DİNİMİZ İSLAM Dinimiz ve Bâtıl Dinler

Transkript

DİNİMİZ İSLAM Dinimiz ve Bâtıl Dinler
DİNİMİZ İSLAM
www.dinimizislam.com
Dinimiz
ve
Bâtıl Dinler
Künye
Sahibi:
Mehmet Ali Demirbaş
Gazeteci – Yazar
29 Ekim Cad. No:23 Kat:4
Yenibosna İstanbul
Tel: (0212) 454 38 20
[email protected]
www.dinimizislam.com
Aklın tefsiri
Akılla nakil çakışırsa
Aklın bittiği yer
İman ve akıl
Din kitabı okumak
Felsefe nedir
İnanmak ihtiyaç mı?
İslam felsefesi ve filozofu yoktur
Tasavvuf ve felsefe
Vehbi ilim ve ilham
Dinde şahsi görüş olmaz
İlim hocadan öğrenilir
Dinimiz ve fen
Müslüman fen adamları
Fennin ilerlemesi ve dinimiz
Dinimiz ilerlemeyi emrediyor
İslami ilimler ikiye ayrılır
Dinimizin tecrübeye verdiği önem
Fen ve gelişmeler
Hastalıktan korunmak
Matbaanın geç gelmesi
Kâinatın genişlemesi
Darwin ve Evrim Teorisi
Uçan daireler ve UFO yalanları
Genetik kopyalama
Tarihte medeniyetler
İlk insanlar vahşi miydi?
Tarihte medeniyetler
Medeniyetin beşiği neresi
Büyük devlet olmanın sırrı
Allah çalışana verir
Alman Prof. Neumark’ın itirafları
Allah bize niye yardım etmiyor
Dört bin yıl önce beyin ameliyatı
Tek hak din
Evrensel hak din yalnız İslam’dır
Hak olan din hangisidir?
Peygamberimize inanmayan
Mümin Olamaz
La ilahe illallah diyen Cennete
girer mi?
Hazret-i İbrahim’e iftira ediyorlar
Cennete Müslüman olan girer
Allah’a inanan gayrimüslim
FİHRİST
Dinimiz
1
Dinimizde ilmin ve âlimin yeri
1
Dinimizde ilmin önemi
1
Âlimin dindeki yeri
17
İslam âlimi kime denir
21
En iyi ve en kötü insanlar
24
Âlim övünmez
26
Âlimlere nasıl tâbi olunur
29
Fıkıh ilminin önemi
33
Fetva vermenin mesuliyeti
41
İmam-ı a’zam bu ümmetin ışığıdır 44
İnternet ve diğer yayın vasıtaları 48
Doğruyu yanlışı ayırmada ölçü
58
Maksatları âlimler köprüsünü
Yıkmak
59
Kötü âlimler, din iman hırsızlarıdır 69
Âlimin de kötüsü olur
78
Gün günü arattırır
80
Üstad ne demektir?
81
Kevseri ve Şah Veliyullah
83
Gerçek ve sahte âlimler
84
Âlimler de insandır
85
İlmin önemi (şiir)
87
İlim öğrenen ve öğreten
89
Bilmiyorum denir mi?
92
İlmi gizlemek
93
Bilmemek özür olur
94
Hatasız âlim kimdir?
94
Müftünün sözü
96
Vasıta ve gaye
97
Aklın dindeki yeri
99
Akıllı kimdir
99
Akıl herkeste eşit mi?
104
Aklın dinde önemi büyüktür
105
Peygamber gönderilmeseydi
107
Akıl büyük nimettir
113
Akıl ve Mutezile
115
Akla olan ihtiyaç
116
Din ne diyor o önemli
119
Kadın, erkek ve akıl
121
Ahmaklık nedir
123
Doğruyu bulmak için güzel
bir dua
127
2
128
129
130
130
132
133
135
136
141
143
146
148
149
149
153
155
157
158
159
160
162
163
164
173
175
177
177
179
185
188
189
192
193
196
197
197
210
213
216
217
218
224
www.dinimizislam.com
Ehl-i kitabın durumu
228
Gayrimüslimleri sevmek
232
Dinlerin ortak noktası olur mu?
238
Allah’ın azabı çok şiddetlidir
243
Eski ve yeni Hıristiyanlar
244
İzzet ve şeref isteyen
247
İnanca saygı
248
Küfürle iman birleşmez
251
Mason Abduh taraftarı
254
Müşriklerle işbirliği
259
Hoşgörülü olmak
260
Hak din İslam’dır
262
Allah’a iman ne demektir?
265
Mazlum Hıristiyanlar
266
İki dine uymak
267
Tebliğ nasıl olur?
269
Tarihsel âyet olmaz
271
Hak dinler
273
Gayrimüslim şehit olmaz
274
Hıristiyan Müslüman mukayesesi 275
Ehl-i kitaba Cennetlik diyenler
277
Kâfire, kâfir denmez mi?
278
Yahudi hayranlığı
280
Fetret ne demektir?
281
Hanif dini, İbrahimi din nedir
282
Hanif dini nedir?
282
Ebu Hanife ne demek?
287
Hanif diye bir din yoktur
289
Selamın sünnet şekli
290
Hanif dini ne demek?
291
Emri maruf ve nehy-i Münker
298
Dini anlatırken nelere dikkat etmeli300
Müjdele, nefret ettirme!
303
Emr-i marufun önemi
305
Emr-i maruf - Fitne çıkarmak
310
Din adına dinin dışına çıkmamalı 314
Cihadın dindeki yeri
316
Çifte standart ve müdara
320
Tartışmanın on zararı
321
Münakaşa etmek dostluğu giderir 324
Herkese aynı şeyi söylemek
doğru mu?
326
Müdahene ve müdara ne demektir?327
Müslümanın davranışı
330
Hak Yoldakiler
331
Cihad ve fitne
332
Amellerin en kıymetlisi
335
Fitne çıkaran lanetliktir
336
Âmire itaat dinin emridir
338
Allah ile kul arasına girilmez mi? 343
Hicret etmenin önemi
345
Kork Allah’tan korkmayandan
348
Sultana itaat gerekir
351
Hidayete sebep olmak
356
Hakkı ve sabrı tavsiye
361
Yol levhası olmak
362
Emr-i maruf ve cihad
367
Yanlış konuşanları tenkit etmek 369
Doğruya doğru demek
372
Kadının cihadı
373
Dinin emrini bildirmek
374
Kırkıncı yılımız
375
Kötüyü düzeltmek
376
Kanunlara karşı gelinmez
378
Emr-i marufla ilgili çeşitli sorular 379
İbadetlerimiz
385
Efâl-i Mükellefîn
385
389
İbadetin faydası kime?
Dine uymanın faydası
396
Gençlikte yapılan ibadetler
399
Dindeki emir ve yasakların Hikmetleri403
İbadetlerin kabul olma şartları
405
Günahkârın ibadeti
409
Kabahat gizli olmalı
411
En kıymetli ibadet
412
Önemlinin de önemlisi
421
Ameller yedi türlüdür
422
İlim, amel, ihlas
423
Neşe ile ibadet yapmak için
427
İki kat sevap alanlar
428
İbadetlerin hikmetleri
430
En faziletli şeyler
434
Dinde zorluk yoktur
437
Farzdan daha sevab olan nafile
439
Zayıf kavle uymak
440
Sahih olması için
441
Kurtuluş için yedi geçit
441
Onda birini yapan kurtulur
449
3
www.dinimizislam.com
Beş katlı İslam binası
450
Özgürlük ve istediğini yapmak
453
İbadet nedir?
456
Dinde temel sayılan 8 madde
462
Şartsız söylenenler
464
Sevgi varsa kural işlemezmiş
468
Emir ve yasak Müslüman İçindir 470
İbadeti gizlemek
471
Haramla helal çakışırsa
472
İşe giderken niyet
474
Uykudaki sevab ve günah
474
Salih ameller
476
Kâfirlerin ve bid’at ehlinin İyilikleri 477
Sıkıntıda ibadet
479
Çalışmak ibadet mi?
479
İbadet ve Cennet
480
Hem iç hem dış organ
481
Dinimizde temizliğin önemi
482
Dinimizde kadının yeri
489
Köle ve cariye nedir?
496
Irkların meydana gelişi
503
Dinimiz ve adalet
510
İslam terörü olmaz
519
Dini emirlerde mantık aramak
522
Çoğunluğa uymak gerekir mi?
538
İdare şekilleri
540
Müslümanlar niçin geri kalmıştır 547
Niçin Müslüman oldular
553
İrticanın Müslümanlıkla ilgisivar mı?561
Din adına dinsizlikler
566
Din düşmanlarının taktikleri
568
Dinde zorlama yoktur
570
Hoşgörü ne demektir?
571
Batılı meşhurların İslam hayranlığı 572
Dinimizle ilgili çeşitli sorular
579
Yahudilik - İsrail oğulları
583
Yahudilik, Tevrat ve Talmud
585
Kur’anda Yahudiler
597
Bugünkü Tevrat ve İnciller
597
Sebeciler Yahudilere benziyor
599
Hıristiyanlık - Hıristiyanlık nedir 600
Bugünkü Hıristiyanlığın esasları 602
Hıristiyanlığı bozanlar kimlerdir 604
Birkaç Hıristiyanla diyalog
606
Bir misyonerle diyalog
606
Bir hıristiyana cevaplar
613
Hayret! İncili de inkâr ettiler
626
Hıristiyanlıkta Teslis inancı
628
Baba kelimesinin anlamları
630
Hazret-i İsa insan idi, ona tapılmaz631
Hazret-i İsa Peygamberdir,
ona tapılmaz
633
Bugünkü Tevrat ve İnciller
636
Joseph Barnabas kimdir
638
Dört İncilden hangisi orijinal
641
Allah birdir, niçin Biz deniyor
645
Allah mekandan münezzehtir
648
Hazret-i İsa gökten inmeyecek mi?649
Mesih ne demektir
652
Hazret-i İsa’ya niçin Ruhullah
Deniyor
653
Hazret-i İsa’nın kurban edilmesi 655
Hazret-i İsa ve Yılbaşı
657
Misyonerlerin uydurduğu hikaye 658
Hıristiyanlık ve akılcılık
661
Papazların isyanı
662
Yehova şahitleri kimdir
663
Misyoner faaliyetleri
666
Süryaniler
669
Eflatun ve Hıristiyanlık
669
Noel Baba efsanesi
671
Hıristiyanlıkta akıl ermez inançlar 672
Çin Fağfuru ve iki Cizvit papazı
674
Hıristiyanlıkta devlet idaresi
676
Musevilik ve İsevilik
677
Semavi dinlerde iman
678
Dinlerdeki farklı hükümler
684
Müslüman olma sebepleri
689
Allah’ın dinine uymak
690
İlahi kitapların bozulması
691
Brahmanizm
691
Budizm
694
Hinduizm
696
Şamanizm
698
Mecusilik
698
Lamaizm
700
4
www.dinimizislam.com
Dinimiz ve bâtıl dinler
Dinimiz
Dinimizde ilmin ve âlimin yeri
Dinimizde ilmin önemi
Sual: İlim öğrenmenin fazileti nedir?
CEVAP
İlim öğrenmenin fazileti çoktur. Kur’an-ı kerimde meâlen,
(Bilmiyorsanız, zikir ehline [ilim ehline, âlimlere] sorun) buyuruldu.
(Enbiya 7)
Âyet-i kerimedeki zikir, ilim demektir. Bu âyet-i kerime, bilmeyenlerin,
âlimleri bulup onlardan sorup, öğrenmelerini emretmektedir. (Hadika)
Üç ayet-i kerime meali de şöyledir:
(Allah iman edenleri yüceltir; kendilerine ilim verilmiş müminleri
ise, [cennette] kat kat derecelerle yükseltir.) [Mücadele 11]
(De ki, hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Bilen elbette
kıymetlidir.) [Zümer 93]
(Kulları arasında Allahü teâlâdan en çok korkan âlimlerdir.) [Fatır
28]
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(İlim öğrenmek, kadın-erkek her müslümana farzdır.) [Beyheki]
(Beşikten mezara kadar ilim öğrenmeye çalışınız!) [Şir'a]
(Allahü teâlâ, İbrahim aleyhisselama "Ben ilim sahibiyim, ilim
sahiplerini severim" buyurdu.) [İbni Abdilber]
(İlim, İslam’ın hayatı, imanın direğidir.) [Ebuşşeyh]
(Hiç kimse, cehaletle aziz, ilim ile de zelil olmaz.) [Askeri]
(Boş vaktini ilme harcayan kurtulur.) [İ. Maverdi]
(Salih âlimlerden olun, eğer salih âlimlerden olamazsanız, böyle
âlimlerin sohbetinde bulunun, sizi hidayete kavuşturacak, dalaletten
uzaklaştıracak ilmi dinleyin!) [İ. Maverdi]
(Nerede ilim varsa, orada müslümanlık vardır.) [S.Ebediyye]
(İlim, benim ve diğer Peygamberlerin mirasıdır. Kim de bana
mirasçı olursa, Cennette benimle beraber olur.) [Deylemi]
(Allah’ın rezil etmek istediği kul, ilim ve edepten mahrum kalır.)
[İbni Neccar]
1
www.dinimizislam.com
(Bir müslüman, arkadaşına, hidayetini arttıracak veya onu
tehlikeden kurtaracak hikmetli bir sözden daha iyi bir hediye
veremez.) [Ebu Ya’la]
Hazret-i Lokman, oğluna buyurdu ki:
(Âlimlerle otur, hikmet sahiplerinin sözlerini dinle! Allahü teâlâ, bahar
yağmuru ile toprağa hayat verdiği gibi, ölü kalbleri hikmet nurları ile diriltir.)
İlim, Cennete giden bir yol, gurbette arkadaş, yalnızlıkta sırdaştır. İlim,
iki cihanda kurtuluş, düşmana karşı siperdir. İnsan için haya, gözler için
ziyadır.
Hazret-i Ali buyurdu ki:
(İlim, maldan hayırlıdır. Çünkü malı sen korursun; fakat ilim seni korur.
Mal harcamakla azalır, ilim sarf etmekle çoğalır.)
İmam-ı Gazali hazretleri de, (İnsanın diğer mahlûkattan üstünlüğü ilmi
iledir, güç ve kuvvetiyle değildir. Çünkü deve insandan kuvvetlidir. İrilik
bakımından da değildir. Çünkü fil insandan çok iridir. Cesaret bakımından
da değildir. Çünkü aslan insandan cesurdur. Çok yemesiyle de değildir.
Çünkü mandanın karnı, insanın midesinden daha büyüktür. Şu halde ilim
çok üstün bir vasıftır) buyurmaktadır.
Yemek ve içmekten kesilen hasta, ölmeye mahkum olduğu gibi, ilim ve
hikmetten mahrum kalb de ölüme mahkumdur.
İlim öğrenmek ve öğretmek çok mühimdir. Hadis-i şeriflerde de
buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ ilim verdiği âlimlerden de Peygamberlerden aldığı
misak gibi, ilimlerini saklamayıp insanlara açıklamaları için, söz almış
ve "Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et!" buyurmuştur.) [Ebu
Nuaym]
(En güzel hediye, hikmetli bir sözü iyice anlayıp, din kardeşine
anlatmaktır.) [Taberani]
(Bir saat ilim öğrenmek veya öğretmek, sabaha kadar ibadetten
daha sevaptır.) [Deylemi]
(Heves edilecek iki kimse vardır: Biri, Allahü teâlânın verdiği
ilimle amel edip başkasına da öğreten, ikincisi de, Allahü teâlânın
verdiği serveti hayra sarf edendir.) [Buhari]
(İlim yolunu tutana, Allahü teâlâ Cennet yolunu açar.) [Tirmizi]
(Melekler, ilim talebesinden memnun oldukları için kanatlarını
onların üzerine gererler.) [İ. Abdilber]
(İlimden bir mesele öğrenmek, dünyadaki her şeyden kıymetlidir.)
[Taberani]
2
www.dinimizislam.com
(Ya âlim, ya öğrenci, ya dinleyici veya bunları seven olun. Yoksa
helak olursunuz.) [Beyheki]
(Tecrübeli yaşlılarla oturup kalkın. Âlimlere sorun. Hikmet
sahipleri ile beraber olun.) [Taberani]
(Âlim olmayan veya ilim öğrenmeye çalışmayan bizden değildir.)
[Deylemi]
(Bir âlimin, yanına oturarak, bir saat ilimle meşgul olması, bir
âbidin 70 yıl ibadetinden hayırlı olabilir.) [Deylemi]
(İşlenen bir günah, âlime bir, cahile iki olarak yazılır. Âlim, günahı
için azap olunur. Cahil ise hem günahı, hem de öğrenmediği için azap
olunur.) [Deylemi]
(Allahü teâlâ, dünya işlerinin âlimi, ahiret işlerinin cahili olana
buğz eder.) [Hakim]
(İlim öğrenmek, namaz, oruç, hac ve Allah yolundaki cihaddan
daha kıymetlidir.) [Deylemi]
(Bir saat ilim öğrenmek gece sabaha kadar ibadet etmekten
kıymetlidir. Bir gün ilim öğrenmek, üç ay oruç tutmaktan kıymetlidir.)
[Ebu Nuaym]
(Bir kimse, ilim öğrense, bununla amel etmese bile; bin rekat
namaz kılmasından daha fazla sevap alır. Eğer öğrendiği ilimle amel
eder veya başkasına öğretirse, hem bunun sevabını alır, hem de
Kıyamete kadar bununla amel edenlerin sevabını alır.) [Hatib]
(Farzlarda ihmallik yapan bir derde müptela olur.) [İ. Ahmed]
(Din ilmine sahip olanın sıkıntısı gider ve ummadığı yerden
rızıklanır.) [İ. Neccar]
(İlim öğrenen veya Allah için bir dost edinen veya din kardeşinin
yüzüne şefkatle bakan veya “Bismillah” diyerek işine başlayan affa
uğrar.) [İ. Rafii]
İlim âlimden öğrenilir
Bir talebenin, ilim öğrenebilmesi ve doğru yolu bulabilmesi için, bir
öğreticiye ihtiyacı vardır. Çünkü hadis-i şerifte, (İlim üstaddan öğrenilir)
buyuruldu. (Taberani)
Kur'an-ı kerimde ise mealen, (Eğer bilmezseniz, bilenlerden sorun!)
buyuruldu. (Nahl 43)
Allahü teâlânın rızasına kavuşmak için de sebeplere yapışmak, bir
âlimin gösterdiği yolda gitmek gerekir. Kur'an-ı kerimde mealen (Ey iman
edenler, Allah’tan sakının ve Onun rızasına kavuşmak için, vesile
arayınız!) buyuruluyor. (Maide 35)
3
www.dinimizislam.com
Bu âyet-i kerimeden de bir öğreticiye ihtiyaç olduğu anlaşılmaktadır.
Bir kimsenin rehberi olmazsa, şeytan ona rehber olur. Şeytan rehber
olunca da, kendisine tâbi olanı uçurumdan uçuruma atar.
[Bu yüzden, bid’at ehli, reformcu zatları dinlememeli, sözlerine
inanmamalı, kitaplarını okumamalı, yaralı aslandan kaçar gibi bunlardan
uzaklaşmalıdır. Nakli esas alan kitapları okumalıdır. Hakikat Kitabevi’nin
yayınladığı kitaplar, ehl-i sünnet âlimlerinin kıymetli eserlerinden
derlenerek
hazırlanmıştır.
www.hakikatkitabevi.com
adresinden
okunabilir ve temin edilebilir.]
İlim bulunan yerde müslümanlık vardır
Ehl-i sünnet itikadını ve ilmihalini öğrenmeyen ve çocuklarına
öğretmeyenler, Müslümanlıktan ayrılmak, küfür felaketine düşmek
tehlikesindedir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İlim bulunan yerde Müslümanlık vardır. İlim bulunmayan yerde
Müslümanlık kalmaz.)
Ölmemek için, yiyip içmek gerektiği gibi, kâfirlere aldanmamak, dinden
çıkmamak için de, dinini, imanını öğrenmek gerekir. Ecdadımız her zaman
toplanıp, İlmihal kitaplarını okur, dinlerini öğrenirlerdi. Ancak böyle
müslüman kaldılar. İslamiyet’in zevkini aldılar. Bu saadet ışığını bizlere,
doğru olarak ulaştırabildiler.
Bizim de müslüman kalmamız, yavrularımızı içimizdeki ve dışımızdaki
kâfirlere kaptırmamamız için, birinci ve en lüzumlu çare, her şeyden önce
Ehl-i sünnet âlimlerinin hazırladığı ilmihal kitaplarını okumak ve
öğretmektir. Çocuğunun müslüman olmasını isteyen ana-baba, çocuğuna
Kur'an-ı kerim öğretmelidir. Fırsat elde iken okuyalım, öğrenelim ve
çocuklarımıza, sözümüzü dinleyenlere öğretelim! (Herkese Lazım Olan
İman)
İlim öğrenirken nelere dikkat etmeli?
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
İlim talebesinin bazı vazifeleri şunlardır:
a- Kalbini bütün fena hâllerden temizlemelidir. Hadis-i şerifte, (Din,
temizlik üzerine kurulmuştur) buyuruldu. Buradaki temizlik, sadece dış
temizliği değil, aynı zamanda bâtın temizliğidir. Başka bir hadis-i şerifte de,
(Köpek bulunan eve rahmet melekleri girmez) buyuruldu. Kalbi bir eve
benzetelim. Bu eve melekler gelir. Gazap, kin, haset, kibir gibi kötü huyları
havlayan köpek kabul edelim! Böyle azgın köpeklerle dolu eve rahmet
melekleri girmez. Allahü teâlâ ilim nurunu kalbe melekler vasıtası ile akıtır.
Rahmet meleklerinin girmediği kalb ilimden mahrum kalır.
4
www.dinimizislam.com
b- Bütün gücünü ilme bağlamalıdır! Başka şeylerden alakayı
kesmelidir! Dağınık fikir, suyu bölünen ırmağa benzer. Sağa sola
aktığından bahçeyi sulayamaz.
c- İlmiyle kibirlenmemelidir! Hiçbir İslam âlimini küçük görmemelidir!
Cahil ve aciz bir hastanın, mütehassıs bir doktoru kabul etmesi gibi İslam
âlimlerini kabul etmelidir. Talebe, şahsi fikrini bir tarafa atmalı, İslam
âlimlerinin öğüdüne kulak vermelidir! İslam âlimlerinin hata gibi görünen
işini, kendi doğrusuna tercih etmelidir!
d- Faydalı ilimleri öğrenmeye çalışmalıdır! İlimden gaye, kalbi kötü
huylardan temizleyip, faziletlerle süslemektir.
e- Zorluklara karşı sabırla göğüs germelidir. İlim ve diğer nimetleri acı
ilaçlarla kaplamışlardır. Akıllı olan, bunların içine yerleştirilmiş tatlıları
görür. Üzerindeki acı örtüleri de tatlı gibi çiğner. Acılardan tat alır. Hasta
olan onun tadını duyamaz. Hastalık, Allahü teâlâdan başkasına gönül
vermektir.
İlimden istifade edebilmek için:
1- Önce niyetini düzeltmeli, cahillikten kurtulmayı düşünmelidir! Allahü
teâlâ, (Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu) buyurdu.
2- İnsanlara faydalı olmayı düşünmelidir! Hadis-i şerifte, (İnsanların
hayırlısı, insanlara faydalı olandır) buyurulmaktadır.
3- Öğrendikleri ile amel etmeye çalışmalıdır. Çünkü, (Amelsiz ilim
vebal, ilimsiz amel sapıklıktır) buyurulmuştur.
4- İlim öğrenmekten maksat, Cenab-ı Hakkın rızasını talep olmalıdır.
Allahü teâlâ, ihlâsı, salih ameli övmektedir.
5- Üstüne lazım olmayan şeye karışmamalıdır. Hazret-i Lokman'a, (Bu
dereceye ne ile kavuştun?) diye sual ettiler. (Doğruluk, emanete riayet ve
bana lazım olmayanı bırakmakla) diye cevap verdi.
6- Biri ile münakaşa ederse, ona karşı insaflı olmalı, yumuşak
davranmalıdır ki kendisi ile cahil arasındaki fark belli olsun. Hadis-i şerifte,
(Allah refiktir, yumuşaklığı sever. Sertlik edenlere vermediği şeyleri ve
başka hiçbir şeye vermediğini, yumuşak davranana ihsan eder)
buyuruldu.
7- Sabırlı olmalıdır. İbni Abbas hazretlerine, (Bu ilmi ne ile elde ettin?)
diye sual ettiler. Cevabında, (Darlıkta, genişlikte sabretmekle, sual
sormakla ve yorulmayan bir azimle) buyurdu. Yine büyük bir zat aynı suale,
(Erken kalkmakla, son derece alçak gönüllü olmakla, kuvvetli azim ve
sabırla) diye cevap verdi.
8- İlim talebesi, herkesle iyi geçinmelidir! (İnsanların hayırlısı onlarla iyi
geçinen, insanların şerlisi de onlarla çekişen) buyurulmuştur.
5
www.dinimizislam.com
9- Çok edepli olmalıdır.
10- Büyük bir âlime, ilmi ne ile elde ettiği soruldu. Cevabında,
(Hocamın her sözünü dinlemekle) buyurdu. Âlimler buyuruyor ki:
(İlim talebesi, ilme ve ilim öğreten hocasına hürmet etmedikçe,
öğrendiği ilmin faydasını göremez.) [Bu yüzden, mezhep ve itikad
imamlarımıza ve ehl-i sünnet âlimlerine saygı ve hürmette kusur
etmemelidir.]
İlmin başı
Peygamber efendimiz, ilmin inceliklerini, acayipliklerini soran köylüye
buyurdu ki:
- İlmin başını öğrendin mi?
- İlmin başı nedir ki?
- İlmin başı, Allahü teâlâyı hakkıyla tanımaktır. Bu da Onun, misli,
benzeri, zıddı, dengi, eşi olmadığını, vahid, evvel, ahir, zahir ve bâtın
olduğunu bilmektir. (Şir'a)
Görüldüğü gibi ilmin aslı marifetullahtır, yani Allahü teâlâyı tanımaktır.
İlmin veya başarının başı sabır denebilir. İbadet için de böyledir.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İbadetin başı sabırdır.) [Hakim]
Sabrın önemi birçok işten büyüktür. Bu bakımdan, (Her işin başı
sabırdır) denebilir.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İlimden bir şey öğrenmek, dünya ve içindeki her şeyden daha
iyidir.) [Taberani]
(Öğretmek için ilimden bir mesele öğrenen 70 sıddık sevabı alır.)
[Deylemi]
(İlim öğrenmek amelden kıymetlidir.) [Hatib]
İlimden zarar gelmez. Ölünceye kadar ilim öğrenmeye çalışmalıdır!
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Hiç kimse cahillikle aziz, ilim ile de zelil olmaz.) [Askeri]
İlmin faydalısını öğrenmelidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâdan faydalı ilim isteyin ve fayda vermeyen ilimden
Allahü teâlâya sığının!) [İ.Mace]
Lüzumsuz sualler
Okuyucularımız, çok zaman faydalı sual soruyorlar. Biz de araştırıyor,
ehline soruyor, cevabını yazıyoruz. Böylece o okuyucu ile birlikte, diğer
okuyucularımız da bundan istifade ediyor. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
6
www.dinimizislam.com
(İlim bir hazine, sual ise anahtardır. Sorun ki öğrenin! Bir sual
sayesinde dört kişi sevap alır. Sual soran, cevap veren, dinleyen ve
bunları sevenler.) [Ebu Nuaym]
Okuyucularımızdan bazıları ise, Hazret-i İbrahim’in kestiği koçun
etini kimler yedi?, Falanca âlimin anasının adı neydi?, Yunus
aleyhisselamı yutan balık, erkek miydi? gibi sualler soruyorlar. Dürr-ülmuhtarın Tahtavi haşiyesinde buyuruluyor ki:
(İnsanın bilmesi gerekmeyen şeyleri münakaşa etmesi mekruhtur.
Öğrenilmesi emredilmemiş olan şeyleri sormak caiz değildir. Mesela
Hazret-i Lokman peygamber midir? Cin, insanlara nasıl görünür? Hazret-i
İsa gökten ne zaman inecek? Buna benzer şeyler sormamalı, çünkü
bunları öğrenmekle emrolunmadık.)
Bugün çok kimse, Ehl-i sünnet itikadını bilmiyor. Öğrenmesi farz-ı ayn
olan bilgilerden habersizdir. Faiz çeşitlerini, hatta yemeğin farzlarını bile
bilmez iken, dünya ve ahirette gerekmeyen şeyleri soruyorlar. Biz de
(Bilmiyoruz) diye cevap verince, (Bir bilene sor) diyorlar. Zaten biz,
bilmediklerimizi bir bilene soruyoruz. Fakat bilinmesi gerekmeyenleri
sormak lüzumsuzdur. Dünya ve ahirete yaramayan sualleri sormak ve her
suale cevap vermeye kalkmak ve (Ben bilirim) demek doğru değildir.
Kur'an-ı kerimde de mealen buyuruldu ki:
(Her ilim sahibinin üstünde, daha iyi bilen vardır.) [Yusuf 76]
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Âlimim diyen cahildir.) [Taberani]
(Çok sual sormaktan sakının! Sizden öncekiler, bu yüzden helak
oldu.) [İ. Maverdi]
(Sizi çok sual sormaktan nehyediyorum.) [Taberani]
(Allah rızasından başka bir maksatla ilim öğrenen veya ilmini
dünya menfaatine alet eden Cehenneme gidecektir.) [Tirmizi]
(İlmi, âlimlerle yarışmak, cahillerle münakaşa edip susturmak ve
insanlar yanında itibar kazanmak için öğrenen Cehenneme
gidecektir.) [Tirmizi]
Şu halde, lüzumsuz sual ve başka maksatlarla sual sormak doğru
değildir. İmtihan gayesiyle karşısındakini sıkıştırmak için sual sormak da
uygun değildir. Hadis-i şerifte, (Öğrenmek için sual sorun! Kötü
maksatla sual sormayın!) buyuruldu. (Deylemi)
Suali uygun sorabilmek, o kişinin ilmini gösterir. Hadis-i şerifte, (Güzel
sual, ilmin yarısıdır) buyuruldu. (Taberani)
7
www.dinimizislam.com
İlmi, öğrenip amel etmek isteyen kimseye öğretmelidir! İlmin kıymetini
bilmeyen, laf olsun diye öğrenmek isteyene, ilim öğretmek doğru olmaz.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İlmi, ehli olmayana öğretmek onu kaybetmek demektir.) [İbni Ebi
Şeybe]
(Bazı kavimler gelecek, fakihleri, ince ve karışık meseleleri ele
alacak, halkı şaşırtacaklardır. İşte bunlar, ümmetimin şerlileridir.)
[Taberani]
Ayıp olur diye sormamak
Sual: Bir genç kızım. Mahrem konuları sormaktan utanıyorum. Ne
yapayım?
CEVAP
Bir kız, mahrem konuları annesine sorar. O da bilmezse, annesine,
(Babamdan öğren) der. Babası da bilmezse, babasının, bilen birisine
sorması gerekir. Babası yoksa, ağabey, amca, dayı gibi mahrem
akrabalarından öğrenir. Bunlar da öğrenip bildirmezse, o zaman mektupla
veya telefonla, kendinden değil de, (Bir kadının muayyen hâli şu kadar
devam edip kesilse, ne gerekir) şeklinde sormak daha uygun olur. Bir
kadının kocası, bu bilgileri öğrenip hanımına anlatmazsa, kadın, en uygun
bir yolla bunları öğrenebilir. Bilenlerden bu konuları edep dairesinde
sorması ayıp olmaz.
Hazret-i Esma’nın Peygamber efendimize nasıl gusledileceğini
sorarken utanması üzerine, Hazret-i Âişe validemiz, (Ensar kadınları ne
iyidir; utanmaları, dinlerini öğrenmekten men etmiyor) buyurdu.
(Buhari) Demek ki, ayıp olur diye kendisine farz olan bilgileri öğrenmemek
yanlıştır. Peygamber efendimiz, mahrem konuları anlatırken, (Allahü teâlâ,
hakkın anlatılmasından çekinmez) buyurmaktadır. (Tirmizi) Aynı
anlamda âyet-i kerime de vardır:
(Allahü teâlâ, gerçeği söylemekten çekinmez.) [Ahzâb 53]
Sual: Bilmediğimiz şeyler oluyor. Sormaya fırsat bulamıyoruz veya
çekiniyoruz. Sormamanın vebali var mıdır? Bir de sorduğumuz kimse
bildiği halde bilmiyorum derse ona da vebal olur mu?
CEVAP
İhtiyaç halinde bilmeyenler, bilenlerden sormalı, bilenler de bilgisini
gizlememelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
8
www.dinimizislam.com
(Âlimin bildiğini söylememesi, cahilin de bilmediğini sormaması
helal değildir. Çünkü Allahü teâlâ, "Bilmiyorsanız, ilim ehline sorun"
buyuruyor.) [Taberani]
Dinini öğrenmek için sual soranlara, cevap vermemenin vebali çok
büyüktür. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İlmini [bildiğini] gizleyene, denizdeki balıktan, gökteki kuşa kadar
her şey lanet eder.) [Darimi]
Okuma alışkanlığı kazanmak
Sual: Ülkemize gelen turistlere dikkat edin, bavullarının yarısında
elbise, geri kalan yarısında kitaplar var. Oysa biz seyahate çıktığımız
zaman aklımıza en son gelen şey kitaptır. Okuma sevgisi ve alışkanlığını
kazanmamız hususunda tavsiyeniz nedir?
CEVAP
Bilginin kaynağı kitaptır. En güzel, en sağlıklı ve en kolay bilgi kitap
okuyarak öğrenilir. Sessiz bir öğretmendir kitap. Anlamadığınız yeri
defalarca okuyabilirsiniz. Anlayamadığınız için kızmaz size. Aşağılamaz ve
şevkinizi kırmaz.
Kitap okurken hem yeni bilgiler öğrenir, ufkunuzu genişletir, hem de
günlük sıkıntılarınızdan az da olsa uzaklaşmış olursunuz. Çok kitap
okuyanların konuşması düzelir. Güzel ve anlamlı cümleler kurar. Fikrini
sağlıklı bir şekilde aktarabilir muhatabına. Fazla gaf yapmaz. Hadiseleri
daha geniş açıdan ele alarak değerlendirir. Kolay öfkelenmez, sabrı
öğrenir. Anlayışlı ve hoşgörülü olur.
Tabii kitap derken, her kitap bunları sağlar demiyoruz. Kitabın da
doğrusu, güzeli, faydalısı var. Bunun tersi de mümkün. Bazı kitapları
okuduğunuz zaman; ister istemez olumsuz yönde etkilenebilirsiniz.
At, otu yemeden önce koklar. Eğer zehirli ise, şüphelenirse yemez.
Kitap da öyledir. Kitap hakkında önceden bilgi sahibi olmak, kitabın yazarı,
müellifi hakkında fikir sahibi olmak gerekir.
Bozuk bir besin yediğimiz zaman midemiz nasıl bozuluyorsa, bozuk bir
kitap okuduğumuz zaman beynimiz de o şekilde etkilenir. [Bu yüzden
mezhepsizlerin, reformcuların kitaplarını okumamalı.]
İnsanın en esef duyacağı şey, öğrendiği lüzumsuz ve yanlış bilgidir.
Lüzumsuz bilgi nedir?
Dünya ve ahiretine yaramayan, sadece bazı tartışmalarda ve bilgiçlik
taslamada işe yarayabilen bilgi türüdür. Mesela, 1980 yılının en hızlı koşan
adamının ismini ezberlemek gibi. Maalesef günümüzde genel kültür
9
www.dinimizislam.com
dendiği zaman bu tür şeyler akla geliyor. Bilime ve insana hiçbir faydası
olmayan bir sürü ıvır zıvır bilgiler...Konuyu fazla dağıtmayalım.
Kitap okumanın faydalarını saymakla bitiremeyiz...
Bizim asıl değinmek istediğimiz konu; kitap okuma alışkanlığıdır. Bu
alışkanlık, küçük yaşlarda kazanılırsa, daha etkili, daha güzel ve daha
kalıcı olur.
Çocuklara ve gençlere okuma alışkanlığı kazandırmak lazımdır. Peki,
bu nasıl mümkün olabilir?
Çocukların ve gençlerin okudukları zaman heyecan duydukları çizgi
romanlar, kısa hikayeler, meraklı çocuk romanları, kelime hazinesini
geliştiren bulmacalar, bilmeceler, çocuklar ve gençler için hazırlanmış
mecmualar bu iş için biçilmiş kaftandır.
En güzel okuma alışkanlığını bu bahsettiklerimiz sağlayacaktır.
Yoksa, çocuklara direkt bilginin verildiği ders kitaplarının ve ağır
kitapların okutulması çok zordur. Ülkemizde bu işi en güzel yapan ve
başarılı olan kuruluşlardan bir tanesi Türkiye Çocuk Dergisi’dir. Yıllardan
beri profesyonel ve uzman kadrosu ile çocukları ve gençleri geleceğe
hazırlıyor.
Ülkemizde okuma alışkanlığının çok yetersiz düzeyde olduğunu kabul
etmek zorundayız. Dünya ülkeleri ile kıyaslandığımız zaman, çok geri
saflarda kalıyoruz.
Televizyon ve radyo gibi cihazlardan edinilen bilgiler, uçucudur. Çok
bilgi verilse dahi, bunları hatırımızda tutmak zordur. Çünkü, bu bilgilere
erişmek için hiçbir emek harcanmamıştır.
Ama kitap öyle değil. Belli bir emek harcanarak edinilen bilgilerin
unutulma ihtimali daha düşüktür.
Sual: Bazıları dini ve ilmi diyorlar. Din ilimden ayrı mıdır?
CEVAP
İslamiyet, ilmin tâ kendisidir. Kur'an-ı kerimde birçok yerde, ilim
emredilmekte, ilim adamları övülmektedir. Mesela, (Bilen ile bilmeyen hiç
bir olur mu, bilen elbette kıymetlidir) buyurulmaktadır. (Zümer 9)
Peygamber efendimizin ilmi öven ve teşvik buyuran sözleri o kadar
çok ve meşhurdur ki, gayrı müslimler dahi bunları bilmektedir. Yukarıda
birkaçını bildirdik.
İslam dininde kadın, kocasının izni olmadan nafile hacca gidemez.
Sefere çıkamaz. Fakat kocası öğretmezse ve izin vermezse, ondan izinsiz,
kendisi için lüzumlu ilmi öğrenmeye gidebilir. Allahü teâlânın sevdiği hacca
izinsiz gitmesi günah olduğu halde, ilim öğrenmeye izinsiz gitmesi günah
olmuyor. Hadis-i şerifte, (Nerede ilim varsa, orada Müslümanlık vardır.
10
www.dinimizislam.com
Nerede ilim yoksa, orada kâfirlik vardır) buyuruluyor. Burada da ilmi
emretmektedir. (Herkese Lazım Olan İman)
İlim, dinden ayrı değildir. İslam ilimleri ikiye ayrılır:
1- Akli ilimler,
2- Nakli ilimler.
Fizik, kimya, matematik, edebiyat gibi tecrübi ilimlere, akli ilimler denir.
Tefsir, kelâm, hadis, fıkıh gibi ilimlere de nakli ilim veya din ilimleri denir.
"İslamiyet, ilmi, fenni emreder" demek bile yanlış anlaşılabilir.
İslamiyet’in kendisi ilimdir.
Fen ilimleri, İslamiyet’in bir koludur. Din [İslamiyet] denince, içine ilim
de girer. Bunun için, dini ve ilmi demek yanlıştır. Fen, dinden ayrı değildir.
"Dini, ilmi, edebi ve ahlaki yayın" gibi tabirler kullananlar, böyle
konuşup yazanlar, ya dinimizi iyi bilmiyorlar veya mezhebi kabul etmiyorlar.
Bütün ilimler, İslam bilgileri içinde incelenir. Dini, ilimden ayıranlar, Batılı
yazarların tesiri altında kalan kimselerdir. Dinimizde ahlak da var, edep de
var, edebiyat da... Bu bakımdan "Dini, ilmi, edebi, ahlaki yayın" tabiri doğru
değildir. Dini denilince, diğerleri kullanılmaz. Dini kelimesi kullanılmadan
diğerlerinin hepsini kullanmakta mahzur yoktur.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Fen ve sanat müminin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alsın!)
[İbni Asakir]
(İlim Çin’de de olsa talep edin! Öğrenin!) [Beyheki]
Çin, eskiden olduğu gibi yine müslüman değildir. Çin’den alınacak ilim,
elbet fen ilmidir. Her türlü teknolojidir. Bu bakımdan hiç kimsenin,
İslamiyet’in ilme, tekniğe karşı olduğunu söylemesi mümkün değildir.
Sual: Kadın ve erkeğe farz olan ilimler nelerdir?
CEVAP
Dinimizde farz olan ilimler ikiye ayrılır: Farz-ı kifaye, Farz-ı ayn olan
ilimler.
Dünya işlerini tanzim için gereken tıp, ziraat, terzilik, siyaset gibi
ilimler, farz-ı kifayedir.
Bu ilimleri bilen kâfi miktarda insan varsa, diğer insanların bu ilimleri
öğrenmesi farz olmaz. Yani bu ilimleri bilmediği için diğer insanlar mesul
olmazlar.
Farz-ı ayn olan ilimleri her müslümanın bilmesi farzdır. Mesela namaz,
oruç gibi ibadetleri her müslümanın bilmesi farzdır. En başta da Ehl-i
sünnet itikadını öğrenmek her müslümana farz-ı ayndır. Ancak zekât
verecek zenginin zekât ilmini bilmesi farz-ı ayn iken, fakirin bilmesi farz
11
www.dinimizislam.com
değildir. Evlenecek kimsenin evliliğe ait lüzumlu bilgileri bilmesi farzdır.
Evlenmeyecek kimsenin evliliğe ait bilgileri bilmesi farz değildir. (Hadika)
Sual: Dinimi daha iyi öğrenebilmem için çok çeşitli kitap okumanın
zararı olur mu?
CEVAP
Çok kitap okumak, çok ilim öğrenmek yerine faydalı ilim öğrenmek
gerekir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İlmin faydası, ibadetleri doğru ve makbul yapmakla görülür.
Haramlardan sakındırmayan, zühdü artırmayan ilim, ancak Allahü
teâlânın gazabını artırır.) [Deylemi]
(İlmi çoğaldığı halde, ahlakı düzelmeyen kimse, Allahü teâlâdan
uzaklaşır.) [Deylemi]
Hikmet nedir?
Sual: Gayri Müslimlerden alınan ilimlerden istifade etmenin mahzuru
olur mu?
CEVAP
Dini bilgiler, ehl-i sünnet âlimlerinden alınır yani onların kitaplarından
öğrenilir. Fen ilmi ise her yerden alınır. Bu konudaki üç hadis-i şerif meali
şöyledir:
(Hikmet, [fen ve sanat] müminin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa
alması gerekir.) [İbni Asakir, Askeri]
(Hikmeti al, hangi kaptan çıktığı sana zarar vermez.) [Künuz-ül
hakaik]
(İlim Çin’de de olsa alın.) [Beyheki]
Bu hadis-i şerifler, dünyanın en uzak yerinde, hatta kâfirlerde bile olsa
ilmi almayı emretmekte, doğu veya batıdan gelme diyerek fenni
reddetmemek gerektiğini bildirmektedir. (Mevduat-ül-ulum)
Hikmet, fen ilmi anlamına geldiği gibi, başka anlamlara da gelir.
Mesela fıkıh ilmi anlamına da gelir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Allah, hikmeti [fıkh ilmini] kime dilerse ona verir. Her kime hikmet
verilmişse, muhakkak ona çok hayır verilmiştir.) [Bekara 269]
Hikmet, eşyanın mahiyetini, vasfını ve özelliğini bilmek anlamına da
gelir. Bir âyet meali şöyledir:
(Allah’a şükret diye Lokmana hikmet verdik. Şükreden kendisi
için şükreder.) [Lokman 12]
Sual: İlim öğrenmenin şartı falan var mı?
12
www.dinimizislam.com
CEVAP
İlim talep edene öğretilir. Talep etmeden ilim öğrenilmez. Bir şeyler
ezberleyebilir, durumu idare edebilir ancak faydasını pek göremez. İlim
öğrenmenin ilk şartı talep etmektir.
Sual: Günah işleyerek ilim öğrenilir mi?
CEVAP
Öğrenilmesi lazım olan ilim bile, günah işleyerek öğrenilmez.
Sual: Okulda bulunduğumuz ve evde ders çalıştığımız her an, hiç
durmadan sevap almamız için nasıl niyet etmeli?
CEVAP
Şöyle niyet edilebilir: (Okula, eğitimim bitince, müslümanlara, insanlara
hizmet etmek için gidiyorum ve derslerime onun için çalışıyorum. Ya Rabbi
bana faydalı ilim nasip eyle.)
Sual: "Bilip de yapmamanın cezası daha büyüktür" diyerek dini
meseleleri öğrenmek istememek uygun mudur?
CEVAP
Öğrenmesi mümkün iken öğrenmemek de günahtır. Hadis-i şerifte
buyuruldu ki:
(Aynı günahı işleyen âlime bir, cahile iki günah yazılır. Âlim,
yalnız günahın, cahil ise, hem günahın, hem de o meseleyi
öğrenmemenin cezasını çeker.) [Deylemi]
Sual: Dünya ve ahireti kazanmak için ne gerekir?
CEVAP
Dünya ve ahireti kazanmak, ilim iledir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Her şeyin bir yolu vardır. Cennetin yolu ilimdir.) [Deylemi]
Ahireti kazanmak ilim ile olduğu gibi, dünyada da rahat ve huzur içinde
yaşamak, yine ilim iledir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Süleyman aleyhisselam, mal, saltanat ve ilim arasında muhayyer
bırakıldı. İlmi seçti. Mal ve saltanat da verildi.) [Deylemi]
En üstün amelin ne olduğu sual edildiğinde, Peygamber efendimiz,
(Allahü teâlâyı bilmek) buyurdu. Onlar, (Ya Resulallah, biz amelden
soruyoruz. Siz ilimden cevap veriyorsunuz) dediler. (İyi bilin ki, ilim ile
yapılan az amel kıymetlidir. Fakat cehaletle yapılan çok amel
faydasızdır) buyurdu. (İbni Abdilber)
Tasavvufu, yani tarikatı öğrenmeden önce, ilim öğrenmek gerekir
13
www.dinimizislam.com
Bedreddin-i Serhendi hazretleri buyuruyor ki:
(İmam-ı Rabbani hazretlerinden Buhari, Mişkat, Hidaye, Şerh-i
Mevakıf kitaplarını okudum. Gençleri ilim öğrenmeye teşvik eder, "Önce
ilim, sonra tasavvuf" buyururdu. Benim ilimden kaçındığımı, tasavvuftan
zevk aldığımı görünce, halime merhamet ederek, "Kitap oku, ilim öğren,
cahil sofu, şeytanın maskarası olur, Rütbetül-ilmi aler rüteb yani,
rütbelerin en üstünü, ilim rütbesidir" buyurdu.) [Hadarat-ül-kuds]
Sual: En iyi ibadet nedir?
CEVAP
Her zaman doğru iman sahibi olmaya, farzları yapıp haramlardan
kaçmaya, tevbe edip farz borçlarını ödemeye çalışmalıdır! Bunları doğru
yapabilmek de, ancak ilimle mümkündür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Gece bir müddet ilim öğrenmek, bütün gece ibadet etmekten
sevaptır.) [R. Nasıhin]
(Sabah-akşam ilimle meşgul olmak, cihaddan efdaldir.) [Deylemi]
(İlimden bir mesele öğrenmek, yüz rekat [nafile] namaz kılmaktan
daha kıymetlidir.) [İ. Abdilber]
İlimsiz amelin kıymeti olmaz. Günümüzde ilmin önemi daha büyüktür.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Siz fakihleri çok, hatipleri az, isteyeni az, vereni çok bir
zamandasınız. Böyle zamanda amel ilimden hayırlıdır. Bir zaman gelir
ki, fakihleri az, hatipleri çok, isteyeni çok, vereni az olur. O zamanda
ise ilim amelden hayırlıdır.) [Taberani]
Faydalı ve faydasız ilimler
Sual: Faydalı ve faydasız ilimler nelerdir?
CEVAP
Faydalı ve faydasız ilimlere birkaç örnek verelim:
1- İman, ibadet ve kazanç ilimlerini öğrenmek farzdır. (Hindiyye)
2- Fıkıh öğrenmeyip, hadis, tefsir ile meşgul olmak çok yanlış olur.
(Berika)
3- Matematik ve geometri, astronomi gibi ilimler, eğer Allahü teâlânın
gösterdiği yerlerde, yani insanlara hizmet etmek için kullanılmazsa bunlarla
uğraşmak, boşuna vakit öldürmek olur. Kıble ve namaz vakitleri için ve
dine hizmet için bu ilimleri öğrenmekte mahzur yoktur. (M. Rabbani,
Hindiyye)
4- Falcılık bilgileri öğrenmek haramdır. (Hindiyye)
14
www.dinimizislam.com
5- Kelam, yani iman bilgilerini ihtiyaçtan fazla öğrenmek caiz değildir.
(Hadika)
İlmi, Allah rızası için ve Müslümanlara hizmet için öğrenmelidir. Mal,
mevki kazanmak, kibir ve şöhret için öğrenmemelidir. İlmi de ancak Ehl-i
sünnet âlimlerinin yazdıkları kitaplardan öğrenmelidir. (İslam Ahlakı)
Önce lazım olan
Sual: Bir Müslümanın önce bilmesi lüzumlu bilgiler nelerdir?
CEVAP
Her Müslümanın (İlmihal) öğrenmesi farz-ı ayndır. Allahü teâlâ,
(Bilenlerden sorup öğreniniz) buyuruyor. Bilmeyenlerin, âlimlerden ve
bunların kitaplarından öğrenmeleri gerekir. Bunun için, hadis-i şerifte, (İlim
öğrenmek, kadın-erkek herkese farzdır) buyuruldu. Yapılması ve
sakınılması gereken bilgileri, doğru yazılmış ilmihal kitaplarından öğrenmek
lazımdır.
Âlimler, sözbirliği ile bildirdiler ki, her Müslümanın Ehl-i sünnet itikadını
kısa olarak ve günlük işlerindeki ve ibadetlerdeki farzları ve haramları iyice
öğrenmeleri farz-ı ayndır. Bunları ilmihal kitaplarından öğrenmezse, bid'at
sahibi veya mülhid yani kâfir olur. Bunların fazlasını ve Arabi lisanının oniki
âlet ilmini öğrenmek ve tefsir ve hadis-i şerif ve fen ve tıb bilgilerini, hesap,
yani matematik öğrenmek, farz-ı kifayedir. Bu farz-ı kifayeyi, bir şehirde, bir
kişi öğrenirse, bu şehirde bulunanların öğrenmeleri farz olmaz, müstehap
olur.
Şehirde fıkıh kitaplarının bulunması da, İslam âlimlerinin bulunması
gibidir. Böyle şehirde, fıkıh bilgilerinin fazlasını ve tefsir ve hadis öğrenmek
hiç kimseye farz olmaz. Müstehap olur.
İhtiyaç halinde bilmeyenler, bilenlerden sormalı, bilenler de bilgisini
gizlememelidir!
Dünya işlerini yaparken ahireti unutmak çok kötüdür. Hadis-i şerifte
buyuruldu ki:
(Ahir zamanda insanlar, camileri süsler, kalblerini viran ederler.
Dinden çok elbiseye değer verirler. Dünyaları selamet ise, ahireti
düşünmezler.) [Hakim]
Hep nafile namaz kılmak yerine, namazın nasıl kılınacağını öğrenmek
daha kıymetlidir. Bilerek yapılan az amel, bilmeden yapılan çok amelden
kıymetlidir. Bir şeyi iyi yapmak ancak ilimle mümkündür. Her şeyden önce
ilim öğrenmeye çalışmalıdır! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allah indinde, ilim talebi, namaz, oruç, hac ve cihaddan efdaldir.)
[Deylemi]
15
www.dinimizislam.com
Amelsiz ilim
Sual: Gazeteyle, maille veya başka bir yolla gelen dini ilimleri öğrenip
de uygulamazsak vebale girer miyiz?
CEVAP
Elbette, amelsiz ilmin vebali büyüktür. Üç hadis-i şerif meali şöyledir:
(İlmiyle amel etmeyen âlim, kıyamette en şiddetli azaba düçar
olur.) [Beyheki]
(Âlim, ilmi az da olsa, ilmiyle amel eden zattır.) [Ebu-ş-şeyh]
(Bir kişiye dini bir öğüdün [kitap, sohbet, basın gibi] herhangi bir
yolla ulaşması, Allah tarafından kendisine ihsan edilen bir nimettir.
Onu şükrederek kabul etsin! Şükretmezse bu, Allah katında,
aleyhinde bir delil olur. Günahının ve Allah’ın gazabının artmasına
sebep olur.) [İ. Asakir]
İlmiyle amel etmemek vebal olur diye, dinini öğrenmemek de caiz
olmaz, çünkü lüzumlu din bilgilerini öğrenmek farzdır. Farzı yapmamak
haramdır. Farz olan ilmi öğrenmeli ve onunla amel etmeye çalışmalıdır.
Sual sormaktan çekinmek
Sual: Bir kimse, sual sormaktan neden çekinir?
CEVAP
Büyük zatlar buyuruyor ki:
Nefse en çok zor gelen şey, sual sormaktır. Çünkü insanın nefsi,
bilmemeyi, sormayı gururuna yediremez, (O biliyor da ben bilmiyor
muyum) der. İstişare etmek, sormak, nefsin belini kırar. Sormamak ise
nefsi azdırır. Hâlbuki nefsine uyan, onu azdıran, haram işler. Haram işleye
işleye küfre girer, kâfir olur. Çünkü haramı işleyince alışır, alışınca da,
haramdan zevk alır. Zevk alınca da, haram olduğunu unutur, önem
vermeden haramı işler. Harama önem vermeyen de kâfir olur.
30-40 yıldır yakından tanıdığımız kimseler var. Bir kere sual
sorduğuna şahit olmadık. Bir gün bir arkadaş çok bunalmış, bir sualin
cevabı çok lazım olmuş. Buna rağmen, (Şunun cevabı nedir) diyemedi de,
(Sen 30 yıl hocamıza soru sordun, belki şu soruyu da sormuş olabilirsin)
dedi. Ancak böyle dolaylı olarak sorabildi. Böyle dolaylı olarak
soramayanlar da çoktur. Nefsin gururunu, şeytanın bacağını kırmak
lazımdır. Sual sormak dinimizin emridir. Peygamber efendimiz buyuruyor
ki:
(Bilmediğini sormamak helâl değildir.) [Taberani]
16
www.dinimizislam.com
(İlim hazinedir, anahtarı sual sormaktır. Sual sorana, Allahü teâlâ
rahmet eder.) [Ebu Nuaym]
Bir kimse, ya kibrinden dolayı sual soramaz veya cahilliğinden,
bilmediğinden dolayı sual soramaz. Ancak bir şey bilen, sorabilir. Nitekim
Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Güzel sual sormak, ilmin yarısıdır.) [Taberani]
Dini öğrenmek için
Sual: Dini öğrenmek için Arapça bilmek şart mı?
CEVAP
Arapça öğrenmek, çok iyi, çok faydalıysa da, dini öğrenmek için şart
değildir. Arapça bilmek, din bilmek değildir. Mısır, Suriye, Suudi Arabistan
gibi ülkelerdeki insanların ana dili Arapçadır. Buradaki insanların çoğu
Vehhabi veya mezhepsizdir. Bunlar Arapça biliyoruz diye Kur’an-ı kerime
kendi görüşlerine göre mana vermişler sapıklığa, hattâ küfre düşenleri bile
olmuştur. Arapça bilmenin faydaları yanında, dinimizi ve Ehl-i sünneti
bilmeyenler için böyle zararları da oluyor.
Bu ülkelerde yaşayan Hristiyanlar da Arapça biliyor, ama
gayrimüslimdir. Demek ki dil bilmek, din bilmek değildir. Bununla beraber,
Müslüman olanın Arapçayı bilmesi dinini daha kolay öğrenmesine sebep
olur, ama şart değildir. Osmanlılar lüzumlu bilgileri zaten bildirmişlerdir. Bu
Türkçe kitapları okuyarak dinimizi öğrenmek mümkündür.
Âlimin dindeki yeri
Sual: (Kur’an herkes için inmiştir. Onun için âlime, ilim sahibi olmaya
ihtiyaç yoktur) diyenler çıkıyor. Âlim olmasa Kur’an anlaşılmaz mı?
CEVAP
Anayasa da herkes içindir; ama kanunlar, tüzükler olmadan anayasa
ile memleket idare edilebilir mi? Kanunları da ancak hukukçular anlayabilir.
Hasta olan avukata değil doktora gider. İlmin, âlimin önemi nasıl inkâr
edilebilir. Kur'an-ı kerimi herkes kolayca anlasa idi, Peygambere ihtiyaç
kalmazdı. Hadis-i şerifler, Kur'an-ı kerimin açıklaması mahiyetindedir.
Hakiki âlimler de, hadis-i şerifleri açıklamışlardır. Arapça bilen herkese âlim
denmez. Hakiki âlim, Kur'an-ı kerimi, hadis-i şerifleri açıklayan yetkili,
yüksek insandır. Çok ilmi olduğu halde, hakkı bâtıldan ayıramayan, hakiki
âlim değildir. Yetmiş iki sapık fırkanın önderleri de derin âlim idi, hakkı
bâtıldan ayıramadıkları için dalalete düşmüşlerdir.
17
www.dinimizislam.com
Şu halde, âlim çok bilen değil, hakkı bâtıldan ayıran din uzmanlarıdır.
Bunlar Peygamberlerin vârisleri, vekilleridir. İctihadlarında isabet etmeseler
de yine sevap alırlar. Bunlara uyanlar da kurtulur. Dinimiz âlimleri
övmektedir.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Bilmiyorsanız ehl-i zikre [âlimlere] sorun!) [Nahl 43]
Demek ki bilmeyen insanlar da var ki, Allahü teâlâ, bilenlere
sormamızı emrediyor.
(Bu örnekleri ancak âlimler anlar.) [Ankebut 43]
Herkes her örnekten anlamaz. Âlimler, kıymetli insanlar ki, ancak
âlimler anlar deniyor.
(Gökleri ve yeri yaratması, dil ve renklerinizin farklı olması da
Onun [kudretini gösteren] alametlerindendir. Elbette bunda âlimler için
ibretler vardır.) [Rum 22]
Ancak âlimler ibretle bakıp, yaratılıştaki hikmetleri anlayabilir.
(Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?) [Zümer 9]
Şu halde bilenler [âlimler] kıymetlidir.
(Allah’tan en çok korkan ancak âlimlerdir.) [Fatır 28]
(Allah’tan en çok korkan benim) hadis-i şerifi Allah’tan korkmanın
derecesini gösteriyor. (Buhari)
(Kendilerine güven veya korku ile ilgili bir haber geldiğinde onu
hemen yayıverirler. Halbuki onu Peygambere ve aralarındaki
yetkililere [âlimlere] götürselerdi, onlardan sonuç çıkarmaya gücü
yetenler, onu anlarlardı.) [Nisa 83] Âyette geçen ülül-emrin = yetkilinin
âlim demek olduğu tefsirlerde yazılı. Peygamber efendimiz de, (Ülül-emr,
fıkıh âlimleridir) buyurdu. (Darimi)
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Âlimin mürekkebi, şehidin kanı ile tartılır, âlimin mürekkebi, ağır
gelir.) [İ.Neccar]
(Âlimler Peygamberlerin vârisidir.) [Ebu Davud, İ.Mace, Tirmizi]
(Âlimler [hak yolu gösteren] birer rehberdir.) [İ. Neccar]
(Âlimlere uyun! Onlar, dünya ve ahiretin ışıklarıdır.) [Deylemi]
(Âlimler olmasaydı, insanlar helak olurdu.) [İ. Maverdi]
(Bilmediklerinizi salih âlimlerden sorup öğrenin!) [Taberani]
(Âlim, Allahü teâlânın güvendiği kimsedir.) [Deylemi]
(Salih âlim ile nebi arasında bir derece fark vardır. O da nebilik
makamıdır.) [R. Nasıhin]
18
www.dinimizislam.com
İlim ve âlim kıymetlidir
İnsanı kötü yoldan ilim ve âlimler kurtarır. Rehber olmadan doğru yol
bulunamaz. Büyük bir Peygamber olan Hazret-i Musa, Allahü teâlâ ile
konuşmak şerefine kavuştuğu halde, Hazret-i Hızır’dan ilim öğrenmeye
gelmiştir. İmam-ı Ebu Yusuf’un çok sevdiği oğlu vefat edince, talebelerine,
(Defin işini siz yapın. Ben hocam imam-ı a’zamın dersine gidiyorum.
Dersimi kaçırmayayım) dedi. Kendisini vefatından sonra rüyada gördüler.
Cennette, çok ihtişamlı büyük bir köşkte idi. Buna nasıl kavuştuğu
sorulunca, (İlim öğrenmeye ve öğretmeye olan sevgim ile) buyurdu.
İlim ve âlim kıymetlidir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Âlime hürmet eden, bana hürmet etmiş, onu ziyaret eden beni
ziyaret etmiş olur.) [İ. Rafii]
(Âlim olmayan veya ilim öğrenmeye çalışmayan bizden değildir.)
[Deylemi]
(Ya âlim, ya öğrenci, ya dinleyici veya bunları seven olun. Yoksa
helak olursunuz.) [Beyheki]
(Âlim ile oturmak, yüzüne bakmak ibadettir.) [Hakim]
(Âlim ile beraber olun, diz dize oturun. Çünkü Allahü teâlâ,
yağmurla ölü toprağı dirilttiği gibi, ölü kalbleri de ilim nuru ile diriltir.)
[Taberani]
(Kıyamette Peygamberler, âlimler ve şehidler şefaat eder.)
[İ.Mace]
(Cennette de âlime ihtiyaç olur. Cennet ehline "Ne arzunuz varsa
isteyin" diye sorunca, ne isteyeceklerini şaşırıp âlimlere bakarlar.
Âlimler de, "Şunu isteyin" derler.) [Deylemi]
(Âlimin âlim olmayana üstünlüğü, Peygamberin ümmetine
üstünlüğü gibidir.) [Hatib]
(Âlimin âbide üstünlüğü, dolunayın, yıldızlara olan parlaklığı
gibidir.) [Ebu Nuaym]
(Âlim, âbidden yetmiş derece üstündür. Bid’at ortaya çıkınca
âlim, halkı ikaz eder. Âbid bid’atten habersiz, ibadetle meşgul olur. Bu
bakımdan da âlim, âbidden kıymetlidir.) [Deylemi]
(Şeytanın bir âlimden korkması, cahil olan bin âbidden
korkmasından daha çoktur.) [Beyheki]
(Kıyamette âbide Cennete gir, âlime ise halka şefaat için bekle
denir.) [İ Maverdi]
(Bir âlim, bir şehirden gelip geçse, onun ayak basmasının
hürmetine, oradaki kabristandan kırk gün azap kaldırılır.) [R.Nasıhin]
19
www.dinimizislam.com
İşte böyle kıymetli olan âlimin vefatı büyük kayıptır. Hadis-i şeriflerde
buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ, sizden ilmi almak için ilmi ile amil olan âlimleri
kaldırır. Cahiller kalır. Dinden sual edenlere, kendi akılları ile cevap
verip, insanları doğru yoldan ayırırlar.) [Buhari]
(Bir âlim ölünce, İslam’da bir gedik açılmış olur ve kıyamete kadar
kapanmaz.) [İ. Süyuti]
(Âlimin ölümüne üzülmeyen, münafıktır. Bir âlimin ölümünden
daha büyük musibet yoktur. Bir âlim ölünce, gökler ve göklerde
olanlar, yetmiş gün ağlarlar.) [R. Nasıhin]
(Âlim ölünce, denizdeki balıklar bile kıyamete kadar ona istiğfar
ederler.) [Deylemi]
(Bir âlimin ölmesi, bir şehir halkının ölümünden daha büyük
ziyandır.) [Taberani]
(Ahir zamanda, âlimler ölür, cahiller din adamı yerine geçirilir.
Onlar da bilmeden yanlış fetva verir, kendisi sapar, başkalarını da
saptırır.) [Buhari]
Büyük bir âlim vefat edince, feyz vermesi kesilmez, daha da artar.
Kınından çıkmış kılıç gibi olur. (İrşad-üt-talibin)
Âlimlere saygının önemi
Sual: Hoca hakkı, hocaya hürmetin önemi hakkında bilgi verir misiniz?
CEVAP
Saygı, ibadetten önemlidir. Mesela, ibadet etmeyen, günah işleyen
kâfir olmaz. Fakat Allahü teâlânın, emir ve yasaklarını küçümseyen,
beğenmeyen, saygısızlık yapan kâfir olur. [Tâlim-ül-müteallim]
İmam-ı Maverdi hazretleri de buyurdu ki:
(Talebe, hocasının gösterdiği yakınlığa güvenerek naz etmemelidir!
Çünkü cahilin yanında susmaya mahkum olan bir âlim, zelil ve hakir
duruma düşmüş olur. Esirler arasındaki bir cariyenin, cömertliği ile meşhur
Hatim-i Tai’nin kızı olduğunu öğrenen Peygamber efendimiz, (Bir kavim
içinde aziz iken zelil olana, zengin iken fakir düşene, âlim iken cahiller
arasında kalmış olana acıyın) buyurup kızı serbest bıraktırdı. (Edeb-üddünya)
Tevazunun aşırı şekline temelluk denir. Nefsini zelil etmek demektir.
Temelluk, hocaya, üstada, âlime karşı caizdir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu
ki:
(Üstad hariç, temelluk mümin ahlakından değildir.) [İ. Maverdi]
20
www.dinimizislam.com
(Âlime hürmet eden, Rabbine hürmet etmiş olur.) [İ. Maverdi]
(İlim öğrendiğiniz zata tevazu gösterin!) [Taberani]
Hazret-i Ali’nin, Bana ilimden bir harf öğretenin kölesiyim
buyurması, hocaya hürmetin önemini göstermektedir. Bir harften maksat,
ilimden bir meseledir.
İmam-ı Şafii hazretleri, bir çobanı görünce ayağa kalkar. Yanındakiler,
(Bu çobana hürmetinizin sebebi nedir?) diye sual edince, Bu zat, bana
kitaplarda bulamadığım ilimden bir meseleyi öğrettiği için, yani benim
hocam olduğu için hürmet ediyorum buyurdu.
Doğru yolu bulmamıza sebep olanlara, bize çok lüzumlu ilimleri
öğretenlere, gösterilecek hürmetin önemini idrak etmeye çalışmalıyız! (R.
Nasıhin)
[Mezhep ve itikad imamlarımıza, imam-ı Gazali, Seyyid Abdülkadir-i
Geylani ve imam-ı Rabbani hazretleri gibi din büyüklerimize saygı ve
hürmetin önemini buradan da anlamalıyız.]
Sual: Bir âlimin sohbetinde bulunmak faydalı mıdır?
CEVAP
Ehl-i sünnet âliminin bulunduğu zamanlarda, sohbetinde bulunmak
elbette büyük nimet idi. Çünkü hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Âlimin sohbetinde bulunmak, bin rekat nafile namazdan
üstündür.) [İ. Gazali]
Âlim bulunmadığı zaman, eskiden yaşamış, Ehl-i sünnet âlimlerinin
kitaplarını okumak gerekir.
Bir âlimin kitabını okuyan, az da olsa, onunla sohbet etmiş sayılır.
İslam âlimi kime denir
Sual: Günümüzdeki yazarlara ve profesörlere, âlim denir mi?
CEVAP
Âlim, çok kitap okuyana, çok bilene, diploma sahibi olana değil; dinini
doğru bilene, hakkı bâtıldan ayırabilene denir. Kıyamet yaklaştıkça ilim
azalır, din adamlarına güvenilemez. İki hadis-i şerif meali:
(Kıyamete yakın ilim azalır, cehalet artar.) [İbni Mace]
(Her asır, önceki asırdan daha bozuk olur. Böylece kıyamete
kadar hep bozulur.) [Hadika]
Din âlimi olmak için, Kur’an-ı kerimi ve manalarını ezbere bilmek,
binlerle hadis-i şerifi ve manalarını ezbere bilmek, İslam’ın 20 ana ilminde
mütehassıs olmak ve bunların kolları olan 80 ilmi iyi bilmek, dört mezhebin
21
www.dinimizislam.com
inceliklerine vakıf olmak, bu ilimlerde ictihad derecesine yükselmek,
tasavvufun en yüksek derecesinde olmak lazımdır. (S. Ebediyye)
Sultan ikinci Abdülhamid hanın tahttan indirilmesiyle din işlerine de
fesat karıştı. İttihat ve terakki fırkasına kayıtlı olan cahiller, hatta masonlar,
din işlerinde yüksek mevkilere getirildi. İlk iş olarak, sultan Abdülhamid
hanın son şeyhülislamı Muhammed Ziyaüddin efendi, görevinden alındı.
Bu yüksek makama 1910’da Musa Kazım getirildi. Bu zat, koyu ittihatçı ve
masondu. İslamiyet’e uymayan hareketlerinden ve sapık yazılarından
dolayı, ikinci Abdülhamid han tarafından Irak’a ve Fizan’a sürülmüş olan
bölücü kimseler, İstanbul’a getirilip, kendilerine din işlerinde vazifeler
verildi. Bu cahil ve partizan kimseler, bozuk, sapık din kitaplarının
yazılmasına, yayılmasına, önayak oldular. İkinci Abdülhamid han
zamanında yazılan din kitapları, bir ilim heyeti tarafından kontrol edilirdi.
Tasdik edilip, izin verilenler bastırılırdı. Böylece, o tarihlerde basılan din
kitaplarına güvenilir. 1909’dan sonra, din kitapları yetkili âlimler tarafından
kontrol edilmez oldu. Bu kitaplardan, ancak önceki muteber kitaplardan
vesikalar vererek yazılanlara güvenilir. (E. Kiram kitabı)
Görüldüğü gibi 1909 yılından sonra yazılan din kitaplarından, ancak
nakli esas alanlar muteberdir. Âyet ve hadisleri, yazarının kendi görüşlerine
göre açıklananlar veya ilhamla yazılanlar muteber değildir.
Müctehid olmak için
Sual: Müctehid olmak için hangi kitapları okumak lazımdır?
CEVAP
Eshab-ı kiram kitabında buyuruluyor ki:
Müctehid olmak için Arabi ilimleri ve Kur’an-ı kerimi ezbere bilmek, her
âyet-i kerimenin manay-ı müradisini, manay-ı zımni ve iltizamisini bilmek
ve âyet-i kerimelerin geldikleri zamanları ve gelme sebeplerini ve ne
hakkında geldiklerini, külli ve cüzi olduklarını, nasih veya mensuh
olduklarını, mukayyed veya mutlak olduklarını ve kıraet-i seba ve aşereden
ve kıraet-i şazzeden nasıl çıkarıldıklarını bilmek, hadis kitaplarındaki, yüz
binlerce hadisi ezberden bilmek ve her hadisin ne zaman ve ne için irad
buyurulduğunu ve manasının ne kadar genişlediğini ve hangi hadisin
diğerinden önce veya sonra olduğunu ve bağlı bulunduğu olayları ve hangi
vaka üzerine buyurulduğunu ve kimler tarafından nakil ve rivayet
olunduğunu ve nakledenlerin ne halde ve ne ahlakta olduklarını bilmek,
fıkıh ilminin üsul ve kaidelerini tanımak, 12 ilmi ve Kur’an-ı kerimin ve
hadis-i şeriflerin işaretlerini, rumuzlarını ve açık ve kapalı manalarını
22
www.dinimizislam.com
kavramak ve bu manalar kalbinde yer etmiş olmak, kuvvetli iman sahibi
olmak ve itminan ile dolu, nurlu ve saf bir kalbe ve vicdana malik olmak
gerekir.
Bütün bu üstünlükler, ancak Eshab-ı kiramda ve sonra, 200 yıl içinde
yetişen, bazı büyüklerde bulunabildi. Daha sonraları, fikirler, reyler dağılıp,
bid’atler çıkıp yayıldı. Böyle üstün zatlar azala azala, 400 yıl sonra, bu
şartlara haiz olan, yani mutlak müctehid olarak meşhur olan görülmedi.
Yüksek din bilgileri, tefsir, usul-i kelam, kelam, usul-i hadis, ilm-i hadis,
usul-i fıkıh, fıkıh, ilm-i tasavvuftur. Bu 8 ilmi öğrenebilmek için gerekli alet
ilimleri ise 12 dir. Bunlar, sarf, iştikak, nahv, kitabet, iştikak-ı kebir, lügat,
metni lügat, beyan, meani, bedi, belagat, inşa ilimleridir. (Hadika)
Mevduat-ül ilim kitabının (Tefsir İlminin Dalları) bölümünde, Kur’an-ı
kerim ilmi, içinde şaşılacak, akıllara durgunluk verecek sayısız acayip
haller bulunan engin bir denizdir. Öyle yüksek ve metin bir dağdır ki, ondaki
hayret veren şeyleri öğrenmek, her sırrına erişmek imkansızdır. Bu ilmin
sayılmayacak kadar dalı vardır, denilerek altmışın üstünde tefsir ilminin
kolları bildirilmiştir.
Sual: Kur'anda vesileden bahsediliyor. Vesile nedir?
CEVAP
Allahü teâlâ mealen, (Bana yaklaşmak için, vesile arayınız)
buyuruyor. (Maide 35) Mezhepsizler, (Vesile, ibadetlerdir. Bir mürşide tâbi
olmak, ölülere, dirilere yalvarmak, insanı Allah’a yaklaştırmaz. Aksine
uzaklaştırır) diyor.
Ehl-i sünnet âlimleri ise buyuruyor ki:
İbadetler içinde, sahih, doğru, halis olan ibadetler vesile olur.
İbadetlerin sahih olması için, doğru iman, temiz ahlak sahibi olmak ve
şartlarına uygun yapmak lazımdır. Mesela, namazın sahih olması için,
abdest almak, kullanılan suyun temiz olması, namazı vaktinde kılmak ve
kıbleye karşı kılmak, namazdaki âyetleri, tesbihleri ve duaları doğru
okumak ve diğer şartları, vesileleri bilmek ve yapmak lazımdır. Her ibadetin
de böyle şartları, vesileleri vardır. Bunlar, senelerce çalışarak öğrenilir.
Bunlar düşünmekle öğrenilemez. Bunları bilen ve yapan âlimlerden işiterek
veya kitaplarını okuyarak öğrenilir.
Fen bilgileri de, bilenlerden uzun zamanda öğrenilmektedir. Böyle,
imanı, kalbi temiz, doğru din âlimlerine müderris, muallim ve mürşid denir.
Mürşid demek, su üstünde yürüyen, havada uçan, kaybolan şeyleri bilen,
okuyup, üfleyerek hastalara şifa dağıtan kimse demek değildir. Ahkâm-ı
islamiyeyi, yani kalb, ruh ve beden ile yapılan ibadetleri bilen, yapan ve
23
www.dinimizislam.com
başkalarına da öğreten Ehl-i sünnet âlimi demektir. Her müslüman, Maide
suresindeki emre uymak için, böyle bir âlimden veya kitaplarından farz ve
nafile ibadetleri öğrenmelidir! (F.Bilgiler)
Her ilim sahibine âlim denir mi?
Her ilim sahibine âlim denmez. Mal ve mevki sahibi olmak için ilim
öğrenen ve ilmi ile amel etmeyen, İslam âlimi değildir. Buyuruluyor ki:
Âlimler hariç, insanlar helak olmuştur. İlmiyle amel edenler hariç,
âlimler de helak olmuştur. İhlaslı olanlar hariç, amel eden âlimler de
aldanmıştır. O halde gerçek âlim, ilim, amel ve ihlas sahibi salih kimsedir.
Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Cahiller ile mücadele etmek ve meşhur olmak için ilim öğrenen
Cehenneme gider.) [İ. Mace]
(Allah rızasından başka maksatla ilim öğrenen Cehennemdeki
yerine hazırlansın.) [Tirmizi]
(Dünya için ilim öğrenen, mala, mevkiye kavuşursa, kazancı
Cehennem ateşi olur.) [R.Nasıhin]
(Âlim, ilmi az da olsa, ilmi ile amel eden kimsedir.) [Ebuşşeyh]
Mürşidi tanımak
Sual: Herkes birisine mürşid-i kâmil diyor. Bir kimsenin mürşid-i kâmil
olduğu nasıl anlaşılır?
CEVAP
Ehl-i sünnet itikadını ve İlmihal bilgilerini iyi bilen hemen anlar. Yani
dört hak mezhebi bilip birisine uyan kimse, hakkı bâtıldan ayırır. Bilmeyen
ayıramaz. İstidracla kerameti karıştırır. Bid'at ehli bir kimse, deniz üstünde
yürüse, havada uçsa da evliya olamaz. İstidrac ile kerameti ayıramayan
bunu anlayamaz.
İlmihal okuyan bilir ki, mürşid kendi kendine olmaz, yerden ot biter gibi
bitmez. Bir müslüman kendi kendine evliya olabilir, ama asla mürşid
olamaz. Mürşidin, icazetli bir hocadan icazet alması şarttır. Hocasının da
icazetli olması şarttır. Bu silsilenin Peygamber efendimize kadar
dayanması da şarttır.
En iyi ve en kötü insanlar
Sual: Din adamlarının yanlışlarını açıklamak doğru mudur?
CEVAP
Peygamberlerin vârisleri olan âlimlere dil uzatan, onları âlim oldukları
için kötüleyen kimsenin imanı gider. Dinimiz ilme ve âlime büyük önem
24
www.dinimizislam.com
verir. Bize ilmi bildiren âlimlerdir. Hadis-i şerifte, (Âlimler, Peygamberlerin
vârisleridir) buyuruldu. (Tirmizi)
Ancak, bir de İslam âlimi sanılan ve dinimizi içten yıkmaya çalışan
dinde reformcular vardır. Bunların ihanetlerini söylemek, kötülemek olmaz.
Dinin emrine uymak olur. Kötülerin kötülüğünü açıklamak, Müslümanları
onların zararından korumaya çalışmak farzdır. Daha doğrusu bütün
insanları bunların zararından korumaya çalışmalıdır. Çünkü, İslamiyet’i
doğru duymak, doğru öğrenmek insanların hakkıdır. İslamiyet’i yanlış
anlatan, nakledildiği gibi değil, çürük aklına, bozuk ilmine, iğrenç nefsine
göre anlatan kötü din adamları, insanların en kötüsüdür. Kur'an-ı kerimde,
Cuma suresi 5.âyetinde, kötü din adamları, kitap yüklü merkebe, Araf
suresi 176. âyetinde ise, dilini sarkıtıp soluyan köpeğe benzetilmiştir.
Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Bid'atler yayıldığı, sonra gelenler, öncekilere lanet ettiği zaman,
doğruyu bilenler herkese bildirsin! Doğruyu bilip de gücü yettiği
halde, doğruyu bildirmeyen kimse, Allahü teâlânın Muhammed
aleyhisselama indirdiği Kur'an-ı kerimi gizlemiş olur.) [İbni Asakir]
Bunların ilme ihanetlerini açıklamak, kötülemek olmaz. Böyle kötü din
adamları, din, iman hırsızlarıdır, Allah’a giden yolu kesen, Rabbine
kavuşmak isteyen insanın önünü kesen eşkıyalardır. Hadis-i şerifte
buyuruldu ki:
(Âlimlerin kötüsü, insanların en kötüsüdür.) [Bezzar]
Vaaz etmek ve dini yazı yazmak, kitap, dergi çıkarmak, ancak Allah
rızası için olunca, mevki, mal ve şöhret kazanmak için olmayınca faydalı
olur. Bid’at ehli, dini dünyaya alet eder, dine çok zarar verirler. Hadis-i
şerifte buyuruldu ki:
(Hak teâlâ, Âdem aleyhisselama bin çeşit sanat öğretip buyurdu
ki: Çocukların ve neslin, bu sanatlardan biri ile rızkını talep etsin!
Sakın ola ki dini geçim vasıtası yapmasın! Din ile dünyayı talep
edenlere yazıklar olsun!) [Hakim]
İlmi, mala ve mevkie alet etmek uygun değildir. İlmin bunu
yasakladığını bildiği halde, ilme uymamak büyük vebaldir. Allahü teâlânın
kıymet verdiği ve her şeyin en şereflisi olan ilmi, mal, mevki kapmaya ve
başa geçmeye vesile edenlere, bu ilim zararlı olur. Halbuki, dünyaya
düşkün olmak, Allahü teâlânın hiç sevmediği bir şeydir. O halde, Allahü
teâlânın kıymet verdiği ilmi, Onun sevmediği yolda harcamak, çok çirkindir.
İnsanların en alçağı, din kisvesi altında dünya menfaati sağlayandır. İlim
dini beslemek içindir, yoksa dünya nimetlerini yutmak için değil.
25
www.dinimizislam.com
Kalbinde Allah korkusu yerine dünya sevgisi bulunan, haramlardan
sakınmayan, âlim olduğunu söylerse şaşılır, buna inananlara daha çok
şaşılır. İslam âlimleri buyuruyor ki:
Şu iki kişinin çıkardığı fitneyi, şeytan bile çıkaramaz: Dünyaya düşkün
âlim ve ilimsiz sofu.
Bir insanın etiketi ve çok şey bilmesi ölçü değildir. Doğruyu bilmesi,
buna inanması ve gereğince amel etmesi önemlidir. İblis de âlim idi. Fakat
ilmi ile amel etmedi. Kötü din adamından, canavardan, yılandan, çıyandan
kaçar gibi kaçmalıdır.
Âlim övünmez
Sual: Âlim olan kimsenin övünmesi uygun mudur?
CEVAP
Genelde övünmek iyi değildir. Âlimin övünmesi de caiz değildir.
Lokman suresi 18. âyet-i kerimesinde mealen, (Allah, kendini beğenip
övüneni sevmez) buyurulmaktadır.
Övünmek, büyüklenmenin alametidir. Mümin suresinin 35. âyet-i
kerimesinde, büyüklenenlerin kalblerinin mühürlendiği bildirilmektedir.
İmam-ı Gazali hazretleri, Necm suresinin, (Nefsinizi tezkiye
etmeyiniz) meâlindeki 32. âyet-i kerimesinin tefsirinde, (Bir iyilik yapınca,
bunu ben yaptım deme. Onu bir iyilik sanma! Onu iyilik olarak kabul etmek,
kendini beğenmektir) buyurdu.
Beydavi tefsirinde, İblis'in, (Âdem çamurdandır, cismanidir. Ben
ruhaniyim. Çamur unsurların en aşağısıdır. Ben ise en şerefli olan ateşten
yaratıldım) diyerek kibirlendiği bildirilmektedir. Övünmek yasak edilmiştir.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ecdadı ile övünen, rahmet-i ilahiden uzaktır, Cehennem
odunudur.) [Tirmizi]
(Allahü teâlâ, cahiliyet övünmelerini sizden kaldırdı. Hepiniz
Âdem aleyhisselamın evlatlarısınız. Âdem ise topraktan yaratıldı.)
[Ebu Davud]
Övünmek, başkasını hakir, aşağı görmekten ileri gelir. Halbuki hadis-i
şeriflerde buyuruldu ki:
(Din kardeşini hakir görmek, kötülük olarak yeter.) [Müslim]
(İnsanlar helak oldu diyenin kendisi helak olmuştur.) [Müslim]
(Allahü teâlâ, müslüman kardeşine tevazu göstereni yükseltir,
ona karşı üstünlük taslayanı da alçaltır.) [Taberani]
26
www.dinimizislam.com
(Allahü teâlâ, "mütevazı olun, büyüklenmeyin, zulmetmeyin" diye
bana vahyetti.) [İbni Mace]
İnsan, ilim sahibi olunca kendini büyük görmeye başlar. Halbuki
Kur'an-ı kerimde mealen, (Her ilim sahibinden üstün bir âlim vardır)
buyurulmaktadır. (Yusuf 76)
(Âlimlerin âfeti, kendilerini büyük görmeleridir) hadis-i şerifi, ilim
sahiplerinden kibirlenenlerin olabileceğini göstermektedir. Övünmek için hiç
kimse kendisinin âlim olduğunu söylememelidir! Çünkü hadis-i şerifte
buyuruldu ki:
(Âlimim diyen cahildir.) [Taberani]
İlmi, yalnız Allah rızasını kazanmak için öğrenmek gerekir. Başka
maksatlarla öğrenmek, caiz değildir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Âlimlere övünmek, cahillerle, aklı noksan olanlarla münakaşa
etmek, onları susturmak, insanların teveccühünü kazanmak için ilim
öğrenen, Cehenneme gider.) [Tirmizi, İbni Mace]
(Toplantılarda ilimle üstünlük taslamayın! Böyle yapanın gideceği
yer, Cehennemdir.) [İbni Mace]
(Allah rızasından başka maksat için ilim öğrenen veya ilmini
dünya menfaatine alet eden, Cehennemdeki yerine hazırlansın!)
[Tirmizi]
İlmi böyle maksatlarla öğrenmek caiz olmadığı gibi; Allah rızası için
öğrenip de, kötü maksatlar için kullanmak da caiz değildir. İlmi ile övünmek
de Allah rızasına aykırıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Vallahi bir zaman gelecek, insanlar Kur'anı öğrenip okuyacaklar.
Sonra, "Biz öğrenip okuduk, bizden daha iyisi var mı?" diyecekler.
İşte onlar Cehennem odunudur.) [Taberani]
Bu hadis-i şerif, ilmi ile övünmenin caiz olmadığını göstermektedir. İlmi
ile övünen kimselerle tartışmak asla uygun değildir. İnsanın ömrü kısadır.
Münakaşa ile zaman öldürmek asla caiz değildir.
Abdülkuddüs hazretleri buyuruyor ki:
(Vaktin kıymetini bil! Gece gündüz ilim öğrenmeye çalış! İlim
öğrenmek ibadet yapmak içindir. Kıyamet günü işten sorulacak, çok ilim
öğrendin mi diye sorulmayacaktır. İş ve ibadet de ihlas elde etmek içindir.)
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kıyamette herkes, şu dört şeyden soruluncaya kadar yerinden
ayrılamaz:
1- Ömrünü nerede tükettin?
2- Gençliğini nerede geçirdin?
3- Malını nerede kazandın, nereye harcadın?
27
www.dinimizislam.com
4- İlmin ile ne amel ettin?) [Tirmizi]
Bazıları, Peygamber efendimizin Ben Peygamberlerin efendisiyim
gibi sözlerini övünmek olarak gösteriyorlar. Bu yanlıştır. Böyle demek,
öğünmek değil, gerçeği bildirmektir. (Ben evliyayım) demek öğünmek olur.
Fakat (Ben Peygamberim) demek böyle değildir. Gerçeği bildirmek vazifesi
olduğu ve vazifesini yapmak mecburiyetinde de olduğu için böyle
buyurmuştur. Nitekim imam-ı Rabbani hazretlerinin, Müjdeci Mektublar
kitabında bildirdiği hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kıyamette, önce ve sonra gelenlerin seyyidiyim. Gerçeği
bildiriyorum, öğünmüyorum.)
(Allahü teâlânın habibi, Peygamberlerin reisiyim. Öğünmek için
söylemiyorum.)
(Peygamberlerin sonuncusuyum, öğünmüyorum, ben Abdullah’ın
oğlu Muhammed’im [sallallahü aleyhi ve sellem]. Allahü teâlâ insanları
yarattı. Beni insanların en iyisinden yarattı, insanları fırkalara
[milletlere, ırklara] ayırdı. Beni, en iyisinde bulundurdu. Sonra bu en iyi
fırkayı cemaatlere ayırdı. Beni, en iyisinde bulundurdu. Sonra, bu
cemaati evlere ayırdı. Beni, en iyi evden [aileden] dünyaya getirdi.
İnsanların en iyisiyim. En iyi ailedenim. Kıyamette, herkes sustuğu
zaman, ben konuşurum. Kimsenin kımıldayamadığı vakitte, onlara
şefaat ederim. Kimsede ümit kalmadığı bir zamanda, onlara müjde
veririm. O gün her iyilik, her türlü yardım, her kapının anahtarı
bendedir. Liva-i hamd benim elimdedir. İnsanların en hayırlısı, en
cömerdi, en iyisiyim. Kıyamet günü, Peygamberlerin imamı, hatibi ve
hepsine şefaat edici benim. Bunu öğünmek için söylemiyorum.)
[Hakikati bildiriyorum. Hakikati bildirmek vazifemdir. Bunları söylemezsem,
vazifemi yapmamış olurum.]
Âlim, kibirden kurtulmak için ne yapmalı
İlim silah gibidir. Düşman elinde zararı, dostun elinde faydası olur.
Yani ilim, kibirlinin kibrini, tevazu ehlinin tevazuunu artırır. İlim yağmur
gibidir. Yağmur, temiz olarak yağar, bitkilerin kökleri bu suyu emer, kendi
vasfına çevirir. Aynı yağmur suyu, biberi acılaştırırken, karpuzu tatlılaştırır.
Temiz olan ilim de, kibirliyi azdırır, mütevazıının da tevazuunu artırır.
Kabül Ahbar hazretleri "Malın azdırdığı gibi ilim de azdırabilir"
buyuruyor. Az da olsa, bir şey bilen insan cahillerin yanlışlıklarını görünce,
ben onlar gibi değilim diye kendini beğenir. İlim sahibi de, ekseriya, kendini
cahilden üstün görür. Âlim, kibirden kurtulmak için şu iki şeyi bilip ona göre
amel etmelidir:
28
www.dinimizislam.com
Birincisi: Allahü teâlâ katında âlimin mesuliyetinin daha fazla
olduğunu bilmesidir. Çünkü, günah olduğunu bilerek isyan eden ile,
bilmeyerek o günahı işleyenin cezası elbette bir olmaz.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kıyamette bir din adamı getirilip Cehenneme atılır.
Cehennemdeki tanıdıkları ona, "Sen dünyada dinin emirlerini bildirirdin.
Niçin bu azaba düştün?" derler. O da, "İnsanlara, günahtır, yapmayın"
der, kendim yapardım. "Şu ibadeti yapın" der, kendim yapmazdım. Bunun
cezasını çekiyorum" der.) [Buhari]
(Mirac gecesi ateşten makaslarla kendi dudaklarını kesen
insanlar gördüm. Cebrail aleyhisselama bunların kim olduğunu
sordum. "Kendileri yapmadıkları halde "yapın" diyen vaizlerdir" dedi.)
[Müslim]
İblis, âlim idi. Fakat ilmi ile amel etmedi. Dağda kalan kimsenin
yanında, çeşitli silahlar bulunsa, bunları kullanmasını iyi bilse ve çok cesur
olsa, kendine hücum eden aslana karşı kullanmadıkça, bu silahların
faydası olur mu? Elbette olmaz. Bunun gibi, din bilgilerinden yüz bin
mesele öğrense, bunları kullanmadıkça faydalarını görmez. Bir hasta,
derdine en faydalı ilacı bulsa, kullanmadıkça faydasını görmez.
Bilip de amel etmeyenler, Cuma suresi 5. âyetinde eşeğe, Araf suresi
175. ve 176. âyetlerinde ise köpeğe benzetilmiştir. Ne zaman ki, bir âlim,
cahile nispetle kendini üstün görmeye başlarsa, içinde bulunduğu bu büyük
tehlikeyi düşünmelidir! Bunu düşününce, cahile göre mevkii üstün olduğu
gibi, tehlikesinin de o nispette büyük olduğunu anlar. Bu âlim, hayatı
tehlikede olan hükümdar gibidir. Hükümdarı yakalayıp öldürecekleri zaman
Keşke bir hizmetçi olsaydım da bu tehlike ile karşılaşmasaydım der.
Nice âlimler var ki, kıyamette, ilmi ile kibirlenmenin cezasını görünce,
keşke cahil olsaydım diyecektir. İşte bu tehlikeleri düşünmesi, âlimi
kibirden korur.
İkincisi: Kibrin büyük günah olduğunu, insan, nefsini ne kadar
aşağılarsa, Allahü teâlâ indinde kıymetinin o kadar yükseleceğini, kendine
kıymet verenin, Allah katında kıymetinin olmayacağını bilmesidir. İlmi
olduğu halde, kibrin zararını bilmeyene âlim demek yanlış olur. İnsanın ilmi
arttıkça, Allahü teâlâdan korkması da artar, günah işlemeye cesaret
edemez.
Âlimlere nasıl tâbi olunur
Sual: İslam âlimlerine nasıl tâbi olunur?
CEVAP
29
www.dinimizislam.com
Âlimlere tâbi olmak, dört mezhepten birine uymak demektir. Asırlardan
beri bütün İslam âlimleri, dört mezhepten birine uymuşlar ve
müslümanların da uymalarının gerektiğini bildirmişlerdir. Bunlara uymakta
İcma hasıl olmuştur. İcmadan, cemaatten, birlikten, topluluktan ayrılan
helak olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İki kişi, bir kişiden, üç kişi, iki kişiden iyidir. O halde cemaatle
birlikte olun! Allahü teâlânın rızası, rahmeti, yardımı cemaattedir.
Cemaatten ayrılan Cehenneme düşer.) [İbni Asakir]
(Cemaatten ayrılan, yüzüstü Cehenneme düşer.) [Taberani]
(Ümmetimin âlimleri, hiçbir zaman dalalette birleşmezler. İhtilaf
olunca sivad-ı a'zama [âlimlerin ekseriyetinin bildirdiği yola] tâbi olun!)
[İbni Mace]
(O gün her fırkayı imamları ile çağırırız) mealindeki İsra suresinin
71. âyet-i kerimesini Kadi Beydavi hazretleri (Her ümmeti Peygamberleri ve
dinde uydukları imamları ile çağırırız) şeklinde açıklamıştır. Ruh-ul beyan
ve Tefsir-i Hüseynide ise, (Herkes mezhebinin imamı ile çağırılır. Mesela
"Ya Şafii" veya "Ya Hanefi" denir) şeklinde açıklanmaktadır. Bu açıklamalar
da, her müslümanın dört hak mezhepten birine uyması gerektiğini açıkça
bildirmektedir.
İcmadan ayrılmak caiz değil
Medarik tefsirinde (Müminlerin [itikad ve ameldeki] yolundan ayrılan
Cehenneme gider) mealindeki Nisa suresinin 115. âyet-i kerimesini
bildirdikten sonra, (Kitab ve sünnetten ayrılmak gibi icmadan da
ayrılmak caiz değildir) buyuruluyor. Beydavi tefsirinde ise aynı âyet-i
kerimenin açıklamasında (Bu âyet, icmadan ayrılmanın haram olduğunu
göstermektedir. Müminlerin yolundan ayrılmak haram olunca, bu yola
uymak da vacip olur, şart olur) buyuruluyor.
Ahmed bin Muhammed Tahtavi hazretleri buyuruyor ki:
(Kur'an-ı kerimdeki (Allah’ın ipi)nden maksat, cemaattır. Cemaat da,
fıkıh ve ilm sahipleridir. Fıkıh âlimlerinden bir karış ayrılan dalalete düşer.
Sivad-ı A'zam, fıkıh âlimlerinin yoludur. Fıkıh âlimlerinin yolu da,
Peygamber efendimiz aleyhisselamın ve Hulefa-ı raşidinin yoludur. Bu
yoldan ayrılanlar, Cehenneme gider. Kurtuluş, Ehl-i sünnet vel cemaat
fırkasındadır. Fırka-i naciyye, bugün dört mezhepte toplanmıştır. Bu dört
mezhep, Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli’dir. Bu zamanda bu dört hak
mezhepten birine tâbi olmayan, bid'at sahibi olup Cehenneme gider.)
[Tahtavi]
Abdülgani Nablüsi hazretleri de (Bugün dört mezhepten başkasına
uymak caiz değildir) buyuruyor. (Hadika)
30
www.dinimizislam.com
İmam-ı Rabbani hazretleri de, (Mezhepten ayrılmak, mezhepsiz olmak
ilhaddır) buyuruyor. (Mebde ve Mead)
[İlhad, doğru yoldan ayrılmak demektir.]
Âlimleri taklit nimeti
Sual: Bazıları, (İslam âlimlerinin asırlar önce verdiği fetvalar bizi
bağlamaz, onları taklit etmek uyduluktur!) diyorlar. Bunlara ne cevap
vermeli?
CEVAP
Kötüyü, yanlışı ve bâtılı taklit, ne kadar zararlı ise, iyiyi, doğruyu ve
hakkı taklit de o kadar faydalıdır. Bir kimsenin bütün ilimlerde üstad, bütün
işlerde mütehassıs olması mümkün değildir.
Hastanın kendisini ameliyat edecek bir doktora ihtiyacı vardır.
Doktorun da, manevi hastalıklarını tedavi edebilecek bir mürşid-i kâmile
[Kalb mütehassısına] ihtiyacı vardır.
Doktorlar ilaç imal etmez, kimyagerlerce hazırlanan ilaçları tavsiye
ederler. Hastalar da, doktorlara itimat ederek, onlara teslim olarak, onların
tavsiyesine uyarak ilaçları kullanırlar. Herkesin, hem kimyager, hem doktor,
hem mühendis gibi ihtisas isteyen her mesleğin erbabı olması düşünülebilir
mi? O halde, bir kimse, bir işte mütehassıs da olsa, ihtisası dışındaki başka
bir işin mütehassısına tâbi olması lazımdır. Bir saate, bir radyoya ihtiyacı
olan kimsenin, (Taklit gericiliktir. Hiç kimsenin yaptığı bir şeyi kullanmam)
diyerek saat, radyo yapmaya kalkışması doğru mudur?
Taklit düşmanları, hem taklidi uyduluk olarak vasıflandırıyor, hem de
Batı’nın taklit edilmesini istiyorlar. Keşke Batı, ahlakta değil de, teknikte
taklit edilse idi. Çünkü Peygamber efendimiz, (Fen ve sanat müminin
kaybettiği malıdır, nerede bulursa alsın, ilim Çin’de [çok uzakta ve
kâfirde] de olsa talep edin) buyuruyor. Batı’nın tekniği yerine, örf ve âdeti,
ahlaksızlığı taklit edilirse, elbette rezil olunur.
Uzun tecrübelerden sonra çeşitli âletler yapılmış, çeşitli kaideler
bulunmuş, çeşitli ilimler sistemleştirilmiştir. (Taklit etmemek için bunları
kullanmam) diyenin aklından şüphe edilir.
Maiyet bulunmadıkça, amir olur mu? Ast bulunmazsa üst olur mu?
Herkesin müctehid, lider olmasını istemek ateşin üşütmesini, buzun
ısıtmasını istemek gibi eşyanın tabiatına aykırıdır. Müctehid olmak, doktor
veya kimyager olmak gibi kolay bir iş değildir. Birçok ilimde ihtisas sahibi
olduktan başka, ilahi mevhibe sahibi de olmak gerektiği için Yusuf Nebhani
31
www.dinimizislam.com
hazretleri, (Bugün müctehidlik taslayanın ya aklı veya dini noksandır)
buyurmuştur.
Eshab-ı kiramın hepsi mutlak müctehid olduğu halde, Peygamber
efendimizi görüp taklit ettikleri için, Peygamberlerden sonra en yüksek
makama kavuşmuşlardır. Tâbiin, Eshab-ı kirama tâbi oldukları, onları taklit
ettikleri için yüksek şerefe kavuşmuştur. Onlardan sonra gelenler de onlara
tâbi oldukları, onları taklit ettikleri için Tebe-i tâbiin şerefine nail olmuştur.
Peygamber efendimiz de, (Âlimler rehberdir, âlimlere tâbi olun)
buyurdu. O halde âlimleri taklit etmek lazımdır. (Berika)
Ehl-i sünnet âlimleri çok yüksek insanlardır. Hadis-i şeriflerde
buyuruldu ki:
(Âlim, Allahü teâlânın güvendiği zâttır.) [Deylemi]
(Âlimlere tâbi olun! Onlar, dünyanın ışığıdır.) [Deylemi]
(Âlimler [ebedi saadet yolunu gösteren] birer kılavuzdur, rehberdir.)
[İ.Neccar]
Dindeki dört delil, müctehid âlimler içindir. Bizim için delil,
mezhebimizin bildirdiği hükümdür. Çünkü biz, âyetten ve hadisten hüküm
çıkaramayız. Bunun için, mezhebimizin bir hükmü, nassa uymuyor gibi
görünse de, mezhebimizin hükmüne uyarız. Çünkü nass; ictihad isteyebilir,
tevil edilmesi gerekebilir, nesh edilmiş olabilir. Bunları da ancak müctehid
âlimler anlar. Bunun için tefsir ve hadis değil, âlimlerin kitaplarını
okumamız lazımdır. (Berika s.94)
Buhari’deki, (Bir zaman gelir, din âlimi kalmaz, din adamı yerine
geçirilen cahiller, bilmeden fetva verir, herkesi, doğru yoldan
çıkarmaya çalışırlar) hadis-i şerifi, âlimlerden nakletmeye taklitçilik
diyerek, Ehl-i sünneti kötüleyen, dinde reformcuların zararlarını
bildirmektedir. Yine Buhari’deki (Kıyamete yakın, ilim yok olur, din
cahilleri çoğalır, içki içen ve zina edenler artar) hadis-i şerifi de, dinde
reformcuların, din adamı olarak ortaya çıkacaklarını bildiren Resulullah
efendimizin mucizelerinden biridir.
Hocaya ittiba ne demektir
Sual: Veysel Karani, Resulullahın mübarek dişi kırıldı diye, ona
benzemek için dişlerini çektirmiş. 63 yaşından fazla yaşayan kimseler,
Resulullahtan fazla dünyada kalmam diyerek evine kabir kazıp kalan
ömrünü kabirde geçirmiş. Bunun örnekleri çok. Böyle hareketler
Resulullaha ittiba mıdır? Bizlerin de yapması lazım mı? İslam âlimlerine,
dini öğreten hocalara nasıl ittiba gerekir? Mesela Resulullah efendimiz
ikindinin sünnetini bazen kılmazmış. Bizim de bazen kılmamamız sünnet
midir, Resulullaha ittiba olur mu? Bir arkadaş söyledi. Hocası,
32
www.dinimizislam.com
Rabbena’dan sonra Allahümme inni euzübike min hemezatişşeyatin
okumak çok sevap diye bildirirmiş. Namazda son oturuşta salli barikten
sonra Rabbena atina’dan fazla okumam, çünkü hocamızın okumadığını bir
iki kere gördüm dedi. Başka duaları okumak hocaya ittiba etmemek mi
olur?
CEVAP
Evliyanın, aşıkların durumu farklıdır. Veysel Karani hazretleri,
Resulullah efendimizin hangi dişi olduğunu bilmediği için dişlerinin hepsini
çektiriyor. Bu aşıklık hâlidir, onlar mazurdur.
İttiba, dinin yasaklamadığı konularda, o zata uymaya çalışmaktır.
Mesela o zat, özürlü olduğu için, teyemmüm etse, biz de ona uymak için
teyemmüm etmemiz caiz olmaz.
Resulullah efendimiz bazen ikindinin sünnetini terk etti diye sünneti
terk etmek sünnet olmaz, ancak ibadet etmek sünnet olur, terk etmek
sünnet olmaz.
Bir zat, birkaç namazda Rabbena’dan sonra dua okumasa, yahut
ömründe hiç okumasa, ancak, siz okuyun diye bildirse, okumak o zata
ittiba olur. Mesela Rabbena’dan sonra Allahümme inni euzübike min
hemezatişşeyatin okumak hocaya ittibadır.
Ehli sünnet âlimlerine uymak gerekir
Âlim, hakkı bâtıldan ayıran ve bildikleri ile amel eden zattır. Ehl-i
sünnet âlimleri Peygamber efendimizin vârisleridir. Bunlara uyanlar
kurtulur. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Bu misalleri ancak âlim olan kimseler anlar.) [Ankebut 43]
(Eğer bilmiyorsanız, zikir ehlinden [âlimlerden] sual ediniz) [Nahl
43]
Hadis-i şeriflerde ise buyuruldu ki:
(Âlimlere tâbi olun.) [Deylemi]
(Âlimler, birer rehber ve kılavuzdur.) [İ. Neccar]
(Âlimler olmasaydı, insanlar helak olurdu.) [İ. Maverdi]
(Bilmediklerinizi salih âlimlerden sorup öğrenin.) [Taberani]
(Âlimin, insanlara üstünlüğü, Peygamberin ümmetine üstünlüğü
gibidir.) [Hatib]
(Âlimler, benim ve diğer Peygamberlerin vârisleridir.) [Tirmizi]
Fıkıh ilminin önemi
Sual: Mealden mi yoksa fıkıh kitabından mı dini öğrenmeyi tavsiye
edersiniz?
CEVAP
33
www.dinimizislam.com
Mealden tefsirden din öğrenilmez. Ahmed Tahtavi hazretleri buyuruyor
ki:
Kur'an-ı kerimdeki Allah’ın ipine sarılın ifadesindeki ipten maksat,
cemaattır. Cemaat da, fıkıh ve ilim sahipleridir. Fıkıh âlimlerinden bir karış
ayrılan dalalete düşer. Sivad-ı a'zam, fıkıh âlimlerinin yoludur. Fıkıh
âlimlerinin yolu da, Resulullah efendimizin ve Hulefa-i raşidinin yoludur.
Kurtuluş, Ehl-i sünnet vel cemaat fırkasındadır. Fırka-i naciyye, bugün dört
mezhepte toplanmıştır. Bu zamanda bu dört hak mezhepten birine
uymayan, bid'at ehlidir. (Tahtavi)
Muhammed Hadimi hazretleri buyurdu ki:
(Dindeki dört delil, müctehid âlimler içindir. Bizim için delil,
mezhebimizin bildirdiği hükümdür. Çünkü biz, âyet ve hadisten hüküm
çıkaramayız. Bunun için, mezhebimizin bir hükmü, âyet ve hadise uymuyor
gibi görünse de, mezhebimizin hükmüne uyulur. Yahut başka bir âyet veya
hadisle değişmiştir, yahut tevil edilmesi gerekir. Bunları da ancak müctehid
âlimler anlar. Bunun için tefsir ve hadis değil, âlimlerin kitaplarını okumak
gerekir.) [Berika]
Âyet-i kerimede mealen buyuruluyor ki:
(Bir işte anlaşamazsanız bu işin hükmünü, Allah ve Resulünden
anlayın!) [Nisa 59]
Buradaki Anlayın emri müctehid âlimler içindir. Çünkü Allahü teâlâ,
âlimlere sorulmasının gerektiğini bildiriyor. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(Bilmiyorsanız âlimlere sorun!) [Nahl 43]
Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Bütün ibadetlere verilen sevap, Allah yolunda cihada verilen
sevaba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Cihad sevabı da,
emr-i maruf ve nehy-i anilmünker sevabı yanında, denize nispetle bir
damla su gibidir.) [Deylemi]
(Fıkıh öğrenmek her müslümana farzdır. Fıkhı öğrenin ve öğretin,
cahil olarak ölmeyin!) [İ. Maverdi]
(İbadetlerin en kıymetlisi fıkhı öğrenmek ve öğretmektir.) [İbni
Abdilberr]
(Her şeyin dayandığı direk vardır. Dinin temel direği, fıkıh ilmidir.)
[Beyheki]
(Âlimlerin en hayırlısı fıkıh âlimleridir.) [İ. Maverdi]
(Allahü teâlâ, iyilik vermek istediği kimseyi fıkıh âlimi yapar.)
[Buhari]
(Fıkhı bilmeden ibadet eden, gece karanlıkta bina yapıp, gündüz
yıkana benzer.) [Deylemi]
34
www.dinimizislam.com
(Hikmetsiz kalb, harap ev gibidir. Şu halde öğrenin, öğretin. Fıkıh
öğrenin, cahil olarak ölmeyin. Çünkü Hak teâlâ cahillik için mazeret
kabul etmez.) [İ. Sünni]
(Allah indinde en üstün kimse fakihtir.) [M. Zühdiyye]
(Az fıkıh, çok ibadetten iyidir. İhlasla ibadet edene fıkhı öğrenmek
nasip olur.) [Taberani]
Hazret-i Ebu Bekir (Ya Resulallah, savaştan başka cihad yolu var mı?)
diye sordu. Resul-i ekrem buyurdu ki:
(Evet vardır. Emr-i maruf ve nehy-i münker yapmaktır.) [Tibyan]
Fıkhı öğrenmek her Müslümana farz-ı ayndır. Fıkıh âliminin
Müslümanlara sağladığı faydanın sevabı, cihad sevabından çoktur. (Reddül-muhtar)
Mezhep imamları, (Âlimlerden sorup öğrenin) mealindeki âyet
gereğince, Kur'an-ı kerimin manasını, Tabiinden ve Eshab-ı kiramdan
öğrenerek, kitaplarına yazmışlardır. Diğer âlimlerimiz de, bunların
kitaplarından, tefsirden, hadisten anladıklarını, bizim gibilere açık, kolay
öğretmek için, binlerce Fıkıh ve İlmihal kitabı hazırlamışlardır. (Birgivi)
Ehl-i sünnet itikadını ve farzları, haramları öğrenmek farzdır. Bunlar,
ancak fıkıh kitaplarından öğrenilir. Fıkıh, âyet ve hadislerden çıkarılmıştır.
(Hadika)
Fıkıh, salih kimselerin yazdığı ilmihallerden öğrenilir. Ehl-i sünnet
âlimlerinin kıymetli eserlerinden derlenerek hazırlanan (Tam İlmihal
Seadet-i Ebediyye) kitabı, fıkıh bilgileri öğrenilecek en emin kaynaktır.
En lüzumlu bilgiler
Lüzumlu fıkıh bilgilerini öğrenmek farz-ı ayn iken, bu farzı terk edip,
(İmanı araştırıyorum) diyerek ağaçların, çiçeklerin, insan ve hayvanların
anatomisini incelemekle meşgul olmak haramdır. İman esasları tahkik
edilmez, yani araştırılmaz. Peygamber efendimiz, (Ahir zamanda,
kocakarı gibi itikad edin!) buyurarak, kocakarı gibi iman etmeyi tavsiye
etmiştir. (Deylemi)
İspat ile delil ile iman olmaz. İman, görmeden inanmaktır. Kur’an-ı
kerimde, salihler övülürken, (O müttekiler ki, gayba inanırlar, namaz
kılarlar ve kendilerine verdiğimiz mallardan [zekat ve her türlü hayır
hasenat için] harcarlar) buyuruluyor. (2/3)
İman bilgilerini anlatan derin ilme ilm-i kelam denir. Kelam ilmini, ehl-i
sünnet âlimlerinin bildirdikleri itikadı öğrenecek ve bunları akıl ve nakil ile
ispat edecek ve sapıklara, dinsizlere anlatacak kadar okumak farz-ı ayn
olup, bundan fazlasını öğrenmek, ancak din âlimlerine lazımdır.
35
www.dinimizislam.com
Başkalarına caiz değildir. Başkaları bu ilimle meşgul olursa, bâtıl yollara
kayar, sapıtıp zındık olur. (Hadika)
Âlimler buyuruyor ki
İlm-i kelam ile uğraşıp sapıtmak yanında, büyük günah işlemek hafif
kalır. Ehl-i sünnet itikadını iyi öğrenmeden önce, ilm-i kelam ile uğraşmanın
zararı bilinseydi, kelam ilmi ile uğraşmaktan, aslandan kaçar gibi
kaçınılırdı. (İmam-ı Şafii)
Bid’at ehli ile kelamcıların şahitlikleri kabul değildir. (İmam-ı Malik)
Kelam ilmi ile uğraşan hep şüphe içindedir, iflâh olmaz. (İmam-ı
Ahmed)
Kelam ilmi ile uğraşan imam olamaz, zamanla dinden çıkar. (İmam-ı
Ebu Yusuf)
Resulullah efendimiz, fıkhı teşvik etti, kelamı yasakladı. (Hadis
âlimleri)
Kelam ilmi ile uğraşanların çoğu zındık olur. (Fetava-i Bezzâziyye)
Fıkıh öğrenmek her Müslümana farz-ı ayndır. (İbni Abidin)
Tasavvuf sayesinde iman sağlamlaşır. Akıl ile, delil ve ispat ile
kuvvetlenen iman böyle sağlam olmaz. (İmam-ı Rabbani)
Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri de buyuruyor ki:
İman, Muhammed aleyhisselamın, Peygamber olarak bildirdiği şeyleri,
tahkik etmeden, akla, tecrübeye ve felsefeye uygun olup olmadığına
bakmadan, tasdiktir. Akla uygun olduğu için tasdik etmek, aklı tasdik etmek
olur, Resulü tasdik etmek olmaz. Yahut Resulü ve aklı birlikte tasdik etmek
olur ki, o zaman Peygambere itimat tam olmaz. İtimat tam olmayınca, iman
olmaz. Çünkü iman parçalanmaz. Hadis-i şerifte, (Dini aklı ile ölçen kadar
zararlı kimse yoktur) buyurulmaktadır. (Taberani)
İman kıymetlidir
Cahil ve âlim herkes, kelam ilmi ile uğraşmayı bırakıp, ilmihal bilgilerini
öğrenmeye çalışmalı; zira fıkıh ilmi zaruri lazımdır. Peygamber efendimiz
buyurdu ki:
(İmanın sermayesi fıkıhtır.) [Deylemi]
(Fıkıh ilmi her Müslümana farzdır.) [İ.Maverdi]
(Dinin temel direği fıkıhtır.) [Beyheki]
Fıkıh ilmi ise, nakli esas alan doğru bir ilmihal kitabından öğrenilir. Bir
Müslümanın, imanını ehl-i sünnet itikadına göre düzelttikten sonra, imanın
gereği olan amellerini ilmihale uygun yapması gerekir. Ayrıca imanını
tehlikeye düşürecek iş ve sözlerden de uzak durmalıdır. Çünkü iman ne
kadar kıymetli ise, zıddı olan küfür de o kadar kötüdür. İmanı kurtarmak
için ibadetleri yapmak ve haramlardan kaçmak gerekir. Bilhassa küfre
36
www.dinimizislam.com
düşürücü söz ve hareketlerden sakınmalıdır. Mesela imanını çok kuvvetli
sanan biri, Allah dostlarından birine düşman olsa veya Allah
düşmanlarından birini sevse, yahut, (Kuşların uçuşunda ilahi şuuru
görüyoruz) veya (Bu iş Allah’ın aklına aykırıdır) dese, yaptığı ibadetler
kıymetsiz olur ve Cehenneme gider. Çünkü küfre düşürücü ifade
kullananın imanı gider. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Öyle bir zaman gelir ki, kişinin imanı gider de haberi olmaz.
Halbuki ondan, gömleğin çıktığı gibi, iman çıkmış olur.) [Deylemi]
Şeytanın ağlatıp sızlattıkları
Sual: Tarikata bağlı arkadaşlar şeyhlerinden bahsederken
muhabbetlerinden ağlayabiliyorlar, fakat Allahü teâlâdan ve Peygamber
efendimizden bahsederken hiç de böyle bir hâl içerisinde olduklarını
göremiyoruz. Bu durumda, İslamiyet’in ruhuna aykırı bir durum ortaya
çıkmış olmaz mı?
CEVAP
Aykırı olmayabilir. Fakat aykırı olması daha kuvvetlidir. Çünkü şeytan,
dinimizi doğru ve tam bilmeyen, (fıkıh bilmeyen) tarikatçıları oynatır, ağlatır,
zıplatır, cezbeye sürükler.
Size Seadet-i Ebediyyeden aldığım bir menkıbeyi yazıyorum. Bu haller
şeytandan olabilir.
Fârisi Tezkiret-ül-Evliya kitabında diyor ki, İbrahim Ethem
hazretlerine, falanca yerde bir genç var. Gece gündüz ibadet ediyor. Vecde
gelip kendinden geçiyor, dediler. Gencin yanına gidip, üç gün misafir kaldı.
Dikkat etti, söylediklerinden daha çok şeyler gördü. Kendinin soğuk, hâlsiz,
habersiz, gencin ise, böyle uykusuz ve gayretli hâline şaşıp kaldı. Genci,
şeytan mı aldatmış, yoksa hâlis ve doğru mu diye anlamak istiyordu.
Yediğine dikkat etti. Lokması helalden değildi. Bu hâllerin hep şeytandan
olduğunu anlayarak, genci evine davet etti. Ona helalinden bir lokma
yedirince, gencin hâli değişip, o aşkı, arzusu ve gayreti kalmadı. Genç,
İbrahim’e (Bana ne yaptın?) diye sorunca, (Lokmaların helalden değildi.
Yemek yerken, şeytan da midene giriyordu. O hâller, şeytandan oluyordu.
Helal yiyince şeytan giremedi. Asıl, doğru hâlin meydana çıktı) dedi.
Mealden tefsirden din öğrenilmez
Sual: Mealen ne demektir?
CEVAP
37
www.dinimizislam.com
Mealen demek, tefsir âlimlerinin bildirdiklerine göre demektir. Yani
tefsir âlimlerinin anladığı mana demektir. Bunun için Kur'an tercümesi
denilen kitaplardan, Kur'an-ı kerimin manası anlaşılmaz. Kur'an tercümesi
okuyan kimse, murad-ı ilahiyi öğrenemez. Tercüme edenin bilgi derecesine
göre, yaptığı açıklamayı öğrenir. Bir cahilin veya bir sapığın yaptığı
tercümeyi okuyan kimse de, Allahü teâlânın bildirmek istediğini değil,
tercüme edenin anladım sanarak kendi kafasından anlatmak istediğini
öğrenir.
Kur'an-ı kerim tercümesini okuyan, amele, ibadete ait bilgileri
öğrenemez.
İtikada ait bilgileri ise öğrenmesi hiç mümkün olmaz. Çünkü 72 dalalet
fırkası, Kur'an-ı kerime yanlış mana verdiği için sapıtmıştır. Kur'an
tercümesi okuyarak, doğru imanı, Ehl-i sünnet itikadını öğrenmek mümkün
olmaz. Hatta (Beydavi), (Celaleyn) gibi kıymetli tefsirleri bile bizim gibilerin
anlaması mümkün değildir. Kur'an-ı kerimin manasını öğrenmek isteyen
kimse, Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdığı, kelam, fıkıh ve ahlak kitaplarını
okumalıdır. (Hadika)
Âlimler sapıtınca
Fıkıh bilgilerini, İslam âlimleri, âyet-i kerimelerden ve hadis-i
şeriflerden çıkarmışlardır. Bu bilgiler ancak fıkıh kitaplarından öğrenilir.
Fıkıh kitapları varken, din bilgilerini tefsirlerden öğrenmeye kalkışmak nafile
ibadet olur. Farz-ı ayn olan fıkıh kitaplarını okumayı bırakıp, nafile olan
tefsir okumak caiz değildir. Zaten müctehid olmayanların, tefsirden fıkıh
bilgisi öğrenmesi imkansızdır. Cehenneme gidecekleri bildirilen yetmiş iki
fırkanın âlimleri, tefsirlerden yanlış mana çıkardıkları için sapıtmışlardır.
Âlimler sapıtınca, âlim olmayanların tefsir, okuması felaket olur. (Hadika)
Sual: Dinimizi, asıl kaynağından öğrenmek için hangi meali ve tefsiri
tavsiye edersiniz?
CEVAP
Kur'an-ı kerimin muhatabı Muhammed aleyhisselamdır. Ona gelmiştir.
Manasını yalnız Muhammed aleyhisselam anlamış ve hadis-i şerifleri ile
bildirmiştir. Kur'an-ı kerimi tefsir eden Odur. Doğru tefsir kitabı da, Onun
hadis-i şerifleridir. Din âlimlerimiz, bu hadis-i şerifleri toplayıp, tefsir
yazmışlardır.
Âyet-i kerimeler kısa ve tam tercüme edilemediği için, İslam âlimleri,
tercüme değil, uzun tefsir ve tevillerini bildirmişlerdir. Resulullahın bildirdiği
manalara Tefsir denir. Tefsir, ancak Fahr-i âlem efendimizin mübarek
lisanından, Sahabe-i kirama ve onlardan Tabiine ve Tebe-i tabiine ve
böylece sağlam, kıymetli insanların söylemesi ile, fıkıh ve kelam âlimlerine
38
www.dinimizislam.com
gelen haberlerdir. Bundan başka olan bilgilere tefsir denmez. Müfessir,
tefsir kitabı yazan demek değildir. Müfessir, kelam-ı ilahiden, murad-ı ilahiyi
anlayan derin âlim demektir. Beydavi tefsiri bunların en kıymetlilerindendir.
Bu tefsir kitaplarını da anlayabilmek için, yirmi ana ilmi, iyi öğrenmek
gerekir. Ana ilimlerden biri, tefsir ilmidir. Bu yirmi ana ilmin kolları, seksen
ilimdir.
1986da İstanbul’da yapılan (Kur'an Tercümeleri Sempozyumu)nda
1500den fazla tercüme incelendiğinde, birbirini tutmayan hükümler
görüldü. Herkes anlayışına göre tefsir ettiği için, karşımıza bir korkunç,
dehşetli ve vahim manzara çıkmıştır. Halbuki nakle dayanılsaydı böyle
olmazdı. Türkiye’de ilk defa Kur'an tercüme işini, Cihan Kitabevi sahibi
Misak isimli bir Ermeni başlatmıştır. Maksat dinimizi bozmaktır. Bu oyuna
gelinmemeli!
Din fıkıhtan öğrenilir
Bizim gibilerin, tefsirden din öğrenmesi mümkün değildir. Tefsirden
abdestin farzını bile öğrenmemiz mümkün değilken, itikadi konuları
öğrenmemiz nasıl mümkün olur? İslam âlimleri yıllarca çalışarak, Kur'an-ı
kerimden çıkardıkları hükümleri, kitaplara yazmışlardır. Bir müslüman,
hangi mezhepte ise, mezhebine ait kitapları okur, dinini öğrenir. Zaten her
müslümanın, bir ilmihal kitabı okumakla, dinine ait lüzumlu bütün bilgileri
öğrenmesi mümkündür. Tıp kitabı okuyarak hastalıklara teşhis koymak,
tedavi ve ameliyatlara girişmek milyonda bir ihtimal de olsa belki mümkün
olabilir, fakat Kur'andan din öğrenmek mümkün olmaz. Her işi ehlinden
öğrenmek gerekir. Fıkıh kitaplarını "Tabu" olarak gösterenler, "Dini
Kur'andan, tefsirden öğrenin!" diyenler, eğer cahil değilseler, din anarşisi
meydana çıkarmak için çalışan hain ve sapık kimselerdir.
İlmihal bilgileri
Sual: Fıkıh, yani ilmihal bilgilerinden önce başka kitap okumak uygun
mudur?
CEVAP
Asla uygun değildir. Fıkıh ilmi ile uğraşmak, yani farzları ve haramları
öğrenmek, her müslümana farz-ı ayndır. Fazlasını öğrenmek de, farz-ı
kifaye olup, çok sevaptır. (Hadika)
İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
Her müslümanın ilmihal öğrenmesinin farz olduğunu fıkıh âlimleri
sözbirliği ile bildirdi. Bunun için, karı-kocanın hayz ve nifas bilgilerini
öğrenmeleri gerekir. Kocası, hanımına öğretmeli, kendisi bilmiyorsa, bilen
39
www.dinimizislam.com
kadınlardan öğrenmesi için izin vermelidir. Kocası izin vermeyen kadının,
ondan izinsiz gidip öğrenmesi gerekir. (Menhel)
İmam-ı Muhammed’e, mütehassıs olduğu tasavvuf bilgisinde bir kitap
yazmadığını sorduklarında, (Zühd ve takva, ancak, bütün işlerde İslamiyete
uymakla, bâtıl, fâsid ve mekruh sözleşmelerden sakınmakla elde edilebilir.
Bunlar da, fıkıh kitaplarından öğrenilir. Alış-veriş ve başka sözleşmeleri
yapacak kimsenin bunların sahih ve helal olması şartlarını öğrenmesi
gerekir. Bunun için, bu işlerin ilmihalini öğrenmek her mükellefe farz-ı
ayndır. Bu farzın yerine getirilmesi için, alış-veriş kitabını yazdım) buyurdu.
(Hadika)
Önce lüzumlu bilgi
Ehl-i sünnet itikadını ve fıkıh bilgilerini öğrenmeden önce, Gülistan ve
benzeri kitapları okumamalıdır. Fıkıh kitapları yanında, Gülistan ve benzeri
kitaplar lüzumsuzdur. Dinde gerekenleri, önce okumak ve öğrenmek ve
öğretmek gerekir. [Din bilgilerini öğrenmeden, başka şeyler öğrenenler ve
çocuklarına doğru din bilgisi öğretmeyerek, para kazanmaya uğraşanlar,
ne kadar aldanıyor.]
Kur'an-ı kerimin hakiki manasını anlamak isteyen bir kimse, din
âlimlerinin kelam ve fıkıh ve ahlak kitaplarını okumalıdır. Bu kitapların
hepsi, Kur'an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden alınmış ve yazılmıştır.
Kur'an tercümesi diye yazılan kitaplar, doğru mana veremez. Okuyanları,
bunları yazanların fikirlerine, düşüncelerine ve maksatlarına esir eder ve
dinden ayrılmalarına sebep olur.
Abdest, gusül, teyemmüm, mest, namaz, oruç, zekât, adak, yemin
çeşitleri, hac bilgilerini öğrenmek, fıkıh bilgisi ile mümkündür. Fıkıh bilgisi
de ancak doğru yazılmış bir ilmihalden öğrenilir.
Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye kitabında, bir müslümana gereken
bütün dini bilgiler vardır. Hepsi de en kıymetli eserlerden derlenmiştir. Bu
kitabı baştan sona dikkatlice okuyan birisi, dinimizin bütün emir ve
yasaklarını öğrenir. Dinimiz hakkında kâfi bilgiye sahip olur. Her
müslümanın dinimizi çok iyi bilmesi şarttır. Dinini bilmeyenin dini yoktur. 95.
baskısı yapılan, 1248 sayfalık Tam İlmihali, her müslümanın okuyup, çoluk
çocuğuna da okutması gerekir.
Mahrem bilgiler
Sual: S. Ebediyye'deki hayz, gusül ve evlilikle ilgili mahrem bilgileri
birkaç kişinin birlikte okumaları caiz midir?
CEVAP
40
www.dinimizislam.com
Evet, caizdir.
Fıkıh ilmi
Sual: Fıkıh ilminin önemi nedir?
CEVAP
Fıkıh ilmi çok kıymetlidir. Peygamber efendimiz, (Allah bir kimse için
hayır murad etmişse, onu dinde fakih yapar) buyuruyor. Kelam
âlimlerinden sapıtanlar, yanlış yollara sapanlar çok olmuşsa da; fıkıh
âlimlerinden bozuk itikadlı kimseler çıkmamıştır.
Fetva vermenin mesuliyeti
Sual: Fetva ne demektir?
CEVAP
Fetva, bir hususun dine uygun olup olmadığını, hangi fıkıh kitabının
neresinden alındığını bildiren hüküm demektir. Mehazını göstermeden caiz
veya caiz değil demek fetva olmaz.
Fetva veren Müftinin müctehid olması gerekir. Müctehid olmayan
kimse müfti yapılırsa, bunun müctehidlerin bildirdiklerini okuyup, öğrenerek
bunları söylemesi gerekir. (İbni Hümam)
Müctehid olmayan kimse bir hadis işitince, bu hadisten kendi
anladığına uyarak amel edemez. Mezhebindeki müctehidlerin verdiği fetva
ile amel etmesi gerekir. (Kifaye)
Cengiz Han, Fatımiler ve hatta Abbasiler zamanında, haramlara caiz
diyen müftü adını taşıyan devlet memurları vardı. Bunların yanında bir
kısmı da gerçekten İslam müftisi idi. Bir kısmı ise, o zamanki hükümdarın
arzusuna göre konuşurlardı. İslam müftileri, Allahü teâlânın emirlerini ve
yasaklarını bildiren âlimlerdi. Müftü denilen devlet memurları ise, zaten dini
bilmezlerdi. Allahü teâlânın yasak ettiği bir şeyi, hükümdar emretmiş ise,
(Bunu yapmak caiz değil) demezlerdi. Yahut bir zalim, Allahü teâlânın
emrettiği bir şeyi yapmamış olsa, (Bunu yapmak gerekir) diyemezlerdi.
Böylece müslümanları günaha ve büyük felaketlere sürüklemişlerdi. Böyle
uydurma fetvaların verildiği zamanlarda, dinini kayıran müslümanlar,
âlimlerin yazdığı fıkıh ve ilmihâl kitaplarına uyup dinlerini kurtardılar.
Yanlış fetva vermek
Sual: Dini suallere yanlış cevap vermenin vebali nedir?
CEVAP
41
www.dinimizislam.com
Bunun vebali çok büyüktür. Harama helal veya helale haram diyen
küfre girer. Müctehid olmayanın, Kur'an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden
anladığına göre fetva vermesi caiz değildir. Çünkü âyet ve hadislerden dört
mezhebin müctehidleri, farklı hükümler çıkarmıştır. Onun için herkes, kendi
mezhebine uymalı, kendi mezhebindeki âlimlerin verdiği fetvaları
bildirmelidir. Bilmeden, kitaba bakmadan, caizdir veya caiz değildir
demekten çok sakınmalı! Bir hadis-i şerif mali şöyledir:
(Fetva vermeye en cüretli olanınız, ateşe girmeye en cüretli
olanınızdır.) [Darimi]
Haramdan korkmayan, günah işlemeye cesaret eden cahildir. Nitekim
(cahil, cüretkâr olur), yani, (cahil, günah işlemekten korkmaz) denmiştir.
Yanlış fetva vermek büyük günahtır. Bir kaç hadis-i şerif meali:
(Bilmeden fetva verene, yerdeki ve gökteki melekler lanet
ederler.) [İ.Lal, İ.Asakir]
(Cehennemde zebaniler, günahkâr hâfıza, puta tapandan daha
çok azap yapar; çünkü bilerek yapılan günah, bilmeden yapılan
günahtan daha kötüdür.) [Taberani]
(Ümmetim, kötü âlimler, cahil abidler yüzünden helak olur.
Kötülerin en kötüsü kötü âlimlerdir. İyilerin en iyisi de iyi âlimlerdir.)
[Darimi]
(Sizin için Deccalden daha çok, sapık imamlardan korkuyorum.)
[İ.Ahmed]
Kendine sual sorulan, bilmiyorsa, "bilmiyorum, kitaplara bakayım,
bulursam söylerim" demeli! Bilmiyorum demek ilimdendir. Hadis-i
şeriflerde buyuruldu ki:
(Üzeyrin ve Zülkarneynin Peygamber olup olmadığını bilmiyorum.
Hazret-i Cebrail gelinceye kadar, oturulacak yerlerin en iyisi ve en
kötüsünün ne olduğunu soranlara "bilmiyorum" dedim. Cebrail de,
"bilmiyorum" dedi. Nihayet Allahü teâlâ bildirdi ki, "Oturulacak yerlerin
en iyisi camiler, en kötüsü de sokaklardır.") [Ebu Davud]
(Bilmiyorum demek de ilimdendir.) [İbni Mace]
(Âlimim diyen cahildir.) [Taberani]
(Ahir zamanda, âlim ve ilim azalır, cahillik artar. Cahil ve sapık din
adamları, yanlış fetva vererek fitne çıkarır, doğru yoldan saptırırlar.)
[Buhari]
(Ümmetim, kötü din görevlilerinden çok zarar görecektir.) [Hakim]
(Ehli olmadan yanlış fetva veren, hainlik etmiş olur.) [Ebu Davud,
Hakim]
42
www.dinimizislam.com
(Allahü teâlâ, âlimleri almak suretiyle ilmi ortadan kaldırır. Âlim
kalmayınca da, cahiller bilmeden yanlış fetva verir, hem kendilerini,
hem de başkalarını sapıtırlar.) [Buhari]
Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki:
Bilmem, demek ilmin yarısıdır. Allah rızası için bilmediği bir hususta,
susanın aldığı mükafat, bildiği hususta konuşanın aldığı mükafattan az
değildir. Çünkü cehaleti kabul etmek nefse çok ağır gelir. (Şabi)
Şeytanı en çok kahreden şey, âlimin "bilmiyorum" demesidir. Şeytan,
"Bunun susması benim için, konuşmasından daha zararlı" der. (İbrahim
Edhem)
Hakiki âlim, suali cevaplandırırken, kıyamette, "bu cevabı hangi kitapta
buldun" diye sorulacağından korkan zattır. (Hakim Nişapuri)
Hazret-i Cabir anlatır:
Yolculukta, arkadaşlarımdan birinin başı yaralandı. Oradakilere sordu:
- Muska yapmak caiz olur mu?
Oradakiler dedi ki:
- Caiz olmaz, başını yıka!
O da başını yıkayınca öldü. Medine’ye gelince, Resulullah efendimize
haber verdik. Buyurdu ki:
(Allahü teâlâ, onun ölümüne sebep olanları öldürsün.
Bilmediklerini niçin sorup öğrenmediler? Cehlin ilacı, sorup
öğrenmektir!) [Mişkat]
Bu zatlar, daha çok bilenlerden sormadan, kendiliklerinden fetva
verdikleri için, çok sert sözle karşılaşıp, kendilerine, (Allahü teâlâ, onları
öldürsün) buyurulunca, şimdi din adamı geçinen bir kimsenin İslam
âlimlerinin kitaplarını okumadan, kendi boş kafası ve kısa görüşü ile
Kur'an-ı kerime ve hadis-i şeriflere mana vermeye kalkışmasına, böylece,
müslümanların dinlerini, imanlarını bozmasına ne denileceği meydandadır.
Böyle kimseye, din, iman hırsızı demek yerinde olur. Allahü teâlâ,
hepimizi böyle din hırsızlarının zararlarından muhafaza buyursun!
Dinini öğrenmek için sual soranlara, cevap vermemenin vebali
büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Sual sorulan kimse, bildiği halde cevap vermezse, kıyamet
gününde ağzına ateşten bir gem vurulur.) [Tirmizi, Ebu Davud, İbni
Mace]
(Âlimin bildiğini söylememesi, cahilin de bilmediğini sormaması
helal değildir. Çünkü Allahü teâlâ, "Bilmiyorsanız, ilim ehline sorun"
buyuruyor.) [Taberani]
43
www.dinimizislam.com
İlmin kıymetini bilmeyene, ilim öğretilmez. Hadis-i şeriflerde buyuruldu
ki:
(İlmi layık olmayana öğreten domuzun boynuna yakut, inci ve
altın takana benzer.) [İbni Mace]
(Biz Peygamberler, herkese, seviyesine göre muamele yapmak ve
anlayabileceği şekilde hitap etmekle emrolunduk.) [İ.Gazali]
(Aklın almayacağı şeyi söylemek, fitne olur.) [İbni Asakir]
Hazret-i Ali, göğsünü işaret edip, (Burada istediğiniz kadar bilgi
vardır. Ancak bunu taşıyabilecek birisi olsa, hepsini ona anlatırım)
buyurdu.
Adamın biri bir âlime ince bir mesele sordu. Âlim cevap vermeyince, o
kimse dedi ki:
- Sen, (İlmini gizleyene Allahü teâlâ ateşten gem vurur) hadis-i
şerifini bilmiyor musun?
- Eğer anlattıklarımı anlayabilecek biri sorar da söylemezsem, o
zaman bana gem vurulur.
Kur'an-ı kerimde, (Sefihlere, akılsızlara malınızı vermeyin)
buyuruluyor. Mal verilmezse, ilim hiç verilmez. Ona ilim vermek fitneye
sebep olur. (İhya)
İmam-ı a’zam bu ümmetin ışığıdır
Sual: İmam-ı a’zam hazretleri hakkında hadis var mıdır?
CEVAP
İmam-ı a’zam Ebu Hanife hazretleri hakkında, meşhur ve muteber
fıkıh kitaplarında çeşitli hadis-i şerifler bulunmaktadır. En kıymetli fıkıh
kitaplarından biri olan Dürr-ül-muhtâr’ın önsözündeki hadis-i şerifte
buyuruldu ki:
(Âdem aleyhisselam, benimle övündüğü gibi, ben de
ümmetimden ismi Numan, künyesi Ebu Hanife olan bir zât ile
övünürüm. O ümmetimin ışığıdır.)
Mevduat-ül-ulum ve Hayrat-ül-hisan’daki hadis-i şeriflerde
buyuruluyor ki:
(Ebu Hanife adında biri gelir. Bu, kıyamet günü ümmetimin ışığı
olur.)
(Ebu Hanife denilen biri gelir, Allah’ın dinini ve benim sünnetimi
canlandırır.)
(Her asırda, ümmetimden yükselen olur. Ebu Hanife, zamanının
en yükseğidir.)
Mirât-ı kâinat’daki birkaç hadis-i şerif:
44
www.dinimizislam.com
(Ebu Hanife adında biri gelir. O, bu ümmetin en hayırlısıdır.)
(Ümmetimden biri, dini canlandırır. Bid’ati öldürür. Adı Numan bin
Sâbittir.)
(Ebu Hanife’nin iki küreği arasında ben vardır. Allahü teâlâ dinini
onun eliyle canlandırır.)
İbni Âbidin hazretleri, Dürr-ül-muhtar’ın önsözündeki hadis-i şerifleri
açıklarken buyuruyor ki:
[Buhari ve diğer hadis âlimlerinin rivayet ettiği hadis-i şerifte, (İman,
süreyya yıldızına çıksa Fâris oğullarından biri elbette alıp gelir)
buyuruldu. Buhari’nin diğer bir rivayetinde ise, (Allah’a yemin ederim ki,
din, süreyya yıldızında asılı olsa, onu Fâris oğullarından, acemlerden
bir zât alacaktır) buyuruldu. Fâris, İran’ın Fers denilen memleketindeki
insanlar demektir. İmam-ı a’zamın dedesi buradandır. Bu hadis-i şerifin
imam-ı a’zamı gösterdiği açıktır.
İmam-ı Süyuti; “Bu hadiste Ebu Hanife’nin kastedildiği pek âşikârdır.
Bunda şüphe yoktur. Çünkü Acemlerden, ilimde Ebu Hanife derecesine
varan tek bir kimse yoktur” buyurdu.]
İmam-ı a’zam Ebu Hanife Numan bin Sabit, dört mezhep imamları
içinde, Eshab-ı kirama en yakın olanı, en âlim olanı, fıkıhta en derin olanı,
vera’ı en çok olanı idi. İmam-ı Şarani hazretleri Şafii mezhebinde iken,
insaf ile, imam-ı a’zamı şöyle tanıtmaktadır:
(Ona hiç kimse dilini uzatmamalıdır. Çünkü O, dört imamın en büyüğü,
mezhebin ilk kurucusu, senetleri Resulullaha en yakın olanı, Eshab-ı
kiramın ve Tâbi’inin yaşayışlarını en çok göreni idi. Her sözü Kitaba ve
Sünnete dayanmaktadır. Kendi re’yi, düşüncesi ile hiçbir şey
söylememiştir.) İmam-ı Şarani gibi büyük bir âlimin (Rabbani âlim) dediği
ve kendi re’yi ile hiçbir şey söylememiştir dediği bir yüce imam için ve
talebeleri için, birkaç hadis âliminin (Eshabı re’y) demeleri çok haksız bir
isnattır.
Şafii mezhebindeki büyük âlimlerden ibni Hacer-i Mekki, imam-ı
a’zamı tanıtmak için ayrı bir kitap yazmıştır. Kitabının ismi (Hayrat-ül-hisan
fi-menakıb-in-Nu’man)dır.
Hanefi âlimlerinden ibni Âbidin, Redd-ül-muhtar kitabının önsözünde
diyor ki:
İmam-ı a’zamın, büyüklüğünün şahidi, diğer mezhep imamları, onun
bütün sözlerini senet olarak almışlardır. Mezhebinin âlimleri, onun
zamanından, bu zamana kadar, her yerde onun sözleri ile fetva verdiler.
Evliyadan çoğu, onun mezhebine göre çalışarak kemale geldiler. Anadolu,
Balkan müslümanları, Hind, Sind ve Türkistan, yalnız onun mezhebini
45
www.dinimizislam.com
bilirler. Abbasi devleti, her ne kadar, cedlerinin mezhebinde idi ise de,
kadılarının, hakimlerinin, âlimlerinin çoğu Hanefi mezhebinde idi. Beşyüz
seneye yakın bu mezhebe göre amel ettiler. Bu devletin yerine kurulmuş
olan Selçuki ve sonra Harezmi melikleri ve büyük Osmanlı devleti hep
hanefi idi.
Büyük âlim Muhammed Tahir sıddıki, (Mecmaul-bihar fi-garaib-it-tenzil
ve letaif-il-ahbar) kitabında diyor ki:
(İmam-ı a’zamdan Allahü teâlânın razı olduğuna alamet, mezhebinin
her yere yayılmasını kolaylaştırmasıdır. Bu işte bir sırrı ilahi olmasaydı,
yeryüzündeki müslümanların çoğu onun mezhebinde olmazdı.)
İkinci binin müceddidi imam-ı Rabbani hazretleri, Mektubat ismindeki
kitabının 2. cildinin 55. mektubunda buyuruyor ki:
İmam-ı a’zam Ebu Hanife, İsa aleyhisselama benzemektedir. Vera ve
takva nimetine kavuştuğu için ve Sünnet-i seniyyeye uyduğu için,
nasslardan ahkam çıkarmakta ve ictihad yapmakta, çok yüksek dereceye
ulaşmıştır. Bazı âlimler, onun bu derecesini anlayamadılar. Onun ictihad ile
bulduğu şeyler, çok ince bilgiler oldukları için, Kitaba ve Sünnete uymuyor
sandılar. Bu yüce imama, re’y sahibi dediler. Onun ilminin hakikatine
yetişemedikleri, onun anladığını anlayamadıkları için, böyle yanıldılar.
Halbuki, imam-ı Şafi’i, onun anladığı bilgilerden, az bir şey sezerek, (Fıkıh
âlimlerinin hepsi, fıkıh ilminde, Ebu Hanife’nin talebesidir) dedi.
Buhara’nın büyük âlim ve velilerinden Muhammed Parisa hazretleri,
Füsuli sitte kitabında, (Hazret-i İsa gökten [Şam’a] inince ictihad ve ameli
imam-ı Ebu Hanife’nin mezhebine uygun düşecektir) buyurdu. Bu söz,
belki yüce imamın İsa aleyhisselama benzerliğini göstermektedir.
Bu ümmetin Âlimlerinin, Salihlerinin çoğu Hanefi mezhebinde idiler.
Mezhepsizlerin böyle bir âlime ve ilmi ile amile dil uzatmaları ve mezhep
taklit edenlere kâfir sözleri, hatta (Fıkıh kitaplarını okuyan kâfir olur) gibi
küstahça konuşmaları, (El-cerh-u a’la Ebi Hanife) ve başka kitaplarda
açıkca yazılıdır. Bu nasipsizlerin, bu büyük ve mübarek imama böyle
saldırmalarının sebebi acaba nedir? Bilmiyorlar ki, ona düşmanlık, bu
ümmeti merhumeye düşmanlıktır. (Üsuli Erbe’a, Kitap-ül-mecid fi-vücubit-taklit)
Allahü teâlâ, bütün müslümanları sapık ve bozuk yola kaymaktan
muhafaza buyursun! Hepimize dört mezhep âlimlerinin hak olan
ictihadlarına uygun iman ve ameller nasip eylesin! Kıyamet günü, onların
mezhebinde olarak, Peygamberlerle, sıddıklarla ve şehidlerle ve salihlerle
birlikte haşr eylesin! Amin.
Netice:
46
www.dinimizislam.com
Peygamber efendimiz, imam-ı a’zam hazretlerinin geleceğini haber
vermiştir. Diyâ-i manevi, Mevduat-ül-ulum, Hayrat-ül-hisân, Mirât-i
kâinat ve Dürr-ül-muhtar’da yazılı olan hadis-i şerifte, (Ebu Hanife
ümmetimin ışığı olacaktır) buyuruldu. Hadis ilminde de icazeti bulunan
büyük fıkıh âlimi seyyid İbni Âbidin hazretleri, bu hadis-i şerifin sahih
olduğunu bildirmektedir.
Bu hadis-i şerif, büyük âlim Ebülleys-i Semerkandi hazretlerinin
Mukaddime kitabında ve bunun şerhi Tekaddüme kitabında da
yazılmıştır. Gaznevi’nin Mukaddime adındaki fıkıh kitabının önsözünde
imam-ı a'zamı öven hadis-i şerifler yazılıdır. Bunun şerhi olan Diyâ-i
manevi kitabında kâdı Ebülbekâ hazretleri, (İbni cevzi, bu hadise mevdu
demiş ise de, bu sözü taassuptur. Çünkü bu hadis, çeşitli yollardan
gelmiştir) buyuruyor.
Hayrat-ül-hisan kitabını müellifi İbni Hacer-i Mekki hazretleri, Şâfii
fukahasının büyüklerindendir. Şafii olmasına rağmen, mezhepsizlerin
dediği gibi, mezhep taassubu olsaydı, Hanefi mezhebinin kurucusu
hakkındaki hadis-i şerifleri kitabına almazdı.
Mevduat-ül-ulum kitabının sahibi Taşköprü Zade, Ahmed bin
Mustafâ, Osmanlı âlimlerindendir. Şakâik-i Numâniyye tarih kitabı ile
Miftah-üs-seâde kitabı meşhurdur. Oğlu Kemaleddin Muhammed, Miftâhüs-seâde kitabını Türkçeye tercüme ederek Mevduat-ül ulum ismini
vermiştir.
Mirât kâinat kitabının sahibi Nişancı Zade, Muhammed bin Ahmed bin
Muhammed bin Ramazan, Edirne kadısı idi. Mirât kâinat kitabı meşhurdur.
Dürr-ül-muhtar kitabının sahibi Alaüddin Haskefi, Şam müftisi idi.
Bunun Dürr-ül-muhtar kitabına İbni Âbidin, Burhaneddin İbrahim bin
Mustafa Halebi ve Ahmed Tahtâvi kıymetli hâşiyeler yapmışlardır.
Bu âlimlerin doğruluğunu tasdik ettiği hadis-i şeriflere uydurma demek
büyük bir insafsızlıktır. Hanefilere göre, deniz haşaratı yenmez, diğer üç
mezhebe göre yenir. Hanefi, diğer üç mezhebe sizin ictihadınız yanlış
diyemediği gibi, üç mezhep de, Hanefi’ye sizinki yanlış diyemez. Bir hadise
bir âlim mevdu derken, öteki sahih diyebilir. Bu âlimler, birbirine dil
uzatmaz.
Hadis ilminde müctehid bir âlim, bazı âlimlerin sahih dediği bir hadise
mevdu diyebilir. Müctehidin böyle demesi; “bu hadis, Peygamber
efendimizin sözü değildir" anlamında değildir. Bu hadis benim usulüme
göre hadis değildir demektir. Farklı ictihadlar da böyledir. Bana göre
doğrusu bu der, fakat farklı ictihadda bulunan müctehide dil uzatmaz. Bazı
kimseler, âlimin birisi, bir hadise mevdu dese, sanki bütün âlimlerce o
47
www.dinimizislam.com
hadis mevdu imiş gibi, o hadise hemen uydurma damgasını vuruyorlar.
Halbuki hiçbir Ehl-i sünnet âliminin kitabında uydurma hadis olmaz. Ehl-i
sünnet âlimlerinin kitaplarına dil uzatmamalı ve onların kitaplarında
uydurma hadis var sanmamalıdır.
İslam âlimleri, hadis uydurmanın ve uydurulmuş hadisi nakletmenin
vebalinin büyüklüğünü bildikleri için, kitaplarına uydurma hadis almazlar.
Çünkü hadis-i şerifte, (Benden duyduğunuz âyet ve hadisi tebliğ edin!
Beni İsrailden bildirdiklerimi de söyleyin! Yalnız bana bilerek yalan
isnat eden, Cehennemdeki yerine hazırlansın!) buyuruluyor. (Buhari)
İmam-ı a'zama övgü
Sual: Bazı kimseler, (Ebu Hanife, rüyasında Resulullahı görüyor.
Resulullahın, niye ilk teşehhüdde bana salevat getirene, secde-i sehv
gerektiğini söyledin) diye imam-ı a'zamı azarladığını söylüyorlar. Buna
rağmen imam-ı a’zam nasıl olur da, ilk teşehhüdde salevat getirmek secdei sehvi gerektirir diye ısrar etmiştir?
CEVAP
Bu İbni Sebecilerin bir iftirasıdır. Doğrusu İbni Abidin’de şöyle
anlatılıyor:
İmam-ı a'zam hazretleri rüyasında Resulullah efendimizi görüyor.
Efendimiz ona; “Sen bana salevat getiren kimseye nasıl secde-i sehiv
vacibdir diyorsun” buyuruyor. Hazret-i imam da, “O kimse, salevat
getirdiği için değil, dalgınlıkla yanlışlık yapıp yerinde okumadığı için o
kimseye secde-i sehv gerekir” diyorum. Resulullah efendimiz bu cevabı
beğenerek devam etmesini bildiriyor. (Secde-i sehv bahsi)
Resulullah efendimiz, hâşâ imam-ı a'zamı azarlamıyor, onun vârisi
olduğunu, ümmetinin ışığı olduğunu, onun ictihadlarının doğru olduğunu ve
bunlardan razı olduğunu çeşitli hadis-i şeriflerde bildiriyor. Burada da,
bütün ümmetinin bilmesi, anlaması için öyle soruyor.
Dürr-ül Muhtar kitabının ön sözündeki imam-ı a’zam hazretlerini öven
hadis-i şeriflerden bir tanesi şu mealdedir:
(Peygamberler benimle iftihar ettikleri gibi, ben de Ebu Hanife ile
iftihar ederim. Onu seven, beni sevmiş olur. Onu sevmeyen, beni
sevmemiş olur.)
İnternet ve diğer yayın vasıtaları
Sual: Temiz gençleri aldatmak için, (İslamiyet ilerlemeye engel
olmaktadır. Hıristiyanlar ilerliyor. Gözleri kamaştıran her türlü fen vasıtası
48
www.dinimizislam.com
yapıyorlar. Biz de Hıristiyanlara uymalıyız) gibi sözlerle, İslamiyet’teki güzel
ahlakı, kardeşliği bıraktırmaya uğraşanlar var. Dinimizin ilme verdiği önem
ile internet ve diğer yayın vasıtaları hakkında açıklama yapar mısınız?
CEVAP
(İslamiyet ilerlemeye engel olmaktadır) sözü kuru bir iftiradan başka
bir şey değildir. Çünkü İslamiyet, fende, sanatta ilerlemeyi emrediyor.
Peygamber efendimiz, (İlim Çin’de de olsa talep edin! Öğrenin!)
buyuruyor. Çin, eskiden olduğu gibi yine müslüman değildir. Çin’den
alınacak ilim, elbet fen ilmidir. Her türlü teknolojidir. Bazı din simsarcıları da
batıdan geldi diye fen vasıtalarına zararlı diyor. Böyle söylemek, böyle
düşünmek çok yanlıştır. (Fen ve sanat müminin yitik malıdır. Nerede
bulursa alsın!) hadis-i şerifine uymamız gerekir.
İnternet ve faydaları
Dünyadaki en büyük bilgi deposu 20 milyon bilgisayarın
birleşmesinden meydana gelen 250 milyon kullanıcılı internet bilgisayar
ağıdır. İnternetle ilgili bir gencin verdiği bilgiler şöyledir:
Günümüzde internet temelde şu 5 farklı hizmeti sunmaktadır: Web, email, chat, news, ftp.
Web, şahısların veya şirketlerin düşüncelerini açıkladıkları,
reklamlarını yaptıkları sayfaların oluşturduğu ortamın adıdır. Ticari
kuruluşlar, web sayfaları üzerinden ürünlerini online olarak satabilmekte,
kullanıcılar, borsa, döviz kurları gibi değişen bilgileri anında takip
edebilmekte, her türlü habere, akademik, siyasi, coğrafi bilgiye
ulaşılabilmektedir. Kütüphanelere, müzelere bağlanmak, hatta evde
üniversite dersleri alarak mezun olmak, seyahat için bilet almak,
rezervasyon yaptırmak, aynı zamanda çeşitli eğlence faaliyetlerine de web
üzerinden ulaşmak mümkündür. Her türlü yazılı, sesli, görüntülü metne
web üzerinde rastlayabiliriz.
Çocukların zihinsel gelişimleri için faydalı bir çok eğlenceler var.
İnternette iş ya da eş aranabiliyor. Birçok çöp çatan siteleri var.
Gazetelerde zaman zaman haberler çıkıyor: İnternette tanıştılar evlendiler
diye.
Dünyanın bir ucundan, mesela Amerika'dan kitap sipariş edip kısa
zamanda almak mümkündür.
E-mail hizmeti, ışık hızıyla dünyayı dolaşan elektronik mektuplardır.
Chat sayesinde de klasik telefon haberleşmesi sanal dünyaya
taşınmakta, her kültürden insan, demokratik bir platformda bir araya gelip,
yazılı, sesli hatta görüntülü olarak sohbet edebilmektedir.
49
www.dinimizislam.com
News denilen haber gruplarına üye olarak ilgi alanları ne olursa olsun
ortak merakları olan insanlar bir araya gelebilmekte ve fikir alış-verişinde
bulunabilmektedir.
Ftp ise internet üzerinden bilgisayar dosyalarının transferine imkan
sağlamaktır. Bu yönleriyle internet, sınırları kaldırarak dünyanın her
tarafındaki insanlara ticari ve kültürel alanda birçok işbirliği sağlamaktadır.
Artık vakit kaybetmeden online eğitime gidilmeli, zaman ve mekan
gibi problemleri ortadan kaldıran, eğitimde fırsat eşitliğini sağlamanın en
kolay yollarından biri olan internetten azami şekilde faydalanmaya
çalışmalıdır. Her aile çocuklarını yarının şartlarına göre yetiştirmelidir.
Herkesin evinde bir bilgisayar bulunmalıdır.
İnternetin şu andaki kontrolsüz yapısı, onu kötü niyetlerle kullanmak
isteyenlere de fırsat tanımaktadır. Dünyanın her yerinde kutsal sayılan aile,
namus, ahlak, insan hakları gibi kavramlara yönelik saldırılar, internet
kullanıcılarını tehdit etmektedir. Çeşitli kuruluşlar bir araya gelip bu tür
zararları engellemek için projeler üretmektedir. Bunun yanı sıra, devletler
de kendi rejimlerine yönelik saldırıları ve terörist fikirleri engellemek
istemektedirler.
İnternete müptela olmak
Yukarıda internetin bazı faydalarını anlattık. Gerçekten de internetten
herkes
faydalanmalıdır.
Çocuklarımızı
yarının
şartlarına
göre
yetiştirmeliyiz. İnternetin bu muazzam faydaları yanında, bazı zararları da
var. Adamın biri kalkıyor, İslam sitesi diye bir site kuruyor. Orada, kendi
düşüncelerini İslamiyetmiş gibi anlatıyor. Ne kadar büyük zarar. İsteyen her
sapık bir site kurabilir. İntihar metodlarını ve bomba yapımını anlatan
siteler var. Devlet büyüklerini kötüleyen siteler var. Satanist siteleri var.
Porno siteler var. Çeşitli sapık siteler var. Var da var. Bir de internete
bağımlılık kazanmak da sıkıntılar doğuruyor. Birçok tanıdığımız var.
Evlerine geç gittiklerinden veya hiç gidemediklerinden dolayı yuvaları
yıkılmaya yüz tutmuştur. Milliyet Gazetesinden sayın Meral Tamer hanım
bir yazı yazmış. Yerimiz dar olduğu için yazısının özetini veriyoruz:
(Kızım İnternet'in başında sabahlamaya ilk başladığında çok tedirgin
olmuştum. Telefon faturalarımız da hatırı sayılır ölçüde kabardı. İnternet
kızıma yeni bir dünyanın kapılarını açtı. Önce sıradan sitelerde "chat"
yaptı. Sonraları belli bir düzeyi olan siteler buldu. O sitelerde
karşılaştıklarından bazılarıyla yüz yüze tanışıp arkadaşlıklar kurdu. Bu
arada dünyanın dört bir yanından değişik uluslardan gençlerle "chat"
yaparak İngilizcecini geliştirdi. Bir okurumuzdan gelen mektubu
okuduğumda ne yapacağımı bilemedim. Bir yandan kızımın İnternet'le ilk
50
www.dinimizislam.com
tanıştığı günlerdeki tedirginliğimi anımsadım. Yer yer kendisine hak verdim.
Diğer yandan "zaaf"a dönüşen her tür tutkunun benzeri sonuçları
olabileceğini düşündüm. Okurumuz anne diyor ki:
"Her şey eşimin işyerinden eve getirdiği bilgisayarla başladı. Nereden
bilebilirdik ki eve giren bu aletin, medeniyetin tek dişi kalmış bir canavarına
dönüşebileceğini. Ve bu canavarın bir aileyi maddi manevi
çökertebileceğini. Oğlumuz internetin faydalarını anlattığında her şey
kulağa hoş geliyordu, tâ ki internetin tutsağı haline gelene kadar!
Bilgisayara bir kumar tutkusuyla bağlandı. Telefonumuz haziran ayında
gelen yüklü telefon faturaları ve kendi imkanlarımızla ödenmesi mümkün
olmayan borçlar nedeniyle kesildi. Bu arada bilgisayar bozuldu. Eğer tamir
ettirmezsek oğlumuz kumar alışkanlığından kurtulur diye düşünüp çok
sevinmiştik, ama boşuna sevinmişiz. İnternet kafeler sabaha kadar
açıkmış. Oralara dadandığı ilk gün eve geç geldi. Gece 2'de merak içinde
polisi aradık. Polisin "Kaza v.s. yok, biraz daha bekleyin" demesi bizi
rahatlatmadı. Nerede olduğunu ancak gecenin geç vakti eve geldiğinde
öğrenebildik. İnternetin başına oturduğunda zaman mefhumunu unutuyor,
paralar da suyunu çekiyor. Kumara nasıl para dayanmıyorsa bilgisayara da
para dayanmıyor. Biz çok üstüne gitmedik, ama oğlumuz sarhoş
[morfinman] gibiydi, ikazımızdan etkilenmiyordu. Sonunda iflas ettik.
Borçlarımızı ödeyebilmek için evimizi satılığa çıkardık, fakat kriz nedeniyle
satamadık. Bu İnternet canavarının verdiği zararlar, yararlarını çoktan aştı.
Bu olaydan sonra oğlumun okul hayatı söndü. İş hayatı da yok. Gençlik en
güzel çağını bu aletin başında geçiriyor. Bu canavardan kurtulmak için
kurum ve kuruluşlar neler yapabilir? Bu gidişi durduracak etkili bir merci
yok mu? Benim oğlum bu örneklerden sadece biri."
İşin maddi boyutunu sorduk: Haziran-Temmuz ayı telefon faturası
faizleriyle birlikte 100 milyon liranın üzerinde. Faizleriyle diyoruz, çünkü
fatura ödemelerini oğulları yapıyormuş, ancak internete merak sardıktan
sonra ailesinin bankaya yatırsın diye verdiği paraları da internet kafelerde
harcamış. Kredi kartlarından çektiği para 500 milyon lirayı buluyor.
Babasının arkadaşlarından aldıklarıyla toplam borç 1 milyarı aşıyor. Bu
arada emekli baba, ikramiyesiyle oğluna bir muhasebe bürosu açmış.
Ancak oğul internetten zaman bulup da ilgilenememiş.)
İnternetin bazı zararları
İnternet de, bıçak gibidir, faydalı işlerde kullandığı sürece kıymetlidir.
Web’de internetin büyük yararları inkâr edilemez. İş yerime gitmeden de
evdeki bilgisayarımla, birçok kütüphaneye erişme imkanı buluyorum.
Birçok gazete ve dergileri okuma imkanı vardır. Hazırladığımız yazıları
51
www.dinimizislam.com
Gazeteye gönderme imkanı vardır. Okuyucularımızdan gelen birçok suali,
e-mail ile en kısa zamanda cevaplandırma imkanını buluyoruz. Daha
sayılamayacak kadar çok faydaları vardır. Her nimetin bir külfeti olduğu
gibi, yerinde kullanılmadığı zaman birçok zararları da vardır. Genç bir
okuyucum diyor ki:
(İnternet de günümüzde süratle yayılmaktadır. İnternet uçsuz bucaksız
olduğu kadar da denetimsiz veya denetimi çok azdır. Çeşitli TV
kanallarındaki uygunsuz filmler, az da olsa sansüre uğruyor veya gece
yarısından sonra yayınlanıyor. Ama internet öyle değil, her türlü kepazelik
her an herkese açık. İnternetteki müstehcen sitelerin bazılarında (18
yaşından küçüklere sakıncalıdır) yazıyor.
Müstehcenliğin, 18 yaşından büyüklere zararı olmayacağını
vurgulamaya çalışıyor. Evinde kendisini gözetleyen, engelleyen olmadığı
müddetçe, kaç yaşında olursa olsun herkes, bu siteleri kolayca bulabilir.
İzlemeye devam ederse, ahlakının erozyona uğramaması imkansızdır.
Evinde internette gezemeyenler, internet cafe denilen yerlerde gizli veya
açık bu uygunsuz sitelere ulaşabiliyorlar. Hatta internet kafelerden bazıları,
ilgi çekmek için akşamları bilgisayara porno film koymaktan çekinmiyorlar.
Oğlunuzun veya kızınızın bilgisayarda sadece oyun oynadığını ve
ders yaptığını sanmayınız. Müstehcen sitelere giriyor veya karşı cinslerle
chat yapıyordur. Bütün haramlar nefsin hoşuna gider. Zamanla morfinman
gibi internete bağımlılık kazanır. Artık kurtulması güçleşir. Bir kimsenin
elinde etli kemik varsa, bunun kokusunu alan köpek kemiği yalamak için
fırsat kollar. Nefs de köpek gibidir. Çocukların internetteki girdiği siteler
mutlaka kontrol edilmelidir. Çocuğun yalnızken internete girmesine izin
verilmemelidir. İnternete bağlanmak için gereken şifreyi çocuk bilmezse
internete bağlanamaz.
Bir de internetin Chat (çet) denilen programı vardır. Chat sohbet
manasına geliyor. Chat yapmak, porno bir siteye girmekten daha zararlıdır.
Chat insanı yavaş yavaş zehirler. Chat işinde, tanınmıyorum gerekçesiyle,
en ağza alınmayacak sözleri, yaptıkları utanç verici ahlaksızlıkları hiç
çekinmeden anlatabiliyorlar. Chat işini randevu yerine çevirmek işten bile
değil. Normalde karşı cinsle konuşmaktan utanan gençler, chat’in kolaylığı
yüzünden bu duygularını tatmin etmek için hiç çekinmeden, utanmadan
karşı cinsle her şeyi konuşabiliyorlar. İlk önceleri chat’te isimlerini
açıklamayıp lakap kullanmaları veya erkekse kız, kız ise erkek ismi
kullanıp kimliklerini saklamaları gençlere müthiş bir cesaret veriyor. Genç
kız, nasıl olsa beni tanımıyorlar diyerek, erkeklerle her türlü müstehcen
konulara giriyor. Zamanla onlarla samimi olunca, kimliklerini açıklamaktan
52
www.dinimizislam.com
da çekinmiyor. Resim istiyor, kendi resmini gönderiyor. Ondan sonra da
olanlar oluyor, yosma olup çıkıyor.
Bilgisayarı olan çocuk kontrol altında tutulmalıdır. İnternette gezerken
o istemese bile porno site reklamlarıyla karşılaşabilir. Gençler, satanistlerle
internet yolu ile tanışıyorlar. Birçok sapıklığı internet vasıtası ile
öğreniyorlar. Ana babalar ve devlet bu işe vakit geçmeden el atmalıdır.)
Genç okuyucumun yazısı gerçekten ilgi çekicidir. Gerekli tedbiri
almakta gecikmemelidir.
Web'de internetin zararları ABD gündemini de girmiştir. Bazı şikayetler
ve gençleri korumaya yönelik talepler sonuç vermeye başlamıştır. İnternet
sektöründeki şirketler Web'de zararlı yayınları engellemek üzere ortak bir
karar almışlar. İnternet üzerindeki pornografi, ırkçılık ve şiddet içeren Web
sitelerinden nasıl koruyabilecekleri konusunda bir site kurdular.
GetNetWise adlı bu site internette gençlerin pornografi ve diğer
uygunsuzluklardan korunmak için neler yapılabileceği hakkında bilgi
veriyor. Gençlerin, çocukların internetten güvenli, eğitici ve eğlendirici bir
şekilde yararlanmalarına yardımcı olmaya çalışıyor.
America Online, Microsoft gibi firmaların ana sponsorluğunda
yürütülen GetNetWise Internet sektörünün pek çok firma tarafından da
destekleniyor. Disney Online, Yahoo!, IBM, Net Nanny gibi kuruluşlar
GetNetWise'a destek veriyorlar. Bu kadarı bile ümit vericidir. Her aile çoluk
çocuğuna dikkat etmeli, bu büyük zarardan korumaya çalışmalıdır.
Televizyonun önemi
Bazı fanatikler, televizyon ve radyo batıdan geldi diye TV seyretmenin
radyo dinlemenin ve diğer fenni buluşların günah olduğunu söylüyorlar.
Halbuki Batıdan geldiği için televizyona ve radyoya zararlı demek doğru
olmaz. Bugün tıpta, sanayide ve diğer alanlarda kullandığımız makinelerin
çoğu Avrupa’dan gelmiştir. Hadis-i şerifle de bildirildiğine göre, dinimizde
fen, müminin kaybedilmiş malıdır, nerede bulursa alması gerekir.
Televizyon çok iyi bir haber ve eğitim vasıtasıdır.
Televizyon, bir bıçak gibidir, iyi bir silahtır. Bıçakla faydalı çok işler
yapılır. Bu faydalı alet, düşmanın eline geçerse, gözümüzü oyar,
gırtlağımızı kesebilir. Düşman, bıçağı, böyle kötü bir işte kullandığı için
"Bıçak kötü alettir" denemez. Bıçağı kötü işte kullanan kimse kötülenir.
Modern silahların müdafaada büyük rolü olur. Bu silahlar anarşistlerin veya
başka düşmanların eline geçerse, çeşitli katliamlara girişebilirler. İşte
televizyonlar da böyledir. İyi kimselerin elinde bulunursa, insanlığa büyük
hizmetleri olur. Kötülerin elinde olursa insanlığa büyük zararları olur.
53
www.dinimizislam.com
Gösterilen filmin, bir sahnesinde, din ile alay eden bir şey olsa, bunu
seyreden müslüman da buna gülse, o müslümanın imanı gider. Ayrıca dine
aykırı hususlar, müstehcenlik, iyi bir şey gibi gösterilmeye devam edilirse,
ister istemez seyircilerin beyni menfi yönde yıkanır. Bu bakımdan güzel
yayın yapan televizyonlar varsa, onları seyretmelidir.
Radyo, kitap, gazete, dergi
Radyo da böyledir. Radyo da TV gibi neşir vasıtasıdır. Kitap, gazete,
dergi gibidir. Bunlar, tabanca gibi, birer alettir. Tabancayı, suçsuz bir
kimseye karşı kullanmak günahtır. Savaşta düşmanlara karşı kullanmak
ise, çok sevaptır.
Bunun gibi, gazete, radyo ve TV, iyi insanlar tarafından hazırlanır,
Allahü teâlânın beğendiği şeyleri bildirir, İslamiyet’in faydalarını, ahlak,
ticaret, sanat, fabrikaların çalışması, tarih olayları, askerlik gibi din ve
dünya bilgileri verirse, böyle radyoyu dinlemek, böyle TV'leri seyretmek,
mubah olur, iyi olur.
İlme hizmet için
Kibir çok kötü ise de, savaşta düşmana karşı kibretmek sevaptır. Dine,
yani ilmin her çeşidine hizmet için, dinin izin verdiği her imkandan
faydalanmak gerekir.
Şimdi internet ile Avrupa, Amerika ve diğer kıtalardan, mesajlar
geliyor. Çeşitli sualler soruyorlar. Anında cevaplandırma imkanı buluyoruz.
Gerçekten büyük hizmetlere vesile oluyor. Yabancılardan, Hıristiyanlardan
da, e-mail [elektronik posta] gelmektedir.
Görmeyen vatandaşların, radyo ve TV'deki din bilgilerinden,
duymayan vatandaşların da, gazetelerden istifade etmeleri çok normal
değil midir?
Herkes kitaptan anladığına göre hareket etse, değişik görüşler
meydana çıkar. Zaten piyasada dini bilgiler hakkında farklı görüşlerin
bulunması, buradan kaynaklanmaktadır.
Herkes kendi anlayışını esas kabul etmektedir. Halbuki 14 asırdan beri
gelen İslam âlimlerinin bildirdiklerine uyulsa farklı görüş meydana çıkmaz.
Dine hizmet için, teknik imkanlardan, her çeşit modern vasıtadan
faydalanmak şarttır. Cihada hazırlanmayıp, yeni vasıtaları kullanmadan
yapılan duaları Allahü teâlâ kabul etmez. Duanın kabul olması için, önce
sebeplerine yapışmak gerekir. Düşman atom bombası kullanırken, tüfekle
karşı koymak akıl kârı değildir.
Düşman, her çeşit vasıta ile dini yıkmaya çalışırken, dine hizmet için
gazete, radyo ve tv'yi kullandırmamak, internetten istifade ettirmemek
düşmanın ekmeğine yağ sürmektir.
54
www.dinimizislam.com
TV ve video iyi bir eğitim vasıtasıdır demiştik. Mesela namazın nasıl
kılınacağını tatbiki olarak göstermek çok iyi olur. Fakat namaz kılan imamın
filmini alıp, imam yerine ekrandaki bu görüntüye uymak caiz olmaz. Bunun
gibi, ezan okuyan müezzinin filmini videoya alıp, vakit gelince videodan
ezan okutturmak da caiz olmaz. Çünkü TV ekranındaki resim, müezzinin
kendisi değil, görüntüsüdür. TV’deki ses de, müezzinin bizzat kendi sesi
değil, benzeridir.
İnternet ile hizmetinizdeyiz
Peygamber efendimiz, (İlim, Çin’de de olsa alınız) buyurdu. Yani ilim,
dünyanın en uzak yerinde olsa, hatta kâfirlerde bulunsa da, gidip almak
gerektiğini bildirdi. Dinimizi yaymak, dinimizin güzel ahlakını herkese
tanıtmak için gerekli vasıtaları, en uzak yerde bile olsa arayıp, bulup
öğrenmek, yapmak, insanlığın hizmetine sunmak, namazdan sonra, en
birinci vazifedir.
Kur’an-ı kerimde, bütün insanları, sonsuz saadete kavuşturmak için,
her müslümanın gücü yettiği kadar durmadan çalışması, günün şartlarına
uygun en mükemmel vasıtaları yapması emrediliyor. (Enfal 60)
İnsanlara huzur veren dinimizi tanıtabilmek için, müslümanların
mevcut teknik vasıtaların hepsini yapmaları ve kullanmaları şarttır. Bunu
yapmayan müslüman dinini, milletini koruyamaz ve büyük günaha girer. Bu
günahın vebali ağırdır. Hatta, bir İslam şehrinde, fennin yeni bulduğu bir
alet, bir vasıta yapılmayıp, bu yüzden bir müslüman zarar görürse, o şehrin
idarecileri, âmirleri mesuliyet altında kalır.
Zamanımızda her türlü yayın ve propaganda yolu ile herkes bir şeyler
yapma gayretindedir. Kitap, dergi, gazete, TV, radyo ve filmler ile herkes
belli bir gaye için yoğun bir propaganda yapmaktadır. Doğru ile yanlış, hak
ile bâtıl karışmış haldedir. Gün geçtikçe de yanlışların içinden doğruları
ayırabilmek zorlaşmaktadır. Eğer, nakil esas alınarak İslamiyet’in
üstünlüğü, faydaları müslümanlara anlatılıp bütün dünyaya yayılırsa, hak
ile bâtıl birbirinden ayrılmış olur.
Doğruyu ayırma
Doğru ile yanlış, her gün birbiri ile mücadele etmektedir. Tabii ki,
doğruyu, insanlar için faydalı olanı yayma gayreti içinde olanlar, dünyada
ve ahirette bunun karşılığını bulacaklardır. Yanlış üzerinde ısrar edenler
de, dünyada sıkıntı içinde bir ömür sürecekleri gibi, ahirette de sonsuz
azaba düçar kalacaklardır.
İnsanlık için faydalı çalışmalara destek olanlar, elinden geldiği kadar
yardım edenler, dinimizde en büyük sevap olan emri maruf ve nehyi
münker [İyiliği emretme, kötülüğü nehyetme] sevabına kavuşurlar. İslam
55
www.dinimizislam.com
ahlakının yayılmasına mani olan; milletleri sömürerek, bütün gelirlerini
kendi zevk ve eğlenceleri için, insanları köle yapmak için kullanan
kimselerin elinden, masum insanları kurtarmak ve saadete kavuşmalarına
vasıta olmak akl-ı selim sahibi her insanın vazifesidir.
Zamanımızın kültür savaşında, önemli bir yeri olan İnternet bütün
dünyaya hızla yayılmakta, her inançtaki insanlar, düşüncelerini bu vasıta
ile de yaymaya çalışmaktadır. İşte bu maksatla biz de, dinimizin güzel
ahlakını bütün dünyaya yaymak, doğruyu, faydalıyı bulmada insanlara
yardımcı olmak için İnternete geçmiş bulunuyoruz. Maksadımız insanların
dünya ve ahiret saadetine kavuşmalarıdır.
İslam’ın güzel ahlakı ile ahlaklanan kimseden, kimseye zarar gelmez.
O, herkesin iyiliğine, yardımına koşar. Vatanına, milletine zarar vermez.
Vatanını, milletini sever. Peygamber efendimiz, müslümanı şöyle tarif
etmiştir:
(Müslüman, elinden ve dilinden hiç kimsenin zarar görmediği
kimsedir.) [Müslim]
1- www.dinimizislam.com adresine girdiğiniz zaman, merak edip
öğrenmek istediğiniz her bilgiye, konu başlığını tıklatmak suretiyle
ulaşabileceksiniz. Burada en emin, en doğru, en doyurucu bilgiyi
bulabileceksiniz. İstifadenize sunulan bilgiler, konularında uzman bir kurul
tarafından hazırlanmaktadır.
2- Bu bilgilerin dışında özel olarak sorup öğrenmek istediğiniz, merak
ettiğiniz her türlü dini meselenizi çözmek için de adresimize e-mail
göndermeniz kâfidir. En güvenilir kaynaklardan alınacak sağlam bilgi en
kısa zamanda adresinize ulaştırılır.
