bu bağlantıdan

Transkript

bu bağlantıdan
editörden
Ebru ARIMAN
TVD.Yön.Kur.Başk.
Merhaba,
Tatlı bir telaşe içindeyiz; tamamına erdik sonunda!
“Etliye Sütlüye” karışan bir dergicilik anlayışıyla geldik.
Hayvanlar için, çevre için, ekoloji için; ekosistemin bütünlüğü için mücadeleye...
Bir bumerang döngüsünün içinde bulduk ademiyetimizi.
Öyle ki; yok ettikçe, yok oluyoruz. Şiddetin içinde şiddet
gösteriyoruz. Sustukça kanıksıyoruz. Sorgulamadıkça
kabul ediyoruz.
Düşünce becerimiz, öğretilmiş davranışlarla kalıplaşmış;
kırıp atamıyoruz. Ezberlerimizi yaşıyoruz.
Ayırıyoruz; insanı insandan, insanı hayvandan, hayvanı
hayvandan… Ötekileştiriyoruz, kurallar koyuyoruz.
Bu dergi sadece, içinizdeki merhameti, sevgiyi, sağduyuyu, hak duygusunu, adaleti ve gözünüzle görüp aklınızla
bir kenara ittiğiniz, hep ertelediğiniz kulak arkası düşünceleri gün yüzüne çıkarmak, çelişkilerinizle yüzleşmek
ve var olma savaşınızın haklı galibi de olsanız, bir kez
olsun ardınızda bıraktığınız masum yıkıntıya bakmanız
amacıyla hazırlandı. Suçsuz dostlarımız ve sessiz yol
arkadaşlarımız için…
Bir parça öz eleştirinin zamanı olduğunu düşündük.
Yüzümüzü Grönland’daki kutup ayılarına çevirmeden,
balığın santimiyle vicdan muhasebemizden sıyrılmadan,
damağımıza yabancı bedenleri barbarlık görmeden,
sadece bıçağı tutanı katil ilan etmeden ve görünce vahşet,
görmeyince affetmeden önce, kendi samimiyetimizle
uğraşmayı uygun gördük.
Büyük idealleri içi boş cümlelerle doldurmamak adına…
Bu dergiyi hazırlarken amacımız, ötekileştirmek, hor
görmek, ayıklamak ya da sınıflandırmak, aynı pencerede
dirsek kavgasına tutuşmak, bardağın sürekli boş kısmına
parmak uzatmak asla olmadı, olmayacak. Bu dergiyi,
içinizde mutlaka var olduğuna inandığımız içsel muhakeme yetinize adadık. Agresif değil; kucaklayıcı, yargılayan
değil; yol gösterici olmayı düstur edinerek.
Son sayfayı kapattığınızda, binlercesinden sadece biri de
olsanız aklınızda yer edebildiysek, sorumluluğumuzun
gereğini bir parça da olsa yerine getirebilmişiz demektir.
Bildiklerimizi paylaşmakla sorumluyuz; bu vicdani bir
sorumluluk, her şeyin ötesinde bir görev bizim için.
Anlatacak çok şeyimiz var, paylaşacak kısıtlı alan ve dar
bir zaman.
Sesimize kulak verin!
Adil ve sürdürülebilir bir dünya için…
Bir kez daha “merhaba”!
Veg&Nature 1
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2014
VEGAN VE VEJETARYENLER
DERNEĞİ (TVD)
İktisadi İşletmesi
Dernek adına İmtiyaz Sahibi ve Editör:
Ebru ARIMAN – Yön.Kur.Başk.
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:
Efe Cem ELÇİ
Yayın Kurulu
Güzide ERDEN
Ebru ARIMAN
Mehtap TÜYSÜZ
Avşin KAŞIKÇI
Serpil ATA
Eşref BALCI
Johanna Ebru ERDOGUŞ
Soner ASLANER
İçindekiler
21
Grafik Editörü
Ayhan YURDAKUL
Fotoğraf Editörü
Defne Sesin OKAY
İllüstrasyon
Hatıra AKYÜZ
Reklam Direktörü
Eşref BALCI
Finans Direktörü
Mehtap TÜYSÜZ
Yayın Türü ve Periyodu
Süreli yayın (3 ayda bir yayınlanır)
Sayı: Nisan - Haziran 2014
Baskı:
Özgün Basım Tanıtım San Tic Ltd Şti.
Yeşilce Mah Aytekin Sokak No: 21
Kağıthane /İSTANBUL
Yönetim Yeri
Cankurtaran Mah. Keresteci Hakkı Sk.
No:50 Sultanahmet / İSTANBUL
0212.517 25 08
[email protected]
[email protected]
Dergide yayınlanan yazı,
fotoğraf ve haberlerin
her hakkı saklıdır. İzinsiz
kullanılamaz. İsimli
yazılardaki ifadeler eser
sahibine aittir.
Yasal Uyarı: Buradaki bilgiler tıbbi
teşhis ve tedavi yerine geçmez.
8
4
6
8
Bizden Haberler
Dünyadan Haberler
Bilinmeyene Ulaşmak
Prof.Dr. Orhan Kural
10
“Sürdürülebilir bir dünya için pedallıyorum”
Rüzgar Alper B.
12
14
18
Bahar Mucizeleri
Profesör Mark Post Maastricht Üniversitesi
21
Vejetaryen Beslenme Protein Açlığı Değildir
Kitap Tanıtımları
Yapay Et : Geleneksel Etin Geleceği
Doç.Dr.Müge Özcan
Veg&Nature 2
24
Devrim, Özgürlük Mesajını Yaymakla Başlar
Zülal Kalkandelen (Gazeteci/Yazar)
26
Zulme Ortak Olmayın!
Hayvanların Kozmetik Deneylerde Kullanımı
30
32
36
38
30
41
42
Demek et-süt yemiyorsun, vah vah...
Dr.Nilgün Eröztürk
Susuzluk: Sorun Gökte Değil Yerde!
İpek Böceğinin Sonsuza Yolculuğu
Melike Demirağ’dan anlamlı çıkış:
“Et değil ,hayvan bedeni!”
Röportaj Melike Demirağ
Buğday’dan Ekoloji Köşesi
8.000 Stadyumluk Orman Alanı Yok Oluyor!
44
38
44
46
48
50
51
54
56
60
62
64
50
Dev Mutasyon!
Doç. Dr. Yavuz Dizdar
“V” Sertifikası, AB’den sonra şimdi de Türkiye’de!
Et tüketerek çevre korunmaz!
Vejetaryenler Toplumun İlerisinde mi?
Noam Chomsky
Doğaya/Hayvanlara/Çevreye Dost Vegan Düğünler!
Sivrisinek Savıcı Yeşil Alternatifler
Hem vegan hem hamile: Dünyayı değiştiren süper kadın olmak
Yazar: Yeliz Utku KONCA
56
Üniversitelerde Vegan-Vejetaryen Dayanışması:
Suni Deri, Gerçek Deri Yüzleşmesi !
Bizden
Veg&Nature 3
BİZLERDEN
Son 4 Yılda Et Üretimindeki Artış % 142
Futbol Borsada
Değil, Arsada
Güzel; Karşı Lig
Kuruldu!
KARŞI LİG, endüstriyel futbola,
ırkçılığa, milliyetçiliğe, cinsiyetçiliğe, her türlü nefret söylemi
ve ayrımcılığa karşı olarak 2014
yılı başında kuruldu. Mahalle
dayanışmalarının ve forumların
çıkardıkları takımlarla katıldığı
ligde her maçta her takımda
kadın sporcu zorunluluğu var.
Centilmenliğin esas olduğu
Karşı Lig’de maçlar hakemsiz
oynanıyor.
Takımların maçlara çıkarken
hazırladıkları pankartlarla o
haftanın gündemine dair sosyal
ve politik mesajlar gönderdiği
de sıkça görülmekte.
TÜİK’in açıkladığı son istatistikler, hayvancılıkta geldiğimiz son
noktayı özetler nitelikte. Tabağımızdaki artış nüfus artışımızdan
daha hızlı! Son verilere göre, 2013 yılında bir önceki yıla göre;
Büyükbaş hayvan sayısında %3,6, kümes hayvanlarında %4,9,
süt üretiminde %4,7, bal üretiminde %6,2 artış meydana geldi.
Son 4 yıllık değerlendirmeye bakıldığında, 2009’da 37,6 milyon
olan endüstriyel hayvan sayısı, 2013 yılında %40 oranında artarak 52,9 milyon olarak gerçekleşmiş.
En kayda değer veriler ise et üretimine ilişkin: 2009 yılında
412 bin ton olan et üretimi ise 2013 yılında 996 bin ton olarak
gerçekleşerek %140’ın üzerinde artış göstermiş.
Fikstür ve maçlar hakkında
bilgi ve resimler sosyal medya
adreslerinden yayınlanıyor.
Kuzey Ormanları Projesinin
Kuşların Göç Yollarına Etkisi
3. Havalimanı, 3.
Köprü, Kanal İstanbul gibi yapılaşma
projelerinin tehdidi
altındaki İstanbul, Mayıs ayında
“16. Türkiye Kuş
Konferansı”na ev
sahipliği yapmaya
hazırlanıyor.
Geçtiğimiz yıl
Şanlıurfa’nın Halfeti ilçesinde gerçekleştirilen “Türkiye
Kuş Konferansı”nın 16’ıncısı için geri sayım başladı. Doğa
Derneği’nin İstanbul Kuş Gözlem Topluluğu (İKGT) ile
işbirliği içinde düzenleyeceği konferans, 9-11 Mayıs 2014
tarihlerinde dünyanın en önemli kuş göç yollarından biri olan
İstanbul’un Sarıyer ilçesinde gerçekleşecek.
“16.Türkiye Kuş Konferansı”nın teması “Göç Yolları ve Tehditler: İstanbul Örneği” şeklinde belirlendi. İlkbahar göçüyle
aynı zamanda gerçekleştirilecek olan konferansla, hem kuş göç
yollarını ve önemini kavramak, hem de İstanbul başta olmak
üzere bu yollar üzerindeki tehditleri ve koruma stratejilerini
tartışmak hedefleniyor.
Konferansa her yıl olduğu gibi bu yıl da, bilim insanları ile kuş
gözlemcilerinin yanı sıra, doğa koruma çalışmaları yürüten
kişi ve grupların katılması bekleniyor.
“16. Türkiye Kuş Konferansı”, 10-11 Mayıs 2014 tarihlerinde
kutlanacak olan Dünya Göçmen Kuşlar Günü’ne de denk
geliyor. Konferans süresince sunumların yanı sıra, bahar göçü
gözlemi ve sosyal etkinlikler de gerçekleştirilecek.
Konferansta katılımcıların Doğa Derneği web sayfasındaki formu doldurmaları için son tarih 30 Nisan 2014. Ayrıntılı bilgi
için: www.dogadernegi.org (Doğa Derneği)
Veg&Nature 4
VEGAN SPOR’un Karşı Lig Mücadelesi
Vegan Spor 2011 yılında tamamı vegan ve vejetaryenlerin
kurduğu bir takım. Önyargıların aksine vegan ve vejetaryenlerin de sağlıklı ve spor yapabileceğini gösteriyor.
Vegan Spor, 2014 başında kurulan Karşı Lig’e katılarak
Forza Yel değirmeni, Badem Spor, Yalın Ayak Vamos Bien,
Direnİşçi, Moda United FC, Cafer İdman Yurdu, St. Karga,
Çapul Tura, İstanbul United, Kuzguncuk Bostan Celtics ve
Spartakistanbul takımlarının arasında mücadele ediyor.
Vegan Spor’un şu dönemki hedefi, her hafta düzenli maç
programı olan Karşı Lig’deki maçlarına eksiksiz çıkarak,
vegan ve vejetaryenleri futbol sahasında da temsil etmek.
Takımın oyuncuları, vegan ve vejetaryenlerin çoğunun
takımın varlığından haberdar olmadığını belirtiyor. Öncelikle
takıma hem kadın hem de erkek sporcu katılımı aranıyor. Seyircilerinin de maçlarda takıma destek vermesini bekliyorlar.
Vegan-SPOR
Çernobil felaketinin 28. yıl dönümünde
İğneada’da nükleer karşıtı kamp!
BİZLERDEN
Çernobil felaketinin, başta Karadeniz kıyıları olmak üzere Türkiye’yi
radyasyon yağmuruyla kirletmesinin üzerinden 28 yıl geçti. Zamanın
yöneticileri hiçbir önlem almadığı gibi radyasyonlu çayları insanlara
içirdiler, radyasyonlu fındıkları dağıttılar. Bugün, Karadeniz’in her
evinde, insanlar yakınlarını kanserden kaybediyor. Aradan geçen zaman
içerisinde belki Çernobil’i unutmuş olabilirler ancak çok değil daha 3 yıl
önce Fukuşima’daki nükleer felaketten ders almayanlar, ülkenin dört bir
yanına nükleer santral kurmaya çalışıyorlar. Çernobil kurbanı Sinop’un
yanısıra nükleere karşı 40 yıldır direnen Mersin Akkuyu’da hazırlıklara
başladılar. Bir üçüncüsünü de İğneada’ya kurmak istiyorlar. Türkiye’yi
nükleer karanlığa mahkum etmek isteyenlere karşı sesimizi her zamankinden daha yüksek çıkarmak zorundayız. Akkuyu’da, Sinop’ta, İğneada’da,
dünyanın hiçbir yerinde nükleer santral istemiyoruz.İğneada halkı sadece
nükleer ile değil aynı zamanda
termik santrallerin de tehdidi
altında. Yaşamı yok eden
enerjilere hayır demek için
Çernobil felaketinin 28. yıl dönümü olan 25-26-27 Nisan’da
İğneada’da kamp yapıyoruz.
(Yeşil Öfke)
Türkiye Sera Gazı Artışında Rekora Koşuyor!
Seragazı yıllık artış oranları açıklandı ve her yıl olduğu gibi Türkiye bu yıl
da birinciliği kimseye kaptırmayarak yeni bir rekora daha imza attı.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıkladığı 2012 sera gazı emisyon envanteri
verileri Türkiye’nin emisyon miktarının büyük bir hızla artmaya devam
ettiğini ortaya koyarken, Avrupa Birliği ülkeleri dersine çalışmış gözüküyor.
Seragazı emisyonlarının azaltılması kapsamında Birleşmiş Milletler İklim
Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Kyoto Protokolü gibi mekanizmalar
oluşturulmuş ve ülkelerden bu konu ile ilgili çalışmalar yapması ve hassasiyet göstermesi talep edilmiştir. 2012 yılında Türkiye’ de toplam seragazı
emisyonu arazi kullanım, arazi kullanım değişikliği ve ormancılık hariç
olmak üzere 439,9 milyon ton CO2 eşdeğeri olup, toplam emisyonun
%70,2’si enerji sektöründen, %14,3’ü endüstriyel proseslerden, %8,2’si
atıklardan, %7,3’ü ise tarımsal faaliyetlerden kaynaklanmaktadır.
AB üye ülkeleri, 1990’daki sera gazı emisyonu miktarını yıldan yıla azaltma yönünde haraket
ederlerken, Türkiye
1990’dan bugüne
seragazı emisyonu
miktarını iki katının
da üstüne çıkardı!
Böylelikle tüm dünya küresel ısınma ve
iklim değişikliğiyle
mücadele ederken,
Türkiye bunu pek
sorun etmemiş
gözüküyor.
Ne Deneye, Ne Ormana
Hiçbirini Vermiyoruz!
2 Mart 2014 tarihinde pek çok ilde
eşzamanlı düzenlenen eylemler ile yeni
çıkarılan Hayvan Deneyleri Etik Kurullarının Çalışma Usul ve Esaslarını düzenleyen yönetmelik ile 5199 sayılı Hayvan
Koruma Kanunu’nda yapılması düşünülen
değişiklikler protesto edilmişti. İstanbul’da
Kadıköy’de toplanan hayvan dostları hep
birlikte “hayvan aleyhine hazırlanan ve
hazırlanacak tüm tasarı ve yönetmeliklere
HAYIR” demişti.
Gelişmelerin ardından, Ankara Barosu Hayvan Hakları Kurulu, İstanbul Barosu Hayvan
Hakları Komisyonu, Bir Damla Yaşam
Derneği ve Türk Tabipler Birliği, 15.02.2014
günlü ve 28914 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren Hayvan Deneyleri
Etik Kurullarının Çalışma Usul ve Esaslarına
Dair Yönetmeliğin uluslararası ve ulusal
mevzuata aykırı dava konusu hükümlerinin
yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle Orman ve Su İşleri Bakanlığı aleyhine
dava açtı. Vegan ve Vejetaryenler Derneği
(TVD)de Bakanlık aleyhine açılan davaya
müdahil oldu.
Veg&Nature 5
DÜNYADAN
İsveç’te Etsiz Yaşam
Yaygınlaşıyor
İsveç Hayvan Hakları Örgütü (Djurens RATT)
tarafından yaptırılan çalışmaya göre, son beş yılda
etsiz yaşamı benimseyenlerin sayısında dörtte bir
oranında artış oldu.
Şu anda İsveç’te yaşayan her 10 kişiden biri et yemiyor.
Game Of Thrones Yıldızından
Veganlığa Davet
Game of Thrones’un yıldızı Peter Dinklage, PETA’nın veganlığı tanıtmak ve teşvik etmek
için hazırladığı bir tanıtım
videosunda, Sir McCartney
ve Alec Baldwin ile kamera
karşısına geçti.
Demoskop tarafından yapılan ankette, katılımcıların
%4’ünün vegan, %6’sının ise vejetaryen olduğunu
tespit edildi. En yüksek prevalans olarak, %17 ile
kendini vejetaryen ve vegan olarak tanımlayan 15-34
yaş grubu geliyor. Çalışma ayrıca et tüketen insanların vejetaryen gıdalar üzerinde artan ilgisi olduğunu
ortaya çıkardı. Vejetaryen ürünlere erişimin daha
kolay olması halinde, talebin de artacağı yönünde
bilgiye ulaşıldı. (Independent-Naturelnews)
Ünlü aktör bu yeni videoda,
hayranlarını et ve hayvansal
ürün sanayinin etkilerinden uzak durmaları mesajı
veriyor.
Dinklage, 16 yaşında vejetaryen olmuş, bir süredir ise
vegan.
Bu yeni tanıtım filmini,
Peta’nın web sitesi üzerinden
izleyebilirsiniz.
Oscarlı Yönetmen James
Cameron’dan Hayvanları
Yemeyin Çağrısı
“Saatimi sanki 15 yıl geriye almış gibi hissediyorum!”. Bu sözlerin sahibi, 2
yıldır vegan beslenme sayesinde kendini daha genç ve daha sağlıklı hissettiğini açıklayan, Titanic, Alliens, Avatar gibi fimlerin Oscarlı yönetmeni ve
senarist James Cameron.
Michelle Pfeiffer, Samuel L. Jackson gibi vegan beslenmenin yaşlanma karşıtı
yararlarını benimseyen ünlüler listesine James Cameron da katıldı.
Çiftlik Hayvancılığı Gezegeni Yok Ediyor!
2012 yılında veganlığa geçen James Cameron, o tarihte doğayı korumak
için tüm dünyaya bir çağrı yaparak “İklim değişikliğine karşı savaşmak için
bireylerin yapabileceği en birincil şey hayvanları yemeyi durdurmak, çünkü
hayvancılığın karbon ayak izi devasa boyutlarda” demişti.
2006’da BM Gıda ve Tarım Organizasyonu’nun yayınladığı bir raporda
dünyada insan kaynaklı sera gazı salınımının %18’ine çiftlik hayvanlarının
neden olduğu belirtilmişti. 2009’da Dünya Bankası’ndan Robert Goodland ve
Jeff Anhang’ın hazırladığı rapora göre ise gerçekte bu rakam %51’e yakın.
Veg&Nature 6
DÜNYADAN
Almanya’da 7
Milyon Vejetaryen,
800 Bin Vegan
Deutsche Welle Türkçe’nin haberine göre Almanya’da 800 bin vegan
yaşıyor ve bu sayı her geçen gün
artıyor. Süt, yumurta, et gibi hayvansal gıdaları tüketmeyi reddedenler birkaç yıl öncesine kadar garip
karşılanırdı. Artık sayıları giderek
artıyor. Amaçları sağlıklı beslenmek ve doğaya
sahip çıkmak.
Bu yaşam tarzına
uygun restoranlar, marketler ve
yemek kitapları
da çoğalıyor.
Veganlık,
hayvanları ve
çevreyi önemseyen, endüstriyel
hayvancılığa
karşı etik alternatifleri destekleyen bir akım.
Almanya’nın büyük kentlerinde sayısı giderek artan vegan marketleri
ve restoranları bu yaşam tarzını benimsemeyi giderek kolaylaştırıyor.
Soya fasülyesinden yapılmış şinitzel,
inek sütü kullanmadan üretilen
peynir ve vegan köpek maması…
Pazarlama uzmanları, vegan ürünlere ilginin büyük olduğunu söylüyor.
Ucuzluk marketlerinde bile artık
soya sütü bulmak mümkün. Vegan
marketlerden istediğiniz ürünü
sipariş de edebiliyorsunuz. Ancak
veganlık sadece yediğinize dikkat
etmekle bitmiyor. Tüm alışkanlıklarınızı değiştiren bir seçim. Bu da
demek oluyor ki, deri ve hayvan
ürünlerini satın almak yok.
Öte yandan ülkedeki vejetaryenlerin sayısı ise 7 milyonu geçti.
Nuh’un Gemisinde Veganizm Etiği
kullanmadan nasıl çekersiniz? Hayvan
dostu, etik ve çevreci duruşuyla dikkat
çeken filmde çekim esnasında hiç hayvan kullanılmamış, dolayısıyla hiçbir
hayvan zarar görmemiş.” Bütün bu
sahneler yapımcı firma Light & Magic
(ILM) tarafından bilgisayar teknolojisi kullanılarak hazırlanmış.
Film, vegan düşünceyi, adalet, inanç,
fedakarlık, erillik, militarizm, iklim
değişikliği, şiddet, şiddetsizlik ve öykü
anlatımı üzerinden örerek, kaynaştırmada kesinlikle popüler veganizmin
kilometre taşlarından biri.
Ekolojik, etik, aynı zamanda da vegan
bir bakış açısı: “Yaşamak için bitkileri
yememiz gerekiyor fakat hayvanları yememiz gerekmiyor.”
Film, insanın hayvana uyguladığı şiddeti, insanın insana şiddeti
Yönetmen Aronofsky olunca, film
henüz vizyona girmeden konuşulmaya ile bağlıyor.
başlandı. Oscar ödüllü başarılı yönet- Sonuçta, insan/hayvan denklemindeki noktayı kaçıran herkes
men Nuh’un hikayesini fantastik bir
için Nuh, öldürme ile sevgi aradille beyaz perde aktarırken, insansındaki seçimi açıkça gösteriyor.
ların varoluş konusundaki mücadeVeganlık diğer temalarla ustaca
lesine şu yorumu yapıyor: “İnsanlar,
çevresine ve doğaya bu kadar acımasız örülmüş – ki bu filmdeki tek
davranırken, Tanrı niye insanlığı kur- mesaj değil, sadece baskın olan.
İnsan eliyle mahvedilen doğaya,
tarmak istesin? Fikir değiştirmesine
iklim değişikliğine ve çevreciliğe
neden olan şey, duyduğu merhamet.”
de vurgu yapılmış.
Peki, bir gemi dolusu hayvanı gösAronofksy açık olarak, dünya ile
teren bir filmi tek bir gerçek hayvan
ilişkimizi dengelemenin son değil, ilk
adımı olarak hayvanlarla ilişkimize
bakmak ve kendi aramızda aradığımız
gibi orada da adaleti aramak olduğunu
açıkça ifade ediyor.
Film içinde Nuh, vermek istemediği
bir kararın sorumluluğundan kurtulmak için göklerden bir işaret ister.
Ama böyle bir işaret gelmez. Nuh
iyi ve kötü arasında kendi seçimini
yapmak zorunda kalır.
İşte Aronofsky’nin, her çatalı alışımızda yapmamız gerektiğini söylediği şey
de bu.
(Vegancinephile, ecorazzi,
studyocinelive,philly.com
Veg&Nature 7
Bilinmeyene
Bilinmeyene
Ulaşmak
Ulaşmak
Prof.Dr. Orhan Kural
[email protected]
D
ünyamız, çapı
yaklaşık 12 bin 576
kilometre ve çevresi
40 bin kilometre olan bir
gezegen. İnsanoğlu çağlar
boyu bu yaşadığı gezegeni
tanımak istemiş. Kâşifler
yollara düşmüş, denizciler
bilinmeyene doğru yelken
açmış. Deve kervanları
aylarca sürecek serüvenlerle,
bıkmadan, ardı ardına yola
koyulmuş. Amaç hep aynı:
“Bilinmeyene” ulaşıp onu
bulmak ve tanımak. İşin
ilginç yanı, yol çağrısına
“evet” diyenlerin büyük bir
bölümü hep yay burcudur.
İşte Macellan, Kristof
Veg&Nature 8
Kolomb, Mallory, Büyük
Petro, Alexander von
Humbold, Goethe, Jules
Verne, Montaigne, Marko
Polo, Evliya Çelebi, Nasuh
Mahruki, Attila Atasoy, ben
ve daha niceleri…
Bugüne kadar yaklaşık
yüz kez yurtdışına çıktım.
1965’ten bu yana, olanak
buldukça gezmeye devam
ediyorum. Gittiğim ülkelerde
birkaç gün kaldığım da oldu,
aylarca konakladığım da…
Kimisine birkaç kez gittim,
kimisine bir kez… Kimisinde
mesleğimle ilgili araştırma
ve incelemelerde bulundum,
kimisine davet edildim, bazen
dernek başkanı ve tur lideri
olarak, bazen de “yalnız”
yollara düştüm. .
Bir vejetaryen olarak elbette
zaman zaman zorlandım.
Özellikle de Moğolistan
ve Orta Asya ülkelerinde!
Aslında gezgin her farklı
tadı denemek ister. Ancak
benim için bu mümkün
değil. Yakutistan’da Lena
Nehri boyunca iki hafta
süren yolculuk yaparken
bir gün hepimizi salonda
toplayıp bölgeye has soslarla
pişirdikleri büyükçe özel bir
balığı bizlere tattıracaklarını
söylediler. Doğrusu o zaman
tadını merak etmiştim.
Ancak dokunmadım. Elbette
yurtdışında planlanan grup
yemeklerinde ancak, etsiz
çorba, ekmek, peynir ve
meyve ile idare ediyorum.
Coğrafyaları, dilleri,
dinleri, töreleri, renkleri
birbirinden ayrı ülkelerde
değişik uluslardan insanlar
tanıdım. Onlarla, kimi
farklılıklarımıza karşın
kaynaştım; ama şaşırıp
yadırgadığım yanları da oldu
elbette.
Farklı ülkelerin insanlarıyla
birçok konuda söyleştim.
Aynı trene, aynı otobüse
bindim. Lokantalarında,
evlerinde aynı masalara
oturdum; yaşamlarını
kısa süreli de olsa
paylaştım. Geleneklerini,
alışkanlıklarını, dünya
görüşlerini anlayıp
kavradıkça daha çok sevdim
onları. Hangi amaçla olursa
olsun; gezmek, yeni yerleryeni insanlar görüp tanımak,
insanın ufkunu genişletiyor,
dünya görüşüne yeni
boyutlar katıyor, yaşamını
renklendiriyor. Keşke bir
dünya vatandaşı olabilsem
de, pasaport, vize gibi tüm
sorunları arkamda bırakıp
diğer gezi tutkunlarıyla
birlikte özgürce ve gönlümce
gezebilsem…
Bence seyahat; Roma’da,
Paris’te şık mağazalardan
alışveriş etmek değildir.
Hawaii veya Kanarya
Adaları’ndaki bir otelin
havuz başında kertenkele gibi
güneşte yatmak da değildir.
Gezgin olmanın kuralları
vardır. Seyahat; Yemen’de
bir kahvede sohbet etmek,
Kalküta’nın ara sokaklarında
dolaşmak ve tüm detaylardan
zevk almaktır.
Bir ülkeyi sadece coğrafyası
ile anlamaya ya da
anlatmaya çalışmanın
pek mümkün olmadığını
düşünüyorum. Bugüne
kadar gezdiğim birçok
Her yeni gezi, insanı
önyargılarından biraz
daha arındırarak
bilinçlendirir, yeni
ufukları önünde açar;
herkese, ırk, din, dil ve
milliyet kalıplarının
dışında “insan” olarak
bakmayı öğretir.
Dünyanın, ancak
insanla, temiz bir
çevreyle ve sağlıkla
değerli olduğunu ve
bu çeşitliliğin büyük
bir hazine olduğunu
gösterir.
ülkede değişik yapılar, bitki
örtüsü ve iklimler gördüm;
fakat değişmeyen tek şey,
“insanların yüzlerindeki”
ifadeydi. Bu yüzden insanları
gözlemlemeye özel bir önem
verdim.
Bütün bu tanıdık ifadeler
içinde beni her zaman en
çok etkileyen, çocukların
gözlerindeki “ifade” oldu.
Bu öyle bir ifade ki, bazen
gözlerinize dikilmiş bir çift
minik göz, tüm sevimliliğine
rağmen sizi bulunduğunuz
noktada sendeliyor ve yoğun
bir suçluluk duygusuna
kapılmanızı sağlıyor.
Örneğin, Hindistan’daki
milyonlarca evsiz ailenin,
bu dünyadaki ilk günlerine
sokakta başlayan, sokaktaki
yaşamın faturasını en
ağır biçimde ödeyen ve
son günlerine kadar da
sokaklardan başka bir şey
göremeyecek olan çocukların
gözlerinde rastlayabilirsiniz
bu tanıdık ifadeye.
Vietnam’da bir ekmek parası
koparabilmek için birden
elimi tutan ve gömleğime
yapışıp beni takip eden
küçük bir kızın “donduran”
bakışlarla bakan çekik
gözlerinde karşılaştığım ifade,
bana hiç yabancı gelmemişti.
Çünkü Beyoğlu’nda gelen
geçene ailesinin zoruyla
kâğıt mendil satmaya
çalışan ve pek azımızın
gözlerine bakabildiği
çocukların gözlerinde de
vardı aynısı. İşte bu ifadeye
bir isim koymak istedim:
“Masumiyet”. Bunu özellikle
çocuklarla özdeşleştiriyorum;
çünkü günümüzde bu
kelimeyi en iyi anlamlandıran
sadece minik yüzler ve minik
gözler!
Üstelik seyahatin insanı esiri
eden bu tutkulu yüzüyle
tanışmış olsun olmasın
herkese, dünya uygarlıklarına,
dünya iklimlerine, dünya
zenginliklerine ve hepsinden
önemlisi dünya insanlarına
dair söyleyeceklerim var ve
bu insanlardan bir dünya
vatandaşı olarak getireceğim
sıcacık bir selam. Çünkü
ben seyahatlerimde hep
insan kavramının üzerinde
durdum. Bir ülkenin
insanlarından ve kültüründen
kazanılmış bilgi ve görgü
insanı zenginleştirir. Seyahat,
kişinin hoşgörüsünü, yaratıcı
yanını, duyarlılığını artıran
bir okuldur ve bu okulun yaşı
yoktur. Gönül gözüyle bakan
kişi, kendi kültüründen
olmayan insanların
geleneklerini anlamaya
çalışır. Bunu başardığı an,
sevgiye giden son kapı da
açılmış olur.
Öyle sanıyorum ki, Nepal’de
incik-boncuk satmaya çalışan
kadının yüzündeki kaygıların
aynısını Honduras’taki
taksicinin yüzünde de
görebilirsiniz: Kaygı,
mutluluk, üzüntü, saflık,
gizli bir hüzün ve hepsinin
bileşiminden doğan ve daima
var olan bir umut...
Bunun ötesinde daima
kafamdaki “iyi gezgin”
kimliğini doğrulayacak
unsurlarda aradım gezmenin
tadını... İyi bir gezgin
sadece küçük, orijinal
hatıra eşyaları satın alır ve
evinde bir “anılar müzesi”
oluşturur. İyi bir gezgin,
iyi bir yürüyüşçüdür aynı
zamanda. Çünkü bir kenti
anlamanın ve yaşamanın
en iyi yolunun yürümekten
geçtiğinin bilincindedir.
Ayakları sızlayana kadar
dolaşır. Yeni insanlar
tanır, önüne tesadüfen
çıkan bir kahveye girer,
büyük bir zevkle o yörenin
insanlarıyla konuşarak
veya konuşmaya çalışarak
yorgunluğunu giderir, bir
müzik dükkânına girer,
yörenin özgün müziklerini
büyük bir dikkatle seçip satın
alır, dönünce bu melodilerle
anılarını pekiştirir.
Bana göre iyi bir gezgin, biraz
serüvencidir, yeni ve program
dışı olaylara olumlu bakar,
hatta sevinir, günlerini dolu
dolu yaşamak ister çünkü
yorgunluktan bazen bir
otobüsün köşesinde, bazen
bir motorun kuytusunda
uyuklasa bile...
Seyahatin dayanılmaz
çekiciliğine kapılmış
bedenimin küçücük
adımlarıyla, kocaman
dünyada yaptığım gezintiden
bende kalanları paylaşmak
dileği ve sevgilerimle...
