8. kuruluş yıldönümümüz coşkuyla kutlandı

Transkript

8. kuruluş yıldönümümüz coşkuyla kutlandı
Çağan Irmak hakkında
bilmek istedikleriniz
Seferihisar’da doğmuş ve 22 yaşına kadar
İzmir’de yaşamış, İzmirli bir yönetmen
Çağan Irmak. Zaten filmlerinde de Ege
esintilerini hissetmek hiç de zor değil.
Yaptıklarıyla Türkiye’de en çok bilinen yönetmenlerden biri oldu. İzmir Ekonomi
Üniversitesi’ni ziyaret eden Irmak’ı bulmuşken biz de Ünivers’in bu yepyeni
sayısı için kısa bir söyleşi yaptık.
Sayfa 2’de
Sesinizi
duyurmak
için
siz de
yazın!
Ünivers
http://univers.ieu.edu.tr
İEÜ İletişim Fakültesi Uygulama Gazetesi
8. kuruluş yıldönümümüz
coşkuyla kutlandı
İ
zmir Ekonomi Üniversitesi 8. Kuruluş
Yıldönümü düzenlenen törenle kutlandı. İEÜ Konferans Salonu’ndaki törene askeri ve sivil mülki erkan, çeşitli üniversitelerin rektörleri, milletvekilleri, siyasi parti
temsilcileri, İEÜ Mütevelli Heyet Başkanı
Ekrem Demirtaş, İEÜ Rektörü Prof. Dr.
Attila Sezgin, İEÜ Mütevelli Heyet Üyeleri, İEÜ Rektör Yardımcıları, İEÜ Genel
Sekreteri Levent Gökçeer, akademisyenler,
öğrenciler ve davetliler katıldı.
Rektör Attila Sezgin, İEÜ’nün sekiz yılda
çok uzun bir yol kat ettiğini, genç yaşına
rağmen, Türk Yüksek Öğretimi içerisinde, her açıdan gurur ve övünç duyulan
bir konuma geldiğini belirtti. Prof. Dr.
Sezgin, büyük çapta yüksek öğrenim açığı bulunan ülkemizde, İzmir Ekonomi
Üniversitesi’nin, yüksek öğretimin her kademesinde altı bini aşkın öğrencisiyle çok
önemli bir misyon üstlendiğini vurguladı.
Mevcut öğrencilerin yüzde 80’inin başka
bir deyişle her 5 öğrenciden 4’ünün, başta
bölge metropolü İzmir olmak üzere Ege
Bölgesi’nden olduğunu belirterek üniversitemizin verdiği hizmetin, hem bölge
ekonomisine, hem de bölge
insanına çok değerli katkılar
sağladığını sözlerine ekledi.
Bugün, İEÜ’nün 724’ü
burslu, 6032 öğrencisi, 403
akademisyeni, 129 idari
personeli ile büyük bir aile
olduğunu ifade eden İEÜ
Mütevelli Heyeti Başkanı
Ekrem Demirtaş ise konuşmasında, İEÜ’nün öğrenci
odaklı bir üniversite olduğunu, her zaman; daha kaliteli, daha başarılı, daha iyi
ve güzelin peşinde olduğunu
belirtti. Törende konuşmaların ardından 5. Uluslararası Öğrenci Konferansı’nda
sundukları bildirilerle birinci olan öğrenciler ile
2. Liselerarası Karikatür
Yarışması’nda dereceye giren öğrenciler ödülleri ünlü
Karikatürist Selçuk Erdem ve Mütevelli
Heyet Başkanı Ekrem Demirtaş tarafından ödülleri verildi. Daha sonra ise çeşitli
akademik derecelere hak kazanan 12 öğretim görevlisine cüppelerini İEÜ Mütevelli Heyet Başkanı Ekrem Demirtaş ile
Rektör Prof. Dr. Atilla Sezgin giydirdi.
İEÜ öğrencilerinin sunduğu gösterinin
ardından salondaki tören, davetlilerin hep
birlikte söyledikleri 10. Yıl Marşı ile sona
erdi. Kutlama ise Karikatür Sergisi’nin
açılısı ve düzenlenen resepsiyonla geç saatlere kadar devam etti.
İEÜ 8. Bahar Şenlikleri yine dopdolu...
İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde 6. Bahar Şenliği için geri
sayım başladı. İzmir Ekonomi Üniversitesi öğrencileri, bütün bir yılın yorgunluğunu birbirinden eğlenceli etkinlikler,
şovlar, söyleşiler, yarışmalar, film gösterimleri, paneller, sergiler ve konserlerle atmaya hazırlanıyor. İEÜ, şenliklere katılanlara unutamayacakları üç gün geçirmeyi vaadediyor. Ege
Bölgesi’nin ilk vakıf üniversitesi İzmir Ekonomi Üniversitesi
yedi yıldır olduğu gibi bu yıl da iddialı bir şenlik programı
ile İzmirlilerle buluşuyor. İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde düzenlenecek birbirinden hareketli, neşeli ve eğlenceli aktivitelerle şenlik coşkusu tüm katılımcıları saracak. İzmir Ekonomi
Üniversitesi öğrenci kulüpleri de şenliklere renk katacak.
İçindekiler

Kampüs2/3/4 ❚ English5 ❚ İnceleme6/7 ❚ Medya8 ❚ Kültür-Sanat9 ❚ Dosya10 ❚ Rehber11 ❚ Spor12
Müzeler haftası
Mayıs2009 Yıl2 Sayı14
AIDS ile mücadele
AIDS ile mücadelede ülkemizin ilk sivil
toplum kuruluşunun kurucusu Prof. Dr.
Melahat Okuyan ile derneğin çalışmaları,
ekonomik sıkıntıları hakkında görüştük.
“Bugün 35-40 milyon insan AIDS ile
yaşıyor, 25 milyon kişi ise bu hastalık
yüzünden ölmüş.”
Dosya10
Karikatür dünyasından
Bu Nisan İEÜ alışılmışın aksine Süleyman Demirel’i değil, Türkiye’de gençliğin
çok daha yakın olduğu bir ismi, Selçuk
Erdem’i ağırladı. Böylece bize de 1990
yılında Limon’da mizaha başlayan ve şu
anda Penguen’de çizmeye devam eden
Selçuk Erdem’le konuşma şansı doğdu.
Medya8
Eskimeyenler
Perdesiz gitarı icat eden müzisyenimiz
Erkan Oğur ve şarkıları dilden dile
dolaşan, birçok ünlü şarkıcı tarafından
yorumlanmış Bülent Ortaçgil ile Atatürk
Kültür Merkezi’nde birlikte verecekleri
konser öncesi bir söyleşi yaptık. Bakın
müziğin eskimeyenleri neler anlattı.
Kültür-Sanat9
İstanbul 2010
İstanbul, Türkiye’nin kültürel açıdan en
önemli şehri olmakla kalmıyor, dünya için
de oldukça önem taşıyor. Pek çok kültüre
ev sahipliği yapan İstanbul, Roma ve Latin İmparatorluğu’nun ardından Osmanlı
İmparatorluğu’na başkentlik yapmış, şimdi
de Avrupa Kültür Başkentliğine hazırlanıyor.
İnceleme6
02 Kampüs
Mayıs2009 Yıl2 Sayı14
http://univers.ieu.edu.tr
Fenomene dönüşen filmlerin yönetmeni:
Gülnihal Akan
Lojistik Yönetimi Bölümü
DURMAK YOK
SANSÜRE DEVAM
ÇAĞAN IRMAK
Çoğumuz Asmalı Konak’la tanıdı O’nu. Daha sonra Çemberimde Gül Oya’yla bizi hem
eskilere götürdü hem de düşündürdü. Mustafa Hakkında Her Şey, Babam ve Oğlum,
Ulak ve Issız Adam filmleriyle bizi farklı hayatlarda ve bazen de kendi iç dünyamızda
bir yolculuğa çıkarttı.
eppur si muove*
C
harles Darwin’in doğumunun 200.,
“türlerin kökeni” adlı başyapıtının
yayımlanmasının 150. yıldönümünde,
UNESCO’nun “Darwin Yılı” olarak ilan
ettiği 2009 yılında, TÜBİTAK Darwin’i
sansürledi. TÜBİTAK’ın kurulduğu
1963 yılından beri yayın hayatını sürdüren Bilim ve Teknik Dergisi’ne, Mart
2009 sayısının basım aşamasında müdahale edilerek, Darwin’e ilişkin bütün yazılar dergiden çıkarıldı ve derginin kapak
konusu değiştirildi.
Bilim ve din çatışmasını tarihsel süreci
geniş bir perspektiften değerlendirmeye
çalıştığımızda, bu gibi tutumların artık
din denen mefhum için sonun başlangıcı
olduğu düşüncesine ulaşıyoruz. Skolastik
ve dogmatik dönemden sonra aklın isyanı ile başlayan akıl ve bilim çağında din
olgusunun kendini devam ettirebilmesi,
o dönemdeki bilimsel ve teknolojik bilgi birikimi ile cevaplanamayan soruların
varlığı sayesinde mümkün olmuştu. Nitekim akıl çağından sonra dinin elinde,
dogmatik dönemdeki dünya tepsidir,
öküzün boynuzu, Adem’in elması argümanlarının çürümesiyle birlikte, kala
kala, felsefe sosuyla servis ettiği var oluşa
ilişkin bir - iki argüman kaldı: Evrim Teorisi ve Kuantum Fiziği. Bu iki argümanın
çökertilememesi, dinin tutunduğu dogmatik düşünceyi devam ettirecek ve din
toplumların afyonu olmayı sürdürecektir.
Fakat benim takıldığım başka bir husus
daha mevcut. Tanrının varlığına koşulsuz
bir şekilde inanan insanın bilimsel bilgiden korkusu olabilir mi? Bu bilimsel bilgi
tanrının varlığına ilişkin şüpheyi beraberinde getirse bile... Çünkü eğer eminseniz
tanrının varlığından, o bilimsel bilginin
de tanrıya ulaşmak yönünde insanlığın geçirdiği aşamalardan biri olduğunu
pekâla kabul edersiniz. Eğer tüm bu evreni tasarlamış bir yaradana inancınız tam
ise onun varlığını kabul ettirmek veya
kanıtlamak gibi bir uğraşın beyhudeliğini
de fark edersiniz. Sonuçta insan ilk başta,
tanrıya, varlığı bilimsel olarak kanıtlanmış olduğu için inanmış değil ve tanrının
tüm tasvir edilen o haşmeti ve gücüyle sizin kendisinin varlığını kanıtlamanıza da
ihtiyacı yok. Bundan rahatsız olsa kendi
zaten duruma el koyar değil mi? Neden
belki de bilimsel bilginin yarattığı bu
şüphenin onun kendi tasarımı olan başka
bir test olduğuna inanılmıyor? Yoksa aklın gücünden mi korkuluyor?
Ü
niversitemizdeki söyleşi saat 15.00’te
başlayacaktı ve saat 14.45’te okula
gelen Irmak’ın neredeyse hiç vakti yoktu.
Bizim de bütün ümitlerimizi yitirdiğimiz
bir anda kendisi sorularımızı yanıtlamayı
kabul etti. Kısacık sohbetimizde bizi sıcak
bir şekilde karşıladı ve bir Egeli olduğunu
bir kez daha hissettirdi.
Adam’da da sizin hayatınıza dair insanlar ya
da durumlar var mı?
Yok ya da herkes kadar var öyle de diyebilirim. Bir gün filmimde bir seri katil anlatırsam bu da mı beni yansıtacak? Beni yansıtan
şeyleri geçtim, artık başkalarının hikâyelerini
anlatmayı daha çok seviyorum.
Gizem Güngör: Üniversiteyi bitirdikten
sonra bir gün “Ben İstanbul’a gidiyorum.”
diye İstanbul’a geldiğinizi belirtmişsiniz.
Harry Potter filmlerinden Harry Potter ve
Ateş Kadehi filminin yönetmeni Mike Newell
ile çalışmışsınız. Daha sonra Orhan Oğuz,
Mahinur Ergun, Filiz Kaynak, Yusuf Kurçenli gibi güçlü yönetmenlerle çalışmanızı nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Çağan Irmak: O zamanlarda piyasa çok
daha az insanla doluydu. Bizim kuşağımız
bir anlamda şanslıydı çünkü bu kadar çok
radyo, sinema, televizyon mezunu insan yoktu. Okullar çok daha azdı. Dolayısıyla Çok
daha kolay iş bulabildik. Bu yönetmenlerle
çalışmak elbette benim için bir şanstı.
Uygulanan sansür, ünlü Darwinci Profesör Richard Dawkins’in web sitesindeki
foruma taşınmış ve tartışmaya açılmıştır.
Fakat Türkiye’den bu siteye erişebileceğinizi düşünüyorsanız, hala derin uykudasınız demektir. Ne yani sansürlemeyip beslesinler mi? Üstelik bu ülkeye evrim lâzım
olursa onu da getirirler, tıpkı demokrasiyi
getirdikleri gibi!
Türkiye’de yüzü bu kadar bilindik bir yönetmen daha var mı bilmiyorum. Acaba bu sizin
filmlerinize bakışınızı etkiliyor mu?
Evet etkiliyor. Ben de bunun sıkıntısını çekiyorum açıkçası. Ne kadar korunaklı kalmaya çalışsam da, ne kadar görünmemeye
çalışsam da artık biraz ipin ucu kaçtı. Bu,
dolayısıyla seyircinin filmi okumasını da,
izlemesini de hem negatif hem de pozitif etkiliyor. İzleyiciyi daha çok sinemaya çekmesinden dolayı pozitif etkisi var. Öte yandan
önyargısız izleyiciyi yakalayamamak gibi de
negatif bir etkisi bulunmakta. Dürüstçe bir
cevap olarak bunun sıkıntısını çekiyorum.
*Galileo’dan engizisyon mahkemesinde Kopernik Öğretisi’nden vazgeçtiğini söylemesi istenmiştir; aksi halde idama mahkum
edilecektir. O da diz çökerek bu öğretiden
vazgeçtiğini söyler; fakat, tam kalkarken
“eppur si muove” der. Yani “her şeye rağmen
dünya dönüyor’’.
Filmleriniz ve dizileriniz senaryosunu da siz
yazdığınız için sizden büyük izler taşıdığını
düşünebiliriz. Çemberimde Gül Oya’da yakılan kitaplar aslında sizin bahçenizde yakılan
kitaplar, Babam ve Oğlum’daki hala sizin
halanız, Mustafa Hakkında Her Şey’deki
Mustafa’da size ait bir çok şey var. Issız
Filmlerinizde psikolojik öğeleri ustaca kullanıyorsunuz. Psikoloji’ye özel bir ilginiz var mı?
