15 ağustos atılımı`nın ruhu ile demokratik özerk kürdistan
Transkript
15 ağustos atılımı`nın ruhu ile demokratik özerk kürdistan
P STÊRKA CIWAN K o v a r a Kelebeklerin uçtuğu, kuşların öttüğü Bağ, bahçelerde Temmuz sıcağında Kibrit çöpünün ucunda Yalnız bir kızıl alevim var Özgürlük ateşiyle dans eden Kürt kızı Evrim Demir’im ben. Gece sessizliğe büründü Gökler dumana Alev, ateştir bedenimde Annemin yüreğinde acı Muş’a çığlıklar düştü Dağlara bombalar Özgürlük ateşiyle Saçlarım tutuştu Yanan bedenim Küle döndü Alın götürün Bulanık’tan Diyarbakır bekliyor beni Ya özgür dağlara Ya da Mustafa Malkoç’un yanına gömün beni C i w a n a n a M e h a n e 15 AĞUSTOS ATILIMI’NIN RUHU İLE DEMOKRATİK ÖZERK KÜRDİSTAN’A YÜRÜYORUZ TEBAX 2011 Hejmar: 99 MAZLUM ERENCİ Gülücüklerini toprağa çizmiştim oysa bir de gözlerini güneşe Nasıl inanayım şimdi Mazlum öldüğüne nasıl inanayım senin İçindekiler Editörden Merhaba güneşin genç yoldaşları! Demokratik Çözümün Ad düzeyinde somutlaşması KCK ....................................................................... 2 Abdullah ÖCALAN Devrimci Halk Savaşını Geliştirelim, Önder Apo’yu Özgürleştirelim ........ ........ .................................................. ............... 6 Deniz RONİ Devrimci Halk Savaşında Gerilla ve Serhildanın Rolü ......................................................................................... 14 Ezgi DEMİR Ataerkil Toplumun Ezeli Düşmanı Genç Kadın ..................... 23 Yıldız CUDİ Varlığını Koruma ve Özgürlüğünü Kazanma Dönemi ........................................................................................................................... 26 RÖPORTAJ Festîvalên li Ewrûpayê..............................................................................................................32 Stêrka CİWAN Elinde Bastonu Vardı................................................................................................................. 39 Şerif GOYİ Konfederalîzma Demokratik ..................................................................................... 42 Sercan AYDIN Hevalê Agît Xeteke Komûtantiyê Pêşxist ............................................ 47 Duran KALKAN Mazlum Erenci .................................................................................................................................... 50 Sterka CİWAN Der Weg Staatlichen Gesellschaft ....................................................................................... 59 Deniz ÇEWLİK La proclamation de l’autonomie démocratique ............................................... 52 Ali HAYIRLI Mizah ......................................................................................................................................................................64 15 Ağustos Atılımı’nın 27. yıl dönümünü karşılarken, Kürdistan’da bu tarihsel hamleye denk bir direniş ve tarihi gelişmeler yaşanmakta. Kürt halkı yeni bir dönemi ifade eden Demokratik Özerklik’i resmen ilanı etmiştir. Başta Kürdistan olmak üzere Kürtlerin yaşadığı her yerde bu ilan büyük bir coşku ile karşılanmıştır. Kürt halkı tercihini tarihi başlangıcı ifade eden “Özerk Özgür Kürdistan’dan” yana yapılmıştır. Bu tarihi gelişme başta AKP olmak üzere Kürt halkının düşmanları tarafından büyük bir endişe ve öfke ile karşılanmıştır. Demokratik özerklik’in ilanın açıklanacağı tahmin edildiği günlerde yoğun bir şekilde başlatılan askeri operasyonlarda Silvan’da Türk ordusu ağır bir darbe almıştır. Askeri anlamda yediği tokatın şokunu yaşayan AKP. DTK’nın aldığı Demokratik Özerklik kararı ile ikinci bir tokatı da siyaseten yemiştir. Artık Kürtler açısından yeni bir süreç başlamaktadır. Ve bu sürecin temel sloganı “tüm zamanlardan daha fazla direnelim, tüm zamanlardan daha kazanalım” bu anlamda 27. yılında 15 Ağustos’un ruhu ile Bağlar’da, Gazi’de, Silvan’da, Dersim’de, Qamışlo’da, Paris’te, Dola Koke’de, Şehid Harun’da. Şehit Ayhan’da her alan ve sahada direnişi yükseltelim zaferi kazanalım Amed’de buluşmak dileğiyle... Genç kalın... Mail adresi; [email protected] STÊRKA CİWAN Ö N D E R L İ K Demokratik çözümün ad düzeyinde somutlaştırılması: KCK Abdullah ÖCALAN “KCK özsavunma birlikleri demokratik yaşamın vazgeçilmezi olacaklardır. Ordunun Kürdistan’da konumlanmasının dış tehdit hedefli olması, bununla birlikte Kürtlerin devletin ve ulusal bütünlüğün asli bir unsuru kabul edilip tehdit kaynağı olarak görülmesinden vazgeçilmesi gerekir” Tebax 2011 Demokratik çözümü ad düzeyinde de somutlaştırmak mümkündür. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumları ve mevcut sınırları meşru kabul edilmektedir. Üniterliği, federal veya konfederal olması gibi biçimlenme sorunları tartışılmamakta, gündeme getirilmesi bile önerilmemektedir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının demokratik, eşit ve özgür niteliğinin sadece anayasa ve yasalarda değil, kurumsal olarak pratikleşmesini önermektedir. Bunun için bireysel hak ve özgürlüklerle kolektif, ucu açık kültürel kimliklerin hak ve özgürlüklerinin birbirinden ayrılmazlığı vurgulanmakta ve önerilmektedir. Kürt sorununun çözümüne ilişkin hususların demokratikleşmenin ayrılmaz bir parçası, hatta mevcut haliyle temeli olarak değerlendirilmesi önerilmektedir. Çözüm, devlet odaklı olmayıp, tüm toplumu içeren demokratik sistemi esas almaktadır. Demokratik sistemden anlaşılması gereken temel hususlar, ‘kavram, kuram ve ilkeler’ bölümünde ve sonraki bölümlerde kapsamlıca çözümlendiğinden tekrarlama gereği yoktur. Fakat ilaveten ad düzeyindeki somutlaştırılmasını KCK (Koma Civakên Kurdistan) olarak belirlemek mümkündür. KCK’nin TC tarzında veya alternatifi olarak düşünülmemesi gerektiği sıkça vurgulanmaktadır. Hem içerik hem biçim olarak her ikisi farklı oluşumlardır. Türkiye Cumhuriyeti ilke ve kurumlarıyla, tarih ve güncelliğiyle çözümlenmeye çalışılmıştır. Tekrarına 2 hiç gerek yoktur. KCK ise hem tanımlanma hem gelişim düzeyinde üzerinde durmayı gerektirmektedir. Tanımlanmasını Kürtlerin demokratik modernite unsurlarından (ekonomik ekolojik topluluklar, demokratik yurttaş ve ucu açık kültürel kimliklerden oluşmuş demokratik ulus) oluşan çatı örgütlenmesi olarak ifade etmek mümkündür. Buradaki kritik kavramlar ‘demokratik yurttaş’ ve ‘ulus’ kavramlarıdır. Sanırım demokratik yurttaş üzerinde fazla tartışma gerekmez. Bireysel ve kolektif hak ve özgürlüklere sahip kişi olarak tanımlanmasına fazla itiraz olmaz. Demokratik ulus biraz daha karmaşık gözükebilir. Fakat unutmamak gerekir ki, AB’nin son beş yüz yıllık modernitenin kanlı ulus kavgalarından çıkardığı ulus tanımı da buna yakındır. Devlet ulusçuluğu günümüzde bile yol açtığı tıkanma ve sorunlar nedeniyle hızla esnemekte ve aşılmaktadır. Geliştirilen yeni ulus kavramlarında vurgu hep demokratik karaktere yapılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nde Mustafa Kemal’in “Türkiye halkına, Türk milleti denilir” tanımını tek yönüyle değil çift yönüyle değerlendirirsek daha çözümleyici olacaktır. Özellikle Türk ulus kavramına yüklenen aşırı şoven, erkek egemen iktidarcı yargılar kullanımını zorlaştırmaktadır. Diğer kimliklerin katılımını gittikçe bizzat engelleyen bir kavrama dönüşmüş bulunmaktadır. Dolayısıyla ‘Türkiye halkı’ benim önerdiğim açık uçlu kültürel kimliklerden STÊRKA CİWAN ve demokratik, özgür ve eşit yurttaşlardan oluşan ulus tanımına çok yakındır, hatta onu ifade etmektedir. Çünkü o dönemde bile bu kavram çoklu etnisiteyi ifade ediyordu. Engel haline gelmiş bir kavramın bağnazca savunulması çözüme katkı sunmaz. Kaldı ki, KCK Kürtler için sivil toplumun demokratikleştirilmesi olarak da tanımlanabilir. KCK, sivil toplumun çatı örgütü olarak, gerçekten ve özüne uygun biçimde ‘Türkiye halkı’ veya ‘Türkiye ulusu’nun bütünselliği içerisine oturtulabilir. Daha doğrusu Kürtlerin Türkiye halkı veya ulusu içinde olması gerektiğine, olduğuna içtenlikle inanılıyor veya kabul ediliyorsa, en uygun ve esnek tanımının bu yönlü olması gerektiği de gayet açıktır. Ancak bu esnek ulus tanımı ile imhacı ve inkarcı yaklaşımlar ve federalist çözümlerin sorun üretme kapasitelerinin önüne geçilebilir. Ayrılıkçılık ve şiddet kapısının önünü uzun vadeli kapatacak olan da yine bu esnek ulus ve çatı örgütlenmesi olacaktır. Askeri güç ve federalist çözümlerin, sorun çözme kapasiteleri şurada kalsın, kendi başlarına sürekli savaş hallerine ve ayrılıkçılığa kapıyı açık tutacaklarını hem tarihten hem de güncel yaşamdan gayet iyi bilmekteyiz. Kürtler mevcut halleriyle zaten kolektivitelerini ilerletmiş, birey olarak da özgürleşmede gelişmiş bir konumu teşkil etmektedir. Bundan gerisini kabul etmelerini dayatmanın daha yoğun şiddet ve ayrılıkçılığa yol açacağını, daha doğrusu açık olan bu yolda daha hızlı ve yoğun koşuya geçeceklerini söylemek kehanet olmayacaktır. Kuzey Irak’taki Kürdistan Federe Yönetimi biraz da bu gerçeği ifade etmektedir. İmha ve inkar politikalarının cumhuriyet tarihindeki sonuçları ise gözler önündedir. Sosyal bilimin vardığı aşama göz önüne alınarak KCK çözümü üzerinde durulursa, bunun demokratik Türkiye, demokratik cumhuriyet ve demokratik ulus gerçekliğine hem en uygun çözüm hem de gerçekleşmesi en güçlü olasılık olarak önemini ortaya koymaktadır. Gerginlik süreçleri yaşansa bile aradaki yoğun diyalog demokratik çözümleri üretebilecektir KCK çözümünün pratikleşmesi halinde olası gelişmeleri öngörmek öğretici olacaktır. Bu durumda cumhuriyet kurumları varlıklarını koruyarak sürdüreceklerdir. Fakat artık farklı bir durum doğmuştur. KCK’nin de kurumlaşması gelişmektedir. Devlet kendini idari birimler halinde uygulatırken, KCK kendini demokratik kurumlar olarak işletmektedir. Konuları ve konumları farklılık ve benzerlik arz edebilir. Farklılık olduğunda birbirlerini tamamlayıcı yan 3 ağır basacaktır. Benzerlik olduğunda ise olumlu bir yarış başlayacaktır. Hangisi toplumsal sorunlara daha iyi yanıtlar buluyorsa, onun desteklenmesi önceliği alacaktır. Bu çözüm modelinde en önemli husus, birbirlerinin reddini veya ötekileştirilmesini gerektirmemesidir. Geleneksel tüm çözümler, devletli veya bireysel haklı olanlar hep ret veya ötekileme üzerine kuruluydu. Biri yıkılmadan veya ötekileştirilmeden, yerine diğeri veya daha iyi varsayılanı uygulanamazdı. Bunda dinsel ve pozitivist dogmatizmin payı belirleyici olup, hem tarihte hem de günümüzde toplumu sorunlar yumağı haline getirmekten başka sonuç vermemiştir. Sosyal bilimin yeni verileri, toplumsal doğanın esnekliğini ve yüksek zihniyet düzeyini vurgulamaktadır. Simbiotik (karşılıklı yararlılık) ilişkinin yaygınlığını belirlemektedir. Antagonist (çatışmalı) çelişkinin zorunlu olmadığını ortaya koymaktadır. Demokratik siyaset kurumlarının (KCK bu tip kurumların çatı örgütlenmesi Tebax 2011 STÊRKA CİWAN olarak kavranmalı) devletle ilişkilerinin yıkıcı olmaktan çok, devleti en randımanlı ve gerekli konumlara ittiğinden bahsetmek daha doğrudur. Gerginlik süreçleri yaşansa bile, aradaki yoğun diyalog demokratik çözümleri üretebilecektir. Süreç ilerlerse, ayakta kalacak olan kurumsal biçimler içinde en gerekli ve yararlı olanların durumlarını koruyup geliştirerek sürdüreceğini, gerekli ve yararlı olmayanların ise aşılacağını belirtmek mümkündür. Zaten demokratik mekanizmalardan beklenen sonuç da budur. KCK çözümünün olası uygulanma boyutları KCK çözümünün olası uygulanma boyutlarını ortaya koyduğumuzda konular daha da aydınlatılmış olacaktır. a- Ekonomik boyut: KCK’nin ekonomik alan üzerinde yoğun çalışması olacaktır. Kapitalist modernite unsurlarının azami karcı ve çevreyi yıkıcı etkilerine karşı toplumu ve çevreyi savunma durumunda olacaktır. Bunu ekonomik ve ekolojik komünler başta olmak üzere karı esas almayan, toplumun temel ihtiyaçlarına cevap veren, çevreyi koruyan birimlerle yürütecektir. Toplumsal piyasa üzerindeki tekelci vurgunu önleyecektir. Kapitalist unsurlar yok edilmeyecek ancak oldukça sınırlandırılacaktır. Çalışma bir angarya olmaktan çıkarılacak, yaşamın ibadeti haline getirilecektir. Yaşam ve çalışma arasına örülen yabancılaşma duvarları yıkılacaktır. Toplumun her şeyini metalaştıran ve toplumu metaya boğan sistem yerine, kullanım ve zorunlu değişim değerlerine dayalı ekonomik sisteme öncelik tanınacaktır. KCK’nin dayandığı ekoloji ve toplumsal zemin bu sistem Tebax 2011 için biçilmiş kaftandır. Yaygın işsizliğin ortadan kaldırılması kadar, çalışmayı özgürlük olarak değerlendiren bir ahlak anlayışı, toplumun gereksinim duyduğu tüm asli özlem ve ihtiyaçlarını giderecektir. b- Sosyal boyut: KCK sistemi eğitim, sağlık, spor, sanat, hukuk gibi alanlarda toplumun gereksinimlerine yanıt vermekte de elverişli bir yönetim tarzıdır. Devletle yarışın ve karşılıklı ilişkinin (simbiotik ilişki) yaşanacağı bu toplumsal alanlarda, cumhuriyet kurumlarının şimdiye kadar, kendilerinden bekleneni veremediği göz önüne getirildiğinde, KCK’nin fonksiyon e l konumu daha iyi anlaşılacaktır. Sanıldığının aksine, bu alanlarda dil ve etnisite fazla sorun teşkil etmeyecektir. Eğitimin çok dilli olması sosyal gereklilik açısından teşvik edilmesi ge4 reken bir durumdur. Türkçe kadar Kürtçe’nin veya başka dillerin geliştirilmesi, eğitimde kullanımı gerçekten anlam zenginliğini üretecektir. Bu alanda şovenizme ve dayatmalara yer ve gerek yoktur. Kürtlerin kendi eğitim, sağlık, spor ve sanat kurumlarını geliştirmeleri demokratik ulus içerikli olup, ulusal bütünlüğü özde sağlayacak buna zenginlik katacaktır. Aynı hususlar diğer kültürler için de belirtilebilir. Türkiye halkını veya ulusunu kültürel zenginliklerin bütünlüğü olarak yorumlarsak, “sakınca”, ‘kırmızı çizgi’ sanılan birçok hususun dogmatik, tutucu, gelişime hizmet etmeyen önyargılardan oluştuğu görülecektir. Gönüllü ulusal bütünlükten daha güçlendirici başka bir tutum düşünülemez. c- Güvenlik boyutu: Üzerinde en çok tartışılacak, karar ve yasalar gerektirecek boyut, güvenlik alanına ilişkin olacaktır. Kürtler özgürlük yoksunu olmanın ötesinde, varlık olarak hep tehlikelerin kıyısında ve içinde yaşadıklarından, sağlam güvence talep edecekler ve kurumsal çözümde ısrarlı olacaklardır. Cumhuriyet ordusu dış tehditlere karşı savunulur, ancak Kürtlerin varlığı ve özgürlüğü konusundaki tutumun radikal bir dönüşüm geçirmesi gerekir. Diğer güvenlik kurumları için de aynı hususlar geçerlidir. Bu dönüşümler sağlanıncaya kadar KCK öz savunma güçlerini muhafaza etmek STÊRKA CİWAN durumundadır. Özellikle köy koruculuğu, mevcut durumuyla JİTEM ve diğer paramiliter gruplar (Ergenekon’a kısmen yansıyanlar dahil) varlığını sürdürdükçe, KCK özsavunma birlikleri demokratik yaşamın vazgeçilmezi olacaklardır. Ordunun Kürdistan’da konumlanmasının dış tehdit hedefli olması, bununla birlikte Kürtlerin devletin ve ulusal bütünlüğün asli bir unsuru kabul edilip tehdit kaynağı olarak görülmesinden vazgeçilmesi gerekir. Cumhuriyet tarihinde yaşanan bu yönlü acı anıların aşılmasına birlikte çaba harcanmalıdır. KCK özsavunma birlikleri için çeşitli çözümler üretilebilir. Geçici ve sürekli konumlar düşünülebilir. Ordu ve diğer güvenlik birimleri kapsamında, Irak Kürtlerindeki gibi olmasa da, yerel güvenliğin bir parçası biçiminde dönüşümü sağlanabilir. d- Diplomatik boyut: Bu boyuttaki en önemli sorun, Misak-ı Milli’ye aykırılık temelinde Kürdistan’ın ve Kürtlerin parçalanmasına nasıl bakıldığına ve ne tür çözüm önerildiğine ilişkindir. Şüphesiz buna Türkmenler, hatta Ermeniler ve Süryaniler de dahildir. Durumları hem iç hem dış politikayı yoğunca etkilemektedir. Irak ve Ermenistan’daki gelişmeler son derece açıklayıcıdır. Suriye’deki gelişmelerin önemi de küçümsenemez. Zaten İran tüm dünyayı ilgilendirmektedir. Aradaki Kasr-ı Şirin Antlaşması’na çok uzakta kalıyormuş gibi bakmamak gerekir. Zaman sıkışıklığını yaşıyoruz. Tüm bu konular Ortadoğu çapında düşünmeyi ve çözüm üretmeyi zorunlu kılmaktadır. KCK Ortadoğu çapında çözüm üretmenin mükemmel bir örneğini sunmaktadır. Etnisite ve ulus farkı gözetmeksizin, daha doğrusu çeşitli mezhep, etnisite ve ulus farkları kapsamında sorunları çözen bir sistemi önermektedir. Ortadoğu pratiği sadece devletlerin diplomatik faaliyetleriyle sorunların çözümlenmediğine dair sayısız ders vermektedir Burada düşünülen model siyasi sınırları kaldıran, askeri çözüme kapı aralayan, tek başına federalizmi dayatan bir sistem değildir. AB dahil, dünyanın sunduğu birçok çözüm yöntemini göz önünde bulunduran, ama özgünlüğü olan bir yöntemin geliştirilmesinden bahsediyoruz. KCK bu ihtiyacı göz önünde bulundurmaktadır. Türkiye’nin ulusal bütünlüğü kapsamında tüm Ortadoğu Kürtlerini, Ermenileri, Süryanileri ve Türkmenleri kapsayan bir çatı örgütlenmesi olarak genişletilebilir. Devletleri kapsaması şart değildir. Devletler kendi aralarında AB türü bir birlik geliştirebilir. Özellikle Türkiye, Suriye ve Irak için gevşek bir konfederasyon önerilebilir. Bu model giderek Ortadoğu’da genişlik kazanabilir, derinleşebilir. KCK çözüm modeli devletlerin birlik modelinin zıttı olarak değil, toplumsal ihtiyaçtan doğan paralel ve tamamlayıcı bir sivil toplum birliği, demokratik konfederalizmi olarak düşünülmelidir. Ortadoğu pratiği sadece devletlerin diplomatik faaliyetleriyle sorunların çözümlenmediğine dair sayısız ders vermektedir. AB’nin en az devletler konfederasyonu kadar sivil toplum konfederasyonlarını da eş düzeyde geliştirmesi boşuna değildir. Günümüz ulus ötesi toplum ihtiyacı bu yönlü dayanışma örgütlenmesini vazgeçilmez kılmaktadır. Ortadoğu somutunda devletlerin konfederalizmiyle sivil toplumun demokratik konfederalizmi eş düzeyde önemli ve gerekli olup, paralel ve tamamlayıcı yönde geliştirilmek, bu yönlü sorunları böylece çözmek durumundadır. 5 KCK açısından başka boyutlardan da bahsetmek mümkündür. Ancak olası pratikler, gelişmeler açısından bu boyutlar yeterince aydınlatıcı ve öneri sunucudur. Şüphesiz her boyut ve başka alanlar için anayasal, yasal sorunlar ve birçok yönetmelik sorunu var olup çözümü gerekecektir. Bu yönde devletin güvenlik birimleriyle yoğun diyaloglar gerekli olup, ortak çözümlere katkıda bulunacaktır. Hükümet ve TBMM düzeyindeki çalışmalar çözümde kilit rol oynayacaktır. Ayrıca sadece devlet kurumları düzeyindeki diyalog ve ortak çabalar yeterli olmayacaktır. Yine hükümetin ve TBMM’nin çabaları da tek başına yeterli değildir. Sivil toplumun ve bunun bir parçası olarak muhalefet partilerinin de önemli rolleri olacaktır. Özellikle kamuoyu çalışmaları şarttır. Basın ve yayın kuruluşları bunda hayati rol oynayacaktır. Üniversiteler ve akademi dünyasının katkıları küçümsenemez. Başta ABD ve AB olmak üzere çözümün birçok boyutunda neredeyse taraf konumunda olan bu güçler ve katkı sunabilecek diğer deneyim sahibi uluslararası güçlerin de çözümde katkıları beklenebilir. Türkiye’nin demokratik açılımı ve Kürt sorununun çözüm modeline ilişkin bu değerlendirmeler, taslak düşünceler ve öneriler olarak anlaşılmalıdır. İlgili tüm tarafların düşünce ve öneri geliştirmeleri için üzerime düşen sorumluluğun gereği olarak tarafımdan bu taslak sunulmaktadır. Tartışmalar ve öneriler geliştikçe daha farklı katkılarımız elbette söz konusu olabilecektir. Geriye nereden ve nasıl başlamalı biçiminde pratikte yapılacak, uygulanacak bir eylem programına veya planına ihtiyaç bulunmaktadır. Bu yönlü plan önerimi bundan sonraki kısımda sunmaktayım. *** Tebax 2011 STÊRKA CİWAN P O L İ T İ K DEVRİMCİ HALK SAVAŞINI GELİŞTİRELİM, ÖNDER APO’YU ÖZGÜRLEŞTİRELİM! Deniz RONİ “Gün tüm bireysel kaygı, korku ve çekincelerimizi bir yana bırakıp mücadeleye yüklenme günüdür. Gün devrimci halk savaşına güçlü bir biçimde hazırlanma, Önder Apo’nun özgürlüğünü sağlama günüdür. Devrim sloganlarının tüm Kürdistan’da yankılandığı bu süreçte bu slogana ses verme, güç katma zamanıdır. Başka yarın yoktur! Olanı da biz yaşamayacağız” Tebax 2011 Genelde Ortadoğu, özelde Kürdistan merkezli siyasal gelişmeler çok hızlı bir değişim seyri içerisindedir. Tüm politik dengelerin sarsıldığı, ciddi alt–üst oluşların yaşandığı ülke ve bölge gerçekliğinde doğru bir tutum ve duruş belirlemek yaşamsal bir önem taşımaktadır. Bu durum Kürdistan devriminin öncü gücü olan Apocu gençlik açısından çok daha fazla geçerli ve gereklidir. Mevcut siyasal gelişmeler Önder Apo’nun ‘kaos aralığı’ tanımını ve tespitini doğrular niteliktedir. Tüm siyasal eğilimler akacakları mecrada yol almakta, baskın gelmenin ve bu ‘aralık’ tan güçlü çıkmanın kavgasını vermektedirler. Böylesi bir siyasal atmosferde Apocu gençlik hareketinin kendisini doğru temelde hazırlaması, araç ve yöntemlerini güçlü bir çıkış ve zafer temelinde belirlemesi Kürdistan devriminin rengini belirlemek açısından stratejik bir öneme sahiptir. Kürdistan merkezli başlayan Ortadoğu halk devrimleri yerleşik statükocu yapılar üzerinde ciddi bir basınç oluşturmuş durumdadır. Ne kadar perspektif ve öncülük konusunda sıkıntı yaşansa da açığa çıkan halk hareketleri Ortadoğu’da hiçbir şeyin eskisi gibi devam etmeyeceğinin görülmesi açısından tarihsel önemdedir. Artık küresel sermaye güçlerinin halklara biçtiği kalıplar dar gelmektedir, bohça yama tutmamaktadır. Kürdistan merkezli devrim dalgası statükocu-diktatöryal rejimler açısından bir kabusa dönüşmüştür. Uluslararası sermaye açısından en fazla korkulan demokratik sosyalizm eksenli yü6 rütülen Kürdistan özgürlük mücadelesinin dalgalar halinde Ortadoğu’da yaygınlaşması bölgeyi etkisi altına almasıdır. Bu olasılık, yerel, bölgesel ve uluslararası hegemonik güçlerin tüm hesaplarını altüst eden sonuçlar açığa çıkarma potansiyeline sahiptir. Dikkat edilirse bu yüzden çapı ve gücü ne olursa olsun tüm statükocu-hegemonik güçler ortak bir cephe halinde Kürdistan özgürlük hareketinin tasfiyesi için hareket etmektedirler. Tüm uç görünen, bir birine karşıt gibi görünen( İsrail, İran, Suriye, Irak, ABD, AB, TC, vb.) güçler PKK’nin tasfiyesi söz konusu olunca tereddüt duymadan ortaklaşabilmektedir. Amaç, bu insanlık hareketini güçsüz bırakmak, marjinalize etmek ve boğmaktır. Bugün Ortadoğu da açığa çıkan yeni süreç yoğun ilişki, çelişki ve çatışmaları içerisinde barındırmaktadır. Daha önce Önder Apo’nun tespit ettiği Ortadoğu’da üç eğilimin varlığı, bunların ciddi bir mücadele içerisinde olduğunu bu gün daha çıplak bir biçimde görmekteyiz. Katı ulus devletçi eğilimin mevcut konumunu nispi reformlarla devam ettirmeleri olası bir durumdur. Zaten birçok devlet reform sözü vererek toplumsal tepkilerin önünü alma arayışı içerisine girmişlerdir. Fakat köklü ve radikal olmayan bu makyaj politikasının ne düzeyde toplumsal karşılık bulacağı tartışmalık bir husustur. Bunun yanında küresel sermaye güçlerini bu süreci kendi lehine çevirmesi ve halkların özgürlük arayışlarını ve mücadelelerini manipüle etmeleri çıkarları ekseninde kendilerine yedek- STÊRKA CİWAN lemeleri kapitalist modernist sistemin fırsatçı karakterini bir kez daha gözler önüne sermektedir. Halkların özgürlük arayışını ve bu mücadelelerin açığa çıkardığı zemini, kendi yarattığı ulus devlet yapılarıyla, bu katı ulus devlet yapılanmaları şahsında Ortadoğu’nun küresel sermaye güçlerinin rahatça sürebilecekleri tarlaları haline dönüştürmenin fırsatı olarak görülmektedir. Bu yüzden halkların ne istediği, özlemlerini ve umutlarının ne olduğu bu güçler için bir dert değildir. Amaç bu güçler açısından; daha çok kâr, daha çok sermaye daha çok pazar olmaktadır. Diğer eğilim ise yukarıda da kısaca değindiğimiz PKK şahsında ortaya çıkan, büyüyen, gelişen ve yayılan halkların özgürlük eğilimidir. Bu her üç eğilim arasındaki çatışma ve mücadele çetin, zorlu bir mücadeledir. Her eğilim bu süreci kendi lehine çevirme çabası ve arayışı içerisindedir. Dolayısıyla bu kavganın her zamankinden daha örgütlü, daha kararlı ve daha güçlü yürütülmesi sonucun zaferle sonuçlanmasının en temel formülasyonudur. PKK nin tasfiyesi konusunda yek vücut olmuş bir yapıdan söz edebiliriz İçerisinden geçmekte olduğumuz bu sıcak süreçte en önemli alanlar Kuzey Kürdistan ve Türkiye alanlarıdır. Bu önem sadece Türk devletinin faşist, sömürgeci, işgalci karakterinden ileri gelmemektedir. AKP iktidarı, Kürdistan özgürlük hareketinin tasfiyesi ihalesini uluslararası güçlerden almıştır. On yılı aşkın süredir iktidarını sürdürmesi bununla alakalı bir durumdur. Küresel sermaye güçleri AKP eliyle Özgürlük hareketini tasfiye edip yine bu güç üzerinden ılımlı islam politikasıyla Ortadoğu üzerindeki hesaplarını rahat bir şekilde hayata geçirmeyi amaçlamaktadır. Ilımlı islam politikalarının Orta- doğu’da hakim kılınmasının temel stratejik yaklaşımı ‘iç ve dış siyasette sıfır sorun’ espirisiyle tanımlanmaktadır. Fakat bu konseptin önündeki en temel engel Kürdistan özgürlük hareketi olmaktadır. Kürt sorunu gibi çetrefilli bir sorunu çözemeyen, hatta uyguladığı klasik yöntem ve araçlarla bu sorunun kangrenleşmesine neden olan bir Türkiye Ortadoğu gibi bir coğrafyada model ülke olamaz. Dolayısıyla küresel sermayenin çıkarlarına hizmet edemez. AKP’nin önünde böylesi bir görev bulunmaktadır; PKK’yi tasfiye etmek, Kürtlere de bireysel haklar çerçevesinde göstermelik kimi haklar tanıyarak bu sorunun üzerini örtmek. AKP’nin on yıla yakın bir süredir yaşama geçirmeye, sonuç almaya çalıştığı konsept budur. Devletin tüm kurum ve imkanlarının bu konsepte hizmet için yeniden dizayn edildiği geçen on yıllık siyasal geçmişe bakılırsa görülecektir. Yargısından siyaset kurumuna, askeri-sivil bürokrasisinden ordusuna tüm kurum, imkan ve mekanizmalarıyla AKP iktidarının bu eksende devleti dizaynı, örgütlemesi söz konusudur. Bunun önünde engel olan tüm mekanizmalar tasfiye edilmiş, kalanlar sindirilmiş ve hepsi bu çizgiye 7 çekilmiştir. Bu gün itibari ile PKK’nin tasfiyesi konusunda yek vücut olmuş bir yapıdan söz edebiliriz. Siyasal alanda, işbirlikçi eğilimi Kürtler içerisinde geliştirmeye, örgütlemeye çalışan, bunlara her türden ekonomik imkanları sunan, bunu yanında siyasal tasfiye operasyonlarıyla özgürlük hareketinin legal alandaki kadrolarının büyük çoğunluğunu tutsak almıştır. Bununla boşalttığı bu alanı denetimine almayı, yönlendirmeyi ve kendi sahte, işbirlikçi Kürt siyasetine yedeklemeyi amaçlamıştır. 