Veg&Nature 9
“Sürdürülebilir
bir dünya için
pedallıyorum”
Haber/Röportaj/Fotoğraf Defne Sesin Okay - TVD
Y
Rüzgar Alper B.
ıllardır özellikle sosyo-ekonomik
açıdan belli bir seviyenin
üstünde olan pek çok ülke, kendi
toplumlarından başlayarak, dünyanın
bütününe dair çevre bilinci geliştirmeye
çalışıyor. Bu bilincin kalıcı ve eyleme
geçirilebilir olması şüphesiz ki ailede
başlayan ve okul süreci ile devam eden
iyi ve akılcı bir eğitim ile mümkün.
Bir çok ülke bu konunun, gelecekleri
için hayati önem taşıdığının farkında
ve bilincinde olarak üzerine gitmekte
ve insanları bu hassas konuya dikkati
çekmek için bilgilendirici, eğitici
seminerler, yazılı ve görsel kaynaklar
hazırlamaktalar. Bunun yanı sıra sanat,
bilim, spor alanlarında da bu yönde
çalışmalar yapılıyor.
Bu konuya dikkat çekmek isteyen ve
bireysel girişimiyle dikkatleri üzerinde
toplayan kişilerden biri de Rüzgar Alper B.
Rüzgar, “kendini biraz tanıtır
mısın?” demekle, “sen kimsin?”
soruları arasında fark olduğunu
düşünüyorum. İlk sorum “sen
kimsin?” olacak.
Evet bunu hiç düşünmemişim, ama
kendimi biraz tanıtacak olsam Boğaziçi
Üniversitesi’ni yeni bitirdiğimi, 23
yaşında olduğumu veya bisikletsever
olduğumu ya da vejetaryen beslendiğimi
anlatabilirdim. Bunlara bakınca benim
Veg&Nature 10
diğer insanlarla ortak özelliklerim
gündeme geliyor. Ortak özelliklerimi
sıralayarak kendimi anlatmaya çalışmak
pek doğru olmaz. Öte yandan sen
kimsin sorusu, çok zor. Cevaplamaya
kalksam diğerlerinden farklı olarak
ne olduğumu belirtmem gerekir ve
maalesef ki kim olduğumu şimdi
söyleyemeyeceğim. Belki dönüşte,
biraz üzerine düşündükten sonra,
cevaplayabilirim.
19 Avrupa ülkesini altı ay gibi
bir sürede bisikletinle geçerek,
ekoloji ve çevre sorunlarına
dikkat çekmek amacıyla
12 Nisan’da İstanbul’dan
yola çıkmayı planlıyorsun.
Gittiğin ülkelerde seni kimler
karşılayacak, destekçin kimler?
An itibariyle, geçtiğim bazı başkentlerde
doğa temalı bisiklet turları düzenlemek
istiyorum. Bu başkentlerde bana
katılmak üzere söz aldığım dernekler
var. Vegan-vejetaryenler, bisiklet
meraklıları ve yeşilseverleri öncelikli
sayabiliriz.
Öte yandan, kim takip etmek istiyorsa
takip etsin. Kapımız açık. Ben de zaten
olabildiğince daha çok insana ulaşabilmek
ve kendimi daha yalın ve ılımlı bir
anlatımla ifade etmek istiyorum.
Peki bu neyin yolculuğu?
Bu doğa adına değiştirdiğim
alışkanlıklarımı sınama ve insanlara
anlatma yolculuğu. Bu paraya
odaklanmadan, insan hoşgörü ve
cömertliğine güvenme yolculuğu.
Nasıl bir sonuç elde edersen
amacına ulaşmış olacağını
düşünürsün?
Birden fazla beklentim vardı, bunlardan
birini tamamladık sayılır ki bu da
tur eşyalarını ödünç olarak karşılamaktı.
45’e yakın destekçiyle bana gereken ucuzpahalı eşyaları altı aylığına ödünç aldım. Bu
aşamada yola çıkmadan bir sonuç alabildik.
Diğer beklentim, ki en önemlisi; yolu
tamamlayıp dönmek, yolda insanlara
gerekli paylaşımları yapabilmek diyebilirim.
bence devam etmekte olan duruma en
gerekli savunmayı oluşturacaktır.
Iklimlerin değişimi, küresel
ısınma, su kaynaklarının yok
olması, ormanların azalması...
Adım adım kendini yok
eden bir süreçin ve sistemin
içindeyiz. Tüm bu kabusun
kaynakları, sebepleri için neler
söyleyebilirsin?
Şimdi burada, herhalde insan özünde
mi böyle, yoksa dıştan gelen etkilerle
mi böyle oluyor diye sormak lazım
bence. Bana sorarsan, özümüz bu
kadar kirli olmamalı. Özümüzü
yaşamak yerine, kendimize altından
bir kafes oluşturmuşuz, bu sebeple
sahte mutluluğumuz içinde çırpındıkça
daha vahşi oluyor, kafesteki diğerlerine
Ailen ve okul hayatın
saldırıyoruz. Kafesin dışına çıkmak ise
planladığın şeylerde ne kadar
oldukça ürkütücü.
etkili oldular?
Ve evet küresel ısınma, türlerin yok
Ailemde bisiklete düzenli binen yok,
olması vs. durumları okuyoruz. Ama
vejetaryen beslenen yok, Almanya’ya
bence okumamız gereken ‘kendimizi yok
dört ayda gidecek kadar zamanı olan
ediyoruz’ olmalı. Yani madem benciliz,
yok. Ben de arabaya yönlendirilerek, et
‘kendimizi tüketiyoruz’ diyelim -küresel
yedirilerek büyüdüm.
ısınma demeyelim de, ‘bak olursa su
Boğaziçi Üniversitesi’ne gelince de
yoksunluğu olur’ diyelim; ki herhalde
bunların üstüne, kariyer sevdası başladı.
reklamlar sayesinde sorunların ilişki
Pahalı bir arabam olsun derdindeydim.
kuramadığımız, bizden uzak görünen
Okulu bitirmeye yakın, bu düşüncelerden kısımlarına odaklandırılıyoruz.
sıkılmaya başladım. Hem, işinden istifa
edip yola koyulmak da moda… Benimki Böyle olunca da tabii, küresel ısınma
deyince ‘ee kaç on yıldır küresel
biraz daha erken bir istifa oldu sayılır.
İnşaat Mühendisliği bölümünü bitirdim, ısınıyoruz, sonuç birkaç derece sıcaklık
ama doğanın bağrına beton dökmek gibi artışı’ diye algılanabiliyor.
bir niyetim an itibariyle yok.
Peki dünya bu saatten sonra
Bir süre önce, artık “Dünya’nın
kurtarılabilir bir pozisyonda
olmaktan çok uzakta
olduğunu”okudum.Şimdi ne
olacak? Özellikle genç neslin,
üstlendiğin bu sorumluluğa yönelik
yaklaşımları sence nasıl olacak?
kendini toparlayabilir mi?
hiç hoşuma gitmiyor.
Dahası biz de, yani ufak oyuncular,
bunlara inanıp nasıl doğayı tükettiysek,
aynı şekilde onun için ağıtlar yakıyor,
tövbeler ediyoruz. Ama bunların merkez
nasıl isterse, öyle uygulanması can sıkıcı.
Genç kuşak, bilgiye daha kolay erişiyor
ve bence daha hızlı değişebilme
özelliğine sahip. Değişebilirlik süreci
Öncelikle doğaya çevremde kalan olarak
değil de, bizden önce ve bağımsız var
olarak bakacağım. Sonuçta doğa bize
can verdi. İnsan odaklı bakmamak iyi bir
başlangıç olabilir.
Her ülkenin tüketim faaliyetlerini
görüntülemeye çalışacağım. Çöplükler
bu konuda ilk adım atacağım yerler.
Biz (biz kimiz onu tam kestiremedim
Bilemiyorum, toparlamasa belki de daha
iyi. Az önce konuştuklarımıza göre,
‘İnsanoğlunun milyon senelik saltanatı
artık bitmeli ki diğerleri yaşayabilsin’
demek daha doğrudur belki…
Fotograf çekeceğini biliyorum.
Bir anlamda çevre konusuna
Ben onu okumadım. Bilemiyorum Defne,
değinen pek çok kişinin de
birileri yazıyor, çiziyor. Sonra gelip bize
yüzde gösteriyor, grafik gösteriyor. Büyük gözü olacaksın. Bizler nereye
abilerin dünyanın yaşanır veya yaşanmaz, bakmalıyız?
doğanın bir sınıra kadar yok edilebilir,
Bize kimler bakmalı?
sömürülebilir olmasına karar vermeleri
ama) birbirimize bakalım, bence yeter.
Nasıl bir duruş sergileyeceğimiz de kendi
kararımıza kalsın.
Projene kimler veya hangi
kurumlar destek verdi?
Öncelikle TVD (Vegan ve Vejetaryenler
Derneği Türkiye) destek verdi. 45
kadar bireysel destekçi ihtiyaç listemi
tamamladı.
Televizyon veya radyo
programlarında bu projene yer
verildi mi?
Dört ya da beş radyo programına
katıldım, bazı gazetelere röportaj verdim.
Bir de İMC TV’ye röportaj vermiştim.
Beraberinde götüreceğin
malzemeler nelerdir?
Ana gruplar şöyle; bisiklet, kamp ve
elektronik. Bisikletim üzerinde altı çanta
taşıyor. Bu çantaların içine eşyaları
koyuyorum. Çadır, uyku tulumu, mat
çantaların üstüne sıkıştırılıyor. Laptop,
fotoğraf makinesi ve kamera da çantaların
içine yerleşecek. Bunun haricinde
ayakkabı, güneş kremi, ekstra yemek ve
su, çantalarda kendilerine yer bulacaklar.
Ne kadar zamandır
vejetaryensin? Et yediğin
zamanlardan farklı olarak
doğaya yaklaşımın nasıl?
Eylül 2012’den beri vejetaryen
besleniyorum.Benim önce, yaklaşımım
değişmişti, sonra ise seçimimi yaptım.
Kendimi merkezde gören anlayışımı
sorguladım ve tüm hayvanlara yaşam
hakkı tanımaya karar verdim.
Böylesi bir serüvenden yığınla
hikaye üretmek mümkün. Tüm
bunları ve daha pek çok yazılı,
görsel gözlemlerini yazıya
dökmeyi düşünüyor musun?
Evet fırsat buldukça yazmayı
düşünüyorum, coğrafi ve beşeri
betimlemelerde elim fotoğraf makinesine
gidecek. İnternet buldukça fotoğraflar ve
çok uzun olmamak şartıyla yazılar sosyal
medyadan takip edilebilecek.
Bu söyleşide “olmazsa olmaz,
bundan da bahsetmeliyim”
dediğin başka birşey var mı?
Aklıma gelen ekstra bir şey yok, zaman
ayırdığın için teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim Rüzgar.
Yolun açık olsun,keyifli bir
yolculuk diliyorum.
Veg&Nature 11
Hazırlayan Eşref BALCI / TVD
Yeşil Politika
Yazar: Derek Wall
Çeviren:İlknur Urkun Kelso /Yeni İnsan Yayınevi
Yeşil politika sadece çevre meseleleriyle mi
ilgilenir?
Çaresizlik
Kuyusu
Yazar: Lydia Millet,
Çeviren:Funda
Başak Dörschel /
Kollektif Kitap
On öykü... Hepsinin ortak noktası
Millet’in lafı
insanlar ve hayvanlar. Lydia
kullanarak gerçekle
dil
bir
e
sad
n,
ada
ırm
doland
tokat gibi çarpıyor
r
üle
kurguyu birleştirdiği öyk
n bakan ve kenede
tep
e
şey
Her
insanın yüzüne.
insan denen varlığın
dini dünyanın hakimi sayan
en şiddeti anlatıyor
türd
hayvanlara uyguladığı her
acımasız, kimi
i
kim
n
let’i
Mil
Çaresizlik Kuyusu.
n öykülerini okudukdokunaklı, yer yer mizaha çala
bize ait olmadığını
tan sonra bu dünyanın sadece
dimizi bir kez daha
ken
üp
gör
farklı pencerelerden
yadırgıyoruz.
alıklı öyküler doğayla
Mizah ve empati dolu bu ust
dan insanla meşhur
sıra
bilimin, insanla hayvanın,
thiş çarpışmasına
mü
un
gun
kur
isimlerin, gerçekle
ev sahipliği yapıyor.
Yola bu soruyla koyulan Derek Wall, dünya
tarihi için yeni sayılabilecek yeşil politikayı,
derinlemesine bir analize tabi tutuyor. Tarihsel
bir perspektif ile yeşil hareketi inceleyen Derek
Wall, vakalar ve örnekler ile zenginleştirdiği
kitabını yazarken aynı zamanda sade bir dil
kullanıyor.
Kitap yerel düşünüp küresel hareket eden,
koyduğu yeni ve şenlikli yapısı ile rengarenk
ve çoğulcu politikalar üreten yeşil politikanın
dinamiklerini bir bir analiz ediyor.
Yeşil politikanın nasıl
geliştiğini, hangi
dinamiklerden ve tartışmalardan beslendiğini analiz eden Derek
Wall, aynı zamanda
Yeşiller’in kendi içindeki tartışmalı konularına
da ayna tutuyor.
Bunların yanı sıra,
Türkiye’de ekolojistlerin gündeminden hiç
inmeyen Yeşiller ve
Sol ilişkisini tartışmaya açıyor, dünya
deneyimlerinden
örnekler veriyor.
Kedilerin Felsefesi Filozofların Kedileri
Yazar: Federica Sgarbi Çeviren: Nur Taran / H20 Kitap
Evindeki iktidarı çoktan iki kedisine kaptırmış olan felsefeci Federica Sgarbi de bir arkadaşından işittiği bu sözlere inat, yaşadığı şehirdeki bir hayvan barınağına gider ve oradaki kedilere bir yuva bulmak üzere felsefenin aracılığına başvurur.
Tabii bu konuda en önemli yardımcıları Immanuel Kant’tan Bertrand Russel’a pek çok filozof olacaktır.
Filozoflar da tıpkı edebiyatçılar gibi kedisiz yapamamışlardır. Birlikte yaşadıkları kedileriyle ilişkilerini; hayvan sevgisi, bakımı,
evlat edinilmesi gibi konuların ötesinde ele almışlar ve bir anlamda “Kedilerin Felsefesi” ni oluşturmuşlardır. Harold Weiss’in
“Bir kedi asla alelade bir kitabın üzerinde uyumaz”, sözüyle dikkat çektiği gibi “Filozofların Kedileri” de özeldir. Kitapta bu ikili
ilişkiye dair pek çok örnek paylaşılıyor.
Veg&Nature 12
Hayvanlar Üzerine
Yazar: Elias Canetti / Sel
Yayıncılık
Politik, oyunbaz, alet
yapan, konuşan, bilen
insan tanımlamalarının
ortak endişesi, insanı
diğer hayvanlardan ayıran
özelliği bulmaktır. Peki insanın içindeki hayvan(lar)
ve hayvanın içindeki
insan(lar)dan bahsetmek
bu kadar imkansız mıdır?
Uzun yıllarını iktidar
ilişkileri ve kitlelerin davranış biçimleri üzerine
düşünerek geçiren Elias
Canetti için insanlarla hayvanların ilişkileri ve bunların geçirgenliği her zaman ilham kaynağı olmuştur. Ancak Nobel ödüllü
yazar bu defa, hayatı boyunca hayvanlara, ama en çok da onların insanlarla arasındaki hiyerarşik ilişkiye dair tuttuğu notlar,
aforizmalar, anılar otobiyografik ögeler taşıyan kısa ancak çarpıcı
öykülerle “türcülüğün” kalbine adeta bıçak saplıyor.
Canetti vahşi ve evcil insan, kılık değiştiren hayvan öyküleriyle
metamorfoz hikayelerinin bir araya geldiği Hayvanlar Üzerine’de
insan-hayvan, av-avcı, yetişkin-çocuk, efendi-köle gibi tahakküme dayalı ilişkileri tersyüz ederek adeta kıyamet sonrası atmosferi yaratıyor. Canetti yadırgatıcı ancak şiirsel diliyle insanın
içindeki hayvanlara özgü vahşetin peşinde...
Veganizm: Ahlakı, Siyaseti ve
Mücadelesi / (e-kitap)
Yazarlar: Zülâl Kalkandelen - Can Başkent /
Söyleşi / Propaganda Yayınları
Veganizm üzerine yazılmış ilk Türkçe kitap.
Veganlar bilir, hayvan haklarından söz etmeye
başladığınız anda olumsuz tepkiler almaya
başlarsınız, hatta işi hakarete vardıranlar olur.
Ancak bunun yanında, dünyada yavaş da
olsa giderek daha fazla ilgi görmeye başlayan
veganizmi anlamaya çalışanlar, merak edenler
de var. Bu kitabın amacı, hem akıllarda yanlış
bilgilenme sonucu yer eden görüşlere bir
karşılık vermek, hem de veganizmi bir felsefe ve
yaşam pratiği olarak merak edenlerin sorularına
yanıt oluşturmak.
“Kitabı yazarken, herhangi bir sınırlama olmadan, en içten düşüncelerimizi ve kişisel yaklaşımlarımızı mütevazı bir şekilde paylaştık. Elbette veganizm konusunda ikimizin aynı görüşte
olmadığı hususlar da vardı. Her düşünce ya da
felsefe akımında olduğu gibi, veganizmin içinde
de farklı yorumlar, yönelimler var. Dolayısıyla
okuduklarınızla hemfikir olabileceğiniz gibi,
katılmadığınız noktalar da mutlaka olacaktır.
Ancak sonuçta önemli olan, ilerdeki sayfalarda
tartışmaya sunduğumuz görüşler ve bakış açısı;
onu aktarabildiysek, kitap da işlevini yerine getirmiş demektir. Belki fazla romantik ve ütopik
gelebilir ama biz, “daha barışçıl, başka bir dünya
mümkün” diyenlerdeniz. Umarız okuyanlar da,
bizim yazarken aldığımız keyfi alabilir.”
Veg&Nature 13
BAHAR MUCİZELERİ
Bahar, özlediğimiz sıcaklığı ve baş döndüren kokularıyla tekrar geldi
aramıza. Tüm güzelliği ve bereketiyle bir kez daha bizi selamlıyor güneş.
Doğanın bizlere sunduğu bu mucize gıdaların tam mevsimindeyiz.
Bu güzellikleri atlamayın.
SEMİZOTU
Yeşil yapraklılar içinde bilinen “en iyi Omega-3 kaynağı”dır.
Eğer hayvansal ürün tüketmiyorsanız, sizin için vazgeçilmez
bir besin!
Semizotu, Vitamin A, B1, B2, B3, B6, C ve E mineral içeriği,
kalsiyum, bakır, magnezyum, manganez, demir, fosfor ve
potasyum içeren bakımından zengindir. Aynı zamanda, antioksidanlar ve diyet lifi için iyi bir kaynaktır.
Bu mucize sebze, doğal bir antioksidan olarak tanınan A
vitamini açısından çok zengindir. Yeşil yapraklılar arasında en
yüksek A Vitamini kaynaklarından biridir. 100 gr çiğ semizoVeg&Nature 14
tu, günlük ihtiyacınız olan A vitaminin yaklaşık “% 44’ünü”
karşılar. (USDA)
Bütün bu zengin özelliklerinin yanında oldukça düşük kalorilidir. 100 gr. ortalama 16 kalori içerir.
Ispanaktan 6 kat daha fazla E vitamini, havuçtan 7 kat fazla
beta-karoten içerir. F Vitamini olarak da bilinen, Omega-3
yağ asitlerinden ALA(alfa-linolenik asit) içeriği, maruldan 15
kat daha fazladır.
Özellikle vejetaryen ya da vegansanız, zengin Omega-3 kaynağı olan bu benzersiz sebzenin tam da mevsimindeyiz! Tavsiye;
çiğ tüketmeyi tercih edin.
(100 gr/çiğ)
Kaynak
Enerji
Karbonhidratlar
Protein
Toplam Yağ
Kolesterol
Vitaminler
Folatlar
Niasin
Pantotenik asit
Piridoksin
B 2 vitamini
Tiamin
Vitamin A
Vitamin C
Elektrolitler
Sodyum
Potasyum
Mineraller
Kalsiyum
Bakır
Demir
Magnezyum
Manganez
Fosfor
Selenyum
Çinko
Besin Değeri
Günlük ihtiyacı
karşılama %
taşıyan hastalara sadece enginar yaprağı özü önerilmiş ve söz
konusu hastaların kolesterol seviyelerinde azalma tespit edildi.
16 Kcal
3.4 g
1.30 g
0.1 g
0 mg
% 1.5
%3
%2
% 0.5
%0
Kanserle savaşan bir sebzedir. Comenius Üniversitesinde yapılan bir çalışmada enginar yaprağı özünün lösemi hücrelerinin
büyümesini engellediği görülmüştür.
12 ug
0.480 mg
0.036 mg
0.073 mg
0.112 mg
0.047 mg
1320 IU
21 mg
%3
%3
%1
% 5.5 ‘
% 8.5
%4
% 44
% 35
45 mg
494 mg
%3
% 10.5
65 mg
0.113 mg
1.99 mg
68 mg
0.303 mg
44 mg
0.9 ug
0.17 mg
% 6.5
% 12.5
% 25
% 17
% 13
%6
%2
% 1.5
Kaynak: USDA
Lif zengini bir bitkidir. Anti-inflamatuar (iltihap önleyicigiderici) hazinesidir. ABD Tarım Bakanlığı’nın yaptığı bir
araştırmanın sonucuna göre; “total antioksidan bakımından
en iyi sebzedir”. Enginar yapraklarının kolesterolü düşürücü
ve gastrointestinal (mide-bağırsak) etkisi nedeniyle mucizevi
yaprakları da tüketilmelidir.
(100 gr/çiğ)
Kaynak
Enerji
Karbonhidratlar
Protein
Toplam Yağ
Kolesterol
Diyet Lif
Vitaminler
Folatlar
Niasin
Pantotenik asit
Piridoksin
B 2 vitamini
Tiamin
Vitamin C
Vitamin A
E vitamini
K vitamini
Elektrolitler
Sodyum
Potasyum
Mineraller
Kalsiyum
Bakır
Demir
Magnezyum
Manganez
Fosfor
Selenyum
Çinko
Besin Değeri
Günlük ihtiyacı
karşılama %
47 Kcal
10.51 g
3.27 g
0.15 g
0 mg
5.4 g
%2
%8
%6
% 0.5
%0
% 14
68 ug
1.046 mg
0,338 mg
0.116 mg
0.066 mg
0.072 mg
11.7 mg
13 IU
0.19 mg
14.8 mikrogram
% 17
% 6.5
%7
%9
%5
%6
% 20
% 0.5
%1
% 12
94 mg
370 mg
%6
%8
44 mg
0.231 mg
1.28 mg
60 mg
0.256 mg
90 mg
0.2 ug
0.49 mg
%4
% 27
% 16
% 15.
% 11
% 13
<% 0.5
% 4.5
Kaynak: USDA
ENGİNAR
İyi bir gıda olmasının yanında değerli bir ilaçtır. İyi bir magnezyum kaynağıdır; 1 enginar 77 mg magnezyum içerir ve
sadece 60 kaloridir. Magnezyum kas kramplarını önlemek için
gereklidir.
Taze enginar mükemmel bir folik asit kaynağıdır. 100 gr.’ında
68 mikrogram folik asit, yani günlük ihtiyacımızın %17’si
bulunur. Doku ve hücre hasarını azaltan polifenol içerir.
Böbrekler, karaciğer ve damar sertliği için oldukça faydalıdır. Kolesterol düşürücü etkisi vardır. İngiltere Reading
Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmada yüksek kolesterol
Veg&Nature 15
KUŞKONMAZ
En iyi vejetaryen/vegan folik asit kaynaklarından biridir.
Anti-inflamatuar (iltihap önleyici-giderici) özeliği vardır.
Çeşitli antioksidanlara ek olarak değerli miktarda glutatyon (GSH) içerir.
Lahana, karnabahar, ıspanak gibi sebzelerin çok üstünde
antioksidan değeri vardır. Önemli miktarda inülin içerir.
Kolesterolü düşürür. Emziren annelerde süt üretimini artırır. Eşsiz mineral profili nedeniyle idrar söktürücü özelliği
vardır. Böbrek taşlarını önlemeye yardımcı olur. Alkali
gıdalar listesinin üst sıralarında yer alır.
Yüksek miktarda K vitamini içerir. Oldukça düşük kalorilidir; 100 gr kuşkonmazda yaklaşık 20 kalori vardır.
Kuşkonmazı tüketirken dikkat edilmesi gerekenlerin
başında, raf ömrü ve saklama koşulları geliyor. Kuşkonmaz
çabuk bozulan bir bitkidir. Kısa sürede tüketilmelidir. B6
vitamini, kalsiyum, çinko ve magnezyum açısından mükemmel bir kaynaktır. Ayrıca lif açısından da çok zengindir.
Çeşitli farklı tarifler deneyebileceğiniz gibi, buharda pişirerek
salatalarınızda pratik olarak kullanabilirsiniz. Püf noktası:
Yeşil ve ince kuşkonmazların genellikle dış kabuğu soyulmaz.
Kalın kuşkonmazların daha açık renk olan alt kısımları odunsu olduğundan en sert bölümün 1/3 oranında kesilmesi ve üst
kısımların soyulması gerekecektir.
(100 gr/çiğ)
Kaynak
Enerji
Karbonhidratlar
Protein
Toplam Yağ
Kolesterol
Diyet Lif
Vitaminler
Folatlar
Niasin
Pantotenik asit
Piridoksin
B 2 vitamini
Tiamin
Vitamin C
Vitamin A
E vitamini
K vitamini
Elektrolitler
Sodyum
Potasyum
Mineraller
Kalsiyum
Bakır
Demir
Magnezyum
Manganez
Fosfor
Selenyum
Çinko
Kaynak: USDA
Veg&Nature 16
Besin Değeri
Günlük ihtiyacı karşılama
%
20 Kcal
3.38 g
2.20 g
0.12 g
0 mg
2.1 g
%1
% 2.5
%4
% 0.5
%0
% 5.5 ‘
52 ug
0.978 mg
0.274 mg
0.091 mg
0.141 mg
0.143 mg
5.6 mg
756 IU
1.13 mg
41.6 mikrogram
% 13
%6
%5
%7
% 11
% 12
%9
% 25
% 7.5
% 35
2 mg
202 mg
<% 1
%4
24 mg
0.189 mg
1.14 mg
14 mg
0.158 mg
52 mg
2.3 ug
0.54 mg
% 2.5
% 21
% 14
%1
%7
% 7.5
%4
%5
ÇİLEK
Potasyum ve lif açısından oldukça zengindir. Çilekte bol
bulunan flavonoid, antioksidan özelliği ile bedeni korur. UV
ışınları gibi çevresel faktörlerin neden olduğu cilt hasarlarının
onarımı için yüksek antioksidan yüklüdür. Cilt için son derece
yararlı, anti-aging bir besindir.
Çilekte mevcut olan ve çileğe kırmızı rengini veren antosiyaninler, kalp hastalıkları ve kansere karşı önemli bir
koruyucudurlar.
Clemson Üniversitesi araştrmacıları, in-vitro hücreler üzerin(100 gr/çiğ)
Kaynak
Enerji
Karbonhidratlar
Protein
Toplam Yağ
Kolesterol
Diyet Lif
Vitaminler
Folatlar
Niasin
Pantotenik asit
Piridoksin
B 2 vitamini
Vitamin A
Vitamin C
E vitamini
K vitamini
Elektrolitler
Sodyum
Potasyum
Mineraller
Kalsiyum
Demir
Magnezyum
Manganez
Çinko
Kaynak: USDA
Besin Değeri
Günlük ihtiyacı karşılama
%
32 Kcal
7.7 g
0.67 g
0.30 g
0 mg
2.0 g
% 1.5
%6
% 0.1
%1
%0
%5
24 ug
0,386 mg
0.125 mg
0.047 mg
0.022 mg
12 IU
58.8 mg
0.29 mg
2.2 ug
%6
% 2.5
% 2.5
% 3.5
%2
% 0.5
% 98
%2
%2
1 mg
153 mg
%0
%3
16 mg
0.41 mg
13 mg
0,386 mg
0.14 mg
% 1.6
%5
%3
% 17
%1
(100 gr/çiğ)
de yaptıkları deneylerde, dondurulup kurutulmuş meyve özlerini, iki göğüs kanseri hücresi ve servikal (rahim ağzı) kanser
kültürü üzerinde test etmişler, çalışma sonunda çilek özünün
servikal ve göğüs kanseri hücrelerinin büyüyüp gelişmesini
önemli oranda engellediği sonucuna varmışlardır.
Sadece 5 çilek, 3 elmadan daha fazla antioksidan, 1 portakaldan daha fazla C vitamini içerir.
Psikologlar, kırmızı meyvelerin beyne enerji mesajı gönderdiğini kanıtlamışlardır. Sabah daha çabuk ayılabilmek için 1 avuç
çilekle güne başlayabilirsiniz.
1 büyük porsiyon çilek, günlük gerekli folik asit miktarının
Kaynak
Enerji
Karbonhidratlar
Protein
Toplam Yağ
Kolesterol
Diyet Lif
Vitaminler
Folatlar
Niasin
Pantotenik asit
Piridoksin
B 2 vitamini
A Vitamini
Vitamin C
E vitamini
K vitamini
Tiamin
Elektrolitler
Sodyum
Potasyum
Mineraller
Kalsiyum
Bakır
Demir
Magnezyum
Manganez
Fosfor
Çinko
Besin Değeri
Günlük ihtiyacı karşılama
%
63 Kcal
16.1 g
1.06 g
0.2 g
0 mg
2.1 g
%3
% 12
%2
%1
%0
% 5.5
4 ug
0,154 mg
0.199 mg
0.049 mg
0.033 mg
640 IU
7 mg
0.07 mg
2.1 ug
0.027 mg
%1
%1
%4
%4
% 2.5
% 21
% 11
% 0.5
%2
%2
0 mg
222 mg
%0
%5
13 mg
0.060 mg
0.36 mg
11 mg
0,070 mg
21 mg
0.07 mg
% 1.3
%7
% 4.5
%3
%3
%3
% 0.5
Kaynak: USDA
yarıdan fazlasını karşılar.
KİRAZ
Güçlü anti-inflamatuar özelliktedir. A vitaminince zengindir.
Michigan State Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmaya göre,
20 kirazda bir aspirinden 10 kat daha fazla etkili olmasını
sağlayan siyanin(12-25 mg) içeriği mevcuttur. Ayrıca, Antosiyaninler olarak adlandırılan kanser hücresinin büyümesini
engelleyen bitkisel pigment içerir.
Birkaç doğal melatonin kaynağından biridir. Melatonin, epifiz
bezi tarafından beyinde üretilen bir hormondur ve bedenin iç
saatini düzenler. Bu nedenle iyi bir uyku sağlar, uyku düzensizliklerini gidermeye yardımcı olur.
Yüksek pektin ve çözülebilir lif sayesinde, kolesterolü düşürücü etki gösterir. Kan şekerini düşürücü etkisi vardır. İçeriğinde
bulunan kinik asit sebebiyle idrar söktürücü özelliği ile böbrek
dostu olan kiraz, taş ve kum oluşumunu da önler. Kansere karşı koruyucudur. Kiraz sapları idrar söktürücü özelliğe sahiptir.
Kan basıncını düzenler. B12 dışında tüm B vitaminlerini içerir.
Rengi ne kadar koyuysa besleyici değeri ve antioksidan etkisi
de o derece yüksektir.
Veg&Nature 17
Yapay Et :
Maastricht Üniversitesi
Profesör Mark Post
Geleneksel
Etin Geleceği
Derleyen Uğur Özkan (TVD)
5
Ağustos 2013 tarihinde dünyanın ilk laboratuvar üretimi eti
pişirildi ve yendi. Maastricht
Üniversitesi’nden Profesör Mark Post liderliğindeki Hollandalı bilim insanları,
bir inekten kök hücreler alarak bunları
kas şeritlerinin arasına yerleştirdiler ve
burada gelişmelerini sağladılar. İngiltere’ nin önde gelen restoranlarından olan
Couch’s Great House Restaurant’ ın şef
aşçısı Richard McGeown tarafından
pişirilen ve gıda araştırmacısı Hanni
Ruetzler ile Jason Schonwald tarafından tadılan yapay et hakkında Ruetzler
izlenimini şöyle ifade etti:
‘İçinde bir hayli aroma barındırıyor.
Yağsız olduğunu biliyordum, bu yüzden
ne kadar sulu olabileceği konusunda
bir fikrim yoktu fakat yoğun bir lezzeti
var. Et kadar sulu değil fakat kıvamı
mükemmel. Bu, benim için tam olarak
et. Gerçekten yenecek bir şey ve bence
görüntüsü ete çok yakın.’
Tüm dünyanın şaşkınlıkla izlediği olay,
geleceğe yönelik umut vaat ederken
bazı soruları da beraberinde getirdi.
Gelecekte geleneksel etin yerini alması
durumunda hayvancılığın çevreye
verdiği büyük zararı yok edecek ve aynı
zamanda et üretimi için milyarlarca
hayvanın acı çekmesi zorunluluğunu
da ortadan kaldıracak mı? Öte yandan
yapay ete ne zaman herkesin ulaşabileceği de merak konusu. Şimdi tüm bu
konularla ilgili olarak hayvancılığın
zararlarından başlayarak bilimsel veriler
ışığında kısa bir incelemede bulunalım.
