AYNA Klinik Psikoloji Dergisi AYNA Clinical Psychology Journal

Transkript

AYNA Klinik Psikoloji Dergisi AYNA Clinical Psychology Journal
ORTA DOĞU TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
PSİKOLOJİ BÖLÜMÜ
15
20
2
T:
CİL
1
YI:
SA
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
ISS
N:
2
14
8-4
37
6
DERGİ
AYNA Clinical Psychology Journal
KÜNYE
DERGİNİN SAHİBİ
AYNA Klinik Psikoloji Destek Ünitesi Adına
Prof. Dr. Faruk Gençöz
EDİTÖR
Prof. Dr. Tülin Gençöz
YAYIN KURULU (Soyadı alfabetik sıra ile)
Yağmur Ar
Pınar Özbağrıaçık-Çağlayan
Gaye Zeynep Çenesiz
İncila Gürol-Işık
Ayşen Maraş
Filiz Özekin-Üncüer
Ece Tathan-Bekaroğlu
DİZGİ-TASARIM
N. Gizem Akgülgil
HAKEMLER
(Alfabetik Sırayla)
Psk. Dr. B. Türküler Aka
Psk. Dr. Miray Akyunus
Öğr. Gör. Dr. İlkiz Altınoğlu-Dikmeer
Uzm. Psk. Suzi Amado
Uzm. Psk. Yağmur Ar
Doç. Dr. Gülbahar Baştuğ
Psk. Dr. Ali Bayramoğlu
Doç. Dr. Özlem Bozo
Uzm. Psk. Canan Büyükaşık-Çolak
Doç. Dr. Deniz Canel-Çınarbaş
Uzm. Psk. Gaye Z. Çenesiz
Yrd. Doç. Dr. Okan Cem Çırakoğlu
Uzm. Psk. İpek Demirok
Psk. Dr. Talat Demirsöz
Öğr. Gör. Dr. Dilek Demirtepe-Saygılı
Prof. Dr. Çiğdem Günseli Dereboy
Uzm. Psk. İlknur Dilekler
Doç. Dr. Gülay Dirik
Doç. Dr. Mithat Durak
Prof. Dr. Ayşegül Durak-Batıgün
Yrd. Doç. Dr. Sine Egeci
Prof. Dr. H. Gülsen Erden
Yrd. Doç. Dr. Ekin Eremsoy
Prof. Dr. Neşe Erol
Psk. Dr. Ş. Gülin Evinç
Prof. Dr. Faruk Gençöz
Prof. Dr. Tülin Gençöz
Uzm. Psk. Ali Can Gök
Uzm. Psk. Derya Gürcan
Uzm. Psk. İncila Gürol-Işık
Yrd. Doç. Dr. Olga Selin Hünler
Doç. Dr. Sedat Işıklı
Uzm. Psk. Gözde İkizer
Uzm. Psk. Emine İnan
Doç. Dr. Müjgan İnözü
Prof. Dr. A. Nuray Karancı
Uzm. Psk. Pınar Kaya
Doç. Dr. Aylin Koçkar
Uzm. Psk. Bahar Köse
Uzm. Psk. Ayşen Maraş
Psk. Dr. Özge Mergen
Psk. Dr. İrem Motan Bayraktar
Uzm. Psk. Pınar Özbağrıaçık-Çağlayan
Uzm. Psk. Filiz Özekin-Üncüer
Psk. Dr. Serkan Özgün
Prof. Dr. Bengi Öner-Özkan
Psk. Dr. Hivren Özkol
Psk. Dr. Nurten Özüorçun
Uzm. Psk. İpek Güzide Pur
Psk. Dr. Neslihan Rugancı
Uzm. Psk. Başak Safrancı
Uzm. Psk. Elçin Sakmar
Uzm. Psk. Sevda Sarı-Demir
Psk. Dr. Dilek Sarıtaş
Uzm. Psk. Kerim Selvi
Psk. Dr. Burcu Sevim
Prof. Dr. Atilla Soykan
Doç. Dr. Çiğdem Soykan
Uzm. Psk. Yankı Süsen
Doç. Dr. Emre Şenol-Durak
Uzm. Psk. Yeliz Şimşek-Alphan
Uzm. Psk. Ece Tathan-Bekaroğlu
Uzm. Psk. Merve Topçu
Uzm. Psk. Zulal Törenli
Uzm. Psk. Ezgi Tuna
Yrd. Doç. Dr. Ece Tuncay-Şenlet
Uzm. Psk. Beyza Ünal
Uzm. Psk. Duygu Yakın
Doç. Dr. B. Banu Yılmaz
Uzm. Psk. Tuğba Yılmaz
Yrd. Doç. Dr. Adviye Esin Yılmaz
Doç. Dr. Orçun Yorulmaz
Uzm. Psk. Sema Yurduşen
Psk. Dr. Muazzez Merve Yüksel
İÇİNDEKİLER
Narsistik Kişilik Örgütlenmesinin Bağlanma Kuramı
Çerçevesinde Ele Alınması: Vaka Örneği
E. İnan
1
Benlik Farklılıklarına Rogers’ın Danışan Odaklı Terapisi ile
Yaklaşım: Vaka Çalışması
D. Gürcan
13
İslami ve İslam Öncesi İnançlar ve Psikoloji: Türkiye’de Yerel
Sağaltım Yöntemleri Bağlamında Türbe ve Hoca Ziyaretleri
D. Canel Çınarbaş
27
Kaygı Durumlarında Gevşeme Egzersizi ve Sistematik
Duyarsızlaştırma Kullanımı: Bir Vaka Örneği
G. Z. Çenesiz
40
“Ölümle Yaşam Arasında” Filminin İncelenmesi: Kurtarma
Fantezisi ve Ahlâki Mazoşizm
B. Ünal
49
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 1-12
Emine İnan
Narsistik Kişilik Örgütlenmesinin Bağlanma Kuramı
Çerçevesinde Ele Alınması: Vaka Örneği
Emine İNAN
Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Özet
Bu çalışmanın amacı, Bağlanma kuramı çerçevesinde narsistik kişilik özellikleri gösteren bir vakayı,
Bay R., detaylı bir şekilde ele alırken, alanda çalışan terapistlere bu kişilik özelliklerinin etiyolojisinin
nasıl ele alınabileceği konusunda yol gösterici olmaktır. Narsisizm görkemlilik, onaylanma ve
beğenilme ihtiyacı, başkalarına karşı ilgisizlik ve empati yoksunluğu ile karakterize bir psikolojik
problemdir. Bu kişilik örgütlenmesinin bireylerin erken dönem yaşantılarında ebeveynleriyle olan
ilişkilerinden kaynaklandığı ileri sürülmektedir. Kişilerin ebeveynleriyle olan ilişkilerinin niteliğinin
onların kendilik ve başkalarına yönelik temsillerinin gelişmesine, temel inançlarının oluşumuna ve
yaşamlarının ileri dönemlerindeki insan ilişkilerine etki ettiği bilinmektedir. Bu bağlamda eğer kişilerin
erken dönem yaşantılarında ebeveynleriyle kurdukları ilişki yeterince iyi (good-enough) değilse, bu
kişilerin yetişkinlikte sahip oldukları kişilik örüntülerinin veya bozukluklarının o dönemde
geliştirdikleri güvensiz bağlanma stillerinden biriyle ilişkili olabileceği araştırmalarca bulunmuştur.
Bağlanma Kuramı kişilerin duygusal bağlarının gelişimini anlamak için geliştirilmiş olsa da ilerleyen
zamanlarda bozuklukların veya örüntülerin daha iyi anlaşılmasına olanak sağladığı için terapilerde de
kullanılmaya başlanmıştır. Bu bilgiler ışığında, bu çalışmanın son bölümünde bağlanma kuramının
narsistik danışanlarla çalışırken nasıl uygulanabileceği ele alınmıştır.
Anahtar Kelimeler: Narsistik kişilik örgütlenmesi, Bağlanma Kuramı.
ISSN: 2148-4376
1
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 1-12
Emine İnan
Narsistik Kişilik Örgütlenmesinin Bağlanma Kuramı Çerçevesinde Ele Alınması: Vaka
Örneği
Narsisizm ve Bay R. Vakası
Narsisizm terimi adını Yunan mitolojisindeki suya düşen yansımasına âşık olan ve
yansımasını izlemekten kendini alamadığı için ırmağın başında günden güne eriyip ömrünü
tüketen Narkissos’tan almaktadır (Beck, 2008). Narsisizm, psikoloji yazınında kendi özsaygılarını
devam ettirmek için başkalarından onay arayan bireyler için kullanılır. Bu kişilerin kendileri için
önemli olan birinden aldıkları onay özsaygılarını arttırırken, aradıkları onayı alamamak
özsaygılarına zarar verir (McWilliams, 2010).
Narsisizm daha patolojik boyutlarıyla ele alındığında “narsistik kişilik bozukluğu”
(Masterson, 2006) ya da “patolojik narsisizm” olarak adlandırılır (McWilliams, 2010). Klinik
popülasyonda bu bozukluğun yaygınlığı %2 ile %16 arasında değişirken genel popülasyonda
%1’den daha azdır (DSM-IV-TR, Amerikan Psikologlar Derneği, 2000). Patolojik narsisizmin
önemli özellikleri görkemlilik, onaylanma ve beğenilme ihtiyacı, başkalarına karşı ilgisizlik ve
empati yoksunluğudur (Masterson, 2006). Ruhsal BozukluklarınTanısal ve İstatistiksel El
Kitabı’na göre (DSM-IV-TR, 2000) narsistik kişilik bozukluğu olan bireyler abartılmış bir kibir
duygusuna sahiptirler. Bu kişiler yetenek ve başarılarını abartırlar. Ayrıca diğer insanlardan da bu
abartılmış yetenekleri için saygı ve onay beklerler; ancak beklentileri karşılanmadığında da
şaşırırlar. Genelde başarı, güç, zeka, güzellik ve ideal aşkla ilgili limitsiz fantezilerle meşguldürler.
Bu kişiler herkesten farklı, üstün ve tek olduklarına inanırlar ve diğerlerinin de bu farklılığı fark
etmesini beklerler. Bu nedenle genelde bir şeyi ne kadar iyi yaptıkları ve başkalarının onları ne
kadar onayladığı ile meşguldürler. Narsistik kişilik bozukluğu olan kişilerin bu derece beğenilme
ihtiyacı, kırılgan özsaygılarından kaynaklanmaktadır. Ayrıca bu durum narsistik kişileri eleştiri,
aşağılanmışlık ve boşluk hissiyatı konusunda da hassaslaştırmaktadır. Şişirilmiş özgüven ve
yüksek hırsları onları yüksek başarılara götürse de bu tarz hassasiyetler bu kişileri başarmak için
çabalamaktan alıkoyabilmektedir. Bu özelliklere ek olarak, kendi ihtiyaçlarını diğer insanların
ihtiyaçlarından üstün gören narsistik kişiler genellikle özel yetenekleri olan ve kendilerine katkı
sağlayabilecek kişilerle vakit geçirmeyi tercih ederler. Narsistik kişilik bozukluğu olan kişiler için
duygular ve ihtiyaçlar kişiyi zayıf ve savunmasız yapar. Bu nedenle, empati yoksunluklarının yanı
sıra başkalarının bu kişileri duygusal olarak soğuk bulmaları da mümkündür.
Son dönem psikanalitik teorilere göre, narsisizmin muhtaç, paranoid, manipülatif ve fallik
narsistik şeklinde farklı formlarıyla karşılaşılabilmektedir. Ancak, farklı görünümleri olsa da bütün
narsistik bireylerin en temelde yetersizlik, utanç, zayıflık ve aşağılık duygularına sahip oldukları
düşünülmektedir (Masterson, 2006; McWilliams, 2010). Narsisizmi duygu temelli ele alan yazına
göre, narsistik bireylerin pek çok deneyimi utanç ve utanç verici bir duruma düşmekten dolayı
yaşadıkları korku ile çevrilidir. Bir noktaya kadar bu kişiler kendi psikolojik incinebilirliklerinin
farkındadırlar. Dağılmaktan, özsaygı ve öztutarlılıklarını kaybetmekten ve biri yerine hiçbiri
durumuna düşmekten korkarlar. Zayıf hissederler ve en ufak bir zorlanma karşısında kimliklerini
bir bütün halinde tutamayacaklarına ve kendilerini koruyamayacaklarına inanırlar. Bu inançla
ilişkili olarak yaşadıkları kimliklerinin bütünlüğünü kaybetme korkusu fiziksel sağlıklarıyla ilgili
kaygılarıyla yer değiştirir. Bu korku ve kaygının arkasında bu kişilerin utanç duyduğuna
ISSN: 2148-4376
2
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 1-12
Emine İnan
inanılmaktadır. Hissettikleri utanç duygusu da başkaları tarafından kötü ya da hatalı olarak
görülmeyi, çaresizlik, çirkinlik ve zayıflık duygularını içerir. Yazına göre narsisizmde sık rastlanan
duygulardan bir diğeri olan hasete gelince, eğer narsistik kişiler yetersizlikleri olduğunu
hissediyorlarsa ve bunun bilinir hale gelmesinden korkuyorlarsa, kendilerinden memnun olan ya
da kendilerindeki eksikliği kapatacak özelliklere sahip kişilere karşı haset duyarlar. Ayrıca, haset
narsistik kişilerin eleştirel tutumlarının nedeni de olabilir. Eğer eksiklikleri olduğuna inanıyorlarsa
ve başkalarında bu özellikler mevcutsa eleştirerek, onaylamayıp küçümseyerek başkalarının sahip
olduklarını da tahrip etmeye çalışırlar (McWilliams, 2010).
Narsistik kişilerin idealizasyon, değersizleştirme ve mükemmeliyetçilik gibi özellikleri
onların savunma mekanizmaları olarak değerlendirilir. Bir nevi ilk ikisi tamamlayıcı niteliktedirler.
Narsistik kişiler kendilerini idealize ettiklerinde diğerlerini değersizleştirirler. Tam tersi,
kendilerini değersizleştirdiklerinde de diğerlerini idealize ederler. Narsistik kişiler konuşurken
onların her zaman için “en iyi”den söz ettiklerini fark etmek zor değildir. Örneğin, narsistik
bireyler “en iyi terapiste” gitmektedirler ya da en iyi öğretmene sahiptirler. Mükemmeliyetçiliğe
gelince, narsistik bireyler kendilerini gerçekçi olmayan ideallere göre değerlendirirler. Bunun
sonucu olarak ya kendilerini bu ideallere ulaştıkları konusunda ikna ederler (büyüklenmeci sonuç)
ya da kabul edilebilir eksiklikleri olan bireyler olduklarını kabul etmektense doğuştan kusurlu
olduklarına inanmayı tercih ederler (depresif sonuç). Mükemmellik ihtiyacı kişinin kendini ya da
başkalarını eleştirmesi ya da kişinin belirsizlikler yüzünden hayattan zevk alamaması şeklinde
dışsallaştırılır. Narsistik bireylerin mükemmeliyetçiliğinin önemli bir sonucu bu kişilerin
duygulardan ve başkalarına ihtiyaçları olduğunu belli edecek davranışlardan kaçmalarıdır.
Özellikle, pişmanlık ve şükran, inkâr etme eğiliminde oldukları tutumlardır. Bu tutumları
ilişkilerini kaybetmek pahasına reddederler (McWilliams, 2010).
Verilen bilgiler ışığında bu çalışmada narsistik kişilik örgütlenmesine sahip bireylerle
terapi ortamında bağlanma kuramı çerçevesinde nasıl çalışılabileceği örneklenmiştir. Çalışma
boyunca aşağıda bilgileri verilecek olan Bay R. vakası üzerinden bu konu ele alınacaktır.
Bay R. 21 yaşında, İranlı, AYNA Klinik Psikoloji Ünitesi’ne eğitim hayatına ilişkin
kaygıları sebebiyle başvuran bir üniversite öğrencisidir. Bay R.’ye göre her şey lise yıllarında pilot
olma isteğiyle başlamıştır. Bunun için “çok sağlıklı” olması gerektiğini bilen Bay R.’nin baş
dönmesi, ellerde soğukluk ve omuz kaslarında sertlik şikâyetleri için doktorlar fiziksel bir neden
bulamamıştır. Kendisi bu gerekçelerle reddedilmektense pilot olmaktan vazgeçmiştir. Ancak o
dönemde pilotluk için önkoşul olan 2 yıl askerliği yapmak istemediği için vazgeçtiğini öne
sürmüştür. Bay R.lise mezuniyetinin ardından üniversite eğitimi için Türkiye’ye gelmiştir. Ancak
zamanla bölümünü sevmediğini ve aslında pilot olmak istediğini düşünmeye başlamış ve bu
süreçte önceki şikâyetlerine ek olarak uykusuzluk ve yoğun kaygı belirtileri göstermeye
başlamıştır. Bütün bu şikayetlerine rağmen, beşinci döneminin sonunda bölüm birincisi olan Bay
R., bu başarının yeterli olmadığını düşünse de bu başarıyı sürdüremeyecek olmaktan dolayı kaygı
duymaya başlamıştır. Bay R.’nin belirttiğine göre bu kaygı kendisinin “özsaygısını” da
etkilemektedir. Bunu “düşüncelerim bana başaramazsın diyor. Ama aslında ne istiyorsam
yapabiliyorum” şeklinde ifade etmiştir.
Lisedeyken nefes alma zorluğu nedeniyle burnundan ameliyat olan Bay R.’nin lisans
eğitiminin altıncı döneminde aynı problemi tekrarlamış ve bir pratisyen hekim kendisine
ameliyatın başarılı olmadığını ve bu problemin bir daha düzelemeyeceğini söylemiştir. Her ne
kadar sonrasında uzman bir doktor bunun başka bir ameliyatla düzeltilebilir olduğunu söylese de
Bay R. sağlığını takıntı haline getirmiş ve sağlığıyla ilgili bu kaygısı okul başarısına ilişkin
kaygısının da artmasına neden olmuştur.
Bay R. “özsaygısının” düştüğü zamanlarda kadınlardan ilgi görme isteğinin arttığını ifade etmiştir.
ISSN: 2148-4376
3
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 1-12
Emine İnan
Ancak beşinci seansa kadar terapistin kendisinin “muhtaç” olduğunu düşünebileceği düşüncesiyle
bu ihtiyacını paylaşmadığını belirtmiştir. Bir işi olmadığı için Bay R. maddi olarak ailesine
bağımlıdır; ancak kendisi bu durumdan da yine muhtaç olduğu mesajı verdiği için memnun
değildir. Bay R.annesini eğitimini sürekli destekleyen biri olarak tanımlamaktadır. Ancak
babasının annesinin tarzını baskıcı bulduğunu da ifade etmiştir. Annesiyle ilgili anılarından
bahsettiğinde okul ödevlerini bitirmeden oyun oynamasına izin vermediği, kendisi istemediği
halde çok küçükken onu dil kursuna gönderdiği bilgileri edinilmiştir.
Bay R. kendisi hakkında zayıf ve güçsüz olduğunu düşüneceği ve bir gün verdiği bilgileri
kendisine karşı kullanabileceği gerekçesiyle problemlerini ve hissettiklerini en yakın arkadaşıyla
bile paylaşmamaktadır. Bu nedenle, güçsüz bile hissetse başkalarına karşı güçlüymüş gibi
davranmaya çalışmaktadır. Ayrıca, üzüntü ve kaygı gibi duygulardan da kendisini güçsüz
gösterdiği ve “özsaygısına” zarar verdiği için hoşlanmamaktadır. Öfkeli olduğunda dışarıdan daha
güçlü göründüğünü düşündüğü için üzgün ve kaygılı olduğu zamanlara göre kendisini daha iyi
hissetmektedir. Üzüntü ve kaygının özsaygısını düşürdüğünü ifade etmiştir. Bir keresinde en yakın
arkadaşıyla arka arkaya tavla oynadıklarını ve bütün oyunları kaybetmenin kendisinde yoğun
kaygıya neden olduğunu ve bir daha oynamak istemediğini arkadaşına söylerse arkadaşının
çocukça davrandığını düşüneceğini dile getirmiştir.
Güçsüzlük Bay R. için kabul edilemez bir duygu olduğundan güçsüz hissetmemek için
kendisinde kaygıya neden olabilecek durumlardan, aktivitelerden kaçınmaktadır. Birine ya da bir
şeye ihtiyacı olduğunu söylemektense ona güçsüz hissettirdiği için o kişiyi/şeyi istediğini
söylemeyi tercih etmektedir. Bay R.ayrıca suçlu ve bir anlamda muhtaç olduğu izlenimi verdiği
için özür dilemekten de hoşlanmamaktadır. Yine kendisinde kaygıya neden olan en ufak bir
belirsizlik varsa Bay R. rahatlayamamakta ve hayattan zevk alamamaktadır. Kaygıya karşı sık sık
idealizasyon ve değersizleştirmeyi kullanmaktadır. Terapiler boyunca terapist kendisi için hassas
bir konuya değindiğinde yaşadığı kaygıdan kurtulmak için terapistin yaptıklarını değersizleştirmiş,
bunların yararsız olduğunu belirtmiş ve terapiyi sonlandırmayı düşünmüştür.
Bağlanma
Bağlanma kuramı ilk olarak Bowlby (2012) tarafından öne sürülmüş, sonrasında deneysel
çalışmalarla Ainsworth (1967, aktaran, Bennett, 2006) tarafından geliştirilmiştir. Bowlby’e göre
(2012) tehlike ve stres durumlarında korunabilmek için bütün bebekler bir bakıcıya yakınlığa
ihtiyaç duyar ve bu ihtiyaç bağlanmanın temelini oluşturur. Ebeveynler çocuklarının sinyallerini
ve ihtiyaçlarını algılamakta, ihtiyaçlarını karşılamakta ve onlarla etkileşime geçmekte nasıl
hassaslarsa, bebekler de ebeveynlerinin duygusal ve sosyal sinyallerine karşı hassastırlar. Bu
karşılıklı ilişki bebekle bakıcı arasındaki bağlanmayı oluşturur (Wicks-Nelson & Israel, 2006).
Bebeklerin bağlanma stillerinin niteliği genellikle ebeveynlerinin onların ihtiyaçlarına ne
kadar tutarlı ve hassas bir şekilde tepki verdiklerinden etkilenir (Bennett, 2006). Güvenli
bağlanmanın oluşabilmesi için çocuğun ihtiyaçlarına, zihinsel durumuna ve gerçek kendiliğine
uyum sağlayabilen “yeteri kadar iyi” bir anne gereklidir. Bu uyum sürecinde, çocuğun
yönlendirmesiyle, anne çocuğun başkaları tarafından tanınarak kendisini öğrendiği süreci başlatır.
Bu süreçte annenin bebeğin neler hissettiğini, nelere ihtiyacı olduğunu anlayıp, anladığını da
çocuğa hissettirecek şekilde davranması, bir diğer deyişle bebeği aynalaması, önemlidir (Roberts,
2008). Ebeveynlerin bebeğin ihtiyaçlarına yanıt verme biçimleri bebeklerin başka insanlarla
ilişkilerde de kullanacakları bir prototip oluşturur (Bartholomew&Horowitz, 1991). Bu
prototiplere “içsel çalışma modeli” adı verilir (Cortina, 2003, aktaran, Bennett, 2006). Bowlby’ye
ISSN: 2148-4376
4
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 1-12
Emine İnan
göre içsel çalışma modelleri “başkaları benim ihtiyaçlarıma cevap verir mi?” ve “ben ihtiyaçlarına
cevap verilmeye değer biri miyim?” sorularına yanıt verir (1973, Bartholomew&Horowitz, 1991).
Ainsworth’ün deneysel çalışmalarına (Strange Situation) göre, içsel çalışma modellerine
dayanarak, güvenli bağlanma stili geliştiren çocuklar bakım verilmeye değer olduklarına ve
önemli ötekilerin de güvenilir ve duyarlı olduğuna inanırlar. Reddeden ve göz ardı eden
ebeveynleri yüzünden kaçıngan bağlanma stili geliştiren çocuklar kendilerinin bakım verilmeye
değer olmadıklarını ve önemli ötekilerin reddedici ve kendi ihtiyaçlarına karşı duyarsız olduğuna
inanırlar (Soloman & George, 1999, aktaran, Bennett, 2006). Yetişkinliklerinde bu kişiler
başkalarına yakın olmaktan ve onlara bağımlı olmaktan hoşnut olmazlar ve duygusal uzaklığı
tercih ederler (Mikulincer & Shaver, 2007). Aldıkları tutarsız ve müdahaleci bakım dolayısıyla
kaygılı bağlanma stili geliştiren çocuklar, zayıf ve muhtaç olduklarına ve önemli ötekilerin tahmin
edilemez ve girici (intrusive) olduklarına inanırlar (Soloman & George, 1999, aktaran, Bennett,
2006). Yetişkinliklerinde bu bireylerin yakınlık ve korunmaya dair arzuları çok güçlüdür.
Partnerlerinin uygunluğu ve kendilerine verdiği değer konusunda endişelidirler (Mikulincer &
Shaver, 2007). Ayrıca terk edilmek ve reddedilmekten de korkarlar (Smolewska & Dion, 2005).
Son olarak, dağınık (dezorganize) bağlanma stili geliştiren çocuklara bakılacak olursa, onların
ihmalkâr ebeveynlere maruz kaldıkları ve bu etkileşimin de bu bireylerin yolunu kaybetmiş,
girişimlerinde rahat olamayan ve ebeveynlerinden korkan kimseler olmasına yol açtığı
görülmüştür (Soloman & George, 1999, aktaran, Bennett, 2006). Kısaca, neredeyse bütün bebekler
normal bir bağlanma sistemiyle doğar; ancak, karşılaştıkları bakım veren kişilerin cevap verme
yeteneği bağlanma stillerini etkiler (Mikulincer & Shaver, 2007).
Terapiye başladığında uzun bir süre Bay R. ailesi, özellikle de annesi, hakkında konuşmak
konusunda direnmiştir. Başlangıçta ilişkilerinin “mükemmel” olduğunu söylese de ilerleyen
seanslarda şikâyetlerinden söz etmeye başlamıştır. Annesi Bay R.’nin kendi istediği gibi biri
olmasını istemektedir. Annesine göre Bay R. kendisinin inandığı şekilde Tanrı’ya inanmalı,
kendisinin istediği gibi bir kadınla evlenmelidir. Örneğin, annesi Bay R.’yi sekiz yaşındayken bir
dil kursuna gitmek konusunda zorlamıştır. Bir süreliğine Bay R. kursa gitse de bir süre sonra
babası Bay R.’nin o yaşta oyun oynamaya ihtiyacı olduğu gerekçesiyle bu duruma engel olmuştur.
Babası her ne kadar gereksinimlerine duyarlı olsa da annesi Bay R.’nin gerçek ihtiyaçlarını
önemsememekte ve kendi gerekliliklerine göre hareket etmektedir. Üniversiteden önceki yıllarda
din eğitimine önem veren annesinin isteklerine uyum sağladığı için Bay R. o dönemlerde problem
yaşamadıklarını düşünmektedir. Ancak Bay R. üniversiteye başladığında izlediği belgesellerden,
okuduğu kitaplardan evrenin oluşumu, fizik kuralları gibi konularda annesinin dine dayandırarak
öğrettiklerinden farklı bilgiler edinmiş, bunların kanıtlanabilir olması da onun Tanrı’ya olan
inancını sorgulamasına neden olmuştur. Ayrıca üniversite ortamında, şimdiye kadar karşılaştığının
aksine, erkeklerin kadınlarla yakın ilişkiler kurabiliyor olmasından dolayı duyduğu memnuniyet,
hem annesinin beklentileriyle ters düşen şeyler yaptığından hem de Tanrı tarafından
cezalandırılacak olmaktan dolayı kendisinde suçluluk ve kaygıya neden olmuştur. Bu noktada
Tanrı inancını yok saymanın kendisi için bir kaçış olduğu düşünülmüştür. Ancak bu konuları
annesiyle konuşmak kendisi için ciddi bir problem oluşturmaktadır. Bay R. eğer annesiyle gerçek
düşüncelerini paylaşırsa onun çok üzüleceğine, büyük olasılıkla küseceğine ve bir daha hiç
konuşmayacağına inanmaktadır. Bütün bu varsayımlar Bay R.’nin geçmiş deneyimlerine
dayanmaktadır. Bir keresinde annesinin onaylamadığı bir şey yaptığını, annesinin bir hafta
boyunca hiç konuşmadığını ve o hafta boyunca Bay R. özür dilemek için her şeyi yaptığını ifade
etmiştir. Ne olduğunu tam olarak hatırlayamasa da suçlu hissettiğini hatırladığını belirtmiştir. Bu
olaydan sonra annesini ne zaman üzgün görse annesini üzecek bir şey yapmış olabileceği için
ISSN: 2148-4376
5
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 1-12
Emine İnan
kendisini suçlu hissettiğini dile getirmiştir. Annesinin Bay R.’nin ihtiyaçlarını göz ardı ettiği ve
ilişkilerindeki tarzının müdahaleci olduğu düşünülmüştür. Bay R.’nin belirttiğine göre annesinin
depresyon ve kaygı problemleri mevcuttur. Bay R. ortaokul ya da lisedeyken annesinin yaşadığı
stresten dolayı ağladığını hatırlamaktadır. O yıllarda annesi işiyle fazlasıyla meşgul olduğundan
Bay R.’nin kariyerini planlamak haricinde onunla nitelikli bir ilişki kurmamaktadır. Her ne kadar
annesi Bay R.’yi çok sevdiğini, onun için uğraştığını belirtse de ihtiyaç duyduğu durumlarda
annesinin kendiyle meşgul olması, Bay R.’nin ihtiyaçlarının annesinin beklentileriyle ters düşmesi
nedeniyle annesinden beklediği desteği görememesi, annesinin tutarsız bir tarzı olduğunu da
düşündürmüştür.
Literatüre göre tutarsız ve müdahaleci bakım alan bireyler çoğunlukla kaygılı bağlanma
stili geliştirirler. Bay R.’nin de annesinin müdahaleci ve tutarsız tutumlarından dolayı kaygılı bir
bağlanma stili olduğu düşünülmektedir. Bay R. özünde, zayıf ve muhtaç olduğuna inanmaktadır.
