Yeni Üroloji Dergisi Cilt: 7 Sayı: 2
Transkript
Yeni Üroloji Dergisi Cilt: 7 Sayı: 2
YENİ ÜROLOJİ DERGİSİ The New Journal of Urology (New J Urol) Cilt / Volume 7 Sayı / Number 2 Haziran / June 2012 YENİ ÜROLOJİ DERGİSİ ISSN 1305-2489 The New Journal of Urology / New J Urol Editör / Editor Ali İhsan TAŞÇI Editör Yardımcısı / Associate Editor Zeki BAYRAKTAR Danışma Kurulu / Advisory Board (Alfabetik sıraya göre / In alphabetical order) Selami ALBAYRAK Barış ALTAY Erdal APAYDIN Necdet ARAS Arslan ARDIÇOĞLU Abdullah ARMAĞAN Özcan ATAHAN Ali ATAN Zafer AYBEK A. Rıza AYDER Sabahattin AYDIN Kaan AYDOS Ali AYYILDIZ M. Derya BALBAY Mehmet BAYKARA Hasan BİRİ İbrahim BOZKIRLI Kadir CEYLAN Turhan ÇAŞKURLU Bülent ÇETİNEL Necmettin ÇIKILI Azam DEMİREL Nuri DENİZ Çetin DİNÇEL Mehmet DÜNDAR Erbil ERGENEKON Haluk EROL Adem FAZLIOĞLU Cankon GERMİYANOĞLU Cengiz GİRGİN Çağatay GÖĞÜŞ Orhan GÖĞÜŞ Cem GÜLER Bilal GÜMÜŞ Eyüp GÜMÜŞ Mahmut GÜMÜŞ Zafer Gökhan GÜRBÜZ Recai GÜRBÜZ Zafer Gökhan GÜRBÜZ M. Abdurrahim İMAMOĞLU Ateş KADIOĞLU İhsan KARAMAN Cevdet KAYA Mehmet KILINÇ İzzet KOÇAK Alim KOŞAR Bora KÜPELİ Sadettin KÜPELİ Murat LEKİLİ Süleyman MİNARECİ Nazım MUTLU A. Yaser MÜSLÜMANOĞLU Barış NUHOĞLU Öner ODABAŞ İrfan ORHAN Armağan ÖNER Yavuz ÖNOL Emin ÖZBEK Gürhan ÖZDEMİR Ahmet ÖZTÜRK Hakkı PERK Özkan POLAT Sefa RESİM Nihat SATAR Bülent SEMERCİ Tekin Ahmet SEREL Atilla SEMERCİÖZ Metin SEVÜK Aykut SİFİL Tarkan SOYGÜR Ahmet SOYLU Yunus SÖYLET Coşkun ŞAHİN Murat ŞAMLI Aydın ŞENCAN Volkan TUĞCU Ömer Levent TUNCAY Lütfü TUNÇ Mustafa USTA Doğan ÜNAL Ali ÜNSAL Faruk YAĞCI Önder YAMAN Ercan YENİ Yüksel YILMAZ Orhan YURTSEVEN Ferruh ZORLU YENİ ÜROLOJİ DERGİSİ The New Journal of Urology (New J Urol.) Cilt / Volume 7 Sayı / Number 2 Haziran / June 2012 Sahibi Avrasya Üroonkoloji Derneği adına Eyüp Gümüş Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Ahmet Yumbul Editör Ali İhsan Taşçı Editör Yardımcısı Zeki Bayraktar Tasarım Uygulama Ahmet Yumbul Baskı - Cilt Pınarbaş matbaacılık ltd. şti. 0212 544 5877 İletişim Akşemsettin Mah. Akdeniz Cad. Çeyiz Apt. No:86/4 Fatih - İstanbul Editörden Avrasya Üroonkoloji Derneği’nin bünyesinde yayınlanmakta olan Yeni Üroloji Dergisi, 2012 yılının ikinci sayısı ile bilim dünyasındaki gelişmeleri sizlerle paylaşmaktadır. İçerik ve görsel olarak zenginleşmeye devam eden dergimizin yeni web adresi ve bu adrese bağlı e-posta uzantısı aktif hale gelmiştir. Yayımlanmak üzere çalışmalarını göndermek isteyen yazarlar dergimizin web adresini ziyaret ederek yazım ve gönderim kurallarını takip edebilirler. Yeni Üroloji Dergisi’nin ulusal ve uluslararası Tıp dizinlerinde indekslenmesi için gereken kurallar editörlüğümüz tarafından yerine getirilmektedir. Üretilen bilimsel faliyetlerinizin dergimiz aracılığı ile paylaşılması bu süreci hızlandıracaktır. Bu amaçla yapacağınız tüm katkılar nedeniyle şimdiden teşekkürlerimi sunarım. Prof. Dr. Ali İhsan Taşçı Tel: 0212 635 18 24 - 0536 744 13 29 www.yeniurolojidergisi.org [email protected] ISSN 1305-2489 Dört ayda bir yayınlanır. Dergide yeralan yazılardan yazarları mesuldür. © Yayın hakları yayıncıya aittir. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. İçindekiler / Contents Özgün Araştırma / Original Research Erektil disfonksiyonda intrakavernozal self enjeksiyon: Hasta uyumu ve etkinliği Mehmet Kalkan, Sadi Turkan, Mehmet Demirtaş, Coşkun Şahin Benign prostat hiperplazisinde cerrahi sonrası gündelik hayata dönmeyi etkileyen faktörler Hüseyin Cihan Demirel, Ömer Gökhan Doluoğlu, Cevdet Serkan Gökkaya, Binhan Kağan Aktaş, Emin Öztürk, Ali Memiş Türkiye’de ailelerin enüretik çocuklarına uyguladıkları ilaç dışı tedavi yöntemleri ve oranları Orhan Koca, Metin Öztürk, Eyüp Veli Küçük, Mehmet Akyüz, M. İhsan Karaman Başarısız SWL yapılan böbrek alt kalis taşlarında flexible URS ve Holmium Lazer etkinliği Basri Çakıroğlu, Turhan Çaşkurlu Çocukluk dönemi palpe edilemeyen testiste laparoskopik yaklaşım: İlk deneyimlerimiz Necip Pirinççi, İlhan Geçit, Mustafa Güneş, Kerem Taken, Serhat Tanık, Kadir Ceylan Renal sinüs lipomatozis: Bilgisayarlı tomografi eşliğinde farklı olgular Işıl Başara, Yiğit Akın , Selim Serter 06 10 16 20 26 32 Olgu / Case A.Tunç Özdemir, M. Fuat Özcan, Serkan Altınova 37 Dev hidronefrozu taklit eden primer retroperitoneal mezotelyal kist: Olgu sunumu Ertuğrul Şefik, Sacit Nuri Görgel, Burak Özçift, Ayşegül Aksoy Altınboğa, Cengiz Girgin, Çetin Dinçel 41 Primer skrotal lipom 44 Primer prostat leiomyosarkomu: Olgu sunumu Mustafa Eren, Pembe Oltulu, Sefa Resim Sistemik lupus eritomatozus ve mesane tutulumu: Bir olgu sunumu Zülfü Sertkaya, Metin Öztürk, Orhan Koca, M. İhsan Karaman Skrotal Tümörü Taklit Eden Tüberküloz Epididimit: Olgu Sunumu R. Altıntaş, F. Oğuz, A. Beytur, S. Çimen, A. Güneş Skrotumun nadir görülen bir tümörü: Kondroid siringoma Bilal Çetin, Uğur Balcı, Ertuğrul Şefik, Ayşegül Akder Sarı, Aylin Örgen Çallı, Cengiz Girgin, Çetin Dinçel 47 50 53 Özgün araştırma / Original research Yeni Üroloji Dergisi - The New Journal of Urology 2012; 7 (2): 6-9 Erektil disfonksiyonda intrakavernozal self enjeksiyon: Hasta uyumu ve etkinliği Intracavernosal self injection in erectile dysfunction: Patient compliance and effectiveness Mehmet Kalkan1, Sadi Turkan2, Mehmet Demirtaş3, Coşkun Şahin1 Sema Hastanesi, Üroloji Kliniği, İstanbul Özel Anadolu Hastanesi, Üroloji Kliniği, Kastamonu 3 Özel Kolan Hastanesi, Üroloji Kliniği, İstanbul 1 2 Geliş tarihi (Submitted): 24.01.2012 Kabul tarihi (Accepted): 23.04.2012 Yazışma / Correspondence Dr. Mehmet Kalkan Özel Sema Hastanesi, Sahil yolu sok. No: 16 34844 Dragos - Maltepe - İstanbul Tel: +90 532 265 09 17 Fax: +90 216 352 83 59 E-mail: [email protected] 8 Özet Amaç: Bu klinik çalışmada; erektil disfonksiyonlu olgularda intrakavernozal tedavinin etkinliği ve olguların tedaviye uyumu araştırıldı. Gereç ve Yöntemler: Haziran 2003 – Temmuz 2011 tarihleri arasında erektil disfonksiyon nedeni ile intrakavernozal tedavi alan yaşları 23 ile 77 arasında değişen 52 olgu değerlendirildi. Değerlendirme; etyoloji, hasta memnuniyeti, ereksiyon süresi, ereksiyon kalitesi, hasta uyumu, komplikasyonlar ve tedaviyi terk etme kriterleri ile yapıldı. Bulgular: Erektil disfonksiyon etyolojisi 19 olguda vasküler, 11 olguda psikojenik, 15 olguda nörojenik, 4 olguda mix, 3 olguda ise idyopatikti. Yaşlı hastalarda elde edilen rijidite oranı daha düşük, tedaviyi sürdürme ve hasta memnuniyeti daha yüksekti. Genç hastalarda rijidite yüksek olmakla birlikte tedaviyi terk etme oranı yaşlı hastalara göre daha yüksekti. En iyi cevap nörojenik ve psikojenik grupta elde edildi. Cevap oranları sırası ile Psikojenik grupta % 82 nörojenik grupta %80, vasküler grupta %73,7, mix grupta %75, idyopatik grupta %67 idi. 7 olguda ekimoz, 4 olguda priapismus, 2 olguda fibrozis gelişti. Sonuç: İntrakavernozal self enjeksiyon, etkili ve tatminkâr ereksiyon sağlamaktadır. Özellikle yaşlı hasta grubunda tedavinin sürdürülebilirliği daha yüksektir. Anahtar Kelimeler: Erektil disfonksiyon, intrakavernozal tedavi, papaverin, fentolamin Abstract Objective: The purpose of this clinical study is to investigate the efficacy of intracavernous therapy, and compliance of patients with erectile dysfunction. Material and Methods: From June 2003 to July 2011, 52 cases of patients within the age group of 23–77, receiving intracavernous treatment for erectile dysfunction were evaluated. Criteria for evaluation: Patient satisfaction, duration of erection, quality of erection, patient compliance, complications, abandonment of treatment. Results: 19 cases were Vascular, 11 were psychogenic, 15 were neurogenic, 4 were mixed, and 3 were idiopathic. The rate of rigidity in elderly patients was lower, continuation of treatment and patient satisfaction were higher. In younger patients, although the rate of rigidity was higher, the rate of treatment abandonment was higher as well when compared to elderly patients. The best response was obtained in psychogenic and neurogenic group. Response rates for psychogenic, neurogenic, vascular, mixed and idiopathic groups were, 82%, 80%, 73,7%, 75% and 67% respectively. 7 patients had ecchymosis, 4 had priapism, and 2 had fibrosis. Conclusion: Intracavernosal self-injection provides an effective and satisfactory erection. The sustainability of treatment, especially in elderly patients is higher. Key Words: Erectile dysfunction, intracavernosal therapy, papaverine, phentolamine Kalkan ve ark. Giriş Erektil disfonksiyon (ED), en az altı aydan beri devam eden ve cinsel ilişki için gerekli penis sertliğinin sağlanamaması veya sürdürülememesi olarak tanımlanır (1). İntrakavernozal vazoaktif ilaç enjeksiyonları ED’nin hem tanısında hem de tedavisinde kullanılan bir tedavi modalitesidir (2, 3). Bu ajanların ağız yolu ile alınan sildenafil grubu ilaçların yaygınlaşması ile kullanılma oranı azalmış olsa da daha kaliteli ve uzun süreli ereksiyon sağlaması nedeni ile hastalar tarafından tercih edildiği bilinmektedir. İntrakavernozal tedavide geçmişte fenoksibenzamin, fentolamin ( alfa bloker ), papaverin ( düz kas gevşeticisi ), tek başına veya kombinasyon şeklinde kullanılmıştır (4–6). Papaverine bağlı fibrozis gibi komplikasyonları düşürmek için papaverin - fentolamin kombinasyonu sık kullanılmış, prostoglandin türevlerinin eklendiği kombinasyonlar özellikle ülkemizde bulunması zor ve pahalı olduğu için daha az tercih edilmiştir. Bu klinik çalışmada ED tedavisinde self enjeksiyon şeklinde kullanılan papaverin + fentolamin uygulaması sonuçları, hasta uyumu değerlendirildi. Gereç ve Yöntem Haziran 2003-Temmuz 2011 tarihleri arasında erektil disfonksiyon nedeniyle intrakavernozal tedavi uygulanan 52 olgu retrospektif olarak değerlendirildi. Her olgunun ayrıntılı fizik ve seksüel muayene bilgileri, etyolojik araştırma için rutin biyokimya, tam kan, tam idrar, prolaktin, testosteron, intrakavernozal papaverin testi ve penil dopler ultrasonografi sonuçları kaydedildi. Enjeksiyon materyali olarak daha önce hazırlanan ve ışık görmeyen serin bir yerde (tercihen buzdolabı kapağı) saklanan, içerisinde 300 mg papaverin hidroklorür ( papaverin ampul® 60 mg, Galen) ve 10 mg fentolamin mesilat (Regitin ampul® 10 mg, Novartis) bulunan kombine solüsyon kullanıldı. Kullanımdan hemen önce çalkalanıp test dozu olarak içerisinde 15 mg papaverin, 0,5 mg fentolamin olan karışım 1 ml’lik insülin enjektörü ile kavernöz dokuya enjekte edildi. İlk doz poliklinik şartlarında doktor kontrolünde olguya uygulatıldı. İlk dozdan alınan cevaba göre test dozu maksimum 30 mg papaverin + 1 mg fentolamin olacak şekilde tedricen artırıldı. Bu doza da cevap vermeyen hastalar tedavi kapsamından çıkarıldı. Alınan ereksiyon cevabı; sırası ile tam ereksiyon, tama yakın kısmi ereksiyon, gevşek-yumuşak ereksiyon, yetersiz erek- İntracavernozal self enjeksiyon siyon ve ereksiyon yok ( E5, E4, E3, E2, E1 ) şeklinde sıralandı. E5, E4 koit için yeterli ereksiyon olarak tanımlandı. Enjeksiyonları evlerinde, ilişkiden 15–30 dakika önce yapmaları, uzun vadede iki saatlik ereksiyon sağlayan en düşük dozu yapmaları, altı saatten daha uzun süren rijit ereksiyon varlığında derhal başvurmaları söylendi. Priapismus gelişen olgularda tedavi, sadece sekestre kirli kavernozal kanı boşaltma veya ek olarak epinefrinli solüsyon lavajı ile sağlandı. Bu amaçla önce penis köküne yakın bölgeden cilt altına çepeçevre ½ oranında sulandırılmış 15–20 cc %2’lik prilokain (Citanest® flakon %2, astraZeneca) ile lokal anestezi sağlandı. Daha sonra 16–19 G anjioket ile transglandüler veya lateralden korpus kavernosum içerisine girilerek 50 cc kadar kan boşaltıldı. Yeterince flask penis sağlanana kadar serum fizyolojik ile lavaj yapıldı. Dirençli olgularda içerisinde 1/1000 oranında adrenalin olan serum fizyolojik ile lavaja devam edildi. Flask penis bandaja alınıp işleme son verildi. Sonuçlar; etyolojik sebep, tedavi dozu, tedaviye cevap, ereksiyon kalitesi, gelişen komplikasyonlar, tedaviyi bırakma nedenleri ile değerlendirildi. İstatistiksel analizde student t testi kullanıldı. Bulgular Ortalama takip süresi 41 (13-92) ay olan ve yaşları 23 ile 77 (ort.: 54) arasında değişen 52 olgunun etyolojik neden ve intrakavernozal tedavi sonuçlarına göre dağılımı Tablo I’de, 50 yaş altı ve üstü grupların intrakavernozal tedaviyi sürdürme veya terk etme oranları Tablo II’de görülmektedir. Uygulanan doz aralığı 15-30 mg papaverin (ort.: 21 ± 7), 0,5-1 mg fentolamin (0,7 ± 0,2) olarak belirlendi. Test dozunda 52 olgunun 40’ında E4 ve E5 seviyesinde ereksiyon elde edilirken, 8 olguda E3, 4 olguda E2 düzeyinde ereksiyon elde edildi. Bu olgulara daha sonra maksimal dozda kombine solüsyon yapılması ile E4 düzeyinde ereksiyon elde edildi. Test dozunda yeterli ereksiyon sağlanan olguların 28’i 50 yaşın altında 12’si üstünde idi (p<0,05). Maksimal dozda ereksiyon elde edilen 12 olgunun onbiri 50 yaşın üstünde biri ise altında idi (Tablo II). Test dozundan sonra ve ilk üç ay içerisinde tedaviyi terk etme oranı elli yaş üzerinde %26,1, elli yaş altında % 31 bulundu (p<0,05). Tedaviye devam eden 37 olgunun 14’ü sildenafil ve benzeri oral farmakoterapiye cevap alamadığı için, 11’i daha iyi ereksiyon kalitesi sağla- 9 Yeni Üroloji Dergisi - The New Journal of Urology 2012; 7 (2): 6-9 dığı için, 12’si ise daha ucuz olduğu için intrakavernoz tedaviyi sürdürdüğünü belirtti. Tedaviyi bırakan olguların bırakma nedenleri sırası ile 6 olguda (%40) iğneden korkma ve yapamama korkusu, 5 olguda (%33) partnerine karşı yetersizlik ve aşağılık kompleksi, 3 olguda (%20) etkisini artık görememe, 1 olguda (%7) diğer oral farmakoterapötik ajanlara geçme olarak tespit edildi. En iyi cevap psikojenik ve nörojenik grupta elde edildi. Bu grup hastalar; paraplejili yada abdominopelvik cerrahi (radikal prostatektomi, perineal üretroplasti) geçirmiş, sakral pleksus hasarı olan olgulardı. Vasküler patolojili ED olgularının etyolojiye göre dağılımı diyabet 17 ve travma 2 olgu olarak belirlendi. Uygulamaya bağlı komplikasyon olarak 7 olguda (%13,5) peniste ekimoz, 4 olguda (%7,6) priapismus, 2 olguda (%3,8) fibrozis görüldü. Ekimoz 6 olguda spontan regrese olurken, bir olguya penil bandaj uygulandı. Priapismus sadece nörojenik ve psikojenik grupta gelişti ve bu olguların ikisi test dozunda, ikisi sonraki enjeksiyonlarda görüldü. Uzamış ereksiyonlu olgularda ereksiyon süresi 4,5 saat ile 12 saat arasında idi. Priapismus gelişen tüm olgularda medikal yaklaşım (intrakavernozal boşaltma-yıkama) tedavisi yeterli oldu. Şant ameliyatlarına gereksinim olmadı. da çoğunluğunu vasküler nedenlerin oluşturduğu grupta diyabet birinci sırada yer aldı. Bu olgular genellikle 50 yaş üzeri idi ve intrakavernozal tedaviyi kabul etmede ve sürdürmede en istekli grubu oluşturdu. İkinci sıklıkta görülen nörojenik ve psikojenik gruplarda 26 olgu vardı. Nörolojik gruba dahil edilen olguların %80’inde test dozunda tam ereksiyon gelişti. Bu olgular spinal kord yaralanması olan paraplejili yada pelvik radikal cerrahi geçirmiş (radikal prostatektomi, perineal üretroplasti, kolon kanseri nedeni ile pelvik cerrahi) gruptu ve bunlarda tedaviye devam etme oranı en yüksek düzeyde idi. Bu durum; uygulanan tedavinin etkinliğinin olgular tarafından kabul edilebilir olması ve maliyetinin düşük olması ile açıklandı. Aynı zamanda bu olgular penil protez cerrahisi gibi daha invaziv ve pahalı bir tedaviyi kabul etmemişlerdi. İntrakavernozal farmakoterapide en sık karşılaşılan komplikasyonlar; uzamış ereksiyon, penil ağrı, fibrozis gelişimi ve hematomdur (7) Biz olgularımızın 4’ünde uzamış ereksiyon, 7’sinde minimal ekimoz, 2’sinde fibrozis gördük. Ekimoz gelişmiş olguların beşinde sadece bilgilendirme ve takip, iki olguda ise kompresyon amaçlı penil sargı uygulandı. Kavernozal fibrozis gelişmiş iki olguda tedavi sonlandırıldı. Uzamış ereksiyonlu hastalarda ereksiyon süresi 4,5 saat ile 12 saat arasında idi. Priapis- Tablo 1: Olguların ED nedenlerine ve intrakavernozal tedaviye cevaba göre dağılımı n =52 (%) Ereksiyon* Vasküler Psikojenik Nörojenik Mix İdyopatik 19 (36,5) 11 (21,2) 15 (28,8) 4 (7,7) 3 (5,8) Test dozu** 14 (73,7) 9 (82) 12 (80) 3 (75) 2 (67) Maksimum doz*** 5 (26,3) 2 (18) 3 (20) 1 (25) 1 (33) *yeterli ereksiyon: E4, E5 **15 mg papaverin+0,5 mg fentolamin ***30 mg papaverin + 1 mg fentolamin Tablo 2: Yaş grubuna göre tedaviye cevap ve hasta uyumu dağılımı 50 yaş altı 50 yaş üstü Toplam Tedaviyi bırakma n (%) 9 (31) 6 (26,1) 15 (29) Tedaviyi sürdürme n (%) 20 (69) 17 (73,9) 37 (71) E4, E5** 28 12 40 <0,05 E3*** 1 7 8 - E2*** - 4 4 - Ereksiyon (Test dozu)* p <0,05 *15 mg papaverin+0,5 mg fentolamin **koit için yeterli ereksiyon ***maksimal dozda yeterli ereksiyon sağlandı (30 mg papaverin + 1 mg fentolamin) Tartışma ED etyolojisinde, kardiyovasküler hastalıklar, şişmanlık, sigara içilmesi, metabolik sendrom, diabetes mellitus, geçirilmiş pelvik cerrahiler, hormonal nedenler, ilaç kullanımı, psikojenik faktörler sorumludur (1–3). Çalışmamız- 10 mus en sık nörojenik ve psikojenik grupta görüldü. Bu olguların ikisi test dozu yapılan, diğer ikisi ise idame tedavisi alan olgulardı. Tüm priapismuslu olgularda medikal yaklaşım (intrakavernozal boşaltma-yıkama) tedavisi yeterli oldu. Şant ameliyatlarına gereksinim olmadı. Hiçbir olguda ereksiyon kaybı olmadı. Dinsmore ve arkadaşları, test dozu olarak 30 mg papaverin 1 mg fentolamin kullandıkları çalışmada 20 olgunun ikisinde (%10) priapismus rapor edilmiştir (8). Çalışmamızda nörojenik ve psikojenik ED’lu olgular dışında diğer olguların hiçbirinde priapismus gelişmedi. Nörojenik ED’lu olgularda daha düşük dozda kavernozal enjeksiyon yapılmış olmasına rağmen priapismus gelişmiş olması; bu olgularda daha dikkatli olunması ve ya- Kalkan ve ark. kından takip edilmesi, priapismus tehlikesine karşı uyarılması gerektiğini gösterdi. Çalışmamızda tedaviye devam etmede en sebatkâr grup pelvik cerrahi geçirmiş, nörojenik ED’lu olgulardı. Bunun nedeni olarak bu olguların nispeten ileri yaşta olmaları, intrakavernozal tedaviyi kolay tolere etmeleri ve penil protez gibi daha invaziv tedavi şekillerini kabul etmemeleri ile açıklanabilir. Genç ve yeni evli erkeklerde gerek psikojenik gerekse vasküler nedenli ED’da tedaviyi devam ettirme oranı en düşüktü. Dinsmore ve arkadaşlarının çalışmasında, tedavinin başlangıcından itibaren altıncı ayda tedaviye devam etme oranı %70, tedaviyi terk etme nedenleri ise priapismus, enjeksiyon sırasındaki yanma ve tedaviye cevapsızlık olarak bildirilmiştir (8). Çalışmamızda ise farklı olarak iğneden korkma ve yapamama korkusu, partnerine karşı yetersizlik ve aşağılık kompleksi, etkisini artık görememe, diğer oral farmakoterapötik ajanlara geçme tedaviyi terk etme sebepleri olarak gözlendi.. Tedaviye devam eden 37 olguda tedaviye devam etme nedenleri arasında sildenafile cevap alınamamış olma, intrakavernozal tedaviyle daha iyi rijidite elde edilmesi ve daha düşük maliyet ön sırada idi. Güncel fiyatlarla değerlendirildiğinde test dozunun maliyeti ortalama 5–6 TL dır. Sildenafil grubu oral ilaçların tek kullanımlık maliyeti ise 20 TL dır. Olgularımızın çoğu 2004 -2006 yılları arasında kombine intrakavernozal tedavi alan olgular olduğu için tedaviye devam etme oranlarının bu yüzden yüksek olduğunu düşünüyoruz. Son yıllarda ise tedavi seçeneklerini sunduğumuz hastaların büyük çoğunluğu oral tedaviyi seçmekte, çok az bir kısmı intrakavernozal tedaviyi ilk seçenek olarak düşündüğü gözlenmektedir. İntrakavernozal ajanlar; özellikle nitrat kullanan, oral tedavinin yan etkilerini tolere edemeyen yada yarar göremeyen, maliyeti düşürmek isteyen hastalarda ilk tedavi modalitesi olarak sunulabilir (9). Sonuç olarak intrakavernozal tedavi alan olgularımızda, tedaviye tam cevap alan elli yaş üzeri hastalarda tedaviyi sürdürme oranı daha yüksekti. Tedavinin maliyetinin düşük, ereksiyon kalitesinin yeterli olması nedeni ile cinsel ilişki sıklığı seyrek olan ve tatminkâr ereksiyon isteyen erkeklerin bu tedavi şeklini tercih ettikleri görülmektedir. İntracavernozal self enjeksiyon Kaynaklar 1. Akkuş E, Kadıoğlu A, Esen A, Doran Ş, Ergen A, Anafarta K,et al. (Turkish Erectile Dysfunction Prevalence Study Group): Prevalence and correlates of erectile dysfunction in Turkey: A Population Based Study. Eur Urol 2002; 41: 298–304. 2. Virag R. Intracavernous injection of papaverine for erectile failure. Lancet 1982; 2: 938. 3. Van Ahlen H, Peskar BA, Sticht G, Hertfelder HJ. Pharmacokinetics of vazoactive substances administered into the human corpus cavernosum. J Urol 1994; 151:1227–30. 4. Zentgraf M, Baccouche M, Jünemann KP. Diagnosis and therapy of erectile dysfunction using papaverine and phentolamine. Urol Int 1988; 43:65–75. 5. Stief CG, Wetterauer U. Erectile responses to intracavernous papaverine and phentolamine: Comparison of single and combined delivery. J Urol 1988; 140:1415–6. 6. Levine SB, Althof SE, Turner LA, Risen CB, Bodner DR, Kursh ED, et al. Side effect of self administration of intracavernouc papaverine end phentolamine fort he treatment of impotence. J Urol 1989; 141:54–7. 7. Chandeck Montesa K, Chen Jiménez J, Tamayo JC, Rodríguez Antolín A, Alvarez González E. Pospective study of of effectiveness and side effects of intracavernous prostaglandin E1 versus papaverine or papaverine phentolamine in the diagnosis and treatment of erection dysfunction. Review of the literature. Actas Urol Esp 1992; 16: 208–216. 8. Di injection nonresponse with sildenafil alone or in combination with triple agent intracorporeal injection therapy. J Urol 1999; 162:1992–8. 