Farkında olmadan var galiba çünkü benim
bütün filmlerimin sonunda çok tuhaf bir
şekilde bazı okullardan gelmiş tezler görüyorum. Bazı psikologların çözümlemelerini
görüyorum. Geçenlerde Issız Adam ile ilgili
25 sayfalık bir çözümleme ve bir tez yazılmış, onu okudum. Bunlar sadece sanırım
hayata dokunur hikayelerle yola çıktığım
için oluyor. O psikoloji kendiliğinden geliyor diye düşünüyorum.
Son filminiz Issız Adam’da hem kadın hem
erkek karakterlerinizin metropollerin kaotik
ortamındaki yalnızlığını anlatmışsınız. Kalabalıklar arasında yalnız olmayı mı tercih
edersiniz yoksa ıssız bir adada mı?
Kalabalıklar içinde yalnız olmayı severim.
Zaten 22 yıl boyunca çok güzel bir kasabada, deniz kıyısında genellikle
kendi iç sesimi dinleyerek
yalnızlığı yaşadım. O bana
çok iyi geldi. Artık biraz daha
kalabalıkları seviyorum.
Yalnızlık kelimesi sizin için ne
ifade ediyor?
Yalnızlık her insana mahsus
olan bir şey. Yani bu hepimizde var olan bir duygu.
Bütün insanlar bence kalabalıklar içinde yalnız ama bunu
karamsar bir perspektiften
değerlendirmiyorum. Sonuçta en kalabalık ortamda bile
kendi iç sesinizi dinlersiniz.
Kendinizle ilgilisinizdir. Kendinizle boğuşursunuz. Kendinizle barışırsınız. Bunlar hep
yalnızlıkla ilgili. Ama o kadar
da korkulacak bir şey değil
yalnızlık. Sonuçta birbirimizin yalnızlıklarını dinlemeyi
öğrendiğimiz zaman birlikte
olabiliriz diye düşünüyorum.
Ama biraz da karşılıklı nefes
aldırmak, biraz daha dinlemek, tahammül göstermek gerekiyor.Issız
Adam bir fenomen oldu, ortalık karıştı.
Ben bundan kendi adıma hiç hoşnut değilim. Çünkü film, filmden çok bir metaya
dönüştü. Bu çok rahatsız edici. Ben hiçbir
zaman filmin bu noktada olmasını istememiştim.
Bu bir başarı aslında...
Başarıdan çok aslında şöyle bir şey: Türkiye
gibi bir ülkede Issız Adam’ın bir gündem
olması lüksüne sahip değiliz biz. Keşke başka konular gündem olsa.
http://univers.ieu.edu.tr
Kampüs 03
Mayıs2009 Yıl2 Sayı14
Kültür, Sanat ve Organizasyon
Topluluğu ile görüştük
Kütüphane sorunları
tartışılıyor
mı ile çalışmalar boy hizasında sarkıtılmak
üzere değişik bir hava yaratılarak sergilenecek. Konseptimize uyabilecek sanatçılarla
çalışmamız gerektiği için öncelikle genç
fotoğrafçılar ile çalışmayı düşünüyoruz.
Seray Özbiçer: Kültür, Sanat ve Organizasyon Topluluğu (KSO) yolculuğuna nasıl
başladı?
Kültür, Sanat ve Organizasyon Topluluğu yolculuğunu anlatmaya ismimiz ile
başlamak istiyorum. Adımız itibariyle
topluluğumuzun amacı en başta üniversitemizde hali hazırda yapılan birçok aktiviteyi öğrenci merkezli bir ekip ile çözüp,
diğer öğrenci arkadaşlarımız ile beraber
gerçekleşecek olan projeleri organize etmekti. Ancak üniversitemizin Sekiz yıllık
oturmuş bir sistemi var. Dolayısıyla topluluk olarak kendi projelerimizi üretmeye
başladık. Amacımız, kültürel ve/ya sanatsal değer taşıyan birçok etkinliği, özellikle
bunlardan göz ardı edilmiş olanlarını su
yüzüne çıkarmak ve bu alanda İzmir’de
öncü olmak, üniversitemizin adını bu tür
etkinlikler ile duyurmak olduğundan, bu
etkinlikleri olabildiğince ilgi çekici hale
getirmeye çalışıyoruz. Sanatsal faaliyetleri
ben, ‘güncel sanatlar’ ve ‘gerçek sanatlar’
adı altında ikiye ayırıyorum. Güncel sanatları, her gün gözümüzün önünde olan
ve yarın ne olacağı belli olmayan, gerçek
sanatları ise, kalıcı eserler veren, toplumun
her kesimine kolayca ulaşamayan sanatlar
olarak değerlendiriyorum. Bu noktada
amacımız, güncel sanatlarla daha çok muhatap olarak, gerçek sanatları ilgi çekici
hale getirmeğe kayıyor.
Topluluğunuzda üyeleriniz ile birlikte nasıl
bir iş birliği içerisindesiniz?
Başkan olarak ben sadece aradaki koordinasyonu sağlamaya çalışıyorum ve proje
gerçekleştirme aşamasında izlenecek yolları sıralıyorum, üyelerimiz sorumluluğunu
almak istedikleri alanları seçerek kendileri
organize oluyorlar. Yani herkes kendi sorumluluğunu kendi alıyor. İzmir Ekonomi
Üniversitesi bünyesinde kültürel ve/ya sanatsal her türlü projeye açık bir topluluğuz. Topluluğumuza katılmak isteyen arkadaşlar için de ayrıca belirtmek isterim ki
katılım için herhangi bir özellik aramıyoruz. Daha önce organizasyon veya kültür
sanat ile ilgili bir projede yer almış olması
gerekmiyor kısacası. Sadece böyle sanatsal
kültürel aktivitelerde yer almak isteyen gönüllü, özverili arkadaşlar arıyoruz.
Bahar şenlikleri kapsamında İzmir Ekonomi
Üniversitesi öğrencileri ne gibi etkinlikler ile
karşılaşacaklar?
Bahar şenliklerine kulüp olarak birçok
koldan giriyoruz. Birincisi yan sahne (amfi
tiyatro) konserleri öğrenci konseyi ile bizim ortak sorumluluğumuzda. Burada
İzmirli gruplar ve üniversite bünyesindeki müzisyen arkadaşlarımız sahne alacak.
Onun dışında nisan başında başvurularını
almaya başladığımız, şenlikler dahilinde
sonuçlanacak bir müzik yarışmamız var.
Ayrıca engelliler haftasına girilirken Özel
Can Özel Eğitim İlköğretim Okulu için
bahar şenlikleri bünyesinde bir stand açacak, burada engelliler yararına geliri kendi
okullarına bağışlanacak bir kermes düzenleyeceğiz. Diğer yandan onların folklor ve
step gösterileri olacak. Bir de netleşmemiş
bir diğer projemiz var. Daha önce denenmediğini düşündüğümüz bir konsept ile
bir fotoğraf sergisi gerçekleştirmeyi planlıyoruz. Ayrıntıları sürpriz olsun merak
edenler için.
Gerçekleşmesi halinde üniversitemizi yerinden oynatacak İzmir Ekonomi Üniversitesi
Sanat Haftası projeniz var. Sanat Haftasında gerçekleşecek etkinlikler nelerdir, hangi
konukları Sanat Haftasında göreceğiz?
İEÜ Sanat Haftası aslında çok kapsamlı
bir organizasyon. Bu yüzden Sanat Haftası
projemizi bu sene gerçekleşmesi muhtemel projelerden ayırdık diyebiliriz. Sanat
Haftasından kabaca bahsetmek gerekirse
içinde seramik, resim, tiyatro, söyleşiler,
atölyeleri kapsamakta. Amacımız üniversite öğrencilerimizin eğlence ile birlikte hobilerini, sosyo-kültürel becerilerini geliştirmelerinde yardımcı olabilmek. Özellikle
talebin az olacağı düşünülebilecek seramik
sergisi topluluğumuz için önemli bir proje.
Dokuz Eylül Güzel Sanatlar Fakültesi seramik bölümü ile yaptığımız temaslar var.
Oyunculuk atölyelerimiz olacak. Atölyelerimizde birçoğumuzun yakından tanıdığı
önemli isimler yer alacak. Tiyatro ekipleri
ve oyunları üzerine yapılacak söyleşiler, fuayeler söz konusu projelerimizin arasında
ve tabii resim ve fotoğraf sergilerimiz sanat
haftasının çok önemli bir ayağını oluşturacak Sanat Haftası’nın. Yurt çapında ses
getirecek bir proje İEÜ Sanat Haftası.
Önümüzdeki seneyi iple çekiyoruz.
Üniversitemizde yer alacak bir de fotoğraf
sergisi var. Fotoğraf sergisine katılım genç fotoğrafçılar tarafından mı gerçekleşecek yoksa
profesyoneller fotoğrafçılar mı konuğumuz
olacak?
Fotoğraf sergisi etkinliği şenlik için düşünülmüş bir proje. Sanat Haftasını erteleme kararı almamızdan sonra ortaya çıktı.
Değişik bir konsept uygulamayı düşünüyoruz. B blok ile C blok arasındaki cam
geçişte sergilenecek fotoğraf çalışmaları
olacak. Tavandan asacağımız ipler yardı-
Bu sene ilki gerçekleşecek olan İEÜ Müzik
Yarışması’ndan bahsedebilir misiniz?
Üniversitemiz bünyesinde yer alan gruplar
her bahar şenliğinde amfi tiyatroda sahne
alıyorlar. Fakat bu performanslar ne yazık
ki beklenen ilgiyi görmüyor üniversitemiz
öğrencileri tarafından. İlk amacımız aslında bahar şenlikleri kapsamında yer alan
konserleri daha hareketli hale getirmekti bizim için. Topluluğumuz ve Öğrenci
Konseyi ile bu duruma çözüm olarak İEÜ
Müzik Yarışması’nı gerçekleştirmeyi planladık. Bu proje konserlere katılım açısından iyi sonuçlanacak gibi gözüküyor. Yavaş
yavaş hareketlenen bir katılım söz konusu
yarışmamıza. Yine öğrenci merkezli www.
ekoforum.net adlı bir internet sitemiz var.
Bu site üzerinden başvuruları alıyoruz.
Başvuran adaylar müzik yarışması ile birlikte bahar şenlikleri bünyesinde sahne almak için de başvuruda bulunmuş oluyor.
Son başvuru tarihimiz 27 Nisan. Ayrıca
yarışma dahilinde olan grupları oylamadan önce de sitemizi ziyaret edip katılan
gruplar hakkında bilgi edinebiliyor, daha
önce kaydettikleri şarkılarını dinleyebiliyorsunuz. Bahar şenliklerinin son gününde kazanan grubu açıklayacağız. Birinci
olan yarışmacıya ana sponsorumuz Stüdyo
440 ile üç şarkılık maxi-single albüm kaydı
yapacağız. ikinciye ve üçüncüye de hücum
kayıtlar, prova saatleri gibi sürpriz ödüllerimiz olacak.
Kültür, Sanat ve Organizasyon Topluluğu
olarak Bahar Şenliklerini çok daha eğlenceli
hale getirmek için neler yapılabilir?
Dekanlık ile beraber bir işbirliği halindeyiz. Bu sene ilk defa bir kortej yapılacak.
Ata caddesinde Öğrenci Konseyi ve kulüplerimiz öncülüğünde ve üniversitemiz
öğrencilerinin katılımıyla hareketli bir yürüyüş yapılması üzerinde çalışıyoruz. Yürüyüş sonrasında üniversitemizde su savaşı
yapmayı planlıyoruz. Bir havuz içinde içi
su dolu balonlarımız olacak. Bu sene geçen
seneye nazaran oyun parklarımız olmayacak. Ayrıca otoparkın üzerine kurulan
platformda Emre Aydın sahne alacak ve
bunun yanında ana sahnede gerçekleşmesi muhtemel bir dj performans gösterimiz
var. Yan sahnemizde ayrıca dans gruplarının gösterileri gerçekleşecek. Dolu dolu
geçmesini düşündüğümüz etkinlikler ile
bahar şenliklerini çok daha eğlenceli hale
getirmeyi planlıyoruz diyebilirim.
Son olarak Kültür, Sanat ve Organizasyon
Topluluğu olarak eklemek istediğiniz bir şey
var mı?
Vizyonumuz kültürel ve sanatsal faaliyetler
açısından Türkiye’nin en geniş kapsamlı
topluluğu haline gelmek. Amatör bir ruh
ile genç insanlar olarak profesyonel işler
çıkarabileceğimizi düşünüyoruz. Bu yolda
bize gönül verecek özverili arkadaşlara açığız. Bize projelerini getirebilirler ya da bizim projelerimizde yer alabilirler. Kısacası
tüm sanat gönüllülerini topluluğumuza
bekliyoruz. Son olarak da İzmir’in ilk vakıf
üniversitesi olan İzmir Ekonomi Üniversitesi birçok alanda bölgeye öncülük ettiği
gibi bu alanda da başı çekeceğine ve Ege
Bölgesi’nin bir kültür öncüsü olacağına
inanıyorum.
Seray Özbiçer
İzmir Ekonomi Üniversitesi, yeni dönem Öğrenci Konseyi’nin başlattığı
çalışmayla, üniversitemizin kütüphane sorunlarına çözüm arıyor. Öğrencilerin ve çalışanların karşılıklı sorun ve
istekleri doğrultusunda kütüphanenin
daha sessiz ve çalışmaya müsait bir yere
dönüştürülmesi hedefleniyor. Gerekli
kişi ve birimlerle yapılan görüşme ve
araştırmalar sonucunda kütüphanedeki aşırı gürültünün önlenmesi için
kütüphanenin alt katının ayrılmasına,
çalışma odası tasarlanmasına ve ses yalıtımı yapılmasına karar verildi. Ayrıca, okuma alanı oluşturulabilmesi için
de kütüphanenin girişine yeni bir bölüm açılması kararlaştırıldı. Fakat tüm
bu çalışmaların yanında, öğrencilerin
konuya daha duyarlı olması için kütüphane kullanımı hakkında seminer
düzenlenmesi düşünüldüğü belirtildi.
Radyo İzmir Ekonomi Yayında
http://comm.ieu.edu.tr/radyo/radyo_index.html
Radyomuzu dinlemek için;
http://www.ieu.edu.tr
ON AIR butona tıklayınız.
“Serbestlik iyidir.”
Serkan Şavk
ÇOK
SERBEST
MÜZİK
Aslı: Cuma 14.00
Sureti: Çarş. 21.00
04 Kampüs

Kısa kısa...
Adım adım ʻMedya Gezimizʼ
t Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği
için en iyimser tahmin 2014
Üniversitemizin
temizin otoparkından
memnun musunuz?
