ID:03t035
• Nükleusta; Nükleus membranı, Kromatin, Çekirdekçik, Nükleoplazma
bulunur.
• Insanda en büyük nükleus spinal ganglion ve oosit de bulunur. TUS
• Karaciğer, kıkırdak, epitel hücreleri, vesica urineria ve leydig hücrelerinde
iki tane nucleus olabilir.
• Iç ve dış membranlarının birleşme yerlerindeki porlar 500 Ao çapındadır.
• Porlar nükleus ve sitoplazma arasında madde alışverişini sağlar.
• Bazı bölgelerde nükleus dış membranı ER ile devam eder.
• Membrana nuklearis externa'da ribozomlarda bulunabilir.
Hücre Zarı (TUS-Eylül’89)
• Hücre zarının ana yapısını protein ve lipidler oluşturur.
• Bunlar asimetrik olarak yerleşirler. Yani, hücre zarı asimetrik yapıdadır.
• Iç ve dış yüzde farklı proteinler bulunur. Proteinler % 55, fosfolipid % 25,
kolesterol % 13, diğer lipidler % 4 ve karbonhidratlar % 3 oranında bulunur.
Karbonhidratların bir görevide reseptör fonksiyonu görmeleridir.
Hücre zarı lipidleri; Fosfolipid, kolesterol ve glikolipidlerden oluşur. Lipidler
çift tabaka yapar, hidrofilik kısımlar hücrenin iç ve dış yüzeylerine bakar,
hidrofobik kısım ise çift tabakanın iç kısmındadır.
Proteinler; Transmembraner olan ve transmembraner olmayan diye ikiye
ayrılır. Transmembraner olanlar, transporter ve iyon kanalı olarak görev
yaparlar. Transmembraner olmayanlar iç veya dış yüzeyde yerleşir. Iç yüzeyde
yerleşenler genellikle enzim, dış yüzeydekiler ise reseptör görevi yaparlar.
ENZIMLERIN HÜCRESEL LOKALIZASYONU
• Enzimlerin diğer bir özelliği hücrelerin farklı bölümlerinde lokalize olmasıdır.
• Sitozol; Glikoz, pentoz fosfat doku ve yağ asidi sentez enzimlerini
• Mitokondri; TCA siklusu, yağ asidi oksidasyonu ve piruvat dekarboksilasyon
enzimlerini
• Lizozom; Makromoleküllerin yıkılımı lizozomlarda gerçekleşir. Proteaz, glikozidaz
gibi enzimleri
• Nükleus; NA ve RNA sentezinde yer alan enzimleri
• Golgi; Glikolizasyon reaksiyonları ve sülfatasyon reaksiyonları için gerekli
enzimleri içerir.
• Pasif ve aktif taşıma olarak ikiye ayrılır.
23
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
TORAKS DUVARININ ARTERIYEL BESLENMESI
Arter
Orijini
Beslendiği Alan
a. intercostalis ant.(1-6 aralıklarda)
a. thoracica interna
Interkostal aralıklar ve parietal plevra
a. intercostalis arterior
(7-9.aralıklardaki)
a. musculophrenica
a. intercostalis
posterior (1.-2.aralıklardaki)
a. intercostalis suprema
(Tr. Costocervicalis)
a. intercostalis posterior
(Diğer bütün aralıklardaki)
Aorta thoracica
a. thoracica interna
a. subclavia
Sternum’un lateralinde aşağıya
doğru iner, a. epigastrica superior ve
musculophrenica dallarına ayrılarak
sonlanır
a. subcostalis
Aorta thoracica
Karın duvarı
ID: 01t017
A-Pasif taşıma
Enerji istemeyen taşıma olaylarıdır. Difüzyon ve kolaylaştırılmış difüzyon pasif
taşıma örneğidir.
1- Difüzyon: Maddelerin çok yoğun ortamdan az yoğun ortama geçişidir. Her
iki ortam arasında denge kuruluncaya kadar madde geçişi olur. Dengeye
ulaşınca partikül hareketi iki ortam arasında devam etmesine rağmen
konsantrasyonlar sabit kalır. Fick difüzyon yasası ile belirlenir.
BAĞ DOKUSU HÜCRELERİNİN FONKSİYONLARI
Hücre tipi
Esas Ürün veya Aktivite
Esas fonksiyon
Fibroblast kondroblast
osteoblast odontoblast
Liflerin ve esas maddenin üretimi
Yapısal
Plazma hücresi
Antikor üretimi
İmmünolojik
Lenfosit
Bağışıklık açısından yeterli
hücrelerin üretimi
İmmünolojik
Eozinofilik lökosit
Antijen-antikor kompleksinin
fagositozu
İmmünolojik
Makrofaj, nötrofillik lökosit
Yabancı maddelerin fagositozu,
bakterilerin fagositozu
Savunma
Mast hücresi bazofilik lökosit
Farmakolojik aktif maddelerin
(histamin gibi) ortalama
salıverilmesi
Savunma
Yağ hücreleri
Nötral yağların depolanması, ısı
üretimi
Enerji depolanması; ısı üretimi
ID:03t060
24
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
ÇEŞİTLİ TRANSPORT SİSTEMLERİNİN ÖZELLİKLERİ
Tip
Elektrokimyasal
Gradient
Taşıyıcı
mediatör
Metabolik
enerji
Na+
Gradienti
Na+-K+ pompa
inhibisyonu
Basit difüzyon
Yokuş Aşağı
Yok
Yok
Yok
Kolaylaştırılmış
difüzyon
Yokuş Aşağı
Var
Yok
Yok
Primer aktif
transport
Yokuş yukarı
Var
Var
Kotransport
Yokuş yukarı *
Var
İndirekt
Var, aynı
yönde
İnhibe eder
Countertransport
Yokuş yukarı *
Var
indirekt
Var , zıt
yönde
İnhibe eder
İnhibe (Na+-K+
pompası var ise)
*Bir veya daha fazla solüt yokuş yukarı; Na+ yokuş aşağı (downhill) transport edilir.
ID:02t001
HÜCRE MEMBRANLARINDAN TRANSPORT
• Membran kalınlığı genellikle 10-6 cm’dir ve difüzyon katsayısı olan 106 ya bölündüğü zaman permeabilite katsayısı elde edilir. Bu durumda
denklem
Difüzyon hızı = - P.A. (Ciç - C dış) olur.
P = Permeabilite katsayısı
• Liposolubl olan maddeler çift kaplı lipid tabakasından, suda çözünen
maddeler membrandaki proteinlerin yaptığı kanalardan difüzyona
uğrar. Kanalların çapı suda çözünen maddelerin difüzyonunu belirler ve 0.8
mm’den büyük çaplı maddeler hücre zarını basit difüzyonla geçemezler.
2- Kolaylaştırılmış difüzyon: Çok yoğun ortamdan az yoğun ortama
taşıyıcı bir molekülle olan madde taşınması olayıdır. O nedenle
maddelerin taşınmasını taşıyıcı molekül sayısı sınırlar. Taşıyıcılar satüre
olduğu durumda Michealis-menten kinetiği geçerlidir. Michealis-menten
kinetiğinde konsantrasyon gradienti etkisizdir. Kolaylaştırılmış difüzyon
uniport taşımadır.
B-Aktif Taşıma
Primer ve sekonder aktif transport olarak ayrılır, her ikiside enerji isteyen
olaylardır.
AKTİF TAŞIMA İÇİN ÖRNEKLER (TUS-NİSAN’88):
-
Proximal tübülde Na+’un geri emilimi
Glukozun barsaktan emilimi
Distal tübülde Na’un geri emilimi
Kas sarkoplazmasında Ca++’un geri emilimi.
1- Primer aktif transport: Direk madde taşınırken enerji harcanır. En güzel
örneği Na+-K+ATP az’dır. Burada 3Na+ dışarı, 2 K+ içeri taşınırken l
ATP’de hidroliz olur. Bu pompanın çalışmasını Instraselüler Na+ ve ATP ile
exttaselüler K+ miktarı etkiler. Ayrıca pompanın çalışması Quabain, dijital
gibi maddelerle inhibe edilebilir.
25
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
2- Sekonder Aktif transport: Ilk olarak Na+ konsantrasyon gradienti enerji
harcanarak sağlanır. Daha sonra bu gradientten yararlanılarak taşıma
sağlanır. Bu taşımanın gerçekleşebilmesi için mutlaka extraselüler Na+
konsantrasyonu intraselülerden fazla olmalıdır. Na+ ile olan taşıma aynı
yönlü ise symport denir ve glikozun taşınması bu tiptir. Taşıma zıt yönlü
ise antiport denir, Na+-Ca++ ve Na+-H+ pompaları bu tiptir.
• Sekonder aktif tronsporta örnekler: Glikoz, aminoasit, kalsiyum
taşınması; transmitterlerin uptake’e uğraması ve proksimal tüpte H+
salgılanmasıdır. Na+ - Ca++ değişiminde bir Ca++ dışarıya 3 Na+
içeriye taşınır ve kalp için hayati önem taşır.
C-Filtrasyon ve osmoz
Filtrasyon ve osmoz, suları membranları hidrostatik basınçla geçmesidir. Suyun
tübüler reabsorbsiyonu bu tip bir olaydır.
• Osmotik basınç oluşumunda çözeltideki partikül sayısı önemlidir.
Farklı konsantrasyonlardaki iki çözelti semipermeabl bir membranla
ayrılırsa osmotik basınç oluşur. Van’t hoff denklemi ile osmotik basınç
bulunabilir.
• Her bir mmol/L partikül 19 mmHg osmotik basınç yapar. Osmolarite:
çözeltideki çözünen molekül konsantrasyonu/ çözeltinin litre olarak hacmidir.
Osmolalite ise çözünen molekül konsantrasyonu /kg.su’dur. Küçük
hacimlerde osmolarite ve osmolalite birbirinin yerine kullanılabilir.
• Eğer çözelti, hücrenin şişmesine neden oluyorsa bu çözeltiye hipotonik
denir. Eğer çözelti hücrenin büzüşmesine neden oluyorsa hipertonik denir.
Eğer hücre hacminde değişiklik olmuyorsa çözeltiye izotonik denir. Su az
yoğun çözeltiden çok yoğuna osmotik basınca göre akar.
• Suyun kapillerden çıkmasını interstisyel osmotik basınç ve kanın
hidrostatik basıncı sağlar. Plazma proteinlerin onkotik basıncı ve
intertisyel sıvının hidrostatik basıncı ise kapillerlere suyun girişini
sağlar. Su kapillere girip çıkarken içinde çözünmüş partikülleri de
taşır.
• Donnan Dengesi: Bir membranla ayrılmış iki çözeltideki iyonlardan bazıları
membranı geçiyor, bazıları geçmiyorsa bir Donnan Dengesi oluşur, bu
elektrokimyasal bir dengedir. Donnan Dengesinde membranın her iki
yanı arasındaki iyonların konsantrasyonu birbirine eşit değildir, ancak
membranın her iki yanıda elektriksel olarak nötrdür. Proteinler difüze
olmayan anyonları oluşturur bu nedenle denge için bir miktar katyon akışı
olur. Bu da hücre içine su akmasına neden olur. Na+ - K+ ATP az buna
engel olarak ödem oluşmasını önler.
26
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
EKG DALGALARI
EKG dalgası
Süresi (sn)
Kalpte oluşan fizyolojik olay
P dalgası
0.06-0.11
Atrium depolarizasyonu (impuls SA nodunda başlar ve atrial kaslar
boyunca yayılarak AV noduna ilerler)
P-R aralığı
0.12-0.21
Atrial depolarizasyon ile ventriküler depolarizasyon arası süre
QRS kompleksi
0.03-0.10
Ventriküllerin depolarizasyonu
T dalgası
Değişir
Ventriküllerin repolarizasyonu
Q-T aralığı
0.26-0.49
Ventriküler depolarizasyon ve ventriküler repolarizasyon
ID:02t015
INTERSELÜLER BAĞLANTILAR
Hücre zarı:
• Sitoplazmayı dışarıdan çevreleyen ince bir zardır.
• Esas yapısını lipidler (fosfolipidler ve kolesterol), proteinler ve oligosakkaritler
oluşturur.
• Plazma Membranı, hücre içinde ve dışında maddelerin geçişi için seçici bir
bariyer görevi yapar. Ayrıca üzerinde özel taşıyıcı ve fonksiyon düzenleyici
yapılar taşır.
• Protein molekülleri membran moleküllerinin yaklaşık %50 ‘sini oluşturur
ve bunlar membranda iki şekilde bulunurlar.
• Membran kalınlığı boyunca lipid tabakası içine gömülü olan veya hücre
membranından çıkıntı yapabilenler integral proteinler ve membran içine
girmeyip yüzeye gevşekçe bağlananlar ise periferal proteinlerdir.
Sıkı bağlantı bölgesi (zonula ocludens):
• Esas fonksiyonu epitel hücreleri arasından her iki yöne doğru madde geçişini
engellemektedir.
• Geçirgen olmayan bağlantılardır. TUS
• En yüzeyde bulunan hücre bağlantısıdır ve bant şeklinde hücreyi tamamen
sarar.
Ara bağlantı bölgesi (zonula adherens);
• Hücreyi sarar ve komşu hücrelerin birbirine bağlandığı fikrini verir.
(Membranların dış yüzleri birbirleri ile kaynaşmaz.)
• Önemli bir özelliği çok sayıda aktin içeren mikroflamanların dens plaklara
(membranın sitoplazmik yüzeyinde) tutunmuş olmasıdır.
Nokta desmozom (Macula adherens):
• Hücre yüzeyinde disk şeklinde bir yapıdır.
• Komşu hücrenin yüzeyindeki buna özdeş bir yapı ile bağlantı kurar.
• Derinin çok katlı yassı epitelinde yalnızca desmozom tipi bağlantı
bulunur.
Gap junctionlar
• Hücreden hücreye elektriksel iletimi sağlayan bağlantı yapılarıdır.
• Esas görevi hücreler arası bilgi iletimi ile ilgilidir.
• Bunu iyon ve hormon alışverişi ile yapar.
27
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
NÖROMÜSKÜLER İLETİMİ ETKİLEYEN AJANLAR
Örnek
Etki
Nöromusküler iletimdeki
etkisi
Botulinum toksini toksini
Presinaptik uçtan Ach
salınımını bloke eder
Total blokaj
Kürar
Motor son plakta Ach
reseptörleri ile kompetisyona
girer
EPP büyüklüğünü azaltır,
maksimal dozlar solunum
kaslarının paralizisine ve ölüme
neden olur.
Neostigmin
Antikolinesteraz
Hemikolinyum
Presinaptik ucu kolin alımını
bloke eder
Motor son plakta Ach etkisini
artırır ve uzatır. Presinaptik
açtaki Ach depolarını tüketir.
ID:02t005
Sinir-Kas kavşağı:
• Alfa motor nöron aksonu ve kas hücresi arası bağlantıdır. Ayrıca bu bağlantı
otonom eferent lifler ile kas ve düz kalp kası gibi hücreler arasında da
vardır.
• Sinir aksonu kas hücresine yaklaşınca myelin kılıfını kaybeder ve çok sayıda
düğmecik veya son ayak şeklinde sonlanır. Kas hücresi membranında da
ileri derecede kıvrımlar ve katlantılar meydana gelmiştir. Bu yüzeyi artırır.
Kas membranının bu değişik yapısına motor son plak denir.
• Aksonun inerve ettiği kas lifi sayısı kas tipine göre değişir. Ince hareketleri
yaptıran kaslarda tek bir aksonun inerve ettiği kas lifi sayısı azdır. Ancak
postürü sağlayan, kaba hareketleri yaptıran kaslarda tek bir aksonun inerve
ettiği kas lifi sayısı fazladır.
HÜCRE FİLAMENTLERİ VE TÜBÜLLER
• Sitoplazmik matriks , mikrotübül, mikroflament ve in-termediate flamentlerden
oluşan bir kompleks içerir. Bunların hepsine birden sitoskoleton denir.
• Hücrelerin şekillerinin korunmasında şekillerin değiştirilmesinde ve hücre
organizasyonunda önemli görevleri vardır.
Mikrotübüller (TUS-Nisan95):
• Temel görevi hücrenin belli bölgelerinde sert fiziksel yapılar halinde hücre
iskeletini oluşturmaktır.
• Spermin flagellumu, bazı hücrelerdeki silier sentrioller ve bölünen
hücrelerdeki mitotik iğcikler sağlam mikrotübüllerden oluşmuştur.
Hücre içindeki hareketler komplex mikrotubulus ağlarının varlığına
bağlıdır. Bu hücre içi hareketler; nöronlardaki aksoplazmik transport, melanin
transportu, mitoz iplikleri boyunca kromozom hareketleri ve endoplazmik
reticulum ile Golgi komplexi arasındaki hareketlerdir.Şayet mikrotubuluslar
kırılıp ayrılmışsa bu aktivasyonlar mümkün olmaz.
28
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
HÜCRE TİPLERİ VEYA TÜMÖRLERE SPESİFİK İNTERMEDİATE FİLAMENTLER
İNTERMEDİATE FİLAMENT
HÜCRE VEYA TÜMÖR SPESİTESİ
Sitokeratin
Epitelyal hücreler
Epitelyal tümörler(skuamöz karsinom, adenokarsinom)
Vimentin
Endotelyal hücreler, vasküler düzkas, fibroblastlar, kondroblastlar,
makrofajlar. Mezenkimal tümörler(fibrosarkom, liposarkom,
angiosarkom, kondrosarkom, Osteosarkom)
Desmin
İskelet kası, nonvasküler düz kas
Kas tümörleri (rabdomyosarkom)
Nörofilament
Nöronlar
Glial fibriler asidik protein
(GFAP)
Astrositler, oligodendroglia, mikroglia, Schwann hücreleri, ependimal
hücreler ve pitüisitler.
Gliomatöz tümörler
Laminin A, B, C
Nükleer zarfın iç membranında
ID:03t039
Mikroflamentler:
• Bunlar bulundukları dokuya göre kasta miyoflament, epitel hücresinde
tonoflament sinirde nöroflament olarak isimlendirilmişlerdir. TUS
- Kas hücresinde bulunan aktin ve miyozin proteinleri
mikroflamenttir.
• Epitel hücrelerde bulunan ve tonoflament denilen mikroflamentler hücreler
arası bağlantıda rol oynarlar.
• Sinir hücrelerinde bulunan nörofibriller sitoplazmik maddelerin
(nörotransmitter) taşınmasından sorumludurlar.
• Ovumun uterus’a taşınmasıda mikrofilamanlar sayesindedir.
Intermediate flamentler:
• Ökaryotik hücrelerde değişik ve intermediate flamentler bulunmaktadır.
• Epitel hücrelerinde sitokeratinler denilen flament tipi, mezenşimal
hücrelerde vimentin kasta desmin, glial hücrelerde glial fibriller şeklinde
bulunurlar.
Myoflamentler
• Myoflamentler ince ve kalın flamentler diye iki’ye ayrılır.
• Ince flamentler aktin, troponin ve tropomyozindir.
• Kalın flamentler myozin ve diğer az miktarda bulunan proteinlerden
oluşur. Myozin flamanlar çapraz bağlarla aktine bağlanır. Myozin 2 ağır
4 hafif zincirden oluşur.
- Iki Z çizgisi arası mesafeye sarkomer denir. 2,2 mm’dir. Sarkomer’in
boyu kasın kasılma, kısalma hızı ile ilgilidir.
• Globuler aktinler polimerize olarak fibröz aktine dönüşür.
- Troponin TnC, Tnl ve TnT olarak 3 bölümdür.
• İskelet kaslarının kasılması ince flamanlarla düzenlenir, düz kas kasılması
ise kalın flamanlarla düzenlenir.
• Kasın kasılmasında aksiyon potansiyelini ileten transvers tübüldür.
• Sarkoplazmik retikulum transvers tübül ile ilişki kuran terminal sisternayı
verir.
29
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• İki terminal sisterna ve bir T tübülüsü kas triadını oluşturur.
• T tübülü iskelet kaslarında kalın ve ince flamanların örtüştüğü alandadır.
Kalp kasında ise Z çizgisindedir. Kalp kasında ayrıca T tübülü ve terminal
sisternadan oluşan diadlar vardır. Bu tübüller Ca++ iyon depolarıdır. Iskelet
kaslarında discus interkalarisler yoktur. Kalp kasında vardır.
• İskeler kaslarındaki sarkomerlerin çapraz bağları miyozin proteinin
kompenentidir.
İSTİRAHAT MEMBRAN POTANSİYELİ VE AKSİYON POTANSYELİ
• İntraselüler ve ekstraselüler sıvıların iyon konsantrasyonları farklıdır.
• Ekstraselüler sıvının primer katyonu Na+, primer anyonu Cl-dur. İkinci en
önemli anyonu HCO3 (Bikarbonat)’dır (TUS-Nisan’00).
• İntraselüler sıvının primer katyonu K+, primer anyonu fosfattır. Diğer önemli
anyonlar proteinler, aminoasit ve organik-inorganik asitlerdir.
a. İstirahat Membran Potansiyeli:
• Normal işlevindeki bir hücrenin içi ve dışı arasındaki elektriksel potansiyel
farkıdır.
- Hücre zarının potasyuma olan geçirgenliği sodyuma göre en az 10
kat fazladır. O nedenle istirahat membran potansiyeli K+ denge
potansiyeline yakındır.
• İstirahat membran potansiyeli ekstraselüler K+ konsantrasyonundan
şu şekilde etkilenir. Ekstraselüler K+ artınca istirahat membran
potansiyeli daha pozitif yani depolarize olur. Ekstraselüler K+ azalınca
istirahat membran potansiyeli daha negatif yani hiperpolarize olur.
- İstirahat membran potansiyeli eksitabl (uyarılabilen) hücrelerde
-80 mV, uyarılamayan (noneksitabl) hücrelerde -20, -30 mV
değerine yakındır. Istirahat membran potansiyeli membranın
geçirgen olduğu iyonların konsantrasyonuna ve membranın
geçirgenliğine bağlıdır.
b. Aksiyon Potansiyeli
Uyarılabilen hücrelerin eşik potansiyelini aşarak pozitif değere gelip çok kısa
bir süre içinde tekrar negatif değere dönmesidir.
4 fazı vardır;
1- Depolarizasyon: Hücre içine hızlıca Na+ girmesiyle oluşur.
2- Repolarizasyon: Hücre dışına K+ akışıyla olur.
3- Hiperpolarizasyon: Istirahat membran potansiyelinden daha negatif
değerdedir.
4- Istirahat: Tekrar hücrelerin istirahat membran potansiyeline
gelmesidir.
• Aksiyon potansiyellerinin oluşumu voltaj bağımlı sodyum ve potasyum
kanallarıyla oluşur. Na+ kanalı “m” ve “h” olarak iki kapıyla sınırlanmıştır.
Na+ akışının olması için her ikisinin de açık olması gerekir. Tek bir K+
kanalı kapısı vardır. Bu da “n” kapısıdır.
• Aksiyon potansiyelinin oluşumu hep ya da hiç ilkesine uyar. Eşik değeri
aşan uyarılar aksiyon potansiyeli doğurur. Bu durumda depolarize olan
hücrede pozitif feedback olarak voltaj duyarlı m kapıları açılır.
30
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
Membran ne kadar depolarize olursa o kadar fazla m kapısı açılarak
hücreye Na+ akışı olur. Repolarizasyonda h kapısı kapanarak Na+ kanalı
inaktive olur ve n kapısı açılarak K+ kanalı aktive olur. Aksiyon potansiyelleri
yayılan, ilerleyen potansiyellerdir. Hiperpolarizasyon K+ kanallarının yavaş
kapanmasıyla oluşur.
Mutlak refrakter peryot:
• Depolarizasyon ve repolarizasyonun erken dönemlerini içerir.
Depolarizasyonda m kapısı açık olduğundan repolarizasyonda da h kapısı
kapalı olduğundan hücre uyarılamaz. Depolarizasyonun son dönemlerinde
h kapıları açılınca Na+ kapılarının inaktivasyonu kaldırılır ve mutlak
refrakter peryot biter.
Relatif (Nisbi) refrakter periyot:
• Bu periyotta uyaranın şiddetli olması durumunda aksiyon potansiyeli
oluşturulabilir. Relatif refrakter dönem mutlak refrakter dönemin hemen
sonunda başlar. Uyaran daha-şiddetli olmalıdır çünkü az miktarda aktif
Na++ kanalı ve fazla miktarda aktif K+ kanalı vardır.
• Aksonda aksiyon potansiyeli komşu bölgeleri uyararak yayılır. Yayılım
myelinli ve myelinsiz liflerde farklı özellikler taşır. Bir reseptöre
etki eden uyarını şiddeti arttığında (TUS-Nisan’02)
• Reseptör veya jeneratör potansiyel şiddeti artar.
• Ilgili afferent sinirde impuls iletim frekansında artar.
• Ilgili duyusal merkez ulaşan impuls frekansı artar.
• Birim zamanda oluşan aksiyon potansiyeli sayısı artar ancak şiddetinde
değişiklik olmaz.
• Terminal plakta Ca++ eksikliği veya mg fazlalığı Ach salımını inhibe eder.
(TUS-Nisan’96)
Myelinsiz liflerde: Aksiyon potansiyeli oluşan zar kısmında potansiyel +40
mV’a ulaşır. Komşu membran parçasıyla potansiyel farkı oluştuğunda
iletim devam eder. Aksiyon potansiyelinin genliği akson boyunca
değişmez. Iletim hızı akson çapının karekökü ile doğru orantılıdır. Yani
akson çapı ne kadar fazla ise o kadar hızlı iletilir.
Myelinli liflerde: Aksonda ekstraselüler alana tek açık yer ranvier
düğümleri olduğu için aksiyon potansiyeli sadece buralarda oluşur. O
nedenle iletim myelinsiz liflere göre çok daha hızlıdır. Bu tip iletime saltolu
ileti denir (TUS-Eylül’92).
• Nernst Potansiyeli: Konsantrasyon gradientinin yapabileceği işin elektriksel
ifadesidir.
Elektrotonik Potansiyeller
• Uyaran eğer aksiyon potansiyeli oluşturamazsa lokal bir cevap oluşturur.
Elektrotonik potansiyeller iletilemez. Çevreye dağılarak kaybolur. Hep
ya da hiç kanununa uymaz. Uyaran şiddetine göre amplitüdü değişir.
Etrafa yayıldıkça amplitüdü düşer. Süreside uyaran şiddetine bağlıdır.
Elektrotonik potansiyeller birleşerek aksiyon potansiyeli oluşturabilir.
Reseptör potansiyelleri ve sinaptik potansiyeller bu tip potansiyellerdir ve
birleşerek aksiyon potansiyeli oluşturabilirler.
31
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
Sinaps
• Sinir hücrelerinin birbirleri arasında veya sinir hücresi-efektör organ
arasında uyarıların geçtiği ya da geçişinin engellendiği özel yapılardır.
• Sinapslarda iletim elektriksel, kimyasal ya da karışık tipte olabilir.
KASLAR
A. İSKELET KASLARI
• Yapı ve fonksiyona göre kaslar iskelet kası, düz kas ve kalp kası olarak üçe
ayrılır. Iskelet kası istemli kas, düz kas ve kalp kası istemsiz kaslardır.
• Iskelet kasları vücuttaki dokuların en büyüğüdür. Şekil açısından fusiform, pennat
ve sirküler olabilir.
• İskelet kasları motor sinirlerle, düz kaslar otonom sinirlerle inerve
olur.
• Kas hücresi membranına sarkolemma, endoplazmik retikulumuna sarkoplazmik
retikulum denir. Sarkolemma A, I bandı bileşkesinde invagine olarak transvers
tübülleri oluşturur.
• Iskelet kasları uyarılabilirlik (eksitabilite), kasılabilirlik (kontraksiyon) uzayabilirlik
(extansibilite) ve elastisite özelliklerine sahiptir.
• Kas hücrelerini endomisyum kuşatır. Bir çok hücre bir fasikül yapar. Bunu
perimisyum kuşatır. Tüm kası da epimisyum denen bağ dokuları kuşatır bu
yapıların içinde kasa gelen sinir ve damarlar vardır.
• Myoglobin kas dokusunda oksijen depolayan proteindir. (TUSNisan’95)
• Iskelet kasının fonksiyonel birimi sarkomerdir. Sarkomer bir A bandı ve 2
yanında yarımşar I bandından oluşur. Iskelet kasları çizgili görünümdedir. Işık
mikroskobunda koyu görünen bantlar A bandı açık görünen bandlar l bandıdır.
A bandında ince ve kalın flamentler vardır. I bandında ise sadece ince flamanlar
vardır. A bandının ortasında H bandı denen açık renkli kısım vardır. Burada
sadece kalın flamentler vardır. H bandının ortasında kalın flamanların birbirine
bağlandığı M çizgisi vardır. I bandının ortasında ince flamanların bağlandığı Z
çizgisi vardır.
Iskelet kaslarının mekanik özellikleri
• Bir kası inerve eden sinir kesilirse: Denervasyon hipersensivitesi,
fasikulasyon, fibrilasyon, dejenerasyon ve atrofi olur.
• Denervasyon hipersensitivitesine sebep olan asetil kolin reseptör sayısını
artışıdır (TUS-Eylül’02).
- Kasa uyarı gelince ilk mekanik cevap gizli gevşemedir. Sonra kasılma
ve en sonda gevşeme olur. Gizli gevşeme latent peryot içindedir.
Summasyon: Zamansal birikme ve motor birim birikmesi olarak iki tiptir.
Motor birim birikmesi kasa giderek artan şiddette uyarı verildiğinde kasın
geliştirdiği kuvvetin artmasıdır. Nedeni uyarılan kas lifi sayısının artmasıdır.
Zamansal birikme: Sabit şiddette stimulus’un sıklığı arttırılırsa kasın geliştirdiği
kuvvetin artmasıdır. Elastik yapılar tam gevşemediği ve kalsiyum hücreden
tam boşaltılamadığı için olur.
32
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
Tetani: Stimulus frekansı arttırılınca kasın gevşeyemeden tekrar tekrar
kasılmasıdır. Sarsı süresi küçük olan kas daha kolay tetanize olur. Kalp kası
hiçbir zaman tetanize olmaz.
Merdiven Olayı : Kası tetanize etmeyecek frekansta stimulus taze bir kasa
uygulanınca ilk birkaç kontraksiyonun kuvvetinin daha fazla olmasıdır. Tetani
ve zamansal birikmeden farklıdır.
izotonik kontraksiyon: Kas kasılınca boyu kısalıyor geliştirdiği kuvvet sabit
kalıyorsa bu izotonik kontraksiyondur. Durmakta olan bir yükün kaldırılması
bu tiptir.
Izometrik kontraksiyon; Kas kasılınca boyu değişmiyor geliştiği kuvvet
değişiyorsa bu izonik kontraksiyondur. Duvarın itilmesi bu tiptir.
Oksotonik kontraksiyon: Kasın hem geliştirdiği kuvvetin hemde boyunun
değişmesidir. Günlük hayatta en çok görülen tiptir.
Uzama kontraksiyonu: Kastaki elastik liflerin uzamasıdır. Merdivenden
inme bu tiptir.
• Kaslar ne kadar yavaş kısalırsa o kadar fazla kuvvet geliştirir.
• Optimal yük kasın en fazla iş yaptığı yüktür, vücutta kaslar optimal boydadır.
Vücuttan kas çıkarılınca kısalır buna denge boyu denir.
Kas Kasılması
• Motor ünite bir akson ve inerve ettiği kas liflerinden oluşur. Motor
sinirden gelen uyarı asetil kolin salınımına neden olur. O da membranda
depolarizasyon yapar. Bu uyarı transvers tübüle yayılır. Daha sonra
longitudinal tübüle geçer ve hücre içine kalsiyum ateşi olur.
• Kas hücresinde membran potansiyelini başlatan ilk olay hücre içine
Na+ girişi ile olur.
• Intraselüler Ca++ en fazla mitokondri ve endoplazmik retikulumdadır
(TUS-Nisan’94).
• Kalsiyum 10-5 mol/lt düzeyine gelince troponin C’ye bağlanır. (TUSNisan’95) Bu da tropomyozinde konformasyonel değişiklik yaparak
myozinin aktine bağlanacağı bölgeyi açar. Myozinin başında ATP bağlı
durumdadır. Myozin ve aktinin bağlanacağı bölgede myozin ATPaz vardır
(TUS-Eylül’93, Nisan’96). Myozin ATP’yi hidrolize ederek gerekli enerjiyi
sağlar. Bu enerjide çapraz köprüyü büker, buna güç darbesi denir. Bu aktin
F-aktindir (TUS-Nisan’92). Üçüncü adımda ATP myozine bağlanarak
onu aktinden ayırır. Dördüncü adımda kalsiyum troponinden ayrılarak
serbestleşir. Ve tropomyozin eski yerine gelir. Relaksasyon gerçekleşir. Eğer
troponinden kalsiyum ayrılmazsa kasılma döngüsü devam eder.
• Kas kasılmasında ATP’nin tekrar yapılması için kullanılan birinci enerji
kaynağı fosfokreatinindir.
• Dinlenmekte olan iskelet kasında kan akımı düşüktür. Kas kasıldığında
içinden geçen damarlara basınç uygular ve içlerindeki kan akımı kas
gerilmesi %70 ulaştığında tamamen durur. Kas dokusuna olan kan
akımı egzersiz başlamadan önce artar, bu durumdan nöral kökenli cevap
sorumludur. Ama egzersiz başladıktan sonra kas dokusuna olan kan akımını
lokal mekanizmalar sağlar. TUS Bunlar; Doku PO2’sinin düşmesi, Doku
PCO2’sinin artması, K+ birikimi, Kas dokusu ısı artışı, pH azalması ve
vazodilatör metabolitlerden oluşur.
33
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
KALP KASI (TUS-EYLÜL’98)
• T tübülüsü iskelet kasından büyüktür ve Z çizgisindedir.
• Özelleşmiş bir aktivasyon mekanizması vardır. Pace maker denen özel hücrelerle
kendi kendine uyarı üretir. Kas hücreleri arası özel bağlantılar vardır (Discus
interkalaris) ve bunlar uyarının bir hücreden bir hücreye geçmesini sağlar.
Sinsityum nedeniyle kalp kası hep yada hiç yasasına uyar oysa iskelet kasları
hep ya da hiç yasasına uymaz.
• Aksiyon potansiyeli kasılmayı kendisi sağlamaz. Aksiyon potansiyelinin çıkardığı
kalsiyum, kalsiyumun ortamda artmasını uyarır ve kasılma olur. Na++ -Ca+
değişimi bu nedenle önemlidir.
• Ca++ akışı ve aksiyon potansiyeli süresi tetani ve summasyon oluşmasına engel
olur. Kalbin kasılma kuvveti kalp boşluğuna dolan kan miktarına bağlıdır. Çünkü
sarkomer boyunu etkiler. Tetani ve summasyon olmadığı için kalp bir kasılır bir
gevşer bunun oluşması da önemlidir. Çünkü gevşeme olmazsa koronerlere
kan gitmez.
DÜZ KAS
• Düz kaslarda sarkomer yoktur. O nedenle çizgili değildir. Ince flamentler
dens body (koyu cisim) lere bağlanmıştır. Dens body’ler genelde sitoplazmada
yüzerler. T tübülüs sistemi yoktur. Kaveola denen sarkolemmanın yaptığı
invaginasyonlar triad’ın görevini görür. Troponin harici diğer tüm flamanlar
vardır. Troponin yerine kalmodulin bulunur. TUS
Düz kas kasılması
• Hücre içine Ca++ girince kalmoduline bağlanır (TUS-Nisan’03): Oda inaktif
durumdaki myozin hafif zincir kinazı aktive eder. Myozin fosforillenir.
Myozinin fosforilasyonu ile myozin ve aktin arasında çapraz bağlar kurulur.
Kasılma dens bodylere iletilir. Bu da kasın boğum boğum kasılmasına
neden olur. Bazı durumlarda bu çapraz bağlar açılmaz buna letch fenomeni
(mandal yapısı-kilitlenmiş köprü) denir. Myozinden fosfatı fosfatazlar ayırarak
relaksasyona neden olur.
• Düz kaslarda mitokondri sayısı azdır. Metabolik ihtiyaçlarını glikolizle
karşılarlar.
• Düz kaslar kendileri aksiyon potansiyeli geliştirebilirler.
• Düz kaslar östrojen, progesteron gibi hormonlarlada uyarılabilir.
• Düz kaslarda plastisite özelliği vardır. Mesane düz kasları gibi.
• Düz kaslarda motor birim yoktur, aksiyon potansiyeli kalsiyumla oluşur.
34
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
KAS DUYU CISIMCIKLERI
1. Kaslardaki duyu cisimcikleri tipleri
a. Kas Iğcikieri (la) ekstrafüzal liflere paralel dizilim gösterirler ve kas
boyundaki statik ve dinamik değişiklikleri algılarlar (TUS-Nisan’98).
b. Golgi tendon organları (Ib) extra fuzal liflerle ardarda dizilim gösterirler
ve kas gerimini algılarlar.
35
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
c. Pacini cisimcikleri (II) kas boyunca dağılım gösterirler ve vibrasyon
duyusunu alırlar.
d. Serbest sinir sonlanmaları (III, IV) tehlikeli stimulusları tanırlar.
2. Kas lifi tipleri
a. Ekstrafuzal lifler: Kasın kitlesini yaparlar, alfa-motor nöronlar tarafından
stimüle edilirler. Kas kontraksiyonu için gereken gücü sağlarlar.
b. Intrafuzal lifler: Ekstrafuzal kas liflerinden daha küçüklerdir. Kas iğciklerini
oluşturmak için bir kılıfla sarılmışlardır. Ekstrafüzal liflere paralel seyreder,
fakat tüm kas boyunca uzanmaz.
3. Kas iğcikleri
Kasın her tarafında dağılmış durumdadırlar. Büyük ekstrafuzale (kuvvet
oluşturan) paralel seyreden küçük enkapsül intrafuzal liflerden oluşur. Ince
kas hareketine ihtiyaç duyuldukça, kasdaki kas iğciklerinin sayısı artar.
a. Kas iğciklerindeki intrafuzal liflerin tipleri
• Nükleer kese lifleri: Kas uzunluğundaki değişimi algılarlar (Hızlı,
dinamik değişiklikler). Grup la afferentleri ile inerve olurlar.
• Nükleer zincir lifleri: Kas uzunluğundaki statik değişiklikleri algılarlar.
Grup II afferentleri ile inerve olurlar.
b. Kas iğciklerinin çalışma biçimi
• Kas iğcikleri refleks olarak kas uzunluğunu (Gerimini) artırmayı
amaçlar.
- Kas uzunluğu hakkında duyusal bilgi grup la (hız) ve grup II (statik)
aferent lifler tarafından alınır.
- Kas gerildiğinde, kas iğciği gerilir ve grup la ve II affe-rent lifleri
stimüle eder.
- la afferentlerinin stimulasyonu medulla spinalisteki alfamotonöronları stimüle eder. Alfa motor nöron uyarımı sırasıyla
kas kontraksiyonu ve kasılmasına neden olurlar (TUS-Nisan’03).
Orjinal gerime karşı çıkılır ve kas uzunluğu korunur.
c. Gama-motor nöronların fonksiyonu
• Intrafuzal kas liflerini inerve eder.
• Kas iğciğinin sensitivitesini ayarlar. Böylece kas kontraksiyonu sırasında
en uygun cevabı verir.
• alfa-motor nöronlar ve Gama motor nöronlar beraber aktive edilir,
böylece kontraksiyon boyunca kas uzunluğundaki değişikliklere kas
iğcikleri sensitif durumda kalır.
36
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
DOKU HİSTOLOJİSİ
• Insan vücudu 4 tip dokudan oluşur.
1. Epitel dokusu
2. Bağ ve destek dokusu
3. Kas dokusu
4. Sinir dokusu
EPİTEL DOKUSU
• Epitel dokusu her üç germ yaprağından da köken alabilir.
Epitel dokusunun başlıca görevleri:
- Koruma
- Absorbsiyon
- Sekresyon
- Duyu algılanması (Dildeki tat cisimcikleri)
- Kontraksiyon (myoepitelyal hücre)
• Epitel hücrelerinin serbest yüzeyine apikal yüz, bağ dokusuna bakan yüzeyine bazal
yüz, komşu hücrelere bakan yüzüne lateral yüz denir.
• Epitel altında bazal tabaka bulunur. Bazal laminada; Tip IV kollagen, Laminin
(glikoprotein), Heparan sülfat (proteoglikan) bulunur. TUS
Epitel dokusu başlıca iki gruba ayrılır
1. Örtü epiteli
2. Bez epiteli
• Üçüncü bir epitel türü daha vardır. Bu da özelleşmiş duyu epitelidir.
• Epitel dokusu kan damarı içermez, beslenmesi bazal membranın
altında bulunan kapillelerden diffüzyon ile olur.
• Mikrovilluslar hücre emilim yüzeyini artırmak amacıyla gelişmiş hareketsiz
hücre uzantılarıdır.
• Mikrovillus yapısında aktin, myozin ve tropomyozin içerir fakat
hareketsizdirler.
• Sterosilyalar dallanmış fakat hareket edemeyen hücre uzantılardır.
• Kinosilyumlar (silya) gövdesinde 9 çift +2 mikrotübülüsten oluşan aksonem
içerir ve bir yöne doğru hareket edebilen uzantılardır.
• 3 tip epitel hücresi vardır, Yassı hücreler, Kübik hücreler, Prizmatik
hücreler
• Dizilişlerine göre 3 grup epitel doku vardır;
- Tek katlı epitel
- Çok katlı epitel
- Yalancı çok katlı epitel
37
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
BEZ EPITELI
• Salgı maddesini üretmek üzere farklılaşmış epitel dokusuna bez epiteli denir.
• Salgı maddesi GER'de yapılır. Golgi kompleksine geçer burada membranla
çevrilerek vezikül halini alır. Sitoplazma içinde serbest kalır sonra boşaltılmak
üzere periferik sitoplazmada toplanır.
•
Salgı bezleri iki ana gruba ayrılır
1. Ekzokrin bezler
2. Endokrin bezler
• Salgı bezleri salgılarını verme biçimine göre 3 gruba ayrılır:
1. Merokrin bezler
2. Apokrin bezler
3. Halokrin bezler
Merokrin bezler, bezlerin büyük çoğunluğu bu tipdedir. Hücrede hiç sitoplazma
kaybı olmaz. Salgısını egzositozla boşaltır. (Tükrük bezleri, pankreasın ekzokrin
salgısı)
Apokrin bezler, salgı maddesi hücrenin apikalinde toplanır. Sitoplazmanın üst
bölümü salgı ile birlikte atılır. (Koltuk altı terbezleri)
Holokrin bezler, salgı maddesi hücrenin bütünüdür. (Yağ bezleri, gonadlar)
Salgının kimyasal yapısına göre bezler 3 gruba ayrılır;
1. Seröz bezler
2. Müköz bezler
3. Mikst bezler
• Seröz bezler: Başlıca protein yapısında maddeler salgılayan bezlerdir.
• Seröz salgı berrak, sulu ve akıcıdır.
• Seröz bezlerdeki hücrelerinin apikal sitoplazmaları protein yapısında salgı
granülleri ile doludur. Bu granüllere zimogen granüller denir.
• Seröz bezler asidofil boyanırlar. Karbonhidrat içerikleri nedeniyle PAS (+)
(Periodik asit-Schiff reaksiyonu) boyanırlar.
Seröz bezler şunlardır:
•
•
•
•
Parotis bezi
Pankreasın ekzokrin kısmı
Midenin fundus bezleri
Göz yaşı bezleri
• Müköz bezlerin salgıları glikoprotein yapısındadır.
• Muköz salgı yapışkandır ve akıcılığı azdır.
• Muköz bezlerdeki hücrelerin apikal sitoplazmaları tıkabasa doludur. Bu
yüzden çekirdekleri yassı ve bazele itilmiş olarak izlenir.
Müköz bezler şunlardır.
- Goblet hücreleri
- Submandibular bezin bir kısmı
- Sublingual bezin bir kısmı
- Brunner bezleri (duodenum)
- Mide örtü epiteli
- Midenin kardiya ve pilor bölgesindeki bezler
38
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Mikst bezler, hem seröz hem de müköz tipte salgı hücrelerine sahiptir.
• Mikst bezlerde seröz salgıyı lümene boşaltan, hücreler topluluğu olan
Gianuzzi yarımayları bulunur.
Mikst bezler şunlardır:
- Submandibular bezin bir kısmı (Daha çok seröz)
- Sublingual bezin bir kısmı (Daha çok müköz)
- Solunum yollarının sero-mükoz bezleri
• Myoepitelyal hücrelere basket hücreleride denir.
• Myoepitelyal hücreler salgı epiteli ile bazal membran arasına yerleşmiş
hücrelerdir.
• Myoepitelyal hücreler epitelyal kökenlidir.
• Myoepitelyal hücreler aktin ve myozin flamanları içerirler. TUS
• Salgı boşaltılmasında rol alır.
DUYU EPITELI
• Duyu epiteline nöroepitelyum denir.
• Nöroepitelyum koruyucu epitel ile iç içedir.
• Dili örten çok katlı yassı epitel arasına yerleşmiş tat duyu cisimcikleri tat goncaları
denen kompleks yapıyı oluştururlar.
Tat goncasında 3 tip hücre vardır:
1. Destek hücreler (mikrovillus ve salgı granülü içerir)
2. Nöroepitelyal hücreler (her tat tomurcuğunda 4-20 adet)
3. Bazal hücreler (2-3 tane)
BAĞ VE DESTEK DOKULAR
P Bağ ve destek doku mezenşimden köken alır.
Bağ ve destek dokularının 4 esas komponenti vardır:
1. Bağ dokusu
2. Kıkırdak dokusu
3. Kemik dokusu
4. Kan ve lenf
• Bağ ve destek dokunun önemli bir özelliği hücreler arası maddenin bol olmasıdır.
BAĞ DOKU
• Bağ dokusu türlerinde genel olarak 3 komponent vardır;
1. Hücreler (canlı)
2. Fibriller (cansız)
3. Amorf temel madde (cansız)
• Mezenşim hücrelerinden farklılaşan bağ dokusu hücrelerinin çoğu hareketlidir
veya gerektiği zaman hareket edebilir.
• Bağ dokusu sadece destek görevi yapmaz bunun yanında savunma, bağışıklık,
rejenerasyon ve onarımda da rol oynar.
39
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
Bağ dokusu hücreleri şunlardır: Fibrosit (sabit), Yağ hücresi (Sabit), Mezenşim
hücresi (hareketli), Histiosit (hareketli), Retikulum hücresi (hareketli), Mast hücreleri
(hareketli), Pigment hücresi (hareketli), Kandan gelen hücreler
• Embriyonal dönemde ortaya çıkan ilk bağ dokusu hücreleri olan mezenşim
hücrelerine erişkinde az miktarda olsa da rastlanabilir.
• Mezenşim hücreleri özellikle perivasküler alanlarda görülür ve uygun bir
uyaranla metaplazi geçirerek bağ dokusunun diğer hücrelerine dönüşebilir.
• Kandan gelen hücreler, göçeden ve geçici olarak bağ dokusuna yerleşen
hücrelerdir. Bu hücreler şunlardır: Lenfosit, Plazma hücreleri, Nötrofil, Bazofil,
Eozinofil, Monositler
Fibroblastlar
• Bağ dokusu liflerinin proteinleri fibroblastlar tarafından sentezlenir.
• Amorf temel maddenin büyük kısmı da fibroblastlar tarafından
sentezlenir.
• Fibroblastlar bağ dokusunun sabit hücreleridir.
• Yeni bağ dokusu yapımı, rejenerasyonu ve tamir olayları fibroblastlar
tarafından sağlanır.
Yağ hücreleri (LIPOSIT)
• Yağ hücreleri sitoplazmalarında yağ üretip biriktirmeleriyle oluşur.
• Son olgunluğa ulaşmış yağ hücresi artık bölünmez.
• Yağ hücreleri (liposit) Oil Red O veya Sudan III boyası ile boyanarak
incelenir.
Histiositler
• Makrofajların bağ dokusunda yerleşip kalmasıyla oluşur.
• Histiositler iğ biçiminde uzantılıdır.
• Histiositler gerektiğinde uzantılarını çekerek gezici makrofajlara
dönüşebilir.
• Histiositler bağ dokusunda fibroblastlar kadar bol bulunur.
P Gezici makrofajlar zararlı etkenlerle savaşırken görevlerinin gerektirdiği
çeşitli hücre tiplerine dönüşebilirler.
- Epiteloid hücreler
- Yabancı cisim dev hücreleri
Mast hücreleri (Mastosit)
• Sitoplazmaları, bazofil boyanma özelliğine sahip granüller içerir.
• Sitoplazmadaki granüller metakromatik boyanır ve Giemsa ve Toluidin
Blue ile (+) reaksiyon verir.
• Insan mast hücre granülleri suda erir. Bu granüller şunlardır;
Heparin, Histamin, ECF
- A (eozinofil kemotaktik faktör - anaflaksi)
- SRS -A (Slow-reacting substance - anaflaksi)
• Mast hücreleri mekanik, kimyasal travma veya antijenle temastan sonra
salgısını boşaltır.
• Mast hücrelerinde spesifik Ig E reseptörleri bulunur.
PMast hücreleri anaflaktik şok ortaya çıkarabilirler.
• Anaflaksinin tek kaynağı mast hücreleri değildir.
40
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Anaflakside heparin ve histamin granülleri süratle boşalır.
• Histamin kapiller permeabiliteyi arttırır. Histamine zıt etkili noradrenalin
yapılmazsa genellikle ölüm kaçınılmazdır.
• Granül boşalımı sitokalazin ile durdurulabilir. (mikroflamentin aktivitesini
baskılar)
Plazma hücresi
• Immünglobulinleri (antikor) salgılar ve hümöral immüniteyi oluşturur.
• Plazma hücrelerine, bakteri ve yabancı proteinlerin çok girebildiği yerlerde
(bağırsak mukozası, kronik iltihap bölgesi) sık rastlanır.
P Sitoplazmalarında Russel cisimcikleri denen asidofilik inklüzyonlara
rastlanabilir.
• Genel olarak her antijen için bir plazma hücresi özelleşir.
• Antikor düzeyi yüksek olduğu durumlarda plazma hücresinin sayısı artar.
• Agammaglobulinemi olgularında antijenik uyarım bölgesinde plazma
hücresine rastlanmaz.
• Retikulum hücrelerinin fagositoz yapabilme özellikleri vardır.
ü Pigment hücreleri (melanosit) her çeşit bağ dokusunda bulunmaz.
Melanositlerin yoğun bulunduğu yerler; Iris, Choroid (göz), Pia mater,
Derinin dermis tabakası
• Melanositler melanin sentezlerler. Melanin deriyi ve gözü ultraviole (UV)
ışınlarının zararlı etkilerine karşı korur.
Amorf temel madde (MATRIKS)
• Matriks; şekilsiz (amorf), renksiz, fibrilsiz, saydam ve homojendir.
• Amorf madde (matriks) fibroblastlar tarafından sentezlenir.
• Matriks başlıca iki yapıdan teşekkül eder.
1. Glikozaminoglikan
2. Glikoprotein
Glikozaminoglikanlar amorf ara maddedeki suyun hemen hemen tamamının
tutulmasından sorumludur.
• Glikozaminoglikanlar, suda eriyen bir çok maddenin bağ dokusu içine
diffüzyonunu sağlar.
• Glikozaminoglikanlar 2'ye ayrılır:
1. Sülfatlı glikozamin glikanlar
- Kondrotin - 4 sülfat (Hyalin ve elastik kıkardak)
- Kondrotin - 6 sülfat
- Dermatan sülfat (tendon, ligament, dermis)
- Keratohyalin
- Heparan sülfat (karaciğer, dalak)
2. Sülfatsız glikozaminoglikanlar TUS
- Hyaluronik asit (snoviyal sıvı, kıkırdak)
- Kondroitin
• Amorf maddedeki sıvı doku sıvısıdır. Patolojik durumlarda bu sıvı artar ve
ödem oluşur.
• Glikoproteinlerden en önemli ikisi fibronektin ve laminindir. Tümör
hücrelerinin matrikse yapışmasında etkilidirler.
41
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
Fibriller
• Fibroblastlar tarafından sentezlenen fibrillerin başlıca 3 türü vardır.
1. Kollajen fibriller
2. Elastik fibriller
3. Retiküler fibriller
Kollajen Fibriller
• Gerilmeye karşı koruyan ve en sık görülen beyaz proteinik
fibrillerdir.
• Kollajen fibriller kollagen denen amino asit zincirlerinden oluşur.
• Kollajen asidofilik bir proteindir.
• Kollajen vücuttaki tüm proteinlerin %30'unu oluşturur.
• Tropokollagenler birbirine eklenerek kollojen mikro fibrillerini,
mikrofibrillerde bir araya gelerek kollojen fibrilini oluşturur.
• Kollajen fibrilleri bükülebilir fakat çekilince uzatılmazlar. Çekilmeye karşı
çok dayanıklıdırlar.
• Kollajen kaynatılırsa tropokollajenin oluşturduğu jele dönüşür.
• Kollajen tannik asidle muamele edilirse sağlam erimez bir maddeye
dönüşür. (Deri tabaklanması)
• Kollajen fibrilleri pankreas enzimlerine karşı dayanıklı olmasına rağmen
mide salgısı olan pepsine karşı dayanıksızdır. (erir)
• Tanımlanmış çok sayıda kollajen vardır. Bazıları;
- Tip I: Deri, kornea, tendon ve kemik
- Tip II: Kıkırdak
- Tip III: Düz kas, damar duvarında
- Tip IV: Bazal membranda
- Tip V: Plasenta bazal membranında bulunur.
Elastik fibriller
•
•
•
•
•
Basınca maruz kalan organların duvarında bulunur.
Kollajenden daha incedir ve düzensiz bir ağ yapısı oluşturur.
Lig. flava ve elastik damarlardaki elastik fibriller demetler yapar.
Elastik fibriller ısı ve kimyasal etkilere dirençlidir.
Elastik fibriller tripsinde erimez fakat pankreastan elde edilen elastaz ile
kolayca parçalanır.
Retiküler fibriller
• Retiküler fibriller olgunlaşmamış kollagen fibriller olarak kabul edilir.
