ankara çiğdemi

Transkript

ankara çiğdemi
______________ Ankaralı Gezginler Bülteni _______________
ANKARA ÇĐĞDEMĐ
Sayı: 14, Ekim 2011
Sayı: 13, Temmuz 2011
Dünyadan; Komşuda Dört Gün
Türkiye’den: Ruhaniyetli Kent Bursa
Tadı Damağımda: O Yakadan Bu Yakaya
Gez/Oku, Gez/Dinle…
Ankara/Ankara
Đçindekiler
3- EDİTÖRDEN “Timur Özkan”
4- KISA/KISA; Ankara’dan ve Grubumuzdan Haberler
7- GEZ/DİNLE: Gunef “Belkıs Ceyla Çetinsoy”
8- ÜYELERİMİZ “Duygu Demirayak Çeviker”
< 10- OBJEKTİF “Hülya Aybek”
11- TÜRKİYE’DEN; Bursa “Timur Özkan”
13- DÜNYADAN; Ermenistan “Arzu Özgen”
16- TADI DAMAĞIMDA: İki Yakadan “Erdem Engin”
17- GEZ/YAZ “İbrahim Berksoy, Gülcan Acar”
17- ANKARA KÜTÜPHANESİ “Abdullah Turhal, Timur Özkan”
18- ANKARA/ANKARA; Ankara 1923
19- DİZELERDEN “Cemal Süreya”
Kapak: Ankara Keçisi
Naumann (Sayfa 152) 1893
.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ
ANKARALI GEZGİNLER BÜLTENİ
Ankaralı Gezginler elektronik iletişim grubu tarafından yayınlanır. Ücretsizdir.
Burada yayınlanan yazı, haber, fotoğraf, resim vb kaynak gösterilerek ve
sahiplerinden izin alınarak kullanılabilir.
Editör: Timur Özkan, [email protected]
http://groups.yahoo.com/group/ankaraligezginler
[email protected]
ANKARA ÇĐĞDEMĐ hakkındaki her türlü görüş, eleştiri ve önerilerinizi, bültenimizde yayımlanmasını istediğiniz
etkinlik haberlerinizi ve de Ankara’dan, Türkiye’den Dünya’dan gezi yazılarınızı [email protected]
adresine bekliyoruz.
◙
ANKARA ÇĐĞDEMĐ 'nin önceki sayılarını; grubumuzun ana sayfasındaki Files'dan E-dergi "Ankara Çiğdemi"
klasörünü veya http://groups.yahoo.com/group/ankaraligezginler/files/%20EDergi%20%20%22Ankara%20Cigdemi%22/ adresinden ilgilendiğiniz sayıyı tıklayarak okuyabilirsiniz. Eğer
açılmıyorsa dosya adı üzerinde sağ klikle Yeni Pencerede Aç yapabilir, bilgisayarınıza indirmek için aynı şekilde
sağ klikle Hedefi Farklı Kaydet, yazdırmak için ise Hedefi Yazdır fonksiyonlarını kullanabilirsiniz.
◙
Bültenlerimiz dergi formatında tasarlandığından booklet olarak baskı alırsanız,
20 sayfalık bir dergi olarak okuyabilirsiniz.
◙
Ankara Çiğdemi’nin tüm sayılarını, medya destekçimiz www.fotogezgin.com sitesinden de takip edebilirsiniz…
Editörden ______________________Timur ÖZKAN
[email protected]
Ankaralı Gezginler Grubu’nun değerli üyeleri;
ANKARA ÇİĞDEMİ, 14. sayısına ulaştı. İlk sayıdan bu yana, geniş bir katılımla hazırlamaya özen gösterdiğimiz
bültenimizin bu sayısında da, birçok üyemizin emeği var. Öncelikle katkı yapan tüm üyelerimize en içten
teşekkürlerimi sunarım.
Her zaman olduğu gibi Ankara’dan ve grubumuzdan kısa haberlerle başlayan bu sayımızın “Üyelerimiz”
sayfalarında, bir süre önce Gezginler Kulübü’nün düzenlediği 3. Geleneksel Evliya Çelebi Gezi Yazısı
yarışmasında, “Jüri Özel Ödülü” alan “Duygu Demirayak Çeviker” ile yaptığımız söyleşi yer alıyor.
Hatırlayacağınız gibi aynı yarışmada ikinci olan Onur Ataoğlu’nu geçen sayımızda, teşvik ödülü alan Mehmet
Fatih Koca’yı ise 9. sayımızda tanıtmıştık. “Objektif” sayfalarımızın bu sayıdaki konuğu ise, ilginç denemelerini
ABD’den gönderen üyemiz “Hülya Aybek”.
Bu sayının gezi yazılarına gelince; Arzu Özgen “Ermenistan” izlenimlerini bizlerle paylaşırken Türkiye
sayfalarımızda Timur Özkan “Bursa”yı yazdı. Bu arada, sırası gelmişken belirtelim, 12. sayımızda yayınladığımız
ve olaylar başlamadan kısa bir süre önce bu ülkeyi gezen Olcay Özgen ve Nedim Ozan Tekin’in hazırladığı
“İktidarının 41. Yılında Kaddafi’nin Libya’sı” adlı dosyamız çok ilgi gördü. Kaçıranlar, grup sayfalarımızdan Ankara
Çiğdemi dosyası altında, 12. sayıyı tıklayarak bu ilginç dosyayı okuyabilirler.