%14 Evet
%28 Hayır
%58 Fikrim yok
Yerel seçimlerde oy
kullandınız mı?
%83 Evet
%17 Hayır
t45. Kütüphane Haftası, İzmir Ekonomi İ
Üniversitesi’nde çeşitli etkinliklerle kutlandı. Hafta nedeniyle İEÜ Konferans
Salonu’nda düzenlenen ‘’Bilginin Yazgısı’’
konulu seminerde, Hacettepe Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Bilgi ve Belge Yönetimi
Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet
Emin Küçük konuşmacı olarak yer
aldı. Bilgi ve iletişim teknolojisindeki
gelişmelerin etkisiyle bilginin üretimi ve
dolaşımı süreci yeniden şekillendiğini
belirten Doç. Dr. Mehmet Emin
Küçük, ‘’Bilginin elektronik ortamda
kullanımının yaygınlaşması bilginin
üretiminde ve erişiminde sınırları ortadan
kaldırmıştır. Gelişen teknoloji ve bilgi
artışı kütüphaneleri ve kütüphaneciliği de
köklü değişimlere sürüklemiştir’’ dedi.
t
Mütercim Tercümanlık
Bölümü seminerleri devam ediyor
Fen-Edebiyat
Fakültesi,
Mütercim
Tercümanlık Bölümü seminerler dizisi
kapsamında 6 Nisan 2009 Pazartesi
günü gerçekleşen seminere çağdaş Türk
yazının önemli isimlerinden Erendiz Atasü
konuk oldu. “Dağın Ötesi Yüzü’nden
Thames Kıyısına” konulu seminer veren
Erendiz Atasü’nün konuşmasına gerek
üniversitemizin
öğrencileri
gerekse
İzmir’deki başka üniversitelerden gelen
akademisyenler ve öğrenciler büyük ilgi
gösterdi. Roman yazma serüvenini anlatan,
ardından “Dağın Öteki Yüzü” adlı eserinin
çeviri aşamalarında İngiliz çevirmeni ile
yaşadığı deneyimleri dile getiren Erendiz
Atasü, daha sonra öğrencilerin sorularını
yanıtladı. Seminerden sonra öğrenciler
Erendiz Atasü’nün kitaplarını imzalatmak
için uzun kuyruklar oluşturdular. Yoğun ilgi
karşısında çok mutlu olan Erendiz Atasü,
üniversitemizde Mütercim Tercümanlık
Bölümü öğrencileri ile birlikte eserlerinin
çevirisiyle ilgili bir atölye çalışması yapma
sözü verdi.
Mimar Tabanlıoğlu
tdeneyimlerini
paylaştı
Tabanlıoğlu, mimari şirketlerin oluşumu,
yönetimi ve işleyişi ile ilgili konularda
bilgi ve birikimlerini öğrencilerle paylaştı.
Ders öncesi, proje olarak, öğrencilerimiz
gruplaşarak mimarlık şirketleri oluşturup
şirketlerinin mimari yaklaşımlarını, yönetim
şekillerini, insan kaynaklarını, müşteri
profillerini ve iş alanlarını tanımladılar.
Melkan Tabanlıoğlu, hem oğrencilerin
projelerini değerlendirdi hem de sunumları
üzerinden ders konusuyla ilgili bilgi
ve deneyimlerini aktardı. Tabanlıoğlu,
daha sonra İEÜ Konferans Salonu’nda
Tabanlıoğlu Architects’in projelerini tanıtan
bir konuşma yaptı.
100
kişiy
ş ye sorduk
k...
İzmir Ekonomi Üniversitesi Konferans
Salonu’ndaki “Türkiye Avrupa Birliği İlişkileri’’ konulu konferansa İEÜ Mütevelli
Heyet Başkanı Ekrem Demirtaş, İEÜ Rektörü Prof. Dr. Attila Sezgin, İTO Yönetim
Kurulu ve Meclis Üyeleri, İEÜ Rektör Yardımcıları, akademik personel, işadamları
ve öğrenciler katıldı. Konferansın açılışını
yapan İEÜ Öğretim Görevlisi Itır Bağdadi, Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri ile ilgili kısa bir bilgi verdi. Türkiye’nin AB’ye
tam üyelik sürecinin mutlu sonla biteceğine inandığını belirten ve 2014 yılını işaret
eden Eski Avrupa Komisyonu Başkanı Dr.
Jacques Santer, ‘Türkiye 2004 yılında tam
üyelik adaylığından sonra çok yol aldı. Nihayetinde Türkiye- AB’ye tam üye olacaktır’ açıklamasını yaptı.
45. Kütüphane haftası kutlandı
http://univers.ieu.edu.tr
Mayıs2009 Yıl2 Sayı14
stanbul Film Festivali’ne tekabül eden
13-17 Nisan tarihleri arasında düzenlenen medya gezisine, Medya ve İletişim
Bölümü’nden 9 kişi katıldı. Gezimizin ilk
günü ‘Gölgesizler’ ve ‘Buick Riviera’ adlı iki
filmi izledik. İkinci günü ise Doğan Medya
Center gezimiz vardı. Bu gezisinin asıl amacı, biz medya öğrencilerine ana akım medyayı göstermek, oranın ortamını görmemizi
sağlamak ve ana akım medyanın önde gelen
isimleri ile görüşmekti. Sabah otobüsümüzün Doğan Medya Center’da karşılayanlar ise
bir hayli ilginçti. Seda Sayan, Esra Ceyhan,
Esra Erol gibi kadın programlarına katılanlar
tarafından karşılandık. Stüdyodaki izleyiciler
‘Seda Sayan’ın programına mı geldiniz, isterseniz sizi belirli bir ücret karşılığı programa
sokarız’ cümleleriyle kalmayıp, ailemizi bile
davet edip bize kartlarını verdiler. Programlara katılmayı meslek edinmiş bu insanlar
artık profesyonel katılımcılar haline gelmişler. Gezimize daha sonra Hürriyet binasını
ziyaret ederek devam ettik. Orada Hürriyet
Gazetesinin sabah toplantısına katıldık. Ertuğrul Özkök ve Hürriyet’in diğer önde gelen isimleri bu toplantıya katıldı. Sabah toplantılarının amacının, o gün çıkan gazetenin
yanlışları, doğruları nelerdir ve nelerin üstünde durulacağı olduğunu öğrendik. Ardından
Doğan Medya Center’a geçip orada Milliyet,
Posta, Radikal ve Fanatik gibi gazetelerin çalışma ortamlarını gezdik. Nasıl çalıştıkları,
nasıl haber yaptıklarını oradaki yetkili kişilerden dinledik. Sonra Milliyet Gazetesinin
öğlen toplantısına katıldık. O günkü tüm
güncel konuların tartışılıp bir sonraki gün
gazetede nelerin çıkacağı konuşuldu. Gazete bölümündeki gezimizi bitirdikten sonra
binanın diğer bloğuna geçtik. Oraya sadece
bir giriş kapısı vardı, o kapı açılınca sanki
bambaşka bir dünyaya sihirli bir geçiş yaptık. Bu binada Kanal D, Cnn Türk ve Star
Tv vardı. Katları gezdikten sonra, Cnn Türk
Müdürü Ayşenur Arslan görüşmesine katıldık. Odasında kısa ama öz bir sohbet yaptık.
Kendisi bize nelere dikkat edilmesi gerektiğini, nasıl başarılı olacağımızı anlattı ve bizler
hakkında bilgiler aldı. Konuşmamız sürerken Mehmet Ali Birand ve Metin Uca gibi
ünlü simalar da Ayşenur Hanımın odasında
bir süreliğine bize katılıp sohbetimize ortak
oldular. Uğur Dündar ile de kısa bir sohbet
ettikten sonra bazı arkadaşlarımız binada staj
görüşmeleri yaptı ve ardından Doğan Medya Center’dan ayrıldık. 15 Nisan Çarşamba
günü ise daha çok alternatif medyayı gezdik.
Sabah ilk olarak Açık Radyo’ya gittik. Burada
Açık Radyo’nun nasıl çalıştığı, hangi konular
üzerinde durduğu hakkında bilgiler aldık.
Ardından Türsak Vakfı Başkanı Engin Yiğitgil ile görüştük. Amacının sinema kültürünü
yaymak ve film projelerine yardımcı olmak
olduğunu anlattı ve nasıl maddi imkanlar sağladığını, kültür bakanlarıyla nasıl ilişkilerinin
olduğunu bizlerle paylaştı. Türsak Vakfı gezimizden sonra diğer bir alternatif medya olan
Bianet’e gittik. Onlar bize ana akım medyada
çıkmayan, önemli toplumsal haberleri internet üzerinden duyurmaya çalıştıklarını belirttiler ve düşünce özgürlüğünün üzerinde
durdular. 16 Nisan Perşembe günü ise genel
olarak sinema ağırlıklı yerleri gezdik. Sabah
Filmacass’a gittik. Buradaki görüşmemizde
ise film çekmenin ya da çekilen filmde bir
göreve sahip olmanın zorluklarından bahsedildi. Filmacass’ın çektiği filmlerin, kliplerin
Homofobik misiniz?
%3 Evet
%74 Hayır
%23 Fikrim yok
ve dizilerin nerelerde montajlandığını gördük. Filmacass gezimiz bittikten sonra film
sokağına gittik. Film Sokağı bir binanın içinde çok sayıda büyük odalardan oluşuyordu.
Buradaki odalarda ise yapımcıların istedikleri
ortamı kısarda bulamaması halinde istenilen
ortam bu odalarda yaratılıyordu ve genel olarak klip ve reklam çekimleri yapılıyordu. Her
gün, her oda yeni bir dekora kavuşuyordu.
Ardından Sinan Çetin’in sahibi olduğu Plato
Film Okulu’na gittik. Burada Filmacass’ın
aksine bu mesleğin, sinema dünyasında olmanın ne kadar güzel ve zevkli olduğu söyleniyordu. Ardından bir senaryo dersine girdik
ve Plato Film Okulu gezimiz de böylece tamamlanmış oldu. 17 Nisan Cuma günü ise
sabah son filmimiz olan ‘Yeryüzü Cenneti’ni
izledik ve ardından İzmir’e dönüş yolculuğu
başladı. Geziden kalan izlenimlerim ise genel olarak bu tür gezilerin öğrenciler için ne
kadar yararlı olduğunu görmekti. Biz medya
öğrencileri olarak gerekli stajları ayarlamak,
ana akım ve alternatif akım medyaları görmek farklarını anlamak ve sinema ile ilgilenecek arkadaşların ise nasıl bir yol izleyeceğini
öğrendik. Organizasyonda emeği geçenlere
ve ziyaretlerde bize sıcak ilgi gösteren herkese
çok teşekkür ederiz.
Felat Atan
Ekonomiʼden Cortlandʼa...
H
er ay olduğu gibi SUNY uluslararası
ortak lisans programı olan farklı bölümlerin koordinatörleriyle görüşüp bu ay
da programları hakkında bilgi aldık. Bu
sayımızda ekonomi bölümü SUNY programı koordinatörü Doç. Dr. Ayla Oğuş’a yer
verdik.
Lena Çavuşoğlu: SUNY Çift Diploma
Programının öğretim süresi ne kadardır? Bu
programa öğrenci kabulü nasıl gerçekleşir?
Ayla Oğuş: 4 senelik bir programdır.
Öğrenci kabulü ÖSYM sınavıyla oluyor.
Kontenjanımız 25 kişi her sene. Bir tane
%50 burslu olma hakkı var. Ayrıca başarı
bursu verilmeye başlandı SUNY öğrencilerine. Amerika’da geçirilen sürede en başarılı öğrenciye bir destek fonu niteliğindedir. Cortland’ın kendi başına yürüttüğü
bir çalışma ile SUNY öğrencilerine destek
olarak burs fonu sağlanmaktadır.
Eğitim süreci nedir?
Programa kabul edilen öğrencinin önce İngilizce yeterlilik sınavını vermesi gerekiyor.
İEÜ’da hazırlık da okuyabilirler. Ayrıca,
TOEFL’dan da belli bir puanı tutturması
lazım. Sonra vize başvurusunda bulunabilirler. Hazırlığı geçtikten sonra birinci sınıfı İEÜ’da okuyorlar. Fakat aynı zamanda
SUNY Cortland öğrencisi de oldukları için
onlarla yazışmalar başlıyor. SUNY Ankara
ofisi ve okulumuzdaki uluslar arası ilişkiler
ofisi devreye giriyor ve sonraki sene ABD’ye
gitmesi için gerekli hazırlıkları yapıyorlar.
Akademil kordinatörler de çıkabilecek sorunları öngörüp çözümler buluyor. Ayrıca
her sene SUNY Cortland’dan birkaç öğretim üyesi okulumuza geliyor ve öğrenciler
gitmeden önce onlarla görüşme şansı buluyorlar. 1. sınıftaki başarı puanlarına göre
diğer sene ABD’ye gidip gidemeyecekleri
kesinleşiyor.
Cortland nasıl bir üniversite, kampüs nasıl ?
Cortland harika bir kampüs. Küçük bir kasaba. New York eyaletinin göller bölgesinde.Doğası harika, kampüs kocaman. Çok
iyi spor olanakları var. Spor bölümü meşhur ve Amerikan olimpiyat takımları oradaki spor salonlarında antreman yapıyorlar.Yani çok ciddi spor tesisleri var. Büyük
bir kampüs. Çok çeşitli yurt olanakları var.
Çünkü kasabada o kadar öğrencinin yaşaması mümkün değil. Üniversite köyü gibi
biryer aslında. Tipik bir Amerikan kampüsü eski binalar, internetten gördüğümüz
çeşitli Amerikan kampüsleri gibi ama biraz
daha büyük. Öğrencilere en büyük zorluğu burada evlerinde kaldıkları için,oraya
gidip yurtta kalmak. Zorluğu bu konuda
yaşadılar.
http://univers.ieu.edu.tr
English 05
May2009 Year2 Number14
IUE celebrated its 8th
foundation anniversary
İ
zmir University of Economics celebrated its 8th Foundation Anniversary.
Military and civil high officials, rectors
of some universities, members of parliament, political party representatives,
IUE Board of Trustees Members, IUE
Vice-Rectors, IUE Secretary General
Levent Gökçeer, academicians, students,
and invited guests attended the ceremony
organized in IUE Conference Hall.
The problems of library
are being discussed
IUE Rector Attila Sezgin stated that IUE
had covered a long distance in 8 years
and it had a place among Turkish Higher
Education, which they were very proud
in every aspect. Prof. Dr. Sezgin emphasized the fact that with its six thousand
students in all levels of higher education
İzmir University of Economics had a very
important mission in our country that
has a big education deficit. Prof. Dr. Sezgin stated that 80% of the students, that
means 4 of every 5 students were from
İzmir, the metropolis of the region and
from Aegean Region and said that the
service provided by our University highly
contributed both to the economics of the
region and the people in the region.