• Retiküler fibriller Tip III kollajen yapısında demetler halinde değil ağ
oluşturacak şekilde düzenlenmiş fibrillerden oluşur.
• Özellikle kan yapıcı organlarda ve epitelyal hücrelerin çevresinde çok
miktarda retiküler fibril vardır.
• Yara iyileşmesi sırasında önce retiküler fibriller, sonra bunların giderek
kalınlaşmasıyla kollajen fibriller görülür.
RES
• Insan vücudunun çeşitli organlarındaki yerel bağ dokuları içine yerleşmiş olan
makrofajlar farklı isimlerle tanımlanırlar. TUS
42
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Yaygın bağ dokusunda → makrofaj
- Kanda → monositler
- SSS → Mikroglia hücreleri
- Karaciğer → Kupffer hücreleri
- Akciğer → Alveolar makrofajlar
- Kan yapıcı organ → Retikulum hücreleri
- Sürrenal ve hipofiz → Sinüzoidleri döşeyen hücreler
• Tüm organlardaki çeşitli oluşumlara yayılan fagositoz yetenekli hücrelerle
retikulum fibrilleri birlikte olduğundan RES (Retikulo endotelyal sistem) olarak
adlandırılmıştır.
• RES, dokular arası çok güçlü bir savunma ağıdır.
KIKIRDAK DOKUSU
• Oldukça sıkı kıvamlı bir matriks ve kondrosit adı verilen kıkırdak hücrelerinden
oluşmuştur.
• Matriks (amorf madde) damarsız bir dokudur.
• Kondrositer matriks içinde lakuna adı verilen boşluklarda bulunur.
• Kondrositler kıkırdağın devamını sağlar, matriksin sentez ve salınımından
sorumludur.
• Kıkırdak kan damarları içermez, ayrıca lenfatik damarları ve sinirleride
yoktur.
• Kıkırdak damarsız bir yapı olduğundan düşük metabolik aktivite gösterir.
Yapılarına göre 3 tip kıkırdak vardır;
1. Hyalin kıkırdak
2. Elastik kıkırdak
3. Fibröz kıkırdak
Hyalin Kıkırdak
• Vucutta en fazla bulunan kıkırdak tipidir.
P Kuru ağırlığının %40'ı Tip II kollajendir.
• Hyalin kıkırdağın net ağırlığının %60'ını su oluşturur.
P Fetüsün ilk iskeletini oluşturur.
• Enkondral kemikleşme sırasında epifizial büyüme kıkırdağı olarak görev
yapar.
Hyalin kıkırdağın dayanıklı ve dirençli oluşu içerdiği kollajen liflerinin varlığına
ve gel halindeki sülfatlı mukopolisakkaritlere bağlıdır.
Erişkinde hyalin kıkırdağın bulunduğu bölgeler: Uzun kemiklerin eklem
yüzeyi, Kostal kemiklerin ventral ucu, Burun, Larinks, Trakea, Bronşlarda
bulunur.
Hyalin kıkırdağın ara maddesinde bulunan maddeler; Hyaluronik asit,
Kondroitin 4-sülfat, Kondroitin 6-sülfat, Keratan sülfat, Kondronektin
• Lakunanın etrafını saran kıkırdak matriksi kollajenden fakir
glikozaminoglikanlardan zengindir. (Territorial matriks)
• Lakünaların arasında kalan matriks bölgesi ise daha fazla fibril daha az
glikozaminoglikan içerir. (Interterritorial matriks)
• Perikondrium, hyalin kıkırdağı çevreleyen bağ dokusudur.
43
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Eklem kıkırdaklarında perikondrium bulunmaz, kıkırdak direkt kemik ile
bağlantılıdır.
P Perikondrium Tip I kollojen içerir.
• Perikondriumun iç tabakasındaki hücreler kondrositlere dönüşebilme
özelliğine sahip kondroblastlardır.
• Perikondrium kıkırdağı besleyen kan damarlarını içerir ve gerektiğinde
rejenerasyonu gerçekleştirir.
• Perikondrium kıkırdağın enine büyümesini sağlar.
PKondrositler Tip II kollojen, proteoglikan ve kondronektin sentezler.
• Hyalin kıkırdakta kondrositler perikondriuma yakın bölgelerde lakunalar
içinde genelde tek tek yerleşirken daha iç kısımlarda birden fazla kondrosit
aynı lakünaya yerleşir.
• Aynı lakuna içinde birden fazla yerleşmiş olan kondrosit gruplarına izojen
grup denir.
Elastik Kıkırdak
• Tip II kollajen fibriller yanında çok miktarda elastik fibril içerir.
• Elastik kıkırdakta perikondriumla sarılıdır.
• Elastik kıkırdakta lakünalar içinde daha az hücre bulunur.
• Elastik kıkırdak çok dirençli değildir ama daha esnektir.
Elastik kıkırdak; Kulak kepçesi, Dış kulak yolu, Östaki borusu, Burun
kanatları, Larinks'in bazı bölgeleri, Epiglottis, Kuneiform kıkırdak, Plica
vocaliste bulunur.
Fibröz Kıkırdak
• Diğer kıkırdak türlerinden en önemli farkı sıkı ve paralel düzenlenmiş
kollajen lif demetlerinden oluşmuş olmasıdır.
• Fibröz kıkırdak sıkı bağ dokusu ile hyalin kıkırdak arasında bulunur.
P Tip I kollajen fibriller bulunur.
• Matriks daha az miktardadır.
• Fibröz kıkırdağın etrafında perikondrium bulunmaz.
• Fibröz kıkırdak
- Intervertebral disk
- Symphisis pubis
- Merinksler (diş)
- Tendonların kemiğe yapışma yeri
• Kondrositerler glukozu genellikle anaerobik glikoliz ile metabolize ederler
ve son ürün olarak laktik asit oluştururlar.
• Kondrosit sentezini artıranlar; Growth hormon, Tiroksin, Testesteron,
Glikozaminoglikonlar (sülfatlı)
• Kondrosit sentezini azaltanlar; Hidrokortizon, Estradiol
PGrowth hormonun kondrositlere etkisi indirektdir. Somatomedin C'nin
etkisi ise direktir.
KEMIK DOKUSU
• Kemik dokusu kıkırdaktan sonra en dayanıklı dokudur.
• Kemik matriksi mineralize olmuş hücreler arası madde ve kollajen
fibrillerden oluşmuştur.
44
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Kemik hücrelerine osteosit adı verilir ve lakuna denen boşluklarda
bulunur.
• Kemik dokusunda bulunan hücreler; Osteoprogenitor hücreler, Osteosit,
Osteoblast, Osteoklast
• Tipik olarak her laküna içinde bir osteosit bulunur.
• Kemik dokusu kalsifiye olduğundan dolayı metabolitler matriksten
geçemezler.
• Kemik hücrelerinin beslenebilmesi için osteositlerle kapillerler arasında
matriks içinde uzanan kanaliküller bulunur.
• Bir lakünadan çıkan kanalikül komşu lakünanın kanalikülü ile bağlantı
kurar.
• Bu kanalliküllerin içerisinde osteositlerin uzantıları bulunur. (gap junction)
bu sayede besin maddelerinin bir hücreden diğerine geçişi sağlanır.
Kemik hücreleri
• Osteoprogenitör hücreler rezerv hücrelerdir. Uygun bir stimulasyonla
osteoblastlara dönüşebilirler.
• Osteoprogenitör hücreler periostun iç tabakasında bulunur.
Osteoblastlar
• Osteoblastlar kemik yapımından sorumlu hücrelerdir.
• Osteoblastlar Tip I kollojen, proteoglikan ve glikoprotein yani osteoid
yapımını sağlar.
P Osteoid kalsifiye olmamış kemiktir.
P Osteoblastlar, matriks kalsifikasyonu için gerekli alkalen fosfataz
enzimini içerir.
PAlkalen fosfataz sadece kemik matriksi üretilirken salgılanır.
• Osteoblastlar yapısal olarak aktif protein sentezi yapan hücrelerin tipik
özelliklerine sahiptir. (GER, ribozom, golgi kompleksi)
• Osteoblastlar yeni yapılan osteoid içine doğru çok ince sitoplazmik
uzantılar salar. Bu sayede erken dönemde hücresel bağlantı sağlamış
olunur.
Osteositler
• Osteositler, osteoblastlardan farklılaşan olgun kemik hücreleridir.
P Her lakunada sadece bir osteosit bulunur.
• Osteositler kemik matriksinin devamlılığında aktif görev alır.
• Kan kalsiyumunun normal sınırlar içinde sürdürülme-sinde rolleri vardır.
• Osteosit öldüğünde osteoklastik aktivite ile kemik matriksinde rezorpsiyon
oluşur.
Osteoklastlar
• Kemik rezorbsiyonunda görev alan çok nükleuslu hücrelerdir.
• Kemik rezorpsiyon olan bölgelerde enzimatik aktivite ile açılmış Hawship
lakünası adı verilen çukurcuklarda bulunur.
• Osteoklastlar kemik rezorpsiyonunu sağlayan asit, kollajenaz ve diğer
proteolitik enzimleri salgılar.
P Osteoklastlar monositlerden gelişir.
• Osteoklastlar genel olarak kemiğin yeniden şekillendiği bölgelerde
görülür.
45
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
P Osteoklast aktivitesini parathormon artırırken kalsitonin azaltır.
Kemik Matriksi
• Kemik matriksinde Tip I kollojen bulunur.
• Kemikte bulunan inorganik maddelerden en fazla bulunanları kalsiyum ve
fosfattır. Ayrıca bikarbonat, sodyum, potasyum, magnezyum ve sitrat da
bulunur.
• Kalsiyum ve fosfat birleşerek hidroksiapatit kristalleri oluşturur. (Ca10 (O4)6
(OH)2)
• Hidroksiapatit kristalleri kollajen fibrillerle sarılmıştır. Kemiğin sertliğinide
bu ilişki sağlar.
Kemikte bulunan glikozaminoglikanlar şunlardır;
- Kondroitin 4-sülfat
- Kondroitin 6-sülfat
- Keratan sülfat
Periost ve endosteum
• Eklem yerlerinde hyalin kıkırdak ile örtülü olan kemik yüzeyi diğer
bölgelerde periosteum ile örtülmüştür.
• Periost iki tabakadan oluşur.
1. Fibröz tabaka (dış)
2. Hücresel tabaka (iç)
• Periostun dış fibroz tabakası kollajen ve fibroblastlardan zengindir.
• Periostun dış fibroz tabakasından matriks içine giren kollajen fibril
demetlerine Sharpey lifleri denir.
• Sharpey lifleri sayesinde periost kemiğe sıkıca yapışır.
• Periostun iç tabakası osteoprogenitor hücrelerden oluşmuştur.
• Endosteum, kemik iliği kavitesi ile spongioz kemiğin trabekülalarını örten
zardır.
• Endosteum çok az bağ dokusu ve tek tabakalı osteoprojenitör hücrelerden
oluşmuştur.
• Periost ve endosteumun görevi, kemik dokusunun beslenmesi, büyümesi
ve tamiri için gerekli hücreleri sağlamaktır.
KEMIK TIPLERI
• Kemik dokusu iki tipte görülür.
1. Primer kemik
2. Sekonder kemik
Primer Kemik
• Primer kemik embriyolojik gelişim sırasında veya kırıkların onarımı sırasında
görülür. Geçicidir.
Primer kemik yetişkinlerde;
- Kafatası yassı kemikleri
- Diş alveolleri
- Tendonların kemiğe yapıştığı yerler
• Primer kemik lameller yapı göstermez ve kollajen fibriller rastgele
düzenlenmiştir.
46
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
Sekonder Kemik
• Olgun kemiğe sekonder kemik denir.
• Sekonder kemiğin iki tipi vardır.
1. Compact kemik
2. Süngerimsi (spongioz) kemik
• Compact kemik dokusu kanallar ve lamellerden oluşmuş homojen bir
görünüme sahiptir.
• Kemik hücreleri ve fibriller bu lameller içinde organize olmuştur.
P Compact kemikteki lameller 4 gruba ayrılır:
1. Havers lamelleri
2. Interstisiyel lameller
3. Dış dairesel lameller
4. Iç dairesel lameller
• Kan damarlarını taşıyan kanallar iki kısımdır:
1. Havers kanalları (uzun eksene paralel)
2. Volkmann kanalları (uzun eksene dik/oblik)
• Havers ve Volkman kanalları birbirleriyle anostomozlar oluşturur.
• Havers lamelleri, Havers kanalları etrafında dairesel tarzda dizilmiş sayıları
4-20 arasında değişen lamellere denir.
P Havers kanalının etrafını saran dairesel lamellerin meydana getirdiği
sisteme osteon (Havers sistemi) adı verilir.
P Osteon, compact kemiğin yapısal birimidir.
• Volkman kanalı Havers'e periosteumdan damar taşıyan kanallardır.
• Interstisiyel lameller, Havers sistemleri arasında yer alan üçgen veya
düzensiz gruplar halinde birbirine paralel uzanan lamellerdir.
• Dış dairesel lameller periostiumun hemen altında bulunur.
• Iç dairesel lameller ise endosteumu çevreler.
KEMIK GELIŞIMI
Kemikler başlıca iki yolla oluşurlar;
1. Intramembranöz kemikleşme
2. Endokondral kemikleşme
Intramembranöz Kemikleşme
• Mezenşimal doku içinde yoğunlaşma ile gelişir.
• Ilk intramembranöz kemikleşme gebeliğin 8. haftasında ortaya çıkar.
• Mezenşim hücrelerinin göç edip belirli bölgelerde yığılmaları ile başlar.
P Mezenşim hücreleri osteoblastlara farklılaşır.
• Osteoblastlar da kemik matriksini üretmeye başlarlar.
• Yeni şekillenmeye başlayan kemik adacıkları spiküller (iğnecik)
halindedir.
• Matriksin kalsifiye olması ile osteoblastlar osteositlere dönüşür.
• Spiküllerin üzerine sürekli yeni matriks eklenmesiyle apozisyonel büyüme
gerçekleşir.
• Matriks önce kemik speküllerini oluşturacak biçimde düzensiz adacıklar
şeklinde iken daha sonra bunlarda birleşerek trabekülleri oluşturur.
• Spikül ve trabeküllerin iç yüzünü endosteum çevreler.
47
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
P Trabeküler yapıların birleşmesiyle spongiyoz kemik oluşur.
• Özellikle kafatası kemikleri bu şekilde oluşur. ayrıca uzun kemiklerin
kalınlaşmasında ve kısa kemiklerin büyümesinde intramembranöz
kemikleşme rol oynar.
Endokondral Kemikleşme
• Embriyoda hyalin kıkırdak yapısındaki iskelet modelinin kemikleşmesi
sonucu gelişir.
• Vücuttaki tüm uzun kemikler bu şekilde oluşur.
• Kıkırdak modelin kemiğe dönüşümü iki aşamada gerçekleşir:
1. Kıkırdaktaki kondrositlerin hipertrofisi ve harabiyeti
2. Osteoprogenitör hücreler ve kan kapillerlerinden oluşan osteojenik
tomurcuğun kıkırdak matriksinin boşluklarına girmesi
• Kemikleşmenin ilk belirtisi, perikondriumun içindeki intramembranöz
kemikleşmeyle periosta dönüşmesidir.
• Periost oluşunca kıkırdağın beslenmesi için gerekli maddelerin difüzyonu
engellenir ve içerideki kondrositler dejenere olmaya başlar.
• Dejenere kondrositler matriksin devamlılığını sağlayamadığından kalsiyum
çökmeye başlar ve matriks kalsifiye olur.
• Kondrositlerin ölümü ile matriksteki lakünaların birleşmesiyle kaviteler
oluşur.
• Bu kavitelere periost üstündeki deliklerden kan damarı ve osteoprogenitör
hücreler girer.
• Primitif hücrelerin bir kısmı kemik iliği hücrelerini bir kısmıda osteoprogenitör
hücreleri oluşturur.
• Kalsifiye kıkırdak yıkılıp kısmen uzaklaştırılırken bir bölümü düzensiz
spiküller olarak kalır.
• Spiküllerin kemik bölümleri aposizyonel yani osteoblastların eklemesi ile
büyütülür.
• Uzun kemiklerin her iki ucunda kıkırdak dokusu varlığını sürdürür ve
epifizyal (sekonder) kemikleşme merkezlerini oluşturur.
• Epifiz plağı hyalin kıkırdaktır ve doğumdan sonrada uzun kemiklerin
büyümesini sağlar.
• Epizyal kıkırdakta 5 ayrı bölge (zon) bulunur.
1. Dinlenme bölgesi (ekleme yakın olan hyalin kıkırdak bölge)
2. Proliferasyon bölgesi (Dinlenme bölgesinin altındaki bölge)
3. Hipertrofi bölgesi: (kıkırdak taslağını uzunlamasına büyütür)
4. Kalsifikasyon bölgesi
5. Kemikleşme bölgesi
• Kemikleşme olayı sadece diafiz bölgesinde değil embriyolojik gelişimin ileri
dönemlerinde epifizlerin orta kısımlarında da görülür.
• Epifizlerde oluşan kemikleşme merkezine sekonder kemikleşme merkezi
denir.
• Sekonder kemikleşme merkezlerinde büyüme yönleri uzunlamasına değil
ışınsaldır.
• Epifizial plak büyüme işleminin devam etmesini sağlar.
P Büyüme durduğunda epifizial plak ortadan kalkar.
48
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Çocuklarda kemik yapımı yıkımından daha fazladır.
P Vücuttaki kalsiyum miktarının %99'u iskelet sisteminde depo edilir.
P Paratiroid hormon osteoklastları aktive ederek kemik rezorbsiyonunu
artırır. (Kan kalsiyum seviyesi artar.)
P Yeterli kalsiyumun alınmaması veya D vitamini eksikliğinde kemik
matriksinde eksik kalsifikasyonu görülür.
P Çocuklarda kalsiyum eksikliği raşitizme neden olur.
P Yetişkinlerde kalsiyum eksikliğinde osteomalazi gelişir.
P Kemik yapımı azalıp rezorpsiyon artarsa ostoporozis gelişir.
P Kemiği direkt etkileyen vitaminlerden biri C vitaminidir.
KAS DOKUSU
• Kas hücrelerinin fonksiyonel elemanı, kasılmayı sağlayan myofilamentlerdir.
• Myofilamentler, kas hücresi sitoplazmasının büyük kısmını işgal eder.
•
Myofilamenlerin iki tipi vardır;
1. Aktin
2. Myozin
•
Başlıca 3 tip kas vardır.
1. Iskelet kası (çizgili istemli)
2. Kalp kası (çizgili istemsiz)
3. Düz kas (çizgisiz istemsiz)
• Kas hücresi sitoplazması=Sarkoplazma
• Kas hücresi endoplazmik retikulumu = Sarkoplazmik retikulum
• Kas hücresi membranı = Sarkolemma adını alır.
DÜZ KAS
• Aktin ve myozin filamantleri içermesine karşın çizgilenme göstermeyen iğ
biçimli hücrelerdir.
• Düz kas hücreleri birbirine nexuslarla bağlanmıştır.
P Düz kas hücrelerinde iskelet kaslarında bulunan T sistemi bulunmaz.
• Sarkoplazmik retikulum kapalı bir membran sistemi oluşturur.
P Düz kaslar aktin, tropomyozin (ince flament) ve myozin (kalın flament)
den oluşmuştur.
P Troponin düz kaslarda bulunmaz. TUS
• Aktin ve myozin flamentler sarkoplazma içinde kafese benzer bir ağ yapısı
oluşturur.
• Düz kas hücrelerinde bulunan en önemli intermediate filament desmindir.
• Plazma membranının iç yüzeyi ve myofilamentler üzerinde dense bodies adı
verilen elektron dens alanlar bulunur (alfa-aktinin içerir)
• Düz kaslar otonom sinir sisteminin sempatik ve parasempatik sinirleri ile innerve
edilir.
• Iskelet kaslarındaki NMJ( nöromusküler junction) düz kaslarda bulunmaz.
• Düz kaslarda kontraksiyon oldukça yavaştır ve tonusu düşüktür.
• Düz kaslar içi boş organların duvarında bulunur.
49
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
Düz kaslar; Bağırsaklar, Mide, Uterus, Tuba uterina, Üreter, Mesane
- Bezlerin boşaltım duktuslarında bulunur.
• Boru şeklindeki organların duvarındaki düz kasların ritmik kasılmalarıyla
peristaltik dalgalar oluşur.
• Mitozla bölünebilen düz kas hücreleri artan ihtiyaca hem hipertrofi hem de
hiperplazi ile karşılık verebilir.
• Iskelet kası ile karşılaştırıldığında düz kasta aktin-miyozin oranı yüksektir.
TUS
ISKELET KASI
• Iskelet kası, çok çekirdekli uzun hücrelerden oluşmuştur.
• Vücutta kısa kaslar boyunca bir, uzun kaslarda ise birkaç iskelet kası hücresi
uzanır.
• Kas hücrelerini boyları santimetre ile ölçüldüğünden bu hücreler kas lifi
olarak da adlandırılır.
• Kaslar, kas hücrelerini çevreleyen bağ dokusu kılıflarıyla sarılmıştır. Bunlar;
- Endomisyum → tek bir kas lifini çevreler.
- Perimisyum → bir grup lifi çevreler.
- Epimisyum → dıştan tüm kası çevreler.
• Işık mikroskobunda iskelet kasında enine çizgilenmeler gösteren koyu ve açık
bantlar izlenir.
• Koyu bantlar: A bandı (anizotropik) (H diski ve M çizgisi)
• Açık bantlar: I bandı (izotropik) ( Z çizgisi)
• Her bir I bandı Z çizgisi adı verilen bir hatla ikiye bölünmüştür.
• A bandının ortasında açık boyanan H diski ve H diskinin ortasında M çizgisi
bulunur.
P Bir kasın en küçük yapı birimine sarkomer denir.
P Sarkomer, komşu iki Z çizgisi arasında kalan myofibril bölümüdür.
P Sarkomer bir tam A bandı ve iki yarım I bandından oluşmuştur.
• Her kas hücresinin sitoplazmasında uzun eksene paralel demetler halinde
myofibriller bulunur.
• Myofibriller ard arda eklenmiş sarkomerlerden oluşmuştur.
• Sarkomerlerin lateral düzeni tüm kas lifininin enine çizgilenme göstermesine
neden olur.
• Sarkomer, ince ve kalın filamentlerin uzun eksene parelel dizilmeleriyle
oluşur.
P H diskinde sadece kalın filamentler uzanır.
P H diskinin ortasındaki M çizgisinde kalın filamentler bağlantı kurar.
• A bandında H diskinin her iki tarafında hem kalın hem de ince filamentler
bulunur.
• I bandında sadece ince filamentler yer alır.
• Z çizgisinde iki komşu sarkomerin ince filamentleri bağlantı kurarlar.
• Iskelet kası kontraksiyon durumunda ise; H. zonu silinmiş, A bandı olduğu gibi
muhafaza edilmiş, I bandı kısalmıştır.
• Çizgili kas filamentleri dört ana proteinden yapılmıştır. 1. Myozin, 2.
Aktin, 3. Tropomyozin, 4. Troponin
• Aktin ve myozin kasın toplam proteininin %55'ini oluşturur.
50
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Aktin, globuler aktin monomerlerinden oluşmuştur.
• Globüler aktin (G-aktin) monomerleri F-aktin şeklinde filamentleri oluşturmak
üzere polimerleşirler.
• Her G-aktin monomeri üzerinde myozin bağlanma bölgesi bulundurur.
• Z çizgisi hizasında iki komşu sarkomerik aktin filamentlerine alfa-aktin
bağlanır.
• Alfa-aktin ve desmin iki komşu sarkomeri birbirine bağlar.
• Çift aktin filamenti helix şeklinde birbirini sarar.
• Tropomyozin iki polipeptid zincirinden oluşur.
• Tropomyozin iki aktin filamenti üzerinde baştan sona uzanır.
• Troponin, tropomyozine tutunmuş olarak bulunur.
• Troponin üç alt üniteden oluşmuş kompleks bir proteindir.
1. Troponin - I (aktin-myozin etkileşmesini inhibe eder)
2. Troponin -C (Kalsiyumun bağlandığı bölüm)
3. Troponin -T (Tropomyozine bağlandığı bölüm)
• Her bir tropomyozin molekülü 76-aktin molekülünü örter ve bunun yüzeyine 1
troponin tutunur.
• Myozin birbirine eşit iki ağır ve iki hafif zincirden oluşmuştur.
• Her ağır zincirin ucunda baş bölgesi bulunur.
• Baş bölgesi ATP'yi bağlayabildiği gibi ATP'yi hidrolize edecek yapıya da
sahiptir.
• Baş bölgesi aktine bağlanma bölgesi içerir.
• Aktin ve myozin arasında kontraksiyon oluşabilmesi için ortamda kalsiyumun
bulunması ve sonrada uzaklaştırılması gereklidir.
• Kalsiyumun hızlı şekilde salınması ve geri alınması sarkoplazmik retikulum
tarafından sağlanır.
• Sarkoplazmik retikulum uyarının iletilmesine yardımcı olacak biçimde yaygın
bir tübül ve sisternalar sistemi oluşturmuştur.
• Sarkolemma A-I birleşim yerinde sitoplazma içine doğru derin invajinasyonlar
yapar. Bu sarkolemma çöküntülerine T tübülüs adı verilir. (Transvers tübül)
• T tübül terminal sisternalar ile birlikte üçlü bir yapı (triad) meydana getirir.
P Terminal sisternalar, T tübülleri tarafından getirilen mesaja göre kalsiyumun
pasif olarak salınmasını sağlar.
P Depolarizasyon sona erdiğinde kalsiyum aktif transportla tekrar
sarkoplazmik retikuluma alınır.
Motor son plak (Nöromusküler junction)
• Çizgili kas fibrillerinin akson ile birleştiği noktada bulunur. Akson, NMJ'na
ulaşmadan hemen önce myelin örtüsünü kaybeder. Akson terminali kas
hücresi üzerindeki bir çöküntüye yerleşir. Akson ile kas arasındaki boşluğa
sinaptik aralık denir. Sinaptik aralığa rastlayan kas sarkolemması kas
hücresi içine doğru bağlantı kıvrımları oluşturur.
P NMJ uyarıldığında akson terminalinden sinaptik aralığa Asetil kolin
salınır.
• Asetil kolin reseptöre tutunur ve sarkolemmayı Na+'a karşı geçirgen hale
getirir ve membran depolarizasyonu oluşur.
• Oluşan depolarizasyon sarkolemma boyunca yayılır ve T tübülleri ile
triadlara aktarılır.
51
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
DÜZ İSKELET KALP KASI KARŞILAŞTIRMASI
ÖZELLİK
İSKELET KASI
KALP KASI
DÜZ KAS
Sarkomer
Var
Var
Yok
Nükleus
Multinükleer; periferde
lokalize
Bir (veya iki); santralde
lokalize
Bir, santralde lokalize
Sarkoplazmik
Retikulum
İyi gelişmiş terminal
sisternalar
Çok az; bazı küçük
terminaller
Düz endaplazmik
retikulum (fakat kalsiyum
depolanmasında rol
almaz)
T Tübüller
Var; küçük, triad
yapısına katılır.
Var; geniş, diyad
yapısına katılır.
Yok
Hücreler arası
bağlantılar
Yok
İnterkala diskler
Nexus (gap junctionlar)
Kontraksiyon
İstemli; ‘hep yada hiç‘
İstemsiz; ritmik ve
spontan
İstemsiz; yavaş ve
kuvvetli; ‘hep yada hiç‘
şeklinde değil
Kalsiyum Kontrolü
Terminal sisternada
Kalsekuestrin
Ektraselüler kaynaklı
Kalsiyum
Kavcola
Kalsiyum bağlama
Troponin C
Troponin C
Kalmodulin
Rejenerasyon
Var, satellit hücreler
aracılığıyla
Yok
Var
Mitoz
Yok
Yok
Var
Sinir lifleri
Somatik Motor
Otonomik
Otonomik
Bağ dokusu
Epimisyum, perimisyum
ve endomisyum
Bağ dokusu kılıfları ve
endomisyum
Bağ dokusu kılıfları ve
endomisyum
Görünüm özellikleri
Uzun; silindir - şekilli;
çok sayıda periferik
nükleuslar.
Dallı hücreler; interkala
diskler; basit nükleus
Çizgisiz fuziform
hücreler; tek nükleus
ID:03t031
• T tübüllerinden terminal sisternalar aracılığıyla tüm sarkoplazmik retikuluma
uyarı geçer ve bu uyarı sarkoplazmik retikulumdan sitoplazmaya kalsiyum
salınımına neden olur.
• Kalsiyum aktin üzerindeki myozin bağlama bölgelerini açığa çıkarmak için
Troponin - C ünitesine bağlanır ve bağlı olduğu tropomyozini hareket ettirir,
sonuçta aktin üzerindeki myozin bağlanma bölgeleri ortaya çıkar.
• Kalsiyum iyonlarının troponin-C'ye bağlandığı dönemde myozin başı ATP
ile birleşerek bir kompleks oluşturur.
• Myozin aktin üzerindeki bağlanma bölgesine bağlandığında ATP, ADP ve
Pi'ye dönüşür ve enerji açığa çıkar.
• Açığa çıkan enerji ile myozin başı bükülür ve harekete neden olur. (Aktinmyozin bağlı olduğundan)
• Aktin myozin bağlantısının çözülmesi için myozine yeni bir ATP'nin
bağlanması gerekir.
52
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Kas fibrillerinde kasılma olması için
1. Kalsiyum serbestleşmesi
2. Aktin myozin bağlanma bölgesinin açığa çıkması
3. Myozinin aktine bağlanması
4. Myozin başında enerji açığa çıkması ve bükülme
5. Bağlı aktin-myozinin hareket etmesi
6. ATP harcanarak aktin-myozin bağlantısının çözül-mesi gerekir.
P Eğer ortamda hiç ATP yoksa aktin-myozin bağlantısı stabil hale
gelir. Bu ölümden sonra oluşan rigor mortise neden olur.
• Kalsiyum serbest olarak pasif bırakılır fakat aktif olarak geri alınır.
(Sarkoplazmik retikuluma)
• Sarkoplazmik retikulumda calsequestrin adlı protein kalsiyumu bağlar.
Iskelet kası fibrilleri 3 tipe ayrılır.
1. Kırmızı lifler
2. Beyaz lifler
3. Ara formlar
Kırmızı Lifler; Kırmızı lifler myoglobin ve mitokondrial sitokrom pigmentleri
içerir. Beyaz liflere göre daha yavaş kasılırlar. Fakat uzun süreli güçlü kasılma
özelliğine sahiptir. Mitokondriler beyaz liflere göre çok fazladır. Kırmızı lifler
enerjilerini esas olarak oksidatif fosforilasyondan sağlar. Extremite kasları
bu tiptir.
Beyaz Lifler; Beyaz liflerde myoglobin ve mitokondriyal sitokrom pigmenti
azdır. Beyaz lifler, kısa süreli ani kasılmalarından sorumludur. Mitokondri
sayısı daha azdır. Enerjilerini esas olarak anaerobik yoldan sağlar. Göz
kasları bir örnektir.
KALP KASI
• Kalp kası iskelet kası gibi enine çizgilenme gösterir fakat iskelet kasındaki gibi
uzun hücrelerden oluşmamıştır.
• Kalp kası hücreleri diskus interkalaris adı verilen kompleks yapılarla birbirine
bağlanır ve uzar.
• Kalp kasında kontraksiyon dalgası hücreden hücreye discus interkalarisle
olur.
• Kalp kası hücre bağlantıları (discus interkalaris) şunlardır:
KASILI VE GERİLMİŞ KAS ARASINDAKİ FARKLILIKLAR
Kasın relaks hali ile karşılaştırılması
Band
Kasılı
Gerilmiş
A bandı
Değişiklik yok
Değişiklik yok
I bandı
Kısalır
Uzar
H bandı
Kısalır
Uzar
Z diskler
Birbirine yaklaşır
Birbirine uzaklaşır
Kas iğcikleri
Kısalır
Uzar
Golgilenf organı
Birbirine yaklaşır
Birbirine uzaklaşır
ID:03t045
53
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
- Fasia adherenes (yaygın) (aktin flamentlerin tarafından oluşturulur)
- Macula adherens (desmozom) (kalp kası hücrelerini sıkı tutar)
- Gap junction (nexus) (hücrelerarası iyon transferi yapar)
P Iskelet kaslarında T tübülleri A-I bandı birleşim yerinde iken kalp
kasında Z çizgisi seviyesindedir.
P Iskelet kaslarında bulunan triad kalp kasında bulunmaz.
P Kalp kasında diad bulunur. (T tübül ve tek terminal sisterna)
• Iskelet kasında mitokondriler sitoplazmanın %2'sini doldururken kalp kasında
sitoplazmanın %40'ını doldurur.
• Iskelet kasında hem aerobik hem de anaerobik yolla enerji üretilirken kalp
kasında sadece aerobik metabolizmayla enerji üretilir.
• Iskelet kasında myoblast yapımı için gerekli satellit hücreleri var iken kalp kası
hücrelerinde böyle yeni kas lifleri oluşturacak satellit hücreler yoktur ve kalp
kası rejenere olamaz.
P Atriumdaki kas lifleri ile ventriküllerdeki kas lifleri farklıdır:
- Atriumda T tübülü daha az sayıdadır ve hücreler biraz daha küçüktür.
- Atriumdaki hücrelerin (sağ atriumda çok) sitoplazmasında ANF içeren
granüller bulunur.
• ANF, Na + ve su tutulumu olduğunda böbrekleri etkileyerek ADH veya
aldesteronun tersi görev yapar.
Kalbin bazı bölgelerinde kalp hücreleri özelleşerek iletim sistemini
oluşturur. Bunlar;
’ Sinoatriyal düğüm (SA nod)
’ Atrioventriküler düğüm (AV nod)
’ His hüzmesi
’ Purkinje lifleri
• Kalp kası hücreleri kendi kendine kasılabilme yeteneğine sahiptir.
• Kalbin atım gücü ve sayısı otonom sinir sistemi tarafından düzenlenir.
• Düz kas orijin olarak miyotomal mezoderm'den gelişir.
• Ventrikül purkinje hücreleri glikojen içeriği bol olması tanımasında ayrıcıdır.
SİNİR DOKUSU
• Insandaki sinir sisteminde en az 10 milyar hücre bulunur.
Anatomik olarak sinir sistemi 2'ye ayrılır.
1. Merkezi sinir sistemi (MSS)
2. Periferik sinir sistemi (PSS)
• Sinir dokusu hücreden zengindir ve bu hücreler arası çok az bağ dokusu vardır.
• Sinir dokusu iki farklı hücreden oluşur.
1. Nöronlar
2. Nöroglia hücreleri
Nöronlar direkt olarak kan damarları ile bağlantılı değildir ve kan-beyin bariyeri ile
ayrılmıştır.
• MSS (beyin, beyincik ve m. spinalis) iki yapıdan oluşur.
1. Gri madde nöron (gövdesi ve nöroglia hücrelerinden oluşur)
54
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
2. Beyaz madde (nöron uzantıları ve nöroglia hücrelerinden oluşur)
- Sinir hücresine ’ nöron
- Sinir hücre membranına ’ nörolemma
- Sinir hücre gövdesine ’ perikaryon (soma)
- Sinir hücre fibrillerine ’ nörofibril denir.
• Nöronlar fonksiyonel olarak iki kısıma ayrılır.
1. Perikaryon (soma)
2. Dendrit ve akson
• Akson, sinir hücresinde tek sayıdadır. Uyarıları somadan diğer hücrelere
taşır.
• Dendritler, uyarıyı perikaryona (soma) getiren çok sayıdaki uzantılardır.
• Uzantılarına göre nöronlar 3 gruba ayrılır:
1. Unipolar nöronlar: (pseudo-unipolar nöron)
2. Bipolar nöronlar
3. Multipolar nöronlar
• Unipolar nöronlar embriyolojik gelişim sırasında görülürler.
• Unipolar nöronlar tek bir akson uzantısına sahiptir fakat uzantı somadan çıktıktan
kısa bir süre sonra T şeklinde dallanır (biri perifere diğeri merkeze) Bundan
dolayı pseudo-unipolar nöronda denir.
• Duyu nöronları psödo unipolardır.
• Bipolar nöronlar somanın karşılıklı kutuplarından çıkan bir akson ve dendritten
oluşmuştur.
• Multipolar nöronlar bir akson ile iki veya daha fazla dendritten oluşur ve vücutta
en fazla bulunan nöron tipidir.
• Motor nöronlar multipolar nöronlardır.
Perikaryon
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Perikaryon genel olarak iri bir nükleus içerir.
Sempatik ve duyu ganglionlarında iki nükleus görülebilmektedir.
Nükleolus büyük ve belirgindir.
GER iyi gelişmiştir.
GER sisternaları arasında çok sayıda ribozom bulunur. (Poliribozom)
P GER ve serbest ribozomlar ışık mikroskobunda Nissl cisimcikleri denen
bazofilik granüler alanlar oluşturur. TUS
P Nissl granülleri yalnız perikaryon ve dendritlerde görülür.
Golgi kompleksi nöronlarda oldukça iyi gelişmiştir.
Nöronlarda çok sayıda mitokondri bulunur. Fakat mitokondriler diğer
hücrelere nazaran daha küçüktür.
Mitokondriler perikaryonda bulunduğu gibi akson sonlanma yerlerindede
bol bulunur.
Aksonun hemen hemem tamamı nörofibrillerle doldurulmuştur.
Nörofibriller perikaryonda sentezlenen maddelerin aksona taşınmasında
hücre içi metabolitlerin transportunda görev alır.
MSS'deki perikaryonlar genellikle ayrı ayrı topluklar halinde bulunurlar.
Bu perikaryon topluluklarına nükleus adı verilir. PSS'deki perikaryon
toplulukları da ganglion adını alır.
55
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
Dendritler
• Dendritler, perikaryondan çıkan çok sayıda dikensi sitoplazma çıkıntılarıdır.
Dendritlerde çok sayıda dentritik dallanma yaparak çok sayıda aksonla
sinaps yapma imkanı sağlar. Dendritlerde özellikle perikaryona yakın
bölgelerde golgi kompleksi haricinde ki organellere rastlanabilir.
Perikaryondan çıkan ilk dendritlere primer dendrit adı verilir.
• Primer dendritler de dallanarak sekonder dalları oluşturur.
• Dendritler üzerindeki çok sayıdaki küçük çıkıntılara gemmül (spina) adı
verilir.
• Gemmül (sipina)ler sinaptik bağlantı bölgeleridir.
Aksonlar
• Aksonlar nöronların tek ve uzun uzantılarıdır.
• Perikaryondan akson tepesi denilen bir şişkinlikle ayrılır.
P Akson tepeciğinde GER ve ribozom (Nissl granülleri)
bulunmaz.
• Aksonun plazma membranına aksolemma, sitoplazmasına aksoplazma adı
verilir.
P Aksoplazma Nissl granülleri, golgi kompleksi, yağ ve pigment
damlacıkları içermez.
• Aksonlar myelinli veya myelinsiz olabilirler.
• Myelinli aksonlarda, myelinleşmenin başladığı akson kısmı başlangıç
segmentidir.
• Başlangıç segmenti aksiyon potansiyelinin akson boyunca iletilip
iletilmeyeceğine karar verildiği akson segmentidir.
• Aksonlar sonlanacağı bölge yakınında çok sayıda kolleteral dal verir. Bu
son bölüme telodendron adı verilir.
P Aksonların aynı bölgeye gidenleri birleşerek demetler oluşturur. Bu
demetlere MSS'de tractus, PSS'de ise sinir ismi verilir.
• Aksoplazmada iki çeşit transport vardır.
1. Anterograd (perikaryondan ’ akson ucuna)
2. Retrograd (akson ucundan ’ perikaryona)
P Retrograd transport metabolik artıkların temizlenmesinde işlev
göstermesinin yanında bazı toksinlerin (tetanoz) ve virusların (Herpes,
kuduz vs) yayılımı için önemli bir yol oluşturur.
MYELINLI LIFLER
• Akson perikaryondan çıkıp kısa bir süre çıplak seyrettikten sonra nöron tipine
ve bölgesine göre farklı kılıflarla sarılır.
• Sinir lifi, aksonla birlikte seyreden kılıftan oluşmuştur.
P Sinir lifleri 2'ye ayrılır.
1. Myelinli lifler
2. Myelinsiz lifler
• Periferik sinirler myelin kılıfın dışında bir çok bağ dokusu kılıfıyla daha sarılır.
Bunlar
- Endonöriyum ’ tek bir lifi çevreler
- Perinöriyum ’ bir grup lifi çevreler
- Epinöriyum ’ Dıştan tüm siniri çevreler
56
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• MSS'de ve PSS'de aksonları örten kılıfı yapan hücreler farklıdır.
P PSS'de myelin kılıfı → Schwann hücreleri
P MSS'de myelin kılıfı → oligodendrositler yapar.
• Myelin kılıfı bu destek hücrelerin aksonlar çevresinde defalarca dönmesi ve
sıkışmayla sitoplazmalarının hücre gövdesine itilmesiyle oluşur, başlıca zarlardan
oluşan bir yapı olarak izlenir.
• Kılıfların oluşması sırasında arada sıkışıp kalmış schwann hücre sitoplazma
bölümlerine Schmidt-Lantermann yarıkları denir.
P Myelin kılıfı yer yer kesintiye uğrar bu kesintilere Ranvier boğumu adı
verilir.
• Ranvier boğumları aksonların uzunluğu boyunca yerleşmiş olan komşu
Schwann hücreleri arasındaki boşluklardır.
P Ranvier boğumlarındaki akson SSS'de çıplak iken PSS'de komşu Schwann
hücrelerinin sitoplazmik uzantıları ile kısmen çevrilidir.
• Oligodendrisitler birden fazla aksonun myelinizasyonundan sorumlu iken
Schwann hücreleri sadece üzerinde bulunduğu aksonun myelinizasyonundan
sorumludur.
P MSS'te Schmitt Lantermann yarıkları yoktur. Ranvier boğumları da
görülmeyebilir.
• Organizmadaki liflerin hepsi myelini aynı zamanda kazanmazlar.
P Insanda sinir lifleri ilk oluştuğunda myelinsizdir. Yaklaşık olarak gebeliğin
14. haftasında myelinleşme başlar.
• Iradeye bağlı hareketlerin kontrolünü sağlayan yollarda myelin oluşumu
doğumla başlar ve çocuk yürümeye başlamasına kadar tamamlanır.
• MSS'de ve PSS'de myelinsiz lifler bulunabilir.
P MSS'de myelinsiz akson sayısı daha fazladır.
P Myelinsiz liflerde Ranvier boğumları bulunmaz.
• Myelinsiz liflerde bir çok akson bir Schwann hücresinin membranının yaptığı
çöküntüler içine yerleşmiştir.
• Genel olarak bir aksonunu dendritle veya perikaryonla sinaps yaptığı
görülür.
MSS'deki sinapslar şunlardır:
• akso - dendritik sinaps
• akso - somatik sinaps
• dendro - dendritik sinaps
• akso -aksonik sinaps
• Iskelet kası hücreleriyle motor nöronların aksonları arasında motor son plak
(NMJ) olarak adlandırılan özel sinapslar vardır.
• Kimyasal sinapslarda 3 temel yapı gözlenir.
1. Presinaptik zar
2. Sinaptik aralık
3. Postsinaptik zar
NÖROGLIA HÜCRELERI
• Genel olarak MSS'inde her bir nöron için 10 glial hücre bulunur.
• Ancak bu kadar fazla glial hücre olmasına rağmen sinir dokusunun toplam
hacminin yarısı kadarını oluştururlar.
57
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
PGlial hücrelerin nöronların aksine mitoz yetenekleri vardır.
Nöroglia hücreleri 4 kısma ayrılır.
1. Astrositler, 2. Oligodendroglialar, 3. Mikroglialar, 4. Ependim hücreleri
1. Astrositler
• Glial hücrelerin en büyüğüdür.
• Çok sayıda uzun uzantıları olan astrositler bu uzantılarının kalınlığına göre
ikiye ayrıılr.
1. Fibröz astrosit (beyaz cevher)
2. Protoplazmik astrosit (Gri cevher)
• Fibröz astrositlerin uzantıları uzun ince, asimetrik ve az dallanma
gösterir.
P Fibröz astrositlere spider hücreleride denir.
• Protoplazmik astrositlerin uzantıları kısa, kalın, simetrik ve çok sayıda
dallanma gösterir.
• Astrositler genişlemiş pedikülleri (Vasküler son ayak) ile tüm kan damarlarını
çevreler.
• Astrosit uzantıları kan damarları ve nöronlarla bağlantı oluşturur.
P MSS'deki hasardan sonra, hasar yerinde astrositler prolifere
olurlar ve skar dokusu oluştururlar. (gliozis)
P Astrositler ve oligodendrogliyalar birlikte makrogliya olarak
değerlendirilir.
P Ektodermden gelişir.
2. Oligodendrogliyalar
• Astrositlerden küçük hücrelerdir.
• Oligodendrogliyalar astrositler gibi uzun uzantılara sahip değildir.
P Uzantıları az sayıda ve kısadır.
P Oligodendrogliyalar yaygın olarak yani hem gri cevher hem de
beyaz cevherde bulunur.
• Gri maddede nöron perikaryonuna yakın olarak yerleşmişlerdir.
P MSS'de myelin yapımından sorumludur.
P Fonksiyon bakımından PSS'indeki Schwann hücrelerinin anoloğudur.
• Schwann hücrelerinden farklı olarak birden fazla aksonun myelizasyonuna
katılabilirler.
• Ektodermden gelişir.
3. Mikroglialar
• Mikroglialar beyin makrofajlarıdır.
P Beyinde hasar olduğunda mikroglialar debrisin fagositozundan
sorumludur.
P En küçük glial hücrelerdir.
P Hem gri hem de beyaz cevherde bulunur.
P Diğer glial hücreler gibi ektodermden değil, mezodermden gelişirler.
TUS
4. Ependim hücreleri
• MSS'deki iç boşlukları döşeyen bu prizmatik epitel hücreleride nörogliyalar
içinde değerlendirilir. (Ventriküller ve spinal kordu döşer.)
58
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
NÖROGLIA HÜCRELERININ KÖKENI VE ANA IŞLEVLERI
Glial Hücre Tipi
Kökeni
Yeri
Temel İşlevleri
Oligodendrosit
Nöral tüp
Merkezi sinir sistemi
Miyelin yapımı, elektrik yalıtımı
Schwann hücresi
Nöral tüp
Periferik sinirleri
Miyelin yapımı, elektrik yalıtımı
Astrosit
Nöral tüp
Merkezi sinir sistemi
Yapısal destek, onarım işlemleri
Kan-beyin bariyeri, metabolik degiş
tokuş
Epandim hücresi
Nöral tüp
Merkezi sinir sistemi
Merkezi sinir sisteminin
boşluklarının döşenmesi
Mikroglia
Kemik iliği
Merkezi sinir sistemi
Makrofaj aktivitesi
ID:03t024
• Bu boşluklar BOS ile yıkanır, BOS hareketine yardım eden hareketli silialara
sahiptirler.
P Değişik bölgelerde BOS üretmek üzere modifiye olmuşlardır.
• Modifiye epandimal hücreler ve bunlarla ilişkili kapillerler birlikte boşluğa
sarkarak koroid pleksusları oluştururlar.
• Choroid pleksusları döşeyen epandim hücreleri BOS sentezinden çok
plazmanın süzülüp ventriküle geçmesinden sorumludur.
P PSS'inde gliyal hücrelerden sadece Schwann hücreleri ve satellit
hücreler bulunur.
DUYU SINIR SONLANMALARI
• Duyu sinir sonlanmaları afferent sonlanmalardır.
• Afferent sonlanmalar ağrı, dokunma, basınç, ısı, tat ve koku gibi uyarıları aksiyon
potansiyeli halindeki sinyallere çevirir.
Duyu sinir sonlanmaları şunlardır;
1. Serbest sinir sonlanmaları (ağrı - ısı)
2. Merkel cisimciği (dokunma)
3. Meisner korpuskülü (dokunma)
4. Vater - Pacini korpuskülü (vibrasyon)
5. Ruffini korpuskülü (ısı)
6. Krause korpuskülü (soğuk)
7. Kas iğciği (hareket ve pozisyonda)
8. Golgi tendon organı (Hareket ve pozisyonda)
P Merkel cisimciği kılsız deride stratum spinozumda görülür.
P Meissner korpuskülü dermiste papillalar içine yerleşmişlerdir. Esas
olarak avuç içi, ayak tabanı, parmak ucu, dudak ve meme başında
bulunurlar.
P Meissner korpüskülü serbest sinir sonlanmaları ve Schwann hücreleri
ve bunların etrafını saran fibroblastlar ile kalın kollagen fibrillerden
oluşmuştur.
P Kas iğciği, çizgili kaslarda yer alan kapsüllü bir organdır.
• Kapsülün içinde sıvı vardır ve kas lifleri (intrafuzal lifler) bu sıvı içinde
hareket eder.
59
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Bir çok duyu sinir lifi ise kas iğciğinin içine girer ve burada extrafuzal kas
liflerini oluşturur.
P Golgi tendon organı esas olarak tendonun kasa yapışma yerinde
bulunurlar.
SINIR DOKUSUNUN REJENERASYONU
• Nöronlar bölünmezler ve dejenerasyonları kalıcı kayıp gösterir.
• Periferik sinir lifleri eğer perikaryonları hasarlanmamışsa rejenere olabilir.
P MSS'de nöron kaybı nöroglia ile doldurulur.
P Hasar perikaryonda ise rejenerasyon olmaz.
P Periferik sinir aksonları kesildiğinde, kopan segment dejenerasyona
uğrar buna Wallerian dejenerasyon adı verilir.
• Aksonal hasarda perikaryonda aşağıdaki değişiklik olur.
- Ilk değişiklik kromatolizistir. (Nissl cisimleri bozulur)
- Sonra perikaryon şişer ve nükleus ortadan perifere kayar.
• Wallerian dejenerasyondan sonraki rejenerasyon Schwann hücrelerinin
proliferasyonuna bağlıdır.
• Wallerian rejenerasyonda aksonal tomurcuğun ilerleyebilmesi için Schwann
hücrelerinin tomurcuğun içinden geçecek şekilde prolifere olup rehberlik
yapması lazımdır.
• Aksonal tomurcuk Schwann hücreleri ile birlikte ilerlemezse (günde 3 mm
kadar) efektör organ ile akson bağlantı kuramaz.
• Ganglion sinir hücresi gövdesi ve onların uzantılarını içerir. TUS
• Spongioblastlar; oligodendroglia nöroglia ve astroblasta kaynaklık eder.
60
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
NÖROFİZYOLOJİ VE NÖROHİSTOLOJİ
OTONOM SINIR SISTEMI
RESEPTÖR ÇEŞITLERI
1. ADRENERJIK RESEPTÖRLER (TUS- EYLÜL’87)
(Adrenoreseptörler)
a. alfa-1 reseptörleri
- Düz kasda yerleşmiştir, (bronş düz kası hariç)
- Eksitasyon meydana getirir.
- Norepinefrin ve epinefrine eşit derecede sensitiftir ancak dolaşımda sadece
norepinefrin Alfa reseptörleri uyaracak kadar fazla miktarda bulunur.
- Etki mekanizması: inositol trifosfat (IP3) oluşumu ve intrasellüler [Ca+2] da
artıştır.
b. alfa-2 reseptörler
- Presinaptik sinir uçlarında, plateletlerde, yağ hücre-lerinde ve düz kasda
yerleşmişlerdir.
- Sıklıkla inhibisyon yapar.
- Etki mekanizması: Adenilat siklaz inhibisyonu ve siklik adenozin monofosfatta
(cAMP) azalmadır.
c. Beta-1 reseptörler
- Kalpte yerleşmiştir.
- Eksitasyon yapar.
- Hem epinefrin hem de norepinefrine sensitiftir. Alfa reseptörlerinden daha fazla
sensitiviteye sahiptir.
Etki mekanizması: Adenilat siklaz aktivasyonu ve cAMP üretimidir.
A ve B ADRENOSEPTÖRLERİN ARACILIK ETTİĞİ TEMEL ETKİLER
61
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
SEMPATİK ve PARASEMPATİK SİNİR STİMÜLASYONUNUN ETKİLERİ
Hedef Doku
Sempatik
Parasempatik
Net etki
Sinir uçları
Alfa
Azalmış
salıverilmesi
M2
Azalmış
salıverilme
Azalmış aşırımı
Kan damarları
Alfa
1/2,
Beta 2
Kasılma gevşeme
M3
Gevşeme (EDRF Vazokonstriksiyon,
aracılığıyla)
vazodilatasyon
Bronşlar
Beta 2
Gevşeme kasılma
M3
M3
Kasılma
Salgılanma
Bronkodilatasyon
Bronkokonstriksiyon
Bronkosekresyon
Gastrointestinal
kanal: Sfinkterdışı
Sfinkter salgılar
Beta
1/Alfa 1
Alfa
Gevşeme
Kasılma
M3
M3
M3
Kasılma
Gevşeme
Salgılama
Artmış/azalmış
Motilite ve tonus
Gastrointestinal
sekresyon
M1
Salgılama
Gastrik asit
salgılanması
Salgılanma
Salgı artışı
Düz kas
Paryetal hücreler
Pankreas
Alfa 2
Beta-hücrelerinden insülin
salgılanmasında
azalma
M3
Uterus
Alfa !