11 Özgün araştırma / Original research Yeni Üroloji Dergisi - The New Journal of Urology 2012; 7 (2): 10-15 Benign prostat hiperplazisinde cerrahi sonrası gündelik hayata dönmeyi etkileyen faktörler The factors affecting the return to daily life after surgery in benign prostatic hyperplasia Hüseyin Cihan Demirel1, Ömer Gökhan Doluoğlu1, Cevdet Serkan Gökkaya1, Binhan Kağan Aktaş1, Emin Öztürk2, Ali Memiş1 1 2 Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Üroloji Kliniği Mut Devlet Hastanesi Üroloji Kliniği Geliş tarihi (Submitted): 01.02.2012 Kabul tarihi (Accepted): 07.05.2012 Yazışma / Correspondence Dr. Binhan Kağan Aktaş Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Üroloji Kliniği B Blok 3. Kat, Ülkü Mahallesi, Talatpaşa Bulvarı, No: 5 Altındağ - Ankara Gsm: 0505 232 10 93 E-posta:[email protected] 12 Özet Amaç: Bu prospektif çalışmada transüretral prostat rezeksiyonu (TURP) sonrasında hastaların ne kadar sürede gündelik hayatlarına döndüklerini ve bu süreyi etkileyen faktörleri bulmayı amaçladık. Gereç ve Yöntemler: Aralık 2009 ile Mayıs 2010 tarihleri arasında kliniğimizde, benign prostat hiperplazisi (BPH) tanısı ile TURP yapılan 37 hasta çalışmaya alındı. Hastaların yaşları, semptom süreleri, uluslararası prostatik semptom skorları (IPSS), maksimum idrar akım hızları (Qmax), prostat hacimleri, rezidüel idrar miktarları, preoperatif ve postoperatif hemoglobin (Hb) değerleri, preoperatif sondalı olup olmama durumları, hastanede yatış , postoperatif sonda çekilme ve operasyon süreleri kaydedildi. Hastalar postoperatif 1. ayda kontrole çağrıldı. Yüz yüze görüşme sırasında hastalara normalde yaptığı gündelik aktivitelere ne zaman başladıkları soruldu ve hastalar gündelik hayata dönme sürelerine göre <7 gün (grup 1;19 hasta), ≥7 gün (grup 2;18 hasta) şeklinde iki gruba ayrıldı. Gruplar gündelik hayata dönüşlerini etkileyebileceğini düşündüğümüz preoperatif ve postoperatif değişkenler açısından karşılaştırıldı. Bulgular: İki grup arasında operasyon öncesi ve sonrası Hb düzeyleri ve hastanede kalış süreleri açılarından anlamlı fark bulunduğunu tespit ettik (sırasıyla p=0.03, 0.01 ve 0.03). Yapılan lojistik regresyon analizinde (Beckward-Stepwise yöntemi ile) ise en önemli değişkenin postoperatif Hb düzeyi olduğu görüldü. Sonuç: TURP sonrasında hastaların gündelik hayatlarına dönmesini etkileyen en önemli bağımsız değişkenin postoperatif Hb değeri olduğunu saptadık. Bu nedenle cerrahi sırasında kan kaybınaçok dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Anahtar Kelimeler: Benign prostat hiperplazisi, gündelik hayat, transüretral prostat rezeksiyonu, yaşam kalitesi Abstract Objective: In this prospective study, we aimed to find how soon patients return to their daily lives after transurethral prostate resection (TURP) and to determine the factors that affect the amount of time. Material and Methods: Between December 2009 and May 2010, thirty seven patients who underwent TURP in our clinic with the diagnosis of BPH were included in the study. The ages, duration of symptoms, international prostatic symptom scores (IPSS), maximum flow rates (Qmax), prostatic volumes, postvoid residual urine volumes, preoperative and postoperative hemoglobin (Hb) values, preoperative catheterization statuses, lengths of hospitalization, catheter removal times after operation and operation lengths of patients were noted. The patients were examined at first month after operation and were asked how soon they had returned to their daily lives in a face to face interview. Regarding the amount of recovery time (over or less than 7 days), the patients were divided into two groups. Groups were compared as to the pre/postoperative factors that may affect their recovery. Results: When we compared two groups, we found that pre and postoperative Hb levels and lengths of hospitalization were significantly different between two groups (p=0.03, 0.01 and 0.03, respectively). The most important variable in logistic regression analysis (by Beckward-Stepwise method) was postoperative Hb level. Conclusion: Postoperative Hb level seemed to be the most important independent variable affecting the recovery time of TURP patients. So we think that maximum care should be given to peroperative bleeding. Key Words: Benign prostatic hyperplasia, daily life, quality of life, transurethral resection of prostate Demirel ve ark. Giriş Ortalama yaşam süresinin uzamasının getirdiği ek sorunlardan biri de artık daha fazla erkeğe benign prostat hiperplazisi (BPH) tanısının konmasıdır (yapılan otopsi çalışmalarında 5. dekadda % 40, dokuzuncu dekadda % 90) (1). Hiperplazi nedeniyle prostatta meydana gelen obstrüktif patoloji, hastalık tedavi edilmezse uzun dönemde işeme ile ilgili sorunlardan son dönem böbrek yetmezliğine kadar birçok probleme yol açabilir (2, 3). Obstrüktif semptomların yanı sıra ortaya çıkan irritatif semptomlar, alt üriner sistem yakınmaları ve disüriye bağlı olarak hastanın yaşam kalitesini daha çok bozmaktadır (4, 5). Benign prostat hiperplazisinin tedavisi öncelikle medikal yolla yapılmalı, cerrahi ancak hasta artık medikal tedaviden fayda görmüyorsa düşünülmelidir (3-5). Günümüzde BPH’nin cerrahi tedavisinde birçok yöntem kullanılmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri verilerine göre bu yöntemlerin en başında prostatın transüretral rezeksiyonu (TURP) gelir. TURP 1989 yılında olguların % 81’ine uygulanırken, 2005 yılında bu oran % 39’a düşse de BPH tedavisinde hala altın standart yöntem olarak kabul edilmektedir (6). Tedavinin amacı obstrüksiyonu çözerek hastayı rahatlatıp sağlığına kavuşturmanın yanı sıra hastanın yaşam kalitesini de düzeltmek olmalıdır (7). Bunu sağlamak için hasta seçiminde ve cerrahi sırasında çok dikkatli olunmalıdır. Operasyon öncesi aşırı irritatif semptomları olan hastaların bir kısmında TURP sonrası bu semptomların düzelmediği ve % 20-30 hastada ek tedavi ihtiyacı olduğu daha önceki yayınlarda belirtilmiştir (8, 9). Ayrıca endikasyonu doğru belirlemek için nörojenik alt üriner sistem semptomları olduğu düşünülen hastalarda ek ürodinamik çalışmalar da yapılmalıdır (10). Bilindiği gibi hemoglobin (Hb) düzeyinin düşük olması da morbiditeyi arttıracağı gibi, hayat kalitesini azaltır (11, 12). Bu yüzden operasyon öncesi Hb düzeyi düşükse replasman yapılmalı, operasyon sırasında kanama miktarı en aza indirilmelidir (13). Bu noktalara dikkat edilmesi, teknolojideki gelişmelerin takip edilmesi ve tecrübenin artırılması ile hastaların operasyon sonrası erken ve geç dönemde daha konforlu olmaları ve yaşam kalitelerinin de artması sağlanabilir (14). Biz bu çalışmada TURP sonrasında hastaların ne ka- BPH cerrahisinde güncel hayata dönüş dar sürede gündelik hayatlarına döndüklerini ve bu süreyi etkileyen faktörleri bulmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem Bu prospektif çalışmada, Aralık 2009 - Mayıs 2010 tarihleri arasındaki 6 aylık sürede polikliniğimize alt üriner sistem semptomları (AÜSS) ile başvuran ve yapılan incelemeler sonucunda cerrahi kararı verilen 91 hasta değerlendirmeye alındı. Hastalara yapılan tetkikler ve fizik muayene sonucunda 6 hasta >80 gr prostat ağırlığı saptanıp açık prostatektomi planlanarak, 12 hasta prostat spesifik antijen (PSA) yüksekliği, 4 hasta rektal muayenede nodül saptanması üzerine prostat biyopsisi alınması planlanarak, 5 hasta ciddi idrar yolu enfeksiyonu, 5 hasta çeşitli antikoagülan ve antiagregan kullanıyor olmaları, toplam 16 hastada diabetes mellitus, geçirilmiş serebrovasküler olay (SVO), Parkinson hastalığı gibi nörojenik komponenti olan kronik hastalıklar, 2 hasta daha önce psikiyatrik hastalık teşhisi olması, 1 hasta okur yazar olmaması, 4 hasta da daha önce prostat cerrahisi geçirmiş olmaları nedeniyle çalışma dışı bırakıldı. Kriterlere uyan 37 hasta TURP yapılması planlanarak çalışmaya dahil edildi. Hastaların yaşları, semptom süreleri, uluslararası prostatik semptom skorları (IPSS), maksimum idrar akım hızları (Qmax), prostat hacimleri, işeme sonrası rezidüel idrar miktarları (PVR), preoperatif ve postoperatif hemoglobin (Hb) değerleri, preoperatif sondalı olup olmamaları, hastanede yatış süreleri, postoperatif sondanın çekilme süresi ve operasyon süreleri kaydedildi. Çalışmaya alınan hastalara ameliyat öncesi hastalıkları ve yapılacak operasyon hakkında bilgi verildi ve hepsinden imzalı aydınlatılmış onam formları alındı. Bütün operasyonlar aynı cerrah tarafından, 26 F Storz® rezektoskop kullanılarak 150 W/100 W enerjide, ince loop ile yapıldı. Hastalar ameliyat sonrası aynı serviste, aynı ekip tarafından takip edildi. Hiçbir hastaya ameliyat sırasında veya sonrasında kan transfüzyonu yapılması gerekmedi. Operasyon sonrası hastalar 1. ayda kontrole çağrıldı. Henüz dilimize uyarlanmış bir anket formu olmadığından, kontrol sırasında yapılan yüz yüze görüşmede, hastalara taburculuktan sonra normalde yaptığı gündelik aktivitelere (kahveye gitme, arkadaşları ile buluşma, uyku düzeni, gezme, spor yapma, v.s.) ne zaman başladığı soruldu. Hastalar, gündelik hayatlarına dönüş sürelerine göre <7 gün (Grup 1, 19 hasta) ve ≥7 gün (Grup 2, 18 hasta) ola- 13 Yeni Üroloji Dergisi - The New Journal of Urology 2012; 7 (2): 10-15 rak iki gruba ayrıldı. Çalışmanın istatistiksel analizi Statistical Package for the Social Sciences (SPSS®) 13.0 paket programı kullanılarak yapıldı. Değerlendirmede deskriptif testler, bağımsız değişkenleri belirlemede Ki-Kare testi ve en değerli değişkeni bulmak için de lojistik regresyon analizi (BeckwardStepwise yöntemi ile) kullanılarak yapıldı. Bulgular Her iki gruptaki toplam 37 hastanın ortalama yaşı, operasyon süresi, IPS skoru, operasyon öncesi ve sonrası Hb değeri sırasıyla 65.1 ± 8.1 yıl, 45.1 ± 16.7 dk, 26 ± 6.6, 14.3 ± 1.7 gr/dl, 13.2 ± 1.3 gr/dl olarak bulundu. Hiçbir hastaya ameliyat sırasında veya sonrasında kan transfüzyonu yapılmadı. Tüm hastaların ve her iki grubun genel tanımlayıcı ve karşılaştırmalı verileri tablo 1’de özetlenmiştir. Gündelik hayata dönüşü olumsuz etkileyebileceği öngörülen risk faktörleri (yaş ≥ 60 yıl, semptom süresi >24 ay, preoperatif hastanede kalma süresi >3 gün, p=0.03, 0.01 ve 0.03). Bu farklı değerlerin hangisinin en etkili faktör olduğunu anlamak için Backward Stepwise yöntemi ile çoklu değişken analizi yapıldı. Sonuçta postoperatif Hb değerinin ≥14 gr/dl olmasının gündelik hayata daha kısa sürede dönme olasılığını 6.1 kez arttırdığı saptandı (p=0.47) (CI: 1.023-37.08) (tablo 3). Tartışma Yaşlanan erkeğin hayat kalitesini etkileyen önemli sorunlardan biri olan BPH’ne bağlı AÜSS hastalarda özellikle uyku bozukluğu, anksiyete, boş zaman aktivitelerinin etkilenmesi ve günlük rutin aktivitelerinin etkilenmesine sebep olur. Bu durum sonuçta hastalarda minör de olsa bir depresyon hali ve özgüven azalmasına yol açar ve hastaların yaşam kalitesi azalır (15). Aslında bu sayılan durumların hepsi gündelik hayatı ve hayat kalitesini etkileyen faktörlerdir. Benign prostat hiperplazisinde medikal tedavinin Tablo1: Hastaların tanımlayıcı verileri Tüm hastalar Ort.±SS (min-max) (n=37) Grup 1 Ort.±SS (min-max) (n=19) Grup 2 Ort.±SS (min-max) (n=18) p değeri Yaş (yıl) 65,1±8,2 (46-80) 65,0±6,7 (54-77) 65,2±9,7 (46-80) 0,82 TRUS boyutu (gr) 41,5±16,5 (18-82) 40,1±13,6 (18-61) 42,9±19,4 (20-82) 0,82 Qmax (ml/sn) 9,3±5,5 (0-20) 6,6±6,5 (0-16) 6,8±6,2 (0-20) 0,97 PVR (ml) 89,2±72,7 (0-250) 72,5±80,3 (0-250) 55,4±66,5 (0-200) 0,62 IPSS 26±6,7 (5-35) 25,3±7,8 (5-35) 26,8±5,4 (14-35) 0,66 Preop. Hb (gr/dl) 14,4±1,8 (9,2-17) 15,0±1,6 (11-17) 13,7±1,7 (9,2-16) 0.03* Operasyon Süresi (dk) 45,2±16,8 (15-92) 41,9±15,0 (15-70) 48,7±18,2 (20-92) 0,27 Postop. Hb (gr/dl) 13,3±1,3 (10,3-16) 13,6±1,5 (10,3-16) 12,8±1,0 (10,4-14,3) 0.02* Günlük hayata dönüş süresi (gün) 7,4±6,7 (1-30) 3,2±1,5 (1-5) 11,8±7,1 (7-30) TRUS: Transrektal Ultrasonografi, Qmax: Maksimum idrar akım hızı, PVR: İşeme sonrası artık idrar, IPSS: Uluslar arası prostat semptom skoru, Preop.: Preoperatif, Postop.: Postoperatif, Hb: Hemoglobin. (Grup 1: Gündelik hayata dönme süresi <7 gün) (Grup 2: Gündelik hayata dönme süresi ≥ 7 gün) *: p<0.05 operasyon süresi > 40 dakika, postoperatif sondalı kalma süresi > 3 gün, postoperatif hastanede kalma süresi > 3 gün, TRUS prostat boyutu >40 gr, Qmax ≤ 10 ml/sn, PVR > 100 ml, preoperatif Hb düzeyi < 15 gr/dl, postoperatif Hb düzeyi <14 gr/dl, IPSS >21, preoperatif hematüri varlığı ve preoperatif sondalı olmak) belirlendikten sonra her iki grubun risk analizine göre karşılaştırması yapıldı ve sonuçlar tablo 2’de özetlendi. Gruplar arasında preoperatif ve postoperatif Hb değerleri ile hastanede yatış sürelerinin anlamlı olarak farklı olduğu gözlendi (sırasıyla 14 (α blokörler, 5-α redüktaz inhibitörleri (5ARİ), fitoterapi vb.) uzun dönemde hastaların AÜSS’nda iyileşme ve hayat kalitelerinde artış sağladığı bilinmektedir(16-18). Tedavide amaç hastada BPH’nin neden olduğu obstrüksiyonu yenerek vücut fonksiyonlarını korumanın yanında bozulmuş hayat kalitesini yenmek olmalıdır. Bu sebeple artık medikal tedaviden fayda görmeyip cerrahi tedavi adayı olan hastalara uygulanacak olan tedavi hasta açısından konforlu ve mümkün olduğu kadar az invazif olmalıdır. Cerrahi tedavide birçok yöntem kullanıl- Demirel ve ark. BPH cerrahisinde güncel hayata dönüş Tablo 2: Gündelik hayata dönme süresine göre grupların karşılaştırmalı verileri Grup 1(n=19) Yaş (yıl) Semptom Süresi (ay) Hematüri Preop. Sonda Preop. Hospitalizasyon Süresi (gün) Operasyon Süresi (dakika) Sonda Alınma Süresi (gün) Postop. Hospitalizasyon Süresi (gün) TRUS boyutu (gr) Qmax (ml/sn) PVR (ml) Preop. Hb düzeyi (gr/dl) Postop. Hb düzeyi (gr/dl) IPSS Grup 2(n=18) ≥60 7 7 <60 12 11 >24 13 10 ≤24 6 8 Var 4 6 Yok 15 12 Var 6 5 Yok 13 13 >3 9 9 ≤3 10 9 >40 11 5 ≤40 8 13 >3 16 13 ≤3 3 5 >3 15 8 ≤3 4 10 >40 9 10 ≤40 10 9 >10 7 6 ≤10 8 5 >100 8 3 ≤100 7 3 ≥15 12 5 <15 7 13 ≥14 10 2 <14 9 15 >21 6 3 ≤21 13 15 p değeri 0,9 0,42 0,4 0,8 0,87 0,06 0,38 0.03* 0.62 0,69 0,89 0,03* 0,01* 0,29 TRUS: Transrektal Ultrasonografi, Qmax: Maksimum idrar akım hızı, PVR: İşeme sonrası artık idrar, IPSS: Uluslar arası prostat semptom skoru, Preop.: Preoperatif, Postop.: Postoperatif, Hb: Hemoglobin, (Grup 1: Gündelik hayata dönme süresi <7 gün) (Grup 2: Gündelik hayata dönme süresi ≥ 7 gün) *: p<0.05 sa da (açık operasyon, TURP, laser prostatektomi, prostatın Holmium laser ile enukleasyonu (HOLEP), transüretral mikrodalga ile termoterapi (TUMT), transüretral iğne ablasyonu (TUNA), transüretral prostat insizyonu (TUIP), tranüretral prostat vaporizasyonu (TUVP) vb.) hala altın standart yöntem TURP’ tır (1, 4) . Transüretral rezeksiyon yapılan 577 hastanın 10 yıllık uzun dönem takip sonuçlarını içeren bir çalışmada sonuçta IPSS’de 4.9’luk düşme, yaşam kalitesinde 1.2’lik artış görülmüştür (19). Prostatın transüretral rezeksiyonunun BPH tedavisindeki başarı oranını ve cerrahi sonrası gelişebilecek komplikasyonların sıklığını etkileyebilecek birçok faktör vardır. Bu faktörlerin araştırıldığı 1878 hastalık bir seride preoperatif komorbidite varlığının postoperatif komplikasyon gelişimini artırdığı gösterilmiştir (20). Literatürü taradığımızda üroloji alanında çalışmamıza benzer bir çalışma bulamadık. Fakat diğer branşlarda benzer çalışmalar vardı. Örneğin Önem ve ark.’nın yayınladıkları bir çalışmada ortalama yaşları 71,5 ± 5,1 olan 180 huzurevi sakini incelenmiş ve hastaların bilişsel fonksiyonları ile fizik aktivitelerini etkileyen en önemli faktörlerin Hb ve albumin düzeyleri olduğu saptanmıştır (21). Cortesi ve ark.’nın yaptıkları başka bir çalışmada ise kanser hastalarında Hb düzeyindeki 1 gr/dl’lik bir artışın bile hayat kalitesinde anlamlı bir düzelme sağladığı belirtilmiştir (22). European Organisation for Research and Treatment of Cancer (EORTC) komitesinin 2007 yılında yayınladıkları kılavuz güncellemesinde de kanser hastalarında Hb düzeyini yükseltmeye yönelik müdahalelerin erken yapılması gerektiği, anemi derinleştikçe hayat kalitesinin daha da bozulduğu ve tedavi şansının azaldığı be- 15 Yeni Üroloji Dergisi - The New Journal of Urology 2012; 7 (2): 10-15 lirtilmiştir (23). Yine başka bir çalışmada ise anemili hastaların Hb düzeyleri arttıkça, egzersiz kapasitelerinin, kas güçlerinin, aktivite performansları ile kardiyak ve bilişsel fonksiyonlarının iyileştiği belirtilmiştir (12). Gregory benzer bir çalışmada yine benzer sonuçlar bulmuştur (11). Tan ve ark. 2007 yılında yayınladıkları bir metaanalizde HOLEP ve TUR-P prosedürlerinin postoperatif 6. aydaki ve 1. yıldaki sonuçlarını karşılaştırmışlar, HOLEP grubunda kan kaybı, postoperatif hospitalizasyon, sonda alınma süreleri ve yaşam kalitelerinin TUR-P grubu- zaman unutulan veya göz ardı edilen bir takım uygulamalara dikkati çekmektedir. Gündelik hayata dönüşü etkileyen en önemli faktör olan kanamayı azaltmak için bir takım manipülasyonlar uygulanabilir (13). Bu konu ile ilgili olarak kliniğimizden Özdal ve ark.’nın yayınladıkları bir çalışmada, operasyon öncesi en az 3 ay süre ile kullanılan bir 5ARİ olan finasterid’in vasküler dansiteyi ve prostat kanlanmasını azaltarak intraoperatif kanama miktarında anlamlı azalma sağladığını saptamışlardır (25). Zong ve ark.’nın 2011 yılında yayınladıkları metaanalizlerinde 5ARİ grubu ilaçları kendi içlerinde ve plasebo ile kar- Tablo3 : Lojistik regresyon analizi (Backward Stepwise) CI Alt Üst 1.03 4.29 1.73 4.87 0.01 0.92 0.79 0.27 0.61 1.14 23.07 10.75 38.36 0.10 0.39 0.15 0.01 3.82 2.10 4.19 0.12 0.77 0.38 0.58 18.90 11.52 30.31 0.09 0.04 0.02 3.76 6.16 0.14 0.78 1.02 18.07 37.08 B S. E. P 0. -4.04 0.05 0.85 0.93 1.05 3.80 0.58 0.08 0.55 0.13 0.28 Basamak2 POYG PreHb PostHb Constant 1.34 0.74 1.43 -2.04 0.81 0.86 1.00 0.85 Basamak3 POYG PostHb Constant 1.32 1.81 -1.91 0.80 0.91 0.82 Basamak1 Yaş POYG PreHb PostHb Constant Odds oranları POYG: Postoperatif hastanede yatış gün sayısı, PreHb: Preoperatif Hb değeri, PostHb: Postoperatif Hb değeri na göre anlamlı olarak daha iyi olduğunu ve yaşam kalitesindeki anlamlı düzelmenin bir sebebinin de kısa hospitalizasyon süresi olduğunu belirtmişlerdir (24). Biz kendi hasta grubumuzda buna ters bir sonuç bulduk. Bizim sonuçlarımıza göre, hastanede yatış süresi 3 ve daha az olanlar gündelik hayatına daha geç dönerken, 3 günden fazla yatanlar daha kısa sürede gündelik hayatına dönüyordu. Bunun sebeblerinin, toplumumuzda uzun süre hastanede yatmanın ameliyata olan inancı artırması ve pozitif motivasyon sağlaması olabileceği gibi, hastanede kalışın uzun olmasının taburculuk sonrası postoperatif erken komplikasyonlara erken müdahale şansı sağlaması olabilir diye düşünmekteyiz. Çalışmamızın sonuçları aslında üroloji pratiğinde bilinen fakat bazıları rutin uygulanırken, bazıları da zaman 16 şılaştırmışlar ve etki mekanizmaları aynı olsa da finasterid ile intraoperatif kanamanın azaldığını ama dutasterid grubunda kanamanın plasebo ile farklı olmadığını rapor etmişlerdir (26). Ayrıca en başta belirttiğimiz gibi hasta seçimine dikkat edilmesi, ameliyat sırasında hipertansiyondan kaçınılması, irrigasyon sıvısının basınçlı gönderilmesi, kanama odaklarının görüldüğü anda koterize edilmesi ve kanama varsa katetere traksiyon uygulanması da günlük pratiğimizde sık kullandığımız cerrahi manipülasyonlardır (12-15). Sonuç Postoperatif Hb değeri hastaların günlük aktivitelerini yakalayabilmesine etki eden en önemli bağımsız değişken olarak görünmektedir. Yaptığımız bu çalışmanın lite- Demirel ve ark. ratüre katkı sağlayacağını düşünüyoruz, fakat hasta sayımızın az olması çalışmanın kısıtlı yanını oluşturmaktadır. Bizce sonuçlarımızın doğrulanabilmesi ve tartışılabilmesi amacıyla bu alanda daha geniş serili çalışmaların yapılması gerekmektedir ki böylece hastaların ameliyat sonrası konforlarını kötü yönde etkileyebilecek olan faktörleri önceden öngörüp, düzeltilebilecek olanlara müdahale şansı olabilir. Kaynaklar 1. Berry SJ, Coffey DS, Walsh PC, Ewing LL. The development of human benign prostatic hyperplasia with age. J Urol 1984; 132:474-479. 1. Levin RM, Monson FC, Haugaard N, Buttyan R, Hudson A, Roelofs M, Sartore S, et al. Genetic and cellular characteristics of bladder outlet obstruction. Urol Clin North Am 1995; 22:263-283. 2. Chapple CR. BHP Disease Management. Introduction and concluding remarks. Eur Urol 1999;36 Suppl 3:1-6. 3. Djavan B. Lower urinary tract symptoms/benign prostatic hyperplasia: fast control of the patient’s quality of life. Urology 2003; 62:6-14. 4. Schulman CC. Lower urinary tract symptoms/benign prostatic hyperplasia: minimizing morbidity caused by treatment. Urology 2003; 62:24-33. 5. Yu X, Elliott SP, Wilt TJ, McBean AM. Practice patterns in benign prostatic hyperplasia surgical therapy: the dramatic increase in minimally invasive technologies. J Urol 2008; 180:241-245; discussion 245. 6. Kaplan SA. Update on the american urological association guidelines for the treatment of benign prostatic hyperplasia. Rev Urol 2006; 8 Suppl 4:S10-17. 7. Cote RJ, Burke H, Schoenberg HW. Prediction of unusual postoperative results by urodynamic testing in benign prostatic hyperplasia. J Urol 1981; 125:690-692. 8. Kojima M, Inui E, Ochiai A, Naya Y, Kamoi K, Ukimura O, Watanabe H. Reversible change of bladder hypertrophy due to benign prostatic hyperplasia after surgical relief of obstruction. J Urol 1997; 158:89-93. 9. Nam JG CN. Evaluation of persistent lower urinary tract symptoms after transurethral resection of prostate. Korean J Urol 2003; 44:540-544. 10. Gregory N. Effect of higher hemoglobin levels on healthrelated quality of life parameters. Nephrol Nurs J 2003; 30:75-78. 11. Carson JL, Terrin ML, Jay M. Anemia and postoperative rehabilitation. Can J Anaesth 2003; 50:S60-64. 12. Fitzpatrick J: Minimally Invasive and Endoscopic Management of Benign Prostatic Hyperplasia. In: Wein AJ KL, Novick AC, Partin AW, Peters AC, ed. Campbell-Walsh Uro- BPH cerrahisinde güncel hayata dönüş 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. 22. 23. 24. 25. logy. 10th ed. Philadelphia: Saunders, an imprint of Elsevier Inc., 2012; 2655-2694. Mamoulakis C, Trompetter M, de la Rosette J. Bipolar transurethral resection of the prostate: the ‘golden standard’ reclaims its leading position. Curr Opin Urol 2009; 19:26-32. Garraway WM, Kirby RS. Benign prostatic hyperplasia: effects on quality of life and impact on treatment decisions. Urology 1994; 44:629-636. M. OL. Tamsulosin demonstrates long-term efficacy on Multiple clinical and quality-of-life scoring systems. Eur Urol Suppl 2002; 1:106. Schwinn DA, Roehrborn CG. Alpha1-adrenoceptor subtypes and lower urinary tract symptoms. Int J Urol 2008; 15:193-199. Cambio AJ, Evans CP. Outcomes and quality of life issues in the pharmacological management of benign prostatic hyperplasia (BPH). Ther Clin Risk Manag 2007; 3:181-196. Varkarakis J, Bartsch G, Horninger W. Long-term morbidity and mortality of transurethral prostatectomy: a 10year follow-up. Prostate 2004; 58:248-251. Hong JY, Yang SC, Ahn S, Kil HK. Preoperative comorbidities and relationship of comorbidities with postoperative complications in patients undergoing transurethral prostate resection. J Urol 2011; 185:1374-1378. Onem Y, Terekeci H, Kucukardali Y, Sahan B, Solmazgul E, Senol MG, Nalbant S, et al. Albumin, hemoglobin, body mass index, cognitive and functional performance in elderly persons living in nursing homes. Arch Gerontol Geriatr 2010; 50:56-59. Cortesi E, Gascon P, Henry D, Littlewood T, Milroy R, Pronzato P, Reinhardt U, et al. Standard of care for cancerrelated anemia: improving hemoglobin levels and quality of life. Oncology 2005; 68 Suppl 1:22-32. Bokemeyer C, Aapro MS, Courdi A, Foubert J, Link H, Osterborg A, Repetto L, et al. EORTC guidelines for the use of erythropoietic proteins in anaemic patients with cancer: 2006 update. Eur J Cancer 2007; 43:258-270. Tan A, Liao C, Mo Z, Cao Y. Meta-analysis of holmium laser enucleation versus transurethral resection of the prostate for symptomatic prostatic obstruction. Br J Surg 2007; 94:1201-1208. Ozdal OL, Ozden C, Benli K, Gokkaya S, Bulut S, Memis A. Effect of short-term finasteride therapy on peroperative bleeding in patients who were candidates for transurethral resection of the prostate (TUR-P): a randomized controlled study. Prostate Cancer Prostatic Dis 2005; 8:215-218. Zong HT, Peng XX, Yang CC, Zhang Y. A systematic review of the effects and mechanisms of preoperative 5alphareductase inhibitors on intraoperative haemorrhage during surgery for benign prostatic hyperplasia. Asian J Androl 2011; 13:812-818. 17 Özgün araştırma / Original research Yeni Üroloji Dergisi - The New Journal of Urology 2012; 7 (2): 16-19 Türkiye’de ailelerin enüretik çocuklarına uyguladıkları ilaç dışı tedavi yöntemleri ve oranları Methods and rates of non-drug treatments ımplemented by families to enuretic children in Turkey Orhan Koca1, Metin Öztürk1, Eyüp Veli Küçük2, Mehmet Akyüz1, M. İhsan Karaman1 1 2 Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 2.Üroloji Kliniği Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Üroloji Kliniği Geliş tarihi (Submitted): 23.03.2012 Kabul tarihi (Accepted): 11.05.2012 Yazışma / Correspondence Orhan Koca Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Üroloji Kliniği Tıbbiye cad. no:2 Üsküdar/İstanbul Tel: 0216 414 45 02 / 1225 Fax: 0216 345 59 82 Cep: 0532 562 15 13 E-mail:[email protected] 18 Özet Giriş: Enürezis nokturna, toplumun önemli bir kısmını etkileyen ciddi bir sağlık sorunudur. Bu çalışmamızda Türkiye’de enürezis nokturna da uygulanan ilaç dışı tedavi yöntemlerinin sıklığını ve diğer parametrelerle ilişkisini inceledik. Gereç ve Yöntemler: Polikliniğimize primer monosemptomatik enürezis nokturna (PMNE) nedeniyle başvuran 303’ü erkek,’i 203’ü kız toplam 506 çocuk çalışmaya alındı. Oluşturulan sorgulama formu hasta ve ailelerine doldurtuldu. Bu formda ailenin eğitim durumu ilaç dışı tedavi yöntemleri, bunların sıklığı ve uygulama süresi sorgulandı. Bulgular: Çalışmaya alınan çocukların yaş ortalaması 9,41 (3–24) idi. Bu hastalardan 459’u (%90.7) enürezis nokturna nedeni ile herhangi bir ilaç dışı tedavi metoduna başvurmuşlar. Anne–babaların uyguladıkları ilaç dışı tedavi yöntemleri sıvı kısıtlaması 234 hasta (%51), çişe kaldırma 401 hasta (%87), telkin 328 hasta (%71) olarak tespit edildi. Sonuç: PMNE’te çeşitli tedavi yöntemleri denenmektedir. Bu tedavilerinin başarısında ilk ve en önemli adım, çocuğun ve ailenin tedaviye motive edilmesidir. Çalışmamızda ailelerin büyük çoğunluğunun en az bir ilaç dışı tedavi yöntemi kullandığı gözlemlenmiştir. Anahtar Kelimeler: Enürezis nokturna, enürezis nokturna tedavisi. Abstract Objective: Nocturnal enuresis is a serious health problem affecting on most of people. In this study, we evaluated frequency of nondrug treatment methods and relationship with other parameters, which is implemented by families to enuretic children. Material and Methods: A total of 506 (303 boys and 203 girls) children who were admitted to our outpatient clinic with complaint of primary nocturnal enuresis (PMNE) were included in the study. Prepared questionnaire form inquiring educational status of the family, frequency and implementation duration of nondrug treatment methods was applied to patients and families. Results: Mean age was 9.41 years (range 3-24). At least one non-treatment method was applied to 459 (90.7%) of children with PMNE. Non-drug treatment methods of parents were detected as restriction of fluid (234 patients-51%), wake up to micturation (401 patients- 87%), giving advises (328 patients-71%). Conclusion: A lot of treatment methods have been used for PMNE. Motivation of the child and family for therapy is most important for success of the treatment. In our study, we observed that most of families were used any kind of non-drug treatment method for PMNE. Key Words: Nocturnal enuresis, treatment of nocturnal enuresis. Koca ve ark. Giriş Gece yatak ıslatma olarak tanımlayabileceğimiz nokturnal enürezis (NE), insanlık tarihinde kayıtları bulunan en eski sağlık problemlerinden biridir. Gelişme ve olgunlaşmanın doğal bir sonucu olarak, çocuklar genellikle iki yaşına kadar gündüz, dört yaşına kadar da gece kontinansı kazanırlar. Enürezis, 5 yaş ve üzeri çocuklarda, ürodinamik açıdan normal bir işeme eyleminin, uygun olmayan bir yerde gerçekleşmesi olarak tanımlanır (International Children’s Continence Society) (1). 