2009 yerel yönetim seçimleriyle başlayıp 2010 anayasa referandumuyla devam eden ve son olarak 12 Haziran milletvekili seçimleriyle, tasfiye siyasetine büyük bir darbe vuran onurlu halkımız aynı zamanda özgürlük mücadelemizin meşruiyetini de güçlendirmiştir. Tersi bir sonuç, yani sömürgeci siyasetin bu süreçlerden galip çıkması halinde kürdün üzerinde her türden katliam meşruluk kazanacaktı. AKP’nin tüm çabası, uğraşı bu meşruiyeti kazanmaktı. Faşist sömürgeciliğin hesapları Kürdistan’dan geri dönmüştür. Kürt halkı onursuzlaştırma, kimliksizleştirme, kültürsüzleştirme siyasetine artık pabuç bırakmayacağını çok net Tebax 2011 STÊRKA CİWAN ve güçlü bir biçimde göstermiştir. Çözüm adına tüm oyalama, tasfiye zamana yayma politikaları artık Kürt halkının sabrını zorlayan bir noktaya gelmiştir. Kürdistan’da sömürge politikaları meşruiyetini tamamen yitirmiştir. Geçerliliği ise ciddi oranda zayıflamıştır. Kısa bir süre önce Demokratik Özerklik’in kuzey Kürdistan’da ilanı, Kürt halkının artık sömürgeci güçlerden hiçbir beklentisinin kalmadığını net bir biçimde ifade etmektedir. tirebileceğini çok iyi biliyor ve bu konuda iknadır. Devlet cephesinden değişen hiçbir şey yoktur. Zihniyet aynı zihniyet, anlayış aynı anlayıştır; tasfiye derinleştirilmek, imha yaygınlaştırılmak istenmektedir. Bunu nerede, ne zaman, hangi araç ve yöntemlerle yapacağı işin teknik boyutudur. Dolayısıyla bu gerçeklik üzerinden kendimizi içinden geçmekte olduğumuz sürece hazırlamamız gerekmektedir. İçinde bulunduğumuz dördüncü stratejik mücadele dönemi- Devrimci halk savaşı, topyekün mücadele sürecidir Bu aşamada Apocu gençlik hareketinin oynayacağı rol yaşamsal önemdedir. Kürdistan gençliğinin şu konuda net olması ve kafasında hiçbir tereddüdün kalmaması olmaması gerekiyor; düşman bizi tasfiye etme konusunda oldukça nettir, çünkü bunu başarabildiği oranda kendi varlığını devam et- Tebax 2011 8 nin mücadele biçimi olan devrimci halk savaşına hazırlanma bu sürece öncülük yapma gibi bir misyonla, tarihsel sorumlulukla karşı karşıya bulunmaktayız. Özellikle bu dönemde kadro boyutunda yaşanan veya açığa çıkan çarpık anlayış ve yaklaşımlar hızla aşılmalıdır. Her hangi bir örgüt gündemi ve mücadele kaygısı olmamasından kaynaklı bir biriyle uğraşan, didişen, bir birini çekiştiren, dedikodu yapmaya varan pratikler ve yaklaşımlar bu hareketin kadrolarının veya çalışanlarının yaklaşımları olamaz. Önümüzde dağ gibi iş dururken suni gündemler yaratma ve hem kendini hem de örgütü bu suni gündemlere mahkum etme en hafif biçimde bozgunculuk olarak tanımlanabilir. Devrimci halk savaşı, topyekün mücadele sürecidir. Yani kimsenin bu sürecin dışında kalmayacağı bir örgütlülükle sürece dahil olmayı gerektirir, bu da Kürdistan gençliğinin bulunduğumuz tüm alanlarda örgütleme sorumluluğunu doğurmaktadır. Kürdistan gençliği bu tabloda kendisini görmemektedir. Kendisini bu gerçeklik ve ihtiyaçların giderilmesinde, yapılması gerekenlerin yapılmasında sorumlu görmemektedir. Devrimin gerekliliklerinin merkezine oturtamamaktadır kendisini. Sorumluluktan kaçan, başkasına havale eden ucuz yaklaşımlar gelişebilmektedir. Yapılması gerekenleri, görev ve sorumluluk olarak önümüzde duran çalışmaları uzaydan birileri gelip yapmayacaktır. Bu bizim görevimiz ve sorumlu kılındığımız çalışmalardır. Zaten düşman örgütlülüğümüzü dağıtmak için elinden geleni yapmaktadır. Binlerce genci tutsak almakta, en ufak bir hareketlenmeye STÊRKA CİWAN pervasızca yönelmektedir. Dikkat edilirse Kuzey Kürdistan ve Türkiye sahasında yapılan binlerce tutuklama içerisinde sistematik bir biçimde sadece gençlik örgütü hedef haline getirilmiş ve bu temelde yönelinmiştir. Bunca saldırı ve yönelim varken kendimizle uğraşmak kesinlikle olmaması gereken ve derhal aşılması gereken yaklaşımlardır. Tek gündemimiz her Kürt gencini örgütlemek, örgütsel zemin ve mekanizmalara katmak, devrimci halk savaşının hazırlığını tüm alanlara taşırmak olmalıdır. PKK, Kürt halkının son özgürlük umudu, son şansıdır Öz savunma bilincini tüm gençlik kitleleri içerisinde yaymak gerekmektedir. En ufak yerel birimlerden en geniş alanlara kadar birim çalışmalarını örgütleyebilmeliyiz. Bu Kürdistan genç-liğinin temel görevidir. Asimilasyon politikalarının, uyuşturucunun yaygınlaştırılmasında, ajanlığın örgütlendirilmesinde, fuhuşun yaygınlaştırılmasında dikkat edilirse temel hedef gençliktir. Amaç Kürdistan gençliğinin özgürlük mücadelesinden uzaklaştırılması hatta özgürlük mücadelesine ve halkına karşı bir silaha dönüştürülmesidir. Bu yüzden öz savunma konusunda en fazla hassas olması gereken güç gençlik olmalıdır. Başkalarının gelip bizleri savunmasını beklemeyelim, bu yanlıştır. Kendi savunma yöntem ve araçlarımızı kendimiz yaratalım. Bu tür özel savaş politikalarının örgütleyen, uygulayan kişi ve kurumlara kesinlikle yaşam hakkı tanımayalım. Tersi, kendi celladının pratiklerine göz yummak, onaylamak olur. Yine serhildan alanının örgütlendirilmesi devrimci halk savaşının pratikleşmesi açısından önemlidir. Bu konuda büyük deneyimler vardır. Kürdistan gençliği zaten bu alanda aktiftir. Fakat bu dönemi geçmiş dönemlerden ayıran temel husus serhıdanlarda sürekliliğin yaratılmasıdır. Serhıldanların örgütleyici, yürütücü gücü olan gençlik bu konuda da görev ve sorumluluk sahibidir. Serhıldan alanında sürekliliği yaratmak yukarıda da söz ettiğimiz gibi örgütlülüğü her alanda geliştirmek, yaymakla mümkün olabilir. Devrimci halk savaşının diğer önemli ayağı gerillanın sürece daha aktif ve etkili katılımıdır. Bu konuda Kürdistan gençliğinin üzerine düşen gerillanın nicel olarak büyütülmesi, gerillaya katılımların arttırılmasıdır. Düşman gerillaya katılımları engellemeyi stratejik bir konu olarak ele almaktadır. Her gerillaya katılan genç, düşmanın Özgürlük hareketini marjinalize etme, halktan koparma, yalnızlaştırma ve boğma siyasetinin boşa çıkması anlamına gelmektedir. Düşmanın uyguladığı tüm özel savaş yöntemlerinin, kriminalize etme politikalarının amacı Kürdistan gençliğinin gerillaya katılımını engellemek, ilgisini ve sempatisini ortadan kaldırmaktır. Biraz onur ve haysiyet sahibi her Kürt genci gerillaya katılmayı, yerine getirilmesi gereken bir görev ve sorumluluk olarak görmelidir. Hiçbir genç kendisini bu insanlık ha9 reketinin dışında görmemeli, ilgisiz kalmamalıdır. Yedisinden yetmişine herkesin devrim yürüyüşünde yerini aldığı bir süreçte Kürdistan gençliği başını kuma gömemez. Tarihe lanetli bir kuşak olarak geçmek istemiyorsa bu yürüyüşün en ön saflarında yani gerilla saflarında yerini almalıdır. Şunu unutmamak gerekiyor; PKK, Kürt halkının son özgürlük umudu, son şansıdır. Özgür bir yaşam dışında herhangi bir seçeneğimiz yoktur, olmamalıdır. Hem bizler açısından hem de düşman cephesinden sözün bitti yerdeyiz. Gün seferberlik ruhuyla özgürlük mücadelesini sahiplenme, yükselme ve güç katma günüdür. Gün tüm bireysel kaygı, korku ve çekincelerimizi bir yana bırakıp mücadeleye yükseltme günüdür. Gün devrimci halk savaşına güçlü bir biçimde hazırlanma, Önder Apo’nun özgürlüğünü sağlama günüdür. Devrim sloganlarının tüm Kürdistan’da yankılandığı bu süreçte bu slogana ses verme, güç katma zamanıdır. Başka yarın yoktur! Olanı da biz yaşamayacağız! Bu temelde tüm Kürdistan gençliği mücadele cephesinde en önde yerini almalıdır. *** Tebax 2011 STÊRKA CİWAN G Ü N C E L KÜRT GENÇLİĞİ YENİ DÖNEMİN MÜCADELESİNİ DİRENİŞ RUHU İLE SAHİPLENECEKTİR Armanç SARYA “Dağlardaki Kürt gençlerine karşı dünyanın en gelişmiş tekniğini kullanarak aralıksız imha savaşları yürütülmekte, Kürdistan dağları yirmi dört saat bombardıman altında tutulmakta, henüz on dokuz yaşındaki gencecik gerilla bedenleri cansız bir şekilde doğduğu şehre, köye gönderilmektedir” Tebax 2011 Kürdistan özgürlük tarihi açısından önemli bir dönemeçteyiz. Mücadelemizin geldiği aşama devrimci halk savaşı ile zirveleşen bir seyir izliyor. Otuz yıldan uzun süredir verilen özgürlük savaşında hareketimiz mücadelenin karakteri ile de bağlantılı sürekli zorlu ve hassas süreçlerden geçerek bu günkü duruma gelmiştir. PKK hareketi açısından her dönem olağanüstü süreçler şeklinde yaşanmıştır. Bu hareketimizin bir karakteridir. Gerilla kendini her zaman olağan üstü süreçlere hazırlayarak mücadele yürütmeyi, bunun savaşını vermeyi bir görev, sorumluluk olarak bilmiş, en zorlu süreçlerin ağır bedelleri olsa da başarıyla üstesinden gelmeyi bilmiştir. Elbette ki bu başarının bir ortağı da fedakâr ve ülkesine ölümüne bağlı Kürt halkıdır. Kürt halkı kadınıyla, erkeğiyle, genci ve yaşlısıyla her zaman kendi evlatlarının yanında, özgürlük hareketini sahiplenen bir yürüyüş içinde olmuştur. Bu mücadelenin kendi varlık yokluk savaşı olduğunu bilerek, bu gerçekliği özümseyerek, bu halkın savaşçılarına duyduğu güveni her zaman göstermiştir. Her koşul ve şartta PKK’nin yanında olduğunu tüm dünya bilmektedir artık. Bütün bu değerlerin, emeğin, başarının yaratıcısı olan Önder Apo özgürlükle sonuçlanacak olan bu zafer yürüyüşünün düzeyini her dönem daha fazla yükselterek, mücadele zeminin daha güçlü bir yapıya kavuşması için insanüstü bir çaba sarf etmektedir. Şu bilinen bir gerçektir, devrim süreçleri çok sancılı, çekişmeli ama bir o 10 kadar da özgürlüğe, yeniliğe açık süreçlerdir. Her devrimin kendisi için dönüm noktası olarak, kendisi açısından bazı gerçeklerin netleşmesi olarak tahlil ettiği süreçler vardır. Bu devrimin doğası gereğidir. İşte bu süreçlerde verilen mücadelenin temposu, düzeyi, emeği o devrimin iki yönlü seyir etmesine neden olabilir. Birinci olarak güçlü verilen bir mücadele sonucu halkların zaferi yaşanacaktır. Halkların baharı olarak tanımlanacak bir süreç başlayarak, özgür topraklara olan özlem sona erecektir. Bununla birlikte genç yaşta hayata gözünü yuman şehitlere layık olunacak, dökülen gözyaşları duracaktır. Ancak tersi bir durum söz konusu da olabilir, yine binyıllarca hüküm süren egemenler tarihine geri dönülerek baskı ve zulüm her yerde daha da acımasızca, sanki öç alır gibi terör estirebilir. İşte bu durumu etkileyecek olan bir devrimdeki mücadele dinamikleri, yani devrimin öncü güçleridir. Gençlik ve Kadın Devrimin Öncü Gücüdür Kürt halkının öncü güçleri de elbette ki gençler ve kadınlar olmaktadır. Alanlara baktığımızda, Kürt halkının en güçlü serhildan süreçlerinde başı çeken, her türlü saldırıya cevap veren, kendini zorluklara siper eden Kürt gençliği ve kadınları olmaktadır. Önderliğimiz de her durumda bu gerçekliğe dikkat çekerek, bu kesimlere düşen görev ve sorumlulukları ortaya koymakta, devrimi yapacakların bu her iki kesim olduğunu yıl- STÊRKA CİWAN lardır vurgulamaktadır. Özellikle yine bu konuda gençliğin rol ve misyonuna dikkat çekerek, gençliğin dinamizmini daha güçlü kullanması gerektiğini, özel savaş oyunlarına gelmeyerek, özgürlük için en güçlü mücadele zeminlerinde kendini daha fazla örgütlü hale getirmesi gerektiğini her zaman vurgulamıştır. Bu anlamda gençlik kitlesi kendi üzerine düşen sorumlulukları yerine getirme noktasında içinde bulunduğumuz dönemin ruhuna, karakterine, coşkusuna göre daha aktif olmalı, her anlamda kendini örgütleyerek, bütün yönelimlere cevap olabilme noktasında yetersiz kalan yönlere açık kapı bırakmamalıdır. Şu iyi bilinen bir gerçekliktir ki PKK bir gençlik hareketidir aynı zamanda. Bu işe başlayanlar genç insanlardır. Toplumun taze kanları bu işe başlama cesareti ve sorumluluğunu göstermiştir. Yaşanılan toplumsal düzenin bir kader olmadığını, normal sayılamayacağını fark ederek, bu realiteye başkaldırmış, ona karşı savaş açmışlardır. Zaten birçok devrim gerçekliğini incelediğimizde en aktif kesimin gençlik olduğunu rahatlıkla görürüz. Bu genç ol- manın doğasında vardır. Çünkü gençlik, sisteme en az bulaşmış, yeniliğe en çok açık olan, ufku en geniş, dinamik, hızlı, fırtınalar estirebilen, bu özelliklerinden kaynaklı da aynı zamanda sistemin üzerinde en çok hesap yaptığı, plan kurduğu, sistem içileştirmek için en çok yöneldiği, ideolojik bombardımana tuttuğu kesimlerden biridir. Bir yönüyle bu konuda da başarılı da olmaktadır. O yüzden insanları daha küçük yaşta kendi denetimine almak için her türlü yolu mubah görmektedir. Gençlerin dünyası sistem tarafından kuşatma altındadır Kapitalist modernite sisteminde ise bu marjinalleştirme politikaları, en acımasız şekilde insanların ruhunu sömürme faaliyetleri haline getirilmiştir. Gençlerin dünyası sistem tarafından bir kuşatma altındadır, gençler sanal bir hayata çekilerek, özünden uzaklaştırılmaktadır. İşte bu uygulama- 11 ların en vahşiceleri bu gün Kürdistan’da yapılmaktadır. Kürt gençliği her açıdan bitirilmek istenmektedir. Hem fiziki, hem kültürel, hem siyasi anlamda soykırımdan geçirilmek istenen Kürt halk gerçekliğinde buna en çok hedef olan kesim de Kürt gençliğidir. Sistem Kürt gençlerini kendi içinde eritmek için akıl almaz politikalar uygulayabilmektedir. Dağlardaki Kürt gençlerine karşı dünyanın en gelişmiş tekniğini kullanarak aralıksız imha savaşları yürütmekte, Kürdistan dağları yirmi dört saat bombardıman altında tutulmakta, henüz on dokuz yaşındaki gencecik gerilla bedenleri cansız bir şekilde doğduğu şehre, köye gönderilmektedir. Anaların gözyaşları birbirine karışmaktadır. Her gün insanın yüreğini sızlatan dayak sahneleri ile karşı karşıya kalmaktayız. Bu sistem terörle mücadele kanunları ve güvenlik adı altında Kürt çocuklarının kolları, kafaları kırılmakta, yıllarca hapislerde yatmalarına göz yumulmaktadır. Bu öyle bir zihniyettir ki Tebax 2011 STÊRKA CİWAN Genç olmak bir şeye bağımlı olmamaktır, kendi ayakları üzerinde durabilmektir. İrade göstermektir. dağa çıkacağına fuhuş yapsın diyebilmektedir. Bu kadar gözü dönmüş bir terör sistemidir. Katliam zihniyetidir, karşısındaki hiçbir şeye insafı yoktur bu zihniyetin. Biz direnişi bir yaşam tarzı olarak benimsemiş bir kültürün mirasından geliyoruz Bu zalim uygulamalar bu gün Kürdistan sokaklarını da bir savaş arenasına çevirmiştir. Buna karşı Kürt çocukları, gençleri ellerinde, taşlarla, sopalarla bu savaş arenalarında boy göstermekte, kendi öz savunmalarını yapmaya çalışmaktadır. Gever sokaklarında, gençlerin ellerindeki “KCK Asayiş” yazılı kalkanlar buna güzel bir örnek olmaktadır. Elbette karşımızdaki özel savaş politikaları sadece fiziki şiddetle sınırlı kalmamaktadır. Şiddetin her yönlüsüne başvurulmaktadır. Halkımızın değerlerine el atılmaya çalışılmaktadır ve bunda da en önde hedef seçilen kesimlerden biri de Kürt gençleridir tabi ki. Kürdistan 3S politikaları, bio-iktidar, ajanlaştırma politikaları Tebax 2011 en çok gençler üzerinden uygulanmaktadır. Peki neden? Çünkü Kürt gençliği bu devrimi başlatan ve yürüten güçtür. Potansiyeli yüksek, özgürlüğe olan inancı kuvvetli, bu uğurda ölümü bile göze alabilecek bir cesarete sahiptir. Genç olmanın özünü açığa çıkarmıştır. PKK bu işe en değerli, yurtsever, emekçi, fedakâr, düşünsel zenginliğe sahip, cesur gençlerle başlamıştır. Bu gün de PKK hâlâ bu gençliğini korumaktadır. Önderliğimizin perspektifleri ile her zaman yeniye açıktır, değişim ve dönüşümü esas alan, kendini cesurca, açık bir şekilde eleştiren, kararlı bir şekilde özeleştirisini veren, mücadele etmede ısrarlı bir yapıya sahip hareket olmaktadır. Şu ana kadar ne Ortadoğu’da, ne de dünyada hiçbir devrimde böylesi çok yönlü devrim gerçekleştiren bir hareket olmamıştır. Bu gücü PKK ortaya koyabilmiş, çok geniş, her kesime hitap eden bir mücadelenin yaratıcısı olmuştur. Bunu yaptıran dinamiklerden biri de onun gençlik özüdür. Çünkü genç olmak aynı zamanda verili sisteme her zaman alternatif olmak anlamına da gelir. 12 Zafer Devrimci Halk Savaşıyla ve Gençlik Öncülüğünde Gerçekleşecektir PKK tarihi her zaman direnişlerle dolu bir tarih olmaktadır. 14 Temmuz, 15 Ağustos, 1 Haziran direniş tarihlerine birer örnek olmaktadır. İçinde bulunduğumuz süreç de, mirasını bu tarihi gerçeklikten almaktadır. Devrimci halk savaşının gündemimizde olduğu, aslında yürürlükte olduğu bu süreçte Kürt gençleri rolünü belirli ölçülerde oynamaktadır. Ama bunun daha fazlası da olabilmelidir. Çünkü şu anda karşımızda topyekûn bir saldırı var. AKP’nin özel savaş kurumları her şeyi hedef haline getirerek yeni saldırı planları ile yöneliyorlar. Kürdistan toprakları büyük bir işgal altında tutuluyor. Dağlardan başlayan savaş dalgası şehirlerde yürütülüyor. Çocuk, kadın, yaşlı denmeden her Kürt hedef alınıyor. Kürtlere karşı linç uygulamaları yapılıyor. Kürt halkının resmi temsilcileri, bütün kamu oyunun gözleri önünde yok sayılıyor, zindanlarda çürütülmeye çalışılıyor. Kürt halkına hiçbir demokratik mücadele zemini bırakılmıyor. Sahte açılım politikalarının savaş açılımı olduğu çok iyi anlaşılmış durumda. Bu anlamda bizim için ölüm kalım anlamına gelen bu topyekûn saldırılara karşı topyekûn bir direniş ile cevap olmalıyız. Bu konuda Önderliğimiz bu gidişata da dikkat çekerek uyarılar da bulunmaktadır. Her kesim için mü- STÊRKA CİWAN cadele sorumluluklarının yerine getirilmesi konusunda perspektiflerini ortaya koymaktadır. Herkesi mücadelenin görevlerini yerine getirmeye çağırmaktadır. Bunun en başında gelenlerden bir tanesi de Kürt gençleri olmaktadır. Kürt gençleri devrimci halk savaşının yürütücü güçlerindendir. Dağda, ovada, şehirde, metropollerde bu sorumluluğu en çok üstlenmesi gereken kesimdir. Bu anlamda kendi görev ve sorumluluklarına anlam verememezlik gibi bir lüksü yoktur. Bu herkes için geçerli bir durumdur. Ama en fazla gençler için geçerlidir. Kürt toplumu içinde öz savunmayı geliştirecek olan, her türlü saldırıya karşı koyacak olan, Kürt halkının değerlerine el uzatanların önünü alacak olan Kürt gençliğidir. Günün yirmi dört saati, ayakta, her zaman her şeye hazır bir halde olmalıdır. Çünkü bu süreç bizden bunu istemektedir. Bu süreç bir varlık, yokluk sürecidir. Önderlik bunun için varlığını koruma, özgürlüğünü kazanma süreci olarak dönemin karakterini belirleyerek, dördüncü stratejik süreci başlatmış ve bu aşamaya kadar getirmiştir. Önderliğin barışa dönük bütün çabalarına ise AKP hükümeti çözümsüzlük politikalar ile cevap vermiştir. Bu bakımdan artık bu sürecin daha fazla uzatılacak, sürüncemeye alınacak bir tarafı yoktur. Seçimler sonrası ortam daha fazla netleşmiştir. Netleşen bu ortamın görevleri de daha net olmaktadır. Hareketimiz açısından zaten görev ve sorumluluklar bellidir. Bu açıdan gençlik de kendi üzerine düşen rolü oynamak durumundadır. 15 Ağustos’a yaklaştığımız bu günlerde her şeye hazır olmalıyız. Biz direnişi bir yaşam tarzı olarak benimsemiş bir kültürün mirasından geliyoruz. Bu öyle bir direniş çizgisi ki gözünü kırpmadan ölüme giden ama yine de kendini ülkesine ve halkına borçlu gören bir düşünceden geliyor. Özgürlük felsefesinin yüreklerde en derinden hissedilen yanı oluyor, özgürlüğe kilitlenmenin adı oluyor. PKK bu mücadeleye genç başlamıştır ve zafere de genç bir şekilde ulaşacaktır Sistemin insana verdiği bütün kirlerden arınmak oluyor. Kendinde insan özünü bütün güzellikleri ile yeniden inşa etmek oluyor. İşte bizim mücadelemiz bununun somutlaşmış bir ifadesidir. Elbette ki bedelleri ağır bir mücadeledir bu. Bu gün Kürdistan’da en çok omuzda tabutta taşınan, cenaze töreni yapılan gençlerdir, bu halkın yarınlarıdır. Çünkü karşımızdaki düşman bize nefes alma hakkı bile tanımıyor. O yüzden bizim yapabileceğimiz tek şey kendi insanlı13 ğımızı, ülkemizi, onurumuzu, özgürlüğümüzü, yarınlarımızı yaratmak için amansız bir mücadele vermek. Her şeyimizi hesapsızca ortaya koymaktır. Ve elbette ki bunun öncülüğünü genç insanlar yapacaktır. Bu yükü gençler omuzlayacaktır. Kürt gençliği kendisini mücadelenin en görkemli alanlarına hazırlamalı, Kürdistan dağlarında özgürlük savaşı vermek için yüzünü dağlara çevirmelidir. Kürt gençliği için en onurlu yaşam makanı Kürdistan dağlarıdır. Bu sistemin Kürt gençlerine verecek hiçbir şeyi yoktur. Yalanlarla dolu bir dünyadan başka bir şey veremez. Özgürlük gerillasının Kürdistan dağlarındaki onurlu ve direniş kültürüyle yoğrulmuş yaşam Kürt gençliğini bu kör kuyudan kurtaracak tek yoldur. Kürt gençliği ancak bu şekilde verilen mücadeleyi başaarıya taşıyacaktır. Özgürlüğe ve başarıya daha fazla kilitlenecektir. PKK bu mücadeleye genç başlamıştır ve zafere de genç bir şekilde ulaşacaktır. *** Tebax 2011 STÊRKA CİWAN M Ü C A D E L E DEVRİMCİ HALK SAVAŞINDA GERİLLA VE SERHİLDANIN ROLÜ Ezgi DEMİR “15 Ağustos atılımı Kürt insanına direnmenin kutsallığını, her şeye rağmen ve her türlü zorluğa ve zorbalığa rağmen insanlık adına direnmenin imkân dâhilinde olduğunu göstermiştir” Tebax 2011 Tarihi 15 Ağustos Atılımının 28. yılına giriyoruz. Yirmi sekiz yıldır Kürt halkı büyük bir direniş içinde bilinçleniyor, örgütleniyor, irade oluyor ve kendi demokratik konfederalizm sistemini kurma temelinde özgürlüğünü elde etmeye daha da yakın hale geliyor. Kürt halkı, Ortadoğu coğrafyasında yaşayan kadim halklardan biri olmanın gereği olarak, bu coğrafyada insanlığa beşiklik eden tarım-köy devriminin yarattığı değerlere sahip çıkarken, bununla birlikte insanlık tarihinde var olan ve esas olarak özgürlük, eşitlik, demokrasi ve birlikte yaşama amacıyla geliştirilen tüm mücadele değerlerini bu yirmi sekiz yıldır hem sahipleniyor, koruyor ve hem de bu değerlere yenilerini ekliyor. Böylesi tarihsel temellere dayalı bir mücadelenin elbette ki çok büyük bir bilinç, inanç, irade ve örgütlülük gerektireceği açıktır. Çünkü bir yandan insanlık için bu kadar değer yaratımı yaşanmışken, diğer yandan da bu değerleri gasp etmek, halkları ve toplulukları baskı altına almak, köleleştirmek, egemenlik altına almak, iradesizleştirmek, asimilasyon ve soykırımdan geçirmek amacıyla büyük bir karşı saldırı da her zaman var olmuştur. Bugün bu saldırının en açık bir biçimde sürdürüldüğü coğrafya ise Kürdistan olmaktadır. 20. yüzyılın başından itibaren Kürt halkı ve Kürdistan büyük bir işgal, istila, asimilasyon ve soykırım saldırısıyla yüz yüze kal14 mıştır. Bir halk olarak inkâr edilen, soykırım tehdidiyle karşı karşıya olan, asimilasyonla başkalaştırılmak ve ortadan kaldırılmak istenen bir durumu yaşamaktadır. Kürdistan'ın coğrafya olarak dört egemen devletin denetimine bırakılma temelinde parçalanması, her parçada egemen olan devletlerin kendi Kürtlerini asimile etme temelinde varlığını yok etmeyi amaçlayan saldırılarına karşı, Kürtler de varlığını koruma amacıyla direnişler geliştirmiştir. 1921 Koçgiri halk hareketiyle başlayan ve en son Dersim Direnişine kadar olan süreçte Kürtler Kuzey, Doğu ve Güney Kürdistan'da var olan egemen devletlere ve onların bağlı olduğu kapitalist küresel sisteme karşı bir direniş içinde olmuş, ama her seferinde bu direnişler katliamlarla karşılaşmış ve sonuçsuz kalmıştır. 1938 Dersim katliamından sonra Kürdistan'da bir sessizlik hâkim sürmüş, adeta bir halk ölüm sessizliğine, uykusuna yatırılmıştı. Bu durum 1970’lerde PKK’nin kuruluşuna kadar da sürüp gelmiştir. Kürdistan’da 1970’lerin ortasından bu yana PKK ile birlikte gelişen mücadelenin tümü inkâr ve imhaya karşı, soykırım saldırılarına karşı “Varlığını koruma ve özgürlüğünü kazanma” direnişidir. Bu direnişin temel hedefi; Kürt halkının varlığını korumak, özgürlüğünü kazanmak, Türkiye'nin ve Ortadoğu'nun demokratikleşmesini sağlamak; özgürlük, eşitlik, demokrasi STÊRKA CİWAN ilkeleri temelinde özgür bir toplumsal sistem oluşturmaktır. PKK ile birlikte gelişen bu mücadelenin 12 Eylül faşist-askeri rejim tarafından nasıl bir katliam ve baskıyla karşılaştığını biliyoruz. 12 Eylül faşist-askeri darbesiyle Kürdistan adeta yeniden bir askeri işgal ve istilaya uğradı. Devlet, ordusuna dayanarak ve askeri zor temelinde Kürdistan'da her yerde hâkimiyetini oluşturdu. Halk adına örgütlü olan ne varsa dağıtıldı, insanlar tutuklandı, cezaevlerine dolduruldu. Tabi ki, her şeyden önce, 12 Eylül darbesi PKK'ye yönelik geliştirildiği için, ilk olarak da bu hareketin kadroları ve ona sempati duyan insanlar hedef alındı. Kürdistan'da PKK'ye yönelik yoğun bir tutuklama, cezaevlerinin PKK kadro ve sempatizanlarıyla doldurulması gerçekleşti. Özellikle Diyarbakır zindanında PKK’nin önder kadrolarına yönelik geliştirilen saldırılarla adeta PKK ve onun temsil ettiği ideolojik çizgi yenilgiye uğratılmak, bu önderler şahsında bu çizgi teslim alınmak istendi. PKK cezaevinde bitirilmek, bu temelde halkın umutları kırılmak istendi. Bilindiği gibi, Diyarbakır zindanında Mazlum Doğan yoldaşın direnişiyle başlayan, Dörtlerle devam eden ve 14 Temmuz Büyük Ölüm orucu Direnişiyle zirveye ulaşan o büyük direniş, 12 Eylül faşist-askeri rejimine karşı PKK kimliğinin, çizgisinin, ideolojisinin ve onun temsil ettiği umudun yenilmezliğini, yok edilemezliğini kanıtlayan bir direniş olmuştur. Kürdistan özgürlük mücadelesinde fedai çizgisi bu direnişle oluşmuştur. Özgürlük mücadelesinin temel ölçüleri bu direnişle kazanılmıştır. En zor anda bile özgür insanın yaşamı yaratan temel ölçü ve özellikleri en iyi bir biçimde bu direnişte ortaya çıkmıştır. 15 Ağustos Zafere ve Yaşama Çağrıdır İşte şanlı 15 Ağustos Atılımı bu büyük zindan direnişinin zaferi temelinde gerçekleşti. Kürdistan'da var olan sömürgeci faşist sistemin, onun örgütlü gücü olan ordusunun hâkimiyetini sarsan, onun otoritesine karşı çıkan, dengesini bozan gerilla direnişi bu zindan direnişi temelinde geliştirildi. Kürdistan'da adeta yaprak bile kıpırdamazken, faşist Türk devleti adeta kendisini Kürdistan'da hâkim gördüğü, otoritesinin ve hâkimiyetinin tartışmasız olduğunu ve buna karşı ufak bir karşı koyuşun bile olmayacağını hesapladığı bir anda, PKK öncülüğünde tarihi 15 Ağustos Gerilla Atılımı gerçekleşti. 