3- Yine www.hakikatkitabevi.com adresine girdiğiniz zaman, Türkçe ve
birçok yabancı dillerde, binlerce kaynaktan derlenen hazine değerinde
kitaplarla karşılaşacaksınız. Öğrenmek istediğiniz, merak ettiğiniz her türlü
dini konuyu en geniş şekilde burada bulabileceksiniz. Burada istediğiniz
konuyu arama imkanına da sahip olacaksınız.
Sual: Bu zamanda İslam’a hizmet nasıl olur? Müslüman olarak ne
yapmamız gerekir?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını, sözlerini yaymak için, keramet
sahibi olmak, âlim olmak şart değildir. Her müslümanın bunu yapmak için
uğraşması gerekir. Fırsatı kaçırmamalıdır. Kıyamette her müslümana bunu
soracaklar, "İslam’a niçin hizmet etmedin?" diyeceklerdir. Dine hizmet için
56
www.dinimizislam.com
uğraşmayanlara, din bilgilerini yayan kurumlara, kimselere yardım
etmeyenlere, çok azap yapılacaktır. Özür, bahane kabul edilmeyecektir.
Peygamberler, insanların en üstünleri, en kıymetlileri iken, hiç rahat
oturmadı. Allahü teâlânın dinini, seadet-i ebediyye yolunu yaymak için,
gece gündüz uğraştılar. Mucize isteyenlere de, (Mucizeyi Allahü teâlâ
yaratır. Benim vazifem, Allahü teâlânın dinini bildirmektir) buyurdular.
Bu yolda çalışırlarken, Allahü teâlâ da bunlara yardım eder, mucize
yaratırdı.
Bizim de, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını, sözlerini yaymamız ve
kâfirlerin, düşmanların, müslümanlara iftira ve eziyet edenlerin, kötü,
yalancı olduklarını, gençlere, dostlara bildirmemiz gerekir. Bu yolda malı
ile, kuvveti ile, mesleği ile çalışmayanlar, azaptan kurtulamayacaklardır. Bu
yolda çalışırken, sıkıntı çekmeyi büyük saadet, büyük kazanç bilmelidir.
Peygamberler, Allahü teâlânın emirlerini bildirirken, cahillerin,
soysuzların hücumlarına uğrardı. Çok sıkıntı çekerlerdi. O büyüklerin en
üstünü, seçilmişi, Allahü teâlânın habibi olan Muhammed aleyhisselam,
(Benim çektiğim eziyet gibi, hiçbir Peygamber eziyet görmedi)
buyurdu. [C.1 m.193]
Her müslümanın, Ehl-i sünnet itikadını öğrenmesi ve sözü geçenlere
öğretmesi gerekir. Ehl-i sünnet âlimlerinin sözlerini bildiren kitapları ve
gazeteleri bulup almalı, bunları gençlere, tanıdıklara göndermeli, okumaları
için çalışmalıdır! İnsanlara, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmek,
kıymetli bir hizmettir. Ancak cenab-ı Hakkın sevdikleri bu hizmet ile
şereflenir.
Vasıtalardan istifade etmek
Sual: Bir yazar, (dini suallere cevap vermek, vaaz ve nasihatte
bulunmak, camide yapılır veya kitaba yazılır. Gazete sütunları, radyo ve tv,
dini anlatmanın yeri değildir) diyor. Kitap okumayan, camiye gitmeyen
insanlara gazete ile, radyo ve tv ile hitap etmenin dini mahzuru olur mu?
CEVAP
Hiç mahzuru olmaz. Aksine çok iyi olur.
(Din bilgisi yalnız kitaptan öğrenilir) demek yanlıştır. Din bilgisi bir
üstaddan, hocadan öğrenilir. Biz de, okuduğumuz bir kitaptaki bilgileri,
acaba doğru anladık mı diye, bir bilene soruyoruz. Herkes kitaptan
anladığına göre hareket etse, değişik görüşler meydana çıkar. Zaten
piyasada dini bilgiler hakkında farklı görüşlerin bulunması, buradan
kaynaklanmaktadır. Herkes kendi anlayışını esas kabul etmektedir. Halbuki
57
www.dinimizislam.com
14 asırdan beri gelen İslam âlimlerinin bildirdiklerine uyulsa farklı görüş
meydana çıkmaz.
Yazarın sözü, (Tarla sabanla sürülür, traktörün yeri tarla değildir)
demeye benzer. Dine hizmet için, teknik imkanlardan, her çeşit modern
vasıtadan faydalanmak şarttır. Düşman, her çeşit vasıta ile dini yıkmaya
çalışırken, gazete, radyo ve tv'yi kullandırmamak, internetten istifade
ettirmemek düşmanın ekmeğine yağ sürmektir.
Yazarın suçu
Sual: Bir gazetede bir yazar, bazen yanlış görüşler ileri sürüyor. Bir
arkadaş bu yazarın yüzünden o gazeteyi okumaktan vazgeçti. Hâlbuki
diğer yazarlar uygun yazıyorlar. Onun böyle yapması doğru mudur?
CEVAP
Doğru değildir. Bir gazetede, iyi ve kötü insanlar bulunabilir. Önemli
olan gazetenin genel politikasıdır. Bir kötünün yanlışları yüzünden, bütün
iyiler dışlanamaz. Bir veya birkaç Müslüman kötü işler çevirse, buradan
bütün Müslümanların veya Müslümanlığın kötü olduğu fikri savunulamaz.
İnternet siteleri
Sual: İnternet sitelerine, dînî veya dinle alakası olmayan yazılar,
fotoğraflar göndersek, sonra başkaları bunların altına uygun olmayan, dine
aykırı yorumlar yazsalar, biz de bunlardan dolayı sorumlu olur muyuz?
CEVAP
Onların yazmalarına sebep olan, elbette günaha ortak olur. Özellikle
yorum yazma imkânı olan yerlere bir şey koymamalı. Böyle şeylerle
meşgul olmak zaten uygun değildir. Yani yorum yapmasalar bile, malayani
olur. İnternette faydalı siteler de olmakla beraber, lüzumsuz ve zararlı
yayınlar çok daha fazladır. Burada, ihtiyacımız olan şeylere, gerekiyorsa
maillerimize filan bakıp çıkmalıyız. Saatlerce internetle meşgul olmak
uygun olmaz.
Doğruyu yanlışı ayırmada ölçü
Sual: Bazı yazarlar, "Din budur", "Gerçek İslam", "Kur'andaki İslam"
gibi ifadelerle âyetleri kendi kafasına göre açıklayarak İslam âlimlerinin
yanlış yolda olduğunu söylüyorlar. Bunların doğru olup olmadığı herkes
tarafından nasıl anlaşılır?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:
58
www.dinimizislam.com
(Bir hükmün doğru veya yanlış olduğu Ehl-i sünnet âlimlerinin
bildirdiklerine uygun olup olmamakla anlaşılır. Çünkü Ehl-i sünnet
âlimlerinin bildirdiklerine uymayan her mana, her buluş kıymetsizdir,
yanlıştır. Çünkü her sapık kimse, Kur'an-ı kerime ve hadis-i şeriflere
uyduğunu iddia eder. Yarım aklı, kısa görüşü ile, bu kaynaklardan yanlış
manalar çıkarır. Doğru yoldan kayar, felakete gider. Kur'an-ı kerimde
mealen buyuruluyor ki:
(Kur'an-ı kerimde bildirilen misaller, çoğunu küfre sürüklediği
gibi, çoğunu da hidayete ulaştırır.) [Bekara 26]
Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri manalar doğrudur, bunlara
uymayanlar yanlıştır.) [Müjdeci Mektublar 286]
Her işte uzman
Sual: Dinde yetkili olmayan bir kimsenin din hakkında görüş beyan
etmesi doğru mudur?
CEVAP
Kesinlikle çok yanlıştır. Dindeki mesuliyeti bilseler, bilmedikleri konuda
konuşmazlar.
Elbette her işi, o işin ehli, uzmanı daha iyi bilir. Bir doktor avukatın,
avukat da doktorun işine karışmadığı gibi, din âlimlerinin işine de, başkaları
karışamaz. Karışmak, haddini bilmemek olur, en hafif tâbirle terbiyesizlik,
edepsizlik olur.
Bir işte uzman olmak demek diploma sahibi olmak demek değildir.
Dinde söz sahibi olmak, yetkili bir âlimden icazet almak demektir.
Günümüzdeki diplomalı ilahiyatçılarının da, İmam-ı a’zam, İmam-ı Şâfiî,
İmam-ı Rabbani gibi yetkili Ehl-i sünnet âlimlerini tenkit etmeleri büyük
felakettir. Herkes haddini bilmelidir!
Maksatları âlimler köprüsünü yıkmak
Sual: "Kusursuz kul olmaz. Âlimlerin hatası olur. Bu bakımdan imam-ı
a’zamı, imam-ı Şafii ve imam-ı Gazali gibi âlimleri eleştirmek gerekir.
Mesela imam-ı Gazali’nin hatası çoktur. Kitaplarında uydurma hadis var"
deniyor. Böyle söylemek doğru mudur?
CEVAP
"Kusursuz kul olmaz" sözü doğrudur. Fakat "imam-ı Gazali, hata
etmiştir, kitaplarında uydurma hadis vardır" sözü yanlıştır. Böyle
söyleyenler, âlimin dindeki ve Allah katındaki yerini bilmeyen kimselerdir.
59
www.dinimizislam.com
Hadis-i şerifte, (Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) buyuruldu. (İbni
Mace)
Âlimlerin kıymetini ve onlara uymamızı emreden âyetlerden bazılarının
meali şöyledir:
(Bilmiyorsanız âlimlere sorun!) [Nahl 43]
(Bu misalleri ancak âlim olanlar anlar.) [Ankebut 43]
(Bunun hükmünü Peygambere ve ülül-emre [âlimlere] sorsalardı,
öğrenirlerdi.) [Nisa 83]
[Âyet-i kerimede geçen ülül-emrin âlim demek olduğu tefsirlerde
yazılıdır. Peygamber efendimiz de (Ülül-emr, fıkıh âlimleridir) buyurdu.
(Darimi)]
Hadis-i şeriflerde ise buyuruldu ki:
(Âlimlere tabi olun! Çünkü onlar, dünya ve ahiretin ışıklarıdır.)
[Deylemi]
(Âlimler, kurtuluş yolunu gösteren birer rehber ve kılavuzdur.)
[İ.Neccar]
(Bilmediklerinizi salih[âlim]lerden sorup öğrenin!) [Taberani]
Büyükler hakkında böyle konuşmak çok çirkindir, edebe aykırıdır.
İmam-ı a'zam, imam-ı Gazali ve imam-ı Rabbani hazretleri de müctehid
birer imamdır. İtikadda ayrılık olmaz. Peygamber efendimiz, bu ümmetin 73
fırkaya ayrılacağını, 72 sinin bid'at ehli olup Cehenneme gideceğini, bir
fırkanın kurtulacağını bildirmiştir. Fırka-i naciyye denilen bu fırkanın Ehl-i
sünnet vel-cemaat fırkası olduğunda Ehl-i sünnet âlimleri ittifak etmiştir. Bu
ittifakta hata olmaz. Çünkü Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ümmetimin âlimleri, dalalet üzerinde birleşmezler, yanlış bir iş
üzerinde ittifakta bulunmazlar.) [İ.Mace]
Müctehidin amele ait işlerdeki hatasına da sevap vardır. Sonra bir
müctehid, diğer bir müctehidin hata ettiğini söylemez. Çünkü (İctihad,
ictihadla nakzedilmez) kaidesi meşhurdur. Mesela, imam-ı Şafii
hazretleri, deriden çıkan kanın abdesti bozmayacağına, imam-ı a'zam
hazretleri de bozacağına ictihad etmiştir. Şimdi bunlardan birisine (Hata)
denmez. Farklı ictihad denir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Âlim, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevap alır.)
[Buhari]
Sevap olan bir şey için hata tabirini kullanmak caiz değildir. Böyle
farklı ictihadlar da Allahü teâlânın bir rahmetidir. Nitekim Hadis-i şerifte
buyuruldu ki:
(Âlimlerin ihtilafları, farklı ictihadları rahmettir.) [Beyheki]
60
www.dinimizislam.com
Sevap ve rahmet olan bir ictihadı için, bir âlime hata ettiğini, ya cahil
yahut da bid'at ehli söyler. İbni Teymiye ve Mevdudi gibi bid'at ehli, imam-ı
Gazali hazretlerinin yazılarına kusur isnat etmiştir. İbni Hacer-i Mekki
hazretleri, (imam-ı Gazali hazretlerinin yazılarına kusur isnat eden, ya
hasetçidir veya zındıktır) buyuruyor. İmam-ı Rabbani hazretleri de, bid'at
ehlinden yılandan, canavardan kaçar gibi kaçmak gerektiğini bildirmektedir.
Mezhepsiz bir yazar, (imam-ı a'zamın, imam-ı Şafii ve Gazali’nin
zaaflarından bahsetmekte, sahabenin hatalarını söylemekte ne sakınca
vardır? Bunların dokunulmazlığı mı vardır? Tenkit kapısı kapatılmak ve fikir
hürriyeti katledilmek mi isteniyor?) gibi hezeyanlar savuruyor. Ama aynı
mezhepsiz, Abduhu, Efganiyi, Reşit Rızayı tenkit eden biri çıksa, hemen
mezhepsizlik kılıcını sallayıp, (İslamı bütünüyle yaşayan bu âlimleri tenkit
eden haindir, düzenin uşağıdır) diyor. İslam âlimlerini tenkit etmek fikir
hürriyeti, mezhepsizleri tenkit etmek ise hainlik... Mezhepsizlerin ölçüsü
bu...
Peygamber efendimiz, (Âlimler benim vârisimdir) ve (Eshabım
anılınca dilinizi tutun) buyuruyor. Mezhepsiz ise, fikir hürriyeti diyerek
saldırıyor. Âlimlere saldıran belasını bulur.
Başka bir yazar da, (imam-ı Gazali’nin kitaplarında dine aykırı mesele
varsa ne yapacağız?) diyerek, sanki Hüccet-ül İslamın kitaplarında dine
aykırı mesele var gibi göstermeye çalışıyor. Halbuki gerek imam-ı Gazali
hazretlerinin ve gerekse diğer İslam âlimlerinin kitaplarında dinimize aykırı
bir mesele bulunmaz. Çünkü farklı ictihad, dine aykırılık değil, dinin emri
olup rahmettir. Rahmete hata denmez. Âlimlerin hatası da müslümanlar
için hüccettir. (İmam-ı a'zamın sözü hak ise al, değilse at) diyerek,
istisnasız, bütün âlimleri senet olmaktan çıkarıyor. (Âlimlere göre değil,
hakka göre ölç!) diyor. Hakkı biz biliyoruz da, âlimler bilmiyor mu? Hakkı,
âlimler bilemezse biz nasıl bileceğiz? (Elimizde temel ölçü olarak Kur'an
olduğuna göre hakkı bâtıldan ayırırız) diyor. Peki, âlimlerin ellerinde
Kur'an-ı kerim yok muydu? Onlar yanılabiliyor da mezhepsizler niye
yanılmıyor? Bütün maksatları âlimler köprüsünü yıkmaktır.
Mezhepsizler, fikir anarşisi çıkartmak, hak ile bâtılı karıştırmak ve hak
yol üzerindeki köprüleri yıkmak istiyorlar. Âlimlerin kurduğu köprüleri yıkıp,
bid'at denizinde insanları boğmak istiyorlar. Fakat, âlimlerimizin kurduğu bu
köprüler, bid'at ehlinin üfürmesiyle yıkılacak kadar zayıf değildir.
Kötülerin kötülüğünü açıklamalı
Dinimiz ilme ve âlime büyük önem verir. Bize ilmi bildiren âlimlerdir.
Hadis-i şerifte, (Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) buyuruldu.
Peygamberlerin vârisleri olan âlimlere dil uzatan, onları âlim oldukları için
61
www.dinimizislam.com
kötüleyen kimsenin imanı gider. Bir de İslam âlimi sanılan ve dinimizi içten
yıkmaya çalışan dinde reformcular vardır. Bunların ihanetlerini söylemek,
kötülemek olmaz. Dinin emrine uymak olur. Kötüye kötü, kirliye pis demek
yanlış değildir. Temize pis demek kötülemek olur.
Kötülerin kötülüğünü açıklamak, Müslümanları onların zararından
korumaya çalışmak farzdır.
Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Bid’atler yayılıp, bu ümmetin sonra gelenleri, öncekilere lanet
edince, ilim sahipleri bunu herkese bildirsin! Bildirmeyip ilmini
gizleyen, Kur’an-ı kerimi gizlemiş sayılır.) [İ.Asakir]
(Ortalık karışır, yalanlar yazılır, âdetler ibadetlere karıştırılır ve
Eshabıma dil uzatılırsa, doğruyu bilen herkese bildirsin! Doğruyu bilip
de gücü yettiği halde bildirmezse, Allah’ın, meleklerin ve bütün
insanların laneti onların üzerine olsun!) [Deylemi]
Bu durumda bir Müslüman nasıl olur da "Bana ne" diyebilir? Gücü
yettiği halde nasıl lanete müstahak olabilir?
Reformcunun biri çıkıyor, (Ortalık iyice aydınlandıktan sonra oruca
başlanır) diyerek milletin orucunu ifsada çalışıyor. Bekara suresinin 187.
âyetinde, (Sabahın beyaz ipliği [aydınlığı] siyah ipliğinden ayırt
edilinceye kadar yiyip için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın!)
buyurulmuştur. Bu ipliklerin, gündüzün beyazlığı ile gecenin siyahlığı
olduklarını anlatmak için, daha sonra fecrin kelimesi nazil oldu. Gündüzün
beyazlığı ile gecenin siyahlığı, iplik gibi birbirinden ayrılınca, oruca
başlanır. Sabah namazının vakti girmeden önce yiyip içme kesilir.
Bir başka reformcu, (Bugün camilerde kılınan namazlar, Peygamberin
kıldığı namaza uymuyor) diyor. Namazın nasıl kılınacağını da bildirmiyor.
Namaz kıldırmamak için her yola başvuruyor. Namaz kılmadığı, oruç
tutmadığı, her çeşit günahı işlediği için, (Amelsiz iman makbul, fakat
imansız amel makbul değildir) diyor. Sözü doğru ise de, maksadı başkadır.
(Namaz kılmasam da, her günahı işlesem de bana sapık diyemezsiniz)
demek istiyor.
Yine aynı reformist kişi, (Kur’anı zamana ve mekana göre yeniden
ictihadımla yorumlayıp "Çağdaş ilmihal" yazacağım) diyor. Yani, ictihad adı
altında dinde reform yapmak ve bütün sapık fikirlerini buraya koymak,
böylece halkı zehirlemek istiyor.
Böyle reformcular için, (Bu kimselerin hiç iyi tarafı yok mudur?)
denilmesi doğru değildir. Cenab-ı Hak, imansızların yol, köprü, cami,
yaptırmak gibi hiçbir ameline sevap vermiyor, Cehenneme atıyor. Böyle
62
www.dinimizislam.com
kimselerin ihanetlerini açıklamak, onları kötülemek olmaz. Böyle kötü din
adamları, din, iman hırsızlarıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Âlimlerin iyisi, insanların en iyisidir. Âlimlerin kötüsü ise,
insanların en kötüsüdür.) [Bezzar]
(Yazıklar olsun kötü âlimlere ki, ilmi ticarete alet ederler. Devlet
adamlarına yaklaşır, menfaat temin etmeye çalışırlar. Bunların
yaptıkları ticaret, kesada [darlığa, kıtlığa] uğrasın!) [Hakim]
(Bir zaman gelir ki, âlimler fitne çıkarır, camiler ve hâfızlar çoğalır,
ama, [hakiki] âlim bulunmaz.) [Ebu Nuaym]
Pırlantaya cam demek gibi
Sual: Bazıları imam-ı Gazali’ye İslam filozofu diyorlar. Âlime filozof
denir mi?
CEVAP
İmam-ı Gazali hazretleri, kendi zamanındaki fıkıh âlimlerinin en üstünü
idi. Şafii fıkıh kitapları, hep onun kitaplarından vesikalar vermektedir.
Bu büyük İslam âlimine ve benzerlerine, (İslam filozofu), yazılarına ve
bütün (İlm-i kelam), yani (Akaid) kitaplarına da, (İslam felsefesi) diyorlar.
Halbuki, İslamiyet’te felsefe yoktur. İslam âlimleri, filozof değildir. Felsefe,
din, ruh ve ictimai bilgi cahillerinin, bu bilgilerden, kendi kısa akılları ile ve
zamanlarındaki fenni keşiflere göre, anladıklarına, yani bozuk
düşüncelerine denir. İslam âlimlerinin kitapları ise, ilim sahiplerinin, Kur'an-ı
kerimden ve hadis-i şeriflerden çıkardıkları bilgilerdir. İslam bilgilerine
felsefe demek, pırlantayı cam parçalarına benzetmek gibidir. İslam
âlimlerine felsefeci demek de, pırlantaya cam demek gibi olup, bu yüksek
âlimlere hakaret etmek olur.
Din düşmanlarının âlimlerimize saldırması
Din düşmanlarının, dine ve din âlimlerine saldırması yadırganmaz.
Âlimlerin de meşhur ve tesirli olanlarına saldırırlar. Özellikle imam-ı Gazali
hazretleri, onlar için hedef tahtasıdır. Dinimizi içten yıkmaya çalışan
reformcular da, aynı şeyi yapıyorlar. Bazı ahmaklar da, meşhur olmak için
cami duvarını kirletmeyi, yani İslam âlimlerine saldırmayı tercih ediyorlar.
İslam âlimi kime denir? Her dalda uzman olan âlimler vardır. Fıkıh
âlimi, hadis âlimi, tasavvuf âlimi, kelam âlimi, fen âlimi gibi. Bunların
hepsini bilene İslam âlimi denir. Bilmek de yetmez. Bildikleri ile amel
etmesi ve ihlaslı olması da şarttır. Onun için ilim, amel ve ihlas sahibi olan
müslümana İslam âlimi denir. Bu üçünden biri noksan olana kötü din
adamı, yobaz denir. Mason Abduh, çömezi mezhepsiz Reşit Rıza ve
günümüzde bunların peşinden giden bid’at ehli birer yobazdır. İslam âlimi,
63
www.dinimizislam.com
dinin bekçisi, yobaz ise, şeytanın yoldaşıdır. Dört mezhebin imamı, imam-ı
Rabbani ve imam-ı Gazali gibi müctehidler, İslam âlimidir. İşte Resulullah
efendimiz, bu âlimler için, (Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) buyurdu.
(İbni Mace)
İmam-ı Birgivi, “İslam âlimlerince yazılan bir din kitabına hakaret
etmek, bu âlimlerden biri ile alay etmek ve saygı göstermek gereken bir
şeye hakaret etmek, hakaret edilmesi gereken bir şeye saygı göstermek
küfürdür” buyuruyor.
Mezhepsizler, demagojiyi iyi becerirler. Mesela imam-ı Birgivi’nin
yukarıdaki sözünü alarak, “Sizler çelişki içindesiniz, Efgani ve Abduh gibi
âlimleri kötülediğiniz için kâfirsiniz” derler. Aynı mantıkla, imam-ı Gazali
hazretlerine saldırırlar. “Gazali, İslam filozoflarına kâfir diyor, Kur’ana aykırı
hadisleri İhya’sına almıştır, sahih hadisle, uydurma hadisi ayıramazdı.
Gazali şimdi yaşasaydı İhya’yı yazmazdı” gibi hezeyanlarda bulunuyorlar.
Mezhepsizler, bir hadisin Kur’ana aykırı olduğunu biliyor da, koca imam
bilemiyor mu?
Büyük âlim İbni Hacer-i Mekki hazretleri, imam-ı Gazali hazretlerinin
yazılarında kusur bulan kimse, ya hasetçidir veya zındıktır buyuruyor.
(El- i’lam bi-kavâti’il-islam)
İbni Âbidin hazretleri, imam-ı Gazali, zamanının hüccet-ül-İslamı ve
âlimlerin en üstünü idi. Ona dil uzatan kimse, cahillerin en cahili,
fâsıkların en kötüsüdür buyurdu. (El-Ukud-üd-dürriyye)
Kâtip Çelebi, Bütün din kitapları yok olsa, imam-ı Gazalinin
kitapları, bu boşluğu doldurabilir, hatta İhyâ’sı bile kâfi gelir diyor.
Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri de, imam-ı Gazali’nin İhyâ
kitabı, bütün âlimlerce doğru ve yüksektir. Bir gayrı müslim, severek
yapraklarını çevirirse, müslüman olmakla şereflenir buyuruyor.
Sual: Eskiden daha çok, imam-ı Gazali’ye, kitaplarına uydurma hadis
aldı diye mason Abduhçu mezhepsizler iftira ederdi. Şimdi de, din cahilinin
biri, (Matematiği zararlı, fen ilimlerini gereksiz, felsefeyi İslama aykırı gören
Gazali, bilimsel uyanışı yıkmıştır) diye iftira ediyor. İmam-ı Gazali’nin
kitapları meydandadır. Bu iftira nasıl yapılabiliyor?
CEVAP
Din düşmanları genelde, açıkça saldırmıyor. İslam âlimini, tesettürü,
tesbihi, takkeyi bahane ederek dini kötülüyor. Hangi din düşmanına
sorarsanız sorun, (Ben Müslümanlığa karşı değilim, ben irticaya karşıyım.
Kadınların kapanmasına karşıyım. Araplara para yedirmek için hacca
64
www.dinimizislam.com
gidilmesine, medreselere, Kur'an kurslarına karşıyım) gibi cevaplar verir.
Halbuki karşı olduğu hususlar, dinde bulunan şeylerdir.
İmam-ı Gazali hazretleri, eserlerinde, özetle buyuruyor ki:
İslami ilimler, akli ve nakli ilimler [din bilgileri] olmak üzere ikiye ayrılır.
Akli ilimler [fen bilgileri], akıl ile incelenerek, tecrübe edilerek ve
hesaplanarak elde edilir. Bu ilimler, nakli ilimlerin anlaşılmasına ve tatbik
edilmesine de yardımcıdır. Öğrenilmeleri farz-ı kifayedir. Bu ilimler,
matematik, mantık ve bütün tecrübi ilimlerdir. Hadis-i şerifte, (İlim Çin’de
de, [çok uzakta ve kâfirde de] olsa, gidip alınız) buyuruldu. Bir islam
şehrinde, fennin yeni bulduğu bir alet, bir vasıta yapılmayıp, bu yüzden bir
müslüman zarar görürse, o şehrin idarecileri mesul olur.
İslami ilimlerin tasnifi
Fennin ilerlemesi, Allahü teâlânın varlığını ve kudretini daha fazla
meydana çıkarmaktadır. Astronomi ve anatomi bilmeyen, Allahü teâlânın
varlığını ve kudretini iyi anlayamaz. Akli ilimler, iyi, kötü ve mubah olarak
üçe ayrılır:
1- İyi olanlar: Tıp, matematik ve benzeri ilimlerdir ki, bunlar da farz-ı
kifaye ve fazilet olmak üzere ikiye ayrılır:
a) Farz-ı kifaye olanlar: Fen bilgileri böyledir. Mesela tıp, insanın
sıhhatli olarak yaşayabilmesi için zaruridir. Hesap ilmi, alış-veriş, miras,
vasiyet ve bütün muamelatta zaruridir. Bu ilimleri bir beldede bilen
bulunmazsa halk zorlukla karşılaşır ve hepsi birden mesul olur. Fakat
ihtiyaç nispetinde bilenlerin bulunması kâfidir. Bu suretle diğerleri de bu
mecburiyet ve mesuliyetten kurtulmuş olur. Tıb ve hesap gibi fen ilimlerine
farz-ı kifaye dememize şaşmayın. Hakikat şu ki: Bütün sanatların asılları
aynı hükümde olup farz-ı kifayedir. Rençberlik, dokumacılık, siyaset,
dikicilik, tıp v.s. Bir ülkenin tabibi olmazsa hastalık çoğalır, insanlar işinden
gücünden kalır, takâtten kesilir ve nihayet ölüme mahkum olur.
b) Fazilet olanlar: Fen ilimlerinin, çok ender gerekecek en ince
teferruatına inmektir. Bu da, gereken kısımları anlamayı kolaylaştırması
bakımından bir fazilet ve üstünlüktür.
2- Kötü olanlar: Bunlar dinde yeri olmayıp, hiçbir fayda sağlamayan,
sihir [büyü], tılsım, telbisat [sahteyi doğru gibi gösterip aldatma ilmi] gibi.
3- Mubah olanlar: Şiir öğrenmek, eski tarihlerle meşgul olmak gibi. Bu
ilimlerin hepsi makbuldür. İlim bizatihi kötü değildir. Yanlış yerlerde
kullanılırsa zararlı olur.
Astronomi ilmi de kötü değildir. Peygamber efendimiz, (Kaderden,
yıldızlardan ve Eshabımdan bahsedilince sükut edin) buyurdu.
Kırk gün sonra ölür
65
www.dinimizislam.com
Bazı hallerde cehalet, bazıları için daha faydalıdır. Çocuğu olmayan,
bir hanım doktora gider. Doktor, nabzına bakıp, “Doğurmadığı iyi, çünkü bu
kadın, kırk güne kalmaz ölür” der. Hanımı dehşetli bir korku sarar,
vasiyetini yapar. Kırk gün yemez içmez, üzüntü içinde günleri geçer. Kırk
gün geçtiği halde ölmeyince, kocası doktora durumu bildirir. Doktor der ki:
- Şimdi çocuk doğurur.
- Nasıl olur doktor bey?
- Hanımınız çok şişmandı. Ondaki yağın çocuk olmasına mâni
olduğunu anladım. Bu kadını ölüm korkusundan başka bir şey zayıflatmaz
diye onu ölümle korkuttum. Şimdi zayıfladı, yağ eridi, çocuğun doğmasına
mani kalmadı.
İşte şu kıssa bazı kimselerin bazı ilimleri bilmemesinin iyi olacağına bir
örnektir. Peygamber efendimiz de, (Faydası olmayan bilgiden Allahü
teâlâya sığınırım) buyuruyor. (İhya)
İmam-ı Gazali hazretleri, Yunan felsefecilerinin küfre düşürücü bütün
sapıklıklarını tespit etmiştir. Bunlardan üçü şudur: Felsefeciler diyor ki:
1- Âlem, Allah gibi ezeli ve ebedidir.
2- Allah, cüzi olan şeyleri bilmez.
3- Cismani ve bedeni bir haşr, dirilme yoktur. (Tehafüt-ül-felasife)
İmam-ı Gazali hazretlerinin fikirleri bunlardır. Bu fikirlerin ilme
düşmanlıkla veya geri kalmışlıkla, ilerlemeye mani olmakla ne ilgisi
vardır?
Sual: Dini bilgim yoktur ancak yazdığınız bütün bilgiler yanlış. Sebebi
de aklıma ve diğer gazetelerden okuduğum bilgilere uygun gelmiyor.
Mesela (İlim Çin’de de olsa alınız) sözü, hadis olmadığı halde, hadis diye
nasıl yazabiliyorsunuz? Bir gazetede hadis olmadığını okudum. Gazali’nin
İhya’sından aldığınız yazı da yanlıştır. Bir doktor bir kadına, 40 gün sonra
öleceksin nasıl diyebilir? Gazali de sizler gibi kara cahilin birisi imiş. Bu
asırda onun bildirdikleri ile hareket edilir mi?
CEVAP
1- Tıp bilgisi olmayanın bir doktoru tenkit etmesi gülünç olduğu gibi,
dinimizden tamamen habersiz biri, dini konuda kulaktan duyduğu,
gazetelerden okuduğu, yalan yanlış bilgiler üzerine, imam-ı Gazali
hazretleri gibi, büyük bir din otoritesini nasıl tenkit edebilir?
Tenkit edilen yazı yukarıda bahsettiğimiz yazı.
Hastasını tedavi eden doktordur. Bunu İhya’da bildiren de, imam-ı
Gazali hazretleridir. Eski bir siyasetçinin zannettiği gibi, imam-ı Gazali
66
www.dinimizislam.com
hazretleri, bir köy imamı değildir. Sözü dinde senet büyük bir âlimdir.
(radıyallahü teâlâ anh)
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kim bir âlimi aşağılarsa, Allahü teâlâ da, onu aşağılar.)
[R.Nasıhin]
(Ehli olmayana ilimden bahseden, domuzların boynuna inci kolye
asan kimseye benzer.) [R.Nasıhin]
(Âlimler Peygamberlerin vârisidir.) [Ebu Davud, İ.Mace, Tirmizi,
Deylemi, İ.Neccar]
(Âlimler, yeryüzünün ışıkları, benim ve diğer enbiyanın
vârisleridir.) [Ebu Nuaym]
(Âlimler olmasaydı, insanlar helak olurdu.) [R.Münire]
Böyle zatlara dil uzatanın dili kurur.
2- (İlim Çin’de de olsa alınız) hadis-i şerifini birkaç mezhepsiz
uydurma demiş ise de, Deylemi, Taberani, Beyheki, İbni Adiy, İbni
Abdilber, Muhammed Gazali gibi büyük âlim ve muhaddisler, bu hadis-i
şerifin sahih olduğunu bildirip kitaplarına almışlardır. Bu âlimlere değil de,
birkaç mezhepsize inanmak cahillik olur.
Âlimler hata eder mi?
Selefi görüşlü biri ile âlimlere olan itimat hakkındaki konuşmamız ilgi
çekici olduğu için aynen nakletmek istiyorum. Selefi sordu:
- Namazda rükua eğilirken ayakları birleştirmenin kitapta yeri var mı?
- Halebi-yi Kebir ve Sagir, Miftah-ül cenne, Dürr-ül muhtar ve İbni
Âbidin’de var.
- İbni Âbidine inanmam.
- Nasıl olur? İbni Âbidin Hanefi mezhebinde en muteber ve en
geniş bir fıkıh kitabıdır.
- İbni Âbidin kitabına uydurma hadis almıştır. Uydurma hadis alan
birinin diğer yazılarına nasıl itimat edilir?
- Hangi hadis uydurmaymış?
- Ebu Hanife’yi öven hadis... Mezhep taassubuyla kitabına almış.
- İbni Âbidin hanefidir ama, aynı hadis-i şerif, Şâfii âlimlerinden
İbni Hacer-i Mekki’nin Hayrât-ül-hisân kitabında da vardır. Mezhep
taassubu olsaydı, Ebu Hanife ile ilgili hadis-i şerifi kitabına alır mıydı?
Hiçbir İslam âliminin kitabında uydurma hadis olmaz.
- Niye olmasın, Gazali’nin kitabında bir sürü uydurma hadis var. Iraki
bunları tespit etmiştir.
- Iraki kaynağını bulamadığı hadis-i şeriflere, kaynağını
bulamadım demiştir. Bulamadım demek uydurma demek değildir.
67
www.dinimizislam.com
Sonra İslam âliminin kitabındaki bir hadis-i şerife uydurma denebilir
mi?
- Kur’ana aykırı ise elbette denir.
- İbni Hacer-i Mekki, İbni Âbidin ve İmam-ı Gazali gibi âlimlerin
kitaplarında uydurma dediğin hadisler Kur’ana aykırı mıdır?
- Aykırı ki uydurma denmiştir.
- Kur’ana aykırı olduğunu kim anlamış?
- Kim olacak onlara uydurma diyenler.
- Peki onlara uydurma diyenler, Kur’ana aykırı olduğunu anlamış
da, imam-ı Gazali hazretleri gibi büyük bir âlim anlayamamış mı? Ne
çirkin bir iftira bu? İmam-ı Gazali’nin kitabında uydurma olarak
bildiğin en meşhur hadis hangisidir?
- Çok... Mesela (İlim Çin’de de olsa alın)
- Bu hadis-i şerife mezhepsizler uydurma demişlerse de,
Taberani, Beyheki ve İbni Adiy gibi hadis âlimleri buna sahih demişler
ve kitaplarına almışlardır.
- Peki namazda rükua eğilirken ayakların birleştirilmesi Kur’anda var
mı?
- Namazın farzları Kur’anda var mı da sünnetleri olsun?
- Peki sünnette var mı?
- Dinimizde delil sadece kitap ve sünnet değil, icma ve kıyas da
vardır. Âlimlerin ictihadı da senettir.
- Ben kıyası, ictihadı kabul etmem. Âlim hata edemez mi?
- Âlim hata etmez dense yanlış olmaz. Çünkü Âlimin ictihadı hatalı
bile olsa senettir. Allahü teâlâ ahirette onun ictihadına göre amel edip
etmediğimizi soracaktır. Buhari’nin bildirdiği hadis-i şerifte, (Âlim
ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevap alır) buyuruldu.
Bunun için hak mezhepler meydana gelmiştir.
- Birinin ak dediğine öteki kara demiştir.
- Ama bu yetkiyi Allah ve Resulünden almıştır. Bir hadis-i şerifte,
(Âlimlerin farklı ictihadları rahmettir) buyuruluyor. (Beyheki)
- Hatalı bir ictihadla amel etmek caiz olur mu?
- Bir müctehidin hata ettiğini başka müctehid bilemez. İctihad
ictihadla nakzedilemez. Mesela Hanefi ve Hanbeli’de gusülde ağzın
içini yıkamak farz iken, Maliki ve Şafii’de farz değildir. Bunun için
mezhebin birine doğru, ötekine yanlış denemez. Yanlış da olsa
müctehidin ictihadı ile amel eden kurtulur. Çünkü müctehid bu yetkiyi
Kitap ve Sünnetten almıştır. Farklı ictihadda bulunmak gibi, her
müctehidin bir hadisten hüküm çıkarması da farklıdır. Hatta bir
68
www.dinimizislam.com
müctehidin sahih dediği bir hadis-i şerife, başka bir müctehid sahih
değildir de diyebilir. O sahih değildir dedi diye o hadis uydurma
olmaz. Sahih değildir diyen âlim, o hadise göre kendisi amel edemez.
Ama sahih diyen âlim, bu hadis-i şerife göre amel eder, ona tâbi olan
insanlar da amel eder.
Not: Bu hususta geniş bilgi Mezhep ve Mezhepsizlik maddesinde
var.
Kötü âlimler, din iman hırsızlarıdır
Sual: Bugün dünyanın her yerinde kötü işler, günahlar rağbettedir. İyi
işlerin, faziletlerin ise öcü gibi gösterilmesi kıyamet alameti midir?
CEVAP
Evet kıyamet alametidir. Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Kötüler iyi, iyiler kötü gösterilmedikçe, kıyamet kopmaz.) [Harâiti]
Sık sık duyarız; (Bak herkes böyle yapıyor, onlar yanlış yolda da
sadece sen mi doğru yoldasın) deniyor. İyilik, güzellik, hak gibi hususlar,
her zaman çoğunluğun bulunduğu yerde olmaz. Mesela Çin'in,
Japonya'nın nüfusu çoktur. Dinleri Budizm’dir. İnsanların çoğu Budist diye,
Budizm’in doğru olduğu söylenemez. Dünyada gayrı müslimler,
Müslümanlardan daha fazla. Azınlıkta kaldığı için (Müslümanlık hak din
değildir) denemez. Çünkü Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
İnsanların çoğuna uyan sapıtır. (Enam 116)
Halkın çoğu kâfirdir. (Nahl 83)
Çoğu fâsıktır. (Maide 49)
Çoğu müşriktir. (Rum 42)
Çoğu iman etmez. (Rad 1)
Çoğu inkârcıdır. (İsra 89)
Çoğu gafildir. (Yunus 92)
Herkes öyle diyo misali, herkese inanmak yanlıştır. Allahü teâlâ yine
buyuruyor ki:
(Bu dinin [İslam’ın] doğru olduğunu insanların çoğu bilmez.) [Rum
30]
Ekseriya kıymetli şey, altın gibi az olur. Kur'an-ı kerimde mealen
buyuruluyor ki:
İnananlar azdır. (Sad 24)
Şükreden azdır. (Sebe 13)
Çok kimse, Resulullah efendimizin vârisleri olan Ehl-i sünnet
âlimlerinin kıymetli eserlerinden tercüme ederek yayınladığımız kitaplara
karşı çıkıyor. Sebebi basittir. Bu kitaplarda, Allahü teâlânın (Hepsinden
69
www.dinimizislam.com
razıyım. Hepsine Cenneti söz verdim) buyurduğu, Eshab-ı kiramın
tamamı övülüyor. Sahabe düşmanları, elbette buna karşı çıkar.
Resulullah efendimizin de, (Ümmetimin âlimlerinin farklı ictihadları,
mezheplere ayrılması rahmettir) buyurduğu bildiriliyor. Mezhepsiz olan
elbette karşı çıkar.
Adam Hanefi mezhebinde gusülde ağzın içini yıkamanın farz olduğunu
bilmediği için yıllarca cünüp gezmiştir. Yıllarca sünnet diye bid’at işlemiştir.
Mesela sünnet diye bid’at sakal bırakmıştır.
Farzların yanında nafile ibadetler denizde damla bile değildir. Adam
farzları bırakıp yıllarca nafile ibadet etmiştir. Bu kıymetli kitaplardan gerçeği
öğrenince elbette şok olacaktır.
Bid'at ehlinin, Vehhabiliğin, kamufle adıyla selefiliğin, dinde
reformculuğun, Kadıyaniliğin, Behailiğin, Hurufiliğin, 19’culuğun, bozuk ve
yanlış olduğu, maksatlı kurulduğu, kötü din adamlarının eşkıya olduğu
açıklanıyor. Bu gruplardan birini seven, elbette bunları kötüler. İbni
Teymiyyeci, Abduhçu olan, elbette bunlara karşı çıkar. Adam, bir hizbin
militanı ise, şucu bucu ise, kendi hizbinden olmayanı kötüler. Kur'an-ı
kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Dinde parçalandılar. Her grup, kendi yollarını doğru sanıp
sevinmektedir.) [Müminun 53]
O halde kötü din adamlarından uzak durmalıdır. İmam-ı Rabbani
hazretleri buyuruyor ki:
(Dünyalık peşinde olan din adamlarının sözlerini dinlemek, kitaplarını
okumak zehir yemek gibi zararlıdır. Kötü din adamlarının zararları
bulaşıcıdır. Cemiyetleri bozar, milletleri parçalar. Tarihte İslam devletlerinin
başlarına gelen felaketlere hep kötü din adamları sebep oldu. Devlet
adamlarını doğru yoldan bunlar saptırdı. Peygamber efendimiz,
(Müslümanlar 73 fırkaya bölünecek. Bunların 72 si Cehenneme
gidecek, yalnız bir fırkası Cehennemden kurtulacak) buyurdu. Bu 72
sapık fırkanın reisleri, hep kötü din adamları idi. Cehennemden kurtulacak
olan tek fırka ise, Ehl-i sünnettir.) [1/47]
İnsanların kötüsü
İmam-ı Rabbani hazretleri yine buyuruyor ki:
(İnsanların kötüsü, kötü âlimlerdir. Bunlar, din, iman hırsızlarıdır.
Kur’an-ı kerimde mealen, (Onlar kendilerini müslüman sanıyor. Onlar
son derece yalancıdır, şeytan onlara musallat olmuştur. Allahü teâlâyı
hatırlamaz ve ismini ağızlarına almazlar, şeytana uymuşlar, şeytan
olmuşlardır. Biliniz ki, şeytana uyanlar ziyan etti, ebedi saadeti
bırakıp, sonsuz azaba atıldı) buyuruluyor.
70
www.dinimizislam.com
Büyüklerden biri, şeytanın boş oturduğunu görünce sebebini sorar.
Şeytan, (Zamanın din adamları olan kötü âlimler, insanları yoldan
çıkarmakta, bana o kadar yardımcı olmakta ki, bu mühim işi benim
yapmama lüzum kalmıyor) der. Böyle kötü kimselerden uzak durmalıdır!)
[Müj.Mek.33]
Allahü teâlânın kıymet verdiği ve her şeyin en şereflisi olan ilmi, mal,
mevki kapmaya ve başa geçmeye vesile edenlere, bu ilim elbette zararlı
olur. Halbuki, dünyaya düşkün olmak, Allahü teâlânın hiç sevmediği bir
şeydir. O halde, Allahü teâlânın kıymet verdiği ilmi, Onun sevmediği yolda
harcetmek, çok çirkin bir iştir.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Âlimlerin en kötüsü, insanların en kötüsüdür.) [Bezzar]
(Kıyamette bir din görevlisi getirilip Cehenneme atılır.
Cehennemdeki tanıdıkları ona, "Sen dünyada dinin emirlerini
bildirirdin. Niçin bu azaba düştün?" derler. O da, "İnsanlara, günahtır,
yapmayın" der, kendim yapardım. "Yapın" dediklerimi de yapmazdım.
Bunun cezasını çekiyorum" der.) [Buhari]
(Miraca çıkınca, ateşten makaslarla dudaklarını kesenleri gördüm.
Her kesilişte dudakları yeniden tamamlanıyordu. Cebrail aleyhisselam
"Bunlar, din görevlisidir, yapmadıklarını söylerler ve Allah’ın kitabı ile
amel etmezler" dedi.) [Beyheki]
(Kıyamette en şiddetli azap, ilmi kendine fayda vermeyen din
görevlisinedir.) [Beyheki]
(Cehennemde azap çekenlerden bazılarının yaydıkları kötü
kokular, diğerlerine ateşten daha fazla azap verir. "Sen ne günah
işledin ki, öyle pis koku çıkarıyorsun?" diye sorulunca, "Ben din
görevlisi idim. Bildiklerimi yapmazdım" der.) [İ.Ahmed]
Vaaz etmek ve dini yazı yazmak, kitap, dergi çıkarmak, ancak Allah
rızası için olunca, mevki, mal ve şöhret kazanmak için olmayınca faydalı
olur. Böyle halis düşünmenin alameti de, dünyaya düşkün olmamaktır.
İnsanların en iyisi iyi âlimler olduğu gibi, en kötüsü de kötü âlimlerdir.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ümmetim, kötü âlimler, cahil âbidler yüzünden helâk olur.
Kötülerin en kötüsü kötü âlimlerdir. İyilerin en iyisi de iyi âlimlerdir.)
[Darimi]
Şimdi kendi görüşlerini, sapıklıklarını din gibi ortaya atanlar çoğaldı.
Hadis-i şerifte, (Ümmetim, kötü din görevlilerinden çok zarar
görecektir) buyuruldu. (Hakim)
71
www.dinimizislam.com
Zamanımızda hakiki âlim çok azaldı. Önceki âlimler, asr-ı saadete
yakın zamanda yaşadıkları için de kıymetli idi. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İnsanların en hayırlısı benim asrımdaki müslümanlar [Eshab-ı
kiram]dır. Bunlardan sonra en iyileri, bunlardan sonra gelenler
[tâbi’in]dir. Onlardan sonra da en iyileri, onlardan sonra gelenler [Tebei tâbi’in]dir. Artık bunlardan sonra yalan yayılır, bunların sözlerine ve
işlerine inanmayınız!) [Buhari, Müslim]
Tâbi’inden olan büyük âlimleri, onların yolunu, kurdukları mezhepleri
beğenmeyip, dört mezhepten farklı kitap yazıp, (Biz bir mezhebe göre
değil, İslam’a göre yazıyoruz) diyen cahiller, kendilerinin büyük âlim
olduklarını söylüyorlar. Halbuki hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Âlimim diyen cahildir.) [Taberani]
Bid’at ehli bu sapıklar, kâfirlerden daha zararlı olur. En büyük
kâfirlerden biri Deccal olduğu halde, hadis-i şerifte, (Sizin için Deccal’den
daha çok, sapık önderlerden korkuyorum) buyuruldu. (İ.Ahmed)
Kâfir, insanın canına kastedebilir. Fakat dört mezhebe uymayan bu
sapıklar, insanın imanına kastedip ebedi Cehennemlik olmasına sebep
olabilir. Bu zamanda sapıklık çoğaldığı için, “âlimim” diye ortaya çıkan
kimselerin peşinden gidenler sapıtabilir. Fakat eskiden gelmiş, dostdüşman tarafından Ehl-i sünnet âlimi olduğu bildirilen, imam-ı a’zam,
imam-ı Malik, imam-ı Şafi, imam-ı Ahmed, imam-ı Gazali, Seyyid
Abdülkadir Geylani, imam-ı Rabbani gibi herbiri birer güneş olan
âlimlerin yolundan gidilirse, kurtuluşa erilir.
Geri kalışımızın sebepleri
Yabancı yazar, müslümanların geri kalışını ictihada bağlayıp, (Fukaha,
ictihad kapısının kapatılmasında ve bundan böyle dört mezheple iktifa
edilmesinde ittifak etmiştir. Bunun neticesinde İslam düşüncesi duraklamış,
hukukta ve diğer İslami ilimlerde taklit ve saplantının yayılmasına sebep
olmuştur) diyor.
Açıklamaya geçmeden önce şunu tekrar edelim:
Düşünce, bir iş için düşünülen çare veya kıyaslanan neticedir. Görüş
de düşünce demektir.
Nazariye de, akli, zihni esaslara dayanan görüş, teori demektir.
Allahü teâlânın bildirdiği hükümlere ilahi düşünce, ilahi görüş, ilahi
nazariye, ilahi şuur denmez. İslam düşüncesi denmez. Bunları
kullanmak küfürdür.
İctihad kapısını kimse kapatmamıştır. Ehli olmadığı için kendiliğinden
kapanmıştır. Kapalıya kapalı demek, kapatmak değildir. Kapatmaya yetkisi
olanın açmaya da yetkisi olur. İctihad edip etmemekle, geri kalışımızın bir
72
www.dinimizislam.com
alakası yoktur. Milyonlarca insan ehil olup olmadığına bakmadan, kitap
yazıyor, ictihad yapıyor. Madem ictihad yüzünden geri kaldık. Şimdi herkes
ictihad yaptığı halde niçin ilerlemiyoruz?
Mason Abduh ve onun Reşit Rıza ve Meraği gibi çömezleri,
mezheplere saldırıp, (mezhepler birleştirilmeli) diyerek mezhepleri
kaldırmaya çalışmışlardır. İngiliz casusu Hempher de aynı yolda hareket
ederek Necdiliği kurdurmuştur. Aynı art niyetli kimseler, herkes ictihad
etmeli diyerek ehli olmayan kimselerin de ictihada yeltenmelerine sebep
olmuşlardır. Hadis-i şerifte, (Her asır, bir öncekinden daha kötü
olacaktır) buyuruldu. Bu bakımdan sonraki asırlarda birinci asırdaki gibi
büyük âlimler yetişmedi. Yetişmesi de çok zordur. Bu zoru başarabilen az
da olsa çıkarsa, buna kimse bir şey demez.
Müctehide ihtiyaç yok
Hicri 4. asırdan sonra mutlak müctehid olarak meşhur olan görülmedi.
Mutlak müctehide ihtiyaç da kalmadı. Çünkü Allahü teâlâ ve onun Resulü
Muhammed aleyhisselam, kıyamete kadar, hayat şekillerinde ve fen
vasıtalarında yapılacak değişikliklerin, yeniliklerin hepsine şamil olan
hükümlerin hepsini bildirdi. Müctehidler de, bunların hepsini anlayıp,
açıkladı. Sonra gelen âlimler, bu ahkamın, yeni olaylara nasıl tatbik
edileceğini tefsir ve fıkıh kitaplarında bildirdi. Müceddid denilen bu âlimler
kıyamete kadar mevcuttur.
İctihad kapısı açık diye herkes destursuz girerse, birbirine zıt gibi
görünen hadis-i şerifleri görünce ne yapacaktır? Mesela imam arkasında
Fatihanın okunacağına dair de, okunmayacağına dair de hadis var.
İcazetsiz bir kimse, bunları okuyunca ya Peygambere suizan edecek,
yahut hadis âlimine iftira edecektir. Ehli olmayanların hüküm çıkarmak
niyetiyle hadis okuması, elbette doğru olmaz.
Dünya işlerinde bile işinin ehli olmayan bir kimse, yaptığı şeyi
başaramaz. Mesela, (Ehliyeti olan şoför olmalıdır) demek yanlış mıdır?
(Herkes araba kullansın) demek doğru olur mu? (Herkes göz ameliyatı
yapmalıdır) demek ne kadar saçmalıktır. (Herkes hadis kitabı okumalı,
hadisten hüküm çıkarmalı, Kur'an meali okuyup ondan hüküm çıkarmalı)
demek daha tehlikelidir. Araba kullanmasını bilmeyen, bir kaza yapabilir ve
canından olabilir. Fakat hadisi, Kur'anı anlamayan kimse, bunlarla amel
edeceğim derken dininden olur.
Her işi ehline bırakmak kadar tabii ne olabilir? Biz, (İş ehline verilmeli)
diyoruz. O, (hayır herkes hadis okumalı, herkes meal okumalı, anladığı gibi
amel etmelidir) demek istiyor. Bu, ilme düşmanlıktır. Herkesin âlim
olmasını, müctehid olmasını istemek, akla da, ilme de aykırıdır. Müctehid
73
www.dinimizislam.com
olmanın birçok şartları vardır. Bunlardan biri de ilâhi mevhibeye sahip
olmak yani evliya olması da gerekir. Fakat her evliya da müctehid değildir.
İctihad, ayağa düşürülmemelidir.
Önce temel bilgi gerekir
Bazı okuyucular, İbni Teymiye’nin veya İbni Sebe’nin yanlış
görüşlerinin neler olduğunu soruyorlar. Mesela, (İbni Teymiyeci bir
arkadaşımız var. İbni Teymiye’nin hatalarını bildirin de arkadaşımızı
vazgeçirelim) diyorlar. Abduh’u, Kardavi’yi veya daha başkalarını
soruyorlar. Bunların yolundan giden kimseler, Ehl-i sünneti bilmedikleri için
verilecek cevaplar onları tatmin etmez. Çünkü temel dini bilgileri yok.
Cevap olarak onlar mezhepsiz desek, temel bilgileri olmadığı için,
vehhabilerden duyduklarını tekrarlayıp, “Âlimin mezhebi mi olur, Eshabın
mezhebi mi vardı” diyeceklerdir. Kerameti inkâr ediyorlar desek, yine
onların etkisiyle, papağan gibi ezberlediklerini tekrarlayıp, “keramete
inanmak şirk” diyeceklerdir. O sapıklar, “Tek tanrıya inanan herkes,
Cennete gidecektir” diyorlar, Hıristiyan ve Yahudileri de Cennete
sokuyorlar desek, doğrusu da öyle değil mi diyeceklerdir. Bunun gibi
yüzlerce şey söylense verecekleri cevaplar aynıdır. Çünkü din düşmanları
onları papağan haline getirmiştir. Bu acı durumlardan kurtulmak için önce
temel din bilgilerini bilmek gerekir.
İman nedir? Hak din hangisi? Mezhep ve mezhepsizlik nedir? Mucize
ve keramet nedir? Bunları doğru olarak bilenin Ehl-i sünnet olduğu
anlaşılır. Bunları bilene, sapıkların sapıklığını anlatmak kolaydır. (İbni
Teymiye, Cehennemin ebedi olduğunu inkâr eden bir mezhepsiz) dersek
kolayca anlar.
Muhatabımız Ehl-i sünnet değilse böyle söylememizin hiçbir kıymeti
kalmaz. Bir örnek verelim. Mesela imanı anlatalım: Amentü’deki altı
esastan birine inanmayanın imanı geçersizdir. Yani bu altı esastan birini
inkâr eden kâfir olur. Bunun için inanmak değil, doğru inanmak önemlidir.
Ahirette kurtulmak, ibadetin çok olmasına değil, doğru imana bağlıdır.
Elimizde sağlam ölçü vardır. Ehl-i sünnete göre iman, Amentü’de bildirilen
altı esasa inanmaktır. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe
[Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana], kadere, hayrın ve şerrin
Allah’tan olduğuna ölüme, öldükten sonra dirilmeye, inanmaktır.
Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun kulu ve resulü
olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai] Ancak böyle
inananlar Ehl-i sünnettir.
74
www.dinimizislam.com
Amentü’deki bu altı esasa inanan kimse, bilir ki, Yahudiler de
Hıristiyanlar da, her Peygambere ve her semavi kitaba inanmazlar, mesela
Muhammed aleyhisselamı Peygamber ve Kur’an-ı kerimi semavi kitap
kabul etmezler. Peki bunlara iman sahibi demek mümkün mü? Elimizdeki
sağlam ölçüye uymamaktadır. Kur’an-ı kerimde (Hak din ancak İslam’dır)
buyuruluyor. Yahudilik ve Hıristiyanlık hak din denmiyor, aksine, (Onları
dost edinenin Allah’ın düşmanı) olduğu bildiriliyor. Amentü’yü Ehl-i
sünnet gibi inanana imanı anlatmak kolaydır. Amentü’ye inanmayana da
sözümüz yoktur.
Abdülgani Nablüsi hazretleri buyuruyor ki:
İman, Muhammed aleyhisselamın Allahü teâlâ tarafından getirdiği
bilgilere kalbin inanması demektir. Bu bilgileri araştırıp anlamak gerekmez.
(Hadika) [Resulullaha inanmak demek, Onun bildirdiklerinin tamamını
kabul etmek, inanmak ve hepsini beğenmek demektir.]
İmam-ı Rabbani hazretleri de buyurdu ki:
İman, kalbin tasdiki, kabul etmesi, inanması demektir. İnanmanın azı,
çoğu olmaz. Mümin büyük günah işlese de imanı gitmez, kâfir olmaz.
Ahirette kurtulmayacak olan yalnız kâfirlerdir. Zerre kadar imanı olan
kurtuluşa kavuşur. (2/67)
Diğer hususlar da iman örneğindeki gibidir. Ehl-i sünnete uymayan
kitap ve yazarlardan uzak durmalı. Çünkü bunlar, yaldızlanmış necasete
veya altın kupada sunulan zehire benzer. Süsüne, kabına veya
görünüşüne aldanıp, sonsuz saadetten mahrum kalmamalıdır.
Ahir zaman şeyhleri
Sual: Beni bir şeyhin sohbetine götürdüler. Ben gelince Mektubat-ı
Rabbaniden
okudular.
(Teheccüd
namazı,
tarikai
aliyyenin
zaruriyyatındandır) diye bir cümle geçti. Şeyh, buna farz diyebiliriz dedi.
Şeyhin teheccüd namazına farz demesi doğru mudur?
CEVAP
Teheccüd namazı nafiledir, Peygamber efendimize farz idi. Tarikai
aliyyede teheccüde çok önem verirlerdi. Şimdi tarikai aliyye mensupları
kalmadı.
Gece yarısından sonra kılınan teheccüd namazı, gündüz kılınan bin
rekattan daha faziletlidir. Bir saat ilim öğrenmek, [mesela ilmihal okumak]
geceyi ibadetle geçirmekten daha çok sevaptır. (Dürr-ül-muhtar)
İmam-ı Rabbani hazretleri de, (Nafile, farzın yanında denizde damla
bile değildir) buyuruyor. Bu ifade, şeyhin sözünün ne kadar yanlış
75
www.dinimizislam.com
olduğunu göstermektedir. Ahmet Yesevi hazretleri o devirdeki şeyhler için
der ki:
Durmaz keramet satar
Ahir zaman şeyhleri
Her gün battıkça batar,
Ahir zaman şeyhleri
Farzı geriye atar,
Nafile oruç tutar,
Dini paraya satar,
Ahir zaman şeyhleri
Beline kuşak bağlar,
Sözleri yürek dağlar
Para toplarken ağlar,
Ahir zaman şeyhleri
Ağlaması göz boyar,
Her gün ayağı kayar,
Kendini adam sayar,
Ahir zaman şeyhleri
Başına sarık sarar,
Kendine mürit arar,
İlmi yok neye yarar,
Ahir zaman şeyhleri
Dünyaya kucak açar,
Zoru görünce kaçar,
Her yere küfür saçar,
Ahir zaman şeyhleri
Şeyhlik ulu bir iştir,
Hakka doğru gidiştir
Yaklaşılmaz ateştir,
Ahir zaman şeyhleri
Salih şeyhler nerdedir,
Kötüler her yerdedir,
Hak yoluna perdedir,
Ahir zaman şeyhleri
Âlimleri kötülemek
Sual: Mezhepsiz diyerek bir çok âlimi kötülemek, gıybet olduğu için ve
ölülerimizi iyilikle anmak gerektiği için yanlıştır. Kul hatasız olmaz. Bu
hataları örtmek yerine açığa çıkarma uygun mu?
76
www.dinimizislam.com
CEVAP
Bu sözler, Eshab-ı kiramı ve İslam âlimlerini tenkit edenler için
doğrudur. Çünkü din âlimleri kötülenmez. İbni Asakir hazretleri, (Din
âlimlerinin etleri zehir gibidir. Koklayan [tenkide yönelen] hastalanır,
tadan [kötüleyen] ölür) buyuruyor. Eshab-ı kiramı kötülemek ise daha
kötüdür. Çünkü Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Muhacir ve Ensar ile iyilikte onların [Eshabın] izinden gidenlerden
Allah razıdır, onlara Cenneti hazırlamıştır.) [Tevbe 100]
Bir hadis-i şerifte de buyuruluyor ki:
(Eshabım arasında fitne çıkacak, Allahü teâlâ benimle olan
sohbetlerinin hürmetine o fitnelere karışanları, affedecektir. Sonra
gelenler ise, bu fitnelere karışan Eshabıma dil uzatarak Cehenneme
girecektir.) [Müslim]
Eshabın hepsi bizim ölülerimiz olduğu için de tenkit edilmez. Hadis-i
şerifte buyuruldu ki:
(Ölülerinizi iyilikle anın. Eğer Cennetlikse, kötü söylemekle
günahkâr olursunuz. Cehennemlik ise, zaten içinde bulunduğu hâl
kâfi gelir.) [Nesai]
Mezhepsizlerin hataları, kul hatasız olmaz kabilinden basit hatalar
değildir, imanı ilgilendiriyor. Bir kısmı bid’at, bir kısmı ise küfürdür. Mesela,
İbni Teymiye gibi Arşın kıdemine kani olmak, (Arşı yaratılmış kabul
etmemek), Abduh gibi düşük faizlere cevaz vermek, Efgani gibi
“Peygamberlik bir sanattır” demek, Reşit Rıza gibi icmayı inkâr edip telfîk
zihniyetini savunmak, Şevkani gibi taklidi haram saymak, İzmirli İsmail
Hakkı gibi camilere sandalye, sıra, müzik aletleri konmasını ve Türkçe
namaz kılınmasını istemek, Emekli postacı gibi Eshab-ı kirama dil
uzatmak, basit birer hata değildir. Efgani hayranı birisi çıkıyor, (Abduh gibi
reform yapıp dini değiştirmek gerekir. Kızıl kâfir Halife II. Abdülhamid han,
şampanya yerine hâlâ ayran içiyor. Kâfirleri yakacak yerde tuttun
Müslümanları yaktın, adaletin nerde ey ilahi?) diyor. Bunlar basit hata mı?
Bunları bilip de, susmanın vebali büyüktür. Çünkü hadis-i şeriflerde
buyuruldu ki:
(Bid’atler yayılıp, sonra gelenler, öncekilere lanet ettiği zaman,
doğruyu bilenler herkese söylesin! Söylemeyip gizleyen, Allah’ın
indirdiği Kur’anı gizlemiş olur.) [İbni Asakir]
(Ortalık karışır, yalanlar yazılır, âdetler ibadetlere karıştırılır ve
Eshabıma dil uzatıldığı zaman, doğruyu bilenler herkese bildirsin!
Allahü teâlânın, meleklerin ve bütün insanların laneti, doğruyu bilip
de, gücü yettiği halde bildirmeyene olsun.) [Ebu Nuaym, Deylemi]
77
www.dinimizislam.com
Lanete müstahak olmamak için, susmayıp bunları söylemek gıybet
olmaz. Çünkü gıybet, bir kimsenin gizli bir kusurunu, arkasından
söylemektir. Kâfir ve fâsıkların, alış verişte hile yapanların, dinimizi yanlış
anlatanların, yanlışlıklarını söylemek lazım olduğundan gıybet olmaz.
(Redd-ül-muhtar)
Âlimin de kötüsü olur
Sual: İmam-ı Rabbani, (Mehdi, Medine’deki bid’at ehli olan âlimi
öldürecektir) diyor. Bid’at ehli olana âlim denir mi hiç? Bir de Seyyid
Abdülhakim efendi diyor ki: (Zemahşerî, tefsir, fıkıh ve lügat âlimi idi.
Mutezile mezhebinde idi. Ölürken tevbe ettiği söylenmektedir. Kur’anı azîmüşşanın muciz olduğunu anlatmakta; esas, senet olan belâgat
ilminin âlimlerinin en yüksek derecesinde olduğundan, Ehl-i sünnetin
tefsir âlimleri, Kur’an-ı kerimin belâgatini anlatan kısımları, onun
tefsirinden almışlardır.) Mutezile olan birine âlim demek caiz midir?
CEVAP
Her âlim, Cennetlik demek değildir. Onlardan da Cehenneme giden
olacaktır. Kur’anda, kötü âlimler, dilini sarkıtıp soluyan köpeğe, kitap yüklü
merkebe benzetilmiştir. (Cuma 5, Araf 176)
Kötü âlimler hakkında hadis-i şeriflerden bazıları da şöyledir:
(Âlimlerin iyisi, insanların en iyisi, kötüsü de, insanların en
kötüsüdür.) [Bezzar]
(Yazıklar olsun kötü âlimlere ki, ilmi ticarete alet ederler.) [Hakim]
(Amelsiz âlim, mum gibidir, kendini yakar, insanları aydınlatır.)
[Bezzar]
(Ümmetim, kötü âlimler, cahil abidler yüzünden helak olur.)
[Darimi]
(Kıyamette en şiddetli azap, ilmi kendine fayda vermeyen âlime
olur.) [Beyheki]
(İlmini, insanlara öğretmeyen âlime, kıyamette ateşten yular
bağlanır.) [Tirmizi]
(Kıyamette bir din adamı Cehenneme atılır. Tanıdıkları ona, "Sen
dünyada dinin emirlerini bildirirdin. Niçin bu azaba düştün?" derler. O
da, "İnsanlara, günahtır, yapmayın" der, kendim yapardım. "Yapın"
dediklerimi de yapmazdım. Bunun cezasını çekiyorum" der.) [Buhari]
(Öyle bir zaman gelir ki, âlimler fitne unsuru olur.) [Ebu Nuaym]
Demek ki âlimlerin iyisi de, kötüsü de oluyor.
Hakiki İslam âlimleri elbette çok kıymetlidir. İslamiyet’in temeli üçtür: 1İlim, 2- Amel 3- İhlas.
78
www.dinimizislam.com
1- İlim, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından öğrenilir.
2- İlme uygun olan ameldir. İlmi ile amel etmeyen hakiki âlim olamaz.
Bir hadis-i şerif meali:
(Âlim, ilmi ile amel edendir.) [Ebuşşeyh]
3- İlimde ve amelde ihlas sahibi olmaktır. İhlas, ilmin ve amelin Allah
rızası, Allah sevgisi ile olmasıdır. İhlas yoksa ilim de amel de makbul
değildir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Allahü teâlâ, ancak ihlasla yapılan ameli kabul eder.) [Dâre Kutni]
İlim, amel ve ihlas sahibi olana ancak İslâm âlimi denir. Hakiki âlim,
Kur'an-ı kerimi, hadis-i şerifleri açıklayan salahiyetli, yüksek insandır.
Sünneti, bid'ati bilir. Hakkı bâtıldan ayırır. İlmi çok olduğu halde, hakkı
bâtıldan ayıramayan, hakiki âlim değildir. 72 sapık fırkanın önderleri de
âlim idi, hakkı bâtıldan ayıramadıkları, Ehl-i sünnetten ayrıldıkları için
dalalete düşmüşlerdir. Yalnız akla uyup, yalnız ona güvenip yanılan
kimseye felsefeci denir. Aklın erdiği şeylerde ona güvenen, aklın ermediği
yanıldığı yerlerde, İslam ışığı altında akla doğruyu gösteren büyüklere
İslam âlimi denir.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(Dünyalık peşinde olan din adamlarının sözlerini dinlemek, kitaplarını
okumak zehir yemek gibi zararlıdır. Kötü din adamlarının zararları
bulaşıcıdır. Toplumları bozar. Tarihte İslam devletlerinin başlarına gelen
felaketlere hep kötü din adamları sebep oldu. Devlet adamlarını doğru
yoldan bunlar saptırdı. 72 sapık fırkanın reisleri, hep kötü din adamları idi.)
[1/47]
Kötü âlimler
Sual: Dini anlatıp da kendisi uygulamayan âlimler, ilimleri sayesinde
kurtuluşa ererler mi?
CEVAP
Aksine daha büyük azaplara maruz kalırlar. Kur’an-ı kerimde, kötü din
adamları, kitap yüklü merkebe benzetilmiştir. (Cuma 5)
Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(İlmiyle amel etmeyen âlim, kıyamette en şiddetli azaba düçar
olur.) [Beyheki]
(Miraca çıkınca, ateşten makaslarla dudaklarını kesenleri gördüm.
Her
kesilişte
dudakları
yeniden
tamamlanıyordu.
Cebrail
aleyhisselam, “Bunlar, din görevlisidir, yapmadıklarını söylerler ve Allah’ın
kitabıyla amel etmezler” dedi.) [Beyheki]
79
www.dinimizislam.com
(Cehennemde azap çekenlerden bazılarının yaydıkları kötü
kokular, diğerlerine ateşten daha fazla azap verir. “Sen ne günah
işledin ki, öyle pis koku çıkarıyorsun?” diye sorulunca, “Ben din görevlisi
idim. Bildiklerimi yapmazdım” der.) [İ. Ahmed]
(İnsanlara hayrı öğretip de kendisini, kendi kusurunu görmeyen
âlim, tıpkı başkalarını aydınlattığı halde kendisini yakıp bitiren kandile
benzer.) [Taberanî]
(Kıyamette, ilmiyle amel etmeyen âlimin Cehennemde çıkardığı
kötü kokudan, Cehennem halkı rahatsız olarak, “Ey kötü kişi, çektiğimiz
azap yetmez gibi, bir de senin çıkardığın kötü kokuya mı katlanalım? Sen
ne yaptın da, bu duruma düştün?” derler. Âlim ise, “İlim sahibi idim, fakat
ilmimle amel etmezdim” diye cevap verir.) [İ. Ahmed]
(Zebaniler Cehennemde günahkâr hâfızlara, puta tapanlardan
önce azap yapar. Çünkü bilerek yapılan günah, bilmeyerek yapılandan
daha kötüdür.) [Taberanî] (Buradaki hâfızlar, haramlardan sakınmaya
önem vermeyip, küfre giren hafızlardır.) [İ. Ahlakı]
(Amelsiz âlim mum gibidir, insanları aydınlatırken kendini yakar.)
[Bezzar]
(Âlimlerin en kötüsü, insanların en kötüsüdür.) [Bezzar]
(Ümmetim, kötü din görevlilerinden çok zarar görecektir.) [Hâkim]
Resulullah, (Hüzün kuyusundan Allah’a sığının!) buyurdu. Bu
kuyunun ne olduğu sorulunca, buyurdu ki: (Cehennemdeki bir kuyudur
ki, Cehennem, her gün dört yüz defa o kuyunun dehşetinden Allah’a
sığınır. Oraya en çok, mürai âlimler girer.) [Buhârî]
Mürai, riya yapan, gösteriş için ibadet eden demektir.
Gün günü arattırır
Sual: Eski devirlerde müctehid âlimler ve evliya zatlar çok idi. Şimdi
eskisi gibi çok olmayışının hikmeti ne olabilir?
CEVAP
Asr-ı saadetten uzaklaştıkça insanların bozulacağını, iyi kimselerin çok
azalacağını Peygamber efendimiz haber veriyor. Birkaç hadis-i şerif meali
şöyledir:
(İnsanların en hayırlısı asrımdaki Müslümanlar [Eshab-ı kiram] dır.
Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenler [Tabiin] dir.
Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenler [Tebe-i tabiin] dir.
Bunlardan sonra yalan yayılır. Bunların sözlerine ve işlerine
inanmayın!) [Buhari]
80
www.dinimizislam.com
(İlmin azalması âlimlerin azalması ile olur. Cahil din adamları,
kendi görüşleri ile fetva vererek fitne çıkarırlar, halkı yoldan
saptırırlar.) [Buhari]
(Her asır, önceki asırdan daha bozuk olur. Böylece kıyamete
kadar hep bozulur.) [Hadika]
(Allahü teâlâ bir âlimin ruhunu alırsa, bu İslam’da açılan bir gedik
olur. Kıyamete kadar onun boşluğu doldurulamaz.) [Deylemi]
(Kıyamet, yalnız kötü insanların üzerine kopar.) [Buhari]
(Bu din garip olarak başladı, sonu da garip olur.) [Tirmizi]
(Bir zaman gelir, sünnetim unutulur, bid'atler yayılır. Sünnete
uyanlar garip olur, yalnız kalır. Bid'atçiler, kendilerine çok arkadaş,
yardımcı bulur. O zamandaki Müslümanlar, sudaki tuz, sirke içindeki
kurtçuk gibi zor şart altında yaşarlar, dinlerini korumaları güçleşir,
avuçtaki ateş koru gibi, bırakırsa söner, tutarsa elini yakar.) [Şir’a]
(Ahir zamanda zalim idareci ve yalancı âlimler gelir. Onların
yardımcısı olmayın.) [Hatib]
(Kıyamete doğru Kur’an okuyan çok, âlimler az, olur. İlim yok
olur. Kargaşalık çoğalır. Yine öyle bir zaman gelir ki, müşrik müminle
aynı konuda tartışır.) [Hâkim]
Üstad ne demektir?
Sual: Üstad ne demektir? Kumar üstadı, Müzik üstadı dendiği gibi, 33.
dereceli masonlara büyük üstad deniyor. Din büyüklerine, mezhep
imamlarına, Peygamberlere de üstad demek caiz olur mu?
CEVAP
Üstad, ilim veya sanatta üstün olan kimse demektir. Bu bakımdan din
büyüklerine, mezhep imamlarına ve hatta Peygamberlere de üstad denir.
Peygamber efendimiz, insanlığın hocası, üstadı olduğu için üstad-ül beşer
denir.
Aşağıdaki bilgilerin hepsi Seadet-i Ebediyye’den alınmıştır:
Ebu Bekri Sıddık âriflerin başı ve sıddıkların reisidir. Sıddîkın üstadı
Resulullah aleyhi ve alâ alihissalatü vesselam idi.
Musa aleyhisselam, mantık ilminin üstadı iken, Hızır aleyhisselamdan
ilim öğrenmeye geldi.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İlim üstaddan öğrenilir.) [Buhari]
(Üç şey Enbiya işlerindendir:
1- Muallimlere ve üstadlara hediye vermek.
2- Âlimleri mükerrem tutmak.
81
www.dinimizislam.com
3- Eshabımı sevmek.) [M.C.Y. Güzin]
Kadı Beydavi hazretleri tefsir ilminin büyük üstadıdır.
İmam-ı Ebu Yusuf ve İmam-ı Muhammed de hocaları, üstadları olan
İmam-ı a’zam Ebu Hanife hazretlerinin fikir ve reyine tâbi olmayıp, kendi
ictihadları ile hareket ederlerdi. Halbuki, İmam-ı a’zam, onların üstadı idi.
İmam-ı Ebu Yusuf, ictihad makamına yükseldikten sonra, üstadı Ebu
Hanife’ye tâbi olması hata olur.
İmam-ı Ebu Yusuf, çok sevdiği oğlu âniden ölünce, talebelerine, (Defin
işini siz halledin. Ben üstadımın dersine gidiyorum) dedi.
İmam-ı Şafii, İmam-ı Ahmed bin Hanbel’in üstadı idi.
İbni Arabi, hadis ilminde üstad [sözü vesika] ve fıkıhta ictihad
makamında idi.
Hace-i Ahrardan sonra bu büyüklerin yolunu canlandıran, edeplerini
her yere yayan ariflerin büyüğü ve marifetlerin kaynağı üstadımız
Muhammed Bakidir “sellemehüllahü teâlâ”
Seyyid Fehim Nehriye [Şemdinana] gelir. Her gelişinde, Seyyid
Taha’dan çeşitli iltifatlarla şereflenirdi. Bir gün cami sofasında Mektubat
okuyordu. Çok kalabalıktı. Seyyid Fehim de, uzakta, ayakta dinliyordu.
Seyyid Taha, kitaptan başını kaldırıp, (Molla Fehim, acaba şimdi, hiç üstad
yok mu?) der. Seyyid Fehim, (Şimdi bulunan üstad gibi, hiç gelmemiştir)
der. Seyyid Taha, hemen Mektubatı kapayıp, odasına gider.
İnsan, gelen feyizlerden, üstadına olan ihlası ve sevgisi kadar alır.
Hepsini almak, nadirdir.
İslam tekbirini, segah makamına besteleyen Itri efendi, bir din âlimi
değil, Beethoven gibi, bir musiki üstadı idi. Farabi de, felsefeci ve musiki
üstadı idi.
Nefsin üstadı İblis’tir. Lakin kötülük yapmakta, isyanda, iblisi geçmiştir.
Kâfire hürmet ederek üstadım demek küfür olur.
Hoca hakkı
Sual: Hoca hakkı, ana-baba hakkından önce mi gelir?
CEVAP
Bir kimseye Ehl-i sünnet itikadını, dinini, imanını öğreten, iki cihan
saadetine kavuşmasına vesile olan hocasının hakkı elbette ana-baba
hakkından önce gelir, yoksa her hoca denilen kimsenin değil! Bir hadis-i
şerif meali:
(Üç türlü baba vardır: Dünyaya getiren baba, kızını veren baba ve
ilim öğreten baba. Bunların efdali, hocasıdır.) [Umdet-ül İslam]
82
www.dinimizislam.com
Evladına dinini, Ehl-i sünnet itikadını öğretmeyen ana-babanın evladı
üzerinde ana babalık hakkı olmaz.
Kevseri ve Şah Veliyyullah
Sual: Bir arkadaş, Zahid ül Kevseri’nin Şah Veliyyullah Dehlevi’yi
tenkit ettiğini, bu bakımdan Kevseri’yi muhakkak okumak gerektiğini
söylüyor. Bu iki âlim de muteber değil mi?
CEVAP
Evet ikisi de muteberdir. Farklı fikirleri olabilir. Bir âlimin ictihadı, öteki
âlimin ictihadını nakzedemez, yani onu geçersiz hâle getiremez. Mesela
İmam-ı Şafii’nin, İmam-ı a’zamdan farklı çok ictihadı vardır. Bundan dolayı
İmam-ı a’zam hazretlerini asla tenkit etmemiştir. Hanefilerle Şafiiler kavga
etmiştir diye bazı mezhepsizler yalan yazıyorlar. Çünkü farklı ictihad
rahmet olduğu gibi, aynı zamanda, yanlış ictihad eden de sevap alır. İki
hadis-i şerif meali şöyledir:
(Müctehid, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevap
alır.) [Buhari]
(Âlimlerin farklı ictihadları rahmettir.) [Beyheki, Deylemi İ.Münavi,
İbni Nasr]
Rahmet olan ve sevap alınan bir hususta kavga edilmez.
Zahid-ül-Kevseri:
Kafkasyalıdır. 1951’de vefat etti. Zamanının tefsir, hadis ve fıkıh âlimi
idi. Vehhabiliği reddeden Esseyf-üs-sakil kitabı ile Makalat’ı çok
kıymetlidir. Her türlü sapık ve bozuk cereyanlara karşı idi. İttihatçılara âlet
olan, din âlimi ve şeyh geçinen, fakat İslamiyet’ten haberi olmayan
kimselere şiddetle karşı çıktı. Ama ittihatçılar ve onların yardakçılarının
haksız ithâmlarına uğradı. Tutuklanması için türlü oyunların
tezgahlandığını haber alması üzerine 1922’de Mısır’a gitti. İbni Teymiyye
ve onun yolunda olan reformistlere karşı çıkardı. Bunun için mezhepsizler
tarafından taassupla itham edilmişti. Hanefi olmasına rağmen, İmam-ı
Şafii’yi çok sever idi.
Şah Veliyyullah-ı Dehlevi:
1762’de vefat etti. Babası, Hazret-i Ömer, annesi Hazret-i Ali
soyundandır. Tefsir, hadis, kelam, tasavvuf ve Hanefi fıkıh âlimi idi. Büyük
veli Mazheri Can-ı Canan hazretleri buyurdu ki:
(Şah Veliyyullah derin hadis âlimidir. Marifet esrarının tahkikinde ve
ilmin inceliklerini bildirmekte, yeni bir çığır açan doğru yolun
âlimlerindendir.)
83
www.dinimizislam.com
Fevâid-ül-Behiyye kitabının sâhibi M. Abdülhay el-Lüknev ise şöyle
der:
Allahü teâlânın hücceti, hidayete kavuşanların önderi, ümmetin
dayanağı, ulemânın öncüsü, enbiyânın vârisi, sünnet-i seniyyenin ihya
edicisi olan Şeyhülislâm Kutbüddîn Veliyyullah bin Abdürrahim Dehlevî,
ilimde deryâ misâli, fâzıl bir zâttır.
Dört mezhebin hükümlerini delîlleri ile biliyordu. Dört mezhebin imâm
ve âlimlerinin yüksekliklerini, gayet iyi anlamıştı. Çok kitap yazdı. Şiilere
karşı Kurretül ayneyn fi tafdili şeyhayn ve İzale-tül hafa an hilafetilhulefa kitapları meşhurdur. Hemeat kitabında, tasavvufu övmektedir.
Müctehidlerin başka bir müctehide uymalarını yasaklar, bizim gibi
cahillerin ise, dört mezhepten birine uymak gerektiğini bildirir. Bu konularda
şunları bildirir:
Dört mezhebin kolaylıklarını toplamak, Kur'anda ve hadiste açık
bildirilen nasslarla ve selefi salihinin icmaı ile ve açık olan kıyas ile yasak
edilmemişse caiz olur. (İzale-tül-hafa) [Bu görüşü, diğer ulemanın
görüşüne uygun değildir. Böyle farklı bir görüşten dolayı bir âlimi silip
atmak caiz olmaz.]
Müctehid olmayanın hadis-i şeriften anladığı ile amel etmesi caiz
değildir. Çünkü, hadis-i şeriflerin mensuh veya tevilli yahut muhkem
olduğunu ayıramaz. (İkt-ül-ceyyid)
Mezheplerin en kıymetlisi, Buhari’de bildirilen Sünnet-i Nebeviyye en
uygun olanı, Hanefi mezhebidir. (Füyud-ül-Haremeyn)
Gerçek ve sahte âlimler
Sual: Âlimin iyisini, kötüsünü, gerçeğini, sahtesini nasıl anlarız?
CEVAP
Ehl-i sünnet itikadında olmayan, iyi âlim olamaz. Dört hak mezhepte
olmayan ve bu büyüklerden nakletmeyen yani kendi görüşünü dinin emri
gibi bildiren kimseden, iyi âlim olamaz. Bid’at ehlini büyük bilen âlim
olamaz.
Bunlar ana kaidelerdir. Bunlara uymayanların zaten her yazısı, her
sözü yanlış olabilir, zararlı olabilir, yani onda her türlü bozukluk olabilir.
Gerçeğini sahtesini anlamada bazı ölçüler özetle şöyledir:
1- İslam âlimi yerden ot gibi, mantar gibi bitmez, hocasız, icazetsiz,
âlim olmaz. Mutlaka Peygamber efendimize dayanan bir silsilesi olur.
Mesela, İmam-ı Gazali, İmam-ı Rabbani ve Mevlana Halid-i Bağdadi
hazretleri gibi.
84
www.dinimizislam.com
2- Ehl-i sünnet itikadında olur. Dört hak mezhepten birine uyar, dindeki
dört delili kabul eder, ihtiyaç halinde başka mezhebi taklit etmeye karşı
çıkmaz.
3- Dinimiz nakil dinidir. İman ibadet bilgileri kıyamete kadar değişmez.
Eserlerinde buna dikkat eder, yani sadece bu kıymetli bilgileri nakleder.
4- Hiçbir fıkıh kitabına dayanmadan, ilhamla söylüyorum diyerek,
görüşünü, dinde senet gibi, bir ilim gibi göstermeye çalışmaz.
5- Bid’at ehliyle, bunları destekleyenlerden mesela, Mason Abduh’u
övüp (Abduh gibi dinde reform istiyorum, Abduh benim üstadım)
diyenlerden, uzak durur. Bunların zararlarını, yanlışlarını bildirmeyi vazife
bilir.
6- (Yalnız Kur’an) diyerek sünneti, icmayı ve kıyası kabul etmeyen,
Kur’an-ı kerimden kendi anladığını senet kabul eden zındıklardan uzak
durur. Bunların yanlışlarını bildirmeyi vazife bilir.
7- (Müslüman olması şart değil, Allah’a inanan herkes, hatta
Hıristiyanlar ve Yahudiler Cennete gidecektir, bunlar da imanlıdır) diyen
sapıklardan uzak durur. Bunların zararlarını, yanlışlarını bildirmeyi görev
bilir.
8- Hepsi Cennetlik olan Eshab-ı kiramın hiçbirisine dil uzatmaz,
hepsini hürmetle anar. Yahudilerin kurduğu İbni Sebeciliğin, Hurufiliğin
zararlarını bildirir.
9- İngilizlerin kurduğu Vehhabilikten, bunların bozuk inançlarından
uzak durur. Bunların zararlarını, yanlışlarını bildirmeyi önemli vazife bilir.
10- Osmanlı sultanlarını, özellikle II. Abdülhamit Han’ı kötülemez.
11- Kendini Mehdi sanmaz veya Mehdi gelmiştir demez yahut Mehdilik
mecazidir diyerek, bunu ve diğer kıyamet alâmetlerini inkâr etmek için,
tevile sapmaz.
12- Hiç bir İslam âlimi, kendine unvan vermemiş, kendisini övmemiştir.
Hatta, (Kendini Frenk kâfirinden üstün gören Allahü teâlâyı tanıyamaz)
buyurmuşlardır. Kendini Kaf dağında görüp de, kendi kendine övücü
unvanlar vermez.
Âlimler de insandır
Sual: Bir arkadaşım önceleri, (Allah'a inanırım; ama peygamberlere
inanmam) diyordu. Daha sonra, (Allah'a inanınca peygamberlerine de
inanmak gerekir) dedi ve artık peygamberlere de inanıyor; fakat şimdi de,
(Mezheplere inanmam, âlimlere inanmam. Âlim de insandır, o da hata
eder. Din kitaplarındaki bilgilerin mutlaka doğru olduğu söylenemez. Onlar
da insandır, hata edebilir) diyor. Böyle demesi uygun mu?
85
www.dinimizislam.com
CEVAP
Âlim diye, günümüzdeki yazarları ve profesörleri değil de, İmam-ı
Gazali, İmam-ı Rabbani gibi yetkili âlimleri ve onların eserlerini
kastediyorsa kesinlikle uygun değildir. Peygamber efendimiz çeşitli hadis-i
şeriflerinde, (Âlimler benim vârislerim, vekillerimdir. Eshabımın
hangisine uyarsanız doğruyu bulursunuz) buyuruyor. Vekilin yaptığı işin
hükmü, aslın yaptığı işin hükmü gibi geçerlidir. Mezhebe uyan Peygamber
efendimize uymuş olur.
(Âlimler de insan, ya hata ederlerse ne olacak?) diye hatıra gelebilir.
İctihad makamına yükselmiş bir âlimin hatasını, ictihad derecesine
yükselmiş başka bir âlim bile bilemez; çünkü (İctihad ictihadla
nakzedilemez) yani onun hükmünü bozamaz, o ictihadı hükümsüz hale
getiremez. Onun için müctehidin hatası bilinemez. Onun Allah indinde bir
hatası varsa, yine ictihadı için sevab alır. Sevab alınan bir ictihad için hata
denmez. (Âlim de insandır, o da hata eder) demek yanlış olup, âlimlere
olan itimadı sarsar. Âlimlere itimat sarsılınca hadis-i şeriflere, zayıf veya
uydurma gözü ile bakılmaya çalışılır. Bir âlimin, bir hatasını bulduk denirse,
öteki sözlerine nasıl itimat edilir ki? Artık o âlimin bütün ictihadlarına şüphe
ile bakılır. İslam âlimlerinin kitaplarında uydurma hadis olmaz. Bir tane var
denirse, ötekilere nasıl itimat edilir ki? Hadislere uydurma damgası
basmakla, dine olan itimat sarsılmaya başlar. Hadislere itimat kalkınca,
Kur’an-ı kerimi açıklayan hadis-i şerifler yok olmuş olur ve herkes, Kur’an-ı
kerimi kendi görüşüne göre açıklamaya çalışır. Adı İslam da olsa, yerini
başka bir din alır.
Hele, Peygamber efendimize kadar hocaları, silsilesi malum olan ve
icazet sahibi, yetkili bir âlim için, (O da insandır, hata edebilir) demek çok
yanlıştır. Bu da, hocaya olan itimadı sarsmak için söylenmiş bir sözdür.
Hocaya itimat sarsılınca, onun vekiline de itimat kalmaz. Hocayı kabul
edenin, vekilini de aynen kabul etmesi gerekir. Kabul etmezse hocasına da
itimat etmediği anlaşılır.
(Hoca, onu değil de şunu vekil etmeliydi) demek de, hocayı kabul
etmemek olur. Vekili kötülüyor gibi görünse de, aslında itiraz hocayadır.
Ebu Cehil de, (Kureyş büyükleri, zenginler dururken bir yetim nasıl
peygamber olur) diyerek Resulullahın peygamberliğini kabul edememişti.
Ebu Cehil, burada Allahü teâlâyı suçlamaktadır. (Bu işe layık olmayan
birisini nasıl peygamber yaparsın) demek istiyordu. İşte bunun gibi,
hocanın vekilini kabul etmeyenler de, hocayı kabul etmemiş olurlar.
Resulullahın vârisleri, vekilleri olan müctehidlerin mezheplerini kabul
etmeyenler, Resulullahı kabul etmemiş olurlar. (Niye buna ictihad etme
86
www.dinimizislam.com
yetkisini verdin?) demek, aslında Resulullahı suçlamak olur. Hiçbir zaman
unutulmamalı ki, vekil asıl gibidir.
Ortada din kalmaz
Sual: Dinde, din kitaplarından nakli esas almak yanlıştır. Âlimler de
insan, biz de insanız. Niye onlardan nakli esas alalım ki?
CEVAP
Bu söz, mezhepsizlerin çok kullandığı bir ifadedir. İnsan denince, cahili
de, âlimi de, kâfir de anlaşılır. Her Müslüman, hatta Peygamber efendimiz
de insandır. Bunların hepsinin, insan olduğunu bilmeyen yoktur. Bunun
için, (Onlar da insandır) sözünün içinde hakaret yatmaktadır. Onlar da,
sıradan bir insan denilmek isteniyor. Bu sözü ancak, kendini de onlar gibi
büyük bilen veya onları da kendisi gibi aşağı gören söyleyebilir.
Muteber kitap demek, dinde senet olan kitaplar demektir. Dinde dört
delil vardır. Bunlardan sonuncusu, kıyas-ı fukahadır. Fukaha yani âlimler,
insan diye atılırsa, ortada din kalmaz; çünkü bu âlimler, Resulullahın
vârisleridir. Kur’an-ı kerimde, (Âlimlere sorun) buyuruluyor. Âlimleri, onlar
da insandır diyerek küçültmek, insanı küfre kadar sürükleyebilir; çünkü
Allahü teâlânın ve Resulünün kıymet verdiği kimseleri küçültmek, dinin
sahibini yalanlamak olur.
İlmin önemi (şiir)
Sual: İlmin önemi nedir?
CEVAP
İlmin önemi büyüktür. Kur’an-ı kerimde, bilenlerle bilmeyenlerin bir
olmadığı, bilenlerin elbette kıymetli olacağı bildirilmektedir. Ama her ilim
değil, faydalı ilim övülmüştür. Bir de, faydalı ilimlerden kendimize lazım
olanı seçmeliyiz. Bugün kendimize faydalı olan ilmi, gerçek İslâm
âlimlerinin yazdıkları muteber eserleri okuyup öğrenmek gerekir. İlmin
önemi hakkında bir şiir:
İlimsiz bir şey olmaz, ilim her şeye baştır,
Karanlık yollarda o, en aziz arkadaştır.
İlim, gerçek bir rehber, ilim başlara taçtır,
İlimsiz hayat olmaz, herkes ilme muhtaçtır.
Ondan sadığı yoktur, onun gibi yâr olmaz,
Her şeyde zarar olsa, onda hiç zarar olmaz.
Malını sen korursun, ilimse seni korur,
İlimsiz yeşil ağaç, susuz kalır ve kurur.
87
www.dinimizislam.com
İlim, uçsuz bucaksız, bir denizi andırır,
İlimden başka her şey, insanı usandırır.
Nasıl kıymetli olmaz, Allah ilmi övüyor,
Resul-ü Kibriya da, bak neler buyuruyor:
(Ara, her yerde ilmi, o yer Çin olsa bile,
İlim öğrenmek farzdır, kadın erkek herkese.)
Hazret-i Ali’ye bak, ne diyor anlasana:
(Kim bir harf öğretirse, köle olurum ona.)
Âlimler nebilerin, vekilleri olurlar,
Dinimizi bozulup, yıkılmaktan korurlar.
Âlimin mürekkebi, daha azizdir şundan,
Fî sebilillah akan, şehitlerin kanından.
Nefisle cihad etmek, elbet ilimle olur,
Ancak doğru ilimle, amel eden kurtulur.
Âlim zahidden üstün, zühd ilmin altındadır,
Âlimler âhirette, nebiler yanındadır.
Âlimlerin bir sözü, yıllarca, baki kalır,
Alçaktaki insanı, yükseklere kaldırır.
Şimdi âlim bulmak zor, o halde ne yapmalı?
Onların kitabını, bulup çok okumalı!
Kitap, altın bir kafes, ilim içinde kuştur,
Kafesi satın alan, kuşa malik olmuştur.
Doğru kitaba sarıl, kalbin nur ile dolsun,
Okuyacağın kitap, doğru ilmihal olsun!
Sonra da okunmalı, Mektubat-ı Rabbani,
Feyizlerle doldurur, nurla kaplar insanı.
Fıkıh, ilm-i kelam ve tasavvuf birleşmiştir,
Kalbi temizleyen nur, orada yerleşmiştir.
Harikalar kaynağı, bulunmaz ifadeler,
Orada çözülmüştür, çok çetin meseleler.
Hepsi Mektubat’ta ve tercümesinde vardır,
Onsuz kurtuluş zordur, onsuz ilim, noksandır.
Okumalı bunları herkes, genç ve ihtiyar,
Nimetlere kavuşur, olur elbet bahtiyar.
Kelimeler:
Fî sebilillah: Allah yolunda, Allah rızası için
Zühd: Dünyadan ve dünyalık olan şeylerden uzak durmak
Zahid: Dünyaya düşkün olmayan kimse
İlm-i kelam: İman ve itikad bilgilerini delilleriyle anlatan ilim
88
www.dinimizislam.com
Aziz: Üstün, kıymetli.
İlim öğrenen ve öğreten
Sual: İslamî ilim öğrenmek için Arapça öğrenmek şart mıdır? Türkçe
muteber bir kitabı, mesela İslam Ahlakı kitabını okumak da, ilim öğrenmek
sayılır mı? Bu kitabı başkasına hediye etmek, ilim öğretmek yerine geçer
mi?
CEVAP
Arapça Cennet lisanıdır. Arapça öğrenmek çok kıymetlidir, ibadettir,
fakat ilim öğrenmek ayrı, dil öğrenmek ayrıdır. Türkçe bilen ilim sahibi
olmadığı gibi, Arapça bilen de mutlaka ilim sahibidir denemez. Arapça bilen
gayrimüslimler de vardır. Arapça bilen, muteber Arapça eserleri, Türkçe
bilen de, muteber Türkçe eserleri okursa ancak o zaman ilim sahibi olur.
Mesela İslam Ahlakı kitabını okuyan, çok lüzumlu bilgileri öğrenmiş olur.
Bin kadar kitaptan hazırlanmış Seadet-i Ebediyye kitabını okuyup öğrenen
kimse âlim olur. İçinde bildirilenleri ihlâsla tatbik ederse, Allahü teâlânın
rızasına da kavuşur, çünkü bu kitapta İslamiyet’le ilgili lüzumlu her şey
vardır. Kitabı başkasına vermek de, ilmi yaymak, ilmi öğretmek olur. İlim
öğrenmenin ve öğretmenin fazileti ise çok büyüktür.
İlim öğrenmenin faziletiyle ilgili birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Bir saat ilim öğrenmek, gece sabaha kadar ibadet etmekten, bir
gün ilim öğrenmek, üç ay oruç tutmaktan kıymetlidir.) [Deylemi]
(İlim öğrenene denizdeki balıklara kadar her şey istiğfar eder.) [İ.
Abdilber]
(İlim öğrenmek için yolculuğa çıkanın, daha adımını atmadan
günahları affolur.) [Şirazi]
(İlim öğrenmeye çalışan, evine dönünceye kadar Allah
yolundadır.) [Ebu Nuaym]
(Öğrenilen ilim, günahlara kefaret olur.) [Tirmizi]
(İlim öğrenmeye çalışanın rızkına, Allah kefildir.) [Hatib]
İlim öğretmenin fazileti de çok büyüktür. Birkaç hadis-i şerif meali
şöyledir:
(En üstün sadaka, ilim öğrenip sonra da onu başkasına
öğretmektir.) [İ. Mace]
(İlmi öğretenle öğrenenler hariç, herkes Allah’ın rahmetinden
uzaktır.) [Tirmizi]
(İlim öğrenenle öğreten, sevabda ortaktır.) [Hatib]
(Ya âlim, ya ilim öğrenen, ya dinleyen veya bunları seven ol!
Sakın beşincisi olma, yoksa helâk olursun.) [Taberani]
89
www.dinimizislam.com
Talebe, hocaya hürmet etmeli, hoca da talebeye şefkatle muamele
etmeli.
İlim ve mal
Sual: (Allah ilmi isteyene, malı istediğine verir) demek caiz midir?
CEVAP
Caizdir, çünkü hayır da, şer de Allah’tandır, yani her şeyi Allahü teâlâ
verir. İlmi de, malı da veren Odur. İsteyene ilim de, mal da verir. İki âyet-i
kerime meali:
(İsteyene âhiret nimetlerini, isteyene de dünya nimetlerini veririz.)
[Şura 20]
(Yalnız dünya için yaşamak, eğlenmek isteyenlerin çalışmalarının
karşılığını, hiçbir şey esirgemeden [sağlık, mal, para, makam, şöhret
gibi] bol bol veririz. Bunlara âhirette yalnız Cehennem ateşi vardır.
Emekleri hep boşa gider.) [Hud 15, 16]
İstemek, sebebe yapışmak, yani çalışmak gerekir. Allahü teâlâ, dünya
nimetlerine ve âhiret nimetlerine kavuşmak için çalışanlara, dilediklerini
vereceğini vadediyor. (Müslüman olsun, olmasın, dünya nimetlerini,
beğendiğim gibi çalışan herkese veririm) buyuruyor. O halde, ilim olsun,
mal olsun, çalışan karşılığına kavuşur.
Üyelikten ayrılmak
Sual: Bir arkadaşımı mail grubunuza üye yapmıştım. Birkaç gün sonra
şikâyet etmeye başladı, mail kutum doluyor, işle ilgili maillerimi
alamıyorum, okumak da zamanımı alıyor, beni üyelikten çıkar dedi.
Ayrılmak istemesi uygun mu?
CEVAP
Hayır, hiç uygun değildir. Bunu, kendi mail grubumuz olduğu için
söylemiyoruz. Her Müslümanın, kendisine lazım olan iman, ibadet ve ahlak
bilgilerini öğrenmesi farzdır. Bunları doğru olarak, nakli esas alarak
anlatan, öğreten hangi site, mail grubu veya kitap varsa, bunlardan okuyup
öğrenmek farz olur.
Kitaptan ve siteden her gün düzenli olarak herkes okuyamaz, fırsat
bulamaz. Alışkanlık haline getirmek de zordur. Mail olarak her gün gelirse,
okuma imkânı daha fazla olur. Her gün gönderdiğimiz iki yazı en fazla 5
dakikada okunur. Lüzumsuz birçok şeye vakit ayırıp da, öğrenilmesi farz
olan bilgileri öğrenmeye vakit bulamamak çok tuhaftır.
90
www.dinimizislam.com
İşle ilgili kullanılan mail adresi doluyorsa, başka bir mail adresi
alınarak, Outlook’a kurulabilir veya internet sayfası üzerinden bakılabilir.
Mesela Gmail adresi, diğer ücretsiz maillerden farklı olarak, Outlook’a da
kurulabiliyor. Böyle bir adres alınarak, o adres üye yapılabilir. Yani mail
kutum doluyor demek, farzı yapmamak için, mazeret olamaz.
İstemeden üye yapmak
Sual: Uygun dini bilgiler gönderen mail gruplarına zorla, istemeden
üye yapmak, hatta birden fazla adresini üye yapmak, ayrılmak isteyeni
kötülemek uygun olur mu?
CEVAP
Elbette, uygun değildir. Zorla güzellik olmaz. Rızası olmadan, kimseyi
üye yapmamalı. Üye yapılmışsa da, kendilerine haber vermeli ve istediği
zaman üyelikten ayrılabileceklerini söylemelidir.
Birden fazla yere sormak
Sual: Garanti olması için dini suallerimizi birkaç yere sormak daha iyi
değil midir?
CEVAP
Hayır, hiç uygun olmaz. İnsan, nereye güveniyorsa sadece oraya
sormalı. Din büyüklerimiz, (Kıble-i teveccühü müteaddit kılmak, kendini
tefrikaya bırakmaktır) buyuruyor. Yani bir kimse, birden fazla yere
danışırsa, onlar da farklı cevap verirse, insanın kafası karışır. O da elbette
şaşırır. Çeşitli fitnelere ve tartışmalara da sebep olur. Onun için bir kimseye
güvenmeli, dini konulardaki her şeyi ona sormalı. Ancak, Ehl-i sünnet
âlimlerinden nakletmeyen kimselere sormamalı, doğru cevap verdiğine
inandığı tek bir yere sormalı. Birkaç yere sorup da, hangisi nasıl cevap
veriyor diye, imtihan eder gibi de soru sormamalı.
İlim öğretirken
Sual: İlim öğretirken nelere dikkat etmelidir?
CEVAP
İlmi, öğrenip amel etmek isteyene öğretmeli! İlmin kıymetini
bilmeyene, başka maksatla sual sorana, ilim öğretmek doğru olmaz. İki
hadis-i şerif meali şöyledir:
(İlmi, ehli olmayana öğretmek, onu kaybetmek demektir.) [İbni Ebi
Şeybe]
91
www.dinimizislam.com
(İlmi layık olmayana öğretmek, domuzun boynuna mücevher
takmak gibidir.) [İbni Mace]
Allah rızası için, ilim öğrenmek maksadıyla sual soranlara güzel
muamele etmeli. Üç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Sual sorup, ilim öğrenmek için gelenleri güzel karşılayın!
“Resulullahın emrettiği ilmi öğrenmeye hoş geldiniz” diyerek
sorularını cevaplandırın ve problemlerini güzelce çözmeye çalışın!)
[İbni Mace]
(İlim öğrendiklerinize hürmet edin ve ilim öğrettiklerinize de ikram
edin!) [İbni Neccar]
(İlim öğrettiklerinize de tevazu gösterin! Zorba âlim olmayın!)
[Hatib]
Bu husus, diğer ilimler için de geçerlidir. Mesela öğretmenlerin de
bunlara dikkat etmesi, öğrencilerini sevmesi ve kendini de onlara
sevdirmesi gerekir. Sevgi olmadan, öğrenmek ve öğretmek zordur.
Bilmiyorum denir mi?
Sual: Kendisine güvenilip dini sual sorulan kimsenin, bilmiyorum
demesi doğru mudur? Cevap vermezse güvenimizi yitirmiş olmaz mı?
CEVAP
Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki:
Bilmiyorum demek ilmin yarısıdır. Allah rızası için, bilmediği bir
hususta susanın aldığı mükâfat, bildiği hususta konuşanın aldığı
mükâfattan az değildir; çünkü cehaleti kabul etmek, nefse çok ağır gelir.
(İmam-ı Şabi)
Şeytanı en çok kahreden şey, âlimin (Bilmiyorum) demesidir. Şeytan,
(Bunun susması, benim için, konuşmasından daha zararlı) der. (İbrahim
Edhem)
İmam-ı Zehebi, İmam-ı Malik’i şöyle anlatır:
Uzun bir ömür, yüksek bir mertebe, parlak bir zihin, çok geniş bir ilim,
keskin anlayış, sahih rivayet, diyanet, adalet sahibi, sünnet-i seniyyeye
tâbi, fıkıhta, fetvada kaidelerin sıhhatinde önde gelen bir zat idi. Fetva
vermede aceleciliği sevmez, çok kere (Bilmiyorum) derdi. İlim kalkanı
(Bilmiyorum) demektir, buyururdu. (Tabakat-ül Huffaz)
Muhammed Hadimi hazretleri buyuruyor ki:
İmam-ı Şabi hazretleri, bir suale, (Bilmiyorum) deyince, (Sen Irak
ülkesinde müftüsün. Bilmiyorum demek, sana yakışır mı?) dediklerinde,
(Meleklerin üstünleri bilmiyoruz dediler. Benim söylememden ne çıkar?)
buyurdu. Bilmeyenin (Bilmiyorum) demesi, ilimden olup, büyük fazilettir.
92
www.dinimizislam.com
İmam-ı Ebu Yusuf hazretleri, bir suale (Bilmiyorum) deyince, (Hem
Beyt-ül-maldan maaş alıyorsun, hem de cevap vermiyorsun) dediler.
(Beyt-ül-maldan, bildiklerim kadar ücret alıyorum. Bilmediklerim için
alsaydım, Beyt-ül-malın hazineleri bana yetmezdi) dedi.
Her sorulana cevap veren, her gördüğünden mana çıkaran ve her
yerde bilgi satan kimse, cahilliğini ortaya koyar. Bilmiyorum, öğrenip de
söylerim diyen kimsenin, gerçek âlim olduğu anlaşılır. Kendine sual sorulan
kimse bilmiyorsa, (Bilmiyorum, kitaplara bakayım, bulursam söylerim)
demelidir! (Berika)
Bir zata, (İşittiğimize göre, siz âlimmişsiniz) derler. O zat şaşırır. (Öyle
bir iddiada hiç bulunmadım) der. Bunun üzerine de, (Bir şey sorulunca
bazen Bilmiyorum diyormuşsunuz. Cahil olan, bilmese de, söyler. Ancak
âlim olan, bilmiyorsa bilmiyorum der. Bu sizin âlim olduğunuzu gösterir)
derler. Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Üzeyr’in ve Zülkarneyn’in Peygamber olup olmadığını
bilmiyorum. Cebrail aleyhisselam gelinceye kadar, oturulacak yerlerin
en iyisi ve en kötüsünün ne olduğunu soranlara, bilmiyorum dedim.
Cebrail de, bilmiyorum dedi. Nihayet Allahü teâlâ bildirdi ki,
oturulacak yerlerin en iyisi camiler, en kötüsü de sokaklardır.) [Ebu
Davud]
(Bilmiyorum demek de ilimdendir.) [İbni Mace]
(Âlimim diyen cahildir.) [Taberani]
İlmi gizlemek
Sual: Dini sual sorana cevap vermemenin vebali var mıdır?
CEVAP
Evet, cevap vermemenin vebali büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu
ki:
(Bildiği halde cevap vermeyen âlime, kıyamette ağzına ateşten
gem vurulur.) [Tirmizi]
(İlmini gizleyene, denizdeki balıktan, gökteki kuşa kadar her şey
lanet eder.) [Darimi]
İlmin kıymetini bilmeyene, ilim öğretilmez. Hadis-i şeriflerde buyuruldu
ki:
(İlmi, ehli olmayana öğretmek, onu kaybetmek demektir.) [İbni Ebi
Şeybe]
(İlmi layık olmayana öğreten domuzun boynuna cevher takana
benzer.) [İ. Mace]
(Aklın almayacağı şeyi söylemek, fitne olur.) [İbni Asakir]
93
www.dinimizislam.com
Hazret-i Ali, göğsünü işaret edip, (Burada yeteri kadar bilgi vardır.
Ancak bunu taşıyabilecek birisi olsa, hepsini ona anlatırım) buyurdu. Biri,
sualine cevap vermeyen âlime dedi ki:
— Sen, (İlmini gizleyene ateşten gem vurulur) hadis-i şerifini
bilmiyor musun?
— Eğer sözümü anlayabilecek birine söylemezsem, o zaman bana
gem vurulur.
Kur'an-ı kerimde, (Sefihlere, akılsızlara malınızı vermeyin)
buyuruluyor. Mal verilmezse, ilim hiç verilmez. Ona ilim vermek fitneye
sebep olur. (İhya)
Bilmemek özür olur
Sual: Yurt dışında yaşayıp da, birkaç haramın, haram olduğunu hiç
duymadığı için, bu haram değil diyen kâfir olur mu?
CEVAP
Haram olduğunu bilmediği için kâfir olmaz. Din kitaplarımızda deniyor
ki:
Müslümanların çoğunun bildiği şeyleri bilmemek, öğrenmemek günah
olur. İslam bilgilerinin yaygın olduğu yerde, cehalet yani bilmemek özür
olmaz, günah olur. (S. Ebediyye)
Şimdi İslam bilgileri oldukça yaygınsa da, bazı konuları müslümanların
çoğu bilmiyor. Mesela kefirin, kımızın, hatta müziğin bile haram olduğunu
çok kimse bilmiyor. Bilmediği için, bunlar haram değil derse kâfir olmaz.
Meşhur olan bir harama, mesela şaraba kasten helal demek ise, küfürdür.
Hatasız âlim kimdir?
Sual: Âlimlerin birisinin ak dediğine, öteki âlim kara diyor. Kusursuz
insan olmaz. Âlimler de, insan olduğuna göre, onların da hatası niçin
olmasın? Onların sözleri niye dinde senet oluyor?
CEVAP
(Müctehid bir âlim, hata etmez) dense yanlış olmaz; çünkü birinin ak
dediğine, ötekinin kara deme yetkisini, onlara dinimiz vermiştir. Burada
kastedilen, günümüz yazarları ve profesörleri değil, yetkili âlimler,
müctehidlerdir. Âlimin ictihadı hatalı bile olsa senettir. Allahü teâlâ ahirette
onun ictihadına göre amel edip etmediğimizi soracaktır. Hanefîlere Hanefî
mezhebindeki hükümlere, Şafiîlere de Şafiî mezhebindeki hükümlere uyup
uymadığı sorulacaktır. Dinimizde âlimlerin yeri büyüktür. Üç âyet-i kerime
meali:
94
www.dinimizislam.com
(Bilmiyorsanız âlimlere sorun!) [Nahl 43]
(Bu misalleri ancak âlim olanlar anlar.) [Ankebut 43]
(Bunun hükmünü Resule ve ülül-emre [âlimlere] sorsalardı,
öğrenirlerdi.) [Nisa 83]
Âyet-i kerimede geçen ülül-emrin âlim demek olduğu tefsirlerde
yazılıdır. Peygamber efendimiz de, (Ülül-emr, fıkıh âlimleridir) buyurdu.
(Darimi)
Hadis-i şeriflerde ise buyuruldu ki:
(Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) [Tirmizi, İbni Mace, Ebu
Davud]
(Ümmetimin âlimleri, beni İsrail’in peygamberleri gibidir.) [İmam-ı
Yâfiî, İmam-ı Rabbani, Abdülgani Nablusi, Neşr-ül-mehasin]
(Âlimlere tabi olun! Çünkü onlar, dünya ve ahiretin ışıklarıdır.)
[Deylemi]
(Âlimler olmasaydı, insanlar helak olurdu.) [İ. Maverdi]
(Bilmediklerinizi salih [âlim]lerden sorup öğrenin!) [Taberani]
Peki, bu kadar kıymetli olan âlimler hata ederse ne olacak? Dinimiz,
onların hatasına uyanların da kurtulacağını bildirmiştir. Bir hadis-i şerif
meali şöyledir:
(Âlim, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevap alır.)
[Buhari]
Sevab olan bir şey için mezhepsizlerin hata demesi çok yanlıştır.
Böyle farklı ictihadlar da Allahü teâlânın bir rahmetidir. Nitekim bir hadis-i
şerifte buyuruldu ki:
(Ümmetimin [âlimlerin] ihtilafı [farklı ictihadları] rahmettir.) [Beyheki,
İ. Münavi, İbni Nasr, Deylemi]
İşte bu rahmetten dolayı mezhepler meydana çıkmıştır. (Bu dört hak
mezhepten biri doğru diğer üçü yanlıştır) denemez; çünkü bir müctehid,
başka müctehidin ictihadının hatalı olduğunu söyleyemez. (Benimki doğru,
seninki yanlıştır) diyemez; çünkü Mecelle’de (İctihad, başka ictihadla
nakzedilemez yani bozulamaz, geçersiz hale getirilemez) buyuruluyor.
(Madde 16)
Mesela Hanefî ve Hanbelî’de gusülde ağzın içini yıkamak farz iken,
Malikî ve Şafiî’de farz değildir. Bunun için mezhebin birine doğru, ötekine
yanlış denemez. Yanlış da olsa müctehidin ictihadıyla amel eden kurtulur;
çünkü müctehide bu yetkiyi dinimiz vermiştir. Farklı ictihadda bulunmak
gibi, her müctehidin bir hadisten hüküm çıkarması da farklıdır. Hatta bir
müctehidin sahih dediği bir hadis-i şerife, başka bir müctehid sahih değildir
diyebilir. O sahih değildir dedi diye, o hadis uydurma olmaz. Sahih değildir
95
www.dinimizislam.com
diyen âlim, kendisi bu hadise göre amel edemez; ama sahih diyen âlim de,
ona tâbi olanlar da, bu hadis-i şerife göre amel eder.
Mezhepsizler ve ona uyan cahiller, bu inceliği bilmedikleri için,
(Falanca âlimin kitabında uydurma hadisler vardır) diyebiliyorlar. Mesela
(İmam-ı Gazali’nin kitaplarında uydurma hadis çoktur) diyen mezhepsiz az
değildir.
Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri buyuruyor ki:
(Usûl-i hadis ilminde müctehid olan bir âlim, bir hadisin mevdu
olduğunu ispat edince, bu ilmin bütün âlimlerinin de, mevdu demesi lazım
gelmez; çünkü mevdu diyen müctehid, bir hadisin sahih olması için lüzum
gördüğü şartları taşımayan bir hadis için, benim mezhebimin usulünün
kaidelerine göre mevdudur der. Yoksa “Resulullahın sözü değildir” demek
istemez. Yani, hadis-i şerif denilen bu sözün hadis olması, bence
anlaşılmadı demektir. Bu âlime göre hadis olmaması, hakikatte hadis
olmadığını göstermez.
Hadis usulü ilminin başka bir müctehidi de, hadisin doğru olması için
aradığı şartları bu sözde bulunca, hadistir, mevdu değildir diyebilir. Dört
mezhep arasında ayrılık bulunması, sözlerinin yanlış olacağını
göstermediği gibi, hadisler için de böyledir. Böyle şeyler ictihad işi
olduğundan, bir müctehidin mevdu demesiyle, gerçekte mevdu olması
gerekmez.)
Şu halde, (Falanca âlimin kitaplarında uydurma hadis vardır) demeye
yetkimiz olmadığı gibi, yetkili âlimler, müctehidler için (Âlimler de insandır,
onların hataları olur) dememiz de asla caiz olmaz.
Müftünün sözü
Müctehid müftünün sözü
Sual: (Hanefî bir kimse, kendi mezhebinde caiz olmayıp başka
mezhepte caiz olan bir şeyi ihtiyaçtan dolayı yapmak istese, bunu bir
müftüye sorsa, müftü de, “Caizdir, başka mezhebi taklit etmek gerekmez”
dese, başka bir müftü de “Gerekir” dese, vatandaş kime sormuşsa onunla
amel eder) diyenler var. Günümüzde müctehid müftü mü var da böyle
söyleniyor?
CEVAP
Günümüzde müctehid müftü yoktur. Günümüzün müftüleri ancak,
müctehidlerin, yetkili âlimlerin, fıkıh kitaplarında verdikleri fetvaları
nakledebilir. Hanefî olana, Hanefî mezhebindeki hükmü, Şâfiî olana, Şâfiî
mezhebindeki hükmü bildirmeleri gerekir. Zaruret olmadan başka bir
mezhebe göre fetva verilmez. İbni Hümam ve İbni Abidin hazretleri
96
www.dinimizislam.com
buyuruyorlar ki: Müftünün müctehid olması lazımdır. Müctehid olmayan
müftüler mukalliddir. Müctehid olmayan müftülerin, müctehidleri taklit
etmeleri gerektiğinde söz birliği vardır. (Feth-ül-kadir, Redd-ül-muhtar)
Fetva demek, herhangi bir şeyin İslamiyet’e uygun olup olmadığını
bildirmek demektir. Yalnız, (uygundur) veya (caiz değildir) demek, fetva
olmaz. Bu cevabın, hangi fıkıh kitabının, hangi yazısından alındığını da
bildirmek gerekir. Fıkıh kitaplarına uymayan fetvalar yanlıştır. Bunlara
bağlanmak caiz değildir. İslam bilgilerini öğrenmeden, bilmeden, âyet-i
kerime veya hadis-i şerif okuyup da, bunlara kendi görüşüne göre veya
başka mezhebe göre hüküm veren, büyük yanlış içindedir. Ehl-i sünnet
âlimlerinin yazdığı fıkıh kitaplarına uymayan sözlere ve yazılara itibar
edilmez. Maalesef günümüzde, kendini müctehid sayan ve kendi görüşünü
din gibi ortaya atan kimseler çoktur.
Vasıta ve gaye
Sual: Hakikat Kitabevi’nin kitaplarından başka kitap tavsiye
etmediğinizi, hattâ (Kendi kitabım bile olsa okumak uygun değildir)
dediğinizi işitiyoruz. O zaman, Türkiye Gazetesi okumak, web sitelerinizi
takip etmek veya radyoda Osman Ünlü hocayı dinlemek de yanlış mı
oluyor?
CEVAP
Vasıta ile gaye karıştırılmamalı. Gaye, Hakikat Kitabevi’nin kitaplarının
dünyaya yayılmasıdır. Bu kitaplar, yüzlerce Ehl-i sünnet âlimlerinin
kitaplarından tercüme edilerek hazırlanmıştır. İslamiyet, ancak böyle nakli
esas alan kitaplardan doğru olarak öğrenilebilir. Biz de bu kitapları okuyor,
birçok suale bu kitaplardan alarak cevap veriyoruz.
Gazete, radyo ve web siteleri bu gaye için çalışan vasıtalardır. Yani
bunlar araçtır, kitapların yayılması ise amaçtır. Araçları amaç bilmek yanlış
olur. Bu bilinirse mesele kalmaz. Gayeye ulaştıran yollar, vasıtalar kötü
değildir. Bu bakımdan Türkiye Gazetesi, TGRT veya web siteleri gibi İhlas
holdingin herhangi bir biriminde çalışanlar da sevabda ortaktır. Bir hadis-i
şerif meali şöyledir:
(Sual sormakla dört kişi sevap alır:
1- Sual soranlar,
2- Cevap verenler,
3- Dinleyenler,
4- Bunları sevenler.)
97
www.dinimizislam.com
Bir insan gazete alamıyordur yahut bilgisayarı, maili yoktur,
okuyamıyordur. Radyoyu o saatte dinleyemiyordur. Ama gazete alsaydım
veya benim de bilgisayarım olsaydı da bu sual cevapları okusaydım yahut
radyoda konuşulurken, o saatte müsait olsaydım da, dinleseydim diyenler,
diğerleri gibi sevaba kavuşur. Mesela Osman Ünlü hoca konuşuyor,
dinleyemiyorsa, ama (Ne iyi, suallere nakle uygun cevap veriliyor, Osman
hocadan ve ona bu imkânı verenlerden Allah razı olsun) denirse, o kişi de
sevabda ortak olur.
Afrika’ya gönderilen bir kitabımız çöpe atılıyor. Bir Hristiyan bulup
okuyor. Müslüman oluyor.
(O kitabı kim göndermişse köşeyi dönmüştür) diyene cevaben,
(Sadece gönderen mi? Pulunu yapıştıran, ambalaj eden, postaneye
götüren, kitabı yazan, tashihlerini yapan arkadaşlar ve bu müessesedeki
herkes bu sevaba ortaktır) deniyor. Buna bir otomobil, araba örneği
veriliyor:
Arabanın parçaları şöyle der:
Akü der ki: Ben olmasam bu araba gitmez, bensiz araba çalışmaz.
Direksiyon: Ben olmasam araba sağa sola dönmez, arabaya yönü
ben tayin ederim.
Vites: Ben olmasam bu araba gitmez, arabanın hızlanması benimle
ilgilidir.
Fren: Araba bensiz olmaz, durmak gerektiğinde arabayı ben
durdururum. Durmazsa kaza yapar.
Benzin: Araba bensiz olmaz, arabanın her yeri sağlam olsa, benzinsiz
araba gitmez.
Tekerlek: Bensiz hiç olmaz, araba benim üstümde gider. Ben
olmasam araba yığılır kalır.
Motor: Bensiz de olmaz, arabanın çalışması benimle ilgilidir.
Aks: Bensiz olmaz, tekerlekler bana bağlıdır. Ben olmasam tekerlek
kendi başına ne yapar?
Kontak anahtarı: Bensiz de hiç olmaz, ben olmadan araba çalışmaz.
Çalışmayan araba da gitmez.
Diğer aksam: Biz olmasak bu araba gitmez. Arabanın önemli
parçaları bize bağlıdır.
Şoför: Ben olmasam bu araba gitmez, araba kendiliğinden gitmez, bir
sürücü lazım.
Hepsinin dediği doğrudur. Bir işin yürütülmesi için hepsinin ayrı bir
görevi vardır. Biri diğerine muhtaçtır. Herkes kendine düşen vazifeyi
98
www.dinimizislam.com
yaparsa, hepsi birlikte çalışırsa, o iş yürür. Biri vazifesini yapmazsa o iş
aksar.
Bu kitaplar yazılınca raflarda kalsa ne faydası olur? Bu kitapları
bastıranlar, satanlar, dağıtanlar, tavsiye edenler, hattâ bunlara imkânı
olmayıp da sadece bunları yapanlara dua edenler de, sevaba ortaktır.
Aklın dindeki yeri
Akıllı kimdir
Sual: "İslamiyet akıl dinidir. Bundan dolayı aklımın almadığı şeye
inanmam" demek doğru mudur?
CEVAP
Bu sözün ikinci kısmı yanlıştır. İslamiyet akıl dinidir. Hadis-i şerifte
(Aklı olmayanın dini de yoktur) buyuruluyor. Fakat akıl eşit değildir. Akıl
akıldan üstündür. Bir cahil ile bir âlimin aklı aynı değildir. Akıllar eşit
olsaydı, herkes aynı şeyi düşünürdü. İslamiyet’te aklın ermediği şeyler
çoktur. Fakat, selim akla uymayan birşey yoktur. Zaten (İslamiyet akıl
dinidir) demenin manası da budur.
Yalnız akla uyup, yalnız ona güvenip yanılan kimseye felsefeci denir.
Aklın erdiği şeylerde ona güvenen, aklın ermediği yanıldığı yerlerde, İslam
ışığı altında akla doğruyu gösteren büyüklere İslam âlimi denir. Akıl göz
gibidir. İslamiyet de ışık gibidir. Göz karanlıkta cisimleri göremez. Görmesi
için ışık gerekir. Akıl da hakikatı göremez. Görmesi için İslam ışığı gerekir.
Eğer İslam, hak ile bâtılı bildirmeseydi, aklımızla bulmamız mümkün
değildi. Hadis-i şerifte, (Akıl, hak ile bâtılı birbirinden ayıran bir nurdur)
buyuruluyor. Şu halde hak ile bâtılı ayıramayana akıllı denmez.
Akıllı kimdir? Hadis-i şerife, (Akıllı, Allah’a ve Peygambere inanıp
ibadetlerini yapandır) buyuruluyor. Demek ki dinsiz, imansız kimse veya
inandığı halde ibadet etmeyenin aklı tam değildir. İnanıp ibadet edenler
arasında en akıllı kimdir? Hadis-i şerifte, (En akıllı, Allahü teâlâdan en
çok korkandır) buyuruluyor. Kur’an-ı kerimde ise mealen, (Allah’tan en
çok korkan âlimlerdir) buyuruluyor. Şu halde âlimler en akıllı kimselerdir.
Peygamber efendimize sual edildi ki:
-Ya Resulallah en âlim kimdir?
-En akıllı olandır.
-En çok kim ibadet eder?
-Aklı en çok olan
-En faziletli kimdir?
-Aklı en üstün olandır.
99
www.dinimizislam.com
Demek ki ilmi ve ibadeti çok olan daha akıllıdır. Bir kimsenin akıllı
olduğu nasıl bilineceği sual edildiğinde Peygamber efendimiz,
(Haramlardan daha çok kaçan, hayırlı işlere daha çok koşan daha
akıllıdır) buyurdu.
Âişe validemiz sual etti ki:
-Ya Resulallah üstün olmanın ölçüsü nedir?
-Akıldır. Aklı çok olan daha üstündür.
-Herkesin üstünlüğü yaptığı işe göre ölçülmez mi? İyi iş yapan daha
kıymetli değil mi?
-Ya Âişe, insanlar akıllarından daha fazla mı iş yaparlar? Herkes
aklı nispetinde iyi iş yapar, ona göre de mükafatını alır.
İbni Abbas hazretleri de, (Aklın başı, kendisine zulmedeni affetmek,
kendinden aşağıda görünen kimselere tevazu göstermek, düşündükten
sonra konuşmaktır. Akılsızlığın başı ise, kendini beğenmek, lüzumsuz yere
konuşmak ve kendisinin yaptığı şeylerde insanları ayıplamaktır) buyurdu.
Hadis-i şerifte, (Akıllı şu kimsedir ki, açıkta yapınca utanacağı işi gizli
yerde de yapmaz) buyuruldu. Hikmet ehli, ibadetlerini ihlasla yapan,
insanlarla iyi geçinen, onlara daima iyilik eden ve belalara sabreden
kimsenin akıllı olduğunu bildirmişlerdir.
Zeka, sebep ile netice arasındaki bağlılıkları anlama ve düşünebilme
kabiliyetidir. Her akıllı zeki olmayabilir. Her zeki de akıllı değildir. Zeki
kimse, tecrübelerle, akıllı kimselerden öğrendiği bilgi ve usullerle büyük
işler başarabilir. Nitekim birçok gayrı müslimin zeki olduğu bilinmektedir.
Bir aslanın zekâsı, insan zekâsı kadar kuvvetli olsaydı, bu aslan, öteki
aslanlardan on bin kat daha korkunç olurdu. Akılsız, dinsiz kimse de,
zekâsının çokluğu kadar topluma büyük tehlike olur. Aklın çok çeşitli
dereceleri vardır. Müminin dini ve dünyevi aklı olduğu gibi, kâfirin de dini ve
dünyevi aklı vardır. Kâfirin dünya işlerine eren aklı, ahiret işlerine eren
aklından daha üstündür.
Sual: Yaşlandığı halde, hâlâ dünya peşinde koşana akıllı denebilir mi?
CEVAP
Dünya, Allahü teâlânın rızasına mani olan haram ve mekruhlardır.
Akıllı kimse ise, Allahü teâlânın emrettiklerini yapan, yasakladıklarından
kaçan kimsedir.
Risale-i Münire’deki hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Akıllı, nefsine uymaz ve ibadet eder. Ahmak da nefsine uyar,
sonra da Allahü teâlânın rahmetini bekler.)
100
www.dinimizislam.com
(40 yaşını geçtiği halde, iyiliği, kötülüğünden çok olmayan
Cehenneme hazırlansın!)
(Dünyayı seven, ahiretine, ahireti seven dünyasına zarar verir.
Devamlı olanı geçici olana tercih edin!)
(Ateşle su bir kapta bulunamayacağı gibi, dünya ve ahiret sevgisi
de bir müminin kalbinde birlikte bulunmaz.)
(Sonunun ne olacağını bilmeyip dünyaya aldanan insan, ipek
böceği gibidir. İpek böceği kendine yuva örer ve sonunu bilmez. Bir
müddet sonra oradan çıkmak ister, çıkacak yer bulamaz, ördüğü
yuvada ölür ve çalışması başkalarının işine yarar.)
(Akıllı, Allah’a ve Resulüne inanan ve ibadetini yapan kimsedir.)
Sual: Bir kimsenin akıllı olup olmadığı nasıl bilinir?
CEVAP
Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riayette kim daha titiz ise o daha
akıllıdır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Biri camiye gider, namaz kılar, Allah indinde sivri sinek kanadı
kadar kıymeti olmaz. Başka birinin de kıldığı namaz, sevap
bakımından Uhud dağı kadar kıymeti olur, sebebi, bunun daha akıllı
olmasıdır. Haramdan daha çok sakınan daha akıllıdır.) [Hakim]
Sual: Akıllı kime denir?
CEVAP
Her Müslüman, Cennet ve Cehenneme inanır. Cehennemden
kurtulmak, Cennete girmek isteyen akıllı kimsenin ölüme hazır beklemesi
gerekir. Çünkü Peygamber efendimiz, (Akıllı kimse, kendisini hesaba
çekip ölüm için hazırlanan kimsedir) buyuruyor. Bir şey için
hazırlanmak, onu sık sık hatırlamakla olur. Hatırlamak ise, hatırlatıcı
şeylere bakmakla, onları yapmakla mümkündür. Genel olarak bütün
insanlar ölümden gafildir. Bir âyet-i kerimede mealen, (Hesap görme
zamanı yaklaşmasına rağmen, insanlar gaflet içinde, bundan yüz
çeviriyorlar) buyuruluyor. (Enbiya 1)
Dünyanın faydasız zevklerine aldanan, ölümden habersiz yaşar.
Ölümden bahsedilince, nefret eder. Peygamber efendimiz, (Kim ölümden
nefret ederse, Allah da ondan nefret eder) buyuruyor. Allahü teâlâ da,
(Kendisinden kaçtığınız ölüme mutlaka yakalanacaksınız) buyuruyor.
(Cuma 8)
Günahlardan kaçıp ibadetlerini yapan, ölümü istemese, ölümden
nefret etmiş sayılmaz. Çünkü, o kusurlarını telafi peşindedir. Birine sevgilisi
hemen gel dese, o kimse de, yıkansa, traş olsa, yeni elbiseler giymekle,
101
www.dinimizislam.com
sevgilisine hediyeler almakla meşgul olsa, geciktiği için sevgilisine
kavuşmaktan nefret etmiş sayılmaz. Yani ölümden hoşlanmamasında
mazurdur. Çünkü ölüme hazırlanmaktadır.
Ebu Süleyman Darani hazretlerine salih bir zat dedi ki:
(Ben ölümü sevmem. Çünkü birisine karşı bir kabahat işlesem, onun
yüzüne bakmaya utanırım. Onu görmek istemem. Bu kadar günah içinde
iken, günahlardan kurtulmadan, nasıl olur da Allah’ın huzuruna çıkmayı
isterim?)
Arifler ise, ölümü devamlı hatırlar. Çünkü onlar ölüme her zaman
hazırdır. Ayrıca onlar bilir ki, ölüm sevgili ile buluşma zamanıdır. Ölüm,
dostu dosta kavuşturan bir köprüdür. Bu köprüden geçmeyen sevgiliye
kavuşamaz. Arifler bunun için ölümü severler. Hadis-i şeriflerde buyuruldu
ki:
(Ölümü çok hatırlayanın kalbi ihya olur, ölümü de kolaylaşır.)
[Deylemi]
(Demir paslandığı gibi, kalbler de günahla paslanır. Kalblerin
cilası ölümü çok hatırlamak ve Kur'an-ı kerim okumaktır.) [Beyheki]
(Ölümü çok anmak, insanı dünyadan çeker, günahlardan sıyırır.)
[İbni Lal]
“Ölümü çok anıp günahlardan kaçanın kabri, Cennet bahçesi olur.
Ölümü unutup günahlara dalan kimsenin kabri de Cehennem çukuru olur."
(Süfyan-ı Sevri)
Hazret-i Mevlana da, Hazret-i Azraile, (Tez gel, haydi canımı çabuk
al, beni Rabbime hemen kavuştur) dedi. Öyle ya, seven sevgilisi ile
buluşacağı günü hiç hatırından çıkarır mı, o günün bir an gelmesini arzu
etmez mi? Hatta ölümün gecikmesine canı sıkılır. Bir an önce ona
kavuşmaya can atar.
Hazret-i Huzeyfe, ölüm döşeğinde, (Dost âni bir baskınla geldi,
pişmanlık faydasızdır. Ya rabbi, yaşamak hakkımda hayırlı ise yaşamamı
nasip eyle, ölüm, hakkımda hayırlı ise, ölümü bana kolaylaştır) diye dua
etti. İşte ölümü de, yaşamayı da değil, hangisi hakkında hayırlı ise onu
tercih eden, yani işi Allah’a havale eden, Allah’ın takdirine rıza gösteren,
en üstün rütbeye kavuşmuş olur.
Dünyanın faydasız zevklerine sımsıkı sarılan kimse bile, ölümü
anmakla dünyanın kirli işlerinden uzaklaşmaya başlar. Zamanla dünya,
ona ağır gelir, zevklerinden hoşlanmaz. Böylece dünyanın faydasız
işlerinden soğutan her şey, bir kurtuluş sebebidir. Bir zat, bir kimseden
bahsederek onu çok övdü. Orada bulunan Peygamber efendimiz, (O
kimse ölümü hatırlar mı?) buyurdu. O zat da, (Ölümü hatırladığını
102
www.dinimizislam.com
duymadık) dedi. (Ölümü anmayanın değeri olmaz) buyurdu. Demek ki
değerli olmak, ölümü hatırlamakla da anlaşılıyor. Ölümü hatırlamak, ölüme
hazırlanmakla olur.
Hesaba hazırlanmak
Allahü teâlâ yegane mülk ve kudret sahibidir. Nasıl istiyorsa öyle
yapar.
Cennet müminler için ebedi mükafat yeri, Cehennem de kâfirler için
ebedi ceza yeridir. Cennet, hatıra, hayale gelmeyen nimetlerle doludur.
Cehennem de, akıl almayacak azaplarla doludur.
Mükafat ve ceza büyük olduğu için sorgu-sual işi de büyük olacaktır.
Allahü teâlâ, (Salih kullarım için gözlerin görmediği, kulakların
işitmediği, hatta hatıra gelmeyen, hayal edilemeyen nimetler
hazırladım) buyuruyor. (Müslim)
Kur'an-ı kerimde de mealen buyuruluyor ki:
(Artık onlar için yaptıklarına mükafat olarak göz aydınlatıcı ne
nimetler saklandığını [hazırlandığını] hiç kimse [Hatta melekler ve
peygamberler bile] bilemez.) [Secde 17 Beydavi]
Cehennem azabının şiddeti de çeşitli âyet-i kerimelerle bildirilmiştir.
Böyle büyük mükafat ve büyük ceza için elbette büyük imtihan olacak ve
ince şeyler sorulacaktır. Âyet-i kerimede buyuruluyor ki:
(Zerre kadar hayır yapan sevabını, zerre kadar şer yapan da
cezasını görecektir.) [Zilzal 7,8]
Ahirette hiç kimseye zulmedilmeyecektir. Kur'an-ı kerimde mealen
buyuruluyor ki:
(Rabbin kullarına zulmedici değildir.) [Fussilet 46]
Haksızlık yapılmayacak ama, mükafat verilirken de bol bol ihsan
edilecektir. Âyet-i kerimede mealen buyuruluyor ki:
(Şüphesiz Allah, zerre kadar haksızlık etmez. Zerre kadar bir
iyiliğin sevabını da kat kat artırır, kendinden de büyük mükafat verir.)
[Nisa 40]
İlkokul imtihanı ile üniversite imtihanı aynı olmadığı gibi, her fakültenin
imtihanı da farklıdır. Çöpçülük imtihanında da fizikten, cebirden sorulmaz.
Kuyumculardaki küçük terazilerde küçük ağırlıklar tartılır. Ona niçin beş on
kiloyu tartmadın diye sorulmaz. Kırk elli tonluk büyük basküllere, kantarlara
da niye beş-on gramı tartmadın diye sorulmaz. Herkes gücüne göre
imtihana tâbi tutulur. Herkese ne nimet verilmişse, onun hesabı sorulur.
A’maya göz nimetinden sorulmaz. Dilsize dilden sorulmaz. Başbakanın
mesuliyeti ile odacınınki farklıdır. Âlim ile cahilinki de farklıdır.
103
www.dinimizislam.com
Her insanda bulunan kiramen katibin melekleri, insanların yaptığı
bütün işlerin resmini çekmekte, her anını filme almaktadır. İnsanların
yapacağı işleri Allahü teâlâ ezelde bildiği için levh-i mahfuza da
kaydetmiştir. En ufak bir yanlışlık ve haksızlık olmayacaktır. Âyet-i
kerimede buyuruluyor ki:
(Hiç kimseyi gücünün yettiğinden fazlası ile yükümlü kılmayız.
Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır. Hiç kimse haksızlığa
uğratılmaz.) [Müminun 62]
Milyarlarca insanın hesabı çok kısa bir zamanda yapılacaktır. Kur'an-ı
kerimde "Vallahü seriulhisab" ifadeleri geçmektedir. (Allah, hesabı çok
çabuk görür) demektir. Herkes hesaba hazırlanmalıdır!
Akıl herkeste eşit mi?
Sual: Akıl herkeste eşit mi?
CEVAP
Akıl herkeste eşit değildir. En yüksek akıl ile en aşağı akıl arasında
binlerce derece vardır. Her işte ve hele dini işlerde akla güvenilemez. Din
işleri, akıl üzerine kurulamaz. Çünkü akıl, bir kararda kalmaz. Herkesin
aklı, birbirine uymadığı gibi, selim olmayan akıl, bazen doğruyu bulur,
yanılması ise, daha çok olur. En akıllı denilen kişi, mütehassıs olduğu
dünya işlerinde bile, çok hata eder. Hele ahiret bilgilerinde akla hiç
güvenilmez.
İnsanların şekil ve ahlakları gibi, akıl ve ilimleri de, farklıdır. Birinin
aklına uygun gelen birşey, başkasının aklına uygun gelmeyebilir. O halde,
din işlerinde, akıl, tam bir ölçü olamaz. Ancak, akıl ile din birlikte, tam ve
doğru bir vesika ve ölçü olur.
Selim olmayan akıl, bir gerçeği kabul etmezse, bunun ne kıymeti
vardır? Selim olan akıl, din hükümlerinin hepsinin pek yerinde ve doğru
olduğunu açıkça görür.
Mutezile'ye göre aklın yolu birdir. Akıl, herkeste eşittir. Akıl şaşmaz bir
hüccettir. Akıl ile Allah’ın varlığını bilme mecburiyeti olduğu gibi, haram ve
helal olan şeyleri de akıl ile bilme mecburiyeti vardır. Halbuki, haram, helal
ancak nakil ile anlaşılır. Akıl dinde delil değildir.
Dinimizde delil dörttür:
Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas-ı fukaha.
Bid'at ehli, (Aklın ve dinin yolu birdir. Dört mezhebi bire indirmelidir!
Akla ve dine uygun olanlarını toplayıp bir mezhep haline getirmek gerekir)
diyor. Halbuki Peygamber efendimiz farklı ictihadların rahmet olduğunu
bildirmiştir. Her ne kadar akıl, iyiyi kötüden ayıran bir kuvvet ise de, her işte
104
www.dinimizislam.com
ölçü olmaz. Allahü teâlâya ait bilgilerde akıl senet olmaz. Akıl, kendi başına
dinin emir ve yasaklarını bilseydi, Peygamberlere, âlimlere lüzum
kalmazdı.
İslam âlimleri buyuruyor ki:
Nakil yolu ile anlaşılan, Peygamberlerin bildirdikleri şeyleri, akıl ile
araştırmaya uğraşmak, düz yolda güç giden yüklü bir arabayı, yokuşa
çıkarmak için zorlamaya benzer. Yokuşa doğru at, kamçılanırsa, çabalaya
çabalaya, ya yıkılıp canı çıkar veya alıştığı düz yola kavuşmak için sağa
sola ve geriye kıvrılarak arabayı yıkar ve eşyalar harap olur. Akıl da,
anlayamadığı ahiret bilgilerini çözmeye zorlanırsa, ya insan aklını kaçırır
veya bunları alışmış olduğu, dünya işlerine benzetmeye kalkışarak, yanılır,
aldanır ve herkesi aldatmaya çalışır.
Akıl, his ile anlaşılabilen veya hissedilenlere benzeyen ve onlara
bağlılıkları bulunan şeyleri birbirleri ile ölçerek, iyilerini kötülerinden
ayırmaya yarayan, bir ölçü aletidir. Böyle şeylere bağlılıkları olmayan
varlıklara akıl erdiremeyeceğinden, şaşırıp kalır. O halde, Peygamberlerin
bildirdikleri şeylere, akla uyup uymadığına bakmadan inanmak gerekir.
Peygamberlerin, aklın üstünde bulunan sözlerini, akla danışmaya
kalkışmak, akla aykırı bir iş olur. Engin denizde, acemi kaptanın, pusulasız
yol almasına benzer.
Ahiret bilgileri ve Allahü teâlânın beğenip beğenmediği şeyler ve Ona
ibadet şekilleri, eğer aklın çerçevesi içinde olsalardı ve akıl ile doğru
olarak, bilinebilselerdi, binlerce Peygamberin gönderilmesine lüzum
kalmazdı. İnsanlar, dünya ve ahiret saadetini kendileri bulurdu. Allahü
teâlâ, hâşâ Peygamberleri boş ve lüzumsuz yere göndermiş olurdu. Hiçbir
akıl, ahiret bilgilerini bulamayacağı, çözemeyeceği içindir ki, Allahü teâlâ,
her asırda dünyanın her yerine, Peygamber göndermiş ve en son ve
kıyamete kadar değiştirmemek üzere ve bütün dünyaya Peygamber olarak,
Muhammed aleyhisselamı göndermiştir.
Her Peygamber, akıl ile bulunacak dünya işlerine dokunmayıp, yalnız
bunları araştırmak, bulup faydalanmak için çalışmayı emretmiş, Allahü
teâlânın beğendiği ve beğenmediği şeyleri açık olarak bildirmiştir.
Aklın dinde önemi büyüktür
Sual: İnsan, bir yol gösterici, bir kılavuz olmadan aklı ile Allah’ın
bildirdiği doğru yolu bulabilir mi?
CEVAP
105
www.dinimizislam.com
Tarih incelenirse, insanların kendi başlarına gittiklerinde, hep yanlış
yollara saptıkları görülür. İnsan, kendini yaratan büyük kudret sahibinin var
olduğunu, aklı sayesinde düşündü. Fakat, Ona giden yolu bulamadı. Bunu
önce etrafında aradı. Kendine en büyük faydası olan güneşi, yaratıcı sandı
ve ona tapmaya başladı. Sonra büyük tabiat güçlerini, fırtınayı, ateşi,
denizi, yanardağları gördükçe, bunları yaratıcının yardımcıları sandı.
Herbiri için bir suret, simge yapmaya kalktı. Bundan da putlar doğdu.
Bunların gazabından korkarak kurbanlar kesti. Her yeni olayla, o olayı
simgeleyen putların miktarı da arttı. İslamiyet başladığı zaman, Kâbe’de
360 put vardı. Bugün bile güneşe, ateşe tapanlar vardır. Rehbersiz
karanlıkta doğru yol bulunamaz.
Allahü teâlâ, insanı yaratınca, ona hakkı bâtıldan, iyiyi kötüden,
faydalıyı zararlıdan ayırabilmesi için aklı verdi. Akıl hakkında hadis-i
şeriflerde buyuruldu ki:
(Akıllı, Allahü teâlâdan en çok korkan, Onun emir ve yasaklarına
en güzel uyandır.) [İbni Muhber]
(Akıllı, nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrası için amel
edendir.) [Tirmizi]
(İnsanların yaptıkları hayırların mükafatı, akılları nispetinde
verilir.) [Ebuşşeyh]
(Kişi, ilmi ve aklı sayesinde kurtulur.) [Deylemi]
(Allah indinde en kıymetliniz, akılca en üstün olanınızdır.) [İ.
Gazali]
Akıl bir ölçü aletidir. Allahü teâlâya ait bilgilerde ölçü olmaz. Akıl,
insandan insana değiştiği için, bazı insanlar dünya işlerinde isabet ettiği
halde, bazıları yanılabilir.
Aklın belli bir sahası vardır. Bunun dışındakileri ölçmeye, anlamaya
gücü yetmez. Akıl insanlar arasında eşit olarak bulunmaz. En yüksek akıl
ile en aşağı akıl arasında binlerce dereceleri vardır. Şu halde Aklın yolu
birdir demek çok yanlıştır.
Her işte ve hele dini işlerde akla güvenilemez. Din işleri, akıl üzerine
kurulamaz. Çünkü akıl, bir kararda kalmaz. Herkesin aklı, birbirine
uymadığı gibi, bir adamın, selim olmayan aklı da, bazen doğruyu bulur,
bazen de yanılır ve yanılması daha çok olur. En akıllı denilen kimse, din
işlerinde değil, uzman olduğu dünya işlerinde bile, çok hata eder. Çok
yanılan bir akla nasıl güvenilebilir? Devamlı, sonsuz olan ahiret işlerinde,
nasıl olur da, akla uyulur?
Aklın anlayamadığı veya yanlış anladığı çok şey vardır ki, bunları
Peygamber bildirir. Peygamber, uzman bir tabip gibidir. İlaçların tesirlerini
106
www.dinimizislam.com
iyi bilir. Halk arasında, akla dayanarak, uzun tecrübelerle bazı ilaçların
tesiri bilinirse de, akıl sahibi kimseler, bunu bilinceye kadar tehlike ve
zararlara düşer. Bunları bilmeleri için, yorucu, uzun zaman gerekir. Aklını,
başka lüzumlu işleri yapmak için kullanmaya vakit kalmaz. Tabibe az bir
şey vermekle ilaçların faydalarına kavuşurlar. Hastalıktan kurtulurlar.
Peygambere lüzum yoktur demek, tabibe lüzum yok demekten daha
yanlıştır. Peygamberin bildirdikleri teklifler, Allahü teâlâdan vahiy olduğu
için, hepsi doğrudur. Hepsi faydalıdır. Tabibin bilgileri, düşünce ve tecrübe
ile olduğu için, hepsinin doğru olduğu da söylenilemez.
Akıl, göz gibidir, İslamiyet bilgileri de ışık gibidir. Gözümüz, maddeleri,
cisimleri karanlıkta göremez. Allahü teâlâ, görme aletimizden
faydalanmamız için, güneşi, ışığı yaratmıştır. Güneşin ve çeşitli ışık
kaynaklarının nuru olmasaydı, gözümüz işe yaramazdı. Tehlikeli
cisimlerden, zararlı yerlerden kaçamaz, faydalı şeyleri bulamazdık. Evet,
gözünü açmayan veya gözü bozuk olan, güneşten faydalanamaz. Fakat,
bunların güneşe kabahat bulmaya hakları olmaz.
Peygamber gönderilmeseydi
Sual: Peygamber gönderilmeseydi, akılla, Allah’ın varlığı, helal ve
haram bilinebilir miydi?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlânın Peygamberler göndermesi, bütün mahlûklara rahmet
ve ihsandır. Allahü teâlâ, kendi varlığını ve sıfatlarını, bizim gibi aciz
insanlara, bu büyük Peygamberleri ile haber verdi. Beğendiği şeyleri,
beğenmediklerinden bunlar vasıtası ile ayırdı. İnsanlara dünya ve ahirette
faydalı şeyleri zararlılarından, bunların aracılığı ile ayırt etti. Eğer
Peygamberler gönderilmeseydi, akıl, Allah’ın varlığını anlayamaz, Onun
büyüklüğünü kavrayamazdı. Nitekim, kendilerini akıllı sanan eski Yunan
filozofları, Allahü teâlânın varlığını anlayamadılar. Yaratanı inkâr ettiler.
Kısa akılları her şeyi zaman yapıyor sandı. Nemrud’un, Hazret-i İbrahim ile
çekişmesi Kur'an-ı kerimde bildirilmektedir. Firavun da "Benden başka
tanrınız yoktur" demiş ve Hazret-i Musa’yı "Benden başka tanrıya
inanırsan, seni hapsederim" diye korkutmak istemişti. Demek ki, insanların
kısa akılları, bu en büyük nimeti anlayamaz. Bir Peygamber olmadıkça, bu
sonsuz saadete kavuşamaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Dini, aklı ile ölçen kadar zararlı kimse yoktur.) [Taberani]
Eski Yunan felsefecileri, "Akıl hiç şaşmaz, her şeyin doğrusunu anlar"
diyor, aklın her şeye erdiğini sanıyorlar. Aklın eremediği şeyleri de, akıl ile
çözmeye kalkışıyorlar. Halbuki akıl, dünya bilgilerinde bile yanılıyor. Ahiret
107
www.dinimizislam.com
bilgilerini ise, hiç anlayamıyor. Akıl, duygu organları ile anlaşılamayan
şeyleri bulabildiği gibi, aklın eremediği şeyler de Peygamberlerin
bildirmeleri ile anlaşılır. Akıl, his organlarının üstünde olduğu gibi,
Peygamberlik de, akıl kuvvetlerinin üstündedir. Akıl kuvvetlerinin
varamadığı şeyler, Peygamberlerin bildirmeleri ile öğrenilir.
Peygamberlerin haber verdikleri, Allahü teâlânın üstün sıfatlarının var
olduğu, Peygamber gönderdiği, meleklerin günahsız olduğu, öldükten
sonra herkesin dirileceği, Cennette sonsuz nimetler ve Cehennemde
azaplar bulunduğu ve İslamiyet’in bildirdiği daha nice şeyler, akıl ile
anlaşılamaz.
Bunlar, Peygamberlerden işitilmedikçe, insanların kısa akılları ile
bulunamaz.
[Lise, üniversite dersleri, matematik, madde, fen bilgileri, elbette
faydalıdır. Bunlar, aklı kendi sınırı içinde yanılmaktan korur. Dünyada
insanların rahat yaşamalarını sağlayan yeni şeyler bulunmasına yararlar.
Dünya işlerinde, akıl ile bulunabilecek şeylerde bu bilgilerden istifade edilir.
Bunların yardımı ile televizyon, elektronik beyin, radyo, sesten hızlı uçak,
nükleer deniz altıları ve casus peykler ve ay yolculuğu gibi nice başarılı
şeyler bulunabilir.
Bunlar, İslamiyet’e karşı değil, İslamiyet ile beraber olan ve imanı
kuvvetlendiren şeylerdir. Çünkü İslamiyet, aklın sınırı içinde olan bütün
bilgilerde fenne uygundur. Akıl, bu bilgilerin doğrusunu bulabildiği için,
İslamiyet’e uygun olur. Müslümanların bunları da öğrenmesi, istifade
etmesi gerekir.]
Fen bilgilerinden dünya işlerinde faydalanıp da, Ahiret bilgilerini
anlamakta bunlardan faydalanamamak, hatta bunları öğrenince, kendini
beğenip, aklına uyup, ahiret bilgilerini de akıl ile çözmeye kalkışarak
dinden çıkmak, insanlar için yüzkarasıdır. Bütün fen bilgileri, aklın erdiği
şeylerde işe yaramaktadır. Ebedi saadete ve felakete sebep olacak işleri,
bu bilgilere dayamak ve ahiret işlerini bu bilgilerle çözmeye kalkışmak
doğru olmaz. Bu en mühim işler aklın ve fen bilgilerinin sınırı dışındadır. Bu
en lüzumlu bilgileri, Peygamberlerden öğrenmeyip, yalnız dünya bilgileriyle
çözmeye uğraşmak, lüzumsuz vakit geçirmek olur. Çünkü o bilgiler, aklın
ermediği işlerde faydalı olamaz, bunlar ancak Peygamberlerin bildirmeleri
ile anlaşılabilir. (c.3, m.23)
İslamiyet’te aklın ermediği şeyler çoktur. Fakat, selim akla uymayan bir
şey yoktur. Ahiret bilgileri ve Allahü teâlânın beğenip beğenmediği şeyler
ve Ona ibadet şekilleri, eğer aklın çerçevesi içinde olsalardı ve akıl ile
doğru olarak, bilinebilselerdi, Peygamberlere lüzum kalmazdı. İnsanlar,
108
www.dinimizislam.com
dünya ve ahiret saadetini kendileri görebilir, bulabilirdi ve Allahü teâlâ hâşâ
Peygamberleri boş yere ve lüzumsuz göndermiş olurdu. Hiçbir akıl, ahiret
bilgilerini bulamayacağı, çözemeyeceği içindir ki, Allahü teâlâ, her asırda
dünyanın her tarafına, Peygamber göndermiş ve en son ve kıyamete kadar
değiştirmemek üzere ve bütün dünyaya, peygamber olarak Muhammed
aleyhisselamı göndermiştir.
Sual: Peygamberler olmasaydı insan, Allah’a nasıl ibadet edileceğini,
nasıl şükredeceğini bilebilir miydi?
CEVAP
İnsanları var eden ve varlıkta kalabilmeleri için gereken her nimeti
gönderen, Allahü teâlâdır. İyilik edene şükretmek gerektiğini herkes bilir.
Allahü teâlânın nimetlerine nasıl şükredileceğini bilmek için de, yine
Peygamberler gerekir. Onların bildirmediği şükür ve saygı, Ona layık
olmaz. Ona nasıl şükür olunacağını, insan bilemez. Ona karşı saygısızlık
olan bir şeyi, şükretmek ve saygı sanabilir. Şükredeyim derken, saygısızlık
yapabilir. Allahü teâlâya nasıl şükredileceği, ancak Peygamberlerin
bildirmeleri ile anlaşılır.
Evliyanın kalblerine doğan (İlham) denilen bilgiler de, Peygamberlere
uymakla hasıl olmaktadır. İlham, akıl ile hasıl olsaydı, yalnız akıllarına uyan
eski Yunan felsefecileri yoldan sapmazlardı. Allahü teâlâyı herkesten iyi
anlarlardı. Halbuki, Allahü teâlânın ve Onun üstün sıfatlarının varlığını
anlamakta, insanların en cahilleri, bu felsefecilerdir. Bunlardan birkaçı,
Peygamberlerden işiterek ve mümin olan tasavvufculardan görerek, riyazet
ve mücahede yapmış, nefslerine sıkıntı vererek onu parlatmışlar, böylece
birkaç şey bulabilmişler ise de nefsin safasının, parlatılmasının ve bu
yoldan ele geçenlerin sapıklık olduğunu anlayamamışlardır.
Kalbi parlatmak, temizlemek gerekir. Kalb temizlendikten sonra, nefs
temizlenmeye başlar. Nurlar önce temiz kalbe girer. Kalb temizlenmeden
nefsi parlatmak, gece düşmanın yağma yapması için, ona ışık yakmaya
benzer. Nefsin yardım ettiği düşman, İblistir. Evet, açlıkla, nefsin
istediklerini yapmamakla, ona sıkıntı vermekle ve akıl ile aramakla da,
doğruya ve saadete kavuşulabilir. Fakat, bu ancak Peygamberlere ve
bunların Allahü teâlâdan getirdiklerine inandıktan sonra mümkün olabilir.
Çünkü Peygamberlerin her sözü, yanılmayan meleklerle bildirilmiştir. Bu
bilgilere, şeytan düşmanı karışamaz.
Bu büyüklere uymayanlar ise, şeytanın aldatmasından kurtulamazlar.
Felsefecilerin büyüklerinden olan Eflatun, İsa aleyhisselamın zamanında
bulunmak şerefine kavuşmuştu. Fakat, kaba cahillik yaparak, kendisinin
109
www.dinimizislam.com
kimseden bir şey öğrenmeye ihtiyacı olmadığını sandı. O yüce
Peygamberin bereketlerinden mahrum kaldı.
Sual: Dünya ve ahirette saadete kavuşmak isteyen ne yapmalı?
CEVAP
Sonsuz saadete kavuşmak isteyenin, Ehl-i sünnet itikadını kısaca
öğrenip, bunlara iman etmesi, sonra dört mezhepten öğrenmesi mümkün
ve kolay olan birini seçip, günlük işlerini ve ibadetlerini, sırası geldikçe, o
mezhebin kitabından öğrenerek yapması gerekir. Her ülkede, bir mezhebin
bilgilerini bildiren doğru ilmihal kitabları vardır. Ele geçirilmeleri kolaydır. Bu
kolaylık, Allahü teâlânın, ümmet-i Muhammede olan büyük ihsanıdır.
Mezhebsizlerin, dinde reformcuların ve para kazanmak için konuşan ve
yazan cahillerin yaldızlı sözlerine ve yazılarına aldanmamak için, çok
uyanık olmalıyız!
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Dini hükümleri kendi aklı ile anlamak ve aklı ona rehber etmek isteyen,
Peygamberliğe inanmamış olur. Onunla konuşmak akıl işi değildir.
Ehl-i sünnetin dört mezhebi de âyet-i kerimelerden ve hadis-i
şeriflerden çıkarılmıştır. Birbirlerine muhalif görünen ictihadlarından yalnız
birisi doğru ise de, yanlış olanlarını taklit edenlere de sevap verileceği
hadis-i şerifte bildirilmiştir. Bunun için, dört mezhebin ittifak ile bildirdikleri
yapılınca, sahih ve makbul olacağı gibi, ihtilaflı yerleri yapılınca da, sahih
ve makbul olacaktır. O halde, müctehid olmayan her müslümanın, her
işinde dört mezhepten birini seçip taklit etmesi ve mezhep imamının delilini
aramaması gerekir. Çünkü, Tabiinden yeni imana gelenler, Eshab-ı kiramı
taklit ederler, delillerini hiç sormazlardı. Her müslüman, beğendiği, seçtiği
mezhebin her meselesini yaparken, Kur'an-ı kerime veya hadis-i şerife
uymakta olduğuna inanmalıdır.
Bugün müctehide de lüzum yoktur. Çünkü, din bilgilerinde,
açıklanmamış bir şey kalmamıştır. Kemale gelmiş olan bu dine ilave
edilecek bir şey de yoktur. Resulullah efendimiz, kıyamete kadar olacak
her şeyin hükmünü bildirmiştir. Mezhep imamları da bunları açıklamıştır.
Bunların günlük olaylara tatbiklerini, müctehid olmayan âlimler yapar. Her
asırda gelecek olan müceddidler, bu işi yapacaklardır. Fakat, ictihad ile
yine hükümler çıkarmayacaklardır. Çünkü, buna lüzum kalmamıştır. Helal
ve haram ve her delil açıklanmıştır.
Septisizm [şüphecilik]
110
www.dinimizislam.com
Sual: Bir arkadaş, “Sen Allah’a körü körüne inanıyorsun. Sen
kitaplardan farklı söyleyecek, her şeyden, hatta Allah’tan şüpheleneceksin”
diyor. Buna nasıl bir cevap vereyim?
CEVAP
Anlamadan inanılacak şeyler olduğu gibi, inceledikten sonra
inanılacak şeyler de vardır. Muhammed aleyhisselamın Peygamber olarak
bildirdiği şeylere akla uygun olduğu, yahut tecrübe ile anlaşıldığı için
inanmak iman olmaz. Çünkü bu, Peygamber efendimizi değil, aklı tasdik
etmek demektir. İman, gayba inanmak demektir. Kur’an-ı kerimin baş
tarafında, Allahü teâlâ, salihleri övüyor, (O müttekiler ki, gayba inanırlar,
namaz kılarlar ve kendilerine verdiğimiz mallardan [zekat ve her türlü
hayır hasenat için] harcarlar) buyuruyor. (Bekara 3)
Gayb, his organları ile, tecrübe ve hesapla anlaşılamayan şeyler
demektir. Peygamberlerin bildirmesi ile anlaşılır. Mesela Cennet,
Cehennem ve meleklerin varlığı böyledir. Bunlar akıl ile bilinmez.
Aklın belli bir sahası vardır. Bunun dışındakileri ölçmeye, anlamaya
gücü yetmez. Çünkü akıl bir kararda kalmaz. Herkesin aklı birbirine
uymadığı gibi, selim olmayan akılların yanıldığı çok görülmüştür. En akıllı
sanılan bir kimse bile, mütehassısı olduğu dünya işlerinde hata eder.
Nerde kaldı ki, din işlerindeki hikmetleri çözebilsin? Böyle yanılan bir akılla,
sonsuz olan ahiret işlerinin hikmeti anlaşılamaz. Ancak Allah’ın varlığını
anlamada aklın ve ilmin rolü çoktur. İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
(Astronomi ve anatomi bilmeyen, Allahü teâlânın varlığını ve kudretini
iyi anlayamaz.)
Ahirete ait bilgilerde şüphecilik çok yanlıştır. Felsefede, başıboş
düşüncede her şeyden şüphe etmeye septisizm, şüpheciye de septik
[sceptique] deniyor. Septiklerle düşüp kalkmanızı tavsiye etmeyiz.
Allahü teâlâyı tanımak
Hemen herkes Allahü teâlâyı tanıyor ve Allah vardır diyor. Ama Allah’ı
tanımak nasıl olur? İyi bir şeyi tanıyan onun iyiliklerinden istifade etmeye
çalışır. Kötüyü tanıyan kötülüklerden uzak durmaya çalışır. Bunlara riayet
etmeyenin tanıması yanlış demektir. Yılanın sokacağını bilen yılanla
oynamaz. Aslanın parçalayacağını bilen onun yuvasına giremez.
Bombanın patlayacağını bilen onu elinde patlatmaz. Allahü teâlâyı tanıyan
onu sever. Onu seven de dinin emirlerini yapar. Haramlardan kaçınır.
Bunlara yani emir ve yasaklarına riayet etmeden ben Allah’ı tanıyorum,
Onu seviyorum demek yanlış olur. Sevmenin bir tarifi de itaat etmek
demektir. Sevginin derecesi, itaatteki sürat ile ölçülür.
Seyyid Abdülhakim efendi hazretleri buyuruyor ki:
111
www.dinimizislam.com
Siz, adem [yokluk] diyarından, bu varlık âlemine, kendiliğinizden
gelmediğiniz gibi, oraya, kendiniz gidemezsiniz. Gördüğünüz gözler,
işittiğiniz kulaklar, duygu edindiğiniz organlar, düşündüğünüz zekâlar,
kullandığınız eller ve ayaklar, geçeceğiniz bütün yollar, girip çıktığınız
bütün mahaller, hulasa, ruh ve cesedinize bağlı bütün aletler, sistemler,
hepsi Allahü teâlânın mülk ve mahlûkudur. Siz Ondan hiçbir şey gasp
edemez, mülk edinemezsiniz! O, hayy ve kayyumdur. Yani, görür, bilir, işitir
ve her var olan şeyi, her an varlıkta durdurmaktadır. Hepsinin idaresinden,
hallerinden bir an gafil olmaz. Mülkünü kimseye çaldırmaz. Emirlerine
uymayanların cezasını vermekten de, aciz kalmaz. Mesela, Ay’da, Merih’te
ve diğer yıldızlarda insan olmadığı gibi, bu Arz küresinde de bulunmasaydı,
bir şey lazım gelmezdi. Bundan dolayı, büyüklüğünden bir şey eksilmezdi.
Allahü teâlâ hadis-i kudside buyuruyor ki:
(Önce gelenleriniz, sonra gelenleriniz; küçüğünüz, büyüğünüz;
dirileriniz, ölüleriniz; insanlarınız, cinleriniz; en mütteki, itaatli kulum
gibi olsanız, büyüklüğüm artmaz. Aksine olarak, hepiniz, bana karşı
duran, Peygamberlerimi aşağı gören, düşmanım gibi olsanız,
üluhiyyetimden bir şey eksilmez. Allahü teâlâ, sizden ganidir, Ona
hiçbiriniz lazım değildir. Siz ise, var olmanız için ve varlıkta
kalabilmeniz için ve her şeyinizle, hep Ona muhtaçsınız) [Müslim]
Tarihi inceleyecek olursak, insanların, önlerinde Allahü teâlânın
gönderdiği bir rehber olmadan kendi başlarına gittiklerinde, hep yanlış
yollara saptıklarını görürüz. İnsan, kendisini yaratan büyük kudret sahibinin
var olduğunu, aklı sayesinde anladı. Fakat ona giden yolu bulamadı.
Peygamberleri işitmeyenler, Halıkı, yani yaratıcıyı önce etraflarında
aradı. Kendilerine en büyük faydası olan güneşi, yaratıcı sandılar ve ona
tapmaya başladılar. Sonra, büyük tabiat güçlerini, fırtınayı, ateşi, kabaran
denizi, yanardağları ve benzerlerini gördükçe bunları yaratıcının
yardımcıları zannettiler. Her biri için bir suret, alamet yapmaya kalktılar.
Bundan da putlar doğdu. Böylece, çeşitli putlar zuhur etti. Bunların
gazabından korktular ve onlara kurbanlar kestiler. Hatta, insanları bile bu
putlara kurban ettiler. Her yeni hadise karşısında, putların miktarı da arttı.
İslamiyet zuhur ettiği zaman Kâbe-i muazzamada 360 put vardı. Kısacası
insan, bir, ezeli ve ebedi olan Allahü teâlâyı kendi başına bir türlü
tanıyamadı. Bugün bile güneşe ve ateşe tapanlar vardır. Bunlara
şaşmamalı! Çünkü, rehbersiz, karanlıkta doğru yol bulunamaz. Kur'an-ı
kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Biz, Peygamber göndererek bildirmeden önce azap yapıcı
değiliz.) [İsra 15]
112
www.dinimizislam.com
Akıl ve din
Sual: Bir arkadaş, “Ben ateist değilim ama, dine inanmak için
peygambere ve kutsal kitaba ihtiyaç yoktur. İnsan akıl yoluyla Allah’ın
varlığını anlar ve Onun emirlerini yerine getirebilir. Çünkü aklın yolu birdir”
diyor. Bu mümkün mü?
CEVAP
Hiç mümkün olur mu? O zaman hâşâ, Allahü teâlâ, Peygamberleri ve
kitapları lüzumsuz yere mi göndermiş oldu? Allah’ın emirlerinin ne olduğu
nereden bilinecek? Mesela en önemlisi iman nedir? İmanın esasları
nelerdir? Bu bilinmedikçe nasıl iman edilir ki? Namaz, zekât gibi emirler
zaten bilinemez. Ama imanı bile bilmek imkansızdır. İmanın altı esası
bildirilmeden nasıl bilinir ki?
Hatta, insan kendisini de bilemezdi. Kimdir, ihtiyacı nedir, saadeti
felaketi nededir? Ne yapacak, ne yiyip içecek, niye yaratıldı, başına neler
gelecek, bunların hiç birisini bilemezdi. Peki, bunları bilemeyen insanın
hayvandan ne farkı kalırdı?
Aklın yolu bir olsa idi, dünyadaki insanlar hep aynı inanışa sahip
olurlardı.
Aklın ermediği şeyler
Sual: (Din-i İslam’da aklın ermediği şeyler çoktur. Ama akla
uymayan bir şey yoktur) deniyor. Bir şeye akıl ermezken nasıl akla uygun
olur?
CEVAP
Ahiret bilgileri ve Allahü teâlânın beğenip beğenmediği şeyler ve Ona
ibadet şekilleri, eğer aklın çerçevesi içinde olsalardı ve akıl ile doğru
olarak, bilinebilselerdi, binlerce Peygamberin gönderilmesine gerek
kalmazdı. Demek ki insan, doğruyu bulmak için, Peygamberlerin yol
göstermesine muhtaçtır. Ahiret bilgileri ve Allahü teâlânın beğendiği şeyler,
akıl ile bilinemez ama, Peygamberler bildirince, bunların selim akla aykırı
olmadığı görülür.
Akıl büyük nimettir
Sual: Büyük bir nimet olan akıl ile gerçekleri görmek mümkün olur
mu?
CEVAP
113
www.dinimizislam.com
Selim olan akıl ile gerçekler görülür. Selim olan akıl ise ancak
Peygamberlerde bulunur. Selim olmayan kendi aklımıza uyarsak doğruyu
bulmak çok güç, hatta imkansızdır. Çünkü her gruptaki insan, “Bu grup
doğru yolda” diyerek ona girmiştir. Bu işte, selim olmayan akıl ölçü olmaz.
Ölçü olsaydı, bu kadar grup meydana çıkmazdı. Bu gruplara girenler de,
aklına göre bu grupları tercih etmişlerdir. Akla uyulduğu için sayısız grup,
sayısız hizip meydana çıkmıştır. Hatta akla uyulduğu için, beşeri dinler
uydurulmuştur. Akla uyulduğu için, bu ümmetin arasından da 72 sapık
fırkanın çıkacağını Resulullah efendimiz haber vermiştir. “Hangi grup
çoğunlukta ise doğru odur” mantığı ile hareket edilirse, yine doğruyu
bulmak mümkün olmaz. Çünkü Allahü teâlâ, (İnsanların çoğuna uyan
sapıtır) buyuruyor. (Enam 116)
Bu girişten sonra sanki doğruyu bulmak zor zannedilebilir. Hiç de zor
değildir. Cenab-ı Hak, anlaşamadığımız bir işte, âlimlere uymamızı, âlim
olanların da, Kur'an-ı kerime ve hadis-i şeriflere uymalarını emrediyor. Ehl-i
sünnet âlimlerinin kitaplarını okuyanlar, doğruyu bulur. Doğru olan bir taife
her zaman bulunur. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Her devirde doğru yolda olan bir taife bulunur. Bunlara, hiç
kimse zarar veremez.) [Mişkat]
Kitapçılarda bulunan İslam kitapları arasında bozuk olanları çok ise
de, doğru olanları da vardır. Bu doğru kitaplar hiçbir zaman yok olmaz.
Bunların koruyucusu Allahü teâlâdır.
Dinimiz ilme ve âlime büyük önem verir. Bize ilmi bildiren âlimlerdir.
Hadis-i şerifte, (Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) buyuruldu.
Peygamberlerin vârisleri olan âlimlere dil uzatan, onları âlim oldukları için
kötüleyen kimsenin imanı gider. Bir de İslam âlimi sanılan ve dinimizi içten
yıkmaya çalışan dinde reformcular vardır. Bunların ihanetlerini bildirmek,
kötülemek olmaz. Dinin emrine uymak olur. Kötüye kötü, kirliye pis demek
yanlış değildir. Temize pis demek kötülemek olur. Kötülerin kötülüğünü
açıklamak, Müslümanları, onların zararından korumaya çalışmak farzdır. O
halde bütün insanları bunların zararından korumaya çalışmalıdır. İslamiyet’i
yanlış anlatan kötü din adamları, büyük vebal altındadır. İnsanların
çektikleri sıkıntıların sebebi kötü din adamlarıdır.
Kötü din adamları için, (Bu kimselerin hiç iyi tarafı yok mudur?)
denilmesi doğru değildir. Cenab-ı Hak, imansızların yol, köprü, cami,
yaptırmak gibi hiçbir ameline sevap vermiyor, Cehenneme atıyor. Böyle
kötü din adamları, din, iman hırsızlarıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Âlimlerin kötüsü, insanların en kötüsüdür.) [Bezzar]
114
www.dinimizislam.com
(İlmini ticarete alet eden kötü âlimlere yazıklar olsun. Devlet
adamlarına yaklaşır, menfaat temin etmeye çalışırlar. Bunların
yaptıkları ticaret, kesada [darlığa, kıtlığa] uğrasın!) [Hakim]
(Bir zaman gelir ki, camiler ve hâfızlar çoğalır, ama, [hakiki] âlim
bulunmaz.) [Ebu Nuaym]
Akıl ve Mutezile
Sual: Mutezile fırkasının akıl hakkındaki görüşü nedir? Akıllı daha mı
çok sevap kazanır?
CEVAP
72 sapık fırkadan biri olan mutezile, aklı ön plana almış, aklın
almadığı, Sırat köprüsü, kabir azabı, Cennette Allahü teâlâyı görmek gibi
birçok hususu inkâr etmiştir. Aklın yolu bir demiş, kendi aklını esas almıştır.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Yetmiş iki fırkaya ayrılacak ümmetimin içinde, dini aklı ile ölçen
kadar zararlısı yoktur. Neticede, helale haram, harama da helal demiş
olurlar.) [Taberani]
Akıl ile ahiret bilgileri ölçülmez. Fakat aklın dindeki yeri büyüktür. Aklı
olmayanın dini yoktur. Akıllının ibadetine daha çok sevap verilir. Hadis-i
şerifte buyuruldu ki:
(İki kişiden birinin kıldığı namaz, ötekinden efdal olur. Zira, o
ötekinden daha akıllıdır. Akıl ise vera ile alakalıdır.) [İbni Sünni]
Akıllı olan vera ve ihlas sahibi olur. Akıllının imanı daha parlaktır.
İbadetlerin kıymeti, imanın derecesi ile ölçülür. İbadetlerin parlaklığı da
“İhlas”ın miktarına bağlıdır. İman ne kadar kuvvetli olursa, ihlas da o kadar
çok olur. İmanın kuvvetli ve ihlasın tamam olması hakiki imana bağlıdır.
Kimin fena [evliyalık] derecesi çok yüksek ise, onun imanı daha kâmildir.
Bunun için hadis-i şerifte, (Ebu Bekrin imanı, bütün ümmetimin imanı ile
tartılsa, hepsinden daha ağır gelir) buyuruldu. Çünkü onun makamı
bütün ümmetten yüksek idi. (Yürüyen ölü görmek isteyen, Ebu Bekre
baksın) hadis-i şerifi bunu göstermektedir. Eshab-ı kiramın tamamı, hakiki
imana kavuşmuştu. Bu hadis-i şerifte, yalnız Ebu Bekri Sıddıkın seçilmesi,
onun derecesinin çok yüksek olduğunu göstermektedir. [Mektubat-ı
Masumiyye c.2, m.61]
İbadetlerin değeri, imanın derecesine göredir. Hakiki imana kavuşan
evliyanın verdiği az bir şey, diğer müslümanların verdiği milyonlardan,
milyarlardan daha kıymetlidir. Eshab-ı kiramın tamamı hakiki imana
kavuştuğu için onların az bir iyilikleri, çok değerlidir. Hadis-i şerifte
buyuruldu ki:
115
www.dinimizislam.com
(Allahü teâlâya yemin ederim ki, bir kimse, Uhud dağı kadar
sadaka verse, Eshabımın verdiği bir avuç arpanın sevabına
kavuşamaz.) [Buhari, Müslim]
Not: Mutezile hakkında geniş bilgi için, Doğru İman Bilgileri
maddesinde, Kaza ve Kadere iman kısmında Cebriye ve mutezile
bahsine bakınız.