Hayvancılığın Çevresel Etkileri:
Birleşmiş Milletler Tarım ve Gıda Örgütü’ nün 2006 tarihli ve ‘Livestock’s Long
Shadow: Environmental Issues and
Options (Hayvancılığın Uzun Gölgesi:
Çevresel Konular ve Seçenekler)’ adlı
raporuna göre;
• Hayvancılık faaliyetleri sonucu
oldukça yoğun bir biçimde sera gazları
Veg&Nature 18
(karbondioksit, metan, azot oksit)
yayılmaktadır. Örneğin giderek artan
sayıda hayvan üretimi ve buna bağlı
olarak doğal alanların yok edilmesi, her
yıl yaklaşık 2,4 milyar ton karbondioksit emisyonuna sebep olmaktadır. Aynı
şekilde hayvanların sadece sindirim
süreçleri ve dışkıları ortalama 100
milyon ton metan gazı emisyonuna
sebep olmaktadır. Tüm dünyadaki karbondioksit emisyonunun %9 ’u, metan
emisyonunun %37’ si ve azot oksit
emisyonunun %65’ i, sadece hayvancılık
faaliyetleri sonucu açığa çıkmaktadır.
Bu değerler tüm dünyadaki motorlu
taşıtların emisyonundan fazladır ve her
yıl artmaktadır.
bu oranlar giderek artmaktadır. Bu, pek
çok canlının neslinin tükenmesine de
doğrudan katkı sağlamaktadır.
karşımıza çıkan tablo gerçekten çok
karanlık.
Hayvancılık sektörünün pek bilinmeyen
Bunlar, hayvancılık sektörünün zararla- (ve bazen önemsenmeyen) bir yönü
rından yalnızca birkaçı ki gördüğümüz de hayvanların çektiği eziyetlerdir.
gibi azımsanamayacak düzeyde önemli. Doğduğu andan öldürüleceği ana kadar
Dünya nüfusunun ve buna bağlı olarak türlü eziyetlere maruz kalan ve büyük
gıda tüketiminin büyük bir hızla arttığı- çoğunluğu küçücük hücrelerde, kendi
nı da göz önünde bulundurduğumuzda dışkılarının içinde yaşayan milyarlarca
• Tüm dünyadaki su kullanımının %8’
i sadece hayvancılık sektörüne aittir ve
her geçen gün artmaktadır. Su sınırlı bir
kaynaktır ve bu oran çok yüksektir.
• Hayvancılık, giderek artan yem ihtiyacı ve bunun için gereken büyük alanlar
dolayısı ile doğal alanların ve ormanların yok edilmesinin başlıca sebeplerindendir. Örneğin dünya üzerindeki tüm
ekilebilir alanının %70’ i ve buzullar
dışında kalan tüm dünya alanının %30’
u sadece hayvancılık sektörüne aittir ve
Veg&Nature 19
hayvanın kısacık hayatları, mezbahalarda son bulmaktadır.
Yapay et, yukarıda değinilen çevresel
sorunlarla birlikte artık yiyecek adına
acı çekecek hayvan sayısının daha az
olacağını vaat ediyor. Projeyi yürüten araştırmacı Profesör Post, yapay
et sayesinde bir yandan hızla artan
dünya nüfusu için efektif bir besin ve
protein kaynağı sağlarken bir yandan
da geleneksel hayvancılık yöntemlerinin dünyaya ve hayvanlara verdiği
zarardan kaçınılabileceğini söylüyor.
Oxford Üniversitesi’nden felsefeci ve
biyoetikçi Profesör Julian Savulescu,
yapay et hakkında şöyle diyor: ‘Yapay et
hayvanlara uygulanan eziyeti sonlandıracaktır. Çevre için, sağlığımız için iyi
bir alternatiftir. Bu çalışmayı desteklemek ahlaki zorunluluğumuzdur.’
Et Konsorsiyumu, yakın gelecekte
teknolojideki ilerlemelerle de birlikte
3500 € maliyetle bir ton yapay et üretilebileceğini öngörüyor.
‘Bu iyi bir başlangıç.’ diyor profesör
Post, ve ekliyor; ‘Bunu gerçekten yapabileceğimizi gösterdik.’
Yapay et, eğer planlandığı gibi geniş
çaplı üretime geçerek market raflarında
yerini alabilirse bunun hem dünyamız
için hem de hayvanlar için çok daha iyi
olacağından kuşku yok.
Fakat gözden geçirilmesi gereken bir
konu var; acaba laboratuar ortamında
üretilen yapay etin üretimi için gerçekten hiçbir canlının acı çekmesine
ya da köleleştirilmesine ihtiyaç yok
mu? Ne yazık ki; yapay etin üretimine başlanabilmesi için kök hücreler
olmazsa olmazdır ve bu da sadece bir
Yapay etle ilgili bir sorun da işin ekonomik boyutu. Laboratuvarda üretilen başka hayvandan alınabilir. Yani laboratuar ortamında hücre verecek bir
normal bir hamburger eti büyüklüdonörün varlığına ihtiyaç var. Diğer
ğündeki bu ilk yapay et, 325.000 $’
bir değişle yapay et ‘vejetaryen/vegan’
a ve pek çok bilim insanının 2 yıllık
çalışmasına mal oldu. Teknolojik geliş- değildir. Fakat halihazırda milyarlarca
melerle birlikte bu maliyetin düşeceği hayvanın eziyet gördüğü endüstriyel
ve yapay etin market raflarında yerini çiftliklerden daha iyi bir seçenek olduğu da kuşkusuzdur.
alabileceği öngörülürken, profesör
Post bunun için ortalama en az on yıla Günün birinde hiç bir hayvanın kulladaha ihtiyaç olduğunu söylüyor. Yapay nılmasına gerek kalmaksızın et üretileVeg&Nature 20
bilirse, bizler ancak aslını yüceltecek bir
taklit olmaması adına bu süreci bir geçiş
dönemi olarak süreli destekleyebiliriz.
Aslolan kendi doğamıza uygun çözümler geliştirmektir.
Vejetaryen
Beslenme
Protein Açlığı
Değildir
Doç.Dr.Müge Özcan
D
eğerli okuyucular, dergimizin bu
ilk sayısında, güncel bilgilerin ve
kendi kişisel deneyimim ışığında
sizi en fazla kafa karıştıran konulardan
biri olan proteinler konusunda aydınlatmak istiyorum.
Ülkemiz; bitkisel proteinler, bunların
geleneksel günlük beslenmemizdeki yeri
ve yemek tarifleri açısından çok zengin.
Bu durumun ülkemiz vejetaryenlerinin
büyük bir kazancı olduğunu düşünüyorum.
Peki protein nedir?
Vücutta ne iş yapar?
Proteinler, “makromolekül” olarak adlandırılan büyük biyolojik moleküllerdir.
Aminoasitlerden oluşan bir veya birden
fazla zincirden meydana gelirler ve
birbirlerinden aminoasit dizilimlerinin
farklılıkları ile ayrılırlar.
Proteinlerin vücutta birçok görevi vardır. Metabolik reaksiyonlarda katalizör
görevi yapmak, genetik materyal olan
DNA’yı çoğaltmak, hücresel uyarılara
yanıt vermek ve molekülleri bir yerden
başka bir yere taşımak bunlar arasında
sayılabilir. Proteinler vücutta bulunan
hücrelerin yapısında yer aldıkları için,
birçok kaynakta vücudun temel taşı
olarak adlandırılırlar.
İnsan vücudu protein sentezleyebilir,
proteinin yapısında bulunan aminoasitlerin de yarıdan fazlası vücutta sentezlenir. Ancak insan vücudunda sentezlenemeyen ve besinlerle dışarıdan alınması
gereken amino asitler vardır ki, bunlara
“esansiyel aminoasitler” denir.
Veg&Nature 21
Protein ihtiyacı ve diyetteki
protein kaynakları
enerji kaynağı olarak yakılması hem böbrekler,
hem de karaciğerin
Yeterli karbonhidrat alan erişkin bir insaişini artırır. Ayrıca,
nın günlük protein ihtiyacı 50-70 gramdiyette gereğinden
dır. Alınan günlük kalorinin %12-15’ini
fazla protein ve
proteinlerin oluşturması önerilmektedir.
Burada, yeterli karbonhidrat alımı önem- özellikle haylidir, çünkü yeterli karbonhidrat alınmaz- vansal protein
sa, diyetteki protein enerji kazanmak için bulunması,
kalp hastalığı,
kullanılır ve yukarıda bahsedilen hücre
inme, koloişlevleri için yeterli protein kalmaz.
rektal (kalın
Besinlerle alınan proteinler vücutta amibarsak) kanser
noasitlerine ayrılır ve bu aminoasitler bir
protein havuzuna konulur. Günlük protein ve osteoporoz
ihtiyacı için kullanılacak proteinler bu ha- (kemik erimesi) ile
vuzdan alınarak kullanılır. Artan proteinler ilişkilendirilmiştir.
enerji kaynağı olarak yakılır, eğer enerji
Et yemeden de sağlıklı
fazlası varsa da, yağ olarak depolanır.
protein alınır
İnsanlarda protein eksikliği, ancak besYukarıda bahsettiğim, insan vücudunda
lenme yetersizliği durumlarında ortaya
sentezlenemeyen ve besinlerle alınmaçıkabilir, bu nedenle de “protein – enerji
sı gereken aminoasitlerin, çok da eski
beslenme bozukluğu” (kwashiorkor)
olmayan yıllarda, sadece hayvansal beolarak adlandırılır. Yeterli beslenen bir
sinlerden alınabileceği kabul ediliyordu.
insanda protein eksikliği olması çok çok
Ancak bu doğru değildir. Bitkisel protezordur. Bunun nedeni, yukarıda bahsetinler, insan vücudunun gerek duyduğu
tiğim gibi, yediğimiz bitkisel veya haybütün aminoasitleri içerir. Doğru olan
vansal her besinin protein içermesidir.
Gerçekte Batı tarzı beslenme, gereğinden bilgi, hayvansal besinlerin ve özellikle
etin esansiyel aminoasitlerin hepsini
fazla protein içermektedir. Gereğinden
içerdiği, ama soya dışında, hiçbir bitkifazla protein alındığında, ihtiyaç fazlası
sel protein kaynağının tek başına bütün
protein enerji kaynağı olarak kullanılır;
esansiyel aminoasitleri içermediğidir.
ancak proteinlerin enerji kaynağı olarak
Yani, vejetaryenler protein kaynağı olarak
kullanılması, bunların metabolizma
sadece soya yerse, esansiyel aminoasitler
artıklarının (özellikle de ürenin) vücuttan atılmasını gerektirir. Fazla proteinin
de dahil olmak üzere, protein ihtiyacının
Aslında yediğimiz her besinde protein vardır, çünkü proteinler
insan vücudunda olduğu gibi, bütün canlıların hücrelerinin
yapısında bulunur. Bu nedenle, hem bitkisel, hem de hayvansal besinler protein kaynağıdır. Halbuki toplumdaki genel
görüş, vücudun protein ihtiyacının sadece hayvansal proteinlerden karşılanabileceği ve eğer hayvansal besinler alınmazsa,
vücutta protein eksikliği ortaya çıkacağıdır.
Veg&Nature 22
tümünü bu şekilde karşılayabilir. Ama
insanlar tek bir besinle beslenen canlılar
değildir, ayrıca da birçok bitkisel protein
kaynağı vardır.
Bitkisel protein kaynaklarını üç ana
başlıkta toplayabiliriz:
1. Baklagiller: Mercimek, kuru fasulye,
nohut, barbunya, börülce, bezelye, soya
fasulyesi, vb.
2. Tahıllar: Pirinç, mısır, yulaf, çavdar,
buğday, vb.
3. Yağlı tohumlar ve kuru yemişler:
Ceviz, fındık, yer fıstığı, badem, susam,
ketentohumu, kabak çekirdeği, ayçekirdeği, vb.
Baklagiller
Her ne kadar soya vejetaryen beslenmesinde önemli bir protein kaynağıysa
da, Türk sofra alışkanlığında yer alan
bir besin değildir ve kişisel deneyimime göre de, soya ürünleri Türk damak
tadına uymamaktadır. Tabii, farklı
kişisel görüşler olabilir! Soya ve soya
ürünlerinin fazlaca kullanıldığı Uzak
Doğu’da tahıl kaynağı pirinçtir ve kuru
fasulye, mercimek, barbunya gibi diğer
baklagiller marketlerde bulunmamakta
ve yöre halkı tarafından da tanınmamaktadır. Türk sofra alışkanlığındaki ana
tahıl ise buğdaydır ve Türk mutfağında
mercimekten nohuta, kuru fasulyeden
barbunyaya birçok baklagil, çok değişik
tariflerle, çorbadan tutun da köftesine
kadar kullanılmaktadır. Bunun ne kadar
büyük bir şans olduğunu Uzak Doğu
ziyaretlerimden sonra anladım. Zira tofu
ve tempeh’i Türkiye’de bulamıyorum
diye çok üzülüyordum, ama tadınca da
beğenmedim. Bizim baklagil tariflerimiz
bunlardan çok daha lezzetli.
Baklagiller önemli bitkisel protein kay-
Fazla miktarda hayvansal protein
alınması, sıklıkla fazla miktarda
hayvansal doymuş yağ alınması ile
birlikte olur, çünkü en yağsız görünen
ette bile kolesterol ve doğmuş yağlar
bulunur. Halbuki bitkisel besinlerde
hiç kolesterol bulunmaz.
naklarıdır. Örnek verecek olursak, bir su
bardağı (250 ml) pişmiş mercimek veya
kuru fasulyede 14-18 gram, aynı miktarda pişmiş soyada ise 28 gram protein
vardır. Karşılaştırmak istersek, bir tavuk
budunda 15 gram, 120 gram köftede 19
gram protein bulunur.
Tahıllar
Tahıllar da, özellikle kabukları ile birlikte yenildiklerinde önemli protein
kaynağıdırlar. Geleneksel yiyeceğimiz
olan bulgur, vejetaryenler için önemli bir
protein kaynağı olabilir. Bir karbonhidrat
kaynağı olarak gördüğümüz ekmek de,
özellikle tam buğday unundan yapılmış
ise, iyi bir protein kaynağıdır. Buğdayda
%15 oranında protein bulunur, bu oran
pirinç için %9’dur.
Yağlı tohumlar ve kuru yemişler
Bu besinlerin protein kaynağı oldukları
genellikle bilinmez. Aslında hem protein,
hem de yağ açısından çok zenginlerdir.
Örnek vermemiz gerekirse, kabak çekirdeğindeki protein oranı %17’dir. Kültürümüzde oldukça sık kullanılan ceviz
ve fındık da önemli protein kaynakları
olmalarının yanı sıra, omega-3 yağlar
açısından da çok zengindirler.
Vejetaryenler protein planlama- basını tam buğday ekmeği ile yiyebilirsiniz.
Erişteli yeşil mercimek çorbası da aynı işi
sı yapmalı mı?
Eğer her gün soya yemiyorsanız -ki Türk
toplumunda çoğunlukla durumun böyle
olduğunu sanıyorum, vejetaryenler ve
özellikle hiçbir hayvansal ürün tüketmeyen veganlar, bitkisel protein kaynaklarını
kombine ederek protein ihtiyaçlarını karşılama yoluna gitmelidirler. Ama bu oturup defter kalemle bir şeyler hesaplamak
demek değil! Sadece yukarıda belirttiğim 3
protein grubunu her gün yemeleri gereklidir. Kültürümüzde sık olarak yenilen ve
sevilen kuru fasulye ve bulgur pilavı buna
örnek olarak verilebilir. Kuru fasulye pilav
yiyerek, tahıl ve baklagili kombine etmiş
olursunuz. Yanında yediğiniz salatanıza
keten tohumu veya kabak çekirdeği ekleyebilirsiniz. İşte, üç protein kaynağını kombine ettiniz! Humus yediğinizde, nohut ve
susamı (tahin susamdan yapılır) birlikte
yemiş olursunuz. Kırmızı mercimek çor-
yapar. Her gün bir avuç fındık ya da ceviz
yemeği alışkanlık haline getirebilirsiniz. Bu
şekilde, hiç yorulmadan, günlük protein
ihtiyacınızı alabilirsiniz. Türk mutfağı
vejetaryenler için bir cennet derken, görüyorsunuz ki doğru söylemişim -ki daha
zeytinyağlılara hiç girmedik!
Önemli noktalar
1. Her beslenme tarzında olduğu gibi,
vejetaryen beslenmede de karbonhidratların yeterli olarak alınması gereklidir. Yoksa diyetteki proteinler enerji
kaynağı olarak kullanılır.
2. Bitkisel besinler insan vücuduna
gerekli olan bütün aminoasitleri içerir,
ancak günlük beslenmede bitkisel protein kaynakları olan baklagiller, tahıllar
ile yağlı tohumlar ve kuru yemişleri
kombine etmek gerekir.
Doktordan humus tarifi :)
akan ılık su altında ovalayalım, çıkan kabukları atalım.
Humus, kabuğu ayıklanmış nohutla yapılırsa
Sevgili okurlar, gençliğimden beri bir yemek kitabı yazmak
çok daha güzel olur. Eğer üşenmiyorsak,
istiyorum. Yazmaya çorbalardan başladım, ama vakit
nohutların kabuklarını soyalım.
çok az, yeterli zaman ayıramıyorum, bu nedenle de bu işi
Sarımsağı soyup küçük küçük
emekliliğe erteledim. Ama vejetaryenler için mükemmel bir
doğradıktan sonra, bir tavaya
protein kaynağı ve de çok lezzetli bir yemek olan humusu
zeytinyağını koyup, sarımsağı
burada tarif etmek istiyorum. Belki bazılarınız bilirsiniz,
öldürelim (böylece humusu
Güney Anadolu’da sadece humus satan dükkanlar vardır,
yedikten sonra sarımsak
sadece öğle vakti çalışırlar, daha çok işyerlerinde çalışanlar
kokmayız, ama sarımsağın
burada yemek yer. Ben çocukken bir aile dostumuzun humus
tadından da vazgeçmemiş
dükkanı vardı. O zamanlar da yemek yapmaya meraklı
oluruz). Bir rondoya nohut, yağda
olduğum için, mutfağa geçer, ustayı seyrederdim. Tabii, şimdi
öldürülmüş sarımsak ve yağ, limon
size nohut kabuklarının tek tek elle soyulduğu ve nohutun
suyu, tahin ve tuzu koyup, rondoyu
tokmakla ezildiği bu tarifi vermeyeceğim, daha pratik bir tarif
çalıştıralım. Humusun koyu bir macun
vereceğim.
kıvamında ve pürüzsüz olması gerekir. Eğer taneli ve daha
Malzemeler:
koyu ise, ayırdığımız haşlama suyundan azar azar ekleyerek
Yarım kilo haşlanmış nohut (konserve olabilir), 3/4 su bardağı kıvamını ayarlayalım. Daha sonra humusumuzu tabağa
alalım. Üstüne az zeytinyağı gezdirelim ve üstünü kimyon,
tahin, yarım çay bardağı zeytinyağı, 5 diş sarımsak, 2 limon
sumak, kırmızı pul biber ve birkaç yaprak maydanoz ile
suyu, tuz, kimyon, sumak, kırmızı pul biber.
süsleyelim.
Yapılışı: Haşlanmış nohutları alalım, ama suyunu
İşte mükemmel bir vejetaryen protein kaynağı! Afiyet olsun!
dökmeyelim, bir kapta saklayalım. Nohutları süzgece alıp,
Veg&Nature 23
“DEVRİM,
ÖZGÜRLÜK”
MESAJINI
YAYMAKLA
BAŞLAR
G
eçtiğimiz aylarda Türkiye’de
neredeyse her gün tanık
olduğumuz şiddet olaylarına
bir yenisi eklendi. Eskişehir’de bir
üniversitelinin evinde beslediği kediye
işkence ederek bir buçuk saat can
çekişmesini izlemesi ve bunu videoya
kaydetmesi, toplumda şiddete karşı
müthiş bir öfke doğurdu. Medyada da
geniş yer bulan vahşet, sosyal medyada
tam bir infial yarattı. Bu süreçte,
hayvanlara zulmedenlere verilmesi
gereken cezalar hakkında farklı görüşler
dile getirildi; hatta bu suçu işleyenlere
şiddet uygulanması gerektiğini
savunanlar bile oldu.
Bu ortamda hayvan hakları aktivisti
veganlar olarak söz sırası bize geldiğinde,
TBMM’de görüşülmekte olan 5199 Sayılı
Hayvan Hakları Kanunu’nun yetersizliği
ve yanlışları üzerine görüşlerimizi
dile getirdik. Her şeyden önce bu
adaletsizliğin bir an önce düzeltilmesi
için, hayvanlara karşı işlenen suçların
“kabahat” olarak değerlendirilmemesi
gerektiğini belirttik. Bu konuda
toplumun çoğunluğunda zaten bir fikir
birliği söz konusu.
Hayvan haklarını savunanlar arasındaki
asıl tartışma, veganların, kendini
“hayvansever” olarak tanımlayanların
görmek istemediği tutarsızlıklara
işaret etmesiyle gündeme geliyor.
Her gün mezbahalarda katledilen,
süt ürünleri fabrikalarında makine
muamelesi yapılarak sömürülen ve
sonunda öldürülen hayvanların maruz
kaldığı şiddetten söz ettiğimizde, tepki
gösteriliyor. Nitekim Eskişehir’deki
Veg&Nature 24
olay üzerine yazılan bir yazıda şu
satırlara rastlıyoruz: “İlk olarak, bu
tartışmalar içerisinde hayvan hakları
savunucularının, bir kediyi böylesine
bir eziyetle öldürmekle, et yemenin
hiçbir farkının olmadığı yönündeki
müdahaleleri önemli bir tehlikeyi
barındırmakta. Bu tehlike türcülüğün
politik yapısının göz ardı edilip, Regan’ın
söyleyişiyle ‘dünyayı sözde masumlar
(biz) ve ahlaksızlar (insanlığın kalan
kısmı) olarak ikiye ayırmışçasına
ahlak kumkumalığı’ yapılmasıdır
kısaca. Kültürel bir koruma kalkanı
altında ve cinayetin her türlü izinin
silindiği bir şekilde masaya gelen eti
yiyen bir insanla, herhangi bir hayvanı
bıçaklayarak öldüren insanı vahşet
açısından aynı kefede değerlendirmek
Zülal Kalkandelen (Gazeteci/Yazar)
www.zulalkalkandelen.com
ve yargılamak, ahlak kumkumalığının
hayvan hakları mücadelesinin önüne
geçmesine neden oluyor. Bunun
yanı sıra bu olay üzerinden yeniden
tartışmaya açılabilecek olan hayvan
haklarının yasalardaki yeri konusunun
hak ettiği ilgiyi görmesi de, kendilerini
suçlu sandalyesinde bulan et yiyen
hayvanseverlerin baştan dışlanması
nedeniyle engellenmiş oluyor.” (http://
fraksiyon.org/kedi-katili-hayvan-haklarimucadelesi-ve-hukuk/)
Bir kediyi vahşice öldürüp bunu videoya
kaydetmekle et yemek arasında bire bir
benzerlik kurmak, anında savunmaya
dönük bir tepki yaratacağından, dile
getirdiğimiz görüşlerin daha çok
insana yayılmasını engelleyici bir
etki yaratabilir; bu bir gerçek. Kediyi
Hayvan haklarını savunan insanların, hayvancılık endüstrisinin
gerçekte kendilerinin dışında gelişen ama sonuçta onların desteğiyle
süren bir zincir yüzünden sürdüğünü anlamalarının vakti geldi de
geçiyor. Eğer veganlar olarak, hayvan hakları hareketinin hayvan
özgürlüğünü hedeflediğini dile getirip, bunun et yeme ile hiçbir
şekilde bağdaşmayacağını ısrarla vurgulamazsak, varacağımız
nokta, hayvanların “insani bir şekilde öldürülmeleri” gerektiğini
savunan hayvan refahçılığı düşüncesidir. Günümüzde yürütülen
çeşitli kampanyalarda, “humane slaughter” (insani kesim),
“humane meat” (insani et) gibi gerçekte var olmayan kavramlar
kullanılarak hayvan hakları mücadelesi baştan sınırlandırılmak
isteniyor. Kedi ve köpek sevdiği için hayvan hakları mücadelesini
sadece sokak hayvanlarıyla sınırlayanlara, kedi ile inek ya da köpek
ile tavuk arasında hak anlamında fark olmadığını, hepsinin yaşama
hakkına sahip olduğunu ısrarla söylememiz gerekiyor.
zevk için katleden, bunu videoya
çekip paylaşmıştır; akıl ve ruh sağlığı
yerinde olan bir insanın yapamayacağı
kadar zalimce bir vahşet uygulamıştır.
Diğerinde ise, mezbahalarda yaşanan
zalimliğin farkında olan ama buna
bizzat kendi gözleriyle tanık olmayan
insanların, evrensel ölçüde geçerli olan
kültürel bir prototipleşmenin sonucunda,
doğumlarından itibaren kendilerine
yedirilen eti tabaklarında hazır
bulmalarıyla gerçekleşir. Birincisinde,
bir kediyi sadece kendi alacağı haz
için katleden bir sapık, diğerinde ise
katledilmeleri toplum tarafından “gerekli
ve normal” bulunan milyonlarca hayvan
ve bunun sonucunda ortaya çıkan şiddeti
içselleştirmiş insanlar var.
Can Başkent ile yazdığımız “Veganizm:
Ahlakı, Siyaseti ve Mücadelesi” adlı
kitapta da belirttiğim gibi, hayvanları
eğlence için, yiyecek, ve kıyafet
ihtiyaçları için ya da deney tahtası olarak
kullanmak, hayvan köleliğine neden
olduğundan etik değildir. Buradaki
etik vurgusunun boş bir ahlakçılık
ile uzaktan yakından ilgisi yoktur.
Bunun, insanlığı sözde masumlar (biz)
ve “ahlaksızlar” olarak ikiye ayırmak
şeklinde görülmesi yanlıştır; çünkü her
veganı baştan tam anlamıyla ahlaklı bir
insan olarak kabul edemeyeceğimiz gibi,
her et yiyeni de külliyen ahlaksız diye
nitelemiyoruz. Ahlakı, sınırları cetvelle
çizilmiş bütüncül bir kavram olarak ele
almıyorum ben; hayvan özgürlüğünü
savunduğu için vegan olan bir insan,
hayatın diğer bir alanında etik dışı bir
davranışta bulunabilir. Mesela veganlar
hırsız olamaz diye kesin bir görüş ileri
süremeyiz; aynı şekilde, bir insan vegan
değildir ama iş yaşantısında dürüst,
ahlaklı bir esnaf olabilir. Ancak şu
kesindir ki; et yemenin insan-hayvan
ilişkisi açısından etik olmadığını
söylemek, ahlak kumkumalığı değildir!
Çünkü bugün modern toplumda
yaşayan bir insanın artık mezbahalardaki
vahşeti bilmemesi olanaksız. “Bizzat
tanık olmadığım vahşeti düşünerek
davranışımı değiştirmem” deniyorsa, bu
tavrın etik olmadığını söylemek neden
“ahlak kumkumalığı” oluyor? Bir zulme
karşı çıkmak için illa bizzat görmek,
tanık olmak ya da yaşamak mı gerekir?
Bu konuda çarpıcı bir örnek vermek
isterim. 5199 Sayılı Yasayı protesto için
2 Mart’ta Kadıköy’de yapılan eyleme ben
de gittim. Kürsüye çıkan bir konuşmacı,
kalabalığa sorular yöneltip yanıtlar
alıyordu. “Hayvanlara uygulanan zulme
ne diyoruz?” diye soruyor, güçlü bir
“HAYIR!” sesi duyuluyordu karşılığında.
“Ölüm yasalarına ne diyoruz?” diyor,
Ben, uzun yıllardır etik veganlığı yaşamının odak noktası yapan
bir insan olarak, hayvan hakları savunucularının artık hayvan
özgürlüğü rotasına girmesinin gerekliliğine işaret ediyorum.
Elbette sirkler ve kürkler yasaklanmalı, sokak hayvanlarına devlet
dokunmamalı, petshop’larda ve pazarlarda canlı hayvan satışı
durdurulmalı ama bunlar yetmez. Hayvanların metalaştırılmasına
karşı olduğumuzu ve bunun geçerli olabilmesi için de tek yolun
vegan olmaktan geçtiğini sürekli dile getirmeliyiz ve taleplerimiz bu
yönde olmalı.
yine “HAYIR!” yanıtı geliyordu. O
sırada ben de “Buzluktaki kıymaya ne
diyoruz?” diye bağırdım ama hiç yanıt
gelmedi. Tabii benim mikrofonum
yoktu elimde ama çevreden gelen garip
bakışların yerine cılız da olsa bir “Hayır!”
çıkabilirdi. Bu bir simgesel denemeydi;
yapmayı gerekli gördüm, çünkü eyleme
gelenlerin üzerinde deriler vardı, birçoğu
hayvanlar üzerinde denenen sigaraları
içiyordu. Bu tutarsızlıkları görmezden
gelerek hayvan haklarını tutarlı bir
şekilde savunmak olanaklı değildir;
bu durumda hayvanları sadece sokak
hayvanları olarak sınırlar ve önceki
paragraflarda da söylediğim gibi ancak
yeni refahçı anlayışta takılır kalırız.
Bu noktada hayvan hakları
mücadelesinin izleyeceği yöntemler
üzerinde bazı hususları vurgulamayı da
gerekli görüyorum.
1- Hayvanlar, insanların ihtiyaçları için
var olan canlılar değildir; hissedebilen
canlılardır ve hepsinin yaşam hakkı vardır.
2- Hayvanların yenilmesi, giyilmesi,
avlanması, alınıp satılması ve herhangi
bir amaç için kullanılması, çalıştırılması,
sömürülmesi kabul edilemez.
3- Hayvanlara uygun davranıldığı
sürece kullanılabileceklerini ve öncelikli
olarak zulmün azaltılması yolunda
düzenlemeler yapılmasını savunan
refahçı görüş, etik temelli hayvan
hakları düşüncesine ters düşer. Gary L.
Francione’nin söylediği gibi, daha çok
düzenlemenin daha çok sömürüye yol
açtığına dair kanıtlar mevcuttur. Çünkü
ne kadar çok düzenleme yaparsanız,
insanlar, hayvan sömürüsüne dair
kendilerini o kadar iyi hissediyor.
4- Bu durumda izlenecek yöntem,
hayvanların var olma hakkını her
koşulda dile getirip, veganlığı yayma
yolunda adımlar atılmasıdır.
5- Ancak insanları suçlayan, yargılayıcı
bir tavır yerine, veganizmin ardındaki
düşünceleri bilimsel araştırmalar ve
uzman görüşleriyle birlikte uygar bir dille
anlatmak gerekli.
6- Bu düşünceleri dile getirirken,
hayvanlara zulmetmenin yanlış
olduğunda hemfikir görünenleri,
veganizme geçiş yolunda adım atmaları
yolunda cesaretlendirmeli.
7- Bu yöntem çok hızlı sonuçlar
vermeyebilir ama kanımca etkili sonuç
yaratabilecek olan yoldur. Kedi vahşetinde
gördüğümüz gibi, sosyal medyada
olayın ardındaki isme yönelik olarak
yazılan şiddet içerikli mesajlar, şiddeti
reddeden hayvan hakları savunucularının
yöntemi olamaz. O konuda yapılması
gereken, başta da belirttiğim gibi, yasanın
değiştirilmesine destek vererek işi hukuka
teslim etmek. Şiddet, hiçbir zaman şiddeti
sona erdirmez.
8- İnsanlarla her ortamda bire bir
yapılacak konuşmalara ek olarak,
veganizmin felsefesini duyuracak çeşitli
eylemler yapılmalı. Katılan sayısı önceleri
fazla olmasa da, hayvanların var olma
hakkının seslendirilmesi dikkat çekicidir.
9- Mezbahalarda yapılan gizli çekimlerin
ve bu tür tesislerin basılarak hayvanların
maruz kaldığı eziyetin ifşa edilmesi,
çok etkili sonuçlar veriyor. 2013 yılında
angoranın nasıl elde edildiğini gösteren
videonun etkileri epey sarsıcı oldu.
Ben insanları sarsan bu tür çarpıcı
belgelerin de kullanılmasında fayda
görüyorum. Çünkü birçok kişi giydiği,
kullandığı eşyanın, malzemenin nasıl
elde edildiğini, nasıl bir zulmün ürünü
olduğunu araştırmıyor.
10- Vegan yaşam tarzının
uygulanabilirliğine dair pratik bilgilerin
medyada yayılmasını sağlamak da hızlı
sonuç almak bakımından önemli.
Veganlar olarak toplumda daha çok
sayıda insanı içinde bulunduran bir
grup haline gelebilmemiz, elbette zaman
alacak. Hayvan özgürlüğü hedefinde
alacağımız yol uzun ama unutmayalım;
yaşadığımız gezegende gerçek
devrim, ancak bu hedefe varıldığında
gerçekleşecek ve yüzyıllardır kanıtlandığı
gibi, her devrim önce özgürlük mesajını
yaymakla başlar.