5 yaşında çocukların yaklaşık %15 i geceleri hala altını ıslatır ve bu şikayetler her yıl % 15 oranında iyileşme gösterir (2). Toplumun bu kadar yaygın bir kesimini ilgilendiren ve bir hastalıktan ziyade bir semptom olan primer monosemptomatik nokturnal enürezis (PMNE) ciddi bir sağlık sorunudur. Bugüne kadar birçok metodun başarısı iddia edilmişse de, kontrollü çalışmalarla etkinliği test edilen ve bugün için rutin kullanımı önerilen yalnız iki tedavi metodu vardır: Desmopressin ve enuretik alarm. Diğer bazı etkili yöntemler ise, ancak spesifik enürezis alt gruplarında fayda sağlayabilir (3). Ancak birçok aile bu çocuklara rutin kullanımı önerilen bu tedavi modalitelerinden farklı tedaviler uygulamaktadır. Bu çalışmada Türkiye’de enürezis nokturna da uygulanan ilaç dışı tedavi yöntemlerini, sıklığını ve diğer parametrelerle ilişkisini inceledik. Gereç ve Yöntem Polikliniğimize enürezis nokturna şikayeti ile başvuran ve değerlendirmeler sonucunda primer monosemptomatik nokturnal enürezis (PMNE) olduğu tespit edilen 303’ü erkek,’i 203’ü kız toplam 506 çocuk çalışmaya alındı. Ailelerden aydınlatılmış onam alındı. Enürezis nokturna şikayeti bulunan çocukların aileler tarafından, bu amaç ile hazırlanmış olan anket formları dolduruldu. Bu anket formunda anne ve babanın eğitim durumu, uyguladıkları ilaç dışı tedavi yöntemleri, bunların sıklığı ve uygulama süresi sorgulandı. İlaç dışı tedavi yöntemi olarak sıvı kısıtlaması, çişe kaldırma, telkin, ödüllendirme, bitkisel ilaç, akupunktur, hipnoz, muska, kurşun döktürme, hocaya okutma ve enüretik alarm sorgulandı. Bütün formlar anne veya baba tarafından doktor gözetiminde dolduruldu. Okuma yazma bilmeyen ailelerin anket formları, doktor tarafından ailelere sorularak dolduruldu. Ailelerin enüretik çocuklarına uyguladığı tedaviler Ani sıkışma, gündüz idrar kaçırma, nörojen mesane, disfonksiyonel işeme ve sekonder enürezis öyküsü olan çocuklar çalışma dışı bırakıldı. İstatistiksel analizde, student t testi ve pearson korelasyon analizi kullanıldı. P<0.05 değerleri istatistiksel olarak önemli kabul edildi. Bulgular Çalışmamızda yaş ortalaması 9,41±3,58 (3–24) olan ve enürezis nokturna şikayeti ile polikiliniğe başvuran 303’ü erkek (%60), 203’ü kız (%40) toplam 506 hasta değerlendirildi. Bu hastalardan 459’u (%90.7) enürezis nokturna nedeni ile herhangi bir ilaç dışı tedavi metoduna başvurmuşlardı. Anne–babaların uyguladıkları ilaç dışı tedavi yöntemleri sıvı kısıtlaması 234 hasta (%51), çişe kaldırma 401 hasta (%87), telkin 328 hasta (%71), ödüllendirme 184 hasta (%40), bitkisel ilaç 34 hasta (%7), akupunktur 103 hasta (%22), hipnoz 2 hasta (%0,4), muska 14 hasta (%3), kurşun döktürme 11 hasta (%2), hocaya okutma 20 hasta (%4) ve enuretik alarm 14 hasta (%3) olarak tespit edilmiştir (tablo 1). Tablo 1: Ailelerin çocuklarına uyguladıkları ilaç dışı tedavi oranları. İlaç dışı tedavi yöntemlerini uygulayan ailelerin %56’sı bu yöntemleri bir yıldan daha uzun süreli uygulanırken, %17’sinde 6 ay-1 yıl, %19’unda 6 aydan az, %8’inde sadece birkaç kez uygulandığı tespit edildi. İlaç dışı tedavi gören çocukların %41.8’inde bu tedavi yöntemlerinin sürekli uygulandığı, %58.2’sinde zaman zaman uygulandığı tespit edildi. Çalışmaya alınan çocukların annelerinin eğitim düzeyleri incelendiğinde 22’si (%4.3) yüksek okul, 133’ü (%26.3) lise, 22’si (%4.3) ortaokul, 291’i (%57.5) ilkokul mezunu iken 38’i (%7.5) okuma yazma bilmiyordu. Çocukların babalarının eğitim düzeyleri ise 100’ü (%19.7) yüksek okul, 158’i (%31.3) lise, 26’sı (%5.1) ortaokul, 19 Yeni Üroloji Dergisi - The New Journal of Urology 2012; 7 (2): 16-19 205’i (%40.6) ilkokul mezunu iken 17’si (%3.4) okuma yazma bilmiyordu (tablo 2). İlaç dışı tedavi yöntemlerini uygulayan ve uygulamayan ailelerin eğitim durumları arasında anlamlı fark tespit edilmedi. Tablo 2: Anne-baba eğitim durumları (yüzde). Tartışma Monosemptomatik nokturnal enürezis (MNE) diğer alt üriner sistem semptomları veya mesane disfonksiyonu öyküsü olmayan, yaşı ve nörolojik gelişimi itibariyle kuru olması gereken bir çocuğun uykuda altını ıslatmasıdır (1). NE çocukluk çağının en sık karşılaşılan ürolojik problemlerinden biridir. Hem çocuk hem ailesi üzerine psikolojik travmaya neden olan bir durumdur. Bu durum ailelerde ciddi strese neden olurken, çocuklarda özgüven kaybına neden olmaktadır (4, 5). Ülkemizde yapılan çalışmalarda NE %11,5–19,03 arasında değişen oranlarda bulunmuştur (6, 7). Enürezis nokturnada çok çeşitli tedavi yöntemleri denenmektedir. Toplumun bu kadar büyük bir çoğunluğunu ilgilendiren ve değişik sosyal ve psikolojik sorunlara neden olan bu duruma ailelerin tepkileri farklılık göstermektedir. Anne-babalar bu durumu kendi başlarına çözmek için değişik tedavi yöntemleri denemektedir. Çalışmamıza alınan çocukların %90.7’sinin aileleri tarafından en az bir ilaç dışı tedavi yöntemi uygulandığı görülmüştür. Sıvı kısıtlaması enürezis nokturna şikayeti olan hemen her çocuğa ailelerin kendisi tarafından veya doktor tavsiyesi ile uygulanan yöntemlerden biridir. Ancak tedavideki etkinliği kanıtlanamamıştır (8). Çalışmamıza alınan ailelerin yaklaşık yarısı sıvı kısıtlamasını uygulamışlardır. Gece çocuğun idrar kaçıracağı saatin tahmin edilerek o saatten önce tuvalete götürülmesi ailelerin sıkça uyguladığı tedavi yöntemlerinden biridir. Tuvalete götürme sırasında çocuğun uyanık olması her zaman mümkün de- 20 ğildir. Çocuğun tam uyandırılamadan tuvalete götürülmesi istenmeyen sonuçların da ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Uykulu bir şekilde miksiyon yapılması çocuğun mesanesi dolduğunda uyanmasını ve kontrollü bir şekilde miksiyon gerçekleştirmesine engel olabilmektedir. Çalışmamızdan elde edilen sonuçlara göre ailelerin %87 gibi büyük bir bölümü bu tedavi metodunu uygulamışlardır. Enuretik alarm elektrolitik prensiplerle çalışan ve zamanla çocukların kendi kendilerine kullanabilecekleri basit bir cihaz halinde modifiye edilen cihazlardır. NE tedavisinde aile ve hekimler tarafından tercih edilen tedavi yöntemlerinden biridir. Bu tedavinin uygulanmasında ailenin ve özellikle çocuğun tam uyumu başarı şansının arttırılmasında önemli bir etkendir (9). Alarm tedavisi etkisini merkezi sinir sitemindeki inhibitör mekanizmaların gelişimine katkı sağlayarak göstermektedir (10). Çalışmamızda enüretik alarm kullanımının %3 gibi oldukça düşük oranda olduğu gözlemlenmiştir. Enuretik alarmın bu kadar düşük oranda kullanımı, toplumda ve hekimlerde bu tedavinin yeterince benimsenmediğini düşündürebilir. Akupunktur geleneksel Çin tıbbında kullanılan ve belirlenmiş anatomik noktalarının değişik tekniklerle uyarılması işlemidir. Akupunktur ile ilgili yapılmış NE çalışmalarında, mesane kapasitesini arttırdığı ve uykudan kolay uyanma konusunda pozitif etkisinin olduğu bildirilmiştir (11, 12). Serel ve arkadaşları 9 yaş ve üzeri 40 primer nokturnal enürezisli çocuk ile yaptıkları akupunktur çalışmasında %86 oranında tam kuruluk bildirmişlerdir (13). Yapılan lazer akupunktur tedavilerinde %54-65 oranında tam kuruluk bildirilmiştir (14, 15). Çalışmamızda enürezis tedavisi amacı ile akupunktur kullanım oranı %22 gibi yüksek oranda tespit edilmiştir. Bu durumun nedenlerinden biri enürezis tedavisinde kliniğimizde lazer akupunktur yönteminin kullanılması olarak düşünüldü. Çalışmanın eksik yanları tek merkezli olması ve ailelerin uyguladıkları bu tedavi yöntemlerin başarı oranlarının bilinmemesi olarak sayılabilir. Örnekleminin hastaneye başvuran ailelerden seçilmesi ve hekime başvurmayan ailelerin çalışma dışında kalması çalışmanın bir diğer eksik yanını oluşturmaktadır. Yine ailelerin PMNE konusunda deneyimlerinin bulunup bulunmadığının sor- Koca ve ark. gulanmaması çalışmanın bir diğer eksik yanını oluşturmaktadır. NE’te çeşitli tedavi yöntemleri denenmektedir. Bu tedavilerinin başarısında ilk ve en önemli adım, çocuğun ve ailenin tedaviye motive edilmesidir. Çalışmamızda ailelerin %90’ının en az bir ilaç dışı tedavi yöntemini kullandığı gözlemlenmiştir. Bu durum hastaneye başvuran ailelerin oldukça yüksek oranda motivasyonunu göstermektedir. Çocukların tedaviye olan ilgisini ve motivasyonunu arttırmak için çocukla sıcak bir ilişki kurulmalı, ailenin anlayışı ve desteği sağlanmalı, problemin çözüleceğine dair güven verilmeli ve çocuktaki suçluluk duygusu giderilmelidir. Ailelerin enüretik çocuklarına uyguladığı tedaviler acupuncture in the treatment of children with monosymptomatic nocturnal enuresis. Scand J Urol Nephrol 2000; 34:21-6. 13- Serel TA, Perk H, Koyuncuoğlu HR, Koşar A, Celik K, Deniz N. Acupuncture therapy in the management of persistent primary nocturnal enuresis--preliminary results. Scand J Urol Nephrol 2001; 35:40-3. 14- Karaman MI, Koca O, Küçük EV, Öztürk M, Güneş M, Kaya C. Laser acupuncture therapy for primary monosymptomatic nocturnal enuresis. J Urol 2011; 185:1852-6. 15- Radmayr C, Schlager A, Studen M, Bartsch G. Prospective randomized trial using laser acupuncture versus desmopressin in the treatment of nocturnal enuresis. Eur Urol 2001; 40:201-5. Kaynaklar 1- Hjalmås K, Arnold T, Bower W, et al. On behalf of the International Children’s Continence Society (ICCS). Nocturnal enuresis: an international evidence based management strategy. J Urol 2004; 171:2545–2561. 2- Ramakrishnan K. Evaluation and treatment of enuresis. Am Fam Physician 2008; 78:489-96. 3- Nevéus T. Nocturnal enuresis-theoretic background and practical guidelines. Pediatr Nephrol 2011; 26:1207-14. 4- Van Leerdam FJ, Blankespoor MN, Van Der Heijden AJ, Hirasing RA. Alarm treatment is successful in children with day- and night-time wetting. Scand J Urol Nephrol 2004; 38:211-5. 5- van Dommelen P, Kamphuis M, van Leerdam FJ, de Wilde JA, Rijpstra A, Campagne AE, Verkerk PH. The short- and long-term effects of simple behavioral interventions for nocturnal enuresis in young children: a randomized controlled trial. J Pediatr 2009; 154:662-6. 6- Serel TA, Akhan G, Koyuncuoğlu HR, Oztürk A, Doğruer K, Unal S, Celik K. Epidemiology of enuresis in Turkish children. Scand J Urol Nephrol 1997; 31:537-9. 7- Can G, Topbas M, Okten A, Kizil M. Child abuse as a result of enuresis. Pediatr Int 2004; 46:64-6. 8- Vogel W, Young M, Primack W. A survey of physician use of treatment methods for functional enuresis. J Dev Behav Pediatr 1996; 17:90-3. 9- Kefi A, Tekgül S. Nokturnal enürezis. Türk Üroloji Dergisi 2006; 32:99-105. 10- Kwak KW, Park KH, Baek M. The efficacy of enuresis alarm treatment in pharmacotherapy-resistant nocturnal enuresis. Urology 2011; 77:200-4. 11- Honjo H, Kawauchi A, Ukimura O, Soh J, Mizutani Y, Miki T. Treatment of monosymptomatic nocturnal enuresis by acupuncture: A preliminary study. Int J Urol 2002; 9:672-6. 12- Björkström G, Hellström AL, Andersson S. Electro- 21 Özgün araştırma / Original research Yeni Üroloji Dergisi - The New Journal of Urology 2012; 7 (2): 20-25 Başarısız SWL yapılan böbrek alt kalis taşlarında flexible URS ve Holmium Lazer etkinliği The effectiveness of flexible URS and Holmium Laser at unsuccessful SWL of lower pole kiıdney stones Basri Çakıroğlu1, Turhan Çaşkurlu2 1 2 Hisar Intercontinental Hospital Üroloji Kliniği İstanbul İstanbul Medeniyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi Üroloji Kliniği Geliş tarihi (Submitted): 03.04.2012 Kabul tarihi (Accepted): 21.05.2012 Yazışma / Correspondence Op. Dr. Basri Çakıroğlu Hisar Intercontinental Hospital Saray Mah. Siteyolu Cad.No:7 Ümraniye-İstanbul E-mail: [email protected] Tel: 0216 524 13 00 22 Özet Amaç: Alt kaliks taşlarının tedavisinde, en uygun tedavi yaklaşımı henüz tam olarak netlik kazanmamıştır. Uygulanan tedavi yöntemleri ekstrakorporeal şok dalga litotripsi (SWL), retrograd intrarenal cerrahi (RİRC), perkütan nefrolitotomi(PNL) ve nadiren de açık cerrahi yöntemlerdir. SWL’nin başarı oranının düşük lüğü ve PNL’nin relatif morbiditesi göz önüne alındığında son yıllarda RİRCyöntemleri daha sık uygulanmaya başlanmıştır.( Bu bölüm çıkarılmalı bir sonraki cümle amaçlandı şeklinde üçüncü tekil şahıs olmalı ) Bizde bu çalışmamızda SWL yapılıp başarısız olunan alt kaliks taşlarındaRIRC yönteminin başarısını değerlendirilmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntemler: Ocak 2008 ile Mayıs 2011 tarihleri arasında öncesinde SWL yapılıp başarısızlıkla sonuçlanan 42 hastanın(12 bayan, 30 erkek) 43renal ünitesinde bulunan alt kaliks taşları 8 F Storz flex2 fleksible URS kullanılarak tedavi edildi. Hastaların preoperatif değerlendirilmesinde tercihen ürografi ile bazan da kontraslı tomografi çekilerek, taş hacimleri, alt kaliks anatomik yapısı değerlendirildi. Taşlar 274µm çaplı Holmium:YAG lazer probu kullanılarak kırıldı ve 2 mm’den büyük taş parçaları çıkartıldı. Alt kaliks taşları, uygun olgularda N-gage basket ile yakalanıp renal pelvise taşındı ve orada kırıldı. 1 cm den büyük ve yarım saatten uzun süren olgularda üretere double J veya üreter kateter yerleştirildi. Ameliyattan dört hafta sonra yapılan kontrolde DÜSG ve USG ve/veya kontrastsız BT ile rezidüel taş değerlendirmesi yapıldı. Abstract Objective: The most appropriate treatment of lower caliceal stones, yet remains unclear. Treatment options are SWL, retrograd interna lsurgery(RIRS), percutan nephrolitotomy and rarely open classic surgery. RIRSwere introduced more frequently in recent years becasue of realtive morbidity risk of PNL and low success rate of SWL. We aimed in present study to evaluatethe success rate of RIRS procedures in patients with an unsuccessfull SWL history. Material and Methods: 42 patients (12 women and 30 men) enrolled to study which have undergone retrograd internal surgery after unsuccessfull SWL between 2008 January and 2011 May. Treatment was performed for lower caliceal Stones by using 8 F Storz x2 flexflexible URS. Urography or contrast enhanced computed tomograpy was performed before surgery to evaluate caliceal anatomy and the size of stones. Lithotripsy was performed by a holmium:YAG laser probe with 0,2mm diameter and Stone pieces larger than 2mm were remove dup. In appropriate cases, lower caliceal stones were captured by N-gage basket and moved to renal pelvis for lithotripsy. Double j or uretherial catheters were placed in urether if necessary. Residual Stone pieces were assessed 4 weeks after surgery by direct radiogram and ultrasound and or contrast enhanced CT. Results: Mean diameter of the stones was 12 mm (5-25mm), mean operation time was 75 minutes (50-125 minutes). 7 patients with Stones lower than 1 cm were not set on the Access sheath. 35 patients with stones greater than1 cm Çakıroğlu ve Çaşkurlu Böbrek alt kalis taşlarında URS ve Holmium Lazer Bulgular: Taşların çapı 5-25 mm (ortalama 12 mm),operasyon süresi ortalama 75 dakika (50-125 dakika)idi.Taş çapları 1 cm’nin altında olan 7 hastaya erişim kılıfı konulmadı.Taş çapı 1 cm ve üzerinde olan 35 hastanın hepsine erişim kılıfı konulmaya çalışıldı, ancak 3 hastaya erişim kılıfı distal üreterden proksimale ilerletilemedi. 8 hastada distal üreter darlığı nedeniyle balon dilatasyon yapıldı. 2 hastada üst üreterde de darlık olması nedeniyle double J kateter yerleştirilip, dört hafta sonra yapılan fURS ile taşlar tedavi edildi. Hiçbir hastada ameliyat sırasında ve sonrasında önemli komplikasyon izlenmedi. Hastalar ortalama 1,2 günde (1-3 gün) evlerine gönderildi. Tüm hastaların operasyondan bir ay sonraki kontrolleri radyolojik görüntüleme olarak ultrasonografi(USG) ve direkt üriner sistem grafisi (DÜSG) ve/veya kontrassız tomografi çekilerek yapıldı.USG de yaklaşık 5 (%11,6) hastada alt kalikste 3 mm çapında rezidüel taş saptanmıştır. Bu hastalar double J kateter çekilmesi sırasında fleksible URS ile girilerek taşlardan tamamen temizlendi. Sonuç: Alt kalisiel taşlarının tedavisi amacıyla SWL yapılıp başarısızlıkla sonuçlanan hastalarda flexible URS ve holmium lazer kullanımı ile başarılı sonuçlar elde edilmektedir. Anahtar Kelimeler: SWL, alt kaliks taşı, holmium lazer, fleksibl üreterorenoskop, retrograd intrarenal cerrahi. were all at tempted to affihing Access sheath but in 3 patients, Access sheath could not be pushed forward to proximal urether. Balloon dilatation was performed in 8 cases because of uretheral stenosis. 2 patients with upper uretheral stricture were treated with double j catheter followed by fURS after 4 weeks. There were nonoteable complications in surgery and in follow upperiod. Mean time fort he discharge from hospital was 1,2 days (1-3 days). All patients were examined after 1 months from surgery. İn control examination, direct radiogram, ultrasoundand / or noncontrastenhancet CT was obtained from all patients. Ultrasound revealed residuel stones with a diameter of 3 mm in lower calices in 5 patients (11,6%). These patients were treated with URS while their double j catheter was removed. Conclusion: Flexible URS and holmium laser lithotripsy is effective in lower calisiel stone patients with unsuccessfull SWL history. Key Words: SWL, lower caliceal stone, holmium laser, flexibleureterorenoscopy, retrograde intrarenal surgery. Giriş Böbrek taşlarının tedavisinde alt kaliks, anatomik özellikleri nedeniyle farklı bir öneme sahiptir. Şüphesiz endoüroloji uygulamalarından önce alt kaliks taşlarının tedavisinde tek seçenek açık cerrahi idi. Böbrek taşlarının tedavisinde şok dalga litotripsi (SWL) ve perkütannefrolitotripsi (PNL) nin 1980’li yılların başlarından itibaren başarıyla kullanılmaya başlamasından sonra alt kaliks taşlarının tedavi seçenekleri ciddi bir tartışma konusu olmuştur(1). Fleksibıl üreterorenoskop (fURS) ilk kez prototip olarak 1964 yılında Marshall tarafından bildirilmiştir(2). Geliştirilen, yüksek hareket yeteneğine sahip, yüksek görüntü kaliteli, daha geniş çalışma kanallı ve daha incefURS’lar sayesinde kalisiyel sistemlere ulaşmak daha kolaylaşmıştır. Böbrek taşlarının tedavisinde SWL uygulanması yeni bir çığır açmış olsa da alt kaliks taşları tedavisindeki etkinliği son yıllarda sorgulanmaktadır(3). Alt kaliks taşlarında SWL’nin başarı oranının düşüklüğü ve PNL’nin morbiditesi göz önüne alındığında son yıllarda RİRC daha sık uygulanmaya başlanmıştır. Bir cm’in altındaki alt kaliks taşlarında RIRC minimal morbidite ve SWL ile eşdeğer başarı oranı göstermektedir(3). İki cm’e kadar olan alt kaliks taşlarında ise SWL’ye göre daha yüksek başarı oranı saptanmıştır(3). En uygun tedavinin seçilmesi taşla ilişkili faktörleri (boyut, sayı, lokalizasyon, kompozisyon), böbrek anatomisi ve hastanın kliniğinden kaynaklanan faktörleribir arada değerlendirmekle mümkün olmaktadır. Avrupa Üroloji (EAU) ve Amerikan Üroloji (AUA) Kılavuzları, 2cm’den küçük taşların tedavisinde ilk seçenek olarak SWL’yi önermektedir(3,4). Bu boyuttaki taşlarda SWL’nin başarısı %90 olarak bildirilmektedir. Ancak birçok sayıda, böbrek alt polüne yerleşmiş veya sert yapıya sahip taşlarda (sistin, kalsiyum monohidrat) SWL’nin başarı oranı %50’ye kadar düşmektedir. (5,6) Bu çalışmada SWL başarısız olan alt kaliks taşların tedavisinde RIRC nin başarı oranlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem Ocak 2008 ile Mayıs 2011 tarihleri arasında alt kalisiel taş nedeniyle SWL ile taş tedavisi yapılan ancak tedavisi başarısız olan 42 hastanın (12 kadın, 30 erkek) 43 renal ünitesinde bulunan alt kaliks taşlarına fURS (Karl Storz8F) ile holmium YAG Laserlitotripsi uygulandı. Olguların 7’sine kendi taş kırma merkezimizde SWL yapılmış, 35 hasta başka merkezlerde başarısız SWL tedavisi görmüştü. Hastaların 12’si kadın 30’u erkekti ( Yukarıda geçmiş çıkarılmalı ). Kadınların yaş ortalaması 34 (17-48),erkeklerin yaş ortalaması 32(18-56) idi.Hastalar preoperatif olarak tam idrar tetkiki,idrar kültürü,kontrastlı böbrek tomografisi yapıldı.İdrar kültüründe üreme olan hastalar antibiyograma göre antibiyotik kullanıp idrarları steril olduktan sonra opere edildi.Taş 23 Yeni Üroloji Dergisi - The New Journal of Urology 2012; 7 (2): 20-25 boyutları ortalama 12 mm çapında(6-25 mm),taş adetleri ortalama 1,2 adet(1-3 adet) arasında değişmekteydi.Tüm hastalara genel anestezi altında ve skopi eşliğinde RIRC yapıldı.Hastaların hepsinde öncelikle 8F semirigit URS ile kılavuz tel yerleştirilip, üretere girildi,üreteroskopi ve gerektiğinde balon ile dilatasyon yapıldı. Sonrasında kılavuz tel üzerinden erişim kılıfı (Access sheath) yerleştirilmeye çalışıldı. Erişim kılıfı içinden veya sensor glide üzerinden flexible URS ile böbrek pelvisine ulaşıldı.İlk seansta böbreğe ulaşım sağlanamadığında doublej kateter yerleştirilip bir ay sonra işlem tekrarlandı.Holmium laser ile taşlar fragmanlara ayrıldı,2 mm’nin üzerindeki fragmanlar N-gage basket ile temizlendi.Hastaların 15’ne 4,8 F double J stent,diğerlerine 4 F üreter kateteri yerleştirildi.Hastaların hepsine birinci kuşak sefalosporin ile intravenöz proflaksi uygulandı, erken postop dönemde aneljezik verilerek taburcu edildi. Bulgular Alt kaliks taşlarının büyüklüğü ortalama 12 mm çapında(6-25 mm) daha önce 5 mm yazılmış hangisi geçerli idi. Operasyon süresi ortalama 75 dakika (50-125 dakika)idi. Taş çapları 1 cm’in altında olan 7 hastaya erişim kılıfı konulmadı, taş çapı 1 cm ve üzerinde olan 35 hastanın hepsine erişim kılıfı konulmaya çalışıldı, ancak 3 hastaya erişim kılıfı distal üreterden proksimale ilerletilemedi ve işleme erişim kılıfı olmadan devam edildi. 8 hastada distal üreter darlığı nedeniyle balon dilatasyon yapıldı. Ancak 2 hastada darlığın aşılamaması nedeniyle ilk seansta fleksible URS ile böbrek toplayıcı sistemine ulaşılamadı ve bu iki hastaya double J kateter yerleştirilip, dört hafta sonra fURS tekrarlandı. Bu kez erişim kılıfı kolay bir şekilde üreteropelvik bölgeye yerleştirilip, fURS ile taşlar tedavi edildi. Hiçbir hastada ameliyat sırasında ve sonrasında önemli komplikasyon izlenmedi,3 hasta ağrı ve hematüri nedeniyle 3 gün yatarak tedavi verildi. Hastalar ortalama 1,2 günde (1-3 gün) evlerine gönderildi. Tüm hastaların operasyondan bir ay sonraki kontrolleri yapıldı, radyolojik görüntüleme ultrasonografi(USG) ve direkt üriner sistem grafisi (DÜSG) ile yapıldı. USG ve DÜSG de şüpheli taş görüntüsü olan hastalara tomografi çekildi. USG de yaklaşık 5 (%11,6) hastada alt kalikste 3 mm çapında rezidüel taş saptandı, bu hastalar double J kateter çekilmesi sırasında fleksibleURS ile girilerek taşlardan tamamen temizlendi.Bulgular tablo 1 de verilmiştir. 24 Tablo-1 Yaş Cinsiyet Kadın: ortalama 34(17-48) Erkek: ortalama 32(17-56) 30 erkek 12 kadın Taş çapı ortalama 12 mm (6-25) Operasyon süresi ortalama 75 dakika (50-125) Hastane kalış süresi ortalama 1,2(1-3) Tartışma Alt kaliks taşlarında SWL’nin başarı oranının düşüklüğü ve PNL’nin morbiditesinin yüksekliği araştırmacıları başka tedavi alternatiflerine yönetmiştir. Bir cm’in altındaki alt kaliks taşlarında RIRC minimal morbidite ile SWL’ye eşdeğer başarı oranı göstermektedir. Taş boyutu arttıkça RIRC’nin başarısı düşmektedir. Grasso ve Ficazzola’nın yaptığı çalışmada alt kaliks taş boyutuna göre 1-10 mm,11-20 mm ve 20 mm ve üzeri olarak üç grup hastayı çalışmaya almışlar.3 aylık takipler sonunda taşsızlık oranları sırasıyla % 82, % 71 ve % 65 olarak bulmuşlardır. Herhangi bir major komplikasyon ile karşılaşmamışlardır.(7) İki cm’e kadar olan alt kaliks taşlarında ise SWL’ye göre daha yüksek başarı oranı saptanmıştır. RİRC sonrası mutlak taşsızlık oranının düşük olmasının bir nedeni, litotripsi sonrasında taş parçalarının cihaz ömrünün kısalığı nedeniyle kalisiel çoklu giriş çıkışlardan kaçınılması ve bu nedenle klinik önemsiz fragman(CIRF)’ların aktif olarak çıkarılmaması olabilir. Benzer tekniğin kullanıldığı bir başka çalışmada da taşsızlık oranı %56; 2 mm’den küçük parçalar da taşsızlık olarak kabul edildiğinde başarı %84 olarak bildirilmiştir (8). Auge ve ark. 2 cm’den küçük böbrek alt kaliks taşlarında RİRC uygulanan hastalarda 3. ay sonunda % 86 taşsızlık oranı bildirmiştir (9). Çalışmanın sonucunda 20 mm’den küçük alt kaliks taşlarında obesite, kanama diyatezi, komplike intrarenal anatomi varlığı ve SWL’ye dirençli taşların olması durumunda RİRC’in ilk tedavi modalitesi olarak kullanılabileceğini bildirmişlerdir.Bizim bu çalışmamızda başarı ilk seans fleksible URS operasyonlarında 43 ünitenin 38 tanesinde tamamen taştan temizlenmiştir ( %88,4) .5 ünitede bulunan rezidüel taşlar ise 1 ay sonraki double j kateterlerinin çekimleri sırasında tamamen temizlenmiştir.