Akla olan ihtiyaç
Sual: Dini anlayabilmek için, başkalarının (Peygamberin, sahabenin
ve âlimlerin) aklı /gözü /kabulü ile değil, kendi aklımızla idrake çalışmalıyız.
Allah her kula iyiyi kötüden seçip ayırt edebilme yetisi (furkan) vermiştir. Bu
yetiyi kullanmayıp Peygamber, sahabe ve âlimlerin aklı ölçü olmamalıdır.
Allah aklını kullanmayanları kötülemiyor mu?
CEVAP
Bu ne kadar yanlış bir görüş. Resulullahı ve âlimleri ölçü almamak
Kur’an-ı kerimi kabul etmemek demektir. Çünkü Kur’an-ı kerimde mealen
buyuruluyor ki:
(Anlaşamadığınız bir işin hükmünü Allah’a [Kur'ana] ve Resulüne
[Sünnete] arz edin!) [Nisa 59] {Âlimlerin sünnete bakması ayıplanacak şey
mi? Allahü teâlânın emri değil mi?]
(Bunun hükmünü Resule ve ülül-emre [âlime] sorsalardı,
öğrenirlerdi.) [Nisa 83] {Ülül-emrin âlim demek olduğu tefsirlerde yazılıdır.
Resulullah da (Ülül-emr, fıkıh âlimleridir) buyurdu. (Darimi)}
(Bu misalleri ancak âlim olanlar anlar.) [Ankebut 43] {Demek ki
herkes Kur’an-ı kerimi anlayamıyor, ancak âlimler anlıyor. Âlimleri rehber
edinmek niye ayıplanıyor ki?}
(Bilmiyorsanız âlimlere sorun!) [Nahl 43] {Bilmeyenin âlimlere
sorması Allahü teâlânın emridir.}
(Allah’tan en çok korkan ancak âlimlerdir.) [Fatır 28] {Çünkü âlim,
Allahü teâlâyı en iyi tanıyor ki, Ondan korkuyor. Allah’tan korkmak büyük
mertebedir. Resulullah, (Allah’tan en çok ben korkarım) buyurdu.
(Buhari) Bu âyet ile bu hadis-i şerif âlimin değerinin ne kadar yüce
olduğunu göstermektedir.}
(Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?) [Zümer 9] {Demek ki akıl
herkeste ölçü olmuyor, bilen de bilmeyen de var. Resulullah efendimizin ve
âlimlerin yanında kendi aklımızın ne önemi var? Öyle olsa idi akıl sayısı
kadar din olurdu. Nitekim aklına göre Kur’anı yorumlamaya çalışanlar,
sayısız grup ve fırkanın meydana çıkmasına sebep olmuşlardır. Âlimlere
uyan, bilenlere soran aklını kullanmış olur. Yüzme bilmeden, herkes
116
www.dinimizislam.com
yüzüyor, onlar da insan diyerek deryanın ortasına atlayan kimse, çok
geçmeden boğulur. Herkes haddini bilmelidir.}
Hangi şeyin hak, hangi şeyin bâtıl, hangi şeyin iyi, hangisinin kötü
olduğu da ancak, dinin bildirmesiyle anlaşılır. İnsanların iyi veya kötü
demesiyle, bir şey iyi veya kötü olmaz. Çünkü birisine göre iyi olan bir şey,
diğerine göre kötüdür. Mesela evlilikte nikah, Müslümanlara göre, lüzumlu
ve iyi ise de, bazı ateistlere göre saçmadır! Bu bakımdan akıllı kimdir?
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Akıllı olan, Allah’a ve Resulüne inanıp ibadetlerini yapar.) [İbni
Muhber]
(Akıllı, Allahü teâlâdan en çok korkan, Onun emirlerine en güzel
uyandır.) [İbni Muhber]
(Akıllı, nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrası için amel
edendir.) [Tirmizi]
(Allah indinde en kıymetliniz, akılca en üstün olanınızdır.) [İ.
Gazali]
Akıl bir ölçü aletidir. Allahü teâlâya ait bilgilerde ölçü olmaz. Akıl,
insandan insana değiştiği için, bazı insanlar dünya işlerinde isabet ettiği
halde, bazıları yanılabilir.
Aklın belli bir sahası vardır. Bunun dışındakileri ölçmeye, anlamaya
gücü yetmez. Akıl insanlar arasında eşit olarak bulunmaz. En yüksek akıl
ile en aşağı akıl arasında binlerce dereceleri vardır. Şu halde “Aklın yolu
birdir” demek çok yanlıştır. Her işte ve hele dini işlerde akla güvenilemez.
Din işleri, akıl üzerine kurulamaz. Çünkü akıl, bir kararda kalmaz. En akıllı
denilen kimse, din işlerinde değil, uzman olduğu dünya işlerinde bile, çok
hata eder. Çok yanılan bir akla nasıl güvenilebilir?
Dinin temeli
Akıl çok şeyi anlar. Fakat her şeyi anlayamaz. Anlaması da kusursuz,
tam değildir. Çok şeyleri, Peygamberler bildirdikten sonra anlamaktadır.
Akıl, dünya işlerinde bile çok kere yanılmaktadır. Böyle olduğunu bilmeyen
yoktur. Din bilgilerini, böyle bir akıl ile tartmaya kalkışmak doğru olamaz.
Din bilgilerini akıl ile inceleyip, akla uygun olup olmamasına kalkışmak,
aklın hiç yanılmaz olduğuna güvenmek olur ve Peygamberlik makamına
inanmamak olur. Dinin temeli, Peygambere inanmaktır. Akıl, bu temel
bilgiyi kabul edince, Peygamberin bildirdiklerinin hepsini kabul etmiş olur.
Allahü teâlâ, aklımızdan istifade edebilmemiz için Peygamber ve kitap
gönderdiğine göre, artık bunlara inanmamak için bir mazeret ileri
sürülemez. Bugün Kur'an-ı kerimin büyük bir mucize olduğunu Batılı
bilginler bile itiraf etmektedir. Ayrıca tecrübi ilimlerle de ispat edilmiştir. Bir
117
www.dinimizislam.com
kelimesi değişse, insan sözü karıştığı ehlince kolay anlaşılır. Allahü teâlâyı
kabul edip de, emir ve yasaklarını kabul etmemek akla uygun değildir.
Güneşe inanıp da, ışık ve ısısına inanmamak, doğuma inanıp da ölüme
inanmamak gibi abestir.
Akılla izah etmek
Sual: Allahü teâlânın varlığını ve dinimizin hükümlerini daha iyi
anlamak ve kalbimizin tatmin olması için, bunları akılla izah eden kitapları
okumak gerekmez mi?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Kalbi itminana kavuşturan tek yol vardır. Bu da, Allahü teâlâyı
zikretmektir. Akılla, kalb itminana kavuşamaz, yani tatmin olmaz. Bir âyet-i
kerime meali:
(Biliniz ki, kalbler ancak zikirle itminana kavuşur.) [Rad 28]
Allahü teâlânın ismini söyleyip onu hatırlarken, onunla bir bağlılık
kurulamaz; ama hatırlayanla, hatırlanan arasında, az bir bağlantı hâsıl olur.
Bu bağlılıktan da, sevgi doğar. Zikredenin, kalbini sevgi kaplayınca, kalbde
itminan hâsıl olur. Kalbde itminan hâsıl olması, insanı sonsuz saadetlere
kavuşturur. (1/92)
Burada delil aramanın yeri yoktur; çünkü Allahü teâlânın varlığı
meydandadır. Meydanda olmasında hiç şüphe yoktur. Her şeyden daha
açıktır. Ancak, kalbi hasta, gözünde perde olan anormal kimse göremez.
Her şey, açıktaki beş duygumuzla anlaşılır. Hepsinin varlığı, Allahü
teâlâdandır. (1/247)
Aklın Peygambere kolay inanması, kalbde tam iman hâsıl olması için,
en yakın yol Allahü teâlâyı zikretmektir. Böylece tam imana kavuşur.
Düşünerek, akılla ölçerek bu yüksek makama kavuşmak çok güçtür. Dini
hükümleri kendi aklıyla anlamak isteyen, Peygamberliğe inanmamış olur.
(1/214)
Sual: Mümin veya kâfir iken deliren, deli iken ölse, delirmeden önceki
durumuna göre mi muamele edilir?
CEVAP
Evet.
118
www.dinimizislam.com
Din ne diyor o önemli
Sual: Benim şahsi kanaatime göre eğer insanlara zarar vermiyorsan,
etrafındakilerle iyi geçinip kargaşa çıkarmıyorsan, sayılı biri olmaya
çalışıyorsan, yalan söylemiyorsan yani kısaca iyi biri olmaya çalışıyorsan
örtünmek o kadar önemli değil. Aklıma da bu uygun geliyor. Acaba bu
düşüncelerim sizce doğru mu?
CEVAP
Bence sizce diye bir şey olmaz, o zaman insan sayısı kadar din olur.
Din ne diyor o önemli. Allah ne diyor o önemli. Eğer akıl ile din olsa,
herkese göre din farklı olur. Mesela nataşanın biri gazetelerde şöyle
diyordu: (Ben yalan söylemem, hırsızlık etmem, kimseye zararım olmaz,
saygılı birisiyim, kimseye zarar vermeden az içki içerim, erkeklerin gönlünü
yaparım, erkeklerle buluşmama niye karışan oluyor ki?) Eğer ortada din ve
Allah’ın hükmü olmasa, nataşa doğru söylüyor. Ama Allah öyle demiyor.
Kimseye zararı olmasa da bir damla içki içmek haram diyor. Kimseye
zararı olmasa da kadın, saçının telini gösterse haram diyor. Evet kadın
saçını göstermekle size göre bir şey olmaz. Nataşaya göre de zina edince
bir şey olmaz.
Ölçü başkalarına zararlı olup olmamak da değildir. Ölçü Allah’ın
emrine uymakta olur. Besmelesiz kesilen kuzu eti de yenmez. Ha
besmeleli kesilmiş, ha besmelesiz demek yanlış olur? Kadın ha başını
açmış, ha açmamış ne fark eder denmez. Denirse Allah’ın emrine
inanılmamış olur. Ya Allah’a inanılır veya inanılmaz. İnanılırsa Onun
dediklerine uymak gerekir. İnanılmazsa, bu daha kötü. Sonsuz ahiret
hayatında şiddetli azaplara kim nasıl dayanabilir ki? Bu insanların yoktan
yaratılması, hayvanların, çiçeklerin yoktan yaratılması tesadüf müdür? Ya
Allah’a inanılacak ya Allah’a inanılacak, başka yol var mıdır?
Kıbleye doğru yatmak
Sual: Bid’at ehli biri, (Yatarken ayakları kıbleye doğru uzatmak
gerekir. Böylece insan kalkınca, yüzü kıbleye gelmiş olur. Bunun gibi,
ölüleri de, ayakları kıbleye gelecek şeklinde defnetmeli ki, kıyamet günü
dirildiğinde yüzü kıbleye gelsin) dedi. Bu arkadaş bid’at ehlidir; ama bu
düşüncesi bana da mantıklı geldi. Bu şekilde hareket edilse, doğru olmaz
mı?
CEVAP
119
www.dinimizislam.com
Hayır, doğru olmaz. Mazeretsiz ayakları kıbleye doğru uzatmak
tahrimen mekruhtur. Cenazelerin de, ayakları değil, yüzü kıbleye gelecek
şekilde, sağ yan üzerine defnedileceği, din kitaplarında bildirilmiştir.
Size, bid’at ehlinin söylediği mantıklı gelir. Bir başkasına da, başka bir
şey mantıklı gelebilir. O zaman da, insan sayısı kadar din ortaya çıkar.
Mesela biri de çıkar, ölüler için derin çukur açıp, yüzü kıbleye gelecek
şekilde dikine defnetmek daha uygundur der. Hem böylece, yüzü devamlı
kıbleye karşı olur diyebilir. Bunun için Hazret-i Ali, (Din, nakle dayanır.
Akılla, kıyasla, mantıkla olsaydı, mestin üstünü değil, altını mesh
ederdim. Hâlbuki Resulullah’tan gördüm, o mestlerin üstünü mesh
ederdi) buyurmuştur. Demek ki, herkesin aklı ve mantığı, dinde ölçü
olmuyor. Din kitaplarının yazdığı önemlidir.
Peşin namaz kılmak
Sual: Bir arkadaş, sabah vaktim oluyor diye, o günkü öğle, ikindi,
akşam ve yatsı namazlarını kılıyormuş. Ben kaza kıldıktan sonra, bu
arkadaşa sordum. (Vakti gelmeden kılınan namazlar sahih olmaz) dedim.
O da, (Sen veresiye kılıyorsun kabul oluyor da, ben peşin peşin ödesem
niye kabul olmasın ki?) dedi. Peşin kılınan namaz sahih olmaz, değil mi?
CEVAP
Elbette sahih olmaz. Vakit, namazın farzlarındandır. Vakit girmedikçe
namaz farz olmaz. Farz olmadan kılınırsa nafile olur. Din nasıl emretmişse
öyle yapılır. Akılla dinî hükümler konmaz. Bir kimsenin yengesi dinen
yabancı kadındır, yani namahremdir, fakat yengesinin kızları ona
mahremdir. Anası niye yabancı da, kızları değil diye sorulmaz. Din öyle
bildirmiştir. Aklımıza değil, dinimize tâbi olmamız gerekir.
Namazı boykot
Sual: Bir arkadaşa, niçin namaz kılmadığını sordum. (Hazret-i Ali
camide namaz kılarken öldürüldüğü için, biz camiyi de namazı da boykot
ettik) dedi. Bu boykotta bir mantık var mıdır?
CEVAP
Hazret-i Ali, evinde su içerken şehit edilseydi, eve girmeyecek ve su
içmeyecek miydik? Nitekim mübarek oğlu Hazret-i Hasan evinde yemek
yiyip su içerken, yemeğine zehir konarak şehit edilmiştir. Burada evin,
yemeğin ve suyun suçu nedir? Ev, yemek ve su boykot edilir mi? Cami ve
namazı boykot etmenin bundan farkı nedir?
120
www.dinimizislam.com
Kur'an-ı kerimde namaz bütün Müslümanlara emredildiği için Hazret-i
Ali de, çocukları da namaz kılmıştır. Ehl-i beytten ve 12 imamdan, hiç
namazı boykot eden var mıdır? Onun soyundan gelen seyyidlerden ve
şeriflerden, namazı boykot eden var mıdır? Boykot edilmesi gerekseydi,
önce, kendi çocukları ve torunları boykot ederdi. Hazret-i Ali'yi sevenin,
onun sevdiği camiyi, namazı, orucu ve dinimizin diğer emirlerini sevmesi ve
Hazret-i Fâtıma gibi örtünmesi lazımdır. Seven insan, sevdiğinin yolunda
gider. Hazret-i Ali'nin severek yaptığı şeyleri yapmamak, onu sevmek
midir, yoksa ona düşmanlık mıdır?
İbadet yerine para
Sual: (Namaz, oruç gibi bazı ibadetleri yapmayıp yerine fakire para
verilmesi, mesela kurban kesmeyip yerine depremzedelere yardım
yapılması daha uygun olur) diyenler çıkıyor. Parası olanlar ibadet etmeyip
parayla işini yürütür, fakirin hâli ne olacak?
CEVAP
İbadet yerine para vermek, dini içten yıkmak isteyen reformcuların
görüşüdür. Bin koçun parası bir fakire verilse, vacib bir kurbanın sevabına
kavuşulamadığı gibi, borçtan kurtulamayız; üstelik dinimizin emrini
beğenmeyip değiştirdiğimiz için suçlu duruma da düşeriz. Aklımıza uygun
gelmese de, dinimizin emrine uymamız gerekir.
Kadın, erkek ve akıl
Sual: Kadının erkekten daha akıllı olduğunu, bu bakımdan, kadına
daha çok hak verilmesi gerektiğini söyleyenler var. Her kadın, her erkekten
akıllı olur mu?
CEVAP
Önce, aklın ne olduğunu bilmek gerekir. Cenab-ı Hak, aklı, hakkı
bâtıldan, iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayırt etmek için yaratmıştır.
Hangi şeyin hak, hangi şeyin bâtıl, hangi şeyin iyi, hangisinin kötü olduğu
da ancak, bütün mahlûkatı yoktan var eden Allahü teâlânın bildirmesiyle
anlaşılır. İnsanların iyi veya kötü demesiyle, bir şey iyi veya kötü olmaz.
Çünkü birisine göre iyi olan bir şey, diğerine göre kötüdür. Mesela evlilikte
nikah, müslümanlara göre, lüzumlu ve iyi bir şey iken, bazı dinsizlere göre
saçmadır! Bu bakımdan dinimiz akıllıyı nasıl tarif ediyorsa ona göre karar
vermek gerekir. Akıl hakkında hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Akıllı şudur ki, Allah’a ve Peygambere inanır ve ibadetlerini
yapar.) [İbni Muhber]
121
www.dinimizislam.com
(En akıllı, Allahü teâlâdan en çok korkan, Onun emir ve
yasaklarına en güzel uyandır.) [İbni Muhber]
(Akıllı, nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrası için amel
edendir.) [Tirmizi]
(İnsanlar, tarağın dişleri gibi eşittir. Üstünlükleri, ibadet farkından
ileri gelir.) [İbni Lal]
(İnsanların yaptıkları hayırların mükafatı, akılları nispetinde
verilir.) [Ebuşşeyh]
(Kişi, ilmi ve aklı sayesinde kurtulur.) [Deylemi]
(Her şeyin bir direği vardır. Müminin direği ise akıldır. Kişi aklı
nispetinde ibadet eder.) [İ. Gazali]
(Allah indinde en kıymetliniz, akılca en üstün olanınızdır.) [İ.
Gazali]
Akılca en üstün olan kimse de, dinin emir ve yasaklarına riayet
edendir. Kişinin ibadeti de aklı nispetinde olduğu, itikadı ve ameli en
düzgün olan, diğerine göre daha akıllı demektir. Erkeklerden ve
kadınlardan Cennetlik olanlar olduğu gibi, Cehennemlik olanlar da vardır.
O halde, kadının erkekten veya erkeğin kadından daha akıllı olduğu
söylenemez.
Şunu da açıklayalım ki, akıl ile zekâ ayrıdır. Birbirine
karıştırılmamalıdır. Bir gayrı müslim, bir müslümandan daha zeki olabilir;
fakat akıllı olamaz.
Allahü teâlâ, kadınla erkeğin vücut yapılarını farklı şekilde yaratmıştır.
Bir tankla taksinin mukayesesi yapılamaz. İkisinin vazifesi ayrıdır. Herkes
vazifesini bilir, ona göre hareket ederse, düzensizlikler önlenmiş olur.
Kadınla erkek arasında fark olduğu gibi, erkekle erkek, kadınla kadın
arasında da fark vardır. Herkes aynı kabiliyette değildir. İnsanlar robot gibi
yaratılmamıştır.
Kadın-erkek eşitliği ileri sürülerek, kadınların yapamayacağı işleri
onlara vermek, mesela maden ocaklarında çalıştırmak kadın haklarına bir
saygı değildir. Kadını, asker yapmamak da ona hakaret değildir. Kadına,
bünye, akıl, zekâ, his ve kabiliyetine uygun işler vermelidir.
Bugün kadın haklarını savunur görünenler, samimi değildirler. Samimi
olsalardı, önce kadını sömürü vasıtası yapan, ticari malların tanıtımında
kullanan zihniyete karşı çıkarlardı. Halbuki kadının bu yolla, şeref ve
haysiyeti düşürülmekte, basit bir mal haline getirilmektedir. Bu üzücü
duruma karşı çıkmayanların, kadın hakları konusunda samimi olmadıkları
açıktır.
122
www.dinimizislam.com
Ahmaklık nedir
Sual: Akıllı kime denir yazılarınızdan öğrendik. Peki ahmak kime
denir? Ahmaklığın çaresi var mıdır?
CEVAP
Aklı hiç olmayana deli denir. Aklı olup da aklını kullanmayana veya
kullanamayana ahmak denir. Ahmak, aklı az, görüşü kısa, basiretsiz, kötü
huylu kimsedir. Kârını ve zararını iyi düşünemez. Hikmet, iyiyi kötüden,
hakkı bâtıldan ayıran kuvvettir. Hikmetin lüzumundan az olmasına
ahmaklık denir. Ahmak, hayrı, şerri birbirinden tam ayıramaz.
Âlimler buyuruyor ki:
Ahmakla arkadaşlıktan sakın. Çünkü, sana iyilik edeyim derken, zararı
dokunur. (Hazret-i Ömer)
Dişi ile tırnak uçlarını ısırmak ahmaklık alametidir. (Hazret-i Ali)
Ahmaklar arasında bulunan horlanır, âlimler arasında bulunan hürmet
görür. (İmam-ı Cafer-i Sadık)
Dünyayı ele geçirmek için Ahireti [dinini] vermek ahmaklıktır.
Yaratıkların en ahmağı nefstir. Çünkü her isteği kendi aleyhinedir. (İmam-ı
Rabbani)
Kaza borcu varken, nafile kılmak ahmaklıktır. (Hazret-i Ebu Bekir,
Seyyid Abdülkadir-i Geylani)
Ahmaklığın alameti, kendi aybını bırakıp, başkasının aybıyla
uğraşmaktır. (Sırri-yi Sekati)
Ve ma cevab-ül ahmak-ı illes sükut=Ahmağa verilecek en güzel cevap
ancak sükuttur. (İbni Hibbân)
Nefsin arzuları peşinde koşan ahmaktır. (Muhammed Masum Faruki)
Hatasında ısrar eden ahmaktır. (Seyyid Abdülhakim Arvasi)
Hikmet ehli de buyuruyor ki:
Aklı olan karı koca, birbirini üzmez. Hayat arkadaşını üzmek, incitmek,
ahmaklık alametidir.
Akıllı ile istişare galibiyet, ahmakla istişare mağlubiyettir.
Ahmağın kalbi ağzında, akıllının dili kalbindedir. Yani ahmak sır
saklayamaz, akıllı sırrı ifşa etmez.
Ahmağın üç alameti vardır: Farzlarda tembellik, abesle iştigal ve
yaratıklara eziyet etmek.
Günah işlemeye devam eden kimse unutkan olur, ahmaklaşır, aklı da
azalır.
Aklımız sınırlıdır. Aklın eremediği şeyleri akıl ile anlamaya kalkışmak
ahmaklık olur.
123
www.dinimizislam.com
Ahmağa nasihat kâr etmez. Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Akıllı, nefsine uymaz, ibadetlerini yapar, ahmak olan da nefsine
uyar, günah işler, sonra da Allah affeder diye ümit eder.) [Tirmizi]
(Akıllı, Allah’a ve Peygamberine inanıp ibadetini yapan kimsedir.)
[İbni Muhber]
(Günah işleyenin bir aklı gider, bir daha geri dönmez.) [İ. Gazali]
(Ahmak, ahmaklığından fâsıkın günahından daha büyük sıkıntıya
düşer.) [Hakim]
(Ahmak olanla ilgini kes.) [Beyheki]
(Akşam üstü uyumak ahmaklıktır.) [İ. Maverdi]
(Sofradan düşen kırıntıyı yiyen fakirlik görmez, çocukları da
ahmak olmaz.) [İ. Neccâr]
(Mümin sert değildir. Yumuşaklığından dolayı ahmak zannedilir.)
[Deylemi]
(Ahmaklığın en kötüsü, Müslümanlığı bırakıp, başka dine
meyletmektir.) [Deylemi]
Müslümanlığı bırakmak, yani dinsiz olmak ahmaklığın en kötüsüdür.
Kim Müslümanlığı bırakırsa mürted olur, hangi dine girerse girsin fark
etmez. Bu bakımdan ateist, en ahmak kimsedir. Bir arpa tanesini, bir
karıncayı yaratmaktan aciz olanın, kâinatın tesadüfen meydana geldiğini,
bir yaratıcının bulunmadığını sanmasından daha büyük ahmaklık olur mu?
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kâfirlere “Müslümanların inandığı gibi siz de inanın” denilince,
“Biz o sefihler, o ahmaklar gibi iman eder miyiz hiç?” derler; halbuki
asıl ahmak kendileridir.) [Bekara 13]
Ahmaklığın çaresi var mıdır?
Önce İslam âlimlerinin ahmaklık hakkındaki sözlerinden bazılarını
bildirelim:
İnsanların en ahmağı zekâsına en çok güvenendir. İnsanların en
akıllısı da, suçu kendinde arayan ve bilmediklerini âlimlere soran kimsedir.
Salih amel işlemeden yani Cehennem tohumu ekip, Cennet beklemek
ahmaklıktır.
Fen bilgilerini iyi öğrenen, aklı başında bir kimse, yalnız düşünmekle,
Allah’ın var olduğunu anlar, bir yaratıcının varlığına inanır. Eseri görerek
müessirin, yani eseri yapanın varlığını anlamamak, ahmaklık olur.
İyiye ihanet edince, kötüye iyilik edince, akıllıyı sıkıntıya sokunca,
ahmağa acıyınca, şerlerinden sakın!
Soyu ile övünmek ve kibirlenmek, cahillik ve ahmaklıktır. Kabil, Âdem
aleyhisselamın, Kenan ise, Nuh aleyhisselamın oğlu idi, fakat kâfir idiler.
124
www.dinimizislam.com
Babalarının Peygamber olması, bunları küfürden kurtarmadı. İnsanın
övündüğü soyu, bir avuç toprak oldu. Toprak ile övünmek akla uygun olur
mu? Onların salih olmaları ile övünmek yerine, onlar gibi salih olmaya,
onların yolunda bulunmaya çalışmalıdır.
Kadınların çoğu, güzellikleri ile kibirlenirler. Halbuki güzellik, insanda
kalıcı değildir, çabuk gider. İnsana mülk olmaz. Âriyet, emanet olan şeyle
kibirlenmek, ahmaklıktır.
Nefsine de ki: Ey nefsim, akıllı olduğunu iddia ediyor ve sana ahmak
diyenlere kızıyorsun. Halbuki, senden daha ahmak kim var ki, ömrünü boş
şeylerle, gülüp eğlenmekle geçiriyorsun. Senin halin, şu katile benzer ki,
polislerin, kendisini aradıklarını ve yakalayınca, cezalanacağını bildiği
halde, tedbirsiz dolaşıyor. Bu ahmaklık değil mi?
Üstünde akrep olan bir kimse, o akrebi üstünden atmaya, onu
öldürmeye çalışmayıp da, başkasının yüzüne konan sinekleri kovalamaya
çalışması ahmaklıktır.
Bir ahmaklık hikayesi şöyledir:
Ormanda bir ayının ayağı, kütük arasına sıkışmış, kurtaramıyormuş.
Birisi bunu görüp, ayının ayağını kütüğün arasından çıkarmış. Ayı da
kendisine iyilik eden bu adama, ormandaki arıların yaptığı petekleri alıp
getirmiş. Adam balı yiyince orada uyumaya başlamış. Fakat sinekler,
adamın yüzüne konarak rahatsız ediyormuş. Ayı ise, adam rahat uyusun
diye sinekleri kovuyormuş. Bakmış kovmakla gitmiyor, sinekleri öldüreyim
bari diye, kocaman bir taş alıp, adamın yüzüne konan sineklere vurmuş.
Sonucu tahmin ediyoruz. Ayı ahmak olduğu için, sinekleri öldürmek için
vurduğu taşın adama zarar vereceğini düşünememiş. Ahmak olmamak
lazım.
Kendisini ebedi tehlikeye atan akıllı olamaz, ahmaktır. Kur’an-ı
kerimde mealen, (Düşünmüyor musunuz) ikazı çok geçer. Hadis-i şerifte,
(Aklı olmayanın dini de yoktur) buyuruldu. (Tirmizi)
Ahmaklığın tek kelime ile tarifi, akılsızlıktır. Akılsızlık ise doğuştandır.
Kaza kader konusudur. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Her şey Allahü teâlânın takdiri iledir. Akıl ve ahmaklık bile.)
[Buhari]
Hazret-i İsa, (Körleri iyileştirmek, ölüleri diriltmek zor gelmedi. Ama
ahmağa, doğru sözü anlatamadım) buyurdu. Ahmaklıkta cahillik de vardır.
Cahilliğin ilacı ise ilimdir. Ahmak, hak ile bâtılı ayıramaz ve daha başka
zararlar yapar. O halde hak ile bâtılı ayıran ve faydalı şeyleri bildiren Ehl-i
sünnet âlimlerine tâbi olan ahmaklığın zararından kurtulur. Ahmaklar, bir
adada mahzur kalmış insanlara benzer. Bunlar kendi imkanları ile sahile
125
www.dinimizislam.com
çıkamaz. Tecrübeli bir kaptanın gemisine binerlerse sahile kavuşurlar.
Binmeyen sahile çıkamaz. Onun için âlimlere uyan kurtulur. Hadis-i şerifte
de, (Âlimler rehberdir, âlimlere uyun) buyuruldu.
Ahmaktan uzak durmak
Sual: Bir arkadaşım var, iyilik olarak yaptığı şeylerin bana zararı
dokunuyor. İyi niyetle yaptığı için, bana ahmak gibi geliyor. Ondan uzak
durmam gerekir mi?
CEVAP
Verdiği zararlarının nasıl bir şey olduğunu bilmeden bir şey
söylenmez. Belki zarar değil de siz zarar sanmış da olabilirsiniz.
Ahmaklık, kârını zararını bilmemek, iyiyi kötüyü ayıramamak, körü
körüne bir şeye saplanıp gitmektir. İyilik yapıyorum sanarak kötülük eder,
fitneye sebep olur. Susulacak yerde konuşur. Çeşitli zararlara sebep olur.
Atalarımız, (Ürümesini bilmeyen it, sürüye kurt getirir) demişlerdir.
Bir ayı, kendisine faydası dokunan kişiye iyilik etmek ister. O kişi
uyurken, yüzüne konan sinekler rahatsız etmesin diye, onlara taşla vurur.
Tabii, o kişinin yüzü de parçalanır. Bunun için, (Akıllı düşman, ahmak
dosttan iyidir) demişlerdir. Böyle dostlardan, iyilik yerine zarar gelir.
Onlardan uzak durmalıdır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Ahmakla ilgini kes.) [Beyheki]
Ahmak insanı iknaya çalışmak da boşunadır. Ona ne söylense
faydasızdır. Fayda yerine zararı olur. Tartışmaya hiç gelmez. Bir hadis-i
şerif meali de şöyledir:
(Ahmağa cevap verilmez.) [İslam Ahlakı]
Hadis imamlarından İbni Hibban hazretleri de, (Ahmağa verilecek en
güzel cevap susmaktır) buyurmuştur. Tartışmak sadece ahmakla değil,
herkesle de zararlıdır. (Tartışma, dostların dostluğunu azaltır,
düşmanın düşmanlığını artırır) demişlerdir.
Ahmakla görüşmek
Sual: (Ahmaklardan uzak durmak gerekir) deniyor. Ahmaklık, bir
kimsenin elinde midir? Bir de, herkes ondan uzak durursa, yalnızlığa itilmiş
olmaz mı?
CEVAP
Uzak durun demek, hiç görüşmeyin, yalnız bırakın, tamamen irtibatı
kesin demek değildir. Ahmak olan kimse, iyilik ettiğini sanarak kötülük
eder, fitneye sebep olur. Susulacak yerde konuşur. Çeşitli zararlara sebep
126
www.dinimizislam.com
olur. Bundan dolayı, (Fazla samimi olmamalı, ona sır vermemeli ve
onunla konuşurken çok dikkatli olmalı) denmek isteniyor.
Doğruyu bulmak için güzel bir dua
Sual: Akılla doğruyu bulamaz mıyız?
CEVAP
Aklımıza uyarsak doğruyu bulmamız çok güç olur. Her fırkadaki insan,
“Bu fırka doğru yolda” diyerek ona girmiştir. Bu işte selim olmayan akıl ölçü
olmaz. Ölçü olsaydı, 72 sapık fırka meydana çıkmazdı. Dini veya dinsiz
fırkalara girenler de, aklına göre bu fırkaları tercih etmişlerdir. Akla
uyulursa, insan sayısı kadar fırka meydana çıkar.
Allahü teâlâ, İslamiyet’i doğru olarak öğrenmek isteyene, bunu nasip
edeceğini vâd buyurmuştur. Rabbimiz vâdinden dönmez. Bunun için, Ya
Rabbi! Sana inanıyorum, seni ve Peygamberlerini seviyorum. İslam
bilgilerini doğru olarak öğrenmek istiyorum. Bunu bana nasip et ve
beni, din düşmanlarına aldanmaktan koru diye dua etmeli, istihare
yapmalıdır. Cenab-ı Hak ona doğru yolu gösterir.
Bütün Müslümanların da, aynı şekilde dua etmekten çekinmemeleri
gerekir. Ya Rabbi hangi fırkadaki Müslümanlar doğru yolda ise, senin
rızan hangisinde ise, bana onu nasip eyle diye dua etmelidir. Dua
ederken, duanın şartlarını gözetmelidir. Şartlarına uygun dua edilince, dua
kabul olur. Dua kabul olunca da, doğru olan, hak olan bulunmuş olur.
Aklın tefsiri
Sual: Bazı kimseler, (S.Ebediyye’de, insanların, cinlerin ve meleklerin
hakkı bâtıl ile karıştırabilecekleri yazıyor. İnsanların içinde Peygamberler
de olduğuna göre, Peygamber nasıl hakkı bâtıl ile karıştırabilir? Cinden de
evliya olabilir, melekler ise zaten günah işlemez) diyorlar. Bu işin aslı
nedir?
CEVAP
O yazı, Ondördüncü asrın müceddidi Seyyid Abdülhakim Arvasi
hazretlerinin (Aklın tefsiri) başlıklı yazısında geçiyor. Yazıdaki o kısım
aşağıdadır. Yazının tamamı S.Ebediyye’den okunursa iddia sahiplerinin
cahilliği iyice anlaşılır. Yazıda; Akıl ikiye ayrılıyor, selim akıl, sakim akıl
diye. Selim akıl Peygamberlerde bulunur ve hiç yanılmaz buyuruluyor.
Melekler de, (Âdem’e secde edin) emrinden sonra, günah işlemeyecekleri
için yanılma söz konusu olmaz. Yani Allahü teâlâ, Peygamberlere de,
meleklere de yanılmayacak şekilde akıl vermiştir. Bu akla, selim akıl
127
www.dinimizislam.com
dendiği aşağıdaki yazıda bildiriliyor. Yazıda, Peygamber ve melek hakkı
bâtıl ile karıştırabilir diye bir ifade geçmiyor. Aklın özelliği anlatılıyor. Akıl,
hakkı bâtıl ile karıştırabilir; ama selim olan akıl karıştırmaz buyuruluyor. O
halde, Peygamberlerin ve meleklerin hakkı bâtıl ile karıştırdıkları elbette
söylenemez.
Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin yazısının o kısmı şöyledir:
(Akıl, anlayıcı bir kuvvettir. Hakkı bâtıldan, iyiyi kötüden, faydalıyı
zararlıdan ayırt etmek için yaratılmıştır. Bunun için, hakkı bâtıl ile
karıştırabilecek olan insanda, cinde ve meleklerde akıl yaratılmıştır. Allahü
teâlânın kendisinde ve Ona ait bilgilerde, hakkın bâtıl ile karıştırılması
olamayacağından, o bilgilerde, akıl yalnız başına senet olamaz. Mahluklara
ait bilgilerde, hakkı bâtıl ile karıştırmak mümkün olduğundan, bu bilgilerde
aklın işe karışması doğru olur.
Akıl, başlıca iki kısımdır: (Selim akıl), (Sakim akıl) Bunların her ikisi
de akıldır. Tam selim akıl, hiç yanılmaz, hata etmez. Pişman olacak hiçbir
harekette bulunmaz. Düşündüğü şeylerde asla hata etmez. Hep doğru ve
sonu iyi olan işlerde bulunur. Doğru düşünür ve doğru yolu bulur. İşleri hep
doğrudur. Böyle akıl, ancak Peygamberlerde bulunur. Her başladıkları işte
muvaffak olmuşlardır. Pişman olacak, zarar görecek bir şey
yapmamışlardır.
Evet, akıl hüccettir, doğru yolu gösterir. Fakat, selim olan akıl gösterir,
her akıl değil. Demek oluyor ki, selim olmayan akılların, yanıldıkları için, bir
hakikati kabul etmemeleri, uygun bulmamaları, bir kıymet bildirmez. Selim
olan akıllar, yani Peygamberlerin akılları, din hükümlerinin hepsinin pek
yerinde ve doğru olduklarını açıkça görür.)
Akılla nakil çakışırsa
Sual: (Akılla nakil çakışırsa, akla uyulur) veya (Akılla nakil
çelişirse akıl esas alınır, nakil akla göre tevil edilir) sözleri muteber
midir?
CEVAP
Evet, sözler muteberdir; fakat açıklamasını İslam âlimlerinin
kitaplarından almak lazımdır. Selim aklın gösterdiği bir hakikat, hiç
değişmez. Selim akılla, nakil zaten çelişmez.
Aklın da bir anlayış sınırı vardır. Bu sınırın dışında olan bilgileri, akıl
bulamaz ve anlayamaz. Akıl, erişemediği şeyleri anlamaya kalkışırsa
yanılır, aldanır. Böyle bilgilerde akla güvenilemez. Mesela, Allahü teâlânın
sıfatları, Cennette ve Cehennemde olan şeyler, ibadetlerin nasıl yapılacağı
gibi şeyler böyledir. Akıl bunlara eremez. Bu bilgilerde akılla nakil
128
www.dinimizislam.com
çakışırsa, çelişirse nakle uyulur, aklın yanıldığı anlaşılır. Nakil ile fen
bilgisinde çatışma olduğu zaman ise, akla uyulur. Yani nakil, akla uygun
olarak açıklanır.
(Akılla nakil çakışırsa, akla uyulur) sözü sanki bir kural olarak
söylenmiş, bir örnek gösterilmesi imkânsız gibidir. Bunun gibi, (Allahü
teâlâyı dünyada görmek caizdir, fakat gören olmamıştır. Gördüm
diyen zındıktır) buyuruluyor. Caiz olmak ayrı şey, gördüm demek ayrı
şeydir. Akılla nakil çakışırsa, akla uymak caizdir, ama akılla çelişen bir
nakil varsa da biz bilmiyoruz.
Aklın bittiği yer
Sual: (Mirac, aklın bittiği, imanın başladığı yerdir) deniyor. Bu ne kadar
yanlıştır. Akıl bitince her şey biter. Akılsız iman olur mu hiç?
CEVAP
Bir saniyede, Mekke’den Kudüs’e oradan da göklere, cennete,
cehenneme gidip geri gelmek aklen mümkün mü? Aklen mümkün olsaydı,
bütün müşrikler iman ederdi. Aklen mümkün olmadığı için, sahabe hariç,
diğer iman edenler inanmayıp mürted oldular. (Bu kadarı da olmaz) dediler;
ama Hazret-i Ebu Bekir aklı devreden çıkarıp, (O demişse elbette
doğrudur, bir anda gider gelir) dedi. Bu akılla değil, imanla söylenmiş bir
sözdür. Akılla söylenmiş söz olsaydı, kendisine (Sıddık) denmezdi.
Mevlana Celaleddin-i Rumi hazretleri, hocasını tanıdıktan sonra, onu
çok sevmesine rağmen, onun işlerine, sözlerine aklı ermiyordu. Baktı, iş
felakete gidiyor, aklına değil hocasına uydu. En sonunda gerçeklere vakıf
olunca, (Aklımı bıraktım, hocama tâbi olup kurtuldum) buyurdu.
Akıl herkeste eşit değildir. En yüksek akıl ile en aşağı akıl arasında
binlerce derece vardır. Her işte ve hele dini işlerde akla güvenilemez. Din
işleri, akıl üzerine kurulamaz; çünkü akıl bir kararda kalmaz. Herkesin aklı
birbirine uymadığı gibi, selim olmayan akıl bazen doğruyu bulur, yanılması
ise daha çok olur. En akıllı denilen kişi, uzman olduğu dünya işlerinde bile
çok hata eder. Hele ahiret bilgilerinde akla hiç güvenilmez.
İnsanların şekil ve ahlâkları gibi, akıl ve ilimleri de, farklıdır. Birinin
aklına uygun gelen bir şey, başkasının aklına uygun gelmeyebilir. O hâlde,
din işlerinde akıl tam bir ölçü olamaz. Ancak akılla din birlikte olursa, tam
ve doğru bir vesika ve ölçü olur.
Her ne kadar akıl, iyiyi kötüden ayıran bir kuvvetse de, her işte ölçü
olmaz. Allah’a ait bilgilerde akıl senet olmaz. Akıl, kendi başına dinin emir
ve yasaklarını bilseydi, peygamberlere, kitaplara lüzum kalmazdı.
Peygamberlerin, aklın üstünde bulunan sözlerini akla danışmaya
129
www.dinimizislam.com
kalkışmak, akla aykırı bir iş olur. Engin denizde, acemi kaptanın pusulasız
yol almasına benzer.
Ahiret bilgileri ve Allahü teâlânın beğenip beğenmediği şeyler ve Ona
ibadet şekilleri, eğer aklın çerçevesi içinde olsalardı ve akıl ile doğru olarak
bilinebilselerdi binlerce peygamberin gönderilmesine lüzum kalmazdı.
İnsanlar, dünya ve ahiret saadetini kendileri bulurdu. Allahü teâlâ, hâşâ
peygamberleri boş ve lüzumsuz yere göndermiş olurdu. Hiçbir akıl, ahiret
bilgilerini bulamayacağı, çözemeyeceği içindir ki, Allahü teâlâ, her asırda
dünyanın her yerine peygamber göndermiş ve en son ve kıyamete kadar
değiştirmemek üzere ve bütün dünyaya, peygamber olarak Muhammed
aleyhisselamı göndermiştir. Aklı almasa da, Resulullahın bildirdiklerine
inanıp amel eden kurtulur.
İman ve akıl
Sual: Gayba inanmak, yani görmeden inanmak doğru değildir. İnsan
anlamadığı şeye nasıl inanır? İlk gelen emir, oku değil mi? Burada da akla
hitap var. Mesela şimdi birisi, ben peygamberim, bana vahiy geliyor dese,
akılla incelemeden ona hiç inanılır mı? Aklı olmayan mükellef olur mu?
Aklın görevi nedir?
CEVAP
Aklı olmayan kimse, zaten mükellef yani sorumlu olmaz, fakat bu ayrı
bir konudur. Allahü teâlânın varlığını, birliğini ve Resulullah’ın Peygamber
olduğunu anlamakta, aklın, felsefi ve tecrübi ilimlerin yardımı büyüktür,
fakat bunların yardımıyla Resulullah’a inandıktan sonra, Onun bildirdiği
şeylerin her biri için akla, felsefeye ve tecrübi ilimlere danışmak doğru
olmaz, çünkü akılla, tecrübe ve felsefe yoluyla elde edilen birçok bilgilerin,
zamanla değiştiğini, yenileri bulununca, eskilerinin atıldığını gösteren
örnekler literatürlerde az değildir.
Seyyid Abdülhakim-i Arvasi hazretleri, imanı şöyle tarif ediyor:
(İman, Muhammed aleyhisselamın, Peygamber olarak bildirdiği
şeyleri, akla, tecrübeye ve felsefeye danışmadan, tasdik etmek ve
inanmaktır. Akla uygun olduğu için tasdik ederse, aklı tasdik etmiş olur,
Resulü tasdik etmiş olmaz veya Resulü ve aklı birlikte tasdik etmiş olur ki,
o zaman Peygambere itimat tam olmaz. İtimat tam olmayınca, iman
olmaz.)
İmanın geçerli olması için, gayba iman etmek şarttır. Kur’an-ı kerimde
müminler övülürken, (Onlar gayba inanırlar) buyuruluyor. Mesela Cennet,
Cehennem gibi şeyler akılla anlaşılmaz, nakille anlaşılır. Allahü teâlâ
Cennet var diyorsa vardır, Cehennem var diyorsa vardır, melekler var
130
www.dinimizislam.com
diyorsa vardır, cin var diyorsa vardır. Bunlar akılla anlaşılsaydı
peygamberlere, kitaplara lüzum kalmazdı. Herkes aklıyla doğruyu
bulabilirdi. Namazın nasıl kılınacağı, diğer ibadetlerin nasıl yapılacağı da,
akılla anlaşılmaz, nakille anlaşılır. Aklın görevi, naklin sağlam yerden, yani
Peygamberden geldiğini anladıktan sonra, hiç tereddüt etmeden ona
inanmaktır.
Akıl, her şey demek değildir. Sonra herkesin aklı aynı da değildir, onun
için akıl, şaşmaz ölçü olamaz. Öyle olsa herkes aynı şeyi söyler, herkes
aynı düşünür. Herkes aynı dine, aynı mezhebe inanır, herkes aynı partili
olur, farklı görüşe rastlanmaz. Farklı dinler, farklı partiler, farklı görüşler
olduğuna göre, akılların da farklı olduğu anlaşılır. Böyle farklı olan akla
nasıl güvenilir ki? Onun için nakil şarttır. Nakle inanmak için de, aklı
kullanmak şarttır.
Mesela akıl, asırlardır doğup batan güneşe bakar, hiç ısısının ve
ışığının eksilmediğini görür. Kâinattaki yıldızlara, gezegenlere, insanın
vücut yapısına, meyvelere, hayvanlara bakar. Buradan, kâinatın bir
yaratıcısı olduğunu anlar ve ona inanır. Bu da, gayba inanmak demektir.
Yoksa yaratıcıyı görmesi mümkün değildir. Yaratıcıyı, ancak eserleriyle
anlar. Yine akılla, peygamberlere, kitaplara inanır. Orada bildirilenlere
inanır. Akılla, Kur’an-ı kerimdeki şeyler doğru mu diye ölçemez. Aklın
buradaki görevi, (Bu kâinatı yoktan yaratan Allah, Kur’an-ı kerimde de
yanlış şey bildirmez) diye inanmaktır, akıl gerisine karışmaz. İnandıktan
sonra da, artık akla değil, nakle itibar eder.
Nakilden öğreniyoruz ki; akıl hakla bâtılı, eğriyle doğruyu ayıran bir
kuvvettir. Allahü teâlâ Kur’an-ı keriminde, Peygamber efendimiz de hadis-i
şeriflerinde, şu doğru, şu yanlış diyor. Akılla bunları öğreneceğiz.
Öğrenmeyen milyarlarca insan var, onlar elbette sorumludur. Onlara niye
öğrenmedin diye sorulacak. Öğrenmişsen öğrendiğini niye yapmadın diye
sorulacak. Naklî bilgilerle doğruyu eğriyi niye bulmadın diye sorulacak. İşte
kitap burada, niye bununla amel etmedin diye sorulacak. Kitaba
bakmadan, aklınla bunları bil denmeyecektir. Kitabın gönderilmesi doğru
ve eğrinin bilinmesi içindir. Akılla bu kitaptan doğru eğri öğrenilir. Akıl kendi
başına, kitap olmadan, bu doğruları eğrileri bilemez. Bilebilseydi zaten
kitap gönderilmezdi. Kitap gönderildiği halde öğrenmeyip doğruyu eğriyi
bilmeyen sayısız insan var. Akılla bunları bilemiyorlar, bulamıyorlar. Demek
ki, kitaptan, nakilden öğrenmekten başka çare yoktur.
(Ben peygamberim, bana vahiy geliyor) diyen çıksa, bunun doğru
mu yanlış mı olduğunu akılla nasıl biliriz ki? Ancak nakille bilinir. Mesela
Amerika’da bir deli, (Ben peygamberim, bana vahiy geliyor) dedi. Eğer
131
www.dinimizislam.com
bu, akla ters gelseydi, ona binlerce kişi inanmazdı. Hepsi de, kendi
akıllarına yattığı için inandılar, ama biz, nakle aykırı olduğu için inanmadık.
Muhammed aleyhisselamdan sonra peygamber gelmeyeceğini nakilden
öğrendik. Aklımızı değil, naklimizi kullandık. Aklını kullanan binlerce insan,
o sapık adamı resul olarak kabul etti.
(Ben resulüm) diyen gibi, (Ben mehdiyim) diyen de çıktı. Nakli değil
de, aklını kullananların çoğu onu tasdik etti. Biz nakle baktık. Mehdi’nin
vasıfları var. Adı Muhammed, babasının adı Abdullah olacak. Gökten bir
melek, (Bu Mehdi’dir) diyecek, bunu herkes duyacak. İsa aleyhisselam
gelecek, Deccal ile savaşacaklar. Daha bunun gibi yüzlerce mesele var.
Bunlar olmayınca, onun Mehdiliğine inanmadık. Aklımızı kullansaydık,
diğer cahiller gibi biz de, onun Mehdi olduğuna, sapık fikirlerine inanırdık.
Oku emrinin de, akılla hiç ilgisi yoktur. Okumak, nakli bilgileri
öğrenmek için yapılır. Naklî bilgileri bilmeden, nasıl neye inanacağımızı
bilemeyiz. Din ilimlerini öğrenmek, nakli öğrenmek demektir. Hatta nakle
itibar etmeyen kimse, aklının ölçüsünde sapıtır. Kendini ne kadar çok akıllı
zannederse, naklî bilgileri de o oranda kendi aklıyla ölçmeye çalışır. Ne
kadar akıllı olursa olsun, bir kimsenin ilmi yoksa hiç kıymeti olmaz. İlim
demek de, nakli bilmek demektir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Dini aklıyla ölçmek kadar zararlı şey yoktur. Böylece helâle
haram, harama da helâl denmiş olur.) [Taberani]
Hazret-i Ali buyuruyor ki:
(Din, akılla olsaydı, mestin üstünü değil, altını mesh ederdim.)
[Ebu Davud]
İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
Dinin hükümlerini kendi aklıyla anlamak ve aklı ona rehber etmek
isteyen, Peygamberliğe inanmamış olur. Onunla konuşmak akıl işi değildir.
(1/214)
Din kitabı okumak
Sual: Ateist bir dayım var, (Din kitabı okuma, çok ibadet etme, aklını
kaybedersin) diyor. Din kitabı okumak ve ibadet etmek akla zarar verir mi?
CEVAP
Asla zarar vermez, aksine zihnin açılmasına ve aklın kuvvetlenmesine
sebep olur.
Kötü huydan kurtulmak için, İslamiyet’e uyarak kalbi kuvvetlendirmek
ve nefsi zayıflatmak lazımdır. Aklı kuvvetlendirmek, İslam bilgilerini okuyup
öğrenmekle mümkündür. Kalbin kuvvetlenmesi yani temizlenmesi de,
İslamiyet’e uymakla olur. (İ. Ahlakı)
132
www.dinimizislam.com
Vesveseli kimseler, yanlış yaptım sanarak durmadan ibadet ediyorlar.
Bunun Müslümanlıkla ilgisi yoktur. Din kitabı okuyup da doğrusunu
öğrenmedikleri için vesveseye kapılıyorlar.
Sırf Allah'ın varlığını ispat için deliller arayan da, vesvese ve şüphe
içine girer. Bu da dine aykırıdır.
Namaz kılmak, oruç tutmak gibi ibadetler insanın ufkunu açar,
hafızasını kuvvetlendirir. Bunları terk eden günah işlemiş olur. Günah
işleyen de unutkan olur, ahmaklaşır, aklı da azalır. Çünkü Peygamber
efendimiz, Ebudderda hazretlerine buyuruyor ki:
(Aklını artır ki, Rabbine yakınlığın artsın! Haramlardan sakın,
farzları yap, akıllı olursun.) [İbni Muhber]
(Günah işleyenin bir aklı gider, bir daha geri dönmez.) [İ. Gazali]
İbni Mesud hazretleri, (Günah işleyen, bildiklerinden bazısını unutur)
buyurdu. (İhya)
Peygamber efendimiz akıllıyı şöyle tarif ediyor:
(Akıllı, Allah’a ve Peygamberine inanıp ibadetini yapan kimsedir.)
[İbni Muhber]
(Akıllı, nefsine uymaz, ibadetlerini yapar, ahmak olan da nefsine
uyar, günah işler, sonra da Allah affeder diye ümit eder.) [Tirmizi]
Felsefe nedir
Felsefe nedir
Sual: Felsefe nedir?
CEVAP
Felsefe = Philosophie, Yunanca “philos” [sevgi] ve “sofia” [hikmet]
kelimelerinden meydana gelmiş, “hikmet sevgisi” demektir. Felsefe, bir
konu üzerinde insanların akıl ve mantık yolu ile inceleme ve araştırmalarla
elde ettikleri sonuçlardır. Her şeyin aslını arama ve ne için var olduğunun
sebebini bulmak için çalışma demektir. Felsefe ile meşgul olanların, hem
ruh, hem de fen bilgilerinde çok derin bilgi sahibi olması gerekir. Fakat bir
insanın ne kadar ilmi olursa olsun, yanlış düşünebilir veya yaptığı
araştırmalardan yanlış sonuçlar çıkarabilir. İşte bunun içindir ki, felsefe,
hiçbir zaman kesin sonuçlar vermez. Bir kere de, bunu işiten insanın kendi
akıl ve mantık süzgecinden geçirmesi gerekir.
Her felsefenin bir de zıddı vardır. Her iki düşünceyi karşılaştırmak
gerekir. Birçok felsefi düşünceler zamanla değişebildiği için hiçbir zaman
kesinlik taşımaz. Dinimizdeki nasslar ise kesindir, tartışılmaz.
133
www.dinimizislam.com
Her çağda gelen filozoflar, öncekilerin yanlışlarını göstererek kısmen
veya tamamen reddettiler. Eski Yunan filozoflarından Eflatun ve
Aristo’nun, daha sonra gelen filozoflar üstündeki tesirleri daha uzun sürdü.
Bugünkü felsefeyi İngiliz filozofu Bacon ile Fransız filozofu Descartes’in
kurduğu kabul edilir. Filozoflar içinde Sokrat, Aristo, Eflatun, Epikuros,
Farabi, İbni Rüşd, Bacon, Dekart, Spinoza, Kant, Hegel, Karl Marx, August
Compte, Bergson meşhurlarıdır. Bunların hiçbiri, yanlışsız bir sistem
kuramamıştır.
Filozoflar, iman bakımından üçe ayrılır:
1- Dehriyyun: “Bu âlem böyle gelmiş, böyle gider. Bu âlemin
yaratıcısı yoktur” derler.
2- Tabiiyyeciler: Bir yaratıcıya inanırlar; ama ahireti inkâr ederler.
3- İlahiyyun: Bunlar ilk iki görüşü red ederlerse de, Peygamberlere ve
bedenen dirilmeye inanmazlar.
Yunan felsefecileri, (Kâinat, Allah gibi, ezeli ve ebedidir, Allah cüzi
olan şeyleri bilmez, bedeni bir dirilme yoktur) diyorlar. İslam âlimleri, kâinatı
ezeli ve ebedi bilen böyle felsefecilere kâfir demiştir.
İslam dininde felsefe yoktur. Felsefenin cevap aradığı soruların
hepsine, aksi iddia ve ispat edilemeyecek şekilde dinimiz cevap vermiştir.
Felsefecilerin uğraştığı her şeyi dinimiz açıklamıştır. Bunlar, tekniğin
değişmesiyle değişmez. Batılılar, dinimizdeki tasavvufu, felsefe
zannetmişler ve tasavvuf büyüklerine İslam filozofu demişlerdir. İslam
felsefesi tâbiri de bu yanlışlıktan doğmuştur.
İslam felsefesinden bahsedenler, 72 sapık fırka mensuplarıdır. Bu
bozuk fırkaların ortaya çıkışında eski Yunan, Hind ve Acem felsefesinin
karıştırılmasının ve âyetlerin, nakle göre değil, akla göre açıklanmasının
büyük etkisi olmuştur.
Felsefeden farklı ve bir ibadet olan tefekkür ikiye ayrılır:
1- Allahü teâlânın büyüklüğünü, kudretini düşünerek, kendisinin acz ve
zayıflığını anlamak, eserden müessire [o eseri yaratana] yol bulmaktır.
2- Fen ilmini, İslam dininin bildirdiklerine uygun, insanların rahatını
temin etmek maksadıyla kullanmak için akıl yormaktır.
İmam-ı Gazali hazretleri, “Akıl daha kendisinden bile habersizdir. Her
şey peygamberlik gerçeğindedir. Bu gerçeğe yapışarak kurtuldum”
demiştir. Hazret-i Mevlana; “Hocamı bulunca aklımı bıraktım ve kurtuldum”
demiştir. Felsefede kuru akılcılığı yıkan Bergson’a, “Akılcılığı yine akıl ile
yıktın” denildiğinde, “İşte aklın atacağı en son adım kendi aczini ve hiçliğini
anlamasıdır” demiştir.
134
www.dinimizislam.com
İslam dünyasında aklı ölçü alan bir felsefe olmamış, vahye uygun
tefekkür olmuştur. Farabi, İbni Sina, İbni Rüşt gibi filozoflar ve bid’at
fırkaları, Yunan filozoflarının etkisinde kalıp, Kur’an-ı kerimi ve hadis-i
şerifleri kendi akıllarına göre yorumladıkları için, doğru yoldan
ayrılmışlardır.
İnanmak ihtiyaç mı?
Sual: İnsanlar niçin Allah’a inanmak ihtiyacı duyarlar?
CEVAP
Bazı felsefeciler (İnsanda tapma ihtiyacı vardır. Bunun için de, ateşe,
güneşe, puta tapanlar olmuştur) diyorlar. İşin aslı ise şöyle:
Allahü teâlâ, insana, iyiyi kötüden, hakkı bâtıldan ayırması için akıl
vermiştir. Akıl, bir şeyin kendiliğinden olduğunu kabul etmez. Her şeyi bir
sebebe bağlar. İnsanın ve insandaki organların ve tabiattaki nizamın yerli
yerince yaratılmasını tesadüf olarak kabul edemez. Bunun gibi tabiatta
bulunan canlı cansız her şeyin, bir yaratıcı tarafından yaratıldığını ister
istemez kabul eder.
Tarihlerde bildirildiğine göre, mecburi olarak bir yaratıcıyı kabul eden
insan, bu yaratıcının ateş, güneş gibi şeyler olduğunu zannetmiştir. Çünkü
akılla Allahü teâlâyı bilmek mümkün değildir. Allahü teâlâ, her devirde, her
yere, en ufak köye kadar her ülkede Peygamberler göndermiştir. Bunlar,
Allahü teâlânın varlığını, birliğini ve emirlerini insanlara bildirmişlerdir.
Kâinattaki muazzam nizamı veya sadece insanın anatomisini
inceleyen bir kimse, bunun büyük bir kudretin eseri olduğuna inanır. Buna
inanan kimsenin de, Peygamberlerin bildirdiği dini kabul etmesi gerekir.
İnsan bir harikadır
İnsan, başlı başına bir harikadır. İnsan vücudunda lüzumsuz bir organ
bulunmaması, her organın bir vazife yapması, ayrıca ruh denilen
bilinmeyen muazzam bir kuvvetin bulunması, basit bir şey midir?
İnsanoğlunun yaratılması yanında, harika olarak kabul edilen şeyler çok
basit kalır. Hadis-i şerifte, (Kendini bilen Rabbini bilir) buyurulmuştur.
İnsan, kendi vücut yapısını iyi bir tetkik etse, ne muazzam bir varlık
olduğunu görür ve kendisini yaratanın varlığına ve birliğine inanır.
İlmi olan bir insan, kâinattaki canlı cansız bütün varlıklara bakarak,
bunların rastgele yaratılmadığını anlar. Kur'an-ı kerimde, tefekkürün
[düşünmenin] önemi bildirilir. Mesela güneş, dünyamıza çok yakın veya
çok uzak olsa idi ne olurdu? Çok yakın olsa, sıcak her şeyi yakar, hayat
olmazdı. Güneş çok uzak olunca da, dünya gerekli ısıyı alamayacağı için
yine hayat olmazdı. Güneşi insanların tam istifade edeceği yere koyan
135
www.dinimizislam.com
Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur. Gezegenlerin dünyamıza çarpmadan
dönmesini inceleyen bir fen adamı, elbette yaratıcıya inanır ve müslüman
olur. Kısacası fen ilmine vakıf olan bir ilim adamının, Allah’ı inkâr etmesi
mümkün değildir.
Normal bir aklın kabul ettiği bir gerçeği inkâr etmek, akla ve ilme
uymaz. Merhum Nasreddin Hocanın "Doğduğuna inanıyorsun da öldüğüne
niçin inanmıyorsun?" dediği gibi, kâinatı, ayı, yıldızı ve diğer varlıkları
gören kimse, bunları yaratan birinin bulunduğunu inkâr ederse, kendi
kendini yalanlamış olur.
Dünyadaki insanların çoğu, yaratıcıyı kabul etmektedir. Ancak
İslamiyet’i incelemedikleri için, kimi 3 tanrı inancına, kimi de, çeşitli
hurafelere saplanmıştır. Halbuki doğru tektir. İki nokta arasından yalnız bir
doğru geçer. Eğri çizgi ise çok olur. Mühim olan bu doğruyu bulabilmektir.
İslam felsefesi ve filozofu yoktur
Sual: Bazıları imam-ı Gazali’ye İslam filozofu diyorlar. Âlime filozof
denir mi?
CEVAP
İmam-ı Gazali hazretleri, kendi zamanındaki fıkıh âlimlerinin en üstünü
idi. Şafii fıkıh kitapları, hep onun kitaplarından vesikalar vermektedir.
Bu büyük İslam âlimine ve benzerlerine, (İslam filozofu), yazılarına ve
bütün (İlm-i kelam), yani (Akaid) kitaplarına da, (İslam felsefesi) diyorlar.
Halbuki, İslamiyet’te felsefe yoktur. İslam âlimleri, filozof değildir. Felsefe,
din, ruh ve ictimai bilgi cahillerinin, bu bilgilerden, kendi kısa akılları ile ve
zamanlarındaki fenni keşiflere göre, anladıklarına, yani bozuk
düşüncelerine denir. İslam âlimlerinin kitapları ise, ilim sahiplerinin, Kur'an-ı
kerimden ve hadis-i şeriflerden çıkardıkları bilgilerdir. İslam bilgilerine
felsefe demek, pırlantayı cam parçalarına benzetmek gibidir. İslam
âlimlerine felsefeci demek de, pırlantaya cam demek gibi olup, bu yüksek
âlimlere hakaret etmek olur.
Din düşmanlarının âlimlerimize saldırması
Din düşmanlarının, dine ve din âlimlerine saldırması yadırganmaz.
Âlimlerin de meşhur ve tesirli olanlarına saldırırlar. Özellikle imam-ı Gazali
hazretleri, onlar için hedef tahtasıdır. Dinimizi içten yıkmaya çalışan
reformcular da, aynı şeyi yapıyorlar. Bazı ahmaklar da, meşhur olmak için
cami duvarını kirletmeyi, yani İslam âlimlerine saldırmayı tercih ediyorlar.
İslam âlimi kime denir? Her dalda uzman olan âlimler vardır. Fıkıh
âlimi, hadis âlimi, tasavvuf âlimi, kelam âlimi, fen âlimi gibi. Bunların
hepsini bilene İslam âlimi denir. Bilmek de yetmez. Bildikleri ile amel
136
www.dinimizislam.com
etmesi ve ihlaslı olması da şarttır. Onun için ilim, amel ve ihlas sahibi olan
müslümana İslam âlimi denir. Bu üçünden biri noksan olana kötü din
adamı, yobaz denir. Mason Abduh, çömezi mezhepsiz Reşit Rıza ve
günümüzde bunların peşinden giden bid’at ehli birer yobazdır. İslam âlimi,
dinin bekçisi, yobaz ise, şeytanın yoldaşıdır. Dört mezhebin imamı, imam-ı
Rabbani ve imam-ı Gazali gibi müctehidler, İslam âlimidir. İşte Resulullah
efendimiz, bu âlimler için, (Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) buyurdu.
(İbni Mace)
İmam-ı Birgivi, “İslam âlimlerince yazılan bir din kitabına hakaret
etmek, bu âlimlerden biri ile alay etmek ve saygı göstermek gereken bir
şeye hakaret etmek, hakaret edilmesi gereken bir şeye saygı göstermek
küfürdür” buyuruyor.
Mezhepsizler, demagojiyi iyi becerirler. Mesela imam-ı Birgivi’nin
yukarıdaki sözünü alarak, “Sizler çelişki içindesiniz, Efgani ve Abduh gibi
âlimleri kötülediğiniz için kâfirsiniz” derler. Aynı mantıkla, imam-ı Gazali
hazretlerine saldırırlar. “Gazali, İslam filozoflarına kâfir diyor, Kur’ana aykırı
hadisleri İhya’sına almıştır, sahih hadisle, uydurma hadisi ayıramazdı.
Gazali şimdi yaşasaydı İhya’yı yazmazdı” gibi hezeyanlarda bulunuyorlar.
Mezhepsizler, bir hadisin Kur’ana aykırı olduğunu biliyor da, koca imam
bilemiyor mu?
Büyük âlim İbni Hacer-i Mekki hazretleri, imam-ı Gazali hazretlerinin
yazılarında kusur bulan kimse, ya hasetçidir veya zındıktır buyuruyor.
(El- i’lam bi-kavâti’il-islam)
İbni Âbidin hazretleri, imam-ı Gazali, zamanının hüccet-ül-İslamı ve
âlimlerin en üstünü idi. Ona dil uzatan kimse, cahillerin en cahili,
fâsıkların en kötüsüdür buyurdu. (El-Ukud-üd-dürriyye)
Kâtip Çelebi, Bütün din kitapları yok olsa, imam-ı Gazalinin
kitapları, bu boşluğu doldurabilir, hatta İhyâ’sı bile kâfi gelir diyor.
Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri de, imam-ı Gazali’nin İhyâ
kitabı, bütün âlimlerce doğru ve yüksektir. Bir gayrı müslim, severek
yapraklarını çevirirse, müslüman olmakla şereflenir buyuruyor.
Felsefe zamanla değişir, din asra göre değişmez
Sual: Bir yazar diyor ki: (Felsefe camilere de girmelidir. Camilerde,
resim sergileri açılmalı, klasik müzik konserleri verilmelidir. Kur'an,
Cennete gitmek için bir vize kitabı oldu. İctihad kapısı artık açılıp yeni
yorumlar yapılmalı, Kur'an felsefeleşmeli, Kur'an tefsirleri yeniden gözden
geçirilmeli, zamana göre yeniden yorumlanmalıdır. Ben Londra’da kilisede,
felsefe konuşmaları, Beethoven ve Mozarttan örnekler dinledim. Resim
sergileri izledim. Kilisede olanlar, camide de olmalıdır.)
137
www.dinimizislam.com
Bu iddiaya cevap verir misiniz?
CEVAP
Felsefenin ne olduğu geniş olarak izah edilmişti.
İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
(Felsefe, doğru gibi görünen, fakat çoğu bozuk olan sözlerdir.
Tecrübeye, hesaba dayanmayan şahsi düşüncelerdir.) [Redd-ül-muhtar]
Kur'an-ı kerimde âyetler ikiye ayrılır: Anlamı açık olanlara (Muhkem
âyetler), manası açıkça anlaşılmayanlar, ayrıca tefsire, izaha muhtaç
olanlara (Müteşabih âyetler) adı verilir. Hadis-i şerifler de, muhkem ve
müteşabih olmak üzere iki kısımdır. Bunları tefsir etmek mecburiyeti, İslam
dininde (İctihad) müessesesinin kurulmasına sebep olmuştur. Peygamber
efendimiz de, bizzat ictihad yapmıştır. Onun ve Eshab-ı kiramın ictihadları,
İslam bilgilerinin temelidir.
5. Abbasi halifesi Harunürreşid zamanında, Bağdat’ta (Dar-ül-hikmet)
isminde büyük bir tercüme bürosu kuruldu. Bağdat, Şam, Harran, Antakya
gibi yerlerde, böyle ilim merkezleri kurulmuştu. Buralarda Yunancadan ve
Latinceden eserler tercüme edildi. Hind, Fars kitapları da bunlara eklendi.
Gerçek Rönesans = eski kıymetli eserlere dönüş, ilk defa Bağdat’ta
başladı. Yunan filozoflarının eserleri Arabiye tercüme edildi. İslam âlimleri
bunları dikkat ile tetkik ettikten sonra, Yunan filozoflarının bazı fikirlerinin
doğru, ekserisinin de yanlış olduğunu ispat ettiler. Onların, fen ve din
bilgilerinin çoğunda cahil oldukları, aklın anlayamadığı bilgilerde, daha çok
yanıldıkları görüldü. İmam-ı Gazali, imam-ı Rabbani gibi hakiki âlimler, bu
felsefecilerin iman bilgilerine inanmadıklarını görmüşler, küfürlerine sebep
olan yanlış inanışlarını bildirmişlerdir.
Hakiki İslam âlimleri, kelam bilgilerinde, Müteşabih âyet ve hadislerin
açıklamalarında, yalnız Resulullahın ve Eshab-ı kiramın ictihadlarına
uymuşlar, eski felsefecilerin bunlara uymayan fikirlerini reddetmişler,
böylece İslam dinini, hıristiyanlık gibi bozulmaktan korumuşlardır. Cahiller
ise, filozofların her sözlerinin doğru olacağını sanarak, bunlara teslim
olmuşlardır. Böylece Mutezile denilen bozuk bir İslam fırkası meydana
çıktı.
İslam felsefesi olmaz
İslam’a felsefeyi karıştırarak, Eshab-ı kiramın yolundan ayrılan 72
fırkanın felsefelerini, İslam âlimleri uzun bildirmişlerdir. Bu büyük
âlimlerden biri, Seyyid Şerif Cürcanidir. Şerh-i Mevakıf kitabı, bu
vesikalarla doludur. Kelam âlimlerinden Sadeddin-i Teftazani de, Şerh-i
akaid kitabında, bid'at felsefesini kökünden yıkmıştır. Muhammed
Şihristaninin El-milel ven-nihal kitabı ise, başından sonuna kadar, bu
138
www.dinimizislam.com
reddiyelerle doludur. UNESCO tarafından Avrupa dillerine tercüme edilmiş,
İslamiyet’te felsefe bulunmadığını ve İslam felsefesi sözünün yanlış
olduğunu bütün dünya anlamıştır.
İmam-ı Gazali hazretleri, metafiziği de incelemiş, El-münkız ve
Tehafüt-ül-felasife kitaplarında, felsefecilerin yalnız akla dayandıklarını, çok
yanıldıklarını bildirmiştir. 72 bid'at ehli, Yunan filozoflarının etkisi altında
kalarak, felsefeyi dine karıştırıp İslamiyet’i yaralamışlardır. Bir taraftan, eski
yunan felsefesini din bilgilerine karıştırmışlar, bir yandan da, kendi
görüşlerine, düşünüşlerine göre din bilgilerini değiştirmişlerdir.
Cennete gideceği müjdelenen bir fırkanın [ehl-i sünnet vel cemaat
fırkasının] âlimleri ise, din bilgilerini, Eshab-ı kiramdan aynen almışlar,
felsefeyi ve kendi düşüncelerini bu bilgilere karıştırmamışlar, bu bilgileri,
kendi akıllarından üstün tutmuşlar ve İslam dinini noksan sanıp, felsefe ile
tamamlamaya kalkışan bir aklın noksan olduğunu ispat etmişlerdir.
Cami ve kilise
Bir kimsenin ihtisası dışında ilmi konularda konuşması ne kadar
uygunsuz oluyor. Hıristiyanlık, Müslümanlıkla aynı mı da, kilisede olanlar,
camide olmalı deniyor? Niçin kilisede olan camide olmalıdır? Eğer kilisede
olan, camide olacaksa, ne diye Müslümanlık gelmiştir? Herkes Hıristiyan
olur, kilisede müzik konseri verir, resim sergisi açar ve her istediğini yapar.
Fakat Müslüman olan, camide her istediğini yapamaz. Allahü teâlâ ne
istiyorsa, ancak onu yapar. Kilisede konser var diye camiye de sokarsak,
kilisede put var diye camiye put koyarsak, kilisede şarap var diye camiye
şarap koyarsak, caminin şeytanın evi olan kiliseden ne farkı kalır? İmam
yerine bir de papaz getirilir. Camiyi kiliseye çevirerek müslümanları
hıristiyanlaştırmak mı istiyor?
Her derneğin bir tüzüğü vardır. Kiminde, (18 yaşından küçükler
giremez) yazılıdır. Bir çocuk severler derneğine, her yaştaki çocuk geliyor
diye, bu derneğe de, 18 yaşından küçük olanı almak tüzüğe aykırı olmaz
mı? Bunun gibi İslam dininin de, belli hükümleri vardır. Kilisenin kanununa
uyulmaz, Müslümanlığın kanununa uyulur.
Müzik her dinde günahtır
Müzik kelimesi, Yunanlıların büyük putları olan Zeüsün kızları sayılan
Mausa (Müz) denilen 9 heykelin adından alınmıştır. Müzik, İlahi dinlerde
büyük günahtır. İncilin yasak ettiği müziği, sonradan papazlar,
Hıristiyanlığa soktular. Bozuk dinler, ruhları besleyemediği için, müziğin
nefse hoş gelmesi ruhani tesir
sanıldı.
139
www.dinimizislam.com
Batıdaki müzik, kilise müziğinden doğdu. Bugün yeryüzünü kaplayan
bozuk dinlerin hemen hepsinde, müzik ibadet halini almıştır. Müzikle,
nefsler keyiflenmekte, şehvani duygular rahat bulmakta, ruhun gıdası olan
ibadetler unutulmaktadır. İnsanı, alkolik ve morfinman gibi gaflet içinde,
uyuşuk yaşatmaktadır. Böylece çok kimsenin ebedi saadetten mahrum
kalmasına sebep olmaktadır. İslam dini, insanları bu felaketten korumuştur.
Dinde reform isteyen zat ise, camide müzik konseri vererek, bizi bu
felakete itmek istiyor. Ayrıca, Kur'an-ı kerimin felsefeleşmesini isteyip,
(Kur'anı yeniden yorumlayıp zamana uydurmalı) diyor. Kur'an-ı kerimin
zamana uymayan nesi vardır? Müslümanları Kur'an-ı kerime uydurmayıp
da, Kur'an-ı kerimi zamanımızdaki insanlara uydurmak, ne kadar çirkin bir
tekliftir. Her kafadan bir ses çıkartıp, Müslümanlığı Hıristiyanlık gibi bozmak
mı istiyor?
“Kur'anı her çağda, o asrın teknolojisine göre yeniden tefsir etmek
gerekir” diyerek Kur'an-ı kerimi asra uydurmaya çalışmak çok yanlıştır.
Tefsir, moda kitabı değildir. Her çağa, göre değişik tefsir olmaz. Dinimiz
eksik mi ki tamamlanacaktır? Yoksa fazlalık mı var ki çıkarılacaktır? Dinde
eksiklik ve fazlalık olmadığı için yeni bir tefsire ihtiyaç olmaz. Dine yeni bir
şey eklemek bid'at olur. Her çağa göre değişik tefsir yazmak, dini her
asırda, bozmak demektir.
Kur'an-ı kerimin manasını, onun muhatabı olan Muhammed
aleyhisselam bize bildirmiştir. Doğru tefsir kitabı Onun hadis-i şerifleridir.
Tefsir âlimleri, tefsirlerini, Peygamber efendimizden ve Eshab-ı kiramdan
naklederek meydana getirdiler. Bunların tefsirleri her asra uygundur.
Kur'an-ı kerimin emirleri, her asırdaki insan için aynıdır. Önceki asırlar için
başka, sonraki asırlar için başka manası yoktur. Kur'an-ı kerimi en iyi bilen
Peygamber efendimizdir. Onun açıklamaları bellidir. Bundan farklı
açıklamak, dini değiştirmek olur, reform olur.
Din, asra göre değişmez
Her asırda, her insana gereken iman ve ibadet aynıdır. Asra göre
bunlar değiştirilemez.
“Zaman sana uymazsa, sen zamana uy” sözü doğrudur. Zamana
uymak, zamanın gerektirdiği hususlara uymak demektir. Zamanın
değişmesiyle, örf ve âdete ait hükümler değişebilir. Nassa [Kur'an ve
hadislere], delile dayanan hükümler zamanla değişmez. Dine aykırı
olmayan örf ve âdete ait hükümler değişirse, bunlara uymakta mahzur
yoktur.
Herkes traktörle, kamyonla giderken, kağnı ile gitmek gerek diye ısrar
edilmez. Fakat günah olan bir şey, herkes tarafından yapılsa, buna
140
www.dinimizislam.com
uyulmaz. Zamana ait işlerin değişmesine, zamanın değişmesi denmiştir.
Böyle misaller Kur'an-ı kerimde de vardır. Mesela, (köy halkına sor)
yerine, (köye sor) denilmiştir. (Yusuf 82)
Türkçe’de de, (şu sınıf tembel) denir. Burada anlatılan, sınıfın kendisi
değil, oradaki talebelerdir. Zamana uymak da, zamanın icabı olan faydalı
işlere uymak demektir. Zararlı, günah olan şeylere uyulmaz.
Filozof ve hükema
Sual: Filozof ve hükema aynı şey midir?
CEVAP
Hükema’nın tekili hakîm’dir. Fen bilgilerini iyi bilen, hikmet sahibi âlim
demektir.
Din bilgilerini, fen bilgilerine göre değiştiren ve kendi görüşünü din gibi
anlatan, felsefe yapan kimseye filozof ve dinde reformcu denir. Bunlar
nakle itibar etmez, kendi akıllarını esas alırlar. Din bilgilerini, fen bilgileriyle
ispat eden Müslümanlara ise hükema denir.
Tasavvuf ve felsefe
Sual: Tasavvuf ehlinin felsefi fikirleri var mı?
CEVAP
Tasavvuf ehli, felsefeye bulaşmadı. (Kur’an-ı kerimi tam anlayabilmek
ve hakiki müslüman olmak için Peygamber efendimizin yalnız emir ve
yasaklarına değil, ahlakına ve her hâline uymalıdır) derlerdi.
Tasavvuf ehlinin yollarının esası şunlardır:
1) Fakirlik: Her işte, her şeyde Allahü teâlâya muhtaç olduğunu
bilmektir.
2) Zühd ve takva: Her işte İslamiyet’e uymaktır. Dinin bütün
ahkamına tamamen uyarak çalışmak, iyilik yapmak ve boş zamanlarını
ibadet ile geçirmektir.
3) Tefekkür, sükut ve zikir: Hep Allahü teâlânın varlığını, nimetlerini
düşünmek, lüzumsuz konuşmamak, hiç kimse ile münakaşa etmemek ve
daima Allahü teâlânın ismini zikretmektir.
4) Hâl ve makâm: Kalbe gelen nurlarda, kalbin, ruhun temizlenme
derecesini anlamak, kendini ve haddini bilmektir.
En meşhur ve ilk tasavvuf ehli Hasan-ı Basri hazretleridir. Bu zat, öyle
büyük bir din âlimidir ki, büyük bir imam [müctehid] idi. Kuvvetli seciyesi,
derin ilmi ile meşhurdur. Vaazlarında herkesin gönlüne Allah korkusu telkin
141
www.dinimizislam.com
etmeye çalışmıştır. Kendisinden birçok hadis-i şerif rivayet edilen büyük bir
hadis âlimidir.
Mutezile felsefesinin kurucusu (Vâsıl bin Atâ), bu zatın talebesi iken,
sonradan onun dersinden ayrıldı. Mutezil, ayrılan demektir. Mutezile’ye
Kaderiyye de denir. Çünkü bunlar, kaderi inkâr edip, (Kul kendi
yaptıklarının yaratıcısıdır. Allah hiçbir zaman fenalık yaratmaz) derler.
Tasavvufun gayesi, insanı Marifet-i ilahiyye’ye kavuşturmak, yani
Allahü teâlânın sıfatlarını tanıtmaktır. Onun zatını, yani kendisini tanımak
mümkün değildir. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem),
(Allahü teâlânın zatını düşünmeyiniz. Onun nimetlerini düşününüz)
buyurdu. Yani, Onun kendisinin nasıl olduğunu değil, sıfatlarını ve
insanlara verdiği nimetleri düşünmelidir. Bir defasında da, (Allahü teâlânın
nasıl olduğunu düşündüğün zaman, hatırına her ne gelirse, bunların
hiçbiri, Allah değildir) buyurdu.
İnsan aklının kapasitesi, sahası sınırlıdır. Bu sınırın dışında olanları
anlayamaz. Bunları düşünürse, yanılır. İnsan aklı, insan düşüncesi, din
bilgilerindeki incelikleri, hikmetleri anlayamaz. Bunun için, din bilgilerine
felsefe karıştıranlar, dinimizin gösterdiği doğru yoldan ayrılır, bid’at ehli
veya kâfir olur.
İslam felsefesi diye bir şey yoktur. Ehl-i sünnet âlimleri, (İslam
bilgilerinin ölçüsü, insan aklı, insanın düşüncesi değil, muhkem olan
[manaları açık olan] âyet-i kerimeler ve hadis-i şeriflerdir) buyuruyorlar.
Tasavvufun esası, insanın kendini (aczini, zavallılığını) tanımasıdır.
Tasavvuf, sırf Allah sevgisi, yüce [ulvi] aşk esası üzerine kurulmuştur.
Buna da ancak, Muhammed aleyhisselama uymakla kavuşulabilir. Kur’an-ı
kerimde beyan buyurulduğu gibi, Allahü teâlâ, insanın kalbine tecelli eder.
Fakat, bu tecelli yalnız Allahü teâlânın sıfatlarının tecellisidir. Akıl ile
alakası yoktur. Tasavvuf ehli, Allahü teâlânın tecellisini kalbinde duyar.
Onun için tasavvuf ehline ölüm bir felaket değil, güzel ve tatlı bir şeydir.
Tasavvuf ehlinden Mevlana Celaleddin-i Rumi, ölüme, Şeb-i arus =
Düğün gecesi adını vermiştir. Tasavvufta, keder ve ümitsizlik yoktur.
Yalnız sevgi ve tecelliler vardır. Hazret-i Mevlana, (Gel, gel, her kim
olursan ol gel, müşrik, mecusi, puta tapan da olsan gel! Bizim
dergahımız ümitsizlik dergahı değildir. Tevbeni yüz defa bozmuş
olsan da, gel) diyor. [Bu, gel de öyle kal demek değildir. Müslüman
değilsen müslüman ol, günahkâr isen tevbe et, önceki halinden dolayı
ümitsiz olma, Allahü teâlâ tevbe edilip bir daha yapılmayan her günahı
affeder demektir.] Bu sözler, başka zatlara da nispet edilmektedir.
142
www.dinimizislam.com
Tasavvuf ehli arasında, imam-ı Rabbani, Cüneyd-i Bağdadi, Seyyid
Abdülkadir-i Geylani, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Seyyid Abdülhakim
Arvasi gibi büyük veliler, Sultan Veled, Yunus Emre, Mevlana Halid-i
Bağdadi gibi Hak aşıkları vardır.
Vahdet-i vücud, tasavvufun gayesi değildir. Gayeye götüren
yolculuklarda, kalbde hasıl olan ve akıl ile, fikir ile, madde ile ilgisi olmayan
bilgilerdir. Bunlar kalbde bulunmaz, kalbde görünür. Onun için, vahdet-i
vücud yerine Vahdet-i şühud demelidir. Kalb, temizlenince, ayna gibi olur.
Kalbde görünenler, Allahü teâlânın zatı da, sıfatları da değildir. Sıfatlarının
suretleridir. Allahü teâlâ kendi, görme, işitme, bilme gibi sıfatlarının
suretlerini, benzerlerini, insanlara vermiştir. Verdikleri Onunkiler gibi
değildir. Onun görmesi, ezelidir, ebedidir. Her zaman, her şeyi görür.
Vasıtasız, âletsiz devamlı görür. İnsanın görmesi böyle değildir. İnsanın
görmesi, o görmenin sureti, zıllidir. Görmesinin zılli gözde, işitmesinin zılli
kulakta tecelli ettiği gibi, sevmesi, bilmesi ve başka birçok sıfatlarının zılleri
de, insanın kalbinde tecelli eder, hasıl olur.
Gözün görebilmesi için, hasta, bozuk olmaması gerektiği gibi, kalbin
de, bu tecelliye kavuşabilmesi için, hasta olmaması gerekir. Kalbin hasta
olması, günahlar ile kararmasıdır. Günahlardan kaçıp ibadet ederek kalbi
temizlemelidir.
Vehbi ilim ve ilham
Vehbi ilim ve ilham senet değildir
Sual: “Vehbi ilim, Allah tarafından ilham edildiği için kesbi ilme zıt
düşerse, vehbi ilmi tercih ederiz" demek uygun mudur? Vehbi ilim dinde
senet olur mu?
CEVAP
(Vehbi ilmi tercih ederiz) demek çok yanlış bir düşünce ve harekettir.
Çünkü dinde senet yalnız edille-i şeriyyedir. Bunlar, Kitab, Sünnet, İcma
ve Kıyas’tır. Akıl, ilham, rüya dinde senet olmaz. Çünkü, ilhamlara ve
rüyalara, vehim, hayal ve şeytan karışabilir. Karışmamış olanları da, tevilli,
tabirli olabilir. Doğruları, eğrilerinden ayırt edilemez. Evliyanın ilhamı
başkalarına senet olamaz.
İlham, Allah tarafından kalbe gelen bilgi demektir. Ehlullahın
ilhamlarının doğruluğu, İslamiyet bilgilerine uygun olmalarından anlaşılır.
Dine sarılmayan, bid'atten sakınmayan kimsenin söyledikleri, nefsten ve
şeytandan gelen bozuk fikirlerdir. İlm-i ledünni ve ilham, Muhammed
aleyhisselama uyanlara ihsan olunur. Bu ihsana kavuşanlar, Kur'an-ı
143
www.dinimizislam.com
kerimi ve hadis-i şerifleri iyi anlar. Her sözü bunlara uygun olur. Bugün din
bilgileri, ancak Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından öğrenilir.
İlham senet değil
Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki:
İlham ile dinimizin hükümleri anlaşılamaz. Yani, Allahü teâlânın,
evliyanın kalblerine verdiği bilgiler, helal ve haramlar için delil, senet
olamaz. Resulullah efendimizin mübarek kalbine gelen ilham, her
müslüman için senettir. Her müslümanın bunlara uyması gerekir. Evliyanın
ilhamı İslamiyet’e uygun ise, yalnız kendisine senettir. Başkalarına senet
olamaz. Buhari’deki hadis-i şerifte, (İlim üstaddan öğrenilir) buyuruldu.
Marifet ise ilham ile hasıl olur. İlim, ilham ile hasıl olmaz. İlmin kaynağı
Kur'an-ı kerim ve hadis-i şeriflerdir. (Berika s.385)
Mearif-i ilahiyye bilgileri, ilham ile hasıl olur, hocadan öğrenilmez.
İbadetlerin yapılması ve bütün din bilgileri ise, üstaddan öğrenmekle elde
edilir. Din bilgileri, ilham ile hasıl olsaydı, Allahü teâlânın Peygamberler ve
kitaplar göndermesine lüzum olmazdı. (Hadika s.378)
İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:
(Kıyas ve ictihad, dinin dört temelinden birisidir. Buna uymaya
emrolunduk. Evliyanın keşf ve ilhamları böyle değildir. Bunlara uymaya
emrolunmadık. İlham, yalnız sahibi için delildir, başkaları için senet
değildir.) [m. 272]
(Evliyanın keşfinde hata etmesi, yanılması, müctehidlerin ictihadda
yanılması gibidir; kusur sayılmaz. Bundan dolayı, Evliyaya dil uzatılmaz.
Müctehidlere uyanlara, onların mezhebinde bulunanlara da, hatalı işlerde
sevap verilir. Evliyanın yanlış ilhamlarına uyanlara, sevap verilmez. Çünkü
ilham, ancak sahibi için senettir. Müctehidlerin sözü ise, mezhebinde
bulunan herkes için senettir. O halde, Evliyanın yanlış ilhamlarına uymak
caiz değildir. Müctehidlerin hata ihtimali olan sözlerine uymak ise vaciptir.)
[m.31]
Kıl ucu kadar uygunsuzluk bulunursa
(Tasavvuf büyüklerinden birkaçı, kendilerini hâl ve sekr kaplayınca,
doğru yolun âlimlerinin bildirdiklerine uymayan bilgiler, marifetler
söylemişler ise de, keşf yolu ile anladıklarını bildirmişlerdir. Bunun için,
suçlu sayılmazlar. Bunlar ictihadında yanılan müctehidler gibidir. Onlar gibi,
bunların yanılmalarına da bir sevap verilir. Böyle, birbirine uymayan
bilgilerde, hep Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri doğrudur. Çünkü bunların
bilgileri, Peygamberlik kaynağından alınmıştır. Bu bilgiler, vahiy ile
bildirilmiştir. Elbette doğrudur. Tasavvuf büyüklerinin marifetleri ise, keşf ve
ilham ile anlaşılmaktadır. İlhamın, doğruluğu kesin değildir. İlhamın doğru
144
www.dinimizislam.com
olup olmadığı, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun olup olmaması
ile anlaşılır. Kıl ucu kadar uygunsuzluk bulunursa, yanlış demektir. İşin
doğrusu böyledir. İşin doğrusu bilinince, buna uymayan ilhamların, sapıklık
oldukları anlaşılır.) [m.112]
İkinci binin müceddidi imam-ı Rabbani hazretlerinin bu yazıları ile diğer
âlimlerin yazıları, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarına aykırı olan ve yanlış
olarak vehbi ilim mahsulü denilen sözlerin veya kitapların bozuk olduğunu
göstermektedir. Böyle görüş veya kitapların vehbi ilimle de bir alakası
olmadığı ilim ehlince kolayca anlaşılır.
Kesin olan edille-i şeriyyedir
Sual: Bir arkadaş, (Edille-i şeriyyeye [dört delile] aykırı olsa da,
evliyanın ilhamları senettir) diyor. Aşağıdaki sözleri senet olur mu?
CEVAP
Bir ilhamın veya kitabın doğru olup olmadığı edille-i şeriyye ile
anlaşılır. İlham adı altında dine aykırı şeyler söyleniyor veya yazılıyorsa hiç
kıymeti yoktur.
İmam-ı Rabbani hazretleri gibi bütün büyük âlimler, (İlham senet
değildir. Kesin olan edille-i şeriyyedir. Bunlara aykırı olan ilhamlar
senet olamaz) buyuruyor.
Bildirdiğiniz sözlere bakalım:
Büyük ilim adamı [Mason] Abduh, bir üstaddır deniyor. Bu bir
ilhamsa yanlıştır. Abduh mason olmasa bile, mezhepsiz biridir.
Mazlum olarak ölen Hıristiyan Cennete gider deniyor. Bu bir
ilhamsa yanlıştır. Çünkü edille-i şeriyyede [dört delilde], her çeşit kâfirin
ebedi olarak Cehenneme gideceği bildirilmiştir. Dağda çölde kalıp da
İslamiyet’i duymamışsa, bunlar Cehenneme gitmez, imanları olmadığı için
Cennete de gitmez, hayvanlar gibi yok edilir.
İlhamın doğruluğu, vahiy kadar değilse de, şüphe götürmeyecek
kadar kesin deniyor. Bu da yanlıştır. İlhamı vahye benzetmek çok
tehlikelidir. O zaman dinimizin dört delili nerede kaldı?
Akıl eskiden senet değildi, şimdi ise senettir ve akılla Allah’ı ispat
edemeyenin imanı muteber değildir deniyor. Bu da dört delile aykırıdır.
Akıl, sadece şiilerce hüccettir. Akla, normalden, yani dinin verdiği ölçüden
fazla önem veren, dini aklı ile ölçen mutezile fırkasıdır. Hadis-i şerifte
buyuruldu ki:
(Dini aklı ile ölçen kadar zararlı kimse yoktur.) [Taberani]
İman tahkik edilmedikçe muteber olmaz deniyor. Bu ilhamsa bu da
yanlıştır. Çünkü dinimizin bildirdiği iman, acaba doğru mu diye tahkik
145
www.dinimizislam.com
edilmez yani araştırılmaz. İman, Muhammed aleyhisselamın, Peygamber
olarak bildirdiği şeyleri, tahkik etmeden, akla, tecrübeye ve felsefeye uygun
olup olmadığına bakmadan, tasdiktir. Akla uygun olduğu için tasdik etmek,
aklı tasdik etmek olur, Resulü tasdik etmek olmaz. Yahut Resulü ve aklı
birlikte tasdik etmek olur ki, o zaman Peygambere itimat tam olmaz. İtimat
tam olmayınca, iman olmaz.
Ben Mehdi’yim, falanca da İsa’dır sözü ilhamsa, bu da yanlıştır.
Çünkü Hazret-i Mehdi’nin adı Muhammed, babasının adı Abdullah
olacaktır. Gökten bir melek (Bu Mehdi’dir) diyeceği hadis-i şerifle sabittir.
Kıyamet şu tarihte kopacaktır deniyor. Bu bir ilhamsa, bu da
yanlıştır. Çünkü bu ifade âyet ve hadislere aykırıdır. Kıyametin ne zaman
kopacağı bildirilmemiştir. Güneşin batıdan doğması, Deccalin çıkması gibi,
sadece alametleri bildirilmiştir. Bazı gruplar, (Kıyamet falanca tarihte
kopacak) diyerek halktan para toplamışlar, dedikleri tarih gelip geçtiği
halde kıyamet kopmamıştır. Hemen her grupta, (Kıyamet şu tarihte
kopacak) diye yanlış bir ilham bulunmaktadır. Hatta Yehova şahitleri
denilen hıristiyanların lideri Charles Russel de 1914’te kıyamet kopacak
demişti. Yehovacılar, (İsa’nın dünya krallığı başladı) diyerek, devletlerin
sonunun yaklaştığını, tarihler vererek ortaya atmışlardır. Bu tarihler, 1914,
1918, 1925 ve 1975’tir. Tabii hepsi de boşa çıkmıştır. 19 cular da birkaç
tarih verdi. Şu kıyameti bir türlü koparamadılar.
Ben evliyayım diyerek, kendi grubundan olmayan müslümanlara kâfir
diyenler çoğalıyor. Unutulmamalı ki, müslümana kâfir diyenin kendisi kâfir
olur. Din kimsenin tekelinde değildir. Bölücülük yapmamalıdır.
Dinde şahsi görüş olmaz
Sual: Dinde şahsi görüş olur mu? Zamanla değişiklik yapılabilir mi?
CEVAP
Dinde şahsi görüşlerin yeri yoktur. Dinde nakil esastır. Akla göre din
olmaz. İslamiyet, nakle dayanan, selim akıl dinidir. Selim akıl, yanılmayan
akıldır. Birinin aklına uygun gelmeyen bir şey, selim akıl sahibi için uygun
gelebilir. Akla göre din olsa, insan sayısı kadar din olur. İslamiyet’te aklın
ermediği şey çoktur. Fakat, selim akla uymayan bir şey yoktur.
Bazıları, (İslam artık toplumun gereklerine göre değişmelidir. Mesela
(Teknoloji ilerledi, Avrupa uygarlığı benimsenmelidir, kadınlar daha özgür
olmalıdır) diyorlar. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(Yapacakları değişiklikle, dini düzelteceğini sanıp dinin noksanlığını
tamamladığını söyleyenler çıkıyor. Halbuki din noksan değildir. Kur’an-ı
kerimde mealen, (Bugün sizin için dininizi ikmâl eyledim, üzerinize
146
www.dinimizislam.com
olan nimetimi tamamladım, size din olarak İslamiyet’i vermekle razı
oldum) buyuruldu. Dini noksan sanıp, tamamlamaya [reform yapmaya]
çalışmak, bu âyeti inkâr olur.) [m.260]
Dini insanlar çıkarmadı ki insanlar değiştirsin. Kadının nasıl
giyineceğini insanlar tespit edemez ki. Allahü teâlâya inanan kimse, O ne
demişse ona inanması gerekir, uyarsa daha büyük nimettir. (Ben hepsini
uygulayamıyorsam da hepsine inandım, kabul ettim, beğendim) demelidir.
Yoksa, günaha alışıp da bu günah mubah olmalıydı veya (bu asırda bu da
günah olur mu) demek, Allahü teâlâya inanmamak olur.
Böyle söyleyenler Allahü teâlâya inanmıyorlar, inansalar böyle
demezler. Allahü teâlâ her şeyi bilmez mi, bugünkü toplumu bilmiyor
muydu? İslam’da reform demek ben Allah’a inanmıyorum demektir, yahut
Allahü teâlâyı basit bir varlık gibi görüp bu işi iyi yapmamış demektir.
Hâşâ Allahü teâlâ, yirminci, otuzuncu asırlarda toplumların duyacakları
ihtiyaçları bilememiş mi? Toplumun ihtiyacı var diye dini değiştirmek dini
yıkmak olur. Birinin çıkıp açıktan açığa, (ben İslam dinini yıkacağım)
dediğini gördünüz mü hiç. Elbette demez. Niye desin ki, o zaman onu
herkes tanıyacak, gerçek suratını herkes görecektir. Ama dini kuralları
bozarak bu çirkin emeline ulaşmaya çalışır. Peygamber efendimiz,
(Âlimler benim vârisimdir) buyuruyor. Mezhepsizler ise, düşünce
özgürlüğü diyerek Ehl-i sünnet âlimlerine saldırıp, (Âlimlere göre değil,
hakka göre ölç!) diyorlar. Hakkı biz biliyoruz da, âlimler bilmiyor mu? Hakkı,
âlimler bilemezse biz nasıl bileceğiz? (Elimizde temel ölçü olarak Kur'an
olduğuna göre hakkı bâtıldan ayırırız) diyorlar. Peki, âlimlerin ellerinde
Kur'an-ı kerim yok muydu? Onlar yanılabiliyor da mezhepsizler niye
yanılmıyor? Bütün maksatları âlimler köprüsünü yıkmaktır. Bunlar, fikir
anarşisi çıkartmak, hak ile bâtılı karıştırmak ve hak yol üzerindeki köprüleri
yıkmak istiyorlar. Ehl-i sünnet âlimlerinin kurduğu köprüleri yıkıp, bid'at
denizinde insanları boğmak istiyorlar. Fakat, âlimlerimizin kurduğu bu
köprüler, bid'at ehlinin üfürmesiyle yıkılacak kadar zayıf değildir. Ama, kime
ve neye hizmet ettikleri malum olmayan bu mezhepsizlere inanan
zavallılara yazık oluyor. Bunu bildiği halde susanlar da vebal altındadır.
Çünkü bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Bid'atler yayılıp, bu ümmetin sonra gelenleri, öncekilere lanet
edince, ilim sahipleri bunu herkese bildirsin! Bildirmeyip ilmini
gizleyen, Kur'an-ı kerimi gizlemiş sayılır.) [İ.Asakir]
Her müslüman gücü nispetinde Ehl-i sünnet âlimlerinin eserlerini
yaymaya çalışarak bu vebalden kurtulmaya çalışmalıdır. Bozuk kitapların
dağılmasına sebep olmak ayrıca vebaldir.
147
www.dinimizislam.com
Yanlış vasıtaya binen istediği yere değil, vasıtanın gittiği yere gider.
Mesela Paris’e giden uçağa binen, Kâbe’ye varamaz. Ehl-i sünnet yolu
kurtuluş ve saadetin tek vasıtasıdır.
İlim hocadan öğrenilir
Sual: Bazı kimseler hocalarını övüyorlar, “Hocamızın hiç bir tahsili
yoktur, hiç bir âlimden ders almamıştır. Hiç bir müctehide tâbi değildir.
Çünkü Allah ona her şeyi ilham etmiş, o da her şeyi bilir, müctehid âlimler
hata eder, hocamız hata etmez” diyorlar. İlhamla din olur mu? İlham dinde
senet midir?
CEVAP
Din kitaplarında deniyor ki:
İslam dini dört vesika ile bizlere gelmiştir. Bu dört vesikaya (Edille-i
şerıyye) denir. Bunların dışında kalan her şey bid’attir, zındıklıktır ve
dinsizliktir. Tasavvuf büyüklerinin, yani büyük evliya zatların kalblerine
gelen ilhamlar, keşifler, ahkam-ı İslamiye için senet ve vesika olamaz.
İlhamların doğru olup olmadığı, İslamiyet'e uygun olup olmamaları ile
anlaşılır. Tasavvufun, vilayetin yüksek tabakalarında bulunan Evliya da,
ilmi olmayan, aşağı derecelerdeki Müslümanlar gibi, bir müctehide tâbi
olmak mecburiyetindedir. Bayezid-i Bistami, Cüneyd-i Bağdadi, Celaleddini Rumi ve Muhyiddin-i Arabi gibi Evliya, herkes gibi, bir mezhebe tâbi
olarak yükselmişlerdir. Bugün dinimizi, Ehl-i sünnet âlimlerinin
kitaplarından okuyup, öğreneceğiz! Din bilgileri ancak bunların
kitaplarından öğrenilir. Keşif ile, ilham ile, ilim elde edilmez. Bunların
kitaplarını okuyan, hem ilim öğrenir, hem de kalbleri temizlenir. (S.
Ebediyye)
İslamiyet'in hükümleri ilham ile anlaşılmaz. Evliyanın ilhamı
başkalarına hüccet, senet olamaz. İlhamın doğruluğu, İslamiyet bilgilerine
uygun olmalarından anlaşılır. Fakat, Evliya olmak için, İslamiyet bilgilerini
öğrenmek ve bunlara uymak şarttır. (Takva sahiplerine Allahü teâlâ ilim
ihsan eder) mealindeki âyet-i kerime bunu bildirmektedir. İslamiyet'e
sarılmayan, bid’atten sakınmayan kimsenin kalbine ilham gelmez. Bunun
söyledikleri, nefisten ve şeytandan gelen bozuk şeylerdir. İslamiyet bilgileri,
rüya ile de anlaşılamaz. İslamiyet'e uymayan rüyanın şeytani olduğu
anlaşılır. (Faideli Bilgiler)
İlim ancak üstaddan öğrenilir. İlmi, kendi kendine kitaptan öğrenenler
çok yanılır, yanlışı, doğrusundan çok olur. Bugün, ictihad edecek kimse
yoktur. İmam-ı Rafii ve İmam-ı Nevevi ve İmam-ı Razi dediler ki, bugün hiç
148
www.dinimizislam.com
müctehid kalmadığında âlimler sözbirliğine varmıştır. (Müslümana
Nasihat)
Hülasa fetva kitabında, (Fıkıh kitabı okumak, geceleri namaz
kılmaktan daha sevaptır) deniyor. Çünkü, farzları, haramları, [Ehl-i sünnet
âlimlerinden veya onların yazmış oldukları] kitaplardan öğrenmek farzdır.
Kendisi yapmak ve başkalarına öğretmek için fıkıh kitapları okumak, tesbih
namazı kılmaktan daha sevaptır. İslam bilgileri, ancak üstaddan ve kitaptan
öğrenilir. İslam kitaplarına ve rehbere lüzum yoktur, [bana ilham geliyor,
ben direkt Allah’tan öğreniyorum] diyenler yalancıdır, zındıktır.
Müslümanları aldatmakta, felakete sürüklemektedir. Din kitaplarındaki
bilgiler, İslam âlimleri tarafından Kur'an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden
çıkarılmıştır. (Hadika s.365)
İbadetlerin yapılması ve bütün din bilgileri, üstaddan öğrenmekle elde
edilir. Din bilgileri, ilham ile hasıl olsaydı, Allahü teâlânın Peygamberler ve
kitaplar göndermesine lüzum olmazdı. (Hadika s.378)
Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:
(İlim üstaddan öğrenilir.) [Taberani]
(Ey insanlar, biliniz ki, ilim âlimden işiterek öğrenilir.) [Hadika]
(Üç türlü baba vardır: Dünyaya getiren baba, kayın baba ve ilim
öğreten baba. Bunların hayırlısı, üstadıdır.) [Umdet-ül-İslam]
(İlim öğrenin! İlim öğrenmek ibadettir. Âlimden ilim öğrenmek,
teheccüd namazı kılmak gibidir.) [Hadika]
(İlim öğrenmek isteyen ilmin kapısına gelsin. Ali ilmin kapısıdır.)
[Hâkim]
İmam-ı Ebu Yusuf’un çok sevdiği bir oğlu vardı. 15 yaşında iken
ansızın vefat etti. Talebelerine, (Defin işini size bıraktım. Ben üstadımın
dersine gidiyorum. Bugünkü dersi kaçırmayayım) dedi. İmam-ı Ebu
Yusuf’u vefatından sonra rüyada gördüler. Cennette, büyük bir köşkün
karşısında duruyordu. Köşkün yüksekliği Arşa varmıştı. Bu köşk kimindir
dediler, benimdir buyurdu. Buna nasıl kavuştun denilince, (İlme ve ilim
öğrenmeye ve öğretmeye olan sevgim ile) buyurdu. (İslam Ahlakı)
Dinimiz ve fen
Müslüman fen adamları
Sual: Bazı kimseler, "Müslümanlıkta hep ibadet olduğu, fenne gereken
önem verilmediği için, müslümanlar arasında fen adamı çıkmamıştır. İslam
dini, fenne önem verseydi, müslümanlar arasından da Edisonlar, Pastörler
çıkardı" diyorlar. Neden müslümanlardan fen adamları çıkmamıştır?
149
www.dinimizislam.com
CEVAP
İslam dini, bütün yenilikleri emreden bir dindir. İşte bundan dolayı ilim
adamlarına çok önem verilmiş, ilmi, fenni ve teknik araştırmalar yapılmış,
müslümanlar tıpta, kimyada, astronomide, coğrafyada, tarihte, edebiyatta,
matematikte, mühendislikte, mimarlıkta ve bunların hepsinin temeli olan,
güzel ahlak ve sosyal bilgilerde, en üstün dereceye varmışlardır.
Batının bugün dahi büyük saygı ile andığı kıymetli bilginler,
mütehassıslar, üstadlar yetiştirmişler, dünyanın hocası, medeniyetin önderi
olmuşlardır. O zaman; yarı vahşi olan Avrupalılar, en modern bilgileri İslam
üniversitelerinde öğrenmişler, hatta Papa Sylvester gibi, hıristiyan din
adamları bile Endülüs Üniversitelerinde okumuştur.
Bugün bile, hâlâ Avrupa dillerinde kimyaya “Chemie” ve cebire
[Arapça El-cebir kelimesinden] "Al-gebra" adı verilmektedir. Çünkü bu
ilimler, önce müslümanlar tarafından dünyaya öğretilmiştir. Avrupalılar,
dünyayı tepsi gibi dümdüz ve etrafı duvarlarla kaplı zannederken,
müslümanlar, ilk olarak, dünyanın küre şeklinde olduğunu ve döndüğünü
buldular.
Dünyada ilmin öncüleri olan ve İslam kültürü ile yetişen ilim adamları
çoktur. Bazıları şunlardır:
Ali Kuşcu, büyük astronomi âlimi, ilk defa Ayın şekillerini anlatan kitap
yazdı.
Almar, ilk defa katarakt ameliyatını gerçekleştirdi.
Battani, dünyanın en meşhur astronomi âlimi ve trigonometrinin
kaşifidir.
Biruni, dünyanın döndüğünü ve yerçekimini Newton’dan önce ispat
etti.
Cabir bin Hayyan, atom bombası fikrinin ve kimya ilminin babası olan
büyük dahidir.
Cezeri, 8 asır önce otomatik sistemin kurucusu ve bilgisayarın
babasıdır.
Demiri, Avrupalılardan 400 sene önce zooloji ansiklopedisini
yazmıştır.
Ebu Bekir Razî, o zamana kadar aynı hastalık sanılan kızıl, kızamık
ve çiçeğin ayrı hastalıklar olduğunu ilk defa bulan tabiptir.
Ebu Kâmil Şuca, Avrupa’ya matematiği öğretmiştir.
Ebül-Vefa, trigonometride tanjant, kotanjant, sekant, kosekantı bulan
matematikçidir.
Farabi, ses olayını ilk defa fiziki yönden açıklamıştır. Sesin fiziki
izahını ilk defa o yapmıştır.
150
www.dinimizislam.com
Fatih Sultan Mehmed, havan topunu keşfetmiştir.
Gıyasüddin Cemşid, matematikte ondalık kesir sistemini ilk defa
bulmuştur.
Huneyn bin İshak, göz doktorlarının babası sayılır.
İbni Cessar, cüzzamın sebebini ve tedavilerini 900 sene önce
açıklamıştır.
İbni Firnas, Wringt kardeşlerden bin sene önce ilk uçan aracı yapıp
uçmayı gerçekleştirmiştir.
İbni Haldun, tarihi, ilim haline getirmiş, sosyolojiyi kurmuştur.
İbni Hatib, vebanın bulaşıcı bir hastalık olduğunu ilmi yoldan
açıklamıştır.
İbni Karaka, dokuzyüz yıl önce harika bir torna tezgahı yapmıştır.
İbni Sina, hastalıkların mikroplardan geldiğini ilk bulan hekimdir.
İbni Türk, cebirin temelini atan bilginlerdendir.
Kadızade Rumi, yaşadığı asrın en büyük matematik ve astronomi
bilginidir. Fizik kurallarını astronomiye uygulamıştır.
Kambur Vesim, verem mikrobunu R. Koch’dan 150 sene önce
keşfetmiştir.
M. Akşemseddin, Pasteur’den 400 yıl önce mikrobu buldu.
Nurüddin Batruci, Endülüs İslam üniversitesinde astronomi profesörü
idi. Güneş merkezli sistemi Kopernik’ten önce o kurdu.
Piri Reis, 400 sene önce bugünküne çok yakın dünya haritasını
çizmiştir.
Uluğ Bey, çağının en büyük astronomudur.
Lagari Hasen Çelebi, füzeciliğin atasıdır. Osmanlılarda ilk defa
füzeyle uçan budur.
Fen bilgilerinin temeli
Avrupalı, fen bilgilerinin çoğunu ve hepsinin temelini İslam
kitaplarından aldı. Avrupalılar, dünya tepsi gibi düz, etrafı duvar çevrili
zannederken, Müslümanlar dünyanın yuvarlak olup, kendi etrafında
döndüğünü biliyorlardı. Hatta Musul’un Sincar sahrasında, meridyenin
uzunluğunu ölçerek, bugünkü gibi buldular. (Şerh-i Mevakıf)
Galile, Kopernik, Newton, dünyanın döndüğünü, Müslüman
kitaplarından öğrenip söyleyince, suç sayıldı. İslam hekimlerinin eserleri
ortaçağda ders kitabı olarak dünya üniversitelerinde okutulmakta idi.
Batı’da akıl hastaları şeytan tarafından tutulmuş kimseler olarak canlı canlı
yakılırken, Müslüman ülkelerinde özel akıl hastaneleri kurulmuştu.
Fen, olayları görmek, inceleyip anlamak ve deneyip benzerini yapmak
demektir ki, bu üçünü de dinimiz emretmektedir.
151
www.dinimizislam.com
İslam ilimleri iki kısımdır:
1- Din bilgileri,
2- Fen bilgileri. İslam âlimi olmak için her ikisini de öğrenmek gerekir.
Din bilgilerini öğrenmek ve yapmak, her Müslümana farz-ı ayndır. Fen
bilgilerine, sanata ve en modern harp silahlarını yapmaya uğraşmak, farz-ı
kifayedir. Bu iki farzı yerine getiren millet, muhakkak ilerler, medeni olur.
Bir âyet-i kerime meali:
(İsteyene dünya nimetlerini; isteyene ahiret nimetlerini veririz.)
[Şûrâ 20]
İstemek, sebebe yapışmak, yani çalışmakla olur. Allahü teâlâ,
çalışanlara dilediklerini vereceğini vaad ediyor. Müslüman olsun olmasın,
çalışan herkese, vereceğini bildiriyor. Amerikalılar, Japonlar böyle
çalıştıkları için dünya nimetlerine kavuşuyorlar. Ortaçağdaki Müslümanlar,
böyle çalıştıkları için, medeniyet rehberi olmuşlardır. Abbasiler ve
Osmanlılar son zamanlarında, iç ve dış düşmanların tesirleriyle, fen
bilgilerini öğrenmekten ve öğretmekten mahrum edildiler. Bu sebeple
muazzam devletleri çöktü.
Din ve fen
Din düşmanları, temiz gençleri aldatmak için, (İslamiyet ilerlemeye
engel olmaktadır. Hıristiyanlar ilerliyor. Her nevi fen vasıtası yapıyorlar.
Tıpta, savaşta, haberleşmelerde kullandıkları fen aletleri, gözlerimizi
kamaştırıyor. Biz de hıristiyanlara uymalıyız) gibi sözlerle, İslamiyet’teki
güzel ahlakı, kardeşliği bıraktırmaya uğraşıyorlar ve Avrupalılara,
Amerikalılara benzemeye ilericilik diyorlar. Gençleri, kendileri gibi İslam
düşmanı yapmaya, felakete sürüklemeye çalışıyorlar.
Halbuki İslamiyet, fende, sanatta ilerlemeyi emrediyor. Hıristiyanlar ve
bütün gayrı müslimler, babalarından, ustalarından öğrendiklerini yapıyorlar.
Önceki neslin yaptıklarını, ufak tefek ilavelerle, tekrar yapıyorlar. Öncekiler
yapmasalardı, bunlar hiçbirini yapamazdı. (Tekmil-i sinaat telahuk-ı efkar
iledir) sözü asırlarca önce söylenmiştir. Yani sanatın, fennin, tekniğin
ilerlemesi, fikirlerin, deneylerin birbirlerine eklenmesi ile olur.
Fendeki yenilikler
Tarih gösteriyor ki, fendeki yenilikleri, hep müslümanlar yaptı. Fen
bilgilerini, fen aletlerini yüz sene evvelki hâle kadar yükselttiler. Bu
terakkilere, hep İslam dini ve bu dini tatbik eden İslam devletleri sebep
oldu. Hıristiyanlar, haçlı seferleri ile İslam devletlerini yıkamadıkları için,
siyasi oyunlarla, yalanlarla, hilelerle, içerden yıktılar. Bunların
topraklarında, muhtelif rejimler kurdular. Fakat, İslamiyet’i yok edemediler.
Müslümanlardan kalan, fendeki keşiflere, ilaveler yaparak bugünkü
152
www.dinimizislam.com
terakkiyi kendilerine mal ediyorlar. Yalnız kendi keyiflerini, zevklerini,
menfaatlerini düşünenler kötülüklerini ortaya koyduğu için, fen ve sanatı
emreden İslamiyet’e gericilik diyorlar. Yahudiler, hıristiyanlar, hatta başka
din mensupları da Cennete, Cehenneme inanıyor, mabedleri dolup taşıyor.
Bu inananlara gerici demediklerine göre, fenne, sanata değil, zevk ve
safaya, ahlaksızlıklara ilericilik dedikleri anlaşılıyor. Böyle asılsız ve haksız
yalanlarla, İslamiyet’e küstahça, ilk saldıran İngilizlerdir. [İngiliz Casusunun
İtirafları kitabında kâfi bilgi vardır.]
Şimdi müslümanların İslamiyet’in emrettiği, fen bilgilerine de
sarılmaları, yine büyük sanayi kurarak yeni aletler yapmaları,
hıristiyanlardan üstün olarak, bütün insanlığı saadete kavuşturmaları
gerekir.
Fennin ilerlemesi ve dinimiz
Sual: İslamiyet’in fen bilgilerine bakış açısı nasıldır? Fen ilerledikçe
dinin zayıflayacağı doğru mudur?
CEVAP
Kesinlikle yanlıştır. İslami ilimler, (Akli ilimler) ve (Nakli ilimler) olmak
üzere ikiye ayrılır:
Nakli ilimler, aklın ve dimağ gücünün dışında ve üstündedir. Bunlar,
(edille-i şeriyye) denilen dört kaynaktan meydana çıkmıştır. Bunlara (Din
bilgileri) denir.
Akli ilimler, his organları ile duyularak, akıl ile incelenerek, tecrübe
edilerek ve hesaplanarak elde edilir. Bu ilimler, nakli ilimlerin anlaşılmasına
ve tatbik edilmesine yardımcıdır. Öğrenilmeleri farz-ı kifayedir. Bu ilimler,
matematik, mantık ve bütün tecrübi ilimlerdir. Bunlara (Fen bilgileri) de
denir. Demek ki (fen bilgileri) İslami ilimlerin bir koludur. Hadis-i şerifte
buyuruldu ki:
(Hikmet, yani fen ve sanat müminin kaybettiği malıdır. Nerede
bulursa alması gerekir.) [İbni Asakir]
Bir İslam şehrinde, fennin yeni bulduğu bir alet, bir vasıta yapılmayıp,
bu yüzden bir müslüman zarar görürse, o şehrin idarecileri mesul olur.
Fennin ilerlemesi, her yeni buluş, Allahü teâlânın varlığını, bir olduğunu,
kudretini ve ilmini daha fazla meydana çıkarmakta, İslamiyet’i
desteklemektedir. Büyük İslam âlimi Seyyid Şerif Cürcani hazretleri
buyuruyor ki:
(Aklı olan, iyi düşünen bir kimse için, astronomi ilmi, Allahü
teâlânın varlığını anlamaya çok yardım eder.)
İmam-ı Gazalî hazretleri de buyuruyor ki:
153
www.dinimizislam.com
(Astronomi ve anatomi bilmeyen, Allahü teâlânın varlığını ve
kudretini iyi anlayamaz.)
Kadi Beydavi hazretleri, Neml suresindeki (Dağları, yerinde
duruyor görüyorsun, Halbuki bunlar bulut gibi hareket etmektedir)
âyet-i kerimesini açıklarken dünyanın nasıl döndüğünü açıklamaktadır.
İmam-ı Razi hazretleri de, Enbiya suresinin 33. âyet-i kerimesinin
tefsirinde; ayın, güneşin, yıldızların mihverleri ve yörüngeleri etrafında
döndüklerini daha önceki âlimlerden alarak bildirmektedir. Fen adamları,
İslam kitaplarını okuyunca Kur'an-ı kerimin her tecrübeyi, her buluşu, daha
önceden aynen haber vermiş olduğunu görerek hayran kalmaktadır.
Fen bilgilerini iyice tetkik eden bir fen adamının Allahü teâlânın
varlığını inkâr etmesi mümkün değildir. Bazı fen adamlarının dinsiz
olmalarına ise, papazların ve cahil halkın bâtıl inanışları ve yanlış
anlayışları sebep olmuştur.
İnsaflı fen adamları, eğer, Kur'an-ı kerimden çıkarılan, fenne bağlı
bilgileri, bunların inceliğini, doğruluğunu, okuyup anlasalar, hepsi de
hakikati görüp seve seve Müslüman olur. Hıristiyanlığın akla ve ilme aykırı
hükümlerini okuyan bazı ilim adamları şüpheye düşmekte veya inkârcı
olmaktadır.
Akıllı kimse, gökteki aya, güneşe, yıldızlara, yeryüzündeki bitki,
hayvan ve acayip değişmelere baksa, Allahü teâlânın varlığına, birliğine
ilim ve iradesinin kemaline, akılları durduran hikmetinin sonsuzluğuna,
kudretinin büyüklüğüne ve nihayetsizliğine iman eder, nimetlerine
şükreder.
Fen bilgileri, doğru iman sahiplerinin imanını kuvvetlendirir. İmanı
bozuk olanlara faydası olmaz. O halde önce doğru imanın ne olduğunu
öğrenmek gerekir.
Beden bilgisi ve din bilgisi
Sual: Tam İlmihal'de, beden bilgisi, din bilgisinden önce geldiği
bildiriliyor. Buna göre, tıp bilgilerini, din bilgilerinden önce mi öğrenmek
gerekir?
CEVAP
Dinin emirleri, bedenin sağlam olması ile yapılabilir. Beden sağlam
olmazsa, cihad yapılamaz, oruç tutulamaz, düşmana karşı, vatan
savunulamaz. Hastalanmamak için, gerekli tedbirleri almak ve
hastalanınca da, tedaviye başvurmak gerekir. Temizliğe ve yeme içme
adabına riayet eden kolay kolay hastalanmaz.
154
www.dinimizislam.com
Tam ilmihalde, dinimizin tıp ilmine verdiği önem anlatılıyor. Yoksa,
lüzumlu olan din bilgilerini bırakıp da, tıp kitapları okumak gerekmez. Her
okuyan da, anlayamaz. Kitap okumakla tıp, beden bilgisi öğrenilmez. Tıp
ilmini öğrenmek farz-ı kifayedir. Yani herkese farz değildir. O mesleği
yapacaklara farzdır.
Pozitif ilimler
Sual: Fen bilgileri için, pozitif ilimler demek doğru olur mu?
CEVAP
Bu tür ifadeleri ilk önce Avrupalılar kullandı. Hurafelerle dolmuş, her
türlü ilmî çalışmaya engel ve zıt olan kendi dinî inançlarının bozuk,
olumsuz, faydasız, zararlı olduğunu anlatabilmek için, fen bilgilerine
faydalı, olumlu, pozitif ilimler demek zorunda kaldılar.
Müslüman olarak, bu tür ifadeleri kullanmamak, daha uygun olur. Fen
bilgisine pozitif [olumlu] ilim denince, din bilgileri negatif [olumsuz] ilimmiş
gibi bir anlam çıkabilir. Fen bilgileri de, İslam bilgilerinin bir koludur. Çünkü
İslam bilgileri, iki kısımdır:
1- Naklî bilgiler [din bilgileri],
2- Aklî bilgiler [fen bilgileri]
Dinimiz ilerlemeyi emrediyor
Sual: İslamiyet ilerlemeyi emretmiyor mu?
CEVAP
İslam dini, bütün yeniliklerin devamlı takip edilmesini ve her gün yeni
şeyler keşfetmeyi, ilerlemeyi emreden bir dindir. Bundan dolayı,
İslamiyet’in başlangıcından itibaren, ilim adamlarına çok önem verilmiş,
ilmi, fenni ve teknik tecrübeler yapılmış, Müslümanlar, tıpta, kimyada,
astronomide, coğrafyada, tarihte, edebiyatta, matematikte, mühendislikte,
mimarlıkta ve bunların hepsinin temeli olan, güzel ahlak ve sosyal
bilgilerde, en mükemmel dereceye vasıl olmuşlar, bugün dahi tazim ile yâd
edilen kıymetli âlimler, hakimler, mütehassıslar, üstadlar yetiştirmişler,
dünyanın hocası, medeniyetin rehberleri olmuşlardır.
O zaman, yarı vahşi olan Avrupalılar, fenni bilgilerini İslam
üniversitelerinde öğrenmişler, hatta Papa Sylvester gibi, hıristiyan din
adamları da Endülüs üniversitelerinde okumuştur. Bugün bile, hâlâ Avrupa
dillerinde kimyaya “Chemie” ve cebire [Arapça El-cebir kelimesinden] "Algebra" adı verilmektedir. Çünkü bu ilimler, önce müslümanlar tarafından
dünyaya öğretilmiştir.
155
www.dinimizislam.com
Avrupalılar, dünyayı tepsi gibi dümdüz ve etrafı duvarla çevrili
zannederken, müslümanlar, ilk olarak, dünyanın yuvarlak olduğunu ve
döndüğünü buldular. Musul civarında, Sincar sahrasında, meridyenin
uzunluğunu ölçtüler ve bugünkü rakamları elde ettiler. Bundan başka,
Müslümanlar, son derece cahil ve mutaassıp olan, orta çağ papazlarının
men ettiği, eski Yunan ve Roma felsefe kitaplarının tercümesi işini ele
almış ve bunların ortadan kalkmasına, yok olup gitmesine mani
olmuşlardır. Bugün insaflı hıristiyanların kabul ettiği gibi, hakiki Rönesans,
İtalya’da değil, Abbasiler zamanında, Arabistan’da başlamıştır ki,
Avrupa’daki Rönesans’tan çok çok öncedir.
Müslümanların son zamanlarda, ilim sahasında en büyük rehberi,
Osmanlılar idi. Bütün Hıristiyan âlemi bu İslam devletinin, dünyadaki
terakkilere ve keşiflere kayıtsız kalması için siyasi ve askeri hücuma
geçtiler. Bir taraftan, haçlı saldırıları, bir taraftan da, bunların ihdas ettikleri,
bid'at sahibi müslümanların yıkıcı ve bölücü çabaları, Osmanlıların fen ve
teknikte rehberlik yapmalarına mani oldular. Türkler, dışardan ve içerden
yapılan saldırılardan dolayı, çok zarara uğradılar. Tesirleri fazla olan yeni
silahlar yapamadılar. Ülkelerinin büyük kaynaklarından layıkı ile
faydalanamadılar. Kendi vatanlarında sanayii ve ticareti yabancılara
kaptırdılar. Fakir düştüler.
Dünyada, her gün, her sahada birçok yenilikler yapılmaktadır. Bunları
biz devamlı takip etmeye, öğrenmeye ve öğretmeye mecburuz. Yalnız
sanayi ve teknik sahasında değil, din ve ahlak üzerinde de ecdadımız gibi
olmamız, gençlerimizi, imanlı, güzel ahlaklı yetiştirmemiz gerekir.
Dinimiz, din bilgileri ile fen bilgilerini birbirinden ayırmıştır. Din
bilgilerinde, İslam ahlakında ve ibadetlerde en ufak bir değişiklik yapmayı
şiddetle men etmiştir. Dünya işlerinde, fen bilgilerinde ise, her değişikliği
yapmayı, bütün yeni keşifleri öğrenmemizi ve yapmamızı emretmiştir.
Osmanlı Devletini ele geçiren sözde aydınlar, dinimizin bu emrinin tam
tersini yaptılar. Masonlara aldanarak din bilgilerini değiştirmeye, dinin
esaslarını yıkmaya çalıştılar. Avrupa’nın fende ilerlemesine, yeni keşiflere
gözlerini kapadılar. Hatta fen bilgilerine, modern tekniğe uymak isteyen
büyük Türk sultanlarını şehid ettiler. Masonların elinde maşa olarak,
ilerlemeyi, teknikte değil de, dinde reform yapmakta, bölücülükte aradılar.
Hikmet ne demektir?
Sual: Hikmet kâfirlerde de bulunsa almalıdır deniyor. Müslümanlarda
olmayan hikmet olur mu hiç?
CEVAP
156
www.dinimizislam.com
Hikmet, burada fen ve sanat anlamındadır. İki hadis-i şerif meali:
(Fen ve sanat, müminin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alsın!)
[İbni Asakir, Askeri]
(İlim, Çin’de de olsa alınız!) [Beyheki]
Bu iki hadis-i şerif, dünyanın en uzak yerinde, hatta kâfirlerde bile olsa
fen ilmini öğrenmeyi emretmektedir.
İslami ilimler ikiye ayrılır
Sual: "Dini, ilmi, edebi ve ahlaki yayın" gibi tabirler kullanılıyor. Din ile
ilim ayrı mıdır?
CEVAP
Böyle konuşup yazanlar, ya dinimizi iyi bilmiyorlar veya mezhebi kabul
etmiyorlar.
İslami ilimler ikiye ayrılır:
1- Nakli ilimler. (Tefsir, kelam, hadis, fıkıh ilmi gibi.)
2- Akli ilimler. (Matematik, edebiyat ve mantık ilmi gibi.)
Görüldüğü gibi, bütün ilimler, İslam bilgileri içinde incelenir. Dini,
ilimden ayıranlar, Batılı yazarların tesiri altında kalan kimselerdir. Dinimizde
ahlak da var, edep de var, edebiyat da... Bu bakımdan "Dini, ilmi, edebi,
ahlaki yayın" tabiri doğru değildir. Dini denilince, diğerleri kullanılmaz. Dini
kelimesi kullanılmadan diğerlerinin hepsini kullanmakta mahzur yoktur.
İslamiyet, ilmin tâ kendisidir. Kur'an-ı kerimin birçok yeri, ilmi
emretmekte, ilim adamlarını övmektedir. Mesela Kur'an-ı kerimde mealen
(Bilen ile bilmeyen hiç bir olur mu? Bilen elbette kıymetlidir)
buyurulmaktadır. (Zümer 9)
Peygamber efendimizin ilmi öven ve teşvik buyuran sözleri o kadar
çoktur ve meşhurdur ki, gayrı müslimler dahi bunları bilmektedir. Hadis-i
şeriflerde buyuruldu ki:
(İlim, Çin’de de olsa alınız!) [Beyheki]
(Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz, çalışınız!) [Şir'a]
(Bilerek yapılan az bir ibadet, bilmeyerek yapılan çok ibadetten
daha iyidir.) [Hakim]
(Şeytanın bir âlimden korkması, cahil olan bin âbidden
korkmasından daha çoktur.) [Beyheki]
(İlim, benim ve diğer Peygamberlerin mirasıdır. Kim bana mirasçı
olursa, Cennette benimle beraber olur.) [Deylemi]
İslam dininde kadın kocasının izni olmadan nafile hacca gidemez.
Sefere çıkamaz. Fakat kocası öğretmezse ve izin vermezse, ondan izinsiz,
kendisi için lüzumlu olan ilmi öğrenmeye gidebilir.
157
www.dinimizislam.com
Görülüyor ki, Allahü teâlânın sevdiği, büyük ibadet olan hacca izinsiz
gitmesi günah olduğu halde, ilim öğrenmeye izinsiz gitmesi günah olmuyor.
Hadis-i şerifte (Nerede ilim varsa, orada müslümanlık vardır. Nerede
ilim yoksa, orada kâfirlik vardır!) buyuruldu. Burada da, dinimiz ilmi
emretmektedir. (Herkese Lazım Olan İman)
Dinimizin tecrübeye verdiği önem
Sual: Peygamberimiz dünyaya ait, fenne ait işlerde, (Dünya işini siz
daha iyi bilirsiniz) buyuruyor. Peygamber efendimiz dünya işlerinden
anlamıyor muydu?
CEVAP
Elbette anlardı ve daha iyisini de bilirdi. Ancak tecrübeye önem
verilmesi için öyle buyurmuştur. (Dünya işlerini siz daha iyi bilirsiniz)
demek, dünyanıza faydalı olan şeyleri bulup yapmanız için benim
bildirmeme lüzum yoktur demektir. Dini vazifelerinizi, ibadetlerinizi
bilemezsiniz. Onları benden öğreniniz demektir.
Allahü teâlânın, insanlara olan nimetlerinin, ihsanlarının en büyüğü,
Peygamberler göndermesidir. Peygamberler göndererek, razı olduğu ve
razı olmadığı şeyleri bildirmiştir.
Peygamberler, fen bilgilerini öğretmediler. (Bunları akıl ile araştırınız,
bulunuz, faydalı işlerde kullanınız) dediler. Kendileri de, kendi
zamanlarında bilinen fen vasıtalarını yaptılar ve kullandılar. Daha fazlasını
ve yenilerini yapmakla uğraşmadılar. Bunları yapmayı başkalarına
bıraktılar. Kendileri, Allahü teâlânın bildirdiği dinleri yaymaya, öğretmeye
uğraştılar.
Eshab-ı kiram, Peygamber efendimize sordu:
- Yemen’e gidenlerimiz, orada hurma ağaçlarını, başka türlü
aşıladıklarını ve daha iyi hurma aldıklarını gördük. Biz Medine’deki
ağaçlarımızı babalarımızdan gördüğümüz gibi mi aşılayalım, yoksa,
Yemen’de gördüğümüz gibi aşılayıp da, daha iyi ve daha bol mu elde
edelim?
Resulullah efendimiz bunlara şöyle diyebilirdi:
- Biraz bekleyin! Cebrail aleyhisselam gelince, ona sorar, anlar, size
bildiririm. Veya, biraz düşüneyim. Allahü teâlâ, kalbime doğrusunu bildirir.
Ben de, size söylerim.
Ama böyle demedi. Buyurdu ki:
- Tecrübe edin! Bir kısım ağaçları, babalarınızın usulü ile, başka
ağaçları da, Yemen’de öğrendiğiniz usul ile aşılayın! Hangisi daha iyi
hurma verirse, her zaman o usul ile yapın!
158
www.dinimizislam.com
Yani tecrübeyi, fennin esası olan tecrübeye güvenmeyi emir buyurdu.
Kendisi melekten anlar veya mübarek kalbine elbette doğar idi. Fakat,
dünyanın her tarafında, kıyamete kadar gelecek Müslümanların, tecrübeye,
fenne güvenmelerini işaret buyurdu.
Din âlimlerinin vazifesi de dünya işlerini öğretmek değildir. Yani
Müslümanlara, anadan doğar doğmaz meme aradıkları gibi, içgüdüleri ile
bilecekleri, anlayacakları ihtiyaçlarını, menfaatlerini, kısacası tabii
vazifelerini öğretmek değildir. Para kazan, aç kalma, karnını doyur, lokmayı
ağzına koy, yorulunca dinlen... gibi nasihatleri hayvanlara bile bildirmeye
lüzum yoktur. Din âlimlerinin vazifesi dünya menfaatlerini elde ederken,
ahireti unutmamak, hak ve adaleti gözetmek, nefse uymamak ve
çalışırken, Allah’a güvenmek, gevşeklik yapmamak, böylece kendi
kuvvetine manevi bir kuvvet de eklemek gibi faydalı ve ışıklı yolları
insanlara göstermektir.
Fen ve gelişmeler
Sual: Bazıları İslamiyet’in fen ve gelişmelere mani olduğunu iddia
ediyorlar. Fennin dindeki yeri nedir?
CEVAP
Fen bilgilerine, sanata ve en modern harp silahlarını yapmaya
uğraşmak, farz-ı kifayedir. Düşmanlardan daha çok çalışmamızı dinimiz
emretmektedir. İslamiyet, fenni, tecrübeyi, müsbet çalışmayı emreden
dinamik bir dindir.
Avrupalılar, fen bilgilerinin çoğunu ve hepsinin temelini İslam
kitaplarından aldılar. Avrupalılar, dünya tepsi gibi düz, etrafı duvar çevrili
zannederken, müslümanlar dünyanın yuvarlak olup, kendi etrafında
döndüğünü biliyorlardı. Hatta Musul civarındaki Sincar sahrasında,
meridyenin uzunluğunu ölçerek bugünkü gibi buldular. Şerh-i mevakıf ve
Marifetname kitapları, bunları uzun olarak yazmaktadır.
Nurüddin Batruci, Endülüs İslam üniversitesinde astronomi profesörü
idi. El-hayat kitabında, bugünkü astronomiyi yazmaktadır. Galile,
Kopernik, Newton, dünyanın döndüğünü, müslüman kitaplarından öğrenip
söyleyince, bu sözleri suç sayıldı. Galile, papazlar tarafından muhakeme
yapılıp, hapis edildi.
Eski İslam medreselerinde ayrıca fen dersleri vardı. Endülüs
medreseleri bu hususta bütün dünyaya rehber olmuştu.
Hastalıkların mikroplardan geldiğini ilk bulan, İslam medeniyetinin
yetiştirdiği İbni Sinadır. Bundan 900 sene önce (Her hastalığı yapan bir
kurttur. Yazık ki bunları görecek bir aletimiz yoktur) demiştir.
159
www.dinimizislam.com
Büyük İslam hekimlerinden Ebu Bekr Razi, ilk defa olarak o zamana
kadar aynı hastalık sanılan kızıl, kızamık ve çiçeğin ayrı ayrı hastalıklar
olduğunu bulmuştur. Bu İslam hekimlerinin eserleri ortaçağda ders kitabı
olarak bütün dünya üniversitelerinde okutulmakta idi. Batıda akıl hastaları
şeytan tarafından tutulmuş kimseler olarak canlı canlı yakılırken,
doğuda müslüman ülkelerinde bunların tedavisi için özel hastaneler
kurulmuştu.
Bugün, aklı başında olan herkes, maddi ilim ile fennin önce
müslümanlar tarafından kurulduğunu kabul etmektedir. Batılı ilim adamları
da, bunu tasdik etmektedirler. İslam ülkelerine sızarak ve müslüman
görünerek, sözlerini dinletmek imkanını bulan bazı İslam düşmanları,
fennin yeni buluş ve imkanlarını yaptıkları yeni silahları anlatıp Bunlar
gavur icadıdır, bunları kullananlar kâfir olur diyerek, cahilleri aldattılar.
Allahü teâlânın (Her şeyi öğreniniz!) emrini unutturdular. Bu hâl,
müslümanların ilimde ve fende geri kalma sebeplerinden biri oldu. Batı,
yeni alet ve silahlarla üstünlük kazandı. İslam düşmanları, bir taraftan
müslümanları böyle aldattılar, diğer taraftan müslümanlar fenni
beğenmiyor, maddi ilimleri istemiyorlar, müslümanlık gericiliktir, yobazlıktır
diyerek, gençleri İslamiyet’ten ayırmaya, İslamiyet’i içerden yıkmaya
çalıştılar. Dinimizi iyi öğrenirsek, onların tuzağına düşmekten kurtuluruz.
Hastalıktan korunmak
Sual: Bugün Hıristiyan batı, tıp ilminde ileri gittiği halde, AIDS gibi
hastalıklara maruz kalmalarının sebebi nedir?
CEVAP
Hıristiyanlığın en revaçta olduğu orta çağda, büyük tıp âlimleri, yalnız
müslümanlardı ve Avrupalılar Endülüs’e tıp tahsil etmeye gelirlerdi. Çiçek
hastalığına karşı aşıyı bulanlar, müslüman Türklerdir. Türklerden bunu
öğrenen Jenner, ancak 1796’da bu aşıyı Avrupa’ya götürdü ve haksız
olarak Çiçek aşısını bulan kimse unvanını aldı. Halbuki, tam bir zulmet
diyarı olan o zamanki Avrupa’da insanlar, hastalıktan kırılıyordu. Fransa
kralı On beşinci Louis 1774’de çiçekten öldü. Avrupa uzun zaman veba
ve kolera salgınlarına uğradı. Birinci Napolyon 1798’de Akka kalasını
muhasara ettiği zaman, ordusunda veba zuhur etmiş ve hastalığa karşı
çaresiz kalınca, düşmanı olan Müslüman Türklerden yardım istemek
zorunda kalmıştı. O zaman yazılan bir Fransız eserinde şöyle demektedir:
(Türkler, ricamızı kabul ederek hekimlerini yolladılar. Bunlar tertemiz
giyinmiş, nur yüzlü kimselerdi. Önce dua ettiler ve sonra ellerini bol su ve
sabun ile uzun uzadıya yıkadılar. Hastalarda zuhur eden hıyarcıkları
neşterle yardılar. İçindeki sıvıyı akıttılar ve yaraları tertemiz yıkadılar.
160
www.dinimizislam.com
Sonra hastaları ayrı ayrı yerlere koydular ve sağlamların mümkün olduğu
kadar onlara yaklaşmamasını tembih ettiler. Hastaların elbiselerini yaktılar
ve onlara yeni elbiseler giydirdiler. En nihayet tekrar ellerini yıkadılar ve
hastaların bulunduğu yerlerde öd ağacı yakarak ve tekrar dua ederek ve
bizden hiç bir ücret almadan yanımızdan ayrıldılar.)
Demek oluyor ki, iki asır evveline kadar batılılar hastalıklara karşı
tamamen çaresizdi ve ancak sonradan müslümanlardan öğrenerek ve
tecrübeler yaparak [dinimizde emrolunduğu gibi gayret ederek] bugünkü tıp
ilmini öğrendiler.
Hakiki müslüman, hem temiz olur, hem de, sıhhatine çok dikkat eder.
Bir zehir olan alkollü içkileri içmez. Çeşitli tehlikeleri ve zararları olduğu
bugün açıkça ispat edilen domuz etini yemez. Livata yapanlarda AIDS
ismindeki bulaşıcı hastalığın virüsünün, domuzlarda bulunduğu tespit
edilmiştir.
Bugün, bütün üniversitelerde okutuluyor ki, doktorluk iki kısımdır: Biri
hijyen, sıhhati korumak, ikincisi terapötik, hastaları iyi etmektir. Bunlardan
birincisi önce gelmektedir. İnsanları hastalıklardan korumak, sağlam
kalmayı sağlamak, tıbbın birinci vazifesidir. Hasta insan, iyi edilse de, çok
kere, arızalı, çürük kalır. İşte İslamiyet, tababetin birinci vazifesini, hijyeni
garanti etmiştir.
Peygamber efendimiz, Rum imparatoru Heraklius ile mektuplaşırdı.
Birbirlerine elçi gönderirlerdi. Bir defa, Heraklius birçok hediye göndermişti.
Bu hediyelerden biri de, bir doktor idi. Doktor gelince, (Efendim! İmparator
hazretleri beni, size hizmet için gönderdi. Hastalarınıza bedava
bakacağım!) dedi. Resulullah efendimiz kabul buyurdu. Emir eyledi, bir ev
verdiler. Her gün nefis yiyecek, içecek götürdüler. Günler, aylar geçti. Hiç
bir müslüman, doktora gelmedi. Doktor, utanıp gelerek, (Efendim! Buraya,
size hizmet etmeye geldim. Bugüne kadar, bir hasta gelmedi. Boş oturdum,
yiyip içtim, rahat ettim. Artık gideyim) diye izin isteyince, Peygamber
efendimiz, (Sen bilirsin. Eğer daha kalırsan, misafire hizmet etmek,
ona ikram etmek, Müslümanların vazifesidir. Gidersen de uğurlar
olsun. Yalnız şunu bil ki, burada senelerce kalsan, sana kimse
gelmez. Çünkü, Eshabım hasta olmaz! İslam dini, hasta olmamak
yolunu göstermiştir. Eshabım temizliğe çok dikkat eder. Acıkmadıkça
bir şey yemez ve sofradan, doymadan önce kalkar) buyurdu.
Bunu söylemekle müslüman hiç hasta olmaz demek istemiyoruz.
Fakat sıhhatine ve temizliğe itina eden bir müslüman, sağlam kalır, kolay
kolay hasta olmaz. Ölüm haktır. Hiç bir kimse ölümden kurtulamaz ve
herhangi sebeple veya bir hastalık sonucu ölecektir. Fakat, o vakte kadar
161
www.dinimizislam.com
sıhhatini koruyabilmesi, ancak Müslümanlıkta emredilen hususlara ve
temizliğe riayet sayesinde olur.
Derde deva
Sual: Kanser ve AIDS gibi hastalıkların kesin çaresi bulunabilir mi?
CEVAP
Elbette bulunabilir. Çünkü hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Derdi veren Allah, devasını da vermiş, devasız dert
yaratmamıştır. Yalnız ölüme çare yoktur.) [Taberanî]
Matbaanın geç gelmesi
Sual: Hıristiyan asıllı bir prof., (O zaman Anadolu Müslüman olduğu
için matbaa geç geldi, bundan dolayı da bilimde geri kalındı) diyor. Matbaa
Türkiye’ye niçin geç girdi, Avrupa ile aynı anda girmedi?
CEVAP
Matbaanın geç gelmesiyle Müslümanlığın hiçbir ilgisi yoktur. Yeni
keşfedilen bir aletin hemen bütün dünyaya yayılması nasıl beklenebilir? Bu
alet önce defalarca tecrübe edilir, eksiklikleri tespit edilip giderilir, sonra ilk
olarak keşfedildiği ülkede yaygınlaşır, daha sonra zamanla diğer ülkelerde
yayılır.
Mesela televizyon 1920’li yıllarda keşfedilmiş ve ilk TV yayınları
İngiltere’de yapılmıştır. Türkiye’de ise ilk televizyon yayını 1968’de
başlamıştır. Bu dönemde Türkiye, İslamiyet ile idare edilmiyordu. Suçu
Müslümanlığa bulmak çok yanlış olur. Buna rağmen yarım asırlık bir
gecikme olmuştur ki, o tarih için, teknolojinin ilerlediği bir dönemde hiç de
küçümsenecek bir gecikme değildir. Hıristiyan profesörün maksadı
matbaanın geç gelmesi değil, bir bahane bulup Müslümanlığı kötülemektir.
Matbaacılığın Türkiye’ye gelmesinin gecikmesine, kitaplar matbaa ile
basıldığı takdirde işsiz kalacaklarından korkan kitap müstensihleri, yani
para karşılığında kitap yazanlar da sebep olmuştur. Bunlar, matbaanın
Türkiye’ye gelmemesi için çeşitli propagandalar yapmışlar, divitlerini bir
tabuta koyarak, Bab-ı âli’ye kadar yürümüşlerdir. Hatta bazı cahillerden
faydalanarak bunların, (Matbaacılık İslamiyet’e aykırıdır) şeklinde
konuşmalarını sağlamışlardır.
Bu kimselerin İslamiyet’i şahsi menfaatlerine alet etmek istediklerini
gören Osmanlı Padişahı sultan üçüncü Ahmed Han, sadrazamı Damat
İbrahim Paşa’nın da yardımı ile bu işi halletmek için, İslam dininin en büyük
reisi olan Şeyh-ül-İslam’dan matbaacılık hakkında bir fetva istemiştir. O
162
www.dinimizislam.com
zamanki Şeyh-ül-İslam Abdullah Efendi tarafından verilen fetvada, (İlim,
fen ve ahlak kitaplarını, matbaada, az zamanda ve kolaylıkla çok kitap
basmak, faydalı kitapların ucuz elde edilmelerine ve her yere
yayılmalarına sebep olacağı için, matbaa yapılması caiz ve güzeldir)
denilmiştir. (Behcet-ül-fetava s.262)
O zamanın Müslümanları buna mani olsa bile, suçu, mani olanlara mı,
yoksa Müslümanlığa mı yüklemek gerekir? Daha sonra Anadolu’ya matbaa
girdiğine göre Müslümanlığa suç bulmak çok yanlıştır, kasıtlıdır.
Matbaa 1447’de keşfedilmiş ve Türkiye’de ise bu tarihten yaklaşık 200
sene sonra kullanılmaya başlanmıştır. O tarihte haberleşme ve ulaşım
vasıtalarının ne kadar zayıf olduğu ve yukarıda bildirilen diğer sebep de
düşünülürse, bu gecikmenin İslamiyet ile hiç ilgisinin olmadığı anlaşılır.
Matbaanın bilime elbette katkısı vardır; fakat matbaa ile bilim arasında
direkt bir bağlantı kurmak da doğru olmaz. Matbaa keşfedilmeden önce de,
birçok keşifler yapılmıştır. Şu anda matbaa her yerde kullanıldığı, hatta
diğer haberleşme ve ulaşım vasıtaları da hızla geliştiği halde teknolojide
geri kalmış birçok ülke vardır.
Bütün bunlar gösteriyor ki, (Matbaa, Anadolu o zaman Müslüman
olduğu için Türkiye’ye geç geldi) demenin de, (Matbaanın geç gelmesi geri
kalmamıza sebep oldu) demenin de kasıtlı bir iddia olduğu meydandadır.
Kâinatın genişlemesi
Sual: Ansiklopedilerde özetle deniyor ki:
(Milyarlarca yıl önce, bütün kâinat bir tek parçadan ibaretti. Bu tek
parçanın ortasında büyük bir patlama oldu ve bu tek parça birçok parçalara
ayrıldı. Parçaların her biri başka bir yöne doğru gidiyordu. Nihayet, bu
parçaların bazıları birbirleriyle birleşerek çeşitli gezegenler ve ayrı ayrı
galaksiler meydana getirdiler. Bu galaksiler uzayda kendi yörüngelerinde
dönmeye ve yüzmeye devam ettiler. Dünya, içinde güneşin de bulunduğu
bir galaksidedir. Kâinatta sayılamayacak kadar çok galaksi vardır. Kâinat,
gittikçe genişleyen bir sistemdir. Galaksiler yavaş yavaş dünyadan
uzaklaşmaktadır; çünkü kâinat genişlemektedir.)
Ateistler bu genişlemenin kendiliğinden olduğunu, her şeyi olduğu gibi
bunu da Allah’ın yapmadığını söylüyorlar. Bunlara nasıl bir cevap
vermelidir?
CEVAP
Ateist, âyete, hadise inanmaz. Ona ne söylesek faydasızdır. Ateist, bir
galaksiyi veya gezegeni veya bir güneşi yaratamadığı halde, kâinatı yoktan
163
www.dinimizislam.com
var edene inanmaz. Bir böcek, bir bitki bile yaratamaz. Var olan her aletin
bir yapanı elbette vardır. Hiçbir şey kendiliğinden olamaz.
Ansiklopedide bildirilen hususları yapan Allahü teâlâdır. Orada,
(Bütün kâinat bir tek parçadan ibaretti) deniyor. O parça nereden geldi?
Kendiliğinden mi oldu? Eğer kâinat genişliyorsa genişleten de Odur,
daralıyorsa daraltan da Odur. Onun emri olmadan sinek kanadını
kımıldatamaz. Her şeyi yaratan Allahü teâlâdır. Yerde ve göklerde bulunan
bütün varlıkları, maddeleri, cisimleri, özellikleri, olayları, kuvvetleri,
kanunları, bağlantıları yaratan, yalnız Odur. Ondan başka yaratıcı yoktur.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Her şeyi yaratan Allah’tır.) [Zümer 62]
(Sizi de, yaptığınız işleri de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96]
(Her şeyin yaratıcısı olan Rabbiniz Allah’tır.) [Mümin 62]
(Allah, her şeyin yaratıcısıdır. O birdir.) [Rad 16]
(Her şeyi O yaratmıştır.) [Enam 101]
(Yaratmak Ona mahsustur.) [Araf 54]
Enbiya suresi, 30. âyetinde de mealen, (İnkâr edenler, gökler ve arz
küresi birbirlerine yapışıkken, onları ayırdığımızı bilmezler mi?)
buyurulmuştur. Demek oluyor ki, Allahü teâlâ, fen adamlarının ancak 50–
60 sene önce meydana çıkarabildikleri dünyanın yaratılışını, bundan 1400
yıl önce insanlara bildirmiştir. Hiçbir şey bildirmese de, yine her şeyi
yaratan Odur.
Darwin ve Evrim Teorisi
Sual: Evrim teorisi hakkında bilgi verir misiniz?
CEVAP
Darwin, materyalistlerin iddia ettiği gibi, insanların maymundan
türediğini veya bir hayvandan başka bir hayvan geleceğini söylememiştir.
Darwin böyle bir şey söylese bile bu sözün ilmi bir kıymeti olmaz.
İnsan ile hayvanlar arasındaki en büyük fark, insanın ruhudur.
İnsanlarda ruh vardır. İnsanlık şerefi bu ruhtan gelmektedir. Bu ruh, ilk
olarak Hazret-i Âdem’e verildi. İnsanlara mahsus olan bu ruh hayvanlarda
yoktur. Maddecilerin bu ruhtan haberleri olmadığı için, insanı maymuna
yakın sananları çıkıyor. İlk insanların şekli, yapısı, maymuna benzese de,
insan insandır. Çünkü ruhu vardır. Maymun ise hayvandır, insana mahsus
olan ruhtan ve bu ruhun sağladığı üstünlüklerden mahrumdur. İnsan ile
hayvan, tamamen ayrıdır. Aralarında, hiçbir zaman bir geçit olamaz.
Darwin’i kullandılar
164
www.dinimizislam.com
Materyalistler, fen adamı rolüne girip, (İnsanların maymundan
türediğini Darwin söyledi) diyorlar. Halbuki Darwin böyle bir şey söylemedi.
Canlılar arasında hayat mücadelesini anlattı. (Türlerin Kökeni) ismindeki
kitabında, canlıların çevreye uyduklarını, bunun için, ufak değişikliklere
uğradıklarını yazdı. (Bir tür, başka türe döner) demedi. İngiliz İlim Birliğinin
1980’de Salford’daki toplantısında konuşan Prof. John Durant diyor ki:
(Darwin’in insanın kökeni ile ilgili görüşleri, modern bir efsane olup
çıktı. Bu efsane, ilmi ve sosyal gelişmemize zarardan başka bir şey
vermedi. Evrim masalları, ilmi araştırmaları tahrip etti. Şimdi Darwin’in
teorisi dikiş yerlerinden patlamış, geriye perişan ve bozuk bir düşünce
yığını bırakmıştır.)
Evrimcilere göre, Neandertalar, ilk insandır, önce dört ayak üzerinde
yürümüş, daha sonra da bugünkü hâle gelmiştir. Bu kadar ilkel olan bir
mahlûkun bugünkü mükemmelliğe ulaşması mümkün değildir. Bütün din
kitapları, ilk insanın homo sapien [iki ayak üzerinde yürüyen ve
düşünebilen bir mahlûk] olduğunu bildirmektedir. Dört ayakla yürüyen
hayvanın bugünkü insana dönüşebileceğini hiç kimse iddia etmemiştir.
Paleontoloji mütehassısları, bir canlının başka türe dönmediğini,
canlılardaki değişmelerin, kendi türleri arasında olduğunu bildirirler.
Bütün din kitapları, ilk insan olan Hazret-i Âdem’in, buğday ektiğini, ev
yaptığını ve kendisine on forma kitap verildiğini bildirmektedir. Görüldüğü
gibi ilk insanın, dünyanın oldukça tekamül ettiği bir zamanda yaratılmış
olduğu, dört ayağı üzerinde yürüyen, mağaralarda yaşayan mahlûklarla
hiçbir ilgisinin olmadığı apaçıktır. [Zaten bütün din kitapları, Hazret-i
Âdem’in, Hazret-i Havva ile Cennette yaşadığını, sonra dünyaya
indirildiklerini bildirmektedir. Cennetten gelenlerin başka ilkel mahlûklarla
ne alakası olabilir?]
Üçüncü zaman sonunda yaşayan “Antropoit” dedikleri maymun iskeleti
bulununca, evrimciler tarafından, (İnsanın ceddi olan maymunun kemiği
bulundu. İnsanın maymundan geldiği kesinleşti) gibi yalanlar yazılıp, hayali
resimler yapıldı.
1912’de İngiltere’de C. Dawson bir fosil bulduğunu söyledi. Sonradan
(Piltdown adamı) denilen bu fosil, maymunla insan arasında bulunan
fosiller içinde en güvenilir olarak meşhur oldu. Bu fosilin kafatası ve dişleri
insanınkine, çene kemikleri ise maymunun çene kemiğine benziyordu.
Böylece ilk insanın maymun insan arası bir mahlûk olduğu yazılıp çizildi.
Din ile alay edildi. Bu fosilin şüpheli taraflarının bulunduğunu, bu bakımdan
yeniden incelenmesini isteyen bilim adamlarına izin verilmedi. Ama son
yıllarda bir Alman heyeti, bu fosili inceler, şüpheli yerler bulur. Neticede
165
www.dinimizislam.com
Dawson’un, hile yaparak, insan kafatasına maymunun çene kemiğini
yerleştirdiği, çeneye de insan dişlerini koyduğu açığa çıktı.
1922’de Pliosen devrine ait bir azı dişi bulundu. Hemen evrimciler,
bunun ilkel bir insan olduğunu söylediler. Bir azı dişinden esinlenerek,
(Nebraska adamı eşiyle beraber) diye hayali resimler çizdiler. Amerika ve
İngiliz basınında günlerce makaleler yazıldı. Neticede bu dişin, bir domuza
ait olduğu tespit edildi.
Yarım kafatası, uyluk kemiği ile üç azı dişi ayrı ayrı yerlerde bulunmuş,
bunların hepsi bir kafa kabul edilmiş ve adına Java adamı denilmiştir. Prof.
Gish bu hususta diyor ki:
(Java adamı denilen varlık bir maymundur. Maymun kafatası ile insan
uyluğu birleştirilmiş, adına Java adamı denilmiştir.)
Bu kemikleri bulan ve Java adamı adını veren Mr. Dubois, ölmeden
önce, gerçeği itiraf etmiştir. (Java adamı dediğim kemikler, gerçekte bir
gibbon maymunudur) demiştir.
Madem böyle şu adam, bu adam yaşamış da, niye bir tane de,
binlerce değildir? Bu husus da bunların uydurma olduğunun başka bir
delilidir.
Evrimciler ne kadar uğraşırsa uğraşsın güneş balçıkla sıvanmaz.
Maymundan geldiğini söyleyenler olduğu gibi, ayıdan geldiklerini
söyleyenleri de vardır. Bir İtalyan profesörü, insanın maymundan değil,
ayıdan geldiğine dair üç delil ortaya atmıştır:
1- Ayı, yavrusunu döverken insan gibi tokatlar, maymun ise ısırır.
2- Ayı, dişisi ile, yavrularının görmediği bir yerde çiftleşir. Halbuki
maymunda böyle bir şey yoktur. Yavrularının yanında da çiftleşir.
3- Oyuncak dükkânına giden bebekler, ayı oyuncaklarını tercih
ederler. Bu deliller insanların ayıdan geldiğini gösterir.
Maymun teorisi gibi ayı teorisi de, ilim adına uydurulmuş bir rezalettir.
Evrim ve tesadüfler
Prof. Dr. Cevat Babuna konuşmasına şöyle devam etti:
İnançsız evrimcilere göre, bir organizma veya bunun temsilcisi olan
hücreler, bir işi yapa yapa öğrenirler ve sonunda ona göre uyum sağlarlar.
Mesela zürafanın boynu yüksek dallardan gıda temin etmeye çalışa çalışa
uzamıştır. Parmaklarımız sert cisimlere vura vura koruyucu olan tırnağı
geliştirmiştir. Türler ve hücreler arasında bir hayat savaşı vardır. Bu
savaşta kuvvetli olan zayıfı tasfiye eder.
Sadece hayatın başlama noktası, bütün bu iddiaların ne kadar
geçersiz ve saçma olduğunu ortaya koymaktadır.
166
www.dinimizislam.com
Dünya kurulalı beri hiçbir sperma hücresi, dölleme görevini yaptıktan
sonra tekrar geri dönmek ve ana hücrelerine yaptığı işler hakkında bilgi
vermek imkânını bulamamıştır.
Mademki, sperma ana hücresinin ve spermanın, kendisini ne gibi
görevler beklediğini önceden bilmesine imkân yoktur. O zaman kendisine
özel yapıyı veren ve bir sürü tedbirler aldıran nedir?
Spermanın başına koruyucu zırhı yerleştiren, birtakım hücreleri yok
edecek eritici silahları taşıtan hangi kuvvettir?
Bilim dünyasının bile ancak 20. yüzyılın ikinci yarısında öğrenebildiği
insan hücresinin kromozom sayısının 46 olduğunu sperma nereden biliyor?
46’dan daha fazla kromozomlu bir insanın sakat olacağını, hatta
öleceğini ve bu sebepten kromozom sayısını yarıya indirmesi gerektiğini
nasıl öğrenmiştir? Yola çıkmadan önce görevinin başka bir hücreyle
birleşmek olduğunu da bilmeden, üstelik bu işlemi 20. asırda değil,
onbinlerce yıldan beri kusursuz olarak yerine getirmektedir.
Bu bilgileri ne kendisini yapan ana hücreden, ne de dünyadaki
antropologlardan veya jinekolog doktorlardan alması mümkün değildir. O
halde bu tedbirler ve ince mühendislik hesapları hangi kuvvetin eseridir?
Kromozomlarını indirgeyen sperma hücresi, taşıdığı yüzbinlerce genin
kontrolünü hangi bilgisayarlarla yapmakta ve bunların yeterli olmadığını
görerek yarıştan niçin çekilmektedir?
Çocuğun cinsiyetini verecek kromozomlar X ve Y harfleriyle
adlandırılır. Yumurtacıkta daima X kromozomu vardır. Sperma ise yarısı X,
yarısı Y kromozomlarından oluşan bir kombinasyona sahiptir. Yumurtacık,
X kromozomu taşıyan bir sperma tarafından döllenirse, döllenmiş hücrede
XX kromozomları olur ve çocuk dişi olur. Y kromozomu taşıyan bir sperma
döllerse, çocuk XY kromozomlu olur, yani erkek olur. Buradan da
anlaşılabileceği gibi, cinsiyeti tayin edecek spermadır, yani babadır.
Bu bilgilere göre, doğacak çocukların % 50’sinin erkek ve % 50’sinin
kız olması gerekir. Hâlbuki gerçekte bu böyle olmamaktadır.
Normal hayatta dış şartlara kadınlar erkeklere göre daha dayanıklıdır.
Mesela düşük kilolu bebeklerin kuvözlerde erkek çocukların yaşama şansı,
kız çocuklara oranla daha azdır.
Aynı şekilde büyüklerde de, çeşitli sebeplerle erkekler kadınlardan
daha çok ölmektedir. Harpler, trafik kazaları vs. ele alındığında, dünya
üzerindeki erkek sayısının gittikçe azalan bir çizgi izlemesi gerekirdi.
Bu şekilde, sonunda sadece kadınlardan ibaret bir dünya ortaya
çıkardı. Hâlbuki herkes biliyor ki, dünyada kadın erkek sayısında belirli bir
denge vardır ve bu denge değişmemektedir.
167
www.dinimizislam.com
Bütün bunlara rağmen, aklı başında olmak kaydıyla, her şeyin
tesadüfen meydana geldiğini söyleyebilecek bir kişi çıkabilir mi?
Evrim ideolojisi
Ülkemize gelen Paleontolog Prof. Dr. Duane Gish, verdiği konferansta
özetle dedi ki:
Canlıların kökenini araştırmak için başvurulabilecek en somut deliller,
fosil kayıtlarıdır. Yani yaratılış veya evrimden, hangisinin doğru olduğunu
saptayabilmek için, fosil kayıtlarının, hangisini desteklediğini incelemek
gereklidir. Evrimciler, “Tesadüflerle, ilkelden gelişmişe doğru bir ilerleme
kaydederek bugüne gelindi” diyorlar. Evrim gerçek olsaydı, evrimcilerin
iddia ettikleri yüz milyonlarca yıl boyunca gerçekleşen evrim sürecinde, yüz
milyonlarca canlı, kendinden önceki bir türden bir sonraki türe doğru
gelişecekti. Bu ise, kaçınılmaz olarak yüz milyonlarca “ara-geçiş formu”nun
varlığını gerektirirdi. Oysa böyle bir durum söz konusu değildir.
Fosil kayıtlarının evrimi desteklemediği ortadadır. Kediler hep kedi,
maymunlar hep maymun ve insanlar hep insan kalmışlardır. Evrimciler
çarpık değerlendirmeler yapıyor. Kendi teorilerine uydurmaya çalıştıkları
zamanlama metotlarını sık sık değiştirerek, yeni ortaya çıkan bilgilerin
ışığında evrimi geçerli kılmaya çalışıyorlarsa da, bu çabaların faydasız
olduğunu da biliyorlar.
Başlangıçta umduğu fosillerin bir türlü bulunamadığı görülünce, fosil
kayıtları ve teorisinin birbirleriyle tutarsızlığını açıklamak için, Darwin’in
bulduğu çözüm, yani fosil kayıtlarının çok eksik olduğu iddiası ileri sürüldü.
Oysa şu anda Darwin’in döneminden beri 120 yıl geçti ve fosil kayıtları çok
miktarda arttı. Bugün 250 bin farklı türün fosili mevcut. Ancak durum
başlangıçtan farklı değil. Hâlâ Darwin’in bulunmasını umduğu fosillerden iz
yoktur.
Karmaşık canlıların gelişmeleri için gereken milyonlarca yılda
bırakmaları gereken fosillerin hiçbirinin mevcut olmayışı, bu teoriyi
herhangi bir dayanaktan yoksun bırakır. Bu karmaşık canlıların birdenbire
ve evrim açısından “dramatik” biçimde ortaya çıkışlarını açıklamak
amacıyla girişilen jeolojik, iklimsel, atmosferik ve kimyasal çabaların hepsi
çökmüştür. Bu kadar şüphe götürmez delillere rağmen, eğer bir kimse bu
karmaşık canlıların hiçbir iz bırakmadan evrimleştiğine inandığını söylerse,
elbette bu modern bilime zıttır. Bu kişi, evrime, bilimsel gerçekler ışığında
değil, bilimsel gerçeklere rağmen inandığını kabul ediyor demektir. Nitekim
evrimi savunan çevrelerin, içinde bulunduğu durum da budur. Bu ise,
evrimi bilimsellikten uzaklaştırarak bir ideoloji haline sokmuştur.
168
www.dinimizislam.com
Evrimciler insanın maymundan evrimleştiği düşüncesinde idiler. Ancak
bu evrim süreci ve fosil kayıtları da yine en çok evrimciler tarafından
şüpheyle karşılanıyordu. Evrimcilerin, “Maymunla insan arası” olarak
açıkladıkları Australapithecus aferensis, insan gibi iki ayağı üzerinde
yürümüyordu. Bazı hareketler [mesela bir daldan meyve koparmak] için
kısa süreli olarak dikilmesi, onun insan olduğu anlamına gelmiyordu.
Günümüz paleontoloji araştırmaları ise, bunun artık soyu tükenmiş bir
maymun cinsi olduğunu söylüyorlar.
Eugene Dubois, insanın maymundan evrimleşerek geldiğini söylemişti.
1891’de önce bir kafatası ve bundan 15 m. uzakta bir uyluk kemiği buldu.
Ardından buluntulara 3 adet diş eklendi. Dubois bunların tek bir canlıya ait
olduğunu iddia etmekle kalmadı, 900 cc olarak hesapladığı kafatasından
hareketle ilkel bir maymun ve uyluk kemiğinden hareketle de dik yürüyen
bir insan türü olduğunu ortaya attı. Buna Homo erectus [Dik yürüyen
maymun] adını verdi. Bu yanlış iddia, evrimcilerce sevinçle karşılandı.
Ne var ki, Dubois bile, bir süre sonra kendisinin de ikna olmadığını ve
bunun bir maymuna ait olduğunu düşündüğünü itiraf etti. Birçok bilim
adamı da bunun Pithecantropus türü bir maymuna ait bir kafatası olduğu
konusunda birleştiler.
İkinci örnek Pekin Adamı da bundan farklı değildir. Evrimciler hiçbir
tutarlı iddia ortaya koyamadılar, iddialarını destekleyen hiçbir fosil kaydı
bulunamadı ve evrimin, bilimsellikten uzak “İdeolojik bir çalışma” olduğu
anlaşılmış oldu.
Evrim efsaneye dayanır
Yerli yabancı ilim adamlarının katıldığı bir konferansta konuşan
Amerikalı biyolog Prof. Dr. Kenneth Cumming dedi ki:
Evrim efsaneye dayanır. Şöyle ki, Enuma Elish destanı Yunan
filozoflarını çok etkiledi. Thales, Aristo ve Platon felsefi teorilerini
Sümerler’in destanından esinlenerek oluşturmuşlardı. Yunan filozoflarının
doktrinleri ise Lamarck’a kadar uzandı. Lamarck ilk defa, canlıların basitten
mükemmele doğru değiştiğini söyleyerek konuyu güncelleştirdi. Lamarck,
bugünkü zürafaların geçmişte boynunun kısa olduğunu, ancak ağaçların
yüksek dallarına uzandıkça boyunlarının da uzadığını iddia etmişti. Genetik
biliminden habersizdi. Bugün böyle bir gelişimin, biyolojik olarak
imkânsızlığı ispat edilmiştir. Lamarck’tan sonra, bu safsatayı Darwin tekrar
gündeme getirdi.
Darwin’in fikirleri, temel olarak gözlemlere ve doğal seleksiyon,
ayıklama adını verdiği bir mekanizmaya dayanır. Buna göre bütün canlılar,
169
www.dinimizislam.com
ortak bir ataya sahiptir ve türler bu ortak atadan zamanla, yavaş yavaş
çeşitlenerek ortaya çıkmıştır.
Darwin’in zamanında genetik ve mikrobiyoloji gibi hücre ve üreme
konularına bilimsel açıklamalar getiren bilimler mevcut değildi. Bunun için
iddialarına karşı, kesin bir şey söylenemiyordu. Bu bilimlerin ortaya
çıkması, Darwin’in teorisini temellerinden sarstı. Bu durumda evrimciler de
yeni yollar aramak durumunda kaldılar ve teoriye mutasyon mekanizması
eklendi.
Bu iddiaya göre, mutasyonlar, yani canlının genetik şifresi DNA’da
meydana gelen hasar, bozulma ve kopmalar neticesinde yeni canlılar
oluşuyordu ve doğal seleksiyon bunları ayıklayarak güçlülerin hayatta
kalmalarını sağlıyordu.
Oysa bu durum teoriyi kendi içinde bile çelişkili hale getirmişti. Çünkü
mutasyonlar canlıya zarar verip yaşama şansını azaltıyordu. Zaten çok
nadiren meydana gelen bir mutasyon, üstelik de kazanılan özelliğin bir
sonraki nesle aktarılabilmesi için ancak üreme hücrelerinde olması
gerekirken, canlıya büyük zarar veriyordu. Tek bir faydalı mutasyonu
tanımlamak bile çok zorken, türü değiştirebilecek bir mutasyonlar zincirini
düşünmek imkânsızdı.
1953’de Miller bir deney gerçekleştirdi. Evrimcilerin iddialarındaki
doğal seleksiyon mekanizmasının tek bir örneğinin bile mevcut olmadığını,
çeşitli sebeplerden dolayı hayvan toplulukları sayılarında değişme
yaşandığını, ancak hiçbir zaman bir kedinin köpeğe, bir çamın meşeye
dönüşmediğini ispat etti. Moleküler düzeyindeki incelemelerinde,
aminoasitlerin yapılarının evrimle açıklanamayacağı görüldü.
Bütün canlılarda, rastgele değil, çok muntazam bir dizayn vardır. Buna
göre canlı organizmalar, bir makinenin parçaları gibi yüzlerce, binlerce
parçanın, daha doğrusu sistemin birlikte çalışmasıyla hayatlarını devam
ettirmektedirler.
Bu çok sayıdaki parçanın herbiri birbiri ile mükemmel bir uyum içinde
çalışmaktadır. Mesela vücudun savunma sistemleri, organizmanın
korunması için antikor oluşumu, hücre temizliği ve iltihabi reaksiyon gibi
karmaşık metotlar kullanırlar. Yara tamiri, kan pıhtılaşması gibi birçok
döngü reaksiyonları meydana getirirler. Olayların kendine has oluşları ve
kontrolün oluşumu üst düzey bir dizayna işaret etmektedir. Böyle üstün bir
dizayn tesadüfler sonucu ve rastgele oluşmuş olamaz. Bu, bir sisteme ait
olan ve birbiriyle uyumlu bütün parçaların, ancak o sistemi bütünüyle
tanıyan bir Yaratıcı tarafından ortaya çıkarılmış olduğunu açık bir şekilde
170
www.dinimizislam.com
göstermektedir. Bu parçaların her birinin yapısı, iç mekanizması ve
işleyişindeki harikalık da o yaratıcının varlığına birer delildir.
[Kur’an-ı kerimde ilk insanın topraktan, neslinin ise nutfeden yaratıldığı
bildiriliyor. İlim ilerledikçe Kur’an-ı kerimin bildirdiği bu gerçek daha iyi
anlaşılıyor.]
Evrim ve yaratılış
Bilim adamları, bir dergideki solcu bir yazara verdikleri cevabı, basına
da dağıtmışlar. Bu uzun mesajda özetle [ve kısa ilavelerle] deniyor ki:
Dergideki yazıda, “Evrim teorisi çürütülmeye çalışılmaktadır” denmiştir.
Hâlbuki bahsedilen konferanslarda, Evrim teorisi çürütülmeye çalışılmamış,
çürütülmüştür. Evrim teorisi ele alınmış, ateist ideolojilerin ürünü olan bu
dogmanın mesnetsizliği, bizzat bilim yoluyla ortaya konarak, teorinin çöpe
atılması sağlanmıştır. Ayrıca Marksist felsefeyi savunanların yaratılış
gerçeği karşısında ileri sürdükleri teori, her açıdan geçersiz kalmış ve
savunucuları büyük bir hezimete uğramıştır.
Yazıda, “Evrim teorisi dinin en zayıf noktasıdır” deniyor. Evrim teorisi
dinin değil, materyalist felsefenin en zayıf noktasıdır. Çünkü başta K. Marx
ve F. Engels olmak üzere materyalist felsefenin ileri gelen fikir babalarınca
defalarca ifade edildiği gibi, Evrim teorisi, materyalist felsefenin temel
dayanağını teşkil etmektedir. Nitekim K. Marx, Evrim teorisini ortaya atan
Darwin’in kitabı için, “Bizim görüşlerimizin doğal tarihi temelini içeren kitap
budur” demiştir.
Evrim teorisi, materyalist felsefenin temeli olduğu için, bu teorinin
mesnetsizliğini ortaya koyan her bulgu, materyalist felsefenin ve onunla
bağlantılı bütün ideolojilerin de mesnetsizliğini ortaya çıkarmaktır. İşte
yazarın saldırgan bir tutum sergilemesinin ardında yatan asıl sebep budur.
Dergi, “İnsanlar, yaratılış için tanrısal bir masal uydurmuşlar. Kutsal
kitaplar, bütün canlıların Hazret-i Âdem’den yaratıldığını söyler” derken,
dergi, bütün canlıların değil, insanların türemesini kastetmiş olmalıdır.
Çünkü bilindiği gibi, Kur’an-ı kerimde Hazret-i Âdem’in ilk canlı olduğu ve
mikroorganizmalardan memelilere kadar bütün canlıların Hazret-i
Âdem’den türediği gibi bir açıklama mevcut değildir. Kur’an-ı kerimde,
Hazret-i Âdem’in ilk insan olduğu ve insan neslinin Hazret-i Âdem’den
türediği belirtilmektedir.
Yazar, “Doğal Seçme Yasası ile din asla bağdaşmaz” diyor. Yazar dini
bilmediği gibi, Evrim teorisini ve bilimi de bilmiyor. Çünkü Doğal Seçme
Yasası diye bir şey yoktur. Doğal seçme [seleksiyon] ise, hiçbir bilimsel
dayanağı olmayan bir kelime oyunundan ibarettir.
171
www.dinimizislam.com
Yazar, “İnsanlar tercihlerini ya inançtan, ya bilimden yana
yapacaklardır” diyor. Eğer, “İnanç”tan kastettiği “Yaratılış inancı” ise,
iddiası gerçek dışıdır. Yaratılış ile bilim arasında hiçbir aykırılık mevcut
değildir. Bilimsel gerçekler, yaratılışın doğruluğunu ortaya koymaktadır.
Eğer “İnanç”tan kastettiği, Evrim teorisine olan körü körüne bağlılık ise,
yalnız bu tespiti doğrudur. Bilim başka şey, Evrim teorisi başka şeydir.
İnsanlar tercihlerini ya bilimden, ya Evrim teorisinden yana yapacaklardır.
Hem bilim, hem Evrim teorisi savunulamaz.
Yazar, “Yaratılışa inananlar Evrim teorisini çürütseler bile, yine de bu,
insanları yaratılış masalına inandırmaya yetmez” diyor.
Birincisi, yaratılış masal değil gerçektir. Esas masal olan, çeşitli
türlerde atomların uzun bir zaman içerisinde, tesadüfler sonucu bir araya
gelerek, elektron mikroskobu yapıp, kendi vücudunun hücre yapısını
inceleyen bilim adamlarına dönüştüğünü iddia eden Evrim teorisidir.