Veg&Nature 25
ZULME ORTAK OLMAYIN!
hayvanların kozmetik̇ deneylerde kullanımı
Haber / Düzenleme Avşin Kaşıkçı – TVD- Nisan 2014
L
atince in vivo olarak bilinen hayvanlar üzerinde gerçekleştirilen
deneyler tüm dünyada hayvan
hakları savunucuları ile vejetaryen-vegan
derneklerinin tepkilerini çekmeye devam
etmektedir. Dünya genelinde deneylerde
kullanılan hayvanların sayısı yüz milyonları bulmaktadır. Deneyler sırasında
çok yoğun acı ve strese maruz kalan
hayvanlar, deneylerde kullanıldıktan
sonra genellikle uyutularak öldürülmekte
Veg&Nature 26
ve vücutları açılarak organları
incelenmektedir.
YASAK HANGİ ÜLKELERDE?
Hayvanlar üzerindeki deneylerin alternatifleri hızla geliştirilirken, bazı ülkelerde hayvan deneyleri hali hazırda ya
önemli ölçüde kısıtlanmış ya da tamamen yasaklanmıştır.
Avrupa Birliği bu konuda öncü konumdadır. 28 ülkeden oluşan birlik dünyada
kozmetik maddelerin hayvanlar üzerinde test edilmesini ilk yasaklayan birlik
olmuştur. AB, Mart 2013’de yürürlüğe
giren yeni yasayla tüm bu çağ dışı yöntemlere yasaklama getirerek alternatif
metotları yürürlüğe koymuştur. Öyle
ki şu anda kozmetik ürünlerin ve hatta
içeriğinde kullanılan malzemelerin bile
üzerinde hayvan deneyleri uygulanmış
olması halinde AB sınırları içerisinden
girmesi yasaktır. Maalesef bu ürünler
Türler arasındaki farklılıklar ve hatta aynı tür hayvanlar
arasındaki metabolik varyasyonlar nedeniyle, hayvanlar
üzerinde denenen ürünlerin kesin ve güvenilir bir sonuç
vermesi, kusurlu bir düşüncedir. Yanı sıra teknolojinin ilerlemesiyle birlikte geliştirilen yeni yöntemler, hayvanların bir
deney malzemesi olarak kullanılması fikrini çağın dışında
bırakmaktadır.
AB’de yasaklanmalarına rağmen diğer
ülkelerde satılabilmektedir.
Birlik bu konuda Çin gibi ülkelere baskısını arttırmakta ve alternatif test metotlarını kabul etmelerini talep etmektedir.
AB’nin söz konusu yasağını Norveç
izlemiştir. Norveç ilaç mahiyetindeki
kozmetikleri -ki buna BOTOX da dahildir- yasağının dışında tutmuştur. Maalesef söz konusu yasak sadece yeni onay
alacak ürünleri kapsamaktadır. Çünkü bu
yasağın getirildiği tarihten önce hayvanlar üzerinde test edilmiş ve onaylanmış
kozmetiklerin raflardan kaldırılmayacağı
açıklanmıştır.
İsrail 2013 yılında benzer bir karar almış
ve hayvanlar üzerinde test edilmiş kozmetik, deterjan ve sabun, diş macunu,
kolonya gibi ürünlerin ithalat ve satışını
yasaklamıştır.
Hindistan hayvanlar üzerinde kozmetik
deneyleri yasaklayan ilk Asya ülkesi olmuştur. Yasağa uymayanların 3 ila 10 yıl
arasında hapis cezasına çarptırılacakları
açıklanmış, ayrıca yasağın delinmemesi
için alternatif test metotları da zorunlu
hale getirilmiştir.
Halen ABD, Avustralya ve Yeni Zelanda
benzer yasakları hayata geçirmek için
çalışmalar yapmaktadır.
Ülkemizde ise maalesef henüz böyle bir
yasak bulunmamaktadır.
Türkiye’de kozmetik hayvan deneylerinin yasaklanması için Vegan ve
Vejetaryenler Derneği (TVD) öncülüğünde 2014 Ocak ayında bir kampanya
başlatılmış, toplanan 10 bini aşkın imza
için bakanlıkla görüşme girişimleri başlatılmıştır. Kampanya sitesi: http://chn.
ge/1h6YfKm
Başlatılan girişimlere bu konuda gerekli
duyarlılığın gösterileceğini ve sıradaki
halkanın Türkiye olacağını ümit ediyoruz.
Göz Tahriş Deneyi:
1944 yılında tasarlanan deney gözde
oluşan tahriş miktarını belirlemekte
kullanılır. Deneyde tavşanlar kullanılmaktadır. Deney sırasında bir göze test
edilecek madde sürülür, diğer göze madde sürülmez. Tavşanın reaksiyon esnasında gözüne müdahale etmemesi için
yalnızca başı dışarıda kalacak bir düzeneğe bağlanır. İki ya da üç haftalık bir süre
zarfında tavşanın gözünde oluşan tahriş
miktarı gözlemlenir. Hayvanda gözde
kızarıklık, kanama, ülser ve körlük oluşur
ve deney sonunda hayvan öldürülür.
Tavşan gözünün insan gözünden farklı
olması ve hayvanın deney sırasında
büyük acılar çekmesi deneyin hem tıbbi
hem de hayvan sever çevreler tarafından
eleştirilmesine neden olmaktadır.
Akut Toksisite Testi
Bu test, kimyasallara maruz kalındığında ağız, deri ve solunum yollarındaki
etkilerini belirlemek için yapılmaktadır.
Uzunca bir süre bu test çok sayıda hayvanın ölümcül düzeyde (LD50) zehirli
kimyasallar verilerek öldürülmesi şeklinde uygulanmaktaydı. Günümüzde
uygulanan testler her zaman ölüm ile
sonuçlanmamakla birlikte, hayvan
UYGULANAN ETİK-DIŞI
KOZMETİK DENEYLERİ
Henüz herhangi bir yasak olmayan
ülkelerde hayvanlar üzerinde sıklıkla
uygulanan kozmetik deneyler şunlardır:
PETA
Veg&Nature 27
Artık AB’nin başı çektiği ve dalga dalga yayılan yeni etik
anlayışla, kozmetik deneyler için, birçoğu çevreci-etik şirketler tarafından hali hazırda kullanılagelen yöntemler uygulanıyor. AB, yeni yöntemlerin geliştirilmesi amacıyla bir kurul oluşturarak, bu iş için ciddi bir bütçe ayırmış durumda.
Gelişen laboratuar teknolojileri sayesinde yapay organ bile
üretilebilirken, hayvanlar üzerinde deneyde ısrarcı olmak,
etik dışı bir davranıştır.
üzerinde acı düzeyi gözlemlenerek
sonlandırılabilmektedir. Bu deneyde
kullanılan hayvanlar çoğunlukla yoğun
acı, çırpınma, motor fonksiyonlarının
kaybı veya krizlerle karşılaşmaktadırlar.
Deneylerin sonucunda hayvanlar öldürülmekte ve iç organlarındaki hasarları
tespit edebilmek için necropsy yapılmaktadır. İnsanların farklı metabolizmaları
ve solunumları olması nedeniyle hayvan-
lar üzerinde uygulanan bu testlerin de ne
kadar faydalı olacağı tartışılmaktadır.
Tekrar Edilen Doz Deneyi
Bu deneyde akut toksisite testinden
farklı olarak hayvanlar tek bir doz zehirli kimyasala maruz bırakılmak yerine
kronik toksik maddelere maruz bırakılmakta ve üzerlerindeki etkiler incelenmektedir. Bu testlerde bazen köpekler
PETA
PETA
Veg&Nature 28
de kullanılmaktadır. Deney sonunda
hayvan öldürülmekte ve organlardaki
hasarın incelenebilmesi için hayvan
açılmaktadır.
Deri Korozyon / İritasyon Deneyi
Bu deney ile kimyasalların deri üzerindeki muhtemel etkileri incelenmektedir.
Deneyde genellikle tavşanlar kullanılır.
Tavşan derisi üzerinde iki bölgedeki
tüyler kazındıktan sonra birisine test
edilecek kimyasal uygulanır, diğer bölgeye ise kontrol için herhangi bir şey
uygulanmaz. Hayvan ve insan anatomi ve
derilerinin özellikleri arasındaki farklılıklar nedeniyle genellikle hayvan testlerinin
sonuçlarının insanlar için belirleyici
olmadığı düşünülmektedir.
Deri Duyarlılığı Testi
Bu test ile kimyasalların derideki alerjik
etkileri incelenir. Yıllarca bu deneylerde
çoğunlukla ginepigler kullanılmıştır.
Kimyasallar hayvanın traş edilmiş derisine çeşitli dozlarda alerji oluşuncaya
kadar sürülerek veya enjekte edilerek
gözlem yapılır.
Günümüzde bu deneyde ginepigler yerine fareler kullanılmakta ve kimyasal
hayvanın sadece kulağına sürülmektedir.
Bu yeni yaklaşım ile hem daha az sayıda
hayvan testlerde kullanılmakta hem de
hayvanın maruz kaldığı acı daha düşük
bir düzeyde kalabilmektedir.
Farmakokinetik/Toksikokinetik ve
Metabolizma Testleri
Bu test ile zehirli maddelerin metabolizma ve solunuma etkileri ile vücutta
dağılımları ve vücuttan atılmaları
gözlemlenmektedir. Deneylerde genellikle fareler kullanılır. Hayvan, test edilecek
maddeye yemek, solunum veya enjeksiyon yoluyla maruz bırakılır. Akabinde
zehirli maddenin hayvanın organlarındaki birikimini ölçebilmek için hayvan
öldürülüp açılır.
Deri Emilim Testleri
Bu testlerde kimyasalların deriden ne
hızla emildiği ve kana karıştığı ölçülmeye
çalışılır. Deneylerde çoğunlukla fareler
kullanılır. Deney sonunda hayvan öldürülür. Farelerin ve insanların deri özellikleri farklı olduğu için bu deney de sıklıkla
eleştirilmektedir.
Mutagenetik Testler
Mutagen bir organizmanın mutasyon
yoluyla genetik yapısını değiştiren kimyasallara verilen addır. Birçok mutasyon
kansere neden olduğu için çoğu mutagen
kanserojendir. Örneğin cytogenetik
testinde, farenin kemik iliğine mutagen enjekte edilir. Sonrasında hayvan
öldürülerek kemiğindeki değişimler
PETA
Kozmetik hayvan deneylerinde “hayvan
kullanılmayan” alternatif yöntemler:
Corrositex
PETA
incelenir. Bu deneyin hayvan olmadan
bakteriler üzerinde uygulanan alternatifi
yıllardır kullanılmaktadır.
Kanserojen Deneyi
Bu deneyde kanserojen olduğu düşünülen maddeler farelere uygulanarak etkileri gözlemlenmektedir. Madde hayvana
ağız, deri ve enjeksiyon yoluyla verilmektedir. Madde hayvana verildikten sonra
üzerindeki değişimler gözlemlenir. Çoğunlukla hayvan test sonucunda öldürülür ve açılarak organ incelemesi yapılır.
Bu deney de farklı hayvanların farklı
kanserojenlere farklı tepkiler vermesi
nedeniyle sonuçları insana her zaman uygulanabilir bulunmamakta ve bu nedenle
eleştirilmektedir.
Üreme ve Gelişim Toksisitesi
Bu deneyde bir kimyasalın canlı üremesine ve yavrularındaki toksik etkilere
bakılır. Test sırasında gebe hayvanlara,
çoğunlukla tavşan ve farelere, kimyasallar
uygulanır. Hayvanlar doğumdan hemen
önce öldürülür ve fetüs incelenir.
Nörotoksik Deneyler
Bu deneylerde kimyasalların hayvanların sinir sistemleri üzerindeki etkileri
incelenir. Deneylerde çoğunlukla tavuk
ve fareler kullanılır. Hayvanlara bir yılı
bulan sürelerde kimyasallar verilir ve
davranışlarındaki değişimler gözlemlenir.
Ekotoksisite
Bu deneyde çevreye karışan kimyasalların negatif etkileri incelenir. Deneylerde
çoğunlukla balıklar kullanılır. Standart
akut toksisite testinde 96 saat içinde
balıkların yüzde 50’sini öldüren konsantrasyon bulunmaya çalışılır. Kronik balık
testlerinde ise süre 200 güne çıkar ve
hayvanın büyümesi, yumurtlama başarısı
ve yaşam süresi gözlemlenir.
Pyrogenetik Testler
Pyrogen(çoğunlukla bakteri) hayvan
vücut sıcaklığını arttıran maddedir. Bu
testler ile aşı veya ilaçlarda vücut sıcaklığını arttıran madde olup olmadığı
araştırılır. Deneylerde 1940’lardan beri
tavşanlar kullanılmaktadır.
Peki bu deneylere alternatif
yöntemler yok mu?
Hayvanlar üzerinde çok yoğun acı ve
stres yaratan bu deneylerin alternatifleri üzerinde çalışılmakta ve birçok
alternatif deney hayata geçirilmektedir.
*Hayvanların gerek yaşamlarına haksız
müdahale, gerekse insan-hayvan fizyolojisindeki farklılar nedeniyle hiçbir
şekilde deney malzemesi olarak kullanılmadığı yaklaşımlar teşvik edilmeli ve
bu yöntemler geliştirilmelidir. O nedenle
deneylerde kullanılacak hayvan sayısını
“azaltmaya” yönelik yöntemlere burada
değinilmeyecektir.
Deri korozyonunu tayin için in vitro
bir alternatif metottur. Bu deneyde biomembran ve kimyasal belirleme sistemi
kullanılarak korozif madde ile temas
anındaki renk değişimleri gözlemlenir.
Bazı durumlarda bu alternatif metot ile
aynı test için tavşan kullanımının önüne
geçilebilmektedir.
Episkin ve Epiderm
Bu iki alternatif metot ile korozyon deneyleri tavşanlar yerine insandan alınan
deri hücreleri üzerinde yapılmaktadır.
Bu sayede hayvan kullanımı önemli
ölçüde düşmektedir.
Ames Testi
Bu metotta genetik değişimlerin gözlemlenebilmesi için hayvanlar yerine bakteriler kullanılmaktadır.
Yukarıda kısaca bahsettiğimiz tüm alternatif metotların ortak nihai amaçları,
deneylerin tamamiyle hayvanlar kullanılmadan yapılabilmesinin sağlanmasıdır.
PETA
Veg&Nature 29
Demek et-süt
yemiyorsun,
vah vah...
B
Dr.Nilgün Eröztürk
Veg&Nature 30
irinin et yemediğini duyduğumuzda
ilk tepkimiz onun kansızlık çekmekte olduğudur. Eğer biraz daha derin
bilgi sahibi isek, bu kişinin demir eksikliği
veya B12 vitamini eksikliği tehlikesine
dikkatini çekeriz. Süt ve süt ürünlerini tüketmeyen birisi için de ilk aklımıza gelen
kalsiyum eksikliği ve osteoporoz olur.
Oysa hastalıkların hayvansal besin tüketenlerde ve tüketmeyenlerde görülme
sıklığı arasında öyle büyük fark var ki... Ve
bu fark hayvansal besin tüketiminin şart
olduğunu savunanları şaşırtacak ölçüde.
Ama oraya gelmeden önce et tüketmeyince kansız kalınmayacağını, süt tüketmeyince osteoporoz olunmayacağını
açıklamakta fayda var. Daha ötesi, durum
bunun tam tersi de olabilir...
Kan yapımı için her şeyden önce sağlıklı bir
kemik iliği ve sağlıklı böbrekler gerekir çünkü kan yapımını uyaran hormon böbreklerde üretilir ve kan hücreleri de kemik iliğinde
üretilir. Kan yapımı için gereken maddeler
ise beslenme yoluyla dışarıdan alınan demir
ve proteinlerdir. Tabii bir de B12 vitamini
var katalizör olarak. Aslında daha birçok
katalizör madde vardır ama şimdilik bu
üç temel madde ile yetinelim. Bu ögelerin
hepsini de et yemekle alabiliriz.
Fakat biliyor musunuz, artık besi çiftliklerinde sığırlara danalara demir verilmiyor?
Çünkü demir, etler rafta beklerken hızla
okside olarak etlerin renginin kararmasına
yol açıyor. Bunun tüketicide bayat et izlenimi bıraktığı ve tüketicinin pembe renkli
etlere yöneldiği fark edilerek, demir yaklaşık 25-30 yıldan beri sığırların beslenmesinden çıkarılmış durumda. Demir eksikliğinden ötürü buzağılar ahır kapılarındaki
B12 vitamini konusu da farklı değil. B12 vitaminini biz insanlar üretemediğimiz gibi sığırlar
da üretemez. Barsaklarında yaşayan bakteriler
üretir B12 vitaminini. O bakteriler nereden
gelir? İnek otlarken otların arasında bulunan
pisliklerden gelir tabii ki. Peki bizim etini
yediğimiz sığırlar böyle mi besleniyor? Elbette
hayır. Onlar küspe ile besleniyorlar: Pancar
küspesi, soya fasulyesi küspesi, mısır silajı...
Tertemiz hepsi de. Ayrıca, bu sığırlara o kadar
çok antibiyotik veriliyor ki, kazara barsaklarına
yerleşmiş olabilecek mikropların yaşama şansı
pek yok. Bu yüzden ABD'de son senelerde et
yesin-yemesin herkese B12 takviyesi öneriliyor
rutin olarak.
paslı menteşeleri yalıyorlar. Ve tüketici
işte o demirden fakir etleri yiyor, çocuklarına o etleri yediriyor; 25-30 yıldan
beri. Demir eksikliğinden ötürü rafta
beklerken pembe pembe duran etleri.
Sığır etinin protein içeriğine gelince,
besi çiftliklerinde hareketsiz ve doğal
beslenmesinin dışında, hiç bilmediği,
doğasına aykırı besinlerle zoraki beslenen sığırların etindeki protein bir
türlü istenen düzeye ulaşamadığı için
yemlerine yine sığır eti karıştırıldığını
deli dana hastalığı vesilesiyle öğrendik.
Bu krizden sonra başka bir yola başvurdu besiciler; hayvanın sağrısından
mideye giden bir boru yerleştirip bir
sığırın normalde yiyemeyeceği miktarları ona yedirmeye çalışıyorlar. Peki ne
için? Etteki protein oranını yükseltmek
için. Çünkü hala düşük. Düşük protein
seviyesinin tek sebebi hareketsizlik de
değil aslında. Sebep bu hayvanların
hasta olması. Hepsi metabolik sendrom,
yani şeker hastası. O yüzden etlerinde
proteinden çok yağ var. Metabolik send-
romun doğal sonucu...
İşte et yiyenler böyle bir et tüketiyor. Demirden fakir ve protein içeriği sanıldığı
kadar yüksek değil...
Oysa, 100 gram kabak çekirdeği ve ya
soya fasulyesi 100 gram etten daha çok
protein içeriyor. Demir ise aynı ağırlıktaki (kuru) nohutta daha fazla.
Sütteki durum da pek farklı değil. Kalsiyumun tek kaynağının süt olduğunu
düşünenlere soralım; inek o kalsiyumu
kendi imal etmediğine göre, nereden
alır dersiniz? Otlardan elbette! Gerçi
günümüzde bu geçerli değil, zira artık
ineklere ot neredeyse hiç verilmediği
için, ağırlıklı olarak küspe ile beslendikleri için ineklere mermer tozu veriliyor
kalsiyum kaynağı olarak. Bunu herkes
yapabilir oysa, o kadar kaloriyi almadan,
ineğe verilen ve tabii ineğin sütüne de
geçen onca ilacı almadan sağlıklı bir
şekilde kalsiyum takviyeleri ile karşılayabilirler kalsiyum ihtiyaçlarını.
Ya da, asıl kaynağa yönelip, yeşilliklerden karşılanabilir kalsiyum ihtiyacı.
Veganlar yıllardır böyle yapıyorlar. Böyle yapmakla sadece kemik
sağlıklarını korumakla kalmıyorlar, mineral ve vitamin ihtiyaçlarını doğal yoldan karşıladıkları
gibi, kendilerini birçok hastalıktan koruyacak olan sağlıklı vücut
pH’ını da elde ediyorlar.
90’lı yıllarda Kaliforniya UCLA
Tıp Fakültesinde ilginç bir çalışma
yapıldı. Sonuçları vücut pH’ının
yani asiditesinin önemini anlatmaya yetecektir:
Çalışmada 40-60 yaşlarındaki
900’ün üzerinde kadının beslenme
alışkanlıkları sorgulandı, vücut
asiditelerine bakıldı ve kemik
yoğunlukları ölçüldü. Sonuçlar
değerlendirildiğinde bu kadınların
kabaca iki grupta toplandıkları
görüldü. 1. grupta asidite düşüktü ve
kemik yoğunlukları iyiydi. 2. grupta ise
asidite yüksekti ve kemik yoğunluğu
tehlikeli sınırlardaydı. 1. gruptaki kadınların beslenmelerine bakıldığında
bitkisel ağırlıklı beslendikleri görüldü.
2. grup ise daha çok et, daha çok süt
tüketiyordu. Benzer araştırmalar başka
merkezlerde de tekrarlandı, sonuçlar
birbirini destekler nitelikte idi. Hayvansal ağırlıklı beslenme vücudu her çeşit
hastalığa karşı savunmasız bırakan bir
faktörü, asiditeyi besliyor ve aynı faktör
osteoporoz için de zemin oluşturuyor.
Hayvansal besin tüketenlerin maruz
kaldıkları bir başka tehlikeye de dikkat
çekmekte fayda var: Bilmeden aşırı
antibiyotik kullanımı.
Sadece 2000 yılında tüm dünyada
üretilen antibiyotik miktarının 100
milyon kilo olduğu tahmin ediliyor (25
milyon kilosu ABD üretimi). Bu miktarın %70’inin hayvanlara verildiği de
yine ilaç firmalarının istatistiklerinden
alınan bir bilgi. Hayvanlara antibiyotik
verilmesi antibiyotiklerin keşfinden bu
tarafa rutin olarak uygulanan, üretimi
artırıcı bir önlem ve insanlardaki antibiyotik direncinin en önemli nedeni
olabileceği düşünülüyor. Hayvansal
ürünlerdeki antibiyotik düzeyleri o
kadar yüksek olabiliyor ki, düzenli olarak hayvansal besin tüketen insanların
bağırsak flora düzensizliklerine, kandidaların bağırsakta aşırı üremesine, hatta
şiddetli alerjilere yol açabiliyor.
Ne dersiniz, onlar veganlara-vejetaryenlere acıyorlar belki ama aslında hayvansal besin tüketenler acınacak durumda
değil mi sizce de?...
Veg&Nature 31
Veg&Nature 32
Susuzluk: Sorun Gökte
Değil Yerde!
Haber Avşin Kaşıkçı - TVD
2
007 yılı sonu 2008 yılı başlarında yaşanan küresel gıda krizini
hepimiz hatırlarız. Bu dönemde
pirinç fiyatları yüzde 217, buğday fiyatları yüzde 136, mısır fiyatları yüzde
125 ve soya fasulyesi fiyatları yüzde 107
oranında artış göstermişti. Sonuç olarak
özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkelerdeki fakir halklar açlık tehlikesi
ile karşı karşıya kalmış, 28 farklı ülkede
sosyal karışıklıklar yaşanmıştı. Öyle ki
yaşanan ayaklanmalarda Haiti Başbakanı
görevinden istifa etmek zorunda kalmış,
Bangladeş, Mısır, ve Mozambik’de ayaklanmalar sonucu yüzlerce insan hayatını
kaybetmişti.
Artan dünya nüfusu ve özellikle batılı
beslenme alışkanlıklarının yaygınlaşması
sonucu gıda üretimi talebi karşılamakta
zorluk çekiyor ve fiyatlardaki artışlar
kaçınılmaz bir hal alıyor. Halihazırda,
çoğunluğu az gelişmiş yoksul ülkelerde
olmak üzere 925 milyon insan açlık
sınırının altında yaşıyor. Daha da kötüsü,
2050 yılına gelindiğinde 9 milyarı
bulması beklenen dünya nüfusunu besleyebilmek için küresel gıda üretiminde
bugüne göre yüzde 70 ile yüzde 100
arasında bir artış sağlanması gerekiyor.
Stokholm Su Enstitüsünden(SIWI) Malik Falkenmark batı tarzı beslenme alışkanlıklarımızı değiştirmememiz halinde 2050 yılına gelindiğinde dünya nüfusunu besleyecek kadar gıda üretebilmemiz için su
kaynaklarımızın yeterli olmayacağını belirtiyor. Öyle ki, İngiltere Makina Mühendisleri Birliği(IME)
2050 yılındaki gıda ihtiyacını üretebilmek için şimdikinin üç katı miktarda, yıllık 10-13.5 trilyon metreküp bir su kaynağına ihtiyacımız olacağını hesaplıyorlar.
Yaşamak için yeni bir gezegen bulamayacağımıza ve gıda üretebilmek için zorunlu ama zaten kısıtlı
olan su kaynaklarımızı üç katına çıkartamayacağımıza göre tek seçeneğimizin elimizdeki kaynakları
daha verimli kullanmaktan geçtiği anlaşılıyor.
Veg&Nature 33
Sadece Orta Amerika’da yağmur ormanlarının yüzde 40’ı yok edilerek yemlik bitki üretimi için tarım arazileri haline getirilmiş durumda. Ormanların yok edilmesi o bölgede yağmurların dolayısıyla temiz su kaynaklarının azalması ve tüm ekosistemin bozulması
sonucunu doğuruyor.
Hayvancılık sektörünün tek başına dünya
su kaynakları üzerindeki etkisi o kadar
yüksek ki, doğa bilimcileri yayınladıkları
raporlarda dünya nüfusunun tamamiyle
vejetaryen bir diyete geçmemesi halinde
katastrofik su kıtlıkları yaşanabileceğini
belirtiyorlar.
Peki hayvancılık sektörünün temiz su
kaynakları üzerindeki bu büyük etkisi
nereden geliyor? Öncelikle, yetiştirilen
hayvanların beslenmesi için çok miktarda tahıl üretilmesi gerekiyor. 2013 yılı
verilerine göre dünya tarım arazilerinin
%30’u, tarımsal su kaynaklarının ise
%35’i yem tahılları üretimi için ayrılmış
durumda. Hayvanların önce bu üretilen
tahıllar ile beslenmesi ve ardından bu
hayvanların gıda olarak tüketilmesi son
DOLAYLI OLARAK NE KADAR SU TÜKETİYORSUNUZ?
Ürün
Kullanılan su miktarı
1 kg et
15.500 lt
1 hamburger
2400 lt
1kg patates
287 lt
1 kg Lahana
237 lt
1 kg domates
214 lt
1 büyükbaş hayvanın yaşam
süreci (ort.)
1.890.000 lt
1 ortalama inek derisi ( 6 kg)
102.000 lt
1 kg sığır derisi
17.000 lt
1 çift deri ayakkabı
8000 lt
Kaynak: Waterfootprint
Veg&Nature 34
derece verimsiz bir döngüye işaret ediyor.
Öyle ki, hayvanlara yedirilen 100 kalorilik yem karşılığında yalnızca ortalama
30 kalorilik et veya süt elde edilebiliyor.
Bazı tahıl ve hayvan cinslerinde, örneğin
mısır gibi, bu oran ondabire kadar düşüyor. Yani hayvanı beslemek yerine mısır
ile insan tüketimi için gıda üretilse 100
kalorilik enerji alınabilecekken aynı mısırı hayvanın beslenmesinde kullanmak
ve sonrasında hayvanın etini tüketmek
ancak 10 kalorilik enerji sağlayabiliyor.
Öyle ki Amerika Birleşik Devletlerinde
7 Milyar çiftlik hayvanının beslenmesi
için üretilen mısır, soya, arpa gibi tahıllar
800 milyon ilave insanı besleyebilecek
büyüklükte.
Protein dengesinde de durum pek farklı
değil. FAO’nun raporuna göre hayvanlara
yedirilen ve insanların direkt olarak tüketebilecekleri protein miktarı hayvanların
ürettiklerinden daha fazla. Çalışmalar bir
kalorilik protein alabilmek için tavuklara
4, koyunlara 50, inek ve sığırlara 54 kalorilik yem yedirilmesi gerektiğini ortaya
koyuyor. Bu oranlar yumurta için 17 ve
süt proteini için ise 14 kalori düzeyinde.
Hayvancılık endüstrisinin çevreye bir
diğer negatif etkiside su kaynaklarını
kirletiyor olması. Birleşmiş Milletler 2011
Yılı Dünya Ekonomik ve Sosyal Değerlendirme raporuna göre hayvancılık
sektörü su kaynaklarını kirleten en büyük
endüstri olarak değerlendiriliyor. Yem
bitkilerini yetiştirmek için kullanılan
sentetik gübreler büyük ölçüde nitrojen
içeriyor. Üretilen bitkiler bu nitrojenin
ancak yüzde 50’sini absorve edebiliyorlar.
ABD Doğal Kaynakları Koruma Konseyi’nin eski yazarlarından
Marc Reisner bunu en iyi şekilde şöyle özetliyor :
“California eyaletinde suyun en büyük tüketicisi Los Angeles değil.
Petrol, kimya ya da savunma sanayileri de değil. Hatta domates tarlaları ve üzüm bağları dahi değil. En büyük tüketici sulanan çayırlar! Çöle yakın iklimde sığırlar için yetiştirilen çayırlar. Batının su
krizi ve çevresel problemlerinin çoğu tek bir sözcükle özetlenebilir:
çiftlik hayvanları.”
Ayrıca hayvanlara yedirilen konsantre
yemler de yüksek ölçüde nitrojen içeriyor. Domuzlar bu nitrojenin yalnızca
yüzde 30’unu, tavuklar ise yüzde 45’ini
absorve edebiliyor. Geriye kalan kısım ise
hayvan dışkıları ile atılıyor, oradan toprağa ve oradan da yer altı sularına, nehir ve
göllere karışarak içme suyu kaynaklarını
kirletiyor ve ekosisteme zarar veriyorlar.
2011 yılı Avrupa Azot Değerlendirme
raporuna(ENA) göre Avrupa’daki endüstriyel reaktif azotun yüzde 75’i gübre üretiminde kullanılıyor. Aynı raporda reaktif
azotun ana kullanım alanının yemlik
bitki üretimi olduğu belirtiliyor. Rapora
göre doğaya bırakılan reaktif azotun 21.
yüzyılın en büyük çevresel problemlerinden birisi olduğu belirtiliyor.
Hayvancılık endüstrisinin su kaynaklarına bir diğer dolaylı etkisi de sektörün
ihtiyaç duyduğu yemlik bitkilerin üretilebilmesi için sürekli daha fazla tarım
arazilerine ihtiyaç duyuluyor olması. Bu
ihtiyaç ormanların kesilmesi ve bu alan-
ların tarım arazilerine dönüştürülmesi ile
karşılanabiliyor.
Son olarak Çiftlik hayvanlarının tükettikleri içme suyunu ve bu çiftliklerdeki
temizliğin sağlanabilmesi için harcanan
su miktarını da hesaba katarsak rakam
iyiden iyiye kabarıyor. Dünya genelinde
çiftliklerde beslenen sadece inek ve sığırların sayısının bile 1.3 ile 1.5 Milyar
arasında olduğunu düşünürsek, çiftlik
hayvanlarının direkt olarak tükettikleri
su miktarını zihnimizde daha rahat canlandırabiliriz.
Bu rakamları alt alta koyduğumuzda
korkunç bir tablo ile karşılaşıyoruz. Örnek vermek gerekirse 1kg sığır eti için
toplamda 15.500 litre su harcanması
gerektiğini hesaplıyoruz. 1kg buğdayın
üretilmesi için gerekli olan su miktarı ise
sadece 900 litre. Belki 15.500 litre suyun
ne kadar bir büyüklüğü ifade ettiğini
gözünüzde canlandıramamış olabilirsiniz. Şöyle anlatalım; Düşünün ki her gün
yedi dakika boyunca duş alıyorsunuz.
Bazı Hayvansal ve Bitkisel Gıdaların Üretimlerinde Kullanılan Su Miktarları,
Kalori, Protein ve Yağ Verimlilikleri
Litre/kg
Litre/kcal
Litre/gram
protein
Litre/gram yağ
Şeker Bitkileri
197
0.69
0
0
Sebzeler
322
1.34
26
154
Nişastalı Kökler
387
0.47
31
226
Meyveler
962
2.09
180
348
Tahıllar
1644
0.51
21
112
Yağlı Tohumlar
2364
0.81
16
11
Bakliyat
4055
1.19
19
180
Çekirdekler
9063
3.63
139
47
Süt
1020
1.82
31
33
Yumurta
3265
2.29
29
33
Tavuk Eti
4325
3.00
34
43
Tereyağı
5553
0.72
0.0
6.4
Domuz Eti
5988
2.15
57
23
Koyun Eti
8763
4.25
63
54
Sığır Eti
15415
10.19
112
153
Kaynak: Mekonnen, Hoekstra, 2010
Ortalama bir duş başlığından dakikada 8
litre civarında su aktığını düşünürsek her
bir duşunuzda takribi 56 litre su harcarsınız. 1kg sığır eti üretmek için harcanan
su miktarı, 15.500 litre, sizin 276 gün
boyunca duşta harcadığınız suya denktir.
Yani dokuz ay boyunca duş almayarak tasarruf edebileceğiniz su miktarı ile ancak
1kg sığır eti üretilebiliyor.
Sanırız tek başına bu örnek bile hayvancılık sektörünün su kaynaklarımız
üzerindeki yıkıcı etkisini gözler önüne
seriyordur.