Beta 2
Kasılma
Gevşeme
M3
M3
Mesane: detrüsör sfinkter
Beta 2
Alfa 1
Gevşeme
Kasılma
M3
M3
Kasılma
Gevşeme
İşeme
İdrar retansiyonu
Seminal kanal
Vaz deferens
Penis venöz
sfinkteri
Alfa 1
Beta 2
Alfa 1
Kasılma
Gevşeme
Kasılma
M3
Vazodilatasyon
Ejekülasyon
Ejekülasyon
Ereksiyon
Radiyal (iris)
Siliyer kas
Lakrimal bez
Alfa 1
Beta 2
Kasılma
Gevşeme
M4
M4
M4
Gevşeme
Kasılma
Kasılma
Pupil büyümesi/
küçülmesi
Akomodasyon
Gözyaşı salgısı
Kalp
Beta 1
Artmış hız ve
kasılma gücü
M1
Azalmış hız ve
kasılma gücü
Karaciğer
Alfa 1/
Beta 2
Glikojenoliz
Yağ dokusu
Beta 3
Lipoliz
Tükürük bezleri
Alfa 1/
Beta 1
Koyu tükürük
salgılanması
M3
Bol sulu tükürük
salgılanması
Trombositler
Alfa 2
Trombosit agregasyonu
Mast hücreleri
Beta 2
Histamin
salıverilmesinin
inhibisyonu
ID: 08t096
62
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
OSS’DE BAZI ÖNEMLİ ADRENOSEPTÖRLERİN ÖZELLİKLERİ
Reseptör
Yerleşim
G Protein
İkincil haberci
Ana fonksiyonları
α1
Efektör dokular; düz
kas, bezler
Gq
↑ IP3, DAG
↑ Ca+2, kontraksiyona
sekresyona yol açar.
α2
Sinir sonlanmaları, bazı
düz kaslar
Gi
↓ cAMP
↓ Transmitter salınımı
kontraksiyona yol açar.
β1
Kalp kası,
juxtaglomeruler aparat
Gs
↑ cAMP
↑ kalp hızı, ↑ güç; ↑renin
salınımı
β2
Düz kas, kalp kası
Gs
↑ cAMP
Düz kası gevşetir; ↑
glikojenoliz, ↑ kalp hızı, gücü
β3
Adipoz hücreler (yağ
hücreleri)
Gs
↑ cAMP
↑ Lipoliz
D1
Düz kas
Gs
↑ cAMP
Renal vasküler düz kası
gevşetir
ID: 08t183
d. Beta-2 reseptörler
- Damar düz kası, bronş düs kası ve GIS’de yerleşmişlerdir.
- Eksitasyon meydana getirir.
- Epinefrine alfa reseptörlerden daha fazla sensitivite gösterir. Örneğin, adrenal
medulladan küçük miktarlarda epinefrin salındığında, vazodilatasyon (beta2)
meydana gelir, yüksek miktarda epinefrin salındığında ise vazokonstruksiyon
oluşur.
- Etki mekanizması: Adenilat siklaz aktivasyonu ve cAMP üretimi
2. KOLINERJIK RESEPTÖRLER (KOLINORESEPTÖRLER)
a. Nikotinik reseptörler
- Otonom ganglionlarda ve nöromüsküler bileşkede yerleşmişlerdir. Bu iki
bölgedeki reseptörler birbirine benzer ama aynı değildir.
Asetilkolin veya nikotinle aktive edilir.
Eksitasyon meydana getirir.
- Ganglionik blokerler (Örn: hexametonyum, trimetaphan) otonom ganglionlarda
Ach için olan nikotinik reseptörleri bloke ederken nöromüsküler bileşkede
bulunan reseptörleri inhibe etmez.
Etki mekanizması: Nikotonik asetil kolin reseptörleri Na+ ve K+ için birer iyon
kanalıdır.
b. Muskarinik reseptörler
- Kalp, düz kas (Damar düz kası hariç) ve bezler de yerleşmiştir.
- Ach veya muskarinle aktive olur.
- Kalpte inhibitör, düs kas ve bezlerde eksitatör ektki gösterir.
- Atropin Ach için olan muskarinik reseptörleri bloke eder.
Etki mekanizması
1) Kalp SA nod: Adenilat siklaz inhibisyonu ve K+ kanallarının açılması (Spontan
depolarizasyon hızını azaltarak kalp hızını azaltır.)
2) Düz kas ve bezler: IP3 oluşumu ve intraselüler [Ca+2] artışı
63
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
PARASEMPATIK SINIR SISTEMI
-
Parasempatik postganglioner liflerinin yaptığı nöroefektör sinapsta muskarinik
kolinerjik reseptörler vardır.
Muskarinik reseptörler membranı depolarize eder. Reseptörler Ca++ kanalını
açan ya da G proteinini aktive eden reseptörler olabilir.
Gp proteini fosfolipaz aracılığı ile fosfatidil inositol difosfattan inositol trifosfat
(IP3) ve diasil gliserol (DAG) oluşmasına neden olur. DAG protein kinaz C’yi
aktive eder. IP3 ise endoplazmik retikulumdan Ca++ salınmasına neden
olur (TUS-Nisan’94).
Gi proteini kalpte K+ kanallarını açarak hiperpolarizasyon yapar bu da sinus
nodu ve atriyoventriküler nodda inhibisyon yapar.
Parasempatik stimülasyonun bazı etkileri şunlardır (TUS-Eylül'00,
Eylül'01);
• Göz, pupilla ve silier kaslarda konstriksiyon
• Bezler nazolakrimal,parotis, submandibular ve gastrik sekresyonlarda
artış
• Kalp; kasılma gücünde azalma, kalp atım sayısında azalma, A-V iletide
yavaşlama
• Akciğer; bronşlarda konstriksiyon, kan damarlarında dilatasyon ve
sekresyonlarda artış
• Barsaklar; lümende peristaltizm ve tonus artışı, sfinkterde gevşeme
• Safra yolları; kasılma
SEMPATIK SINIR SISTEMI
• Sempatik sinir sistem de alfa, beta reseptörleri ve bunlarında alt tipleri vardır.
• Beta reseptörleri: Gs proteinlerine bağlıdır ve adenilat siklaz aktivasyonu ile
cAMP (siklik AMP) artışına neden olur.
• Alfa1 reseptörleri: Gs proteini ile de fosfolipaz c’yi aktive eder.
• Alfa2 reseptörleri: Gs, Gk proteinlerine bağlıdır. Gs ile Ca++ kanalını açıp
eksitasyon yapar. Gi ile adenilat siklaz inhibisyonu olur. Gk ile K+ kanalını
aktive edip inhibisyon yapar. Sempatik sinir siteminde nörotransmitter olarak
norepinefrin kullanılır. Alfa ve beta reseptörlerine affinite duyar. Norepinefrin
uptake’e uğrayarak ve etrafa difüze olarak ortadan kaldırılır.
Enterik Sinir Sistemi
-
Sempatik ve parasempatik sistemden uyarı alırlar. Gastrointestinal sistemin
salgı fonksiyonu ve peristaltik hareketlerinin kontrolünü sağlar. Sistem
nonkolinerjik nonadrenerjiktir.
Santral sinir sistemi sinapsları
• Sinir hücreleri arasındaki sinapslar aksoaksonik, aksosomatik, aksodentritik,
dentrodentritik veya somasomatik olabilir.
• Bulbus olfaktoryus ve retinada elektriksel sinaps vardır. Bu sinaps iki yönlü
iletim yapar. Membranlar arası mesafe 3,5nm’dir ve gap junction ile iki
hücre sinapsta birbirine bağlanır. Santral sinir sisteminde sık karşılaşılan
sinapslardan değildir. Bu tip sinapslar kalp kası ve düz kasda çok bulunurlar.
Santal sinir sistemi sinapsları çoğunlukla kimyasal sinapslardır.
64
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Nörotransmitter presinaptik membrandan salınır. Post sinaptik
membranında hem inhibitör eksitatör reseptörler vardır. Eksitatör
reseptörler membranında eksite edici postsinaptik potansiyele (EPSP)
neden olur. Her ikisi de iletilemeyen lokal potansiyellerdir.
EPSP’lerin summasyonu ile aksiyon potansiyeli elde edilir. Summasyon 2
tip olur:
1) Zamansal (temporal, successive): EPSP’lerden biri silinmeden diğer bir
uyarının gelmesi ile oluşan summasyon tipidir.
2) Uzamsal (simultan, Spatial) bir çok sinir aynı anda depolarizasyon yaparca
oluşur.
• Aksiyon potansiyeli post sinaptik nöronun başlangıç segmentinde başlar. Çünkü
burada eşik potansiyeli düşmüştür.
Postsinaptik inhibisyon: Inhibitör nörotransmitterler ile postsinaptik nöronda
meydana getirilen hiperpolarizasyondur.
Uzun süreli potansiasyon (long term potentiation): Sinapsda protein sentezini
içerir.
Presinaptik inhibisyon: Inhibitör nörotransmitter ile presinaptik nöronda meydana
getirilen negatif potansiyeldir. Presinaptik membrandan salınan vezikül sayısı
aksiyon potansiyelin geriliğine bağlı olduğundan presinaptik inhibisyonla salınan
vezikül sayısı azaltılmış olur. Sonuçta postsinaptik nöronda EPSP düşük bir değerde
olur. Presinaptik inhibisyonda aksoaksonik bağlantı vardır.
65
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
OTONOM SİNİR SİSTEMİNİN DÜZENLENİŞİ
66
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
Test edilen fonksiyon
MOTOR FONKSİYON
Kas
Medulla
Spinalis
Segmenti
Sinirler
Pleksus
C 1-4
Servikal
Servikal
C 3-5
N.phrenicus
Omuz Kavşağı ve Serbest Üsttüraf
Boyun fleksiyonu
Boyun ekstansiyonu
Boyun rotasyum
Derin boyun kasları (m. scm
ve m.trapeziusta katılır)
Boyunun laterale bükülmesi
Üst toraksın elevas yonu
Mm.scaleni
Inspirasyon
Diaphragma
Kolun arkadan öne adduksiyonu
M.pectoralis major minor
Omuzun öne doğru itilmesi
M.serratus anterior
C 5-7
N.thoracicus longus
Scapula'nın elevasyonu
Scapula'nın elevasyonu ve medial
adduksiyon
M. levator sacpulae
C 3-5
N.dorsalis scapulae
Kolun abduksiyonu
M. supraspinatus
C 4-6
Kolun rateral rotasyonu
M. infraspinatus
C 4-6
N. suprascpularis
Kolun medial rotasyonu
M. latissimus dorsi, m.teres
major ve m. subscapularis
C 5-8
N. subscapularis (fasciculus posterior'dan)
Kolun abduksiyonu
M. deltoideus
C 5,6
Kolun lateral rotasyonu
M. teres minor
C 4,5
Önkolun fleksiyonu
M.biceps brachii
C5,6
M.coracobrachialis
C5-7
C5-8-T1
Önkolun supinasyonu
Kolun adduksiyonu
Önkolun fleksiyonu
Önkolun fleksiyonu
Elin ulnar fleksiyonu
Tüm parmakların fleksiyonu (baş
parmak hariç)
Başparmak metakarpının adduksiyon
Küçük parmağın abduksiyonu
Küçük parmağın oppozisyonu
Küçük parmağın fleksiyonu
Proksimal falanksın feleksiyonu, distal
2 flanaksın ekstensiyonu, parmakların
abduksiyon ve adduksiyonu
Önkolun pronasyonu
Elin radial fleksiyonu
Elin fleksiyonu
Işaret parmağının, orta parmağın, Elin
fleksiyonu
Baş parmağının terminal falanksının
fleksiyonu
Işaret parmağının terminal flanaksının
fleksiyonu
Elin fleksiyonu
M.brachilialis
M.flex, carpi ulnaris
K.flex, digit. profundus
(ulnar bölümü)
M. adductor pollicis
M. abductor digiti minimi
M. opponens digiti minimi
M. flex. digiti minimi
Mm. interossei
Nn. pectorales
Brakial
N.axillaris (fasciculus
posterior'dan)
N. musculocutaneus (fasciculus
lateralis'ten)
C 5,6
C7,8:T1
C 7,8:K1
C 8,T1
C8,T1
C7,8;T1
C7,8;T1
N.ulnaris (fasciculus
medialis'ten)
C8,T1
C6,7
C6,7
C7,8;T1
M. flex. digit superficialis
C7, 8;T1
M. flex. pollicis longus
C7, 8;T1
M.flex digitorum profundus
(radial bölümü)
C7, 8;T1
M.medianus (CD, 7
fasc.lat.'ten, C8 T1
fasc.medialis'ten)
ID: 01t009
67
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
SINIR LIFLERI TIPLERININ KARAKTERISTIK ÖZELLIKLERI
Lif tipi
İşlevi
Duyu lif tipleri ve örnekleri
Çap
İletim
A-alfa
Propriyosepsiyon, somatik
motor.
Ia Kas iğciği afferrentleri
Çok büyük
Çok hızlı
Ib Golgi tendon organı
Çok büyük
Çok hızlı
A-beta
Dokunma, Basınç
II Kas iğciği, dokunma, basınç
Orta
Orta
A-gama
Kas iğciklerine motor
nöronlar
-
Orta
Orta
A-delta
Ağrı, Soğuk, Dokunma
III Ağrı, soğuk ve dokunma
reseptörleri
Küçük
Orta
B
Preganglionik otonom
-
Küçük
Orta
C-arka kök
Ağrı, sıcaklık ve bazı
mekanik algılamalar
IV Ağrı,sıcaklık ve diğer reseptörler Çok küçük
C-sempatik Postganglionik sempatikler
-
Çok kücük
Çok yavaş
Çok yavaş
ID:02t010
-
GABA santral sinir sisteminde en yaygın inhibitör nörotransmitterdir.
GABAA reseptörleri Cl- geçirgenliğini GABAB reseptörleri K+ geçirgenliğini
arttırır. Glisin medulla spinalisdeki primer Inhibitör nörotransmitter’dir ve
Cl-geçirgenliğini arttırarak etkisini gösterir. TUS
• Reseptörlerden uyarılar afferent liflerle santral sinir sistemine iletilir:
- En kalın afferent lifi grup 1 lifleridir. En hızlı ileti la liflerdir. (TUSNisan’93)
- Kas iğciği reseptörünün efferent innervasyonunu: A gama sinir
lifleri yapar.
- En ince afferent sinir lifi grup C’dir. En yavaş iletide bu grupta olur
(TUS-Eylül’87).
- C grubu lifler hariç tüm lifler myelinlidir.
Reseptörler adaptasyona göre 2’ye ayrılır:
• Tonik reseptörler, uyarana yavaş cevap verir ancak geç adapte olur.
• Fazik reseptörler: uyarana hızla cevap verir ancak hızlı adapte olur.
• Adaptasyon iki yolla oluşturulur: Uyaranın uyarısına rağmen reseptör
potansiyeli oluşmaması ve direk aksiyon potansiyeli oluşmaması.
DUYU SİSTEMLERİ
DERI DUYULARI
• Deri duyuları ağrı, sıcaklık, soğukluk ve mekanik duyularıdır.
• Deride en çok bulunan reseptörler ağrı reseptörleridir.
• Derinin şekli değişmedikçe basınç duyusu alınamaz. Deği duyusu oluşmadan
basınç duyusu oluşturulamaz. Ancak basınç duyusu oluşturulmadan deği duyusu
oluşturulabilir.
Mekanik Duyu: Vibrasyon, basınç ve deği duyularını kapsar.
68
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
Vibrasyon: Pacini korpüskülü ile alınır. Pacini korpüskülü kapsüllüdür ve fazik
bir reseptördür.
Basınç: Ruffini korpüskülü ile alınır. Kapsüllüdür. Tonik çalışır. Eklemlerde ve
derin dokularda daha fazladır. Eklemlerin dönme derecesini tayin eder.
Deği: Meissner cisimciği ve merkel diskince alınır. Meissner iki nokta duyusundan
sorumludur. Faziktir ve tüysüz bölgelerdedir. Merkel diski toniktir ve sürekli temas
halindeki deği duyusunu alır, hem tüylü hem tüysüz bölgelerdedir. Meissner
uyaranın hızını alır. Her iki reseptörden uyarı tip II lifleri ile taşınır.
Sıcaklık duyusu: Sıcak ve soğuk duyuları farklı reseptörlerle algılanır. Bunlar
termoreseptörlerdir.
- Sıcaklık reseptörleri 30 °C da aktiviteye başlar 47 oC’da aktivite biter.
- Soğuk reseptörleri 15 °C’de aktiviteye başlar, 42 oC’de aktivite sonlanır.
45 derece üstünde ağrı ve ısı beraber hissedilir.
- Sıcaklık nötral durumda (31-36 °C) iken adaptasyon olur ve sıcaklık
duyulmaz. Ancak bu durum sıcaklık değişmelerine en hassas durumdur.
- 30 °C altında sadece soğuk 42 °C üstünde sadece sıcak reseptörleri
çalışır.
- Beyne uyarılar tractus spinotalamikus lateralisle iletilir.TUS
Ağrı: Organizmayı zararlı uyaranlara karşı korur. Iki tip ağrı lifi vardır. A delta ve C
lifleri. A delta hızlı ileti yapar ve lokalizasyon tam olarak saptanır, myelinli bir liftir. C
lifleri ise myelinsizdir, yavaş ileti yapar ve lokalizasyon tam olarak saptanamaz.
- Ağrı beyne spinotalamik yolla iletilir. Hızlı ileti korunma için gereklidir.
Ağrılar çeşitli reflekslerin doğmasına neden olur.
- Akson reflexi ve ağrı duyusunda rol oynayan başlıca madde: Substance
- P’dir.
Viseral ağrı: Iç organların beyinde projeksiyonu olmadığı için ağrı deride
algılanır.
Topognozis deriye uygulanan basıncın yerini bilme yeteneğidir.
Iki nokta duyusu: Deriye iki uyarı uygulandığında iki ayrı uyarı olarak
algılanabildiği minimal uzaklıktır. Iki nokta duyusu en fazla dildedir. Vücutta
medial kısımlar ve hareketli kısımlar bu duyuya daha hassastır.
Steregnozis: Bir cisme dokunarak tanıma duyusudur. Yani bir hacim tanıma
duyuşudur.
- Tüm deri duyuları talamus tarafından algılanır. Fakat serebral korteksde
yorumlanır.
IŞITME DUYUSU
• Ses, cisimlerin oluşturduğu uzunlamasına dalgalardır. Ses iletimini moleküllerin
dalgalanması sağlar. Molekül yoksa ses iletilemez.
• Sesi ileten cisimlerdeki molekül yoğunluğu arttıkça ses hızı artar. Ses havada
340, suda 1415 m/sn. hızla ilerler.
• Sesin frekans birimi hertz (hertz-Hz) şiddet birimi desibel (dB)dir.
-Sesin perde (yükseklik), şiddet ve tını (kalite - tonu) olmak üzere 3
özelliği vardır.
• Sesin frekansı arttıkça ses tizleşir azaldıkça tizliği azalır.
69
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
KRANIAL SINIRLER
Sinir
Orjin
Dağılım
Fonksiyon
I. Olfactorius
(duyu)
Burun mukozasında
bulunan regioolfactoriadaki bipolar
ganglion hücreleri
Bulbus olfactorius içerisinde
mitral hücrelerde sonlanır.
Koku alma
II. Optic
(duyu)
Retinanın ganglion
tabakasında bulunan
multipolar ganglion
hücreleri
Süperior kollikulus ve
talamusta lateral geniculatda
sonlanır.
Görme, lens ayarı ve pupil
kontraksiyonu ile oluşan odaklama
refleksinin afferentleri
III. Oculomotorius
(Motor)
Mesencephalon
Obliqus superior ve rectus
lateralis kasları dışında gözün
diğer dış kasları ve otonomik
olarak ciliaris ve sphincter
pupilla kasları
Göz hareketleri, pupil
kontraksiyonu ve akomodasyon
IV. Trochlearis
(motor)
Mesencephalon
Sadece obliqus süperior
innervasyonu
Göz hareketleri (Aşağı ve lateral)
V. Trigeminus
Ophtalmicus
(duyu)
Başın ön kısmı ve
gözler
Başın ön kısmı ve gözler
Kornea üst nazal kavite başın ön
kısmı, kononktiva veya lakrimal
bezden duyular taşır.
Maxillaris
(duyu)
Maksiller bölgesi
Maksiller bölge
Farinksin bazı bölümleri damak,
nazal kavite mukozası, üst dişler
, üst dudak ve yanak duyularını
taşır.
Mandibularis
(Karışık)
Duyu: Mandibular
bölge
Motor:Pons
Duyu: Mandibuler bölge
Motor : Çiğneme kaslarını
inerve eder.
Duyu : dil(tat harici) alt dişler alt
çene ve derisinden duyular taşır.
Motor: çiğneme
VI. Abducens
(motor)
Caudal pons
Rectus lateralis kasını inerve
eder.
Gözde abdüksiyon (lateral hareket)
VII. Facialis
(karışık)
Pons
Duyu:Tad tomurcuklarını iner
ve çıkar.
Motor: Yüzün mimik kaslarını
ve otonomik olarak tükrük ve
lakrimal bezleri inerve eder.
Duyu: Tat alma
Ganglion spirali
İç kulak cohleası
Duyma
Ganglion vestibuli
İç kulakta semisirküler
kanallar, utrikulus ve sakkulus
Denge
9.
Glossopharyngeus
(Karışık)
Medulla Oblangata
Duyu: Dilde arka üçte birin
tad duyusu ve üst farinksin
duyusunu taşır.
Motor: Stylopharyngeus
kasını inerve eder ve
otonomik olarak parotid
bezini stimüle eder.
Tad duyusu ve dilin diğer duyuları
10.Vagus
(karışık)
Medulla oblangata
ve servikal spinal
kord.
Kardiyovasküler, sindirim
siste-mi, solunum sistemi
düz kasları, kardiyak kaslar
ve yumuşak damağın istemli
kasları
Yutma, kan basıncı ve kan oksijen
ve karbondioksit düzeylerini izler
11.Accessorius
(Motor)
Medulla oblangata,
servikal spinal kord.
Sternokleidomastoid,
trapezius ve larinks kasları
Ses düzenlemesi (larinks) kafa ve
omuz hareketi
12.Hypoglossus
(motor)
Medulla oblangata
Dil kasları
Konuşurken ve yutarken oluşan dil
hareketleri
VIII.
Vestibulocohlearis
Cohlea
(acusticus) (duyu
Vestibularis
(staticus)(duyu)
Motor: Tükrük ve gözyaşı salgısı
yüzün mimik hareketleri
Tükrük sekresyonu ve yutma
ID:02t008
70
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Şiddet kulak zarının cm2’ne yapılan basınca bağlıdır. Üstün seslerin oluşturduğu
özellik sesin tonudur.
• Işitme ses dalgalarının iç kulaktaki reseptörlerde aksiyon potansiyeline
dönüştürülüp ilgili beyin bölgelerinde algılanmasıdır.
• Ses için eşik basınç 0.0002 dyn/cm2 yani O (sıfır) desibeldir. Konuşma 40-60
dB arası şiddetle algılanır. Insan kulağı 20-20.000 Hz’lik seslere hassastır.
Yaşlandıkça işitme sınırlarında değişme olur. Alt sınır artar, üst sınır azalır.
Kulak dış, orta ve iç kulak olarak 3 bölümden oluşur:
•
•
•
•
•
•
•
•
Dış kulak: Aurikula ve meatus akustikus externus’dan oluşur. Aurikula ses
toplama için önemli değildir. Ancak sesin kaynak ve lokalizasyonunu saptamak
için önemlidir.
- Iki kulağın uyarılma zamanları arasındaki fark 0.00003 sn’ye kadar
olursa ses yönü tayin edilebilir. Bunun altındaki değerlerde ses her
yerden geliyor gibi duyulur. Ses kaynağının ilik ile yaptığı açı 3° olana
kadar sesin geldiği yön tayin edilebilir.
Orta kulak: Kulak zarı ve kemikçiklerden oluşur.
- Kulak zarındaki titreşim sırasıyla malleus, incus ve stapesden geçer ve
bu sırada kaldıraç prensibi ile bir miktar amplifiye olur.
- Kulak zarı 55 mm2dir. Oval pencere 3.5 mm2’dir. Bu nedenle ses
burada 17 kat artar ve kemikçiklerle beraber toplam ses 20 kat
amplifiye olmuş olur. Bu amplifikasyon 2000-3000 Hz arasında
maksimumdur. 20 Hz altı ve 20.000 Hz üstünde amplifikasyon
olmaz.
- Östaki borusu timpan zarın iki tarafındaki basıncı eşitler.
- Bu bölümdeki M. tensor timpani ve M.stapedius kasları ses şiddetini
azaltır ve iç kulağı zararlı seslerden korur.
Iç kulak iki kesimdir. Kemik labirent ve zar labirent. Zar labirent kemik
labirentin içindedir. Zar labirent içinde K+ dan zengin endolenfa, zar dışında
Na++dan zengin perilenfa denen sıvılar vardır.
- Kohlea 3 kısımdan oluşur. Ductus cochtearis, scala vestibuli (Vestibuler
membran) ve scala timpani.
Scala vestibülü ve scala media arasında Reisner membranı vardır.
Scala media ve scala timpani arasında membrana bazillaris vardır. Içinde korti
organını bulundurur.
Scala vestibuli ve scala timpani içinde perilenfa vardır.
Oval pencere scala vestibuli ile yuvarlak pencere scala timpani ile irtibatlıdır ve
her ikiside zarla kapalıdırlar. Oval pencereye stapesin tabanı oturur.
Corti organı yukarıya doğru titreşirse siller limbustan uzaklaşır ve depolarizasyon
olur. Depolarizasyonda K+ kanalı açılır ve K+ hücreye akar.
Korti organı aşağıya doğru titreşirse siller limbusa yaklaşır ve hiperpolarizasyon
olur. Bu durumda K+ kanalları kapanır ve tüylü hücre hiperpolarize olur.
Depolarizasyonda hücreye Ca++ girer ve sinaptik salınımla afferent lifler uyarılır.
Tek işitme siniri lifi tek bir tüylü hücreyi inerve eder.
Tüylü hücreler, iç tüylü hücre ve dış tüylü hücre diye ayrılır. Dış tüylü hücre sayısı
çok daha fazladır. Yüksek frekanslı sesler baziller membranın bazalini, düşük
frekanslı sesler baziller membranın apeksini titreştirir.
71
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Ses şiddeti ne kadar fazla olursa baziller membranın daha geniş kısmı uyarılır
sonuçta sinir lifinde deşarj frekansı artar ve beyne giden uyarı artar. Bu yolla
gelen ses şiddeti anlaşılabilir.
• Iç kulağa ses 3 yolla gelir: Kemikçikler ile, orta kulaktaki hava ile ve kafa
kemikleri ile.
- En iyi işitme kemikçikler ile olur, buna fizyolojik yol denir.
• Hava yolu ile iletimde, hava üzerinden iletim sağla dB’lik işitme kaybı
olur.
• Kafa kemikleri ile iletimde 40 dB ses kaybı olur, insan kendi sesini bu yolla
duyar, bu iletimin kalitesi düşüktür.
Sağırlık iki tiptir: Ileti tipi ve sinirsel tip;
• Ileli tipinde, ortada ya da dış kulakta problem vardır. Tedavi edilebilir.
Kemikçikle olan iletim normal, hava yolu ile olan iletim bozulmuştur.
• Sinirsel tipte iç kulakta problem vardır. Reseptör yada işitme siniritide hasar
vardır ve tedavisi zordur. Kemikçik yolu ile ve hava ile iletim yüksek frekanslı
sesde arızalı ise baziller membranın tabanında sorun vardır.
• Nistagmus: Dönüşün başlangıç ve bitişinde gözde görülen tipik sıçrama şeklinde
ani harekete denir. Klinikte beyin sapı lezyonu bulunan hastalarda dinlenme
anında da görülür.
GÖRME DUYUSU
• Göz intraembriyonel dönemde prozen cephalon’dan gelişir. (TUS-Eylül’96)
• Işık belli sınırlar içindeki elektromagnetik radyasyon frekanslarıdır. Görülebilen
ışık 400-800 A°’dur.
• Göz; ışığı retinada toplayan kırıcı ortamlar, reseptörler ve beyne iletimden
sorumlu sinirlerden oluşur.
• Kırma birimi diyoptridir ve 1/f tir. Gözün odak noktası fovea centralistir. Göze
6 metreden yakın gelen ışınlar dağılarak girer. 6m üstü mesafeden gelenler
paralel girer. Paralel ışınlara sonsuz ışınlar denir.
• Gözde kırma ortamları : Hava ile korneanın ön yüzü, korneanın arka yüzü
ile aküoz humor, aküoz humor ile lensin ön yüzü, lensin arka yüzü ile corpus
vitrozumdur. Gözde en kırıcı ortam hava ile kornea ön yüzü arası,
yani korneadır. Kornea +40 dioptrilik kırma gücüne sahiptir (TUSNisan’91).
• Gözün akomodasyonsuz kırma gücü +59 dioptridir. Buna statik kırılma
denir.
• Merceğin kırma gücü +12 Dioptridir. Lensin kırma kuvveti korneanın tersine
ayarlanabilir ve bu işleme akomodasyon denir.
• Mercek asıcı bağlarla asılmıştır ve bunlar merceği gergin tutar M. ciliaris bu
bağların gerginliğini azaltır ve lensin kalınlaşmasına neden olur. M.ciliaris
kasılınca lensin kırıcılığı artar.
• Akomodosyondan sorumludur. Hipermetroplarda daha fazla akomodasyon
olduğundan siliar kas bu kimselerde daha fazla gelişmiştir. Asıl akomodasyonu
M.ciliaris’in dairesel lifleri yapar.
• Akomodasyon; Gözün kırma gücünü değiştirmesine verilen isimdir. Dinamik
kırılmada denir. 3 bileşeni vardır : Lensin kırma kuvvetinin artması, pupilla
konstriksiyonu ve konverjans (gözlerin içe bakması)
72
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
KORNEANIN TABAKALARI
Tabaka
Özellik
Korneal epitel
Korneanın ön yüzü(havayla temas eden) nonkeratinize çok katlı squamoz
epitel. Birçok serbest sinir sonlanması yüksek regenerasyon kapasitesi
bulunur.
Bowman membran
Bazal membrandır.
Stroma
Korneanın kalın tabakası kollagen Tip 3 ve 4 içerir.
Decement membran
Bazal membrandır.
Korneal endotel
Korneanın arka yüzü (akoz hümorale temas eder) Kornea ve aköz hümör
arasındaki metabolik değişikliklere cevap verebilir. Tek katlı squamaz
epitel.
ID:03t055
• Akomodasyon kuvveti çocukta +12 Dioptridir. Bu değer çocuklarda en fazladır
ve yaşla azalır. Yani akomodasyonla maksimum +71 D kırma sağlanır.
• Akomodasyon kuvveti en fazla 40-50 yaş arasında azalır.
• Yakın nokta cismin net görülebildiği en yakın uzaklıktır. Yakın nokta 8 cm
kadardır. Miyoplarda yakın nokta göze yakın hipermetroplarda uzaktır.
• Uzak nokta gözün, cismi akomodasyonsuz görebildiği en uzak noktadır. Bu
nokta gözden 6 m uzaktadır.
AKOMODASYON VE KIRMA KUSURLARI
Akomodasyon:
• Cismin göze uzaklığı değiştiğinde görüntünün retinada kalması için gözün
optik sisteminde oluşan değişikliklerdir.
• Akomodaşyondan m. cjliaris sorumludur.
Akomodasyonu sağlayan olayları başlatan uyarılar
• Kromatik aberasyon
• Her iki retinadaki görüntünün merkezi uyum durumu
• Fovea çevresindeki net olmayan görüntünün merkezi uyum durumu
• Lens kırılıcılığındaki spontan titreşimler
Akomodosyonda rol olan olaylar: 1. Lensin kırıcılığının değiştirilmesi, 2.
Göz eksenlerinin konverjansı, 3. Pupil çapının küçültülmesi
Kırma kusurları:
• Normal göze emetrop denilir.
Miyop: Yakını görmenin net, uzaklığı görmenin bulanık olduğu durumdur.
Lensin kırıcılığı artmış veya ön arka çapı uzamıştır (TUS-Nisan’02).
Hipermetrop; Uzağı görmenin net, yakını görmenin bozuk olduğu
durumdur. Lensin kırıcılığı azalmış yada göz küresinin ön arka çapı
küçülmüştür.
Prespiyopi; Akomodasyon gücünün yaşla beraber azalmasıdır. Lensin
elastikiyetinin kaybetmesi sonucu oluşur. TUS
Astigmatizma; Kornea veya lensin ya da her ikisinin birden yatay ve
düşey düzlemlerdeki kırıcılığının farklı olmasıdır. Tedavisinde silindirik
camlar kullanılır. (TUS-Eylül’96).
73
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
INSÜLİN SEKRESYONUNUN REGÜLASYONU
Artmış insülin sekresyonunun nedenleri
Insulin sekresyonunu azaltan faktörler
Artmış kan glukozu
Azalmış kan glukozu
Artmış amino asitler (arjinin, lizin, lösin)
Somatostatin
Artmış yağ asitleri
Nörepinefrin epinefrin
Glukagon
(alfa reseptörler)
GIP
Ach
GH, kortizol
ID:02t047
Göz dibi
• Göz dibinde iki önemli nokta vardır. Papila nervi optici ve macula lutea.
Papille nervi opticiden göze giren çıkan damarlar geçer. Burada basil ve
koni yoktur. O nedenle kör nokta denir.
• Papilla nervi optici (optik disk)nin 3 mm temporalindeki maculla lutea (fovea
sentralis) tir. Burası gözün net görme yeridir. Burada koni çok fazladır ancak
basil yoktur ve gözdeki en büyük rezolüsyon alanı burasıdır. Optik disk
ganglion hücrelerinin aksonlarının optik siniri oluşturmak üzere retinayı
deldiği noktadır.
• Retinada pigment hücreleri, reseptör hücreler, ganglion hücreleri, müller
hücreleri ve lokal devre nöronları vardır.
• Retinada horizantal hücrelerin aksonu “Rod” hücreleri ile sinaps yaparlar
(TUS-Eylül’92).
• Lokal devre nöronları horizontal hücreler ve amakrin hücrelerdir.
• Müller hücresi bağ ve destek hücresidir.
• Pigment hücreleri dağınık ışığı absorbe eder ve reseptör hücrelerden
dökülen diskleri fagosite eder.
• Optik retina, fotosensitif hücreler olan koni ve basillerden oluşan
bir dış tabaka, koni ve basilleri gangliyon hücreleri ile birleştiren
bipolar nöronlardan oluşan bir orta tabaka ve beyine aksonlarını
gönderen ve dendritleri ile bipolar hücrelerle temas sağlayan
ganglion hücrelerinden oluşan bir iç tabakadan meydana gelir.
Koni ve basil tabakasıyla bipolar hücreler arasında sinapsların gerçekleştiği
dış pleksiform ya da sinaptik tabaka bulunur. Bipolar hücreler ile ganglion
hücreleri arasında sinapsların kurulduğu tabakaya ise iç pleksiform tabaka
denir.
Reseptör hücreler:
• Basil ve koni olarak iki tiptir. Her iki hücrede çeşitli segmentlerden
oluşmuştur. Dış segment, iç segment, hücrenin bedeni ve reseptör terminali
bu kısımlardır. Iç segmentte mitokondri çok fazladır, hücre bedeninde
çekirdek vardır ve sürekli yenilenir.
’ Basiller düşük ışık şiddetine duyarlıdır ve gece görmeden sorumludur
(TUS-Eylül’94).
’ Koniler yüksek ışık şiddetine duyarlıdır ve gündüz görmeden
sorumludur.
’ Retinada basiller periferde koniler merkezdedir.
74
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
Koniler üç tiptir:
’ Kırmızı koniler en çok kırılan ışık olan kırmızıya duyarlıdır. Mavi koni en az
kırılan ışık olan maviye duyarlıdır. Diğer koni ise yeşil konidir.
• Karışık renkler bu üç koninin her birindeki algılamaya bağlıdır.
• Alaca karanlığa adaptasyondan basil hücresi sorumludur. Bu hücre de rodopsin
vardır ve rodopsin miktarı ne kadar artarsa gece o kadar iyi görülür. A vitamini
eksikliğinde rodopsin sentezlenemez ve gece körlüğü (hemerotopi) oluşur.
Görme elektrofizyolojisi (TUS-Nisan’96)
• Reseptör hücrelerde –40 mV’luk istirahat potansiyeli vardır. Göze ışık
düşünce 11 cis. Rodopsin fotoizomerize olur. Sonuçta oluşan metarodopsin
II, transdusini uyarır. oda cGMP miktarında düşmeye neden olur. Na+
kanalları kapanır ve hücre hiperpolarize olur.
• Reseptör üzerinde ışık olmazsa reseptör hücresi depolarize olur ve inhibitör
nörotransmitter salınır, sonuçta bipolar ganglion hücresi inhibe olur.
• Reseptör hücrelerde –40 mV’luk istirahat potan-siyeli vardır. Göze ışık
düşünce 11 cis. Rodopsin fotoizomerize olur. Sonuçta oluşan metarodopsin
II, transdusini uyarır transdusinde fosfodiesteraz enzimini aktive eder
sonuçta cGMP miktarında düşmeye neden olur. Na+ kanalları kapanır ve
hücre hiperpolarize olur. Sonuçta; sinaptik transmitter salınımında azalma
ve bipolar hücreler ile diğer nöral elemanlarda yanıt oluşturur. TUS
• Reseptör üzerinde ışık olmazsa reseptör hücresi depolarize olur ve inhibitör
nörotransmitter salınır, sonuçta bipolar ganglion hücresi inhibe olur.
• Ganglion hücresi reseptif olanları on-merkez, off-çevre ve off-merkez
on-çevre organizasyonuna sahiptir. On olan kısımlar ganglion hücrelerini
eksite, off olan kısımlar ganglion hücrelerini inhibe eder.
• Ganglion hücresi aksonları optik siniri yapar. Optik sinirde nazal bölgeden
gelen lifler kiazma opticumda çarplazlaşır. Daha sonra traktus opticus ile
iletim devam eder. Iletilen uyarılar beyinde 17.-18.-19. merkezlerde
yorumlanır.
Art görüntü:Cisim uzaklaşmış olsada görüntünün kısa bir süre devam
etmesine denir. Aynı renk ve aydınlıkta ise pozitif art görüntü, farklı aydınlık
ve renkte ise negatif art görüntü denir.
Skotopik görme: Karanlıkta önce hiçbir şey görülmez. Daha sonra önce koni
ardından basiller adapte olarak bir miktar görmeyi sağlar.
• Görme yeteneğinin olmadığı retina bölgesine skotom denir. Kör
nokta fizyolojik skotomdur. Skotom görmeyi engelleyebilir ya da
engellemeyebilir.
Görme alanı: Göz bir noktaya sabitlendiğinde görebildiği alanlarıdır.
Görme keskinliği: Iki noktayı birbirinden ayrı, net olarak görebilme
yeteneğidir.
TAD DUYUSU
• Tad organik yada inorganik maddelerin tadla ilgili kemoreseptörleri
uyarmasıdır.
• Tad duyusu esas olarak dildeki papillalarda yerleşmiş reseptörlerle alınır. Dil
haricinde farinks, yanak, damak gibi yapılarda da reseptörler vardır. Reseptörler
75
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
hangi yolla uyarılırsa uyarılsın tad oluşur. Yani uyaran maddenin ağız yoluyla
alımı şart değildir. Kandaki maddelerde reseptörleri uyarabilir.
• Tad duyusu reseptörleri nöron uçları değildir.
4 primer tad duyusu vardır:
1. Tatlı: Şeker, glikol, aldehit, keton ve ester gibi maddelerle oluşur. Tatlı
uyarana en duyarlı yer dilin ucudur. Berilyum ve kurşunda tatlı duyusu
verir.
2. Tuzlu: Iyonize tuzlardaki katyonlarla oluşturulur. Dilin ön-yan, ön-üst
kısımları tuzlu tada en duyarlı yerlerdir.
3. Acı: Alkaloidler ve uzun zincirli organik maddelerle oluşur. Genelde bunlar
kinin, striknin ve nikotin gibi vücuda zararlı maddeler olduğundan acı
duyusunun eşiği düşüktür. Dil köküne yakın kısımlarda en iyi alınır.
4. Ekşi: Zayıf ya da kuvvetli asitlerle oluşur. Maddenin H+ iyonu verme
yeteneği ve süresine bağlıdır. Bu tada en duyarlı kısımlar dilin arka
ve yan kısımlarıdır.
• Eşik, bir tadın farkedilebildiği en düşük madde konsantrasyonudur. Tad
reseptörlerinin sürekli uyarılması ile adaptasyon olur ve tad alınmaz.
• Tad duyusu reseptörleri papillalar ve tad tomurcuklarıdır.
4 tip papilla vardır:
2/3 ön kısmının tad duyusunu Nervus fasialis (CN 7), 1/3 arkasının tad
duyusunu N. glossofaringeus (CN 9), en arka kısımlar ve yutağın tad
duyusunu N.vagus(CN 10) alır. TUS
’ Tad duyusu nükteus solitaryusda sonlanır.
• Tad duyulannın dağılımı bebeklerde farklıdır. Süt emen bebeklerde dilin üst
orta kısımları reseptörlerden yoğundur.
• Tad körlüğü tad duyusunun alınamamasıdır. Tiyoürelerde bu duruma sık
rastlanır.
• Yine kaptopril ve penisilamin geçici tad duyusu kaybına yol açar.
Agösia : Tad duyusunun yokluğudur.
Hipogösia : Tad duyarlılığında azalmasıdır.
Disgösia
: Tad duyusunun bozulmasıdır.
• Lezzet; tat, koku duyulan hatta dokunma duyusu ve sıcaklıkla oluşan bir
duygudur.
KOKU DUYUSU
• Koku duyusu area olfaktoryadaki reseptörlerle algılanır. Burası üst
meatustadır. Normal nefes alırken buraya hava çok az gider. O nedenle koku
alabilmek için daha kuvvetli inspirasyon yapılmalıdır.
• Koku bölgesi koku reseptör hücreleri, destek hücreleri ve bazal hücrelerden
oluşur. Bunların üzerini mukus tabakası örter. Koku oluşması için koku veren
madde mukus tabakasında çözünmelidir.
• Reseptör koku hücreleri bipolar nöronlardır ve dentriti yüzeyde düğme şeklinde
sonlanır.
• Reseptör koku hücreleri, bölünüp çoğalan tek sinir hücreleridir.
• Koku reseptör hücresi farklı kokuları alabilir. Yani kokulara özel reseptör
yoktur.
76
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Kadınlarda koku duyusu daha kuvvetlidir.
• Koku madde reseptörüne bağlanınca G proteini aktive olur ve intraselüler
cAMP artar, bu da hücrede depolarizasyon yapar. Bu depolarizasyon reseptör
potansiyelini oluşturur.
MERKEZİ SİNİR SİSTEMİ
Omurilik
• Beyinden perifere ve periferden beyne uyarıların geçişini sağlayan özelleşmiş
yapıdır. Yapısında afferent nöron- gama motor nöron aksonları, motor
nöronlar ve inhibitör nöronlar bulunur. Motor nöronlar motor üniteleri
oluştururlar.
• Bir motor nöron uyarıldığında bu motor nöronun inerve ettiği tüm kas lifleri
yani motor ünite faliyete başlar.
• Önce küçük motor üniteler harekete geçer. Büyük kuvvetler için büyük
motor üniteler, süreklilik isteyen işler için yorulmaya dirençli liflerden oluşan
motor üniteler çalıştırılır.
• Merkezi sinir sisteminde bulunan hücreler:
- Astrositler: MSS’deki hasardan sonra prolifere olurlar ve skar dokusu
oluştururlar.
BAĞ DOKUSU HÜCRELERİNİN FONKSİYONLARI
Hücre tipi
Tanımlama ve fonksiyon
Nöroglia
Santral sinir sistemi ile ilişkili hücrelerdir. İletim yapmazlar. Koruyucu, destekleyici
besleyici hücreleridir.
Astrosit
En büyük, sayı olarak da en çok bulunan, yıldızvari saçaksı uzantıları bulunan
hücreleridir. Nöronların beslenmesini sağlar; Ekstrasellüler sıvının kimyasal
konsantrasyonunun devamlılığını sağlar. Yapısal destek görevi görür.
Kapillerlerden sinir dokusuna madde transportunun regülasyonuna yardım eder.
Oligodendrosit
Göreceli olarak küçüktür. Pek çok dallı uzantıları vardır. SSS’nin hem gri
hem ak maddesinde bulunur. Nörolemmosite benzer. Sinir liflerinin myelin
kılıf segmentlerini (intermodlar) üretir (her bir uzantı bir intermodal segment
oluşturur.) Destekleyici bir iskelet görevi gören nöronların beslenmesini sağlar.
Mikroglial hücre
En küçük glial hücredir. Genellikle nöronların aralarında ve kan damarları
boyunca bulunur. Bir tür makrofajdır. Gerçek glial hücre değildir. Hasar görmüş
nöronlardaki düzensiz kalıntıları temizler
Ependimal hücre
Elonge, uzun hücrelerdir. Beyin ventriküllerini ve spinal kanalın santralini döşeyen
tek bir katmandır. Embriyonik gelişme sırasında nöral tübün içteki membranının
oluşumuna yardım eder. Serebrospinal sıvıyı üretir.
Periferal glial hücreler Periferik sinir sisteminin destek hücreleridir. Çeşitli kılıf tipleri temin eder.
periferik sinir sistemi hücrelerinin beslenmesi, korunması ve desteklenmesini
sağlar
Satellit (uydu) hücre
(kapsül hücresi)
Nörolemosit ile aynı yapıdadır. Periferik ganglionların hücre gövdelerinin etrafını
sarar ve bunları bağ dokusu iskeletinden ayırır.
Nörolemmosit
(Nörolemma hücresi)
Düz, yassı bir hücredir. Sinir liflerinin arasında tek tabaka halindedir. Periferik
sinir liflerinin myelin kılıfını üretir. Hem myelinli hem myelinsiz lifleri bağlantılıdır.
ID:03t063
77
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
-
Oligodendroglialar: MSS’de myelin yapımından sorumludurlar.
Mikroglialar: Beyin hasarında debrisin fagositozundan sorumlu beyin
makrofajlarıdır. (TUS-Nisan’03)
Ependim hücreleri: MSS’de iç boşlukları (ventriküller ve spinal kordu
döşer)
SEREBRAL KORTEKS
• Birçok duyunun alındığı ve gerekli emirlerin verildiği kompleks bir yapıdır.
Motor korteksi
• Gyrus presantralisde primer motor alan vardır. Istemli hareketler burada
kontrol edilir (TUS-Nisan’93). Burası Brodman’ın 4 nolu sahasıdır.
Bütün vücut burada temsil edilir. Burada Betz’in dev hücreleri vardır. Bunun
önünde 6 nolu alan vardır. Bununda önünde gözle ilgili 8 nolu alan vardır.
Premotor kortex ve suplementer motor korteks Brodman’n 6 nolu
alanındadır.
• Motor korteks kontrlateral inervasyon yapar. Yani sol hemisfer vücudun
sağını sağ hemisfer vücudun solunu kontrol eder.
• Motor kortex “motor homonculus” denen özel bir düzende yerleşmiştir.
• Kortikospinal yola piramidal yol denir ve medulla spinalise gider. Yolu
üzerinde dallar verir böylece serebellum, beyin sapı ve bazal ganglionlara
bilgi verilir.
• Kortikospinal traktustaki liflerin %90'ı decussatio pramidarumda çapraz
yaparak traktus kortikospinalis lateralis’i yapar. Çaprazlaşmayan lifler ise
traktus kortikospinalis ventralisi oluşturur ancak bu liflerde ilgili
segmentte çaprazlaşır.
• Motor kortekste en büyük yeri eller kaplar.
Duyu korteksi
• Somatik duysal alan-1 gyrus postsantralisde yerleşmiş Brodmanın
3-1-2 sahalarıdır. Lezyonunda topognozis duyusu ve steregnozis duyusu
gibi duyular kaybolur.TUS
• Somatik duysal alan-2 somatik duysal alan-Tin arka altında lokalizedir,
fonksiyonu tam bilinmemektedir.
SEREBELLAR CORTEXİN HÜCRE YAPISI
Tabaka
İsim
İçerik
I
Moleküler
Basket hücreler, stellat hücreler Purkinje hücrelerinin dentritleri golgi
hücrelerinin dentritleri, granüle hücrelerin (paralel lifler)
II
Purkinje
Purkinje hücre gövdeleri
III
Granüler
Golgi hücrelerinin soma ve aksonları Granüler hücrelerin soma ve aksonları
Kortexden intra serebellar nukleus inhibitör sinyal taşıyan purkinje
hücrelerinin axonları, Cerebellar glomerulus
ID:03t059
78
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Alan 5-7 somatik duyuların asosyasyon alanlarıdır ve lezyonunda
amorfosentez denen algının yarısının kaybolması oluşur. Yani kişi
vücudunun ve cisimlerin şekillerinin yarısını algılayamaz.
• Gyrus postsantralis lezyonunda ısı farklılıkları, ağırlık farklılıklarının
ayrımı ve vücut bölümlerinin birbirine göre konumunun algılanması
kaybolur.
• Duyu korteksinde vücut bölgelerinin temsiline “duyu homonculus” denir.
Yüz ve parmaklar özellikle baş parmak, duyu korteksinde en fazla temsil
edilen vücut bölümleridir.
KAN-BEYİN BARİYERİ VE BEYİN OMURİLİK SIVISI (BOS)
A. Kan-beyin bariyeri anatomisi
• Serebral kapillerler ile beyin omurilik sıvısı arasındaki bariyerdir. BOS
ventrikülleri ve subaraknoid aralığı doldurur.
• Serebral kapillerleri endotel hücreleri ve koroid pleksus epitelinden
oluşmuştur.
B.Koroid pleksus epiteli tarafından BOS yapımı (TUS-Nisan’98)
• Yağda çözünen maddeler (CO2 ve 02) ve H2O kan beyin bariyerinden
rahatça geçer ve kan ve BOS arasında denge halindedir.
• Diğer maddeler koroid pleksus epitelindeki taşıyıcılarla taşınır. Kandan
BOS’a salınır ve BOS’dan kana absorbe edilir.
• BOS içeriği beyin interstisyel sıvısı ile hemen hemen aynıdır. Fakat kandan
belirgin olarak farklıdır.
• BOS değeri kan değerine eşit olanlar: Na, Cl, HCO, Osmolarite
* BOS değeri kan değerinden düşük olanlar: K, Ca, Glukoz, Kolesterol
(Çok düşük), Protein (Çok düşük),
BOS değeri kandan yüksek olanlar; Mg, kreatinin
Protein değeri ihmal edilebilir derecede düşük olduğu için BOS osmotik
basıncıda kandan önemli ölçüde düşüktür. BOS değeri kan değerine
eşit olan ise osmolaritedir.
C. Kan-beyin bariyeri fonksiyonları
• SSS’deki nöronlar için dengede bir ortam sağlar ve beyini endojen ve
eksojen toksinlere karşı korur.
• SSS’deki nörotransmitterlerin fonksiyonel bölgelerinden genel dolaşıma
kaçışını önler.
• Ilaçlar çeşitli derecelerde kan-beyin bariyerini geçerler. Örneğin, noniyonize (yağda çözünen) ilaçların geçişi iyonize (suda çözünen) ilaçlardan
daha fazladır.
• Inflamasyon, radyasyon ve tümörler kan-beyin bariyerini bozabilir ve
normalde geçemeyecek bazı zararlı maddelerin bariyerden geçmesine
neden olurlar (örn. bazı antibiyotikler ve radyoaktif işaretli maddeler)
Beyin Sapı; Beyin sapı; mezensefalon, pons ve bulbus’tan oluşur. Vazomotor
merkez, solunum merkezi, uyku-uyanıklık, denge gibi birçok fonksiyonda rol
alır. Beyin sapı refleks, iletim olaylarında da görev alır. Kraniyal sinirler bu
bölümden çıkan sinirlerdir.
79
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Retiküler formasyon ve vestibüler sistemde beyin sapındadır.
Retiküler formasyon: Beyin ve periferle birçok bağlantısı olan bir sistemdir.
Tonus düzenlenmesi, durum ve dengenin kontrolü, stereotipik davranışlarda
görev alır. Bulboretiküler fasilitör alan antigravite kaslarında tonus artışı yapar.
Bulboretiküler inhibitör alan tonusu azaltır. Bu iki sistem beraber çalışarak
tonusu düzenlemede rol alır.
• Vestibüler çekirdek üstünden kesi yapılırsa fasilatör alan fonksiyon dışı
kalarak tonus artışı olur. Pons üzerinden yapılan keside inhibitör alan
fonksiyon dışı kalır ve deserebrasyon katılığı otur.
• Beyin sapında asendan retiküler aktive edici sistem vardır, bu sistem
dikkat ve uyanıklıktan sorumludur.
HİPOTALAMUSUN KONTROL MERKEZLERİ VE
FONKSİYONLARI (TUS-Eylül’93)
Posterier hipotalamus: Kan basıncının artması, pupiller dilatasyon, titreme
Dorsomedial çekirdek: Gastrointestinal uyarma
Perifornikal çekirdek: Acıkma, kan basıncının artması, hiddet
Ventromedial çekirdek: Doyma, nöroendokrin kontrol (TUS-Eylül’02). Harabiyetinde
şişmanlık görülür (TUS-Nisan’01).
Mamiller cisim: Beslenme refleksleri
Lateral hipotalamik alan: Susama ve acıkma TUS
Paraventriküler alan: Oksitosin salgılanması, su tutulması
Medial preoptik alan: Idrar kesesinin kasılması kalp hızının azalması, kan basıncının
düşmesi
Supraoptik çekirdek: Vasopressin salgılanması Posterior preoptik ve anterior
hipotalamik alan Vücut ısısının düzenlenmesi, soluma, terleme ve trotropin
inhibisyonu
BAZAL GANGLIONLAR
• Nükleus kaudatus, putamen, globus pallidus, nükleus subtalamikus ve substantia
nigradan oluşur.
• Nükleus kaudatus ve putamen’in beraber oluşturduğu yapıya striatum denir.
• Bazal ganglionlar motor merkezlerin fonksiyonlarına yardımcı olur.
• Bazal ganglionların girişi Striatum, çıkışı substansia nigra ve globus
pallidustur.
• Subtalamik nükleus lezyonunda ballismus olur. Tek taraflı olursa lezyonun
karşı tarafından olur ve buna hemiballismus denir, irade dışı basılmalardır.
• Corpus striatum lezyonunda atetozis oluşur. Distoni ve Huntington koreside
bu bölümle ilgili bozukluklardır.
• Substantia nigra lezyonları parkinsona neden olur. Parkinson hastalığı rijidite,
hipokinezi ve tremorla karakterizedir.
- Rijidite tüm kaslardaki sertliktir. O nedenle dişli çark benzeri hareket
oluşur.