İkincisi, Evrim teorisinin yanlışlığı, elbette ki, yaratılışı ispatlayan
delillerden biridir. Canlıların tesadüfle oluşmasının imkânsızlığı, şuurun
varlığı, bu da yaratıcının varlığını ispatlamaktadır. Başka bir deyişle,
yaratılış, hem bilimsel verilerin yaratılışı doğrulamasıyla, hem de yaratılış
dışındaki alternatiflerin imkânsızlığıyla kesinlik kazanmaktadır. Yazar, “Din
ile bilim hiçbir zaman birbirleriyle uyuşmaz” diyor. Demek ki yazar, Evrim
teorisini ilim ile karıştırıyor.
Maymundan gelen politikacı
Sual: Bir politikacı, (Maymundan geldik) dedi. Ben de, (Dinimizin
bildirdiğine göre, Hazret-i Âdem’den geldik) dedim. (Bilim varken dine
uyulmaz, siz bilime karşı çıkıyorsunuz) dedi. (Sizinki bilim değil, bir teoridir,
yarın da başka bir teori çıkarsa ne yapacaksınız?) dedim. (Yeni çıkan
teoriye uyarız) dedi. Bu politikacı, maymun teorisine de inanmadığı, çünkü
yeni bir teori çıkarsa ona uyabileceğini söylediğine göre, sırf dine karşı
olduğu için onu kabul ettiği anlaşılmıyor mu?
CEVAP
Evet, öyle olduğu açıkça anlaşılıyor. Başka teoriyi kabul edecekse, bu
teorinin doğru olmadığını söylemiş oluyor. Bir İtalyan profesörü, yeni bir
teori çıkarmış, insanın maymundan değil, ayıdan geldiğine dair üç delil
ortaya atmıştı:
1- Ayı, yavrusunu döverken insan gibi tokatlar, maymun ise ısırır.
2- Ayı dişisiyle, yavrularının görmediği bir yerde çiftleşir. Hâlbuki
maymunda böyle bir şey yoktur. Yavrularının yanında da çiftleşir.
172
www.dinimizislam.com
3- Oyuncak dükkânına giden bebekler, ayı oyuncaklarını tercih
ederler. Bu deliller insanların ayıdan geldiğini gösterir.
Maymun teorisi gibi ayı teorisi de, bilim adına uydurulmuş bir
hurafedir. Acaba evrimci politikacı, yeni bir teoriye uyacağına göre,
maymundan değil de, ayıdan mı geldiğini söyleyecektir?
Evrimcilerin, insandan değil de, hayvandan geldiğini iddia etmeleri,
dini yıkmak içindir. Eğer din hâşâ, maymundan geldik deseydi, bunlar
insandan geldik derlerdi. Hayvandan gelmeyi aşağılık kabul ederlerdi. Dine
inanmamak için hayvandan gelmeyi çok normal görüyorlar.
İlk maymunun nereden geldiğini evrimcilere soruyoruz. Sudan oldu
diyorlarsa, suyu kim yarattı? Mahlûk olunca bir yaratıcının olması gerekir?
Mahlûk, yaratılan demektir. Yaratan olmazsa yaratık olmaz. Yaratıcıyı inkâr
etmek kadar ahmaklık olmaz.
Gülen maymun
Sual: Maymunun insan gibi gülmesi, evrimin gerçek olduğunu
göstermiyorsa neyi gösteriyor?
CEVAP
Evrimle hiç alakası yoktur. Papağanı insan gibi konuşturan, maymunu
güldüren, yılanı ayaksız yürüten bir yaratıcının varlığını gösterir. Allahü
teâlâ her hayvana bir özellik vermiştir. Köpeğin koku alması, kedinin
karanlıkta görmesi, akrebin zehri, geyiğin boynuzu, kirpinin dikeni,
bukalemunun renk değiştirmesi, kuşların uçması, balıkların yüzmesi,
aslanın parçalaması, yarasanın engellere çarpmadan gözsüz uçması
evrimi, devrimi değil, hikmet sahibi yüce bir yaratıcının varlığını gösterir.
Uçan daireler ve UFO yalanları
Sual: Uzaylı insanların varlığı doğru mudur? UFO’ların aslı nedir?
CEVAP
Asırlardır, dinsizler, dinleri inkâr etmek için çeşitli yalanlar uydurdular.
Mesela, Âdem aleyhisselamı inkâr etmek için ilk insanların vahşi olduğunu,
maymundan geldiğini, dil bilmediğini de söylerler. Halbuki Allahü teâlâ,
bütün eşyanın, ismini, ilmini ve sanatını Hazret-i Âdem’e öğrettiğini
bildiriyor. (Bekara 31)
Tanrıların Arabaları diye kurgu yazılar yazan Erich von Daniken
bunlardan biri, Mısır Piramitleri gibi harikaları görünce, (Bunları insan
yapamaz. Tanrılar yapmış olabilir) düşüncesiyle hayaller üretmiştir. Kâfir
173
www.dinimizislam.com
kafası, tanrı çok olursa çok iş yapar sanıyor. Her şeye gücü yeten bir
Allah’ı düşünemiyor.
Dinsiz, tanrıya inanmaz. Fakat Müslümanların itikadlarını bozmak için
birçok tanrının olduğunu söyler. Bunun için Gök tanrıları veya Tanrıların
Arabaları demeleri de inkârcılıklarından ileri gelmektedir. Cennetle,
Cehennemle alay ederler. (Cehennemde dansözler var. Biz Cenneti değil,
Cehennemi isteriz) derler. Bunları, Cehenneme inandıkları için değil,
inananlarla alay etmek için söylüyorlar. Çok tanrıdan bahsetmeleri de
bundandır.
İnsan maymundan gelmiş diyenlere, yani evrim masalına, bilim havası
vermek için antropolog demişlerdir. Aslında vicdanlı bir biyolog veya
antropolog, ilme ihanet etmez. İnsan kafatasına maymun veya domuz dişi
koyup ilim adına ortaya sürmez... [Geniş bilgi için Darwin ve Evrim
Teorisi maddesini okuyunuz.]
Bu işleri dinsizler yürütürken, bazı Müslümanların da UFO yalanına
inanmaları, hele bazı Müslümanların, (Merih’te Müslüman kardeşlerimiz
var) demesi üzerine bu yazıyı yazmak bize vacip oldu. Bu yazıyı yazmaya
karar verince, birkaç kişiye söyledim. İmanlı bir zat, (UFO’lar hakkında size
bir brifing vereyim dedi. Üç arkadaşla birlikte bir saat kadar süren brifingi
izledik. Bu da, Daniken’in etkisinde kalmış. UFO diye bize, kazılarda
bulunmuş tarihi eserleri gösterdi. Diyelim ki o eserleri şimdi yapmak
mümkün değil. Bu neyi gösterir? O devrin teknikte çok ileri olduğunu
gösterir. Kazılarda medeniyetlere rastlanması, eski insanların tamamının
vahşi olmadıklarını göstermektedir. Kazılarda ilkel toplumlara da
rastlanması medeniyetlerin zirveye çıktığını, sonra çeşitli sebeplerle
yıkıldığını göstermektedir. Medeniyetler zirvede iken, teknik çok ileri idi. Tıb
da çok ilerlemişti, her hastalığın çaresi bulunuyordu. Bugünkü radarlar
eskilerin yanında çok ilkel kalır. Her medeniyet, deprem, Hazret-i Nuh’un
tufanı gibi bir sebeple yok olunca, yenisini kurmak için sıfırdan başlamak
gerekir. Bu eski medeniyetleri kuranlara, tanrıların adamları veya UFO
demek ne kadar mantıksız ve ilim dışıdır.
UFO, Unidentified Flying Objects kelimelerinin baş harfleridir. Buna
meçhul uçan cisimler denmiştir. Yani, gökyüzünde görülüp de ne olduğu
bilinmeyen şeylere bu isim verilmiştir. UFO’lar, uzay gemisi, uçan daireler,
uzaydan gelen insanlar zannedildi. Hâlâ da bunlar söyleniyor. Bugünkü
tekniğin bunları tespit etmesi zor mu sanki? Amerikan Hava Kuvvetleri
bunların ne olduğunu araştırdı. Neticede, dağlarda görünen oval şeylerin,
bulutların içindeki buz kristallerinden yansıyan ışık topları olduğu tespit
edildi. Ayrıca, bazı savaş uçaklarının uçan daire şeklinde olduğu da bir
174
www.dinimizislam.com
gerçektir. Süper güçler, teknoloji savaşında yaptığı çalışmaları gizlemek
için, gizli çalışmalarını UFO ile kamufle etmeye çalışıyorlar. Şuranın
buranın insanları daire şeklinde bir şey görünce, (İşte UFO) diyorlar. UFO,
gezegenlerden gelen insan değildir. Çünkü bugünkü teknik, gezegenlerde
hayat olmadığını tespit etmiştir.
Konularında uzman 16 bilim adamı, konuyu bilimsel olarak
incelemişler, UFO’ların aslı olmadığını bir kez daha ispat etmişler,
(Daniken Duruşması) isimli eserlerinde, Daniken’e hak ettiği şamarı
vurmuşlardır. Fakat buna rağmen, hâlâ ülkemizde, bilimsel teknolojiye
karşı çıkan mutaassıp [bağnaz] kimselerin bulunmasına hayret ediyoruz.
Müslümanlar, gezegenlerde insan veya insan gibi canlı varlık
bulunmadığını bildirdiği için, din düşmanları, UFO diye bir yalan
uydurdular. Allah’a inanmazlar. Fakat Müslümanların itikadlarını bozmak
için birçok tanrının olduğunu söylerler. Bunun için Gök tanrıları veya
Tanrıların Arabaları demeleri de inkârcılıklarından ileri gelmektedir.
Dinsizlerin hilesi çoktur. Hiçbirinin aslı yoktur. Gerçeği öğrenmeli,
oyunlarına gelmemeli.
Sual: Gezegenlerde insan var mı?
CEVAP
Hayır, insan yoktur.
Sual: Feza sonsuz mu?
CEVAP
Hayır. Sonsuz sanılan feza, henüz birinci semadır.
Genetik kopyalama
Sual: Genetik kopyalamadan bahsediliyor. İnsanı kopyalayacaklarmış,
bu nasıl olur?
CEVAP
Bir yumurtayı bir sperm ile döllemek, döllenmiş yumurtayı uygun bir
ortamda geliştirmek, yoktan yaratmak değildir. Bir mahlûkun resmini
çekmek veya kopyasını almak gibi kolay bir iştir. İnsan mevcut olan şeyde
değişiklik yapar. Bunun için insan değil, bir sineği bile yaratmak mümkün
değildir.
İnsanın ruhu, bitki ve hayvanı ayakta tutan ruhtan farklıdır. İnsan, ruhu
sayesinde vardır. İnsanın, vücudu bir marangozun aletleri gibidir. Birine,
başkalarının bütün organları takılsa, o insanın aklında, düşüncesinde,
ilminde değişiklik olmaz. Marangozun eski aletleri yerine, yeni aletleri
gelmiş demektir. Alet değişmekle, marangozdaki bilgi, kabiliyet değişmez.
175
www.dinimizislam.com
Görmeyen gözün yerine sağlam göz takılırsa görür. Kanı, kalbi, beyni de
değişse, yine düşünceye tesir etmez. Sağlam organ, daha kolay iş görür.
Çünkü insan, ruh demektir.
Teorik olarak insan kopyalanabilir. Fakat ruhu kopyalanamaz. Ruhun
genetik yükle alakası yoktur. Her canlıda, hatta bir yumurta ikizlerinde de
ruhlar farklıdır. Bir evliyanın veya meşhur bir sanatkârın kopyası yapılsa,
kopyalamadan meydana gelecek bebek büyüdüğü zaman ilmi, aklı, zekâsı
ve kabiliyetleri farklı olur.
Kopyalamada, gazetelerdeki ifadeye göre, ya ana veya baba yoktur.
Genetik karakter anadan gelirse, ananın kromozomları kendi ana ve
babasının kromozomlarının karışımıdır. Dolayısıyla doğacak bebek,
annesinin değil, anneannesinin ve dedesinin kromozomlarını taşır. Soy
bakımından karışık bir hilkat garibesi olur. Bu bakımdan da insanlarda
kopyalama zararlı olur.
Klonlama için bazı gazeteler, "İnsan bir koyun yarattı, insan insanı
yaratıyor" diye başlıklar attılar. Klonlamaya yaratmak denmez. Çünkü
yaratmak, yoktan var etmektir. Klonlamada, Allahü teâlâ tarafından
yaratılmış bir hücrenin içindeki genetik materyal kullanılmaktadır. Bu
materyaller annenin yumurtasına aktarılmaktadır. Ruh yine Allahü teâlâ
tarafından verilmektedir. Buna yaratmak denmez. Un, şeker ve yağdan
helva yapmak gibidir. Unu, şeker ve yağı yoktan kimse yaratamaz. Ancak
mevcut olan malzemeler kullanılarak yeni bir ürün meydana getirilir.
Klonlama ile meydana gelecek insan, Allahü teâlânın verdiği farklı bir
ruha sahip olur. Fiziksel beden hemen herkeste aşağı yukarı aynıdır. İnsan
ruhu sayesinde farklılıklar arz eder. Klonlama da kopyalanan sadece
fiziksel özelliklerdir. Tek yumurta ikizlerinin DNA bilgileri yani fiziksel
özellikler birbirinin benzeridir, ancak ruhlar farklıdır.
Klonlama konusunda çalışan İtalyan Prof. Dr. Severino Antinori diyor
ki: "Bu klonlama fotokopi gibi değildir. Ayni kişiler imal etmiyoruz. Vücudun
fotokopisi yapılabilir ama psikolojik durumu yapılamaz.” Bunun için bir
insan ruhu ile birlikte aynen kopyalanamaz.
Tecrübe edin
Sual: Genetik mühendisliği usulü ile yapılan üretime karşı çıkıp,
“Allah’ın işine karışmayın! Yaratmak sadece Onun işidir!” diyerek, bu usulle
üretilmiş bir besini yememek doğru mudur?
CEVAP
Bitkilerin ve hayvanların ıslahı için yapılan işlerde, (Allah’ın işine
karışmayın!) sözü yanlıştır. Çünkü onları ıslah etmek, daha verimli hale
176
www.dinimizislam.com
getirmek Allah’ın emridir. Dinimiz, fen bilgilerini öğrenmeyi, geliştirmeyi
emreder.
Peygamber
efendimize,
(Ağaçlarımızı
babalarımızdan
gördüğümüz gibi mi yetiştirelim, yoksa Yemen’deki gibi aşılayıp da, daha
iyi ürün mü elde edelim?) diye sordular.
Resulullah efendimiz, (Biraz bekleyin! Cebrail aleyhisselama sorar,
bildiririm!) veya (Biraz düşüneyim, Rabbim, kalbime doğrusunu bildirir)
demedi ve (Tecrübe edin! Bir kısım ağaçları, babalarınızın usulü ile, bir
kısmını da, Yemen’deki usul ile aşılayın! Hangisi daha iyi ürün verirse,
her zaman o usul ile yapın!) buyurdu. Yani fennin esası olan tecrübeye
güvenmeyi emretti. Kendisi melekten anlar veya mübarek kalbine doğar idi.
Fakat, dünyanın her tarafında, kıyamete kadar gelecek Müslümanların,
tecrübeye, fenne güvenmelerini işaret buyurdu.
Meyve ve sebzelerde yapılan teknik çalışmalar sayesinde, daha iyi
ürün almak elbette çok faydalıdır. Bundan yıllar önce, pazarda kafa kadar
büyümüş patateslere rastladık. Merak kabilinden aldık. Pişirince saman
gibi olduğunu gördük. Şu halde hormonlu, şişko patates gibi tatsız tuzsuz
uygulamalar elbette tasvip edilemez.
Hayvanların da daha iyi et, süt, yumurta vs. vermeleri için onları ıslah
etmek faydalıdır ve dinimize aykırı değildir. Hatta çocuğu olmayan nikâhlı
eşlerin, birbirinden alınacak materyallerle, tüp bebek denilen usulle, çocuk
sahibi olmalarında hiç mahzur yoktur. Ancak bu muamele yapılırken haram
işlenmemelidir. Genetik kopyalama usulü ile elde edilen evcil hayvanların
sağlığa zararı yoksa buna itiraz etmek yanlıştır.
Tarihte medeniyetler
İlk insanlar vahşi miydi?
Sual: İlk insanlar işaretle mi anlaşıyorlardı? Taş-tunç devrinin aslı var
mıdır?
CEVAP
Taş devri, tunç devrinin aslı yoktur. İnsanların maymundan gelmesi,
uzay insanları, Ufo yalanları gibi bu da hayal mahsulüdür. Bir karıncayı, bir
hücreyi bile yaratmaktan aciz olan dinsizler, bütün kâinatı yoktan yaratan
Allahü teâlâyı inkâr maksadıyla böyle şeyler uyduruyorlar. Her şeye gücü
yeten Cenab-ı Hak, ilk insan ve ilk Peygamber olan Hazret-i Âdem'e her
ilmi öğretti. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Âdem'e bütün isimleri öğretti.) [Bekara 31]
Bu husustaki hadis-i şeriflerden ikisi de şöyle:
177
www.dinimizislam.com
(Âdem, Cennetten dünyaya inince, Hak teâlâ, ona her sanatı, her
ilmi öğretti.) [Taberani]
(Allahü teâlâ, Hazret-i Âdem’e bin çeşit sanat öğretip buyurdu ki:
Evlat ve zürriyetin, bir sanatla rızkını talep etsin! Dini geçim vasıtası
yapmasın!) [Hakim]
İlk insanların işaretle anlaştıkları da yalandır. Hıristiyan ve yahudiler
de, Hazret-i Âdem’in Cennette meleklerle konuştuğunu kabul ederler.
Hadis-i şerifte, (Âdem, Allahü teâlâ ile konuşan bir Peygamberdir)
buyuruldu. (Beyheki)
Hazret-i Âdem’in çocukları, kafilelerle başka başka ülkelere gittiler.
Ayrı dil ile konuştular. Böylece babalarının bildiği dilleri unuttular. (Mirat-i
Kâinat)
Hazret-i Âdem’in çocukları
Hazret-i Âdem’in çocukları da, ilimsiz, fensiz, görgüsüz değildi. Hazreti Âdem ve ona iman eden torunları şehirlerde yaşarlardı. Okumak, yazmak
bilirlerdi. Demircilik, iplik yapmak, kumaş dokumak, çiftçilik gibi sanatları
vardı. Yazı, ilk insan Hazret-i Âdemle birlikte dünyaya yayılmıştır. Bugün,
Asya, Afrika çöllerinde ve Amerika ormanlarında vahşiler yaşadığı gibi,
Hazret-i Âdem’den sonra da bilgisiz, basit yaşayanlar vardı. Fakat, bundan
dolayı ne bugünkü, ne de ilk çağdakilerin hepsi için, vahşi denilemez.
Allahü teâlânın, Hazret-i Âdem'e gönderdiği kitaplarda, iman edilecek
hususlar, çeşitli dillerde lügatler, namaz, oruç, gusül, birçok sanatlar, tıb,
ilaçlar, aritmetik, geometri gibi şeyler bildirilmişti. Altın para basılmıştı.
Hazret-i Âdem’den sonra medeniyette gerileyen kavimler olmuştur.
Buna rağmen Hazret-i Nuh zamanında da maden ocakları işletilip, çeşitli
aletler, makineler yapılmıştı. Hazret-i Nuh’un gemisinin, kazanı kaynayarak
hareket ettiği, yani buharlı gemi olduğu Kur'an-ı kerimde bildiriliyor. (Hud
40)
Kazılarda medeniyetlere rastlanması, eski insanların vahşi
olmadıklarını göstermektedir. Kazılarda ilkel toplumlara da rastlanması,
medeniyetlerin, zirveye çıktığını, sonra çeşitli sebeplerle yıkıldığını
göstermektedir. Her medeniyet yok olunca, yenisini kurmak için sıfırdan
başlamak gerekir.
Medeniyet grafiği inip çıkmıştır. Medeniyetlerin zirvedeki durumlarını
görüp, eski insanların hepsine medeni demek nasıl mümkün değilse,
medeniyetler yıkılınca yeni kurulan medeniyet seviyesi çok düşük olanlara
da bakıp hepsi vahşi idi denilemez.
Putlara tapınılan bir toplum bulununca, ilk insanların çok tanrıya taptığı
da söylenemez. Yani ilk insanlar çok tanrıya tapardı, sonra tek tanrıya
178
www.dinimizislam.com
taptılar görüşü çok yanlıştır. İlk insan ve aynı zamanda ilk peygamber olan
Âdem aleyhisselam, Allahü teâlâya ibadet ederdi. Asırlar sonra puta
tapanlar çıkmıştır. Şimdi bile yeryüzünde çeşitli dinler mevcuttur. Ateşe,
ineğe tapanlar vardır. Herhangi bir sebeple bugünkü medeniyet yıkılsa,
Hindistan’da bir kazı yapılsa, bütün dünya ineğe tapıyordu mu denir?
Bu vesikalar gösteriyor ki, ilk insanlar vahşi değildi. Taş, tunç devri gibi
devirlerin yalan olduğu pek açıktır, ilimle alakası yoktur. Evrimcilerin ve
devrimcilerin uydurmasıdır. Onlar, kendi nazariyelerine bilim derler. Evrim
tenkit edilse, siz bilime karşı çıkıyorsunuz diye Müslümanları kötülemeye
çalışırlar. Dinimiz kesinlikle ilme karşı değildir. Zaten din ayrı ilim ayrı
değildir. Fen ilmi İslami ilimlerin bir koludur. Din, ilme aykırı demek, evrimci
ve devrimcilerin bir iftirasıdır.
Dillerin meydana çıkışı
Dinsizler, hiçbir vesikaya dayanmadan, sırf dinleri inkâr için, ilk insanın
konuşma bilmediğini, işaretle anlaştığını söylüyorlar ise de hadis-i şerifte
buyuruldu ki:
(Âdem aleyhisselam, Allahü teâlâ ile konuşan bir peygamberdir.)
[Hakim]
Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselama, şu anda dünyada mevcut bütün
dilleri öğretti. Âdem aleyhisselam da, Arapça, Süryanice, İbranice ve diğer
bütün dillerde kitaplar yazıp her dil ile konuşmuştur. Bu husustaki
delillerden biri Bekara suresinin, (Allahü teâlâ, Âdem'e bütün isimleri
öğretti) mealindeki âyet-i kerimesidir.
Hazret-i Âdem, Hak teâlâdan öğrendiği için, varlıkların adlarını, bütün
dil ve lügatları biliyordu. Çocukları bütün dilleri konuşuyordu. Hazret-i
Âdem vefat edince, çocukları kafileler halinde başka başka ülkelere gittiler.
Her kafile, ayrı bir dil ile konuşuyordu. Böylece çocukları babalarının
konuştuğu diğer dilleri unutmuşlardı. O anda konuştukları dil ile kaldılar.
(Mirat-ı Kâinat)
Tarihte medeniyetler
Sual: Medeni ve medeniyet nedir?
CEVAP
Güzel ahlak sahibi olan ve zamanının fen bilgilerinde yükselmiş olan
Müslümana medeni denir. Fende ilerlemiş, fakat ahlaksız olan medeni
olamaz. Fende geri ve ahlakı bozuk olana vahşi denir. Medeniyet, şehirler
yapmak ve insanlara hizmettir. Bu da, fen ile, sanat ve güzel ahlak ile olur.
Kısacası, fen ve sanatın güzel ahlak ile birlikte olmasına medeniyet denir.
179
www.dinimizislam.com
Medeni bir insan, her şeyden önce, güzel ahlaklı, dürüst ve
çalışkandır. Fen ve sanatı insanların hizmetinde kullanır. Din terbiyesi
almış, fen bilgilerini de öğrenmiştir. Sözü, özü doğrudur. İşlerini son derece
dikkat ile başından sonuna kadar takip eder. Gerekirse, iş saatinden fazla
çalışmaktan hiç çekinmez. Böyle çalışmaktan, iş görmekten zevk alır.
Yaşlansa bile, kolay kolay işinden ayrılmaz. Âmirlerine itaat eder. Dininin
emir ve yasaklarına titizlikle uyar. İbadetlerini asla terk etmez. Evladının
imanlı, ahlaklı yetişmesine çok önem verir. Onları kötü arkadaşlardan,
zararlı yayınlardan korur. Zamanın kıymetini bildiği için, her işini dakikası
dakikasına yapar. Vaadine sadık olur. Din ve dünya vazifelerini bitirmeden
içi rahat etmez. Bir işi geciktirmek, yarına bırakmak şöyle dursun, yarın
yapılacak bir işi bugün yapar. Görülüyor ki, gerçek Müslüman ilerici; dinsiz
olan ise gericidir.
İki çeşit medeniyet görülmüştür
Tarihte iki çeşit medeniyet görülmüştür. Bunlardan biri ilahi dinlere
inananların ortaya koyduğu medeniyetler, diğeri de inançsızların
uygarlığıdır. Eski Hind, Asur, Mısır, Yunan ve Roma uygarlıkları, putperest
toplumların dünya hayat anlayışlarını göstermektedir. Onların ilah kabul
ettikleri putların bazı insanlara, bilhassa krallara (Firavun, Promethe,
Afrodit gibi) hulul ettikleri, yani vücutlarına girip yerleştiği, böylece bu
kralların yarı tanrılaştıkları kabul edilirdi. Buna göre şekillenen günlük
hayatta insanlar, asiller, aristokratlar, plepler, köylüler, köleler ve daha
çeşitli isimler altında sınıflandırılır, hakim olan sınıflar diğerlerini dini,
ekonomik ve beşeri bakımdan sömürür ve onlara zulmederlerdi. Atina’daki
hipodromlarda insanları çıplak olarak spor müsabakalarına sokmak, çeşitli
adlar altında tertipledikleri eğlencelerde şarap içerek her türlü çılgınlığı
yapmak ve Roma’da köle yaptıkları ve gladyatör dedikleri insanları
birbirleriyle ölümüne dövüştürmek ve aç bırakılmış aslanlara parçalattırmak
vahşeti, zevkleri idi.
Batı’nın ortaya koyduğu uygarlık, Hıristiyan olan milletlerin eski inanç,
örf ve âdetleri ile karışarak yarı putperest bir medeniyet olmuştur. Hazret-i
İsa’dan sonra bozulmaya başlayan Hıristiyanlık, felsefecilerin, papaların ve
krallarının müdahaleleriyle daha çok bozulmuştur. Böylece Orta Çağ
Avrupa’sı, puthaneye döndürülmüş kiliseler ile zalim derebeyi ve kralların
şatoları etrafında binbir çeşit hurafe ile doldurulmuş kafalar, adalet ve
merhametten mahrum kalbler ve cehaletin kararttığı daracık ufukları içinde
kaba, görgüsüz ve yarı vahşi insanlarla doldu. Hastalıklar çaresiz, hastalar
bakımsız, fakirler ve köylüler hor ve zelil, ilim adamları, düşünürler tehlikeli,
kadınlar her türlü hakaret ve zilletin hedefi idi.
180
www.dinimizislam.com
İslam medeniyeti
Müslümanların İspanya’yı fethederek burada bir İslam medeniyeti
kurmaları ve Haçlı Seferleri sonunda, Avrupalılar önce şaşkınlık ve
hayranlık içinde bocalamışlar, sonra yavaş yavaş uyanarak, çocuklarına
Endülüs Üniversitelerinde fen bilgileri tahsil ettirmeye, İslam âlimlerinin fen
bilgileri kitaplarını kendi dillerine çevirmeye ve Müslümanlarda gördükleri
teknik aletleri yapmaya başladılar.
Bu arada İslam âlimlerinin eski Yunan filozoflarının bozuk kitaplarına
verdikleri ilmi, inandırıcı cevapları okuyarak içine düştükleri bataklıklardan
kurtulmaya çalıştılar. Bu hâl, İslamiyet’in üstünlüğü karşısında ezilen ve
papazların aforoz tehdidiyle suskunluk içinde olan Avrupalıları bu defa eski
Yunan mitolojisini incelemeye, öğrenmeye sevk etti. Öğrendiklerini resim,
heykel, felsefe ve edebiyat eseri, müzik bestesi olarak kendilerine göre
yeniden yazarak ve yayarak yeni bir yol tuttular. Bunlara Rönesans,
Hıristiyanlık dininde yaptıkları değişikliklere de reform adını verdiler.
Böylece Avrupa’da gün geçtikçe tesiri azalan ve bir süs unsuru haline
gelen bir kilise, ruhi açlıklarını tatmin için sık sık değiştirdikleri sanat ve
estetik anlayışları ile maddi refahı hedef alan bir ilim, teknoloji ve
sanayileşme başladı. Fransızların övündükleri Versailles sarayında bir
hamam yoktu. Su ve temizlik düşmanlığı, papazlardan başlayarak,
krallarda, asillerde ve halkta yaygındı.
Müslüman milletlerden ve bilhassa Osmanlılardan görüp öğrendiklerini
tatbik ederek, üzerinde asırlar boyu çalışıp geliştirerek bugünkü ilmi ve
teknolojik seviyelerine ve ihtilallerle yerleştirilen rejimlere ulaştılar.
Hıristiyanlığın, bir fantezi ve teselli kaynağı olarak kabul ettikleri teslis
denilen üç tanrı inancı bir süs eşyası olarak taşıdıkları haçlar ile her türlü
eğlencelerinin sembolü haline gelmiş şarap ve kilise korolarından türemiş
çılgın bir batı müziği ve bunların neticesi olarak her gün süratle artan ahlaki
çöküntüye medeniyet demek mümkün müdür?
Medeniyetler içinde her bakımdan mükemmel olanı İslam
medeniyetidir. İslam âlimleri, medeniyeti; beldelerin imar edilerek insanlığın
ihtiyaçlarını karşılayacak, rahat ve huzur içinde yaşayacak şekle
sokulması, insanların da ruhen, maddeten, fikren ve ahlaken yükselmesi
şeklinde tarif etmişlerdir. Müslümanların tarih boyunca kurdukları bütün
medeniyetlerin kaynağı, mümtaz örneği ve rehberi, asr-ı saadettir. Tarihte
olduğu gibi, bugün de dinimizi iyi öğrenip, ona uymaya çalışırsak, maddi ve
manevi sahada en yüksek bir medeniyete ulaşmamız son derece kolay
olacaktır.
Batı’yı taklit etmek
181
www.dinimizislam.com
Batı’nın bâtıl inanışlarını, moda ve ahlaksızlıklarını taklit etmek,
medeniyet değil, milletin bünyesinde tahribat yapmaktır.
İslam dini, Müslümanların tembel, miskin oturmalarına izin vermez.
Müslümanların her türlü fen kollarında çalışarak ilerlemelerini, başka
dinden olanların fende buldukları yenilikleri, onlardan öğrenmelerini,
bunları kendilerinin de yapmalarını emreder. Ziraat, ticaret, doktorluk,
kimya ve harp sanayiinde herkesten ileride olmalarını emreder.
Müslümanlar, başka milletlerdeki her çeşit fen vasıtalarını araştırır, öğrenir
ve yapar. Fakat onların bozuk dinlerini, kötü, çirkin huylarını, âdetlerini
almaz, taklit etmez.
Tarihi bir mektup
Osmanlı devletinde Rus sefiri olarak uzun seneler çalışan İgnatiyef,
hatıralarında, Sultan II. Mahmud zamanında 1821 de Rum isyanının
planlayıcısı, Patrik Gregoryus’un Rus çarı Aleksandr’a yazdığı mektubu
açıklamıştır. Mektup şöyledir:
(Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak imkansızdır. Çünkü Türkler,
Müslüman oldukları için çok sabırlı ve mukavemetli insanlardır. Gayet
mağrur ve izzet-i iman sahibidirler. Bu hasletleri, dinlerine
bağlılıklarından,
kadere
rıza
göstermelerinden,
ananelerinin
kuvvetinden, idarecilerine [devlet adamlarına, komutanlarına,
büyüklerine] olan itaat duygularından gelmektedir. Türkler zekidir ve
kendilerini müspet yolda yönetecek reislere sahip oldukları müddetçe
de çalışkan ve gayet kanaatkârdırlar. Onların bütün meziyetleri, hatta
kahramanlık duyguları geleneklerine olan bağlılıklarından, ahlak
güzelliğinden ileri gelmektedir.
Türklerde önce itaat duygusunu kırmak ve manevi bağlarını
parçalamak, dini metanetlerini zayıflatmak gerekir. Bunun en kısa
yolu, milli gelenek ve dinlerine uymayan yabancı fikir ve hareketlere
alıştırmaktır.
Maneviyatları sarsıldığı gün, Türklerin kendilerinden şeklen çok
kudretli, kalabalık ve zahiren hakim kuvvetler önünde zafere götüren
asıl kudretleri sarsılacak ve onları maddi vasıtaların üstünlüğü ile
yıkmak mümkün olabilecektir. Bu sebeple, Osmanlı Devletini tasfiye
için, sadece harp meydanlarındaki zaferler kâfi değildir. Hatta, sadece
bu yolda yürümek, Türklerin haysiyet ve vakarını tahrik edeceği için,
dikkatli
olmalıdır.
Yapılacak
iş,
Türklere
hissettirmeden,
bünyelerindeki tahribatı tamamlamaktır.)
Bu mektuptaki (Türklerin maneviyat ve dinlerinin yıkılması için, onları
yabancı âdetlere alıştırmak ve onlara hissettirmeden bünyelerindeki bu
182
www.dinimizislam.com
tahribatı tamamlamaktır) ifadesi çok ibret vericidir. Bu hedeflere ise,
Batı’nın inanç, moda ve ahlaksızlıklarını taklide alıştırmakla ulaşılır. O
halde oyuna gelmemelidir.
Batı ve vahşet
İslamiyet’i bir vahşet olarak tanıtan Hıristiyanların yaptıkları vahşetler
çoktur. Din namına yapılan Engizisyon zulümleri, Sent Bartelemi faciası
ve buna benzer toplu öldürmeler, Hıristiyanların, mezhepleri farklı olan
dindaşlarına ve diğer dinlere karşı gösterdikleri akıl ermez vahşetleri birer
birer teşhir etmektedir. Müslüman idareciler arasında hiçbiri, hiçbir zaman
Hıristiyanların yaptıkları gibi, zulümler yapmamıştır. İslamiyet’te hiçbir
mahlûka zulüm yapmak caiz değildir. Müslüman din adamları zulme mani
olmuştur.
İngiliz ilim adamı Lord Davenport, Hazret-i Muhammed ve Kur’an-ı
kerim adındaki kitabında diyor ki:
(Ahlak üzerinde son derece titizliğidir ki, Müslümanlığın az
zamanda süratle yayılmasına sebep olmuştur. Müslümanlar,
muharebede kılınca boyun eğmiş olan başka din adamlarını, daima af
ile karşılamışlardır.
Juryo diyor ki:
Müslümanların Hıristiyanlara karşı davranışı ile, papalığın ve
kralların Müslümanlara reva gördüğü muamele, asla birbirine
benzetilemez. Mesela 1572 yılı Sent Bartelemi yortu günü, IX. Şarl ve
Kraliçe Katerina’nın emri ile Paris ve civarında 60 bin Protestan
öldürüldü. Böyle nice işkencelerde dökülen Hıristiyan kanları,
Müslümanların harp meydanlarında döktükleri Hıristiyan kanlarından
kat kat fazladır. Bunun içindir ki, birçok aldanmış insanı, İslamiyet’in,
bir zulüm dini olduğu zannından kurtarmak gerekir. Papalığın vahşet
ve yamyamlık derecesine varan işkenceleri yanında, Müslümanların
gayri müslimlere karşı davranışları, çok yumuşak olmuştur.
Chatfeld diyor ki:
(Müslümanlar, Hıristiyanlara karşı, Batılıların Müslümanlara karşı
uyguladıkları gaddar muameleyi uygulasalardı, bugün Doğu’da tek
Hıristiyan kalmazdı.)
İslamiyet, başka dinlerin hurafe ve şüpheler bataklığı ortasında,
çiçek temizliği ile yükselmiş, akli ve fikri asaletin sembolü olmuş bir
dindir.
İslamiyet, ilahlara insan kanı dökmek facia ve felaketinden
beşeriyeti kurtardı. Bunun yerine, ibadeti ve sadakayı getirmekle,
insanlara iyiliği emir etti. Sosyal adaletin temelini kurdu. Böylece,
183
www.dinimizislam.com
kanlı silahlara hacet bırakmadan dünyaya kolayca yayıldı. [İslam cihadı
da bu demektir.]
İlim davasına Müslümanlar kadar bağlı ve saygılı hiç bir millet
gelmemiştir denilebilir. Muhammed aleyhisselamın pek çok hadisleri,
samimi bir ilim teşvikçisidir ve ilme saygı ile doludur. İslamiyet, ilme
maldan daha çok kıymet vermiştir. Muhammed aleyhisselam, daima
ilim öğrenmeyi ve yaymayı emretmiş, Eshabı da, bu yolda
çalışmışlardır.
Bugünkü fen ve medeniyetin, eski ve yeni eserlerin ve edebiyatın
koruyucuları, Emeviler, Abbasiler, Gazneliler ve Osmanlılar
zamanındaki Müslümanlar olmuştur.)
Buraya kadar bazı parçalarını yazdığımız Davenport’un İngilizce
kitabı, misyonerler tarafından piyasadan toplanarak, yok edilmek
istenmiştir.
Arapların Müslüman oluşu
İslamiyet’ten önce Arabistan çölünde oturanlar, yarı vahşi bedevilerdi.
Putperest idiler. Birçok putlara taparlardı. İlkel bir hayat sürerlerdi. Kız
çocuklarını diri diri gömmek gibi âdetleri vardı. Bu yarımada, bir yol
üzerinde olmadığı için, ne Büyük İskenderler, ne Persler, ne Romalılar
Araplarla hiç uğraşmamış, birçok kavimlerle savaştıkları halde, Arapların
yanından geçmemişlerdi. Bu sebepten, İranlıların, Romalıların
ahlaksızlıkları, zulümleri, hilekârlıkları Araplara bulaşmadı.
İşte böyle aciz, zavallı, fakat saf ve temiz olan bir kavim, onlara
rehberlik eden Muhammed aleyhisselamın getirdiği İslam dini sayesinde
birdenbire değişmiş, tam bir medeniyete kavuşmuş, harikulâde
[olağanüstü] bir gayret ile 30 yıl içinde, şarkta Türkistan, Hindistan; batıda
İspanya olmak üzere akla hayret veren çok kudretli bir İslam devleti
meydana getirmiştir.
İlimde, fende ve medeniyette son derece ilerlemişler, o zamana kadar
bilinmeyen birçok şey keşfetmişlerdir.
İlim, fen, tıp ve edebiyatta en yüksek mertebeye varmışlardır. İlimde o
kadar ileri gitmişlerdi ki, Papalar bile Endülüs üniversitelerinde okuyor,
dünyanın her tarafından koşup gelenler, bu üniversitelerde fen ve tıp tahsil
ediyorlardı.
O zamanın Avrupa’sından bahseden John W. Drapper gibi tarafsız
bir tarihçi, Avrupa’nın manevi inkişafı ismindeki eserinde şöyle
demektedir:
(O zamanki Avrupalılar, tamamen barbardı. Hıristiyanlık onları
barbarlıktan kurtaramamıştı. Hıristiyan dininin başaramadığını, İslam
184
www.dinimizislam.com
dini başardı. İspanya’ya gelen Araplar, önce onlara yıkanmasını
öğrettiler. Sonra, onların üzerindeki parça parça olmuş, bitlenmiş
hayvan postlarını çıkararak, temiz, güzel elbiseler giydirdiler. Evler,
konaklar, saraylar yaptılar. Onları okuttular. Üniversiteler kurdular.
Hıristiyan tarihçiler İslam’a karşı olan kinlerinden ötürü, bu hakikati
gizlemeye çalışmakta, Avrupa’nın medeniyette Müslümanlara ne
kadar borçlu olduğunu bir türlü itiraf edememektedirler.)
30 yıl içinde bir vahşi kavmi, hem de küçük bir insan topluluğunu,
dünyanın en muazzam, en medeni, en yüksek ahlaklı, en yüksek seciyeli,
en kahraman, en bilgili bir millet hâline getirmek, herhangi bir insanın, bir
liderin, bir kumandanın yapacağı iş değildir. Bu, ancak Allahü teâlânın
âlemlere rahmet olarak gönderdiği Peygamber efendimizin mucizesidir.
Fende ileri olmak
Sual: Fende ilerlemek medeniyette de ilerlemek sayılır mı?
CEVAP
Medeniyet, sadece fende ilerlemek değildir, fen vâsıtalarını insanların
hayrına kullanmaktır. Eğer insanların zararına kullanılıyorsa, ona
medeniyet değil vahşet denir. Güçlü bir ülke, atom bombası yapıp diğer
ülkeleri yok ederse, bu medeniyet olmaz.
Medeniyetin beşiği neresi
Sual: Medeniyetin beşiğinin Avrupa olduğu doğru mudur?
CEVAP
Avrupa’nın ilimde, teknikte ve sanayide ilerlemeye başlaması, son
üçyüz seneden beri olmuştur. 1494 senesine kadar, Avrupalılar vahşet,
cehalet, pislik içerisinde yaşıyorlardı. Bu sırada İslam ülkeleri, hıristiyan
Avrupa’nın tam tersi bir idare altında idi. Arabistan, Irak, İran, Mısır,
Türkistan, Emevi ve Abbasi halifelerinin idaresiyle her cihetten, maddi ve
manevi terakkiler yapmış idi. O zaman müslümanlar, ruhen ferah,
maddeten de refah içerisinde idiler.
Müslümanlar, İspanya’yı, Endülüs Emevi sultanlarının emri altında, en
güzel şekilde imar etmiş, medeniyetin en yüksek zirvesine ulaşmışlardı.
İlim, sanat, ticaret ve ziraata ve güzel ahlaka çok önem verilmişti.
İspanya önceleri, Gotlar elinde vahşi bir yer iken, müslümanların
idaresine kavuştuktan sonra, sanki Cennet bahçeleri gibi olmuştu. Avrupalı
ilim adamları ve sanayiciler, ilelebet müslümanlara teşekkür etseler, yine
İslamiyet’in hakkını ödeyemezler. Çünkü, Avrupa’ya ilim kıvılcımı, ilk defa
185
www.dinimizislam.com
Endülüs müslümanlarından sıçramıştır. Ortaçağda, Endülüs’te ortaya çıkan
parlak medeniyet, Endülüs’ün dışına taşarak, Avrupa’ya yayıldı.
Endülüs’teki medeniyeti gören kabiliyetli bazı Avrupalılar ortaya çıktı. İslam
âlimlerinin kitaplarını, Avrupa lisanlarına tercüme ettiler. Bunların, tercüme
ve telif ederek, neşrettikleri kitaplar sayesinde, Avrupa halkı cehalet
uykusundan uyanmaya başladı.
Birçok âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerde ilim, sanat ve ticaret
emredilmektedir. Ayrıca, ana-babaya, akrabaya, yetimlere, acizlere,
kimsesizlere, komşulara, yolculara ve kölelere iyilik ve ihsanda bulunmayı,
onların haklarını gözetmeyi de emretmektedir. Bugünkü Avrupalıların
dedeleri, medeniyet vasıtası olan bu şeylerden habersiz iken, İslam
ülkelerinin her tarafında muntazam mektepler, medreseler, fakir ve
yoksullar için bakım evleri, aşhaneler, hanlar, hamamlar ve daha nice hayır
ve iyilik müesseseleri kurulmuştu. Müslümanlar, ayrıca bu hayır
müesseselerinin devamı ve giderlerinin karşılanması için, hususi yardım
teşkilatı olan vakıflar kurmuşlardı. Görüldüğü gibi medeniyetin beşiği
hıristiyan ülkeleri değil, müslüman ülkeleridir.
Bir batılının itirafı
Aşağıda konuşmasını aldığımız bayan Carly Fiorina, dünyanın en
büyük şirketlerinden HP'nin yönetim kurulu başkanı. Bu şirket, Microsoft
gibi, Linux gibi dünya devlerinden birisi olup esas iştigal alanı Bilişim
Teknolojileri. Geçen Mayıs ayında Compaq Bilgisayar firması ile
birleşmişler. Bayan Fiorina Temmuz 1999'dan beri bu şirkette. Bundan
önce 20 yıl ABD'nin telefon şirketi AT&T 'de üst düzey görevlerde
bulunmuş ve AT&T ile ilgili bir firmada başkan olarak çalışmış. Stanford
Üniversitesi'nin "Ortaçağ tarihi ve felsefesi" bölümünü bitirmiş ve çeşitli
dallarda master yapmış.
Minneapolis, Minnesota'da 26 Eylül 2001 "Teknoloji, piyasalar ve
hayat tarzımız: Gelecekte neler olacak?" konulu bir konferansa, Carly
Fiorina, ana konuşmacı olarak davet edildi. Konuşmasının son
dakikalarında tarihten örnekler vererek değerlendirmeler yaptı. Aşağıda
belirtilen adresteki konuşmanın son kısımlarına ait tercüme şöyle:
"Konuşmamı tarihten bir örnek ile bitirmek istiyorum:
Bir zamanlar tarihte öyle bir medeniyet vardı ki, o dönemin en
büyük medeniyeti idi. Bu medeniyet birçok kıtalara yayılmış, sınırları
okyanustan okyanusa, kuzey iklimlerinden tropik iklimlere ve çöllere
kadar uzanmıştı. O medeniyetin tebaası olarak, farklı ırklardan, farklı
dillerden, farklı kültürlerden yüz milyonlarca insan yaşamıştı.
186
www.dinimizislam.com
Bu medeniyette konuşulan dillerden bir dil, dünyada çok
konuşulan bir dil haline gelmiş ve farklı kıtalardan insanlar arasında
köprü olmuştu. Bu medeniyetin ordusundaki farklı milletlerden olan
askerler, dünyanın belki de hiçbir zaman görmediği bir barış sundu,
tebaasına ve dünyaya. Bu medeniyetin tacirleri, Latin Amerika'dan
Çin'e ve arada kalan bütün ülkelere ulaşmışlardı.
Yeni buluşlar bu medeniyetin temel taşlarından biri olmuştu. Bu
medeniyetin mimarları, yerçekimi hesaplarına dayanan binalar
yapmışlar, matematik bilginleri, bilgisayarın temel logaritması olan
algebrayı (cebiri) bulmuşlar ve kodlamayı keşfetmişlerdi. Doktorları,
hastalıklara yeni ilaçlar bulmuşlar, uzay bilginleri gökyüzündeki
yıldızları incelemişler ve onları isimlendirerek, bugünkü uzay
çalışmalarının temellerini atmışlardı. Edipleri, binlerce romantik ve
sihirli hikayeler yazmışlar ve şairleri kendilerinden öncekilerin
yazmadığı şekilde sevgi üstüne şiirler yazmışlardı.
Öteki medeniyetler yeni fikirlerden korkarken ve sansür
uygularken, bu medeniyet devamlı yeni fikirlere açık olmuş ve bilgiyi,
kültürü devamlı canlı tutmuştu.
Günümüz Batı medeniyeti de bu özelliklerin bir çoğuna sahip,
fakat benim sözünü ettiğim medeniyet, 800'den 1600 yılına kadar
uzanan ve Osmanlı İmparatorluğu'nu da içine alan, Kanuni Sultan
Süleyman'lar gibi hükümdarlar yetiştiren İslam medeniyetidir.
Bu medeniyetin bize sunduğu miras, bugünkü Batı medeniyetinin
temelini oluşturmaktadır. Bugünkü teknoloji İslam matematikçilerinin
sayesinde vardır. Sufî yazar Mevlana gibi yazarlardan çok şeyler
aldık. Kanuni Sultan Süleyman gibi hükümdarlardan tolerans
göstermeyi ve liderliği öğrendik.
Bu medeniyetten dersler çıkarmalıyız. Bu medeniyetin sunduğu
liderlik mirasa değil, yeniliklere dayanmış, Hıristiyanlık, Müslümanlık
ve Yahudilik gibi farklı farklı din ve kültürler mozaiğini esas almıştı.
Zaten bu şekilde de 800 yıl ayakta kaldı.
Şu anki gibi kritik zamanlarda, biz de tarihteki bu medeniyetten
ders almalı ve onun gibi sosyal yapı ve liderler yetiştirmeliyiz. Özetle,
bu konuya, liderlik mevzuundaki tartışmaya ve fikir teatisine
dikkatlerinizi çekmek istiyorum. "
KAYNAK
http://www.hp.com/hpinfo/execteam/speeches/fiorina/
Carly Fiorina
Minnepolis, Minnesota
187
www.dinimizislam.com
September 26, 2001
"Technology, Business and our way of life: What’s next"
Büyük devlet olmanın sırrı
Sual: Osmanlıların her sahada ilerlemelerinin ve bu kadar başarılı
olmalarına rağmen yıkılmalarının sebebi nedir?
CEVAP
Yirminci asrın tanınmış psikologlarından Amerikalı Terman diyor ki:
Osmanlı orduları Avrupa’da ilerliyor, Viyana elden gidiyordu. Viyana
gidince, bütün Avrupa’nın müslümanların eline geçmesi çok kolay olacaktı.
Osmanlılar, Avrupa’ya İslam medeniyetini getiriyor, ilim, fen, ahlak, nurları,
Hıristiyanlığın kararttığı, uyuşturduğu yerlere, zindelik, insanlık, huzur,
saadet saçıyordu. Asırlarca, diktatörlerin, kapitalistlerin, papazların
zulümleri altında inleyenler, İslam ilimleri ile, İslam ahlakı ile, insan
haklarına kavuşuyordu. Avrupa diktatörleri ve öncelikle Hıristiyan kiliseleri,
Osmanlı ordularına karşı son gayretlerini harcıyorlardı. Bir gece,
İstanbul’daki, İngiliz sefiri, Londra’ya tarihi mektubunu yolladım. Buldum...
Buldum!.. Osmanlı ordularının ilerleme sebebini buldum. Onları
durdurmanın yolunu buldum diyor. Şöyle yazıyordu:
(Osmanlılar ele geçirdikleri her yerde din, ırk farkı gözetmeksizin,
seçtikleri çocukların zekâlarını ölçüyor, ileri zekâlıları ayırarak,
medreselerde okutup, İslam terbiyesi ile yetiştiriyorlar. Bunlar arasından da
seçtiklerine, saraydaki Enderun denilen yüksek okulda, o zamanın en ileri
bilgilerini veriyorlar. İşte, Osmanlı siyaset adamları, başkumandanları,
böyle seçilen, yetiştirilen keskin zekâlı şahsiyetlerdir. Sokullular,
Köprülüler, böyle yetişmiştir. Osmanlı akınlarını durdurmak, Hıristiyanlığı
kurtarmak için biricik çare, Enderun mekteplerini ve medreseleri dağıtmak,
onları içerden yıkmaktır.)
Bu mektuptan sonra, İngiltere’de, Müstemlekeler nezareti
[Sömürgeler Başkanlığı] kuruldu. Burada yetiştirilen casuslar ve Hıristiyan
misyonerleri ve masonlar, yalan propaganda ve yaldızlı vaatlerle
avladıkları cahilleri Osmanlı devletinin kilit noktalarına yerleştirmeye ve bu
kuklaların eli ile; medreselerden fen, ahlak derslerini, hatta, yüksek din
bilgilerini kaldırmaya, müslümanları cahil bırakmaya uğraştılar. Bu sinsi
kampanyalarında, Tanzimat’tan sonra tam başarı sağladılar. İslam devleti
yıkıldı. İslamiyet’in dünyaya neşrettiği saadet, huzur nurları söndü.
188
www.dinimizislam.com
Allah çalışana verir
Sual: Medeni insan nasıl olur? Avrupalılar müslümanlardan daha
medeni midir?
CEVAP
Medeni bir insan, her şeyden önce, güzel ahlaklı, dürüst ve
çalışkandır. Önce din terbiyesi almış, fen bilgilerini de öğrenmiştir. Sözü
özü doğrudur. Âmirlerine itaat eder. Dininin emir ve yasaklarına titizlikle
uyar. İbadetlerini asla terk etmez. Çocuklarının imanlı, ahlaklı yetişmelerine
çok önem verir. Onları kötü arkadaşlardan, zararlı yayınlardan korur.
Zamanın kıymetini bildiği için, her işini dakikası dakikasına yapar. Vaadine
sadık olur. Din ve dünya vazifelerini bitirmeden içi rahat etmez. Bir işi
yarına bırakmak şöyle dursun, yarın yapılacak bir işi bugün yapar.
Ecdadımızın bu meziyetlerine sahip olursak, maddi ve manevi yükselir, her
işimizde muvaffak olur, Rabbimizin rızasını kazanırız.
Batı ve Medeniyet
Batılılar böyle midir? İmanları, ahlakları şüphesiz böyle değildir. Hele
İkinci Cihan Harbinden sonra, sayıları artan sapık fikirli, adi ruhlu insanlar
başkalarını da bozmaktadırlar. Fakat yukarıda yazdığımız gibi olmaya ve
sapık fikirlileri terbiye etmeye çalışmaktadırlar. Zahiri temizliklerine gelince,
İslam dininin emrettiği temizliği tatbik ediyorlar. Bazı sokaklarda tek çöp
parçası yoktur. Parklar bir çiçek deryası halindedir. Her taraf, her dükkan,
herkes ve görünüşleri tertemizdir.
Şimdi İslam dininin bize emrettiği şeylere bakalım. Bunlar bize
ahlakımızı, bedenimizi ve kullandığımız şeyleri temizlemeyi emrediyor. O
halde demek oluyor ki, hakiki medeniyet esasları bizim dinimizde
bulunmaktadır ve Orta Çağdaki İslam medeniyeti ancak bu sayede
meydana gelmiştir.
Şimdi milletimiz ne yapıyor? İslamiyet iyi bilinmediği için,
unutturulduğu için, her şeyden önce tembeldir. Allahü teâlânın emir ve
yasaklarına pek önem vermez. Zevke düşkündür. Çabuk yorulur. Adam
sendecidir. Bir bina yapar, tamirine üşenir. Az çalışıp çok kazanmak ister.
Bir işe başladıktan biraz sonra gevşer. Bulgarlar "İşe Türk gibi başla,
Bulgar gibi bitir!" derler. Ülkemizdeki, dedelerimizden kalma, muazzam
sanat eserleri bakımsızlık ve tamirsizlikten dolayı harap olmaktadır.
Önce, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri doğru imanın ne olduğunu
öğrenelim. Sonra, bu öğrendiğimize uygun olarak inanalım. İmanı bozuk
olan, Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşamaz. Onun rahmetinden,
yardımından mahrum kalır. Rahatı, huzuru bulamaz.
189
www.dinimizislam.com
İmanımızı düzelttikten sonra, ahlakımızı da düzeltmek, İslamiyet’e
sımsıkı sarılmak yani Allahü teâlânın ve Peygamber efendimizin emirlerine
ve yasaklarına uymak, kalblerimizi temizleyerek, nefslerimizi ve sıhhatimizi
ıslah etmek gerekir. Böyle yapanların kalbi, hep iyilik yapmak ister. Kötülük
yapmak hatırına bile gelmez.
Ruh ve kalb temiz ve beden kuvvetli olunca, el ele vererek kardeşçe
ve son derece dürüst olarak çalışmak kolay olur. Din düşmanlarının,
münafıkların
ve
mezhepsizlerin
sözlerine,
propagandalarına
aldanmamalıdır. Eğer böyle hakiki müslüman olur ve faydalı işler yaparsak,
Kur'an-ı kerimin Tin suresinde beyan buyurulduğu gibi, Allahü teâlâ bizden
razı olur, bize yardım eder. Eğer imanımızı düzeltmez ve Muhammed
aleyhisselamın dinine uymaz ve hayırlı iş görmez, sapık, bozuk inanışlar
uğruna dövüşür veya kendi şahsi menfaatlerimiz için gayrı meşru yollara
saparsak, Allahü teâlâ bizi aşağıların aşağısı yapar.
Allah çalışana verir
İslam ilimleri iki kısımdır: Birincisi Din bilgileri, ikincisi Fen bilgileridir.
İslam âlimi olmak için her ikisini de öğrenmek gerekir. Din bilgilerini
öğrenmek ve yapmak, her müslümana gerekir. Yani Farz-ı ayndır. Fen
bilgilerinden gerekenleri yalnız bu işte meşgul olanların öğrenmeleri ve
yapmaları gerekir. Yani Farz-ı kifayedir. Bu iki farzı yerine getiren millet,
muhakkak ilerler. Medeni olur.
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Ahiret nimetlerini isteyene o nimetleri, dünya nimetlerini
isteyene de dünya nimetlerini veririz.) [Şura 20]
İstemek laf ile olmaz. Sebebe yapışmak, yani çalışmak gerekir. Allahü
teâlâ, dünya nimetlerine ve ahiret nimetlerine kavuşmak için, çalışanlara
dilediklerini vereceğini vâdediyor. Müslüman olsun, olmasın, beğendiği gibi
çalışan herkese, vereceğini bildiriyor. Avrupalılar, Amerikalılar, Japonlar
böyle çalıştıkları için dünya nimetlerine kavuşuyorlar. Ortaçağdaki
Müslümanlar, böyle çalıştıkları için, medeniyet rehberi olmuşlardır.
Abbasilerin ve Osmanlıların son zamanlarında, iç ve dış düşmanların
tesirleriyle, fen bilgilerini öğrenmekten ve öğretmekten, fen ve sanat
üzerinde çalışmaktan mahrum edildiler. Bu sebeple muazzam devletleri
çöktü.
Din bilgisi, iman, ibadet ve ahlaktan ibarettir. Bu üçünden biri noksan
olursa, din bilgisi, tamam olmaz. Noksan olan şeyin faydası olmaz.
Eski Romalılarda, Yunanlılarda ve Avrupa’daki, Asya’daki devletlerde
fen bilgisi vardı. Fakat din bilgisi noksandı. Bunun için, fen ve teknikte nail
oldukları nimetleri kötü yerlerde kullandılar. Bir kısım sanat eserlerini
190
www.dinimizislam.com
zevklerde, fuhuşlarda kullandılar. Bir kısmı da teknik vasıtalarını, insanlara
zulüm, işkence yapmakta kullandı. Medeni olmaları şöyle dursun,
parçalandılar, yıkıldılar, yok oldular.
Yine her sahada ileri olamaz mıyız?
Sual: Müslümanlar ortaçağda medeniyette çok ileri gitmişler. Bunun
sebebi İslamiyet’i yaşamaları olmuş. Şimdi de müslümanlar dinimizin
emirlerine uysalar, yine her sahada ileri olamaz mıyız?
CEVAP
Elbette oluruz. İslamiyet’in hükümleri şifası kesin ilaç gibidir. Kim
içerse, yani tatbik ederse faydasını görür. İnanarak içenler ahirette de
faydasını görürler. İnanmadan içerse sadece dünyada görür.
Hakiki müslüman olmak demek, yalnız âdete tâbi olarak ibadet etmek
değil, İslam’ın emrettiği güzel ahlakı edinerek, insanlık vazifelerini yaparak,
ruhen de tertemiz olmak demektir. İbadet eden, fakat hileyi zekâ eseri
sayan, insanları aldatan, hatta bazen muzır propagandalara aldanarak
insan öldüren, ortalığı yakıp yıkan, yalan söyleyen bir kimse, müslüman
olduğunu söylese de, hakiki müslüman değildir.
Allahü teâlâ, Kur'an-ı kerimde (Furkan) suresinde, bir müslümanın
nasıl olması icap ettiğini beyan buyurmuştur. Bunu tefsir etmek için Ehl-i
sünnet âlimleri ziyadesi ile kitap yazmışlardır.
Fakat biz, kendimizi hâlâ fena huylardan kurtaramıyor, Kur'an-ı
kerimde bildirildiği gibi çalışmıyor, sözüne sadık olamıyor, sokaklarımızı
pislik içinde bir harabeye çeviriyor, ruhen ve bedenen temizlenemiyoruz.
Halbuki, elimizde bize bütün bu güzel şeyleri emreden, ne yapmamız
gerektiğini açık açık bildiren, Allahü teâlânın kelamı (Kur'an-ı kerim) ve
Peygamber efendimizin emirleri ve Ehl-i sünnet âlimlerinin kitapları vardır.
En üstün din
Allahü teâlâ, Kur'an-ı kerimde mealen şöyle buyurmaktadır:
(Allah, Resulünü, hidayet ve hak din, İslamiyet’le gönderdi. İslam
dinini, diğer dinler üzerine üstün kıldı. [Muhammed aleyhisselamın hak]
Peygamber olduğuna şahid olarak Allah yeter.) [Feth 28]
(Müşrikler istemese de, İslam dinini diğer bütün dinlerden üstün
kılmak için resulü Muhammed aleyhisselamı, [sebeb-i hidayet olan]
Kur'an ve İslam dini ile birlikte gönderen Allahü teâlâdır.) [Saf 9]
Ve Allahü teâlâ vâd ediyor:
(Allah şükredenlerin mükafatını verecektir.) [Âl-i imran 144]
Burada şükretmek demek, dinimizin istediği gibi, tam müslüman olmak
demektir. Allahü teâlânın verdiği nimetleri, Onun emrine uygun olarak
191
www.dinimizislam.com
kullanmak demektir. Bugün dünyada bir milyardan ziyade müslüman
olduğu bildirilmiştir Yani, dünyada her 4 kişiden biri müslümandır. Eğer bu
müslümanlar, Allahü teâlânın emrettiği gibi, ruhen ve bedenen tertemiz
insanlar olur, birbirlerine kardeşçe bağlanır, çalışır, her sahada ilerlemeye
başlarsa, Allahü teâlâ da, onlara mükafatını verecek, o zaman
müslümanlar, tıpkı ortaçağda olduğu gibi, medeniyetin en önüne
geçeceklerdir. Allahü teâlâ, bize bunu vaat ediyor. Allahü teâlâ, hiçbir
zaman vâdinden dönmez.
İslam Ahlakı
Bugün, bütün hıristiyan ülkelerinde, bir çocuk dünyaya gelir gelmez,
buna bozuk dinlerinin icablarını yapıyorlar. Her yaştaki insanlara, yahudiliği
ve hıristiyanlığı titizlikle aşılıyorlar. Müslümanların imanlarını, dinlerini
çalmak ve yok etmek ve onları da, hıristiyan yapmak için, İslam ülkelerine
paket paket kitap, broşür ve sinema filmleri gönderiyorlar.
O halde müslümanlar, din cahillerinin hilelerine, yalanlarına
aldanmamalı, bize emanet edilen çocuklarımıza sahip olmalıyız. Onlara
sahip olmak da, dinimizin emirlerine uygun olarak yetiştirmekle olur. Hadisi şerifte buyuruldu ki:
(Ahlakınızı güzelleştirin!) [İbni Lal]
En vahşi hayvan bile terbiye ile ehlileştiriliyor. Hiçbir zaman elma
çekirdeğinden portakal olmaz. Fakat elma fidanını büyüterek, lüzumlu aşı
ve kültürel tedbirlerle kaliteli elma veren bir ağaç olarak yetiştirmek
mümkündür. Bunun gibi insan tabiatında bulunan bazı arzular yok
edilemez, fakat terbiye edilebilir.
Her şeyi, zıddı kırar. Kötü huyları, iyi huylar yok eder. Bu bakımdan
kendini zorla da olsa iyi işler yapmaya alıştırmalı, onları âdet haline
getirmelidir. Çocuk, işleri ve ahlakı iyi olan insanlarla arkadaşlık ettirilirse,
güzel huylar kendiliğinden onun tabiatı olur. Bu esaslar dahilinde çocuklar
yetiştirilirse dünya ve ahıret saadeti elde edilir. Kıyamet günü, ana-baba,
çocuğuna öğretmesi gereken ilimlerden mesul olacak, vazifesini yapmamış
ise, yahut kusur etmiş ise cezaya çarptırılacaktır. Çocuklarını İslam
terbiyesi üzerine yetiştirmiyenler, dünya ve ahıret felaketine maruz
kalacaklardır. Ne mutlu çocuğunu İslam ahlakı ile yetiştirenlere.
Alman Prof. Neumark’ın itirafları
Ord. Prof. Fritz Neumark (1900-1991), Hitler’den kaçarak 1933’te
Türkiye’ye gelir. İstanbul Üniversitesi İktisat ve Hukuk fakültelerinde dersler
vermiştir.
192
www.dinimizislam.com
20 Temmuz 1936'da kurulan ve 1937 yılı yaz sömestresinde faaliyete
geçen İktisat Fakültesi'nde (Umumi İktisat ve Maliye Teorisi Kürsüsü)
başkanlığı da yapmıştır. [1952’de döndükten sonra Frankfurt
Üniversitesi’nde rektörlük yapmıştır.]
Alman profesör Neumark ile bir kısım talebesi Boğaziçi’nde geziye
çıkarlar. Talebelerden biri Prof. Neumark'a, (Avrupa bizi neden sevmez?)
diye sorar. Prof. Neumark şu cevabı verir:
(Çok samimi olarak itiraf edeyim ki, Avrupalı, Türkleri sevmez ve
sevmesi de mümkün değildir. Asırlardır kilisenin Türk ve İslam düşmanlığı
Hıristiyanların hücrelerine sinmiştir. Sebeplerine gelince:
1- Müslüman olduğunuz için sevmez.
2- Sizler farkında değilsiniz ama, onlar şu gerçeğin farkındadırlar:
Tarihten Türk çıkarılırsa tarih kalmaz. Osmanlı arşivi tam olarak ortaya
çıkarsa, bugünkü tarihlerin yeniden yazılması gerekir.
3- Avrupa'nın pazarı idiniz. Şimdi Avrupa'yı pazar yapmaya başladınız.
4- En az 400 yıl Avrupa'da sırtımızda ve ensemizde at koşturdunuz.
5- Selçuklular Anadolu'yu, Osmanlılar ise orta Avrupa ve Balkanları
Haçlı ordusuna mezar ettiler.
6- Sizi silah ile yenemeyenler, sizleri kendilerine benzeterek hakimiyet
sağladılar.
7- Selçuklu ve bilhassa Osmanlı, İslamiyet uğruna her şeyini feda
etmeseydiler, İslamiyet bugün belki sadece Hicaz'da varlığını devam
ettirirdi, kaldı ki Vehhabiliği kuranlar da, İngiliz Dominyon Bakanlığı'nın
adamlarıdır. Batı her yerde İslamiyet’i, sapık inançlara kanalize etti. Ama
Osmanlı, Asr-ı Saadet'i devam ettirdi.
8- Kilise size kin kusmaktadır, sebepleri yukarıdadır.
9- Ben Türkiye'ye geldiğimde 2 üniversiteniz vardı, şimdi 19 üniversite
var. [O tarihteki sayı]
10- Sizler, gerçek hüviyetinize döndüğünüz an Avrupa'nın refahı ve
medeniyeti yıkılır.
11- Yine sizler, Avrupa'nın tarihi düşmanısınız ve daima düşman
olarak kalacaksınız.)
Allah bize niye yardım etmiyor
Sual: Doğru din bizimki ise, neden Allah bize kâfirlere karşı güç
vermiyor?
CEVAP
Doğru din elbette İslamiyet’tir, önce bunu anlatalım. Sonra da Allahü
teâlâ niye bize yardım etmiyor, onu bildirelim.
193
www.dinimizislam.com
Allahü teâlânın gönderdiği her din, kendisinden önce gelen dini nesh
etmiş, yani değiştirmiştir. En son gelen ve her dini değiştiren ve dinlerin
hepsini kendinde toplamış olup, kıyamete kadar hiç değişmeyecek olan
din, Muhammed aleyhisselamın dinidir. Bugün, Allahü teâlânın sevdiği,
beğendiği din de, İslam dinidir. Beş âyet-i kerime meali şöyledir:
(Sizin için din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3]
(Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran 19]
(İslam’dan başka din arayanın bulacağı din asla kabul edilmez.)
[Al-i İmran 85]
(Allah, Resulünü, hidayet ve hak din, İslamiyet’le gönderdi. İslam
dinini, diğer dinler üzerine üstün kıldı. [Muhammed aleyhisselamın hak]
Peygamber olduğuna şahid olarak Allah yeter.) [Feth 28]
(Müşrikler istemese de, İslam dinini diğer bütün dinlerden üstün
kılmak için resulünü Kur'an ve İslam dini ile birlikte gönderen Allahü
teâlâdır.) [Saf 9]
Bela ve nimetin gelişi
Her izzet ve her nimet, Allahü teâlâya ihlas ile itaat ve ibadet
etmekten, her kötülük ve sıkıntı da, günah işlemekten hasıl olur. Herkese
dert ve bela, günah yolundan, rahat ve huzur da, itaat yolundan gelir.
Allahü teâlânın âdeti böyledir. Cenab-ı Hak, hiç kimseye, sebepsiz bela
göndermez. Bir âyet-i kerime meali:
(Bir millet, kendini bozmadıkça, Allah onların hallerini
değiştirmez.) [Rad 11]
Dinimiz, insanlara daima çalışmak, aklını doğru kullanmak, her türlü
yeniliği öğrenmek, başarmak için her türlü meşru çareye başvurmayı
emretmektedir. Hiçbir şey yapmadan, çalışmadan, öğrenmeden ve
bilmeden yan gelip yatarak beklemek büyük günahtır.
Dinimiz çalışarak kazanmayı emretmektedir. Din büyükleri buyuruyor
ki:
Çalışın, kazanın! Çalışmadan rızk beklemeyin! Allahü teâlâ gökten
para yağdırmaz. (Hazret-i Ömer)
Çalış, kazan! Çalışmayıp muhtaç olanın dini ve aklı noksandır.
(Hazret-i Lokman Hakim)
Her gün sabahtan akşama kadar camide ibadet edip, Allahü teâlâ
benim rızkımı nereden olsa gönderir, diyen kimse, cahildir. İslamiyet’ten
haberi yoktur. (Ahmed bin Hanbel)
Dinimiz, dünya işlerinde, fen bilgilerinde ise, her değişikliği yapmayı,
bütün yeni keşifleri öğrenmemizi ve yapmamızı emretmiştir. Osmanlı
Devletini ele geçiren sözde aydınlar, dinimizin bu emrinin tam tersini
194
www.dinimizislam.com
yaptılar. Masonlara aldanarak din bilgilerini değiştirmeye, dinin esaslarını
yıkmaya çalıştılar. Avrupa’nın fende ilerlemesine, yeni keşiflere gözlerini
kapadılar. Hatta fen bilgilerine, modern tekniğe uymak isteyen büyük Türk
sultanlarını şehid ettiler. Masonların elinde maşa olarak, ilerlemeyi, teknikte
değil de, dinde reform yapmakta, bölücülükte aradılar.
İngilizler, asırlardır İslam ülkelerini kana boyamakla kalmamış, İskoç
masonları, binlerce müslümanı ve din adamlarını aldatarak, mason
yapmış, (insanlığa yardım, kardeşlik) gibi laflarla, dinden çıkmalarına,
dinsiz olmalarına sebep olmuştur. İslamiyet’i büsbütün yok etmek için, bu
masonları maşa olarak kullanmışlardır. Böylece, Reşit Paşa, Ali Paşa,
Fuat Paşa ve Mithat Paşa, Talat Paşa gibi masonlar, İslam devletlerini
yıkmakla görevli paşa unvanlı maşalardır. Efgani ve Abduh gibi masonlar
ve çömezleri de, İslam bilgilerini bozmaya, içten yıkmaya alet olmuşlardır.
İslami ilimler iki kısımdır: Din ve Fen bilgileri. Din bilgilerini öğrenip
yapmak, her müslümana Farz-ı ayndır. Fen bilgilerinden gerekenleri yalnız
bu işte meşgul olanların öğrenip yapmaları Farz-ı kifayedir. Bu iki farzı
yerine getiren millet, muhakkak ilerler, medeni olur. Bir âyet-i kerime meali:
(Ahiret nimetlerini isteyene ahiret nimetlerini, dünya nimetlerini
isteyene de dünya nimetlerini veririz.) [Şura 20]
İstemek laf ile olmaz. Sebebe yapışmak, yani çalışmak gerekir. Allahü
teâlâ, Müslüman olsun, olmasın, beğendiği gibi çalışan herkese, vereceğini
bildiriyor. Avrupa, Amerika, Japonya böyle çalıştıkları için dünya
nimetlerine kavuşuyorlar. Ortaçağdaki Müslümanlar, böyle çalıştıkları için,
medeniyet rehberi olmuşlardır. Abbasilerin ve Osmanlıların son
zamanlarında, iç ve dış düşmanların tesirleriyle, fen bilgilerini öğrenmekten
ve öğretmekten, fen ve sanat üzerinde çalışmaktan mahrum edildiler. Bu
sebeple muazzam devletleri çöktü.
İslamiyet’in hükümleri şifası kesin ilaç gibidir. Kim içerse, yani tatbik
ederse faydasını görür. İnanarak içenler ahirette de faydasını görürler.
İnanmadan içerse sadece dünyada görür.
Allah indinde hak din ancak İslam’dır. Ancak, dinimiz hak diye, Allahü
teâlânın çalışmayana yardım etmesi gerekmez. Âdet-i ilahi böyle değildir.
Onun âdeti, her şeyi sebep ile yaratmaktır. İnsanların iradelerini de,
bunların iyi ve kötü işlerini yaratmaya sebep kılmıştır. Buna rağmen, Allahü
teâlâ imanın, Müslümanın, Müslümanlığın kıymetini sebepsiz gösterseydi,
yani her insan açıkça görseydi, o zaman imtihanın önemi kalmazdı.
İnananları hiç sıkıntıya sokmasaydı; imanlarının nurları belli olsaydı, o vâkit
bütün insanlar inanır, imtihana gerek kalmazdı. Böyle bir iman ise, Allahü
195
www.dinimizislam.com
teâlânın katında makbul değildir. Zira, bu insanlar gayba değil,
gördüklerine ve kendi menfaatlerine iman etmiş olurlardı.
Dört bin yıl önce beyin ameliyatı
Sual: İlk insanların vahşi olduğu doğru mudur?
CEVAP
Hayır, doğru değildir. Hazret-i Âdem’e indirilen kitapta, iman ve ibadet
bilgilerinin yanı sıra, çeşitli dillerde lügatler, birçok sanatlar, tıp, ilaçlar,
aritmetik, geometri gibi bilgiler de bildirilmişti. Her devirde medeniyetten
uzak insanlar olabilir. Bugün bile Afrika’da, medeniyetten, bilimden uzak
yaşayan kabileler vardır. Bunlara bakılarak, bugünkü dünya için ilkel
denilemeyeceği gibi, eski devirlerde, medeniyetten uzak yaşayan insanlara
bakarak, hepsi için ilkel denilemez. Eski devirlerde, medeniyetin çok
ilerlediği zamanlar da olmuştur. Sonra çeşitli tabiî afetlerle ve topluca helak
olan kavimler sebebiyle bunlar yok olmuş, daha sonra da her ilim dalında
tekrar ilerlemeler kaydedilmiştir. Buna örnek olarak, yakın zamanda
yayımlanan bir haber şöyleydi:
Kayseri-Sivas karayolu üzerindeki Kültepe Höyüğü’nde yapılan
kazılarda bulunan Asurlu bir tüccara ait iskeletin incelemesinde, yaklaşık 4
bin yıl önce, kafatası açılarak, beyin zarı iltihabı operasyonu yapıldığı
görüldü. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkeoloji
Bölümünden Prof. Dr. Fikri Kulakoğlu, Kültepe-Kaniş-Karum kazı alanında,
2010 yılı kazılarının Kaniş bölgesinde başladığını, çok önemli bir mezar
bulduklarını söyledi. “Koloni çağına ait 4 bin yıllık mezarda, Asurlu bir erkek
tüccara ait olduğu tespit edilen iskeletin kafatasında yapılan incelemede
tüccarın başarılı bir beyin ameliyatı geçirdiği ve iyileştikten sonra hayatını
kaybettiğini tespit ettiler” dedi. Anadolu Üniversitesi öğretim üyesi Handan
Üstündağ da, “Asurlu tüccarın kafatasında çok düzgün bir kesi var. Kesi
izleri, 4 bin yıl önce başarılı bir beyin ameliyatını gösteriyor” dedi. (AA)
Yapılan birçok kazıda, 3-4 bin yıl önce modern tıp aletlerine rastlandığı
görülmüştür. Bütün bunlar, eski insanların medeniyette çok ileri olduklarını
göstermektedir. Topraktan insanı yaratan Allahü teâlâ, onların ihtiyaçlarını
yaratmaz mı hiç? Kur’an-ı kerimde, ilk insan ve ilk peygamber olan Âdem
aleyhisselama, lüzumlu bütün teknik bilgilerin verildiği bildirilmektedir.
Ateistler sırf hazret-i Âdem’i, dinleri inkâr etmek için, eski insanların vahşi
olduğunu söyleseler de, hiç kıymeti yoktur.
196
www.dinimizislam.com
Tek hak din
Evrensel hak din yalnız İslam’dır
Bir ateist, İslamiyet’in evrensel olmadığını, sadece Arapların dini
olduğunu söyleyerek bazı sorular sordu. İlk sorusu şöyledir:
Sual: Kur’an evrensel midir?
CEVAP
Elbette evrenseldir. Başka bir din de gelmeyecektir. Muhammed
aleyhisselam son Peygamberdir. Kur’an-ı kerimde mealen bildiriliyor ki:
(Muhammed, Allah’ın resulü ve Peygamberlerin sonuncusudur.)
[Ahzab 40]
(Allah, Resulünü, hidayet ve hak din, İslamiyet’le gönderdi. İslam
dinini, diğer dinler üzerine üstün kıldı. [Muhammed aleyhisselamın hak]
Peygamber olduğuna şahid olarak Allah yeter.) [Feth 28]
Ateist diyor ki:
Sual: Oruç ve namaz olayını ele alırsak, tüm ibadet zamanlarını ay ve
güneşin hareketlerine göre belirleyen İslamiyet, sadece Arabistan
yarımadasına hitap eder. Bu da İslamiyet’in evrensel olmadığını göstermez
mi?
CEVAP
Ay ve Güneş sadece Arabistan’da mı doğuyor? Avrupa, Asya,
Amerika, Afrika’da ve Avustralya’ya güneş doğup batmıyor mu? Kur’an,
yalnız Araplara mı hitap ediyor. Ey akıl sahipleri, Ey insanlar, Ey iman
edenler, Ey kâfirler, Ey kitap ehli diye birçok âyet vardır. Akıl sahipleri
sadece Arabistan’da mı? İnsanlar, iman edenler ve kâfirler yalnız
Arabistan’da mı yaşıyor? Bu ne bozuk mantık!
Ateist diyor ki:
Sual: Aynı ibadetler, kutuplarda veya oraya yakın yerlerde yapılmaya
kalkılsa bir oruç günü 6 ay sürebilecek ve insanlar 6 ay boyunca nasıl aç
kalabileceklerdir?
CEVAP
Bu, dini bilmemekten ileri gelen bir düşüncedir. Kur’an-ı kerimde her
şey açıkça yazılmamıştır. Bunun açıklamasını Allahü teâlâ, sevgili
Peygamberine havale etmiştir:
(Kur'anı insanlara açıklayasın diye sana indirdik.) [Nahl 44]
Hadis-i şerifler de dinimizde delildir. Ayrıca iki delil daha vardır. Birinin
adı icma öteki de kıyas-ı fukaha’dır. Siz bunları bilseydiniz ve
inansaydınız o soruları gündeme getiremezdiniz. Namaz, oruç ve diğer
ibadetler bu delillerle anlaşılır. Birkaç saat fark aynı ülkede de olabilir.
197
www.dinimizislam.com
Hatta aynı şehirde bile kışın geceler uzun yazın kısadır. Yazın gündüzler
birkaç saat daha fazla uzun diye oruç tutulmaz mı? Allahü teâlâ şöyle
ayarlamıştır ki, kameri aylar, her yıl on gün önce gelir ve yılın her
mevsimine isabet eder. Mesela Ramazan ayı, kışın kısa günlere geldiği
gibi, çok uzun olan yaz günlerine de gelmektedir. 36 senede bir aynı güne
gelir.
Kur’anda, beş vakit namazın vakitleri, çeşitli âyetlerde bildirildiği halde,
Beş vakit namaz tabiri geçmez. Sebeplerinden birisi de, kutuplarda ve
kutuplara yakın yerlerde, beş vakit namazın hepsinin vaktinin girmemesidir.
Zengin, İslam’ın beş şartını da yapmakla yükümlü iken, fakire zekât
vermek ve şartları yoksa, hacca gitmek de farz değildir. Şu halde, İslam’ın
şartlarını eda etmek zengine göre beş iken, fakire göre üçtür. Fakire de,
(Sen İslam’ın beş şartını yapmaya mecbursun) denilemediği gibi,
kutuplardaki Müslümana da, beş vakit namaz kılma mecburiyeti olmaz.
Kılınırsa iyi olur. (Nimet-i İslam)
Ramazan ayı gelince, oruç tutmak farz olur. Ancak seferi olanın oruç
tutması farz değildir. Kutuplara ve aya giden Müslüman, seferi ise oruç
tutmaz. Geriye dönünce kaza eder. Gündüzleri 24 saatten daha uzun
yerlerde, mesela altı ay gündüz olan yerlerde, oruca saat ile başlanır ve
saat ile bozulur. Gündüzü böyle uzun olmayan, vakitleri normal teşekkül
eden, yani gündüzleri 24 saatten az olan bir şehirdeki Müslümanların
zamanına uyularak oruç tutulur. (Dürer)
Ateistin deveye benzeyen mantığı
Ateist diyor ki:
Sual: Kuran’da adı geçen deve, hurma türü şeyler ancak Arabistan
yarımadasında yetişen canlı türleridir. Sadece çöl bitkileri ve çöl
hayvanlarını içeren Kur’an nasıl evrensel olabilir?
CEVAP
Ne kadar bozuk bir mantık bu! Hangi öğretmen öğrencisine, bilmediği
görmediği şeylerden örnekler verir ki? Elbette herkesin bildiği bir örnek
verilir. Kur’anın Arapça olarak gönderilmesi de böyledir. Yani Arap olan
insana Türkçe veya İngilizce bir dil ile gönderilse idi ne anlayacaklardı?
Bununla beraber, Kur’anda, incir, zeytin, nar, üzüm, kiraz, muz gibi
meyvelerden, hıyar, sarmısak, soğan, mercimek gibi sebzelerden ve
buğday arpa gibi ekinlerden de bahsedilir. Birkaç âyet meali özetle
şöyledir:
(Ekinleri, zeytin ve narları yaratan Allah’tır.) [Enam 141]
(Allah, ekin, zeytin, hurma, üzüm ve diğer meyveleri bitirir.) [Nahl
11]
198
www.dinimizislam.com
(Bahçeler, meyveler ve çayırlar bitirdik.) [Abese 25]
(İncir ve zeytine and olsun.) [Tin 1]
(Musa’nın kavmi, çeşitli sebze, hıyar, sarmısak, mercimek ve
soğan istedi.) [Bekara 61]
(Allah gökten su indirip çeşit çeşit meyveler yarattı.) [Saffat 41]
(Hurma, üzüm bağları, zeytin ve nar bahçeleri meydana getirdik.)
[Enam 99]
(Amel defterleri sağdan verilen mutlu kimseler için Cennette sedir
ağaçları kiraz, muz ve bol meyveler vardır.) [Vakıa 27- 44]
Kur’anda Cennet şöyle tasvir edilir:
(Cennetin içinde su, süt, şarap ve bal ırmakları ile meyvelerin her
çeşidi vardır.) [Muhammed suresi 15]
Bir hadis-i şerif de şöyledir:
(Cennette, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, hayal bile
edilemeyen nimetler vardır.) [Buhari]
Kur’an-ı kerimde, at, eşek, katır, koyun, keçi, inek, köpek, domuz, kurt,
maymun, zebra, aslan, balık birçok hayvan ismi geçer. Bunların arasında
deveyi görmek art niyetin işaretidir. Bekara suresi bir hayvan adıdır. Sığır
demektir. Enam suresi var, [kurbanlık] hayvanlar demektir. Fil suresi var.
Daha başka hayvan ismi olan sureler de vardır. Birkaç âyet-i kerime meali
şöyledir:
(Rabbin bal arısına, her çeşit üründen, çiçekten yemesini öğretti.
Karınlarından şifalı bal çıkardı. Düşünen bir millet için bunda ibret
vardır.) [Nahl 68,69]
(Yunus’u bir balık yuttu.) [Kalem 142]
(Allah, erkekli dişili sığır da yarattı.) [Enam 144]
(Yahudilere tırnaklı hayvanlar ile sığır ve koyunun iç yağını haram
kıldık.) [Enam 146]
(Kâfirler hayvan [davar] gibidir, hatta daha aşağıdır.) [Furkan 44]
(Allah sekiz çift hayvan yaratmıştır: Koyundan iki ve keçiden iki...)
[Enam 143]
(Sizin için at, katır ve eşekler yaratılmıştır.) [Nahl 8]
(Mağara ehlinin köpekleri de vardı.) [Kehf 18]
(Onlar, aslandan ürküp kaçan yaban eşeği [zebra] gibidir.)
[Müddessir 50.51]
(Onlara, aşağılık maymun olun dedik.) [Araf 166]
(Rabbin fil sahiplerinin üstüne ebabil kuşlarını gönderdi.) [Fil 1- 4]
(Evlerin en dayanıksızı örümcek yuvasıdır.) [Ankebut 41]
(Musa’nın asası bir yılan olmuştu.) [Araf 107]
199
www.dinimizislam.com
(Onlara; tufan, çekirge, haşarat, kurbağa ve kan gönderdik.) [Araf
133]
(Domuz eti ve canavarların öldürdüğü hayvan haramdır.) [Maide 3]
(Yusuf’u kurt yedi dediler.) [Yusuf 17]
(Süleyman'ın, cin, insan ve kuşlardan müteşekkil orduları vardı.)
[Neml 17]
(En çirkin ses eşek sesidir.) [Lokman 19]
Genç ateistin hezeyanları
Genç ateist, bir kelimenin iki veya daha fazla anlamı olacağını
bilmediği için veli kelimesine takılmış. Soruyor:
Sual: Hiç Allah’ın velisi olur mu?
CEVAP
Bilindiği gibi yüz kelimesinin birkaç anlamı vardır. Baba kelimesi de
öyle. Mafya babası, Bektaşi babası, Fakir babası, Para babası, Baba adam
gibi farklı anlamlarda kullanılır. Harç kelimesinin de kullanıldığı yerlere
göre çeşitli anlamları vardır. Mesela Maliye’de harç demek, vergi demektir.
İnşaatta yenice su, kum karıştırılmış çimento demektir. Ziraatta gübre
karıştırılmış toprak demektir. Mutfakta da harç vardır, köfte harcı, dolma
harcı gibi.
Genç bunları bilmediği için, diyor ki:
Sual: Veli ne demek, koruyan, gözeten demek. Okula başlayan her
öğrencinin velisi olur. Öğrenci velisinden sorulur. Allah'ın velisi deyince de
Allah'ı koruyan biri anlaşılır. Demek ki sizin Allah’ınızı koruyup gözeten
veliler var öyle mi?
CEVAP
Ne kadar cahillik bu. Bir kelimenin birkaç anlamı olur diye yukarıda
açıkladık. Veli, ermiş kimse demektir. Veli kelimesinin çoğulu evliyadır.
Öğrenci velileri toplandı denilince bu, evliyalar anlaşılmaz. Senin bu
yanlışlığın, 1970 lerdeki bir olayı hatırlattı. Belki o zamanlar sen
doğmamıştın. Fikir babanız Prof. İlhan Arsel, (Biz üniversitede kapıcılık
bile yapamayız) diyerek istifa ettiği zaman, Meydan dergisinde bir yazar,
sizin yanlışlığınıza benzer bir yanlışlığını hatırlatmıştı. İlhan Arsel,
Ebussuud efendinin bir fetvasını okumuş, sizin gibi yanlış anlamış. Genç
bir kızın pire verilip verilmemesi ile ilgili fetvasındaki pire vermek sözünü
anlayamamış. (Görüyorsunuz, Müslümanların şeyh-ül-islamı, bir kızı pire
ile evlendiriyor) demişti. Halbuki, o kelime pire değil pir idi. Pir ise ihtiyar
demektir. Bu ateistler hep böyle mi diye hatırıma geldi.
Genç ateist soruyor:
200
www.dinimizislam.com
Sual: Hepimiz Âdem’den geldi isek niçin dil, din, renk ve kültürümüz
bir değil?
CEVAP
Taberani’deki bir hadis-i şerifte: (Allahü teâlâ, Hazret-i Âdem’e her
şeyin sanatını, ilmini öğretti) buyuruluyor. Allahü teâlâ, Âdem
aleyhisselama, dünyada mevcut bütün dilleri öğretti. Hazret-i Âdem de,
Arapça, Süryanice, İbranice ve diğer bütün dillerde kitaplar yazıp her dil ile
konuşmuştur. Bu husustaki delillerden biri Bekara suresinin, (Allahü teâlâ,
Âdem'e bütün isimleri [bunların sanatını ilmini, ne işe yaradığını, nasıl
kullanılacağını] öğretti) mealindeki 31. âyet-i kerimesidir. Hazret-i Âdem,
bunları öğrendiği için, varlıkların adlarını, bütün dil ve lügatleri biliyordu.
Çocukları bütün dilleri konuşuyordu. Hazret-i Âdem vefat edince, çocukları
kafileler halinde çeşitli ülkelere göç ettiler. Her kafile, ayrı bir dil ile
konuşuyordu. Böylece torunlar, dedelerinin konuştuğu diğer dilleri
unutmuşlardı. O anda konuştukları dil ile kaldılar. (Mirat-ı Kâinat)
Biyolojide modifikasyon denilen dış değişikliği yanında, mutasyon
denilen genlerde değişiklik olayı vardır. Beyaz insandan siyah, esmer veya
sarı insanlar türeyebilir. Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselamı dünyanın her tarafından alınan
topraktan yarattı. Bu sebeple neslinden, siyah, beyaz, esmer, kırmızı
renkte olanlar olduğu gibi, bu renkler arasında bulunanlar da oldu.
Bazısı yumuşak, bazısı sert, bazısı da halis ve temiz oldu.) [Ebu
Davud]
Dil ve rengin farklı oluşunu açıkladık. Dinlerde inanç farklı değildi. Her
semavi dinde, Allah’a, meleklere, peygamberlere, kitaplara, Cennete,
Cehenneme iman esastı. İnsanlar tarafından bozulunca farklı gibi
zannediliyor. Diğer dinleri insanların bozduğu, Kur’an-ı kerimde bildiriliyor.
Kültür ise, her toplumun yaşadığı iklime, coğrafi bölgeye göre farklı olur.
İslamiyet kolaylık dinidir
Ateist genç diyor ki:
Sual: İslam kolaylık dini imiş, kime yutturuyorsunuz bunu? Nasıl
kolaylık dini bu? Oruç tut, namaz kıl, hacca git ve zekât ver. Bunları
yapmanın neresi kolay? Bir kısmında beden yoruluyor, bir ay aç duruluyor,
bir kısmında ise para gidiyor.
CEVAP
Müslümana bunların hiçbirisi güç gelmez. Mesela sen sabahları
uykuda iken biz sabah namazına kalkıyoruz. Elbette bunlar, sana ve senin
gibilere zor gelir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
201
www.dinimizislam.com
Allahü teâlâ, kullarına yapabilecekleri şeyleri emretmiştir. Güç
yetirilemeyen işleri emretmemiştir. İnsanları zayıf yarattığı için, kolaylık
göstermiştir. Bir âyet meali şöyledir:
(Allah, size hafif, kolay emretmek istedi, çünkü insan, zayıf
yaratılmıştır.) [Nisa 28]
Namaz, oruç kolaydır. Zekat için de malın tamamının değil, kırkta
birinin verilmesini emretmiştir. Dinin diğer emirlerine dikkatle ve insafla
bakılırsa, bu kolaylıklar görülür. Bununla beraber ibadet etmenin güç
geldiği kimseler yok değildir. İbadetlerin zor gelmesi, Allah’ın düşmanı olan
nefstendir. Namaz kılmak ve diğer ibadetleri yapmak, ancak müminlere
kolay gelir. Kalbi kararmışlara, kâfirlere zor gelir. Kur’an-ı kerimde mealen
buyuruluyor ki:
(Bu din [inanıp ibadet etmek] müşriklere [imansızlara] güç gelir.)
[Şura 13]
([Her çeşit günahtan çekinmek, oruç tutmak ve diğer ibadetleri yapmak
için] Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım isteyiniz. Sabır ve
namaz, yalnız Allah’tan korkan müminlerden başkalarına zor gelir.)
[Bekara 45]
Bedeni hasta olana bazı işleri yapmak güç geldiği gibi, kalbi ve ruhu
hasta olana, kâfir olana da ibadetler güç gelir. (1/191,289)
Ateist genç diyor ki:
Sual: Siz dinin yolundan değil de aklın yolundan gitmelisiniz. Biz
akılcıyız, siz dincisiniz. Dinci olan akılcı olabilir mi? Tanrı simgesel bir
anlatımdır. Tanrı diye bir şey yoktur. Varsa göstermeniz gerekir.
CEVAP
Bir bilgisayar, bir uçak kendiliğinden meydana geldi diyene inanan mı
akıllıdır, yoksa bunların elbette bir yapanı var diyen mi? Bu kâinattaki canlı
ve cansız yaratıklar kendiliğinden meydana geldi diyen mi akıllı, yoksa
elbette bunun bir yaratıcısı vardır diyen mi? O halde tesadüfen oldu diyen
nasıl akıllı olabilir ki? Başına gelecek işlerden dolayı bir tedbir almayan,
istikbalini düşünmeyen kimseye akıllı denir mi? Hazret-i Ali, dirilmeye
inanmayan bir ateiste, “Biz inanıyoruz. Diyelim ki senin dediğin gibi tekrar
dirilmek olmasaydı, inanıp ibadet etmekle bizim hiç zararımız olmazdı.
Bizim inancımız doğru ise, sen sonsuz olarak ateşte yanacaksın” diyor.
Ateist ölünce, kendi inancına göre, yok olacak. İslamiyet’e göre ise, o
Cehennemde sonsuz azap görecektir. İnanan da, sonsuz nimetler içinde
yaşayacaktır. Aklı, bilgisi olan bir insan, bu ikisinden elbette, ikincisini
seçer. Sonsuz azapta kalmak, bir ihtimal bile olsa, bunu hangi akıl kabul
eder? Halbuki, ahiret hayatı, bir ihtimal değil, apaçık bir gerçektir. O halde
202
www.dinimizislam.com
aklı, ilmi olanın, Allah’a ve ahirete inanması gerekir. İnanmamak, ahmaklık
olur.
Hazret-i Ali’nin buyurduğu gibi, ihtiyatlı, tedbirli olmak mı akıl kârıdır,
yoksa sonsuz tehlikeyi göze almak mı? İslamiyet akla çok önem veren bir
dindir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Aklı olmayanın dini yoktur.) [Ebuşşeyh]
(Akıllı kimse kurtuluşa ermiştir.) [Buhari]
(Aklı olan kimse iman eder.) [Beyheki]
Tevekkül, kader ve kısmet
Ateist genç diyor ki:
Sual: Din sağlıklı düşünmeye engeldir. İnsanı tevekkülcü, kaderci,
kısmetçi yapar.
CEVAP
İslamiyet’i bilmediğiniz için böyle rastgele konuşuyorsunuz. Tevekkül,
kader, kısmet gibi şeyleri de bilmiyorsunuz. İslam âlimleri buyuruyor ki:
Sebeplerin tesir etmesinin Allahü teâlâdan olduğunu bilen, tesiri Allahü
teâlâdan bekleyen ve tecrübe edilmiş sebepleri kullanan kimse, Allahü
teâlâya tevekkül etmiş, yalnız Ona güvenmiş olur. Tesir etmeyen, hayali
sebepleri kullanmak, tevekkül olmaz. Tesiri çok görülmüş olan sebepleri
kullanmak gerekir. Ateş yakar, fakat, ateşe yakma kuvvetini veren, Allahü
teâlâdır. Aç olan, bir şey yer; bu şeye doyurma kuvveti veren Odur.
Gerektiği zaman, böyle sebepleri kullanmadığı için zarar gören kimse,
Allah’a asi olur. Tecrübe edilmiş sebepleri kullanmak gerekir. Allahü teâlâ,
istişareyi, yani bilenlere danışmayı emretti. Danışmak, sebebe yapışmaktır.
Tevekkül sebeplere yapıştıktan sonra sonucu sabırla beklemektir.
Tevekkül, iş yapmayıp tembel oturmak değildir. Bir işe başlamak ve
başlanan işi başarmak için tevekkül gerekir. Güç bir işi başaramamak
korkusunu gidermek için de tevekkül gerekir.
Al-i İmran suresinin (Azmedip de bir işe başlayınca, Allah’a
tevekkül et, Ona güven! Allah size yardım ederse, kimse size galip
gelemez. Size yardım etmezse, kimse yardım edemez. O halde,
müminler Allah’a tevekkül etsinler) mealindeki 159. ve160. âyetleri,
tevekkül ile beraber çalışmayı ve çalışmada azmin de gerektiğini bildiriyor.
Demek ki her Müslüman çalışacak, azmedecek ve sonra da güvenecektir.
Tevekkül bir zaaf, bir acizlik değil, tam aksine bir kuvvettir. Tevekkül edenin
kaybedecek bir şeyi de yoktur. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Deveni sıkı bağla ve sonra Allah’a tevekkül et!) [İbni Asakir]
Dinimiz, insanlara daima çalışmak, aklını doğru kullanmak, her türlü
yeniliği öğrenmek, başarmak için her türlü meşru çareye başvurmayı
203
www.dinimizislam.com
emretmektedir. Bir Müslüman ancak herhangi bir işte aklını kullandığı, her
çareye başvurduğu ve son derece de çalıştığı halde, bir başarıya
ulaşamazsa, üzülmemeli ve bu sonucun, Allahü teâlânın kendisi için uygun
gördüğü bir husus olduğunu kabul ederek kaderine razı olmalıdır. Yoksa
hiçbir şey yapmadan, çalışmadan, öğrenmeden ve bilmeden yan gelip
yatarak beklemek, İslamiyet’te yoktur. Böyle yapmak büyük günahtır.
Ateistler tevekkülü böyle bir şey zannediyorlar. Bir âyet meali şöyledir:
(İnsana, ancak dünyada çalışarak yaptığı işler fayda verir.) [Necm
39]
İnsanlar, bazen her şeye başvurdukları ve çok çalıştıkları halde,
istediklerine kavuşamazlar. İşte o zaman, bu işte kendi ellerinde olmayan
bir kudret bulunduğunu ve bu kudretin insanların yaşamaları ve başarıları
üzerinde etkili olduğunu ve onlara yön verdiğini kabul ederler. İşte kader
kısmet budur. Bu aynı zamanda büyük bir teselli kaynağıdır. (Ben görevimi
yaptım, ama ne yapayım ki kısmetim bu imiş) diyen bir Müslüman, bir işte
başarısız olsa bile, ümitsizliğe kapılmaz ve büyük bir iç huzuru ile
çalışmaya devam eder. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Güçlükle beraber elbette bir kolaylık vardır. Öyleyse, bir işi
bitirince diğerine teşebbüs et ve hacetini yalnız Rabbinden iste!)
[İnşirah 5-8]
Yani başarısızlıktan ümitsizliğe düşmeyip çalışmaya devam etmelidir.
Dinimiz çalışmayı emrederken, Müslümanlara tevekkülcü ve kaderci diye
saldırmak, İslamiyet’i bilmemekten ileri gelen fanatik bir durumdur.
Tesettürü Kur’an emrediyor
Ateist genç diyor ki:
Sual: Başını ve vücudunu, hele kol ve bacakları örtmek asla Kur’anda
yoktur. Buna rağmen kapanmak nasıl Allah’ın emri olur?
CEVAP
Resulullah efendimiz, kapanma hükmü Kur’an-ı kerimde olmadığı
halde mi emretti? Asırlardır Müslümanlar Kur’ana, sünnete uymuyorlar mı?
Ne kadar basit bir görüş bu. Tesettürle ilgili âyet-i kerimeleri Peygamber
efendimiz açıklamış, âlimler de bizlere bildirmiştir. Bu husustaki tartışmalar
kasıtlıdır. Kur'an-ı kerimde genel olarak hükümler, kısa olarak bildirilmiştir.
Bunları Peygamber efendimiz açıklamıştır. Çünkü Kur’an-ı kerimde
mealen, (İndirdiğim Kur’anı insanlara açıkla) buyuruluyor. (Nahl 44)
Bir kimse, İsra suresinin (Ana babana öf deme) mealindeki 23. âyete
bakarak, ana babasına öf demeden, sopa ile dövse, sonra da (Ben öf
demediğim için, Kur'anın emrine uydum) dese, doğru olur mu? Bunun
204
www.dinimizislam.com
anlamı, (Ana babanızı üzmeyin, hatta onlara öf bile demeyin) demektir.
(Beydavi)
Bunun için tesettür âyetlerinden göğüs kısmını kapatıp başka yerleri
açmak anlamı çıkmaz. Bu bakımdan Kur'an tercümesine bakmak çok
yanlış olur. Herkes Kur'andan hüküm çıkarabilseydi, Peygamber
gönderilmesi lüzumsuz olurdu. Dinimizin bir hükmünü öğrenmek için
herkes Kur'an-ı kerime bakıp anlayamaz. Kur'an-ı kerim, hadis-i şeriflerle
açıklanmıştır. Hadis-i şerifleri de anlamak büyük ilim işidir. Bunları da İslam
âlimleri açıklamıştır. Onun için hiç kimseye Kur'an tercümesi okumasını
tavsiye etmiyoruz. Tıp kitabı okuyarak, ilaç yapmak ve hastaya teşhis
koymak yanlıştır. Kur'an tercümesinden hüküm çıkarmak bundan daha
büyük yanlıştır. Çünkü yanlış ilaç öldürebilir; ama yanlış hüküm, imanı
kaybettirip, sonsuz azaba düşürebilir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kur'anı kendi görüşü ile açıklayan, doğru olsa bile, muhakkak
hata etmiştir.) [Nesai]
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
[Yabancı erkeklere bakmaktan] sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, [el,
yüz gibi] görünen kısmı hariç, ziynetlerini [ziynet takılan yerlerini]
göstermesinler, başörtülerini yakalarına kadar [saç, kulak ve
gerdanlarını] örtsünler!) [Nur 31]
Bu âyet-i kerimeden kadınların başörtüsü ile sadece yakasını örteceği,
baş ve vücudunun diğer yerlerini örtmenin gerekmediği anlaşılabilir.
Gözünü neden sakınacak, ırzını nasıl koruyacak, ziynetten maksat nedir?
Kına, sürme, boya mıdır, altın, gümüş gibi ziynetler midir? Bu hususlar açık
değildir, hadis-i şerifle bildirilmiştir. Bir âyet-i kerime meali de şöyledir:
(Ey Nebi, hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına [dışarı
çıkarken] cilbablarını [dış elbiselerini] giymelerini söyle! Bu, onların
tanınıp, eza edilmemelerine daha uygundur.) [Ahzab 59]
Bu tercümeye bakıp "Kadın, tanınıp eza edilmemesi için elbise giyer.
Tanınıp eza edilmezse, çıplak gezebilir" diyenler çıkmıştır. Önemli olan
Resulullahın açıklamasıdır. O buyuruyor ki:
(Kadının [yüz ve iki elinden başka] bütün bedeni avrettir) [Mecmaulenhür, El-mugni]
Bu hadis-i şerifte kadının tesettürü açıkça bildiriliyor. Kur'an-ı kerimin
17 yerinde Resulullaha (De ki, bana tâbi olun) buyuruluyor. Resulullaha
tâbi olup Onun bildirdiği şekilde tesettüre riayet etmelidir!
Resulullah efendimiz, baldızını, ince elbise ile görünce, (Ya Esma, bir
kız, namaz kılacak yaşa gelince, yüz ve elleri hariç, vücudunu
erkeklere gösteremez) buyurdu. (Ebu Davud)
205
www.dinimizislam.com
Hazret-i Âişe buyurdu ki:
(İlk muhacir kadınlara Allah rahmet etsin! Tesettür âyeti inince,
hemen peştamallarını yırtıp başlarını örttüler) buyurdu. (Buhari, Nesai)
Hak din hangisi?
Sual: Almanya’da oturuyoruz. Küçük kızım, okuldan gelince, “Anne,
ya Hıristiyan dini hak ise, onun hak din olmadığını nereden biliyoruz?”
dedi. Küçük çocuğuma nasıl bir cevap vermeliyim?
CEVAP
Çocuk her şeyi sorabilir. Ona şimdilik şu kadarını söyleseniz yeter:
Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselamdan beri, insanları doğru yola iletmek
üzere bir çok peygamber göndermiştir. Bazılarına da kitap vermiştir. Kitap
verdiği peygamberler, bir din ile gelmiştir. O din bozulunca Allah başka bir
din göndermiştir. Mesela İbrahim aleyhisselamın dini bozulup insanlar,
doğru yoldan ayrılınca, Allah onlara Musa aleyhisselamı göndermiştir.
Onun dinine Musevilik deniyordu. Şimdi Yahudilik deniyor. Yahudilik dini
bozulunca da, Allah İsa aleyhisselamı gönderdi. Dinine İsevilik deniyordu.
Şimdi Hıristiyanlık deniyor. Hıristiyanlık da bozulunca, Allah, bizim
Peygamberimiz Muhammed aleyhisselamı gönderdi. Onun dininin adı
İslamiyet’tir. Allah, artık bu din bozulmayacak, kıyamete kadar kalacak
dedi. Ben İslamiyet’ten razıyım dedi. Şimdi Hak din ancak İslamiyet’tir
dedi. İslamiyet’ten başka din arayanları, başka dini hak bilenleri
Cehenneme atarım dedi. Bütün Peygamberler de müslüman idi. Onları ve
getirdikleri kitapları inkâr etmeyiz. Onlar da hak idi, ancak İslamiyet ile
Allahü teâlâ onları yürürlükten kaldırdı, böyle olduğuna inanmayanların
kâfir olduğunu bildirdi.
Din ne demektir?
Sual: Din ne demektir? İslamiyet’e sırat-ı müstakim yani doğru yol
denir mi?
CEVAP
Elbette İslamiyet sırat-ı müstakimdir.
Din, insanları sonsuz saadete götürmek için Allahü teâlâ tarafından
gösterilen yol demektir. Din ismi altında insanların uydurduğu yollara din
denmez. Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselamdan beri, her bin senede, bir
Peygamber vasıtası ile, insanlara bir din göndermiştir. Bütün
Peygamberler, hep aynı imanı söylemiş, hepsi ümmetlerinden aynı şeylere
iman etmeyi istemişlerdir. Yani bütün Peygamberler Müslüman idi. Fakat,
206
www.dinimizislam.com
kalb ile, beden ile yapılması ve sakınılması lazım olan şeyleri başka başka
olduğundan, Müslümanlıkları da ayrıdır. Mesela namaz vakitleri kiminde az
kiminde çok idi. Bazı şeyler kiminde haram, kiminde helal idi.
Her din, kendisinden önce gelen dini nesh etmiş, yani değiştirmiştir.
En son gelen ve her dini değiştiren ve dinlerin hepsini kendinde toplamış
olup, kıyamete kadar hiç değişmeyecek olan din, Muhammed
aleyhisselamın dinidir. Bugün, Allahü teâlânın sevdiği, beğendiği din de, bu
ahkam ile kurulmuş olan İslam dinidir. Sırat-ı müstakim, sadece
İslamiyet’tir. Üç âyet-i kerime meali şöyledir:
(Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran 19]
(Sizin için din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3]
(İslam’dan başka din arayanın bulacağı din asla kabul edilmez.)
[Al-i İmran 85]
İslamiyet sırat-ı müstakimdir. Kur’an-ı kerimde otuzdan fazla yerde,
İslamiyet için sırat-ı müstakim ifadesi geçer. Bunlardan bazılarının mealleri
şöyledir:
(Doğu da Allah’ın, batı da. O, dilediğini doğru yola [İslamiyet’e]
iletir.) [Bekara 142]
(Allah'ın Kitabına sarılan elbette doğru yola [İslamiyet’e] kavuşur.)
[Al-i İmran 101]
(Allah, kendisine inanan ve Kitabına sarılanları rahmetine ve bol
nimetine kavuşturur, onları kendisine götüren doğru yola [İslamiyet’e]
ulaştırır.) [Nisa 175]
(Allah, rızasını gözetenleri onunla, selamet yollarına eriştirir ve
onları, iradesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır, doğru yola
[İslamiyet’e] iletir.) [Maide 16]
(İşte Rabbinin doğru yolu [İslamiyet] budur. Biz, âyetlerimizi,
düşünen bir topluluk için beyan ettik.) [Enam 126]
(İşte benim doğru yolum [İslamiyet] budur; ona uyun. Sizi bu
yoldan ayıracak başka yollara uymayın. Kötülüklerden sakınmanız
için Allah size bunları emretti.) [Enam 153]
(İblis dedi ki: Sen beni azgınlığa mahkûm ettin, ben de yemin
ederim ki, insanları saptırmak için, senin doğru yoluna [İslamiyet’e]
pusu kuracağım [onlara vesvese verip saptırmaya çalışacağım.]) [Araf 16]
(Allah, iman edenleri, doğru bir yola [İslamiyet’e] iletir.) [Hac 54]
(Resulüm, elbette sen, onları doğru yola, [İslamiyet’e]
çağırıyorsun.) [Müminun 73]
(Kur’an-ı Hakim'e and olsun ki, sen doğru yol [İslamiyet] üzere
gönderilmiş Peygamberlerdensin.) [Yasin 2-4]
207
www.dinimizislam.com
(Ey Resulüm, elbette
çağırıyorsun.) [Şura 52]
sen,
doğru
bir
yola
[İslamiyet’e]
İslamiyet evrenseldir
Sual: Bir ateist, (Kur’anda Peygambere Mekke halkını
Müslümanlığa davet et deniyor. Ben Mekkeli olmadığıma göre,
Müslümanlık beni bağlamaz) diyor. İslamiyet evrensel bir din değil mi?
Sadece Mekke halkına mı geldi?
CEVAP
Mealden İslamiyet öğrenilmez. Görüyorsunuz kâfir bile anlamayıp
veya yanlış anlayıp kâfirliğini katmerleştiriyor, ben böyle dine inanmam
diyor.
İslamiyet evrensel olup kıyamete kadar geçerli tek dindir. Bu konuda
bir çok âyet-i kerime ve hadis-i şerif vardır. Bu konudaki iki hadis-i şerif
meali şöyledir:
(Her Peygamber yalnız kendi kavmine geldi, ben ise bütün
insanlara gönderildim.) [Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesai]
(Benden önce hiçbir Peygambere verilmeyen beş şey bana
verildi. Bunlardan birisi, her Peygamber sadece kendi kavmine
gönderilirken ben bütün dünyadaki insanlara gönderildim.) [Buhari,
Müslim, Nesai, Tirmizi]
Birkaç âyet-i kerime meali:
(De ki, ey insanlar, ben, Allah’ın hepiniz için gönderdiği
Resulüyüm.) [Araf 158] (Yukarıdaki hadis-i şerifler gibi, bu âyet-i kerime
de, Peygamber efendimizin bütün insanlara geldiğini açıkça göstermiyor
mu?)
(Biz seni ancak bütün insanlara [Müminlere Cenneti] müjdeleyici
ve [kâfirlere azabı haber verici] uyarıcı [bir resul] olarak gönderdik; ama
insanların çoğu [bu gerçeği] bilmez.) [Sebe 23]
(Âlemlere [Bütün insanlara ve cinlere ilahi azap ile] korkutucu
[uyarıcı] olarak Furkanı [Kur’anı] kuluna [Resulüne] indiren [Allah’ın şânı]
ne yücedir.) [Furkan 1]
(Biz seni âlemlere [insan, cin ve diğer bütün mahlûkata] rahmet
olarak gönderdik.) [Enbiya 107]
Ateistin konu edindiği iki âyet-i kerime şu mealdedir:
(Bu Kur'an, kendinden önce [gönderilen ilahi] kitapları tasdik eden,
şehirlerin anası (merkezi olan Mekke) halkını ve çevresindeki
[dünyadaki] bütün insanlığı uyarman için indirdiğimiz mübarek bir
kitaptır. Ahiret gününe iman edenler bu Kitaba da inanıp namazlarını
208
www.dinimizislam.com
devamlı kılarlar.) [Enam 92] (Mekke şehri, İslam dünyasının merkezidir.
Onun çevresi bütün dünyadır. Dünyadaki Müslümanlar her yıl bir sefer
Mekke’de bulunan Kâbe’de toplanırlar.)
(Şehirlerin anası [olan Mekke] halkını ve çevresindeki [bütün
dünyadaki] insanları uyarman ve varlığında hiç şüphe olmayan
kıyamet gününün dehşetinden onları korkutman için sana Arapça bir
Kur'an indirdik. İnsanların bir kısmı [müminler] Cennete, bir kısmı da
[kâfirler] Cehenneme gidecektir.) [Şura 7]
Demek sadece Mekkelilerin değil, insanların bir kısmı, inanmadıkları
için Cehenneme, bir kısmı da inandıkları için Cennete gidecektir. Cenneti
değil de, Cehennemi tercih etmek, ne kadar ahmakça bir iş olur! Mekke,
Âdem aleyhisselamdan beri bütün müminlerin yani bütün semavi dinlerin
merkezidir. Bütün Peygamberler müslüman idi. Kâbe-i muazzamayı ilk
defa Âdem aleyhisselam, sonra da İbrahim aleyhisselam yaptı. Resulullah
efendimiz zamanında da tamir edildi.
Hak din İslam’dır
Sual: Musa peygambere inanana Musevi, İsa peygambere inanana
İsevi deniyor da, Muhammed peygambere inanana Muhammedi denmiyor
da, niçin Müslüman deniyor?
CEVAP
Diğer dinler, belli bir kavme, belli bir bölgeye gönderilmiştir ve belli bir
zaman yürürlükte kalmıştır. İslamiyet ise, cihanşümul [evrensel, üniversal]
bir din olup, bütün insanlığa gönderildiği ve hükümleri de, kıyamete kadar
geçerli olduğu için, gönderilen peygamberin ismi ile bildirilmemiştir.
Muhammed aleyhisselamın getirdiği dine, İslamiyet dendi. Önceki dinlerin
hiç biri bozulmamış olsaydı bile, nesh edildiği, yani yürürlükten kaldırdığı
için, artık o dinlerin hiç birisi ile amel etmek caiz olmaz. Bir âyet-i kerime
meali:
(Allah indinde hak din, yalnız İslam’dır.) [Al-i İmran 19]
İslam dini evrenseldir
Sual: (Kur’anda (Anlayabilmeniz için, Kur’anı Arapça olarak
indirdi) denmesi, bunun özellikle vurgulanması, Kur’anın aslını ve
tercümelerini herkesin anlayabileceğini ve İslam dininin evrensel
olmadığını,
sadece
Arapların
dini
olduğunu,
diğer
milletleri
ilgilendirmediğini göstermektedir) diyenlerin anlayışları yanlış değil midir?
CEVAP
209
www.dinimizislam.com
Elbette yanlıştır. O ifadeler, dinsizlerin sözleridir. Hangi dille gelseydi,
aksini söylerlerdi. Yusuf suresinin, (Anlayabilmeniz için, Kur’anı Arapça
olarak indirdik) mealindeki ikinci âyet-i kerimesi, tefsirlerde özetle şöyle
açıklanıyor:
(Kur’an-ı kerimi herhangi bir dil ile değil, en geniş, en açık olan Arapça
olarak indirdik. Eğer iyi düşünürseniz, bu kitabın yüceliğini, kendisinin bir
şaheser, sözlerinin, bütün insanlığa hitap ettiğini görür, Müslüman olmayı
en büyük bir vazife, en yüksek bir saadet telakki edersiniz. Ey Araplar,
Kur’an-ı kerim, sizin dilinizle indi. Edebiyatçıların, şairlerin sözlerine
benzemediğini gördünüz. Bunun insan sözü olmadığını, ilâhi bir kelam
olduğunu düşünürseniz, anlarsınız.)
Demek ki âyetteki anlamak, bunun ilâhi kelam olduğunu anlamaktır.
Yoksa ahkâmını anlamak değildir. Eğer öyle olsaydı, Allahü teâlâ,
(Resulüm, Kur’anı insanlara açıkla) buyurmazdı. (Nahl 44)
Fussilet suresinin, (Eğer biz Kur’anı herhangi bir yabancı bir dille
gönderseydik, “Âyetleri tafsilatlı şekilde açıklanmalıydı. Arapça
olmayan bir kitabı biz nasıl anlarız? derlerdi. De ki: O Kur’an, bütün
inananlar için doğru yolu gösteren bir rehber ve şifadır.
İnanmayanlarınsa, kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur’an onlara
kapalıdır. Sanki onlara uzak mesafeden bağırılıyor da Kur’anın ne
söylediğini anlamıyorlar) mealindeki 44. âyetin açıklaması da şöyledir:
Kur’an-ı kerim, [Çince, Yunanca, Rusça veya başka bir dilde değil de]
sizin lisanınızda, yani Arapçadır. Sizler, ifadelerinin vecizliğinden,
şaheserliğinden bu Kur’anın ilâhi bir kelam olduğunu anlarsınız. Yoksa
(Arapça bildiğinize göre, Kur’anın hükümlerini de anlarsınız) denmiyor.
Âyetin devamında, inanmayanların [ve yalnız Kur’an diyen zındıkların]
Kur’anı sağırlar gibi duymadıkları ve anlayamadıkları bildiriliyor. Zaten
herkes Kur’andaki aynı şeyi doğru olarak anlasaydı, 72 sapık fırka
meydana çıkmazdı. İmanı, farzları ve haramları öğrenmek farzdır. Bunlar,
ancak fıkıh kitaplarından öğrenilir. Fıkhı, müctehid âlimler, âyet ve
hadislerden çıkarmışlardır. (Hadika)
Hak olan din hangisidir?
Sual: Bekara suresinin 62. âyetini delil gösterip, (Muhammedün
Resulullah demeye lüzum yok, La ilahe illallah diyen herkes Cennete girer.
Allah’ın rahmeti her şeyi kuşattığı için Ehl-i kitap olan Yahudi ve
Hıristiyanlar da Cennete gidecektir. Zaten Müslümanların Ehl-i kitapla iman
birliği vardır. Bu bakımdan onlara yakınlık gösterip kiliselerine gitmek ve
210
www.dinimizislam.com
ayinlerine katılmak lazımdır) diyenler oluyor. Müslüman olmayanlar da
Cennete gidecek midir?
CEVAP
Müslüman olmayanın, getirdiği din kabul edilmiyor ki, işlediği salih
amel kabul edilsin. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
([Senden önce peygamberlere] iman edenler, Yahudi, Hıristiyan ve
sabiinlerden Allah’a ve ahirete inanıp salih amel işleyenler için elbette
Rablerinin katında mükâfatlar vardır.) [Bekara 62, Maide 69]
[Hazret-i Musa zamanında, ona inanan Yahudiler ve Hazret-i İsa
zamanında ona inanan Hıristiyanlar, elbette Cennete gidecektir, çünkü
bütün peygamberler gibi, Hazret-i İbrahim gibi, Hazret-i Musa da, Hazret-i
İsa da Müslüman idi.]
Diğer dinler bozulduğu için Allahü teâlâ, en son olarak İslam dinini
gönderdi. Başka dinleri kabul etmediğini açıkça bildirdi.
Hıristiyan ve Yahudiler, bizim Peygamberimiz dâhil bütün
Peygamberlere inanmadıkça kâfirlikten kurtulamazlar. Kur’an-ı kerimde
mealen buyuruluyor ki:
(Onlardan kimi, ona [Muhammed aleyhisselama] iman etti, kimi de,
ondan yüz çevirdi. Bunlara da çılgın ateşli Cehennem yetti.
Âyetlerimizi inkâr ederek kâfir olanları elbette ateşe atacağız.) [Nisa
55–56]
(İbrahim ne Yahudi, ne de Hıristiyandı. O Allah’ı tanıyan doğru bir
Müslüman idi.) [Al-i İmran 67] [Her Peygamber gibi Hazret-i İbrahim de
Müslüman idi. Ehl-i kitap hak olsa idi, böyle denmezdi.]
(Yahudiler, Üzeyr’e, Hristiyanlar da Mesih’e Allah’ın oğlu dediler.
Daha önceki kâfirlerin [“melekler Allah'ın kızlarıdır” diyenlerin] sözlerine
benziyor. Allah onları kahretsin! Nasıl da sapıtıyorlar.) [Tevbe 30] [Ehl-i
kitap, diğer kâfirleri taklit ettikleri için kötülenmektedir.]
(Ehl-i kitap [İslam’a] iman edip, [kötülükten] sakınsalardı,
kötülüklerini örter ve onları nimetleri bol Cennete sokardık.) [Maide
65] [İslam’a inanmadıkları için iman etmiş olmazlar.]
(Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin! Onlar,
[İslam düşmanlığında] birbirinin dostudur. Onları dost edinen de
onlardan [kâfir] olur. Allahü teâlâ, [kâfirleri dost edinip, kendine]
zulmedenlere hidâyet etmez.) [Maide 51] [Ehl-i kitap kâfir olduğu için dost
olmaz.]
(Müminler, kâfirleri dost edinmesinler! Onları dost edinenler,
Allah’ın dostluğunu bırakmış olur.) [Al-i İmran 28] [Kâfirlere kucak
açanlar da, Allah’ın dostluğunu bırakmış olur.]
211
www.dinimizislam.com
(Sen, onların dinine uymadıkça, Hıristiyanlar ve Yahudiler senden
hoşnut olmazlar. De ki "Doğru yol, ancak Allah’ın [bildirdiği İslamiyet]
yoludur.") [Bekara 120] (Yani, Ehl-i kitap, doğru yolda, [Allah’ın yolunda]
değildir. Ehl-i kitabın bozuk dinine girmedikçe, Resulullahtan hoşnut
olmazlar. Kiliseye gitmekle, Papa’nın elini öpmekle, Hıristiyanlar,
Müslümanlardan hoşnut olmaz.)
Resulullah efendimiz, imanı şöyle tarif etmiştir:
(İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret
gününe, [yani Kıyamete, Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana], kadere,
hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, ölüme, öldükten sonra dirilmeye,
inanmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun kulu ve
resulü olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai]
Amentü’deki bu altı esastan birini inkâr eden kâfir olur. Sadece Allah’a
inandım ve la ilahe illallah demek kâfi değildir. Hıristiyan ve Yahudiler,
bizim peygamberimiz dâhil bütün peygamberlere inanmadıkça kâfirlikten
kurtulamazlar.
Ehl-i kitapla iman birliğimiz yoktur. Amentü’deki altı esasa
inanmayanlarla iman birliği olur mu? Ehl-i kitap, bütün peygamberlere
[mesela bizim peygamberimize] inanıyor mu ve bütün kitaplara [mesela
Kur’an-ı kerime] inanıyor mu? Onların Allah’a inançları bile farklıdır.
Hıristiyanlar teslise [üç tanrıya] inanırlar, Hazret-i İsa’ya Allah’ın oğlu
derler. Böyle iman birliği mi olur?
Cennete girmek için Müslüman olmak, yani Amentü’deki altı esasa
inanmak şarttır. Ehl-i kitap, onların istemesiyle Cennete, bizim istememizle
Cehenneme girmez. Müslüman olmadıkları için Cehenneme girer. Mülkün
sahibi Allahü teâlâdır. Cennetine girmek için Müslüman olma şartını
koymuştur. Müslüman olsunlar, onlar da girsin.
Tek hak din vardır
Sual: Bazıları, semavi dinlerin hepsinin hak olduğunu, onlara
inananların da Cennete gideceklerini söylüyorlar. Semavi dinler bozulmadı
mı? Yalnız Müslümanlığın hak din olduğuna dair âyet ve hadis yok mudur?
CEVAP
Semavi dinler hiç bozulmamış olsaydı bile, onlarla amel edilmez.
Onlar yürürlükten kalktı. Dini tabir olarak, onlar nesh edildi. Bunları nesh
eden ise, Allahü teâlâdır. Bu konuda, diğer maddelerde de yeterli bilgi
vardır.
212
www.dinimizislam.com
Bugün herhangi bir kâfirin imana gelmesi için, Kelime-i şehadeti
söylemesi ve imanın altı şartını bildiren Amentü’ye inanması lazımdır. Birini
bile kabul etmese Müslüman olamaz.
Hıristiyan olmak
Sual: Bir arkadaş, (Müslümanlığın namaz, oruç, zekât, hac gibi zor
görevleri bulunduğu ve haramlardan sakınmak zor olduğu için
Hıristiyanlığa geçeceğim, çünkü Hıristiyanlıkta sadece pazardan
pazara kiliseye gidiliyor. Öyle haram çeşidi de çok değildir) dedi.
Hıristiyan da cennete gidecek mi?
CEVAP
Hıristiyan, gayrimüslimdir, gayrimüslimlerin hepsi cehenneme
gidecektir. Hıristiyanlık batıldır. Hak din yalnız İslam’dır. İki ayet-i kerime
meali:
(Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran 19]
(Kim İslam’dan başka din ararsa, bilsin ki, o din asla kabul
edilmez.) [A.İmran 85]
İki hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Cennete sadece Müslüman olan girer.) [Buhari, Müslim]
(Beni duyup da iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan şüphesiz
Cehenneme girecektir.) [Hâkim]
Peygamberimize inanmayan mümin olamaz
Sual: “Kelime-i tevhidin La ilahe illallah kısmını söyleyen, fakat
Muhammedün Resulullah kısmını söylemeyen insanlara da merhametle
bakmalı, çünkü ahirette onlar da Allah’ın sonsuz rahmetine kavuşacak”
diyenler çıkıyor.
Böyle inanan Müslüman olur mu, Cennete girer mi?
CEVAP
Allah’ın rahmeti, dünyada herkesedir. Ahirette, gayrimüslimlere zerresi
yoktur. Allahü teâlâ, (Rahmetim her şeyi kaplamıştır) dedikten sonra,
(Rahmetim, benden korkup, haramdan kaçan, zekâtını veren ve
Kur'ana inananlar içindir) buyuruyor. Daha sonra da resule iman edip
uymamızı emrediyor. (Araf 156–158)
Resulullaha inanmayan Müslüman olamaz, Cennete giremez.
Resulullaha inanmak demek, Onun bildirdiklerinin tamamını kabul etmek,
inanmak ve hepsini beğenmek demektir.
213
www.dinimizislam.com
Kur’an-ı kerim baştan sona kadar Muhammed aleyhisselama iman
edip uymayı emrediyor, uymayan Müslüman olamaz, kâfir olur buyuruyor.
İşte bazı âyet-i kerime mealleri:
(Allah’a ve Resulüne itaat edin!) [Enfal 20]
(Resulüme uyun ki, doğru yolu bulun!) [Nur 54]
(Allah ve Resulüne itaat eden, en büyük kurtuluşa ermiştir.)
[Ahzab 71]
(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
(De ki, “Allah’a ve Peygambere itaat edin! Eğer [uymayıp] yüz
çevirirlerse, [kâfir olurlar] Elbette Allah kâfirleri sevmez.) [Al-i İmran 32]
(Allah ile resullerinin arasında farklı bir yol tutmak isteyenler
kâfirdir.) [Nisa 150,151]
(Biz her peygamberi kendisine itaat edilsin diye gönderdik.) [Nisa
64]
(Allah ve Resulüne itaat eden Cennete, isyan eden Cehenneme
gider.) [Nisa 13,14]
(Allah’a ve Resulüne inanmayan [kâfir olur] kâfirler için de çılgın
bir ateş hazırladık.) [Feth 13]
(Allah’a ve Resulüne karşı gelen, apaçık bir sapıklıktadır.) [Ahzab
36]
(Aralarında hüküm verilmek üzere Allah’a ve Peygambere
çağırıldıkları vakit: Müminler, “İşittik, itaat ettik” derler, işte kurtuluşa
erenler bunlardır.) [Nur 51]
(Allah’a ve Resulüne karşı gelen, bilsin ki, Allah’ın azabı çok
şiddetlidir.) [Enfal 13]
(Allah ve Resulü, bir işte hüküm verince, artık inanmış kadın ve
erkeğe, o işi kendi isteğine göre, tercih, seçme hakkı kalmaz.) [Ahzab
36]
(O Peygamber, güzel, temiz şeyleri helal, çirkin, pis şeyleri haram
kılar.) [Araf 157]
(Kendilerine kitap verilenlerden, Allah'a ve ahiret gününe
inanmayan, Allah'ın ve Resulünün haram ettiği şeyi haram tanımayan
ve hak dini [İslamiyet'i] din edinmeyen kimselerle; zelil bir halde kendi
elleriyle [boyun eğerek] cizye verinceye kadar savaşın.) [Tevbe 29]
(Resulümün verdiğini alın, yasakladığından da sakının!) [Haşr 7]
(O, [Resulüm] vahiyden başkasını söylemez.) [Necm 3,4]
Resulullah efendimiz Kur’an-ı kerimi açıklayarak, imanı şu şekilde tarif
etmiştir:
214
www.dinimizislam.com
(İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret
gününe, [yani Kıyamete, Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana], kadere,
hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, ölüme, öldükten sonra dirilmeye,
inanmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun kulu ve
resulü olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai]
Mümin olmak için bütün peygamberlere inanmak gerekir. Yahudiler ve
Hıristiyanlar, diğer küfürleri bir yana, Muhammed aleyhisselama
inanmadıkları için de kâfir oluyorlar. İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
İman edilecek şeylerden birine bile inanmayan kimse, (La ilahe illallah
Muhammedün Resulullah) dese de, Müslüman olmaz. Amentü’deki altı
şeye inanan ancak Müslüman olur. (Redd-ül Muhtar)
Resulullaha uymakla ilgili hadis-i şeriflerden birkaçı da şöyledir:
(Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim de, Onun kulu ve
resulü olduğuma şehadet eden, Cennete girer.) [Deylemi]
(Allah’ın Rab, benim de peygamber olduğuma kesin olarak
inanana, Cehennem haram olur.) [Hâkim]
Hakiki Hıristiyan
Sual: Bir arkadaşa niçin Kiliseye gittiğini sordum, (Ben hak yolda olan,
bizim Peygamberimize de inanan hakiki Hıristiyanlarla görüşüyorum, küfre
karşı onlarla omuz omuza cihat ediyoruz) dedi. Hak yolda olan Hıristiyan
olur mu?
CEVAP
Hakiki Yahudi gibi, hakiki Hıristiyan da gayrimüslimdir, yani Müslüman
değildir, şeksiz, şüphesiz kâfirdir. Resulullahın, sadece peygamber
olduğunu kabul etmek yetmez; bildirdiklerinin hepsine de iman etmek
şarttır. Resulullahı sevip, onun düşmanlarını sevmemek ve İslamiyet
geldikten sonra, diğer bütün dinlerin, bozulmamış olsalar bile artık geçersiz
olduğunu yani Hıristiyanlığın batıl olduğunu bilmek de, şarttır. Bir kimse
Lenin veya Mao için, (O vardır, komünizmin büyük lideridir) dese; fakat
komünizmi kabul etmese, komünistler için bunun önemi olmaz. Peygamber
efendimizi kabul etmek demek, İmanın altı şartını da kabul etmek demektir.
Birini kabul etmeyen kâfir olur. Hıristiyanlar, Kur’an-ı kerimi de, Peygamber
efendimizin bildirdiği İslamiyet’i de kabul etmiyor. Hak din yalnız
İslamiyet’tir. Bir âyet-i kerime meali:
(İslam’dan başka din arayanın, o dini asla kabul edilmez.) [Al-i
İmran 85]
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Cennete ancak Müslüman girer.) [Buhari]
215
www.dinimizislam.com
Bu âyet-i kerime ve hadis-i şerife de, ancak Müslüman olan inanır,
hakiki Hıristiyanlar inanmaz.
La ilahe illallah diyen Cennete girer mi?
Sual: İhlâsla bir defa La ilahe illallah diyerek imanla ölen herkesin
Cennete gireceğine, Resulullahın şefaat edeceğine dair hadis yok mu?
Yine bir hadiste (İhlâsla "La ilahe illallah" diyen Cennete girer)
denmiyor mu? Hiçbir ibadeti yapmasak da, hiçbir haramdan kaçmasak da,
Resulullahın bu sözlerine göre Cennete girmeyecek miyiz? Hâşâ
Resulullah yalan mı söylüyor? La ilahe illallah diyen İsevi ve Musevi
Müslümanlar da Cennete girmeyecek mi?
CEVAP
Yazdığınız hadis-i şerifler doğrudur ama bunların açıklaması vardır.
İmam-ı Rabbani hazretleri, (Şartsız bildirilen bir hüküm şartlı olarak
anlaşılır) buyuruyor. Mesela koyun eti yemek caizdir. Hüküm şartsız
bildirilmiştir. Koyun eti caiz diye canlı bir koyunun bir budunu kesip
yiyemeyiz. Ehl-i kitap hariç, gayrimüslim keserse veya kendiliğinden ölürse,
leş olur, yenmez. Besmelesiz kesilirse de yenmez. Bu anlaşılınca hangi
şartlar altında Cennete girileceği anlaşılır.
Mesela Resulullah efendimiz, (İhlâsla La ilahe illallah diyen Cennete
girer) buyurunca (İhlâsla ne demektir?) diye sual ettiler. Cevaben,
(Söyleyeni haramlardan alıkoymasıdır) buyurdu. (Taberani)
Cennete girebilmek için birkaç şart var:
1- Birincisi kelime-i tevhidi ihlâsla söylemek gerekiyor. İhlâs ise
ibadetleri yaparak haramlardan kaçmaktır. Namaz kılmayan, oruç
tutmayan, zekât vermeyen, hacca gitmeyen de haram işlemiş oluyor. İçki,
zina, kumar, yalan, gıybet, hırsızlık, kul hakkına girmek de zaten haramdır.
2- Sadece La ilahe illallah demek yetmez. Peygamber efendimize de
iman etmek, son Peygamber olduğuna şehadet getirmek şarttır. Yani
Muhammedün Resulullah demek de gerekir.
Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:
(İhlâs ile Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden
abdühü ve Resulühü diyen Cennete girer.) [Taberani, Deylemi]
(La ilahe illallah, Muhammedün Resulullah diyene Cehennem
ateşi haramdır.) [Müslim]
(Allah'tan başka ilah olmadığına Allah'ın bir ve ortağı olmadığına
ve Muhammed'in Onun kulu ve Resulü olduğuna, keza Cennet ve
Cehennemin hak olduğuna şehadet ederse, Allahü teâlâ onu
Cennetine koyar.) [Buhari, Müslim, Tirmizi]
216
www.dinimizislam.com
(Rab olarak Allah’ı, din olarak İslam’ı, Resul olarak Muhammed'i
seçen yani kabul edip beğenene Cennet vacip olur.) [Ebu Davud]
(Kitap ehli olan bir kavme [İsevi veya Musevilere] görevle gidince,
önce, La ilahe illallah Muhammedün Resulullah demeye davet et.
Bunu kabul ederlerse, günde beş vakit namazın farz olduğunu bildir.
Bunu da kabul ederlerse, Allah’ın Müslümanların zenginlerinden
alınıp fakirlerine verilen zekâtı farz kıldığını söyle.) [Buhari, Müslim,
Ebu Davud]
(Size şu beş şeyi emrediyorum. Birincisi Allah’a imandır. Allah’a
iman nedir biliyor musunuz? Allah’tan başka mabut olmadığına ve
benim son Peygamber olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim,
Tirmizi, Nesai, Ebu Davud, İbni Hibban, Taberani]
Netice:
Müslüman olan Allah’a inanır. Allahü teâlâ Kur'an-ı kerimde mealen
buyuruyor ki:
(Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran 19]
(Sizin için din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3]
(İslam’dan başka din arayan, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.)
[Al-i İmran 85]
(Allah’a ve Resulüne inanmayan [kâfir olur] kâfirler için de çılgın
bir ateş hazırladık.) [Feth 13]
(Allah’a itaat edin, Peygambere itaat edin. İşlerinizi boşa
çıkarmayın.) [Muhammed 33]
Hazret-i İbrahim’e iftira ediyorlar
Sual: Son günlerde İbrahimi dinler diye bir şey söyleniyor. Din
kitaplarında böyle bir tabir var mı?
CEVAP
Böyle bir tabir yoktur. Sadece semavi dinler tabiri geçer. Bunlar
Hıristiyanlığı ve Yahudiliği hak din gibi göstermeye çalışan misyonerlerin
sinsi bir oyunudur. İbrahimi dinler diye milleti toptan gayrimüslim yapmaya
çalışıyorlar. Allahü teâlânın, İslamiyet’i göndererek yürürlükten kaldırdığı
bozuk dinleri [Hıristiyanlıkla Yahudiliği] yürürlüğe koymaya ve ehl-i kitap
denilen gayrimüslimleri Müslüman göstermeye gayret ediyorlar.
Allahü teâlâ, o dinler bozulduğu için, son olarak İslam dinini
göndermiştir. O dinler bozulmamış bile olsa, sonraki gelen din önceki dini
nesh eder, yürürlükten kaldırır. Onun için Hıristiyanlığı, Yahudiliği hak din
gibi göstermeye çalışmakta, bir art niyet yoksa misyonerlerin tuzağına
düşmekten başka şey değildir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
217
www.dinimizislam.com
(İbrahim, ne Yahudi, ne de Hıristiyan idi; o, Allah’ı bir tanıyan
doğru bir Müslüman idi; müşriklerden de değildi.) [Al-i İmran 67]
Allah böyle buyuruyor, misyonerlerin uşakları, Hıristiyanlık ve
Yahudilik için, İbrahimi din diyor. İbrahim aleyhisselam Hıristiyan veya
Yahudi mi idi? Değilse ne diye ona böyle iftira ediliyor?
İbrahimi dinler perdesi altında gayrimüslimlere kucak açanlar, şu
âyete de aykırı hareket etmiş olur:
(Sen, onların dinine uymadıkça, Hıristiyanlar ve Yahudiler senden
hoşnut olmazlar. De ki "Doğru yol, ancak Allah’ın [bildirdiği İslamiyet]
yoludur.") [Bekara 120]
Şimdiki Yahudi ve Hıristiyanlar, Muhammed aleyhisselama
inanmadıkça, yani Müslüman olmadıkça ebedi Cehennemliktir. Bir hadis-i
şerif meali şöyledir:
(Beni duyup da Peygamber olduğumu kabul etmeyen Yahudi ve
Hıristiyan, mutlaka Cehenneme girecektir.) [Hâkim]
Hazret-i İbrahim’in dini
Sual: Hazret-i İsa’nın dini önceki dinleri nesh etmesine rağmen,
İslamiyet gelmeden önce Hicaz’da İbrahim aleyhisselamın dini üzerine
oldukları kitaplarda yazılıdır. Niye İsa aleyhisselamın dini ile değil de,
İbrahim aleyhisselamın dini ile amel ediliyordu?
CEVAP
O zaman İsa aleyhisselamın dini doğru olarak Hicaza gelmemişti,
bozuk halde gelmişti. Bozuk gelince orada dini bilenler, böyle din olmaz
dediler. İsevilik gibi, Yahudilik de, Hicaza bozularak gelmişti. Bu yüzden
İbrahim aleyhisselamın dini ile amel etmeye devam ettiler. Peygamber
efendimizin mübarek anne ve babaları da bu bakımdan İbrahim
aleyhisselamın dininde idi. Daha sonra diriltilerek, Muhammed
aleyhisselamın ümmetinden de oldular.
Cennete Müslüman olan girer
Sual: İnsanlara da hizmet etmek sevab mıdır? Sevapsa, bazı kâfirlerin
hizmetleri pek çoktur. Onların da Cennete gitmesi gerekmez mi? Sayısız
iyilikleri, cami yaptırmak gibi ibadetleri ve insanlığa büyük hizmetleri olan
çok cömert bir kâfir, zulüm ve işkence görüp, mazlum olarak öldürülse,
Cennete gitmez mi?
CEVAP
İmanı olmayanın hiçbir amelinin kıymeti yoktur. İbadetler ve bütün iyi
işler kıymetli ise de, bunları yapmak, imanın yanında ikinci derecede kalır.
218
www.dinimizislam.com
İman temel, iyi işleri yapmak, ikinci derecededir, imandan sonra gelir.
İmanın ve iman ile birlikte olan iyi işlerin dünyada da, ahirette de faydaları
vardır. İnsanı saadete ulaştırırlar. İmansız olan iyi işler, insanı, dünyada
saadete kavuşturabilir. Ahirette faydası olamaz.
İyi işlere, ibadetlere sevap verilebilmesi için düzgün iman sahibi olmak
gerekir. Bir kâfirin yaptığı hiçbir iyiliğin Allah katında kıymeti yoktur, hatta
cami, çeşme yaptırsa, namaz kılsa, oruç tutsa hiç kıymeti olmaz. Kur’an-ı
kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İmansızların yaptıkları faydalı işler, fırtınalı bir günde rüzgârın
savurduğu kül gibidir. Ahirette o işlerin hiçbir faydası olmaz.) [İbrahim
18]
(Kıyamette onların yaptıkları her işi toz duman ederiz.) [Furkan 23]
(Kıyamette en çok ziyana uğrayanlar, iyi işler yaptıklarını sanıp
da, bütün çabaları boşa gidenlerdir.) [Kehf 103–104]
(Kâfir olarak ölenlerin yaptıkları işler, dünyada da, ahirette de
boşa gider, Cehennemde devamlı kalırlar.) [Bekara 217]
(Allah şirki [küfrü, bozuk imanı] asla affetmez. Diğer bütün
günahları ise, istediği kimselerden affeder.) [Nisa 48]
Kâfirlerin azapları hafiflemez. Birkaç âyet meali şöyledir:
(Kâfirler orada temelli kalırlar, azapları hafifletilmez ve
geciktirilmez.) [Al-i İmran 88]
(Onlar, Cehennemin bekçilerine, “Rabbinize yalvarın da hiç değilse
bir gün, azabımızı hafifletsin” derler. Halbuki kâfirlerin yalvarması
boşunadır.) [Mümin 49, 50]
(Ey iman edenler, Yahudileri de, Hıristiyanları da dost edinmeyin!
Onlar birbirinin dostudur. Onları dost edinen de onlardandır. Allah,
[gayrimüslimleri dost edinerek kendilerine] zulmeden kavme hidayet
etmez.) [Maide 51]
(Hak din yalnız İslam’dır.) [Al-i İmran 19]
(İslam dininden başka din isteyenlerin, dinlerini Allah kabul
etmez. Bunlar ahirette en büyük zarara uğrayacaklardır.) [Al-i İmran 85]
Kâfirlerin iyilikleri, Müslüman olmalarına sebep olabilir. Fakat iman
etmedikçe, kâfirlerin hiçbir iyiliğine sevap verilmez. Müslümanların yaptığı
iyilikler de, günahlarının affına sebep olur. Hadis-i şerifte bildiriliyor ki,
Müslüman bir kadın, susuz bir köpeğe pabucu ile kuyudan çıkarıp su
verdiği için, Allahü teâlâ onun günahlarını affetmiştir.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İman edip, salih amel işleyenler Cennete girer.) [Kehf 107]
219
www.dinimizislam.com
İman doğru olmazsa, ibadetlerin, hizmetlerin hiç kıymeti olmaz. Bunun
için Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi iman etmek, ibadetleri yapıp
haramlardan sakınmak lazımdır. Kalbde doğru imanın bulunmasına
alamet, dinin emirlerini seve seve yapmak ve kâfirleri düşman bilmektir.
Mülk Allah’ındır. Mülkün sahibi Odur. Allahü teâlâ, Cennete girmek
için, sadece imanlı olma şartını koymuştur. Suç ve günah işlese de, iman
kaydı bulunan mümin Cennete gider. İman kaydı bulunmayan kâfir de,
yararlı işler yapsa da Cehenneme gider.
Şimdi ilk suale cevap verelim. Muhammed Masum hazretleri buyurdu
ki:
Allahü teâlânın kullarına hizmet etmek için çalışmalı! Rabbimizin
kullarına hizmet etmekle dünyada ve ahirette nimetlere kavuşulacağını
düşünmeli! İnsanlara karşı yumuşak olmanın, onlara iyilik etmenin, onların
işlerini güler yüzle ve tatlı dille ve kolaylıkla yapmanın, Allah sevgisine
kavuşturan yol olduğunu bilmeli! Ahiretin azaplarından kurtulmaya ve
Cennet nimetlerinin artmasına sebep olacağında, hiç şüphe etmemelidir!
İnsanlara hizmet etmek ve onların ihtiyaçlarını karşılamak, dünya ve ahiret
derecelerine kavuşmaya sebeptir.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Seferde, topluluğun efendisi, onlara hizmet edendir. Şehitlik
hariç, hiçbir amel onun sevabına erişemez.) [Hâkim]
(İnsanlar, Allah’ın ıyali [çoluk çocuğu gibi] dir, Allahü teâlâya en
sevimli olan, Onun ıyâline iyilik edendir.] [Bezzar]
(Din kardeşine yardım edenin yardımcısı, Allahü teâlâdır.) [Müslim]
(Müslümanın işini gören, hac ve umre yapmış gibi sevaba
kavuşur.) [Hatib]
(Bir Müslümana elbise veren, o elbiseden bir parça kalsa da,
Allahü teâlânın hıfzı emanında olur.) [Hâkim]
Cennete girmenin şartlarının ne olduğunu, Allahü teâlâ açıkça bildirdi.
Cennete gitmenin şartı imanlı, yani Müslüman olmaktır. İmanlı olmayan,
yani kâfir olan Cennete giremez. Kâfirlerin gideceği ve sonsuz kalacağı yer
cehennemdir.
Şu halde, bir kâfir haksız olarak, işkence ile zulüm ile öldürülse, bütün
dünyaya hizmet etse, Cennete giremez.
Bazıları da, (çok temiz olan, yalan dolan bilmeyen, hırsızlık
etmeyen, yol köprü, çeşme gibi insanlığa hizmet eden kâfirler de var.
Bunlar da mı cennete girmeyecek) diyorlar. Cennete girmenin çaresini,
yolunu Cennetin, Cehennemin ve kâinatın sahibi olan Allahü teâlâ bildirdi.
Bizim istememizle kimse Cennete veya Cehenneme girmez. Zengin-fakir,
220
www.dinimizislam.com
zenci-beyaz, köylü-şehirli, kadın-erkek, temiz-kirli, tembel-çalışkan, cimricömert, cahil-bilgin, zalim-mazlum benzeri hiçbir ayrım yapılmaz. Sadece
imanlı ve imansız ayrımı yapılır. Yani Müslüman olan Cennete girer, ebedi
nimetlere kavuşur. İmansız olan da, Cehenneme gider, ebedi azaba maruz
kalır.
Ehl-i kitap Cennete girer mi?
Sual: Bir yazar, (Allah’a inanıp barışa yönelik hizmetler veren herkes,
ister Yahudi, ister Hıristiyan olsun Cennete girecek) diyor. Doğru mu?
CEVAP
Elbette doğru değildir. Cennete yalnız Müslüman olanlar girer. Hud
suresi 16. ve Tevbe suresi 17. âyet-i kerimelerinde, gayrimüslimlerin iyi
amellerinin hiç fayda vermeyeceği, Muhammed aleyhisselama tâbi
olmadıkları için Cehennemde sonsuz kalacakları bildirilmektedir. İyi işlere,
ibadetlere sevap verilebilmesi için düzgün iman sahibi bir Müslüman olmak
şarttır. (Kitab-üt-tevhid)
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Eğer Ehl-i kitap [Kur'ana ve Muhammed aleyhisselama] iman edip
[kötülükten] sakınsaydı, günahlarını örter, nimetleri bol Cennetlere
koyardık.) [Maide 65]
(İman edenlere en şiddetli düşmanlık edenler Yahudi ve
müşriklerdir.) [Maide 82]
([Ehl-i kitap] "Yahudi ve Hıristiyanlar hariç hiç kimse Cennete
girmeyecek" dediler. O iddia, onların kuruntusudur. Onlara de ki
"Doğru söylüyorsanız delilinizi getirin.") [Bekara 111]
(Kendi dinlerine uymadıkça, Yahudilerle Hıristiyanlar senden asla
hoşnut olmazlar.) [Bekara 120]
(İbrahim, ne Yahudi, ne de Hıristiyan idi; fakat o, Allah’ı bir
tanıyan hanif, doğru bir Müslüman idi; müşriklerden de değildi.) [Al-i
İmran 67]
Hazret-i İbrahim, Hazret-i Musa, Hazret-i İsa da her Peygamber gibi
Müslüman idi. Hazret-i Musa’ya ve Hazret-i İsa’ya o zaman inanan
kimseler de Müslüman idi. Şimdiki Yahudi ve Hıristiyanlar, Muhammed
aleyhisselama
inanmadıkça, yani Müslüman olmadıkça ebedi
Cehennemliktir.
Diyalogcuyu sollayan kişi
221
www.dinimizislam.com
Sual: Bir yazar, sanki azap âyetleri yokmuş gibi, hep rahmet âyetlerini
yazarak, Hıristiyanlara kucak açan diyalogcuları geride bırakıyor. Kitap,
sünnet, icma ve kıyasa aykırı olarak, mazlum olarak ölen Hıristiyanların
şehit olduklarını söylüyor. Şöyle diyor: (Şirke girmemiş, fakat zulümle
ölmüş Hıristiyanların bir nevi şehit olduklarını söylemek âyet ve hadislere
aykırı değildir. Çünkü Allah’ın rahmeti her şeyi kuşatmıştır.)
CEVAP
Yazarın bu sözü dindeki dört delile [Kur’ana, sünnete, icmaya ve
kıyas-ı fukahaya] aykırıdır. Şirke girmemiş Hıristiyan demek, Müslüman bir
kâfir demektir. Kâfirse Müslüman denmez, Müslümansa kâfir denmez. Bu
söz, necasete [pisliğe], temiz necaset demeye benzer. Yani temiz necaset
denmez, temiz ise, o zaman necaset değildir. Hıristiyan gayrimüslimdir,
kâfirdir. Her kâfir şirke girmiştir. Şirke girmemiş olana gayrimüslim veya
Hıristiyan denmez, o Müslümandır. Şirke girerse kâfir olur. Hangi Hıristiyan
Amentü’deki altı esasın hepsine inanıyor ki? Diyalogcu bir yazar da,
(Hıristiyanlarla iman birliğimiz, Amentü’de ittifakımız var) diyordu. Ama o
mazlum ölen Hıristiyana şehit demiyordu.
Hıristiyanlarla aramızdaki inanç farklılıkları çok ise de birkaçını
bildirelim:
1- Biz bir Allah’a inanırız. Onlar üç ilaha inanırlar. Hazret-i İsa’ya
tanrının oğlu ve tanrı diyorlar. Onlar melekleri kız gibi görüyorlar, biz ise,
meleklerde erkeklik dişilik olmadığını biliyoruz. Kur’an-ı kerimde mealen
buyuruluyor ki:
(Allah ile birlikte başka ilah edinen Cehenneme atılır. Rabbiniz
oğulları size ayırdı da kendisi için kız olarak melekleri mi edindi?
Elbette vebali çok büyük söz ediyorsunuz.) [İsra 39, 40]
2- Onlar tanrı gökte derler, biz Allah’ı mekândan münezzeh biliriz.
3- Biz semavi kitapların hepsine inanırız, onlar, Kur’ana inanmazlar.
4- Biz bütün Peygamberlere inanırız, onlar, Muhammed aleyhisselama
inanmazlar. Âyet-i kerimede mealen buyuruluyor ki:
(Kimi, Ona [Resulüme] iman etti, kimi de, Ondan yüz çevirdi.
Bunlara da çılgın ateşli Cehennem yetti. Âyetlerimizi inkâr ederek
kâfir olanları elbette ateşe atacağız.) [Nisa 55–56]
5- Biz hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanırız, onlar, (Tanrı
kötülükleri takdir etmez) derler.
Amentü’ye inanmayan Cennete gider mi? Yazar, Allah’ın rahmeti her
şeyi kuşatmış diyerek gâvurlara da ahirette rahmet edileceğini söylüyor.
Rahman, dünyadaki her mahlûka acıyan, Rahim, ahirette yalnız müminlere
acıyan demektir. Allahü teâlânın rahmeti, şefkati dünyada müminlere ve
222
www.dinimizislam.com
kâfirlere, herkese birlikte yetiştiği halde, ahirette kâfirlere merhametin
zerresi bile yoktur. İşte üç âyet meali:
(Kâfirlerin cami yapmaları ve diğer bütün [iyi] işleri, boşa gidecek,
Cehennemde sonsuz kalacaklar.) [Tevbe 17]
(Bunlara ahirette yalnız Cehennem vardır. Emekleri ahirette boşa
gider.) [Hud 15, 16]
(Kâfirlerin dünyada yaptıkları iyi işler, çölde görünen seraba
benzer.) [Nur 39]
Doğru iman [Ehl-i sünnet itikadı] şöyledir: Allah’ın azabından emin
olmamak, rahmetinden de ümit kesmemek. Dostlarına dost, düşmanlarına
düşman olmak... Hazret-i Zekeriyya şöyle övülüyor:
(Korku ile ümit arasında dua ederdi.) [Enbiya 90]
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Müslüman havf ve reca [korku ile ümit] arasında bulunursa, Allahü
teâlâ, ona umduğunu verir ve korktuğundan onu emin kılar.) [Tirmizi]
(İmanın temeli Müslümanı sevmek ve kâfiri sevmemektir.) [İ.
Ahmed]
(İmanın efdali Allah için sevgi, Allah için buğzdur.) [Taberani]
Cenab-ı Hak, Hazret-i İsa’ya buyurdu ki:
(Yer ve göklerdekilerin ibadetlerini yapsan, dostlarımı
sevmedikçe ve kâfirlere düşmanlık etmedikçe, hiç faydası olmaz.)
[K.Saadet]
Hak din yalnız İslam’dır
Sual: (Hıristiyanların mazlumları şehit olarak ölür ve Cennete gider)
deniyor. Niye Yahudilerin veya başka kâfirlerin değil de, Hıristiyan kâfirlerin
mazlumları şehit oluyor ve Cennete gidiyor?
CEVAP
Müslüman olmayan kimse, mazlum da olsa, zalim de olsa asla
Cennete giremez. Zerre imanı olan Müslüman da, çok zalim de olsa, çok
günahkâr da olsa, yine sonunda Cennete gider. Böyle inanmayan kimse
Müslüman olamaz.
Çocuktan al haberi
Sual: Hıristiyanlarla irtibat halinde olan Müslüman bir komşumuzun 9–
10 yaşlarında bir kız çocuğuyla konuşuyordum. Namaz kılıyor musun
dedim. Bana dedi ki:
223
www.dinimizislam.com
(Hıristiyanlık da hak dinmiş. Onlar da Allah’a inanıyormuş.
Müslümanlıkta olduğu gibi emir ve yasaklar yokmuş. Her gün namaz
kılmak gerekmiyormuş. Kadınların örtünmesi de lazım değilmiş. Bunun
için, annem babam, namaz kılmama lüzum olmadığını söylediler.)
Acaba, Allah'a inandıkları için, Hıristiyanlar da Cennete girerler mi?
CEVAP
İman, sadece Allah’ın varlığına inanmak demek değildir. Amentü’de
bildirilen altı esasın hepsine birden inanmak ve beğenmek gerekir. Yani
Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, öldükten
sonra dirilmeye, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmak şarttır.
Bunlardan birisine inanmayan Müslüman olamaz. Peygamber efendimize
iman etmeyen, hangi dinden olursa olsun, kâfirdir. Bir hadis-i şerif meali
şöyledir:
(Beni duyup da iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan elbette
Cehenneme girecektir.) [Hâkim]
Hıristiyanlar ehl-i kitabdır. Ehl-i kitab kâfirdir. Bir âyet-i kerime meali
şöyledir:
(Elbette, ehl-i kitaptan [Yahudi ve Hıristiyan] olsun, müşriklerden
olsun bütün kâfirler Cehennem ateşindedir, orada ebedi kalırlar. Onlar
yaratıkların en kötüsüdür.) [Beyyine 6]
Allah’a inanan gayrimüslim
Sual: Allah’a inanan gayrimüslim, mesela Yahudi ve Hıristiyan kâfir mi
olur?
CEVAP
Bu konudaki âyet-i kerimeleri diğer yazılarımızda bildirmiştik. Şimdi üç
âyet meali daha bildirelim:
([Ey Habibim, Yahudi ve Hıristiyanlara] de ki: (Eğer Allah’ı
seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin.) [Al-i İmran 31] (Demek
ki Ehl-i kitap olan Hıristiyan ve Yahudiler, Peygamber efendimize iman
etmedikçe, Allahü teâlâ onları sevmez.)
(De ki: “Ey Ehl-i kitap, gelin aramızda şu müşterek söze uyalım:
“Ancak Allah’a kulluk edelim, Ona şirk koşmayalım, Allah’ı bırakıp
insanları Rabler edinmeyelim” Yine de, yüz çevirirlerse, “Şahit olun
ki, biz Müslümanız” deyin!) [Al-i İmran 64] (Ehl-i kitap yani Yahudi ve
Hıristiyanlar buna yanaşmadı, yani Müslüman olmadılar.)
([Senden önce peygamberlere] iman edenler, Yahudi, Hıristiyan ve
sabiinlerden Allah’a ve ahirete inanıp salih amel işleyenler için elbette
Rablerinin katında mükâfatlar vardır.) [Bekara 62] (Hazret-i Musa
224
www.dinimizislam.com
zamanında, ona inanan Yahudiler ve Hazret-i İsa zamanında ona inanan
Hıristiyanlar, elbette Cennete gidecektir, çünkü bütün peygamberler gibi,
Hazret-i İbrahim gibi, Hazret-i Musa da, Hazret-i İsa da Müslüman idi.)
Diğer dinler bozulduğu için Allahü teâlâ, en son olarak İslam dinini
gönderdi. Başka dinleri kabul etmediğini açıkça şöyle bildirdi:
(Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran 19]
Bu konudaki birkaç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Cennete sadece Müslüman olan girer.) [Buhari, Müslim]
(Beni duyup da iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan [ve her kâfir]
elbette Cehenneme girecektir.) [Hâkim]
(Yahudi ve Hıristiyanlara selam vermeyiniz!) [Müslim]
(Ehl-i kitap size selam verdiği zaman “ve aleyküm” deyin.) [Buhari]
(Yahudi ve Hıristiyanlar sakal boyamaz. Onlara benzemeyin,
boyayın!) [Müslim]
(Saçlarınızı kırmızı veya sarıya boyayın, ehl-i kitaba muhalefet
edin!) [İ. Ahmed]
Peygamber efendimiz imanı şöyle tarif etmiştir:
(İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe
[Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana], kadere, hayrın ve şerrin
Allah’tan olduğuna ölüme, öldükten sonra dirilmeye, inanmaktır.
Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun kulu ve resulü
olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai]
Amentü’deki altı esastan birini inkâr eden kâfir olur. Sadece Allah’a
inandım demek kâfi değildir. Hıristiyan ve Yahudiler, bizim peygamberimiz
dahil bütün peygamberlere inanmadıkça kâfirlikten kurtulamazlar.
Yahudiler, Hazret-i İsa’ya, Hıristiyanlar da, Muhammed aleyhisselama
inanmadıkları için kâfir oldular. Amentü’de bildirilen altı husustan birini,
mesela kaderi inkâr eden, kâfir olur, bütün iyi amelleri yok olur. (Redd-ül
Muhtar)
İsevi Müslüman olur mu?
Sual: (Hazret-i İsa, kıyamete yakın yere inecek, teslis inancını
kaldıracak, hakiki Hıristiyanlığı getirecek, Hıristiyanlıkla İslamiyet’i
yaklaştıracak, böylece İsevi Müslümanlar ortaya çıkacaktır) deniyor. İsevi
Müslüman olur mu? Yani ahir zamanda, iki dinli insanlar mı çıkacak?
CEVAP
Hayır, İsevi Müslüman veya Müslüman İsevi olamaz! Sütlü idrar
veya idrarlı süt denmez, ikisi de necistir. Bu ifade, Müşrik Müslüman
veya Temiz necaset yahut Namuslu fahişe tabirine benziyor. Bunlardan
225
www.dinimizislam.com
biri kötü ise, ötekini de kötü eder. Biri necis ise veya kâfir ise ikisi de, aynı
hükme girer. Kâfirlik kelime oyunlarıyla gizlenmeye çalışılıyor. Süte idrar
karıştırınca, bunu İdrarlı süt diye övmekle, İsevi Müslüman demek
arasında ne fark vardır ki?
Bir Hıristiyan, İsevi Müslüman’ım veya Müslüman İsevi’yim demekle
Müslüman olmuş olmaz. Dinine, putuna zarar vermez, batıl dininden
çıkmış olmaz. Yani bir gayrimüslim, ben Müslüman’ım dese de Müslüman
olmuş olmaz; fakat bir Müslüman şakadan bile, ben Hıristiyan’ım dese,
onun kâfir olacağı fıkıh kitaplarında yazılıdır. Yani, Müslüman İsevi’yim
diyen kâfir olduğu gibi, Müslüman Musevi’yim diyen de kâfir olur.
Musevilik ve İsevilik hiç bozulmamış olsa yahut hakiki halini getirme
imkânı olsa da, onlarla amel etmek caiz olmaz. Zira İslamiyet’in gelmesiyle,
eski dinlerin hepsi nesh edildi yani yürürlükten kalktı. Eski dinlerin kiminde
içki haram değildi, kiminde iç yağı haramdı. Kiminde yakın akrabayla
evlenmek caizdi. Bunların hepsi nesh edildi; yalnız İslamiyetle amel etmek
emredildi. İki âyet-i kerime meali:
(Sizin için din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3]
(İslam’dan başka din arayanın bulacağı din, asla kabul edilmez.)
[Al-i İmran 85]
Allahü teâlâ, hak dinin yalnız İslam olduğunu, İslam’ı beğendiğini ve
İslam’dan başka dini kabul etmeyeceğini açıkça beyan ederken,
Müslümanlığı Hıristiyanlığa yaklaştırmak ne demektir?
İsa aleyhisselam, kıyamete yakın geldiğinde, İslamiyet’le hükmedecek
yani bu ümmetten biri olarak, İseviliği tamamen kaldıracaktır. İki hadis-i
şerif meali şöyledir:
(Allah’a yemin ederim ki, Meryem’in oğlu İsa, âdil bir hakem
olarak aranıza inecek, haçı kıracak [Hıristiyanlığı kaldıracak], domuzu
öldürecek [domuz etini yasaklayacak], İslam’dan başka her şeyi yasak
edecektir.) [Buhari]
(İsa inince İslamiyet’le hükmedecektir. O zaman Allahü teâlâ,
Müslümanlardan başka herkesi helak edecektir.) [Ebu Davud]
Buhari ile Ebu Davud, Kütüb-i sitteye dâhil iki kıymetli hadis kitabıdır.
Bu sahih hadis-i şeriflerde, (İslam’dan başka her şeyi yasak edecek,
Müslümanlardan başka herkesi helak edecek) buyuruluyor. Musevilere,
İsevilere dokunmayacak denmiyor ki.
Yukarıda bildirilen âyet-i kerimeler ile bu hadis-i şerifleri inkâr etmek,
dini inkâr etmek olmaz mı?
Takva sahibi olmak
226
www.dinimizislam.com
Sual: (Papazlar bizden daha çok takva sahibi) diyenler oluyor. Papaz
takva sahibi olur mu?
CEVAP
Müslüman olup da, dinimizin bildirdiği haramlardan sakınmaya takva,
sakınan Müslümana da takva sahibi denir. Müslüman olmayan, içki
içmese, zina etmese, kumar oynamasa, gıybet etmese, her gün oruç tutsa
da buna yine takva sahibi denmez. Gayrimüslimlere, emirleri yapmak ve
yasaklardan sakınmak emredilmemiştir. Onlara, tek bir şey emredilmiştir. O
da iman etmek, Müslüman olmaktır. Ancak Müslüman olduktan sonra,
Allahü teâlânın emir ve yasaklarına muhatap olabilir.
Allahü teâlânın rahmeti, şefkati dünyada mümin kâfir herkese yetiştiği
ve herkesin çalışmasına dünyada karşılığını verdiği hâlde, ahirette kâfirlere
merhametin zerresi bile yoktur. Allahü teâlâ Cennete girmek için iyilik
etmek, kötülükten sakınmak değil, iman etmek şartını koydu. Bir ayet-i
kerime meali:
(Kimi, ona [Muhammed aleyhisselama] iman etti, kimi de, ondan
yüz çevirdi. Bunlara da çılgın ateşli Cehennem yetti.) [Nisa 55–56]
Müslüman olmayanlar
Sual: (Allah’a inanmayana kâfir denir. Bâtıl da olsa, başka bir dine
inanana kâfir denmez. Kâfir olmayan da Cehenneme gitmez) demek doğru
mudur?
CEVAP
Doğru değildir. Kâfir, Müslüman olmayan demektir. Hatta Müslüman
olduğunu söylese, ama dinin bir emrini inkâr etse, yine kâfir olur. Her ateist
kâfirdir, ama her kâfir ateist olmayabilir. Deist olabilir. Deistler de kâfirdir.
Deist, deizm yanlısı demektir. Deizm, kâinatı bir yaratıcının yarattığına
inanmakla beraber, yaratıcının kâinata hiçbir müdahalesi olmadığını ve
olmayacağını savunan, vahyi reddeden felsefî görüştür.
Müslüman olmayan herkes kâfirdir ve kâfir olarak ölenlerin hepsi
Cehennemdedir.
Allahü teâlâ bizzat Kur’an-ı kerimde, kullarını küfürden korunmaları
için ikaz etmekte ve kâfirlerin akıbetinin ne olacağını bildirmektedir. Birkaç
âyet-i kerime meali şöyledir:
(Allah, Meryem oğlu Mesih’tir diyenler kâfir olmuştur. Allah,
kendine ortak koşana Cenneti haram kılar, artık onun yeri ateştir ve
zalimler için yardımcı yoktur.) [Maide 72]
227
www.dinimizislam.com
(Yahudiler, Üzeyr’e, Hristiyanlar da Mesih’e Allah’ın oğlu dediler.
Daha önceki kâfirlerin [“melekler Allah'ın kızlarıdır” diyenlerin] sözlerine
benziyor. Allah onları kahretsin! Nasıl da sapıtıyorlar.) [Tevbe 30]
(Allah’a ve Resûlüne inanmayan o kâfirler için, çılgın bir ateş
hazırladık.) [Fetih 13]
Ehl-i kitabın durumu
Sual: Kur’anda ehl-i kitabın kâfir olduğu bildirilmiyor mu?
CEVAP
Kur’an-ı kerimde, Ehl-i kitabın kâfir olduğunu bildiren âyet-i
kerimelerden bazıları şöyledir:
(İbrahim ne Yahudi, ne de Hıristiyandı. O Allah’ı tanıyan doğru bir
Müslüman idi.) [Al-i İmran 67] (Her peygamber gibi Hazret-i İbrahim de
Müslüman idi. Ehl-i kitap hak olsa idi, böyle denmezdi.)
(“Yahudi veya Hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız” diyenlere
de ki: “Aksine biz, hanif [doğru olan] İbrahim’in dinine uyarız.”) [Bekara
135] (Ehl-i kitap hak olsa idi, sözleri reddedilmezdi. Hazret-i İbrahim’in dini
olan İslam’a uyan kurtulur.)
([Ehl-i kitap] "Yahudi ve Hıristiyanlar hariç hiç kimse Cennete
girmeyecek" dediler. Bu, onların kuruntusudur. De ki: "Doğru
söylüyorsanız delilinizi getirin." Hayır onların dedikleri gibi değildir.)
[Bekara 111,112] (Şu halde Ehl-i kitabın iddiaları kuruntudur, gerçek
değildir.)
(Yahudiler, Üzeyr’e, Hristiyanlar da Mesih’e Allah’ın oğlu dediler.
Daha önceki kâfirlerin [“melekler Allah'ın kızlarıdır” diyenlerin] sözlerine
benziyor. Allah onları kahretsin! Nasıl da sapıtıyorlar.) [Tevbe 30] (Ehl-i
kitap kâfir olduğu için lanete uğradı.)
(Ehl-i kitap [İslam’a] iman edip, [kötülüklerden] sakınsalardı,
kötülüklerini örter ve onları nimetleri bol Cennete sokardık.) [Maide
65] (Ehl-i kitap hak olsa idi, imana davet edilmezdi.)
(Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin! Onlar,
[İslam düşmanlığında] birbirinin dostudur. Onları dost edinen de
onlardan [kâfir] olur. Allah, [kâfirleri dost edinip kendine] zulmedenlere
hidayet etmez.) [Maide 51] (Ehl-i kitap hak olsa, onlara dost olana kâfir
denir miydi?)
[Ey habibim, Ehl-i kitaba] de ki: (Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana
uyun ki Allah da sizi sevsin.) [Al-i İmran 31] (Yani Ehl-i kitap, Resulullaha
iman etmedikçe, Allah onları sevmez.)
228
www.dinimizislam.com
(De ki: “Ey Ehl-i kitap, gelin aramızda şu müşterek söze uyalım:
“Ancak Allah’a kulluk edelim, Ona şirk koşmayalım, Allah’ı bırakıp
insanları Rabler edinmeyelim” Yine de, yüz çevirirlerse, “Şahit olun
ki, biz Müslümanız” deyin!) [Al-i İmran 64] (Ehl-i kitap kâfir olduğu için,
onlara biz Müslümanız deyin buyuruluyor.)
([Senden önce peygamberlere] iman edenler, Yahudi, Hıristiyan ve
sabiinlerden Allah’a ve ahirete inanıp salih amel işleyenler için elbette
Rablerinin katında mükafatlar vardır.) [Bekara 62] (Hazret-i Musa
zamanında, ona inanan Yahudiler ve Hazret-i İsa zamanında ona inanan
Hıristiyanlar, elbette Cennete gidecektir. Çünkü, bütün peygamberler gibi
Hazret-i Musa da, Hazret-i İsa da Müslüman idi.)
Bu vesikalara rağmen, (Muhammedün Resulullah demeye lüzum yok)
diyenler çıkarsa, bunların cahil değil, sinsi birer misyoner olduklarında
şüphe kalmaz.
Sual: Bir Yahudi’ye veya Hıristiyan’a hacı demek caiz midir? Bir de,
Müslümanlığı kötülemeyen bir Hıristiyan’a, İsevi Müslüman denir mi?
CEVAP
Hacı, İslam’ın hac şartını eda eden Müslümana denir, gayrimüslime
hacı denmez. Müslümana kâfir demek küfür olduğu gibi, gayrimüslime de
Müslüman demek küfür olur. Bir insan ya Müslümandır veya kâfirdir. Hem
kâfir, hem Müslüman olmaz. Müslüman Hıristiyan veya Hıristiyan
Müslüman olmaz. Hıristiyanlar için de, İsevi demek yanlıştır. Şimdi İsevi ve
Musevi yoktur.
Yaratılanların en kötüsü
Sual: Beyyine suresinin altıncı âyetinde, ehl-i kitabın yani Yahudilerle
Hıristiyanların insanların en kötüsü olduğu bildiriliyor? Ehl-i kitab,
ateistlerden de mi kötüdür?
CEVAP
Sadece ehl-i kitab değil, âyet-i kerimede müşrikler de geçiyor. Şirk,
Allahü teâlâya ortak yapmak, benzetmek demektir. Benzeten kimseye
müşrik, denir. Küfrün çeşitleri vardır. Hepsinin en kötüsü, en büyüğü şirktir.
Bir şeyin her çeşidini bildirmek için, çok defa, bunların en büyüğü söylenir.
Bunun için, âyet-i kerimelerde ve hadis-i şeriflerde bulunan şirk, her nevi
küfür demektir.
Bütün küfürler şirkin içine girdiği gibi, Ehl-i kitab da, müşriklerin içine
girmektedir. Böyleyken, onların kâfir olduklarının ayrıca bildirilmesinin
elbette hikmetleri vardır. Belki Ehl-i kitab kâfirlerini, mümin zanneden
çıkabilir.
229
www.dinimizislam.com
Ehl-i kitab ve hak din
Sual: (Kur’anı ve onun Peygamberini dışlayarak tevhid inancına ve
salih amele ulaşmak imkânsız gibi olduğu için, bugün ehl-i kitaba dâhil olan
Yahudi ve Hıristiyanların büyük çoğunluğu, tevhidden veya salih amelden
uzaklaşmışlardır) diyenler oluyor. Yani, (Ehl-i kitab olan Yahudi ve
Hıristiyanlardan, hak yolda olan az da olsa vardır) iması verilmeye mi
çalışılıyor?
CEVAP
İma edilmiyor, açıkça öyle söyleniyor. Ehl-i kitab, tek bir yaratıcıya
inansa da, salih ameller işlese de, mesela namaz kılsa, oruç tutsa ve cami
yapsa da, Müslüman olmadıkça hiç faydası olmaz. İşte bir âyet-i kerime
meali:
(Kâfirlerin cami yapmaları ve [hayır olarak yaptıkları] diğer bütün
amelleri, boşa gidecek, cehennemde sonsuz kalacaklar.) [Tevbe 17]
Müslümana kâfir diyenin kendisi kâfir olduğu gibi, kâfire de
Müslümandır, cennetliktir demek küfürdür. İslamiyet gelince, önceki bütün
dinler yürürlükten kalktı. Hiç değişmemiş, bozulmamış bile olsa, artık
bunlarla amel etmek caiz değildir. İki âyet-i kerime meali de şöyledir:
(İslam’dan başka din arayan, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.)
[Âl-i İmran 85]
(Kimi, ona [Muhammed aleyhisselama] iman etti, kimi ondan yüz
çevirdi. Bunlara da çılgın ateşli Cehennem yetti. Âyetlerimizi inkâr
edip kâfir olanları ateşe atacağız.) [Nisa 55, 56]
Gayrimüslimlerin yeri
Sual: (Hıristiyanların cehenneme mi, yoksa cennete mi gideceğini
bilemeyiz. Bu Allah’ın takdirine kalmıştır, dilerse cennetine koyar) diyenler
oluyor. Dinimiz kimlerin cennete, kimlerin cehenneme gideceğini açıkça
bildirmemiş midir?