Dergimizin sürekli köşelerinden; Belkıs Ceyla Çetinsoy’un hazırladığı “Gez/Dinle”de, Gülcan Altan’ın “Kafkasya”
ezgilerini ve Erdem Engin’in hazırladığı “Tadı Damağımda”da bu defa “Ege’nin İki Yakası”nın ilginç tatlarını
keşfediyoruz.
Diğer sürekli köşelerinden Gez/Yaz’da ise, iki değerli üyemizin yeni yayınlanan iki kitabına yer verdik. Gülcan
Acar’ın “Safranbolu’da Zamanın Renkleri” adlı kitabı Karabük Valiliği, İbrahim Berksoy’un “Gezginin Poetikası”
adlı kitabı ise Kurgu Kültür Merkezi tarafından yayınlandı.
Ankara Kütüphanemizde de bu yıl raflara çıkan iki yeni kitap yer aldı, bu köşemizde; Abdullah Turhal’ın “Ankara
1402” ve Timur Özkan’ın “Ankara Çiğdemi” adlı kitaplarını tanıtıyoruz.
Ankara/Ankara sayfamızda ver verdiğimiz ve Feridun Kandemir’in 1923 Ankara’sını anlattığı yazıyı da ilgiyle
okuyacağınıza inanıyoruz. Ankara Çiğdemi’nin 14. sayısı, Cemal Süreya’nın Ankara’yı anlattığı “Oteller, Hanlar
Hamamlar için Sürekli Şiir” adlı dizeleriyle sona eriyor.
Sevgili gezginler gerek bu sayı hakkındaki görüş ve eleştirilerinizi gerekse bundan sonraki sayılar için önerilerinizi
grup üzerinden veya [email protected] adresine yazarak iletebilirseniz memnun oluruz. Ayrıca bültenimizin
bundan sonraki sayılarında yer almasını istediğiniz kişisel etkinlik haberlerinizi ve daha önce yayımlanmamış
Dünyadan, Türkiye'den, Ankara'dan gezi yazılarınızı da aynı adrese bekliyoruz...
1 Ocak’ta yayınlanacak 15. sayımızda buluşmak üzere, hoşça kalın…
Kısa/Kısa ______________________________________________
Türkiye’nin Dünya Kültür
Mirası 10 oldu…
İnanılır gibi değil…
Hürriyet Ankara'dan:
Paris’te toplanan, UNESCO
Dünya Mirası Komitesi,
Edirne Selimiye Camii ve
Külliyesi’nin Dünya Mirası
Listesi’ne girmesine karar verdi.
Edirne’nin listeye girmek için
gerekli bütün özelliklere sahip
olduğu ve koruma durumuyla
ilgili olarak alınmış önlemlerin de
yerinde olduğu belirtilen öneri
raporunda, Selimiye Külliyesi,
Mimar Sinan’ın yaratıcı
dehasının en yüksek ifadesi
olarak nitelendirildi.
Böylece Türkiye’deki UNESCO
Dünya Mirası varlıkları sayısı
9’dan 10’a çıkarken, aynı
toplantıda Kolombiya (Kahve
ekim alanı), Sudan (Mereo
Adası), Ürdün (Vadi Rum),
İtalya (Lombard Alanı) ve
Almanya’dan (Fagus Fabrikası),
seçilen beş yeni varlıkla birlikte
dünyadaki toplam UNESCO
Mirası varlığı sayısı 936’ya
ulaştı.
3 kentimiz daha 'yavaşladı'
Polonya''da düzenlenen Yavaş
Şehirler" "Cittaslow" Genel
Kurulunda Akyaka (Muğla),
Yenipazar (Aydın), Gökçeada
(Çanakkale). İzmir'in
Seferihisar ilçesinin ardından
Cittaslow ağına kabul edildi.
Böylece Türkiye’nin ilk yavaş
şehri Seferihisar’la birlikte dört
şehrimiz salyangoz amblemine
sahip olurken dünya genelinde
18 ülkeden 120 yavaş şehir
bulunuyor.
Orta Doğu Teknik Üniversitesi
(ODTÜ) Enformatik Enstitüsü
bünyesinde kurulan University
Ranking by Academic
Performance (URAP) Araştırma
Laboratuarının, “Üniversiteler
2011 Yılı Akademik Performansa
Dayalı Başarı Sıralama” listesi
açıklandı.
Türkiye’deki 125 üniversitenin,
“Makale sayısı, öğretim üyesi
başına düşen makale sayısı, atıf
sayısı, öğretim üyesi başına
düşen atıf sayısı, toplam
bilimsel döküman sayısı, öğretim
üyesi başına düşen toplam
bilimsel döküman sayısı,
doktora öğrenci sayısı, doktora
öğrenci oranı, öğretim üyesi
başına düşen öğrenci sayısı”
olmak üzere toplam 9 kritere
göre en yüksek puanı
Hacettepe Üniversitesi alarak
listenin zirvesin yerleşti.
