Gizli Kutu

Transkript

Gizli Kutu
1
Gizli Kutu
L
“
ÜFO, LÜFO, LÜFO!’’ dedi kız dev. Dev dilinde bu, ‘‘Lütfen, lütfen, lütfen!’’ anlamına geliyordu.
Kız dev Cumpincika, yatağında oturmuş annesine bir kitap
uzatıyordu. ‘‘Lüfo, lüfo, lüfo, Nana!’’ diye bir kez daha yalvardı.
Nana, yani Cumpincika’nın annesi, iç geçirdi. Daha kitaba
bakmadan, kapağında bir yaprağın üzerinde ayakta duran ufacık tefecik bir adamın resmedildiğini biliyordu. Neredeyse dokuz
yaşında olan ve kendi kendine rahatlıkla kitap okuyabilen Cumpincika, mincik bobolarla ilgili bu masallardan neden bir türlü
vazgeçemiyordu?
Mincik boboların gerçekte var olmadıklarını herkes biliyordu.
İyi ki de öyleydi! Çünkü onlarla ilgili tüm öykülerde pis, küçük
yaratıklar oldukları anlatılıyordu. Cumpincika’nın abisi aynı yaşlardayken bunlara inanmayı çoktan bırakmıştı.
9
Cumpincika’nın annesi raftan başka bir kitap aldı. Kapağında
koşuşturan okul üniformalı normal dev çocuklar resmedilmişti.
Fakat Cumpincika öyle üzgün bakıyordu ki Nana yine pes etti.
Ona bir kez daha fasfus satına tırmanarak Groil ülkesine gelen
mincik bobonun komik öyküsünü anlattı.
Bu çok kötü bir mincik boboydu. Bir horoz, bir arp ve bir sürü
de para çalmıştı. Soyulan zavallı dev onu kovalasa da yetişememiş; fasfus satından aşağı inerken mincik bobo sapı keserek devin
düşüp ölmesine neden olmuştu.
Bu korkunç bir öykü, diye düşündü Nana. En korkuncu da
bu pis mincik bobonun işlediği tüm suçlara rağmen cezalandırılmadan kaçabilmesiydi. Ama bunların hiçbiri Cumpincika’nın
umrunda değildi. Aksine mincik bobonun tarafını tutuyordu ve
annesi öyküyü bitirince baştan anlatmasını istedi. ‘‘Tekoko! Tekoko!’’ diye bağırdı.
Annesi öyküyü yeniden okumayı reddedince Cumpincika da
mincik bobolarla ilgili sorular sormakla yetindi. Gerçekten çok
ama çok mu minciklerdi? Boyları dizine mi gelirdi yoksa mincik
parmağı kadar mı minciklerdi? Mincik evleri, ağaçları, hayvanları, yatakları, bardakları ve kaşıkları mı vardı? Peki ya fasfus dışında ne yiyorlardı? Fasfus yiyor olmalıydılar, çünkü fasfus satlarına
tırmanıyorlardı.
Fakat Nana pek yardımcı olmuyordu. Fasfus yemiyorlar ve
fasfus satlarına tırmanmıyorlar, dedi. Var olmazken tüm bunları
nasıl yapabilirlerdi ki?
Kızına iyi geceler öpücüğü verip başucu lambasını söndürdü.
Ayak sesleri uzaklaşır uzaklaşmaz Cumpincika ışığı tekrar
açtı. Yataktan çıkıp zikzak çizerek odasında ilerledi. Dümdüz
yürümüyordu, çünkü yatak odasının zemini koleksiyonlarıyla
10
kaplıydı. Bir teneke kutu dolusu madeni para, bir torba deniz kabuğu ve bir sepet kozalak vardı. Ayrıca bir düğme yığını, bir viyol
tepesi ve yastık dağı… Gelgelelim Cumpincika bunların hiçbiriyle oynamak istemiyordu. Hepsinin yanından geçip odanın köşesine giderek büyükçe bir sandığın içini karıştırmaya başladı.
Hâlâ burada mıydı? Evet!
Cumpincika sandıktan eski bir kutu çıkardı. Farklı şekillerdeki renkli ahşaptan yapılmıştı. Kutuyu sallayınca çıkan tekdüze
şakırtı hoşuna gittiğinden gülümsedi.
Kutuyu ters çevirince aradığı o özel şekli buldu. Kırmızı bir
elmastı bu. Başparmağıyla sıkıca bastırınca kutudaki gizli bölme
açılıverdi.