IUE Board of Trustees President Ekrem
Demirtaş stated that today IUE was a big
family with 6032 students 724 of which
are on scholarship, 403 academicians,
129 administrative personnel, and said
that IUE was a student oriented university and it was after what is more qualified, more successful and more beautiful.
After the speeches, the famous Caricaturist Selçuk Erdem and IUE Board of
Trustees President Ekrem Demirtaş presented the awards of the students that
became first in the 5th International
Student Conference and in 2nd Caricature Competition Among High School
Students. Later, IUE Board of Trustees President Ekrem Demirtaş and IUE
Rector Prof. Dr. Atilla Sezgin gowned 12
academicians that received various degrees. After the show of IUE students, the
ceremony came to an end after the guests
sang “10. Yıl Marşı”. The celebration continued till late hours with the Caricature
exhibition and the reception.
2010 European capital of culture:
With the works initiated by the new
term Student Council, İzmir University of Economics is looking for
a solution to the problems of library.
In parallel with the problems and demands of the students and the staff,
it is aimed to turn the library into a
more quite and more convenient place
to study. As a result of the discussions
made with the relevant people and departments and researches, it is decided
to separate down stairs, design a study
room, and make sound insulation in
order to prevent extreme noise in the
library. Besides, it is determined to
open a new section in the entrance of
the library in order to form a reading
place. However, alongside with all these works, a seminar on using the library is being thought to be organized
for the students to be more sensitive
about the subject.
Mustafa Kolcu
Istanbul
“If the world was a single country, Istanbul would be the capital of it.”
Napoléon Bonaparte
İ
stanbul is the most important city of
Turkey in terms of economics and culture, but it is also a very important city
for the world too. İstanbul, the history of
which dates back to 8000 B.C. and that
hosts many cultures was the capital city
of the Roman and Latin Empires and the
Ottoman Empire, and now it is getting
ready for being the European Capital of
Culture.
European Capital of Culture is the title
given each year periodically by the European Union to a city or cities. It is considered as a good opportunity for the selected country to display its cultural life
and cultural development. These cities
undergo some changes to display the characteristics peculiar to their own cultures
on international platform.
In the scope of 2010 European Capital
of Culture İstanbul preparations, urban
transformation projects are being executed, and activities about culture and art
are being organized. İstanbul is a strong
candidate both with its historical texture
and with artistic background; however,
in the recent time it experiences an attitude, which does not appreciate its art
and artist.
Nearly a year ago, İstanbul Metropolitan
Municipality published bidding news in
its official website. The news was saying:
“İstanbul Metropolitan Municipality
Head of Department of Cultural and Social Affairs City Theatres Directorate is
going to employ 168 actors and technicians for 2007-2008 season.” In this announcement, with this statement, İstanbul
Metropolitan Municipality treated the
actors like a commodity and also it counted actors in unskilled laborer status. They
used the term “employ” like a tradesman
and clearly showed the reflection of the
capitalist behavior to the culture.
Does each actor have a standard? Doesn’t
each actor have a unique profile? Is the actor who plays Hamlet cheaper going to win
the bidding? What can be said about the
campaign organized under the title “Let’s
go to the Theater”? The tickets of the Municipality Theatres were being sold for 1
TL and the people were being invited to
the theatres. However, the interest shown
in theatre is not something material; it is at
the same time a cultural problem. Everything in this country is very expensive, but
is art so cheap? I believe that the basic aim
is the political manner. Thus, Ali Poyrazoğlu reacted by saying, “When I feel that
my theatre hall will remain empty, I send
tickets to some institutions. I think that is
the solution. But this 1 TL thing is something that totally insults art.”
In the scope of 2010 European Capital of
Culture İstanbul preparations, many places that have civic and cultural values like
Tarlabaşı, Yarımada, Sulukule, Haydarpaşa are being subjected to demolitions
and social, cultural destructions under
the name urban transformation projects.
The understanding on the way to “İstanbul, the European Capital of Culture” is
based on art more than different cultures
and their developments. İstanbul is a city
that has already deserved to be European Capital of Culture with its history
and with different cultures and artists she
hosts. Well, if it is the case, shouldn’t the
government protect its art and artist and
carry out a consistent policy?
Gülnihal Akan
06 İnceleme
http://univers.ieu.edu.tr
Mayıs2009 Yıl2 Sayı14
2010 Avrupa kültür başkenti:
İstanbul
“Eğer dünya tek bir ülke olsaydı, başkenti İstanbul olurdu.”
Napoléon Bonaparte
A
vrupa Kültür Başkenti, Avrupa Birliği
tarafından periyodik olarak her yıl belirlenen kent veya kentlere verilen unvandır.
Seçilen kentin kültürel yaşamını ve kültürel
gelişimini sergilemesi için iyi bir fırsat olarak
görülür. Bu kentler, uluslararası platformda kendi
kültürlerine has
özellikleri
sergilemek
için bir takım değişimler yaşarlar.
2010 yılı Avrupa Kültür Başkenti, İstanbul
hazırlıkları kapsamında kentsel dönüşüm
projeleri yapılıyor, kültürel ve sanatsal etkinlikler düzenleniyor. İstanbul, gerek tarihi
dokusuyla, gerekse sanat geçmişiyle güçlü bir aday, ancak
yakın dönemde sanatına ve sanatçısına
gereken değeri
vermeyen bir tutumla karşılaşmakta.
Yaklaşık bir yıl önce İstanbul Büyükşehir
Belediyesi (İBB), resmi sitesinde bir ihale
haberi yayınladı, Haber şu şekildeydi: “İBB
Kültürel ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı Şehir Tiyatroları Müdürlüğü 2007-2008 sezonu 168 adet sanatçı ve teknik eleman personel hizmet alımı yapmaktadır”. Bu ilanda
İstanbul Büyükşehir Belediyesi bu ifade
biçimiyle sanatçısına meta muamelesi yapmakla kalmamış, aynı zamanda sanatçıları
belediyenin vasıfsız işçi kadrosuna dahil etmişti. Tüccar zihniyetiyle tiyatroya oyuncu
“almak” deyimini kullanmış ve kapitalist
davranış biçiminin kültüre yansımasını
açıkça göstermişti.
Her oyuncu standart mıdır? Her oyunun kendine göre bir profili yok mudur? Hamlet’i daha ucuza oynayana
mı verilecektir ihale? Peki “Haydi Tiyatroya” adı altında yapılan kampanyaya ne demeli? Belediye tiyatrolarında bilet fiyatları 1 TL’ye düşürülmüş
ve halk tiyatroya davet edilmişti.
Oysa ki sanata gösterilen ilgi sadece
maddi değil, aynı zamanda kültürel
bir sorundur. Bu memlekette her şey
bu kadar pahalı da sanat mı bu kadar ucuz? Temel amacın bir politik
tavır olduğunu düşünüyorum. Nitekim bu kampanyaya Ali Poyrazoğlu,
“Kendi salonumun boş kalacağını
Sınırsız mavilikleri koruyan
sivil toplum kuruluşu
D
enizler herkes için farklı şeyler ifade
eder. Eğlence, bilinmezlik, heyecan
romantizm, dinginlik... Yunan mitolojisinde birçok deniz tanrısı ve tanrıçası figürü
bulunmaktadır. En bilinenlerinden olan
deniz tanrılarının tanrısı Poseidon ve karısı Amphitrite’yi belki hatırlarsınız. Bunların yanında deniz, bazen tedavi kaynağı
olurken bazen de geçim kaynağı olmuştur.
Deniz yuvadır. Binlerce hayvanı barındırır.
Deniz bilinmezliktir. Yeryüzünde tamamen
keşfedilememiş tek yerdir. Uzaya giden
insanların sayısı denizin derinliklerini keşfetmeye cesaret edenlerin sayısından daha
fazladır. İşte biz insanlar denizlerin bizlere
verdiği bütün nimetleri görmezden gelip
onu korumadığımız gibi aynı zamanda onu
bir çöp kutusu yerine kullanmaktayız.
Türkiye’de denizin önemini bilen ve onu korumaya çalışan bir sosyal toplum kuruluşu var.
Deniz Temiz Derneği (TURMEPA) 8 Nisan
1994 yılında Rahmi M.Koç öncülüğünde
denizlere gönül vermiş kişiler tarafından kuruldu. Şu anda da Hopa’dan İskenderun’a kadar uzanan 8.333 km’lik kıyılar içinde birçok
gönüllüsüyle çalışmalarını sürdüren dernek,
ulusal ve uluslararası alanda yaptığı projelerle
çalışmalarını sürdürüyor.
TURMEPA’nın amacı, ülkemiz deniz ve
kıyılarının korunmasını ulusal bir öncelik
haline getirerek gelecek nesillere yaşanabilir bir çevre bırakabilmek. Bütün dünya
da küresel ısınma ve kuraklığın kaçınılmaz
ciddi bir tehlike olduğu bu günlerde Deniz
Temiz, edindiği bu amaçla ülkemizde çok
önemli bir misyon üstleniyor.
Dernek yaptığı projelerle sürekli önemli
işlere imza atıyor. Eğitimden, araştırmaya,
kıyı temizliğinden çeşitli sempozyuma kadar uzanıp giden çalışmalarına durmadan
devam ediyor.
TURMEPA neler yaptı?
İzmir’de yaşayıp İzmir körfezinin birkaç yıl
önceki halini hatta kokusunu hatırlamayanımız yoktur herhalde. Deniz Temiz Derneği
‘kirletmeden temizlemek’ sloganıyla başlattığı kampanya kapsamında körfezin temizliği
için ‘deniz süpürgesi’ adı verilen ve süpürge
gibi denizi temizleyen bir aleti 2006 yılında
İzmir’de kullanmaya başladı. Aynı kampanya kapsamında yat sahiplerinin uğrak yerleri
olan koylarda ‘atık alım teknelerini’ faaliyete
sokarak ülke genelinde denizlere atılan atıkların engellenmesine yardımcı oldu.
‘Sınırsız Mavi’ adı altında 2006 yılında beş
yıl sürmesi planlanan bir eğitim projesi başlattı. Kıyı ilçe ve illerindeki okullardan ikişer öğretmene denizlerle ilgili eğitim vere-
hissettiğim zaman kurumlara toplu biletler
gönderirim. Bence çözüm budur. Ama bu 1
TL, tamamen sanatı aşağılayıcı bir olaydır”
diyerek tepki vermişti.
2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul hazırlıkları kapsamında Tarlabaşı, Yarımada,
Sulukule, Haydarpaşa gibi pek çok kentsel
ve kültürel değer taşıyan yerler kentsel dönüşüm projeleri adı altında küresel şirketlerin kâr amaçlı politikaları doğrultusunda
sosyal, kültürel ve mekânsal yıkıma maruz
kalmakta. İstanbul Avrupa Kültür Başkenti
yolunda esas alınan anlayış, farklı kültürler
ve onların geliştirilmesinden çok sanat üzerine kurulmuş. İstanbul, tarihi, farklı kültür
ve sanatçılara ev sahipliği yapması ile Avrupa Kültür Başkenti olmayı çoktan hak eden
bir şehir. Peki, hal böyleyken devletin de
sanatına, sanatçısına sahip çıkan bir anlayış
benimsemesi, tutarlı bir politika uygulaması gerekmez mi?
Gülnihal Akan
Ünivers
rek bilinçlendirme ve farkındalık yaratmayı
amaçlayan proje ile şimdiden (10 Mart
2009 tarihine kadar) 5023 okuldan, 8608
öğretmen ve 2.999.667 öğrenciye ulaşıldı.
Farkındalık yaratarak kalıcı bir etki bırakmak isteyen dernek yine eğitim alanında
‘Denizde Uyanmak Bir Başkadır’ projesiyle
üniversite öğrencilerine bir hafta teknede
denizlerle ilgili eğitim vererek bilincin dalga
dalga yayılmasını sağladı.
Özel Çevre Koruma Kurumu (ÖÇKKB)
işbirliği ile koruma altına alınan koylarda
teknelerin gelişi güzel demir atarak doğal
yaşama zarar vermelerini engellemek amacıyla mapa ve şamandıra yerleştirme çalışmalarında öncü oldu. Zaten kısıtlı olan
su kaynaklarımızın kirlenmesini önlemek
amacıyla TURMEPA markasıyla piyasaya
sürdükleri sudan tasarruf ettirecek ve aynı
zamanda çevre ile dost temizlik ürünlerini
de piyasaya sundu.
Bunlar Deniz Temiz Derneği’nin gerçekleştirdiği ve hala devam eden projelerden
bazıları. Şunu unutmamak gerekir ki dünyamızın dörtte üçünü kaplayan sular biz
insanların etkisiyle küresel ısınmanın ana
nedenlerinden biri. Artık bizlerin de denizlerin hayatımızdaki önemini tekrar düşünüp kollarımızı sıvama vakti gelmiş gibi gözüküyor. Yoksa medyada sürekli gösterilen
küresel ısınma ve sonuçlarıyla ilgili felaket
senaryoları hiç de uzak değil.
Deniz Temiz Derneğine üye olmak istiyorsanız www.turmepa.org.tr adresini ziyaret
ederek bilgi edinebilirsiniz.
Gizem Güngör
İEÜ İletişim Fakültesi
Uygulama Gazetesi
Sahibi
Prof.Dr. Sevda Alankuş
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Öğr.Gör. Altuğ Akın
Yayın Kurulu
Prof.Dr. Sevda Alankuş
Yrd.Doç.Dr. Gökçen Karanfil
Öğr.Gör. Burak Doğu
Öğr.Gör. Selin Türkel
Yazı İşleri
Öğr.Gör. Burak Doğu,
Araş.Gör. Nükhet Erkmen
Araş.Gör. Sumru Yıldırım
Araş.Gör. Rana Kuddaş
Mayıs Sayısı Bölüm Editörleri
Seray Özbiçer, Gizem Güngör,
Gülnihal Akan, Doğuş Sar
Görsel Yönetmen
Öğr.Gör. Burak Doğu
Tasarım
Hakan Gözütok
Yer
İzmir Ekonomi Üniversitesi
Balçova
http://univers.ieu.edu.tr
Yerel, aylık süreli yayındır.
Mayıs 2009
Basım Yeri: Yılmaz Matbaacılık
ve Form 2826 Sokak No: 52
Kat: 3/301 I. Sanayi Sitesi
İzmir (232) 459 97 18 pbx
http://univers.ieu.edu.tr
İnceleme 07
Mayıs2009 Yıl2 Sayı14
Grup İsmira ile Bir Söyleşi
Selin Bayraktar
Medya ve İletişim Bölümü
CAHİL BÜLBÜL
D
Erkin Araz: Grup nasıl kuruldu?