CEVAP
Elbette bildirmiştir. Gayrimüslim için (Allah dilerse cennete koyar) veya
(Resulullahın sözü geçersizdir) denmez. Yahut (Allah’ın Kur’andaki sözleri
tarihseldir, o zamanki kâfirler içindi) denmez. Allahü teâlâ, gayrimüslimleri
yani Müslüman olmayan herkesi cehenneme koyacağım diyor. Resulullah
da aynısını bildiriyor. Buna inanmamak küfür olur. Allahü teâlâ
gayrimüslimlerin cehenneme gideceğini bildirdiğine göre, Allah’ın takdirine
230
www.dinimizislam.com
kalmış denemez. Bu Allah’ın verdiği sözden dönebileceği anlamına gelir.
Hâlbuki Allahü teâlâ verdiği sözden dönmez. İki âyet-i kerime meali:
(Allah asla sözünden dönmez.) [Âl-i İmran 9, Zümer 20, Rad 31]
(Allah vaadinden dönmez.) [Rum 6]
Gayrimüslimlerin de cennete girebileceğini söylemek şu âyet-i
kerimeyi de inkâr olur:
(Elbette, ehl-i kitap olsun, müşrik olsun, bütün kâfirler Cehennem
ateşindedir. Orada ebedi kalırlar. Onlar yaratılmışların en
kötüsüdürler.) [Beyyine 6, Kurtubi tefsiri]
Şu iki hadis-i şerifi de inkâr etmiş olur:
(Beni duyup da iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan elbette
Cehenneme girecektir.) [Hâkim]
(Cennete sadece Müslüman olan girer.) [Buhari, Müslim]
Kâfirlikte şüphe
Sual: Gayrimüslimlerin kâfir olduklarında şüphe eden de kâfir olur
mu?
CEVAP
Evet, bütün gayrimüslimlerin, Cehennemde sonsuz azap çekeceğinde
şüphe eden de kâfir olur. Bir Hıristiyan’ı, bir Yahudi’yi ve başka bir
gayrimüslimi kâfir kabul etmeyen kimsenin kâfir olacağında şüphe eden
kimsenin de kâfir olacağını, İslam âlimleri söz birliğiyle bildirdiler.
(Bezzaziyye, Dürr-ül-muhtar, Şifa-i şerif, Ravda, El-A’lam)
Kâfir olmasında şüphe eden de kâfir olunca, onu [gayrimüslimlerin
Cennete gideceğini söyleyeni] Müslüman bilenin nasıl olacağını ve hele
onu, İslam âlimlerini öven kelimelerle övenin nasıl olacağını düşünmelidir.
Böyle kimseleri İslam âlimi sananların ve bunların küfür saçan sözlerini,
yazılarını övenlerin, yayanların kâfir olacaklarını iyi anlamalıdır. Övmek,
yaymaya çalışmak ve reklamını yapmak, razı olmayı, beğenmeyi gösterir.
Küfre rıza, küfür olur. Küfre rıza demek, kâfirin küfür üzere kalmasını
istemek değildir. Onun küfrünü beğenmek demektir. (Faideli Bilgiler
kitabı)
Ehl-i kitabın kurtulması
Sual: Maide suresinin 68. âyetinde mealen, (Ey Ehl-i Kitab! Siz
Tevrat’a, İncil’e ve Rabbinizden size indirilen Kur’ana uymadıkça,
doğru yol üzerinde değilsiniz. And olsun, sana Rabbinden indirilen bu
Kur’an, onlardan birçoğunun azgınlığını ve küfrünü artırır. O halde
231
www.dinimizislam.com
kâfirlerin azgınlığına karşı üzülme!) deniyor. Burada Ehl-i kitaba kendi
kitaplarına uymaları bildirilmiyor mu?
CEVAP
Hayır. Aksine Kur’an-ı kerime iman edip, ona uymaları emrediliyor.
Kur’an-ı kerimin muhatabı Peygamber efendimizdir. Onu doğru
açıklayan da, hadis-i şeriflerdir. İşte Peygamber efendimiz Kur’an-ı kerimi
açıklayarak, (Beni duyup da iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyanlar,
elbette Cehenneme girecektir) buyuruyor. (Hâkim)
İmam-ı Kurtubi hazretleri de buyuruyor ki:
İbni Abbas hazretlerinin bildirdiğine göre, Yahudilerden bir topluluk
Resulullah efendimize gelip, (Sen, Tevrat’ın Allah’tan gelmiş hak bir kitap
olduğunu kabul etmiyor musun?) diye sordular. Peygamberimiz, (Elbette,
kabul ediyorum) diye cevap verdi. Bunun üzerine Yahudiler, (Biz de ona
iman ediyoruz, fakat onun dışındakilere iman etmiyoruz) dediler. Bunun
üzerine, bu âyet-i kerime nazil oldu. Burada, (Her iki kitapta [Tevrat’ta ve
İncil’de] yer alan ve geleceği bildirilen Muhammed aleyhisselam’a
iman edip, her iki kitabın belirttiği bu hüküm gereğince de amel
etmedikçe, iman etmiş olmazsınız) deniliyor. Ebu Ali el-Farisi de, (Bu
âyet-i kerime, Tevrat ve İncil’in nesh edilmeden önceki halleri
hakkındadır) demiştir. (Cami’ul Ahkâm)
Âyet-i kerimenin sonunda, Ehl-i kitab kâfir olduğu için, (Kâfirlerin
azgınlığına karşı üzülme!) deniyor. Ehl-i kitabın kâfir olduğu başka âyet-i
kerimelerde de bildiriliyor.
Gayrimüslimleri sevmek
Sual: Bazı kimseler, kiliseye gidip âyinlere katıldığımız için, onlarla
yakınlık ve dostluk kurduğumuz için bizi eleştiriyorlar. Eğer kâfirleri sevmek
yasak olsaydı, onlara hoşgörüde bulunmak yasak olsaydı dinimiz kitaplı
kâfirlerle evlenmeye izin vermezdi. Çünkü insanın hanımını sevmemesi
mümkün değil. Yoksa Ehl-i kitapla evlenmek yasak mı?
CEVAP
Ehl-i kitap zimmi ise tenzihen mekruh, harbi ise tahrimen mekruhtur.
Bugün zimmi olan Ehl-i kitap yoktur. Hepsi harbidir. Tahrimen mekruh olsa
da caizdir. Ancak evlenmekle kâfiri sevmeyi aynı kefeye koymak ne kadar
yanlıştır. İnsan muzu da sever ama bunu yemek için sever. Gayrimüslim
kızının kaşını, gözünü sever. Dinini sevmesi asla caiz olmaz.
Muhammed Masum hazretleri buyurdu ki:
Kâfirleri sevmemek Kur'an-ı kerimde açıkça emredilmiştir. Kur'ana
uymak ise farzdır.
232
www.dinimizislam.com
Kâfirleri sevmenin haram olduğunu bildiren âyet-i kerimelerden
birkaçının meali şöyledir:
(Allah’a ve kıyamet gününe iman edenler; babaları, kardeşleri ve
akrabası olsa da, Allah’ın ve Resulünün düşmanlarını sevmez.)
[Mücadele 22] (Demek ki babası da olsa kâfir sevilmez.)
(Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin! Onlar,
[İslam düşmanlığında] birbirinin dostudur. Onları dost edinen de
onlardan [kâfir] olur. Allahü teâlâ, [kâfirleri dost edinip, kendine]
zulmedenlere hidayet etmez.) [Maide 51]
(Kâfirleri dost edinen, Allah’ın dostluğunu bırakmış olur.) [Al-i
İmran 28]
(Ey iman edenler, benim ve sizin düşmanınız olanları dost
edinmeyin.) [Mümtehine 1]
(Ey Nebi, kâfirlerle [silahla] ve münafıklarla [öğütle, delille, belgeyle]
cihad et, [öğüt de kâr etmezse] onlara sert davran! Onların gidecekleri
Cehennem, ne kötü yerdir.) [Tevbe 73, Tahrim 9]
Eshab-ı
kiram
(Kâfirlere
gazap
ederler,
birbirlerine
merhametlidirler) diye övülüyor. (Feth 29)
Hakiki imana kavuşmak
Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Allah’ın düşmanlarını düşman bilmeyen, hakiki iman etmiş
olmaz. Müminleri Allah için seven ve kâfirleri düşman bilen, Allah’ın
sevgisine kavuşur.) [İ. Ahmed]
(Allah’ın dostunu seven, düşmanını düşman bilenin imanı kâmil
olur.) [Ebu Davud]
(İsyan edenlere düşmanlık ederek, Allah’a yaklaşın!) [Deylemi]
(Kâfirlerle mal, can ve dilinizle cihad edin!) [Redd-ül-muhtar]
(Kâfirleri sevmek cihad değildir.)
Halife Hazret-i Ömer'e, (Hireli bir Hıristiyan var. Çok zeki, yazısı da
çok güzel, bunu kendine kâtip yap) dediler. Kabul etmedi. Aşağıdaki âyeti
okuyup, (Mümin olmayan birini dost edinemem) dedi.
Ebu Musel Eşari hazretleri anlatır:
Halife Ömer'e (Hıristiyan kâtibim çok işe yarıyor) dedim. “Niçin bir
Müslüman kâtip almadın? (Ey müminler, Yahudi ve Hıristiyanları
sevmeyin) âyetini işitmedin mi sen?” dedi. Ben de, “Onu dini için değil,
kâtipliği için aldım” dedim. “Allahü teâlânın hakir ettiğine ikram etme! Onun
zelil ettiğini aziz eyleme! Allah’ın uzaklaştırdığına yaklaşma” dedi. “Ama
Basra’yı onunla idare edebiliyorum” dedim. “Hıristiyan ölürse ne
yapacaksan, şimdi onu yap! Hemen onu değiştir” dedi.
233
www.dinimizislam.com
Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, hakkı Ömer’in diline ve kalbine yerleştirdi.) [Tirmizi]
Sual: Bazı kimseler, hoşgörü adı altında gayrimüslimlerle arkadaşlık
kuruyorlar, Kiliselerine gidiyorlar, ayinlerine katılıyorlar. Bu dinen caiz
midir?
CEVAP
Asla caiz değildir. Aşağıdaki âyet-i kerimeler, kâfirleri sevmenin haram
olduğunu bildiriyor:
(Ey müminler, mümin olmayan kâfirlerle dost olmayın!) [Âl-i İmran
118]
(Ey iman edenler, benim ve sizin düşmanınız olanları dost
edinmeyin.) [Mümtehine 1]
(İbrahim ve Onunla beraber olan müminlerin sözlerinden ibret
alın! Onlar, kâfirlere dediler ki: Biz sizden ve putlarınızdan uzağız.
Dininizi beğenmiyoruz. Allah’a inanıncaya kadar, aramızda düşmanlık,
nefret vardır.) [Mümtehine 4]
Eshab-ı kiram, (Kâfirlere karşı çok çetin, sert davranırlar) diye
övülüyor. (Feth 29)
Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ, bir Peygambere vahy etti ki, şu âbide söyle: Benim
için ne yaptı?) Âbid dedi ki: Yâ Rabbi! Senin için ne yapılır? Allahü
teâlâ buyurdu: (Düşmanıma, benim için düşmanlık ettin mi ve
sevdiğimi benim için sevdin mi?) [Mektubat-ı Rabbani 3/55]
Kâfirler ve fâsıklar, Allahü teâlânın düşmanı olmasalardı, Buğz-ı fillah
farz olmazdı. İnsanı Allahü teâlânın rızâsına kavuşturacak şeylerin en
üstünü olmaz ve imanın kemaline sebep olmazdı.
Şeyhülislam Abdullah-ı Ensâri hazretleri buyuruyor ki: Falancayı
sevmiyorum; çünkü hocamı üzmüştü. Bir kimse, hocanı üzer de sen
üzülmezsen, köpekten aşağı olursun.
Mektubat-ı Masumiyye’de buyuruluyor ki:
Müminin kâfiri sevmesi üç türlü olur:
1- Onun küfrünü beğenir. Bunun için sever. Bu muhabbet yasaktır;
çünkü onun dininden razı olmuştur. Küfrü beğenen kâfir olur. Böyle
muhabbet, imanı giderir.
2- Herkesle iyi geçinmek lazım olduğu için onlarla da iyi geçinilir.
3- İkisi ortasıdır. Onlara meyleder, yardım eder. Dininin bâtıl olduğunu
bilerek, akrabalık, iş arkadaşlığı sebebi ile dostluk yapar. Bu sevgi küfre
sebep olmaz ise de, caiz değildir; çünkü bu sevgi, zamanla onun dinini
234
www.dinimizislam.com
beğenmeye sebep olur. Zaruretsiz gayri müslimler ile beraber olmak,
kiliselerine gitmek, ayinlerine katılmak caiz değildir.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Müminler, müminleri bırakıp da, kâfirleri dost edinmesinler!
Onları dost edinenler, Allah’ın dostluğunu bırakmış olurlar.) [Al-i İmran
28]
Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Bir kavmi sevip de onlarla dostluk kuran, kıyamette onlarla
haşrolur.) [Taberani]
Yani bir milletin, âdete, tekniğe ait işlerini değil de, onların dinlerini,
ibadetlerini, günah olan işlerini seven kimseler, kıyamette onlarla birlikte
Cehenneme giderler. Fenne ait işlerini ve günah olmayan âdetlerini
yapmak caiz ve lazımdır; çünkü fen, müminin kaybettiği malıdır, nerede
bulursa alması lazımdır. Gayrimüslimler ile ticaret yapılır. Aldatılmaz,
kötülük yapılmaz. Herkese olduğu gibi onlara da iyi davranılır. Müslüman
olmaları için dua da edilir. Fakat onları kâfir iken şerefli kabul etmek caiz
değildir. Cenab-ı Hak buyurdu ki:
(Kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet, şeref mi arıyorlar?
Bilsinler ki, bütün izzet yalnızca Allah’a aittir.) [Nisa 139]
(İzzet ve şeref isteyen, bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi Allah’ındır.)
[Fatır 10]
(Münafıklar, “Eğer bu savaştan Medine’ye dönersek, andolsun ki,
şerefliler, alçakları oradan çıkaracak” diyorlardı. Oysa, şeref Allah’ın,
Resulünün ve müminlerindir; ama münafıklar bunu bilmezler,
anlamazlar.) [Münafikun 8]
Hazret-i Ömer, kölesi ile nöbetleşe deveye biniyorlardı. Şam’a girerken
deveye binme sırası köleye geldiği için, köle deve üzerinde idi. Şam
ordusunun kumandanı olan Ebu Ubeyde bin Cerrah, bir heyetle karşılayıp,
(Ya Halife! Böyle ne yapıyorsun? Bütün Şamlılar, bilhassa Rumlar,
Müslümanların halifesini görmek için toplandılar. Sana bakıyorlar. Bu
yaptığını beğenmezler) der.
Hazret-i Ömer buyurur ki:
(Ya Eba Ubeyde, senin bu sözün, çok zararlıdır. İşitenler, şerefi,
vasıtaya binip gitmekte ve süslü elbise giymekte sanacaklar. Şerefin,
Müslüman olmakta olduğunu anlamayacaklar. Biz aşağı insanlardık. Allahü
teâlâ Müslüman yapmakla bizleri şereflendirdi. Onun verdiği bu şereften
başka şeref ararsak, Allahü teâlâ bizi yine zelil eder. Her şeyden aşağı
eder. İzzet, İslam’dadır. İslam’ın ahkâmına uyan, aziz olur. Bu ahkâmı
beğenmeyip, izzeti, şerefi başka şeylerde arayan zelil olur.)
235
www.dinimizislam.com
Dünya kardeşliği mi?
Sual: Hazret-i Mevlana’nın veya Yunus Emre hazretlerinin ismini
kullanıp, (Dünya kardeşliği) veya (Evrensel din birliği) gibi isimler altında
yayınlar yapılıyor. (Herkes kardeştir. Bütün dinler aynıdır. İleride tek kutsal
kitap olacak) gibi şeyler söyleniyor. Bunların dinimizdeki yeri nedir?
CEVAP
Bu açıkça dinsizliktir. Hakla bâtıl birleşmez. Mezhepsizler de, bid’at
yani sapık mezhepleri hak mezheple birleştirip, tek mezhep haline getirmek
için çalışıyorlar. Domuz sütüyle inek sütü aynı kaba konursa, inek sütü de
necis olur. Bid’at mezheplerle, hak mezhep birleşirse bâtıl bir mezhep
ortaya çıkar. Hıristiyanlık, Yahudilik ve Mecusilik gibi batıl dinlerle İslamiyet
birleştirilmeye kalkılırsa, inek sütünün içine, idrar, kan ve zehir katmaya
benzer. Allahü teâlâ, (Hak din İslamiyet’tir. Başka dini kabul etmem)
buyuruyor. (Âl-i İmran 19, 85)
Allahü teâlânın emrine aykırı hareket etmek, dinsizlik olur.
Dünya kardeşliği demek çok yanlıştır. Batıl din mensuplarıyla
müminler kardeş olamaz. Allahü teâlâ, (Ancak müminler kardeştir)
buyuruyor. (Hucurat 10)
Masonların ve bazı başka grupların da bunlara benzer çalışmaları
vardır. Sözün özü, İslamiyet’e aykırı olan her şey dinsizliktir.
Saplantının böylesi
Sual: Bir arkadaş, (Biz, hocamıza çok bağlıyız. Bizim hocamız bana
Hıristiyan ol dese, tereddütsüz olurum) dedi. Böyle söylemek küfür olur
mu?
CEVAP
Evet, küfür olur. Bu söz, hocaya bağlılığını göstermek için söylenmiş
gibi görünse de, bu sözden o hocanın talebelerine Hıristiyanlığı ne kadar
cazip ve şirin gösterdiği de anlaşılmaktadır. İçki içerim, filan günahı işlerim
yahut Yahudi veya başka dinden olurum demiyor da, özellikle Hıristiyan
olurum diyor.
Bir kimse, filan şey, filan kimsededir yahut yoktur, kâfir olayım, Yahudi
olayım diye, yemin etse, o şey, onda olsun veya olmasın, o kimse, kendi
rızasıyla küfre varmıştır. İmanını ve nikâhını yenilemesi gerekir. (İslam
Ahlakı)
Bir kâfir için, başka kâfirden daha hayırlıdır demek küfür olur. (Redd-ül
muhtar)
236
www.dinimizislam.com
Mesela Hıristiyan olmak Yahudi olmaktan daha iyidir veya Yahudi
olmak Hıristiyan olmaktan iyidir demek küfür olur, çünkü böyle söylemekle
bu bâtıl dinlere iyi denmiş oluyor. Bu konu bu kadar hassasken, sebebi ne
olursa olsun, Hıristiyan olurum demenin ne kadar tehlikeli olduğu
meydandadır. İhtiyaç olunca, biri diğerinden daha kötüdür demek gerekir.
Hak din, iyi din, yalnız İslam'dır.
Ancak müminler kardeştir
Sual: Evrensel din kardeşliği ismi altında, gayrimüslimlere
kardeşlerimiz demek doğru mudur?
CEVAP
Çok yanlıştır. Böyle bir düşünce, Kur’an-ı kerimi yalanlamak olur.
Dinimiz, kâfirlerle de iyi geçinmeyi emreder, fakat iyi geçinmek ayrı, onları
dost ve kardeş bilmek ayrıdır. Allahü teâlâ, (Ancak müminler kardeştir)
buyururken, mümin olmayanları, gayrimüslimleri kardeş bilmek, bu âyet-i
kerimeye de aykırıdır. Mümin, İslamiyet’e inanan demektir. Ehl-i kitaba
inananlara mümin denmez. Müslüman olmayan herkes kâfirdir. Nelere
inanırsa inansın, kâfirlere mümin denemez.
İmam-ı Kurtubi hazretleri, Bekara suresinin, (Müslüman olarak can
verin) mealindeki 132. âyet-i kerimesinin, (Müminler olarak can verin)
demek olduğunu bildiriyor. Hücurat suresinin, (Ancak Müminler kardeştir)
mealindeki onuncu âyet-i kerimenin tefsirinde ise, bunun (Müslümanlar
kardeştir) anlamında olduğunu bildiriyor. Peygamber efendimiz de bu
âyet-i kerimeleri, aynı şekilde açıklamıştır. Mümin ve müslüman olanlar için
din kardeşiniz tabirini kullanmıştır. Bu konudaki hadis-i şeriflerden birkaçı
şöyledir:
(Müslüman Müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez, yardım eder.)
[Buhari, Müslim]
(Din kardeşinize rastlayınca selam verin!) [İ. Sünnî]
(Mümin geçim ehlidir. O, din kardeşine rahatlık verir.) [Dare Kutnî]
(Mümin beş çeşit şiddet arasındadır: Müslüman kardeşi onu
çekemez, münafık ona buğzeder, sevmez onu, kâfir onun canına
kasteder, kendi nefsi onunla uğraşır ve şeytan onu şaşırtmaya
uğraşır.) [İbni Lâl]
(Bir Müslüman, bir din kardeşine, onun hidayetinin artmasına
vesile olacak hikmetli bir söz veya kendisini tehlikeden kurtaracak bir
söz kadar iyi hediye veremez.) [Ebu Ya’la]
237
www.dinimizislam.com
(Bir müminin, Müslüman din kardeşine, hayırla, sevgiyle ve
şefkatle bakması, benim şu mescidimde bir yıl itikâf etmesinden daha
sevabdır.) [İbni Lâl]
(Bir Müslümanın din kardeşine üç günden fazla dargın durması
helâl değildir.) [Ahmed]
Gayrimüslimlerle dostluk
Sual: Hristiyanlar düşman bilinip, onlara kâfirsiniz denirse, onlarla
savaşılırsa, onlara dinimizi nasıl anlatabiliriz? Müslüman olmaları için,
onlara hoş davranıp, dinlerine saygı göstermek gerekmez mi?
CEVAP
Dinimizi anlatmak için, diğer kâfirler değil de, niye özellikle Hristiyanlar
tercih ediliyor? Sanki aralarında iş bölümü yapılmış gibi, başkaları da
Yahudileri şirin göstermeye çalışıyor.
Gayrimüslimlerin Müslümanların dostu olamayacağını Allahü teâlâ
bildiriyor. Onları dost bilmeden, uygun şekilde emr-i maruf yapılır.
İslam dini yeni gelmedi. 1400 yıldır dünyada Müslümanlarla
gayrimüslimlerin aynı ülkelerde beraber yaşadıkları da olmuştur.
Osmanlılar ve onlardan önceki Müslümanlar, gayrimüslimleri dost
bilmediler, fakat hepsiyle iyi geçinerek, onlara güler yüz göstererek, aynı
yerde yaşadıkları gayrimüslimlere yaşayışlarıyla örnek oldular. Onlara kötü
davranmadılar. Merhametli davranarak çoğunun Müslüman olmasına
sebep oldular. Zaten yüzlerine karşı siz kâfirsiniz diye hakaret etmek,
günah olur.
Cihad da, kâfirlerin şahsına karşı yapılmadı. Cihad, İslam devletinin,
insanların İslam dinini işitmelerine, Müslüman olmalarına mani olan, zalim
diktatörlerin ordularıyla savaşması demektir. Böylelikle fethedilen
yerlerdeki gayrimüslimlerden bir kısmı, İslamiyet’in adaletini, güzelliğini,
Müslümanların örnek hayatını görerek Müslüman oldular. Müslüman
olmayanlar bile, bu adalet sayesinde dünyada rahat ve huzur içinde
yaşadılar.
Dinlerin ortak noktası olur mu?
Sual: Dünyada Müslümanlara karşı oluşan önyargıları gidermek için,
(Bütün dinlerin mensupları olarak, dinlerin ortak noktasında,
kardeşçe buluşalım) denilerek toplantılar yapılıyor. Gayrimüslimle hangi
ortak noktada, nasıl kardeş olacağız?
CEVAP
238
www.dinimizislam.com
Böyle demek, Allah’a inanmamak, Onun hükmünü beğenmemek
demektir. Zira Allahü teâlâ öyle buyurmuyor, (Müslüman olun) buyuruyor,
(İslamdan başka dini kabul etmem) buyuruyor. İslamda buluşmayı
emredip, (Ancak, müminler kardeştir) buyuruyor. Kardeşçe buluşmanın
yolu, Müslüman olmaktır. Bu konudaki âyet-i kerimelerden bazıları şöyledir:
(Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran 19]
(Sizin için din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3]
(İslam’dan başka din arayan, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.)
[Al-i İmran 85]
(Allah’a ve Onun ümmi nebi olan Resulüne iman edin, Ona tâbi
olun ki doğru yolu bulasınız.) [Araf 158]
(Allah’a ve Resulüne inanmayan [kâfir olur] kâfirler için de çılgın
bir ateş hazırladık.) [Feth 13]
(Kimi, ona [Resulüme] iman etti, kimi de, ondan yüz çevirdi.
Bunlara da çılgın ateşli Cehennem yetti. Âyetlerimizi inkâr ederek
kâfir olanları elbette ateşe atacağız.) [Nisa 55–56]
(Allah’a itaat edin, Resulüne itaat edin. İşlerinizi boşa
çıkarmayın!) [Muhammed 33]
(Allah ve Resulüne itaat edin.) [Enfal 1]
(Ancak müminler kardeştir.) [Hucurat 10]
Onlar da Müslüman olurlarsa, hem bizimle kardeş olurlar, hem de
dünya ve ahiret saadetine kavuşurlar. İslamiyet’i tanımalarına, Müslüman
olmalarına engel olan yahut Müslümanlara düşmanca yaklaşmalarına
sebep olan önyargıları varsa da, bunu gidermenin yolu dinimiz hakkında
onları doğru bir şekilde bilgilendirmektir. Onların istediği anlamda diyalog
yapmak, çözüm değildir. Zaten onların diyalogdan anladıkları şeyin,
misyonerlikten başka bir şey olmadığını, kendileri de açıkça itiraf ediyorlar.
Vatikan yetkilisi Kardinal Jean-Louis Tauran da, 20 Ekim 2007
tarihinde yaptığı açıklamada, diyalogun şartı olarak, Kur’an-ı kerimin
tartışmaya açılmasını teklif ederek şöyle demiştir:
(Müslümanlarla gerçek anlamda dini tartışma yapılamaz; çünkü
Müslümanlar Kur’anı, Allah’ın kelamı olarak görüyorlar ve Kur’an
üzerinde derinlemesine tartışmayı kabul etmiyorlar.)
Kardinal, yeni bir konuşmasında şunu rahatça söylerse şaşmayız:
(Reformcu Müslümanlar, Kur’anda tarihsel âyetlerin olduğunu
bildiriyorlar. Bizimle omuz omuza verebilmeleri için, tarihsel olan bu
âyetlerin Kur’andan çıkarılması lazımdır.)
Kardinalin zaten Kur’anı tartışmaya açalım demesi de budur.
239
www.dinimizislam.com
Ortak payda, ortak inanç
Sual: (Hıristiyanlık ve İslâm diniyle büyümüş insanlar, Allah’ın birliği,
Ona olan sevgi ve inancı gibi, iki ortak temel düşünce benimsenmeli ve bu
ortak payda, gelecekteki ortak inancın temellerini oluşturmalı) diyenler
oluyor. Buradaki ortak inançtan maksat ne ki? Acaba bu zihniyetteki
insanlar İslamiyet’le Hıristiyanlığı birleştirip, yeni bir din mi oluşturmaya
çalışıyorlar?
CEVAP
İki dinin ortak paydası yoktur. İmanın altı esasında bile, müşterek
inanç yoktur. Mesela, aynı Allah’a bile inanmıyoruz. Onlar teslise inanırlar.
Vaftiz yaparlar, haça taparlar. Hazret-i İsa’ya bizim gibi inanmazlar, bazen
tanrı, bazen tanrının oğlu derler. Kitaplara da bizim gibi inanmazlar. Zaten
ellerindeki, İncil’in değil, İncillerin hâli malumdur.
Kur’an-ı kerime ve Peygamber efendimize inanmazlar. Masum
çocukların günahkâr doğduğuna ve meleklerin kız olduğuna inanırlar. O
halde, balla sirke, zemzemle şarap birleşmeyeceği gibi, hak olan
İslamiyet’le, batıl olan Hıristiyanlık da birleşemez. Birleştirilmeye kalkılırsa,
netice de batıl olur. Zaten Hıristiyanlar böyle bir şeye razı olmazlar. (Ortak
payda, gelecekteki ortak inanç) gibi ifadeler, Müslümanları
Hıristiyanlaştırmak için yapılan sinsi gayretlerden kaynaklanmaktadır.
Domuz ve inek sütü
Sual: Şimdi bazı gençler, (Ben Protestan Müslümanım, yarı Hıristiyan,
yarı Müslümanım) diyorlar. Bazıları da, (Ben şii, vehhabi ve ehl-i sünnetim)
diyor. Böyle söylemek caiz mi?
CEVAP
Bir kural var: İki zıt şey bir arada bulunmaz. Mesela ateşle barut veya
ateşle su. Ateş barutu yakar, su da ateşi söndürür. İnek sütü ile koyun sütü
karıştırılabilir. Fakat domuz sütü ile inek sütü karışmaz. Karışınca hepsi
necis olur, artık koyun sütü var denmez. Bir teneke temiz suya, bir bardak
idrar konsa, artık o su necis olmuştur. Temiz suyun hiç önemi kalmaz.
Bunlar gibi, biraz Müslüman biraz da Hıristiyan olunmaz. Böyle kimse
kâfir olur. Bunun gibi, ehl-i sünnet olan, biraz şii, biraz da vehhabi olamaz.
Ne olur? Ehl-i sünnet dışı olur.
Bu tür sözleri din düşmanları uyduruyor, Müslümanlar bu tuzağa
düşmemelidir.
Kilisede Resulullah’ı anmak
240
www.dinimizislam.com
Sual: Bir kilisede, Resulullah’ı anma programı düzenlemek uygun
mudur?
CEVAP
İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
Kilisede namaz kılınmaz ve Kur’an-ı kerim okunmaz; çünkü kilisede,
şeytanlar toplanır. Kilise putlardan temizlenirse, namaz kılmak mekruh
olmaz. (Redd-ül-muhtar)
Eğer Hıristiyanlar böyle bir şeye izin veriyor, hatta destekliyorlarsa,
burada bir art niyet var demektir; çünkü, Hıristiyanlığı kabul etmedikçe,
sadece kiliseye gitmek, onları hoşnut etmez. Bir âyet-i kerime meali
şöyledir:
(Sen, onların dinine uymadıkça, Hıristiyanlar ve Yahudiler senden
asla hoşnut olmazlar.) [Bekara 120]
İmanda ortak nokta
Sual: (Hıristiyanlarla iman birliğimiz olduğu için, ortak olan kelimede
buluşuyoruz. Onlar da Allah’a inanıyorlar) deniyor. İmanda birliğimizin
olmadığı açık; ama Hıristiyanlarla Allah inancında ortak mıyız?
CEVAP
Hayır, iman birliğimiz olmadığı gibi, Allah inancında bile ortak
noktamız yoktur.
Biz, Allah birdir deriz; onlar teslise inanırlar, tanrı üçtür derler.
Biz, Allah mekândan münezzehtir deriz; onlar, tanrı göktedir derler.
Biz, Allah insana veya tahayyül edilen hiçbir şeye benzemez, oğlu kızı
yoktur, doğmamıştır ve doğurmamıştır deriz; onlar tanrı baba derler,
tanrının oğlu vardır, melekler tanrının kızlarıdır derler.
Biz, Allah hiçbir şeyi yapmaya mecbur değildir deriz; onlar tanrı
insanlığın kurtuluşu için biricik oğlunu kurban etmek zorunda kaldı derler.
Sanki hâşâ oğlunu kurban etmeden insanları affedemez gibi bir durum
ortaya çıkarıyorlar.
Ortak söz nedir?
Sual: (Âl-i İmran sûresindeki, Hristiyanlara, “Aramızda ortak olan bir
söze gelin” emri, “Aramızda, iki tarafın da kabul edebileceği ortak
esaslar belirleyip, bu esaslara inanmalı” demektir) diyen reformcular
çıkıyor. Bu âyet-i kerimede ehl-i kitaba yani hem Yahudilere, hem de
Hristiyanlara hitap edildiği halde, niye sadece Hristiyanlarla ortak söz
bulunmaya çalışılıyor? Bir de, ortak sözü Allah belirlemedi mi?
241
www.dinimizislam.com
Hristiyanların da kabul edebileceği ortak bir sözün Allah katında, bir değeri
olur mu?
CEVAP
Elbette hiç değeri olmaz. Allahü teâlâ, o âyet-i kerimede, (Allah'a şirk
koşmayın) buyuruyor. Şirk koşmayın demek, (Üç tanrıya inanmayın,
Allah'tan gayrısına ibadet etmeyin, Hazret-i İsa’ya veya Hazreti Üzeyr’e
Allah'ın oğlu diyerek şirke girmeyin, bunların putlarına tapmayın, hak din
olan İslamiyet’e gelin!) demektir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Yahudiler, Üzeyr’e, Hristiyanlar da Mesih’e Allah’ın oğlu dediler.
Daha önceki kâfirlerin [“melekler Allah'ın kızlarıdır” diyenlerin] sözlerine
benziyor. Allah onları kahretsin! Nasıl da sapıtıyorlar.) [Tevbe 30]
Ortak sözle ilgili âyet-i kerimenin meali de şöyledir:
(De ki, “Ey Ehl-i kitap, [Yahudi ve Hristiyanlar] bizimle sizin
aranızda ortak bir söze gelin: Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim.
O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp da birbirimizi rab
edinmeyelim.” Eğer yüz çevirirlerse, “Şahit olun, biz Müslümanız”
deyin.) [Âl-i İmran 64]
İmam-ı Kurtubi hazretleri bu âyet-i kerimeyi açıklarken buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, bu ortak sözün ne olduğunu, (Allah'tan başkasına
ibadet etmeyelim) emri ile açıklamıştır. Tevbe sûresinin 31. âyet-i
kerimesinde mealen, (Onlar Allah’ı bırakıp rahiplerini rabler edindiler)
buyurmuştur. Yani onlar, Allah'ın haram ve helâl kıldığını değil, rahiplerinin
haram ve helâl kıldıklarını kabul edip, onları rab makamında tuttular. Bu
âyet-i kerimede, Ehl-i kitap olan Yahudi ve Hristiyanlar, sadece Allah'a
ibadet etmeye, şirkten uzak kalmaya, Müslüman olmaya davet
edilmektedir. (Cami-ul-ahkâm)
Peygamber efendimizin, Rum imparatoru Herakliyüs’e gönderdiği
mektup da şöyledir:
(Seni İslâm’a davet ediyorum. Müslüman ol, selâmeti bul! Allah da
ecrini iki kat verir. Yüz çevirirsen, bütün tebaanın günahı üzerine
olur.) [Buhari, Müslim, Tirmizi]
Bu ifadelerden sonra mektuba, Âl-i İmran sûresinin, 64. âyet-i kerimesi
yazılmıştır. Bu âyet-i kerimede de, Peygamber efendimizin açıklamasında
da, ortak sözün, İslamiyet olduğu açıkça bildirilmiştir. Ehl-i kitabın
Müslüman olmadan bulacakları ortak sözün, Allah indinde hiçbir değeri
olmaz. Üç âyet-i kerime meali şöyledir:
(Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Âl-i İmran 19]
(Sizin için din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3]
242
www.dinimizislam.com
(İslam’dan başka din arayanın bulacağı din asla kabul edilmez.)
[Âl-i İmran 85]
Demek ki ortak söz İslamiyet’tir. İslamiyet’e aykırı bulunacak ortak
sözü, Allahü teâlânın kabul etmeyeceğini bu âyet-i kerimeler açıkça
bildirmektedir.
Allah’ın azabı çok şiddetlidir
Sual: Bir yazar, Allah’ın rahmeti her şeyi kuşatmış diyerek mazlum
Hıristiyanların Cennete gideceklerini, hatta şehid olacaklarını bildiriyor,
rahmet âyetlerini yazıyor, azap âyetlerinden hiç bahsetmiyor. Böyle
yapmak uygun mu?
CEVAP
İslamiyet, ifrat ve tefritten [aşırılıklardan] uzak bir dindir. Allahü
teâlânın rahmeti bol olduğu gibi azabı da şiddetlidir. Mümin havf ve reca
arasında olmalıdır. Havf, Allah’tan korkmak, reca da Allah’ın rahmetini ümit
etmek demektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Havf ve reca [korku ile ümit] arasında bulunan mümin, umduğuna
kavuşur, korktuğundan emin olur.) [Tirmizi]
Hep Allah’ın azabından bahsedip insanları korkutmak doğru olmadığı
gibi, hep Allah’ın rahmetinden bahsedip azabından hiç bahsetmemek de
yanlıştır. Mümin, ikisi arasında olmalıdır! Yaşarken, havfı, ölürken recası
daha fazla olmalıdır! Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kullarıma haber ver ki, ben gafururrahim olduğum gibi, azabım
da çok acı, çok şiddetlidir.) [Hicr 49-50]
(Allah’ın azabı şiddetlidir.) [Bekara 211, Yunus 70, Rad 6,13, 34,
Taha 127, Mümin 22, Haşr 7]
(Allah’ın azabının şiddetli olduğunu bilebilselerdi!) [Bekara 165]
(Elbette azabım çok şiddetlidir.) [İbrahim 7]
(İşte o gün, hükümranlık çok merhametli olan Allah’ındır. Kâfirler
için de pek çetin bir gündür. O gün, zalim kimse ellerini ısırıp, “Vay
başıma gelene, keşke Peygamberin yoluna uysaydım da falancayı
[bâtıl yoldakini] dost edinmeseydim.) [Furkan 26-28]
(Allah ve Resulüne karşı gelen, bilsin ki Allah, azabı şiddetli
olandır.) [Enfal13]
(Kurtuluşa erenler, Allah’a ve Resulüne itaat edip Allah’tan
korkan ve sakınanlardır.) [Nur 52]
(İşlediklerinin cezası olarak, artık az gülüp, çok ağlasınlar.) [Tevbe
82]
243
www.dinimizislam.com
(Allah katında en kıymetliniz, Ondan çok korkup sakınanınızdır.)
[Hucurat 13]
(Allah’tan nasıl korkmak gerekiyorsa, öylece korkun.) [A.İmran
102]
(Sizden öncekilere de, size de Allah’tan korkmanızı tavsiye ettik.)
[Nisa 131]
Müminun suresinin, (Rablerinin huzuruna çıkacaklarından kalbleri
korku ile çarpar) mealindeki 60. âyetinde bildirilen kimselerin hırsız mı,
zani mi olduğu sorulunca, Peygamber efendimiz buyurdu ki: (Bunlar,
namaz, oruç ve zekât gibi ibadetlerini yerine getirdikleri halde “acaba
ibadetlerimiz kabul olmadı mı” diye korkan kimselerdir.) [Tirmizi]
Yine buyurdu ki: (Allah korkusu, her hikmetin başıdır.) [Taberani]
Hıristiyanlara kucak açıp kiliselere gidip âyinlerine iştirak edenler,
onların Cennete gideceklerini, hatta mazlumlarının şehid olacaklarını
söyleyenler, şu âyeti bilmiyorlar mı?
(Müminler, kâfirleri dost edinmesinler! Onları dost edinenler,
Allah’ın dostluğunu bırakmış olur.) [A. İmran 28] [Kâfirlere kucak açanlar
da, Allah’ın dostluğunu bırakmış olur.]
Eski ve yeni Hıristiyanlar
Sual: Yahudilerle Hıristiyanların kâfir olduğunu, hatta onları dost
edinenlerin de kâfir olacağını bildiren âyetler hakkında deniyor ki:
“Kâfir olan Yahudi ve Hıristiyanlar, Asr-ı saadetteki kitap ehli idi.
Şimdikiler, Cennete gidecektir. Çünkü dinsizliği yok etmek için onlarla
omuz omuza çalışıyoruz.”
Bu iddia hakkında açıklama yapar mısınız?
CEVAP
Zırva tevil götürmez diye demek ki böyle sözler için söylenmiş.
Şimdiki Hıristiyanların çoğu müşrik olup, kestikleri hayvan bile
yenmez. Bir kimsenin, mümin olup Cennete gidebilmesi için imanın altı
esasının hepsine de inanması gerekir. Birine bile inanmayan kâfirdir.
Hıristiyanlar, imanın altı esasından kaçına inanıyorlar?
İmanın altı esası şunlardır:
1- Allah’ın varlığına, bir olduğuna ve ortağının bulunmadığına
inanmak.
[Hıristiyanların Allah inancı bile yanlıştır. Eflatunun uydurduğu teslis
[trinite yani üç tanrı] fikrine inanıyorlar. Baba tanrı, oğul tanrı, kutsal ruh
gibi değişik üç tanrıya inanıyorlar.
244
www.dinimizislam.com
Hazret-i İsa böyle sözler söylememiştir. Kur’an-ı kerimde mealen
buyuruluyor ki:
(Allah, “Ey İsa, insanlara ‘Beni ve anamı Allah’tan başka iki ilah
bilin” diye sen mi dedin?” diye sorunca, o da, “Hâşâ, seni tenzih
ederim. Bu söz bana yakışmaz” dedi.) [Maide 116]
(İsa dedi ki: “Allah, benim de, sizin de Rabbinizdir.”) [Zuhruf 63,
64]
(Meryem oğlu İsa, “Ben Allah’ın resulüyüm. Benden önce gelen
Tevrat’ı doğrulayıcı, benden sonra gelecek Ahmed isimli peygamberi
müjdeleyici olarak geldim” demişti.) [Saf 6]
(İsa’ya, Allah diyenler kâfirdir. Halbuki Mesih, “Rabbim ve
Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin” dedi. “Allah üçün üçüncüsü”
diyenler de kâfirdir.) [Maide 72, 73]
Bir de tanrı gökte diyorlar. Bu da küfürdür. Böylece bu birinci maddeye
inanmamış oluyorlar.]
2- Meleklerin varlığına, onlarda erkeklik ve dişilik olmadığına inanmak.
[Hıristiyanlar, melekleri kız olarak kabul ediyorlar. Hatta “Onlar tanrının
kızlarıdır” diyorlar. Melekleri kız olarak bildikleri için meleklere imanları da
yanlıştır. Kur’an-ı kerimde mealen, (Allah ile birlikte başka ilah edinen
Cehenneme atılır. Rabbiniz oğulları size ayırdı da kendisi için kız
olarak melekleri mi edindi? Elbette vebali çok büyük söz ediyorsunuz)
buyuruluyor. (İsra 39, 40) Bu âyet-i kerime, birinci ve ikinci maddeye yanlış
inanan Hıristiyanların kâfir olduklarını açıkça gösteriyor.]
3- Semavi kitapların hepsine inanmak.
[Halbuki Ehl-i kitap, Kur’ana inanmaz. Kur’anda, (Âyetlerimize ancak
kâfirler inanmaz) buyuruluyor. (Ankebut 47).
Bir âyet meali de şöyledir:
(Ey ehl-i kitap, resulümüz [Muhammed aleyhisselam] kitaptan
gizlediğiniz şeyleri açıklamak üzere geldi. Size Allah’tan bir nur ve
apaçık bir kitap geldi.) [Maide 15]
Kitaplara imanları da yanlıştır. Kur’ana inanmadıkları için de kâfir
oluyorlar.]
4- Bütün Peygamberlere inanmak.
[Onlar, Muhammed aleyhisselama inanmazlar. Peygamberlerden
bazısını kabul edip, bazısını inkâr ederek ayrım yapanlar kâfirdir. (Bekara
285)
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.) [Enbiya 107]
245
www.dinimizislam.com
(De ki, ey insanlar, ben, Allah’ın hepiniz için gönderdiği
Resulüyüm.) [Araf 158]
(Âlemlere [Cin ve insanlara ilahi azap ile] korkutucu [uyarıcı] olarak
Furkanı [Kur’anı] kuluna [Muhammed aleyhisselama] indiren [Allah’ın
şanı] ne yücedir.) [Furkan 1]
(Kimi, ona [Resulüme] iman etti, kimi de, ondan yüz çevirdi.
Bunlara da çılgın ateşli Cehennem yetti. Âyetlerimizi inkâr ederek
kâfir olanları elbette ateşe atacağız.) [Nisa 55-56]
Bir hadis-i şerifte de, (Bana iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan,
mutlaka Cehenneme girecektir) buyuruldu. Peygamberlere imanları da
yanlıştır. Muhammed aleyhisselamı hak peygamber bilip ona tâbi
olmadıkları için kâfir oluyorlar.]
5- Hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmak.
[Onlar, “Tanrı kötülükleri takdir etmez” derler. Acaba, takdir etmeyen,
üç tanrıdan hangisi?]
6- Öldükten sonra dirilmeye, ahirete, Cennet ve Cehenneme
inanmaktır.
[Hıristiyanlar, İsa gökte krallık kuracak diyerek Cennete de
inanmıyorlar. Bu altıncı maddeye aynen Müslümanlar gibi inansalar bile,
diğer maddelere İslamiyet’in bildirdiğinin zıddına inandıkları için kâfir
oluyorlar.]
Kur’anda kâfir olarak bildirilen Hıristiyanların eski Hıristiyan olduğunu,
yenilerinin Cennetlik oldukları nasıl söylenebilir ki? Bu, Kur’anda mümin
olarak bildirilen müslümanların eski Müslüman olduğunu, yenilerinin
Cehennemlik olduğunu iddia etmeye benziyor. Yahut Kur’anda
bildirilen hususların ilk müslümanlar veya ilk kâfirler için olduğunu,
sonrakiler için bu hükümlerin geçersiz olduğunu iddia etmeye
benziyor. Her ikisi de İslam’ı tanımıyorum demenin başka şeklidir.
Yeni Hıristiyanlar imanın bu altı şartına inanıyorlar mı da Cennetlik
olsunlar? Cennetlikse hepsine inanmıştır, tevbe edip Müslüman olmuştur,
buna artık Hıristiyan denmez. Hıristiyansa kâfirdir, Allah ve Resulünün
düşmanıdır, buna Müslüman denmez.
Yeni Hıristiyanların eskilerden farkı nedir? Farkları şirkte daha ileri
gitmeleri değil midir?
(Hıristiyanlarla dinsizliği yenmek için omuz omuza çalışıyoruz) diyorlar.
Misyonerlerle omuz omuza çalıştıkları doğrudur. Bütün Müslümanları
Hıristiyan yapmak için omuz omuza çalışıyorlar.
Allahü teâlâ, kitap ehli gayri müslimlerle dinsizliği yok etmek için bile
olsa, onlarla omuz omuza çalışmayı istemiyor. Onların Müslüman olmasını
246
www.dinimizislam.com
istiyor. Müslüman olana kadar onlarla mücadele etmeyi emrediyor. Bir âyet
meali şöyledir:
(Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resulünün haram
kıldığını haram saymayan ve hak dini [İslamiyet’i] kendilerine din
olarak kabul etmeyen kitap ehli [Yahudi ve Hıristiyanlar] ile, küçülerek
boyun büküp kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.) [Tevbe
29]
Ehl-i kitap Allah’ın âyetlerini gizliyordu. Şimdi bazılarına ne oluyor da
Allah’ın âyetlerini Ehl-i kitap gibi gizliyorlar? Allah’ın âyetlerini kim gizler?
Niçin bu bildiğimiz âyetleri gizlemeye çalışıyorlar?
Hak olan sadece İslam dinidir. Bu husustaki âyet-i kerimelerden
birkaçının meali şöyledir:
(Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran 19]
(Sizin için din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3]
(Kim İslam’dan başka din ararsa, bilsin ki, bulacağı o din, asla
kabul edilmez.) [A.İmran 85]
(Sen, onların dinine uymadıkça, Hıristiyanlar ve Yahudiler senden
hoşnut olmazlar. De ki: Doğru yol, ancak Allah’ın [bildirdiği İslamiyet]
yoludur.) [Bekara 120]
([Ehl-i kitap] “Yahudi ve Hıristiyanlar hariç hiç kimse Cennete
girmeyecek” dediler. Bu, onların kuruntusudur. De ki: “Doğru
söylüyorsanız delilinizi getirin.”) [Bekara 111]
İzzet ve şeref isteyen
Sual: Birbirlerine izzet şeref vermek, insanların elinde midir?
CEVAP
Şeref kelimesi sözlükte, yükseklik, büyüklük, yüksek mertebe, insanlar
arasında geçerli ve makbul olma, cenab-ı Hakka itaat ve yüksek hizmeti ile
çok ihsana kavuşma demek olup, gerçek şeref, yalnız Müslümanlıktadır.
Âyet-i kerimelerde mealen buyuruluyor ki:
(İzzet ve şeref isteyen, bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi Allah’ındır.)
[Fatır 10]
(Kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet, şeref mi arıyorlar?
Bilsinler ki, bütün izzet yalnızca Allah’a aittir.) [Nisa 139]
(“Eğer bu savaştan Medine’ye dönersek, andolsun ki, şerefliler,
alçakları oradan çıkaracak” diyorlardı. Oysa, şeref Allah’ın,
Peygamberinin ve Müminlerindir.) [Münafikun 8]
247
www.dinimizislam.com
(Allah indinde en üstününüz, en şerefliniz takvada en ileri
olandır.) [Hucurat 13] (Takva, Allah’a ve Resulüne inanıp, emirlerine riayet
etmektir.)
(Kur’an-ı kerim, şerefli bir elçinin getirdiği sözdür.) [Hakka 40,
Tekvir 19]
(Yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız, küçük
günahlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere [Cennete] koyarız.) [Nisa 31]
(De ki, mülkün gerçek sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine
verir, dilediğinden geri alırsın. Dilediğini aziz, şerefli; dilediğini de zelil
edersin.) [Al-i İmran 26]
Allahü teâlâ, son âyet-i kerimede insanları dört sınıfa ayırmıştır:
1- Hem mülk, hem de şeref verdikleri. [Süleyman aleyhisselam gibi]
2- Mülk verip, şeref vermedikleri. [Firavun, Nemrut gibiler]
3- Şeref verip, mülk vermedikleri. [Mülk sahibi olmayan her Müslüman
böyledir]
4- Şeref ve mülk vermedikleri. [Mülk sahibi olmayan her kâfir böyledir]
Peygamber efendimiz de, (Şeref ve üstünlük, mal ile değil, ilim ve
irfan iledir) buyuruyor. Üstünlük, şeref, büyük bir zatın yakını olmakta da
değildir. Kan bakımından daha yakın olan, daha üstün olsaydı, Hazret-i
Abbas, Hazret-i Ali’den daha üstün olurdu. Kan bakımından çok yakın olan
Ebu Leheb’de ise, şeref ve üstünlük hiç yoktur.
Hazret-i Ömer, kölesi ile nöbetleşe deveye biniyorlardı. Şam’a girerken
deveye binme sırası köleye geldiği için, köle deve üzerinde idi. Şam
ordusunun kumandanı olan Ebu Ubeyde bin Cerrah, bir heyetle karşılayıp,
(Ya Halife! Böyle ne yapıyorsun? Bütün Şamlılar, bilhassa Rumlar,
Müslümanların halifesini görmek için toplandılar. Sana bakıyorlar. Bu
yaptığını beğenmezler) der. Hazret-i Ömer buyurur ki:
(Ya Eba Ubeyde! Senin bu sözün, buradaki insanlar için çok zararlıdır.
İşitenler, insanın şerefini, vasıtaya binerek gitmekte ve süslü elbise
giymekte sanacaklar. Şerefin, Müslüman olmakta ve ibadet yapmakta
olduğunu anlamayacaklar. Biz aşağı insanlardık. Allahü teâlâ Müslüman
yapmakla bizleri şereflendirdi. Allahü teâlânın verdiği bu şereften başka
şeref ararsak, Allahü teâlâ bizi yine zelil eder. Her şeyden aşağı eder.
İzzet, İslam’dadır. İslam’ın ahkâmına uyan, aziz olur. Bu ahkâmı
beğenmeyip, izzeti, şerefi, saadeti başka şeylerde arayan zelil olur.)
İnanca saygı
Sual: Her dine, her inanca saygılı olmalı deniyor. Doğru mudur?
CEVAP
248
www.dinimizislam.com
Akaid kitaplarında deniyor ki:
Tazim edilmesi emredilen bir şeyi tahkir etmek ve tahkir edilmesi
emredilen bir şeyi tazim etmek küfürdür. (Birgivi vasiyetnamesi şerhi)
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(İmanın temeli, Müslümanları yani Allah’ın dostlarını sevmek ve
kâfirleri yani Allah’ın düşmanlarını, din düşmanlarını sevmemektir.)
[İ.Ahmed]
Tahkir edilmesi ve buğz edilmesi emredilen bir şeye saygı göstermek,
doğru olmaz. Saygı göstermek, onu yüceltmek anlamına gelir. Müslüman
elbette kimseye kötülük etmez, kimseye zor ile kendi inancını kabul
ettirmeye çalışmaz. Dost düşman, kimse ile münakaşa etmez. Herkese
karşı güler yüzlü ve tatlı sözlü olur. Fakat, saygı göstermek ayrıdır, iyi
geçinmek, kalbini incitmemek ayrıdır. Bu ikisini karıştırmamalıdır.
Saygı ne demek?
Sual: Bizim ibadetlerimize saygı gösteren, bayramlarımızı tebrik eden
gayrimüslimlerin ibadetlerine, dini bayramlarına saygılı olmamız, Noellerini
tebrik etmemiz gerekmez mi?
CEVAP
Gayrimüslim, ibadetlerimize saygılı olsa, kâfirliğine asla bir zararı
olmaz. Hatta Müslümanlar saygı için cami yaptırsa, Ramazanda oruç tutsa,
bayramlarımızı tebrik etse, dinlerine, inançlarına bir zarar gelmez. Fakat bir
Müslüman, onlara mahsus ibadetleri yaparsa, mesela haç takarsa, zünnar
kuşanırsa, Noel’i kutlarsa kâfir olur.
Saygı duymak, kıymet vermek demektir; fakat günümüzde farklı
anlamda kullanılabiliyor. Mesela, oruçlu bir kimse rahatsız olmasın diye,
yanında yiyip içmeyen için, Müslümanın orucuna saygı gösterdi deniyor.
Bu anlamda, Müslümanlar da, hiçbir gayrimüslimin ibadetine, bayramına
karışmaz. Dinimiz, herkese din ve ibadet hürriyeti vermiştir. Fakat onların
kiliselerine, haçlarına ve dini bayramlarına hürmet edilmez. Bu ikisini
karıştırmamalıdır.
Papanın jesti
Sual: Papa, jest olsun diye, Sultanahmet Camiinde kıbleye karşı
durup dua etti. İmamların, müftülerin de papanın jestine karşılık, kilisede
haç çıkarması uygun olmaz mı?
CEVAP
249
www.dinimizislam.com
Her şeyde fedakârlık olur, dinde ve namusta fedakârlık olmaz. Bir
gayri müslim jest olsun diye karısını teklif etse, Müslüman da buna karşı
aynı şeyi yapması haç çıkarmaktan daha hafif olur. Çünkü karısını peşkeş
çekmek haram, haç çıkarmak küfürdür.
Bir kâfir, camiye girip dua etmekle kendi bâtıl dinine hiç bir zarar
gelmez. Ama bir Müslüman, Hıristiyanların ibadetlerine mahsus olan bir
şeyi yaparsa, mesela haç çıkarırsa, boynuna haç takarsa, vaftiz olursa,
imanını kaybeder, kâfir olur. Jeste karşılık verilmesini söyleyenler din
cahilleridir.
Kilisede namaz
Sual: Amerika'da âyinlere katılarak Hristiyanları hoşnut etmeye kalkan
Müslümanlar, kiliselerde de, namaz kılıyorlarmış. Kilisede namaz kılmak
caiz olur mu?
CEVAP
Âyinlere katılmak caiz olmadığı gibi, kilisede namaz kılmak da caiz
olmaz. Bunlar, misyonerlik faaliyetlerinin yeni şeklidir. Kiliseyi
Müslümanlara şirin göstermeye çalışıyorlar. İbni Âbidin hazretleri
buyuruyor ki:
Kilisede namaz kılınmaz ve Kur'an-ı kerim okunmaz, çünkü kilisede
şeytanlar toplanır. Kilise putlardan temizlenirse, namaz kılmak caiz olur.
(Redd-ül-muhtar)
Âyinlerine katılmakla veya kilisede namaz kılmakla, Hristiyanlar,
Müslümanlardan hoşnut olmazlar. Çünkü bir âyet-i kerimede mealen
buyuruluyor ki:
(Sen, onların dinine uymadıkça, Hristiyanlar ve Yahudiler senden
hoşnut olmazlar. De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın [bildirdiği İslamiyet]
yoludur.) [Bekara 120]
Yani Ehl-i kitap, doğru yolda [Allah'ın yolunda] değildir. Ehl-i kitabın
bozuk dinine girmedikçe, istavroz çıkarılsa da, haç altında âyin yapılsa da,
Hristiyanlar Müslümanlardan hoşnut olmaz. Zaten Hristiyanlar,
maksatlarının, Müslümanları Hristiyanlaştırmak olduğunu da gizlemiyorlar.
Beddua etmek
Sual: Okul arkadaşım, (Biz ehl-i kitaba hiç beddua ve lanet etmeyiz,
Allah kahretsin demeyiz, Allah ıslah etsin deriz. Özellikle, “Allah Yahudileri
ve Hristiyanları ıslah etsin” diye dua ediyoruz. Bunların Müslüman olma
ihtimalleri olduğu için bedduadan kaçıyoruz. Peygamberimiz de kâfirlere
250
www.dinimizislam.com
beddua etmedi ve onlardan, daha sonra Müslüman olanlar oldu. Beddua
etseydi, onlar Müslüman olamazdı. Peygamberimize uyarak, biz de
beddua etmiyoruz) dedi. İslam düşmanlarına, kahrolsun demek caiz
olmuyor mu?
CEVAP
Önce şu hususu açıklayalım. Böyle düşünenler, Ehl-i Kitabın ebedi
Cehennemlik olduğunu bildiren âyetleri tarihsel kabul ediyor, yani onları
kâfir bilmiyor. Bu bakımdan, onların ıslah olmaları için niye dua etsin ki? Bu
işte bir gariplik yok mu?
Allah ve Resulü ile İslam âlimleri, zalimlere, kâfirlere beddua etmiştir,
lanetlemiştir, kahrolsunlar demişlerdir. Onlar hâşâ bunların Müslüman
olabileceğini, onun için beddua etmemek gerektiğini bilememişler mi?
Birkaç âyet-i kerime meali şöyledir:
(Allah onları [Yahudi ve Hıristiyanları] kahretsin!) [Tevbe 30]
(Allah’ın laneti inkârcıların üzerine olsun.) [Bekara 89]
(Allah, inkârları yüzünden onlara [Yahudilere] lanet etmiştir.) [Nisa
48]
(Allah’ın eli sıkı diyen Yahudilere lanet olsun!) [Maide 93]
(Allah’ın laneti zalimlerin üzerine olsun!) [Araf 44]
(Bozgunculara lanet olsun.) [Rad 25]
(Koyu bir cehalet ve gaflet içinde olan o yalancılar kahrolsun!)
[Zariyat 10,11]
Peygamber efendimiz de, bazı gruplara beddua etmiştir. Birkaç hadis-i
şerif meali:
(Yahudileri Allah kahretsin, iç yağını Allah haram edince, onu
eriterek satıp parasını yediler.) [Müslim]
(Allah Yahudi ve Hristiyanları kahretsin! Peygamberlerinin
kabirlerini mescid edindiler. Siz Arap topraklarında iki din
bırakmayın!) [Beyhekî]
(Karşı cinsin elbisesini giyene lanet olsun!) [Hâkim]
(Lutilere Allah lanet etsin!) [Beyheki]
(Bid’at ehline lanet olsun!) [Deylemi]
(Paraya tapana lanet olsun!) [Tirmizi]
(Kızını fâsıkla evlendirene lanet olsun.) [Şir’a]
Küfürle iman birleşmez
Sual: Bir arkadaşa, (Niye kiliseye gidiyorsun?) dedim. (Ben Müslüman
Hıristiyanlarla görüşüyorum. Ehl-i kitabın, yani Yahudi ve Hıristiyanların
içinde hak yolda olanların da bulunduğunu Kur’an haber veriyor) dedi. İşte
251
www.dinimizislam.com
o âyet: (Ehl-i Kitabın hepsi bir değildir. Kitap ehli içinde doğruluk
üzere bulunan bir ümmet vardır ki, gecenin saatlerinde onlar secdeye
kapanarak Allah'ın âyetlerini okurlar.) [Al-i İmran 113]
“Müslüman kitap ehli” veya “Müslüman Hıristiyanlar” diye bir şey var
mı?
CEVAP
Elbette, öyle bir şey olamaz. Bir insan, Müslümandır veya
gayrimüslimdir. Müslüman Yahudiler veya Müslüman Hıristiyanlar,
Müslüman Protestanlar olmaz. Tersi de olmaz. Yani Protestan
Müslümanlar, Hıristiyan Müslümanlar da olmaz. Başka bir ifadeyle iki zıt
şey bir arada olmaz, imanla küfür zıttır, bir arada olmaz.
(Müslüman Hıristiyan) tabiri dinimize zıttır; çünkü İmam-ı Rabbani
hazretleri buyuruyor ki:
İslam’la küfür birbirinin zıttı, tersidir. Birinin bulunduğu yerde, öteki
bulunamaz, gider. Bu iki zıt şey bir arada bulunamaz. Birisine kıymet
vermek, ötekini aşağılamak olur. (1/163)
Allahü teâlâ, birçok âyette, hatta bu âyetten üç âyet önce, ehli kitabın
kâfir olduğunu bildiriyor. Bu âyette de onların doğruluk üzere
bulunduklarını bildirir mi hiç? Hâşâ, böyle çelişkili olur mu?
O arkadaş, ne diye 110, 111, 112. âyeti almıyor da sadece 113. âyeti
alıyor? Âyetin dördü birlikte alınınca mesele ortaya çıkıyor. Kurtubi,
Beydavi ve diğer tefsirlerde bildirilen olay şudur:
Orada bahsedilen ehl-i kitaptan kasıt Hıristiyanlar değil, Yahudilerdir.
Hak yolda olup namaz kılanlar da, Yahudilerden Müslüman olanlarıdır;
yoksa Hıristiyan veya Yahudi secdeye kapanıp namaz kılar mı? Kılsa da,
iman etmedikçe faydası olmaz. Âyet-i kerimenin sebeb-i nüzulünde
buyuruyorlar ki:
Yahudi hahamları, Müslüman olan Yahudiler için, (Bizim ırkımızdan
olduğu halde, Muhammed’e iman edenlerde hayır yoktur, eğer hayır
olsaydı ecdatları olan benî İsrail’in dinini bırakıp da Müslüman olmazlardı)
dediler. Bunun üzerine bu âyetler indi. O âyetlerin mealleri:
(Siz [Müslümanlar], insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en
hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah'a
inanırsınız. Ehl-i kitap da [Yahudiler de] inansaydı, elbet bu, kendileri
için çok iyi olurdu. İçlerinde iman edenler, [Müslümanlığı kabul edenler]
varsa da, çoğu yoldan çıkmıştır. Onlar [Yahudiler] size, incitmekten
başka zarar veremezler. Sizinle savaşacak olsalar, arkalarını dönüp
kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez.) [Al-i İmran 110, 111]
252
www.dinimizislam.com
(Onlar [Yahudiler], nerede bulunurlarsa bulunsunlar [öldürülmek,
esir edilmek, malları elinden alınmak, cizye vermek, her yerde,
Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasında hakir olmak gibi] üzerlerine zillet
[damgası] vurulmuştur [kurtulamazlar]. Meğerki Allah’ın ipine [dinine] ve
[inanan] insanların ahdine [sığınmış] olsunlar. Onlar döne dolaşa,
Allah’ın hışmına uğradılar. Üzerlerine de bir miskinlik vuruldu. Bunun
sebebi, onlar Allah’ın âyetlerini inkâr etmişler, Peygamberleri haksız
yere öldürmüşler, isyan etmişler ve aşırı gitmişlerdi. Ehl-i kitabın
[Yahudilerin] hepsi bir değildir, onlardan [Müslüman olanlar] dimdik
ayakta [iman edip İslam’ın emirlerini yerine getiren] bir ümmet [hak yolda
olan bir topluluk] vardır ki, geceleyin secde ederler [namaz kılıp,
namazda] Allah’ın âyetlerini okurlar.) [Al-i İmran 112, 113]
Beydavi tefsirinde diyor ki: Ehl-i kitaptan olup da, iman eden
Müslümanlar, diğer Müslümanlar gibi gece vaktinde Kur’an-ı kerimi yatsı
namazlarında okurlardı. Resulullah efendimiz, bir gün yatsı namazına, her
günkünün aksine geç geldi, cemaatin beklediğini görünce yukarıdaki
âyetleri okuyarak buyurdu ki:
(Bu vakitte, siz Müslümanlardan başka Allah’ı zikreden [namaz
kılan] hiçbir din ehli yoktur.)
Müslüman olmayanların içinde, hak yolda olan olur mu hiç? Yani
Cennetlik Yahudi, Cennetlik Hıristiyan olmaz. Allah indinde hak din yalnız
İslam’dır. Birkaç âyet-i kerime meali şöyledir:
(Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran 19]
(Sizin için din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3]
(İslam’dan başka din arayan, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.)
[Al-i İmran 85]
Bu konudaki birkaç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Cennete sadece Müslüman olan girer.) [Buhari, Müslim]
(Beni duyup da iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan elbette
Cehenneme girecektir.) [Müslim]
Çünkü gayrimüslimler, imansızdır. Peygamber efendimiz imanı şöyle
tarif etmiştir:
(İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe
[yani Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana], kadere, hayrın ve şerrin
Allah’tan olduğuna, ölüme, öldükten sonra dirilmeye, inanmak ve
Muhammed aleyhisselamın Allahın kulu ve Resulü olduğuna şehadet
getirmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai]
Amentü’deki altı esastan birini inkâr eden kâfir olur. Sadece Allah’a
inandım demek kâfi değildir. Hıristiyan ve Yahudiler, bizim peygamberimiz
253
www.dinimizislam.com
dâhil bütün Peygamberlere inanmadıkça kâfirlikten kurtulamazlar.
Yahudiler, Hazret-i İsa’ya, Hıristiyanlar da, Muhammed aleyhisselama
inanmadıkları için kâfir oldular. Amentü’de bildirilen altı husustan birini,
mesela kaderi inkâr eden, kâfir olur, bütün iyi amelleri yok olur. (Redd-ülmuhtar)
Ehl-i kitab Cennete giremez
Sual: (Gerçek Hıristiyan olan bir kimse, “Hazret-i Muhammed
Peygamberdir, Kur’an da Allah kelamıdır” diye inansa, Cennete girer)
diyenler oluyor. Sadece buna inanmak yetiyor mu, Hıristiyanlıktan ayrılıp
Müslüman olmak şartı da yok mu?
CEVAP
Öyle inanmakla, bir kâfir Müslüman olmuş olmaz. Önce küfrünü terk
etmesi gerekir. Müslümanlığı kabul etmesi ve sevmesi de şarttır. Hıristiyan
olan kimse, Ehl-i kitab kaldığı sürece cehennemliktir. Bir âyet-i kerime
meali:
(Ehl-i kitab [Yahudi ve Hıristiyan] olsun, müşrik olsun bütün
kâfirler, muhakkak Cehennemdedir, orada ebedi kalırlar. Onlar
yaratıkların en kötüsüdür.) [Beyyine 6]
Tahrif edilmemiş İncil ortaya çıksa bile, Müslüman olmak şarttır.
İslamiyet’in gelmesiyle, önceki bütün dinler nesh edilmiştir. Bir âyet-i
kerime meali:
(İslam’dan başka din arayan, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.)
[Al-i İmran 85]
Bu konudaki bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Beni duyup da iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan Cehenneme
girecektir.) [Hâkim]
İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
Hem Müslümanlığı, hem de kâfirlik ibadetlerini yapan, müşriktir.
Kâfirliği beğenen de müşriktir. Müslüman olmak için, kâfirlikten kaçınmak
lazımdır. Mümin olmak için, şirkten sıyrılmak şarttır. (3/41)
Mason Abduh taraftarı
Sual: Bir ilahiyatçı, (Son devir İslam âlimlerinden Abduh ve
talebesi Reşit Rıza’nın, “Son peygamberden sonra yaşayan ve
Müslüman olmayanlardan, Allah’a, ahiret gününe iman eden ve salih
amel işleyen kimseler de kurtuluşa erecekler” sözü savunulabilir)
diyor. İmanın şartı altı değil mi? Sadece Allah var, ahiret var demekle iman
254
www.dinimizislam.com
olur mu? Bir de, salih amel deniyor. Amel imandan parça mı da, böyle
söyleniyor?
CEVAP
Sicilli mason Abduh’la çömezi mezhepsiz Reşit Rıza, İslam âlimi değil,
birer İslam düşmanıdır. Kahire mason locası reisi olan Cemaleddin
Efgani’nin İslam’ı içeriden yıkma propagandalarına aldanan mason Abduh
hakkında önce kısaca bilgi verelim:
Beyrut mason locası başkanı, (Mısır’da Efgani’den sonra mason
locası başkanı olan imam Abduh, masonluk ruhunu yayarak çok
hizmet etti) diyor. (Daire-tül-mearif-ül-masoniyye s. 197)
Efgani’den sonra, Abduh da, masonluğa çok yardım etti. (Les francomaçons s. 127)
(Salih amel işleyen kâfir de olsa, Cennete girer) diyor. Hayranı Seyyit
Kutup bile, (Üstad Abduh, düşünüşünü nakzeden âyetleri hatırlamıyor)
diyerek tenkit ediyor. [Nisa 124. âyetinin tefsirinde]
Fil suresindeki kuşlara sivrisinek, attıkları taşlara da mikrop diyor.
Elmalılı Hamdi, tefsirinde buna gerekli cevabı vermiştir. (s. 84, 87)
(İslamiyet ve nasraniyet) kitabında, (Bütün dinler birdir. Dış
görünüşleri değişiktir) diyor. Londra’daki papaza yazdığı mektupta,
(İslamiyet ve Hıristiyanlık gibi iki büyük dinin el ele vererek kucaklaşmasını
beklerim) diyor. (F. Bilgiler) [Hıristiyanlığa büyük din diyor.]
Mehmet Sofuoğlu, (Abduh faize helal der, Kur’anı mahlûk kabul eder)
diyor. (Tefsir kitabı s.41)
Yüksek İslam enstitüsü eski müdürü Ahmed Davudoğlu, Din
Tahripçileri kitabında diyor ki:
1- Şeyh-ül-islam Mustafa Sabri efendinin (Mevkıful akl) kitabında
dediği gibi, Abduh, Efgani vasıtasıyla Ezhere masonluğu sokup kadınların
açılmasını destekledi. (s. 81)
2- Ezher Mecellesinde, (Mısır’da ilk mason locasını kuran Abduh’tur)
diyor. (s. 81)
3- Şeytan, cin gibi şeyleri kabul etmez. Mucizeler, ona göre İslam için
birer kara lekedir. Mesela Hazret-i Musa’nın denizi yarma mucizesine,
med-cezir olayı der. (s. 82, 83)
4- Kur’anda bulunan her şeye doğru demek gerekmediğini söyler. (s.
82)
5- Teselsülün batıllığına inanmaz. (s. 82) [Sırf bu bile, Abduh’un
küfrünü gösteren bir delildir.]
Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri buyuruyor ki:
255
www.dinimizislam.com
(Abduh, İslam âlimlerinin büyüklüğünü anlayamamış, İslam
düşmanlarına satılmış, sonunda mason olarak İslamiyet’i içerden yıkan
azılı mülhidlerden olmuştur.)
Mezhepsiz Reşit Rıza, hocası mason Abduh’un dinde reformcu
fikirlerini yaymak için Mısır’da El-Menar dergisini çıkardı. (Eldavetü velirşad) medresesinde hocalık yaptı. El-Muhaverat kitabında, Ehl-i sünnet
mezhebine ve fıkıh kitaplarına saldırdı.
Mezhepsizler kitabında Dr. Hasib Es-Samirai [Ali Nar tercümesinde]
diyor ki:
Reşit Rıza ne aldıysa, M. Abduh’tan aldı. O da bütün sermayesini,
şarkın filozofu denilen Efgani’den devşirdi. Yani bu iki zatın, özü ve fikrî
hüviyeti üstadlarına bağlıdır. (s. 45)
Reşit Rıza, Efgani’nin fikir mirasçısı ve çömezi Abduh’la beraber
olmuştur. (s. 80)
El-Menar dergisinde Vehhabiler hakkında çeşitli makaleler yayımlayan
Reşid Rıza, Vehhabi hareketini yerinde ve lüzumlu görmüştür. [Prof. Yusuf
Ziya Yörükan, "Vahhabilik", A.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı 6]
Eserleri incelendiğinde bozuk mutezile fırkasının fikirlerinin hâkim
olduğu görülür. Yaymaya çalıştığı düşüncelerinden bir kısmı şunlardır:
1- Mucizeleri kendi düşüncesine göre tevil etmekte ve birçoğunu inkâr
etmektedir.
2- Hazret-i Musa ve Hazret-i İsa’nın peygamberliklerine dil
uzatmaktadır. İsa aleyhisselamın diri olarak göğe kaldırıldığı Kur’an-ı
kerimde bildirildiği ve Ehl-i sünnet âlimleri bunu açıklayıp izah ettikleri
halde o, (İsa aleyhisselam öldü) demektedir.
3- Cinlerin varlığını kabul etmeyip, onlara zararlı mikroplar der.
(Tefsir-i Menar 3/s.95,96) Hâlbuki cinlerin varlığı, yaratıldığı Kur’an-ı
kerimde ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmektedir.
4- Ehl-i sünnetin dört hak mezhebini kabul etmiyor, mezhepler
birleştirilmeli diyor. Bu konuda yazdığı (Muhaverat) veya (Telfık-ı
mezahib) kitabının propagandası, yandaşları tarafından yapılmaktadır. Bu
kitabında, üstadı Abduh gibi dört mezhebi tenkit etmiş, mezhepleri şahsi
tartışmalar şeklinde göstererek, (İslam birliğini bozmuşlardır) diyecek
kadar ileri gitmiştir. Bin yıldan beri dört mezhepten birine uyan halis
Müslümanlarla alay etmiştir.
Muhaverat kitabında, dört mezhebe çatılmakta, İslam bilgilerinin dört
kaynağından biri olan (icma-ı ümmet) inkâr edilmekte, herkes kitaptan,
sünnetten kendi anladığına göre amel etmeli denilmektedir. Böylece, İslam
bilgilerini ve İslam birliğini kökünden yıkmak istemektedir. Maalesef
256
www.dinimizislam.com
yandaşları bu kitabı Türkçeye tercüme ederek bozuk fikirlerini her tarafa
yaymaya çalışıyorlar.
Mezhepsiz Reşit Rıza
Reşid Rıza’nın resmi, geçtiği an elime,
Neler geçti içimden, neler geldi dilime.
Sakalını kısaltmış, sünnete hiç uymamış,
Kulakları tıkanmış, hak sözleri duymamış.
Doğru yola girmedi, dolaştı hep kenarda,
Ne zehirler kusmuştu, Mecelle-i Menarda.
(Muhaverat) adıyla, düzdü sayısız yalan,
Okuyan afyonlandı, sapıttı nice insan.
Hocası Abduh gibi, ne naneler yemişti,
İslamı kendisine uydurmak istemişti.
Sayısız hurafeler soktu din-i İslama,
Haince saldırmıştı mübarek dört imama.
Büyük bir insan diye Firavun’u övmüştü,
Hazret-i Musa için, (O bir kâhin) demişti.
Lakin peygamber dedi, kral Hammurabi’ye,
Reformu örnek oldu bugünkü Vehhabiye.
Ölçü aldı kendine, mezhepsiz Şevkani’yi,
Büyük bir üstad bildi, farmason Efgani’yi.
Ne kadar sapık varsa, hepsine kucak açtı,
Dört mezhebin üstüne, telfik zehiri saçtı.
Dil uzattı selefe, büyük küçük bilmedi,
Mezhebi bid’at saydı, taklide haram dedi.
Şer’i delil dört iken, ikisini kaldırdı,
İcma ile kıyasa, pek sinsice saldırdı.
Mucizelerin hepsi, görünmüşken aşikâr,
Kimini tevil etti, kimini ise inkâr.
İnanmadı hadise, mütevatir habere,
Şüphe gözüyle baktı, meşhur Şakk-ul kamere.
Sözde din adamıydı, düşmanlık etti dine,
İctihadlar yapmıştı, hiç bakmadan haddine.
Âlimlere küfretti, gayet edepsiz idi,
Ehl-i sünnet düşmanı, koyu mezhepsiz idi.
Sakın aldanmayalım, Mısırlı bu fellaha!
Küfre varan sözünden, sığınalım Allah’a!
257
www.dinimizislam.com
Şimdi de, Reşit Rıza’nın, (Son peygamberden sonra yaşayan
gayrimüslimlerden, Allah’a, ahiret gününe iman eden ve salih amel
işleyenleri de kurtuluşa ereceklerdir) sözüne cevap veriyoruz:
Amentü’de bildirilen imanın şartı altıdır. Bunlardan birini bile kabul
etmeyen nasıl kurtuluşa erer ki? Peygamber efendimiz, Buhari ve Müslim
gibi en sahih iki hadis kitabında, (Cennete sadece Müslüman olan girer)
buyuruyor. Reşit Rıza, Müslüman olması şart değil diyerek, Resulullah
efendimizi yalanlıyor. Peygamberlere inanma, melekleri inkâr et, kitapları
kabul etme, imanın diğer şartlarını hiçe say ve kurtuluşa er! Bu kadar
saçmalık olur mu? Reşit Rıza’nın amentüsünde, salih amel de geçiyor.
Kime göre salih amel? Kur’an-ı kerimi iman esasları arasından çıkarınca,
dört hak mezhepten birine uymayınca, neye göre salih amel işleyeceksin?
Dört mezhepten birine uymadıkça dine uygun sahih namaz kılınamaz.
Sonra, imanı olmayanın amelini, Allahü teâlâ kabul eder mi?
Mezhepsiz Reşit Rıza’nın böyle saçma inançlarını gündeme getirip
savunmak kadar büyük tehlike var mıdır? Amentü’deki altı esasa
inanmayan, mümin olamaz. İslamiyet’ten başka hak din yoktur. Kur’an-ı
kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Âl-i İmran 19]
(Kim İslam’dan başka din ararsa, bilsin ki, o din asla kabul
edilmez.) [Âl-i İmran 85]
(Yahudiler, Üzeyr’e, Hristiyanlar da Mesih’e Allah’ın oğlu dediler.
Daha önceki kâfirlerin [“melekler Allah'ın kızlarıdır” diyenlerin] sözlerine
benziyor. Allah onları kahretsin! Nasıl da sapıtıyorlar.) [Tevbe 30] (Ehl-i
kitap, diğer kâfirleri taklit ettikleri için kötülenmektedir.)
(Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin! Onlar,
[İslam düşmanlığında] birbirinin dostudur. Onları dost edinen de
onlardan [kâfir] olur. Allahü teâlâ, [kâfirleri dost edinip, kendine]
zulmedenlere hidayet etmez.) [Maide 51] (Ehl-i kitap, kâfir olduğu için
dost olmaz.)
(Sen, onların dinine uymadıkça, Hıristiyanlar ve Yahudiler senden
hoşnut olmaz. De ki: Doğru yol, ancak Allah’ın [bildirdiği İslamiyet]
yoludur.) [Bekara 120] (Yani, Ehl-i kitap, doğru yolda, [Allah’ın yolunda]
değildir. Ehl-i kitabın bozuk dinine girmedikçe, Resulullahtan hoşnut
olmazlar.)
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Beni duyup da iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan elbette
Cehenneme girecektir.) [Hâkim]
258
www.dinimizislam.com
Müşriklerle işbirliği
Sual: (Dünyadaki dinsizliği, şirki yok etmek için, Hıristiyanlarla el
ele, omuz omuza vermek şarttır) deniyor, Noelleri kutlanıyor. Kitapsız
kâfirleri, kitaplı kâfir yapmak için çalışmak, Hıristiyanlığa hizmet olmuyor
mu?
CEVAP
Bugün dünyada, şirksiz [müşrik olmayan] Hıristiyan yok gibidir. Müşrik
olmayıp Ehl-i kitab olsalar da, yine hepsi kâfirdir. Bu kitaplı kâfirlere hizmet
etmek, dinimize düşmanlık olur. Dinsiz Türkleri Hıristiyan [Ehl-i kitab]
yapınca elimize ne geçecektir? Ehl-i kitabın kendisi Cehennemliktir. Bir
âyet-i kerime meali:
(Elbette, ehl-i kitap olsun, müşrik olsun, bütün kâfirler Cehennem
ateşindedir. Orada ebedi kalırlar. Onlar yaratılmışların en kötüsü, en
şerlileridir.) [Beyyine 6]
Şu hâlde yaratılmışların en kötüsü olan Ehl-i kitabla omuz omuza
verip, diğer şerli olan müşrikleri Ehl-i kitab yapmak ne büyük gaflettir!
Dinsizin Müslüman olma ihtimali vardır; ama Hıristiyan olunca bu ihtimal
çok zayıflar. Üstelik bugün omuz omuza verilmesi istenen Hıristiyanların,
büyük ekseriyeti müşriktir. Hıristiyanlar, üç ilaha inanıp, (İsa’da ilahlık
sıfatları var. Babası gibi, her dilediğini yaratır. Ebedi, ezeli olarak
diridir) diyorlar. Bunun için, böyle bilenleri müşriktir. Böyle inanmaya şirk,
böyle inanana da müşrik denir.
Din kitaplarında bildiriliyor ki: Bir Müslüman, müşrik olan bir kızla
evlenemez, müşriklerin kestikleri hayvan leş olur, yenmez. Müşrik bir
kadınla evlenen Müslüman kâfir olur. (Eşbah, Hadika)
Âyet-i kerimede bildirildiği gibi, insanların en kötüsü olan müşriklerle,
Ehl-i kitabla işbirliği içinde olmak büyük gaflettir, hatta İslamiyet’e
hıyanettir. Bu gafletten uyanmalıdır. Noel gibi gayr-i Müslimlerin
bayramlarını kutlamanın küfür olduğu da din kitaplarında yazılıdır.
Müminin dostu kimdir?
Sual: (İmanda ittifak halinde olduğumuz Yahudilerle Hristiyanlar,
dinsizliğe karşı bizim dostumuzdur) deniyor. Gayrimüslimlerden dost olur
mu?
CEVAP
Müminlerin dostlarının kimler olduğunu, Allahü teâlâ mealen şöyle
bildiriyor:
259
www.dinimizislam.com
(Sizin dostunuz ancak, Allah ve Resulüyle, namazlarını kılan,
zekâtlarını veren ve Allah’ın emirlerine boyun eğen müminlerdir.)
[Maide 55]
Hıristiyanlar, başta Allah’ın Resulü Muhammed aleyhisselama
inanmazlar, diğer emirlerine de zaten riayet etmezler. Riayet etseler bile
Amentü’deki altı esasa inanmadıkça hiç kıymeti yoktur. Böyle oldukları için
Allahü teâlâ onlar için şöyle buyuruyor:
(Ey iman edenler, Yahudileri de, Hristiyanları da dost edinmeyin!
Onlar, [İslam’a olan düşmanlıklarında] birbirinin dostudur. Onları dost
edinen de, onlardan [kâfir] olur. Allahü teâlâ, [kâfirleri dost edinip,
kendine] zulmedenlere hidayet etmez.) [Maide 51]
Hoşgörülü olmak
Hoşgörülü rumuzlu birinin sorguları:
Sorgu: Hoşgörüye karşı çıkmakla ittihad-ı İslam’a ve (Müminler
kardeştir) âyetine uyulmamış olur. Kiliseye gitmeye, âyinlere katılmaya
tepki göstermek hoşgörüyü baltalamaz mı?
CEVAP
Bu tepkinin ittihad-ı İslam’la ve müminlerin kardeş olmasıyla ne
alakası vardır ki? Hristiyanlar Müslüman mı da onlarla ittihad-ı İslam için
çalışacağız? Hristiyanlara kucak açmakla ittihad-ı İslam nasıl gerçekleşir
ki? Hristiyanlarla Müslümanları birleştirmek için çalışmak, domuz sütüyle
koyun sütünü karıştırmaya benziyor. Bu karışıma da süt denir, ama koyun
sütü denmez. Domuz sütüne koyun sütü katılırsa, domuz sütüne zarar
gelmez. Ama koyun sütüne domuz sütü katılırsa, artık o, koyun sütü
olmaktan çıkar, hepsi necis olur. İttihad-ı İslam, Müslümanlar arasında olur.
Mümkünse, önce yetmiş parçaya bölünmüş Müslümanları tek doğru
fırkada birleştirmek gerekir. Müslümanlar arasında birlik sağlamadan nasıl
gayrimüslimlerle birlik sağlanacak ki? Hem onlarla ne birliği sağlanır ki?
Sorgu: Artık internetle kötülüğe ulaşmak çok kolay, bu kötülükler
dinlere hayat hakkı tanımadığı için, ayakta kalmak isteyen dinler,
hoşgörüden yana olmak zorunda değil midir?
CEVAP
Dikkat edin, dinler deniyor. Hak din bir tane değil mi? Bâtıl dinlerin
ayakta kalması bizi neden ilgilendiriyor ki? Hristiyanlar, Müslümanlığı yok
etmek için, dinsizlerden daha çok çalışıyorlar. Hristiyanların misyoner
teşkilatı var, ateistlerin böyle bir teşkilatı yok. Eskiden zimmî olanlar vardı.
Devletin gölgesinde yaşadıkları için, hoşgörü önem taşırdı. Zimmî
260
www.dinimizislam.com
olmayanlara o şekilde bir hoşgörü zararlı olur. İyi geçinmek ayrı, onun
küfrünü hoş görmek ayrıdır.
Sorgu: Dini, imanı yok eden TV programları yok mu? İçki ve fuhuş
moda hâline gelmedi mi?
CEVAP
Hoşgörü olunca bu programlar kalkacak mı? Misyonerlik bitecek mi?
Papaz, günah çıkarttığına göre, içkinin, fuhşun onlar için ne sakıncası olur
ki? Hem kâfire günah yoktur. Önce iman etmesi gerekir. Acaba onlar bu
günahlardan vazgeçirmeye mi, yoksa Müslümanları onlardan yapmaya mı
çalışıyorlar?
Sorgu: İçki, fuhuş gibi olumsuzluklar, dinlerden uzaklaşmayı
göstermiyor mu?
CEVAP
Hâlâ dinler deniyor. Bâtıl dinlerin bizimle ne ilgisi vardır? Allahü teâlâ o
dinleri nesh etti, Hak din olarak İslam’ı getirdi. Hâşâ o dinleri nesh etmeyip,
lüzumsuz yere mi İslamiyet’i getirdi? İslam’la diğer dinler mukayese kabul
eder mi? İnsan, diğer dinlerden ne kadar uzaklaşırsa, o kadar iyi olur. Bir
dinsizin Müslüman olması mümkün, fakat Hristiyan’ın senelerdir alıştığı
bâtıl dinini bırakıp da, Müslüman olması daha zordur.
Sorgu: Kiliseler, havralar gibi camiler de boşaldı. Hurafeler dinleri
sardı. Bunun için, dinler arasında yardımlaşma şart değil mi?
CEVAP
Diğer dinlerde hurafe olması bizi niye ilgilendirir ki? Kendisi hak değil
ki, içindeki bâtılları, hurafeleri temizleyelim? Domuz sütüne şarap katılsa, o
şarabı çıkarabilsek, o süt temiz olur mu hiç? Domuz sütünü necis yapan
şarap değildir, sütün kendisi necistir. Bir Hristiyan açık gezmese, içki
içmese, zina etmese, yalan söylemese, kumar oynamasa, diğer
kötülüklerin hiçbirini yapmasa, üstelik dünyanın her yerine cami yaptırsa
Allah indinde makbul olur mu? Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Kâfirlerin cami yapmaları ve diğer bütün [iyi] işleri, boşa gidecek,
Cehennemde sonsuz kalacaklar.) [Tevbe 17]
Sorgu: Hristiyanlarla anlaşıp omuz omuza çalışmamıza niye tepki
gösterilir ki?
CEVAP
Ne anlaşması, hangi prensiplerde mutabık kalınacak? Belki sadece
tek Allah inancı denebilir. Hristiyan, üç tanrı varken tek Allah’a inanır mı?
İnansa bile Peygamberimizi, kitabımızı ve imanın diğer şartlarını kabul
eder mi? Onlar, bize gölge etmesin, başka ihsan istemeyiz. Misyoner
faaliyetlerini durdursunlar yeter, ama hoşgörülü bunu istemez. Çünkü
261
www.dinimizislam.com
onların misyonerlik faaliyetlerini tasvip ederek, bunu hizmet kabul
ediyorsunuz. Biz de onlarla omuz omuza çalışalım diyorsunuz. Hristiyanlar
bize ne yardımı yapacak? Tarihte görüldüğü gibi, hizmet perdesi altında
Hristiyanlık propagandası yapacaklar. Zaten açıkça, (Esas gayemiz,
dünyayı Hristiyan yapmaktır) diyorlar.
Sorgu: Ne o beni Hristiyan yapabilir, ne de ben onu Müslüman
yapabilirim, bizim gayemiz, Hristiyanlarla el ele verip dinsizliği yok etmektir.
Bunun neresi yanlış?
CEVAP
Bir insan Müslüman değilse, hangi dinden olursa olsun ne önemi olur
ki? Bir insan ister Hristiyan, ister ateist olsun, ikisi de Cehenneme
gidecektir. Yoksa bu husustaki âyetlere inanmayıp tarihsel mi diyorsunuz?
Hristiyan’la el ele verip, birkaç dinsizi Hristiyan yapınca faydası ne
olacak? Onların tek gayesi, herkesi Hristiyan yapmaktır. Siz de onlarla el
ele verip, dinini bilmeyen Müslümanları kurban ederek, Hristiyan
dostlarınıza peşkeş mi çekeceksiniz? Yoksa reformcuların dediği gibi,
Hristiyanlığa hak din mi diyorsunuz?
Hak din İslam’dır
Sual: (Herkesin Müslüman olması dinin, Kur'anın hedefi değildir)
diyenler çıkıyor. Hedef, bütün insanların Cennete gitmesi değil midir?
Cennete de yalnız Müslüman gireceğine göre, bu söz yanlış değil mi?
Diğer dinler de hak ise, hâşâ Allah İslamiyet'i lüzumsuz yere mi gönderdi?
CEVAP
Elbette yanlıştır. Hâşâ, Allahü teâlâ lüzumsuz iş yapmaz. Yarattığı
bütün varlıkların, arıdan deveye kadar, taştan toprağa kadar, yerden göğe
kadar, hepsinin bir hikmeti vardır. Faydasız ve hikmetsiz bir şey
yaratmamıştır. Gönderdiği İslamiyet ise, bütün insanları iki cihan saadetine
kavuşturacak en büyük nimettir.
Allahü teâlâ cihadı, bütün insanların sonsuz saadete kavuşması için
emretmiştir. Cihadı farz kılmakla, kâfirleri Müslüman olmakla
şereflendirmeyi, onlardan cizye alarak İslamiyet'in himayesi altına
girenlerin çalışmalarına, ibadetlerine karışmayıp, canlarını, mallarını,
namuslarını korumayı emrediyor.
Müslüman olmayanların, huzura, barışa kavuşmaları, ancak
Müslüman olmak veya cizyeyi kabul etmekle mümkündür. Kur'an-ı kerime
uyulan yerlerde huzur, barış ve adalet kendiliğinden hâsıl olur. Allahü
teâlâ, zaten bunun için İslamiyet'i kullarına lütfedip, ihsanda bulunarak
262
www.dinimizislam.com
gönderdi. Muhammed aleyhisselamın gönderilmesi, bütün insanlara
rahmet oldu.
İşte Müslümanlar, kâfirleri bu tek yoldan huzura, barışa kavuşturmak
için cihad eder. Bütün insanların Müslüman olmakla şereflenmeleri için
canlarını, mallarını feda ederler.
Allahü teâlâ, bütün insanları Müslüman olmaları için yarattığını
bildiriyor. Bütün insanlara, Müslüman olmalarını emrediyor. Kullarını bu
saadete kavuşturmak için cihad edenlere çok sevab vereceğini söz veriyor.
Cihadda ölenlere şehitlik rütbesi veriyor.
Cihad, Kelime-i tevhidi, yani imanı, İslam'ı yaymak demektir. İnsanlar
arasında adaleti, huzuru, barışı ve emniyeti gerçekleştirmek için tek çıkar
yol, dünyanın her yerine kelime-i tevhidi yaymaktır. Dünya barışı, ancak
böyle sağlanabilir.
Cihad, bütün insanları iman etmeye çağırmak, bu çağrıyı işitmelerine
ve kabul etmelerine mani olan diktatörlerle devletin savaşmasıdır. Fertlerin
cihadıysa, malla, fikirle ve dua etmekle, İslam ordusuna yardım etmektir.
Cihad, farz-ı kifayedir. (Dürr-ül-muhtar)
Cihadı emreden âyet-i kerimelerden birkaçının meali şöyledir:
(İman edenler, [yurtlarını, mallarını bırakıp] hicret edip, Allah
yolunda cihad edenler, Allah’ın rahmetini umarlar.) [Bekara 218]
(Ey müminler, Allah yolunda cihad edin ki, kurtuluşa eresiniz.)
[Maide 35]
(İman edip de hicret edenlerin ve Allah yolunda mallarıyla,
canlarıyla cihad edenlerin, Allah katında dereceleri daha üstündür.
Kurtuluşa erenler de işte onlardır.) [Tevbe 20]
(Mal ve canlarını feda ederek din düşmanlarıyla, Allah rızası için
cihad eden Müslümanlar, oturup ibadet edenlerden üstündür.
Hepsine de Cenneti söz verdim.) [Nisa 95]
(Ey Nebi, kâfirlerle [silahla] ve münafıklarla [öğütle, delille, belgeyle]
cihad et, [öğüt de kâr etmezse] onlara sert davran! Onların gidecekleri
Cehennem, ne kötü yerdir.) [Tevbe 73,Tahrim 9]
(Savaştan geri kalan münafıklar, mallarıyla, canlarıyla Allah
yolunda cihad etmekten hoşlanmayıp, “Bu sıcakta savaşa gidilir mi?”
dediler. Onlara, Cehennem ateşinin daha sıcak olduğunu söyle!
Keşke bunu anlayabilselerdi.) [Tevbe 81]
(Sonradan iman eden ve hicret edip sizinle beraber cihad edenler
de sizdendir.) [Enfal 75]
(Ey iman edenler, din düşmanlarının eziyetlerine sabredin!
Onlarla olan cihadda üstün gelmek için, sabır yarışı yapın. Sınır
263
www.dinimizislam.com
boylarında, kâfirlere karşı cihad için nöbet bekleyin ve Allah’tan
korkun ki, kurtuluşa eresiniz) [Al-i İmran 200]
(Gerçek müminler, Allah yolunda cihad eder, kötülenip
kınanmaktan korkmaz.) [Maide 54]
(Mekke’nin fethinden önce malını veren ve cihad edene, fetihten
sonra malını dağıtan ve cihad edenden daha büyük derece vardır.
Allah, hepsine Cenneti vaat etti.) [Hadid 10]
(Hafif ve ağırlıklı olarak [kuvvetli-zayıf, genç-yaşlı, zengin-fakir, yayaatlı, silahlı-silahsız, hepiniz] savaşa çıkın, malınızla, canınızla Allah
yolunda cihad edin! Bu sizin için daha iyidir.) [Tevbe 41]
(Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya
çıkarmadan, Cennete gireceğinizi mi sandınız?) [Âl-i İmran 142]
(Hakiki müminler, Allah ve Resulüne iman ettikten sonra,
imanlarında şüpheye düşmeyip Allah yolunda malları ve canlarıyla
cihad edenlerdir.) [Hücurat 15]
(Allah’a ve Resulüne iman edip, malınızla, canınızla Allah yolunda
cihad etmenizin, sizin için çok hayırlı olduğunu bilmelisiniz.) [Saf 11]
Bir hadis-i şerif de şöyledir: (Cihadla emrolundum. “La ilahe illallah”
dedirtene kadar, onlarla savaşırım.) [Siyer-i kebir]
İslamiyet cihanşümul bir dindir
Hazret-i Âdem'den beri gelen dinlerde, dinin adı, gönderilen
peygamberin adıyla söylenirdi. Mesela, Hazret-i Musa'nın dinine
Musevilik, Hazret-i İsa'nın dinine İsevilik denirdi. Her peygamber, bir
bölgeye, bir kavme gelirdi. O bölgenin, o kavmin peygamberi olurdu. O din
belli bir zaman yürürlükte kalırdı. Sonra yeni bir peygamberle, yeni bir din
gönderilirdi.
İslamiyet ise, cihanşümul [evrensel, üniversal, küresel] olarak geldi. Bir
bölgeye, bir ırka değil, bütün insanlığa, bütün dünyaya geldi. Hükümleri de,
kıyamete kadar geçerli olduğu için, gönderilen peygamberin ismiyle
bildirilmedi. Yani Muhammedilik denmedi. Muhammed aleyhisselamın
getirdiği dine, İslamiyet dendi. Önceki dinlerin hiçbiri bozulmamış olsaydı
bile, nesh edildiği, yani yürürlükten kaldırıldığı için, artık o dinlerin hiç
birisiyle amel etmek caiz olmaz. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Hep birlikte Allah'ın ipine [Kur'ana, İslamiyet'e] sımsıkı sarılın!) [Âli İmran 103] (Herkes İslam’a sarılmalıdır.)
(Allah indinde hak din, yalnız İslam'dır.) [Al-i İmran 19] (Başka
dinler hak değildir.) (Başka dinler hak değildir.)
(İslam'dan başka din arayan, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.)
[Al-i İmran 85] (İslam’dan başkası geçersizdir.)
264
www.dinimizislam.com
(Allah, Resulünü, hidayet ve hak din İslamiyet'le gönderdi. İslam
dinini, diğer dinler üzerine üstün kıldı. [Muhammed aleyhisselamın hak]
Peygamber olduğuna şahit olarak Allah yeter.) [Feth 28]
(Müşrikler istemeseler de, İslam dinini diğer bütün dinlerden
üstün kılmak için resulü Muhammed aleyhisselamı, [sebeb-i hidayet
olan] Kur'an ve İslam diniyle birlikte gönderen Allah'tır.) [Saf 9]
(Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım
ve sizin için din olarak İslam'ı beğendim.) [Maide 3] (Allah'ın beğendiğini
beğenmeyenlere ne demeli?)
(Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin! Onlar,
[İslam düşmanlığında] birbirinin dostudur. Onları dost edinen de
onlardan [kâfir] olur. Allahü teâlâ, [kâfirleri dost edinip, kendine]
zulmedenlere hidayet etmez.) [Maide 51]
Diğer dinler, belli bir bölgeye, belli bir kavme gönderilmişken, İslamiyet
bütün dünyaya gönderildi. Peygamber efendimiz de bütün dünyadaki
milletlere gönderildi. Dört hadis-i şerif meali şöyledir:
(Her nebi kendi kavmine, ben ise, kızıl kara, her millete
gönderildim.) [Buhari]
(Her nebiye üstün kılındığım altı hasletten biri, bütün insanlara
gönderilmemdir.) [Müslim]
(Cennete ancak Müslüman olan girer.) [Buhari, Müslim]
(Beni duyup da iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan Cehenneme
girecektir.) [Hâkim]
Allah’a iman ne demektir?
Sual: (Allah’a iman şarttır, ama Amentü’deki diğer şartlara, mesela
Peygamberlere inanmak gerekmediği için Ehl-i kitap da Cennete gider)
deniyor. Amentü’nün tamamına inanmak şart değil mi? İnanmayan
Müslüman da olsa, Cehenneme gitmez mi?
CEVAP
Amentü’deki imanın şartlarından birini bile inkâr eden kâfir olur. İmanı
eksik tarif etmek, Allahü teâlâyı ve Resulünü yalanlamak olur. Peygamber
efendimiz, imanı şöyle tarif etmiştir:
(İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe
[Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana], kadere, hayrın ve şerrin
Allah’tan olduğuna, ölüme, öldükten sonra dirilmeye, inanmaktır.
Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim, Onun kulu ve resulü
olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai]
265
www.dinimizislam.com
Âyet ve hadislerdeki (Allah’a iman eden) ifadesi, mümin içindir.
Buradan, imanın diğer şartlarına inanmaya gerek yok denmez. İmam-ı
Kurtubi buyurdu ki: Allah’a iman, vacib-ul-vücud olan Allahü teâlânın
varlığını, Resulünün getirdiği tafsilata göre tasdik etmek demektir.
(Cami’u li-Ahkâm)
Bugünkü İncil ve Tevrat’ta bildirildiği gibi inanan, Allah’a iman etmiş
olmaz. Bir âyet-i kerime meali:
(Kendilerine kitap verilenlerden, Allah’a ve ahiret gününe
inanmayan, Allah’ın ve Resulünün haram ettiği şeyi haram tanımayan
ve hak dini [İslamiyet’i] din edinmeyenlerle, zelil bir halde kendi
elleriyle [boyun eğerek] cizye verinceye kadar savaşın!) [Tevbe 29]
Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kitab ehli bir kavme görevle gidince, La ilahe illallah
Muhammedün Resulullah demeye davet et! Bunu kabul ederlerse,
günde beş vakit namazın farz olduğunu bildir! Sonra da, Müslüman
zenginlerden alınıp fakirlerine verilen zekâtın farz olduğunu söyle!)
[Buhari, Müslim]
Yahudiler, Hristiyanlar ve diğer kâfirler, dinimizin emir ve yasaklarına
muhatap değildir. Onlara önce farz olan, iman etmektir. Müslüman
olmadıkça, Cennete gitmeleri de mümkün değildir. Müslüman olmayanın
Cennete gideceğini söylemek küfürdür. Birkaç âyet-i kerime meali:
(Kim İslam’dan başka din ararsa, bilsin ki, o din asla kabul
edilmez.) [Âl-i İmran 85]
(Kimi, ona [Muhammed aleyhisselama] iman etti, kimi ondan yüz
çevirdi. Bunlara da çılgın ateşli Cehennem yetti. Âyetlerimizi inkâr
edip kâfir olanları elbet ateşe atacağız.) [Nisa 55,56]
(Elbette, ehl-i kitaptan [Yahudi ve Hristiyan] olsun, müşriklerden
olsun bütün kâfirler Cehennem ateşindedir, orada ebedi kalırlar. Onlar
yaratıkların en kötüsüdür.) [Beyyine 6]
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Beni duyup da, bana inanmayan Yahudi ve Hristiyan, elbette
Cehenneme girecektir.) [Müslim]
Mazlum Hıristiyanlar
Sual: (Hıristiyanların mazlumları ve hak dine kuvvet verenler, Cennete
gidecektir) diyenler oluyor. Ehl-i kitabdan özellikle Hıristiyanların
mazlumları Cennete sokuluyor da, Ehl-i kitab olan Yahudilerin mazlumları
niye Cennete konmuyor?
266
www.dinimizislam.com
CEVAP
Yahudiler de kitab ehli olduğu halde, neden Hıristiyanlara bu
ayrıcalığın tanındığını bilmiyoruz. Hıristiyanların da, Yahudilerin de, ister
mazlum olsun, ister zalim olsun, isterse tek hak din Müslümanlığa hizmet
etsin, hepsi Cehenneme gidecektir. Cennete sadece Amentü’deki altı
esasa inanan Müslüman girecektir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Cennete ancak Müslüman girer.) [Buhari]
Hıristiyan ve Yahudilerin Cehenneme gideceğini bizzat Resulullah
efendimiz şöyle bildiriyor:
(Beni duyup da Peygamber olduğumu kabul etmeyen Yahudi ve
Hıristiyan, mutlaka Cehenneme girecektir.) [Hâkim]
Ehl-i kitab olan Hıristiyan ve Yahudilerin Cehennemlik oldukları
hakkında âyet-i kerimeler de vardır. Birinin meali şöyledir:
(Ehl-i kitab [Yahudi ve Hıristiyan] olsun, müşrik olsun bütün
kâfirler, muhakkak Cehennemdedir, orada ebedi kalırlar. Onlar
yaratıkların en kötüsüdür.) [Beyyine 6]
Kâfir hak dine kuvvet verse de, ne kıymeti olur ki? Müslüman
olmadıkları müddetçe iyi amellerinin hiçbirinin kabul olmayacağını Kur’an-ı
kerim haber veriyor. Müslüman olmayan herkes gayrimüslimdir yani
kâfirdir. Kâfirin de yaptığı hiçbir iyiliğin, Allah katında kıymeti yoktur; hatta
cami, çeşme yaptırsa, namaz kılsa, oruç tutsa hiç kıymeti olmaz. Bir âyet-i
kerime meali:
(Kâfirlerin cami yapmaları ve diğer bütün [iyi] işleri, boşa gidecek,
Cehennemde sonsuz kalacaklar.) [Tevbe 17]
(Hıristiyanların mazlumları Cennete gidecek) diyen çıksa da, asla
Hıristiyanlara yaranamaz, o kişi Hıristiyan olmadıkça, Hıristiyanları
memnun edemez. Bir âyet-i kerime meali:
(Sen, onların dinine uymadıkça, Hıristiyanlar ve Yahudiler senden
hoşnut olmaz. De ki: Doğru yol, ancak Allah’ın [bildirdiği İslamiyet]
yoludur.) [Bekara 120]
Bu kadar açık nasslara rağmen özellikle Hıristiyanları Cennete
koymaya çalışanların maksatları ne olabilir?
İki dine uymak
Sual: Dinimize de inanan ve birçok İslami hükmü uygulayan; fakat
kendi dinini bırakmayan bir gayrimüslim, Müslüman hükmüne girer mi?
CEVAP
267
www.dinimizislam.com
Yine gayrimüslimdir. Müslüman olmak için gayrimüslimliğe ait bütün
inançları bırakması şarttır. Bırakmadığı sürece, İslamiyet’in bütün emirlerini
uygulasa yine kâfirdir.
Emirleri uygulamak ve kelime-i şehadeti söylemek yeterli değildir.
Münafıklar da, o kelimeyi söyler, namaz kılar, diğer emir ve yasaklara
uyardı veya uymuş görünürdü. Müslüman olmak için İslamiyet’in bütününe
inanmakla birlikte, her çeşit kâfirlikten uzaklaşmak lazımdır. Kâfirliği
bırakmadıkça, ne yaparsa yapsın Müslüman olmuş olmaz. Müslüman
kalabilmek için kâfirliği ve İslamiyet’e uymayan hangi inanış, hangi görüş,
hangi teori olursa olsun, hepsini yanlış bilmek ve zararlı olduğuna inanmak
şarttır.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Muhammed aleyhisselama uymak için, Onu tam ve kusursuz sevmek
lazımdır. Tam ve olgun sevginin alameti de, onun düşmanlarını düşman
bilip sevmemektir. Sevgiye müdahene [gevşeklik] sığmaz. İki zıt şeyin
sevgisi bir kalbde, bir arada yerleşemez. Cem-i zıddeyn muhaldir. Yani iki
zıddan birini sevmek, diğerine düşmanlığı gerektirir. (1/165)
İman, inanılması zorunlu olan bilgileri kalbin tasdik etmesi yani
inanması demektir. Bu tasdikin alameti, küfürden uzaklaşmak ve kâfirlikten
sakınmaktır. Kâfirlikten sakınmak da, küfre mahsus şeylerden, mesela
zünnar bağlamak, [Noeli kutlamak] gibi küfür alametlerini kullanmaktan
sakınmak ve kâfirlere düşmanlık demektir. Tasdik edip de, zaruret olmadığı
halde, küfürden sakınmayan Müslüman mürted olur. (1/266, 3/16)
Zaruretsiz zünnar bağlayan veya Noel’i kutlayan Müslüman kâfir
olduğuna göre, zünnarlı kâfir, zünnarını kesmeden, kâfirlikten çıkmadan,
nasıl Müslüman olabilir ki?
İki dinli insan
Sual: Bir Müslüman, İslamiyet’le birlikte başka bir dine de uysa
Müslümanlığına zarar gelir mi?
CEVAP
Müslümanlıktan çıkmış olur. Bir insan, hem Müslüman hem kâfir
olamaz. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Böyle yapan müşriktir, Müslüman değildir; çünkü İslam ve küfür
birbirinin zıttıdır. Birini kabul etmek, diğerini inkâr etmek demektir. Küfürden
uzak durmak, kaçınmak şarttır. (3/40)
Temiz necaset mi?
Sual: Bir yazar, uzun bir makale yazarak, (Hristiyanların hepsi değil,
bir kısmı sapıktır) diyor. Müslümanların ise, bir kısmı değil çoğu sapıktır. O
268
www.dinimizislam.com
zaman Müslümanlıkla Hristiyanlık arasındaki fark nedir? Hangisi hak
dindir? İkisine de hak din denmez. O zaman ortada bir hak din varken,
Allah niye Müslümanlığı gönderdi ki? Hâşâ bu lüzumsuz bir şey olmaz mı?
İmanın altı şartından birini inkâr eden gayrimüslimler veya İsevîler, nasıl
mümin olur, nasıl Cennete gider? Gazetenin biri de kocaman bir manşet
atmış, (MÜSLÜMAN İSEVÎLER DUA ETTİ) diyor. İsevîlerin Müslüman
olanı da olur mu?
CEVAP
Atalarımız, (Zırva tevil götürmez) diye ne güzel söylemişler. Kâfiri
Cennete koyma gayretinin altında yatan ne ki? Dinimizde imanın altı esası
net belli değil mi? Amentü’de açıklanmıyor mu? Bu altı şarttan birini kabul
etmeyen, Müslüman olabilir mi?
Altı şarttan biri, bütün kitaplara inanmaktır. Hristiyanlar, gavur
severlerin tabiriyle İsevî denilen kimseler, Kur'an-ı kerime inanıyor mu?
Elbette inanmıyor. İnanmayanlar nasıl Müslüman olur?
Yine altı şarttan biri de, bütün peygamberlere inanmaktır. Hristiyanlar
veya İsevîler, bizim peygamberimize inanıyor mu? İnanmıyor. İnanmıyorsa
nasıl Müslüman olur?
Onlar bizim inandığımız gibi meleklere de inanmıyorlar. Allah'a da
bizim gibi inanmıyorlar. Üç tanrıya inanıyorlar.
Yazara göre, böyle düşünen Hristiyanlar sapık diyelim. Sapık
olmayanları inanıyor mu? İnansa zaten Müslüman olur. Altı esasa
inanmadığı için gayrimüslimdir. Hiçbir Hristiyan’la iman birliğimiz yoktur.
Müslüman İsevî diye bir şey olmaz. İsevîler gayrimüslim değil mi?
Gayrimüslim demek Müslüman olmayan demektir. Müslüman, hiç İsevî olur
mu? İsevî ise Müslüman değil, Müslümansa İsevî değildir. Bu tâbir neye
benzer açıklayalım:
Müslüman İsevî demek, temiz necaset demeye benziyor. Temiz
necaset tâbirindeki necaset, eğer temizse necaset değildir. Yok,
necasetse, o zaman temiz değildir. Temiz idrar demek de böyledir.
Alkolsüz bira veya alkolsüz şarap da diyenler oldu. Eğer bir sıvı alkolsüz
ise ona bira veya şarap denmez.
Bütün bu hezeyanlar, (Allah katında hak din ancak İslam’dır)
mealindeki âyet-i kerimeyi inkâra çalışmanın başka yolu mudur?
Tebliğ nasıl olur?
Sual: Hoşgörülüler diyorlar ki:
269
www.dinimizislam.com
1- Maksadımız, ben doğruyum sen yanlışsın değil, benim dinim de,
senin dinin de doğru olabilir, farkında olmadığımız bir noktada ortak
doğrulara sahip olabiliriz demektir.
2- Gayrimüslimleri dinimize sokmak veya onları dinlerinde şüpheye
düşürmek gibi bir düşüncemiz yoktur.
3- Peygamber, herkesi İslam’a çağırmıyor; herkes Müslüman olsun
demiyor. Dinimizin amacı da, dinleri teke indirgemek değildir.
Bunlar yanlış değil midir?
CEVAP
Hepsi yanlıştır. Madde halinde cevap verelim:
1- Allahü teâlâ, (Hak din islamdır, İslam’dan başka din arayanın
bulacağı din asla kabul edilmez) buyuruyor. O, Ehl-i kitaba (Senin dinin
de doğru olabilir) diyor. Allahü teâlâ ise Ehl-i kitabın kâfir olduğunu
bildiriyor. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Ehl-i kitab [Yahudi ve Hıristiyan] olsun, müşrik olsun bütün kâfirler
Cehennemdedir, orada ebedi kalırlar. Onlar yaratıkların en
kötüsüdür.) [Beyyine 6]
Dininden şüphe edenin dini yoktur. Biz doğru din arayışı içinde miyiz?
Allahü teâlâ bize doğru olanı, hak olanı bildirmedi mi? Onlarla hiç ortak
noktamız yoktur. Diyelim ki sadece, Allah inancında ortak noktamız var.
Onlar üç tanrı diyorlar ya, tek dediklerini kabul edelim. Bu neyi halleder ki?
Onları Cehennemden kurtarır mı? İslamiyet’i kabul etmedikleri sürece
Cehennemden kurtulamazlar. Bir âyet-i kerime meali:
(Kimi, ona [Muhammed aleyhisselama] iman etti, kimi ondan yüz
çevirdi. Yüz çevirenlere çılgın ateşli Cehennem yetti. Âyetlerimizi
inkâr edip kâfir olanları ateşe atacağız.) [Nisa 55, 56]
2- Böyle düşünmemek, dinimize aykırıdır. Allahü teâlâ, kâfirleri dine
davet et, gerekirse onlarla savaş buyuruyor. Hoşgörenler niye Allah'ın bu
emrini kabul etmiyorlar ki? Bir âyet-i kerime meali:
(Ey Nebi, kâfirlerle ve münafıklarla cihad et, onlara sert davran!
Onların gidecekleri Cehennem, ne kötü yerdir.) [Tevbe 73, Tahrim 9]
3- Kâfire, sen kâfirliğinde kal diyerek, tebliğ ve cihad olur mu hiç?
Resulullah, Rumların lideri olan Herakliyus’a gönderdiği mektubunda,
(Hidayete uyup doğru yolda gidene selam olsun! Sizi İslam’a davet
ediyorum. Müslüman olursanız, selamet bulursunuz. Allah ecrinizi iki
kat verir. Bundan yüz çevirirseniz, dalalette kalan bütün halkın vebali
size yüklenir) buyurdu. (Buhari, Müslim, Tirmizi)
Hoşgörenler, kâfirliği niye hoş görüyorlar ki?
270
www.dinimizislam.com
Tarihsel âyet olmaz
Sual: Her ne kadar Ehl-i kitabın cehennemlik olduğuna dair âyetler
varsa da, Bekara 62, Maide 69’da Ehl-i kitabın cennete gideceği bildiriliyor.
Bu bir çelişki midir? Yoksa sapıkların dediği gibi, bu âyetler tarihsel midir?
CEVAP
Hâşâ Kur’an-ı kerimde çelişki de, tarihsel âyet de olmaz. Hak din
yalnız İslamiyet’tir, Müslümandan başkası cennete giremez. Üç âyet-i
kerime meali şöyledir:
(Allah indinde hak din ancak İslâm’dır.) [Al-i İmran 19]
(Sizin için din olarak İslâm’ı beğendim.) [Maide 3]
(Kim İslâm’dan başka din ararsa, bilsin ki, o din asla kabul
edilmez.) [Al-i İmran 85]
Âyet-i kerimeleri en iyi anlayan Peygamber efendimizdir. Bu âyet-i
kerimelerin açıklamasında buyuruyor ki:
(Cennete sadece Müslüman olan girer.) [Buhari, Müslim]
(Beni duyup da iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan [ve her kâfir]
elbette cehenneme girecektir.) [Hâkim]
Peygamber efendimiz, imanla ilgili âyetleri açıklayarak imanı şöyle tarif
etmiştir:
(İman; Allaha, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret
gününe,[yani cennete, cehenneme, hesaba, mizana], kadere, hayrın ve
şerrin Allah’tan olduğuna ölüme, öldükten sonra dirilmeye,
inanmaktır.) [Buhari, Müslim, Nesai]
Amentü’deki altı esastan birini inkâr eden kâfir olur. Sadece Allah’a
inandım demek kâfi değildir. Hıristiyan ve Yahudiler, bizim peygamberimiz
dâhil bütün peygamberlere inanmadıkça kâfirlikten kurtulamazlar.
Yahudiler, Hazret-i İsa’ya, Hıristiyanlar da, Muhammed aleyhisselama
inanmadıkları için kâfir oldular. Amentü’de bildirilen altı husustan birini,
mesela kaderi inkâr eden kâfir olur, bütün iyi amelleri yok olur. (Redd-ülmuhtar)
Kur’an-ı kerimde, Ehl-i kitabın kâfir olduğunu bildiren birkaç âyet-i
kerime şöyledir:
(Yahudiler, Üzeyr’e, Hristiyanlar da Mesih’e Allah’ın oğlu dediler.
Daha önceki kâfirlerin [“melekler Allah'ın kızlarıdır” diyenlerin] sözlerine
benziyor. Allah onları kahretsin! Nasıl da sapıtıyorlar.) [Tevbe 30] (Ehl-i
kitap, diğer kâfirleri taklit ettikleri için kötülenmektedir.)
271
www.dinimizislam.com
(Ehl-i kitap [İslâm’a] iman edip, [kötülükten] sakınsalardı,
kötülüklerini örter ve onları nimetleri bol cennete sokardık.) [Maide 65]
(İslam’a inanmadıkları için iman etmiş olmazlar.)
(Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin! Onlar,
[İslâm düşmanlığında] birbirinin dostudur. Onları dost edinen de
onlardan [kâfir] olur. Allahü teâlâ, [kâfirleri dost edinip, kendine]
zulmedenlere hidâyet etmez.) [Maide 51] (Ehl-i kitap kâfir olduğu için dost
olmaz.)
(Müminler, kâfirleri dost edinmesinler! Onları dost edinenler,
Allah’ın dostluğunu bırakmış olur.) [Al-i İmran 28] (Kâfirlere kucak
açanlar da, Allah’ın dostluğunu bırakmış olur.)
(Sen, onların dinine uymadıkça, Hıristiyanlar ve Yahudiler senden
hoşnut olmazlar. De ki “Doğru yol, ancak Allah’ın yoludur.”) [Bekara
120] (Yani Ehl-i kitap, doğru yolda, [Allah’ın yolunda] değildir. Ehl-i kitabın
bozuk dinine girmedikçe, Resulullahtan hoşnut olmazlar. Kiliseye gitmekle,
Papa’nın elini öpmekle, Hıristiyanlar, Müslümanlardan hoşnut olmaz.)
(İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarının Yahudi veya
Hıristiyan olduğunu söyleyenlere de ki: Siz mi iyi bilirsiniz, yoksa
Allah mı? Allahın bildirdiğini gizleyenden daha zâlim kim olur.)
[Bekara 140] (Demek ki her peygamber Müslüman, Ehl-i kitap ise bâtıldır.)
([Ey habibim, Yahudi ve Hıristiyanlara] De ki: Eğer Allah’ı
seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin.) [Ali İmran 31] (Demek
ki Ehl-i kitap olan Hıristiyan ve Yahudiler, Peygamber efendimize iman
etmedikçe, Allah onları sevmez.)
(De ki: “Ey Ehli kitap, gelin aramızda şu müşterek söze uyalım:
“Ancak Allah’a kulluk edelim, Ona şirk koşmayalım, Allah’ı bırakıp
insanları Rabler edinmeyelim” Yine de, yüz çevirirlerse, “Şahid olun
ki, biz Müslümanız” deyin!) [Al-i İmran 64] (Ehl-i kitap yani Yahudi ve
Hıristiyanlar buna yanaşmadı, yani Müslüman olmadılar.)
([Senden önce peygamberlere] iman edenler, Yahudi, Hıristiyan ve
Sabiinlerden Allah’a ve ahirete inanıp salih amel işleyenler için elbette
Rablerinin katında mükâfatlar vardır.) [Bekara 62] (Hazret-i Musa
zamanında, ona inanan Yahudiler ve Hazret-i İsa zamanında ona inanan
Hıristiyanlar, elbette cennete gidecektir; çünkü bütün peygamberler gibi,
Hazret-i İbrahim gibi, Hazret-i Musa da, Hazret-i İsa da müslümandı.)
(Kitab ehlinden Allah’a huşu duyarak inanıp, Allah’ın ayetlerini az
bir değere değişmeyenler vardır. İşte onların ecirleri Rablerinin
katındadır. Şüphesiz Allah’ın hesabı çabuktur.) [Ali İmran 199, Maide
69]
272
www.dinimizislam.com
Bu âyet-i kerimede, Hıristiyan ve Yahudiyken iman eden, yani
müslüman olanlar övülüyor. Müslüman olmadan bir kimse iman etmiş
olmaz ki. Hâşâ ayetlerde çelişki aramak ne kadar çirkindir.
Kur’an-ı kerim tarihsel demek, (Kur’anın hükmü kıyamete kadar baki
değildir) demektir. Ateistlerin iddia ettiği gibi, domuz, o gün için haramdı.
Şimdi eti temizleniyor, yenmesinde sakınca yoktur denir mi? İçki, o gün için
haramdı, şimdi sarhoş olmayacak kadar içmekte sakınca yoktur denir mi?
Gusül, abdest cahiliye Araplarının kirden temizlenmek için emredilmişti,
şimdi buna lüzum yok denir mi?
Bunlar gibi, inkâr etmek için, dini emirlerin hepsine birer kulp takmak
mümkündür. Eski Hıristiyanlar cehennemlikti, şimdikiler cennetlik denir mi
hiç?
Hak dinler
Sual: Din ne demektir? Hıristiyanlığa ve Yahudiliğe din denir mi?
İslamiyet’ten başka hak din olmadığına göre dinler tabiri yanlış değil mi?
CEVAP
Yanlış değildir. Allahü teâlâ, ilk insan ve ilk Peygamber olan Âdem
aleyhisselamdan beri, her bin senede din sahibi yeni bir Peygamber
vasıtasıyla, insanlara dinler göndermiştir. Bunlar vasıtasıyla, insanların
dünyada rahat, huzur içinde yaşamaları ve ahirette de sonsuz saadete
kavuşmaları yolunu bildirmiştir. Şimdi, dünyada semavî kitabı olan üç din
vardır: Yahudilik, Hıristiyanlık, İslamiyet. Yahudiler Musa aleyhisselamın,
Hıristiyanlar İsa aleyhisselamın getirdiği dine tâbi olduklarını söylerler.
Şimdi, hiçbir yerde, hakiki Tevrat ve İncil yoktur. Bu kitaplar sonradan tahrif
edilmiş, yani insanlar tarafından değiştirilmiştir. Değiştirilmemiş bile olsalar,
o dinler nesh edilmiş, yalnız hak din olarak İslamiyet bildirilmiştir. Diğer
dinlere, bâtıl din denir.
Kur’an-ı kerimde de dinler tabiri geçmektedir. Üç ayet-i kerime meali
şöyledir:
(Kendi dinlerine uymadıkça, Yahudi ve Hıristiyanlar senden asla
hoşnut olmazlar. “Doğru yol, ancak Allah’ın yoludur” de! Sana gelen
ilimden sonra onların heveslerine uyarsan, and olsun ki, Allah’tan
sana ne bir dost ve ne de bir yardımcı olur.) [Bekara 120]
(Puta tapanlar hoşlanmasa da, dinini bütün dinlerden üstün
kılmak üzere, peygamberini doğru yol ve hak dinle gönderen
Allah’tır.) [Tevbe 33]
273
www.dinimizislam.com
(Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, peygamberini, doğruluk
rehberi Kur’an ve hak dinle gönderen O’dur. Şahit olarak Allah yeter.)
[Fetih 28]
Hıristiyanlık ve Yahudilik semavi din iseler de, nesh edilerek
yürürlükten kalkmıştır. Allahü teala bütün dinlerden üstün olan İslamiyet’i
göndermiştir. Peygamber efendimiz de buyuruyor ki:
(Ana baba bir kardeşler farklı dinlerden olmadıkça kıyamet
kopmaz.) [Deylemi]
(Başka dinlere mensup olanlar birbirine mirasçı olamazlar.)
[Tirmizi]
Gayrimüslim şehit olmaz
Sual: (İster herhangi bir dinden olsun, ister dinsiz olsun, bir
gayrimüslim eğer ihtiyarsa, fakirse, zayıfsa, belalara maruz kalarak çok
sıkıntı çekmişse, zulme uğramışsa veya iyi huyları varsa mesela mütevazı
ise, insanlığa faydalı buluşlar yapmışsa, bunların hepsi küfrüne kefaret
olur, hatta şehitlik mertebesine yükselir ve Cennete gider) diyenler oluyor.
Bir gayrimüslim, ihtiyar genç, fakir zengin, zayıf kuvvetli olsun, ister sıkıntı
içinde, ister refah içinde yaşasın, zalim veya mazlum olsun, mütevazı
yahut kibirli olsun, cami ve çeşme gibi hayır hasenat yapsın, isterse
bilgisayarı bulsun, iman etmedikten sonra bu yaptıklarına sevab alabilir mi,
şehit olmasına ve Cennete girmesine sebep olur mu? İmanları olmadıktan
sonra, bu bildirilen hususların Cennete gitmek ve şehit olmakla ne ilgisi
var? İmansızın iyi amellerinin fayda vermeyeceğine dair âyet yok mudur?
CEVAP
Müslüman olmayanların hiçbir iyi ameline sevab verilmez. Doğruca
Cehenneme giderler. Bir âyet-i kerime meali:
(İslamiyet'in hükümlerini tanımayıp imanı inkâr edenin yaptığı
bütün [iyi] işler boşa gitmiştir, o âhirette hüsrana uğrayanlardandır.)
[Maide 5]
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Ahirette Cehennemden kurtulmak, yalnız Muhammed aleyhisselama
uyanlara mahsustur. Dünyada yapılan bütün iyilikler ve keşifler, Onun
yolunda bulunmak şartıyla ahirette işe yarar. Ona uymayanın yaptığı her
iyilik dünyada kalır, ahiretinin yıkılmasına sebep olur. (1/184)
Kâfirin hiçbir iyiliği, hayratı, hasenatı, ahirette faydalı olmaz. Zulmen
öldürülen kâfir, şehid olmaz, Cennete girmez. İmanı olmayanın hiçbir
iyiliğine sevab verilmez. (Berika, İ.Ahlakı)
274
www.dinimizislam.com
Allahü teâlâ, Cennete girmek için, önce Müslüman olma, yani iman
etme şartını koymuştur. Müslüman değilse, iyi işleri faydasızdır. İyi işlere,
ibadetlere sevab verilebilmesi için, düzgün iman sahibi olmak gerekir.
Bid'at ehli bile, Müslüman olduğu halde, ibadetlerine sevab alamaz.
Nerede kaldı ki, gayrimüslimler iyiliklerine sevab alıp da Cennete girsin!
Gayrimüslim, hangi dinden olursa olsun, "Müslüman olmayan" yani
"kâfir olan" demektir. Kâfirin, hiçbir iyiliğine sevab verilmez; cami, çeşme
yaptırsa, namaz kılsa, oruç tutsa hiç sevab alamaz. Zengin fakir, genç
ihtiyar, zalim mazlum olmasına bakılmaz. Üç âyet-i kerime meali şöyledir:
(İmansızların yaptıkları faydalı işler, fırtınalı bir günde rüzgârın
savurduğu kül gibidir. Ahirette o işlerin hiçbir faydası olmaz.) [İbrahim
18]
(Kâfirlerin cami yapmaları ve diğer bütün [iyi] işleri, boşa
gidecektir.) [Tevbe 17]
(Kâfir olarak ölenlerin yaptıkları işler, dünyada da, ahirette de
boşa gider.) [Bekara 217]
İki hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Cennete ancak Müslüman girer.) [Buhari]
(İmanı olmayan Cennete girmez.) [Tirmizi]
Hıristiyan Müslüman mukayesesi
Sual: Avrupa’daki bazı Müslümanlar, din kardeşi gibi, Hıristiyanlarla
düşüp kalkıyorlar. (Onlar bizim camimize geliyor, biz de onların kilisesine
gidiyoruz, onlar bizim cemaatimize geliyorlar, biz de onların âyinlerine
katılıyoruz, onlar Kur’an okuyorlar, biz de İncil okuyoruz. Onlar bizim kutsal
değerlerimize saygı duydukları için, bizim de onların kutsal değerlerine
örneğin haçlarına, kiliselerine saygı duymamızın ne zararı olur? Zaten
onlarla iman birliğimiz olduğu için teferruatla uğraşmamalı) diyorlar. Bunlar
teferruat mıdır?
CEVAP
Onların Müslümanlara yaptıklarını, Müslümanların onlara yapması
caiz olmayan, haram, hattâ küfür olan çok şey vardır.
Onlar bizim zemzemimizi içse bâtıl dinlerine bir zarar gelmez, bizim
onların şaraplarını içmemiz haram olur.
Hıristiyanlar camiye girmekle, bozuk dinlerine bir zarar gelmez. Cami
Allah’ın evidir, kilise şeytanların evidir. Kilisede, putlar olduğu için namaz
kılmak bile tahrimen mekruh olur. (Redd-ül-muhtar)
Onların Kur’an okumaları dinlerine bir zarar getirmez, bizim bozuk
İncilleri okumamız ve onlara inanmamız caiz olmaz.
275
www.dinimizislam.com
Onlar cemaatimize gelse, namaz kılsa, dinlerine bir zarar gelmez,
fakat Müslüman, onların âyinlerini beğenirse küfre girer.
Onlar bizim kutsal değerlerimize saygı gösterse, onlara bir zararı
olmaz, biz haça saygı göstersek küfür olur.
Onlar bizim bayramlarımızı tebrik etse, sakıncası olmaz, ama biz
onların Noellerini tebrik edersek küfre gireriz.
Onların kızları Müslümanlarla evlense, Hıristiyanlıklarına zarar
vermez, fakat bizim kızlarımız onlarla evlenirse kâfir olur.
Geçen gün, bir kilisede, Hıristiyanlarla, Hıristiyan hayranı Müslümanlar
dua etmişti. Bu haber, (Dinler farklı, ama dua aynı) şeklinde verilerek, üç
tanrıya dua edenlerle, bir Allah’a dua edenler aynı gibi gösterilmişti.
(Onlarla iman birliğimiz var) denmesi de çok yanlıştır. Onlar kâfir, biz
Müslümanız, onlarla iman birliğimiz yoktur. Amentü’deki altı esasa
inanmayanlarla iman birliği olur mu?
Hıristiyanlarla aramızdaki iman birliği yok, ayrılık ise çoktur. Bu
ayrılıkların birkaçını bildirelim:
1- En başta Allah’a imanda birlik yoktur. Biz bir Allah’a inanırız. Onlar
üç ilaha inanırlar. Hazret-i İsa’ya tanrının oğlu ve tanrı diyorlar. Bir âyet-i
kerime meali:
(Allah’la birlikte başka ilah edinen Cehenneme atılır.) [İsra 39]
Biz, Allah mekândan münezzehtir deriz; onlar, tanrı göktedir derler.
Biz, Allah, insana veya tahayyül edilen hiçbir şeye benzemez, oğlu kızı
yoktur, doğmadı ve doğurmadı deriz; onlar tanrı baba derler, tanrının oğlu
vardır, melekler tanrının kızlarıdır derler.
Biz, Allah hiçbir şeyi yapmaya mecbur değildir deriz; onlar, tanrı
insanlığın kurtuluşu için biricik oğlunu kurban etmek zorunda kaldı derler.
Sanki hâşâ oğlunu kurban etmeden insanları affedemez gibi Allah’ı âciz bir
duruma sokuyorlar. Hâşâ Allah’ın da oğlu olduğunu söylüyorlar. Bu sakat
mantıkla, Allah yeni bir oğul yaratır, onu da kurban eder herkesin günahını
böylece affeder.
2- Onlar melekleri kız gibi görüyorlar, biz ise, meleklerde erkeklik
dişilik olmadığını biliyoruz. Bir âyet-i kerime meali:
(Rabbiniz oğulları size ayırdı da kendisi için kız olarak melekleri
mi edindi? Elbette vebali çok büyük söz ediyorsunuz.) [İsra 40]
3- Biz semavi kitapların hepsine inanırız, onlar, Kur’an-ı kerime
inanmazlar.
4- Biz bütün Peygamberlere inanırız, onlar, Muhammed aleyhisselama
inanmazlar. Bir âyet-i kerime meali:
276
www.dinimizislam.com
(Kimi, Ona [Resulüme] iman etti, kimi de, Ondan yüz çevirdi.
Bunlara da çılgın ateşli Cehennem yetti. Âyetlerimizi inkâr edip kâfir
olanları elbette ateşe atacağız.) [Nisa 55–56]
Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Bana iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan, mutlaka Cehenneme
girecektir.) [Hâkim]
5- Biz, hayır da, şer de Allah’tan deriz; onlar, (Kötülükleri tanrı
yaratmaz) derler. Mutezile gibi sapık fırkalar da böyle söylüyorlar. Her
şeyin yaratıcısı Allahü teâlâdır.
Amentü’ye inanmayan Cennete gider mi? (Allah’ın rahmeti her şeyi
kuşatmıştır) diyerek gâvurlara da ahirette rahmet edileceği söylenir mi hiç?
Rahman, dünyadaki her mahlûka acıyan; Rahim ise, ahirette yalnız
müminlere acıyan demektir. Allahü teâlânın rahmeti, şefkati dünyada
müminlere ve kâfirlere, herkese birlikte yetiştiği halde, ahirette kâfirlere
merhametin zerresi bile yoktur. Bir âyet-i kerime meali:
(Kâfirlerin cami yapmaları ve diğer bütün [iyi] işleri, boşa gidecek,
Cehennemde sonsuz kalacaklar.) [Tevbe 17]
Sadece Hıristiyanlarla değil, hiçbir kâfirle iman birliğimiz yoktur.
Ehl-i kitaba Cennetlik diyenler
Sual: Cübbeli Ahmet hoca, (Hristiyanlar ve Yahudiler Cennet’e
girecek diyenler, vallahi de, billahi de, tallahi de kâfirdir) diyor. Böyle
demesi dinimize uygun mudur?
CEVAP
Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde Ehl-i kitab olan Yahudi ve
Hristiyanların Cehennemlik olduğu pek açık yazılıdır. Bu âyet-i kerimelere
inanmayan elbette kâfir olur. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Âyetlerimizi yalanlayanlar kâfirdir, ebedî Cehennemde kalırlar.)
[Bekara 39]
Cübbeli hoca dese de, demese de, böyle inananlar kâfirdir.
Hristiyanların çoğu müşriktir. Müşrikler zaten kâfirdir. Ehl-i kitab olanları da
kâfirdir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Elbette, Ehl-i kitabdan [Yahudi ve Hristiyan] olsun, müşriklerden
olsun bütün kâfirler Cehennem ateşindedir, orada ebedi kalırlar. Onlar
mahlûkların en kötüsüdür.) [Beyyine 6]
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Beni duyup da, bana inanmayan Yahudi ve Hristiyanlar,
muhakkak Cehenneme girecektir.) [Hâkim]
Yine din kitaplarında bildiriliyor ki:
277
www.dinimizislam.com
Hristiyanlar, Ehl-i kitabdır. Ehl-i kitabın hepsi de kâfirdir. (Fetava-i
Hindiyye)
Dinde zaruri olan şeylerden birine inanmayan kâfir olur. Bunun kâfir
olduğunda ve Cehennemde sonsuz azap çekeceğinde şüphe eden de kâfir
olur. Bunun kâfir olacağı, Bezzaziyye, Dürr-ül-muhtar, Kadı İyad’ın Şifa,
İmam-ı Nevevi’nin Ravda ve İbni Hacer-i Mekki’nin el-A’lam kitaplarında
açıkça bildirilmiştir. Bir Hristiyan’ı, bir Yahudi’yi ve din-i İslam’dan
ayrılanlardan birini kâfir kabul etmeyen kimsenin kâfir olacağında
şüphe eden kimsenin de kâfir olacağını, İslam âlimleri söz birliğiyle
bildirdiler. Bu söz birliği adı geçen kitaplarda yazılıdır. Kâfir olmasında
şüphe eden de kâfir olunca, onu Müslüman bilenin nasıl olacağını ve hele,
onu İslam âlimleri için kullanılan unvanlarla övenin nasıl olacağını
düşünmeli. Bu sözümüzden, böyle kimseleri İslam âlimi sananların ve
bunların küfür saçan sözlerini, yazılarını övenlerin, yayanların, kâfir
olacaklarını iyi anlamalı. Övmek, yaymaya çalışmak ve reklamını yapmak,
razı olmayı, beğenmeyi gösterir. Küfre rıza, küfür olur. Küfre rıza demek,
kâfirin küfür üzere kalmasını istemek değil, onun küfrünü beğenmek
demektir. (Fetavel-Haremeyn, Faideli bilgiler)
Bu vesikalardan açıkça anlaşıldığına göre;
1- Ehl-i kitabın tamamı, yani bütün Yahudi ve Hristiyanlar kâfirdir.
2- Yahudi ve Hristiyanları kâfir kabul etmeyen de kâfirdir.
3- Yahudi ve Hristiyanları kâfir kabul etmeyenin kâfir olduğunda şüphe
eden de kâfirdir.
Kâfire, kâfir denmez mi?
Sual: Hıristiyanlar, (Hristiyanlıktan başka dinde olanlar, Cennete
giremez) dese, bu söz bizim hoşumuza gider mi? Gitmez elbette, o halde,
(Sadece Müslümanlar Cennete girer) dersek onlar da elbette hoşlanmaz,
üstelik Müslümanlıktan da, uzaklaştırmış olmaz mıyız?
CEVAP
Hristiyanlar Cehenneme gidecek dersek, Hristiyanlar elbette
hoşlanmaz. Onlar hoşlanmayacak diye biz İslamiyet'i, Allah’ın âyetlerini ve
Resulünün hadis-i şeriflerini inkâr mı edeceğiz? Söylemeyecek miyiz?
Peygamber efendimiz İslamiyet'i tebliğ ederken hakaretlere mâruz
kalmadı mı? Müşriklere, (Putlara tapmayın) dediği zaman, onlar üzülmedi
mi? Yahudilere, Hristiyanlara (Gelin Müslüman olun) dediği zaman, onlar
üzülmedi mi? Bu yüzden müşriklerle ve Ehl-i kitabla savaşlar olmadı mı?
Kelleler uçmadı mı? Dini tebliğ için ne gerekiyorsa, dinden taviz vermeden
yapılmalıdır.
278
www.dinimizislam.com
Allahü teâlâ, Resulullah efendimiz, Eshab-ı kiram ve Ehl-i Sünnet
âlimleri, dinin emirlerini boşuna mı anlattılar? Onlar, Hristiyanların ve diğer
kâfirlerin üzüleceğini bilmiyorlar mıydı? Biz onlardan daha iyisini mi
yapağız? Bütün bunlar, Hristiyanlar ve diğer kâfirler üzülsünler diye değil,
iman edip Müslüman olsunlar, böylece Cennet nimetlerine kavuşsunlar,
sonsuz Cehennem azaplarından kurtulsunlar diye yapılıyor. Yani bunlar,
onlara merhamet edildiği için yapılıyor.
Sadece Müslümanların Cennet’e gireceği, âyet-i kerimelerle sabit
olduğu gibi, bunu Allah’ın Resulü de bildiriyor. Bir hadis-i şerif meali
şöyledir:
(Cennete sadece Müslüman olan girer.) [Buhari, Müslim]
Kâfire kâfir demek
Sual: Bir kimseye kâfir demeye hangi insanın yetkisi vardır? (Şunu
işleyen kâfir olur, Cehenneme gider) denilerek Allah'ın işine niye
karışılıyor? Onu bunu Cehenneme gönderme yetkisi hangi insanda olur?
CEVAP
İnsanların kâfir veya Müslüman demesinin hiç önemi yoktur. Kâfire
kâfir diyen, şunu yapan kâfir olur diyen bizzat Allahü teâlâdır. Allahü
teâlânın veya Resulünün sözleri nakledilince, (Siz kim oluyorsunuz da
kâfirleri Cehenneme yolluyorsunuz) denemez. Hâşâ Cehenneme biz
göndermiyoruz, kitaplarda yazılanı bildiriyoruz. Kur’an-ı kerimde ve hadis-i
şeriflerde olanı bildirmezsek vazifemizi yapmamış oluruz, dinimize ihanet
etmiş oluruz. Birkaç âyet meali şöyledir:
(Sizden kim, dininden dönüp kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları
[iyi] işler dünya ve ahirette boşa gider. Cehennemlik olarak orada
devamlı kalırlar.) [Bekara 217]
(Kâfirler için hazırlanmış olan ateşten sakının!) [Al-i İmran 131]
(Âyetlerimizi inkâr edip kâfir olanları yarın [elbette] ateşe
sokacağız.) [Nisa 56]
(Kâfirlerin akıbeti ateştir.) [Rad 35]
(Biz, cehennemi kâfirler için bir zindan yaptık.) [İsra 8]
(Allah’a ve Resulüne inanmayan o kâfirler için çılgın bir ateş
hazırladık.) [Fetih 13]
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Beni duyup da iman etmeyen Yahudi ve Hristiyan elbette
Cehenneme girecektir.) [Hâkim]
Biz bunları nakledince, kâfirleri biz mi Cehenneme göndermiş
oluyoruz? Kâfirlere böyle lüzumsuz arka çıkmaları anlaşılır gibi değildir.
279
www.dinimizislam.com
Yahudi hayranlığı
Sual: (Hazret-i İbrahim Yahudi soyundandır. Hazret-i Muhammed de,
Hazret-i İbrahim’in soyundan olduğu için, o da Yahudi soyundandır. O
halde Yahudiler bizim kardeşimizdir) demek doğru mu?
CEVAP
Yahudi kelimesi iki manada kullanılır: Birincisi din, ikincisi ırk
anlamındadır. Herkes hazret-i Âdem’den geldi. O zaman ırklar yoktu. Irklar,
Nuh aleyhisselamın çocuklarından sonra çıkmaya başladı. Yahudi ırkı
Yakub aleyhisselamdan sonra çıktı. İbrahim aleyhisselam ırk yönüyle de,
din yönüyle de Yahudi değildi. Irk olarak Yahudilere İsrail oğulları denir.
Yahudi denince din anlaşılır. Hıristiyanlık gibi Yahudilik de bozulmuştur,
fakat bozulmamış olsa bile, nesh edilmiş, yani yürürlükten kalkmıştır. Ehl-i
kitab olan Yahudiler de, yine Ehl-i kitab olan Hristiyanlar gibi ebedî
Cehennemliktir. Üç âyet-i kerime meali şöyledir:
(Elbette, ehl-i kitaptan [Yahudi ve Hristiyan] olsun, müşriklerden
olsun, bütün kâfirler Cehennem ateşindedir, orada ebedi kalırlar.)
[Beyyine 6]
(Ey iman edenler, Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin! Onlar,
[İslam düşmanlığında] birbirinin dostudur. Onları dost edinen de,
onlardan [kâfir] olur. Allah, [kâfirleri dost edinip, kendine] zulmedenlere
hidayet etmez.) [Maide 51]
(İman edenlere en şiddetli düşmanlık edenler Yahudilerle
müşriklerdir.) [Maide 82]
İman etmek, Amentü’de bildirilen altı esasa inanmak ve bunların
yerinde ve doğru olduğunu beğenmektir. Amentü’nün içinde, kitaplara ve
resullere iman da vardır. Yahudiler İncil’e ve Kur’an-ı kerime inanmazlar.
Resullerden, İsa aleyhisselamla bizim Peygamberimize inanmazlar.
Yahudileri din kardeşi görmek âyet-i kerimelere aykırıdır.
İbrahim aleyhisselama Yahudi demek de çok çirkindir. Bir âyet-i
kerime meali şöyledir:
(İbrahim, ne Yahudi, ne de Hıristiyan idi; o, Allah’ı bir tanıyan
doğru bir Müslümandı, müşriklerden de değildi.) [Âl-i İmran 67]
İbrahim aleyhisselam, Yahudi ırkından olmadığı gibi, Oğlu İsmail
aleyhisselam’ın soyundan gelen Peygamber efendimiz de Yahudi ırkından
değildir.
Müslüman olmayan kimsenin dini ve ırkı ne olursa olsun, Müslümanın
kardeşi olamaz. Ancak Müslümanlar, birbirinin kardeşidir. Hattâ
280
www.dinimizislam.com
Cehenneme gideceği hadis-i şerifle bildirilen bid’at ehli Müslümanlara bile
kardeşimiz demek doğru değildir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Bid’at ehline hürmet eden, İslamiyet’i yıkmaya yardım etmiş
olur.) [Taberani]
Fetret ne demektir?
Sual: (Günümüzde fetret devrinde yaşayan kâfirler Cennete gider)
deniyor. Günümüzde fetret devri mi vardır?
CEVAP
Fetret, aynı cinsten iki olay arasındaki kesinti devresi demektir.
Mesela iki peygamber arasında peygambersiz geçen zamana fetret devri
denir. Fetret devri tabiri daha çok İsa aleyhisselamdan, Muhammed
aleyhisselama kadar süren bin yıllık zamanda peygamberden uzak
yaşayan toplumlar için kullanılmıştır. Bazı köy ve kasabaya nebi gelmişse
de, hükmü cihanı kaplamadığı için, bu iki Peygamber arası, fetret devri
olarak bilinir. İslamiyet’in hükmünü duymayan yerlere de, fetret devrinde
yaşıyor diyenler çıkıyor. Buna fetret devri denmez, İslâmiyet'i duymayan
yerler demelidir.
Dağda, çölde yaşayıp da, Peygamberleri işitmeyenler mazurdur.
Bunların Peygamberlere inanmaları emredilmedi. (İsbat-ün-nübüvve)
Allahü teâlânın varlığını, birliğini akılla bilmek gerektiğini söyleyen
âlimler olmuştur. Ancak, hakkı batıldan ayırmak için yaratılan akıl, hak yol
bildirilmedikçe, bunu yalnız başına bulamaz. (Mektubat-ı Rabbanî 1/259)
Peygamberi işitmeyen kimse, Allahü teâlânın var ve bir olduğunu
düşünüp, buna iman ederse, Cennete girer. (H. L. O. İman)
Dünyanın bir yerinde yaşayıp da, dinden haberi olmayanlar, imanlı
olmadıkları için Cennete girmezler. Allah’ı, Cenneti, Cehennemi duymadığı
ve inkâr etmediği için Cehenneme de girmezler. Dirildikten ve hesaptan
sonra, bütün hayvanlar gibi, bunlar da yok edilir. (Mektubat-ı Rabbanî,
Feraid-ül fevaid)
Buhara âlimleri, İmam-ı Eş’ari’nin bildirdiği gibi, (Peygamber
gönderilmeden, tebliğ yapılmadan önce teklif yapılmaz) dediler. Tercih
edilen kavil de budur. Bu âlimler, (Yerleri ve gökleri ve kendini gören, aklı
başında bir kimsenin Allahü teâlânın varlığını anlamaması özür olmaz)
sözünden maksat, Peygamberlerin sözlerini işittikten sonra, anlamaması
özür olmaz demektir, dediler. (Redd-ül-muhtar)
Bugün İslâmiyet her tarafa yayılmıştır. Fetret devri diye bir devir veya
yer yoktur. Teknolojinin, iletişimin, haberleşmenin çok geliştiği bir
zamanda, İslamiyet’ten hiç haberi olmayan kimseler yok gibidir. Ormanda,
281
www.dinimizislam.com
mağarada yaşayıp İslâmiyet'i duymayan birkaç kişi belki olabilir. Varlığı
ihtimal dâhilinde olan bu birkaç kişiyi ileri sürerek, bütün Hıristiyanları
Cennete sokmaya çalışmakta, bir art niyet yoksa, çok yanlış bir
düşüncedir.
Hanif dini, İbrahimi din nedir
Hanif dini nedir?
Sual: Yabancı bir yazar, “Müslümanlıktan daha kıymetli olan hanif
dinidir. Hanif dinine uymak gerekir” diyor. Hanif ne demektir?
CEVAP
Hanif, doğru inanan, hak yolda olan, İslamiyet’e sarılan, Allah’ı bir
bilen demektir. Ebu Hanife de kelime olarak hanif babası, doğrunun
babası demektir. Baba kelimesi Türkçe’de maksadı tam anlatamıyor,
yerine konacak tam bir kelime de yok. Fakat para babası, fakir babası
ifadelerinde baba kelimesi daha iyi anlaşılıyor. O halde hanif babası,
hakiki Müslümanların babası, hak yolda söz sahibi kimse demektir. Kur’anı kerimde de aşağıda bildirildiği gibi, Hazret-i İbrahim, hanif bir
Müslümandı. Yoksa onun dini İslamiyet’ten ayrı bir din değildi. Zaten bütün
Peygamberler, itikad olarak aynı şeyi bildirmişlerdir. İnsanlar sonradan
bozmuşlardır. İtikadda ayrılık olmaz.
Bir âyet meali şöyledir:
(Allah, Nuh, İbrahim, Musa ve İsa’ya emrettiklerini size de din
olarak emretmiştir.) [Şura 13]
Dinlerdeki imanı farklı gibi göstermek yanlıştır; fakat, dinleri, yani kalb
ile, beden ile yapılması ve sakınılması lazım olan şeyleri farklı olduğundan,
Müslümanlıkları da ayrıdır. Mesela Musa aleyhisselamın dininde iç yağı
yemek haram idi.
Adamın biri, Kur’an uydurma söz değildir anlamındaki âyetteki söz
kelimesinin Arapça’sını almış, Kur’an uydurma hadis değildir diye
tercüme etmiş. Başka biri de hanif kelimesini din olarak almış, herkes
hanif dinine girmelidir diyor. Âyetlere de istediği gibi yanlış anlamlar vermiş.
Verdiği anlamlar şöyle:
“De ki: Hayır, biz Hanif olan İbrahim'in dinindeniz.”
Âyetin tam ve doğru meali şöyledir:
(Yahudiler ve Hıristiyanlar Müslümanlara “Yahudi veya Hıristiyan
olun ki, doğru yolu bulasınız” dediler. Onlara de ki: “Biz, doğru olan
İbrahim’in dinine uyarız. O, müşriklerden değildi.) [Bekara 135]
Görüldüğü gibi hanif kelimesinin Türkçesi kasten yazılmamıştır.
282
www.dinimizislam.com
Yine yazmış ki: “İbrahim, ne Yahudi, ne Hıristiyan'dı; o Hanif
dinindendi.”
Âyetin tam ve doğru meali şöyledir: (İbrahim, ne Yahudi, ne de
Hıristiyandı; o, doğru [Allah'ı bir tanıyan] bir Müslümandı, müşriklerden
de değildi.) [Al-i İmran 67] (Dikkat edilmişse, o Müslümandı ifadesini
çıkarıp yerine “o hanif dininden idi” demiş.]
Yine yazmış ki: “De ki Allah gerçekçidir. O halde, İbrahim'in dini olan
Hanif'liğe uyun.”
Âyetin tam ve doğru meali şöyledir:
(De ki: "Allah doğru söyledi. O halde doğru olan, [Allah'ı bir bilen]
İbrahim'in dinine uyun. O, müşriklerden değildi.) [Al-i İmran 95] (Dikkat
edilirse burada da âyet saptırılıyor, İbrahim’in dini olan haniflik deniyor.
Doğru olan İbrahim ifadesi değiştirilmiş.)
Yine yazmış ki: “Kim vardır ki, ondan daha güzeli var olsun? İyilik
halinde, tam bir ihlas ile kendini Allah'a teslim etmiş (Yaratan ile barışmış)
ve Allah'ın indindeki en güzel din olan İbrahim'in dini Hanif'liğe tâbi
olmuştur. Allah İbrahim'i dost edinmiştir.”
Âyetin tam ve doğru meali şöyledir:
(İyilik eden bir kimse olarak kendini tam bir ihlasla Allah'a teslim
eden ve İbrahim'in tevhid dinine uymuş olandan daha güzel din sahibi
kimdir? Allah, İbrahim'i dost edinmiştir.) [Nisa 125] Burada da haniflik
dini diye bir şey yoktur.
Hanif doğru anlamındadır
Yabancı yazar yine yazmış ki:
“Ben her dinden vazgeçip, yüzümü Hanif olarak o gökleri ve yeri
yaratan Allah'a döndüm.”
Âyetin tam ve doğru meali şöyledir:
(Ben, bir müvahhid olarak, yüzümü o gökleri ve yeri yaratmış olan
Allah’a çevirdim. Ben müşriklerden değilim.) [Enam 79] Her dinden
vazgeçip diye bir şey yok. Âyetin yukarısında aya, güneşe, yıldızlara
tapmadığını bildiriyor. Ben müşriklerden değilim diyor, hâşâ ben Müslüman
değilim demiyor. Allahü teâlâ, (İbrahim doğru Müslümandı) buyuruyor.
(Al-İ İmran 67)
Yine yazmış ki: “De ki: Rabbim beni İbrahim'in doğru yoluna
dosdoğru olan Hanif dinine iletti.”
Âyetin doğru meali şöyledir: (De ki: Beni, Rabbim, doğru yola iletti;
O, öyle bir din ki, gayet sağlam ve devamlı, İbrahim'in Hakka yönelmiş
tevhid dini.) [Enam 161] Burada da hanif dini diye bir şey yok. Tevhid
dini, doğru din ifadesi var. Kasten hanif kelimesinin Türkçesini yazmıyor.
283
www.dinimizislam.com
Yine yazmış ki: “De ki: Ayrıca yüzünü Hanif dininden ayırma ve sakın
ortak koşanlardan olma”
Âyetin doğru meali şöyledir:
(Yüzünü tevhid dinine döndür, sakın müşriklerden olma.) [Yunus
105] Hanif dini diye ayrı bir din burada da yok. Dikkat edilirse hep
müşriklerden değildi, tek ilaha inanırdı anlamında söyleniyor.
Yine yazmış ki: “Doğrusu İbrahim Hakk'a yönelen bir kurucuydu. O
Hanif idi.”
Âyetin doğru meali şöyledir: (İbrahim Allah'a itaat eden, ona
yönelen bir ümmet [önder] idi.) [Nahl 120] Burada hanif dini diye bir şey
yok. Hazret-i İbrahim’in dinini tek hak din gibi göstermeye çalışıyor.
Yine yazmış ki: “Halbuki, onlar yalnızca Hanif olmak üzere, dini
sadece Allah'a has (özgün kılarak, mezhep imamlarına, şeyhlere, kullara
vb. has kılmayarak), Allah'ı bilmekle, salatı ikame etmekle ve zekât
vermekle emrolunmuşlardı. En dosdoğru ve gerçekçi din de işte bu
Haniflik'tir.”
Burada foyası meydana çıkıyor. Mezhebe, tasavvufa düşmanlığını
açıkça bildiriyor. Bir de namaz demiyor salat diyor. Mealci gruplar, namaz
diye bir şey yok salat dua demektir diyorlar. Bu da aynısını mı söylemek
istiyor ki? Âyetin doğru meali şöyledir: (Halbuki onlar, doğruya yönelip,
dini yalnız Allah'a has kılarak Ona kulluk etmek, namazı kılmak ve
zekâtı vermekle emrolunmuşlardı. Doğru olan din budur.) [Beyyine 5]
Burada da hanif dini diye bir şey yok.
Yine yazmış ki: “Sen artık yüzünü hakka yönelmiş Hanif dine dön ki,
Haniflik Allah'ın mayasıdır. İnsanları o maya üzerine yaratmıştır. Allah'ın
yaratışında hiç bir değiştirme ve değişiklik bulunmaz. İşte en doğru ve en
sağlam din Haniflik'tir.”
Âyetin doğru meali şöyledir: (Hakka yönelip Allah'ın insanlara
yaratılışta verdiği dine [İslam’a] sarıl. Zira Allah'ın yaratışında değişme
yoktur; işte doğru din [İslam] budur.) [Rum 30] Burada da, hanif dini diye
bir şey yok. Bu âyette de Allah’ın gönderdiği dinlerin itikadda
değişmeyeceği bildiriliyor.
Yine yazmış ki: “Allah katından geri çevrilmez gün gelmezden önce,
yüzünü Hanif dinine çevir.”
Âyette hanif diye bir kelime yok. Kayyim kelimesi var. O da doğru
demektir. Burada iyice açık vermiştir. Her doğru anlamındaki kelimeye
hanif denirse ortada Kur’an, din diye bir şey kalmaz. Âyetin doğru meali
şöyledir: (Allah'ın geri çevrilemeyecek o günü gelmeden önce, yüzünü
doğru dine [İslamiyet’e] çevir.) [Rum 43]
284
www.dinimizislam.com
Hak din yalnız İslam’dır
Yukarıdaki yazımızda yabancı bir yazarın, hak dinin Müslümanlıktan
farklı hanif diye bir din olduğunu söylediğini bildirmiştik. Şimdi hak dinin
yalnız İslam olduğunu âyet-i kerimelerle bildiriyoruz:
(Elbette Allah katında [hak] din, İslam’dır. Kendilerine kitap
verilenler [Hıristiyan ve Yahudiler] gerçeği bildikten sonra, aralarındaki
ihtiras yüzünden, [İslamiyet hakkında] ihtilafa düştüler. Allah, âyetlerini
inkâr edenin cezasını vermekte çok çabuk hesap görücüdür.) [Al-i
İmran 19] Bu âyette Allah katında gerçek dinin Müslümanlık olduğu tevil
edilemeyecek kadar açıktır.
(Kim, İslamiyet’ten başka bir din ararsa, iyi bilsin ki, o din asla
kabul edilmeyecek ve o, ahirette en büyük zarara uğrayacaktır.) [Al-i
İmran 85] İslam’dan başka hanif manif diye bir din uyduranlar büyük zarara
uğrayacaktır.
(Eğer seninle tartışmaya girişirlerse, “Ben bana uyanlarla birlikte
kendimi Allah’a verdim” de. Kendilerine Kitap verilenlere ve
müşriklere, “Siz İslam’ı kabul ettiniz mi?” de, şayet İslam’ı kabul
ederlerse, doğru yola girmiş olurlar, yüz çevirirlerse, sana yalnız
tebliğ etmek düşer. Allah kullarını [hakkıyla] görür.) [Al-i İmran 20] Bu
âyette de doğru olan dinin İslam olduğu bildiriliyor.
(İbrahim de bu dini kendi oğullarına vasiyet ettiği gibi Yakub da,
”Oğullarım, Allah [razı olduğu] dini [İslam’ı] sizin için seçti. O halde
[ölüm gelmeden önce Müslüman olun ve] ancak Müslüman olarak ölün”
dedi) [Bekara 132]
Dikkat edilirse, falanca din mensubu olarak değil, Müslüman olarak
ölün buyuruluyor. Müslümanın eğrisi de, doğrusu da olur. Doğru
Müslüman elbette iyisidir. Hanif doğru demektir. Hanif Müslüman doğru
Müslüman demektir. Türkçesi ne ise onu söylemek gerekir. Uydurma söz
yerine uydurma hadis demek gibi kasten hanif kelimesinin Türkçesini
yazmamak art niyetli olmayı gösterir.
(İsa, küfürlerini sezince, “Allah yolunda bana kim yardımcı
olacak” dedi. [imanlı] Havariler, “Biz, Allah yolunda yardımcıyız;
Allah’a inandık, sen şahit ol, biz Müslümanız” dediler.) [Al-i İmran 52]
Hazret-i Âdem’den beri gelen bütün hak dinlerin Müslümanlık olduğu bu
âyette de görülmektedir.
Yahudiler: İbrahim Yahudi'dir ve biz onun dinine bağlıyız, demeleri
üzerine şu âyet nazil olmuştur:
(De ki, “Ey Ehl-i kitap, “Ancak Allah’a kulluk etmek, Ona bir şeyi
eş koşmamak, Allah’ı bırakıp birbirimizi rab edinmemek üzere, bizimle
285
www.dinimizislam.com
sizin aranızda ortak bir söze gelin” Eğer yüz çevirirlerse, “Şahit olun,
biz Müslümanız” deyin.) [Al-i İmran 64]
Âyette geçen ortak söz, imanın altı esasıdır. Biri noksan olursa o
kimse Müslüman olamaz. Âyetin sonunda, enna müslimun = Bizler
Müslümanlarız deniyor. O halde Müslüman olmayan, ortak söze gelmiş
olamaz. Hazret-i İbrahim’in Yahudi veya Hıristiyan olmadığı, bütün
peygamberler gibi Müslüman olduğu şu âyette de açıkça bildiriliyor:
(İbrahim, ne Yahudi, ne de Hıristiyandı; o, doğru [Allah’ı bir tanıyan]
bir Müslüman idi; müşriklerden de değildi.) [Al-i İmran 67]
Müslüman olarak can verin
Tek hak dinin Müslümanlık olduğunu bildiren âyetlerden bazıları:
([İbrahim ve İsmail dedi ki:] Rabbimiz, ikimizi Müslüman kıl, hem de
soyumuzdan Müslüman bir ümmet meydana getir.) [Bakara 128]
(O, meleklerle peygamberleri ilah edinmenizi de size emretmez.
Siz Müslüman olduktan sonra, size küfrü emreder mi?) [Al-i İmran 80]
Müslümanlıktan başka dinin küfür olduğunu bildiriliyor.
(Ey inananlar, ancak Müslüman olarak ölün.) [Al-i İmran 102]
([Yusuf aleyhisselam dedi ki:] Canımı Müslüman olarak al.) [Yusuf
101]
(Ey Rabbimiz, Müslüman olarak canımızı al.) [Araf 126] Bu
âyetlerde, başka din üzerine değil ancak Müslüman olarak ölmek
emrediliyor.
(Bugün size dininizi kemale erdirdim, size olan nimetimi
tamamladım ve size din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3] İslamiyet
son dindir ve Allah ancak İslam dininden razıdır mealindedir.
(Ben Müslümanların ilkiyim.) [Enam 163] Resulullah, kavminin ilk
Müslümanıdır.
(Allah doğru yola koymak istediğinin kalbini İslam’a açar.) [Enam
125] Doğru yol İslam’dır.
(Bana Müslüman olmam emrolundu.) [Yunus 72] Her Peygamber
Müslümandır.
[Firavun] “İsrail oğullarının inandığı ilaha ve ondan başka ilah
olmadığına iman ettim. Ben de Müslümanım” dedi.) [Yunus 90] İsrail
oğullarının inandığı din de Müslümanlıktır.
(Artık Müslüman olacak mısınız?) [Enbiya 108], (Kâfirler,
[Cehennemde] keşke biz de Müslüman olsaydık diyecekler.) [Hicr 2]
Kurtuluş ancak Müslümanlıktadır.
(Allah, Müslüman olmanız için nimetler veriyor.) [Nahl 81] Nimetler
Müslüman içindir.
286
www.dinimizislam.com
(De ki: Müslüman olmakla emrolundum.) [Neml 91] Müslüman
olmak emrediliyor.
(Ondan [Kur'an gelmeden] önce kendilerine kitap verilenler de
[Musevi ve İseviler de] iman ederler. Onlara [Kur‘an] okunduğu zaman,
“Ona iman ettik. Çünkü o Rabbimizden gelmiş bir gerçektir. Esasen
biz daha önce de Müslüman idik” derler.) [Kasas 52,53] Hazret-i Musa
ve Hazret-i İsa’nın o zamanki dinine mensup olanların da Peygamberimizin
ümmeti gibi Müslüman olduğu bildirilmektedir.
(Müslüman erkeklere ve Müslüman kadınlara.… Allah büyük
mükafat hazırlamıştır.) [Ahzab 35] Demek ki mükafat ancak
Müslümanlaradır.
(Allah'a davet eden ve salih amel işleyip ben Müslümanım
diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?) [Fussilet 33] Gerçek Müslüman
olandan daha iyisi yoktur.
(Âyetlerimize inanıp Müslüman olan kullarım! Bugün size korku
yoktur.
Eşlerinizle
Cennete
girin.
Orada
ikram
görüp
sevindirileceksiniz.) [Zuhruf 69,70] Cennete ancak Müslüman girer.
(Havariler, “Biz iman ettik, gerçek Müslüman olduğumuza şahit
ol" demişlerdi.) [Maide 111]
(Musa dedi ki: "Ey kavmim, eğer Allah'a inanıp, halis Müslüman
olmuşsanız, ona güvenin.) [Yunus 84]
(Biz Kur’anı Müslümanlara hidayet, rahmet ve müjde olarak
indirdik.) [Nahl 89]
(Size Müslüman adını veren Odur.) [Hac 78]
Hazret-i Süleyman dedi ki: (Bana Müslüman olarak gelin.) [Neml 31]
Melike dedi ki: (Biz daha önce Müslüman olmuştuk.) [Neml 42]
(Sen ancak âyetlerimize inanan Müslümanlara işittirebilirsin.)
[Neml 81]
(Ben gerçek Müslümanlardanım.) [Ahkaf 15]
(Biz Müslümanları suçlular gibi yapar mıyız?) [Kalem 35]
Ebu Hanife ne demek?
Sual: Arapça’da Ebu baba demektir. Araplar ilk çocuklarının adıyla
anılır. Numan bin Sabit'in kızının adı "Hanife" idi. Ebu Hanife, Hanife’nin
babası demektir. Ne diye Ebu Hanife, doğru inanan kimse diye tarif
ediyorsunuz?
CEVAP
287
www.dinimizislam.com
Siz ya Arapçayı bilmiyorsunuz veya kasıtlı olarak Ebu Hanife unvanına
kızıyorsunuz. Eğer her zaman ebu kelimesi baba demekse şunlar ne
demek oluyor?
Ebu Cehil = Cahilin babası mı demektir? Ebu Cehilin ilk çocuğu Cehil
mi idi?
Ebu Hureyre = Kedinin babası mı demektir? Onun ilk çocuğu kedi mi
idi?
Ebu Bekri Sıddık = Sıddıkın babası mı demektir? Sıddık diye bir oğlu
mu vardı?
Ebu Türab = Toprak babası mı demektir? Hazret-i Ali’nin ilk çocuğu
toprak mı idi?
Böyle deyimler Türkçede de vardır. Birkaç örnek verelim:
Para babası demek, paranın babası demek değildir.
Fakir babası demek, fakirin babası demek değildir.
Baba adam demek, çocuğu olan insan demek değildir. Demirel’e
baba dendi ama çocuğu yok.
Ebu Cehil = Cahilin daniskası demektir. Ebu Hanife de doğru inanan,
İslamiyet'e sarılan kimse, hakiki Müslümanların babası yani imamı
demektir.
Ebu Hureyre = Kedileri çok seven insan, onlara acıyan demektir.
Ebu Bekri Sıddık = Hep doğru söyleyici, Resulullahı tasdik edici
anlamındadır. Siz, öteki sahabeler tasdik etmedi mi, doğruyu söylemedi mi
diyorsunuz. Elbette hepsi doğrudur. Ama Ebu Bekrin doğruluğu pek
meşhurdu. Miraca gidildiği inkâr edilince ilk önce o tasdik etti. “Resulullah
gittim geldim diyorsa doğrudur” dedi ve adı Ebu Bekri Sıddık oldu.
Hepsi doğru insanlar
Sual: Madem "Ebu Hanife" Hanife'nin babası değil de "Doğruların
babası" ise, şu insanlar doğru değil mi? Ali, İbni Abbas, Mikdat, Selman,
Ammar bin Yasir, Abdullah ibni Ebi Vefa?
CEVAP
Kur’an-ı kerimde eshab-ı kiramın tamamının Cennetlik olduğu
bildiriliyor. (Hadid 10)
Eshabın hepsi doğru insanlardır, eğrilik hiç birinde yoktur. Eğrilik sizin
mantığınızdadır. Eshabın her biri Ebu Hanife’dir. İmam-ı a’zama öyle bir
unvan verilince ötekiler eğri mi olur? Bir çok âlime çeşitli unvanlar
verilmiştir. Mesela, imam-ı Gazali’ye Hüccet-ül İslam denmiştir. İslam’da
söz sahibi büyük âlim demektir. Buradan diğer âlimler, büyük değil anlamı
çıkar mı?
288
www.dinimizislam.com
İmam-ı Rabbani’ye, Rabbani denmiştir, ötekiler hâşâ şeytani değildir.
İmam-ı Rabbani’nin oğlu Muhammed Masum Faruki hazretlerine de,
Urvet-ül vüska denmiştir, yapışılacak sağlam ip demektir. Öteki âlimler
sağlam değil anlamı çıkmaz.
Şâfiî âlimlerinden Muhammed Remlî’ye Şemseddin = Dinin güneşi
unvanı verilmiştir. Öteki âlimler, güneş değil manasına gelmez.
Tâc-üş-şerîa = Şeriatın tacı, Necmeddin = Dinin yıldızı gibi unvan
alan âlimler de vardır. Bu âlimlere böyle unvan verilince ötekiler kötülenmiş
olmaz. İmam-ı a’zam, doğruların imamı olunca ötekiler doğru değil
denmez.
Hanif diye bir din yoktur
Sual: Hanif, ayrı bir din değil ise, kuru kuruya sadece "doğru" demek
ise, neden Hazret-i İbrahim’e, (O müşriklerden değildi) deniyor? Diğer
Elçiler müşrik miydi? Hazret-i Muhammede de, (Sakın müşriklerden
olma) deniyor. Peki Allah onda bir eğrilik mi gördü de öyle söylüyor?
CEVAP
Hanif kelimesini bir din olarak göstermek için ne numaralar yapılıyor
öyle? İbrahim aleyhisselama sadece müşriklerden değildi denmiyor. O
Hıristiyan ve Yahudi de değildi deniyor. Sebebi ise, Hıristiyanlar da,
Yahudiler de o bizdendi, dedikleri için öyle deniyor. O müşrikti diyenlere
de cevap veriliyor. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İbrahim, ne Yahudi, ne de Hıristiyan idi; fakat o, Allah’ı bir
tanıyan doğru bir Müslüman idi; müşriklerden de değildi.) [Al-i İmran
67]
(İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarının Yahudi veya
Hıristiyan olduğunu söyleyenlere de ki: Siz mi iyi bilirsiniz, yoksa
Allah mı? Allah’ın bildirdiğini gizleyenden daha zâlim kim olabilir?
Allah yaptıklarınızdan gâfil değildir.) [Bekara 140] Bu âyet de gösteriyor
ki, hiçbir Peygamber Yahudi ve Hıristiyan değildi, hepsi Müslüman idi.
Hanif diye ayrı bir din sahibi değillerdi. Hepsi Müslüman idi. Hazret-i
Âdem’den beri gelen bütün Peygamberler Müslüman idi.
(Kâfirler, Allah’ın emirleri ile Resullerinin emirlerini birbirinden
ayırmak istiyor. [Yahudiler] bir kısmına [Musa ve daha öncekilere]
inanırız. Bir kısmına [İsa ve Muhammed’e] inanmayız. [Hıristiyanlar ise,
İsa Allah’ın oğlu diyor.] Bu inanışları ve dinleri kıymetsizdir. Hepsi
kâfirdir, hepsine çok acı azaplar hazırladık. Bütün Peygamberlere
iman edip, hiçbirini diğerinden ayırmayan [Müslümanlar] ise, Allah’ın
289
www.dinimizislam.com
mükafatına kavuşacaktır.) [Nisa 150-152] Bu âyet de Allah’ın emri ile
Peygamberlerin emirlerinin ayrı olmadığı, aynı olduğu, birisi hanif [doğru]
ötekilerin eğri olmadığı, hepsine iman gerektiği bildirilmektedir.
Resulullaha bildirilenlerin bir kısmı Onun şahsında ümmetine hitaptır.
Birkaçı şöyledir:
(Yüzünü tevhid dinine döndür, sakın müşriklerden olma.) [Yunus
105] Hâşâ Peygamber efendimiz, müşriklerden mi olacaktı da böyle
emredildi?
(Allah’ı bırakıp da sana fayda veya zarar vermeyecek şeylere
tapma.) [Yunus 106] Hâşâ Peygamber efendimiz, putlara mı tapacaktı da
böyle söylenmiştir?
(Eğer bunu yaparsan, o takdirde sen mutlaka zalimlerden
olursun.) [Yunus 106]
(Eğer o [Peygamber] bize atfen, [Kur’ana] bazı sözler katsaydı, biz
onu kuvvetle yakalayıp şah damarını koparır, helak ederdik, hiçbiriniz
de buna engel olamazdınız.) [Hakka 44-47] Hâşâ Peygamber efendimiz,
Kur’anı mı değiştirecekti de böyle hitap ediliyor?
(Yeryüzünde savaşırken, düşmanı yere sermeden esir almak
[alınan esirleri mal karşılığı olarak salıvermek] hiçbir Peygambere
yaraşmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, Allah ise, ahireti
kazanmanızı istiyor.) [Enfal 67] Hâşâ Peygamber efendimiz, geçici dünya
malı mı istiyordu?
Şu halde (İbrahim müşriklerden değildi) demek, o hanif diye ayrı bir
dinden idi demek değildir.
Eskiden ehl-i kitabın âlimleri de bu kadar cahil değildi, böyle cahilce
şeyleri gündeme bile getirmezlerdi, İslam âlimlerine cevap veremeyip,
sadece biz böyle inanıyoruz derlerdi. Şimdi böyle cahilce sözleri
müslümanlar söylemeyeceğine göre, bunları din cahili misyonerler
uyduruyor.
Selamın sünnet şekli
Sual: (Hanif selamı ile selam derim) diyenler var. Böyle selam uygun
mudur?
CEVAP
Hanif selamı diye bir selam yok, Peygamber efendimizin bildirdiği
normal selam vardır. Ne Peygamber efendimiz ne de bir İslam âlimi böyle
selam vermemiştir. Böyle selam vermek sünnete ve Kur’an-ı kerime
uymadığı için bid’attir. İslam'dan önce Araplar “hayyekellah = Allah sana
uzun ömür versin” diye selamlaşırlardı. İslamiyet gelince Selamün
290
www.dinimizislam.com
aleyküm veya Esselamü aleyküm diye selam verilmesi emredildi. Kur’anı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Âyetlerimize inananlar sana gelince, Selamün aleyküm de.) [Enam
54]
(Henüz Cennete girmeyen, ama Cenneti umanlar, Cennet ehline,
Selamün aleyküm derler.) [Araf 46]
(Melekler, Cennet ehline, Sabretmenize karşılık Selamün aleyküm
derler.) [Rad 24]
(Melekler, "Selamün aleyküm, yaptıklarınıza karşılık haydi Cennete
girin" derler.) [Nahl 32]
(Cennet bekçileri, "Selamün aleyküm, hoş geldiniz. Ebedi olarak
buraya girin" derler.) [Zümer 73]
Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Cuma günü vahşi hayvanlar birbirlerine Selâmün aleyküm, bugün
Cuma derler.) [Deylemi]
(Aleykesselam, ölülerin selamıdır. Din kardeşinize rastlayınca
”Esselâmü aleyküm verahmetüllahi ve berekatuhü” diye selam verin.)