15 Ağustos atılımı ikinci stratejik mücadele döneminin başlangıcı olmaktadır 15 Ağustos Atılımı Kürt insanına direnmenin kutsallığını, her şeye rağmen ve her türlü zorluğa ve zorbalığa rağmen insanlık adına direnmenin imkân dâhilinde olduğunu göstermiştir. Bu atılım, bir halkın, hem de Ortadoğu'nun en kadim halklarından olan Kürt halkının mutlaka yaşaması gerektiğini, bunun için her türlü fedakârlığın, cesaretin, çabanın, emeğin verileceğinin kanıtlanması olmuştur. Bir halk eğer isterse, doğru bir öncülüğe kavuşursa, bu temelde doğru bir örgütlenme yaratılır ve mücadele edilirse yıkılmayacak bir zulüm sisteminin olmadığını ortaya koymuştur. Kürt halkının da öz savunmasını oluşturabileceğini, askeri örgütlülük temelinde düşman ordularıyla savaşabileceğini, bu örgütlülük temelinde varlığını koruyup özgürlüğünü sağlayabileceğini ortaya koyan ilk adımı 15 Ağustosta atılmıştır. 15 Ağustos atılımı İkinci Stratejik Mücadele Döneminin başlangıcı ol15 maktadır. Bu mücadele döneminde temel hedefin uzun süreli halk savaşıyla sömürgeci Türk devletinin ordusunu Kürdistan'dan kovmak, onun Kürdistan içindeki işbirlikçi, ajan uzantılarını ortadan kaldırmak olduğu biliniyor. Ulusal kurtuluş stratejisi temelinde geliştirilen bu mücadelede uzun süreli halk savaşıyla Türk devletinin Kürdistan'daki varlığı sonlandırılacak, Kürdistan özgürleştirilecek şeklindeydi. Gerilla mücadelesinin esas olduğu böyle bir stratejide 1990’lara kadar gerilla ile Türk ordusu arasında büyük bir askeri mücadele yaşandı. Bu mücadeleyle birlikte gerilla başarılar elde ettikçe ve nicel ve nitel olarak kendisini geliştirdikçe bir yandan Türk ordusu zayıflayıp dengesi bozulurken, diğer yandan Kürt halkı içinde gerillaya bir güven, inanç ve giderek halk olarak kendisine de bir güven kazanma gelişti. Bununla birlikte 1990’ların başında halk serhildanları gelişmeye başladı. Önce köylerde ve kasabalarda parça parça gelişse de, daha sonra nicel ve nitelik olarak büyük bir gelişme sağladı. Ve bu serhildanlar giderek bir halk ayaklaması düzeyine ulaştı. Gerilla ve serhildan birbirini geliştiren ve büyüten bir konuma geldi. Bu aşamadan sonrası yeni bir dönemi işaret etmekteydi. Üçüncü stratejik mücadele dönemi dediğimiz dönem, 1993’te PKK’nin geliştirdiği birinci tek taraflı ateşkes süreciyle başlayan dönemdir. Bu dönemin temel amacı; Kürt sorununu demokratik-siyasi mücadeleyle ve hukuksal yollarla çözmek olmuştur. Artık diyalog ve müzakere yöntemiyle sorunlara çözüm bulma, karşılıklı olarak birbirini yok etme değil de, birbirini tanıma ve iç içe mücadele yöntemleriyle Kürt sorununun çözüm zeminini geliştirme ve demokratik toplum örgütlülüğünü yaTebax 2011 STÊRKA CİWAN ratma temelinde Kürt sorununu çözme temel hedef olarak belirlendi. Elbette bu mücadelede gerilla ve serhildan örgütlülüğü yerini korumaktadır. Ama temel mücadele demokratik-siyasi mücadele temelinde diyalog ve müzakereyle sorunlara çözüm bulma arayışı olmaktadır. Onsekiz yıldır da bu mücadele sürüyor. Aslında Önder Apo, “ben bu süreci 2004 yılında sonlandıracaktım” belirlemesinde bulundu. Çünkü Türk devleti Kürt sorununu demokratiksiyasal yöntemlerle çözme zeminini geliştirmek bir yana, tam tersine bu zemini gittikçe daraltmakta ve PKK'yi inkâr ve imha siyaseti temelinde tasfiye etmeyi amaç edinmektedir. Aslında PKK’nin çıkışından beri bu inkâr ve imha amacı hiçbir biçimde terk edilmemiş, PKK'nin imha ve tasfiyesini amaçlayan Türk devletinin bu çabaları çeşitli yol ve yöntemlerle günümüze kadar da sürmüştür. Bugün de AKP hükümeti tarafından bu imha ve tasfiye planı çok yönlü olarak sürdürülmektedir. Tüm bunları belirtmemizin nedeni, Önder APO'nun “Dördüncü Stratejik Tebax 2011 Mücadele Dönemi” olarak ifade ettiği ve bunun mücadele tarzı olarak da Devrimci halk savaşını tanımladığı bu yeni mücadele döneminin tarihsel arka planını ortaya koymak, yine 15 Ağustos Atılımı’nın günümüzde bu mücadele döneminde nasıl bir yer aldığını, güncel olarak bu mücadelede zaten var olduğunu, yaşadığını ortaya koymak içindi. 4.Stratejik Dönem ve Devrimci halk savaşı O haldedördüncü stratejik mücadele dönemi ve onun mücadele tarzı olan devrimci halk savaşının amaç ve hedeflerinin neler olduğunu bilmek, bununla birlikte bu mücadelede gerilla ve serhildanın rolünün ne olduğunu ortaya koymak, günümüzde yaşanan mücadeleyi anlamak açısından önemli olmaktadır. Dördüncü stratejik dönemin temel amacı, Kürt sorununun çözüm modeli veya projesi olan Demokratik Özerklik’i Devrimci halk savaşı temelinde hayata geçirmektir. Önder Apo 2005 yılında KCK sistemi olarak ifade ettiği Demokratik Konfederalizm örgütlenmesini, Kürt sorununun çözüm modeli olarak belirledi. Demokratik Konfederalizm örgütlülüğü esas olarak Kürt halkının kendi öz örgütlenmeleri temelinde kendi yaşam sistemini oluşturmak, bunun temelinde kendi yaşamını kendisi belirleyip, bunun kararlarını oluşturmak ve hayata geçirecek yönetimler seçip pra16 tikleştirmek, aynı biçimde bu örgütlülüğü de kendi öz savunmasıyla korumak biçiminde özetlenebilir. İkinci olarak, elbette bunu yapabilmesi için devlet hâkimiyetinin sınırlandırılması, parçalanması, yıkılması, devlet ile demokratik konfederalizmin sınırlarının belirlenmesi gerekiyor. Bu da büyük bir mücadele anlamına geliyor. 2005 yılından, 2010 yılına kadar bu mücadele demokratikbarışçıl mücadele temelinde geliştirildi. Ancak faşist Türk devletinin bu sürece yaklaşımı, halk üzerine daha büyük saldırılarla gelmek, siyaset alanını hukuk silahını kullanarak boşaltmak, siyaset yürütenleri tutuklayıp hapse koymak, gerilla üzerine daha saldırgan gelmek, çok yönlü teknik ve silah kullanarak, istihbarat çalışması yürüterek dağda mevzilenmiş gerillayı imha amaçlı operasyonlar düzenlemek şeklinde olmuştur. Kısacası Kürt halkının inkâr ve imhadan başka seçeneğinin olmadığı, hiçbir hakkının tanınmayacağı, ya asimile olup başkalaşacağı, ya da varlığını korumak ve özgür olmak için direnmekten başka çaresinin olmadığını Türk devleti ve onun AKP hükümetinin tavrı bu geçen yedi yıllık süreçte ortaya koymuştur. Dolayısıyla devrimci halk savaşının devreye girmesinin nedeni, Türk devleti ile KCK sistemi arasında uzlaşma zeminin ortadan kalkması, sorunların diyalog ve müzakereyle çözülmesinin imkân dâhilinde olmamasıdır. Bu nedenle Demokratik Özerklik çözümü artık mücadeleyle, yani gerilla, özsavunma ve serhildan örgütlülüğü temelinde yürütülecek mücadeleyle hayata geçirilecektir. Devrimci halk savaşının amacı da devleti sınırlamak ve demokratik toplum örgütlülüğünü yaratmak olacaktır. Demokratik Özerklik çözümünü yaratmayı hedefleyen devrimci halk savaşının temel dayanağı elbette yine gerilla olacaktır. Fakat bu gerilla, kendisini yenilemiş, yeniden yapılandırmış, STÊRKA CİWAN nitel olarak bir düzey kazanmış, sadece dağda değil, ova ve şehirlerde de kendisini örgütlemiş bir gerilla olmaktadır. Dolayısıyla Devrimci halk savaşının görevlerinin yüzde seksen ve daha fazlası gerillanın omuzlarındadır. Stratejik Dönemde Gerillanın Rolü ve Misyonu Peki, neden gerilla? Çünkü hem devletin küçültülmesi, sınırlandırılması için verilecek mücadelede birinci görev gerillanın olacak, bu öncülük temelinde halkın geliştireceği serhildanlarla gericilik tasfiye edilerek toplumsal özgürlüğün önü açılacak, hem de demokratik konfederalizmin inşa edilmesinde temel direniş ve savunma gücü gerillaya ait olacaktır. Biz demokratik konfederalizmi savaş ve direniş içinde inşa edeceğiz. Onun için de burada temel görevlerden biri özsavunma örgütlenmesinin yaratılması olacaktır. Birinci görev özsavunma örgütlülüğüdür. Çünkü özsavunma bilinci, eğitimi ve örgütlülüğü geliştiği ölçüde demokratik toplum örgütlülüğünün sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel, vb. alanlarda önü açılacak ve bu örgütlenme gelişebilecektir. Dolayısıyla özsavunma geliştikçe toplumsal örgütlenme gelişecek, toplumsal örgütlenme geliştikçe de özsavunma örgütlülüğü daha nitelikli ve derinleştirilmiş bir biçimde geliştirilecektir. O halde demokratik konfederalizmi savunmak için özsavunma oluşturmada da, devleti küçültme mücadelesinde de temel rol gerillaya düşmektedir. Dördüncü stratejik mücadele dönemi esas olarak gerilla mücadelesine dayanmakta, görevlerin çoğu gerillanın omuzlarında olmaktadır. Devrimci halk savaşında gerilla mücadelemiz iki esas üzerinden yürütülecektir. Bir; gerilla dağda mevzilenecek ve mevzilenmesini araziye yayarak, daha çok araziye hâkim olarak sürdürecektir. Bu hem halkın savunulması için, hem de düşmanın saldırıları karşısında dağda mevzilenen gerillanın kendisini savunacaktır. Böyle bir mevzilenme düşmanın araziye yayılmasını engellemeyi hedeflerken, diğer yandan ise halkın bulunduğu alanlarda bir savunma gücü olarak kendisini konumlandırmayı içerecektir. Gerilla varlığıyla bile bir caydırıcılık rolü oynamaktadır İkinci esas tarz da; gerillayı sadece dağda konumlanmış, halktan uzak bir konumda tutmak değil de, giderek halkın bulunduğu alanlara daha da yakınlaştırmak, ovada ve şehirde etkin eylemler yapacak şekilde örgütlemek de gerillanın temel görevi olacaktır. Şehirde var olan ajan yapılanmalara, yine halka karşı yoğun baskı uygulayan, ajanlaştırma çalışması yürüten, adı asker ama sivil bir şekilde halkın içinde dolaşan düşman unsurlarına karşı da gerilla her zaman halkı korumakla yükümlü olacaktır. Çünkü bu halkın savunma gücü gerilladır. Eğer halka her gün saldırılar oluyor ve bu halktan insanlar öldürülüyor, sakat bırakılıyor, cezaevlerine konuluyorsa, elbette ki 17 onun savunma gücü olan gerillanın bu halkı sahiplenmesi ve koruması gerekmektedir. Dolayısıyla gerillanın “Halk Savunma Gücü” olması gerçekliğini en iyi bir biçimde yerine getirme görevi de vardır. Burada gerilla mücadelesinden bahsederken elbette sadece şiddet boyutunu ele almak doğru olmaz. Gerilla varlığıyla bile bir caydırıcılık rolü oynamaktadır. Diğer yandan demokratik örgütlülüğü geliştirirken ve düşmana darbe vururken bunu sadece silahlı eylem olarak ele almamak da gerekir. Çünkü Devrimci halk savaşı çok yönlü bir mücadele biçimidir. Ekonomik alanda, sosyal, siyasi, kültürel ve birçok alanda bir mücadeleyi içermektedir. Önemli olan devlet örgütlenmesini, hâkimiyetini, varlığını sınırlandırmak olduğundan, devlet yapılarına, kurumlarına yönelik her müdahale, eylem bu savaşın kapsamı içinde yer almaktadır. Örneğin, Kürdistan'da hukuk ve yargı kurumu meşru değildir. Dolayısıyla faşist Türk devletinin yargı sistemi, onun polis gücü meşru değildir ve buna karşı mücadele meşru savunma hakkıdır. Günümüzde AKP hükümeti hukuk ve yargı yoluyla Kürdistan'da büyük bir savaş yürütmekte ve Kürt özgürlük hareketini bu yolla imha ve Tebax 2011 STÊRKA CİWAN tasfiye etmek istemektedir. Dolayısıyla bu kurumların işlemez kılınması için yapılacak her girişim meşru olmakta ve devrimci halk savaşı kapsamında yer almaktadır. Zaten Kongra Gel genel kurulu da Kürdistan'da TC hukukunun ve yargısının tanınmadığını, artık KCK yasaları ve hukukunun, onun yargı sisteminin işletileceğini kamuoyuna belirtmişti. İşte gerilla bu konuda da görevlidir. Yani Kürt halkının değerlerine saldıran, halka zulmeden, ajan ve işbirlikçilik yapan, devlet egemenliğini Kürdistan'da geliştirip korumak isteyen tüm kişiler, siyasetler temel hedeflerdir ve bunlar tutuklanıp KCK mahkemelerinde yargılanacaktır. İşte bu rolü de yine gerilla üstlenecektir. Diğer yandan, ekonomik anlamda Kürdistan'ı sömüren, Kürdistan'ın coğrafyasını tahrip etmeyi amaçlayan, çeşitli ekonomik faaliyetlere karşı durmak kadar, gerillanın yaşam alanlarını daraltmak ve onu halktan koparmak için yapılan barajlara ve yol yapımlarına karşı durmak ve bunları hem halka ve hem de Kürdistan coğrafyasına ve tarihi değerlerine karşı bir tehdit oldukları için ortadan kaldırmak da yine gerillaya düşmektedir. Tebax 2011 Kısacası, gerillanın rolü sadece silahlı eylemler yapmak, savaşmak değil, bir bütün demokratik halk örgütlenmesi önünde engel olan tüm unsurlara karşı çok yönlü eylem biçimleriyle karşı durmak, halkın kendi öz örgütlenmesini sağlamak ve bunu korumak olmaktadır. Gerilla ve serhildan birbirini besleyen, güçlendiren mücadeleler olmuşlardır Elbette bununla birlikte gençlik ve kadın örgütlülüğüne dayalı, legal imkânları da kullanan, fakat onunla kendini tam bağlamayan, meşruiyeti kendine hep esas alan, meşru savunma kapsamında hareket eden bir serhildan hareketi de devam edecektir. Zaten gerilla ve serhildan birbirini besleyen, güçlendiren, büyüten mücadeleler olmuşlardır. Yirmi iki yıldır halk serhildanları hiç durmamış, bir yandan gerillayı büyütüp geliştirirken, diğer yandan hem legal alanda yürüttüğü çalışmalarla bir bilinçlendirme faaliyeti olmuş, hem sivil itaatsizlik eylemleriyle devleti işlemez kılmış, hem de düşmanın baskısına, çeşitli dayatmalarına karşı hep bir karşı koyuş içinde demokratik siyasi mücadele alanını güç18 lendirmiştir. Dolayısıyla gerilla örgütlülüğünden sonra bizim en çok tecrübe sahibi ve örgütlü olduğumuz alan serhildan alanıdır. Serhildan hareketinin iki yönü bulunmaktadır. Birincisi, kitle eylemliliği olarak ifade edebileceğimiz, legal alanda sürdürülen demokratik siyasi mücadele; ikincisi, var olan devlet yasalarına uymayan, meşru örgütlenmelere dayanan, gençlik ve kadın örgütlülüğünü öngören, halk eylemliklerine yönelik gelişen saldırılara karşı, kendisini molotof, sopa, vb. savunma araçlarıyla savunan, asla ateşli silah kullanmayan mücadele biçimidir. Dolayısıyla serhildan alanı bu iki yönü de içine alan bir mücadele biçimidir. Legal alanda yürütülen serhildanların yasal olması, bir coşku ve moral yaratması, bir irade ve tutum gösterme olduğu, yine düşman uygulamalarını, katliamları, soykırımcı, faşist gerici uygulamaları protesto ve teşhir etmek olduğu açıktır. Bu serhildanlar Kürt iradesini ve ulusal tutumunu ortaya çıkarmaktadır. Tabi diğer yandan bu serhildan örgütlülüğü kendisine yönelik gelişen polis terörüne karşı çeşitli örgütlenme biçimleriyle kendisini savunacak bir özsavunma örgütlülüğünü de yaratmalıdır. Halka yönelik saldırılarda, bu saldırılara cevap verecek temel sorumlu güç elbette ki bu halkın gençleri olacaktır. Serhildanların koruma gücü gençliktir. Onun örgütlenme biçimlerinde zenginlikler yaratmak, çeşitli savunma yöntemleri geliştirmek yine gençliğin görevidir. Eğer düşman kitleye saldırıyor, kitle içinde insanların kollarını, bacaklarını, kafasını kırıyor ve bunu çok rahat yapabiliyorsa, orada ciddi bir özsavunma yoksunluğu, bir savunmasızlık durumu STÊRKA CİWAN var demektir. Nasıl oluyor da elli- yüz kişilik bir faşist polis güruhu binlerce, onbinlerce kişilik kitleye saldırabiliyor, bu kitle içinde tutuklama yapabiliyor? Demek ki bu kitle örgütlü değildir, bu kitle düşmana korku vermiyor, düşman bu kitlenin gençlik tarafından tam olarak örgütlendirilmediğini ve savunmasında zafiyetlerin olduğunu biliyor ki, böyle rahat bir saldırıya geçebiliyor. Oysaki iyi örgütlenmiş, iyi donanmış beş-on kişilik gruplar polis saldırıları karşısında büyük bir direniş gücü yaratabilir. Düşman on kişi ise bunun karşısına yirmi-otuz kişilik örgütlü bir savunma gücü olursa, hiçbir faşist polis gücü bu kitleye saldırmaya cesaret edemez. Kitlenin içine girmeye, onun içinden insanları tutuklamaya cesaret edemez. Dolayısıyla her şeyden önce polisin kafasında var olan “örgütsüz kitle”, “savunma gücü olmayan kitle”, “polisi görünce kaçan kitle” düşüncesini yıkmak gerekir. Biz örgütlü olalım, donanımlı olalım, polis saldırdığı esnada polis karşısında kaçan değil de, aksine polisin saldırıları karşısında taktik geliştiren, onun üzerine giderek onu yenilgiye uğratan bir tarzı geliştirmek gerekmektedir. İşte o zaman polisin zihnindeki o kitle yargısı dağılacaktır ki, bu da beraberinde polisin bir irade kırılması yaşaması ve korku içine girmesini getirecektir. Bu hale gelen bir polis gücü de artık saldıran değil, savunmada olan bir güç haline gelecektir. Fakat bunu yapmak da elbette ki örgütlü bir güç olmayı gerekli kılmaktadır. Bu hususta gençliğin esas alması, asla unutmaması ve bunu her zaman kendisi için bir mücadele gerekçesi yapması gereken bir gerçeklik vardır. O da; Kürdistan bizim yurdumuzdur. İnsanlık tarihine beşiklik etmiş bir coğrafyadır. Bu coğrafyanın en kadim halklarından biri olan Kürtler bu coğrafyada doğdular, büyüdüler, yürümesini, dilini oluşturmasını, kültürünü yaratmasını hep bu coğrafyada gerçekleştirdiler. Bu coğrafyada yaşamını örgütlediler, bu topraklara alın terin döktüler, bu coğrafyayı savunmak için canlarını ve kanlarını verdiler, bu coğrafyada atalarının ve analarının anılarını hep canlı tuttular, onlardan güç aldılar ve bu temelde gelecek kuşaklara hep daha iyi bir yaşam yaratmak için çabaladılar. Gençlik olarak halkımızın yaşam alanını korumak bizim görevimizdir Oysa şimdi bu coğrafya, bu ülke başka devletlerin işgal ve istilası altında bulunmaktadır. Bu coğrafyanın en eski halklarından olan Kürtler bir halk olarak kabul edilmiyor, inkâr ve asimilasyonla ortadan kaldırılmak isteniyor. Ve bugün bunu en açık bir biçimde yürüten temel güç ise faşist Türk devletinin kendisidir. Hem ordusuyla, hem polisiyle, hem ekonomik, sosyal, siyasi, kültürel kurum ve kuruluşlarıyla Kürdistan'ı işgal altında tutuyor ve gün geçtikçe de burada yaşayan halkımızın yaşam alanını daraltıyor, varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama amacıyla Kürt halkının başlatmış olduğu özgürlük hareketini yok etmek için çok vahşice saldırıyor. Dolayısıyla böyle bir devlet sistemine karşı savaşmak en temel ve meşru haktır. Bu sisteme karşı geliştirilecek her türlü demokratik örgütlenme içinde olmak, bunun için çalışmak temel bir görevdir. Bu sistemin zor araçlarına ve şiddet güçlerine karşı halkın özsavunma gücünü örgütlemek ve onun içinde yer almak en temel yurtseverlik görevidir, en onurlu davranıştır. Çünkü gençlik olarak tarihimize sahip çıkmak, halkımızın yaşam alanını korumak ve geliştirmek bizim görevimizdir. Bunun için çalışmak da şehitlere olan bağlılığımızın gereği ve Kürdistan'a olan namus borcumuzdur. 19 Bu yazıyı yazmaya vesilen olan Duran KALKAN’dan bir alıntı yaparak sonlandırmayı daha uygun buluyoruz: “Türk devletinin KCK sistemini kabul etmeyen ve onu tasfiye etmeyi amaçlayan saldırıları sürerse, biz de bu saldırılara karşı sonuna kadar direneceğiz. Devrimci halk savaşı temelinde Kürt halkının demokratik örgütlülüğünü yaratarak, demokratik konfederalizm sistemi içerisinde örgütlenmesini, yaşamını bu temelde sürdürmesini, güvenliğini de Devrimci halk savaşı temelinde direnerek sağlamasını ortaya çıkartacağız. Bunun mücadelesi içerisinde olacağız ve mevcut koşullarda bu mücadelenin kazanma şansı güçlüdür. Eğer bu mücadeleyi kazanamazsak, o zaman Kürt halkının ve bireylerinin onurlu ve özgür bir şekilde başka türlü var olma imkanı yoktur. Dolayısıyla böyle bir direniş içerisinde tüm gücümüzü kullanıp bitirmeyi de onurlu bir tutum sayıyoruz. Eğer bütün dünya bize karşıt olur, soykırım güçlerini destekleyip kuvvetlendirerek üzerimize saldırtırlarsa, teslim olmayı değil, elbette ki böyle bir direniş ve özgürlük temelinde sonuna kadar mücadele etmeyi öngöreceğiz. Birey olarak da, halk olarak da böyle bir mücadele içinde yok olmayı da en onurlu tutum olarak göreceğiz. Önderlik çizgisi, Apocu direnme çizgisi bize bunu öğretti. Bunun gereğini de tereddütsüz yerine getireceğiz.” Bu vesileyle 15 Ağustos Atılımının yirmi sekizinci yılına girerken, bu atılımın büyük komutanı Mahsum KORKMAZ (Agît) yoldaş şahsında özgürlük mücadelesinde şehit düşen tüm yoldaşları saygı ve minnetle anıyor; Şehitlerimize, amaçlarını ve özlemlerini başarıya götürme temelindeki verdiğimiz sözü bir kez daha yineliyoruz! *** Tebax 2011 STÊRKA CİWAN G E N Ç K A L E M HİÇBİR ÖZGÜRLÜK ÜTOPYASI ERTELENEMEZ Tolhildan GEVER “Hakikat savaşı kapitalist modernitenin çarpıtmasını kabul etmez. Onunla yaşayamaz. Özcesi akademik kadro beyindir, örgüttür ve beden de kılcal damarlarla yayılandır. Gerçek bütündür. Hakikat, ifade edilen bütünsel gerçektir. Kadro, örgütlenmiş ve eylemsel kılınmış hakikattir” Tebax 2011 İnsan kendini toplumsallıkta gerçekleştirirken var olan tüm değerlerin oluşum gerçeği yine bu toplumsallıkta hayat bulmuştur. Evrenin doğal işleyişine ek olarak yaratım yeteneğini klan denilen toplumsal örgütlenmede başarmıştır. Bu örgütleme modeli insanlığın ilk örgütleme modeli olurken, sonraki örgütlülüklere sağlam bir zemin sunmuştur. Bu zemin bir üst toplamsallık olan neolitik devrime de gebelik ederken, bu oluşumun teminatı, kurucu gücü ve öncüsü olan kadın gerçeğini de bağrında çıkarmayı bilmiştir. Toplumsallığın kök hücresi olan bu modelin temel nitelikleri nelerdi bunları doğru tahlil ederek, o süreci anlayabiliriz. Kendini başkasının yerine koyma, bir diğerini kendinden ayrı görmeme- ki özgürlüğün toplumsallıkta var olduğu bunun zihniyetinin ise her şeyi ve herkesi kendin gibi hissetmek olduğu bilinmekte. Kendisi olmayı başarmış, aynı anda başkası olmayı da başarandır değer yaratan. - ya hep ya hiç anlayışı, herkesin herkese karşı var olan doğal sorumluluğu ve klanın devamlılığı için yapılan tüm faaliyetlere katılım zorunluluğu… Bu gerçekliklerin hepsi özünde bir toplumsal sözleşme niteliği taşımakta ve öyle bir sözleşme ki gereklilikleri yerine getirmek her bireyin varlık gerekçesi olmaktadır. Açığa çıkan her değeri kendinden ayrı görmeyen, her yerde emeğinin 20 toplumunda yoğunlaştığını, kendine olumlu yönde geri döndüğünü görmesi kendisinde ve içinde bulunduğu yapıda bir moral gerçeğini yaratmış ve bu değerleri ritüeller ile kutsamıştır. Emek gerçeği toplumda yoğunlaştıkça örgütlülük bağları daha da gelişmiş ve toplumsal kenetlenme güç kazanmıştır. Bu kenetlenme toplumsal tarihimize maneviyat denilen bir olguyu geliştirirken günümüze gelinceye kadar tüm örgütlülüklerin sarsılmaz bir gerçeği olmuştur. Toplumsal örgütlülüklerin ihtiyacı olan maneviyat maddi yaratımlara yansıması da kaçınılmaz bir gerçeklik olmuş ki en üst düzeyde bu toplumda yaşanmıştır. Ana tanrıça ve onun öncülük yaptığı doğal toplumda bunlar yaşanırken, dışta kalanlar ve diğer topluluklar komünal toplumun bu değer yaratan kültüründen devşirme faaliyetlerini ya da operasyonlarını başlatmış ve bunları zamanla derinleştirmiştir. Gerçek, sadelik, maneviyat ve gönüllülüğe karşı; hile, yalan, saptırma ve zora dayalı bir örgütlülüğü sistemleştirmeyi bilmişler. Doğal toplumun anti tezi olarak gelişen bu yeni yetme toplumlar tarihinin yüzde ikisini meşgul etmeyi çok iyi bilmiştir. Devletleşme kurumunu gerçekleştirip, kendisini sürekli farklı formlara evirerek tabi ki özünü koruyarak günümüze değin toplumun başına bela etmiştir. Ancak bütün saldırı ve hilelere rağmen kendi gerçekliğinde ısrar eden doğal toplum STÊRKA CİWAN kendi değerlerini yaşatmak için değişik örgütleme modellerine kendini evirmiştir. Özün de insan olma ve insanca bir yaşam, onun gerekliliklerini amaçlayan bu modeller, aslında cevheri yansıtmak ve yaşamak için aranan birer biçim olmuştur. Zerdüşt ün, Mani’nin, İsa’nın, Hallacı Mansur’un, Buruno’nun, Babek’in, Kemallerin, Hakilerin, Zilanların ateşe koşan kelebekler gibi kaygısızca ölüme koşmaları o özü yansıtacak bir biçimi bulma amaçlıdır. O büyük fedakârlıklar bu büyük amaçları hedeflemiştir. Saldırı altında olan anlam ve yaşam olgularını bir daha yaşamla buluşturmak ve insanlığa hediye etmekti. Bu aşk kimilerini diri diri yakmışsa, kiminin derisini yüzdürüp acıların en çekilmezi ile yüz yüze getirmişse yinede kutsal amacı hissedenleri yıldıramadığını tarih sürekli yazmış ve her seferinde bunu bize kanıtlamıştır. KCK, hakikat ve anlamın yaşam ile yüzleşme örgütüdür Hakikati, ulaşılması gereken yer olarak ele aldığımızda buna ulaşmak için kullandığımız yol ve yöntem hakikate denk düşmesi gerekir. Burada biçim olarak bahsettiğimiz, özden daha az önemsiz bir olgu değildir. Amaç ve araç diyalektiğini ahlaki-politik toplumun ilkeleri doğrultusunda ele almak gerekir ve hakikatin gerçek yolunun bu olduğu bilmekteyiz. Toplum özünde bu diyalektiği hep yaşarken, toplum mühendisleri ise bu gerçeği görmezden gelip topluma rağmen, toplumu dizayn etme operasyonlarını hiç eksik etmediler. Devletçi uygarlık tarihi boyunca toplumumuz ve coğrafyamız bu operasyonlardan en fazla nasibini alan bir konumda olmuştur. İnsanlığın beşiği olması ve tüm yapısal niteliklerin kurucusu olması ve doğal zenginlikleri açısından her zaman gaspçıların ve değer hırsızlarının iştahını kabartmıştır. Bunun yanı sıra hegemonyasını kabul ettirmenin yolu bu coğrafyanın hâkimiyetin de görüyorlardı. Bu hâkimiyeti sağlama amaçlı her tür saldırı halklarımıza mubah görülmüştür. Özellikle kendi politikalarına karşı gelişebilecek dirençleri dağıtmayı, kendilerine temel hedef olarak belirlemiştir. Kendi varlığını bu toplumsal direncin (ki biz bunu öz savunma olarak tanımlıyoruz) yokluğunda görmüştür. Ancak bu direnç Kürt realitesinde hep ola gelmiştir. Devletçi uygarlık güçlerine karşı sürekli karşı duruşu zinde tutmuştur; bunu ne kadar yapabildiği ve ne kadar sonuç aldığı sorusu, son büyük isyana kadar tartışma içinde iken. Bizim için asıl olan direncin süreklilik arz etmesine neden olan temel dinamiklerdir. Yani Kürt toplumunun örgütlenme formu ve toplumsallık bağlarının güçlü oluşu, coğrafyasının asiliği ve doğal toplum anılarının ve kültürünün (ah21 laki- politik yaşam biçimi) zinde olması birçok değeri korumuştur. PKK gerçeğini ele alırken bu toplumsal örgütlenme tarihinden ayrı ele almak çok yetersiz olacaktır. Kendi döneminin gençliği olan 68 kuşağının etkisi ve dünyayı saran reel sosyalizm rüzgârı örgütleme modeli üstünde etkide bulunsa bile özünde bunu aşan bir gerçekliğe ulaşmayı başarmıştır. Örgütlenme modelinin çağdaş bir yanı var iken bunun yanı sıra orta doğunun peygamber geleneğinin güncellenmiş yönü daha fazla ağır basmaktadır. Diğer sol hareketler marjinalleşme yaşarken PKK hareketinin daha fazla büyümesi ve toplumsallığını genişletmesi bu geleneği iyi özümsemesinden kaynağını almaktadır. Toplumsallığa ve tarihselliğe sarılması, ahlaki-politik toplumun güncellenmiş bir modeli hedeflemesi dikkatleri üzerine çekmesine neden olmuştur. Devletçi uygarlık karşıtlığını sağlam ayaklar üzerine oturtup, ideolojik yapılanması ile birlikte bir sisteme kavuşturup, buna denk bir örgütleme modeline ulaşmayı baTebax 2011 STÊRKA CİWAN şarabilmiştir. Kadro gerçeğinde bulunan fedailik ve cesaret olgusunu bu yüce amaçla yoğurmuştur. Kapitalist modernitenin savaş açtığı anlam-toplum-hakikat gerçeğinde özgür yaşamı bulmayı hedeflemiştir. Sentez olarak tabir ettiğimiz demokratik, ekolojik, cinsiyet özgülükçü toplum paradigması ile ezilen halkların umudu olmayı ve gerçek bir özgürlüğü halkalara yaşatmayı amaç edinerek, bunu ne pahasına olursa olsun kurmayı esas almıştır. Bu yönü ile örgütü ve örgütleme modelini klasik ulusal kurtuluş mücadelesi veren diğer örgütlerin düştüğü ‘önce kurtuluş sonra toplumsal kuruluş ‘hatasına düşmemiş, demokratik sosyalizme denk düşen bir yapılanmaya girmiştir. Hiçbir özTebax 2011 gürlük ütopyası ertelenemez, şiarı ile örgütlemeyi ve örgütlenmeyi esas alarak, soykırım tehlikesi altında olan Kürt coğrafyasını, tarihini, kültürünü, toplumunu ve dilini bu tehlikelerden kurtarmayı ve bunu Ortadoğu halklarına taşırıp, gelişen demokrasi ve özgürlük rüzgârını bir sisteme kavuşturmayı amaçlamaktadır. KCK bu amacın ete kemiğe bürünme sistemidir. Hakikat ve anlamın yaşam ile yüzleşme örgütüdür. Bu örgütlülüğe katılım ve bunu büyütme Kürt halkı için varlık- yokluk nedeni olurken, katılımı ve kadrolaşmayı hiçbir zaman azaltılmayarak düşman iradesini ve politikalarını boşa çıkarılmıştır. Kürtler bu öncü güce katılımı ve kadrolaşmayı sıradan bir örgüte katılma olarak ele almamıştır. Biçilen anlam bunun çok ötesidir. Aynı zamanda yüz yıllardır süregelen sömürgeciliğe karşı en örgütlü ve en güçlü karşı duruşu PKK örgütlülüğü sağlamıştır. Kürdistanlılar kendi özüne yabancılaştırılması için girilen her türlü saldırıyı yine PKK ile boşa çıkarmıştır. PKK, tecavüz kültürüne ve toplum kırım politikalarına karşı en güçlü eylem iken, toplumsallığını ve maneviyatını yitirmiş bireyin özü ile buluşma faaliyetidir. Kapitalizmin an’a boğduğu, tüketime bağımlı kıldığı bireyi irade ve güç yapma eylemidir. Böyle bir anlam derinliği ile PKK gerçeği ele alınmıştır ve sergilenen duyarlılık yine bu eksende olmuştur. 