Başkalarıyla yakın ilişkiler içinde olmak istemektedir; ancak, önemli ötekilerle olan ilişkilerinde
sürekli kaygılıdır çünkü diğerlerinin tahmin edilemez olduğuna, kendisi ihtiyaç duyduğunda
uygun olmayacaklarına, bir kadınla yakınlaşmak istediğinde reddedilebileceğine ya da
yakınlaşsalar bile terk edilebileceğine inanmaktadır. Bu inançlarının büyük ölçüde annesiyle
yaşadığı ilişkiden kaynaklandığı düşünülmektedir. Bir ilişkiye başlasa bile aynı zamanda
zihninden geçen “bu iyi bir ilişki değil”, “iyi vakit geçirmiyoruz” gibi düşüncelerin de annesinde
yaşadığı reddi tekrar yaşamamak adına geliştirdiği kaçıngan tarzının göstergesi olduğu
düşünülmektedir. Bay R.’nin bu tutumu Downey, Freitas, Michaelis ve Khouri (1998)’nin
bulgularını destekler niteliktedir. Onlara göre, reddedilme konusunda oldukça hassas olan bireyler
reddedilme konusundaki kehanetlerinin doğruluğunu kanıtlamak için bir buluşma sırasında
partnerlerine olumlu değil, aksine olumsuz davranmaktadırlar.
Bağlanma ve Psikopatoloji
Son yıllardaki bulgulara göre bebeklerin erken dönem yakın ilişkilerinde geliştirdikleri
bağlanma stilleri onların ileri yaşlardaki psikolojik ve duygusal gelişimlerini etkiler (Thompson,
2000, aktaran, Wicks-Nelson & Israel, 2006). Eğer bir bebek güvenli bağlanma kurmuşsa bu onu
psikopatolojilerden korur. Ancak, dağınık (dezorganize) bir bağlanma stiline sahip olmak yetişkin
psikopatolojisinin önemli bir yordayıcısıdır (Bennett, 2006).
Boylamsal bir çalışmanın sonuçlarına göre, güvenli bağlanma ve empati, sosyal yeterlilik
ve genç yaşlarda daha az davranış problemleri arasında pozitif bir ilişkiden söz edilirken, güvensiz
bağlanma, ilişki ve davranış problemleriyle ilişkili bulunmuştur (Egeland, Weinfield, Bosquet, &
Cheng, 2000,aktaran, Bennett, 2006). Başka çalışmalar da bu sonuçları desteklemektedir. Buna
göre, güvenli bağlanma geliştiren okul öncesi çocuklar öğretmenleri ve gözlemcilerin belirttiğine
göre daha yüksek özsaygı ve özgüvene sahiptir. Ayrıca duygu ve isteklerini daha kolay
düzenleyebilirler. Güvenli bağlanma stiline sahip bireyler daha az duygusal problem
deneyimlerken, kaygılı bağlanma stili olan bireylerin daha problemli olduğu rapor edilmiştir.
Özellikle kaygı bozukluklarının sonradan kaygılı bağlanma stiline dönüşen ikircikli/dirençli stilde
görülen erken dönem düzenleme becerisindeki eksiklikten kaynaklandığı düşünülmektedir
(Roberts, 2008).
Kaygılı bağlanma stili olan Bay R. de kliniğimize kaygı problemleri nedeniyle
başvurmuştur. Yapılan görüşmelerde eğitim hayatındaki başarısını sürdürememe, sağlığının
yerinde olmaması, topluluk içinde konuşma, planlarının istediği gibi gitmemesi, hoşlandığı bir
kadına çıkma teklif etme, annesiyle onun karşı çıkacağı konularda konuşma gibi hayatının birçok
ISSN: 2148-4376
6
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 1-12
Emine İnan
alanında yoğun kaygı duyduğu görülmüştür. Bunlara ek olarak, yoğun kaygı yaşadığı dönemlerde
Bay R.’nin depresyon ölçümlerinde de değerlerin yükseldiği görülmüştür. Yapılan çalışmalarda da
kaygılı ve kaçıngan bağlanma stillerinin her ikisinin de depresyonla ilişkili olduğu bulunmuştur
(Roberts, 2008). Ayrıca, bağlanmanın en önemli kişilerarası yönü anne ve çocuk arasındaki
karşılıklı ilişkidir. Bu karşılıklı iletişimin eksikliğinin sınır durum, narsistik ve şizoid kişilik
bozukluklarında görülen psikopatolojilerin nedeni olma olasılığı yüksektir (Masterson,
1976,aktaran, Roberts, 2008). Bay R.’nin annesiyle olan ilişkisindeki iletişim, paylaşım ve
ihtiyaçların karşılanamaması gibi eksiklerin kendisindeki narsistik kişilik özelliklerinin kaynağı
olduğu düşünülmektedir.
Bağlanma ve Patolojik Narsisizm
Bağlanma ve narsisizm farklı psikolojik yapıları açıklasalar da bunlara giden yollar
bilişsel-duygusal örüntü ve duygusal düzenleme gibi benzerlikler göstermektedir. Her iki kavram
da hem sağlıklı hem de patolojik olarak gelişebilmektedir. Ayrıştıkları nokta ise kişinin odak
noktasıdır. Bağlanmada kişilerarası davranışlar ve onların temsilleri önemliyken narsisizm daha
çok özsaygı ve ego örgütlenmesiyle ilişkilidir. Ancak narsisizmi bağlanmadan ayrı ele almak
araştırmacıların bağlanma örüntüleriyle özsaygı ve meşru savunma arasındaki ilişkiyi
görememelerine neden olur (Pistole, 1995). Bağlanma kuramı, erken dönem kişilerarası
deneyimlerin kişilik ve sosyal işlevsellik üzerine nasıl etki ettiğini açıklamaya çalıştığından kişilik
bozukluklarının etiyolojisini açıklamakta da kullanılabilir. Örneğin, erken dönem kişilerarası
ilişkilerin (bağlanma ilişkileri) beyin gelişimini, bu şekilde kişiliğin nörolojik temellerini etkilediği
düşünülmektedir. Yaşamın erken dönemlerindeki bağlanma ilişkileri kişilerin duygusal düzenleme
kapasitelerini de etkiliyor olabilir. Ayrıca, bağlanma kişilerin kişilerarası becerilerinin etkililiğini
de belirlemektedir (Meyer & Pilkonis, 2005).
Erken dönem yaşantılarda deneyimlenen tutarsız, ihmalkâr, müdahaleci ebeveynliğin
patolojik narsisizmin merkezinde olduğu düşünülmektedir (Bennett, 2006). Ayrıca kaçıngan ve
kaygılı bağlanma stillerinin de narsistik kırılganlığı telafi etmek için geliştirilen birer savunma
mekanizması olabileceği ileri sürülmektedir. Bay R.’nin ilişkilerinde kaygısının yükseldiği
durumlara bakıldığında genelde zayıflık, yetersizlik, başarısızlık, değersizlik hissettiği ve bu
duygularının insanlar tarafından fark edileceğini düşündüğü dönemlere denk geldiği görülmüştür.
Bu dönemlerde insanların kendisini reddedeceği, önemsemeyeceği, ihtiyaçlarına karşılık
vermeyeceğini düşünmekte ve onlarla ilişkiye girmekten kaçınmaktadır. Daha önce de belirtildiği
gibi güvenli bağlanma stili olan kişiler duygularını ve özsaygılarını düzenlemekte daha başarılı ve
daha az narsistik kırılganlık gösterdikleri şeklinde değerlendirilmektedirler. Bunun yanında
güvensiz bağlanma gösteren bireyler duygu ve özsaygı düzenleme konusunda problem yaşamakta
ve daha çok narsistik kırılganlık göstermektedirler. Narsistik kırılganlığın söz konusu olmadığı
ilişkilerde taraflar partnerlerini kendilerinden farklı ve ayrı görebildiğinden partnerlerin
benliklerinin farklılaşmasının başarılı olduğu düşünülmektedir (Pistole, 1995). Ancak eğer
partnerlerden birinin narsistik kırılganlığı varsa bu partner daha çok kendi kişisel ihtiyaçlarına
odaklanacak ve partnerinin de kendisindeki değerlilik hissini sabitlemesini ve kendiliğiyle ilgili
olumsuz duyguları düzenlemesini bekleyecektir (Kinston, 1987,aktaran,Pistole, 1995). Bay R. bir
ilişkisinde kız arkadaşı meşgul olduğu için kendisinin telefonlarına cevap vermediğinde bir hata
yaptığı için sevgilisinin telefonlarına çıkmadığını düşünmüş ve bu durumun yarattığı suçluluk
duygusundan kendisini kurtarması için kız arkadaşını defalarca aramıştır. Sonrasında bu kadar çok
aramasının bir zayıflık göstergesi olduğunu düşünüp kız arkadaşını mesajla terk ederek bu durumu
telafi etmeye çalışmıştır.
ISSN: 2148-4376
7
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 1-12
Emine İnan
Narsistik kişilere, özellikle büyüklenmeci tutumları olanlara sorulduğunda güvenli
bağlanma stilleri olduğunu iddia edip zayıflık olarak düşünülebileceği için ilişkilerindeki en ufak
bir problemi bile reddederler (Dickenson & Pincus, 2003). Bay R. ilk görüşmede annesiyle
mükemmel bir ilişkisi olduğunu, ilerleyen seanslarda da kendisi bağlanma konusunu getirdiğinde
güvenli bir bağlanma stili olduğunu belirtmiş ve babasının annesinin ebeveynlik tutumlarına
getirdiği eleştirileri savunarak bir problem olmadığı izlenimi yaratmaya çalışmıştır.
Terapi Süreci
Bağlanma literatürü daha çok gelişimle ilgili veriler içerse de Slade (1999) bağlanma
kuramı çerçevesinde terapistlerin hastalarına farklı bir açıdan yaklaşabileceklerine, terapötik
ilişkilerinin dinamiklerine farklı bir bakış açısı getirebileceklerine ve buna göre
davranabileceklerine inanmaktadır. Slade’in fikirleriyle uyumlu olarak, Bennett (2006) bağlanma
kuramının klinik uygulamada kullanımını biraz daha özelleştirip bu kuramdan “güvenli ortam”,
“tutarlılık ve zihinselleştirme” kavramlarını patolojik narsistik özellikler gösteren hastalarla
terapide kullanılması için önermiştir.
Slade (1999), Bowlby (1988)’nin “güvenli ortam” kavramının narsistik bireylerle
terapideki ilişkinin anlaşılması açısından faydalı olduğunu ifade etmiştir. Slade’e göre narsistik
hasta ile terapist arasındaki ilişki hastanın ebeveyniyle olan ilişkisinin bir temsili olarak
değerlendirilebilir; ancak ondan farklı olarak terapide ilişki güvenli bir ortam sağlayabilir, bu
ilişkide hasta normalde hatırlaması zor, acı verici ve üzücü anılarını hatırlamak için çaba
gösterebilir. Terapötik ilişki bunun için destekleyici, cesaretlendirici ve gerektiğinde yönlendiren
bir ortam hazırlar. Bu süreçte terapist hastaya özerklik sağlayan, hastasının yönlendirmesini takip
eden, hasta hazır olup güvende hissettiğinde yolculuğu için ortam hazırlayan, hasta stres
hissettiğinde duygu ve bilişlerini düzenlemesine yardımcı olan bir ebeveyn gibi davranır. Güvenlik
duygusuyla keşif süreci daha başarılı olabilir ve hasta yakınlık ihtiyacı hissettiğinde terapistin
oluşturduğu güvenli ortama döner. Ancak normal koşullarda güvensiz bağlanma stili olan kişiler
gerçek ihtiyaçlarını göstermeye alışık olmadıklarından terapistlerin bu hastaların yakınlık
ihtiyaçlarını reddetmeleri konusunda tetikte olmaları, bunun bağlanmadan kaynaklandığını gözden
kaçırmamaları ve ayrıca hastanın bu etkileşimi başlatan etkenlerin farkına varmasını sağlamaları
ve ilişkilerine odaklanmaları gerekmektedir (Bennett, 2006).
Bennett’in Bağlanma Kuramı’ndan narsistik özellikler gösteren danışanlar için önerdiği
kavramdan tutarlılığa gelince, terapistin hastanın söylemlerindeki tutarlılığı ve tutarsızlığı tespit
etmesi terapötik süreç içerisinde oldukça önemlidir. Bu tespit terapistin hastanın bağlanma stilini
anlamasını sağlar ve bu kavrayış da hastada daha derin değişimleri beraberinde getirir (Bennett,
2006). Slade’in (1999) belirttiği gibi bir hastanın bir şeyi nasıl söylediğini ya da ne söylediği ve
söylemediğini gözlemlemek terapist için oldukça önemlidir. Bennett’in görüşleriyle paralel olarak
Slade’in bu önerisi hastanın bağlanma stili ve erken dönem yaşantıları hakkında fikir vermektedir.
Son olarak, zihinselleştirme de narsistik kişilerin iyileşme süreçleri açısından önemlidir. Bu
kavram biliş ötesi gözleme denk gelmektedir. Narsistik hastaların kendi gerçeklik algılarının
başkalarından farklı olabileceği, bazı önyargı ve kişilerarası çarpıtmalarının olabileceği konusunda
farkındalıklarının arttırılması bu hastaların büyüklenmeci illüzyonlarını azaltabilir (Bennett, 2006).
Bu kendini yansıtma ve biliş ötesi kavramları yalnızca narsistik hastalar terapi ortamının kendileri
için güvenli bir ortam olduğunu hissettiklerinde gerçekleştirilebilir. Hastanın hazır hissetmediği bir
aşamada terapist tarafından hastanın farkındalığını arttırmak adına yapılan bir yorum hastanın
terapistten uzaklaşmasına neden olabilir. Bu durumda hastanın işlevsel olmayan bağlanma
yaşantıları aktive olmaktadır. Bu tür bir yorumdansa terapist hastayı anladığını gösterebilmek için
ISSN: 2148-4376
8
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 1-12
Emine İnan
hastanın duygularına odaklanmalıdır. Her şeye rağmen, hastanın bağlanma stilini değiştirecek olan
yorumlar değil, bir bağlanma figürü olarak gördükleri terapistle kurdukları ilişkidir (Bennett,
2006).
Bay R. ile olan terapi sürecinin literatürde belirtilen öneri ve uyarılarla çoğunlukla tutarlı
olduğu düşünülmüştür. Önceleri, Bay R. annesiyle ilgili konuşmak konusunda direndikçe terapist
onu annesi hakkında konuşmaya zorlamıştır. Ancak bu seanslarda Bay R. kaygılanmış ve terapiste
öfkelenmiş, analiz edildiğini hissettiğini dile getirmiş ve bir süreliğine terapilere ara vermiştir. Bay
R.’nin terapistin annesiyle ilgili konularda konuşma isteğini fazla müdahaleci bulduğu, bunun
kendisinde kaygı ve suçluluk yarattığı ve bu kaygı ve suçluluk duygularından kaçabilmek için
terapileri bıraktığı çıkarımı yapılmıştır. Bu noktada terapistle başlangıçta kaygılı/kaçıngan bir
bağlanma stili geliştirdiği düşünülmüştür. Terapilere devam etme kararı aldığında terapist daha
ağırdan almaya başlamıştır. Daha çok Bay R.’nin içindeki incinmiş çocuğu ve onun duygularını
anlamaya çalışmış ve bu konuda terapileri yönlendirmesine izin vermiştir.
Bay R. duygularını paylaşmadığından hatta farkında olmadığından ilk odak, duygu
farkındalığı üzerinde durmak olmuştur. Bu zorluğu oluşturan etmenleri ele alırken Bay R.’nin,
önceki gibi analiz edildiğini hissetmesi üzerine terapist, Bay R.’nin duyguları ele alırken yaşadığı
zorluk üzerine olan gözlemlerini paylaşmıştır. Bay R. için yaşadığı zorluğun terapist tarafından
anlaşılmış olması ve bunun normal olarak karşılanması önemli bir deneyim olmuştur. Bu
anlaşılma Bay R.’ye kendini daha rahat hissettirmiş ve “zayıflığı” hakkında konuşmaya
başlamıştır. Ayrıca terapist kendisi hakkında olumsuz düşünmesin diye bazı olaylar karşısında
hissettiklerini küçümsediği durumda terapistin Bay R.’nin duygularına (kaygı, suçluluk) sahip
çıkması Bay R.’yi rahatlatmış ve duyguları hakkında daha rahat konuşmaya başlamıştır. Bay R.
için terapötik ortamdaki bu deneyimin duygularının başkaları tarafından fark edilip kabul
edildiğini deneyimlemesi açısından önemli olduğu düşünülmüştür.
Bir süreliğine Bay R. başkalarına olan ihtiyacını da reddetmiştir. Ancak açıklamalarından
birinde Bay R.’nin “ihtiyacım var” dememek için çok uğraştığı ve onun yerine “istiyorum” dediği
gözlemlenmiş ve bu konuda zorlandığına dair gözlem kendisiyle paylaşılmıştır. Bay R. de bu
durumu kabul etmiş ve birine ihtiyacı olduğunu söylemenin kendisine güçsüz hissettirdiğini dile
getirmiştir. Kendisinin yaşadığı zorlukla ilgili bu yansıtmanın ardından Bay R.’nin zayıflık ve
muhtaçlık konularında çok daha rahat konuşabildiği görülmüştür. Bu seanslar sırasında annesi ile
olan bir konuşmasında annesi, Bay R.’nin kişilik özelliklerinden söz ederken kendisinin
başkalarına karşı üstünlük taslamaya çalıştığından söz etmiştir. Bay R. annesinin bu paylaşımını
seansa getirmiş ve bu konu ele alındığında “zayıf” hissettiği zamanlarda “üstün” olmaya çalıştığını
ifade etmiştir. Bu paylaşımı takiben terapist Bay R.’nin seanslar sırasında da seansı yönetmeye
çalıştığı ve üstün olmaya çalıştığına dair gözlemini paylaşmıştır. Dışarıdaki duygularıyla paralel
olarak, Bay R. terapi odasında da “zayıf” hissettiği zamanlarda böyle bir üstünlük çabasına giriyor
olabileceğini kabul etmiştir. Eğer bu gözlem danışanla bağlanma problemleri yaşanan daha önceki
seanslarda paylaşılmış olsaydı, Bay R.’nin bu durumu reddedip terapileri bırakma olasılığının
yüksek olduğu düşünülmüştür.
Terapinin başında annesiyle “çok mükemmel” bir ilişkileri olduğunu iddia eden Bay R.,
ilerleyen seanslarda annesinin dini inançları konusunda kendisine baskı yaptığını anlatmaya
başlamıştır. Ancak annesiyle ilgili verdiği bilgilerin tutarsız olduğu gözlemlenmiştir. Çünkü kısa
bir süre sonra ebeveynlerinin baskıcı olmadığını iddia etmiştir. Ebeveynleriyle ilgili gerçek
deneyimlerini paylaştıktan sonra geçmiş deneyimlerinden yola çıkarak annesinin bunları duyduğu
takdirde üzülüp küsebileceği düşüncesinin kendisinde suçluluğa neden olduğu ve bunu telafi
etmeye çalıştığı düşünülmüştür. Bu seanslar boyunca terapist Bay R.’yi annesi hakkında
konuşmak konusunda zorlamamış ve uygun zamanı beklemiştir. Çünkü başlarda hiç annesinden
konuşmazken sonrasında kendisi annesiyle ilgili gündemler getirmeye başlamıştır. Annesiyle ilgili
ISSN: 2148-4376
9
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 1-12
Emine İnan
konularda terapist Bay R.’nin terapileri yönlendirmesine izin vermiş ve bu ortam Bay R.’nin daha
güvende hissetmesine neden olmuştur. Hatta bağlanma stillerine ve kendisinin düşüncelerini kabul
etmeyişiyle ilgili annesine duyduğu öfkeye ilişkin gündemler de getirmiştir. Terapi sürecinin
başında güvenli bir bağlanma stilleri olmadığına dair görüşleri reddeden Bay R. terapinin
sonlarına doğru bu görüşü reddetmemeye ve düşünmek için zaman istemeye başlamıştır.
Seanslar sırasında duygularının, düşüncelerinin ve inançlarının kabul edilebilir olduğunu,
terapistin her koşulda onun için orada olduğunu deneyimlemesiyle Bay R.’nin terapistle güvenli
bağlanma geliştirdiği düşünülmüştür. Terapötik ortamda yaşadığı bu deneyimi annesiyle olan
ilişkisinde de deneyimlemek isteyen Bay R. duygu, düşünce ve inançlarını, özellikle dinle ilgili
olanları, annesiyle paylaşmayı denemiş ve bunda başarılı olmuştur. Annesiyle annesinin
tepkilerinden korkması dâhil her şeyi paylaşmış ve annesi ne düşünürse düşünsün, neye inanırsa
inansın Bay R.’yi seveceğini söylemiştir. Annesiyle olan bu paylaşımı Bay R.’yi fazlasıyla
rahatlatmıştır.
Bay R. ile olan terapi süreci kendisi lisansüstü eğitimi için Amerika’ya gideceği için
sonlandırılmıştır. Ancak yine de duygularının farkına varmaya başladığı, bunları başkalarıyla
paylaşabildiği ve zayıf ve güçsüz olmayı eskisi kadar önemsemediği için terapi süreci başarılı
olarak değerlendirilmektedir.
Özetle, narsisizm büyüklenmecilik, onaylanma ve beğenilme ihtiyacı, başkalarına karşı
ilgisizlik ve empati yoksunluğuyla karakterizedir. Bu özelliklerin kişilerin erken dönemlerde
bakıcılarıyla olan ilişkilerinden kaynaklandığına inanılmaktadır. Bağlanma kuramına göre kişilerin
ebeveynleriyle kurdukları ilişkileri onların kendilik ve başkalarına ilişkin temsillerini etkilemekte,
temel inançlarını oluşturmakta ve yaşamlarının ilerleyen zamanlarındaki ilişkilerini etkilemektedir.
Eğer kişinin deneyimlediği ebeveynlik niteliği uygun değilse, bu kişiler büyük olasılıkla güvensiz
bağlanma stillerinden birini geliştirmektedir ve güvensiz bağlanma stillerinin kişilik
bozukluklarıyla ilişkili olduğu bulunmuştur. Bu çalışmada, Bay R. vakasında, kaygılı bağlanma
stili ve narsistik özellikler ele alınmıştır. Bağlanma kuramı kişilerin duygusal bağlarının
gelişiminin anlaşılabilmesi için geliştirilmişken sonraları terapilerde kullanılmaya başlanmıştır.
Hastaların bağlanma stillerinin anlaşılmasının terapiste farklı bir bakış açısı kazandıracağına
inanılır. Ancak bağlanma kuramının narsistik hastaların terapisine uygulanışıyla ilgili bazı öneriler
olsa da özellikle klinik örneklemle yapılmış daha fazla çalışmaya, özellikle uygulamalı çalışmaya,
ihtiyaç duyulmaktadır.
ISSN: 2148-4376
10
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 1-12
Emine İnan
Kaynaklar
American Psychiatric Association (2000). Diagnostic and statistical manual of mental disorders,
fourth edition, text revision. Washington, DC: American Psychiatric Association.
Bartholomew, K. &Horowitz, L. M. (1991). Attachment styles among young adults: A test of a
four-category model. Journal of Personality and Social Psychology, 61(2), 226-244.
Beck, A. T., Freeman, A., & Davis, D. D. (2008). Kişilik bozukluklarının bilişsel terapisi (Ö.
Yalçın & E. N. Akçay, Çev). Litera Yayıncılık: İstanbul(2003).
Bennett, C. S. (2006). Attachment theory and research applied to the conceptualization and
treatment of pathological narcissism. Clinical Social Work Journal, 34(1), 45-60. doi:
10.1007/s10615-005-0001-9.
Bowlby, J. (2012). Bağlanma (T.V. Soylu, Çev). Pinhan Yayıncılık: İstanbul (1969).
Dickinson, K. A. & Pincus, A. L. (2003). Interpersonal analysis of grandiose and vulnerable
narcissism. Journal of Personality Disorders, 17(3), 188-207. doi: 10.1521/pedi.17.3.188.22146.
Downey, G., Freitas, A. L., Michaelis, B., & Khouri, H. (1998). The self-fulfilling prophecy
in close relationships: Rejection sensitivity and rejection by romantic partners. Journal of
Personality and Social Psychology, 75(2), 545-560. doi: 10.1037//0022-3514.75.2.545.
Masterson, J. F. (2006). Narsistik ve borderline kişilik bozuklukları (B. Açıl, Çev). Litera
Yayıncılık: İstanbul (1981).
McWilliams, N. (2010). Psikanalitik tanı: Klinik süreç içinde kişilik yapısını anlamak (E. Kalem,
Çev). İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları (1999).
Meyer, B. & Pilkonis, P. A. (2005). An attachment model of personality disorders, M. F.
Lenzenweger ve J. F. Clarkin (Ed.) içinde, Major theories of personality disorder, (pp. 231-281).
New York: Guilford.
Mikulincer, M. & Shaver, P.R. (2007). Attachment in adulthood: Structure, dynamics and change.
The Guilford Press: New York.
Pistole, M. C. (1995). Adult attachment style and narcissistic vulnerability. Psychoanalytic
Psychology, 12(1), 115-126. doi: 10.1037/h0079603.
Roberts, D. D. (2008). Bağlanma kuramı ve Masterson yaklaşımı: Gerçek kendiliğin
psikoterapötik olarak yeniden işlenmesi, J. F. Masterson (Ed.) içinde, Bağlanma kuramı ve
nörobiyolojik kendilik gelişimi açısından kişilik bozuklukları (H. Şentürk, Çev), (pp.153-184).
Litera Yayınları: İstanbul (1988).
Slade, A. (1999). The implications of attachment theory and research for adult psychotherapy:
Research and clinical perspectives, J. Cassidy v P. R. Shaver (Ed.) içinde, Handbook of
attachment: Theory, research, and clinical implications (pp. 575-594). New York: Guilford.
Smolewska, K. & Dion, K. L. (2005). Narcissism and adult attachment: A multivariate
approach. Self and Identity, 4, 59-68.doi: 10.1080/13576500444000218.
Wicks-Nelson, R. & Israel, A. C. (2006). Behavior disorders of childhood. New Jersey: Prentice
Hall.
ISSN: 2148-4376
11
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 1-12
Emine İnan
Summary:
Narcissistic Personality Patterns and Anxious Attachment Style: A Case Example
In this paper, the focus was the relationship between narcissism and anxious attachment
with the discussion of a case, Mr. R., who is believed to have anxious attachment style and show
narcissistic features. Narcissism is characterized by grandiosity, need for approval and admiration,
indifference to others and lack of empathy. It is believed that those features take their roots from
the early relationships with caregivers. The relationship qualities of individuals with their parents
affect their self and other representations, form their core beliefs, and affect their relationships
later in their life. If the parental quality the individuals receive is not appropriate or good enough,
those individuals most probably develop one of the insecure attachment styles that are found to be
related to personality disorders. Although attachment theory is constructed for understanding the
development of the emotional bonds of the individuals, it was later used in the therapeutic process.
It is believed that understanding the attachment styles of the patients will give a better understanding to the therapists. Through the end of this paper, application of attachment theory to narcissistic
individuals is addressed.
Key words: Narcissism, Attachment Theory.
ISSN: 2148-4376
12
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 13-26
Derya Gürcan
Benlik Farklılıklarına Rogers’ın Danışan Odaklı
Terapisi ile Yaklaşım: Vaka Çalışması
Derya Gürcan
Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Özet
Bireylerin benlikleri arasında yaşadıkları fark uzun zamandır psikoloji biliminin gündeminde olmuştur.
Carl Rogers’ın teorisi de dahil olmak üzere, teoriler genellikle gerçek benlik ile ideal benlik arasındaki
farka odaklanmışlardır. Ancak Higgins, bireylerin üç farklı benlik kavramının olduğunu öne sürmüştür.
Bunlar gerçek benlik, ideal benlik ve zaruri benliktir. Higgins, ayrıca kişinin kendi bakış açısının ya da
kendisi için önemli birinin bakış açısının da benlik kavramının oluşumunda etkili olduğunu belirtmiştir.
Higgins farklılıklar karşısında bireyin farklı olumsuz duygular yaşadığını öne sürmüştür. Rogers ise
benlik farklılıklarının bireylerin çocuklukta koşulsuz olumlu kabul alamamaları sebebiyle oluştuğunu
ve bireyin yaşadığı olumsuz duygularla savunma mekanizmaları yardımıyla başettiğini söylemiştir.
Rogers benliğin gelişiminin çocukluk dönemi ile sınırlı olmadığına inandığı için, terapi ortamında
danışan gerçek, samimi, empatik ve koşulsuz olumlu kabulü yaşayabildiği bir ilişki deneyimleyebilirse,
benlik temsilleri arasındaki farkın azalacağını ve kişinin kendini gerçekleştirme yönünde
ilerleyebileceğini belirtmiştir. Bu makalede, benlik farklılıkları ve Rogers’ın danışan odaklı teorisi
derlenmiş, benlik farklılığı yaşayan bir danışan ile örneklendirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Benlik farklılıkları, Carl Rogers, Danışan Odaklı Terapi.
ISSN: 2148-4376
13
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 13-26
Derya Gürcan
Benlik Farklılıklarına Rogers’ın Danışan Odaklı Terapisi ile Yaklaşım: Vaka Çalışması
Benlik Farklılıkları
Bireylerin benlik temsilleri arasında yaşadıkları fark psikoloji biliminde uzun yıllardır
araştırma ve teori gündeminde olmuş; kişilerin bu farklılık sebebiyle yaşadıkları rahatsızlıklar
teorisyen ve araştırmacıların odağı olmuştur (Higgins, 1987). Benlik farklılıklarının kökeni
Lecky’nin benlik tutarlılığı teorisine kadar uzanmaktadır (Lecky, 1945; aktaran, Stevens, 1992).