( %100 ). Ülkemizden Akpınar ve ark. alt kaliks taşlarında RİRC uyguladıkları 28 hasta- Çakıroğlu ve Çaşkurlu lık çalışmada taşsızlık oranı ultrasonografik ve direkt üriner sistem grafisi ile yapılan incelemede % 90 olarak belirlenirken, bilgisayarlı tomografi ile yapılan incelemede %63,6 olarak belirlenmiştir (10). Bizim çalışmamızda ilk seans tedavi sonrasında taşsızlık oranını %88,4 olarak bulundu. Hastaların 1 ay sonraki kontrollerinde tetkik olarak öncelikle DÜSG ve USG çekildi. Şüpheli durumlarda tomografi çekildi ve taşsızlık oranı %90 seviyelerinde bulundu. Alt kalis taşlarında RİRC etkinliğini araştıran en önemli çalışma Pearle ve ark.’nın gerçekleştirdiği çok merkezli, ileriye dönük, randomize çalışmadır (11). Bu çalışmada tedavi endikasyonu olan 1 cm’den küçük alt kaliks taşlarında SWL ile RİRC etkinliği karşılaştırılmıştır. Çalışmayı tamamlayan 67 hastanın 32’sine SWL, 35’ine de RİRC yapılmıştır. Ameliyat sonrası üçüncü ayda ince kesit BT ile yapılan kontrolde tam taşsızlık oranı SWL grubunda %35, RİRC grubunda ise %50 bulunmuştur. Bu oran daha önceki çalışmalarda bildirilen %75-85 oranlarından oldukça düşüktür (7,12). Vücut dışı şok dalga tedavisinin uygulanamayacağı ve PNL’nin çok zor olduğu morbidobez olgularda RİRC’nin iyi bir seçenek olduğu bildirilmiştir. Geriye dönük bir ça lışmada, vücut kitle indeksi 40 kg/m2 veya üzeri olan 16 hasta ile normal kilolu ve böbrek taşlı 38 hastada RİRC ile elde edilen olgular karşılaştırılmıştır (13). Şaşırtıcı olarak başarı oranı şişman grubunda %83, normal kilolu olanlarda %67 bulunmuşsa da, fark anlamlı çıkmamıştır. Yazarlar, PNL uygulanan aşırı şişmanlarda komplikasyon ve transfüzyon oranlarının daha yüksek olduğunu bildiren çalışmalara da değinerek, RİRC’nin bu hastalarda ilk tedavi seçeneği olması gerektiğini belirtmişlerdir. Watterson ve ark. kanama diyatezi olan veya warfarin kullanan 25 hastada RİRC uygulamışlar ve % 96 oranında taşsızlık sağladıklarını; komplikasyon olarak sadece bir hastada işlem sonrası transfüzyon gerektiren retroperitoneal hematom geliştiğini bildirmişlerdir (14). Bu hastalarda SWL veya PNL planlandığında antikoagülan tedavinin kesilmesinin gerekeceği vurgulanarak RİRC’nin iyi bir tedavi seçeneği olduğu vurgulanmıştır. Bizim çalışma grubumuzda antikoagülan kullanan hastamız yoktu, ama morbidobez 3 hastamız mevcuttu. Bu hastalarımızda herhangi bir zorluk ile karşılaşılmamıştır. RİRC sırasında distal üreterde darlık olduğunda, proksimaldeki taşın tedavisi için balon dilatasyon yaparak işleme devam Böbrek alt kalis taşlarında URS ve Holmium Lazer etmek mümkündür. İntramural üreter buna izin verir. Ancak, darlık proksimalde ise, balon dilatasyon yapıldığında çoğunlukla ekstravazasyon veya perforasyon oluşabilir ve sonuçta RİRC’ye devam etmek riskli olabilir(10). Bizim çalışmamızda 8 hastanın distal üreterinde darlığı mevcuttu. Darlıklar balon dilatasyon ile açıldı. Ancak bu hastalardan ikisinde proximal üreterde de darlığı olması nedeniyle dilatasyon riskli olacağından işleme devam edilmemiş ve double J kateter yerleştirip bir ay sonra opere edilmiştir. fURS’yi takiben ciddi komplikasyon gelişmesi nadirdir. Üriner yol enfeksiyonları ameliyat öncesi uygun antibiyotik ile tedavi edilmeli, işlem idrar steril iken yapılmalıdır(10).Bizim çalışmamızda da hastaların preoperatif değerlendirmesinde tam idrar tetkiki ve idrar kültürü yapılmıştır. İdrar kültüründe üreme varsa uygun antibiyotik tedavisi sonrasında idrar steril hale geldiğinde girişim yapılmıştır.Rutin antibiyotik proflaksisi uygulanmıştır.Bütün bu uygulamalar sayesinde hiçbir septik enflamatuar reaksiyon ile karşılaşılmamıştır. Mikroskopik ve makroskobik hematüri sık görülse de çoğunlukla transfüzyon gerektirecek kadar ciddi bir durum oluşmaz.Bizim yaptığımız bu çalışmada 3 hastaya ciddi ağrı ve hematüri nedeniyle 3 gün hastanede yatarak tedavi yapılmıştır.Üreterorenoskopiyi takiben gelişen en ciddi komplikasyon üreteral darlık oluşmasıdır. Üreterorenoskopiyi takiben üreteral darlık oranları önceki yayınlarda kabul edilemez düzeyde yüksekti. Daha küçük çaplı üreterorenoskopların geliştirilmesi ile üreteral dilastasyona ihtiyacı ve üreteral darlık oranları belirgin şekilde azalmıştır. Birçok modern üreteroskopi (hem rijit hem de fleksibl) serisi üreteral darlık oranlarını % 0.5 ve daha az olarak yayınlamışlardır (15-16).Bizim çalışmamız kısa takip süreli bir çalışma olması nedeniyle bu tip bir komplikasyon görülmemiştir. Son yıllarda kullanımı yaygınlaşan erişim kılıflarının RİRC sırasında yararlı olup olmadığı konusu tartışmalıdır. Üreteral giriş kılıfları intrarenal kollektor sisteme tekrarlayan üreteroskopik girişler için kolaylık sağlaması nedeniyle kullanılır. 12-14 Fr’lik kılıflar bir klavuz telin aracılığına ihtiyaç duymaksızın fleksibl üreterorenoskopun tekrarlayan geçişine izin verir. Ana dezavantajı boyutlarına bağlı potansiyel üreteral yaralanmadır (17). Böbrek içinde tedavi edilen taşların çoğunda üretereo- 25 Yeni Üroloji Dergisi - The New Journal of Urology 2012; 7 (2): 20-25 renoskop ile tek seferde böbreğe girilerek taş tamamıyla kırılabildiğinden giriş kılıfı genellikle gerekli olmayabilir. Eğer birden çok parça çıkartmak gerekirse, fleksibl üreteroskopun tekrarlayan geçişleri üreteral giriş kılıfları kullanarak rahatlatılabilir. Erişim kılıflarının etkinliğinin değerlendirildiği bir çalışmada, RİRC sırasında kullanılmasının ameliyat süresi ve maliyetleri düşürdüğü, çok az morbiditeye neden olduğu görülerek rutin olarak kullanılması önerilmiştir (18). Bununla birlikte, her hastada 7.5 F çaplı fleksibl üreteroskobu pelvikalisiyel sisteme iletmek için 13 F veya 15 F çaplı bir kılıfı üretere yerleştirmek kolay olmamakta, üreter iskemisi ve sonrasında da darlık gelişim potansiyeli konusunda şüpheler taşımaktadır. Biz böbrekte tek taş varsa ve taş çapı 1 cm’in altında ise genellikle erişim kılıfı yerleştirmiyoruz. Ancak taş birden çok sayıda veya taş çapı 1 cm’in üzerinde ise genellikle erişim kılıfı yerleştiriyoruz. Bazen üreteral darlıklardan dolayı erişim kılıfı yerleştiremediğimiz hastalara rehber tel eşliğinde böbreğe ulaşıyoruz. Erişim kılıfı konması sırasında üreterde yaralanmalar meydana gelmekte ve postop. dönemde hematüri daha çok olmaktadır. Bu hastalara mutlak double J kateter veya üreter kateteri yerleştirmekteyiz. Bizim bu çalışma grubunda erişim kılıfı yerleştirme sırasında 5 hastada ciddi üreteral yaralanma meydana gelmiştir. Bu hastaların postop. döneminde hematürinin daha fazla olduğunu gözlemledik. Bu tip yaralanmaların özellikle balon dilatasyon yapılan hastalarda daha sık olduğunu gördük. Ek olarak, kılıfın ameliyat sonrası üreteral ödeme yol açtığını ve hastalara rutin JJ kateter konulması gerektiğini düşünüyoruz. Balon dilatasyonu sonrasında kılıfın yerleştirilmesi sırasında üreteral yırtılma olabileceğinden öncelikle retrograde üreterografi çekilerek işleme devam edilmesinde yarar sağlayabilir. Rapoport ve ark.’nın sonuçları da bu düşüncemizi desteklemektedir(19). Bu nedenle, RİRC ile alt kalis taşları tedavisi sırasında, eğer taş yükü fazla değilse ve üretere defalarca yeniden giriş yapmak gerekmiyorsa erişim kılıfı koymayı önermiyoruz. SONUÇ: SWL yapılmış ve başarılı olunamamış alt kaliks taşlarının tedavisinde f-URS ve holmiumlaserlitotripsi etkili bir tedavi yöntemidir.Alt kaliks taşlarında SWL’nin başarı oranının düşüklüğü ve PNL’ninmorbiditesi göz önüne alındığında retrogradintrarenal cerrahi (RİRC) yöntemleri daha kullanı- 26 lır hale getirmiştir ve 2 cm altındaki alt kaliks taşlarında ilk tedavi seçeneği haline geleceğini düşünüyoruz. Kaynaklar 1. Göğüş Ç,Böbrek Alt Kalis Taşlarında Tedavi.Turkiye Klinikleri J.Med.Sci.2006; 2(4):10-12 2. Marshall V: Fiberoptics in Urology. J Urol 1964; 160:110-4. 3. Alan C, Koçoğlu H, Ersay AR: Retrogradintrarenal cerrahi; uygulama tekniği, klinik sonuçlar ve ipuçları.(Retrograde iıntrarenal surgery: technic, clinical results, tipsand tricks).Yeni Üroloji Dergisi - The New Journal of Urology 2011; 6 (2):32-41 4. Tiselius HG, Ackermann D, Alken P, Buck C, Conort P, GallucciM. Guidelines on urolithiasis. EurUrol 2001; 40:362-71. 5. Preminger GM, Tiselius HG, Assimos DG, Alken P, Buck C,Gallucci M, et al. 2007 guideline forthe management of ureteral calculi. J Urol 2007; 178:2418-34 6. Grasso M, Beaghler M, Loisides P. The casefor primary endoscopic management of upper urinary tract calculi: II. Costand outcome assessment of 112 primary ureteral calculi. Urology 1995; 45:372-6. 7. Breda A, Ogunyemi O, Leppert JT, Schulam PG. Flexible Ureteroscopy and Laser Lithotripsy for Multiple Unilateral Intrarenal Stones. EurUrol 2009;55:1190-7.Turk Urol Sem 2011; 2:64-7 8. Grasso M, Ficazzola M. Retrograde ureteropyeloscopy for lower pole caliceal calculi. J Urol 1999; 162:1904-8. 9. Portis AJ, Rygwall R, Holtz C, Pshon N, Laliberte M. Ure¬teroscopic laser lithotripsy for upper urinary tract calculi with active fragment extraction and computerized tomog¬raphy follow up. J Urol 2006; 175:2129-33. 10. Auge BK, Dahm P, Wu NZ, Preminger GM. Ureteroscopic management of lower-pole rena lcalculi: technique of cal¬culus displacement. J Endourol 2001; 15(8): 835–38. 11. Akpınar H, Tüfek İ, Atuğ F, Kural AR. Alt kaliks taşlarının tedavisinde retrograd intrarenal cerrahi. Türk Üroloji Dergisi 2009; 35(2):108-112. 12. Pearle MS, Lingeman JE, Leveillee R, Kuo R, Preminger GM, Nadler RB, et al. Prospective, randomizedtrial comparing shock wave lithotripsy and ureteroscopy for lower pole caliceal calculi 1 cm orless. J Urol 2005; 173:2005-9. 13. Schuster TG, Hollenbeck BK, Faerber GJ, Wolf JS Jr. Ureteroscopic treatment of lower pole calculi: comparison of lithotripsy in situ and a ferdisplacement. J Urol 2002; 68:43-5. 14. Dash A, Schuster TG, Hollenbeck BK, Faerber GJ, Wolf JS Jr. Ureteroscopic treatment of renal calculi in morbidly obese patients: a stone-matchedcomparison. Urology 2002; 60:393-7. 15. Watterson JD, Girvan AR, Cook AJ, Beiko DT, Nott L, Auge BK, et al. Safety and efficacy of holmium: YAG la¬ser Çakıroğlu ve Çaşkurlu 16. 17. 18. 19. 20. Böbrek alt kalis taşlarında URS ve Holmium Lazer lithotripsy in patients with bleeding diatheses. J Urol 2002; 168:442-5. Harmon WJ, Sershon PD, Blute ML, Patterson DE, Segura JW. Ureteroscopy: current practice and long-term compli¬cations. J Urol 1997; 157(1):28–32. Singal RK, Razvi HA, Denstedt JD. Secondary ureteros¬copy: results and management strategy at a referral center. J Urol 1998; 159(1):52–55. Delvecchio FC, Auge BK, Brizuela RM, et al. Assessment of stricture formation with the ureteral access sheath. Urology 2003; 61(3):518–522. Kourambas J, Byrne RR, Preminger GM. Does a ureteral access sheath facilitate ureteroscopy? J Urol 2001; 165:78993. Rapoport D, Perks AE, Teichman JM. Ureteral access sheath use and stenting in ureteroscopy: effect on unplanned emergency room visits and cost. J Endourol 2007; 21:993-7 27 Özgün araştırma / Original research Yeni Üroloji Dergisi - The New Journal of Urology 2012; 7 (2): 26-31 Çocukluk dönemi palpe edilemeyen testiste laparoskopik yaklaşım: İlk deneyimlerimiz Laparoscopic approach in non-palpable testis in childhood: Our first experiences Necip Pirinççi1, İlhan Geçit1, Mustafa Güneş1, Kerem Taken2, Serhat Tanık2, Kadir Ceylan1 1 2 Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Üroloji Ana Bilim Dalı, Van, Türkiye Sağlık Bakanlığı, Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Üroloji Kliniği, Van, Türkiye Geliş tarihi (Submitted): 19.05.2012 Kabul tarihi (Accepted): 31.05.2012 Yazışma / Correspondence Yard. Doç. Dr. Necip Pirinççi Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı Maraş Caddesi 65100 Van Tel: 0432 215 04 74 / 6258 Email: [email protected] 28 Özet Amaç: Çocukluk dönemi palpe edilemeyen testisli olguların tanı ve tedavisinde laparoskopik yaklaşım değerlendirildi. Gereç ve Yöntemler: Aralık 2010-Temmuz 2011 tarihleri arasında toplam 10 hasta değerlendirildi. Tüm hastalar preoperatif olarak ayrıntılı anamnez, fizik muayene, ultrasonografi ve manyetik rezonans görüntülemeyle değerlendirildi. Dördü manyetik rezonans görüntülemeyle tespit edilen; 6’sı ise fizik muayene ve görüntüleme yöntemleriyle tespit ve palpe edilemeyen inmemiş testisli 10 olguya laparoskopik girişim uygulandı. Laparoskopik girişimler testisin varlığını belirleme, laparoskopik orşiopeksi yada laparoskopik orşiektomi şeklinde uygulandı. Hastaların genel anestezi altında skrotal muayeneleri tekrar yapıldı. Hasson yöntemiyle ilk trokar yerleştirildi. Ayrıca iki tane 5 mm trokar daha yerleştirilerek toplam 3 trokar ile işleme gerçekleştirildi. Bulgular: Yaşları 1-14 (ortalama 5.5) yıl arasında değişen; toplam 10 olgunun 4’ünde sağ, 3 ‘ünde sol ve 3 olguda ise testisler bilateral olarak palpe edilemedi. Bilateral palpe edilemeyen 2 olguda, sol taraf palpe edilemeyen bir olguda ve sağ taraf palpe edilemeyen 1 olguda; manyetik rezonans görüntüleme ile testis intraabdominal olarak saptandı ve intraabdominal olarak saptanan bu olguların hepsine laparoskopik orşiopeksi uygulandı. Fizik muayene ve görüntüleme yöntemleriyle tespit edile- Abstract Objective: The laparoscopic approach was evaluated in the diagnosis and treatment of the cases with non-palpable testis in childhood. Material and Methods: A total of 10 patients were evaluated between the dates of December 2010 and July 2011. All of the patients were evaluated with detailed history, physical examination, ultrasonography and magnetic resonance imaging before the surgery. Laparoscopic procedure was performed to 10 cases with non-palpable testis, four of whom could be detected with magnetic resonance imaging and six of whom could not be detected with the physical examination and the methods of the imaging. Laparoscopic procedures were performed in the form of the determination of the presence of the testis, laparoscopic orchiopexy or laparoscopic orchiectomy. Scrotal examinations of the patients were done again under general anesthesia. The first trocar was inserted with the method of Hasson. In addition, by placing two more 5 mm-trocar, the process was carried out with a total of 3 trocars. Results: Findings: The testis could not be palpated right in 4, left in 3 and bilateral in 3 of a total of 10 cases whose ages ranged from 1-14 (mean 5.5) years. The testis in 2 cases who could not be bilaterally palpated, in one case whose left side was not palpated and in 1 case whose right side was not palpated was detected as intra-abdominal with the magnetic resonan- Pirinççi ve ark. Non-palpabl testiste laparoskopi meyen 6 olgunun (7 inmemiş testis) hepsinde testis; laparoskopide intraabdominal yerleşimli olarak saptandı. Bu olguların 2’sine laparoskopik orşiektomi uygulanırken; 4 olguya(5 inmemiş testis) laparoskopik orşiopeksi uygulandı. Hiçbir olguda intraoperatif komplikasyon oluşmadı. Orşiektomi uygulanan iki olgunun histopatolojik değerlendirmesi atrofik testisle uyumluydu. Sonuç: Laparoskopi; fizik muayene ve görüntüleme yöntemleriyle tespit edilemeyen intraabdominal testislerin tanı ve tedavisinde minimal invaziv bir tedavi seçeneği olarak tercih edilmelidir. Anahtar Kelimeler: İnmemiş testis, laparoskopi, orşiektomi, orşiopeksi ce imaging and the laparoscopic orchiopexy was performed to all of these cases detected as intra-abdominal. The testis which could not be determined with physical examination and imaging techniques in all of 6 cases (7 undescended testis) was found to be localized as intra-abdominal in laparoscopy. While the laparoscopic orchiectomy was performed to 2 of these cases, the laparoscopic orchiopexy was performed to 4 cases (5 undescended testis). Intraoperative complication was not occurred in any of the cases. Histopathological evaluation of the two cases whom the orchiectomy was performed was consistent with the atrophic testis. Conclusion: Laparoscopy should be preferred as a minimal invasive treatment option for the diagnosis and treatment of intraabdominal testis which cannot be detected with the physical examination and imaging techniques. Key Words: Undescended testis, laparoscopy, orchiectomy, orchiopexy Giriş Miadında doğumda %3,5-5,8 oranında rastlanan inmemiş testis, erkek çocuklarda genitoüriner sistemin en sık görülen doğumsal patolojilerindendir.(1) Bir yaşındaki erkeklerin %1-2’sinde inmemiş testis vardır; olguların %90’ı tek taraflı iken, %10’u iki taraflıdır.(2) Testisin skrotumla abdominal kavite arasında herhangi bir yerde lokalize olduğu bu durumun etyolojisi multifaktoriyeldir. Kromozomal anomali bu tabloya eşlik etmez. (3) İnfertilite ve malignite gelişimi uzun dönemde oluşacak en önemli komplikasyonlardır. İnmemiş testiste malignite potansiyeli normal testisten 5-40 kat daha fazladır. Palpe edilemeyen testis (NPT) olguları inmemiş testislilerin yaklaşık %20’sini oluşturur. (4) Palpe edilemeyen testiste; testis varsa böbreğin alt polü ile eksternal inguinal halka arasında bir yerdedir. Palpe edilemeyen testiste testisin yokluğu ise; prenatal ya da postnatal dönemde testisin iskemik destrüksiyonuna ya da testiküler agenezise bağlıdır. (5) Palpe edilemeyen testis tanı ve tedavisinde çeşitli görüntüleme yöntemleri ve cerrahi teknikler tanımlanmıştır. Ancak, ultrasonografi (USG), bilgisayarlı tomografi (BT), manyetik rezonans (MR), selektif testiküler arteriyografi gibi görüntüleme yöntemlerinin tanı koymada ve tedaviyi yönlendirmede yetersiz kaldıkları günümüzde kabul gören bir yaklaşımdır.(6) İlk olarak Cortesi ve ark. nın 1976 yılında iki taraflı abdominal inmemiş testis için tanısal laparoskopi deneyimlerini bildirmelerinden sonra palpe edilemeyen testis tanı ve tedavisinde laparoskopik yaklaşımlar giderek yaygınlaşmıştır.(7) Çalışmamızda; fizik muayene ve görüntüleme yöntemleriyle tespit edilemeyen testislerin tanısında ve intraabdominal testislerin tedavisindeki ilk laparoskopik uygulamalarımızı değerlendirdik. Gereç ve Yöntem Kliniğimizde; Aralık 2010-Temmuz 2011 tarihleri arasında; 4’ü manyetik rezonans görüntülemeyle tespit edilen; 6’sı ise fizik muayene ve görüntüleme yöntemleriyle tespit edilemeyen inmemiş testisli 10 olguya laparoskopik girişim uygulandı. Laparoskopik girişimler testisin varlığını belirleme, laparoskopik orşiopeksi ya da laparoskopik orşiektomi şeklinde uygulandı. Hastaların hepsinin skrotal muayeneleriyle birlikte ayrıntılı fizik muayeneleri yapıldı. Skrotal muayenede testisleri palpe edilemeyen olgular manyetik rezonans görüntüleme ile değerlendirildi. Tüm hastaların preoperatif dönemde genel anestezi alında tekrar skrotal muayeneleri yapıldı ve genel anestezi altında da testisleri palpe edilemedi. Nazogastrik ve üretral foley sonda takıldıktan sonra infraumblikal transvers küçük bir insizyonla batın içine ulaşıldı. Buradan 10 mm. trokar yerleştirildi ve pnömoperiton oluşturuldu. 0º teleskop ile batın içi tanısal olarak değerlendirildi. Diğer çalışma enstrümanları için görerek iki tane 5 mm trokar daha yerleştirildi. Testis saptandıktan sonra testisin inferior peritoneal ve gubernakuler bağlantıları ayrılarak serbestleştirdi. Spermatik damarlar ve diğer yanda vaz deferens laterallerinden başlanan diseksiyonla, distal spermatik damarlar ve vaz deferens arasındaki periton yaprağı korundu. Böylece paravazal damar sistemi ve spermatik damar sistemi arasında- 29 Yeni Üroloji Dergisi - The New Journal of Urology 2012; 7 (2): 26-31 ki damarsal bağlantıların zarar görmediği bir diseksiyon yapıldı. Testisin yüksek yerleşimli olduğu olgularda testis damarlarının üzerinden periton yaprağı ayrılarak vaz deferens ve damarlar arasında diğer peritondan ayrı bir ada bırakıldı. Daha sonra spermatik damarlar bağırsakların arkasından büyük damarlara doğru diseke edilerek yeterli uzunluk sağlandı. Subdartos poş içerisinden, simfizis pubis üzerinden seyrederek, periton boşluğuna ilerletilen bir hemostatın laparoskopi yardımı ile oblitere umblikal arter medialine ulaştırılıp testis skrotuma transfer edildi. Laparoskopik orşiektomi uyguladığımız iki olguda ise endoskopik klipler yardımıyla testis pedikülü bağlanıp endoskopik makasla kesildi. Ek bir insizyona gerek kalmadan trokardan testis dışarı alındı. Bulgular Laparoskopik girişim uyguladığımız; yaşları 1-14 yıl (ortalama 5.5 yıl) arasında değişen palpe edilemeyen testisli 10 olgunun 4’ünde sağ, 3’ünde sol ve 3’ünde bilateral olarak testis palpe edilemedi. Olguların %40’ında palpe edilemeyen testis radyolojik görüntüleme yöntemleriyle tespit edildi. Olgularımızın hiçbirinde diğer sistem anomalilerine rastlanmadı. Olgularımızın hepsinde palpe edilemeyen testis dışında herhangi bir ek patolojiye rastlanmadığından dolayı genetik incelemeye yapılmadı. 10 olgunun 2’sinde inmemiş testis açısından pozitif aile hikayesi mevcuttu. Bilateral palpe edilemeyen 2 olguda, sol taraf palpe edilemeyen bir olguda ve sağ taraf palpe edilemeyen 1 olguda; manyetik rezonans görüntüleme ile testis intraabdominal olarak saptandı ve intraabdominal olarak saptanan bu olguların hepsine laparoskopik orşiopeksi uygulandı. Operasyon süresi 60 (40-95) dakika olarak saptandı. Fizik muayene ve görüntüleme yöntemleriyle tespit edilemeyen 6 olgunun (7 inmemiş testis) hepsinde testis; laparoskopide intraabdominal yerleşimli olarak saptandı. 9 ve 11 yaşlarında olan ve laparoskopide hipoplazik olarak görülen iki olguya laparoskopik orşiektomi uygulanırken; 4 olguya(5 inmemiş testis) laparoskopik orşiopeksi uygulandı. Laparoskopik orşiopeksi uyguladığımız 8 olgunun yaş aralığı 1-14 (ortalama 4.4) yıldı. Olgularımızın hiçbirinde testiküler agenezi izlenmedi. Palpe edilemeyen ve laparoskopi esnasında saptanan testislerin bulunduğu alanlar tablo I’de özetlenmiştir. Olgularımızın hiçbirinde laparoskopiye ya da anesteziye bağlı komplikasyon gözlen- 30 medi. Orşiektomi uygulanan iki olgunun histopatolojik değerlendirmesi atrofik testisle uyumlu olarak saptandı. Erken dönem takip sonuçlarında orşiopeksi uyguladığımız hastaların hiçbirinde testis atrofisi gözlenmedi. Tartışma Palpe edilemeyen testisli olgularda görüntüleme yöntemleri olarak en başta USG olmak üzere, BT, MRG, selektif testiküler arteriyografi ve tanısal laparoskopi gibi yöntemler mevcuttur. Palpe edilemeyen testisin kesin tespiti ve konumunun belirlenmesinde MRG %85, ultrasonografi %84 doğruluğa sahiptir.(8) USG’nin duyarlılığı %76, özgüllüğü %100’dür. Cain ve ark.’larının çalışmasına göre USG’nin etkinliği inguinal kanaldaki testisler için %95, inguinal kanaldaki atrofik testisler için %33, abdominal testisler için %9 olarak bulunmuştur.(9) MRG’nin ise duyarlılığı biraz daha yüksek (%86), ancak özgüllüğü daha düşüktür (%79). MRG yöntemi anestezi altında yapılması gerektiğinde, laparoskopi yapmak daha mantıklı görülmektedir. USG, noninvaziv kolay uygulanan bir görüntüleme yöntemi olmakla birlikte, özellikle gazlı batında testisi gözden kaçırabilir. Şişman çocuklarda inguinal yerleşimli testisleri palpe etmek zor olabilir. Bu durumda USG ile testis, yüksek doğruluk oranıyla saptanabilir.(10) BT noninvaziv olmakla beraber yüksek radyasyon maruziyeti akılda tutulmalıdır. Selektif testiküler arteriyografi ise invaziv olması ve radyasyon dezavantajları nedeniyle hemen hemen terk edilmiş bir yöntemdir. İntrauterin 23. haftaya kadar batın içinde olan testisler, 24-30. haftalar arasında skrotuma iner. Testisler bu inişi tamamlamadığı zaman; erken dönemde testislerde sertoli hücresi dejenerasyonu, leyding hücrelerinde azalma, germ hücelerinde azalma, spermatosit gelişiminde yetersizlik gibi histopatolojik değişiklikler; ayrıca ilk ayda leydig hücre hipolazisi, ilk 6 ayda testis volümünde azalma ve ilk yıl içerisinde peritübüler fibrozis görülür. (11,12) Cerrahi tedavi; histopatolojik değişiklikler açığa çıkmadan erken dönemde uygulanmalıdır. Bunun içinde en uygun dönem ilk 6ay-1 yıl arasıdır. (13) Tek taraflı inmemiş testislerde tanı için laboratuar testlerin yapılmasına gerek yoktur. Bilateral palpe edilemeyen testis ve/veya beraberinde penil anomaliler (hipospadias, mikropenis) varsa endokrinolojik değerlendirme yapılmasına gereksinim vardır.