22 Toplumsal özgürlüğün yolu, yöntemi, nasıl olmalı, binlerce yıldır arayışı içinde olunan hakikate nasıl ulaşabiliriz? Zafer ve özgürlük ona aşk ile bağlananların yaşayacağı tek gerçektir. Fikir, zikir, eylem iç içe bütünselliği, anlam ve başarı için tek şart olmaktadır. Nasıl yaşamalı, ne yapmalı, nereden başlanmalı da bu bütünsellik içinde ele alınmalıdır. Önderliğimizin “akikat savaşı kapitalist modernitenin çarpıtmasını kabul etmez. Onunla yaşayamaz. Özcesi akademik kadro beyindir, örgüttür ve bedende (toplumda) kılcal damarlarla yayılandır. Gerçek bütündür. Hakikat, ifade edilen bütünsel gerçektir. Kadro, örgütlenmiş ve eylemsel kılınmış hakikattir.” Belirlemesi ile yürüyeceğimiz yol ve misyonumuzun ne olması gerektiği konusunu çok net bir şekilde ortaya koymuştur. Bu belirlemeden sonra biz Kürt gençliği ve hakikat sevdalıları için sözün bittiği ve fedai bir ruhla pratiğinin uygulandığı andır. PKK’de somutlaşan ve gerçekleşen özgürlük değerlerini büyütme, bunun yaratıcısı ve öncüsü olma görevi her zamankiden daha fazla yakıcılığı ve aciliyeti dayatıyor. Çünkü tarih ve dünya konjonktörü her zaman halkımıza bu fırsatı vermez. Devrim halkların bayramıdır: biz Kürtler bu devrimi PKK örgütlülüğü öncülüğünde yaşama eşiğindeyiz. Yaşanılan o kadar acıyı yaşayan bir halk için bu eşiği aşmak çok zor olmayacaktır. Ancak bu güne kadar bizi getiren değerlere daha fazla sarılmak dönem görevi olarak önümüzde durmaktadır. Zafer ve özgürlük ona aşk ile bağlananların yaşayacağı tek gerçektir. *** STÊRKA CİWAN K A D I N Ataerkil Sistemin Ezeli düşmanı GENÇ KADIN Viyan FELAT “Genç kadınlar için sistemin bilinç kirliliğinden kurtulmanın, sistemi boşa çıkarmanın, toplum ve kadın üzerindeki etkilerini kırmanın ve kadının öz gücünü açığa çıkarmanın, öz kimliğiyle buluşmanın tek yolu Özgür Kürdistan Dağlarında örgütlü ve bilinçli bir savaşımla olur” Kadın; toplumsallığı yaratan ve koruyandır. Neolitik devrimin ve dil devriminin öncüsüdür. Kadın, üreten ve paylaşan, paylaştırandır. Doğrudan ve ahlaktan sorumludur. Kendi çocuğunu bile toplumdaki diğer çocuklardan ayırmayan ve her çocuğa eşit yaklaşan, toplumun doğrularına göre eğiten kadınların bu özellikleri bir yandan toplumun onları tanrıçalaştırmasıyla sonuçlanırken diğer yandan zora ve yalana dayanan beşbin yıllık ataerkil sistemin ilk hedefi olmasına neden olmuştur. Bu sistem ki ilk kurumsal yapısı olan devleti; artı ürünü kendi himayesine alarak geliştirmiştir. Kuruluş aşamasında bile toplumsal ahlaka, eşitliğe ters düşmektedir. Oysa kadın artan ürünleri günlerce süren şölenlerle topluma dağıtmaktadır. Bu koşullar göz önünde bulundurulduğunda toplumsallıklarını korumak isteyen kadınların ve otoritesini kurmak isteyen kurnaz-zorba ve yalancı erkeklerin aralarındaki savaşım anlaşılır olmaktadır. Öyleki bu savaşım mitolojilerin temel konusu olmuştur. Mitolojiler İnanna ve Enki ya da Tiamat ve Marduk mitolojilerinde olduğu gibi sıkça tanrıça ve tanrılar arası savaşıma yer vermiştir. Sistem yandaş rahipleri sayesinde mitolojilerle topluma, kadınların hak talepleri karşısında saldırmaları gerektiğini enjekte etmiştir. Kendisi de en ufak bir direnişle karşılaştığında şiddete başvurmuştur. Bilge ve şifacı kadınların yakılmaları yakın tarihimize dek sürmüştür. Yine kadın taşlamaları o dönemden kal23 madır. İtaatkâr bir kadın yapısıyla hem önündeki direnişi kırmayı hem de aynı kadını erkeğin bir mülkü ve kölesi haline getirerek toplumdaki erkeklerle uzlaşı sağlamayı hedeflemiştir. Sistemde yüzeysel değişimler olmuşsa da kadına karşı yürütülen bu politika değiştirilmemiş hatta zamanla derinleştirilmiştir. Kadının eve hapsedilip emeğinin ve cinselliğinin sömürülmesi ya da evden dışarı çıkarılıp her bir parçasının ayrı ayrı pazarlanması, özünde aynı amaca hizmet etmektedir. Bunu kabul etmeyen kadınlarsa cinsinden uzaklaşıp bir erkek gibi yaşamakta ve düşünmektedir. Ortadoğu gerçekliğinde ise bu reddediş kendini yakarak sonuçlanmaktadır. Kadının tüm gerçekliğini ters yüz edip tarihten silmeye çalışan ataerkil sistem bu ezeli düşmanının bilinçlenmesini engellemek için her türlü yöntemi bugün de denemektedir. Sümer mitolojilerinin yerini medya ve zigurratlardaki eğitimin yerini de devletlerin okulları ve üniversiteleri almış bulunmaktadır. Eğitimi kendi tekeline alıp kız çocuklarını erkeğe göre eğiterek topluma kendi ideolojisini hem eğitimle hem dinle kabul ettirmeye çalışan Sümer rahip devleti ile kadını sürekli metalaştıran, cinsel bir obje olarak öne çıkaran kapitalist devletlerarasında özsel bir ayrılık yoktur. Sistem hala kendini kadının düşünsel ve bedensel sömürüsüne dayandırmaktadır. En büyük geliri kadın sayesinde kazanmakta, kadınla hiçbir alakası olmayan nesnelerin reklamında Tebax 2011 STÊRKA CİWAN bile kadını kullanmaktadır. Kadının ne zaman ne giyeceğine, nasıl kokacağına nasıl görüneceğine (saç şeklinden, gözünün, dudağının ve tırnağının rengine kadar) sistem karar vermektedir. Aynı zamanda aile yapılanmasından hala güç alan ve erkekleri kendine bağlayan sistem gerçekliğinde ev kadını tanımı, erkeğin mülkü, ücretsiz işçi ve özel fahişelik konumuna denk düşmektedir. Kürdistan dağları özgürlük arayan genç kadınlar için bir direniş merkezi konumundadır Ataerkil sistemin korktuğu ve bilinçlenmesini istemediği ikinci güç ise gençlerdir. Gençleri jerontokrasiyle yanına çekip sömürge savaşlarında ve kadına karşı kullanan ataerkil sistem aynı dinamik gücün kendisine karşı da neler yapabileceğini (eceli olabileceğini) defalarca görmüştür. Gençler Tebax 2011 arayışları olan sorgulayan, sistemle özdeşleşmemiş, haksızlığa karşı olan bir toplumsal kesimdir. Sistemin tüm bilgi kirliliğine rağmen sistemin analizini araştırarak, gözlemleyerek tespit etme potansiyeli vardır. Şüphecidir, netleştirdiği düşüncelerinin tutkulu bir savaşçısı olabilir. Kaygısız, cesur ve isyankar bir yapısı vardır. Arayışları doğruya ve güzele olan gençlerin var olan sistemi kabul etmeme, değiştirme eğilimleri vardır. Devrimleri zafere ulaştıran öncü güçtür. Bunları iyi bilen ataerkil sistemin tüm kurumları toplumun patlamaya hazır bu dinamik gücünü sindirmek, korkutmak, güdülere mahkum etmek ve kendine eklemlemek için her türlü yöntemi denemektedir. Özellikle daha çocukken bu gücün önüne geçmek için; sistemle uzlaşı, sistemin değişmezliği, cinsiyetçi yaklaşım, kendine güvensizlik, toplumun öz değerlerini küçümseme ve aşağılama, bireycilik ve sürekli rekabet büyük bir incelikle öğretilmektedir. Her şeyi kendisinden başlatan ataerkil sistem; hem kendini sevdirmeye çalışmakta hem d e 24 karşısında hiçbir direniş gücünün duramayacağını bilinçaltlarına yerleştirmeye çalışmaktadır. Sürekli yoksul tutulan toplumun bu dinamik gücü yıllarca sistemin ideolojisiyle eğitildikten sonra ya üniversitelerde sistemin kadrosu olmakta ya da karın tokluğuna bir ömür harcamaktadır. Yine sistem medyasıyla (haber, dizi, yarışma, sinema, roman, reklam…) ve polisi, ajanı ve çeteleriyle gençleri yoz bir yaşama itmektedir. Bilinçlenmenin ve eylemin önünü almak için uyuşturucuya, fuhuşa, hırsızlığa, ajanlığa teşvik etmektedir. Sanat ve sporu tekeline alıp kültürel ve toplumsal tüm yanlarından uzaklaştıran sistem gençleri sürüleştirmekte ve var olan enerjisini bu yöntemlerle almaktadır. Yine cinselliğin içini boşaltıp, sürekli ön plana çıkararak gençleri güdülere mahkum et- STÊRKA CİWAN mektedir. Bir yandan sahte aşk tanımlamalarıyla bir yandan cinsel özgürlük teşvikiyle ve yine fuhuşu yaygınlaştırarak toplumda da bu durumu normalleştirmektedir. Hem kadınlara hem de gençlere olan onca yönelimin odak noktası; sistemin ezeli ve eceli düşmanı olan genç kadınlardır. Sistem düşünsel, cinsel ve emek sömürüsüyle; kadının ve gençlerin sırtından yükseldiğine göre sistemin temellerini sarsacak olan güç de genç kadındır. Toplumdaki tüm kesimlere oranla daha ince bir politikayla sömürülen genç kadınların direnişe geçmeleri için daha fazla nedenleri vardır. Direnişe geçen genç kadınların başta Kürdistan ve tüm Ortadoğu gerçekliğinde mücadelesini en sağlam yürüttüğü yer Kürdistan dağlarıdır. Kürdistan dağları binlerce yıl direnişçilere iyi bir sığınak ve mevzi olmuştur. Bugün de özgürlük arayan genç kadınlar için bir direniş merkezi konumundadır. Sistemin her türlü tecavüzüne ve hiçleştirmesine karşılık Kürdistan dağlarında konumlanan genç kadınlar kadın kurtuluş ideolojisiyle bilinçlenip örgütlenmekte ve açığa çıkan iradeyle silahlanarak devletlerin kadın ve toplum üzerindeki planlarını boşa çıkarmaktadır. Savaşan kadın özgürleşir, özgürleşen kadın güzelleşir Kürdistan dağlarında ordulaşan, kadın özgünlüğünü ve örgütlü gücünü oluşturan genç kadınlar bir kez daha toplumu dönüştürebileceklerini ve sistemin askeri ve ideolojik saldırılarına cevap olabileceklerini tüm dünyaya göstermektedirler. Bunların yanında genç kadınlar toplum ve kadın tarihi, kimliği ve coğrafyasıyla tanışmaktadır. Sistemin asimile etmeye, metalaştırmaya, kadın bilinci ve tarihinden uzak tutmaya, özgüvensizleştirmeye çalıştığı genç kadınlar Kürdistan dağlarında adeta bir aydınlanmayı yaşamaktadır. İyi bir sistem analizcisi ve hakikat arayışçısı olmaktadır. Ataerkil sistemin tüm aşamalarını çözümleyip, sistemin toplumda ve kadında yarattığı tahribatları birebir görüp aşma çabası içerisine girmektedir. Yine bireyin kişiliğinde yer edinen sistem hastalıklarını; eğitimle, eleştiri-özeleştiri mekanizmasıyla, dağ yaşamıyla bütünleştikçe daha iyi görmekte ve aşmaktadır. Dolayısıyla özgür Kürdistan dağlarında kendi kişiliğini tanıma ve öz gücünü açığa çıkarma fırsatını da yakalamış oluyor. Kürdistan’ın kuzeyinden, güney batısından, doğusundan ve güneyinden gelen yine Türkiye, Irak, İran, Suriye ve Avrupadan gelen genç kadınlar ortak bir kimlik yakalamaktadır. Zenginleşen kültür, sanat ve dille toplumsallığını inşa etmektedir. Genç kadınlar Kürdistan dağlarında bireyci ve savruk bir yaşamdan komünal ve örgütlü bir yaşama geçmektedir. Doğayla yeniden bütünleşmekte ve toplumsal sanat ve yaratıcılığını açığa çıkarmaktadır. Yani yeniden toplumun, toplumsallığın, dilin ve kimliğin, kültürün ve tarihin koruyucusu olmaktadır. Bilinçlenip irade kazandıkça sis25 tem kurumlarının ve ideolojisinin eceli olmaktadır. Kadının bağlılığı, hedefe odaklanışı ve ayrıntıları iyi hesaplayabilmesi de kalıcı zaferleri beraberinde getirmektedir. Kısacası genç kadınlar için sistemin bilinç kirliliğinden kurtulmanın, sistemi boşa çıkarmanın, toplum ve kadın üzerindeki etkilerini kırmanın ve kadının öz gücünü açığa çıkarmanın, öz kimliğiyle buluşmanın tek yolu özgür kürdistan dağlarında örgütlü ve bilinçli bir savaşımla olur. Genç kadınların sistemin tüm çabalarına rağmen bilinçlenip örgütlenmesi hem toplumsal özgürlük hem de sistemin en derin politikalarının boşa çıkması ve darbelenmesi anlamına gelmektedir. Kapitalist sistemin, metaların kraliçesi olan genç kadını kaybetmeye başlaması baş aşağı düşüşünü getirir. Genç kadının kadın kurtuluş ideolojisiyle hem kadınları özüne çekmesi hem de toplumsal cinsiyetçiliği kırması toplumun özgürlüğünü de beraberinde getirmektedir. Savaşan kadın özgürleşir, özgürleşen kadın güzelleşir, güzelleşen kadın sevilir ve sevilen kadın toplumsallaşır. *** Tebax 2011 STÊRKA CİWAN R Ö P O R T A J VARLIĞINI KORUMA VE ÖZGÜRLÜĞÜNÜ KAZANMA DÖNEMİ KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan ile roportaj “Gerilla hiçbir zaman zayıflık göstermeyecek, bu kahramanlık çizgisine kesinlikle halel getirmeyecektir. Bunu herkes bilsin, bu temelde gerillaya daha yakın olsun, daha çok destek versin, gerillayı güçlendirecek serhıldana daha fazla katılım göstersin. Gerilla ve halk serhıldanının birliği dördüncü dönemde özgürlüğü kazanmamızı sağlayacak iki temel güçtür. Bunları geliştireceğiz ve mutlaka bu temelde zaferi kazanacağız” Tebax 2011 *Bu dönemin temel karakteri nedir? -Varlığını koruma ve özgürlüğünü kazanma dönemidir. Yine ikili bir karakteri var. Varlığını koruma gündemdedir. Neden? Çünkü öz itibariyle inkar ve imha sisteminde değişiklik olmamıştır. İnkar ve imha sistemi kaba ret ve inkar politikalarını yürütemez duruma düşmüştür. Bu politikalar hareketimizin geliştirdiği direnişle boşa çıkartılmış, yenilgiye uğratılmıştır. Artık o yöntemlerle hareketimizin ezilmesi, tasfiye edilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla inkar ve imha sistemi, kaba ret ve inkar politikasını aşan, sözde Kürt’ün var olduğunu söyleyen ama gerçekteyse onu bir halk olarak kabul etmeyen ve herhangi bir hak vermeyen, tanımayan bir temelde inkar ve imha sistemini yeniden inşa etmek istemektedir. Bu temelde aslında öz itibariyle inkar ve imha sürüyor. Sözde bir değişiklik var; fakat bu da yanıltmayı, aldatmayı hedefliyor. Kürt halkını ve uluslararası kamuoyunu aldatmayı hedefliyor. Yumuşak görünüp baskı ve saldırılarla Kürt halkını soykırımdan geçirmeyi ifade ediyor. Bu bakımdan inkar ve imha sisteminin özünde bir değişiklik yoktur. İdeolojik, siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel, askeri her düzeyde imha amaçlı saldırı sürüyor. Kürdistan'da askeri işgal, ekonomik ve siyasi sömürgecilik ve de kültürel soykırım devam ediyor. Göz göre göre yasal siyaset yürüten güçler hiçbir hukuki suçlamaya dayanmadan tutuklanıp 26 cezaevine konmuş ve siyaset yapamaz duruma düşürülmüş bulunuyor. Bu temelde saldırılar sürüyor. Askeri operasyonlar, yine polis operasyonu devam ediyor. Diğer yandan, özgürlüğünü sağlama, Kürt sorununa çözüm bulma on yedi yıldır siyasi uzlaşma temelinde yapılmak istendi. Önderliğimiz ve hareketimiz bu konuda her türlü fedakarlığı gösterdi, çabayı harcadı. Fakat görülüyor ki, bu tek yanlı olmuyor. Önder Apo bu stratejiyi devam ettiriyor. Yine de siyasi diyalog temelinde çözüm arayışındadır. Zaten başka bir mücadele yürütmesi de mümkün değil. Fakat biz gördük ki, yalnız başına bu yaklaşım Kürt sorununu çözmüyor, toplumsal özgürlüğü sağlamıyor, Kürt demokrasisini inşa etmiyor. O zaman özgürlüğü kazanmayı kendi öz mücadelemizle, özgücümüze dayalı olarak, kendi öz savunmamızı geliştirme temelinde sağlamak durumundayız. Buna göre, bir yandan Önder Apo’nun yürüttüğü siyasi uzlaşma temelindeki demokratik çözüme destek verdiğimiz, hazır olduğumuz gibi, diğer yandan bunu illa beklemek durumunda da değiliz. İki yönlü bir özgürlüğü kazanma mücadelesi yürüteceğiz. Bir, kendi gücümüzle bu özgürlüğü sağlamayı esas alacağız. İki, eğer biz bu mücadeleyi geliştirdikçe ilgili taraflar siyasi diyaloga açık olurlarsa biz de her zaman ona hazır olacağız ve dolayısıyla böyle bir çözümün gerçekleşmesi için çalışacağız. Ama artık bunu beklemiyoruz. Kimseden böyle bir şey de STÊRKA CİWAN yalnız başına istemiyoruz. Kendi örgütlenmemizi, halk örgütlenmemizi geliştirerek, halk savunmamızı güçlendirerek, demokratik örgütlülüğü geliştirerek, direnişi yükselterek kendi özgürlüğümüzü adım adım kazanacağız. Özgürlük mücadelemizi geliştirerek demokrasimizi inşa edeceğiz. Buna göre de her şey değişecek. Nasıl mücadele edeceğimizi herkes görecek Elbette bu doğrultuda da etkili bir mücadele yürüteceğiz. Nasıl mücadele yürüteceğimizi Kürt halkının direnişi zaten gösteriyor. Her yerde artan saldırılar karşısındaki halkın direnişi mücadelenin nasıl olacağını ortaya koyuyor. Kuzey Kürdistan'ın bütün şehirlerinde, Türkiye'de, Avrupa’da, Irak’ta artan saldırılara karşı, provokasyonlara karşı halkın dört parçada ve yurtdışında birlik halinde geliştirdiği demokratik direniş nasıl mücadele yürüteceğimizin aynası oluyor, bunun ip uçlarını veriyor. Bunu önümüzdeki süreçte daha da geliştireceğiz ve tabi ideolojik, askeri boyutlarını da ortaya koyacağız. Nasıl mücadele yürüteceğimizi, neler yapacağımızı gün geçtikçe, süreç ilerledikçe herkes görecek. Şimdilik sadece bunu söyleyebiliriz. *Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da Irak-Türkiye ve ABD arasında oluşturulan ‘Üçlü Komite’ toplantısı yapıldı. Toplantı sonrası Ankara’daki ABD elçiliğinden PKK’ye karşı ‘üçlü eylem planı’nda görüş birliğine ulaşıldığı açıklandı. Toplantının ayrıntıları fazlaca yansıtılmadı. Ancak Türk basınına sızan kısmi bilgilerde bu toplantıda ulaşılan sonuçların ‘PKK’yle mücadelede en kapsamlı plan’ olduğu belirtildi. Sizce nasıl bir plan var? Nedir bu planın ayrıntıları? -Üçlü mekanizma adı altında PKK hareketine dönük imha ve tasfiye amaçlı planlı ortak saldırı hareketi devam ediyor. Esas itibariyle ABDİngiltere- İsrail ittifakının Ortadoğu'ya dönük saldırısı sürüyor. Bu saldırı Büyük Ortadoğu Projesi temelinde yürütülen bir saldırı olduğu için, Kürdistan'a dönük de bir çerçevesi vardır. Dolayısıyla ABD öncülüğünün Kürdistan'a dayattığı bir plan var. Üçlü ittifak, hatta dörtlü ittifak adı altında bu siyasete Türkiye'yi, Irak’ı, Güney Kürdistan yönetimini de katmaya çalışıyorlar. İşin özü, esası budur. Plan ABD planıdır. Hedefi de, PKK’yi imha ve tasfiye etmektir. Aslında Türkiye yönetiminin, MHP ve CHP’nin, ya da AKP gibi güçlerin PKK’yi imha ve tasfiye etmek gibi bir iradeleri yok. Geçmişte CHP, MHP de ABD ve İngiltere’den sağladıkları destekle PKK'yi imha ve tasfiye operasyonunu yürütüyorlardı. Kürt inkar ve imha siyasetini sürdürüyorlardı. Bugün de AKP yine İngiltere ve ABD’den aldığı destekle bu işi yürütüyor. Bunu herkes net olarak görüyor. Yoksa AKP’nin ne gücü vardı ki? Türkiye'de bile iktidarın kuyruğundan tutabilmişti. Hükümet olmuş ama iktidar olamamıştı. Oysa şimdi iktidar olma yönünde ilerliyor. Nereden alıyor bu gücü? İngiltere ve ABD’den alıyor. Onlar yürü ya kulum dediler, Tayyip Erdoğan ve çevresi de yürüyor işte. PKK'yi imha ve tasfiye planı bir ABD-İngiltere planıdır. Bunu Türkiye'ye, Irak’a, Güney Kürdistan yönetimine yaptırmak istiyorlar. Bu temelde Türkiye- ABD- Irak ittifakı yaratılarak Büyük Ortadoğu Projesi’ni Ortadoğu'da tesis etmek istiyorlar. Bu üçlü ittifakı yaratabilmek için de birinci hedef PKK’nin imha ve tasfiyesi görülüyor. Bunu sağlatmak için AKP’yi Türkiye'de iktidar yapmaya çalışıyorlar. Irak’ta yeni 27 bir iktidar oluşturmaya çalışıyorlar. Güney Kürdistan’ı buna hizmet eder hale getirmek istiyorlar. Irak’ta, Türkiye'de, Kürdistan'da rol oynaması için AKP’ye destek veriyorlar. AKP de Kürt var söylemi adı altında özel savaşı geliştirerek imha ve tasfiye amaçlı saldırı operasyonlarını askeri ve siyasi olarak sürdürüyor. Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da gerçekleşen saldırılar bu temelde gelişiyor. Hakkari’de çocuğu anasından alıp kafasını parçalayarak sokakta sürme, çocukların başına kurşun sıkacak kadar vahşileşme, Gever’de çocukların kolunu kırma, kadınları tepeleme, ezme, Adana’da gazeteciyi katletme, Uşak’ta eski DTP il başkanını zindanda katletme, Samsun’da Kürt halkının seçilmiş liderlerinden olan Ahmet Türk’e alçakça saldırma gibi olayların hepsi bu plan kapsamında gelişiyor. Bunların hepsi birbiriyle bağlantılıdır ve ABD- İngiltere- İsrail ittifakının öngördüğü PKK'yi tasfiye planının hayata geçirilmesi temelinde gelişmektedir. BDP’ye dönük operasyonlar da bu çerçevede sürmektedir. Hepsi bir planın uygulanması oluyor. Diğer yandan, İtalya’da, Fransa’da, Almanya’da, Belçika’daki operasyonlar da bunun bir parçasıydı. Brüksel operasyonu da bu temelde geliştirilmişti. ROJ TV’yi basan, Kürt siyasetçilerini tutuklayan saldırı da böyle bir planın parçasıydı. Yine Maxmur’a dönük basında ortaya çıkan provokasyonlar da böyle bir planın parçasıdır. Uzun süredir İçişleri Bakanı, Maxmur’u şöyle yapacağız, böyle yapacağız diye propaganda yapıyordu. Fakat hiçbir şey yapamayınca, şimdi provokasyonlar yaparak Maxmur üzerinde oyun oynamaya çalışıyorlar. Kaldı ki Güney Kürdistan'da, Irak’ta benzer bir sürü provokasyon var. Bunlar da mevcut planın bir parçasıdır. Tebax 2011 STÊRKA CİWAN Aslında bu planlı saldırılarla adım adım PKK daraltılmaya, kuşatılmaya çalışılıyor. Bu saldırılarla Kürt halkının Avrupa’da demokratik siyasi örgütlenmesi, Kürt halkının demokratik örgütlü gücü daraltılıp, imkanları sınırlandırılmak isteniliyor. Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da tutuklamalarla, halk üzerindeki baskılarla demokratik siyasi alan tasfiye edilmek isteniliyor. Demokratik siyaset tasfiye edilmek, halk üzerindeki özel savaş baskısıyla halk sindirilmek, pasifize edilmek isteniyor. Bunun için her türlü komploya, saldırıya, vahşete başvuruluyor. Yeniden kirli savaş yöntemleri, yargısız infazlar devreye konmuş bulunuyor. Giderek bunları daha fazla da arttırabilirler. Bunların hepsi Kürt halkının direnme gücünü pasifize etmeye ve demokratik siyaseti daraltıp tasfiye ederek Kürt Özgürlük Hareketini siyaseten daraltıp halk desteğinden yoksun bırakmayı hedefliyor. Bir yandan Avrupa’daki halk mücadelesini yok etmek isterken, diğer yandan da Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki halk direnişini zayıflatmak, pasifize etmek, sindirmek, yine demokratik siyaseti tasfiye ederek Kürt özgürlük hareketini yurt dışında ve siyasi alanda daraltmak istiyor. Tebax 2011 Planın önündeki engel Kürtlerin direnişi Benzer uygulama Maxmur’a dönük provokasyonlar temelinde sürüyor. Maxmur kampı ortadan kaldırılarak, belli bir siyasi mücadele rolü oynayan küçük bir adacık da yok edilmek isteniyor. AKP hükümeti, özel savaş planı Maxmur’un varlığına bile tahammül edemiyor. Maxmur da dağıtılarak, tasfiye edilerek, çeşitli provokasyonlarla çatışmalar çıkartıp etkisiz kılınarak kürt özgürlük hareketi böyle bir mücadele mevzisinden de yoksun kılınmak isteniyor. Güney Kürdistan’dan da bu temelde kuşatılmaya çalışılıyor. Bunların hepsi bir kuşatma hareketidir. Hareket yurt dışından, halk kitlelerinden, demokratik siyasetten soyutlanarak, daraltılarak, sadece dağda bir silahlı gerilla hareketi durumuna düşürülmek isteniliyor ve aynı zamanda kuşatılmaya çalışılıyor. Bu başarılırsa, askeri operasyonlarla da ikinci hamle yapılacak ve hareket tümden ezilecek, tasfiye edilecek. Bunun için tüm güçleriyle Avrupa’da, Türkiye'de, Kuzey Kürdistan’da, Güney Kürdistan’da halka dönük, de28 mokratik siyasete dönük alçakça saldırı operasyonları yapıyorlar. Bunları Ahmet Türk gibi bir şahsiyete saldırıya, yargısız infazlara, provokasyonlara kadar vardırdılar. Psikolojik savaşı her türlü yalanı üretme temelinde yaygınca uyguluyorlar. Bunu başarırlarsa, halk desteğinden ve siyasi alandan mahrum bıraktıkları gerillaya da askeri saldırıyla darbe vurmayı hedefliyorlar. 