04.04.2016
Transkript
1 Suna Alan: SÖYLEŞİ Diaspora sanatçıyı geliştiriyor Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL Sayı:97 04 - 10 Nisan 2016 S:16 bas-haber.com ‘Rojava Federasyonu muğlak’ S:06 Kadın Peşmerge komutanlar yetiştiriliyor S:07 KBY’nin Bağdat’la son ipleri de kopuyor S:04 - 05 Sur’da kamulaştırmaya dava S:11 Çekoslavakya: Kadife boşanma BİLAL SAMBUR s05 Kürd - Arap ilişkileri Çözüm Çekoslovakya Modeli KBY Başkanı Mesud Barzani’ nin bağımsızlık referandumu kararı bölgesel dengeleri değiştirerek, yeni bir tartışmaya yol açtı. Barzani’nin Çekoslovakya tarzı kansız, savaşsız ayrılık önerisi uzun zamandır konuşuluyor. Barzani, bağımsızlık talebine karşı çıkan hiçbir gücün yaklaşımlarını dikkate almayacaklarını ve bu isteğin Kürd halkı açısından vazgeçilmez olduğunu vurgulamıştı. Kasım’da yapılması beklenen bağımsızlık referandumuna ilişkin siyasi çevrelerden farklı yorumlar yapılsa bile Kürdler bağımsızlık konusunda ısrarcı. Irak’ta yaklaşık 21 milyonluk nüfusun 6-7 milyonu Kürdlerden oluşuyor. Kimi uzmanlar Çekler ve Slovaklar arasındaki ‘Kadife ayrılığın’ Kürdler ve Araplar arasında mümkün olamayacağını savunurken, kimileri ise bu modelin bölge halkları S:02 - 03 arasında da uygulanabileceğini düşünüyor. Araplarla Çekoslavakya Modeli imkansız Kan dökmeden ayrılık mümkün mü? Dr. Yekta Uzunoğlu: “Ayrılmayı isteyenler Slovaklardı ama sonra ekonomik yıkım yaşadılar.” S:08 Bağımsız Güney, Federal Rojava MESUT YEĞEN s03 Yaşar Abdülselamoğlu: “Referandum Kürdler için, Kürd siyaset anlayışı için yeni bir milat olacaktır.” S:09 Kademe kademe Sur SENNUR BAYBUĞA Kasabanın erkekliği s15 FERHAT KENTEL s07 02 MANŞET BasHaber SÖYLEŞİ 04 Nisan - 10 Nisan 22016 MANŞET BasHaber 04 Nisan - 10 Nisan 2016 3 SÖYLEŞİ Çözüm Çekoslovakya Modeli Kürd - Arap ilişkileri A Dilan Almaz BD’nin müdahalesinden sonra federal bölgeler temelinde iki ayrı hükümetle yönetilen Irak’ta 2014’ten bu yana Kürdlerin bağımsızlık talebi konuşuluyor. Bağdat Hükümeti ile Kürdistan Bölgesel Hükümeti (KBY) arasında siyasi gerilime neden olan bağımsızlık talebi, Ortadoğu ve Avrupa’nın da gündeminde. Ankara, Tahran’ın mesafeli durduğu, ancak Bağdat’ın net olarak karşı çıktığı bağımsızlık talebine İsrail, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Hollanda, Almanya ve Vatikan ise ‘Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı’ çerçevesinde referandumdan çıkması beklenen sonuca destek veriyor. KBY yönetimi bağımsızlık sürecinin ilk aşaması olarak önümüzdeki Kasım ayından önce referandum yapmayı planlıyor. Erbil, ABD Başkanlık seçimleri öncesinde yapacağı referandum ile yeni seçilecek Başkan’a emrivaki yapmayı planlıyor. Barzani: Yugoslava değil, Çekoslovakya Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani’nin Irak’ta Kürdler ve Araplar arasında Çekoslovakya tipi barışçıl bir ayrılık modelini önermesi siyaset bilimcileri tarafından tartışılıyor. Barzani 2014 yılında Kürdistan Bölgesi’nin bağımsızlığı gündeme geldiğinde, “Yugoslavya gibi bir iç savaş örneği değil, Çekoslovakya gibi barışçıl bir bağımsızlık sınavı olacaktır. Bağımsızlık şiddetle değil barış ile olacaktır“ demiş, bu nedenle Avrupa Parlamentosu’nun Kürdistan Bölgesi’nin bağımsızlığı konusunda Kürdleri desteklemesi çağrısında bulunmuştu. Geçtiğimiz yılın Nisan ayında Çekya’nın Başkenti Prag’ı ziyaret ederek, Cumhur-başkanı Milos Zeman’la görüşen Barzani; “Çek ve Slovakya tecrübeleri çok başarılı ve canlı bir örnek. Zorla birleştirme veya ayrılmanın başarılı olmayacağını gözler önüne seriyor. Bence Çek ve Slovakya örneğinden istifade edilebilir“ demişti. Çekya Cumhurbaşkanı Zeman ise, ülkesinin Kürdistan Bölgesi’ne silah yardımında bulunmaya hazır olduğunu söylemiş ve Peşmerge’yi “IŞİD’i yenen güç” olarak tanımlamış ve Barzani’ye IŞİD’le mücadeleden dolayı teşekkür ederek “Siz Kürdistan’ın kahramanısınız” demişti. Çekoslovakya Modeli: Medeni ayrılık! Çekoslovakya’da 16 Kasım-29 Aralık 1989 arasında meydana gelen Kadife Devrim ile komünizm sona erdi. Václav Havel Devlet Başkanı seçildi. 25 Aralık 1991 tarihinde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Çek ve Slovak siyasetçileri arasında ülkenin birliği konusunda büyük bir tartışma başladı. Havel ülkenin parçalanma- sına karşı olup Çek ve Slovakların federal bir yapı olarak kalmalarını desteklediği için görevinden istifa etti. Çek siyasetçi Václav Klaus ve Slovak siyasetçi Vladimír Mečiar arasındaki görüşmeler sonucu 23 Temmuz 1992 tarihinde iki ülkenin ayrılması konusunda anlaşmaya varıldı. Böylece 31 Aralık 1992 tarihinde ülke barışçı bir şekilde iki ülkeye ayrıldı. Bu ayrılıkla beraber Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag, Slovakya’nın başkenti ise Bratislava oldu. ‘Kürd ve Araplar, Çek ve Slovaklar gibi değil’ Çekoslovakya tipi ayrılığın Kürdler ve Araplar arasında mümkün olup olmayacağını, bölgeyi yakından tanıyan siyaset bilimcilere ve gazetecilere sorduk. Konuya ilişkin BasHaber’e değerlendirmelerde bulunan ve Prag’da uzun yıllar gazetecilik yapan Necib Balayi, Çekoslovakya tipi bir ayrılık modelinin Irak’ta mümkün olmayacağını savunarak, “Kürd ve Arap halkları, Avrupalı halklardan olan Çek ve Slovakyalılar gibi değiller. Avrupa’da yaşayan toplumlar insan haklarına bağlı, toplumsal birliktelikleri güçlü, demokrat ve ulusların kaderini tayin hakı konusunda olumlu anlayışı oldukça gelişmiştir. Irak’taki Araplar her şeyi bir komplonun varlığına bağlarlar. Araplar meselelere gerçekçi bir anlayışla bakmıyor. Onlar Kürdlerin ayrılmasını Irak’ın parçalanması olarak görüyorlar” diye ifade etti. Çekoslovakya’daki aydın kitlesini ve yaklaşımını Irak’ta göremediğini dile getiren Balayi, Çek ve Slovakların ayrılmasındaki so-runsuzluğun diğer ülkelerin de destek vermesinden kaynaklı olduğunu savundu. Irak’ta halkın kendi iradesini ortaya koyamadığını iddia eden Balayi, Kürdlerin olası referandumda bağımsızlığı onaylayacağını ifade etti. IŞİD’in bölgedeki saldırılarına değinen Balayi, “Şuan bölgede IŞİD’e karşı bir savaş var. Böyle bir durumda ne Amerika ne de Avrupa IŞİD’i ortadan kaldırmadan başka bir karışıklığa, kaosa izin vermezler. Onun için Kürdlerin Irak’tan ayrılma fikrine destek vermiyorlar. Kürdler içinde bu kadar kargaşa varken ayrılma isteği sıkıntı doğuracaktır” şeklinde konuştu. Irak ve Çekoslovakya: Benzerlikler, farklılıklar Ahi Evran Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Doç. Dr. Serhat Erkmen, KBY Başkanı Mesud Barzani’nin bağımsızlık isteğini her defasında dile getirdiğini söyleyerek, Ortadoğu ülkelerinin bu talebe yaklaşımlarının çıkarları doğrultusunda olduğunu vurguladı. Barzani’nin bağımsızlık talebini dillendirdiği tarihten bu yana birçok bölgesel değişimlerin yaşandığını hatırlatan Erkmen, şöyle konuştu: “Örneğin artık IŞİD faktörü Irak’ın toprak bütünlüğünü fiili olarak sarmış durumda. Bölgede et-nik ve mezhepsel boyutlarda süren ve Irak topraklarını da aşan bir çatışma durumu var. KBY sınırları içinde politik atmosfer hiç olmadığı kadar gergin ve siyasi partiler arasında pek çok konuda uzlaşı bulunmuyor. Üstelik Suriye’de PYD’nin güçlenmesi ve yeni siyasi gerçeklikler yaratması KDP’nin diğer Kürd partilerle arasını açtı. Ve son olarak son 2 yılda aşamalı olarak gelişen ve 2015 yılında bölgeyi vuran büyük bir ekonomik kriz var. Bu nedenle bağımsızlık söylemini ve gerçekleşme ihtimalini sadece söylem bazında değil bölgedeki dinamikler bazında değerlendirmek mümkün.” Kürdler-Araplar ile Çekler-Slovakyalılar arasındaki benzerlikleri/farklılıkları yorumlayan Erkmen, Irak’ın parçalanması üzerine yazılan raporların çoğunda genel kanının ülkede kendiliğinden ve çatışmasız bir ayrılığın yaşanmayacağı yönünde olduğunu belirtti. Erkmen, iki ülke arasındaki farklılıkları ve benzerlikleri kültürel, ekonomik ve uluslarası destek bağlamında değerlendirdi. Kürdler ve Araplar’ın bir arada yaşama iradesinin azalması noktasında Çek ve Slovak halklarıyla benzeştiğini ifade eden Erkmen, “Özellikle Kürdler Irak’ın geri kalanında siyasi, toplumsal ve kültürel olarak farklı olduklarını her fırsatta belirtiyorlar. Bu farklılıklar küçümsenecek ölçüde de değil. Üstelik “kendi kaderini tayin hakkı”nın siyasi bir hak olduğu ve işgal sonrası Irak’ta yeni anayasanın gönüllü birlikteliğe dayandığı uzun süreden beri Kürd siyasetçilerin en önemli argümanlarından birisini oluşturuyor. Bu yönüyle Çekoslavakya’ya benzeyebilir ama Irak’ta iki değil en az üç unsur siyaseten çok güçlü. Çünkü ülkenin kaderine sadece Şii Araplar değil, ayrılığın yaşanacağı fiziksel bölgenin sakinleri olan Sunni Araplar ve Türkmenler de karar verecek. Çatışmasız bir ayrılığın anahtarı aslında Bağdat’ı kontrol eden Şii Araplar’dan ziyade bu ayrılıktan fiziksel olarak en çok etkilenecek olan Sünni Araplar ve Türkmenlerin elinde” diye kaydetti. ‘Dönemsel farklılık var, çatışmasız ayrılık zor’ Çekoslovakya’da ayrılığın en önemli nedenlerinden birisi açık gelir dağılımı ve ekonomik farklılıklar olduğunun önemine değinen akademisyen Erkmen, Irak’ta ise böylesi bir farklılığın olmayışının ayrılığı zorlayacağı yorumunda bulundu. Bölgede yaşanan ekonomik krize de değinen Erkmen, şunları söyledi: “Bir yıl öncesine kadar sahip olduğu doğal kaynaklarla kendi başına bir ekonomik düzen kurabileceğini iddia eden Kürd siyasetçiler petrol fiyatlarının düşmesi ve bölgesel gelişmeler nedeniyle sürüklendikleri ekonomik krizin sonucunda şimdilik bu iddialarını bir kenara bırakmış görünüyorlar. Bağdat ile Erbil arasında yeni petrol görüşmeleri bunun en önemli göstergesidir.” Çekoslovakya’nın ayrılış sürecinde siyasi, bölgesel atmosfer ve uluslararası sistemin koşullarının bir hayli farklı olduğunu vurgulayan Erkmen, “SSCB yeni dağılmıştı. ABD’nin önderi olduğu bir tek kutuplu dönemin içinde yaşanıyordu. AB herhangi bir çatışmayı kaldırabilecek durumda değildi. Tarafların ayrılığa karar vermesi sonucunda bölgeye müdahale edebilecek bölgesel ya da küresel aktörler yoktu. Büyük güçlerin öncelikleri çok farklıydı. Bugün Ortadoğu’da benzer bir dönem yaşanmıyor. Tek kutupluluk sona erdi. Hatta Ortadoğu’da yeni bir güvenlik denklemi kuruluyor. Büyük güçler olan güçleriyle bölge ülkelerinin iç politikalarına müdahale ediyorlar. Ayrıca açık açık birbirleriyle vekil savaşına tutuşmuş durumdalar. Bu nedenle Ortadoğu’da çatışma dinamiğinin bu denli yüksek olduğu bir ortamda çatışmasız ayrılık ihtimali çok düşük” dedi. Kürd gruplar açısından bakıldığında Iraklı Kürdlerin her ne kadar Barzani önderliğinde oluşan KBY altında güçlü bir yapı oluşturdukları ve belli bir birlik bütünlük gösterdikleri doğruysa da karşısında kendisine meydan okuyan, ideolojik olarak ayrı kulvarda koşan, Barzani’yi ve temsil ettiği yapıyı feodalite kalıntısı olarak gören bir PKK var. Ve PKK, KBY içinde siyasi ve daha önemlisi güçlü bir askeri varlığa sahip. Barzani bu varlığı bugüne kadar –belki de gücü yetmediği için- tolere etse de, olası bir bağımsızlık halinde Türkiye ve İran’la ilişkileri nedeniyle tolere etmek istemeyecektir. Hâlbuki PKK’nın buradaki varlığı kendisi için hayatidir. Bu da kaçınılmaz bir çatışma dinamiğinin ortaya çıkması demektir.” ‘Çek ve Slovakya’nın AB’ye alınması avantajdı’ Çek ve Slovak halklarının birbirinden çatışmasız, savaşsız ayrılığının statükonun altüst olduğu bir zamanda yaşandığını hatırlatan Kırıkkale Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erol Kurubaş, Çek ve Slovakya’nın AB’ye alınacak olmasının söz konusu ayrılığı hızlandırdığını ifade ederek, “AB sayesinde hem Çek ve Slovaklar aslında ulusüstü bir yapı içinde birliklerini devam ettirecekler hem de bu ayrılmanın bölgesel güç dengelerine olumsuz etkilerini bertaraf etmiş olacaklardı. Ayrıca bölgesel ve uluslararası düzeyde hiçbir devletin Çek ve Slovaklar üzerinde çıkar çatışmasına yol açacak bir hesabı yoktu. Bir de tabii bu ülkede yine ulusal ve uluslararası düzeyde rekabete yol açacak ekonomik kaynakların olmadığına da ayrıca dikkat çekmek gerekir” dedi. Savaşsız, kansız bir ayrılığın Irak’ta mümkün olmayacağını söyleyen Kurubaş, şunlara dikkat çekti: “Bir kere, Bölgesel denge ve jeopolitik vurgusu Ortadoğu’daki dengelerin Avrupa ile benzerlik göstermediğinin altını çizen Kurubaş, olası ayrılığın bölgedeki dengeleri sarsacağını belirtti. Ayrılığın Kürd-Arap ayrışmasının da ötesinde olduğunu aktaran Prof. Kurubaş, “Pek çok devlet bu durumdan etkilenecek ya da yararlanmaya çalışacaktır. Bu ayrılık her şeyden önce Kürd nüfuslu Türkiye, İran ve Suriye’yi etkileyecektir. Bu açıdan Türk-Kürd, İran-Kürd ve diğer Arap-Kürd ilişkileri açısından da sonuç doğuracaktır. Burada ayrılmaya Türkiye belli koşullar altında ikna edilse bile, İran’ın iknası çok zordur. Çünkü Kürdler Şii ağırlıklı yani İran’ın nüfuz alanına dönüşen Irak’tan ayrılmak istemektedirler. Kaldı ki, İran’daki Kürd sorununun yeniden ivme kazanması olasılığı da İran’ı rahatsız edecektir. Bir de tabii, İsrail faktörü var. İsrail olası Kürd Çek ve Slovakların ayrılık anlaşması devletiyle iyi ilişkiler kurmak isteyecektir ki, bu da İran’ı rahatsız eder” diye konuştu. Kürdistan Bölgesi’nin petrol ve jeopolitik durumundan ötürü çatışmaların yaşana-bileceğini belirten Kurubaş, küresel güçlerin kurulacak devletin karşısında ya da arkasında olacak bir şekilde dış politika geliştireceği tespitinde bulunarak, “KBY’nin bulunduğu coğrafyanın jeopolitiği ve petrolden kaynaklı jeoekonomisi bu çatışmayı kaçınılmaz kılmaktadır. Her küresel güç bu devlete karşı ya da taraf olarak bir dış politika geliştirecektir. Karşıt ya da taraf olma kendi eksenine çekmeyle ilgili olacaktır. Ekseni dışında kalanların buna karşı kullanabileceği bölgesel aktörleri vardır ve bu çatışma demektir. Dolayısıyla bölge üzerindeki küresel rekabetin bu ayrılığı çatışmaya sürüklemesi kaçınılmazdır” dedi. ‘Kürdler ve Araplar çatışmasız ayrılabilir’ Konuya ilişkin gazetemize değerlendirmelerde bulunan, Prag Charles Üniversitesi’nden akademisyen Petr Kubálek, Çekoslovakya Modeli’nin Kürdler ve Araplar arasında mümkün olabileceğini belirtti. Kubálek, Çek ve Slovakya’nın 1992 yılında ayrıldığı zaman birçok yanlış kararlar olduğunu ifade ederek, “Örneğin herhangi bir referandum yapılmadı. Medya kanalları ülkenin durumu ve siyasi grupların talepleri konusunda yanlış bilgiler yayıyordular. Çek medyası Slovakya hakkında çok yanlış bilgiler yayınlıyordu. Emekli maaşlarının ödenmesi sorunu ayrıldıktan 20 yıl sonra da çözülmedi. Ancak genel durum ayrılık için çok uygun idi” şeklinde konuştu. Çekoslovakya’da yaşayan halkların ülkelerinin iki tarihi bölgeden oluştuğu bilincine sahip 03 Bağımsız Güney, Federal Rojava olduğunu söyleyen Kubálek, halkların herhangi bir toprak isteme talebinde bulunmadığını ifade ederek şunları dile getirdi: “Bütün Çekoslovakya vatandaşları ülkelerinin iki tarihi bölgede yani Çek ve Slovakya bölgelerinden oluştuğunu biliyordu. Bu olgu belirgin idi ve iki bölgenin sınırları belli idi. Çekler, Slovaklar bölgesinde herhangi bir toprak parçasının kendilerine ait olduğunu iddia etmediler böyle bir sorun hiçbir zaman yaşanmadı. Ancak ve buna benzer ve hala devam eden bir sorun Macaristan ve Slovakya arasında var. Sadece 1993’te iki köyle ilgili bir sınır düzenlemesi yapıldı.” Çek ve Slovak halklarının sanat, kültür ve dil itibariyle birbirlerine oldukça yakın olduğunu hatırlatan Kulabek, son olarak şu değerlendirmede bulundu: “Örneğin bir Çek, Slovakya’da yaşamak isterse özgür bir şekilde oraya gidip yerleşebilir. Ancak Çek ve Slovakya devletleri sonraları çifte vatandaşlık meselesini sonlandırmaya karar verdiler. Çünkü hükümetler çifte vatandaşlığın maddi ve hukuki ciddi sorunlara sebep olacağını öngördüler.” ‘Slovaklar gibi Kürdlerin de devleti olmalı’ BasHaber’e konuşan Slovak Gazeteci Andrej Matisak de bölgede uzun zaman çalışma yaptığını belirterek, barışçıl yollarla ayrılmak için her iki hükümetin de istekli olması gerektiğini vurguladı. Ortadoğu’daki çatışmalı sürecin barışçıl ayrılma önünde engel olduğunu ve zamanlamanın dengeler açısından uygun olmadığını ifade eden Matisak, “Kürdlerin durumu doğal taleplerinden dolayı Çekoslovakya’da hiç farklı değil, ama durumları çok daha karmaşık. Bağdat ve Erbil barışçıl olarak ayrılmaya karar verseler dahi komşu ülkelerin ne tavır göstereceği önemli. Tabi Slovakların ne pahasına olursa bağımsız devleti olmasını istemelerinden Kürdlerin de aynı talepte bulunması gayet anlaşılabilir, her halk kendi bağımsız devletini ister” şeklinde konuştu. Diplomasinin önemine vurgu yapan Matisak şöyle konuştu: “Referandum yapılması bazıları tarafından olumlu karşılanabilir, ama diğerleri tarafından bu doğal durum bir baskı olarak karşılanıp tepkiye yol açabilir. Bağımsızlık için daha fazla çatışma herkesin zararına olur, bu zaman yayılmalı ve diplomasiye ağırlık verilerek barışçıl yollarla gerçekleştirilmeli.” MESUT YEĞEN Kürdistan’ın iki parçası, Başur ve Rojava aralarındaki bütün ayrılıklara rağmen aslında ortak bir süreci tecrübe ediyorlar. Kürdistan’ın her iki parçasının da riskler ve fırsatlarla bezeli, işleri mevcuttan daha kötü ve daha iyi yapabilecek bir tarihsel eşikten geçtikleri aşikar olmakla birlikte, Başur ve Rojava tecrübesini ortaklaştıran