80
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
-
Hipokinezi, iskelet kaslarındaki istemli hareketlerde azalmadır.
Tremor bazal ganglion lezyonlarında istirahat sırasında oluşur. Uykuda
kaybolur. Tek ritmik olan hareket bozukluğudur.
BAZAL GANGLIONLAR - HAREKET KONTROLÜ
Bazal ganglionlar-Hareket kontrolü
• Striatum globus pallidus, subtalamik nükleus ve substansia nigradan
oluşur.
• Ince hareketleri planlamak ve yapmak için motor kortekse olan talamik
akımı ayarlar.
• Çok sayıdaki sinaptik bağlantı inhibitördür ve nörotransmitter olarak
GABA’yı kullanılır.
Bazal ganglion lezyonları:
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Globus pallidus lezyonu
Postural dengeyi korumada yeteneksizlikle sonuçlanır.
Subtalamik nükleus lezyonu
Karşı taraftaki inhibisyon ortadan kalkar.
Vahşi, yıkıcı hareketlerle sonuçlanır. (Örnek; hemiballis-mus)
Striatum lezyonu
Inhibisyonu ortadan kalkması ile oluşur
Hızlı, devamlı, kontrol edilemeyen hareketlere neden olur
Huntington hastalığına sahip kişilerde görülür.
Substantia nigra lezyonları
Dopaminerjik nöronların yıkımına bağlıdır.
Dopamin eksitatör nörotransmitter olduğu için striatumdan globus pallidusa
kadar olan yollarda artmış inhibitör aktivite görülür.
• Semptomları kurşun-boru rijiditesi, tremor ve istemli hareketlerde
yavaşlamadır (TUS-Nisan’98, Eylül’00).
• Parkinson hastalığında görülür.
SEREBELLUM
• Iki hemisfer ve ortada vermis parçasından oluşur. Me-dulla ve korteks olarak iki
fonksiyonel yapısı vardır. Korteksi dıştan içe moleküler tabaka, purkinje hücre
tabakası ve granüler hücre tabakası oluşturur.
• Beyincik iki fissür ile üç loba ayrılır.
• Anterior lob omurilikten bilgi alır ve paleocerebellum’ da denir.
• Posterior lob omurilik ve beyinden bilgi alır ve en son gelişmiş olan lobdur.
Neocerebellum’da denir.
• Flocculonodular lob vestibüler çekirdeklerle bağlantılıdır ve en önce gelişmiş
olan lobdur (TUS-Nisan’00). Archicerebellum’da denir. Özellikle postür ve
denge için gereklidir. Harabiyetinde denge kaybı ve ataksi oluşur (TUSNisan’96).
• Serebelluma eksite edici uyarılar yosunsu lifler ve tırmanıcı liflerle gelir. Purkinje
hücreleri, sepet hücreler, yıldız hücreler ve golgi hücrelerinin hepsi inhibitör
nöronlardır.
81
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Serebellumda 4 çekirdek vardır: nükleus emboliformis, nükleus dentatus,
nükleus globossus ve nükleus fastigi.
• Serebelluma beyinden ve periferden bilgi gelir, bu yolla beynin istediği hareketin
ne derece yapıldığı hakkında bilgi edinilir.
• Bazal ganglionlar gibi serebellumda direk motor hareket oluşturamaz ancak
bunun düzenli yapılmasında rol alır. O nedenle serebellum lezyonlarında motor
hareket kaybolmaz ancak önemli bozukluklar oluşur.
Neoserebellum lezyonlarında disartri, dismetri, intensiyonel tremor ve
disdiadokokinezi oluşur.
- Disartride konuşma bozulur.
- Dismetride hareketin ne kadar yapılacağı kestirilemez. Hastaya burnunun
ucunu göstermesi istendiğinde bunu bir dokunuşta yapamaz.
Intensiyonel tremor: Hareket esnasında oluşan tremordur. TUS
Disdiadokokinezi: ardı sıra hareketleri yapmadaki bozukluktur.
EXTRAPIRAMIDIAL SISTEM
• Beynin kortikal merkezlerinin emri altında irade dışı hareketler oluşturabilen
sistemdir. Beynin kortrolünde olduğundan istenildiğinde bu sistem durdurulabilir.
Insanda yardımcı motor sistemidir.
• Lezyonlar ağırdır ve spastisiteye neden olur.
LIMBIK SISTEM
• Limbik sistem, serebral hilus çevresinde yer alan bir kortikal doku katlantısından
oluşur, limbik sistemde, cigulate gyrus, hippokampal gyrus, uncus,
amigdala nükleus, hippokampüs ve septat nükleus yer alır.
• Limbik sistemin bazı bölgelerinin uyarılmasında otonom sinir sistemine ait
reaksiyonlar görülür. Otonom sinirlerin idare merkezi olan hipotalamus
limbik sistemin bir parçasıdır.
• Amigdala nükleusu tahrip edilirse yenebilir ve yenmez şeylerin ayırt edilmesi
bozulur.
• Kızma hiddet reaksiyonları, savunma reaksiyonu gyrus cinguli’nin uyarılması
ile meydana gelir.
• Amigdala ve septum nukleusların uyarılması ödüllendirilmiş bir davranış, diğer
bazı bölgelerin uyarılması ise cezalandırılmıştır.
Limbik sistemin esas fonksiyonları (TUS-Eylül’97):
-
Şahsın varlığını sürdürebilmesi için gerekli davranışları idare etmek
Şahsın türünün devamını sağlama ile ilgili davranış-ları idare etmek
Yukarıdaki davranışlarla ilgili iç organların aktivite-lerini ayarlamak
Kluver - Bucy Sendromu: Bilateral amigdalektomi sonucu ortaya çıkan
obje incelemeye yönelik aşırı merak, korkuda azalma, agresyonda azalma
omnifazi ve hiperseksüalite görülmesidir.
UYKU UYANIKLIK VE BILINÇ
• Uyanıklığı sağlayan asendan retiküler aktive edici sistem (ARAS)dir.
82
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Uyku REM uykusu ve yavaş dalga uykusu diye ikiye ayrılır. REM uykusundan
pons ve retiküler formasyondaki bazı çekirdekler (locus cerelous), yavaş dalga
uykusundan bulbustaki nukleus raphe sorumludur burada nörotransmitter olarak
seratonin kullanılır.
• Uykuda bilinç açık değildir. Ancak yeterli uyaranla bilinç yerine gelir. Uyku
sırasında beyin aktiviteleri azalmıştır. Kalp hızı, metabolik hız, kan basıncı,
kas tonusu, solunum hızı ve vücut ısısı azalır. Somatik refleksler ve
postural refleksler kaybolur. Bunlara rağmen uykuda beyin oksijen
tüketimi uyanıkken olan tüketime eşittir.
• Yavaş dalga uykusu ilk önce uykuya dalındığında oluşan uykudur. Buna nonREM uykuda denir. Hafif uyku, orta uyku ve derin uyku bölümleri vardır.
• Hızlı dalga uykusuna REM uykusuda denir. Beynin aktivitesi uyanıkmış gibi
fazladır. O nedenle paradoks uyku da denir. Gözde hızlı hareketler görülür.
REM’de kişi zor uyandırılır ve bu dönemde kas tonusu düşüktür.
- Uyku ilk önce yavaş dalga uykusundan başlar, gittikçe derinleşir sonra
tekrar hafifler ve REM’e geçilir. 90 dakikalık aralarla REM ve non REM
uykusu birbirini takip eder. Ancak siklus devam ettiği sürece REM süresi
artar non REM süresi kısalır.
- REM uykusunda rüya görülür o nedenle rüya uykusu denir.
- Yaşla uyku ihtiyacı azalır. Bebek ve çocuklarda azalma REM uykusunda,
gençlerde ise derin uykudadır.
Bilinç Bozuklukları
Bayılma bilincin geçici kaybıdır.
Stupor bilincin azaldığı ancak geri dönebilen yarı uyku halidir.
Koma: Sürekli uyku durumudur, hiçbir uyanıklık belirtisi yoktur. Ayrıca beynin
O2 tüketimi azalmıştır.
Asendan retiküler aktive edici sistem ve talamus ilişkisini önleyen bozukluklarda
oluşur.
Beyin ölümü: Geri dönüşsüz olarak bilincin kaybıdır. 6-12 saat beyin sapı;
fonksiyonları ve beyin EEG aktivitesinin kaybıdır.
EEG
• Beynin elektriksel aktivitesinin kaydıdır. Elektriksel aktivitenin asıl
kaynağı piramidal hücrelerdir. Beyin yüzeyinde dendrit fazladır.
Dentritlerdeki lokal potansiyellerle dendrit-hücre gövdesi arası dipol
EEG’nin kaynağıdır.
• Beyin aktivitesi arttıkça dalgaların amplitüdü azalır, frekansı artar.
• Alfa dalgaları: Sakin istirahat halinde iken görülür. Ritmik düzenli
senkronize bir dalgadır. Bu istirahattaki kişi aniden gözlerini açarsa frekans
artar ve amplitüd düşer, ritm bozulur buna alfa blok denir.
• Beta dalgaları: Asenkron düşük amplitüdlü ve yüksek frekanslı dalgalardır.
Uyanıkken oluşur ve beynin aktif olduğunu gösterir.
• Beta dalgaları: Erişkinlerde gözler kapalı dinlenme durumunda da görülür
(TUS-Nisan’97).
• Teta dalgaları: Alfa dalgalarına göre düşük-frekanslı ve yüksek amplitüdlü
dalgalardır. Orta derinlikte uykuda özelliklede çocuklarda görülür.
83
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Delta dalgaları: Teta dalgalarına göre yüksek amplitüdlü ve düşük
frekanslıdır. Non REM uykusunun derin uyku döneminde, süt çocuğunda
ve ciddi beyin hasarında görülür.
• Betz'in dev hücreleri motor kortekste bulunur.
• Hering cisimleri hipofizdedid.
• Kastrasyon hücreleri hipofizdedir.
84
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
KALP DAMAR SİSTEMİ FİZYOLOJİSİ VE HİSTOLOJİSİ
KALP ELEKTROFIZYOLOJISI
• Endokard, myokard ve epikarddan oluşur. Endokard en içte endotelden
oluşmuştur ve yüzeyi kaygandır. Myokard kas tabakasıdır. Perikard kalbi
saran zardır; kalbin bulunduğu yerde kalmasını, sürtünmenin zararlı etkisinin
kalkmasını sağlar. Kalp atımından akciğerleri korur, kalbin dilatasyonuna engel
olur.
• Kalp kası: Oval merkezi çekirdek içerir, çizgili yapıdadır. Sarkoplazmik
retikulumu az gelişmiştir, T tübülleri diadlardan oluşur ve daha iyi gelişmiştir.
Her sarkomerde tek bir tübüler sistem vardır. Z çizgisinde bol miktarda
gap junction içeren intrakaler diskler vardır ve burada elektriksel direnç
düşmüştür. Bu yapılar ile depolarizasyon çevreye iletilir. Yani kalp fonksiyonel
bir sinsityumdur, hep ya da hiç yasasına uyar.
• Kalp kasında kendi kendine uyarı doğuran pacemaker hücreler vardır.
Myokard sadece aerobik çalışır, aksiyon potansiyeli süresi ile refrakter peryodu
uzundur.
• Kalp kasının 4 fizyolojık özelliği: Batmotrop (uyarılabilme), inotrop (kasılma),
kronotrop (kendini uyarma), dromotrop (iletme)
Aksiyon potansiyelinin 5 devresi vardır:
’ Sıfır devresi: Depolarizasyon hızlı Na+ kanalları ile oluşur. Yavaş
potansiyellerde ise Ca ile oluşur. Sıfır devresi en kısa süren devredir.
’ 1 Devresi: Na kanallarının kapanması ve K kanallarının açılması ile yavaş
repolarizasyon olur.
’ 2 Devresi: K iletiminin ve Ca++ geçirgenliğinin artması ile olur. Aksiyon
potansiyelinde plato dönemini oluşturur. Aksiyon potansiyelinin en uzun
süren devresidir.
’ 3 Devresi: Hızlı K kanallarının açılması, hücre içine Ca ve Na+ akışının
azalması ile oluşan hızlı repolarizasyondur.
’ 4 Devresi: Istirahat potansiyelidir.
ILETIM SISTEMI
• Sinoatrial nod ve atriyoventriküler nod gibi pacemaker hücrelerde istirahat
potansiyeli -50 mV değerindedir.
• Bunlarda 4. devrede yavaş bir depolarizasyon olur ve eşik değere ulaşınca hızlı
depolarizasyon olur. Ilk eşik değerine ulaşan hücre pacemaker hücredir. Sinotrial
nodun otomasitesi daha fazla olduğundan burası genellikle kalpte uyarının
çıkış yeridir. Sinoatrial noddan uyarının çıkmaması ektopik pacemakerlerden
uyarıların çıkmasına neden olur.
• Sinootrial noddan çıkan uyarı sayısını bazı hormonlar, metabolik olaylar ve
otonom sinir sistemi etkiler. Sinoatrial nodun aksiyon potansiyelinde faz
1 ve 2 yoktur.
• Sinoatrial nod sağ atriumda sulkus terminaliste yerleşmiştir.
• Uyarın internodal yollarla atrioventriküler noda iletilir. Ön arka ve orta olarak
üç internodal yol vardır. Bunlar atrium kasında özelleşmiş kas lifleridir.
85
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Atrioventriküler nod interatrial septumda subendokardial yerleşmiştir. Atrium
ve ventriküller arasında elektriksel uyarının geçiş noktasıdır. O nedenle atriumlar
ve ventriküller iki ayrı sinsityum gibi düşünülebilir.
• Bu nodun görevleri: atrium iletişim ventriküle bağlamak, gelen uyarı frekansını
azaltmak (180 uyarı/dk üstünü geçemez), uyarı geçişini geciktirmek, tek yönlü
geçiş sağlamak.
• Atrioventriküler nod ileti geçişini geciktirir bu yolla atrium sistolde iken
ventriküllerin diastolde olması sağlanır.
• AV nod ikinci en fazla uyarı oluşturma yeteneğine sahip yerdir. Ancak sinüs
düğümünde daha sık uyarı oluştuğundan ve bu uyarının refrakter dönemi uzun
olduğundan normal koşullarda AV nod uyarı oluşturmaz.
• AV nod his demeti olarak devam eder. Bu da sol ve sağ dal diye ayrılır. Sol
dal da üst ve alt dalcık olarak ikiye ayrılır.
• His demetinden sonra purkinje ağı gelir. Bunlar kalpteki en büyük hücrelerdir,
en hızlı iletide bu hücrelerdedir.
• Ilk önce atrioventriküler septumun endokardı sonra papiller kaslar sonra
ventrikülün endokardı uyarılır. Uyarı endokarddan epikarda doğru ilerler.
Kalpte repolarizasyon, depolarizasyonun bittiği yerde başlar. Yani dıştan içe
doğru ilerler.
Parasempatik uyarım
• SAN’da K+ kanallarını açar ve hiperpolarizasyona, buda kalpte yavaşlamaya
(bradikardi) neden olur. Vagus atrio ventriküler düğümde iletimi azaltır,
refrakter peryodu uzatır, eşiği yükseltir ve kalbin kasılma gücünü azaltır.
Parasempatik uyarı sinüs uyarımını yok edebilir, AV blok yapabilir.
86
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
KALPTE ILETIMLE ILGILI BOZUKLUKLAR
•Sinus taşikardi
Ritm düzgündür ancak kalbin atım hızı 100’ün üstündedir.
•Sinus bradikardi
Ritm düzgündür ancak kalbin atım hızı 60’ün altındadır.
•Normokardi
Kalbin 60-100 atım/dk. hızda atmasıdır.
•Sinoatrial blok
P dalgası bir süre kaybolur daha sonra ektopik bir pacemaker tekrar uyarıyı
başlatır
•Sol dal bloğu
Önce uyarı sağ ventrikülü uyarır sonra sol ventriküle geçerek sol ventrikülü
uyarır. Bu durumda aort kapağı pulmoner kapaktan sonra kapanır, ses
inspirasyonda tekleşir, ekspirasyonda çiftleşir, bu olaya paradoks
çiftleşme denilir.
•Sağ dal bloğu
Önce sol ventrikül uyarılır sonra uyarı sağ ventriküle geçer.
•Atrioventriküler blok
Birkaç tipi vardır.
-1.Derece AV blok
Sadece PR mesafesi uzar vagal uyarımla oluşabilir.
-2. Derece AV blok
Uyarılardan bazıları ventrikülleri uyarır bazı uyarılarda ventriküle geçmez bu
durumda atrium ventrikülden daha sık kasılır. Buna Wenckebach bloku da
denilir.
•Wolf-Parkinson-White
sendromu
Atriyum ve ventriküller arasında oluşan anormal ileti yolu ile meydana gelir.
Bu sendrom re-entrye bağlı paroksismal taşikardilere neden olabilir.
ID:02t013
• SAN uyarımının yok olması asistoliye neden olur. Bu durumda başka bir
pacemaker harekete geçer.
• AV blok olursa ventriküllerin herhangi bir yerinden uyarı çıkar. Buna
idioventriküler ritim denir.
Sempatik uyarım
• l-5 thorakal segmentlerden çıkar. SA nodda hızlanmaya (taşikardi) neden
olur, otomasiteyi arttırır, AV nodu iletimini, kalbin kasılma gücünü arttırır.
Sistol süresini kısaltır ve ventrikül basıncını arttırır.
’ Hiperkalsemi kalbi sistolde durdurur. Kalbin kasılma gücü artar ancak
uyarılabilirliği azalır. TUS
’ Hiperkalemi kalbi diastolde durdurur. Kalbi depolari-ze ederek sürekli
kasılmada tutar, iletim yavaşlar buda aritmilere neden olabilir.
’ Na’nın fazla yada az olması kalbi durdurur.
’ Solunum hızlanınca kalpte hızlanır.
KALP HIZI VE ILETIM HIZI ÜZERINE OLAN OTONOMIK ETKILER
• Kronotropik etkiler: Kalp hızı üzerine etki gösterirler, primer olarakta SA nodu
üzerine etkilidir.
• Dromotropik etkiler: Iletim hızına primer olarakta AV nod iletim hızı üzerine
etkilidirler
• Inotropik kronotropik etki : Kalp kontraktilitesi üzerine etkilidirler.
• Negatif kronotropik etki : Faz 4 depolarizasyon hızını azaltarak kalp hızım
azaltır. Eşik potansiyele yavaş ulaşıldığı için daha aza aksiyon potansiyeli
meydana gelir.
87
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Negatif dromotropik etki: AV nod boyunca iletim hızım azaltır. PR aralığını
uzatır. Aksiyon potansiyeli atriyumlardan ventriküllere daha yavaş iletir.
• Negatif Inotropik etki: Parasempatik stimülasyon aksiyon potansiyelinin
platosu sırasında atriumda hücre içine Ca girişini azaltarak atriumların
kontraksiyon şiddetini azaltır.
• Pozitif kronotropik etki faz 4: Faz 4 depolarizasyon hızını azaltarak kalp
hızını azaltır. Eşik potansiyele çabuk ulaşıldığı için daha fazla aksiyon potansiyeli
meydana gelir, böylece kalp hızı artar.
• Pozitif dromotropik etki: AV nod boyunca olan iletim hızını artırır. PR aralığını
kısaltır. Aksiyon potansiyelleri atriumdan ventriküllere daha hızlı iletir, ventriküler
dolum bozulabilir.
• Pozitif inotropik etki: Artmış kalp hızı kontraktiliteyi artırır. beta reseptörleri ile
sempatik stimülasyon (katekolamin ve kalp glikozidleri (digital), isopraterenal,
amrinon da kalp kontraktilitesini artıran etkenlerdendir). (TUS-Nisan’95)
ELEKTROKARDIYOGRAFI
Genel Özellikler
• Kalp kasındaki tüm hücrelerin aksiyon potansiyellerinin vücutta dalgalar
halinde yayılmasından yararlanarak kalbin elektriksel aktivitesinin
kaydedilmesidir. Kalbin mekanik aktivitesinin incelenmesi için uygun bir
yöntem değildir.
KALBİN İLETİ SİSTEMİ
88
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• EKG dalgalarının oluşturduğu ortalama vektöre ortalama elektriksel
aks denir. Ortalama elektiriksel aks aynı tip derivasyonlar (sadece bipolar
extremite derivasyonu gibi) üzerinden hesaplanır. Normal aks -30 +120
arasındadır.
• Sağ dal bloğu yada sağ ventrikül hipertrofisinde ortalama elektriksel aks
+120° + 180° arasındadır. Buna sağ aks sapması denir. En önemli sebebi
mitral stenozdur. (TUS-Nisan‘01)
• Sol dal bloğu ya da sol ventrikül hipertrofisinde ortalama elektriksel aks
-30°+180° arasındadır buna sol aks sapması denir. (EKG’de P mitrale
görülür). En önemli sebebi sistemik hiper tansiyondur. (TUS-Eylül’02).
- Vektör dalgası: Uyarının anlık ve ortalama olarak iki tip
yayılma’vektörü vardır. Anlık vektörler 3 halka çizer.
- P dalgası (TUS-Nisan’96): DI, DII, DIII’de pozitiftir. Sola aşağı
doğrudur. Atriyum depolarizasyonu ile oluşur.
- QRS dalgası: 5 evredir. Yönü sola arkayadır. Ventrikül depolarizasyonu
ile oluşur. Bu dönem aynı zamında ventrikül diyastolünün son kısmına
tekabül eder.
- T dalgası: QRS ile aynı yönlüdür. Ventrikül repolarizasyonu ile
oluşur.
• EKG’da aralıklar:
- PR aralığı
(TUS-Nisan’00): 0,12-0,20 sn sürer ve atrial
deporalizasyon ve AV düğümden geçiş olur.
- QRS aralığı: 0,10sn’dek ve ventriküler deporalizasyon ve atrial
reporalizasyon olur. TUS
- QT aralığı : 0,43 sn’dek ve ventriküler depolarizasyon artı ventriküler
repolarizasyon olur.
- ST aralığı : Ventriküler repolarizasyon olur. TUS
KALP KASININ KASILMASI VE KARDIYAK OUTPUT
• Sarkoplazmik retikulum ve sisternalarda bol miktarda Ca++ bulunur ve bu
aktif taşıma ile sağlanır. Kalp kasına uyarı gelince T tübülleri depolarize olur
ve Ca++ nın büyük kısmı hücre dışından gelir. Kontraksiyon gücü hücre içine
giren Ca++ ile doğru orantılıdır.
• Tiroponine 4 Ca++ iyonu bağlanır bu olay tropomyozinin konformasyonunu
değiştirir. Böylece aktin ve myozin arasında çapraz köprüler oluşur. Sarkomerlerde
kısalma olur. Çapraz köprü sayısı arttıkça kasılma kuvveti artar.
• Sempatik uyarım kalbin diastol sonu hacmindeki artış, dijitaller ve ouabain
kalbin kasılma gücünü arttırr.
• Ventriküllere dolan kan yani diastol sonu hacim kalp için preloaddır. Arteriel
basınç ise afterloaddır. Diastol sonunda ventriküle ne kadar çok kan dolarsa o
kadar kuvvetli kasılır. Çünkü aktin ve myozin arasında oluşabilecek çapraz bağ
sayısı artar.
• Venöz basınç ve kalp debisi arası ilişki starling mekanizması ve starling (ventrikül
fonksiyon) eğrisi ile açıklanır.
• Pozitif Inotropi: Preload sabit olmasına rağmen kalp debisinin artmasıdır.
Sempatik uyarım ve dijitallerle oluşturulabilir. Kalbin kasılma kuvveti artmıştır.
Ventrikül fonksiyon eğrisini sola çeker.
89
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Negatif Inotropi: Preload sabit olmasına rağmen debi azalmıştır. Ventrikül
fonksiyon eğrisi sağa kayar. Myokard iskemi ve infarktüsü buna neden
olabilir.
• Konjestif kalp yetmezliği: Ana neden kalbin kasılma kuvvetinin azalmasıdır.
Kalp zayıf olduğundan venöz basınç ve sonuçta kan hacmi artar ve ödem
oluşur. Eğer sağ ventrikülde yetmezlik varsa ayak ve bacaklarda ödem olur.
Sol ventrikülde yetmezlik varsa akciğerde ödem oluşur. Başta kuvvet azalması
kalbin hızlanması ile kompanse edilip debi sabit tutulmaya çalışılır ancak
ilerleyen dönemlerde debi azalır. Diyastolik basıncı yükselir buda venöz
basıncı arttırır.
Pozitif inotropik etkiler
• Artmış kalp hızı
’ Kontraktiliteyi artırır. Çünkü birim zamanda daha fazla aksiyon
potansiyeli meydana gelmiş, miyokard hücresine daha fazla Ca girmiş,
daha fazla Ca düz endoplazmik retikulumdan salınmış ve kontraksiyon
sırasında daha fazla gerilim üretilmiş olur.
’ Kalp hızının kontraktiliteyi arttırmasının örnekleri:
1) Pozitif merdiven veya Bowditch merdiven olayı: Kalp hızının
artması bir kaç atımdan sonra intraselüler Ca+2’yı arttırarak
kontraksiyon kuvvetinin adım adım daha da artmasına neden
olur.
2) Post ekstrasistolik potensiyasyon ekstrasistolik atımı izleyen
atımda intrasellüler Ca+2u arttığı için kontraksiyonun şiddeti
daha fazladır.
• Beta reseptörleri ile sempatik stimülasyon (katekolaminler)
- Kontraksiyon şiddetini iki mekanizma ile artırır.
1) Her bir kalp aksiyon potansiyelinin plato çizdiği bölümde hücre
içine Ca girişini artırır.
2) SR’un Ca+2 pompasının aktivitesini artırır. Böylece, daha fazla Ca
birikir ve sonraki atımlarda daha fazla Ca salınır.
Kardiyak glikozidler (Digital)
-
Kalp kası hücre membranındaki Na+-K+ ATP’azı inhibe ederek
kontraksiyon şiddetini artırır. TUS
Sonuç olarak intraselüler [Na’u arttırarak hücre membranı boyunca olan
Na gradientini azaltır.
Ca+2, Na+ değişimi (Hücreden Ca’u uzaklaştıran bir mekanizma) bu Na+
gradientine bağlı olduğundan ve dijitallerlede’
Negatif inotropik etkiler
• Muskarinik reseptörlerin aracılık ettiği (Ach) parasempatik stimülasyon
aksiyon potansiyelinin platosu sırasında atriumda hücre içine Ca+2
girişini azaltarak atriumların kontraksiyon şiddetini azaltır, (içeri doğru Ca
akımı)
• Kalpte atrioventriküler kapaklar, atrium ve ventriküller arası geçişi
kontrol eder. Sağdakine trikuspit soldakine biküspit (mitral) kapak
denir.
90
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Semilunar kapaklar, aorta ve pulmoner artere geçişi kontrol ederek
diastolde kanın geri gelmesini önlerler.
• Atım volümü, Kalbin bir ventrikülünün bir atımda (sistolde) arterlere
attığı kan miktarıdır. Sağ ve sol ventrikülde eşittir ve 70 ml’dir. Diastol
sonu hacimde artış, kalbin kasılma kuvvetinde artma ve arteriel basıncın
azalması atım volümünü arttır. Kalbin hızlanması, kasılma kuvvetinin
azalması, diastol sonu hacmin azalması, arteriel basıncın artması atım
volümünü azalır.
• Kalp Debisi: Atım völümü ve kalbin dakikadaki atım hızının çarpımına
eşittir. Normal sağlıklı bir erkek için 5 lt/dk dır. TUS 3-6, 5 lt/dk arasında
değişir, kadınlarda daha düşüktür. Debi artışı kalbin hızlanması yada
atım volümünün artması ile sağlanabilir. Ancak kalp belli dereceye kadar
hızlanabildiğinden dolayı debi daha çok atım volümüne bağlıdır. Ayrıca
kalbin çok hızlanması ventrikül doluşunu azaltarak debinin azalmasına
neden olur.
• Kalp debisi fick metodu ile 02 saturasyonu üzerinden yada verilen bir
maddenin dilüsyonu üzerinden hesaplanabilir.
• Dilusyonel metod da evans mavisi veya serum fizyolojik kullanılabilir.
• Insanda en sık termodilüsyon metodu kullanılır çünkü serum fizyolojik
zararsız bir maddedir.
• Atmosfer 02 basıncında ve kanın O2 taşıma kapasitesinde azalmada,
egzersiz yapma da ve heyecanlanmada debi artar.
KALP SESLERI
• Kalbin transvers eksende yayılan titreşimleri ile oluşur. Kalpte 4 ses vardır.
• l. kalp sesi (S1): AV kapakların kapanması ile oluşur (TUS-Nisan’93).
Depolari-zasyondan sonra duyulan düşük frekanslı bir sestir. Sistolde oluşur.
Tek ses olarak duyulur.
• 2. kalp sesi (S2): Semilunar kapakların kapanması ile oluşur. Repolarizasyondan
sonra yani diastolde duyulur. Frekansı S1’e göre daha yüksek yani daha
tiz bir sestir. Aort kapağı pulmoner kapaktan 0.04 sn. önce kapandığından
asenkrondur. Çift duyulur. Bu çiftleşme inspirasyonda artar ekspirasyonda azalır
buna fizyolojik çiftleşme denir. (A2 ve P2 olarak iki komponenti vardır.)TUS
• 3. kalp sesi (S3) (TUS-Nisan’02): Ventrikül diyastolünün 1/3 orta bölümünün
başında atriumdan ventriküle kanın dolması ile oluşur. 2. sesten hemen sonra
gelir. Bazı özel durumlarda duyulabilir normalde duyulmaz. Diastolde oluşur.
Yaşlılarda kalp yetmezliğinin ilk belirtisi olabilir.
• 4. kalp sesi (S4): Atrium kontraksiyonuna bağlı oluşur. S1’den hemen önce gelir
ve normalde duyulmaz. Diastolde oluşur.
- 3. ve 4. kalp sesi genellikte kalp yetmezliğinde duyulur.
- 1. sesi şiddettendirenler: PR aralığını kısaltan durumlar; mitral stenoz
gibi
- l. sesin şiddetini azaltanlar: PR aralığını uzatan durumlar; mitral
yetmezlik gibi.
- 2. sesi şiddetlendirenler: Pulmoner yada sistemik hipertansiyon, aort
koarktasyonu TUS
- 2. sesin şiddetini azaltanlar: Stenoz durumları, şok, aort yetmezliği.
91
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
-
Tüm seslerin şiddetini azattan durumlar: Bradikardi, perikardial
efüzyon, amfizem, agoni, şişmanlık, kalp yetmezliği ve myokard
infarktüsu.
Tüm seslerin şiddetin arttıran durumlar: Taşikardi, tirotoksikoz, anemi
ve ince göğüs duvarı.
Kapak Lezyonları
-
-
Konjenital yada (Akut romatizmal ateşde) olduğu gibi kazanılmış olabilir.
Lezyonun ciddiyeti tutulan kapağa, kalbin ek olarak yapması gereken ise,
pompalanan kan miktarının azalması gibi durumlara bağlı değişir. Bu
lezyonlar genellikle üfürüm denen bulguları verir ve bu bulgu kapaklar için
en önemli fizik muayene bulgusudur. Üfürümün nedeni kanın türbülasyona
uğramasıdır.
Atrioventriküler kapakların; stenozu diastolik, yetmezliği sistolik üfürüme
neden olur.
Pulmoner kapakların stenozu sistolik, yetmezliği diastol üfürüme neden
olur.
Kapak bozuklukları kalpte hipertrofi veya dilatasyona neden olabilir.
KAN BASINCININ KONTROLÜ
• Kan basıncı (P): Dakika volümü (Vm) ve periferik direncin (R) çarpımına
eşittir.
• Kalbin hızlanması, atım volümünün artması yada vazokonstriksiyon kan
basıncında artışa neden olur. Yaşlanma ile damar elastisitesinin azalmasıda
kan basıncını arttırır.
• Kan basıncında en büyük düşme arteriollerde görülür çünkü en fazla rezistans
buradadır.
• Kan basıncı kontrolünde sinirsel ve hormonal düzenleme vardır.
Arteriollerin çapını etkileyen faktörler şunlardır;
• Konstriksiyon yapan faktörler: artmış noradrenerjik boşalma, dolaşımdaki
katekolaminler, Dolaşımdaki anjiotensin II, Dolaşımdaki AVP, Yerel olarak
salınan serotonin, Yerel sıcaklıkta düşme, endotelin I, Nöropeptid Y ve
dolaşımdaki Na+-K+ ATP’az inhibitörüdür.
• Dilatasyon yapan faktörler: Noradrenerjik boşalmada azalma, iskelet kası
ve karaciğer dolaşımındaki adrenalin, Dolaşımdaki ANP, Iskelet kasındaki
kolinerjik damar genişleticilerin aktivasyonu, Histamin, Kininler, P maddesi
(akson refleksi), CGRP, VIP, NO, Azalmış O2 basıncı, Artmış CO2 basıncı,
Laktat, K+, adenozin ve yerel sıcaklıkta artış.
Cushing refleksi, kranium içinde basıncın artmasın-dan kaynaklanan özel
tipte bir MSS iskemik cevabıdır. Iskeminin vazomotor aktivitedeki etkisi çok
büyüktür. Cushing reaksiyonu BOS basıncının beyin damarlarına baskı yapacak
kadar yükseldiği durumda beynin vital merkezlerinin beslenmekten yoksun
kalmasını önler. Iskemi ile vazomotor stimulasyon ve sempatik stimulasyon
olur. Arteriel-basınç BOS basıncından daha yükseğe çıkar ve kan yeniden
beyinde dolaşıma başlar.
92
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
ORTALAMA ARTERİYEL BASINCIN KONTROLÜ
ARTERIYEL BASINÇ
Sinirsel Kontrol
• Kan basıncının sinirsel reflexle kontrolünde 3 önemli yol vardır.
1. Baroreseptör reflex
2. CO2’ye reflex yanıt
3. Serebral iskemiye reflex yanıt
• Kemo ve baroreseptörlerden uyarılar gelir. Sinirsel kontrolde en önemli
faktör bu reseptörlerde oluşan reflekstir. Akut kan basıncı değişmelerinde
en hızlı kontroldür.
• Iki baroreseptör vardır. Bunlardan biri sinüs karotikustadır ve bu
reseptörden hering siniri çıkar. Diğeri arcus aortadadır ve bundan cyons
siniri çıkar. Bu uyarılar CN 9 ve CN 10 sinirleri ile merkeze taşınır (Nükleus
tractus solitarius). Bu sinirlerin uyarılması vazomotor merkezi inhibe ederek
vazodilatasvon yaptırır.
Dolaşım sisteminde kanın akış hızı insanda dinlenme durumunda 100
ml/sn, sistemik arterlerle sistemik venalar arasındaki basınç farkıda 100
mmHg dır. Böylece, tüm sistemik dolaşımda total periferik direnç 100/100
yada 1 PRU dur. Bazı koşullarda, vücuttaki tüm kan damarları kuvvetle
daraldığı zaman, toplam periferik direnç 4 PRU’ya kadar yükseldiği
gibi, damarlar çok genişlediği zaman’da 0,2 PRU’ya düşebilir. Sorudaki
rakamlara göre Basınç=kan akımı*direnç 90/90=1 PRU’dur (TUSNisan'88).
93
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
HORMONAL KONTROL (TUS-NISAN’94)
• Direk ve indirek yolla olur:
Direk yolda kanda artmış CO2 basıncının direk vazomotor merkezi uyarması
rol oynar.
Indirek yol: Glomus aortikus ve glomus karotikus korpuskülleri kanın
bileşimine hassastır yani kemoreseptördürler. Bu reseptörler anoksiye hassastır.
Kanda H+ artışı, O2 azalması, CO2 artması ile sempatik aktivite artar. CO2’nin
direk etkisi glomuslarla yaptığı indirek etkiden daha güçlüdür.TUS
• Diğer hormonlor: Renin, ADH,ANH, Adrenalin ve daha birçok hormon kan
basıncını etkiler.
- Renin, kan basıncı düşmesi, böbrek kan akımı azalması yada sempatik
aktivasyon hallerinde salınır. Renin, anjiotensinojen’i anjiotensin I’e
dönüştürür. Anjio-tensin I akciğer endotel hücrelerinde anjiotensin II’ye
dönüştürülür. Anjiotensin II hem vazo-konstriksiyon yaparak hemde
aldosteron salınımı ile su tutulumu yaparak kan basıncını arttırır (TUSNisan’95).
- Adrenalin, sistolik kan basıncını arttırır diastolik basıncı düşürür. Adrenalin
kalbin kasılma kuvvetini arttırır, arterial ve venöz vazokonstriksiyon yapar.
Venöz konstriksiyonla venöz dönüş artarak atım volümü artar.
- ADH (vazopressin): kan osmolaritesinin artması hipotalamusu uyararak
arka hipofizden ADH salımına neden olur. ADH hem su tutulumuna hemde
vazokonstriksiyona neden olur.
Renini anjiotensini artıran ve azaltan durumlar
• Yavaş, hormonal bir mekanizmadır.
• Kan hacmini ayarlayarak kan basıncının uzun süreli kontrolünü sağlar.
• Renin plazmada anjiotensinojenin anjiotensine dönüşümünü sağlayan bir
enzimdir.
• Anjiotensin 1 inaktiftir,
• Anpotensin II fizyolojik olarak aktiftir.
• Anjiotensin II anjiotensinazlarla yıkılır, Peptid parçalarından biri olan
anjiotensin III anjiotensin II’nin bir kısım biyolojik aktivitesini taşır.
Renin anjiotensin aldosteron sistemindeki basamaklar
a. Renal perfüzyon basıncındaki azalma afferent arteriolün
jukstaglomerüler hücrelerinden renin salınımına neden olur.
b. Plazmada anjiotensinojen reninin katalizlediği reaksiyonla anjiotensin I’e
dönüşür.
c. Anjiotensin I anjiotensin converting enzim (ACE) ile anjiotensin II’ye
dönüştürülür. Bu reaksiyonun primer yeri akciğerdir. ACE inhibitörleri
anjiotensin II oluşumunu önleyerek kan basıncını düşürürler.
d. Anjiotensin II’nin iki etkisi vardır. Adrenal korteksden aldosteron salınımını
uyarır ve arteriollerin vazokonstrüksiyonuna neden olur. (TPR)
e. Aldosteron böbreğin distal tübülünden tuz absorbsiyonunu artırır.
• Bu etki böbrek tarafından yeni protein sentezine ihtiyaç duyulduğu için yavaş
gerçekleşir.
• Tuz ve su reabsorbsiyonunun artması kan volümünün ve ortalama arteriyel
basıncı artırır.
94
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
ISKELET KASI DOLAŞIMI
• Istirahat halinde iskelet kasları toplam oksijenin %20 kadarını kullanır.
Egzersiz hallerinde bu %75 kadar olabilir. Egzersizde metabolik ihtiyaç arttığı
için kaslardaki damarlar vazodilate olur ve kaslara kan akımı artar. Maksimal
vazodilatasyonda bile orta derece egzersizden fazlasını karşılayacak 02 verilmez
ve laktik asit oluşumu başlar. Kan akımında bu laktik asit oluşmasına neden
olacak eşiğe anaerobik eşik denir;
• Sempatik uyarım ve metabolizma ile açığa çıkan ürünler kas damarlarında
vazodilatasyona neden olur.
FETAL DOLAŞIM
• Akciğerler fonksiyone olmadığı için fetal hayatta önem taşımaz. Plesanta, böbrek
üstü bezi, beyin ve kalb ise temel organlardır.
• Fetal dolaşım: Plesanta villusları - Umblikal kord (umblikal ven) - duktus
venozus - vena cava inf. -Sağ atrium - sağ ventrikül - pulmoner arter - duktus
arteriozus - aort-iliak arterler-hipogastrik arterler-umblikal arterler - plesenta
sırasını izler.
• 02’li kan umblikal venlerde bulunur. Umblikal ven ana dal olan duktus venozusla
VCI’a bağlanır. Sağ atriumda östaki valfi O2’den zengin ve O2’den fakir kanın
karışmasını önleyerek 02’den zengin kanı foramen ovaleye yönlendirir.
• Doğumdan sonra: Akciğerler fonksiyona başlar. Bu da sağ atrium basıncını
azaltıp sol atrium basıncını arttırır. Bu da foramen ovale kapakçığını itip Foramen
ovaleyi kapatır. Aort basıncı artar buda duktus’u fonksiyon dışı bırakır. Bu damar
kollabe olarak ligamentum arteriozum’a dönüşür. Patent duktus arteriozusda
(PDA) kapanma olmaz.Kapanmayı prostaglandinler önler.O nedenle PDA
tedavisinde indometasin, aspirin gibi prostaglandin sentez inhibitörleri kullanılır.
TUS
ÖZEL DOLAŞIMLARIN KONTROLÜ
Dolaşım (Dinlenme
durumundaki kalp
debisinin %’si)
Lokal
Metabolik
Kontrol
Vazoaktif
Metabolitler
Sempatik
Kontrol
Mekanik
Etkiler
Koroner (%5)
En önemli
mekanizma
Hipoksi,
Adenozin
En az önemli mekanizma
Sistol sırasındaki
mekanik baskı
Serebral (%15)
En önemli
mekanizma
CO2
H+
En az önemli mekanizma
İntrakranyal basınç
artışı serebral kan
akımını düşürür
Kas (%20)
Eksersiz
sırasında
en önemli
mekanizma
Laktat
K+
Adenozin
İstirahatteki en önemli
mekanizma (a reseptör
vazokonstriksiyona; b
reseptör vazodilatasyona
neden olur.
Musküler aktif ve
kan akımında geçici
düşmeye neden olur.
Deri (%5)
En az önemli
mekanizma
Pulmoner
(%100)
En önemli
mekanizma
En önemli mekanizma (Isı
regülasyonu)
Hipoksi vazokonstrikte eder
En az önemli mekanizma
AC şişmesi
ID:02t017
95
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
Plasenta ayrılınca umblikal venler kollabe olur. Duktus venozus, ligamentum
venozuma dönüşür. Sistemik basınç arttığı için sol ventrikül hipertrofi olur ve
duvarı kalınlaşır.
BEYIN KAN DOLAŞIMI
• Beyne kan karotis ve vertebral arterlerle taşınır. Dolaşım uyku, aşırı mental
aktivite, dinlenme hallerinde bile çok az değişir. Kranium kapalı bir kutudur,
bu nedenle iç hacim sabit tutulmalıdır.
• Serebral kan akımı regulasyonunda ana rolü C02 oynar. C02 artışı
periferik damarları vazokonstrükte beyin damarlarını dilate eder. C02
beyin kan akımını arttıran en kuvvetli stimulandır. Yani sempatik sistem
ve diğer hormonların etkisi çok azdır. Yani beyin kan akımının regülasyonunda
en önemli faktör metabolik faktörlerdir.
• Intrakranial basınç artırınca beyin kan damarlarında basınç artarak beyin kan
akımını sabit tutulmaya çalışılır.
ŞOK
• Hayati önemi olan organlara yeterli kan gitmemesidir.
Bu organlara olan kan akımının azalması ile veya mevcut kan akımının artmış
metabolizmayı karşılayamamasıyla oluşabilir.
• Primer şok: Patolojik bir durum olmaksızın reflekse bağlı arteriollerde dilatasyon
ve kalpte yavaşlama ile oluşan durumdur. Korku, heyecan, ağrı ve stres ile
oluşur.
• Sekonder şok: Patolojik durumlara bağlıdır.
• Hipovolemik şok: Kanama, ishal (kolera), aşırı terleme, diabetes insipitus ağır
dehidratasyonla oluşan şoktur.
• Kardiyojenik şok: Kalp debisinin fibrilasyon, infarktüs gibi nedenlerle düşmesi
ile oluşun şoktur.
• Septik şok: Enfeksiyonlara bağlı olarak oluşan şoktur. Barsak perforasyonu
böbrek enfeksiyonları gibi durumlarla gelişir.
- Endotoksik şok: Gram (-) bakterilerin endotoksini ile olan şoktur. Direk
myokard üzerine yada damar sistemine etkili olabilir.
• Anaflatik şok: Allerjik olarak tip l reaksiyonu ile gelişen şoktur.
• Nörojenik şok: Spinal ya da genel anestezilerde vazomotor merkezin iflasına
bağlı gelişir.
• Dolaşım şoku: Emboli, trombüs gibi nedenlerle dolaşımın obstrüksiyonu sonucu
oluşur.
• Travmatik şok: Travmaya bağlı gelişen şoktur.
• Hemorajik şok: Kanama ile oluşan hipovolemik şok tipidir.
• Şokta başlangıçta refleksler çalışır ve bunlar olumlu yöndedir. Bu yolla kan
basıncı belli düzeyde tutulabilir. Şok tablosu ilerlerse arterioller vazokonstrükte
olur. Şok dahada ilerlerse irriversibl bozukluklara neden olabilir. Hipoksi hayati
organlarda ağır hasara neden olur.
96
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
NABIZ
• Nabız basıncı arteriyel sistolik ve diastolik basınç arasındaki farktır. Nabız artere
sert bir doku üzerinde basılınca elde edilen pulslardır.’Kan aorta atılınca genişleme
dalgası olur ve bu arterlerde ilerler. Ancak hiçbir zaman vene ve kapillere geçmez.
Nabız 5m/ sn yani kan akım hızından 10 kat daha hızlıdır. Nabız hızı damarlarda
perifere gidildikçe ve yaşlandıkça artar çünkü her iki durumda elastik lif sayısı azalır.
Yani en hızlı nabız radyal arterdedir.
l - a. Carotis communis ve a. subclavia’ dan merkezi, a. femoralis ve a. brachialisten
orta, a. radialisten periferik nabız alınır.
Nabzın 5 Özelliği Vardır
- Nabız dolgunluğu: Dolgunsa pulsus magnus değilse pulsus parvus denir.
- Nabızların eşit dolgunluğu: eşit değilse pulsus alternans denir.
- Atımlar arası eşit zaman: Eşitse pulsus regularis değilse pulsus irregularis
denir.
- Nabız gerginliği: Gerginse pulsus durus, değilse pulsus mollis denir.
- Dakikadaki nabız sayısı
• Tüm bu özellikler varsa ritmik nabız denir.
• inspirasyonda nabız dolgunluğu azalır, expirasyonda artar.
KALPLE ILGILI PATOLOJILER
• Ritm bozuklukları: Kalbin normal ritminde P dalgası ve onu takip eden QRS
kompleksi vardır.
• Sinüs aritmi: Kalp atım hızının nefes alışta artması verişte azalmasına
solunumsal sinüs aritmisi denir. Sinüs aritmisinin tedavisi gerekmez.
• Sinüs taşikardisi: Kalbin hızlanmasıdır. Hipertiroidi, ateş, hipotansiyon, kalp
yetmezliği, düşük O2 konsantras-yonu, heyecan ve ekzersiz durumlarında
olur.
• Atrial taşikardi: Ektopik pacemaker ile oluşurlar. Supraventriküler taşikardilerde
denir. Daha çok dijital toksikasyonunda görülür.
• Paroksismal atrial taşikardi: Genellikle ani başlar. Birkaç dakika devam
ettikten sonra kaybolur. Ektopik pacemaker yada re-entry fenomeni ile oluşabilir.
N.vagusun uyarılması ile ortadan kalkar.
• Atrial ekstrasistol: Bir atrial ektopik pacemaker atriumu uyarır ve bu uyarı
genellikle ritimde bozukluk yapmaz. P dalgası vardır bunu QRS kompleksi
izler. RR aralığında değişme olabilir. Ekstrasistol sonrası dinleme periyodu
uzamıştır, buna kompansatuar pauze denir. Atrial extrasistole prematür atrial
kontraksiyonda denir.
• Atrial flatter: Atriumların dakikada 200-350 vuru yapmasıdır. Ancak ventriküle
AV düğümden bu uyarıların 3-4 de biri geçer o nedenle ventriküler ritim normal
olabilir. P dalgasına benzeyen ancak testere dişi gibi bir ritim oluşur. Ektopik
odak yada re-entry ile oluşabilir.
97
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Atrial fibrilasyon: Dakikada 350-600 vurum vardır. P dalgası yerine F dalgaları
oluşur. Atrium kasılmaz sadece titreşir, impulsun AV noddan ventriküle iletimi
belli düzeyde olduğundan QRS ve T normaldir. Atriumlarda kan pıhtılaşabileceği
için trombüslere neden olabilir. QRS kompleksleri normal olmasına rağmen
düzensiz zamanlama vardır. Yani QRS’ ler arası süre eşit değildir.TUS
• AV ritmler: SA nodun baskılanması sonucu AV noddan uyarı çıkması ile oluşur.
P dalgası QRS kompleksinin arkasında bulunabilir.
• Ventriküler ekstrasistol: Ventrikül karşısındaki ektopik pacemaker ile
oluşur. Burada QRS den önce P dalgası yoktur. T dalgasıda ters dönmüştür. Bu
vurudan sonraki dinlenme daha uzundur ve dinlenme sonrasındaki kasılma
daha güçlüdür.
• Ventriküler taşikardi: Re-entry ile oluşurlar. QRS kompleksinin şekli bozulur
ve P dalgaları kaybolur, ilaçlar (digoksin) yada organik bozukluklara bağlı
oluşurlar.
• N. vagus uyarımı ile düzelmezler, taşikardi kalp fonksiyonunu önemli
derecede etkiler ve debi azalır oysa atrial taşikardilerde büyük kalp fonksiyon
bozukluğu olmaz.
• Venrtriküler fibrilasyon: Fibrilasyonda ventriküller sadece titreşir. Debi sıfırdır
nabız kaybolmuştur. Mutlaka kardiyopulmoner resusitasyon yapılmalıdır. Kesin
tanısı EKG ile konur.
• Koroner Patolojiler: Kalbin beslenmesini sağlayan ana koronerlerde yada
dallarında olan daralma yada tıkanmalarla oluşan patolojilerdir. Koroner arteri
daraltan en sık neden ateroskleroz plağı oluşmasıdır. Tıkanmanın en sık nedeni
ise atheroskleroz’ a bağlı trombozlardır. Sonuç olarak myokard infarktüs yada
iskemisi oluşur.
• Myokard Iskemisi: En önemli belirtisi anjinadır. Bu ağrı pektoral bölge, kolun
iç yanı ve boyna yayılır. Dinlenme ile ağrı geçer EKG ile egzersiz testi yapılarak
teşhis konulur. Elektrodun konulduğu bölgenin üstünde iskemide ST yükselir eğer
elektrodun karşısındaki alanda iskemi varsa ST çöker. T dalgasında değişmeler
olur. Nitratla ağrılar azalır.
• Myokard Infarktüsü: Kan akımının ileri derecede kesilmesi yada ileri derecede
azalması ile oluşur. En sık sol ventrikülde görülür; kalp yetmezliği, aritmi ve
kardiyojenik şoka neden olabilir. Myokard infarktüsünde ağrı fazladır. Nitratla
veya dinlenme ile ağrı geçmez, kanda kalple ilgili SGOT, CPK, LDH, troponin
seviyelerinde artma olur. EKG de transmural infarktüsün EKG bulguları patolojik
Q dalgası ST yükselmesi ve ilk anlarda T dalgasında negatifleşmedir.
• Hipertrofi: Hipertrofide kas hücre sayısı aynıdır ancak hücre hacimleri artmıştır
ve metabolik ihtiyaç artmıştır buda iskemi veya infarktlara neden olabilir. EKG
de QRS süresi uzamış R nin genliği artmıştır. Epikardial derivasyonlarda ST çöker
T dalgası ters döner. Sağ ventrikül hipertrofisinde sağ aks sapması sol ventrikül
hipertrofisinde sol aks sapması olur.
• Hipertansiyon: Pulmoner yada sistemik olabilir. Pulmoner hipertansiyon akciğer
ve sol kalple ilgili patolojilerde oluşur. Sistemik hipertansiyon ise idiyopatiktir.
Idiopatik hipertansiyona esansiyel hipertansiyonda denir.
98
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
BÖBREĞİN EMBRİYONİK GELİŞİM
KORONER DOLAŞIM
• Koroner damarlar aorttan çıkarlar, sağ ve sol koroner olarak iki koroner arter
vordır.
• Sol koroner arter circumfleks ve anterior interventriküler dallarına
ayrılır. His hüzmesini, sol atriumun büyük kısmını, sol ventrikülün 2/3 ünü ve
sağ ventrikülün ön tarafını besler.
• Sağ koroner sağ marjinal ve posterior interventriküler dallarına ayrılır. Sağ
atrium, SA nod, AV nod, sağ ventrikül ve sol ventrikülün arkasını besler.
• Sinoatrial nod ve atrioventriküler nodun beslenmesi sağ koroner arterle olur
ancak esas klinik problem SA nodun beslenmesi, sol koroner arter tarafından
karşılandığında olur.
• Koroner kan akımı dolaşıma verilen kanın %5’ini alır bu değer 75ml/
1OOgr doku dk’ dır.
• Koroner akım aorttaki basınca, kalp kasının kalınlığına, kalp siklusunun
devresine, sinirsel uyarıya, metabolitlere ve ilaçlara bağlıdır.
• Sempatik uyarı, nitrogliserin, serotonin, adenozin, düşük 02 basıncı ve
yüksek C02 basıncı koroner kan akımını artırır.
• Kalp sistolde koronerlere bası yaptığından kan akımı sistolde azalır.O nedenle
koroner kan akımının büyük kısmı diastolde olur. En yüksek akım izovolümetrik
gevşemededir.
99
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
DAMAR SİSTEMİ
SISTEMIK DOLAŞIMDAKI BAZI ÖZEL BÖLGELER
Serebral dolaşım
• Insanda beyini besleyen arterler a.carotis internalar ve iki a.vertebralisin
birleşmesi ile oluşan a. basillarisdir.
• A.carotis internalar ve a.basiliaris beyin tabanında willis dairesini
oluştururlar.
• Kapiller endotelindeki tight junctionlar ve astrositlerin uzantıları kan-beyin
bariyerini oluştururlar. Bu bariyer protein ve polar madde gibi yapıların
beyne geçmesine engel olur.
Koroner dolaşım
• Myokardın beslenmesi koroner damarlarla sağlanır. Koroner dolaşımda
arteriyovenoz O2; farkı çok yüksektir.