Lecky’e göre bireyler kişilik yapılarını ve değer sistemlerini doğumlarından itibaren oluşturmaya
ve geliştirmeye başlar, oluşturdukları benlik temsillerine göre davranırlar. Lecky, bireylerin
yaşamdaki temel motivasyonlarının bütünlük için çaba harcamak olduğunu söylemiştir. Eğer birey
bu bütünlük ile uyumsuz olarak davranırsa, bunun yarattığı olumsuz duygu ile savunma
mekanizmaları ile başedecektir. Bireyin savunma mekanizmaları ile başedemediği durumlar ise
psikopatolojiye sebep olabilmektedir (Lecky, 1945; aktaran, Stevens, 1992). Carl Rogers
Lecky’nin teorisinden etkilenmiş ve bireyin iyilik halinin benlik temsili ile yaşantıları arasındaki
uyum ve tutarlılık ile ilişkili olduğunu öne sürmüştür (Feist ve Feist, 2008). Benlik ve yaşantı
arasındaki uyumun yanısıra, Rogers ayrıca benliğin, ideal benlik ve gerçek benlik olmak üzere iki
ayrı yapısının olduğunu söylemiş, ideal benlik ile gerçek benlik birbiri ile uyumlu ise bireyin
sağlıklı ve uyumlı olduğunu, ancak aralarında farklılık var ise bireyin anksiyete, depresyon ve
özgüven eksikliği yaşayacağını belirtmiştir (Feist ve Feist, 2008).
1980’lerde Tory Higgins ise Rogers’ın benlik hakkında söylediklerini, benlik farklılıkları
teorisi adı altında geliştirmiştir. Higgins’in teorisinde Rogers’ın teorisinden farklı olarak üç farklı
benlik temsili vardır. Bunlar gerçek benlik, ideal benlik ve zaruri benliktir (ought self). Higgins’e
göre gerçek benlik bireyin gerçekte sahip olduğuna inandığı özelliklerdir. İdeal benlik kişinin ideal
olarak sahip olmayı istediği özellikleri temsil ederken (ör. umut ve istekler), zaruri benlik ise
bireyin sahip olmasının zorunlu ya da gerekli olduğuna inandığı özellikleri temsil etmektedir (ör.
görev ve sorumluluklar) (1987).
Higgins benlik farklılıklarını anlamada sadece benlik temsillerini ayırt etmenin yeterli
olmadığını savunmuştur. Benlik temsillerinin oluşmasında kimin bakış açısının etkili olduğunun
da teoriye eklenmesi gerektiğini düşünmüştür. Higgins benlik üzerinde etkili iki bakış açısı
olabileceğini ileri sürmüştür. Bunlar kişinin kendisinin ya da hayatındaki önemli birinin (ör. anne,
baba, eş gibi) bakış açılarıdır. Benliğe bakış açılarının eklenmesi ile birlikte teori altı farklı benlik
temsili ortaya koymuştur: gerçek/kendisi, gerçek/başkası, ideal/kendisi, ideal/başkası,
zaruri/kendisi, zaruri/başkası. Bu benlik temsillerinden ilk ikisi benlik kavramını, diğer dördü ise
benlik rehberini (self-guide) oluşturmaktadır (Higgins, 1987). Teori bireylerin değişik benlik
temsillerini aynı anda kullanıyor olabileceğini, bir bireyin tüm temsilleri kullanmasının ise
beklenmediğini önermektedir. Örneğin, bir bireyin hayatında zaruri/başkası benlik temsili en çok
etkiye sahip iken, bir diğerinin hayatında ideal/kendisi benlik temsili en çok etkili olabilir
(Strauman ve Higgins, 1988). Benlik farklılıkları teorisi, bireylerin benlik kavramı ile benlik
rehberleri arasında bir dengeye ulaşma motivasyonuna sahip olduklarını önermektedir (Strauman
ve Higgins, 1988). Benlik farklılıkları teorisinin daha önceki teorilerden farklı olarak öne sürdüğü
bir diğer argüman ise, farklı temsiller arasındaki farkların, değişik hassasiyet ve duygulara sebep
ISSN: 2148-4376
14
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 13-26
Derya Gürcan
olacağıdır. Teori, gerçek benlik ve ideal benlik arasındaki farkların hoşnutsuzluk, mutsuzluk, hayal
kırıklığı gibi üzüntü ile ilgili duygular yaratacağını, gerçek benlik ile zaruri benlik arasındaki
farklılıkların ise korku, tehdit, sinirlilik gibi ajitasyon ile ilgili duygular yaratacağını öne
sürmektedir (Strauman ve Higgins, 1988). Daha ayrıntılı bakılacak olursa, birey gerçek/kendisi
benlik temsili ile ideal/kendisi benlik temsili arasında farklılık yaşadığında kişinin kendisi ile ilgili
gerçek inançları, ideal benliği ile uyuşmazlık gösterecektir. Teoriye göre, bu farklılığı yaşayan
bireyin umut ve isteklerini gerçekleştirememiş olması, dolayısıyla hayal kırıklığı, hüsran ve
mutsuzluk yaşaması beklenmektedir. Eğer gerçek/kendisi benlik temsili ile ideal/başkası benlik
temsili arasındaki fark kişinin yaşantısında baskın ise birey kendisi için önemli olan birinin kendisi
ile ilgili umut ve isteklerini yerine getirmede başarısızlık yaşamış olduğunu düşünecek ve bu
başarısızlık bireyde utanç ve mahcubiyet duygularına sebep olacaktır (Higgins, 1987). Bir diğer
farklılık gerçek/kendisi ile zaruri/başkası benlik temsilleri arasındadır. Eğer kişi bu farklılığı
yaşarsa, kendi benliği ile ilgili inançları ile kendisi için önemli olan birinin kendisinden, görev ve
sorumluluk olarak beklentileri arasında uyumsuzluk yaşayacaktır. Bu uyumsuzluk sebebiyle kişi
korku, tehdit edilmişlik hissi ve kızgınlık yaşayacaktır (Higgins, 1987). Higgins’in öne sürdüğü
son farklılık gerçek/kendisi benlik temsili ile zaruri/kendisi temsili arasındadır. Kişi bu farklılığı
yaşadığında kendisi ile ilgili sahip olduğu inanç ile kendisinden beklediği sorumluluklar arasında
farklılık deneyimleyecektir. Bu farklılık sebebi ile kişi suçluluk, kendinden nefret etme,
tedirginlik, ahlaki değersizlik gibi hisler yaşayacaktır (Higgins, 1987). Günümüzde yapılan
çalışmalara bakıldığında, Higgins’in değişik benlik farklılıklarında, ayrı duygular yaşayacağı
hipotezi ile ilgili çelişkili sonuçlar bulunmaktadır (Stevens, Lovejoy ve Pittman, 2014).
Araştırmaların büyük çoğunluğu gerçek/ideal benlik farklılığının depresif duygularla ilişkili
olduğunu göstermekte, fakat gerçek/zaruri benlik farklılığının kaygı ile bağlantılı olduğu
çalışmaların bir kısmında kanıtlanabilmektedir (Stevens, Lovejoy ve Pittman, 2014).
Benlik farklılıkları teorisi, benlik temsilleri arasındaki fark ne kadar büyükse ve kişi sayı
olarak ne kadar çok farklılık yaşıyorsa, benlik farklılığının o kadar çok olacağını söylemiştir.
Ayrıca, benlik farklılığı ne kadar çok ise kişinin yaşayacağı rahatsızlığın da o derecede yoğun
olacağını belirtmiştir (Higgins, 1987). Higgins kişinin yaşadığı farklılık ile ilgili farkındalığının
olmayabileceğini de eklemiş, farklılığın bireyi otomatik olarak ve farkındalık dışında da
etkileyebileceğini vurgulamıştır (1987). Son olarak, özgüvenin ideal benlik ve gerçek benlik
arasındaki farklılık ya da tutarlılıkla ilgili olduğunu, bireyin yaşadığı farklılık çok ise özgüveni
düşük, farklılığı az ise özgüveninin daha yüksek olacağını öne sürmüştür (Cervone ve Pervin,
2008). Barnett ve Womack’ın (2015) yaptıkları çalışmada gerçek benlik ile ideal benlik arasındaki
farkın özgüven eksikliği ile anlamlı olarak ilişkili olduğu, fakat özgüvenin gerçek/zaruri benlik
farklılığı ile ilişkisinin olmadığı bulunmuştur. Bu bulgular, Higgins ve Rogers’ın önerileri ile aynı
doğrultudadır (Barnett ve Womack, 2015).
Bu makalede Benlik Farklılıkları teorisi, Rogers’ın Danışan Merkezli yaklaşımı ile birlikte
ele alınacaktır. Ayrıca benlik farklılıkları yaşayan Bayan E. vakası ile örneklendirilecektir.
“Bayan E. 19 yaşında bir üniversite öğrencisidir. Kliniğimize kararsızlık şikayetleri ve
“Kim olduğumu bilmiyorum, ne istediğimi ve ne yapmak istediğimi bilmiyorum” “Kendimi
bulmak ve tanımak istiyorum” diyerek başvurmuştur. Bayan E.’nin kararsızlık ile ilgili şikayetleri
detaylandırıldığında, hayatının her alanında kararsızlık yaşadığını ve bunun kendisini yorduğunu
anlatmıştır. Kıyafet seçimi, yapacağı ödev için konu seçimi, ders seçimi ve bunlar gibi birçok
konuda kararsızlık yaşadığını, kendi kararlarına bir türlü güvenemediğini bu sebeple de sürekli
etrafındaki insanların fikirlerini sorduğunu belirtmiştir. Kendisi karar veremediği ve sürekli
etrafındakilere fikir sorduğu için de kendisini çok özgüvensiz hissettiğini eklemiştir. Bayan E.’nin
yaşam öyküsüne bakıldığında, küçük bir kasabada doğup büyümüş ve üniversiteyi kazanana dek
ISSN: 2148-4376
15
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 13-26
Derya Gürcan
ailesiyle birlikte kasabada yaşadığını belirtmiştir. Bayan E. ailesinin ataerkil ve dindar bir aile
olduğunu, bu sebeple evlerinde sadece erkeklerin sözünün geçtiğini, kadınların görevinin hizmet
etmek ve erkeklerin söylediklerini yapmak olduğunu anlatmış, dindar bir aile oldukları için
başörtüsü örttüğünü eklemiştir. Bayan E. böyle bir ortamda yetişmesinin ardından üniversiteyi
kazanarak ailesinden ayrıldığı belirtmiştir. Üniversitede, kendi aile yapısından çok farklı bir
ortamla karşılaşan Bayan E. karmaşa yaşadığını, kendisinin hangi dünyaya ait olduğunu
bilmediğini ifade etmiştir. Üniversite hayatını yaşadıkça, kendisini bu dünyaya ait hissetmeye
başladığını, bir müddet sonra başörtüsü takmamaya, ailesinin tasvip etmeyeceğini bildiği şeyleri
kendisi ilgi duyduğu için yapmaya başladığını söylemiştir (ör. voleybol, eşli danslar vb.). Bayan E.
kendisini bu şekilde daha mutlu hissettiğini söylese de, ne zaman ailesinin yanına gitse suçluluk
hissettiğini, onlara ihanet ediyormuş gibi olduğunu anlatmıştır. Bayan E. aile ve okul yaşantılarını
göz önünde bulundurduğunda hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğunu bulamadığını, bu
sebeple kendisini üzgün ve suçlu hissettiğini ifade etmiştir. Bunun dışında Bayan E. günlük
yaşantısında, her giriştiği işte başarılı olmayı ve çevresindekiler tarafından başarılarının takdir
edilmesini istediğini anlatmıştır. Ayrıca girdiği ortamlarda sözü dinlenen ve öne çıkan biri olmayı
dilediğini eklemiştir. Ancak bunların bir kısmını gerçekleştirebilmekte, gerçekleştiremediğinde ise
üzüntü duyduğunu anlatmaktadır.
Benlik farklılıkları teorisine göre ele alındığında, Bayan E.’nin gerçek benlik/kendisi ile
ideal benlik/kendisi ve zaruri benlik/başkası ile zaruri benlik/kendisi benlik temsilleri arasında
farklılıkları olduğu düşünülmektedir. Gerçek benlik/kendisi ve ideal benlik/kendisi temsilleri
arasındaki farka bakıldığında, Bayan E.’nin giriştiği her işte başarılı olma ve bunun takdirini alma
istediğinin olması, içerisinde bulunduğu ortamlarda sözü dinlenen, lider pozisyondaki kişi olmak
istemesi gibi ideal benlik/kendisi’nden gelen istek ve umutlara sahip olduğu görülmüştür. Ancak
gerçek benlik/kendisi’nin bu beklentileri her zaman karşılayamadığı ve bu farklılık sebebiyle
Bayan E.’nin mutsuzluk ve hayal kırıklığı yaşadığı izlenimi edinilmiştir. Bayan E.’nin gerçek
benlik/kendisi, zaruri benlik/başkaları temsilleri arasında da ciddi bir farkın olduğu görülmüştür.
Ailesinin kendisinden görev ve yükümlülük olarak, kapalı olması, dini görevlerini yerine
getirmesi, ders çalışmak dışında aktivitelerinin olmaması, erkek arkadaşının olmaması, hatta
erkeklerle gerekmedikçe sohbet etmemesi gibi beklentilerinin olduğu görülmüştür. Ancak Bayan
E. süreç içerisinde, başörtüsünü çıkarmış, birçok topluluğa aktif olarak katılmış, erkek arkadaş
edinmiştir. Bunları ailesinden gizleyen Bayan E.’nin, ailesinin kendisinden zorunluluk olarak
bekledikleri ve kendisinin gerçek benliği arasındaki bu ciddi fark sebebiyle, köye ailesinin yanına
gitmesi gerektiği zaman onların bunları öğreneceğinden korktuğu ve yanlarına gitmek istemediği
görülmüştür. Bayan E.’nin yaşadığı düşünülen son benlik temsili farklılığı, gerçek benlik/kendisi
ve zaruri benlik/kendisi arasında olduğu düşünülmüştür. Ailesinin kendisinden bekledikleri kadar
çok olmasa da Bayan E.’nin zaruri benlik/kendisi temsili ile gerçek benliği arasında da farklılıklar
vardır. Erkek arkadaşının olması ve onunla yakınlaşması, dini gereklilikleri yerine getirmemesi
gibi konular Bayan E. için yapılmaması gereken şeylerdir. Fakat, Bayan E. gerçekte erkek arkadaşı
ile yakınlaştığında haz aldığı için onunla yakınlaşmakta, günlük yaşantısında zaman ayırmadığı
için de dini gereklilikleri yerine getirmemektedir. Böylece Bayan E. zaruri benliğine ait görev ve
sorumlulukları yerine getirememekte ve bu su sebeple yoğun suçluluk hissettiğini söylemektedir.
Bayan E.’nin birçok benlik temsilinde farklılık yaşaması, özellikle de gerçek benlik/kendisi
ve zaruri benlik/başkası benlik temsilleri arasında büyük bir fark olması, benlik farklılığının
boyutunun yüksek olduğuna işaret etmektedir. Bu sebeple de Bayan E.’nin farklılıklar nedeniyle
yaşadığı sıkıntıların boyutunun yüksek olduğu gözlemlenmiştir.”
ISSN: 2148-4376
16
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 13-26
Derya Gürcan
Rogers’ın Danışan (İnsan) Odaklı Terapisi
Teorinin Başlıca Kavramları
Carl R. Rogers’ın kişilik teorisi hümanistik bir teoridir. Bu sebeple özgür irade, seçim ve
kişisel sorumluluk teorinin özünü oluşturmaktadır. Teori benlik, benliğin özellikleri gibi konuları
vurgulamaktadır (Geiwitz, 1969). Teori “eğer-ise” çerçevesi üzerine kurulmuştur. Bu demektir ki,
“Eğer belirli koşulları oluşur ise süreç gelişecektir. Eğer süreç gerçekleşir ise belirli kişilik ve
davranış değişimleri oluşacaktır.” (Geiwitz, 1969; Feist, 2008).
Rogers’a göre, bireyler dış dünyayı algılar, deneyimler ve anlam yüklerler. Tüm bu
anlamlandırmalar birey tarafından “ben” olarak algılanır. Rogers, benlik kavramını bu algı ve
anlamlandırmaların, düzenli ve tutarlı hali olarak açıklamıştır (Cervone ve Pervin, 2008). Rogers,
benlik kavramı oluştuktan sonra, bireylerin değişimi ve yeni öğrenmeleri zor bulduklarını ancak
bunun imkansız olmadığını savunmuştur. Benliğin, bir süreç, değişim ve akışkan olduğunu, her
zaman psikolojik büyümeye doğru ilerleyebileceğini eklemiştir (Frager ve Fadiman, 1998).
Rogers, kişinin farkındalığının dışında deneyimleri olabileceğini ancak insanların genel olarak
farkında ve bilinçli olduklarını öne sürmüştür (Feist ve Feist, 2008). Bunların dışında, Rogers ideal
benlikten bahsetmiştir. İdeal benliğin, benliğin alt kümesi olduğunu ve bireyin olmak istediği
benlik olduğunu söylemiştir (Feist ve Feist, 2008). Benlik gibi, ideal benliğin de akışkan ve
değişebilir bir yapısının olduğunu belirtmiştir (Frager ve Fadiman, 1998). Rogers ideal benliğin,
bireyin ulaşmaya çabaladığı bir model olduğunu, ancak ideal benlik ile benlik arasında büyük bir
fark olduğunda bireyin rahatsızlık yaşayacağını ve bu durumda ideal benliğin bireyin gelişimini
engelleyeceğini öne sürmüştür (Frager ve Fadiman, 1998).
Rogers insanların daima gelişebilme, ileriye gidebilme potensiyelinin olduğuna inanmış ve
bunu kendini gerçekleştirme eğilimi olarak adlandırmıştır (Schultz ve Schultz, 2005; Feist ve
Feist, 2008). Kendini gerçekleştirme eğilimi gelişme, olgunlaşma, özerk olma, bütün olma ve
psikolojik ve fiziksel olarak kendini gerçekleştirmeyi içermektedir (Schultz ve Schultz, 2005;
Frager ve Fadiman, 1998). Kendini gerçekleştirme eğilimi bireyi geliştiren tatmin ve hazzı
vurgulasa da, ihtiyaçları karşılayarak ve benlik kavramını korumaya çalışarak, dengede olabilmeyi
de içermektedir (Cervone ve Pervin, 2008). Rogers kendini gerçekleştirme eğiliminin sadece
belirli koşullar gerçekleştiğinde oluşabildiğini belirtmiştir. Bu koşullar; bireyin, kendisi için
önemli bir kişi ile olan ilişkisinde, içtenlik (samimiyet), empati, koşulsuz olumlu kabul alabiliyor
olmasıdır. Bu koşullar sağlandığında kişi doğuştan gelen kendini gerçekleştirme eğilimini olumlu
bir şekilde tamamlayabilmektedir (Feist ve Feist, 2008).
Yaşam sadece olumlu yaşantıları ve kendini gerçekleştirmeyi içermemekte, çatışma, şüphe,
stres gibi olumsuzlukları da içermektedir. Bu durumda kendini gerçekleştirme, benliği açıklamak
için yetersiz kalmaktadır. Rogers bu durum için bireylerin yaşamlarında, benlik ve tecrübeleri
arasında uygunluk (congruency) ve tutarlılık (consistency) aradıklarını belirtmiştir (Cervone ve
Pervin, 2008). Uygunluğun benlik ile deneyim arasındaki tutarlılık olduğunu, eğer farklılık
yaşanırsa bireyin uyuşmazlık (incongruence) yaşayacağını öne sürmüştür (Frager ve Fadiman,
1998).
Benliğin Gelişimi
Daha önce de belirtildiği üzere, çocuklar benliklerini dış dünyayı algılayarak,
deneyimleyerek ve bunlara anlam yükleyerek benliklerini oluştururlar. Benliklerinin farkında
olmaya başladıktan sonra neyin iyi ya da kötü, haz veren ya da vermeyen şeyler olduğunu
öğrenirler (Feist ve Feist, 2008). İlkel benlik yapılarını oluşturduktan sonra, kendini
gerçekleştirme eğilimleri (actualizing tendency) oluşmaya başlar. Kendini gerçekleştirme eğilimi
ISSN: 2148-4376
17
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 13-26
Derya Gürcan
oluştuktan sonra, Rogers’a göre gelişim sadece çocukluk yılları ile sınırlı kalmamakta, birey ömrü
boyunca kendini gerçekleştirmek için çabalamaktadır (Feist ve Feist, 2008). Rogers’a göre, çocuk
(ya da yetişkin) başka bir bireyden kabul algıladıktan sonra, olumlu kabule değer vermeye,
olumsuz kabulü ise değersizleştirmeye başlamaktadır. Bunun ardından çocuk sevilme, kabul
edilme, saygı duyulma ihtiyaçlarını geliştirmeye başlamaktadır. Rogers bunu “olumlu kabul”
olarak adlandırmıştır. Çocuğun sevilme, korunma, kabul edilme ihtiyaçlarının ailesi ya da bakım
veren kişi tarafından koşulsuz olarak verilmesi gerektiğine inanmış, bu kavramı ise koşulsuz
olumlu kabul olarak adlandırmıştır (Feist ve Feist, 2008; Burger, 2011). Rogers ayrıca olumlu
kendini kabul (positive self regard) kavramından bahsetmiştir. Olumlu kendini kabulü kişinin
kendi benliğini takdir etmesi ve değer vermesi olarak tanımlamıştır. Kişinin kendisine olumlu
kabul verebilmesi için ise bireyin öncelikle başkalarından koşulsuz olumlu kabul alabilmesi
gerektiğini belirtmiştir. Ayrıca, kişinin, koşulsuz olumlu kabulü alıp, olumlu kendini kabulu
gerçekleştirebildiğinde, daha sonraki yaşantısında başkalarına gereksinim duymadan, özerk olarak
kendisine kabul verebildiğini eklemiştir (Feist ve Feist, 2008). Olumlu kabulun bir diğer önemli
özelliği ise doğası gereği karşılıklı olmasıdır. Bu demektir ki, birey başkasının olumlu kabul
ihtiyacını karşıladığını hissettiğinde, kendisinde de bu ihtiyacın karşılandığına dair doyum
hissetmektedir (Schultz ve Schultz, 2005). Birçok çalışma, kabul edici ve demokratik aile
ortamının, çocuğun psikolojik gelişimini ve özgüvenini olumlu etkilediğini söylemektedir. Bu
demek oluyor ki koşulsuz olumlu kabul ihtiyacı benlik oluşumunun merkezinde yer almaktadır.
Ancak, genellikle aileler çocuklarına koşulsuz olumlu kabul vermeyi tam olarak
başaramamaktadırlar. Eğer aileler çocuklarına onları sevdiklerini sadece belli şartlar oluştuğunda,
örneğin çocuk bir konuda başarılı olduğunda gösterirlerse, bu durumda çocuk sadece bu
koşullarda sevilmeye değer olduğunu hissedecektir. Rogers, bunu “değerli olmanın koşulları”
(conditions of worth) olarak adlandırmıştır (Cervone ve Pervin, 2008). Eğer çocuk sadece belirli
durumlarda değerli olduğunu hissederse, kendi değerlendirmelerini bırakacak ve sadece ailesi
tarafından kabul gören durumları kendi kişiliğine katacak, bundan sonra bu kriterlere göre
davranmaya başlayacaktır (Feist ve Feist, 2008). Çocuk diğerlerinin değerlerini almaya
başladığında, değerli olmanın koşullarını kabul etmiş olacak, başkalarının değerlendirmelerine
göre yaşamaya başlayacak ve kendi deneyimlerine göre davranmayı bırakacaktır (Schultz ve
Schultz, 2005; Feist ve Feist, 2008). Çocuklukta karşılaşılan değerli olmanın koşulları, bireyin
kendi benliği ile uyumlu olmayan bir sahte benlik (false self) geliştirmesine neden olacaktır (Feist
ve Feist, 2008). Sonuç olarak çocuk uyuşmazlık yaşayacaktır. Benlik ile deneyim arasındaki bu
uyuşmazlık ise davranışların uyumsuz ve tutarsız olması ile ortaya çıkacaktır. Rogers’a göre
benlik ile deneyim arasındaki fark ne kadar büyük ise kişi o kadar hassas ve zayıf olacaktır
(Rogers, 1957; aktaran, Feist ve Feist, 2008). Ayrıca, çocuk bakım ve kabulü ailesinden koşullu
olarak aldığında oluşan uyuşmazlık sonucu, deneyimlerini kabul edemediği için savunma
mekanizmalarını sıkça kullanan bir yapısı olacaktır. Rogers’ın bu konu ile ilgili değindiği diğer bir
önemli nokta ise ilişkiler ile ilgilidir. Gelişimin sadece çocukluk yıllarına ait olmadığını, süreğen
bir kavram olduğunu belirten Rogers, eğer erken dönem yaşantılarda çocuk kabul edici ve uyumlu
bir aile ortamı yaşayamadı ise, ileriki ilişkilerinde düzeltici deneyimler yaşayabileceğini
belirtmiştir (Frager ve Fadiman, 1998).
Psikopatoloji
Rogers’ın teorisi hümanistik bir teori olması sebebiyle, medikal modeli reddetmektedir. Bu
sebeple farklı psikopatolojiler arasında ayırım yapmamıştır. Rogers’ın psikopatoloji ile ilgili tek
odağı benlik ve deneyim arasındaki uyuşmazlık ve bireyin gerçekliği inkar ve çarpıtma savunma
mekanizmaları ile kabul edememesi üzerine olmuştur. Rogers’a göre uyumsuzluk benlik ile
ISSN: 2148-4376
18
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 13-26
Derya Gürcan
deneyim arasındaki en ufak farklılıktan, en uç farklılığa giebilen bir sürekliliktir (Frager ve
Fadiman, 1998).
Rogers, bireylerin uygunluğu her zaman yaşayamayacağını, uyuşmazlık ile her
karşılaştıklarında depresif ya da kaygılı hissedeceklerini, bu negatif duygularla başedebilmek ve
tutarlı ve bütünleşik benliği devam ettirebilmek için savunma mekanizmaları ile başedeceklerini
ileri sürmüştür (Cervone ve Pervin, 2008; Burger, 2011). Rogers bireylerin en çok çarpıtma ve
inkar savunma mekanizmalarını kullandıklarını söylemiştir. İnkarda, bireyin farkındalık düzeyine
çıkmaması için deneyimi aktif bir şekilde inkar ettiğini, çarpıtmada ise deneyimi farkındalık
düzeyine getirebildiğini ancak gerçekliği benlik ile uyumlu olan bir forma getirecek şekilde
çarpıttığını belirtmiştir. Rogers çarpıtmanın, inkar savunma mekanizmasına göre daha sık
kullanıldığını, çünkü bir çok deneyimin benliğe uygun şekilde yeniden şekillendirilebileceğini
söylemiştir. Rogers ayrıca bir deneyimin inkar ya da çarpıtma savunma mekanizmalarına maruz
kalması için sadece olumsuz olması gerekmediğini, bireyin benliği ile uyumsuz olduğunda olumlu
deneyimleri de inkar edebileceğini ya da çarpıtabileceğini iddia etmiştir (Feist ve Feist, 2008).
Rogers her bireyin benliği ve deneyimleri arasında belli bir miktar uyuşmazlık yaşadığını,
ancak nevrotik bireylerin benlik ile deneyimleri arasında büyük bir fark olduğunu belirtmiştir.
Ayrıca, savunma mekanizmalarının kullanımının bu bireylerde sağlıklı bireylere göre daha sık ve
daha yoğun bir şekilde olduğunu, deneyimlerinin çoğunun farkındalığa çıkamadığını söylemiştir.
Benlik ile deneyim arasındaki uyuşmazlığın çok belirgin olduğu, ya da çok ani bir şekilde oluşup
inkar ve çarpıtma mekanizmalarına uğrayamadığı durumlarda ise dağınıklık (disorganization)
yaşanayacağını ileri sürmüştür (Frager ve Fadiman, 1998). Kısaca özetlenecek olursa, Rogers
psikolojik sağlamlı üç kategoride ele almıştır: Sağlıklı, bütünleşik benliğe sahip olanlar, nevrotikler ve dağınıklık (disorganization) yaşayanlar.
Makalenin bu kısmında, Bayan E. vakası Rogers’ın Danışan Odaklı Teorisi ile ele
alınacaktır.
“Bayan E.’nin babası duygusal olarak mesafeli bir yapıya sahip olduğu, annesi ise beş
çocuğun bakımı, ev ve tarla işleriyle uğraşmak zorunda olan bir kadın olduğu için, Bayan E.’nin
alması gereken sevgi, yakınlık ve kabulu yeterli derecede alamamış olabileceği düşünülmüştür.
Ayrıca, babasının çok katı kurallarının olması, annesinin “Tatsızlık çıkmasın, babanızın dediklerini
yapın.” Şeklinde bir tarzının olması ve yaşadığı çevrenin dindar olması sebebiyle etrafındaki
nerdeyse herkesin katı kurallara sahip olması sebebiyle Bayan E.’nin koşulsuz olumlu kabulü az
miktarda alabilmiş olduğu izlenimi edinilmiştir. Bayan E. yaşadıkları yerde “Kız çocukları sessiz
olur. Ev işi yaparlar. Erkeklerin sözünü dinlerler.” Gibi kuralların olduğunu, oyun oynamak
isterken evde oturmak zorunda kaldığını anlatmış, isteklerini yerine getirmediği zaman babasının
kendisini azarladığını eklemiştir. Tüm bu örnekler Bayan E.’nin koşulsuz olumlu kabulü alamamış
olduğunu desteklemiştir. Değerli olabilmek için evdeki kurallara uymak zorunda olduğunu
öğrenen Bayan E. çocukluğunda değerli olabilmeninin koşulları ile karşılaşmıştır. Koşullara göre
davrandığında değerli olduğunu hisseden Bayan E., bu kuralları kendi kuralları gibi benimsemiş
ve davranışlarını buna göre şekillendirmiştir. Ayrıca kişinin kendisine olumlu kabul
gösterebilmesinin önkoşulu olan başkalarından koşulsuz kabul almayı yaşayamadığı için Bayan
E.’nin kendisine karşı da olumlu kabul gösteremediği seanslarda gözlemlenmiştir. En ufak bir hata
yaptığında kendisine kızdığı ve üzüldüğü görülmüştür. Bunların yanı sıra, ilişkilerinde diğer
kişilere koşulsuz olumlu kabul göstermekte zorlandığı da görülmüştür. Bunun en açık örneği erkek
arkadaşı ile olan ilişkisinde karşısına çıkmış, erkek arkadaşının hoşuna gitmeyen yönleri
olduğunda çözümü erkek arkadaşından ayrılmakta bulmuş, erkek arkadaşını seviyor olsa da eksik
bulduğu yönleri kabul etmekte zorluk yaşamıştır. Kabul edici bir ortamda yetişemeyen Bayan
E.’nin özgüven eksikliği yaşıyor olduğu izlenimi de edinilmiştir. Bu bilgiler ışığında Bayan. E.’nin
kendiliği ve deneyimleri arasında uyuşmazlık (incongruence) yaşadığı hipotezi kurulmuştur.