Hacettepe’nin ardından
ODTÜ 2., İstanbul Üniversitesi d
e 3. oldu. Ankara
Üniversitesi 4.,Gazi
Üniversitesi 5., Ege Üniversitesi
6., Gebze Yüksek Teknoloji
Enstitüsü 7., İstanbul Teknik
Üniversitesi 8., Atatürk
Üniversitesi 9., Erciyes
Üniversitesi 10., Bilkent
Üniversitesi 11., İzmir
Yüksek Teknoloji
Enstitüsü 12., Boğaziçi
Üniversitesi 13., Sabancı
Üniversitesi 14., Dokuz Eylül
Üniversitesi 15., Ondokuz Mayıs
Üniversitesi 16., Çukurova
Üniversitesi 17., Akdeniz
Üniversitesi 18., Fırat
Üniversitesi 19., Başkent
Üniversitesi 20. sırada yer aldı.
M. Cengiz Tümer’in fotoğraf
sergisi
Grubumuz üyelerinden M.
Cengiz Tümer, “Sırt Çantamdaki
Avrupa" adlı fotoğraf sergisiyle,
Urla Belediyesi ve Urla Sanat
Gönüllüleri tarafından 6-23
Temmuz tarihleri arasında
düzenlenen 2. Urla Sanat
Gecelerine katıldı…
Ankara dördüncü kez
Türkiye’nin en yaşanabilir
kenti seçildi…
CNBC-e Business dergisi
tarafından her yıl düzenlenen ve
kentlerin 28 farklı kritere göre
değerlendirildiği “Türkiye’nin
Yaşanabilir Kentleri”
araştırmasında; Ankara
dördüncü kez birinci oldu.
Ankara ekonomi ve eğitim
verileriyle Türkiye’nin en
gelişmiş, sağlık altyapısıyla da
ikinci en gelişmiş kenti olurken.
Kültür sanat verileriyle ise
dördüncü sırada yer aldı ve bu
yıl 59 puan toplayarak, en yakın
rakibi Antalya’ya 4.7 puan fark
attı.
İşte ilk 10: 1 Ankara, 2 Antalya, 3
Eskişehir, 4 Trabzon, 5 Isparta, 6
İstanbul, 7 Bolu, 8 İzmir, 9 Artvin,
10 Sinop
Ankaralı Gezginler yazmaya
devam ediyor…
Ankaralı gezginler gezmeye ve
yazmaya devam ediyor. Bu
dönemde; Hürriyet Seyahat
ekinde yayımlanan Yılmaz
Uluser‘in “Norveç’in en güzel
fiyordu Sogneyford” (25
Temmuz) ve İsmet
İnce’nin “Yeryüzünün en Büyük
Su Gösterisi; Viktorya Şelaleleri”
(5 Eylül) başlıklı yazılarından
başka, Memlekent derginsin bu
yaz yayınlanan 10. sayısında,
üyelerimizden Anastasios
Zimbiridiakis, Metin Denizmen ve
Timur Özkan çeşitli Yunan
Adalarını yazdılar.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 14, Ekim 2011)
Hece dergisi “Gezi” özel sayısı
Evliya Çelebi’nin Seyahatname
Sergisi…
British Council Türkiye Ofisi’nin
gezici olarak düzenlediği; “Evliya
Çelebi'nin Seyahatname
Sergisi”, Türkiye'nin birçok ilini
ziyaret ettikten sonra, 10 -18
Eylül 2011 tarihlerinde bir kez
daha Ankara’da açıldı.
Panora AVM’de düzenlenen
sergiyi gezen üyemiz Onur
Ataoğlu izlenimlerini grupla şöyle
paylaştı:
Aylık edebiyat dergisi, Hece,
yılda iki kez yayınladığı özel
sayılarının sonuncusunu
“Gezi”ye ayırdı. Dünden Bugüne
Gezi, Gezi Edebiyatı ve Dili,
Gezginler ve Gezileri,
Gezginlerin İzleri adlı
bölümlerden oluşan özel sayı
kapsamlı bir kaynakçayla son
eriyor. www.hece.com.tr
Ulucanlar Cezaevi “müze”
oldu…
1925’de kurulan ve 2006 yılına
kadar, aralarında birçok aydının
ve politikacının da yer aldığı
tutuklu ve hükümlerin yattığı
Ulucanlar Merkez Kapalı
Cezaevi; müze, kültür ve sanat
merkezi olarak yeniden
düzenlenerek açıldı.
Bülent Ecevit, Osman Bölükbaşı,
Nazım Hikmet, Necip Fazıl,
Deniz Gezmiş ve Muhsin
Yazıcıoğlu gibi ünlü isimlerin
kaldığı koğuşlarda şimdi bu
kişilere ait eşyalar sergilenmeye
başladı,
Türkiye'nin ilk Cezaevi Müzesi
olan Ulucanlar’da ayrıca bir
Ankara Kent Müzesi’nin de
açılması bekleniyor.
Yazıyı okumasanız da, yazının
sonundaki bağlantıdan
Anadolu'nun 100 yıl önceki
fotoğraflarını incelemenizi
şiddetle tavsiye ederim.
İkincisi, Danimarkalı
ressam/gezgin Melchior Lorcke.