• Kalp kası. sistolde az kanlanırken diastolde esas kanlanması sağlanır.
Pulmoner dolaşım
• Pulmoner arter ve dallarının duvarları sistemik dolaşımdaki arterlere oranla
çok incedir ve buda onlara büyük bir esneklik (kompliyans) sağlar.
• Akciğer parankimasının kanlanması bronşial kanlanma ile sağlanır.
Bronşial dolaşımdan venöz kan pulmoner venlere ve sol atriyuma dökülür.
Buradaki venöz nitelikteki kanın arteriyel kanla karışmasına fizyolojik şant
adı verilir.
Lenf dolaşımı
• Interstisyel alandan fazla miktardaki sıvıyı uzaklaştırabilecek sistemdir.
• Lenfatik sistem interstisyel sıvıdaki protein konsantrasyonunu, interstisyel
sıvı hacmini, interstisyel sıvı basıncını ayarlar.
Plasenta ve fötal dolaşım uterus dolaşımı:
• Kan akımı endometrium ve myometriumun metabolik aktivitesine
paraleldir.
• Gebelik boyunca uterus hacmi arttıkça kan akımıda hızla artar. Plasenta
adeta bir “fötal akciğerdir. Fötüsda fötal kalp debisinin %55’i plasentadan
geçer.
• Ductus venozus kanın bir kısmını alt vena cavaya yöneltir ve geri kalanı
fötüsün portal kanı ile karışır.
• Doğumda plasenta dolaşımı kesilir ve periferik direnç aniden yükselir.
Yenidoğan kısa, zorlu solunumlar yapar ve akciğerler genişler.
A. ARTERLER
-
Muskuler Arterler: medial tabakasında düz kas hücreleri fazla, elastik lifler
azdır. Orta çaplı arterlerdir. Brakial ve femoral arterler bunlardandır. Lümen
çapı damar duvarı kalınlığından daha fazladır.
100
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
-
-
-
-
-
Elastik Arterler: Media tabakasında elastik lifler çoktur. Aort, koroner,
karotid, iliak ve subklavian arterler bunlardandır. Büyük çaplıdırlar. Elastik
olup genişlediklerinden dolayı sürekli kan akımı sağlarlar. Eğer elastik yapıda
olmasalardı kan sistolde akacak sonra akım sıfır olacakta; bu durumda kalbin
yapması gereken iş artacaktı. (Marey deneyi)
Arterioller: Media tabakası düz kas yapısına sahiptir. Lümenlerini bu sayede
genişletip daraltabilirler. Dolaşımda asıl ayarlamayı yapan sistemdir.
Metabolizmanın arttığı durumlarda bunlar dilate olurlar ve kan akımı artar.
Buna fonksiyonel hiperemi denir. Arteriolün olduğu dokudaki CO adenozin ve
nitrik oksit gibi metabolik ürünler vazodilatasyona neden olur. Buna metabolik
kontrol denir. Miyojenik kontrolde ise damar duvarına kan basınç yapınca
arteriolde konstriksiyon olur, böylece kan akımı normale döner. Arteriollerden
sonra mikrodolaşım gelir. Vücutta en yüksek rezistans arteriollerdedir (TUSNisan’88).
Mikrodolaşım: Metarterioller, arterioller, kapillerler ve postkapiller venülleri
içerir. Mikrodolaşım intertisiyel sıvı ile değiş tokuşun yapıldığı yerlerdir. Arteriol
ve venüller arasında direk bağlantı yani arteriovenöz şant vardır. Bu yolla kan
kısa devreden dolaşımını tamamlar.
Kapillerler arteriol ve metarteriollerden sonra gelir. Kanın kapillere geçişini
prekapiller sfinkter denen düz kas hücreleri durdurabilirler.
Kapillerler aynı anda çalışmazlar. Bir kısmı fonksiyoneldir diğerleri ise fonksiyonel
değildir. Damar çaplarının daralıp genişlemesi ile olan bu düzenlemeye
vazomosyon denir.
Kapillerde kan akım hızı 1 mm/sn’dir. Bu sayede yeterli madde alışverişi
sağlanabilir.
Kapillerde fenestrasyon denen pencereler yada sıkı bağlantılar olabilir. Böbrekte
glomerulusda ve gastrointestinal sistem kapillerlerinde pencereler vardır.
Oysa kan beyin bariyerini oluşturan endotelde sıkı bağlantılar vardır.
Mikrodolaşım geçirgenliğinin en fazla olduğu yer postkapiller venüllerdir.
Madde alışverişinde esas mekanizma pasif difüzyondur. Histamin, kapiller
geçirgenliği aorttırır.
Kapiller basınç 30-40 mmHg’dir glomerül gibi özel yapılarda ise 60mmHg’dir.
Bu sayede maddeler kolaylıkla kapillerden intertisiyel alana geçebilir.
Kapiller hidrostatik basıncın çok artması, kapiller permeabilitesinin aşırı artması,
onkotik basıncın azalması, intertsiyel onkotik basıncın artması gibi
durumlar ödeme neden olur.
Sekestrasyon ve üçüncü boşluğa sıvı kaybının sebebi kapiller hidrostatik basınç
artışıdır (TUS-Nisan’96).
B. VENLER
• Arterlere göre daha geniş çaplı, daha ince duvarlıdırlar. Venler dolaşımdaki
kanın büyük kısmını (%60) bulundururlar. Genişleyebilirler bu nedenle depo
görevi görürler. Özellikle dalak ve karaciğer venleri oldukça fazla genişler.
Sempatik uyarımda oldukça daralırlar ve dolaşımdaki kan miktarını arttırırlar,
bu da kalbin debisini arttırır
- Normalde venül başında basıncı 10 mmHg, sağ atriumda O
mmHg’dir. Bu basınç farkı kanın kalbe akmasında esas faktördür.
101
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
O nedenle kalp yetmezliklerinde venöz sistemde kan birikir ve ödem
oluşur.
- Venöz dönüş inspirasyonda intratorasik basınç azaldığı için artar
ekspirasyonda ise azalır. Özellikle valsalva manevrası venöz dönüşü oldukça
azaltır.
- Yatar durumdaki bir kimse ayağa kalkınca pulmoner dolaşımdaki 500 ml
kan alt ve üst ekstremitelere geçer. Yani periferal göllenme oluşur. Periferal
göllenme venöz dönüşü azaltır böylece debi azalır. Bu olay venöz dolaşımın
yerçekimi etkisi ile alakalıdır.
- Ven kaslarının kasılması, iskelet kaslarının kasılması ve venöz kapaklar
dönüşü kolaylaştırır.
- Hidrostatik basınç dikkate alınmazsa, sistemik dolaşımda aorta içi basınç,
değerinden derece derece düşerek sağ atriumda 0 mm Hg’e iner.
Sistemik dolaşımda basınç değişimleri şöyledir (TUS-Nisan’88).
Aortada basınç 100 mmHg
Büyük arterlerde 90-100 mmHg
Küçük arterlerde 80 mmHg
Arteriollerde 40 mmHg
Kapillerlerde 30 mmHg
Venüllerde 10 mmHg
Küçük venler 7 mmHg
Büyük venler 5 mmHg
Vena kava 0 mmHg
Görüldüğü gibi basınç en çok arteriollerde düşmektedir.
C. LENFATIK DOLAŞIM
• Kan dolaşımından interstiyel alana geçen proteinler, lenf dolaşımı ile tekrar
kan dolaşıma verilirler. Yani kapillerden geri alınamayan sıvı ve proteinler bu
sistemle kan dolaşımına döner. Lenfatik sistem endotelinin permeabilitesi daha
fazladır. Toplanan lenf sıvısı özellikle karaciğer ve gastrointestinal kanaldan
gelir ve ductus thoracicus ile kan dolaşımına verilir.
- Lenf akımı sağlamada doku basıncı ve iskelet kaslarının kasılması
en büyük faktörlerdir. Yerçekimi, valfler ve diyafram kasının etkisi diğer
faktörlerdir.
- Merkezi sinir sistemi kemik iliği derinin yüzeysel tabakası gibi bazı vücut
bölümlerinde lenfatik sistem bulunmaz. Lenfatik dolaşımın protein içeriği
kan dolaşımından düşüktür
Kan basıncı arttığında baroreseptörler uyarılır:
•
•
•
•
- Solunum yavaşlar, venöz dönüş azalır.
- Vazomotor merkez inhibe olur. (vazodilatasyon) (TUS-Nisan’88)
- Kardiyoinhibitör merkez aktive olur. Kalp yavaşlar.
Kan basıncı azaldığında baroreseptör uyarısı azalır:
Solunum kuvvetlenir. (Hiperpne)
Sempatik aktivasyonla renin ve adrenalin salınımı artar.
Vazomotor merkez aktive olur.
102
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Toklukta, proteinli diyette, anoksemide, şişmanlıkta, kas egzersizinde ve sigara
içildiğinde kan basıncını artırır.
• Uyku, açlık, paroksismal taşikardi de kan basıncı düşer.
• Kan Hacmi: Endokrin ve sinirsel yolla düzenlenir.
• Sinirsel: Stretch reseptörler V. Pulmonale, ventrikül ve atriumdadır. Kan hacmi
azalması hipolatamustan ADH salınımına neden olur.
• Hormonal: ADH, ANP ve Renin ile olur
• Venöz direnç değişmezken, arteriyel basınç artars organa giden kan
akımı azalır. Kalp bunu debi artırış ile kompanse eder (TUS-Nisan’91)
ANP (Atrial natriüretik peptid): Atrium hücrelerinde depolanmıştır.
Atriumların gerilmesi ile kan dolaşımına verilirler. ANP glomerüler filtrasyonu
arttırır, sodyum geri emilimini ve renin salınımını inhibe eder, vazodilatasyon
yapar.
103
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
ÜRİNER SİSTEM FİZYOLOJİSİ VE HİSTOLOJİSİ
VÜCUT SIVILARI HAKKINDA GENEL BILGILER
• Total vücut sıvısı erişkin sağlıklı bir erkekte toplam vücut ağırlığının %60’ı kadında
ise % 50’sidir. Bu farkın nedeni kadınlarda daha fazla yağ dokusu olmasıdır.
• Sağlıklı 70 kg.’lık bir erkekte toplam vücut suyu 42 litredir. Kadında ise 35 litredir.
• Yağsız vücut kitlesi alındığında su, toplam vücut ağırlığının %70’ini oluşturur.
• Toplam vücut sıvısı intraselüler ve ekstraselüler olarak iki kompartmanda bulunur.
• Ekstraselüler sıvı: Toplam vücut ağırlığının %20’sini yapar. Plazma, interstiyel
sıvı ve transselüler sıvı kompartmanlarından oluşur.
• Plazma toplam vücut kitlesinin %5’ini yapar, interstisiyel sıvı ise %15’ini yapar.
• Interstiyel sıvı hücreler arasında bulunan ve lenf sıvısınında dahil olduğu sıvı
bölümüdür.
• Transselüler sıvı plevra, periton, BOS, sinovyal sıvı gibi sıvıları içerir ve toplam vücut
sıvısının en küçük bölümünü oluşturur. En büyük transselüler sıvı kısmı gastrointestinal
lümendeki sıvıdır, daha sonra BOS gelir.
- Ekstraselüler sıvının en önemli ve en çok bulunan katyonu Na+’dır.
Daha sonra Ca++, K+ ve Mg++ gelirler (TUS-Nisan’94).
- Ekstraselüler sıvının en önemli anyonu CI- daha sonra HC03’dür. Diğer
anyonlar HPO4-2, SO4-2 ve proteinlerdir.
- Ekstraselüler sıvı volümü Na+ ile ayarlanır. Na+ kaybı ekstraselüler sıvının
azalmasına neden olur.
Intraselüler sıvı
• Toplam vücut sıvısının en büyük kısmını oluşturur. Insan vücut ağırlığının
%40’ını oluşturur (TUS-Eylül’91). Başlıca katyon K+’dır daha sonra Mg++’dır.
Diğer katyonlar Ca++, NH+4, Na+’dır (TUS-Eylül’96).
- Intraselüler sıvının en önemli anyonu fosfattır. Diğerleri bikarbonat,
proteinler, klor ve organik asitlerdir.
• Her bir kompartman elektriksel olarak nötraldir.
Vücut sıvılarının ölçümü
• Vücut sıvılarının ölçümünde indikatör dilüsyonu metodu kullanılır. Burada
verilen madde konsantrasyonu, vücutta indikatör dağıldıktan sonra kanda
ölçülen konsantrasyona bölünür.
• Bu amaçla kullanılacak indikatör vücut bileşimleri ile interaksiyona
girmemeli, buharlaşmamalı, homojen dağılmalı ve metabolize olmamalıdır.
Verilen maddenin buharlaşması, metabolize olması yada idrarla atılması
ölçüm sonucunu değiştirir.
- Toplam vücut sıvısı ölçümünde antipirin, döteryum oksit ve alkol
kullanılabilir.
- Ekstraselüler sıvı ölçümünde rafinoz, mannitol, inülin gibi
sakkaridler ya da tiyosülfat, tiyosiyonat, klor ve brom gibi radyonüklidler
kullanılabilir.
104
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
VÜCUT SIVI KOMPARTMANLARININ ÖZETI
SIVI
KOMPARTMANI
TOTAL VÜCUT
SIVISINA ORANI*
VOLÜM
HESAPLANMASINDA
KULLANILAN
MARKERLER
MAJOR
KATYONLAR
MAJOR
ANYONLAR
Total vücut sıvısı 1,0
D2O. trityumlu
ESS
1/3
Sülfat inülin mannitol
Na+
ClHCO3-
Plazma
1/12(ESS’n 1⁄4’ü)
Radyoiodine serum
albümin (RISA) Evans
mavisi
Na+
ClHCO3Plazma protein
Interstisiel
1⁄4 (3/4 ESS)
ESS-plazma volümü
(indirekt)
Na+
ClHCO3-
ISS
2/3
Total vücut sıvısı-ESS (
Indirekt)
K+
Organik
fosfatlar protein
ID:02t053
*Total vücut sıvısı 70 kg’lık normal erişkin bir erkekte vücut ağırlığının %60’ı yani 42 kg’dır
105
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
-
Plazma volümü olçümünde evans mavisi (T-1824), radyoaktif işaretli
albümin, gamaglobulin, fibrinojen kullanılır. Bu maddeler damardan
dışarı çıkmaz ve eritrositde alınmazlar.
- Kan volümü demir, krom yada fosfor izotopları ile ölçülebilir. Bunlar
eritrositlere geçtiğinden kan volümünü verir. Buradan plazma volümü
hesaplanabilir.
Plazma volümü ve kan volümü arası ilişki -->Plazma Volümü x 100
=Kan Volümü
100-Hematokrit
• Interstisiyel sıvı volümü direk ölçülemez, extraselüler sıvıdan plazma
volümü çıkarılarak hesaplanır.
• Intraselüler sıvı volümü direk ölçülemez. Toplam vücut sıvısından
ekstraselüler sıvı çıkarılarak bulunur.
ÇEŞITLI HALLERDE VÜCUT SIVILARINDAKI DEĞIŞIKLIKLER
Izotonik sıvı kaybı (diare)
• Izoozmotik volüm kontraksiyonu da denebilir.
1) ECF volümü azalır. Fakat ECF veya ICF osmolaritesi değişmez.
Osmolarite değişmediği için ECF ve ICF arasında su geçişi olmaz.
2) Plazma protein konsantrasyonu ve hematokrit artar çünkü
ECF kaybı, protein ve eritrositleri konsantre eder. ECF osmolaritesi
değişmediği için eritrositler büzüşmez ve şişmez.
3) Arteriel kan basma azalır çünkü ECF volümü azalmıştır.
Aşırı NaCI alımı
• hiperozmotik volüm expansiyonu da denir.
1) ECF osmolaritesi artar çünkü ECPye ozmol eklenir.
2) ICF’den ECF”ye su geçişi olur. Bunun sonucunda da ICF ozmolaritesi
ECF ozmolaritesine eşit oluncaya dek artar.
3) Hücre dışına su geçişinin sonucu ECF volümü artar (volüm
expansiyonu) ve ICF volümü azalır.
Su kaybı
• Hiperozmotik volüm kontraksiyonu olarakta adlandırılır.
1) ECF osmolaritesi artar çünkü ter hipoozmotiktir. (Terlemede su
Na+’dan çok kaybedilir)
2) ECF volumü azalır çünkü terlemeyle volüm kaybedilir. Su ICF’den
ECF’ye geçer. Bunun sonucunda da ICF osmolaritesi ECF ozmolaritesine
eşitleninceye kadar artar.
3) Hücre dışına su geçtiği için ICF volumü azalır.
4) ECF volüm kaybı olduğu için protein konsantrasyonu artar. Aynı
zamanda hematokrit artışı da beklenir fakat değişmez çünkü
eritrositlerde su kaybeder ve hacmi küçülür.
Uygunsuz ADH salınımı sendromu
• aynı zamanda hipoozmotik volüm expansiyonu olarak adlandırılır.
1) ECF osmolaritesi azalır, çünkü aşırı su retansiyonu olur.
106
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
2) ECF volumü artar (su retansiyonuna bağlı olarak). Hücrelere su girer,
sonucunda da ICF ozmolaritesi ECF ile dengeye gelene dek azalır
ve ICF volumü artar.
3) Protein konsantrasyonu azalır çünkü ECF volumü artar.
Hematoktritin azalması beklenirken değişmez çünkü eritrositlere
su girer ve volumü artar. TUS
Adrenokortikal yetmezlik - NaCI kaybı
• Hipoosmotik volüm kontraksiyonu olarakta adlandırılır.
1) ECF ozmolaritesi azalır çünkü böbrekler adrenal yetmezlikte
aldosteron eksikliğine bağlı olarak NaCl’i sudan daha fazla
kaybeder.
2) ECF volumü azalır. Su hücre içine girer, ICF osmolaritesi ECF’ye
eşitlenene kadar azalır ve ICF volumü artar.
3) Protein konsantrasyonu artar çünkü ECF volumü azalır. Hematokrit
artar çünkü ECF volumü azalır ve eritrositler su çökerek şişer.
BÖBREKLER
• Böbreğin arterleri direk aorttan çıkar. Bu arterler ile kalp debisinin 1/4’ü kadar
kan böbreğe götürülür. Bunlar daha sonra segmental ve irrterlobar dallara
ayrılır. Korteks- medulla sınırında arkuat arter olurlar Bu arterler basınç düşmesini
önleyen yapıdadır. Bunlardan dik olarak interlobüler arterler çıkar, afferent
arteriollerde bunların dalıdır. Afferent arteriol glomerül denen yapıyı oluşturur
ve glomerulusdan efferent arteriol çıkar. Efferent arterioller peritübüler kapilleri
oluşturur. Efferent arterioldan juxtameduller nefronlarda vasa recta denen özel
peritübüler kapiller oluşur. Bunlar henle boyunca medullaya iner ve tekrar glomerül
yönüne döner. Peritübüler kapillerler venlerle devam ederler.
• Böbreğin venleri aynı adları taşır ve böbreğin hilusundan çıkarak vena cava inferiora
dökülürler.
- Böbrekteki en küçük fonksiyonel fizyolojik birim nefrondur
- Her böbrekte bir milyon nefron vardır.
Nefron’un kısımları:
• Glomerulus: Afferent arteriolün yaptığı 20-40 kapiller arterden oluşur.
Kapiller özel pencereli kapillerdir. Bazal membran kesintisiz değildir. Bu
sayede protein ve hücreler hariç tüm kan süzülür.
• Süzücü membranda Bazal membran, endotel, mezengium hücreleri, podosit
yer alır.
• Bowmon Kapsülü: Glomerülü saran yapıdır. Viseral ve paryetal yaprakları
vardır.
• Malpighi cisimciği: Bowman kapsülü+Glomerul (TUS-Eylül’87)
• Proksimal Tübülüs: Kıvrımlı ve düz kısımları vardır.
• Henle Kulpu: Kalın ve ince segmentleri vardır. Inen ve çıkan kolu vardır.
• Dfstal Tübülüs: Kıvrımlı ve düz kısımları vardır
• Toplayıcı kanallar: (Kollektör Kanallar). Üretrojen kökenli yapılardır.
(TUS-Nisan’95)
107
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
5. haftadan itibaren mesonephros gerileyerek yerini kalıcı böbreği oluşturacak
olan metanephrosa bırakır. Metanephros, yapı materyalini iki ayrı yerden
alır:
1- Üreter tomurcuğu (üretrojen) kökenli olanlar: Wolff kanalından köken
alan bu bölümler üreter, pelvis renalis, calices renalis ve kollektör
kanaldan oluşur.
2- Metanephrogen blastem: Nefron (Bowman kapsülü ve Tubuluslar
(Henle, proksimal, distal tubulus)dan oluşur.
Iki tip nefron vardır:
• Kortikal nefronlar: Kortexte yerleşmiştir. Efferent arteriol çapı afferent
arteriol çapından küçüktür. Henle kulpu kısadır ve medullanın dış kısmına
ulaşır. Toplam nefronların %85’i bu tiptir.
• Jukstamedullar nefronlar: Kortex-medulla bileşkesinde bulunur. Henle
kulpu oldukça uzundur ve medulla derinliklerine kadar iner. Efferent ve
afferent arteriol çapı birbirine eşittir. Basıncı korumak için afferent arterioller
arcuat arterden çıkarlar. Efferent arteriol vasa recta denen özel bir kapilleri
oluşturur. Vesa recta zıt akımlı madde geçişi için önemlidir.
Böbreklerin Görevleri:
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Metabolizma ile oluşan artık maddelerin itrahı primer görevidir.
Su ve elektrolit metabolizmasının düzenlenmesi
Iç ortamın iyon dengesinin sağlanması
Kan basıncının düzenlenmesi (renin-anjiotensin mekanizması ile)
Plazma asit baz dengesinin düzenlenmesi
Eritropoietin salınımı ile eritrosit yapımının stimulasyonunun sağlanması
Glukoneogeneze katkıda bulunur.
PG sentezi
Vitamin D aktivasyonunun basamaklarında yer alır.
Nefronun fonksiyonları:
3 ana fonksiyonu vardır:
• Glomerüler filtrasyon, tübüler sekresyon ve tübüler reabsorbsyon
GLOMERÜLER FİLTRASYON
• Afferent arteriol özel bir dallanma gösterir ve glomerül kapiller hidrostatik basıncını
60 mmHg yapar. Diğer vücut kapillerinde ise basınç 25 mmHg civarındadır.
• Bowman kapsülü viseral ve paryetal yapraklardan oluşur. Paryetal yaprak dışta
kalan kısımdır ve yassı hücrelerden oluşur. Viseral yaprakta ayaklı yapılar gösteren
podosit denen özel hücreler vardır (TUS-Eylül’97).
• Filtrasyon mesafesi; kapiller endoteli, bazal membran ve podositlerden oluşur
(TUS-Eylül’94): Süzüntü bowman kapsülünün viseral ve paryetal yaprakları arasında
yani Bowman mesafesinde toplanır. Podosit ayakları arası aralıklar vardır ve
ayaklar siloproteinle kaplıdır.
108
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Filtrasyonla su, içinde erimiş maddelerle beraber bowman mesafesine geçer.
Protein ve hücre harici tüm maddeler ultrafiltrata geçer. Molekül ağırlığı 70kd üstü
maddeler filtre olmaz. Ultrafiltratta glikoz, kreatin ve (-) yüklü iyonlar biraz daha
fazla bulunur.
• Filtrasyonu sağlayan esas kuvvet glomerul kapiller hidrostatik basıncıdır. Buna
Bowman mesafesi hidrostatik basıncı ve plazma proteinlerinin onkotik basıncı
karşı koyar.
• Glomerul kapiller hidrostatik basıncı 60 mmHg, Bowman mesafesi hidrostatik
basıncı 18 mmHg, onkotik basınçta 32 mmHg’dir. Yani efektif filtrasyon basıncı 10
mmHg’dir.
• Her iki böbrekte dakikada oluşan ultrafiltrat miktarına glomeruler filtrasyon hızı
denir.Normal değeri 125 ml/ dk’dır. Glomeruler filtrasyon hızı filtrasyon katsayısı (Kf)
ve etkili filtrasyon basıncının çarpımına eşittir. Kf değeri 12.5 ml/dk.mmHg’dir.
• Günde 180 litre sıvı filtre olur. Bunun %99’u geri emilir.
• Toksik maddelerin atılması için çıkarılması gereken idrar miktarı en az 500 ml/gün
olmalıdır (TUS-Eylül’87).
Glomeruler filtrasyonu etkileyen faktörler (TUS-Eylül’00)
• Böbrek kan akımı değişmeleri
• Glomerul kapiller hidrostatik basınç değişmeleri: Bunu değiştiren ana
mekanizma, prekapiller sfinkterlerin durumudur. Filtrasyonu etkileyen ana
faktör hidrostatik basınç değişmeleridir.
• Glomerüler kapillerdeki plazmanın onkotik basıncı: Dehidratasyon,
hipoproteinemi haller değiştirir.
• Bowman kapsül basıncı değişmeleri: Basınç artarsa GFR azalır, (üreter
taşı, ödem, diüretik) (TUS-Nisan’94, Nisan’01)
• Plazma proteini konsantrasyonu değişmeleri: Malnutrisyon, sıvı
infüzyonu
• Glomerul filtrasyon membran geçirgenliğinin değişmesi: Böbrek
glomerül kapilleri sistemik kapillerden çok daha fazla geçirgendir.
• Total glomeruler yatakta azalma; glomerulonefrit, taş vs. Böbrek birim
ağırlık başına sistemik kapillerlere göre daha geniş yüzeye sahiptir.
• Ultrafiltrataki onkotik basınç: Efektif filtrasyon yüzeyinin değişikliği.
Arteriollerin filtrasyon etkisi
• Afferent arteriolde daralma glomeruler filtrasyon hızını (GFH) ve renal
plazma akımını (RPA) azaltır, genişleme ise her ikisini arttırır. GFH ve RPA
aynı yönde etkileştiğinden filtrasyon fraksiyonu afferent arteriol direnç
değişmelerinden etkilenmez. Afferent arteriolde dilatasyon hidrostatik
basıncı artırarak GFH’nı arttırır ancak RPA’da artar. Sonuçta filtrasyon
fraksiyonu değişmez.
• Efferent arteriolde daralma hidrostatik basıncı arttırıp GFH’nı arttırır
ancak vasküler direnç arttığından RPA azalır. Efferent arteriolde genişleme
hidrostatik basınç azalması ile GFH’nı azaltır. Vasküler direnç düşmesi
PRA’yı arttırır. Efferent arteriolde çap değişmeleri filtrasyon fraksiyonunu
etkiler. Çünkü RPA ve GFH ters yönde etkileşirler.
109
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
Renal otoregülasyon mekanizması
• Sistemik kan basıncındaki büyük değişmelerde 70- 200 mmHg, böbrek
kan akımı çok az değişir bu da GFH’nı sabit tutar. Filtrasyon çok hızlı
olursa reabsorbsiyon tam olarak yapılamaz. GFH çok yavaş olursa
zararlı maddeler reabsorbe olur. O nedenle GFH sabit tutulmalıdır. 70
mmHg altında bu mekanizma çalışmaz. Denerve ve transplante böbrekte
bile bu mekanizma vardır.
• Tübüllere gelen Na+ve CI- azalması afferent arteriolde
vazodilatasyon yapar. Buda GFH’nı arttırır. Ayrıca effer-ent arteriolde
vazokonstriksiyon olur. Bu yolla glomeruler filtrasyon hızı sabit tutulmuş
olur. Otoregulasyonda asıl görevli olan ve aynı anda çalışan iki
mekanizma bunlardır. Yani afferent arteriol dilatasyonu ve efferent arteriol
konstruksiyonu.
• Efferent arteriolde daralma ile peritübüller kapiller hidrostatik
basıncı düşer. Bu da reabsorbsiyon için uygundur.
• Ayrıca tübüle gelen sıvıda Na+ düşmesi macula densa hücrelerini uyararak
renin-anjiotensin mekanizmasını çalıştırır. Anjiotensin II’nin konstriktör
etkisi efferent arteriolde daha güçlüdür.
Mesengial hücrelerde kasılmaya veya gevşemeye yol açan
maddeler:
• Kasılma:
- Anjiotensin II, Vazopressin, Noradrenalin, Trombosit aktive edici faktör,
PDGF, Tromboxan A2, PGF2, Lökotrein C, D ve Histamin’dir.
• Gevşeme:
- ANP, Dopamin, PGE2 ve cAMP ile oluşur.
Renal perfüzyon azaldığında, böbrekler perfüzyonu artırmak için suyun geri
emilimini artırarak atılmasını önler bunun sonucu oligüri meydana gelir.
Bunun yanında böbrek renin salgısını arttırarak sonuçta aldosteron düzeyinin
artmasını ve atılan sodyum miktarının da azalmasını sağlayarak kan hacminin
artmasını sağlar.
110
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
Böbrekte Elektrolit Transportu
Böbrek hücreleri; elektrolit reabsorbsiyon ve sekresyonunu şu üç ana grup ile düzenlerler: Cotransporterler (glukoz ve
aminoasitle birlikte sodyum), Countertransporterler (diğer iyon, mesela K+ veya HCO3-) ve iyon spesifik iletim kanalları. Figür;
bu üç major transport sisteminin, nefronun üç ayrı ana segmenti üzerindeki etkilerini göstermektedir. Bu sistemlerin aktiviteleri
lümen ve kandaki potansiyel farklarına (mV olarak) göre şekillenir. Bazolateral Na+ / K+ ATPaz intraselüler sodyumu düşük
tutarak elektronötral cotransport için ana gücü oluşturur. Na+ / K+ değişimi nefronun bir çok bölgesinde olur. Potasyum;
konsantrasyon gradienti oluşunca, hücreyi iletim kanalları yoluyla terkeder. Klor; bazolateral membranda ya paraselüler olarak
ya da iletim kanalları yoluyla hareket eder. Henle kulpunda; Na+ / K+ / Cl- cotransporterleri sodyum transportu için ana
mekanizmayı oluştururlar ve loop diüretikleri burayı inhibe eder. Distal tübül ve toplayıcı kanallardaki sodyum iletim kanalları;
tiazid diüretikleri, amiloride ve Atrial natriüretik peptik (ANP) tarafından inhibe edilirken, aldosteron tarafından stimüle
edilir. Aldosteron aynı zamanda potasyum kanallarını ve Na+ / K+ ATPaz’ı da stimüle eder. Figürün alt kısmında, Arginin
vazopressin (AVP), bazolateral membranda V2 reseptörüne bağlanmış olarak görülmektedir; bu bağlanma Luminalmembranda
aquaporinlerin (su kanallarının) ekzositozu ile sonuçlanan bir dizi olayı tetikler ve sonuçta hücrelerin suya geçirgenliği artar.
111
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
TÜBÜLER TRANSPORT
• Tübüler sekresyon ve reabsorbsiyonu içerir.
L. TÜBÜLER REABSORBSIYON (GERI EMILIM)
• Tübüler reabsorbsiyon ve sekresyon aktif taşıma ile gerçekleşir.
Sodyum reabsorbsiyonu
• Nefron boyunca Na+ reabsorbsiyonu için Tm değeri yoktur. Hemen hemen
her bölümden reabsorbe olur.
• Proksimal tübül epiteli bazolateral membranlarındaki Na+- K+ ATP az
sistemi Na+’yı hücreden intertisyuma verir. Hücre içi Na+ azalır, K+ artar.
Ultrafiltrattaki %65’lik Na+ transportu bu yolla olur. Geri kalan kısım ise
suda çözünmüş madde olarak pasif difüzyonla olur. Birinci yolla hücre içine
Na+ gradienti oluşturulur.
• Hücre içine lümenden Na+ taşınması pasiftir ancak genede taşıyıcı aracılığı
ile olur. Na+ taşınması sekonder aktif transporttur. Apikal membranda
Na+- glikoz, N0+- fosfat, Na+- aminoasit kotransportu olur. Gene apikal
membranda Na+- H+ antiport sistemi vardır.
• Na+ nin hücre içine geçişi Cl- ve HC03- geçişi için elektriksel gradiyant
sağlar. Ayrıca sekrete edilen H+ ile HC03 - emilimi oluşur. Proksimal
tübülde Na+ - K+ antiportu yoktur.
• Ultrafiltrattaki glikoz ve aminoasidlerin tamamı ve fosfatın tama yakını
proksimal tübülde taşınır. Ultrafiltrattaki toplam Na+’nin %75’i proksimal
tübüllerde emilir.
• Distal tübül ve toplayıcı tübüllerde katyon değişmesiyle K+ ve H+ atılıp Na+
alınır ayrıca Cl- reabsorbsiyonuyla Na+ da reabsorbe olur.
Potasyum reabsorbsiyonu:
• K+ glomerüllerden tamamen filtre olur ve henle kolunun inen kolu hariç
tüm segmentlerden reabsorbe olur.
HCO3- rearbsorbsiyonu:
• Tübüle sekrete edilen H+ ve HCO3; H2CO3 oluşturur. Bu da karbonik
annidraz ile H2O ve O2’ye dönüştürülür. Bunlar difüze olur. Daha sonra
tübülde tekrar H+ ve HCO3’e dönüşür. Burada net bir H+ sekresyonu
olmaz. Çünkü başta sekrete edilen H+ tübülde HCO3- ve H+ oluşturur.
CI- reabsorbsiyonu:
• Cl- reabsorbsiyonu HCO3 ile ters yönde etkileşir. Cl- reabsorbsiyonu
arttığında HCO3 reabsorbsiyonu azalır, CI- reabsorbsiyonu azaldığında
HCO3 reabsorbsiyonu artar. Cl- henlenin çıkan kolu ve distal tübülde aktif
taşınır. Henlenin çıkan kolu ve distal tübülde Na+ - 2CI- - K+ pompası
vardır. Bu iyonlar aynı yönde tek bir taşıyıcı ile transporte olurlar.
Su reabsorbsiyonu:
• Na+, Cl-, K+, HCO3- gibi iyonların reabsorbsiyonu ile tübül hücresi
hipertonik olur. Burada su osmozla geçer. Ayrıca hidrostatik basınçta
geçişi sağlayan bir kuvvet oluşturur.
112
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
•
•
•
•
Suyun %75’i proksimal tübülden reabsorbe olur (TUS-Eylül’87, Eylül’89).
Reabsorbsiyon iyonlarla orantılı olduğundan lümen boyunca ultrafiltrat
izoosmotik kalır.
Henlenin inen ince kolundon iyon reabsorbsiyonu olmaz ancak su çok
fazlaca reabsorbe olur. Sonuçta ultrafiltrat hipertonik olur. Henlenin çıkan
kolunun kalın kısmında ve distal tübüllerde suya permeabilite azalmış
iyonlara geçirgenlik oldukça artmıştır. O nedenle bu segmente dilüsyon
segmenti denir. Bu kısım sayesinde medulla hipertonik tutulur. Distal tübüle
gelen sıvı her zaman hipoosmotiktir.
Distal tübül ve toplayıcı kanallarda su reabsorbsiyonu ADH ile olur.
ADH yokluğunda buradan su elilmez, ve dilüe idrar çıkarılır. Normalde
böbrekt suya en geçirgen kısım proksimal tübülden reabsorbe olur (TUSEylül’90).
DistaltübüldeözelNa+kanallarıvardırvebunlaraldesterondanbağımsızçalışır.
• Henle kolunun çıkan kolunda Mg++ ve Ca+ fazlaca reabsorbe olur. Distal
tübül paratiroid hormonla Ca’un aktif taşınmasının olduğu segmenttir.
Toplayıcı kanalların kortikal bölümünde aldosteron bağımlı Na+ taşınması
olur. Ayrıca bu bölümde ADH ile su permeabilitesi artar.
NEFRON ÜZERINE DIÜRETIKLERIN ETKİSİ
Sınıfı
Etki yeri
Mekanizması
Major etkisi
Karbonik anhidraz
inhibisyonu
↑ HCO3- atılımı
Loop diüretikleri
Henlenin çıkan kolunun
(furosemide, etakrinik kalın kısmı
asid, bumetanide)
Na+-K+-2ClKontransportunu inhibe
eder
↑ NaCl atılımı
↑ K+atılımı (↑ distal
tübül akım hızı
nedeniyle )
↑ Ca++ atılımı
(hiperkalsemi tedavisi)
Idrarı konsantre etme
yeteneği azalır; idrarı
dilüe etme yeteneği
azalır.
Tiazid diüretikleri
(klorotiazid,
hidroklortiazid)
Na+ reabsorbsiyonunun
inhibisyonu
K+ sekresyonunun
inhibisyonu (
Spiranolakton
aldosteron
antagonistidir diğerleri
direk etkilidir.)
NaCl reabsorbsiyonunu
inhibe eder
↑ NaCl atılımı
↑ K+ atılımı (distal tübül
akım hızı ↑ nedeniyle)
↓ Ca+2 atılımı (diğer
diüretiklerin tersi )
Idrarın dilüsyon
yeteneği azalır,
konsantrasyon
yeteneğini etkilemez
K+ tutucu diüretikler
(spiranolaktone,
triamterene,
amiloride)
Distal tübül son kısımları - Na+
ve toplayıcı kanallar
reabsorbsiyonunun
inhibisyonu
- K+ sekresyonunun
inhibisyonu
Karbonik anhidraz
inhibitörleri
(asetazolamide)
Proksimal tübül
↑ Na+ atılımı (az etkili)
↓ K+ atılımı
ID:02t052
113
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Tübüler sıvı toplayıcı kanallarda en hipertoniktir (TUS-Eylül’91).
• Reabsorbe olan maddelerin tübüler maksimum reabsorbtif kapasitesi
vardır. Bu reabsorbe edilen maddenin maksimum sınırını oluşturur. Tm,
Tr ile gösterilir.
Fosfat reabsorbsiyonu (TUS-Nisan’95)
Parathormon, paratiroid bezden hipokalsemi veya hiperfosfatemi
durumunda salgılanan ve böbreklerde kalsiyumun reabsorbsiyonunu,
fosfatında atılmasını sağlayarak kalsiyum ve fosfat dengesini sağlayan bir
hormondur.
2- TÜBÜLER SEKRESYON
K+ Sekresyonu
• K+ hem sekrete hem absorbe edilebilen tek elektrolittir.
• K+ proksimal tübülde aktif reabsorbe olur, pasif sekrete edilir.
• Distal tübülde K+ sekresyonunda Tm değeri yoktur. K+ sekresyonu
vücut asit baz dengesine göre sağlanır. Metabolik asidozda K+ sekresyonu
azalır. Alkalozda artar.
• Eksikliğinde hücre dışı alkaloz, hücre içi asidoz görülür (TUS-Nisan’92).
• Aktif sekresyonda : Na+ - ATPaz ile K+ hücre içinde artar. O nedenle
lümene K+ pasif olarak transporte edilir. Distal tübülüslerde aldosteron
Na+- K+ ATP az aktivitesini ve apikal membran permeabilitesini arttırıp
K+ sekresyonunu arttırır.
• Henlenin inen kolu hariç her yerden sekrete edilir ve bu sayede HCO3
reabsorbe edilir. H+ sekresyonu Na+ absorbsiyonu ile beraber olur. H+
tamponlanması için HPO4-2 ve NH3 ve bikarbonat kullanılır. Distal tübül ve
toplayıcı kanallarda HCO3 ile tamponlama olmaz.
• Organik asitlerin (ürik asit vs) sekresyonu proksimal tübülden olur. Ürik
asit böbreklerden hem sekrete hem absorbe edilebilen tek organik
maddedir.
• Sekrete edilen maddeler için bir üst sınır vardır. Bu IS ya da Tm ile ifade
edilen değerdir.
KLIRENS (TUS-NISAN’92, NISAN’94)
• Bir dakika içinde böbreklerce, belli bir maddeden arındırılan plazma
hacimdir (TUS-Eylül’87, Eylül’97).
• Böbreğin temizleme gücünü gösterir.
• Şu formül ile hesaplanır.
TUS Klirens = Maddenin idrar konsantrasyon değeri x idrar hacmi /
Maddenin plazma konsantrasyon değeri
• Inülin plazma proteinlerine bağlanmayan inert bir doğal maddedir. Klirensinde
sadece glomerüler filtrasyon rol alır. O nedenle inulinin klirensi glomerüler
filtrasyon hızını verir.
• Inulin klirensi ile idrarla atılan maddelerin klirensleri karşılaştırılarak maddenin
itrahında rol alan mekanizmalar anlaşılabilir
• X maddesinin klirensi eğer inülin klirensine eşitse itrah sadece glomerüler
filtrasyonla olur. Mannitol, tiyosülfat ve B12 bu tip maddelerdir.
114
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• X maddesinin klirensi eğer inülin klirensinden büyükse madde glomerüler
filtrasyon ve tübüler sekresyon ile atılır. PAH, kreatinin, fenol kırmızısı bu tip
maddelerdir.
• X maddesinin klirensi eğer inülin klirensinden küçükse itrah glomerüler filtrasyon
ve tübüler reabsorbsiyonla olur. Glikoz bu tip bir maddedir.
• Eğer X maddesi hem absorbe hem sekrete ediliyorsa net olaydan bahsedilir.
Net sekresyon, net absorbsiyon gibi.
• Glomerüler filtrasyon hızının değerilndirilmesinde kreatinin klirensi
inülin klirensine göre daha çok kullanılır, kreatinin, glomerüler filtrasyon
ve bir miktar tübüler sekresyonla atılır.
• Yaşlandıkça kreatinin klirensi azalır ancak plazma kreatinin düzeyi hayat boyu
sabittir.
• Itrah edilen maddenin idrar konsantrasyonu ve idrar hacmi çarpımından inülin
klirensi ve plazma konsantrasyon çarpımı çıkarılırsa Ts değeri bulunabilir. Ts=
Ux.V-an.Px
• Itrah edilen maddenin idrar konsantrasyonu ve idrar hacmi çarpımı inülin klirensi
ve plazma konsantrasyon çarpımından çıkarılırsa Tr elde edilir.
Tr: Cin.Px-Ux.V
Ts: SekresyonTr: Reabsorbsiyon
Cin: Inülin klirensi
UX: Maddenin idrar konsantrasyonu
Px: Maddenin plazma konsantrasyonu V:Idrar hacmi
• Herhangi bir maddenin 1 dakikada böbreklere taşınan miktarına plazma yükü
denir.
• Herhangi bir maddenin 1 dakikada ultrafiltratla tübülüslere taşınan miktarına
glomerüler yük denir.
• Glikoz gibi bazı maddelerin reabsorbsiyonu için eşik değeri vardır. Plazma
yükünde plazmadaki madde konsantrasyonu önemli olduğundan belli
bir değerin üstü taşınamaz ve idrarda çıkar. Bu değere eşik değeri (eşik
konsantrasyonu) denir. Tm değeri ile eşik değeri aynı değildir. Idrarda
maddenin görülmeye başladığı konsantrasyona eşik değer denir. Glikoz için
Tm 320, eşik konsantrasyon ise 200 mg/dl civarıdır.
Glikoz transport grafiği:
• Glikozun kan konsantrasyonu, filtre olan glikoz miktarını yani glomerüler
yükü. (filtrasyon yükü) arttırır. Plazma glikoz miktarı 200 mg/dl altında
glikoz tamamen absorbe olur. 200’den sonra birinci tip kinetik görülür
yani plazma glikoz konsantrasyonu ile lineer olarak itrah artar. 320 mg/dl
de glikoz absorbsiyonu sabitleşir ve sıfır derece kinetik oluşur. 320 mg/dl
üstünde ise idrar glikozunun asıl belirleyicisi plazma glikoz düzeyi olur.
Glikoz Tm değeri sabittir ve fonksiyone nefron sayısına bağlı olduğu için
Tm değeri Tr değerinin ve fonksiyone nefron sayısının hesaplanmasında
kullanılır.
115
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
PAH transport grafiği:
• PAH filtrasyon ve sekresyona uğrayan bir organik asittir.
Böbreklerden ilk geçişte tamamen itrah olur. Ancak Tm değeri olan 80 mg/dk
üstünde bu geçerli değildir. PAH plazma proteinlerine bağlı olsa bile sekrete
olur. Tm değeri PAH için sabittir ve Ts’yi hesaplamada kullanılır.
• Tm değeri altında PAH glomerüler filtrasyon ve tübüler sekresyonla
tamamen atılır. PAH’ın kan düzeyi 20mg/dl iken Tm değerine ulaşılır. Bu
durumda sekresyon PAH’ın kan düzeyinden bağımsız bir hale gelir. 20
mg/dl üstünde ise PAH-klirensini belirleyen glomerüler filtrasyon olur ve
klirens inülin klirensine yaklaşır.
• PAH tek geçişle tamamen plazmadan arındırıldığı için Rck
prensibine göre böbreğin plazma akımı hesaplanabilir.
Böbrek plazma akımı= Idrar PAH kons. X idrar hacmi / Arteriel
- venöz PAH değeri
• Böbrek plazma akımı = CRAH ‘dır, buradan böbrek kan akımı
hesaplanabilir.
Böbrek kan akımı= Böbrek plazma akımı x 100
100-Hct
• Venöz PAH sıfır kabul edilirse efektif plazma akımı denir. Ancak venöz PAH
tam olarak ölçülürse gerçek plazma akımı bulunur. Böbrek plazma akımı
hesaplanmasında diodrastta kullanılabilir.
Juxtaglomerüler aparartus:
• Distal tübülüs ve afferent arteriolün özelleşmiş hücrelerinin oluşturduğu
sistemdir. TUS
• Sistemde 3 tip hücre vardır :
Juxtaglomerular hücreler
Afferent arteriolün tunika mediasından köken alan özelleşmiş kas hücreleridir.
Yapısında inaktif renin (prorenin) bulunur. Bu hücreler stretch reseptörler
(gerim reseptörleri) dir. Böbrek kan akımı azalması ile uyarılırlar. Ayrıca
sempatik inervasyon alırlar ve beta reseptör aktivasyonu ile renin salarlar.
Macula densa hücreleri
Distal tübülün özelleşmiş hücreleridir ve distal tübülün başlangıç kısmında
bulunurlar. Kemoreseptör gibi davranırlar ve tübülüs NaCI konsantrasyonu
düştüğünde uyarılırlar, inervasyonları yoktur ve juxtaglomeruler hücreleri
uyarırlar.
Mezengial (polkissen) hücreleri
Juxtaglomeruler aparatın intertisiyel hücreleri olan extraglomeruler mezengial
hücrelerdir.
116
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
İDRARIN KONSANTRASYON VE DİLÜSYONU
• Böbrekler vücut su durumu ve ihtiyacına göre idrarı konsantre (çok yoğun) yada
dilüe (az yoğun) edebilirler. TUS Idrarın yoğunluğunu belirleyen ana hormon
ADH’dır. Idrar konsantrasyonu vaza rektadaki zıt akımlı değişim mekanizması ile
toplayıcı kanal ve henle kolundaki zıt akımlı çoğaltıcı sisteme dayanır.
• Zıt akım mekanizması vaza rekta ve henle kıvrımı arasındaki ilişkiye dayanır. Zıt
akımlı sıvılar arasında madde ve sıvı alışverişi olur.
Zıt akımlı çoğaltıcı sistem
• Medulla hipertonisitesini artıran ve medullada yüksek sodyum klorür
konsantrasyonu sağlayan sistemdir. TUS Sodyum klorür çıkan koldan
yüksek oranda medulla intertisiyumuna geçer ve bu vaza rektadaki rekta ile
medulla derinliklerine taşınır. Buradan tekrar henlenin ince segmentinden
tübülüse difüze olur. Bu yolla sodyum konsantrasyonu medullada gittikçe
çoğalır.
• Medullanın hipertonik olmasını sağlayan faktörler henle kolu kalın
segmentinden NaCl++, K+ ve diğer iyonların aktif transportu, toplayıcı
kanallardan aktif iyon transportu ve ürenin toplayıcı kanallardan
intertisyuma pasif geçmesidir. Bu yolla papillalara yakın medulla tonisitesi
1200 mosm/litreye kadar çıkabilir.
Zıt akımlı değişim mekanizması:
• Vazarekta medulla hiperosmolaritesinin korunması için önemlidir.
Medulla’ya olan kan akımı toplam böbrek kan akımının %1 kadarını
oluşturur. O nedenle maddeler çok az uzaklaştırılır, U şeklinde bir tübün
kolları birbire yakın ve kollarda fazlaca geçirgen olursa zıt akımlı değişim
gerçekleşebilir. Bu değişimde sıvı ve maddeler kollar arasında değişir ve
tübün derinliklerinde madde birikir böylece çok az madde uzaklaştırılır.
• Sodyum klorür ve üre intertisiyumdan vaza rektanın inen koluna geçer.
Suda inen koldan interstisyuma geçer. Bu yolla medulla derinliğine doğru
vaza rekta osmolaritesi artar ve 1200 mOsm/lt olur, Medullayı terkeden
vaza rektanın çıkan kolunun sonunda kan 325 misn/lt, inen kolunun
başlangıcında ise 300 m.osm/it’dir. Bu aradaki 25 m.Osm/It’lik fark ile
maddeler uzaklaştırılır. Çok az miktarda madde uzaklaştırılması medullanın
hipertonik kalmasına neden olur. Ayrıca uzaklaştırılan bir miktar madde
sayesinde medulla hipertonisitesinin sürekli (progresif) artması önlenmiş
olur.
Konsantre idrar oluşmasında ADH’nın rolü
• Vücut sıvılarının osmolalitesi 300 mosm/lt’dir. Böbrek medullasında ise bu
değer papillalara yaklaştıkça artar. Yani toplayıcı kanalların papillaya yakın
kısmında (kollektör tübüllerde) osmolalite 1200 mosm/lt değerine ulaşır.
• Bu değer tübüler sıvının en hipertonik olduğu değerdir.
- ADH (Vazopressin) distal tübülüsün son kısımları ve toplayıcı
kanal epitel hücrelerinin bazolateral membranını etkiler. ADH bu
hücrelerde cAMP’yi arttırarak su geçirgenliğinde çok büyük
artışa neden olur. (TUS-Nisan’89)
117
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
-
Distal tübüs kıvrımlı segmentinde sıvı her zaman plazmaya göre
hipotoniktir. ADH varlığında distal kıvrımlı tübüle giren sıvı izotonik hale
getirilerek toplayıcı kanallara girer. Medulla hipertonik olduğundan ve
toplayıcı kanallarda suya geçirgenlik ADH varlığında fazla olduğundan
su osmozla medullaya geçer ve idrar hipertonik bir hale gelir. Yani
idrarın hipertonikliği maksimal ADH varlığında 1200 mosm/lt olur. Bu
idrar osmolalitesi için maksimal değerdir idrar daha hipertonik hale
getirilemez.
- ADH üreye olan geçirgenliği de arttırır. Medulla osmolalitesinin
300-400 mosm/lt.’lik kısmı üre ile oluşturulur.
- Idrarın az yoğun çıkarılmasında ADH yokluğu rol oynar. ADH
yokluğunda distal tübülüsün son kısmı ve toplayıcı kanalların suya
göreceli olarak geçirgenliği azalır. Bu durumda ultrafiltrat toplayıcı
kanallarda ve distal tübülüste hipotonik kalarak az yoğun idrar
oluşur.
• Dolayısıyla Vazopressin yokluğunda böbrekte sıvı en fazla proximal tübülden
absorbe edilir (TUS-Eylül’90).
Serbest su klirensi ve osmolar klirens
• Böbreklerin su itrah kapasitesinin ölçümü serbest su klirensi ile olur.
Osmolar klirens bir dakikada osmotik aktif maddelerden arınan plazma
volümüdür.
Uosm = Idrar osmolalitesi V = Idrar hacmi Posm = Plazma osmolalitesi
Cosm = Osmolar klirens
• Serbest su klirensi Csu=1 dakikada oluşan idrar hacmi -Cosm’dir.
• Su diürezinde idrar hipoosmotiktir ve serbest su klirensi pozitiftir. Idrar
hacmi fazla ve idrar osmolalitesi düşüktür.
• Su antidiürezinde idrar hiperosmotiktir ve serbest su klirensi negatiftir.
Serbest su reabsorbsiyonu pozitiftir. Idrar hacmi azalmıştır ve idrar
osmolalitesi yüksektir.
Osmotik diürez:
• Idrarla atılan maddenin suyu sürüklemesi ile olur. Ya dışardan verilen
(mannitol gibi) bir madde ile yada Na reabsorbsiyonunun azalması
(diüretikler vs.) ile olur. Bu durumda idrar hacmi fazla, serbest su klirensi
pozitiftir. Idrar osmolalitesi de düşüktür.
RENİN - ANJİOTENSİN SİSTEMİ
• Renin böbrek perfüzyon basıncının azalması veya makula densa hücrelerince
algılanan Na konsantrasyonunun azalması hallerinde (juxtaglomerüler aparat’tan)
salgılanır (TUS-Eylül’92). Hipovolemi, ödem, hemoraji durumlarında böbrek
perfüzyon basıncı azalır. Epinefrin, norepinefrin, ayakta durma renin salınımını
arttıran fizyolojik durumlardır. Renal perfüzyon basıncının artması, anjiotensin
II, ANP hipernatremi ve ADH renin salınımını inhibe eder. Hipokalemi renin
salınımını arttırırken hiperkalemi azaltır. Hiperkalemi direk adrenal bezleri etkileyerek
aldosteron salınımına neden olur.
118
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
ANGİOTENSİN II’NİN ETKİLERİ
Fonksiyonu
Sonuç
Potent vazokonstriktördür
Kan basıncını arttırır
Aldosteronun sentez ve salınımını uyarır
Distal tübülde sodyum ve klor rezorbsiyonu artar
ADH salınımı uyarır
Toplayıcı kanallardan su emilimi gerçekleşir
Susama hissini arttırır
Doku sıvı volümü artar
Renin salınımını inhibe eder
Feedback inhibisyondur.
Prostoglandinlerin salınımını uyarır.
Afferent glomerüler arteriolün vazodilatasyonu
ve böylece glomeruler filtrasyon hızının devamı
sağlanır.
ID:03t080
• Renin, anjiotensinojen denen affa globülin yapıdaki substratı anjiotensin I’e (10
peptidli) çevirir. Anjiotensin I inaktif yapıdadır.