Bilim insanlarına göre bugün insanlık
protein ihtiyacının yüzde 20’sini hayvansal gıdalardan karşılarken, dünya nüfusunun 2050’ye kadar 2 Milyar artması
sonucu bu seviyenin yüzde 5 e düşmesi
gerekiyor. Aksi halde su kaynaklarımızın
yeterli olabilmesi mümkün görünmüyor.
Su kaynaklarımızın tehlike altında olması
tıpkı küresel ısınma gibi bir problem ve
üstesinden gelebilmek için hepimize sorumluluklar düşüyor. Nasıl küresel ısınmanın azaltılabilmesi için fosil yakıtların
kullanımı azaltılıyorsa, su kaynaklarımızın korunması ve yakın bir gelecekte su
kıtlığı çekmememiz için de hayvancılık
sektörünün küçülmesi şart görünüyor.
Bunun için de ilk önce tüketicilerin
bilinçlenmesi ve sürdürülebilir olmayan
tüketim alışkanlıklarından vazgeçmeleri
gerekmekte. Hayvansal gıdaların tüketiminin minimuma indirilmesi ve vejetaryen beslenmenin yaygınlaşması dünyamızın baş etmek zorunda olduğu birçok
probleminde olduğu gibi, su kaynaklarımızın etkin ve verimli kullanılmasında
da en büyük katkıyı sağlayacağa benziyor.
KAYNAKLAR
[1] http://en.wikipedia.org/wiki/2007–08_world_
food_price_crisis
[2]http://www.fao.org/fileadmin/templates/wsfs/
docs/Issues_papers/HLEF2050_Global_Agriculture.
pdf
[3] http://www.theguardian.com/global-development/2012/aug/26/food-shortages-world-vegetarianism
[4] http://www.fao.org/ag/magazine/0612sp1.htm
[5] http://www.waterfootprint.org/?page=files/
Animal-products
[6] http://www.news.cornell.edu/stories/1997/08/uscould-feed-800-million-people-grain-livestock-eat
[7] http://www.ciwf.ie/education/CIWFUnsustainabilityPaper_Dec2012.pdf
[8]http://www.fao.org/fileadmin/templates/wsfs/docs/
Issues_papers/HLEF2050_Global_Agriculture.pdf
[9] http://en.wikipedia.org/wiki/2007–08_world_
food_price_crisis
Veg&Nature 35
İpek Böceğinin
Sonsuza
Yolculuğu
Haber: Defne Sesin Okay - TVD İpekten gömleğiniz var mıdır?
Ya da ipekten bir şal?
Işığın üzerinde oyunlar oynadığı,
parlaklığı ile göz kamaştırdığı,
dokunulduğunda eşsiz kayganlık ve
yumuşaklığın hissedildiği bir kumaş
ipek, evet...
Üstelik bir hayli pahalı. Kaliteli...
İpeğin itinalı ve zor bir süreç sonunda
elde edildiğini biliyor muydunuz? Peki
ya, bu kumaşın hangi yöntemlerle
elde edildiğinden ve bedelinin nasıl
ödendiğinden kaç kişi haberdardır?
Çoğumuz elbette ipek ve ipek böceği
arasında ki bağlantıyı biliyoruz.
Ancak bu bağlantının gerçekte böceğin
ölümü ile sonuçlandığını biliyor muyuz?
İpek neden değerli?
İpeğin keşfine, dünyada ki yolculuğuna
ve böceğin istemsiz fedakarlığına değinmeden bunu anlatmak kolay değil…
İpek, 5000 yıl önce Çin’de keşfediliyor.
O dönemin Çin İmparatoru, sarayının
bahçesinde gözlemler yaparken, tırtılların dut yaprağıyla beslendiğini ve belli
bir süre sonunda da koza ördüklerini
farkederek eşinden bu kurtları incelemesini ister.
İmparatoriçe, dikkatli araştırmaları sonucunda, bu kurtların yapmış oldukları
kozalardan dokumacılıkta kullanılmak
üzere iplik üretilebileceğini tespit eder.
Çin, yüzlerce yıl ipek böcekçiliğini gizlilik içinde yürütür. Çünkü dünyanın
Veg&Nature 36
başka hiçbir ülkesinde olmayan bu kumaş, kendilerine büyük gelir kazandırır.
İşte bu sebeple, Çin sınırları dışına ipek
böceği, yumurtası ve üretim bilgisi asla
çıkarılmaz, hatta bu suçu işleyen ve göz
yumanlara ölüm ile sonuçlanan cezalar
verilir.
çıkarlar. Dut yaprağı ile beslenen kurtlar,
bir süre sonra esnek derilerinin bile içine sığamaz hale gelir. Bu sebeple deriyi
değiştirmesi gereklidir. Uyku durumuna
geçmesinin nedeni budur. Dolayısıyla bu
süreçte yemek yemeyi de bırakır. Henüz
koza örülmemiştir. Uykuya girdiğinin
26.gününde böceğin alnında bir üçgen
İpek böceği yetiştiriciliği, zaman içinde
belirir. Bu şekil her geçen gün, böcek
Asya’yı boydan boya aşıp Anadolu üzeuykudayken büyür. Böceğin derisini bırinden Avrupa’ya uzanan kervan yolunun
rakacağı zaman üçgen çatlar ve buradan
yani “ İpekyolu “nun var olma nedenledışarı çıkar. Altı saat sonra, deri yeniden
rinden biri olur.
oluşur ve tırtıl tekrar beslenmeye başlar.
Anadolu’nun ipek ile tanışması ise 6.yüz- Bu durum tam 4 kez tekrarlanır. Böceğin
yıl başlarına uzanır.
beşinci dönüşüme geldiğinde vücut rengi
İpek böceği kurtları yaklasik 20 günlük
bir sürenin sonunda yumurtalarından
değişir ve artık beslenmeyi bırakır. Başını
yukarıya kaldırarak sallanmaya başlar.
Bu salınım,artık böceğin kozaya hazır
olduğunu gösterir. Böceğin alt dudağında bulunan ipek hortumdan gelen sıvı,
böceğin dışarı akıtmasıyla sertleşir.
İpek böceği başını ‘8’ şeklinde sallayarak
vücudunda birikmiş olan proteini lif
olarak, koza şeklinde 3 günde örer. İpek
elde etmek için yaklaşık 5 ila 8 gün sonra
bu kozalar toplanır. Koza içine kendini
hapseden ipek böceği, kelebek halinde
dışarı çıkarsa, kozalar delinmiş olacağından, o bir kelebeğe dönüşerek kozayı
yırtmadan önce yaşamı sonlandırılır.
Nasıl mı?
Kozalar birden fazla yöntemle öldürülüyorlar;
Buharda öldürme: Kozalar, krizalit ölünceye kadar kaplarda veya özel odalarda,
yaklaşık 20-30 dakika sıcak su buharının
etkisinde bırakılarak boğulmaları sağlanıyor.
Sıcak havada öldürme: Buhar yerine
80-90 ˚C’deki sıcak odalarda 15 dakika
tutularak ölmeleri sağlanır.
Soğuk havada öldürme: Kozalar
-10 ˚C’de altı saat, -12 ˚C’de dört saat
bırakılır.
Güneş ışığında öldürme: Kozalar düz bir
zemin üzerinde güneş altına serilir. Böylelikle krizalit ölür ve yaş kozalar kurur.
Türkiye’de toplam 121 ton ipek üretildi.
Bu da 242 milyar ila 605 milyar arası
kelebek kozası demek…
Bir kozadan ortalama
300 ila 900 m.
arasında ham ipek
ipliği çıkar. İpek ipliği
o kadar incedir ki, 1
kg ipek üretmek için
yaklaşık 2000 - 5000
kadar ipek böceği
kullanılır.
İpek böceğinin yumurtasından çıkıp
büyümesi, nihayetinde kozasını sonsuz
işareti (∞) çizer gibi örüp, kelebek olabilmek için derin bir uykuya dalması ve
aslında bu uykunun kendi ölüm evi olduğunu bilememesi oldukça acı.
Doğada bağımsız yaşayamayacak bir
noktaya getirilmiş ipek böceklerinin
esaret altında yaşadıklarını ve kökenlerinin aksine evcilleştirildikçe uçma
yeteneklerini kaybettiklerini söylemekte
yarar var. Uçma yeteneği devam eden
özgür ve türün atası sayılan ipek böceği
kelebeklerinin ise Asya’da yaşadıklarını
ve nesillerinin tükenmekte olduğunu da
hatırlatalım.
Çocukluğunda bütün bu sürece şahit olmuş birinin anlattıkları çok etkileyiciydi;
Yaşadığı yerde ipek üretimi yapılıyor
ve zaman zaman ne yaptıklarını merak
ettiği için, üretimin yapıldığı yere, izlemeye gidiyordu. Ne var ki günün birinde
kozaların kaynar suya atılıp, çıkardıkları
sesleri duyuncaya kadar belki de ipeğin
nasıl elde edildiğini düşünmemişti. Bu
seslerin sebebi kozaların kaynar su ile
olan temasından mı, yoksa böceğin bağırmasından mı kaynaklanıyordu?
Radyo dalgaları ile öldürme: Kozalar
Bir canlının ölümü kadar, nasıl öldüğü de
3-10 m. dalga uzunluğunda, yüksek frekanslı ışınlara maruz bırakılarak, krizalit- elbette çok önemli. Bazı ölümler sessiz de
lerin 2-3 dakikada ölmesi sağlanır.
olsa bu, o canın yanmadığını göstermediği gibi, insanın vicdan sesini bastıramadıKızıl ötesi ışınlarla ve kimyasal maddelerle de öldürme işlemleri yapılmaktadır. ğı da kesin…
Şimdi,
Ve sonrasında kozalar bir makara gibi
açılır.
İpek şalınızı boynunuza sardığınızda aynı
TÜİK verilerine gore 2013 yılında
hikayeyi siz de hatırlayabilecek misiniz?
Veg&Nature 37
Melike Demirağ’dan anlamlı çıkış:
“Et değil ,hayvan bedeni!”
Fethi Paşa Korusu’nda güzel bir Pazar gününde buluştuk Melike Demirağ ile. Söyleşimize,
dünyaya onunla aynı hassasiyette bakan vejetaryen oğlu ve 2 minik köpeğiyle gelmişti. Doğaya,
çevreye, hayvanlara ve topluma duyarlılığı ile tanıdığımız sanatçıya, merak ettiklerimizi
sorduk. Tüm samimiyetiyle cevap verdi… Bir söyleşi havasında geçen röportajımız esnasında
aldığımız keyfi, dileriz sizlere de yansıtabilmişizdir.
Röportaj /Fotoğraf Güzide ERDEN - TVD
Vejetaryenlik süreciniz
nasıl başladı?
Aslında yeni başlamadı. Ben 4,5 seneye
yakın bir süredir vejetaryenim. 50 yaşımdan sonra bunu başarabildim ama
düşünce aşamasında çok uzun süredir
vardım. Et yerken hep vicdan azabını
hisseder ve bu yanlış diye düşünürdüm.
Küçüklüklerinde çocuklarıma balık yedirirken bile bütününü göstermiyordum.
Yani balığı yiyorduk fakat o bana o kadar
ters geliyordu ki hiç olmazsa onun nasıl
olduğunu anlamasınlar duygusundaydım. Hayvanları yemenin hak olmadığı
bilincine tam olarak varmam 4,5 sene
önce oğlumun kararlılığı ile oldu.
Oğlunuz sayesinde vejetaryen
oldunuz demek ki?
Ben oğlumu yetiştirirken ona “et yeme”
demedim. Sakladım, mümkün olduğu
kadar canlı ile cansız hayvan arasına bir
şeyler koyarak aradaki bağı göstermemeye çalıştım. Fakat oğlum canlı hayvanla
cansız hayvan arasındaki bu bağı gördü,
yakaladı. Dolayısıyla beni de yakaladı.
Tövbekar olmak!
Oğlum o zaman 20 yaşındaydı, şimdi
24,5 yaşında. Bana “senin yaptığın yetmez, ben artık buna dayanamayacağım,
hayvanları yemek çok ters geliyor” dedi.
“Zaten doğa kanunu da bana çok ters
geliyor, çünkü hayvanın hayvanı parçalaması da beni çok üzüyor, onlar bilinçsiz
olarak yapıyor ama insan bilinçli bir
şekilde bunu yapıyor, ben yapmayacağım
Veg&Nature 38
bundan sonra” dedi. Bir anne evladında
farkındalık yaratabilir, normali de budur
diye düşünürken, bir evlat annesi üzerinde çok ciddi bilinçli bir farkındalık yarattı. Tamam, dedik birlikte ve o günden
itibaren tövbekar olduk. Biz tövbekarlık
diyoruz buna. Birlikte vejetaryen olduk,
2010 senesiydi.
Sonrasında neler değişti?
Bundan sonra hayatta daha bir göğsümü
gere gere hayvanseverim demeye başladım. Evcil hayvanları sevmek onların
hayatları üzerine konuşmak güzel, bu
da bir farkındalık. Ancak düşündüm ki
evcil olmayan ya da evinizde beslemediğiniz hayvanları midemize indirmemiz
nasıl bir hayvanseverlik oluyor?
İnsana ve hayvana, insanın
insana ve insanın hayvana
yaptığı acımasızlıklardan
her gün yüreğim ağlıyor. Bir
şeyler yapmaya çalışıyorum
kendimce. Biz bu dönemde
bunun sonucunu göremeyeceğiz
biliyorum ama 100-200 sene
sonra, insanlık dönüp de
bugünümüze bakıp “başka
canlıların acısı üzerine bir yemek
sofrası kurduğumuz günler”
diyecek gibi geliyor bana…
Bizler konuşan hayvanlarız. Konuşabiliyoruz, düşünebiliyoruz,
karar verebiliyoruz, vicdanımız var. Hayvanlarda vicdan
mekanizması değil içgüdü var. Tamamen içgüdü ile davranırken
bir o kadar da olağanüstü sevgiye açıklar. Bir ayçiçeği nasıl
güneşe doğru kendini çeviriyorsa, hayvan da en ufak bir
gülümsemede, en ufak bir okşamada ruhunu, hayatını ve
sevgisini size teslim eden bir varlık.
Et Değil Hayvan Bedeni!
Bu arada ben et demiyorum, hayvan
bedeni diyorum. Et dedikleri vakit ben
“hayvan bedeni yemiyorum” diyorum.
Bu aslında çok ciddi bir farkındalık
yaratmak. Et denince sanki o canlı değil de, başka bir şey oluyor, olayı çok
küçümsüyoruz. Oysa önüne gelen şey
hayvan bedeni. Öldürüldükten sonra
soframıza geldiğinde sanki “ normal, size
hak olmuş bir yiyecek” haline geliyor. O
size hak değil. O size hiç hak değil. Hele
hele öyle hapsederek, hayvanların canını
yakarak yaptığınız şeyler hiç hak değil.
Aslında inançlı, inançsız herkesin ortak
bakışı bunu, normal karşılıyor. Nasıl bir
insanın bedenini yemiyor ve yemeyi bir
vahşet, yamyamlık olarak görüyorsak, biz
de hayvanların yamyamıyız bu anlamda.
Vicdanın Şahlanması!
Hayvan bedenini artık yemiyorum, onu
sindirmek istemiyorum. Ve bu bana
yürek olarak, vicdan olarak çok mutluluk
veriyor. Öncelikle bu var.
ken, ellerine zarar verdiklerinde “vah vah
ellerine zarar verildi” denildiği bir gün.
Benim için çok çok önemli. Ancak ne
yazık ki çevremdeki insanlar, özellikle
sanatçı dostlarımdan buna çok büyük
destek de göremiyorum, ona üzülüyorum.. Köpek ve kedi sevmenin ötesinde
bu farkındalığa gelmek çok önemli.
Yurtdışında da bulundunuz,
orada algı ve tepkiler nasıl
vejetaryenliğe?
Yurtdışından döneli 20 sene oldu. 1993’de
döndüm. Geçenlerde Roma film festivaElbette insanlık bir gün bu vahşetten kur- line gittim, Ferzan Özgepetek’in davetlisi
tulacak. Kurtulduğu vakit, zaten savaşlar olarak. Vegan ve vejetaryenlere daha
bitecek, sevgi, vicdan ve farkındalık yük- farklı baktıklarını gördüm. Bilemiyorum
ben belki bir sanat çevresi içindeydim,
selecek. Ne yazık ki, ölüm insana geldiği
sokaktaki insanlarla konuşmadım. İçinde
zaman çok büyük bir infial gösteriliyor.
bulunduğum İtalyan sanatçılar ya da büAma o herkes gibi yaşamayı hak eden
diğer canlıların ölümü bizim için normal tün sanat çevreleri bunu çok doğru bir şey
olarak görüyor. Çok güzel, çok iyi bir şey
doğanın bir kanunu gibi gözüküyor.
olarak görüyor ama kendileri uygulamıHayvan sevip,
yor o başka. Ben de bunun sadece teorik
hayvanları yemek?
olarak doğruluğunun kanıtlanmış olması
Mesela kuzulara bakıp, ah canım ne
ya da yüreklerinde bunun doğruluğuna
kadar güzel kuzu, diyorlar ve seviyorlar.
inanmalarının yetmediğini, bunu eyleme
Diyorum ki o kuzunun pirzolasını yiyor- de geçirmeleri gerektiğini söylüyorum
sunuz. Ben de eskiden yerdim ama kendi ama herhalde herkesin bir süreci var.
kendimle yüzleştim, özür diledim hayat- Tabi dışlayıp, kınamamak ama farkındalık
tan, canlılıktan ve kendilerinden. Dedim yaratmak gerekiyor. Çünkü eğer ben de 50
ki “ben tövbe ettim artık, beni affedin,
yaşıma kadar bunu hissetmeme rağmen,
bundan sonra sizin için savaşacağım”.
yapamadıysam benim de kalkıp başkalarıÖzür dilerim hayattan, canlılıktan, nı acımasızca eleştirmeye hakkım yok diye
düşünüyorum. Ben sadece kendimi bir
doğadan…
Peki umutlu musunuz?
İkincisi de Allah’ın sopası yok derler ya
hani. Acılar içinde öldürülen bir hayvanın bedenini zaten sindirmeye çalışmak,
kanser ediyor büyük bir olasılıkla. Onu
yiyerek, hayvanın bedenine geçen, çok
ciddi ızdırabı da yiyorsunuz. O nedenle
oğluma çok şey borçluyum bu konuda.
Benim vicdanımı şaha kaldırdığı için.
Gerçekten de benim vicdanımı şaha
kaldırdı. Ona çok teşekkür ediyorum.
Çevrenizle ilişkileriniz ne oldu?
Vejetaryen olduğum o günden sonra,
elimden geldiğince bütün aile bireylerime,
başaramazsam da bunları anlatmaya çalışıyorum. Ama ne yazık ki insanlarda yerleşmiş bir şey var, bunu doğal karşılıyorlar.
Yani “bu hayvanlar bizim yememiz için
yaratıldı, bunlar doğal, doğanın kanunu”
şeklinde. Onları yemeyi böyle görüyorlar.
Her şey insan için gibi düşünülüyor.
Mesela kurbana bayram demek gelmiyor içimden. Aslında hayvanlar her gün
topluca katlediliyorlar ama o gün çok
gözümüze sokuluyor. O gün aynı zamanda “genç ve deneyimsiz kasap” dedikleri
insanların, hayvanların boğazlarını keser-
Bana, “neyle besleniyorsunuz, nasıl oluyor?” diye soruyorlar. Ben de
diyorum ki demokrasilerde çareler tükenmez. Her ne kadar uzun
zamandır demokratik bir ortamda yaşayamıyorsak da insan bir şey
yapmak istedikten sonra, birinin canına kıymak istemiyorsa ve bunu
bilinçli olarak farkındalık haline getirmişse, bunu çözebilir.
Veg&Nature 39
“Karmaya
inanıyorum, bu
hayatın bu dünyadan ibaret
olmadığına. Çünkü aksi durumda
çok basit, çok adaletsiz olurdu diye
düşünüyorum. O zaman bir yaratıcı fikrine,
bir bütün fikrine ulaşmak da çok zor olurdu.
Oysa dünyada çok fakir var, çok zengin var,
işkence çeken, çalan, çırpan var. İnanılmaz açlık,
yokluk var ve saltanat da var. Bütün bunların
bir tek hayat boyunca yaşanıp, ondan sonra
hesabının verilmemesi çok adaletsiz gelirdi.
Böyle bir şey olduğunu hissetseydim,
herhalde hiç inancım kalmazdı diye
düşünüyorum. “
örnek olarak ortaya koyuyorum. İnsan her
yaşta tövbekâr olabilir. Ben yarım yüzyıldan sonra tövbekâr oldum.
Sanatın ve sanatçının bu felsefede rolü ne olmalı?
Sanat, sanatçı her zaman toplumun sesi,
sözü, dili, kulağı oluyor. Basın tarafından,
medya tarafından sözü dinleniyor, hele de
biraz daha popülerse o devirde. Ben o yüzden geçmişlerdeki popülaritemin bugün
olmasını çok isterdim; hem insanın insana
hem de insanın hayvana yaptığı kıyıma
dair söyleyeceğim sözlerin çok daha büyük
ses getireceğini düşündüğümden.
Dolayısıyla sanat ve sanatçı, doğadaki
canlılık üzerine, bütün yaşayan canlıların dili ve kulağı olmak zorunda, gözü
olmak zorunda.
Yaşam Bir Haktır Ama
Tüm Hayvanlara!
Sanatçılar olarak bizlerin, bütün hayvanları
duymamız ve başkalarına örnek olmamız
gerekiyor.. Ama bu sadece televizyondaki
reklamda gördüğümüz gibi değil. “Yaşam
bir haktır” diye bir reklam var bu günlerde,
kediler ve köpeklerle sanatçı dostlarım
çıkıyorlar. Çok güzel bir şey. Ancak kediler ve köpekler kadar yediğimiz, midemize
indirdiğimiz keçilerin kuzuların da yaşam
hakkı var. İşte orada sanatçı olarak kendi
kendimizi sorgulayıp, “ben bir hayvanseversem dört dörtlük bir hayvansever olmalıyım, kendi bedeni zevklerim, egolarım
için hayvan bedeni yemeden de yaşayabilirim” diyebilmeliyiz.
Eleştiriler ve Nerede Duracağız?
Şu argümanı da sıklıkla söylerler “bitkiler
de canlı”. Aslında bu da beni rahatsız
ediyor. Bu argümanı doğru bulmuyorum
ama doğruluk payı var. Evet, bitki de
canlı, ağaç da canlı, çiçek de canlı. OğVeg&Nature 40
lumla konuştuğumuzda şöyle bir söylem
getiriyoruz kendimize, diyoruz ki “var
olmak durumunda, yaşamak durumunda olan insanlar olarak canlılara
olan zararımızı minimuma indirmeliyiz. Hayvanlar bilinçli, kaçıyorlar,
bağırıyorlar, ağlıyorlar, acı çekiyorlar, bunları görebiliyoruz. Kendi beş
duyumuzla bunları görebiliyoruz.
Bitkilerin de mutlaka güneşe çevirdiklerinde kafalarını, su verdiğimizde,
onlarla konuştuğumuzda mutlaka bir
iletişimi var ama bizim farkındalığımız
hayvanları anlamaya daha müsait”.
Keşke bir gün insanlar hiçbir canlıyı
tüketmeden yaşayabilseler. Burada onu
söyleyenler de haklı diyorum ama biz bu
kadarını yapabiliyoruz, çünkü sonuçta
yaşamak durumundayız, en az zararı
vererek yaşamak durumundayız. Bazen
bir kabağı, bir patlıcanı bile yerken insanın farkındalığı öyle noktaya gelebiliyor
ki. Hiçbir şeyi yemeden yaşayabilmek
mümkün mü acaba?
Hayvanları yemek ve karma
“ Hayatın evrenin çok büyük bir matematiksel sevgi gücüyle döndüğüne
inanıyorum. Kimi buna Allah diyebilir,
yaradan der, Tanrı der, başka bir şey
diyebilir. Önemli olan isimler değil ama
mutlaka ve mutlaka hepimiz birbirimize
bağlıyız. Tüm canlılık, tüm insanlık bir
yaşam oluşumunu yaratıyor. Sen değişirsen bütün dünya değişir, birisine bir
zarar verdiğin vakit, bütün canlılara
vermiş olursun. Belki böyle romantik bir
söylem gibi gelebilir ama değil. Burada
bir zincirleme bağ var.”
İnsanların kendi karmalarını yarattığına
inanıyorum. Ne ekersen onu biçersin. Bu
hayatta da bugün yaptığımız şey belki 30
sene sonra farklı bir şey olarak geri döner. Onun için insana ve hayvana yaptığımız herşey geri dönecektir diye düşünüyorum. Yani bir kediye tekme atarsan,
bir köpeği boynunda iple boğmaya
çalışırsan, yarın öbür gün belki 20 sene
sonra ayağın kırılabilir, bir yerde feci bir
şekilde düşersin boynunu kırabilirsin..
bunun hayat adaleti, ilahi bir adalet olarak düşünüyorum. Onun için bu dünyada sevginin haklı kılınması gerektiğine
inanıyorum. Her şeyin kökü sevgidir,
iyiliktir, dürüstlüktür, doğrudur. Bunu
sadece kafa sallayıp, yaşamayan insanlar
var. O insanların da gerçekten herhangi
bir şeye inandıklarını inanmıyorum.
İnsanlar eğer karmayı ve yaptıklarının
kendilerine misliyle geri döneceğini
bilseler, dürüst, doğru ve iyi insan olarak
yaşamak isterler hangi mevkide olursa
olsunlar.
Herkes benim insan kardeşim
Benim için en insani, en hayvani, en
canlılığa yakışır olanı hep birlikte bu yaşamı paylaşabilmek ve bu yaşamda her
birimizin, bütün canlılığın birbirine bağlı
olduğunu bilmek. Dolayısıyla tüm insanlar
benim insan kardeşimdir. Bu da yanlış
anlaşılıyor bazen. Ekrana çıktığımda bugünün siyasilerine “benim insan kardeşim”
dediğim vakit, “sen onlar hakkında iyi
konuşuyorsun” dediler. Hayır, öyle bir şey
yok. Bu dünyada kötülüğünü kullanan,
insanlara kötülüğü dokunan, bilinçli ya da
bilinçsiz olarak kötülük yapan da benim
insan kardeşim; bütün iyilikleriyle, hayırlarıyla insanın yanında olan da benim
insan kardeşim. Eğer bütün evren, bütün
insanlık bir bütünse, kötüsüyle iyisiyle benim kardeşim. Ama içindeki iyiliği değil de
kötülüğü çıkaran insanlarla, politikacılarla
bu dünyada insan olarak, barış yöntemi ile
mücadele etmek gerekir.
Et Yenen Mekanlar
Artık bu felsefeyi, bu hayatı böyle yaşamaya başladıktan sonra hayvan bedeni
yenen sofralara oturmak istemiyorsunuz.
İsyan ediyorsunuz. İsyanınız bir kibir değil, bir ego değil, bir canlıya, hayat hakkı
tanımayan insanların hala bu bilinçten
niye dönemedikleri telaşı, üzüntüsü
oluyor. Bazen de öfkesi oluyor. Sonra o
öfkeye sahip çıkmak zorundasınız. Çünkü biliyorsunuz ki kaç senedir sizde bunu
yaptınız, hayvanları yediniz, o zamanlar
bu insanların safındaydınız.
Veganlık?
Çok takdir ediyorum öncelikle. Bu arkadaşlarımızın seçimleri çok büyük bir
fedakarlık bugünün dünyasında.
Ben de hiç deri kullanmıyorum. Evdeki
bütün deri ayakkabı, ceket, kemer..ne
varsa hepsini topladım çıkardım. Hayvanı üzerime giymiyorum, istemiyorum.
Süt ve yumurta tüketiyorum evet ama
kesinlikle marketlerden almıyorum. O
daracık mekanlarda, zorla tutulan hayvanlardan alınanları kullanmıyorum.
Bildiğimiz tanığımız yerlerden alıyorum,
getirtiyorum. Buna çok çok dikkat ediyorum. Önceden dışarıda kahvaltı da
yumurta yemeyi severdim mesela, şimdi
nereden geldiğini bildiğim için yemiyorum. Şimdilik vegan değilim, buna hazır
değilim ama bu arkadaşlarımıza çok
saygı duyuyorum.
Sürdürülebilir dünyaya katkınız ve
vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.
BUĞDAY’DAN
EKOLOJİ KÖŞESİ
Yaşam dönüşümdür ve her
şey bir tohumla başlar…
G
ıdamızla ve onu yetiştiren toprakla, suyla, çiftçilerle bağımız
zayıfladıkça, Anadolu’ya özgü
yerel tohum çeşitliliğimiz de giderek yok
oluyor. Kendini sürdürebilme özelliği
olmayan, egemenliği sonucunda gıdamızın ve geleceğimizin güvencesi yerli
tohumların nesli, tükenme tehlikesiyle
karşı karşıya.
Buğday Derneği olarak, yüzlerce yıldır
başından türlü türlü maceralar geçen;
kuraklık, hastalık ve değişen iklim koşullarına göğüs geren atalık tohumlara
sevdalıyız.
Gıdamızın; hayranlık uyandıracak kadar
keskin bir genetik hafızayı barındıran ve
kendini sürdürebilme özelliğiyle çiftçimize özgürlük tanıyan bu tohumlardan
gelmesi gerekliliği tartışma bile kabul
etmez. Kim yediği içtiğini bin bir emekle
üreten insanların mutlu ve huzurlu yaşamasını, emeğinin karşılığını almasını
arzu etmez ki?
Adım Adım Oluşumu, iyilik için koşan
kocaman yürekli insanlardan oluşan bir
ekip. Tohum Takas Ağı’nın tohumtakas.
org sitesine kavuşması için çok emek
verdiler. Adım Adım koşucuları ve
bağışçılarının desteği ve kırsal ağımızda yer alan üreticilerimiz ile birlikte,
Anadolu’da bugüne kadar 100’den fazla
atalık tohumu tespit ettik, sağlıklı olup
olmadıklarını belirlemek için analize
gönderdik. Konunun uzmanı danışmanlarımız ve çiftçilerimizle kafa kafaya
verip, tohumun menşei, ne
kadar alana ekildiği,
ne kadar verim
alındığı ve ekim
sırasında nelere dikkat
edildiği
Bugüne kadar yerel tohumlarımızı korumak için kampanyalar yürüttük, maratonlarda koştuk, üyelerimizi, gönüllülerimizi, dostlarımızı
bizlerle yürümeye çağırdık. Ne mutlu bize ki; hiç esirgenmedi bizden
ve hep destek bulduk. Sonunda çok uzun zamandır bin bir emek verdiğimiz Tohum Takas Ağı’mız, kaybolmakta olan yerli ve atalık tohumlarının ekilerek korunabilmeleri ve çoğalabilmeleri için hazırlanan
tohumtakas.org sitesine kavuştu.
gibi tüm bilgileri yazılı ve görsel olarak
veritabanına kaydettik.
Sonunda ekilen bir tohumun yeşerip
fidandan ağaca dönüşerek meyve vermesi gibi, biz de bütün verilen emeklerin
meyvelerini topluyoruz. Veritabanımızda
kayıtlı yerel tohumlarımız takas edilmeye
hazır. Elde edilen tohumlar ve her bir tohuma özgü bilgiler, bu ağ sayesinde çiftçiler ve uzun vadede bu tohumları ekmek
ve takas etmek isteyen herkesle paylaşılabilecek. Zekâ küpü atalık tohumlarımız,
bahçelerde, balkonlarda, saksılarda özgürlüklerine kavuşacak; ekilerek ve takas
edilerek çoğalacak.
www.tohumtakas.org, Buğday Derneği
üyeleri arasında yerel tohum mübadelesini kolaylaştıran çevrimiçi bir veritabanı
ve bilgi ağı olarak tasarlandı. İlk etapta
tohumunu takasa açmış farklı üreticilerden 20 çeşit tohumdan 4’ünü seçip talep-
te bulunmak mümkün. Haziran 2014’te
devreye girecek ikinci etapla birlikte, elde
olan ve sisteme kaydedilen yerel tohumları da diğer kullanıcılarla takas etme
olanağı olacak.
Sitede bulunan ve zaman içerisinde tohumseverlerimizin deneyimleriyle de
çoğalacak olan tohum formları sayesinde
edinilen yerel tohumların ne zaman ve
nasıl ekileceği konusunda bilgi alınabiliyor. Sitemizi, her bir tohumun seceresinin
rahatlıkla takip edilebileceği şekilde özellikle tasarladık ki; yıllar geçtikçe, sistemde
takasa açılmış her bir tohumun kökeninin
nereye dayandığı öğrenilebilsin.
Takasa katılamayan ama destek olmak
isteyen ekoloji sevdalılarına da tavsiyemiz var: Tercihlerimizi yerel tohumlardan yana kullanılıp, onlara can verelim.
Atalık tohumlardan elde edilmiş gıdayı
talep ederek, bu tohumların ekilerek
çoğalmasına destek olalım. Böylece
daha çok yerel tohum, daha geniş alanlarda toprak, su ve güneşle buluşup,
sofralarımıza konuk olsun!
Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği
www.bugday.org
Veg&Nature 41
8.000 Stadyumluk Orman
Alanı Yok Oluyor!