ISSN: 2148-4376
19
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 13-26
Derya Gürcan
Örneğin bir seansta Bayan. E.’nin bir arkadaşı ile olan problemi ele alınırken, Bayan. E.’nin
kıskançlık duygusunu hissediyor olabilmesi ihtimali üzerinde konuşulduğunda, daha önce bu
farkındalığa sahip olmayan Bayan E.’nin kaygılandığı gözlemlenmiştir. Ayrıca ideal benliği ve
gerçek benliği arasında büyük farklılık olduğu gözlemlenmiş, Bayan E.’nin bu farklılık sebebiyle
birçok olumsuz duygu yaşadığı izlenimi edinilmiştir (Bayan E.’nin yaşadığı uyuşmazlık ve benlik
farklılıkları Tory E. Higgins’e ait olan benlik farklılıkları teorisi ile daha ayrıntılı olarak ele
alındığı için bu noktada ayrıntılı ele alınmayacaktır).
Bayan E.’nin uyuşmazlık (incongruence) sebebiyle yaşadığı olumsuz duygular karşısında
savunma mekanizmaları kullandığı farkedilmiştir. Bayan E.’nin Rogers’ın ele aldığı iki önemli
mekanizma olan inkar ve çarpıtma mekanizmalarından çarpıtmayı daha sık kullandığı
gözlemlenmiştir. Örneğin, kendisini asla kıskanç bir insan olarak tanımlamayan Bayan E.’nin bir
arkadaşının kendisine kıskanç olabileceği ile ilgili geri bildirim vermesi üzerine Bayan E.’nin
arkadaşının herkese olumsuz geri bildirim veren bir yapısı olduğunu düşündüğü görülmüştür.
Diğer bir örnek ise, bir grup içerisinde çoğu zaman lider pozisyonda olmayı hakkettiğini düşünen
Bayan E.’nin, bir grupta kendisinden başkası grup başkanı ya da lideri seçildiğinde, kendisi
olumlu özelliklerini diğerleri kadar öne çıkarmayı sevmediği için bunu yaşadığını söylemesidir.
Bu örneklerde Bayan E.’nin kendilik temsiline uymayan deneyimlerini, bilinç seviyesine
alabilmek için bu gerçekliği çarpıtma gereksinimi içerisinde olduğu gözlemlenmiştir.
Üniversiteyi kazanıp, yapı olarak çok farklı bir çevre içerisine girdiğinde, Bayan E.’nin
benliğinde değişimler olmaya başladığı gözlemlenmiştir. Aile yaşantısında kabul gören başörtüsü
takması, erkeklerle yakın olmaması, sosyal ortamlarda aktif olmaması gibi durumlardan
uzaklaştığı, artık bunların kendi benlik temsilinde olmadığı görülmüştür. Rogers’ın önerdiği gibi
kendilik temsilinde değişimler yaşamıştır. Bayan E. aynı zamanda ideal benliğinde de değişimler
yaşamıştır. Dini kurallara uygun olarak yaşamak Bayan E.’nin önceki ideal benliğindeyken, şu an
kendi ahlak davranışlarına uygun davranmanın ideal benliğinde olduğu izlenimi edinilmiştir.”
Psikoterapi
Rogers psikoterapiyi bir uzman tarafından manipulasyon yapılan ve karşısında daha pasif
birinin olduğu bir ortam olarak görmemiştir. Danışanın potensiyel olarak yetkin olan biri
olduğunu, terapide ise halihazırda var olan kapasitesinin ortaya çıkarıldığını savunmuştur (Rogers,
1957;aktaran, Frager ve Fadiman, 1998). Ayrıca Rogers, danışanın kendisini neyin üzdüğünü,
terapide ne yöne doğru gidileceğini, hangi problemlerin daha önemli olduğunu, hangi yaşantıların
problemlerin altında yattığını en iyi bilen kişi olduğuna inanmıştır (Rogers, 1961). Bu sebeple
terapi sürecinde danışanın ilerleme yönüne göre hareket etmenin en iyi yöntem olduğu sonucuna
varmıştır (Rogers, 1961; Friedman ve Schustack, 2012). Rogers terapiye gelen bireylere hasta
demek yerine danışan demeyi tercih etmiştir.Çünkü, danışanların yardıma ihtiyacı olan, bunu tek
başına başaramamış, ancak kendi durumlarını anlayabilecek kapasiteye sahip bireyler olduğuna
inanmıştır (Frager ve Fadiman, 1998). Eğer belirli özelliklere sahip bir ilişki sağlanabilirse,
danışanın o ilişki içerisinde değişim ve büyüme için kapasiteyi bulabileceğini söylemiştir (Rogers,
1961).
Rogers olumlu yönde kişilik değişiminin başlayabilmesi ve devam edebilmesi için gerekli
ve yeterli olan altı koşuldan bahsetmiştir (1957). İlk koşul terapi ortamında iki kişinin psikolojik
bir temas halinde olmasıdır. Bu koşulun karşılanabilmesi için kişilerin temas halinde olduklarını
farkındalık düzeyinde algılamaları gerekmektedir (Monte ve Sollod, 2003). Rogers’a göre bazen
sadece bir terapistin ya da yardım veren pozisyonda olan kişinin, orada, o kişi için bulunmasının
bile iyileştirici etkisinin olduğunu belirtmiştir (Cervone ve Pervin, 2008). İkinci koşul, danışanın
uyuşmazlık, hassaslık ya da kaygı yaşıyor halde, yani devam eden bir problem yaşıyor olması
ISSN: 2148-4376
20
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 13-26
Derya Gürcan
gereğidir (Rogers, 1957). Üçüncü koşul, terapistin ilişkide gerçek, samimi, entegre olması
gereğidir (Rogers, 1961). Samimi bir terapist olarak kendi duygularının farkında olmalı,
duygularını inkar etmeden farkındalık düzeyinde tutabilmelidir. Eğer danışana karşı olumsuz
duygular hisseder ve bu duygular terapinin olumlu gidişatının önünde duran bir hale gelirse,
terapist danışanla, bir meslektaşı ya da süpervizörü ile bu duyguları konuşabilir (Rogers, 1957).
Terapistin gerçek, entegre ve bütün olması gereği kuralına bakıldığında, terapistin hayatının tüm
alanlarında kendini gerçekleştirmiş bir birey kadar mükemmel olmasına gerek yoktur. Terapi
saatinde samimi bir şekilde kendisi olabilen bir terapist olması, koşulun sağlanması için yeterlidir
(Rogers, 1957). Uyumlu ve içten bir terapist ile danışan resmi bir ilişkidense gerçek bir ilişki
içerisinde olacaktır (Cervone ve Pervin, 2008; Friedman ve Schustack, 2012). Diğer koşul,
terapistin danışana karşı koşulsuz olumlu kabul gösterebilmesidir.Rogers, sıcak, kabul edici ve
yakın bir ilişkinin danışanın faydasına olacak bir ilişki olduğunu öne sürmüştür (Rogers, 1957).
Eğer terapist davranışları, düşünceleri, durumu ne olursa olsun danışanı kabul edebilir, sevebilir ve
saygı gösterebilirse koşulsuz olumlu kabul göstermiş olacaktır. Yakın ve kabul gördüğü bir ilişki
içinde olması, danışanın değerin koşulları ile karşılaşmadan, güvenli, sevilebilir, değer verilen bir
ilişki içerisinde hissetmesini sağlayacak ve bu durum terapi ilişkisinin faydası açısından oldukça
önemli bir faktör olacaktır (Rogers, 1961). Beşinci koşul, terapistin empatik anlamayı
gerçekleştirebilmesi ve danışan ile danışanın dünyası içerisinde iletişim kurabilmesidir. Diğer bir
deyişle, terapist danışanın yaşantılarını, danışan tarafından yaşandığı şekilde algılayabilmelidir
(Rogers, 1957; Cervone ve Pervin, 2008). Rogers tarafından sıklıkla kullanılan duyguların
yansıtılması tekniği, empatinin seansta yaşanabilmesi için önemli bir tekniktir (Monte ve Sollod,
2003). Terapist duyguları yansıtırken bir yandan danışanın farkındalık kazanmasını ve duygularını
anlayabilmesini sağlayacak, diğer yandan da danışanın dünyası içerisinde iletişim kurduğunu
danışana hissettirecektir (Monte ve Sollod, 2003; Friedman ve Schustack, 2012). Rogers
empatinin faydalı ve gerekli olduğunu çünkü danışanın kendisini dinleyebilmesini, ve kendi
terapisti olabilmesini sağladığını vurgulamıştır (Feist ve Feist, 2008; Friedman ve Schustack,
2012). Rogers empatinin, kabul ile aynı şey olmadığını, empatinin danışanın gözleri ile görmek
olduğunu belirtmiştir (Rogers, 1961). Ayrıca empatinin, sempati ile karıştırılmaması gereğini
eklemiştir. Sempatinin danışana karşı bir his olduğunu, terapistin değerlendirmesi sonucu ortaya
çıktığını ve terapötik olmadığını belirtmiştir (Feist ve Feist, 2008). Son koşul ise terapistin
empatik olmasının ve koşulsuz kabul göstermesinin başarılabilmesi ve de danışanın bu kabul ve
empatiyi algılayabilmesidir (Rogers, 1957).
Rogers ilk koşul dışında diğer koşulların sürekli değişkenler olduğunu, koşullar ne kadar
gerçekleştirilebilir ise terapinin sonucunun kişilik değişimi açısından o kadar olumlu olacağını
önermiştir (Rogers, 1957). Rogers ayrıca bu koşulların herhangi bir ilişki içerisinde gerçekleşmesi
durumunda değişimin gerçekleşeceğini, ancak terapistin ilgili konulara dair bilgi birikimi
sebebiyle terapist-danışan ilişkisi içerisinde değişimin diğer ilişkilerde olduğundan daha çok
olacağını inanmıştır (Rogers, 1961).
Rogers terapötik değişim sırasında danışanların geçtiği yedi aşamadan bahsetmiştir. Bu
aşamalar danışanın en savunmacı olduğu halinden en entegre haline doğru sıralanmıştır (Feist ve
Feist, 2008). İlk aşamada danışan değişim için herhangi bir ihtiyacı olduğunun farkında değildir.
Bu aşamadayken kişiler genellikle terapiye gelmezler, ancak böyle bir kişi terapide ise dışsal
sebepler ile orada bulunacaktır. Bu aşamada danışan son derece katı ve dirençlidir. İkinci aşamada
danışan daha az katı hale gelmiştir ancak problemin kendisinde değil, başkalarında olduğuna
inanmaktadır. Bu aşamada danışan duygularını anlamada başarısızdır. Danışan üçüncü aşamaya
geldiğinde benliği hakkında daha fazla konuşabilmeye başlamış ancak bunu sanki bir nesneden
bahsediyormuşcasına yapmaktadır. Şimdiki zamandaki duygularını sahiplenme konusunda halen
başarısız olsa da geçmiş ve gelecekteki duygularından bahsedebilir hale gelmiştir. Bu aşamada
ISSN: 2148-4376
21
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 13-26
Derya Gürcan
danışan çoğu kararında ve davranışındaki kişisel sorumluluğunu kabul etmede zorluk
yaşamaktadır (Monte ve Sollod, 2003; Feist ve Feist, 2008). Dördüncü aşama duyguların kısmi
olarak tanındığı evredir. Danışan bu aşamada duygular hakkında konuşabilir ancak şimdiki
zamanki duyguları ile ilgili halen sıkıntı yaşamaktadır. Eğer şimdiki zamanda bir duygu ifadesinde
bulunursa bu yaşantısını inkar ya da çarpıtma savunma mekanizması ile farkındalığa
çıkarmayabilir. Bu aşamada danışan içe atmış olduğu başkasının değerlerini sorgulamaya ve
benliği ile deneyimleri arasında yaşadığı farklılığı algılamaya başlamıştır. Ayrıca bu aşamada
danışan daha çok sorumluluk olmaya başlamıştır. Beşinci aşama değişim ve büyümenin
hissedilmeye başlandığı aşamadır. Danışan “gerçek ben” olabilmek için istek duymaya başlamış
ve kendi içsel değerlendirmelerine değer vermeye başlamıştır. Danışan kendi kararlarını
verebilmeye ve daha çok sorumluluk alabilmeye başlamıştır (Monte ve Sollod, 2003; Feist ve
Feist, 2008). Altıncı aşama belirgin bir şekilde büyümenin görüldüğü, kendini gerçekleştirmeye
doğru alınan yolun artık geri döndürülemez olduğu aşamadır. Danışan, deneyimlerinin inkar ve
çarpıtmaya uğramadan farkındalık düzeyine çıkmasını rahatça kabul edebilir düzeye gelmiştir.
Daha uyumlu, duygularına açık ve kendi benliğine güvenebilir haldedir. Ayrıca, kendisine
koşulsuz olumlu kabul gösterebilecek duruma gelmiştir. Terapi eğer bu aşamada sonlandırılırsa,
danışan bir sonraki aşamaya kendisi de geçebilir çünkü bahsedildiği üzere değişim artık geri
döndürülemez derecededir. Son aşamada danışan artık tamamıyla işlevsel (fully functioning) hale
gelmiştir. Danışan terapideki kazanımlarını tamamıyla günlük yaşantısına genelleyebilir
durumdadır. Bu aşamada benlik tamamen entegre, esnek, güvenilir ve değişebilme kapasitesine
sahip haldedir (Monte ve Sollod, 2003; Feist ve Feist, 2008).
Rogers, terapi eğer tamamen başarılı bir şekilde tamamlanırsa, tamamen işlevsel kişinin
oluşacağını önermiştir (Rogers, 1961). Rogers tamamen başarılı bir terapi süreci ardından, kişinin
daha uyumlu, daha az savunma kullanan, deneyime daha açık ve daha uyumlu (adaptive) biri
olacağını söylemiştir (Feist ve Feist, 2008). Danışanın olumlu kendini kabulu gerçekleştirebildiği
gibi ilişkilerinde de daha kabul edici olabileceğini belirtmiştir. Ayrıca kişinin dünyayı algılayışının
daha realistik olacağını, ideal benliği ile gerçek benliği arasındaki farkın azalacağını öne
sürmüştür. Bununla birlikte danışanın daha az hassas ve kaygılı olacağını, deneyimlerinin
sorumluluğunu alabileceğini söylemiştir. Son olarak Rogers, danışanın kendi deneyimlerine
güvenebilmeye başlayacağını ve diğerlerinin farklı olduğu gerçeğini kabulleneceğini eklemiştir
(Rogers, 1957; 1961; Friedman ve Schustack, 2012).
Makalenin son kısmında kendilik farklılığı yaşayan Bayan E. vakası Rogers’ın danışan
odaklı terapisi ile ele alınacaktır.
“Daha önce bahsedildiği üzere Bayan E., farklı benlik temsilleri arasında büyük farklılıklar
yaşamaktadır. Higgins, benlik farklılıkları yaşayan danışanlar ile yapılan terapide hedeflerin,
gerçek/kendi benlik temsilinin değiştirilerek benlik rehberi (self-guide) temsilleri ile daha az
farklılığı olması, benlik rehberi temsillerinin değiştirilerek gerçek/kendisi temsili ile farklılığın
azaltılması ya da kişinin bu farklılıklara maruz kalmasının azaltılması şeklinde olabileceğini
önermiştir (1987). Gerçek değişimi getireceği düşünülmediği için farklılıklara maruz kalmasının
azaltılması hedefinin dışındaki hedefler Bayan E. ile yapılan terapide danışan odaklı terapi
yaklaşımı ile çalışılmıştır.
Bayan E. ile görüşmelere ilk başlandığında danışanın, Rogers’ın önerdiği terapötik değişim
aşamalarından ikincisinde olduğu gözlemlenmiştir. Bayan E.’nin problemlerde genel olarak
sorumluluğun başkalarına ait olduğunu düşündüğü, kendi üzerine sorumluluk alamadığı
gözlemlenmiştir. Ayrıca duyguları ile ilgili farkındalık düzeyinin oldukça düşük olduğu sonucuna
varılmıştır.
Bayan E. Rogers’ın da belirttiği gibi daha ilk görüşmede neye ihtiyacı olduğunu, terapinin
nasıl şekillenmesi gerektiğini ve kendisine neyin iyi geleceğini bildiğini göstermiştir. Bayan E.
ISSN: 2148-4376
22
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 13-26
Derya Gürcan
“Ciddi bir ilişki olmasını değil, yakın bir ilişki olmasını, bir abla gibi bana görmekte zorlandığım
şeyleri görebilmem için yardımcı olmanızı istiyorum” talebini belirtmiştir. Ancak “bir abla gibi”
kalıbı terapistin kendi ideal/kendisi benliği ile çatışmış, “iyi terapist” olma ihtiyacı ile danışanın bu
ihtiyacını çok iyi göremediği düşünülmüştür. Kendi “iyi terapist” imajına göre görüşmelere devam
eden terapist, yaklaşık dört görüşme sonra, Bayan E.’nin ihtiyaçlarını tekrar dile getirmesi ile
karşılaşmıştır. Bayan E. terapiste “Bazen beni sadece teori gibi gördüğünüzü, beni anlamaya
çalışmadığınızı düşünüyorum ve beni anlamanıza ihtiyacım var” geribildirimini vermiştir. Bu
geribildirim terapist için oldukça değerli bir geri bildirim olmuş, “iyi terapist” olma çabası
gösterirken aslında ideal benliğin kendisini ketlediğini, amacını gerçekleştirememesine sebep
olduğunu görmüştür. Bu görüşmenin ardından artık terapist Bayan E. ile görüşmelerini danışanı
anlamaya odaklı, onunla empati kurabildiği, gerçek bir ilişki olarak devam ettirmiştir.
Yukarıda bahsedildiği üzere, Rogers kişilik değişminin gerçekleşebilmesi için gerekli ve
yeterli olan altı koşuldan bahsetmiştir (1957). Bu koşullar Bayan E. ile olan terapi sürecinde ele
alınacaktır. İlk koşul Bayan E.’nin terapiye başvurması ve farkındalık seviyesinde terapist ile ilişki
içerisinde olduğunu bilmesi sebebiyle karşılanmıştır. İkinci koşul, Bayan E.’nin bir çok benlik
temsili arasında farklılık yaşıyor olması, hassas olması ve farklılık yaşadığı durumlarda kaygı
yaşıyor olması sebebiyle karşılanmıştır. Üçüncü koşul terapistin terapide uyumu (congruent),
entegre ve samimi olması gereğidir. Bayan E.’nin gerçek bir ilişki isteğini ikinci kez terapistle
paylaşmasının ardından terapist bu durumu anlamış ve Bayan E. ile duygularını yaşayabildiği,
gerektiğinde bunları Bayan E. ile veya süpervizyon ortamında paylaşabildiği bir ilişki kurmuştur.
Örnek vermek gerekirse, Bayan E.’nin yaşadığı benlik farklılıkları sebebiyle sürekli karar
değiştiren yapısı, terapistin bazen öfkelenmesine sebep olabilmiş, bunu farkedip süpervizyon
ortamında paylaşmıştır. Terapist hayatının her alanında uyumlu ve entegre bir benliğe sahip
olduğunu iddia etmemekte, ancak Bayan E. ile olan seanslarında, bunu başarabildiğini, Bayan
E.’ye uyumlu benliği modelleyebildiğini düşünmüştür. Diğer koşul terapistin danışana karşı
koşulsuz olumlu kabul gösterebilmesidir. Terapist danışana karşı koşulsuz olumlu kabul
göstermekte zorlanmamış, danışana karşı yakın hissedebilmiştir. Danışan ne yaparsa, ne derse, ne
hissederse hissetsin onu olduğu şekilde kabul edebildiğini düşünmüştür. Terapistin kendi erken
dönem yaşantılarında koşulsuz olumlu kabulü tam olarak alabildiğini düşünmemesi, danışana
bunu tam olarak verebiliyor olması konusunda soru işareti doğursa da terapi sürecinde bu konuda
bir problem yaşanmamıştır. Bayan E. seanslarda bir kaç kez “Sizin ne olursa olsun beni kabul
edeceğinizi, yargılamayacağınızı biliyorum” ifadesini kullanmıştır. Bu ifadesi, bu koşulun
sağlanmış olduğunu düşündürmüştür. Danışanın, terapi ilişkisi içersinde güven, kabul ve sıcaklığı
yaşadıkça bunu hayatındaki diğer ilişkilere de genellemeye başlayabildiği, çevresindekilere ve
kendisine koşulsuz kabul gösterebilmeye başladığı gözlemlenmiştir. Rogers beşinci koşulun
terapistin danışan ile empati kurabilmesi, onun dünyası içerisinde iletişim kurabilmesi olduğunu
belirtmiştir (Rogers, 1957). Terapist sürecin başlarında bunu yapamamış ancak danışandan aldığı
geri bildirim ile danışan ile empati kurabilmek için çabalamaya başlamıştır. Sürecin ileriki
kısımlarında artık terapist danışanın dünyasını anlayabildiğini, o dünyanın içerisine girebildiğini
ve danışanla bu dünya içerisinde iletişim kurabildiğini düşünmektedir. Son koşul, danışanın
terapistten gördüğü kabul ve empatiyi algılayabildiği düşünüldüğü için karşılanmıştır.
Bahsedilen koşulların ve Rogers’ın terapisinde önemli bir yer tutan duyguların yansıtılması
tekniği de kullanılarak şu an Bayan E. ile sürecin sonlarına yaklaşılmıştır. Bayan E. süreç
içerisinde ailesinin değerlerini aldığını, fakat bunların kendi benliğinden gelmediğini anlamıştır.
Bu sebeple Bayan E. zaruri benlik/başkası kendilik temsilini değiştirebilmiş, artık ailesinin yanına
giderken eskiden olduğu kadar çok kaygı ve utanç duymadığını belirtmiştir. Zaruri/kendisi ile
gerçek benlik/kendisi arasındaki farkın da azaldığı gözlemlenmiş, Bayan E.’nin zaruri
benlik/kendisi temsilini yumuşatabildiği, eskisi kadar suçluluk duymadığı gözlemlenmiştir.
ISSN: 2148-4376
23
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 13-26
Derya Gürcan
Özellikle artık erkek arkadaşından sık sık ayrılmayı bırakmış, onunla yakınlaştığında aldığı hazzı
kabul edebilmiştir. Son olarak ideal/kendisi benlik temsili ile gerçek benlik arasındaki farkın da
azaldığı gözlemlenmiştir. Bayan E. artık gerçek benliğini kabul edebilir, yapamadığı şeylerde
kendisine anlayış gösterebilir bir duruma gelmiştir. Ancak kendisini geliştirme yönündedeki
motivasyonunu kaybetmemiştir. Bayan E.’nin şu an Rogers’ın belirttiği değişim aşamalarından
aşama beş ve altının özelliklerini birlikte gösterdiği görülmüştür. Artık “gerçek ben” olabilmek
için isteği olduğu ve kendi değerlendirmelerine güvendiği görülmüştür. Kararlarını vermede eskisi
gibi problem yaşamadığı ve daha çok sorumluluk alabildiği gözlemlenmiştir. Ender de olsa bazı
durumlarda sorumluluğu alamadığı da gözlemlenmiştir. Savunma mekanizmalarına eskisine göre
daha az başvurması bir diğer önemli kazanımıdır. En önemli olarak görülen değişim Bayan E.’nin
kendisine ve ilişkilerinde koşulsuz olumlu kabul gösterebilmesi olmuştur. Son olarak Bayan E.
terapideki kazanımlarını günlük yaşantısına genelleyebilir hale gelmiştir.
Poyrazlı, makalesinde Türk kültürünün ataerkil ve otoriter bir kültür olduğunu, Türkiye’de
danışanların daha çok yönlendirmeye ihtiyaç duyabileceklerini, bu sebeple danışan odaklı
terapinin yönlendirici olmayan özelliğinin Türk kültürüne uymayabileceğini vurgulamıştır. Bu
durum göz önünde bulundurarak, terapistlerin bu kültüre hassas olarak davranmaları gerektiğini
belirtmiştir (2003). Bayan E. ile olan görüşmelerde Bayan E.’nin yönlendirme talepleri olmuştur.
Bu taleplerin Bayan E.’nin kendi benliğini oluşturmakta yaşadığı zorluklar sebebiyle terapistten
onay alma olarak ortaya çıktığı düşünülmüş ve seanslarda danışan ile birlikte ele alınmıştır. Bayan
E.’nin bu konu üzerinde çalışılmasının ardından kendi değerlendirmelerine dayanarak,
sorumluluğu alıp kararlar verebildiği görülmüştür. Türk kültüründe danışanlar terapinin
yönlendirici olmasını istiyorlar ise de bu durumun danışanın bireysel özellikleri göz önünde
bulundurularak ele alınabildiği ve terapide herhangi bir sorun teşkil etmediği Bayan E. ile olan
seanslarda gözlemlenmiştir.
Son olarak, hümanistik psikoloji, teorisyenin kendi değerleri ve ihtiyaçlarını göz önünde
bulundurarak teori oluştuyor olması yönünden eleştirilmektedir (Monte ve Sollod, 2003). Bu
sebeple hümanistik teorilerin genellenebilir olup olmaması tartışılmaktadır. Bayan E. ile olan
süreçte Rogers’ın teori ve terapisinin etkili olduğu görülmüştür. Ancak, Rogers ve Bayan E.’nin
hayatlarında ciddi benzerliklerin olduğu dikkat çekmiştir. İkisinin de son derece sınırlayıcı ve
dindar ailelerden geldikleri, koşulsuz kabul göremediklerini, kendilerini gerçekleştirebilmeleri
önünde ailenin destekleyici rolünün olmadığı görülmüştür. Ayrıca ikisinin de yaşamlarının bir
yerine kadar bu dini motivasyonla hayatlarına devam ettikleri ve ardından dini motivasyondan
uzaklaştıkları görülmüştür. Bu özellikler dikkate alındığında, Rogers’ın ihtiyacı olan şeylerin
Bayan E.’nin de ihtiyaçlarına denk gelmesi normal görünmekte, ancak başka ihtiyaçları olabilecek
bir danışan ile sürecin nasıl işleyeceği farklı danışanlar ile çalışılarak gözlemlenmelidir.
ISSN: 2148-4376
24
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 13-26
Derya Gürcan
Kaynaklar
Barnett, M., D. ve Womack, P., M. (2015). Fearing, not loving, the reflection: Narcissism,
self-esteem, and self-discrepancy theory. Personality and Individual Differences, 74, 280-284.
Burger, J., M. (2011). Personality (8th ed.). California: Wadsworth.
Cervone, D., ve Pervin, L., A. (2008). Personality: Theory and Research (10th ed.). Danvers,
MA, United States: John Wiley ve Sons, Inc.
Feist, J., ve Feist, G., J. (2009). Theories of Personality (7th ed.). United States of America:
McGraw-Hill.
Frager, R., ve Fadiman, J. (1998). Personality and Personal Growth (4th ed.). United States:
Longman.
Friedman, H., S. ve Schustack, M.i W. (2012). Personality: Classic Theories and Modern
Research (5th ed.). Boston, MA : Allyn ve Bacon.
Geiwitz, P., J. (1969). Non-Freudian Personality Theories: Basic Concepts in Psychology
Series. California: Brooks/Cole.
Higgins, E., T. (1987). Self-Discrepancy: A theory relating self and affect. Psychological
Review, 94(3), 319-340.
Monte, C., F. ve Sollod, R., N. (2003). Beneath The Mask: An Introduction to Theories of
Personality. Danvers, MA, United States: John Wiley ve Sons, Inc.
Poyrazli, S. (2003). Validity of Rogerian Therapy in Turkish culture: A cross-cultural
perspective. Journal of Humanistic Counseling, Education and Development, 42, 107-115.
Rogers, C., R. (1957). The necessary and sufficient conditions of therapeutic change. Journal
of Consulting Psychology, 21, 95-103.
Rogers, C., R. (1961). On becoming a person. Boston: Houghton Mifflin.
Schultz, D., P. ve Schultz, S., E. (2005). Theories of Personality (8th ed.). California:
Thomson Wadsworth.
Stevens, M., J. (1992). Prescott Lecky: Pioneer in consistency theory and cognitive therapy.
Journal of Clinical Psychology, 48(6), 807-811.
Stevens, E., N., Lovejoy, M., C. ve Pittman, L., D. (2014). Understanding the relationship
between actual: ideal discrepancies and depressive symptoms: A developmental examination.
Journal of Adolescence, 37, 612-621.
Strauman, T., J. ve Higgins, E., T. (1988). Self-Discrepancies as predictors of vulnerability to
distinct syndromes of chronic emotional distress. Journal of Personality, 56(4), 685707.