[İ.Sünni]
(Resulullah birisinin kapısına gelince, “Esselamü aleyküm”
derdi.) [Ebu Davud, İ. Ahmed]
(Ehli Cennet, nimetler içinde iken kendilerini bir nur kaplar.
Rabbin cemali ile şereflenirler ve “Esselâmü aleyküm ya ehli Cennet”
denir. işte Kur‘andaki “Selamün kavlen mirrabbirrahim” âyetindeki
murat budur. Ondan sonra Allah onlara nazar eder, onlar da Allah’a
nazar ederler. Rablerine nazar ettikleri müddetçe, başka hiçbir nimete
iltifat etmezler. Tâ ki, Allahü teâlânın temaşası kalkıp, nuru ve bereketi
kalkıncaya kadar.) [Nesai, ibni Mace]
Hanif dini ne demek?
Sual: Hanif dinindeyiz diyen bazı kimseler, Müslüman olmayı
aşağılayıp, (Biz yalnız Kur'ana uyarız. Kur'anda günde iki vakit namaz
vardır, o da ikişer rekâttır) diyorlar. Namaz beş vakit değil mi?
CEVAP
Elbette beş vakittir. Hanif'in ve Hanifçilerin ne olduğunu açıklayalım:
Hanif, doğru inanan, hak yolda olan, İslamiyet'e sarılan, Allah'ı bir
bilen Müslüman demektir, fakat bir kimse Hanif'im dedi diye, onun doğru
yolda olduğu, Müslüman olduğu anlaşılmaz. Kendisine ne isim verirse
versin, hattâ ben Müslümanım dese de, dinin açık bir hükmünü inkâr
291
www.dinimizislam.com
ederse kâfir olur. Hanifçiler ise, Kur'an-ı kerimi kendi görüşlerine göre
yorumlayarak, sapık bir yol tutarlar.
Resulullah'ın dışlandığı dine, din değil, dinsizlik denir. Hanifçiler de,
yalnız Kur'an diyenler gibi, kesinlikle Kur'an-ı kerime inanmazlar. Allahü
teâlâ, yalnız bana tâbi olun demiyor, (Allah'a ve Resulüne tâbi olun)
buyuruyor. Resulünü devre dışı bırakanlar, Allahü teâlânın bu emirlerini
açıkça çiğnemiş oluyorlar. Allah'ın emrini çiğneyen, o âyetlere inanmayan
kimse, nasıl Müslüman olur? Resulullahın bildirdiklerine de uymak
gerektiğini bildiren âyet-i kerimelerden bazıların mealleri şöyledir:
(Allah’a ve Resulüne itaat edin!) [Enfal 20] (Resule itaat de Kur’an-ı
kerimin emridir.)
(Allah ve Resulüne itaat eden, en büyük kurtuluşa ermiştir.)
[Ahzab 71]
(Resulüm de ki: “Bana uyun ki, Allah da sizi sevsin!”) [Al-i İmran
31]
(Allah’a ve Resulüne inanmayan [kâfir olur] kâfirler için çılgın bir
ateş hazırladık.) [Feth 13] (Resulüne inanmayan da kâfirdir. Resulullaha
inanmak demek, Onun bildirdiklerinin tamamını kabul etmek, inanıp hepsini
beğenmek demektir.)
(De ki, Allah’a ve Resulüne itaat edin! [İtaat etmeyip] yüz çevirenler
[kâfir olanlar], bilsinler ki, Allah, kâfirleri sevmez.) [Âl-i İmran 32]
(Sadece Allah’tan değil, Resulünden de yüz çeviren kâfirdir.)
(Resulümün verdiğini alın, yasakladığından da sakının!) [Haşr 7]
(O Peygamber, güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar.) [Araf
157] (Allahü teâlâ, haram kılma yetkisini Resulüne de vermiştir.)
(Resulüme uyun ki, doğru yolu bulun!) [Araf 158, Nur 54]
(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
(Allah’a ve Resulüne karşı gelen, apaçık bir sapıklıktadır.) [Ahzab
36]
(Allah ve Resulüne itaat eden Cennete, isyan eden Cehenneme
gider.) [Nisa 13,14]
(İhtilaflı bir işin hükmünü Allah ve Resulünden [Kitap ve sünnetten]
anlayın!) [Nisa 59]
(Biz her Peygamberi, kendisine itaat edilsin diye gönderdik.) [Nisa
64]
(Allah ile Resullerinin emirlerini birbirinden ayırıp ikisi arasında
bir yol tutmak isteyen kâfirdir.) [Nisa 150,151]
292
www.dinimizislam.com
Allahü teâlâ, Resulüne Kur’anın açıklamasını, hüküm koymasını
emredip, iman, itaat ve kelime-i şehadette de, Resulünü kendisiyle birlikte
bildiriyor. İki âyet-i kerime meali:
(Kur’anı insanlara açıklayasın diye sana indirdik.) [Nahl 44]
(Size kitabı, hikmeti getiren ve bilmediklerinizi öğreten bir Resul
gönderdik.) [Bekara 151] İmam-ı Şafii hazretleri buyuruyor ki: Bu âyetteki
hikmet, sünnettir. Önce Kur’an, peşinden hikmet bildirilmiştir. (Risale s.78)
Bu konudaki hadis-i şerifler de şöyledir:
(Bana Kur’anın misli kadar daha hüküm verildi.) [İ. Ahmed]
(Yalnız Kur’andaki helal ve haramı kabul edin diyenler çıkar. İyi
bilin, Peygamberin haram kılması, Allah’ın haram kılması gibidir.)
[Tirmizi, Darimi]
(Bana uyan Cennete girer, bana isyan edense Cennete giremez.)
[Buhari]
(Ümmetim bozulunca, sünnetimi ayakta tutana şehit sevabı
verilir.) [Hakim]
(İhtilaflarda, sünnetime ve Hulefa-i raşidinin sünnetine sımsıkı
sarılın!) [Tirmizi]
(Bana uyan, Allah’a uymuş, bana asi olan da, Allah’a asi olmuş
olur.) [Buhari]
Mezhepsizler, dindeki dört delilin ikisini kabul etmeyip, kitap ve
sünnetten başka delil yok diyorlar. Mezhepsizleri de geride bırakan türedi
zındıklar, kitap ve sünnet tabirine bile saldırıp, (Kur’andan başka, sünnet
adı altında din çıkarılıyor, Kur’anı getirmekle Peygamberin işi bitti, o bir
postacıydı) diyerek sünneti Kur’andan farklı gibi gösteriyorlar. Âyet-i
kerimelerde bunların kâfir oldukları bildiriliyor.
Görüldüğü gibi, yalnız Kur’an diyerek, Resule uymayanların, sahtekâr
birer kâfir olduklarını, Allah ve Resulü bildirmektedir. Bunların, Kur’ana
inanıyorum demeleri yalandır, çünkü Kur’an-ı kerimi toplayanlar da, hadis-i
şerifleri bildirenler de Eshab-ı kiramdır. Birine inanıp öteki inkâr edilmez.
Resulullah efendimiz, bunların çıkacağını mucize olarak 14 asır önce
bildirmiştir. Üç hadis-i şerif meali:
(Bir zaman gelir, beni yalanlayanlar çıkar. Bir hadis söylenince,
“Resulullah böyle şey söylemez. Bunu bırak, Kur’andan söyle”
derler.) [Ebu Ya’la]
(Bazı kibirli kişiler çıkacak, “Allah Kur’anda bildirilenden başka
bir şeyi haram kılmadı” diyecek. Yemin ederim ki, benim de
emrettiğim, yasakladığım, koyduğum hükümler vardır. Bunların sayısı
Kur’andaki hükümlerden daha çoktur.) [Ebu Davud]
293
www.dinimizislam.com
(Kur’andan başka delil kabul etmem diyen [türedi]ler çıkacak.)
[Ebu Davud]
(Bize yalnız Kur’andan söyle) diyen birine, İmran bin Husayn
hazretleri, (Ey ahmak! Kur’anda, namazların kaç rekât olduğunu bulabilir
misin?) dedi. Hazret-i Ömer, farzların seferde kaç rekât kılınacağını
Kur’anda bulamadık diyenlere, (Kur’anda bulamadığımızı, Resulullah’tan
gördüğümüz gibi yaparız. O, seferde, 4 rekâtlı farzları iki kılardı) buyurdu.
(Mizan-ül-kübra)
Resulullah’a uymanın önemi anlaşılınca, Kur’an-ı kerimin açıklaması
olan hadis-i şeriflere de uymak gerektiği anlaşılır. Hadis-i şerifler
olmasaydı, namazların kaç rekât olduğu ve nasıl kılınacağı, zekâtın,
orucun, haccın farzları, hukuk bilgileri bilinemezdi. Yani hiç kimse, bunları
Kur’an-ı kerimden çıkaramazdı. Şu halde Kur’an-ı kerimi anlamak için,
onun açıklaması olan hadis-i şeriflere ihtiyaç vardır. Hadis-i şerifleri de
anlamak için âlimlere ihtiyaç vardır. Allahü teâlâ, (Peygambere sorun,
âlimlere sorun) buyuruyor. Herkes Kur’anı anlayabilseydi o zaman
peygambere ne lüzum kalırdı? Kur’an-ı kerimi doğru anlayamadıkları için
72 sapık fırka meydana çıktı? Üç âyet-i kerime meali:
(Eğer onun hükmünü peygambere veya ülül-emre [yetkililere,
âlimlere] sorsalardı, öğrenmiş olurlardı.) [Nisa 83] (Demek ki, ülül-emre
de uyulması gerekiyor.)
(Verdiğimiz bu misalleri ancak âlim olanlar anlar.) [Ankebut 43]
(Bilmiyorsanız âlimlere sorun.) [Nahl 43]
Bu âyetler, Kur’an-ı kerimi anlamak için âlimlerin açıklamasına da
ihtiyaç olduğunu bildiriyor. Zaten Kur’an meali okuyan, murad-ı ilahiyi
öğrenemez. Tercüme edenin bilgi derecesine göre, yaptığı açıklamayı
öğrenir. Bir cahilin veya bir sapığın yazdığı meali okuyan da, Allahü
teâlânın bildirmek istediğini değil, tercüme edenin anladım sanarak kendi
kafasından anlatmak istediğini öğrenir.
Kur’an-ı kerim mealini okuyan, amel ve ibadetle ilgili bilgileri
öğrenemez. İtikada ait bilgileri ise öğrenmesi hiç mümkün olmaz, çünkü 72
dalalet fırkası, Kur’an-ı kerime yanlış mana verdiği için sapıtmıştır.
Kur’an-ı kerim, dinin anayasası hükmündedir. Yüz binlerce hadis-i
şeriflerle açıklanmıştır. Âlimler, Kur’an-ı kerimi ve hadis-i şerifleri
açıklamıştır. Bu açıklamalar olmadan Kur’an-ı kerime uyulamaz. Bugünkü
Anayasa da öyledir. Kanunlar, tüzükler, yönetmelikler ve mahkeme
ictihadlarıyla ülke yönetilmektedir. Bunlar olmadan sırf anayasa ile ülke
yönetilmez. Anayasa hep kanunlara havale eder. Kur’an-ı kerim de hep
294
www.dinimizislam.com
Resulullah’a havale eder, âlimlere havale eder. Onun için, sırf anayasa ile
memleket idare edilmez, Kur’an mealinden de din öğrenilmez.
Hanifçilerin, (Namaz iki vakittir, hem de iki rekâttır) demeleri, Kur’an-ı
kerime de sünnete de aykırıdır.
Peygamber efendimiz bize namazın beş vakit olduğunu bildirdi.
Senelerce beş vakit kıldı. Artık başka delil aramak gerekmez. Kur’an-ı
kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Salat, müminlere belli vakitlerde farz kılındı.) [Nisa 103]
Nisa suresinin 103. âyetinde, (Namaz, belli vakitlerde farz kılındı)
buyurulup, ayrıca, 5 vaktin hepsi de diğer âyetlerde bildirildiği halde, Beş
vakit namaz ifadesinin geçmeyişi, kutuplarda ve buralara yakın yerlerde, 5
vaktin tamamının teayyün etmemesindendir. (Nimet-i İslam)
İsra suresinin, (Güneşin kayması anından, gecenin kararmasına
kadar ve sabah vakti namaz kıl) mealindeki 78. âyet-i kerimenin aslında
geçen, (Dülûk-üş şems) öğle ve ikindi, (Gasak-ıl leyl) akşam ve yatsı
namazı, (Fecr) de sabah namazıdır. (Beydavi)
Kaf suresinin, (Güneşin doğuşundan ve batışından önce ve gece
Rabbini tesbih et) mealindeki 39. ve 40. âyet-i kerimesindeki, güneşin
doğuşundan önceki sabah namazı, güneşin batışından önceki öğle ve
ikindi namazı, geceki de akşam ve yatsı namazıdır. (Beydavi)
İbni Abbas hazretleri, (Kur’an-ı kerimde beş vakit namazı bildiren âyet
hangisi) diye sual edildiğinde, şu mealdeki âyet-i kerimeyi okudu:
(Akşama girerken, sabaha ererken, gündüzün sonunda ve öğle
vaktinde Allah’ı tenzih edin!) [Rum 17,18]
(Akşama girerken) ifadesinden maksat, akşam ve yatsı namazı,
(sabaha ererken) ifadesindeki sabah namazı, gündüzün sonundaki, ikindi
namazı, öğledeki de, öğle namazıdır. (Celaleyn)
Nur suresinin 58. âyet-i kerimesinde, (salât-ı fecr = sabah namazı) ve
(salât-ı işâ = yatsı namazı) ifadesi açıkça geçmektedir.
Peygamber efendimiz, Bekara suresindeki, (Namazları ve vusta
namazını kılın) mealindeki 238. âyet-i kerimeyi açıklarken, (Vusta namazı
ikindi namazıdır) buyurdu. (İ. Ahmed)
Bu âyet-i kerimede, (Namazları ve orta namazı [ikindi namazını]
kılın) buyuruluyor. Arabi gramere göre, namazlar [salevat] denince, ikiden
fazla namaz anlaşılır, çünkü iki namaz demek için, salevat [namazlar]
değil, salateyn [iki namaz] denilir. Vusta [orta] namaz ikindi namazı
olduğuna göre, ikindi hariç, öteki namazların sayısı iki olamaz, ikiden fazla
olması gerekir. Üç de olamaz. Çünkü VUSTA NAMAZI hariç 4,6 gibi çift
sayılı olmalı ki, orta namaz [ikindi namazı] tam ortada olabilsin. Yani
295
www.dinimizislam.com
ortadaki namaz ikindi olduğuna göre, ondan önce iki namaz, ondan sonra
da iki namaz bulunduğu meydana çıkar. Diğer âyetlerdeki namaz vakitleri
de dikkate alınınca, namaz vakitlerinin beş olduğunda hiç şüphe kalmaz.
Bir âyet-i kerime meali daha:
(Gündüzün iki tarafında, gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru
namaz kıl, çünkü güzellikler kötülükleri [günahları] giderir. Bu, iyi
düşünenlere bir öğüttür.) [Hud 114]
Gündüzün iki tarafındaki namazlar sabah, öğle, ikindi; gecenin yakın
saatlerindeki namazlar da akşam ve yatsı namazlarıdır. (Medârik)
Burada (hasenat = güzellikler) ifadesinden murat beş vakit namazdır.
(Medârik, Beydâvî)
Dinimizde, Kitap ve Sünnet’ten sonraki delil İcma’dır. Peygamber
efendimiz, Eshab-ı kiram ve onlardan sonra bugüne kadar gelen bütün
âlimler, beş vakit namaz kılmış, bu hususta kesin bir icma hâsıl olmuştur.
İslam âlimleri de, beş vakit namazın nasıl kılınacağını kitaplara
yazmışlar, böylece dördüncü delil olan Kıyas-ı fukaha ile de namazın beş
vakit olduğu sabit olmuştur.
Namazın beş vakit olduğuna dair hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:
(İslam beş temel üzerine kuruldu:
1- Allah’a ve Muhammed aleyhisselamın Onun resulü olduğuna
inanmak,
2- Her gün beş vakit salat [namaz] kılmak,
3- Senede bir kere malının kırkta birini Müslüman olan fakirlere
zekat vermek,
4- Ramazan-ı şerif ayında her gün oruç tutmak,
5- Mekke’ye giderek, ömründe bir kere hac etmek.) [Buhari,
Müslim, Tirmizi, Nesai]
(Beş vakit namaz kılanın hâli, evinin önünden akan suda beş defa
yıkanan kimse gibidir. Nasıl böyle bir kimse kirden temizlenirse
namaz kılan da küçük günahlardan öyle temizlenir.) [Buhari, Müslim,
İ.Ahmed, Beyheki, Darimi, Taberani]
(Cebrail aleyhisselam, bana imamlık yaptı ve kendisi ile birlikte
beş vakit salat [namaz] kıldım ve beş vakit salatla [namazla]
emrolundum.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud, Nesai]
(Farz olduğuna inanıp, rükû, secde, abdest ve vakitlerine riayet
ederek beş vakit farz salata [namaza] devam edene Cennet vacib,
Cehennem haram olur.) [Taberani]
(Beş vakit namazı, ilk tekbire yetişerek kırk gün cemaatle kılana
Cennet vacibdir.) [Ebu Ya’la]
296
www.dinimizislam.com
(Allah’tan korkun, beş vakit namazı kılın, [Ramazan ayında] oruç
tutun, mallarınızın zekâtını, isteyerek verin, âmirinize itaat edin,
böylece Rabbinizin Cennetine girin.) [Tirmizi]
(Allah için ibadetinizi ihlaslı yapın. 5 vakit namazı kılın, severek
malınızın zekâtını verin, Ramazan orucunu tutun, Hacca gidin,
böylece Rabbinizin Cennetine girersiniz.) [Taberani]
(Allahü teâlânın ilk farz kıldığı şey beş vakit namazdır. İlk ortadan
kalkacak olan da yine beş vakit namazdır. İlk sorgu da beş vakit
namazdan olacaktır.) [Hâkim]
(Kıyamette herkes korku içindeyken, korkmayan üç grup
insandan biri, sırf Allah rızası için, her gün beş vakit namaza çağıran
müezzindir.) [Taberani]
(Allahü teâlâ beş vakit namazı emretti. Güzel abdest alıp, bunları
vaktinde kılanı, rükû ve huşularını tam yapanı affedeceğine söz verdi.
Bunları yapmayan için söz vermedi. Onu dilerse affeder, dilerse azap
eder.) [Ebu Davud, İbni Mace, Nesai, İ. Malik, İ. Ahmed]
(Beş vakit namaz, güzelce kılan için Kıyamette nur, delil ve
kurtuluş olur.) [İbni Nasr]
(Hak teâlâ buyurdu ki: Beş vakit namazı farz kıldım. Şartlarına
uyup, vaktinde kılanı Cennete koyacağıma söz verdim. Kılmayana
verilmiş bir sözüm yoktur.) [İbni Mace, Ebu Davud]
(Beş vakit namaz ve Cuma namazı, gelecek Cumaya kadar ve
Ramazan orucu, gelecek Ramazana kadar yapılan günahlara
kefarettir. Büyük günah işlemekten sakınanların küçük günahlarının
affına sebep olur.) [Müslim, İ.Ahmed]
(Mirac gecesi, elli vakit namaz farz oldu. Sonra beş vakte
indirildi.) [Buhari, Müslim, İ. Ahmed]
(Allahü teâlâ buyurdu ki: Bende söz ve hüküm asla değiştirilmez.
Bu beş vakit namaz karşılığında elli vakit namaz sevabı vardır.)
[Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesai]
(Bir kadın, beş vakit namazı kılar, orucunu tutar, kendini
yabancılardan korur ve kocasına itaat ederse, Cennete istediği
kapıdan girer.) [İbni Hibban]
(Beş vakit namazı terk eden, Allah’ın hıfz ve emanından mahrum
olur.) [İbni Mace]
(Herkes bozulunca, beş vakit namazı cemaatle kılana, her gün yüz
şehid sevabı yazılır.) [İ.Nasr]
(Beş vakit namazı cemaatle kılan, Sırat köprüsünü şimşek gibi
geçer.) [Taberani]
297
www.dinimizislam.com
(Beş vakit namazı kılan, Ramazan orucunu tutan, zekât veren ve
büyük günahlardan sakınan herkese, kıyamette, Cennetin sekiz kapısı
açılır. Dilediği kapıdan girer.) [Hâkim]
(Beş vakit namazlardan sonra yapılan dua kabul olur.) [Buhari]
(Beş vakit namaza devam edin, çünkü küçük günahlara kefaret
olur.) [Taberani]
(Kitab ehli olan bir kavme vazifeli olarak gittiğin zaman, önce,
Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resulü
olduğuna şehadet etmeye davet et. Bunu kabul ederlerse, Allah’ın
günde beş vakit namazı farz kıldığını haber ver. Bunu da kabul
ederlerse, Allah’ın kendilerine zenginlerinden alınıp fakirlerine verilen
zekâtı farz kıldığını söyle.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud]
(Beş vakit namazı kılan, Ramazan orucunu tutan, zekâtını veren
ve yedi büyük günahtan kaçan kimseye, Cennetin bütün kapıları
açılıp, “Selamet ve emniyet içinde gir” denilir.) [Nesai]
Saçları dağınık biri [belki de İslamiyet’i öğrenmek için] gelip,
Resulullah’a sordu:
(- Ya Resulallah İslam nedir?
- Günde beş vakit namaz kılmaktır.
- Beşten fazla değil mi?
- Hayır, nafile kılmak isteyen kılabilir. Bir de yılda bir ay Ramazan
orucu vardır.
- Bundan başka, oruç yok mu?
- Nafile olarak tutmak isteyen tutabilir. Bir de zengin için malının
zekâtı vardır.
- Bundan fazlası var mıdır?
- İsteyen nafile olarak sadaka verebilir.
- Vallahi ne fazla, ne de bundan noksan yaparım.
- Bunları yapan kurtuluşa erer.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud, Nesai]
Bu kadar vesika karşısında, namaz iki vakittir demek zındıklığın
daniskasıdır. Namaz vakitlerine, altı veya üç diyen sapıklar da vardır.
Demek ki, Resulullah’ın bildirdiği esas almayınca herkes farklı bir yol
tutuyor. Elde sağlam bir ölçü olmayınca, daha ne zırvalar çıkar.
Emri maruf ve nehy-i münker
Emr-i maruf nehy-i münker nedir
Sual: Emr-i maruf ve nehy-i münkeri kimler, nasıl yapabilirler? Kimlere
yapabilir? Ne zaman farz olur, ne zaman caiz olmaz?
298
www.dinimizislam.com
CEVAP
Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker, farz-ı kifayedir. Maruf, dinimizin
emrettiği hususlardır. Münker ise, dinimizin yasakladığı, yani Allahü
teâlânın razı olmadığı işlerdir.
Emr-i maruf çok mühimdir. Emr-i maruf yapılmazsa, ilim yok olur.
Cehalet ve sapıklık yayılır. Fitne her tarafı kaplar. Hadis-i şerifte buyuruldu
ki:
(Allahü teâlânın yeryüzünde şehitlerden üstün mücahidleri vardır.
Bunlar, emr-i maruf ve nehy-i münker yapanlardır.) [İ. Gazali]
Böyle mühim olan emr-i marufun bazı şartları vardır. Mesela emr-i
maruf yapan, aynı kötülükleri kendisi işlememelidir. İşlerse sözü tesirli
olmaz. Kur'an-ı kerimde mealen, (İnsanlara iyiliği emreder de kendinizi
unutur musunuz?) buyuruluyor. [Bekara 44]
O halde emr-i maruf yapan, ilmi ile amil olmalıdır. Hadis-i şeriflerde
buyuruldu ki:
(İsra gecesinde, ateşten makaslarla dudakları kesilen insanlar
gördüm. Kim olduklarını sordum. Onlar da "İyilikle emreder kendimiz
yapmazdık. Kötülükten nehyeder; fakat kendimiz sakınmazdık" diye
cevap verdiler.) [İbni Hibban]
(Emr-i maruf ve nehy-i münkeri, rıfk ve hilm sahibi fakihler yapar.)
[İ.Gazali]
Emr-i maruf çok mühim olduğu için, insan, kendisi her iyiliği
yapamazsa ve her kötülükten kaçamazsa da, gücü yetiyorsa, emr-i marufta
bulunması gerekir. Hazret-i Enes, (Ya Resulallah, tamamen
yapamadığımız bir şeyi emretmeyelim mi? Kendimiz tamamen
sakınamadığımız bir şeyi nehy etmeyelim mi?) diye sual edince,
Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Her ne kadar iyiliğin hepsini yapamasanız ve her ne kadar
kötülükten sakınamasanız da, emr-i maruf ve nehy-i münker yapınız!)
[İ. Gazali]
Abdülgani Nablusi hazretleri buyuruyor ki:
(Söz ve yazı ile emr-i maruf âlimlerin vazifesidir. Kalb ile, dua ederek
günah işleyene mani olmaya çalışmak da her müminin vazifesidir. El ile
müdahale ise devletin vazifesidir.) [Hadika]
Faydası olmayacağı ve zarar geleceği bilindiği halde, her günah
işleyene emr-i maruf yapmaya kalkmak doğru değildir. Hadis-i şerifte
buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, kıyamet günü, bir kuluna, günah işleyeni gördüğü
zaman niçin engel olmadığını soracak, o kimse de, "Onun zararından,
299
www.dinimizislam.com
düşmanlığından korktum, senin af ve mağfiretine güvendim" diyecek
[ve mazur görülecek]tir.) [İbni Mace]
Emr-i maruf farzdır
Sual: İmam-ı Rabbani, (Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker
Peygamber efendimizin sünnetinden, belki İslamiyet'in vaciblerinden ve
farzlarındandır) diyor. Emr-i maruf sünnet mi, vacib mi, farz mı?
CEVAP
Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker farzdır. Farz-ı ayn değil, farz-ı
kifayedir. Yani, herkese farz değil, gücü yetene farzdır. Her gücü yetene de
farz değildir. Bir yerde, bu işi yapanlar varsa, diğerlerine farz olmaz. Çünkü
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İçinizde, hayra çağıran, marufu emreden ve münkeri nehyeden
bir topluluk bulunsun. İşte bunlar, kurtuluşa erenlerdir.) [Âl-i İmran
104]
Maruf, dinimizin emrettiği hususlardır. Münker ise, dinimizin
yasakladığı, yani Allahü teâlânın razı olmadığı işlerdir.
Belki kelimesi her zaman ihtimal manasında değildir. Bazen elbette
öyle demektir, kesinlik ifade eder.
Vacib de, yalnız kullanıldığı zaman genelde farzdır, şarttır
anlamındadır. Mesela bu işi yapmak vacibdir demek şarttır, farzdır
demektir. Farz ve vacib denilince, o zaman farz ile sünnet arasındaki
hüküm anlaşılır. Mesela namazın farzları ve vacibleri var denince burada
vacib, herkesin bildiği vacibdir.
Yukarıda vaciblerinden ve farzlarından deniyor. Bu, şartlarından ve
farzlarından demek oluyor. Birbirini kuvvetlendirmek için söylenmiştir.
Sünnet de, tek başına kullanılınca İslamiyet anlamına gelir. Mesela
(Sünnetimi terk edene şefaat etmem) demek, Müslüman olmayana şefaat
etmem demektir. Yoksa büyük günah işleyenlere de şefaat vardır.
Yukarıda emr-i maruf farzı için, Peygamber efendimizin sünnetinden
demek, Peygamber efendimizin yaptığı farzlardan biridir demektir.
Kelimenin tek manası ile hareket edilirse yanlış neticeye varılır.
Dini anlatırken nelere dikkat etmeli
Sual: Dini konuları iyi bilen bir zat, rastgele önüne gelene, bir topluluk
içinde, “Sen yanlış yapıyorsun, doğrusu şöyle” diyerek insanların kalbini
kırıyor. “Sen kalb kırıyorsun” dediğimizde de, “Birisinin hatasını görüp de
doğruyu söylemeyen kâfir olur” diyor. Bu zatın yaptığı doğru mudur? Dini
bilgileri anlatırken nelere dikkat etmek gerekir?
300
www.dinimizislam.com
CEVAP
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Rabbinin yoluna hikmet ile, güzel öğütlerle çağır! Onlarla en
güzel şekilde tartış!) [Nahl 125]
Bildiğimiz iyi ve doğru şeyleri, bilmeyenlere, en güzel tarzda öğretmek
gerekir. Çünkü ilmin zekâtı, bilmeyenlere ilmi öğretmekle ödenir. Emr-i
maruf ve nehy-i münker yapan, tavsiye ettiği iyi şeyleri kendi yapmalı, kötü
olarak bildirdiği şeyleri kendisi işlememelidir! İşlerse sözü tesirli olmaz.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İnsanlara iyiliği emreder de, kendinizi unutur musunuz!) [Bekara
44]
Allahü teâlâ, İsa aleyhisselama, (Önce kendine nasihat et, eğer
kendin bu nasihati tutarsan, kendin bunu yaparsan, başkalarına da
söyle! Kendin yapmazsan benden utan) buyurdu. (Şir’a)
O halde emr-i maruf yapan, ilmi ile âmil olmalıdır. Hadis-i şerifte
buyuruldu ki:
(İsrâ gecesinde, [Miraca çıktığım gece] ateşten makaslarla,
dudakları kesilen insanlar gördüm. Kim olduklarını sordum. Onlar da,
“İyiliği emreder, kendimiz yapmazdık. Kötülükten nehyeder; fakat
kendimiz sakınmazdık” diye cevap verdiler.) [İbni Hibban]
Bir kimsenin kusurunu, emr-i maruf için de olsa, herkesin önünde
söylemek, uygun değildir. Aksine, kusurlarını gizlemek gerekir. Hadis-i
şerifte buyuruldu ki:
(Kim arkadaşının aybını örterse, Allahü teâlâ da kıyamet günü,
onun aybını örter. Kim de, müslüman arkadaşının aybını açığa
vurursa, Allah da onun aybını açığa vurur. Hatta evinde bile onu rezil
eder.) [İbni Mace]
Birisine nasihat eder gibi konuşursak, yaptığının yanlış olduğunu
bildirirsek, karşımızdakine, (Sen cahilsin, sen bu hususları bilmezsin)
demiş oluruz. Böylece karşımızdakini üzmüş, kalbini kırmış oluruz. İmam-ı
Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Hiçbir insanın kalbini incitmemelidir! Kalb
kırmaktan pek sakınınız! Allahü teâlâyı en ziyade inciten, küfürden sonra,
kalb kırmak gibi büyük günah yoktur. (c.3, m.45)
Büyük İslam âlimi Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin
vasiyetnamesinin son satırı şöyledir:
(Hiç kimsenin kalbini incitmeyin.)
Genelde kendini beğenen, kibirli olan kalb kırar.
Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
301
www.dinimizislam.com
(Bir müslümanı incitmek, kalbini kırmak, Kâbe’yi yetmiş kere
yıkmaktan daha günahtır.) [R.Nâsıhin]
(İnsanların en kötüsü, insanlara zarar veren, onları incitendir.)
[İ.Ahlakı]
(Mümin Kâbe’den üstündür.) [İbni Mace]
İyiliği tavsiye için üç şart lazımdır: İlim, Akıl ve İhlas.
1- İlim sahibi olmalıdır. Anlatacağı iyiliğin iyi, kötülüğün kötü
olduğuna dair muteber kitaplardan delili bulunmalıdır! Sabretmesini
bilmelidir! İlmi noksan olan, tebliğ edeceğini kendisi bilmeyen ve kendi
tatbik etmeyen, başkalarına doğruyu nasıl öğretebilir? Tecrübesi de yoksa,
birçok yanlışlıklar yapar. Fayda yerine zarar verir.
2- Akıl sahibi olmalıdır. Bir kimsenin aklı az ise, nakli anlamakta aciz
ise, ilmi de noksan olur. Ahmak, hizmet ediyorum diye uygunsuz işler
yapar. İlm-i siyaseti bilmeyen, yumuşak söylemeyen, insanları idare etme
sanatından uzak olan kimse de, fitneye sebep olur. Rıfk ile konuşmalıdır.
Akıllı kimse, rıfk ile konuşur. Rıfk yumuşaklık demektir. Katılığın tersidir.
Sert ve kaba konuşan, fitneye sebep olur. Hilm ile tatlılıkla söylemeli,
şefkatle muamele etmelidir.
Bir vaiz, zalim sultan karşısında doğruyu söylemek en büyük cihad
diye, Halife Memun’a, sert sözlerle nasihat vermeye başladı. Halife, (Ey
vaiz, Allahü teâlâ, senden iyisini, benden kötüsüne gönderdiği halde, o,
yumuşak konuştu) dedi. Vaiz, (Benden iyi ve senden kötü olan kimdir?)
dedi. Halife, (Benden kötü olan Firavun’dur, senden iyi olan da Musa
aleyhisselamdır) dedi. Allahü teâlâ da, Hazret-i Musa’ya, Firavun’la
konuşurken yumuşak konuşmasını emretmiştir. (Tâhâ 44)
Ahirette Firavun, (Bana sert hareket edildiği için, kabul edemedim)
diyemeyecektir.
3- İhlaslı olmalıdır! İhlas yoksa, yaptığı işleri sırf Allah rızası için
yapmıyorsa, dünya menfaatleri için yapıyorsa, o işin hayrı olmaz.
“Birisinin hatasını görüp de söylemeyen kâfir olur” sözü yanlıştır. İlim
sahibi birine, biri, lüzumlu dini bir sual sorsa, o da bunu bildiği halde, hiç bir
mazeret yokken gizlerse, işte o zaman günah işlemiş olur. (Hatasını
gördüğümüz herkese, doğrusunu bildirmek gerekir) diye bir şey yoktur.
Sual: Emri maruf farzı ayn değil mi? Mesela camiye gidiyoruz, kimi
başı açık ve yalınayak namaz kılıyor. Kimisi sandalyeye oturup
Hıristiyanların put önünde ayin yaptığı gibi namaz kılıyor. Bunları teker
teker söylemek gerekir mi? Fitne çıkacak diye söylemezsek bir sakıncası
olur mu?
CEVAP
302
www.dinimizislam.com
Emri maruf, farz-ı ayn değil, farzı kifayedir. Bu vazifeyi yapanlar var
ise, diğerleri sorumluluktan kurtulur. Yani mekruh veya haram işleyen
herkese bu yanlış demeniz uygun olmaz. Yapabilirsek, böyle kimselere bir
tane İslam Ahlakı kitabı hediye etmek iyi olur.
Müjdele, nefret ettirme!
Sual: Bazıları (İbadetleri ya tam yap, ya da bırak, böyle olmaz!)
diyorlar. Halbuki insanın yapabildiği kadarını da terk etmemesi doğru değil
midir?
CEVAP
Birkaç günaha müptela olan kimse, birinden vazgeçmek isterse, ona,
(Diğerlerini bırakmadığına göre, bu günaha da devam et) denmez. Günah
miktarı ne kadar azaltılırsa o kadar iyi olur. Allah’tan korkup, bir günahtan
vazgeçmek iman alametidir. Hadis-i şerifte, (Ömründe bir defa Allahü
teâlâyı anan veya Ondan korkan müslüman, Cehennemden çıkar)
buyuruldu. [Tirmizi]
Günah işleyen, oruç tutuyor veya zekât veriyorsa, (Aman bunları bari
bırakma) demelidir! Bu ibadetleri de yapmazsa, dinden tamamen
uzaklaşabilir. Korkutmaktan çok, müjdeleyici olmak gerekir. Hadis-i
şeriflerde buyuruluyor ki:
(Rahmet-i İlahiden ümit kestirip, dinden nefret ettirenlere lanet
olsun!) [Şir’a]
(Kolaylaştırın, güçleştirmeyin; müjdeleyin nefret ettirmeyin!)
[Müslim]
Bir genç, (Ya Resulallah, şu üç günahı bırakamıyorum) dedi. O üç
günah, yalan, zina ve içki idi. Peygamber efendimiz, (Bu üç günahtan
yalanı benim için bırak) buyurdu. Genç kabul edip gitti.
Daha sonra, diğer iki günahı işlemek isteyince, (Bu günahları işleyip
Resulullahın karşısına çıkınca, “Ben işlemedim” desem yalan söylemiş
olurum. Eğer işlediğimi söylersem, beni cezalandırır) diye düşündü. Diğer
iki günahtan da vazgeçip salihlerden oldu. (Şir’a)
Kelime-i şehadeti dil ile söyleyip kalb ile de tasdik eden müslümandır.
En büyük günahı işleyen de müslümanlıktan çıkmaz. Hadis-i şerifte
buyuruldu ki:
(Cebrail aleyhisselam, “Ümmetine müjde ver ki, şirk üzere
ölmemiş olan Cennete girer” dedi. Ben, “Zina ve hırsızlık eden de mi
Cennete girer” diye üç defa sordum. “Evet, zina ve hırsızlık eden de
Cennete girer” dedi. Daha sonra, “İçki de içse, yine Cennete girer”
dedi.) [Buhari] [Bu günahların cezaları çekildikten sonra Cennete girilir.]
303
www.dinimizislam.com
Bu müjdeler, insanı günah işlemeye sevk etmemelidir! Her günah,
kalbi karartır, insanı küfre sürükler ve ebedi Cehennemde kalmaya sebep
olabilir. Allahü teâlânın gazabı günahlar içinde saklıdır. Onun için her
günahtan kaçınmalıdır. Belam-ı Baura, çok ibadet eden büyük bir âlim
iken, bir günah yüzünden kâfir oldu. Günah işleyen hemen tevbe etmelidir!
(K. Saadet)
Dinden nefret ettirmek
Sual: (Müjdeleyin, nefret ettirmeyin) hadisine rağmen, (İnkâr eder
veya şu günahı işlerseniz, cehenneme gidersiniz) gibi âyet ve hadisleri
nakletmek nefrete sebep olmaz mı?
CEVAP
Allahü teâlânın azabının şiddetli olduğunu bildiren âyet-i kerime ve
hadis-i şerifleri nakletmek, (Nefret ettirmeyin) hadis-i şerifine aykırı
değildir. Âyet-i kerimeler birbirine aykırı olmaz. Hadis-i şerifler de âyet-i
kerimeye aykırı olmaz. Müminin Allahü teâlânın azabından korkması ve
rahmetini ümit etmesi gerekir.
Yarın ahirette kâfirler, (Bize dünyada Allah’ın azabının olduğunu
bildiren kimse olmadı) derlerse, ne cevap verilecek? Hâşâ Kur’an-ı
kerimdeki azap âyetleri lüzumsuz mudur? Hiç kimseye duyurulmaması mı
gerekir? Günah işleyenlerin cezalarının verileceğini bildiren hadis-i şerifleri
gizlemek mi gerekir?
(Nefret ettirmeyin) hadis-i şerifini istismar eden, yani kötüye kullanan
kimseler, ateist olup, kendilerine hümanist diyen dinsiz kimselerdir.
Allahü teâlânın azabı şiddetlidir. Birkaç âyet-i kerime meali şöyledir:
(Allah’a ve Resulüne inanmayan [kâfir olur ve] kâfirler için çılgın
bir ateş hazırladık.) [Feth 13]
(Allah’a ve Resulüne karşı gelen, bilsin ki, Allah’ın azabı çok
şiddetlidir.) [Enfal 13]
(Kullarıma haber ver ki, ben gafur-ur-rahim olduğum gibi, azabım
da çok acı, çok şiddetlidir.) [Hicr 49–50]
Günah işleyenlerin cezalandırılacağını bildiren birkaç hadis-i şerif
meali de şöyledir:
(Zina ve faiz yaygınlaşan toplum, Allahü teâlânın azabını hak
etmiş olur.) [Hâkim]
(Allahü teâlâ, içki içene, içirene, alıp satana, yapana, saklayana,
taşıyana, kendisine götürülene ve parasını yiyene lanet etti.) [İbni
Mace]
(Livata yapan melundur.) [İ. Ahmed]
304
www.dinimizislam.com
(Nefret ettirmeyin) demek, emr-i maruf ve nehyi münkeri terk edin,
günahlara verilen cezaları açıklamayın demek değildir. Emr-i maruf
yaparken, nefrete sebep olmayın, yumuşak olarak bildirin, samimiyetle ve
şartlarına uygun olarak tevbe edenlerin affedileceğini de söyleyin demektir.
Emr-i marufun önemi
Sual: Herkesin emr-i maruf ve nehy-i münker yapması, [iyiliği emredip
kötülüğü önlemeye çalışması], mesela, bir haksızlık karşısında eylemlerde
bulunması, farz değil mi? Haksızlık karşısında susmak caiz midir? Yoksa
bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın mı diyelim?
CEVAP
Emr-i maruf, farz-ı ayn değil, farz-ı kifayedir. Yani, herkese farz değil,
gücü yetene farzdır. Her gücü yetene de farz değildir. Bir yerde, bu işi
yapanlar varsa, diğerlerine farz olmaz. Çünkü Kur’an-ı kerimde mealen
buyuruluyor ki:
(İçinizde, hayra çağıran, marufu emreden ve münkeri nehyeden
bir topluluk bulunsun. İşte bunlar, kurtuluşa erenlerdir.) [Â. İmran 104]
Maruf, dinimizin emrettiği, münker ise, dinimizin yasakladığı işlerdir.
Emr-i maruf yapılmazsa, ilim yok olur, cahillik, fitne ve fesat her yeri kaplar.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Fitne [bid’at, sapıklık, küfür] yayıldığı zaman, hakikati, doğruyu
bilen bir kimse, [imkanı nispetinde, söz ile, yazı ile, gazete, dergi, radyo,
tv ile] başkalarına [mümkün olan her yere ve herkese] bildirsin, [imkanı
var iken, bir engel de yok iken bildirmezse], Allahü teâlânın, meleklerin
ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun!) [Deylemi]
(Ümmetimin bir kısmı, kabirlerinden maymun ve domuz şeklinde
kalkar. Bunlar Allah’a isyan edenlere, nehy-i münker yapmayan
kimselerdir.) [Ebu Nuaym]
(Bir toplumda, gücü yettiği halde, günah işleyenlere, mani
olmayanlar, ölmeden önce de, Allahü teâlânın azabına maruz kalırlar.)
[İbni Mace]
(Kötülük men edilmezse, azap o milletin hepsine birden iner.)
[Hakim]
(Geçmiş ümmetlerden bir kısmı çeşitli azaba uğradı. Bunların
arasında iyiler yok muydu) denildiğinde, Peygamber efendimiz buyurdu
ki:
(Hep birlikte helak oldular. Zira günah işlenirken iyiler susmuştu.)
[Taberani]
305
www.dinimizislam.com
Âlimlerin, güçleri yettiği kadar, fitneye sebep olmadan idarecilere, emri maruf yapması gerekir. Bir hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Cihadın en kıymetlisi, zalim sultan yanında, hak yolu gösteren bir
söz söylemektir.) [Tirmizi]
Emr-i maruf yaparken, fitne çıkarmamaya çok dikkat etmelidir. Zarar
geleceği bilinirken, günah işleyen herkese, emr-i maruf yapmak yanlıştır.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kıyamette, bir kimseye, günah işleyene, niçin engel olmadığı
sorulacak, o da, “Onun zararından korktum, Allah’ın affına güvendim”
diyecek ve mazur görülecektir.) [İ Mace]
(Zalimin zulmünü değiştiremeyen, oradan hicret etmelidir.)
[F.Bilgiler]
(Bozuk bir işi [nasihat ederek ve diğer meşru yollarla]
düzeltemezseniz, sabredin! Allahü teâlâ onu düzeltir.) [Beyheki]
Son hadis-i şerif, saldırganlığı değil, meşru yollardan öğüt verip
sabretmeyi emretmektedir.
Kudreti varken, gücü yeterken, haram işleyene mani olmamak
müdahene olur.
Müdahene, dünyalık ele geçirmek için, dinden taviz vermektir. Haram
işleyene veya yanında bulunanlara olan saygısı yahut dine olan
bağlılığının gevşekliği, müdaheneye sebep olur.
Günah işleyene müdahale
Fitne olmadığı, yani dinine veya dünyasına zarar olmadığı zaman,
haram ve mekruh işleyene mani olmak gerekir. Mani olmamak, susmak
haram olur.
Müdahene etmek, haram işlemeye razı olmayı gösterir. Susmak çok
yerde iyi ise de, gücü yetenin hakkı, hayrı söyleyecek yerde susması
yanlıştır.
İlmin zekâtı, ancak ilmi öğretmekle ödenir. Âlimin mürekkebi, şehidin
kanından üstün olduğu hadis-i şerifle bildirilmiştir.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlânın yeryüzünde şehitlerden üstün mücahidleri vardır.
Bunlar, emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker yapan kimselerdir.)
[İ.Gazali]
Hazret-i Ebu Bekir, (Ya Resulallah, müşriklerle savaştan başka
cihad var mı) diye sorunca, Peygamber efendimiz cevap olarak buyurdu
ki:
(Evet, şehidlerden üstün mücahidler vardır. Emr-i maruf yaparlar,
salihleri sever, facirlere buğzederler.) [Tibyân]
306
www.dinimizislam.com
Dinimizin temeli, imanı, farzları ve haramları öğrenmek ve öğretmektir.
Allahü teâlâ, Peygamberleri bunun için göndermiştir. Bunlar öğretilmezse,
İslamiyet yıkılır, yok olur.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu Cehennem ateşinden koruyun!)
[Tahrim 6]
Kötüler de hizmet edebilir
Sual: Dine hizmet edecek kimselerin mutlaka salih Müslüman olması
mı gerekir? Günahkâr insan da hizmet edemez mi?
CEVAP
Öyle bir şart yok. Herkes hizmet edebilir. Bir hadis-i şerif meali:
(Allahü teâlâ, bu dini bir facirle de kuvvetlendirebilir.) [Buhari]
Facir, haramlara dalmış günahkâr ve kötü insan demektir.
Emr-i maruf yaparken
Sual: Samimi olduğum arkadaşlarıma bile emr-i maruf yapamıyorum.
Mesela birine, (Seni sabah namazında göremiyorum) desem, teşekkür
etmeyi bırakın, ne bahaneler buluyor. Bu da yetmiyor. Sen benim
kusurlarımı mı arıyorsun? Sen de şunları yapıyorsun ya diyor. Bir hakkı
kabul etmemek neden ileri gelir?
CEVAP
Hakkı kabul etmemek kibirden ileri gelir. Kibirli kimse, tenkit
edilmekten hiç hoşlanmaz. Kendi ayıplarını görmeyip başkalarının kusurları
ile meşgul olur. Bir çocuk bile, bir cahil bile bize bir nasihat verse, onu
memnuniyetle kabul etmeliyiz. Bir hadis-i şerif meali:
(Bir kimseye dini bir öğüt tebliğ edilirse, bu, Allahü teâlâ
tarafından gönderilen bir nimettir. Şükrederek onu kabul etmesi ne
iyidir. Kabul etmezse Allahü teâlâ onun günahını arttırır ve ona daha
fazla gazap eder.) [İ.Asakir]
Deli denilmedikçe
Sual: (Bir kimseye deli denilmedikçe, imanı tamam olmaz) hadis-i
şerifindeki deliden maksat nedir?
CEVAP
Deli, kârını, zararını düşünmeyen kimsedir. Bazı kimseler, insanların,
dünya ve ahiret saadetine kavuşması için, aklını, fikrini dinin yayılmasına
vermiştir. Hiç kârını, zararını düşünmeden çalışır. Kendi rahatını
düşünmez. İnsanlar böyle kimselere deli derler. Eshab-ı kiramın hepsi
böyle çalışmıştır.
307
www.dinimizislam.com
Bir İslam âlimi, (Siz eshab-ı kiramı görseydiniz, deli derdiniz. Onlar sizi
görseydi, acaba bunlar Müslüman mı, diye tereddüt ederlerdi) buyuruyor.
Hazret-i Ebu Bekir, insanların azap görmemesi için kendi vücudunun
büyültülerek Cehenneme atılmasını istiyor. İşin mahiyetini bilmeyenler,
böyle merhametli Müslümanlara deli diyebilirler. (Mektubat-ı Rabbani)
Borçlunun yardımı
Sual: Borçlu bir kimse, dini yayan yani farz olan emr-i maruf görevini
yapan yerlere yardımda bulunabilir mi?
CEVAP
Taksitli borçları varsa, yardım etmenin hiç mahzuru olmaz. Günü
gelmiş âcil borçlar varsa, fitneye sebep olmayacak kadar borçlar ödenmeli,
arta kalanıyla da, emr-i maruf yapan yerlere yardım etmek çok iyi olur.
Deli denene kadar
Sual: Ebu Ya’la’nın bildirdiği bir hadiste, (Size mecnun [deli] denene
kadar, Allah’ı çok zikredin!) deniyor. Allah’ı çok zikredene, insanlar niye
deli desinler ki?
CEVAP
Bir hadis-i şerifi, başka bir hadis-i şerif açıklayabilir. Yukarıdaki hadis-i
şerifi açıklayan başka bir hadis-i şerifin meali şöyledir:
(Münafıklar size mecnun diyene kadar, Allah’ı çok zikredin!) [İ.
Ahmed]
Genelde deli diyenler, münafıklardır, mürtedlerdir, dinsizlerdir.
Meseleyi iyi bilmeyen Müslümanlar da deli diyebilir. Bir hadis-i şerif meali
daha:
(Bir kişiye deli denmedikçe, o kişinin imanı tamam olmaz.) [M.
Rabbani 1/65]
Buradaki deli de, aynı anlamdadır. Hizmet delisi mânâsındadır, çünkü
nefs kâfir olduğu için, bu hizmete engel olur. İnsan nefsini ayaklar altına
alıp, bir kişiyi daha Cehennem ateşinden kurtarmak için yola çıkarsa,
insanların hidayeti için gece gündüz demeden çalışırsa, doğru din
kitaplarını tavsiye eder ve bu kitapları, hiçbir karşılık beklemeden
tanıdıklarına verirse, münafıklar gibi, nefsi de ona, sen delisin der. Cahil
insanlar da deli der.
İlmi yaymak cihaddır
Sual: (Bir haramı ortadan kaldırmak, bir haramın ortadan
kalkmasına sebep olmak yüz şehid sevabından fazladır) deniyor. Ehl-i
sünnet kitaplarını dağıtarak ilmin yayılmasını sağlamak cihad mıdır?
Cihadsa, cihad için verilen sevaba ve faziletlere ortak olabilir mi?
308
www.dinimizislam.com
CEVAP
Evet, dini yaymak günümüzün cihadıdır ve bildirilen faziletlere
kavuşur. Çünkü kitap vermek emr-i maruf yapmak demektir. İki hadis-i şerif
meali şöyledir:
(İlim öğrenenle öğreten, sevabda ortaktır.) [Hatib]
(Bütün ibadetlere verilen sevap, Allah yolunda cihada [savaşa]
verilen sevaba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Cihad sevabı
da, emr-i maruf ve nehy-i anil-münker sevabı yanında, denize nispetle
bir damla su gibidir.) [Deylemi]
Görüldüğü gibi, ibadetlerin sevabı Allah yolunda savaşmanın sevabına
göre çok azdır. Bu cihad sevabı da emr-i marufun yanında denizde damla
kalıyor. Emr-i maruf yaparak çok sevab kazanmak isteyen, nakli esas alan
muteber din kitaplarını yaymaya çalışmalıdır.
Hatta ilim öğretmek, ilim öğrenmekten daha sevabdır. İlim öğrenenin
ve öğretenin rızkına Allahü teâlâ kefildir. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(İlim öğrenmeye çalışanın rızkına Allah kefildir.) [Deylemî, Hatib]
(Cihada sarılın ki, sıhhat bulasınız ve zenginleşesiniz.) [İ. Adiy]
Dine hizmet ederken
Sual: Dine hizmet etmek için neler yapmak gerekir?
CEVAP
Dinimize hizmet etmek için, Müslümanların gayrimüslimlerde bulunan
savaş araçlarının hepsini yapmaları ve kullanmaları farz-ı kifayedir.
Asrımızda gayrimüslimler her türlü propaganda yoluyla soğuk savaş
yapıyor, İslamiyet’e saldırıyor, gençleri aldatmaya uğraşıyorlar.
Müslümanlar, her türlü teknolojiyi kullanarak gayrimüslimlerin soğuk
savaşına karşı koymalı. Kitap, dergi, gazete, radyo, TV ve internetle
İslamiyet’in üstünlüğünü, faydalarını hem Müslüman yavrularına öğretmeli,
hem de bütün dünyaya yaymalı. Bunu yapabilmek için, İslam bilgilerinin fen
kollarını da iyi öğrenmeli.
İslam’a hizmet etmek ve din düşmanlarının yalanlarını, iftiralarını
yüzlerine çarpabilmek isteyenlerin, lüzumlu fen bilgilerini ve Ehl-i sünnetin
temel bilgilerini iyi kavramaları gerekir. Bu ikisinden birinde eksiği olanların
İslamiyet’e faydaları değil, zararları dokunur, fitneye sebep olur. (Yarım
doktor candan, yarım hoca dinden eder) sözü meşhurdur.
Köylere Kur’an kursları açılmalı, ilmihal bilgileri de öğretilmeli. Her
Müslüman, din bilgilerini öğrettikten sonra, oğlunu liseye, üniversiteye de
göndermeli. Dinini, vatanını seven Müslümanlar, çocuklarını okutmazsa,
devlet işleri, propaganda vasıtaları, art niyetli, kötü kimselerin elinde kalır,
dinsizlik yayılır. Dinimize, vatana ve millete hizmet etmek için, üniversiteyi
309
www.dinimizislam.com
bitirmek ve daha da çalışmak gerekir. Her gün çarpışan İslam ile küfürden
biri, elbette ötekini yener. Bu ölüm kalım savaşına katılmayan, hatta
bundan haberi bile olmayan ahmaklar, ahirette ağır cezaya maruz
kalacaklardır. Allahü teâlâ çalışana yardım eder. Boş oturanı sevmez ve
yardım etmez. O halde, dinimizi yaymak için uygun şekilde çalışmalıdır.
İlmi yaymak
Sual: Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdığı kitapları yaymak, onları yazan
âlimler gibi sevab kazanmaya sebep olur mu?
CEVAP
Elbette, bunlar birbirine bağlıdır. Din kitabı yazılmasa, din nasıl
yayılabilir ki? Tersi de böyledir. Bir kitap yazılır, öylece rafta durur,
yayılmaz ve okunmazsa insanlar faydalanamaz. Onun için kitabı yazan
zatlar, emr-i marufun önemini bildiğinden, onun yayılması için gerekli
tedbirleri alır. Fıkıh ilmi önemlidir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Allahü teâlâ, hayır murat ettiği, sevdiği kulunu fıkıh âlimi yapar.)
[Taberanî, Beyheki, Bezzar]
Yani hakiki âlim çok kıymetlidir. Allahü teâlâ, sevdiği kimseleri âlim
yapar. Daha çok severse bu âlimi dinin yayılmasına hizmet ettirir. Dinin
yayılmasına hizmet edenler de, Allahü teâlânın sevgili kulları arasına
girerler. Onun için, (Allah bir kulu severse fıkıh âlimi yapar, daha çok
severse fıkıh ilmini yayıcı yapar) buyurulmuştur. Bu kitapların yayılması
için çok çalışmalıdır. İmam-ı Rabbani hazretleri, bir zata yazdığı mektupta
buyuruyor ki:
Sizin bu nimete kavuşmanız, İslamiyet bilgilerini ve fıkıh hükümlerini
yaymakla olmuştur. O hâlde, din bilgilerini ve fıkıh ahkâmını yaymaya
elinizden geldiği kadar çalışınız! Bu ikisi bütün saadetlerin başı,
yükselmenin vasıtası ve kurtuluşun sebebidir. (1/275)
Emr-i maruf - Fitne çıkarmak
Sual: Bir hakkı alabilmek için eylemlere girişmek, emr-i bil maruf ve
nehy-i anil münker midir? Kötülükleri, yanlış işleri önlemeye, çalışırken
dikkat edilmesi gereken hususlar nelerdir?
CEVAP
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
(İnsanlar üç kısımdır:
Birinci kısmı gıda gibidir. Herkese, her zaman gerekir.
İkincisi ilaç gibidir. İhtiyaç zamanında gerekir.
310
www.dinimizislam.com
Üçüncüsü, hastalık gibidir. Bunlara ihtiyaç olmaz. Fakat, kendileri
bulaşırlar. Bunlardan kurtulmak için, dinimizin emrettiği şekilde müdara
etmek gerekir.)
Emr-i maruf yapmak, güvenlik kuvvetlerine karşı gelmek ve isyan
etmek, dövmek, yıkmak, kırmak, sövmek demek değildir. Böyle şeyler
yapmak, fitne çıkarmak, yani bölücülük olur. Müslümanların ezilmesine,
hapse girmesine ve din, iman bilgilerinin yasak edilmesine yol açar. Böyle
fitne çıkarana Peygamber efendimiz lanet etmiştir.
Kendisine veya başkalarına zarar gelme korkusundan dolayı iyiliği
emretmek ve haramı men etmek mümkün olmazsa, böyle durumlarda
fitneye mani olmak için susmak gerekir. Buna müdara denir. Fitne
zamanında, ineğe tapanların yanında, ineğin ağzına ot vermeli, onları
kızdırmamalıdır.
Zarardan kurtulmak için
Müdara, İslamiyet’in dışına çıkmadan, dini veya dünyayı zarardan
kurtarmak için, dünya menfaatinden vermek, gönül almaktır.
Müdahene, gönül alırken, İslamiyet’in dışına çıkmak, günaha
girmektir. Hindiyye’de, (Günah işleyene tatlı sözle öğüt verilir. Dinlemezse,
fitne çıkacak ise susulur. Kötü söylenmez) deniyor.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır! Onlarla en güzel
şekilde tartış!) [Nahl 125]
Kâdı zâde Ahmed efendi buyuruyor ki:
El ile, güç kullanarak emr-i maruf ve nehy-i münker yapmak, yani
günah işleyene mani olmak; hükümetin vazifesidir. Söz ile, yazı ile cihad
etmek, âlimlerin vazifesidir. Kalb ile dua etmek ise, her müminin vazifesidir.
Etkili olacaksa, bu vazifeleri yapmak vacip olur. Fitneye sebep olacağı
umulursa, terk etmek vacip olur. Fitne bulunan yere zaruretsiz gitmek caiz
değildir. Eğer dinini korumak için hicret ederse, güzel olur. Cennete
girmeye layık ve şefaate mazhar olur. (Birgivi vasiyetnamesi şerhi s.200)
Abdülgani Nablusi hazretleri de buyuruyor ki:
(Emr-i bil marufu ve nehy-i anil münkeri el ile yapmak, hükümet
adamlarına, dil ile yapmak, din adamlarına, kalb ile yapmak da her
müslümana farzdır.
Kendinin ve müslümanların dinine veya dünyasına zarar gelecek işleri
bırakmak vacip olur. Öldürüleceğini bilenin cihad yapması caiz olmaz.
Sultanın, kendi aklı ile, arzusu ile verdiği emirlerine itaat etmek
gerekmez. Fakat sultan zalim ise, eziyet ve işkence ediyorsa, onun dine
311
www.dinimizislam.com
aykırı da olsa, emirlerine uymak gerekir. Hele, itaat etmeyenleri
öldürüyorsa, kendini tehlikeye atmak, kimseye caiz olmaz.
Ahi Çelebi Hediye kitabında (Emr-i maruf farzdır, fitneye yol açarsa
yapılmaz) buyuruyor.) [Hadika]
Kâfirlerle barış yapmak
İbni Âbidin hazretleri de buyuruyor ki:
(Savaşınca, ölüneceği, savaşmayınca esir olunacağı biliniyorsa,
savaşılmaz. Müslümanların herhangi şekilde helak olmalarından
korkulursa, kâfirlere mal vererek barış yapılır.
Sultanın, zalimin, ölümle, hapis ile, işkence ile korkutarak emrettiği
günahı işlemek mubah, hatta farz olur. Emrini yapmamak günah olur.)
[Redd-ül-muhtar]
Mişkât-ül-mesâbih şerhinde diyor ki:
(Bir hadis-i şerifte, (Öyle idareciler gelir ki, benim yolumdan
ayrılırlar. Kalbleri şeytan yuvasıdır. Bunlara da itaat ediniz! Karşı
gelmeyiniz! Döverek, söverek, mallarınızı alsa da karşı gelmeyiniz)
buyuruldu. Yani, (zalim olan, malınıza, canınıza saldıran idareye de isyan
etmeyin, fitne çıkarmayın. Sabredip, ibadetiniz ile meşgul olun. Şehirde
fitneden kurtulamazsanız, ormana gidin, orada ot yemek zorunda
kalırsanız, ormanda kalın, fitnecilere karışmayın) demektir. Peygamber
efendimiz, (İyi dinleyin ve itaat edin) buyurdu. Bu, fitne çıkarmamak için,
dikkatli olun demektir.) [Eşi’at-ül-leme’ât]
Müslüman, Allahü teâlânın emirlerine uymalı, günah ve suç
işlememeli, fitne çıkmasına sebep olmamalıdır! Herkese iyilik etmeli ve
herkesin hakkını gözetmelidir! Hiç kimseye zulüm, yapmamalıdır!
Müslümanlığın güzel ahlakını, şerefini, her yerde herkese göstermeli,
her milletin İslam dinine sevgi duymasına, saygılı olmasına sebep
olmalıdır! (İslam Ahlakı)
Kötülüğü önlemek
Gücü yeten müslümanlar, hakkı, doğruyu söylemezse, yani emr-i
maruf ve nehy-i münker yapılmazsa, o ülkenin başına büyük belaların
geleceğini dinimiz haber vermektedir. İbni Abbas hazretleri sual etti ki:
- Ya Resulallah, içinde iyilerin de bulunduğu bir ülke helak olur mu?
- Evet helak olur.
- Niçin?
- Allahü teâlâya isyan edildiğinde iyiler sükut edince, hepsi helak
olur. (Bezzar)
Peygamber efendimiz yine buyurdu ki:
312
www.dinimizislam.com
(Allahü teâlâ, bir meleğe, bir kasabanın altını üstüne getirmesini
emreder. O melek, bu kasabada hiç günah işlemeyen bir zatın da
olduğunu, o zatı kurtarıp kurtarmayacağını sual edince, Cenab-ı Hak,
"Bütün şehir halkı ile onu da alt üst et! Çünkü o zat, bana isyan
edenlere karşı yüzünü ekşitmemiştir" buyurdu.) [Beyheki]
Hazret-i Âişe validemiz tarafından bildirilen hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İçinde Peygamberler gibi ibadet eden seksen bin kişi bulunan bir
ülke azaba maruz kalmıştır. Çünkü onlar, Allah için buğzetmedi, emr-i
maruf ve nehy-i münkerde bulunmadı.) [İhya]
Daha başka hadis-i şeriflerde de, iyiler, kötülükleri önlemeye muktedir
iken önlemezlerse, o ülkede azabın umumi olarak geleceği bildirilmiştir.
(Tirmizi)
Kötülüğü önlerken iyilere de zarar gelebilir. Birkaç iyiye zarar gelecek
diye, kötülüğe göz yummak caiz olmaz. Nitekim, Mecelle’de buyuruluyor
ki:
(Çok kimseyi zarardan kurtarmak için, bir kimseye gelecek zarar tercih
olunur.) [Madde 26]
Mesela, düşmanlar müslümanlardan bir kısım insanları esir alsalar, ön
safa müslümanları koysalar, bu halde gelip bir ülkeyi istila etmek isteseler,
düşmanın umumi zararına mani olmak için ön safta bulunan müslümanları
da öldürmek caiz olur. Kangren olup bütün vücuda sirayet edecek olan bir
uzvu kesip atmaya benzer. Milletin menfaati, fert menfaatinden önce gelir.
Atalarımız, (Kurunun yanı sıra yaş da yanar) buyuruyor. Akılsız başın
cezasını yalnız ayak değil, bütün vücut çeker. Onun için kötülerden,
kötülükten uzak durmaya çalışmalıyız.
Emr-i maruf yaparken
Sual: Emr-i maruf yapmanın ölçüsü nedir?
CEVAP
Emr-i maruf herkese farz değildir. Farz-ı kifayedir. Yani emr-i maruf
yapan varsa, diğerleri sorumlu olmaz. Emr-i maruf nehy-i anil münkerin
ölçüsü şudur:
Hükümet güç kullanarak, âlimler söz ve yazı ile, diğer insanlar kalb ve
dua ile, bir de imkânı nispetinde, âlimlerin kitaplarının yayılmasına yardım
ederek emr-i maruf yapar.
Sözümüzün geçeceği kesin biliniyorsa, günah işleyenlere emr-i maruf
yapılır. Eğer günah işleyen, tatlı sözle edilen nasihati dinlemezse, fitne de
çıkacaksa susulur. Tepki gösterecek kimseye, emr-i maruf yapılmaz.
Emri maruf farz-ı kifayedir
313
www.dinimizislam.com
Sual: Emr-i maruf farz olduğuna göre, gördüğümüz her yanlışı
düzeltmek, hatta güç kullanarak müdahale etmek gerekmez mi?
CEVAP
Gerekmez. Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker farzdır; ama cenaze
namazı kılmak gibidir. Yani farz-ı ayn değil, farz-ı kifayedir. Herkese farz
değildir. Bir yerde, bu işi yapanlar varsa, diğerlerine farz olmaz. Diyelim ki,
Ehl-i sünnete uygun bir ilmihal yazılmışsa, yeniden bir ilmihal yazmak
gerekmez. Mevcut olanın yayılmasına yardım ederek emr-i maruf yapılmış,
farz sevabı alınmış olur.
Emr-i marufu devletin jandarma, polis, zabıta gibi görevlileri güç
kullanarak, âlimler sözle, yazıyla diğer insanlar kalble, dua ile yaparlar. Hiç
kimsenin, görevi olmayan işe karışıp fitneye sebep olmaya hakkı yoktur.
Herkes vazifesini bilmelidir.
Din adına dinin dışına çıkmamalı
Sual: Hep yumuşak hareket edilmesini bildiriyorsunuz. Neden hakkı
mertçe ve sertçe söylemekten çekiniyorsunuz?
CEVAP
Biz hakkı, doğruyu olduğu gibi yazıyoruz. Şu veya bu şahısla ne işimiz
vardır ne de alıp veremediğimiz. Ne bir menfaat beklentimiz, ne de bir
mevki makam isteğimiz vardır. Ancak İslamiyet’i insanlara doğru olarak
bildirmek lazım. Din ne sizin ne de bizim tekelimiz altındadır. Sizin ve bizim
görüşümüzün de ne kıymeti vardır ne de dinde yeri vardır. Din adına dinin
dışına çıkmamalı, fitne çıkarmamalıdır. Edille-i şeriyyeye göre İslamiyet’i
anlatmak lazım. Bu insanların hakkıdır. Hem de en tabii hakkıdır. Bunu
yapmak, doğru yapmak müslümanlık vazifesidir. Yanlış anlatanlar, aklına
göre anlatanlar yarın hesabını veremeyecekleri gibi çok acı azaplara düçar
olacaklardır.
Biz doğruları söylemeye devam edeceğiz, ama iyilikle, yumuşaklıkla.
Biz, önüne gelene çatan, aslında kendi akıllarından başkalarınınkini
beğenmeyen, fitne çıkaran, idareye baş kaldırtan mezhepsizlerden değiliz.
Maksadımız, Allahü teâlânın kullarına hizmet olup, onların İslamiyet’i doğru
öğrenmelerine, hidayete ermelerine vesile olmaktır.
Allahü teâlâ yumuşak olmayı emretmektedir:
(Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle davet et, onlarla en güzel
şekilde tartış!) [Nahl 125]
([Ey Resulüm] etrafındakilere yumuşak davranman, Allahü
teâlânın sana bir kerem ve rahmetidir. Eğer kötü huylu olup, sert
davransaydın hepsi dağılıp giderlerdi.) [Âl-i imran159]
314
www.dinimizislam.com
Bir vaiz, (Zalim sultan karşısında doğruyu söylemek cihad olur) diye,
Halife Memun’a, sert sözlerle nasihat etmeye başladı. Halife, (Ey vaiz,
Allahü teâlâ, senden iyisini, benden kötüsüne gönderdiği halde, o,
yumuşak konuştu) dedi. Vaiz, (Benden iyi ve senden kötü olan kim) dedi.
Halife, (Benden kötü olan Firavun’dur, senden iyi olan da Hazret-i
Musa’dır) dedi. Allahü teâlâ, Hazret-i Musa’ya, Firavun’a yumuşak şekilde
nasihat etmesini emretmiştir. (Tâhâ 44)
Rıfk yumuşaklık demektir. Katılığın, kabalığın tersidir. Rıfk, mülayimlik,
naziklik, yavaşlılık, tatlılık, güzellik, acımak, iyilik etmek, kısaca İslamiyet’e
uymaktır. Yumuşak yerine sert ve kaba konuşan, fitneye sebep olur. Her
zaman yumuşak davranmaya çalışmalı, sertlikten kaçmalıdır! Hadis-i
şeriflerde buyuruldu ki:
(Rıfk ile bereket hasıl olur.) [Taberani]
(Rıfkı olmayanın hayrı yoktur.) [Müslim]
(Allahü teâlâ refiktir her işte rıfkı sever.) [Buhari]
(İnsanlara kolaylık ve rıfk gösteren mümin, Cehenneme girmez.)
[Tirmizi]
(Mümin öyle yumuşaktır ki, yumuşaklığından dolayı ahmak
sanılır.) [Beyheki]
(Hilm sahibi, gündüz oruç tutan, gece namaz kılanın derecesine
kavuşur.) [Mekt.Masumiyye]
Dine hizmet için haç takmak
Sual: Eshab-ı kiramın, İslamiyet’i tebliğ için, kilisede hizmet edip, haç
taktıkları doğru mudur?
CEVAP
Asla öyle bir şey olmadı ve olması da mümkün olmaz, çünkü haram
işleyerek, farz ibadet bile yapılmaz. Haç takmak, küfürdür. Küfre girerek,
asla öyle bir şey yapılmaz.
Eshab-ı kiramdan, Müslüman olmadan önce, Hristiyan olanlar vardı.
Mesela, Selman-ı Farisi hazretleri, önce Mecusi iken, Hristiyan oldu,
kiliselerde hizmet etti. Şam’a geldi. Medine’de âhir zaman Peygamberinin
çıkacağını bir papazdan işitti. Hicretten sonra, Medine’ye gelerek, daha
önce işitmiş olduğu alametleri gördü. Hemen iman etti. Çok halis
Müslüman oldu. Ehl-i beytten sayıldı. Resulullahın huzurunda ve
sohbetinde kemale geldi. Zahir ve batın ilimlerinde çok yüksek derecelere
kavuştu. Eshab-ı kiramın, Müslüman olmadan önceki hallerini anlatıp,
kiliselerde hizmet ettiğini, haç taktıklarını söylemek, din düşmanlığından ve
misyonerlikten başka bir şey değildir.
315
www.dinimizislam.com
Cihadın dindeki yeri
Sual: Hapse girmek cihad mıdır? Cihadın dindeki yeri nedir?
CEVAP
Cihad, ihtilal yapmak, âmirlere karşı gelmek ve isyan etmek, dövmek,
yıkmak, kırmak, sövmek demek değildir. Böyle şeyler yapmak, fitne
çıkarmak olur. Yani bölücülük olur. Müslümanların ezilmesine, hapse
girmesine ve din, iman bilgilerinin yasak edilmesine yol açar. Böyle fitne
çıkarana Peygamber efendimiz lanet etmiştir. Hapse girmeyi istemek, bir
müslüman için şeref değildir. Müslüman için şeref; İslam’ın güzel ahlakını
edinmek, herkese iyilik etmek, İslamiyet’e uymak, her mahlûka faydalı
olmaktır. Hapse giren, bu şereflerden mahrum kalır. Kendini tehlikeye
atmak ahmaklıktır, günahtır. Allahü teâlâ, (Kendinizi tehlikeye
atmayınız!) buyuruyor. (Bekara 195)
Cihad, Allah düşmanları ile çeşitli yollarla ve çeşitli vasıtalarla
mücadele etmek demektir. Nefsimiz, Allahü teâlânın en büyük düşmanıdır.
Nefsle yapılan cihada "Büyük Cihad" denir.
Cihad, Allah düşmanlarının tesirsiz hale gelmesi veya imanla
şereflenmesi için, bu uğurda canını, malını feda etmektir.
Cihad, Allahü teâlânın dinini Onun kullarına ulaştırmak, insanları
küfürden cehaletten kurtarıp, imana, ebedi saadete kavuşturmak demektir.
Allah için hizmet
Cihad, insanları İslam dinine çağırmak demektir. Bu da çeşitli yollarla
olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kâfirlere karşı malınızla, canınızla ve dilinizle cihad ediniz!)
[Redd-ül-muhtar]
Cihad, Allah için hizmettir. Bu hizmetin kolay tarafı yoktur. Bu, ihlas
ister, müdara ister, kısaca, güzel ahlak ister. Memurlukla mukayese
edilmez. İzin, mesai, gece-gündüz mefhumu düşünülmez. Bu hizmette
sıkıntıyı nimet bilmek gerekir. Çok çalışan, çok sıkıntı çeken, çok nimete
kavuşur.
Kur'an-ı kerimde cihadla ilgili âyet-i kerimelerden birkaçının meali
şöyle:
(İman edenler, [yurtlarını, mallarını bırakıp] hicret edenler, Allah
yolunda cihad edenler, Allah’ın rahmetini umarlar.) [Bekara 218]
(Ey iman edenler! Din düşmanlarının eziyetlerine sabredin.
Onlarla olan cihadda üstün gelmek için, sabır yarışı yapın. Sınır
316
www.dinimizislam.com
boylarında kâfirlere karşı cihad için nöbet bekleyin ve Allah’tan
korkun ki, kurtuluşa eresiniz) [Al-i İmran 200]
(Hakiki müminler, Allah yolunda cihad eder, kötülenip
kınanmaktan korkmaz.) [Maide 54]
(Mal ve canlarını feda ederek din düşmanları ile, Allah rızası için
cihad eden müslümanlar, oturup, ibadet edenlerden üstündür.
Hepsine de, Cenneti söz veriyorum.) [Nisa 95]
(Mekke’nin fethinden önce malını veren ve cihad edene, fetihten
sonra malını dağıtan ve cihad edenden daha büyük derece vardır.
Allah, hepsine Cenneti vaat etti.) [Hadid 10]
(Ey müminler, Allah’tan korkun, Ona, Onun rızasına kavuşmak
için vesile arayın ve Allah yolunda cihad edin ki, kurtuluşa eresiniz.)
[Maide 35]
(İman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler ve bunları
barındırıp yardım edenler, işte gerçek mümin bunlardır.) [Enfal 74]
(Hakiki müminler şunlardır ki, Allah ve Resulüne iman ettikten
sonra, imanlarında şüpheye düşmeyip Allah yolunda malları ve
canları ile cihad edenlerdir.) [Hucurat 15]
(Allah’a ve Resulüne iman eder, malınızla, canınızla Allah yolunda
cihad edersiniz. Eğer bilirseniz ki bu sizin için çok hayırlıdır.) [Saf 11]
(Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, hanımlarınız,
aşiretiniz [hısım, akraba ve yakınlarınız] kazandığınız mallar, kesada
uğramasından korktuğunuz ticaret ve meskenler, size Allah’tan,
Resulünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise,
Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah fâsıklar güruhunu
hidayete erdirmez.) [Tevbe 24]
(Hafif ve ağırlıklı olarak [Kuvvetli- zayıf, genç-yaşlı, zengin-fakir,
yaya-atlı, silahlı-silahsız hepiniz] savaşa çıkın, malınızla, canınızla Allah
yolunda cihad edin! İyi bilin ki bu sizin için daha hayırlıdır.) [Tevbe 41]
(Allah yolunda hakkıyla cihad edin!) [Hac 78]
(Herkes, kendisi için cihad eder, faydası kendinedir.) [Ankebut 6]
Cihad çeşitleri
Cihad, emr-i maruf ve nehy-i münker demektir. Kâfirlere İslamiyeti
tanıtmak, onları küfür felaketinden kurtarmaya çalışmak, müslümanlara da
ilmihallerini öğretmek, onların haram işlemelerine mani olmaktır.
Cihad üçe ayrılır:
1- Beden ile yani her türlü harp vasıtaları ile kâfirlere karşı yapılır.
Silahlı cihadı, savaşı yalnız devlet yapar.
317
www.dinimizislam.com
2- Her türlü yayın vasıtası ile, İslamiyet’i insanlara yaymak,
duyurmak suretiyle yapılır. Bunu islam âlimleri yapar. İslam âlimleri
olmadığı zaman, misyonerlerin ve bid'at ehlinin saldırısından korunmak
için, müslümanların Ehl-i sünnet âlimlerinin sözlerini, yazılarını, kitaplarla,
her türlü basın vasıtasıyla, radyo ve TV ile bütün dünyaya yaymaları,
duyurmaları gerekir.
İslam’ın iç ve dış düşmanlarının yıkıcı, aldatıcı, propagandalarına
karşı, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği hakiki müslümanlığı yaymak
günümüzün en kıymetli cihadıdır. (İslam Ahlakı)
3- Dua ile yapılan cihad. Bu cihad, bütün müslümanlara farz-ı ayndır.
Öteki cihadlar ise farz-ı kifayedir. Bu cihadı yapmamak büyük günah olur.
Dua askerinin önemi
Bu cihad, beden ile ve din bilgilerini yaymak suretiyle cihad eden
müslümanlara dua etmekle olur. (Leşker-i gaza, leşker-i duanın yardımına
muhtaçtır.) [Leşker asker demektir.] Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Müminin amelinin en efdali, Allah yolunda cihaddır.) [Taberani]
(En faziletli insan, malı ile, canı ile Allah yolunda cihad eden
mümindir.) [Buhari]
(Cihad etmeden veya cihad etmeyi düşünmeden ölen, nifak üzere
ölür.) [Müslim]
(Cihadı terk eden topluluk, mutlaka umumi bir belaya maruz kalır.)
[Taberani]
(Fi-Sebilillah cihad eden, Cenneti hak eder.) [Taberani]
(Cihad eden, üzüntüden, sıkıntıdan kurtulur.) [Hakim]
Peygamber efendimiz, Mirac gecesi, ekin ekip bir günde biçen, bir
topluluğu gördü. Biçtiği mahsül yeniden eski haline dönüyordu. Bunların
kim olduğunu sorunca, Cebrail aleyhisselam dedi ki:
(Bunlar Allah yolunda cihad edenlerdir. Bunların bir iyiliğine
yediyüz misli sevap verilir. Harcadıklarının yerine yenisi verilir.)
[Bezzar]
En büyük düşman kim ise, onunla yapılan cihad elbette daha
büyüktür. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: (Dışarıdan gelen kötü
istekler şeytandan gelmiş olmakla beraber, geçici hastalıklardandır. Küçük
bir ilaç ile kolayca giderilebilir. Nisa suresinin 76. âyet-i kerimesinde
(Şeytanın aldatması elbette zayıftır) buyuruluyor. En büyük düşmanımız
nefsimizdir.) [c.3, m.27]
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kulun nefsi ile yaptığı cihad büyük cihaddır.) [Deylemi]
(Cihadın efdali, nefs ile yapılan cihaddır.) [İ.Neccar]
318
www.dinimizislam.com
(Asıl mücahid, nefsi ile cihad edendir.) [Tirmizi]
Cihadın esas gayesi
Cihad eden mümine "Mücahid" denir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Mücahid, gündüz oruç tutan, gece ibadet eden gibidir. Evine
dönünceye kadar kendine sevap yazılır.) [İ.Ahmed]
(Bir mücahidi doyurmak, ona yardım etmek, dünyadan ve
içindekilerden daha kıymetlidir.) [Hakim]
(Mücahidlere eza vermekten Allah’tan korkun! Allahü teâlâ,
Peygamberlere eza edenlere gadap ettiği gibi, mücahidlere eza
edenlere de gadap eder. Peygamberlerin duasını kabul ettiği gibi,
mücahidlerin de dualarını kabul eder.) [Deylemi]
Cihadın esas gayesi olan emr-i maruf, diğer cihadlardan daha
üstündür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bütün ibadetlere verilen sevap, Allah yolunda gazaya [cihada]
verilen sevaba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Gazanın
[cihadın] sevabı da, emr-i maruf ve nehy-i anil-münker sevabı yanında,
denize göre, bir damla su gibidir.) [Deylemi]
(En faziletli cihad, farzları ifa etmektir.) [İ. Ahmed]
(Malı ve canı ile cihad eden, ortalığın karışık olduğu zaman bir
kenara çekilip ibadetini yapan ve kimseye zararı olmayan insan,
mümin-i kâmildir.) [Hakim]
(Kadının cihadı kocası ile iyi geçinmektir.) [Şir’a]
(Koca hakkına riayet, Allah yolunda cihad etmek gibidir.)
[Taberani]
Sual: Cihad farz mıdır?
CEVAP
Kur'an-ı kerimde cihadın farz olduğu bildiriliyor. (Bekara 216)
Âlimlerin çoğu cihadın farz-ı ayn değil, cenaze namazı kılmak gibi farzı kifaye olduğunu bildirdi. Nitekim Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Mal ve canları ile cihad edenler, oturanlardan üstündür.) [Nisa 95]
Âlimlerin çoğu (Bu âyet-i kerime, cihadın herkese farz-ı ayn
olmadığını, farz-ı kifaye olduğunu bildiriyor) dediler.
Cihad savunma savaşı mıdır?
Sual: Cihad demek sadece savunma savaşı mıdır?
CEVAP
Hayır, sadece savunma savaşı değildir. Cihad, insanların İslamiyet'i
işitmelerine ve Müslüman olmalarına mani olan zâlimleri, sömürücüleri
ortadan kaldırarak, insanların Müslüman olmakla şereflenmeleri, böylece
iki cihanda da saadete kavuşmaları için yahut Müslümanlara saldıran kâfir,
319
www.dinimizislam.com
zâlim ordularına karşı Müslümanların mallarını, canlarını ve ırzlarını,
namuslarını korumak için, canla, malla, yayın yoluyla yapılan savaştır.
Güç kullanarak cihadı yalnız devlet yapar. Fertlerin başkalarına
saldırmalarına cihad değil, çapulculuk, barbarlık denir. Sözle, yazıyla cihad
etmek, âlimlerin vazifesidir. Kalble ve duayla bunlara yardım etmek ise, her
Müslümanın vazifesidir. (Hadika)
Sizin dininiz size, benim dinim bana
Sual: Kâfirun suresindeki, (Sizin dininiz size, benim dinim bana)
ifadesine göre, kâfirlerin dinine karışmamak mı gerekiyor?
CEVAP
Müşrikler, Resulullaha haber gönderip, (Bir yıl, o bizim ilâhımıza
ibadet etsin. Bir yıl da, biz onun Allah’ına ibadet edelim) şeklinde
teklifte bulundular. Bunun üzerine Kâfirun suresi indi. (Sizin dininiz size,
benim dinim bana) denmesi, savaş emri gelmeden önceydi. Savaşı
emreden âyetle, bu kısım nesh edilmiştir. Surenin hepsinin nesh olduğu
söylendiği gibi, (Haber mahiyetinde olduğu için, nesh olmamıştır) da,
denildi. (Kurtubi tefsiri)
İmam-ı Muhammed hazretleri de buyuruyor ki: Cihad emri yavaş
yavaş geldi. Şöyle ki:
1- İlk olarak, İslamiyet’in başlangıcında müşriklerle karşılaşmamak ve
onlara yumuşak davranmak emredildi.
2- İkinci emir geldi. (Kâfirlere yumuşak ve güzel sözlerle İslamiyet’i
bildir!) denildi.
3- Üçüncü emir geldi. İhtiyaç halinde savaşmaya izin verildi.
4- Dördüncü emir geldi. (Kâfirler size eziyet verirse, onlarla
savaşın) denildi.
5- Beşinci emir geldi. Medine’de İslam devleti teşekkül edince, (Haram
olan dört ayın haricinde her zaman savaşabilirsiniz) dendi.
6- Altıncı emir geldi. (Devlet, düşman olan kâfirlerle her zaman
savaşabilir) dendi. Böylece, cihad etmek, farz-ı kifaye oldu. (Siyer-i kebir)
Çifte standart ve müdara
Sual: Bir kimse, babasından veya oğlundan dolayı kötülenebilir mi?
Çifte standart ve müdara aynı manaya mı gelir?
CEVAP
1- Bir kimse, babasından veya oğlundan dolayı kötülenmez. Mesela
Nuh aleyhisselamın oğlu kâfir idi diye, babasına bir şey söylemek caiz olur
mu? Ebu Cehlin oğlu İkrime radıyallahü anh bir sahabidir. Babası kâfir diye
320
www.dinimizislam.com
oğluna bir şey söylenemez. İnancına, yaptığı işe göre, bir kimsenin iyi veya
kötü olduğu anlaşılır.
2- Çifte standart, riya, nifak, takıyye, müdara gibi kelimelerin ifade
ettiği manalar, birbirine benziyorsa da, farklı muamele yapan herkese aynı
kelime kullanılmaz. Mesela, Peygamber efendimiz, birisinden kötü biri diye
bahsediyordu. O kimse, yanına gelince ona çeşitli ikramlarda bulundu.
Resulullah efendimizin bu hareketine çifte standart değil, müdara denir.
Müdara sünnettir.
Müdara ve Müdahene
Müdarayı iyi bilmek gerekir. Müdara yapan herkese münafık demek
doğru olmaz.
Müdara nedir? Müdara, dini zarardan kurtarmak için dünya
menfaatinden vermek, güler yüz göstermek, İslamiyet’in dışına çıkmadan,
gönül almaktır. Müdahene, gönül alırken, İslamiyet’in dışına çıkmak,
günaha girmektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, farzları yapmamı emrettiği gibi, müdara etmemi de
emretti.) [Deylemi]
Dine, kendine veya başkasına zarar gelme korkusundan dolayı iyiliği
emredip haramı men etmek mümkün olmazsa, böyle durumlarda fitneye
mani olmak için susmaya müdara etmek denir. Herkese karşı hep tatlı dilli
ve güler yüzlü olmalıdır! Fakat, kötülere ve sapıklara müdahene etmemeli,
onun sapık yolundan razı olduğunu zan ettirmemelidir! [Hindiyye]
Cihadda çifte standart uygulamak, hile yapmak, yalan söylemek caiz
ve gerekir. Mesela, düşmanın biri ansızın Hazret-i Ali’nin karşısına kılıçla
çıkıp, (Şimdi seni benim elimden kim kurtarabilir?) der. Hazret-i Ali de,
parmağı ile adamın arkasını gösterip (Peki dövüşelim, fakat iki kişiyle mi?)
der. Düşman, arkamdaki kim diye bakınca, Hazret-i Ali, kılıcını çekip,
düşmanını zararsız hale getirir. Düşmanı, (Bana hile yaptın?) der. Hazret-i
Ali de, (Savaş hiledir) hadis-i şerifini bildirir. [Düşmanı da hile yapmış, çek
kılıcını dövüşelim dememişti.]
Bu meseleleri iyi öğrenip müslümanlara suizan etmekten sakınmalıdır!
Tartışmanın on zararı
Sual: Doğrunun meydana çıkması için, tartışmak faydalı değil mi?
CEVAP
Hayır, tartışarak kimseyi ikna etmek mümkün olmaz. Ayrıca, hiçbir
tartışma iki tarafı da memnun etmez. Bir taraf karşı tarafı yenerse, karşı
taraf yenildiği için üzülür. Onun için, (Tartışma dostun dostluğunu
321
www.dinimizislam.com
azaltır, düşmanın düşmanlığını artırır) buyurmuşlardır. Birkaç hadis-i
şerif meali şöyledir:
(Münakaşa etmeyen ve kimseyi incitmeyen Müslüman Cennete
girer.) [Tirmizi]
(Konuşurken itiraz etmeyene veya haklı olduğu halde münakaşayı
terk edene, Cennette bir köşk verilir.) [Taberani]
(Haklı da olsa, münakaşayı terk etmeyen, hakiki imana
kavuşamaz.) [İbni Ebi-d-dünya]
(Mücadelede ısrar edeni Allahü teâlâ sevmez.) [Buhari]
(Mücadele ve münakaşayı terk edin, çünkü iki taraftan birisi
yalancıdır. Neticede iki taraf da günaha girer.) [Ramuz]
Sadece yalancı olan değil, haklı olan da, tartıştığı için günaha girmiş
oluyor. Hakkı açıklamak niyetiyle de olsa, başkalarını mağlup etmek için
yapılan münazaralar [tartışmalar] zararlıdır. Bir kimsede tartışmada galip
gelme sevgisi, hakkı karşısındakinin ağzından duymaktan daha sevimli
gelirse, her kötülüğün içine girmiş demektir. İçki içmekle diğer günahları
işlemek arasında muhayyer bırakılan kişi, içkiyi hafif görüp içerek, diğer
günahları da işlediği gibi, tartışmayı kazanma arzusu, diğer kötülüklere
sebebiyet verir. Hadis-i şerifte, (Hitabeti kuvvetli ve münakaşacı olan,
faydalı amelden mahrum kalır) buyurulmuştur.
Tartışmanın zararlarından bazılarını bildirelim:
1- Tartışma hasede yol açar: Tartışan, karşısındakinin, ilmine
kıskançlık duyar, onu çekemez. Bu da hasede yol açar. Bir hadis-i şerif
meali:
(Hased, ateşin odunu yediği gibi, hasenatı [iyilikleri, sevabları] yer.)
[İbni Mace]
Tartışmanın galibi de, mağlubu da zarardadır. Mağlup olana, (Galip
gelene maşallah) dense, galip geleni çekemez. Galip gelen de, kendini
üstün görmeye başlar. (Falanca, bana ne numaralar çekti, ama yemedim,
pes demeye mecbur kaldı) der, kendini üstün görmeye çalışır. Bu ise
felakettir. Bir hadis-i şerif meali:
(Allahü teâlâ, kibirleneni alçaltır, tevazu edeni yükseltir.)
[Taberani]
2- Hakkı küçük görmeye sebep olur: Tartışmacı, kendini üstün
görme hastalığından kurtulamaz. Hep kendisinin hâkim olmasını, bir
toplantıda hep kendisinin konuşmasını ister. (Gerçeklerin gizli kalmaması,
ortaya çıkması için konuşuyorum) der. Karşı tarafın veya başkalarının
bildirdiklerine önem vermez, haklı delillerini küçük görür. Bu da kibre yol
açar. Bir hadis-i şerif meali:
322
www.dinimizislam.com
(Hakkı küçük görmek kibirdendir.) [İ.Gazali]
3- Kin tutmaya yol açar: Tartışmacının düşüncesi kabul görmezse,
karşısındakine kin besler, bazen ömür boyu onu affetmez. Kin imana da
zarar verir. Bir hadis-i şerif meali:
(Mümin kinci olmaz.) [İ. Gazali]
4- Zarara sevinmeye sebep olur: Tartışmacı, muhatabının yenilerek
kötü duruma düşmesine sevinir. Hâlbuki sâlih kimse, kendisinin değil, karşı
tarafın haklı çıkmasını ister. Bir hadis-i şerif meali:
(Kendisi için istediğini, din kardeşi için istemeyen kâmil mümin
olamaz.) [Buhari]
5- Övünmeye sebep olur: Tartışmacı galip gelirse, kendini övmekten
kurtaramaz. (Şu delilleri getirerek onu susturdum) diye kendini över.
Hâlbuki, (Çirkin olan doğru, kişinin kendini övmesidir) denilmiştir.
Allahü teâlâ da kendimizi övmekten bizi men eder. Bir âyet-i kerime meali:
(Elbette Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi sevmez.)
[Lokman 18]
Arkadaşını mağlup etmekle övünülen bir cemiyette, kardeşliğin tesisi
mümkün olur mu? Övünmek, başkasını hakir, aşağı görmekten ileri gelir.
Hâlbuki bir hadis-i şerif meali:
(Din kardeşini hakir görmek, insana kötülük olarak yeter.) [Müslim]
6- Kusur araştırmaya sebep olur: Tartışmacı, karşıdakinin gizli
kusurlarını araştırmaktan kendini alamaz. Nerede ne demiş diye araştırır.
Hâlbuki Allahü teâlâ, başkalarının kusurlarını araştırmayı yasaklamıştır.
Tartışmacı, onun bedenî kusurlarını ima ile de olsa söyler. Mesela
gözlüklüyse, (Bu gerçekler gözlükle görülmez, gerçeği görmek için gözlük
yetmez) diyerek onun gözündeki kusurunu, bedenî kusurlarını ilmî
noksanlığı için bir sebepmiş gibi gösterir.
7- Gıybete sebep olur: Tartışmacı, karşı tarafın sözlerini başkalarına
anlatır. (O şöyle dedi, ben şöyle cevap verdim) diyerek kendini gıybetten
kurtaramaz. Her ne kadar sözleri doğru olarak nakletse bile, maksadı onun
âcizliğini göstermek olduğu için, o da bu konuşmalardan razı olmayacağına
göre, sözleri gıybet olur. Hâlbuki gıybet felakettir. Bir hadis-i şerif meali:
(Kıyamette, sevab defteri açılan bir kimse, “Ben şu ibadetleri
yapmıştım, burada yazılı değil” der. “Onlar, silinip gıybet ettiklerinin
defterlerine yazıldı” denir.) [İsfehani]
8- Nifaka, riyaya yol açar: Tartışmacı, görünüşte karşıdakine sevgi
gösterir. O ise bu sevgisinin yalan olduğunu bilir. Bu, münafıklık alametidir.
Tartışmacı başkalarının gözüne, gönlüne girebilmek için bazen demagojiye
323
www.dinimizislam.com
sapar. Halka yaranmak ve dille sevgi gösterip, kalben bir mümine
buğzetmek riyadır. Riya ise felakettir. Bir hadis-i şerif meali:
(Riya küçük şirktir.) [Taberani]
9- Hakkı kabul etmemeye sebep olur: Tartışmacının nefret ettiği
şey, hakkın karşıdakinin ağzından çıkmasıdır. Hâlbuki hakkı kabul
etmemek büyük felakettir. Bir hadis-i şerif meali:
(Allahü teâlânın en sevmediği kimse, hakkı kabul etmemek için
inat gösterendir.) [Buhari]
10- İnada sebep olur: İnat, karşımızdakini aşağı görmeye, ondan
nefret etmeye, ona düşmanlığa yol açar. Bir hadis-i şerif meali:
(Din kardeşine itiraz etme, [üzücü] şaka yapma ve verdiğin sözden
dönme!) [Tirmizi]
Münakaşa etmek dostluğu giderir
Sual: Bazı kimseleri dini konuda ikna edemiyorum. Ne yapayım?
CEVAP
Ehli olmayan kimselerle, dini sohbet yapmamalı, uygun olanlara
kitaptan okumalı, hiç kimseye din üzerinde, kendi görüşünü söylememeli,
münakaşadan da uzak durmalıdır!
İyi müslüman, her işinde Allah’tan korkar, titrer. Allahü teâlânın
sevgisine kavuşturacak işleri yapmak için çırpınır. Sabreder, affeder. Her
geçimsizlikte, her sıkıntıda, kusuru kendisinde görür. Her nefeste Rabbini
düşünür. Gaflet ile yaşamaz. Kimseyle münakaşa etmez. Bir kalbi
incitmekten korkar. Kalbleri Allahü teâlânın evi bilir. Hiç kimseye sert
davranmaz. Fitne çıkmasına sebep olmaz. Dinlerine ve dünyalarına zarar
gelecek şeylerden sakınır. Herkese karşı, güler yüzlü, tatlı dilli olur. Bilir ki,
münakaşa etmek, dostluğu giderir. Düşmanların çoğalmasına sebep olur.
Fitne çıkarmaz, dost ile de, düşman ile de tatlı konuşur, herkesle iyi geçinir.
Hâfız-ı Şirazinin, dostlara doğru söylemeli, düşmanları güler yüzle ve tatlı
dil ile idare etmelidir sözüne uyar. Af dileyeni affeder. Kimsenin sözüne
karşı gelmez. Herkese yumuşak söyler, sert konuşmaz. Münakaşa
edenlerin yanında oturmaz!
Hatasını kabul etmek fazilettir
Sual: İnsan hatalı da olsa hatasını kabul etmiyor. Hatamı kabul
edebilmem için ne yapmam gerekir?
CEVAP
İnsanın nefsi, daima kendini haklı çıkarmaya çalışır. Bir işte, hatalı
olup olmadığımızı anlamamız belki biraz zordur. Hadis-i şerifte, kendimize
324
www.dinimizislam.com
yapılmasını uygun bulmadığımız bir şeyi, başkasına da yapmamamız,
kendimize uygun gördüğümüz şeyi, mümin kardeşimize de uygun
görmemiz emredilmektedir. Bir hadisede hemen kendimizi, karşımızdaki
şahsın yerine koymalıyız. (Onun yerine ben olsaydım, ne yapardım?) diye
düşünmeliyiz. Böyle düşünmek, hadisenin üzücü neticelenmesine mani
olur.
Bir genç anlattı:
"Benden yaşlı biri, bir hadiseden dolayı, beni nerede yakalasa
dövecekti. Öyle bir köşeye sıkışmıştım ki, nereye kaçsam yakalayabilirdi.
Doğru yanına gittim, özür dileyecektim. Daha yanına varır varmaz
(Kollarımı kırdın. Aman diyene kılıç çekilmez) dedi. Hatamı kabul ederek
yanına gittiğim için bu ağabey, hatamı affederek büyüklük göstermekten
başka çaresi kalmadı. Ben de dayaktan kurtulmuş oldum."
Özür dileten söz
Bir tanıdık da şunu anlattı:
"Çocuklarım çok yaramaz oldukları için komşuları çok rahatsız
ediyorlardı. Bir gün çocukların gürültüsü komşumun artık boğazına kadar
gelmiş, mahkemeye verip bizi evden çıkarmaya karar vermiş. İşten
dönünce hadiseyi öğrenip evine gittim. Komşu, hâlâ teskin olmamış yüzü
asık duruyordu. (Kırdığınız yumurta kırkı geçti) diyerek bağırmaya çalıştı.
Yavaş sesle (Bir dakika komşu) diyerek teskine çalıştım. Dedim ki:
- Kiralık bir ev buldum. Hemen çıkıyoruz. O kadar suçluyuz ki, özür
dilemeye bile utanıyoruz. Çocuklara bağırmışsınız. Sizin yerinizde ben
olsaydım, daha kötüsünü yapardım. Dillerini koparır, gırtlaklarını sıkardım,
durmadan tepiniyorlar. Sizin yerinizde ben olsaydım bugüne kadar asla
sabredemezdim. Evdeki eşyaları sokağa atardım. Siz yine çok iyi bir
kimseymişsiniz ki efendiliğinizi bozmadınız.
Komşunun sakin sakin dinlediğini görünce devam ettim:
- Sizdeki komşuluk anlayışı, tam İslam ahlakına uygundur.
Malik bin Dinar hazretlerinin Yahudi komşusunun evine sızan lağım
kokusuna nasıl sabrettiğini anlattıktan sonra dedim ki:
- Gerçekten siz evliya gibi adamsınız. Bugüne kadar sabretmeniz,
sizin büyüklüğünüzden, iyiliğinizden, müslümanlığınızdan geliyor.
Bunları anlattıktan sonra komşu, adeta kendini suçlu hissetmeye
başladı. (Sinirliydim. Çocuklara bağırdım. Özür dilerim) dedi. Çocukların
daha küçük olduğunu, bu kadar gürültülerine katlanmak gerektiğini
bildirdikten sonra (Beterin beteri vardır. Siz gidince iyisi mi gelecek? Sizin
gitmenize razı değiliz. Buradan taşınmayın!) dedi."
325
www.dinimizislam.com
Arkadaşın hatasını kabul etmesi ve bunu güzellikle anlatması
kötülükle neticelenecek bir hadiseyi önlemiş oldu. Eğer arkadaş, çocukların
kusurunu söylemeseydi. Komşusu söyleyecekti. Komşusu söylemeden
arkadaşın söylemesi vaziyeti değiştirmiştir.
O halde başkasının bizim için yapacağı suçlamaları, ona fırsat
vermeden kendimiz söylemeliyiz. Hatamızı kabul etmek, karşımızdakine
saygı duymak bir şey kaybettirmez. Aksine çok şey kazandırır. Atalarımız
(El öpmekle dudak aşınmaz) buyurmuşlardır. Hatada ısrar etmemek büyük
fazilettir. Peygamber efendimiz aleyhisselam haklı olduğu halde, ev
içindeki ve ev dışındaki eziyetlere katlanmıştır. Hanımlarına (Siz
haklısınız) diyerek onları üzmemiştir. İslam ahlakını örnek alarak hatamızı
kabul etmek faziletini göstermeliyiz!.
Faydalı nasihat
Bir âlimin bildirdiği aşağıdaki nasihate uymaya çalışmalıdır!
Fırsat ganimettir. Ömrü faydasız işlerle geçirmemeli, Hak teâlânın
rızasına uygun şeylere sarf etmelidir! Beş vakit namazı, tadil-i erkan ile ve
cemaat ile eda etmelidir! Teheccüd namazlarını elden çıkarmamalı, seher
vakitlerini istiğfarsız geçirmemeli, gaflet uykusuna dalmamalı, ölümü ve
ahireti düşünmeli, haram olan dünya işlerinden yüz çevirip, ahiret işlerine
yönelmelidir! Zaruri olan, dünya kazancı ile meşgul olup, diğer vakitleri,
ahireti imar etmekle meşgul olmalıdır! Sözün kısası, masiva sevgisinden
korunmalı ve dinin emrine uymakla meşgul olmalıdır! İş budur, bundan
gayrisi hiçtir.
Herkese aynı şeyi söylemek doğru mu?
Sual: Emr-i maruf yaparken herkese aynı şeyi söylemek doğru mu?
CEVAP
İnsanlar farklıdır. Herkese aynı şeyi söylemek yanlışlığa yol açar.
Kimine azimetle, kimine ruhsatla amel edilmesi söylenmelidir! Nabza göre
şerbet verilmelidir! Yani aynı hastalıktan muzdarip hastalarını, bünyelerine
ve hastalığın derecesine göre çeşitli metotlarla tedavi eden doktor gibi
olmalıdır.
(Amellerin en faziletlisi, nefse en zor geleni yapmaktır) hadis-i
şerifine uyup, iman-ı kâmil sahibi olan müminler, Allahü teâlânın rızasını ve
sevgisini kazanmak için, nefslerine zor gelen, güç şeyleri yapmayı seçerler.
Böylece ahirette yüksek derecelere kavuşmak isterler. Fakat bir insanın
nefsi, kolaylıkları yapmak istemezse, bunun azimetleri bırakıp, ruhsat ile
amel etmesi efdal olur.
326
www.dinimizislam.com
Havf, Allah’tan korkmak, reca da Allah’ın rahmetini ümit etmek
demektir. Hep Allah’ın azabından bahsedip insanları korkutmak doğru
olmadığı gibi, azaptan hiç bahsetmeyip hep Allah’ın rahmetinin
bolluğundan bahsetmek de isabetli olmaz. Mümin ikisi arasında olmalıdır!
Yaşarken, havfı, ölürken recası daha fazla olmalıdır! Azimetle hareket
etmek elbette çok iyidir. Ancak azimeti yapamadığı için ruhsatı bile terk
edene azimetten bahsetmek yanlış olur. Mesela vesvese sahibi olan,
ruhsat ile amel etmelidir!
Necmüddin-i Gazzi hazretleri, (Şeytan insana, Allahü teâlânın bildirdiği
kolaylıkları yaptırmaz. Mesela mest üzerine mesh ettirmeyip ayaklarını
yıkattırır. Ruhsat ile amel etmelidir) buyurmuştur. İmam-ı Rabbani
hazretleri de, (Gerektiğinde en kolay fetvaya uymalıdır! Allahü teâlâ,
insanlara güç gelen şeyleri değil, kolay olanların yapılmasını istiyor. Çünkü
insan zayıf, dayanıksız yaratılmıştır) buyuruyor.
Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ, emrettiği şeyler gibi, ruhsat verdiği şeyleri
yapmanızı da sever.) [Beyheki]
(Allahü teâlânın size verdiği kolaylık ve ruhsatlardan istifade
edin!) [Buhari]
(Ruhsatlardan istifade etmeyen, Arafat dağı kadar günah işlemiş
olur.) [Taberani]
Peygamber efendimiz, mübarek ayakları şişinceye kadar geceleri, çok
namaz kılmıştır. Fakat, ümmetine çok merhamet ettiği için, onların böyle
sıkıntı çekmelerini istemezdi. Ümmetine ruhsat ile emrederdi. Kendisi
azimet ile ibadet yapardı. Din, yalnız emir demek değildir. Ruhsat ile
azimetin ikisi de dindir.
Tahrim suresinde, (Allahü teâlânın helal ettiklerini kendinize haram
etmeyiniz) mealindeki âyet-i kerime, (Ruhsat, izin verilen şeyleri inkâr
etmeyiniz! Bunları haram etmeyip de, terk eder, çekinirseniz zühd olur, iyi
olur. Yapması ise, günah olmaz) demektir. (Sünnetimi kabul etmeyen
benden değildir) hadis-i şerifi de, (Ruhsat, izin verdiğim şeyleri kabul
etmeyip, kendine sıkıntı veren benim sünnetime uymamış olur) demektir.
(Müslim)
Müdahene ve müdara ne demektir?
Sual: Müdahene ve müdara ne demektir?
CEVAP
327
www.dinimizislam.com
Müdahene, gücü yettiği halde, haram işleyene mani olmamak,
dalkavukluk yaparak, birinin gönlünü alırken, İslamiyet’in dışına çıkmak,
günaha girmektir.
Müdara ise, dini veya dünyayı zarardan kurtarmak için, dünya
menfaatinden vermek, insanlarla iyi geçinmek, İslamiyet’in dışına
çıkmadan, güler yüz göstermek gönlünü almaktır.
Müdahene, dünyalık ele geçirmek için, dinden taviz vermektir. Haram
işleyenlere olan saygısı yahut dine olan bağlılığının gevşekliği,
müdaheneye sebep olur. Fitne olmadığı, yani dinine veya dünyasına veya
başkalarına zarar olmadığı zaman, haram ve mekruh işleyene mani olmak
gerekir. Mani olmamak, susmak haram olur. Hadis-i şerifte, (Allah’a isyan
edenlerle gezip tozan, günah işleyene gücü yettiği halde, ses
çıkarmayan, müdahene eden, kabrinden maymun ve hınzır şeklinde
kalkar) buyuruldu.
Müdahene etmek, haram işlemeye razı olmayı gösterir. Susmak çok
yerde iyi ise de, hakkı, hayrı söyleyecek yerde susulmaz. (Ya Resulallah,
geçmiş ümmetlerden bir kısmına azap yapıldı. Hepsi öldü. Bunların
arasında salihler de vardı) denildiğinde, (Evet, salihler de helak oldular.
Çünkü, Allah’a isyan olunurken susmuşlardı) buyurdu.
Bazı hiziplerin takıyye dediği şeye İslam âlimleri Müdara diyor.
Kalbinde olanın aksini söylemek, itikadını, dini ve siyasi görüşünü,
saklamak demektir. Sırrını açıklayan kimse, çok defa söylediğine pişman
olur, üzülür. İnsan, söylemediği sözüne hakimdir, söylediğinin ise,
mahkumudur. Keşke söylemeseydim, der. Malı ve eşyayı emin olarak
saklayan çok kimse, sır saklayamaz. Hiç ummadığınız kimse, gizli
sırlarınızı açıklayabilir. Bunlar tecrübe ile bildirilmiş gerçeklerdir. Onun için
eskiden, (Zehebini, zihâbını ve mezhebini gizli tut!) derlerdi. Yani
paranı, dini ve siyasi görüşünü, hizbini gizli tut demektir. Bu birkaç çeşittir:
1- Kâfirler arasında kalıp, malından, canından korkanın, onlara kalben
değil de, dilden sevgi göstermesi caizdir. Kalbindekini gizlememek daha
iyidir. Peygamberim diyen yalancı Müseyleme, doğru söyleyen bir sahabiyi
şehit etmişti. Sahabinin inancını gizlemesi de caiz idi. Nitekim, müşrikler,
Hazret-i Ammar’a, babası Hazret-i Yasir ve annesi Sümeyye hatuna
işkence edip, "Lat ve Uzza putu, Muhammedin dininden iyi de" derler,
demeyince de işkenceyi artırırlardı. Nihayet ana babası şiddetli işkence ile
şehit edildiler. Hazret-i Ammar, kâfirlerin zorlamaları üzerine dediklerini
diliyle söyledi. Ammar kâfir oldu dedikleri zaman, Resul-i Ekrem efendimiz,
(Ammar kâfir olmadı, o baştan ayağa iman ile doludur. O, iki durumda
karşılaştığında en doğru olanını tercih eder) buyurdu. Demek ki küfür
328
www.dinimizislam.com
olan bir sözü, böyle durumlarda yalnız dil ile söylemek caizdir. Resulullah
efendimiz, Hazret-i Ammar’a (Müşrikler eziyet ederse, yine böyle söyle)
buyurdu. (İ.Asakir, İ.Mace)
2- Kâfirlerin galip olduğu yerde gerçeği söylememek caizdir. Şafii’de,
zalim Müslümanlar arasında da caiz olur. Müslümanlar garip ve zayıf
olduğu müddetçe kıyamete kadar her yerde caizdir. Çünkü, müminin
kendinden zararı, mümkün olduğu kadar uzaklaştırması gerekir.
3- Malını korumak için de, gerçeği söylememek, mesela gaspçılar
yakalayınca, parası olduğu halde yok demek caizdir. (Malını korurken
öldürülen, şehit olur) ve (Müminin malı, canı gibi kıymetlidir) hadis-i
şerifleri buna delildir. Çünkü, insanın mala ihtiyacı pek çoktur. Mesela, su
pahalı satıldığı zaman, abdest almak, farz olmaz. Teyemmüm etmek caiz
olur.
Kendisine veya başkalarına zarar gelme korkusundan dolayı iyiliği
emretmek ve haramı men etmek mümkün olmazsa, böyle durumlarda
fitneye mani olmak için susmaya, müdara denir. Hadis-i şeriflerde
buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, farzları emrettiği gibi, müdara etmemi de emretti.)
[Hakim]
(Müdara etmek sadakadır.) [Deylemi]
(Müdara edenler, şehit olarak ölür.) [Deylemi]
(Şerefinizi mallarınızla [para ile], dininizi de dilinizle [müdara
ederek] koruyun!) [İ. Asakir]
(İyi geçinmek aklın başıdır.) [Beyheki]
Müdara ederken tatlı dilli ve güler yüzlü olmak gerekir. Talebeye ders
verirken müdara gerekir. Hanımına müdara etmeyenin rahatı, huzuru
kalmaz. İmam-ı Gazali hazretleri buyurdu ki, insanlar üç kısımdır:
1- Gıda gibi olanlar, her zaman gerekir.
2- İlaç gibi olanlar, bazen gerekir.
3- Hastalık gibi olanlar. Bunlar gerekmez ise de, gelip musallat olur.
Bunlardan kurtulmak için, müdara etmek gerekir.
Savaşta, hile yapmak, yalan söylemek caizdir. Bir örnek:
Düşmanın biri, oturmakta olan Hazret-i Ali’nin karşısına aniden kılıçla
çıkıp, “Şimdi seni benim elimden kim kurtarabilir?” der. Hazret-i Ali de,
parmağı ile adamın arkasını gösterip “Peki dövüşelim, fakat iki kişiyle
mi?” der. Düşman, arkadaki kim diye bakınca, Hazret-i Ali, kılıcını çekip,
düşmanını zararsız hale getirir. Düşmanı, “Bana hile yaptın?” der. Hazret-i
Ali de, (Savaş hiledir) hadis-i şerifini bildirip, “Ama sen de beni gafil
avlayacaktın” der. Yani seninki hile değil miydi demek ister.
329
www.dinimizislam.com
Müslümanın davranışı
Sual: Gerek çevremizde, gerekse işyerimizde çeşitli inançta ve
karakterde insanlarla karşılıyoruz. Bir müslüman olarak onlara karşı
hareketlerimiz nasıl olmalıdır?
CEVAP
İmam-ı Gazali hazretleri insanları dört kısma ayırmaktadır:
1- Yiyip içmek ve zevk etmekten başka bir şey bilmeyenlerdir.
2- Şiddet, zulüm ile hareket edenlerdir.
3- Hilekârlık ve mürailikle etrafındakileri aldatanlardır.
4- Güzel ahlak sahibi olan, hakiki müslümanlardır.
Unutmamak gerekir ki, her insanın kalbinden Allahü teâlâya giden bir
yol vardır. Bütün mesele, bu yoldan İslam nurunun insanlara
ulaştırılmasıdır. O nuru kalbinde hisseden bir insan, hangi kısımdan olursa
olsun, yaptığı fenalıklara pişman olur ve doğru yolu bulur.
Eğer bütün insanlar, İslam dinini kabul etseler, dünyada ne fenalık, ne
hilekârlık, ne harp, ne şiddet ve ne de zulüm kalırdı. Bunun için, tam ve
mükemmel bir müslüman olmaya gayret etmek ve müslümanlığın esasını
ve inceliklerini izah ederek, bütün dünyaya yaymak, hepimizin boynuna
düşen bir borçtur. Bunu yapmak cihad olur.
Başka dinden de olsa, insanlara daima tatlı dille ve anlayışla hitap
etmeli! Bunu, Kur'an-ı kerim emretmektedir. Müslüman olmayanın yüzüne
karşı, kâfir, dinsiz diyerek, onun kalbini incitmenin günah olduğu, böyle
söyleyenin cezalandırılması gerektiği, fıkıh kitaplarında yazılıdır. Maksat,
herkese İslam dininin yüceliğini anlatmaktır. Bu cihad da, ancak tatlı dille,
sabır, ilim ve imanla olur.
Bir kimseyi bir şeye inandırmak isteyenin önce kendisinin ona
inanması şarttır. Mümin ise, hiçbir zaman sabrını kaybetmez ve inandığını
anlatmakta müşkülat çekmez. İslam dini kadar, açık ve mantıki hiçbir din
yoktur. Bu dinin esasını anlayan bir kimse, herkese bu dinin biricik hak din
olduğunu kolaylıkla ispat edebilir.
Başka dinden olanların hepsini, fena huylu bir insan kabul etmemelidir.
Evet küfür, yani müslüman olmamak, her zaman ve her yerde fenadır.
Çünkü küfür, insanı dünyada ve ahirette felakete götüren zararlı bir inanış
ve bozuk bir yaşayıştır.
Allahü teâlâ, İslam dinini, insanların dünyada rahat ve huzur içinde,
kardeşçe yaşamaları için ve ahirette sonsuz azaplardan kurtulmaları için
göndermiştir. Kâfirler, yani müslüman olmayanlar, bu saadet yolundan
mahrum kalmış zavallı kimselerdir. Bunlara, acımalı ve incitmemelidir!
330
www.dinimizislam.com
Bunları gıybet etmek bile haramdır. İnsanın, said veya şaki olduğu son
nefeste belli olur.
Allahü teâlâ, Kur'an-ı kerimde bütün insanları doğru yolda bulunmaya
davet ediyor. Doğru yola kavuşan insanın, geçmişteki bütün hatalarını
affedeceğini vaat buyuruyor. Başka dinden olanlar, şeytanın veya
müslümanlıktan haberi olmayanların aldattıkları zavallı kimselerdir.
Bunların çoğu, Allahü teâlânın rızasına kavuşmak için, yanlış yola
saptırılmış insanlardır. Biz bunlara sabırla, tatlı dille, akıl ve mantık ile
doğru yolu yani İslamiyet’i göstermeliyiz!
Hak Yoldakiler
Sual: Bid'atlerin yayıldığı şu ortamda acaba hak üzere olan bir grup
var mıdır?
CEVAP
İmam-ı Beyheki hazretleri, (Hak üzere olan bir toplum bulunmazsa,
[yani olduğu halde bilinmezse] İslam âlimlerinin bildirdiği yola tâbi olan
kurtulur) buyuruyor. Hak üzere olan yola, fırka-i naciyye denir. Dört hak
mezhepten birine uyan fırka-i naciyye içindedir.
Bir toplum ne kadar bozulursa bozulsun, içinde hak üzere olan bir taife
bulunur. Nitekim hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ümmetimden bir taife, hak üzere cihaddadır. Kıyamete kadar
galip olarak devam eder.) [İbni Asakir]
(Hakkın yardımı ümmetimden bir taife üzerine kıyamete kadar
devam eder. Bunları terk edip ayrılanların bu taifeye bir zararı olmaz.)
[İbni Mace]
(Ümmetimden bir taife, düşmanlara galip olarak hak üzere cihad
ederler. Hatta sonuncu taife, Deccal ile savaşır.) [Ebu Davud]
(Ümmetimden bir taife, Allah’ın emriyle hak üzere hareket
etmekte devam eder.) [Buhari]
Mişkat-ül-mesabihdeki, (Bir zaman gelir, ümmetimin bir kısmı
müşrik olur, puta tapar, peygamberim diyen çıkar. Ben son
Peygamberim. Benden sonra peygamber gelmez. Ümmetim arasında,
doğru yolda olanlar, her zaman bulunur. Onlara karşı çıkanlar,
Allah’ın emri gelene kadar, doğru yolda olan bu kimselere zarar
yapamaz) hadis-i şerifi de gösteriyor ki, bid'at ehli, dinimizi, Kıyamete
kadar asla bozamaz. Kütüphane ve kitapçılarda bulunan İslam kitapları
arasında bozuk olanları pek çok ise de, doğru olanları da vardır. Bu doğru
kitaplar hiçbir zaman yok olmaz ve hiçbir kimse yok edemez. Bunların
331
www.dinimizislam.com
koruyucusu Allahü teâlâdır. Bu kitapları arayıp, bulup, okuyup saadete
kavuşanlara müjdeler olsun! (F.Bilgiler)
Ehl-i sünnet âlimleri diyor ki:
Allahü teâlâ, İslamiyet’i doğru olarak öğrenmek isteyene, bunu nasip
edeceğini vaat buyurdu. Rabbimiz vaadinden dönmez. Bunun için, Ya
Rabbi, sana inanıyorum, seni ve Peygamberlerini seviyorum. İslam
bilgilerini doğru olarak öğrenmek istiyorum. Bunu bana nasip et ve
beni, yanlış yollara gitmekten koru diye dua etmeli, istihare yapmalı!
Cenab-ı Hak ona doğru yolu gösterir.
Şu anda herhangi bir gruba mensup olan insanların da, aynı şekilde
dua etmekten çekinmemeleri, gerekir. Hâşâ Allahü teâlâ yanlış bir iş
yapmaz. Belki içinde bulunduğu grup yanlış yoldadır. Bunun için her
müslüman, Ya Rabbi hangi gruptaki müslümanlar doğru yolda ise,
senin rızan hangi grupta ise, bana onu nasip eyle diye dua etmelidir.
Eğer bulunduğu grup doğru yolda ise, bir zararı olmaz. Ancak yanlış yolda
ise doğruya kavuşmuş, kurtulmuş olur.
Cihad ve fitne
Sual: Yabancı bir yazar, (Hükümet, zulüm, haksızlık yaparsa,
müslümanlar isyan etmelidir) diyor. Bu söz doğru mudur?
CEVAP
Bu söz, İslam âlimlerinin bildirdiklerine uymamaktadır. Müslümanlar
isyan etmez. Fitne ve fesat çıkarmaz. Zalim olan hükümete de isyan etmek
günahtır. Kanunlara, emirlere karşı gelmek, cihad olmaz. Fitne çıkarmak
olur. Fitnecilere aldananlar, Hac suresinin 39. âyetine yanlış mana
verdikleri için, bu felakete düşmüşlerdir. Bu âyette mealen, (Müminlere
saldıran zalimlerle cihad etmeye izin verildi) buyuruldu. Mekke’de
kâfirler, müslümanlara zulmedip, yaralayınca, öldürünce, bunlarla
dövüşmek için, tekrar tekrar izin istediler. İzin verilmedi. Medine’ye hicret
edilince, bu âyet gelerek, yeni kurulan İslam devletinin, Mekke’deki
zalimlerle cihad yapmasına izin verildi. Bu âyet-i kerime, müslümanların,
zalim hükümete isyan etmeleri için değil, insanların İslam dinini
işitmelerine, müslüman olmalarına mani olan zalim diktatör ordular ile
cihad yapması için, İslam devletine izin vermektedir.
(Siyer-i kebir)deki hadis-i şeriflerde, (Emire isyan eden kimseye
Cennet haramdır) ve (Adil ve zalim, her emirin emri altında cihad
ediniz) buyuruldu.
Cihadı devlet yapar
332
www.dinimizislam.com
Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında yazılı olan cihad, başka ülkelerdeki
düşman olan kâfirlerle, devlet olarak savaşmak demektir. Korsan gösteriler
yapmak, cihad cihad diye bağırmak cihad olmaz, çapulculuk olur. Dinimize
zarar verir. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bozuk bir işi düzeltemediğiniz zaman, sabrediniz! Allahü teâlâ
onu düzeltir.) [Beyheki]
Bu hadis-i şerif, kanunlara karşı gelmeyi, ihtilal yapmayı değil, meşru
yollardan nasihat verip sabretmeyi emretmektedir. Bir hadis-i şerifte de
buyuruldu ki:
(Cihadın en kıymetlisi, zalim sultan yanında, doğru yolu gösteren
bir söz söylemektir.) [Tirmizi]
Âlimlerin, gücü yettiği kadar hükümet memurlarına, emr-i maruf
yapması gerekir. Fakat emr-i maruf yaparken, fitne çıkmamasına çok
dikkat etmelidir!
Görülüyor ki, müslümanlar ihtilal yapmaz. Ama, zulme, haksızlığa da
teslim olmaz. Meşru yollardan hakkını arar. Hükümetin meşru emirlerine
uymak, her müslümana vaciptir. Hiç kimsenin haram olan emirleri
yapılmaz. Fakat, buna isyan edilmez. Fitne çıkarılmaz. Zalimlere karşı
gelmemeli, onlarla münakaşa etmemelidir! Mesela, namaz kılmamak, en
büyük günahlardandır. Âmir, kumandan, kâfir ve zalim olup, emri altında
olana (Namaz kılma derse), (Baş üstüne, kılmam) demeli, senin yanında
kılmam demeyi düşünmelidir! Çünkü fitne çıkarmak, yani müslümanların
ezilmelerine sebep olmak haramdır. O zalimin yanından ayrılınca, namazı
hemen kılmalıdır!
Kuvvete karşı gelmek, devlete karşı isyan etmek ahmaklıktır. Kendini
tehlikeye atmak olur. Bu ise, haramdır. Tarihte öyle ahmaklar çıkmış ki,
fitneye sebep olan yazı ve sözlerinden dolayı kendi kellelerini kaptırdıkları
gibi, binlerce, on binlerce müslümanın kanının dökülmesine sebep
olmuşlardır. Kâfirlerin müslümanlara karşı daha şiddetli hareket etmelerine
sebep olmuşlardır.
Kâfir ülkelerinde misafir olan müslümanın da, kâfirlerin mallarına,
canlarına ve ırzlarına dokunması caiz değildir. Kâfirlerin gönüllerini hoş
ederek, onlardan istifade etmek caizdir.
Âmirlerinize itaat edin
Dar-ül-islamda yaşayan zimmi kâfirlerin ve misafir gelen harbi
kâfirlerin, yani turistlerin ve tüccarların haklarını gözetmek, müslümanların
haklarını gözetmekten daha mühimdir. Bunlara saldırmak, hatta bunları
gıybet etmek, çekiştirmek bile müslümanlara saldırmaktan daha kötüdür.
333
www.dinimizislam.com
Müslümanlar, din ve fen bilgilerine çok çalışarak kuvvetlenir. Böylece,
galip ve hakim olurlar.
İbni Âbidin hazretleri, (Sultan veya başka zalimler, ikrah ederek,
zorlayarak, ölümle, hapis ile, işkence ile korkutarak emredince, belli
günahları işlemek mubah, hatta farz olur. Emrini yapmamak günah olur)
buyuruyor. Hadis-i şerifte, (Emirlerinize itaat ediniz) buyuruldu. Emir, en
aşağınız olsa da, İslamiyet’e uygun olan emirlerine uymak vaciptir. Hiç
kimsenin günah olan emrine itaat edilmez. Fakat, isyan etmek fesada
sebep olursa, bu emrine de itaat olunur. Çünkü, büyük zarar işlememek
için, küçük zarara katlanmanın caiz olacağı Eşbah’ta yazılıdır. Sultanın
emrettiği mubah bir şeyi yapmak vacip olur. (Berika)
Abdülgani Nablusi hazretleri, (Sultanın, kendi aklı ile, arzusu ile verdiği
emirlerine itaat etmek vacip olmaz. Fakat sultan zalim ise, eziyet ve
işkence ediyorsa, onun Allahü teâlânın hükümlerine uymayan emir ve
yasaklarına da uymak gerekir. Hele, itaat etmeyenleri öldürüyorsa, kendini
tehlikeye atmak, kimseye caiz olmaz) buyurdu. (Hadika)
Müslümanlar, kıymetli kitaplardan naklettiğimiz yazılara dikkat etmeli,
korsan gösteri yapanlara ve korsan yazı yazanlara itibar etmemelidir!
Sual: Dünyanın çeşitli yerlerinde azınlıkta olan Müslümanlara,
Hıristiyanlar veya başka İslam düşmanları zulüm ediyor, canlarına,
mallarına ve ırzlarına saldırıyor. Bu durumda, onların öldüreceğini bile bile
onlara saldırmak fitne olur mu? İntihara teşebbüs sayılır mı?
CEVAP
Meşru savaşı devlet yapar. Muayyen grupların isyan etmesi yanlış
olur. Bunlar, hicret imkanı varsa başka diyara hicret etmeli. Buna da imkan
yoksa yine de fitneye karışmamalı. Onlar öldürürse Müslümanlar şehid
olur. Irza tecavüz etseler Müslümana günah olmaz. Bu hususta
Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Kıyamet yaklaştıkça fitneler çoğalır. Sabah evinden mümin
çıkan, akşam evine kâfir olarak döner. Akşam mümin iken, kâfir
olarak sabaha çıkar. Böyle bir zamanda kenarda duran, ortaya
atılandan, oturan ayakta olandan, ayakta olan yürüyenden, yürüyen
koşandan hayırlıdır. Şu halde evinizde oturun, fitneye karışmayın!)
[Ebu Davud]
(Fitne zamanı saldırganlar, evinize girdiği zaman, [Maide suresinin
28. âyetinde bildirildiği gibi] “Beni öldürmek için, sen bana elini uzatsan da,
seni öldürmek için ben sana elimi uzatmam” diyen Âdem’in oğlu Habil
gibi ol!) [Tirmizi, Ebu Davud]
334
www.dinimizislam.com
(Fitne zamanı evlerinizden ayrılmayın! Oklarınızı kırın, yaylarınızı
kesin! Âdem aleyhisselamın oğlu Habil gibi olun!) [Ebu Davud, Tirmizi]
(Olaylar, fitneler, zuhur edince, katil değil, maktul [öldürülen]
olabilirsen ol!) [Ebu Nuaym]
(Ne mutlu fitneye karışmayana.) [Ebu Davud]
Amellerin en kıymetlisi
Sual: Amellerin en kıymetlisi nedir?
CEVAP
Zamana ve şahsın haline göre değişir. Nitekim hadis-i şerifte, (En
kıymetli amel, vaktinde kılınan namaz, sonra ana-babaya iyilik etmek,
sonra da Allah yolunda cihaddır) buyurulduğu gibi, (Amellerin en iyisi
yemek yedirmektir), (Gece herkes uykuda iken namaz kılmaktır),
(Selam vermeyi yaymaktır), (Allahü teâlâyı anmaktır), (Elinden ve
dilinden kimsenin incinmemesidir), (Az da olsa devamlı olan ameldir)
diye bildirilmiştir. (Berika)
Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını yaymaya çalışmalıdır. Fetava-yı
Hindiyye’de diyor ki:
(Hayrat, hasenat yapmak isteyen kimsenin, [hastane gibi] umuma
yarayan bina yapması, köle azat etmesinden daha efdaldir, daha iyidir.
Din, fen, ahlak gibi faydalı kitaplar neşretmek, her şeyden daha efdaldir.
Fıkıh kitapları hazırlamak, neşretmek, nafile ibadetler yapmaktan daha
sevaptır.)
İslam’a hizmet ederken
Müslüman olarak yaşayan, İslam’a hizmet ederken sıkıntı çeken, eza
ve cefaya katlanan ve bu yolda saçı sakalı ağaran kimse Cennete gider.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ayakları Allah yolunda tozlanana, Cehennem haramdır.) [Buhari]
(Saçını, sakalını müslüman olarak ağartan affolunur.) [Müj.Mek.]
Müslümanın tek gayesi ahirete hazırlanmak olmalıdır! Hadis-i şerifte
buyuruldu ki:
(Kaygısı yalnız ahiret olanın diğer kaygılarına Allahü teâlâ kâfi
gelir. Kaygısı dünya olana ise, sahip çıkmaz.) [İ.Mace]
İmam-ı Rabbani hazretleri, (Ahireti isteyene, Allahü teâlâ, keremi ile,
dünyasını da verir. Ahireti verip dünyayı almak delilik ve akılsızlıktır)
buyuruyor.
Allah rızası için çalışan, dünya nimetlerine de kavuşur. Ama dünya için
çalışan, ahiret nimetlerinden mahrum kalabilir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
335
www.dinimizislam.com
(Allahü teâlâ, ahiret için çalışana dünyayı verir, fakat dünya için
çalışana, ahireti vermez.) [Deylemi]
Ahiret için yatırım
Sual: Ahirete yatırım için, hangi cins hayır hasenata ağırlık vermeli?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Farz ibadetin yanında nafile ibadetlerin hiç kıymeti yoktur. Deniz
yanında, damla kadar bile değildir. Melun şeytan, müminleri aldatarak,
farzları küçük gösteriyor. Nafilelere yol gösteriyor. Zekat yerine nafile
sadakaları güzel gösteriyor. Halbuki, zekât niyeti ile fakire bir altın vermek,
yüz bin altın sadaka vermekten daha sevabdır. Çünkü zekât vermek, farzı
yapmaktır. Zekat niyeti olmadan verilenler ise, nafile ibadettir. (1/29)
Farzın önemi, hiçbir sünnetle, nafile ibadetle asla mukayese kabul
etmez. Çünkü Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Ramazanda bir gün oruç tutmayan, onun yerine bütün yıl oruç
tutsa, o bir günkü sevaba kavuşamaz.) [Tirmizi]
Dikkat edin, farz orucu kaza ediyor, oruç borcundan kurtuluyor; ama
farzı zamanında yapma sevabına kavuşamıyor. Hatta ömür boyu nafile
oruç tutsa da, bir farzı zamanında yapma sevabına kavuşamıyor. Farzın ne
kadar önemli olduğunu bu hadis-i şerif açıkça bildiriyor. O halde nafile değil
de, farz olan bir ibadeti tercih etmek gerekir. Mesela, dinin doğru olarak
öğrenilmesine vesile olmak, önemli bir farzı yerine getirmek olur. Bunun en
kolay yolu da, sevdiklerimize, yakınlarımıza, www.hakikatkitabevi.com
adresindeki, nakli esas alan, doğru kitaplardan hediye etmektir.
Fitne çıkaran lanetliktir
Sual: Fitneden çok bahsedip, (fitneye sebep olmamalı) diyorsunuz.
Zararlı olan bu fitne nedir?
CEVAP
Fitne, sözlükte, altın, gümüş gibi madenleri potada, ateşte eriterek, saf
hale getirmek anlamına gelir.
Aşağıda bildirileceği gibi, fitnenin, ıstılahta birçok anlamı varsa da,
daha çok bozgunculuk, bölücülük, isyan, ihtilal, fesat çıkarmak gibi
anlamlara gelir.
Nitekim Abdülgani Nablusi hazretleri de, (Fitne, müslümanlar arasında
bölücülük yapmak, onları sıkıntıya, zarara, günaha sokmak, insanları
isyana kışkırtmaktır) buyuruyor. İmam-ı Birgivi ve Muhammed Hadimi
hazretleri de fitneyi aynı şekilde tarif etmiştir.
Fitne çıkarmak ve pasiflik
336
www.dinimizislam.com
Bazıları, Maide suresinin (Hazret-i Âdem’in oğlu Kabil, kardeşi
Habile “Seni öldüreceğim" dediği zaman, Habil, “Sen beni öldürmek
için elini uzatsan da, ben seni öldürmek için elimi sana uzatmam,
çünkü ben Allah’tan korkarım” demiştir) mealindeki 27 ve 28.
âyetlerinden dolayı Hazret-i Habili pasif ve korkak olarak vasıflandırıyorlar.
Halbuki Kur’an-ı kerimde, fitne kötülenmektedir. Birkaç âyet-i kerime
meali şöyledir:
(Onlar öyle sapıklar ki, yeryüzünde fitne ve fesat çıkarırlar.)
[Bekara 27]
(Onlara; "Yeryüzünde fitne fesat çıkarmayın" dendiği zaman, "Biz
ancak ıslah edicileriz" derler.) [Bekara 11]
(Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha kötüdür.) [Bekara 217]
(Kalblerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak için, âyetleri
kendilerine göre yorumlar.) [Al-i imran 7]
(Onlar fitne çıkarmak için can atarlar.) [Nisa 91]
(Onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar; Allah ise bozguncuları
sevmez.) [Maide 64]
(Fitneden sakının.) [Enfal 25]
(Yeryüzünde fitne fesat çıkaranlara lanet olsun.) [Rad 26]
Fitne, Müslümanlar arasında bölücülük yapmak, onları sıkıntıya,
zarara, günaha sokmak, insanları isyana kışkırtmak demektir.
(Hadika,Tarikat-ı Muhammediyye, Berika)
Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Fitneden sakının! Söz ile çıkarılan fitne, kılıç ile çıkarılan fitne
gibidir.) [İbni Mace]
(Malı ve canı ile cihad eden, ortalığın karışık olduğu zaman bir
kenara çekilip ibadetini yapan ve kimseye zararı olmayan insan,
mümin-i kâmildir.) [Hakim]
(Olaylar, fitneler, zuhur edince, katil [öldüren] olmaktan kurtulup,
maktul [öldürülen] olabilirsen ol!) [Ebu Nuaym]
(Fitneciler saldırdığı zaman, "Beni öldürmek için sen bana elini
uzatırsan da, seni öldürmek için ben sana elimi uzatmam" diyen
Âdem’in oğlu [Habil] gibi ol!) [Ebu Davud, Tirmizi]
(Fitne zamanı evinizden ayrılmayın! Âdem’in oğlu [Habil] gibi
olun!) [Ebu Davud, Tirmizi]
(Kıyamet yaklaştıkça fitneler çoğalır. Böyle zamanlarda kenarda
kalan, ileri atılandan, oturan ayakta olandan, ayakta olan, yürüyenden,
yürüyen de, koşandan hayırlıdır, evinizde oturun, fitneye karışmayın!)
[Ebu Davud]
337
www.dinimizislam.com
(Fitne zamanında evinizde oturun, günahlarınıza tevbe edin,
dilinizi tutun, kendi işinize bakın, başkalarının işine karışmayın!)
[Nesai]
(Ne mutlu fitneye karışmayana ve fitneye maruz kalıp da
sabredene!) [Ebu Davud]
Dinimizde fitne çıkarmak haramdır. Ehl-i sünnetin dört hak mezhebin
dışında kalan mezhepsizler tarih boyunca fitne kaynakları olmuşlar,
Müslümanları birbirlerine düşürmüşlerdir.
Âmire itaat dinin emridir
Sual: Şirketimizde genç bir delikanlı müdür oldu. Dini açıdan ona itaat
etmemiz gerekir mi?
CEVAP
Bu çok yanlış bir düşünce. Çünkü Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Habeşli siyah bir köle de olsa, âmirinize itaat edin!) [Buhari]
Demek ki âmir, zenci de olsa, sakat da olsa, köle de olsa, cahil de
olsa, kayıtsız şartsız itaat etmek gerekiyor. İsyan etmek ise kesinlikle
yasaklanıyor. Kur’an-ı kerimde de mealen buyuruluyor ki:
(Allah’a, Peygambere ve sizden olan âmirlere itaat edin!) [Nisa 59]
Habeşi [zenci] cariye olan Ümmi Eymenin oğlu Üsame bin Zeyd, 18
yaşında iken, bir birliğe kumandan olmuştu, Babası Zeyd bin Harise de,
köle idi. Hicretin 8. yılında, Şam civarında Mute denilen yerde Rum ordusu
ile savaşırken İslam ordusunun komutanı olmuştu. Kur’an-ı kerimde ismi
geçen tek sahabi budur.
Hazret-i Ebu Bekir, halife iken, Eshab-ı kirama, (Resulullah, sizi
Üsame’nin emrinde savaşa göndermişti. Şimdi yine savaşa hazır
olun) dedi. O zaman Üsame 22 yaşında idi. Bazıları, (Asiler Medine’ye
gelip halifeyi öldürebilirler. Üsame’yi değiştirseniz nasıl olur?) dediler.
Hazret-i Ebu Bekir, (Resulullahın beğendiği komutanı değiştiremem)
dedi. Üsame at üzerinde, halife ve Eshab yürüyerek, Medine’den dışarı
çıktılar. Halife, Eshaba veda ederken (Size birinci nasihatim, Üsame’ye
itaat etmenizdir) buyurdu.
Hazret-i Üsame, Huzaa kabilesine gidip, mürtedleri öldürdü. Kırk gün
sonra, zafer ile Medine’ye döndü.
Demek ki âmir genç de olsa, köle de olsa ona itaat şarttır. Yoksa,
zahiren ona gösterilen itimatsızlık ve itaatsizlik, aslında onu vekil edene
yapılmış olur. Bu işi beceremedi demenin, emaneti ehline veremedi
demenin başka şeklidir.
Emir edepten üstündür
338
www.dinimizislam.com
Sual: Kapıdan geçerken veya başka bir şey için, yaşça büyük
olanlara, hatta arkadaşlarımıza öncelik vermek iyi değil midir?
CEVAP
Öncelik vermek elbette iyidir; fakat ısrar etmek kibirden ileri gelir.
Mutlaka benim dediğim olsun demektir, hiç uygun olmaz. Hele yaşça
büyük biriyse ve sen geç diyorsa, peki deyip geçmelidir. (El-emrü fevkal
edeb) yani emre uymak, edebe riayetten önce gelir. Ayrıca, bize
(Buyurun) diyene, (Siz buyurun) diye ısrar etmek, tevazu olmaz, emir
vermek gibi olur.
Âmire itaat gerekir
Sual: Âmirlerimizden adaletsiz ve yanlış iş yapanlar oluyor.
Uğraşmamıza rağmen hakkımızı alamazsak, yanlışlıkları düzeltemezsek
âmirlerimizi bir üst makama şikayet etmemizde bir mahzur olur mu?
CEVAP
Âmirlerle münakaşa edilmez. Onların yaptığı işler ulu orta tenkit
edilmez. Onlara itiraz, onları tayin eden âmire itiraz olur. Bizim yanlış
sandığımız şey doğru olabilir. Hakkımız sandığımız şey, hakkımız
olmayabilir. Hakkımız olsa bile, hakkı kendi elimizle almaya kalkmamız
anarşiye sebep olur.
Âmirlere itaat gerekir. Çünkü Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Elleri kesik, sakat bir köle de olsa, âmirinize itaat edin!) [Müslim]
(Sırtına vurup malını alsa da, âmirine itaat et!) [Buhari]
Kur’an-ı kerimde de mealen buyuruluyor ki:
(Allah’a, Peygambere ve sizden olan âmirlere itaat edin!) [Nisa 59]
Ortada ihanet gibi bir durum varsa, uygun kimselerle istişare edilip
durum, usul-i dairesinde bir üst makama bildirilebilir.
Eshab-ı kiramdan Avf bin Malik el-Eşca'i hazretleri anlatır:
Mûte gazasına çıkmıştım. Sadece bir kılıcı olan Yemenli bir asker de
yanımdaydı. Orada kesilen bir devenin derisinden bir kalkan yaptı.
Giderken bir Rum birliğiyle karşılaştık. Silahı da, atının eğeri de altın
işlemeli bir Rum, Müslümanlara şiddetle saldırıyordu. Yemenli de bir
kayanın arkasında saklanıp onu takibe başladı. Rum yaklaşınca Yemenli
kılıcıyla atın ayaklarını kırıp Rum’u yere düşürdü. Hemen üstüne atılıp kılıcı
ile onu öldürdü. Atını da, silahını da aldı.
Allahü teâlâ Müslümanlara zafer müyesser edince, Emirleri Halid bin
Velid, Yemenlinin öldürdüğü Rum’dan kalan eşyalardan bazısını aldı.
Hâlid'e, Resulullahın, (Kim savaşta birini öldürürse, öldürdüğü
kimsenin bütün malları öldürene verilir) hadis-i şerifini duymadın mı,
diyerek aldığı ganimetleri geri vermesini söyledim. Halid, "Evet biliyorum.
339
www.dinimizislam.com
Ama bu kadar ganimet ona çok" dedi. Ben de "Bunu Yemenliye geri
vermezsen, durumu Resulullaha iletirim" dedim. Buna rağmen Halid
ganimetleri geri vermedi.
Ben de Medine’ye gelince durumu Resulullaha anlattım. Resulullah,
Halide durumu sordu, o da dediklerimi doğruladı. Resulullah, (Aldıklarının
hepsini geri ver) buyurdu. Ben de, "Ya Halid, ben sana dememiş miydim,
Yemenlinin hakkını sende bırakmam” diye.
Resulullah bunu duyup işin aslını sordu. Ben olduğu gibi anlattım. O
zaman öfkelenip, “Ya Halid, ganimetleri verme! Siz emirlerime
[kumandanlarıma] nasıl itiraz edersiniz. İşlerin temizi size, bulanığı
emirleredir” buyurup beni azarladı. (Müslim, Ebu Davud)
İmam Nevevi, son cümleyi şöyle açıklıyor:
İşlerin iyi yürümesi âmirlerden sorulur, memurlardan sorulmaz. Bu
hadisten anlaşılıyor ki, Emir, mücahidden aldığı ganimeti, bir başka
mücahide verebilir.
Sevgi ve emir dinlemek
Emre uymak üzerine bir konuşma:
- Büyükleri sevmek ne demektir? Yani seviyorum diyen asgari ne
yapması gerekir? Sevmenin ölçüsü nedir?
- Sevmenin ölçüsü söz dinlemektir. Çok söz dinleyen çok seviyor
demektir. Bir kimse, Allahü teâlânın emirlerine ne kadar çok uyarsa, o
kimsenin Allah’ı o derece çok sevdiği anlaşılır. Allahü teâlânın hiçbir emrini
yapmadan ben Allah’ı çok seviyorum demesi yalan olur. Sevginin derecesi,
itaatteki sürat ile ölçülür.
- Emre itaat nasıl olur?
- Söylenileni, bildirilen zamanda ve istenilen miktarda yapmakla olur.
- Önemli olan işin olması değil mi, erken veya geç olması, az veya
çok yapılması o kadar önemli midir? İstenilenden daha iyisini
yapmanın mahzuru olur mu?
- Evet, verilen emri aynen uygulamak gerekir. Fazlası da noksanı da
yanlış olabilir. Bazen işin bildirilen zamanda yapılması önemlidir. Daha
önce veya daha sonra yapılması mahzurlu olabilir. Bize göre daha iyi
sanılan şekil, emri verene göre yanlış olabilir. Bunu da ancak emri veren
bilir. Bize düşen emre aynen itaat etmektir. Daha iyisini yapmak için
geciktirmek veya bazı ilaveler yapmak yanlış olur.
- Size göre söz dinlemek, iş yapmaktan önce geliyor. Önemli olan
işin yapılması değil mi? Mesela (Şifa eczanesinden bir aspirin al gel)
dense, ben de, daha yakın olan Hayat eczanesine gidip, daha iyisi
olan İngiliz aspirininden alıp gelsem, daha iyi iş yapmış olmaz mıyım?
340
www.dinimizislam.com
Hem daha yakın eczaneden aldım, hem de daha kaliteli aspirinden
aldım, bu takdire layık değil mi?
- Şifa eczanesinden alıp getirmen, emri verenin isteğidir. Başka
eczaneden alıp gelmen senin isteğindir. Sen kendi isteğini yapmış oldun.
O eczaneden almamızda bilmediğimiz bir sebep, bir hikmet olabilir.
Sadece (Aspirin getir) denseydi istediğiniz eczaneden alabilirdiniz. Ama
isim vererek Şifa eczanesinden al denince, sizin emre itaat için o
eczaneden alıp gelmeniz lazım. O da eczane, bu da eczane ne fark eder
demekle verilen emri değiştirmiş olursunuz. Şifa eczanesi demesi
lüzumsuzdu diyerek emri vereni bir nevi cahillikle suçlamış oluyorsunuz.
Bu durum, yani kraldan çok kralcı kesilmek bir hastalıktır. Bu
hastalıktan kurtulmak lazımdır. Bugün aspirin alma işinde olur, basit diye
geçersiniz, yarın önemli bir iş olur, onda da aynı şeyi yaparsınız. İkincisi
kaliteli aspirin almanız da yanlıştır. Hangi firmanın ilacı ise onu almanız
gerekirdi. Daha iyisini almak daha iyi değildir.
Neticede siz bir iş yapmış olursunuz, ama yaptığınız iş olsa da, hizmet
olmaz. Hizmeti seven yapar, işi ise para karşılığı herkes yapar.
- Peki, Şifa eczanesi kapalı olsaydı, başka eczaneden alsaydım bir
mahzuru olur muydu?
- Evet, bu da yanlıştır. O zaman, telefonla veya bizzat giderek hemen
emri verene durumu anlatıp, ne yapacağınızı tekrar sormanız lazım olurdu.
Bu husus çok önemlidir, emir yerine getirilemediği zaman veya emri yerine
getirirken kusur veya zarar ziyan oluyorsa, hemen emri verene dönüp,
durum anlatılmalı, yeni talimatına göre hareket edilmelidir.
- Yani aklımıza değil, verilen emre uymaya çalışmalı demek
istiyorsunuz öyle mi?
- Evet.
Emîre itaat vacibdir
Sual: Emîr olan kişi, mubah bir şeyi yasaklar veya onun yapılmasını
emrederse, bu emre itaat gerekir mi?
CEVAP
Evet, gerekir. Emîr [başkan], mubah olan bir şeyi emrederse, faydasını
düşünerek buna itaat gerekir, çünkü emîrin islamiyete uygun emirlerine
itaat vacibdir. (Berika)
Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Günahı emretmedikçe, emîre itaat vacibdir.) [Beyheki] Mesela emîr
(Namaz kılma) derse, namaz yine kılınır; fakat (Çay içme, sigara içme)
derse, itaat gerekir. Bir hadis-i şerif de şöyledir:
341
www.dinimizislam.com
(Emîrin, beğenmediğiniz işlerine de sabredin, çünkü cemaatten
ayrılan imansız ölür.) [Buhari]
Emîre itiraz edip, bölücülük yapmaktan sakınmalı.
Emîr seçerken
Sual: (Üç erkek sefere çıkınca, aralarında birini emîr [başkan]
seçsinler) hadis-i şerifine göre, başkan seçerken neyi ölçü almak gerekir?
CEVAP
Takvası en fazla olanı, görüşü isabetli olanı, en iyi tedbir alanı, en
mürüvvetli olanı, en cömerdi, en olgunu, en şefkatlisi ve en merhametlisi,
başkanlığa daha layıktır. Bunlar eşitse kur’a çekilir. Emîr seçmek sünnet,
emîre itaat vacibdir.
Emîr olmanın vasıfları
Sual: Emîr olmanın vasıfları nelerdir?
CEVAP
Emîr olan, kızmamalı, gücenmemeli, güler yüzlü, tatlı dilli olmalı.
Sabırlı olmalı. Affedici olmalı. En çok çalışan, o olmalı. Emri altındakilerden
zerre menfaati olmamalı. Kendisi yüzünden, arkadaşlarının Cehenneme
gidecek fiiller işlememelerine çalışmalı. Dini konularda kendinden
konuşmamalı, her konuşması, büyüklerimizin bahsettiklerinden veya
kitaplarından olmalıdır.
Kraldan çok kralcı
Sual: Bir kurumun bazı yanlış işleri olsa, müdür veya patron buna göz
yumsa, bizim müdahale edip bu durumun düzelmesi için müdüre baskı
yapmamız uygun olur mu? Yoksa kraldan çok kralcı mı geçinmiş oluruz?
CEVAP
Evet, uygun olmaz. 30 sene kadar önce, bir arkadaş, çalışan bir
personele kâğıt, kalem, bant gibi şeyler veriyor. Bakıyor, birkaç gün sonra
bunlar yok oluyor. Yani o personel, bunları alıp evine götürüyor veya
birilerine veriyor. Durmadan bundan malzeme istiyor. Bir gün kızıyor, (Sen
çalıyorsun, sana bir tek malzeme yok) diyor. O da bu arkadaşı müdüre
şikâyet ediyor, (Bana malzeme vermiyor) diyor. Müdür, arkadaşı çağırıyor.
(Biz onun ne yaptığını biliyoruz. Sen karışma, nereye götürürse götürsün,
sen vermeye devam et) diyor.
Eğer müdür, patron bir işi biliyorsa, onlara söylemek uygun olmaz.
Bilmiyorlarsa, ortada bir hainlik varsa bir kere söylenir. Artık bundan sonra
müdürün veya patronun işine karışılmaz. Israrcı olunmaz. Kraldan çok
kralcı geçinmek, çok uygun bir deyim. Yöneticinin veya patronun yaptığı
bize göre yanlış olsa, bizimki de, bize göre doğru olsa, yine de onların işine
kesinlikle karışmamalı. Çünkü sorumluluk onlara aittir.
342
www.dinimizislam.com
Allah ile kul arasına girilmez mi?
Sual:
Günahların
zararlarından
ve
kâfirlerin
Cehenneme
gireceklerinden bahsedilince (Allah ile kul arasına girilmez, Allah adına
karar veremezsin) diye tepki gösteriyorlar. Dinin emrini bildirmek Allah
adına karar vermek midir?
CEVAP
Az da olsa, iyi niyetli bazı kimseler, Allah ile kul arasına girilmez
sözünü, (Müslümanlıkta, Hıristiyanlıkta olduğu gibi, din adamlarının günah
affetme yetkisi yoktur) anlamında kullanıyorlar. Ancak dinsizlerin ve
fâsıkların söylediği anlamda, yani dinin emirlerini bildirmeyin, bize
hatırlatmayın anlamında kullanmak dinimize aykırıdır. Öyle olsaydı, Allahü
teâlâ, insanlara dinin emrini tebliğ edici Peygamberler ve kitaplar
göndermezdi. Namaz kılmayan, içki içen, hırsızlık eden ve her türlü
kötülüğü işleyenler, kendilerini temize çıkarmak için (Allah ile kul arasına
kimse giremez) sözüne sığınıyorlar. Allah ile kul arasına girilmesini bizzat
Allahü teâlâ kendisi istemektedir.
Kul diye başlayan bir çok âyet vardır. Kul kelimesi, de ki, söyle ki
demektir. Mesela, (içki içmeyin, namaz kılın, kumar oynamayın) gibi birçok
emir vardır. Bir tanesinin meali şöyledir:
(İnanan kullarıma söyle, namaz kılsınlar!) [İbrahim 31]
Peygamber efendimiz de, (Şu günahları işleyen Cehenneme gider)
ve (Namaz kılmayanın ibadetlerine sevap verilmez) buyuruyor. (Ebu
Nuaym)
Kimi de, (Namaz kılmadığım ve çeşitli günahlar işlediğim için beni
Cehenneme atamazsınız) diyor. Evet atamayız. Ama Allahü teâlâ, (Şu
günahları işleyenleri Cehenneme atarım. Kullarıma söyle, böyle
günahlardan sakınsınlar) buyuruyor. Dinimizin böyle emirlerini söylemekle
suçluyu Cehenneme atmış mı oluyoruz? Dinin emrini bildirmek din
adamlarının görevidir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Erkek ve kadın bütün müminler, birbirlerinin velisidir [dost ve
yardımcısıdır]; iyiliği emreder kötülükten alıkoyar; namaz kılar, zekât
verir, Allah’a ve Resulüne itaat ederler. İşte bunlara Allah rahmet
eder.) [Tevbe 71]
(Oğlum, namazı doğru kıl, emr-i maruf ve nehy-i münker yap!
Bunları yaparken gelecek sıkıntılara katlan, çünkü bunlar, azmi
gerektiren [kesin farz olan] işlerdendir.) [Lokman 17]
(Onların çoğu, günah, düşmanlık ve haram olan şeyleri yiyip
içmekte yarışıyorlar. Din adamları ve âlimleri onları, günah olan
343
www.dinimizislam.com
sözlerinden ve haram olan şeyleri yiyip içmekten vazgeçirmeye
çalışmaları gerekmez miydi? Ne kötü iş bu!) [Maide 62, 63]
Demek ki Allahü teâlâ, dinin emirlerini tebliğ için din adamlarını,
âlimleri mesul tutmaktadır. Namaz kılmayan ve her türlü kötülüğü işleyene,
(Allah’tan kork, namaz kılmamak büyük günahtır) dense, tepkisi artar ve
daha fazla günah işler. Konu ile ilgili birkaç âyet meali:
(Ona [günahkâra] “Allah’tan kork” denilince gururu ona daha çok
günah işletir. [Ceza ve azap olarak] Cehennem ona yetişir.) [Bekara
206]
(Rabbine suçlu olarak gelen, Cehenneme gider. Orada ne ölür, ne
de yaşar.) [Taha 74]
(Gizli açık her günahtan sakının. Çünkü günahkâr, cezasını
mutlaka çeker.) [Enam 120]
(İman edip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekât verenlerin ecirleri
Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, üzülmezler de.) [Bekara 277]
(Suçlulara, niye ateştesiniz denilince, “Namaz kılmazdık” derler.)
[Müddessir 41-43]
Allah ile kul arasına girmek
Sual: Bir arkadaş, "Hıristiyanlıkta Allah ile kul arasına papazlar giriyor.
Müslümanlıkta Allah ile kul arasına kimse giremez. Benim içkime, zinama,
hırsızlığıma kimse karışamaz" diyor. Bu arkadaşa nasıl bir cevap vermek
gerekir?
CEVAP
Dinimizde kul ile Allah arasına girilmez diye bir kural yoktur. Papazlar
günah affetmede Allah adına hareket ediyorlar. Dinimizde böyle bir şey
yoktur. Allah adına günah affetmek yok. Yoksa Allah'ın emrini kullarına
tebliğ etmek vardır. Suç işleyenleri cezalandırmak vardır. Kur'an-ı kerimde
bir çok âyet var. Şu suçu işleyene şu cezayı verin diye. Eğer bu Allah ile
kul arasına girmekse evet dinimizde kul ile Allah arasına girilir. Girilmesini
Allah emrediyor.
Din adamı sınıfı
Sual: İslamda din adamı sınıfı var mıdır?
CEVAP
Din adamı sınıfından kasıt ne? Doktorlar, avukatlar, ilahiyatçılar gibi
bir sınıftan mı bahsediliyor? Öyle ise elbette ilahiyatçılar diye bir sınıf
vardır. Ama bunların Hıristiyanlıkta olduğu gibi günah affetme yetkisi
yoktur. Sadece dini tebliğ ederler o kadar. Gerçek âlim olanları da
Resulullahın vârisleridir
344
www.dinimizislam.com
Sual: Din adamlarının Allah ile kul arasına girmesi, Mekke
müşriklerinin, lat, menat ve uzzaya bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye
tapmalarından farksız değil mi?
CEVAP
Müslüman din adamı, müftüsü vaizi, imamı, Allah ile kul arasına girip
de ne yapıyor? Namaz şöyle kılınır, oruç şöyle tutulur diyor. Bu Allah ile kul
arasına girmek mi? Allah ile kul arasına girmek ise bunun ne mahzuru
vardır? Allahü teâlâ, Peygamberini dini tebliğ etmek ile görevlendirmedi
mi? Âlimler Resulullahın vârisleri değil mi? Dini tebliğ etmek emr-i maruf
nehy-i münker yapmak Allah ile kul arasına girmek mi? Sonra Allah ile kul
arasına girip de ne yapılıyor? Namaz anlatılıyor, hac anlatılıyor, hepsi bu.
Bunda gocunulacak taraf ne? Müslüman din adamlarını müşriklere
benzetmek, din düşmanlığından başka nedir? Din adamı dini öğretiyor,
Allah’a yaklaştırmak için kendine mi taptırıyor? Müslümana müşrik yani
puta tapan kâfir diyen, eğer kendisi Müslüman ise kâfir olur.
Emr-i maruf yapmak
Sual: Maide suresinin, (Ey iman eden kullarım! Kendinize bakın.
Kendiniz doğru yolda oldukça, başkalarının yoldan çıkması size zarar
vermez!) mealindeki 105. âyeti, emr-i maruf yapmamak, kimseye
karışmamak ve sadece kendimizi kurtarmak gerektiğini bildirmiyor mu?
CEVAP
Aksine emri maruf yapmayı emretmektedir, tefsirlerde, bu âyetin (Ey
mümin kullarım! Emir ettiğim işleri, ibadetleri yapar ve emri maruf ve
nehyi münker ederseniz, başkalarının yoldan çıkması, size zarar
vermez) anlamında olduğu bildiriliyor. Kur’an-ı kerim Peygamber
efendimize gelmiştir, muhatabı Odur. Dolayısı ile, Kur’an-ı kerimi tam ve
doğru olarak sadece Peygamber efendimiz anlamış ve hadis-i şerifleri ile
açıklamıştır. Bu âyet-i kerimeyi açıklayan hadis-i şerif şu mealdedir:
(İslamiyet'in emir ve yasaklarını anlatın! Bir kimse ucb eder
[kendini beğenir], sizi dinlemezse, kendi halinizi ıslah edin.) [Berika]
Emr-i maruf ve nehy-i münker yapmanın en güzel yolu, Ehl-i sünnet
âlimlerinin kitaplarının yayılmasına maddi ve manevi şekilde yardımcı
olmaktır. Hiç değilse, bu kitapları komşuya, arkadaşa hediye etmelidir.
[www.hakikatkitabevi.com adresindeki kitaplar, ehli sünnet âlimlerinin
kitaplarıdır. Onların kıymetli kitaplarının tercümesidir.]
Hicret etmenin önemi
Sual: Zulüm görülen bir şehirden başka bir şehre veya başka bir
ülkeye gitmek gerekir mi?
345
www.dinimizislam.com
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: (Hadis-i şerifte, (Yeryüzünü
küfür ve kâfirlik kaplamadıkça, Mehdi gelmez) buyuruldu. Hazret-i
Mehdi çıkmadan önce, küfür ve kâfirlik her yere yayılacaktır.
Peygamber efendimiz, ahir zamanda, müslümanların garip
olacaklarını haber verip, (Fitne zamanında yapılan ibadet, [Mekke’den
Medine’ye] benim yanıma hicret etmek gibidir) buyurmuştur. (Müslim)
Eshab-ı kehf, fitne zamanında, bir hicret yapmakla, yüksek dereceye
kavuşmuşlardır.) [c.2, m.68]
Bir hadis-i şerifte, (Benden sonra fitneler, harpler, hicretler olur. O
kadar yayılır ki fitnenin dokunmadığı müslüman kalmaz. Bu kötü
durum, Mehdi çıkıncaya kadar devam eder) buyurulmuştur. (Ebu
Nuaym)
Bid'at ve fısk çoğalan yerlerde oturmak dinen yasaktır. Dinini
muhafaza için hicret eden kimse, Cennet ile müjdelenmiştir. Bir mahallede
salih kalmayıp, fesat ve bid'at artınca, başka mahalleye veya başka şehre
hicret etmek vacip olur. (Kenz-i mahfi)
Hicret etmesi gerekir
Dikta ile idare edilen yerde bulunan bir müslüman, zulüm ve işkence
yüzünden, İslamiyet’e uygun yaşaması, ibadetlerini yapabilmesi imkansız
olur ise, zalimlere yine karşı gelmez, bir İslam ülkesine hicret eder.
İslam ülkesi yoksa veya hicret imkanı bulamazsa, insan haklarına,
dine, ibadete saldırmayan herhangi bir demokratik ülkeye hicret eder.
Mekke’de kâfirler, müslümanlara zulüm ve işkence ediyor, hatta
öldürüyorlardı. Bu zalimlerle çarpışmak için, Resulullahtan defalarca izin
istendi, fakat kimseye izin verilmedi. Daha sonra zulümden kurtulamayacak
olan kimselerin, hicretlerine izin verildi. Kimisi, Medine’ye, kimisi de kâfir
ülkesi olan Habeşistan’a hicret etti.
Resulullah, (Ya Rabbi, eshabımın hicretlerini kolay gerçekleştir)
diye dua etti. (Buhari)
Hazret-i Osman muhterem hanımı Hazret-i Rukayye ile Habeşistan’a
hicret ederken de, (Peygamberlerden hanımı ile birlikte ilk hicret eden
Lut aleyhisselam idi. Eshabımdan hanımı ile ilk hicret eden de,
Osman’dır. Allahü teâlâ, onların, sahipleri, yardımcıları olsun) diye
duada bulunmuştu. [Delail-ün-nübüvve]
Kur'an-ı kerimde, hicret ile ilgili âyet-i kerimelerden bir kısmının
mealleri şöyledir:
(Allah yolunda hicret eden kimse, yeryüzünde çok bereketli yer
ve genişlik bulur. Allah ve Resulü uğrunda, [onların rızasını kazanmak
346
www.dinimizislam.com
için, onların emirleri ile] hicret ederek evinden çıkan kimseye, ölüm
gelirse, artık onu [bol bol] mükafatlandırmak da Allah’a düşer.) [Nisa
100]
(İman edip de Allah yolunda hicret eden ve savaşan, [hicret
edenleri] barındırıp yardım eden kimseler, gerçek müminlerdir.) [Enfal
74]
(İnanan, hicret eden ve Allah yolunda mal ve canları ile cihat eden
kimselerin dereceleri, Allah katında çok büyüktür.) [Tevbe 20]
(Eziyet görüp hicret eden ve sabredip cihad edenin yardımcısı
Rabbindir.) [Nahl 110]
([Müslümanlığı ilk önce kabul edip Mekke’den Medine’ye] hicret eden
[Eshab-ı kiramdan] ve onlara yardım eden Ensardan ve iyilikte onların
izinden giden kimselerden, Allah razıdır. Hepsi de Cennetliktir.) [Tevbe
100]
(İnanmış kadınlar hicret edip size gelince, onları deneyin, imanlı
iseler, inkârcılara geri göndermeyin! Bu kadınların inkârcılarla evli
kalmaları helal değildir.) [Mümtehine 10]
Kur'an-ı kerimde, zulme uğrayıp Allah yolunda hicret eden kimselere,
büyük mükafat verileceği bildirilmektedir. (Nahl 41)
Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Zalimin zulmünü değiştiremeyen, oradan hicret etmelidir.)
[F.Bilgiler]
(Hicret eden müslümana, Cennette bir köşk verilmesine kefilim.)
[Hakim]
(Hicret ediniz ki, evlatlarınızı şerefe vâris edesiniz.) [Taberani]
(Ameller niyetlere göredir. Niyeti Allah ve Resulü için hicret olan
kimse de, niyeti dünyalık olan kimse de, niyet ettiğine kavuşur.)
[Buhari]
(Hicretin efdali, Allahü teâlânın hoşlanmadığı şeyleri terk
etmektir.) [Nesai]
Sual: Müslümanlara zulmediliyorsa, o ülkeden başka ülkeye göç
etmek uygun olur mu?
CEVAP
Evet uygundur hatta lazımdır. Bid’at ve fısk [açıkta günah işlemek]
çoğalan yerlerde oturmak caiz değildir. Dinini muhafaza için hicret eden
[başka yere göç eden] Cennet ile müjdelendi. Bir mahallede salih kimse
kalmayıp, fesat ve bid’at artınca, başka mahalleye hicret etmek veya böyle
bir şehirden başka şehre hicret etmek vacib olur. Bütün şehirlerde,
müslümanlara saldırılıyorsa, başka İslam ülkesine hicret edilir. İslam ülkesi
347
www.dinimizislam.com
yoksa, insan haklarına riayet edilen, ibadet etmek serbest olan gayri
müslim bir ülkeye yerleşmek gerekir. Çünkü oradan uzaklaşmazsa, onların
arasında bulunan, gelecek belaya ortak olur. Bir âyet meali şöyledir:
(Öyle bir fitneden [gayri meşru işlerin meydana çıkması, emr-i maruf
ve nehyi münker yapmakta gevşeklik gösterilmesi, birliğin parçalanması,
bid'atlerin yayılması, cihadda tembellik gösterilmesi gibi günahlardan]
sakının ki, içinizden yalnızca zulmedenlere isabet etmekle, erişmekle
kalmaz, [umumileşir, herkese isabet eder], iyi bilin ki Allah’ın azabı çok
şiddetlidir.) [Enfal 25] (Kenzi mahfi)
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Günahkâr bir toplumdaki iyi kimseler, kötülükleri düzeltmeye
güçleri yettiği halde, düzeltmezlerse, Allahü teâlâ, ölümlerinden önce
onların hepsine şiddetli azap eder.) [Ebu Davud]
İslâm diyarına göçmek
Sual: Bulunduğumuz yerde bid’at ehli ve fâsıklar çoksa, salih
Müslümanların bulunduğu yere göçmek gerekir mi?
CEVAP
Kenz-i mahfi kitabında diyor ki: Bid’at ve fısk [açıktan günah işlemek]
çoğalan yerlerde oturmak caiz değildir. Dinini muhafaza için hicret eden
[başka yere göç eden] Cennetle müjdelendi. Bir mahallede salih kimse
kalmayıp, fesat ve bid’at artınca, başka mahalleye hicret etmek veya böyle
bir şehirden başka şehre hicret etmek vacib olur. Bütün şehirlerde
Müslümanlara saldırılıyorsa, başka İslam ülkesine hicret edilir. İslam ülkesi
yoksa, insan haklarına riayet edilen, ibadet etmek serbest olan gayrimüslim
bir ülkeye yerleşmek gerekir. (S. Ebediyye)
Böyle yerlerden uzaklaşılmazsa, kötülerin arasında bulunan, onlara
gelecek belaya ortak olur. İmkânı olan, böyle yerlerden ilk fırsatta
ayrılmalıdır.
Eğer bir yerde mübarek bir zât varsa, dinini öğrenebilmek için başka
yolu da yoksa, malını mülkünü satıp, oraya gitmek farz olur. Çünkü ebedî
saadeti kazanmak için bütün tedbirlere sarılmak şarttır.
Kork Allah’tan korkmayandan
Sual: Bir fitne tutturmuş gidenler var. Bazı mücahitlerin isyan edip
öldürülmesi fitne olarak gösteriliyor. Halbuki Allah’tan başkasından
korkmak asla caiz değildir. Çünkü Kur'an diyor ki:
Yalnız benden korkun. (Bekara 40)
İnsanlardan korkmayın, benden korkun. (Maide 44)
348
www.dinimizislam.com
Eğer iman etmişseniz, onlardan değil benden korkun. (Al-i İmran
175)
Bu âyetler gösteriyor ki, kanunlardan korkmak ve kaçmak Kur’ana
aykırıdır. Kaçmaya hicret demek de korkaklığın başka adıdır. Müslüman
hapse girmekten ve şehit olmaktan asla korkmaz. Peygamber bile olsa
Kur’ana aykırı iş yapamaz. Hazret-i Musa’nın kıptiyi öldürüp kaçması,
Hazret-i Zekeriya’nın Yahudilerden kaçıp ağaca saklanması, Hazret-i
Yunus’un kaçıp gemiye binmesi, Resulullahın ve sahabelerin vatanını terk
edip Medine’ye gitmesi ve Hendek harbinde hendek kazıp siperlenmeleri
uygun değildir. Eshab-ı Kehfin, mağaraya kaçacaklarına, çarpışıp şerefle
şehit olmaları gerekirdi. Halbuki kimseden korkmamak Kur’anın emridir.
Hakkı söylemek için kimseden korkmamak gerekir. Müslümanların
haksızlıklara isyan etmesi cihattır, fitne olmaz. Cihada ne diye fitne
deniyor?
CEVAP
Bu tip sualleri de yazmak fitnedir. Ancak gün geçtikçe, bu tip sualler
artıyor. Kur’andan başka kaynak olmaz diyenler çoğalıyor. Bunlar
kıyamet alametleridir. Böyle sözler bir Müslümanın ağzından çıkmaz.
Bunlar misyonerlerin İslamiyet’i yıkmak için hazırladıkları oyunlardır.
Müslümanlar bu oyuna gelmemelidir.
Dinimize göre, Peygamberlerin ismet sıfatı vardır, onlar günah
işlemezler. Peygamber efendimizin hicreti Allahü teâlânın emri ile oldu.
Eshab-ı kiramın hicreti de Peygamber efendimizin emri ile oldu.
Peygamber efendimizin dine ait emirleri vahye dayanır. Resulullahın emri
de Allah’ın emri demektir.
Çünkü Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Resulüme uyun ki, doğru yolu bulun!) [Araf 158]
(De ki, Allah’ı seviyorsanız bana uyun.) [Al-i İmran 31]
(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
(Biz her Peygamberi ancak Allah’ın izniyle itaat edilsin diye
gönderdik.) [Nisa 64]
Diğer Peygamberleri de günah işlemekle suçlamak, Müslümanım
diyen kimseye yakışmaz.
Tehlikelerden kaçmak, dinimizin emridir. İbni Âbidin hazretleri de
buyuruyor ki:
Savaşınca, ölüneceği, savaşmayınca esir olunacağı biliniyorsa,
savaşılmaz. Müslümanların helâkinden korkulursa, kâfirlere mal verip barış
yapılır. Sultanın, zalimin; ölüm ile, hapis ile, işkence ile korkutarak emrettiği
349
www.dinimizislam.com
günahı işlemek mubah, hatta farz olur; yapmamak günah olur. (Redd-ülmuhtar)
Eshab-ı kehfin, mağaraya kaçmaları, yanlış olsa idi, Allahü teâlâ onları
övmezdi. (Kehf 10-15)
Eshab-ı kiramın hicreti de övülüyor:
(Hicret edenlerle Ensar ve onların yolunda gidenlerden Allah
razıdır.) [Tevbe 100]
Hırsızlardan, hainlerden ve zalimlerden korkmamak cihad değildir.
Atalarımız, (Kork Allah’tan korkmayandan) demişlerdir. Kükremiş bir
aslanın karşısına çıkmak, ağaçları deviren bir selin önüne durmak, soğuk
kış günü çıplak gezmek, bir kişinin binlerce zalime meydan okuması,
kendini tehlikeye atmak olur, caiz olmaz.
İslam âlimleri buyuruyor ki:
Cihadı devlet yapar. Devlete yardım etmek farz olur. Fertlerin
beğenmediği şeyleri kendi elleriyle düzeltmeye kalkmaları cihad değil,
çapulculuk olur, fitne olur.
Hiçbir İslâm âlimi devlete, halifeye isyan etmemiştir. İmam-ı Rabbani
hazretleri iftiraya uğradığı için hapse mahkum olmuştur. İmam-ı Ahmed bin
Hanbel hazretleri ise, (Kur’an mahlûktur) demediği için dövülmüştür.
İmam-ı a’zam hazretleri, (Kadılık yapamam) dediği için dövülerek şehit
edilmiştir. Hazret-i Yusuf da iftiraya kurban gittiği için zindana düşmüştür.
Dinimizde emir olan zata isyan yoktur. Din kitaplarında, emire isyan
etmenin haram olduğu bildirilmektedir.
Abdülgani Nablüsi hazretleri buyuruyor ki:
Fitne, Müslümanlar arasında bölücülük yapmak, onları sıkıntıya,
zarara, günaha sokmak, insanları isyana kışkırtmak demektir. (Hadika)
İmam-ı Birgivi hazretleri de, fitneyi böyle tarif etmiştir. (Tarikat-ı
Muhammediyye)
Muhammed Hadimi hazretleri de fitneyi benzeri şekilde tarif ettikten
sonra buyuruyor ki:
Fitne çıkarmak haramdır. Kur'an-ı kerimde, fitne çıkaranların
Cehenneme atılacağı ve fitne çıkarmanın adam öldürmekten daha kötü
olduğu ve hadis-i şerifte de, fitne çıkarana Allahü teâlânın lanet edeceği
bildirilmektedir. (Berika)
Fitne önemli olduğu için, halifeye, devlete isyan etmemek ve yine
itikad konusu olmamasına rağmen, bid’at ehline benzememek için, mest
üstüne mesh etmek, Ehl-i sünnet itikadı arasına konmuştur.
Fitne hakkındaki hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:
350
www.dinimizislam.com
(Fitneden sakının! Söz ile çıkarılan fitne, kılıç ile çıkarılan fitne
gibidir.) [İbni Mace]
(Fitne zamanında kendi işinize bakın, başkalarının işine
karışmayın!) [Nesai, Ebu Davud]
(Fitneler çıkınca, katil olmaktan kurtulup, maktul olabilirsen ol!)
[Ebu Nuaym]
(Fitne zamanı saldırganlar, evinize girdikleri zaman, [Maide
suresinin 28. âyetinde bildirildiği gibi] "Beni öldürmek için sen bana elini
uzatırsan da, seni öldürmek için ben sana elimi uzatmam" diyen
Âdem aleyhisselamın oğlu Habil gibi ol!) [Ebu Davud, Tirmizi] (Allahü
teâlâ da, Resulü de, kâfir olan Kabil’e (Ben sana el uzatmam) dediği için
Habil’i övüyor.)
(Kıyamet yaklaştıkça fitneler çoğalır. Böyle zamanlarda kenarda
kalan, ileri atılandan, oturan ayakta olandan, ayakta olan, yürüyenden,
yürüyen de, koşandan hayırlı olduğu için evinizde oturun, fitneye
karışmayın!) [Ebu Davud]
Mişkat-ül-mesabih şerhinde diyor ki: [(Öyle idareciler gelir ki, benim
yolumdan ayrılır. Kalbleri şeytan yuvasıdır. Bunlara da isyan etmeyin!