2007-2008 yılında gerillaya darbe vurarak, gerillayı marjinal kılarak, askeri operasyonları geliştirip gerillayı etkisizleştirerek demokratik siyaseti tasfiye etmeyi planlamışlardı. Onu başaramadılar. Şimdi demokratik siyaseti etkisizleştirerek, halkı da saldırılarla pasifize ederek gerillayı kuşatıp ikinci hamlede de gerillayı tasfiye etmeyi hedefliyorlar. Plan bu. Bu noktada ABD ve İngiltere’nin somut ortak planı var. Bunu AKP eliyle Türkiye'de uygulamak istiyor. Yine AKP’yi Irak’ta ve Güney Kürdistan'da bu konuda rol oynar kılmaya çalışıyor, güçlendirmek istiyorlar. Tabi bu planın uygulanması önünde engeller ve zorluklar var. Her şeyden önce Kürt halkı direniyor. Nasıl ki 2007-2008 askeri planı Zap’ta kırıldı, saldırılar Zap direnişinden döndüyse, siyasi operasyonlar da Amed’den, Gever’den, İstanbul’dan, Maxmur’dan, Brüksel’den döndü. Her yerde halk direndi ve aslında bu operasyonu kırdı. Bir ferdi bile hareketten kopartamadılar. Ne zindana aldıklarını teslim alabildiler, ne geride kalan halkı sindirebildiler, ne de demokratik siyaseti zayıflatabildiler. Geçtiğimiz Newroz mitingleri, gösterileri, kutlamaları bunu açıkça ortaya koydu. Geçen yılı kat kat aşan bir kitlesellikte Newroz kutlandı. Demokratik siyasette beş tutukladılarsa on beş kişi onların yerini doldurdu. Bu da şunu gösteriyor ki, Kürt halkı birlik halinde. Provokasyonlara karşı, psikolojik savaşa STÊRKA CİWAN karşı uyanık. Direniyor ve bu oyunu aslında bozdu. Yani siyasi alanı tasfiye etmeye, halkı sindirmeye dönük saldırı operasyonları büyük ölçüde kırılmış, yenilgiye uğratılmıştır. Öcalan’a yönelik tehdidin tek sorumlusu hükümettir ABD-AKP ittifakı şimdi bu yenilgiden nasıl kurtulacak, bunu nasıl tersine çevirecek onun arayışı içinde. Tayyip Erdoğan ABD’ye bunun için gitti. Son görüşmeleri bu nedenle yaptılar. ABD-Türkiye-Irak üçlü koordinasyon toplantılarını bu temelde sık sık toplatıyorlar. Özellikle de Güney Kürdistan yönetimi üzerinde bu temelde baskı uyguluyorlar. Neçirvan Barzani’yi bunun için çağırdılar, bunları görüştüler. Mesut Barzani’yi Ankara’ya davet ediyorlar. Hewler’de konsolosluk açtılar. Güney Kürdistan yönetimine birçok taviz veriyorlar. Öte yandan da Güney Kürdistan yönetimine ABD üzerinden baskı yapmak istiyorlar. Bu görüşmelerin hepsi bu plan dahilindedir. Fakat bu çabalar başarısız kalmıştır. Halk direnişi temelinde bu saldırılar kırılmıştır. Halkın zindanda ve dışarıda kahramanca direnişi bu planlı imha ve tasfiye operasyonunu yenilgiye uğratmıştır. Avrupa’daki, Kuzey Kürdistan’daki halkımızın, Maxmur’daki halkın direnişi bu oyunların hepsini bozmuştur, saldırıları kırmıştır. Planı özü itibariye boşa çıkartmıştır. Öte yandan, zaten bu güçlerin yaşadıkları zorluklar var. Irak’ta ABD sistemi yürümüyor. Türkiye'de iç çatışmalar ortada. AKP istediğini yürütemiyor. Güney Kürdistan yönetimi de öyle istendiği gibi yönlendirilecek değil. Ortada Kerkük sorunu, kapılar sorunu var. Türkiye yönetimi, AKP neredeyse Güney Kürdistan’ı da yutacak, kendine bağlayacak. İşte Ker- kük’te Türkmenler üzerinden hangi sonucu çıkarttıkları ortada. Dolayısıyla öyle onların aldatılmaları da çok kolay değildir. Kısaca, ABD-İngiltere ittifakının amacı bu plan doğrultusunda PKK'yi tasfiye etmektir. Önce siyasi olarak tasfiye etmek, soykırıma uğratmak, ardından askeri olarak imha ve tasfiyeyi tamamlamak oluyor. Ama dikkat edilirse bunun gerçekleştirilmesi önünde ciddi zorluklar, engeller var. Bu planı yürütmek için saldırılar her türlü yöntemle Avrupa’da, Türkiye'de, Irak’ta yürütülüyor. Fakat oyun önemli ölçüde bozulmuş, plan açığa çıkar- bu sözlerini “gizli örgüt talimatı’’ olarak değerlendirdiler. Alan’ın sözleri ve Öcalan’ın da ‘suikast olabilir’ ifadelerini nasıl değerlendiriyorsunuz? -Emekli özel kuvvetler komutanı Engin Alan’ın söz konusu açıklamasını elbette önemsemek ve ciddiye almak lazım. Bu öyle bir kişinin söylediği söz değildir. Birdenbire aklına gelmesi sonucunda söylenmiş söz de değildir. Bu bir plandır, karardır, bir örgütün işidir. Bu temelde zaten çalışmalar da vardır. Önder Apo bu yönlü çalışmaların olabileceğini ifade etti. Bu yönlü kuşkularını dile getirdi. “Beni tılmış, halk direnişiyle bu imha ve tasfiye planı büyük ölçüde kırılmıştır. Geri kalanı da halkımız, hareketimiz önümüzdeki günlerde geliştireceği daha güçlü bir direnişle yerle bir edip bu planı çöplüğe atacaktır. *Bir süre önce hükümete darbe teşebbüsünden tutuklanan Genelkurmay Özel Kuvvetler Komutanı emekli Korgeneral Engin Alan ‘bıraksınlar İmralı’daki yarım işimi tamamlayayım’ ifadelerini kullandı. Kürt hareketine dost bazı aydın ve yazarlar, Engin Alan’ın her an burada öldürebilirler. Belki de zaten her gün adım adım öldürüyor, çürütüyorlar” diye de ifade etti. Bunlar birbiriyle örtüşüyor, birbirini destekliyor. Ciddi bir tehlikenin varlığını açıkça gösteriyor. Bu bakımdan hareket ve halk olarak elbette bu tür durumları önemsiyoruz. Fakat bu konuda biz herkesten önce mevcut hükümeti sorumlu tutuyoruz. Şunu bu vesileyle bir kere daha açıkça ifade etmek istiyorum: Önder Apo’ya dönük her türlü saldırı ve tehdidin bir tek sorumlusu vardır: Başbakan Tayyip 29 Tebax 2011 STÊRKA CİWAN Erdoğan ve AKP hükümeti. Biz hareket ve halk olarak bunları sorumlu tutarız. ABD şöyle yapar, İngiltere böyle yapar, İsrail şunu yapar, Engin Alan bilmem ne yapar, MHP’si neler çevirir, bu bizi ilgilendirmez! Yönetim olan, hükümet olan AKP’dir, Tayyip Erdoğan’dır. İmralı cezaevi bu hükümetin sorumluluğu altındadır. Baskı ve tecrit uygulamalarından Tayip Erdoğan ve AKP hükümeti sorumlu olduğu gibi, İmralı’da bunu da aşan her türlü olaydan kesinlikle Tayyip Erdoğan ve AKP sorumlu olacaktır. Biz halk olarak başka hiç kimseyi sorumlu tutmayacağız. Kürt halkı bu konuda nettir, duyarlıdır. Bu duyarlılığını sürekli geliştirmektedir. Herkes bunu bilsin. Neden? Çünkü her şey göz önünde. AKP hükümettir, iktidardır. İmralı kendi yönetim sorumluluğu altında bulunuyor. Gerekli tedbirleri almak zorunda. Diğer yandan, biz biliyoruz ki bu süreci Tayyip Erdoğan başlattı. 2009 Kasım’ında barış gruplarının Türkiye'ye girişi ardından, Ekim sonu KaTebax 2011 sım başında silbaştan yaparız diyerek bu tehdidi bizzat Tayyip Erdoğan’ın kendisi yaptı. Hakkari’ye gelip, beğenmeyen çekip gitsin diyerek halkı tehdit etti. Silbaştan yaparız sözü de Önder Apo’ya dönük bir tehditti. Neyin silbaştanını yapacak? İmralı sistemini silbaştan yapmakla tehdit etti. Biz bunu böyle algıladık. Bu somut bir tehditti ve bu yapılmıştır. Artık ya tümüyle düzeltilir, ya da bu olmazsa, Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti İmralı’daki her türlü baskının, işkencenin, olayın tek sorumlusudur. Başka ortakları olabilir bunun, ABD, AB’de suç ortağı olabilir, onlar da yönlendiriyor olabilirler, ama İmralı Türkiye'dedir ve AKP yönetimi altında olan bir alandır. Biz hem bu nedenle, hem de Tayyip Erdoğan’ın silbaştan sözünü 99’a geri dönmek biçimde algıladığımız için Tayyip Erdoğan ve AKP’yi bu tehditlerden sorumlu tutuyoruz. Bunu herkes bilsin, kendileri de bilsin. Başka biçimde bu durumu kamufle edebileceklerini kesinlikle sanmasınlar. Eğer böyle de30 ğilse tedbir geliştirebilirler, açıklama yapabilirler, değişiklik yapabilirler. Mevcut baskı ve işkenceyi ortadan kaldırabilirler. 17 Kasım darbesini değiştirebilir, etkilerini yok edebilirler. Önder Apo’nun mevcut statüsünü değiştirirler. Kaldı ki zaten eğer Türkiye'de bir uzlaşı, barış, demokratik siyaset işlerliği gelişecekse, bunun ancak Önder Apo’nun öncülüğünde olacağı açık. Önder Apo’nun da bunu yapabilmesi için koşullarının düzeltilmesi zorunlu. Başka türlü de bu iş yürümez. Gerillanın hazırlığı ne düzeyde? -Newroz ve 4 Nisan kutlamaları gösterdi ki, Kürt halkı Önder Apo’ya ve PKK'ye yürekten bağlıdır. Bu temelde önemli bir birlik de oluşturmuştur. Bu nedenle bir kez daha Newroz ve 4 Nisan kutlamalarına katılan herkesi selamlıyorum. Bayramlarını yine kutluyorum. Kürt halkının büyük bir ruh yüceliği içerisinde olduğu kesin. Yücelişi yaşıyor, onur kazanıyor, haysiyet kazanıyor. Kimliğini ve kültürünü özgürce yaşamanın erdemine ulaşıyor. Ruh olarak, duygu olarak, bilinç olarak, davranış olarak kendini özgürlük temelinde yeniden yaratıyor. Böyle bir halk yaratılışını selamlıyorum. Dünya halklarına özgürlüğü kazanma yönünde en büyük cesaret ve fedakarlıkla mücadele ederek örnek olan, öncülük oluşturan Kürt halkını, onun kahramanca direniş mücadelesini saygıyla selamlıyorum, kutluyorum. Gerçektende büyük bir yüceliktir. Faşist gerici güçler, AKP hükümeti saldırdıkça, baskı uyguladıkça halkın Önderliğe ve PKK'ye bağlılığını azaltmıyor, tam tersine daha da kenetlenmelerini, daha da çok bağlı hale gelmesini sağlatıyor. Yine daha geniş çevrelerin bilinçlenerek Önder Apo ve PKK'ye bağlanmasına yol açıyor. Bu tür saldırılar halkı pasifize STÊRKA CİWAN etmiyor, tam tersine Kürt gençliği, kadınları ve halkı daha cesur ve fedakar bir direniş mücadelesi içine giriyor. Her türlü baskıyı, zorluğu gözüpekçe göğüslüyor, cesaretle mücadele ediyor. Serhıldanı gittikçe şiddetlendirebiliyor. Yemiyor içmiyor, yatmıyor uyumuyor, gerçekten de büyük bir enerjiyle çok zengin eylemler geliştirerek, mücadele tarzında dahiyane bir yaratıcılık göstererek demokratik direnişi yükseltiyor ve yayıyor. Bu elbette saygı duyulacak, kutsanacak, selamlanacak bir durumdur. Biz bunun değerini görüyoruz, anlıyoruz. Bununla birlikte, gerçekten de coşkusu güçlü, heyecanı çok. Her türlü acıyı, baskıyı özgür ve demokratik yaşamı yaratmanın coşkusu ve heyecanıyla bastırıyor. En zor direnişi Govend tutarcasına yapıyor. Adeta bayrama, düğüne çeviriyor. Bu da Kürt halkının bir direnme yöntemi ve erdemi. Bu bakımdan da halkın coşkusunu da selamlıyorum. Bu bir dinamizm kazanmadır. Çürüyen, eskiyen yanlarını, paslanan yönlerini atarak dinçleşme, gençleşme, dinamikleşme durumudur. Özgürlük direnişimiz bu temelde genç ve dinç yeni bir Kürt halkı ortaya çıkarmıştır. Bunu herkesin görmesi gerekli. Halktaki bu durumun tüm hareketimizde yaşandığı da tartışmasızdır. Bütün parti hareketimiz, KCK camiası bu ruhla doludur. Tamamen böyle bir heyecanı ve coşkuyu yaşıyor. Buna göre ölçülerini oluşturuyor. Özellikle parti 10. Kongremiz temelinde gelişen yeniden partileşme bütün militan kadro yapısında büyük bir ruh yücelmesi, coşku, heyecan ortaya çıkardı. Kendini yenileme, düzeltme ve yeniden yapılandırma durumunu geliştirdi. Yeniden katılım sağlattı. Üçüncü partileşme hamlesine bütün kadrolar kendilerini ye- nileyerek, gençleştirerek katıldılar. Gerilla bu hamleye öncülük ediyor. Dolayısıyla tüm hareketimizin moral ve coşku gücü gerilladadır. Son bir yılda özellikle nicel ve nitel büyüme hamlesi temelinde bu konuda önemli bir gelişme yaşandı. Yeni güçler katıldılar. Çok kapsamlı bir eğitim çalışması yürüttük. Zihniyet devrimi gerçekleştirdik. HPG’de değişim ve yeniden yapılanmayı başardık. Yeni bir HPG zihniyet olarak, tarz olarak, sistem olarak oluştu, ortaya çıktı. Bu gelişmeler elbette büyük bir coşku ve moral durumunu ifade ediyor. Bu gelişmeler gerillayı Önderlik gerçeğine, parti çizgisine, halka ve ülkeye çok daha güçlü bir biçimde bağlamıştır. Tıpkı halktaki gibi Önderliğe bağlılık, ülkeye bağlılık, partiye bağlılık, halka bağlılık, direnişe bağlılık gerillada da kat kat artmıştır. Coşku ve heyecan da aynı düzeydedir. Moral düzeyi en zirvede seyrediyor. Öyle ki, mücadele etmenin büyük istek ve sabırsızlığını tüm gerilla yaşıyor. Edindiği bilinç, gördüğü eğitim ve genelde gelişen mücadele onda böyle bir etki yaratıyor. Her gün büyük coşku ve heyecan içinde yaşıyor. Gerilla en bilinçli ve örgütlü dönemini yaşıyor Hazırlık düzeyi de bu temelde en yüksek noktadadır. En büyük hazırlık eğitimdir, moraldir. Bunu da yürüttüğü çalışmalarla gerilla son yıllarda çok ileri düzeye çıkardı. Örgütsel hazırlıkları da iyidir, teknik hazırlıkları da iyidir. Hiçbir zaman ulaşamadığı teknik düzeye kendisini ulaştırmıştır. Yaratıcıdır bu konuda. Yenilikler geliştiriyor. Yapıyor, inşa ediyor, yaratıyor ve kullanıyor. Önümüzdeki süreç bunun ne demek olduğunu herkese gösterecek. Herhangi bir zorluğu, sı31 kıntısı şu an yoktur. Demek ki teknik hazırlık bakımından da, örgütsel yapılanma olarak da, eğitim ve moral bakımından da gerilla en ileri, en yüksek düzeye ulaşmış bulunuyor. Hatta tarihin en bilinçli, örgütlü ve hazırlıklı dönemini yaşıyor diyebiliriz. Bu gerilla halkın özgürlük mücadelesinin dördüncü stratejik döneminde de öncülük yapmaya, halk direnişini savunmaya, öncülük ederek onun başarı çizgisinde yürümesini sağlamaya muktedirdir. Bu konuda kararlılığı tam, hazırlıkları güçlüdür. Bunları nasıl pratikte gerçekleştireceğini eğer böyle bir süreç gelişirse herkes görecektir. Şimdiye kadar Önderliğimiz bu sürecin gelişmesini engelledi. Barışı yaratmanın temsilcisi oldu. Gerilla Önderlik bağlılığı nedeniyle sıkı sıkıya Önder Apo’nun yürüttüğü siyasete uydu. Eğer şimdiye kadar bu düzey pratikleşmediyse bunun nedeni tamamen budur. Eğer önümüzdeki süreçte böyle bir durum ortadan kalkarsa, Önder Apo’nun barış çabaları karşılık bulmaz ve oyunlarla karşılanırsa, elbette ki o zaman tüm hareket, halk gibi gerilla da devreye girecek ve Kürt gerillasının, kendini yenilemiş, yeniden yapılandırmış olan gerillanın neler yapmaya muktedir olduğunu herkes görecektir. Bu bakımdan halk gerillaya destek versin, inansın, güvensin. Gerilla hiçbir zaman zayıflık göstermeyecek, bu kahramanlık çizgisine kesinlikle halel getirmeyecektir. Bunu herkes bilsin, bu temelde gerillaya daha yakın olsun, daha çok destek versin, gerillayı güçlendirecek serhıldana daha fazla katılım göstersin. Gerilla ve halk serhıldanının birliği dördüncü dönemde özgürlüğü kazanmamızı sağlayacak iki temel güçtür. Bunları geliştireceğiz ve mutlaka bu temelde zaferi kazanacağız. *** Tebax 2011 STÊRKA CİWAN F E S T İ V A L FESTÎVALÊN Lİ EWRÛPAYÊ 14. Festîvala Çand û Sporê ya Ciwanan a Mazlum Dogan Festîvala ciwanan ku ji bo bîranîna Mustafa Malçok pêk hat bi dirûşmeya parastina çanda me, parastina hebûna me ye hate lidarxistin. Tebax 2011 Ciwanên Kurd yên li Ewrûpayê di 14. festîvala çand û sporê ya ciwanan a Mazlum Dogan de li hev kom bûn. 14. festîvala ciwanan ya Mazlum Dogan li bajarê Elmanya Kolnê pêk hat û rojekê dewam kir. Bi hezaran ciwanên ku ji Belçîka, Fransa, Swîsre, Avusturya û Hollandayê hatibûn Elmanyayê di festîvalê de gihîştin hev. Di destpêka festîvalê de endamên komên govendê û lîstikvanên sporê bi xwepêşandanekê li qada festîvalê meşiyan. 32 STÊRKA CİWAN Piştî deqeyek rêzgirtinê axaftina rêberê gelê Kurd ya Abdullah Ocalan ku di 2. festîvala Mazlum Dogan de axivî bû hate guhdarî kirin. Rêberê gelê kurd di axaftina xwe de gotibû “me bi ciwanî dest pê kir em ê bi ciwanî bi serkevin.” 14. festîvala çand û sporê ya ciwanan a Mazlum Dogan bi çalakiyên sporê dest pê kir. Tîmên futbolê yên ciwanmêr ji Hamburgê Kurdistan Welatspor û ji saarbrûckenê Kandîlspor ketin pêşberî hev. Di vê pêşbaziyê de Kurdistan Welatspor 2-0 bi serket û bû yekemîn. Her wiha di lîstika fînalê de jî ji hanauyê serhildan spor û ji mûnsterê kîwex Kurdistan spor ketin pêşberî hev. Di lîstika fînalê de kîwex Kurdistan spor 2-0 bi serket û bû şampiyonê festîvala Mazlum Dogan. Li aliyê din li qada festîvalê pêşbaziyên thaî box, boks, bazdan, maraton, û voleybolê hate lidarxistin. Di pêşbaziya thaî boxê de Bariş Ozbek û Mazlum Osmanoglu ketin pêşberî hev. Li vê derê her du jî bi serketin. Di 90 kîloyî de guney keskîn bi serket û bû yekemîn. 33 Tebax 2011 STÊRKA CİWAN Di pêşbaziya boksê de di 62 kîloyan de Şêxmus Omerî bû yekemîn. Di 65 kîloyan de Bawer Ozbek û Îzzed Kurnaz bi bi hev re serketin û bûn yekemîn. Di 70 kîloyî de Dogan Pozray bû yekemîn û Mahsum Poyraz bû dûyemîn. Di maratona bezê ya jinan a 100 metreyî de Sultan Damar bû yekemîn, Gul Çelîk bû duyemîn û Çîgdem Kiliç bû sêyemîn. Di maratona bezê ya mêran a 100 metreyî de Ramazan Yilmaz bû yekemîn, şoreş garîp bû duyemîn û Bilal Sîdarî bû sêyemîn. Di maratona bezê ya 10 kîlometreyan de Ahmet bû yekemîn, Delîl Ay bû duyemîn û Seyfettîn Çakar bû sêyemîn. Di pêşbaziya voleybolê de komên jinan ji Darmstadtê bû yekemîn, Koln bû duyemîn û Duîsburg bû sêyemîn. Piştî aktîvîteyên sportîf 10 komên govendê ku ji 150 kesî pêk dihat li qada festîvalê lîstikên xwe pêşkêş kirin. lîstikên komên govendê ji aliyê Kurdistaniyan ve bi eleqeyeke mezin hate temaşe kirin. Her wiha ciwanên Kurd bi xwepêşandanekê li qada festîvalê ala ERNK ya 200 metreyî vekirin û meşiyan. Tebax 2011 34 STÊRKA CİWAN Di 14. festîvala çand û sporê ya ciwanan a Mazlum Dogan de bernameya muzîkê jî hate pêşkêşkirin. Hunermendên Kurd Seyda Perînçek, Rojda, Erol Berxwedan, Bang, Rêzan, Denîz Dêrsim, Koma Siyabend û Koma Kevokên Aştî derketin ser dikê û ji ciwanan re stranên xwe pêşkêş kirin. Yekîtiya xwendekarên kurdistan YXK jî bi peyama xwe tevlî festîvala ciwanan bûn. Di peyama Xwendekaran de hate gotin ku “li dijî lîstikên ku li ser ciwanan pêk tên divê têkoşînek xûrt bê dayîn.” 14. festîvala çand û sporê ya ciwanan a Mazlum Dogan ku di 9ê Tîrmehê de li bajarê Elmanya Kolnê hate lidarxistin heta derengiya êvarî bi coş û heyecaneke mezin dewam kir. 35 Tebax 2011 STÊRKA CİWAN 5. Festîvala Çand û Sporê ya Ciwanan a Engîn Sîncer Ciwanên Kurd yên li Ewrûpaye her sal wekî kevneşopiyekê festîvalên çand û sporê li dar dixin. Festîvalên ciwanan îsal jî li paytexta Fransa Parîsê di 25ê Hezîranê de hate destpêkirin. Festîvala ku ji bo bîranîna Mustafa Aktaş yê ku di sala 1985an de li Parîsê ji aliyê kesên faşîst ve hatibû qetilkirin ji bo wî hate diyarî kirin. Koordînasyona Komalên Ciwan jî ji festîvala ciwanan re peyamek şandibûn. Di peyama Komalên Ciwan de wiha hate gotin. „Meşa me yî şoreşê ku bênavber nêzî 40 salî dewam dike, em jî bi coş û heyecaneke mezin û bi germahiya ji çiyayên Kurdistanê 5. Festîvala ciwanan ya Engîn Sîncer li hemû hevalan pîroz dikin û silav dikin. Li dijî asîmîlasyon û qirkirina çandî kampanya ku ciwanên Kurd li Ewrûpayê dimeşînin gelekî girîng e. Her wiha di çarçoveya festîvalê de çalakiya wêne û helbestan jî hebû. Pêşbirka ku di çarçoveya festîvalê de hatibû amadekirin yên ku bi serketin hatin xelatkirin. Di çalakiyên helbestê de xwendekarê bi navê Siyabend Sîpan ê li Elmanyayê bi helbesta xwe ya bi navê Evîna Te Neba, ji aliyê endamên juriyê Newaf Mîro û Feyzî Demirag ve hêjayê yekemîniyê hatin dîtin. Beşdarên bi navê Enver Polat, Ronî Hartmann, Ruşen Turgut, Yavuz Ozçelik, Hasan Yilan, Amedê Polat û Rodî Yildirim jî hêjayî teşwîqê hatin dîtin. Di beşa resmê de ressam Şêrko Celal du beşdarên ji Mexmûrê Cengiz Kara ango Cengiz Xelîl Mehmûd û Elî Bîlen hêjayî xelatên yekemînî û duyemîniyê dîtin. Cengiz Xelîl bi resmê xwe yê bi navê Penaber û Elî Bîlen bi bi resmê xwe yê “keça piçûk û têlên rêsayî” bû duyemîn. Keça Kurd a ji Parîsê a bi navê Beyza Yilmaz jî bi portreyekî sê reng bû sêyemîn. Tebax 2011 36 STÊRKA CİWAN 6. car Di Festîvala Çand û Sporê ya Amara Festîvala ciwanan ya Amara bi dirûşmeya ‚em ê bi rihê ciwan ala Xweseriya Demokratîk li Kurdistanê bilind bikin’ de hate lidarxistin û ji bo bîranîna Husên Xizrî pêk hat. Di destpêka festîvalê de endamên komên govendê û lîstikvanên tîmên futbolê li qada festîvalê meşek li dar xistin. Piştî meşa ciwanan festîvala amara ji bo kesên ku di têkoşîna azadiya Kurdistanê de jiyana xwe ji dest dane bi deqeyek rêzgirtinê dest pê kir. Festîvala ku ji du beşan pêk dihat bi aktîvîteyên sportîf dest pê kir. Di aktîvîteyên sporê de turnuvaya futbolê, voleybol, maraton û pêşbirka zarokan hate lidarxistin. Di turnuvaya futbolê de êdî bese spor bû yekemîn, Kurdistan spor bû duyemîn û Amara spor jî bû sêyemîn. Her wiha tîma futbolê ku ji bajarê Grazê hatibû Antepspor, bi Serhadspor re ketin pêşberî hev. Li vê derê jî Antepspor bi serket û bû yekemîn.Piştî aktîvîteyên sportîf jî li qada festîvalê beşa çandî dest pê kir. Di beşa çandî de jî hunermendên kurd Rojda, Şahê Bedo, Rêzan, Bang, Koma Azadî û komên herêmî derketin ser dikê. Koordînasyona komalên ciwan jî ji festîvala ciwanan re peyamek şandibû. Di peyama komalên ciwan de wiha hate gotin. „Meşa me yî şoreşê ku bênavber nêzî 40 salî dewam dike, em jî bi coş û heyecaneke mezin û bi germahiya ji çiyayên kurdistanê 5. Festîvala ciwanan ya Engîn Sîncer li hemû hevalan pîroz dikin û silav dikin. Li dijî asîmîlasyon û qirkirina çandî kampanya ku ciwanên kurd li ewrûpayê dimeşînin gelekî girîng e. Yên ku ji dîrok, nasname û rastiya civaka xwe dûrbin, nikarin ji bo gelê xwe têkoşîna azadiyê bimeşînin. Lewra li dijî asîmîlasyon û qirkirina çandî di têkoşînê de israr tê wateya di kurdayetî û şerê gel yê şoreşgerî de israr e. Li aliyê din koma govendê ya Raperîn jî bi lîstikên xwe yî ji herêmên kurdistanê bi eleqeyeke mezin hate temaşe kirin. 37 Tebax 2011 STÊRKA CİWAN 6. Festîvala Çand û Sporê ya Hasan Kızıler Festîvala ku bi dirûşmeya parastina çanda me parastina hebûna me ye de pêk hat ji bo gerîlayên HPGê Senar Mete û Ahmet Nas hate diyarî kirin. Festîvala ku li bajarê langenthalê pêk hat bi meşa endamên komên govendê û lîstikvanên tîmên futbolê dest pê kir. Piştî meşa ciwanan hunermendên wekî Petra Geşkî, Baran, Bang, Hasan Saglam û Cîhan, Seyda Perînçek, Bêrîvan Arîn, Çetîn Oraner û Hozan Comerd derketin ser dikê. Koordînasyona Komalên Ciwan jî ji bo festîvala hasan kiziler peyamek şandibûn. Di peyama Komalên Ciwan de wiha hate gotin. „Têkoşîna ku bi pêşengiya Rêber Apo pêş dikeve, bi qehremantî û berxwedana gerîlayên me û gelê me yî fedekar nêzî azadiyê dibe. Ji bo jiyanek bi rûmet tevgera azadiyê şenseke dawî ye. Em jiyana li Ewrûpayê ya kapîtalîzmê napejirînin û jiyanek wisa jî naxwazin. Em ê bi Rêber Apo û gelê xwe re di jiyanek azad de bijîn.“ Festîval ji bo ciwanê Kurd HasanKiziler pêk dihat û bavê wî li cihê festîvalê amade bû û axaftinek kir. Li qada festîvalê aktîvîteyên sportîf jî pêk hatin. Di nav pêşbaziyan de voleybol, atletîzm, tenîsa masê û futbol hebû. Di dawiya festîvalê de jî tîmên futbolê FC Engîzekspor û Luganospor ketin pêşberî hev. Di vê pêşbaziyê de jî FC Engîzekspor bi serket û bû yekemîn.Kesên ku di beşa sporê de bi serketin hatin xelatkirin. Di beşa voleybolê de ji luzernê koma Avaşîn bû yekemîn, ji Zurîhê koma Zîlan-havîn bû duyemîn û ji st.gallenê koma Amara bû sêyemîn. Di pêşbaziya bezê de maratona 100 metreyî de Bawer Kahramanogullari, Ahmet Îhsan Ozçelîk û Çagdaş Kanlikiliç bi serketin. Di maratona 400 metreyî de jî Sadik Yaşarî, Îhsan Ozçelîk û Bawer Kahramanogullari bi serketin. Di tenîsa masê de Taylan Demîrcî bû yekemîn û Yildirim îzra jî bû duyemîn. Tebax 2011 38 STÊRKA CİWAN A N I ELİNDE BASTONU VARDI Şerif GOYİ “Agitlerden aldığımız gelenekle yürüyoruz ve biz yürüdükçe zaferin yakın olduğunu görüyoruz” ‘85 yılının yaz aylarında bir efsane dolaşıyordu Botan eyaletinde. Sadece dinlenilen, hayal edilen bir efsane değildi bu. Elini uzatsan dokunacağın kadar yakın, beynini ve yüreğini saracak kadar gerçekti. İçimizde, bize ait olan ama bir o kadar da uzak bir efsaneydi. Ne gökyüzünün genişliği ne de toprağın bereketi bu kadar şaşırtıcı ve gerçek değildi. 15 Ağustos eylemi öyle esmişti ki, yüreklerdeki inançsızlıklar, güvensizlikler kaybolmuştu. Çocukların oyunları değişmiş, gençlerin yüzü dağa dönmüş, yaşlıların umutları tekrardan yeşermişti. Herkesin gözü kulağı bir sese yönelmiş, yaşamları o sesten gelecek en küçük bir söze bağlanmıştı. Son günlerde bir eylemden bahsediliyordu. Qaşura ve Haftanin yolu üzerinde, sınır ticaretini durdurmak amacıyla kurulan karakola eylem yapılmıştı. Karakol sınırdan kaldırılmıştı. Halk bu eylemin neden yapıldığını tahmin edemiyordu. Karakol, ticareti durdurma bahanesiyle hem halka eziyet ediyor hem de tüm ekonomik geliri durduruyordu. Bir köylü ile karşılaştım. O kadar mutlu ve gururlu görünüyordu ki “Heval Agit karakolu yerle bir etmiş. Ticaret yolunu açmış. Agit halkın durumunu iyi biliyor. Özelikle de fakirlerin...” diyordu. Kürt halkı, devrimciliğe yeni başlamamıştı. Yıllardır birçok örgüte kucak açmış, evini barkını, varını yoğunu hatta canını bile vermişti onlara. Ama gel gör ki, devletin haksızlığına, sömürüsüne 39 karşı hiçbir şey yapamamışlardı. Bu da yetmezmiş gibi, halkın tüm değerlerini ölçüsüzce harcamışlardı. Ahlaki ölçüleri zorlar olmuşlardı. Bütün bunlar, Kürt halkını devrimciliğe ve devrimlere karşı soğutmuş, inançsızlığı geliştirmişti. Böylesi bir durumda yapılacak olan ise içe büzülme, kendi yağında kavrulmaydı ki, 15 Ağustos’a kadar da böyle sürdü. 