Cumpincika’nın yüzünde güller açtı ve kutuyu yere koydu.
Diz çöküp gizli bölmedeki o harika, buruş buruş şeylerden bir
avuç aldı.
‘‘Fasfus!’’ diye mırıldanarak bir avucundan diğerine sonra tekrar ötekine boşalttı.
Ve sonra aklına harika bir fikir geldi.
‘‘Fasfus satı,’’ dedi kendi kendine.
11
2
T hrog
H
er ne kadar Cumpincika’nın annesi ona hiçbir yetişkin
devin mincik bobolara inanmadığını söyleyip dursa da
bu doğru değildi. Onların varlığına inanan çok yaşlı bir dev vardı, ama hep kendi kendine konuştuğundan kimse onu ciddiye almazdı. Mincik bobolarla fasfus satları hakkında uyaklı bir takım
laflar eder ve işte böyle mırıldanırken bir yandan da yürürdü; üstelik gelişigüzel bir şekilde değil, Groil’in sınırında, toprağın bitip
bulutların başladığı duvarın öte tarafında yürürdü. Elinde de son
derece etkili bir tarım ilacı olurdu.
Bu yaşlı devin adı, dev dilinde uyarı anlamına gelen Throg’du.
Uyaklı dizeleri onu dinleyenler için gerçekten de bir uyarıydı: günün birinde bir fasfus satının yerden biteceği; kötü, kötü
olduğu kadar da zeki mincik boboların sapa tırmanarak Groil’i
işgal edeceğine dair bir uyarı.
12
Throg’un en sevdiği uyaklı dizeler şöyleydi:
Topik çevyo golim golim
Bini topik çevyo golim.
Kornuç kornuç
Fasfus satı, Esi hopbili öfkürüm. (Çevrede dolaşır dolaşır dururum
Hep çevrede dolaşırım.
Korkunç mu korkunç
Fasulye sapı,
Seni çok yakında öldürürüm.)
Bu yaşlı devi pek dinleyen olmazdı, çünkü diğer devlerin çoğu
aşağıya düşmekten korktuklarından Groil’in sınırından uzak dururdu. Ama ara sıra Throg’un dizeleri esen rüzgârla bir onlara
ulaşırdı. O zaman başlarını sallar ve gülümseyerek ona zavallı
adam derlerdi: “Yimpi yumpi bobo.”
Cumpincika’nın babası bir polis memuruydu. Ona Throg’un
sürekli karakolu arayıp onlardan sınır ülke için düzgün polis devriyeleri ayarlamalarını istediğini anlatmıştı. Fakat polislerin hiçbiri bu öneriyi ciddiye almamıştı. Tıpkı diğer yetişkin devler gibi
onlar da yalnızca ‘‘Yimpi yumpi bobo,’’ diyorlardı.
Cumpincika hiç sınır ülkeye gitmemişti; duvarın öte tarafına
geçmesine izin yoktu. Ama Throg’un dizelerini duymuş ve birkaç
kez onu tarlalarda sandviç yerken ya da uyuklarken görmüştü.
Mincik bobolar ve fasfus satları hakkında neler bildiğini sormak
için onunla konuşmayı istese de buna bir türlü cesaret edemiyordu. Elinde olmadan ondan biraz korkuyordu.
13
3
On Üç Numaralı Salyangoz
M
incik boboların ülkesinde, on bir yaşındaki Stephen Jones, bahçede bilyelerin arasında iki seksen yatıyordu.
‘‘Seni aptal sopa çekirgesi!’’ diye bağırdı.
Daha az önce çiçeklerin arasından bir salyangoz alan Stephen’ın
kız kardeşi Colette ona döndü. ‘‘Bu sopa çekirgesi değil. Bir salyangoz,’’ dedi.
‘‘Ben seni kastetmiştim, beyinsiz kurt sineği!’’ Stephen ayağa
kalkıp bir avuç bilyeyi otların arasına fırlattı.
‘‘Dur!’’ diye bağırdı Colette. ‘‘O benim bilye koleksiyonum!’’
‘‘Bunun senin aptal bilye koleksiyonun olduğunun farkındayım,’’ dedi Stephen. ‘‘Az önce birinin üstüne basıp düştüm ya!
Şimdi ben de suratında bir koleksiyon yapacağım, morluk koleksiyonu.’’
14
‘‘Özür dilerim,’’ dedi Colette. ‘‘Ama bilyelerim aptal değil. Çok
güzeller. Harika, parlak ve yusyuvarlaklar.’’