Lorcke, Türkiye'yi gezmekle
kalmamış (evet, Türkiye; 16.
yüzyılda İstanbul'a gelen Lorcke,
ülkeden Osmanlı İmparatorluğu
olarak değil, Tyrkert olarak
bahsetmiş) beş yıl kaldığı
İstanbul'da çok güzel tahta baskı
resimler yapmış:
http://onurataoglu.blogspot.com/
2008/07/jflgkjdfklj.html
http://onurataoglu.blogspot.com/
2008/09/kopenhag-mzelerindensanat-esintileri.html
Dün Panora'daki Evliya Çelebi Book of Travels sergisini ziyaret
ettim. Serginin konsepti sadece
Evliya Çelebi değil, gezginlik
kültürü, gezginlik sayesinde 16.
yüzyıldan bu yana milletler arası
gerçekleşen kültür (ve hatta
teknoloji) alışverişi idi. British
Concil tarafından "derlendiği"
için, daha çok Evliya Çelebi'nin
Mısır ve Viyana izlenimleri ile
(işin içinde Evliya Çelebi olmasa
da), Osmanlı ve Britanya
İmparatorlukları arasındaki
ilişkilerden de bahsediliyordu. Bu
bağlamda, Avrupa'dan (özellikle
İngiltere'den) Osmanlı
İmparatorluğu'na gelen önemli
gezginlerin izlenimlerine de yer
verilmiş (İstanbul'dan Londra'ya
çiçek aşısını götüren Lady Mary,
Thomas Dallam, Thomas
Coryote vb)
Sağlam bir konu bütünselliği
olmasa da, vakti olanlara sergiyi
gezmelerini ve seyyahlıkla ilgili
sunuları görmelerini tavsiye
ederim. Sergiye dâhil olmayan,
Osmanlı İmparatorluğu'nu ziyaret
eden iki önemli Avrupalı gezginle
ilgili yazılarımı da paylaşmak
isterim. İlki bir İngiliz (Arabistanlı
Lawrence ile benzer bir misyonu
taşıdığı için British Council
sergide bahsetmek istememiş
olabilir), Gertrude Bell:
http://onurataoglu.blogspot.com/
search/label/harita
Şennur Demirer’i kaybettik
Grubumuz üyelerinden
Filolog ve Fotoğraf Sanatçısı
Şennur Demirer’i (19612011) 19 Eylül‘de kaybettik.
Yakalandığı amansız
hastalıktan kurtulamayarak
çok erken kaybettiğimiz
değerli üyemizin ailesine,
yakınlarına ve tüm
üyelerimize başsağlığı
diliyoruz.
ANKARA ÇİĞDEMİ
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 14, Ekim 2011)
Đkinci Yurtdışı Sergimiz Moskova’da Açıldı;
SENĐN GĐBĐSĐ YOK… TÜRKĐYE!
“RTİB Rus Türk İşadamları Birliği” ve Ankaralı Gezginler Grubu tarafından düzenlenen
“Senin Gibisi Yok… Türkiye” Sergisi, 23 Eylül 2011 tarihinde Moskova’da açıldı…
Merkezi Moskova’da bulunan, Rus Türk İşadamları Birliği (RTIB) ile birlikte ve Türkiye’nin doğal ve tarihi
zenginliklerinin tanıtılması amacıyla düzenlediğimiz “Senin Gibisi Yok… Türkiye” Fotoğraf Sergisi 23
Eylül 2011 tarihinde açıldı. Grubumuz üyelerinden 38 fotoğrafçıya ait toplam 60 fotoğrafın yer aldığı sergi
birer hafta süreyle, Moskova’nın iki ayrı alışveriş merkezinde ziyaret edilebilecek.
Metroplis AVM’de düzenlenen açılış kokteylinde; önce RTİB Başkanı,
sonra büyükelçi ve bir
milletvekilinin kısa konuşmalarını takiben Başkan Ali Tunç Can, Büyükelçi Aydın Sezgin ve milletvekilleri
Salih Kapusuz ve Yalçın Akdoğan hep birlikte kurdeleyi kestiler. Daha sonra sergi gezildi ve bu
fotoğrafların mutlaka başka etkinliklerde de değerlendirilmesinin ve güzel bir Türkçe müzik eşliğinde
hazırlanacak foto-sunumun RTİB’in sitesine konularak diğer Türk/ Rus sitelerinden de link verilmesinin
faydalı olacağı dile getirildi.
Ayrıca, sergiyi gezenlere verilmek üzere bastırılan ve sergi fotoğraflarından oluşan katalogumuz çok ilgi
gördü. Katalog, büyükelçilik, turizm müşavirliği, RTİB merkezi vb kuruluşlarda dağıtılmaya devam edecek.
Bu sergideki sponsorlarımız;
Rusya’da faal, Megaron Đnşaat firmasının sahibi ve RTĐB Yönetim Kurulu Üyesi Semih Altındağ’a,
Megaron Facilities firmasının genel müdürü Kayhan Öztürk’e, Altem Đnşaat firmasının sahibi Hüseyin Altun’a,
Tivoli Medya firmasının sahibi Adil Işık’a, Metroplis AVM Müdürü Efe Baner’e ve Arkadia AVM Müdürü
Sebahattin Yavuz’a teşekkür ederiz.
ANKARALI GEZGĐNLER GRUBU
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 14, Ekim 2011)
Hazırlıkları devam eden sergilerimiz;
Tarihte Ankara
Bu yıl 75. kuruluş yıldönümün
kutlayan Ankara Üniversitesi’nin
Dil ve Tarih Coğrafya
Fakültesi’nin bu vesileyle 25-26
Ekim tarihlerinde düzenleyeceği
“Tarihte Ankara” Sempozyumu
kapsamında hazırlandığımız
“Tarihte Ankara” temalı fotoğraf
sergisi de aynı tarihlerde
DTCF’nin Farabi Salonu
fuayesinde gerçekleştirilecek.