15 Ağustos, sözün ve eylemin birlikteliğini ispatlamış, sönmüş inanç alevlerini tekrar yakmıştı. PKK militanlarının oturuşu kalkışı, halkın malına inançlarına verdiği değer, halkın partiye günden güne bağlanmasını sağlamakla kalmamış, ölümüne canlarını ortaya koyma cesaretini de doğurmuştu. Bunda öncülüğü Agit arkadaş oynuyordu. Halkın en ufak bir eşyasına sonsuz değer verir, onlardan izinsiz ne bahçelerine, ne de tarlalarına el sürerdi. Zarar verenleri ise anında uyarırdı. Sahipsiz bulduğunu sonuna kadar korur, sonra onu sahibine teslim ederdi. Dolunay geceyi tüm parlaklığı ile aydınlatıyordu. Ağaç yaprakları arasından sızan ay ışığı pörsümüş kuru otlara vuruyordu. Rüzgar ılık ılık esiyordu. Ben ve Ferhan, Bındarine’de koyunları otlatmaya çıkarmıştık. Köyden uzaklaşır, uzaklaşmaz koyunları serbest bırakmış, bir ağacın dibinde uyumuştuk. Koyunların, tarlalara girdiğinden köylülerin yeni biçtiği otları yediğinden habersiz, rüyalar görüyorduk. Derinden gelen bir sesle uyandım. Önce karşımda duran bu karartıyı tanıTebax 2011 STÊRKA CİWAN yamadım. Ama uyku sersemliğim geçince bunun, 84 yılında Partiye katılan köylümüz Resul olduğunu anladım. Çok atik bir hareketle ayağa kalktık. Bize “korkmayın, ben hevalım” dedi. Heval olduğunu duymamız ikimizin de korkmasına yetiyor da artıyordu bile. Her ne kadar halk arasında onlardan mükemmel bahsediyorlarsa da, devlet tam tersini, onların Rusya’dan geldiklerini, “dinsiz, terörist” olduklarını söylüyordu. Bu korku birazda devlet korkusuydu. “Bir arkadaş sizi bekliyor. Sizinle konuşmak istiyor” dedi. Bizi görmek isteyenin kim olduğunu söylememişti. Bulunduğumuz yerin biraz yukarısında bir kayanın önünde durmuştu. Koyunları etrafına toplamıştı. Elinde baston vardı. Omzunda ise askeri parkesi. Ay ışığı gözbebeklerinde ışıl ışıl yanıyordu. Öyle heybetli duruyordu ki, içimize korku dolmuş, bize ne yapacağını merak ediyorduk. Tam önünde durduk. “Hangi köydensiniz” diye sordu. Ardından da adımızı öğrenmek istedi. Cevaplarını aldıktan sonra sesini yükTebax 2011 selterek “Köylüler sabahtan akşama kadar ot biçiyor, siz ise koyunları tarlalara bırakıyor sonrada uyuyorsunuz. Günah değil mi? Bu suç değil mi? Suç işliyorsunuz. Köylülerin emeğini boşa çıkarmamalısınız, dikkat edin” dedi. Tüylerim ürperdi. Utandım. Dizlerim titriyor ağzımı açamıyordum. Hem söylediklerinden hem de onun gür ve sert sesinden oldukça etkilenmiştim. Kimdir? Nedir? Bu gece yarısı nereden geliyor ve nereye gidiyordu. Hiçbir şey düşünemiyordum. Kara sakalları ve çakmak çakmak yanan gözleri yüzüne daha sert bir ifade vermişti. Sözü bittikten sonra yola koyuldu. Daha üç adım atmamıştı ki döndü. “Daha önce arkadaşlara partiye katılacağınıza söz vermişsiniz. Uygun bir zamanda gelirseniz iyi olur. Sözünüzü yerine getirmeniz gerekir. Özellikle, siz Firaz arkadaşa söz vermişsiniz” dedi ve yoluna devam etti. Gurubun en arkasında yürüyen köylümüz Resul, yanımıza yavaş yavaş gelerek, “onu tanıdınız mı?” diye sordu, “hayır kimdir?” dedik. Resul göğsünü kabartarak “Heval Agit” dedi. Eylemlerini duyduğumuz, sözünü, sevgisini masal gibi dinlediğimiz bu insanı, hiç göremeyeceğimi, benden çok uzak olduğunu düşünürdüm. Oysa şimdi, onu tekrar görme istemi ile dolup taşıyordum. Günlerce, bakışları, el hareketleri, kayanın önünde ay ışığı vurmuş 40 saçları, elindeki bastonuyla gözümün önünde canlandı. Sesi kulağımda çınlıyordu. Ne yapacağımı bilmeden dolaştım durdum. Her gece onları görme ümidi ile dağlara çıkıyordum. Bir yandan korkuyor, bir yandan da büyük bir bağlılığın geliştiğini duyumsuyordum. Sanki bir şeylerimi kaybetmiştim. Belki de yaşamım boyunca sahip olmadığım ve olamayacağım çok değerli bir şeyi kaybetmiştim. Her yerde onu arıyordum. Beni, aradığımın ne olduğunu bilmeden sürükleyen içimdeki bu duygu, önü alınması imkansız bir çağlayan gibiydi. O günlerde yine bir eylemden ve Agit arkadaştan bahsediyorlardı. Diyorlardı ki; “arkadaşlar caddeye pusu atmışlar. İki arkadaş asker elbiseleri giymiş. Diğer arkadaşlar ise mevzilenmişler. Araba gelince asker elbisesi giyen iki arkadaş arabayı durdurmuş. Ne yazık ki, bu iki arkadaşta da Türkçe bilmiyormuş. Türkçe bilmeyen askeri gören halk ne olduğuna anlam verememiş. Tam bu sırada Agit arkadaş, arabaya binmiş ve arabayla Çatak girişindeki denetleme kulübesine saldırı düzenlemişler” Eylemin başarısı dilden dile dolaşıyordu. Sonbaharın ilk günlerinde, aradığımı bulma umudu ile içimdeki çağlayanın bir dalgasına kapıldım. Eylül ayı ortalarında Haftanin’e ilk parti eğitimimi almak için gönderildim. Arkadaşlar, Haftanin’in derin vadilerinden birinde üslenmişlerdi. Agit arkadaşı gördüm. Gözlerime inanamıyorum. Onu uzaktan uzun bir süre izledim. Elindeki M16’yı sanki vücudunun bir parçası gibi tutuyordu. Çok saygılıydı. Karşısındakiyle konuşurken ona bakarak dinliyor. Ve arada bir başını sallıyordu. Yanına gittiğimde beni ve Ferhan’ı hemen tanıdı. Bizimle uzun uzun konuştu. Ona bakmaktan kendimi alıkoyamıyor, söylediklerini dinleyemiyordum. Hatırımda kalan “bakın bu gör- STÊRKA CİWAN düğünüz arkadaşlar sizin oralılar, bizim halkımızın çocuklarıdırlar. Biz, daha önce birbirimizi gördük, konuştuk. Siz bu konuşmalar üzerine Partiye katıldınız. Bize inandınız biz de size inanıyoruz. Bu nedenle mutluyuz. İnanıyoruz ki, sizde öylesinizdir” Konuşmanın sonunda “şimdi eğitim göreceksiniz. Eğitiminiz bittiğinde, parti sizi gerillacılık yapmak istediğiniz yere gönderir” dedi. Bu, onu ikinci ve son görüşümdü. Benavok alanındaydık. Zagros’ların güneyinde olan bu alana Xakurke’den gelmiştik. Kalabalık bir grup Haftanin alanına geçince tüm erzaklarımızı onlara vermiş, yaklaşık iki gün erzaksız yürümüştük. Bir arkadaş telaşla; -“Heval! Heval! diye seslendi. -“Ne oldu?” dedim -“Bir koyun sürüsü bu tarafa doğru geliyor” dedi Buna oldukça sevinmiştik. “Çok iyi. Bir tane koyun isteyebiliriz” dedim. Başka bir arkadaş; “Onları tanımıyoruz. Karşıtlarımız olabilir” dedi. Cevabım çoktan hazırdı. -“Buraları tanımıyoruz ama çobanları tanıyoruz. Onlardan kötülük gelmez” dedim. Ben ve Bedri zaman kaybetmeden çobanın yanına gittik. Onunla biraz sohbet ettik. Ona iki gündür aç olduğumuzu ve ondan koyun istediğimizi söylememiştik, çoban kalktı, sürünün içinden en besili olanını seçip bize getirdi. Başka bir şeye ihtiyacımızın olup olmadığını sormayı da unutmadı. Yüreğimizi biraz daha büyüterek ayrıldık çobanın yanından. Bir gün ve bir gece boyunca yürümüştük. Daha da yolumuz vardı. Yolumuz bir karpuz tarlasının içinden geçiyordu. Bu sırada, öncülerimizden biri bir karpuz kopardı. Şiyar (Kazım KULU) arkadaş bunu görmüş fakat o an uyarı yapmamıştı. Tarladan çıkıp güvenlik açısından uygun bir yere geldiğinde Şiyar arkadaş hepimizi durdurdu. “kısa bir açıklama yapmak istiyorum” dedi. Konuşmaya başladığında kızgınlığı ses tonundan anlaşılıyordu. “halkın malına izinsiz dokunmak bize yakışmaz. Bu PKK’nin ahlakında da yoktur. Halka hizmet için dağlara çıkmışsak, onların malını izinsiz almak olmaz. Bu tarz bize ait değil. Arkadaşlar buna dikkat etsinler” dedi. Toplantı bittikten sonra yürüyüşe devam ettik. Bahçelerin içinden geçiyorduk. Hiç birimiz elimizi sebze ve meyvelere sürmedik. Bugün bile nereye gidersem gideyim, izinsiz hiçbir şeye dokunmam. Şemzinan yolundan geçen düşman arabasını pusuya düşürdük. Arabayı imha etmeden önce içindeki tüm eşyaları çıkardık. İhtiyacımızdan daha fazla eşya ele geçirmiştik. Aylar önce bir çobandan aldığımız eski su bidonumuzu atıp, arabadan aldığımız yeni su bidonunu kullanmak istedik. Şiyar arkadaş müdahale etti ve tüm arkadaşları topladı. Toplantı konumuz, kullanabilecek olup da atılan su bidonu üzerineydi. Toplantımız saatlerce sürdü. Şiyar arkadaş anlattıkça anlatıyor biz ise yaptığımız bu hatanın nedenini anlamaya çalışıyorduk. 41 “Eğer yeni olan su bidonu olmasaydı, bu eski bidonu kullanmaya devam edecektiniz. Oysa yeni olanı bulma imkanı var diye eski fakat kullanabilecek olanı atıyorsunuz. Peki, hiç düşündünüz mü? Bu anlayış bizi nereye götürür. Ülkemizde ordumuz büyüyecek, binlerce arkadaş gelecek. Şehit düşenler olduğunda “nasıl olsa yenileri geliyor, ordumuz büyük mü diyeceğiz? Bu sözler ağır gelebilir, ama değerlerimize sahip çıkmayı öğrenmeliyiz. Eğer eskimiş ise onarılmalı. Sonuna kadar onu kullanmalıyız” “Agitlerden aldığımız gelenekle yürüyoruz ve biz yürüdükçe zaferin yakın olduğunu görüyoruz” *** Tebax 2011 STÊRKA CİWAN İ D E O L O J İ Konfederalîzma Demokratîk Rêxistingeriya Netewa Demokratîk Ya Ne Dewlet e Abdullah ÖCALAN “Ev ji bo Kurdan jî baş û di cîde ye. Kur dikarin di navbera xwede, bêyku dest bidin sînoran konfederalîzma demokratik ya Kurd damezrînin. Hemû parçeyên Kurdistanê, beykû dest bidin sînoran û sînoran ji xwere wek astenf bibînin” Tebax 2011 Pêwîste têgîna Konfederalîzma Demokratîk were nîqaşkirin. Ya ez qala wê dikim demokratîkkirina Komarê ye. Têgihiştina min ya ji sosyalîzmê re wiha ye; Sosyalîzma pêkhatî jî dinavê de, ez têgihiştina sosyalîzmeke ku xwe dispêre dewletê rast nabînim. Têgihiştina min ya Konfederalîzma demokratîk jî ev e. Heta ku demokrasî neyê pêşxistin sosyalîzm jî nabe. Bi desthilatiya Sovyetan jî ev çareser nebû. Sovyet, mîna dewleta rahibên Sûmeran bûn. Çîn jî wisa. Ji ber vê yekê jî nekarîn xwe li hember DYE ser lingan bigirin. Rewşa Rojhilata Navîn a heyî, ne ji jor de DYE’yê, ne jî di jêr de gel qebul dike. Rêveber di vê navberê de tengav bûne. Ya wê xwe biguherînin, yan jî wê di bin zextên DYE’yê de biçewisin. Pêla neteweperestiyeke nû çawa bû sedem ku dema borî da wendakirin, wê îro jî bide wendakirin. Li vir Konfederalîzma Demokratîk mîna dermanek e. Dibe ku DYE bi sorkirina neteweperestiyê re rê li ber wendakirina sedsaleke veke. Neteweperestî sedsalekî da wendakirin, ji bo ev sedsal jî ne de wendakirin tê xwastin ku konfederalîzma demokratîk ji binîve were birêxistin kirin. Ev xeta serekeye. Tê xwastin ku sosyalîzmeke xwe dispêre demokratbûnê hebe. Esasê vêya ew her şeş xalên ku min di bernameyê de dabû diyarkirine. YE niha demokratîk dibe, Tirkiye demokratîk dibe, tevgera Kurd demokratîk dibe. Divê ev sente42 zekî çêbikin. Bila şaş neyê fêhmkirin, ez nabêjim bila Tirkiye konfederalîzm be. Bila pêkhateya xwe ya unîter jî bi parêze, lê ez dibêjim bila li gel vêya komara demokratîkbe. Ez li dewsa dewleta Barzanî-Talabanî dibêjim Konfederalîzma Demokratîk ya Kurdistanê. Divê ev bi Komara Tirkiyê re dost be. Konfederalîzma demokratîk ne neteweperestiya Kurd e. Ji netewparêziya dewletî dûr mayîn, girîngî dayîna netewa demokratîk û pêvajoya Yekîtiya Ewrûpa wek sentezekî were fêhmkirin. Li ser vê bingehê dixwazim gel seferberbe. Bi vî rengî emê netewperestiyê ji xeterbûnê derbixînin. Konfederalîzma Demokratîk diyarî tevahî gelên cîhanê û Rojhilata Navîn dikim. Çareseriya heqîqî ya ji bo gelên Rojhilata Navîn û her wiha ji bo cîhanê jî konfederalîzma demokratîk e. Konfederalîzma demokratîk rêxistingeriya netewa demokratîk ya ne dewlet e. Konfederasyona demokratîk rêxistiniya hindikahiyaye; rêxistiniya çandî, dînî, heta ya cinsî û mîna vaye. Ez ji vêya re dibêjim netewa demokratîk û rêxistiniya çandî. Ji her gundek komînekî demokratîk dikare derbikeve. Yekbûna hemû rêxistinên çandî dibe konfederasyon. Divê wekî xet were nîşandan. Ez ji vêya re dibêjim konfederasyona demokratîk ya ne dewlet. Mînakên vê yên dîrokî hene. Beriya niha demokrasiya Atîna hebû. Di Sûmeran d ejî rêxistiniyeke heman hebû. Konfederalîzma Ewrûpa çêdibe. Kon- STÊRKA CİWAN federalîzma Rojhilata Navîn jî dibe. Ji bo Kurdan jî li Rojhilata Navîn Konfederalîzma Kurd di cî de ye. Îsraîl û Flîstîn di navbera xwe de dikarin konfederalîzma demokratîk saz bikin. Ji bo 22 dewletên Ereban, di navbera xwede konfederalîzmeke demokratîk ya demokrasiyê li ber çavan bigire, dibe. Tirk di navbera xwede dikarin konfederalîzma demokratîk ya Tirk saz bikin. Hun nikarin tevahî Tirkan di bin yek aleke dewletê de bînin bahev. Ji ber ku tev dewletên netewîne. Lê di navbera xwede dikarin konfederalîzma demokratîk saz bikin. Ev ji bo Kurdan jî baş û di cîde ye. Kurd dikarin di navbera xwede, bêyku dest bidin sînoran, konfederalîzma demokratîk ya Kurd damezrînin. Hemû parçeyên Kurdistanê, bêyku dest bidin sînoran û sînoran ji xwere wek asteng bibînin, divê sînoran mîna pirekî bibînin û bivî awayî konfederalîzma xwe ya demokratîk pêşbixînin. Wê Kurd dinavbera xwede têkiliya siyasî, çandî û polîtîk pêk bîne. Ez na bêjim hilweşandina sînoran, dibêjim divê sînoran jixwere bikin pir. Ti zirer û ziyanekî vêya ji ti kesî/ê re nîne. Eger ev neyê kirin wê her devereke Kurdistanê bibe gola xwînê. Kurd tenê bi vî awayî dikarin ji pêvajoyeke bixwîn rizgar bibin. Demokrasiya Kurd ya bêxwîn encax wiha pêşbikeve. Di rewşeke berovajî de wê pêvajoyeke bixwîn ya mîna Filîstîn-Îsraîl were jiyankirin. Ev çareserî, wê pevçûna ku di derdora netewe-dewleta Kurd de pêşbikeve asteng bike. Ji bo vê yekê hilbijêrka tenê ewe ku dewlet netewe ji de- mokrasiyê re vekirîbe. Wê dest tê wernedin netewbûna demokratîk ya Kurd û li hev bikin. Ev wê pir bide qezenckirin. Pêwîst e Tirkiye, Îran, Sûrî û heta dewletoka Kurd jî li pêşiya vêya nebin asteng. Di rewşa heyî de alternatîfa tenê konfederalîzma demokratîk e Neolîberalîzm dixwaze dewleta netewe ji nû ve ava bike lê çi dike nake bi ser nakeve Dewleta netewe ya di dused salên dawî de weke hebûneke herî xwedayî hat pîrozkirin, di serdema fînansê de derz lê ketiye, ji ber ku di binya xwe de rastiyên civakî yên bi darê zorê helandine û tepisandine, bi awayekî jê tolê hilînin ketine rojevê û ev pêvajoyên bi hev re têkildar in. Têgihiştina karê ya serdema fînansê veguherîna dewleta netewe ferz dike. Di sîstematîkbûna pêxîrtengiyê de ev veguherîn bi roleke girîng radibe. Neolîberalîzm dixwaze dewleta ne43 tewe ji nû ve ava bike lê çi dike nake bi ser nakeve. Di vî warî de mirov dikare ji ezmûn û tecrûbeyên Rojhilata Navîn gelekî hîn bibe. Ev hêman careke din nîşan didin ku konfederalîzma demokratîk weke alternatîfeke bi hêz dikeve rojevê. Di ezmûna Rûsya Sovyetê de pêşî ya di rojevê de li pêş hat girtin, konfederalîzm li ser navê dewleta navendî ji holê hat rakirin ev jî yek ji sedemên bingehîn ên jihevdeketina sosyalîzma pêkhatî ye. Bi serneketin di demeke kin de dejenerebûna Tevgerên rizgariya neteweyî ji nêz ve bi pêkneanîna wan a siyaseta demokratîk û kofederalîzma wê re girêdayî ye. Tevgerên şoreşger ên dused salên dawî dewleta netewe şoreşgertir hesibandin konfederalîzm jî weke şêweyekî siyasî yê paşvemayî dîtin li gorî vê jî bûn xwedî helwest ev bû bingehê serneketina wan. Kes tevgerên xwe bi sîleha modernîteya kapîtalîst dewleta netewe ve girêdan, yeqîn dikirin ku wê di demeke kin de bi vê sîlehê veguherînên civakî yên mezin pêk bînin, lê dereng serwextbûn ku bi vê sîlehê li xwe dane. Nêzîkatiya wan a gerdûnparêz, li ser xeteke rast pêşketî der barê xwezaya civakî de zû dereng wan gihandiye têgihiştina sosyalîzma pêk bê. Eskatalojiya (baweriya bi axîretê) di Pirtûkên Pîroz de bi awayekî weke sosyalîzmê xwe daye der. Civak li ser xeteke rast weke modelên pêş dikevin bi navê destpêk, koledar, feodal, kapîtalîst sosyalîst teswîr kiTebax 2011 STÊRKA CİWAN rine. Li vir bi awayekî din têgihiştina çarenûs û qederê heye. Ev têgihiştinên dogmatîk ên kûr em ji wan bi tesîrbûne di bingehê wan de çarenûsperestiya dînî baweriya axîretê heye. Netewe-dewlet li ser esasê înkara demokrasiyê û ji vêya jî zêdetir ya komarê hebûna xwe diyar dike û pêk tê Pêvajoya modernîteya kapîtalîst pêvajoya dewletê ya herî zêde navendî dibe. Di civakê de navendên hêzê yên eskerî û siyasî yên ji wan re otorîte tê gotin ji bo sûdwergirtina yekdestdariya herî bi hêz têne astengkirin, civak bi awayekî herî zêde ji aliyê eskerî û siyasî ve bêhêz û bêrêveberî tê hiştin ev rewş jî dihêle ku rêveberiyên monarşiyên modern di pey re dewleta netewe ya hatiye pêşdebirin, civakê herî zêde ji aliyê eskerî û siyasî ve bê hêz bê sîleh bikin. Nîzama jêre nîzama huquq huzra civakî tê gotin, ji bilî damezrandina serwertiya çîna bûrjûvayê bêtir tiştekî din nîne. Ji ber ku mêtinkarî zêde bi şêweyên wê yên dewleta netewe îcbarî kirine. Dewleta netewe ya em dikarin wê weke xweTebax 2011 rêxistinkirina desthilatdariyê ya dewleteke herî mezin a navendî bi nav bikin, şêweyê bingehîn ê rêveberiya modernîteyê ye. Prensîba diyarkirina çarenûsa xwe ya netewa ne tenê mafê avakirina dewlet e Di rewşa heyî de alternatîfa tenê konfederalîzma demokratîk e. Ev, modela rêxistiniya pramîtî ye. Li vir axaftin, nîqaş û biyar ya koman e. Ji herî jêr heta herî jor delege wê bi hilbijartin werin û di lûtke de koordînasyonê çêbikin. Wê delege mîna karmendên gel yên salekî bixebitin. Prensîba diyarkirina çarenûsa xwe ya netewan ne tenê mafê avakirina dewlet e Konfederalîzma demokratîk pir girîng e. Em vêya ne tenê ji bo Kurdan, ji bo Rojhilata Navîn û her wiha ji bo cîhanê jî pêşniyar dikin. Wê bandoreke pêşî lê veker di xetimandina ku jêdera xwe ji dewlet-neteweê digire de, bike. NY (BM) ya ku dispêre netewe-dewletê îflas kiriye. Pirsgirêka Iraqê vêya pir baş raxist ber44 çavan. Neçareseriya ku di çarika dawî ya sedsala 20. de tê jiyankirin, rewşa Kendavê (Körfez), Iraq û Afganîstanê di holê de ye. NY bêçareye, DYE vêya hindek fêhmkiriye lê pêşkêşkirina modelekê ya emperyalîzmê sînordar e. Li dewsa alternatîfeke demokratîk ya heqîqî di welatên mîna Tirkiye, Misir û Afganîstanê de li pey modelên sixte yên demokrasiya rast berovajî dikin de ne. Prensîba diyarkirina çarenûsa xwe ya netewa ne tenê mafê avakirina dewlet e. Lenîn mehfa vêya anî. Lenîn û Stalîn ji ber vê prensîbê pir zêde wek prensîba avakirina dewletê dest girtin û bi vî awayî felaketên dîrokî bixwere anîn. Ji bo rizgariyê komên dewletê yên sixte avakir. Ez diyarkirina çarenûsa xwe ya netewan wiha fêhm dikim, ji ber ku di Kurdan de qismeke pey vêya dikevin hene: ev maf, mafê avakirina demokrasiya xwe û çêkirina rêveberiyeke xwe ya ne dewletiye. Mafê avakirina modelekî ya komên ne dewletîne û hemû pirsgirêkên xwe di gundan de, taxan de û di çarçoveya bajaran de muneqeşe bikin, biryaran bigirin û çareserbikine. Min ji bo gelê Kurd mînaka Enkîdoyê hevkar yê ev pênc hezar sale ji dema Gilgameş ve dabû. Dewleteke hevkar a erzan didin sazkirin. Ez êriş nakim ser damezrandina wê dewletê. Lê wê ev dewlet li Rojhilata Navîn dawiya dawî karekterê dewleteke destpotîk bigire. Tê zanîn avakarên van dewletan kî ne. Wê ev dewlet xwîna gel bimije, ji ber ti pêwendiyeke xwe bi demokrasiyê re nîne. Niha jî xwe wek serokê dewletê îlan dikin. Lê dij derketina min a li dijî netewedewletê, wek derketina Zerduşt û Hz. Brahîm bimane û bibandor e. Biqasî dij derketina Hz. Brahîm li dijî Nemrût hêjaye. Ez ji bo pesnê xwe bidim vêya nabêjim, pêwîstiya STÊRKA CİWAN min bi pesindanê jî nîne, lê dij derketina min bimaneye, yên dixwazin fêhm bikin dikarin fêhm bikin. Qey ezê serî ji Nemrûtan re bitewînim? Serê xwe ji axayan re danaynim. Îdeolojiya netewe-dewlet heram e, ez hezar carî nanê tifsî jî bixwim, lê minneta van dewletan nakim, her tiştê wan heram e. Çawa ku di tevahiya dîroka şaristaniyan de hatiye ceribandin, di demên modern de jî hewldanên sîsteman ên yekdestdarîbûn û hev tinekirinê encam nedane, berdêlên wan jî giranbûne. Bêguman korbûnên di vî warî de bîlançoyên van şerên sîsteman gelekî giran kiriye. Sîstem wê giraniyê li nîşan bidin, bêguman rewşeke em karibin jêre bibêjin bêşerî û bêaştiyê pêk bê em ê karibin dinyayeke bi nirx bi arez bêtir xeyal bikin, pêk bînin. Bêguman hê zêdetir aştî hê kêmtir şer rewşeke bi nirx e, hewldanên ji bo pêkanîna wê jî hêjane esîl in. Bi şertê ku mirov bi prensîb, bi anor bi rûmet be. Me hegemondariya kapîtal a fînans globalê bi xwe weke pêvajoya krîza herî kûr terîf kir. Bûyer vê terîfê piş- pevkirî hîç kêm nabin. Nasekinin planên rojane, hefteyî, mehane, salane, deh salane pêncî salane dikin. Ev karê wan in, wê her bikin. Di van demên krîzan de şensê hêzên modernîteya demokratîk dikare zêdetir bibe. Dîrokeke mezin a berxwedanê ya pişta xwe danê, utopyayên azadî wekheviyê pêşiya wan rohnî dike. Herweha dersên mezin ên ji têkçûn û kêmasiyan derxistine hene. Dema ku mirov li hemûyan di zikhev de weke desteke wezîfeyên entelektuel, exlaqî polîtîk serwext bibe bixe nava çalakiyê, bêguman şensê wan ê serketinê zêde ye. Dîsa jî aliyên xweser ên demên krîzê yên avabûn sîste- ser hev çêkin bixwazin bi vî awayî jiyana xwe dewam bikin. Ji asta global heta bi asta xwecihî wê timî hegemondariyê bêne ferzkirin, berxwedanên dijber jî wê ji ceribandinan dersan bigirin û bi awayekî herî bi hêz dewam bikin. Heta çareserî nebe, em ê şer aştiyê her bi hev re bibînin. Analîz û çareserî hê bêtir serketî bibin, rastî, qencî û bedewiyê çiqasî trast dikin. Herweha me bi awayekî berfireh anî ziman ku krîz sîstemîk ji avabûnê ye. Nûçeyên rojane yên der barê krîzê de jî karekterê sîstemîk avabûnê piştrast dikin. Di demên krîzan de sîstemên modern dikarin bizên. Hinek wexta dizên bi felc tînin, yên bi awayekî têkûz dizên jî kêm nînin. Di utopya lîberal a kapîtalîzmê de paketên çareseriyê yên gelekî berfireh mîk hene divê bi baldarî mirov li ber çav bigire. Herçiqasî li ser şopa rabihuriyê bin jî zanist felsefeya exlaqîpolîtîk a divê pêk bînin û nûbûnan bigire nava xwe divê ev neyê paşguhkirin. Naxwe weke ku gelek caran di demên berê de hatiye dîtin wê rê li seresere nêzîkbûn û serkoriyê veke. Tew misêwa xwe neo’kirina lîberalîzmê tehlûkeyê mezintir dike. Divê Civak ji her demê zêdetir ji rastiya xwe ya exlaqî polîtîk hatiye mehrûmkirin 45 Tebax 2011 STÊRKA CİWAN neyê jibîrkirin ku herkes ji pêxîrtengiya di sala 1929’an de li nava dinyayê pêk hat, li hêviya şoreşê bû, lê pêla faşîzmê ya bilind bû hê dewam dike. Civak ji her demê zêdetir ji wesfê wê yê exlaqî polîtîk hatiye mehrûmkirin. Teknolojiya înformatîk, dinyayên gelekî mezin ên ferazî û derfetên berevajîkirina rastiyên dinyayê pêşkêşî destê hêzên hegemondar ên îdeolojîk ên global dike. Avahiyên xwe yên riziyayî bi hêsanî bi sîstemeke nû ambalajkirî mîna nû çêbûye pêşkêş dike di vê de ti xirabiyê jî nabîne. Girseya heyî ji zûve veguherandiye girseya kerî ya faşîzmê. Li şûna hêvî şikandinê, divê mirov qîma xwe bi anîna cem hev a rastiya analîtîk hiskirinê neyne, ji sedî sed em heta jiyana exlaqî polîtîk nexin her kêlî mekanê xwe, bi hêsanî em dikarin bêne pûçkirin, ji lewra jî ez van diyar dikim. Îslama siyasî îdeolojiyeke milliyetgiriyê ye, olîgarşiyên dewletên netewe yên dused salên dawiyê maske dike Mirov ‘Îslama nerm’ ji rêrûesmekê wêdetir weke diyardeyeke modernîst a dused salên dawiyê di çarçoveya Tebax 2011 dewleta netewe de bigire dest, wê manedartir bibe. Mirov wê weke Îslama ji rêûresma dîn ne, weke milliyetgiriyê avabûna wê fêhm bike gelekî girîng e. Ji ber ku ji bo serwextbûnê ev nuqte kilît e. Prototîpiya milliyetgiriya herêmî ye, mohra oryantalîzmê li ser e. Vedîtineke oryantalîstan e, ti têkiliya xwe bi jiyana Îslamî re nîne. Bi belavbûna li herêmê ya hêzên hegemonîk ên Ewrûpayê, nexasim jî bi hegemonya Elmanyayê re ji nêz ve têkiliya xwe heye. Di dema dawî de li dijî Rûsya Sovyetê bi hegemonya DYE’yê ve girêdayî ye. Gelekî girîng e ku mirov fêhm bike, Îslama siyasî ya hatiye vedîtin têkiliya xwe bi çanda Îslama dîrokî re nîne, ev cureyê Îslamê milliyetgirî ye, armanca wê jî parçekirina çanda wê ye, bi vî awayî dixwaze herêmê ji hêz û taqetê bixe. Îslama siyasî îdeolojiyeke milliyetgiriyê ye, olîgarşiyên dewletên netewe yên dused salên dawiyê maske dike. Komara Îslamî ya Îranê vê rastiyê bi awayekî balkêş nîşan dide. Îslama Şîa ji serî heta dawiyê milliyetgiriya Îranê ye; îdeolojiya hegemonîk a rêûresma împaratoriya Îranê 46 ye. Lê weke çanda orjîn, weke dîrok Îslam hem cuda ye, hem jî girîng e. Mirov heta Îslamê bi vê rastiyê ji hev dernexe, mumkîn nîne çanda Rojhilata Navîn analîz bike , dabeş bike û bike mijara hin çareseriyan. Deryayeke mezin a çandê ye, weke wezîfe li benda çareserkirinê ye. Nexasim di serî de Hz. Muhammed, ji roja derketina holê heta roja me ya îro weke hêmaneke demokratîk Îslam weke hêmaneke desthilatdar Îslam, dîrokek e ku wan ji hev dike, li ser vî bingehî dîroka gelan, hebûnên xwecihî û herêmî ji nû ve li benda nivîsandinê ne. Dîroka civakî bi vê paradîgmayê were pêşdebirin ji bo rohnîkirina roja me ya îro, nirxa xwe zêde misoger e. Şîroveyên bi heman rengî ji bo Cihûtî, Xirîstiyantî Zerdeştiyê jî (sentezên mîna Manîheîzmê jî girîng in) bêne pêşdebirin, çanda Rojhilata Navîn wê bi awayekî nêzî rastiyê bê analîzkirin ev yek ê rê li dewlemendiya maneyê veke. Ji bo analîzên çandê, orjînên Sumer û Misrê bi qasî ku kilîta mijarê bin, girîng in. Rastiyek e ku piştrast bûye, dînên yekxwedayî û Pirtûkên Pîroz çavkaniya xwe ev orjîn in. Çanda Serdema Neolîtîkê ji hemûyan re dayiktî kiriye, ji lewra heta bandorên dîrokî yên vê çandê neyên analîzkirin, ti çand têra xwe rohnî zelal nabe. Hegel analîza çanda dema xwe di wê demê de spart heta çanda Serdema Antîk a bi sînor dihat bibîranîn çanda Misrê. Wexta ku dîroka çandî were tomarkirin şîrovekirin a derkeve holê wê Ronesanseke çandî be. Di rastiya çanda Rojhilata Navîn de ev wezîfe hê bi awayekî serketî bi cih nehatiye anîn. Fikrên dîroka dîndar milliyetgir ji pêşkêşkirina dogmayan wêdetir, vegotinekê pêşkêş nakin. *** STÊRKA CİWAN P O R T R E Hevalê Agît Xeteke Komûtantiyê Pêşxist Duran KALKAN “Di pêngava partîbûyînê ya duyemîn de wek kesayeta mînak pênase kir. Çawa ku yekemîn pêngava partîbûyînê ji bo bîranîna heval Hakî Karer hat pêk anîn, duyemîn pêngava partîbûyînê jî, wek partiyek gerîla teşe girtina PKKê jî ji bo bîranîna heval Agît pêk hat” Yekineyek mezin diçû Botanê. Hat xwestin hevalê Agît jî biçe Botanê. Nû ji saha Rêbertiyê hatibû. Biryar hat girtin ku heke rê bibîne, wê biçe kongreyê piştre bizivire. Lê heke rê nebîne wê li Botanê bimîne û li wir kar bide meşandin. Bîryar har girtin ku tevlî yên ku ji erk hatine girtin û hemû rêveberî tevlî kongreyê bibe. Ew bi rê ketin. Hevalê Agît bi wî awayî derbasî Botanê bû. Ji xwe saz kirin jî ew bû. Wê demê fikrême jî wisa bû. Hevalê Agît dihat asteng-kirin. Li şûna wek rêveberî ji jê re bibin aligir, jê re dibûn asteng. Fikrekî viha hebû, qe nebe rêveberî ji wir derbikeve ew ê bêtir rehet piratîk bide meşandin. Her wiha pêşiya wî vedibû. Ev baş jî bû. Firsatekî wiha, rewşekî ku derfet dida bû. Ji ber pêşiya wî di 85an de her tim hatibû astengkirin. ``em ji rîvebirin, tu yê me guhdar bikî`` bi vî awayî gelek pratîkê wî hatibûn astengkirin. Bi vî awayî wê hinek din derfet bidîta. Sazkirina zivistanê bi vî awayî hatibû kirin. Lê mercên pratîkê li gorî vî nebû. Çûyîna li saha Rêbertî hêsan pêk nehat. Şer çêbibû, merc guhirîbûn, têkîliyên siyasî hatibûn guhertin. Astengî derketin pêşiya çûyîna saha Rêbertiyê. Derveyê çend kesan gelek kes neçûn. Ev heya havîna 86an berdewam kir. Di hesabê de, wê di meha qanûnê ya 85an de biçûna û bihara 86an kongre bibûya piştre bi47 ziviriyana lê heya havîna 86an neçûn sahaya Rêbertiyê. Rêveberiya me, guhertinên ku pêngava 15ê tebaxê di pêvajoya siyasî de da avakirin pêşde nedît. Wisa fêmkirin ku wê wek berê be. Lê şer çêbibû, mercên siyasî hatibûn guhertin. Hevalê Agît jî li Botanê ma. Ji ber li ser sînor pir tevdîr hebûn. Ji ber wî jî biryar dide ku neçe. Ew jî fikiriye ku zivistanê civîn hatiye darxistin, biharê zivîrîne, plan dike ku piştî hinek çalakiyan were aliyên xabûr encamên kongreyê bigire. Di nota daviyê ya ku ji me re şand de wisa nivîsî bû. Di pêvajoyek viha de, di nav operasyona dijmin de di newrozê de çalakî pêşketin, 28ê Adarê sala 1986an li Gabarê di kevînekî de şehîd ket. Bandora şahadeta heval Agît pir mezin bû. Li derbarê pêkhatina vê bûyerê de hêja jî tiştek şênber nîne. Rêbertî di nivîsên xwe yên dawiyê de diyar dike ku bi komplo şehîd ketiye. Yekineyek mezine, dijmin dibînin. Ji bo ku şûna xwe biguhirînin êvarê hereket dikin. çawa çêdibe, dizvirin dîsa tên li ser kevînê. Yên pêşiyê kevînê derbas dikin jê xilas dibin. Piştî wî pevçûn despê dike, hinek belav dibin lê dîsa komê li ser hev dibin. Piştî wî dibêjin ``heval Agît hatiye cihê ku em ê lê kombin, em biçin`` û diçin. Li cihê pevçûnê qet nagerin. Saharê dema ku xwe digihînin cihê ku wê lê kombibin, Tebax 2011 STÊRKA CİWAN dibînin ku heva Agît nehatiye. Di radyoyê de dibhîzin ku heval Agît şehîd ketiye. Çûyînek viha heye. Hevalê Agît li wir dihêlin. Kê ev saz kirin çêkiriye, çawabû ye, hêja jî me çareser nekiriye. Li piştî vê Rêbertî ev bûyer her tim lêkolîn kir. Lê bûyer zelal derneket holê. Hat gotin ku heval Agît bi fîşe- Tebax 2011 kekî ve şehîd ketiye. Dijmin bi rojan poropagandaya vê bûyerê kir. Rojnameyên Tirkan di maşetê xwe de ``celadê PKKê hat guştin`` nivîsîn. Dijmin bi vî gelek hêvî girt. Cihê ku heval Agit lê bû, rêveberîbû û komûtanbû Bandora vê bûyerê li ser tevgera me jî gelek çêbû. Heval Agît li Batmanê dema zanko dixwend tevlî bibû. Çeleng bû, di şerên ciwanan de cih girt. Piştre tevlî têkoşîna li Sîverekê bû. ji bo perwerdeya leşkerî yekemîn koma ku çû derveyê welat tevlê wê komê bû. ji ber berpirsiyarê leşkerî yê Batmanê bû. li Sîverekê jî heya wê demê di çalakiyan de bibû xwediyê pratîkeke diyar û êdî dihat naskirin. Piştî derveyî welat di gulana sala 80 tê de ji bo ku di qada Sêrt-Botanê de rêxistina gerîla bike, bi Kemal Pîr re zivirî û erk girt. Dema ku heval Kemal Pîr hat girtin ew jî birîndar xilas bû. Di wê bûyerê de bazinê îstiyê wî şikestibû. Piştî ku demek tedavî dît derbasî derveyî welat bû. Tevlî konferansa yekemîn bû. Piştî konferansê di nav wê rêveberiya perwerdeyê ya mezin de cih girt. Tevlî perwerdeyên leşkerî û îdeolojîk bû. Hevalê Agît jûdo û kareta dizanibû. Di derbarê wan de perwerde da. Bejna xwe kinbû û hinek jî tiknaz bû. Di milê fi48 zîkî de pir ne bi hêz bû, dûztaban bû, ji ber wê jî di meşê de zehmetî dikişand. Lê bi hêz û çelenk bû. perwerdeyên karete dizanibû û refleksên wî pir xwirt bû. Dema ku bombeyên desta davêtin wî dîsa ew paşte davêt. Ji perwerdeyê re pir tevgiriya wî çêbû. Piştî perwedeyê, dema perwerdeya derveyî welat hat dirêj kirin Rêbertiyê ew ji bo ku tevlî xebatên Başûr û Rojhilatê Kurdîstanê bibe û ji hevalê Mehmet Karasûngûr re bibe alîgir di mijdara 81an de ew û çend hevalan ve şand Başûrê Kurdîstanê. Bi vî awayî di Başûr û Rojhilatê Kurdîstanê de tevlî xebatên amedekariyên gerîla bû. Komên gerîla yên ku zivirîn welat wan pêşwazî kirin. 