HURMA ÇEKİRDEĞİ

Transkript

HURMA ÇEKİRDEĞİ
Kısa Öykü Yarışması 2.si
İncila ÇALIŞKAN
Rumuz : Irmak
HURMA ÇEKİRDEĞİ
Hasena gözyaşlarıyla toprağı ıslattığını torunları eteğini çekince anladı.
-
Nine susadım!
-
Nine acıktım!
İhtiyar kadın tümsekteki toprakları son kez elleriyle sıvazladı. Tümseğin al
Tında yatan sevgili canları göklere bağışladı. Başını bulutlara kaldırdı:
-
siz ey gökyüzü tanrıları. Bu acıya nasıl dayanıyorsunuz? Toprak
acı çekiyor, su acı çekiyor, ağaç acı çekiyor… ben, torunlarım, tüm insanlar acı
çekiyoruz…
torunlar günlerdir bombardıman gürültüsünden uykusuzdu. Büyümüş
gözlerini ninelerine çevirdiler. Hasena ikisine de sarıldı.
-
tamay, medeyan, benim güzel torunlarım. Şimdi size hurma ve su
bulurum.
İhtiyar kadın güçsüz bacaklarını sürükleyerek yıkılan evine girdi. Elinde
ağzı kırılmış toprak testiyle çıktı. Torunlarına su içirdi. Kollarının yenleriyle
yüzlerini, tozlu saçlarını sildi. Üçünün gözyaşları birbirine karıştı.
-
nine acıktık!
İhtiyar kadın belindeki kuşağın arasından eski bir kese çıkardı. İçinden iki
hurma aldı.
-
alın yavrularım. Biri tamay’a, bir medeyan’a.
Medeyan hurmayı ucundan ısırdı. Gözlerinden yaşlar fışkırdı.
- Nine, hurma ağacımızı bombalar devirmiş. Çekirdeğimi saklamalıyım.
Bir gün kurtulursak ekerim. Yine evimizin önünde hurma ağacımız olur.
Hasena’nın duyarlı kulakları yaklaşan askerlerin ayak seslerini duydu.
Bahçedeki fırının içinden ateşleri, külleri dışına çıkardı. Gece karanlıktı. Buz gibi çöl
soğuğu üçünün de iliklerin donduruyordu.
Hasena korkulu gözlerle çevresini kolladı. Torunlarını kucaklayıp birer birer
fırının içine yerleştirdi. Kendisi de fırının içine girince demir kapağı içerden kapattı.
Torununa sarıldı.
-
Askerler bizi burada bulamaz! Sakın sesinizi çıkarmayın!
-
Nine korkuyoruz…
-
Korkmayın, bana sarılın…
Korkudan, soğuktan titreyen çocuklar, ılık fırının içinde, Hasena’nın
Dizlerinde uyuyakaldılar.
İhtiyar kadın kibir e, küstahlığa yer olmayan çocuk yüreklerine içinden bir
minnet duydu:
- Tanrım, beş bin yıllık Sümerli atalarımızın emek, sevgi,şefkat gibi yüce
değerlerini unuttuk! Savaşlar, düşmanlıklar her yanımızı sardı. Güçlüler güçsüzlere
hep acılar çektirdi. Oğlumu, gelinimi ellerimle gömdüm. Bana iki küçük torunum için
güç ver, kuvvet ver…
tank seslerinin yaklaştığını duyan Hasena’nın yüreği yerinden çıkacakmış gibi
atmaya başladı. Bahçede ezilen cam, çerçeve, ağaç, hayvan seslerine, bomba sesleri
karıştı. Civcivlerin çığlıkları yüreğini parçaladı.
Askerler fırının önünde bir an durdular. İçlerinden biri küllerin arasından
bulduğu korla sigarasını yaktı. Arkadaşı seslendi:
-George, oyalanma! Burada kurbağalar bile ezilmiş. Yaşayan canlı
kalmamış!
Fırının önündeki asker bir şey arıyormuş gibi çevreye göz gezdirdi. Elindeki
silahla fırının demir kapağını birkaç kez zorladı. Hansa korkuyla ayaklarını, sırtını
var gücüyle kapağa dayadı. Yüreğinin sesini düşman askeri duyacak diye ödü koptu.
Asker yerdeki her şeye silahıyla ateş ediyor, tekmeler savuruyordu. Hasena