MTA Doğa Tarihi Müzesi’ndeki
fosillerden ve Anadolu
Medeniyetleri Müzesi’ndeki
çeşitli tarihi objelerden
başlayarak, Ankara’nın tüm
evrelerine ait günümüze ulaşan
eserlerinden örneklerin yer
alacağı bu sergi, Galat, Frig,
Selçuklu, Ahi, Osmanlı ve
Cumhuriyet Ankara’sına ait
eserlerden günümüz Ankara’sına
kadar uzanacak ve bu
kapsamıyla bir “ilk “ olacak.
Koordinatörlüğü’nü Timur
Özkan’ın yaptığı, Seçici
Kurul’unda Belgin
Samurkaşoğlu, Emel Aşkın,
Haluk Sargın, Murat Özsoy,
Necati Ekmekçoğlu ve Olcay
Özgen’in görev aldığı sergide 25
civarında üyemizin 60 fotoğrafı
sergilenecek.
6. Geleneksel Ankaralı
Gezginler
Koordinatörlüğü’nü Emel
Aşkın’ın yaptığı, Seçici
Kurul’unda Ahmet Yay, Olcay
Özgen ve Vedat Biner’in görev
aldığı 6. Geleneksel fotoğraf
sergimiz 4-22 Kasım tarihleri
arasında Çankaya Belediyesi
Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde
düzenlenecek.
Son başvuru tarihi 30 Eylül 2011
olarak belirlenen serginin seçici
kurulu, 1 Ekim’de toplanarak,
sergilenecek fotoğrafları
belirleyecek.
Her yıl olduğu gibi bu yılda
sergilenen fotoğraflarından
hazırlanacak masa
takvimlerimiz, LÖSEV yararına
satışa çıkarılacak.
Gez/Dinle
Belkıs Ceyla ÇETĐNSOY [email protected]
GUNEF
Gülcan Altan
Kafkasya Halklarının Yürekten Gelen Işığı
Ülkemizden bir sanatçının seslendirdiği Çerkez Müziği ile
karşınızdayım bu sayıda. Kaybolmaya yüz tutmuş, alfabesi
olmadığından Kiril Alfabesiyle yazılan Adige ve Abhaz dillerinde
söylenen şarkılar dinleyeceğiz. Neşe, hüzün ve özlemi dile getiren
sözler, etnik çalgı aletleriyle harmanlanmış ve caz tadında bir
albüm çıkmış karşımıza. Kendisini “dünyalı bir müzisyen” olarak
tanımlayan, Portekiz’den Kafkasya’ya uzanan geniş bir repertuara
sahip olan Gülcan Altan; konservatuar mezunu olup Đstanbul
Gelişim Orkestrası, Vedat Sakman, Alpay ve Melike Demirağ ile
çalışmış. Gunef ilk albümü olmayıp, daha önce birisi ortak olmak
üzere iki albüm çıkarmış.
http://adamusic.com.tr/sanatci/78/gulcan_altan/AnaSayfa
Albüm her yönüyle profesyonel bir ekip çalışmasının ürünü olup;
tanıdık batı ve doğu çalgılarının yanında, üç telli Kafkas bağlaması
panduri, bildiğimiz akordeonun kardeşi garmon ve koltukaltı
davulu tabir edilen bizim davulun elle çalınanı doli gibi otantik
çalgılar da kullanılmış. Ambalajından çıkan ve masalsı bir estetiğe
sahip kitapçık ise özenle hazırlanmış. Her parçanın dilimize çevirisi
yapılmış. Görsel tasarımcısına ait web sitesine bakınca
yorumlarıma hak vereceksiniz:
http://cerenaksungur.com/1691219/Gunef-by-G-lcan-Altan
“Gunef”, Çerkezcede yürekten gelen ışık demekmiş. Kalbin
derinliklerinden gelen sevgiyi, iyiliği ve ışığı anlatıyormuş.
“Azamat” ve “Sinane” ile coşkuya kapılıp dans edecek, “Gum Yi
Wored” ile Nart mitolojisine uzanacak, sürgünü anlatan “Đstanbul
Yolu” anlamına gelen ağıt Yistanbulako ile yurtlarını terk etmek
zorunda kalanların, ailelerini kaybedenlerin acısını
hissedeceksiniz, ama kesinlikle bu albümü dinlemekten keyif
alacaksınız.
Albümü dinleyip, satın alabileceğiniz adres:
http://adamusic.com.tr/SAlbumGoster.aspx?SanatciID=78&AlbumI
D=356
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 14, Ekim 2011)
Üyelerimiz
Duygu Demirayak ÇEVĐKER
[email protected]
GEZMEK BENİM İÇİN BİR TUTKU…
Duygu Demirayak Çeviker’i Gezgin Gözüyle serisinden çıkan kitaplarımızla tanımıştık. Daha
sonra bazı gazete ve dergilerde çıkan gezi yazılarını okuduk. Son olarak Gezginler Kulübü’nün
düzenlediği "Evliya Çelebi Gezi Yazısı Yarışması"nda "Jüri Özel Ödülü geldi. Önce sizi biraz
tanıyalım, Duygu Demirayak Çeviker kimdir? Ne iş yapar? Neden gezer? Gezmekten ne anlar?