TEMA, 3.KÖPRÜ, 3.HAVALİMANI VE KANAL İSTANBUL RAPORUNU AÇIKLADI
Fotoğraflar: Zekeriyaköy FotoSafari
İ
stanbul’un geleceğini etkileyecek üç
proje olan 3. Köprü, 3. Havalimanı ve
Kanal İstanbul’un hayata geçirilmesi
halinde meydana gelebilecek etkiler
TEMA Vakfı önderliğinde bilimsel bir
raporda bir araya getirildi. İstanbul
Projeleri Raporu’nun sonuçları 25 Mart
Salı günü düzenlenen basın toplantısı
ile paylaşıldı. On altı bilim insanının
katkısıyla yedi aylık bir çalışma sonucunda oluşturulan çıktıların aktarıldığı
toplantıda, projelerin; İstanbul’un yaşam
destek sistemleri olan kuzey ormanları,
su havzaları, tarım ve mera alanları, yer
altı suları ile biyolojik çeşitlilik üzerinde
oluşturacağı tehditler paylaşıldı.
Toplantı Prof. Dr. Nuran Zeren Gülersoy
(İTÜ Mimarlık Fakültesi, Şehir ve Bölge
Planlaması Bölümü) Prof. Dr. Doğanay
Tolunay (İÜ Orman Fakültesi Orman Mühendisliği Bölümü), Prof. Dr. Emin Özsoy
(ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü) ve Prof.
Dr. Haluk Gerçek’in (İTÜ İnşaat Fakültesi
İnşaat Mühendisliği Bölümü) yanı sıra
TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı
Deniz Ataç’ın katılımıyla gerçekleşti.
Mevcut durum tespit ve değerlendirmesi:
• Doğal varlıklara erişim ve kullanım
insani ve toplumsal haktır.
• İstanbul ormanları Dünya çapında
önemli 200 ekolojik bölgeden, Avrupa’da
ise acil korunması gereken 100 ormandan biri olarak kabul edilmektedir.
• Kentin kuzeyinde yer alan ormanlar,
su havzalarının korunması ve kuzey
rüzgarlarının kente temiz hava getirmesi
açısından büyük öneme sahiptir.
• 1973’te inşa edilen Boğaziçi Köprüsü
ve yapılan çevre yolları ile kentin gerek
nüfus, gerekse arazi kullanım yapısı yoğunlaşarak daha kuzeye doğru yönelmeye başlamıştır.
• 1988’de Fatih Sultan Mehmet Köprüsü
ve TEM bağlantı yollarının yapılmasıyla
kentin kuzeyindeki kırsal yerleşimlerin
ve tarım alanlarının yanı sıra içme suyu
kaynaklarının, su havzalarının ve orman
alanlarının tahribi hızlanmıştır.
• 1/25.000 ölçekli Kuzey Marmara Otoyolu Nazım İmar Planı’nda, 3. Köprü
ve bağlantı yolları kapsamında, KınalıGebze arasında yaklaşık 26 adet kavşak
planlanmaktadır. Bu kavşaklar su havzaları, orman ve tarım alanları ile meraların
bulunduğu İstanbul’un kuzeyine bağlantı
sağlayarak, bu bölgelerde yeni yerleşme
alanlarının oluşmasının önünü açacaktır.
Böylelikle 1. ve 2. Köprülerde olduğu gibi
İstanbul kuzeye doğru genişleyecektir.
• İstanbul’un %25’i tarım arazisidir. Avrupa yakasında, ağırlıklı olarak Silivri
ve Çatalca ilçelerinde yer alan tarım
arazilerinin %90’nında sulama gerekmeden kuru tarım ya da yağışa bağlı tarım
yapılmaktadır.
• Kent ormanlarının insan çevresine ve
sağlığına yararlı etkileri; biyolojik çeşit-
Veg&Nature 42
liliği desteklemek, atmosferik karbon
düzeyini azaltmak, su ve hava kalitesini
geliştirmek, gürültü kirliliğini önlemek,
sıcak-soğuğu dengelemek, toprak erozyonunu azaltmak, kentte yaşayanların ekoloji bilincini geliştirmek ve duyarlılığını
artırmak ve insan sağlığını desteklemek
şeklinde sıralanmaktadır.
Projelerin hayata geçmesi halinde meydana gelecek etkiler:
* Projeler ile yok edilecek değerlerin
maliyetleri, yaratılan değerlerden daha
yüksek olacak.
* 3. Havalimanı ve 3. Köprü için doğrudan kesilecek orman alanı 8.715 hektar
alan olacak. Bu da yaklaşık 8 bin futbol
sahası kadar alana karşılık geliyor.
* Köprüler insan değil, araç taşımaya devam edecek. Projeksiyonlara göre 2023’de
zirve saatte her 3 köprü de tıkanacak.
* 3. Havalimanı kapsamında planlanan
pist, apron, üst yapılar vb. ünitelerin hafriyat çalışmaları ile doğal orman alanları,
canlı yaşamı barındıran yaklaşık 70 adet
büyüklü küçüklü göl, gölcükler ve özellikle Terkos Gölü’nü besleyen dereler, tarım
alanları ve mera alanları zarar görecek.
* Ormanların insanlara sağlamış olduğu
ekosistem hizmetlerinde (su üretimi,
iklim düzenleme, karbon bağlama ve
oksijen üretme, hava kirliliğini azaltma,
canlılara yaşam ortamı sağlama, odun
üretimi vb.) azalma meydana gelecek.
Habitat parçalanmaları oluşacak.
• İstanbul önemli kuş göç yollarından
biri üzerinde bulunmakta olup, kuş göçü
Terkos Gölü ve Belgrad Ormanı üzerinden geçmektedir. Bu bölgede yaşayan
yerli ve göçmen kuşlar, Bern Sözleşmesi
ile de koruma altındadır. Kuş göç yolları
üzerine kurulan projeler sonucunda
kuşların yaşam alanları tahrip olurken,
uçak kazalarının yaşanma riski artacaktır.
• Projelerin hava ve iklim olay ve düzeneklerinde oluşturacakları değişiklikler önce
yöredeki küçük ölçekli iklimi, sonra da
bölgesel iklimi etkileyecek. Projeler, yakın
çevrelerindeki ısı ve nem akıları, sıcaklık,
nemlilik, buharlaşma, bulutluluk ve rüzgar
rejimleri ile alansal dağılış desenlerini
etkileyerek, bu alanların birer kentsel ısı
adasına dönüşmesine neden olacak.
• Kanal İstanbul projesi ile ilgili
kamuoyuyla paylaşılan güzergah alternatifleri arasından yapılması en
olası gözüken alternatif güzergahın
Sazlıdere havzasından geçmesi durumunda, su varlıkları açısından sınırlı
imkanlara sahip olan İstanbul ciddi
bir tehditle karşı karşıya kalacak.
taraf olduğu birçok uluslararası sözleşme
ihlal edilmektedir.
• Taraf olunan İklim Değişikliği Çerçeve
• Türkiye’nin 122 önemli bitki alanından
Sözleşmesi ve Kyoto Protokolü gereği herbiri olan Terkos-Kasatura kıyıları Kanal
İstanbul projesinden olumsuz etkilenecek. hangi bir sera gazı indirimi vaadinde bulunulmasa da, önemli karbon yutak alanları
• İstanbul projelerinin yapılmasının
planlandığı alanlar ekolojik açıdan hassas olan orman alanlarının tahrip edilmesi
ve sürdürülebilir yaşam adına korunması açıkça bu sözleşmelere de aykırıdır.
gereken alanlardır. Bu alanlar çok çeşitli
ve endemik bitki ve hayvan türlerinin de
yaşam alanıdır. Projeler, İstanbul’un flora
ve faunasında tahribata sebep olacaktır.
• Tarım arazileri hızla yapılaşmaya açılarak, tarım arazisi kaybı sadece kanalın
geçtiği güzergahtaki tarım arazileri ile
sınırlı kalmayacak. Aynı zamanda kanal çevresinde oluşacak denetlenemez
yapılaşmalar nedeniyle çok daha vahim
boyutlara ulaşacak.
• Kanal İstanbul önemli miktarda tarım
arazisini sulayabilecek bir potansiyele
sahip Silivri, Çatalca ve Büyükçekmece
ilçeleri altında yoğunlaşmış yeraltı suyu
havzalarına zarar verecek.
• Kanal İstanbul’un geçme olasılığı olan
yerlerde bulunan İstanbul Trakya Demiryolu, TEM Otoyolu, E5 Otoyolu, onlarca
önemli karayolu, Terkos-Alibey tarihi su
galerisi, onlarca önemli içme suyu isale
hattı, Ataköy atık su kolektörü gibi büyük
yapıların yer değiştirmesi ayrı bir sorun
oluşturacak.
• Projeler Türkiye’nin taraf olduğu birçok
uluslararası sözleşme ihlal edilerek hayata geçirilecek. Türkiye’nin taraf olduğu
çevrenin korunması ile ilgili uluslararası
sözleşmeler esas alınması ve uygulanması
gereken kanun hükmündedir. Köprü ve
bağlantı yolları projesi ile Türkiye’nin
• Her türlü yatırım için üstün kamu
yararı ve üstün ekosistem yararı analizi
yapılması yatırımların sağlayacağı fayda
ile neden olacağı tahribatın karşılaştırılması açısından önemlidir.
• Uluslararası sözleşmelerle koruma
altına alınan alanlarda yapılacak projeler
ile Büyükçekmece Gölü, Küçükçekmece
Gölü, Terkos Gölü, Ömerli havzası ve
Batı İstanbul meraları zarar görecek.
• Karadeniz sahilindeki Kilyos kumulları,
Ağaçlı kumulları, Alibeyköy Barajı çevresindeki Batı İstanbul meraları, Terkos
havzası, İstanbul Boğazı, Şile kıyıları,
Ömerli havzası ve Pendik vadisi gibi
önemli doğa alanlarındaki ekosistemler
de zarar görecek.
• Doğrudan ekonomik getirisi olan tarım
ve orman arazilerine ilişkin kısa dönemli
ekonomik değerler dikkate alınırken, diğer ekosistem fonksiyonları doğrudan bir
ekonomik değer taşımadığı için dikkate
alınmamaktadır.
“İstanbul’un Geleceğini Etkileyecek Üç
Proje: 3. Köprü – 3. Havalimanı – Kanal
İstanbul” başlıklı TEMA Vakfı Uzman
Görüşleri kitabının tamamınahttp://
www.tema.org.tr/folders/14966/categorial1docs/1235/buyukprojeler2014.pdf
adresinden ulaşabilirsiniz.
( TEMA)
Veg&Nature 43
DEV MUTASYON!
Haber/Röportaj: Ebru ARIMAN – TVD –Nisan 2014
K
üreselleşen dünya, hızla artan
nüfus, nüfusun tüketim çılgınlığı
ve üreticinin başını döndüren,
gittikçe çeşitlenen ve genişleyen dev bir
pazar… 7.2 milyar konuğunu ağırlıyor
dünya. Hiç bu kadar kalabalık olmamıştı.
yor. Kurallar değişiyor, biyolojik döngü
değişiyor, kullanılan yemler, gece-gündüz
değişiyor. Yediği yemin etkisiyle kanser
olacak kadar da yaşayamayacak olan canlının, GDO’yla beslenmesinin endüstriye
göre çok da önemi kalmıyor bu noktada.
enjekte edildiği anlatılıyor ve ne yazık ki
doğru görünüyor.”
• Peki, meyve ve sebzelere de bir
takım hormon ve ilaçlarla müdahale ediliyor. Bunları tüketmek de aynı ölçüde sakıncalı mı?
fazla tümör gelişti.
“Meyvelere kökten mantar ilacı verilerek
küflenmelerinin önlendiği, limona kökten
kanser ilacı verilerek dal ömrünün uzatıldığı, muza gövdeden doğum kontrol hapı
• Kanserle bir bağlantısı
var mı konunun?
İki yıl önce üç arkadaşımız birer dilim
portakaldan zehirlendiler. Portakalı analize gönderdik, içinde ve kabuğunda 20
çeşit tarım ilacı çıktı. Üstelik bu portakal
İlerleyen teknoloji ve biyolojik gelişmeler, Yapay bir çağda yaşıyoruz. Doğala ulaşmak “güvenli olduğunu iddia eden” marketten alınmıştı. Ziraat mühendisleriyle
alternatif metotların gelişiminin de önü- artık pahalı bir tercih. Peki neler oluyor?
nü açarak, daha az zamanda, daha çok
İstanbul Üniversitesi Onkoloji konuşuyoruz, meyvenin olgunlaşmasını
talebe cevap verebilmeye olanak tanıdı.
Enstitüsü’nden Yard.Doç. Dr. durduran ilaçların düzenli kullanıldığını
söylüyorlar. Bu ilaçlar elbette meyvenin
Yapay müdahalelerle, besinlerin verimli- Yavuz Dizdar’a sorduk:
de içine geçiyor ve kalıyor. Bunları uzun
liği artırıldı, dayanıklılık süresi uzatıldı,
• Hazır gıdalar hangi özelliksüreli tüketmenin bir de mesela kısırlığa
doğası ve genetiği bozuldu. Günümüzde
lerinden dolayı insan sağlığını
neden olmayacağını hiç kimse iddia
artık neredeyse her coğrafyada her türlü
tehdit ediyor?
edemez.
ürüne, her mevsimde ulaşmak mümkün.
Hazır
gıdaların
en
büyük
riski
uzun
raf
• Son zamanlarda sıkça tartışıÇilek yemek için yazı beklemiyoruz artık,
ömrüne sahip olmaları için aşırı fiziksel
lan GDO konusu sağlığımızı ne
püre yapmak için patates kaynatmayı.
işlemden geçirilmeleridir. Süt aşırı basınç şekilde etkiliyor? Dolaylı tüketiMısırı ambalajıyla atıyoruz mikrodalgave sıcaklıkla homojenize edilmekte, yani yor muyuz?
ya, dünyanın bir ucundan gelen muzu
yağı kırılmakta, ama bundan yapılan
en sarı haliyle tüketebiliyoruz her daim.
Elbette dolaylı tüketiyoruz. GDO ürünler
yoğurt ekşiyememektedir. Demek ki
Yoğurtlar bozulmuyor, sütler ekşimiyor.
uzun süreli tüketimlerinin güvenli olup
içerikte kimyasal bir değişiklik vardır.
7/24 mesaide de olsalar, insanların çığ
olmadıkları araştırılmadan piyasaya
UHT süt dediğimiz uzun ömürlü kutu
gibi büyüyen ihtiyaçlarına yetişemiyor
sürüldüler. Bizim ülkemizde bu konuda
sütten de yoğurt yapılamamaktadır, yani ciddi bir duyarlılık var, ama sonunda lobi
hayvanlar. Yüksek verim için suni yönonda da kimyasal bir değişiklik vardır.
temlerle doğal döngüye müdahale edilikazandı ve yasal olarak yem endüstrisine
Bozulmayan sosis ve salamları kediler
girdi. İki yıl önce Fransız araştırmacılar
yemez. Kedinin hamburger köftesi dahil, GDO mısır soyunun iki yıl gibi uzun süre
et ürününü yememesi aslında yeterince
güvenli olup olmadığını araştırdılar. Bu
anlamlıdır. Etçil olan bir canlı et ürünü
düz bir besleme ve gözlem çalışmasıydı.
yemiyorsa, burada tartışılacak fazla bir
Hayvanlarda doğal mısır yiyen kontrol
şey de yoktur.
grubuna göre 14. ayda 5 ila 7 kat daha
Ne var ki lobi güçlüdür, savunması da
hep “dünya nüfusunu beslememiz için
gerekli” şeklinde, “duygusal ve komiktir”. AB’de gerçekleştirilen bir toplantıda
Bu değindiğiniz konu aslında buz daAvrupa Gıda Güvenliği Otoritesi’nin
ğının göremediğimiz kısmıdır. Çünkü
temsilcisine herkesin önünde bizatihi
ziraatta kullanılan ilaçların artık haşere
mücadelesinden çok, bitkinin biyolojisi- sordum, “biz 80 kiloluk fareler değiliz”
ne müdahale ettiğini görüyoruz. Eskiden dedi. Nitekim bilimsel yayının içerisindeki fotoğrafları sansürlediler. “Dünyanın
1.5 ton ürün alınan yerden, ilaçlar sayesinde 8.5 ton ürün alındığını söylüyorlar; protein açlığı” 1930’larda bile dile getirilen son derece nahif bir savunmadır.
bu verim artışı zararlı mücadelesiyle
Mesele tamamen ticaridir.
açıklanamaz.
Yard. Doç. Dr. Yavuz Dizdar
Veg&Nature 44
Genetiği değiştirilmiş (GDO) ve süt
üretiminde kullanılan NK608 mısırın, fa-
relere yedirildiğinde 14 ayda anlamlı bir
şekilde kanser gelişimine neden olduğu,
patent korumalarından ötürü ancak iki
sene önce bilimsel yayın haline gelebilmiştir. Bu gibi girdiler ve formüle edilmiş
yem, hayvanın günde 8 litre süt verimini
40 litreye kadar çıkarabiliyorsa, bunun
tüketilmesinin zararsız olup olmadığının
da ispatlanması gerekir; ama böyle bir
araştırma yapılmamıştır.
Dolayısıyla hayvansal ürünler ve kanser
arasındaki ilişki, aslında son derece ciddi
bir boyuta varmış.
gelişmiştir, o başka, ama dünyanın en sağlıksız toplumlarından
biridir. Oysa eti az tüketen pek
çok toplumda hastalık çok daha
az görünmektedir. Bu farkın
et tüketiminden mi yoksa besicilikle yetiştirilmiş hayvanın
etinin tüketilmesinden mi
olduğu bilinmemektedir. Lakin
her durumda hayvanların kötüye kullanımları, dahası ciddi
eziyet çektikleri kesindir. Böyle
beslenip kesilmiş hayvanın etinden hayır
gelir mi, bence kesinlikle gelmez.
• Doğru beslenme ile genetik
mirasımıza müdahale etme şan- • Başka bir canlının sütünü
tüketmek zorunda olduğuna
sımız var mı?
inanan tek tür insan. Sizce böyBazı hastalıklar genetik özellik gösterirlesine mükemmel bir düzende
ler, ama kanser de dahil olmak üzere,
bu mantıklı mı? İnsan başka bir
nedeni açıklanamayan hastalıkların hep- hayvanın sütü olmadan yaşayasinin genetik olduğunu ileri sürmek ya
maz mı?
cehalettendir ya da gıdadaki bozulmanın
üzerini örtmenin en güvenli yoludur.
Buna karşılık genetik olan hastalıkların
etkilerinden de beslenme biçimini değiştirerek uzak durulabilir.
Yapılan binlerce araştırma “ne yerseniz
o’sunuz” sözünü doğrulamaktadır. Genetik
miras olsa bile, vücudunuzu iyi dinlerseniz genetik mirasınızın olumsuz etkilerinden korunabilirsiniz.
• Sizce hayvanların sömürü
malzemesi haline getirilmesinin
temeli nedir? Bunda daha çok
ilaç endüstrisinin mi, endüstriyel hayvancılığın mı rolü var?
Bu elbette endüstriyel hayvancılığın bir
dayatmasıdır. Toplumların beslenmesi
bakliyat ve hububat üzerine kuruludur.
Endüstriyel hayvancılık elindeki ucuz
maliyetli yarı sentetik eti pazarlamanın
bir yolu olarak “Amerika’nın gelişmişlik
seviyesinin et tüketmesiyle ilgili olduğunu” bile iddia eder. Amerika ne kadar
Konuya etik açıdan bakarsanız; süt aslında hayvanın yavrusunun besinidir, siz
sadece ondan kalanı alabilirsiniz, bunu
nedeni de sütün sağılmasının gerekli
olmasıdır. Oysa endüstriyel besicilikte
hayvan doğumdan iki gün sonra annesinden ayrılıp yemle beslenmeye başlanır. Komik olan, yemin de süt tozundan
yapılmış olmasıdır. Günümüzde kimyasal alaşımlı yemler nedeniyle o kadar çok
süt üretiliyor ki, bunların içilerek tüketilmesi mümkün değildir, süt tozuna çevrilirler. Bu bir cins “minare gölgesi” durumudur; geçirdiği işlemden ötürü artık
süt özelliği göstermez, bileşim dengesini
tamamen yitirir. Lakin bunun bir şekilde
satılması gereklidir. Günümüzde süt
tüketimi de endüstriyel zihniyetle körüklenmektedir, çünkü yemle çok miktarda
süt benzeri bir sıvı alınması mümkün
hale gelmiştir. Tarım gibi biyolojik üretimde genel kural “verim artışı ile kalite
ters orantılıdır” şeklindedir. Yani 8 litre
yerine 40 litre alıyorsanız içeriğin aynı
kalmadığından kesinlikle emin olabilirsiniz. Zaten endüstrinin zihniyeti “elinde
olanın bir şekilde pazarlanması” üzerine
kuruludur. Bunu süt tozu olarak da verebilir, okul sütüne dönüştürebilir, yoğurtta protein eksiğini tamamlamak üzere
kullandırabilir ya da bisküvinin arasında
koyarak “sütlü burger” olarak satar.
Unutmayın, endüstri yalnız çalışmaz,
önce alt yapıyı hazırlar. Mesela gelecek yıl
süt kotası kalkacak, sütün kotası olamaz,
bu süt tozu demektir. Dahası elinde olağanüstü bir reklam gücü vardır, tüketiciye kolaylıkla benimsetir.
• Son olarak eklemek istedikleriniz?
Ben gıda konusuna istemeden bulaştım,
ama akıl bağlanmasından kurtulmamda
çok ciddi bir katkı sağladı. Araştırmam
yoğurdun neden ekşimediğiyle başladı,
pilicin nasıl bu kadar hızlı büyüyebildiğiyle sürdü. Dört yıldır okuyorum, okuduklarımın bir kısmını kitapta belli bir
mantık çerçevesinde birleştirdim. Yemezler! kitabının benden aldığı emek, birkaç
tıp fakültesi bitirebilecek kadar yoğundur.
Benim gördüğüm, beslenme ve hastalık
ilişkisi gıdanın endüstrileşmesi edeniyle
çok ciddi bir boyuta varmıştır. İnsanlar
beslenme sistematiklerini doğala yaklaştırmadıkları sürece hastalıktan uzak
durmaları mümkün görünmemektedir.
Bizim şansımız, sürecin ABD’ye göre çok
hızlı, 15-20 yılda gerçekleşmiş olmasıdır.
Hastalık yükümüz de doğal olarak onları
izlemektedir, ama durdurulabilir. Bu
aslında bizim gelecek nesillere ve dünyaya karşı da artık bir sorumluluğumuzdur,
bir düzeltme yapılması zorunludur.
Yard.Doç.Dr. Yavuz Dizdar’a sorularımıza zaman ayırdığı için teşekkür
ederiz.
Bizler kendi tüketim çılgınlığımıza doğayı da alet ederek, aslında bir anlamda
hem doğaya hem de kendi sonumuza
zemin hazırlıyoruz. Doğadan, doğal
olandan, yapımıza ve etik ilkelerimizle
bağdaşan tercihler yapmak konusunda
hepimizin hassasiyet göstermesi gerekiyor.
21.yüzyılda, hayvanları sömürmeden
yaşamak konusunda alternatiflerimizi
sorgulamak ve dayatmalardan kurtularak bağımsız karar verme yeteneğimizi
geliştirmek, tamamen kendi etik meselemizdir.
Bu konuda bizim de sorumluluğumuz
olduğunu düşünüyor ve sizleri daha fazla araştırmacı olmaya davet ediyoruz.
Teşekkür ederiz.
petcity 45
Veg&Nature
“V” Sertifikası”
AB’den sonra şimdi de
Türkiye’de!
V-Label (V Sertifikası) nedir?
Nasıl İşler?
Bundan yaklaşık 30 yıl önce,
Avrupa Vejetaryenler Birliği
(EVU) tarafından vejetaryen ve
veganların tüketim tercihlerindeki
hassasiyetlerine istinaden, içerikteki
belirsizliği ortadan kaldırarak
yaşanan sıkıntıları en aza indirmek, tüketici açısından net
bir tanımlama sağlamak ve güvenli tüketimi kolaylaştırmak
üzere tanımlayıcı bir sembol kullanılmasına karar verilmiş
ve İtalyan sanatçı Prof Bruno Nascimben(Castenaso)
tarafından tasarlanan V-Label sembolü, 1985 Cervia’da
EVU Kongresinde sunularak kabul edilmiştir. V-Label,
bir Vejetaryen/Vegan ürün logosudur. 1985 yılında kabul
edilen bu logo, pek çok vejetaryen ve vegan organizasyonları
tarafından kullanılmaya başlayarak, dünya çapında
tanınan yaygın bir logo haline gelmiştir. V-Label, tüm dünya
ülkelerinde tasarım ve marka tesciline sahip, Uluslararası
Vejetaryenler Birliği ile Avrupa Vejetaryen Birliği’nin kabul
ettiği tek semboldür.
Sembolün kullanım koşulları ve denetimleri bizzat EVU
tarafından yönetilmekte ve EVU’ya bağlı “ülke lisans
sağlayıcıları” eliyle işlemler bölgesel olarak yürütülmektedir.
V-Label sembolünün kullanım koşullarının tamamı EVU’nun
belirlediği kriterlere göre yapılmakta ve veriler İsveç’de
bulunan V-Label Merkezi’nde toplanmaktadır. Türkiye’de
bu sembolün tek lisans sağlayıcısı ve denetimcisi Vegan ve
Vejetaryenler Derneği Türkiye (TVD)’dir.
Sarı zemin üzerine yeşil V harfinin bulunduğu logo, ürün
içerisinde kullanılan malzemelerin türüne göre; Vegan, Lakto
Vejetaryen, Ovo Vejetaryen ve Lakto-Ovo Vejetaryen şeklinde
4 ayrı türde sınıflandırılır. Ürün sınıfı, V logonun altında
yazıyla belirtilir. Logo, üretim tesisleri, cathering firmaları ve
restaurantlar olmak üzere 3 ayrı alanda kullanılabilir. Her
bir ürün çeşidi için ayrı ayrı inceleme yapılır ve üreticinin
bu beyanlara uygunluğu sözleşmeyle tescil edilir. Uygunluk
koşulları onaylanan V-Label lisans kullanıcıları, V-Label’ın
uluslararası sitesinde ilan edilir. Üreticilere, ürün içeriğinde
yapılacak bildirimsiz değişikliklere ve sözleşme ihlaline karşı
önceden haber vermeksizin uygun görülen zamanlarda
(senede 2 kez) denetim yapılır. Böylelikle tüketicilerin
ürünleri güvenle ve tereddüt duymadan tüketebilmelerine
olanak sağlanır.
Veg&Nature 46
Neden et içermeyen ürünler için bir logo?
Vejetaryen/vegan ürünleri hayvansal ürünlerden ayırt
etmek kimi zaman oldukça zordur. Ürünlerin hayvansal
gıdaların da işlendiği üretim tesislerinde imal edilmesi,
tüketici için belirsizlik yaratarak ürüne karşı güvensizlik
sorunu ortaya çıkabilir. Gıda alerjilerine bağlı vejetaryen/
vegan ürünleri tercih edenler için de bu kesin ayrım oldukça önemlidir.
Tüketiciler alışveriş esnasında halen, ambalaj üzerinde
yazılı harf ve rakamlardan oluşan kodların karmaşası ve
menşei bilinmeyen ürün içerikleri nedeniyle kuşku ve belirsizlikler yaşamaktadır. Restoranlarda ise, mönüde seçilecek her ürün için, garson beyanının doğru kabul edilmesi,
etik ve çevresel nedenlerin yanında sağlık sorunları/gıda
alerjilerine bağlı seçimlerde ciddi problemler yaratabiliyor.
Giderek daha fazla müşteri, vejetaryen/vegan diye adlandırılmasına rağmen içinde balık, pastırma, jelatin ve benzeri
gıdaları barındıran sürpriz mönülerden şikayetçi.
V-Label işte bu noktada devreye giriyor: Logoyu taşıyan
ürünün, taşımayanların aksine tam anlamıyla tüketime
uygunluğunun garantisini veriliyor.
4. Hedef Gruplar
- Bilinçli gıda tüketicileri
- Hayvansal ürün tüketimlerini azaltmak/sınırlandırmak isteyenler,
- Vejetaryenler/Veganlar
- Gıda alerjisi olanlar,
- Spesifik diyetleri olan dini bir gruba ait
olan üyeler (örn. Helal ürünler )
1. Problem
- Vejetaryen veya vegan (tamamen
bitkisel kökenli) ürün satın alınırken,
yeterince ayırt edici kriterin olmaması
Almanya’daki BSE salgınından sonra
Almanların yaklaşık % 8’inin vejetaryen
olduğu belirtiliyor. Aynı eğilim, diğer
Avrupa ülkelerinde de görülmektedir.
Nutri-Trend tarafından yapılan araştırmaya göre , İsviçre’de (hemen hemen)
toplumun % 9’u her zaman vejetaryen
yemek yiyor.
Hayvanların beslenmesi ve hayvanların
yetiştirilmesi ile ilgili skandallar tüketi- İçeriği belirli olmayan vejetaryen/vegan cilerde daha fazla vejetaryen/vegan yeme
biçimine dönmelerine neden oluyor.
ürünler
- Hazır gıdalara olan genel güvensizlik.
2. Çözüm
- Tüm et içermeyen ürünlerin işaretlenmesi,
- Tüm hayvansal içeriğin belirtilmesi,
- Vejetaryenler için uygun gıda sağlayan üretici, restoran / tedarikçilerin
oluşması.
3. Amaç
V logosunun uzun vadeli amacı et içermeyen pazarı sürekli arttırmaktır.
Şirketlere/Organizasyonlara Ne
gibi avantajlar sağlıyor?
Logonun kullanım hakkını alanlar, yeni
vejetaryen/vegan ürünlerinin tanıtım
aşamasında destek alırlar. (Örnek olarak
beyanın doğruluğunun kontrolü ve vejetaryenlere/veganlara uygundur ibareleri)
Lisanslı ürünler, vejetaryen çevrede
- Vejetaryen ve bitkisel kökenli ürünlerin duyurulurlar ve böylece hızlı bir şekilde
müşteri potansiyeline ulaşırlar.
hızlı ve net bir şekilde tanınması
Ayrıca ek bir yardım sunulabilir: Firma- Giderek büyüyen tamamen bitkisel
lar, sorumlu vejetaryen organizasyonun
bazlı ürün pazarının desteklenmesi
mevcut iletişim bilgilerini-telefon irtibat
- Avrupa genelinde vejetaryen/vegan
numaralarını- kullanabilirler, yeni bir
ürünlerin “tek tip” etiketlenmesi
iletişim servisi kurmalarına gerek kal- Restaurantlarda vejetaryen/vegan seçe- maz. Vejetaryen beslenme ile ilgili tüm
neklerin artması
sorular sorumlu organizasyonun iletişim
ağına düşer.
Uzun yıllardır vejetaryen organizasyonları tarafından toplanan vejetaryenlerin
yaşam biçimine yönelik bilgiler doğrultusunda tüm sorular gerçek bilgiler
doğrultusunda yanıtlanır.
Ayrıca yazılı materyaller gönderilir. Bu
dokümanlarda vejetaryen/vegan yaşam
biçimine yönelik sıkça sorulan sorular
ve bunlara uygun cevaplar bulunur. Tüm
bilgiler sürekli güncellenir.
İşbirliğindeki şirketlerin ne
yapmaları gerekiyor?
Bir ürün logo almadan önce mutlaka
incelenmelidir. Bu işlem için, ürünün
içerdiği tüm bileşenlerin açıklanması ve
üretildiği yere ulaşabiliyor olmak gerekir.
Üretici logoyu aldıktan sonra, ürün ile
ilgili değişiklikleri, içeriği ile ilgili deklarasyonları vejetaryen logosunu veren
kuruma sağlamakla yükümlüdür.
Ayrıntılı bilgi için: www.v-labelturkiye.
com, www.tvd.org.tr
Veg&Nature 47
Et tüketerek
çevre korunmaz!
Haber: Efe Cem ELÇİ – TVD / Nisan 2014
D
eğişen iklimler, eriyen buzullar,
doğal afetler, yok olan türler ve
insan merkezli gelişen ekolojik
tahribat… Bilim insanları iklim değişikliği için mücadele adına neler yapabileceklerini düşünüyorlar. Ancak ne var ki
geri dönüşüme destek vermek, kumaş
alışveriş çantaları ve yeniden kullanılabilir su şişeleri kullanmak gibi alışıldık
girişimler yeterli değil.
Yeni çıkan bir Birleşmiş Milletler raporu
iklim değişikliğinin tarım, ekoloji
sistemleri, su kaynakları, insan sağlığı ve
insanların geçim kaynaklarını zaten etkilediğini gözler önüne seriyor. Bu sorunu
sadece göstermelik çevrecilik hareketleriyle atlatamayız. Isınan gezegenimize
olan etkimizi azaltmak için ciddi adımlar
atmamız gerekiyor.
Eğer çevreyi korumak konusunda ciddiyseniz yapabileceğiniz en önemli şey
et, yumurta ve süt ürünleri tüketmeyi
bırakmak olacaktır.