yerdeki su testisinin askerin postalları altında ezilişini içi sızlayarak duydu.
Durmadan havlayan köpeğin sesi yediği kurşunla birden kesildi. “Ah, keşke suyu
yanımıza alsaydım. Bu bizim son suyumuzdu! Köpeğimizden ne istiyorlar?”
İhtiyar kadın askerin uzaklaşan ayak seslerini duyunca gözyaşlarını koy verdi.
Artık ağıtlar yakarak ağlıyordu…
*
*
*
*
*
*
*
Ay, yavaş yavaş bulutlardan sıyrıldı. Ay tanrısı sin, gördüklerine inanamadı.
Gözleri acıyla doldu. Babil’in asma bahçeleri yerle bir olmuştu. Prenses Tamay’ın
Mardin deki asma bahçelerini özlediğini anlayan kral, Dicle boylarını asma
bahçeleriyle bezetmişti. Prenses Tamay nedimeleriyle fülüt, lir sesleri arasında bu
bahçelerde gün boyu dolaşır Mardin’deki kehribar üzümlerin tadını özlerdi. Ela
gözlerini gök yüzüne kaldırır, safran çiçeklerinin özlemini çekerdi. Kumral saçlarını
çöl rüzgarları savururdu.
İnceliğin, zerafetin, cömertliğin, tatlı dilin bu güzel prensesi neden bu kadar
hüzünlü diye kral üzülürdü. Günlerden bir gün, mühendislerine mardin’in asma
bahçelerinden bağdat’ın asma bahçelerine bir kanal yapmalarını söyledi.
Mardin’in yamaçlarındaki üzümler ezilip şarap olunca bu kanal bağdat’a yaşam
tadı taşımaya başladı.
Prenses Tamay sırça kadehteki şarabı içerken kuş cıvıltıları gibi şarkılarla ay
tanrısı Sin’e danslar etmişti.
-Şükürler sana yüce Sin! Ülkemizde her yeri ışık kaplasın! Tüm sıkıntılar
yok olsun. Kırlarda zararlı otları yolun. İnsanları incitmeyin. Dokuma tezgahları sarı
safran renginde kumaşlar dokusun. Mardin üzümleri gibi bana mor-eflatun
elbiselikler, şallar dokuyun… kitapları kurun. Sedef kolyeler, lapis bilezikler işleyin.
Asma bahçelerimde yenilsin, içilsin… insan, insana işkence etmesin… yönetenler
saygın olsun… gençler bilginlerin sözünü dinlesin… ülkemizden karanlık
kovulsun… tüm canlılar mutluluk içinde yaşasın… neşe, sevinç yaşamımızın özü
olsun…
prenses Tamay şair Ludingirra’yı çağırmıştı:
- Ey şair, ey yüreği Mardin’in üzümleri gibi tatlı insan. Biliyorsun neden
öğretmiyorsun?
Ludingirra kara sürmeli gözlerin şöyle bir gezdirmiş Babil’in asma
bahçelerinde. Elinde tuğla tabletleri, ışık insanlarının arasında hem gezmiş hem
şiirlerini söylemiş insanlığa.
- Dilimiz, asma bahçelerimiz, bir de inceliğimiz, zarafetimiz yok olmadıkça
ışık insanları mutlu yaşayacaklar, güzeller güzeli prensesim Tamay…
*
*
-
*
*
*
*
*
Biliyorsan neden öğretmiyorsun?
Medeyan bunları sayıklayarak uyandı. Demir kapağın kıyısından sızan gün ışığı
hafifçe fırının içini aydınlatıyordu. Kardeşinin kara kıvırcık saçları kendi saçlarına
karışmıştı. Tamay’ı hafifçe itti. Ninesi sıçrayarak uyandı. Torunlarını kucakladı.
Geceyi anımsadı. Gözlerinden yaşlar boşaldı.
-
Biliyorsun neden öğretmiyorsun nine?
Hansa torunun kara gözlerindeki ışıklara baktı. Kendini toparladı.
Bu
Geceyi geçirdik, ama yarın gece ne olacak, diye düşündü:
-
neyi biliyorum kara gözlerine kurban olduğum? Neyi biliyorum?
Bilsem…. Ah bilsem…
medeyan avucunu açıp hurma çekirdeğimi bahçemize ektim. Bana şair