bundan fazla bir şey. Bir zamandır sular hem Başur’da hem de Rojava’da doğru, normal mecrasında akmaya başlamış görünüyor. Başur ve Rojava’nın yaşadıklarında ortak olan bu. Başur bağımsızlığa, Rojava federasyona meylediyor. Olması gerektiği gibi, işlerin mecrasına uygun olarak... Hem Başur’da hem de Rojava’da suları normal mecrasına akıtanın Suriye savaşı ve IŞİD belası olduğuna şüphe yok. Ama galiba bu iki şer hem Kürtlere hem de Kürtlerin etrafındakilerin bir kısmına suların akması gereken mecranın ne olduğunu yavaş yavaş da olsa gösteriyor. IŞİD’in Musul’u ele geçirip Erbil’e yürümesinin ardından olan biten hem Başur’a hem de Başur’u izleyenlere şunu gösterdi: Bağdat’ın değil Başur’a kendine bile hayrı yok ve petrol gelirlerine dayalı rantiyer bir devlet olmak ısrarı Başur Kürtlerine çürümeden başka bir şey vaat etmiyor. Oluşan iktidar boşluğundan faydalanarak ihtilaflı bölgeleri de kendisine bağlayan Başur için bu iki sonuçtan sıyrılmak tek bir araçla mümkün görünüyor: Doğru düzgün, petrole ve yanaşmacılığa dayanmayan bağımsız bir ulus-devlet. Nitekim, şimdi Başur da bunun peşinde ve daha mühimi Irak Kürdistan’ında işlerin bu mecrada akmasının işin doğrusu olduğuna giderek daha çok mahfil kani oluyor. Bağdat’takiler de dahil olmak üzere Araplar, İsrail, tek tük de olsa Batılı ülkeler bağımsız Kürdistan’ın olması gereken olduğunu teslim ediyor. Başur’daki kadar belirgin olmasa da, su Rojava’da da doğru mecrasını bulmuş gibi. Dünya’ya kendilerini anlatmak ihtiyacı daha belirgin olduğundan olsa gerek, Suriye Kürtleri başkalarına anlatmakta zorlandıkları demokratik özerklik, demokratik konfederalizm, kanton vs. yerine, federasyon programını savunmaya başladı malum. Suriye’nin kaderinin şekilleneceği Cenevre öncesinde gelen bu yeni adım hem Suriye realitesine daha uygun hem de başkalarına daha kolay anlatılabilir görünüyor. Bölgesel esasa dayalı olarak önerilen federasyon fikri hem Rojava’nın nüfus realitesini hesaba kattığından, hem de sürekli bir olağanüstü hal durumu ima eden demokratik özerklikten ayrıştığından daha çok mahfil için daha hazmedilebilir görünüyor. Bağımsız olmak için ‘yetersiz’, Başur’a bağlanması ise imkansız görünen Rojava’nın hazmedilmesi zor demokratik özerklik programındansa herkes tarafından anlaşılabilir bölgesel federasyon programına sıçraması işleri uygun mecrasına sokmuş görünüyor. Hülasa, Başur ve Rojava’nın kendi realitelerine daha uygun olduğu kadar bölgeyi çevreleyen güç matrisinde savunulabilir görünen “bağımsız güney, federal Rojava” programı işlerin bugünkü tabiatına daha uygun. Lakin, şu da açık: Bağımsız Güney, federal Rojava”, bugünden yarına becerebilecek gibi de değil. Haddizatında, işler bu mecrada kararlılıkla ilerlemeye başladığında Başur ve Rojava büyük ihtimalle bugün rastlanılmayan türden itiraz ittifaklarıyla karşılaşacaktır. Bağımsız Güney, federal Rojava yolu biraz daha belirginleşirse Tahran, Şam ve Ankara’nın ortak itirazıyla karşılaşması sürpriz olmaz. Bu olduğunda bağımsız Güney, federal Rojava yolunun Kürtler için olduğu kadar bölge için de hayırlı olacağını herkese daha bir kararlılıkla anlatmak gerekecek. 04 HABER BasHaber SÖYLEŞİ 04 Nisan - 10 Nisan 42016 Abadi, yeni Hükümet’te Kürdleri dışlıyor KBY’nin Bağdat’la son ipleri de kopuyor I Zeyat Brusk rak Başbakanı Haydar Abadi, Irak’ın içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik krizin çözülmesi için kendisine tanınan sürenin sonunda, yeni teknokrat hükümette yer alacak isimleri açıkladı. Abadi’nin açıklamaları Irak’ta bulunan diğer siyasi çevreleri şimdilik tatmin etmiş olsa da, Bağdat’la gerçekçi ortaklık taleplerinin yerine getirilmediğini savunan Kürd tarafı ise, revizyon projesininin başarısı konusunda diğer taraflarla aynı fikirde değil. KBY Başkanlığı’ndan yapılan yazılı açıklamada ise, Irak Hükümeti’nde yapılan kabine değişikliği usulünden duyulan rahatsızlık dile getirilirken, Bağdat’taki Kürd temsilciler, sürecin sonunda talepleri kabul edilmediği takdirde, Bağdat’la barış ve diyalog çerçevesinde ayrılmaktan başka seçeneğin kalmayacağını ifade ediyor. Öte yandan KBY’de, Hükümet ve Parlamento’nun aktifleştirilmesi konusunda çalışmalar aralıksız sürdürülüyor. Hafta içinde Parlamento’da grubu bulunan dört partinin temsilcileri Süleymaniye’de bir araya gelirken, şartlarının yerine getirilmediğini belirten Goran Hareketi toplantıya katılmadı. Irak Ordusu’nun Mahmur cephesinde başlattığı Musul Operasyonu, kente 60 km mesafedeki Geyara kasabası önünde dururken, gidişatı yerinde takip etmek için Mahmur’daki, Ninova Ortak Operasyonlar Komutanlığı’nı ziyaret eden Irak Savunma Bakanı Halit Ubeydi Ubeydi, Peşmerge Güçleri’nin Musul Operasyonu’nda etkili olacağını açıkladı. Hafta başında Erbil önemli konuklarından birini daha ağırladı. Erbil’e gelerek KBY yetkilileri ile bir araya gelen BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon, IŞİD’e karşı mücadele eden ve birçok göçmene kapılarını açan KBY’ye ekonomik krizi aşması için sonuna kadar destek vereceklerini belirtti. KBY Başkanlığı: Irak Hükümeti’nin ortaklık temeli bozulmuştur Hafta içinde KBY’de gözler Irak Başbakanı Haydar Abadi’nin açıklayacağı revizyon paketi ve teknokrat hükümetin detaylarına çevrildi. Abadi, Parlamento Başkanlık Heyeti ile biraraya geldikten sonra reformlar konusunda bazı maddeler üzerine anlaşma sağlandı. Buna göre, bir ay içinde bütün kamu kurumlarının yönetimlerinin değiştirilmesi, bakanlık sayısının 16’ya düşürülmesi, 10 gün içinde savunma ve içişleri hariç bütün bakanlıklarda değişiklik yapılması kararı alındı. Abadi’nin açıkladığı yeni kabinde yüzde 20’lik Kürd kotasına göre üç olması beklenen Kürd bakanların sayısı iki olarak belirlendi. Bu durum Abadi’nin Kürd tarafına açıkça “ayrılabilirsiniz” mesajı verdiği şeklinde yorumlandı. Abadi’nin kabineyi açıklamasından önce tavrını açıklayan KBY Başkanlığı, Irak Hükümeti’nde yapılan kabine değişikliği usulünden rahatsızlığını dile getirilerek KBY Başkanı Mesud Barzani’nin bakanların değiştirilmesi usulünden rahatsız olduğu ve bu rahatsızlığını Cumhurbaşkanı Fuad Masum’a telefonla ilettiği ifade edildi. Açıklamada ayrıca, “Başkan Barzani için Irak Hükümeti’nde kabine ve bakan değişikliğinin önemi yoktur, çünkü hükümetin ortaklık temeli bozulmuş ve bir önemi kalmamıştır. Ortaklık kalmadıysa, bakanlık koltuğunun ne değeri var?” denildi. Irak Parlamentosu’daki Kürd temsilcileri ise, Bağdat’la gerçekçi bir ortaklığın korunması konusunda tek ses olduklarını açıkladı. Kürd temsilciler, Irak’ta reform, yolsuzlukla mücadele, toplumsal adaletin sağlanması ve Irak vatandaşlarının yaşam şartlarının iyileştirilmesi için atılacak her adıma destek vereceklerini ancak, bireysel kararların kabul edilmeyeceği ve Kürd temsiliyeti hakkının korunması gerektiği ifade etti. Öte yandan, Irak Başbakanı Haydar Abadi’nin açıkladığı 16 kişilik Bakanlar Kurulu listesinde Petrol Bakanı olarak adı geçen Irak Parlamentosu Kürd Milletvekili Nizar Salim Doski, Petrol Bakanlığı’nın Kürdlerin payı olduğunu ancak, taraflar arasında gerçekçi bir ittifak olmadan belirlenen bir kabinede görev almayacağını açıkladı. Gerdi: Kürdler son ana kadar anayasaya bağlı kalacak BasHaber’e konuşan Irak Parlamentosu PDK Grup Başkan Vekili Yardımcısı Tarık Gerdi, Kürd tarafının Irak Başbakanı Haydar Abadi’nin açıkladığı Bakanlar Kurulu listesini kabul etmediğini ancak usulen, kabinenin onanması için belirlenen 10 günlük süreye uyacaklarını söyledi. “Irak Cumhurbaşkanı ile görüştük. Kürd tarafı olarak ortak tavra ve düşünceye sahibiz. Bu süre zarfında Erbil’e dönüp durumu tekrar değerlendireceğiz. Fiilen bu durumda Bağdat Kürdlerle anlaşmaya ve Kürd tarafının isteklerini yerine getirmeye yanaşmıyor. Kürd halkının haklarının işaret edildiği Federal Irak Anayasası’na sonuna kadar bağlı olacağız” diyen Gerdi, bu süre zarfında istenen değişiklikler yapılmadığı takdirde, Bağdat’tan ayrılmaktan başka çare kalmayacağını vurguladı. Silivaneyi: Bağdat ile Erbil arasında köprüler yıkılıyor Abadi’nin hazırladığı projenin başarı şansı olmadığına dikkat çeken Irak Parlamentosu Kürd Milletvekili Serhan Ahmet Silivaneyi ise, “Bir anlaşma olacaksa Kürdlerin isteklerinin şartsız koşulsuz kabul edilmesi gerekiyor. Kürdler kendi paylarından feragat etmeyecektir. Federal Irak Hükümeti’nin temelleri 2003’te, tüm taraflar için belirlenen hak ve kotaların üzerine inşa edildi. Bu hak ve kotaları ihlal eden bir hükümetin ayakta kalma şansı da yoktur” dedi. Bağdat ile Erbil arasında tüm siyasi ve ekonomik krizin yaşandığı bir dönemde Abadi’nin sunduğu proje ile birlikte iki taraf arasındaki köprülerin tamamen yıkılacağını ifade eden Silivaneyi, “Bu durumda bağımsızlığı tercih etmeleri Kürdlerin en doğal hakkıdır. Zaten Irak Anayasası’nda bu hak mevcuttur. Şimdi artık bağımsızlık kararı KBY’ne kalmış bulunuyor. Barış ve diyalog temelinde Bağdat’tan kopmak Kürdler açısından en doğru karar olacaktır. Başkan Barzani de sık sık bu konuya dikkat çekerek, Irak’la kardeşçe oturup konuşarak ayrılma kararı almak istediklerini belirtmiştir” şeklinde konuştu. Bazyan: Bağımsızlık için Erbil’in eli güçlendi Akademisyen ve araştırmacı Muhammed Bazyan, Abadi’nin sunduğu proje ve kabinenin daha onaylanmadan başarı sağlayamayacağı kanaatinde. BasHaber’e konuşan Bazyan, “Irak’ın mevcut gerçekliğinde bu hükümetin yaşama şansı çok az. Abadi’nin sunduğu proje sorunları derinleştirecek ve Parlamento tarafından kabul görmeyecektir” dedi. Irak Başbakanı Haydar Abadi’nin Irak’ın parçalanmasına hizmet ettiğini savunan Bazyan, reform ve revizyon projesi sunulurken Kürdlerin talep ve haklarının gözönünde bulundurulmamasını da buna bağladı. Akademisyen Bazyan, “Kürdlere açıkça ‘gidin kendi kararınızı verin, bizden ayrılın’ deniliyor. ’Size bütçe vermeyeceğiz, siyasi hak tanımayacağız ve bakanları da istediğimiz gibi belirleyeceğiz’ deniliyor. Bu noktada karar Kürd mercilerine ve Erbil’e kalıyor. Erbil’in bağımsızlık konusunda eli güçlenmiş durumda. Bunun için göstereceği cürret de çok önemli olacak” dedi. Kürdistan Bölgesi ve Irak’ın Çek ve Slovakya modeline benzer bir şekilde ayrılmaya yakın olduklarını ifade eden araştırmacı Muhammed Bazyan, “Şengal’den Xaneqin’e kadar Güney Kürdistan’ın sınırına güvenlik amacıyla hendek kazılıyor. Aslında bu hendek bağımsız Kürdistan’ın siyasi ve coğrafik sınırlarını oluşturacak. Irak Anayasası’nda 140. Madde ile belirlenen tartışmalı bölgeler de bu sınırlar içinde yer alıyor. Fiilen Amerika ve Fransa’nın başını çektiği koalisyon ülkeleri bu sınırları koruyor. İsrail endirek şekilde Kürdlerin devlet sahibi olması gerektiğini ifade ediyor. ABD eski Dışleri Bakanı Henry Kissinger de ABD’nin Irak’ta başarılı olabilmesi için bu ülkenin Kürd, Şii ve Sunniler arasında üçe bölünmesi gerektiğini ifade ediyor. Bu kopuş savaş ve kan temelinde olmayacaktır. Bunun için en uygun model aranıyor. Bunun için KBY referandumdan söz ediyor. Kürdler de mevcut gerçekliği gözönüne alarak, önce halkın oyuna başvurmayı ve ardından da Bağdat’la anlaşarak ayrılmayı düşünüyor” dedi. Musul Operasyonu Geyara kapısında durdu Irak Ordusu’na bağlı 72 ve 91. piyade taburlarının katılımıyla gerçekleştirilen Musul Operasyonu’nun ilk aşaması hava muhalefeti nedeniyle tamamlanamadan durdu. Hafta içinde Mahmur’daki, Ninova Ortak Operasyonlar Komutanlığı’nı ziyaret eden Irak HABER BasHaber 04 Nisan - 10 Nisan 2016 5 SÖYLEŞİ Savunma Bakanı Halit Ubeydi Ubeydi, bölgedeki askeri yetkililer ve Peşmerge komutanlarıyla bir araya geldi. IŞİD’e karşı başlatılan operasyonun kısa bir süre içerisinde tekrar başlayacağını belirtten Ubeydi, operasyonun geçici bir süre durduğuna dikkati çekerek, “Musul kenti terör örgütü IŞİD’in elinden geri alınana kadar, operasyon devam edecek. Gerekli tüm tedbirlerimizi aldık ve herhangi bir geri adım atma durumu söz konusu değil. Savaşın en ön cephesinde yer alan Peşmerge Güçleri operasyonda etkili olacak” dedi. Gerdi: Peşmerge belirli alanların dışına çıkmayacak Musul Operasyonu ve Peşmerge Güçleri’nin hazırlıkları hakkında BasHaber’e konuşan Peşmerge Güçleri Komutanı Ahmed Gerdi, Mahmur’un güney batısında başlatılan operasyonda Peşmerge Güçleri’nin desteğini almadan Irak Ordusu’nun başarı sağlayamacağını kaydetti. Gerdi, “Peşmerge Güçleri’nin Musul Operasyonu’na katılması konusunda Erbil ile Bağdat anlaşsa dahi, Peşmerge Güçleri’nin Kürdistan toprakları dışına çıkmayacağı kanaatindeyim. Operasyonun ilk ayağında da çok açıkça görüldü ki, operasyon için oluşturulan Irak birlikleri oldukça yetersiz ve beceriden yoksunlar. Açıkça görüldü ki düzenli bir ordu gibi hareket etmiyor ve gönüllü değiller. Dolayısıyla Irak Savunma Bakanı da, Musul’un kurtarılması için Peşmerge’nin cesaret, deneyim ve gücüne ihtiyaç olduğunu belirtiyor.” IŞİD mensuplarının Hazır ve Mahmur cephelerine yönelik saldırılarını da değerlendiren Peşmerge Komutanı Gerdi, “IŞİD’in son dönemde gerçekleştirdiği saldırılara bakıldığında örgütün Peşmerge Güçleri karşısında aldığı yenilgiyi örtbas etmek için sadece ‘ben varım’ demek için saldırdığını görüyoruz. Son saldırılarında 3-5 kişilik gruplar halinde intihar saldırıları gerçekleştirerek sonuç almaya çalıştılar. Mahmur, Hazır ve Kerkük cephelerindeki saldırılar bu tip saldırılardı. Mahmur’daki saldırı da 4 Peşmerge şehid düştü. Buradan gelen unsurlar da sivil halkın arasına karışanlardı” dedi. Hergün IŞİD’in işgali altında bulunan topraklardan çok sayıda Arap ailenin örgütün baskı ve tehditleri nedeniyle kaçarak Peşmerge Güçleri’ne sığındığını belirten Ahmet Gerdi, sadece Mahmur-Guwer hattından şu ana kadar yaklaşık 2 bin 200 ailenin Peşmerge’ye sığındığının altını çizdi. Gerdi, bu alilelerin de güvenlik altında tutulan kamplarda barındırıldığını ve Kürdistan şehirlerine girmelerine izin verilmediğini vurguladı. Hewrami: Goran Hareketi muhalefet olarak kalabilir Parlamento ve Hükümet’in aktifleştirilmesi amacıyla Süleymaniye’de gerçekleştirilen ve Kürdistan Bölge Parlamentosu’nda grubu bulunan siyasi tarafların toplantısına Goran Hareketi şartları kabul edilmediği gerekçesi ile katılmadı. YNK Politbüro binasında gerçekleştirilen toplantıya YNK’den Mela Bextiyar, Hakim Qadir Hemecan ve Omer Fetah, PDK’den Cefer Eminki ve Mahmut Muhammed, Yekgirtu’dan Halil İbrahim ve Muhemmed Ehmed, Komel’den de Rebwar Rêbwar Hemed, Mihemed Hekim ve Yasin Hesen katıldı. Konu hakkında bir açıklama yapan PDK Dışişleri Sorumlusu Hemin Hewrami, Goran Hareketi’nin Hükümet ve Parlamento için dayattığı şartların kabul edilemez olduğunu belirtti. Goran’ın KDP ile gerçekleştirilen anlaşma temelinde iktidara dahil edildiğini ifade eden Hewrami, tekrar hükümet içinde yer alması için yeni bir anlaşmaya ihtiyaç duyulacağını belirtti. Parlamento Başkanı’nın değişmesi ve 8. kabinenin yeniden düzenlenmesi gerektiğini dile getiren Hewrami, Goran’ın da daha önceki Parlamento döneminde olduğu gibi, muhalefet partisi olarak kalabileceğini söyledi. Bann Ki-moon: Uluslararası toplum KBY’ye destek olacaktır KBY Başkanı Mesud Barzani, hafta başında Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Ban Ki-moon, Dünya Bankası Başkanı Jim Yong Kim ve İslam Kalkınma Bankası Başkanı Ahmed Muhammed Ali el-Medeni’nin de bulunduğu bir heyeti, Erbil’deki başkanlık konutunda kabul etti. Toplantıda, IŞİD ile mücadele, çatışmalardan dolayı evlerini terk eden iç göçmenlerin durumu ve petrol fiyatlarında meydana gelen ciddi kırılmalardan dolayı yaşanan ekonomik kriz konuları ele alındı. Görüşmede KBY Başkanı Barzani, “IŞİD ile mücadele ederken, mali sıkıntıya girdik. Bunun yanında çıkan çatışmalardan kaçan çok sayıda iç göçmene ise Kürdistan Bölgesi kapılarını açtı. Söz konusu sıkıntıdan kurtulmak için şu ana kadar hiç kimsenin Kürdistan Bölgesi’ne yardım eli uzatmadığı gibi, Irak Hükümeti de iç göçmenler konusunda üzerine düşen görevi yerine getirmedi“ dedi. KBY’de planlanan reformlara da değinen Barzani, “Reform için gerekli olan tüm ölçüt ve kurallara bağlı kalınacaktır. Uluslararası toplumun Irak ve KBY’ye yardım eli uzatması durumunda, terörle mücadele ve iç göç konusunda en ağır yükün bizim üzerimizde olduğunu gözden kaçırmaması gerekiyor. Reform sürecinin başarıya ulaşması ve mali krizin aşılması için BM ve diğer uluslararası yardım kuruluşların gerekli yardımları sunmaları gerekiyor” dedi. BM Genel Sekreteri Ban kiMoon ise, dünyanın Kürdistan Bölgesi’nin içerisinde olduğu sıkıntılardan haberdar olduğuna değinerek şunları ifade etti: “Bölgede istikrar ve barışın gelişmesi için uluslararası toplum Kürdistan Bölgesi’ne desteklerini sunacaktır. Dünya için ciddi bir tehlike oluşturan terör örgütü IŞİD ile en ön cephede savaşan güç Peşmerge’dir.” 05 Bağımsızlık için kadife boşanma BİLAL SAMBUR Yüz yıl önce Ortadoğu’da oluşturulan yapay oluşumlardan biri Irak’tır. Hiç bir doğal, tarihsel ve kültürel karşılığı olmayan Irak denilen yapı, Ortadoğu’nun kan gölüne çevrilmesinde büyük pay sahibidir. Irakİran savaşı, Körfez savaşı, Kuveyt’in işgali, Enfal ve Halepçe soykırımları, Irak denilen yapının bölgemizde neden olduğu kötülüklerdir. Irak denilen yapının içine Kürtlerin hapsedilmesi, geçen yüz yılda işlenen en büyük günahtır. Kürtler, başkalarının işlediği bu büyük günah yüzünden büyük insani facialarla yüz yüze kaldılar. 