(14) Palpe edilemeyen testisli olgularda yüksek Luteinizan Hormon (LH) ve Pirinççi ve ark. Foliküler Stimulan Hormon (FSH) anorşi düşündürür. Kesin tanı cerrahi eksplorasyon ya da laparoskopik inceleme ile konur. Bizim olgularımızın hiçbirinde eşlik eden penil anomali mevcut değildi. Bilateral olan 3 olgumuzun preoperatif FSH ve LH değerleri normal sınırlardaydı. Laparoskopi; palpe edilemeyen testisli olgularda, %100’e yakın tanısal değeri olan tek yöntemdir.(15) Eş zamanlı orşiektomi veya orşiopeksi gibi cerrahi müdahale olanağı tanıması, düşük komplikasyon oranları nedeniyle kabul gören bir yöntemdir. (16) Literatürdeki en geniş laparoskopik orşiopeksi serisinde, inmemiş testis %33 oranında solda, %53 oranında sağda ve %14 oranında bilateral izlenmiş, laparoskopi esnasında testisler %58 oranında iliak damarlar seviyesi veya daha yüksek intraabdominal pozisyonda, %22 oranında iliak damarlar ve internal inguinal halka arasında, %16 oranında kayan (peeping) testis pozisyonunda, %3 oranında intrakanalikular ve %1 oranında retrovezikal pozisyonda izlenmiştir.(17) Bizim olgularımızda da laparoskopide testis %53.8 oranında en fazla iliak damarlar seviyesi ve daha yüksek intraabdominal yerleşimli olarak gözlendi. Palpe edilemeyen testisin tanısına ilişkin son bilgiler laparoskopinin tanıda ve etkin tedaviye olanak sağlamakta çok etkili olduğunu göstermektedir.(18) Laparoskopi ile testisin yerinin tespiti önemlidir. Ancak laparoskopinin en önemli avantajı testisin poziyonunu ve kalitesini değerlendirebilmesidir. Eğer atrofik veya belirgin hipoplazik bir testis saptanırsa orşiektomi, normal bir testisle karşılaşılırsa orşiopeksi kararı alınabilir.(19) Bizim olgularımızda da hipoplazik olduğu gözlenen iki testise orşiektomi yapıldı. Cerrahi eksplorasyonun negatif sonuçlandığı olgularda; cerrahi eksplorasyon sonrası yapılan laparoskopik testis arama çalışmalarında başarılı sonuçlar alınmıştır. İki ayrı çalışmada cerrahi eksplorasyonla bulunamayan testisler laparoskopi yapılarak %30 ve %59 oranında saptanmıştır.(20,21) Bu nedenle laparoskopi günümüzde palpe edilemeyen testisin tanı ve tedavisinde kullanılması gereken seçkin yöntemdir. İntraabdominal testisler laparoskopik olarak tek aşamada indirilebilmektedir.(22) Ayrıca iki aşamalı fowlerstephens yöntemi uygulanabilir. Biz laparoskopik orşiopeksi uyguladığımız olgularımızın sadece birinde iki aşa- Non-palpabl testiste laparoskopi malı fowler-stephens yöntemi uygulayıp testisi ikinci seansta skrotuma indirdik. Laparoskopik orşiopeksi esnasında eşlik eden herni mevcutsa laparoskopik olarak herni tamiri de yapılabilir. Bizim olgularımızın hiçbirinde inguinal herni mevcut değildi. Laparoskopi sırasında kör sonlanan kord elemanlarının oranı %6-88 olarak bildirilmektedir.(23,24) Gulinakar ve arkadaşlarının çalışmasında bu oran %37 olarak belirtilmektedir.(25) Bizim olgularımızın hepsinde testis mevcut olup spermatik kord kör sonlanmıyordu. Demirci ve arkadaşları çalışmalarında operasyon süresini 50 (30-90) dakika olarak bildirmişlerdir. Biz çalışmamızda operasyon süresini 60 (40-95) dakika olarak saptadık.(26) Laparoskopik girişimlerde; giriş yaralanmaları, karbondioksit insufliasyonuna bağlı komplikasyonlar, barsak yaralanmaları ve damar yaralanmaları oluşabilir. Girişe bağlı olarak organ yaralanması veya vasküler travma, batın duvarı damar laserasyonu ve port yerinde fıtık gelişebilir. Kardiyopulmoner sistem bozuklukları, hiperkarbi, pulmoner asidoz ve pulmoner emboli gibi karbondioksit insufliasyonuna bağlı komplikasyonlar %2-4 oranında bildirilmektedir.(27) Üroloji literatüründe barsak yaralanması %0.2–1.9 olarak bildirilmiştir.(28,29,30) Ürolojik laparoskopik cerrahide vasküler yaralanma sık sık olmamakla birlikte (%1.6–4.6), intraoperatif en fazla bildirilen komplikasyon tipidir.(31) Pediatrik laparoskopik girişimlere bağlı komplikasyonları irdeleyen pek fazla çalışma olmamakla birlikte 5400 olguluk bir çalışmada %1,18’lik oranda en fazla vasküler komplikasyonlardan söz edilmektedir.(32) Bizim olgularımızın hiçbirinde intraoperatif ya da postoperatif erken dönemde herhangi bir komplikasyona rastlamadık. Laparoskopik cerrahide komplikasyon ortaya çıkması diğer tüm cerrahi girişimlerde olduğu gibi kaçınılmazdır. Önemli olan gerekli ve yeterli eğitim ve tecrübeyi edinmek, doğru teknikleri uygulayarak bu komplikasyon oranını en aza indirgemektir. Komplikasyon olduğu durumlarda ise hasta morbiditesini azaltmak ve problemi çözmekte etkili en önemli faktör, komplikasyonun erken tanınmasıdır. Komplikasyon oranlarını azaltmak için transperitoneal girişimlerde mideyi dekomprese etmek amacıyla oro/naso-gastrik bir tüp yerleştirilmesini ve girişte mesaneyi yaralamamak için, mesanenin de bir son- 31 Yeni Üroloji Dergisi - The New Journal of Urology 2012; 7 (2): 26-31 da ile drene edilmesi uygun olacağını düşünmekteyiz. Laparoskopik orşiopeksi olgularında uzun dönem takip sonuçları ile ilgili sınırlı bilgi mevcuttur. Radymar ve arkadaşları ortalama 6.2 yıl takip ettikleri laparoskopik olarak müdahele edilmiş 57 palpe edilemeyen testis olgusunda %96.5 oranında canlılık rapor etmişlerdir.(33) Bizim olgularımızda ise erken dönem takip sonuçlarımızda testis atrofisi mevcut değildi. Sonuç Laparoskopi; etkinliği, güvenilirliği, düşük morbiditesi, testisle birlikte paratestiküler yapıların da değerlendirilmesine olanak sağlaması ve görüntüleme yöntemleriyle tespit edilemeyen testislerin tanısında ve intraabdominal testislerin tedavisinde minimal invaziv bir girişim olması nedenleriyle palpe edilemeyen testislerin tanı ve tedavisinde ilk tercih edilecek yöntem olmalıdır. 9. 10. 11. 12. 13. Tablo 1: Palpe edilemeyen testislerin laparoskopik dağılımı. sağ sol toplam İliak damarlar seviyesi veya üzerinde intraabdominal 4(%30.8) 3(%23.1) 7(%53.8) İntrakanaliküler 0 1(%7.7) 1(%7.7) İliak damarlar ve internal inguinal ring arasında 3(%23.1) 2(%15.4) 5(%38.5) Kaynaklar 1. McAninch JW. Disorders of the testis, scrotum and spermatic cord. In: Tanagho E A, -McAninch JW. Smith’s general Urology. McGraw-Hill 15th ed. Int,ed 2000; 684-98. 2. Berkowitz G, Lapinski RH, Dolgin SE, Gazella JG, Bodian CA, Holzman IR. Prevalence and natural history of cryptorchidism. Pediatrics 1993; 92(1):44-9. 3. Schneck FX, Bellinger MF. Abnormalities of the testes and scrotum and their surgical management. In: Retik AB, Vaughan ED, Wein AJ. Campell’s Urology, Saunders Int Ed. 2002; pp: 2353-89. 4. Elder JS. Laparoscopy for nonpalpable testis. Semin Pediatr Surg 1993; 2(3):168-73. 5. Elder J.S. Laparoscopy and Fowler-Stephens orchiopexy in the management of the impalpable testis. Urol Clin N Am, 1989; 16(2):399-411 6. Schneck FX, Bellinger MF. Abnormalities of the testes and scrotum and their surgical management. In: Wein. AJ, Kavoussi LR, Novick AC, Partin AW, Peters CA,editors. Campbell-Walsh urology, 9th ed. Philadelphia: Saunders Elsevier; 2007; p:3745-98. 7. Cortesi N, Ferrari P, Zambarda E, Manenti A, Baldini A, 32 8. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. 22. 23. Morano FP. Diagnosis of bilateral abdominal cryptorchidism by laparoscopy. Endoscopy 1976; 8(1):33-4. Kanemoto K, Hayashi Y, Kojima Y, Maruyama T, Ito M, Kohri K. Accuracy of ultrasonography and magnetic resonance imaging in the diagnosis of nonpalpable testis. Int J Urol 2005; 12(7):668-72. Cain MP, Garra B, Gibbons MD. Scrotal-inguinal ultrasonography: a technique for identifying the nonpalpable inguinal testis without laparoscopy. J Urol 1996; 156 (2 pt 2):791-4. Elder JS. Ultrasonography is unnecessary in evaluating boys with a nonpalpable testis. Pediatrics 2002; 110(4): 748-51. DCruz A J, Das K. Undesending testes. The Indian Jornal of Pediatrics 2004; 71:1111-5. Schneck FX, Bellinger MF. Abnormalities of the testes and scrotum and their surgical management. In: Retik AB, Vaughan ED, Wein AJ. Campell’s Urology, Saunders Int Ed. 2002; p:2353-89. McAleer IM, Packer MG, Kaplan GW, et al. Fertility index analysis in cryptorchidism. J Urol 1995; 153(4):1255-8. Rohatgi M, Menon PS, Verma IC, Iyengar JK. The presence of intersexuality in patients with advanced hypospadias and undescended gonads. J Urol 1987; 137(2):263-7. Moore RG, Peters CA, Bauer SB, Mandell J, Retik AB. Laparoscopic evaluation of the nonpalpable testis: a prospective assessment of accuracy. J Urol 1994; 151(3):728-31. El-Anany F, Gad El-Moula M, Abdel Moneim A, Abdallah A, Takahashi M, Kanayama H, et al. Laparoscopy for impalpable testis: classification-based management. Surg Endosc 2007; 21(3):449-54. Samadi AA, Palmer LS, Franco I. Laparoscopic orchiopexy: Report of 203 cases with review of diagnosis, operative technique, and lessons learned. J Endourol 2003; 17(6):365-8. Gatti JM, Ostlie DJ. The use of laparoscopy in the managementof nonpalpable undescended testes. Current Opinion in Pediatrics 2007; 19(3):349-53. Dhanani NN, Cornelius D, Gunes A, Ritchey ML. Successful outpatient management of the nonpalpable intraabdominal testis with staged Fowler-Stephens orchiopexy. J Urol 2004; 172(6 pt 1):2399-401. Perovic S, Janic N. Laparoscopy in the diagnosis of nonpalpable testes. Br J Urol 1994; 73(3):310-3 Lakhoo K, Thomas D.F.M, Najmaldin A.S. Is inguinal exploration for he impalpable testis an outdated operation? Br J Urol. 1996; 77(3):452-4 Caldamone A.A, Amaral J.F. Laparoscopic stage 2 FowlerStephens orchiopexy. J Urol 1994; 152(4):1253-6 Cortes D, Thorup J.M, Lenz K, Beck B.L, Nielsen O.H. Laparoscopy in 100 consucutive patients with 128 impalpable testes. Br J Urol 1995 ; 75(3):281-7 Pirinççi ve ark. 24. Scott J.E.S. Laparoscopy as an aid in the diagnosis and management of the impalpable testes. J Ped Surg 1984; 131: 728-30 25. Gulinakar A.C, Anderson P.A.M, Schwartz R, Giacomantonio, M. Impact of diagnostic laparoscopy in the management of the unilateral testis. Br J Urol 1996; 77(3):455-7 26. Demirci D, Gülmez İ, Ekmekçioğlu O, Sözüer E, Keklik E. Palpe edilemeyen testislerin tanı ve tedavisinde laparoskopinin yeri. Türk Üroloji Dergisi 1998; 24(3):259-62. 27. Monk TG, Weldon BC. Anesthetic Considerations for Laparoscopic Surgery. J Endourol. 1992; 6:89-91 28. Chandler JG, Corson SL, and Way LW. Three spectra of laparoscopic entry access injuries. J Am Coll Surg 2001; 192(4):478-90; discussion 490-1 Non-palpabl testiste laparoskopi 29. Kavoussi LR., Sosa E, Chandhoke P, Chodak G, Clayman RV, Hadley HR, et al. Complications of laparoscopic pelvic lymph node dissection. J Urol 1993; 149(2):322-5 30. Parra R, Hagood P, Boullier J, Cummings J, Mehan DJ. Complications of laparoscopic urological surgery: experience at St. Louis University. J Urol 1994; 151(3):681-4 31. Thiel R, Adams JB, Schulam PG, Moore RG, and Kavoussi LR. Venous dissection injuries during laparoscopic urological surgery. J Urol 1996; 155(6):1874-6 32. Peters CA. Complications in pediatric urological laparoscopy: results of a survey. J Urol 1996; 155(3):1070-3 33. Radmayr C, Oswald J, Schwentner C, Neururer R, Peschel R, Bartsch G: Long-term outcome of laparoscopically managed nonpalpable testes. J Urol 2003; 170(6 pt 1):2409-11. 33 Yeni Üroloji Dergisi - The New Journal of Urology 2012; 7 (2): 32-36 Olgu / Case Renal sinüs lipomatozis: Bilgisayarlı tomografi eşliğinde farklı olgular Renal sinus lipomatosis: Different cases with computed tomography Işıl Başara1, Yiğit Akın2 , Selim Serter1 1 2 Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Ana Bilim Dalı, Manisa Erzincan Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı, Erzincan Geliş tarihi (Submitted): 14.02.2012 Kabul tarihi (Accepted): 27.04.2012 Yazışma / Correspondence Yard. Doç Dr. Yiğit Akın Erzincan Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji A.D, Erzincan Tel: 0506 533 49 99 E-mail: [email protected] 34 Özet Amaç: Bu çalışmada renal sinüs dokusunda farklı derecelerde yağ birikimini gösteren olguların bilgisayarlı tomografi (BT) bulguları sunulmakta ve güncel literatür eşliğinde renal sinüs lipomatozis gözden geçirilmektedir. Gereç ve Yöntemler: Çalışmamızda geriye dönük olarak, BT arşivimiz araştırıldı. Mayıs 2010 - Eylül 2011 tarihleri arasında, farklı kliniklerden, BT ünitemize yönlendirilen 11 farklı olgu değerlendirildi. Bulgular: Yaşları 36 ve 80 arasında değişen, 5’i erkek, 6’sı kadın toplam 11 hastaya renal sinüs lipomatozis tanısı konuldu. Bu hastalardan 7’sinde staghorn böbrek taşı, 2 hastada non-spesifik karın ağrın ağrısı, 1 hastada akut pankreatit, 1 hastada akut pyelonefrit mevcuttu, BT ile tetkik ve/veya kontrollerinde renal sinüs lipomatozis saptandı. Sonuç: Konvansiyonel radyografik inceleme yöntemleri ile tanısı zor olan renal sinüs lipomatozis benign bir durumdur ve radyografik olarak ürolojik tümörlerle karışabilmektedir. BT, hastaların doğru tanı almasına yardımcı olmakla birlikte; adipöz doku büyümesinin derecesini, komşu organlara yayılımını, varsa komplikasyonları belirlemede de önemlidir. Kesin tanı; ürolog, radyolog ve patologların birlikte çalışmasıyla konulabilecektir. Anahtar Kelimeler: Bilgisayarlı tomografi, böbrek, replasman lipomatozis, sinüs Lipomatozis. Abstract Objective: In this study, computed tomography (CT) findings of the cases with different levels of fat storage in renal sinus tissue are represented and renal sinus lipomatosis is evaluated in the light of recent literature. Material and Methods: In our study, the CT archive was investigated retrospectively. Between 2010 May – 2011 September. Eleven different cases who have been sent to our CT unit from different clinics had been evaluated. Results: Five male, 6 female; totally 11 different patients had been diagnosed as renal sinus lipomatosis with CT findings. The ages of the patients differed between 36 and 80. In 7 of the patients who have been included to this study, had staghorn renal calculi. Two of them had non-spesific abdominal pain, 1 patient had acute pancreatitis and 1 patient had pyelonephritis. All of these patients had renal sinus lipomatosis. Conclusion: Renal sinus lipomatosis is a benign pathology and the diagnosis with conventional radiological methods may be difficult. It may be confused with urological tumors. CT helps us to diagnose correctly, determine the level of adipose tissue proliferation, extention to adjacent tissues and the complications. The patients can be diagnosed definitively with the study of urologists, radiologs and pathologs together. Key Words: Computed tomography, kidney, replacement lipomatosis, sinus lipomatosis. Başara ve ark. Giriş Renal sinüs lipomatozis, intrarenal toplayıcı sistemlerde kitle etkisi oluşturabilen benign, anormal yağ birikimi olarak da tanımlanabilir.[1] Renal sinüs ve perirenal alanda anormal yağ doku büyümesi ilerleyen yaşa ya da obesite gibi değişik sebeplere bağlı ortaya çıkmaktadır. Bunların yanında renal doku destrüksüyonu veya atrofisi, dışarıdan alınan steroidler ve vücutta steroid üreten tümörler sonucunda, renal sinüsdeki yağ doku anormal olarak artış gösterebilir.[1,2] Replasman lipomatozis; renal sinüs lipomatozisin bir formu olup, kronik böbrek taş hastalığı, hidronefroz gibi durumlara bağlı renal atrofi halinde renal sinüste ve perirenal alanda bulunan yağ dokusunda belirgin artış ve renal parankim dokusunun yerini yağ dokusunun alması olarak tanımlanır.[3] Bu duruma böbrek parankimindeki atrofi neden olmaktadır.[3] Radyolojik görünümü tipik olan renal sinüs lipomatozisin farklı şekillerinin bilinmesi, tanı koyma sırasında yanılmayı önler. Konvansiyonel radyografik inceleme yöntemleri (direkt grafi, ultasonografi) bu durum için tanı koydurucu değildir. Buna karşın bilgisayarlı tomografi (BT) bulguları tanısaldır.[4-7] Çalışmamızda, farklı derecelerde yağ birikimi gösteren renal sinüs lipomatozis ve replasman lipomatozisli olguların BT bulguları literatür eşliğinde gözden geçirilmektedir. Gereç ve Yöntem Çalışmamız geriye dönük olarak, arşivimizin araştırılması ile oluşturulmuştur. Mayıs 2010 - Eylül 2011 tarihleri arasında, 3 farklı klinikten, BT ünitemize yönlendirilen 11 farklı olgu değerlendirildi. Tüm incelemeler, Somatom emotion® (Siemens-Forcheim-Germany), tek dedektörlü, spiral BT cihazı ile gerçekleştirildi. Tüm incelemelerde oral ve intravenöz kontrast madde ve rutin protokoller kullanıldı (110 Kv, 140 mAs, rotasyon zamanı 1 sn, pitch 1, kesit kalınlığı 10 mm, masa hareketi 10 mm). Bulgular Çalışmamızdaki hastaların yaşı 36 ve 80 arasında değişmekteydi. Ortalama yaş 65 olarak bulundu. Hastalarımızdan 5’i erkek, 6’sı kadındı. BT tetkiklerinin tümünde; renal sinüsü dolduran ve yağ ile eş dansitede yağ birikimi bulguları izlenmekteydi. Yağ birikimi 3 hastada tek, 8 hastada çift taraflıydı. BT incelemelerinin endikasyonları farklıydı. Olguların 7’sinde staghorn böbrek taşı bulunmaktaydı. Üro- Renal sinüs lipomatozis Resim 1: 36 yaşında kadın hasta a. BT incelemesine ait topogram görüntüde, sol böbrek renal pelvisi düzeyinde staghorn taşı düşündüren hiperdens görünüm izleniyor (Ok). b. Pre-kontrast BT görüntülerde, sağ böbrekte milimetrik taş izleniyor. Sol böbrekte, tüm renal pelvisi dolduran staghorn taş izleniyor (Ok). İzlenen taş etrafında sinüs lipomatozisle uyumlu belirgin yağ densitesi ile uyulu görünüm gözleniyor (Kıvrık ok). loji polikliniğinde takipte olan ve bilinen staghorn böbrek taşlı olgular tanı ve kontrol amaçlı BT ünitemize yönlendirildi. Tümünde renal sinüs lipomatozisin eşlik ettiği staghorn taş ve böbrek parankiminde yer yer atrofiler izlenmekteydi. Bu 7 olgudan, takiplerinde yan ağrısı artan ve makroskopik hematürisi olduğu için BT ünitesine yönlendirilen hastanın, BT görüntüleri Şekil 1’de gösterilmektedir. Resim 2: 62 yaşında erkek hasta a. Pre-kontrast BT görüntüde, her iki böbrek renal sinüste sinüs lipomatozis izleniyor. Sinüs lipomatozisin kitle etkisine bağlı her iki böbrek posterolaterale doğru itilmiş olarak görülüyor (Kıvrık ok). Tariflenen bu bulgu sol böbrekte daha belirgin olarak izleniyor. b. Post-kontrast BT görüntüde tüm kalisiyel yapılar içinde kontrast madde seviyelenmesi izleniyor. Bu bulgu sinüs lipomatozise bağlı olarak değerlendirildi. Ek olarak sol böbrekte hiperdens taş izleniyor (Ok). c. Post-kontrast BT görüntüde, sol böbrekte belirgin olarak izlenen lipomatozisin sol üreter etrafında da boylu boyunca uzandığı izleniyor (Ok). 35 Yeni Üroloji Dergisi - The New Journal of Urology 2012; 7 (2): 32-36 Resim 3: 72 yaşında kadın hasta, a. Pre-kontrast, b. Post-kontrast BT imajlarda, her iki böbrekte renal ve perirenal sinüs lipomatoz izleniyor (Oklar). Hastaların 2’si non-spesifik karın ve lomber ağrı yakınmaları ile ileri inceleme amaçlı hastanemiz BT ünitesine yönlendirildi. Şekil 2 ve 3’te BT tetkiklerinde renal sinüs lipomatozis izlenen hastalarımızın bulguları gösterilmektedir. Diğer hasta; epigastrik bölgede belirgin karın ağrısı, bulantı, kusma, halsizlik yakınmaları ile acil servise başvuran, biyokimyasal analizlerinde yüksek amilaz ve lipaz seviyeleri bulunmuş ve pankreatit ön tanısı ile BT incelemesine gönderilmişti. Hastada akut pankreatit bulgularının yanı sıra renal sinüs lipomatozise ait görüntüler Şekil 4’te izlenmektedir. Resim 4: 45 yaşında erkek hasta, post-kontrast BT görüntüde, sağ böbrekte daha belirgin olmak üzere her erihepatik, anterior pararenal serbest sıvı ve gerato fasyasında kalınlaşma izleniyor (Oklar). BT bulguları ve yüksek amilaz değerleri ile olgu pankreatit olarak tanı aldı. Şekil 5’te BT tetkiki görülen olgu, üroloji kliniğinde akut pyelonefrit tanısıyla takip edilmekteydi. Pyelonefrit nedenini ve ek patolojileri araştırmak amaçlı BT ünitesine yönlendirilmişti. 36 Tartışma Renal sinüs lipomatozis, literatürde ilk defa Peacock ve Balle tarafından bildirilmiştir.[8] Nedeni tam olarak açıklanamamışsa da; obezite, Cushing hastalığı, steroid kullanımı gibi durumlarda ayrıca İlerleyen yaş, ateroskleroz ve renal parankim hasarı ile giden post-inflamatuar süreçlerde renal sinüs ve perirenal alandaki yağ dokuda artış izlenebilir.[5,6] Ambos ve çalışma arkadaşları; 6-7. dekatta, senil atrofi ve obezite sonu oluşan renal sinüsteki yağ depolanma bulgularının hafif olduğunu bildirmişlerdir.[4] Literatürde sinüs lipomatozisin patogenezinde 2 teori ortaya konulmuştur; ilki renal atrofiye sekonder, yağ dokudaki kompanzatuvar hipertofi; diğeri renal dokudaki kaybı kompanze etmek için inflamasyonun indüklediği yağ doku proliferasyonudur.[9] Literatürde renal sinüs lipomatozisin sıklığı ile ilgili bir çalışma bildirilmemiştir fakat olgularının %70’inde neden kronik enfeksiyon ve böbrek taşıdır.[7] Replasman lipomatozis; renal sinüs lipomatozisin daha ciddi ve seyrek görülen bir şeklidir. Genelde tek taraflı görülür. Uzun süreli hidronefroz, kronik enfeksiyon, staghorn ve/veya kalisiyel taş varlığı, renal atrofi ve ciddi parankim hasarının olduğu durumlarda görülür.[3,5-7] Olgularımızdan sadece 2’sinde (şekil 2 ve 3) bilateral replasman lipomatozis ve lipomatozisin üreter boyunca da devam ettiğini, ayrıca buna nefrolitiyazisin eşlik ettiğini saptadık. Sinüs lipomatozis klinik olarak, daha çok birlikte seyrettiği patolojilerle bulgu verir. Staghorn taş ile birlikteliğinde; yan ağrısı, hematüri görülebilir. Enfeksiyon varlığı söz konusu ise subfebril/yüksek ateş, dizüri, yan ağrısı gibi klinik bulgular ortaya çıkabilir. Ayrıca dışarıdan steroid alınmasına sebep olabilecek çeşitli hastalıkları olan veya vücudun fazladan steroid üretimine neden olan hastalıklarıyla takip edilen hastalarda, sonradan ortaya çıkabilen tek taraflı yan ağrısı durumlarında da akla gelmelidir.[4-6] Literatürde genellikle asemptomatik olduğundan bahsedilmektedir.[1] Asemptomatik olma nedeni; yağ doku birikiminin kitle etkisi oluşturmasına rağmen belirgin kalisiyel sistem obstrüksüyonuna yol açmamasıdır. Yapılan radyolojik tetkiklerde, kalisiyel yapılarda sadece itilme bulgusu izlenebilir.[1] Replasman lipomatozis ise çoğu zaman semptomatiktir. Honda ve çalışma arkadaşları replasman lipomatozisli hastalarla ilgili çalışmamala- Başara ve ark. rında; asemptomatik hastaların da olduğu ancak bu durumun nadir olduğunun bildirmişlerdir.[10] Bizim geriye dönük olarak değerlendirdiğimiz 11 hastada; renal sinüs lipomatozise ve/veya replasman lipomatozise bağlı belirgin klinik bulgusu olan hasta bulunmamaktaydı. Patolojik olarak replasman lipomatoziste; böbreğin parankiminin oldukça inceldiği, perirenal alanı ve renal sinüsü dolduran hiperplastik yağ dokusunun olduğu görülür.[4](Şekil 6) Aralarında inflamatuar hücre gruplarının gözlendiği büyük yağ hücreleri parankime invaze olmadan, sadece parankimin yerini alır ve parankim içerisinde değil komşuluğunda yer alır.[4-6] Bu bulgularla, böbrekten kaynaklı tümörlerden ve böbreğe invaze olmamasıyla böbrek çevresinden kaynaklanan tümörlerden ayrımı yapılabilir. Radyolojik incelemelerde; direkt üriner sistem grafisi (DÜSG) ve intravenöz pyelografi (İVP) gibi konvansiynel yöntemler yağ doku birikimine neden olabilecek, staghorn taş ve multipl taşlar gibi sekonder bulguları gösterebilir. Ancak yağ doku birikiminin net tanısı bu yöntemlerle konulamaz. Böbreklerin anatomisinin ve fonksiyonlarının da değerlendirilmesinde kullanılan İVP’de, etkilenmiş böbrekte fonksiyon kaybı, lipomatozise bağlı infidibulumlarda incelme, distorsiyon ve artmış böbrek boyutlarının eşlik ettiği radyolüsent bir görünüm izlenebilir. [3,5-7] Ultrason (US) incelemesinde, böbrek formunun korunduğu, renal sinüste ekojen lipomatozise ait ekojen kitlesel görünümler izlenebilir. Tıpkı DÜSG ve İVP tetkiklerinde görülebileceği gibi lipomatozise neden olan staghorn ve multipl taşlar da US ile değerlendirilebilir.[2] Olgularımız BT arşivlerinden geriye dönük hasta dosya incelemeleri ile elde edilmiş; DÜSG, İVP ve US bulguları değerlendirilememiştir. Genel olarak, US bulguları renal sinüs ve replasman sinüs lipomatozisini akla getirse de BT ve manyetik rezonans görüntülemenin (MRG), lipomatozisin belirleyici özelliklerini gösteren en kesin görüntüleme yöntemleridir.[3] BT ve MRG de direkt olarak sinüs lipomatozisin içerdiği yağlı komponentleri gösterilebilir.[2] BT Düşük atenüasyon değerleri ile yağ dokusunun tanımlanmasında daha üstündür.[3] Renal sinüs, hiler bölge ve perirenal alandaki yağ dokusu proliferasyonu ve buna bağlı parankimal atrofi BT incelemede netlik ile değerlendirilir.[3-7] BT tetkiklerinde doku içeriğindeki yağ doku/fibröz doku oranı azaldığında, dansite değerle- Renal sinüs lipomatozis Resim 5: 81 yaşında kadın hasta, pre-kontrast BT görüntüde, her iki böbrekte perirenal, sağ renal sinüste belirgin hipodens lipomatozisin eşlik ettiği bilateral renal taşlar izleniyor (Kıvrık ok). Yüksek ateş ve dizürü bulguları ile pyelonefrit ön tanısı olan olguda sağ pararenal alanda enflamasyonu düşündüren lineer dansite artışları izleniyor (Ok). ri 10/+15 Hounsfiled Unit değerine kadar yükselebilir.