1996 yılında ODTU Mimarlık Fakültesi'nden mezun oldum. 2007 yılına kadar SFMM Mimarlıkta Mimar
Erkut Şahinbaş'la birlikte çalışma şansına sahip oldum. Aslında bana gezme fikrini aşılayan da
kendisidir. Daha önceleri tatil deyince aklıma Paris ya da Roma'ya gitmek gelirken, O bambaşka bir
dünya açtı önüme. "Biliyor musunuz, Kenya'ya bile gitmiş, vayyyy" diye imrenerek anlatırdım
arkadaşlarıma hikâyelerini. 2007 yılında oğlum doğduktan sonra serbest çalışmaya başladım. Tabii bu
bana istediğim zaman, gidebilme özgürlüğü verirken, diğer yandan da tatil süremin bir hayli
kısalmasına sebep oldu. Gidiş ne kadar uzun sürerse sürsün en geç bir hafta sonra eve dönüyorum
artık. Neyse ki nasıl Erkut Bey benim kanıma girdiyse, ben de oğlumun kanına girdim galiba. Birkaç ay
bir yere gitmezse ne zaman tatile gidiyoruz diye sormaya başlıyor, İtalya, Fransa diye sayıklıyor daha
şimdiden.
Gezmek benim için bir tutku. Yaşama sevinci. Sıradan hayatımızın arasına sıkıştırdığımız bu ufacık
kaçamaklar daha mutlu olmamızı sağlıyorsa bundan daha güzel ne olabilir ki?
"Ne kadar yaşadığın değil, nasıl yaşadığın önemli" demişti bir seferinde çok sevdiğim bir büyüğüm.
Geriye dönüp baktığımızda gündelik hayatımız yer etmiyor belleğimizde. Yaşadığımız farklılıklar
aklımızda kalıyor sadece. Yolculuklarsa bence bu farklılığın temeli, onların her biri ayrı birer macera,
heyecan, kısacası hayatın ta kendisi…
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 14, Ekim 2011)
Gideceğiniz
yerleri
nasıl
seçiyorsunuz?
Nereleri
gördünüz ve nereleri görmek
istiyorsunuz? Bundan sonra ilk
geziniz nereye olacak?
Bazen bir resim, bazense bir film
etkiliyor beni. Aslında gerçek
anlamda gezmeye başlamam bir
filmle
başlar.
Leonardo
Di
Caprio'nun oynadığı The Beach
filmiyle… Nerede olduğu hakkında
hiçbir fikrim yoktu ama o adaya
gitmem lazım demiştim kendi
kendime.
İskandinav
ülkeleri
hariç
Avrupa'nın
tamamını,
ABD,
Rusya,
Hindistan,
Ukrayna,
Kazakistan, Tayland, Singapur,
Hong Kong, Fas, Senegal ve
Gambiya'yı gezdim. Vietnem,
Laos
ve
Nepal'se
henüz
görmediğim ama gitmeyi çok
istediğim yerlerden birkaçı. Bir
sonraki gezimse Tanzanya'ya
olacak gibi.
Ankaralı
gezginlerle
nasıl
tanıştınız? Ankaralı olmak sizin
için ne anlam ifade ediyor?
Ankaralı gezginlerin ilk kitabı
sayesinde onlardan haberim oldu.
Kitabı elime alır almaz hemen üye
olmak istemiştim ama işlerimin
yoğunluğu sebebiyle birkaç sene
beklemem gerekti.
Ankara, her ne kadar
olmasam da, benim
Nereye
gidersem
sonunda oraya dönmek
gidiyor.
Ankaralı
yuvam.
gideyim
hoşuma
Gezi gruplarının işlevi hakkında
ne
düşünüyorsunuz?
Bu
bağlamda Ankaralı gezginler
hakkında görüşünüz ve gruptan
beklentileriniz nelerdir?
Gezi grupları aynı heyecanı, aynı
tutkuyu taşıyan bir grup insanın bir
araya
gelerek
tecrübelerini
paylaştıkları bir platform. Ankaralı
gezginlerse bence bu grupların
içinde en başarılı olanlardan biri,
gerek yurtiçindeki, gerekse yurt
dışındaki başarıyla gerçekleştirdiği
sergiler de zaten bunu kanıtlıyor.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 14, Ekim 2011)
Objektif
Hülya AYBEK hulyaaybek @gmail.com
Tabiat Ana Sevince
Tabiat Ana Hastalanınca
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:14, Ekim 2011)
Türkiye’den
Timur ÖZKAN
[email protected]
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:14, Ekim 2011)
RUHANİYETLİ KENT BURSA
Bitinya Kralı 1.Prusias, Roma’ya karşı yıllarca savaştıktan ve en sonunda yenildikten sonra kendisine sığınan
Kartaca Kralı Hannibal ve askerleri için yaptırdığı kentin, zamanla gelişerek, tarihin en büyük
imparatorluklarından birine başkent olacağını bilemezdi. Adını, kurucusu Prusias’ın adının zaman içinde
Bursa’ya dönüşmesinden aldığı rivayet edilen kent, bugün Türkiye’nin dördüncü büyük kenti ve büyükşehir
statüsündeki 16 kentinden biridir.