1991 Yılından beri Irak fiilen olmayan, ancak hayaletiyle sorun oluşturan bir yapıdır. Saddam Rejimi’nin yıkılmasından sonra Sünni Araplar, Şiiler ve Kürtler fiilen birbirinden ayrılmışlardır. Kürtlerin, Irak denilen yapıyla hiçbir zaman duygusal, tarihsel, kültürel ve kimliksel bağları olmamıştır. Kürtler, hiçbir zaman Iraklı olmamışlardır. Bağdat Rejimi de hiçbir zaman Kürtlere Iraklı olarak bakmamışlar ve eşit vatandaş olarak görmemişlerdir. 1991 yılından itibaren Kürdistan Bölgesel Yönetimi, devlet olarak fiilen işlemektedir. Yirmi beş yıllık süre içinde Kürdistan Bölgesel Yönetimi, Irak içinde barış içinde var olmak için her türlü fedakarlığı yapmıştır. Ancak Bağdat Rejimi, Kürdistan’ı askeri, siyasal, diplomatik ve ekonomik açılardan sürekli abluka altında tutmuş, Kürdistan’ın zayıflaması ve krizlerle boğuşması için her türlü çabanın içinde olmuştur. Anlaşılması gereken yeni durum şudur: Irak, mevcut haliyle bütün vücudu zehirleyen kanser hücresi gibi büyük sorundur. Çözüm ise, Ortadoğu’nun istikrarına, refahına ve güvenliğine katkı sunacak bağımsız Kürdistan’dır. Irak’ın sorun, Kürdistan’ın ise çözüm olduğu gerçeğinden hareketle Ortadoğu’da yeni bir anlayışın geliştirilmesine ihtiyaç vardır. Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani, önerdiği Çekoslovakya Modeli, Irak-Kürdistan sorununda gerçek çözüm olacak bir model durumundadır. 1 Ocak 1993 yılında Çekoslovakya, Çek ve Slovakya şeklinde iki ayrı devlete ayrılmıştır. Çek bölgesi ekonomik açıdan daha fazla gelişmişken Slovak bölgesi daha geri durumdaydı. İlk olarak Çekoslovakya, Çek ve Slovakya şeklinde iki eyalete ayrıldı. Adem-i merkeziyetçi bir anlayışla merkezin yetkileri iki eyalete devredildi. Ortak bir merkezi yönetimin bir anlamı olmadığını gören Slovaklar, özellikle ayrılmayı istiyorlardı. Güçlü bir federal yapının oluşturulmasının imkansızlığı karşısında taraflar, bağımsızlığın herkes için en iyi seçenek olduğunu görmüşlerdir. Slovakların ayrılma isteklerini Çekler, barışçıl bir şekilde kabul ettiler. Eski Çekoslovakya devletinin bütün hakları, Çek ve Slovakya Cumhuriyetlerine devredilmiştir. Çekoslovakya tipi ayrılma modeli, savaş ve çatışma olmadan iki devletin oluştuğu konusunda şimdiye kadar ortaya çıkmış tek modeldir. Çekler ve Slovaklar, kırk beş yıl boyunca zoraki biraya getirilmelerine rağmen, iki toplum birbirlerine karşı Halepçe ve Enfal gibi soykırımlar gerçekleştirmemişlerdir. Büyük tarihi çatışmalar olmamasına rağmen, iki toplum barışçıl bir şekilde ayrılma yolunu seçmiştir. Yapılan bağımsızlık referandumunun sonucunu taraflar kabul etmiştir. Çekler ve Slovaklar, zoraki birliktelik yerine ayrılık seçeneğini kullanmanın karşılıklı olarak birbirlerinin hakkı olduğunu görmüşlerdir. Ayrılma sürecinde Vaclav Havel gibi barışçıl bir kişinin liderliği, ayrışmanın yapıcı ve barışçıl bir şekilde olmasını sağlamıştır. Barışçıl bir lider olan Başkan Barzani, Kürdistan-Irak ayrışma sürecinde Havel gibi rol oynayacak tek liderdir. Kadife Boşanma olarak adlandırılan Çekoslovakya Modeli, Kürdistan’ın barışçıl bir şekilde bağımsızlığı için tek yapıcı modeldir. Ortadoğu’da zoraki birlikteliği ve zorbalıkla hükmetmek yerine, halkların eşitliğini ve ayrılmanın hak olduğunu içselleştiren sahici bir bakış açısının çözüm olarak kabul edilmesine ihtiyaç vardır. 06 ROJAVA BasHaber 04 Nisan - 10 Nisan 2016 BasHaber HABER 04 Nisan - 10 Nisan 2016 Zaxo Askeri Akademisi Kadın Peşmerge komutanlar yetiştiriliyor M ‘Rojava Federasyonu muğlak’ S uriye rejimi ve muhalefetinin PYD’ye bağlı Rojava- Kuzey Suriye Demokratik Federal Sistem Kurucu Meclisi’nin ilan ettiği federasyona tepkileri sürüyor. ENKS ise PYD öncülüğünde ilan edilen federasyonu muğlak ve demokratik olmamakla suçluyor. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Kürdler’in Rojava’da “azınlık” olduklarını iddia ederek federasyona karşı çıkarken, Suriye muhalefeti de federasyonun Suriye’yi parçalayacağını iddia ediyor. Şam rejimi ve muhalefetinin tepkilerine karşılık veren PYD temsilcileri ise ilan ettikleri federal sistemin coğrafi bir model olduğunu ve federal sistemin Suriye’yi demokratikleştireceğini belirtiyorlar. ENKS ise PYD’nin siyasi manevra yaptığını ve Rojava halkına doktrinlerini dayattıklarını ifade ediyor. Suriye yönetimi ve muhalefetinin yanı sıra PYD’ye destek veren ABD ve Rusya da federasyona destek vermediklerini ve üniter bir Suriye’den yana olduklarını açıklamaları ve PYD’yi Cenevre görüşmelerine müdahil etmemeleri PYD’ye siyasi bir ambargonun uygulanacağını gösteriyor. Diğer taraftan Suriye uçaklarının Qamişlo ve Hasekê’de alçak uçuşlar yapması ve Suriyeli yetkililerin Rojava’daki Kürdleri aşağılayıcı açıklamaları kısa zamanda Suriye rejimi ile PYD arasında gerginliğe neden olmaya aday. ENKS’li Brimo: Rejim de, muhalefet de Kürdler’in hakkını tanımıyor PDKS Politbüro Üyesi ve ENKS yöneticisi Nuri Brimo BasHaber’e yaptığı açıklamada PYD’nin ilan ettiği federasyonun ideolojik ve sınırları belli olmayan bir yönetim biçimi olduğunu söyledi. ENKS’nin 2011’de Suriye krizinin federal bir sistem ile çözüleceğini açıkladığını hatırlatan Brimo, PYD’nin ilan ettiği federal sistemin Rojava Kürdleri’nin ve Suriye’deki sorunları çözmeyeceğini ifade etti. Suriye muhalefeti ve rejimin Kürdler karşısında şovenist bir tutum takındıklarını sözlerine ekleyen Brimo, “Suriye rejimi ve muhalefeti ırkçı yaklaşımlar sergiliyorlar. PYD’nin ilan et- tiği federal sisteme karşı çıkıyorlar. Kürdler’in haklarının tanınması konusunda birlik oluyor. Rejim de muhalefet de Kürdler’in hakkını tanımıyor” şeklinde konuştu. Brimo, bölgede Kürdlere yeni Sykes - Picot Anlaşması’nın dayatılmaya çalışıldığını söyleyerek, Kürdler’in buna izin vermeyeceklerini ve Rojava’da ulusal bir siyaset izlenmesi gerektiğini açıkladı. savundu. ENKS’nin federal sistemin yabancısı olmadığını savunan İsmail, “Demokrasi ve federasyon birbirlerini tamamlayan şeylerdir. Bir devlet demokratik olmayabilir ama bir federal sistem demokratik olmak zorundadır. ENKS’nin önerdiği federal sistem Kürdlerin kendi kendilerini yönettikleri bir modeldir. Kürdler’in uluslararası hukuk ve ilişkileri belirlenmiştir. Suriye ile olan hukuk ve ilişkileri ENKS’li İsmail: Kürdler’in demokratik belirlenmiştir. Ucu açık cümleler ile federasSuriye’ye ihtiyacı yok yon ilanı ve demokratik federasyon edebiyatı ENKS Üyesi Mihemed İsmail’de ilan edilen ile federasyon inşa edilemez” değerlendirmeRojava-Kuzey Suriye Demokratik Federal sini yapıyor. Sistemi’ne dair değerlendirmelerde bulundu. ENKS’nin KBY ve AB ülkelerindeki federal İlan edlen federal sistemi örnek sistemin PYD’nin 4 17 Mart’da bir araya gelen TEV-DEM üyeleri aldığını ve Kürdler’in yıllık tekçi siyasetinin Demokratik Özerklik ve kanton sistemini haklarını diplomasi devamı olduğunu lağvettiklerini söyleyerek Rojava- Suriye, yaptığını söyleyen belirtti. İsmail, İsmail, PYD’nin ilan Demokratik Federasyonu ilan etti. Suriye etmiş olduğu kanton PYD’nin kendi başına rejimi federasyon ilanına karşı çıkarken, ve federasyonun bir hareket ettiğini ve uluslararası güçler de tek taraflı ilan edilen farkının olmadığını Rojava’da yeni şeyler denemeye kalktığını belirtti. federasyona destek vermeyeceklerini söyledi. İsmail, PYD belirttiler. Suriye krizinin federal yönetim ve TEV-DEM’in ilan modeli ile çözüleceğini savunan ENKS ise PYD’li Evdo: Federal ettiği federal sistemin sistem Suriye’yi PYD’nin federasyon modelinin muğlak bir örenğinin bulunbütünleştirir olduğunu savunuyor. madığını söyleyerek, Rojava-Kuzey “Federal sistemler Suriye Demokratik ya etnik temeller ya da coğrafi sınırlar ile Federal Sistem’ine ilişkin BasHaber’e bilgi belirlenen yönetim modelleridir. Rojava-Kuveren Kobanê Yasama Meclisi Eşbaşkanı, Fewzey Suriye Demokratik Federal Sistemi’nin ziya Ebdo, Rojava-Kuzey Suriye Demokratik hangi bölgeleri kapsadığı bilinmiyor. Halep’te Federal Sistem Örgütlenme Kurulu Toplumsal Rakka’da Deyrazor da Suriye’nin kuzeyinde yer Sözleşme Komitesi’nin kurulduğunu ve bu alıyor. Programlarında Kürdlere Kürdistan’a komitenin Suriye Kürdlerin Ulusal Birliği, ilişkin bir şey yok. Kürdler’in demokratik bir TEV-DEM, Suriye Kürdleri Sol Partisi ile topSuriye’ye ihtiyacı yok” şeklinde konuştu. lantılar yaptığını ve çalışmalarını sürdürdüklerini söyledi. Rojava-Kuzey Suriye Demokratik “PYD demokrasi edebiyatı yapıyor” Federal Sistem Örgütlenme Kurulu Toplumsal Açıklamasının devamında da İsmail Sözleşme Komitesi’nin toplantılarda federal PYD’nin Rojava’da demokratik olmayan faalisistemin bölge ve Suriye’ye etkilerini taryetler içinde olduğunu söyleyerek demokrasi tıştığını dile getiren Ebdo, federal sistemin ve federal yönetim sisteminin birbirini bütün- bölgedeki halklar arasında diyalog ve huzuru lediğini ancak PYD’nin demokratik olmayan getireceğini ve belirtiyor. faaliyetlerinin demokrasi ile örtüşmediğini “Prag’da temsilcilik açıyoruz” Rusya, ABD ve AB ülkelerinin federasyona desteklediklerini belirten değerlendirmelerine dikkat çeken Ebdo, Rojava’nın fiili bir durum olarak var olduğunu ve ABD ve Rusya’nın Kürdler’in Rojava’da kurdukları fiili durumun kabul edileceğini açıklayarak, “Kendi kaderimi kendi yönetim biçimimize biz karar veririz. IŞİD ile savaşırken onlardan izin almadık. Nasıl bir yönetim kuracaksak onun içinde kimseden izin almayız. Demokratik barışçıl bir model inşa ettik bu Suriye’yi bütünleştiricidir. ABD ve Rusya’da varlığımızı kabul edecektir” şeklinde konuştu. Ayrıca PYD’nin Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag’da temsilcilik açacağına ilişkin iddiaları sorduğumuz Evdo, içinde YPG/J ve PYD yöneticilerinin bulunduğu bir heyetin Prag’a gittiğini ve PYD’nin Moskava’dan sonra Prag’da da temsilcilik açacağını belirtti. Minbic Operasyonu için start verildi Öte yandan Azez ve Halep’in kuzeyindeki operasyonlarına son veren YPG ve Demokratik Suriye Güçleri’nin Cerablus ve Minbic’a operasyon hazırlığında olduğu öğrenildi. Bölgeden alınan bilgilere göre 3 gün önce IŞİD’in bölgedeki kamplarını bombalayan koalisyon uçaklarının IŞİD’in kontrolünde bulunan Minbic’i bombalamaya devam ediyor. Operasyonları izleyen gazeteci Mohamed Bilo BasHaber’e YPG’nin Minbic ve çevresine cephane ve askeri birlikler gönderdiğini söyleyerek, yakın zamanda Cerablus ve Minbic kasabasına operasyon düzenleyeceğini Bilo, ABD’nin bölgede yoğun bombardıman yaptığını ve keşif uçaklarının bilgi topladıklarını söyleyerek, “ABD bölgeyi izliyor ve IŞİD’in barınaklarını bombalıyor. YPG de hazırlık içinde birkaç güne operasyon başlayacak. IŞİD Minbic ve Cerablus’tan çıkarsa Kürd şehirleri birleşiyor. Stratejik yerler YPG’nin elinde. YPG, IŞİD’i Minbic’tan çıkarabilir” şeklinde konuştu. ahabad Kürdistan Cumhuriyeti lideri Qazî Mihemed’in idam edilişinin 69. yıl dönümü vesilesi ile Zaxo Askeri Akademisi’nde bir merasim düzenlendi. Merasimde eğitimlerini tamamlayan 201 kadın komutan göreve başladı. Mezuniyet töreninde Kürdistan Ordusu Başkomutanı ve Kürdistan Bölge Yönetimi Başkanı Mesut Barzani, yaptığı konuşmada kadın Peşmergelerin kahramanlıklarına inandığını söyleyerek, Peşmerge isminin tüm dünyada Kürdlerin gurur kaynağı olduğunu ve tüm dünyanın Peşmerge’yi övdüğünü ifade etti. Törene, KBY Başkanı, Mesut Barzani, Kürdistan Güvenlik Ajansı Başkanı Mesrur Barzani, Peşmerge Komutanı Zaim Ali, Zaxo Askeri Akademisi Komutanı Feriq Şehab Ehmed’in yanı sıra çeşitli ülkelerin elçileri, siyasetçiler ve Zaxo halkı katıldı. Akademi Komutanı Feriq Şehab törende yaptığı konuşmasında, şimdiye kadar 21 dönem eğitim verdiklerini ve bu eğitimlerden 6 bin 197 komutan yetiştirdiklerini söyledi. Şehab, “Bu dönemi önemli kılan şey ilk olarak kadın komutanların eğitilmesinden kaynaklanıyor. Bu kadın komutanlarımız yaz sıcağı altında, kışın soğuğunda, zorlu şartlarda eğitimlerini başarıyla tamamladılar” dedi. Bu başarıları elde edilmesi için KBY Başkanı Mesud Barzani’nin her türlü desteği sağladığını söyleyen Şehbab konuşmasının devamında şöyle dedi: “Bu kadın komutanlarımızın görevlerinde başarılı olacaklarına ve her koşulda Kürdistan topraklarını savunacaklarına inanıyorum.” “Kızlarımız, erkeklerden farklarının olmadığını ispatladı” Mesud Barzani törende yaptığı konuşmasında, özgürlük için Peşmerge’nin fedakârlıklarına dikkat çekti. Barzani, ”Peşmerge’nin adı tüm Dünya’da gururla anılıyor. Kadın Peşmerge komutanlarımızı kutluyorum. Sizlerden çok umutluyum. Kahraman erkek kardeşleriniz ile beraber yan yana büyük kahramanlıklar yapacağınıza, büyük bir boşluğu dolduracağınıza ve çalışma azmini, direnişi tüm dünyaya göstereceğinize inanıyorum’ dedi. Yaptığı konuşmasının devamında, Zaxo Akademisi komutan ve hocalarına teşekkür eden Barzani, Zaxo Akademisi’nin Kürdistan’a çok hizmet ettiğini söyleyerek şöyle konuştu: “Zaxo şehri devrim ve devrimciler yuvasıdır, hizmet edilmeye layıktır. Askeri Akademi kurma kararı verdiğimizde Zaxo’yu seçtik. Ve bu karar da doğru bir karardı.“ Barzani konuşmasında, IŞİD ile mücadelede yaşamını yitiren üç kadın Perşmerge’den de bahsederek kadın ve erkek Peşmergeler arasında hiçbir fark olmadığını söyledi. Barzani, “Sizler atalarınızın çok kıt şartlarla mücadeleye başladığı bu KBY’nde devletleşmenin altyapısının kurulması bağlamında Zaxo Askeri Akademisi’nde kadın Peşmerge komutanlar eğitiliyor. Son dewrede eğitimlerini tamamlayan 201 kadın Peşmerge komutanı göreve başladı. Zaxo Askeri Akademisi’nde kadın komutanlar tarafından eğitilen Peşmerge kadınlar için resmi tören düzenlendi. yolun takipçisisiniz. Sizlerin bugün burada oluşu onların kutsal çabalarının ve şehitlerimizin sayesindedir. Vatanımız bir tehlikeyle karşılaşırsa artık kızlarımız, gençlerimiz, hazırdır, hepimiz ülkemizi, halkımızı savunmaya, canımızı vermeye hazırız. Kadınlarımız Peşmerge kardeşleriyle yan yana IŞİD teröristleriyle savaştı. Bu da Kürdistan’ın her şeyden değerli ve önemli olduğunu gösterdi. Peşmerge ismi tüm dünyada Kürdlerin gurur kaynağı olmuştur. Tüm dünya kadın ve erkek Peşmergeleri övmektedir” ifadelerini kullandı. ‘Kürdistan Bayrağı gölgesindeyiz’ Konuşmasının devamın da akademinin bu döneminin önemine dikkat çeken Başkan Barzani, “Sizler bu dönem çok yoruldunuz ve emeğinizin karşılığını aldınız. Omuzlarınıza yıldızlar takıp komutan olacaksınız. Bu, ağır bir görev ve emanettir. Bu görevi ve yetkiyi Kürdistan’a hizmet için kullanmalısınız. Bu yetkinin anlamı budur. Biz, dünyaya kadın ve erkeklerimizin arasında fedakarlık konusunda hiçbir fark olmadığını göstermek istedik. Siz büyük bir kapı açıp, büyük bir duvarı yıktınız. Diğer kızlarımızın da gelip sizler gibi buna katılmalarını umut ediyorum. Kapımız onlara açıktır. Kadınlarımızın da erkekler gibi ordumuzda yetki sahibi olmasını istiyoruz. Şüphesiz sizler ağır bir görev aldınız. Savaşlarda kızlarımız da şehit oldu. Kadınlarımızın da sistematik bir şekilde katılmalarını ve bilgi silahını kuşanmalarını istiyoruz. Barzani, günün önemine de dikkat çekerek; “Bu gün Qazî Mihemed’in şehit edilişinin 69. Yıl dönümüdür. Bu gün, O’nun Mele Mustafa Barzani’ye takdim ettiğin bayrağın gölgesinde başı dik bir şekilde yaşıyoruz” açıklamasını yaptı. Barzani, merasimde eğitimlerini dereceyle tamamlayan kadı Peşmerge komutanlarının ödüllerini takdim edip onları kutladı. Komutanlar Akademisi KBY’nin Zaxo İlçesi’nde IŞİD ile mücadeleye karşı komutanların yetiştirilmesi için kurulan Zaxo Askeri Akademisi’nin 21. döneminde kadın Peşmerge komutanlarının yetiştirilmesi kararlaştırıldı. 1996’da kurulan Zaxo Askeri Akademisi’nde her yıl bir dönem eğitim veriliyor. Şimdiye kadar yapılan 21 dönem eğitimde 200 ile 300 arasında komutan yetiştirildi. Şimdiye kadar yetiştirilen 6 bin 197 komutan, Perşmerge birliklerinde ve Irak Ordusu’nda görev yaptı. Zaxo Akademisi’nde yetiştirilen komutanlara, terörizme karşı savaş taktikleri, askeri bilgi, modern silahların kullanımı gibi konularda eğitim veriliyor. 07 Kasabanın erkekliği FERHAT KENTEL İnternetten çocuk pornosu indiren ilahiyat profesörlerimiz var. İçinde onlarca çocuğu taciz eden “insanların” barınabildiği “dindar” vakıflarımız var. Sadece “çalıyorlar ama çalışıyorlar” değil; “çalıyorlar ama besmeleyle çalıyorlar” özdeyişlerinin filizlendiği memleketimizde, şehirlerimiz kutuplaşmış “milli davalar” altında yerle bir olduktan sonra, aynı yerleri “abad” etmek üzere hemencecik “görev aşkıyla” inşaatlara girişen iş adamlarımız var... Sonra şu aşağıdaki haberlerin hepsi memleketimizde geçtiğimiz çok kısa bir döneme ait haberler... “Karabük’ün Yenice ilçesindeki bir adam öz kızına tecavüz etmek ve tecavüzden doğan 2 çocuktan kız olanına da tacizde bulunmaktan tutuklandı.” “Çorum merkeze bağlı Büyükdüvenci Beldesi’nde meydana gelen olayda 13 yaşındaki A.Ş. adlı kıza, öz babası, ağabeyi ve amcası da tecavüz etti.” “Bingöl’de dört esnaf 16 yaşındaki çocuğu üç yıl boyunca istismar ettiler.” Diyarbakır’ın Lice İlçesi’nde ortaokul öğretmeni 37 yaşındaki F.