İyi niyetli çevrecilerin yediklerini ciddi bir
şekilde irdelemeleri gerekmektedir çünkü
yedikleri hayvansal gıdalar sorunun
büyük bir parçası. Bütün dünya elektrikli
araç kullansa bile et üretiminin dünyaya
yarattığı etkiyi telafi edemiyoruz.
Veg&Nature 48
endüstriyel uygulama
ve doğal gaz kaçaklarına göre çok daha fazla
metan gazı üretiyor.
İsveç’teki Chalmers Teknoloji
Üniversitesi’nde bilim adamları tarafından yapılan yakın tarihli bir araştırmaya
göre sadece ulaşım ve enerji sektörlerinin sera gazı salınımlarını kesmek iklim
değişikliğini azaltmak için yeterli olmayacak. Araştırmanın başında bulunan
bilim adamı Dr. Fredrik Hedenus’da göre
“et ve süt ürünü tüketimini azaltmak tarımsal iklim kirliliğini güvenli seviyelere
indirmekte önemli rol oynuyor.”
Benzer bir şekilde Denizaşırı Gelişim
Enstitüsü’nden Ilmi Granoff de yetkililere “Kömürü unutun. Araçları unutun.
İklim değişikliğini ciddi şekilde etkilemenin en hızlı yolu insanların yediği et
miktarlarını azaltmak” çağrısı yaptı.
İsveçli araştırmacılara göre, 2050 yılında
sığır ve kuzu eti üretimi tarımsal sera
gazı salınımlarının yarısına neden
olurken, bu beslenme şekli insanların
aldıkları kalorilerin ancak yüzde 3’ünü
karşılayabilecek. Peynir ve diğer süt
ürünlerinin önümüzdeki 40 yıl içerisinde tarımsal iklim kirliliğinin dörtte
birini sebebi olacağı öngörülüyor.
Kyoto Protokolü’ne Ek
1 statüsünde üye olan
ülkeler, 2012 yılına
kadar sera gazı salımlarını 1990 seviyesinin
en az % 5 altına çekme
hedeflerini uygulayarak
küresel ısınmaya karşı
eyleme geçerken, Ek - 1
üyesi diğer bir ülke
olan ve “gelişmekte
olan ülke statüsünü”
mazeret göstererek
sera gazı emisyonlarına
yönelik herhangi bir
azaltım hedefi belirlemeyen Türkiye’de,
TÜİK araştırmalarına göre 2012 yılı
itibariyle sera gazı emisyonları 1990’dan
bu yana % 133 oranında arttı.
Geçtiğimiz günlerde iklim değişikliğinde tarihsel sorumluluğu en az olan, az
gelişmiş statüsünde 49 ülke bile sera gazı
azaltım kararlarını açıkladılar. G8 üyesi
devletler iklim değişikliği ile mücadele
için sera gazı salımlarını azaltmayı bir
öncelik olarak belirlediklerini duyurdular. Çin ve Amerika Birleşik Devletleri,
iklim değişikliği ile mücadele için ortak
bir çalışma grubu kurduklarını açıkladılar. Türkiye bu konuda hareketsizlik
politikası ile yalnızca iklim değişikliğini
hızlandırmakla kalmıyor; aynı zamanda
küresel çözümün parçası olma fırsatını
kaçırıyor.
Eğer çevre ve hayvanları önemsiyorsanız
sadece yerli malı ve organik ürünler
almayın. Sonuna kadar gidin ve vegan
ürünler alın.
Gerçekten gezegenimizi kurtarmanın tek
yolu bu.
• 2008 senesinde Almanya’da yapılan
araştırmaya göre veganlara kıyasla
et yiyen birisinin hacmen 7 kat daha
fazla sera gazı salınımına neden olduğu
anlaşıldı.
• Loma Linda Üniversitesi tarafından
yapılan araştırmalarda, veganların en
küçük karbon ayakizine sahip olduğunu
ve bu doğrultuda et yiyenlerden hacmen
yüzde 41.7, vejetaryenlerden de yüzde
13.9 daha az sera gazı salınımına neden
oldukları belirtildi.
• Worldwatch Enstitüsü Başkanına göre
“dünyanın ete olan büyük ölçüdeki
açlığı” sera gazı salınımlarının hızlıca
yükselmesinin ana nedenlerinden biri.
• California Üniversitesi Riverside yerleşkesi araştırmacılarına göre mangalda
bir adet hamburger pişirmek bir tırı 230
kilometre kullanmakla eşdeğer.
• Chicago Üniversitesi araştırmacıları
ise, iklim değişikliğine karşı mücadelede
ete dayalı bir beslenme şeklinden vegan
beslenme şekline geçmenin, yakıtlı bir
araçtan hibrid veya elektrikli bir araca
geçmekten daha etkili olduğunu açıkladı.
• Birleşmiş Milletler ise iklim değişikliğinin en kötü etkileriyle mücadele etmek
için vegan beslenmeye küresel bir geçişin
gerekli olduğuna karar verdi.
Vegan olmak için olağanüstü iklim
şartlarını her gün yaşamaya başlamamızı ve kaynaklarımızın tükenmesini
beklemeyelim.
O adımı şimdi atalım!
Her yıl yemek için yetiştirilen milyonlarca tavuk, hindi ve inek inanılmaz
miktarlarda dışkı üretiyor ve dolayısıyla
metan ve diğer sera gazlarını atmosferimize salıyorlar. Karbondioksitten 20 kat
daha güçlü olan metan gazı gezegen için
ciddi bir sorun teşkil ediyor.
Büyükbaş hayvanlar günde yaklaşık 250300 litre metan gazı ile küresel ısınmanın
en önemli nedenlerinden.
TÜİK araştırmasına göre Türkiye’de 2013
yılı başı itibariyle yaklaşık 14 milyon
sığır var. Bu büyükbaş hayvanlar, birçok
Veg&Nature 49
Chomsky Vejetaryen Bir Gelecek Öngörüyor
VEJETARYENLER TOPLUMUN
İLERİSİNDE Mİ?
Haber: Avşin Kaşıkçı - TVD
Önde gelen sosyalist entellektüellerden
Noam Chomsky insan toplumunun
eninde sonunda vejetaryenliğe geçeceğini iddia ediyor.
önemli felsefi konular olduğunu söylüyor.
Kendisine hayvan hakları savunucularının politik olarak
toplumun ilerisinde olup olmadıklarını sorulduğunda, bunun
olası bir durum olduğunu belirtmekle yetinerek, bu konu
hakkında düşünmeye devam edeceğini söylüyor. Chomsky
vejetaryenlik hakkında ise ‘’bu kesinlikle çok entellektüel bir
düşünce. Bundaki ahlaki gücü görmek gerekir’’ diyor. Aynı
zamanda, son bir kaç yüzyılda hayvanlara karşı insanların
uyguladığı şiddetin nasıl değiştiğine dikkat çekerek, ‘’Hayvanlara karşı yapılan tarifsiz işkenceler
için çok gerilere gitmeye gerek
yok. Descartes’ci düşünce
‘’Hayvanlar üzerinde
yalnızca insanın akla sahip
deneyler yapmaya hakkımız
olduğunu ve evrendeki
geriye kalan diğer her
var mı, bence bu hiç de
şeyin birer makine
küçümsenecek bir soru değil.
olduğunu iddia etÖrneğin hayvanlar üzerinde
mişti. Yani onlar için
bir kedi ile örneğin
yapılan deneylerle onlara
Her şeyden önce Chomsky’nin akademik etkinliğini hatırlatbir saat arasında
makta fayda var. Chicago Tribune’e göre Chomsky 1993 yılında
işkence yapılıyor, bu bir
bir fark yoktu. Kedi
en fazla alıntı yapılan yazardı. Yine, Chomsky tüm zamanların
gerçek.
İnsanlığın menfaati
biraz daha komplientellektüel aydınları arasında Plato ve Sigmund Freud’un
keydi, o kadar’’ diyor
için hayvanlara müdahale
arkasından sekizinci sırada değerlendiriliyor.
ve devam ediyor: ‘’17.
edebilir
miyiz, bunun ölçüsü
1993 yılında Z Dergisinden Michael Albert’a verdiği mülakatta Yüzyılda dönemin önde
ne; bu hiç de hafife alınacak
Chomsky şu öngörülerde bulunmuştu:
gelenleri bir hanımefendinin
süs
köpeğini
alıp,
onu
bir soru değil.’’
‘’Gerçekleşmesi yüzyıl mı alır onu bilemem ama eğer toplumların gelişimleri bir felaketle ya da bugünden öngöremediğimiz tekmeleyerek öldürerek eğlebir etkiyle kesintiye uğramazsa, insanlığın vejetaryenliğe geçişi nebiliyorlar ve bu yaptıklarını bir
ve hayvan haklarının yükselişi beni kesinlikle şaşırtmayacaktır. kayayı yere fırlatmaya benzetebiliyorlardı. Bu açıkça hayvanların sebepsizce işkenceye uğramasından
Her ne kadar 21. Yüzyıl hakkında iyimser olmak, yaşadığımız
başka bir şey değildi. Bir kayaya işkence edebilir misiniz? Butüm felaketler, savaşlar, terör eylemlerinden sonra pek mümnun imkanı yoktur. Demek istediğim o günlerden bugünlere
kün olmasa da, yine de yıllar içinde insanlığın ahlak anlayışıinsanlığın ahlaki algısı önemli ölçüde değişti. Artık hayvanlara
nın geliştiğini ve ahlaki yönden topluma yön veren bireylerin
sebepsiz yere işkence edilmesi hiçbir şekilde kabul edilebilir
ortaya çıktıklarını gördük.’’
bulunmuyor.’’ Chomsky verdiği bu örnek ile insanlığın ahlaki
Chomsky vejetaryen olmasa da hayvanların yenmesi ve üzergelişimin devam edeceği ve eninde sonunda vejetaryenliğe
evrileceğini öngörüyor.
lerinde deneyler yapılmasının, üzerinde düşünülmesi gereken
Veg&Nature 50
DOĞAYA/
HAYVANLARA/
ÇEVREYE DOST
VEGAN
!
DÜĞÜNLER
Değişen beslenme alışkanlıkları, çevresel duyarlılık ve yaşam tercihleri her alanda olduğu gibi özel
günlerimizde, davetlerimizde de kendini göstermeye başladı. Aynı zamanda çevreci özelliği olan
vegan düğünleri artık daha fazla gündemimizde. Baharın gelişi ile birlikte birçok çift düğün planları
yapmaya başladı bile. Madem bu sizin gününüz, her şeyiyle içinize sinmeli, değil mi? Buyurun o
zaman size vegan bir düğün için dikkat etmeniz gereken hususlar ve çok önemli tavsiyeler:
Veg&Nature 51
1- Uygun bir düğün mekanı seçin:
Düğün için doğayla baş başa alternatifler üzerinde durmak yerinde bir karar
olacaktır. Özellikle açık alan düğünlerini tercih edebilirsiniz. Bir kır düğünü
yapabilirsiniz örneğin. Sahilde kumların
üzerinde bir düğün, yahut da teknede
bir düğün organize edebilirsiniz. Beton
yığınlarından uzakta, bir köy mekanı
da tercihleriniz arasında yer alabilir.
Mekanı seçerken doğanın bütünlüğünü
bozacak dekorasyonlardan ve çevresel
zarar yaratacak ayrıntılardan uzak durmaya gayret gösterin.
2-Bireysel hazırlıklarınızda detaylara dikkat edin: Gelinliğinizde
hayvanlara zarar verilerek elde edilmiş
detaylar olmamasına özen gösterin.
İpek, kürk ya da deri ayrıntılar kullanmayın örneğin. Hayvan tüylerine yer
vermeyin. Ayakkabı ve çanta gibi aksesuarlarınızın deri içermemesine dikkat
edin. Makyajınız yapılırken hayvanlar
üzerinde test edilmiş kozmetik ürünleri
kullanmayın. İnci detayı kullanacaksınız, imitasyon olmasına dikkat edin. Bir
kır düğünü planladıysanız mümkün olduğunca sade ve doğal görünmeye özen
gösterin. Parlak ve gösterişli detaylar
mekana ve konsepte uygun olmayacakVeg&Nature 52
tır. Örneğin saçınıza taşlı bir taç yerine
çiçekler takabilirsiniz.
3- Konseptinizi doğru anlatın,
tepki toplamayın: Bu elbette ki sizin
düğününüz ve her şeyin istediğiniz gibi
organize olması da en doğal hakkınız.
Ancak burada konuklarınıza karşı tek
yönlü, kaba bir davranış sergiliyor gibi
görünmemeye de özen gösterin. Herkes
sizin kadar doğaya ve hayvanlara karşı
duyarlı olmayabilir. Düğününüzün
konseptini davetiyenizde belirtebilirsiniz. Bunu yaparken doğaya ve çevreye
duyarlı bir seçim yaptığınızı da özellikle
vurgulayın. Bunu aynı zamanda çevreci
bir alternatif olarak da sunun.
4- Hediyelikler: Konuklarınıza düğün 6- Mutfak/servis: Doğru mutfak
hatırası olarak sunacağınız nikah
şekerleri/hediyeliklerde de doğaya/
hayvanlara dost ayrıntısını özellikle
vurgulayın, çevreci alternatifler üzerinde durun. Örneğin; nikah şekeri yerine
tül içerisinde tohum hediye edebilirsiniz konuklarınıza. Yahut da isimlerine
özel hazırlanmış ağaç dikim sertifikası
verebilirsiniz. Mekan süslemelerinde
de çevreci /hayvanlara zarar vermeyen
alternatifler üzerinde durmaya gayret
gösterin.
personeli ve garson ile çalışın. Bu sizin
en özel gününüz. Özel bir program yaparken, özel bir menü hazırlarken bunu
hayatında ilk kez sizin düğününüzde
uygulayacak kişilerin “ilk tecrübesi” olmamaya özen gösterin. Bu konuda işin
uzmanı mutfak personeli ve hassasiyetine güvenebileceğiniz garsonlar tercih
edin. Çalışacağınız ekip sizin duyarlılığınızı taşımakla birlikte, mutlaka bu
konuda tecrübe sahibi olmalı.
5-Mekan hazırlığı: Masalarda daha
mümkün olduğunca lezzetli ve özel
alternatifler yaratmaya özen gösterin ve
seçenekleri bol tutun. Bütçenize göre
organik besinlerden oluşan bir menü de
hazırlayabilirsiniz, ufak atıştırmalıklar
da. Ancak dikkat etmeniz gereken en
önemli nokta: hayvan sömürüsünden
uzak içeriklerle özel menüler oluşturabilmektir. Düğün konseptinize göre
yemeksiz bir tercihte bulunmanız halin-
doğal ve hoş bir atmosfer yaratmak
adına, ev yapımı mumlar, doğal objeler
kullanabilirsiniz. Kağıt/ambalaj içerikli
ürünlerde geri dönüşümlü kağıt kullanmaya özen gösterin. Atlı araba kullanmayın, güvercin satın alarak gökyüzüne
bırakmayın. Havai fişeklerin kuşlara
verdiği zararı göz önünde bulundurarak
bu tür patlayıcılarla kutlama yapmayın.
7- Menü: Menünüzü belirlerken
de bir brunch ya da kokteyl tercihinde
bulunduysanız, lezzetli vegan atıştırmalıkların zenginliğini kullanabilirsiniz.
Seçim yaparken mutlaka bu konuda
deneyimli bir aşçı ile çalışarak, hazırlanacak ikramlıkların öncesinde sadece
size servis edileceği bir tadım günü
organize etmenizi tavsiye ederiz. Bunu
yaparken yanınızda vegan olmayan bir
yakınınızın da bulunması, farklı bir
gözle menünüzün değerlendirilmesine
de olanak tanıyacaktır. Eğer düğününüzde alkol de olacaksa, birçok şarapta
durultma amaçlı gizli hayvansal içerik
olan sığır jelatini kullanıldığını unutmayın. İçeriğinden emin olduğunuz
ürünleri kullanmaya özen gösterin.
8- Düğün pastanız : Hepimiz biliriz
ki bu tarz pastaları hazırlayan imalathaneler, yoğun yumurta, süt ve jelatin
kullanırlar. Aslında bu tarz hayvansalları kullanmadan, bitkisel alternatiflerle
harika tatlar yaratmanın mümkün olduğunu biz biliyoruz, ancak konuklarınız
bunu bilmiyor olabilir. Düğün pastanızı
bu konudaki maharetine güvendiğiniz
vegan aşçılara bırakın. Bununla ilgili
düğün öncesi kısa bir araştırma yapmanız yeterli olacaktır.
9- Atladığınız bir şey olabilir mi;
peki ya eşinizin tercihi? Müstakbel
eşinizin bireysel tercihleri bu anlamda
sizinle örtüşmüyor olabilir. Bu durumda iki tarafı da memnun edecek ikili
alternatifler üzerinde durulabilir. Bazı
ortak konularda uzlaşmaya varılarak,
bireysel seçimlerinizde yine kendinizi
yansıtabilirsiniz.
Veg&Nature 53
Sivrisinek Savıcı
Yeşil Alternatifler
H
avalar ısınmasıyla birlikte doğadaki dönüşüm başladı. Kış boyunca uyuyan doğanın uyanma
vakti. Ne var ki bu hareketlilik her zaman memnun edici olmayabiliyor. Özellikle kan emici haşereler, her ne kadar
doğanın bir parçası olsalar da taşıdıkları
enfeksiyonlarla insan sağlığı için tehdit
oluşturabiliyorlar. Sivrisineklerden korunurken hem kendi vücudumuza hem de
doğal döngüye zarar vermeyen birtakım
“yeşil” yöntemler geliştirebiliriz.
Özellikle yaz aylarında kabusumuz olan
sivrisineklerle baş edebilmek için, işte
size doğa dostu çözümler:
Veg&Nature 54
1 - Limon Okaliptüsü Yağı: Limon
okaliptüs ağacının özünden yapılan bu
yağın içinde, deriye uygulandığında
antiseptik ve böcek itici özelliklere sahip
aktif madde sineol vardır. Limon okaliptüs yağı piyasadaki en etkili doğal sivrisinek kovucular biridir. Düşük konsantrasyonlarda kullanıldığında, etkili kimyasal
sinek kovuculara benzer koruma sağlar.
ABD Hastalık Kontrol Merkezi tarafından da özellikle tavsiye edilir.
2 - Citronella Yağı: Citronella bitkisi,
limon otu olarak da bilinir. Limon kokulu yaprakları vardır. Citronella yağı
ekstresi sivrisinek kovucu özelliği olan
uçucu bir yağdır. Bundan elde edilen
uçucu yağ, sabun, parfüm gibi kozmetik
ürünlerde ve mum yapımı gibi çeşitli
alanlarda kullanılır. Açık havada citronella içerikli mumlar, meşaleler ve fenerler kullanmak, sivrisinekleri bulunduğunuz ortamdan uzaklaştırabilir. Ancak,
bu yağ yanlış uygulandığında, özellikle
çocuklar ve hassas cilde sahip kişilerde
cilt tahrişlerine neden olabilirler. O
nedenle dikkatli kullanılmalıdır.
3 - Soya Yağı: Soya yağı, soya tohumundan elde edilmiş bitkisel bir yağdır.
Soya yağı ağırlıklı yemeklerde kullanılmasına rağmen, dermatologların
yaptığı araştırmalara göre, bu yağın cilt
üzerinde sivrisineklere karşı ortalama 90
dakikalık koruma özelliği var.
4 - Lavanta Yağı: Lavanta yağı, harika
kokusunun yanında sivrisinek kovucu
etkiye de sahip uçucu bir yağdır. Losyonlar, sabunlar, spreyler ve topikal jeller
gibi çeşitli ürünlerde kullanılır. Lavanta
yağı, etkiyi artırmak için diğer uçucu
yağlar ile karıştırılabilir ve ya tek başına
uygulanabilir. Bu potansiyel doğal yağı
denedikten sonra, bir daha asla kimyasal
ürün kullanmak istemeyeceksiniz.
5 - Lime Limon ve Karanfil: Oturduğunuz alanı sivrisineklerden korumak
için bu ikiliden destek alabilirsiniz. Lime
limonu (ya da olgunlaşmamış limonu)
ortadan ikiye kesin. Ardından her iki yarısına da karanfiller saplayarak bulunduğunuz ortama koyun. Karanfil ve keskin
limon kokusu, sivrisinekleri derhal bulunduğunuz alandan uzaklaştıracaktır.
6 - Sarımsak: Sarımsağın keskin kokusu, sivrisinekleri uzak tutmak için bire
birdir. Tüketilmesi halinde ciltteki gözenekler aracılığıyla kokusu yayılır ya da
cilt üzerine direkt sürülerek sivrisinekler
için rahatsız edici bir koku yayabilir.
Tabi bu konu sizi ve etrafınızdakileri de
rahatsız etmezse.
7 - Bulunduğunuz alandaki bitkiler: Sivrisinekleri kendinizden uzak-
laştırmanın bir yolu da bulunduğunuz
alandaki bitkilerdir. Tansies, Marigolds,
Catnipli, Thai Lemon Grass, Sitronella
Çim ve Sarımsak gibi bitkiler, sivrisineklerin sevmediği kokular yayarlar.
8 - Yaşam alanınızdaki sulak alanlar: Bulunduğunuz bölgedeki musluklar,
havuzlar, kanalizasyon, bataklıklar gibi
su birikintileri sivrisinekleri çeker. Bozuk muslukları tamir edin, su birikimine
imkan tanıyan açık çukurları, kuyuları
kapatın.
9 - Açık renkli ve sıkı dokumalı
giysiler giyin: Açık renkli giysiler sizi
hem sıcaktan hem de sivrisineklerden
uzak tutar. Bu kan emici böcekler genellikle koyu renklere yönelirler. Eğer
uzun bir süre için açık ortamda kalacak
iseniz, teninizi kapatacak uzun kollu
gömlek, uzun pantolon, ayakkabı ve
çorap giymek bir tedbir olabilir. Sivrisinekleri engellemek için başka ipucu ise
sıkı dokumalı malzemelerden yapılmış
giysiler giymektir.
Ameliaislandmosquitocontrol, cdc.
gov,*aktüelkimya-
Sivrisinek kovucu yağlar nasıl
ve ne oranda kullanılmalı?
Bu yağlar veya karışımları çok çok
az miktarda cilt üzerine uygulanarak
kullanılabilir. Fakat Su, alkol veya
zeytinyağı ile karıştırılarak kullanmak daha iyidir. Buradaki oran 1/10
olmalıdır. Yani 1 kısım uçucu yağ 10
kısım alkol,su veya cilt için zeytin
yağı ile karıştırılmalıdır. Böyle bir
karışımı püskürtmeli bir şişeye doldurup, evinizde oda spreyi şeklinde
de kullanabilirsiniz. Bu uçucu yağlar
ayrıca güzel koktukları için hem
oda spreyi hem de sivrisinek kovucu
etki göstereceklerdir. Alkol veya su
karıştırmadan bu karışımları küçük
kaplara koyup odanın belli yerlerine
koyarak da benzer etkiyi sağlayabilirsiniz. Yağların kokuları kaybolduğu
zaman değiştirmelisiniz.
Dikkat: Bu maddeler tek tek incelendiğinde bazılarının ağız, solunum,
deri ile alınması tehlikeli olabilmektedir. Ayrıca bazıları alerjik ve gözde
tahrişe neden olabilmektedir. Bu etkiler bileşiklerin yüksek konsantrasyonunda yapılan incelemelerinde edilen
verilerdir. Uçucu yağ yapısında bu
maddeler az bulunduklarından benzer etkiyi göstermeyebilirler. Fakat
yine de dikkatli olunmalı, uyarılar
göz önünde bulundurulmalıdır.
alıntı Aktüel kimya
Veg&Nature 55
Hem vegan hem hamile:
Dünyayı değiştiren
süper kadın olmak
Yazar: Yeliz Utku KONCA
(Vegan Beslenme Danışmanı, Yoga eğitmeni)
Yıllar önce bir kitap okudum ve hayata bakış açım
değişti.
Bugün bu satırları baştan sona vegan hamilelikle iki
sağlıklı bebek doğurmuş bir anne olarak yazıyorum.
Yıllar önce o kitabı okuyup da kendini çaresiz ve
güçsüz hisseden o kız, bunun hayalini bile kurmaya
cesaret edemezdi. Ama o kızın attığı ufak ama cesur
adımlar sayesinde bugün vegan bir anneyim. İsterseniz siz de olabilirsiniz ve ben de bu yazıyla buna
yardımcı olmayı umuyorum.
Veg&Nature 56
Neden vegan hamilelik?
Vegan bir hamilelik geçirerek bebeğinizin hayata en sağlıklı şekilde
başlamasını sağlayabilirsiniz. Hayvanlarda ağır metal birikimi,
yedikleri yemlerden GDO ve tarım ilacı birikimi, rutin yetiştirilmeleri esnasında gerekli gereksiz kullanılan antibiyotik birikimi çok
fazladır. İnsanlar da bu hayvanları yiyerek besin zincirinin bir üst
seviyesindedirler ve tüm bu zararlı maddeler hayvanı yiyen insanın
vücudunda daha da fazla birikir. Hamilelik esnasında da bunlar
karnındaki bebeğe geçer. Vegan bir hamilelik sayesinde bebeğinizi
tüm bu olumsuz etkilerden mümkün olduğunca koruyabilirsiniz.
Ancak her hamilelikte olduğu gibi vegan beslenmede de dikkat
edilmesi gereken şeyler vardır.
Vegan hamilelikte
nelere dikkat etmeli?
1. Hamilelikten önce bilgilenin:
Hamilelik çok hassas bir dönem. Kadının içe döndüğü, kendiyle ister istemez
daha çok bağ kurduğu, vücuduna daha
çok ilgi gösterdiği bir dönem. İşte bu
hassasiyet yüzünden, eğer hamilelikte
vegan olmayı sürdürmek istiyorsanız,
bunun araştırmasını ve alıştırmasını
daha önceden yapmaya başlamanız
gerekiyor. Vegan beslenmenin hem
sizin hem de bebeğiniz için çok sağlıklı
olabileceğini bilin, bulabildiğiniz her
türlü yazıyı okuyun, bilgilenin ve kendinizi ikna edin. Mümkünse eşinizi/
partnerinizi de ikna edin. Ve hamileliğe
kendinize güvenerek girin. Hamilelikte
herkes öğüt verir. İyi niyetli olsa da zaten
duygusal olarak hassas olan kadının
sarsılmaması için bilgisinin ve kendine
güveninin tam olması gerekir. Komşu
teyze size “Mutlaka peynir yemelisin,
yoksa…” diye başlayan cümleler kurmaya başladığında, sakince gülümseyip
sizin başka bir planınız olduğunu söyleyebilecek gücünüzün olması, en azından
bunu düşünebilmeniz, buna inanabilmeniz gerekir. Bazen sizden çok daha
az bilgili kişiler kafanızı karıştırıp sizi
yaptığınızın doğruluğu konusunda şüpheye düşürebilir. Böyle durumlarda yine
siz araştırmalarınıza dönün, ilk başta sizi
ikna eden yazıları tekrar okuyun, filmleri tekrar izleyin, bilginizi ve kendinize
güveninizi tazeleyin.
2. B12 ve folik asit alımına
özen gösterin
İlk trimesterde sinir sisteminin gelişmesi
çok hızlı ve çok fazla oluyor. Hem folik
asit hem de B12 vitamini bebeğin sinir
sisteminin oluşumunda ve gelişmesinde
çok önemli roller uynuyor. Hamileliğin
ilk üç ayında aslında yeme isteği azalabilir, bu noktada folik asit ve B12 alımını
sürdürüp yiyebildiğiniz şeyleri yemeye
devam edin. Folik asit için günümüzde
önerilen miktar günde 400 mikrogram,
eğer özel bir durumunuz varsa da günde 800 mikrograma kadar çıkabilir. B12
için ise vegan hamilelere haftada en az
üç kere 1000 mikrogram B12 takviyesi
öneriliyor. Bebek doğduktan sonra,
emzirme döneminde de düzenli B12
takviyesine devam etmeniz çok önemli.
Bebekler kendilerine ilk altı ay yetecek
kadar B12 ile doğarlar, ancak sonrasında
B12 kaynağı olarak anne sütüne bağlıdırlar. Bebeklerin beyin gelişimleri çok
hızlı olduğundan B12’ye de çok ihtiyaç
duyarlar ve eksikliği durumunda gelişim
gerilikleri görülür. Zaten veganlardaki
B12 eksikliğinin en çok ses getiren vakaları emziren ve B12 takviye etmeyen
vegan annelerin bebeklerinde görüldüğü
için bu dönemde B12 alımına özellikle
dikkat edilmesi gerekiyor. B12 bebeklerde çok önemli ve ihmale gelir tarafı
yok. Veganlar özellikle bu konuda yanlış
yönlendirilmiş olabiliyor, o yüzden de
güvenilir kaynaklardan bilgi edindiğinizden emin olun.
3. Yeterince protein alın
Herhalde veganların en sık karşılaştığı soru
“Proteini nereden alıyorsun?” sorusudur.
Bu soruyu hamilelik döneminde daha fazla
duyacaksınız. Bu sorulara tatmin edici cevaplar verebilmek için ve daha da önemlisi,
bebeğinizin sağlıklı gelişimi için gerçekten
yeterince protein alın.
Hamilelikte yepyeni bir insan, bir
bebek, üretiyor vücudunuz. Ve bunun
için de çok fazla malzemeye ihtiyacı
oluyor. Özellikle de proteine. Proteinler
vücudumuzdaki tüm (neredeyse tüm)
hücrelerin temel yapı taşı. Bir duvar
örülürken tuğlalar neyse, hücreler üretilirken de protein odur. Bu yüzden de
hamilelikte protein ihtiyacınız normalden çok daha yüksektir.
Normalde sadece salata yiyerek geçirebildiğiniz bir öğünü artık daha iyi
planlamanız gerekir. Zaten ilk trimesterin
bitmesi ve mide bulantıları, baş ağrıları
ve türlü çeşitli ilk trimester rahatsızlığının
sona ermesiyle birlikte kendinizi daha
aç hissetmeye başlayacaksınız. Canınız
et, yumurta, yoğurt gibi şeyler çekmeye
başlarsa bilin ki vücut protein istiyor ve
bunu size söylemenin yolu olarak da en
iyi bildiği protein kaynaklarını aklınıza
getiriyor. Yıllardır hayvansal eti en önemli
protein kaynağı olarak gördüyseniz, hamilelikte canınızın tofu çekmesini beklemeyin. Ancak kendinizi kaliteli protein
ile şarj ederseniz canınız giderek daha az
hayvansal ürün çeker. Kaliteli proteinden
kastım, temiz ve güvenli bir protein kaynağı. Mümkünse organik olarak üretilmiş,
mümkün olduğu kadar size yakın bir
yerde üretilmiş (ki besin değeri yollarda
kaybolmamış olsun) bir bitkisel protein
kaynağına ihtiyacınız var. Yeşil ve kırmızı
mercimek, nohut, kuru fasülye, barbunya
gibi baklagilleri seçebilirsiniz. Baklagillerin içinde nişasta da var elbette, ancak
nişasta yararlı bir şey, vücudumuzun
enerji kaynağı olarak kullandığı bir numaralı madde. Şeker için kötü şeyler duymuş
olabilirsiniz ve muhtemelen bunların
pek çoğu da doğrudur, ancak bitkisel ve
doğal olarak baklagillerin içinde bulunan
nişasta ile şekeri lütfen aynı kategoride
değerlendirmeyin. Sevdiğiniz ve sizin için
ulaşılması kolay olan protein kaynaklarını
belirleyin ve her gün yeterince almaya
özen gösterin. Hamilelikteki protein ihtiyacı için üzerinde anlaşılmış bir miktar
yok, herkesin vücuduna gore değişiklik
gösterir. Normaldeki protein ihtiyacınıza
10 gram eklemeniz gerekiyor. Günde
65-75 gram civarı çoğu kadın için yeterli
bir miktar. Bazı günler 75 gramın üzerine
çıkabilirsiniz, bazı günler 65 gramın altında kalabilirsiniz. Önemli değil, yeter ki
ortalaması aşağı yukarı 65-75 gram olsun.
4. Demir alımınızı planlayın
Demir seviyesi sürekli yüksek çıkan
şanslı kadınlardansanız hamilelikte özel
bir özen göstermenize gerek kalmayabilir. Ancak kadınların % 80’i gibiyseniz,
demir seviyeniz ikinci trimester sonunda
düşmeye başlayacaktır. Bunun vegan
olup olmamakla ilgisi yok. Vücudunuz
bebeğinizi beslemek için plasentaya ekstra kan pompalamak zorunda ve bunu
daha fazla kan üreterek yapıyor. Kan hacminiz %50’ye varan oranlarda artar ve
Veg&Nature 57
birim hacme düşen demir miktarı azalır.
İyi haber, bebeğiniz kendine gereken
demiri alabilmek için kandaki demirden
mümkün olduğunca çok alır; kötü haber
ise, eğer yeterince demir alamiyorsanız
sizin vücudunuz demir açısından eksik
kalmaya başlar. Rahimdeki gelişiminin
son üç ayı içinde, bebekler hayatlarının
ilk altı ayında kullanabilecekleri demiri
depolarlar, ve sizin demir ihtiyacınız
daha da artar. Ayrıca bu dönemde demir seviyenizin iyi bir düzeyde olması,
doğumdaki normal kanamaları risksiz
atlatmanıza ve doğumdan hemen sonra
emzirmeye başlayınca da sütünüzde
yeterince demir olmasına yardımcı olur.