ISSN: 2148-4376
25
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 13-26
Derya Gürcan
Summary:
A review of treatment of self discrepancy with Carl Rogers’ client centered therapy: An
illustration of a case
Self Discrepancy between different selves has long been the issue of the discipline of
psychology. Theories generally, including Carl Rogers’, mention that people experience
discrepancy between actual self and ideal self. In addition, people who are experiencing
discrepancy between actual and ideal selves, they experience negative emotions. Tory E. Higgins
proposed that there are three different domains of self, which are actual, ideal and ought selves. In
addition, he added the standpoint to these selves as from own self and others’. According to
Higgins, people experience different kinds of negative emotions as dejection related emotions like
dissatisfaction, disappointment and sadness, or agitation related emotions like fear, threat and
edginess when they experience different kinds of discrepancies. Rogers proposed that people
experience this discreapancy because of conditions of worth they encountered in childhood and
they try to cope with these negative emotions with the help of defensive processes. Rogers claimed
that the development of self is not limited to childhood years, so in therapy if the client
experiences a relationship which is congruent, genuine, empathic and has unconditional positive
regard, the client can narrow the gap between the different selves and strive towards self
actualization. In this paper, self discrepancy from the Higgins’ point of view and Rogerian client
centered therapy is reviewed. In addition, a case who experiences self discrepancy was approached
with the Rogerian client centered therapy.
Keywords: Self discrepancy, Carl Rogers, Client Centered Therapy.
ISSN: 2148-4376
26
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 27-39
Deniz Canel Çınarbaş
İslami ve İslam Öncesi İnançlar ve Psikoloji: Türkiye’de Yerel Sağaltım Yöntemleri Bağlamında Türbe
ve Hoca Ziyaretleri
Deniz Canel Çınarbaş
Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Özet
Son yıllarda türbe ziyareti gibi yerel sağaltım yöntemlerinin öneminden ve ruh sağlığına olan
faydalarından sıklıkla bahsedilmektedir. Bu tip kültüre ve geleneklere dayalı uygulamaların ve yerel
bilgi dağarcığının, tüm psikolojik danışmanlık bilgisini zenginleştireceği ve eski problemlere yeni
çözümler bulmada fayda sağlayacağı vurgulanmıştır. Bu doğrultuda, dünyanın çeşitli kültürlerinde ve
dinlerinde kullanılan sağaltım yöntemlerini psikolojik faydaları açısından ele alan kitaplar yayımlanmış
ve bu yöntemlerin Batılı psikoterapi yöntemleriyle harmanlanmasının önemi üzerinde durulmuştur.
Ayrıca, akıl sağlığı çalışanlarının kültürüne ve geleneklerine bağlı kişilerle çalışırken onları bu tip yerel
sağaltım uygulamalarına yönlendirmeleri gerekebileceği, bu nedenle de psikoterapistlerin bu kültürel
uygulamalar hakkında bilgi sahibi olmaları gerektiği savunulmuştur. Buradan yola çıkarak, bu
makalenin amacı Türkiye’deki geleneksel, kültüre ve inançlara dayalı sağaltım yöntemlerini, türbe ve
hoca ziyaretleri çerçevesinde özetlemek ve üç türbenin tasviri ve türbe görevlileri ile yapılan
görüşmeler bağlamında incelemektir.
Anahtar Kelimeler: Yerel sağaltım yöntemleri, türbeler, hoca ziyaretleri, danışmanlık.
ISSN: 2148-4376
27
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 27-39
Deniz Canel Çınarbaş
İslami ve İslam Öncesi İnançlar ve Psikoloji: Türkiye’de Yerel Sağaltım Yöntemleri
Bağlamında Türbe ve Hoca Ziyaretleri
Türbe ve hoca ziyareti gibi sağaltım yöntemleri psikolojik, ailevi ya da mali problemleri
olanlar tarafından sıkça başvurulan geleneklerdir. Pepitone’un da belirttiği gibi (1997), dini
inançlar ve kültür insanı anlamada önemli unsurlardır ve psikolojinin konuları arasına dâhil
edilmelidir. Sosyal yapıyı sosyolojinin konusu, kültürel unsurları da antropolojinin konusu olarak
nitelendirip psikoloji alanının dışında tutmaktansa, bu konuları içeren psikoloji çalışmaları insanı
daha kapsamlı ve doğru şekilde anlamamıza yardımcı olacaktır. Pepitone (1997) ayrıca inançların
psikolojik fonksiyonlarını üç kategori halinde incelemiştir. Birinci kategoride dini inançların temel
ihtiyaçları, istekleri ve duyguları karşıladığı, insana umut aşıladığı belirtilmiştir. İkinci kategoride
inançların ve bu inançlara bağlı ritüellerin grup bağlılığını arttırdığı belirtilmiştir. Üçüncü
kategoride ise açıklanamayan hayat olaylarının din sayesinde açıklanabildiği ve dinin nedensel
atıflarda bulunmayı sağladığı belirtilmiştir. Dolayısıyla, dini inançlar insanların birçok ihtiyacını
karşılamakta ve psikolojik sorunlarla başa çıkmada da önemli bir yardım kaynağı sunmaktadır.
Buradan yola çıkarak, bu makalenin amacı Türkiye’deki geleneksel, kültüre ve inançlara dayalı
sağaltım yöntemlerini türbe ve hoca ziyaretleri çerçevesinde ele almak; ve bu türbe ve hoca
ziyaretlerini üç farklı türbenin tasviri ve türbe görevlileri ile yapılan görüşmeler bağlamında
incelemektir.
Son yıllarda türbe ziyareti gibi yerel sağaltım yöntemlerinin öneminden ve ruh sağlığına
olan faydalarından sıklıkla bahsedilmiştir. Örneğin, transkültürel psikiyatri çalışmaları
kapsamında, Mısır’da yaygın olan Kuran bazlı sağaltım yöntemleri ele alınmış, bunların
psikiyatriyle bağlantıları tartışılmıştır (Coker, 2009). Bu çalışmada, Mısır’da yayımlanan Arapça
gazetelerde yer alan Kuran bazlı sağaltım yöntemleri ile ilgili haberler niteliksel yöntemlerle
incelenmiş, bu yöntemin modern Mısır kültüründeki yeri ele alınmıştır.
Ayrıca, Kirmayer (1999) kültüre dayalı sağaltım yöntemlerinin çalışma mekanizmalarını
incelemiş ve dört temel mekanizmadan bahsetmiştir. Bunlar: (a) olumlu beklentilerin etkisi ve
sağaltıcının ve yöntemin otoritesi, (b) yeni bilişsel şemaların veya olayların ve deneyimlerin
alternatif yorumlarının oluşturulması, (c) ritüellerin ve imgelerin estetik değerlerinin acıya anlam
ve bütünlük katması, (d) hastanın ritüellerde aktif rol oynayarak kendi sorumluluğunu üstlenmesi
ve inisiyatif almasıdır (Kirmayer, 1999). Bu mekanizmaların türbe ve hoca ziyaretlerinde de etkin
oluğu söylenebilir. Örneğin, türbe ziyaretlerinde, ziyaretçiler dualarla ve dileklerle sorunlarına
olumlu bir çerçeveden bakabilmekte, bu sorunların çözümü için eyleme geçmektedirler. Yine hoca
ziyaretlerinde, hoca nazarla ya da dini başka açıklamalarla sorunlara alternatif açıklamalar
getirebilmekte, hastanın bilişsel şemalarını değiştirebilmektedir.
Kuzey Amerika kaynaklı psikoloji çalışmalarında, özellikle de danışmanlık psikolojisi
çalışmalarında da bu konudan bahsedilmiştir (Gerstein, Heppner, Ægisdottir, Leung ve
Norsworthy, 2009). Bu tip kültüre ve geleneklere dayalı uygulamaların ve yerel bilgi dağarcığının,
tüm psikoloji bilgisini zenginleştireceği ve eski problemlere yeni çözümler bulmada fayda
sağlayacağı vurgulanmıştır. Bu doğrultuda, dünyanın çeşitli kültürlerinde ve dinlerinde kullanılan
sağaltım yöntemlerini psikolojik faydaları açısından ele alan kitaplar yayımlanmış ve bu
yöntemlerin Batılı psikoterapi yöntemleriyle harmanlanmasının önemi üzerinde durulmuştur
ISSN: 2148-4376
28
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 27-39
Deniz Canel Çınarbaş
(Moodley ve West, 2005). Kültürel değerlerine ve geleneklerine bağlı kişilerle çalışırken bu
kişileri doğru kültürel sağaltım uygulamalarına yönlendirme gereğinin ortaya çıkabileceğini öne
süren Atkinson, Thompson ve Grant (1993), bunu yapabilmek için psikolog ve psikolojik
danışmanların bu tür kültüre özgü uygulamalar hakkında bilgi sahibi olması gerektiğini
savunmuştur.
Türkiye’de de yerel sağaltım yöntemleri mevcuttur ve sıklıkla kullanılmaktadır. Bu
yöntemlerin İslam öncesi ve İslami geleneklerin bir karışımı olduğu söylenebilir. Türkiye
nüfusunun yaklaşık %97’sinin Müslüman olduğu (Çarkoğlu ve Toprak, 2000) ve bu Müslüman
nüfusun %90’ının Sünni mezhebinden olduğu (Engin-Demir, 2003) belirtilmiştir. Benzer şekilde,
dünyanın birçok farklı ülkesinde yaşayan Türkiyeli nüfusun da %90’ı Müslüman’dır (İnan, 1972).
İslam’dan önce Orta Asya’da yaşayan Türk boyları arasında Görktanrı Kültü, Animizm ve Ata
Kültü gibi inançlar yaygınken, 10. yüzyılda Türkler İslam inancına geçiş yapmışlardır (Ocak,
2000). Ancak, tüm Türklerin İslam’a geçişi aynı zamanda olmamıştır. Örneğin, günümüzde
Anadolu’da yaşayan Türklerin atası sayılan Oğuz Türklerinin İslam’a geçişleri iki yüzyıl
sürmüştür. Bu süreçte Türkler bir yandan İslam’a ait yeni inançları benimserken diğer yandan da
daha önceki inançlarından bazılarını korumuşlardır (İnan, 1972). Sonuç olarak, İslam öncesi
inançlarla İslami inançlar birbirine karışmış ve bunların bütünü günümüz Türkiye’sindeki kültürel
ve geleneksel tedavi ve sağaltım yöntemlerinin temelini oluşturmuştur (Canel-Çınarbaş,
Korkut-Owen ve Çiftçi, 2009).
Günümüzde İslam öncesi inançların kültüre dayalı sağaltım yöntemleri üzerindeki etkisi
sürse de, İslami inançlar daha güçlü bir unsur olarak etkisini göstermektedir. İslami inançlara göre
Müslümanlar, ruhsal ve fiziksel hastalıkları engellemek ve iyileştirmek için modern tıbbı ve
bilimsel yöntemleri kullanmalı, ellerinden geleni yapmalıdırlar (Diyanet İşleri Başkanlığı, b.t.). Bu
yöntemlerden netice alamadıklarında ise hastalığı ve hatta ölümü tevekkülle ve sabırla karşılamayı
bilmelilerdir (Rassool, 2000). Müslümanlar hastalığın hayatın bir parçası olduğuna ve Allah
tarafından gönderilmiş bir sınav olduğuna inanırlar (Rassool, 2000). Bu inanca göre her şey
Allah’tan gelir; hastalığı da çaresini de veren sadece Allah’tır (Diyanet İşleri Başkanlığı, b.t.).
Dolayısıyla İslami inanca göre hastalığın dahi bir hikmeti vardır. Hastalığın günahlardan arınmak
için bir vesile; fiziksel, duygusal, zihinsel ve ruhani açılardan dengeye ulaşmak için bir araç
olduğuna inanılır (Rassool, 2000).
Tüm bu inanışlara paralel olarak, İslami tıp bütüncüldür ve hem bedenin hem de ruhun
sağlığına önem verir. Örneğin, Müslümanların kutsal kitabı olan Kur’an-I Kerim’in beden ve ruh
üzerinde direkt bir iyileştirici etkisi olduğuna inanılır (El-Kadi, 1993). Dini yetkililer ruhsal ve
fiziksel hastalıkları iyileştirmek için Kur’an-I Kerim’den ilgili bölümlerin okunmasını ve dua
edilmesini tavsiye ederler (Diyanet İşleri Başkanlığı, b.t.). Buna bağlı olarak da, Türkiye’de
insanlar fiziksel ve psikolojik problemlerin çözümü için hem tıp doktorlarından ve psikologlardan,
hem de dini yetkililerden ve hocalar gibi geleneksel sağaltıcılardan yardım almayı alışkanlık
haline getirmişlerdir (Bolak-Boratav, 2004).
Diğer yandan, Göktanrı Kültü, Animizm ve Atalar Kültü gibi İslam öncesi inançlar,
hayatla, hastalıkla ve tedavisiyle ilgili daha farklı bir görüşü ileri sürmüşlerdir (İltar, b.t., Ocak,
2000). İslam öncesi bu inançların aslında bir inançlar bütünü olduğu düşünülmekte ve bu bütüne
Türk Şamanizm’i de denmektedir (Kalafat, 1998). Göktanrı inancına göre göğü ve yeri yaratan tek
bir tanrı vardır. Bu inançta gök ruhu, yer ruhu gibi iyi, yani ak ruhlar ve ayrıca kötü, yani kara
ruhlar vardır. Her türlü iyilik ve kötülük ruhlardan gelir ve bu yüzden insanların bu ruhları
memnun etmesi ve öfkelendirmemesi gerekir. Kam adı verilen dini lider ise ruhlarla insanlar
arasındaki bağlantıyı kuran kişidir. Bu inanç sistemi bağlamında Türkler, Kam’ın liderliğinde
nehir kenarlarında tanrıya tapınma ayinleri düzenlemiş ve tanrıya şükretmek için hayvan kurban
ISSN: 2148-4376
29
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 27-39
Deniz Canel Çınarbaş
etmişlerdir (Kalafat,1998).
Hem Göktanrı Kültünde hem de Atalar Kültünde, ataların önemli bir yeri vardır. Ataların
ruhlarına yılın belli zamanlarında hayvanlar kurban edilir ve hediyeler sunulurdu (İltar, b.t.). Bu
inanca göre ataların ruhu insanları korur ve kollar, aile ve boy fertleri ise atanın ruhundan bir şey
dilemek için armağanlar sunar ve kurban keserlerdi. Günümüzde uygulanan, mezarlıklarda şeker
dağıtmak, ölen aile üyesinin sevdiği yemekleri yaparak ölenin ruhuna fakirlere veya komşulara
dağıtmak, helva dağıtmak, mezarın başına yemek veya bir testi su bırakmak gibi gelenekler İslam
öncesi inançların bir devamı olarak görülmektedir (Çıblak, 2002).
Bir diğer İslam öncesi inanç sistemi olan Animizm’e göre, nehir, su kaynağı, dağ, ağaç gibi
cansız varlıkların da ruhu vardır. İnsanlar, bazı tepeleri, dağları ve ağaçları kutsal sayar ve bu
kutsal yerlere giderek dua eder ve dilekte bulunurlardı. Orta Asya’dan göç eden Türk kavimleri bu
tür inançları Anadolu’ya taşıyarak Orta Asya’da kutsal sayılan dağların adlarını Anadolu’daki
dağlara vermişlerdir. Örneğin, Baba Dağ hem Orta Asya’da hem de Anadolu’da bir dağ adıdır
(Demir & Çomak, 2009).
Animizmin ve Türk Şamanizm’inin izleri günümüzde İslami inançlarla ve geleneklerle iç
içe geçmiştir (İnan, 1952). Örneğin, tıpkı Orta Asya’da çocuk sahibi olmayı dilemek için ağaçlara
bez bağlayan ataları gibi, Türk Müslümanlar da ağaçlara bez ve ip bağlayarak dua eder ve
dileklerde bulunurlar. Bu gelenek, aslen ağaçların da ruhu olduğuna ve onlara hediyeler sunarak
ruhunu memnun etme yoluyla dileklerin geçekleşeceğine olan inançtan kaynaklanmaktadır.
Türklerde İslam öncesi inançlarla İslam inancının harmanlanmasına bir başka örneği de, su
kaynağının çevresinde bulunan çalılara bez bağlama geleneğidir. Örneğin, Ankara yakınlarında
bulunan bir su kaynağının etrafında insanlar çalılara bez bağlayarak Kuran’dan ayetler okur,
hastalıkları, ailevi veya psikolojik problemleri için çare ararlar. İnan (1952), kutsal sayılan su
kaynaklarının veya ağaçların etrafında İslami ve dini liderlere ait türbelerin de bulunabildiğini,
fakat buralarda dilek dileme geleneğinin, ağaçların, su kaynaklarının ve tepelerin de ruhu olduğu
esasına dayanan eski Şaman inancının İslam’la birleşmesi olarak yorumlanması gerektiğini
belirtmiştir.
Öte yandan, İslam âlimleri ağaçlara bez bağlamak, nazar boncuğu takmak veya Allah
haricinde kişilerin ruhlarına dua etmek gibi adetlerin İslam’a aykırı olduğunu ve Müslümanlarca
uygulanmaması gerektiğini vurgulamaktadırlar (Diyanet İşleri Başkanlığı, b.t.). Türk Müslümanlar
ise bu adetleri İslam’la bağdaştırabilmekte ve günlük hayatlarında bir nevi sağaltım yöntemi
olarak uygulamaya devam etmektedir.
Türbe Ziyaretleri
Türkiye’de yüzlerce türbe bulunmaktadır. Bu türbeler arasında, Osmanlı Padişahları, İslam
âlimleri, Mevlevi dervişler, kutsal savaşlarda şehit düşenler, efsanevi kişilikler ya da bilinmeyen
kişiler için inşa edilmiş olanlar bulunmaktadır (Kalafat, 1998; Tanyu, 1967). Bu türbelerin bazıları
Diyanet İşleri Başkanlığı'na veya müftülüklere bağlıyken, diğerleri derneklerin veya mahalli
birliklerin himayesi altındadır. Türbelerden bazıları külliye mahiyetindeki kapsamlı yapıların
bünyesinde inşa edilmişken, diğerleri tek bir yapıdan ya da mezardan oluşmaktadır. Örneğin, bazı
türbelerin etrafında cami, abdesthane, avlu, adaklık ve Diyanet İşleri'ne bağlı ofisler ya da kitap
satış mağazaları vardır. Ayrıca, birçok türbenin etrafında özel işletmelere ait dükkânlar ve
lokantalar da bulunabilmektedir. Ziyaretçiler buralardan, tespih, başörtüsü gibi dini nitelikte
eşyalar alabilmekte, yiyecek içecek satın alıp, buralarda vakit geçirebilmektedir (Canel-Çınarbaş,
Çiftçi, & Bulgan, 2013). Böylece türbeler, ziyaretçilerin günlerini sosyalleşerek, yemek yiyerek ve
alış veriş yaparak geçirebilecekleri yerler haline gelebilmektedir.
ISSN: 2148-4376
30
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 27-39
Deniz Canel Çınarbaş
Türbe ziyareti Türkiye’de oldukça yaygın bir gelenektir. Dini davranışlarla ilgili kapsamlı
bir araştırmada, Çarkoğlu ve Toprak (2000) katılımcılardan %52,7’sinin en az bir kez türbe
ziyaretinde bulunduğunu tespit etmiştir. Türbe ziyaretleri özellikle Cuma günleri ve dini
bayramlarda yapılsa da, yılın her gününde türbelerde ziyaretçi görmek mümkündür. Bazı
mahalleler ya da belediyeler türbelere ziyaret için günlük turlar düzenlemekte, birçok türbenin
ziyaret edildiği bu turlarda ziyaretçilerin ulaşımını sağlamak için otobüsler kiralamaktadırlar.
Ziyaretçiler türbelere genellikle komşuları, arkadaşları ya da akrabalarıyla gelmektedirler.
Ziyaretçiler arasında, erkeklere nazaran kadınların daha fazla olduğunu gözlemlemek mümkündür.
Bazı ziyaretçiler sırf türbeyi ziyaret edebilmek için şehir dışından gelirken, bazıları da şehre başka
bir nedenden gelmişken şehir turu kapsamında türbeleri de ziyaret etmektedir (Canel-Çınarbaş ve
ark., 2013).
Türbe ziyaretleri sırasında daha mütevazı ve kapalı kıyafetler tercih edilmektedir.
Kadınların çoğu uzun kollu ve uzun etekli giysiler giyip başını örtmekte, bazıları da kısa kollu
kıyafetler veya pantolon giyip türbe dışında başını açtığı halde türbeye girerken başını örtmektedir.
Ziyaretçiler genellikle abdest alıp, eğer türbenin çevresinde cami varsa ve namaz vaktiyse namaz
kılar, mezarı ziyaret ederek Kuran’dan ayetler okuyup dualar ederler. Türbelerin çevresinde
ellerinde kitapçıklar, Kuran’dan Arapça ayetler okuyan ya da Türkçe dualar eden ziyaretçiler
görmek mümkündür. Eğer mümkünse ve vakit varsa, grupça gelmiş ziyaretçiler genellikle
türbenin etrafında oturarak yanlarında getirdikleri yiyecek içecekleri paylaşıp sohbet ederler. Bu
ortamlarda paylaşımın, örneğin insanların birbirlerine, hatta yabancılara yiyecek ikram etmesinin
önem kazandığı gözlemlenebilir (Canel-Çınarbaş ve ark., 2013).
Ne var ki, tüm bu aktivitelerin yanında türbe ziyaretlerinin asıl amacı dilek dilemek veya
daha önceden kabul edilmiş bir dileğin adağını yerine getirmektir. Yaygın olarak karşılaşılan
dileklere örnek olarak sağlık, hastalıklara çare, psikolojik veya ailevi problemlere çözüm, askere
giden bir erkek evladın sağ salim dönmesi, çocuğu olmayan kadınların çocuk, hatta genelde erkek
çocuk sahibi olması, uygun bir eş ya da iş bulma verilebilir. Ziyaretçiler bir dilekte bulunduktan
sonra, kurban kesmek, fakirlere sadaka vermek ya da şeker dağıtmak gibi adaklar adayabilirler. Bu
insanlar dilekleri gerçekleştiği takdirde türbeyi yeniden ziyarete gelir ve adaklarını yerine
getirirler. Dolayısıyla, türbelerin etrafında adaklarını yerine getirmek için lokum veya kesme şeker
dağıtan ziyaretçiler görmek mümkündür. Hatta bazı ziyaretçiler kestikleri kurbanın etini dağıtır ya
da türbeye bağışta bulunabilirler (Canel-Çınarbaş ve ark., 2013).
Türbelerde dilek dilemeyle ilgili çeşitli görüşler bulunmaktadır. Bazı ziyaretçiler sadece
Allah’a dua edilmesi ve ne dilenecekse Allah’tan dilenmesi gerektiğini, diğer her türlü davranışın
günah sayılacağını belirtirken, bazıları da türbede yatan kişinin ulu ve Allah katında makbul bir
kişi olduğunu, bu nedenle o kişinin "yüzü suyu hürmetine" Allah’tan dilemenin daha çok kabul
görebileceğini belirtmektedir. Diğer bazı ziyaretçiler ise, insanın evinde otururken de Allah’tan
dilek dileyerek dua edebileceğini, fakat türbelerin kutsal mekânlar olmasından dolayı
ziyaretçilerin hayatları ve problemleri hakkında daha etraflıca düşünme fırsatı bulabileceklerini,
problemlerini çözme yolundaki aşamaları daha rahat planlayarak hayatlarını gözden
geçirebileceklerini, daha gönülden dua edeceklerini, bu nedenle de türbede dilenen dileklerin evde
dilenenlerden daha etkili olabileceğini belirtmiştir (Canel-Çınarbaş ve ark., 2013).
Türbelerde, özellikle Müftülüklere bağlı olanlarda, türbedeki davranışları ve ibadetleri
düzenleme amaçlı yazılar ve levhalar bulunmaktadır. Bu levhalar, türbede yatan kişiye dua ederek
dilek dilenmeyeceğini, türbenin etrafına bez ya da ip bağlanmayacağını, tavuk gibi iki ayaklı
hayvanların kurban için uygun olmadığını, bu tip davranışların İslam’a aykırı olduğunu, sadece
Allah’a dua ederek ondan dilek dilemenin uygun olduğunu belirten uyarılar içermektedir. Bu
uyarıların amacı, İslam öncesi inançların etkisiyle ortaya çıkan bazı gelenekleri yerine getirmek
isteyen ziyaretçileri İslami uygulamalara yönlendirmektir. Bu nedenle, ziyaretçiler İslam öncesi
ISSN: 2148-4376
31
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 27-39
Deniz Canel Çınarbaş
pratikleri uyguladıkları veya uygulamak istedikleri halde bunları beyan etmekten
çekinebilmektedirler (Canel-Çınarbaş ve ark., 2013).
Ziyaretçiler türbe ortamında huzur bulduklarını, sıkıntılarından kurtulduklarını ve dilek
dileyerek rahatladıklarını belirtmişlerdir (Köse & Ayten, 2010). Türbe ziyaretlerinin ruhsal etkileri
ile ilgili çeşitli açıklamalar mevcuttur. Örneğin, ziyaretçiler türbeyi ziyaret ederek isteklerinin
gerçekleşmesi için kendilerine biraz daha süre tanırlar, hedeflerini canlı tutarlar, ellerinden geleni
yaptıklarını düşünerek kendilerini motive ederler. Türbe ziyareti ayrıca, ziyaretçilere ümit aşılar,
kendilerini ifade etmeleri ve dertlerin anlatmaları için vesile olur, hatta problemlerini kutsal alana
taşıma hissiyle ziyaretçileri rahatlatır. Ziyaretçiler, manevi bir ortamda olma hissiyle huzur
duyarlar, katı dini kuralların olmadığı bu mekânda diğer ziyaretçilerin dertlerini paylaşarak
yalnızlık hissinden kurtulur ve rahatlarlar (Köse & Ayten, 2010). Benzer problemler yaşayan
başkalarının da olduğunu fark etmek kişiye yalnız olmadığını hatırlatır. Yalom’a göre (Yalom &
Leszcz, 2005), grup terapisini etkin kılan mekanizmalardan biri de evrensellik faktörüdür. Buna
göre grup terapisine katılanlar, kendileri gibi problem yaşayan diğer grup üyeleriyle tanışırlar ve
böylece yalnız olmadıklarını fark ederler. Böylece iyileşmeye bir adım daha yaklaşırlar. Aynı
terapötik faktörün türbe ziyaretleri için de geçerli olduğunu söylemek mümkündür.
Hoca Ziyaretleri
Hoca kelimesi Türkçede birçok farklı anlamı olan bir kelimedir ve bu anlamlardan biri de
"İslami din görevlisi"dir. Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından görevlendirilen hocalar genelde
camilerde görev alır, namazlarda cemaati yönlendirir, özel günlerde veya Cuma günleri dini
konularda bilgilendirici konuşmalar yapar ve bu görevleri yerine getirme karşılığında Diyanet
İşleri Başkanlığı’ndan maaş alırlar (Stirling, 1965). Bu anlamının yanı sıra, "hoca" kelimesi,
Diyanet İşleri Başkanlığınca resmi olarak görevlendirilmemiş fakat bazı kişilerce konusunda
yetkin olduğu kabul edilen ve dini açıdan sağaltım gücü olduğuna inanılan kişiler için kullanılır.
Uzmanlık alanlarına bağlı olarak bu gayri resmi hocalar hastalıkları iyileştirebilir, ailevi
problemleri çözmek için büyü yapabilir, muskalar hazırlayabilir, dualar okuyup üfleyebilir ve cin
çıkarmak için bazı yöntemler uygulayabilir. Bu tip hizmetleri karşılığında hoca, gelen kişiden
ücret talep edebilir (Bellér-Hann & Hann, 2001).
Özdemir ve Frank (2000) bu ikinci tip hocalara Müslüman Şaman ismini vermiştir.
Özdemir ve Frank (2000) şamanı, “inananları tarafından metafiziksel güçlere sahip, fizik ötesi
âlemle iletişim içinde olan, mistik bilgilere sahip, ruhani güçleri uyandırarak kişilere veya olaylara
şekil verebilen bir kişi” olarak tanımlamış (Özdemir ve Frank, s. 61), şaman Müslümansa ve
yöntemlerini İslami bir formatta uyguluyorsa, bu kişiye Müslüman şaman denilebileceği
belirtilmiştir.
Başka yazarlar da hocalarla şamanlar arasındaki benzerliklerin altını çizerek Müslüman
şaman tanımına destekleyen incelemelerde bulunmuşlardır. Örneğin Ocak (2000), Türklerin
Anadolu’ya yeni göç ettikleri dönemlerde Anadolu’da Müslüman hocaların ve sağaltıcıların
bulunduğunu ve bu kişilerin büyü ve tedavi ritüelleri gerçekleştirdiklerini belirtmiştir. Ocak ayrıca
bu hocaların görevlerinin ve yöntemlerinin şamanlarınkiyle benzeştiğinden bahsetmiştir. İnan
(1952) ise, özellikle Alevi ve Bektaşi inancındaki dini liderlerin Türklerdeki şaman rolünü
üstlendiklerini belirtmiştir.
Bir çalışmalarında Bellér-Hann ve Hann (2001) Müslüman şamanların faaliyetlerine çeşitli
örnekler vermişlerdir. Birinci örnekte, hamileliğiyle ilgili sağlık problemleri yaşayan bir anne
adayı, kadın olan bir Müslüman şamana başvurmuş. Şaman anne adayına tedavi süresince yedi
ayrı kaynaktan su alıp her gün bu sudan içmesini söylemiş. Müslüman şaman ayrıca bir muska
yazmış ve kadını okuyup üflemiş. Bir diğer örnekte, bir kişi cinlerle ilgili kâbus görme şikâyetiyle
ISSN: 2148-4376
32
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 27-39
Deniz Canel Çınarbaş
Müslüman şamana başvurmuş. Cinler bu kişinin rüyalarına ya bir yılan ya da vücudu olmayan
kocaman bir kafa olarak giriyormuş. Müslüman şaman bir tas suyu okuyup üflemiş ve kendisine
başvuran kişiden bu tasa bakmasını istemiş. Kişi rüyalarına giren şekli bu tastaki suda görünce
tedavi olmuş (Bellér-Hann ve Hann, 2001).