Döverek, söverek, mallarınızı alsa da karşı gelmeyin!) hadis-i şerifi,
(Zalim olan, malınıza, canınıza saldıran idareye de isyan etmeyin, fitne
çıkarmayın! Sabredip, ibadet ile meşgul olun! Şehirde fitneden
kurtulamazsanız, ormana gidin; ot yemek zorunda kalsanız da, ormanda
kalın, fitneye karışmayın) demektir.] (Eşiat-ül-lemeat)
İslam âlimleri, bu hadis-i şeriflere uydukları için fitneden uzak
kalmışlar, hiç birisi halifeye isyan etmemiştir. Halifeye isyan etmemek,
halifeden korkulduğu için değil, dinin emrine uyulması içindir. Ahmak
mezhepsizler ise, isyan etmiş, bir çok Müslüman kanı dökülmesine sebep
olmuştur. Üstelik İslamiyet’in bir anarşi dini gibi gösterilmesine yol
açmışlardır. İslamiyet aleyhine kanunların çıkmasına da sebep olmuşlardır.
Kendileri de ya hapse mahkum olmuş veya öldürülmüştür.
Fitne demek, bir söz veya bir işten dolayı Müslümanların ve
Müslümanlığın zarar görmesidir. Şahsi olarak bizim zarar görüp
görmemizin önemi yoktur. Yani biz zarar görmesek bile veya bu zarara razı
olsak bile vebalden kurtulamayız. Bizim yüzümüzden diğer Müslümanlara
ve Müslümanlığa zarar gelmemelidir.
Sultana itaat gerekir
Sual: Halifeye, sultana ve devlete isyan etmek fitnedir, cihad değildir
deniyor. Hatta halifeye isyan etmemeyi Ehl-i sünnet itikadı arasına bile
351
www.dinimizislam.com
koymuşlar. Peki Ebu Hanife, halifenin zulümlerine isyan ettiği için şehit
edilmedi mi? İmam-ı Ahmed bin Hanbel, halifeye isyanından dolayı dayak
yemedi mi? İmam-ı Rabbani Ekber şah ile savaşmadı mı? Hapse girmek
şeref olmasaydı, Hazret-i Yusuf, zindanı medrese-i Yusufiyye yapar mıydı?
CEVAP
Hiçbir İslam âlimi halifeye, sultana isyan etmemiştir. Bu tamamen
yalan ve iftiradır. Çünkü âlimlerin hepsi emir [başkan] ile ilgili şu hadis-i
şerifleri bilirdi:
(Emirinizin beğenmediğiniz işlerine sabredin! Çünkü cemaatten
bir karış ayrılan [itaatsizlik eden, fitne çıkaran] cahiliyye ölümü ile
[imansız] ölmüş olur.) [Buhari]
(Malını zorla alsa da emirin sözünü dinle ve ona itaat et!) [Buhari]
(Müslüman, hoşuna gitmese de, emirin sözünü dinler ve ona itaat
eder. Emir, günah olan bir şeyi emrederse, o emri dinlemek
gerekmez.) [Buhari]
(Sultan, yeryüzünde Allah’ın gölgesidir. [Onun emirlerini tatbik eden
kimsedir] Ona ikram eden ikram görür, ona ihanet eden de ihanete
maruz kalır.) [Taberani]
(Emirine isyan edenin sevaplarının tamamı gider.) [Beyheki]
(Başı siyah Habeşli bir köle olsa da, emirinize itaat edin!) [Buhari]
(Elleri kesik, sakat bir köle olsa da, emirinize itaat edin!) [Müslim]
Köle, sadece kâfir düşmandan oluyordu. Bu hadis-i şeriflerin
açıklamaları Hadika’da vardır. (Habeşli köle olsa da demek, emiriniz
siyah bir kâfir de olsa ona itaat edin) demektir.
Müslümanın emiri kâfir olabilir. Mesela hadis-i şerifte, (Emir sana "Ya
Müslümanlığı bırak veya öldürürüm" dese, Müslümanlığı bırakma,
boynunu uzat) buyuruldu. (Hakim) [Müslüman olan emir, Müslümanlığı
bırak demez.]
Abbasi halifelerinden Ebu Cafer Mensurun adamları, imam-ı a’zam
hazretlerine kâdı-l-kudat, yani şimdiki tabirle, Yargıtay başkanlığı teklif
ettiler. O da, (Ben kadılık yapamam) buyurdu. (Yalan söylüyorsun)
dediler. (Eğer yalan söylüyorsam, yalancıdan kadı olmaz. Doğru
söylüyorsam kadılık yapamam diyorum) buyurdu. Çok takva ehli olup,
dünya makamına kıymet vermediği için kabul etmedi. Zindana atıldı. Kamçı
ile dövüldü. Her gün on kamçı arttırıldı. Kamçı sayısı yüz olduğu gün şehit
oldu. (Rahmetullahi aleyh)
Bağdat'ta Mutezile fırkası mensupları, Kur'an mahlûktur yanlış
inançlarına Abbasi halifesi Memun'u da inandırdılar. Bunu kabul etmesi
için, Ahmed bin Hanbel hazretlerini de zorlayıp, Memun vasıtasıyla bu
352
www.dinimizislam.com
hususta baskı ve işkence yaptırıp 28 ay hapsettiler. Bütün işkencelere
rağmen, (Kur'an-ı kerim, mahlûk değildir) dedi. Bunların Halifeye isyan
ile hiçbir alakası yoktur.
Bid’at ehli Hintli bazı kişiler, imam-ı Rabbani hazretleri için (O kendini
Ebu Bekir’den de üstün biliyor) diye iftira ederek sultana şikayet ettiler.
Ekber şahın oğlu Selim Cihangir Şah da, onu hapsettirdi. İki sene sonra
pişman olup özür diledi. Görüldüğü gibi bunların zerre kadar isyanla
alakası yoktur.
İmam-ı Rabbani hazretlerinin hapsedilişi şöyle olmuştur:
O zamanın sultanı olan Selim Cihangir hanın devlet adamları, hatta
büyük veziri ve baş müftüsü, hatta haremi Ehl-i sünnet değildi. Halbuki
imamın birçok mektupları ve bilhassa ayrıca yazdığı Redd-i revafıd
risalesi, mezhepsizleri reddetmekte, cahil, ahmak ve alçak olduklarını
anlatmaktadır.
Hazret-i İmamın bazı talebeleri, kürsülerde ateşli vaazlar ederek
fitneye sebep olmuşlardır. İmam-ı Rabbani hazretleri, Redd-i revafıd
risalesini Buhara’da bulunan en büyük Özbek hanı Abdullah-ı Cengizi hana
yollamıştı. (Bunu İran’da şah Abbas-ı Safeviye gösterin! Kabul ederse
mesele yok, etmezse onunla savaşmak caiz olur) demişti. İran şahı
kabul etmedi. Savaş oldu. Abdullah han, Horasandaki şehirleri aldı.
Buralarını yüz sene önce Safeviler almıştı.
Bundan sonra, Hindistan’daki mezhepsizler el ele verdiler, (O kendini
herkesten, hatta Ebu Bekir’den daha yüksek biliyor) dediler. Sultan,
oğlu Şah Cihanı gönderip, İmamı ve evladını ve yetiştirdiği büyükleri davet
etti. Hepsini öldürmeye karar verdi.
Şah Cihan, bir müftü ile İmam-ı Rabbaniye gitti. Sultana secde caiz
olduğunu gösteren bir fetvayı da götürdü. İmam-ı Rabbani’nin ihlaslı bir zat
olduğunu biliyordu. (Babama secde edersen, seni kurtarabilirim) dedi.
Hazret-i İmam, bu fetvanın, zaruret zamanında yapılması caiz olan bir
ruhsat olduğunu, ancak azimet yönünden secde etmemenin daha iyi
olduğunu söyledi.
Evladını ve arkadaşlarını bırakıp yalnız geldi. Sultan, 11. mektubu
gösterip manasını sordu. O kadar güzel ve doyurucu cevap verdi ki,
Sultan, yüksek hakikatleri ve esrarı anlayabilecek kabiliyette birisi olmadığı
halde, neşelendi ve özür dileyerek İmam-ı Rabbani hazretlerini serbest
bıraktı.
Hasetçiler, Sultanın gayet hoş, tahriklerinin boş olduğunu görünce,
Sultana, bir talebesinin yaptığı vaazları hatırlatarak, (Bunun adamları
çoktur. Sözleri bütün memlekette yürürlüktedir. Bunu serbest
353
www.dinimizislam.com
bırakırsak bir anarşi çıkabilir. Hem ne kadar kendini beğenmiş ki, sizi
bile küçük görüp, secde ile saygı göstermedi. Hatta, selam bile
vermedi) dediler.
Hazret-i İmam, içeri girince, Sultanı kızgın, azgın, yani hürmet ve
değerden kendini sıyırmış görerek, selam vermemişti. Bunlar bahane
edilerek Güvalyar kalesinde hapsini emir etti. İki sene sonra yaptığının
yanlış olduğunu anlayan Cihangir şah, özür dileyerek hazret-i İmamı
hapisten çıkardı. (İsbat-ı nübüvvet, Ümdet-ül-makamat, Berekat)
Yusuf aleyhisselama da iftira ediliyor. Hapse girmek şeref olsaydı,
Hazret-i Yusuf, hapse girmişken daha çok kalmak isterdi. Halbuki bir an
önce çıkmak istedi. Bir âyet meali şöyledir:
([Melikin adamı olan sakiye] “Beni efendinin yanında an, belki beni
zindandan çıkarır” dedi. Ama şeytan ona, efendisine anmayı
unutturdu. Yusuf da, birkaç yıl [yedi yıl kadar] daha zindanda kaldı.)
[Yusuf 42]
Bu olayları sultana isyan etmek gibi gösterip, isyan eden, anarşi
çıkaran, Müslümanların kanlarının dökülmesine sebep olan fitnecileri
meşru saymak ahmaklık değilse, hainliktir.
Sual: “Sultana isyan edilmez” isimli yazınızda, büyük bir tezat var. Bir
yerde, (Hiçbir İslâm âlimi, sultana isyan etmemiştir) denirken, bir başka
yerde İmam-ı a’zam Ebu Hanife’nin ben kadılık yapmam diyerek sultana
isyan ettiği bildiriliyor. Bu apaçık bir çelişki değil mi?
CEVAP
Yazıda çelişki yok. İmam-ı a’zam hazretleri, Ben kadılık yapmam
demedi, (Ben kadılık yapamam) dedi. İkisi arasında çok fark var. Mesela
sultan ona, (Gel satranç oynayalım) dese, o da (Ben satranç oynamasını
bilmediğim için satranç oynayamam) diye cevap verse, bu sultana isyan
mıdır, yoksa bilmediğini itiraf etmek midir? Kadılık yapamayacağını
bildiriyor. Bu bildirmenin isyan neresindedir? Ama zalim idareciler, (Yalan
söylüyorsun) dediler. (Eğer yalan söylüyorsam, yalancıdan kadı
olmaz. Doğru söylüyorsam kadılık yapamam diyorum) buyurarak, isyan
etmediğini bildirdi. O göreve layık olmadığını bildirmesi isyan mıdır?
Müslüman isyankâr olmaz
Sual: Piyasada onlarca ilmihal var. Hiç birinde, (Devlete isyan edilir
veya edilmez) diye yazılmazken, S. Ebediyye’de (Devlete isyan edilmez)
diyor. Bunun sebebi nedir?
CEVAP
354
www.dinimizislam.com
Diğer ilmihaller bu konuda eksik yazmışlar. Osmanlı zamanında her
Müslüman’ın başucu kitabı olan Cennet Yolu İlmihali’nde şöyle yazıyor:
Ehl-i sünnet olmanın on alameti vardır:
1- Cemaate devam etmek,
2- İtikadı bozuk olduğu bilinmeyen her imama uymak,
3- Mest üzerine meshi caiz görmek,
4- Sahabenin hiçbirine kötü söz söylememek,
5- Devlete, sultana isyan etmemek,
6- Dinde haksız olarak münakaşa etmemek,
7- Dinde, şüphe etmemek,
8- Hayrın ve şerrin, Allahü teâlâdan olduğunu bilmek,
9- İtikadı bozuk olduğu bilinmeyen Ehl-i kıbleye kâfir dememek.
10- Dört halifeyi diğer sahabeden üstün bilmek. (Miftah-ül cennet)
Demek ki Ehl-i sünnet olmak için bu on vasfa haiz olmak gerekiyor.
Onlardan biri de devlete isyan etmemektir. Diğer ilmihallerde olmaması bir
eksikliktir.
(Kâfir olan devlete de isyan edilmez mi, kâfir devlete isyan cihad değil
mi?) diye soranlar da çok oluyor. Cihad, isyan ve çapulculuk demek
değildir. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında yazılı olan cihad, başka
ülkelerdeki düşman olan kâfirlerle, devlet olarak savaşmak demektir.
Korsan gösteriler yapmak, cihad diye bağırmak cihad olmaz, fitne ve
çapulculuk olur. Dinimize zarar verir. İki hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kıyamet yaklaştıkça, fitneler çoğalır. Gece başlarken karanlığın
artması gibi olur. Sabah evinden mümin olarak çıkan çok kimse,
akşam kâfir olarak döner. Akşam müminken, gece imanları gider.
Böyle zamanlarda, eve kapanmak fitneye karışmaktan iyidir. Kenarda
kalan, ileri atılandan iyidir. O gün oklarınızı kırın, silahlarınızı bırakın!
Herkesi tatlı dille, güler yüzle karşılayın!) [Ebu Davud]
(Bozuk bir işi düzeltemediğiniz zaman, sabredin! Allahü teâlâ onu
düzeltir.) [Beyheki]
Bu hadis-i şerifler, kanunlara karşı gelmeyi, ihtilal yapmayı değil,
meşru yollardan nasihat verip sabretmeyi emretmektedir.
Müslümanlar ihtilal yapmaz, ama zulme, haksızlığa da teslim olmaz.
Meşru yollardan hakkını arar. Hükümetin meşru emirlerine uyulur. Hiç
kimsenin haram olan emirleri yapılmazsa da, isyan da edilmez. Fitne
çıkarılmaz. Zâlimlere karşı gelmemeli, onlarla tartışmamalı! Mesela, namaz
kılmamak en büyük günahlardandır. Âmir, müdür, kâfir ve zâlim olup, emri
altında olana (Namaz kılma) derse, senin yanında kılmam demeyi
düşünerek, peki demeli, çünkü fitne çıkarmak, yani Müslümanların
355
www.dinimizislam.com
ezilmelerine sebep olmak haramdır. O zâlimin yanından ayrılınca, namazı
hemen kılmalıdır.
Kuvvete karşı gelmek, devlete karşı isyan etmek ahmaklıktır. Kendini
tehlikeye atmak olur. Bu ise, haramdır. Tarihte öyle ahmaklar çıkmış ki,
fitneye sebep olan yazı ve sözlerinden dolayı kendi kellelerini kaptırdıkları
gibi, on binlerce Müslümanın kanının dökülmesine sebep olmuşlardır.
Kâfirlerin Müslümanlara karşı daha şiddetli hareket etmelerine sebep
olmuşlardır.
Hidayete sebep olmak
Sual: Avrupa’da yaşıyoruz. Buradaki gayri Müslimlere Ehl-i sünnet
âlimlerinin yazdıkları din kitaplarını hediye ediyoruz. Müslüman olanlar da
çıkıyor. Kitap hediye ettiğimizden dolayı sevap oluyor mu?
CEVAP
Elbette olur. Emri maruf sevabı alınır. Hele onlardan biri müslüman
olursa ayrıca daha büyük sevaba kavuşulur. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Allah'a yemin ederim ki, Cenab-ı Hakkın senin aracılığınla bir tek
kişiyi hidayete kavuşturması, en kıymetli dünya malından, kırmızı
develere sahip olmaktan daha iyidir.) [Buhari, Müslim]
Hiç biri Müslüman olmasa da, onlara kitap vermekle yine cihad sevabı
alınır. Öte yandan, Kitap vermek emri maruftur. Emri maruf sevabı da,
cihad sevabından daha fazladır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Bütün ibadetlere verilen sevap, Allah yolunda cihada verilen
sevaba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Cihad sevabı da,
emr-i maruf ve nehy-i anil münker [dinin emir ve yasaklarını herhangi bir
şekilde yaymaya çalışma] sevabı yanında, denize nispetle bir damla su
gibidir.) [Deylemi]
Tabii, yukarıda cihad ve emri maruf sevaplarına ve bildirilen diğer
müjdelere kavuşmak doğru yazılmış din kitabı vermekle olur.
Mezhepsizlerin, müslüman maskeli din düşmanlarının yazdıkları kitapları
verenler, tam aksine büyük vebal altına girmiş olurlar. Doğru din
kitaplarından lüzumlu olanları www.hakikatkitabevi.com adresinde vardır.
Sual: Hidayete veya sapıklığa sebep olmanın dindeki yeri nedir?
CEVAP
Hidayet, doğru yolu gösterme, Allahü teâlânın razı olduğu yolda
bulunma, cenab-ı Hakkın insanın kalbinden her sıkıntı ve darlığı çıkarıp,
yerine rahatlık, genişlik verip, kendi emir ve yasaklarına uymada tam bir
kolaylık ihsan etmesi ve kulun rızasını kendi kaza ve kaderine tâbi
356
www.dinimizislam.com
eylemesi demektir. İhtidanın manası da hidayete erme demektir, yani
Müslüman olma, din olarak İslamiyet'i seçme.
Bir kişiyi hidayete kavuşturmak, Peygamberler dahil hiç kimsenin
elinde değildir. Allahü teâlâ Peygamber efendimizi, âlemlere rahmet olarak
gönderdiği ve bütün kâinatı onun için yarattığı halde hidayete erdirme
yetkisini vermemiştir. Hâdi ve Mehdi, yani hidayet veren yalnız Allahü
teâlâdır. İnsanlar ise sadece hidayete sebep olurlar.
Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Ben hakka davet edici ve Allahü teâlânın emirlerini insanlara
ulaştırıcı bir peygamber olarak gönderildim. Hidayet benim elimde
değildir. Şeytan da Allahü teâlânın yasak kıldığı şeyleri süslü, cazip
gösterir. Saptırmak da onun elinde değildir.) [İ.Adiy]
(Allahü teâlâ buyurdu ki: Ey kullarım! Benim hidayet ettiklerim
hariç, hepiniz yanlış yoldasınız. Benden hidayet isteyiniz ki, sizi doğru
yola eriştireyim.) [Müslim]
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin. Allahü teâlâ dilediğine
hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi o bilir.) [Kasas 56]
(Biz onlara gökten melekleri indirsek ve karşılarında ölüleri
konuştursak ve her istediklerini onlara versek, biz dilemedikçe yine
iman etmezler.) [Enam 111]
(Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündeki insanların hepsi iman
ederdi. O halde inanmaları için insanları zorlayacak mısın? Allah’ın
izni olmadıkça, hiç kimse, iman edemez.) [Yunus-99,100]
(Allah, kime hidayet etmek isterse, onun göğsünü İslamiyet için
genişletir. Dalalette bırakmak istediğinin göğsünü de, o derece dar ve
sıkı bulundurur ki, oraya hakikatin girebilmesi, sahibinin göğe
çıkması gibi mümkün değildir. Böylece, inanmayanları küfür
bataklığında bırakır.) [Enam 125]
([Nuh aleyhisselam] Ben size nasihat etmek istesem bile, Allah
dalalette kalmanızı dilemiş ise, size faydası olmaz.) [Hud 34]
Kaza ve kadere inanmayan akılcı mutezile fırkası ile bunların izinde
gidenler, bu âyet-i kerimeler karşısında şaşırıp sapıtıyorlar. Bir âyet-i
kerime meali şöyledir:
(Kur’an-ı kerimde bildirilen misaller, çoğunu küfre sürüklediği
gibi, çoğunu da hidayete ulaştırır.) [Bekara 26]
Hâşâ Allahü teâlâ kimseye zulmetmez. Müslüman olmak isteyene
mani olmaz. Dileyen Müslüman olabilir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu
ki:
357
www.dinimizislam.com
(Allahü teâlâ, kullarına zulmetmez, haksızlık etmez, onları azaba
sürükleyen çirkin işleridir. Böylece kendilerine zulüm ediyorlar.) [Nahl
33]
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlânın feyzleri, nimetleri, ihsanları, yani iyilikleri, her an,
insanların iyisine, kötüsüne, herkese gelmektedir. Rabbimiz, herkese mal,
evlat, hidayet ve her iyiliği, fark gözetmeden göndermektedir. Fark, bunları
kabulde, alabilmekte ve bazılarını da alamamak suretiyle, insanlardadır.
Hidayete sebep olan Cennetliktir
Hidayette olmak ve insanları hidayete davetin önemi büyüktür. Emr-i
maruf ve nehy-i münker farzdır. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İman edip iyi işler yapan, hakkı ve sabrı tavsiye edenler hariç,
insanlar zarardadır.) [Asr 2,3]
(Sizin içinizde, insanları hayra, [edille-i şeriyyeye = dört delile
uymaya] davet eden ve iyiliği emredip kötülükten [Dört delile
muhalefetten] men eden bir cemaat bulunsun. İşte Onlar, kurtuluşa
erenlerdir.) [Al-i İmran 104]
Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Tahsilsiz ilme, rehbersiz hidayete kavuşmak isteyen, boş
şeylerden yüz çevirsin!) [İ.Gazali]
(İbadetlerini ihlas ile yapanlara müjdeler olsun! Bunlar hidayet
yıldızlarıdır.) [Ebu Nuaym]
(İmamlar [önderler] hadi ve mehdi olduğu sürece, insanlar dal ve
mudil olsa da asla helak olmaz.) [Hâtib] (Hadi = doğru yolu bulmuş,
hidayete ermiş, Hidayet yolunu gösteren, mürşid, Mehdi = hidayete vesile
olan, hidayete getiren. Dâl = sapık, mudil = saptıran)
(Esselamü ala menittebeal hüda = Hidayete uyana, hak yolda
olana selam olsun.) [Nesai]
(Ya rabbi, bizi hidayetten sonra, başkalarının hidayetine vesile
olanlardan eyle.) [Buhari]
İnsan yaratılışta; hidayet ve dalâlet olmak üzere iki taraflıdır. Ona
hidayeti tanıtmak için bir rehbere veya bir üstadın kitabına ihtiyaç vardır.
Hidayet çok kıymetli olduğu gibi, hidayete sebep olmak da çok kıymetlidir.
Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Senin vasıtanla Allahü teâlânın bir kişiye hidayet vermesi, senin
için üzerine güneşin doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır.)
[Taberani]
(Bir kâfirin hidayetine sebep olmak, kızıl develere malik olmaktan
iyidir.) [Buhari, İ. Ahmed]
358
www.dinimizislam.com
(Bir insanın hidayetine sebep olan [Onu ehl-i sünnet yapan]
muhakkak Cennete girer.) [Buhari]
(Bir Müslüman, arkadaşına, hidayetini arttıracak veya onu
tehlikeden kurtaracak hikmetli bir sözden daha iyi bir hediye
veremez.) [Ebu Ya’la]
(Kim, hidayete [Ehl-i sünnete] davet ederse, o yola girenlerin bütün
sevapları ona da yazılır, diğerlerinin ecrinden bir şey eksilmez. Kim
de, sapıklığa davet ederse, o yola girenlerin günahları, ona da verilir,
o kötü yolda gidenlerin günahından da hiçbir şey eksilmez.) [Tirmizi]
(Haktan bâtılı veya hidayetten dalaleti red gayesi ile, ilim
öğrenmek için yola çıkan kimse, kırk yıl ibadet eden bir abid gibi ecir
alır.) [Deylemi]
Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını başkalarına vermek de, hidayete
sebep olmak gibi sevaptır. Hatta kitabı alan, o kitapla amel etmemiş olsa,
dalalette kalsa bile, kitabı veren niyetine göre onu hidayete kavuşturmuş
gibi sevap alır. Çünkü hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Hayrın yolunu gösteren onu işleyen gibidir.) [Ebu Davud, Tirmizi]
(Emr-i maruf ve nehy-i münker ederken ölen şehiddir.) [İ.Asakir]
Sırf iyi niyetle sevap kazanmak
İslam âlimleri, (Nice küçük ameller vardır ki, niyetler onları büyütür,
nice büyük ameller vardır ki, niyetleri onları küçültür) buyuruyor. Eski
ümmetler zamanında çok acıkan birisi, (Şu kum tepeleri buğday olsa,
bütün fakirlere dağıtırdım) diye düşünür. Allahü teâlâ zamanın
Peygamberine şöyle vahyeder:
(Ona de ki, Allahü teâlâ senin halis niyetini kabul etti, o kadar
buğdayı sadaka vermiş gibi sana sevap yazdı.) [İhya]
Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Kulun amelleri mühürlü zarflarla Allah’a arz edilir. Allahü teâlâ,
“Şu zarfları atın, çünkü bu amellerde benim rızam kastedilmedi. Şu
amelleri de ona yazın” buyurur. Melekler, “Ya rabbi bu kul, o amellerin
hiçbirisini işlemedi” derler. Allahü teâlâ, “Evet yapmadı ama, yapmaya
niyet etti. Yapmış gibi sevaba kavuştu” buyurur.) [Dare Kutni]
(Her kim ki iyi bir işi işlemeye niyet eder de onu yapmazsa, Allahü
teâlâ onu tam bir iyilik olarak yazar. Niyet eder ve yaparsa, on
mislinden yediyüz misline kadar, hatta daha fazla bile yazar. Kötü bir
işe niyet edip, de, yapmayana tam bir hasene [iyilik] sevabı, niyet edip
yapana ise bir günah olarak yazar.) [Buhari]
359
www.dinimizislam.com
(Savaşılmadığı halde bile Allah yolunda harp sahasında durmak;
göz açıp yumuncaya kadar bile Allahü teâlâya isyan edilmeden
yapılmış altmış senelik ibadetten efdaldir.) [İ.Neccar]
(Evinden namaz kılmak için çıkan namazdadır. Namaza
yetişemese de.) [Hakim]
(Bir işte hazır olan, kalben memnun olmazsa, hazır olmamış
sayılır. Bir işte bulunmadığı halde ona razı olan da, o işte bulunmuş
sayılır.) [Ebu Ya'la]
(En üstün amel, iyi niyetli olmaktır.) [Hakim]
(Niyeti güzel olan Müslüman Cennete gider.) [Deylemi]
(Allahü teâlânın rızası gözetilmeden sevap kazanılmaz. Niyetsiz
hiçbir amel olmaz.) [Deylemi]
(Gece ibadete niyet edip yattıktan sonra, sabaha kadar uyuyup
kalana, niyeti sebebi ile gece ibadet etmiş gibi sevap yazılır, uykusu
da kendisine sadaka olur.) [Nesai, İbni Mace]
(Hediyenin en faziletlisi, hikmetli bir sözü öğrenip başkasına
öğretmektir ki, bu da halis bir niyetle bir sene ibadet etmekten daha
sevaptır.) [İbni Asakir]
(Allahü teâlâdan sıdk ve ihlas ile şehidlik isteyen, yatağında ölse
de, şehid olur.) [Müslim]
(Şehidlerin çoğu, yatakta ölenlerdir. Savaşta öldürülenin niyetini
ancak Allah bilir.) [İ. Ahmed]
(Amellerini yapmasa bile kavminin yaptığını seven kıyamette
onlarla haşr olur.) [Hatib]
(İhlasla şehidliği arzu eden, şehid olmasa da, şehidlik sevabına
kavuşur.) [Müslim]
(Allahü teâlâ meleklere buyurur ki: Kulum bir kötülük yapmak
isterse, hemen yazmayın. O işi yaparsa bir kötülük yazın. Eğer iyi bir
işe niyetlenir de yapamaz ise, niyetini bir iyilik olarak yazın. Niyetini
gerçekleştirir ise on iyilik yazın.) [Müslim]
Resulullah efendimiz, (Güzel niyet, sahibini, güzel komşu da,
komşusunu Cennete sokar) buyurunca, (Ya Resulallah, ama kendisi kötü
olsa da mı?) diye soruldu. Cevaben Evet buyurdu. (Deylemi) (Güzel
komşu, ahlakı güzel, itikadı düzgün Müslüman demektir.)
En büyük iyilik
Sual: (Allah'ın kullarına iyilik etmek en büyük ibadettir) deniyor.
Mesela nasıl bir iyilik büyük ibadet olur?
CEVAP
360
www.dinimizislam.com
İyiliğin her çeşidi kıymetli ise de, âhiretini kazandıran, Cennete götüren
iyilik en kıymetlisidir. Bunun için âlimlerimiz, (Allahü teâlânın en çok
sevdiği şey, onun kullarının hidayete kavuşmasına sebep olmaktır)
buyuruyor. Bu konudaki iki hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Birinin hidayetine [imana gelmesine] sebep olan Cennete girer.)
[Buhari]
(Senin vasıtanla Allahü teâlânın bir kişiye hidayet vermesi, senin
için, üzerine güneşin doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır.)
[Taberani]
Hakkı ve sabrı tavsiye
Sual: Asr suresinde, (Asra yemin olsun, insan muhakkak
zarardadır. Ancak, iman edip salih amel işleyenler, bir de hakkı ve
sabrı tavsiye edenler, zararda değildir) deniyor. Buradaki hak ve
sabırdan kasıt nedir?
CEVAP
Önce şunu bildirelim. İmam-ı Şafiî hazretleri buyuruyor ki:
Kur'anda başka hiçbir sûre nazil olmasaydı kısa olan şu Asr suresi bile
insanların dünya ve âhiret saadetlerini temine yeterdi. Çünkü bu sûre
Kur'ân-ı kerîmin bütün ilimlerini içine alıyor.
Ebu Huzeyfe hazretleri bildiriyor ki:
Eshabı kiram birbirleriyle karşılaşınca Asr suresini okumadan ve
selam vermeden ayrılmazlardı. (Taberani, Beyheki)
Bu surede, insanların mutlaka hüsrana [zarara] uğrayacakları
bildiriliyor, sonra da, iman edenler, salih amel işleyenler, hakkı ve sabrı
tavsiye edenler istisna ediliyor. Yani önce imanın önemi bildiriliyor. Doğru
imana sahip olmayan kurtulamaz. Doğru iman Ehl-i sünnet itikadıdır. Sonra
salih amel işleyenler buyuruluyor. Salih amel, Ehl-i sünnet âlimlerinin
bildirdiği şekilde ibadet etmektir. Dört hak mezhepten birine uymaktır.
Hak; dinimizin bildirdiği hakikatler, yani İslamiyet’in tamamıdır.
Sabır; ibâdet etmekte ve günahtan kaçınmakta sebat sahibi olmaktır.
Yani Allahü teâlânın emirlerini yapmakta ve yasaklarından kaçmakta sabırlı
olmaktır.
Hakkı ve sabrı tavsiye; emr-i maruf ve nehy-i münkerde bulunmak,
bunları yaparken gelecek sıkıntılara, fakirliğe, hastalığa ve her çeşit
musibete sabretmektir.
361
www.dinimizislam.com
Yol levhası olmak
Sual: İnsanlarla emr-i maruf için tartışıyorum, hiç birisine hakkı kabul
ettiremiyorum. Dediklerimi kolayca kabul ettirmenin bir yolu yok mudur?
CEVAP
Münakaşayla, tartışmayla hiç kimseye hak yolu kabul ettiremeyiz.
Hidayete kavuşturan Allahü teâlâdır. Bizim yapacağımız şey, doğru
yazılmış bir din kitabını vermektir. O büyük âlimlerin mübarek sözleriyle
hakkı kabul etmezse, bizim sözümüzü nasıl kabul eder? Biz, yol gösteren
trafik levhası gibi olmalıyız, büyüklerin sözlerini yani kitaplarını, kendi
sözümüze tercih etmeliyiz. Sadece doğru kitapları göstermeli, gerisine
karışmamalıyız.
İzin verilen talebe
Sual: Eskiden, İslamiyet’i yaymak için izin verilen talebenin, evliya
olması gerekir miydi?
CEVAP
Hayır. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Sevdiklerimizden birine, talebeyi yetiştirmek için, izin vermekten
maksat, imanın gevşediği, çok kimselerin yoldan çıktığı, din bilgilerinin
unutulduğu, bu fırtınalı zamanda, Müslüman evlatlarına Allah yolunu
göstermesi, kendisinin de, talebesi ile uğraşırken, onlarla birlikte, ilerlemesi
içindir. Bu inceliği iyi anlamalı ve ömürde geri kalan birkaç günlük fırsatta,
çalışarak, talebe ile birlikte, nimete kavuşmalıdır. Yoksa, bu izni, büyüklük
ve olgunluk alameti sanıp, maksattan mahrum kalmamalıdır. (1/217)
Kitap vermek
Sual: Bid’at yolda olan arkadaşıma, yanlış yolda olduğunu anlatmak
gerekir mi?
CEVAP
Ona senin yolun yanlış demek, kırgınlığa, düşmanlığa sebep olabilir.
Kendisine uygun bir kitap, mesela Faideli Bilgiler kitabı verilebilir.
Günümüzde emr-i maruf yapmanın en iyi ve en kolay yolu, doğru bir
kitap vermektir. Nasibi var ise, okur öğrenir. Nasibi yoksa, biz yine kitap
verdiğimiz için sevab kazanırız.
Delil ile ispat etmek
Sual: Öğrendiklerimizi, bir kimseye anlatacak olsak, o da, kabul
etmezse, ispat için delillerini teker teker göstermek gerekmez mi?
CEVAP
Delil ile bir kimseyi ikna etmek imkansız gibidir. Tartışmak da,
kesinlikle caiz değildir. Tartışma, dostluğu giderir, düşmanlığı arttırır.
362
www.dinimizislam.com
Dinimizin bildirdiği güzel ahlak ile süslenmeli, hâl ve hareketlerimiz ile
örnek olmaya çalışmalıyız. (Lisan-i hâl, lisan-ı kalden entaktır) sözü
meşhurdur. Yani, insanın hâl ve hareketi, sözünden daha tesirli olur.
Müslümanların güzel hâllerine bakıp, doğru yolu bulanlar olmuştur.
Bir kişiyi hidayete kavuşturmak, hiç kimsenin elinde değildir. Hidayeti
veren yalnız Allahü teâlâdır. İnsanlar ise, sadece hidayete sebep olurlar.
Kendi sözümüz yerine büyüklerin sözünü tercih etmeliyiz. Yani İslam
âlimlerinin yazdığı kitapları tavsiye etmeliyiz. Faydalanacağını tahmin
ettiğimiz kimselere, uygun bir kitap, mesela İslam Ahlakı veya Herkese
Lazım Olan İman kitabını hediye etmek, bu sebebe yapışmak olur ve çok
sevab olur.
Hizmet ve fitne
Sual: Fitneye sebep olmayalım diye, kimseye bir şey anlatmamak mı
gerekir?
CEVAP
Bu zamanda en büyük hizmet, fitneye sebep olmadan yapılandır.
Yani, mümkün olduğu kadar kimseye karışmamalı, kimse ile tartışmamalı.
Zamanın ve ülkenin şartlarına, kanunlara uygun hareket etmeli. Kur’an-ı
kerimde ve hadis-i şeriflerde fitneye sebep olmanın kötülüğü açıkça
bildirilmiş ve fitneden uzak durmak emredilmiştir.
Bunun için en iyi emr-i maruf, uygun bir din kitabını bir din kardeşine
vermektir.
Temelsiz bina olmaz
Sual: Bid’at ehli olan yazarların kitaplarını okuyan arkadaşlarım var.
Bunlara, o yazarların hatalarını tek tek göstersem, onları kolayca ikna
etmiş olmaz mıyım?
CEVAP
Hayır, gösterseniz de değişen bir şey olmaz. Mesela, bu yazar
gayrimüslimlerin de, Cennete gidebileceğini söylüyor deseniz, altyapısı
yoksa, (Sen ondan iyi mi biliyorsun, o diyorsa elbette Cennete gider)
diyebilir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(İslamiyet’ten başka bir din arayan, iyi bilsin ki, [bulacağı] o din
asla kabul edilmez ve o, ahirette en büyük zarara uğrar.) [Al-i İmran 85]
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Bana inanmayan Yahudi ve Hristiyan, mutlaka Cehenneme
girecektir.) [Hakim]
Aynı şekilde, bu yazar Hazret-i Osman’a dil uzatıyor deseniz, o
diyorsa bir bildiği vardır diye cevap verebilir. Önce Hazret-i Osman’ı
tanıması gerekir. İki hadis-i şerif meali:
363
www.dinimizislam.com
(Osman Cennettedir.) [Tirmizi, İbni Mace, Taberani, İ. Asakir,
Beyheki, Dare Kutni, Hâkim, Ebu Nuaym, İbni Said]
(Şu dört kişinin sevgisi bir münafığın kalbinde toplanmaz. Ebu
Bekir, Ömer, Osman ve Ali.) [İbni Asakir]
Bunları bilmeyen kimse, sizin sözünüzle o yazarın hatalarını kabul
etmez. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında, uydurma hadis olmayacağını
da bilmediği için, hadis-i şeriflere uydurma diyebilir. Hattâ daha çok
düşman olup, Hazret-i Osman’a karşı, okuduğu yazarı savunmaya
başlayabilir. Yani, önce altyapı gerekir. Temel olmadan, üzerine sağlam
bina yapılamaz. Bunun için, o tür yazarların, fanatik okuyucularına, delil
göstermenin faydası olmaz. Tartışmaya sebep olmayacaksa, uygun bir
kitap verilebilir. Nasibi varsa gerçeği görür.
Karşı cinsle chat
Sual: Dinimizi anlatmak için, karşı cinsten biri ile arkadaşlık kurmak ve
onunla chat yapmak caiz midir?
CEVAP
Hayır, caiz olmaz. Yasak edilenden sakınmak, emri yapmaktan önce
gelir. Mesela, üstünde, namaza mani olacak kadar çok necaset bulunan
kimse, avret yerini açmadan veya başka bir sebeple temizlemesi mümkün
değilse, başka elbisesi de yoksa, o haliyle kılar, çıplak kılmaz. Hatta
temizleme imkanı olsa; ama yanında yabancılar varsa, temizlemeden
namazını kılar. Çünkü başkalarının yanında avret yerini açmak yasak,
necaseti temizlemek ise emirdir. Emir ile yasak bir araya gelince, önce
yasaktan sakınılır. Yani avret yeri açılmaz. Bir emri yapmak, bir haramı
işlemeye sebep olursa, haram işlememek için, o emir terk edilir.
Bunun gibi, gayrimüslim bir kadın, (Benimle günah işlersen
Müslüman olacağım) dese, onun Müslüman olmasını sağlamak için bu
günahları işlemek de, kesinlikle caiz olmaz.
Hacca gitmesi farz olan bir kadın, yanında mahremi yoksa, farzı
yapmak için hacca gitmesi haram olur. Karşı cinse, günah işleyerek emr-i
maruf yapılmaz. Niyetinin iyi olması onu kurtarmaz. Uygun bir yol ile, dini
bir kitap hediye etmek yeter.
Forumlara yazı göndermek
Sual: İnternetteki forumlara veya başkalarına ait mail gruplarına, dini
yazı göndermek uygun olur mu?
CEVAP
Forumlarda ve mail gruplarında her türlü insan, mesela bid’at ehli veya
başka fanatik kimseler bulunabilir. Tartışmaya sebep olabilecek işlerden
uzak durmalı, bunun yerine tanıdığımız kimselere, uygun dini site ve mail
364
www.dinimizislam.com
gruplarını tavsiye etmelidir. Sitemiz www.dinimizislam.com adresinde,
her türlü dini bilgi mevcuttur. Sorulara verilen cevaplar, mail grubunun
üyelerine de gönderilmektedir.
Hâl sözden etkilidir
Sual: Emr-i maruf yapmak farzdır. Kimin hatasını söylesek, tepki
veriyor, sana ne der gibi bizi tersliyor. Bu farzı yapmama sorumluluğundan,
nasıl kurtulabiliriz?
CEVAP
Emr-i maruf, farz-ı ayn değil, farz-ı kifayedir. Kendimiz, dinimizin
bildirdiği şekilde emr-i maruf yapamıyorsak, emr-i maruf yapanlara
herhangi bir şekilde yardım etmelidir. Mesela, uygun bir din kitabını alıp
başkasına vermek, emr-i maruf olur. Hiçbir yardım yapamayan, dua ile
yardım etmeye çalışmalıdır.
Bir başka husus, ona buna nasihat vermeye çalışmaktan çok,
kendimize emr-i maruf yapmalıyız. Kendi hatamızı görüp, düzeltmeye
çalışmalıyız. Dinimizin bildirdiği güzel ahlak ile süslenmeli, hâl ve
hareketlerimizle örnek olmaya çalışmalıyız. (Lisan-i hâl, lisan-ı kalden
entaktır) sözü meşhurdur. Yani, insanın hâl ve hareketi, sözünden daha
tesirli olur. Müslümanların güzel hâllerine bakıp, doğru yolu bulanlar çoktur.
Dört türlü sevab
Sual: Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını yayan da, sevaba kavuşur
mu?
CEVAP
Evet dört türlü sevaba kavuştuğu bildirilmiştir:
1- Emr-i maruf, nehy-i münker sevabı.
2- Gaza yani cihad sevabı.
3- İlim öğretmek sevabı.
4- İnsanları sevindirmek ve onların kalblerine sürur vermek sevabı.
Yeni site açmak
Sual: Muteber kaynaklardan hazırlamak şartıyla, Ehl-i sünnete uygun,
yeni bir internet sitesi açmak uygun olur mu? Yoksa mevcut muteber
sitelere giden yolu tıkamış mı oluruz? Rakip mi olmuş oluruz?
CEVAP
Rakip olmaz, destekleyici olur. Çok iyi olur. Kendi görüşümüzü
yazmazsak kitaplardan aynen alırsak, trafikteki yol işaretleri gibi gidilecek
istikameti gösterirsek, hizmet olur. Ne kadar çok site olursa, o kadar iyi
olur. Her siteyi farklı kişiler ziyaret edebilir. Doğruyu bulma ihtimali çoğalır.
İmkânı olanlar, yeni site açmalıdır; fakat fitneye de çok dikkat etmelidir.
Kitaplardaki her bilgiyi aynen yazmak fitneye sebep olabilir. Zamanın ve
365
www.dinimizislam.com
insanların şartlarını da göz önünde bulundurmalıdır. Bunun için de,
hazırladığı siteyi önce güvendiği bir kimseye kontrol ettirmelidir. Âhir
zamanda, en kıymetli hizmet, fitneye sebep olmadan yapılandır.
Kitap hediye etmek ve satmak
Sual: Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını satmak, hediye etmekten
daha mı iyi olur?
CEVAP
Hayır, satmak daha iyidir diye bir şey yoktur. Din kitaplarını, üstüne kâr
koyarak satmak zaten caiz olmaz; ancak maliyetini ve satarken yapacağı
masrafları karşılayacak kadar cüz’i bir kâr koyabilir.
Maliyetinden daha düşük fiyata, zararına yani çok ucuza bile satılsa,
satın alan kimse, hiç olmazsa para verdim diyerek kitabı okuyabilir. Bedava
alınca kıymeti pek bilinmeyebilir. Bu bakımlardan, hediye etmek yerine
ucuza satmak daha iyi olabilir; fakat hediye etme imkanı olunca da, satmak
daha iyi diye düşünmeden hediye etmeli, bu sevabdan mahrum kalmamalı.
Hediye edilse de, kârsız veya çok düşük kârla satılsa da, bu kitapların
dağıtılmasına sebep olmak çok sevabdır. Hangisinin daha uygun olacağı,
o anki duruma göre değişebilir.
Emr-i maruf yaparken
Sual: Emr-i maruf için dini yazıları forumlarda yayınlıyor, maille de
herkese gönderiyorum. Gazetede, televizyonda, dine aykırı bir şey görsem,
hemen arayıp, gerekli ikazı yapıyorum. Camide, bid’at işleyenleri ikaz
ediyorum. Başkaları tepkiyle karşılanıyorsa da bana tepki gelmiyor. Bu
şekilde emr-i marufa devam etmem uygun olur mu?
CEVAP
Tepkiyle karşılaşmamak imkânsızdır. Ya görmemişlerdir veya önem
vermemişlerdir. Bu kadar muhalif insan var. Bugün tepki gösterilmemişse
yarın gösterilebilir. Başka sitelerde mail gruplarında, bunlara karşı cevap
yazılıp bid’atin ve bâtılın yayılmasına sebep olmamalıyız.
Biz sadece uygun gördüklerimize kitap vermeliyiz, uygun dini siteleri
tavsiye etmeliyiz. Trafik levhası gibi sadece yol göstermeliyiz. Müctehid
gibi, görüşlerimizi ictihad olarak, senet olarak göstermemeliyiz. Müctehidler
jeneratör gibidir. Biz jeneratör gibi üretken değil, kablo gibi iletken
olmalıyız. Yani müctehidlerden geleni aynen nakletmeli, ekleme çıkarma
yapmamalıyız. Abdülgani Nablusi hazretleri buyuruyor ki:
Emr-i maruf ve nehy-i münkeri elle yani güç kullanarak yapmak
hükümete; dille, söz ve yazı ile [kitaplarda ve diğer yayın vasıtalarında]
yapmak din adamlarına, âlimlere, kalble yapmak [emr-i maruf yapanlara,
dua ederek ve maddi yardımda bulunmak] ise her Müslümana farzdır.
366
www.dinimizislam.com
Kendinin ve Müslümanların dinine veya dünyasına zarar gelecek işleri
bırakmak vacib olur. (Hadika)
Kadızade Ahmed Efendi de buyuruyor ki:
Etkili olacaksa, emr-i marufu yapmak vacib, fitneye sebep olacaksa
terk etmek vacib olur. (Birgivi şerhi)
Tartışmanın zararı
Sual: Arkadaşlarla bazı dini konularda tartışmaya girdik. Daha önce
bildirdiğim konularda delil olacak belgeler gönderir misiniz?
CEVAP
Ben 70 yaşındayım, bu kadar zaman içinde bir kişiyi delille ikna
edemedim. Hidayete kavuşturan Allahü teâlâdır. Yani bu bir nasip
meselesidir. Tartışma, dostların dostluğunu azaltır, düşmanın ise
düşmanlığını artırır. Emr-i maruf için en uygunu, İslam Ahlakı gibi bir kitap
vermektir. Büyüklerin sözüyle yola gelmeyen kimse, bizim sözümüzle nasıl
yola gelir ki? Tartışmayı, delil göstermeyi bırakıp, sadece kitap vermeli ve
gerisine karışmamalıdır.
Tartışmaya sebep olmayacak olsa bile, hatırımızda yanlış kalmış
olabilir veya yanlış nakledebiliriz. Doğru bile nakletsek, bizim söylediğimizi
kabul etmek, karşıdakinin nefsine ağır gelebilir; ama kitaptan kendisi
okursa, nasibi de varsa, kabul etmesi daha kolay olur; çünkü evliya zatların
sözlerinde rabbânî tesir olur.
Paylaşım siteleri
Sual: Bazı arkadaşlar, Facebook gibi paylaşım sitelerine iyi niyetle
üye olup, (Dinimize hizmet için, bu sitelere İslamiyet’i anlatan yazılar
koyuyoruz) diyorlar. Bunun sakıncaları var mıdır?
CEVAP
Öyle sitelerde, dine ve kanuna aykırı olan birçok sayfalar, yazı ve
videolar olabiliyor. Yani oralara üye olmak, birçok bakımdan uygun değildir.
Dine hizmet etmek isteyenlerin, uygun kitapları ve siteleri uygun
gördüğü arkadaşlarına tavsiye etmeleri, böyle kitap ve sitelerden yazı alıp
kendi grubundaki uygun arkadaşlara göndermeleri yeterlidir. Söylediğimiz
mutlaka doğru olmalı, ama herkese her doğru söylenmez. Uygunsuz
kimselere gönderilirse, fitneye sebep olunabilir. Din büyükleri, (Bu
zamanda en kıymetli hizmet, fitneye sebep olmamaktır) buyuruyor.
Hizmet ediyorum sanarak, bilmeden fitneye sebep olmamalıdır.
Emr-i maruf ve cihad
Sual: Emr-i maruf, cihad demek midir? Cihadsa şartları nelerdir?
CEVAP
367
www.dinimizislam.com
Evet, cihaddır. İslam Ahlakı kitabında deniyor ki:
Bu cihad ikiye ayrılır:
1- Kâfirlere İslamiyet’i tanıtmak, onları küfür felaketinden kurtarmak,
2- Müslümanlara dinlerini, ilmihallerini öğretmek, onların haram
işlemelerine mani olmak.
Bunların her ikisi de, üç türlü yapılır:
Birincisi: Bedenle yapılır. Bunu yalnız devlet yapar. Devletin izni
olmadan şahısların saldırması caiz değildir, eşkıyalık olur.
İkincisi: Her türlü yayın organlarıyla İslamiyet’i yaymak, duyurmaktır.
Bu cihadı, ancak İslam âlimleri yapar veya bunların kitaplarını yaymak
suretiyle yapılır. Asrımızda İslamiyet’e karşı olanlar, misyonerler, masonlar,
komünistler ve mezhepsizler, her türlü yayınlarla İslamiyet’e saldırıyorlar.
Yalanlarla, iftiralarla insanları aldatarak, İslam dinini yok etmeye
çalışıyorlar. Bunlar, milyonlar sarf ederek, basın yoluyla, kitaplar, dergiler
çıkarıyor, internet siteleri kuruyor, radyo ve televizyonlarla bozuk
inanışlarını yayıyorlar. İslamiyet’i dünyaya yanlış olarak tanıttıkları gibi, bir
yandan da, Ehl-i sünnet olan hakiki Müslümanları aldatarak İslamiyet’i
içerden yıkmaya çalışıyorlar. Müslüman olmak isteyen yabancılar, bu
propagandalar karşısında ne yapacaklarını şaşırıp, ya Müslüman olmaktan
vazgeçiyor yahut yanlış, bozuk bir yola girerek, Müslüman olduklarını
sanıyorlar.
İslam’ın iç ve dış düşmanlarının yıkıcı, aldatıcı propagandalarına karşı
Ehl-i sünnet âlimlerinin yolu olan hakiki Müslümanlığı, yani Muhammed
aleyhisselamın ve Eshab-ı kiramın yolunu, medya yoluyla bütün dünyaya
yaymak, günümüzün en kıymetli cihadıdır.
Üçüncüsü: Dua yoluyla yapılan cihaddır. Bütün Müslümanların bu
cihadı yapmaları farz-ı ayndır. Bunu yapmamak, büyük günah olur. Bu
cihad, cihadın birinci ve ikinci kısımlarını yapanlara dua etmekle olur.
Bu üç türlü cihadı, Allahü teâlânın yardımına güvenerek ve dinine
uyarak yapanlara, Allahü teâlâ muhakkak yardım eder. Bunun için
çalışmadan, birbirimizi sevmeden, oturduğumuz yerde yapılan duaları
Allahü teâlâ kabul etmez. Duanın kabul olması için, önce sebeplerine
yapışmak gerekir.
Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını yayan vakıflara, kuruluşlara yardım
etmek, malla cihad olur. Bedenle ve parayla cihad edenlere, Allahü teâlâ
Cenneti söz vermiştir. (Müftiy-yi mücahid)
İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
İslamiyet’in emirlerini bildirip yaymak için, keramet sahibi olmak
gerekmez. Herkesin bilgisi ve gücü nispetinde çalışması şarttır. İmkânım
368
www.dinimizislam.com
yoktu diyerek, bahane ileri sürmek, kıyamette insanı azaptan kurtarmaz.
(Mektubat-ı Rabbani)
Yanlış konuşanları tenkit etmek
Sual: Cübbeli hoca; Vehhabilik, mutezile gibi sapık mezheplerin
yanında, İbni Teymiyye, M. Abduh, Ali Şeriati, M. İslamoğlu, Y. N. Öztürk,
Z. Beyaz, A. Oktar, A. R. Demircan, H. Karaman, A. Bulaç gibi yazarları da
tenkit ediyor. Tenkitlerinde, kiminin Cehennem ebedi değil dediğini, kiminin
mason Abduh’u övdüğünü, kiminin kendisini Mehdi sandığını, kiminin
mezhepsizliğini ilan ettiğini, kiminin kaderi, kabir azabını ve şefaati inkâr
ettiğini, kiminin Hıristiyanları Cennete sokmaya çalıştığını, kiminin de,
Kur’an-ı kerimdeki bazı âyetlerin tarihsel dediğini bildiriyor. Bu tenkitleri
yerinde midir?
CEVAP
Dine aykırı konuşan kimseleri tenkit etmek, elbette yerindedir. Tenkit
etmezse, o zaman suç işlemiş olur. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Ortalık karıştığı, yalanlar yazıldığı, âdetlerin ibadetlere
karıştırıldığı ve Eshabıma dil uzatıldığı zaman, doğruyu bilenler
herkese bildirsin! Allahü teâlânın, meleklerin ve bütün insanların
laneti, doğruyu bilip de, gücü yettiği halde bildirmeyene olsun!)
[Deylemi]
(Bid’atler yayılıp, sonra gelenler, öncekilere lanet ettiği zaman,
doğruyu bilenler herkese söylesin! Söylemeyip gizleyen, Allah’ın
indirdiği Kur’anı gizlemiş olur.) [İ. Asakir]
Cübbeli hoca, bu hadis-i şeriflerin gereğini yerine getirmeye çalışıyor.
Kendisini tebrik ediyor, Allahü teâlâ yardımcısı olsun diyoruz.
Aynı konuların bir kısmına kısaca dokunalım:
1- Hazret-i Mehdi gelmemiştir. Hiç kimse kendinin veya hocasının
Mehdi olduğunu söyleyemez; çünkü Mehdi’nin birçok alametleri vardır. Bu
alametler günümüzdeki insanlarda yoktur. Hazret-i Mehdi’nin adı
Muhammed, babasının adı Abdullah ve kendisi seyyid olacaktır. Gökten bir
melek, (Bu Mehdi’dir) diyeceği hadis-i şerifle sabittir. Daha başka
alametleri de vardır. Bu vasıfları taşıyan hiç kimse gelmedi.
2- İbni Teymiyye gibi cehennem ebedi değil denmesi Kur’an-ı kerime
aykırıdır. Birçok âyet-i kerimede cennet ve cehennemin ebedi olduğu
bildiriliyor. (Bekara 25, Al-i İmran 116, Maide 85, Enam 128, Tevbe 68,
Hud 107)
369
www.dinimizislam.com
3- İmanın altı esasından biri kadere imandır. Kaderi inkâr eden kâfir
olur. Kader hakkında birçok âyet-i kerime vardır. İkisinin meali şöyledir:
(Yaptıkları küçük büyük her şey, satır satır kitaplarda yazıldı.)
[Kamer 52, 53]
(Biz, her şeyi kaderle yarattık.) [Kamer 49]
İki hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Kaderi inkâr edene, bütün peygamberler lanet eder.) [Taberani]
(Kadere, hayra ve şerre inanmayan iman etmiş sayılmaz.) [Tirmizi]
4- Kabir azabını inkâr eden Ehl-i sünnetten çıkar. Bir hadis-i şerif meali
şöyledir:
(Kabir azabı haktır.) [Buhari]
İmam-ı a’zam hazretleri buyurdu ki: Kur'an-ı kerimde (Onlar, sabah
akşam ateşe sokulurlar. Kıyametin kopacağı günde, “Firavun
hanedanını azabın en çetinine sokun!” denilecek) buyuruldu. (Mümin
46) [Sabah akşam görecekleri azap, Kıyametten öncedir. Âyetin
devamında onların şiddetli azaba sokulacağı bildiriliyor. Birincisi kabir
azabı, ikincisi ise cehennem azabıdır. (El-Kavl-ül fasl)]
İmam-ı Gazali hazretleri de, (Bu âyet kabir azabını gösteriyor)
buyurdu. (İhya)
İmam-ı Süyuti hazretleri, kabir azabı ile ilgili Şerhussudur isminde
müstakil bir eser yazmıştır. Buhari ve Müslim ve diğer hadis kitaplarındaki
kabir azabıyla ilgili hadis-i şerifleri nakletmiştir. Her hadis kitabında kabir
azabı bildirilmektedir. Kabir azabını inkâr eden, bütün hadis kitaplarını
inkâr etmiş olur. Ehl-i sünnetin dışında kalır.
5- Şefaati inkâr eden de Ehl-i sünnet olamaz. Şefaatle ilgili birkaç
âyet-i kerime meali:
(O gün, kimse şefaat edemez. Ancak Rahman olan Allah’ın izin
verdiği ve sözünden hoşlandığı kimse şefaat eder.) [Taha 109]
(Rahman olan Allah’ın nezdinde söz ve izin alanlardan başkası
şefaat edemez.) [Meryem 87] (Bu iki âyette, Allahü teâlânın izin verdikleri
şefaat edecek, başkaları edemez diyor.)
(Allah’ı bırakıp da, taptığı putlar şefaat edemez. Ancak hak dine
inanıp ona şahitlik eden kimseler şefaat eder.) [Zuhruf 86] (Putlar
elbette şefaat edemez. Ama hak yoldakilerin şefaat edeceği bu âyette de
açıkça bildiriliyor.)
(Allah’ın izni olmadan kim şefaat edebilir?) [Bekara 255] (Bu âyet
de Allah’ın izniyle şefaat edileceğini gösteriyor.)
(Bütün şefaatler Allah’ın iznine bağlıdır.) [Zümer 44] (Demek ki çok
şefaat edecekler vardır ki, hepsi de Allahü teâlânın iznine bağlıdır.)
370
www.dinimizislam.com
Şefaatin hak olduğunu bildiren çok hadis-i şerif var bir tanesi şöyledir:
(İmanla ölen günahkârlara şefaat edeceğim.) [Buhari, Müslim]
Bütün müfessirler, muhaddisler ve fakihler gibi, dört mezhep imamı da
şefaatin hak olduğunu bildirmişlerdir. Bütün âlimlerin en büyüğü olan
İmam-ı a’zam hazretleri, (Peygamberler, âlimler ve salihler, günahkârlara
şefaat edecektir) buyurdu. (Fıkh-ı ekber)
6- Ehl-i kitab olan Yahudi ve Hıristiyanların cennete gideceğini
söylemek Kur’an-ı kerime de hadis-i şeriflere de aykırıdır. Bir âyet-i kerime
meali:
(Elbette, ehl-i kitab [Yahudi ve Hıristiyan] veya müşrik olan bütün
kâfirler cehennem ateşindedir, orada ebedi kalırlar.) [Beyyine 6]
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Beni duyup da iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan elbette
Cehenneme girecektir.) [Hâkim]
7- Kur’an-ı kerime tarihsel diyen, hükmü kalmadı diyen, Ehl-i
sünnetten çıkmakla kalmaz, kâfir olur. Bir âyet-i kerime meali:
(Bugün, dininizi ikmal ettim. Size olan nimetlerimi tamamladım ve
sizin için din olarak İslam’ı seçtim, beğendim, razı oldum.) [Maide 3]
İslamiyet’ten başka din aramak kâfirliktir. Allah başkasını kabul etmez.
Bir âyet-i kerime meali:
(İslam’dan başka din arayan, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.)
[Al-i İmran 85]
Bid’at ehlini tenkit etmek
Sual: Cübbeli Ahmet hoca, mezhepsizleri, dinde reformcuları, kendini
veya hocasını Mehdi sayanları, (Yahudiler ve Hıristiyanlar da Cennete
gidecek) diyenleri tenkit ediyor. Ayrıca bir konuşmasında, Rusya’da bir
Hıristiyanın, bir hocaya Müslüman olduğunu söyleyince, o hocanın,
(Hıristiyanlar da Cennete gideceğine göre, Müslüman olmana gerek
yok) dediğini, hatta yazar Ali Eren’de bu kimsenin telefon numarasının
olduğu, isteyenlerin arayıp sorabileceğini de söyledi. Cübbeli hocanın
böyle şeyler anlatması ve bid’at ehli sapıkların yanlış görüşlerini açığa
çıkarması, tasvip edilir mi?
CEVAP
Elbette tasvip edilir. Herkesin gücü nispetinde, emr-i maruf ve nehy-i
münker yapması gerekir. Cübbeli hocanın bu konularda anlattıkları
doğrudur.
371
www.dinimizislam.com
Doğruya doğru demek
Sual: Ünlü fitnecileri, birkaç doğru şey söyledi diye savunmak uygun
mudur?
CEVAP
Bir kimsenin doğru sözünü tasdik etmek, her dediğini tasdik etmek
anlamına gelmez. Hak sözü tasdik edilir, bâtıl sözü reddedilir. Ehl-i sünnet
âlimlerinin kitaplarında, bunun örnekleri çoktur. Birkaçını bildirelim:
1- Yusuf Kardavi, kitaplarında, dört mezhebin fıkıh bilgilerini
birbirlerine karıştırdığını, tek bir mezhebi taklit etmenin uygun olmadığını
[yani mezhepsizliği] savunuyor. Böylece, Ehl-i sünnet âlimlerinin yolundan
ayrılıyor. Bundan dolayı, yazıları senet olamazsa da, sakalla ilgili hadis-i
şerifi Ehl-i sünnete uygun açıklamıştır. Bunun için, Kardavi’nin sakal
hakkındaki yazısı, Hanefi mezhebinin reyini açıkladığı için, vesika olarak
alınması uygun görüldü. (S. Ebediyye)
2- Zemahşeri, Ehl-i sünnet değil, mutezile mezhebindeydi; ancak
Zemahşeri, Kur’an-ı kerimin mucize olduğunu anlatmakta; esas, senet olan
belagat ilminin âlimlerinin en yüksek derecesinde olduğundan, Ehl-i
sünnetin tefsir âlimleri, Kur’an-ı kerimin belagatini anlatan kısımları, onun
tefsirinden almışlardır. (S. Abdülhakim Arvasi - S. Ebediyye)
3- İbni Teymiyye’yi İslâm âlimleri şiddetle tenkit ettikleri halde, Şiilere
reddiyesini tasvip edip, şöyle demişlerdir:
İbni Teymiyye, (Minhac-üs-sünne) kitabında, Şii âlimlerinden İbnil
Mutahhir’in
(Minhac-ül-kerame)
kitabını,
kuvvetli
vesikalarla
çürütmektedir. Yine İbni Teymiyye, (Fedail-i Ebi Bekr ve Ömer) kitabında,
Eshab-ı kiramın üstünlüklerini, kuvvetli delillerle açıklamaktadır. (E. Kiram
kitabı)
İslam âlimleri, kâfirlerin bile dinimizi öven sözlerini nakletmişlerdir. Bu,
kâfirleri övmek demek değildir. Bunlardan birkaçı şöyledir:
1- Hatip, Peygamber, kanun koyucu, cengâver, yeni iman esasları
koyan, büyük bir İslam devleti ve medeniyeti kuran büyük insan; işte
Muhammed [aleyhisselam] budur. İnsanların, büyüklüğü ölçmek için
kullandıkları bütün mikyaslarla ölçülsün. Acaba Ondan daha büyük bir
kimse var mıdır? Olamaz. (Lamartine)
2- Müslümanlar, en azametli ve muzaffer günlerinde bile, mutaassıp
olmamıştır. İslamiyet, dünyayı yaratana ve Onun eserine hayran olmayı
emretmektedir. Batı, korkunç bir karanlık içindeyken, Doğu’da parlayan göz
kamaştırıcı İslam yıldızı, azap çeken dünyaya ışık, barış ve rahatlık
vermiştir. (Gandhi)
372
www.dinimizislam.com
3- Kur’anda yazılı olan esasların doğruluğuna inanıyorum. Bunlar,
insanları bahtiyarlığa götürecektir. (Napoléon)
Kadının cihadı
Sual: Saçlarını açıp mahremsiz Amerika’daki kiliseye giden bir kadın,
(Biz cihad için, dine hizmet için saçlarımızı açıyoruz. Uzak da olsa
mahremsiz yola çıkmamız ve saçlarımızı açmamız günah olmaz) diyor.
Günah olmaz demekle küfre girmiş olmuyor mu?
CEVAP
Harama helal demek, elbette küfür olur. Savaşmak, cihad etmek
erkeğin görevidir. Kadına farz değildir. Kadının cihadı, evinde oturup
kocasıyla iyi geçinmektir. Bir hadis-i şerif meali şöyle:
(Kadının cihadı, kocasıyla iyi geçinmektir.) [Taberani]
Kadının zaruretsiz başını açması büyük günahtır. Sadece genç
kadınlara değil, yaşlı kadınlara, ninelere de saçlarını açması, kollarını,
gerdanını yabancılara göstermesi günahtır. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Evlenme arzusu kalmayan [hayızdan, nifastan kesilmiş, çocuk olma
durumu kalmayan] ihtiyar kadınların ziynetlerini göstermemek şartıyla,
dışa giydikleri [manto gibi] elbiselerini çıkarmalarında bir vebal yoktur;
ama sakınmaları [mantolarını giymeleri] daha iyi olur.) [Nur 60]
Müminlerin anneleri için bile, (Siz diğer kadınlar gibi değilsiniz,
[yabancılarla] yumuşak konuşmayın, kalbinde fesat bulunanlar, kötü
ümide kapılır. Evlerinizde oturun, eski cahiliye kadınları gibi açılıp
saçılmayın) buyuruluyor. (Ahzab 32-33)
İkincisi, dinimizde bir ölçü vardır. Farzla haram çakışırsa, haram
işlememek için farz, duruma göre tehir veya terk edilir; çünkü haramdan
kaçmak, farzı yapmaktan önce gelir. Bir hadis-i şerifte, (Çok az bir
günahtan kaçınmak, bütün cin ve insanların ibadetleri toplamından
daha iyidir) buyuruluyor. Her günah, Allahü teâlâya isyan olduğundan,
büyüktür; fakat bazısı, bazısına göre küçük görünür. Bir küçük günahı
yapmamak bütün cihanın nafile ibadetlerinden daha sevabdır, çünkü nafile
ibadet yapmak farz değildir. Günahlardan kaçınmaksa farzdır. (Rıyad-unnasıhin)
Haramdan kaçmanın sevabı, farzları yapmanın sevabından daha
fazladır. Haram işleyerek farz yapılmaz. (İslam Ahlakı)
Birkaç örnek verelim:
1- Avret yerini açmadan necaseti temizlemek mümkün olmazsa,
namazı, öyle kılar. Çünkü temizlemek emirdir. Açmak yasaktır. Günahtan
kurtulmak önce gelir. (İbni Abidin istinca bahsi)
373
www.dinimizislam.com
2- Zengin olan bir kadının, hacca gitmesi farzdır. Hacca yalnız
gitmesiyse haramdır. Mahremi bulunmadığı müddetçe, haram işleyerek,
yalnız başına hacca gidemez. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kadın, yanında bir mahremi olmadan hacca gidemez!) [Bezzar]
Bunun gibi farz olan tavafı yapabilmek için erkeklere dokunarak,
haram işleyerek tavaf yapamaz. Kalabalık olmadığı zamanlarda tavaf eder.
(S. Ebediyye)
Farz olan hacca gidemeyen, nasıl olur da cihad ediyorum diye
Amerika’ya mahremsiz gidebilir? Hele saçlarını açması ise daha büyük
günahtır. Amerika’ya gitmek farz olsa bile, haram işleyerek gidilmez.
3- Bir gayrimüslimin Müslüman olmasına sebep olmak çok büyük
sevabdır. Kâfir bir kız, “Benimle dans edersen müslüman olurum” dese,
müslümanın, iyi niyetle onunla dans etmesi veya başka günah işlemesi
caiz olmaz. Kız gerçekten Müslüman olsa bile, kızla günah işlemesi caiz
olmaz.
(Ameller niyete göredir) hadis-i şerifi, taat ve mubahlara niyete göre
sevap verileceğini bildirmektedir. Günahlar, ne kadar iyi niyetle işlense de,
günah olmaktan çıkmaz. (S. Ebediyye)
Günah işleyerek
Sual: S. Ebediyye’de, (Kızlardan ebe, jinekolog yetiştirmeli.
Kadınları, kadın doktora göstermeli) deniyor. Kadınların erkeklere
muayene olup, günah işlemelerine engel olmak için, her ne kadar çeşitli
günahlar işleyerek eğitimini sürdürecek olsa da, kızımın doktor olmasında
bir sakınca var mıdır?
CEVAP
Doktor olmak kıymetlidir, ne sakıncası olur ki? Kadın erkek ayrımı
yapmadan herkesin okuyup bilgi sahibi olması büyük fazilettir. Fakat
erkeğin de, kadının da, okurken, hattâ ibadet ederken, günah işlemesi caiz
olmaz. Mesela zengin bir kadının, farz olan hacca mahremsiz gitmesi caiz
olmaz, haram olur. Kadın, tesettüre riayet edemezse veya daha başka
günah işlemek zorunda kalırsa, böyle günah işleyerek çalışması, hattâ ilim
öğrenmesi çok yanlış olur. Başka kadınları günahtan kurtarmak niyetiyle
kendisinin günah işlemesi asla caiz olmaz. (Kızlardan ebe, jinekolog
yetiştirmeli) demek, günah işlemelerine sebep olmadan bu işleri yapmalı
demektir.
Dinin emrini bildirmek
Sual: (Şunu yapan kâfir olur, namaz kılmamak büyük günahtır,
kılmayanın duası kabul olmaz) gibi şeyler söyleniyor. Kimin kâfir
374
www.dinimizislam.com
olacağını, kimin duasını kabul edeceğini sadece Allah bilmez mi? Bir de
bunları söylemek, insanları dinden soğutmaz mı?
CEVAP
Kimin kâfir olacağını, kimin duasını kabul edeceğini elbette Allahü
teâlâ bilir. Bunlar Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde bildirilmiştir. Yani
bunları bildiren, Allahü teâlâ ve Resulüdür. İslam âlimleri de bunları
kitaplarına yazmışlardır. Aksi halde, âlimler görevlerini yapmamış olurlardı.
Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Bildiğini söylemeyen âlimin ağzına, kıyamette ateşten gem
vurulur.) [Tirmizi]
Dinimizin emir ve yasaklarını bildirmeye emr-i bil maruf ve nehy-i anil
münker denir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İçinizde, hayra çağıran, marufu emreden ve münkeri nehyeden
bir topluluk bulunsun. İşte bunlar, kurtuluşa erenlerdir.) [Âl-i İmran
104]
Maruf, dinimizin emrettiği hususlardır. Münker ise, dinimizin
yasakladığı yani Allahü teâlânın razı olmadığı işlerdir.
Emr-i maruf ve nehy-i münker yapanlara, yani dinin emirlerini
bildirenlere, (Sen Allah adına nasıl konuşursun, namaz kılmamanın günah
olduğunu nereden biliyorsun) diye hakaret etmek cahilliktir. Allahü teala
(Emrimi bildirin) buyurduğu için, Peygamber efendimiz ve İslam âlimleri
kimlerin Cennete; kimlerin Cehenneme gideceğini bildirmişlerdir.
İnsanları soğutma iddiası da doğru değildir. İnsanlar soğuyacak diye,
Resulullah efendimiz ve âlimler dinin emirlerini bildirmeyecek mi? Şarap
haramdır, açık gezmek haramdır demeyecekler mi? Peygamber efendimiz
de dinin emirlerini bildirince, müşrikler taşladılar, dinden daha çok
soğudular. (Hiç bildirmeseydi, tebliğ etmeseydi kimse soğumazdı,
kimse Ona düşman olmazdı) denilemeyeceği gibi, (Dinin emrini
bildirmekle insanlar dinden soğur) demek de, çok yanlış olur.
Kırkıncı yılımız
Sual: Gazetemizin kırkıncı kuruluş yıldönümü hepimize mübarek
olsun. 40 yıldır okuyorum. Özellikle, daha önceki ismi Bizim Sayfa olan
İnsan ve Toplum sayfasını hiç kaçırmıyorum. Bize dinimizi, Ehl-i sünnet
itikadını öğretiyorsunuz. Hafta sonları yayınladığınız sohbet tadındaki
yazılarla da, Allahü teâlânın sevgili kullarını sevmemize, tanımamıza vesile
oluyorsunuz. Bütün bunlar için, size ne kadar teşekkür etsek azdır.
Gazeteden ve kitaplarımızdan öğrendiğim bilgileri, çevremdekilere,
arkadaşlarıma da aktarmaya çalışıyorum. Bazıları kabul edip teşekkür
375
www.dinimizislam.com
ediyor. Bazıları ise kabul etmediği, inanmadığı gibi, hakaret edenler de
oluyor. Ne yapmam uygun olur?
CEVAP
Her şey, herkese anlatılmaz. Kabul edebileceklere tavsiye edilebilir.
Zaten söylediklerimiz doğru olsa bile, kendi ifadelerimizle anlatmak uygun
olmaz. Karşı taraf, (Senin neren benden üstün, sen kim oluyorsun da bana
akıl veriyorsun) diye düşünebilir. Kendisinin bilmediğini kabullenmek,
nefsine ağır gelebilir; fakat gazeteden veya kitaptan okursa, kendisiyle baş
başa kalır. Büyük zatların yazıları da olduğu için, kabul etmesi daha kolay
olur. Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî hazretleri, (Evliya zatların sözlerinde,
Rabbânî tesir vardır) buyuruyor.
Bunun için, arkadaşlarımıza, yakın çevremize, gazeteye abone
olmasını tavsiye ederek veya uygun dini kitaplardan vererek, tavsiye
ederek, faydalı olmaya çalışmalıyız. Peygamber efendimiz, (Bir talebe,
dinden bir mesele öğrenmek için evinden çıksa, hocasının evine
kadar yürüse, “Bu şerefli kul benim üzerime bassın” diye, melekler
kanatlarını onun ayaklarının altına döşer. Gökteki bütün kuşlar,
karadaki bütün hayvanlar, denizdeki bütün balıklar, bu kul için, “Yâ
Rabbi, bu senin dinini öğrenmek için yola çıkmış, affet bunu” diye istiğfar
ve dua ederler) buyuruyor. Bu, sadece öğrenmek için gidene verilen
ecirdir. Öğretmek için giden, elbette bundan daha çok ecir alır.
Duanın önemi
Bir gazetenin, 40 yıl boyunca istikrarla yayınlarına devam etmesi,
okuyucularının ilgisi, sahip çıkması ve dualarıyla mümkün olabilir.
Gazetemizin sahibi de, duanın önemini her fırsatta dile getirmiş; bir
konuşmasında, (Büyüklerimizin, ana babamızın, arkadaşlarımızın ve bütün
Müslümanların dualarıyla, bugünlere geldik elhamdülillah. Çölde kalmış
insanın suya hasreti gibi, herkesten dua almaya bakmalıyız. İnsan, dua
alarak Allah’a yakın olur. Din büyüklerimiz bildiriyor ki, şu üç şey
kibirdendir: Bilmediğini sormamak, danışmamak, hatasını söyleyene
teşekkür etmemek ve insanlardan dua istememek) demiştir.
Gazetemizin, daha uzun yıllar hizmete devam etmesi için, dualarınızı
bekliyoruz.
Kötüyü düzeltmek
Sual: Tesettürlü, namazını kılan bir abla, uygunsuz giyinen ve
uygunsuz bir iş yapan başka bir kadını yola getirmek için, onunla arkadaş
oldu. (Eninde sonunda ben bunu doğru yola getireceğim) diye çok gayret
sarf etti. Bir müddet sonra bu ablayla karşılaştım, onun da öteki gibi
376
www.dinimizislam.com
açıldığını gördüm. Elini verip kolunu alamayan kimsenin durumuna düştü.
Bu olay beni ürküttü. Peki, o zaman emr-i marufu nasıl yapacağız?
Kendimizi tehlikeye atarak mı?
CEVAP
Bu olay da gösteriyor ki, kötü bir kimseyi düzeltmeye çalışacağım diye
onunla arkadaşlık edilirse, kendisinin bozulma ihtimali daha fazla olabilir.
Kötü arkadaşı düzeltmek için onunla düşüp kalkmaya çalışırsak, onun bir
eğrisini düzeltmeye çalışırken, o bizim on doğrumuzu bozar. (Kötünün
bana ne zararı dokunur?) demek çok yanlıştır. Çürük bir meyve, bir çuval
meyvenin çürümesine sebep olur. Bir çuval meyve bir çürüğü sağlam hale
getiremez. Yapmak, düzeltmek çok zor, yıkmak ise çok kolaydır.
(Süleymaniye camisini iki işçi yıkabilir, ama yapmak için bir Sultan
Süleyman, bir de Mimar Sinan lazımdır) demişlerdir. Yine bunun gibi, (Bir
deli kuyuya taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış) denmiştir. Büyük bir taşı,
dağın tepesinden aşağıya yuvarlamak çok kolay, fakat aşağıdan yukarı
çıkarmaksa çok zordur.
Kötü arkadaştan uzak durmaya çalışmalı. Onun için Peygamber
efendimiz buyurdu ki:
(Kişinin dini, arkadaşının dini gibidir. Kiminle arkadaşlık ettiğinize
dikkat edin!) [Hâkim]
Yukarıda görüldüğü gibi, namaz kılan tesettürlü abla, kötü kimseyle
arkadaşlık etti ve bunun neticesinde de, onun bozuk yoluna, onun bozuk
dinine girmiş oldu.
Kalb, kötü kimselerin yanında gaflete dalınca, şeytan da vesvese verir.
Zamanla o arkadaşa uymaya çalışır. Bunun için, arkadaşın ve çevrenin
etkisi çok büyüktür. Fâsık kadınla arkadaşlığın zararı daha büyük olur. Bir
hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Bir kötü kadının fücuru [kötülüğü] bin erkeğin fücuruna bedel, bir
saliha kadının iyiliği yetmiş sıddıkın iyiliğine bedeldir.) [Ebu Nuaym,
Ebu-ş-Şeyh]
Görüldüğü gibi kadınların iyisi çok iyi, kötüsü de çok kötü oluyor.
Kötülerinden uzak durmaya çalışmalı. Onu düzelteceğiz diye kendimizi
bozmamalıyız. Onun için, (Kötü bir kadın, doğru olan kırk erkeği yoldan
çıkarır) demişlerdir.
Böyle kimselere emr-i maruf yapmak için, onlarla düşüp kalkmak
yanlış olur. Uygun bir kitap vermeli, nasibi varsa okur, doğru yolu bulur. O,
doğru yolu bulamasa da, okumasa da, biz görevimizi yapmış oluruz.
377
www.dinimizislam.com
Kanunlara karşı gelinmez
Sual: Bazı kimseler diyor ki:
(Bugün dünya tağutla idare ediliyor. Tağutların kanunlarına uyanlar,
milletvekili, belediye başkanı seçenler, seçilenler, hâkimler, savcılar,
polisler ve bütün memurlar, Avrupa, Amerika ve Asya’da işçi olarak
çalışanlar müşrik olduğu gibi, herhangi bir iş için mahkemeye başvuranlar
da müşriktir. Tağutun idaresinden pasaport alıp yurtdışına çıkanlar, hattâ
hacca gidenler müşrik olur. Trafikte kırmızı ışıkta durmak, yeşil ışıkta
geçmek, tağutun adamlarıyla herhangi bir anlaşma yapmak da şirk olur,
çünkü böyle yapmak, tağutu meşrulaştırmak olur. Onların kanunlarına
uymayıp, onlara karşı gelmek lazımdır.)
Bunları söyleyenler, uzayda yaşamadıklarına göre, kendileri müşrik
olmuyorlar mı?
CEVAP
Bu soruyu kendilerine sormak gerekir.
Peygamber efendimiz ve Eshab-ı kiram, onların tağut dedikleri
putçularla anlaşma yapmadı mı, alış veriş yapmadı mı?
Kâfir ülkesinde çalışmak ve kâfire ücret karşılığı hizmet etmek
dinimizde yasak değildir. Gayrimüslim Avrupa’da çalışmak günah değildir.
Mekke Müslümanları da Habeşistan’a hicret etmişler, orada
gayrimüslimlerin işlerinde çalışmışlardı.
Yusuf aleyhisselam, Peygamber olduğu halde, kâfir hükümet reisinden
vazife istedi. Herhangi bir vazifeye bir zalimin geçmesini önlemek ve
Müslümanlara hizmet etmek için, kâfir olan âmirden bile vazife istemelidir.
İmam, öğretmen, polis olmaya çalışmalıdır. Bir iyilik yapamasa da, hiç
olmazsa, Müslümanlara zarar gelmesini önlemek de ibadet olur. Zaruretsiz
vazifeden istifa etmek de, bunun için caiz değildir. (S. Ebediyye)
İsa aleyhisselam, kâfir hükümdara dahi itaati emretmiştir, çünkü 70–80
kişiyle Roma devletine ve bütün Yahudilere karşı cihad etmek, onlara karşı
gelmek mümkün değildi. İslamiyet’te de hükümete, kanunlara karşı gelmek
men edilmiştir. (Cevap Veremedi kitabı)
Müslüman olsun, kâfir olsun, âdil olsun, zalim olsun, hiçbir hükümete
karşı, isyan etmek, kanunlara karşı gelmek, hiçbir zaman caiz değildir.
Fitne çıkarmamalı, fitne çıkaranların arasına karışmamalı. Komünist
ülkelerinde bulunan bir Müslümanın, İslamiyet’e uygun yaşaması,
ibadetlerini yapabilmesi imkânsız olursa, zalimlere yine karşı gelmemeli, bir
İslam ülkesine hicret etmeli. İslam ülkesine de hicret imkanı yoksa, insan
378
www.dinimizislam.com
haklarına, dine, ibadete saldırmayan herhangi bir memlekete gitmelidir. (S.
Ebediyye)
Kâfire oy verilmez mi? Mecelle’de, (Ehven-i şerreyn tercih olunur)
buyuruluyor. Yani iki zararlı şeyden birini yapmak zorunda kalanın hafifini
tercih etmesi gerekir. Daha kötüsünü önlemek için, ondan daha az zararlıyı
tercih etmek günah olmaz.
Kanuna uymakla karşı gelmemek ayrıdır. İkisi birbirine
karıştırılmamalı. Bir kimse kanunu beğenmiyor, ama karşı da gelmiyorsa,
kanuna aykırı hareket etmiş sayılmaz. Bir de kanunun zorladığı işleri
yapmak günah olmaz. Fıkıh kitaplarımızda deniyor ki:
İkrah, bir insanı, istemediği bir şeyi yapması için, haksız olarak
zorlamak demektir. Bu durumda, zorlanan işi yapmak zaruret olur. Hapis,
dayak, nafakayı kazanmaya ve çalışmaya mani olmak gibi hususlar birer
ikrahtır. Sultanın [kanunların] emirleri de ikrah demektir. (Redd-ül-muhtar,
Dürer-ül-hükkam)
Emr-i marufla ilgili çeşitli sorular
Sual: Yöneticilerin bozuk olmasında toplumun rolü var mıdır? Onları
protesto için eylemler yapmak uygun mudur?
CEVAP
Elbette toplumun rolü vardır. Onlar başka yerden gelmedi ki. Yönetici,
sütün üzerindeki kaymak gibidir. Süt nasılsa kaymağı da ona göredir. Yani
manda sütünün kaymağı manda kaymağı, Deveninki deve kaymağı olur.
Domuz sütünün kaymağı da, domuz kaymağı olur. Demek ki, süt ne ise
kaymağı da öyle olur.
Tavuktan tavuk yumurtası çıkar. Tavuktan deve kuşu yumurtası
beklenmez. Her kaptan içindeki sızar. Bir hadis-i şerif meali:
(Siz nasıl iseniz, öyle idare edilirsiniz.) [Cami-us-sagir]
Yani insanlar iyi ise, iyi idareciler gelir, kötü ise kötü idareciler gelir.
Ortada bir suç varsa toplumda aramalı. Toplum kötü ise, kötü idareciyi
değiştirmekle iş bitmez. Gelen gideni arattırabilir. Onun için dünyadaki kötü
liderlerin toplumları da kötüdür.
Eylem yapmak anarşi çıkarmak olur. Dua ederek sabretmek gerekir.
Bir hadis-i şerif meali:
(Bozuk bir işi düzeltemezseniz, sabredin! Allahü teâlâ onu
düzeltir.) [Beyheki]
Bir âyet meali de şöyle:
379
www.dinimizislam.com
(Ey iman edenler, sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin.
Çünkü Allah elbette sabredenlerle beraberdir.) [Bekara 153]
Allahü teâlâya güvenmelidir. Sabreden zafere kavuşur.
Sual: Bir kimsenin emr-i maruf ve nehy-i münker yapmaya gücü yetse,
buna hiçbir mani de bulunmasa, bu kimsenin hakkı, doğruyu bildirmemesi
günah olur mu?
CEVAP
Emr-i maruf farz-ı kifayedir. Bir yerde emr-i maruf yapılmazsa, gücü
yeten herkes mesul olur. Emr-i maruf çok mühimdir. Emr-i maruf yapan
olmazsa, ilim yok olur. Cehalet ve sapıklık yayılır. Fitne her tarafı kaplar.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Fitne ve fesat yayıldığı, müslümanlar aldatıldığı zaman, doğruyu
bilenler, herkese anlatsın! Anlatmazsa, Allahü teâlânın, meleklerin ve
insanların laneti onun üzerine olsun!) [Ebu Nuaym]
(Ortalık karışır, yalanlar yazılır, âdetler ibadetlere karıştırılır ve
Eshabıma dil uzatılırsa, doğruyu bilenler herkese bildirsin! Allahü
teâlânın, meleklerin ve bütün insanların laneti, doğruyu bilip de, gücü
yettiği halde bildirmeyene olsun! Allah, böyle âlimlerin, ne farzlarını,
ne de başka ibadetlerini kabul etmez.) [Ebu Nuaym]
(Bid'atler yayılıp, sonra gelenler, öncekilere lanet ettiği zaman,
doğruyu bilenler herkese söylesin! Eğer söylemeyip gizlerse, Allahü
teâlânın Muhammed aleyhisselama indirdiği Kur'an-ı kerimi gizlemiş
olur.) [İbni Asakir]
(Bid'atler zuhur edip, Eshabıma kötü sözler söylendiği zaman,
doğruyu bilen, herkese söylesin! Söylemezse Allahü teâlâ böyle âlime
lanet eder.) [Deylemi]
(Bir yerde bir kötülük zuhur edince, o kötülük men edilmezse,
Allahü teâlâ azabını o kavmin hepsine birden indirir.) [Hakim]
Sual: Bir hayra, bir iyiliğe sebep olanın onu yapmış gibi sevap
alacağını yazdınız. Kötülüğe sebep olan da onu işlemiş gibi günah kazanır
mı?
CEVAP
Evet, iyiliğe sebep olan o iyiliği yapmış gibi sevap kazanır. Kötülüğe
sebep olan da o kötülüğü yapmış gibi günah kazanır. Hadis-i şerifte
buyuruldu ki:
(Kötülüğe delalet eden (yol gösteren) onu yapan gibidir.) [Deylemi]
İbni Mesud hazretleri, "Bir günah işlendiğini duyduğu vakit, o günahın
işlendiğine sevinirse, aynı günahı işlemiş gibi olur" buyurdu. Hadis-i şerifte
380
www.dinimizislam.com
de (Doğuda bir adam öldürülür de, batıda olan buna razı olursa, onu
öldürme günahına ortak olur) buyuruldu. (İ. Gazali]
Sual: Önceleri namaz kılarken, uzun süre namazı terk eden eski
arkadaşlarımız var. Üzülüyoruz, hiçbir şekilde mescitte veya başka bir
yerde namaz kılarken görmüyoruz. Bu şekilde düşünmek su-i zan olur mu?
Bunlarla ilişkilerimiz nasıl olmalıdır?
CEVAP
Namaz kılmıyor galiba diye düşünmek insanın elinde değildir. Zannını
tasdik etmek ve o zanna göre karar verip hareket etmek günah olur.
Namaz kılmadığı kesin tespit edilince, diğer insanlar gibi ilişkimiz olur.
Başka namaz kılmayan insanlarla nasıl ilişkimiz oluyorsa bunlarla da öyle
olur. Tanıdık olduğu için ilgilenmek elbette iyi olur. Onları üzmeyecek
şekilde ilgilenmek, nasihat etmek, gazete vermek, kitap vermek, e-mail
göndermek, ilgiyi devam ettirmek iyi olur. Laf söylemekle kimse kolay kolay
yola gelmez. Bu nasip meselesidir. Ama e-mail falan gönderilir. Güzel bir
yazı ise, ondan etkilenebilir, siz de bu işe sebep olmuş olursunuz. Mesela
namazın önemi gönderilebilir, namaz kılmayanlar için bildirilen tehditler
yazılabilir. Özel göndermek yerine umuma gönderiyormuş gibi yapılır.
Maksat bir nevi gizlenmiş olur. Sitemizi de tavsiye edebilirsiniz.
Sual: Çevremdekilere örnek teşkil edebilmek için kültürümü artırmam
gerekiyor. Bana bu yolda tavsiye edebileceğiniz müstesna fikirlerinize
ihtiyacım olduğunu hissediyorum ve öğrettiklerinizin her kelimesi için ayrı
ayrı Allah razı olsun diyorum.
CEVAP
Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye kitabını okumanızı tavsiye ediyoruz. Bu
kitabı okursanız yeterli dini bilgiye sahip olursunuz. Ne din düşmanlarına
aldanır, ne de din adına insanlara kötülük edersiniz. Severek okumanızı
tavsiye ederiz. Ehl-i sünnet âlimlerinin kıymetli eserlerinden tercüme
edilerek hazırlanmış bir kitaptır. Bu kitabı internetten de okuyabilirsiniz:
www.hakikatkitabevi.com
Sual: "Okuldaki arkadaşlarımdan bazıları dini konularda bilgi sahibi
olmalarına rağmen yaklaşık ayda bir kere içki içiyorlar. Namazı da uzun
zamandır terk etmiş durumdalar. Ben onlara bazen nasihat ediyor bazen
de kızıp bağırarak içki içmekten ve namaz kılmamaktan vazgeçirmeye
çalışıyorum. Şimdi ben bunlarla hiç görüşmezsem onları iyice felaketle baş
başa bırakmış mı olurum? Yoksa onları ikaz etmek maksadıyla görüşmeye
devam etmem mi daha uygun olur? Kısaca nasıl hareket edeyim?
CEVAP
381
www.dinimizislam.com
Bağırıp çağırmakla insanlar yola gelmez. Hele aynı yaştaki akran
kimseler birbirinin sözünü dinlemez. Yapılacak iş, onlara doğru kitap,
mesela Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye kitabını vermektir. Bu kıymetli eser
yüzlerce İslam âliminin kitaplarından tercüme edilip derlenerek
hazırlanmıştır. Ehl-i sünnet âlimlerinin sözleri olduğu için severek okuyana
faydalı olmaktadır. Evliyanın sözünde rabbani tesir vardır. Nasibi olanlar,
bu yazıların etkisiyle kötülüklerden uzak durabilir. Onları bu kötülüğe kötü
arkadaşları sürüklemektedir. Kötü arkadaşlardan uzak durmak lazımdır.
Sual: Din hakkında konuşmamak mı gerekiyor? Ya siz ne
yapıyorsunuz?
CEVAP
Bizim yaptığımız gibi ehl-i sünnet âlimlerinin yazılarını, bildirdiklerini
nakletmek din hakkında konuşmak değildir. Şu kitapta şöyle diyor demekte
mahzur yoktur. Biz sadece ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından naklederiz.
Kendi görüşümüzü din gibi ortaya koymayız. Bence, bana göre böyle
demeyiz. Diyenlere de itibar etmeyiz.
Sual: Dini meselelerde, insanların yanlışları olduğu zaman, onları
uyarmak istiyorum; fakat bu işi devamlı yapmak da uygun olmuyor, bunun
ölçüsü nedir?
CEVAP
Ölçüsü onları üzmeden söyleyebilmektir. Mesela en kolay yolu doğru
kitap vermektir.
Sual: İnsanlara yanlışlarını söylemeli mi? Söylemezsek iki yüzlü olur
muyuz?
CEVAP
Eğer söylediğimizi kabul edecekse ona yanlışlarını söyleriz, kabul
etmeyecekse söylemeyiz. Söylemeyince iki yüzlü olmayız.
Sual: Müslüman iken dinsizlerin etkisinde kalan bazı kimseler, dine
düşman olmuşlardır. Bunlara dinimizi yeniden izah etmekte fayda var
mıdır?
CEVAP
Bunlara büyük bir sabır ve sebat ile İslam dininin esaslarını onların
anlayacağı bir tarzda telkin etmelidir! Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu
ki:
(Rabbinin yoluna hikmet ile, güzel öğütlerle çağır! Onlarla en
güzel şekilde tartış! Doğrusu Rabbin, yolundan sapanları daha iyi
bilir.) [Nahl 125]
Bildiğimiz iyi ve doğru şeyleri bilmeyenlere en güzel tarzda öğretmek,
üzerimize farzdır, Allahü teâlânın kat’i emridir. Bu vazifeye, Emr-i maruf
382
www.dinimizislam.com
denir. Bu bir ibadettir. İlmin zekâtı, bilmeyenlere ilmi öğretmekle ödenir. Bu,
çok hayırlı bir iştir. Dinimiz, âlimin mürekkebini, şehidin kanından efdal
tutmakta, hayırlı iş görmeyi, nafile ibadetten üstün saymaktadır.
Hak bir söz, güzel bir öğüt kimden gelirse gelsin, güzel karşılamalı,
böyle güzel bir sözü duyurduğu için Allahü teâlâya şükretmeli, söyleyene
değil söyletene bakmalıdır! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bir kimse dini hakkında bir öğüt duysa, bu Allahü teâlânın ona
ihsan ettiği bir nimettir. Buna şükretmesi ne iyidir. Şükretmezse,
günahı artar, Allahü teâlânın gazabına sebep olur.) [İbni Asakir]
Sual: İslamiyet’in güzel ahlakını göstermek için, kâfirlere karşı da iyi
huylu olmak ve onları incitmemek gerekmez mi?
CEVAP
Müslümanların kâfirlere karşı da iyi huylu olmaları, onları incitmemeleri
gerekir. Böylece İslam dininin, iyi huylu olmayı, kardeşçe yaşamayı,
çalışmayı emrettiği onlara da gösterilmiş olur. Böylece iyiliği seven
insanlar, seve seve müslüman olurlar. Cihad etmek farzdır. Cihadı devlet
topla, silahla yapacağı gibi, soğuk harp ile, propaganda, neşriyat ile de
yapar. Her müslüman da, iyi huyları ile, iyilik yapmakla cihad yapar. Çünkü
cihad etmek, insanları müslüman yapmaya davet etmek demektir.
Görülüyor ki, kâfirlere karşı da, iyi huylu olmak, onları incitmemek, cihad
etmek oluyor. Cihad ise her müslümana gücü nispetinde farzdır.
Sual: Bir hadiste, (Sizden her kim kötülük görürse onu eliyle
düzeltsin, gücü yetmezse diliyle düzeltsin, buna gücü yetmezse
kalbiyle buğz etsin. Bu imanın en zayıf derecesidir) deniyor. İmanın en
zayıf noktasına düşmemek için, içki içene, kumar oynayana, insanlara
zulmedene ve başka kötülükleri işleyene mani olmak mı gerekir? Mani
olmazsak dil ile hakaret etmek mi gerekir?
CEVAP
Bizim gibi insanların hadis-i şerifi anlaması, açıklaması ve onunla amel
etmesi caiz değildir. Bunu ancak gerçek İslam âlimleri yapar. Bu hadis-i
şerifi açıklayan Abdulgani Nablüsi hazretleri Hadika isimli kitabında
buyuruyor ki:
(Söz ve yazı ile emr-i maruf, âlimlerin vazifesidir. Kalb ile, dua ederek
günah işleyene mani olmaya çalışmak da her müminin vazifesidir. El ile
müdahale ise devletin vazifesidir.) [Ayrıca Hindiyye c.5, s.352, Kadıhan
c.3, s.429, Bezzaziyye c.6, s.356]
Demek ki bizim vazifemiz, günah işleyenlere dua ederek mani
olmaktır. Devletin işini bizim yapmaya kalkmamız caiz olmaz.
Sual: Zamanımızda en kıymetli amel nedir?
383
www.dinimizislam.com
CEVAP
İslam Ahlakı kitabında deniyor ki:
Zamanımızda, amellerin en efdali, yazı ile, medya yolu ile, kâfirlere,
mezhepsizlere cevap vermek, Ehl-i sünnet itikadını yaymaktır. Böyle cihad
edenlere, para ile, mal ile, beden ile yardım edenler de bunların
kazandıkları sevaplara ortak olurlar.
Sual: Filmlerde, piyeslerde İslâm büyüklerini temsil etmek caiz midir?
CEVAP
Talim ve islâma hizmet maksadı ile yapılan filmlerde caiz ise de,
saygısızlığa sebep olabilecek hareketler, çok tehlikeli olduğu için, bunun
gibi şeylerden sakınmak lâzımdır.
Papazı temsil etmek
Sual: Piyeslerde, bir papazı temsil etmek caiz midir?
CEVAP
Zaruretsiz caiz değildir.
Günaha razı olmamalı
Sual: Emrim altındakiler, söz dinlemeyip günah işliyorlar, günah
işlenen yerlere gidiyorlar. Ben bir kere söyledikten sonra, peşlerini
bırakmak uygun olur mu?
CEVAP
Peşlerini bırakmak, izin vermek demektir. Devamlı emr-i maruf ve
nehy-i münker yapmak vazifemizdir. Buna razı olmamak ve peşlerini
bırakmamak gerekir. En uygunu da tavır almaktır. Bu iş böyle gitmez diye
gözdağı vermektir.
Din nasihattir
Sual: Bir hadiste, (Din nasihattir) deniyor. Din, ilahi emir ve
yasakların toplamı değil midir?
CEVAP
Bu hadis-i şerif, dini tarif etmiyor, nasihatin önemini belirtiyor. Din,
nasihatle, emr-i maruf ve nehy-i münker yapmakla ayakta kalır, yani din,
nasihatle devam eder demektir.
Emr-i marufu terk etmek
Sual: Bir hadiste, (Emr-i maruf ve nehy-i münker yapmayan yani
iyiliği emredip, kötülükten sakındırmayan bizden değildir) deniyor.
Emr-i maruf yapma imkânımız yoksa ne yapacağız? Bizden değil demek
kâfir mi demektir?
CEVAP
Emr-i maruf yapma imkânımız yoksa sorumlu olmayız. Ama
günümüzde emr-i maruf yapmak için âlim olmak gerekmez. Muteber bir din
384
www.dinimizislam.com
kitabını birisine vermekle emr-i maruf yapmış oluruz. Kendimiz, kitap
verecek birini bulamazsak, kitap verebilen birine (Bu kitabı birine ver!)
diyebiliriz. Yahut kitabın parasını verip, (Bu parayla şu kitabı al, birine
ver!) diyebiliriz. İmkânım yok demek geçerli bir mazeret olmaz. Bir
kimsenin bir kuruşu bile olmasa, (Bana ücretsiz kitap verirseniz, ben onları
dağıtırım) diyemez mi? Ücretsiz kitap verenler vardır. Ücretsiz veren de
yoksa, kitap dağıtanlara dua eder. Mesela, (Ya Rabbi, ben hizmetlere
maddî ve manevî yönden katılamıyorum. Bu işi maddî ve manevî şekilde
yürütenlere imkân ver!) diye dua edilmelidir. Emr-i maruf yapmak isteyene
Cenab-ı Hak bir yol gösterir.
Burada, (Bizden değildir) demek, kâfir demek değildir. (Bizim
yolumuza uymamış olur, bizim bildirdiğimiz emr-i marufu yapmamış olur)
demektir. Eğer, maddî veya manevî şekilde emr-i maruf yapma imkânı
varken yapmamışsa, haram işlemiş olur. Çünkü imkânı olana emr-i maruf
yapmak farzdır.
İbadetlerimiz
Efâl-i Mükellefîn
Sual: Ef’âl-i mükellefîn ne demektir?
CEVAP
Müslümanın yapması ve sakınması gereken, İslam dininin bildirdiği
emir ve yasakların hepsine Ef’âl-i mükellefîn denir. Buna İslamî hükümler
de denir.
Bir müslümanın dinde yapması ve sakınması gereken işler sekiz
çeşittir: Bunlar:
Farz, vacip, sünnet, müstehap, mubah, haram, mekruh, müfsid.
1- FARZ
Yapılması açıkça ve kesin olarak bildirilen dinin emirlerine farz denir.
Farzları terk etmek haramdır, yani büyük günahtır.
Farz iki çeşittir:
Farzı Ayn: Her Müslümanın bizzat kendisinin yapması lazım olan
farzdır. Mesela, iman etmek, beş vakit namaz kılmak, Ramazan ayında
oruç tutmak, zengin ise zekât vermek ve hacca gitmek, farzı ayndır. [32
farz ve 54 farz meşhurdur.]
Farzı Kifaye: Bir veya birkaç Müslümanın yapması ile diğerlerinin
sorumluluktan kurtulduğu farzlardır. Verilen selamı almak, cenazeyi
yıkamak, cenaze namazı kılmak, sanatına, ticaretine lazım olandan fazla
din ve fen bilgilerini öğrenmek gibi farzlar böyledir.
385
www.dinimizislam.com
2- VACİP
Yapılması farz gibi kesin olan emirlere denir. Bunların delilleri farz gibi
açık ve kesin değildir. Vitir namazını ve Bayram namazlarını kılmak, zengin
olunca kurban kesmek, sadaka-i fıtr vermek vaciptir. Vacibin hükmü farz
gibidir. Vacibi terk etmek, tahrimen mekruhtur. Vacip olduğuna inanmayan
kâfir olmaz. Fakat, yapmayan azaba layık olur.
3- SÜNNET
Peygamber efendimizin yapılmasını övdüğü, yahut devam üzere
kendisinin yaptığı veyahut yapılırken görüp de mani olmadığı şeylere
“Sünnet” denir. Sünneti beğenmemek küfürdür. Beğenip de yapmayana
azap olmaz.
Sünnet iki çeşittir:
Sünnet-i Müekkede: Peygamber efendimizin devamlı yaptıkları, pek
az terk ettikleri kuvvetli sünnetlerdir. Sabah namazının sünneti, öğlenin ilk
ve son sünnetleri, akşam namazının sünneti, yatsı namazının son iki rekat
sünneti böyledir. Bu sünnetler, asla özürsüz terk olunmaz.
Sünnet-i gayri müekkede: Peygamber efendimizin, ibadet maksadı
ile ara sıra yaptıklarıdır. İkindi ve yatsı namazlarının dört rekatlık ilk
sünnetleri böyledir. Bunlar çok kere terk olunursa, bir şey lazım gelmez.
Beş-on kimseden birisi işlese, diğer Müslümanlardan sakıt olan sünnetlere
de “Sünnet-i alel-kifaye” denir. Selam vermek, ezan okumak gibi.
4- MÜSTEHAP
Peygamber efendimizin sevdiği, beğendiği hususlardır. Doğan çocuk
için akika hayvanı kesmek, güzel giyinmek, güzel koku sürünmek
müstehaptır. Bunları yapana sevap verilir, yapmayan günaha girmez.
5- MUBAH
Yapılması emir olunmayan ve yasak da edilmeyen şeylere mubah
denir. İyi niyetle işlenmesinde sevap, kötü niyetle işlenmesinde azap
vardır. Uyumak, helalinden çeşitli şeyler yiyip içmek, helalinden çeşitli
elbiseler giyinmek gibi işler, mubahtır. Bunlar, İslamiyet'e uymak, emirlere
sarılmak niyetiyle yapılırsa sevap olur. Sıhhatli olup, ibadet yapmaya niyet
ederek, yemek içmek böyledir.
6- HARAM
Dinimizde “yapmayınız” diye açıkça yasak edilen şeylerdir.
Haramların yapılması ve kullanılması kesinlikle yasaklanmıştır. Haram olan
şeyleri terk etmek, onlardan sakınmak farzdır ve çok sevaptır.
Haram iki çeşittir:
386
www.dinimizislam.com
Haram li-aynihi: Adam öldürmek, kumar oynamak, şarap ve her türlü
alkollü içki içmek, yalan söylemek, hırsızlık yapmak, domuz eti, kan ve leş
yemek gibi şeyler haram olup, büyük günahtır.
Haram li-gayrihi: Bunlar asılları itibariyle helal olup, başkasının
haklarından dolayı haram olan şeylerdir. Mesela bir kişinin bağına girip,
sahibinin izni yok iken meyvesini koparıp yemek, ev eşyasını ve parasını
çalıp kullanmak, emanete hıyanet etmek, rüşvet, faiz ve kumar ile mal,
para kazanmak gibi. Haramlardan kaçınmak, ibadet yapmaktan daha çok
sevaptır. Onun için haramları öğrenip, kaçınmak lazımdır.
7- MEKRUH
İbadetlerin sevabını gideren şeylere mekruh denir.
Mekruh iki çeşittir:
Tahrimen mekruh: Vacibin terkidir. Harama yakın olan mekruhlardır.
Bunları yapmak azabı gerektirir. Güneş doğarken, tam tepede iken ve
batarken namaz kılmak gibi. Bunları kasıtla işleyen asi ve günahkâr olur.
Cehennem azabına layık olur. Namazda vacipleri terk edenin, tahrimen
mekruhları işleyenin, o namazı iade etmesi vaciptir. Eğer unutarak işlerse,
secde-i sehv, yani unutma secdesi gerekir.
Tenzihen mekruh: Mubah, yani helal olan işlere yakın olan, yahut,
yapılmaması yapılmasından daha iyi olan işlerdir. Gayri müekked
sünnetleri veya müstehapları yapmamak gibi.
8- MÜFSİD
Dinimizde, meşru olan bir işi veya başlanmış olan bir ibadeti bozan
şeylerdir. İmanı ve namazı, nikahı ve haccı, zekâtı, alış ve satışı bozmak
gibi. Mesela, dine imana sövmek küfür olup, imanı bozar. Namazda
gülmek, abdesti ve namazı bozar. Oruçlu iken bilerek yemek, içmek orucu
bozar.
Farzları, vacipleri ve sünnetleri yapana ve haramdan, mekruhtan
sakınana sevap verilir. Haramları, mekruhları yapan ve farzları, vacipleri
yapmayana günah yazılır. Bir haramdan sakınmanın sevabı, bir farzı
yapmanın sevabından kat kat çoktur. Bir farzın sevabı, bir mekruhtan
sakınmanın sevabından çoktur. Mekruhtan sakınmanın sevabı da,
sünnetin sevabından çoktur.
Dinin delilleri
Sual: Ef’âl-i mükellefin, yani, farz, vacib, sünnet, müstehap, mubah,
haram, mekruh, müfsid olan hükümler, âyet ve hadisten nasıl çıkartılıyor?
CEVAP
Ahkam-ı İslamiye’yi bildiren deliller dörttür:
387
www.dinimizislam.com
1- Sübutu [sabit olması] ve delaleti [işareti] kati [kesin] olanlar. Açık
anlaşılan âyetler ve tevatürle [sözbirliği ile] bildirilmiş açıkça anlaşılan
hadis-i şerifler böyledir. Bunlar farz ile haramları bildirir. Mesela namaz
kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hac etmek gibi farzlar, âyet-i
kerimelerde açıkça bildirilmiştir. Namazın beş vakit olduğu ve nasıl
kılınacağı da, mütevatir hadis-i şeriflerle bildirilmiştir. Leş, domuz, kan,
şarap gibi haramlar âyet-i kerimelerde açıkça bildirilmektedir. Köpek, aslan
gibi hayvanların haram olması da, mütevatir hadis-i şeriflerle bildirilmiştir.
2- Sübutu kati olup, delaleti zanni olanlar. Açıkça anlaşılamayan
âyetler böyledir. Bunlar vacib ile tahrimen mekruhu bildirirler. Mesela
(Kurban kes) âyet-i kerimesinin sübutu katidir, fakat delaleti [herkesin
kurban kesmesi gerektiğinin bildirilmesi] zannidir. Bunun için kurban
kesmek vaciptir.
3- Sübutu zanni, delaleti kati olanlar. Bir sahabinin bildirdiği açık
hadisler böyledir. Bunlar da vacib ile tahrimen mekruhu bildirirler.
4- Sübutu de, delaleti de zannidir. Bir sahabinin bildirdiği, açık
anlaşılamayan hadisler böyledir. Sünnet ile müstehabı ve tenzihi mekruhu
bildirir. (Tam İlmihal)
Bülüğ çağı
Sual: Erkek çocukları için büluğ çağına girmenin minimum ve
maksimum yaşı var mıdır?
CEVAP
Maksimum yaş 15 tir, 15 ini doldurduğu halde, büluğa ermese de
ermiş kabul edilir, dini emirlerini yapmakla yükümlüdür. Eğer daha aşağı
yaşlarda büluğa ermişse, büluğa ermiş demektir. Bu iklime ve beslenmeye
bağlıdır. Bu yaş genelde 12 dir. Erkeklerde daha aşağısında olmaz. 12
yaşında olan oğlan ve 9 yaşında olan kız, bâlig olduğunu söyleyince kabul
edilir.
Gençlik ve yaşlılık
Sual: Gençlik ve ihtiyarlık dönemi hangi yaşlar arasındadır?
CEVAP
Otuz yaşından küçük olana genç,
otuz ile elli arasında olana yetişkin,
elli yaşından yukarı olana ihtiyar,
yetmişten sonra ise pir-i fâni denir.
Herkes aklı nispetinde sorumlu olur
Sual: İslam dininin emirleri herkese hitap ediyor; fakat herkesin aklı
aynı olmadığına, kimi akılsız olduğuna göre, herkesin aynı şeylerden
sorumlu tutulması doğru olur mu?
388
www.dinimizislam.com
CEVAP
Herkes aklı nispetinde sorumlu olur. Aklı hiç yoksa yani deliyse, hiç
sorumlu olmaz. Aklı azsa, anladığı kadar sorumlu olur. Allahü teâlâ hiç
kimseye gücünün yettiğinden fazlasını sorumlu tutmaz. İki âyet-i kerime
meali:
(Allah sizin için kolaylık ister, güçlük istemez.) [Bekara 185]
(Ey Rabbimiz, bize gücümüzün yetmediği işleri yükleme!) [Bekara
286]
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(İnsanların yaptıkları hayırların mükâfatı, akılları nispetinde
verilir.) [Ebu-ş-şeyh]
Sual: Sağır ve dilsiz kimse mükellef midir?
CEVAP
Mükellef değildir. Eğer anlar ise ve öğrenirse mükellef olur. Şimdi
okulları var, öğrenmeleri mümkün olabilir. Anlamak öğrenmek esastır.
Büluğa ermeyen çocuk
Sual: Büluğa ermemiş bir çocuk, yaptığı ibadetlerin sevabına kavuşur
mu ve işlediği günahlar yazılır mı?
CEVAP
Çocuğa hiçbir ibadet farz değildir. Hiçbir şey haram değildir.
İbadetlerinin sevablarına kavuşur. Bir kimse, bir çocuğa imam olunca,
cemaat sevabı hâsıl olur. (Uyun-ül-besair)
Çocukların işledikleri sevabların babalarına yazılacağını bildiren
âlimler de vardır.
İbadetin faydası kime?
Sual: İman etmenin, örtünmenin, namaz, oruç, zekât, hac gibi
ibadetlerin Allah’a ne faydası var da emretti? İçki, kumar, faiz, zina, yalan,
hırsızlık gibi günahların, Allah’a ne zararı var da yasakladı?
CEVAP
Kendisine fayda ve zararı olduğu için değil, bize fayda ve zararı
olduğu için emir ve yasaklar koydu. Emir ve yasak koymakla, kullarını
şereflendirdi. (Mektubat-ı Rabbani)
Hadis-i kudside buyuruluyor ki:
(Öncekileriniz,
sonrakileriniz;
küçükleriniz,
büyükleriniz;
dirileriniz, ölüleriniz; insan ve cinleriniz; en mütteki, itaatli birer kulum
olsanız, büyüklüğüm artmaz. Aksine hepiniz, bana karşı duran,
Peygamberlerimi aşağılayan birer düşmanım olsanız, ilahlığımdan bir
şey eksilmez. Allahü teâlâ, sizden ganidir, Ona hiçbiriniz lazım
389
www.dinimizislam.com
değildir. Siz ise, var olmanız ve varlıkta kalabilmeniz için her
şeyinizle, hep Ona muhtaçsınız.) [Müslim]
Birkaç âyet-i kerime meali:
(Salih amelin, ibadetin faydası, bunu yapanadır.) [Fussilet 46]
(Kim, [ibadet edip günahlardan] temizlenirse, faydası kendinedir.)
[Fatır 18]
(Herkes, kendisi için cihad eder, faydası kendinedir.) [Ankebut 6]
(Rabbiniz size idrak kabiliyeti verdi. Hakkı görenin faydası
kendine, kör olanın zararı kendinedir.) [Enam 104] (Burada kör olmak,
İslamiyet’in bildirdiği gerçekleri görmeyip kâfir olmak demektir.)
(Kimse kimsenin günahının cezasını çekmez.) [İsra 15]
(Allah’ın benim ibadetime ihtiyacı yoktur, benim işlediğim günahlar da
Ona zarar vermez) diyen kimse, ilaç kullanmayan hastaya benzer. Doktor
ona, perhiz ve ilaç tavsiye ediyor, zehirli gıdayı yasak ediyor. Hasta ise,
(Perhiz yapmazsam, zehirli gıdayı yersem veya ilaç kullanmazsam,
doktora hiç zararı olmaz) diyerek, perhiz yapmasa, zehirli gıdayı yese
veya ilaç kullanmasa, bunların doktora zararı olmaz; ama kendine zararı
olur. Doktor, kendine faydası olduğu için değil, onun hastalıktan kurtulması
için bunları tavsiye etmiştir. Doktorun tavsiyesine uyarsa şifa bulabilir,
uymazsa ölüp gidebilir. İşte, (Allah’ın benim ibadetime ihtiyacı yoktur,
benim işlediğim günahlar ona zarar vermez) diyerek, iman etmeyen,
ibadetlerden kaçan, günahlara dalan kimse de, Cehenneme gider.
İmanlı ölen günahkârlar, er geç Cennete girer. Ancak ibadet etmeyen,
günaha devam edenlerin, imanlı ölmeleri çok zordur. İbadetler imanı
muhafaza eder. Günahlar imanın sönmesine yol açabilir. Bunun için,
günahlardan sakınmalı ve ibadetleri bırakmamalıdır.
Sual: Bazı kimseler, "Allah’ın affı sonsuzdur, bizi de affeder" diyerek
ibadet etmiyorlar. İbadet etmeyen Cehenneme gitmez mi?
CEVAP
İmanlı ölen günahkârlar, geç de olsa Cennete girer. Ancak ibadet
etmeyen, günaha devam eden kimselerin imanlı ölmeleri çok zordur.
İbadetler imanı muhafaza eder. Günahlar imanın sönmesine yol açabilir.
Bunun için ibadetleri bırakmamalıdır.
Sual: "Allah acır, affeder" diyerek ibadet etmemek ve günah işlemek
uygun mudur?
CEVAP
Şeyh Yahya Müniri hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, kerim, rahim olduğu gibi, azabı da şiddetlidir. Bu
dünyada, çoklarına fakirlik ve sıkıntı veriyor. Çok kerim ve Razzak olduğu
390
www.dinimizislam.com
halde, çiftçilik sıkıntısı çekmeyene mahsul vermiyor. Herkesi yaşatan O
olduğu halde, yiyip içmeyen kimseyi yaşatmıyor, ilaç kullanmayan hastaya
şifa vermiyor.
Yaşamak ve mal sahibi olabilmek gibi dünya nimetlerinin hepsi için
sebepler yaratmış, sebebine yapışmayana hiç acımayıp dünya
nimetlerinden mahrum bırakmıştır. Ahiret nimetlerine kavuşmak da
böyledir. Kâfirliği ve cahilliği, ruhu öldüren zehir yapmıştır. Tembellik de,
ruhu hasta yapar. İlaç kullanılmazsa, ruh hastalanır, ölür. Tembelliğin ilacı
da, namaz kılmaktır. Bir kimse, zehir yer ve (Allah rahimdir, rahmeti her
şeyi kuşatmıştır, beni korur) derse, hastalanır, ölür. İshal olan müshil
içerse, şeker hastası tatlı yerse, hastalık artar. O halde, Allahü teâlânın
bildirdiği sebeplere yapışmamız gerekir.
Kaderin suçu yok
(Benim Cehenneme gideceğim alnıma yazılmışsa, yani kaderimde
varsa, günah işler, Cehenneme giderim. İbadet yapmamın ne faydası olur,
suç kaderimde değil mi?) diyenler çıkıyor.
Şunu iyi bilmeli ki, Allahü teâlâ kimseye zor ile günah işletmez. İnsan,
kendi isteği ile günah işlemektedir. Allahü teâlâ, her insanın Cennete veya
Cehenneme gideceğini ezelde biliyordu. Bu bilgisine kader [alın yazısı]
denir. Ezeldeki takdir, bir emir değil, bir ilimdir.
Allahü teâlâ, ezeli ilmi ile, kullarının kendi istekleri ile yapacakları işleri
bilir. Bilmesi ise, insanların ibadet etmesine veya günah işlemesine tesir
etmez.
Mesela bir öğretmenin, bir talebesinin imtihanda kazanamayacağını
önceden bilmesi, o talebenin imtihanını etkilemez. Talebe imtihanı
kazanamayınca, (Sen benim kazanamayacağımı imtihana girmeden önce
söylüyordun) diyerek suçu öğretmene yüklemesi doğru olmaz.
Takvimlere, bir yıl içinde güneşin ne zaman doğup, ne zaman
batacağı hesaplanarak yazılmıştır. Güneş, takvimde bildirilen saatlerde
doğup batar. Güneş, takvime öyle yazıldı diye mi, güneş o saatte doğup
batıyor? Takvimlere yazılması, güneşin doğup batmasına hiç etki eder mi?
Takvime öyle yazıldığı için güneş bu saatte battı veya doğdu denebilir mi?
Suçu takvime bulmak akla uymaz. Levh-i mahfuz denilen kaderimiz, sanki
takvime benzemektedir.
İşte Allahü teâlânın da ezeli ilmi ile, kulların kendi istekleri ile günah
veya sevap işleyeceklerini bilmesi, kulların işlerine zorla bir müdahale
değildir. Sevap da, günah da işleyen kendi arzusu ile işlemektedir. Zaten
öyle olmasa idi, sevap işleyene mükafat, günah işleyene ceza verilmesi
anlamsız olurdu.
391
www.dinimizislam.com
(İbadete lüzum yok, kaderimde ne var ise onu görürüm) diyen birine,
Resulullah efendimiz, (İbadet et, herkese ezelde takdir edilmiş olanı
yapmak kolay gelir) buyurdu. (Müslim)
Cennetliklerin ibadet yapması ve Cehennemliklerin isyan etmesi;
genelde sağlıklı yaşaması ezelde takdir edilmiş olanın gerekli ilacı
almasına; hastalanması takdir edilmiş olanın da, ilaç bulamamasına
benzer. Hastalıktan ölmesi takdir edilmiş olana, ilaç almak nasip olmaz.
Zengin olması takdir edilmiş olana, kazanç yolları açılır. Bunun gibi, ezelde
Cennetlik olana iman ve ibadet etmesi nasip olur. Hadis-i şerifte,
(Cennetlik olan, Cennete götürecek, Cehennemlik olan da,
Cehenneme götürecek amel işler) buyuruldu. (Ebu Davud)
Cehennemlik kimse, (Herkesin Cennetlik veya Cehennemlik olduğu
ezelde takdir edilmiş) der ve ibadet etmez. Bol mahsul alması takdir
edilene ise, tarlasını sürmek, tohum ekmek nasip olur. Cennetlik olanın
iman edip ibadet yapması, Cehennemliğin de, isyan edip kâfir olması
böyledir.
Cennetlik ve Cehennemlik olmak, Allahü teâlânın iki hazinesi gibidir.
Birinci hazinenin anahtarı, ibadet, ikincinin anahtarı, günahtır. Cennetlik
olan, Allahü teâlâya itaat eder. Cehennemlik olan, hep günah işler. Herkes,
Cennetlik veya Cehennemlik olduğunu, amelinden anlayabilir. Her izzet ve
her nimet, Allahü teâlâya ihlas ile itaat ve ibadet etmekten hasıl olur. Her
kötülük ve sıkıntı da, günah işlemekten hasıl olur. Herkese dert ve bela,
günah yolundan, rahat ve huzur da, itaat yolundan gelir.
Allahü teâlânın âdeti böyledir. Bunu kimse, değiştiremez. Nefse kolay
ve tatlı gelen şeyi iyilik, güç ve acı gelenleri de felaket sanmamalı.
Ebüssüud efendi buyuruyor ki:
Yapılacak her işi, Allahü teâlâ, ezelde biliyordu. Fakat, insanın iyiliği,
kötülüğü, Cennetlik, Cehennemlik olacağı, son nefeste belli olur.
Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Bir kimse, bütün ömrü boyunca Cehenneme götürecek günahlar
işler. Fakat ömrünün son günlerinde, Cennete götürecek iyilikler
yaparak, Cennete gider.) [Buhari]
Belli bir kâfirin ebedi kâfir kalıp kalmayacağını Allahü teâlâ bilir. Bunun
muhakkak kâfir kalacağını, kimse söyleyemez. İlim, maluma tâbidir. Allahü
teâlâ, olacak şeyleri, olacağı için biliyor. Kur'an-ı kerimde haber verilen
şeyler de, olacakları için bildiriliyor. Bir ressamın, at resmi yapması, at o
şekilde olduğu içindir. Yoksa, atın o şekilde olması, ressam öyle yaptığı
için değildir. Allahü teâlânın, bazı kimselerin imana gelmeyeceklerini
bilmesi ve Kur'an-ı kerimde haber vermesi, onlar, kendi arzuları ile küfür
392
www.dinimizislam.com
üzere kalmayı niyet edip, iman etmek istemedikleri içindir. Yoksa, bunların
kâfir olması, Allahü teâlânın bunları kâfir bildiği ve haber verdiği için
değildir.
İlim bulunan yerde
Ehl-i sünnet itikadını ve ilm-i halini öğrenmeyen ve çocuklarına
öğretmeyenler, müslümanlıktan ayrılmak, küfür felaketine düşmek
tehlikesindedir. Böyle kimselerin duaları zaten kabul olmaz ki, küfürden
korunabilsinler. Hadis-i şerifte (İlim bulunan yerde müslümanlık vardır.
İlim bulunmayan yerde müslümanlık kalmaz) buyuruldu.
Ölmemek için, yiyip, içmek gerektiği gibi, kâfirlere aldanmamak,
dinden çıkmamak için de, dinini, imanını öğrenmek gerekir. Ecdadımız her
zaman toplanırlar. İlmihal kitaplarını okurlar, dinlerini öğrenirlerdi. Ancak
böyle müslüman kaldılar. İslamiyet’in zevkini aldılar. Bu saadet ışığını
bizlere, doğru olarak ulaştırabildiler.
Bizim de müslüman kalmamız, yavrularımızı içimizdeki ve dışımızdaki
kâfirlere kaptırmamamız için, birinci ve en lüzumlu çare, her şeyden önce
Ehl-i sünnet âlimlerinin hazırladığı ilmihal kitaplarını okumak ve
öğretmektir. Çocuğunun müslüman olmasını isteyen ana-baba, çocuğuna
Kur'an-ı kerim öğretmelidir. Fırsat elde iken okuyalım, öğrenelim ve
çocuklarımıza, sözümüzü dinleyenlere öğretelim!
Bir kimsenin iyi veya kötü olduğu yaptığı işlerden anlaşılır. Bir kimse,
kötülüklerden kaçıyor, iyi işler yapıyorsa, o kişinin Cennete gitme ihtimali
çoktur. Onun için iyi kimselerle beraber olmaya çalışmalıdır. Hadis-i şerifte
buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, bir kula hayır murad ettiği zaman, dinini kayıran
kimseler yanında çalışmayı nasip eder. Şerri murad edilen kul da,
dinini kayırmayan kötülerin yanında çalışır.) [Deylemi]
Sual: Allah’ın emirleri kaç türlüdür?
CEVAP
Allahü teâlânın emirleri iki türlüdür: Emr-i tekvini ve Emr-i teklifi veya
Emr-i teşrii.
Emr-i tekvini, yaratmasını dilediği şeylere (Ol!) demesidir. Ol deyince,
hemen var olur. Hiçbir kimse, bu şeyin var olmasına mani olamaz. Her
şeyin yaratılması için, belli şeyleri sebep yapmıştır. Belli maddeleri, belli
maddelerin yaratılmalarına sebep yaptığı gibi, insanın maddi ve manevi
gücü, çeşitli enerjiler de, birçok şeylerin yaratılmalarına sebeptirler. Bir
kuluna bir şey ihsan etmek, iyilik vermek isterse o kimseyi o şeyin
sebebine kavuşturur. Sebep tesir ettiği zaman, O da dilerse, (Ol!) derse, o
şey var olur. O dilemezse, hiçbir şey var olmaz. Hikmetini, yaratmasını
393
www.dinimizislam.com
sebeplerle örtmüş, gizlemiştir. Çok kimse, yalnız sebepleri görmekte
sebepler arkasındaki hikmeti, Onun yaratmasını anlayamamaktadır. Bu
anlayışsızlığı da, onun felaketine sebep olmaktadır.
Emr-i teklifi, insanlara, yapmaları veya sakınmaları için verdiği
emirlerdir. Bu emirlerin yapılması, insanın iradesine, dilemesine bağlıdır.
İnsanı iradesinde, dilemesinde serbest bırakmıştır. Fakat, insanın dilemiş
olduğu şeyi yaratan, yine Odur. İnsan diledikten sonra, O da dilerse,
yaratır. Dilemezse yaratmaz. Her şeyi yaratan, maddelere çeşitli tesirler,
özellikler veren, yalnız Odur. Ondan başka yaratıcı yoktur. Ondan
başkasında üluhiyyet sıfatı bulunduğuna inanmak, başkasını Ona şerik,
ortak yapmak olur. Başkasını kendisine ortak yapanı, kıyamette hiç
affetmeyeceğini, Ona sonsuz ve çok acı azaplar yapacağını bildirmiştir.
İnsan, Onun emrini yapmak, iyilik yapmak dileyince, O da merhamet
ederek diliyor ve yaratıyor. Kendisine inanmayanlar, karşı gelenler bir
kötülük yapmak isteyince O da diliyor ve yaratıyor. Kendisine inananlar,
yalvaranlar, bir kötülük yapmak isteyince, O merhamet ederek dilemiyor ve
yaratmıyor. Bunun için düşmanlarının her istedikleri hasıl olduğundan daha
da azıp kuduruyorlar.
Şunlara şaşılır
Hazret-i Ebu Zer, (Ya Resulallah, Musa aleyhisselama inen kitapta
neler vardı?) diye sorunca, Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(İbret verici bilgiler var idi. Mesela biri şöyle: Şunlara şaşılır:
1- Ölümün geleceğine inanıp da [vurdumduymaz görünene, hiç
ölmeyecekmiş gibi] sevinene,
2- Cehenneme inanıp da gülüp oynayana,
3- Kadere inanıp da [hadiseleri değiştirecekmiş gibi] telaşlanana,
4- Fani dünyanın kararsızlığını, vefasızlığını görüp de, ona bel
bağlayana,
5- Kıyamete, hesaba inanıp da hayırlı işler yapmayana şaşılır.)
[Beyheki]
Hazret-i Âdem’in öğüdü
Sual: Âdem aleyhisselamın oğullarına öğüdü varmış. Bunlar ne idi?
CEVAP
Âdem aleyhisselamın, oğlu Hazret-i Şit’e vasiyeti şöyle idi:
1- Çocuklarına söyle, tamahkâr olmasınlar, dünyaya bel
bağlamasınlar. Ben dünyaya değil, Cennete bağlandım. Fakat Allahü teâlâ
beni oradan çıkardı.
2- Çocukların, hanımlarının heva ve heveslerine uymasınlar. Ben
annenizin sözüne uyup yasak meyveden yedim. Sonra pişman oldum.
394
www.dinimizislam.com
3- Çocukların, yapacakları işlerin neticesine baksınlar. Ben yaptığım
işin akıbetine bakmadığım için, malum musibete uğradım.
4- Çocuklarına söyle, kalblerine korku veren şeyi terk etsinler, şüpheli
şeylerden kaçınsınlar. Ben yasak edilen meyveyi yerken kalbime korku
düşmüştü.
5- Çocukların, işlerini istişare ile yapsın. Eğer ben, yasak meyve
konusunda meleklerle istişare etseydim, musibete maruz kalmazdım.
Sual: Bir kimse, yaptığı ibadetlere güvense, mahzuru olur mu?
CEVAP
Bir kimsenin ameli, yani ibadeti ne kadar çok olursa olsun, ameline
güvenmemeli, Allahü teâlânın ihsanını istemelidir! Hadis-i şeriflerde
buyuruldu ki:
(Hiçbir kişiyi ameli Cennete koyamaz.) [Buhari]
(Bir kimse, doğduğundan itibaren ölene kadar yere kapanıp
Allah’a ibadet etse, kıyamette yine zelil olur.) [İ.Ahmed]
(Kıyamette üç kitab çıkartılır. Birinde o kimsenin güzel amelleri,
diğerinde günahları, üçüncüsünde de Allah’ın verdiği nimetler
yazılıdır. Hak teâlâ ona verdiği her nimeti sorar ve: "Ey nimet, değer
ölçün kadar bu adamın güzel amellerinden al", buyurur. Nimet, kendi
değeri kadar ameli almaya çalışır, fakat yetmez. Hak teâlâya der ki:
"Bu adamın iyi amellerinden hakkımı alamadım." Geriye o adam, suçları
ve aldığı nimetlerle kalır, güzel amelleri tükenmiş olur. Hak teâlâ bu
kula ihsan ederse ona, "Ey kulum, senin iyi amellerini kat kat artırdım,
suçlarını da affettim, nimetlerimi de sana bağışladım" buyurur.) [Bezzar]
Sual: Dedikoduya sebep olmamak için, kötülerden ibadeti gizlemek
gerekir mi?
CEVAP
Fitneye, dedikoduya sebep olmamak için, kötü kimselerden ibadetini
gizlemek iyi olur. Böyle kimselerin yanında açıktan ibadet yapmak emr-i
maruf olmaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bir zaman gelir ki, şimdi aranızda münafıkların gizlendiği [ibadet
yapar göründüğü] gibi, o zaman da müminler gizlenir. [İbadetleri gizli
yapar.]) [İbni Sünni]
Sual: Allahü teâlânın, bir kulundan razı olmasının alameti nedir?
CEVAP
Muhammed bin Alyan hazretleri buyurdu ki:
(Allahü teâlânın, bir kulundan razı olmasının alameti, ibadet
yapmaktan lezzet alması ve günahlardan sakınmasıdır.)
Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
395
www.dinimizislam.com
(Günahtan nefret eden ve ibadetten lezzet alan, hakiki mümindir.)
[Taberani]
Sual: Cennet sevgisi veya Cehennem korkusu ile ibadet etmek uygun
mudur?
CEVAP
Allahü teâlânın ibadet edilmeye layık tek ilah olduğu düşünülmelidir.
Allahü teâlâ, Davud aleyhisselama vahyederek, sırf Cennet sevgisi veya
Cehennem korkusu ile ibadet etmenin uygun olmadığını bildirip, (Eğer
Cenneti ve ateşi yaratmasaydım, itaat edilmeye layık olmaz mıydım?)
buyurmuştur. (Uhud-ül-kübrâ)
Sual: Her işte Allah rızasını düşünmek gerekir mi?
CEVAP
Müslümanın her işi, her hareketi her düşüncesi Allah rızası için
olmalıdır! Her işte Allah rızası esas alınırsa, Allahü teâlâ o kimseyi sever.
Sevdiğini de bol bol mükâfatlandırır. Hadis-i kudside buyuruldu ki:
(Benim için toplanan, benim için malını bol bol sarf eden ve
benim için buluşan kimselere muhabbetim vacib oldu.) [Taberani]
Çocuğun ibadeti
Sual: Çocuğun işlediği günahlara ceza ve yaptığı ibadetlere sevab var
mıdır?
CEVAP
Çocuğa hiçbir şey haram değildir, hiçbir ibadet de farz değildir. Ama
yaptığı ibadetlerin sevablarına kavuşur. (Uyun-ül-besair)
Dine uymanın faydası
Sual: Bilmeden İslamiyet’e uygun yaşayan, dünyada faydasını görür
mü?
CEVAP
Allahü teâlâ, kullarına çok acıdığı için, rahat ve saadet menbaı olan
dinlerini gönderdi. Dinlerin sonuncusu İslam dinidir. Diğer dinler, kötü
insanlar tarafından değiştirildi. Müslüman olsun, kâfir olsun, herhangi bir
insan, bilerek veya bilmeyerek İslamiyet’e uygun yaşarsa, dünyada hiç
sıkıntı çekmez. Rahat ve neşe içinde yaşar. Şimdi Avrupa’da ve
Amerika’da İslamiyet’e uygun çalışan kâfirler böyledir. Fakat, kâfirlere
ahirette hiç sevap ve mükafat verilmez. Böyle çalışan, eğer müslüman ise,
ahirette de sonsuz saadete kavuşacaktır.
İslam ahlakı ile yaşamak
Ateist genç diyor ki:
396
www.dinimizislam.com
Din insanları uyuşturur, tembel yapar, sağlıklı düşünemez, çalışmayı,
ilerlemeyi engeller, binlerce yasak ve emirlerle insanı köle haline getirir.
Kısaca yaşamı zindan eder. Hiçbir kayda ve şarta yani bir kurala
bağlanmayan ise, huzur içinde yaşar.
CEVAP
Bu sözlerin hiçbir ilmi değeri yoktur. Kuralsız yaşamak insanlara
mahsus değildir. Emir ve yasaksız toplum hayal edilemediği gibi, beraber
yaşayan iki kişiye bile kurallar gerekir. Birisi uyurken ötekinin gürültülü
şekilde çalışması uygun olur mu? Kuralsız toplum olmaz. Kuralsız oyun
bile olmaz. Yolda yürümekte bile kural gerekir. Trafikteki kurallar olmasa ne
olur? Elbette kargaşa olur.
İnsanların, sağlam ve rahat, neşeli yaşamaları ve ahirette sonsuz
mutluluğa kavuşmaları için Allahü teâlâ, insanlara gerekli bütün nimetleri
yarattı. Bunlardan nasıl yararlanacağımızı, nasıl kullanacağımızı,
Peygamberleri aracılığı ile gönderdiği kitaplarında bildirdi. Bu bilgilere Din
denir.
İslamiyet’in koyduğu kurallar, sadece ahirette değil, dünyada da rahat
içinde yaşamaya sebep olur. Bir ateist bile, İslam ahlakına uygun yaşarsa,
dünyada rahat ve huzur içinde olur. Mesela, bir eczanede yüzlerce ilaç
vardır. Her ilacın kutusunda tarifesi vardır. İlacı, tarifeye uygun kullanan,
yararını, tarifeye uymayan zararını görür. Yeni bir makine, cihaz imal
edilince, içine prospektüsü [tarifesi] konur. O cihazı yapan, aletin sağlıklı
çalışabilmesi için nelere dikkat edilmesi gerektiğini bilir. İnsanları yoktan
yaratan da, onun sağlıklı çalışabilmesi için ne yapması gerektiğini elbette
bilir. Kur’an-ı kerimde, (Yaratan hiç bilmez mi?) buyuruluyor. (Mülk 14)
İşte İslam ahlakına uygun yaşayan insan, inanmasa bile Allah’ın
yarattığı nimetlerden fayda görür. Branşında uzman olan bilim adamı,
incelediği zaman İslamiyet’in o hususta bildirdiği kuralın faydalarını bulur.
Yabancı bir bilim adamı diyor ki: “Namazdaki hareketler beden için çok
faydalı jimnastik hareketleridir. Gün gelecek, [Bağnaz olmayan] doktorlar
bunu reçetelerine yazacaklardır.”
Oruç, zekât, sadaka [yardımlaşma], sünnet olmak, temizlik, az yiyip az
içmek, az uyumak, istişare, kanaat, tevekkül, sabır, kul hakkı, adalet için
yazılıp çizilenleri çok kişi biliyor. Bunların tam ve en iyi şekli İslam
ahlakında vardır. Bir ateist bile bunları uygulasa dünyada faydasını görür.
Müslüman olarak uygularsa, o zaman kalbinde sevgiden hasıl olan Allah
korkusu da olacağı için, hiç kimse olmasa bile, hiç kimse anlamasa bile, hiç
kimse yakalayamasa bile, bu kurallar dışına çıkmaz, başkasına zarar
397
www.dinimizislam.com
vermez. Veriyorsa, sevgisinde, kusur var demektir. Bunun suçu da
kurallarda değil, kendisindedir.
Kurallara uyabilmek için beden ve ruh sağlığı çok önemlidir. Rahat,
huzur buna bağlıdır. Bunun önemi gün geçtikçe daha iyi anlaşılmaktadır.
Halbuki bu 1400 küsur yıldır İslam ahlakının temeli olup, emir ve
tavsiyelerin başında yer almaktadır. Bir hadis-i şerifte İslami bilgilerin
beden ve ahlak bilgisi olarak ikiye ayrıldığı, bu ilimler içinde bedeni
koruyan sağlık bilgisi ile ruhu koruyan din ahlak bilgisinin önemi
bildirilmektedir. Demek ki her şeyden önce, ruhun ve bedenin zindeliğine
çalışmak İslamiyet’in emridir. Hatta İslamiyet, beden bilgisini, din
bilgisinden önce öğrenmeyi emrediyor. Çünkü, bütün iyilikler, bedenin
sağlam olması ile yapılabilir. İslamiyet’te ruh temizliği esastır. Yalancı,
hilekâr, insanları aldatan, haksızlık eden, insanlara yardım etmeyen,
büyüklenen, yalnız kendi çıkarını düşünen bir kimse, ne kadar ibadet
ederse etsin, hakiki bir Müslüman sayılmaz.
Mükemmel insan
Yukarıdaki yazımızda, bir ateistin bile, inanmadığı halde, İslam’ın
güzel ahlakına uygun yaşadığında, dünyada rahata kavuşacağını
bildirmiştik. Şimdi mükemmel insanı bildiriyoruz.
Mükemmel insan nasıl olur? Bazı vasıfları şöyledir:
Güler yüzlü, tatlı dilli, doğru sözlüdür. Kızmaz, kızsa da zararlı iş
yapmaz. Büyüklenmez, son derece mütevazı, alçak gönüllüdür. Kendisine
başvuran herkesi dinler ve imkan buldukça yardım eder. Vakarlı, kibar, ağır
başlı, haysiyetlidir. Ailesini ve vatanını sever. Ana babasına, hocasına,
âmirine karşı saygılıdır. Kumar oynamaz, uyuşturucu kullanmaz, sarhoş
olmaz, yalan söylemez, hırsızlık, gasp yapmaz, kimsenin hakkına tecavüz
etmez. Hiç kimsenin canına, malına, ırzına dokunmaz. Hasetçi değildir.
Başkasının zararına sevinmez. Onlara karşı kin beslemez. Üç günden
fazla dargın durmaz, küsmez. Yumuşaktır, fakat pasif değildir. Cömerttir,
cimri değildir. Dedikodu etmez, suizanda bulunmaz. Sözünde durur
kimseyle alay etmez, onlara zulmetmez. Hainlik etmez. Sahtekâr değildir.
Fitne çıkarmaz, özür dileyeni affeder. Vaktini boş geçirmez. Lüzumsuz
şeylerle uğraşmaz. Ancak faydalı şeylerle meşgul olur.
Yukarıdaki emir ve yasaklar sadece İslamiyet’te vardır. Müslüman, bu
emir ve yasaklara uyduğu ölçüde mükemmel insandır. Tam uyabilirse
mükemmelliği de tam olur. Allahü teâlânın evliya kulları böyledir. İslam dini
kadar, açık ve mantıki hiçbir din yoktur. Bu dinin esasını anlayan, seven ve
uygulayan bir kimse, dünya ve ahirette mutlu olur. Eğer bütün insanlar,
İslam ahlakı üzere yaşasalar, dünyada ne kötülük, ne hile, ne savaş, ne
398
www.dinimizislam.com
şiddet ve ne de zulüm kalırdı. Bunun için, mükemmel bir insan olmaya
gayret etmek lazımdır.
Yukarıdaki hususlar İslamiyet’in emirleridir. Yerimizin müsaadesi
ölçüsünde birkaçını alalım. İyi insan, iyi ahlaklı insan demektir. Hadis-i
şeriflerde buyuruluyor ki:
(Ahlakınızı güzelleştiriniz.) [İbni Lal]
(Sizin imanca en güzeliniz, ahlakça en güzel olanınızdır.) [Hakim]
(Ben güzel ahlakı bildirmek için gönderildim.) [Beyheki]
(Güzel ahlak, senden kesilen akrabanı ziyaret etmek, sana
vermeyene vermek, sana zulmedeni affetmektir.) [Beyheki]
(Din, güzel ahlaktır.) [Deylemi]
(En faziletli mümin ahlakı en güzel olandır.) [Tirmizi]
(Yumuşak davran! Sertlikten sakın! Yumuşaklık insanı süsler,
çirkinliği giderir.) [Müslim]
(En iyi kimse, huyu en güzel olandır.) [Buhari]
(Yumuşak huylu kimseye, dünya ve ahiret iyilikleri verilmiştir.)
[Tirmizi]
(Halka kolaylık, yumuşaklık gösteren Müslümanın Cehenneme
girmesi haramdır.) [İ. Ahmed]
Bir kimse Resulullah efendimizden nasihat istedi, (Kızma, sinirlenme)
buyurdu. Birkaç kere sorunca, hepsine de (Kızma, sinirlenme) buyurdu.
(Buhari)
Güzel ahlak hakkında İslam âlimleri buyuruyor ki:
Her binanın bir temeli vardır. İslam’ın temeli de güzel ahlaktır. Güzel
ahlak; güler yüzlülük, cömertlik ve kimseyi üzmemek demektir. Güzel
ahlakın en azı, meşakkatlere göğüs germek, yaptığı iyiliklerden karşılık
beklememek, bütün insanlara karşı şefkatli olmaktır. Güzel ahlak,
Yaratandan dolayı, yaratılanları hoş görüp, onların eziyetlerine sabırdır. Bir
müslümana çatık kaşla bakmak haramdır. Güler yüzlü olmayan mümin
sıfatlı değildir. Herkese karşı güler yüzlü olmalı. Kısacası Müslüman,
hasreti çekilen insan demektir.
Gençlikte yapılan ibadetler
Sual: Gençlikte yapılan ibadetler, fazilet bakımından ihtiyarlıkta
yapılandan farklı mıdır?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
399
www.dinimizislam.com
(Gençlik çağı, nefsin kaynadığı, şehvetlerin oynadığı, insan ve cin
şeytanlarının saldırdığı bir zamandır. Böyle bir çağda yapılan az bir amele,
pek çok sevap verilir.
İhtiyarlıkta dünya şevkleri azalıp güç, kuvvet gidip, arzulara kavuşmak
imkanı ve ümitleri kalmadığı zamanda, pişmanlıktan, ah etmekten başka
bir şey olmaz.
Çok kimselere bu pişmanlık zamanı da, nasip olmaz. Bu pişmanlık da
tevbe demektir ve yine büyük nimettir. Gençlik çağı, kazanç zamanıdır.
Mert olan, bu vaktin kıymetini bilip elden kaçırmaz. İhtiyarlık herkese
nasip olmaz. Nasip olsa da rahat, elverişli vakit ele geçmez. Vakit de
bulunsa, kuvvetsizlik, halsizlik zamanında, yarar iş yapılamaz. Bugün, güç,
kuvvet yerinde iken, hangi özürle, hangi sebeple bugünün işi yarına
bırakılabilir?
Peygamber efendimiz, (Yarın yaparım diyen, helak oldu, ziyan etti)
buyurdu. Gençlik zamanında insanı üç din düşmanı olan nefs, şeytan ve
kötü insanlar aldatmaya uğraşmaktadır. Bunlar karşısında, az bir ibadet
pek kıymetli olur. İhtiyarlıkta yapılan, bundan kat kat fazla ibadetlerin bu
kadar kıymeti olmaz.
Gençlikte, nefsin arzuları, insanı kapladığı gibi, ilim öğrenilecek, ibadet
yapılacak en kârlı zaman da gençliktir.
Gençlikte, şehvetin, asabiyetin kapladığı anlarda, dinin bir emrini
yerine getirmek, ihtiyarlıkta yapılan aynı ibadetten çok kıymetli olur.
[Hele başka maniler de araya katılırsa, bunları dinlemeyip, yapılan
ibadetin sevabı o kadar çoktur ki, ancak Allahü teâlâ bilir].
Çünkü, maniler karşısında, ibadet yapma güçlüğü, sıkıntısı, o
ibadetlerin, şanını, şerefini göklere çıkarır. Mani olmayarak, kolay yapılan
ibadetler, aşağıda kalır. Bunun için insanların yüksekleri, meleklerin
yükseklerinden daha üstün olmuştur. Çünkü insan, maniler arasında ibadet
eder. Melekler ise, mani olmadan emre itaat ediyor.
Gençlik arzuları, Allah’ın düşmanı olan nefsin ve şeytanın sevdiği
şeylerdir. Dine uygun şeyler ise, Allahü teâlânın sevdiği şeylerdir. Allah’ın
düşmanlarını sevindirip, bütün nimetleri veren, hakiki sahibi gadaba
getirmek, akıllı insanların yapacağı şey değildir. Allahü teâlâ, hepimizi
nefse, şeytana ve din düşmanlarının sözlerine ve yazılarına aldanmaktan
muhafaza buyursun.) [Müj. Mektublar]
Dünya işleri yarına bırakılır, bugün ahiret işleri yapılırsa, güzel olur.
Fakat bunun aksi yapmak, çok çirkin olur. Gençlikte insanı, üç din düşmanı
olan, nefs, şeytan ve kötü arkadaş aldatmaya çalışır. Bunlar karşısında, az
bir ibadet pek kıymetli olur.
400
www.dinimizislam.com
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allah katında en sevgili olan, tevbe eden gençlerdir.) [R.Nasıhin]
(Tevbe eden bir gencin cenazesi kabristana getirilince, Allahü
teâlâ, "Ey Melekler, bu kabristandan azabı kaldırın! Buraya tevbe eden bir
genç getirildi. Onun olduğu yerdekilere azap etmeye haya ederim"
buyurur ve bütün kabristandakilerden kırk gün, azap kalkar.) [R.
Nasıhin]
Tevbe eden genç
Beni İsrail zamanında bir genç, kötü işler yapar, tevbe eder,
tevbesinde durmazdı. Çok günah işlese de, çok tevbe ettiği için, tevfîk-i
ilahi imdadına yetişti. Büyük bir günah işledikten sonra pişman oldu.
Sahraya çıkıp yüzünü, gözünü topraklara sürerek dedi ki: "Ya ilahi, ne
kadar tevbe ettiysem tevbemi bozdum. Beni günahtan korumazsan yine
tevbemi bozar, ebedi felakete düçar olurum. O zaman halim nice olur?"
Şöyle bir ses duydu:
"Ey kulum, sen günahından vazgeçtiğin için, sana rahmetle
muamele ediyorum. Tevbeni kabul edip, kötü amellerini lütuf ve
keremimle affettim." [R. Nasıhin]
Allahü teâlâ, çok merhametli olup, kullarına çok acıdığı için, bir günde
ibadete, yalnız beş vakit ayırmış, birkaç şeyi haram edip, çok şeyi mubah
etmiş, izin vermiştir. O halde, gençlik zamanında, sıhhatin, gücün kuvvetin,
malın ve rahatlığın bir arada iken, bu zamanı değerlendirmek gerekir.
Sonsuz saadete kavuşturacak sebeplere yapışmalı, iyi işler yapmalı,
bugünün işini yarına bırakmamalıdır. Ömrün en iyi zamanı olan gençlik
günlerinde, işlerin en iyisi sahibin, yaratanın emirlerini yapmak, Ona ibadet
etmek, İslamiyet’in yasak ettiği haramlardan sakınmaktır. Günde bir saat
tutmayan bir zamanı, Allahü teâlânın emrini yapmak için ayırmamak,
sayılamayacak kadar çok olan, mubahları bırakıp da, haram ve şüpheli
olana uzanmak ne kadar kötüdür. (M.Rabbani)
Gençliğin kıymeti
Sual: Gençlikteki ibadetle ihtiyarlıktaki ibadet arasında fark var mıdır?
CEVAP
Evet çok fark vardır. Gençlikte ibadet daha kıymetlidir. İmam-ı
Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Gençlikte, şehvetin, asabiyetin kapladığı anlarda, İslamiyet’in bir
emrini yerine getirmek, ihtiyarlıkta yapılan aynı ibadetten çok üstün ve
kıymetli olur. (3/35)
Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:
401
www.dinimizislam.com
Gençlik, ömrün en kıymetli zamanıdır. İnsanın sıhhatli, kuvvetli olduğu
zamandır. Bu zaman, her gün geçiyor, azalıyor, ihtiyarlık yaklaşıyor. En
şerefli, en lüzumlu iş olan, marifetullahı kazanmayı [Allahü teâlâyı
tanımayı], hayâl olan ömrün sonuna bırakanlara yazıklar olsun. En şerefli
olan zamanları, en zararlı, en kötü şey olan nefsin arzularına kavuşmak
için sarf etmemeliyiz. Peygamber efendimiz, (Yarın yaparım diyenler,
aldandı) buyurdu. (1/65)
Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ, ibadet eden genci, meleklerine gösterip, ”Bakın bu
genç, benim için şehvetini bırakıyor. O benim nazarımda kıymetli bir
melek gibidir” buyurur.) [Deylemi]
(Bir genç, ilim ve ibadet içerisinde yetişir, olgunlaşırsa, Allahü
teâlâ, Kıyamet günü ona yetmiş iki sıddık sevabı kadar sevap verir.)
[Taberani]
(Cömert ve güzel ahlaklı bir genç, Allah katında kendisini ibadete
vermiş cimri ve kötü huylu bir ihtiyardan daha üstündür.) [Deylemi]
(Allahü teâlâ, Kıyamette, şu yedi kişiyi, hiçbir gölgenin
bulunmadığı günde, Arşın altında gölgelendirir. Yani onu kendi
himayesine alır:
1- Adaletli hükümdar,
2- Rabbine ibadet ederek yetişen genç,
3- Gönlü [namaz için, ibadet için] mescitlere bağlı olan,
4- Allah için birbirini seven, o sevgi ile bir araya gelip, o sevgiyle
birbirinden ayrılan iki kişi,
5- Güzel ve mevki sahibi bir kadın, davet edince, ben Allah’tan
korkarım diye red eden,
6- Sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek kadar sadakayı gizli
veren,
7- Tenhada Allah’ı zikredip de gözleri yaşla dolan.) [Buhari,
Müslim, Tirmizi, Nesai]
(Beş şey gelmeden önce beş şeyin kıymetini bil!
1- İhtiyarlıktan önce gençliğin,
2- Hastalıktan önce sağlığın,
3- Meşguliyetten önce boş vaktin,
4- Fakirlikten önce zenginliğin,
5- Ölümden önce hayatın kıymetini bil!) [Ebu Nuaym, Hakim]
402
www.dinimizislam.com
Dindeki emir ve yasakların hikmetleri
Sual: Bazıları "Allah’ın bizim ibadetimize ihtiyacı yoktur. İşlediğimiz
günahların da ona zararı olmaz" diyorlar. Dinimizin emir ve yasaklarının
hikmeti nedir?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Peygamberlerin bildirdikleri hükümler, hep rahmettir, iyiliktir. Yoksa, bu
emirler, zındıkların sandıkları gibi, işkence değildir. Bunların sık sık
söyledikleri (Kullarına zor ve yorucu şeyler emredip de bunları yaparsanız,
Cennete girersiniz demek insaf mıdır, merhamet midir? Bir şey
emretmemeli idi. Merhamet ve iyilik böyle olur) gibi lafları, ne kadar
ahmakçadır. Bunlar, hiç düşünmüyor mu ki, iyilik edenlere, şükretmek yani,
sevindiğini bildirmek, aklın istediği bir şeydir. Dinimizin hükümleri, bütün
nimetleri, iyilikleri yaratan, gönderen, Allahü teâlâya karşı, şükrün nasıl
yapılacağını göstermektedir. O halde dinimizin hükümleri, aklın istediği bir
şeydir.
Bundan başka, dünyanın, hayatın düzeni, bu teklifleri, yapmakla olur.
Allahü teâlâ, herkesi kendi başına bıraksaydı, kötülükten, karışıklıktan
başka bir şey olmazdı. Allahü teâlânın haramları olmasaydı, nefsleri,
keyfleri peşinde koşanlar, başkalarının mallarına, canlarına, ırzlarına
saldırır, fenalıklar, karışıklıklar hasıl olur, saldıran da, karşısındakiler de,
zarar görür, helak olurlardı. Ülkelerin mamurluğu, insanların rahatı, yani
medeniyet olmaz, insanlık, canavarlık şeklini alırdı.
Dinden uzaklaşmak
[Bugün bile, Allahü teâlâyı inkâr eden, İslamiyet’i beğenmeyen,
cahilliğin verdiği cesaret ve taşkınlıkla öğünen yabancıların, Allahü teâlânın
emirlerinden çoğunu benimsedikleri göze çarpıyor. Bütün insanların, din
ahlakından uzaklaştıkça, geçimsizlik, sefalet, işkence, sıkıntı ile
kıvrandıkları görülüyor. Fen aletleri, medeni vasıtalar, akıllara hayret
verecek şekilde, ilerlediği halde, dünyadaki huzursuzluğun, insanlıktaki
sıkıntının azalmadığı, arttığı, ibretle görülüyor.]
Allahü teâlâ, her şeyin sebepsiz, şartsız, maliki, hepimizin sahibidir.
Bütün insanlar, Onun kullarıdır. Kullarına verdiği her emri ve her şeyi
istediği gibi kullanması, hep yerindedir ve faydalıdır. Bunda, zulüm olamaz.
Memurlar âmirlere, kullar sahiplere emirlerin, işlerin sebebini soramaz.
Akla uygun, bundan daha açık bir şey yoktur.
403
www.dinimizislam.com
Bütün insanları Cehenneme koyup, sonsuz azap yapsaydı, kimin bir
şey söylemeye hakkı olabilirdi? Çünkü, kendi yarattığı, yetiştirdiği mülkünü
kullanıyor. Başkası yok ki, onun mülküne tecavüz olsun ve zulüm
denilebilsin. Halbuki, insanların kullandığı, öğündükleri mallar, mülkler,
hakikatte onların değil, hepsi, Onundur. Bizim bunlara el uzatmamız,
karışmamız, hakikatte zulümdür. Allahü teâlâ, bu dünyanın düzeni için ve
bazı faydalara yol açması için, bunları bize mülk kılmış ise de, hakikatte
hepsi Onundur. O halde, bizim bunları, asıl sahibinin mubah ettiği, izin
verdiği kadar kullanmamız yerinde olur. (Müj.Mektublar, m. 266)
Bütün varlıkların hülasası, özü olan insan, eğlence için, oyun için, yiyip
içmek, gezmek, yatmak keyif sürmek için yaratılmadı. Kulluk, vazifelerini
yapmak için, Rabbine itaat, tevazu, kuvvetsizliğini, ihtiyacını göstermek,
Ona sığınmak ve yalvarmak için yaratıldı. Muhammed aleyhisselamın
bildirdiği ibadetlerin hepsi, insanlara faydalı şeylerdir. İnsanlara yaradığı
için emredilmiştir. Yoksa, hiçbir ibadetin Allahü teâlâya faydası yoktur.
Candan teşekkür ederek, minnet ile ibadet yapmalı, tam teslim olarak
emirleri yapmaya ve yasaklardan kaçınmaya çalışmalıdır. Allahü teâlâ
hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde, kullarını, emir ve yasaklar vermekle
şereflendirdi. Her şeye muhtaç olan, biz kulların, bu büyük ihsana, bol bol
teşekkür etmemiz, bunun için de, emirleri yapmaya candan sarılmamız
gerekir. (m.73)
Sözüne güvenilen zat
Sual: Doktorların ve bazı fen adamlarının haber verdikleri faydalı
şeyler, tecrübeyle anlaşıldığı için bunlara inanılır diyen, ama ibadetlerin
faydaları tecrübe edilmediği için inanmayanlara ne demeli?
CEVAP
İslâmiyet’in bildirdiği çok şeylerin faydaları da görülmekte, tecrübe
edilmektedir. Ancak ibadetleri, faydalarından dolayı değil, Allahü teâlânın
emri olduğu için yapmak gerekir.
Fen adamlarının, doktorların tecrübe ederek faydalı olduklarını
anladıkları ve herkesin, bunlara inanarak kapıştıkları, çok para vererek
satın aldıkları bazı teknik ve tıbbi ilaçların zararlı oldukları sonradan
anlaşılıyor. Bu ilaçların isimleri listeler halinde Sağlık Bakanlığı tarafından
eczanelere bildirilerek, satışları yasak ediliyor. Böyle ilaçların fabrikaları
hükümetler tarafından kapatılıyor. Çok kıymet verilen bazı ilaçların zararlı
olduklarının sonradan anlaşıldığı, günlük gazete haberleri haline geldiği
görülüyor. Son senelerde çok kıymetli olduğu bildirilen birçok ilacın, kalb
hastalığına ve kansere sebebiyet verdikleri ve bazı temizlik maddelerinin
sağlığa olan zararları ilgililerce açıklanmıştır.
404
www.dinimizislam.com
İlaçları tanımayan zeki bir gencin babası iyi bir doktor olsa ve
babasının başarılarını yetkili çok kimseden işitse, bu genç hasta olsa,
babasının kendisini çok sevdiğini de bilse, babası kendisine ilaç verse ve
bunu içince hastalığının hemen geçeceğini, bunu çok tecrübe etmiş
olduğunu bildirse, yapılacak iğneyle, canının yanacak olduğunu bilse bile,
çocuğun babasına, (Bu ilacı ben tecrübe etmedim. Hastalığıma iyi
geleceğini
bilmiyorum.
Senin
sözünün
doğru
olduğuna
inanamıyorum) diyebilir mi? Demez elbette. Derse, bu cevabı akla,
tecrübeye uygun olur mu?
Akıllı, insaflı bir kimse, Resulullahın sözlerine dikkat ederse ve
insanları irşad için uğraşmalarını ve herkesin hakkını korumaktaki titizliğini
ve güzel ahlâkı yerleştirmek için lütufla, merhametle çalışmalarını bildiren
haberleri incelerse, Onun ümmetine olan merhametinin, sevgisinin,
babanın oğluna olandan kat kat fazla olduğunu açıkça görür. Onun
şaşılacak işlerini ve Onun mübarek ağzından çıkan, Kur’an-ı kerimdeki
şaşılacak haberleri ve dünyanın sonunda olacak şaşılacak şeyleri bildiren
sözlerini anlayan kimse, Onun aklın üstünde bulunan yüksek derecelere
erişmiş olduğunu ve aklın erişemeyeceği, anlayamayacağı şeyleri anlamış
olduğunu hemen görür. Böylece, Onun söylediklerinin hep doğru olduğu
meydana çıkar.
Kur’an-ı kerimde bulunan bilgileri öğrenip düşünen ve Onun hayatını
inceleyen insaflı bir kişi, bu hakikati açıkça görür. Fen adamlarının
bildirdikleri şeylerin bazılarının zamanla yanlış ve zararlı olduğu meydana
çıkabilirse de, Kur’an-ı kerimin bildirdiklerinin her zaman doğru olduğu
görülür.
İbadetlerin kabul olma şartları
Sual: Namazın ve diğer ibadetlerin kabul olması için belli bir şart var
mıdır?
CEVAP
Namazın ve bütün ibadetlerin kabul olmaları için, önce insanın düzgün
itikada [yani ehl-i sünnet itikadına] sahip olması ve ibadetlerin sahih
olmaları, sonra ihlas ile yapılmaları ve helale harama dikkat etmek şarttır.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Haram cilbab [gömlek] ile kılınan namaz kabul olmaz.) [Bezzar]
(Üzerinde haramdan cilbab bulunan kimsenin ibadetlerini Allahü
teâlâ kabul etmez.) [Bezzar]
(Yalnız bir lirası haramdan olan on lira ile alınmış elbise ile kılınan
namaz kabul olmaz.) [İ. Ahmed]
405
www.dinimizislam.com
Hazret-i Musa Tur’a giderken, yolda, namaz kılıp ağlayarak dua eden
bir zata rastladı, münacâtında mezkur zatın affı için Cenab-ı Hakka niyaz
ettiğinde, Cenab-ı Hak, (Ya Musa! Ben o zatın namazını ve duasını
kabul etmem. Zira, üstüne giymiş olduğu elbisenin bedelinde haram
vardır) buyurdu. (İslam Ahlakı)
Bir kimse kazancını kumardan elde etmeye çalışsa, zamanla kumar
işinde mahareti artar. Marangoz, terzi gibi helal bir meslek edinmek
isteyene de işleri kolaylaştırılır. Onun için daima helal kazanç yollarını
aramalıdır.
Duanın kabul edilmesi için bazı şartlar vardır. Bunlardan birisi haram
lokmadan sakınmaktır.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Haramdan sakının! Midesine haram lokma girenin kırk gün duası
kabul olmaz.) [Taberani]
Sad bin Ebi Vakkas hazretleri dedi ki:
- Ya Resulallah, dua buyur da, Allahü teâlâ, benim her duamı kabul
etsin!
Cevabında buyurdu ki:
- Duanızın kabul olması için helal lokma yiyiniz! Çok kimse vardır
ki, yedikleri ve giydikleri haramdır. Sonra ellerini kaldırıp dua ederler.
Böyle dua nasıl kabul olunur? [Şir’a]
Haramdan sevap beklemek
Haramdan sadaka verse, alan fakir de haramdan olduğunu bilerek,
verene, Allah razı olsun dese veya Allah kabul etsin dese ve veren de,
amin dese, ikisi de imanlarını kaybeder. Başka biri de âmin dese, o da kâfir
olur. (Birgivi şerhi)
Haram olduğu bilinen belli mal ile cami veya başka hayır yaptırmak ve
bunlara karşılık sevap beklemek küfürdür. (Redd-ül-muhtar)
Sual: İbadetlerimin kabul olmadığını sanıp gevşek davranmak uygun
mudur?
CEVAP
İbadet yapmak kulluk vazifesidir. Bir kul ibadetlerinin kabul
olmayacağını zannetse de ibadet yapmaya mecburdur. İbadet ederek,
ibadetteki kusurlarına istiğfar edip ağlamalıdır! Bu istiğfar ve yalvarış belki
ibadetlerin kabul olmasına sebep olur. İbadetler düzgün yapılınca, belki
kibre, ucba sebep olur ve böylece kişi yine tehlikeye girer. Sonra
ibadetlerin hepsi kabul olsa da, sayısız nimetlerin hangisinin şükrünü eda
edebilir? İbadetlerine güvenmek de doğru değildir. İbadet kulun vazifesidir.
Kul, vazifesinde gevşeklik göstermemelidir! (Hadika)
406
www.dinimizislam.com
İsteksiz ibadet
Sual: Bazen içimizde ibadet isteği olduğu halde, bazen de farz
namazları bile istemeden kıldığımız oluyor. Bu namazlar sahih oluyor mu?
CEVAP
Evet, namaz sahih olur. Her zaman, özellikle böyle zamanlarda, tevbe
ve istiğfar ederek Allahü teâlâya sığınmalı.
Sual: İmam-ı Rabbani hazretleri, 105. mektubunda,
“(Kalblerinde hastalık vardır) mealindeki âyette bildirilen kalb
hastalığına yakalanmış olanların hiçbir ibadeti fayda vermez, belki zarar
verir buyuruyor. Hasta iyi olmadıkça, gıda ona fayda vermez” diyor.
Kalbdeki hastalık düzelinceye kadar ibadete ara vermek mi gerekiyor?
CEVAP
Bütün ibadetler, zikirler kalbdeki hastalığı tedavi içindir. Yani hastalığın
ilacıdır. Hastalığım geçene kadar ilaç kullanmamalıyım denir mi hiç?
(Haram işleyenlerin ibadetleri kabul olmaz) buyuruluyor. Haramları
terk edip ibadetlere sarılmak yerine, ibadetleri bırakıp haramlara dalmalı
denir mi? Kabul olmaz demek ise, ibadetleri sahih olur, fakat sevapları çok
azalır demektir. Bildirilen âyet-i kerimenin mealinin tamamı şöyledir:
(Onların kalblerinde maraz [nifak, haset hastalığı] vardır. Allah da,
[İslam’ı güçlü kılmasıyla onların kin ve nifak] hastalıklarını artırdı.
[İnanmadıkları halde inandık diyerek] yalan söylemeleri sebebiyle onlar
için elim [çok şiddetli, ebedi] bir azap vardır.) [Bekara 10]
Âyet-i kerime münafıklar, yani kâfirler için inmiştir.
Kalbin en ağır hastalığı, Allah’tan başkasına bağlanmasıdır. Neye
bağlanıyorsa yani her ne Allahü teâlâya bağlanmasına engel oluyorsa
mabudu o olur. Aslında onun mabudu, tapındığı şey, kendi nefsidir.
Kalb, bu şekilde değil de, ibadetleri aksatmak, haramlara düşkünlük
yüzünden hasta ise, tedavisine çalışmalı. Buna kendi iradesi gücü
yetmeyebilir. Bunun en kestirme tedavisi, imam-ı Rabbani hazretleri gibi
büyükleri çok sevmek, onların hürmetine yardım istemektir.
Kalb, bu bağlılıklardan kurtulmadıkça, insanın kurtulması çok güç olur.
Hastalık ne ise tedavi ona göre yapılır. Hastalık inkâr ise tedavisi
imandır. Hastalık cimrilik ise tedavisi cömertliktir. Hastalık yalan ise, doğru
söyleyerek bu hastalıktan kurtulmaya çalışmalıdır.
Sahih olmayan ibadet kabul olmaz
Sual: Kitaplarda okuyoruz, bir kişinin yüzünden hacca gidenlerin
haccının kabul olduğu yazılıdır. Şimdi daha çok hacca giden var. Birisinin
olsun haccı kabul olmaz mı? Kabul olursa, artık bir gün önce haccı
407
www.dinimizislam.com
yapmanın ne mahzuru var da, bir gün sonra Arafat'a çıkılması tavsiye
ediliyor?
CEVAP
Sahih olmakla kabul olmak farklıdır. Kabul olmanın birinci şartı, sahih
olmaktır. Şartları yerine getirilmemişse, sahih olmaz. Sahih olmayan ibadet
de kabul olmaz. Birkaç örnek verelim:
1- Ramazan orucumuzu başka aylarda tutarsak, bu ibadetimiz sahih
olmaz. Sahih olmayınca da kabul olmaz.
2- Orucu güneş batmadan açsak, o ibadet sahih olmaz. Sahih
olmayınca da kabul olmaz.
3- Namazlar, vakti girmeden kılınsa sahih olmaz. Sahih olmayınca da
kabul olmaz.
4- Gusülsüz ve abdestsiz namaz kılınsa, sahih olmaz. Sahih
olmayınca da kabul olmaz.
5- Hac, hac günlerinde yapılmasa, başka günde yapılsa sahih olmaz.
Hatta Arefe günü, Arafat'a çıkılmasa, yine hac sahih olmaz. Sahih
olmayınca da kabul olmaz.
Bir ibadet sahih olduğu halde, kabul olmayabilir. Buna da birkaç örnek
verelim:
1- Ramazan orucu, şartlarına uygun olarak tutulsa, fakat iftar vakti,
oruç şarapla açılsa, bu ibadet sahihtir; ancak kabul olmaz. Yani vaat edilen
büyük sevaba kavuşamaz. Ahirette ona niye oruç tutmadın diye sorulmaz,
niye içki içtin diye sorulur.
2- Kumar oynayanın, hırsızlık edenin, içki içenin, çıplak gezenin,
şartlarına uygun olarak kıldığı namazlar sahihtir. Ancak haram işlediği için
kabul olmaz. Yani vaat edilen büyük sevaba kavuşamaz. Ahirette ona niye
namaz kılmadın diye sorulmaz, niye kumar oynadın, niye hırsızlık ettin,
niye çıplak gezdin, niye içki içtin diye sorulur. Bu günahları işlese de,
namazı yine asla terk etmemelidir.
3- Şartlarına uygun haccedilse; fakat hacıların paralarını çalsa, orada
daha başka günahlar işlese haccı sahih olur; fakat kabul olmaz. Yani vaat
edilen büyük sevaba kavuşamaz. Ahirette ona niye hacca gitmedin diye
sorulmaz, niye hırsızlık ettin diye sorulur.
Yaşadığını din sanmak
Sual: Kırk yıldır ben abdest alırken ayaklarımı tek bir defa yıkarım.
Fakat sitenizde üç kere yıkamak gerektiği yazılıdır. Eski köye yeni âdet gibi
bu husus bana çok tuhaf geldi.
CEVAP
408
www.dinimizislam.com
Ayaklar dâhil, her uzvu üç kere yıkamak sünnettir. Bu yeni çıkmış bir
şey değildir. 1400 senedir böyledir. Büyüklerimiz, (Dine uygun
yaşamazsan, yaşadığını din kabul edersin) buyuruyorlar. Kırk senedir
yanlış yaşanınca, elbette yaşanılan yanlışlar din sanılır, doğru olanlar tuhaf
gelir, yadırganır, eski köye yeni âdet sayılır. Eğer kendimiz yanlış
yapıyorsak, bu yanlışı da aynada görüyorsak, suçu aynaya bulmamak
gerekir.
Kırk yıldır açık gezen bayan kapansa, kapanmak ona tuhaf gelir, belki
de çok sıkılır, kapanmaktan rahatsız olur, örtüsünü yırtmak ister. Eğer dine
uygun yaşanırsa doğrular yadırganmaz. Tuhaf veya zor gelse de dinin
emrine uymaya çalışmalıdır.
Günahkârın ibadeti
Sual: (Zani, zina ederken; içki içen, içkiyi içerken; hırsız, hırsızlık
yaparken mümin değildir) hadis-i şerifi, günah işleyenlerin kâfir olacaklarını
göstermiyor mu?
CEVAP
Hayır, kâfir olacaklarını göstermiyor. Âlimler, bunların kâmil mümin
olmadıklarını gösterdiğini bildirdiler. Bunların imanları zayıftır, küfre
düşmeleri kolay olur. (Fuhuş söz söyleyen, komşusu zararından emin
olmayan, komşusu aç iken tok olan mümin değildir) hadis-i şerifleri de
böyledir. (Şu günahı işleyen Cennete giremez, Cehennemliktir, mümin
değildir) demek, (O günahtan tevbe edilmezse, af veya şefaate
uğramazsa, günahının cezasını çekmeden Cennete giremez) demektir.
Çünkü günah ile, imansızlık ayrı şeylerdir.
Günah ne kadar büyük olursa olsun, o günahı işleyen kâfir olmaz.
Fakat hangi günah olursa olsun, günaha devam edenin kalbi kararır, küfre
sürüklenir. Onun için her günahtan kaçmalıdır. İbadet yapmayan ve günah
işleyen müslümana kâfir dememelidir.
İman vücuttaki baş gibidir
Ehl-i sünnet âlimlerinin açıklamaları olmadan hadis-i şeriflerden, âyet-i
kerimelerden hüküm çıkarmak çok yanlış olur. Mesela, (Bir mümini
kasten öldüren Cehennemdedir) meâlindeki âyet-i kerimeyi İslam
âlimleri, (Bir mümini, mümin olduğu için öldüren Cehennemliktir)
şeklinde açıklamışlardır.
(İman, kalb ile tasdik, dil ile ikrar ve azalarla ameldir) sözünün manası
ise şudur:
İnsanda iman, vücuttaki baş gibi; el, kol gibi uzuvlar da ameller gibidir.
Elsiz, kolsuz insan olursa da, başsız insan olmaz. Normal bir insan tarif
409
www.dinimizislam.com
edilirken, bütün azaları ile tarif edilir. İşte bunun gibi, kâmil mümin tarif
edilirken, amel de dahil edilmiştir. Eli, ayağı kesik kimseye, (yaşayan ölü)
dedikleri gibi, büyük günah işleyene de, kâmil mümin değil manasına
“mümin değildir” buyurulmuştur. [İhya]
İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
İbadetler, imandan parça değildir. Fakat ibadetler, imanın kemalini
artırır. İmam-ı a’zam hazretleri, “İman artmaz ve azalmaz” buyurdu. Çünkü
iman, kalbin tasdiki, kabul etmesi, inanması demektir. İnanmanın azı, çoğu
olmaz. Azalan ve çoğalan inanışa, iman denmez, zan ve vehim denir.
Mümin büyük günah işlese de imanı gitmez, kâfir olmaz. (c.2, m.67)
İmanla ölen günahkâr müslüman, cezasını çektikten sonra Cennete
gider. Ancak, bir kimse, (Cennete gitmek için amel şart değildir) diyerek
ibadet etmezse, işlediği günahlar kalbini karartır ve imanı gidebilir.
Allahü teâlânın var ve bir olduğunu ve Peygamber efendimiz ile
bildirdiği ahkamı tasdik eden bir mümin, bu ahkama uymakta kusur ederek
günah işlerse elbette üzülür. Günah işlemekle kâfir olmaz. Allah’ı ve
Peygamberi tanımayan ve yaptığı iyi işleri, Allah’ın emri olduğu için değil
de, başka sebeple yapan bir kimse, Allah’a kul olmayı bile kabul etmiyor.
Bu ikisine karşı Allahü teâlânın muamelesi, elbette bir olmaz. Çünkü birisi
suçlu ise de müslümandır. Diğeri iyi iş yapmış olsa da kâfirdir. (Hadika)
Sual: İbadeti terk eden imansız mıdır?
CEVAP
Mutezile ile bazı bid'at fırkaları, (Amel, imandan parçadır) demişlerse
de, amel, imanın parçası değildir. Küfrün zıddı iman, günahın zıddı ise
ibadettir. İmanı bırakan kâfir olur, ibadeti terk eden günahkâr olur. Amelsiz
iman makbuldür, imansız amel ise makbul değildir. Kadınların muayyen
hallerinde olduğu gibi, namaz, oruç gibi ibadetleri bırakmak caiz ve
gerekirken imanı hiçbir zaman bırakmak caiz olmaz.
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
Sapık fırkalar, (Onlar, iman edip salih amel işlediler) mealindeki
Rad suresinin 29.âyet-i kerimesini delil gösterip, (Amel imanın parçasıdır)
dediler. Halbuki bu ve benzeri âyetler, amelin, imanın içinde değil, dışında
olduğunu gösterir. Eğer aksi olsaydı, (ve amilussalihat) sözü lüzumsuz
tekrar edilmiş olurdu. Mutezile fırkasının, günah işleyenlerin ebedi
Cehennemde kalacağını söylemesi yanlıştır. Çünkü hadis-i şerifte, (İkrar
ettiği şeyi, inkâr etmeyen, kâfir olmaz) buyuruldu. Günah işleyen, tasdik
ettiği imanın esaslarını inkâr etmiş olmaz. Ahirette yalnız imansızlara
şefaat edilmez. Bu da, şefaat edilen günahkârların kâfir olmadığını gösterir.