• Anjiotensin l ACE ile anjiotensin III’ye (8 peptidli) dönüşür. ACE primer olarak
akciğerde bulunur, az miktarda böbrek ve plazmada da vardır. Anjiotensin II kanda
l dakika kadar kalır ve anjiotensinaz ile anjiotensin III’e dönüştürülür.
Anjiotensin II’nin etkileri (TUS-Eylül’90)
- Aldosteron salar
- Arteriollerde vazokonstriksiyon yapar
- Susamayı uyarır
- Böbrek meduller kan akımını azaltır
- Renal vasküler direnci arttırır
- ADH salınımını uyarır
- Renin salınımını inhibe eder
• Anjiotensin III (7’li peptid) güçlü bir vazokonstriktör değildir. Ancak aldosteron
salınımının oldukça güçlü bir uyaranıdır. Anjiotensin III anjiotensinazlarla
yıkılarak inaktive edilir.
• Aldosteronun etkileri (TUS-Nisan’88)
- Na+ reabsorbsiyonu,
- Su reabsorbsiyonu,
- H+ sekresyonu,
- K+ sekresyonu,
• Normalde renin, substratı ile sature olmamıştır. Östrojen içeren oral
kontraseptifler anjiotensinojen yapımını arttırır. Bu da renin aktivitesini
renin konsantrasyonunda artış yapmadan yükseltir. Bu artış hipertansiyona
yol açabilir.
ANP; Atrium hücrelerinde sentez edip depolanan peptid hormondur.
Salınımı uyaran esas faktör extraselüler sıvı hacminin artması yani
hipervolemidir. ADH ve adrenalinde ANP salınımına neden olur.
ANP’nin etkileri
-
Aldesteron salınımını inhibe eder
Afferent arteriolde dilatasyon yapar
Efferent arteriolde konstriksiyon yapar
GFH’nı arttırır
119
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
BÖBREĞİ ETKİLEYEN HORMONLARIN ÖZETİ
Hormon
Sekresyonu için
uyaran
Etkisi
Etki Mekanizması
Böbrek üzerindeki etkisi
PTH
↓ Plazma [Ca ]
Hızlı
Bazolateral reseptör
Adenilat siklaz
cAMP → idrar
↓ fosfat reabsorbsiyonu
(proximal tübül)
↑ Ca+2 reabsorbsiyonu (distal
tübül)
1α-hidroksilazı stimüle eder
(proksimal tübülde)
ADH
↑ Plazma
ozmolaritesi
↓ kan volümü
Hızlı
Bazolateral V2
reseptör, Adenilat
siklaz, cAMP
(Not: V1 reseptörleri
kandamarındadır. Mekanizma Ca+2 –IP3)
↑ H2O permeabilitesi
(Distal tübül son kısımları ve
kollektör kanal esas hücreleri)
Aldosteron
↓ kan volümü
↑ plazma [K+]
Yavaş
Yeni protein sentezi
↑ Na+ reabsorbsiyonu
↑ K+ sekresyonu (distal tübül
esas hücreleri)
↑ H+ sekresyonu
(Distal tübül interkale hücreleri)
Atrial
natriüretik
faktör
↑ kan basıncı
Hızlı
Guanilat siklaz
cGMP
↑ GFR
↓ Na reabsorbsiyonu
+2
Anjiotensin ↓ kan volümü
II
(Renin üzerinden)
Hızlı
↑ Na+- H+ değişimi ve HCO3reabsorbsiyonu (proksimal
tübül)
ID:02t038
- Direk etki ile natriürezis yapar
- Renin salınımını inhibe eder
- Direk etki ile bradikardi yapar.
• PGE2 vazodilatasyonla medullar kan akımını arttırır ve natriürezise neden
olur. Kinin - kallikrein sisteminin etkiside natriürezistir.
ASİT - BAZ FİZYOLOJİSİ
TAMPONLAMA SISTEMLERI
• Bir zayıf asit ve onun konjuge bazında oluşan sistemlere tampon denir.
H2C03/HCO3 gibi.
• Bu tampon sistemine H+ eklendiğinde HCO3- ile birleşerek H2CO3 oluşur. Aynı
şekilde NaOH yani baz eklendiğinde H2CO3 ile reaksiyona girerek NaHCO3
ve H2O oluşur. Yani kuvvetli pH değişmelerine neden olabilecek maddeler
tamponlar sayesinde pH’da küçük ve önemsiz bir değişme yapar.
• Tampon sisteminin gücü tampon sisteminin komponentlerinin konsantrasyonuna
ve pK’ya bağlıdır.
120
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Tamponlar maksimal tamponlamayı pH = pK olduğu durumda yaparlar.
Tamponlama pK ± l sınırları içinde en iyi yapılır.
Vücuttaki tampon sistemleri:
•
•
•
•
Bikarbonat / karbonik asit (HCO3-/HCO3) tampon sistemi
Fosfat tampon sistemi
Hemoglobin tampon sistemi
Protein tampon sistemleri
Bikarbonat/karbonik asit tampon sistemi
CO2 + H2O+ à H2 CO3 à H+ HCO-3 tepkimesinde rol oynayan karbonik
anhidraz ortamın asit-bat dengesini sağlar (TUS-Nisan’92, Nisan’93)
• Bu tampon sistemi sadece non karbonik asitlerin tamponlanmasında
etkilidir. Karbonik asitin tamponlamada etkisi azdır.
• Bu sistemde normal durumda HCO3 / H2 CO3 oranı 20/1 dir. O nedenle
asit tamponlama baz tamponlamaya göre daha etkilidir.
• Bu tampon sisteminin pK’sı 6,1’dir. Yani en etkin olduğu tamponlama
pH’nın 6,1 olduğu değerdir.
• Bikorbonat karbonik asit tampon sistemi zayıf bir tampon sistemidir.
Çünkü pK değeri vücudun normal pH’sından uzaktır ve CO2 ile
HCO3 konsantrasyonu yüksek değildir. Buna rağmen CO2 ve HCO3
komponentlerinin konsantrasyonu böbrek ve akciğerce kolayca
ayarlanabildiği için vücuttaki tüm tamponlardan daha önemlidir.
• Parsiel CO2 basıncı akciğerden, HCO3 miktarı böbreklerden ayarlanıp,
konsantrasyonları vücudun durumuna göre değiştirebilir.
• Karbonik anhidraz enzimi eritrositlerde oldukça yoğundur. Böbreklerde,
gözde, paryetal hücrelerde, akciğerlerde ve kemiktede bulunur. Nefronda
sadece proksimal kıvrımlı tübülüs fırçamsı kenarındaki lümende vardır.
Diğer tübüllerin lümeninde yoktur. Ancak tüm tübül hücrelerinde vardır.
• Kandaki ve ekstraselüler sıvıdaki başlıca tampon sistemi HCO3 -/H2CO3
tampon sistemidir.
• Vücutta en büyük bikarbonat deposu kemiklerdedir. Bu nedenle ekstraselüler
sıvıdaki non-karbonik asitlerin tamponlanmasında en büyük kaynak kemik
karbonatıdır.
Fosfat tampon sistemi
• HPO4-2/ H2PO4- tampon sistemidir. Bu sistemin pK’sı 6,8’dir. Yani HCO3/
H2CO3 sisteminden daha güçlüdür ancak konsantrasyonu az olduğundan
daha az etkilidir.
- Intraselüler tamponlamada en önemli sistem fosfat tampon
sistemidir.
- Idrardaki en önemli tampon sistemidir. Çünkü idrarda hem bu
sistemin elemanlarının konsantrasyonu yüksektir hemde bu sistemin
pKsı olan 6.8 değerine idrar pH’sı yakındır.
121
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
ASİD−BAZ BOZUKLUKLARININ BAZI SEBEPLERİ
Örnek
β-OH bütirik asid ve asetoasetik asid birikimi
↑ anyon gap
Laktik asidoz
Hipoksi sırasında laktik asid birikimi ↑ Anyon gap
Kronik böbrek yetmezliği
Titre edilebilir asid ve NH4+ olarak H+ atılımında
yetersizlik ↑ Anyon gap
Salisilat intoksikasyonu
Aynı zamanda respiratuar alkalozada neden olur. ↑
Metanol/formaldehid
Anyon gap
intoksikasyonu
Formik asid üretilir.
Etilen glikol intoksikasyonu ↑ anyon gap
Glikolik asid ve oksalik asid üretilir.
Diare
↑ Anyon gap
Gastrointestinal HCO3- kaybı
Tip II Renal tübüler asidoz Normal Anyon gap
Renal HCO3- kaybı
Tip I distal renal tübüler
Normal Anyon gap
asidoz
Titre edilebilir asid ve NH4+ atılımında yetersizlik, idrarı
asidifiye etmede yetersizlik
Normal anyon gap
Tip 4 renal tübüler asidoz
Hipoaldosteronizm, NH4+ atılımı yetersiz Aldosteron
eksikliğine bağlı hiperkalemi Normal Anyon gap
Metabolik
asidoz
Ketoasidoz
Metabolik
alkaloz
Kusma
Hiperaldosteronizm
Loop veya tiazid
diüretikleri
Respiratuar
asidoz
Respiratuar
alkaloz
Idrar
ozmolaritesi
Gastrik H+ kaybı
Volüm kontraksiyonuyla daha da kötüleşir
Hipokalemiye yolaçar.
Açlığa bağlı ketoasid üretimi, ↑ anyon gap yapar.
Distal tübülde H+ sekresyonu ↑
Volüm kontraksiyon alkalozu
Opiadlar, sedatifler,
anestezikler, GuillainBarre, polio, ALS, MS
Havayolu obstrüksiyonu
ARDS, KOAH
Medüller solunum merkezinin inhibisyonu solunum
kaslarında güçsüzlük
Pnömoni, pulmoner
emboli
Yükseklik
Psikojenik
Hipoksemi ↑ ventilasyon hızına yol açar.
Salisilat entoksikasyonu
↓ CO2 değişimi (pulmoner kapillerde)
Hipoksemi ↑ ventilasyon hızına yol açar
Medüller respiratuar merkezi direkt stimüle eder. Aynı
zamada metabolik asidoz yapar.
ID:02t039
Hemoglobin tampon sistemi
• Hemoglobindeki histidin amino asidinin imidazol grubu proton kabul
etme yeteneğindedir. Kandaki en önemli non-bikarbonat tampon
sistemidir. Hemoglobin intraselüler bir protein olmasına rağmen
extraselüler asitleri tamponlamada görev aldığından bir extraselüler
tampon sayılır.
• Deoksihemoglobin oksihemoglobinden daha güçlü bir bazdır. O nedenle
daha fazla H+ alabilir.
122
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Hb- / H-+Hb ve HbO2 / HbO3 bu sistemin tampon elemanlarıdır.
• Arterial pH olan 7,2 değerinde deoksi hemoglobin’in % 85’i H+ Hb
yapısında bulunur. Ancak %25 kadar H+HbO+ bulunur.
• Eritrositlere CO2 girince karbonik anhidrazla H2CO3’e döner. Oda H+
ve HC03’e ayrışır. H+ hemoglobinle tamponlanır. HCO3 plazmaya difüze
olur onun yerine Cl- plazmadan eritrosite geçer. Akciğerlerde ise reaksiyon
tersine döner HCO3 plazmadan eritrosite geçer. HCO3, H2’ ile birleşir ve
oluşan H2CO3, gene karbonik anhidrazla CO2 ve H2O ya dönüşür. CO2
solunumla alır.
Protein tampon sistemleri
• Protein/H+ protein tampon sistemidir. Proteinler polianyonlardır ve H+
kabul edebilir. Intraselüler tamponlamada önemlidir. Miktarı fazla ve pK’sı
pH’ya yakın olduğundan oldukça güçlü tamponlama yapar.
Tomponlama açısından kan
• HCO3-/ H2CO3, hemoglobin, fostat, protein tampon sistemlerini içerir.
Plazma ve eritrosit olarak ayrılabilir. Eritrositlerde HCO3-/ H2CO3
hemoglobin ve fosfat tampon sistemi bulunur. Plazmada ise protein, fosfat
ve bikarbonat tampon sistemleri vardır.
Tamponlama açısından intertisiyel sıvı
• Bikarbonat içeriği plazmadan daha fazladır. Ayrıca plazmaya göre daha fazla
hacme sahiptir. O nedenle bu sistemle, kana göre daha etkili tamponlama
yapılır.
Tamponlama açısından intraselüler sıvı
• Kana göre intraselüler HCO3 konsantrasyonu düşüktür. Protein, fosfat
tamponları önemlidir. Iskelet kasları vücutta en büyük kitleyi oluşturduğu
için intraselüler tamponlamada en büyük pay bu dokunundur. Hücre
içindeki organik anyonlarda tamponlama görevi yapar.
• Tampon sistemlerinin beraber çalışarak H+ değişimini aynı anda
tamponlaması olayına izohidri ilkesi denir yani tampon sistemleri H+
değişmeleri ile aynı anda uyarılırlar.
• Tampon sistemleri vücutta H++ değişmelerine en hızlı cevap veren
sistemdir.
ASIT BAZ DENGESINDE SOLUNUMUN ROLÜ
• Vücut sıvılarında CO2’de artış pH’da azalmayla CO2’de azalma, pH’da artma
ile sonuçlanır. CO2 artışı ventilasyonun azalması ya da metabolizmanın artması
ile gerçekleşir. Metabolizmada değişiklik olmazsa vücut CO2 konsantrasyonu
değişiklikleri direk ventilasyona bağlıdır.
• Vücutta en çok oluşan asit C02 olduğu için solunum sistemi en çok asit
uzaklaştıran sistemdir.
• CO2-/ H2CO3 oluşturduğu için oluşan bu zayıf asit nonkarbon tamponlarla
tamponlanmalıdır. Bunu yapan başlıca tampon eritrositlerdeki hemoglobindir.
Yani aslında solunumla atılan CO2,H2CO3 dür.
• H+ artışı solunum uzerinde direk stimulan etki yapar. Solunumun derinliği
ve sayışı artarak CO; atılımı artar. Tam tersine eğer H+ iyon azalması varsa
medulla oblongatadaki solunum merkezi baskılanır ve solunum yavaşlar.
123
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Solunum sisteminin H + değişimine cevabı oldukça hızlıdır ancak H +
kompanzasyon kapasitesi çok yüksek değildir. Yani pH’yı normale
getiremeyebitir.
ASIT BAZ DENGESINDE BÖBREKLERIN ROLÜ
• Böbrekler günde 500 mmol asit yada bazı idrarla atabilir. Böbreklerin H+
değişimine cevabı yavaştır ancak en etkili (güçlü) sistem böbreklerdir. pH’yı
normale getirebilir.
• Böbrekler vücutta oluşan non-karbonik asitlerin itrahından sorumludur. Fazla
bulunan HCO-3’ün uzaklaştırılmasıda böbreklerle olur. Metabolizma ile oluşan
non-karbonik asitin yarışı dietle alınan bazlarla kalanıda ekstraselüler HC03 ile
tamponlanır. Proteinli diyet fosfat, sülfat gibi metabolik asidoz yapan ürünlerin
oluşmasına neden olurken sebzelerle beslenme metabolik alkaloz yapabilir.
Çünkü bunlar asetat ve laktat gibi zayıf asitleri içerir.
Böbreklerden H+ sekresyonu
• H+ sekresyonu henle kulpunun inen kolu hariç tüm nefron boyunca olur.
Bu sekresyonun %85’i proksimal tübülüsten %10’u distal tubülüsten ve
kalan %5’i toplayıcı kanallardan olur. Glomerüllerden filtre edilen H+,
sekrete edilen H+ yarımda önemsizdir.
• H+ sekresyonu ancak belli düzeye kadar olabilir. Idrar pH’sı 4,5 altına
düşmez.
• Tübüler hücreye gelen ÇO2 karbonik anhidrazla H2O ile birleşir ve H2CO3
olur. H2CO3, H ve HCO3’e ayrışır. H+ dışarı atılırken Na+ hücre içine
alınır (antiport). HCO+ ile Na+ peritübüler kapillere geçer. Lümende H+
ve glomerülden filtre olan HC03 birleşir ve H2CO3 oluşur. Bu da H2O
ve CO3 ye ayrılarak tübüler hücreye difüze olur. Burada net bir H+ itrahı
olmaz.
• Itrah edilen H+ sekrete edlen H+ya göre daha azdır. Bunun nedeni sekrete
edilen H+nın HCO3 ile reabsorbe olmasıdır. H+ idrar asiditesini belirlemez.
Çünkü bu H+ tamponlanır.
• Distal hücrede hem Na+ - K+ hem de Na - H+ katyon değiştiricisi
vardır.
HCO3- reabsorbsiyonu:
• HCO3 reabsorbsiyonu henle inen kolu hariç tüm tübüllerden olur.
%90 oranında HCO3 proksimal tübülde reabsorbe olur. Kalan %10 distal
tübül ve toplayıcı kanallardan absorbe olur.
• Böbrek tübül hücresinden peritübüler kapillere geçen HCO3 lümenden
reabsorbe olan HCO3 değildir. Böbreklerde de HCOg” yapımı olur. Bu
kanla gelen CO2 ‘nin tübül hücresinde karbonik anhidrazla H2O ile
olan reaksiyonu ile oluşur. Ancak tübül hücresindeki bu sentez reabsorbe
edilen HCO3 yanında çok azdır.
• Aldosteron H+ sekresyonunu uyarır. Bu yolla HCO3 reabsorbsiyonuda
artar. Aldosteron ayrıca Na+ reabsorbsiyonunuda arttırdığı için antiportla
olan H+ sekresyonu da artar.
124
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
H+ iyonlannın tübülüs tamponları ile birleşmesi:
• Idrar pH’sı 4,5 altına inmemelidir. O nedenle fazlaca sekresyona uğrayan
H+ tamponlanmalıdır. Bunun için önemli olan iki tampon vardır. Fosfat
tamponu ve amonyak tamponu. Kreatinin, sitrat ve ürat gibi az önemli bazı
tamponlarında katkısı vardır.
Fosfat tamponu:
• Fosfat tamponu HPO4-2 /H2PO-4’den oluşur. Fosfat glomerülden
süzülür. Fosfat – Na+ ile simport’a uğrar. Tübüllerde su reabsorbe
edildiğinden fosfatın konsantrasyonu tümende artar.
• Na2HPO4 yapısında bulunan sodyum Na++- NaHPO4 olarak disosiye
olur. Sekrete edilen H+, NaHPO4 ile birleşerek NaH2 PO4 olarak itrah
edilir.
• Fosfat tamponunun pKsı 6,8 olduğundan ve sekrete olan H+ idrarı
asitleştirdiğinden bu sistem idrarda oldukça etkilidir.
• HPO4-2 / H2PO4- oranı kanda 4/1’dir. Oysa idrarda 1/4 tür. Bu yolla
protein metabolizması ile oluşan fosforik ve sülfürik asit idrarla atılabilir.
• Idrarla itrahına yol açan primer anyon tamponudur. Bu itrah net H+
itrahıdır.
Amonyak tamponu
• Amonyak (NH3) başlıca glutaminden glutaminaz ile elde edilir. NH3
rahatça membranlardan difüze olabilir. Bu sentez henlenin inen kolu hariç
diğer tüm tübüllerde yapılır. Sentezin çoğu proksimal tübülde olur.
• Difüze olan NH3 tübüler lümende H+ ile birleşerek NH+4 olur. NH
difüze olamayan polar bir moleküldür. NH+4, Cl- ile birleşerek NH4 Cl
olarak itrah edilir.
• NH4 proksimal tübül hücresinde oluşarak aktif sekrete edilir. Oysa distal
tübülde NH3 oluşur, difüze olur ve lümende H+ ile birleşerek NH4
oluşur.
• NH3/NH4 tampon sisteminin pK’sı 9,2’dir. Bu sistem idrar pH’sını belirler.
NH4 idrar pH’sını azaltmaz.
• Kronik asidozda amonyak tampon sistemi, glutaminaz enziminin sentezinde
artış sayesinde kuvvetlenir. Aldosteronda NH3 sentezini arttırıcı etkide
bulunur.
• Idrarla atılan NH+, fosfat ve diğer titre edilebilen asitlerin (tamponları
yapan asitler) toplamı plazmadaki net HCO3” artışını verir.
Böbreklerde asidoz ve alkalozun düzenlenmesi
• Tübülüse sekrete edilen H+ ile filtre olan HCO3 - birbirine yaklaşık
konsantrasyondadır. Böbrekler günde 500 mmol asit yada baz itrah
edebilir. Bunun üstü değerlerde etkisiz kalır ve ciddi asidoz ve alkaloz
durumları oluşabilir.
Asidoz: Asidozda ekstraselüler sıvıda CO2 artmıştır. Lümene sekrete
edilecek H+ CO2 ve H2O’ nün karbonik anhidrazla olan reaksiyonu
sonucu oluştuğu için CO2’deki artma sekrete edilen H+’nın artmasına
neden olur. Artan H+ sekresyonu sonucu tüm H+, HCO+ ile geri
alınamadığı için idrarla net H+ kaybı olur. Böylece kanda pH artar.
125
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
Ayrıca tübüle sekrete edilen her H+ karşılığında bir Na+ ve bir HCO3alındığından bu da pH artışına yardım eder.
Alkaloz: asidozda ekstraselüler sıvıda CO2 artmıştır. O nedenle
glomerülden filtre olan HCO3-’de artmıştır. Ayrıca sekrete olan H+
da azalmıştır. Bu durumda H+ ve HCO3’ arası oran bozulur ve HCO3
reabsorbe olamayarak idrarla atalır. HCO3+ idrarla atılırken Na++ gibi
katyonlarda beraberinde götürür.
• HCO3’ün idrarla kaybı sonucunda vücut pH’sı azalır. Normalde idrarda
HCO3 bulunmaz. Çünkü filtre olan HCO3-’ün tamamı reabsorbe olur.
ASIT BAZ DENGESI BOZUKLUKLARI
• Asidoz= Asidemi= kan pH değerinin 7,36’ nin altına inmesidir.
• Alkaloz = Alkalemi = Kan pH değerinin 7,44’ ün üstüne çıkmasıdır.
• Bunlar primer olaylardır. Bunlara karşılık olarak düzeltmeye çalışan sekonder
olaylar oluşabilir bu sekonder olaya kompansatuar cevap denir.
• Asit- baz dengesi bozuklukları basit yada karma olabilir. .Basit olan tip tek bir
faktörce oluşur. Karma olanda ise birden fazla faktör rol oynar. Mesela kalp
yetmezliği sonucu pulmoner ödem oluşmuş ve buda respiratuar asidoza yol
açmıştır. Aynı hastada laktik asit artışıda varsa karma asidoz oluşur.
• Bir asit-baz bozukluğu olduğuna korar vermek için pH, pC02 ve toplam
C02 değerleri bilinmelidir. Normal asit baz durumunda olan değişiklik pH
ölçümü ile bulunabilir. Kompasatuar cevap için HCO3 ve pCO2 değerleri
bilinmelidir. Çünkü kompansasyonun elemanları bu ikisidir.
Anyon gap: Vücuttaki her sıvı kompartımanı elektronötrdür. Anyon gap,
toplam katyon konsantrasyonu ile toplam anyon konsantrasyonu arası farktır.
Bu iki toplam gerçekte eşittir. Ancak ölçüm yapılamayan anyonlar anyon gap’ı
oluşturur. Normal değeri 12+/- 4’dür. Şöyle hesaplanır.
Anyon gap = [Na4]+[K+] - ([HCO3]+[Cl]), K+ ihmal edilirse formül
Anyon gap = |Na+}-([HC03-]+[C1] olur
Hiperkloremik asidoz harici tüm durumlarda anyon gap artar. Anyon açığım
arttıran durumlar: Diabetik ketoasidoz, böbrek yetmezliği, laktik asidoz gibi
durumlardır. Anyop Gap’ta değişme yapmadan gerçekleşen metabolik asidoz
durumları serum Cl- düzeyinde artma ile beraberdir (TUS-Nisan’92).
• Anyon gap’ta artışın nedeni asidoza yol açan anyonun ölçülememesidir. Yani
anyon gap gerçek anyon konsantrasyonu ile ölçülebilen anyon konsantrasyonu
arasındaki farktır.
Osmolar gap: Gerçek plazma osmolalitesi ile ölçülebilen serum osmolalitesi
arasındaki farktır. Serum osmolalitesi şu şekilde hesaplanabilir:
Serum Osmolalitesi = 2[Na+]+ BUN (mEq/ L) / 28 + glikoz (8mg/dl)
/ 180 TUS
Respiratuar asidoz
• Arteriyel pCO2 artmıştır. HCO3/H2CO3‘ün normal olan 20/1’lik oranı
azalmıştır.
• Nedenleri: Solunum merkezinde hasar, amfizem, kronik obstrüktif akciğer
hastalıkları gibi alveolar ventilasyonu azaltan durumlardır.
126
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Kompansasyon olarak HCO3 reabsorbsyonu ve H+ itrahı artar. Yani pCO3
artışım kompansasyon için HCO3 konsantrasyonu artarak 20/1 oramna
getirilmeye çalışılır. Bu durumda BOS dada CO2 artar ve BOS (Beyin
Omurilik Sıvısı) pH’sı düşer.
• Genellikle vücut respiratuar asidozu tam olarak kompanse edemez.
Respiratuar alkaloz
• Arteriyel pCO2 azalmıştır. HCO3-pCO2 oranı 20/1’in üstüne çıkmıştır. Nadir
görülür. Hiperventilasyon yapılması ile oluşur.
• Nedenleri: Aspirininin solunumu uyarıp hiperventilasyon yaptırması ve
bazı psikonevrozlardır. TUS
• Kompansasyon olarak idrarda HC03- itrahında artma H+ itrahında
azalma olur. Bu yolla HC03 azaltılıp W arttırılarak normal oran olan 20/1
yakalanmaya çalışılır.
- Respriatuar alkalozda BOS’da da pCO2 azalır ve BOS pH’sı artar.
- Respiratuar alkaloz tam olarak kompanse edilebilir.
Metabolik asidoz
• Vücutta nonkarbonik asit yapımında artış veya HCO3~ kaybedilmesiyle
oluşur. HCO3- azalmış ve HCO3-pCO2 oranı 20/1’in altına inmiştir.
• Nedenleri: Ağır diyare, ketoasidoz, üı-emi,yüksek doz aspirin alımı,
asetozolamid gibi karbonik anhidraz inhibitörleri kullanılması.
• Metabolik asidozun en sık görülen nedeni ağır diyarelerdir ve ölümcül
olabilirler. Diyarede asidoz barsaklardan HCO3 kaybına bağlı oluşur.
• Kompansasyon olarak: Alveoler ventilasyonda artış ile pCO2 düşürülmesi,
HCO3- reabsorbsiyonu ve H+ sekresyonunda artış.
• Metabofik asidoz solunumu uyarır. Hem kan hemde BOS da pCO2 azalır,
bunun sonucunda BOS da alkaloz kanda asidoz oluşur.
Metabolik alkaloz
• Vücutta nonkarbonik asit düzeyinde azalma ya da HCO - reabsorbsiyonunda
artma ile oluşur. HCO3/CO2 oranı 20/1’in üstündedir.
• Nedenleri: hiperaldosteronizm, damardan fazlaca laktat ve HCOg”
verilmesi, kusma ile nonkarbonik asit kaybı, alkali ilaç kullanımı.
• Komponsasyon: Hipoventilasyonla pCO2 arttınlır, HCO3 itrahı artar.
• Metabolik alkaloz solunumu baskılar.
• Respiratuar asidozda solunum derinlik ve frekansı azalır oysa metabolik
asidozda solunumun derinlik ve frekansı artar.
• Alkaloz hem periferik hemde santral sinirlerin uyarımını kolaylaştırır.
Sonuçta tetaniler oluşur ve solunum kaslarının tetanisi ile hasta ölebilir.
• Asit-baz bozukluklarında yorum için pH - bikarbonat diyagramı
kullanır.
• Asit-baz bozukluklarının tedavisinde en iyi yöntem primer nedenin ortadan
kaldırılmasıdır.
127
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
ENDOKRİN SİSTEM FİZYOLOJİSİ VE HİSTOLOJİSİ
HORMONLAR
• Hormon direk kan dolaşımına verilen ve kendine özel organlarda etkisini
gösteren kimyasal maddelere denir. Endokrin, parakrin ve otokrin
hormonlar vardır. Endokrin hormonlar kan dolaşımına geçen hormonlardır.
Bunlar endokrin organa-uzak organlarda etkili olur (TUS-Eylül‘89). Parakrin
hormonlar yakındaki dokuya difüze olarak etkili olurlar. Otokrin hormonlarsa
salındıkları organın aktivitesini etkilerler.
• Hormonlar besin olarak kullanılmazlar. Enerji üretmezler, yapıtaşı olmazlar.
Sadece düzenleyici görevleri vardır.
• Polipeptid, aminoasid ve steroid türevi olarak kimyasal yapıca üç grup hormon
vardır.
• Hormonların kan düzeyleri l O-10 mol/litre düzeyindedir. Ayrıca hormonal
uyarım genellikle kısa sürelidir. Hor-monal uyarımın yapılmasından efektif
organda aksiyonun oluşmasına kadar bir süre geçer. Buna latent periyot
denir. Bu süre dakika, saat ya da günlerle ifade edilebilir. Peptid hormonlar ve
katekolaminlerde bu süre kısa, steroid ve tiroid hormonlarda ise uzundur.
Polipeptid yapılı hormonlar
• Değişik sayıda aminoasid dizisinden oluşmuş hormonlardır. Polipeptid
yapıdaki hormonlar genellikle suda çözünürler ve plazmada proteinlere
bağlanmadan dolaşırlar.
• Protein hormonlar endoplazmik retikulumda prohormon
yada preprohormon olarak sentezlenirler. Golgi kompleksinde
modifiye edilirler ve salgı granülleri içinde depo edilirler. Prohormon
komplekslerinden esas aktiviteye sahip kısım kesilir. Depolanan hormon
genellikle prohormon yapıdadır.
• Polipeptid yapılı pormonlar kana ekzositozla salınırlar. Hormon
salınımı için uyarım geldiğınde granüller hücre membranına birleşerek
içeriğini boşaltır. Polipeptid yapılı hormonlar genellikle kısa (dakikalar
süren) aktivite sürelerine sahiptir. Salındıktan sonra polipeptid hormonlar
modifiye edilmezler.
• Polipeptid yapılı hormonlar hedef dokudaki hücre zarının dışındaki
reseptörlerle etkileşirler ve ikincil haberci kullanırlar.
• Peptid yapılı hormonlar enzim sentezini etkilemeden enzim aktivitesini
etkileyerek çalışırlar.
• Hormon reseptör kompleksleri hücreye alınır ve parçalanarak inaktive
edilir. Inaktivasyondan sonra peptid hormonlar bir daha kullanılamaz.
• Plazmada kalan peptid hormonlar kan ve karaciğerde yıkılırlar.
Amin yapılı hormonlar
• Katekolaminler ve tiroid hormonları aminoasid türevi hormonlardır.
Katekolaminler suda çözünebilen hormonlardır. Ancak tiroid
hormonları lipidde çözünen hormonlardır. Her iki grup hormonda,
tirozinden sentezlenir.
128
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Katekolaminler sinir hücrelerinde ve adrenal medullada, tiroid hormonları
tiroidin foliküler hücrelerinde sentezlenirler.
• Katekolamin hormonlar, granüllerde depolanır. Uyarıyla granüller
membrana birleşerek içerik kana verilir. Kanda başta albumin olmak
üzere plazma protenlerine bağlanır.
• TUS Tiroid hormonları folikül lümeninde tiroglobulin olarak inaktif formda
depolanır. Vücuttaki en büyük hormon deposu burasıdır. Uyarımda
tiroglobulin endositozla alınır, proteolize uğrar ve oluşan tiroid hormonları
difüzyonla kana geçer. Kanda çok büyük oranda plazma proteinlerine
bağlanır.
- Katekolaminler dolaşımda saniyeler içinde tiroid hormonları ise günler
içinde inaktive edilir. Katekolamin reseptörleri hücre yüzeyindedir ve
ikincil haberci kullanılır. Tiroid hormonlarının reseptörü çekirdektedir
ve mRNA yapımını uyarır.TUS
- Dolaşıma çıkan katekolaminler modifiye edilmezler. Oysa tiroid
hormonları dolaşımda modifiye edilebilirler.
Steroid Hormonlar
• D vitamini, böbrek üstü bezi kortex hormonları, östrojen. androjen ve
progestron bu yapıdadır.
• Steroid hormonlar lipidde çözünen hormonlardır.
- Steroid hormonlar kolestrolden sentezlenirler. Kolestrolün
pregnenolon’a çevrilmesi hız kısıtlayan basamaktır.
- Steroid hormonlar depolanmazlar. Yapıldıktan hemen sonra
difüzyonla kan dolaşımına geçerler. Dolaşıma geçen steroid
hormonlar modifiye edilebilirler ve büyük oranda plazma proteinlerine
bağlanırlar.
• Dolaşımdaki steroid hormonların yarı ömrü uzundur yani inaktivasyon
saatler, günler sürer.
• Reseptörleri çekirdektedir ve mRNA yapımını uyararak etkili olurlar (TUSNisan‘96, Nisan‘98).
HORMONLARIN ETKI MEKANIZMALARI
• Tüm hormonlar etki için spesifik reseptörlerine bağlanırlar.
• Peptid hormonlar ve katekolaminlerin reseptörleri hücre dışındadır ve
ikincil haberci (second massenger) kullanırlar, ikincil haberci adenilat siklaz
mekanizması, IP3 (Inositol trifosfat) mekanizması veya Ca- kalmodülin
mekanizması olabilir. Her üç sisteminde aktivasyonunda G proteini rol alır.
• Insulin ve IGF-1 tirozin kinaz sistemini kullanır.
• ANP ve EORF siklik GMP (cGMP) sistemini kullanır.
Adenilat siklaz mekanizması
• Eğer G proteini Gs tipinde ise adenilat siklaz aktivasyonu yapar. Gi tipinde
ise adenilat siklaz inhibisyonu yapar. Sonuç olarak hücre cAMP düzeyi azalır
veya artar.
• TUS Adenilat siklaz aktive olunca ATP’yi cAMP’a çevirir. cAMP protein kinazı
A’yı aktive eder. Protein kinaz A’da hücre içi bazı proteinleri (enzimleri)
fosforilleyerek aktive (glikojen fosforilaz gibi) ya da inaktive (glikojen
sentetaz gibi) eder.
129
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
G PROTEİNLERİ VASITASIYLA EFFEKTÖRLERİ İLE EŞLEŞEN RESEPTÖR ÖRNEKLERİ
Reseptör
Tipleri
Eşleştiği
Protein
Efektör
Efektör
Substrat
İkincil
Haberci
Cevabı
Sonuç
M1, M3, α
Gp
Fosfolipaz C
Membran
lipidleri
↑ IP3, DAG
↑ Ca+2, ↑ Protein
kinaz
β, D1
Gs
Adenilaz
Siklaz
ATP
↑ cAMP
↑ Ca+2 influx
↑ Enzim aktivitesi
α2, M2
Gi
Adenilaz
Siklaz
ATP
↓ cAMP
↓ Ca influx ve enzim
aktivitesi
ID: 08t264
• Fosforillenmiş proteinler fosfoprotein fosfatazlarla defosforile edilirler.
- cAMP fosfodiesteraz ile 5 AMP’ye dönüştürülür.
Bu sistemi kullanan hormonlar: (TUS-Eylül‘91, Eylül’95,Nisan’03):
Glukagon, Kalsitonin, LH, HCG, FSH, PTH, ACTH, MSH, ADH, CRH, TSH,
HCG, Katekolaminler
Inositol trifosfat (IP3) mekanizması
• G proteini fosfolipaz C’yi aktive eder. Bu da membran fosfolipidlerini
parçalayarak diaçil gliserol (DAG) ve IP3 oluşturur. IP3 endoplazmik
retikulumdan Ca++ salınımına neden olur. DAG ve Ca++ protein kinaz
C’yi aktive eder. Protein kinaz C bazı proteinleri fosforilleyerek hormonun
fizyolojik etkilerini ortaya çıkarır.
IP3 sistemini kullanan hormonlar
Oksitosin, GnRH, TRH, ADH, GHRH, Anjiotensin 11, Katekolaminler
Ca++ kalmodülin sistemi
• G protein Ca++ kanallarını açarak ve endoplazmik retikulumdan Ca++
salınımına neden olarak intraselüler Ca++ konsantrasyonunu arttırır. Ca++,
Kalmodülin’e bağlanır ve fizyolojik etkiler oluşur.
• Bu sistem katekolaminler tarafından kullanılır.
Steroid ve tiroid hormonların etki mekanizması
• Steroid hormon hücre sitoplazmasına difüze olur ve buradaki spesifik
reseptörüne bağlanır. Bunun sonucunda reseptörde DNA’ya bağlanan
domain ortaya çıkar. Hormon-reseptör kompleksi çekirdeğe geçer
ve çekirdekte spesifik DNA bölgesinin regülatör bölgesi ile etkileşir.
Transkripsiyon olur ve mRNA sentezlenir, bu mRNA sitoplazmada fizyolojik
etkiyi yapacak proteine translasyone olur.
Stres hormonları (TUS-Nisan‘91).
Katekolaminler, glukokortikoidler, glukagon GH ve ACTH seviyeleri stresle
arkarken insülin artmaz.
130
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
HORMON SENTEZI VE SEKRESYONU REGÜLASYONU
A. Hormon sentezi
l. Protein ve peptid hormon sentezi: Preprohormon sentezi granüllü
endoplazmik retikulumda olur ve spesifik bir mRNA tarafından yönlendirilir.
Sinyal peptidler preprohormondan ayrılır, prohormon oluşur, prohormon
golgi apparatusuna taşınır. Ilave peptid dizileri golgi cisimciğinde ayrılarak
hormon oluşur ve daha sonra salınmak üzere sekretuar granüllerde
paketlenir. TUS
2. Steroid hormon sentezi: Steroid hormonlar kolesterol deriveleridir
3. Amin hormon sentezi: Amin hormonlar (tiroid hormon epinefrin ve
norepinefrin) tirozin deriveleridirler.
B. Hormon sekresyonunun regülasyonu
1. Negatif feedback; Hormon sekresyonunun regülasyonunda en sık
kullanılan yöntemdir, kendi kendini sınırlar. Hormonlar direk ya da
indirek olarak hormonun ileri sekresyonunu inhibe ederler. Örneğin,
insülin artmış kan glukozuna cevap olarak pankreatik beta hücrelerinden
sekrete edilir. Insülin, glukozun hücreler tarafından kullanılmasında
artışa neden olur. Sonuç olarak kan glukoz konsantrasyonu azalır. Kan
glukoz konsantrasyonundaki düşme, pankreasın beta hücrelerini insülin
sekresyonunu düşürmeye yönlendirir.
2. Pozitif feedback: Hormonların etkisinin giderek katlanmasına neden olur.
Bir hormon direkt ya da indirekt olarak hormonun daha fazla sekresyonuna
neden olur. Örneğin, ovulasyondan hemen önceki LH piki östrojenin ön
hipofizdeki pozitif feedbackinin sonucudur. LH daha sonra overler üzerine
etkiyerek daha fazla östrojen sekresyonuna neden olur.
Endokrin regülasyon
• Nöral kontrol: Otonom sinir sistemi endokrin organlara etkir. Mesela
adrenal medullada sempatik lifler katekolamin salınımını uyarır. Ayrıca
hipotalamus nöral uyarılarla aktivite gösterir.
• Feedback kontrol: Bu pozitif yada negatif feedback olabilir. Negatif
feedback de üç aşama vardır.
• Uzun Feedback: Hedef organdan salınan hormonların hipotalamusu
etkilemesidir.
• Kısa Feedback: Hipofizden salınan hormonların hipotalamusu
etkilemesidir.
• Çok Kısa Feedback: Aynı organdan çıkan hormonun kendi salınımını
etkilemesidir.
• Sirkadian ritim: Hormonlar günün belli saatlerinde salınırlar. Örneğin
kortizol sabah çok fazla salınırken akşam bu salgı oldukça azalır.
• Tropik hormonlar: Hipofizden salınan hormonlar efektör endokrin
organdan hormon salınımını düzenler.
• Kandaki metabolit düzeyleri: Paratiroid hormon ve Ca arasında bu tür
bir regülasyon vardır.
• Reseptörlerdeki down regülasyon ve up regülasyon
131
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
HİPOFİZ
• Sella tursikada bir endokrin organdır. Ön ve arka lob olarak iki kısımda
incelenir.
• Ön loba odenohipofizde denir ve pars distalis, pars intermedia ve pars tuberalis
olarak 3 kısımdan oluşur. GH, prolaktin, FSH, LH, TSH, ACTH, MSH bu lobdan salınır.
Arka loba nörohipofizde denir. Bu lobdan ADH ve oksitosin kana verilir.
ÖN LOB HORMONLARI (TUS-NISAN‘88)
Hipotalamus, portal sistemin yardımıyla hipofiz ön lobunun salgılarını artırır veya
azaltır. Özellikle portal sistem bozukluklarında dopaminin inhibitör etkisi ortadan
kalkacağından hiperprolaktinemi olur.
HİPOFİZİN GENEL ORGANİZASYONU ve EMBRİYONİK ORJİNİ
Majör Bölümler
Embriyonik Orjin
Genel Yapı
Alt bölümler
Adenohipofiz
Primitif oral kavite
tabanından ektodermin
kranial yönde
oluşturduğu cep
kaudal yönde gelişen
nörohipofize temas eder
ve birleşir.
Glandüler epitel
hücre kordonları
sekonder kapiller
plexus sinüzoidleri
ile ayrılmıştır; indirek
olarak hipotalamus
ve carotid plexusdan
gelen atonomik sinirler
tarafından inerve edilir.
Pars distalis- en geniş
alt bölüm
Pars tuberalisdistalisin süperior
extensiyonudur.
Nörohipofizin
infundibulunumu
kuşatır.
Pars intermediaNörohipofizin Pars
nervoza’sını sınırlayan
dar doku bandıdır.
Nörohipofiz
Hipotalamusun nöral
ektoderminin kaudal
yönde büyümesi
ile oluşur; beynin
bir parçası olarak
düşünülür.
Çok miktarda akson
içerir; bu aksonların
hücre gövdeleri
hipotalamusun
supraoptik ve
paraventriküler
çekirdeklerindedir.
Tuber cinereum’un
Median Eminens’i
hipotalamusun tabanını
oluşturur.
İnfundibular
kök (nöral sap)
hipotalamustan pars
nervozaya aksonlar
taşır ve primer kapiller
pleksusun kapiller
looplarını taşır.
Pars nervosa
(infundibular
uzantı) Nörohipofizin
genişlemiş lobudur;
axon terminalleri ve
kapillerleri taşır.
ID:03t007
132
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
HİPOTALAMUS, NÖROHİPOFİZ HORMONLARI VE FONKSİYONLARI
Hipotalamus
Hormon
Fonksiyon
Pars Nervosa
Hormon
Fonksiyon
Tirotropin
salgılatıcı
hormon (TRH)
Tiroidstimulan hormon ve
prolaktin salgılanmasını uyarır.
Vazopressin
Böbrek toplayıcı kanallarının
suya geçirgenliğini artırır
ve damar düz kaslarında
kontraksiyona yol açar.
Gonadotropin
salgılatıcı hormon (GnRH)
Folikül stimülan hormon ve
luteinizan hormon salgılamasını
uyarır.
Oksitosin
Uterus düz kasının ve meme
bezlerindeki miyoepitel
hücrelerinin kasılması üzerine
etkilidir.
Somatostatin
Büyüme hormonu (GH) ve
tiroid stimulan hormonun (TSH)
salgılanmasını inhibe eder.
Büyüme hormonu Büyüme hormonu salgılanmasını
salgılatıcı
uyarır.
hormon (GRH)
Prolaktin inhibe
edici hormon
(PIH), Dopamin
Prolaktin salgılamasını inhibe
eder.
Kortikotropin
salgılatıcı
hormon (CRH)
B lipotropin kortikotropin
(ACTH) salgılanmasını uyarır.
ID:02t029
Genel olarak diğer hormonların salınımı ise azalır. ADH ve oksitosinin yapım
yeri hipotalamus olduğu için portal sistem bozukluklarında bunların sentez ve
salgılanmalarında bir değişiklik olmaz.
TSH (Tiroid stimüle edici hormon) (TUS-Eylül‘90, Nisan’96):
• Trotrop hücrelerden salınır.
• TSH salınımını TRH uyarır, T3 ve T4 inhibe eder.
• Östrojenler, fazla iyot alınımı TSH’yı arttırır.
• Somatostatin, dopamin TSH salgısını azaltır.
• TSH tiroid hormon sentezini arttırır.
• TSH: Iyot pompasının aktivitesini sağlar.
• Tiroid hücrelerinin genişlemesini ve sayısını artırır.
• Tirozinin iydinasyonunu artırır.
MSH
• Intermedier lob tarafından salınır. Preopiomelano kortinden kesilerek sentezlenir.
TUS
133
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
Growth hormon (GH, somatotropin)
• Somatotrop hücrelerden salgılanır. Somatotropinde denir. GH türe özgüdür.
Epizodik salınır.
• GHRH hipotalamustan ve GH salınımını uyaran bir hormondur.
Somatostatin ise gene hipotalamus parviselüler nöronlarından salınan
ancak GH salınımını inhibe eden hormondur. GHRH hipotalamustan
kendi salınımını inhibe eder. GH ve somatomedinler somatostatin salınımını
uyarırlar. Somatomedinlerde back olarak GH salınımını inhibe eder.
• Östrojenler, adrenerjik, seratonerjik, dopaminerjik agonistler, pubertal
hormonlar, açlık, hipoglisemi, uyku, stress ve egzersiz GH salınımını
arttırır.
• Somatostatin, somatomedinler, obesite, kortizol, gebelik, REM uykusu,
serbest yağ asiti, medroksiprogesteron ve hiperglisemi GH salınımını
azaltır. (TUS-Nisan’94, Nisan’02,Eylül’02)
• GH salınımında başlıca kontrol, GHRH - somatostatin ve feedback
mekanizmaları ile olur.
• Growth hormon karaciğerde IGF (insülin Growth Factor) sentezletir ve
indirek etkilerini IGF üzerinden yapar. Somatomedin (IGF) karaciğer
haricinde de bir miktar sentezlenir.
Growth hormonun direk etkileri:
• Diabetojenik (hiperglisemik etki): Glukozun hücrelere alınımını inhibe eder.
Glukoneogeneze neden olur. hiperglisemik etki ile bazal insulin düzeyini
arttırır. TUS
• Lipolize neden olur ve keton cisim yapımını arttırır.
• Kan aminoasit ve üre düzeyini azaltır. Pozitif nitrojen dengesi sağlar.
• Iskelet ve kalp kasında protein, DNA ve RNA sentezini arttırır,
• Nah+, K+, Cad++, fosfat gibi minerallerin böbreklerden reabsorbsiyonunu
arttırır.
• Protein sentezini ve lipofizi arttırdığı için yağsız vücut kitlesinde artışa neden
olur.
GH’un indirek etkileri:
• Somatomedinler ile olan etkilerdir.
• Kondrositlerde mitoz artışına ve protein sentezine neden olarak boyca
uzamaya neden olur.
• Kaslarda protein sentezini arttırır.
• Organlarda protein sentezini arttırarak organ boyutlarının artmasını
sağlar.
• IGF insülin benzeri etkilere neden olur.
- GH’nun prepubertal dönemde fazla salgılanması gigantizme neden
olur. Aynı durum postpupertal dönemde olursa akromegali olur. Bu
durumda tedavi için Somatostatin analogları kullanılır.
- GH aktivite azlığı: GH eksikliği, GHRH azlığı yada IGF sentezinde
azalma ile ortaya çıkabilir. Sonuçta cücelik oluşur. Bu durum
rekombinan insan büyüme hormonu ile tedavi edilebilir.
134
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
PROLAKTİN SEKRESYONUNUN REGULASYONU
Prolaktin sekresyonunu arttıran faktörler
Prolaktin sekresyonunu azaltan faktörler
Östrojen (gebelik)
Dopamin
Annesütü ile besleme
Bromokriptin (dopamin agonisti)
Uyku
Somatostatin
Stres
Prolaktin (negatif feedback ile)
TRH
Dopamin antagonistleri
ID:02t043
Prolaktin:
• Laktotrop hücrelerden salınır. En önemli etki yeri meme dokusudur. Yapıca
growth hormona benzer.
• Prolaktin salınımının kontrolü TRH, PIF ve feedback yolla olur. TUS
TRH prolaktin salınımını arttırır. PIF yani dopamin prolaktin sentez ve
salınımındaki tüm basamakları inhibe eder.
• Uyku, egzersiz, stress, meme başının uyarılması, hamilelik, serotonin ve
histamin prolaktin salınımını arttırır. Prolaktin feedback ile kendi salınımını
inhibe eder. Somatostatin de prolaktin salınımını inhibe eder.
Arka lob hormonları
• Hipotalamo - Hipofizer yetmezlik gibi durumlarda diğer hormonlar
(prolaktin hariç) azaldığı halde ADH ve oksitosin bundan etkilenmezler.
Çünkü: yapım yerleri hipotalamustur.
ADH (Vazopressin)
• ADH hipotalamusun supraoptik nükleusunda sentez edilir (TUS-Nisan’96),
daha sonra hipofizin arka lobunda depolanır. 9 aminoasitlik bir peptittir.
ADH kendisi ile ilgili nörofizinle taşınır ve bununla kan dolaşımına verilir.
Insanlarda etkili şekli arjinin vazopressindir.
• ADH salınımını osmotik ve nonosmotik yollarla kontrol edilir.
• Serum osmolaritesinde olan değişme ADH salınımını etkileyen primer olaydır.
Serum osmolaritesini belirleyen esas faktörse Na+ konsantrasyonudur.
TUS
• Hipotalamusdaki osmoreseptörler extraselüler osmolarite artması
durumunda uyarılır ve ADH salınımına neden olur. Extraselüler osmolaritede
azalma ADH salınımını inhibe eder.
• Kanın osmolaritesinde en sık değişmeye neden olan faktör su azlığı veya
fazlalığıdır. O nedenle ADH’nın etkisi su üzerinedir. Aldesteron’un etkisi
ise daha çok Na+ üzerinedir.
• ADH salınımını uyaran en güçlü stimülanı hipovolemidir. Kan basıncı aniden
düştüğünde arka hipofizden salınarak kan basıncını normale döndürür.
(TUS-Eylül’89,Nisan’89) Hipovolemi osmolariteye göre ADH salmada daha
güçlü etkilidir. Kan hacminde %10-15’lik bir azalma ile hacim reseptörleri
uyarılır ve ADH salınır. Intrathorasik kan basıncının kanama, ayakta durma
gibi nedenlerle azalması ADH salınımına ve sonuçta antidiüreze neden
olur.
135
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Ağrı, nikotin, morfin, asetilkolin, anjiotensin ADH salınımını uyaran diğer
nonozmotik faktörlerdir. Hipoglisemi ve bulantıda ADH salınımını uyarır.
Antidiüretik hormon salınımını etkileyen faktörler;
• Salınımını artıranlar
- Plazmanın effektif osmotik basıncının artması
- Hücre dışı sıvı hacminin azalması
- Ağrı, heyecan, stress, egzersiz
- Bulantı, kusma
- Ayakta durma
- Morfin, nikotin, barbitüratlar
- Klorpropamid, kilofibrat, karbamazepin
- Anjiotensin
• Salınımını azaltanlar
- Plazmanın efektif osmotik basıncının azalması
- Hücre dışı sıvı hacminin artması
- Alkol
- Butorfanol, oksilorfanin
• Extraselüler hacmin artması ile arterial basıncın artması ADH salınımını inhibe
eder. Etanol, kafein, lityum, ANP adrenerjik agonistler ve antikolinerjikler
ADH salınımını inhibe eden diğer nonosmotik faktörlerdir.
Oksitosin
• Hipotalamusun paraventriküler nükleusunda sentezlenir ve nörohipofizde
depolanır. Taşınmasını ilgili nörofizinler yapar. (TUS-Nisan’95) Oksitosin 9
aminoasitten oluşan bir peptid hormondur. Oksitosin salınımı için kolinerjik
sinir lifleri uyarılmalıdır.
• Oksitosin salınımı için en güçlü stimulus emzirmedir. Bebeğin
görülmesi veya sesinin duyulmasıda oksitosin salınımına neden olabilir.
Serviksin genişlemesi ve genital bölgenin uyarılmasında oksitosin salınımına
neden olur.
KLİNİK ÖRNEKLERİN ÖZETİ − ADH
Serum
ADH
Serum
Ozmolaritesi /
[Na+]
Idrar
ozmolaritesi
Idrar
akım hızı
CH2O
Primer polidipsi
↓
Azalmıştır
Hipoozmotik
Yüksek
Pozitif
Santral diabetes
insipidus
↓
Artmıştır (Fazla H2O Hipoozmotik
itrahına bağlı)
Yüksek
Pozitif
Nefrojenik
iabetes
insipidus
↑ (Plazma
osm. ↑ için)
Artmıştır (Fazla H2O Hipoozmotik
itrahına bağlı)
Yüksek
Pozitif
Su kısıtlanması
↑
Yüksek-normal
Hiperozmotik
Düşük
Negatif
Uygunsuz ADH
Salınımı
sendromu
↑↑
Azalmıştır
(Fazla H2O
reabsorbsiyonuna
bağlı)
Hiperozmotik
Düşük
Negatif
ID:02t037
136
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
Etkileri (TUS-Nisan’92)
• Meme bezlerindeki myoepitelyal hücrelerde kasılmaya neden olarak
sentez edilmiş sütün kanallar boyunca ilerlemesini sağlar.
• Myometriumda kasılmaya neden olur. Bu doğum sancılarının
oluşmasında etkilidir. Ayrıca myomet-riumdaki kasılmalar doğum
sonrası kanamaları önler.
• Doğumun sonuna doğru myometriumda oksitosin reseptör sayısında
artış olur.
• Korku, üzüntü ve alkol oksitosin salınımını inhibe eder.
ADRENAL KORTEX
• Böbrek üstü bezinin %80’ini oluşturur. Üç tabakadan oluşur. Bu tabakaların
hormonları farklıdır,
• En dışta zona glomeruloza vardır ve mineralokortikoidler burada sentezlenir.