Ö., okulda yaşları 12 ile 14 arasında değişen 6 kız öğrenciye cinsel tacizde bulundu. Ama bu haberler, bu konudaki haberlerin hepsi değil; kendinizi fazla yormadan, daha tonla benzer haber bulursunuz. İşi biraz daha ciddiye alırsanız, memleketin karakollarını falan dolaşırsanız, eğer sizinle paylaşırlarsa, buzdağının önemli bir kısmını daha görebilirsiniz. Kafayı takıp, kendi bilginizi derleyecek şekilde “saha”ya çıkarsanız, hiçbir zaman buzdağının tamamına ulaşamazsınız ama buzdağının boyutları hakkında epey ciddi bir fikir edinirsiniz. Ancak kasabaların sırları çok derindir; herkes bilir ama sizin gibi kasabanın yabancılarına zırnık haber sızdırmazlar. Kasaba her zaman için ne kadar huzurlu, ne kadar çok değerlerine saygılı olduğunu anlatır size. Kasabanın meseleleri, eğer halının altına süpürülemeyecek kadar büyürse, bazen dışarı çıkar... Mesela “Gaziantep’te boşanma aşamasındaki eşinin evine gelen öfkeli koca, cinnet getirerek aralarında eşinin de bulunduğu dört kişiye kurşun yağdırır. Olay yerinden kaçan şahıs beş kişiyi daha öldürür”... Ve bu arada öğreniriz ki, meğer kadının korunma talebi varmış. Olay o kadar vahşidir ki, kasaba saklayamaz; kasabanın da içinde olduğu kasabalar federasyonu da saklayamaz. Dokuz kişinin katili kısa süreli de olsa, ayıplamamız için işlevsel bir rol oynar... Olaylar bu kadar abarmazsa, kasaba ve onun içinde yer aldığı kasabalar zihniyeti korumayı sağlar. Mesela, “Diyarbakır’da yaşanan olayda tecavüz iddiasıyla gözaltına alınan S.A önce 7.5 yıl cezaya çarptırılır, daha sonra ceza 6 aya indirilir; en sonunda da cezası ertelenir.” Takım elbiseyi, kravatı takıp “iyi halden yararlananlar” vardır ama yıllar boyunca her türlü tacize, tecavüze, şiddete uğrayan kadın en sonunda celladını öldürünce “iyi halin” “i”sini bile göremeyip, tam tekmil ceza alır. “Huzurlu kasabamızın” derin sırlarını saklamasını kolaylaştıran başka mevzuular vardır... Kasabanın kendi kapalı kimliğini, bir şekilde korumasını sağlayan, içerideki pisliklerini örtmesini sağlayan çok elverişli bir “dışarısı” vardır çünkü. Bu dışarısı, “milli” ya da başka herhangi bir “ulvi dava” tarafından, en basit ifadesiyle, “günah keçisi”, daha da sık rastlanan ifadesiyle “düşman” olarak ilan edilmiş olan herhangi bir kimse, grup, dinsel ya da etnik cemaat olabilir. “Açık Radyo”daki “Açık Gazete” programında Ömer Madra ve Murat Can Tonbil gayet makul bir şekilde bir soru sordular. “Neden insanlar bu tecavüzler konusunda bir protesto yapmazlar? Mesela -yakıp yıkmasınlar ama -HDP binalarını basan ‘hassas’ insanların bu konuda söyleyecekleri hiçbir şey yok mu?” Ahlaksızlığın tavan yaptığı, bu ahlaksızlığın baş müsebbibinin güce ve kazanmaya dayalı, kompleksli “erkeklik” ideolojisinin olduğu memleketimizde galiba HDP’ye vb. vurmak çok daha kolay... Erkeklik başka ne yapsın ki? Kasabanın sırrını açığa çıkarmak hiç kolay değil... Çünkü işin içinde kendisi var.. 08 SÖYLEŞİ BasHaber SÖYLEŞİ 04 Nisan - 10 Nisan 82016 Dr. Yekta Uzunoğlu: Araplarla, Çekoslovakya Modeli imkansız Dünyadaki politik ayrışmaların en başarılı örneklerinden sayılan ve çatışmasız, savaşsız ayrılığı ifade eden Çekoslovakya Modeli’nin en önemli sonuçlarından bir tanesinin Slovaklar’ın mağduriyeti olduğunu savunan Dr.Yekta Uzunoğlu, “Tarih bu ayrılışın Slovaklar’ın zararına sonuçlar doğurduğunu ispatladı” diyor. Çekoslovakya prosesinin ulusal, uluslararası ve hukuki boyutlarını inceleyen Uzunoğlu, “Çekoslovakya’nın medeni ayrılışı Kürdler için model olamaz, çünkü karşı taraf medeni değildir. Bağdat’taki bir boşanma olayında bile Çekoslovakya’nın ayrılmasından daha fazla kavga çıkar” diyor. KBY Başkanı Mesud Barzani’nin, ‘Çekoslovakya Modeli’ne benzer bir yöntemle ayrılmak istemlerini değerlendiren Yeter Polat Çekler ve Slovaklar’ın ortak tarih, ortak hafıza konusunda nasıl bir geçmişleri var? Çekler ve Slovaklar lisan açısından birbirine çok yakın iki lisana sahip olmalarına rağmen sosyo-etnolojik gelişmeleri dış faktörlerden ötürü farklı bir seyir aldı. Çekler zorla Hıristiyanlaşmayı Avrupa’da kabul etmeyen ender milletlerden birisi olmanın yanında Vatikan’a baş kaldıran ilk halk oldu. Bu başkaldırı önce teolojik bir başkaldırı hareketi olarak başlasa da daha sonra (1419 - 1434) 15 yıl süren savaşın yenilen tarafı Çekler olarak sonuçlandı. Slovaklar ne teolojik ne de silahlı başkaldırıya katılan taraf olmadılar. Vatikan’ın Katolisizmine sadık kaldılar. Teolojik açıdan Vatikan’a başkaldırıyı başlatan Çekler’in “ulu” din adamı Jan Hus’tur. Jan Hus, Vatikan’a görüşmeye davet edilmiş, Vatikan’ın görüşme talebini kabul etmiş, Vatikan yolculuğunda bugün artık Almanya kenti olan Kostanz Kenti’nde Katolik piskoposun konağında önce ağırlanmış daha sonra tutuklanıp Kostanz Meydanı’nda canlı-canlı yakılmıştı. Bu olay Çek halkının “ilelebet” Vatikan’dan ve Hıristiyanlıktan uzaklaşmasına neden olan ana faktör olarak günümüze kadar Çek halkının beleğinde canlılığını korumuştur. Çekler’in Avrupa’da dine en az inanan halk olma sıfatının nedeni tarihlerinde Vatikan ile yaşadıkları bu tür kanlı, trajik deneyimlerdir. Slovaklar Vatikan’la yoğun olmazsa da hep uyum içinde oldular. Yalınlaştırırsak; Çekler dine başkaldıran Slovaklar ise yoğun olmazsa da Hıristiyan dinini kabul eden halk oldu. 1434 yılında Çekler Vatikan’ı temsilen Habsburg Hanedanlığı ile 15 yıl sürdürdükleri savaştan yenilen taraf olarak çıkınca, 484 yıl süren Habsburg Hanedanlığı’nın egemenliği altında yaşamak zorunda kaldılar. Slovaklar ise Avusturya-Macaristan İmparatorluğu çerçevesinde Macarlar’ın egemenliği altında yaşamak zorunda kaldılar. Çek kültürünü etkileyen hakim kültür Avusturya kültürüyken, Slovakları etkileyen hakim kültür Macar kültürü oldu. Uzunoğlu, yıllarca boğazlaşmış diktaların, radikal örgütler doğurduğu Irak topraklarında Çekoslovakya Modeli’ne benzer medeni bir ayrılık getirmeyeceğini ifade ederek şu görüşleri dile getirdi: “Bu Sayın Mesud Barzani’nin iyi niyet ifadesidir ama var olan konjonktürde bunun kavgasız gerçekleşmesi mümkün gözükmüyor. Sayın Barzani’nin Çekoslovakya Modeli’ne işaret etmesi şahsının medeni yapısından kaynaklanıyor, ümidim karşısındakinin kendisi gibi medeni ve insancıl olmadığını bilmiş olmasıdır.” BasHaber’in sorularını yanıtlayan Dr. Yekta Uzunoğlu, “Ayrılmayı isteyenler Slovaklardı ama ayrılmadan sonra ekonomik açıdan yıkım yaşayan yine Slovaklar”ın olduğunu söylüyor. Çekleri, Slovaklar’dan ayrıştıran ana faktör, din ve iki farklı hakim kültürdür. Lisan açısından iki lisanın Almanca’daki birbirine iki farklı lehçeden daha yakın olmalarına rağmen. 1.Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Çekoslovakya, Avrupa’nın sınırlarının yeniden çizilmesi projesi çerçevesinde Çek filozof T. G. Masaryk’in ABD’yi ikna etmesi sonucu 28 Ekim 1918’de federatif bir devlet olarak ortaya çıktı. devlet yaratırken, Çekya’yı Almanya’nın vilayeti ilan etmiş, Yahudi ve Sinti-Romanları gaz odalarına göndermişti. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra yeniden kurulan Çekoslovakya ise, 1992 yılı sonuna kadar federatif yapısını korumayı başarmıştır. Çekoslovakya’nın gerek 1938’de gerekse de 1992 yılında parçalanmasının nedenleri hep dış faktörler, askeri, ideolojik, ekonomik müdahalelerle olmuştur. Çek ve Slovaklar neden birleştirildi, bugün iki ayrı devlet olan bu halklar geçmişte ortak devlet olma mecburiyeti ile karşı karşıya neden kaldı? Çekoslovakya yukarıda belirttiğim şartlarda ortaya çıktı ve başlangıçtan itibaren federatifti. O dönemin Avrupa şartlarına göre çok ileri bir demokrasiyle doğdu. Federatif yapının yanı sıra o dönemde ülkede yaşayan diğer tüm azınlıkların hakları da yasal anlamda güvence altına alınmış ender bir ülkeydi. 1918 yılında doğan Çekoslovakya sınırları içinde Çek ve Slovaklar’ın dışında 1.2 milyon civarında Alman, 300 bin civarında Macar ve 200 bin civarında Çingene, 100 bin Yahudi yaşıyordu ve tüm bu azınlıkların, çoğunlukla eşit hakları vardı. 1918-1938 yılları arasında kurulan koalisyon hükümetlerinin çoğunda Alman Partisi koalisyon ortağı olarak hep vardı. Çekoslovakya Modeli, yanı başlarında etnik temizliklerin yapıldığı, yüzyılın en korkunç katliamlarının yaşandığı Yugoslavya deneyiminin alternatifi olarak siyasi literatüre girdi. Bu iki halk ayrılma konusunda nasıl süreçler izledi? 1992 yılında Slovak yerel hükümeti federal hükümetin dışında ayrılma kararı aldı, Çek hükümeti de Slovak hükümetinin bu isteğine karşı çıkmadı, federal hükümet kendisine bağlı polis ve ordu ile bu ayrılışa karşı çıkabilirdi ancak iki hükümetin aldığı karara saygılı davrandı ve federasyon yıkıldı. Bu ayrılışın hukuki eksikliği ise referanduma gidilmeden gerçekleştirilmiş olmasıydı. Ülkenin mali değerleri 2/3 - 1/3 prensibi baz alınarak çözüldü. O dönemde Çekoslovakya’nın nüfusu 15 milyondu, Çekler 10, Slovaklar 5 milyondu. 2/3 - 1/3 modeli ise, nüfus sayısına göre alındı. Örneğin ordunun 750 tankı varsa, 250 Slovakya’ya 500 tanesi Çekya’ya gönderildi. Çekoslavakya iki halkın ortak devleti olabildi mi? Bu örnek baz alınırsa iki ayrı halk tek bir devlet çatısı altında ‘eşit’ olarak birlikte yaşayabilir mi? Milliyetçiliğin hakim olduğu o dönemin Avrupası’nda Çekoslovakya post-modern modeli yaşayabilirliğini kanıtlayan bir örnek ve istisnaydı. Çekoslovakya’nın eşit haklara sahip çok uluslu yapısı onu sadece, kültürde, sanatta, teknikte ve bilimde değil buna paralel olarak Avrupa’nın o döneminin en gelişmiş ekonomisine sahipliğini de beraberinde getirdi. 1938 yılında Hitler’in Çekoslovakya’yı istilasında, dönemin Avrupası’nda hakim olan ulus-devlet modeliyle zıtlaşan bu ender örneği ideolojik nedenlerle yok etmekte yatıyordu. Hitler, Çekoslovakya’yı işgal ettikten sonra Çekoslovakya’yı parçalamış, azınlık Slovakya’dan özgür bir ulus- Ayrılma iki toplum ve devlet açısından mutlu son olabildi mi? İki halk ve devletten biri diğerine göre mağdur olmadı mı? Ayrılık isteyenler Slovaklar’dı ama ayrılmadan sonra ekonomik açıdan yıkım yaşayan da Slovaklar oldu. Bu çöküş günümüze kadar da durdurulabilmiş değil. Slovakya’da ayrılıştan sonra patlayan işsizlik yüz binlerce Slovak’ın Çekya’da iş ve yeni bir yaşam aramasına neden oldu. Diğer tarafa yerleşmiş nüfus sorunu, evliliklerden kaynaklı melez nüfus sorunu, mülk, mübadele vs gibi sorunlar yaşandı mı? Hayır kesinlikle her şey eşine rastlanılmayan medeni bir hukuk ve ahlak çerçevesinde gerçekleştirildi. Çekya’da yaşayan Slovaklar’a Çek vatandaşlığı hakkı verildi, vatandaşlık milliyet baz alınarak oluşturulmadı. Ayrılıktan sonra iki toplum ve devlet arasında nasıl bir ilişki gelişti? Çifte vatandaşlık vs. gibi.. Çekler Slovaklar’a karşı hep eşine ender rastlanılır bir toleransla yaklaştılar ve hemen ayrıldıktan sonra Slovakya’ya karşı gümrük uygulamama kararı aldılar. Aynı olgunluğu ilk ayrılış yıllarında Slovaklar gösteremediyse de daha sonra onlarda olgunlaştı ve 18 yıldır iki ülke Avrupa’da her alanda birbirine karşı en yakın ülkedirler. Her hükümetin veya seçilen her yeni Cumhurbaşkanı’nın ilk yurtdışı ziyaretini ayrıldıkları ülkeye yapması ise gelenek haline getirilmiştir. Çek ve Slovaklar’ın yaşadığı ‘kavgasız ayrılık’ deneyimi Kürd ve Arap ilişkilerinde bir model, esin kaynağı olabilmesi mümkün mü? Bu konuyu yıllardır araştırıyorum, Çekoslovakya’nın medeni ayrılışı Kürdler için model olamaz, çünkü karşı taraf medeni değil. Bağdat’taki bir boşanma olayında bile Çekoslovakya’nın ayrılışından daha fazla kavga çıkar. KBY Başkanı Mesud Barzani, amaçlarının ‘Çekoslovakya Modeli’ne benzer bir yöntemle ayrılmak olduğunu ifade ediyor. Bu sadece bir niyet ifadesi mi? Yıllarca boğazlaşmış, diktalar, radikal örgütler doğurmuş Irak topraklarında Çekoslovakya benzeri medeni bir ayrılık söz konusu olabilir mi? Bu Sayın Mesud Barzani’nin çok iyi niyet ifadesidir ama var olan konjonktürde bunun kavgasız gerçekleşmesi mümkün gözükmüyor. Sayın Mesud Barzani’nin Çekoslovakya Modeli’ne işaret etmesi şahsının medeni yapısından kaynaklanıyor, ümidim karşısındakinin kendisi gibi medeni ve insancıl olmadığını bilmiş olmasıdır. ANALİZ BasHaber 04 Nisan - 10 Nisan 2016 9 SÖYLEŞİ Yaşar Abdülselamoğlu: Kan dökmeden ayrılık mümkün mü? S lovak ve Çek siyasetçiler 1917 yılında ABD’nin Pittsburgh kentinde toplanarak iki ulusun eşit bir şekilde temsil edildiği bir devletin kurulmasını kararlaştırmış ve böylece Çekoslovakya kurulmuştur. Çekoslovakya devleti adı altında karşılıklı kan akıtmadan, barış içinde yaşayan Çek ve Slovaklar 1 Ocak 1993 tarihinde iki ayrı devlete ayrıldılar. Ayrılma şekillerinin karşılıklı anlayışa, uzlaşmaya dayanması itibariyle “Kadife Ayrılış Modeli” ve Kibar Ayrılış” olarak da adlandırılan Çekoslovakya tipi ayrılma modelinden bahsedilmektedir. Her iki ulusun ortak bazı özellikleri var: Avusturya-Macaristan İmparatorluğu çerçevesinde birlikte olmuşlardır. Dilleri, kültürleri birbirine yakındır. İki tarafta Slav halklarıdır. Dinsel, mezhepsel olarak aralarında ciddi sorunlar yoktur. Çekler daha büyük nüfusa ve modernliğe, Slovaklar daha az bir nüfusa ve kırsal toplum tipine sahipler. Zamanında okumuşluk düzeyi, şehirleşme oranı Çeklerde daha ileri olduğu için Çeklerin etkinliği daha büyük olmuştur. Slovaklar “uluslaştığı” ölçüde sosyal, idari ve ekonomik alanda daha fazla yer almak için mücadele etmeye başlamışlardır. Daha sonra federasyon sistemine geçmişlerdir. Çekler ve Slovaklar, sosyalist düzenin çökmesinin ardından gelişen milliyetçi söylemlerin sonucunda ayrılmaya karar verdiler. Çek ve Slovakların ayrılıklarında ekonomik rasyonalizasyon diyebileceğimiz bir bakış açısının önemli rol oynadığı açıktır. Milli hasıla Çeklerde daha fazlaydı ve sürekli olarak Slovaklara parasal yardım yapıyorlardı. Çekler bu yardımları 1991 yılında durdurdular. Bunun ardından Çek ve Slovak milliyetçi siyasetçileri arasında birlik konusunda büyük tartışmalar başladı. Bazı siyasetçiler ayrılmayı kabul etmemelerine rağmen, 23 Temmuz 1992 tarihinde iki ülkenin ayrılması konusunda anlaşmaya varıldı. Böylece 31 Aralık 1992 tarihinde ülke barışçı bir şekilde iki ülkeye ayrıldı. Bu bir “Anlaşmalı ayrılık” idi. Aslında her iki tarafta da halkın çoğunluğu ayrılmak istemiyordu. Eylül 1992’deki bir ankete göre, ayrılık isteyenlerin oranı Slovaklarda %37, Çeklerde ise %38 idi. Ancak, bugün artık iki tarafta da yeniden birleşmek için herhangi bir nostalji yoktur. Bugünkü durum gözlemciler tarafından Çek ve Slovak ilişkilerinin en iyi dönemi olarak değerlendiriliyor. Siyasi, diplomatik ve komşuluk ilişkileri hala çok güçlüdür. Türkçe de en zor söylenen Çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız? kelimesini artık bir model sorunu olarak da görebiliriz. İstenilmeyen birlik mi, anlaşmalı ayrılık mı! Bu “Kibar ayrılık” modeli Ortadoğu’da, Kürdistan ve Irak’ta bir imkan olarak kullanılıp kullanılamayacağını anlayabilmemiz için iki şey üzerinde önemle durmak lazım. Birincisi, ayrılığa sebep olan temel faktörlerdeki benzerlik sorunu, ikincisi ise, millet iradesinin ayrılık için temel referans ve meşruiyet garantisi olarak görülüp görülmediği sorunudur. “Ekonomik rasyonalizasyon”, ulusal güvence ve demokrasinin korunması gibi esaslar üzerinden Güney Kürdistan’ın Irak’la olan sorunlu ilişkisine bakarsak, benzerlikler görebiliriz. Irak’ta üç Başbakan, Kürdistan ile olan mali, güvenlik ve demokrasi sorununu “çözme” vaadiyle değişti son on yıl içinde, hiç biri değişim sırasında vermiş olduğu sözü tutamadı. Irak Anayasası, demokrasi, güvenlik ve mali sorunlar bakımından iki ülke arasında sürekli bir krize sebebiyet veriyorsa ayrılma hakkını da beraberinde getiriyor demektir. Bu sorunların çözümü bugün de birlik içinde imkansız görünüyor. Kürdistan kendi zenginlikleri üzerinde açlığa, sefalete sürükleniyor. Kendi güvenliğini sağlama, yegane meşruiyet esaslarından biri olan demokrasiyi tehlikeye sokuyor. Bu nedenle, ayrılık her iki taraf için de en akıllı, en rasyonel çözüm şekli olarak görülüyor. Anlaşmalı bir ayrılığı sağlamak için taraflar birbirleriyle rasyonel argümanlarla konuşmalı, diyalog kesilmemeli, ayrılığa temel referans olarak salt farklı kimlik durumları, dinsel gerekçeler vs. değil, özellikle, gelişmeyi, sağlayacak ekonomik rasyonalizasyon söylemlerine öncelik verilmeli. İkinci konu ise, milletin iradesinin esas alınmasıdır. Milletin iradesi referandumla ortaya çıkar. Demokratik dünya, temel sorunlarını milletin iradesini kutsal bilerek çözdü. Bunun Ortadoğu’da, Kürdler içinde farklı olacağını düşünmek ideolojik yanılgıdır. Referandum Kürdistan’ın Irak’tan ayrılık sorununun salt bir liderin, partinin, siyasetin sorunu olup olmadığını ortaya koyacaktır. Kürd millet ezici çoğunluğu ile Kürdistan’ın kaderini belirlediği zaman, siyasete irade beyanında bulunduğu zaman artık sorun Kürd liderlerinin, partilerinin sorunu olmaktan çıkmış, tarihin uyulması gereken bir zorunluluk haline gelmiş demektir. Millet iradesi Kürd partileri içindeki tartışmalara da son verecek hüküm gücündedir. Irak, komşular ve dünya Kürdlerin millet olma iradesine saygı duymak zorundadır. Millet iradesi konuştuğu zaman, bütün “tanrılar” susmak zorundadır. Kürd siyasetçisi, tabii ki, herkesten fazla bu iradeyi kendi kutsal iradesi olarak bilmeli, onu esas referans ve meşruiyet zemini olarak almalı ki, herkes de aynı tavrı göstersin. KBY’de millet iradesi geleceği belirleyecek Referandum Kürdler için, Kürd siyaset anlayışı için yeni bir milat olacaktır. Artık, milletin kutsal iradesine başvurmak temel siyaset biçimine dönüşecektir. Kürdlerin kendilerine saygıları artacak, partiler arası boş tartışmalar, çekişmeler ortadan kalakacak, Kürd siyasetleri birbirlerine yaklaşmak, ortaklaşmak zorunda kalacaklardır. Demokratik mekanizmalarla belirlenmiş millet iradesine riayet etmeyen siyaset marjinalleşecektir. Bunu sadece Güney için değil, Rojava için, Bakur için de söylüyorum. Kürdlerin referandumu temel siyasi gidişatı belirleme mekanizması olarak kullanmaları ilerisi için Ortadoğu’da Kürd Modeli diye bir siyaset olayının tartışılmasına sebep olabilir. Başka halkların iradesi ve siyasi yaşamının da bu şekilde belirlenmesi durumlarını ortaya çıkaracaktır. Demokrasiyi Ortadoğu’ya layık gören zihniyet ve görüşler daha fazla gelişecektir. Ortadoğu referandumlardan korkmasın, demokratik dünya kendisi için layık gördüğü siyasi kültür ve mekanizmayı Ortadoğu’ya da layık görmelidir. Bunun aksi, Sykes-Picot anlayışının başka araç ve senaryolarla devam etmesi anlamına gelecektir. 