[5] Literatürde, sinüs lipomatozisli olgulara ait görüntülerde böbrek parankiminin tama yakın atrofisi, staghorn böbrek taşı ve bunları saran yağ doku kitlesi, psoas kası gibi çevre kas ve organlara infiltrasyon, böbrek kapsülünde kalınlaşma ve yağ doku birikimi içinde fibrotik ve elonge infindibulumlara ait lineer dansiteler gibi BT bulguları tariflenmiştir.[1,2] Olgularımızın BT bulguları, literatürde tariflendiği gibi izlenmiş olup, hiçbirinde komplikas- Resim 6: Perirenal, hiler bölgedeki olgun yağ doku hücreleri ve inflamatuvar hücreler. X100 büyütme ile görülmektedir (Şekil 14. Kaynaktan alınmıştır.). 37 Yeni Üroloji Dergisi - The New Journal of Urology 2012; 7 (2): 32-36 yon oluşturabilcek perirenal abse ve sinüs traktları saptanmamıştır.[5,10,11] Renal sinüs ve replasman lipomatozisin ayırıcı tanısında anjiomyolipom, lipom, liposarkom ve ksantogranülomatöz pyelonefrit akla gelmelidir.[7] Anjiyomiyolipom yağ, düz kas ve anormal damarlardan oluşan hamartomdur. BT’de böbrek parankiminde veya perirenal alandaki yağ dansitesinde kitle şeklinde gözlenebilir. Böbrek taşının eşlik etmemesi, böbrek fonksiyonlarının tam olması ve tüberosklerozlu hastalarda sıklıkla görülmesi ayırt edicidir.[6,10] Lipom ve liposarkomda parankimal atrofi ve staghorn böbrek taşları izlenmeyebilir. Bu tümörler sıklıkla renal sinüs dışında intrarenal veya ekstrarenal alanda yerleşim gösterir. Lipomatozisin renal sinüs yerleşimli olması önemli ayırt edici yöndür.[4-7,12] Düzensiz sınırlar, infiltrasyon, heterojenite ve kitle etkisi izlendiğinde liposarkom düşünülmelidir.[11] Ksantogranülomatöz pyelonefrit mikroskobik olarak lipid yüklü makrofajlar ve ksantom hücrelerinin birikimi olan granülomatöz inflamasyon olarak tanımlanmıştır.[7] Ksantogranülomatöz pyelonefritli olgularda; BT incelemede, fibroadipoz doku ve/veya debris izlenir. Debrisin; böbrek korteksine veya medüller bölgeye yerleşimli olduğu ve parankimin yerini aldığı görülür. Tarif edilen debrise bağlı hipodens görünüm, staghorn taşa ait hiperdens görünüm izlenir. Etkilenen böbrekte de fonksiyon kaybı görülebilir.[13] Ayrıca hidronefroz veya piyonefroz ile su dansitesine yakın dansite değerleri alınan, ksantogranülomatöz doku dikkat çekicidir.[5,7] Replasman lipomatozis, yağ dokuda abse oluşumuna da yol açabilir ve literatürde bu tür vakalar da bildirilmiştir.[6] Acunaş ve arkadaşları benzer fizyopatolojiye sahip bu iki durumun birlikte olduğu bir vaka bildirmişlerdir.[13] Literatürde tanımlanmış bir medikal tedavi seçeneği olmamakla birlikte, tanı konulan olgular üroloji polikliniğinde ayaktan takip edilebilir. Xu ve arkadaşları yaptıkları bir çalışmada ürologların renal sinüs lipomatozisin tanı ve tedavisinde yeterli deneyime sahip olmadıklarını bildirmişlerdir.[14] Fakat BT’deki dansite değerleri, radyolojik bulgular sinüs lipomatozis tanısı ve ayrıcı tanılar için yeterlidir. Konvansiyonel radyografik inceleme yöntemleri ile tanısı zor olan renal sinüs lipomatozis, benign bir durumdur ve radyografik olarak ürolojik tümörlerle karı- 38 şabilir. BT, yağ doku büyümesinin derecesini, komşu organlara yayılımını, varsa komplikasyonların (fistül, abse) varlığı ve derecesini belirlemede rol oynayan önemli bir tanı yöntemi olarak kabul edilir. Kesin tanı ürolog, radyolog ve patologların birlikte çalışmasıyla konulabilecektir. Kaynaklar 1. Zagoria RJ, Tung GA. The renal sinus, pelvocalycealsystem, and ureter. In: Zagoria RJ,TungGA, eds. Genitourinary radiology: the requisites. St Louis, Mo: Mosby, 1997; 152 191. 2. Davidson AJ, Hartman DS, Choyke PL, Wagner BJ. Renal sinus and periureteral abnormalities. In: Davidson AJ, Hartman DS, Choyke PL, Wagner BJ, eds. Davidson’s radiology of the kidney and genitourinary tract. 3rd ed. Philadelphia, Pa: Saunders, 1999; 431–455. 3. Karasick S, Wechsler RJ. Replacement lipomatosis of the kidney. Radiology 2000; 215:754–756. 4. Ambos MA, Bosniak MA, Gordon R, Madayag MA. Replacement lipomatosis of the kidney. AJR 1978; 130:10871091. 5. Kullendorff B, Nyman U, Aspelin P. Computed tomography in renal replacement lipomatosis. Acta Radiol 1987; 28:447-450. 6. Thierman D, Hagaa jr, Anton P, Lipuma PP. Renal replacement lipomatosis. J Comput Assist Tomogr 1983; 7:341343. 7. Subramanyam BR, Bosniak MA, Horii SC, Megibow AJ, Balthazar EJ. Replacement lipomatosis of the kidney: diagnosis by computed tomography and sonography. Radiology 1983; 148:791-792. 8. Peacock AH, Balle A. Renal lipomatosis. Ann Surg 1936; 103:395-401. 9. Kocaoglu M, Bozlar U, Sanal HT, Guvenc I. Replacement lipomatosis: CT and MRI findings of a rare renal mass. Br J Radiol 2007; 80:287-9. 10. Honda H, McGuire CW, Barlonn TJ, Hashimoto K. Replacement lipomatosis of the kidney: CT features. J Comput Assist Tomogr 1990; 14:229-231. 11. Nicholson DA. Replacement lipomatosis of the kidney– unusual CT features. Clin Radiol 1992; 45:42-43. 12. Yağcı C, Koşucu P, Yörübulut M, Akyar S. Renal lipomatosis: ultrasonography and computed tomography findings. Eur Radiol 1999; 9:1599-1601. 13. Acunaş B, Acunaş G, Rozanes İ, Büyükbabani N, Gökmen E. Coexistent xanthogranulomatous pyelonephritis and massive replacement lipomatosis of the kidney : CT diagnosis. Urol Radiol 1990; 12:88-90. 14. Xu Y, Liu RL, Zhang ZH, Zhao WM, Yang QC Renal replacement lipomatosis. Eur Surg Res 2006; 38:385-7. Yeni Üroloji Dergisi - The New Journal of Urology 2012; 7 (2): 37-40 Olgu / Case Primer prostat leiomyosarkomu: Olgu sunumu Primary leiomyosarcoma of the prostate: Case report A. Tunç Özdemir, M. Fuat Özcan, Serkan Altınova Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi 1. Üroloji Kliniği Geliş tarihi (Submitted): 01.02.2012 Kabul tarihi (Accepted): 24.04.2012 Yazışma / Correspondence Muhammet Fuat Özcan Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 1.Üroloji Kliniği Bilkent/Ankara Tel: 0505 640 70 25 E-mail: [email protected] Özet Primer prostatik leimyosarkom kötü prognoza sahip oldukça nadir bir hastalıktır. Klinik bulgular, fizik muayene, laboratuar tetkikleri ve görüntüleme yöntemlerinde hastalığa spesifik bulgu saptanmayabilir. Tanı patolojik inceleme ile konulabilmektedir. Çalışmamızda nadir görülen ve kötü prognoza sahip primer prostat leiomyosarkomu olgusu bildirilmiş ve konu ile ilgili literatür gözden geçirilmiştir. Anahtar Kelimeler: Prostat, leiomyosarkom. Prostat leiomyosarkomu, tüm prostat malignitelerinin %0.1’ inden azını oluşturan nadir bir tümördür (1). Prognozu kötü olmakla birlikte, yaşam beklentisi hastalığın evresine bağlı olarak değişik serilerde %0-60 arasında değiştiği bildirilmiştir (2-5). Çalışmamızda alt üriner sistem semptomu olan, nadir görülen ve kötü prognoza sahip primer prostat leiomyosarkomu olgusu bildirilmiş, tanı ve tedavide konu ile ilgili literatür gözden geçirilmiştir. Olgu Sunumu Yetmiş yedi yaşında erkek hasta, kliniğimize yaklaşık bir yıldır süren alt üriner sistem semptomları şikayetiyle transüretral sondalı olarak başvurdu. Hikayesinde 3 aydır idrar yapamama nedeniyle aralıklı olarak transüretral sonda takılma öyküsü mevcuttu. Regüle tip 2 diabetes mellitus, konjestif kalp yetmezliği ve sol kasık fıtığı tanısı olan hastanın yaklaşık 55 yıl 1,5 paket/gün sigara, günlük düzenli alkol kullanım öyküsü vardı. Ailede genitoüriner sistem malignite öyküsü yoktu. Fizik muayenede sol Abstract Primary leiomyosarcoma of the prostate is extremely rare disease with poor prognosis. There is no disease-specific findings of clinical signs, physical examination, laboratory tests and imaging techniques, In our study, a rare case of primary leiomyosarcoma of the prostate with a poor prognosis have been reported and the relevant literature is reviewed. Key Words: Prostate, leiomyosarcoma. inguinal bölgede redükte edilebilen kasık fıtığı, parmakla rektal muayenede ise nodül ve endürasyon saptanmayan grade 3 prostat saptandı. Transrektal ultrason (TRUS) incelemesinde, sonografik olarak normal sınırlarda 140cc prostat olarak değerlendirildi. Kan üre ve kreatin değerleri normal aralıktaydı. Tam idrar tetkiki normal, Total ve serbest prostat spesifik antijen (PSA) değerleri sırasıyla 2.68ng/ml ve 0.93 ng/ml saptandı. Son 5 yılda PSA velositesi normal sınırlarda saptandı. Anestezi kliniği değerlendirmesi sonucu ASA (American Society of Anesthesiologists) skorunun 4 (yüksek) ve operayonun yüksek riskli olduğu bildirildi. Hastanın şikayeti, kliniği, IPSS (uluslararası prostat semptom skoru), laboratuar sonuçları ve anestezi kliniği önerileriyle değerlendirildi ve hastayla birlikte laser prostatektomi kararı verildi. Hastaya 80 watt KTP laser ile transüretral laser prostatektomi uygulandı. Operasyon sonrası önemli bir komplikasyon gelişmeyen hasta postoperatif 2. gün taburcu edildi. Yaklaşık 1 ay sonra glob vesicale şikayeti ile baş- 39 Yeni Üroloji Dergisi - The New Journal of Urology 2012; 7 (2): 37-40 Resim 1: İğsi stoplazmalı, birbirini çaprazlayan tümör hücreleri (H.E. x200) Resim 2: Belirgin nekroz alanı içeren tümör dokusu (H.E. x40) vuran hastanın fizik muayenesinde parmakla rektal incelemede grade 2 prostat ve TRUS’ da 90 cc prostat saptandı. Transüretral sondalı takibe karar verilen hastanın sık piyüri atakları gelişmesi ve eş zamanlı sol kasık fıtığının redükte edilememesi üzerine ingüinal herni onarımı ve transvezikal açık prostatektomi operasyonu uygulandı. Operasyon sonrasında önemli bir komplikasyon gelişmeyen hasta postoperatif 7.gün şifa ile taburcu edildi. Taburculuk sonrası 7.günde genel durumda bozulma ve septik tablo ile kliniğimize başvuran hasta 17 gün yoğun bakımda takip edildi. Bu süreçte sepsis nedeni araştırılmak amacıyla yapılan abdomen, toraks ve kraniyal bilgisayarlı tomografi incelemesi yapılan hastada metastatik hastalık ile uyumlu multipl pulmoner nodüller, mediasten ve hiler lenfadenopatiler izlendi. Açık prostatektomi patolo- 40 ji sonucu prostat leimyosarkomu gelen hastaya yoğun bakım sonrası süreçte önerilen tedavi seçenekleri kabul etmedi. Tedavi almayan hasta postoperatif 1.yılında halen kontrollerine devam etmektedir. Patolojik Bulgular Transvesikal prostatektomi materyalinin makroskobik olarak incelenmesinde prostat 8x7x5 cm ölçülerinde, sağ-sol ve posterior lobları tutan krem-beyaz renkli tümör izlendi. Mikroskobik incelemede kesitlerde sellüler görünüm, eozinofilik uzantılı sitoplazmalı, nükleer pleomorfizm gösteren fuziform veziküler nükleuslu iğsi şekilli, demetler tarzında dizilimliydi (Şekil 1). Lezyon içerisinde nekroz alanları yer almaktaydı (Şekil 2). Tümör dokusunda mitotik aktivite izlenmiş olup nekroz alanı çevresinde atipik mitotik figürler izlendi. Tümöre yapılan immünhistokimyasal boyamalardan SMA, vimentin ve desmin ve progesteron ile pozitif boyanma, ALK, CK, CD34 ile negatif sonuç elde edildi (Şekil 3). Proliferasyon belirteçlerinden olan Ki-67 immünhistokimyasında proliferasyon indeksi %5’in üzerinde bulundu. Olgu histopatolojik bulgular ve immunhistokimyasal boyamalar ile birlikte değerlendirildi ve düşük gradeli leiomyosarkom ile uyumlu bulunmudu. Tartışma Sarkomlar tüm malign tümörlerin %1’ini oluşturular, bu tümörlerin %5’ inden azı genitoüriner sistem kaynaklıdır (6). Russo ve ark. serisinde en sık paratestikuler, prostat, seminal veziküller, mesane ve böbrekten geliştikleri bildirilmiştir (7). Primer prostat sarkomları prostat stromasının non-epitelyal mezenkimal komponentlerinden gelişir ve tüm prostat malignitelerinin %0.1’inden azını oluştururlar (1). Pediatrik yaş grubunda en sık görülen histolojik tip rabdomyosarkom iken yetişkinlerde en sık görülen prostat sarkomu leiomyosarkomdur (1,8). Hastaların çoğunluğu 40-70 yaş arasında olmakla birlikte leiomyosarkomların %20’si genç erişkin veya çocuklarda görülmektedir (2,8). Prostat leimyosarkomu saptanan hastalarda en sık görülen semptomlar obstrüktif semptomlar ve dizüri olmakla birlikte, diğer sık görülen başvuru nedenleri; hematüri, perineal ve pelvik ağrı, konstipasyon, yangılı ejekülasyon ve kilo kaybıdır (8,9). Hastamız 77 yaşındaydı ve obstrükrif semptomlar ve hematüri ile başvurdu. Hastanın kliniğinde ve öyküsünde spesifik özellik olmadığından operasyon öncesi dönemde be- Özdemir ve ark. Resim 3: SMA pozitif boyanan tümör hücreleri (H.E. x400) nign prostatik hastalıklarla karışabilmektedir. Fizik muayenede prostat boyutlarında artış saptanabilmekte ve serum PSA değerleri tipik olarak normal sınırlarda bulunmaktadır (4,8,9). Tanı en sık alt üriner sistem semptomu nedeniyle yapılan transüretral prostat rezeksiyonu(TURP) materyalinin patolojik incelenmesiyle ve daha az sıklıkla TRUS eşliğinde yapılan prostat biyopsi, transperineal biyopsi, suprapubik prostatektomi materyallerinin patolojik incelenmesi ile konulmaktadır (8). Hastamıza komorbiditeleri ve yüksek kardiyak riski nedeniyle transüretral 80watt KTP laserprostatektomi operasyonu uygulandı. Tekniğin doku ablasyonu ve koagülasyon sağlaması, büyük hacimli prostatların tedavisinde avantajlı olabilmektedir. Laser prostatektomi, cerrahi için yüksek riskli, kanama diyatezli, antikoagülan kullanım öyküsü olan hastalarda kullanılabilecek etkili ve başarılı sonuçlara sahip bir yöntemdir (10,11). Laser prostatektominin dezavantajı patolojik tanı için doku alınamamasıdır (12). Patolojik inceleme için doku örneği alınamaması prostat kanseri veya prostatın nadir görülen diğer tümörlerinin gözden kaçırılmasına neden olabileceği, tedavinin eksik kalmasına veya hastalığın ilerleyerek kür şansını kaybetmesine neden olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Laser prostatektomide vaporizasyon süresi ile ne kadar doku ablasyonu yapıldığı net olarak hesaplanamamaktadır (13) ve yeniden tedavi oranları prostat <40 ml grupta %4,9 iken prostat >80 ml grupta %10,3 olarak bildirilmiştir (12). Laser prostatektomi sonrası hasta şikayetlerinin tekrarlayabileceği tekrar Primer prostat leiomyosarkomu tedavi gerekebileceği bildirilmelidir. Primer prostatik leiomyosarkomların patolojik incelemesinde lezyonlar 3-21 cm arasında değişen boyutlarda olup, sıklıkla makroskobik olarak fokal alanlarda hemoraji, nekroz ve kistik dejenerasyonlarla infiltratif görünümdedir (1,14) ve değişen derecede nükleer atipi ve artmış mitoz aktivite ile eozinofilik iğsi tümör hücrelerinin oluşturduğu demetler karakteristiktir. Ayırıcı tanıda psödosarkom, inflamatuar fibrosarkom, prostat apseleri gibi benign durumlar ve diğer nadir prostat tümörleri bulunmaktadır (3,14). Vakamızda tümörün en büyük çapı 8 cm olup makroskobik olarak infiltratif görünümdedir. Tümör grade’i belirlenmesinde atipi, fokal infiltrasyon ve mitotik figürler dikkate alınmaktadır. Yüksek grade kistik dejenerasyon ve nekroz ile ilişkilidir (14). Neoplastik hücreler vimentin, aktin ve desmin ile pozitif reaksiyon verirler. Sitokeratin ekspresyonu %25 oranında pozitif izlenir (4). Vakamız selüler özellikte olup, atipik hücreler, tipik ve atipik mitotik figürler izlenmiştir. Bu bulgularla düşük grade’li leiomyosarkom tanısı almıştır. Düşük grade’li leiomyosarkomlar atipi miktarı değişken olup düşük, fokal alanlarda artmış sellülariteyle birlikte, az sayıda mitotik figüre sahip iğsi hücrelerden oluşur. Mikroskobik olarak ayırıcı tanıda diğer iğsi hücreli leiomyom, rabdomyosarkom, inflamatuar myofibroblastik tümör, soliter fibröz tümör, gastrointestinal stromal tümör, malign fibröz histiositom, anjiosarkom, nörofibrom ve schwannomlar göz önünde bulundurulmalıdır. Prostattaki iğsi hücreli lezyonların klinik ve morfolojik spektrumları, hastaların prognozunda ve tedavi modalitelerinde farklılık yaratacağından büyük öneme sahip olup, ayırıcı tanının doğru olarak yapılması gereklidir (14). Bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans inceleme gibi görüntüleme yöntemleri tümörün evrelendirilmesinde ve tedavinin planlanmasında önemlidir. Vakaların önemli bir bölümü teşhis edildiklerinde metastatiktir (1,15). Vandoros ve ark. yaptığı 55 hastalık kohort çalışmada 23.5% oranında metastaz izlenmiş ve en sık metastaz sırası ile % 17,6 akciğer, % 11.7 karaciğerve % 5.8 kemiklerde izlenmiştir. Prostatikleiomyosarkomlar kötüprognoza sahiptirler.Yetişkin prostatik sarkomlarda beklenen sağkalım oranı değişken olup, 1, 3 ve 5 yıl için sırasıyla %68, %34 ve %26’dır (15). Tedavi seçeneklerinde radikal cerrahi, adjuvan veya neoadjuvan radyotera- 41 Yeni Üroloji Dergisi - The New Journal of Urology 2012; 7 (2): 37-40 pi, ve kemoterapi bulunur ancak standart bir tedavi önerisi yoktur (4,8,9,). Radikal cerrahi tedavi serilerinin çoğunda tercih edilen tedavi yöntemi olmakla birlikte, özellikle pozitif cerrahi sınırı veya lenf nodu tutulumu olan hastalarda adjuvantkemoterapi veya radyoterapi tedaviye eklenmelidir (4). Operasyona uygun olmayan hastalar, inoperabl hastalığı olanlar ve yaygın hastalığı bulunanlarda sistemik kemoterapi tedavisi denenebilir (4,8). Retrospektif olarak yapılmış bir analizde ortanca sağkalım17 ay bulunmuştur (15). Vakamızda transvezikal prostatektomi operasyonunu takiben genel durum bozukluğu gözönüne alınarak, radikal cerahi önerilmemiş, radyoterapi veya kemoterapi tavsiye edilmiştir ancak hasta ek tedaviyi kabul etmemiştir ve 1 yıllık takiplerinde şikayeti olmayan hastanın manyetik rezonans görüntülerinde daha önceden metastaz ile uyumlu kabul edilen mediasten ve akciğer nodüllerinde boyut artışı izlenmemiştir. Primer prostatik leimyosarkom oldukça nadir karşılaşılan kötü prognonoza sahip bir hastalıktır. Klinik bulgular, fizik muayene, laboratuar tetkikleri ve görüntüleme yöntemlerinde hastalığa spesifik bulgu saptanmayabilir. Tanı veya tedavi amaçlı doku çıkarılan durumlarda tanı patolojik inceleme ile konulabilmektedir. Laser prostatektomi ile tedavide doku örneklemesi olmadığı için prostat kanseri veya nadir görülen prostat hastalıklarının gözden kaçırılabileceği, şüpheli durumlarda ayrıntılı tetkik ve gereğinde tekrar prostat doku örneklemesi ile yeniden değerlendirme ve tedavi planlanması gerekebileceği akılda tutulmalıdır. Kaynaklar 1. J.D.Miedlerand G.T. MacLennan, “Leiomyosarcoma of the prostate,” The Journal of Urology, 2007; vol. 178, no. 2, p. 668. 2. Agarwal Naresh K, Dorairanjan LN, Kumar S, MurthyC, Krishnan R. Primary prostatic leiomyosarcoma in an adult. Indian J Urol 2006; 22:66-7. 3. Cruz Ruiz M, Calleja Escudere J, Peral Martinez JI et al. Prostatic leiomyosarcoma: report of a reviewof theliterature. Actas Urol Esp 2001; 25:445-9. 4. Cheville JC, Dundore PA, Nascimento AG, et al. Leiomyosarcoma of the prostate: report of 23 cases. Cancer 1995; 76:1422-7. 5. Amat Villegas I, Beloqui Perez R, Cabellero Martinez MC et al. Prostate leiomyosarcoma: report of three cases. ArchEspUrology 2005; 58:71-4. 6. Monadaini N, Palli D, Saieva C et al. Clinical characteris- 42 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. tic sandoverall survival in genitourinary sarcomas, treated with curative intent: a multi center study. Eur. Urol. 2005; 47:468-73 Russo P, Brady MS, Conlon K et al. Adult Urological Sarcoma. J Urol 1992; 147:1032-7 Sexton WJ, Lance RE, Reyes AO et al. “Adult prostate sarcoma: the M. D. Anderson cancer center experience,” The Journal of Urology, 2001; vol. 166, no.2, pp. 521–525,. Talapatra K, Nemade B, Bhutani R et al. “Recurrent episodes of hematuria: a rare presentation of leiomyosarcoma of prostate,” Journal of Cancer Research and Therapeutics, 2006; vol.2, no. 4, pp. 212–214. Rajbabu K, Chandrasekara SK, BarberNJ, Walsh K, Muir GH. Photoselectivevaporization of theprostatewiththepotassium-titanyl-phosphate lazer in menwithprostates of >100 mL. BJU Int. 2007; 100:593–8. Ruszat R, Wyler S, Forster T. Safety and effectiveness of photoselective vaporization of theprostate (PVP) in patients on ongoing oral anticoagulation. EurUrol. 2007; 51:1031–41. Ruszat R, Seitz M, Wyler SF. Green Light lazer vaporisation of the prostate: single-center experience and long term results after 500 procedures. EurUrol. 2008; 54:893–901. Malek RS. Green Light TM HPS lazer therapyfor BPH: clinical outcomes and surgical recommendations from the International Green Light User Group (IGLU). EurUrolSuppl. 2008; 7:361-2. Hansel DE, Herawi M, Montgomery, and Epstein JI, “Spindle cell lesions of the adult prostate,” Modern Pathology, 2007; vol. 20, no. 1, pp. 148–158. Vandoros GP, Manolidis T, Karamouzis MV et al. Leiomyosarcoma of the prostate: Case report and review of 54 previously published cases. Sarcoma .2008; no.1,Vol.1,1-5 Yeni Üroloji Dergisi - The New Journal of Urology 2012; 7 (2): 41-43 Olgu / Case Dev hidronefrozu taklit eden primer retroperitoneal mezotelyal kist: Bir olgu sunumu Primary retroperitoneal mesothelial cyst mimicking giant hydronephrosis: A case report Ertuğrul Şefik1, Sacit Nuri Görgel1, Burak Özçift1, Ayşegül Aksoy Altınboğa2, Cengiz Girgin1, Çetin Dinçel3 İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 1.Üroloji Kliniği İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 1. Patoloji Kliniği 3 İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı 1 2 Geliş tarihi (Submitted): 13.02.2012 Kabul tarihi (Accepted): 09.05.2012 Yazışma / Correspondence Dr. Ertuğrul Şefik İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 1.