• Ortada zona fasikülata vardır ve glukokortikoidler burada sentezlenir.
• En içte zona retikülaris vardır ve androjenler burada sentezlenir. Bu tabaka
kadınlarda androjen sentezinin en fazla yapıldığı yerdir. Erkekte buradaki
sentez fazla önemli değildir.
• Steroid hormonlar hücre içi reseptöre bağlanarak etki ederler. (TUS-Eylül’88)
STEROIDLER
Kortikosteroid sentezi
• Kolesterol büyük oranda kandan alınır. Ancak böbrek üstü bezi kendine
kolesterol sentezleyebilir.
• Ilk basamak kolestrolün pregnenolon’a dönüşmesidir. Bu P450
enzimlerinden biri olan 20-22 desmolaz tarafından sağlanır. ACTH
bu enzimin aktivitesini arttırır. Pregnenolon tüm steroidlerin öncül
maddesidir.
• Kortikosteroid sentezindeki enzimler P45O mikrozomal enzimleridir
• 18 hidroksisteroid dehidrogenaz aktivitesi, anjiotensin II tarafından arttırılır.
Bu enzim sadece zona glomerulosada vardır. O nedenle aldosteron sadece
zona glomerulosada sentezlenir. Zona glomerulosada 17 hidroksilaz
enzimi bulunmaz. Bu nedenle zona glomeruloza kortizol sentez edemez.
• Kortizol sentezindeki enzimlerden herhangi birinin eksik olması ile
adrenogenital sendrom oluşur. En sık görülen enzim eksikliği 21 hidroksilaz
eksikliğidir.
• 21 karbonlu steroidler progesteron, DOK, aldosteron ve kortizoldür.
• 19 karbonlu steroidler testosteron DHEA ve androstenediondur. Androjenik
aktivitelerdir.
137
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
STARLİNG KUVVETLERİNDEKİ DEĞİŞİKLİKLERİN GFR, RPF VE FİLTRASYON FRAKSİYONUNA
ETKİLERİ
GFR’a etkileri
RPF’ye etkisi
Filtrasyon
fraksiyonuna etkisi
Afferent arteriolde
konstrüksiyon
↓
(↓πGC’den dolayı)
↓
Değişmez
Eferent arteriolde
konstrüksiyon
↑
(↑πGC’den dolayı)
↓
↑
(↑GFR / ↓RPF)
Plazma protein
konsantrasyonunda artma
↓
(↑πGC’den dolayı)
Değişmez
↓
(↓GFR / sabit RPF)
Üreter taşı
↓
(↑πBS’den dolayı)
Değişmez
↓
(↓GFR / sabit RPF)
ID:02t036
• 18 karbonlu steroidler östrojen aktiviteye sahiptir. Bunlar östradiol, östron
ve östradioldür.
• Dolaşımda kortizol transkortin ile taşınır. TUS Kortizol’ün %75’i bu proteine
bağlı %15’i albumine bağlıdır. %10 serbest kortizol vardır. Bağlı kısım depo
görevi görür.
• Aldosteron plazma proteinlerine (daha çok albumine) %50 oranda bağlanır.
Androjenlerde plazma proteinlerine yüksek oranda bağlanırlar.
Kortikosteroidlerin yıkımı
• Başlıca karaciğerde olur. Çift bağlar indirgenir ve sonra hidroksil gruplarına
glukronik asit yada sülfat konjuge edilerek idrarla atılırlar.
• Kortizol’ün idrardaki esas metaboliti tetrahidrokortizol glukronattır.
• Aldosteron’un
idrardaki
esas
metaboliti tetrahidroaldosteron
glukronittir.
• Kortizol kortizona çevrilip daha sonra tetrahidrokortizon glukonat olarak
ta atılabilir.
• Androstenediondan karaciğerde androsten ve etiokonolon oluşur. Bu
madde 17 ketosteroid kaynağıdır, idrardaki 17 ketosteroidlerin en büyük
kaynağı DHEA’dır.
Glukokortikoid salınımının kontrolü
• Kortizol salınımı sirkadien ritim gösterir. Sabah saat 6 civarında kortizol
ve ACTH kanda en yüksek düzeydedir. Gece saat 24’de en düşük
düzeydedir.
• Hipotolamik kontrol: CRH, cAMP üzerinden ACTH yapım ve salınımını
arttırır.
• Hipofiz kontrolü: Hipofiz ACTH salınımı ile kortizol salınımını kontrol eder.
ACTH salınımını asetil kolin ve serotonin arttırır. GABA ve adrenerjik uyan
CRH’yı inhibe ederek ACTH salınımını azaltır.
• Negatif feedback kontrolü : Kortizol ACTH ve CRH salınımını inhibe eder.
O nedenle adrenogenital sendromda ACTH’nın kan düzeyi artmıştır.
Dexametazon’un uzun süre kullanımı ACTH salınımını inhibe ettiği için
böbrek üstü bezinde atrofiye neden olur.
138
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
ACTH’nın etkileri
• ACTH adrenal bez hücrelerine kolesterol girişini arttırır.
• Kolesterolün pregnenolon’a dönüşümünü arttırır.
• Adrenal bezin kanlanmasını artırır ve bezi hipertrofiye eder.
• ACTH’nın etkisi zona fasikülata ve retikülarisde daha belirgindir.
• Streste ilk artan hormon katekolaminlerdir (TUS-Nisan’90). KS, ACTH
ve diğer hormonlar daha sonra salınırlar.
• Stress’de ACTH ve CRH salınımı dolayısıyla kortizol salınımı artar. Ancak
önceden kortizol verilmesi strese olan direnci artırmaz.
Mineralokortikoid salınımının kontrolü
• ACTH’nın mineralokortikoid salınımı üzerine olan etkisi majör rol oynamaz.
Yani mineralokortikoid salımınında en etkili faktör ACTH değildir.
• Hiperkalemi: Aldosteron salınımını düzenleyen ana faktördür. Hiperkalemi
aldosteron sentezinin ilk basamaklarını uyararak aldosteron salınımına
neden olur.
• Hiponatremi (TUS-Nisan’00): Hiperkalemi gibi zona glomerulosaya direk
etki ile aldosteron salınımına neden olur.
• Renin-Anjiotensin sistemi: Renal perfüzyon basıncının azalması, ayakta
durma, sempatik uyarım gibi durumlar renin salınımına neden olur. Renin
sonuç olarak anjiotensin II miktarında artışa neden olur. Anjiotensin II
aldosteron sentezini hızlandırır. Anjiotensin III’de aldosteron salınımını
arttırır.
ALDOSTERON SEKRESYONUNU ARTIRAN UYARANLARI
• Glukokortikoid sekresyonunu da artıranlar: Cerrahi, Anksiyete, Fiziksel travma,
Hemoraji,
• Glukokortikoid sekresyonunu etkilemeyenler; Yüksek potasyum alımı, Düşük
sodyum alımı, Toraksta v. cava inferiorun daralması, Ayağa kalkma
- Sekonder hiperaldesteronizm (Bazı konjestif kalp yetmezliği siroz, nefroz
olguları)
Aldesteron sekresyonu düzenlenmesine katılan ikinci haberciler; TUS
Salgılatıcı
Hücre içi aracı
ACTH
cAMP, protein kinaz
Anjiotensin II
Diaçilgliserol, protein kinaz
K+ iyonu
Ca+2
GLUKOKORTIKOIDLERIN ETKILERI
(TUS-NİSAN’90,EYLÜL’90,NISAN’94,NISAN’01)
Arrtiinflamatuar etkiler
• Fosfolipaz A2’nin inhibisyonu ile prostoglandin sentezini inhibe eder.
• Kapiller permeabiiiteyi azaltarak lökosit diapedezini önler. Ayrıca kemotaktik
maddelerin salınımının önlenmeside lökosit diapedezini önler.
• Lizozom duvarını stabilize ederek lizozomal enzim salınımını önler.
• IL-2 (interlökin 2) salınımını inhibe ederek T lenfosit proliferasyonunu
inhibe eder.
139
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
ADRENAL HASTALIKLARINDA TANIDA KULLANILAN BORATUAR BULGULARI
Klinik durum
Aldosteron
Kortizol
Androjen
ACTH
Primer hiperaldosteronizm
(Conn sendromu)
↑
Kullanılmaz
Kullanılmaz
Kullanılmaz
Cushing sendromu ACTH tümörü,
adrenal hiperplazi
Kullanılmaz
↑
Kullanılmaz
↑
Konjenital Adrenal Hiperplazi 21
(OH)az eksikliği
11B (OH)az eksikliği
↓
↓
↑
↑
Primer adrenal yetmezlik
Addison Hastalığı
↓
↓
↓
↑
Seconder adrenal yetmezlik
Normal
↓
↓
↓
ID:03t051
• Mast hücresi ve plateletlerden histamin ve serotonin salınımını inhibe eder.
(Antiallerjen etki)
• Antijene olan antikor cevabını azaltır.
• Lenfoid organlar (lenf düğümü, timus, dalak) da küçülmeye neden olur.
• Dolaşımdaki bazofil, eozinofil, monosit ve lenfosit sayısını azaltırlar.
• Dolaşımdaki eritrosit, nötrofil, trombosit sayısını arttırır.
• Ödeme engel olur, ödemi çözer.
Metabolik etkiler
•
•
•
•
•
Glikolizi inhibe eder (antiinsülin etki)
Glikoneogenezi arttırır.
Hiperglisemi yapar. Bunu takiben hiperinsulinemiye neden olabilirler.
Glikoliz enzimlerini inhibe eder.
Extrahepatik dokularda (kemik iliği, kas, lenfatik vs.) protein katabolizmasına
ve aminoasidlerin kana geçmesine neden olur. (Negatif nitrojen
dengesi)
• Karaciğerin kan aminoasitlerini almasını arttırır: Bu yolla
glukoneogenezi arttırır. Ayrıca karaciğerde bu aminoasitlerden yeni protein
yapımını arttırırlar. TUS
• Lipolize neden olurlar. Bu yolla hiperlipidemi ve hiperkolesterolemiye neden
olurlar.
• Adipoz dokudaki insülin duyarlılığını azaltırlar.
• Yağın vücutta yeni bir dağılım şekli göstermesine neden olur. Aydede yüz
trunkal obesite ve buffalo hump oluşur. Burada insulin salınımını arttırıcı
etkisi de rol oynar.
• Adipoz dokunun insuline olan sensitivitesini azaltır.
• Yağ asidi oksidasyonunu arttırarak ketojenik etki gösterir.
• Glukokortikoidler iştah artışına neden olur.
Hematopoetik etkiler; Kemik iliğinde hemoglobin, eritrosit, trombosit, nötrofil
sayışı artar. Bazofil, eozinofil ve lenfosit sayısı azalır.
Kardiyovasküler etkiler; Damar düz kası ve kalbin adrenerjik uyarma cevabını
arttırırlar.
Çizgili kasa etkisi: Fizyolojik dozda kas aktivitesine olumlu etkileri vardır. Ancak
yüksek dozda kas yıkımına neden olduğu için olumsuz etkisi vardır.
140
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
ARAŞİDONİK ASİT MEKANİZMASI
141
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
Kemik ve kalsiyum metabolizmasına etkileri
• Kalsiyumun barsaktan absorbsiyonunu azaltır, böbrekten atılımını
arttırırlar.
• Fosfatın böbreklerde reabsorbsiyonunu azaltırlar.
• Kemik matriks sentezini inhibe ederler. Osteoklastik etki yaparlar. Uzun
süreli tedavide osteoporoz olur.
Böbreklere etkisi
• Glomeruler filtrasyon hızını ve serbest su klirensini artırırlar.
• Ürik asit atılımını arttırırlar.
• Mineralokortikoid benzeri aktiviteye sahiptirler. Yani Na+ tutup K+
sekrete ederler.
MINERALOKORTIKOIDLERIN ETKILERI (TUS,-EYLÜL’88)
• Ter bezi, gastrointestinal sistem, tükrük bezleri ve böbreklerde Na tutulmasına
K veya H’ nin sekresyonunun artmasına neden olur. Na reabsorbsiyonu ile
extraselüler sıvı hacmini arttırır bu da böbrek kan akımını arttırıp renin salınımını
inhibe eder.
• Asit-baz dengesine K+ ve H+ sekresyonu ile etki eder.
142
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
ADRENAL MEDULLA
• Crista nöralisten köken alan hücrelerden oluşmuştur. Sempatik sistemin bir üyesi
sayılabilir. Adrenal medulladaki hücreler presinaptik sempatik lifler alırlar. Bu
sinapslarda asetilkolin fonksiyon görür.
• Adrenal medulladan katekolaminler salgılanır. Adrenal medulla salgısının %80’I
adrenalin %20’si noradrenalindir.
• Adrenal medullaya kan ya adrenal kortexten geçerek dolaylı yolla yada medullar
arterlerle direk yolla gelir.
• Adrenal medulla hücrelerinde katekolaminler granüllerde depolanırlar. Bu
granüllerde katekolamin-lerden başka Beta-hidroksilaz, ATP, kromogranin ve
enkefalinler vardır.
KATEKOLAMINLER
Katekolaminler sentezi
• Dopamin beta hidroksilaz enzimi granüller içinde bulunur. O nedenle
dopamin aktif taşıma ile granüllere geçer ve burada norepinefrine
dönüşür.
• Dopamin beta hidroksilaz dışındaki enzimler sitoplazmiktir. Norepinefrin
sitoplazmaya geçer ve sitoplazmada FNMT ile adrenaline dönüştürülür.
TUS
• KAtekolamin sentezinde hız kısıtlayan basamak tirozin hidroksilazın katalize
ettiği basamaktır.
• Fenil etanolamin -N- metil transferaz (FNMT) enziminin aktivitesi
glukokortikoidlerle arttırılır. Bu enzim sadece adrenal medullada ve bir
miktarda toraks ve abdomendeki kromaffin hücrelerde bulunur. O nedenle
sempatik sinirlerde adrenalin sentezlenmez. Adrenerjik sinirlerde sadece
DOPA ve norepinefrin yapılır.
ERKEK ÜREME SİSTEMİ
• Erkek üreme sistemi testisler, genital boşaltma kanallan, bunlara açılan bezler ve
penisten oluşur.
TESTISLER
• Görevi hormon ve spermatozoa üretmektir. Parankimini seminifer tübüller ve
interstisiyel hücreler oluşturur.
Seminifer tübüller
• Seminifer tübül epiteli spermatogenik seriye alt hücreler ve sertoli
hücrelerinden oluşur. Seminifer tübüllerde spermatogenez oluşur.
Spermatogenesis
• Primitif hücreler olan spermatogonium A’lar mitoz ile spermatogonium A
serilerini oluşturur. Bunların bir kısmı daha sonra spermatogonium B’lere
farklanırlar. Farklanmayan spermatogonium-A’lar kök hücre olarak işlev
görürler. Spermatogonium B’ler mitozla bölünerek primer spermatositleri
oluştururlar. Primer spermatositler l. mayoza girerler ve sekonder
143
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
spermatositleri oluştururlar. Bunlarda 2. mayoza girerler ve sonuçta haploid
kromozom içeren spermatidleri oluştururlar.
• Spermatidler spermiogenesis denen bir farklanma ile spermatozoonlara
(spermiumlara) dönüşürler.
• Spermatogoniumdan spermatid oluşumuna kadar geçen süre 64 gündür.
Her bir spermatogonium A hücresinden 64 sperm hücresi oluşur.
Sertoli hücreleri
• Bazal laminaya oturan ve bölünmeyen hücrelerdir. Spermatogenik seriye
göre daha dayanıklıdırlar. Bu hücreler arası sıkı bağlantılar kan testis
bariyerini oluşturur. Ayrıca sertolideki sıkı bağlantılarla seminifer epitel
bazal kompartman ve adluminal kompartman olarak ikiye ayrılmıştır.
Sertoli hücresinin görevleri:
• Birbirine köprülerle bağlı spermatogenik hücreler sertoli hücrelerince
desteklenirler.
• Spermatogenik seri hücrelerinin korunmasını ve beslenmesini sağlarlar.
• Artıkları fagosite ederler.
• Hormonal salgı yaparlar.
Sertoli hücresinin salgı fonksiyonu TUS
• Antimüllerian hormon salınımı: Fetal hayatta müller kanalının
gerilemesini sağlar.
• Inhibin: FSH salınımını inhibe eder.
• Androjen bağlayıcı protein: Testosteronu bağlayarak testis içinde dolaşıma
göre daha yüksek konsantrasyonda testosteron bulunmasını sağlarlar.
• Östradiol: Erkeklerde östradiol yapımının olduğu hücrelerden biride
sertolidir.
SPERMATOGENEZ EVRELERİ
Spermiogenez Hücre Tipi
Mayoz
Spermatositogenesis
Kromozom Soyo; Tanımlama
DNA miktarı
Sperm
(23,1N)
Yeni oluşmuş hareketsiz spermler
Epididimisde hareket yeteneği kazanırlar.
Fertilizasyonun başarılı olabilmesi için kadın
genital organında kapasitasyon yapmalı
Spermatid
(23,1N)
Sperm oluşturmak için spermiogenezise girer
Sekonder
spermatosit
(23,1N)
4 spermatid oluşturmak üzere birkaç saat
içinde mayoz II tamamlanır
Primer
spermatosit
(46,2N)
22 günlük profaz safhası içerir. Bu sırada nükleer
kromatin paternlerinin değişimleri tamamlanabilir.
Leptoten (Uzun ince, DNA zinciri) zigotlen(sinaps
oluşur) Pakiten (kısa, kalın sarmal, DNA) ve
diploten (kromozomlar ayrılır)
Tip B
(46,2N)
Spermatogonia
Mayoz I’e girer. Primer spermatosit oluşturulur.
(DNA replike olur)
Tip A
(46,2N)
Spermatogonia
Başka TipA veya Tip B spermatogonia oluşturmak
üzere mitoza girer
ID:03t053
144
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
ANDROJENLERİN ANDROJENİK POTANSİYELLERİ
Androjen
DHEAS
DHEA
Androstenedion
Testosteron
DHT
Potensi
1
3
10
100
200
Over
%0
%10
%45
%25
%2
Kaynağı Adrenal
%100
%90
% 45
%25
%2
Periferal dönüşüm
%0
%0
%10
%50
%96
Leydig Hücreleri
• Seminifer tübullerin arasını dolduran bağ dokuda kapillere yakın yerleşim
gösteren hücrelerdir. LH etkisi ile testesteron salğısı yaparlar. (TUSNisan’94) Fetal hayatta aktiftirler ancak daha sonra gerilerler. Pubertede
LH salınımı ile tekrar aktivite kazanırlar.
ANDROJENLER
• Testisten salınan androjenler testosteron, dihidrotesteron ve androstenediondur.
Testistede androjen sentezi adrenal kortexteki gibi olur.
• Sentez progesteron üzerinde de yapılabilir ancak tercih edilen yol pregnenolon
üzerindedir.
• 20-22 desmoloz enzimin katalize ettiği basamak hızı sınırlayan basamaktır ve
bu enzimin aktivitesi LH tarafından arttırılır.
• Plazmadaki progesteron üzerinden de yapılabilir ancak tercih edilen
yol pregnenolon üzerindedir.
• 20-22 desmolaz enziminin katalize ettiği basamak hızı sınırlayan basamaktır
ve bu enzimin aktivitesi LH tarafindan arttırılır.
• Plazmadaki testosteronun %85’i testislerden gelir.
• Testosteron testislerde depolanmaz. Sentezden hemen sonra salınır.
Salınan testesteron %97-99 oranında plazma proteinlerine bağlanır.
• Testosteron en çok sex hormonu bağlayan globüline bir miktarda albumine
bağlanır.
Androjenlerin Yıkımı
• Yıkım esas olarak karaciğerde olur. Testosteron önce androstenedion’a
çevrilir daha sonra bundan androsteron ve ondanda etiokonolon oluşur.
Bunlarda glukronat ve sülfat ile konjuge edilerek idrarla atılırlar. Idrardaki
17 ketosteroidlerin %30’u testosteron kaynaklıdır. % 70’i ise adrenal kortex
androjenlerinin yıkımı ile oluşur. O nedenle idrar 17 ketosteroid düzeyi
testis fonksiyonunu tam olarak yansıtmaz.
• Androjenler adipoz doku, meme, karaciğer ve beyinde aromataz
ile östrojenlere dönüşür. Testosterondan östradiol, androstenediondan
östron sentezlenir. Dehidrotestosteron östrojenlere dönüşmez. Erkeklerde
östrojenin en büyük kaynağı bu dönüşümdür.
• Testosteronun dihidrotestosterona dönüşmesi bir yıkım olayı değil
aksine aktivasyon olayıdır. Dihidrotestosteron testosterona göre birkaç
kat fazla biyolojik aktivite gösterir. Bu dönüşüm 5 alfa redüktazla sağlanır
ve bu enzim en fazla genital organların derisindedir. 5 alfa redüktaz
enzimi karaciğer, deri, prostat, seminal veziküller ve epididimiste vardır.
TUS Plazma dihidrotestosteronunun %20 kadarı testis kaynaklıdır.
145
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
SPERMATOGENEZIN DÜZENLENMESI
• Spermatogenezi birçok hormon kontrol eder.
• Testosteron: Spermatogenezi stimule eder. Ancak yüksek konsantrasyondaki
testosteron gonadotropin salınımını inhibe ederek ve östrojenlere dönüşerek
spermatogenezi inhibe eder. Testosteron, spermatogenezin olabilmesi için
testis içinde yüksek düzeyde olmalıdır.
• Östrojenler: Spermiasyonda rol alırlar.
• FSH ve LH (TUS-Eylül’90): FSH sertoli hücrelerini LH’da leydig hücrelerin
uyararak spermatogeneze yardımcı olur.
• Inhibin, kadında overde granüloza testis sertoli hücrelerinden salınarak FSH’yı
inhibe eder.
• Growth hormon (Büyüme hormonu ): Spermatogenezi hızlandırır. Eksikliğinde
spermatogenez bozulur.
• Dihidrotestosteron spermatogenez için gerekli bir hormon değildir.
• Spermatogenezin artması FSH salınımını feed-back olarak inhibe eder.
Androjen salınımın kontrolü
• Androjenlerde kortizol gibi günlük ritm gösterirler.
• Hipotalamustan salınan GnRH, hipofizden LH ve FSH salınımını arttırır.
LH androjen sentezini stimule eder. Testosteron ve dihidrotestosteron
GnRH salınımını inhibe eder.
• Testosteron ayrıca LH salınımını direk feed-back ile inhibe eder.
• Testosteron FSH salınımını inhibe etmez.
Androjenlerin etkileri
• Fetal hayatta testosteron; epididimis vas deferens ve seminal veziküllerin
gelişimi için gereklidir. Dihidrotestosteron fetal hayatta penis, penil üretra,
prostat ve skrotum gelişimi için gereklidir. O nedenle 5 alfa redüktaz
eksikliğinde erkek dış genital organlarında bozukluklar oluşur.
TUS
• Pubertede sekonder sex karakterlerinin çoğundan ve akneden
dihidrotestosteron sorumludur. Dihidrotestosteronun erişkindeki görevi
prostat sekresyonunun kontrolüdür.
• Testosteron larinxte hipertrofiye neden olarak ses kalınlaşmasına neden
olur.
• Androjenler axiller, pubik kıllanma ve sakal, bıyık çıkmasına neden
olurlar.
• Testosteron pubertede hızlı büyümeyi sağlar.
• Protein sentezini arttırır, pozitif nitrojen dengesi sağlarlar. Kas kitlesinde
artışa neden olurlar.
• Ca++, Na+, K+, Cl- ve fosfat retansiyonuna neden olurlar.
• Kemik matriksini arttırır, epifiz plaklarının kapanmasına neden olur.
• Testosteron eritropoezi ve trombosit agregasyonunu attırır.
• Testosteron normal spermatogenez ve fetal hayatta penis, seminal vezikül
gibi organların gelişmesi için gereklidir.
• Androjenler libidodan sorumludur.
146
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
Prostat bezi
• Sitrik asit, fibrinolizin, Ca, asit fosfataz, çinko salgılar. Alkali bir salgısı
vardır.
Seminal vezikül
• Fibrinojen, fruktoz ve diğer besleyici maddeler, prostoglandinler, askorbik
asit ve fosforil kolin içeren salgı yapar. Semen hacminin çoğu seminal
veziküllerden gelir. Alkali bir salgısı vardır.
Epididimis
• Spermiumların hareket yeteneğini kazandığı ve depolandığı yerdir.
KADIN ÜREME SİSTEMİ
• Kadın üreme sistemi ovaryum, fallop tüpleri, uterus, vajen ve dış genital organlardan
oluşur.
OVARYUMLAR
• Görevi ovum ve steroid hormonları üretmektir. Medulla ve kortex olarak iki
kısımdan oluşur. Kortex, ovaryum folikülleri ve fibroblast benzeri hücrelerden
oluşan stromadan oluşur. Medulla damarlardan zengindir, elastik lifler, kas
hücreleri ve fibroblastlardan oluşmuştur. Ovaryum stromasına dağılmış
interstisiyel hücreler vardır. Bu hücreler teka internadan köken alır.
• Oogenez: Doğum öncesi ve doğum sonrası diye ikiye ayrılır.
Doğum öncesi dönem
• Vitellus kesesinde oluşan ilkel cins hücreleri dişi gonada ulaşırlar ve
oogoniumlara farklanırlar. 3. ayın sonunda oogoniumlar yassı epitel
hücreleri ile çevrilirler. Bir kısım oogoniumlar mitoz ile bölünmeye
devam ederken bir kısımda büyüyerek primer oositi oluşturur. 5. ayda
üreme hücresi sayısı maksimuma (6-7 milyona) ulaşır. Daha sonra
primer oositlerin bir kısmı ve oogoniumlar geriler, 8. ayda oogoniumların
hepsi dejenere olur. Hayatta kalan primer oositler DNA’larını replike
ederler ve l. mayozun profazına girerler. Primer oosit ve çevresindeki yassı
epitelin oluşturduğu yapıya primordial folikül denir.
OVEYYAN FOLLİKÜL GELİŞİMİ
Follikül evresi
Dosit
Follikül Hücreler
Tekal hücreler
Primordial
Follikül
Primer oosit (46,4N) Mayoz I’in
profaz evresinde bekler
Squamoz hücreler tek
tabaka
Fibroblast
Primer follikül
Primer oosit (46,4N) Mayoz I’in
profaz evresinde bekler
Granüloza hücreleri tek tabaka
Fibroblast
Seconder follikül Primer asit (46,4N) Mayoz I’in
↓FSH bağımlı
profaz evresinde durmuş zona
Graaf follikül
Pellucida mevcuttur.
Sekonder oosit (23,2N) Mayoz
II’nın metafaz evresinde bekler
Granüloza hücreleri çok
katlı, teka internadan salınan
andojenlerden östrojen
sentezler (aromataz) FSH ve
LH reseptörleri mevcut
Teka interna:
Androjen sentezi
LIT reseptörünü
mevcut Teka
externa: Fibröz ve
vasküler
ID:03t052
147
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
Doğum sonrası dönem
• Primer oositler doğum sonrasında folikül hücreleri tarafından salınan oosit
olgunlaşmasını inhibe eden faktör (OMI) tarafından pubertenin başlamasına
kadar inhibe edilirler. Puberteye kadar bunlardan çoğu atrezik hale gelir
ve puberte başlangıcında 400 bin tanesi kalır.
UTERUS
• Üç tabakadan oluşur. Endometrium, myometrium ve perimetrium.
• Perimetrium uterusu saran bağ dokudur. Myometrium düz kasların yaptığı
tabakadır. Endometrium uterusun mukoza tabakasıdır.
• Endometrium zigotun implantasyonu için ortam hazırlar ve plasentanın
anneye ait kısmını oluşturur. Endometriumun varlığı için östrojen gereklidir.
En-dometrium yapı bakımından iki tabakada incelenir.
Endometrium bazalis: Endometrium mukozasının 1/3 bazalindeki
kısımdır. Kanlanması düz arterlerle olur. Görevi menstruasyon siklusu ile
dökülen endometrium fonksiyonalisin yerine konmasıdır.
Endometrium fonksiyonalis: Mukozanın 2/3 üst kısmında yer alır. Kanlanması
spiral arterlerle olur. Menstruasyon siklusunda dökülen kısımdır.
OVERLERIN REGÜLASYONU VE MENSTRUEL SIKLUS
A. OVERLERIN REGÜLASYONU
1. Hipotalamik kontrol - GnRH
• Erkeklerde olduğu gibi pulsatil GnRH ön hipofizi stimüle ederek LH ve FSH
sekresyonunu sağlar.
2. Ön hipofiz-FSH ve LH
• Aşağıdakileri stimüle ederler.
a. Steroidogenez (Over follikülü ve corpus luteumda)
b. Antral safhanın ötesinde folliküler gelişim
c. Ovulasyon
d. Luteinizasyon
3.
Negatif ve pozitif feedback kontrol-östrojen ve progesteron
B. ÖSTROJENIN OVER ÜZERINE ETKILERI (TUS-Eylül’88)
1.FSH ve LH sekresyon üzerine hem negatif hem de pozitif feedback etkileri
mevcuttur.
2.Fallop tüpleri, uterus. serviks ve vajinanın matürasyon ve stabilizasyon
sağlar.
3. Kadın sekonder seks özelliklerinin pübertede gelişimi için gereklidir.
4.Memelerin gelişimi için gereklidir.
5. Kendi reseptörlerini, LH ve progesteron reseptörlerini upregüle ederler.
6. Granüloza hücrelerinin proliferasyon ve gelişimi için gereklidir.
7. Gebeliğin devam etmesini sağlar.
8. Gebelik süresince kontraktil stimuluslar için uterus eşiğini düşünür.
9. Prolaktin sekresyonunu stimüle eder (fakat daha sonra onun meme
üzerindeki etkisini bloke eder).
148
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
C. PROGESTERONUN OVER ÜZERINE ETKILERI
1. FSH ve LH sekresyonu üzerine negatif feedback etkisi vardır.
2. Luteal faz süresince uterusun sekretuar aktivitesinin devamını sağlar.
S. Gebeliği devamım sağlar.
4. Gebelik esnasında kontraktil stimuluslar için uterus eşiğini yükseltir.
5. Memelerin gelişiminden sorumludur.
ÖSTROJENLER
• Östradiol, östriol ve östron olarak 3 östrojen vardır.
• Östradiol: En aktif östrojenik hormondur ve overde granüloza hücrelerinden
salgılanır. Kadınlarda östradiolün hemen tamamı overlerden salgılanır.
• Östriol: En zayıf östrojenik hormondur. Karaciğerde östradiol ve östrondan
sentezlenir. Gebelik sırasında plasentadan salınan başlıca östrojenik hormondur.
Plasentada az miktar östradiol ve östronda sentezlenir.
• Östron: Overden salınır ve zayıf östrojenik aktivite gösterir. Bir miktarda
adrenal kortexten salınan androstenedionun periferal dönüşümünden
oluşur.
• Postmenapozal kadınlarda başlıca plazma östrojeni östrondur ve sentezi
androstenedionun periferde aromatazla dönüşümü ile sağlanır.
Overlerden östrojen salınımının kontrolü
• GnRH hipotalamustan salınır ve hipofizden FSH ve LH salınımını
arttırır.
• LH teka hücelerinde 20-22 desmolaz enzimini aktive ederek androjen
sentezini artırır.
• FSH granülosa hücrelerinde aromataz aktivitesini attırarak androjenden
östrojen yapımını arttırır.
• Foliküler ve luteal fazda östrojen FSH ve LH salımmını inhibe eder.
Ancak siklus ortası dönemde pozitif feedback etki ile LH salımmını ve
daha az miktarda FSH salınımını arttırır.
• FSH granüloza hücrelerindeki LH reseptör sayısını arttırır.
• Granüloza hücrelerinden salgılanan inhibin FSH salınımını inhibe
eder, aktivin FSH salınımını arttırır (TUS-Nisan’92).
Östrojenlerin etkileri
• Östrojenler endometriumda proliferasyonu ve vaskülarizasyonu
arttırır.
• Myometriumda kontraktil protein sentezini arttırarak kasılmaya neden
olurlar. Ayrıca östrojenler myometriumun oksitosine olan duyarlılığını
arttırır.
• Gebelikte özellikle östradiol annenin üreme organlarının
büyüme ve gelişmesine neden olur.
• Servixten viskozitesi düşük bol mukus salgılanmasını sağlar.
• Fallop tüplerindeki kirpiksi epitelin motilitesini arttırır.
• Vajinanın kübik epitelini çok katlı yassı epitele dönüştürür.
• Sekonder sex karakterlerinin oluşumuna neden olur. Pubertal
kızlarda pubik ve aksiller kıllanmadan, östrojenden çok
adrenal korteksten salınan androjenler sorumludur.
149
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Pubertede büyüme sıçramasını sağlar.
• Epifiz plaklarının kapanmasına neden olur. Bu etkisi
testosterondan daha güçlüdür.
• Meme duktuslarının gelişimini sağlar. Asinilerde progesteron ile
sinerjist etki ederek büyümeyi sağlar.
• Prolaktin salınımını hamilelikte stimule eder. Ancak prolaktinin meme
bezlerinden süt salınımına neden olan etkisini inhibe eder.
• Deride yağ dokuyu, vaskülariteyi ve kanlanmayı arttırarak sıcak
olmasını sağlar. TUS
• Su ve tuz tutulmasına neden olur.
• Faktör 2,7,9 gibi pıhtıtaşrna faktörlerinin sentezini artırarak
hiperkoagulabiliteye neden olur.
• Karaciğerden taşıyıcı globulinlerin ve anjiotensinojenin sentezini
arttırır.
• HDL yapımını arttırıp LDL yapımını azaltarak atherosklerozu önler.
• Hücrelerde antiinsülin etki yaparak glikozun kullanımını önlerler.
• Osleoblastik okliviteyi arttırır ve osteoporozu önler. TUS
• Kadın genital organlarının fetusta gelişmesi overlerden bağımsızdır.
• Östrojen etkisindeki bir kadında vagende superficial hücreler hakimdir
ve yaymada da en çok görülen hücrelerdir. Östrojen etkisinde vajen
epiteli proliferasyona uğrar ve glikojenden zengin hale getirir.
Progesteron etkisi hakim olduğunda ise hücre kenarlarında kırılma
(navikuler hücre) karakteristiktir ve daha çok intermedier hücreler
hakimdir.
PROGESTERON
• Progestinlerin en önemlisi progesterondur. Diğer bir progestin hormonda 17
alfa hidroksi progesterondur. Hamile olmayan bir kadında progesteron
böbrek üstü bezi ve overlerden salınır. Luteal fazda progesteron’un korpus
luteumdan salınımı artar. Hamile bayanlarda plesentada da büyük miktarlarda
progesteron yapılır.
• Steroid sentezi yapılan tüm dokularda ara ürün olarak progesteron yapılır.
• Salgılanan progesteron plazmada transkortin ve albumine bağlanarak taşınır.
Progesteronun artması serbest kortizolün kanda artmasına neden olur.
• Progesteron karaciğerde pregnandiole dönüşür. Buda glukronik asitle
konjuge olarak idrarla atılır. TUS
Progesteron salınımının kontrolü
• FSH progesteron salınımını uyarır.
• Progesteron GnRH salınımını feedback olarak inhibe eder.
• Östrojenler progestronun etkilerini artırırlar. Ancak progesteron
antiöstrojenik etki gösterir. Hem östrojen reseptör sayısını azaltır hemde
östradiolün östrona dönüşmesini sağlayan 17 beta hidroksisteroid
dehidrogenazı aktive eder.
• Hamilelikte sekretuar endometriumu desiduaya dönüştürür.
• Myometriumun düz kas hücrelerini inhibe ederek gevşetirler.
• Myometriumu oksitosinin etkisine duyarsızlaştırır.
150
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Memede lobul ve alveol gelişimini arttırırlar.
• Progesteron termojenik etkilidir ve bazal vücut ısısında 0.5 oC kadar
artış yapar.
• Progesteron aldesteronu antagonize ederek natriürezis’e neden olur.
TUS
• Progesteron solunumu stimule eder.
• Zigot implantasyonu için T lenfositleri baskılar ve fetüsü korumada
immun supresif etki gösterirler.
• Hamilelikte progesteronun llk trimesterdeki ana kaynağı korpus
luteum’dur. Ancak 2. ve 3. trimesterde ana kaynak plasentadır. Hamilelik
boyunca östrojen ve progesteron giderek artar.
• Fetüs plasentadan salgılanan progesteron kortizol ve aldosterona
dönüştürülür. Fetüs kortikosteroid sentezi için gebeliğin erken
dönemlerinde plasental progesterona ihtiyaç duyar. Çünkü 3-beta
hidroksisteroid dehidrogenaz enzimi çalışmaz. TUS
PLASENTA HORMONLARI
• Plasentadan Östrojenler, progesteron, hCG ve HPL (Hu-man plesental laktojen)
salgılanır.
• Gebelikte başlıca östrojen östrioldür. Plasentada sentez edilen Östrojenler
fetüs böbrek üstü bezinden salgılanan DHEA ve DEHA- sülfatın dönüşümü ile
oluşurlar o nedenle fetüs ölümünde plazma östriol konsantrasyonu düşer.
• Progesteron, anne korüzolünden plesentanın trofoblast tabakasında sentezlenir.
Fetusten bağımsız olduğu için fetüs ölümünde plazma düzeyleri değişmez.
hCG (Human koryonik gonadotropin)
• Insanlardaki en büyük aktif peptid hormondur. Fertilizasyondan 6-8 gün
sonra anne kanında saptanmaya başlar. Plasentada sinsityotrofoblastlarda
sentezlenir. Hamileliğin dokuzuncu haftasında pik yapar daha sonra azalır
LH benzeri etkileri vardır.
Etkileri
- Menstruasyon korpus luteumunu, gebelik korpus luteumuna
dönüştürür.
- Fetusta testisten testosteron salınımını uyanr.
HPL
• Gebelik süresince salınımı giderek artar. Büyüme hormonu ve prolaktin
benzeri etkileri vardır. Annede glikoz kullanımını azaltarak fetus için
daha fazla glikoz sağlar.
PANKREASIN ENDOKRİN FONKSİYONLARI
• Pankreas endokrin dokusu langerhans adacıklarında yerleşmiştir. Bu adacıklardan
4 hormon salınır.
• Insulin: Beta hücrelerinden salgılanır. Adacık hücrelerinin yarısından fazlasını beta
hücreleri oluşturur.
151
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Glukagon: Alfa hücrelerinden salgılanır. Adacık hücrelerinin dörtte biri alfa
hücreleridir.
• Somatostatin: Delta hücrelerinden salgılanır.
• Pankreartik polipeptid: PP hücrelerinden salgılanır.
• Bu hücreler arasında gap junctionlar bulunur. Bu yolla adacık hücreleri birbirleriyle
kolayca iletişim kurarlar. Ayrıca hormonlar parakrin etkileşme gösterirler.
• Langerhans adacıkları toplam pankreas dokusunun %2-3’ünü yaparlar.
INSÜLIN
• Preprohormon olarak sentezlenir. Sonra pre kısmını kaybeder ve golgiden
veziküllere alınır. Veziküllerde C peptid denen kısma ve aktif insulin kısmına
ayrılır. Insulin birbirine bir disülfid bağıyla bağlı iki aminoasit zincirinden oluşur.
Normalde beta hücre salgısının %95’ini insulin, %5’ini proinsülin oluşturur.
• Insulin salınımında Ca++ kanalları açılır ve hücre içi Ca++ artışı insulin
salınımına neden olur.
• Insulin plazmada monomer olarak taşınır.
• Insulin, reseptörüyle bağlanıp hücre içine alınarak yada karaciğerde yıkılarak
kandan uzaklaştırılır. Insulinin plazma yan ömrü 5 dakikadır.
Insulin salınımının düzenlenmesi (TUS-Eylül’96,Eylül’97)
• Insulin salınımını düzenleyen ana faktör kan glikoz düzeyidir. Kan glikozu
80-90 mg/dl üstündeyken insulin salınımı artmaya başlar.
LANGERHANS ADACIKLARINDA HORMON SALINIMI
Hücre tipi
Hormon
Çeşitli dokulara etkiyerek glikojen ve yağda depolanan enerjiyi
glikojenoliz ve lipoliz yolu ile açığa çıkarır. Kan glukoz düzeyini
artırır.
Insülin
Çeşitli dokulara etkiyerek besin fazlalığında enerji
depolanmasına yol açar. Kan glukoz düzeyini azaltır.
Somatostatin
Lokal parakrin etkisiyle diğer adacık hücre hormonlarının
salgılanmasını inhibe eder.
A
B
D
F
Hormonal fonksiyon
Glukagon
Pankreatik polipeptid Iyi bilinmiyor.
ID:02t055
INSÜLİN SEKRESYONUNUN REGÜLASYONU
Artmış insülin sekresyonunun nedenleri
Artmış kan glukozu
Artmış amino asitler (arjinin, lizin, lösin)
Artmış yağ asitleri
Glukagon
GIP
Insulin sekresyonunu azaltan faktörler
Azalmış kan glukozu
Somatostatin
Nörepinefrin epinefrin
(alfa reseptörler)
Ach
GH, kortizol
ID:02t047
152
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Insulin salınımı iki aşamalıdır. Birinci aşamada depolar boşalır ve hızlı bir
insulin salınımı olur. Ikinci aşamada ise hem yeni sentez edilen hemde
depolanan insulin salınımı olur ve daha uzun sürer.
• Aminoasitlerin kanda artışıda insulin salınımına neden olur. En fazla
insulin salınımına neden olan aminoasit arjinin daha sonra lizin ve lösindir.
Aminoasitler glikozun insulin salıcı etkisini kuvvetlendirirler.
• Yağ asitlerinin kanda artışıda insulin salınımını artırır.
• Gastrointestinal hormonlar içinde en fazla insulin salınımına neden
olan GIP’dir. Diğer stimulan hormonlar gastrin, sekretin ve CCK’dır.
Gastrointestinal hormonlar nedeni ile ağızdan alınan glikoz ve aminoasitler
intravenöz alınan glikoz ve aminoastlerden daha fazla insulin salınımına
neden olur.
• GH, glukagon, kortizol insulin salınımını arttırır. Somatostatin ise insulin
salınımını inhibe eder. Adrenalin net etki olarak insulin salınımını azaltır.
• Parasempatik uyarım insulin salınımını arttırır, sempatik uyarım ise azaltır.
Dolaysıyla streste insulin artmaz.
• Obesitede insulin reseptör sayısı azalır, açlıkta ise artar.
Insulin’in etki mekanizması
• Insulin reseptöri 2alfa ve 2beta alt üniteden oluşan bir tetramerdir. insulin
alfa alt birimine bağlanır. Beta alt birim ise trozin kinaz aktivitesine sahiptir.
TUS
• Insulin reseptörüne bağlanınca reseptör önce kendini fosforiller daha sonra
hücre içi proteinleri fosforiller.
Insulinin etkileri (TUS-Eylül’87, Nisan’89, Eylül’99, Nisan’96,
Nisan’00, Eylül’01)
• Karbonhidrat metabolizmasına olan net etkisi, kan glukozuna azaltıcı
etkidir.
• Hücrelere glikoz alımını ve glukojen sentetaz aktivitesini arttırır, glikojen
fosforilazı inhibe eder. Bu yolla glikojen sentezini arttınr.
• Insulin: Beyin hücrelerine ve eritrosite glikoz girişine etki etmez. Bunun
haricindeki tüm dokulara glikoz girişini sağlar. (TUS-Nisan’90,Eylül’92)
• Çizgili kas, myokard ve yağ hücrelerinde glikoz taşıyıcısını aktive ederek
glikozun hücrelere alınmasını arttırır.
• Insulin, glukokinaz, hekzokinaz, fosfofruktokinaz ve pirüvat kinaz enzimlerini
uyararak glikolizi hızlandırır (TUS-Nisan’92).
• Insulin glikoz 6 fosfataz, fruktoz 1.6 bisfosfataz, fosfoenolpirüvat
karboksikinazı inhibe ederek glukoneogenezi inhibe eder (TUSNisan’89,Eylül’95).
• Yağ metabolizmasına olan net etkisi plazma yağ asitlerini azaltıcı
etkidir. (TUS-Nisan’92)
• Bunu yağ asitlerinin oksidasyonunu azaltarak yapar. (TUS-Eylül’88)
• İnsulin hormon duyarlı lipazı inhibe ederek lipolizi inhibe eder (TUSEylül’88).
• Glikoliz aktivasyonu ile özellikle karaciğer hücrelerinde yağ asidi sentezini
arttırır. Daha sonra karaciğer bunlardan trigliserit sentezler ve VLDL olarak
kana verir.
153
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Insulin, lipoprotein tipazı aktive ederek dolasımdaki lipoproteinlerdeki yağ
asidi ve gliserolün adipositlere geçmesini sağlar.
• Adipositterde glikolizle gliserofosfat miktarını arttırır ve yağ asitleri
ile gliserofosfatın birleşmesini sağlayarak lipogenez yapar. (TUSEylül’90,Eylül’96)
• Dolaşımdaki yağ asitleri azaldığı için keton cisim yapımı azalır. Yani
insülin anteketojenik etkilidir.
• İnsulin protein metabolizmasına anabolik etki yapar ve kan aminoasit
düzeyini azaltır.
• Insulin hücrelere aminoasit alınmasını ve protein sentezini arttınr. Protein
yıkımını azaltır.
• Özellikle insülin valin lösin, izolösin gibi aminoasitlerin transportunu
arttırır. O nedenle insulin eksikliğinde bu aminoasitlerin kan düzeyi
artar.
• Insulin K+’nın hücre içine girişini arttınr. O nedenle insulin azlığında
hiperkalemi oluşur.
INSÜLIN VE GLUKAGON
Insülin
•Adacık hücrelerinin yarısından fazlasını oluşturan beta hücrelerinden salgılanır. Prehormon olarak
sentezlenir. •Insulin salınımında Ca++ kanalları açılır ve hücre içi Ca++ artışı insülin salımına neden
olur.
•Karbonhidrat metabolizmasına olan net etkisi kan glikozunu azaltıcı etkidir. Parasempatik uyarım insülin
salınımını artırır. Sempatik uyarım ise azaltır.
Glukagon
•Adacık hücrelerinin dörtte biri kadar olan alfa hücrelerinden salgılanır glukagonun etkilerinin asıl yeri
karaciğerdir.
•Kanda amino asitlerin özellikle arjininin artması glukagon salınımını artırır. Sempatik sinir
sistemi ve vagal uyarım glukagon salınımını artırır.
•Karbonhidrat metabolizmasına olan net etkisi kan glukoz düzeyini arttırır. Ancak bu etkisini
hücrelere glukoz alınmasını azaltarak yapmaz.
Insulin ve glukagonun karşılaştırılması
Insulin (tirozin kinaz reseptörü)
Glukagon
(cAMP mekanizması)
Sekresyon
için stimulus
Artmış kan glukozu artmış aminoasitler,
artmış yağ asitleri glukagon, GIP, Growth
hormon, Kortizol
Azalmış kan glukozu
artmış aminoasitler,
CCK, nörepinefrin, epinefrin ve Ach
Major etkiler
Hücrelere glukoz alımını ve glikojen
Glikonenoliz ve glukoneojenez artar.
formasyonunu artırır. Glikojenoliz ve
Lipoliz ve ketoasit üretimi artar.
glukoneojenezi azaltır. Protein sentezini artırır.
Yağ depolanmasını artırır ve lipolizi azalır
hücreler K+ alınımını artırır.
Kan
seviyeleri
üzerine net
etkileri
[Glukoz] ↓
[Aminoasit] ↓
[yağ asiti] ↓
[ketoasit] ↓
Hipokalemi
[Glukoz] ↑
[Yağ asiti] ↑
[Ketoasit] ↑
ID:02t056
154
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
GLUKAGON
• 29 aminoasitlik polipeptid yapıda bir hormondur. Glukagonun etkilerinin primer
yeri karaciğerdir.
Glukagon salınımının düzenlenmesi
• Glukagon salınımını düzenleyen majör faktör kan glikoz düzeyidir.
Kan glikozu hipoglisemik değerlere geldikçe glukagon salınımı artar.
Hiperglisemide ise azalır.
• Kanda aminoasitlerin özellikle orjininin artması glukagon salınımını
arttınr.
• Insulin, somatostatin glukagon salınımını inhibe eder. CCK, GIR gastrin,
adrenalin glukokortikoidler ve growth hormon glukagon salınımını
arttırır.
• Sempatik sinir sistemi ve vagal uyarım glukagon salınımını artırır
Glukagonun etkileri (TUS-Eylül’87, Nisan’90, Eylül’01)
• Karbonhidrat metabolizmasına olan net etkisi kan glikoz düzeyini arttırıcıdır.
Ancak bu etkisini hücrelere glikoz alınmasını azaltarak yapmaz.
TİP I VE TİP II DİABETES MELLİTUS’UN KARŞILAŞTIRILMASI
Tip
Tip I (İnsülin
bağımlı)
100m
Tip II
(insüline
bağımlı
olmayan)
NIDOM
Sık kullanılan
Sinonimleri
Klinik
Karakteristikleri
Hastanın
Kilosu
Herediter
bileşen
Langerhas
Juvenil
başlangıçlı
diabet; juvenil
diabet; idopatik
diabet
Semptomlar ani başlar;
20 yaşından genç
hasta; kan insülin
düzeyi azalmıştır;
ketoidoz sıktır; Beta
hücrelerine karşı
antikorlar bulunur;
otoimmün hastalıklarla
birliktelik; insüline
cevap verir; polifaji,
polidipsi, poliüri
Normal
(veya gıda
atımında
artış
olmasına
rağmen kilo
kaybeder)
Aynı
yumurta
ikizlerinde
%50
konkordans
vardır;
hastalığın
seyrinde
çevresel
faktörler
önemlidir.
Beta hücrelerinde
azalma vardır;
adacıklar atrofiye
ve fibrotiktir.
Erişkin
başlangıçlı
diabetes;
ketozrezistans
diabet.
Başlangıç 40 yaşından
sonra; kan insülin
düzeyleri orta
derecede azalmıştır;
ketoasidoz nadirdir;
beta hücrelerine karşı
antikor yoktur; insülin
salınımı bozulmuştur;
insülin-rezistanstır;
insülin reseptör
sayısı azalmışıtır;
postreseptör sinyal
iletimi bozulmuştur.
Hastaların
%80'i
obezdir.
Aynı
yumurta
ikizlerinde
%90 - 100
konkordans
vardır.
Betahücrelerinde
küçük bir miktar
azalma vardır;
beta hücrelerini
saran dokuda
amilin bulunur.
ID:03t076
155
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• Glukagon karaciğerde Insulinin uyardığı glikoliz enzimlerini inhibe
eder. Ayrıca glukoneogenez enzimlerini aktive eder. Sonuç olarak
glukoneogenezde artışa neden olur.
• Glukagon karaciğerde glikojen fosforilazı aktive, glikojen sentetazı inaktive
ederek glikojen yıkımını artırır. (glikojenoliz)
• Glukagon, hormon duyarlı lipazı aktive ederek kanda serbest yağ asitlerinin
artmasına neden olur. Karaciğerde artmış serbest yağ asitlerinden keton
sentezlenir. Glukagon en önemli ketojenik hormondur. O nedenle insulin
eksikliğinde keton artarak metabolik asidoza neden olabilir.
• Glukagon aminoasit oksidasyonunu arttırarak üre oluşumunun artmasına
ve protein sentezinin azalmasına neden olur.
• Glukagon ve growth hormon hiperglisemi yaparlar. Somatostatin
insülin salınımını inhibe eder. TSH, tiroid hormonları üzerinden glikolizi
ve glukoneogenezi artırarak etki eder. Östrojenin ise protein ve yağ
metabolizmasına etkisi olduğu halde insülin ve glukoz üzerinde etkisi
yoktur. (TUS-Nisan’95)
TİROİD BEZİ
• Foliküller tek katlı epitelde döşelidir.
• Folikül epitel hücreleri tiroid bezinin aktivitesine göre değişiklik gösterir. Tiroid
inaktifken kolloidal madde bol ve etrafındaki hücreler yassıdır. Tiroid aktifken
kolloid azalır hücreler silindirik olur ve hücrelerden kolloide uzanan
rearbsorbsiyon bölgeleri oluşur.
• Tiroid bezi tirozin aminoasidinin türevi olan ve iyodotroninler denilen iki hormon
salgılar
• Asıl salgılama ürünü 3.5.3’5.’ tetra iyodotironin (tiroksin, T4) ‘dir. Daha az olarak
ta 3.5.3’triiodotironin (T3) dir.
• Her ikisede tirozinin iyodinasyonuyla oluşur.
• T3, T4’den yaklaşık 5 kat daha aktiftir.
• T4, T3’den yaklaşık 15 kat daha fazla salgılanır.
• Plazmadaki serbest T4’ün serbest T3’e oranı yaklaşık 2:1’dir.
• T4 periferik dokularda bulunan monodeiyodinaz (5’-de iyodinaz) tarafindan T3 e
dönüştürülür. TUS
• Ters (reverse) 3.3.5’ triiodotironinde (rT3 ) 5 deiyodinaz tarafindan oluşturulan
inaktif bir tironindir.
TIROID HORMONLARI SENTEZI
Iyot alımı
• Iyot vücuda suyla veya besin maddeleri ile alınır. Günlük iyot ihtiyacı
80 mikrogr’dır. Ama vücutta tiroidde 7500 mikrogr’lık kanda da 250 750 mikrogr’lık depo iyot bulunur. Dışardan iyod alınmasa bile depolar 2
ay yeter.
• Günde vücuda diyetle 500 mikrogr iyod alınır.
156
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
• İyot, hem konsantrasyon gradienti hemde elektriksel gradientle hücre içine
alınır. Buna iyot uptake denir. Na-K ATP az hücre içine iyot alınrnası için
gereklidir. Na+ - K+ ATP’azı TSH aktive eder.
• Tiyosiyonat, perteknikat, perklorat aktif iyot tutulmasını kompetitif olarak
inhibe eder. Bu nedenle hormon yapılamaz.
• Iyot folikül hücresine alındıktan sonra folikülin iç yüzüne gelir.
Burada tiroid peroksidaz ile iyot sıfır değerlikli atomik hale getirilir.