Demir eksikliğinde nefes darlığı, yorgunluk, baş dönmesi, bir kat merdiveni çıkınca nefes nefese kalma ve kalp çarpıntısı gibi semptomlar gözleyebilirsiniz. Bu
duruma düşmemek için önceden plan
yapıp, kendinizi iyi beslemelisiniz.
Hamilelikte ortalama günde 27 mg
Veg&Nature 58
demire ihtiyacınız olur. Demir bir kere
düştü mü tekrar eski seviyesine getirmek
oldukça zaman alır, bu yüzden de hamileliğinizin başından itibaren, her gün
ve her öğün demirli bir şeyler yemeye
dikkat edin. Yeşil mercimek, nohut, soya
fasülyesi, fasülye, koyu yeşil yapraklı
sebzeler (pazı, karalahana), kekik, kimyon, maydanoz, kırmızı pancar, hurma,
spirulina, kara dut pekmezi, vs. çok iyi
demir kaynakları arasında. Soya ürünleri, çok iyi demir ve protein kaynakları
olduğu için benim favorilerim arasında,
bir taşla iki kuş vuruyorsunuz (ve hayır,
soya fasülyesi tu kaka değil). Örneğin
tofu, soya sütü, soya yoğurdu, soya şnitzelleri ve köfteleri gibi ürünler, hem yüksek protein sağlar hem de yüksek demir
miktarı içerirler. Her gıdada olduğu gibi,
soyanın da organik olanını tüketmeye
özen gösterin, özellikle de hamilelikte.
Demirli gıdalar tüketmeye özen gösterip
bir de yemeklerinizi dökme demir tavada hazırlarsanız kendinizi iyice sağlama
almış olursunuz. C vitamini demir emilimini artırdığı için her öğünde
C vitaminli bir şeyler de
yemeye özen gösterin. Örneğin demir
takviyesi alıyorsanız, bunu portakal
suyuyla almanız daha iyi olur.
5. Kalsiyum deyip geçmeyin
Kalsiyum seviyesi, aslında kalsiyum
alımından çok, vücudun kalsiyum tutulabilme miktarına bağlı. Yani hem
kalsiyum alımı, hem kalsiyum emilimi,
hem de atılan kalsiyum miktarı önemli.
Bu durumda kalsiyum içeren gıdalar
tüketirken aynı zamanda da emilimi artırıcı faktörlere dikkat edin ve kalsiyum
kaybına neden olan faktörlerden de uzak
durmaya özen gösterin. D vitamini ve
magnezyum alımı kalsiyum emilimini
artırır. Bunun için de her gün yeterince
güneş ışığı veya D vitamin takviyesi, ve
magnezyum açısından zengin gıdalar
(kabak çekirdeği, ıspanak, soya fasülyesi,
susam, kinoa, kaju, ayçiçeği çekirdeği
gibi) tüketebilirsiniz. Bu arada aşırı
protein dolaylı olarak kalsiyum kaybına
neden olur. Özellikle hayvansal protein
birkaç şekilde kalsiyum atılmasına sebep
olur. Gazozlar, tuz (özellikle hazır ve paketlenmiş gıdalarda bulunur) ve kafein
ise kalsiyum atılmasına neden olan diğer
etkenler olduğu için bunlara da dikkat
edip azaltmanızda yarar var. Bütün bunları yaparken kalsiyum açısından zengin
olan kuru fasülye, kuru incir, badem
içi, tofu, şeker kamışı pekmezi (melas
veya molasses), tahin, nohut, barbunya
gibi gıdaları da bol bol tüketerek günlük
1000 mg kalsiyumunuzu alabilirsiniz.
Yine hatırlayatım, bebeğiniz kendine
gereken kalsiyumu çeker, ve kalsiyumu
eksik almanız durumunda en çok hamile olan siz etkilenirsiniz.
6. Mikrobesinler
İlk trimesterda birçok kişinin canının çok
fazla sebze ve meyve istediğini duyuyorum. Genellikle de pişmemiş, taze meyve
ve sebze çekiyor insanın canı. Aslında
son bilimsel bulguların ışığında, bu hiç de
şaşırtıcı değil. Sebze ve meyvelerde çok
yüksek oranda mikro besinler var, yani
mineraller, vitaminler, fitobesinler ve antioksidanlar. Ve bunlar hücrelerin doğru
çalışabilmesi için çok gerekli. Meyvelerin
fazla şeker içerdiği ve bu yüzden fazla
tüketilmemesi gerektiğini söyleyenlere
katılmıyorum. Şimdiye kadar meyve
yemenin sağlığı olumsuz yönde
etkilediğini gösteren bir bilimsel çalışma görmedim, tam
aksine, çalışmalar meyve
miktarını artırınca insanların daha sağlıklı olduklarını gösteriyor. Canınız
sürekli kavun çekiyorsa,
vücudunuz kavunun
içindeki özel bir mikro besine gerçekten
ihtiyaç duyuyor
olabilir. Sizin vücudunuzun ihtiyacı olan
şey ise arkadaşınızınkinden farklı olabilir.
Burada önemli olan çeşitli beslenmek,
özellikle de değişik renklerden sebzeleri
tüketmeye çalışmak. Bir-iki gün içinde
gökkuşağının tüm renklerinden bir şeyler
yediyseniz muhtemelen her türlü vitamini ve mikro besini almışsınızdır.
7. Güneş ışığı ve spor
Yeterince güneş ışığı alarak vücudunuzun D vitamini üretmesini sağlıyorsunuz. Bu da size sağlıklı bir vücut, zihin ve
ruh olarak geri dönüyor. Güneş ışığının
dik geldiği bir günde 15 dakika güneş
ışığının yeterli olduğu biliniyor, ancak
elbette ki kavurucu sıcakta güneş altında
durmayın veya canınız istiyorsa daha
fazla durun. Karar sizin, önemli olan
her gün güneş ışığı görmek. Ve hareket
etmek. Nedense hamilelerin minimum
hareket etmesi gerektiğini düşünür insanlar. Oysa ki yeterince hareketli olmak
hem sizin için sağlıklı, hem de doğum
için iyi bir hazırlık. Günlük yürüyüş
yapabilirsiniz, veya hafif başka bir spor,
örneğin hamile yogası.
8. Moral
Tüm bu anlattıklarım sadece sizin ve bebeğinizin sağlıklı olmaya devam etmesi
için öneriler. Bu önerilere çok takılıp
kendinize eziyet etmeyin. Yeterince
protein, demir, kalsiyum, vs. aldığınızdan emin olmak isterseniz bir-iki ayda
bir, birkaç gün boyunca yediklerinizin
listesini yapın. Sonra bir saatinizi ayırıp
besin değerleri tablolarını önünüze alın
ve ne kadar protein, ne kadar kalsiyum,
ne kadar demir, vs. almışsınız hesaplayın. Eğer olması gerekenden çok düşük
bir sonuç çıkarsa, beslenme düzeninizi
nasıl değiştirebileceğinizi düşünün.
Günlük beslenmenize neler ekleyebilirsiniz? Mesela öğleden sonra atıştırması
olarak ekstra bir avuç badem içi yemek
kalsiyumu dengeler mi? Ya da daha
sık kuru fasülye yiyebilir misiniz? Ya
da sabah bir dilim fıstık ezmeli ekmek
protein miktarınızı iyileştirir mi? Bunun
gibi, kendi hayat tarzınızı da düşünerek
kendiniz için mümkün olduğunca pratik
çözümler bulun. Vegan bir hamilelik yaşayarak bebeğinize en iyi başlangıcı sağlıyorsunuz. Bunu hatırlayıp günlük ufak
aksaklıkları dert etmeyin. Ve sevdiğiniz
şeyleri yapmak için zaman ayırın. Arada
sırada tüm bebeğe hazırlık telaşesini bir
kenara koyup sadece kendiniz ve bebeğiniz ile bağ kurmak için özel zamanlar
ayırın. Hamileliğin tadını çıkarın.
Günlük menu önerisi:
(Not, lütfen kendinize uygun menüler konusunda dokturunuza veya diyetisyeninize başvurun)
Kahvaltı:
Yulaf ezmesi (soya sütlü, kuru yemişli, meyveli ve pekmezli)
Atıştırmalık:
Meyve veya badem-fındık-fıstık
Öğle yemeği:
Fasülye köftesi
Sebzeli bulgur pilavı
Karışık salata
İkindi atıştırmalığı:
Meyve veya badem-fındık-fıstık (daha önce hangisini yemediyseniz)
Akşam yemeği:
Ezogelin çorba
Karışık salata
Mantarli makarna (kaju fıstıklı, tofulu, domates soslu)
Bol su.
Veg&Nature 59
Üniversitelerde
Vegan-Vejetaryen
Dayanışması:
Haber Soner Aslaner – TVD-Nisan 2014
V
egan-vejetaryen yaşam biçimi, tüm kamusal alanlarda
olduğu gibi, gerekli alternatifler sağlanmadığında
üniversitelerde de birtakım sorunları beraberinde getiriyor.
Ders aralarında kampüs alanlarından çıkamayan öğrenciler,
kantin-kafeterya-yemekhane alternatifi kendilerine ne sunuyorsa
onunla yetinmek zorunda kalıyorlar. Ancak bu durum, zamanla
tekdüze ve dengesiz bir beslenme haline dönüşüyor ve yaşam
kalitesini olumsuz yönde etkiliyor.
Bütün bu sıkıntılar ve toplumu bu konuda bilinçlendirme
idealleri, onları bir araya getirdi ve çeşitli üniversitelerde veganvejetaryen grupları kurularak dayanışma çağrıları yapılmaya
başladı. Biz de üniversitelerdeki bu öğrenci gruplarına ulaşarak,
okullarındaki uygulamaları ve girişimlerinin ayrıntılarını
öğrenmek istedik:
vegan yemekler dağıtıp veganların aslında çok lezzetli yemekler
yiyebildiğini göstermeyi düşünüyorlar. Bu dönem yapılacak
etkinlikler arasında, film gösterimi, zehirsizev deterjan/
sabun/diş macunu yapımı atölyesi ve Yaşayan Kütüphane’ye
vegan kitap katkısı sağlamak var. Bu etkinlikle birlikte
İTÜ’deki öğrencilerin veganlarla tanışmasını sağlayarak,
veganlar hakkındaki fobik söylemleri ve önyargıları kırmayı
hedefliyorlar.
Pek çok üniversitenin benzer gruplarıyla tanışma toplantılarına
başlamışlar, hatta bundan sonraki hedef; her dönem bir
kez “üniversiteler arası vegan ve vejetaryen toplulukların
buluşması” ve koordine olmak.
İTÜ Vegan & Vejetaryen Topluluğu faaliyetlerine 2013-2014 güz
döneminde yemekhanede vegan ve vejetaryenlere uygun yemekler
bulunmamasından dolayı rektörlüğe yapılan itirazla birlikte başlamış.
Yemekhane menüsü için itirazlar sadece vejetaryen ve vegan
bireyler tarafından değil; yemekhanede her gün etli yemek
çıkmasından rahatsız olanlar ve hayvansal gıda içermeyen
yemeklerin çıkmasının vejetaryen ve veganların bireysel hakkı
olduğunu düşünenlerden de gelmiş. Şu ana kadar 500 dilekçe
toplanarak rektörlüğe teslim edilmiş.
Rektörlüğün verdiği yanıta göre, yemekhane için çalışmalar
başlamış ancak teknik detaylar henüz çözülememiş.
Rektörlük, vejetaryen ve veganlar için ayrı bir sıra açmayı ve
kayıt esnasında vejetaryen/vegan olduğunu bildiren öğrenci
sayısına göre yemek çıkarılmasının planlandığını belirtiyor.
Grubun itirazı ise, kayıt esnasında vejetaryen olmayan ama
süreç içerisinde vejetaryen/vegan beslenme biçimini seçen
öğrencilerin taleplerinin boşlukta kalacak olması nedeniyle,
çözümün genele sunulacak ayrı bir menü alternatifinden
geçtiği yönünde. Bu taleplerine yeşil ışık yandı.
Topluluk olarak hedefleri İTÜ’deki vejetaryenler ve veganları
bir araya toplayıp, hayvan özgürlüğü, vejetaryenlik/
veganizm, türcülük gibi konular çerçevesinde tartışmak ve
okuldaki insanları bu konular hakkında bilinçlendirmek ve
kampüste vegan hayatı kolaylaştırmak. Türcülük hakkında
film gösterimleri, paneller yapmayı; okul içinde standlar açıp
veganlığı ve türcülüğü anlatmayı; özellikle bahar şenliğinde
Galatasaray Üniversitesi yönetim kurulunda, üniversitenin
vegan-vejetaryen öğrencilerinin talebiyle gündeme gelen vegan
menü alternatifi görüşülüyor.
Özellikle vegan-vejetaryen yaşam biçimini benimseyenler,
öğlenleri yemek yiyebilmek için çoğunlukla yemekte ne
olduğuna bakamadan bekledikleri kuyruğun bitiminde
bir yemek sürprizi ile karşılaşabildiklerini belirtiyor. Süre
sonunda yiyebilecekleri tek alternatifin salata olduğunu fark
edebiliyorlar örneğin. Galatasaray Üniversitesi’nde, “hayvansal
gıda içermeyen” besinlerle, yani “vegan” beslenen öğrencilerin
sayılarının hiç de az olmadığı son dönemde anlaşıldı. Bu
yaşam biçimini benimseyen öğrenciler bugüne dek, öğrenci
menüsü içerisinden kendilerine uygun alternatifleri seçmek
zorunda kalıyorlar ya da seçebilecekleri hiçbir şey yoksa aç
kalabiliyorlardı. Ancak bu durum değişmek üzere olabilir.
Geçtiğimiz haftalarda, GSÜ öğrencilerinden Fethi Kaban,
üniversitenin ilgili bölümüne “yemekhanede vegan menü de
olması” için bir talepte bulunmuş. Kendisine, bunu talep eden
kaç kişi olduğunu gösteren bir liste getirmesi durumunda
konunun gündeme alınabileceği söylenmiş ve bunun üzerine
okulda astıkları afişlerle ve internet üzerinden yaptıkları
duyurularla bir kampanya başlatmışlar. Çok kısa sürede,
kendilerinin de tahmin ettiklerinden çok fazla bir sayıya
ulaşılmış. Okuldaki öğlen ve akşam yemeklerinde vegan menü
olmasını isteyen 63 kişinin adı olan liste, Sağlık, Kültür ve Spor
Daire Başkanlığı’na teslim edilmiş.
İTÜ’DE VEGAN MENÜ
Veg&Nature 60
GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ
YÖNETİMİNDE VEGAN MENÜ
ALTERNATİFİ GÖRÜŞÜLÜYOR
Öğrencilerin “vegan menü” talebi, yakın zamanda toplanacak
üniversite yönetim kurulunda görüşülecek. Listede adı olan ve
ya adı olmasa da kendilerine destek olmak isteyen kişilerden
ise bir ricaları var: “Fırsat bulduğunuzda Sağlık, Kültür ve Spor
Daire Başkanlığı’na gidip, süreci takip ederek bu işte ne kadar
ciddi ve istekli olduğumuzu gösterelim”.
Şimdi gözler, üniversite yönetiminin alacağı kararda.
(Emrah Boztepe)
KOÇ ÜNİVERSİTESİ’NDE MUTLU SON
Koç Üniversitesi’nin vegan ve vejetaryen öğrencileri, beslenme
tarzlarındaki farklılıktan dolayı yaşadıkları sorunlar ve
alternatif talebiyle okula başvurduklarında bu kavramların ne
demek olduğunu ve bu yapılanın geçici bir heves ve ya bir tarz
uçarılık mı yoksa gerçekten de muhataplarına görev yükleyen
ciddi bir durum mu olduğunun araştırıldığını belirtiyorlar.
Ardından, bu durumda kaç kişinin Koç Üniversitesi’nde var
olduğu araştırması yapılmış. Bu durumun, kendilerine bir kez
daha örgütlenmenin hedeflerine ulaşmada ne derece önemli
olduğunu ortaya koyduğunu belirtiyorlar.
Daha önceden Koç Üniversitesi’nde küçük bir azınlık olarak
kalacağından endişe eden vegan-vejetaryen topluluğu, böylece
2014 senesinde koordine olarak bir araya gelmiş.
Bu süreçte özellikle okulun yemekhanesinde kahvaltılar çok
daha vegan dostu hale getirilerek, eskiden öğle ve akşam
yemeklerinde her zaman riayet edilmeyen sebzeli yemek ve
et susuz çorba artık değişmez bir ilke haline gelmiş. Eskiden
yemeklerdeki hayvansal gıdalar hakkında bilgisiz personele
yaptıkları baskılarla artık içerik konusunda bir sorun
yaşamadıklarını ifade ediyorlar.
Bunun dışında, çok fazla farklı yemek opsiyonu bulunan
okuldaki diğer özel kurumların da daha fazla sömürüden
ve tacizden arındırılmış yemek bulundurması noktasında,
sistematik baskılar devam ediyor. Gelecek dönem toplu bir
imza kampanyası başlatmayı düşünüyorlar. Okuldaki en büyük
sıkıntı diğer öğrencilerin, vejetaryen ve veganların bu konudaki
duyarlılığını, bir tür fanatizm olarak algılamaya meyilli
olmalarında yattığını düşünüyorlar. İnsanların beyin kılcallarına
kadar yer etmiş türcülük hastalığını bir şekilde delmeye
başladıklarını hissediyor ve son mezbaha kapanıncaya ve son
köle özgür kalıncaya dek bu mücadelenin süreceğini söylüyorlar.
(Emre Alpun)
ANADOLU ÜNİVERSİTESİNDE VEGANVEJETARYEN HAREKETİ FİLİZLENDİ
Anadolu Üniversitesi’nde vejetaryen-vegan hareketi,
üniversitede Tıbbi Laboratuar Teknikerliği okuyan Cansu
Öztaş’ın yemekhanede çoğu zaman çıkan etli yemeklerden
dolayı aç kalarak sürekli sıkıntı yaşamasıyla başlamış.
Adından başta yemekhane müdürü olmak üzere ilgililere
bu konudaki sorunundan bahsetmiş. Ufak bir araştırma
yaptığında ise, kendiyle aynı sıkıntıları yaşayan öğrencilerin
dayanışma içinde olmasını sağlayacak bir grubun
bulunmadığını fark etmiş.
Seslerinin sosyal paylaşım sitelerinden daha kolay duyulacağını
düşündüğü için sosyal platformda Aralık 2013’te “Anadolu
Üniversitesi Vegan ve Vejetaryenleri” grubunu kurmuşlar. Grup
henüz çok yeni olduğumu için ilk etapta yemekhanede yedikleri
her yemeğin fotoğrafını çekerek sayfaya koyuyor ve bu sayede
üniversite kulüplerini, arkadaşlarını ve hocalarını bilgilendirerek
daha çok kişinin bu konuda dikkatini çekmeyi amaçlıyorlar.
“Başka birçok sıkıntılarımız var.” diyor ve ekliyorlar “Aç
kalmamızın yanı sıra yemekte makarna ve etli bezelye varsa,
bezelye yerine bir kaşık daha makarna alamıyoruz.”
Vejetaryen sayısı az olduğu ya da henüz organize olmadıkları
için, sayfanın önceliği “Yemekhanemizde etsiz menü sunulması
için el ele verelim” şeklinde belirlenmiş.
Şuan vejetaryenler için etli yemek yerine çoğunlukla
barbunya verildiğini ve koordinasyonda başarılı olmaları
halinde konserveden daha güzel yemekler sunulacağına
inandıklarını belirtiyorlar.
(Cansu Öztaş)
YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
VEGAN VE VEJETARYENLERİ
Grup henüz yeni organize olmuş, ilk olarak sosyal platformda
bir sayfa açarak birlik olmayı planlamışlar. Çok yeni oldukları
için henüz bir araya gelip toplantılar yapamadıklarını, dahası
birbirleriyle tanışamadıklarını belirtiyorlar.
Öncelikli hedefleri okulda bir stand açmak. Bu sayede bir araya
gelebileceklerini düşünüyorlar
Üniversitelerinde, hayvanseverler tarafından kampus köpekleri
yararına organize edilen ve Mayıs ayında gerçekleşmesi
planlanan kermese destek olduklarını belirtiyorlar.
Ayrıca yakın zamanda, yemekhanede veganlara uygun menü
çıkarılması için bir imza kampanyası başlatmayı planlıyorlar. Şu an
için üniversite yemekhanesinde sadece vejetaryen menü çıkarılıyor.
(Caner Aydın)
Etik, sosyal, çevre ya da sağlık sorunları. Sebep ne olursa
olsun bu yaşam biçimini benimseyenlerin, toplu alanlarda
yaşam zorunluluğu dikkate alınarak alternatif uygulamalarla
sıkıntılarına çözüm geliştirilmesi gerekiyor. Bu konunun
takipçisi olacağımızı belirterek, bir an önce yetkililerin gerekli
düzenlemeleri yapmalarını temenni ediyoruz.
Veg&Nature 61
PRATİK İPUÇLARI
Suni Deri, Gerçek Deri Yüzleşmesi !
Haber Ebru Arıman
Şayet etik sebeplerle deri ürünler
kullanmıyorsanız, eminiz birçoğunuz
alışveriş esnasında benzer belirsizlikleri
yaşıyorsunuzdur. Hangi ürün deri,
hangisi değil, kullanılan malzeme ne,
malzemeden nasıl emin olabilirim?
Suni deri ve gerçek deriyi ayırt etmek
her zaman kolay değildir. Alışverişinizin
sonunda gerçek bir deri ya da gerçek
kürk aldığınızı geç fark etmek bir hayli
sinir bozucudur. Peki alışveriş yaparken
nelere dikkat etmelisiniz?
Gerçek deri/kürk çoğu kez aradaki
fiyat farkından anlaşılsa da, hayvan
istismarının tavan yapmasıyla birlikte
bu tür “sahici” ürünlere de artık kolay
ulaşılır oldu. Ve elbette ki bu da fiyatları
eskisine göre daha aşağı çekti. Yani fiyat
Veg&Nature 62
artık tek başına bir kriter asla değil! Peki
kriter nedir?
da ürün üzerinde leke görüntüsü yaratır.
Yapay deride ise su tutunmaz. Ancak bazı
derilerde bu özelliği ortadan kaldırmak
İşte size ayırt edici kriterler:
için bir çeşit cila/kaplama kullanılır.
1-Etikete bakın:
Kaplama deri ise, ürün etiketinde deri
Etiket aslında en açık yol gibi görünür,
işaretinin içine geçmiş baklava şekliyle
tabi etiket varsa. Ürün malzemesi
ayırt edilir. Diğer özellikleri de gözden
yazı ile etikette belirtilebildiği gibi,
geçirmeden emin olmayın.
yalnızca sembollerle de ifade edilebilir.
3-Kenarlarını kontrol edin
Sembol etiketi üzerinde, gerçek deri
Ürünün dikiş dışı kenarlarından,
ve hakiki deriyi simgeleyen görseller
kullanılan maddenin cinsini
bulunur. Ürünün hangi kısmında ne
anlayabilirsiniz. Suni deri, köpüklü
tür bir malzeme kullanıldığını buradan
veya plastik malzeme türünde
rahatlıkla anlayabilirsiniz.
görünür ve kenarları mükemmel kesik
2-Lekelenme testi yapın:
görünümlüdür. Gerçek deri kaba
Gerçek ve suni deri arasındaki temel
kenarlıdır ve pürüzlüdür. Gerçek derinin
farklardan biri emilimdir. Gerçek derinin kesim hattı boyunca iç kısmında püsküllü
doğal yapısında emilim özelliği vardır. Bu bir yapı görünür.
Ağustos 2005’de yürürlüğe giren
ayakkabı mevzuatı şöyle der:
Madde 6- Etiket, ayakkabı çiftinin
birinde veya her ikisinde baskı,
yapıştırma, kabartma veya iliştirme
suretiyle konulur.
Etiket, ayakkabının üst yüzünün ve
iç astar ve tabanının en az %80'ini
oluşturan malzeme ve dış taban
hacminin en az %80 ini oluşturan
malzemeye dair bilgileri içerir.
Ayakkabı yapımında kullanılan
malzemelerden hiçbiri %80 oranına
ulaşmıyorsa, bu durumda, ayakkabıyı meydana getiren iki temel malzemeye ilişkin bilgi etikette yer alır.
Etiket tüketiciyi yanıltıcı olmamalıdır. Etiket zorunludur. (Bu etiketleme sistemine göre, şekillerin hangi
anlamlara geldiği görselde mevcuttur)
Lütfen alacağınız üründe bu bilgilerin varlığını kontrol edin.
verir ve esnektir. Gerçek deri ise daha
kalındır.
6-Koklayın
En önemli belirleyicilerden biri de
koklamaktır. Ne kadar işlenirse işlensin,
hangi işlemden geçerse geçsin, gerçek
deri kokusuyla kolayca ayırt edilir. Suni
deride ise böyle bir hayvansal koku
yoktur.
7- Yanma Testi uygulayın
Hayır, elbette ki ürünü ateşe vermeyin!
Ürünün iç bölümlerinden küçük bir kesi
4-Gözenekleri inceleyin
alma şansınız var ise bu parçayı ateşe
Gerçek derinin belli bir forma uymayan
doğru tutun. Suni deri yanarken sentetik
değişken gözenekleri varken, suni
bir koku bırakacaktır. Gerçek deri ise
derinin gözenekleri belli bir formdadır ve yanarken alev oluşturmayacak ve etrafa
birbiriyle bütünlük sağlar.
plastikten kat kat daha kötü ve keskin bir
koku yayacaktır.
5-Dokunun
8-İğne Batırın
Gerçek deri, iki parmağınız arasında
tuttuğunuzda kalınlığı ve yapısının
Elinize bir iğne alın ve ürüne batırın.
farklılığıyla kolaylıkla ayırt edilir. Suni
Şayet kolaylıkla içerisinden geçiyorsa
deri, genellikle daha incedir, plastik hissi suni deri ya da suni kürktür. Ancak
iğneyi batırmakta zorlanıyorsanız büyük
olasılıkla gerçek deri ya da gerçek kürktür.
9-Ürün dokusunun arkasına bakın
Ürün dokusunun arkasında örgü
dokuma görüntüsü varsa suni, tüylü bir
görüntü varsa gerçek deridir. Şayet içinde
astar kullanıldıysa, görünmeyen bir
alana ufak bir kesi yaparak da aynı farkı
anlayabilirsiniz.
10-Tırnak ucuyla kazıma testi
Tırnak ucu ile malzemeyi kazıdığınızda eğer
gerçek deri ise bir iz kalır ve iz yavaş yavaş
kaybolur. Sahte deride ise hiç iz kalmaz.
GERÇEK SUNİ DERİ
KARŞILAŞTIRMASI
Gerçek Deri Avantajları
Suni deriden 3 kat daha uzun ömürlüdür.
(Ancak fiyat farkı 3 kattan fazladır)
Gerçek Deri Dezavantajları
Daha pahalıdır. Sürekli güneş ışığında
rengi solabilir. Çok gözenekli ve emici
olduğu için sıvıyla temasında derhal
sıvıyı emer. Korunmazsa üzerinde lekeler
oluşur. Temini için bir canlının ölümüne
ihtiyaç vardır.
Suni Deri Avantajları
Hiçbir canlının ölümüne ihtiyaç yoktur.
Fiyatı daha uygundur. Görüntü olarak
gerçek deriden ayırt edilemez. Dengeli
renk dağılımı vardır. Güneş ışığına karşı
solmaya dayanıklıdır. Pek çok farklı
renge boyanabilir.
Suni Deri Dezavantajları
Suni deri, gerçek derinin üçte bir ömrüne
sahiptir. Kalitesine ve kullanım süresine
göre bazı ürünlerde çatlamalar oluşabilir.
Kokusu sentetiktir.
Tercihinizi doğa/hayvan dostu
ürünlerden yana kullanmanız dileğiyle,
iyi alışverişler!
Veg&Nature 63
T
D
VEGAN VE VEJETARYENLER
DERNEĞİ -TÜRKİYE
BİZDEN
TVD HAKKINDA
Gezegeni, insan merkezli bir bakış açısıyla şekillendiren, sömüren ve yok eden insanoğlunun, doğa üzerindeki tahakkümünün
son bulması; yerleşmiş bakış açısının değiştirilmesi ve kendi haklarını savunamayan, eşit yaşam hakkı elinden alınmış, tüm hakları gasp edilmiş hayvanların, haklarının savunulması ile mümkündür. Bu bağlamda türler arası eşitsizliğin giderilmesi öncelikli
amacımızdır. Hayvanların ve dolayısıyla doğanın doğal düzenini bozan, yalnızca insan türüdür. Öncelikli olarak doğayı ve
hayvanları insan sömürüsünden uzak tutmak, türlerin ve ekolojik döngünün devamı için doğadan yana müdahil olmak ve tüm
canlılarının yaşam koşullarını iyileştirmek durumundayız. Aslolan ve amaçlanan şudur ki; doğal hayatın devamı, hayvanlar için
insansız bir yaşam alanı ile mümkündür.
Vegan ve Vejetaryenler Derneği (TVD), temeli hayvan refahı ve özgürlüğüne dayanan yönüyle; hayvan esaretine son verilmesi,
bu süreçte hayvanların maruz kaldığı vahşet, işkence ve kötü muamelelerin ortadan kaldırılması için gerekli her türlü girişimde
bulunulması, kamuoyunun bu konuda bilinçlendirilerek tür ve sınıf gözetmeksizin tüm canlılara eşit yaşam hakkı tanınması;
türcülüğün ortadan kaldırılması, Türkiye’de yaşayan tüm vegan ve vejetaryenlerin (veganlar, laktolar, ovolar ve ovo-laktolar)
sosyal anlamda tek çatı altında toplanması, genel anlamda veganlık ve vejetaryenlik bilincinin etkinleştirilmesi ve geliştirilmesi,
bu konuda çalışmalar yapan kişi ve kuruluşlara destek verilmesi, bu yaşam tarzını seçen ve seçmek isteyen insanların sağlıklı ve
kaliteli bir yaşam sürmesi için gerekli tedbirlerin alınması, sıkıntılara çözüm geliştirilmesi amacı ile kurulmuştur.
Doğa için, doğal olan için, türler arası eşitsizliği ortadan kaldırmak için çalışmaktadır.
TEMSİL GÜCÜMÜZ:
Derneğimiz,
- Uluslararası Vejetaryenler Birliği (International Vegetarian Union) tam üyesi ve Türkiye temsilcisi,
- Avrupa Vejetaryen Birliği ( Europan Vegetarian Union) tam üyesi ve Türkiye temsilcisi,
- Uluslararası Hayvan Hakları ve Vejetaryenlik Haber Ajansı (The European Vegetarian and Animals News Alliance) Türkiye
temsilcisi ve ülke muhabiri,
- Uluslararası Vejetaryen/Vegan ürün etiketi V-Label’ın Türkiye temsilcisi / lisansörü,
- AB Vejetaryen/Vegan birlikleriyle, Vejetaryenliği/Veganlığı Geliştirme, Yayma-Uluslararası bilgi paylaşımı AB Hayat Boyu
Öğrenme Programı, Türkiye Proje Ortağıdır.
BİZE KATILIN!
Üyelik: Tüzüğümüze göre, dernek üyeliği için ön koşul Vejetaryen veya Vegan olmaktır. Burada Uluslararası Vejetaryenler
Birliği’nin evrensel tanımı baz alınır. Buna göre: “Vejetaryenlik, yumurta, süt ürünleri ve/ve ya bal gibi hayvansal ürünlerin
dahil ya da hariç olduğu, bitkisel kaynaklı bir beslenme biçimidir.””Veganlık, hayvansal hiçbir ürünü tüketmemek, hayvanlardan elde edilen ürünleri kullanmamak, hayan özgürlüğünü kısıtlayıcı hiçbir faaliyette bulunmamak/ aracı olamamak.”şeklinde
tanımlanmıştır. Ayrıntılı bilgi için: http://tvd.org.tr/uyelik/
Gönüllülük: Derneğimizin faaliyetlerinde, yetkinlikleriniz ve zamanınız dahilinde bize destek verebilirsiniz. Gönüllü destek
formumuzu doldurmak için: http://tvd.org.tr/gonullu-destek/
Bağış: Derneğimizin, tüzükte açıkça belirtilmiş ilke ve amaçları doğrultusunda yapacağı çalışmalarına bireysel ya da kurumsal
olarak destek verebilirsiniz. www.tvd.org.tr
Vejetaryen-Vegan biçimiyle ilgili, uzman doktorlarca detaylı olarak hazırlanmış Başlangıç Kitimizin e-posta adresinize
ücretsiz gönderilmesini istiyorsanız lütfen bizimle temasa geçin. [email protected]
Veg&Nature 64
www.v-labelturkiye.com
T
D
TÜRKİYE
VEGAN VE VEJETARYENLER
DERNEĞİ

Benzer belgeler

hayvan-ozgurlugu-ve-sosyal-devrim

hayvan-ozgurlugu-ve-sosyal-devrim 2006’da BM Gıda ve Tarım Organizasyonu’nun yayınladığı bir raporda dünyada insan kaynaklı sera gazı salınımının %18’ine çiftlik hayvanlarının neden olduğu belirtilmişti. 2009’da Dünya Bankası’ndan ...

Detaylı