Hadis-i şerifte, (Büyük günah işleyenlere şefaat edeceğim) buyuruldu.
410
www.dinimizislam.com
Ebüdderda hazretleri, (Ya Resulallah, zina ve hırsızlık eden de, şefaate
kavuşacak mıdır?) diye sual etti. Cevabında, (Evet zina ve hırsızlık edene
de şefaat edeceğim) buyurdu. İman ile ölen herkes, er geç Cennete girer.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Günahı çok olan bir mümin, tevbe etmeden ölmüş ise, Allahü teâlâ
dilerse, günahlarının hepsini affeder, dilerse günahları kadar azap eder;
fakat sonunda yine Cennete koyar. Kurtulmayacak olan yalnız kâfirlerdir.
Zerre kadar imanı olan kurtuluşa kavuşur. (Mektubat-ı Rabbani)
Sual: Haram yiyenin namazı ve diğer ibadetleri kabul olur mu? İçki
içen kırk gün namaz kılmamalı mı?
CEVAP
Sahih olmakla kabul olmak ayrı şeydir. Her çeşit günahı işleyen
kimsenin kıldığı namaz sahih olabilir; fakat kabul olmaz. Yani ahirette ona,
“Niçin namaz kılmadın?” diye sual edilmez. Şartlarına uygun kılmışsa,
namaz borcundan ve namaz kılmamak gibi büyük günahtan kurtulur. Fakat
namazdan hasıl olacak büyük sevaba kavuşamaz. Hadis-i şeriflerde
buyuruldu ki:
(Duanın kabul olması için helal ye! Bir lokma haram yiyenin, kırk
gün ibadetleri kabul olmaz.) [Taberani]
(On dirhemlik elbisenin bir dirhemlik kısmı haram kazançtan
gelse, o elbise ile kılınan namaz kabul olmaz.) [İ.Ahmed]
(Şarap içenin namazı kırk gün kabul olmaz.) [Hakim]
Sarhoş iken kılınan namazlar sahih olsa da, kabul olmaz, yani sevabı
olmaz. Yani, işlediği günahlar, kazandığı sevapları alır götürür. Elinde
sevabı kalmadığı için, sevap verilmez, sevabı olmaz deniyor. Yoksa sahih
ve ihlaslı olan her ibadetin sevabı olur.
Tekrar edelim, (Namazı kabul olmaz) demek, namazı boşa gider
demek değildir. Namaz borcundan kurtulur, fakat namaza ait büyük
sevaptan mahrum kalır. Namaza devam ederse, günahları bırakması
kolaylaşır. Şu halde içki içen de namaza devam etmelidir.
Kabahat gizli olmalı
Sual: (İbadet de gizli, kabahat de gizli) diye söylenen atasözü yanlış
değil mi? İbadet gizli olsaydı, Allah camide namaz kılınmasını emreder
miydi? Kabahati gizli işlemek caiz mi de böyle söylenmiştir?
CEVAP
Atasözlerinin hepsi doğrudur. Fakat son asırda çıkarılanlar arasında
yanlış olanlar olabilir. Atasözlerinin birçoğu hadis-i şerif mealleridir.
Bahsettiğiniz atasözü, Kur’an-ı kerime ve hadis-i şeriflere aykırı değildir.
411
www.dinimizislam.com
İbadetin gizli olması nafile ibadetler içindir. Atalarımız elbette farz ibadetleri
kasdetmez. Çünkü atalarımız dine aykırı konuşmazlar.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Farzlar yapılırken araya riya karışmaz. Nafile ibadetlerde ise, gösteriş
çok olur. Bunun için, zekâtı, aşikâre vermek gerekir. Bu suretle insan
iftiradan kurtulur. Nafile olan sadakayı gizli vermeli ki, kabul olma ihtimali
fazla olur. (2/82)
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Gizli sadaka daha iyidir.) [Bekara 271]
(Rabbinizi gizli, sessiz çağırın.) [Araf 55]
(Rabbini, içinden zikret!) [Araf 205]
Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Sağ elin verdiğini sol el duymayacak şekilde gizli sadaka veren,
Allahü teâlânın himayesine kavuşur.) [Buhari]
(Sadakayı gizli vermek iyilik hazinesidir.) [Taberani]
(Tenhada kılınan nafile namazın sevabı, insanların yanında
kılınandan 25 kat daha fazladır.) [İ. Ahmed]
(Hafaza meleklerinin işitmediği zikir, işittikleri zikirden yetmiş kat
daha kıymetlidir.) [Beyheki]
(Allah’ı gizlice zikredin!) [İbni Mübarek]
Demek ki, nafile ibadetleri gizli yapmak daha iyidir. Bunun için, ibadet
de gizli olmalı denmiştir.
Kabahatin gizli olmasına gelince; kabahat gizli de, açık da işlenmez.
Bir âyet-i kerime meali:
(Açık da olsa, gizli de olsa günahlardan sakının!) [Enam 120]
Fakat gizli işlenmiş bir günahı açığa vurmak ayrıca günahtır. İbni
Âbidin hazretleri, (Günahını açığa vurmak ayrıca günah olur. Gizli yapılan
günahı başkalarına anlatmak da günahtır) buyuruyor.
Günahtan el çekemeyen kimse, kötü örnek olmamak için günahını
gizlemelidir. Oruç tutmayan kimse, orucunu gizli yemelidir. Açıktan yemesi
ayrıca günah olur. İşte atalarımızın, (Kabahat de gizlidir) demeleri bu
sebeptendir.
En kıymetli ibadet
Sual: En kıymetli ibadet hangisidir?
CEVAP
Bir şeyin kıymetli olması, hâle, zaman ve kişinin durumuna da bağlıdır.
Onun için (En kıymetli amel şudur) diye kesin bir şey söylenemez.
412
www.dinimizislam.com
Peygamber efendimiz, En kıymetli ameli, soranların hallerine ve
içinde bulunulan şartlara göre bildirmiştir. Mesela yiyeceklerin bol
bulunduğu; fakat suyun bulunmadığı yerde, susuzluktan yanan kimseye bir
bardak su vermek, fırın dolusu ekmek vermekten daha makbul olur. Vahşi
hayvanların veya düşmanların saldırısına veya tehlikeli bir hastalığa maruz
kalan kimsenin ölümden kurtulmasına sebep olmak, ona yapılacak diğer
iyiliklerden daha üstün olabilir. Aşağıdaki hadis-i şerifler, bu durum göz
önüne alınarak değerlendirilmelidir.
Cihadın önemi
Bir kimseyi ebedi felaketten kurtarıp, sonsuz nimetlere kavuşmasına
sebep olmak ise hepsinden daha kıymetlidir. Bu bakımdan İslamiyet’in
başlangıcında amellerin en kıymetlisi cihad idi. Hadis-i şeriflerde buyuruldu
ki:
(Müşriklere karşı, mal, can ve dilinizle cihad ediniz!) [Hakim]
(Cihadı terk eden millet, mutlaka genel bir belaya maruz kalır.)
[Taberani]
(Cihad etmeden veya cihad etmeyi düşünmeden ölen, münafık
olarak ölür.) [Müslim]
(En faziletli cihad, canı, malı ile müşriklerle mücadeledir.) [Nesai]
(Fi-sebilillah cihad edin, böyle cihad, Cennet kapılarını açmaktır.
Cihad edenin sıkıntıları gider.) [Hakim]
(Allahü teâlâ, [savaş aleti olan] bir ok yüzünden üç kişiyi Cennete
koyar. Oku yapanı, atmak için ona vereni ve Allah yolunda o oku
atanı.) [Hatib]
(En üstün amel, cihaddır. En üstün cihad, farzları ifa etmektir.)
[Taberani]
(En üstün cihad, nefsle yapılandır.) [İ. Neccar]
(En üstün cihad, zalim hükümdara söylenen hak sözdür.)
[Beyheki]
Emr-i marufun kıymeti
Emr-i maruf cihaddan daha önemlidir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Bütün ibadetlere verilen sevap, Allah yolunda savaşa [cihada]
verilen sevaba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Savaşın
sevabı da, emr-i maruf ve nehy-i anilmünker sevabı yanında denize
göre, bir damla su gibidir.) [Deylemi]
İbni Âbidin hazretleri ise, (Fıkıh âliminin müslümanlara sağladığı
faydanın sevabı, cihad sevabından daha çoktur) buyurmaktadır. (Redd-ülmuhtar)
413
www.dinimizislam.com
[Kur'an-ı kerime, hadis-i şeriflere ve akla uygun şeylere "Maruf",
bunlara uymayan şeylere de "Münker" denir. Müctehidlerin sözbirliği ile
yasak edilen şeylere de "Münker" denir.]
Günümüzde en kıymetli amel, yayın yolu ile (Emr-i maruf) ve (Nehy-i
münker) yapmaktır. Ehl-i sünnet itikadını yaymalı, gayrı müslimlere ve
sapıklara gerekli cevap verilmelidir! Bu yol ile cihad edenler yardımda
bulunanlar, cihad sevabına ortak olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allah yolundaki bir mücahidi giydirip kuşatan veya onun çoluk
çocuğunun ihtiyaçlarını gören harbe gitmiş gibi sevaba kavuşur.)
[Hakim]
İlmin kıymeti
İslamiyet ilim dinidir. İlmin önemi büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu
ki:
(İlim, öğrenmek amelden kıymetlidir.) [Hatib]
(İlim, İslam’ın hayatı, imanın direğidir.) [Ebuşşeyh]
(İlim, benim ve diğer Peygamberlerin mirasıdır. Bana mirasçı olan
da, Cennette benimle beraber olur.) [Deylemi]
(En üstün ibadet, fıkıh öğrenmektir.) [Ebuşşeyh]
İbni Âbidin hazretleri de, (Fıkıh âliminin müslümanlara sağladığı
faydanın sevabı, cihad sevabından daha çoktur) buyuruyor. (Redd-ülmuhtar)
Peygamber efendimiz, (En üstün amel, Allah’ı tanımaktır)
buyurunca, (Ya Resulallah, biz amelden sorduk, siz ilimden bahsettiniz)
dediler. Cevaben (İlimle yapılan az amel fayda verir, ilimsiz çok amel
faydasızdır) buyurdu. (Deylemi)
(En üstün ihsan, hikmetli bir sözü öğrenip başkasına da
öğretmektir.) [İbni Asakir]
(En üstün sadaka, ilim öğrenip öğretmektir.) [İbni Mace]
Namazın kıymeti
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(En kıymetli amel, vaktinin evvelinde kılınan namazdır.) [İ. Ahmed]
(Namaz, imanın direğidir.) [Deylemi]
(Allahü teâlâ buyurdu ki: "Namazlarını vaktinde doğru olarak eda
eden kulumu, azap etmeden, hesap sormadan Cennete koyacağıma
söz verdim") [Hakim]
(En üstün amel, vaktinin başında kılınan namazdır.) [İ. Ahmed]
(Amellerin en iyisi gece herkes uykuda iken namaz kılmaktır.)
[Berika]
414
www.dinimizislam.com
(En üstün namaz, Cuma günü cemaatle kılınan sabah namazıdır.)
[Beyheki]
(En üstün amel, namazdan sonra [mümin] ana babaya iyiliktir.)
[Müslim]
(En üstün amel, namazdan sonra zekâttır.) [Taberani]
(En üstün nafile namaz, teheccüd namazıdır.) [Müslim]
Tefekkürün kıymeti
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allah’ın yarattıkları hakkında bir saat tefekkür etmek, bir gece
ibadet etmekten daha kıymetlidir.) [Ebuşşeyh]
(Allah’ın azameti, Cennet ve Cehennem hakkında bir an tefekkür,
bir geceyi ibadetle geçirmekten daha kıymetlidir.) [Ebuşşeyh]
(Bir saat tefekkür, bir sene ibadetten kıymetlidir.) [Kimya-i Saadet]
İhlasın kıymeti
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, ancak ihlaslı amelleri kabul eder.) [Nesai]
(İhlaslı amel, az da olsa kâfi gelir.) [Dare Kutni]
(Dünyada yalnız Allah için ihlasla yapılan şeyler kıymetlidir.)
[Berika]
(İbadetlerin en kıymetlisi, hubb-i fillah, buğd-i fillahtır.) [Ebu
Davud] (Yani sevdiklerini yalnız Allah için sevmek, buğzettiklerine de yalnız
Allah için buğzetmektir.)
Allah’ı anmanın kıymeti
Zikrin, yani Allahı anmanın önemi büyüktür. Hadis-i şeriflerde
buyuruldu ki:
(Amellerin en kıymetlisi, en temizi, derecenizi en fazla yükselten,
altın ve gümüş vermekten daha kıymetlisi Allah’ı anmaktır.) [Beyheki]
(Allah’ın azabından kurtulmak için, Allah’ı anmak kadar kıymetli
amel yoktur.) [Taberani]
(En üstün amel, imandır. En üstün iman, Allah’ı hep yanında
bilmektir.) [Taberani]
(En üstün amel, zikirdir, en üstün zikir ise La ilahe illallah
demektir.) [Taberani]
(En üstün tesbih “Sübhanallahi velhamdülillahi ve la ilahe illallahü
vallahü ekber” dir.) [Müslim]
(Altın vermekten de üstün amel, Allah’ı anmaktır.) [Beyheki]
(En üstün amel, Allah’a hüsnü zandır.) [Begavi]
(Müminin en hayırlı zamanı, Allah’ı andığı zamandır.) [Deylemi]
(En hayırlı zikir, gizli yapılandır.) [Ahmed]
415
www.dinimizislam.com
İyiliğin kıymeti
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Amellerin kıymetlisi, mümin kardeşini sevindirmek, onun
borcunu ödemek veya ona yemek yedirmektir.) [İbni Adiy]
(En kıymetli amel, elinden ve dilinden kimsenin incinmemesidir.)
[Taberani]
(Kim bir mümini ferahlandırır, sevindirirse, Allahü teâlâ onu
kıyamette sevindirir.) [İ. Mübarek]
(En üstün amel, bir müminin aybını örtmek, borcunu ödemek,
yemek yedirmek veya bir sıkıntısını gidermek suretiyle onu
sevindirmektir.) [Taberani]
(En üstün amel, vermeyene vermek, zulmedeni affetmektir.)
[Hakim]
(Amellerin en iyisi yemek yedirmektir) [Berika]
Diğer kıymetli ameller
Kıymetli amel çoktur. Bazılarını bildirelim. Hadis-i şeriflerde buyuruldu
ki:
(Amellerin en hayırlısı, farzlardır, en kötüsü de bid'atlerdir.)
[Beyheki]
(İbadetin kıymetlisi, zahmetli olanıdır.) [M. Felah]
(Amellerin kıymetlisi az da olsa devamlı yapılandır.) [Müslim]
(En üstün amel, helal kazançtır.) [İbni Lâl]
(Hac yolunda ölene, kıyamete kadar hac sevabı yazılır.) [Ebu Ya’la]
(Amellerin en iyisi selam vermeyi yaymaktır.) [Berika]
(En kıymetli amel, vaktinde kılınan namaz, sonra ana-babaya iyilik
etmek, sonra da Allah yolunda cihaddır) [Berika]
(En üstün dua, af ve afiyet dilemektir.) [Tirmizi]
(En faziletli vakit, gecenin ikinci yarısıdır.) [Taberani]
(En üstün sadaka, sağlıklı, mala tamahı çok, zenginliği umup
fakirlikten korkarken verilen sadakadır.) [Müslim]
(En üstün ibadet, duadır.) [Hakim]
(En üstün ibadet Kur'an okumaktır.) [İbni Kani]
(En üstün amel, sıkıntıya sabretmektir.) [Beyheki]
(En üstün amel, iyi niyetli olmaktır.) [Hakim]
(En üstün kazanç, el emeği ile kazanılandır.) [Ahmed]
(En iyi isim, Abdullah ve Abdurrahmandır.) [Müslim]
(En üstün söz, doğru olan sözdür.) [Buhari]
(En üstün yerler, camilerdir. En kötü yerler de, çarşı pazarlardır.)
[Taberani]
416
www.dinimizislam.com
(En üstün oruç, Davud’un orucudur. Bir gün tutar bir gün yerdi.)
[Müslim]
(En üstün iman, kadere rızadır.) [Ebu Nuaym]
(En üstün huy, kimse zarar görmesin diye susmaktır.) [İbni
Mübarek]
(En üstün amel, aç olan fakiri doyurmak, borcunu ödemek veya
bir sıkıntısını gidermektir.) [Taberani]
(En üstün yemek, üstüne çok elin uzandığı yemektir.) [Taberani]
(En üstün söz, "Sübhanallahi ve bihamdihi" demektir.) [Müslim]
(En üstün ev, içinde yetime ikram edilen evdir.) [Beyheki]
(En iyi hazine saliha kadındır.) [Hakim]
(İşlerin en iyisi vasat [orta] olanıdır. Din ifrat ve tefrit arasındadır.)
[Beyheki]
(En iyi tedavilerden biri hacamattır.) [Ebu Davud]
En üstün Müslümanlar
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İmanı en üstün olan; sabırlı, cömert ve hoşgörülü olandır.)
[Deylemi]
(En üstün mümin, Allah’ı çok anandır.) [Tirmizi]
(En üstün mümin, fakir diye değer verilmeyendir.) [Deylemi]
(En üstün mümin, görülünce Allah’ın hatırlandığı kişidir.) [Hakim]
(En üstün mümin, orada değilken aranıp sorulmayan, orada iken
de, itibar görmeyendir.) [E.Nuaym]
(En üstün müminler, dinleri uğruna yurdunu terk eden
gariplerdir.) [İ. Mace]
(En üstün mümin, az yiyip bedeni hafif olandır.) [Deylemi]
(En üstün mümin, çoluk çocuğuna faydalı olandır.) [Taberani]
(En üstün mümin, herkesin elinden dilinden selamette olduğu
kişidir.) [Müslim]
(En iyi mümin, ömrü uzun, ameli güzel olandır.) [Tirmizi]
(En iyi mümin, kadın ve kızlarına karşı en iyi davranandır.)
[Beyheki]
(En iyi mümin, hayrı umulan, şerrinden emin olunandır.) [Tirmizi]
(En hayırlınız, Kur’anı öğrenen ve öğretendir.) [Buhari]
(En iyiniz, kendisiyle kolay uyum sağlanandır.) [Beyheki]
(En iyiniz, borcunu en güzel şekilde ödeyendir.) [Nesai]
(En iyiniz, hanımlara en iyi davranandır.) [Tirmizi]
(En iyi arkadaş, Allah’ı andığında yardım eden, unuttuğunda sana
hatırlatandır.) [Hakim]
417
www.dinimizislam.com
(En iyi arkadaş; sözleri ilminizi artıran, ameli de ahireti
hatırlatandır.) [Hakim]
(Müminlerin en iyisi, kanaat eden, en kötüsü de aç gözlü olandır.)
[Kudai]
(Kadınların iyisi namusunu koruyan, şehveti fazla olsa da, gözü
dışarıda olmayan, kocasına kanaat edendir.) [Deylemi]
(En hayırlınız, çoluk çocuğuna karşı en hayırlı olandır. Ben çoluk
çocuğuma en hayırlı olanınızım. Kadınlara ancak şerefli kimseler
değer verir, şerefsizler hor görür.) [İ.Asakir]
(Kadınların en iyisi, çok doğuran, kendisini kocasına sevdiren,
onunla hoş geçinen ve uyum içinde olandır, en kötüsü de, açılıp
saçılan, böbürlenendir.) [Beyheki]
(En hayırlınız, ahlakı en güzel olanlardır.) [Buhari]
(En hayırlınız, en cömert olandır.) [Ebu Ya’la]
(En hayırlınız yemek yedirendir.) [Hakim]
(İnsanların en iyisi, insanlara en çok faydası dokunandır.) [Dare
Kutni]
(Hırsızların en kötüsü namazından çalandır. Rükudan, secdeden
çalar.) [Tadil-i erkana riayet etmez]) [Taberani]
(İnsanların en kötüsü, iki yüzlü olandır.) [Buhari]
(İnsanların en kötüsü, şerrinden korkulduğu için yanına
varılamayan kimsedir.) [Buhari]
(İnsanların en iyisi, geç kızan, tez yatışandır. En kötüsü de, tez
kızan, geç yatışandır.) [Tirmizi]
(Âlimlerin en iyisi merhametli olandır.) [E.Nuaym]
(Herkes hata eder. Hata edenlerin en iyisi tevbe edendir.) [Tirmizi]
(En hayırlınız, dünyası için ahiretini, ahireti için dünyasını terk
etmeyendir.) [Hatib]
Baki kalacak salih ameller
Sual: Kehf suresinin 46. âyetinde bildirilen Allah’ın sevdiği ve baki
kalacak salih ameller nelerdir?
CEVAP
Bu âyette bildirilen salih ameller, namaz, hac, oruç ve diğer bütün iyi iş
ve hareketlerdir. Bir de (Sübhanallahi velhamdülillahi ve la ilahe
illallahü vallahü ekber) tesbihidir. Bu en kıymetli tesbihlerden biridir.
Salih amellerden birkaçı:
1- Namaz. Bunun da en kıymetlisi vaktinde kılmaktır. Bunun da daha
kıymetlisi vaktinin evvelinde, yani vakti girer girmez geciktirmeden
kılmaktır. Herkes uyurken namaz kılmak da çok kıymetlidir. Beş vakit
418
www.dinimizislam.com
namaz, en kıymetli ibadettir. Hadis-i şerifte (Namaz dinin direğidir)
buyuruldu. Direksiz bina ayakta duramadığı gibi, namazsız insanın İslam
binasını ayakta tutması da çok zordur. Namazın terk edilmesi de çok büyük
günahtır.
2- Hac. Haccın da kıymetli olanı, hacc-ı mebrurdur. Yani günah
işlemeden, şartlarına uygun yapılan, kabul olan hacdır. Hadis-i şerifte
(Suyun kirleri temizlediği gibi, hac da günahları temizler) buyuruldu.
[Taberani]
3- Ana-babaya iyilik. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allah indinde en faziletli amel, vaktinde kılınan namazdan sonra
ana-babaya iyiliktir.) [Müslim]
4- Cihad. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(En kıymetli amel cihaddır.) [Taberani]
(İnsanların en üstünü, canı ve malı ile Allah yolunda cihad
edendir.) [İ. Ahmed]
5- Emr-i maruf. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bütün ibadetlere verilen sevap, Allah yolunda savaşa verilen
sevaba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Savaşın sevabı da,
emr-i maruf ve nehy-i anilmünker sevabı yanında denize göre, bir
damla su gibidir.) [Deylemi]
6- Allahü teâlâyı zikretmek, anmak. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İnsanın derecesini en fazla yükselten, en kıymetli amel, altın ve
gümüş vermekten daha kıymetlisi Allah’ı anmaktır.) [Beyheki]
7- Az da olsa, devamlı yapılan amel kıymetlidir. (Müslim)
Bütün bu ibadetleri yapabilmek için ilim ve ihlas şarttır. Bunlarsız
ibadetlerin hiç kıymeti olmaz. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İlimsiz çok amelin kıymeti olmaz.) [Deylemi]
(Allahü teâlâ, ancak ihlas ile yapılan ameli kabul eder.) [Nesai]
İlim ve ihlasın gereği olarak da, Allah dostlarını sevmek, Allah
düşmanlarını da sevmemek gerekir. Hadis-i şerifte, (İbadetlerin en
kıymetlisi, hubb-ı fillah, buğd-i fillahtır) buyuruldu. Yani sevdiklerini
yalnız Allah için sevmek, buğzettiklerine yalnız Allah rızası için
buğzetmektir. (Ebu Davud)
Bütün bu ibadetlerin sahih ve kabul olması için, doğru itikada sahip
olmak şarttır. Yani Ehl-i sünnet itikadında olmayanın hiçbir ameli kabul
olmaz. Ehl-i sünnetten başkası bid'at ehlidir. Bid'at ehlinin ibadetleri kabul
olmaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, bid'at sahibinin namazını, orucunu, zekâtını,
haccını, umresini, cihadını, farz ve nafile hiçbir ibadetlerini kabul
419
www.dinimizislam.com
etmez. Yağdan kıl çıkar gibi, müslümanlıktan kolayca çıkar.) [İbni
Mace]
İlim maldan hayırlıdır
Sual: En iyi ibadet nedir?
CEVAP
Her zaman doğru iman sahibi olmaya, farzları yapıp haramlardan
kaçmaya, tevbe edip farz borçlarını ödemeye çalışmalıdır! Bunları doğru
yapabilmek de, ancak ilimle mümkündür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Gece bir müddet ilim öğrenmek, bütün gece ibadet etmekten
sevaptır.) [R. Nasıhin]
(Sabah-akşam ilimle meşgul olmak, cihaddan efdaldir.) [Deylemi]
(İlmi bir mesele öğrenmek, yüz rekat [nafile] namazdan daha
kıymetlidir.) [İbni Abdilber]
Hazret-i Ali buyurdu ki:
(İlim, maldan hayırlıdır. Çünkü malı sen korursun, fakat ilim seni korur.
Mal sarf etmekle azalır, ilim sarf etmekle çoğalır.)
Hazret-i İbni Abbas buyurdu ki:
(Hazret-i Süleyman; mal, ilim ve hükümdarlık arasında muhayyer
bırakıldı. O ilmi tercih etti ve bu sayede diğer ikisine de malik oldu.)
İmam-ı Gazali hazretleri buyurdu ki:
İnsanın diğer mahlûkattan üstünlüğü ilmi iledir, güç ve kuvvetiyle
değildir. Çünkü deve insandan kuvvetlidir. İrilik bakımından da değildir.
Çünkü fil insandan çok iridir. Cesaret bakımından da değildir. Çünkü aslan
insandan cesurdur. Çok yemesiyle de değildir. Çünkü mandanın karnı,
insanın midesinden daha büyüktür. Şu halde ilim çok üstün bir vasıftır.
Yemek ve içmekten kesilen hasta, ölmeye mahkum olduğu gibi, ilim ve
hikmetten mahrum kalb de ölüme mahkumdur. O halde, Ehl-i sünnet
âlimlerinin kitaplarını okuyup, dinimizi doğru olarak öğrenmeliyiz.
En büyük ibadet
Sual: En büyük ibadet nedir?
CEVAP
En büyük ibadet, Allahü teâlânın rızasına kavuşturan iştir. Onun için
Allah'ın rızası hangi ibadetlerde ise, onu aramalı. Âlimlerimiz, Ankebut
suresinin 45. âyetini delil getirerek, (En büyük ibadet namazdır)
buyurmuşlardır. Allah'ın kullarına iyilik etmenin de büyük ibadet olduğu
bildirilmiştir.
Onların
hidayetlerine
vesile
olup,
Cehennemden
kurtulmalarına sebep olmak elbette büyük ibadettir. Bunlar Allah'ın rızasına
kavuşturan amellerdir. O hâlde insanların hidayetine sebep olmak için dinin
yayılmasına çalışmak, yani dine hizmet etmek en büyük ibadet oluyor.
420
www.dinimizislam.com
Dine hizmet eden, Allah’ın yolunda cihad eden kimsedir, yani Allah'ın
askeridir.
Önemlinin de önemlisi
Sual: Önemli şeylerin daha önemlisi oluyor. Bu konuda bildirilenler
nelerdir?
CEVAP
Peygamber efendimiz, bazı önemli şeyleri bildirip, daha önemlisini
açıklamıştır. Bu konuda hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:
(Her şeyin bir yolu vardır. Cennetin yolu ilimdir.) [Deylemi]
(Her şeyin direği vardır. Dinin temel direği fıkıhtır.) [Beyheki]
(Her şeyin bir özü vardır. İmanın özü de namazdır.) [Beyheki]
(Her şeyin bir zekâtı vardır. Vücudun zekâtı ise oruçtur.) (İ.Mace)
(Her şeyin bir zekâtı vardır. Evin zekâtı ise, misafir odasıdır.)
(A.Rifai)
(Her şeyin kapısı vardır. İbadetin kapısı da oruçtur.) [İbni Mübarek]
(Her şeyin temeli var. Dinin temeli de eshab-ı kiramı ve ehl-i beyti
sevmektir.) [İbni Neccar]
(Her şeyin kaynağı vardır. Takvanın kaynağı, ariflerin kalbleridir.)
[Taberani]
(Her şeyin esası vardır. İmanın esası da vera [takva]dır.) [Hatib]
(Her şeyin süsü vardır. Kur'an-ı kerimin süsü de güzel sestir.)
[Hakim]
(Her şeyin dalı budağı vardır. İmanın dalı budağı da sabırdır.)
[Hatib]
(Her şeyin cilası var. Kalbin cilası da Allah’ı anmaktır.) [Beyheki]
(Her şeyin cilası var. kalbin cilası da "Estağfirullah" demektir.)
[Deylemi]
(Her şeyin kalbi var. Kur'anın kalbi Yasindir.) [Tirmizi]
(Her şeyin efendisi vardır. Oturmanın efendisi de kıbleye
yönelmektir.) [Taberani]
(Her şeyin Allah ile arasında perde vardır. Ana baba duasında
perde yoktur.) [Deylemi]
(Her şeyin bir afeti vardır. Ümmetimin afeti, paraya gönül
vermektir.) [Deylemi]
(Her ümmetin fitnesi [imtihanı] vardır. Ümmetimin fitnesi paradır.)
[Hakim]
(Her ümmetin seyahati vardır. Ümmetimin seyahati de cihaddır.)
[Taberani]
421
www.dinimizislam.com
(Her dinin özelliği vardır. Ümmetimin özelliği hayadır.) [İ.Mace]
(Her ağacın meyvesi vardır. Kalbin meyvesi de çocuktur.) [Bezzar]
(Her şeyin anahtarı vardır. Cennetin anahtarı namazdır.) [Deylemi]
(Her şeyin anahtarı vardır. Göklerin anahtarı "La ilahe illallah"
sözüdür.) [Taberani]
(Her derdin şifası vardır. Kalbin şifası, Allahü teâlâyı anmaktır.)
[Beyheki]
(Her derdin devası vardır. Yalnız ölüme çare yoktur.) [Taberani]
(Her şeyin bozucu bir afeti vardır. Bu dinin afeti ise kötü
idarecilerdir.) [Haris]
(Her şeyin hakikati vardır. Kadere inanmayan imanın hakikatine
erişmez.) [Nesai]
(Her şeyin direği vardır. Müminin direği de aklıdır, aklı kadar
ibadet eder.) [İ.Gazali]
(İmanın alameti Ensarı sevmek, münafıklığın alameti Ensara buğz
etmektir.) [Buhari]
Hikmet ehli de buyuruyor ki:
Her şeyin bir kıymeti vardır, insanın kıymeti ise, ilmi, ihsanı ve
edebidir.
Her şeyin tohumu vardır. Düşmanlığın tohumu da şaka ve alaydır.
Her şeyin kestirme yolu vardır. Cennetin kestirme yolu da cihaddır.
Her şeyin pası vardır. Kalbin pası da tokluktur.
Her şeyin bir zekâtı vardır, aklın zekâtı da hüzün ve tefekkürdür.
Ameller yedi türlüdür
Sual: Aynı günah veya sevap işlendiği duruma göre azalır veya
çoğalır mı?
CEVAP
Evet. Bazı yer ve durumlarda, bazı gün ve aylarda farklılık gösterir.
Mesela Cuma günü yapılan ibadetler de, günahlar da, iki kat yazılır. Hadis-i
şerifte, (Sevaplar içinde Cuma günü ve gecesinde yapılandan daha
kıymetlisi, günahlar içinde de Cuma günü ve gecesinde işlenilenden
kötüsü yoktur) buyuruldu. Ramazan-ı şerif ayında bütün nafile ibadetlere
verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir
farz, başka aylarda yapılan 70 farz gibidir.
Bunun gibi farklı durumlar hariç, amellerin durumu aynıdır. Bir hadis-i
şerif meali şöyledir:
(Ameller, yedi türlüdür:
1- İkisinin karşılığı vaciptir.
422
www.dinimizislam.com
2- İkisi misli misline karşılık görür.
3- Birisi on misli sevaba kavuşturur.
4- Biri yedi yüz misli sevaba ulaştırır.
5- Birinin sevabını ise ancak Allahü teâlâ bilir.
Bunların izahı şöyledir:
1- İtikadı ve amelleri düzgün olana Cennet vacip olur. Müşrik
olana Cehennem vacip olur.
2- Bir günah işleyene bir günah yazılır.
3- Bir iyilik işleyen on misli sevaba kavuşur.
4- Malını Allah yolunda harcayana yedi yüz misli sevap verilir.
5- Oruç tutanın sevabını ise Allah’tan başkası bilmez.) [Hakim]
İlim, amel, ihlas
Sual: Daha çok hangi ibadetleri yapmayı tavsiye edersiniz?
CEVAP
Bir kimse, Peygamber efendimiz aleyhisselama en hayırlı amelin ne
olduğunu sual edip, (İlim) cevabını alınca tekrar sordu:
- Ya Resulallah, ben amelden sual ediyorum. Siz ilimden
bahsediyorsunuz.
- Allahü teâlâ, hiç ilimsiz ameli kabul eder mi? (B. Arifin)
Yine Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Bir müddet ilim mütalaa etmek, bütün geceyi ibadet ve namazlı
geçirmekten efdaldir.) [Beyheki]
Şeytan, ihlas ve ibadeti çok olan bir âbidi kandırmak için insan
kılığında, Âbidin evine gelerek dedi ki:
- Senin Cennetlik olduğunu öğrendim. İbadet ve ihlasın yedi bucağa
yayılmıştır. Senden istifade edebilmek için bir müddet misafirin olmak
istiyorum.
Âbid, [çok ibadet eden], şeytana bir oda verdi. Şeytan bir odaya çekilip
yiyip içmeden ve uyumadan beş-on gün ibadet eder göründü. Âbid, hayret
içinde dedi ki:
- Ey yabancı, aç, susuz ve uykusuz uzun müddet böyle nasıl ibadet
edebiliyorsun?
- Çok günahkârdım. Tevbe ettim. İbadet kuvvetini tevbemden
alıyorum.
- Aynı şeye kavuşabilmek için tevbe etmek şartı ile, hangi günahı
tavsiye edersin?
Şeytanın tuzakları
423
www.dinimizislam.com
Şeytan, bir adam öldürmesini söyledi. Âbid kabul etmedi. Zina teklifine
de razı olmadı. Şarabı diğerlerine göre hafif gördüğü için, içip, sarhoş oldu.
Şeytan, hemen âbidi kötü bir kadınla tanıştırdı. Âbid kadınla beraberken,
kadının kardeşine haber verdi. Kardeşi sarhoşu döverken, âbid, kadının
kardeşini bıçaklayıp öldürdü. Şeytan, hemen zaptiyeye haber verdi. Sarhoş
suçüstü yakalanıp adalete teslim edildi. Neticede idama mahkum oldu.
Asılacağı sırada şeytan, kendisine secde ederse kurtaracağını söyledi.
Âbid, elleri bağlı şekilde nasıl secde edeceğini sordu. Şeytan, (Gözlerinle
olsa da yetişir) dedi. Âbid gözleriyle secde ederken idam edildi.
Menkıbedeki âbid, ilmi az olduğu için, günahı küçük görüp felakete
maruz kalmış ve Allahü teâlâdan yardım isteyeceği yerde, şeytandan,
medet bekleyerek imansız gitmiştir.
***
Bir kere Abdülkadir Geylani hazretleri çölde giderken, gaipten şöyle bir
ses işitti: "Ey Abdülkadir! Ben senin Rabbinim! Sana haramları mubah,
serbest kıldım.” Bunun üzerine Abdülkadir Geylani Euzü çekti. "Kovulmuş
şeytandan Allahü teâlâya sığınırım. Sus ey melun!" diye bağırdı. Bunun
üzerine aynı ses; "Ey Abdülkadir! Rabbinin izni ile çeşitli yerlerde bana
aldanmayarak, şerrimden, kötülüğümden kurtuldun. Halbuki ben bu yolda
yetmiş kişiyi yoldan çıkardım" dedi. Onun şeytan olduğunu nasıl anladığını
sorduklarında; "Sana haramları helal ettim, sözünden anladım. Çünkü
Allahü teâlâ böyle şeyleri emretmez" buyurdu.
***
İlimsiz amel sapıklıktır, amelsiz ilmin de vebali büyüktür. Hadis-i
şerifde buyuruldu ki:
(İlmi ile amel etmeyen âlim, kıyamette en şiddetli azaba düçar
olur.) [Beyheki]
Âlimler hariç, insanlar helak olmuştur. İlmiyle amel edenler hariç,
âlimler de helak olmuştur. İhlas sahipleri hariç, ilmiyle amel eden âlimler de
aldanmıştır. (Sehl bin Abdullah)
İhlas, her işte Allahü teâlânın rızasını gözetmek, kötülükleri gizlediği
gibi, iyilikleri de gizlemek, övülünce sevinmemek, kötülenince üzülmemek,
riyadan uzak olmaktır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İhlas ile amel etmek, az da olsa yetişir.) [Hakim]
İmam-ı Rabbani hazretleri, (Ebedi saadete kavuşabilmek için ilim,
amel ve ihlas muhakkak gerekir) buyurmaktadır.
Sual: Çok ibadet etmek için ne yapmak gerekir?
CEVAP
424
www.dinimizislam.com
Allahü teâlâ, muhakkak çok ibadeti değil, ihlaslı ve az da olsa devamlı
olan ibadetleri makbul saymaktadır. Kur'an-ı kerimde Cenab-ı Hak, (Salih
amel) işleyenleri övüyor. Salih, yani ihlaslı ameli tavsiye ediyor. Hadis-i
şeriflerde de buyuruldu ki:
(Amelin halis ise, azı da sana yeter.) [Deylemi]
(Allahü teâlâ, ancak ihlaslı olan ameli kabul eder.) [Nesai]
Demek ki ilim sahibi kimsenin, az da olsa ihlaslı amel etmesi kâfidir.
Ancak devamlı olması da gerekir. Çünkü hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allah indinde amellerin en kıymetlisi, az da olsa, devamlı
olanıdır.) [Buhari]
İhlâs ne demektir?
Sual: İslam Ahlakı kitabında, (İhlâs, ibadetleri, Allah emrettiği için
yapmaktır) deniyor. Zaten herkes, Allah emrettiği için yapmıyor mu?
CEVAP
O cümlenin devamında açıklanıyor. İhlâs, ibadetleri, sırf Allah rızası
için, başka hiçbir menfaat düşünmeden, onun emri olduğu için yapmaktır.
Başka bir menfaat düşünülünce ihlâsı zedeler. Mal, mevki, hürmet, şöhret
kazanmak için yapılan ibadete riya karışmış olur. Böyle ibadete sevab
verilmez. Günah olur, azap yapılır. Demek oluyor ki:
1- İbadetler, Allahü teâlâ emrettiği için yapılmalı,
2- Onun rızasından başka, maddi, manevi hiçbir menfaat
gözetilmemeli,
3- Her ibadet severek, beğenerek yapılmalıdır.
Biri noksan olursa
Sual: (İslamiyet’e tam uyabilmek, ilim, amel ve ihlâsla olur) deniyor.
Bunlardan biri noksan olursa İslamiyet olmaz mı?
CEVAP
Üçünü ayrı ayrı açıklayalım:
İlim, dinimizin emirlerini ve yasaklarını öğrenmektir.
Amel, öğrendiklerini tatbik etmektir
İhlâs, bunları yalnız Allah rızası için yapmaktır.
Bu üçünü yapan İslamiyet’e uymuş olur.
İlim ve ihlâs var; fakat o ilimle amel etmiyorsa ne kıymeti olur? Mesela
ilacın hastalığına şifa verdiğini biliyor; ama ilacı kullanmıyor. O ilacın ne
faydası olur? Amel yoksa, ilmin o kimseye faydası olmaz. Bir hadis-i şerif
meali şöyledir:
(Amelsiz âlim, mum gibidir, kendini yakar, insanları aydınlatır.)
[Bezzar]
425
www.dinimizislam.com
İlim ve amel var; fakat ihlâs yoksa yani Allah rızası için değilse,
gösteriş içinse yine kıymeti olmaz. İhlâslı olması şarttır. İhlâssız amel sahte
para gibidir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Allahü teâlâ, ancak ihlâsla yapılan ameli kabul eder.) [Dâre Kutni]
İhlâs ve amel var; fakat ilim yoksa bid’at işler, hurafelere dalar, yaptığı
amel işe yaramaz. Onun için, (Amelsiz ilim vebal, ilimsiz amel
sapıklıktır) buyurulmuştur. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Allahü teâlâ, ilimsiz ameli kabul etmez.) [B. Arifin]
(İlimle az amel faydalı olur, ilimsiz çok amelin kıymeti olmaz.)
[Deylemi]
Şair de diyor ki:
İlimsiz ve ihlâssız Cennet bulunur mu hiç?
Amelsiz ilim ile âlim olunur mu hiç?
Dinimize uymak için
Sual: Dinimize severek uymak için ne lazımdır?
CEVAP
İslamiyet’e severek uymak için, ilmin yanında, bir de ihlâs lazımdır.
İhlâs, işleri, ibadetleri, Allahü teâlâ emrettiği için yapmak, başka hiçbir
menfaat düşünmemektir. Kalbde ihlâs hâsıl olması, kalbin zikretmesiyle,
yani Allah ismini çok söylemesiyle olur.
Dünya düşüncesi hiç kalmazsa, kalb kendiliğinden zikretmeye başlar.
Şişedeki su boşalınca, havanın şişeye kendiliğinden, hemen girmesi
gibidir. İslamiyet’e uymak, kalbi kuvvetlendirdiği gibi, nefsi zayıflatır. Bu
sebeple nefs, kalbin İslamiyet’e uymasını, Mürşid-i kâmilin sohbetinde
bulunmayı, kitaplarını okumayı istemez. Dinsiz, imansız olmasını ister.
Akıllarına uymayıp, nefslerine uyan kimseler, bunun için, dinsiz olmaktadır.
Nefs ölmez; fakat gücü kuvveti kalmayınca, kalbi aldatamaz.
Nefs, bedene tatlı gelen şeylere düşkündür. Bunların iyi, kötü, faydalı,
zararlı olduklarını düşünmez. İstekleri, İslamiyet’in emirlerine uygun olmaz.
İslamiyet’in yasak ettiği şeyleri yapmak, nefsi kuvvetlendirir. Daha
kötüsünü yaptırmak ister. Kötü, zararlı şeyleri, iyi gösterip, kalbi aldatır.
Kalbe bunları yaptırarak, zevklerine kavuşmak için çalışır. Kalbin nefse
aldanarak, kötü huylu olmaması için, dinimizin emir ve yasaklarına uyarak
kalbi kuvvetlendirmek ve nefsi zayıflatmak lazımdır. Aklı kuvvetlendirmek,
İslam bilgilerini okuyup, öğrenmekle olduğu gibi, kalbin kuvvetlenmesi, yani
temizlenmesi de, dinimizin emir ve yasaklarına uymakla olur. (İslam
Ahlakı)
Amelsiz ilim - ilimsiz amel
426
www.dinimizislam.com
Sual: Bir arkadaşa kitap verdim. (Bilerek yapmamak daha büyük
günah olur, ben dinimi öğrenmek istemiyorum) dedi. (Amel edilmeyen ilim
vebaldir. Bilerek yapmamak daha büyük günah olur) buyuruluyor.
Bundan dolayı dinimizi öğrenmemek mi gerekiyor?
CEVAP
Dinini öğrenmemek daha büyük günah olur. Çünkü (Dinini
bilmeyenin dini yoktur) buyuruluyor.
Amel edilmeyen ilim vebaldir, fakat ilim öğrenmemek bundan daha
büyük vebaldir. Onun için, (Amelsiz ilim vebal, ilimsiz amel sapıklıktır)
buyurulmuştur. Bunun için, amel edemem diye düşünerek kitap
okumamak, ilim öğrenmemek, asla uygun değildir. Öğrenmesi farz olan
şeyi öğrenmemek, ayrı bir günah olur. Bir hadis-i şerif meali:
(Aynı günahı işleyen âlime bir, cahile iki günah yazılır. Âlim,
yalnız günahının cezasını; cahilse, hem günahının, hem de o meseleyi
öğrenmemenin cezasını çeker.) [Deylemi]
O hâlde kitap okumayı, ilim öğrenmeyi ihmal etmemeli. Dinini
bilmeyen, nasıl doğru Müslüman olur ki? İlimden kaçmanın hiçbir mazereti
olmaz.
Neşe ile ibadet yapmak için
Sual: Bedeni ve zihni yorgunluğu gidererek, daha rahat ibadet
yapmak maksadıyla, mubah şeylerle uğraşmak caiz midir?
CEVAP
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İbadetleri takat getireceğiniz kadar yapınız. Neşe ile yapılan
ibadetin kıymeti çok olur.) [Nesai]
Beden istirahat edince, ibadetler zevk ile yapılır. Beden ve zihin
yorgun iken yapılan işten usanç hasıl olur. Yorgunluğu gidermek için, ara
sıra mubah olan şeylerle, bedene neşe getirmelidir! Bu neşeyi hasıl etmek
için, nefsin mubahlardaki arzularını, ihtiyaç olduğu kadar yerine getirmek
gerekir. Böyle yapmak, İslamiyet’e uymak olur.
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
(Çok ibadet yapınca, beden yorulur. Hareket etmek istemez. Bu
zaman uyumakla veya salihlerin hayat hikayelerini okumakla yahut mubah
olan eğlencelerle bedeni neşelendirmeli! Böyle yapmak, usanarak ibadet
yapmaktan efdaldir.)
427
www.dinimizislam.com
İki kat sevap alanlar
Sual: Bir ibadeti yapınca herkes bir sevap alırken iki sevap alan
kimseler de olur mu?
CEVAP
Evet vardır. Aynı ameli işleyen kimseden Eshab-ı kiram daha çok
sevap alır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Yemin ederim ki, bir kimse, Uhud dağı kadar altın sadaka verse,
eshabımdan birinin bir avuç kadar arpa sadakasının sevabına
kavuşamaz.) [Buhari]
İhlası çok olanın aldığı sevap da çok olur. İki kat sevap alanlar çoktur.
Bu konudaki hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:
(Şunlar amellerine karşılık iki sevap alırlar:
1- Resulullahın ezvâc-ı tahiratı [müslümanların anneleri olan temiz
hanımları],
2- Ehl-i kitap [kitaplı kâfir] iken tevbe edip müslüman olanlar,
3- Köle olan, hem Allahü teâlânın hem de efendisinin hakkını
ödediği için.) [Buhari]
(Akrabaya verilen sadakanın sevabı iki kat olarak verilir. Yani hem
sadaka ve hem da sıla-i rahim sevabı kazandırır.) [Taberani]
(İkindi namazı, sizden önceki ümmetlere de farz idi, fakat onlar
bunu terk ettiler. Bu namaza devam edene iki kat ecir vardır.) [Müslim,
Nesai]
Cuma günü yapılan ibadetlere en az, iki kat sevap verilir. Cuma günü
işlenen günahlar da, iki kat yazılır. (Riyad-ün-nasihın)
Her günahtan sonra, hemen tevbe etmek farzdır. Tevbeyi bir saat
kadar geciktirince, günah iki kat olur. (Hak Sözün Vesikaları)
Resulullah efendimize verilecek sevaplar, diğer Peygamberlere
verilecek sevaplardan kat kat fazladır. Makbul bir ibadet ve hayırlı bir iş
işleyene verilen sevap kadar bunun hocasına da verilir. Hocasının
hocasına dört misli, onun hocasına sekiz misli, onun da hocasına onaltı
misli olmak üzere, Resulullaha kadar her hocaya talebesinin iki misli sevap
verilir. Mesela, yirminci hocasına 524288 sevap verilir. Resulullaha,
ümmetinin her iyi işi için sevap verilir. Muhammed aleyhisselama verilecek
olan sevapların sayısı, bu hesaba göre düşünülürse, hepsinin miktarını
Allahü teâlâdan başka kimse bilmez. Selefi salihinin, sonra gelenlerden
daha efdal, daha üstün oldukları bildirildi. Sevap sayısı bakımından bu
üstünlük meydandadır. (Herkese Lazım Olan İman)
428
www.dinimizislam.com
(Bir hayrın yapılmasına yol gösteren onu yapan gibidir) mealindeki
hadis-i şerife göre, sadakayı açıktan vermek, iyiliği açıkça yapmak iki kat
sevap olur. Birisi, sadaka sevabı, ikincisi ise, başkalarını teşvik etmek
sevabıdır. Bir hadis-i şerif meali:
(Sadakayı gizli vermek, açıktan vermekten efdaldir. Ancak, örnek
olmak için, teşvik etmek için açıktan verilen sadaka gizli sadakadan
efdaldir.) [Deylemi]
Riya korkusu olursa sadakayı gizli vermek daha sevaptır. (Ya
Resulallah, hangi sadaka daha faziletlidir?) diye sorulunca, (Az maldan
gizli verilen sadaka) buyurup, (Eğer sadakayı açık verirseniz güzel
olur, gizli verirseniz, sizin için daha hayırlıdır) mealindeki âyet-i
kerimeyi okudu. (Taberani)
Bir iyiliğe çok sevab
Sual: S. Ebediyye’de, (Cuma günü yapılan ibadetlere, en az iki kat
sevab verilir. Cuma günü işlenen günahlar da, iki kat yazılır) diyor.
Günahlar niye iki kat yazılıyor?
CEVAP
Bu, cuma gününün faziletindendir. Bir şeyin kıymeti ne kadar çoksa,
ona saygısızlık yapmanın günahı o kadar büyük olur. Bir hadis-i şerif meali
şöyledir:
(Allah’a cuma günü işlenen iyilikten daha kıymetli hiçbir iyilik
yoktur. Allah’ın cuma günü işlenen kötülükten daha çok kızdığı hiçbir
kötülük yoktur.) [Ebu Muzaffer]
Sokakta günah işlemek günahtır, camide işlenirse daha çirkin olur.
Hele Kâbe’de işlenirse daha büyük olur. İşlenen aynı günah, işleyene ve
işlenen yere göre de değişir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Komşu kadına, arkadaş hanımına şehvetle bakmak, yabancı
kadına bakmaktan on kat daha günahtır. Evli kadınlara bakmak,
kızlara bakmaktan bin kat daha günahtır. Zina günahları da böyledir.)
[Taberani]
Demek ki, aynı günah yapılan yere ve şahıslara göre değişiyor. Bunun
dışında ise, Cenab-ı Hak iyiliklere kat kat sevab verirken günahlara kat kat
vermiyor, bir günahı bir günah olarak yazıyor. Bu konudaki hadis-i
şeriflerden birkaçının meali şöyledir:
(Müslümanın her iyiliği için, on katından yedi yüz katına kadar
sevab yazılır. Her günahı için ise bir misli yazılır.) [Müslim]
(Her iyilik için on mislinden yedi yüze kadar sevab yazılır. Her
kötülük ise, bir misli yazılır. Allah onu affederse hiç yazılmaz.) [Buhari,
Müslim]
429
www.dinimizislam.com
(Rabbiniz, rahimdir. Bir iyilik yapmak isteyip de yapamayana, bir
sevab yazar. Yapana on mislinden yedi yüz misli veya daha fazla
sevab yazar. Kötülüğü isteyip de yapmayana bir sevab, yapana ise bir
günah yazar, dilerse onu affeder.) [Taberani]
(Allahü teâlâ buyuruyor ki: Bir iyilik yapmak isteyip de,
yapamayan kuluma, bir sevab yazarım. Yaparsa on mislinden yedi
yüz misline kadar sevab yazarım. Bir kötülük düşünüp de yapmayana
bir şey yazmam. Yaparsa sadece bir günah yazarım.) [Buhârî]
Dört âyet-i kerime meali de şöyledir:
(Hasene ile [salih amelle] gelene, [en az] on kat sevab verilir.
Seyyie ile [günahla] gelen de, misliyle yani günahı kadar cezalanır.
Hiçbiri haksızlığa uğratılmaz.) [Enam 160]
(Hasene ile [salih amelle] gelene, ondan daha iyi bir mükâfat
verilir. Seyyie ile [günahla] gelen de, sadece yaptığı kadar ceza görür.)
[Kasas 84]
(Malını Allah yolunda harcayanın hâli, her başağında yüz tane
bulunan yedi başaklı bir tohuma benzer. Allah dilediğine daha fazla
da verir.) [Bekara 261]
(Allah, [kötülüğün cezasını adaletle verir] zerre kadar haksızlık
etmez, zerre kadar iyiliğin sevabını da kat kat artırır ve ayrıca büyük
mükâfat verir.) [Nisa 40]
Allahü teâlâ, sevabı kat kat vermekle ve günahları affetmekle
kalmıyor. Günahlarını sevaba çevirdikleri de vardır. Bir âyet-i kerime meali
de şöyledir:
(Tevbe edip iman eden ve salih amel işleyenlerin günahlarını
sevaplara çeviririm. Allah gafur-ür-rahimdir, çok affedici ve çok
merhametlidir.) [Furkan 70]
İbadetlerin hikmetleri
Sual: Musa Carullah (Fıkıh kitapları yazılırken ibadetlerde, azabı ve
sevabı esas tutarak İslamiyet'i sosyal bir din olmaktan mahrum bırakmışlar.
Şu çok günah diyecek yerde, ibadetlerin faydalarını, hikmetlerini
anlatsalardı, sevap ve azap yerine, akıl ve zekâyı koysalardı, İslamiyet
sosyal bir din olmaktan mahrum olmazdı) diyor. Bu sözde doğruluk payı
yok mu?
CEVAP
Musa Carullah reformcudur, dini değiştirmek istiyor. Onun sözünün hiç
önemi olmaz.
430
www.dinimizislam.com
İbadetlerin dünyevi faydalarını, hikmetlerini, Allahü teâlâ kasten
bildirmedi. O zaman faydasını anlayıp emri yapınca, Allah'ın emri için değil,
o ibadetin faydası için yapılmış olur. Bu da ibadet olmaz.
Sadece ibadet değil, iman bile böyledir. İslam âlimleri imanı şöyle tarif
ediyorlar:
İman, Muhammed aleyhisselamın, Peygamber olarak bildirdiği dini,
akla, tecrübeye ve felsefeye uygun olup olmadığına bakmadan tasdik
etmek yani kabul edip, beğenip, inanmaktır. Akla uygun olduğu için tasdik
etmek, aklı tasdik etmek olur, Resulü tasdik etmek olmaz. Yahut Resulü ve
aklı birlikte tasdik etmek olur ki, o zaman Peygambere itimat tam olmaz.
Tam olmayınca, iman olmaz. Allahü teâlâ mealen buyuruyor ki:
(O muttakiler gayba [görmeden Resulümün bildirdiği her şeye] iman
ederler.) [Bekara 3]
Allahü teâlânın Resulü de buyuruyor ki:
(Dini [dinin emir ve yasaklarını] aklı ile ölçenden daha zararlısı
yoktur.) [Taberani]
Nazara yani göz değmesine inanmayan bir kimse, (Bugün fen, gözle
görülemeyen şuaların iş yaptığını açıklıyor. Mesela bir kumanda ile TV’yi,
radyoyu veya arabamızı açıp kapatabiliyoruz. Bunun için gözlerden çıkan
şuanın zarar verebileceğine artık inanıyorum) dese bunun kıymeti olmaz.
Çünkü bu insan dine değil, kumandadan çıkan şuaya inanıyor. Yahut şua
ile birlikte Peygambere inanıyor. Yani fen kabul ettiği için, şuaların etkisini
gözü ile gördüğü için inanıyor ki bu iman olmaz. Dinde bildirilen her şeyi,
fen ispat edemese de, fayda veya zararını gözü ile görmese de, yine
inanmak lazımdır. Hakiki iman gayba inanmaktır yani görmeden
inanmaktır. Gördükten sonra artık o iman olmaz. Gördüğünü itiraf etmek
olur.
İslamiyet'e uymaya, ibadet etmek denir. Müslümanlar, Allahü teâlâ
emrettiği için, vazifeleri olduğu için ibadet eder. İslamiyet'in emirlerinde ve
yasaklarında, kulların dünyaları ve ahiretleri için nice faydalar bulunmakla
beraber, ibadet ederken, Allahü teâlânın emri olduğunu, kulluk vazifesi
olduğunu niyet etmek, düşünmek lazımdır. Böyle düşünmeden yapılan iş,
ibadet olmaz. Din ile ilişiği olmayan basit bir iş olur. Mesela, namaz kılan
kimse, Allahü teâlânın emrini yerine getirmeyi ve kulluk vazifesini yapmayı
niyet etmeyip, namazın bir jimnastik, beden terbiyesi olduğunu düşünerek
kılarsa, namazı sahih olmaz. İbadet yapmış olmaz. Spor yapmış olur.
Oruç tutanın da, yalnız mideyi dinlendirmeyi, perhiz yapmayı
düşünmesi, orucun sahih ve makbul olmamasına sebep olur. Muharebe
eden, canını tehlikeye koyan bir Müslüman da, Allah’ın dinini
431
www.dinimizislam.com
kuvvetlendirmek, İslamiyet'i yeryüzüne yaymak ve İslam düşmanlarını
kırmak için değil de, şan ve şeref, mal ve rütbe için dövüşürse, ibadet
yapmış olmaz. Cihad sevabı kazanmaz. Ölürse şehit olmaz. Haram olduğu
için değil de, bedenine zarar verdiği için alkollü içkileri bırakan adam
sarhoşluk günahından kurtulamaz. Frengi, belsoğukluğu ve AIDS gibi
hastalıklara yakalanmamak için, zinadan sakınan kimse de, İslamiyet'te,
afif, temiz sayılmaz. Çünkü bunlar haram için tevbe etmemişlerdir.
İbadetleri âdetten ayırmak için, dünya menfaatlerini yani ibadetlerin ne
gibi bize dünya faydası getireceğini düşünmemek şarttır. Allah için ve
ahiret menfaati için yapılan şeyler, ibadet olur. Dünya menfaati için yapılan
şeyler, âdet sayılır.
İbadet etmek, dünya menfaatleri üzerine kurulmaz. Üç ayet-i kerime
meali:
(Ahiret için çalışanların kazançlarını arttırırız. Dünya menfaati için
çalışanlara da, [sağlık, para,şöhret gibi] dünya nimetlerini veririz. Ama,
ahirette bunların eline bir şey geçmez.) [Şura 20]
(Menfaatleri ve lezzetleri çabuk geçen, tükenen dünyayı
isteyenlerden, dilediğimize, istediğimizi veririz. Ahiret menfaatleri için
çalışan müminlerin mükafatları boldur.) [İsra 18,19]
(Yalnız dünya için yaşamak, eğlenmek isteyenlerin çalışmalarının
karşılığını, hiçbir şey esirgemeden [sağlık, para, makam, şöhret gibi] bol
bol veririz. Bunlara ahirette yalnız Cehennem ateşi vardır. Emekleri
hep boşa gider. Yalnız dünya için yaptıkları işlerine, ahirette bir
karşılık verilmez.) [Hud15, 16]
Üç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Her iyilik, niyetine göre değerlendirilir.) [Buhari]
(Allah’tan başkası için kim ne işledi ise, karşılığını git ondan iste
denilecektir.) [İbni Mace]
(Allahü teâlâ, ahiret için yapılan iyiliklere dünyada da mükafat
verir. Fakat, yalnız dünya için yapılan işlere ahirette hiç mükafat
vermez.) [Faideli Bilgiler]
Dinin emir ve yasaklarının ahiretteki faydalarıyla birlikte dünyadaki
faydalarını, sosyal iyiliklerini de düşünmek yasak değildir. Hatta, bu
faydaları, zamanın yeni bilgileri ile açıklayarak anlatmak, din adamlarının
vazifesidir. Fakat, bu işin yeri, fıkıh kitapları değildir. Çünkü fıkıh ilmi,
Müslümanlara dini vazifelerini öğretir. Usul-i fıkıh da, bu vazifelerin dört
ana kaynaktan nasıl çıkarıldığını gösterir. İslamiyet üzerine yürütülecek
sosyal düşüncelerin ise Müslümanlardan ziyade, din düşmanlarına karşı bir
savunma silahı ve yarış aracı olarak hazırlanması gerekir. İslamiyet’in emir
432
www.dinimizislam.com
ve yasaklarının, dünyada olan faydalarını ve iyiliklerini Müslümanların da
bilmesi elbette faydalıdır. Ancak, Müslümanların yalnız bilmekte kalması
lazım olup, ibadetleri dünya faydaları üzerine bina etmek derecesine
gelmemelidir. Böyle olursa, ibadetler bozulur. İslamiyet'in istediği
vazifelerde dünya için ne kadar fayda bulunursa bulunsun, bunları yalnız
Allahü teâlânın emri olduğu için ve ahirette, azaptan kurtulmak için yapmak
lazımdır. Böyle niyet olunca, dünya faydalarının ayrıca düşünülmesi de,
zarar vermez. Dinin emir ve yasaklarının dünyadaki faydaları, iyilikleri pek
açık olmasına rağmen, Cennet ve Cehenneme inanan, dünya
menfaatlerini hatırına bile getirmez. Ahiretteki sonsuz saadetler ve sonsuz
felaketler karşısında dünyanın gelip geçici zevk ve acılarının zaten hiç
değeri yoktur.
İnsanların, sağlam ve rahat, neşeli yaşamaları ve ahirette sonsuz
mutluluğa kavuşmaları için Allahü teâlâ, insanlara gerekli bütün nimetleri
yarattı. Bunlardan nasıl yararlanacağımızı, nasıl kullanacağımızı,
Peygamberleri aracılığı ile gönderdiği kitaplarında bildirdi. Bu bilgilere Din
denir.
İslamiyet’in koyduğu kurallar, sadece ahirette değil, dünyada da rahat
içinde yaşamaya sebep olur. Bir ateist bile, İslam ahlakına uygun yaşarsa,
dünyada rahat ve huzur içinde olur. Mesela, bir eczanede yüzlerce ilaç
vardır. Her ilacın kutusunda tarifesi vardır. İlacı, tarifeye uygun kullanan,
yararını, tarifeye uymayan zararını görür. Yeni bir makine, cihaz imal
edilince, içine prospektüsü [tanıtım yazısı, tarifesi] konur. O cihazı yapan,
aletin sağlıklı çalışabilmesi için nelere dikkat edilmesi gerektiğini bilir.
İnsanları yoktan yaratan da, onun sağlıklı çalışabilmesi için ne yapması
gerektiğini elbette bilir. Kur’an-ı kerimde, (Yaratan hiç bilmez mi?)
buyuruluyor. (Mülk 14)
İşte İslam ahlakına uygun yaşayan insan, inanmasa bile Allah’ın
yarattığı nimetlerden fayda görür. Branşında uzman olan bilim adamı,
incelediği zaman İslamiyet’in o hususta bildirdiği kuralın faydalarını bulur.
Yabancı bir bilim adamı diyor ki: (Namazdaki hareketler beden için çok
faydalı jimnastik hareketleridir. Gün gelecek, doktorlar bunu reçetelerine
yazacaklardır.)
Oruç, zekât, sadaka [yardımlaşma], sünnet olmak, temizlik, az yiyip az
içmek, az uyumak, istişare, kanaat, tevekkül, sabır, kul hakkı, adalet için
yazılıp çizilenleri çok kişi biliyor. Bunların tam ve en iyi şekli İslam
ahlakında vardır. Bir ateist bile bunları uygulasa dünyada faydasını görür.
Müslüman olarak uygularsa, o zaman kalbinde sevgiden hasıl olan Allah
korkusu da olacağı için, hiç kimse olmasa bile, hiç kimse anlamasa bile, hiç
433
www.dinimizislam.com
kimse yakalayamasa bile, bu kurallar dışına çıkmaz, başkasına zarar
vermez. Veriyorsa, sevgisinde, kusur var demektir. Bunun suçu da
kurallarda değil, kendisindedir.
İbadet kul için dünyada ve ahirette fayda, haram da zarar demektir.
Buna rağmen emir ve yasakları fayda ve zarar üzerine bina etmeye
çalışmak, Allah’a ve Resulüne yani dine inanmamak hastalığından ileri
gelmektedir. Zaten imtihan buradadır. Kim Allah için yapacak, kim nefsi için
yapacak?
En faziletli şeyler
Sual: En faziletli şeyler nelerdir? Bu konuda hadis var mıdır?
CEVAP
Evet, çok hadis-i şerif vardır. Ancak, hadis-i şeriflerle amel etmek
bizlere caiz değildir. Yanlış anlamaya sebep olabilir. Lüzumlu dini bilgiler,
fıkıh kitaplarından öğrenilir.
Bir şeyin kıymetli olması, hâle, zamana ve kişinin durumuna da
bağlıdır. Onun için, (En faziletli şey şudur) diye kesin bir şey söylenemez.
Peygamber efendimiz, en faziletli şeyi, soranların hallerine ve içinde
bulunulan şartlara göre bildirmiştir. Mesela yiyeceklerin bol bulunduğu;
fakat suyun bulunmadığı yerde, susuzluktan yanan kimseye bir bardak su
vermek, fırın dolusu ekmek vermekten daha makbul olur. Vahşi
hayvanların veya düşmanların saldırısına veya tehlikeli bir hastalığa maruz
kalan kimsenin, ölümden kurtulmasına sebep olmak, ona yapılacak diğer
iyiliklerden daha kıymetlidir. Faziletli şeylerin bazıları, hadis-i şeriflerde
şöyle bildiriliyor:
(En faziletli amel, imandır. En faziletli iman, Allah’ı hatırından
çıkarmamaktır.) [Taberani]
(En faziletli amel, Allah için sevmek, Allah için buğz etmektir.) [İ.
Ahmed]
(En faziletli amel, namazdan sonra, ana babaya iyilik etmektir.)
[Müslim]
(En faziletli amel, namazdan sonra, zekâttır.) [Taberani]
(En faziletli amel, zikirdir. En faziletli zikir ise, La ilahe illallah
demektir.) [Taberani]
(En faziletli amel, Allah’a hüsnü zandır.) [Begavi]
(En faziletli amel, helal kazançtır.) [İbni Lâl]
(En faziletli amel, selamlaşmayı yaymaktır.) [Berika]
(En faziletli amel, Kur’an okumaktır.) [İbni Kani]
(En faziletli amel, sıkıntıya sabretmektir.) [Tirmizi]
434
www.dinimizislam.com
(En faziletli amel, iyi niyetli olmaktır.) [Hâkim]
(En faziletli amel, nefse zor gelendir.) [İ. Gazali]
(En faziletli amel, herkes uykudayken, gece namaz kılmaktır.) [C.
Yolu]
(En faziletli amel, vaktinde kılınan namazdır.) [Ebu Davud]
(En faziletli amel, bir müminin ayıbını örtmek, karnını doyurmak
veya bir ihtiyacını karşılamak suretiyle onu sevindirmektir.) [İsfehani]
(En faziletli amel, seni yoklamayanı yoklamak, seni mahrum
edene vermek, sana kötü muamele edene af ile muamele etmektir.) [İ.
Ahmed]
(En faziletli amel, aç olan fakiri doyurmak, borcunu ödemek veya
bir sıkıntısını gidermektir.) [Taberani]
(En faziletli mümin, Allah’ı çok anandır.) [Tirmizi]
(En faziletli mümin, fakir diye değer verilmeyendir.) [Deylemi]
(En faziletli mümin, görülünce Allah’ın hatırlandığı kişidir.) [Hâkim]
(En faziletli mümin, yokken aranıp sorulmayan, hazırken itibar
görmeyendir.) [Ebu Nuaym]
(En faziletli mümin, dini uğruna yurdunu terk eden garip
kimsedir.) [İbni Mace]
(En faziletli mümin, az yiyip, bedeni hafif olandır.) [Deylemi]
(En faziletli mümin, çoluk çocuğuna faydalı olandır.) [Taberani]
(En faziletli mümin, herkesin, elinden, dilinden selamette olduğu
kişidir.) [Müslim]
(En faziletli mümin, ömrü uzun, ameli güzel olandır.) [Tirmizi]
(En faziletli mümin, hanımına, en iyi, en lütufkâr davranandır.)
[Tirmizi]
(En faziletli mümin, hayrı umulan, şerrinden emin olunandır.)
[Tirmizi]
(En faziletli mümin, kanaat eden, en kötüsü de aç gözlü olandır.)
[Kudai]
(En faziletli mümin, kendisiyle kolay uyum sağlanandır.) [Beyheki]
(En faziletli mümin, Kur’anı öğrenen ve öğretendir.) [Buhari]
(En faziletli mümin, borcunu en güzel şekilde ödeyendir.) [Nesai]
(En faziletli mümin, ahlakı en güzel olandır.) [Buhari]
(En faziletli mümin, yemek yedirendir.) [Hâkim]
(En faziletli mümin, geç kızıp, tez yatışandır. En kötüsü de, tez
kızıp, geç yatışandır.) [Tirmizi]
(En faziletli mümin, dünyası için ahiretini, ahireti için dünyasını
terk etmeyendir.) [Hatib]
435
www.dinimizislam.com
(En faziletli mümin, sabırlı, cömert ve hoşgörülü olandır.)
[Deylemi]
(En faziletli mümin, en akıllı olandır.) [İ. Gazali]
(En faziletli mümin, malıyla, canıyla Allah yolunda cihad edendir.)
[Buhari]
(En faziletli mümin, hikmetli bir sözü öğrenip başkasına
öğretendir.) [İbni Asakir]
(En faziletli sadaka, ilim öğrenip, başkasına da öğretmektir.) [İbni
Mace]
(En faziletli sadaka, su vermektir.) [Nesai]
(En faziletli sadaka, aç bir canlıyı doyurmaktır.) [Beyheki]
(En faziletli sadaka, iki kişinin arasını bulmaktır.) [Taberani]
(En faziletli sadaka, dilini tutmaktır.) [Deylemi]
(En faziletli sadaka, gizli verilendir.) [Taberani]
(En faziletli sadaka, kin güden yakınına verilendir.) [Taberani]
(En faziletli cihad, Allah yolunda, nefsle yapılandır.) [Ebu Davud]
(En faziletli cihad, farzları ifa etmektir.) [İ. Ahmed]
(En faziletli cihad, canıyla, malıyla müşriklerle mücadeledir.)
[Nesai]
(En faziletli kazanç, el emeğiyle kazanılandır.) [Ahmed]
(En faziletli sure, Fatiha’dır.) [Hâkim]
(En faziletli namaz, farzlardan sonra, teheccüd namazıdır.)
[Müslim]
(En faziletli namaz, Cuma günü, cemaatle kılınan sabah
namazıdır.) [Beyheki]
(En faziletli tesbih, “Sübhanallahi velhamdülillahi ve lâ ilâhe illallahü
vallahü ekber”dir.) [Müslim]
(En faziletli ibadet, fıkıh öğrenmektir.) [Taberani, Ebu-ş-şeyh]
(En faziletli ibadet, duadır.) [Hâkim]
(En faziletli dua, Arefe günü yapılanıdır.) [Beyheki]
(En faziletli dua, af ve afiyet dilemektir.) [Tirmizi]
(En faziletli vakit, gecenin ikinci yarısıdır.) [Taberani]
(En faziletli isim, Abdullah ve Abdurrahman’dır.) [Müslim]
(En faziletli söz, doğru olan sözdür.) [Buhari]
(En faziletli yerler, camilerdir. En kötü yerler de, çarşı pazarlardır.)
[Taberani]
(En faziletli oruç, Davud aleyhisselamın orucudur. O, bir gün tutar
bir gün yerdi.) [Müslim]
(En faziletli iman, kadere rızadır.) [Ebu Nuaym]
436
www.dinimizislam.com
(En faziletli huy, kimse zarar görmesin diye susmaktır.) [İbni
Mübarek]
(En faziletli yemek, üstüne çok elin uzandığı yemektir.) [Taberani]
(En faziletli söz, “Sübhanallahi ve bihamdihi” demektir.) [Müslim]
(En faziletli ev, içinde yetime ikram edilen evdir.) [Beyheki]
(En faziletli hazine, saliha kadındır.) [Hâkim]
(En faziletli iş, vasat [orta] olanıdır.) [Beyheki]
(En faziletli arkadaş, Allah’ı anınca yardım eden, unutunca sana
hatırlatandır.) [Hâkim]
(En faziletli arkadaş, sözleri ilminizi artıran, ameli de ahireti
hatırlatandır.) [Hâkim]
(En faziletli kadın, namusunu koruyan, gözü dışarıda olmayandır.)
[Deylemi]
(En faziletli kadın, kendisini kocasına sevdiren, onunla hoş
geçinen ve uyum içinde olandır. En kötüsü de, açılıp saçılan,
böbürlenendir.) [Beyheki]
Yedi sınıf insan
Sual: Kıyamette, Allah’ın himaye edeceği yedi sınıf insan kimlerdir?
CEVAP
Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kendisinden başka himaye edenin bulunmadığı kıyamet günü,
Allahü teâlâ, şu yedi sınıf insanı himaye eder:
1- Âdil idareci.
2- Allah’a ibadetle yetişen genç.
3- Namaz için gönlü camiye bağlı olan.
4- Arkadaşını Allah rızası için seven.
5- Güzel, zengin ve mevki sahibi bir kadın, kendisini davet edince,
Allah’tan korkarak onu reddeden.
6- Sadakayı gizli [riyasız] veren.
7- Yalnızken Allah’ı anıp ağlayan.) [Buhari]
Dinde zorluk yoktur
Sual: Dinde zorluk yokken, Peygamber de, (Kolaylaştırın,
güçleştirmeyin, müjdeleyin, nefret ettirmeyin) derken, ne diye, hep
zorluk çıkarılıyor ki? Örneğin, güneş doğunca da namaz kılınabildiği halde,
ne diye sabahın köründe namaz kılmaya zorlanır? Gündüz iş arasında
namaz kılmaya zorlamak doğru mudur? Akşam eve gelince veya işe
gitmeden önce hepsi kılınsa ne zararı olur ki? “96 gramdan fazla altının
varsa zekât vermen, her yıl bir ay aç durman, diş dolgun varsa izin veren
mezhebi taklit etmen gerekir” gibi sözler, zorluk çıkarmaktan başka nedir
437
www.dinimizislam.com
ki? Zorla güzellik olur mu? Herkes kolayına geleni yapması daha uygun
değil mi?
CEVAP
(Kolaylaştırın) sözü, dini kurallara aykırı olmadan, ruhsatlardan,
izinlerden faydalanın demektir. Yoksa dini kural tanımayın demek değildir.
(Dinde zorluk yok, kolaylık var) gibi sözleri art niyetli kimseler, silah
olarak kullanıyorlar. Bu sözün doğrusu, (Allahü teâlânın bütün emirlerini
yapmak kolaydır, zor bir şey emretmedi. Dini kuralların dışına
çıkmadan, bazı emirlerde ruhsatlardan istifade edilir) demektir. Yoksa,
(Kendimize güç gelen şeyleri, Allah affeder. Herkes kolayına geleni
yapmalıdır. O, hepsini kabul eder) demek değildir. Sizin dedikleriniz
kolaylık değil, bir kısmı dini hükümleri kabul etmemek, bir kısmı da dini
değiştirmek olur. Her ibadetin vaktinde yapılması gerekir. İbadet yani
kulluk, emredileni, emredildiği şekilde, emredildiği yer ve zamanda ve
emredildiği kadar yapmaktır. Aklımıza uygun geleni veya bize kolay geleni
yapmak yahut emirleri değiştirmek, kulluk değil; sahibine isyan etmek,
Onun emirlerini beğenmemek olur.
Allahü teâlânın sevdiği ruhsat, kendi emirlerini yaparken, zaruret
haline düşenler için, bildirmiş olduğu kolaylıkları yapmaktır. Yoksa, emirleri
yapmaktan kurtulmak ve aklına, görüşüne göre kolaylık aramak caiz
değildir. Zekat, oruç da dinin bildirdiği gibi yapılır. Kolaylık olsun diye
kaldırılmaz.
Dinimizin emirlerine uymak
Sual: Dinin emrine uyularak yapılan bir iş, yanlış da olsa affoluyor
mu? Mesela kıbleyi bilmesek, dinin emrine uyup araştırsak, sonra yanlış bir
yöne dursak namaz sahih olur mu?
CEVAP
Evet, sahih olur. Dinin emrine uyularak yapılan iş, yanlış kabul
edilmez, dinin emrine uyulduğu için doğru olur. Mesela kıbleyi bilmeyen,
araştırmadan kılarsa, kıbleye rastlamış olsa bile, namazı kabul olmaz.
Araştırıp kıbleden başka istikamete doğru kılsa da, namazı sahih olur,
çünkü dinin emrine uyarak gerekli araştırmasını yapmıştır. Demek ki
önemli olan, isabet ettirmek değil, dinin emrine uygun şekilde hareket
etmektir. Birkaç örnek daha verelim:
1- Yiyecek ve içeceklerde şüphe edip yememek, vesvese olur. Haram
veya necis olduğu kesin bilinmedikçe, temiz kabul edilir. Dinimizin emri,
mutlaka helal veya temiz olanı bulmak değildir. Haram veya necis olduğu
bilinmiyorsa yemek caiz olur. Bu kural bilinirse, dinin emrine uyulmuş ve
438
www.dinimizislam.com
rahat edilmiş olunur. Yiyip içtiğimiz gıdalar şüpheli olsa da, dinin emrine
uyulduğu için temiz kabul edilir.
2- Elbiseye necaset bulaşsa, bu yer unutulsa veya bulunamasa,
tahmin edilen yer yıkansa temiz olur. Namazdan sonra meydana çıksa,
namazı iade etmek gerekmez. (S. Ebediyye) Burada da emredilen,
mutlaka necis olan yeri temizlemek değil, emre uyarak tahmin ettiği yeri
yıkamaktır.
3- Ramazan ayının bitip Şevval'in başlaması, yeni hilalin doğmasıyla
değil, görülmesiyle anlaşılır. Mesela, Ramazan 29 çekse ve 29. günü hilal,
gerçekte doğduğu halde, hava bulutlu olduğu için görülemese, Ramazanın
30. günü gerçekte bayram olsa da, o gün oruç tutulur. Hâlbuki bayram
günü oruç tutmak haramdır, ama dinin emrine uyulunca, o gün oruç tutmak
haram olmuyor, aksine farz oluyor.
Farzdan daha sevab olan nafile
Sual: Farzın yanında, sünnet veya nafile ibadet denizde damla bile
değilken, sünnet olan selam vermek, neden farz olan selam almaktan daha
çok sevab oluyor?
CEVAP
İbni Abidin hazretleri buyuruyor ki:
Bu, istisna olan birkaç husustan biridir. İstisnalar şöyledir:
1- Selam vermek sünnet, almak ise farzdır. Selam almak terk edilirse,
düşmanlığa ve dargınlığa sebep olacağı için vacibdir. Vacib burada farz
anlamındadır. Selam vermek, sevgiyi ilk göstermiş olması yönüyle daha
faziletlidir. [Selam vermekle, selam alanın farz işlemesine de sebep
olunuyor.]
2- Bir fakire sadaka vermek veya ondaki alacağını ona bağışlamak,
nafile bir ibadettir; fakat borcunu ödeyemeyen fakire, ödemesi için mühlet
vermek, alacağını isteyip onu zor duruma sokup üzeceği için vacibdir.
[Vacib burada da, farz anlamındadır.] Buna rağmen, fakirdeki alacağını
bağışlamak, mühlet verme farzından daha sevabdır.
3- Vakit girmeden abdest almak mendub, vakit girdikten sonra abdest
almak farzdır. Buna rağmen, vakit girmeden abdest almak, vakit girdikten
sonra abdest almaktan daha çok sevabdır. Vakit girmeden abdest almak,
namazı beklemek içindir. Namazı beklemekse, namaz içinde olmak gibi
sevabdır.
4- Seferde Ramazan orucunu tutmak, farz değil, sünnettir; fakat
seferde oruç tutmak sünneti, mukimken oruç tutmak farzından daha
sevabdır. Yolcunun Ramazanda oruç tutması, evinde oturandan daha
439
www.dinimizislam.com
meşakkatlidir. O halde onun orucu, sünnet olmakla beraber daha
faziletlidir.
5- Cuma namazı için ezan okunduktan sonra, camiye gitmek farzdır.
Ezandan önce gitmekse sünnettir. Bununla beraber, Cuma namazına
erken gitmek, ezan okunduktan sonra gitmekten daha sevabdır.
6- Çok susamış veya çok acıkmış birisine, gücü yetenin, ihtiyacı kadar
su veya ekmek vermesi vacib yani farzdır; ama buna daha çok su veya
daha çok ekmek vermek mendubdur. Bu mendubu işlemek, farzı
işlemekten daha çok sevabdır; çünkü fazla vermenin faydası daha çoktur.
7- Bir kimseye bir kurban vacib olduğu halde, iki kurban kesmesi daha
sevabdır.
Demek ki, bu istisna durumlarda nafilenin daha sevab olması, daha
fazla faydası olması yönüyledir. (Redd-ül muhtar)
Zayıf kavle uymak
Sual: Ruhsatla ve zaruret halinde zayıf kaville amel etmek günah
mıdır?
CEVAP
Günah değil caizdir. Bazen lazım da olabilir. Din kitaplarımızda şöyle
bildiriliyor:
1- Kolaylıkları yapmak istemeyenin, nefsine muhalefet için, azimetleri
bırakıp, ruhsatla amel etmesi iyi olur; ama bu, ruhsatları araştırmaya yol
açmamalıdır. (Hadika)
2- Allahü teâlânın sevdiği ruhsat, emirleri yaparken, sıkıntıya düşenler
için bildirilmiş olan kolaylıkları yapmaktır. (F. Bilgiler)
3- Şeytan ruhsatları yaptırmak istemez. Mesela, mest üzerine mesh
ettirmez. Ruhsatla amel etmelidir. (Hüsn-üt-tenebbüh)
4- Gerektiğinde en kolay fetvaya uymalıdır. Allahü teâlâ, kolay
olanların yapılmasını istiyor; çünkü insanın zayıf yaratıldığını bildiriyor ve
(Allah, size kolaylık ister, zorluk, güçlük istemez) buyuruyor.
(Mektubat-ı Rabbani 3/22)
5- Din adamlarının, cemaatin anlayamayacakları şeyleri söylemeleri,
fitne olur. Herkese, anlayabileceği kadar söylemeli. Yapamayacakları
ibadetleri emretmemeli. Zayıf kavil olsa bile, yapabileceklerini söylemelidir.
(Berika)
6- İbni Abidin hazretleri, (Suyla toprak karıştırılınca, bu ikisinden biri
temizse, meydana gelen çamur temiz olur. Fetva da böyledir. Bu fetvaya
zayıf diyenler varsa da, harac olduğu zaman, zayıf kaville amel edilir)
buyurdu. Bir ihtiyacı karşılamak için hazırlanan kolonya, ispirtolu ilaçlar ve
440
www.dinimizislam.com
boyalar, alkolle karıştırılan maddeleri temizse, karışımları da temiz olur.
Bunun için, tentürdiyot ve kolonya, Hanefi’de temizdir. (İslam Ahlakı)
7- Başka mezhepteki bir imama uymanın sahih olması için, uyanın
mezhebine göre, namazı bozan bir şeyin imamda bulunmaması gerekir.
Esas kavil budur. İkinci kavle göre, imamın kendi mezhebine göre, namazı
sahih olursa, uyanın mezhebine göre sahih olmasa da, buna uyması sahih
olur. Bu ikinci kavil, her ne kadar zayıfsa da, harac olunca zayıf kavle
uymak gerekir. (Hadika)
Bu hükümlere rağmen, ruhsata veya zayıf kavle uymayı, günah veya
tembellik gibi göstermemeli. Üç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Allahü teâlânın verdiği kolaylık ve ruhsatlardan faydalanın!)
[Buhari]
(Ruhsatlardan faydalanmayan, Arafat dağı kadar günah işlemiş
olur.) [Taberani]
(Allahü teâlâ, ruhsatla da amel edilmesini sever.) [Beyheki]
Sahih olması için
Sual: Yapılan bir ibadet sahih olmadığı halde, sonradan sahih olduğu
veya sahih hale getirilebildiği durumlar olur mu?
CEVAP
Evet, bazı durumlarda olur. Birkaç örnek verelim:
1- Yaptığı bir ibadetin kendi mezhebine göre sahih olmadığını anlayan
bir kimse, dört mezhepten birine göre şartlarını yerine getirdiğini anlarsa,
ibadeti yaptıktan sonra da olsa, o mezhebi taklit ederse, yani bu ibadetimi
şu mezhebe göre yaptım derse, geriye dönük olarak ibadeti sahih olur.
Tekrar yapması gerekmez. Bu, Müslümanlar için bir rahmettir.
2- Başkasının hayvanını çalan veya gasp eden kimse, bunu kurban
edemez; fakat gasp ettikten sonra da olsa, kıymetini öderse, yine geriye
dönük olarak, kurban etmesi caiz olur.
3- Şarta bağlı bir adak adarken, o adağı yerine getirecek imkânı yoksa
adak sahih olmaz; fakat şart yerine geldikten sonra imkânı olursa, geriye
dönük olarak adak sahih olup, adağını yerine getirir.
Kurtuluş için yedi geçit
Sual: Salih Müslüman olarak yaşayıp, imanla ölmek için, neler
yapmalı?
CEVAP
441
www.dinimizislam.com
Dinimizin emir ve yasaklarına riayet etmek gerekir. Şu yedi geçidi
geçen, muradına kavuşur. Bu geçitler: 1- İlim, 2- Pişmanlık, 3- Eşkıya, 4Bela, 5- Sebep, 6- İhlâs, 7- Şükür.
1- İlim geçidi: İlimsiz bir şey olmaz. İlim öğrenmek herkese farzdır.
İlim, gerçek bir rehberdir. İlim başlara taçtır, herkes ona muhtaçtır. Doğru
ibadet yapabilmek, hakkı bâtıldan ayırmak için, ilim öğrenmek şarttır. İlmi
bugün bir kişiden öğrenemeyeceğine göre, gerçek İslâm âlimlerinin
yazdıkları muteber eserleri okuyup öğrenmek gerekir. İlim ve âlimler çok
kıymetlidir. Birkaç hadis-i şerif meali:
(Âlimle oturmak, yüzüne bakmak ibadettir.) [Hakim]
(Âlimin nefesi zikir ve tesbihtir.) [Deylemi]
(Allahü teâlâ cahilin bir günâhını affetmeden önce, âlimin kırk
günâhını affeder.) [Ebu Nuaym, Hatib]
(Âlimin iki rekât namazı, cahilin bin rekâtından daha hayırlıdır.)
[Şirazi]
(Âlimlerin uykusu ibadettir.) [İ. Gazali, İ. Rabbani, T. Kurtubi
muhtasarı]
Âlim, yatarken sabah namazına kalkacağım, yarın şu faydalı işleri
yapacağım diye niyet ederek uyur ve uykusu ibadet olur. Âlimin uykusu,
cahilin ibadetinden hayırlıdır. Cahil, ibadet ediyorum diye bid’at işleyebilir,
günaha ve küfre düşebilir. Hakkı söyleyeceğim diye fitneye sebep olabilir.
Onun için (Cahille bal yeme, âlimle taş taşı) demişlerdir. İlmi ağaca
benzetirsek, ibadet bu ağacın meyvesi gibidir. Ağaç olmadan meyve
olmaz. Fakat meyvesiz ağacın az da olsa kıymeti vardır. Odun olarak
istifade edilebilir. Bunun için ilmiyle âmil olmayan âlim, muma benzetilir.
Başkalarını aydınlattığı halde, kendisini yakıp bitirir. Herkesin, tevhid
ilminden doğru itikadı bilecek kadar öğrenmesi ve namaz oruç gibi
ibadetler için lüzumlu ilimleri bilmesi farzdır. İlim geçidi, meşakkatlıysa da,
hedefe ulaşabilmek için geçilmesi şarttır. İhlâssız ve ibadetsiz, bu geçit
geçilemez. Bir hadis-i şerif meali:
(Âlimlere övünmek, cahillerle tartışıp onları susturmak, insanların
takdirini kazanmak için ilim öğrenen, Cehenneme gider.) [Tirmizi]
Peygamber efendimiz, miraç gecesi Cehennemdekilerin çoğunun
fakirler olduğunu görmüştü. Bu fakirlerin, mal para fakiri değil, ilim fakirleri
[cahiller] oldukları bildirilmiştir. O halde, Allahü teâlânın emir ve yasakları
öğrenilip, ilmiyle âmil olmaya çalışılırsa, Allah’ın izniyle, bu engel geçilmiş
olur.
2- Pişmanlık geçidi
442
www.dinimizislam.com
İlim geçidini geçenin, günahları için tevbe etmesi gerekir. Tevbe
etmeyen, ibadetlerinde başarılı olamaz; çünkü günahların yükü, ağırlığı
perişanlığa sebep olur. Her günah bir bağ, bir engeldir. Bu bağları koparıp,
engelleri aşarak iyilik yapmak zordur. Günahlar kalbi karartarak, her türlü
hayra mani olur. Hayra koşma arzusu olmayan, günahlarla bağlanmış
demektir. Günahlara pişman olmak ve kendinde hakkı olanların rızalarını
almak farzdır. Tevbe, gazab-ı ilahiden korkup, rıza-i ilahiye kavuşmak için,
günah işlememeye azmetmektir. Tevbenin doğru olabilmesi için gerekli
dört şart şudur:
1- Bir daha günah işlemeyeceğine, kesin karar vermek,
2- İşlediği günahlara tevbe etmek, 3- Tevbe ettiği günahı tekrar
yapacak güçte olmak. Mesela, eşkıyalık yapıp da, felçli olanın, (Artık
eşkıyalık yapmayacağım) demesi abes olur. İstese de yapamaz. 4- Tevbe,
sırf Allah’ın rızasına kavuşmak ve gazabından kurtulmak için yapılmalı.
Dünyevi gayelerle yapılan tevbe, makbul değildir. Mesela, insanların
korkusundan dolayı tevbe etmiş olmamalı. Midesi ağrıdığı için içkiyi
bırakan, içkiyi bırakmış sayılmaz. Tevbe, pişmanlıktır. Bir hadis-i şerifte,
(Günahlara pişmanlık, tevbedir) buyuruldu. (Hâkim)
Tekrar günah işleme korkusu, tevbeye mani değildir. Günahlar üç
kısımdır:
1- Kazası farz olan günahlar. Bunlar için tevbe edip, kaza etmeye
çalışmalı.
2- İçki ve kumar gibi günahlar için, tevbe edip bir daha yapmamalı.
3- Kul haklarıyla ilgili günahlar. Bunlar; mal, can, namus ve gıybetle
ilgili olabilir.
Bu pişmanlık geçidinin, aşılması güçtür, bir an önce geçilmezse daha
büyük zararlara sebep olur. Gecikmesi çok tehlikelidir. Günahla kalb
kararır, pişman olup tevbe etmedikçe kalb temizlenmez. Eğer günahlarımız
bizi korkutmuyor, ibadet etmeye zaman ve zemin bulamayıp doğru yola
gelemiyorsak, kalbimiz kararmış demektir. Hiçbir günahı küçük görmemeli.
Her gün tevbe ve istiğfar etmeli. Bir hadis-i şerifte, (Günahına tevbe eden,
hiç günah işlememiş gibidir) buyuruldu. (Taberani)
Günahlarımızı teker teker düşünerek ağlamalıyız. Kırık kalble Allahü
teâlâya dua etmeliyiz! Mesela, (Ey Rabbim, kaçak kulun, âciz kulun,
günahkâr kulun, kapına geldi. Senden af ve mağfiret diliyor. Günahlarımı
affet, ömrümün kalan kısmında sana isyan etmekten beni koru! Çünkü her
şey senin kudretindedir) diye dua ve tevbe etmeli. Bu engeli de geçmek
için, (Günah işlerken acizlik göstermediğin gibi, tevbede de acizlik
gösterme!) kuralını unutmamalı.
443
www.dinimizislam.com
3- Eşkıya geçidi
Bu geçitte, insanı soyup soğana çevirecek dört eşkıya bulunur. Bunlar;
dünya [faydasız iş], kötü arkadaş, şeytan ve nefstir.
Birinci eşkıya dünyadır; yani faydasız şeyler ve haramlardır. Dünya
geçicidir. Dünyada yapılan iyilikler, ahiret içindir. Sonsuz olanı, geçici olana
tercih etmeli. Dünyanın faydasız şeylerinden yüz çevirip, Allah için olan
işlerle meşgul olmalı, salihlerle beraber olmaya çalışmalı. Bir hadis-i şerif
meali: (Âlimin sohbetinde bulunmak, bin rekât nafile namazdan
üstündür.) [İ. Gazali]
Allah’a bağlanmak için, uzun emelden, imkânsız olan muratlardan,
hayal peşine düşmekten, insanı meşgul edecek faydasız düşüncelerden
de, uzak durmalı. Allah sevgisinden başka, her sevgiyi kalbden çıkarmalı.
Allah sevgisine götürecek şeyleri sevmek, Allah sevgisindendir. Allahü
teâlâ, dünyanın Allah için olmayan her şeyine düşmandır. Allah’ı seven,
O’nun sevmediklerine düşman olur, haramlardan zevk almaz; çünkü
haram, ateş gibidir, hatta ateşten daha yakıcıdır. Ahiret ateşinin şiddetini
düşünen, haram ateşine elini uzatmaktan son derece kaçar. Zehirli
necaset, süslü bir pasta haline getirilse, altın tabak içine konsa, bilen biri
onun süsüne, cilasına aldanmaz; ama pastanın içinde ne olduğunu
bilmeyen, onu yiyebilir. Hatta bu çok hoş görünen pastayı yemediği için
arkadaşını ayıplar, onu aptallıkla suçlar. Alkolik olan da, içki içmeyeni böyle
ayıplar.
İkinci eşkıya kötü arkadaştır ki, şeytandan ve nefisten daha zararlıdır.
Bir hadis-i şerif meali:
(Kişinin dini, arkadaşının dini gibidir. Kiminle dostluk ettiğinize
dikkat edin!) [Hâkim]
Kötü arkadaşı düzeltmek için, onunla düşüp kalkmaya çalışırsan, sen
onun bir eğrisini düzeltmeye çalışırken, o senin on doğrunu bozar. Bir
hadis-i şerifte, (Akıllı, diline sahip olur, zamanını iyi kullanır, işine
yönelir ve en sağlam dostuna karşı da ihtiyatlı olur) buyuruldu.
(Deylemi)
Tanımadıklardan zarar görmeyiz. Ne zarar görmüşsek, tanıdığımız
kötülerden görmüşüzdür. Bunun için, kötü arkadaştan uzak durmalıdır.
Üçüncü eşkıya şeytandır. Şeytanın şerrinden kurtulabilmek için onun
hilelerini bilmek gerekir. Nasıl ev sahibi uyanıkken eve hırsız giremezse,
şeytan da uyanık olana hile yapamaz. İlim geçidini geçen, şeytanın yaptığı
hileleri bilir, ona göre tedbirini alır.
Dördüncü eşkıya nefsimizdir. Nefis, o kadar ahmaktır ki, her istediği
kendi zararınadır. Çok zararlı bir iç düşmandır. İçteki yaranın tedavisi
444
www.dinimizislam.com
zordur. Nefis, aynı zamanda, binek atımızdır. Nefis çok beslenirse azar, ele
avuca sığmaz, azgın atın sürücüsünü yere attığı gibi yere vurur. Çok
zayıflatmak da kötüdür. Onunla hayırlı işler yapılmaz. Gemle idare edecek
kadar beslemeli.
4- Bela geçidi
İbadet ederken, gelecek şu belalara sabretmeli:
1- Rızık ve geçim derdi, gafilleri doğru ibadet etmekten alıkoyar. Her
canlının rızkını, Allahü teâlâ verir. Sebeplere yapışarak, rızık için çalışmalı.
Hem çalışmalı, hem de Allahü teâlâya tevekkül etmeli. Tevekkül, gerekli
tedbirleri aldıktan sonra, neticeyi Allah’tan beklemektir. Rızık için tevekkül
edenin, imanı kuvvetlidir. Bir hadis-i şerifte, (Eğer Allahü teâlâya hakkıyla
tevekkül etseydiniz, sabah aç kalkıp, akşam tok dönen kuşlar gibi,
sizin de rızkınızı verirdi) buyuruldu. (Tirmizi)
2- Kuruntu, huzurlu ibadet etmeyi önler. Bundan kurtulmanın çaresi,
gerekli tedbirleri aldıktan sonra işin sonucunu Allah’a bırakmaktır; çünkü
biz, bir şeyin sonucunun iyi mi, kötü mü olacağını bilemeyiz. Hayır
sandığımız çok şey şerle sonuçlanabilir, şer sandığımız çok şey de hayırla
sonuçlanabilir. Bir âbidin, şeytanı görmek için yaptığı dua, kabul olur.
Şeytan buna, (Eğer 40 yıllık ömrün olmasaydı, şimdi seni öldürürdüm)
der, gözden kaybolur. Âbid de, (Önce dünyadan murat alayım, 20 yıl
hayatımı yaşarım, sonra tevbe ederim, nasıl olsa Allah tevbeleri kabul
eder. Kalan 20 yılı da ibadetle geçiririm) diyerek ibadeti bırakır, sefahate
dalıp felakete düşer. 20 yılı doldurmadan ölür. Tevbe etmeye fırsat kalmaz.
3- Belalar ibadet etmeyi engelleyebilir. Bir hastalık, bir bela gelince
bağırıp çağırmak faydasızdır. Aksine zararlı olur. Bunun çaresi, Allah’ın
takdirine razı olmaktır.
4- Belaların ve çekilen zahmetlerin getireceği perişanlıktan
kurtulmanın çaresi sabretmektir. Sabırlı olmayan, başarılı olamaz. Dünya
ve ahiret hayatını kazanmak isteyenin, açlığa, insanların kötülemesine ve
çeşitli musibetlere sabretmesi gerekir. Allah’tan korkarak sabreden,
sıkıntılardan kurtulur, muradına erer. Allahü teâlâ, Eyüp aleyhisselamı
sabrından dolayı övmüştür. Bir anlık sabır, büyük hayırlara kavuşturur.
Sabır, erişmek istenilen şeylerin anahtarıdır. Her hayra sabırla ulaşılır.
Mukadder olan şey başa gelir, eğer sabredilirse ecri görülür. Sabredilmez,
bağırılır, çağırılırsa, günaha girilir ve huzursuz olunur. Bir hadis-i kudside,
(Kaza ve kaderime razı olmayan, belalara sabretmeyen, verdiğim
nimetlere şükretmeyen, benden başka rab arasın!) buyuruldu.
(Taberani)
445
www.dinimizislam.com
Allahü teâlâ, sevdiklerini sıkıntılara maruz bırakır. Hadis-i şerifte
buyuruldu ki:
(En şiddetli bela, Enbiya, evliya ve benzerlerine gelir.) [Tirmizi]
Allahü teâlânın gönderdiği bela ve sıkıntılara sabrederek göğüs
germek, büyük nimettir. Sabredemeyen, felakete maruz kalır ve bu
engelden geçemez.
5- Sebepler geçidi
Bu geçit, havf ve reca engelidir. Havf yani Allah korkusu, günah
işlemeye engel olur. Nefsimiz, günah işlemeye meyyaldir. Korkmazsa,
nefsi gemlemek mümkün olmaz. Salih bir zat, günah işlemek ister. Özel bir
banyoya gider. Çok sıcak olan su, bu zatın elini yakar. Sıcakta fazla
duramaz, bayılırken, kendini dışarı atar. Kendine gelince nefsine, (Şu
sıcaklığa dayanamadın, Cehennem ateşine nasıl dayanırsın? Bunu bilerek
Cehennemlik iş yapmak ahmaklıktır) der. Allah korkusu olmazsa nefis,
ibadetlerindeki kusurları göremez, hatta ibadetiyle övünür. Bir zat, nefsine,
(Salih gibi konuşur, münafık gibi iş yaparsın. Bu hâlinle, Cenneti nasıl
istersin?) der.
Reca yani ümit, Allah’a ibadet etmeye sebep olur. İbadet nefse ağır
gelir. Nefs, bu çektiklerinin karşılığının bire 10, bire 700, hatta daha fazla
verileceğini bilirse, o zaman hayırlı işler pek ağır gelmez. Nimete
kavuşmak için, sıkıntılara katlanır. İşin sonunda para alacağını ümit eden
hamal, ağır yükleri yazın terleyerek, kışın üşüyerek seve seve götürür.
Hasat zamanı ürün alacağını ümit eden çiftçi, bütün yıl, soğuk sıcak
demeden çalışır. İşte nefse, Cennette hayal edilemeyen nimetlere
kavuşmak için salih amel gerektiği anlatılırsa, ibadetler kolay gelir.
Bu geçidin, iki yanında tehlikeli iki yol vardır. Birisi yeis [Allahü
teâlânın rahmetinden ümidini kesme] yolu, diğeri de, güven [Allahü
teâlânın azabından emin olma, korkmama] yoludur. Bu iki yol çok
tehlikelidir. Bu yolda yürüyenler, uçuruma yuvarlanırlar. Orta yol ise havf
ve reca [Allah’tan korkup, rahmetinden de ümidini kesmeme] yoludur. Bu
yol, korkuyla karışık, sevgi ve ümit yoludur. İnsan, acizliğini düşünmeli,
Allahü teâlânın azabının çok şiddetli olduğunu iyi bilmeli. Dünyada ilmine,
ibadetine, soyuna ve hiç bir faziletine güvenmemeli. Allahü teâlâ, 80 bin yıl
ibadet edip dünyada secde etmediği yer bırakmayan İblis’i, bir emrini
yerine getirmediği için ebedi olarak kovdu. 80 bin yıllık ibadetini yüzüne
çarptı. O halde, Allah’ın azabından emin olmayıp Ondan çok korkmalı.
Çok günahkâr da, Allah’tan ümit kesmemeli; çünkü Allah’ın rahmeti
boldur. Eshab-ı kehfin köpeği bile, Cennete girecektir. Zâlimlerin şerrinden
kaçıp, mağaraya giden müminlerin peşine düşen bir köpeğe, Rabbimiz
446
www.dinimizislam.com
böyle muamele ederse, ömrünü dine hizmet etmekle geçiren müminlere
neler vermez? O halde günahım çok diye Allah’ın rahmetinden ümit
kesmemeli, ibadetim çok diye de, kendini garanti Cennetlik bilmemeli.
6- İhlâs geçidi
İbadet çok olsa da, ihlâs yoksa boştur. İhlâs, yalnız Allah rızası için
yapmaktır. Kabul olmayan çok amel kıymetsizdir. Az da olsa, ihlâslı ve
devamlı amel makbuldür. Bir hadis-i şerif meali:
(Allahü teâlâ, ancak ihlâsla yapılan ameli kabul eder.) [Nesai]
Altın bir vazoyu bir liraya satmak ahmaklıktır. Bir hayra karşılık
Rabbimizin vereceği sevablar karşısında, kulların onu övmesinin,
milyarların yanında bir kuruş kadar değeri yoktur. Böyle bir kula, Allahü
teâlâ, (Ey kulum, mutlak kudret sahibini bilirken, ibadetlerine karşılık,
benim bilmem ve seni ödüllendirmem yetmezmiş gibi, başkalarının
bilmesini ve seni övmelerini istemen vefasızlık değil mi? Kimin rızasını
kazanmak için yapmışsan git, karşılıklarını onlardan al) derse halimiz nice
olur?
Bütün insanlar bizi beğense, el üstünde tutsa; fakat Allahü teâlâ
beğenmese ne kıymeti vardır? Tersine, bütün insanlar bizden nefret etse,
Allahü teâlâ razı olsa ne zararı olur? Bununla beraber, Allahü teâlânın
sevdiği, beğendiği kimseleri, diğer insanlar da sever. Hedefi yalnız Allah
rızası olanlar, dünya ve ahirette rahat ederler. Riya gibi, ucub da ibadetleri
yok eder. Ucba düşen, Allah’ın lütfunu düşünemez. (Bunu ben yaptım,
ben olmasaydım bu olmazdı. Ben müdür olsam, bakan olsam, şöyle
yapardım) demek ucub olur. Riya ile ucub, farkına varılmadan amellere
girer, onları bozar.
Süfyan-ı Sevri hazretleri, bir hacıya misafir olur. Hacı, (Oğlum ikinci
hacdan getirdiğim tabağı ver) der. Üstad, (Bu sözünle, yaptığın her iki
haccı da ifsat ettin) diye buyurur.
Ne kadar kabul olmuş çok ibadet yapılsa da, yine kul kendi ibadetiyle
Cennete giremez. Bir hadis-i şerifte, (Hiç kimse, kendi ameline karşılık,
Cennete girmeye hak kazanamaz) buyuruldu.
Kulun kıymetli bir amelini götüren melekler, birinci göğe gelince,
oradaki vazifeli melek, (Götürün bu ameli, sahibinin yüzüne çarpın. O
gıybet ederdi, gıybet edenlerin ameli buradan geçmez) der. 2. gökteki
melek, ihlâssız amelleri geçirmez. 3. kattaki melek, kibirlilerin amellerini
geçirmez. 4. kattaki ucub edenlerinkini geçirmez. 5. kattaki hasetçilerinkini
geçirmez. 6. kattaki merhametsizlerinkini geçirmez. 7. kattaki melek,
riyakârların amelini geçirmez. Yedi kat göğü geçen amel bile, rıza-ı ilâhi
447
www.dinimizislam.com
kastedilmezse geri çevrilir. O halde her işte, ihlâsa çok önem vermeli!
(Yarın: Şükür geçidi)
7- Şükür geçidi
Çok önemli altı engeli geçtik. Şimdi bu büyük nimetlere karşılık, Allahü
teâlâya şükretmeli, Ona olan minnet borcumuzu ödemeye çalışmalıyız!
Nimetler, şükredilirse devamlı olur. Şükredilmezse yok olur. Bir hadis-i
şerifte, (Nimet, yabani bir kuştur. Uçup gitmemesi için, ayağını şükürle
bağlayın) buyuruldu. Nimet iki kısımdır:
1- Dünyevi nimetler: Faydalı şeylere kavuşmak ve zararlı şeylerden
korunmak.
2- Dînî nimetler: Hidayete ermek, küfür ve bid’atten korunmak.
Şükür, Allah’ın verdiği nimetleri yerinde sarf etmek, gizli açık Allah’a
itaat edip günahlardan kaçınmaktır. Kişi, Rabbinin verdiği nimetleri günaha
vasıta kılarsa, şükretmiş olmaz.
Bir hükümdar, bir hizmetçisine, çok değer verse, ona saray yaptırıp,
emrine de hizmetçiler tahsis etse, (Bu nimetlere karşılık günde sadece bir
saat hükümdara hizmet edeceksin, diğer saatlerde serbestsin) dese,
hizmetçi bu bir saati, diğer hizmetçilerin elindeki, birkaç kuruşu almak için,
yalvarmakla geçirse, hükümdar buna ne der? (Bu hizmetçi, yapılan
ikramın değerini takdir edemeyecek kadar aşağı biri. Bunu kapımdan
kovun) demez mi? İşte insanlar, nefislerine uydukları zaman, bu
hizmetçinin durumuna düşerler. En büyük nimet, salih Müslüman olmaktır.
Verilen bu nimetler elden çıkarsa, büyük felâket olur. Çünkü en acı ve en
güç şey, sevildikten sonra itibardan düşmektir. Allahü teâlâ sana
Müslümanlığı nasip ettiğine göre, Onun yanında itibar sahibisin. Bu
nimetlerine şükretmezsen, itibardan düşer, kapısından kovulabilirsin. Bu
nimetleri saymak mümkün mü? Nimet bollaştıkça şükrü zorlaşır.
Bir defa nefes alıp vermesek ölürüz. Bu hava nimetine günde kaç kere
şükrediyoruz? Bedavadan elde ettiğimiz için, şükrü hatırlamayız bile. Rahat
nefes alabilmenin kıymetini bilebilmek için astımlı mı olmak gerekir? Bir
astımlı rahat nefes alabilmek için, görürken kör olan bir âmâ görebilmek
için, konuşurken lal olan konuşabilmek için, kolları varken kopan, ayakları
sağlamken felçli olan, duyarken sağır olan, tekrar eski nimetlerine
kavuşabilmek için, bütün varlıklarını vermeye hazırdır. Bu nimetlere sahip
olan insanların şükredebilmeleri için, bu nimetlerden yoksun olmaları mı
gerekir? Akıl nimetini düşünelim, akılsızın hâlinden ibret almak ve
Rabbimizin verdiği sayısız nimetlere, her an şükretmek gerekir. Bir kişi,
akıllı ama âlim değilse, âlim ama ilmiyle amel etmezse, ilmiyle amel eder;
ama ihlâslı değilse, ihlâslı; ama akıbetini düşünmezse, bunlara çok şaşılır.
448
www.dinimizislam.com
Onda birini yapan kurtulur
Sual: (Dinin onda birini yapan kurtulur) anlamında bir hadis varmış.
Yani on farzdan birini yapan ve on haramdan birinden kaçan kurtulacak
mıdır?
CEVAP
O hadis-i şerifin meali şöyledir:
(Ey eshabım, siz öyle bir zamandasınız ki, dinin emir ve
yasaklarının onda birine uymazsanız helak olur, Cehenneme
gidersiniz. Öyle bir zaman gelecek ki, emir ve yasaklarının onda birine
uyabilen, Cehennemden kurtulur.) [Tirmizi, Taberani]
Bir başka hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Siz öyle bir zamandasınız ki, âlimleri çok, hatipleri azdır. Bugün
bildiğinin onda birini terk eden helak olur. Bir zaman gelecek ki,
bilenler az konuşanlar çok olacaktır. O zamanda, dinin emir ve
yasaklarının onda birine uyan kurtulacaktır.) [İ. Ahmed]
İmam-ı Türpüşti diyor ki:
Bu hadis-i şerif, emir olunanların hepsi için değildir; çünkü dinin
aslında bildirildiği gibi öyle emirler vardır ki, müminlerden hiçbir fert onu
terk edemez. Onu ihmal etmek için özür makbul olmaz. O farzlar muaf
olamaz. Bu hadis-i şerif emr-i maruf ve nehy-i münker içindir. Yani, siz öyle
bir zamandasınız ki, emr-i maruf ve nehy-i münkerden birini terk etseniz
helak olursunuz; çünkü din kuvvetlenmiş, hak meydana çıkmıştır. Dinin
yardımcıları çoktur. Hiçbiriniz mazur olmaz. Gevşeklik özür olmaz. Fakat,
fitne fesat zamanında, hak gizli olur. O zaman böyle değildir.
Müslümanların kimsesiz kaldığı bir zamanda İslamiyet için, azıcık
yardım etmek, binlerce altın vermiş gibi sevap olur. Hele dinsizlerin,
Müslümanlarla alay edenlerin çoğaldığı, Müslüman evlatlarını dinden
çıkaran propagandaların yayıldığı zamanda yapılan az bir ibadete, kat kat
çok sevap verilir.
Büyük bir âlimin açıklaması da şöyledir:
Bu hadis-i şeriften maksat, imanı kurtarabilmektir. İmanı kurtarabilmek
yani imanla ölmek için de iki şey lazımdır:
1- Doğru imana yani Ehl-i sünnet itikadına sahip olmak.
2- Salih amellere sarılmak. İman, muma benzer, ibadetler mum
etrafındaki fener gibidir. Mum ile birlikte fener de, İslamiyet’tir. Olmazsa
fener, mum çabuk söner. İmansız İslam olmaz, İslam olmayınca, iman da
yoktur. Bunun için Kur’an-ı kerimde, (İman edip salih amel işleyenler)
ifadesi geçmektedir. Demek ki imanı muhafaza edebilmek için, salih
449
www.dinimizislam.com
ibadetlere sarılmak şarttır. Salih ibadetlere sarılabilmek için de fıkhı iyi
bilmek şarttır. Çünkü bilmeden yapılan ibadet boşa gider.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Her şeyin dayandığı bir direk vardır. Dinin temel direği, fıkıh
bilgisidir.) [Beyheki]
(Allah, iyilik etmek istediği kulunu fakih yapar.) [Buhari]
(Allah indinde en üstün kimse fakihtir.) [M.Zühdiyye] (Fakih = fıkhı
bilen)
(İbadetlerin en kıymetlisi fıkhı öğrenmek ve öğretmektir.) [İbni
Abdilberr]
(Âlimlerin en hayırlısı fıkıh âlimleridir.) [İ.Maverdi]
(Fıkhı bilmeden ibadet etmek, gece karanlıkta bina yapıp, gündüz
yıkmak gibidir.) [Deylemi]
(Az fıkıh bilmek çok ibadetten iyidir. İhlâsla ibadet edene fıkhı
öğrenmek nasip olur.) [Taberani]
Fıkıh bilmeden Allah’ın varlığını ispata çalışmakla iman kurtarılmaz.
Küfre düşürücü söz ve hareketleri bilmeyen her zaman küfre düşer. Mesela
Allah düşünür demek veya İslamiyet bir düşünce sistemidir demek, ilahi
şuur demek küfürdür. Allahü teâlâ, (İman edip salih amel işleyenler hariç
herkes zarardadır) buyurdu. (Asr suresi)
Kâmil iman sahibi olmak için
İmanın yenilenmesi, parlaması, yani kâmil imana sahip olmak için
yapılacak işler vardır. Bu husustaki hadis-i şeriflerden birkaçı şöyle:
(Kimde şu 3 şey bulunursa, imanı kâmil hâle gelir: Allah rızası
için yaptığı işlerde kınanmaktan korkmaz, riyadan kaçınır, biri
dünyaya, diğeri ahirete ait iki işle karşılaştığı zaman, ahiret için olan
işi, dünyalığa tercih eder.) [Deylemi]
(İmanın efdali Allah için sevmek, Allah için buğzetmek, diliyle de
Allah’ı anmak, kendisine hoş geleni, başkasına da hoş görmek,
istemediği bir şeyi başkası için de istememek, hayır konuşmak veya
susmaktır.) [Taberani]
(Şartlarına riayet ederek namaz kılan imanlıdır.) [İ.Neccar]
(İmanın tadını bulmak isteyen, sevdiği kişiyi yalnız Allah için
sevsin!) [Beyheki]
Beş katlı İslam binası
Sual: Bir sünneti işlerken mekruh işlemek zorunda kalan veya bir farzı
işlerken haram işlemek zorunda kalan ne yapar?
CEVAP
450
www.dinimizislam.com
Mekruh işlememek için sünnet, haram işlememek için farz tehir veya
terk edilir. Çünkü günahtan kaçınmak, ibadet yapmaktan önce gelir. Bir
hadis-i şerifte, (Çok az bir günahtan kaçınmak, bütün cin ve insanların
ibadetleri toplamından daha iyidir) buyuruluyor. Her günah, Allahü
teâlâya isyan olduğundan, büyüktür; fakat bazısı, bazısına göre küçük
görünür. Bir küçük günahı yapmamak bütün cihanın nafile ibadetlerinden
daha sevabdır, çünkü nafile ibadet yapmak farz değildir. Günahlardan
kaçınmaksa farzdır. (Rıyad-un-nasıhin)
İbadetleri dinimizin bildirdiği şekilde yapmak, mesela beş katlı bir
İslam binasına sahip olmak için, önce bir iman arsası gerekir. Sonra, sıra
ile katları çıkmak gerekir. Bu katlar; Haramlardan kaçma katı, Farzları ifa
katı, Vacipleri ifa katı, Mekruhlardan kaçma katı, Sünnetleri [ve nafileleri]
ifa katıdır.
Arsa: Arsa yoksa bina kurulmaz. Bu arsa, doğru imandır. İman
olmadan Müslümanlık olmaz. İslam binasının kurulacağı arsa, bataklıkta,
oynak yerlerde olursa, üzerine emniyetli bina kurulamaz, yıkılır. Onun için
imanın doğru olması şarttır. Yani küfür pisliklerinden temiz olması gerekir.
Ehl-i sünnet olmayanın [bid'at ehli sapıkların] ibadetleri sahih olmaz. İman
arsası olmayanın, haramlardan kaçması veya ibadet yapması bir şey ifade
etmez. Kâfir içki içmese, kumar oynamasa, cami, çeşme yaptırsa, her
ibadeti yapsa bir sevap kazanamaz. Bir bina yaparken ikinci katı yapmak
için önce birinci katın yapılması şart olduğu gibi, İslam binasını kurarken de
aynı sistem geçerlidir:
1- Haramlardan kaçma katı: Avret yerini açmadan necaseti
temizlemek mümkün değilse namazı öyle kılar. Çünkü necaseti temizlemek
emir, avret yerini açmak yasaktır.
2- Farzları ifa katı: Haramlardan kaçmadan farz katı inşa edilemez.
Haram işleyerek, farz yapılmaz. Yani farzları sahih olsa da kabul olmaz.
Cünüp kimse tenha yer bulamazsa, teyemmüm eder. Çünkü farz olan bir
emri yapmak, bir haram işlemesine sebep olursa, haram işlememek için, o
emir yapılmaz, tehir edilir. Zengin olan Hanefi bir kadının yanında mahremi
olmadan hacca gitmesi haramdır. Farz olan tavafı da, erkeklere
sürtünerek, yani haram işleyerek yapamaz. (Redd-ül-muhtar)
3- Vacipleri ifa katı:Vacipleri de yapabilmek için haramlardan kaçmak
gerekir.
4- Mekruhlardan kaçma katı:Mekruh işleyerek sünnet yapılmaz.
Cemaat ile namaz kılınırken, sünnete başlamak mekruhtur. Mekruh
işlememek için, sabahın sünneti bile terk edilir.
451
www.dinimizislam.com
5- Sünnet ve nafileyi ifa katı: Camiye girince tehıyyet-ül-mescid
namazı kılmak sünnettir. Eğer kerahet vakti ise bu sünnet olan namaz
kılınmaz, mekruh olur. Vakit daralınca, ilk sünneti kılmak, farzın kazaya
kalmasına sebep olursa, bu sünneti kılmak haram olur. Sabah camiye
gelen, imam teşehhüdde ise, sünneti kılmadan imama uyar. Daha sonra da
sünneti kılmaz. Sünneti kılınca, ikinci rekatın teşehhüdüne yetişme ihtimali
varsa, dışarıda kılacak bir yer de yoksa direk arkasında sünneti kılar.
Kamet okunduktan sonra, sabahın sünnetini kılacak cemaatten ayrı bir yer
yoksa, cemaat içinde sünnete durulmaz.
Binanın taşıyıcı kolonları, zemin betonları, duvarları eksikken, beşinci
katı yapmaya kalkmak mümkün olmaz. İkinci katı eksik veya yıkık olanın,
beşinci katı yapmaya kalkması mümkün olmaz. İman arsası bataklıkta olan
veya farzları ifa katı olmayan kimseye, (beşinci katın yıkıktır, sünnet ve
nafile ile uğraş) demek, ne kadar çok yanlış olur. Duvar olmadan üstüne
sıva yapılmaz. Sıva olmadan süsler yapılmaz. Duvar farzları yapmaktır.
Sıva sünnetlerdir. Süsler ise nafile ve müstehap olanlardır.
İşte bu sebeplerden dolayı hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Farz borcu varken, nafile kılan, boş yere zahmet çekmiş olur,
kazasını ödemedikçe, nafile namazları kabul olmaz.) [Fütuhul gayb]
İhlas yoksa hepsi boştur
Her katı inşa için mutlaka İhlas lazımdır. Riyadan uzak, yapılan her iş,
Allahü teâlânın rızasına uygun olmalıdır. Rızasına uygun olmayan bütün
işler, iyi gibi görünse de makbul değildir. Başkalarının takdirlerini almak için
veya dünya menfaati için, makam ve mevki için namaz kılan kimsenin
ibadeti makbul olmaz. Mideme zarar veriyor diye içkiden kaçmak sevap
olmaz.
İhlassız amel içi boş çekirdeğe benzer. Ahirette herkese, bunu niçin
yaptın diye sorulacak. Cevabı Allah için olanlar kabul edilecek, diğerleri
atılacaktır. Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, ancak ihlasla yapılan ameli kabul eder.) [Dâre Kutni]
(İhlasla namazını kılıp, zekâtını verenden Allah razı olur.) [İbni
Mace]
(Kırk gün ihlasla ibadet edenin, kalbinden diline hikmet pınarı
akar.) [Ebuşşeyh]
(Haramlardan kaçıp, ihlasla, La ilahe illallah diyen Cennete girer.)
[Hatib, Bezzar]
(İhlas ile amel etmek, az da olsa yetişir.) [Hakim]
(İhlaslılara müjdeler olsun. Onlar fitne karanlıkları içinde,
parlayan ışıklardır.) [E. Nuaym]
452
www.dinimizislam.com
(İbadetine riya karıştırana [ihlası noksan olana] ahirette “git sevabını
ondan iste” denir.) [İ. Mace]
Özgürlük ve istediğini yapmak
Sual: Allah ne diye namaz kıl, oruç tut, içki içme, zina etme gibi
kurallar koymuş? Bu özgürlüğe, doğallığa aykırı değil mi?
CEVAP
Allahü teâlânın kural koymadığı mahlûkları da var. Mesela aslan, geyik
dağda özgürce gezip dolaşırlar. Özgürlük ve doğallıktan kasıt, hayvan gibi
başı boş, serbest yaşamak olmasa gerek.
Önce sizi düşünelim. Küçük çocuğunuz, pis ve zararlı şeyleri yese,
yeme o pistir, zararlıdır der misiniz? Ateşe uzansa, cızzz yakar o der
misiniz? Yılana elini uzatsa, sakın dokunma sokar der misiniz? Kışın
sokağa çıplak çıksa, üşürsün hırkanı giy de çık der misiniz? Derseniz,
çocuk size baba benim özgürlüğüme karışma dese ne dersiniz? En
azından ben babayım, çocuğumun iyiliğini düşünmem gerekir, onun için
böyle söyledim dersiniz.
Evinizdeki eşyaları, rastgele hepsini üst üste bir odaya mı koydunuz,
yoksa buzdolabını ve bulaşık makinesini mutfağa, çamaşır makinesini
banyoya, karyolayı yatak odasına mı koydunuz? Hangi halde koyarsanız
koyun, eşya sizindir kimse karışamaz.
Bu kâinat ve içindekiler de başı boş değildir. Hepsinin bir sahibi vardır.
Siz nasıl çocuğunuza zarar gelmesini istemiyorsanız, her şeyin sahibi olan
Allahü teâlâ da, kendi mülkü olan insana, o kişinin faydası için bazı emir ve
yasaklar bildirmiştir. Evinizdeki eşyalar nasıl sahipsiz değilse, bu kâinat da
sahipsiz değildir.
Arapça’da Abd, kul, köle demektir. Orta çağda bütün dünyada kölelik
sistemi vardı. Köleler eşya gibi, hayvan gibi alınıp satılırdı. Sahibi de,
köleye istediği işleri yaptırma yetkisine sahipti. Köle, şunu yaparım, şunu
yapmam diyemezdi. Çünkü onun sahibi ne isterse öyle yapmak zorunda
idi. Köle tam bir esir idi. İslamiyet köleliği kaldırmak için epey çareler
koymuştur.
Bütün insanları da Allah yoktan yarattı. Yani bütün insanlar, Allah’ın
kulu, kölesidir. Efendimiz Allah’tır. Hepimiz köleyiz. Köle köleliğini bilmeli,
efendisi ne emrediyorsa onu yapmalıdır. Bu efendi, kölelik sistemindeki
efendiden çok farklıdır. Bizi dünyaya getiren akıl veren; can veren, el kol,
bacak, göz gibi organlar veren, rızık veren bir efendidir. Üstelik diğer
köleler gibi kaçıp kurtulma imkanımız da yok. (Sözümü dinlersen ebedi
olarak Cennet denilen bir yerde seni ağırlarım, sözümü dinlemezsen,
453
www.dinimizislam.com
ebedi olarak Cehennem denilen yerde sana azap ederim) diyor. Bunları
da yapabilecek kuvvettedir.
Gerekirse dünyadaki efendileri dövebiliriz, öldürebiliriz, ama, bu
efendiye hiç kimsenin gücü yetmez.
Dünyadaki efendiler, bizim iyiliğimizi, kötülüğümüzü tam bilemezler,
başımıza gelecek işleri, düşüncelerimizi, arzularımızı bilemezler. Ama bu
efendi, her şeyi bilir, her şeye gücü yeter. Üstelik çok merhametlidir. Her
istediği şey bizim iyiliğimiz içindir. Bütün doktorlardan daha iyi sağlığımız
için reçeteler verir. (İçki içme, uyuşturucu kullanma, zina ve hırsızlık
etme, temiz ol, namaz kıl, oruç tut, zekât ver) diyorsa bizim bunda
mutlaka bir faydamız vardır. İyilik edene teşekkür etmek insanlık icabıdır.
Beden ve ruhumuzun, dünyada ve ahirette saadet ve felaketine sebep
olacak şeyleri bildiren Efendiler efendisine teşekkür etmek insanlık vazifesi
değil mi? İnkâr etmek nankörlük olmaz mı?
Bir doktor, hastasına ilaç verse, o da (İlacı kullanmazsam doktora hiç
zararı olmaz) diyerek, ilaç kullanmasa, doktora zararı olmaz. Fakat kendine
zararı olur. Doktor, kendine faydası olduğu için değil, hastalıktan
kurtulması için, hastasına ilaç verdi. Doktorun tavsiyesine uyarsa, şifa
bulur, uymazsa ölür gider. Bu işte doktorun hiç zararı olmaz. Bunun gibi,
(Allah’ın benim ibadetime ihtiyacı yok) diyerek ibadetten kaçan da,
Cehenneme gider.
Özgürce yaşamak hakkı
Sual: Bir arkadaş, (Tabiat ana, insanı özgür olarak doğurmuştur.
“Şunu yapmak, şundan sakınmak gerekir” gibi, dini baskıların hepsi
özgürlüğe zıt, tabiat kanunlarına aykırıdır. İnsan, tam özgür ve hoş görülü
yaşamalı) diyor. İnsan özgür olarak mı doğmuştur, tam özgür olarak
yaşaması mümkün müdür?
CEVAP
Arkadaşınız ya ateist veya onların etkisinde kalmış birisidir.
Önce tabiat ana dediği şey nedir? Tabiat ana ne özgür, ne de esir bir
şey doğuramaz.
İnsanları yaratan Allahü teâlâdır. Allah’ın emirlerine de dini baskı
denmez. O zaman yaratanı beğenmemek olur.
Tabiat kanunu da ne? Orman kanunu gibi bir şey mi? Tabiat bir kanun
mu koymuş?
Şimdi sorulan suale onun anlayacağı şekilde cevap verelim:
İnsan, birçok yönden özgür değil, kadere mahkum olarak doğmuştur.
Ne cinsiyetini [erkek-kız oluşunu], ne boyunu [uzun-kısa oluşunu], ne de
454
www.dinimizislam.com
akıllı-deli oluşunu kendisi tayin edemez. Kör, sağır, dilsiz, felçli, çolak,
sakat olarak doğmasına engel olamaz.
Demek ki, insanın doğuşunda özgürlük yoktur. Doğuşunda yok da,
hayatı boyunca özgürlük elinde midir? Kız ise, kendisini erkek yapabilir mi?
Cüce ise boyunu uzatabilir mi? Hiç uyumadan ömür boyu uykusuz kalabilir
mi, aç, susuz durabilir mi? Ehliyetsiz şoförlük, diplomasız hakimlik,
doktorluk yapabilir mi? Kendi kendine vali, bakan olabilir mi?
Şu halde tam özgür yaşamak mümkün olmadığı gibi, başkasının
hürriyetini engelleyen sınırsız özgürlük de zararlıdır. Özgürlük, her
istediğini yapabilmek değildir. Suç işleyeni mahkum etmek, hürriyetlere
engel olan birkaç anarşisti hapsetmek esaret değildir. Sadece başkasına
değil, kendine de zararlı olmak özgürlük değildir. Mesela uyuşturucu
maddeleri, vücuda zararlı olan şeyleri yasaklamak, özgürlüğe zıt olarak
vasıflandırılamaz. Trafiğin düzgün olması için, kurallar koyarak, soldan
gitmeyi yasaklamak özgürlüğe vurulan bir darbe değildir. Aslında özgürlüğü
kolaylaştırıcı tedbirlerdir.
Suçluyu affetmeyip cezasını vermek, hürriyete aykırı değildir.
Kafesteki yılanı, halkın içine salmak, yılan için bir özgürlük sanılsa da,
insanlık için bir felakettir. Bir caninin serbest bırakılması da, onun için
özgürlük ise de, millet için hürriyet düşmanlığıdır. Netice olarak, her işte
eşitlik ve tarafsızlık gibi, sınırsız özgürlük de hürriyet düşmanlığıdır.
Hoşgörü ne? TDK’nın sözlüğünde, (Her şeyi anlayışla karşılayarak,
olabildiği kadar hoş görme durumu) deniyor. Dikkat edin, her şey deniyor.
Her şeyi hoş görmek ne kadar yanlıştır. Her şeyi hoş gören insan olur mu?
TDK’nın sözlüğünü yazanlar da, her şeyi hoş asla görmez. Sınırsız
hoşgörü olmaz.
TDK, özgürlüğü de şöyle tarif etmiş: (Herhangi bir kısıtlamaya,
zorlamaya, bağlı olmaksızın düşünme veya davranma, herhangi bir şarta
bağlı olmama durumu.)
Özgürlük, şöyle tarif edilse belki biraz daha az zararlı olurdu:
Özgürlük, kendine ve başkalarına zarar vermemek şartı ile, dilediğini
yapma hürriyeti.
Hayvan gibi başı boş olmayı istemek yanlıştır. Dinimiz, hürriyete de,
hoşgörüye de, bir sınır koymuştur. Dünyada ve ahirette rahat
yaşayabilmemiz için, “şunu yapmak, şundan sakınmak gerekir” gibi
altın hükümleri vardır. Bunlara dini baskı demek çok yanlıştır. Mesela
dinimiz, uyuşturucuları, alkollü içkileri, başkalarına zarar vermeyi
yasaklamış, temiz olmayı, herkese iyilik etmeyi ve iyi insan olmayı
455
www.dinimizislam.com
emretmiştir. Bunları ihsan edip bildiren Allahü teâlâyı inkâr etmek
nankörlük olmaz mı?
İstediğini yapmak
Sual: Dinimizde insan her istediğini yapma özgürlüğüne sahip değil
midir?
CEVAP
Yapılabilenler ve yapılamayanlar var. Birkaç örnek verelim:
1– Her devletin kanunları, tüzükleri vardır. O ülkenin vatandaşları
bunlara uymak zorundadır. Uymayan cezalara çarptırılır.
2– Her şirketin prensipleri farklıdır. O şirkette çalışan, peşinen bunları
kabul etmiş demektir. Orada çalışmak istiyorsa, bunlara uymaktan başka
çaresi yoktur. Ya uyacak, ya da istediği yere gidecek...
3– Trafiğin düzeni için trafik kuralları konulmuştur. Herkes istediği gibi
gidemez, istediği gibi araç sollayamaz, kırmızı ışıkta geçip gidemez. Bu
kurallara uymayan, ceza ödemek zorunda kalır. Bir kaza sonucu
hayatından da olabilir.
4– İnsan istediğini yapabilseydi, dinlerin, peygamberlerin ve kitapların
gönderilmesine lüzum olmazdı. Bu yüzden, insan, kul olarak yaratıcısının
emir ve yasaklarına muhataptır. Bunu kabul etmeyen, istediğini yapabilen,
sorumsuz mahlûkların yani hayvanların seviyesini tercih etmiş olur.
5– Eskiden tasavvufun da, prensipleri vardı. Bir mürşide tâbi olup
olmamak serbestti; ama tâbi olduktan sonra her istediğini yapamazdı, o
yolun edebine, prensiplerine, şartlarına uygun hareket ederdi. Mürşide
talebe olan, o yolu veya o zatı temsil ediyor demekti. Her işiyle, kılık
kıyafetiyle, oturup kalkmasıyla, konuşmasıyla, kısaca her şeyiyle buna
dikkat etmek zorundaydı. Ya uyardı veya uymak istemezse çekip giderdi.
Demek ki, her istediğini yapmak doğru bir şey değildir. Herkes
istediğini yaparsa, ne düzen, ne hak hukuk, ne de huzur kalır. İslam
âlimleri, (Edep, haddini bilmektir) buyuruyorlar. Yani, kendi konumunu,
yetkisini bilmektir; ben ne yapabilirim, ne konuşabilirim, ne yiyebilirim gibi,
her hususta hakkını bilmektir. Bunun sınırını da, dinimiz bildirmektedir.
İbadet nedir?
Sual: İbadet ne demektir?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
İbadet, kulluk etmek, tapınmak, yani kendini aşağılamak, alçaltmak
demektir. Bütün yükseklikler, iyilikler kendisinde bulunan, hiç bir noksanlığı
olmayan ve her şey, var olmak için ve varlıkta kalabilmek için, Ona muhtaç
456
www.dinimizislam.com
olan ve kendisi hiçbir şey için, hiçbir şeye muhtaç olmayan ve herkese
fayda ve zarar yalnız Ondan gelen ve Onun izni ve emri olmadıkça, hiçbir
şeyin, hiçbir şeye zarar ve iyilik yapamayacağı, Ondan başka her şeyin
önü ve sonu yokluk olup, hep var olana ancak ibadet olunur. İbadet, yalnız
böyle birinin hakkıdır. Allahü teâlâdan başka, böyle birisi yoktur ve olamaz.
Bu yüksek sıfatlar başkasında da var denirse, Ona, başkası
denilemez. Başka olmak için, farklı olmak lazımdır. Böyle bir başkasını,
Ondan farklı, ayrı düşünmek, ilahlık ve mabudluk şartları, bu ikincisinde
noksan olur. İlahlık ve mabudluk hakkı olamaz. Çünkü, bunun, birinciden
ayrı olması için, mabudluk sıfatlarından birinin, bunda bulunmaması
lazımdır. Bunun için de, noksan olmuş olur. Bu ikincisinin, kemal sıfatlarını
tamam kabul edip de, ayrılık olmak için, noksan sıfatlardan bir tanesini
kendisinde bırakırsak, yine kendisi kusurlu olmuş olur. Mesela, her şey
Ona muhtaç olmasa, muhtaç olmayanların ibadet etmesi niçin lazım olur?
Eğer, bir işte, bir şeye muhtaç olursa, yine noksanlık olur. Eğer her şeye
iyilik ve zarar Ondan olmasa, Ona ne lüzum olur. İbadete neden layık olur?
Eğer, Onun izni, haberi olmadan, bir kimse, bir şeye iyilik ve zarar
yapabilirse, Ona yine lüzum kalmaz. İbadet olunmaya hakkı olmaz. Bütün
kâmil sıfatları kendinde toplayan, ancak bir olmak, ortağı bulunmamak
lazımdır. İbadete hakkı olan, yalnız bir olmak lazımdır. O da bir olan, Allahü
teâlâdır. (3/3)
Şartlarına uygun ibadet
Sual: Namazın, abdestin şartlarına uymayan bazıları, (Ben yapayım
da, Allah kabul eder. Başkaları hiç kılmıyor ya...) diyor. Bu doğru mu, böyle
ibadeti Allah kabul eder mi?
CEVAP
Hayır, doğru değildir. Çok yanlıştır. Gelişigüzel ibadet olmaz.
Keyfimize, aklımıza göre yahut kolayımıza geldiği gibi ibadet yapamayız.
Dinimizin bildirdiği şekilde ibadet etmelidir. Kulun vazifesi, kendi aklına
değil, dinin emrine uymaktır. İbadet yani kulluk da, bu demektir. İmam-ı
Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
İnsanlar, yokken sonradan yaratılmış, zayıf, muhtaç, ayıplı ve
kusurludur. Allahü teâlâ ise, sonsuz olarak vardır. Ayıplardan, kusurlardan,
uzaktır. Bütün üstünlüklerin sahibidir. İnsanların Allahü teâlâya, hiçbir
bakımdan benzerlikleri, yakınlıkları yoktur. Böyle aşağı kullar, öyle bir yüce
Allah’ın şanına yakışacak bir şükür yapabilir mi? Çünkü çok şey vardır ki,
insanlar onları güzel ve kıymetli sanır. Fakat Allahü teâlâ, bunları kötülük
bilir ve beğenmez. Saygı ve şükür sandığımız şeyler, beğenilmeyen,
bayağı şeyler olabilir. Bunun içindir ki insanlar, kendi kusurlu akılları, kısa
457
www.dinimizislam.com
görüşleriyle, Allahü teâlâya karşı şükür, saygı olabilecek şeyleri bulamaz.
Şükretmeye, saygı göstermeye yarayan vazifeler Allahü teâlâ tarafından
bildirilmedikçe, övmek sanılan şeyler kötülemek olabilir.
İşte, insanların Allahü teâlâya karşı kalb, dil ve bedenle yapmaları ve
inanmaları lazım olan şükür borcu, kulluk vazifeleri, Allahü teâlâ tarafından
bildirilmiş ve Onun sevgili Peygamberi tarafından ortaya konmuştur. Allahü
teâlânın gösterdiği ve emrettiği kulluk vazifelerine (İslamiyet) denir. Allahü
teâlâya şükür, Onun Peygamberinin getirdiği yola uymakla olur. Bu yola
uymayan, bunun dışında kalan hiçbir şükrü, hiçbir ibadeti, Allahü teâlâ
kabul etmez, beğenmez. Çünkü insanların iyi, güzel sandıkları çok şey
vardır ki, İslamiyet, bunları beğenmemekte, çirkin olduklarını bildirmektedir.
(3/17)
Her Müslümanın kendisine lazım olan ilmihal bilgilerini, doğru
yazılmış, nakli esas alan bir ilmihal kitabından öğrenmesi gerekir. Üç
hadis-i şerif meali şöyledir:
(İlimden bir mesele öğrenmek, dünyadaki her şeyden kıymetlidir.)
[Taberani]
(Bir kimse amel etmese de, ilimden bir mesele öğrenirse, bin
rekât [nafile] namazdan efdal olur. Eğer öğrendiği ilimle amel eder
veya bunu başkasına öğretirse hem bunun sevabını alır, hem de
kıyamete kadar onunla amel edenlerin sevabını alır.) [Hatib]
(Bilerek yapılan az bir ibadet, bilmeyerek yapılan çok ibadetten
daha iyidir.) [Şir’a]
Allah’a kulluk nedir?
Sual: Kâfirler ibadetle mükellef değildir. Ahirette onlara niye namaz
kılmadınız, niye oruç tutmadınız diye sorulmayacaktır. Onlara niye
inanmadınız diye sorulacaktır. Durum böyle iken ne diye Bekara suresinin
21. âyetinde (Ey insanlar Allah’a ibadet ediniz) buyuruluyor da, ey
müminler denmiyor?
CEVAP
O âyetin meali şöyledir:
(Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk
edin ki, Allah’ın azabından korunmuş olabilesiniz.) [Bekara 21]
Tibyan'da (Allah’ın varlığına, birliğine, inanmak suretiyle kulluk edin)
diye açıklanıyor. Deliler ve çocuklar hariç, mükellef olan herkes bu emre
muhatap deniyor. Âyetin sonundaki tettekun = Şirkten, küfürden ve
günahlardan korunasınız diye açıklanıyor. Bu açıklamalar kâfirleri de,
müminleri de kapsamaktadır. Yani (Allah’a kulluk ederseniz
458
www.dinimizislam.com
kurtulursunuz) buyuruluyor. Elbette buna kâfirler de müminler de dahildir.
Kulluk için önce iman, sonra da ibadet gelir.
Kur’an-ı kerimdeki (Ey iman edenler iman edin) demek, (Beni
tanıyın) demektir. (Beni tanıyın) demek ise, (Emir ve yasaklarıma uyun)
demektir.
Cahillerin imanına İman-ı mecazi denir. Bu iman, bozulabilir ve yok
olabilir. Hakikat ehlinin imanları bozulmaktan mahfuzdur. (Ey iman
edenler iman edin) demek, (Ey, imanın suretini edinenler, ibadet
ederek, hakiki imana kavuşun) demektir. Demek ki haramlardan
kaçmayan, ibadetlerini yapmayan kimse Allah’ı tanımış olamaz ve hakiki
imana kavuşamaz.
Başka bir âyet-i kerimede de mealen buyuruluyor ki:
(Ben cin ve insanları, ancak bana kulluk etmeleri [beni tanımaları]
için yarattım.) [Zariyat 56]
Bu âyet-i kerimedeki (Kulluk etmeleri, ibadet etmeleri için) ifadesi,
âlimler tarafından (beni tanımaları için) diye açıklanmıştır. Yani, Allahü
teâlâyı tanımak, için yaratıldık. Allah’ı tanımak ise, emir ve yasaklarına
uymak demektir.
Hadis-i kudside, (Tanınmak için her şeyi yarattım) buyuruyor. Yani
(Onların beni tanımakla şereflenmesi için yarattım) buyuruyor. Yoksa,
(Tanınayım da meşhur olayım) demek değildir.
Peygamber efendimiz, ilmin inceliklerini soran bedeviye buyurdu ki:
- Sen ilmin başını öğrendin mi?
- İlmin başı nedir ya Resulallah?
- İlmin başı, Allah’ı tanımaktır. Bu da Onun; misli, benzeri, zıddı,
dengi, eşi olmadığını, vâhid, evvel, ahir, zâhir ve bâtın olduğunu
bilmektir.
Tapmak ne demek?
Sual: Tapmak, tapınmak ne demektir? Allah’a tapmak ifadesi yanlış
mıdır?
CEVAP
Yanlış değildir. Tapmak, tapınmak; ibadet etmek demektir. Tapmak
ifadesi, Allaha da, putlara da, ibadet etmek anlamında da kullanılır. Mesela
kimi puta tapar, kimi Allaha dendiği gibi, kimi Allaha ibadet eder kimi de
puta denebilir.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
İster elimizle yapmış olalım, ister aklımız ve hayalimizle meydana
getirelim, yaptığımız şeylerin hepsi, yaratıktır, yani Allahü teâlânın
459
www.dinimizislam.com
mahlûklarıdır. Hiçbirinin tapınmak için değerleri yoktur. Tapılmaya hakkı
olan, yalnız Allahü teâlâdır. (2/9)
Üçüncü cild, 44. mektuptaki beyit ise şöyledir:
Allaha kulluk ederim, taptığım dergah bir,
Bir lahza ayrılmadım tevhidden, Allah bir!
Yaratana karşı vazifemiz
Sual: Yaratana karşı vazifemiz nedir?
CEVAP
Allahü teâlâya karşı vazifelerimiz şunlardır:
1- Bedenle yapacağımız işler: Namaz, oruç gibi ibadetleri yapmaktır
2- Ruhla yapacağımız vazife: Doğru itikad etmek etmektir.
3- Adaletle iş yapmak: Bu da, emaneti muhafaza, insanlara nasihat
etmek ve İslâmiyet’i öğretmekle olur.
Salih ameller
Sual: Salih amelden kasıt nedir?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Salih amel, İslam’ın beş şartıdır. Bir kimse bunları hakkıyla, kusursuz
yaparsa Cehennemden kurtulur. Çünkü bunlar insanı günahlardan korur.
Nitekim Ankebut suresi, 45. âyetinde mealen, (Kusursuz kılınan bir
namaz, insanı kötü işlerden korur) buyuruldu. Bir insana, İslam’ın beş
şartını yerine getirmek nasip olursa, nimetlerin şükrünü yapmış olur.
Şükrünü yapınca, Cehennem azabından kurtulmuş olur, çünkü Nisa suresi,
147. âyetinde mealen, (İman eder ve şükrederseniz, azap etmem)
buyuruldu. (1/304)
İbadetten sevap beklenir
Sual: S. Ebediyye’de orucun Allah’ın emri olduğuna inanmak ve
sevab bekleyerek tutmak lazım olduğu bildiriliyor. Oruç gibi, namaz için de,
aynı şekilde sevab beklemek lazım mıdır?
CEVAP
Elbette sevab beklemek lazımdır. Zekât da öyle, hac da öyledir.
İbadet kim için yapılır?
Sual: Hanıma (Namaz kıl) diyorum, (Kılarsam senin için kılmış olurum,
onun da kıymeti olmaz) diyor. (Açık gezme) diyorum, (Kapanırsam senin
için olmuş olur) diyor. (Oruç tut) diyorum, (Senin için tutamam) diyor.
Bunları, ben dediğim için yapsa bir mahzuru olur mu?
CEVAP
Hanımın sözleri çok yanlıştır. Ona su iç deseniz, (Senin emrinle
içmenin kıymeti olmaz) denir mi? Neticede ihtiyacımız olan su içilmiş
460
www.dinimizislam.com
oluyor. Peygamber efendimiz, (Namaz kılın, oruç tutun, açık gezmeyin,
haram işlemeyin) diyor. Biz o bildirdi diye yapınca, Allah rızası için olmaz
mı? Hoca vaaz etse, (Namaz kılmamak çok büyük günahtır) dese, biz de
hocanın etkisinde kalıp, namaz kılmaya başlasak, hoca için mi kılmış
oluruz? Hoca, (Oruç tutmak çok sevab) dese, biz de tutsak, hoca için mi
olur? Çünkü oruç tutarken, hiç kimse olmasa da, yiyip içmeyeceğiz. Bu,
Allah rızası için tutuyoruz demektir. Kimsenin olmadığı yerde yiyip
içiyorsak, zaten oruç tutmamış oluruz. Namaz kılarken, vaktine, farzına,
vacibine, sünnetine dikkat edeceğiz. Bunların hepsi Allah içindir. Bizim
namaz kılmamıza vesile olana da elbette sevab olur. Koca karısına, (İçki
içme, açık gezme) dese, kadın da içki içmese, açık gezmese, günahtan
korunmuş olur. Günahtan korunmaya kim sebep olursa olsun, bir mahzuru
olmaz. Zamanla alışır, artık kendi arzusuyla yapmaya başlar.
İbadet yerine hayır yapmak
Sual: Bazı kimseler, (Namaz kılmak yerine, birkaç yetimi doyurmak
yeter. Hacca gidene kadar bir talebe okutmak, daha çok sevabdır. Oruç
tutmak yerine, birkaç fakiri doyurmak kâfi gelir) diyorlar. O zaman zenginler
bu işi parayla yaparsa, fakirler ne yapsın?
CEVAP
Böyle söylemek dini değiştirmek ve dini yıkmak olur, yani büyük
sapıklıktır. Dinin kanunlarını şahıslar mı belirliyor? Dinin sahibi ne
bildirmişse, o emre ve yasağa riayet etmek gerekir.
Bir kimse dünyadaki bütün yetimleri, fakirleri doyursa, hepsine birer ev
verse, bir vakit kazaya bıraktığı namazının günahını ödeyemez, tutmayıp
bir gün kazaya bıraktığı orucun günahını karşılamaz. Dünyanın bütün
talebelerini okutsa, bir vakit farz namazın veya bir gün farz orucun yahut
haccın sevabına kavuşamaz. Nafile ibadetlerin farzların yanında denizde
damla bile olmadığını İslam âlimleri bildirmektedir. Bir vakit namaz
kılmamak veya bir gün Ramazan orucunu tutmamak haramdır. Bir
haramdan kaçmanın sevabı, bütün insanların ibadetlerinin toplamından
üstündür. Bir hadis-i şerifte, (Çok az bir günahtan kaçınmak, bütün cin
ve insanların ibadetleri toplamından daha iyidir) buyuruluyor. Her
günah, Allahü teâlâya isyan olduğundan, büyüktür; fakat bazısı, bazısına
göre küçük görünür. Bir küçük günahı yapmamak bütün cihanın nafile
ibadetlerinden daha sevabdır, çünkü nafile ibadet yapmak farz değildir.
Günahlardan kaçınmaksa farzdır. (Rıyad-un-nasıhin)
461
www.dinimizislam.com
Dinde temel sayılan 8 madde
Sual: Hâtim-i Esam hazretlerinin açıkladığı, dinde temel sayılan 8
madde nelerdir?
CEVAP
Şakîk-i Belhî hazretleri, talebesi Hâtim-i Esam hazretlerine sordu:
— Ne kadar zamandır benden ders alıyorsun?
— 33 senedir.
— Bu kadar zaman içinde benden neler öğrendin?
— Sekiz şey öğrendim.
— Çok üzüldüm, emeklerim boşa mı gitti?
— Hocam, siz sordunuz, ben de doğrusunu söyledim. Sekiz şey
öğrendim.
— Peki, nedir bu sekiz şey?
— Birincisi: İnsanlara baktım. Sevdiği şeyler, onlarla mezara kadar
arkadaşlık ediyor ve sonra onu yalnız bırakıp ayrılıyorlar. Onlarla beraber
mezara girip, dert ortağı olmuyorlar. Bu hâli görünce, (Dünyada öyle bir
dost seçmeliyim ki, mezara benimle gelsin, bana orada arkadaşlık
etsin) diye düşündüm. Aradım, taradım, Allahü teâlâya yapılan
ibadetlerden başka, böyle sadık bir sevgili bulamadım. Ben de ibadetlere
sarıldım. Ne dersiniz?
— Çok doğru, çok güzel düşünmüşsün. Peki, ikincisi nedir?
— İkincisi: İnsanlara baktım, çok kimse, arzuları, nefsleri peşinde
koşuyor. O zaman, (Allahü teâlâdan korkarak nefslerine uymayanlar,
elbette Cennete gideceklerdir) mealindeki âyet-i kerimeyi hatırladım.
Nefsimi düşman bilerek, ona aldanmamaya karar verdim ve arzularıma
uymadım.
— Allah sana iyilikler versin, ne güzel yapmışsın. Üçüncüsü
nedir?
— Üçüncüsü: İnsanlara baktım, herkes dünyalık toplama sıkıntısı
içine girmiş. Sonra, (Dünya malından sarıldığınız, sakladığınız her şey,
yanınızda kalmayacak, sizden ayrılacaktır! Ancak Allah rızası için
yaptığınız iyilikler ve ibadetler sizinle beraber kalacaktır) mealindeki
âyet-i kerimeyi düşündüm. Dünya için topladıklarımı Allah yolunda
harcadım. Yani Allahü teâlâya ödünç verdim! Nasıl yapmışım?
— Ne güzel yapmışsın. Peki, dördüncüsü nedir?
— Dördüncüsü: İnsanlara baktım, başkalarını beğenmiyorlar,
birbirlerine haset ediyorlar, birbirlerinin mevki, mal ve ilimlerine göz
dikiyorlar. Bunu görünce, (Dünyadaki maddî manevî bütün rızıklarını
462
www.dinimizislam.com
aralarında taksim ettik) mealindeki âyet-i kerimeyi hatırladım. Herkesin
ilim, mal, rütbe, evlat gibi rızıklarının dünya yaratılmadan önce ezelde
taksim edildiğini, kimsenin elinde bir şey olmadığını ve çalışmayı,
sebeplere yapışmayı emrettiğinden, Ona itaat etmiş olmak için çalışmak
gerektiğini, hasedin zararlarını ve lüzumsuz olduğunu anladım. Allahü
teâlânın ezelde yaptığı taksime razı oldum. Bütün Müslümanlarla iyi
geçindim, herkesi sevdim ve herkes tarafından da sevildim.
— Ne iyi, ne güzel yapmışsın. Benden öğrendiklerinin beşincisi
nedir?
— Beşincisi: İnsanlara baktım, çok kimse, insanlık şerefini, bir
makam sahibi olmakta zannediyor ve makamıyla iftihar ediyor. Kimi,
kıymet ve şerefi, çok mal ve evlatta görüp, bunlarla iftihar ediyor. Kimi de,
malı, parayı Allahü teâlânın emrettiği yerlere değil de, insanların hoşuna
gidecek, herkesi eğlendirecek yerlere sarf ediyor, insanlık şerefini bunda
sanıyor. Bunu görünce, (En şerefliniz, en kıymetliniz, Allahü teâlâdan
en çok korkandır) mealindeki âyet-i kerimeyi düşündüm. Bunların
yanıldıklarını anladım ve takvaya sarıldım. Rabbimin af ve ihsanlarına
kavuşmak için, Ondan korkarak, İslamiyet’in dışına çıkmadım.
— Ne güzel yapmışsın. Altıncısı nedir?
— Altıncısı: İnsanlar, birbirlerinin mallarına, mevkilerine ve ilimlerine
göz dikiyor, parça parça ayrılıyorlar, birbirlerine düşmanlık ediyorlar.
Bunları görünce, (Sizin düşmanınız şeytandır. Onu düşman bilin)
mealindeki âyet-i kerimeyi hatırladım. Şeytanı ve onun yoldaşları olan
sapıkları düşman bilip, sözlerine aldanmadım. Allahü teâlânın emirlerine
itaat ettim. Kurtuluş yolunun, yalnız Ehl-i sünnet yolu olduğuna inandım.
Müslümanları aldatmaya uğraşanları dinlemedim. Ehl-i sünnet âlimlerinin
kitaplarından ayrılmadım.
— Ne güzel, ne iyi yapmışsın. Yedincisi nedir?
— Yedincisi: Kimi insanlar, para kazanmak için haram ve şüpheli
şeylere dalıyorlar ve zillete, hakaretlere katlanıyorlar. Bunları görünce,
(Allahü teâlâ tarafından rızkı gönderilmeyen yeryüzünde bir canlı
yoktur) mealindeki âyet-i kerime hatırıma geldi. O canlılardan birinin
kendim olduğumu bildim. Rızkımı göndereceğine söz verdiğine, elbette
göndereceğine güvenerek, Onun emrettiği gibi çalıştım.
— Ne iyi yapmışsın. Sekizincisi nedir?
— Sekizincisi: Baktım, herkes bir şeye güveniyor. Kimi altına, mal ve
mülküne, kimi sanatına ve kazancına, kimi makam ve rütbesine, kimi de
kendi gibi bir insana güveniyor. Bunları görünce, (Allahü teâlâ, yalnız
kendisine güvenenlerin her zaman imdadına yetişir) mealindeki âyet-i
463
www.dinimizislam.com
kerimeyi düşündüm. Her zaman ve her işimde yalnız Allahü teâlâya
güvendim. O emrettiği için çalıştım, sebeplere yapıştım; fakat yalnız Ondan
istedim. Yaptıklarımda bir eksiklik var mı?
— Yâ Hâtim, dini tam ve doğru anlamışsın. Senin gibi bu sekiz
temel kaideye uyanlar, dinimize tam uymuş olurlar.
Şartsız söylenenler
Sual: Bazı hadislerde, (Şunu yapan cennete veya cehenneme
gider) deniyor. Mesela, (Cömert cennete gider) veya (Savaşta ölen
şehiddir) denince, bunun bazı şartları yok mudur? Her cömert, cennete
gider mi, savaşta ölen herkes şehid mi olur?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri, (Şartsız bildirilen bir hüküm, şartlı olarak
anlaşılır) buyuruyor. Şartsız söylenen şeylerin mutlaka bazı şartı bulunur.
Birkaç örnek verelim:
1- Cömertlikle ilgili:
Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Cömertler cennete girer.) [Ebu-ş-şeyh]
Bu hadis-i şerif, şartsız bildirilmiştir.
Her cömert cennete girmez. (Şunu yapan cennete girer) denince
bunun da bazı şartları olduğu anlaşılır. Birkaçı şöyledir:
a) Birinci şart, o kimsenin imanlı yani Müslüman olmasıdır. İmansızsa,
o kimse cömert de olsa, savaşta da ölse, insanlığa, bütün dünyaya büyük
hizmetleri dokunsa da cennete giremez.
b) İmanı var; fakat sevapları günahlarından çoksa, ancak o zaman
cennete girer demektir.
c) İmanlı cömerdin cömertliği, birçok günahları affettirir, şefaate sebep
olur. Bu bakımdan imanlı cömerdin günahları çeşitli sebeplerle affedilir,
cennete layık olur demektir.
ç) Cömerdin ve her Müslümanın cennete girebilmesi için, Ehl-i sünnet
itikadında olması yani bid’at ehli olmaması, farzları yapıp haramlardan
sakınması gerekir.
Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Bid’at ehlinin hiçbir ibadeti kabul olmaz, yağdan kıl çıkar gibi,
dinden çıkar.) [İbni Mace, Deylemi]
(Bid’at ehli, bid’atini Allah rızası için terk etmedikçe, hiçbir ameli
kabul olmaz.) [Deylemi, İbni Neccar, Ebu Nasr, İbni Ebi Asım]
(Elbisesi haram olanın ibadetleri kabul olmaz.) [İ. Ahmed, Bezzar]
(Haram gömlekle kılınan namaz kabul olmaz.) [Bezzar]
464
www.dinimizislam.com
(Bir lokma haram yiyenin, kırk günlük ibadeti kabul olmaz.)
[Taberani, Deylemi]
Demek ki, bir kimse çok cömert olsa da, ibadetleri yapmıyor ve
haramlardan kaçmıyorsa yahut bid’at ehliyse cennete girmesi kolay olmaz.
Bu günahlar, zamanla insanı küfre sürükleyerek cehenneme sokar.
2- Cimrilikle ilgili:
Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Cimri, cennete girmez.) [Taberani]
Bu da şartsız bildirildiği için, bazı şartları vardır:
a) İmanı yoksa cennete girmez demektir.
b) İmanı var; fakat günahları sevablarından çoksa, günahlarının
cezasını çekmeden cennete girmez demektir. Sevabları günahlarından
çoksa, cennete girer.
c) İmanı var, günahı sevabından çoktur; fakat affa veya şefaate
kavuşmazsa cehennemde cezasını çekecek demektir. Affa veya şefaate
kavuşursa, hiç cehenneme girmeden cennete gider.
3- Şehidlikle ilgili:
Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Deniz savaşında şehid olanların, bütün günahları, hatta [gıybet,
hakaret, gibi bütün] kul hakları da affolur.) [İbni Mace]
Ama her deniz savaşında ölen kimse şehid olmaz ve günahları da
affolmaz. Affolmanın da şartları vardır. Birinci şart, o kimsenin imanlı yani
Müslüman olmasıdır. İmansızsa, o kimse denizde boğulsa da, savaşta da
ölse, insanlığa, bütün dünyaya büyük hizmetleri dokunsa da cennete
giremez.
Hadis-i şeriflerin bir kısmı, diğerini açıklar. Bunu açıklayan bir hadis-i
şerif meali şöyledir:
(Nice kendisine silah isabet edip ölen kimse vardır ki, şehid
değildir. Nice döşeğinde yatarken ölen kimse de vardır ki, Allah
katında sıddık ve şehiddir.) [Ebu Nuaym, Ebu-ş-şeyh]
4- Ziynet takmakla ilgili:
Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kadınlara altın takı helaldir.) [Taberani]
Bunun da bazı şartları vardır:
a) Yabancı erkeklere göstermeden takabilir demektir. Mesela burna
hızma olarak takamaz.
b) Altın, gasp edilmiş veya çalınmış olmazsa takabilir demektir.
c) Âcil vermesi gereken borç varsa, önce borcunu ödemesi gerekir.
465
www.dinimizislam.com
ç) Altın yüzük çok sıkı olup altına su geçirmezse, guslederken yüzüğü
çıkarmak veya oynatmak gerekir. Böyle yapmazsa guslü sahih olmaz.
5- Tavşan eti yemekle ilgili:
Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Tavşan eti yenir.) [Buhari]
Tavşan eti yenir; fakat bunun da bazı şartları vardır:
a) Ada tavşanı besleyen kimse, bunu kesmeden, bir bacağını koparıp
yiyemez.
b) Kesenin Müslüman veya Ehl-i kitap olması şarttır. Bunlardan
başkası keserse yenmez. Mesela Budistin ve ateistin kestiği yenmez.
c) Kesenin Müslüman olması da yetmez. Besmeleyle kesmesi gerekir.
Kasten Besmele terk edilirse, o et leş olur.
ç) Tavşan hastalıklıysa veya zehirliyse yine yenmez.
d) Çalınmış veya gasp edilmişse yenmez.
6- Gümüş yüzük takmakla ilgili:
Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Gümüş yüzük erkeklere de caizdir.) [Mevahib]
Şartsız söylendiğine göre, bunun da bazı şartları vardır:
a) Ağırlığı bir miskali [4,8 gramı] geçmemelidir. Demek ki, 10 gram
ağırlığında bir şövalye yüzük takmak caiz olmaz. Bir hadis-i şerif meali
şöyledir:
(Gümüş yüzük takabilirsin; fakat ağırlığı bir miskali geçmesin!)
[Tirmizî]
b) Yüzük darsa, abdestte, gusülde çıkarmak veya oynatarak suyun
altına girmesini sağlamak gerekir. Böyle yapılmazsa, dar yüzüğü takmak
caiz olmaz.
Şartsız söylenen haberlerin şartlarının da olabileceğini bilmeyen
cahiller, (Altından, gümüşten diş yaptırmak caiz dendiğine göre,
kaplama diş gusle mani olmaz) diyerek, milleti cünüp gezdiriyorlar.
Yüzüğün de, takma dişin de altını ıslatma şartı vardır. Bir hadis-i şerif meali
şöyledir:
(Abdest alırken, [altının ıslanması için] yüzüğü hareket ettirin!) [İbni
Mace]
Altın kaplama protez dişin altına su geçmezse ve çıkarma imkânı
varsa, çıkarıp altını ıslatmak gerekir. Buna imkân yoksa, (Gusülde ağzın
içini yıkamak farz değildir) diyen Maliki veya Şafii mezhebini taklit etmek
gerekir. Taklit ederken, o mezhebin farzlarına uymak ve müfsidlerinden [o
ibadeti bozacak şeylerden] sakınmak gerekir.
7- Allah var demekle ilgili:
466
www.dinimizislam.com
Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Lâ ilâhe illallah diyen cennete girer.) [Bezzar]
Cennete girmenin birçok şartları vardır:
a) Birincisi, Amentü’de bildirilen, imanın altı şartına inanmaktır.
Bunların birine bile inanmayan cennete giremez. Mesela bütün
peygamberlere inansa, sadece âhir zaman peygamberi Muhammed
aleyhisselama inanmasa, iman etmiş olmaz. İki hadis-i şerif meali de
şöyledir:
(Allah'tan başka ilah olmadığına Allah’ın bir olduğuna ve ortağı
olmadığına, Muhammed’in Onun kulu ve Resulü olduğuna, keza
cennet ve cehennemin hak olduğuna şehadet ederse, Allahü teâlâ
onu cennetine koyar.) [Buhari, Müslim, Tirmizi]
(İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret
gününe, [yani kıyamete, cennete, cehenneme, hesaba, mizana], kadere,
hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, ölüme, öldükten sonra dirilmeye,
inanmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun kulu ve
resulü olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai]
b) İmanın altı şartını dille söylemek yetmez; kalble de tasdik etmek ve
ihlâsla söylemek gerekir. Birkaç hadis-i şerif meali:
(İhlâsla, Lâ ilâhe illallah diyen Cennete girer. İhlâs, haramlardan
sizi men etmesidir.) [Bezzar, Hatib]
(Kalble tasdik edip, ihlâsla kelime-i şehadeti söyleyen cennete
girer.) [Taberani]
(İnanarak, beğenerek ihlâsla Lâ ilâhe illallah diyene Cennet
vardır.) [İbni Hibban]
(İhlâsla, “Rabbimin Allah, dinimin İslam ve Peygamberimin
Muhammed aleyhisselam olduğuna razıyım” diyen cennete girer.) [İ.
Ahmed]
c) Bid’at ehli olmaması gerekir. Yukarıdaki bütün şartlar olsa da, Ehl-i
sünnet olmayan cennete giremez. İtikadında küfür yoksa, ancak o zaman
cehennemde cezasını çektikten sonra cennete girer.
ç) Hubb-i fillah, buğd-i fillah üzere olmak gerekir. Allahın sevdiklerini
sevmek, düşmanlarını sevmemek şarttır. Mesela Hazret-i Ömer’e
düşmanlık etse, onun dayısı olan kâfir Ebu Cehili sevse, lâ ilahe illallah
demesi onu cehennemden kurtaramaz.
d) Lâ ilahe illallah diyen kimse, namaz, oruç, zekât, hac gibi ibadetleri
yapmıyor ve içki, faiz, kumar, hırsızlık, zina, katillik gibi günahlar içindeyse,
böyle kimsenin de imanını muhafaza etmesi, dolayısıyla cennete girmesi
çok zordur.
467
www.dinimizislam.com
Demek ki sadece La ilahe illallah diyen Cennete girer diyerek,
gayrimüslimleri de Cennete sokmaya çalışmak çok yanlış olur.
Sevgi varsa kural işlemezmiş
Sual: (Günah denilen şeyler, bizi Tanrı’dan uzaklaştıran hareketlerdir.
Sevgi ve aşkın olduğu yerde kurallar biter; çünkü gerçek sevgi, Tanrı
demektir. Cennet ve Cehennem bu dünyadadır. Yunus Emre, “Yaratılanı
hoş gördük Yaratandan ötürü. Ben dost cemalin görmüşem, huri cinanı
neylerim” diyor. Cennet olsaydı, böyle der miydi? Mevlana da, “Helal
haram ölene kadardır. İlahi aşkın sonu yoktur” diyor. Önemli olan, haram
helal değil, ilahi aşktır. Sevgi olunca namaza, oruca ve diğer ibadetlere
gerek yoktur) diyenler oluyor. Bu sözler küfür değil mi?
CEVAP
Evet, açıkça küfürdür. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kâfirler, “Peygamber size, ölüp kemikleriniz çürüyüp toz toprak
olduktan sonra, tekrar dirilerek kabirden kalkacaksınız diyor. Hiç
böyle şey olur mu? Ne varsa, ancak bu dünyadadır. Cennet,
Cehennem, hep buradadır. Bu dünya böyle gelmiş böyle gider.
Öldükten sonra, bir daha dirilmek yoktur” dediler.) [Müminun 35–37]
(O azgınlar ve İblisin adamları, tepetaklak Cehenneme atılırlar.)
[Şuara 94, 95]
Sevginin olduğu yerde, kurallar bitmez, aksine kurallara tam uyulur;
çünkü sevmenin şartı, sevdiğine itaat etmek, Onun emir ve yasaklarına
riayet etmektir. İtaat olmayınca, sevgiden söz edilemez. Kur’an-ı kerimde
mealen buyuruldu ki:
(Resulüm de ki: Allah’ı seviyorsanız, bana uyun.) [Âl-i İmran 31]
(Allah’a ve Resulüne itaat edin. İtaat etmezseniz [kâfir olursunuz],
kâfirleri de elbette Allah sevmez.) [Âl-i İmran 32]
Yunus Emre, o sözüyle Cenneti inkâr etmiyor. Cenneti inkâr eden
veya Cennetin lüzumsuzluğunu söyleyen kâfir olur. Yunus Emre, (Cennet
sevgisi, huri sevgisi veya Cehennem korkusuyla değil, yalnız Allah rızası
için ibadet etmeli, böyle olan, o nimetlere zaten kavuşur) demek istiyor.
Hazret-i Mevlana da, ölene kadar helal ve harama riayet etmek
gerekir, dünya imtihanından başarıyla çıkmak yani imanla yaşayıp, imanla
ölmek gerekir diyor. İlahi aşkın ise, sonsuz olduğunu söylüyor. Harama
helale riayet etmeyin mi diyor? İlahi aşkın sonsuzluğunu bildiren zat, bu
aşkın sahibinin, üç günlük dünyadaki emir ve yasaklarına uymayın der mi?
468
www.dinimizislam.com
Peygamber efendimiz, Allahü teâlâyı sevmiyor muydu? O namaz
kılmıyor muydu, oruç tutmuyor muydu? Helale, harama riayet etmiyor
muydu?
Bir başkası da, (Yunus Emre, bir taraftan “Yaratılmışı hoş gördük
yaratandan ötürü” diyerek hoşgörülüğünü sergilerken, bir taraftan da, “Beş
vakit namaz kılmayan, bilin Müslüman olmadı, ol Cehenneme girse gerek”
diyerek müsamahasızlık çukuruna düşmüştür. Sevgi ve hoşgörünün
zirvesine çıkmak, kâfir Müslüman diye ayırmadan herkesi sevmek gerekir)
diyor.
TDK’nin sözlüğünde hoşgörü kelimesi için, (Her şeyi anlayışla
karşılayarak olabildiği kadar hoş görme durumu) deniyor. Dikkat edin, her
şey deniyor. Her şeyi anlayışla karşılamak deniyor. Yine TDK sözlüğü,
mezhebi geniş ifadesini tarif ederken, (Namus konusunda aşırı hoşgörülü
davranan) diyor. Yani mezhebi genişlik, hoşgörülü olarak tasvip ediliyor.
Yunus Emre’yi kötüleyen kimseye göre, hoşgörü denilen şeyin bir
sınırı yoktur. Ne kadar hoş görülürse, o kadar iyidir. Hâlbuki, sınırsız
hürriyet gibi, sınırsız hoşgörü de, çok yanlıştır. Kötüler, katiller hoş görülür
mü? Caniler ve suçlular hoş görülürse, toplumun nizamı nasıl sağlanır?
Müslüman, dinimizin izin verdiği ölçüde hoşgörülü olur. Bunun azı da,
çoğu da zararlıdır. Yunus Emre’nin, (Yaratılmışı hoş gördük yaratandan
ötürü) diyerek yetmiş iki millete, bir insan olarak aynı gözle bakması,
dinimize aykırı değildir; çünkü dinimizde ırk üstünlüğü yoktur. Bir hadis-i
şerifte buyuruldu ki:
(İnsanlar [insan olarak] bir tarağın dişleri gibi eşittir.) [İbni Lal]
Bunun için kâfir de olsa, bir kimseden kendini üstün görmek caiz
değildir; çünkü kâfir, Müslüman olup ebedi saadete kavuşabilir, Müslüman
da, maazallah küfre düşüp Cehennemlik olabilir. Dinimizde, hubb-i fillah,
buğd-i fillah var. Bir Müslümana kâfir diyenin kendisi kâfir olduğu gibi,
kâfire de Müslüman diyerek onu seven kâfir olur.
Hazret-i Mevlana, (Gel, gel, her kim olursan ol gel, müşrik, Mecusi
olsan veya puta tapsan da gel! Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı
değildir. Tevbeni yüz defa bozmuş olsan da gel) diyor. Bu söz, (Gel sana
Müslümanlığı öğreteyim de, gerçeği gör. Kâfirsen iman et, günahkârsan
tevbe et!) demektir. Yoksa, Allah için olmayan sevgi ve düşmanlığın hiç
önemi yoktur.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İmanın en sağlam temeli ve en kuvvetli alâmeti, hubb-i fillah,
buğd-i fillahtır.) [Ebu Davud] (Hubb-i fillah Allah için sevmek, Buğd-i fillah
Allah için düşmanlık etmek demektir.)
469
www.dinimizislam.com
Hubb-i fillah, Allah için sevmek, Allah için dostluktur. Müslümanları
sevip, onlara yardım ve hayır dua etmektir. Buğd-i fillah, Allah için
sevmemek, Allah için düşmanlık etmek demektir. Dinimizi beğenmeyenleri,
İslamiyet’e ve Müslümanlara düşmanlık edenleri sevmemek ve imana,
hidayete kavuşmaları için dua etmektir. Resulullah efendimiz buyurdu ki:
(Cebrail aleyhisselam gibi ibadet etseniz, müminleri, Allah için
sevmedikçe ve kâfirleri Allah için kötü bilmedikçe, hiç bir ibadetiniz,
hayrat ve hasenatınız kabul olmaz!) [Ey Oğul İlmihali]
Allahü teâlâ, Musa aleyhisselama sordu:
— Ya Musa, benim için ne işledin?
— Ya Rabbi, senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim,
zikrettim.
— Ya Musa, kıldığın namazlar, seni Cennete kavuşturacak yoldur,
kulluk vazifendir. Oruçların, seni Cehennemden korur. Verdiğin
zekâtlar, kıyamette, sana gölgelik olur. Zikirlerin de, o günün
karanlığında, sana ışıktır. Bunların faydası sanadır. Benim için ne
yaptın?
— Ya Rabbi, senin için ne yapmak gerekirdi?
— Sırf benim için dostlarımı sevip, düşmanlarıma düşmanlık ettin
mi?
Musa aleyhisselam, Allahü teâlâyı sevmenin, Onun için olan en
kıymetli amelin, Hubb-i fillah ve Buğd-i fillah olduğunu anladı. (Mektubat-ı
Masumiyye)
Cenab-ı Hak, İsa aleyhisselama da vahyetti ki:
(Eğer yerlerde ve göklerde bulunan bütün mahlûkların ibadetlerini
yapsan, dostlarımı sevmedikçe ve düşmanlarıma düşmanlık
etmedikçe, hiç faydası olmaz.) [K.Saadet]
Emir ve yasak Müslüman içindir
Sual: Dinin emir ve yasaklarına dinsizler de, uymazlarsa günah olur
mu?
CEVAP
Hayır, onlara günah olmaz. Günah, Allahü teâlânın emirlerini
yapmamak, yasak ettiklerinden sakınmamaktır. Emir ve yasaklar,
Müslümanlara, yani imanı olanlaradır. İmanı olmayanlara, yani kâfirlere,
emir ve yasaklara muhatap olmak, ibadet etmek şerefi verilmedi.
Kâfirlere, yalnız bir emir verilmiş, onlardan yalnız bir şey istenilmiştir.
Bu bir emir, iman etmeleri, yani Müslüman olmalarıdır. Kâfirler, bu emri
dinlemedikleri için, bir tek suç işlemiş oluyorlar. Fakat bu suç, en büyük
470
www.dinimizislam.com
suçtur. Bu suçun cezası, pek büyük, çok acı ve sonsuzdur. Dünyada böyle
ceza olamaz. Bu sonsuz ceza, bunlara, ahirette, Cehennemde verilecektir.
İbadeti gizlemek
Sual: Nafile ibadetleri teşvik için, farz ibadetler gibi açıktan yapmak
gerekmez mi?
CEVAP
Riya yani gösteriş korkusu yoksa, teşvik maksadıyla nafile ibadetleri
açıktan yapmak caiz olur. Riya tehlikesi varsa yahut riyaya yol
açabilecekse, nafile ibadetleri gizli yapmalıdır.
(Bir hayrın yapılmasına yol gösteren onu yapan gibidir) mealindeki
hadis-i şerife göre, sadakayı açıktan vermek, iyiliği açıkça yapmak iki kat
sevab olur. Birisi, sadaka sevabı, ikincisi ise, başkalarını teşvik etmek
sevabıdır. Bir hadis-i şerif meali:
(Sadakayı gizli vermek, açıktan vermekten efdaldir. Ancak, örnek
olmak, teşvik etmek için açıktan verilen sadaka, gizli sadakadan
efdaldir.) [Deylemi]
Riya korkusu olursa sadakayı gizli vermek daha sevabdır. (Ya
Resulallah, hangi sadaka daha faziletlidir?) diye sorulunca, (Az maldan
gizli verilen sadaka) buyurup, (Eğer sadakayı açık verirseniz güzel
olur, gizli verirseniz sizin için daha hayırlıdır) mealindeki âyeti okudu.
(Taberani)
İmam-ı Ra

Benzer belgeler