Tiroglobulin (TG)
• Kolloid içinde TG vardır. Tiroid hormonlarının depo şeklidir. (TUSNisan’90)
• TG tirozinlerin peptid bağlarıyla bağlanmasıyla oluşur. TG tiroid hücresinde
sentezlenir. Iyot TG’nin 3 veya 5 pozisyonuna bağlanır. Bu durumda MIT
(monoiyodotironin) veya DIT (Diiyodotironin) oluşur. Bu olaya organifikasyon
denir.
Hormon taşınması
Plazma T4’ün yaklaşık %75’i tiroksin bağlayıcı globulin (TBG)
tarafından bağlanır. %15 kadarı tiroksin bağlayıcı prealbumine bağlanır
(TUS-Eylül’91).
• T4’ün %10’u albümine bağlanır.
• Plazma T4 ‘ünün %99.5’i plazma proteinlerine bağlıdır. Kalanı serbesttir.
Bu kısım aktif hormonu yansıtır.
• T3’ün %99,5’i TBG’ye bağlıdır: Kalanı serbesttir.
• Çok az bir miktarı albümine bağlıdır. TBPA’ya hemen hemen hiç
bağlanmaz.
TIROID HORMONLARININ METABOLIZMASI
• Tiroid hormonları deiyodinasyon, deaminasyon ve glukronik asid ile konjugasyon
yapılarak metabolize edilir. Konjugat daha sonra safra ile atılır.
• Normal bireyde T4 ve T3 esas olarak dışkı ile, az miktarda da idrarla atılır.
TIROID FONKSIYONLARIN KONTROLÜ
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Tiroid bezini uyaran ana faktör TSH’dır.
TSH’da primer olarak hipotalamusta yapılan TRH ile uyarılır.
Serbest T3 ve T4 feedback ile TSH düzeyinin azalmasına neden olur.
Ayrıca T4’ den T3’e dönüşen hormon miktarının artması TSH’yı baskılar.
Soğukta TRH yapımı artar.
Yüksek kalorili beslenme TRH-TSH aksını uyarır.
Somatostatin ve dopamin TSH yapımını önler.
Travma veya stresde yani kortizol fazla ise TSH azalır.
Östrojenler hamilelikte TBG’yI artırarak serbest hormon düzeyini azaltır.
Dolayısıyla TSH’yı artırır.
Androjenler ve salisilatlar bağlanma oranını düşürür.
Iyot alınımında azalma olmuşsa T3 yapımı artar.
Açlıkla T3 yapımında azalma olur
Dışardan verilen iyot fazla ise fazla tiroid hormonu yapılır. Ancak iyot miktarı
2 mg’ dan fazla ise hormon yapımı inhibe olur. Bu olaya Wolf Chaikoff etkisi
denir.
157
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
TIROID HORMONLARININ ETKI MEKANIZMASI (TUS-EYLÜL’89,
NİSAN’01)
• T3, T4’e oranla 3-8 kez daha güçlü etkinlik gösterir.
• Tiroid hormonları etkilerinin büyük kısmını hücre çekirdeğindeki reseptörler
aracılığıyla genomik etki gösterir.
• Tiroid hormonları, transkripsiyonu hızlandırarak özel mRNA ile protein sentezini
artırır.
• Hücrelerde GH reseptörlerinin sentez hızını ve sayısını artırır. Ayrıca ribozomdaki
translasyon olayını hızlandırarak protein sentezini artırır.
• Nükleustan başka mitokondri iç membranına etkiyerek mitokondrilerin oksidatif
metabolizmasını, oksijen tüketimini ve dolayısıyla oksidatif fosforilasyon olayını
artırır.
• Mitokondri sayısı ve içindeki oksidasyon yapan birimlerin sayısını artırır.
• Hücre membranındaki Na+-K+ ATP az pompasının sentezini artırarak etkinliğini
artırır (ATP kullanımı artar).
• Hücre içine glukoz ve aminoasit girişini artırır.
• Myokard hücre membranında beta reseptör sayısını artırır.
TIROID HORMONLARININ ETKILERI
• Birincil etkisi bazal metabolizma hızını O2 kullanımındaki artışla arttırmasıdır.
Dalak, beyin, gonadlar, lenf bezleri ve akciğer bu olaydan etkilenmez.
• 2-3 DPG sentezini artırır. TUS
• Kemik iliğinde eritropoezi arttırır.
• Vitamin B12 emilimini artırır.
• Hücrelerde mitokondri aktivitesini artırır.
• Na- K ATPaz aktivitesini uyarır.
• Tiroid hormonları korteks, cerebrum, serebellum gelişimi, axon oluşumu, dentrit
dallanması için gereklidir.
• Reflex faaliyetlerin süresini kısaltır. Bunu sinaptik iletiyi arttırarak yapar.
• Termojenik etkisi vardır.
• Kalp damar sisteminde 0 2 kullanımı artınca CO 2 artışıda olur ve lokal
vazodilatasyon olur. Dolayısıyla diastolik basıncı düşürür veya değiştirmez.
Kalp üzerine direk etkilidir. Katekolaminlerin beta reseptör sayısını arttırarak
sistolik basıncı artırır.
• 2, 3 Difosfogliserat (DP6) düzeyini artıran diğer durumlar; Büyüme
hormonu, androjenler, egzersiz, deniz seviyesinden yükseklere çıkmak kronik
hipoksi ve anemi.TUS
158
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
TİROİD HORMON ETKİLERİNİN ÖZETİ
Sistem
Tirotoksikoz
Hipotiroidizm
Deri ve ekleri
Sıcak nemli deri, terleme; sıcak
intoleransı; ince saç
Soluk, soğuk, cilt, kuru ve kırılgan
saç, kırılgan tırnaklar
Gözler ve yüz
Geniş bakış ile üst göz kapağı
retraksiyonu; periorbital ödem,
egzoftalmuş(Graves hastalığı)
Göz kapaklarının aşağıya sarkması;
periorbital ödem, solgun yüz, büyük
dil.
Kardiyo
vasküler sistem
Azalmış periferal vasküler direnç,
artmış kalp hızı, atım volümü,
kardiak output, nabızç basıncı,
yüksek outputlu konjestif kalp
yetmezliği artmış inotropik/
kronotropik etkiler; aritmiler; anjina
Artmış periferal vasküler direnç,
azalmış kalp hızı, atım volümü,
kardiak output, nabız basıncı;
düşük outputlu kalp yetmezliği;
EKG: bradikardi, uzamış PR aralığı;
perikardiyal efüzyon
Solunum
sistemi
Dispne azalmış vital kapasite
Plevral efüzyonlar; hipoventilasyon ve
karbondioksid retansiyonu
Gastrointestinal Artmış iştah; barsak hareketlerinin
sistem
frekansında artma; hipoproteinemi
Azalmış iştah; bağırsak hareketlerinin
frekansında azalma; assit
Santral sinir
sistemi
Sinirlilik, hiperkinezi: emasyonel
labilite
Letarji; mental işlemlerin genel
yavaşlaması; nöropatiler
Kas iskelet
sistemi
Zayıflık ve kas güçsüzlüğü; artmış
DTR; hiperkalsemi; osteoporoz
Katılık ve kas güçsüzlüğü; azalmış
DTR; artmış alkalen fosfataz azalmış
LDH, AST
Renal sistem
Hafif poliüri, artmış böbrek kan
akımı; artmış glomerüler filtrasyon
hızı
Bozulmuş su eskrasyonu; azalmış
böbrek kan akımı; azalmış glomerüler
filtrasyon hızı
Hematopoetik
sistem
Artmış eritropoez, anemi
Azalmış eritropoez, anemi
Üreme sistemi
Menstrüel düzensizlikler; azalmış
fertilite; artmış gonodal steroid
metabolizması
Hipermenore; infertilit; azalmış libido,
impotans; oligospermi; azalmış
gonadal steroid metabolizması
Metabolik
sistem
Artmış bazal metabolik hız:
hiperglisemi; artmış serbest
yağ asitleri azalmış kolestrol ve
trigliseridleri, artmış hormon yıkımı:
sudu va yağda çözünen vitamin
gereksiniminde artma; artmış ilaç
detoksifikasyonu
Azalmış bazal metabolik hız; artmış
hassasiyetle birlikte gecikmiş
insülin yıkımı; artmış kolestrol ve
trigliseridler; azalmış hormon yıkımı,
su da ve yağ da çözünen vitamin
gereksiniminde azalma; azalmış ilaç
detoksifikasyonu
ID: 08t239
159
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
PTH VE VİTAMİN D’NİN BAĞIRSAK, BÖBREK VE KEMİKTE ETKİLERİ
Organ
PTH
Vitamin D
Bağırsak
Artmış kalsiyum ve fosfor
absorbsiyonu(artmış 1,25 (OH)2 D
üretimi yoluyla).
Artmış kalsiyum ve fosfor absorbsiyonu
(1,25 (OH)2 D vasıtasıyla )
Böbrek
Azalmış kalsiyum atılımı, artmış fosfat
atılımı
Kalsiyum ve fosfat atılımı 25 (OH) D ve
1,25 (OH)2 D tarafından azaltılabilir.
Kemik
Yüksek dozlar tarafından kalsiyum ve
fosfat rezorpsiyonu artırılabilir. Düşük
dozlar kemik formasyonunu artırabilir.
1,25 (OH)2 D tarafından artırılan
kalsiyum ve fosfat rezorpsiyonu. Kemik
yapımı 24,25 (OH)2 D tarafından
artırılabilir.
Serum seviyeleri
üzerinde net etki
Serum kalsiyumu artar, serum fosfat
azalır.
Serum kalsiyum ve fosfatının her ikiside
artar.
ID: 08t181
Protein metabolizmasına etkisi:
• Protein deposu olan kaslarda iki yönlü etkilidir. Fizyolojik dozlarda anabolik,
farmakolojik dozlarda katabolik etkisi vardır. Hipertiroidide tirotoksik
miyopati gözlenir. Santral sinir sisteminde kas tonusunu kontrol eden
bölgede aktiviteyi arttırır dolayısıyla ellerde ince titremeye neden olur.
• Hipertiroidide osteoklastik aktivite artar ve hiperkalsemi olur. Uzun süreli
olursa osteoporoz olur. Deride kondroidin sülfatla, hiyaluronik asitle
ve polisakkaridlerle birleşen proteinler vardır. Hipotiroidide bu protein
turnoveri azalır ve bu proteinler suyu tutar. Sonuçta erişkinde miksödem
ortaya çıkar. Bebeklerde kretenizm erişkinlerde miksödem tipik belirtidir.
• Tiroid hormonları kemiğin oluşması ve matürasyonunda gereklidir.
Karbonhidrat metabolizmasına etkisi:
• Fizyolojik miktarda insulinin etkisini arttırır ve glikoz kullanımım sağlar.
Fazlalığında hiperglisemiktir. Yüksek dozlarda glikojenoliz, glukoneogenez
ve krebs siklusunu aktive eder. Tiroid hormonları barsaktan glikoz
absorbsiyonunu arttırır.
Lipid metabolizmasına etkisi:
• Katekolaminlerle etkileşip serbest yağ asitlerini ve gliserol konsantrasyonunu
arttırır. Kolesterol düzeyini azaltır.
• Lipolitik etkisi fosfodiesterazı inhibe etkisinden ileri gelir.
• Tiroid hormonları protein sentez ve yıkımını artırır net etkisi kataboliktir.
• Hipertiroidide diyare hipotiroidide konstipasyon olur.
• Solunum hız ve derinliğini, kalp debisini arttırır.
• Diş çıkması, saç çıkması, süt yapımı ve fertilite üzerinde etkilidir.
• Karotenden vitamin A’nın sentezi ve vitamin A’nın retinol’e dönüşümü için
gereklidir. Hipotiroidide serum karoten düzeyi artar ve deri sarı renk alır
ama sklerada sararma olmaz. TUS
• Hormon sentezi hamileliğin 12-13. haftasında başlar. Tiroid aksının
çalışmasında TSH’ ye benzeyen hCG de etkilidir. MSS’gelişmesi için tiroid
hormonlanna ihtiyaç vardır. Tiroid hormonları olmazsa kretenizm oluşur.
Hipotiroidi olan çocuğa doğduktan hemen sonra tiroid hormon tedavisi
başlanmalıdır.
160
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
PARATİROİD HORMON, KALSİTONİN VE KALSİYUM
METABOLİZMASI
Kalsiyum tüm metabolik olaylarda görev alır:
- Metabolik önemi olan enzimde
- Sinirsel iletimde
- Kas kasılmasında
- Hormon sentez ve salgılanmasında
- Fertilizasyonda
- Mitozda
- Kan pıhtılaşmasında
- Kemik, süt, diş oluşumunda
• Ca++ ‘un %9’u kemikle depolanmıştır. %85’i Ca fosfat, %15’ide CaC03
halindedir. 70 kg’lık bir insanda 1 kg Ca++ vardır.
• Ca++ hücre içinde 10-7 molar extrasellüler sıvıda 10-3 molardır. Hücre
içinde mitokondri, endoplazmik retikulum ve hücre membranında depo
edilir.
• Ca++ya karşı hücre zarı geçirgenliği azdır. Ca++ yı atan Ca++ ATP az ve
Ca++- Na+ exchange sistemleri vardır. intrasellüler ve extrasellüler Ca++
değişiminde hormonların rolü yoktur.
• Plazmada 10 mg/dl ( 5mEq/l veya 2.5 mol/L) dir.
• %45 iyonize
• %10 HPO4-, HCO3- veya sitratla kompleks halde
• %45 başlıca albumin olmak üzere proteinlere bağlı halde bulunur.
• Proteinlere bağlanma alkalozda artar, asidozda azalır.
• Ca++ daha çok gaitayta az miktarda da idrarla atılır.
• Ca++ ihtiyacı erişkinde 0,5 gr/gündür. Çocukta, gebede ve laktasyonda
artar.
• Ca++ turnoveri: çocukta kalsiyumun %100’ünde erişkinde %18’inde bir
değişim vardır
Fosfat
• Plazmada 2.5-4mgr/dl düzeyinde bulunur.
• Dietle alınıp idrarla atılır.
• Kemik ve kasta depolanır. Kas kasılması için gereklidir. Eksikliğinde iskelet
ve kalp kasında fonksiyon bozukluğu olur.
Magnezyum
• Plazmada 1,8-2,4 mg/di’dir. 1/3’ü proteinlere bağlıdır.
• Nöromüsküler iletide gereklidir.
• Vücuttaki Mg’un yarısı kemikte yarısı da K+ gibi intraselüler kompartmanda
bulunur.
• Ca++ metabolizmasının düzenlenmesi: Ca++ metabolizması üzerine etkili
3 hormon vardır. Parathormon, kalsitonin ve Vitamin D3
161
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
PTH (Paratiroid hormon)
• 84 amino asidden oluşan polipeptiddir. Paratiroid bezlerinin esas (chief)
hücrelerinden salgılanır. Serum Ca++ seviyesini düzenleyen başlıca
hormondur (TUS-Eylül’87).
• Vücudun hiperkalsemik hormonudur.
• Plazma Ca++ düştüğünde PTH salgısı artar.
• Plazma Ca++ düzeyi arttığında negatif feedback ile PTH salgısı azalır.
• Plazma da Mg++’un orta derecede azalması da PTH’yı uyarır. Ancak ciddi
Mg++ eksikliği PTH salınımını inhibe eder.
• Fosfatın yüksek olması PTH’yı uyarır. Fosfat, Ca ile birleşerek plazma Ca
düzeyini azalır. Yani artmış fosfat indirek yolla PTH salınımını arttırır.
• Epinefrin ve histamin PTH yapımım uyarır.
• Etkileri: PTH etkilerini cAMP üzerinden gösterir.
Kemikte: Kalsiyumu mobilize eder. Ca’un serbestleşmesi için ilk önce
osteositik osteoliz’i artırır. Sonra osteoklastları uyarır ve organik kemik
matriksini hidrolize eder. Bunun için kollagenaz ve lizozomal enzim aktivitesini
artırır. Idrarda hidroksiprolin atılımı artar. Osteoblastlarda kollagen sentezini
inhibe eder.TUS
Barsakta: Vitamin D aracılığıyla barsaktan kalsiyum ve fosfat emilimini
artırır.
Böbrekte: Ca reabsorbsiyonunu ve fosfat atılımını artırır. Fosfat ile birlikte
Na, K atılımını da artırır.
Net etkileri; Hiperkalsemi, Hipofosfatemi, Hipokalsiüri, Hiperfosfatüri
• Primer hiperparatiroidinin en sık nedeni paratiroid adenomlarıdır
ve serum Ca düzeyinde artma fosfat düzeyinde azalma ile
karakterizedir. TUS
• Hipoparatroidinin en sık nedeni tiroid cerrahisidir ve serum Ca++
düzeyinde azalma ve fosfat düzeyinde artma ile karakterizedir.
1,25 (OH)2 vitamin D3
• Epidermiste previtamin 7 - dehidrokolesterol güneşin UV ışınlarına
maruz kaldığında nonenzimatik fotoaktivasyona uğrayarak vitamin D3’e
dönüşür.
• D2 bitkiden veya sütle alınır.
• Deride vit D3 (kolekalsiferol) oluşumundan sonra D vitamini bağlayan
proteinlerce (DBP) taşınır. Karaciğerde 25 hidroksilaz ile kalsidiole dönüşür.
TUS
• Proksimal tübül hücrelerinde kalsidiol, l - alfa hidroksilaz ile kalsitriole
dönüşür, l alfa - hidroksilaz aktivitesi PTH tarafından artırılır. TUS
• Yetersiz alınımında depolar kullanılır. Karaciğer ve kanda depolanır.
• Etkileri: Kemik, ince barsak ve böbrek üzerine direkt etkisi vardır
Barsakta: Ca ++, Mg++, fosfat emilimini artırır. Böbrekte Ca ++
reabsorbsiyonunu (distal tübülde) artırır, fosfat reabsorbsiyonunu (proximal
tübülde) inhibe eder.
Kemikte: Ca++ ve fosfat mobilizasyonu yapar. Aynı zamanda yeni kemik
yapımım aktive eder.
162
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
Iskelet kası : Endoplazmik retikuluma Ca++ uptake’ini uyarır.
immün sistem: Bazı cilt hastalıklarında (psöriazis gibi) etkilidir.
• Hematopoietik sistemde ana hücre farklılaşmasını sağlar.
Vitamin D Oluşumunu Uyaran Faktörler
Düşük serum Ca+2 düzeyi, PTH, Insülin, Prolaktin, Düşük serum fosfat düzeyi,
Östrojen, hCG, GH
KALSITONIN
• Tiroid bezindeki C hücrelerinden (Parafolliküler hücrelerden) salgılanır. (TUSEylül’01)
• 32 aminoasidlik bir polipeptiddir.
• Vücudun hipokalsemik hormonudur.
- Plazma kalsiyum düzeyi arttığında kalsitonin salgılanması artar.
- Plazma kalsiyum düzeyi azaldığında kalsitonin salgılanması azalır.
• Dopamin, glukagon kalsitonin salınımına yol açar.
Etkileri (TUS-Eylül’90):
Kemikte: Osteoklastik aktiviteyi inhibe eder. Ca++ ve fosfatın kemik içine girmesini
sağlayarak kemiğin güçlenmesini sağlar.
Barsakta: Ca++ ve fosfat emilimini inhibe eder.
Böbrekte: Ca+2, Na+ ve fosfatın idrarla atılmasını artırır.
• 1alfa hidroksilaz aktivitesini inhibe eder.
• Santral sinir sisteminde nörotransmiterler fonksiyonu vardır.
• Opioid sistemden bağımsız analjezik etki gösterir.
Kemik yapımına etkili diğer hormonlar
•
•
•
•
Insülin kemik yanımını uyarır.
östrojen osteoporozu engelleyicidir.
Büyüme hormonu Ca++’nın barsaktan tutulmasının artırır.
Tiroid hormonlar normalde anaboliktir, fazlalığında ise osteoporoz
yapar.
• Kortizol fizyolojik dozda etkili değildir ancak farmakolojik dozda vitamin D’yi
antagonize eder ve kollagen sentezini inhibe ederek osteoporoz yapar.
• PTH related hormon aynı mRNA ‘dan sentezlenir ve büyüme hormonu gibi
etkilidir. Etkisini PTH reseptörleri üzerinden gösterir.
• Androjenlerde kemik yapımını uyarır.
KALP YETMEZLİĞİNDE KULLANILAN İLAÇLAR
1
Digitaller
2
Beta mimetikler
Digoxin digitoxin quabain
dopamin, dobutamin
3
Fosfodiesteraz inhibitörleri
Amrinone, milrinone, teofilin
4
ACE inhibitörleri
Kaptopril
5
Vasodilatörler
Nitroprusside
6
Diüretikler
Furosemid, Hydroklorthiazide
ID: 08t048
163
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
CA+2’U REGÜLE EDEN HORMONLARIN ÖZETİ
PTH
Sekresyon için
stimulus
Etki ettikleri
yer
Kemik
Böbrek
Bağırsak
Net etki
Serum [Ca+2]
Serum [fosfat]
Vit D
Kalsitonin
↓ Serum [Ca ]
↓ Serum [Ca ]
↑ PTH
↓ Serum [fosfat]
↑ Serum [Ca+2]
↑ rezorbsiyon
↓ P reabsorbsiyon
(↑ üriner cAMP)
↑ Ca+2 reabsorbsiyon
↑ rezorbsiyon
↑ P reabsorbsiyon
↑ Ca+2 reabsorbsiyon
↓ rezorbsiyon
↑ Ca+2 absorbsiyonu
(vit D aracılığıyla)
↑Ca+2 absorbsiyonu
(Vit D bağımlı Ca+2
bağlayan protein)
↑ P absorbsiyonu
↑
↓
↑
↑
+2
+2
↓
ID:02t048
164
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
SOLUNUM SİSTEMİ FİZYOLOJİSİ VE HİSTOLOJİSİ
• Solunum yolları: Trakea-Bronkus prinsipalis-Bronkus lobaris-Bronkus seglentalisBronşiolus lobularis-Bronşuolus terminalis-Bronşiolus respiratorius-Duktus alveolarisSakkus alveolaris-Alveoli pulmonis
• Asinüs=Bronşiolus respiratorius+Duktus alveolaris+ Sakkus alveolaris +
Alveoli pulmonis
Asinüs akciğerin fonksiyonel ünitesidir. Gaz değişimi, sadece asinüsü oluşturan
yapılarda olur. Ilk gaz değişimi bronşiolus respiratorius’ta olur (TUSNisan’89)
AKCIĞER VOLÜMLERI VE KAPASITELERI
A. Akciğer volümleri
1. Tidal volüm; Normal solunumla (ekspirasyon ya da inspirasyon) alınan
ya da verilen havadır.
2. Inspiratuar rezerv hacmi (TUS-Nisan’93); Tidal volümün üstünde inspire
edilebilen hacimdir. Egzersiz esnasında solunum volümünde primer olarak
artırır.
3. Ekspiratuar rezerv hacmi; Normal bir ekspirasyonu takiben ekspire
edilebilen hava hacmidir.
4. Rezidüel hacim; Maksimum ekspirasyondan sonra akciğerde kalan hava
hacmidir.
− Spirometre ile ölçülemez.
5. Ölü boşluk
a. Anatomik ölü boşluk (fowler metodu)
− Yaklaşık 150 ml’dir.
− Iletim havayollarının hacmidir.
b. Fizyolojik ölü boşluk (Bohr Methodu)
− Fonksiyonel bir ölçümdür.
− CO2’i vücuttan atamayan akciğer hacmi olarak tanımlanır.
− Ventilasyon/perfüzyon (V/Q) uygunsuzluğu olan akciğer
hastalıklarında anatomik ölü boşluktan daha büyük olabilir.
6. Ventilasyon hızı
a. Dakika ventilasyon aşağıdaki formülle açıklanabilir:
Dakika ventilasyon = Tidal volüm x solunum sayısı/dakika
b. Alveoler ventilasyon ise şu şekilde açıklanabilir:
Alveoler ventilasyon=(Tidal volüm − Ölü boşluk) x solunum sayısı/
dakika
B. Akciğer kapasiteleri
1. Inspiratuar kapasite
− Tidal volüm ve inspiratuar rezerv hacminin toplamına eşittir.
2. Fonksiyonel rezidüel kapasite (FRC)
− Ekspiratuar rezerv hacmi + rezidüel hacimdir.
165
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
AKCİĞER VOLÜMLERİ
− Tidal volüm expire edildikten sonra akciğerlerde kalan hava
hacmidir.
− Rezidüel hacmi de kapsar, bu nedenle spirometre ile ölçülemez.
3. Vital kapasite
− Tidal volüm + inspiratuar rezerv hacmi + ekspiratuar rezerv hacmi
− Maksimum inspirasyondan sonra ekspire edilen hava hacmidir (TUSEylül’87.Nisan’00).
4. Total akciğere kapasitesi
− Dört akciğer hacminin toplamıdır.
− Maksimum inspirasyondan sonra akciğerlerdeki hava hacmidir.
− Rezidüel hacmi içine alır bu nedenle spirometre ile ölçülemez.
C. Zorlu ekspiratuar hacim (FEV1)
− Maksimum inspirasyonu takiben bir saniyede ekspire edilen hava
hacmidir.
− Normalde zorlu vital kap asitenin %80’idir ve şöyle izah edilebilir: FEV1/FVC
= 0.8
− Fibrozis gibi restriktif akciğer hastalıklarında, hem FEV1 hem FVC azalır.
− Astma gibi obstruktif akciğer hastalıklarında; FEV1, FVC’den daha fazla
azalır. Bu nedenle FEV1/FVC oranı düşer.
SOLUNUM MEKANIĞI
A. Solunum kasları
1. Diafragma Inspirasyon için en önemli kastır)
2. Eksternal interkostaller ve aksesuar kaslar
− Normal sessiz solunum esnasında inspirasyon için kullanılmaz.
− Egzersiz sırasında kullanılır.
3. Ekspirasyon kasları
− Ekspirasyon normalde pasif olarak gerçekleşir.
− Akciğer/toraks duvarı sistemi elastik olduğu için inspirasyondan sonra
istirahatteki pozisyonuna geri döner.
− Egzersiz sırasında veya havayolları direncinin arttığı hastalıklarda (Örn,
astma) ekspirasyon kasları kullanılır.
- Abdominal kaslar ve internal interkostal kaslar ekspirasyonda rol alır.
166
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
HETEROTRİMERİK G PROTEİNLERİNİN ÖZELLİKLERİ
Tip
Fonksiyon
Sonuç
Örnek
Gs
Adenilat siklazı aktive eder;
cAMP oluşumuna yol açar.
Protein kinaz aktive olur
Epinefrinin Beta adrenirjik
reseptörlere bağlanması sitozolde
CAMP düzeyini arttırır.
Gi
Adenilat siklazı inhibe eder;
CAMP oluşumu inhibe olur.
Protein kinaz inaktif kalır.
Epinefrinin alfa - adrenerjik
2
reseptörlere bağlanması
sitozoldeki CAMP düzeyini azaltır.
Gp
Fosfolipaz C'yi aktive eder
inositol trifosfat ve diraçil
gliserol oluşumuna yol açar
Sitozole Ca+2 akışı olur ve
protein kinaz C aktive olur.
Membrana bağlı IgE ile antijenin
bağlanması mast hücrelerinden
histamin salgılanmasına neden
olur.
Golf
Olfaktor nöronlarda adenilat
CAMP - kenetli Na+ iyon
siklaz aktivasyonuna yol
kanallarını açar
açar
Kokunun G-protein-bağlı
reseptörleri uyarması sinir
impulsunun doğmasını sağlar.
Gt
Rod hücre membranlarında
CAMP fosfodiesterazı
aktive eder ve CGMP nin
hidrolizine yol açar
Rodopsinin foton aktivasyonu rod
hücrelerini uyarır.
Rod hücre membranının
hiperpolarizasyonuna neden
olur.
ID:03t064
C. Solunum Sisteminde Kompliyans
− Basınç-hacim eğrisinin eğimidir.
- Birim basınç başına hacim değişimidir. C=∆V/∆P (TUS-Nisan’89)
1.
Akciğer kompliyansı (Şekil 4-2 ve Tablo 4-1)
− Akciğerlerin inspirasyonu ekspirasyondan daha farklı bir eğri oluşturur,
buna histerozis denir.
− Basınçların ortalama aralığında, kompliyans daha büyüktür. Akciğerler
daha fazla genişleyebilir.
− Yüksek şişme basınçlarında, kompliyans daha düşüktür akciğerler
daha az genişler ve eğriler düzleşir.
2.
Akciğer-göğüs duvarı sisteminin birlikte kompliyansı (Şekil 4-3)
a. Istirahatte (Şekil 4-3’ün merkezinde içi dolu daire ile tanımlanmıştır),
akciğer volümü FRC’dedir ve akciğerlerdeki basınç atmosferik
basınca eşittir. Bu denge koşulları altında, akciğerler kollabe olma
eğilimindedir. Bu durum göğüs duvarının dışarı çıkma eğilimi ile
dengelenir.
b. Bu iki zıt eğilimin sonucu olarak intraplevral basınç subatmosferik veya
negatifdir.
c. Eğer hava intraplevral boşluğa girerse (pnömotoraks), intraplevral
basınç atmosferik basınçla eşit hale gelir. Akciğerler kollabe olur (doğal
eğilim) ve yine bu doğal eğilime bağlı göğüs duvarı dışarı fırlar.
d. Şekil 4-3 yalnız akciğer, yalnız göğüs duvarı ve akciğer ve göğüs
duvarının birlikte hacim-basınç ilişkisini göstermektedir. (Daha basit
olması için histerezis elimine edilmiştir)
167
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
− Akciğer-göğüs duvarı sisteminin kompliyansı yalnız akciğer veya
yalnız göğüs duvarı için olan kompliyanstan daha azdır. (Eğim
düzleşmiştir)
− Amfizemli hastada, akciğer kompliyansı artar ve akciğerlerin kollabe
olma eğilimi azalır. Bu nedenle, orjinal FRC’de akciğerlerin kollabe
olma eğilimi göğüs duvarının genişleme eğiliminden daha azdır.
Akciğer-göğüs duvarı sistemi iki kuvveti tekrar dengede tutabilmek
için yeni, daha yüksek bir FRC diğerine gelir. Bu yüzden bu hastalarda
fıçı-göğüs gelişmektedir.
D. Alveol yüzey gerilimi ve sürfaktan
1.
Alveol yüzey gerilimi
− Alveol boyunca dizilien sıvı molekülleri arasındaki çekim kuvvetinin
bir sonucudur.
a. Büyük alveoller (büyük çaplı) düşük kollabe olma basıncına sahiptir
ve açık tutmak kolaydır.
b. Küçük alveoller (küçük çaplı) daha yüksek kollabe olma basıncı
vardır ve açık tutmak daha zordur.
− Sürfaktan yokluğunda, küçük alveoller kollabe olma eğilimindedir.
(atelektazi)
Iki alveol arasında bağlantıyı sağlayan aralığa “alveolar por” denir.
(TUS-Nisan’90)
2.
Sürfaktan (Şekil 4-4)
− alveol boyunca uzanır ve yüzey gerilimini düşürür (TUS-Nisan’90).
− Tip II alveoler hücreler tarafından yapılır ve primer olarak dipalmitoil
fosfatidil kolin adlı lipidden meydana gelir (TUS-Nisan’90, Nisan’93,
Nisan’96).
− Yüzey gerilimini düşürür. Bu küçük alveolleri kollabe olmaktan korur
ve kompliyansı artırır.
− Fetüsde, sürfaktan sentezi değişiklik gösterir. En erken 24. haftada
meydana gelirken, hamileliğin 35. haftasında hemen her zaman
mevcuttur.
E. Neonatal respiratuar distres sendromu
Genellikle prematüre yenidoğanlarda görülen, sürfaktan eksikliğine bağlı
sendromdur. Ekspirasyon sırasında atelaktaki; azalmış kompliyans; hipokalsemi
ve asidoz bulguları görülür.
F.
Havayolu direnci
1. Hava akımı
− Ağız (veya burun) ile alveoller arasındaki basınç farkı ile direkt olarak
orantılıdır.
− Havayolu direnci ile ters orantılıdır. Direnç artarsa, akım düşer.
2. Havayollarının direnci
− Poiseville kanunu ile açıklanır. Aşağıdaki eşitlikte gösterilmiştir. Direnç ve
havayolu çapı arasındaki güçlü ters ilişki vardır.
168
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
3.
Havayolu direncini değiştiren faktörler
a. Bronş düz kasının kasılması ve gevşemesi
− havayolu çapını değiştirir.
1) Parasempatik stimülasyon, irritanlar, yavaş etkili anafilaksi yapıcı
maddeler havayollarının daraltır, çapı azaltır ve havayolu direncini
artırır.
2) Sempatik stimülasyon ve sempatik agonistler (izoproterenol)
havayollarını genişletir, çapı artırır ve B2 reseptörleri (adrenerjik)
üzerinden havayolu direnci azalır. (TUS-Eylül’91)
b. Akciğer volümü (hacmi)
− Hava yollarını çevreleyen akciğer dokusu tarafından uygulanan radyal
traksiyona bağlı havayolu direnci değişir.
− Yüksek akciğer hacimleri daha fazla traksiyon ve azalmış havayolu
direnci ile ilişkilidir. Havayolu direnci artmış hastalar yüksek direnci
telafi etmek için daha yüksek akciğer hacimlerinde nefes almayı tercih
ederler.
− Düşük akciğer hacimleri daha az traksiyon ve artmış havayolu direnci
ile ilişkilidir.
c. Inspire edilen gazın dansitesi ve viskozitesi
− Hava akımı direncini değiştirir.
− Derin deniz dalışlarında hava akımı direnci ve yoğunluğu artar.
− Helyum gibi düşük dansiteli bir gazı soluma durumunda havayolu
direnci azalır.
4.
Havayolu direnci yerleri
− Havayolu direncinin major yeri orta-çaplı bronşlardır.
− En küçük havayolları en yüksek dirence sahip gibi görünmelerine
rağmen, parelel dizilimleri nedeniyle böyle değildir.
G. Solunum döngüsü − Basınç ve hava akımı tanımı
1.
Istirahatte (Inspirasyon başlamadan önce)
a. Alveoler basınç atmosferik basınca eşittir.
− Akciğer basınçları daima atmosferik basınca karşılık geldiği için
alveoler basınç sıfır olarak söylenir.
b. Intraplevral basınç negatiftir.
− Akciğerlerin zıt kuvvetleri akciğeri kollabe etmeye çalışırken göğüs
duvarı intraplevral boşlukta negatif basınç yaratarak bunların arasında
genişlemeye çalışır.
- Intraplevral basınç ösefagusa konulan bir balon kateter ile
ölçülebilir.
c. Akciğer volümü FRC’dir.
2.
Inspirasyon esnasında
a. Inspiratuar kaslar kasılır ve toraks volümünün artmasına neden olur
− Akciğer volümü arttığı için, alveoler basınç atmosferik basıncın altına
düşer. (negatif olur)
− Bu basınç gradienti akciğerlere hava akışına neden olur. Bu durum
atmosfer ve alveoller arasındaki basınç gradienti yok oluncaya kadar
devam eder.
169
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
Pankreasın yapısı ve fonksiyonları. Duktul hücreleri sekretine cevap olarak alkali sıvı sekrete ederler.
Asiner hücreler ise zimojen granüllerden sindirim enzimlerini sekrete eder. ERCP: Endoskopik
retrogradkolanjiyo pankreatografi.
b. Intraplevral basınç inspirasyon sırasında daha negatif olur.
− Inspirasyon sırasında akciğer volümü arttığı için, akciğerlerin elastik geri
dönme kuvveti de artar. Sonuçta intraplevral basınç istirahattekinden
daha negatif hale gelir. Negatif hava yolu basıncı da intraplevral
basıncın daha negatif hale gelmesine neden olur.
− Inspirasyon sırasında intraplevral basınçdaki değişiklikler akciğerlerin
dinamik kompliyansını ölçmek için kullanılır.
c. Akciğer hacmi bir tidal volüm artar.
− Yani inspirasyonun zirvesinde, akciğer hacmi = FRC + tidal volüm
olur.
3.
Ekspirasyon esnasında
a. Alveoler basınç atmosferik basınçtan daha yüksek hale gelir.
− Alveoler gaz akciğerin elastik kuvvetleri tarafından sıkıştırıldığı için
alveoler basınç artar (pozitif hale gelir)
− Basınç gradienti tersine döner ve hava akciğerleri terkeder.
b. Intraplevral basınç normal (pasif) ekspirasyonda istirahatteki değerine
geri döner.
− Zorlu ekspirasyon sırasında intraplevral basınç gerçekten pozitif olur.
Bu pozitif intraplevral basınç havayollarını sıkıştırır ve ekspirasyonu
zorlaştırır.
170
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
− Kronik obstruktif akciğer hastalıklarında (KOAH), havayolu direnci
artar. Zorlu ekspirasyon ile meydana gelebilecek havayolu kollapsını
önlemek için hasta “Büzülmüş dudaklar” ile yavaş nefes vermeyi
(ekspirasyonu) öğrenir.
c. Diğer döngü başlamadan önce akciğer hacmi FRC’ye döner.
GAZ DEĞIŞIMI (EXCHANGE)
Ventilasyon: Atmosfer basıncının akciğer alveollerini doldurmasıdır. O2 alveollere
gelerek buradan kan damarlarına geçer. (TUS-nisan’90) Ventilasyon olmazsa O2’de
olamayacağından kana geçişide olmaz.
Diffüzyon: Bir gazın bir yerden başka bir yere enerji harcanmadan geçmesidir.
Alveollerdeki O2 ve OO2 geçişleri de diffüzyonla olur. Fakat CO2 geçişlerinde
diffüzyon kapasitesi O2’den daha fazladır.
Perfüzyon: Kanın bir bölgeye dağılımıdır. Perfüzyon ne kadar iyiyse o bölgenin
kunlanması o kadar iyidir.
Akciğerdeki hava ile kapiller kan arasında 3 komponentten oluşan ve kan-hava
bariyeri denen engel vardır. Bu bariyerin üç elemanı: Alveolleri döşeyen tek katlı
yassı epitel, alveoler hücre tek katlı yassı epitel, alveolar hücrelerin stoplazması,
sıkıca yan yana duran alveoller ve endotelial hücreler arasında entodel hacrelerin
bazal laminası ve stoplazmasıdır. (TUS-Nisan’96)
CO2 TRANSPORTU
A. CO2 formları
− Dokularda üretilen CO2 akciğerlere venöz kan içinde üç formda taşınır:
1. Çözünmüş CO2 (küçük miktarda)
2. Karbaminohemoglobin (Küçük miktarda)
3. HCO3- (Eritrositlerde CO 2’in hidrasyonundan) major formdur.
(%90)
B. CO2’in HCO3- şeklinde transportu
1. CO2 dokularda üretildikten sonra önce venöz plazmaya daha sonra ise
kırmızı kan hücrelerine difüze olur.
2. Eritrositlerde; CO2, H2CO3 oluşturmak üzere H2O ile reaksiyona girer. Bu
reaksiyonu karbonik anhidraz enzimi katalizler. H2CO3 ise H+ ve HCO3-’e
ayrışır.
3. HCO3- Cl- ile yer değiştirerek eritrositlerden ayrılır ve plazma içinde
akciğerlere taşınır. HCO 3 -; CO 2 ’nin akciğerlere taşındığı major
formudur.
4. H+ eritrositlerde deoksihemoglobin ile tamponlanır. Deoksihemoglobin H+
için oksihemoglobinden daha iyi bir tampondur. Hemoglobinin CO2’nin
eklendiği venöz uçta deoksihemoglobin olması büyük bir avantajdır.
5. Akciğerlerde, yukarıdaki tüm reaksiyonlar tersine çalışır. HCO3 Cl- ile
yer değiştirerek eritrositlere girer. HCO3- H2CO3’ü oluşturmak üzere H+
ile yeniden bağlanır. H2CO3; CO2 ve H2O’ya ayrışır. CO2 orjinal olarak
dokularda meydana gelir ve HCO 3 formunda akciğerlere taşınarak
ekspirasyon havası ile dışarı atılır.
171
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
4B HİPOKALSEMİ MEKANİZMALARI VE ÖRNEKLERİ
Mekanizma
Örnek
Alveolar PO2de
Yüksek bölgelerde yaşamak
Hipoventilasyon
Nöromüsküler hakalıklar
Sedatifler
Kronik obstrüktif akciğer hastalıkları
V/Q uyumsuzluğu
Fibrozis
Pulmoner embolizm
Pulmoner ödem
Venöz karışım
Soldan sağa kardiyak şant
O2 taşıma kapasitesinin ä
Anemi karbon monoksid zehirlenmesi
PULMONER DOLAŞIM
Pulmoner dolaşımdaki basınçlar ve kardiyak output
Basınçlar: Sistemik dolaşımdakine göre çok düşüktür.
Direnç: Pulmoner dolaşımdaki direnç de sistemik dolaşıma oranla çok
düşüktür.
Kardiyak output; Sistemik dolaşımdaki kardiyak output ile eşittir.
− Pulmoner dolaşımın düşük basıncı yüksek düzeydeki kardiyak outputu
sağlamada yeterlidir. Çünkü pulmoner dirençde orantılı olarak sistemik
dolaşımdan daha düşüktür.
Pulmoner kan akımının dağılımı
− Akciğerlerde kan akımının dağılımı eşit değildir ve gravite etkisi ile
açıklanır.
− Kişi yatarken, kan akımı yaklaşık olarak akciğerler boyunca aynıdır.
− Kişi ayağa kalktığında ise, kan akımı akciğer apeksinde en az (1. bölge),
akciğerlerin bazalinde ise en yüksek (3. bölge) (Şekil 4-10) olur.
1.
1. Bölge (Zone1) − kan akımı en düşüktür.
− Alveol basıncı > arteriyel basınç > Venöz basınç
− Yüksek alveoler basınç kapillerleri kollabe eder ve akımın azalmasına
neden olur. Bu durum arteriyel basıncın azalmasına neden olan
hemoraji veya alveol basıncını artıran pozitif basınçlı ventilasyon
sonucu oluşabilir.
2.
2. Bölge (Zone 2) − kan akımı orta derecededir.
− Arteriyel basınç > alveoler basınç > venöz basınç
− Akciğerlerin tabanına doğru hidrostatik basınç üzerindeki gravite
etkisiyle arteriyel basıncı progresif olarak artar.
− Arteriyel basınç alveoler basınçtan daha büyük hale gelir ve kan akımı
arteriyel ve alveoler basınç arasındaki basınç farkıyla yönlendirilir.
3.
3. Bölge (Zone 3) − kan akımı en yüksektir.
− Arteriyel basınç > Venöz basınç > Alveoler basınç
− Akciğer bazaline doğru arteriyel basınç gravite etkisiyle en yüksek
değerine ulaşır. Venöz basınç son olarak alveoler basıncı aştığı noktaya
dek yükselir.
− Kan akımı arteriyel ve venöz basınç farkı ile yönlendirilir.
172
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
C. Pulmoner kan akımının regülasyonu − Hipoksik
vazokonstriksiyon
− Hipoksi lokal vazokonstriksiyona neden olur. Bu cevap hipoksinin
vazodilatasyona neden olduğu sistemik dolaşımdakinin tam tersidir.
− Fizyolojik olarak bu etki çok önemlidir. Çünkü bu mekanizma ile kan
kötü ventile olan hipoksik bölgelerden iyi ventile olan bölgelere doğru
yönlendirilir.
− Fetal pulmoner vasküler direnç generalize hipoksik vazokonstriksiyon
nedeniyle çok yüksektir. Sonuç olarak fetal akciğerler boyunca olan kan
akımı düşüktür. Ilk solunum ile, alveoller daha iyi oksijenlenir, pulmoner
vasküler direnç azalır ve pulmoner kan akımı kardiyak output ile eşit duruma
gelir. (Yetişkinlerde olduğu gibi)
D. Şantlar
1.
Sağdan sola şantlar
− Kardiyak outputun %2’si akciğerleri bypass ettiği için normal olarak
meydana gelebilir.
− Bazı konjenital anomalilerde şant %50 olabilir.
− Arteriyel kan venöz kan ile karıştığı için arteriyel PO2 azalır.
− Sağdan sola şantın derecesini hesaplayabilmek için kişi %100 O2’i
solur ve arteriyel PO2’nin derecesi ölçülür.
3.
Soldan sağa şantlar
− Sağdan-sola şantlara göre daha az görülür.
− Konjenital anomali (PDA) veya travma sonucu oluşur.
− Arteriyel PO2 azalmaz. Tam tersine arteriyel kan venöz kan ile karıştığı
için kalbin sağında PO2 artar.
VENTILASYON/PERFÜZYON BOZUKLUKLARI
A. Ventilasyon/Perfüzyon (V/Q) oranı
− Alveoler ventilasyonun (V) pulmoner kan akımına (Q) oranıdır. Ventilasyon
ve perfüzyonu denkleştirmek ideal CO2 ve O2 değişimini sağlamak için
son derece önemlidir.
1.
Normal V/Q oranı
− Eğer frekans, tidal volüm ve pulmoner kardiyak output normal ise, V/Q
oranı yaklaşık 0.8’dir. Arteriyel PO2 100 mmHg ve arteriyel PCO2 40
mmHg olur.
2.
Hava yolu obstrüksiyonunda V/Q oranı
− Eğer hava yolları tamamen tıkanırsa, ventilasyon sıfır olur. Kan akımı
normal ise V/Q’da sıfırdır.
− Ventilasyonun olmadığı perfüzyonun gerçekleştiği akciğerde hiç gaz
değişimi olmaz. Pulmoner kapiller kanın PO2 ve PCO2 değerleri miks
venöz kanın değerine yaklaşır.
3.
Kan akımı obstrüksiyonunda V/Q oranı
173
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
− Eğer akciğere giden kan akımı tam olarak tıkanırsa (pulmoner arter
embolisi), akciğer kan akımı sıfır olur. Eğer ventilasyon normal ise,
V/Q oranı sonsuz olur.
- Ventilasyon olup perfüzyon olmadığı için hiç gaz değişimi olmaz Alveolar
havanın PCO2 ve PO2 değeri solunan havanın değerine yaklaşır.
4. Akciğerin farklı bölgelerindeki V/Q oranları (Tablo 4-5, Şekil
4-10)
− Hem ventilasyon hem de kan akımı normal akciğerde eşit olmayarak
dağılır.
a. Kan akımı apekste en az bazalde ise en yüksektir.
b. Ventilasyon da apekste en az, bazalde en yüksektir fakat ventilasyon
için olan bölge farklılıkları perfüzyon kadar büyük değildir.
c. Bu nedenle V/Q oranı apekste en yüksek bazalde ise en düşüktür.
NÖROGLİAL HÜCRELERİN ORİJİNİ VE ESAS FONKSİYONLARI
Glial hücre tipi
Oligodendrosit
Orijin
Nöral Tüp
Lokalizasyon
Santral sinir sistemi
Esas fonksiyonu
Myelin üretimi, elektrik
izolasyonu
Schwann hücresi
Nöral tüp
Periferik sinirler
Myelin üretimi, elektrik
izolasyonu
Astrosit
Nöral tüp
Santral sinir sistemi
Yapısal destek, tamir işlevleri,
metabolik alış-veriş
Ependim hücresi
Nöral tüp
Santral isinir sistemi
Santral sinir sistemi
boşluklarını döşer.
Mikroglia
Kemik iliği
Santral sinir sistemi
Makrofaj aktivitesi
ID:03t070
MONONÜKLEER FAGOSİT SİSTEMİ HÜCRELERİNİN FONKSİYONU VE DAĞILIMLARI
Hücre Tipi
Lokalizasyonu
Monosit
Kan
Makrofajların prekürsörü
Esas fonksiyonu
Makrofaj
Bağ dokusu, lenfoid organlar, akciğer,
kemik iliği
Sitokinlerin, kemotaktik faktörler ve
inflamasyonda rol oynayan çeşitli
moleküllerin üretimi; antijenlerini
işleme ve antijen prezentasyonu
Kupffer hücresi
Karaciğer
Makrofaj ile aynı
Mikroglia hücresi
Santral sinir sistemi sinir dokularında
Makrofaj ile aynı
Langerhans hücre
Lenf nodları
Antijeni işleme ve antijen
prezantasyonu
Osteoklastlar
Kemik (pekçok makrofajın füzyonu ile)
Kemiğin sindirimi
Multinükleer dev
hücre
Bağ dokusu (pek çok makrofajın
füzyonu ile)
Yabancı cisimlerin alınıp sindirilmesi
ID:03t069
174
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
d. V/Q oranındaki bölgesel farklılıkların sonucu olarak, alveoler ve
pulmoner kapiller PO2 ve PCO2’ında buna benzer farklılıklar olur.
PO2 için bölgesel farklılıklar PCO2 için olandan daha fazladır.
1) Apekste (V/Q en yüksek), PO2 en yüksek ve PCO2 en düşük
değerdedir.
2) Bazalde (V/Q en düşük), PO2 en düşük ve PCO2 en yüksektir.
3) Akciğer hastalığında, V/Q eşitsizliği daha belirgindir sonuç olarak
şiddetli hipoksemi ve orta derecede hiperkapni meydana gelir.
SOLUNUM KONTROLÜ
− Duyusal bilgi (PCO2, akciğer gerilimi, irritanlar, kas iğcikleri, tendonlar ve
eklemleri) beyin sapında düzenlenir.
− Beyin sapına çıkan sinyaller solunum kaslarını ve solunum döngüsünü kontrol
eder.
A. Solunumun Merkezi kontrolü (Beyin sapı ve korteks)
1.
Medüller solunum merkezi
− Retiküler formasyonda yerleşmiştir.
a. Dorsal solunum grubu
− Primer olarak inspirasyondan sorumludur. Ve solunum için temel ritmi
oluşturur.
− Dorsal solunum grubuna gelen sinyaller vagus ve glossopharyngeal
sinirlerden gelir. Vagus siniri bilgiyi periferik kemoreseptörler ve
akciğerdeki mekanoreseptörlerden alırken, glossopharyngeal sinir
bilgiyi periferik kemoreseptörlerden alır.
b. Ventral solunum grubu
− Primer olarak ekspirasyondan sorumludur.
− Bu grup normal sessiz solunum sırasında aktif değildir çünkü expirasyon
pasif bir olaydır.
- Egzersiz gibi expirasyonun aktif hale geldiği durumlarda aktive olur.
2. Apnostik merkez
− Aşağı ponsda yerleşmiştir.
− Inspirasyonu stimüle eder, daha derin ve uzamış inspirasyon (apne)u
oluşturur.
3. Pnömotaksik merkez
− Yukarı ponsda yerleşmiştir.
− Inspirasyonu inhibe eder. Böylece inspiratuar hacmi ve solunum hızını
ayarlar.
4. Korteks
− Solunum istemli olarak kontrol altına alınabilir. Böylece kişi istemli
olarak hipo yada hiperventile olabilir.
− Hipoventilasyon (Nefes tutma) PCO2’deki artış ve PO2’daki azalma ile
sınırlanabilir. Daha önceden yapılan hiperventilasyonla nefes tutmanın
süresi uzatılabilir.
175
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
B. CO2, H+ ve O2 kemoreseptörler (TUS-Eylül’95)
1.
Medulladaki merkez kemoreseptörler
Serebrospinal sıvı pH’sına duyarlıdır.
− H+, kan-beyin bariyerini CO2 kadar geçemez.
a. CO2 arteriyel kandan BOS’a difüze olur. Çünkü yağda çözünür
ve kolayca kan-beyin bariyerini geçer.
b. BOS’da; CO2 H2O ile birleşir ve H+ ile HCO3- meydana gelir.
H+ direkt olarak merkez kemoresepetörler üzerine etkir.
c. Bu nedenle PCO2 ve [H+] artışı solunumu stimüle ederken, PCO2
ve [H+]’da azalma solunumu inhibe eder.
d. Sonuçta hipoventilasyon veya hiperventilasyonla arteriyel PCO2
normal değerlerine geri döner.
2.
Karotid ve aortik cisimlerdeki periferik kemoreseptörler
− Karotid cisimler arteria carotis communis bifurkasyonunda
yerleşmiştir.
− Aortik cisimcikler ise aort arkusunun altında ve üstünde
yerleşmişlerdir.
a. Arteriyel PO2’nin azalması
− Periferik kemoreseptörleri stimüle eder ve solunum hızını artırır.
− Solunum stimüle edilmeden önce PO2 mutlaka düşük düzeylere
inmelidir. (<60 mmHg). 60 mmHg’nin altında, solunum hızı PO2’ye
son derece duyarlıdır.
b. Arteriyel PCO2’nin artması
− Periferik kemoreseptörleri stimüle eder ve solunum hızını artırır.
− Hipokseminin yol açtığı solunum stimülasyonunu artırır.
− Periferik kemoreseptörlerin CO 2 ’e (H+) cevabı merkez
kemoreseptörlerinki kadar önemli değildir.
c. Arteriyel [H+]’nun artması
− Karotid cisim periferik kemoreseptörlerini PCO2’daki değişiklikten
bağımsız olarak stimüle eder.
− Arteriyel [H+]’nun arttığı (pH’nın azaldığı) metabolik asidoziste
solunum hızı artar.
C. Solunum kontrolünde görev alan diğer reseptör tipleri
1.
Akciğer gerim reseptörleri
− Hava yolundaki düz kaslarda yerleşmiştir.
− Akciğerlerin solunumla sonucu, solunum hızında refleks azalma
meydana getirirler. (Hering-Breuer Refleksi)
2.
Irritan reseptörler
− Solunum yolu epitelyal hücreleri arasında yerleşmiştir.
− Vücuda zararlı maddelerle stimüle olur.
3.
J reseptörleri (Jukstakapiller)
− Kapillerlerin yakınındaki alveoler duvarlarda yerleşmiştir.
176
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
− Pulmoner kapillerlerin genişlemesi-sol kalp yetmezliğinde olduğu gibi
J reseptörlerini stimüle eder ve hızlı, yüzeysel solunuma neden olur.
4.
Eklem ve kas reseptörleri
− Extremiteler hareket ettiğinde stimüle olur.
− Egzersiz sırasında solunumun erken stimulasyonundan sorumludur.
− Solunum Sisteminin Tamamlayıcı Cevapları

Benzer belgeler