Stephen, Colette’i taklit ettiğinde takındığı o aptal, ince ses tonuyla, ‘‘Harika, parlak ve yusyuvarlak,’’ diye cırladı.
‘‘Motoru olmayan hiçbir şeye katlanamıyorsun,’’ dedi Colette.
Salyangozu yerdeki karton kutuya koyup, Stephen’a sırtını döndü. Yaprağın üzerinde boynuzlarını oynatıp duran bir başka salyangoz vardı. On üç numaralı salyangozdu bu. ‘‘Hadi içeri,’’ dedi
Colette.
Diğer on sekiz salyangoz şaşkın bir şekilde sürünerek ilerliyordu. Colette’in onlar için yerleştirdiği yapraklar pek de umurlarında
değildi. Dört numaralı salyangoz tırmanarak neredeyse kutunun
tepesine varmak üzereydi.
‘‘Size bir kapak ayarlamam gerekecek,’’ dedi Colette salyangozlara.
‘‘Üzerinde de nefes alabilmeniz için delikler olmalı.’’
Atık koleksiyonundaki karton kutulardan biri işini görürdü.
Colette kutuyu evin içine soktu.
‘‘Aptal kırkayak!’’ diye yarım ağızla arkasından söylendi Stephen. Yerden kalkıp çim biçme makinesinin şoför koltuğuna oturmuş, düğmelerle oynamaya başlamıştı. Çim biçme makinesi yepyeniydi. Işıl ışıl ve harika görünüyordu. Bir römorku bile vardı.
Stephen ilk görüşte âşık olmuştu.
Colette eve girer girmez babasının sesini duydu.
‘‘Lavabo pul dolu!’’ diye bağırıyordu.
Colette salyangozu mutfak masasına bırakıp koşa koşa üst
kata çıktı. Babası banyo kapısının önündeydi, sabrı taşmış gibi
görünüyordu.
15
‘‘Üzgünüm,’’ dedi Colette. “Sadece kabuklardan çıkarabilmek
için suda bekletiyorum. Ellerini mutfakta yıkayamaz mısın?”
Babası karşılık vermek için ağzını açmak üzereyken burnunun üzerine bir tüy düştü.
Yukarıdan bir yerden ‘‘Uçan kuş!’’ diye bir ses geldi. Colette
yukarı baktı. Kız kardeşi Poppy göbeğinin üstüne yatmış, merdiven parmaklıklarının arasından kuş tüyü atıyordu.
‘‘Dur! O benim tüy koleksiyonum! Tam bir baş belasısın
Poppy!’’ Colette öfkeyle yukarı çıktı.
Ancak evin içinde yankılanmaya başlayan ses çok daha yüksek ve öfkeliydi.
‘‘Colette! Buraya gel! Hemen!’’ Bağıran annesiydi.
Colette, Poppy’nin elindeki tüyleri kaptığı gibi dönüp hâlâ
pullar hakkında söylenen babasının yanından geçerek aşağıya
indi. Mutfak kapısını açtı.
‘‘Şunlara bak! Her yerdeler!’’ Annesi masayı işaret ediyordu.
Salyangozlar arkalarında sümüksü izler bırakarak masanın üzerindeki kahvaltıdan kalma kırıntıların arasında sürünerek ilerliyordu. İçlerinden biri bal kavanozunun tepesine çıkmak üzereydi,
daha maceraperest olanıysa (tabii ki de dört numara) çaydanlığa
tırmanıyordu.
‘‘Özür dilerim,’’ dedi Colette bir kez daha. Tüyleri bırakıp salyangozları toplayarak kutuya yerleştirmeye başladı. ‘‘Onlara bir
kapak yapacaktım ama…’’
Ancak annesi artık daha fazla mazeret dinlemek istemiyordu.
‘‘Bu kadar koleksiyon çok fazla,’’ dedi. ‘‘Onları dışarı çıkar. Hemen!’’
16
Poppy mutfağa girip masanın üzerindeki tüyleri görünce
‘‘Kuşlar!’’ diye bağırdı. Ama Colette’in büyük kutusu çok daha ilgi
çekiciydi. Poppy ablasının peşinden bahçeye çıktı.
‘‘Sakın dışarıda başka bir şeyler toplamaya kalkışma!’’ diye bağırdı annesi arkalarından.
Colette de öyle yaptı. En azından o gün için. Ama bunun nedeni annesinin sözünü dinlemesi değildi. Kendisi bir koleksiyon
parçası olmak üzereydi.
17