25ê Gulana 83an de li aliyên Xabûrê yekemîn operasyona derveyê sînor hat kirin. Di dema vê operasyonê de ket welat heya Garzanê çû. Yekînî denetîm kir û tevlî xebatên pratîkî bû. Di 84an de piştî civîna Çiyayêreş ji bo ku li Ûlûdere çalakiyên leşkerî pêşbixîne erk girt. Piştre di navîna sala 84an de wek rêveberîya yekineya propagandayê ya 14ê temmûzê çalakiya Erûhê pêşxist. Taxima di rêvebertiya wî de di vê qadê sê heyva çalakî kir. Daviya 84an çû saha Rêbertiyê. Di Nîsana 85an de dîsa hat û derbasî Botanê bû. Dema ku Botanê windahî didan, wî bi yekîneyekî ve hereket kiribû. Yekineya xwe parastibû. Lê ji ber bandor li ser yên din nekiribû, nikaribû windayiyan bide sekinandin. Havînê piştî civînê li Botanê dîsa çalakî pêşxist. Di wî de seknekî rêveberîtiyê hebû. Xwedî zanebûneke girîngbû. Wek Kemal Pîr yekî pir nedaixivî. Kêm diaxivî lê bi cewher diaxivî. Wisa dema xwe vala derbas nedikir. Vala di sihbet nedikir. An dixwend lêkolîn dikir, an jî niqaşên girîng dikir, ji hinek pirskirêkan re STÊRKA CİWAN çareserî digeriya. Kesayetekî wî asayî hebû. Kesek nediêşand û nedişkênand. Tu car nediket di nav lêgerîna têkîlî û jiyanek cûda. Ji wî aliyê de pir gihîştîbû. Li kêleka tecrûbeyên leşkerî, refleksên wî jî pir xwirtbûn û xwedî bi hûnerbû. Hem di rêxistinkirinê de hem jî di pratîkbûyînî de çalakvan û çeleng bû. Lewra li ser piratîkirina xeta tevgerê û xeta Rêbertiyê di qada leşkerî de pir difikirî. Lêkolînên wî hebûn û xwe da bû kirina pratîka xwe. Hevalê Agît xeteke komûtantiyê pêşxist. Ew heza komûta ya ku 15ê tebaxê amade kir, pêk anî û berdewam kirî bû. Heke ku şehîd neketaba, wê di komûtaya xwe de artêşa gerîla dîsa avabikira. Rêbertiyê digot `` wî xwe ji bo vê rastiyê bike pratîkê feda kiribû`` ji bo bîranîna wî hat gotin ku artêşa gerîla were avakirin. Yanî wî serleşkeriya gerîla bi şer û di pratîkê de heq kiribû. Wisa pişt re jê re nehatibû danîn. Cihê ku ew lê bû, rêveberîbû û komûtanbû. Her kesekî ew guhdar dikir, bixwe jî kar dikir. Tu carî ji bo erk û kariyerê nedixebitî. Cihê ku li wir bû çi pêwîstbûya ew bû, karê pratîk dikir. Kesayetek balkêş û kesayetek dida perwedekirin Heke pêwîstbibûya bibe serleşkerê sereke wê bibiya ew, pêwîstbibûya bibe yê yekêneyê wê bibiya ew. Heke li cihekî rêveberî hebûya ew wek şervanekî diket di nav kar. Tu car cûdabûnekî wî di vî milî de tunebû. Kesayetek balkêş û kesayetek dida perwedekirin. Kesayetek tu car nedişkênand, bandor dikir, her tim mirov mezin dikir, fikir dida, lê zêdetir di pratîkê de kar dikir û mirov jî tevlî wî karî dikir wisa perwerde dikir. Ji ber wî jî her kesekî dixwest li gel heval Agît be. Kar dikir, hûner pêşdixist, hêz qezenç dikir. Ji ber wî jî pêşengtiya wî ne bi raye bû, bi fêîlî hebû. Ji xwe fermîyetek wî tunebû, fermî di kongreyê de nehatibû hilbijartin. Şervanekî fêîlî bû. bi sazkirina rêveberiyê bi erk kar kir. Nexwe wisa raye fermî negirti bû. her wiha avakirina artêşa gerîla û di pêngava 15ê Tebaxê de pêşengtî kir. Xetek komûta û xetek gerîla afirand. Rêbertî ev xet wek xeta gerîla di Kurdîstanê de qebûl kir. Wek ketina xeta wî jiyanê nirxand. Lewra kesa49 yeta heval Agît di xilasbûna netew de wek kesayeta partîbûyînê nirxand. Wek mînak da nîşandan. Di pêngava partîbûyînê ya duyemîn de wek kesayeta mînak pênase kir. Çawa ku yekemîn pêngava partîbûyînê ji bo bîranîna heval Hakî Karer hat pêk anîn, duyemîn pêngava partîbûyînê jî, wek partiyek gerîla teşe girtina PKKê jî ji bo bîranîna heval Agît pêk hat. *** Tebax 2011 STÊRKA CİWAN Ş E H İ D MAZLUM ERENCİ Stêrka CİWAN “Piştî ewqas êşkence û girtinê Mazlum êdî naxwaze di bin zext û zorê de bimîne. Mazlum dixwaze biçe çiyayên welatê xwe û li dûrî polîs û pergala dewletê bisekine. Di sala 2010’an de Mazlum ji bajarê ku lê mezin bûye Amed’ê derdikeve û berê xwe dide çiyayên Kurdistanê û tevlî nava refên gerîla dibe” Tebax 2011 Zarokên Amedê şêrîn in, Mîna şekirê wê, Hestyar in, Mîna cangorî Newalê, Zarokên Amedê ji temenê xwe mezintirin, Ji ber ku ji salên xwe zêdetir ceza digirin, Zarokên Amedê mexrûr in, Rondikên xwe diherikînin nava dilê xwe. Zarokên Amedê şîrîn in Mîna Mazlûm in. Mazlum Erencî ango bi navê kod Yilmaz Piling di sala 1992’an de li Amed’ê jidayîk dibe. Sala ku Mazlum jidayîk dibe bajarê Amedê û tevahiya Kurdistanê di nava agirekî de ye. Ev ciwanê kurd jî di nava şer û pevçûnê de zarokatiya xwe derbas dike. Zext û zora ku li ser gelê kurd tê kirin û li dijî vê têkoşîna ku tevgera azadiyê dimeşîne bandoreke mezin li ser Mazlum dike. Di rewşeke wisa de Mazlum jî bi doza gelê xwe re eleqedar dibe. Hê mazlum 15 saliye li Amed’ê di rojnameya Azadiya Welat de dest bi kar dike. Kar û xebata rojnamevaniyê gelekî bi dilê Mazlum e. Li wê derê hem bi zimanê xwe dinivîse û hem jî bi zimanê xwe mezin dibe. Mazlum Erencî di 14'ê tîrmeha 2008'an de bi bahaneya ku beşdarî çalakiya şermezarkirina tecrîdkirina rêberê gelê kurd Abdullah Ocalan bûye ji aliyê polîsên dewleta Tirk a Kurdistan 50 dagirkirî ve tê binçavkirin û êşkence lê tê kirin. Piştî êşkenceyê bi 3 rojan ji aliyê dadgehê ve biryara girtina wî tê dayîn. Dema ku mazlum dibin girtîgehê hê 16 saliye. Mazlûm 9 meh û nîvan li Girtîgeha Amedê Tîpa E’yê radigirin. Piştî bi 9 meh û nîvan li 6'emîn Dadgeha Cezayê Giran a Amedê tê dadgehkirin û serbest tê berdan. Lê heyeta dadgehê bi îddaya ku Erencî "Endamê rêxistinê ye" 4 sal û 2 meh û bi îdîaya "propaganda rêxistinê kiriye" 6 sal û 20 roj ceza didiyê. Her wiha derbarê Erencî de bi îdîaya li dijî xala 2911'an derketiye 2 sal û 9 meh cezayê girtîgehê didinê. Heyeta dadgehê bi tevahî 7 sal û 6 meh cezayê girtîgehê li Erencî dibire. Di 22’ê Nîsana 2009’an de Mazlum Erencî ji gîrtîgehê derdikeve , piştî ku mazlum hate berdan serî li şaxê ÎHD'ê dabû û hem êşkenceya di bin çavan de hem jî dema ku hate binçavkirin wiha anîbû ziman: "Em li parka Koşuyoluyê bûn, polîsan li wê derê bi bahaneya ku em beşdarî daxuyaniya çapemeniyê bûne em kirin binçavan. Me li wesayîtê siwar kirin û birin TEM'ê. Lê hê beriya ku me bibin TEM'ê di rê de êşkence û heqaret li me kirin. Gotinên pir xerab gotin. Zextên polêsan li TEM'ê zêdetir dewam kirin. Gelek polîsan li me xistin û heqaret li me kirin. Piştî bi 4 rojan careke din em birin nexweşxaneyê. Li vê derê şopên êşkenceyê li ser min hatin tespîtkirin û bijîşkan xwest ku raporê bidin min. Lê polîsan destûr STÊRKA CİWAN neda. Dîsa min di nexweşxaneyê de got ez xebatkarê Azadiya Welat im. Li ser vê gotinê dijûn û heqaret zêde bûn. Piştre jî me birin dadgehê û dadgehê biryara girtinê da. Piştî 9 meh û nîvan 7 sal û 8 meh ceza dan me û em hatin berdan.” Piştî ewqas êşkence û girtinê Mazlum êdî naxwaze di bin zext û zorê de bimîne. Mazlum dixwaze biçe çiyayên welatê xwe û li dûrî polîs û pergala dewletê bisekine. Di sala 2010’an de mazlum ji bajarê ku lê mezin bûye Amed’ê derdikeve û berê xwe dide çiyayên kurdistanê û tevlî nava refên gerîla dibe. Piştî ku mazlum digihêje xewn û xeyalên xwe navê xwe jî dike Yilmaz Piling. Di 29’ê Hezîranê de artêşa dewleta tirk li navçeya çemîşkezek ya girêdayî dêrsimê operasyonekê pêk tîne. Li dijî vê operasyonê gerîlayên HPG’ê jî di çarçoveya parastina rewa de xwe diparêzin. Lê şer mezin dibe û di derengiya şevê de gerîlayê HPG’ê Mazlum Erencî ango bi navê kod Yilmaz Piling û gerîlayê TKP-ML’ê yê TÎKKO’yê Yordal Yildirim ango bi navê kod Muharrem jiyana xwe ji dest didin. Mazlum Erencî piştî ku ji girtîgehê derketibû beşdarî bernameya bi navê Dengvedana Peyvê bibû û li wê derê bal kişandibû ser zext û zora Dewleta Tirk... Bernameya dengvedana peyvê di 6’ê tîrmeha 2010’an de tê çêkirin û di 29’ê Hezîrana 2011’an de tê weşandin. Yanî roja ku Mazlum jiyana xwe ji dest dide di heman rojê de li ser televizyonê axaftinên wî derbas dibe... Piştî ku mazlum jiyana xwe ji dest da malbat û hevalên wî ji bo girtina cenazeyê wî çûn meletiyê. Malbat û hevalên wî piştî ku cenaze wergirtin berê xwe dan Amedê. Cenazeyê Erencî di ketina bajêr de ji aliyê bi hezaran kesan ve hate pêşwazîkirin û li ser milê xwe birin Mizgefta Şefîk Efendî ya navçeya Amedê Bax51 lerê. Di merasimê de parlementerên BDP'ê Nursel Aydogan û Emîne Ayna, Şaredarê Bajarê Mezin yê Amedê Osman Baydemîr, rêveberên MEYADER'ê, hevalên mazlum yên Mexdûrên TMK'ê, malbat û xizmên Erencî û gelek kes amade bûn. Hevalên mazlum yên mexdûrê TMK'ê darbesta Erencî wergirtin û birin goristana Yenîkoyê. Li goristanê piştî vecîbeyên dînî darbesta Erencî bi ala PKK'ê hate pêçan û ji aliyê hevalên Erencî yên mexdûrên TMK'ê ve hate hilgirtin û heta gora wî meşiyan...Xwe di gulistanên hinarkên te de, wek pirsekê, vedişêrim. Xwîna xwe ya sor tevlî xwîna te ya şîn dikim, Xewna xwe di çavên te de dilorînim, Û keriyên peyvên xwe yên birçî Li deştên sînga te diçêrînim... *** Tebax 2011 STÊRKA CİWAN B Î R A N Î N SERÇOPÎ Leyla YAŞAR “Pêwîst e em bizanibin ku ev hemû serkeftin û pêşketin, bi xwîna şehîdên pakrewan hatine avakirin. Ji ber ku avakirina kesayeta Kurd a azad û rizgariya civakê bihesanî nayê holê û tiştek li ser rûyê vê dinyayê bê bedel pêknayê” Tebax 2011 Di rastiya jiyan û bizava PKK ê de hertim berxwedan li hemberî îxanetê di hundirê şerekî de têkoşîna xwe dide meşandin û hertim berxwedanê li beramberî îxanetê, di vî şerê ku hatî meşandin de, serkeftin qezenc kiriye. Lê ev îxaneta ku îro xwe jiyan dike ne ji îro ve heye û di civaka gelê Kurd de xwedî dîrokeke reş û tariye. Ji ber her ku Kurdan di dîroka xwe de têkoşîn û berxwedan dane meşandin. Li beramberî vê yekê, hertim rastî dest avêtina îxaneta hundirîn û ya derve hatiye kirin. Ango îxanet di hundirê civaka Kurdan de weke kurmê hertim hundirê darê dixwê û di dawiyê de wê darê dixîne xwarê. Her weha ev yek ji bona bêbextiya navnetewî jî bi wî rengî ye. Ji ber vê yekê mirov dikare bibêje ku îxanet herdem weke şûrê mirinê li ser serê gelê Kurd hatiye hejandin û gelê Kurd bi sehwa wê re jiyandike. Ji ber vê yekê mirov dikare bibêje ku destên bêbextiya navnetewî nehiştine ku gelê Kurd bi miradê xwe şadbibe û her car gelê Kurd rû bi rûyê îxanetê hatî ye. Lê şoreşa PKK ê rastiya vê îxanetê derxiste holê û perda li ser rûyê wê yê qirêj û gemar da milekî û rastiya wê ji her kesekî re da diyarkirin. Ji bona vê yekê mirov dikare bibêje, ku her mirovekî azadîxwaz û welatperwer, rastiya vê îxanetê dît û weke ku pêşiyê me Kurdan gotî “ger ku kurmê dare ne ji darêbe, fenaya darê nayê”. Li gorî vê yekê mirov dikare bibêje, ku tim nayarê Kurdan, bi rêya îxanet û parçebûna ku 52 di nava civaka gelê Kurd de diçandin, dida bikaranîn sûd werdigirtin û heyanî îro jî sûd jê werdigrin. Lê bi rêya felsefeya Serok APO û bîrdoziya PKK ê wê kurmê darê were kuştin û wê gelê Kurd azad bibe. Sal 1980' î bû naskirina me ji PKK re ji nû ve çêdibû. Piştî wê dinava xebatên gel de û bi taybet di nava xebatên ciwanan de me cihê xwe digirt. Me ji milekî ve hem xebatên di nava gel de dida meşandin û ji milê din ve jî me amedekariyên xwe ji bona tevlîbûna nava bizavê dikir. Jixwe piştî wê û di sala 1988' de tevlîbûna me ji PKK ê re çêbû. Piştî ku tevlîbûn ji bizavê re hate çêkirin, ez derbasî qada bakurê Kurdistanê bûm, li wê qadê ez heyanî demekî mam û ji wê şûn de, careke din ez vegeriyam Başurê Kurdistanê. Min li gelek bajar û deverên cuda xebatên gel û xebatê leşkerî bi rê ve dane meşandin. Kurte jiyana min ya gerilla bi vî awayî ye. Jixwe di vana demên derbasbûyî de bîranînên di nava şer de û hem bîranînên bi Rêbertiyê re yên ku me jiyankirî hene. Ji ber wê ez dikarim bibêjim ku cûr be cûr me bîranîn jiyankirin e. Li gorî vê yekê ez dixwazim bîranînekî bi hevalan re parve bikim. Cara yekmîn dema ku em derbasî Başûrê Kurdistanê bûn û ji bona ku em xwe bighînin Bakurê Kurdistanê qada şer û cenga giran. Lê hêzên îxanetkar û nûkerên xwefiroş yên ku alîkariya dijmin dikirin nehiştin ku em STÊRKA CİWAN vî miradê xwe bighînin serî û rêka me astengdikirin. Di destpêkê de dihate xwestin ku em wan bê bandorbikin. Ango pêwîst e em di destpêkê de kurmê darê tinebikin, ji bona ku dar şîn bibe û xwe li ser piyan bigire. Ji ber vê yekê em tevlî şerê başur bûn û me xwest ku em wê feraseta kevneperest a ku bi salan hatî rûniştandin ji holê rakin. Ji ber ku hêzên îxanetkar hertim li pêşiya azadiya gelê Kurd astengeke mezinbûn û hertim ji dijmin re weke dûvikekîbûn. Li gorî vê yekê em tev gihiştibûn wê baweriyê, ku heyanî îxanet ji nava Kurdan ranebe. Wê dijmin li Kurdistanê newê şikandin û wê gelê Kurd jî rizgar nebe. Hertim şerê navxweyî wê di navbera Kurdan de rûbide. Lê bi têkoşîna PKK ê, bi fikir, ramanê Serok APO, têkoşîna gerilla û gelê welatparêz encax ev yek pêk were. Cudayê wê têkoşîna bîrdozî û siyasî dikare kesayetekî azad a ku di her warê jiyanê de xwedî vîn û hebûneke azad bide avakirin. Ji ber wê me xwest li qadên başûr û li beramberî vê zîhniyeta îxanetkar û ya xwefiroş jî şer bidin meşandin. Jixwe armenca me ji vî şerî qezenckirin û hişyarkirina gel bû li beramberî pergala partiyên ku serdestiya xwe li ser didine meşandin û berê vî gelî didine îxanet û hevkariya bi dijmin re. Di dema ku ev şer dihate meşandin, em li qada Pîrêsêbûn û hijmara me wê gavê derdorê du yekîneyan bû, me amadekariyê xwe yê şer dikir. Coş û heyecana hemû hevalan jî di astekî pir bilind de bû. Piştî ku belavkirina hevalan li gorî yekîneyan hate çêkirin û hemû yekîneyên ku wê têkevin çalakiyê de, hatin belîkirin. Hevalên ku têkevin yekîneya êrîşê de û bi taybet hevalê Demhat ê ku bi eslê xwe Guyî bû û hevalê Avareş yê ku bi eslê xwe Şernexî bû. Wan herdû hevalan pir bala me hemû hevalan dikşand. Jixwe adeta me ewbû ku em ji beriya her çalakiyekî govendê bigirin, coş û heyecana çalakiyê bi govendê bighînin asteke herî bilind. Amedekariyê me yê çalakiyê ji her milî ve bi dawîbibûn, ji çek û rextê hevalan bigire heyanî tiştên herî biçûk, hemû hatibûn amedekirin û hemû heval ji bona çalakiyê hazir û amedebûn. Êdî dem dema kêf, şahiyê û gerandina govendê bû. Ew herdû heval ketin serê govendê û guvend heleqe –heleqe li dora hev zivirî û weke pêlên deryayan pêl bi pêl dihe- û govendê bê serçopî nehêlin. Her kesê ku li wan herdû hevalan temaşedikir di rûyê wan de hêvî, coş, heyecan û serkeftina çalakiyê û jiyanê baş didît û hîsdikir. Ji ber ku di çavê wan de her tişt baş xuyadikir. Piştî ku hevalan govenda xwe bidawî anîn û em ketin rê. Yekîneya me bixwe alîkarê yekîneya êrîşê bû. Di navbera me û yekîneya êrîşê de xulekek an jê du xulek hebûn. Ji bo ku em bikaribin heme cihê wan hevalan dagirin û dema ku hate xwestin alîkariya pêwîst ji wan re bidin. rikî. Me hemû hevalan li nava çavên hevdû dimeyzand û me ji xwe re digot: Gelo emê careke din hevdû bibînin an na. Li serê govendê carcaran hevalê Demhat serê govendê dikşand û carcaran jî, hevalê Avareş serê govendê dikşand. Te digot qey herdû hevalan sozdane hev ku serê govendê bikşînin Em birêketin û her yekîneyekî cihê xwe girt. Girê ku emê êrîşî ser bikin derdorê 300 pêşmerge û gelek leşker jî di nava wan de li wê derê bi cihbûbûn. Weke din gelek çekên giran jî di wî girî de hatibûn bicihkirin. Cihê ku wan digirt cihekî cudabû ji bona me herdû hêz jî xwedî giringiyekî mezinbûn. Armenca dijmin ew bû ku têkiliya 53 Tebax 2011 STÊRKA CİWAN me bi gel re qutbike û gel ji me dûrbêxin. Weke din jî îxanetê jî dixwest ku rastiya xwe ji gel veşêrin. Di wê navberê de û piştî demekî kin, metektîkê dijmin ferqkir ku çi diwaze. Ji bona vê yekê, me çeperê xwe girtin û me ji du qolan ve êrîşî ser wan kirin. Çalakî bi rengekî serkeftî bi rê ve diçû û tu wendahiyên me çênebûn. Lê ji ber ku şevtarî bû, di nava hevalan de şaşîtî derket holê û hevalekî li hevalê ku li pêşiya wî bû guleyan direşîne û wî hevalî şehîd dixîne. Hevalê şehîdketî jî, navê wî Demhat bû. Lê ji berî ku ew heval şehîdbikeve. Hêviyê xwe yê serkeftinê û biryarbiyîna xwe dide nîşandayîn. Dema ku fîşek lê dikevin gazî dike û ji hevalê ku gule li wî bi şaşîtî reşandî re dibêje. Ez hevalê te me! Lê heyf û mixabin wê demê gule ji devê çekê derketibû û singa hevalê Demhat derbaskiribû. Lê di dawiyê de jî hevalê Demaht dibêje yê ku serket em bûn û bi silogana bijî Serok APO, hevalê Demhat wê demê jiyana xwe ji destdide û şehîdikeve. Tebax 2011 Piştî ku hevalê Demhat şehîd dikeve, ew çeperên mayîn hemû hatin xistin û gelek leşker û pêşmerge di wan pevçûnan de birîndarbûn û gelek ji wan reviyan. Çalakiya me bi rengekî serkeftî bidawîbû û gelek çekên giran û yên sivik jî me ji ser leşker û pêşmergeyan rakirin. Cenazeyê hevalê Demhat jî me li ser milê xwe hilgirt û em paşde vekişiyan. Di wê navberê de careke din dijmin derkete operasyonê. Lê ji ber ku barê me giranbû û gelek çek û cenazeyê hevalê şehîd jî bi me re bû. Beşek ji hevalan ketin êrîşê û em hevalên mayî jî, me cenazê hevalê şehîd xilaskir. Hemû hewildanê me ew bû ku em nehêlin cenazeyê hevalê şehîd bikeve destê dijmin de. Piştî wê em gihiştin hevalan û me cihê xwe saxlemkir. Jixwe erkê me ewbû ku em parastina hevalan bikin, heyanî ku hemû heval xwe bighînin saxlemiyê. Piranî hevalên ku tevlî çalakiyê bûyîn hevalên keçbûn, tenê çend hevalên xort di nava wan de hebûn. 54 Di wê navberê de û her çiqasî hemû hevalan mereq dikir, ji bona ku bizanibin ka hevalê ku şehîd ketiye kî ya. Lê me nedixwest ku em heme ji hevalan re behsa şehadeta hevalê Demhat bikin. Lê dema ku çavê hevalan bi hevalê Xwînrêj ket û hevalê Demhat nedîtin.Wê demê hevalan dizanî ku hevalê ku şehîd ketiye hevalê Demhate. Piştî çalakiyê heyanî çend rojan me nikarîbû hevalê Demhat bispêrin axê. Ji bona wê me ew dinava şikêrande veşart, heyanî ku dijmin ji qadê derket. Piştî demekî û dema ku hêzên leşkerê dijmin bi şûnve vekişiyan, me cenazê hevalê Demhat anî û me ew bi rengekî saxlem siparte xaka pîroz. Di dawiyê de mirov dikare bibêje ku hemû roj û bîskên jiyana gerilla tijî şer, pevçûn, berxwedan û qehremantî ne û jiyana gerilla bi ked, xwîn û xwîdanê tê jiyankirin. Ji ber wê dema ku mirov bîranînê xwe yên ku hatin jiyankirin di nava jiyana gerilla de, tîne ser ziman, mirov pir zor û zehmetiyê dikşîne. Ji ber vê yekê yê ku bi van rastiyan re nebe yek nikare rastiya vê jiyanê, ji dil û can hîsbike û pê re bibe xwediyê giyan û vîneke azad. Weke din, pêwîst e ku mirov bizanibe ku di hundirê vê jiyanê de hem berxwedan heye û hem îxanet jî heye û herdû hertim di nava şer û pevçûne-kî mezin û dijwar de têdikoşin. Lê di dawiyê de bêguman hertim berxwedan li beramberî îxanetê bi ser dikeve. Ji bo vê yekê pêwîst e em bizanibin ku ev hemû serkeftin û pêşketin, bi xwîna şehîdên pakrewan hatine avakirin. Ji ber ku avakirina kesayeta Kurd a azad û rizgariya civakê bihesanî nayê holê û tiştek li ser rûyê vê dinyayê bê bedel pêknayê. *** STÊRKA CİWAN E D E B Î Y A T Memê Alanî ANONÎM “Qeretajdîn, sareyê Bekî dano piro, cira perneno. Dilopê gonî cira perena, ginena bi mabeynê Memî û Zîne ro. A dilopa gonîya Bekê Fizilî bena sincîka boyîne, werteyê înan de bena kewe. Ê kî benê di gulî, oncî jubînî nêresenê” Beno nêbeno, paşayê beno. Nameyê xo Alî beno. Alî Paşa kuno hawtayê sere, cira domanî çine benê. Zaf kuno re xo ver. Vazeno ra û “Ez na şeher caverdana, şona” vano. Der û cîranên xo yên xêrwazî cêrenê ver ro, cêrenê ser ro, te de raye nêvînenê. “Derdê mi rê derman, sareyê mi rê ferman, ez sareyê xo cêna çê ra vejîna, hetanî kotî ke şîya” vano Alî Paşa. Alî Paşa vazeno ra, şono. Çiqas ke şono, hênîyê raştê ci beno. Ostora xo dara hênî ra gire dano, nîşeno ro. Xo bi xo zaf fikirîno û kuno re xover, seba ke welatê xo terkneno. Nîya dano ke asparê dot ra vejîya. Henî êno ke ti vana belko çîkî linganê ostorî ver perenê. Aspar êno, beno peya. Silam dano re ci, lêwe de nîşeno ro û “Ti kam a, kata şona?” pers keno cira. „Ez paşayê şeherê Morg û Zemînî ya. Nameyê mi Alî yo. Ez bîya hawtayê sere, hona mi ra ewlad çîn o. Na kî zaf zorê mi şona. Ez welatê xo terknena, hetanî kotî ke şîya...” hal û hêketa xo ju bi ju cirê qese keno Alî Paşa. “Hey qulê Heqî, meşo!” vano kokim. “Çi meşorî, ne ewlad o, ne tewlad o” vano Alî Paşa. Kokim cêbê xo ra sayê veceno, dergê ci keno û “Welatê xo cameverde, meşo. Ana saye bice, bike di lete. Leto ju bide xanima xo, leto ju kî bide ostora xo. Ostore ra cuyanî beno, xanima to rê kî laj beno. Name pira mene, hetanî ke ez ama” vano cira. 55 “Ma ez çi zana ke ti çitaw êna?” vano Alî Paşa. “Eke bî tef û dûman, gimegima hewran, şîrqeşîrqa bilûskî, ti bizane ke ez êna” vano kokim. Alî Paşa “Temam” vano, ü beno aspar, peyser şaneno raya welatî. Saya kokimî keno di lete, leto ju dano xanima xo, leto bîn kî dano ostora xo. Gam û saatan ra tepîya xanima xo bi domanan nêweş manena, astora xo kî awr manena. Waxt ke beno temam, xanima xo bena dixazkan cirê laj, astora xo kî zêna, cire cuyanî beno. Mislet, dîwan de êno pêser û “Heqî warê to kerd kewe, to rê laj bî. Name pira nênana?” vano. “Ez name pira nênana, hetanî ke mordemê mi mêro” vano Alî Paşa. Paşa, peyayê rûşneno teber, û “Hela şo teber, hewrê ra, şîlîyê ra…” vano. Peya peyser êno û “Paka çîk o?” vano cira. Werte ra çiqas ke vêreno ra, nîya danê ke bî teng û tarî, tef û duman. Bî şîrqî û girmîya hewran, şîlîye dest kerd ci, varê. “Mordemê mi nika êno” vano Alî Paşa. Qayt kenê ke asparê dot ra henî êno, ke linganê ostorî ver çîkî firenê. Bimbarek ke kuno zere “Ti xêr ama çiman ser. Xêre ser, nameyê lajekî çi nana pira?” pers keno cira Ali Paşa. “Nameyê lajekî Mem o, Memê Alanî yo” vano kokım. ‘Ma, nameyê cuyanî çi nana pira?“ Tebax 2011 STÊRKA CİWAN pers keno şopêna. “Nameyê cuyanî kî Tayqemer nana pira” vano, û beno vîndî. Ali Paşa dano zanîyanê xo ro, û “No Xizir bî, mi nas nêkerd” vano. Qûrbanan sare birnenê, mîyaz û nîyaz pojenê, kenê vila. Hîrê şew û hîrê rojî kêf û eşq kenê. Lajê xo roj bi roj beno pîl, pêro cira ‘Memê Alanî’ vanê. Alî Paşa, mabeynê hawt bahran de dano piro, lajê xo rê seraye virazeno. Memê Alanî rojê vazeno ra, şono hênî de dest û rîyê xo şuno. Hîrê çênekên şahê perîya kunê dilqê çuçikan, fir danê, nîşenê gilê dara hênî ra, û: “No çiqas rindek o” vana waya pîle. “Heya, çiqas rindek o” vanê waya werteyêne ü qije. “Çêneka ke nê cêna, a kî gere zê nê rindeke bo” vanê hîrêmîna wayî. Xo bi xo fikirînê û “Gelo çênekên nîya rindekî, leyaqê Memî est ê?” vanê. “Ma qey çîne bê? Cizîra Bota de Zîna Zêra est a” vana waya qije. “Zîna Zêra zaf rindek a, û nê hurdimîna leyaqê jubînî yê. Gelo ma nêşîkîme nînan pêresnîme?” vanê wayên Tebax 2011 bînî. Hîrêmîna wayî qerarê xo danê ci, û “Ma nê hurdimîna pêresnîme” vanê. Mezelê bena, aye ra çengê wele cênê, benê erzenê re şeherê Çizira Bota, şeher pêro şono hewn ra. Zîne nanê re textê rewanî, anê seraya Memê Alanî de nanê ro. Memê Alanî peşewe heşarê serê xo beno, ke çîyê nawo cila xo de. Qayt beno ke çênek a. Şaş beno û “Ti cin a, perî ya? Cila mi de çi karê to est o?” pers keno cira. “Ma ti kam a? Ti ama mi ra persan pers kena” vana Zîne. Nîşenê ro jubînî temaşe kenê. Mem û Zîne zaf rindek û xo ser benê. Mem, zê çila vêşeno, Zîne kî ti vanê aşm a, şewle dana. „Ti kam a, kewta cila mi?