Onur Duygulu: Benim hep aklımda vardı
gitar ve perküsyonla bir şeyler yapmak. O
dönem başka bir grupta çalıyordum zaten.
O grup, davul ve bastan oluşuyordu. Farklı
bir şeyler düşündüm. Çello çalan bir arkadaşım da vardı; Kerem. Bir şekilde Ümit
ile tanıştık daha sonra. Trio olarak çalmaya
başladık. Tabii bas olmadan olmayacağı için
bir süre sonra Sinan’ı da dâhil edince ana
kadro oluştu. Geçen sene
Nisan ayında bu oluşum
meydana geldi. Daha sonra çalışmalara başladık.
Türkiye’deki caz dinleyicisi kimdir, ne yapar,
ne eder?
Türkiye’de caz dinleyicisi çok az. Genelde
müzisyen ağırlıklı kişiler yani müzisyen
müzisyeni dinliyor. Birbirimizi dinliyoruz.
Bizim müziğimizin alt yapısında caz unsurları bulunuyor. Armonizasyonunda belki caz var ama Kerem’in Ege Üniversitesi
Türk Müziği’nden mezun olması ve benim
de perdesiz gitarla uğraşmamdan ötürü ma-
Grubunuzun adı nereden
geliyor?
Ümit Çağlar: İsmira,
İzmir’in eski isimlerinden
bir tanesi. Biz de İzmir’de
yaşıyoruz. İzmir’i de oldukça seviyoruz. Denizini
ve havasını... Bu da müziğimizi etkiliyor.
Her hangi bir mekânda
sahne alıyor musunuz?
Hayır ama on parçalık bir
demo yaptık. O sayede
bazı festivallerde çalma durumumuz var.
Zaten geçen sene de burada çaldık. Güzel
oldu, tepkiler hoş oldu. Oldukça katılım
oldu. İlk konserimizdi.
kamsal bir yan da var. Tabii bir de bizim
müziğimiz kuzey cazına da yakın. Deneysel
unsurlar da içeriyor. Avrupa cazına da yakın. Ama şu da var; caz Türkiye de hep var
oldu. 60’lardan beri daha da eskiye gidersek
Şehmi Fındıkoğlu, Tuna Ötenel, Özdemir
Erdoğanlar vardı. Oralardan gelen bir caz
vardı ama onların da bir etnik yanı vardı.
Bizim yaptığımız çok çok yeni bir şey değil
ama bizim enstrüman farklılığımız var.
Caz için bir oluşum, bir dernek var mı?
İzmir’de caz derneği var. Ama kurulduğundan beri çok büyük bir faaliyet yaptığını
görmedim. 4-5 sene önce
konserler verildi. Bir kaç
grup konser verdi ama ondan
sonra bir şey olmadı. İzmir’
de çok büyük bir potansiyel
var aslında. Çoğu müzisyen
burada. Mahmut Yalay, Kürşat Ant var, daha geçenlerde
izledim.
Albüm sürecinden biraz bahsedebilir misiniz?
Biz bir buçuk seneden beri
uğraşıyorduk parçalar üzerinde. Belli başlı parçalar
vardı ve onları bir albüm altında toplamak gerekiyordu.
440’da kayıtları yaptık. Her
aleti güzel duyurabilecek bir
kayıt olsun istedik. O doğallıkta gelişen sololar oldu.
http://www.myspace.com/ismiraquartet
Ayn Rand - Fountainhead (Hayatın Kaynağı)
A
radan yıllar geçer, gönüllü eliniz gider Fountainhead’e. Kitabı okumaya
başladığınız andan itibaren hele ki içinizde
sizi saran bir mimar olma isteği var ise, Ayn
Rand’ın Fountainhead’de ki ( Hayatın Kaynağı) tek tabancası olan karakteri - Howard
Roark ile birlikte bu istek daha da kabarır.
Kibri bir kürk gibi taşıyan, dünyanın adaletsizliğini küçümseyip birkaç küçük sözü
ile mimaride kopyanın yasaklanmasını sağlayan, yüce ruhu ve idealleri ile anlatacak kadar kati kararlılığa sahip olan Roark karakteri, sizi de etrafınızda dönen adaletsizliğe
bir diş geçirmeye iter. Romandaki tüm karakterlerin zaman zaman yoğunluğu değişse
de; beş ana karakter tek bir amaç etrafında
toplanıp, Howard Roark’dan tek bir şeyi istemektedir: Değerlerini değiştirmesini!
Oysa ki Rus asıllı yazar Ayn Rand’ın idealist
karakteri Roark, kendi idealleri ve doğruları
etrafında güçlü bir bağ oluşturan, başkasının tarzını herhangi bir alanda, özellikle de
mimaride asla alışkanlık haline getirmeyen
bir karakter olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ayn Rand Fountainhead eserinde Roark
diğer beş karakterin istekleri karşısında,
içinden çıkamayacağı bir savaşın dikenli
yollarında yalnız, zaman zaman işsiz fakat
doğruları dışındaki tüm düşünceleri reddeden ve istediği, inandığı binaları yapan
bir mimar olarak hayat bulur. Asırlar sonra bile hala tartışılabilecek bir klasik hatta
başyapıt olma özelliği taşıyan Fountainhead, aynı zamanda evrensel bir çağrıya da
sahiptir. Tüm hırsı kendi için mükemmel
olanı yaratma isteği olan Roark bencillik
ve egoizmin arasında bir aşkın içinde bulur
kendini. Bu aşk ne bir projedir onun için
ne de dikilmesi gereken bir bina. Roark ve
Dominique aşklarını hayatları gibi ya siyah ya da beyaz yaşarlar Fountainhead’ de.
Grinin barınamadığı, okura sorular sordurarak kendini, içinde bulunduğu dünyayı
sorgulatan Fountainhead, aşkın varlığını
öyle yoğun, mürekkebini öyle sağlam bir
şekilde yayar ki satırlara; insan elini daldırıp kuma ve suya kaleler yapmak, kaleleri
yıkacak dalgalar için surlar çekmek ister
etrafına. 1943 yılında yayımlanan Fountainhead, 1930’lı yıllarının iş dünyasının
günümüz ile aynı olduğunu ve aşkın, hele
ki aşkın her lehçede aynı dile sahip, 757
sayfalık kara kaplı
üçüncü hamur bir
kitap olduğunu kanıtlar okuyucusuna.
Okuduktan sonra
başka bir yazarı ve
başka bir kitabı sevemeyeceğiniz için henüz Fountainhead’i
okumadıysanız başucu kitabız için bir
boşluk yaratın derim ben. Fountainhead,
kötü ile iyiyi, siyah ile beyazı alaşağı ederek
sizi siz olmaktan çıkarıp içinizdeki ‘ben’in
ateşini fitilleyecek, yüzyıllar boyu tek silah
olarak kullanılan adaleti özgürleştirerek
sizi içine çekecektir. Uykudan da derin bir
duyguyla okuyucusunu saran Fountainhead, “Benim felsefem, özünde, hayattaki
ahlaki amacı kendi mutluluğu olan, varlığının yegâne amacı ve en yüce eseri olarak
yaratıcı üretkenliğini gören kahramansı bir
varlık, bir insan konseptidir.” diyen yazarı
Ayn Rand tarafından hazırlanmış raflarda
okuyucusuyla bir bütün olmayı bekliyor.
Alın, okuyun; mücadele edin, düşünün!
Seray Özbiçer
oğaları gereği zaten farklı olan kadın ve
erkek aslında nasıl eşit olabilir, bu sadece
kanun önünde bir eşitlik midir? Söz konusu
soru yüzyıllarca soruldu. Bu eşitlik karmaşası
herkes gibi benim de aklımı bazı noktalarıyla
karıştırıyordu. Ta ki kafamdaki soru işaretlerinin neredeyse hepsine bir cevap bulabildiğim
“Kadına Yönelik Şiddet ve Medya Atölyesi”ne
katılana kadar. Etkinliği geçtiğimiz Şubat’ta Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi, geleceğin
iletişimcilerini bu konuda bilgilendirmek ve
ileriki çalışmalarında uygun şekilde kullanmak
nedeniyle düzenledi. Atölyenin genel amacı,
sekiz ayrı ilde açılacak olan kadın sığınma evlerinin tanıtımı için ürünler ortaya koymaktı.
Fakat bunun yanında yapılan konferanslar
ve ardından atölye çalışmaları ile bahsettiğim
mevcut eşitsizliğin asıl manasını ve kadına
karşı şiddetin tarihini, biçimlerini, nedenlerini, sonuçlarını ve çözümlerini eniyle boyuyla
öğrenmeye çalıştık. Atölye bittiğinde özellikle
olması gereken kadın-erkek eşitliği, kadınların
kendilerinin bile bihaber olduğu hakları, kadının bugünkü statüsü ve bunun iyi yönde değiştirilebilmesi için yapılabilecek şeyler gibi konularda yeterince bilgilenmiş ve en azından kendi
yapabileceklerim adına artık umutlanmıştım.
Bununla beraber, bazılarımızın bu konuda
hala ne kadar bilinçsiz olduğunu, daha doğru
bir tanımlamayla nasıl ‘cahil bülbül’ olduğunu bir kez daha fark ettim: “İşsizlik oranı niye
artıyor biliyor musunuz? Çünkü krizde daha
çok iş aranıyor. Özellikle kadınlar arasında
kriz döneminde işgücüne katılım oranı daha
da artıyor. Türkiye’nin 72 milyonluk nüfusu
var. Bunun 50 milyondan fazlası çalışma çağında. Bu kitlenin neredeyse yarısı ev kadını
olması, eğitim gibi nedenlerle iş aramıyor.
”AKP’li devlet bakanımız Mehmet Şimşek’in
pervasızca dile getirdiği bu manasız ve bir o
kadar da boş açıklamasını mutlaka bir yerlerden duymuşsunuzdur. Her zaman ve her olayda yaptıkları gibi, dünyayı sarsan ekonomik
krizin nedenini de bu sefer kadınların üzerine
atarak günah çıkarmaya çalışmış saygıdeğer
bakanımız. Bu söylemin herkes için elbet eleştirdiği yanları vardır; ama benim değinmek
istediğim nokta, bakanımızın, onca senedir
toplumda, işte, evde ve bunun gibi her alanda
bir yer edinmeye, kendini geliştirmeye çalışan
ve ülke ekonomisine bir şekilde, kanımca hiçe
sayılmayacak katkı sağlayan kadınları unutarak veya hiçe sayarak bu konuşmayı yapmış
olmasıdır. Daha da önemlisi, kocası veya ailesi
tarafından önce çalışmasına izin verilmeyen,
fakat ekonomik kriz sonrasında her ne pahasına olursa olsun evine katkı sağlamak için
çalışmak zorunda bırakılan ev kadınlarının bu
çaresiz durumlarını bakanımız akıl süzgecinden hiç geçirmemiştir.
Tarihte her zaman bir grubun veya sınıfın diğer
grubu veya sınıfı baskı altına almak, haklarını
elinden almak ve ikincil muamelesi yapmak
suretiyle ezdiği malumdur; bu tarihteki sayısız örnekleriyle kabul edilmiş, herkesin bildiği
bir ayrımcılıktır. İşte bu sınıflaşmanın oluşum
şekli, sonuçları, kadın-erkek ayrımı ve birçok
konudaki eşitsizlikler için de geçerli değil midir? Nasıl ki kadının çok uzun zamandan beri
birçok alanda yaşadığı baskılar ve haksızlıkların nedeni bazı erkeklerse, önceden çalıştırılmayıp krizden sonra çalışmak zorunda kalan
ev kadınlarının bu halinin nedeni yine onların
çalışma hakkını ellerinden alan kocalarıdır. Bu
yüzden kimse -hele ki bir bakan!- dünyada onlarca ülkenin ekonomisini alt üst eden, A’dan
Z’ye her kesimi etkileyen krizin nedenlerinden birini cinsiyetin üzerine yıkamamalıdır.
Sözün kısası, keşke bu basit denklemi, bakanımız Mehmet Şimşek de fark edip haklı eleştiri
oklarına maruz kalmasaymış.
08 Medya
http://univers.ieu.edu.tr
Mayıs2009 Yıl2 Sayı14
Selçuk Erdemʼi ağırladık
Türkiye’deki mizah anlayışından, mizah dergilerinden, siyasi iktidarlardan ve bir kariyer olanağı olarak mizahçılıktan
konuştuk ve üstü kapalı olma endişesi taşımayan, dürüst cevaplar aldık...
Sarphan Uzunoğlu: Sizce mizahın sınırları nelerdir ya da bir sınırlama olmalı mı?
Danimarka’daki karikatür krizi ve Türkiye’de
açılan davalar ekseninde baktığınızda sınırlamalar sizin için ne ifade ediyor?
Selçuk Erdem: Sınırlamayı herkes vicdanında yapmalı. Devletler olarak böyle bir
sınır belirlenirse işler çok karışır. Çünkü
herkes özgürlük sınırını farklı bir yerden
çekiyor. Sağ olsun başbakanamız başka
yerden çekiyor, ben başka yerden çekiyorum. En iyisi bunu insanlara bırakmak.
Davalar aslında davayı açanların istediğinin aksine rahatsız oldukları şeyleri göz
önüne getiriyor; oysa en iyi ceza ilgisizlik.
Ben kendi adıma herkesin kendi sınırlarını
bilmesinden yanayım.
Büyük sermayeli medya kuruluşlarıyla işbirliğine nasıl bakıyorsunuz? Sizce böyle bir birliktelik Türkiye’de mizahın ruhuna uyar mı?
Hiç uymaz. Yıllar öncesinde başladı mizah
dergilerinin bağımsızlığı ve bundan bir geriye dönüş imkansız. Şimdiki tüm dergiler
bağımsız çizerler tarafından oluşturuluyor.
Arada deneyenler oldu; ancak anlaşma
sağlanamadı. Reklam, iktidar ilişkileri mizahçılarla şirket arasındaki ilişkiyi zorlaştırıyor. Elbette bu bağımsızlığın getirdiği
zorluklar da oluyor. Biz de hayatta kalacak
şekilde yuvarlanıp gidiyoruz.
Son yıllarda mizah dergilerinin sayıca arttığı ortada. Bu artışın kaliteyi nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz? Sizce bu bir kirlilik mi
yaratıyor yoksa nitelikli işler artıyor mu?
Şu anda bir kirlilik yok; ancak benim lise
dönemimde bir tür kirlilik yaşanmıştı.
On iki on üç kadar dergi vardı; ama gerekli kaliteyi sağlayacak sayıda iyi çizer
yoktu. Şu anda Penguen, Uykusuz ve
benzeri birkaç dergi
var ve biz karşılıklı
besleniyoruz. Yeni
çıkan dergiler sayesinde yeni çizerlere
yer açılıyor. Bu durumdan mutluyum.