Trakya’daki Edirne ve İstanbul’u saymazsak, ilk başkent Söğüt’le birlikte Osmanlı’nın Anadolu’daki iki
merkezinden biri olan ve 1335-65 yılları arasında imparatorluğun yönetildiği Bursa, sahip olduğu sayısız tarihi
eseriyle, Osmanlı’nın her döneminde önemli bir kent olduğu gibi bugün de tekstil ve otomotiv başta olmak üzere
Türkiye’nin en önemli sanayi kentlerinden biri olmuştur.
Evliya Çelebi’nin, Seyahatname’sinde “Ruhaniyetli Kent” olarak tanımladığı Bursa, her şeyden önce modern ve
çağdaş bir kent olarak karşımıza çıkıyor. Yüzlerce yıllık Osmanlı mirası eserler, Bursa’nın Tophane, Hanlar
Bölgesi, Yeşil ve Yıldırım semtlerinde yoğunlaşıyor. Kentin sırlarından ayakta kalan bir kısmıyla birlikte kale
girişlerinden Saltanat Kapısı’nın bulunduğu Tophane, Bursa’nın öncelikle gezilen yerlerinden, buradaki kente
yukardan bakan park alanında; İmparatorluğun kurucusu Osman Gazi ve Orhan Gazi’nin türbeleriyle birlikte, II.
Abdülhamit’in tahta çıkışının 29. yıldönümünde açılan 33 metre yüksekliğinde bir saat kulesi de yer alıyor.
Bursa deyince akla gelen ilk yer, 1400 yılında Yıldırım Beyazıt
tarafından yaptırılan Ulu Cami’dir. Sultanın, Niğbolu Savaşı’nı
kazanırsa 20 cami yaptıracağını vaat ettiği ancak kazandıktan sonra
20 kubbeli bu camiyi yaptırmakla yetindiği rivayet edilir.
Kubbelerinden birinin cam olması ve aynı zamanda iç mekâna
aydınlık veren bu cam kubbenin altında yer alan şadırvanıyla olduğu
kadar olağanüstü hat işleriyle ve minberinin ahşap işçiliğiyle de çok
ünlüdür. Hanlar Bölgesi olarak bilinen Ulu Cami’nin çevresindeki
hanlar ve kapalı çarşıların en ünlüsü ve zamanında Bursa’daki ipek
böcekçiliğinin merkezi olan Koza Han’ın avlusundaki çayhaneler,
tarihi merkezdeki gezimize kısa bir mola vermek için ideal bir fırsattır.
Görkemli Taç Kapı’sında girdiğimiz Koza Han’ın üst kapısından
çıktıktan sonra karşımıza tarihi Belediye binası çıkıyor. Bursa’nın en
güzel yapılarından biri olan ve 1879 yılında dönemin valisi Ahmet
Vefik Paşa tarafından yaptırılan bina halen Belediye Meclisi Toplantı
Salonu olarak kullanılıyor. Mimarı bilinmeyen bu görkemli binadan
sonra, hemen yanında bunan ve Bursa’yı ölümsüzleştiren ressam
olarak tanınan Şefik Bursalı’nın adını taşıyan sanat galerisini de
gezebilirsiniz. Bu arada, etraftaki çeşitli bütçelere hitap eden
lokantaların birinde Bursa Mutfağının bir numaralı lezzeti İskender
Kebabı’nı tatmak zamanı da geldi, geçiyor. 19. yüzyıl sonlarında,
Bursalı Mehmet Oğlu İskender Efendi tarafından keşfedildiği için bu adla tanınan İskender’den başka Bursa’nın
diğer meşhur lezzetlerinden kestane şekerini de unutmayalım ve bir sonraki kahve molamızı buna göre
ayarlayalım...
Tophane, Hanlar Bölgesi derken şimdi artık Bursa’nın merkezi, Heykel
Meydanı’na gelmiş bulunuyoruz. Her ne kadar adı Cumhuriyet Meydanı
olsa da halk arasında Heykel olarak anılan meydana adını veren ve
1927’de yapılan Atatürk heykelinin kaidesinde; “Bu Aziz Heykelin
Önünde Duran Türk, Hürmetle Eğil. O Milletini Kurtaran, Cumhuriyeti
Kuran, Âleme Yeni Bir Tarih Yaratan Gazi Mustafa Kemaldir.” yazıyor.
Meydanda bulunan eski Adliye binası Bursa Kent Müzesi olarak
düzenlenerek, bu alanda Türkiye’nin sayılı örneklerinden birine
dönüştürülmüş. Üç katlı binanın bodrum katında; Bursa el sanatları,
zemin katında Bursa’nın binlerce yıllık tarihini, çeşitli fotoğraf, maket ve
orijinal objelerle sistematik biçimde anlatırken, üst katta Yaşam ve Kültürüyle Bursa temalı sergiler düzenleniyor.
Müzenin, mükemmel tasarımını, zemin kattaki şık bir Kent Kahvesi tamamlıyor.