09 Çatışma niçin başladı nasıl bitecek? AHMET ÖZER Bugün sorulması gereken temel soru şudur. Uzun bir süreden sonra bu çatışma neden başladı, kim başlattı, sonuçları nasıl gelişecek, kimleri nasıl etkileyecek ve nasıl bitecek? Bu soru zincirini doğru cevaplayabilmek, objektif bir biçimde tespitleri yapıp, doğruları ve yanlışlıkları ortaya koymak için bir an durup kendimizi tarafların yerine koyarak olaya bakalım. PKK yeni konjönktürün yarattığı olanaklardan yararlanarak yeni kazanımlar elde etmek istiyor. Olayların seyri PKK’nin bu nedenle yeni bir strateji denemeye giriştiğini gösteriyor. Bütün bunların Suriye’deki gelişmelerle yakından ilişkisi var tabi. PKK, Rojava’daki konumun tahkim edilmesini istiyor. Buna bağlı olarak savaşı kırsaldan kentlere taşıyarak bölgedeki şehirleri ve kasabaları Kobanileştiriyor. Bu stratejiyle bir yandan hakimiyet alanlarını büyütmek ve pekiştirmek isterken öte yandan devletin şiddetine maruz kalmış yerleri, insanları, yıkılmış kasabaları başta BM olmak üzere dünyaya göstererek iç yüzünü teşir ettigi düşünüyor. Buna karşılık Türkiye Rojava’daki Kürd koridorunu kendine tehdit olarak görüyor. IŞİD’e karşı verdiği mücadele ile batının desteğini ve takdirini kazanan PYD’nin uluslararası meşruiyetini kırmak için PKK ile aynileştirmeye çalışıyor. PKK ise devletin silahla kendini alt edemeyeceği mesajını vermek için, büyük kayıpları ve bölgede meydana gelen yıkımları göze alıyor. Bu çerçevede, bölgede güçlü olduğu yerlerde hendek ve barikatlarla öz yönetim ilan ederek Türkiye’yi meşgul etmek, Rojava’nın güçlenmesini sağlamak istiyor. Batı’da ise gerçekleştirdiği bombalı eylemlerle hükümeti sarsmak halkın tepkisini ona yöneltmek istiyor. Bu strateji bir yandan PKK’nin dünya nezdinde son zamanlarda IŞİD’e karşı verdiği mücadele kazandığı meşruiyetini sorgulatıyor, öte yandan bölge halkı tarafından sorgulanıyor. Gözlemciler halkın giderek örgütle arasına mesafe koymaya çalıştığını söylüyor. Ancak halkın örgüte kızgınlığı devlete yakınlığı anlamını taşımıyor. Çatışmalarda sadece halkın evi barkı yıkılmıyor, çok sayıda sivil de can veriyor.. Aslında HDP’nin 7 Haziran çıkışını ne Erdoğan ne de örgüt benimsedi. 1 Kasım’dan sonra ise arada kaldı. Bir kere HDP’nin geliştirdiği ve 7 Haziran seçimleriyle Batı’dan da büyük teveccüh gördüğü Türkiyelileşme söylemi büyük yara aldı. HDP’yi destekleyen batıdaki aydınlar ve halkın bir kısmı “aldatılmışlık duygusu” yaşıyor. PKK’nin yaptıklarını ne tam onaylıyor ne de tam karşı çıkabiliyor. Bu kararsızlık ve bu konuda politika üretememezlik hali onu sadece çözüm gücü olmaktan uzaklaştırmıyor, halktanda uzaklaştırmaya yol açıyor. MHP tamamen güvenlik politikasına saplanmış durumda. CHP ise cesur bir adım atamıyor. Bir yandan devleti ele geçirdiğini söylediği AKP hükümetinin politikalarını eleştirirken öte yandan buna alternatif olacak cesur çözümler ortaya koyamıyor. Çıkış üç noktada odaklanıyor: Birinci nokta, dış politikanın gözden geçirilmesidir. Türkiye’nin Suriye politikasının kökten yanlış olduğu ortaya çıkmasına rağmen ısrarla bu politikanın değiştirilmeden sürdürülmesi Türkiye ve Ortadoğu halklarına zarar veriyor. Türkiye’nin Suriye’de Kürdler başta olmak üzere diğer halklarla “kaybet kaybet” politikası yerine “kazan kazan” politikasına dönmesi gerekir. İkinci önemli nokta çözüm masasına dönülmesidir. Bunun için öncelikle bir çatışmasızlık ortamının yaratılması elzemdir. Çözüm masası kurulmazsa ve çatışmalar bu şiddetle devam ederse taraflar kan kaybederken, bölge halkı yaşananlar karşısında aidiyet bağlarını sorgulayacak ve duygusal kopuş artacaktır. Hiçbir çatışma ve savaş sonsuza kadar sürmeyeceğine göre, sonunda masaya oturulduğunda taraflar masaya kaybetmiş olarak oturmak zorunda kalacaktır. (Bu meyanda olan, ölen yoksul halk çocuklarına olmuş olacak.) Üçüncü noktada hükümetin demokrasi alanını daraltmak için kullandığı bütün ideolojik askeri ve yasal baskıları ve anti demokratik uygulamaları bir kenara bırakması; biran evvel demokrasiyi ve özgürlükleri genişletecek, eşitliği ve adaleti sağlayacak adımlar atmalıdır. 10 HABER BasHaber 04 Nisan - 10 Nisan 2016 Barış Vakfı: Bu savaşın kazananı olmayacak B Brusk Xamurpet arış Vakfı tarafından Ankara Neva Palas Otel’de düzenlenen basın toplantısında çözüm sürecine dair “Dolmabahçe’den Günümüze Çözüm Süreci: Başarısızlığı Anlamak ve Yeni Bir Yol Bulmak” konulu bir rapor hazırlandı. Çatışmalı sürece değinerek, savaşın kazananının olmadığının dile getirildiği raporda, hem PKK’ye, hem de devlete öneriler sunuldu. Raporu hazırlayan akademisyenler ise taraflara çağrıda bulunarak masaya dönme çağrısı yaptı. Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi Vahap Coşkun, “Şu anda şiddet ve güvenliğe sıkıştırılan yol çözüme engel oluyor. Tarafların bunu görmesi gerekir. Tarafların bunu görerek tekrardan barış sürecini başlatması gerekir” derken, Mardin Artuklu Üniversitesi Öğretim Üyesi Cuma Çiçek ise, “Ortada çok ciddi can kayıpları var. Bölgedeki insanlar bu ne zaman bitecek diye merak ediyorlar. Aslında iki tarafın içine girdiği yol kazananı olmayan yoldur. Ne PKK ne devlet bunu kazanamaz” dedi. Barışın inşa edilebilmesi için dilin silahsızlandırılması gerektiğini söyledi. Dilin nefrete, ötekileştirmeye yol açtığını, bunun herkesi zehirlediğini söyleyen Hakan Tahmaz, raporun barış için küçük de olsa bir damla olmasını diledi. Toplantıya akademisyen, insan hakları savunucuları ve çok sayıda kişi katıldı. Raporu hazırlayan Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi Vahap Coşkun ile Mardin Artuklu Üniversitesi Öğretim Üyesi Cuma Çiçek sundu. Raporda, çatışmalı sürecin bir “kaybet-kaybet” oyununa dönüştüğü belirtilerek, taraflara siyasi çözüm için müzakereye dönme çağrısı yapıldı. Devlet ve PKK arasındaki güven sorununa rağmen, halkın büyük çoğunluğunun barış ve siyasi çözümden yana olmasının Kürd sorununun siyasal çözümü için iki önemli dayanak olduğu vurgulandı. “Süreç, doğası gereği birçok zorluğu içeriyordu” Raporda PKK Lideri Abdullah Öcalan tarafından 2013 yılının Newrozu’nda dile getirilen barış çağrısı ile birlikte insanların artık barışı istedikleri de vurgulandı. Yapılan çağrının usulü kadar içeriğinin de önemli olduğu vurgulandığı raporda, Öcalan’ın çağrısının barış adına önemli olduğu kaydedildi. Çözüm sürecinin neden başarısız olduğu sorulan raporda, şunlar belirtildi: “Bunca yıkıma ve tahribata neden olan mevcut çatışmaların ortadan kalkması, Kürd meselesinin silah ve şiddet yolundan tekrar diyalog ve müzakere yoluna girmesi için 2013-2015 Çözüm Süreci’nin neden başarısız olduğu sorusu cevaplanmalıdır. Bu soruya verilen doğru ve yeterli açıklamalar, yeni bir diyalog ve müzakere sürecinin inşasına katkı sağlayabilir. Çözüm Süreci’nin başarısız olmasına neden olan birçok dinamik bulunmakla birlikte üç temel yapısal hatanın altı çizilmelidir: Zamanın kullanımı, aşırı muğlaklık ve taahhütlere uyulmaması. Süreç, doğası gereği birçok zorluğu içeriyordu. Yapısal hatalar da buna eklenince süreç akamete uğradı.” “Kazananı olmayan yol” 2015 yılından sonra çözüm sürecinin bittiğinin hatırlatıldığı raporda şunlar belirtildi: “Cizre, Sur, Ankara derken, Kürd meselesi bağlamında işler her geçen gün daha kötü bir noktaya gideceğimize işaret ediyor. Barış ve siyasi çözüme dair sözler duyulmaz, kıymetsiz oldu. Ancak, girdiğimiz yolun yol olmadığını hatırlamak ve hatırlatmak dışında seçeneğimiz de yok. Zira bu yolun kazananı yok, kaybedeni ise çok. PKK’nin kent çatışmalarıyla, Kürd meselesinde masaya dönüş dışında yeni bir yol açma şansı yok. PKK şiddete başvurarak bu savaşı kazanamaz. Lakin devlet de bu savaşı kazanamaz. Müzakereyi dışlayan bir yolla devlet, ne Kürd meselesi ile baş edebilir, ne de onu çözebilir. Devlet normatif olarak kazanamaz. Zira AK Parti’li Kürdler de dahil, Kürdler arasında bu sorunun bir terör ve güvenlik sorunu değil, siyasi bir sorun olduğuna dair güçlü bir mutabakat var. Bu da meseleye siyasi bir çözümü zorunlu kılıyor.” Taraflara öneriler Raporda hem PKK’ye hem de devlete çatışmalı sürecin bitmesi için önerilerde bulunuldu. Raporda şu önerilere yer verildi: “Kent çatışmalarının yaralarının sarılması ve mağduriyetlerin giderilmesi için çatışmasızlığın ivedilikle sağlanması gerekir. Kürd meselesinde şiddet sarmalını büyütecek, güven erozyonunu derinleştirecek olan, dokunulmazlıkların kaldırılması, parti kapatma tartışmaları gibi adımlardan kaçınılmalıdır. Çatışmasızlığın sağlanması için çatışmaların yoğunlaştığı ve büyük yıkımların meydana geldiği ilçeler başta olmak üzere, kentsel alanlar silahtan arındırılmalı, başka bir ifadeyle de militarize edilmelidir. Bu konuda PKKK kentsel alanlardan silahlı Barış Vakfı’nın “Dolmabahçe’den Günümüze Çözüm Süreci: Başarısızlığı Anlamak ve Yeni Bir Yol Bulmak” başlıklı raporunda tarafların bir an önce savaştan vazgeçmesi gerektiği belirtilerek, savaşın kazananının olmadığı dile getirildi. Ayrıca raporda, “mağduriyetlerin giderilmesi ve toplumsal yeniden inşa için ülke ölçeğinde bir seferberlik ilan edilmelidir” ifadeleri kullanıldı. militanlarını çekmeli, hendek ve barikatlarla kentsel alanlarda ‘alan hakimiyeti’ arayışına son vermelidir. Devlet sokağa çıkma yasaklarına son vermeli. Özel harekat gibi askeri/polis güçlerini kentlerden geri çekilmeli, kentsel alanlardaki polis gücü olağan asayiş işlerini yürütecek sınırlara çekilmeli. Yaşamını yitiren yurttaşlar için yas ilan edilmeli.” Yıkılan kentler için çağrı Raporda ayrıca Sur, Silvan, Cizre, Nusaybin, Dargeçit, Silopi, İdil içinde meydana gelen yıkımlar için de önerilerde bulunuldu. “Sur, Silvan, Cizre, Nusaybin, Dargeçit, Silopi, İdil ilçeleri başta olmak üzere çatışmaların yoğunlaştığı yerleşim yerlerinde yaraların sarılması, mağduriyetlerin giderilmesi ve toplumsal yeniden inşa için ülke ölçeğinde bir seferberlik ilan edilmelidir. Can kayıpları ve hak ihlalleri konusunda etkin bir inceleme ve soruşturma yürütülmelidir. Bu konuda meclis bünyesinde bir komisyon oluşturulmalıdır. “ “Dil silahsızlandırılmalıdır” Raporda, “yeni bir müzakere sürecinin zeminini oluşturmak ve yeni bir müzakere süreci, mekanizmaları ve aktörleri” kısmında ise taraflara önerilerde bulunarak, çözüm sürecinin tekrardan başlatılma çağrısı yapıldı. Raporun bu bölümünde ayrıca tarafların kullandığı dille dikkat çekilerek şunlar vurgulandı: “Son çatışmaların gösterdiği üzere bir ‘kaybet-kaybet’ oyunu olan mevcut gidişattan çıkmak için Kürd meselesinin siyasi çözümünün herkese kazandırdığı, bir kazan-kazan oyunu olduğu hatırlanmalı ve bu fikriyat kamuoyunda tartışılmalıdır. Güven sorunun giderilmesi için taraflar sembolik adımlar atmalı. Dil silahsızlandırılmalıdır. Başta AKP hükümeti ve HDP, PKK olmak üzere, siyasi partiler, medya, sivil toplum örgütleri, akademi gibi tüm taraflar bir uzlaşı ve çözüm dili oluşturmalıdır. Akil İnsanlar deneyimi dikkate alınarak, ülke ölçeğinde tüm süreci takip edecek, taraflardan bağımsız bir Uzlaşı ve Çözüm Heyeti kurulmalıdır.” Coşkun: Taraflar tekrar masaya dönmeli Raporu hazırlayan Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi Vahap Coşkun rapora ilişkin BasHaber’e konuştu. Coşkun, 7 Haziran’dan sonra yaşananların ardından bölgede kırılmaların başladığını belirterek, şunları söyledi: “Çözüm süreci ile birlikte insanlarda bir umut biriktirdi. Ama çatışmalı süreç ile birlikte insanların umutları kırıldı. Şu anda şiddet ve güvenliğe sıkıştırılan yol çözüme engel oluyor. Kürd meselesinin geldiği boyutu gösteriyor ki bu şekilde bir yolla çözmenin imkanı yok.” Çiçek: Devlet böyle yaparak sorunu derinleştiriyor Mardin Artuklu Üniversitesi Öğretim Üyesi Cuma Çiçek ise, toplumun sorunun çözülmesi için talepleri olduğunu ve hazırlanan rapor ile bunların dikkate alınarak hazırlandığını ifade ederek şunları söyledi: “Bunun siyasi bir çözüm ile çözüme talebi var. Ama ortada çok ciddi can kayıpları var. Bölgedeki insanlar bu ne zaman bitecek diye merak ediyorlar. İnsanlar bunca yıkıma neden olan bu süreç ne zaman bitecek diye merak ediyor. Aslında iki tarafın içine girdiği yol kazananı olmayan yoldur. Ne PKK ne devlet bunu kazanamaz.” BasHaber Sur’a dava D HABER 04 Nisan - 10 Nisan 2016 Adem Özgür iyarbakır’ın Sur İlçesi’nde aylardır süren çatışmalar ve sokağa çıkma yasaklarıyla birlikte harabeye çevrilen, yıkılan veya yakılan yerler, “Toledo”, “kentsel dönüşüm”, “Master Eylem Planı” ve “acele kamulaştırma” isimleriyle yeniden dizayn edilmeye çalışılıyor. 2 Aralık’ta yasağın ilan edilmesiyle yoğun çatışmaların yaşandığı Sur’da ağır hasar gören alanlar için Bakanlar Kurulu’nun Resmi Gazete’de yayımlanan kararı ile ‘acele kamulaştırma’ kararı alındı. Kararla, ilçedeki 15 mahallede bulunan toplam 368 adadaki 6 bin 300 parselin acele kamulaştırılmasını karar verildi. Diyarbakır Valiliği’nce Sur İlçesi’nde yürütülecek uygulamalarla bölgede yaşayan vatandaşların mağduriyetlerinin giderileceği ve can ile mal güvenliğinin sağlanacağı yerleşim alanlarının oluşturulacağı bildirildi. Valilikten yapılan açıklamada, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun kapsamında 22.10.2012 tarih ve 2012/3900 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile “riskli alan” ilan edilen Diyarbakır’ın Sur İlçesi Suriçi bölgesindeki taşınmazların 21 Mart 2016 tarih ve 2016/8659 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile acele kamulaştırılması hakkında kararların 25 Mart 2016 tarih ve 29664 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdiği anımsatıldı. Öte yandan ‘acele kamulaştırma’ya yönelik tepkiler de gelmeye başladı. Diyarbakır Barosu, HDP, Diyarbakır’daki sivil toplum örgütleri ile Mimarlar Odası Ankara Şubesi yaptıkları açıklamalarla ‘acele kamulaştırma’ düzenlemesinden vazgeçilmesi gerektiğini aktardılar. Diyarbakır Barosu davası açtı Alınan karar, birçok kesim tarafından tepkiyle karşılandı. Diyarbakır Barosu, Bakanlar Kurulu kararıyla Diyarbakır ili Sur İlçesi’ne getirilen acele kamulaştırma kararına karşı Danıştay’da kararın yürütülmesinin durdurulması ve iptali istemiyle dava açtı. Diyarbakır Barosu yaptığı açıklamada, acele kamulaştırma kararının mülkiyet hakkını ağır bir şekilde ihlal ettiği, mülkiyet hakkını koruma altına alan Anayasa’ya, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’na ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne de açıkça aykırı olduğunu ifade etti. Açıklamada “Sur İlçesi’nde yapılmak istenenin kent ve toplum yararına bir ihya çalışması olmadığı, ‘askeri/güvenlikçi imar’ çalışması olduğu yönünde büyük kaygılar taşımaktayız” dendi. HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ ise, grup toplantısında, “Kamulaştırma kararı verilen alanların içerisinde belediyelere ait araziler ve binalar var. Bunlara el konulmak isteniyor. Bunun neresinde hukuk, hak ve adalet var” diye sordu. Demirbaş: Bu aceleye ne gerek var? Eski Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş, “acele kamulaştırma” ile ilgili BasHaber’in sorularını yanıtladı. Sur’un Diyarbakır’ın kalbi olduğunu, yapılmak istenen şeyin ise Diyarbakır’ı ele geçirerek onu çökermek olduğunu belirten Demirbaş, “Oradaki halkla, STK’lerle, yerel yönetimle birlikte bir eylem planı yapmalıdır. Acele kamulaştırmada camiler, okulların, özel aile yerlerinin birçoğu da kamulaştırıldı. Bu da gösteriyor ki; yangından mal kaçırılmış gibi yapılmış ki bu da hükümetin ne kadar yanıldığını gösteriyor. Bu kadar aceleciliğe ne gerek var” şeklinde konuştu. Yapılanların hukukla da bir ilgisinin olmadığını altını çizen Demirbaş, hükümetin kendisine yakın müttehitlere peşkeş çekeceğini söyledi. Bilici: Belediyenin hizmet binası da kamulaştırıldı İHD Diyarbakır Şube Başkanı Bilici ise, BasHaber’e yaptığı açıklamada, acele kamulaştırmanın hukuk dışı bir düzenleme olduğunu belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü: “Formalite bazı şeyler yerine getiriliyor; yasalara dayandırılıyor ama öyle değil. Bize göre bu işgaldir. Bir ilçenin tamamı kamulaştırılmış, olması gere-ken bu değildir.” Acele kamulaştırmanın, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Mardin Artuklu Üniversitesi’nde açıklanan ‘Master Eylem Planı’nın hayata geçirilmesi olduğunu dile getiren Bilici, “Kürdleri yerinden etmek istiyorlar. Bunun bir başka amacı da demografiyi değiştirip, bir halkın belleğini silmektir. Neresinden bakarsanız bir faciadır. Kentin bütün bileşenleri yoğun toplantı ve kararlar alıyoruz. Mücadelemiz sürecektir” şeklinde konuştu. Hükümetin bunun hazırlığını uzun zamandır sürdürdüğünü ifade eden Raci Bilici, “Belediyenin hizmet binasından tutun, merkez bankasına kadar her şey kamu-laştırılmak isteniyor. Halk çok öfkeli. İlk defa böyle bir şey karşısında şoka uğramış durumda. Şu anda kriz masaları oluşturuluyor, insanların bu yönde talepleri var. Burada toplumsal barış sona erecektir; bu ülkenin barışa ve huzura ihtiyacı vardır” dedi. Ebedinoğlu: Kamulaştırma kaygılandırıyor Diyarbakır Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği (DESOB) Başkanı Ali-can Ebedinoğlu da konuyla ilgili BasHaber’e yaptığı değerlendirmede şu ifadeleri kullandı: “Kamulaştırmayla ilgili 21. Madde’de geçen ‘devletin güvenliği tehdit altında ise bu tür kararlar alınır’ deniliyor, Bakanlar Kurulu da buna göre karar almış. Biz bu konuda gerekli görüşmeleri yaptık. Yaşanan olaylar ve sokağa çıkma yasaklarından dolayı yurttaşlar ve esnaflar ciddi sıkıntılar yaşadı. Binlerce esnaf mağdur edildi, 10 bine yakın insan işsiz kaldı. Bu kamulaştırma kararı açıkçası hepimizi kaygılandırmaya başladı. Bu yapılırken hangi şartlar göz önünde bulunduruluyor? Orada yılların birikimi var, orada ticari hayat sona erecektir. Bunlarla ilgili hangi önlemler alınacaktır? Biz bunları kaygıyla bekliyoruz.” Zilan: Kürd hareketinin hatası Azadi Hareketi Genel Sekreteri Sıtkı Zilan ise, devletin 80 yıldır işgalci olduğunu belirterek, ‘yapılanlara şaşırmak gerektiğini’ söyledi. Devletin Kürd kentlerini işgal etmesini Kürd hareketinin hatasından kaynaklandığını ifade eden Zilan, “Burada tasarruf devlete verilmek isteniyor. Buradaki asıl hata devletin bunu yerel siyasilere, halka, sivil toplum örgütlerine sormamasıdır. Yaşanan çatışmalar ve özyönetim ilanları devletin güvenlik güçlerini buraya çekti. Bu Kürd hareketi için büyük bir hataydı” dedi. 11 Sur ve ötesi HAKAN TAHMAZ Bazen insan, olup bitenler karşısında söyleyecek söz bulamaz, nutku tutulur. 