2002’den bu yana
Penguen’de mizaha
devam ediyorsunuz.
Geçen yedi yılın ardından Penguen’den gelecek için beklentileriniz ve geleceğe dair planlarınız neler?
Mizah dergileri sürekli olarak kendilerini
yenilemeliler. Yenilemeyenler de ömürlerinin sonuna geliyorlar. Biz de bu yenilenmeyi sağlamayı deniyoruz. Gençler arıyoruz mizah için. Aslında biz de genciz; ama
Türkiye’de işler biraz farklı yürüyor. On sekiz yaşında başlıyoruz ve otuz beş yaşımıza
geldiğimizde yaşlanmış sayılıyoruz. Dergilerin yeni çizerlerle bakış açısını da yenilemesi önemli. Her kapakta yeni bir numara
deniyoruz, yeni bir şeyler arıyoruz.
Türkiye’de mizah 2000’lerle beraber yeni
bir kitle yarattı ve mizahçı olmak isteyenlerin sayısı artı. Buradan mizahla uğraşmak
isteyenlere bir öneriniz olabilir mi?
Kaçın kurtarın kendinizi... Tabii bu işin
şakası. Ben öneriyorum elbette. Çok zevkli
bir iş. Zorlukları var; ama Türkiye bildiğimiz gibi krizler nedeniyle genel olarak istikrarsız bir ülke.
Mizahın içinde olduğunuz süre içerisinde
sansür ve baskıyla en çok hangi dönemde
karşılaştınız? Baskılar ve davalar sizin üstünüzde bir etki yaratıyor mu?
Ben yaş olarak aslında şu ana kadar böyle
büyük bir baskıyla karşılaşmadım.Bugüne
kadar çok büyük baskılar olmadı. Davalar
olmuş olsa da Erdoğan’ın döneminde olduğu kadar olmadı. Kültür Bakanı da kendisi
de bize dava açtı; ama bu sanırım Türkiye’de
mizah tarihinde doğal olarak var olan bir
durum. Biz bunu kendi içimizde çok büyük
baskı olarak görmüyoruz. Üstünde konuşup
bunun bizim kafamızda yer etmesini, otosansüre neden olmasını istemiyoruz. Dava
açılır mı açılmaz mı diye düşünmüyoruz.
İçimizden geldiği gibi devam ediyoruz.
İEÜ 2. Liselerarası Karikatür Yarışması
ödülleri sahiplerini buldu
İzmir
Ekonomi
Üniversitesi 2. Liselerarası Karikatür
Yarışması’nda Liselerarası Karikatür
Yarışması’nda dereceye giren öğrencilere ödülleri ünlü
Karikatürist Selçuk
Erdem ve İEÜ Mütevelli Heyet Başkanı
Ekrem Demirtaş tarafından verildi. Yarışmada, Cahit Kora
Lisesi’nden Onur
Akın birincilik, Gaziemir Lisesi’nden
Ozan Kulaç ikincilik, Nene Hatun
Kız Teknik, Anadolu Meslek ve Kız
Meslek Lisesi’nden
Ayşe Bulut üçüncülük ödülüne layık
görüldü.
Erkan Onur’un birincilik ödülü alan iki çalışması
http://univers.ieu.edu.tr
Türk müziğinin eskimeyen isimleri:
Bülent Ortaçgil ve Erkan Oğur
Türkiye adına Anadolu topraklarının
komşuları civarı adına konuşursak: Burada birçok etnik yapı var; örneğin 5 km
de bir lisan değişiyor, yemek kültürü değişiyor, müzik değişiyor, yürüyüş hal ve
gidişat değişiyor… Ama ortak bir payda
da bileşiliyor; bu da makam yapısı. Yani
Hüseyini makamı her yerde Hüseyini
makamı, hangi dağın arkasına gidersen
Hüseyini makamı. Dolayısıyla ortak olan
makam yapısının birleştirdiği bir müzik
var o da bu topraklarda çok zengin. Araştırmacılar ve müziğe gönül vermişler için
çok malzeme var.
Telvin grubunun oluşumundan bahseder misiniz?
Bas davul ve perdesiz gitardan oluşan eski
arkadaşlarımız olarak çalıyoruz. Emprovize
ye dayanan bir müzik. Bu müzik ya vardır
ya yoktur. Anında müziği tasarlayıp oluşturup onu yaşayarak değişken bir biçimde
doğaçlamaya yönelik, o şekilde çalışan bir
müzik grubu.
Doğuş Sar: Ben sizin müziğinizle 12 yaşında babam sayesinde tanıştım ve o günden beri
sizi dinliyorum. Her nesle hitap eden müziğinizin sırrı nedir acaba?
Bülent Ortaçgil: Bunun bir sırrı yok. Samimi olmak, birde genellikle insanın zamana
modaya uygun olmadan kendisine sesleniyor
olmak. Birkaç nesil beni dinliyor ama insanın özü ya da karakteri fazla değişmiyor.
Peki size ideolojik olarak Türkiye’nin Bob
Marley’i diyebilir miyiz?
Yani ben demem, sen dersen de.
Erkan Oğur ile uzun süreli müzikal bir birlikteliğiniz var. Bu birlikteliğinizi nasıl korudunuz?
Birbirimizi seviyoruz da ondan. İşin özü
sevgiden geçiyor diyorsunuz… Tabii, bizim annelerimiz dost, babalarımız dost,
ilk müzik denemelerini birlikte yaptık.
Erkan Oğur: Ben gitarı Bülent’te gördüm.
Bülent Ortaçgil: Ben de ilk garip sesleri
onda duydum. Birbirimizi yetiştirdik, birbirimizi besledik. Dolayısıyla biz müzikal
arkadaşız onunla.
Peki Fikret Kızılok’un vefatından sonra kendinizi sahnede yalnız hissettiğiniz oldu mu?
Yok, Fikret… Fikret ile bir dönem çok yakın arkadaştık, birlikte şarkı yaptık. Çok
yakındır; çekirdek zamanından kalma ama
işte zaman değişiyor insanlar değişiyor ve
işte Fikret’in son zamanlarında pek beraber
değildik açıkçası.
Yeni albüm çalışmanız var mı?
Var ama sanırım bir yılı bulur yapması.
Türkiye’de müzik artık yarım yamalak bir
yerde duruyor. Zaten Türkiye yarım yamalak bir yerde duruyor. Yeni bir albüm
yapsam ne olur yapmasam ne olur diye de
düşünmüyor değilim aslında.
Kültür-Sanat 09
Mayıs2009 Yıl2 Sayı14
Nedenim müzikal ihtiyaçlar… Bir tını var.
Ona ulaşmak için insan önce var olan enstrümanları deniyor ve bu yetmiyorsa biraz
daha kurcalamaya başlıyor. Perdesizlik de bir
felsefe ve müziğin olması gereken biçimi aslında. Biz sesleri do re mi fa sol diye sınırlandırmışız. Perdesizlik olağan bir şey, kâinatta
olan bir şey. Müzik aletleri de zaman içerisinde değişiyorlar. Bazı aletler zaten perdesizlik taşıyor. Mesela yaylı sazlar, bazı nefesli
sazlar… Başka enstrümanlar içerisinde olabilecek durumda olabilenler var. Mesela gitar
mümkündü, ud perdesiz veya tamburumuz
var çok perdeli. Ya az perde perdesizliğe gidiyor ya çok perde perdesizliğe gidiyor ki, iki
ucu da perdesizliğe giden bir şey. Tabii ben
gitarla düşünmeyi daha kolay becerdiğimden
gitarı perdesiz yaptım.
Bir efsane var; ‘gitarı perdesiz hale getiren ilk
sizsiniz’ diye. Bunun patenti dışarıdan alınmış ama bunun üzerinde bir hakkınız yok.
Doğru mudur?
Bunun hikayesi şu. 1976 da
yaptım bunu.
Patentini almak
için
uğraştım
ama bu beni
aşan bir şeydi
ve çok pahalı
bir işti. Patentini
almadım
ama onun yerine Fretless adı
altında bir tane
albüm yaptım
ve o benim hem
perdesiz gitarla
yapılmış ilk albüm olma özelliğini taşıyor.
Dolayısıyla aynı zamanda doğal patentim.
Dolayısıyla ticari anlamda oluşturulmuş patent kurallarının dışında, doğal bir patent.
Onun dışında patentini ben almadım ama.
İnternetten şarkıların korsan olarak indirilmesi piyasaya ket vuruyor değil mi?
İnternet ve teknolojik bir gelişmeye karşı
durmak abes tabii ki ama müzik piyasası artık darbe yemiş durumda dolayısıyla bir şey
yapıp satmak zaten mümkün değil.
Bülent Ortaçgil: Alan var mı patentini?
Açık olarak Türkiye’de duruyor, birisi alabilir. Sen gidip alabilirsin (bize dönerek) ben
yaptım bunu diyerek. Yani bir tane atölye
kurup bir tane gitar yapan birini oturtup
başına, bana perdesiz gitar yap diyip alabilirsiniz. Ben kendi müzik yaşantım içerisinde kullanıyorum sadece.
Yiğit Ulutaş: Değişik enstrümanlarla ilgilenmeyi ve modifikasyonu seviyorsunuz. Bu
modifikasyonlar, kendi müziğinizi anlatmak
için özel tasarlanmış yöntemler mi yoksa deneme yoluyla çıkan enstrümanlar mı? Özellikle bu perdesiz gitar.
Müziğin veya müzik kalitesinin bölgelere ve
milliyetlere göre değişimi ve gelişimi nasıl oluyor? Veya bu çizgiler arasındaki bağlantı neye
bağlı olarak değişkenlik sağlıyor? Bu çeşitlilik
hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu çeşitlilik
müzik kalitesini ne yönde etkiliyor?
Bir röportajınızda Blues’u halk müziği olarak
tanımlamışsınız. Türk müziğiyle benzerlikleri ne yönde olabilir?
Blues’un benzeyen tarafı söylem olarak
benzemesi ve bakış açısı olarak benzerlikleri taşıması ama icra biçimleri farklı. Blues
eşittir türkü gibi bir şey aslında. Oraların
türküsü. Bütün müzikler geçer gider blueslar kalır bence. Ben bazı şeyler söylüyorum
11. yüzyıldan 12. yüzyıldan ama hala duruyor oysa 1950 yılındaki bir pop parçası
artık yok olmuş mesela.
Hakan Gözütok: Bir de popüler kültür diye
bir şey var. Üniversitemizde, çevremizde görüyoruz ve hızla artan bir şey bu. Gençler,
insanlar bir gün durup da aa biz naptık diyecekler mi?
İşte gençlik böyle alından öpüp gittikten
sonra insanlar dönüp şöyle bir şeyde varmış
diye fark ediyorlar.
Sarphan Uzunoğlu
Halkla İlişkiler Bölümü
“OLAYLARA
KARIŞMA”
T
ürkiye’de doğmuşsanız çoğu şeyi
seçme şansınız elinizden alınmıştır.
Nüfus kağıdınızdan başlayarak yerinize
verilen kararlar sizi çevreler. Hangi takımı
tutacağınıza ailenizin aldığı mobilyalar ya
da hediyeler etki ederken, hangi müziği
dinleyeceğiniz de ya arkadaş çevreniz ya
da popüler müzik kanallarınca belirlenir.
Çünkü Türkiye kocaman bir kuaföre benzer. Girdiğinizde size olmadığınız bir şey
olma zorunluluğunu hissettiren yöneticileri vardır ve size düşünüp üretmek değil
seçim yapmak kalır ki o seçim de birilerini
kırmamak adına hep onların istediği gibi
yapılır.
Medyanın sizi eğip büktüğü bu kocaman
evrende resmi olmayan bir şeyden bahsetmek tehlikeliyken, dört büyükler hariç
takım tutmak insanlara garip gelirken,
kısacası toplumda baskın değerlerden birini kabul etmek zorunluyken, kenarda
oturunca ya deli damgası yersiniz ya da
dışlanırsınız. Yerel seçimleri geride bıraktığımız bu dönemde, hangi partiye oy
verdiniz sorusunu yönelttiğiniz gençlerden
seçimlerdeki ilk üç partinin adını almanız,
aslında hangi partiye oy vermeyi dilerdiniz
dediğinizde ise bambaşka yanıtlarla karşılaşmanız bunun en güzel göstergesi.
Barajı geçemez diye oy vermediğimiz partiler, ödenek alamaz diye oy vermediğimiz
belediye başkanı adayları, ne vereceklerini dinlemeden parti amblemine bakarak
oy verdiğimiz adaylar sizce demokrasinin
neresindeler? Biz demokrasiden bir spor
müsabakasından anlamamız gerekenden
fazlasını algılıyor muyuz? Aslında gençler
olarak şu anki siyasi tabloyu iyi analiz etmemiz gerekiyor. Sağ ile sol arasındaki farkı bilmek yetmiyor, solum diyenle sol olan
arasındaki farkı da bilmek gerekiyor.
Gençliğin seçimleri de Türkiye’de sık sık
eleştiriye uğruyor. 90’larda bir yazısında
bu aralar liberal tayfanın taptığı Engin
Ardıç metal müzik dinleyenleri 2000’lerin
Vakit Gazetesi’ne bile ağır gelebilecek bir
yaklaşımla, kendinden geçmiş cahil kitleler olarak tanımlıyor. Vakit ve benzeri
muhafazakar kitlelerin takip ettiği, aralarına kimi yazarlarının ve tabanının da
gözlendiğinde Zaman’ı da katabileceğimiz
gazetelerin gençlerin alternatif müzik beğenilerine bakış açıları ise net.
Bu fark ediliş dönemini uzatmamak için neler yapmamız gerekiyor?
Mesela senin gibi insanın kendisine böyle
bir soruyu sorması gerekiyor ki bir farkındalık olsun, bu da eğitimle ilgili. Gerilere
gider yani çocukluğumuza kadar gider bu
süreç. Öğretmenler, çevre, arkadaşlar, uygulanan kültür politikası, modalar, yanlış kişilerin müzik piyasasını ellerinde bulundurmaları gibi birçok etken var. Televizyonun
ve medyanın düzeysizliği hemen hepsi etkiliyor. Ama esas neden eğitim. Ana karnından başlayan ve en azından 14 yaşına dek
süren bir eğitim süreci içinde müzikle ilgili
bir düşünce yok, eğitim dünyamızda olmadığı gibi bir başlangıç bile yok. İnsanlar
kişisel çabaları ile bir şeyler yapıyorlar hala.
Eğitsel boyutla kitlelere ve topluma yönelik
eğitimli bir yaklaşım tam olarak yok.