Üroloji Kliniği, Yeşilyurt, İzmir Tel: 0506 358 40 30 Fax: 0232 243 15 30 E-mail: [email protected] Özet Mezotelyal orjinli retroperitoneal kistler çok nadir rastlanılan kistlerdir. Retroperitoneal kistlerin kesin tanı ve tedavisinde standart yöntem cerrahidir. İlk tanı anında diğer retroperitoneal kitlelerden ayırımı oldukça zordur. On yaşında kız çocuğu sol hidronefrotik nonfonksiyone böbrek öntanısıyla opere edildi. Makroskopik incelemede 25 cm lik kistin kenarında yaklaşık 2 cm lik hipoplazik böbrek dokusu olduğu görüldü .Histopatolojik incelemede kistin duvarının tek sıra kübik epitelle döşeli olduğu ve immünohistokimyasal olarak sitokeratin 7 (+), WT-1 (+), kalretinin (+) saptandı ve mezotelyal kist tanısı kondu. İki cm lik böbrek dokusu ise hipoplazik böbrek ile uyumlu olarak değerlendirildi. Bu yazımızda literatürde çok az sayıda bulunan primer retroperitoneal mezotelyal kist olgusunu sunduk. Anahtar Kelimeler: Mezotelyal; kist; retroperiton Giriş Primer retroperitoneal kistler çok nadir görülür ve hemen hepsi benign lezyonlardır. Primer retroperitoneal kisti Handfield-Jones ‘retroperitondaki yumuşak doku içerisinde yerleşmiş ve diğer anatomik yapılarla bir bağı bulunmayan kistler’ olarak tanımlamıştır(1). Kistlerin patogenezi ile ilgili kesin bir görüş olmamakla birlikte lenfatik, travmatik, parazitik ve mülleryan orjinli olduklarına dair birçok hipotez mevcuttur(2). Literatürde mezotelyal orjinli retroperitoneal kist olgusu çok nadirdir. Biz burada, 10 yaşındaki kız çocuğunda, hidronefroz ön- Abstract The retroperitoneal cysts which have mesothelial origin are very rare. Surgery is the standard method for definitive diagnosis and treatment of retroperitoneal cysts At the time of diagnosis it is difficult to seperate from other retroperitoneal masses. Ten-year-old girl was operated with the diagnosis of left nonfunctional hydronephrotic kidney. In macroscopic examination at the edge of the cyst about 2 cm of tissue was hypoplastic kidney. In histopathological examination, cyst wall was paved with a single row of cubical epithelium and immunohistochemically cytoceratin 7(+), WT-1(+), calretinin (+) was detected and the cyst was diagnosed as mesothelial cyst. Two centimeters kidney tissue was assessed in accordance with hypoplasic kidney.Here we present a case of primary retroperitoneal mesothelial cyst, which is very rare in the literature. Key Words: Mesothelial; cyst; retroperitoneum tanısı ile opere edilip, patoloji sonucu mezotelyal kist olarak raporlanan olguyu sunduk. Olgu Sunumu 10 yaşında kız çocuğu kliniğimize karında şişlik ve ağrı şikayetiyle başvurdu. Daha önceden bilinen bir hastalığı yoktu. Fiziki muayenesi normaldi. Yapılan kan ve idrar incelemeleri normaldi. Hastanın yapılan üriner ultrasonografisinde batın sol üst kadrandan orta hatta ve alt kadranlara ulasan kistik oluşum saptandı. Abdominal bilgisayarlı tomografide (BT), batın sol tarafını tamamen doldurmuş orta hattı geçmiş yaklaşık 24*20 cm boyutun- 43 Yeni Üroloji Dergisi - The New Journal of Urology 2012; 7 (2): 42-43 Resim 1: Bilgisayarlı tomografide batın sol tarafını tamamen doldurmuş ve orta hattı geçmiş yaklaşık 24*20 cm lik kist Resim 2: Kistin makroskopik görünümü da kistik oluşum görüldü (Resim1). Intravenöz ürografide sağ böbrek fonksiyonları normaldi, sol böbrek lojunda opak tutulumu izlenmedi. Çekilen DTPA böbrek sintigrafisinde sol böbrek nonfonksiyone izlendi. Hastaya çekilen sistografide reflüye ait görünüm yoktu. Operasyon öncesi kistin hidronefrotik böbreğe ait olabileceği düşünülerek hastaya retrograt pyelografi (RGP) planlandı. Yapılan sistoskopide sağ orifis normal yerinde izlendi ancak sol orifis izlenemediği için retrograt görüntüleme yapılamadı. Hastaya orta hat insizyonla girilip retroperitondaki kistik yapı çıkartıldı (Resim 2). Operasyon sonrası dönemde herhangi bir sorun yaşamayan hasta postoperatif 3. günde taburcu edildi. Histopatolojik incelemede 25*17 cm boyutlarında kistik yapı ve bu kistik yapıya komşu yaklaşık 2 cm’lik böbrek dokusu izlendi. Böbrek glomerül ve tübül yapıları normal ancak gelişmiş pelvikalisiyel yapı izlenmedi. Büyük kistik yapının duvarı tek katlı kübik epitelle döşeli olduğu izlendi. Kistin epiteli si- 44 tokeratin 7 (+), WT-1 (+), kalretinin (+) saptandı (Resim 3). Bu bulgular ışığında büyük kist mezotelyal kist olarak değerlendirildi. Böbrekte izlenen histopatolojik bulgular ise pelvikalisiyel sistem anomalisi içeren hipoplazik böbrek ile uyumlu olarak değerlendirildi. Tartışma Hiçbir retroperitoneal organdan köken almayan kistler olarak tanımlanan primer retroperitoneal kistler çok nadir olarak görülmektedir. Kistlerin patogenezi ile ilgili kesin bir görüş olmamakla birlikte lenfatik, travmatik parazitik ve mülleryan orjinli olduklarına dair birçok hipotez mevcuttur(2). Retroperitonda mezotelyal kistlerin hemen hemen hepsi benigndir. Retroperitoneal bölgede malign mezotelyal tümör olarak bildirilmiş yalnızca bir olgu vardır(3). Bugüne kadar abdomino-pelvik bölgede birçok mezotelyal orijinli kist bildirilmiş(4-6). olmasına karşın retroperitoneal bölgede bildirilen birkaç olgu vardır. Retroperitonda görülen kistlerin en sık görüleni mülleryan orjinli müsinöz kistadenomdur(7). Retroperitondaki mezotelyal kistlerin lenfanjiyom, müsinöz kistadenom, mezonefrik kaynaklı kistadenom gibi retroperitonun kistik tümörlerinden, ürinomdan ve hidronefrozdan ayrımının yapılması gerekir. Smith ve ark. renal kitle öntanısı ile opere ettikleri 2 hastada, kitlenin histopatolojik incelemesinde mezotelyal kist olduğunu rapor etmişlerdir(8). Ayırıcı tanıda ultrasonografi, BT veya magnetik rezonans yardımcı olabilir. Kist sıvısının biyokimyasal incelemesi tanıda yardımcı değildir. Kesin tanı ancak kistin histopatolojik incelemesi ile konulabilir(9). Bizim olgumuzda kist, sol böbrek hipoplazisi ile birlikte bulunduğundan hidronefrozdan ayırımı radyolojik olarak yapılamadı ve ancak histopatolojik inceleme sonucu mezotelyal kist tanısı konulabildi. Mezotelyal kistlerin malignitesinin değerlendirilmesinde kistten ince iğne ile aspire edilen sıvı tümör hücresi içeriyorsa veya CEA yüksekliği varsa yardımcı olabilir. Retroperitoneal müsinöz tümörlü hastalarda CEA’nın yükseldiğini gösteren çalışmalar mevcuttur(10). Retroperitoneal kistler için laparatomi yapılması ve tamamen çıkarılması önerilmektedir. Son dönemde retroperitoneal kistlerin laparoskopik olarak da çıkarılabileceğine ilişkin yayınlar mevcuttur(11). Çıkarılan kistin histopatolojik incelemesiyle kesin tanısı konulabilir aynı zamanda da tedavisi sağlanmış olur. Şefik ve ark. Primer prostat leiomyosarkomu en olası tanı dev bir hidronefroz olsa da diğer kistik kitlelr de akla gelmelidir. Özellikle sistoskopide üreter orifisinin görülememiş ve RGP yapılamamışsa renal ageneziye eşlik edebilecek retroperitoneal kistik kitleler akılda bulundurulmalıdır. Resim 3: İmmunohistokimyasal olarak kisti döşeyen hücrelerde a: WT-1 ile nükleer pozitiflik, b: sitokeratin-7 ile sitoplazmik ve mebranöz pozitiflik c: kalretinin ile soluk sitoplazmik pozitiflik Kaynaklar 1. Handfield-Jones RM. Retroperitoneal cysts: their pathology, diagnosis, and treatment. Br J Surg. 1924; 12:119–134 2. Procter CD, Bivins BA, Griffen WO, et al: Primary retroperitoneal cysts: Report of an unusual case and a survey of the literature. Arch Surg. 1982; 117:1089-1093 3. Iguchi Y, Toma H, Okumura T, Takahama M. Retroperitoneal malignant mesothelioma: a case report. Nippon Hinyokika Gakkai Zasshi. 1996; 87:1261–1265 4. Ousadden A, Elbouhaddouti H, Ibnmajdoub KH, Harmouch T, Mazaz K, Aittaleb K. A giant peritoneal simple mesothelial cyst: a case report. J Med Case Reports. 2011; Aug 10;5:361. 5. Okur H, Kucukaydın M, Ozokutan BH, et al: Mesenteric, omental, retroperitoneal cysts in children Eur J Surg. 1997; 163: 673-677 6. Zeiler M, Santarelli S, Cangiotti AM, Agostinelli RM, Monteburini T, Marinelli R et al. Giant mesenteric cyst of mesothelial origin in a haemodialysis patient with previous peritoneal dialysis therapy. Nephrol Dial Transplant. 2010; 25(3):1004-6. 7. Erdemoğlu E, Aydoğdu T, Tokyol Ç: Primary retroperitoneal mucinous cystadenoma. Acta Obstet Gynecol Scand 2003; 82:486-487 8. Vincent C. Smith, Robert A. Edwards, Jeffrey L. Jorgensen, Richard A. Goldfarb, Dov Kadmon, Philip Cagle et al. Unilocular Retroperitoneal Cyst of Mesothelial Origin Presenting as a Renal Mass: A Report of 2 Cases Arch Pathol Lab Med 2000; 124:766-769 9. Muzaffer Eroğlu, Fahri Yılmaz, Atilla Semerciöz, Ahmet Metin [Mesothelial cyst of retroperitoneum] Türk Üroloji Dergisi 2007; 33 (2):232-234 10. Motoyama T, Chida T,Fujiwara T, Watanabe H. Mucinous cystic tumor of the retroperitoneum. A report of two cases. Acta Cytol 1994; 38:261-266 11. Ishikawa K, Hirashita T, Araki K, Kitano M, Matsuo S, Matsumata T. A case of retroperitoneal mucinous cystadenoma treated successfully by laparoscopic excision. Surg Laparosc Endosc Percutan Tech. 2008; Oct;18(5):516-9 Olgumuzda olduğu gibi, retroperitoneal büyük kistik kitlelerde, eğer aynı taraf böbrek de görüntülenemiyorsa, 45 Yeni Üroloji Dergisi - The New Journal of Urology 2012; 7 (2): 44-46 Olgu / Case Primer skrotal lipom: Olgu sunumu Primary Scrotal Lipoma: Case report Mustafa Eren1, Pembe Oltulu2, Sefa Resim3 Kahramanmaraş Şehir Hastanesi Üroloji Kliniği Kahramanmaraş Şehir Hastanesi Patoloji Kliniği 3 Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji AD 1 2 Geliş tarihi (Submitted): 20.03.2012 Kabul tarihi (Accepted): 15.04.2012 Yazışma / Correspondence Prof. Dr. Sefa Resim Haydarbey Mah. Bahçeci Hoca Bulvarı Yeşilkent Sitesi C Blok Kat 6 Daire 27, 46050 Kahramanmaraş E-mail: [email protected] Tel: 0505 674 79 52 Özet Skrotumda lipom nadir olarak görülmektedir. Skrotal lipomların çoğu spermatik kordan köken almaktadır. Skrotumun sağ yarısında ağrısız şişlik nedeniyle başvuran ve histopatolojik tanısı skrotal lipom olan 34 yaşındaki erkek hasta, güncel literatürün gözden geçirilmesi eşliğinde sunulmaktadır. Anahtar Kelimeler: Skrotal lipom Giriş Skrotumun benign mezenkimal tümörleri nadir olarak görülmektedir. Mezenkimden köken alan skrotal lipomlar; spermatik kord, epididim ve tunika vajinalisten gelişebileceği gibi skrotumun subkütan yağ hücrelerinden de köken alabilmektedir (1,2). Skrotum duvarının subkütan yağ hücrelerinden köken alan lipomlar ‘’ skrotumun primer lipomu’’ olarak adlandırılmaktadır (1,3). Olgu Sunumu 34 yaşında erkek hasta, 2–3 aydır gittikçe büyüyen, ağrısız, skrotumun sağ yarısındaki şişlik yakınması ile müracaat etti. Fizik muayenede, skrotumun sağ tarafında testisten ayrı, 15x10 cm ebadında, elastik, hassas olmayan, redükte edilemeyen düzgün yüzeyli kitle palpe edildi. Her iki testis ve spermatik kord normaldi. Serum β-hCG, alfa feto protein ve LDH düzeyleri normal sınırlar içerisindeydi. Skrotal ultrasonografide, skrotumun sağ yarısını dolduran, testisi sola deplase eden hiperekoik heterojen görünümde kitle saptandı. Kitlenin dopp- 46 Abstract Scrotal lipomas are seen rarely. Most lipomas occurring in the scrotum originate in the spermatic cord. Herein, we present the case of a patient who had complaint with a scrotal mass without pain, in the light of current literature. Key Words: Scrotal lipoma ler ile analizinde kanlanma izlenmedi. Sağ skrotal longitudinal insizyon yapıldığında kitlenin skrotum duvarından kaynaklandığı gözlendi ve rezeke edildi. Testis, epididim ve kord yapıları normaldi. Histopatolojisi; spesimen 15x10x5 cm idi, dış yüzeyi sarı-gri renkli, yer yer lobüle görünümlü, düzgün sınırlı, ince kapsüllü görünümdeydi (şekil 1). Mikroskopik kesitlerinde matür yağ hücreleri ve fibröz kapsül ile çevrili olduğu gözlenen lezyon primer skrotal lipom olarak rapor edildi. Yağ hücreleri yer yer nekrotikti. Malign değişiklik bulgusuna sahip değildi (şekil 2a-b). Tartışma Spermatik kord ve intraskrotal dokuların benign neoplazmları yaygın olmasına rağmen lipomları nadirdir (4). Skrotal lipomların köken aldığı bölge çoğu kez tam olarak saptanamamasına rağmen, genelde üç grupta sınıflandırılmaktadır: 1. spermatik kord içindeki yağ dokusundan çıkarak skrotuma doğru gelişen, 2. spermatik kord içinde gelişen ve 3. skrotal duvar içinden köken alan Eren ve ark. Primer skrotal lipom Resim 1: Olgunun makroskobik görüntüsü. (primer skrotum lipomu). İkinci tip, tüm kord tümörlerinin neredeyse yarısı iken üçüncü tip olan primer skrotum lipomu nadir olarak görülmektedir (1,11). Genellikle benign olmalarına rağmen malign de olabilmektedir. Skrotal subkutanöz dokudaki izole yağ lobüllerinden köken alan skrotumun primer lipomları değişik boyutlarda olabilmektedir (225 gr ila 9 kg) (1). Bizim olgudan çıkarılan spesimen, 15x10x5 cm boyutunda olup literatür verileri ile paralellik arz etmektedir. Semptomlar genellikle kitlenin boyutuna, ağırlığına ve büyümesinin yol açtığı basınca bağlıdır. Klinik olarak, inguinal herni ve hematomu taklit edebilen bu kitlelerin değerlendirilmesinde ultrason ve magnetik rezonans görüntüleme (MRI) önemli rol oynamaktadır (4). Skrotal ultrason, hızlı ve doğru bir şekilde lezyonun ekstratestiküler veya intratestiküler yerleşimi hakkında bilgi verebileceği gibi aynı zamanda kitlenin solid veya kistik natürü hakkında bilgi vermektedir (4-6). Solid ekstratestiküler kitlelerin çoğunluğu benign karakterde olmasına rağmen maligniteden ayırımı güç olabilmektedir. Bu gibi durumlarda MRI yararlı olabilmektedir (4,7). Skrotumun primer lipomu; histopatolojik olarak lipomatozis, lipoblastom ve liposarkom ile karışabilmektedir. Lipoblastom, genellikle erken çocuk- luk döneminde görülmektedir. Lipomatozis ise matür yağ dokusu proliferasyonu ve kas dokusu gibi çevre dokulara da infiltrasyon yapabilmekte iken lipomlar kapsüllüdür (8). Primer liposarkom, skrotum da nadirdir ve bazen lipom benzeri iyi diferansiye liposarkomlarda olabileceği için ayırıcı tanı yapmak da güçleşebilmektedir. Liposarkomların, derin dokulara infiltrasyon yapması, klinik, radyolojik ve histopatolojik verilerinin kıyaslanması ile ayırıcı tanı yapılabilmektedir (9,10). Bizim olgumuzda da lipomatozis ve liposarkom ayırıcı tanıda düşünüldü. Kapsüllü olması ve çevre dokulara infiltre olmaması nedeniyle lipomatozisden; mitoz, atipinin olmaması ile de liposarkomdan ayırımı yapıldı. Olguda malignite yönünde herhangi bir bulguya rastlanmadığından olgunun yakın takibini önermedik. Nadir görülen olgu olması nedeniyle sunuldu. Kaynaklar 1. Florante J, Leyson J, Doroshow LW et al. Extratesticular lipoma: report of 2 cases and a new classification. J Urol 1976; 116:324-6. 2. Greeley DJ Jr, Sullivan JG, VVolfe GR: Massive primary lipoma of the scrotum. Am Surg 1995; 61:954-955. 3. Fujimura N, Kurokawa K. Primary lipoma of the scrotum. Eur Urol 1979; 5:182-3. 47 Yeni Üroloji Dergisi - The New Journal of Urology 2012; 7 (2): 45-46 Resim 2a: Histopatolojik görüntü 4. 5. 6. 7. 8. 48 Ballas K, Kontoulis T, Skouras Ch, Triantafyllou A, Symeonidis N, Pavlidis T, Marakis G, Sakadamis A. Unusual findings in inguinal hernia surgery: report of 6 rare cases. Hippokratia 2009; 13(3):169-71. Szmigielski W, Khairat M, Haider A, Ejeckam GC: Huge scrotal lipoma masquerading as haematoma. Clin Radiol 2000; 55:479-80. Woodward PJ, Schwab CM, Sesterhenn IA. From the archives of the AFIP: extratesticular scrotal masses: radiologicpathologic correlation. Radiographics 2003; 23:215-40. Comiter CV, Benson CJ, Capelouto CC, Kantoff P, Shulman L, Rich Loughlin KR: Nonpalpable intratesticular masses detected sonographically. J Urol 1995; 154:1367-9. Lander EB, Lee I: Glant scrotal lipomatosis. J Urol 1996; Resim 2b: Histopatolojik görüntü 156:1773-4. Kochman A, Jablecki J, Rabczynski J: Recurrent primary well-differentiated intrascrotal liposarcom: case reportand revievv of the literatüre. Tumori 1999; 85:135-136. 10. Ongari M, Bazzoni C, Serini M, Alleva M, Sguazzini C, Lombardi C: Sarcomatous degeneration of a giant scrotal lipoma. Minerva Urol Nefrol 1993; 45:73-75. 11. Zeng L, Xia T, Kong X, Gu F. Massive lipoma of the scro9. tum. Chin Med J (Engl) 1999; 112:84-85. Yeni Üroloji Dergisi - The New Journal of Urology 2012; 7 (2): 47-49 Olgu / Case Sistemik lupus eritomatozus ve mesane tutulumu: Bir olgu sunumu Systemıc lupus erythematosus and bladder involvement: A case report Zülfü Sertkaya, Metin Öztürk, Orhan Koca, M.İhsan Karaman Haydarpaşa Numune Eğt. ve Araş. Hastanesi, 2. Üroloji Kliniği, İstanbul Geliş tarihi (Submitted): 03.04.2012 Kabul tarihi (Accepted): 28.05.2012 Yazışma / Correspondence Dr. Zülfü Sertkaya Barbaros Mah. Özlem Sitesi C Blok No:13 Üsküdar - İstanbul Tel: 0533 257 20 50 E-mail: [email protected] Özet Sistemik Lupus Eritomatoz (SLE) birçok organ ve sistemi tutabilen otoimmün hastalıktır. Mesane tutulumu ve semptomları ise nadir görülür. SLE mesanede mukoza tutulumu ile sistit; nörolojik tutulum ile nörojenik mesane veya obstrüktif üropatolojilere neden olur. SLE nedeniyle 12 yıldır takipli, düzensiz kortikosteroid kullanımı olan, 2 ayda 3 defa akut idrar retansiyonu gelişen, yapılan basınç akım çalışmasında obstrüktif üropatoloji saptanan, bu nedenle transüretral sonda takılarak yoğun kortikosteroid tedavisi sonrası şikayetleri düzelen olgu sunuldu. Giriş Sistemik Lupus Eritomatozus (SLE) birçok organ ve sistemi etkileyen otoimmün bir hastalık grubudur. Mesane tutulumu ile lupus sistiti ve nörojen mesane gelişebilir ve bu olgular daha çok Asya kaynaklı bildirilerde sunulmuştur [1]. Klinik olarak alt üriner sistemde irritatif semptomlara, hidronefroza ve obstrüktif üropatilere neden olabilir. Mesane tutulumunun gastrointestinal şikayetlerle birlikteliği sıktır. Obstrüktif üropatilere yönelik erken tedavi önemlidir. Erken tedavi ile hidronefroz ve buna bağlı ortaya çıkacak böbrek yetmezliğinin önüne geçilebilir [1,2]. Ayrıca SLE mesane disfonksiyonuna neden olarak sık üriner sistem enfeksiyonuna neden olmaktadır [2,3]. Olgu Sunumu Akut idrar retansiyonu ile polikliniğimize başvuran 31 yaşında kadın hasta, hikayesinde 12 yıldır SLE nedeniyle takip edilmiş ve düzensiz kortikosteroid kullanımı Abstract Systemic Lupus Erythematosus(SLE) is an autoimmune disease that can involvemany organs and systems. Bladder involvement and symptoms are rare. In SLE mucosal involvement cause cystitis and with neurological involvement causing obstruction and neurogenic bladder. We report the patient who followed for SLE about 12 years, irregular usage of corticosteroids, was developing acute urinary retention 2 months 3 times, obstruction identified with pressure-flow study, treated with a transurethral catheter and intensive corticosteroid therapy. mevcut. Hastaya, son 2 ay içerisinde 3 defa akut idrar retansiyonu nedeniyle üretral kateter takılmış ve üretral kateterinin olmadığı dönemlerde şiddetli dizüri, kesik kesik işeme, tam boşaltamama ve sık idrara çıkma şikayetlerinin olduğu öğrenildi. Hastanın başvuru sırasında yapılan muayenesinde malar rash, karın cildinde strialar, yaygın karın ağrısı ve suprapubik hassasiyet tespit edildi. Yapılan tetkiklerinde kreatinin değeri 0.57 mg/dl, tam idrar tahlilinde mikroskopide 1 eritrosit ve 17 lökosit görüldü. Tam kan sayımında WBC değeri 12 bin, Hb değeri 11.2 g/dl ve Plt değeri ise 260 bin idi. Ultrasonografik incelemede bilateral grade 1 hidroüreteronefroz, mesanede yaygın duvar kalınlık artışı (6 mm), glob vezikal tespit edildi. Hastaya transüretral foley kateter takılarak 500 ml kadar idrar boşaldığı görüldü ve takibe alındı. Yapılan basınç akım çalışmasında hasta 95 cmH2O basınç ile 5 ml/ sn akım ile ıkınarak 232 ml işediği gözlendi (Resim 1). Bu değerler obstruksiyon lehine değerlendirilerek üretral ka- 49 Yeni Üroloji Dergisi - The New Journal of Urology 2012; 7 (2): 47-49 teterin 3 hafta kalmasına karar verildi (Resim 2). Hastaya yapılan sistoskopide ise mesane tabanı ve karşı duvarında hiperemik alanlar gözlendi. Hiperemik alanlardan punch biyopsi alındı. Histopatolojik inceleme sonucu sistit olarak raporlandı. Hasta romatloloji bölümüyle konsülte edilerek kortikosteroid tedavisi yeniden düzenlendi. Üç hafta yoğun kortikosteroid tedavisi sonrasında kontrole çağrılarak üretral kateteri alındı. Ultrasonografide her iki böbrek ve üreterlerin doğal, mesanede yaygın duvar kalınlaşması (4 mm) olduğu görüldü. Yaklaşık 400 ml işenen serbest üroflovmetride tepe akım hızı 21 ml/sn, ortalama akım hızı 14 ml/sn idi. Rezidüel idrar miktarı ise 15 ml olarak tespit edildi. Hasta 3 ay sonra kontrole çağrılarak ve kortikosteroid dozu ayarlanarak taburcu edildi. Tartışma SLE özellikle cilt, eklem, böbrek ve serozal dokuları tutan, birçok organ ve sistem tutulumu ile seyreden sistemik otoimmün bir bağ doku hastalığıdır. Kadınlarda erkeklere göre 10 kat daha fazla görülür [4]. SLE’ de mesane tutulumu ise oldukça nadir görülür. Mesanede immün kompleks birikimi sonucu klinik olarak ortaya çıkan interstisyel sistit insidansı % 1-2 olarak bildirilir [5,6]. SLE’de mesane tutulumu etyolojik olarak bakteriyel sistit, tedavide kullanılan ilaçların yan etkisine, dokuda immün kompleks birikimine ve mesane sinirlerinin tutulumuna bağlı olabilir [6]. Olgumuzun hikayesinde idrar yolu enfeksiyonu bulunmamaktadır. Otopsi çalışmalarında; Alarcon-Segovia ve arkadaşlarının yapmış oldukları çalışmalarda 35 hastanın 16’sında mesanede histolojik değişikliğin olduğu ve 11’inde interstisyel sistit geliştiği bildirilmiştir [7]. Bu bulgular eşliğinde SLE’de mesanenin histolojik tutulumunun bilindiğinden çok daha sık olduğu söylenebilir. Yu ve arkadaşları; SLE’li ve kontrol grubunu karşılaştırdıkları bir çalışmada işeme sıklığı, ani sıkışma, noktüri, tam boşalamama, sık idrara çıkma, kesik kesik işeme ve işemeye başlamada güçlük gibi şikayetlerin SLE grubunda daha sık olduğu gözlemlemişlerdir. Ayrıca American Urological Association (AUA) indeks skoru ve hayat kalitesi (QoL) skoru kullanılarak kıyaslanmış ve SLE’li hastalarda her iki skorun da daha yüksek olduğu tespit edilmiştir. Ancak bu veriler arasında sadece AUA indeks sko- 50 Resim 1: Sistometride normosensitif, normokompliyan, normal kapasiteli mesane; normal kapasiteli, stabil detrussör. BAÇ’de 95 H2O basınçta 5 ml/sn akımla 232 ml idrar yapmıştır. Resim 2: BAÇ Siroky tablosunda veriler obstrüksiyon lehine alanda yer almıştır. ru ve sık idrara çıkma şikayetleri arasında istatistiksel anlamlı fark bulunmuştur [8]. Uzun süreli üriner ve gastrointestinal şikayetleri bulunan ve birlikte diğer majör bulguları olan olgularda SLE’ nin üriner sistem tutulumu akla getirilmelidir. Akitake ve arkadaşları uzun süren daire şikayeti bulunan aynı zamanda akut böbrek yetmezliği ve pollaküri şikayetleri ile başvuran hastada yapılan incelemeler ile SLE tanısı koymuşlardır. Bizim olgumuzda da olduğu gibi oral prednizolon tedavisi ile şikayetlerinde gerileme ve kreatinin değerlerinde düşme görülmüştür [11]. 29 SLE’li hastanın videoürodinamik incelemesinde 14 hastada düşük mesane kapasitesi, hipersensitivite ve rezidü idrarın fazla oluşu gibi anormal bulgular saptanmıştır. Bu hastaların sadece 1’inde inhibe edilemeyen kontraksiyonlar görülmüştür [8]. Bizim hastamızda da olduğu gibi hastaların bir kısmında depolama ve irritatif semptomlar ve pelvik ağrı nedeniyle ortaya çıkan kontrakte mesa- Sertkaya ve ark. neye bağlı hidroüreteronefroz görülebilir [5]. Hatta Kelly ve arkadaşları SLE’li bir olguda sonuçta radikal sistektomi yapılmış büyük bir mesane inflamatuar myofibroblastik tümörü olgusu bildirmişler [10]. Mesane tutulumu görülen SLE’li hastalarda ishal, bulantı-kusma ve karın ağrısı gibi gastrointestinal şikayetler sıklıkla birlikte görülür. Min ve arkadaşları, yapmış olduğu taramada mesane tutulumu olan SLE’li 5 olgunun tamamında gastrointestinal şikayetlerin eşlik ettiği bildirilmiştir [9]. Bizim hastamızda da tekrarlayan karın ağrısı, kronik konstipasyon ve oral aftlar mevcuttu. Mesane tutulumu sonucu ortaya çıkan lupus sistitinde kortikosteroid (KS) tedavisi etkilidir. Erken tedaviye başlanması bu etkinliği artırmaktadır [6]. Hastaya uygulanacak yoğun prednizolon tedavisi ile mevcut tablo kısa sürede gerilemektedir. Hastamızda düzensiz takipler ve yetersiz ilaç kullanımı nedeniyle mevcut tablonun geliştiği göz önüne alındığında, ve yoğun KS ile tablonun dramatik düzeldiği düşünüldüğünde düzenli ilaç kullanımının ne kadar önemli olduğu görülmektedir. Sonuç Sonuç olarak SLE’de mesane tutulumu bilinenden sık görülür ancak ciddi klinik yansımaları oldukça nadir görülür. Hastaların almış olduğu tedaviler semptomlarda iyileşmeye neden olur. Erken tanı ile iyileşme çok daha dramatik olabilir. SLE’de mesane tutulumu tern Med 1996; 35:87-8 Alarcon-Segovia D, Abud- Mendoza C, Reyes-Gutierrez E, Iglesias-Gamarra A, Diaz- Jouanen E. Involvement of urinery bladder in systemic lupus erythematosus: a pathologic study. J Rheumatol 1984; 11:208-10 8. Hong-Jeng Y, Wei-Chai L, Kuang-Lun L, Mao-Yuan C, Cheng-Yuan C, Jun C. Voiding dysfunction in women with systemic lupus erythematosus. Arthritis and Rheumatism 2004; 50:166-72 9. Min JK, Byun JY, Lee SH, Hong YS, Park SH, Cho CS, Kim HY. Urinary bladder involvement in patients with systemic lupus erythematosus: with rewiew of the literature. Korean J Intern Med. 2000; 15(1):42-50 10. Kelly AH, Melissa RK, Justin MC, Sam SC. Inflammatory myofibroblastic tumor of the urinary bladder in 27-yearold woman with systemic lupus erythematosus. Int J of Urol 2008; 15:182-84 11. Akiteka R, Nakase H, Ueno S, Miyamoto S, Iehara N, Chiba T. Involvement of lupus enteritis in a patient with lupus cystitis and nephritis. Digestion 2009; 80:160-164 7. Kaynaklar 1. Kinoshita K, Kishimoto K, Shimazu H. Two cases of lupus cystits with no bladder irritaition symptoms. J Intern Med 2008; 265:1477-9 2. Duffy KN, Duffy CM, Gladman DD. Infection and disease activity in systemic lupus erythematosus: a rewiew of hospitalized patients. J Rheumatol 1991; 18:1180-1184 3. Haarala M., Alanen A., Hietarinta M., Kiilholma P. Lower uriner tract symptoms in patients with Sjögren’s syndrome and systemic lupus erythematosus. Int Urogynecol J Pelvic Floor Dysfunc.2000; 11(2):84-6. 4. Edworthy SM. Clinical manifestations of systemic lupus erythematosus. In: Rudy S, Harris ED, Sledge CB, editors. Kelly’s textbook of rheumatology. 6th ed. Philedelphia: Saunders; 2001; p.1105-23 5. Weisman MH, McDonald EC, Wilson CB. Studies of pathogenesis of interstitial cystitis, obstructive uropathy and intestinal malabsorption in a patient with systemic lupus erythematosus. Am J Med 1981; 70:875-81 6. Koike T, Takabayashi K. Lupus cystitis in the Japanese. In- 51 Yeni Üroloji Dergisi - The New Journal of Urology 2012; 7 (2): 50-52 Olgu / Case Skrotal Tümörü Taklit Eden Tüberküloz Epididimit : Olgu Sunumu Tuberculous Epididymitis Mimicking Scrotal Tumor : A Case Report R. Altıntaş1, F. Oğuz1, A. Beytur1, S. Çimen2, A. Güneş1 1 2 İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji A.D, Malatya İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji A.D, Malatya Geliş tarihi (Submitted): 23.03.2012 Kabul tarihi (Accepted): 27.05.2012 Yazışma / Correspondence Yrd. Doç. Dr. Ramazan Altıntaş İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji A. D. Malatya e-mail: [email protected] Tel: 0532 227 30 83 Özet Genitoüriner sistem tüberkülozu, nadir görülen spesifik kronik granülomatöz bir enfeksiyondur. Eğer epididim ve/veya testis tutulmuş ise çoğunlukla bu ilk tutulum yeridir ve sistemik bulguların yerine skrotal şişlik, sertlik, nadiren cilde fistülizasyon görülür. Tedavi mevcut tüberküloz ilaçlarıyla sağlanır. Yaklaşık 6 ay önce tüberküloz tedavisi başlayıp devam eden ve diğer konvansiyonel medikal tedavilere yanıt vermeyen, ayırıcı tanıda tümör düşündüğümüz skrotal kitlesi oluşan milier tüberkülozlu olguyu sunuyoruz. Anahtar Kelimeler: Tüberküloz, Epididimit, Tümör Giriş Akut epididimoorşit sık görülen bir ürolojik hastalıktır ve hastaların yaklaşık %55’inde etyolojiyi belirlemek güçtür. (1).Tüberküloz etkeni olan mycobacterium tuberculosis basili enfeksiyonu öncelikle pulmoner sistemi etkilemektedir (2). Tüberküloz basili genitoüriner sistemin bir veya birden fazla organını tutabilen ve diğer organlardaki tüberküloza benzer histopatolojik özellikler gösteren süreğen granülomatöz bir enfeksiyona neden olur(3). Akciğer tüberkülozu olan vakaların yaklaşık % 10-20 sinde kan yoluyla genital ve üriner sistem tutulumu gözlenirken, genitoüriner tüberkülozu olan hastalarda pulmoner enfeksiyon öyküsü sadece % 20- 30 oranındadır. (2).Genellikle genç erişkinlerin hastalığı olup, erkeklerde kadınlardan bir miktar daha sık görülmektedirler. Etken çoğunlukla akciğerlerden kan yoluyla genitoüriner organlara ulaşan Mycobacterium Tuberculosis’tir (4). Tüberküloz hastalığı, akciğer tutulumu dışında, başta epididim ve testis olmak üzere alt genitoüriner sistemi sıkça etkilemektedir (5,6). 