Türkiye’de birçok kişi Müslüman şamanlardan yardım almaktadır. Ünal ve arkadaşları
(2001) Türkiye’de psikolojik problemlerinden dolayı yardım alma davranışlarını araştırmış ve
katılımcıların %12,3’ünün Müslüman şamanlara gittiğini, %32,5’inin tıp doktorlarına
başvurduğunu, %32,5’in ise psikiyatristlere başvurduğunu tespit etmişlerdir. Bir başka araştırmada
Yaşan ve Gürgen (2004) araştırmaya katılan psikiyatri hastalarının %57’sinin, rehabilitasyon
hastalarının ise %15’inin Müslüman şamanlara başvurduğunu belirtmiştir.
Her ne kadar Müslüman şamanlara sıklıkla başvurulsa da, bu kişilerin niyetleri ve gerçekten
faydalı olup olamadıkları konusunda tartışmalar vardır. Müslüman şamanların tartışmalı imajları
birçok çalışmaya konu olmuştur. Örneğin Stirling (1965) Müslüman şamanlarla ilgili halk
arasındaki algıyı “… çok saygı görmezler fakat bilgili, faydalı ve biraz da tehlikeli kişiler olarak
algılanırlar” (s. 230) şeklinde özetlemiştir. Özdemir ve Frank de (2000) Müslüman şamanların
dolandırıcı olarak algılanmalarına rağmen modern tıbbın ve psikolojinin imkânları tükendiğinde
bu kişilere çokça başvurulduğunu belirtmiştir. Son olarak Dole (2006), Müslüman şamanların
“itici çekiciliğinden” (s. 31) bahsetmiş ve onlarla ilgili medyada yer bulan skandallardan örnekler
vermiştir.
Resmi İslami kaynaklar ve İslam âlimleri de halkı Müslüman şamanlara karşı uyarmaktadır
(Diyanet İşleri Başkanlığı, b.t.). Bu kaynaklar ve âlimler, belli problemler için belli ayetleri
okumanın faydalı olacağından bahsetmektedir. Örneğin, depresyon gibi ruhsal problemlere çare
olarak Hazreti Muhammed’in üzüntüyle başa çıkmak için tavsiye ettiği Kur’an-I Kerim ayetlerini
okumanın faydalarından bahsedilmekte, kişilere kaderlerini sabır ve dualarla karşılamaları salık
verilmektedirler (Uzun, b.t.). Bu kaynaklar ayrıca Kur’an-I Kerim’i para karşılığı okuyan kişilere
karşı uyarılarda bulunmakta (Diyanet İşleri Başkanlığı, b.t.), Kur’an-I Kerim’i kişinin kendisinin
okumasının daha makbul olacağını, eğer bu mümkün değilse resmi görevlilere başvurmalarının
daha iyi olacağını belirtmektedir (F. Aktaş, kişisel görüşme, Mayıs 28, 2009).
Özetle, hem türbe hem de hoca ziyaretlerinde İslam öncesi geleneklerle İslami gelenekler
iç içe geçmiş durumdadır. Türbelerde bulunan levhalardaki bilgiler ve İslam âlimlerinin
uyarılarına rağmen kişiler bu uygulamaları sürdürmektedir. Bunda, İslam öncesi inançların
etkisinin yanı sıra bu uygulamaların sağaltıcı ve rahatlatıcı etkisinin de varlığı yadsınamaz.
Psikologlar ve psikolojik danışmanlar bu sağaltıcı etkiyi inceleyerek kendi uygulamalarında
kullanabilir, bu etkiden faydalanmaları için danışanları yönlendirebilirler.
Yerel Sağaltım Yöntemleri Bağlamında İstanbul’dan Üç Türbe Örneği
Telli Baba Türbesi. Telli Baba Türbesi İstanbul’un Sarıyer ilçesinde boğaza nazır bir
tepenin üzerinde bulunmaktadır. Giriş kapısı tepenin üzerinde, binanın geri kalanı ise neredeyse
yerin altında kalacak şekilde tepeden aşağı doğru inşa edilmiştir. Türbe yapısının içinde bir
tabutun ve mezar taşının bulunduğu bir oda, ayrıca namaz kılmak için bir kaç oda daha
bulunmaktadır. Tabutun üzerine yeşil bir örtü örtülmüş, örtünün üzerinde gelin telleri ve
ayakucunda ise makaslar bulunmaktadır. Odanın duvarlarında seccadeler ve ziyaretçiler tarafından
bağışlanmış dini temalı, Kâbe fotoğrafı gibi süsler bulunurken, yerler halı kaplıdır ve içeri
girerken ziyaretçilerden ayakkabılarını çıkarmaları istenmektedir.
Türbe görevlisiyle yapılan görüşmeden türbe ile ilgili daha detaylı bilgi edinilmiştir. Telli
Baba Türbesi, Rumeli Kavağı Telli Baba Güzelleştirme ve Çevre Koruma Derneği’ne bağlıdır.
Türbe görevlisi, Telli Baba adlı şahsın asıl isminin Abdullah olduğunu, “Baba” adını sonradan
ISSN: 2148-4376
33
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 27-39
Deniz Canel Çınarbaş
aldığını ve Bizans döneminde Müslümanlığın yayılmasında görev aldığını belirtmiştir. Görevlinin
belirttiğine göre, Telli Baba Müslüman yaptığı kızları gelin edermiş. Gelin olmak için kaçıp gelen
kızların bazıları yolda vurulur, bazıları da boğazı geçerek gelirken boğulurmuş.
Günümüzde ziyaretçilerin çoğu Telli Baba Türbesi’ne evlenme dileğiyle gelmektedir. Yine
türbe görevlisinin belirttiğine göre, ziyaretçilerden mum yakanlar, taş dizenler, bez bağlayanlar,
tabutun örtüsünden parça kesmek isteyenler olmaktadır. Görevli bu tip davranışlara izin
vermediğini, dileklerin Telli Baba’nın yüzü suyu hürmetine Allah’tan dilenmesi gerektiğini
belirtmiştir. Görevli ayrıca, ziyaretçilerin tabutun üzerindeki tellerden keserek aldığını ve dilekleri
geçekleşene kadar bu telleri yanlarında taşıdığını belirtmiş, diğer davranışları engelleyebilseler de
tel kesme âdetini engelleyemediklerini, bu yüzden de tabutun üzerindeki tellerin kaldırılmadığını
ifade etmiştir.
Yuşa Türbesi. Yuşa Türbesi Beykoz tepelerinde inşa edilmiş, İstanbul Müftülüğü’ne bağlı
bir külliyeden oluşmaktadır. Külliye bünyesinde açık alanda bulunan bir mezar, bir cami, kadınlar
için bir mescit, adaklık, Beykoz Müftülüğü’ne bağlı bir kitap satış mağazası, dinlenme yeri,
abdesthane ve görevlilerin lojmanları bulunurken, külliyesinin dışında çeşitli dükkân ve lokantalar
yer almaktadır. Yuşa Türbesi, cami ve etrafını çeviren duvarlarıyla, Mehmed Said Paşa tarafından
1755’de inşa edilmiştir. Yuşa, ya da diğer adıyla Yesu’nun, Musa’dan sonra İsrailoğulları’na
gönderilmiş bir peygamber ve Musa’nın yeğeni olduğu belirtilmektedir (Serin, 2005). Yuşa’nın
nerede öldüğü ve gömüldüğü konusunda çelişkili hikâyeler vardır. Rivayetlerden birine göre, Yuşa
üç bin yıl önce bir savaş sırasında Beykoz tepesinde ölmüştür. Yuşa türbesine müftülük tarafından
asılan bilgilendirici bir levhaya göre ise, Yesu ismi Fenikeliler arasında “kurtarıcı” anlamına gelen
bir kelimeden türemiş ve Karadeniz’den gözüken en yüksek tepe olduğu için bu tepeye Yesu ismi
verilmiştir.
Yuşa türbesi ve cami imamı ile yapılan görüşmede, Yuşa’nın gerçek mezarının Filistin’de
olma ihtimalinin daha güçlü olduğu ancak temsili mezar ya da makamlarının Beykoz, Mısır ve
Ürdün’de de bulunduğu bilgisi edinilmiştir. Ayrıca, türbenin bulunduğu tepenin dev dağı olduğuna
ve devlerin burada yattığına dair bir inanç olduğundan bahseden imam, türbenin bulunduğu alanın
eski dinlerde de ziyaretgâh olduğunu belirtmiştir. Yuşa’nın mezarının 17 metre olduğuna dikkat
çeken imam, Yuşa Aleyhisselam’ın büyüklüğünden dolayı Marmara Denizi’nden bir ayağı
Sarıyer’de bir ayağı Beykoz’da abdest aldığına dair bir inanç olduğunu, fakat bu gibi inançların
İslam bilimi ya da tarihi bilgilere dayanmadığını, yine de bu büyük mezarın ziyaretçilerde hayret
ve saygı uyandırdığını eklemiştir.
Yuşa Türbesine ziyaretçilerin %80-90’ı psikolojik ya da maddi nedenlerle gelmektedir.
Ziyaretçilerin yazıp türbeye bıraktıkları dileklere göre, türbeye kızının evlenmesini isteyen,
kendisi evlenmek isteyen, bir hastalık için çare dileyen, çocuğunun üniversite sınavını
kazanmasını dileyen, bir araba, bir arsa ya da bir ev beklentisi olan, eşiyle ya da ailesiyle
problemler yaşayan ve bunlara çare arayan insanlar gelmektedir. Türbe imamı, İslam’da Allah’a
ulaşmak için vesileler aranabildiğini, dua ederken özellikle hazreti peygamberimizin yaptığı güzel
işlerin duaların kabulüne vesile kılınabileceğini belirtmiş; benzer şekilde, “Yarabbi, Yuşa
Aleyhisselam hürmetine kabul buyurun” diyerek dua edilebileceğini eklemiştir. Bu tavsiyeleri
ziyaretçilerle de paylaştıklarını belirten İmam, istekte bulunan ziyaretçilere belirtilen probleme
uygun ayetlerin Türkçe anlamlarını okuduklarını ya da ziyaretçiye bu duayı kendisinin okuması
için öğrettiklerini ve ziyaretçilerin bu sayede rahatladıklarını belirtmiştir. Son olarak, Yuşa Türbesi
imamı bazı ziyaretçilerin cin ya da şeytan çarpması şikâyetiyle geldiğini özellikle konuşma
yetisini kaybetmiş ya da sürekli kâbus gören çocukların getirildiğini, ancak cin çarpması gibi
konuların kendi ihtisas alanı olmadığını ve bu yüzden bu kişileri tıp doktorlarına ya da bu
konularda uzmanlaşmış hocalara yönlendirdiğini ifade etmiştir.
ISSN: 2148-4376
34
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 27-39
Deniz Canel Çınarbaş
Eyüp Sultan Türbesi. İstanbul Müftülüğü’ne bağlı bir diğer türbe de Eyüp Sultan
Türbesi’dir. Bu türbe İstanbul’un Eyüp ilçesinde bulunmaktadır. Ebu Eyyub el-Ensari’nin Hazreti
Muhammed’in bir yakını olduğu, 699 yılında İstanbul kuşatması sırsında öldüğü ve İstanbul’un o
zamanki sınırlarının dışına gömüldüğü belirtilmektedir (Serin, 2005). İstanbul’u fethinden sonra
Fatih Sultan Mehmet Ebu Eyyub el-Ensari’nin gömüldüğü yerin bulunmasını istemiş ve fetihten
kısa bir süre sonra mezarın bulunduğu yere türbe ve cami inşa edilmesini emretmiştir. Türbenin
etrafında bir avlu, bir cami, bir abdesthane, Eyüp Müftülüğü Din Hizmetleri ile Danışma ve Eyüp
Müftülüğü Aile İrşat ve Rehberlik Büroları bulunmaktadır.
Eyüp Sultan Türbesinde de bulunan Aile Rehberlik Büroları Türkiye’nin birçok şehrinde
2003 ve 2010 yılları arasında kurulmuştur. Kuruluş amaçları ailelere dini bilgiler vermek, aile
bütünlüğünü korumak ve ailevi problemlerin çözümünde dini yardım sağlamaktır (Din Hizmetleri
Dairesi Başkanlığı, b.t.). Eyüp Müftülüğü’nden bir şef ve müftü yardımcısı ile görüşmeler
yapılmış, özellikle Aile Rehberlik Bürosunun fonksiyonları hakkında bilgi alınmıştır. Bu bilgilere
göre bu bürolara gelen ziyaretçilerden birçoğu dini nikâh talebiyle, sünnet olan çocuklar için dua
okunması ricasıyla, alkol problemi ya da aile içi şiddet gibi ailevi problemlerle veya psikolojik
problemlerle başvuru yapmışlardır. Bu gibi talepler karşısında Aile Rehberlik Bürosunda çalışan
imam ve kuran kursu hocaları gerektiğinde danışanı devlet hastanelerine, psikologlara veya maddi
yardım yapan vakıflara yönlendirmekte, okunabilecek ayetleri göstermekte, kişinin kendisinin
hissederek okumasının daha hayırlı olacağını belirtmekte, para karşılığı başkasına okutmaktansa
kendilerinin okumasını tembihlemektedirler. Ziyaretçiler, kadın veya erkek görevlilerle görüşmeyi
tercih edebilmektedirler. Ziyaretçilerin başvuru nedenlerinin ve aldıkları hizmetlerin kaydı
tutulmakta, bu kayıtlar il merkezlerine gönderilmekte ve daha iyi hizmet verme amaçlı
kullanılabilmektedir.
Eyüp Müftülüğü Şefi ayrıca türbe inancının bir Türk İslam sentezi olduğunu, Türk inancına
göre mezarların ve mezar taşlarının bulunduğunu, bunun ataları yâd etme inancına bağlı olduğunu,
Arabistan’daki İslam uygulamalarında ise kalıcı mezar ve mezar taşlarının bulunmadığını
belirtmiştir. Müftülük şefine göre, Türklerin İslam’ı kabulü sırasında bazı gelenekler İslam’a
uygun ve hayırlı ise İslam bunları reddetmemiş, Türk İslam sentezine bir bakıma izin vermiş ve bu
sentezden türbeler ortaya çıkmıştır. Şef ayrıca, türbe geleneğinin Arabistan’da bulunmadığına
dikkat çekmiştir.
Sonuç ve Tartışma
Türkiye’de birçok kişi psikolojik problemlerine çare aramak amacıyla türbeleri ve hocaları
ziyaret etmektedir. Bu ziyaretler, İslami ve bilimsel kaynaklarda eleştirilip İslam’la bağdaşmayan
ve riskli yanlarının altı çizilse de, psikolojik problemi olan birçok kişi doktorlara veya psikologlara
başvurmanın yanı sıra türbeleri ve hocaları da ziyaret etmeye devam etmektedir. Alanda çalışan
psikologların ve danışmanların da gözlemleyebileceği gibi, birçok kişi psikolojik problemlere çare
aramak için türbeleri ve hoca ziyaretlerini tercih edebilmektedir. Bazı psikologlar bu gibi taleplere
ilişkin olarak, danışanın ihtiyaçları, beklentileri ve bunlara bağlı olarak problem odaklı aktif
çözüm arama motivasyonunu değerlendirmek yerine bu taleplerin karşılandığı uygulamaları
(türbe, hoca ziyaretleri gibi) kınamakta ve olumsuz tavırlarını da danışanlarına belli etmektedir. Ne
var ki, danışanlar bu olumsuz tavırları sezdiklerinde bu uygulamalardan vazgeçmek yerine
psikologdan saklamayı tercih edebilmektedirler, bu tutum da sürmekte olan terapötik ilişkiye zarar
verebilmektedir.
Yerel sağaltım yöntemlerini kınamak ve olumsuz karşılamak yerine bir diğer alternatif ise,
bu uygulamaların varlığını kabul ederek yararlarını ve zararlarını danışanın kültürü ve inançları
bağlamında incelemek ve yeri geldiğinde kabul edebilmektir. Türbe ve hoca ziyaretlerinin, Batılı
ISSN: 2148-4376
35
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 27-39
Deniz Canel Çınarbaş
terapi yöntemlerinin içerdiği ortak faktörlerden bazılarını içermesi nedeniyle terapiyle benzeşen
yanları olduğu söylenebilir. Makalenin başında da bahsedildiği gibi, örneğin umut besleme ve
başvurulan yöntemin yararlı olacağına inanma (Pomerantz, 2013), hem Batılı terapilerde hem de
yerel sağaltım yöntemlerinde önemli rol oynayan bir ortak faktördür. Yine, hem hoca ziyareti gibi
yerel yöntemler hem de Batılı terapi yöntemleri, hizmet verenle hizmet alanın aralarında kurulan
ilişkiye ve güvene dayanır. Bu güven ilişkisinin temel taşlarından biri de iki tarafın birbirini
anlayabilmesidir. Kültürel yönden benzeşen ve dünya görüşleri ortak olan kişiler, doğal olarak, bu
ittifakı daha kolay kuracaklardır. Dini inançlarına bağlı, muhafazakâr kültürden gelen danışanlar,
kültürel açıdan kendilerine benzeyen, ya da en azından kendilerini anlayabilecek terapistlerle ya
da yerel sağaltıcılarla daha kolay ilişki kurabilirler. Ne yazık ki terapi yöntemlerinin çoğu dini
meseleleri göz ardı etmekte, terapistlerin çoğu ruhani (spiritual) meseleleri terapide ele
almamaktadır. Bu durumda danışanlar, dini meseleleri de içeren psikolojik ihtiyaçlarını karşılamak
için, kendilerini bu açıdan anlayabileceğini düşündükleri sağaltıcılara yönlenmektedirler.
Burada kastedilen terapistin inanmadığı yöntemleri uygulaması veya şüpheyle karşıladığı
yöntemleri uygulayan kişilere danışan yönlendirmesi değildir. Kastedilen, terapistin
kendisininkinden farklı yöntemlerin varlığına açık olması ve danışanın kültürünü ve inançlarını
yadsımadan, bu kültüre uygun uygulamaları incelemesi, öğrenmesi, güvenilir kaynaklar
bulduğunda, rahat ettiği ölçüde, bunları kendi uygulamalarına katması ve yine güvendiği ölçüde
bu kaynaklara danışan yönlendirmesidir. Daha önce bahsi geçen bazı psikoloji kaynaklarında da
(Atkinson ve ark., 1993; Gerstein ve ark., 2009), bu gibi yerel sağaltım yöntemlerinin kişilere
faydalı olabileceği, psikologların bunları yok saymak yerine bu konularda bilgilenmeleri gerektiği
belirtilmektedir. Bir psikoloğun inançları ne olursa olsun, danışanının inançlarına saygı göstermesi
ve danışanın ruh sağlığı için faydalı olacaksa -danışanın da talebi üzerine- yerel sağaltım
yöntemlerine yönlendirebilmesi gerekir. Bunun için de en azından bu uygulamalar konusunda bilgi
sahibi olması, hatta gerektiğinde güvenilir kişileri ve kaynakları tavsiye edebilmesi tercih edilir.
ISSN: 2148-4376
36
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 27-39
Deniz Canel Çınarbaş
Kaynaklar
Atkinson, D. R., Thompson, C. E., & Grant, S. K. (1993). A three-dimensional model for
counseling racial/ethnic minorities. The Counseling Psychologist, 21, 257-277.
Bellér-Hann, I., & Hann, C. (2001). Turkish Region: State, Market and Social Identities on The
East Black Sea Coast. Sante Fe, NM: School of Ameircan Research Press.
Bolak-Boratav, H. (2004). Psychology at the Cross-Roads: The view from Turkey. In M. J.
Stevens and D. Wedding (Eds), Handbook of International Psychology (Vol. 19, pp. 311-330).
NewYork: Bruner-Routledge.
Canel-Çınarbaş, D., Çiftçi, A., & Bulgan, G. (2013). Visiting Shrines: A Turkish religious practice
and its mental health implications. International Journal for the Advancement of Counselling, 35,
16-32.
Canel-Çınarbaş, D., Korkut-Owen, F., & Çiftçi, A. (2009). Counseling in Turkey: A blend of
western science and eastern tradition. In L. H. Gerstein, P. P. Heppner, S. Ægisdόttir, S. A. Leung,
& K. L. Norsworthy (Eds.), International handbook of cross-cultural counseling: Cultural
assumptions and practices worldwide (pp. 475-485). Thousand Oaks, CA: Sage.
Coker, E. M. (2009). Claiming the public soul: Reprsentations of Qur’anic healing and psychiatry
in the Egyptian print media. Transcultural Psychiatry, 46, 472-794.
Çarkoğlu, A., & Toprak, B. (2000). Turkiye’de din, toplum ve siyaset. Istanbul: TESEV Yayınları.
Çıblak, N. (2002). Anadolu’da Ölüm Sonrası Mezarlıklar Çevresinde Oluşan İnanç ve Pratikler.
Türk Kültürü, 40, 605-614.
Demir, A. F., & Çomak, N. A. (2009). Şaman ve Türk Dünyası. Istanbul: Bağlam.
Din Hizmetleri Dairesi Başkanlığı (b.t.). Aile İrşat ve Rehberlik. 15 Ocak, 2010,
http://www.diyanet.gov.tr/turkish/dinhizmetleriweb/giris.htm)
Diyanet İşleri Başkanlığı (b.t.). Dini Soruları Cevapandırma Komisyonu: Hastalık ve Tedavi. 12
Ocak, 2010,
http://sorusor.diyanet.gov.tr/fmi/xsl/fetva/y_dokumcevap.xsl?-db=FetvaVT&-lay=wfkweb&-recid
=947&-find=
Dole, C. (2006). Mass media and the repulsive allure of religiuos healing: The cinci hoca in
Turkish modernity. International Journal of Middle East Studies, 38, 31-54.
El-Kadi, A. (1993). Health and healing in the Qur’an. In S. Athar (Ed.), Islamic perspectives in
medicine. A survey of Islamic medicine: Achivements and conteporary issues (pp. 117-118).
Indianapolis: American Trust.
Engin-Demir, C. (2003). Secularism and education in Turkey. In E. P. Quntero & M. K. Rummel
(Eds.), Becoming a teacher in the new society: Bringing communities and classrooms together (pp.
256-278). New York: Peter Lang.
Gerstein, L. H., Heppner, P. P., Ægisdottir, S., Leung, S. A., & Norsworthy, K. L. (2009).
International handbook of cross-cultural counseling: Cultural assumptions and practices
worldwide. Thousand Oaks, CA: Sage.
İltar, G. (b.t.). Eski Türklerde Mezar Kültü ve Günümüze Yansımaları. 12 Ocak, 2010,
http://www.hbektasveli.gazi.edu.tr/dergi_dosyalar/27-11-19.pdf
İnan, A. (1952). Müslüman Türklerde Şamanizm Kalıntıları. İlahiyat Fakültesi Dergisi, 4, 19-30.
İnan, A. (1972). Tarihte ve Bugün Şamanizm: Materyaller ve Araştırmalar (2. baskı). Ankara:
Türk Tarih Kurumu.
Kalafat, Y. (1998). Kuzey Azerbaycan, Doğu Anadolu, ve Kuzey Irak’da Eski Türk Dini İzleri.
Ankara: Kültür Bakanlığı.
Kirmayer, L. J. (1999). Myth and ritual in psychotherapy. Transcultural Psychiatry, 36, 451-460.
Köse, A. & Ayten, A. (2010). Türbeler: Popüler Dindarlığın Durakları. İstanbul: Timaş.
ISSN: 2148-4376
37
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 27-39
Deniz Canel Çınarbaş
Moodley, R., & West, W. (2005). Integrating traditional healing practices into counseling and
psychotherapy. Thousand Oaks, CA: Sage.
Ocak, A. Y. (2000). Alevi ve Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri. İstanbul: İletişim
Yayınevi.
Özdemir, A., & Frank, K. (2000). Visible Islam in Modern Turkey. New York, NY: St. Martin’s
Press.
Pepitone, A. (1997). Nonmaterial beliefs: Theory and research in cultural social psychology. In C.
McGarty & S. A. Haslam (Eds.), The message of social psychology. Cambridge: Blackwell.
Pomerantz, A. M. (2013). Clinical Psychology: Science, Practice, and Culture (3rd Ed.). U.S.:
Sage.
Rassool, G. H. (2000). The crescent and Islam: Healing, nursing and the spiritual dimension. Some
considerations towards an understanding of Islamic perspectives on caring. Journal of Advanced
Nursing, 32, 1476-1484.
Serin, R. (2005). Maneviyat bahçesinin gülleri: İstanbul evliyaları, sahabe kabirleri. İstanbul:
Pamuk Yayıncılık.
Stirling, P. (1965). Turkish Village. New York: John Wiley & Sons.
Tanyu, H. (1967). Ankara ve çevresinde adak ve Adak Yerleri. Ankara: Ankara Üniversitesi,
İlahiyat Fakültesi.
Uzun, T. (b.t.). Cin Büyü ve Nazardan Nasıl Korunmalıyız?: Cin Çarpması, Büyü ve Nazar
Tedavisinde İslami Metodlar. Konya: Uysal Kitabevi.
Ünal, S., Özcan,Y., Emul, H. M., Çekem, A. B., Elbozan, H. B., & Sezer, Ö. (2001). Hastalık
açıklama modeli ve çare arama davranışı. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 2, 222-229.
Yalom, I. D. & Leszcz, M. (2005). The Theory and Practice of Group Psychotherapy (5th ed.).
New York: Basic Books.
Yaşan, A. & Gürgen, F. (2004). Psikiyatri ve fizik tedavi polikliniklerine başvuran hastaların
geleneksel yardım arama davranışının karşılaştırılması. Dicle Tıp Dergisi, 31, 20-28.
ISSN: 2148-4376
38
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 27-39
Deniz Canel Çınarbaş
Summary:
Islamic and Preislamic Beliefs and Psychology: Visiting Shrines and Hocas within the
Context of Indigenous Healing Methods in Turkey
Indigenous healing methods, such as visiting shrines, and their mental health benefits have
gained importance. It has been argued that indigenous and traditional healing methods can enrich
the knowledge base of counseling psychology, and aid in finding new solutions to old problems.
Books regarding indigenous healing methods used in different cultures and religions, their mental
health benefits, and the need to integrate such methods with Western modes of psychotherapy have
been published. Moreover, it has been argued that the client’s culture and level of acculturation
should be assessed and the therapist should facilitate indigenous healing methods if the need arises
during psychotherapy, and thus, the therapist should be knowledgeable about relevant indigenous
healing methods. Therefore, the purpose of the present article is to discuss Turkish indigenous
healing methods within the scope of visiting shrines and religious leaders, and to provide
examples based on three shrines in Istanbul and interviews with officials at these shrines.
Keywords: Indigenous healing methods, visiting shrines, visiting religious leaders, counseling.
ISSN: 2148-4376
39
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 40-48
Gaye Zeynep Çenesiz
Kaygı Durumlarında Gevşeme Egzersizi ve Sistematik Duyarsızlaştırma Kullanımı: Bir Vaka Örneği
Gaye Zeynep Çenesiz
Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Özet
Progresif kas gevşetme eğitimi Jacobson tarafından 1938 yılında geliştirilmiştir. Bu eğitimde, hastalara
vücutlarının farklı bölgelerindeki kasları (örn. bacaklar, kollar, boyun, yüz, v.b.) sırasıyla germeleri ve
gevşetmeleri öğretilir. Kaygı duygusunu yoğun olarak yaşayan kişilerde görülen fizyolojik semptomların içinde kaslardaki gerginlik de bulunmaktadır ve bu gerginliğin azaltılması için gevşeme egzersizi
etkili bir stratejidir. Bu makalede gevşeme egzersizi Bayan R. vakası kullanılarak açıklanmıştır. İlk
olarak, Bayan R. ile ilgili genel bilgiler verilmiş ve semptomları açıklanmıştır. İkinci olarak, gevşeme
egzersizi aşamaları özetlenmiştir. Son olarak, Bayan R. vakasında uygulanan gevşeme egzersizi ve
sistematik duyarsızlaştırma prosedürleri açıklanmıştır. Özetle, gevşeme egzersizi terapi uygulamalarında, özellikle kaygı sorunlarında, önerilebilecek etkili bir araçtır.
Anahtar Kelimeler: Kaygı, sistematik duyarsızlaştırma, gevşeme egzersizi.
ISSN: 2148-4376
40
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 40-48
Gaye Zeynep Çenesiz
Kaygı Durumlarında Gevşeme Egzersizi ve Sistematik Duyarsızlaştırma Kullanımı: Bir
Vaka Örneği
Günlük hayatta herkesin sıklıkla karşılaştığı kaygı duygusu çoğu durumda işlevsel
olmasına rağmen, kaygının arttığı, kontrol edilemediği ve kişinin günlük işlevlerinde sorunlar
yarattığı durumlarda olumsuz etkilerle karşımıza çıkmaktadır. Bu olumsuz etkiler yaşantıyı
güçleştirici bir düzeyde kalabileceği gibi kimi durumlarda daha yoğun işlev kayıplarına neden
olmakta ve kaygı bozuklukları olarak nitelendirilen klinik boyutlara dahi ulaşabilmektedir. Bu
makalede yaşanılan kaygı durumları ile baş etmek üzere kullanılabilecek etkili tekniklerden biri
olan gevşeme egzersizi ve sistematik duyarsızlaştırma ele alınacaktır. Bu tekniklerin kullanımı,
herhangi bir kaygı bozukluğu tanısı almamış ancak günlük hayatında kaygının olumsuz etkileriyle
karşılaşmakta olan Bayan R. vakası ışığında ele alınacaktır. İlk olarak progresif kas gevşetme
egzersizi kullanımı ve kaygı hakkında genel bir bilgi verilecek, ardından Bayan R. ile ilgili genel
bilgiler verilecektir. Son olarak, gevşeme egzersizinin uygulama aşamaları açıklanacak ve Bayan
R. vakası ile birlikte bu aşamaların nasıl ele alındığı, gevşeme egzersizinin son aşaması olan
sistematik duyarsızlaştırma örneği ile birlikte incelenecektir.