Doğuş Sar - Hakan Gözütok - Yiğit Ulutaş
Duman’ın çıkardığı albümdeki “Lem yelid
ve löp yutar.” cümlesi onları din düşmanı
yapmaya, ayetlerle dalga geçen satanistler
olarak adlandırmaya yetiyor. “Yaftalamayın” diye bağıranlar bunun öncülüğünü
yapmaya çekinmiyorlar. Yaftalamayı sevip,
yaftalanmayı sevmemek böyle bir şey. Vakit aynı şarkı ve grup hakkında AKP karşıtı
albüme imza atan grup tanımını kullanabiliyor. Albümde politik anlamı olan dört
şarkı var ve iki cd’den oluşan çalışmada
toplam yirmi şarkı var.
“Şeytan Rock Müziğin Tam Kalbinde!”
başlığını atan muhafazakâr basının da, ailelerin de gençlere ve yeni kuşağın tercihlerini önemsemediği bir ülkede kültürden,
sanattan, değişimden ve siyasetten bahsetmenin zorluğu ise kendini her köşe başında kanıtlıyor ve Türkiye’de her üniversite
öğrencisine üniversiteye başladığı sene
hala aynı cümle söyleniyor:
“Olaylara Karışma.”
10 Dosya
http://univers.ieu.edu.tr
Mayıs2009 Yıl2 Sayı14
AIDS ile mücadelede ülkemizin ilk
STKʼsı ile görüştük
Y
ıllarca ücretsiz olarak verilen eğitimlerin, danışmanlıkların, bilinçlendirme
programlarının ardından, derneğin bu duruma gelmesi toplumsal bir soruna verilen
değeri ortaya koyuyor aslında. Bütün maddi imkânsızlıklara rağmen içindeki insan
sevgisi ve yardım etme arzusuyla dolup
taşan Sayın Prof. Dr. Melahat Okuyan’dan
derneğin çalışmaları ve AIDS ile mücadele
hakkında bilgi aldık.
Merkezi İzmir’de olan AIDS İle Mücadele Derneği
Başkanı Prof. Dr. Melahat Okuyan ile çalışmaları üzerine
keyifli ve bilgilendirici bir söyleşi yaptık. Türkiye’de
AIDS ile mücadele için kurulan ilk sivil toplum
kuruluşu olan ve 18 yıldır olağanüstü başarılara imza
atmış, binlerce kişiye eğitim vermiş bu dernek kapılarını
ekonomik sıkıntılar nedeniyle kapatmak üzere.
Gizem Güngör: AIDS ile mücadele derneği
nasıl kuruldu?
Melahat Okuyan: 1991 yılında emekli olduktan sonra ilk işim bu derneği kurmak
oldu. Türkiye’nin ilk AIDS’le mücadele
derneğidir ve emekli olduğumun ertesi
günü kurulmuştur. O dönemde merkezi İzmir olan bir AIDS Derneği için bina
yapımına girişildi. Aslında ben merkezi
evimde kurmuştum ama üç dört ay sonra
o binaya geçtik. Bu binanın bir kısmı sağlık ocağı olarak işlemekteydi. O dönemde
derneğin işleri çok büyümüştür. Çünkü
dernek bütün ülkeye iş yapmaktadır. Mahalli bir dernek değil, genel merkez. Birçok
şubesi kurulan derneğimiz bazı şubeleri
parasızlıktan ötürü yavaş yavaş kapanmak
zorunda kaldı.
AIDS hastalığı hakkında insanları bilinçlendirmek için ne gibi faaliyetler yapıyorsunuz?
AIDS bir gençlik hastalığı. Bu yüzden biz
de gençleri nasıl eğitiriz diye düşündük
ve çeşitli şehirlerde öğretmenlere kurslar
verdik. Eğitim verdiğimiz öğretmenler
lise öğrencilerini eğitecekti. Fakat öğretmenlerin çoğunun eğitilmesine rağmen
öğretmenlerden çok azı edindikleri bilgiyi
aktardı. Bu nedenle projemiz çok başarılı
olamadı. Ama yılmadan bu projemizi senelerce devam ettirdik. Ancak daha sonra ‘Akran Eğitimi’ projesine başladık. Bu
projede verilen eğitimler okullardan, kulüplere, üniversitelerden, dershanelere, spor
salonlarından gençlerin bulunabileceği
farklı mekânlara kadar geniş bir yelpazede
yapılmıştır. Bu nedenle en beğendiğim eğitim olarak ‘Akran Eğitimi’ büyük başarıya
ulaştı. O kadar başarılı oldu ki öğrenciler
uyguladığımız eğitimler sonunda arkadaşlarına eğitim verdi. Bazılarının yaptıkları
modülleri derneğimizde kullandık. Artık
ben onlardan kopya çekmeye başladım.
Gençlerin kendi akranlarını eğitmesi çok
farklı ve etkili bir yöntem oldu. Bunun dışında evlilikten önce çiftlere ilk defa HIV
testlerini biz uyguladık.
Ülkemizde gençler ya da insanlar AIDS konusunda ne derece bilinçliler?
Halkın yarısı AIDS kelimesini duyar
duymaz korkuya kapılıyor, diğer yarısı
ise bu konuda zorla bilinçlenmiş. Sağlık
kuruluşları da bilinçli değil. Geçtiğimiz
günlerde yapılan NATO görüşmelerinde,
AIDS’le mücadeleyi ön plana almak için
karar çıktı.
Ülkemizde hangi yaş grubundaki insanlarda
bu hastalık daha çok görülüyor?
Türkiye’de 30- 40 yaş arasında bu hastalığa yakalananların sayısı daha yüksek.
Gençler daha tutarlı ve daha bilinçli.
Türkiye’ de dünyaya kıyasla HIV virüsünü
taşıyanların oranı nedir?
Dünyada en az AIDS hastalığı olan ülkelerden birisi Türkiye. 2008 istatistiklerine
göre İstanbul’da 1055, İzmir’de ise HIV
virüsünü taşıyan 257 hasta var. İzmir’de
HIV taşıyıcısının daha fazla olmasının ne-
törüdür. İstatistikler bize göstermektedir
ki Avrupa’da HIV pozitif kişilerin yüzde
elliden fazlası uyuşturucu kullanmaktadır.
Benim bütün isteğim bu risk faktörüyle
beraber AIDS’i engellemektir.
Bu hastalığın belirtileri neler?
AIDS’in özel bir belirtisi yok denebilir.
Vücut ağırlığının %10’undan fazla kayıp,
bir aydan fazla süren ateş, bir aydan fazla kronik öksürük, genel kaşıntı, bezlerin
şişmesi (özellikle boyunda)… gibi belirtilerden hepsi de olabilir, biri de. Herhangi
bir hastalık ona uygun tedavilere cevap
vermiyorsa AIDS olabilir. Bağışıklık sisteminiz çöktüğü için tedaviye cevap vermiyorsunuzdur.
Hastalık ne zaman teşhis edilebilir?
Öncelikle kuşkulu bir ilişkinin üç ay sonrasında test yapıldığında testin güvenirlik
oranı %95 civarıdır. Ama az bir ihtimal de
olsa hastalığa yakalanma riski vardır. Bu
nedenle 6 aydan sonra da test yaptırılması
uygundur. Biz Türkiye’de bu uygulamayı
da yapmaktayız.
AIDS’ in tedavi yolu var mı?
Ben üroloğum. En zor branşlardan bir
tanesi. Mikrop dünyası zor ama virüs
dünyası daha da zor. Bu da virüslü bir
hastalık ve kanser virüsü gibi tedavisi olmayan bir hastalık. Kesin tedavisi yok.
Ama virüsü vücutta azaltmanın tedavisi
mümkündür. Fatma’nın virüsü Ahmet’e
geçince artık o Ahmet’in virüsü oluyor.
Değişime uğruyor ve uzun süre o insanla
yaşıyor. 20 sene virüsle yaşayan insanlar
var. Bazen gelecekte insanlığın genlerinde AIDS virüsü taşıyarak yaşayacağını
düşünüyorum. İnsanlık böyle AIDS’le
yaşamayı öğrenirse bu çok tehlikeli bir
hal alabilir. Ama yine de Türkiye’de bu
tür derneklere destek olunmuyor. Biz ne
zaman derneğimizi ekonomik sıkıntılar
yüzünden kapatmak zorunda kalacağız ki
-şuan o durumdayız - o zaman insanların
ilgisi bu yöne kayacak.
Fotoğraf: Feyzan Demirci
denlerinden biri derneğin ilk defa burada
kurulmuş olmasıdır. Bilinçlenen bir yerde
test yaptıranların sayısı da daha fazla olduğundan hasta sayısını belirlemek daha
kolay olmaktadır.
HIV testi yaptırmak isteyen kişilere nasıl bir
uygulama yapılmaktadır?
Test, 10 dakikada parmaktan bir damla
kan alınarak yapılabiliyor. Testlerin hepsinin güvenilirliğini de ben kendim kontrol
ediyorum. HIV testi sonuçları kesinlikle
gizli tutulmakta ve ücretsiz yapılmaktadır.
Yurt dışında bu konuda danışmanlıklar
para karşılığında yapılmaktadır. Biz ise
burada saatlerce insanlarla konuşup onları bilgilendirmekteyiz. Hiçbir ülke bilim
adamını bizim gibi bedavaya kullanmıyor.
Ancak ben bundan keyif duyuyorum.
1987’de dünya sağlık bakanlığı toplantısında herkes bütçesinin yüzde 17’sini
derneklere verecek diye bir karar alındı.
Üstelik altyapı ve personeli tamamlamak şartıyla. Biz ilk kurulduğumuzda
çok büyük şeyler başaracağımızı hayal
etmiştim. Avrupa’da yayınlanan bütün
kataloglarda isimlerimiz bulunmaktadır.
Avrupa’da test yapan, danışmanlık yapan sayılı derneklerden biriyiz.
AIDS’ in bulaşma yolları nelerdir?
Eşcinsellik ve uyuşturucu HIV virüsünde en büyük iki risk faktörüdür. AIDS’in
bulaşma yollarından bir tanesi kan yolu ile
bulaşmadır. Başka bir deyişle kan ve organ
nakli, ortak kesici alet ve enjektör kullanımı ile (uyuşturucu alanlar) bulaşmaktadır.
Cinsel ilişki yoluyla ve hamilelikte HIV virüsü taşıyan anneden bebeğe veya annenin
bebeği emzirmesi yoluyla bulaşmaktadır
Uyuşturucu kullanımı ve AIDS arasında ne
gibi bir ilişki söz konusu?
Uyuşturucu AIDS’te en önemli risk fak-
AIDS tedavisini devlet karşılıyor mu?
Tedavi çok pahalı olduğu için devlet
bunu karşılıyor. Eğer hastalık artarsa
tedaviye para yetiştirilememesi durumu
söz konusu.
HIV virüsü yaşayan bir insan ortalama ne
kadar yaşıyor?
AIDS hastası olan kişinin kanının cm küpündeki virüs sayısına göre yaşam süresi
belirlenmektedir. Bu süre ortalama sekiz
ile iki buçuk yıl arasında değişiyor.
AIDS ile Mücadele Derneği’ne bağış yapmak ve bu derneği yaşatmak isteyenler Ziraat Bankası Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp
Fakültesi Şubesi 6799913-5001 numaralı
hesaba yardımda bulunabilirler.
Dünyada 2006ʼ da AIDSʼten ölen ve hastalığa yakalananların sayıları
Batı Avrupa 1200 kişi ölen, 2000 yakalanan
Doğu Avrupa ve Orta Asyaʼda 8400 ölen, 270.000 yakalanan
Kuzey Amerikaʼda 18000 ölen, 43 000 kişi yakalanan
Güney Amerikaʼda 65.000 ölen, 140.000 yakalanan
Kuzey Afrika 36.000 ölen, 68 000 yakalanan
Güney Afrikaʼda 2 milyon 100 bin kişi ölen, 2 milyon 800 bin yakalanan
Avustralya 4000 ölen, 7000 yakalanan
Güney Doğu Asya 590.000 ölen, 860.000yakalanan
Doğu Asya 43.000ölen, 70.000yakalanan bulunmaktadır.
http://univers.ieu.edu.tr
t
SİNEMALAR,
FİLM GÖSTERİMLERİ
Desem Sineması
Beni Kimse Sevmiyor (Keiner Liebt Mich)
Rehber 11
Mayıs2009 Yıl2 Sayı14
Cennet yolcuları
(Knockin On Heaven’s Door)
Yönetmen: Thomas Jahn
Senaryo: Thomas Jahn
Tür: Romantik/Komedi
Yapım: Belçika/Hollanda/Almanya
Seanslar: 22-28 Mayıs, 14.30-16.45-19.0021.15
Fuar Açık Hava
Otello
Ayhan Sicimoğlu / Bueno Vista Revisted
Aşk Kurbanları (Les Victimes)
G.Verdi
21 Mayıs 20.00
23 Mayıs 15,00
Bale
t
15 Mayıs 2009 Cuma
Yönetmen: Doris Dörrie
Oyuncular: Maria Schrader (Fanny Fink)
Pierre Sanoussi-Bliss (Orfeo de Altamar)
Tür: Komedi / Dram
Yapım: Almanya
Seanslar: 1-7 Mayıs, 14.30-16.45-19.0021.15
Ayazda bir Yürek (Un Coeur En Hiver)
Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi
Yönetmen: Patrick Grandperret
Oyuncular: Jacques Dutronc, Vincent
Lindon, Karine Viard
Tür: Dram
Yapım: Fransa
Seanslar: 29-31 Mayıs, 14.30-16.45-19.0021.15
t
Türk bestecileri gecesi
16 Mayıs Cumartesi
20.00
t
TİYATRO
Kuvay-i Milliye Kadınları
KONSER
Ooze Venue
Yaşar
1 Mayıs Cuma
Saat: 23.00
Giriş: 25 TL
GEZİ
Midilli Adası Bisiklet Gezisi
16-19 Mayıs Program
16 Mayıs Cumartesi
09.00 Ayvalık’a varış
10.00 Midilli’ye hareket
12.00 Midilli’ye varış ve otele transfer
Bisikletli grup Molyvos’a gitmek üzere
yola çıkış. (Doğu sahili boyunca gidilerek
Molyvos’a varış. Mesafe 60 km, maksimum
yükseklik 600 metre, akşam çadır kampı.)
Bisikletsiz grup için öğleden sonra serbest
zaman.
17 Mayıs Pazar
Bisikletli grup için Molyvos-Kaloni-Mesa
yoluyla Midilli şehir merkezine geri dönüş.