“ cira pers kena Zîne. „Na cila mi na. Ma ti kam a?” vano Mem. Nîya danê ke jubînî dejnenê, Mem „Ti carîyanê xo ra kame ra hes kena, heskera to ke kam a, venga ci bide, wa bêro‘ vano cira. Zîne, reyê dide veng kena re serkara carîyanê xo, veng çîn o. Ne kes o, ne 56 kî ku yo. Memê Alanî ke veng fîno re serkarê xulaman, desin de xortêde çeleng êno huzbarê Memî de vindeno. Mem “Şo!” vano cira. “Kifş o ke kesêde mi îta çîn o. Ti kam a?” vana Zîne. “Ez Mem a. Lajê paşayê şeherê Morg û Zemînî ya. Nameyê pîyê mi Alî yo, mi ra kî vanê “Memê Alanî” vano Mem. Mem û Zîne uca aşiq û maşiqê jubînî benê. Îştananê xo jubînî de vûrnenê û di rojî pîya manenê. Peşewe hîrêmîna çênekên şahê perîyan jubînî de qese kenê û “Ma zaf xeta kerde” vanê. “Qey, ma çi xeta kerde?” pers kena wayan ra juye. “Memê Alanî meşte Zîna Zêra rê keno serevde û ‘Ez hayrê verê to nêbîya, ti bi xo kewta re mi dime” vano. Ê na kî hermet a, guna ya. Bêrê ma Zîne peyser berîme. Mem camerd o, wa o aye dime şoro” vanê wayên bînî. Hîrêmîna wayî qerarê xo danê ci, bira xo cênê. Hurdimîma maşiqî hewno şîrîn de benê. Perîyî Zîne cênê, peyser benê Cizîra Bota, seraye de nanê ro. Zîne, şodir bena heşar ke seraya xo der a. Ne Mem o, ne kî kes o. Xo bi xo “Gelo no hewn bî mi dî, çik bî?” vana. Şopê destê xo de nîya dana, ke îştanê Memê Alanî bêçike der o. Memê Alanî kî şodir hewn ra vazeno ra, ke Zîne çîn a. O kî ‘Lawo kanê Zîna Zêra? No hewn bî, çik bî?' vano. Eke şîrpeşîrpa pêlan a, danê bi dêsanê seraya Memê Alanî ro, Mem tenya mendo. Ne Zîn a, ne tawa yo. Mem şono hênî de dest û rîyê xo şuno. Bi pêşkîre ke dest û rîyê xo keno zuya, çimên xo ginenê re îştaneyê bêçike ro, û “Hay hay! Zîne est a ke est a. No hewn nêbî, raşt bî” vano. Hurdimîna aşiq û amşiqê jubînî yê, û jubînî ser ro helak ê. Mem şono lêweyê ma û pîyê xo, û “Derdê mi re derman çîn o, sareyê mi STÊRKA CİWAN rê ferman çîn o. Ez şona ke şona” vano. Ma û pî berbenê, cêrenê ver, cerenê ser, kenê zavî û zîbîye û “Lawo, ne Zîna Zêra est a, ne kî Cizira Bota” vanê cira. “Cîzîra Bota kî est a, Zîna Zêra kî. Ez şona ke şona” vano Memê Alanî. Alî Paşa, wesêneno peyanê porsipîyan dime, û“Bêrê, nê bidê îqnakerdene, belko meşoro” vano. Misletê porsipîyan êno pêser û ‘Zîna Zêra û Cizira Bota çîn ê. Çîyêde nîyanên ma ne heşno ne kî vînîto” vanê cira. “Ney, Zîna Zêra est a ke est a” vano Memê Alanî. Porsipîyî, kenê nêkenê ke têy çare nêvînenê. Alî Paşa, ferman dano hosta û çiraxan, û “Dormeyê şeherî de sur biancê, çêberan binê pira û pawançîyan bişanê ver, ke wa Mem hetê ser meşoro” vano cira. Fermanê Alî Paşayî ser dormeyê şeherî de sur êno antene. Çêberî ênê piranayene û pawançîyî şanînê bi çêberan ver. Memê Alanî, raya ke te de vîneno, nîşeno re Tayqemerî û şono verê dîwarî de veng ke fîno re ostorî, Tayqemer û tajîye dêsî ser ro çingê o hetî danê. Zanîye Tayqemerî ser de beno, cira gonî şona. Mem bi pêşkîra xo zanîyê Tayqemrî pîşeno têra, û kuno re raya Cizîre ser, şono. Mem çiqas ke şono, vîneno ke asparê kewto re nêçîr dime, feqet nêşîkîno xezale nêçîr bikero. Mem, Tayqemerî keno xezale ser, pêcêno. Hurdimîna nêçîrî ser ro kunê têqirike, û o ju ‘Nêçîr ê mi no’, o bîn kî ‘ê mi no’ vano. Mem girmikê dano piro, mêrik gineno waro, xereqîno. Ti nêvana no kî Qeretajdîn o. Oxro ke vistewreyê Zîna Zêra yo. Mem pêşkîre vejeno, ser ro berbeno. Qeretajdîn ke heşarê serê xo beno, “Ti senê qulê Heqî ya? To hem da mi ro, hem kî ti mi ser ro berbena‘ vano Memê Alanî ra. ‚No nêçîrê mi nêbî, ê to bî. To xezale vaznê ra, arde. Mi nêheqîye re to kerde“ vano Mem. “Hey qulê Heqî, ti kam a? Kata şona?” pers keno Qeretajdîn. “Nameyê pîyê mi Alî yo. Nameyê mi kî Mem o, feqet mi ra “Memê Alanî“ vanê. Ez şeherê Morg û Zemînî ra êna, şona bi Cizîra Bota” vano cira. “Ti şona bi Cizira Bota çi?” cira pers keno Qeretajdîn. “Ez seba Zîna Zêra şona” vano Mem. “Madem ke ti nîya mordemêde durist, hewl û raşt a… Zîna Zêra waştîya birayê mi na. Ez kî vistewreyê Zîne, Qeretajdîn a. Ti şo, ez to ra dime êna. Çem de bihurê est o. Ti ke ê bihurî ra derbaz mebê, ti wo biginê piro, bixeneqîyê. Ti ke bihurî ra derbaz bîya, kewta şeherê Cizira Bota kî, Beko Fizil est o. Êno vernîya to û “Qonaxê çayî û qehwa, qonaxê mi no. Qonaxê bext û êxpalî qonaxê mi no” vano. Ti qet goş pira mekuye. Ti cira qonaxê mi pers bike, raşteraşt şo verê çêberê ma de bibe peya’ vano Qeretajdîn. Mem beno aspar û şaneno bi raye, şono verê çêmî. Nîya dano ke o hetê çemî de çênekê xo çarşev kerdo, raye 57 pîna. Ti nêvana çêneka Bekoyê Fizilî ya. Beko Fizil remildar beno. Remil erzeno ke Mem êno bi Cizîre. Cêreno re çêneka xo, û ”Xo têrapîşe, şo verê çemî, Mem êno” vano. Çêneke pîşena têra rûşneno verê çemî û ”Ti bihurî ci memûsne, belko bigino piro, bixeneqîyo” vano cira. Çêneka Bekoyê Fizilî xo hêram kena, şona verê çemî de robar kena. Mem ke dot ra vejîno, na “Ez Zîna Zêra ya’ vana. Mem, heybetan ra xo şaş keno, hema ostorî qelebneno bi çem. Ostor, ker nêkeno têy çare nêvîneno. Ostor êno re zon, dua keno û “Ya Xizir, ya Heq! Nika va ravaştênê, hêrame naye ser ro bieştenê, Memî bi çimanê xo rîyê çêneka Bekoyê Fizilî bivînitêne” vano. Heq êno bi comerdênî, va êno, hêrame aye ser erzeno. Mem nîya dano ke juya sîya û sote, lewgopikine bine der a. Mem êndî zano ke na Zîna Zêra nîya, peyser cêreno ra. O taw çêneka Bekî “To ke Zîne berde, mi kî seba berdestîye têy bere” vana Memî ra. “Ti bihurê çemî bimûsne mi, henî soz bo, mi ke Zîne berde, to kî têy bena” vano Mem. Tebax 2011 STÊRKA CİWAN Çeneka Bekoyê Fizilî bihurî nîşanê ci dana, û Mem derbazê hetê şeherî beno. Beko Fizil raya Memî pîno. Mem ke êno, ver bi ci şono û ‘Qonaxê çayî û qehwa qonaxê mi no. Qonaxê bextî û êxpalî qonaxê mi no’ vano. Mem “Çêyê Qeretajdînî kamcî yo?” pers keno cira. Beko Fizil vîneno ke Memê Alanî nêvindeno, qonaxî nîşanê ci dano. Memê Alanî şaneno ci, şono verê qonaxê Qeretajdînî de beno peya, şono zere. Cirê xizmete û azetêde rinde kenê… (Fadîma: Mi naca de tayê kerda xo vîrî ra) Beko Fizil werteyê nînan de êno, şono. Cêreno re Mîr û Memî “Bêrê kişike kay bikerê” vano. Mîr û Memî dest kenê ci, kişike kay kaynê. Mem hawt destî têser verdano bi Mîrî. Ti nêvana Zîne kî xo tîtîkno, pencere ra kayê nînan sêr kena. Beko Fizil vîneno ke Mîr hêbro keno vîndî ‘Mîrê mi, cayê xo bivûrnê, kilamete ca der a’ vano. Mîr û Memê Alanî ca vûrnenê. Ca ke vûrnenê. nara şertî ser ro kay kenê. (Fadîma: Mi îta kerdo xo vîrî ra) Beko Fizil rojê kî, kişike bi Mem û Zîne dano kaykerdene û binê destî ra xebere rûşneno bi Mîrî rê. Mîr ke kuno zere, Mem Zîne erzeno peyê xo, kurkê xo erzeno ser, ke wa Mîr Tebax 2011 mevîno. Qeretajdîn êno zere, eke çimên xo binê kurkî de ginenê re gilanganê Zîne ro, zano ke Mem kewto tenge. Qeretajdîn cêreno re Mîrî „Bê, ma bîhnê şîme teber“ vano cira. Mîr û Qeretajdînî ke ver bi teberî şonê, Zîne binê kurkê Memî ra vejîna, remena bon. Tawo ke remena bon, fistanê xo kuno çêberî ver, parçeyê şemige ra maneno. Qumaşê fistanê Zîne û zeyîya xo jubînî ra benê. Beko Fizil ke fistanî şemiga ra vîneno, bi beçike îşaret dano Mîrî, Mîr peyser qayt beno, ke fistan şêmiga ra mendo. Beko Fizil cêreno re Mîrî, û “Cênîya to û Memî jubînî sînenê” vano. Mîr ke fistanî şêmige ra vîneno, bi vatena Bekoyî bawer beno. Qet nêfikirîno ke fistanê waya xo û xanima xo ju qûmaşî ra yo. (Fadîma: Uca de nêzana çi karê Qeretajdînî vejîno) Qeretajdîn qederê aşmê çê ra vejîno, şono. Beko Fizil û Mîrî, Memî rê nêheqîya ke kenê, kes nêkeno. Beko Fizil “No hem waya to sîneno hem kî cênîya to” vano. Mîr, ferman dano, û “Nê berê, berzê zîndan!” vano. Memî erzenê zîndan. Zîne, lexem dana piro, non û awe resnena Memî, û eyî zîndan de zîyaret kena. Beko Fizil, şono lêweyê Mîrî û “Mîrê mi, Zîna waya to lexem do piro, non û awe resnena Memî. Ti ke şîkîna cayê Memî bivûrne, berzê zîndanêde bîn” vano cira. Memê Alanî erzenê zîndanêde bîn. 58 Zîna Zêra, heq dana lexemcîya cirê non û awe berê, feqet lexemcîyî nara nêşîkînê çêberê zîndanî ro derbaz bibê, û Memî rê non û awe berê (biberê). Lexemcîyî Zîne ra “Ma êndî nêşîkîme non û awe biresnîme Memî” vanê. Mem vêşanîye, têşanîye û eşqî ver henî bîyo ke qula derzîne ro oncîno we. Beko Fizil, cêreno re Zîne “Kincanê xam û xasan bice pira, şo sere zîndanî û Memî ra ‘Mîrî vato, ez Zîne dana to’ vaje cira. Zîne, kincanê xam û xasan cêna pira, şona serê zîndanî. Vînena ke Mem zîndan de henî bîyo, hondê ke zê mêşe cira veng vejîno. Eke hal û qal bîyo. Zîne ke qîrena, Mem sareyê xo keno berz û “Heya, ez na hal de bî, ti kî xam û xasan bicêrê pira, bêrê zîndanî ser. Hey wax û hey liminê…” vano, û xurîne ginena re ci, mireno. Xurîne ke ginena Memî ro, Zîne xo cor de zîndan ro erzena. Mem û Zîne, zîndan de mirenê. Mezela Mem û Zîne ke danê we, Qeretajdîn vejîno, êno û “Mem û Zîne kanê? Şima çi ard bi sareyê înan ser de?‘ vano. Mîr, hal û hêketa Mem û Zîne cirê qese keno. Qeretajdîn „Mezela Mem û Zîne bidê ra, ez bi çimanê xo bivînî. Ê hurdimîna heqaşiqî bîyî. To se na juye kerde. Cayê to ceneme yo‘ vano Mîrî ra. Şonê mezela Memî û Zîne danê ra, ke hurdimînan çiçik çiçik araq do, pîya ju mezele der ê. Ti vanê belko pîya têvirane de şîyê hewn ra. Mîr, teze de berbeno, zîbeno û re ci bawer beno ke nînan jubînî ra zaf hes kerdo. Qeretajdîn, sareyê Bekî dano piro, cira perneno. Dilopê gonî cira perena, ginena bi mabeynê Memî û Zîne ro. A dilopa gonîya Bekê Fizilî bena sincîka boyîne, werteyê înan de bena kewe (royîna). Ê kî benê di gulî, oncî jubînî nêresenê... *** STÊRKA CİWAN P O L İ T İ K Der Weg zur staatlichen Gesellschaft Deniz ÇEWLİK “Da dies jedoch nicht allein ausreichte, erschuf man im Anschluss die Ehe; entwickelte den Mythos, dass die Frau aus der Rippe des Mannes erschaffen wurde, um die Frau dem Manne zu unterwerfen. Die wurde später auch von den NahostReligionen übernommen. Man kann darum davon ausgehen, dass der Fall der Frau in diesen mythologischen Darlegungen begann” Entgegengesetzt zur hierarchisch konzipierten Gesellschaft – in der die soziale Positionierung, einer Gewalt zugeschrieben wird und wonach sich die Menschen in der Gesellschaft, im Denken und Handeln nach sich dieser Gewalt richten - d.h. nach dem Rangschemata sich an der Spitze der Herrschaftspyramide konzentriert, die Machtausübung in den Händen eines Einzelnen manifestiert – besteht der Unterschied grundlegend darin, dass in der staatlichen Gesellschaft, diese Befugnis nun konstituiert, sprich in eine gesellschaftlich anerkannte Form umgesetzt wurde. Der Staat bildet demnach nichts anderes als eine institutionalisierte allgewaltige Instanz. Das Staatswesen an sich beschreibt keine unantastbare Gewalt. Bezugnehmend zum Staat, geht der Marxismus beispielsweise nun so vor, dass dieses Gebilde zerschlagen und an dessen Stelle ein sozialistisches etabliert werden soll - dieses aber wiederum als ein staatliches Gefüge dasteht und das autoritäre hierarchische Gefüge somit dennoch weiterbesteht. Der dialektische- Materialismus beispielsweise geht hier von einem Grundsatz der sich gegenseitig bekämpfenden bzw. negierenden Gegensätze aus. Dieser Gedankenstrom basiert im Eigentlichen auf René Descartes epistemologischen Überlegungen; seiner These des Gründenden Subjekts. In seiner Theorie bzw. Mutmaßung geht es grundlegend 59 darum, dass schlussendlich Objekt und Subjekt voneinander getrennt wahrgenommen und aufgefasst werden. Bruch der Dialektik Das Resultat daraus ist gravierend, denn dies führt schlussendlich dazu, dass sich ein dialektischer Bruch zwischen Geschichte-Gesellschaft, Gesellschaft-Natur, Frau und Mann ergeben. Rêber Apo verweist dazu auf die Beziehung zwischen Mensch und Natur und gibt an, dass im dialektischen Materialismus hinsichtlich dessen, davon ausgegangen wird, dass Gesellschaft und Natur im permanenten Konflikt seien, da der Mensch sein Verlangen Befriedigung verschaffen müsse. Doch gerade in der Neolithischen, d.h. natürlichen Gesellschaft besteht dagegen kein extremer Widerspruch zum ökologischen Dasein, sondern vielmehr eine Harmonie bzw. Verbundenheit zur Ökologie. In der Natürlichen Gesellschaft besteht kein Ein-Gott-Kult, dass bedeutet keinen herrschenden Gott, der alleine über alles waltet; also keinen Monotheismus. Die Umwelt, die Naturkräfte beschreiben die höchste, respektierliche Wesenheit und somit die höchste Wertschätzung. Descartes Hauptgedanke dazu lässt sich dagegen folgendermaßen zusammenfassen: Zwischen Objekt und Subjekt besteht keine wesentliche Beziehung. Falls ein Zusammenschluss sich jedoch ergeben sollte, dann würde dieser Zusammenschluss bzw. die Beziehung von Objekt und Subjekt leTebax 2011 STÊRKA CİWAN diglich darauf gründen, dass diese sich notwendigerweise gegenseitig bekämpfen. In seiner Verteidigung (mit dem deutschen Titel: „Jenseits von Staat, Macht und Gewalt“) schreibt Öcalan „So trifft nicht zu, dass der Staat zerschlagen werden kann und an seine Stelle ein neuer treten kann“. Damit löst er sich von dieser eher dogmatischen Sichtweise und widmet sich in dem Punkt der quanten- philosophischen Überlegung, in der klar beschrieben wird, dass sich Gegensätze notwendigerweise überwinden anstatt dass ein Gegensatz das andere zerschlägt. Hinsichtlich der staatlichen Gesellschaft bestehen grundlegend drei Ansichten: Entweder konzipiert sich die staatliche Gesellschaftsordnung so, dass eine hohe Gewalt über ihre Staatsbürger waltet. Oder es geht in der staatlichen Philosophie vielmehr darum, die sogenannten Bürger, d.h. Mitglieder der staatlichen Gesellschaftsordnung in vereinzelte Individuen zu isolieren. Tebax 2011 Der Sinn dabei wäre, das kommunale und organisierte Leben zu zerschlagen und eine individualistische, nicht-organisierte, geschwächte, willenlose Gesellschaft zu errichten. Das bedeutet, die Gesellschaft von ihren eigentlichen Werten und Funktionalitäten loszulösen; von sich selbst zu verfremden. Diese Annahme kommt der Staatsphilosophie auch viel näher. Der Protostaat Um den Staat lückenlos zu begreifen; zu dechiffrieren bilden in dem Zusammenhang vielleicht die Zikkurats in Mesopotamien ein weitaus besseres Verständnis. Der Protostaat an sich wurde sozusagen durch den Bau der Zikkurat-Tempel geschaffen.Der Begriff stammt ursprünglich aus dem babylonischen und heißt „Himmelshügel, Götterberg“ bzw. auch aufragend oder aufgetürmt. Dabei handelt es sich um einen gestuften Tempelturm in Mesopotamien. Zunächst sollte man sich vielleicht die Frage stellen, was in diesen Tempeln vor sich ging? Den Zikkurat60 Tempeln standen im Wesentlichen die sumerischen Priester vor. Diese Priester nutzten das üppig angebaute Mesopotamien aus und führten Klassen in die natürliche bzw. neolithische Gesellschaft ein. Man kann sogar behaupten, dass mit der Etablierung des protostaatlichen Systems – der Zikkurats – der Übergang von frauenzentrierter Gesellschaftsordnung (Matriarchat) zu männerzentrierten Gesellschaften (Patriarchale) stattgefunden hat, worauf ich in den folgenden Passagen noch zu sprechen kommen werde. Die Stadt In dem Gebilde des früh-staatlichen Systems der sumerischen Priester begann demnach eine Reorganisation der gesellschaftlichen Verhältnisse. Die Gesellschaft wurde gespalten, indem neue Klassen definiert wurden. Einer dieser Klassen bildete die Oberschicht. Damit diese Oberschicht jedoch weiterhin bestehen konnte, musste für diese Schicht ein Platz geschaffen sein. Diesen Raum fand sie in der Etablierung der Stadt. Rêber Apo beschreibt die Stadt generell als den Platz der Oberschicht und folgert, dass die Herrschaft, die Akkumulation, das heißt Anhäufung von Besitz sowie die Unterdrückung niederer Klassen in der Gesellschaft als eigentliche Philosophie und Sinn des Stadtkonstrukts zu definieren sind. Die Stadt bildet weiterhin auch die Stätte, wo die Frau zu einem Meta, das bedeutet sich zu einer Ware umwandelt. Denn es sind die Städte, wo als aller erstes Prostitution betrieben wird. Damit findet der eben erwähnte Übergang statt, wodurch die matrizentrische Gesellschaft ihr Ende findet. Die Staatsfunktion Der an sich Staat beschreibt einerseits ein Instrument der Freiheitsberaubung, heißt Unterdrückung und uneingeschränk- STÊRKA CİWAN tem Handeln und andererseits bildet es ein öffentliches Geflecht der Fertigung, das die Stadt ernähren soll. Diese beiden Annahmen führen jedoch zu einem Widerspruch. Einerseits soll die Gesellschaft sich wohl fühlen und andererseits sollen Freiheitsberaubungen an der Gesellschaft stattfinden. Daraus ergeben sich zweierlei Überlegungen: Wenn es darum gehen sollte, innerhalb der Gesellschaft für Produktion und Sicherheitstechnische Fragen zu sorgen, wäre dann hierzu dann autoritäre Instanzen und die sich daraus ergebende Repression notwendig? Und kann somit die Gesellschaft für eine gemeinsame Produktion; für die gemeinsame Sicherheit nicht auch bei auf den Verzicht auf den Staat eigenständig Sorge tragen? Falls dies bei Verzicht auf dieses Modell eintrifft, so folgt daraus, dass der Staat demnach keine gesellschaftliche Funktion trägt und somit überflüssig ist. Staat und Religion Um den frühzeitlichen repressiven Staat der Gesellschaft jedoch aufzudrücken, musste der Sklaverei ein dogmatischer, d.h. rechthaberischer Rahmen verpasst werden. Dazu wurden beispielsweise neue Götter erfunden, deren Stellung über die Naturreligion gestellt wurde. Die Naturreligion, auch Animismus genannt, war ein in Jäger-Sammler-Kulturen verbreiteter Glauben, in der die Idee des göttlichen fehlte. Daneben fehlte auch jegliche Metaphysik. Das bedeutet dass die Natur die beseelte beschreibt und durch Naturereignisse mit dem Menschen kommuniziert. Um es am Rande vielleicht verständlich zu machen: Die Metaphysik beschreibt eine philosophische Grunddisziplin, in der die Ursachen, Sinn und Zweck der gesamten Realität, der Existenz, ver- sucht wird zu beschreiben. Diese Methodik wird im Animismus nicht angewandt. In der staatlichen Gesellschaft wird nun mit Hilfe von neuen Mythenschreibungen das entstandene Mehrprodukt rechtfertigt und die Gesellschaft mit den Zikkurat-Tempeln und weiteren überdimensionalen Statuen etc. beeindruckt. Das Mehrprodukt definiert nichts anderes als den Überschuss, der über das zum Leben notwendige der Priesterklasse legimitiert werden konnte. Demnach beschreibt die Religion, bei Schaffung der staatlichen Organisationsform, die eigentliche Grundlage und das Wesentliche Element. Um die neue Ideenlehre von herrschenden Göttern zu etablieren, wurde die Muttergöttin „Innana“ mythologisch unterworfen. Da dies jedoch nicht allein ausreichte, erschuf man im Anschluss die Ehe; entwickelte den Mythos, dass die Frau Maß hinaus produziert wird. Anstelle der Naturreligionen, werden neue herrschende Götter erfunden, wodurch man die Unterwerfung erzielte und gleichzeitig den Animismus so verdrängte. Eine neue, auf Mythologien aufbauende Religion war insbesondere darum notwendig, damit das ideologische System der herrschenden, unterdrückenden Klasse; aus der Rippe des Mannes erschaffen wurde, um die Frau dem Manne zu unterwerfen. Die wurde später auch von den Nahost- Religionen (Islam, Christentum usw.) übernommen. Man kann darum davon ausgehen, dass der Fall der Frau in diesen mythologischen Darlegungen begann. 61 Fortsetzung folgt Tebax 2011 STÊRKA CİWAN P O L İ T İ Q U E La proclamation de l’autonomie démocratique Ali HAYIRLI “Les kurdes ont réalisé une victoire historique malgré une campagne inéquitable et non transparente. Le score réalisé par les candidats indépendants est un sérieux coup porté aux politiques d’extermination et de négation de l’AKP” Tebax 2011 Une victoire historique des kurdes Le parti de la justice et du développement ( AKP), qui a obtenu cinquante pour cent des voix des électeurs lors des élections du 12 juin, n’a pas obtenu la majorité des deux tiers (367 députés) pour réviser la constitution et n’a pas atteint le nombre de 330 élues pour demander la tenue d’un référendum. Les islamistes (AKP) ont vu une diminution du nombre de leurs parlementaires malgré une hausse des voix. Le nombre de voix obtenu par les islamistes modérés est inférieur à celui du référendum du 12 septembre 2010 mais supérieur aux élections de 2007. Cette situation oblige les islamistes à négocier avec les autres partis pour la création de la nouvelle constitution. Le parti de la justice et du développement (AKP) voulait éviter à tout prix une coalition avec les autres partis. Les plans du gouvernement de l’AKP sont tombés à l’eau après la proclamation des résultats. Les ultranationalistes ( MHP) ont également subi une diminution du nombre de leurs voix et de leurs élus. Les tentatives des islamistes modérés pour pousser le MHP sous le seuil des 10% pour récupérer leurs sièges ont échoué. Le CHP a réalisé une légère hausse au niveau des voix et du nombre de ses députés. Le CHP dont le leader est originaire de Dersim a raflé les deux sièges de cette région qui est le symbole de la résistance kurde. Les candidats indépendants soutenus par le BDP sont les véritables vainqueurs 62 de ces élections car ils ont réalisé une hausse significative du nombre de leurs voix et de leurs députés. Les kurdes ont réalisé une victoire historique malgré une campagne inéquitable et non transparente. Le score réalisé par les candidats indépendants est un sérieux coup porté aux politiques d’extermination et de négation de l’AKP. Au mois d’avril, le haut conseil électoral ( YSK) à la solde de l’AKP avait refusé de valider les candidatures de sept candidats soutenus par le BDP. La colère de la population kurde avait poussé le YSK à revenir sur sa décision. Après la proclamation des résultats, le gouvernement de l’AKP a reproduit un complot semblable en demandant à ses juges de refuser de libérer les candidats kurdes élus par la population et en ordonnant au YSK d’invalider l’élection d’Hatip Dicle. Les députés kurdes boycottent le parlement turc pour protester contre ce complot organisé par le gouvernement de l’AKP. Les islamistes modérés ne se sont pas limités à maintenir en prison les députés kurdes car ils ont également usurpé le siège du député kurde Hatip Dicle. Le siège de ce dernier a été attribué à une candidate du parti de la justice et du développement (AKP). L’invalidation de l’élection de Hatip Dicle équivaut à l’usurpation des voix de 85 milles personnes. Ce complot tendu par le gouvernement turc aux élus du peuple kurde montre l’intolérance STÊRKA CİWAN de l’état turc à la victoire des candidats indépendants kurdes. Le BDP a affirmé que le boycotte se poursuivra tant que le gouvernement de l’AKP n’aura pas entrepris des actions concrètes pour remédier à cette injustice. Les pourparlers entre le BDP et le gouvernement turc pour trouver une solution commune à cette crise ont échoué. Le gouvernement turc tente de saboter par tous les moyens la volonté du peuple kurde de trouver une solution politique à ce conflit et d’exclure les kurdes de la création de la nouvelle constitution. Le 14 juillet : proclamation de l’autonomie démocratique Le 14 juillet 1982, les cadres dirigeants du PKK emprisonnés dans la prison de Diyarbekir débutaient la grande résistance kurde en entamant une grève de la faim jusqu’à la mort. La date du 14 juillet, considéré comme le symbole de la résistance, a été choisie par le Congrès pour une Société Démocratique ( DTK) pour proclamer officiellement l’autonomie démocratique du Kurdistan du nord. Le président kurde Abdullah Öcalan est l’architecte de ce système démocratique qui permet aux différentes couches de la société de prendre un rôle très actif dans la vie politique. La proclamation de l’autonomie démocratique est une première étape dans le processus de la résolution de la question kurde. Ce système politique est débattu depuis des années par les intellectuels kurdes et turcs. Les approches violentes de l’état turc ont poussé les kurdes à proclamer l’autonomie démocratique pour résoudre de manière pacifique la question kurde. Il est important que la communauté internationale reconnaisse ce statut politique des kurdes pour faciliter la re- connaissance de l’autonomie démocratique par l’état turc. Il est certain que l’état turc refusera par tous les moyens de reconnaître la volonté du peuple kurde. Les kurdes doivent mettre en place leurs différentes instances (politiques, économiques, sociales,…) pour pouvoir concrétiser l’autonomie démocratique. La politique du sang Le 14 juillet, les kurdes s’apprêtaient à célébrer la proclamation de l’autonomie démocratique mais la nouvelle de violents affrontements entre les combattants kurdes et l’armée turque jetait l’ombre sur les célébrations. Le gouvernement turc menait depuis plusieurs semaines d’importantes opérations contre les combattants kurdes qui respectaient scrupuleusement le cessez-le- feu unilatéral. Ces opérations de l’armée turque étaient destinées à saboter la proclamation de l’autonomie démocratique et à empêcher la résolution politique de la question kurde. Ces attaques de l’état turc ont pour objectif de briser la volonté du peuple kurde de résoudre pacifiquement la question kurde après la victoire des candidats indépendants. L’état turc a envoyé volontairement ses soldats à la mort pour jeter l’ombre sur la proclamation de l’autonomie démocratique et briser la volonté politique du peuple kurde. Le gouvernement turc qui est le véritable responsable de ces morts tente d’imputer la mort 63 de ces soldats au BDP. Il est important qu’une enquête soit menée pour déterminer les véritables responsables de ces morts car de nombreux points d’interrogations subsistent. Les protecteurs de village témoins des affrontements ont affirmé que les forces aériennes turques ont bombardé la zone des combats. Ces frappes aériennes expliqueraient le nombre élevé de morts durant ces combats. Les propos du ministre de l’intérieur turc en disent long sur les véritables causes de la mort de ces jeunes. Dans le passé, l’état turc avait envoyé ses propres soldats à la mort pour détruire les espoirs d’une paix et d’une résolution pacifique de la question kurde. En général, l’état turc entreprend une opération de grande envergure contre les bases de la guérilla après avoir mobiliser les sentiments nationalistes de la population. Dans certaines villes, la population kurde est devenue la cible des ultranationalistes turcs après les déclarations des membres du gouvernement. Espérons que le gouvernement turc arrêtera ses opérations militaires durant le mois du Ramadan. *** Tebax 2011 STÊRKA CİWAN Tebax 2011 64 :) :) Mizah