ludingirra avuçla su verdi. Sonra ağacım büyüdü kocaman bir ağaç oldu, gökyüzüne
ulaştı. “ Biliyorsun neden öğretmiyorsun?” dedi.
Tamay kıvırcık kirpiklerinin arasından sevgiyle baktı. O da avcunu açtı. Hurma
çekirdeğini tüm gece sımsıkı tutmuştu.
- Nine bak çekirdeğimi kaybetmedim. Bu gün ekelim. Hurma ağacımız
yıkıldı. Çok üzülüyorum. Ağacın üzerindeki leylek yuvası da yıkıldı…
Hasena bir karar veri. Çocukları alıp hemen buralardan uzaklara gitmeliydi.
Topların ulaşamayacağı yerlere… prenses Tamay’ın ülkesine… Mardin’in asma
bahçelerine… Safran bahçelerine … deyrülzaferan bahçelerine…. Sevginin
yüceltildiği kente…
Hasena demir kapağı ağır ağır açtı. Başını uzatıp çevreyi korkuyla gözledi.
Torularından önce fırından kendisi çıktı. Yerde ezilmiş civcivleri gördü. Uzaktan silah
sesleri geliyordu. Seslerin geldiği yerde petrol kuyuları acı bir koku salarak
yanıyordu…
İhtiyar kadın torunlarını kucaklayıp fırından yere indirdi. Hava yanık petrol, toz,
saman kokuyordu. Çöl sıcağı tüm yapışkanlığı ile üzerlerine çöktü. Çocuklar yerde
can çekişen köpeklerine sarılıp ağladılar… yolda vurulmuş leylekler içlerini
parçaladı…
İhtiyar kadın çocukları sürükleyerek yollarda koşmaya başlası. Tepelerinde
sürekli bir yerlere düşen bombalar uçuşuyordu. “Dicle kıyılarına varmalıyım. Dicle
kıyılarına varmalıyım! Sazların arasına saklanırız! Hiç değilse su buluruz. “Hasena
var gücüyle çocukları sürükledi. Tamay’ın ayağı takılıp düştü. Medeyan yerden bir
şey aldı.
-
Nine, kardeşimin ayağına bu tabak takılmış, bak!
Hasena Tamay’ı kucağına alırken Medeyan’ın elinde kırmızı topraktan
kenarları sonsuzluk motifi ile süslü bir çanak gördü.
-
ah, 6000 bin yıllık samarra seramikleri… Müzemiz!... yoksa hepsi
yok mu oldu ? Aman tanrım müzemizi soyuyorlar.
Sürüklenir gibi koşarken havada patlayan bomba üçünü de köşeye fırlattı. Hasena
Toz duman arasında kendisine doğru sürünerek gelen Tamay’ı gördü. Tozlar yatışınca
müzenin kapısındaki kanatlı boğa heykelinin parçalanmış ayaklarını seçebildi. Tell
Asmar’ın kocaman gözlü dua edicilerinin heykellerini yağmacılar torbalara
dolduruyordu…
Hasena sağ taraftan bir inilti duydu. Medeyan kanlar içinde yatıyordu…
- Nine kollarım nerede? Nine hurma çekirdeğimi düşürdüm. Daha Dicle’ye
gelmedik mi? Hurma çekirdeğimi ekemedim. Ninecim canım çok yanıyorrrr..
Tamay tozların arasında hurma çekirdeğini buldu, iki avucunu da sımsıkı
yumdu…
Hasena boğazı yırtılırcasına bağırıp ağıtlar yaktı:
- bunca acıya nasıl katlanayım? Ey gökyüzü, sen nasıl katlanıyorsun? Biliyorsan
neden öğretmiyorsunnn?
Askerlerin ayak seslerin duyan Tamay elindeki hurma çekirdeklerini ağzına atıp
yutuverdi… korkudan titremeye başladı…

Benzer belgeler

Alabilirsiniz / Your Complimentary Copy No: 125 Kasım

Alabilirsiniz / Your Complimentary Copy No: 125 Kasım adamış bir siyahtır. Ailesiyle özgür ve mutludur. Bir gün iki kişi ile tanışır ve çalışmak için Washington’a gider. Ancak kaçırılıp Güney’de bir çiftlikte köle olarak çalışması için satılır. Özgürl...

Detaylı