25 Mart 2016 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan, Bakanlar Kurulu’nun 2016/8659 sayılı “Diyarbakır İli, Sur İlçesi’nde İlan Edilen Riskli Alan Sınırları İçerisinde Bulunan Bazı Taşınmazların Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tarafından Acele Kamulaştırılması Hakkında Karar”ı tam da böyle bir şey. Bu karara itiraz edenlere itiraz edenler ve hiçbir empati yapma zahmetine girmeyenler, 50.000 civarında insanın yaşamını etkileyen mahallelerle ilgili bir konu tartışmakta olduklarını unutarak, gizleyerek yada gözardı ederek konuşuyorlar. Hiçbir mahçubiyet hissi taşımadan gözlerimizin içine bakarak insanları ahmak yerine koymaya çalışıyorlar. Sur’u aslına uygun yeniden inşa etmekten söz etme cesareti göstermeleri ise insana pes dedirtiyor. Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın temizlik hareketinden, Güneydoğu’yu bir yıl içinde yeniden inşa etmekten söz ettiği ve “terörle mücadele” adı altında hiç bir yasal ve hukuksal dayanağı bulunmayan keyfi bir biçimde tarihi kentleri, sokakları, binaları, ibadet yerlerini ve yaşam alanlarını harabeye çevirenlerin ağızlarından çıkan bu sözlere inanılmasını, güvenilmesini beklemek esas ahmaklıktır. Unutmayalım bütün bunlar şunun şurasında birkaç ay içinde oldu. İnsanların cesetlerinin günlerce sokaklarda kaldığı, süt almak için sokağa çıkan annesinin kollarında, beş aylık bebeğin, annesiyle birlikte canı alınan kent hem de UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınan bir kent hakkında verilmiş bir karar bu. Arkasının geleceği, ona yakın kentte 2 milyona yakın insanın yaşamını etkileyecek bir uygulamanın ilk örneği ile karşı karşıya olduğumuz anlatılıyor. Bu kararı almadan önce Ankara, Diyarbakır’da bir tek sivil toplum örgütüyle temas kurmuyor, yerel yönetimlerle temas etmeyi terörle mücadelede zaafiyet göstermek olarak değerlendiriyor. Kaymakam, vali gelişmelerden bir haberler. Hiç kuşku yok ki, Ankara’nın büyük inşaat firmaları, mühendislik, mimarlık şirketlerinde her şeye vakıf, hazırlık yapanlar var. Hükümet bu kararı uygulamaya koyma iradesi gösterirken, aynı zamanda başkanlık/yarı başkanlık tartışmasının salt siyasal bir rejim değişikliği ile sınırlı olmadığını gösterdi. Merkezi yönetim biçiminin en merkeziyetçi ve katı bir biçimde uygulanmasına geçilmek istendiğinin işaretini verdi. Bu yapılacak değişiklikle serbest piyasa ekonomisi ile devlet kapitalizmini çağrıştıran ekonomik uygulamaların iç içe geçme imkân ve olasılığının işaretleri olarak da görülebilir. Ankara, bu kamulaştırma politikasıyla salt hukuktan yoksun, yasal olmayan, toplumsal ve siyasal meşruiyeti olmayan bir uygulamayı yaşama geçirmiyor. Aynı zamanda bütün yerel yönetim kurumlarını, sivil toplum örgütlerini işlevsizleştirerek, içi boş kurum ve yapılara dönüştürüyor. Kamusallaştırma kararıyla salt yasaları, hak ve özgürlükleri askıya alınmıyor. Aynı zamanda bunun uygulanabilmesi için her türden yerel mekanizmalar, yerel yönetim mekanizmaları ve sivil toplum örgütleri, yerel ne varsa onlarda askıya alınmıştır. Diyarbakır’da 301 sivil toplum örgütleri kararın durdurulması çağrısında ve Diyarbakır Barosu’nun Danıştay’a Kamulaştırma kararının yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle dava açmış olmasına hükümet yetkililerinin gösterdiği tepki ve yaklaşım bize bunu gösteriyor. Kamusallaştırma kararı verilen alanda bulunan Surp Giragos ve Surp Sarkis Ermeni Kiliseleri’nin, Mar Petyun Keldani Kilisesi’nin, Süryani Meryem Ana Kilisesi’nin ve Protestan Kilisesi’nin akıbetini soranlara, ya da bu konuda kaygılananlara verilecek ilk cevap hendekler kazılırken neredeydiniz olamaz, olmamalıdır. Bu cevabı veren yetkili kamulaştırma kararının üzerindeki örtüyü kaldırmış oluyor. Ya da Diyarbakır barosu gibi kamulaştırmadan doğrudan etkilenen ve zarar görenlerin bile yasal haklarının kullanarak kararın iptal edilmesi için dava açmalarını sorgulama yüzsüzlüğü veya cesaretini göstermek meselenin halisane Sur operasyonu mağdurlarının, mağduriyetlerini gidermek olmadığı gözler önüne sermeye yetiyor. 12 MECLİS BasHaber SÖYLEŞİ 04 Nisan - 10 Nisan12 2016 DİPLOMASİ BasHaber 04 Nisan - 10 Nisan 2016 13 SÖYLEŞİ Kürdlerin derdi ABD ile Türkiye’yi gerdi! A İfade hürriyeti dışında dokunulmalı! D Elî Miksî okunulmazlık tartışmaları devam ederken, 12 yeni fezleke daha Meclis’e sunulmak üzere Başbakanlığa gönderildi. Adalet Bakanlığı, aralarında HDP Eşbaşkanı Demirtaş’ın da bulunduğu 4 HDP ve 4 CHP milletvekili hakkında “dokunulmazlıklarının kaldırılması” istemiyle hazırlanan 12 fezlekeyi, Meclis’e sunulmak üzere Başbakanlığa gönderdi. Fezleke dosyası Başbakanlığa gönderilenler arasında HDP Diyarbakır milletvekilleri İmam Taşçıer, Nursel Aydoğan ve Şirnak Milletvekili Ferhat Encü bulunuyor. AKP 83. Madde’nin bir seferliğine değiştirilmesi ve dokunulmazlıkların kaldırılması için HDP, CHP ve MHP’ye teklif götürürken, teklif götürülen partiler ise anayasa önerileri ile AKP’ye cevap verdi. Geçtiğimiz gün HDP Anayasa Komisyonu, dokunulmazlıklar ve yasama sorumsuzluğuna ilişkin Meclis Başkanlığı’na Anayasa değişikliği önerisi sunmuştu. HDP Anayasa Komisyonu’nun sunduğu öneride, milletvekillerinin tutuklanamayacağı, seçim öncesi ya da sonrasında bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili hakkında seçim sonrası dava açılabileceği, seçimden önce açılan davaların devam edebileceği belirtildi. Ayrıca, milletvekilleri hakkında görülecek ceza davalarına da Yargıtay’ın bakması istenildi. HDP’nin önerileri HDP’nin verdiği teklifte ise şu maddeler yer alıyor: “Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili hakkında seçimden sonra dava açılabilir, seçimden önce açılan davalara devam edilir. Milletvekilleri gözaltına alınamaz, tutuklanamaz ve haklarında hiçbir koruma tedbiri uygulanamaz. Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali bu hükmün dışındadır. Bu halde yetkili makam, durumu derhal TBMM Başkanlığı’na bildirir. Milletvekili hakkında verilen bir ceza hükmünün açıklanması, üyelik sıfatının sona ermesine bırakılır. Milletvekilleri hakkında ceza davaları Yargıtay’da görülür. Bu davalarla ilgili usul ve esaslar kanunlarla düzenlenir.” Adalet Bakanlığı, aralarında HDP Eşbaşkanı Demirtaş’ın da bulunduğu 4 HDP ve 4 CHP milletvekili hakkında “dokunulmazlıklarının kaldırılması” istemiyle hazırlanan 12 fezlekeyi, Meclis’e sunulmak üzere Başbakanlığa gönderdi. Prof. Üzeltürk, Venedik Komisyonu’na göre demokrasi için dokunulmazlıkların şart olmadığını belirterek, ifade hürriyeti dışında bütün dokunulmazlıkların kaldırılması gerektiğini söyledi. CHP’nin tavrı CHP ise dokunulmazlık konusunda ise AKP’ye üç öneri sunmuştu. CHP’nin yazılı olarak ilettiği 3 teklif AKP kurmayları tarafından değerlendirilirken, bu tekliflerden üçüncüsünün AKP’nin teklifine kısmen yakın ancak hukuk tekniği açısından sıkıntılı olduğuna karar verildiği belirtiliyor. Alınan bilgilere göre AKP kendi teklifini CHP önerisini dikkate alarak revize ederek, CHP’nin önerisi ucu açık bulundu. MHP: HDP’nin dokunulmazlıkları kaldırılsın MHP ise sadece HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması gerektiğini açıklamıştı. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun “Hodri meydan. Meclis’teki 506 dokunulmazlık fezlekelerini tamamını geçirelim ve herkes yargı önünde hesap versin” açıklamalarına, MHP’li Oktay Vural “Kürsü hariç tüm dokunulmazlıkların kaldırılmasından yanayız” cevabını vermişti. CHP’den alternatif anayasa taslağı Öte yandan AKP’nin alternatif başkanlık sistemini esas alan yeni anayasa taslağı hazırlığı sürerken, CHP, ilk dört maddenin değiştirilmediği, parlamenter demokrasiyi esas alan bir taslak üzerine çalışacak. Bu çerçevede, CHP’nin 24. TBMM döneminde kurulan Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na sunduğu metin üzerinden yapılacak revizyon çalışmalarına sivil toplum kuruluşları ve anayasa hukukçuları da dahil edilecek. Anayasa Komisyonu’nda AKP’nin taslağının görüşülmesi sırasında CHP’nin hazırladığı bu metin üzerinde öneriler getirerek komisyon çalışmalarına katkı sağlaması hedefleniyor. CHP’nin taslağında ilk dört maddenin değişmemesi, parlamenter demokrasinin esas alınması ve güçler ayrılığı ilkesinin kuvvetlendirilmesi öngürülüyor. Prof Dr. Üzeltürk: Demokrasi açısından parlak bir ruh değil Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sultan Tahmazoğlu Üzeltürk, yeni anayasa sürecine ve dokunulmazlıklar konusunda BasHaber’e konuştu. Üzeltürk, Anayasa’nın 83. Maddesi’ne göre dokunulmazlıkların düzenlendiğini belirterek, şunları söyledi: “Bu çerçevede 82 Anayasası’nın getirdiği düzenleme çok başarılı bir düzenleme değil. Çünkü Anayasa’nın 14. Maddesi’ndeki durum istisna olarak kabul ediliyor. Yani ‘devletin bölünmez bütünlüğüne ve laik cumhuriyete aykırı’ bir eylem halinde dokunulmazlıkların olmaması gerekir. 82 Anayasası’nda bu durum mevcuttur. Anayasa’nın genel çerçevesinde değerlendirildiğinde buna anayasa ruhuna aykırı sayılmıyor, ama demokrasi çizgisi bakımından bu ruh ise çok parlak değil.” “Bütün siyasi partilerin dokunulmazlıkları kaldırılsın” Dokunulmazlıkların mantığına değinen Üzeltürk, şöyle devam etti: “Parlamenterlerin çalışmalara katılması amacı vardır. Dokunulmazlıklar özellikle muhalefetin koruyucu faktörü oluyor. Venedik Komisyonunun 2014 raporuna göre demokraside dokunulmazlıklar şart değil. Ama hala Türkiye’de bu tartışmalar söz konusu. Türkiye’de hala dokunulmazlıkların gerekli olduğu düşüncesi hâkim. Dokunulmazlıklar Türkiye’de hala korunma amaçlı olarak kullanılıyor. Özellikle ifade hürriyeti endeksli suçlar bakımından, siyasi partilere ilişkin hususlarda dokunulmazlıkların kaldırılmaması gerekir. Bunun dışında bütün dokunulmazlıkların kaldırılması gerekir. Bunu yaparken, bütün siyasi partilerin dokunulmazlıkları kaldırılması gerekir. Bütün adi suçlar için suçları için dokunulmazlıklar kaldırılması gerekir.” “AKP başkanlık sistemi için Anayasa yapıyor” Yeni Anayasa tartışmalarına değinen Üzeltürk, şöyle devam etti: “Tek bir siyasi partinin anayasa yapması 82 Anayasası’nın önüne götürmez. Tam tersine geriye götürür bu anlayış. Biz yeni bir anayasa yapıyorsak eşitlikçi, demokratik ve laik bir çizgide ortaya koymamız lazım. Bu açıdan baktığımız zaman AKP’nin yapmaya çalıştığı anayasanın sadece başkanlık rejimine özgü olduğunu görüyoruz. Burada çok önemli bir şey var. Bunu herkes göz ardı ediyor. HDP de bunu göz ardı ediyor. Ne olursa olsun, hangi devlet biçimi olursa olsun, hangi siyasal rejim olursa olsun, yargı tarafsız ve bağımsız değil ise bunların hiç biri işlemez. Bölgesel, federal ve üniter devlette de bu işlemez. Başkanlık, parlamenter ve yarı başkanlık rejiminde de işlemez. Yargı bir devletin temelindeki en önemli faktördür. Kurumları işleten şey bağımsız ve tarafsız yargıdır.” “AKP’nin bütünsel olarak anayasada ne yapmak istediğini bilmiyoruz” Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun “Egemenliği sadece Meclis kullanacak” açıklamasını hatırlatan Üzeltürk, şunları dile getirdi: “Yani yargı, yürütme de kullanmayacak. Meclis egemenliği kullandığı zaman yürütme de kullanacak. Çünkü yürütmenin başı parti olduğu için doğrudan onun tarafından egemenliğin kullandığı noktaya geliyoruz. O yüzden burada egemenliğin kullanılması bakımından bir sıkıntı var. Onun dışında başkanlık rejiminin ne olduğunu da açıklamadılar. AKP’nin bütünsel olarak anayasada ne yapmak istediklerini de bilmiyoruz. Teknik olarak bahsettikleri şey ise başkanlık rejimiydi. Üzerinde durulması gerekin husus yargı meselesi olması gerekir. Bütün siyasi partiler ve başta HDP’nin bunu sahiplenmesi gerekir. Bağımsız ve tarafsız yargı. Yargının olmadığı bir yerde hiçbir kurum işlemez.” İskender Kahraman BD-Türk ilişkileri tarihi süreci boyunca ilk kez bu ölçüde gerildiği görülüyor. Ankara - Washington ilişkileri İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise Türkiye-ABD ilişkileri, ulusal güvenlik politikaları çerçevesinde tanımlanan ortak çıkarlar üzerine kurulmuştu. Ancak asıl olarak Sovyet tehdidine karşı oluşturulan ortak güvenlik stratejileri bu ilişkiyi büyük oranda etkilemiş ya da belirlemişti. Türkiye, bu strateji gereği İkinci Dünya Savaşı ve Kore Savaşı’nda ABD’nin müttefiki oldu. 1952’de ise Sovyet Blok’una (SSCB) karşı kurulan Batı Blok’una (NATO) katıldı. Kıbrıs hareketi dolayısıyla ABD, Türkiye’ye silah ambargosu uyguladıysa da ABD-Türkiye ilişkileri zamanla düzeldi ve iyiye gitti, ta ki Irak Savaşı başlayana kadar. ABD, 2000’li yıllarda Irak’ta Saddam Hükümeti’ne karşı başlattığı savaşta Türkiye topraklarını ve Adana’da bulunan İncirlik Hava Üssü’nü kullanmak için hükümetten izin istedi. ‘1 Mart Tezkeresi’ olarak bilinen bu izin TBMM’de önce reddedildi fakat sonraki gün tekrar TBMM’den izin çıktı ancak ABD, artık Türk topraklarını kullanmaya gerek kalmadığını açıkladı ve Irak’a başka bölgeler üzerinden müdahale etti. Irak savaşında eli zayıflayan Türkiye, bölgede ABD’nin izni olmadan birtakım faali-yetlerde bulundu. Bunun üzerine 4 Temmuz 2003 günü ABD askerleri KBY’de Süleymaniye’de, Türk askerinin başına çuval geçirdi. O günden sonra ABD-Türkiye ilişkileri düzelse de tam olarak rayına oturmadı. ABD-Türkiye’nin arasına Kürdler mi girdi? İlişkiler zamanla düzelmeye başladı derken Suriye’de Kürd güçlerinin toprak kazanımlarıyla birlikte tekrar gerginlik başladı. Yani Türkiye Cumhuriyeti kurulalı beri iyi sayılabilecek ABD-Türkiye ilişkileri Kürdler söz konusu olunca tekrar bozuldu ya da gerildi. ABD yetkililerinin defalarca, PYD’yi ‘terör örgütü’ olarak görmediklerini ve onları desteklemeye devam edeceklerini açıklamalarına karşın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Kuzey Suriye’de Türkiye’ye komşu bir Kürd Devleti kurulmasına müsamaha göstermeyeceklerini açıklamış, PYD’nin PKK’den farkı olmadığını söylemiş, ABD’ye ‘bu nasıl ortaklık? Ben miyim senin ortağın, yoksa Kobani’deki teröristler mi?’ çıkışında bulunmuştu. Times gazetesi, ABD’nin ‘IŞİD militanlarının geçişine engel olmak için’ Türkiye’nin Suriye’de sınıra yakın IŞİD kontrolündeki yolları kapatmasını istediğini ve Avrupa’ya geçiş yapan cihatçı militanlarını engellemek için o bölgeye Suriyeli Kürdlerin yerleşmesinden yana olduğunu yazdı. Farklı kaynaklar da, Türkiye ile ABD arasındaki en büyük anlaşmazlığın Suriyeli Kürdler olduğunu belirtiyor. ABD YPG’nin IŞİD’le mücadelesine destek veriyor. Dolayısıyla Ankara, IŞİD yerine, Şam’ı ve PYD’yi öncelikli hedef alınmasını savunuyor. Washington ise IŞİD’i öncelikle ele alınması gereken bir ulusal güvenlik tehdidi olarak görüyor. Başka bir deyişle, Ankara’nın Esad’ı ve PYD’yi öncelikli hedef listesinin başında görmesinden doğan strateji ve taktik uyuş- mazlıkları iki ülkenin on yıllardır süren ittifakının ‘çatırdaması’ olarak yorumlanıyor. Washington’da yaşayan gazeteci Mutlu Çiviroğlu gerilen Türkiye ABD ilişkilerine ilişkin şunları söyledi: “ABD Senato ve Kongresi’nde Türkiye’nin IŞİD konusundaki tavrından dolayı ciddi rahatsızlıklar var. Türkiye’de uygulanan düşünce özgürlüğü ve basın üzerindeki baskı rahatsızlık veriyor ama özellikle Türkiye’nin YPG konusundaki tavrı çok rahatsızlık yaratıyor. Suriye’deki siyaset Pentagon’a dayanıyor. Pentagon da YPG’yi takdir ediyor ve onunla çalışıyor. ABD, AB, IŞİD’i küresel ve büyük bir sorun olarak görüyor. Buna karşı da en iyi çalıştıkları Rojava Kürdleri yani, YPG’dir. Türkiye’nin YPG’ye olan tavrı rahatsızlık yaratıyor hatta ilişkileri bozuyor.” Bret McGurk’ın kriz yaratan Kobani ziyareti Obama’nın IŞİD’le Mücadele Özel Temsilcisi Bret McGurk’un iki ay önce PYD üyeleri ve YPG ile görüşmek için Kobani’yi ziyaret etmesi üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan, Amerika’ya, “Senin ortağın ben miyim yoksa Kobani’deki teröristler mi? Ey ABD tarafını belli et” çağrısında bulunmuştu. Amerika’nın NATO Daimi Temsilcisi Douglas Lute, bir gazetecinin sorusu üzerine, ‘Bahsettiğiniz ziyaret Kobani’de gerçekleşti. Burası IŞİD kontrolünden büyük ölçüde Suriyeli Kürd grupların etkin mücadelesi sayesinde kurtuldu’ ifadesini kullandı. Uzmanlar ABD’nin sabrının dolma noktasına geldiğini belirtiyor. Erdoğan’ın ABD ziyaretinde kimsenin karşılamaya gelmemesi, ABD’nin defalarca Türkiye ile farklı düşünüyoruz açıklama yapması bunun işaretleri olarak gösteriliyor. Al Monitor yazarlarından Kadri Gürsel, McGurk’ün Kobani ziyaretinin Amerika için büyük stratejik önem taşıdığını söylüyor. “ABD-Türkiye arasında siyasi kriz var mı?” sorumuzu ise, Çiviroğlu şöyle cevaplandırıyor: “ABD-Türkiye ilişkileri iyi bir durumdan geçmiyor. Belki de son yıllarda olabilecek en kötü durumu yaşıyor. Bunun başlıca nedeni Suriye konusundaki fikir ayrılığıdır. Yani, Erdoğan’ın Suriye hakkındaki takındığı tavırdır. ABD bunlardan dolayı rahatsızlığını açıkça dile getiriyor. Aslında Obama, Erdoğan’a önem ver-iyordu. Erdoğan geçen sefer geldiğinde üst düzeyde karşılanmıştı. Obama yurt dışına yaptığı ilk gezisini Türkiye’ye yapmıştı. Bu da geleneksel olarak ABD’nin Türkiye’ye verdiği önemi gösteriyordu. Ama son yıllardaki ilişkiler kötüleşti. Bugün baktığımızda ABD medyasında Türkiye ve Erdoğan hakkında çok sert eleştiriler, yorumlar yer almaktadır. Eski Türkiye Büyükelçileri de dâhil olmak üzere ABD’de sözü dinlenen kişiler tarafından ortak bir bildiri yayınlandı. Bu bildiride çok sert şekilde eleştiriler var.” Model olmaktan gerginliğe Kısa zaman önce Türkiye bölgenin müjdelenen ılımlı gücü olarak gösteriliyordu. Demokratik Müslüman ülke olarak Türk dış politikası Ortadoğu için model olarak konuşuluyordu. Türkiye, hem komşularla iyi ilişkiler geliştirmek hem de bölge gücü olmak için ‘komşularla sıfır problem’ adıyla yeni bir strateji belirlediğini söyleyince dünyanın ilgi odağı olmuştu. Fakat bugün bakıldığında bunun tersi yaşandığı görülüyor. KBY haricinde tüm komşularla arasında soğuk rüzgârlar esiyor. Ayrıca ABD, AB ve Rusya gibi dünyanın diğer güçleriyle münakaşa içerisinde. Gelişmelere bakıldığında, Erdoğan’ın son ABD gezisinde protokol tarafından karşılanmaması, Obama ile özel görüşme talebinin isteksizce karşılanması gibi uygu-lamalar, Türkiye’nin, hâlihazırda Suriye politikasını ABD’ye rağmen sürdüremeyeceği ileri sürülebilir. Dolayısıyla Türkiye, PYD ve PKK’yi IŞİD’den daha büyük bir tehdit olarak tanımlarken, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun, “Biz ABD ile önemli iki ortağız ve ortak hedeflerimiz var. Ama bazen değişik konularda farklı düşünebiliyoruz. Mesela PYD hakkında farklı düşünüyoruz diye ABD’ye küsecek değiliz“ şeklinde ko-nuşması Türkiye’nin, ABD’ye karşı yelkenleri suya indirmesi olarak yorumlanıyor. 13 Hikayeyi yeniden başlatmalı… ÖZTEKİN ÇAÇAN “Cümlelerin anlamları yoktur, anlamların cümleleri var. Her anlamın bir cümlesi olmadığı için de hikâyeler vardır.” Birkaç aydır sürekli aynı hikâyeyi anlatmaktan. Anlamlara, cümle katmaktan. O cümlelerden birilerinin anlam çıkarmasını umut etmekten, anlamlarla oynamaktan… Oyundan yorulduğum zamanlarda uyumaktan. Her sabah uyandığımda gece boyu cebelleştiğim “ülke gündemli” kâbusların hikâyesiyle gün boyu uğraşmaktan. Bunu dostlarım için anlamlı cümlelere dökmekten. Tekrar uyumaktan ve tekrar aynı gündemlere uyanmaktan bıktım. Böyle iğrenç bir yükle revan olduğum içimdeki göç yollarından, kendimden bir yere gidememekten, gittiğim yerde kalamamaktan, kaldığım yerde olamamaktan, olduğum yerde duramamaktan sıkıldım. Her gün yeniden “bıkmaktan” usandım. Bazen “Dünya sürgünüm” bitsin istiyorum. Sorasın da “enseyi karartmamak” diyorum. Ama yok, bitsin istiyorum bütün kötülükler. Ben böyle duramıyorum. Bütün çocuklardan, tecavüze uğrayan insanlıktan özür dilensin. İnsan yaptığından son kez, en son kez utansın. Memleket oyunu kaybetti… İnternette bazı savaş oyunları vardır. Dizayn’ı gereği onu yenmene kazanmana direnir. Uğraşırsın didinirsin. Günler süren uğraşlardan sonra mantığını çözdüğünde ise kendince kurallarınla oyunu kazanırsın. Ama oyun sana bu çabalarının zevkini fazla yaşatmaz. Acayip sesler çıkararak kendini kapatır. Küçük bir çocuğun her gece dinlemekten usanmadığı hikâyeler gibi sende oyunu yeniden, yeniden başlatırsın. Ama nafile onu her yendiğinde, iradesine her karşı geldiğinde aynı sonla karşılaşırsın. Bozuk bir radyoyu kapatıp tamirciye götüreceğine, zamandan keramet umarak yeniden, yeniden bir daha açıp kurcalamak gibi bişey işte. Farkında değilsindir ama her kurcaladığında biraz daha bozarsın. Diyarbekir’in, özellikle Suriçi’nin bir kaderi varsa, son yaşananlar gösteriyor ki “memleket oyun dışı” kaldı. Ve kendiyle bir daha oynanmasını istemiyor. Yeter! diyor. Oyunu ben kaybettim ve ekranı kapatıyorum. Hâlbuki onun gibi kadim bir kentte asıl başarı, onu yenmek değil, onunla beraber yaşayabilmektir. İnsanı gerçekten mutlu edecek yegâne şey budur. Kaybeden biziz aslında. Sizce de öyle değil mi? Suriçi’nde büyük kamulaştırma… Suriçi’nde büyük kamulaştırma, büyük bir öç almaya dönüşmese bari. Eğer böyle olmayacaksa sur içi gerçekten bayındır, insanlı, yaşayan bir yer olarak yeniden inşa edilecekse. Yıkmakta mahir olanlar, yapmakta ne kadar mahir olacak görmemiz lazım. Bu konuda hiçbir ön yargı taşımamak gerekiyor. Kuru propagandaya pabuç bırakmamalı. Olan olmuş memleket viraneye dönmüş bu durumdan en karlı çıkmanın yollarını aramanın ve bulmanın zamanı. Akl-ı selim, akl-ı zalime yenilmemelidir. Yerel yönetimler, sivil toplum, halk kimse dışlanmadan işleyecek süreçler olacaksa kabul. Yok, olmayacaksa, bırakın virane kalsın her yer. Hiç değilse “biz ne yaptık” diyebilelim. Diyarbekir 5 No’lu Cezaevi gibi orayı da utanç müzesi yapalım olsun bitsin. Yani özcesi şu; Çocukluğumun avlularını, camilerini, bayram yerlerini yeniden yapacaksanız varım. Ama içinde benim yaşadığım gibi iyi ve kötü şeyleri barındıran bir hayat değil, sadece iyi olanların yaşaması halinde varım. Yeni doğacak hiçbir çocuğun şimdiki çocuklar gibi yaşamayacağını garantiliyorsanız varım. Yok böyle olmayacaksa “Amed Yeni” olmayacaksa ülkeme barış gelmeyecekse olmaz. Ham hayal kurdurmayın bize. Lütfen dünyanın bütün kötülükleri size kalsın. Çocukluğumu çevreleyen ulu surları, Diyarbekir bedenlerini de “yıkım kararıyla” kamulaştırın. Ve öyle yıkın, öyle yıkın ki sizin mezarınızın başına dikilmek için bile bir taş kalmasın. 14 TARIM BasHaber SÖYLEŞİ 04 Nisan - 10 Nisan14 2016 Suriyeli mülteciler demografik silah mı? Tarımda kooperatif deneyimi Ortaklaşa çalışma ilkesi D Rumet Serhat oğanın ortak kaynaklarının, ekonomik, sosyal ve kültürel anlamda demokratik yöntemlerle kontrol edilmesini öneren özerk bir işletme modeli olarak da tarif edilen kooperatifçiliğe son dönemlerde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin ilgisi arttı. Sürdürülebilir bir model olarak kooperatifçilik yerel ekonomiyi güçlendirmeyi, yaşam şartlarını iyileştirmeyi, bireye toplumsal ve sosyal sorumluluk kazandırmayı ve üretimde katılımcılığı yaymayı amaçlarken; bütün kesimler tarafından test edilmiş ve başarılı sonuçlar elde edilmiş en küçük ‘komün’ ünvanına sahiptir. Neredeyse tüm ülkelerde yaşatılmaya çalışılan kooperatifçiliğin dünya üzerinde 1 milyardan fazla insana hizmet sunduğu tahmin edilmekte. Birçok farklı biçimde ve tüm sektörlerde faaliyet gösteren kooperatifler ihtiyaç duyuldukları her yerde kurulabilme avantajına sahip. Birçoğu sosyal ve ekonomik destek sistemlerine, eğitim, sağlık, sigorta, kredi ve diğer gerekli hizmetlere erişim sağlamada önemli katkılarda bulunmaktadır. En belirgin özelliği ise bireylerin, özellikle yoksul insanların tek başlarına elde etmeleri zor olan ürünler ve hizmetler için katma değer yaratmasıdır. Ayrıca küresel ekonomik fabrikada önemli bir dişli olarak görülen kooperatifler gelişen ve gelişmekte olan ülkelerin gayrisafi yurtiçi milli hasıla rakamlarının % 3-10’unu oluşturmaktadır. Dünyanın en büyük 300 kooperatifine ait bilgilerin derlemesinden oluşturulan ICA Küresel-300 projesine göre 2008 yılında kooperatiflerin toplam ciroları 1,6 milyon dolara ulaşmaktadır. Sadece 300 kooperatifin ciro toplamı, dünyanın 9. büyük ekonomisinin gayrisafi yurtiçi milli hasıla rakamıyla başattır. rezervleri açısından ilgi gösterirken tarım ve su kaynaklarının çeşitliliğinin gelecek yıllarda hak ettiği ilgi ve özene mazhar olacağı ise açık. Tüm bu gelişmeler bizi Topraksız Tarım İşçileri (Movimento dos Trabalhadores Sem Terra, MST) ile tanıştırdı. Brezilya’nın yirmi altı eyaletinden yirmi üçündeki 1,5 milyon gayri resmi üye ile Latin Amerika’daki en büyük sosyal hareketlerden kabul edilen MST, geçtiğimiz günlerde İstanbul’da bir toplantı gerçekleştirdi. Türkiye’deki kooperatif ağına tecrübelerini aktaran MST’nin üç ana hedefi bulunmakta. Birincisi, genel olarak fakir işçilere ekilebilir toprağa erişim sağlamak için “işgal” etme yöntemini savunmak. İkincisi Brezilya’da toprak reformu yapılmasını sağlamak. Üçüncüsü mülkiyet hakkı, adaletsiz gelir dağılımı, ırkçılık, cinsiyet ve cinsellik gibi sosyal ayrımcılığı körükleyen konular ile medya tekellerine karşı bilinçlendirme aktiviteleri düzenlemek. Kısacası MST, 1984 yılından beri kırsal alanlarda fakirlerin kendi sürdürülebilir hayatlarını kurmaları için bir sosyal sözleşme mücadelesi veriyor. Bu yolda en büyük düşmanları ise büyük toprak sahipleri ve silahlı milisler, özel bankalar ve çok uluslu şirketler olarak sıralanmakta. MST, Hıristiyanlığın ‘özgürleştirme’ teorisini, Marksizmi, Küba Devrimi’ni ve pek çok diğer sol felsefeden ilham alıp, bu teori ve yaklaşımlardan bir çeşit miks yaparak toplumda destek bulmayı amaçlıyor. Amaca ulaşıp ulaşamadıklarına dair yöneltilen soruya da işgal edilen topraklarda 400 bin ailenin bu alanlarda yaşamlarını sürdürdüğü yönünde bir açıklama ile yanıt veriyorlar. MST, tek talepli bir hareket olması ve toprak reformunu kendini haklı çıkartan bir amaç görmesinden dolayı kendisinden önce Brezilya’daki toprak reformu için mücadele eden pek çok idealist ve partizan hareketin izinden gitmesine rağmen onlardan ayrışıyor. Diğer vurgulanan nokta ise ülke nüfusunun yüzde 3’ü ekilebilir arazinin üçte ikisine sahip olmasının yarattığı adaletsizlikle mücadele edilmesi. ‘Zamanla tükenip bitme olmayacak’ MST’nin öngördüğü tarım reformu, yalnızca gıdayı değil eğitim, sağlık ve tüketim modellerini ve alternatif bir yaşam pratiğini de kapsıyor. Bir yandan ürünlerini kooperatif vasıtasıyla topluma ulaştırırken, diğer yanda alternatif festivaller düzenleniyor ve alternatif bir pedagoji ve eğitim sistemi inşasına dair çabalar da devam ettiriliyor. Dolayısıyla MST, sistemi değiştirmeye yönelik bir pratik de inşa etmeye çalışıyor. MST yöneticilerinden Marina dos Santos, özellikle topraksız işçi ve çiftçileri örgütlediklerini belirterek, “Atıl bırakılan toprakları işgal ediyor ve işliyoruz. İkinci bir hedefimiz de toplumun daha adil bir gelişim izlemesini sağlamak. 32 yıl boyunca verdiğimiz mücadele boyunca devlet çok direndi ve çok sayıda yoldaşımız öldürüldü ancak birçok kazanım da elde ettik. En önemli kazanım 15 bin kişinin toprak sahibi oldu, 57 bin insan bu şekilde geçimini sağlıyor ve bu da verdiğimiz mücadele sayesinde gerçekleşti. Başka bir tip tarımsal üretim modelini Çok sesliliğin dayanışması Dünyanın mevcut tüketim alışkanlıkları endişeli gelecek senaryolarına yol açarken, gelecek nesillerin en önemli gündemi şimdiden tarım arazileri ve enerji kaynaklarını kullanmaya odaklanmış görünüyor. Sürdürülebilir tarım arazileri ve yenilenebilir enerji kaynakları insanlığın yakın gelecekte üzerinde duracağı en önemli konuların başında geliyor. Dünya, verimli Mezopotamya topraklarına petrol Yayın Yönetmeni - Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Faysal Dağlı Haber Merkezi: Yeter Polat, Öztekin Çaçan, M. Salih Batırhan, M. Emin Kan, Çimen Gümüş, Dilan Almaz, Adem Özgür, Rumet Serhat, Ercan Ekinci, Murat Özdemir, Eren Dinç İmtiyaz Sahibi: Basnews Medya Ltd. Şti. adına Faysal Dağlı Sahibi: Botan Tahsin Hukuk Danışmanı: Av. Sennur Baybuğa Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç, Hüseyin Ünal MÜLTECİLER BasHaber 04 Nisan - 10 Nisan 2016 15 SÖYLEŞİ Tel: +90 212 243 27 60 Fax: +90 212 243 27 79 E-mail: [email protected] www.bas-haber.com Meşelik Sk. No:22 D/3 Beyoğlu/İST Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir. ortaya koymuş olduk. Doğaya zarar vermeyen ve su kaynaklarını tüketmeyen bir model oluşturduk. Ailelerin örgütlenme biçiminde değişiklik yapmamız gerekti. Kooperativist bir biçimde örgütlenme ve okulların inşa edilmesi üzerine yoğunlaştık. Gençlere ve aktivistlere yönelik ideolojik eğitim programımız var ve kamu üniversiteleriyle işbirliği yapıyoruz ve 5 bin kadar öğrenci mevcutta bu eğitimi alıyor. Bu durumda devletlerin her zaman beklediği, direnip belli kazanımlar elde eden nesilden sonraki nesilleri kontrol etmesinin önüne geçmeyi hedefliyoruz” diyor. Santos, 32 yıllık süreçte tarımsal üretim için 4 temel nokta belirlediklerini söyleyerek, “Merkezsizleştirilmiş toprak, yeni bir üretim biçimi agro-ekolojik programda ailelerin gıda egemenliği, eğitim tarımla uğraşan gençler için eğitim ve tarımsal endüstri alternatifi üretmek. Brezilya’da 200’ün üzerinde yerli kültür bulunmakta ve nüfusları tarım alanlarının sömürülmesinden dolayı en çok etkilenenler onlar. Özellikle ihraç edilecek, toprakta doğal olarak yetişmeyen ürünler için yerlerinden edilebiliyorlar. Yerliler halen bu doğrultuda hükümet ve toprak sahipleriyle çatışıyor. Bu doğrultuda Brezilya’nın kültür ve etnisitesine sahip çıkarak yerli kültürünü devam ettiren MST’nin oldukça ‘yerli’ olduğunu söyleyebiliriz” diye vurguluyor. ‘Topraksız köylüler varoldukça mücadele devam edecek’ Tarımsal program ekseninde toprak işgal eden aileler yeni bir ulusal tarım üretimi modeli yaratmaya çalışıyor. Yerleşimlerdeki tarım kooperatifleri geleneksel modele bir alternatif teşkil ediyor. Yeni bir teknolojik sistem, toksik madde karşıtı ve sosyal örgütlenme modeli içeriyor. MST’nin Tarım Reformu Kooperatifleri Birliği adında bir ağı bulunuyor. Marina dos Santos, üretim kooperatiflerinden bazılarının gıda dışı ancak birçoğunun da tarım üzerine olduğunu ifade ediyor. Kooperatifler MST prensiplerini yerele tercüme ediyor ve yerel düzeyde uyguluyor. Ticari ürünlerin satışını kolaylaştırmanın yanı sıra kent ile üretici arasındaki bağları da kuruyor. Bu bağlamda tarımsal üreticiyle kentli tüketicinin buluşması için büyük kentlerde festivaller düzenleniyor. Festivallerin amacı, kentlerdeki sosyal, STK hareketleriyle ve işçi kültürüyle, köylü ve kırsal üretici kültürü arasında bir geçişlilik sağlamak. MST, kooperatiflerdeki ürünleri büyük marketlerde dolaşıma sokma yönünde bir çaba da gösteriyor ancak Santos fiyat denetimi konusunda yetkinin ve mekanizmaların MST’de olmadığını ve MST logosu taşıyan ürünlerin bazı marketlere kabul edilmediğini aktarıyor. T Eren Dinç ürkiye’ye sığınan Suriyeli Arap mültecilerin Kürd yerleşimlerine serpiştirilerek, bölgenin demografik yapısının değiştirileceğine dair haberler gündeme girdikten sonra konuya dair tartışmalar da başladı. HDP Urfa Milletvekili Ziya Çalışkan, bu planın özellikle Urfa’nın demografik yasını değiştirmeye yönelik bir çalışma olduğunu savunurken, AKP Urfa Milletvekili Ahmet Eşref Fakıbaba ise, mültecilerin nereye gidecekleri konusunda kendilerinin bilecekleri bir şey olduğunu belirterek “bunda bir art niye yok“ diyor. Öte yandan AB ile Türkiye arasında Brüksel’de yapılan ve prensipte anlaşmaya varılan zirvede, mülteci sorununun aşılmasına dair planın uygulanması konusunda da belirsizlikler sürüyor. Plan kapsamında Türkiye’den denize açılarak Yunan adalarına ulaşan Suriyeli göçmenlerin Türkiye’ye geri gönderilmesi, bunun karşılığında da Türkiye’nin kabul ettiği her bir Suriyeli göçmen için AB ülkelerinin de Türkiye’deki mülteci kamplarında bulunan kayıtlı Suriyelilerden bir kişiye kapılarını açması söz konusu. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) ise AB ve Türkiye arasındaki anlaşmanın uluslararası hukuku ihlal edileceği uyarısını yapmıştı. Türkiye’de bulunan siyasi parti temsilcileri ise mülteciler konusundan birbirinden farklı düşünüyor. CHP AKP’nin mültecileri AB’ye karşı “koz” olarak kullandığını belirtirken, HDP ise Türkiye yerleştirilen mültecilerin Kürd illerine yerleştireceğini söylüyor. AKP, yaptıkları çalışmanın art niyet olarak değerlendirmemesi gerektiğini vurguluyor. Mülteciler Kürd illerine mi yerleştirilecek? Suriye’deki savaştan kaçarak Türkiye’ye yerleşen ve yaklaşık 3 milyon Suriyeli mülteci bulunuyor. Bununla birlikte AB ile yürütülen pazarlıklar sonucunda ise geri kabul antlaşması ile 1 milyon Suriyeli mülteci daha Türkiye’ye yerleştirilmesi hedefleniyor. CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak’ın hazırladığı rapora göre ise mülteciler Kürd illerine yerleştirilerek bölgenin demografik yapısının değiştirilmesi planlanıyor. İlk mülteci kafilesinin, 29 Nisan 2011’de Türkiye’ye giriş yaparak kamplara yerleştirildiği biliniyor. Toprak’ın hazırladığı rapora da ise TC yasalarına göre, 5 yıllık ikamet süresini dolduran Suriyelilere 2016 yılından itibaren, “TC vatandaşlığı talep etme” hakkı doğuyor. 29 Nisan’dan itibaren, beş yıl önce gelen ilk Suriyeli mülteci kafilesi bu haktan yararlanmaya başlayacak. CHP İstanbul Milletvekili Onursal Adıgüzel ise konuya ilişkin BasHaber’e konuştu. Adıgüzel, AB ile yapılan antlaşma ile birlikte mültecilerin sayısının giderek artacağına dikkat çekerek, şöyle devam etti: “2 milyon 15 bin devlet kayıtları vardır. Fakat bu sayının 3 milyonu geçtiğini biliyoruz. Bunların çok az bir kısmı kamplarda kalıyor. Özellikle çocuklar konusunda sıkıntılar yaşanıyor. Kaplarda fiziksel olarak yeterli olmayıp güvenlik yetersizdir. İstismar konusunda da güvenlik sağlanamamıştır. En son Mardin’deki kampta üç çocuk yaşamını yitirdi. ” ‘Kürd nüfusun dengelenmesi düşüncesini akla geliyor’ Toprak, raporunda dikkat çeken ayrıntılara da yer verirken, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Bir yılda Güneydoğu’yu yeniden inşa edeceğiz” açıklamasının ise şöyle yorumluyor, “Cumhurbaşkanı ve Kalkınma Bakanı’nın açıklamaları, demografik yapının dönüştürülmesi, Kürd nüfusun dengelenmesi düşüncesini sistematik bir şekilde akla getirmektedir. Ağırlıkla Güneydoğu Anadolu olmak üzere, yurda dağılmış mülteciler için planlanan strateji, yurttaşlık aşaması sonrasında Güneydoğu’da dil, kültür vb. konularda, bu illerde daha kolay uyum sağlayabilecekleri ileri sürülüyor. Ancak, bu yerleşim planlamasının ardındaki asıl düşünce, bölge illerindeki Kürd nüfusun dengelenmesi, demografik yapının, Suriyeli, Iraklı, Arap mültecilerle, mevcut durumdan dönüştürülmesi.” HDP’li Çalışkan: Demografik yapı değiştirilmek isteniliyor HDP Urfa Milletvekili Ziya Çalışkan ise şunları söyledi: “Bu yaklaşık 5-6 yıllık bir çalışmadır. Özellikle Urfa’nın demografik yasını değiştirmeye yönelik bir çalışma. Seçim zamanında yapılan mitinglerde de gördük. Toplumsal muhalefeti yok etmeye dönük tehdit olarak gösterme durumu da söz konusu. Urfa’da da bu durum yaşanıyor. Arap-Kürd ayrımına gidilecek tehlikeli projelerin olduğunu görebiliyoruz.” ‘TC vatandaşı Suriyeli vekil olacak’ Toprak, raporunda “Mültecilerin yoğun olarak yerleştikleri Güneydoğu ve sınır illerinde siyasi tablo daha da derinden etkilenecek. Örneğin 90 bin nüfuslu ve 120 bin Suriyeli mültecinin yaşadığı, Nobel Barış Ödülü adaylığına başvuran Kilis’te, gelecek seçimlerde, Suriye asıllı bir belediye başkanının, ya da TBMM’ye ‘Suriye asıllı TC vatandaşı’ vekillerin seçilmesi söz konusu olabilecek. Şanlıurfa, Gaziantep, Mardin, Hatay, Adana, Mersin vb. illerden de Suriye asıllı TC vatandaşı milletvekillerinin TBMM’ye girmesi gündeme gelebilecek” diyor. CHP’li Adıgüzel: Özellikle çocuklar sıkıntı çekiyor Mülteciler ile ilgili rapor hazırlayan AKP’li Fakıbaba: Hükümetin art niyeti yok AKP Urfa Milletvekili Ahmet Eşref Fakıbaba ise, mültecilerin nereye gidecekleri konusunda kendilerinin bilecekleri bir şey olduğunu belirterek, şunları söyledi: “Gelenler kendileri nereyi istiyorlarsa oraya giderler. Bunlar Tokat, Gaziantep, Urfa, Ankara İstanbul başka yerlere de gidiyorlar. Vatandaşlık verilir mi? Oy kullandırılır mı? Ne kadarı geriye döner? Bunları zaman gösterecek. Hükümetimizin kesinlikte bir ant niyeti yoktur. Mültecilerin Kürd illerine yerleştirileceği ise doğru değildir. Yakın illere yerleştirilir. Şu an Urfa’da 500 bin mülteci var. Bir kısmı Urfa, Hatay, İstanbul’a gitmişler. Mülteciler durumlarına göre istedikleri yere gidebiliyor. Bunda bir art niye yoktur.” 15 Kademe kademe yine Sur SENNUR BAYBUĞA Sur İlçesi için verilen ‘acilen, hemen, kimse denetlemeden kamulaştırma’ kararı ile ilgili olarak kararın resmiyet kazanması ile adımlar atılmaya başlandı. Diyarbakır Barosu Danıştay’a kararın iptali için dava açtı, bölgedeki STK’ların bir kısmı belediye ve kilise vakıflarının temsilcileri bir yol arama toplantıları yapmaya devam ediyorlar sanırım. Sur’un son birkaç aydır yaşadığı eziyet üzerinden, el konulması tarihinin 21 Mart’a da denk gelmesi nedeni ile geçen hafta ilçeye dair yazdığım yazıda, bölgenin sahipleri ve özellikle tarihsel bağlamı ile ilgili olarak ihmalci davrandığım eleştirisi aldım, haklı olarak, öfkeme verin. Geriye doğru baktığımızda, Sur Bölgesi’nin Afet Riskli Alan ilan edilmesi ile ilgili sürecin dört yıl öncesine dayandığı ve Yerel Yönetim Örgütü Belediyenin, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile bununla ilgili protokolü imzaladığını görüyoruz. İlçede binlerce insan yaşar iken el koyma işleminin filli olarak mümkün olmadığı süreçlerden geçildikten sonra, aralık ayından beri sokaklarında devam eden çatışmalar, yıkılan ve harabeye dönen binalar arasından, 4 yıl önce afet bölgesi ilan ettikleri ilçeyi gerçekte afet bölgesi haline getirmeyi başarmış taraflar var artık. Rant ve zaptetme siyasetinin bölgeyi terke gönüllü zorlanan 200 bin insan için yapılmadığı artık çok net olarak ortaya çıkmış olmalı. Bitti. Rantın kaynak arayışlarının kırımın sonuçları ile birleştiği ve kırımın devamı niteliğinde olduğu zamanlar hiç bitmedi ülkede. Koca bir devleti üzerine bina ettiğimiz ölenlerin, öldürülenlerin malları hala yağmalanmaya devam ediyor ve edilecek gibi de duruyor. İnşaat ‘sanayi’ yaratmaktan ve kısa vadeli zenginlik vaatleri üzerine otoriter rejimi de bina etmekten ibaret olan şekilsiz rejimimiz, sağına soluna, fundalığına, Karadeniz’de akarsuyuna, Ege’de zeytinine, İstanbul’da arazisine, tarihine saldırdığı hayatımıza dair ne varsa, Diyarbakır’da da tarihine ve hafızasına saldırarak dişleri arasına hepimizi almış görünüyor. Sur İlçesi’nin nüfus yoğunluğu elbette günümüzde Kürdlerden oluşuyor ve geçtiğimiz aylar içinde çoğunu kovarak kalanları da öldürerek boşalttıkları mekanları, yakıp yıktılar. Ermenilerin, Asurilerin, Keldanilerin ve Protestanların soykırımla topraklarından koparılmadan evvelki nüfusu %70 oranında gayrimüslim %30 oranında Müslüman olan bu tarihi ilçede, bir kademe evvelki kırımla yaratılan kişisel rant ve durağan terkedilmiş, sahipsiz bırakılmış binalar ve yapılar aradan geçen yıllarda tekrar ‘asıl sahibi devlettir’ mülkü haline getirilmek isteniyor. Vakıflar Yasası çıktığı zaman, Sur’da, Ermeni Vakıflarına ait ve evvelce el konulmuş 199 mülk için iade başvurusu yapılmış devlete, bunlardan 15 tanesi ancak iade edilmiş. Kalan yerler Sur’un içinde öylece yatıyor. Sur ilçesinde Surp Grigos Kilisesi Vakfı’na ait 25 tane mülk olduğu bilgisini aldım kiraya verilen. Şimdi bu kararla el konulacak olan parsellerin çoğunun, Sur’da yaşamış Ermeni, Asuri, Keldani ve Protestan halklara ait, kırımla boşaltılmış mülkler olduğunu da aynı zamanda öğrenmiş bulunuyoruz. 100 yıldır ‘emanetle’ Kürdlerin de kullanımına sunulan ama aslında onlara da verilmemiş, sahiplerine de asla iade edilmeyecek kilise, vakıf arazisi, şahıs mülkü ne kadar yer verse devlet bu kararla el koyma işini tamamlamış olacak. Yapılan toplantılar ve birkaç gündür siyasilerin yaptıkları açıklamalar, kiliselerin kamulaştırma kapmasına alınmayacağı yönünde, ama Resmi Gazete’de tüm olarak kamulaştırılan parseller ilan edildikten sonra bu beyana güvenilmesi elbette geçmiş tecrübe ile dayanarak mümkün değil. 16 MÜZİK BasHaber SÖYLEŞİ 04 Nisan - 10 Nisan16 2016 Müzisyen Suna Alan: Diaspora sanatçıyı geliştiriyor Hangi tarz müziklerden hoşlanıyorsunuz ve yaptığınız müzikte size yol Yaşam öykünüz müzik ile nasıl çakıştı gösteren sanatçılar var mı? bize anlatır mısınız? Yaptığım müzikte Kürdistani renk ve Kürd şarkıcı ve gazeteciyim. Çewlik’te cinsiyet özgürlükçü kimlik hakimdir demek (Bingöl) Kanîreş’in bir dağ köyünde doğmümkün. Yine Kürd arp sanatçısı Tara dum. Yedi kardeşin beşincisiyim. Ben henüz Jaff’ı kendime örnek aldığımı söyleyebiiki yaşında iken ailece çeşitli nedenlerle gönüllü çalışma içinde yer almama rağmen, daha ötesinde, bir de “sorumluluk” kavramı- lirim. Onun para kazanma ya da ‘’meşhur köyden ayrılıp İzmir’e yerleştik. Geleneksel müzik benim açımdan vazgeçilmez bir olma’’ kaygılarından uzak, sadece huzura nı yükleniyor. Hitap ettiğiniz kesime karşı Serhad dengbêj müziği ve Kürdçe-Alevi de- ‘eylem’. Avrupa’da ruha can veren, ayakta ve sükûnete davet eden mütevazı sanat büyük bir sorumluluk bilinci ile hareket yişleri ile büyüdüm ve İzmir’in çok kültürlü tutan biraz da müziğin kendisidir, demek yolculuğu çok kıymetlidir benim açımdan. de ediyorsunuz. Onları, acılarını, kültürel müziğinden etkilendim. Çocukluğum bu abartılı olmayacaktır. Kulağıma hoş gelen yaşanmışlıklarını, hikayelerini, mağduriyet- Müziğin, bu alanın bir ‘’pazar veyahut yarış şehrin yoğunluklu olarak Kürd ve Alevi vaher dilde her ezgiyi severek dinlerim, her lerini farklı halklar da dahil olmak üzere bir kulvarı’’ olmadığı çarpar yüzünüze naif roş mahallelerinde geçti. Ailenin Kürd kim- biri yeni bir hikâyenin kapılarını aralamanı- çok kesime anlatma çabası içerisine giriyor- yüreğiyle. liğinin yanı sıra Alevi olmasından kaynaklı za vesile oluyor; yeni öyküler keşfetmenizi sunuz. Böyle bir arka plandan gelmişsiniz hanede herkes bir şekilde bağlama çalar sağlıyor. Bunun da bakış açımıza yansıdığını çünkü bundan bağımsız da yaşamınıza hiç Albüm çıkarmadınız neden? ve söylerdi; yine akrabalar bir araya geldikHenüz bir albümüm yok, belki de hep bidüşünüyorum. Genel olarak Kürd halk ve bir şey olmamış gibi devam edemiyorsunuz lerinde sırayla kadın ya da erkek bağlama protest ezgilerini seslendiriyorum. Yanı sıra haliyle. Wan depremi sonrası ya da Rojava raz daha pişmeyi bekledim, kendimi yeterli çalıp hep birlikte kilam söylerlerdi. O çocuk Ermenice, Rumca, Türkçe ve komşu diğer devrimi sürecinde gerçekleştirdiğimiz kon- bulmadım; ancak yakın zamanda bir çalışma yaşıma rağmen iyi bir gözlemci ve dinleyihalkların ezgilerinden de yer yer seslendirserler; yine en son Cizre’de sokağa çıkma ya- ile bu yolculuğa devam etmeyi planlıyorum. ciydim, bundan olmalı ki o sesler, seslerin meyi önemsiyorum. sağı ardından bir cismin patlaması sonucu tınısı hala hatırımdadır. Yine radyoda çalan bir el ve bir bacağını kaybeden Yusuf Şık’ın Bir sanatçı olarak yurtdışında ne gibi halk ve protest şarkıları, deyişleri, türküleri Seslendirdiğiniz şarkılarda özellikle protez ve tedavi masraflarının karşılanması sorun ve sıkıntılarla karşılaşıyorsudinlemeyi severdim. Böyle kültürel bir hafınuz? Şarkı söylemeye Avrupa’da mı ağırlık verdiğiniz konular ve vermek için geçtiğimiz Ekim ayında düzenlediğimiz zaya sahip bir şekilde büyüdüm. devam edeceksiniz? istediğin mesajlar var mı? destek konseri bu sorumluluğun gereğiydi. Saçları beline kadar örgülü, yeşil lasAvrupa’da, diasporadaki kendi toplumuBu hoşgörü, barış ve empati dilinin müYine Esaret Altında Tutulan Kadınlar için tik ayakkabılarım ve kara önlüğümle bir nuza yönelik müzik yoluyla özlem ve hatıziğe çok yakışmasındandır. Sanırım bu yöMücadele Platformu’nun DAİŞ’ten kaçailkokul öğrencisiyken, öğretmenlerimin nüyle yaptığım müzik kendini ‘’ötekileşmiş’’ bilen Ezidi kadınlara yönelik Amed’de bir ralarını, morali açığa çıkarabilirken, farklı her ortamda şarkılar söyletmesiyle sanırım hissedenlere hitap ediyor denebilir. Onların Rehabilitasyon ve Güçlendirme Merkezi’nin halklara da kendi kimliğinizi, hikâyenizi anilk kez keşfedilmiştim. İnsanın anavatanı latabiliyorsunuz. Tek sıkıntınız üretebileceyaşanmışlıklarını, hikâyelerini müzik yokurulması için yürüttüğü projeye Nisan çocukluğudur denir ya, ortaokulda başarılı luyla anlatıyorsunuz ve bu ‘’dil’’ çoğu zaman ayında değerli sanatçı Tara Jaff ile vereceği- ğiniz kaynaklardan, toprağınızdan, kültürel bir öğrencilik sonrası burslu lise eğitimine yaşanmışlıklardan kopuk ve uzak oluşunuzdaha etkili olabiliyor. Bu yönüyle müzik miz konserin geliri ile destek sunacağız. başladığımda çocukluğuma, çocukluğumdur. Kürdistan’da somut gerçeklik içerisinde benim için tek başına “sanat yapmanın”’ çok da edindiğim kültürel hafızaya layık olma hissetmek ve o hislerin sonucunu üretmek arayışı vardı. Bu politize olmuş ya da bilinçli ile Avrupa’da kitle iletişim araçlarından takip bir arayış olmasa da öz itibariyle kendi kületmek arasında ciddi bir duygu farkı olsa “Politik aktivitelerin yanı sıra yer yer sanatsal çalışmalarda da yer türel kodlarına dönüş, onu yaşama isteğine gerek. Dediğim gibi benim açımdan müzik aldım. ‘Kürdçe anlıyorum fakat konuşamıyorum’ diyen bir kuşaktandım. yönelikti. Bu süreçte Kürd kurumlarında barış ve hoşgörü dilinin bir aracı olarak bir politik aktivitelerin yanı sıra yer yer sanatsal anlamda bizlerin, Kürdlerin hikâyelerini Özel bir çabanın yanı sıra, Kürdçe kliamlar sayesinde Kürdçe’mi çalışmalarda da yer aldım. ‘Kürdçe anlıyokulaktan kulağa taşıyacak bir yol. Bu yolcugeliştirdiğimi belirtebilirim.” rum fakat konuşamıyorum’ diyen bir kuşakluk süresince de ulaşabildiğim her alanda, tandım. Özel bir çabanın yanı sıra, Kürdçe herkese sesimi duyurmak isterim. kilamlar sayesinde Kürdçemi geliştirdiğimi belirtebilirim. Üniversitede İngilizce ÖğretKürdçe müzik kanallarının artmasını menliği eğitiminin ardından 2006 yılında nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu yeterli Londra’ya yerleştim. Burada müzik ile haşır mi? neşir olma fikrini biraz daha ciddiye aldım. Kürdçe dilinin yaygın şekilde konuşulduKısa bir şan eğitimi ardından başladığım ğu, dillendirildiği ortam ve platformların müzik yolculuğuna çeşitli halklardan ve artması oldukça önemli. Kürd müzik kaçeşitli alanlardan müzisyenlerle çalışmalar nallarının artışını da bu yönüyle sevindirici yürüterek devam ettim. Şu anda İngiltere’de çünkü bırakın biz yetişkinleri, çocukların Raye isimli müzik grubu ile müzik çalışmadünyasına dahi müzik yoluyla ulaşabilmek larımı sürdürmekteyim. en etkili yol. Ancak kanal sayısı da tek başına yeterli değil elbette. Nitelik itibariyle Müziğin dışında nelerle uğraşıyorsuyayınlarların içeriğinin doldurulması gerekinuz? yor. Zaten ‘’doğduğuna pişman’’ koşullarda İnsan ve kadın hakları ve çevre konuyeterince arabesk, apolitik ya da lümpen larında yapılan çalışmalar içerisinde yer yetişen gençlerin bakış açısını geliştirecek, alıyorum. Muhabirlik ve bir hukuk büufkunu açacak çalışmaların hakim olması rosunda ful time çalışmama ve pek çok anlamlı olur. Reyhan Akgün “Saçları beline kadar örgülü, yeşil lastik ayakkabılarım ve kara önlüğümle bir ilkokul öğrencisiyken, öğretmenlerimin her ortamda şarkılar söyletmesiyle sanırım ilk kez keşfedilmiştim. İnsanın anavatanı çocukluğudur denir ya, ortaokulda başarılı bir öğrencilik sonrası burslu lise eğitimine başladığımda çocukluğuma, çocukluğumda edindiğim kültürel hafızaya layık olma arayışı devam etti.”
Benzer belgeler
27.03.2016
Çek ve Slovak halklarının sanat, kültür ve dil itibariyle birbirlerine oldukça yakın olduğunu hatırlatan Kulabek, son olarak şu değerlendirmede bulundu: “Örneğin bir Çek, Slovakya’da yaşamak isters...
DetaylıBasHaber PDF
Kırıkkale Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erol Kurubaş, Çek ve Slovakya’nın AB’ye alınacak olmasının söz konusu ayrılığı hızlandırdığını ifade ederek, “AB sayesin...
Detaylı01.02.2016
Bağdat Hükümeti ile Kürdistan Bölgesel Hükümeti (KBY) arasında siyasi gerilime neden olan bağımsızlık talebi, Ortadoğu ve Avrupa’nın da gündeminde. Ankara, Tahran’ın mesafeli durduğu, ancak Bağdat’...
Detaylı19.10.2015
Bağdat Hükümeti ile Kürdistan Bölgesel Hükümeti (KBY) arasında siyasi gerilime neden olan bağımsızlık talebi, Ortadoğu ve Avrupa’nın da gündeminde. Ankara, Tahran’ın mesafeli durduğu, ancak Bağdat’...
Detaylı25.04.2016
Rojava’da doğru, normal mecrasında akmaya başlamış görünüyor. Başur ve Rojava’nın yaşadıklarında ortak olan bu. Başur bağımsızlığa, Rojava federasyona meylediyor. Olması gerektiği gibi, işlerin mec...
Detaylı17.04.2016
so-runsuzluğun diğer ülkelerin de destek vermesinden kaynaklı olduğunu savundu. Irak’ta halkın kendi iradesini ortaya koyamadığını iddia eden Balayi, Kürdlerin olası referandumda bağımsızlığı onayl...
Detaylı04.07.2016
daha uygun. Lakin, şu da açık: Bağımsız Güney, federal Rojava”, bugünden yarına becerebilecek gibi de değil. Haddizatında, işler bu mecrada kararlılıkla ilerlemeye başladığında Başur ve Rojava büyü...
Detaylı