Kaygı ve Progresif Kas Gevşetme Egzersizlerinin Kullanımı
Kaygı “Genellikle kötü bir şey olacakmış düşüncesiyle ortaya çıkan ve sebebi bilinmeyen
gerginlik duygusu” olarak tanımlanır (Türk Dil Kurumu, 2009). Yaşanan gerginlik halinin yarattığı
bilişsel etkilerin dışında, kişilerin kendilerini gergin hissetmeleri ve buna bağlı olan fizyolojik
tepkiler geliştirmeleri de sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Bu fizyolojik semptomlar çarpıntı,
hızlı ve yüzeysel solunum, irkilme reaksiyonu, kasılma, yüzde gerginlik ve vücutta katılık hissi
olarak örneklendirilebilir (Beck, Emery ve Greenberg, 2006). Kaygı ile ortaya çıkan gerginlik
halinin etkilerinin azaltılması için gevşeme egzersizi yüzyıla yakın bir süredir etkili bir araç olarak
kullanılmaktadır.
Jacobson 1900’lü yılların başlarında Harvard Üniversitesi’nde eğitim aldığı dönemde ani
bir ses sonucu ortaya çıkan irkilme davranışının daha az gergin olan deneklerde daha az
görüldüğünü gözlemlemiştir. Bu gözlemler ise daha sonraki çalışmalarını şekillendirmiş ve
“Progresif Kas Gevşetme Egzersizi”nin oluşmasını sağlamıştır (McGuigan ve Lehrer, 1993).
Jacobson’ın 1938’de ortaya attığı bu yöntemin temel varsayımı kişinin bedeninin aynı anda hem
gergin hem de gevşemiş olamayacağı yönündedir (Yıldırım, 1991). Bu varsayımla kişilere verilen
gevşeme egzersizi eğitiminde bacak, kalça, kol, omuz, boyun ve yüz kaslarının sırasıyla gerilmesi
ve gevşetilmesi öğretilir (Bu eğitimin aşamaları hakkında ayrıntılı bilgi ilerleyen bölümlerde
verilecektir.).
Gevşeme egzersizi genellikle farklı kaygı durumlarında kullanılmaktadır. Yapılan bir
çalışmada, üniversite öğrencilerine gevşeme egzersizi eğitimi verildiğinde bu eğitimin verilmediği
kontrol grubuna kıyasla genel kaygı düzeylerinde anlamlı düzeyde bir düşüş ve buna bağlı olarak
yaşam kalitelerinde anlamlı düzeyde bir artış olduğu gözlenmiştir (Dehghan-nayeri ve
Adib-Hajbaghery, 2011). Bunun dışında, yaygın kaygı bozukluğu (YKB) tedavisinde gevşeme
egzersizi kullanımının etkileri de ele alınmaktadır. Pluess, Condrad ve Wilhelm (2009) yaptıkları
ISSN: 2148-4376
41
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 40-48
Gaye Zeynep Çenesiz
alanyazın değerlendirmesi sonucunda, kas gevşetme egzersizlerini YKB hastalarında stres
düzeyini azaltarak yoğun kaygı durumlarıyla baş etmelerine katkıda bulunan ve diğer bilişsel
tekniklerin kullanılmasını kolaylaştıran bir teknik olarak değerlendirmişlerdir. Ayrıca, 1997-2007
yılları arasında gerçekleştirilen çalışmaları kapsayan bir metaanaliz çalışmasına göre gevşeme
egzersizi eğitimi, kaygı semptomlarının tedavisinde kontrol gruplarına kıyasla daha etkili
bulunmuştur (Manzoni, Pagnini, Castelnuovo ve Molinari, 2008). Ayrıca, metaanaliz kapsamında
ele alınan çalışmalar değerlendirildiğinde, en etkili eğitimlerin daha uzun süreye yayılan ve ev
ödevi uygulamalarını da içeren gevşeme egzersizi eğitimleri olduğu görülmüştür.
Gevşeme egzersizleri kaygı durumlarındaki kullanımlarına ek olarak, fiziksel problemler
yaşayan hastaların strese bağlı ağrı düzeylerini (Özveren, 2011) ve yaşadıkları öfke tepkilerini ve
saldırgan davranışlarını (Demir ve Okanlı, 2013) azaltmada da etkili olarak kullanılmaktadır.
Bu makalede, progresif kas gevşetme egzersizi uygulaması Bayan R. vakası üzerinden ele
alınacaktır. İlk olarak Bayan R. hakkında demografik bilgiler, şikayetlerinin tarihçesi ve gevşeme
egzersizi uygulanmasına karar verilmesi süreci ele alınacak, ardından gevşeme egzersizi
uygulamasının aşamaları açıklanacaktır. Son olarak Bayan R. ile yapılan gevşeme egzersizi ve
sistematik duyarsızlaştırma örneği açıklanacaktır.
Bayan R. Vakası: Şikayetleri ve Gevşeme Egzersizi ve Sistematik Duyarsızlaştırma
Uygulamasına Karar Verilme Süreci
Bayan R. kliniğimize, gireceği yeterlilik sınavı ile ilgili kaygıları olması şikayetiyle
başvurmuştur. Bilişsel Davranışçı Yaklaşıma sahip bir uzman psikolog tarafından görüşmelere
alınan Bayan R. ile toplamda 35 görüşme gerçekleştirilmiştir. Terapist, terapi süreci boyunca
haftalık süpervizyon almıştır. Görüşmelerin başlangıcında Bayan R. hakkında demografik bilgiler
ve şikayetleri ile ilgili bilgi alınmıştır.
25 yaşında olan Bayan R. Ankara’da yaşamaktadır. Bekar olan Bayan R.’nin yaklaşık 5
yıldır süren bir ilişkisi vardır ve erkek arkadaşı ile birlikte aynı evi paylaşmaktadır. Çekirdek aile
yapısı incelendiğinde orta sosyoekonomik düzeyde bir aileye mensup olduğu öğrenilmiştir. Bayan
R’nin kendinden 5 yaş büyük ağabeyi ile anne ve babası başka bir büyükşehirde yaşamaktadırlar.
Annesi 50 yaşındadır ve ev hanımıdır, babası ise 60 yaşında ve emekli devlet memurudur. Bayan
R. kendisinin kaygılı bir kişiliğe sahip olmasında ev hanımı olan annesinin etkisinin olduğunu
düşünmektedir. Annesini “evhamlı biri” olarak nitelendirmektedir ve onunla sık sık telefonda
konuştuklarını ancak çok fazla görüşmediklerini belirtmiştir. Mühendis olan ağabeyi ile
ilişkilerinin iyi olduğunu belirten Bayan R., onun başarılı biri olduğunu, kendisini her zaman
onunla kıyasladığını belirtmiştir. Bu durumu değerlendirirken “Kendimi onun kadar yeterli
bulmuyorum. Onun yaptığı işler zeka gerektirir, ancak ben bunları yapamam” ifadesi dikkat
çekmiştir.
İlk görüşmede aile ile ilgili bilgilerin yanı sıra sınav kaygısının kökenlerinin belirlenmesi
amacıyla Bayan R.’den akademik hayatı ile ilgili bilgiler alınmıştır. Okul hayatında genel olarak
başarılı olmadığını belirten Bayan R., çoğunlukla zayıf notlar aldığını, ancak değişkenlik gösteren
bir başarı eğrisinin olduğunu ifade etmiştir. Liseye başladığında bir kişisel gelişim kitabı
okumasının ardından “Beceremeyeceğim” düşüncesinden kurtulduğunu ve sınavlarında başarılı
olmaya başladığını belirten Bayan R., lise son sınıfa geldiğinde üniversite sınavı nedeniyle tekrar
yoğun kaygılar yaşadığını, bunun sonucunda vücudunda döküntüler oluştuğunu ve sınava girdiği
ilk yıl başarılı olamadığını bildirmiştir. Üniversite sınavına mezuniyetinin ardından bir yıl daha
hazırlanan Bayan R., bu yılın sonunda ailesi ile birlikte yaşadığı şehirde, Edebiyat Fakültesi’ne
bağlı bir bölümü kazanmıştır. Üniversite döneminde “bir yıl iyi, bir yıl kötü” notlar aldığını
ISSN: 2148-4376
42
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 40-48
Gaye Zeynep Çenesiz
belirten Bayan R., yıl kaybı yaşamadan okulu tamamlamıştır. Ancak, dördüncü yılında iş ve sınav
kaygıları nedeniyle başarısız bir yıl geçirdiğini belirtmiştir. Mezuniyetinin ardından aynı bölümde
yüksek lisans eğitimine başlayan Bayan R., kabul edilme sürecini “Beni almazlar diye
düşünmüştüm, ancak oldu” şeklinde tanımlamıştır. Bütünleşik doktoraya geçiş yapan Bayan R.,
bir yıl sonra yeterlilik sınavına gireceğini ve yeterlilik sınavı ile ilgili “Başaramayacağım, herkes
çok zeki ve çok çalışıyor, ben onlar kadar çalışamıyorum. Zaten Hocalarım da benim beceriksiz
olduğumu düşünüyorlar, sınavda başarısız olacağımı da düşünüyorlardır.” şeklinde kaygıları
olduğunu dile getirmiştir.
Daha önceki psikolojik sıkıntıları ve aldığı tedaviler ele alındığında, üniversite sınavına
hazırlandığı dönemde bir kere panik atak benzeri bir durum yaşadığını ve bu dönemde gittiği
psikiyatrın “atipik panik atak” tanısı ile ilaç verdiğini belirtmiştir. Şimdi gireceği yeterlilik sınavı
ile ilgili kaygılarının başlamasının ardından hemen ilaç almak istemediğini, bu nedenle kliniğimize
başvurduğunu ancak eğer kaçınılmaz olursa ilaç kullanmaya da başlayabileceğini belirtmiştir.
Yapılan ilk görüşmenin ardından Bayan R. ile birlikte terapi hedefleri ele alınmış ve
öncelik sıralaması yapılmıştır. Belirlenen terapi hedefleri şu şekildedir: “Yetersizim”
düşüncesinden kurtulmak; yeterlilik sınavı ve tezi ile ilgili engel olarak ortaya çıkan kaygıdan
kurtulmak; çevresindeki diğer insanların değerlendirmelerinin ne olacağını ve onların kendi
hakkındaki düşüncelerini temel alarak hayatının kontrolünü kaybetmemeyi öğrenmek; var olan
“anlamsız” korkularından (asansöre, metroya ve uçağa binememek gibi) kurtulmak. Ayrıca, Bayan
R.’nin kaygı düzeyinin belirlenmesi ve duygu durumunun ölçümü için Beck Kaygı Envanteri ve
Pozitif Negatif Duygulanım Ölçeği uygulanmıştır. Alınan skorlar, Bayan R.’nin orta düzeyde
kaygı yaşadığını ve genel olarak hayattan keyif almadığını göstermekteydi. Bayan R. ile yapılan
ikinci görüşme sonucunda herhangi bir bozukluk tanısı alacak düzeyde bir durum saptanmamıştır.
Ancak, kaygı semptomlarının Bayan R.’nin yaşamında işlev kaybı yarattığı ve bunun dışında
uykuda dişlerini gıcırdatma, stres kaynaklı baş ağrıları, vücudunda genel gerginlik hali ve bunun
neden olduğu kas ağrıları gibi fiziksel sıkıntıları yaşamasına neden olduğu görülmüştür. Tüm bu
nedenlerle, takip eden seanslarda gevşeme egzersizlerinin Bayan R.’ye öğretilmesi ve sistematik
duyarsızlaştırma ile kaygı durumlarının ele alınması öncelikli hedefler olarak belirlenmiştir.
Bayan R. ile bir sonraki bölümde ayrıntılı bir şekilde ele alınacak olan gevşeme egzersizi
haricinde “Durum-Duygu-Düşünce Formu” ile bilişsel çarpıtmaları ve düşünce hataları ele
alınmış; alternatif düşünceler geliştirme, gerçekçi beklentiler oluşturma, problem çözme
becerilerinin öğretilmesi ve uygulanması, zaman yönetimi becerileri geliştirilmiştir. Ayrıca
ilerleyen seanslarda temel inançlarının oluşmasında etkili olan çocukluk yaşantıları ve Bayan
R.nin sağlıklı bir yetişkin olarak şimdiki hayatında nasıl bir tutum geliştirebileceği
değerlendirilmiştir.
Gevşeme Egzersizi Uygulaması ve Sistematik Duyarsızlaştırma Örneği
Bayan R. ile uygulanan gevşeme egzersizi eğitimi 6 basamaktan oluşmuştur. Bu bölümde
öncelikli olarak bu 6 aşamalık eğitimi ile ilgili bilgiler verilecek, ardından Bayan R. ile yapılan
uygulama anlatılacaktır.
Gevşeme eğitiminde her basamak bir seansta verilmektedir (McGuigan ve Lehrer, 1993).
Eğer bir basamağın uygulaması hasta için zor gelirse, terapist birden fazla haftayı da aynı
basamağın uygulamasına ayırabilir. Basamakların seanslarda uygulanmasında hastaya fizyolojik
olarak kaygının yarattığı etkiler ve gevşemenin nasıl yapılacağı gösterilirken, seans içinde hastanın
yaşadığı kaygılar bilişsel olarak da ele alınır ve kaygıya neden olan düşünceler, kaygı durumunda
hastanın uyguladığı düşünce hataları da değerlendirilir. Gevşeme egzersizine başlamanın
öncesinde hastaya ilk olarak diyafram nefesi alıp vermenin nasıl yapıldığı öğretilir. Gevşeme
ISSN: 2148-4376
43
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 40-48
Gaye Zeynep Çenesiz
uygulaması sırasında diyafram nefesinin kullanılması istenir (Lehrer ve Carr, 2007). Verilen
gevşeme eğitiminin aşamaları şu şekildedir:
1. Aşama “Ger-Gevşet”: Bu aşamada hastaya vücudundaki farklı kas gruplarını öncelikli
olarak germesi sonrasında da bu kas gruplarını gevşetmesi öğretilir. Seansta bu uygulama
yapılırken 20 dk., 10 dk., 5 dk. ve 1 dk.’lık süreler ile kas gruplarının son noktaya dek gerilmesi
ardından gevşetilmesi istenir.
2. Aşama “Sadece Gevşet”: Bu aşamada hastaya diyafram nefesi alıp verirken vücudundaki
farklı kas gruplarını gevşetmesi öğretilir. Seansta uygulama yapılırken ilk haftadan farklı olarak
hastadan öncelikli olarak germe davranışını yapması beklenmez. Doğrudan gevşeme davranışını
gerçekleştirmesi beklenir.
3. Aşama “Nefes al komutu ile Gevşe”: Bu aşamada hastaya nefes al komutu ile birlikte
vücudunu gevşetmesi öğretilir. Terapist hasta ile önceden kararlaştırarak hastanın imgelem
yapmasını da isteyebilir. Bu noktada kişinin kendini huzurlu hissettiği bir yeri düşündüğü
imgelemi yapıp yapmaması hastanın tercihine bırakılır. Ancak çoğu kişi uygulama sırasında bir
imgelem hayal ederek daha iyi sonuçlar almaktadır.
4. Aşama “Hareket Halinde Gevşe”: Bu aşamada hastaya günlük hareketlerini
gerçekleştirirken (örneğin yolda yürümek, oturmak) nefes alıp verirken vücudunu gevşetmesi
öğretilir. Bu aşamada kişinin o anda yaptığı iş ile bağlantılı olmayan, kullanmadığı kaslarını nasıl
gevşeteceğinin seans sırasında uygulamalı olarak öğretilmesi önem taşımaktadır.
5. Aşama “Her Harekette Gevşe”: Bu aşamada hasta ile gün içinde sık sık gerçekleştirdiği
davranışlar belirlenir ve bu davranışlar (örneğin ruj sürmek, ellerini yıkamak gibi) her
gerçekleştirildiğinde gevşemesi istenir.
6. Aşama “Kaygı Listesi ve Sistematik Duyarsızlaştırma”: Bu aşamada terapist ve hasta,
birlikte hastanın kaygı duyduğu belli bir durum üzerinden bir kaygı listesi oluşturulur. Sonrasında
ise seans içinde her hafta bu kaygı hiyerarşisinin bir basamağı seansta imgelem ile canlandırılır ve
hastanın kaygı düzeyinin düşmesi sağlanır. İmgelem çalışmasına başlanırken hastaya
kaygılandığında bir işaret olarak parmağını kaldırması bilgisi verilmelidir. Eğer hasta
kaygılandığında kaygının azalması sağlanamayacak olursa gözünü açması istenip bilişsel olarak
hangi faktörlerin etkili olduğu incelenebilir (Tam olarak neden baş edemeyeceğini düşünüyor?
Neler yapabilir? Düşünce hatası yapıyor mu? Nasıl baş edebilir?).
Gevşeme egzersizi uygulaması seanslarda gerçekleştirilmesinin dışında hastaya ev ödevi
olarak da verilir. İlk aşamalarda hasta kendini daha iyi hissediyorsa egzersizi uzanarak da
gerçekleştirebilir. Hastadan günde iki kere o hafta seansta uygulanan aşamanın gerçekleştirilmesi
istenir. Hasta bir çizelge tutarak egzersiz öncesi ve sonrası gerginlik düzeyini, uygulama
sırasındaki izlenimlerini kaydeder. Seanslarda bu çizelgenin üzerinden geçildikten sonra bir
sonraki aşamaya geçilir. Kişinin egzersiz sonrasında gerginlik düzeyinin 100 üzerinden 20 – 30
seviyelerine düşmesi normal olarak değerlendirilir.
Gevşeme egzersizinin uygulamasındaki en önemli noktalardan biri hastanın aceleci
davranmamasını sağlamaktır. Bu nedenle 6. aşamadan önce hastadan gevşeme egzersizini kaygı
duyduğu durumlarda yapmaması istenir. Hasta eğer acele edecek ve kaygılandığı durumlarda
gevşeme egzersizini yapmayı deneyecek olursa kaygısının azalması için gevşeyerek gerekli süreyi
geçiremez sonuç olarak da bu egzersizin işe yaramadığı düşüncesini edinebilir. Bu durum
sistematik duyarsızlaştırma için de geçerlidir. Eğer hasta hiyerarşideki basamakları atlayarak kendi
kendine uygulama yapmayı denerse olumsuz sonuçlarla karşılaşması olasıdır. Terapist bu bilgileri
aklında tutmalı ve hastaya gerekli açıklamaları yaparak onu da bilgilendirmelidir. Hasta,
beklemediği bir şekilde kaygılandığı durumlarda kalacak olursa ne yapacağı sorusunu terapiste
yöneltebilir. Bu durumda hastaya böyle durumlarda kalacak olursa nefes egzersizini yapması ve
dikkatini kendi kaygısından dış uyaranlara yönlendirmesi (durumun doğasına göre çevredeki
ISSN: 2148-4376
44
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 40-48
Gaye Zeynep Çenesiz
insanları incelemek, ağaçları saymak vb.) önerilebilir.
Bayan R. ile gevşeme egzersizi aşama aşama gerçekleştirilmiştir. Bayan R.’nin diyafram
nefesini kullanmayı biliyor olması, evde yapması için verilen uygulama ödevlerini eksiksiz
gerçekleştirmesi, uygulama aşamalarının her hafta bir aşama şeklinde gerçekleşmesini sağlamıştır.
Gevşeme egzersizinin uygulanması sürecinde seanslarda ayrıca Bayan R.’nin aklından geçen
otomatik düşünceler de ele alınmış, kaygı duyduğu durumlar ve hangi düşüncelerin baskın bir
şekilde ortaya çıktığı belirlenmiştir.
6. aşamaya gelindiğinde, Bayan R. ile belirlenen hedef davranış olan asansöre binememe
davranışı ile ilgili kaygı hiyerarşisi oluşturmuştur (bkn.Tablo 1.). Asansöre binememe davranışının
sistematik duyarsızlaştırma için hedef davranış olarak belirlenmesi Bayan R. ile yapılan
görüşmelerde kararlaştırılmıştır. Bayan R., hayatını olumsuz yönde en çok etkileyen kaygı durumu
olarak asansör kullanamamasını göstermiş, benzer kaygı semptomlarının ortaya çıkmasına neden
olan uçak veya metro kullanımının hayatındaki sıklığının asansör kullanımına göre daha az olması
belirleyici olmuştur.
Kaygı hiyerarşisinin oluşturulması sırasında hasta ile ayrıntılı bir şekilde her basamağın
üzerinden geçilmeli, eğer hasta ayrıntılı olarak basamakları oluşturamıyor ve sınırlı sayıda durumu
örnek gösteriyorsa, hangi etmenlerin hasta için kaygı düzeyinin değişiminde etkili olabileceği
değerlendirilmeli ve gerekli örneklendirmeler yapılarak ayrıntılı bir hiyerarşi oluşturulması
sağlanmalıdır. Bu noktada yapılan görüşme ışığında, asansörde yalnız olmak/asansörün kalabalık
olması; tanıdık olması/olmaması durumlarının Bayan R. için kritik olduğu görülmüştür. Bu
durumlar ele alındığında, Bayan R.’nin düşüncesinin, yanında kendine güven veren tanıdıklarının
olmasının ya da asansörde başkalarının olmasının asansörün bozulması halinde baş etmeyi
kolaylaştırmada ve çözüm bulmada etkili olacağı şeklinde olduğu görülmüştür.
Elde edilen bu bilgiler terapinin ilerleyen seanslarında Bayan R.’nin kendisi ile ilgili
inanışlarının ele alınması sırasında kullanılmıştır. “Yetişkin Bayan R.” olarak kendi kendine
yetebilmesi ve sorunlarına kendi kendine çözüm bulabilmesi konuları çalışılırken bir veri olarak
sistematik duyarsızlaştırma sırasında tek başına olmasının kaygısının en yüksek olduğu durum
olduğu, ancak bu durum ile baş etmeyi öğrendiği hatırlatılmış, benzer bir şekilde diğer durumlarda
da tek başına nasıl baş edebileceği incelenmiştir.
Tablo 1. Bayan R. Asansöre Binme Kaygı Hiyerarşisi.
100: Tek başına
90: Kalabalık bir asansör/tanıdık yok/güven veren kimse yok
80: Güven vermeyen yabancı bir kişi var
70: Güven veren yabancı bir kişi var
60:Güven veren yabancı + kalabalık
50: Arkadaş + kalabalık
30: Erkek arkadaşı + kalabalık
20: Erkek arkadaşı
10: 1 arkadaş
Kaygı hiyerarşisi ilk basamaktan başlanarak her seansta bir basamak üste çıkılacak şekilde
uygulanmıştır. Bayan R.’nin 20 sn. boyunca kendini rahatlamış hissettiği durumda bir sonraki
basamağa geçilmiştir. Kaygı hiyerarşisi uygulanırken, Bayan R. ile ayda bir kez olmak üzere
ISSN: 2148-4376
45
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 40-48
Gaye Zeynep Çenesiz
gevşeme egzersizinin 1. aşaması seansta uygulanmıştır. Böylelikle vücudundaki kas gerginlik ve
gevşeklik halinin arasındaki farkı algılamanın Bayan R. için alışkanlık haline gelmesi sağlanmıştır.
Ayrıca hafta boyunca Bayan R.’nin gerçek ortamlarda hiyerarşinin gelinen basamağını uygulaması
ödevleri de verilmiştir. Sistematik duyarsızlaştırma sırasında Bayan R.’nin “Yetersizim” temel
inancına paralel olarak sahip olduğu “Kendi kendime hiçbir şeyin üstesinden gelemem.”,
“Başkalarının yardımına muhtacım” gibi düşünceleri de ele alınmıştır.
Sonuç
Bayan R. ile yapılan gevşeme egzersizi ve sistematik duyarsızlaştırma sonrasında Bayan
R.’nin asansöre binmek ile ilgili kaygıları ortadan kalkmıştır. Bayan R., seanslar arasındaki
sürelerde verilen ödevleri eksiksiz yerine getirerek bu egzersiz uygulamasını tamamen
içselleştirmiştir.
Terapi hedefleri belirlenirken kaygı duyduğu tüm davranışları (asansöre binmek, metroya
binmek, uçağa binmek) bildiren Bayan R., asansöre binme hiyerarşisi oluşturulurken “Bu bittikten
sonra diğer durumlar için de böyle bir hiyerarşi oluştururuz değil mi? O davranışların da üzerinden
geçeriz.” şeklinde yorumlarda bulunmuştur. Ancak seanslarda gevşeme egzersizinin öğreniminden
sonra, diğer durumlar için kendi kendine genelleme yapmayı başarmış ve seanslarda bu konuların
tek tek sistematik duyarsızlaştırma ile ele alınmasına ihtiyaç duymamıştır. Örneğin, ilerleyen
seanslarda Bayan R.’nin uçağa binmesini gerektiren bir durum ile karşı karşıya kalmasına rağmen,
eğitimin ardından bu durum ile baş edebilmiştir. Sistematik duyarsızlaştırma tamamlandıktan
sonra “Yetersizim” düşüncesinin ele alındığı seanslar sırasında uçağa binmesini gerektiren bir
durumda Bayan R. ile seansta izleyebileceği stratejiler konuşulmuş, Bayan R. uçağa bindiğinde
nefes egzersizi ve gevşeme egzersizi yapabileceğini ve dikkatini dışarıya yoğunlaştırmayı
deneyebileceğini söylemiştir. Bir sonraki seansta uçağa binme deneyimi ele alınmış ve Bayan
R.’nin baş edebildiğini görmesi ile kazançlarını genellediği görülmüştür.
Gözlemlenen bu gelişmeler, özellikle kaygı durumlarında hastalara gevşeme egzersizi
öğretmenin önemini ortaya koymaktadır. Bu beceriyi edinmiş olmaları, hastaların terapiye ilişkin
somut bir çıktıyı yaşamlarında gözlemlemelerini ve buna bağlı olarak terapi sürecine karşı
güvenlerinin artmasını sağlamaktadır. Bunun sonucunda da oluşan bu güven ile terapist ve hasta,
hastanın kaygı duymasının altında yatan süreçleri daha kapsamlı bir şekilde ele alabilmektedir.
Tüm bu nedenlerle terapistlerin gevşeme egzersizi uygulamayı öğrenmelerinin ve görüşmelerinde
etkin bir araç olarak kullanmalarının terapi sürecine katkılı olacağına inanılmaktadır.
ISSN: 2148-4376
46
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 40-48
Gaye Zeynep Çenesiz
Kaynaklar
Beck, A. T., Emery, G., ve Greenberg, R. L. (2006). Anksiyete Bozuklukları ve Fobiler: Bilişsel
Bir Bakış Açısı. (çeviren: Veysel Öztürk), Litera Yayıncılık, İstanbul.
Dehghan-nayeri, N., ve Adib-Hajbaghery, M. (2011). Effects of progressive relaxation on anxiety
and quality of life in female students: a non-randomized controlled trial. Complementary
Therapies in Medicine, 19(4), 194-200.
Demir, B. ve Okanlı, A. (2013). Hemodiyaliz hastalarında gevşeme egzersizi ve öfke eğitiminin
öfke ifadelerine etkisi. Anadolu Hemşirelik ve Sağlık Bilimleri Dergisi, 16(4). 227 – 233.
Lehrer, P. ve Carr, R. (2007). Bölüm 4: Progresif Relaksasyon. (Ed: W. T. Roth) Anksiyete
Terapisi. syf:117 – 152. Prestij Yayınları: İstanbul.
Manzoni, G. M., Pagnini, F., Castelnuovo, G., ve Molinari, E. (2008). Relaxation training for
anxiety: a ten-years systematic review with meta-analysis. BMC psychiatry, 8(1), 41.
McGuigan, F. J., ve Lehrer, P. M. (1993). Progressive relaxation: origins, principles and clinical
applications.
Özveren, H. (2011). Ağrı kontrolünde farmakolojik olmayan yöntemler. Sağlık Bilimleri Fakültesi
Hemşirelik Dergisi. 83 – 92.
Pluess, M., Condrad, A. ve Wilhelm, F. H. (2009). Muscle tension in generalized anxiety disorder:
A critical review of the literature. Journal of Anxiety Disorders. 1 – 11.
TDK (2009). Güncel Türkçe Sözcük (10. Basım). Türk Dil Kurumu Yayınları: Ankara.
Yıldırım, İ. (1991). Stres ve stresle başa çıkmada gevşeme teknikleri. Hacettepe Üniversitesi
Eğitim Fakültesi, 6. 175–189.
ISSN: 2148-4376
47
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 40-48
Gaye Zeynep Çenesiz
Summary:
Using Relaxation Training in Anxiety: A Case Example
Progressive muscle relaxation training is developed by Jacobson in 1938. In this training,
patients are taught to tense and relax their muscles in different areas of the body (e.g. legs, arms,
neck, face, etc.) in sequence. In anxiety disorders, physiological symptoms include muscle tension
and for decreasing this tension, relaxation training is an effective strategy. In the present article,
relaxation training is explained with the case of Miss R. Firstly, general information about Miss R.
is given and her symptoms are explained. Secondly, the stages of relaxation training are
summarized. Finally, the relaxation training and systematic desensitization procedures applied in
the case of Miss R. are explained. All in all, relaxation training is an effective tool in therapy
settings especially for anxiety problems.
Keywords: Anxiety, systematic dysensitization, relaxation training.
ISSN: 2148-4376
48
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 49-56
Beyza Ünal
“Ölümle Yaşam Arasında” Filminin İncelenmesi:
Kurtarma Fantezisi ve Ahlâki Mazoşizm
Beyza Ünal
Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Özet
“Ölümle Yaşam Arasında” (The Life of David Gale, Alan Parker, 2003) filmi, ölüm cezası karşıtı bir
toplulukta görev alan bir felsefe profesörünün, aynı toplulukta çalıştığı bir kadın arkadaşına tecavüz
etmek ve onu öldürmekle suçlanması nedeniyle ölüm cezası almasını ve infazından önce üç gün
boyunca bir gazeteciye verdiği röportajla duruma neden olan olayları anlatmasını işlemektedir.