52 Abstract Genitourinary system tuberculosis is a rare spescific chronic granulomatous infection. If there is the epididymis and/or testicular involvement,this is mostly first kept organ and scrotal swelling, stiffness, and rarely skin fistulization can be seen instead of systemic signs. The treatment is done with antituberculosis drugs. We present a miliary tuberculosis case with scrotal mass which occurred under the antituberculosis therapy ongoing for 6 months and didn’t respond to any other conventional medical therapy so causing us to think about tumoral formation as differential diagnosis. Key Words: Tuberculous, Epididiymitis, Tumor Daha az sıklıkla tutulan organlar sırasıyla mesane, üreter, prostat ve penistir (2). Tüberküloz epididimit nadir görülmekte ve bu nedenle teşhis etmek zor olmaktadır. Klinik bulgulara dayalı epididimin tüberküloz enfeksiyonu, tümör ve enfarktüsten güçlükle ayırt edilmektedir (7). Olgu Sunumu 18 yaşında erkek hasta Aralık 2010’da yaklaşık 4 ay önce başlayan bel ağrısı şikayetiyle fizik tedavi ve rehabilitasyon polikliniğine başvurmuş ve hastaya miyalji tanısıyla medikal tedavi başlanmış. Şubat 2011’de kilo kaybı, halsizlik, iştahsızlık, bel ağrısı sebebi ile gittiği romatoloji polikliniğinde yapılan değerlendirmeyi takiben istenen kontrastlı alt batın BT’de sağ seminal vezikül ve prostat bezi içerisinde sağda daha fazla olmak üzere multipl hipodens nodüler lezyonlar görülmüş ve bunların apse odaklarına ait olabileceği bildirilmiş (Resim 1 ve 2). Transrektal ultrasonografi eşliğinde yapılan prostat biyopsisinin patoloji sonucu nekrotizan granülomatöz inflamasyon gelmesi ve alınan prostat aspirasyon sıvısın- Altıntaş ve ark. Resim 1 Tbc epididimit Resim 2 Resim 1 ve 2: Seminal vezikül içerisinden multıpl nodüler lezyonlar (Resim 1) ve prostat içerisinde multıpl nodüler lezyonlar (Resim 2) okla gösterilmiştir. da granülomatöz inflamasyonu destekleyen epiteloid histiyositlerin ve nekrotik sürece ait bulguların olması üzerine miliyer tüberküloz olarak kabul edilip hastaya 9 ay sürecek 4 lü (izoniazid, rifampisin, etambutol, pirazinamid) antitüberküloz tedavi başlanmış. Tedavisinin başlamasından yaklaşık 6 ay sonra sol yumurtasında şişlik ve sonrasında ciltten akıntı olması üzerine hastadan alınan akıntı kültüründe Pseudomonas enfeksiyonu tespit edilmiş ve verilen antipseudomonal tedaviye rağmen yanıt alınamamış. Skrotal akıntının olduğu bölgeden alınan biyopsi örneğinde nekrotizan granülomatöz inflamasyon bulguları saptanınca hasta kliniğimize sevk edilmiş. Kliniğimizde yapılan değerlendirme sonrası çekilen skrotal renkli doopler ultrasonografide sol epididim içerisinde milimertik boyutlu kistik/nekrotik alanlar olduğu görüldü. Yapılan skrotal eksplorasyonda sol epidimin sert ve kalınlaşmış olduğu ve çevresinde az miktarda da intraskrotal seropürülan mayi olduğu görüldü. Hastaya tümör ve/veya epididimit ön tanısı ile sol epididimektomi ve fistül traktı eksizyonu operasyonu yapıldı. Postoperatif dönemde yapılan gerekli medikal tedaviyi takiben hasta taburcu edildi. Epididimektomi materyalinin histopatolojik incelenmesi sonucu granülomatöz iltihap, mikroapse odakları ve yaygın iltihabi granülasyon dokusu içerdiği tespit edildi ve histokimyasal çalışmada EZN ve PAS ile mikroorganizma lehine bulgu mevcut olmadığı görüldü (Resim 3 ve 4). Hastanın operasyondan bir ay sonraki kontrolünde skrotal akıntı ve apse bulguları yoktu ve İntaniyeye danışıldığında mevcut antitüberküloz tedavinin 9 aya tamamlamasının uygun olacağı bildirildi. Tartışma Akciğer dışı tüberküloz aktif tüberküloz vakalarının yaklaşık %20’sinden sorumlu tutulmaktadır. Genitoüriner tüberküloz saptanan hastaların yalnızca %20-30 kadarında akciğer enfeksiyonu öyküsü bulunmaktadır. Akciğer dışı tüberkülozun insidansı 1980’li yılların sonlarına doğru edinilmiş immun yetmezlik sendromunun (AIDS) artmasıyla birlikte artış göstermiştir. Akciğer dışı tüberküloz riski AIDS hastalarının yanı sıra bebek ve çocuklarda, kötü beslenen ve hijyenik olmayan kötü yaşam koşullarına sahip insanlarda artmaktadır. Tüberküloz akciğer dışında en sık alt genitoüriner sistemi, bu sistemde de en sık testis ve epididimi etkilemektedir. Tüberküloz epididimit genellikle epididimin kuyruğundan başlar ve bu durum epididimin kuyruk bölgesinin zengin vasküler yapısının olması ile ilişkilidir.(2). Hematojen yayılım damardan zengin olan epididimden ya da prostattan testise doğru olur (3). Epididimde tüberküloz görüldüğünde prostatta enfeksiyon görülmesi bir kural gibidir. Bilateral tutulum nadirdir. Bazı vakalarda meydana gelen sinüs traktı ile hastalık süresince gelişen kazeöz apse içeriği skrotal deriye açılabilir. Uzun süreli cilde drene olan sinüslerde tüberküloz enfeksiyonu mutlak öncelikle düşünülmelidir (2). Genitoüriner sistem tüberkülozu erkeklerde 2-3 kat 53 Yeni Üroloji Dergisi - The New Journal of Urology 2012; 7 (2): 50-52 Resim 3 Resim 4 Resim 3 ve 4: Epididimektomi materyalinin mikroskopik incelemesi: Epididime ait duktuslar çevresinde epiteloid histiositler ve seyrek multinükleer dev hücrelerden oluşan granülom yapılar (H&E, X200). daha fazla görülmektedir. Genitoüriner tüberkülozlu erkek hastaların yaşları genellikle seksüel olarak aktif oldukları 20-50 yaş aralığındadır (2). Akciğer dışı tüberkülozun semptom ve bulguları etkilenen organ ve sisteme göre değişiklik gösterir. En sık başvuru şikayeti ağrılı veya ağrısız skrotal şişlik olup malign bir hastalıktan ayrımı güç olabilir. Ateş, idrarda yanma ve/veya kanama, sırt ya da karın ağrısı daha az rastlanan nonspesifik bulgulardır (8). Epididimde büyümenin olması, skrotal derinin kalınlaşması ve peritestisküler sıvı birikimi tümörden ziyade öncelikli olarak bir enfeksiyonu düşündürmelidir (2, 9). Ultrasonografi/doopler ultrasonografi tanıda kullanılabilecek yardımcı görüntüleme yöntemleridir.(10) Geçmiş veya devam eden tüberküloz öyküsü olanlarda şikayet ve bulgular mevcut ise genitoüriner tüberkülozdan şüphelenilmelidir. Tüberküloz epididimit yada epididimoorşit hastalığın ilk bulgusu veya devam eden hastalığın ilk bulgularından biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Nerdeyse kür sağlaması beklenecek kadar uzun süreli tüberküloz tedavisi alan hastalarda yeni gelişen skrotal şişlik ve/veya skrotum cildinden akıntı mevcut hastalığının devamı olabileceğini düşündürmeyebilir ve bu da tanı koymada güçlüğe sebep olabilir. Tedavilere yanıt vermeyen dirençli olgularda veya olguda sunulduğu gibi uzun süren tedavi sürecinde yeni gelişen skrotal şişlik vakalarında ayırıcı tanıda brusella, diğer mikobakteri suşları, parazitik (flariasis) ve fungal (aspergilloz) enfeksiyonlar ve en önemlisi tümör düşünülmelidir. Cerra- 54 hi müdahale kesin tanı ve aynı zamanda tedavinin de parçası olarak bu gibi vakalarda önerilmektedir. Kaynaklar 1. Kaver I, Matzkin H, Braf ZF. Epididymo-orchitis: a retrospective study of 121 patients. J Fam Pract.1990; 30(5):548-52. 2. Wise GJ, Shteynshlyuger A. An update on lower urinary tract tuberculosis. Curr Urol Rep.2008; Jul;9(4):305-13 3. Cek M, Lenk S, Naber KG, et al : EAU guidelines for the management of genitourinary tuberculosis. Eur Urol.2005; Sep;48(3):353-62 4. Gokalp A, Gultekin EY, Ozdamar S. Genito-urinary tuberculosis: A review of 83 cases. Br J Clin Pract.1990; 44(12):599-600 5. Chung JJ, Kim MJ, Lee T, Yoo HS, Lee JT. Sonographic findings in tuberculous epididymitis and epididymo-orchitis. J Clin Ultrasound.1997; Sep;25(7):390-4 6. Wolf JS Jr, McAnich JW. Tuberculous epididymoorchitis: diagnosis by fine needle aspiration. J Urol.1991; Apr;145(4):836-8 7. Shahi KS, Bhandari G, Rajput P, Singh A. Testicular tuber culosis masquerading as testicular tumor. Indian J Cancer.2009; Jul-Sep;46(3):250-2. 8. Orakwe JC, Okafor P. Genitourinary tuberculosis in Nigeria; a review of thirty-one cases. Niger J Clin Pract.2005; Dec;8(2):69-73. 9. Hassan A, El-Mogy S, Zalata K, Mostafa T. Bilateral tes ticular tuberculomas: a case detection. Andrologia.2009; Apr;41(2):130-5. 10. Muttarak M, Peh WC, Lojanapiwat B, Chaiwun B. Tuberculous epididymitis and epididymo-orchitis: sonographic appearances. AJR Am J Roentgenol.2001; Jun;176(6):1459-66. Yeni Üroloji Dergisi - The New Journal of Urology 2012; 7 (2): 53-54 Olgu / Case Skrotumun nadir görülen bir tümörü: Kondroid siringoma The rare scrotal tumor: Chondroid syringoma Bilal Çetin1, Uğur Balcı1, Ertuğrul Şefik1, Ayşegül Akder Sarı2, Aylin Örgen Çallı2, Cengiz Girgin1, Çetin Dinçel3 İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Üroloji Kliniği İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Patoloji Kliniği 3 İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Üroloji ABD 1 2 Geliş tarihi (Submitted): 05.04.2012 Kabul tarihi (Accepted): 27.05.2012 Yazışma / Correspondence Dr. Bilal Çetin İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Üroloji Kliniği Basın Sitesi/İzmir Tel: 0232 244 44 44 / 2265 Gsm: 0505 678 42 70 E-mail: [email protected] Özet Kondroid siringoma derininin epitelyal ve mezenkimal hücrelerinden köken alan ve nadir görülen benign bir tümörüdür. Genellikle baş boyun bölgesinde lokalize olur. Bu yazıda skrotumda tespit edilmiş kondroid siringoma olgusu sunulmuştur. Anahtar Kelimeler: Skrotum, tümör, kondroid siringoma. Giriş Literatürde skrotum ve eklerinden kaynaklanan birçok tümör tanımlanmıştır. Bunlar arasında lipom, nevus, dermoid ve epidermoid kist, leiyomyom, anjiokeratoma, lenfanjioma, granüler hücreli tümör, granülom, bazı psödotümörler, fibromatozis ve skrotal kalsinozis gibi benign kitleler ve periferal sinir kılıfının malign tümörleri ile epidermoid karsinom gibi malign tümörler sayılabilir (1). Kondroid siringoma derininin epitelyal ve mezenkimal hücrelerinden köken alan ve nadir görülen benign bir tümörüdür. Genellikle baş boyun bölgesinde lokalize olurlar. Erkeklerde daha sık görülen bu tümörler tespit edildikleri anda sıklıkla 5-30 mm boyutlarındadırlar (2,3). Bu yazıda; skrotumda ele gelen kitle ile başvuran hastada tespit edilen kondroid siringoma olgusu sunulmuştur. Olgu Sunumu Yetmiş bir yaşında erkek hasta sol inguino-skrotal bölgede 2 cm çapında, mobil, düzgün sınırlı, dört yıldır boyutlarında belirgin bir değişim olmayan kitle nedeniyle polikliniğe başvurdu. Yapılan yüzeyel doku ultrasonografisinde kitle, sol skrotum üst bölümde 20x20 mm çaplı, testise göre hipoekoik solid kitle lezyonu (lenfadenopati? aksesuar testis?) olarak rapor edildi (Resim-1). Labo- Abstract Chondroid syringoma is the rare benign tumor of the scrotum skin and originating from ephitelial and mesenchymal cells. It usually localized head and neck area. Here we report the case of a 71-year-old man, with a chondroid syringoma of the scrotum. Key Words: Scrotum, tumor, chondroid syringoma. ratuvar analizlerinde hemogram, biyokimya değerleri ve serum tümör belirteçleri normal sınırlarda idi. Kitle lokal anestezi altında eksize edildi. Patolojik incelemede 2 cm çapında kesit yüzü parlak gri-beyaz renkli kitle izlendi. Mikroskopisinde, yer yer fibröz kapsülle çevrili, yoğun miksoid ve bazı alanlarda ise kondroid nitelikte stroma içerisinde AB(+) mukus bulunan, geniş eosinofilik sitoplazmalı, yer yer açık kromatin yapısına sahip, belirgin atipi göstermeyen, monoton hücrelerden oluşan mikrokistik glandüler yapılar izlendi (Resim-2). Neoplastik hücreler S-100 (+) , GFAP(+), sitokeratin-7 (+), EMA fokal(+), sitokeratin 20(-), düz kas aktin(-), mCEA(-), WT1(-), PR(-), kalretinin(-)’ ti. Kİ-67 proliferasyon indexi % 1’di. Olguya ayrıca masontrikrom ve elastik von gieson boyası uygulandı. İmmunohistokimyasal ve histopatolojik bulgular ‘’benign miks tümör, ekrin tip’’ ile uyumlu bulundu. Olgunun 2 ay sonraki kontrolünde rekürrens saptanmadı. Tartışma Derinin mikst tümörü olarak da bilinen kondroid siringomayı ilk olarak 1892’de Nasse bildirmiştir (4). Etyopatogenezi tam olarak bilinmemektedir. Yavuzer ve arkadaşları bu tümörlerin insidansını %0,098 olarak bildirmişlerdir (5). Kondroid siringoma skrotumda nadir gö- 55 Yeni Üroloji Dergisi - The New Journal of Urology 2012; 7 (2): 53-54 Resim 1: Sol skrotumda 20x20 mm kitlenin USG görüntüsü rülen bir tümördür. Çoğunlukla baş boyun bölgesinde (%93) gittikçe büyüyen, ağrısız, sert kitle şeklinde görülmektedir (6). Nadir olarak el, aksiller bölge, penis, vulva, gluteus ve skrotumda yerleşim göstermektedir (2,3,5). Orta ve ileri yaş erkeklerde daha sık ve 5-30 mm boyutlarında görülmektedir (2-3). Burada sunulan olgu 71 yaşında erkek hastadır ve kitle dört yılda yavaş yavaş büyüyerek 2 cm çapa ulaşmıştır. Kondroid siringomalar total olarak eksize edildiklerinde nüks beklenmemektedir. Nüks gelişmesi durumunda eksizyonun inkomplet yapılmış olabileceği düşünülmelidir (1). Literatürde nadir de olsa malign formları bildirilmiştir (7,8). Malign tranformasyon genellikle gövde ve ekstremitelerde tespit edilen tiplerinde görülmekte, tedavi olarak geniş cerrahi ek- Resim 2: İyi sınırlı, miksokondroid matrix içinde yerleşmiş lümenlerinde mukus bulunan, geniş eozinofilik sitoplazmalı, hafif atipik nukleuslara sahip hücrelerden oluşan mikrokistik gland yapıları içeren tümör (H&E). Tümörde myoepitelial hücrelerde immunohistokimyasal boyamada S100 ve GFAP pozitifliği. 56 sizyon ve adjuvan radyoterapi önerilmektedir (9). Fakat skrotumdan kaynaklanan formlarında malign formasyon saptanmamıştır (4). Olgumuzun mikroskopik bakısında malign kondroid siringomanın özellikleri olan artmış mitotik aktivite ve nükleer pleomorfizm görülmemiştir. Kondroid siringomanın skrotumda çok nadir olarak görülmesi, ultrasonografi raporunda solid kitle olarak raporlanması hem ürologları hem de patologları tanı koyma aşamasında zorlamaktadır. Sonuç olarak, düzgün sınırlı, yavaş büyüyen bir skrotum tümöründe kondroid siringoma akla gelmelidir ve lokal nüks açısından olgular takibe alınmalıdır. Kaynaklar 1. De Fata Chillón FR, Nistal Martín M, Núñez Mora C, Alonso Dorrego JM, García Mediero JM et al. Giant chondroid syringoma of the scrotum. Arch Esp Urol 2001; 54(10):1121-23. 2. Bhargava D, Bhusnurmath S, Daar AS. Chondroid syringoma of the nose: report of a case. J Laryngol Otol 1997; 111:862-64. 3. Agrawal A, Kumar A, Sinha AK, Kumar B, Sabira KC. Chondroid syringoma. Singapore Med J 2008; 49:33-34. 4. Hidenobu O, Norihide T, Kiyonori S, Tetsuo I, Kazuhiro Y, et al. Chondroid syringoma of the scrotum. International Journal of Urology 2008; 15:944–45 5. Yavuzer R, Basterzi Y, Sari A, Bir F, Sezer C. Chondroid syringoma: a diagnosis more frequent than expected. Dermatol Surg 2003; 29:179-181. 6. Kawakami T, Saitou R. A case of so-called mixed tumor. Jpn J Clin Oncol 1993; 35:1871–74. 7. Borman H, Özcan G. Chondroid syringoma at the fingertip: an unusual localization. Eur J Plas Surg 1998; 21:31113. 8. Nemoto K, Kato N, Arino H. Chondroid syringoma of the hand. Scand J Plast Reconstr Surg Hand Surg 2002; 36: 379-81. 9. Barnett MD, Wallack MK, Zuretti A, et al. Recurrent malignant chondroid syringoma of the foot: a case report and review of the literature. Am J Clin Oncol 2000; 23:227-32. YAZARLARA BİLGİ 1. Yeni Üroloji Dergisi, üroloji ve ürolojiyi ilgilendiren konularda orijinal makaleleri, olgu sunumlarını ve derlemeleri yayın için kabul eden hakemli bir dergidir. içinde yaklaşık 200-250 kelime olmalıdır. İngilizce özet, Türkçe özetin çevirisinden oluşacaktır. İngilizce yazıların Türkçe özeti olmalıdır. 2. Gönderilen yazıların daha önce yayınlanmamış olması veya başka bir dergide değerlendirme aşamasında olmaması gerekmektedir. Anahtar kelimeler Index Medicus ile uyumlu en az 2 en fazla 6 kelimeden oluşan anahtar kelimeler kullanılmalıdır. 3. Gönderilen yazılar herhangi bir kongrede takdim edilmiş ise bu durum gönderilen makalede dipnot olarak bildirilmelidir. Metin Giriş, gereç ve yöntemler, bulgular, tartışma ve teşekkür bölümünden oluşmalıdır. 4. Yayınlanmak üzere gönderilen yazılar, gerekli incelemelerden geçtikten sonra kabul veya reddedilseler dahi geri iade edilmez. 5. Yazılarda yazım kuralları bakımından gerekli görüldüğü takdirde editörler ve/veya danışmanlar tarafından düzeltmeler yapılabilir. 6. Yazılar araştırma ve yayın etiğine uymak zorundadır. Yazıların etik kurallara uygunluğu yazarların sorumluluğundadır. Gerekli durumlarda etik kurul onayı alınmış olmalıdır. Kaynaklar Yazıda kullanılan kaynaklar cümlenin sonunda parantez içinde belirtilmelidir. Kaynaklar makalenin sonunda yer almalı ve makalede geçiş sırasına göre sıralanmalıdır. Kaynaklar yazarların soyadlarını ve adlarının baş harflerini, makalenin başlığını, derginin adını, basım yılını ve başlangıç ve bitiş sayfalarını yılını belirtmelidir. Altı ve daha fazla yazarı olan makalelerde ilk 3 yazardan sonrası için ‘et al.’ veya ‘ve ark.’ ifadesi kullanılmalıdır. Kısaltmalar Index Medicus’a uygun olmalıdır. 7. Derginin yayın dili Türkçe ve İngilizcedir. Yazıların gönderilmesi Yazılar, derginin http://www.yeniurolojidergisi.org. adresindeki web sitesi üzerinden online olarak gönderilmelidir. Ayrıca, aşağıdaki e-posta adresine direkt olarak da gönderilebilir. E-posta ile gönderilen yazılar, yazının tüm bölümlerini (başlık sayfası, özetler, anahtar kelimeler, metin, kaynaklar, şekil ve resimler) ve ayrıca bir gönderi mektubunu içermelidir. Örnekler Dergide çıkan makaleler için: 1. Tasci Al, Tugcu V, Ozbay B, Mutlu B, Cicekler O. Stone formation in prostatic urethra after potassium-titanyl-phosphate laser ablation of the prostate for benign prostatic hyperplasia. J Endourol 2009;23:1879-81. Kitap için: 1.Günalp İ: Modern Üroloji. Ankara: Yargıçoğlu matbaası, 1975. Editör: Prof. Dr. Ali İhsan Taşçı Avrasya Üroonkoloji Derneği Akşemsettin Mah. Akdeniz Cad. Çeyiz Apt. No:86/4 Fatih / İstanbul Tel: 0212 635 18 24 - 0536 744 13 29 E-mail: [email protected] Web: www.yeniurolojidergisi.org Kitap bölümleri için: Anderson JL, Muhlestein JB. Extra corporeal üreteric stenting during laparoscopic pyeloplasty. Philadelphia: W.B. Saunders; 2003. p. 288-307. Yazıların hazırlanması Yazılar, bilgisayar ortamında, Microsoft Word for Windows formatında, A4 kağıdının bir yüzüne iki aralıklı, iki yanında 2.5 cm’lik boşluk bırakılacak şekilde yazılmalıdır. Orijinal yazılar 3000, olgu sunumları 1500 ve derlemeler 5000 kelimeyi geçmemelidir. Yazılar şu sıra ile hazırlanmalıdır: başlık sayfası, özetler, anahtar kelimeler, metin, kaynaklar, tablo ve şekiller. Şekiller Şekiller (tablo dışındaki fotoğraf, resim, grafik, çizim v.b.) makalede geçiş sırasına göre cümle sonunda parantez içinde belirtilmelidir. Ön sayfa Türkçe ve İngilizce başlık, yazar isimleri ve unvanları, yazarların kurumları, yazışma yazarının adı, posta ve e-posta adresi, telefonu. Tablolar Her biri ayrı sayfaya yapılmalı, yazıda geçiş sırasına göre numaralandırılmalı ve her tablonun bir başlığı bulunmalıdır. Olgu sunumları Olgu sunumları 1500 kelimeyi geçmemeli ve mümkün olduğunca az kaynak ve şekil kullanılarak hazırlanmalıdır. Özet 100 kelimeyi geçmemelidir. Derlemeler Derlemeler 3000 kelimeyi geçmemeli ve en fazla 50 kaynak içermelidir. Özetler Özet yazısı, amaç, gereç ve yöntemler, bulgular ve sonuç düzeni 57 INSTRUCTIONS TO THE AUTHORS 1. The New Journal of Urology, welcomes original articles, case reports and reviews which are on urology and related topics and is a peer reviewed journal. 2. The submitted articles should be previously unpublished and shouldn’t be under consideration by any other journal. 3. If whole or a part of the submitted articles are presented in any congress, this should be noted in the submitted article. 4. When submitted articles have been subjected to editorial revision, the manuscripts will not returned whether they are published or not. 5. When necessary some changes relating to content and grammar can be done by authors and/or advisors. 6. Articles must comply with ethical rules of research and publication. Ethical responsibility belongs to the authors. Ethical committee approval should have been obtained for experimental or clinical trials when applicable. 7. The languages of publication are Turkish and English. Manuscript submission The manuscripts should be submitted via the on-line system of the Journal at http://www.yeniurolojidergisi.org Also, the manuscript can be submitted directly by following e-mail adres. The submitted manuscripts should include all parts of article (title page, abstracts, keywords, text, references, tables and figures) and also a cover letter. Editor: Prof. Dr. Ali İhsan Taşçı Avrasya Üroonkoloji Derneği Akşemsettin Mah. Akdeniz Cad. Çeyiz Apt. No:86/4 Fatih / İstanbul Tel: 0212 635 18 24 - 0536 744 13 29 E-mail: [email protected] Web: www.yeniurolojidergisi.org Manuscript Preparation The articles, should be written by Microsoft Word for Windows and digital format. The manuscripts should be written on one side of A4 paper, double spaced and margins 2.5 cm every side. Original articles should be maximum 3000 words, case reports 1500 words and reviews 5000 words. The paper should be arranged in the following order: Title page, abstracts (Turkish, English), keywords, introduction, materials and methods, results, discussion, acknowledgements, references, tables, figure and legends. Title Page This page should include the title of the article in both English and Turkish, the authors names and academic degrees the institution where the work was carried out and the address, name, e-mail and telephone of the corresponding author. Abstracts The abstracts should include the objective, materials and meth- 58 ods, results and discussion. It should be approximately 200-250 words. Abstract in English should be translation of the Turkish summary. The paper in English should include the Turkish summary. Key words At least 2, maximum 6 keywords (according to index medicus) must be written. Text Text should include introduction, materials and methods, discussion and acknowledge. References The referrences used in the article must be written in paranthesis, at the end of the sentences. References should be numbered in the order they appear in the text and placed at the end of the article. References must contain surnames and initials of all authors, article title, name of the journal, the year and the fırst and last page numbers. Articles having 6 or more authors, ‘et al.’ is suffıxed to the fırst three authors. Abbreviations should be according to index medicus. Examples Article in journal: 1. Tasci Al, Tugcu V, Ozbay B, Mutlu B, Cicekler O. Stone formation in prostatic urethra after potassium-titanyl-phosphate laser ablation of the prostate for benign prostatic hyperplasia. J Endourol 2009;23:1879-81. Books: 1.Günalp İ: Modern Üroloji. Ankara: Yargıçoğlu matbaası, 1975. Chapters in books: Anderson JL, Muhlestein JB. Extra corporeal üreteric stenting during laparoscopic pyeloplasty. Philadelphia: W.B. Saunders; 2003. p. 288-307 Tables Each table should be on a separate page and numerals according to the order they appear in the text. Each table should bear a title. Figures Figures (photographs, graphic and construction) should be identified by arabic numerals in parenthesis at the end of the sentences. Legends to the figures should be written on a separate page. Case reports Case reports should never exceed 1550 words and should be prepared with a minimum of references and figures. The summary shouldn’t exceed 100 words. Reviews Reviews should never exceed 5000 words and maximum 50 references should be used.
Benzer belgeler
Yeni Üroloji Dergisi Cilt: 8 Sayı: 1
Zafer Gökhan GÜRBÜZ Recai GÜRBÜZ Zafer Gökhan GÜRBÜZ M. Abdurrahim İMAMOĞLU Ateş KADIOĞLU İhsan KARAMAN Cevdet KAYA Mehmet KILINÇ İzzet KOÇAK Alim KOŞAR Bora KÜPELİ Sadettin KÜPELİ Murat LEKİLİ Sül...
DetaylıYeni Üroloji Dergisi Cilt: 10 Sayı
Atilla SEMERCİÖZ Metin SEVÜK Aykut SİFİL Tarkan SOYGÜR Ahmet SOYLU Yunus SÖYLET Coşkun ŞAHİN Murat ŞAMLI Aydın ŞENCAN Volkan TUĞCU Ömer Levent TUNCAY Lütfü TUNÇ Mustafa USTA Doğan ÜNAL Ali ÜNSAL Fa...
Detaylı