(Mesafe 60 km, maksimum yükseklik 400
metre)
Bisikletsiz grup için serbest zaman
18 Mayıs Pazartesi
Bisikletli grup Midilli-Plomari Bisiklet
Gezisi, bisikletsiz grup için serbest zaman
19 Mayıs Salı
Şehir turu ve alışveriş
19.00 Feribot hareket
21.00 Ayvalık’a varış
Konaklama (4 gün 3 gece)
16-18 Mayıs
3 yıldızlı otelde konaklama+kahvaltı
Funda Arar
8 Mayıs Cuma
Saat: 23.00
Giriş: 25 TL
Tur ücretine dahil olan hizmetler:
Ayvalık-Midilli-Ayvalık Feribot bileti
3 yıldızlı otelde çift kişilik oda konaklama
Feridun Düzağaç
Yönetmen: Claude Sautet
Senaryo: Claude Sautet
Oyuncular: Andre Dussollier, Emmanuelle Béart, Daniel Auteuil Stephane
Tür: Dram
Yapım: Fransa
Seanslar: 8-14 Mayıs, 14.30-16.45, 19.0021.15
Ulis’ in Bakışı (Le Regard D’Ulysse)
Yazan: Nezihe Araz
Yöneten: Tomris Çetinel
1, 2 Mayıs
Teyzesi
Yazan: Simon Williams
Yöneten: Ali Hürol
9 Mayıs
15 Mayıs Cuma
Saat: 23.00
Giriş:20 TL
Bedük
22 Mayıs 2009 Cuma
Saat: 23.00
Giriş: 25 TL
Yönetmen: Theo Angelopoulos
Oyuncular: Harvey Keitel, Erland Josephson, Maia Morgenstern
Tür: Dram/Savaş
Yapım: Fransa
Seanslar: 15-21 Mayıs, 13.00/ 16.15/ 19.30
EÜ. Kampus Kültür Merkezi
Napoliten’ den Tango’ ya
4 Mayıs Pazartesi
19.30
t
OPERA VE BALE
La Muerte Di Garcilaso
Ruperto Chapi
Dünya Prömiyeri
9,11,12,25 Mayıs Cumartesi
20.00
La Vida Breve
Manuel de Falla
Türkiye Prömiyeri
14 Mayıs Perşembe
20.00
Yunanistan vizesi
Bisiklet turları rehberlik ve organizasyonu
Ücrete dahil olmayanlar
- Öğle ve akşam yemekleri
- Ada içi ulaşım ve transferler
- İzmir-Ayvalık ulaşım (Talep edilmesi halinde otobüs ile transfer sağlanabilir.)
Vergi-Harç-Sigorta
15 TL Yurtdışı Çıkış Harcı
20 TL Seyahat Sigortası
Detaylı bilgi için;
www.izmirbisiklet.org
12 Spor
http://univers.ieu.edu.tr
Mayıs2009 Yıl2 Sayı14
İzmirʼin gururu:
Arkas Spor
İzmir Ekonomiʼden hakem çıktı
Okulumuzun iç mimarlık ve çevre tasarımı 1.sınıf öğrencisi olan İsmail Uğur
Göçmen’in, il hakemliği lisansı almasından sonra hakemlik üzerine yaptığımız söyleşi.
dolayı. Fakat bölümüme
geçtiğimden beri daha
fazla zorlanıyorum. Çizim
ve proje yetiştirmek beni
epey yoruyor. Vakit ayırmaya çalışsam da ikisi beraber yorucu oluyor. Gene
de hakemliği ve okumayı
sevdiğim için ikisini birden yapmaktan mutluluk
duyuyorum.
İsmail Uğur Göçmen (ortada)
Doğuş Sar: Neden hakemliğe başlamaya karar verdin?
İsmail Uğur Göçmen: Yaptığım işte insanların bana saygı duymasını istediğim için hakemliği seçtim. Aynı zamanda küçüklükten
beri futbolun içinde bulunmak istiyordum.
Futbolcu olmak için yaşımın ilerlemiş olacağını düşündüm ve böyle bir karar aldım.
Hakemlikte klasman atlamak için gerekli
şartlar nelerdir?
Kendini geliştirmen sonucu bu gelişimleri
sahada en iyi şekilde göstermek çok önemli. Belki de en önemlisi gözlemcilerden aldığımız notlar.
Okul ve hakemlik beraber zor olmuyor mu?
Geçen sene rahattı hazırlık okuduğumdan
Bir Efsane: Lefter
Küçükandonyadis
22 Aralık 1925’de İstanbul’da Rum kökenli bir ailenin çocuğu olarak doğan Lefter, Fenerbahçe’de görev yapmış efsanevi
oyunculardan birisidir. Fenerbahçe ile İstanbul Profesyonel liginde iki, Türkiye
Şampiyonası’nda üç kere şampiyonluk yaşamıştır. 50 kez milli forma giyen ilk oyuncu
olduğu için futbol federasyonu tarafından
kendisine altın madalya verilmiştir. Toplamda Fenerbahçe formasıyla 615 maçta
423 gol atmıştır. Türk Milli Takımı formasıyla 50 maçta 22 golü vardır. Fenerbahçe
dışında İtalya’da Fiorentina ve Fransa’da
Nice forması giyen Lefter,
1957’de
Yunanistan’la yapılan bir maçta aslen Rum
kökenli olduğu için maça ilk on birde çıkarılmamış ve 70. dakikada Türkiye Yunanistan karşısında 2-0 gerideyken teknik direktör Lefter’i oyuna almış ve 70. dakikadan
sonra 4 gol birden atarak takımını galibiyete taşımıştır. 1963’te futbolu bıraktıktan sonra
Yunanistan’ın Egaleo,
Güney Afrika’nın Johannesburg takımlarında futbolcu ve antrenör
olarak yer almıştır. Daha
sonra Samsunspor, Orduspor, Mersin
İdman
Yurdu
ve
Boluspor’da
teknik direktörlük yapmıştır. Şu anda
Büyükada’da yaşamaktadır ve 3
çocuk sahibidir.
Kondisyonunu nasıl koruyorsun?
Salı ve perşembe günleri
antrenmanlarımız oluyor.
Bir buçuk saatlik bu antrenmanlar bize yetiyor.
Onun dışında kendimi eksik görüyorsam
cuma günleri kendi başıma Gürsel Aksel
sahasında koşuyorum.
Hiç yanlış karar verdiğini düşündüğün
oldu mu?
Maç sonrası gözlemciler uyardığında “aaa
evet burada hatalıymışım” dediğim oluyor.
B Genç kategorisinde de olsa Göztepe – Karşıyaka maçı yönetmek nasıl bir duygu?
Doğruyu söylemek gerekirse ilk maçımda
bile böle bir duyguyu yaşamamıştım. Maça
başlamadan 2 saat önce sahaya gitmiştik,
ilk olarak sanki sıradan bir maçmış havası
vardı. Maçın başlamasına 1 saat kala hakem arkadaşlarım ve beni büyük bir sessizlik almıştı. Maça çıktığımızda ise sanırım
ilk defa bu kadar fazla seyircili bir maçta
hakem olacaktım. Ve maç başlayana kadar
heyecanım devam etse de maç başlayınca o
heyecanı üzerimden attım.
Başına gelen ilginç bir olayı bize anlatır
mısın?
Şansızlığım mıdır bilmiyorum benim
kontrol ettiğim ağlarda genelde sorun çıkıyor. Bu bizim aramızda espiri konusu bile
oldu. Ağları kontrol ettiğimde sağlamdı.
Maçta korner oldu ve kornerden gelen
topa futbolcu o kadar güzel vurdu ki top
90 a gitti ve tekrar sahaya döndü, kimse
anlamadı ve topla oynamaya Devam ettiler.
Bende ilk başta anlamadım ve bir 5 saniye
kadar baka kaldım. Düşünsenize fiziğe aykırı bir olay yaşıyorum; top 90 a gidiyor
ve tekrar sahaya dönüyor. Daha sonra ben
golü veriyorum tabii. Golü verdikten sonra bütün sporcular üzerime gelip “ağları
kontrol etmediniz mi siz?” diye söylenseler
de, sonuçta onlar da gol olduğunun bilincindelerdi…
Hakemler üzerinde bir baskı olduğunu düşünüyor musun?
Hakemlerde insan oldukları için ister
istemez bir iç baskı yaşadıklarını düşünüyorum. Yanlış bir karar verdiklerini
anladıktan sonra maç içinde daha tedbirli
olmaya çalışıyorlar fakat bu bazen hakemlerin hatalı karar almasına neden oluyor.
Dış baskılar ise bence var. Alt kategorilerde bile kulüp başkanlarının istemediği
hakemler var.
Alternatif bir arayış:
kaya tırmanışı
Dağcılığın içinden çıkan bir spor olan kaya tırmanışı git gide
yaygınlaşan bir spor dalı haline gelmeye başladı.
Adrenalin yaşamak ve kendini fit hissetmek isteyenler için en ideal aktivitelerden
biri de kaya tırmanışıdır. Kaya tırmanışına
başlayanların biraz ilerledikten sonra sınırlarını kendileri çizmeleri ise sporun insana kattığı özgürlükten başka bir şey değil.
Kayaya tırmanırken dengenizi kurmanız,
esnekliğiniz, gücünüz ve stratejik olarak
verdiğiniz kararlar bu sporda ilerlemeniz
için en gerekli özelliklerdir. Tehlikeli bir
spor dalı olarak bilinir fakat dikkat edildiği
zaman hiçbir tehlikeli yanı olmadığını görebilirsiniz. Kata (özel tırmanış ayakkabısı),
karabina, express, atc, dinamik ip gibi özel
eşyalar kaya tırmanışında kullanılan temel
malzemelerdir. Denemenizde hiçbir zararı
olmayan bu sporu, denedikten sonra bırakmak sizin için çok zor olacaktır.
İzmir Ekonomi Üniversitesi Dağcılık
Kulübü’nde bu spor yapılmaktadır.
Doğuş Sar
Voleybolda GM Capital Erkekler Avrupa
Challenge Kupası’nı Arkas Spor kazandı. Kupada bu sezon oynadığı 8 karşılaşmada, 7 galibiyet ve 1 mağlubiyet aldı. İlk turda maç oynamayan İzmir temsilcisi, 2. turda Estonya’dan
Selver Talinn’i her iki maçta da 3–0 yenerek
turu geçti. 3. turda yine maç yapmayarak 4.
tura yükseldi. 4. turda Almanya’nın Generali Haching takımını da her iki maçta 3-0’lık
net skorlarla geçen mavi beyazlı ekip, çeyrek
finalde Fransız ekip Tourcoing’le karşılaştı. İlk
maçta Fransa’da 3–0 mağlup olduktan sonra kendi sahasında 3–0 kazandı. Statü gereği
oynanan altın sette Fransız temsilcisini 15–10
yenerek “Dörtlü Final” hakkını elde etti. Arkas
Spor Kulübü’nün İzmir’de 5000 kişilik Karşıyaka Arena Salonu’nda organize ettiği yarı
final ve final maçlarına katılım yoğun oldu.
Arkas, yarıfinalde Yunan ekip Enosi Athlopedion Patras’ı 3–0 yendi. Yarı finalin diğer
maçında Polonya’dan Jastrezbski Wegiel ile
Romanya’dan Tomis Constanta takımları karşılaştı ve Polonya temsilcisi maçı 3–2 kazanarak
finale yükseldi. Çok zorlu geçen ve seyirci desteğini de arkasına alan temsilcimiz, maçı altın
sette 3–2 alarak 2008–2009 sezonunda GM
Capitol Erkekler Avrupa Challenge Kupası’nı
müzesine götüren taraf oldu. Üçüncülük
maçında ise Romanya’dan Tomis Constanta,
Patras’ı 3–0 yenerek üçüncü oldu.
Uğur Çalışkan
La Pasion Turka!
İspanya’ da lig takımlarından Deportivo La
Coruna’nın maçlarını izlerken hiç dikkat ettiniz mi? Tribünlerde sürekli Türk bayrakları
bulunuyor. İşte Deportivo taraftarı ile Türkler arasındaki o tarihsel, sıcak ve bir o kadar
da ilginç yakınlaşma…Dünyanın hemen
hemen her ülkesinde tanığı olduğumuz, futbola büyük heyecan ve keyif katan derbi karşılaşmalarından birisi de İspanya’da oynanmaktadır. Galicia bölgesinin iki güçlü takımı
olan, Vigo şehri takımı Celta de Vigo ile La
Coruna şehri takımı Deportivo La Coruna
arasında oynanan karşılaşmalar, ülkemizde
oynanan derbileri aratmayacak görüntüleri
ortaya çıkartmaktadır. Derbiyi ilginç kılan
olay ise, iki kentin taraftarlarının yüzyıllardır
birbirleri ile çekişmeleri, kin beslemeleridir.
Celta Vigo’lular, Deportivo’lulara, Türkler’e
verdikleri destek nedeniyle, Deportivo’lular
da Celta’lılara Portekiz’lilere yakınlıklarından
dolayı, “hain” yakıştırması yapmaktadırlar.
Vigo takımı Celta’da çok sayıda Portekiz taraftar derneği bulunmaktadır. Buna karşılık
La Coruna’nın takımı Deportivo’da Türkleri,
Türk bayrağını göndere çekecek kadar ateşli
Türk dernekleri kurulmuştur. Bu yüzden olsa
gerek, Deportivo La Coruna’nın her oynadığı
maçta sahaya asılmış çok sayıda Türk bayrağı
görebilirsiniz. Ayrıca Deportivo’lu futbolseverlere, “Türkler” adı takılmıştır. Geçtiğimiz
yıllarda Deportivo’nun kendi sahasında Yunan ekibi Panathinaikos’la oynadığı Şampiyonlar Ligi karşılaşmasında, Türk bayrakları
ile yapılan tribün şovunu anlatan La Pasion
Turka taraftar derneği başkanı Alberto Torres, “İnanın Riazor Stadı’nda yüzlerce Türk
bayrağı vardı. Stadın bir ucundan diğer ucuna bir Türk bayrağı astık. Yunanlılar sahaya
çıktıklarında dev Türk bayrağının yanı sıra
yüzlerce ateşli taraftarın ellerindeki ay yıldızlı
bayrakları görünce neye uğradıklarını şaşırdılar. Dünyanın hiçbir yerinde kendi ulusunun
bayrağının dışında, başka ülke bayrağına bu
kadar çok sahip çıkan bir taraftar grubu bulamazsınız” yorumunu yapmıştır.
Özgür Seçim

Benzer belgeler

Sayı 15 / Haziran 2009 - İletişim Fakültesi

Sayı 15 / Haziran 2009 - İletişim Fakültesi onferansın açılış konuşmasını Brighton Üniversitesi’nden gelen ünlü tasarım tarihçisi Prof.Dr. Jonathan W. Woodham’ın yaptığı konferans İzmir Ekonomi Üniversitesi, Haliç Üniversitesi, Marmara Ünive...

Detaylı