Profesörün ve arkadaşının yaptığı seçimlerin temelinde, yaşadıkları bazı haksızlıklar nedeniyle sahip
oldukları ve değer verdikleri şeyleri kaybetmeleri sonucu alevlenen kurtarma fantezilerinin ve ahlâki
mazoşistik kişilik yapısının yer aldığı ve bunların narsistik ihtiyaçlarla beslendiği dikkat çekmektedir.
Profesörün ve arkadaşının, profesörün ölüm cezası almasına neden olacak şekilde kurguladığı senaryo
ise, onları içinde bulundukları döngüden kurtarmaktan ziyade, temeldeki özelliklerini destekleyen bir
özellik taşımaktadır. Her iki kişi de, içinde bulundukları acıyı kontrol edebilmek ve başkalarıyla da bu
yolla iletişim kurabilmek amacıyla bir tekrarlama kompülsiyonu içinde davranmakta ve ölüm cezasının
anlamsızlığını göstererek elde etmeyi amaçladıkları hazzı ve mutluluğu elde etmelerine rağmen,
kendilerinin bu zevki yaşamalarına engel olarak benzer bir mazoşist döngüyü sürdürmektedirler.
Anahtar Kelimeler: Ahlâki mazoşizm, kurtarma fantezisi, narsisizm, tekrarlama kompülsiyonu.
ISSN: 2148-4376
49
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 49-56
Beyza Ünal
“Ölümle Yaşam Arasında” Filminin İncelenmesi: Kurtarma Fantezisi ve Ahlâki Mazoşizm
Yönetmenliğini Alan Parker’ın yaptığı ve başrollerini Kevin Spacey ile Kate Winslet’ın
paylaştığı, 2003 yapımı “Ölümle Yaşam Arasında” (The Life of David Gale) filminde, ölüm cezası
karşıtı aktivist bir toplulukta görev alan bir felsefe profesörü (David Gale), tecavüz ve cinayet
suçlamalarıyla ölüm cezasına mahkûm edilmiştir. Filmde, geri dönüş tekniğinden yararlanılarak,
David’in infazından önceki üç gün boyunca bir gazeteciye (Bitsey Bloom) kendi isteğiyle verdiği
röportaj üzerinden bu suçlamaların perde arkası gösterilmektedir. David, ölüm cezasına sahip bir
yargı sisteminin yanlış işleme ihtimalini ve masum bir insanın ölümüne neden olabileceğini
göstermek adına, ölüm cezası karşıtı bir toplulukta görev alan Constance Harraway ile birlikte bir
senaryo kurgulamıştır. Bu senaryonun sonucunda, David, Constance’a tecavüz etme ve onu
öldürme suçlarından yargılanmış ve dolayısıyla kendi hayatını savunduğu fikirler uğruna feda
etmiştir.
David, Bitsey’e, röportajın, hayatının nasıl sona erdiği kadar yaptığı seçimlerle de anılması
amacıyla yapıldığını söyleyerek, olayların başlangıç noktası olarak gördüğü bir dersinden
bahseder. David, bu derste arzunun devam etmesi için, eksikliğin var olması gerektiğini; arzulanan
şeye erişildiği an arzunun yok olacağını ve bu nedenle fantezilerin gerçekdışı olması gerektiğini
Lacancı bir bakış açısıyla savunmaktadır. Bununla birlikte, hayatın değerinin arzulara ne kadar
ulaşıldığıyla değil, diğer insanların yaşamlarına samimiyetle ve özveriyle ne kadar değer
verildiğiyle ölçüleceğini ifade etmektedir. Ancak, David bu fakirleri savunmasına rağmen, eşi
tarafından aldatıldığını düşündüğünü söylediği bir partide, dersinde zorluk yaşayan ve okuldan
atıldığını öğrendiği bir öğrencisiyle cinsel birliktelik yaşar ve arzusunun peşinden gider. Ertesi
gün, tam da ifade ettiği gibi, arzusuna ulaşmasının kendisini mutlu etmediğini fark eder. Bu
nedenle, aynı gün valiyle birlikte katıldığı ölüm cezasının tartışıldığı bir programda, Constance’ın
uyarılarına rağmen öfkesine hâkim olamayarak, konuyu ölüm cezası almış masum bir kişiyi
göstermesinin isteneceği bir noktaya getirir ve tartışmanın kendi aleyhine dönmesine neden olur.
Birlikte çalıştığı arkadaşı Constance, David’in tartışmayı bu noktaya getirmesinin birlikte
çalıştıkları topluluğa zarar verdiğini öfkeyle ifade eder. David, bu olayın hemen arkasından bir
gece önce cinsel birliktelik yaşadığı öğrencisinin kendisine yönelik suç duyurusunda bulunduğunu
öğrenir ve gözaltına alınır. Bu haksız tecavüz suçlaması, ailesini, evini ve işini kaybetmesine,
topluluktaki saygınlığının azalmasına ve topluluktan dışlanmasına neden olur. Bu süreçte, farklı
üniversitelerde iş aramaya başlar. Aldığı olumsuz sonuçlar ise, gittikçe daha fazla alkol
kullanmasına ve durumun daha da kötüleşmesine neden olur. Bir süre sonra, bir şeyleri
düzeltebilmek adına, alkol bağımlılığına yönelik bir grup terapisine katılır.
Öte yandan, David, hayatındaki tek dostu olarak gördüğü Constance’ın lösemi hastalığının
son evresinde olduğunu öğrenir. Constance, bir infaza daha engel olamamanın üzüntüsü içinde
olduğu bir gece, David’e hayatına dair pişmanlıklarından birinin az sayıda seks yapması olduğunu
söyler. O gece David ve Constance birlikte olurlar. Ertesi gün Constance kendi evinde başına bir
poşet geçirilmiş, elleri arkadan kelepçelenmiş ve anahtar kendisine yutturulmuş halde, üzerinde
David’e ait spermle çırılçıplak yere yatmış ve ölü bir şekilde bulunur; dahası Constance’a dönük
bir kamera, olayın kayda alınmış olduğunu göstermektedir. David, Bitsey’e bütün bu olanların
kendisine hazırlanmış bir tuzak olduğunu ve Constance’a çok yakın bir erkeğin (Dusty Wright)
ISSN: 2148-4376
50
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 49-56
Beyza Ünal
kendisini kıskandığı için böyle bir suçu üzerine attığını anlatır. David’in infazının hemen
öncesinde Bitsey bu bilgiyi doğrulayan ve Dusty’nin olay yerinde olduğunu gösteren bir kaset
bulur; ancak kaseti gerekli yere yetiştiremediği için infaza engel olamaz. Yine de David’in masum
olduğu ve sistemin yanlış işleme ve masumları cezalandırma olasılığının bulunduğu kamuoyuna
duyurulur. Oysa bir süre sonra, Bitsey’e gönderilen bir başka kaset, Constance’ın öldürülmediğini
ama intihar ettiğini ve Dusty’nin ve David’in yalnızca arkadaşlarının intiharını izlediğini;
dolayısıyla David’in kendisine yapılacak suçlamaların ve verilecek cezanın bilincinde olduğunu
göstermektedir. Bu yolla David, kendi hayatını sonlandırmayı göze alarak, ölüm cezasının
kaldırılmasını sağlamak ve başka insanların hayatlarına verdiği değeri göstermek istemiştir.
David’in, Bitsey’le yaptığı röportajın amacıyla ilgili belirttiklerine paralel olarak, ölüm cezasını
almaya yönelik yaptığı seçimler kurtarma fantezisi [rescue fantasy] ve ahlâki mazoşizm [moral
masochism] çerçevesinde ele alınacaktır.
Freud (1910; akt. Esman, 1987), “kurtarma fantezisi” terimini ilk olarak, erkeğin,
bilinçdışında kadını ahlaksızlıktan kurtarmasıyla açıklamış ve bunun, başka bir erkeğe cinsel
olarak bağlı annenin kurtarılmasını temsil ettiğini belirtmiştir. Bu sayede, kurtarma fantezileri,
simgesel düzeyde, ödipal babaya karşı çıkarak onunla ödeşmeyi ve annenin sevgisinin elde
edilmesini sağlamaktadır. Bu açıklamayı izleyen tartışmalarda ise, kurtarma fantezisinin,
hâlihazırda var olan öldürme isteğinin neden olduğu suçluluk ile ortaya çıkan karşıt tepki
oluşturma savunması ile alakalı olabileceği ve aynı zamanda bir yapıp bozma işlevi görebileceği
üzerinde durulmuş (Gillman, 1992) ve ölümsüzlük tasarımlarıyla alakalı çözülmemiş çocuksu
tümgüçlü bir bileşen içerdiği ve narsistik onarımı sağlamak adına ortaya çıkabileceği belirtilmiştir.
Bu tür fantezilerde, bireyler kendilerini hem etken bir şekilde kurtaran hem de edilgen bir şekilde
kurtarılan olarak konumlandırabilir ve hayatlarını bu şekilde yönlendirebilirler. Bu durum özellikle
terapötik ilişkide hem terapist hem de hasta tarafından deneyimlenebilmekte; terapist danışanına
yardım ederken, kendi yaralarının da iyileşmesini, hasta ise kurtarıldıktan sonra güçsüz veya
çaresiz algılayabildiği terapistini kurtarmayı arzulamaktadır (Sabbadini, 2003).
Kurtarma fantezisiyle ilgili bilgiler göz önünde bulundurulduğunda, “Ölümle Yaşam
Arasında”nın, birçok açıdan bu konunun işlendiği bir film olduğu görülmektedir. Örneğin, David
ve Constance, üst düzey görevlilerinden oldukları topluluklarında, ölüm cezası almış ve infaz
edilmeyi bekleyen mahkûmların hayatlarını kurtarmayla ilgili yoğun bir şekilde uğraş
vermektedirler. Ancak, ölüm cezası almış mahkûmların fotoğraflarının asılı olduğu ve infazı
durdurulamayan her mahkûmun üzerine çarpı işareti atılan duvardan, kurtarabilmeyi başardıkları
bir mahkûmun bulunmadığı; valiyle yapılan tartışma programından ise hükümetin bu konuya
olumsuz yaklaştığı ve ölüm cezalarıyla ilgili bir değişikliğe gitmeyeceği anlaşılmaktadır. David ve
Constance’ın her kurtarma girişimi başarısızlıkla sonuçlanmakta ve her defasında yasa
karşısındaki güçsüzlükleri kendilerine hatırlatılmaktadır. Dolayısıyla, her ikisi de ödipal babayı alt
edememiş ve onunla ödeşememişlerdir. Öte yandan, valiyle yapılan tartışma programında
David’in öfkesini kontrol edemeyerek konuyu kendi aleyhine döndürmesi, özyıkıcı davranışların
kurtarma motifiyle birlikte var olabileceğini düşündürmektedir. Bu durum, David’in kurtarma
fantezisini gerçekleştirmek üzereyken, birincil süreçlerin işlemesiyle birlikte ‘haz ilkesi’ne göre
hareket etmeye başlaması ve hazzı ertelemekte zorlanmasıyla açıklanabilir. Bir diğer psikanalitik
açıklama ise, kurtarma fantezisinde görülen bu tarz bir özyıkıcı davranışın, yasaya ve yasayı
temsil edenlere karşı çıkmaktan temellenen bilinçdışı suçluluk duygularıyla ortaya çıkabileceğine
odaklanmaktadır (Sabbadini, 2003). Sonuç olarak, süperego faaliyetleri, kurtarma fantezisinin
gerçekleşmesine izin vermeyerek, David’in tümgüçlülük ihtiyaçlarının karşılanmasına engel
olmuş ve onun narsistik bir kırılma yaşamasına neden olmuştur. Tartışma programının hemen
arkasından gelen okuldan atılan öğrenciye tecavüz suçlaması ise, hayatında değer verdiği ve değer
ISSN: 2148-4376
51
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 49-56
Beyza Ünal
gördüğü her şeyi kaybetmesine neden olur; bu durum adeta David’in yaşadığı içsel kırılmanın
görsel bir temsilidir.
David, kendini ancak löseminin son evresinde bulunması nedeniyle benzer bir kırılma
yaşayan Constance’ın yanında huzurlu ve güvende hissetmektedir. Tamamıyla özyıkıcı özellikler
içeren sonuncu kurtarma fantezisi ise, Constance’ın bu kırılmayla birlikte intihar etmeye karar
vermesi üzerine kurulmuştur. Constance’ın intiharı, kendisini acı içinde ve çaresiz bir durumda
bırakacak şekilde planlanmış; içgüdüsel olarak kendisini kurtarması bile engellenmiştir.
Constance, kendi başına taktığı poşeti bantlar, ellerini arkadan kelepçeler ve anahtarı yutarken, tek
kurtuluşunun olayı izleyen Dusty ve David’in poşeti yırtmasıyla olabileceğinin farkındadır; bu
sefer, kurtarma fantezisinin edilgen tarafında kurtarılmayı arzulayan kişi olarak bulunacaktır. Öte
yandan, başkası tarafından kurtarılmadığı takdirde, acı ve çaresizlik içindeki ölümü, David’in
suçlanmasına neden olacak ve ölüm cezasının masum kişilere de verilebileceğinin kanıtını
oluşturarak çektiği acıyı haklı çıkaracak bir amacı gerçekleştirecektir. Bu senaryo içerisinde,
David de benzer bir rol üstlenerek, infazının sonrasına kadar bu gerçeği saklayacak ve her şeyin
infazından sonra açıklanmasını sağlayacaktır.
Ahlâki mazoşizm, Freud (1924; akt. McWilliams, 2010) tarafından, cinsel mazoşizm ile bir
amaç uğruna yaşanan acı çekme örüntüsünü ayrıştırmak amacıyla ortaya atılmış; kendine zarar
veren ve kendini değersizleştiren tutumları bulunan ve diğer kişilere kendi çektikleri acılar yoluyla
acı vermeye yönelik arzular taşıyan ve bu örüntüde davranan kişilerin mazoşistik kişilik özellikleri
taşıdıkları ifade edilmiştir (Reich, 1933). Freud (1920; akt. Cooper, 1988), aşağılanma ve acı
çekme arayışı üzerine bir kişilik oluşturan mazoşistik kişilerde var olan bilinçdışı suçluluk
duygularının, katı bir süperego faaliyetiyle birlikte, cezalandırılmaya yönelik bir ihtiyaç ortaya
çıkardığını ve bu kişiler için acı çekmenin bir zevk olmaktan ziyade, zevk için bir koşul haline
geldiğini belirtmiştir. Ayrıca, bu kişilerin içinde bulundukları acı verici duruma, gelecekte
yaşanacak daha fazla bir iyilik hâlinin umuduyla katlandıkları vurgulanmıştır. Bir diğer deyişle,
mazoşistik ya da kendi aleyhine işleyen kişilikler, içinde bulundukları acının, çektikleri acıyı haklı
çıkaracak bir amacı gerçekleştirdiğine ya da kendilerini çok daha fazla acı verici diğer
ihtimallerden uzak tuttuğuna inanırlar. Bu sayede, acı verici bir durumu hâkimiyetleri altına
almaya ve yaşadıkları acının yerini ve zamanını kendileri seçmeye çalışırlar. Bu nedenle,
kendilerini acı içinde bırakacak yeni durumlar yaratma ihtiyacı duyabilir ve bir tekrarlama
kompülsiyonu [repetition compulsion] içinde bulunabilirler (McWilliams, 2010; Kernberg, 2009).
Filmde, David’in tecavüz suçlamasıyla her şeyini kaybetmesinin sonucu yaşadığı
kırılmanın, alkolü kötüye kullanmaya başlamasına neden olduğu görülmektedir. Bir gece, yüksek
dozda alkol almış bir şekilde sokakta gezerken, yüksek bir sesle Sokrates’in ölüm cezasına
çarptırıldığından ve kendi cezasını seçme hakkı tanındığında ise, yargıçları öfkelendirecek bir
miktarı önererek kendisinin ölümünü istemelerine neden olduğundan bahsetmektedir. David, bu
monolog esnasında, üstüne basa basa Sokrates’in kendi ölümüne neden olmasını anlamsız
bulduğunu ifade etmektedir. Oysa David ve Constance, yaşadıklarının sonunda, acı çekmenin ve
ölmenin kendilerinden daha büyük bir amacı gerçekleştireceğine ve onları, sağlığın ya da
saygınlığın kaybı nedeniyle yaşayacakları acıdan uzaklaştıracağına inanırlar. Bu, aynı zamanda,
her şey açıklandığında David’in adının temize çıkmasını sağlayacak bir plandır; ancak David, hem
birlikte olduğu öğrencisi tarafından kendisine gönderilen özür içerikli kartpostalı hem de
masumiyetini kanıtlayan kaseti ölümünden sonra ortaya çıkacak şekilde ayarlamıştır. Bu durum,
David’in içinde bulunduğu acı verici durumları değiştirmeye yönelik fırsatları olmasına rağmen,
onları değerlendirme ihtiyacı içinde bulunmadığını göstermektedir. Bu nedenle, haksızlık ve acı
içinde bulunacağı bir ortamın yaratılmasında kendisinin de pay sahibi olduğu ve önceden
ayarlamış olduğu acı sonuyla, başkalarına kendi ölümünün haksızlığını göstererek, onlara acı
vermeye yönelik arzusunu gerçekleştirdiği düşünülmektedir. David ve Constance, bu sayede
ISSN: 2148-4376
52
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 49-56
Beyza Ünal
ahlâki bir zafer elde etmiş, yaşamları boyunca başarıya ulaşamadan göstermeye çalıştıkları yargı
sisteminin açığını kendi ölümleriyle gösterebilmiş; ancak, seçtikleri yolla birlikte bunun vereceği
gururu yaşamaktan kendilerini alıkoymuşlardır.
Mazoşizmin bağlı olduğu ego savunmaları incelendiğinde, mazoşizmin ölüm içgüdüsünün
bir bileşeni olduğu ve sadistik ya da saldırgan güdülerin içe döndüğü; tekrarlama kompülsiyonunın
da eyleme-koyma savunması sonucunda ortaya çıkabileceği açıklanmaktadır (Freud, 1920; akt.
Cooper, 1988). Benzer örüntülere sahip kişilerde sıklıkla karşılaşılan diğer savunmalar ise inkâr,
içe-atma, ilkel idealizasyon ve özellikle ahlâki mazoşistlerin başvurduğu, ahlâksallaştırmadır. Bu
sayede kişiler, acı çektiklerinin ve suiistimal edildiklerinin farkında olmalarına rağmen yaşadıkları
rahatsızlık duygusunu inkâr edebilir, kendisini aşağılayan ve değersizleştiren diğerleriyle
özdeşleşebilir, bağlandıkları kişilerin tümgüçlü olduklarını algılayabilir ve bu nedenle, onlarla iç
içe geçme eğiliminde olabilirler (McWilliams, 2010). Öte yandan, ilkel idealizasyon beraberinde
değersizleştirmeyi getirir ve kişilerin hayal kırıklığı yaşama olasılığı artar. Bu durum Cooper
(1988)’ın, mazoşizm ve narsisizmin gelişim ve klinik görünüm açısından iç içe oldukları ve tek
başlarına gözükmedikleri vurgusuyla paralellik göstermektedir. Özellikle ahlâki mazoşistik kişilik
yapısı gösteren kişiler, ilişkide olduğu diğer kişilerle ilgilenmekten ziyade, kendilerinin ezici
durumlar karşısındaki haklılık ve çaresizliklerini öne çıkarır ve bunlara karşılık olarak,
karşılanması güç isteklerde bulunurlar. Bu “haksızlık toplama” [injustice collecting] örüntüsüyle
birlikte, ilişkide olduğu kişilerde büyüklenmeci ve öfkeli bir tutumlarının olduğu izlenimi
bırakırlar. Bu izlenim, narsistik bir şekilde özsaygılarını desteklemelerine neden olur ve
narsistik-mazoşistik kişilik yapısının temelini oluşturur (Schafer, 1984; Cooper, 1988). Bu yapıya
sahip hastalar, terapi sürecinde, ödipal dönem öncesi anneyle yaşantıların aktarımı sonucu,
terapisti kendilerinkinden farklı düşünce, duygu veya davranışa sahip olmayan bir uzantı gibi
görme eğiliminde olurlar. Böylece, terapist tümgüçlü ve tamamen verici bir “ideal anne” olarak
algılanır ve terapistin gösterdiği kabulle birlikte, hastalar, sonunda “gerçek sevgi”yi bulduğuna
inanırlar. Ancak, kendileriyle terapist arasındaki farklılıkların varlığını algıladıklarında, çok büyük
bir hayal kırıklığıyla, onu yine tümgüçlü fakat zalim bir anne olarak görmeye başlarlar (Durkin,
1957). Kendi ihtiyaçları ve isteklerinin, karşıdaki kişi tarafından (anne/terapist/diğer yakınlar)
kasıtlı olarak karşılanmadığına dair ortaya çıkan bu aktarımın, narsistik-mazoşistik döngünün
devamını sağladığı düşünülmektedir. Bu durumda, mazoşizm bir amaç olmaktan ziyade, öfkenin
ve narsistik ihtiyaçların korunduğu ve devam ettirildiği bir döngünün aracı haline gelir. Asıl amaç
ise, ancak mazoşizmle elde edilen bilinçdışı kazançların incelenmesi sayesinde anlaşılabilir
(Brown ve Nyswander, 2010).
Ahlâken yapmak zorunda hissettiği şeyler için yollar bulmalarını sağlayan ahlâksallaştırma
savunmasını sıklıkla kullanan ahlâki mazoşistik kişilik yapısına sahip kişiler, herhangi bir
durumda başkalarının suçlu olduğunu göstermeyle ve ahlâki bir zafer kazanmayla o kadar ilgili
olabilirler ki, adaletsizlikleri ortadan kaldırmak yerine, yeni adaletsizlikler yaratmayı ve onları
sürdürmeyi tercih edebilirler. Dolayısıyla, mazoşistik kişiler, kendilerinin çaresizliğini dinleyecek
ve onlara yalnızca acı çektikleri için ilgi göstereceklerine inandıkları kişiler arayabilir ve onları
kurtarılmaları gerektiğine ve kurtarılmayı hak ettiklerine inandırmaya çalışabilirler. Bu durumda,
ilişki, ilişkinin bulunduğu noktaya bağlı olarak değişkenlik göstermekle birlikte, mazoşistik kişiyle
aşırı şekilde ilgilenme (karşı-mazoşizm) veya reddedici ve cezalandırıcı bir tutumda olma
(sadizm) şeklinde; çoğu zaman ise her ikisinin de yaşandığı bir şekilde devam eder (McWilliams,
2010).
David, bir haksızlığa uğrayıp her şeyini kaybettikten sonra, bu haksızlığı ortaya çıkararak
yaşadığı adaletsiz durumu çözmekten ziyade, içinde bulunduğu haksız durumu devam ettirerek,
sahip olduğu hayatını geri almak için başka üniversitelerde işe girmeye çalışmıştır. Ancak, bu,
mazoşistik kişilik yapısında sıklıkla görülen karşılanması güç isteklerde bulunma ve sonucunda
ISSN: 2148-4376
53
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 49-56
Beyza Ünal
yaşanan haksızlık toplama örüntüsünü düşündüren bir davranış olmakla birlikte, David’in, içinde
bulunduğu acı verici durumu pekiştirme yoluyla kontrol altına almaya çalıştığı ve bir tekrarlama
kompülsiyonu içinde olduğu şeklinde yorumlanabilir. İş arama süreciyle birlikte, alkol bağımlılığı
tedavisi için grup terapisine başlaması da David’in acı çektiği için ilgilenildiği bir çevre bulma ve
onlara kendisinin kurtarılması gereken biri olduğunu inandırma çabalarını göstermektedir. Bütün
bunlar, aynı zamanda özsaygısını oldukça zedeleyici deneyimler olmakta ve bununla baş
edebilmek adına narsistik bir ihtiyaçla, kendisine evini açan Constance ile birlikte tamamen
özyıkıcı bir senaryoyu işletme kararı almalarıyla sonuçlanmaktadır. Bu kararın alınmasında,
mazoşistik kişilerle olan iletişimde oluşan karşı-mazoşizmin ve sadizmin etkili olmuş olabileceği
düşünülmektedir. Hem David hem Constance, yargı sisteminin yanlışlığını göstermenin yanında,
kendilerinin ve birbirlerinin çektiği acıları sonlandırmak adına kendi hayatlarından vazgeçme ve
diğerinin ölümüne engel olmamayı seçmişlerdir. Bu sayede, içinde bulundukları sistemin
zalimliğinden dolayı yaşadıkları mağduriyeti, sisteme karşı hissettikleri öfkeyi korumak ve devam
ettirmek ve sistemdeki kişilerde aynı çaresizliği ve öfkeyi oluşturmak amacıyla kullanmışlardır.
Bu seçim, David’in kurtarma fantezileriyle birlikte ele alındığında, yasaya ve yasa koyuculara
karşı bir hamle yapmayı ve bu nedenle yaşayacağı suçluluktan kaçabilmeyi başardığını ve
arzuladığı şeye sahip olduğunda değerinin düşmeyeceğinden emin olabildiğini çünkü kendisinin o
arzuya ulaştığını görmesini kendi elleriyle engellediğini göstermektedir.
Sonuç olarak, “Ölümle Yaşam Arasında” filminin incelenmesinde, kurtarma fantezisi ve
ahlâki mazoşizm ele alınmış; bu iki kavramın narsisizmle ve narsistik ihtiyaçlarla ilişkisi
incelenmiştir. Filmde, karakterlerin bu kişilik özelliklerinin gelişiminin dinamik kökenlerine dair
herhangi bir bilgi bulunmadığından, bu kökenlere yönelik yorumların incelemenin kapsamının
dışında kalacağı düşünülmüş ve bunlara değinilmemiştir. Ancak, David ve Constance’ın farklı
nedenlerle benzer psikolojik süreçlerden geçtiği ve birbirlerini tamamlayan bir kararla, hem kendi
kurtarma fantezilerini hem de mazoşistik döngülerini destekleyecek bir şekilde davrandıkları,
amaçladıkları etkiyi yaratarak ihtiyaç duydukları hazza ve mutluluğa ulaşabildikleri ancak kendi
ölümleriyle birlikte, bunu yaşamalarının önüne geçtikleri ve başkalarına bu sayede acı yaşattıkları
dikkat çekmiş ve David’in ölüm cezasını almasına yönelik yaptıkları seçimler söz konusu
çerçevede incelenmiştir.
ISSN: 2148-4376
54
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 49-56
Beyza Ünal
Kaynaklar
Brown, S. ve Nyswander, M. (1956). The treatment of masochistic adults. American Journal of
Orthopsychiatry, 26(2), 351-364.
Cooper, A. M. (1988). The narcissistic-masochistic character. In R. A. Glick & D. I. Meyers
(Eds.), Masochism: Current psychoanalytic perspectives (pp. 117-138). Hillsdale, NJ: The
Analytic Press.
Durkin, H. E. (1957). Some techniques for the clinical management of masochism. American
Journal of Orthopsychiatry, 27(1), 185-199.
Esman, A. H. (1987). Rescue fantasies. Psychoanalytic Quarterly, 56, 267-270.
Gillman, R. D. (1992). Rescue fantasies and the secret benefactor. Psychoanalytic Study of the
Child, 47, 279-298.
Kernberg, O. (2009). The concept of the death drive: A clinical perspective. International Journal
of Psychoanalysis, 90, 1009-1023.
McWilliams, N. (2010). Psikanalitik tanı: Klinik süreç içinde kişilik yapısını anlamak (2.Basım).
İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Parker, A. (2003). Ölümle yaşam arasında (The life of David Gale) [Film]. ABD: Universal
Pictures.
Sabbadini, A. (2003). ‘Not something destroyed but something that is still alive’: Amores Perros at
the intersection of rescue fantasies. International Journal of Psychoanalysis, 84, 755-764.
Schafer, R. (1984). The pursuit of failure and the idealization of unhappiness. American
Psychologist, 39(4), 398-405.
ISSN: 2148-4376
55
AYNA Klinik Psikoloji Dergisi
2015, 2(1), 49-56
Beyza Ünal
Summary:
The Analysis of ‘the Life of David Gale’: Rescue Fantasies and Moral Masochism
The movie “The Life of David Gale” was directed by Alan Parker in 2003. David Gale, the
Head of Philosophy Department of the University of Texas and a capital punishment abolitionist,
is convicted of murder and rape to his friend, Constance Harraway who is a leader of an
organization against the death penalty, and is sentenced to death. Three days before his execution,
he requests and conducts an interview with a journalist, Bitsey Bloom, to explain the background
of his penalty. However, after the execution was performed, it turns out that Constance committed
suicide and the scene was set up in order to demonstrate that death sentences might be unjustly
carried out. According to the flashbacks, it is observed that David and Constance have strong
‘rescue fantasies’ but fail to prevent the execution of several convicts. These fantasies can be
regarded as their opposition to the law (and Oedipal father) and include anger as well as guilt, both
of which result in self-destructive behaviors and narcissistic breakdown, necessitating a bigger
rescuing act. However, their biggest rescue plan involves moral masochistic characteristics
because they believe that their suffering will result in a superior goodness, whereas engaging in
repetition compulsive behaviors and unconsciously delivering their anger by inducing pain onto
others through their death. In the current movie analysis, David and Constance’s choice about
sacrificing their lives for an ideal is discussed in the light of the related literature on rescue
fantasies and moral masochism.
Keywords: Moral masochism, rescue fantasy, narcicism, repetition compulsion.
ISSN: 2148-4376
56

Benzer belgeler

derya gurcan

derya gurcan AYNA Klinik Psikoloji Dergisi

Detaylı

Makaleyi indir - Prof. Dr. Nebi Sümer

Makaleyi indir - Prof. Dr. Nebi Sümer bunların yararsız olduğunu belirtmiş ve terapiyi sonlandırmayı düşünmüştür. Bağlanma Bağlanma kuramı ilk olarak Bowlby (2012) tarafından öne sürülmüş, sonrasında deneysel çalışmalarla Ainsworth (19...

Detaylı