Bursa’nın içinden geçerek, Uludağ’ın sularını Nilüfer Çayı’na taşıyan
Gökdere üzerindeki beş köprüden biri olan Irgandı Köprüsü de
Bursa’nın mutlaka görülmesi gereken yerlerinden. Adını 1442’de
köprüyü yaptıran Irgandılı Ali’nin oğlu Hoca Müslihiddin’in babasından
alan köprü, 1773’deki büyük yangında 1855’deki depremde ve
1922’deki Yunan işgalinde büyük zararlar görmüş, daha sonra uzun bir
süre kaderine terk edilmiş ve nihayet 2004’de restore edilerek kültür
merkezi olarak düzenlenmiş. Bir zamanlar Gökdere’nin iki tarafında
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:14, Ekim 2011)
yaşayan Ermeni ve Türk mahallerini, bugün ise Osmangazi ve Yıldırım ilçelerini birbirine bağlayan köprünün
ana özelliği, üzerindeki dükkânlarıyla dünyadaki sadece beş benzerinden biri olması. İtalya’da iki (Floransa ve
Venedik), Bulgaristan’da (Lafço) ve İngiltere’de (Bath) birer benzeri bulunan köprü üzerindeki dükkânlar şimdi
hat, ebru, tezhip, minyatür, nakış, sedef, çini, ahşap oymacılık, Bursa bıçağı vb geleneksel sanatları yaşatan
ustalara ve öğrencilerine ev sahipliği yapıyor.
Çelebi Sultan Mehmet tarafından yaptırılan ve Timur
yenilgisi sonrası, Osmanlı’nın toparlanmasının bir
göstergesi olarak değerlendirilen Yeşil Külliyesi’nin
medrese kısmı İslam Eserleri Müzesi olarak düzenlenmiş.
Kentin bu kesiminde ilginç bir müze daha var. Otomotiv
endüstrisinin böylesine geliştiği bir kentte bir araba
müzesinin bulunması şaşırtıcı olmamalı. Eski bir ipek
fabrikasında açılan Anadolu Arabaları Müzesi’nde Roma
dönemi savaş arabalarından kağnılara, faytonlardan ilk
yerli otomobillere kadar pek çok araba görülebilir.
Yıldırım Mahallesi’ndeki Yıldırım Beyazıt’ın türbesinin de bulunduğu Yıldırım Külliyesi’nin; medresesi
dispanser, Osmanlı’nın ilk hastanesi kabul edilen Yıldırım Darrüşifası (hastane) ise göz hastanesi olarak
kullanılıyor. Sırada Timurtaş Paşa Külliyesi var. Timurtaş Paşa’nın türbesinden başka bir hamam ve bir
camiden oluşan külliyede, altında bir şadırvanın bulunduğu ve dört sütunun taşıdığı ilginç minare görmeye
değer. Burada tarihi mekanlara biraz ara vererek tekrar kent merkezine dönelim ve Bursa gezimize, üzerinde
nostaljik bir tramvayın çalıştığı Cumhuriyet Caddesi boyunca devam edelim. İnönü Caddesi köşesinden
bindiğimiz tramvay, bizi, yaya bölgesi olarak düzenlenen Cumhuriyet Caddesi boyunca devam eden seferini,
Saraybosna’daki ahşap çeşmenin bir benzerinin bulunduğu Atatürk Caddesi köşesinde bırakıyor. Burası aynı
zamanda, Bursa’nın en ilginç ismine sahip semti Şehreküstü’nün başladığı yerler. Kent merkezine sırtını dönen
bir yamaçta yer aldığı için böyle adlandırılan Şehreküstü’nün turistik bir özelliği yok.
Buradan kuzeye yönelerek, eski garajların yerine inşa edilen Kent Meydan’a ve dolayısıyla Bursa’nın bugününe
dönebilirsiniz ama batıya devamla surların arkasına geçenler, kentin bir başka tarihi bölgesine, Muradiye
semtine ulaşabilirler. Buradaki II. Muradiye Külliyesi’nde, İstanbul başkent olmadan önce, Bursa’da yaşayan
son padişah olan II. Murat’ın yaptırdığı medrese, hamam ve darrüşifadan başka II. Murat’ın ve aralarında Cem
Sultan’ın da bulunduğu bazı şehzadelerin türbeleri ziyaret edilebilir. Muradiye’de ayrıca külliyenin yakınındaki
Şair Ahmet Paşa Medresesi’nde açılan Uluumay Halk Kıyafetleri ve Takıları Müzesi gezilebilir.
II. Murat Külliyesi’nden biraz daha batıda, Çekirge
semtinde ise I. Murat Külliyesi yer alıyor. Çekirge semti
ayrıca, Bursa’yla özdeşleşen önemli bir geleneksel kültürü,
Karagöz ve Hacivat’ı yaşatıyor. Rivayete göre, sürekli
birbirleriyle atışan duvarcı Hacivat ve demirci Karagöz’ün
bu atışmaları, çalıştıkları cami inşaatını yavaşlatınca, bunu
duyan ve kızan dönemin padişahı Orhan Gazi tarafından
idam ettirilirler. Ancak daha sonra bundan pişman olan
padişahın üzüntüsünü, perde arkasındaki mum ışığında bu
ikiliyi canlandıran Şeyh Küşteri unutturacaktır. Böylece
doğan ve günümüze kadar ulaşan bu gelenek, Çekirge
Caddesi üzerinde, Karagöz ve Hacivat’la birlikte, oyunlarda yer alan diğer karakterlerin çini rölyefleriyle
anıtlaştırılmış. Anıtın arkasındaki, Karagöz kurslarının ve gösterilerinin de düzenlendiği Karagöz Evi’nde ise
Metin And’ın 61 parçalık Karagöz figürleri koleksiyonu görülebilir.
Bursa’da gezilecek görülecek daha çok yer var, bir hafta sonuna sığdırabildiğimiz buralar haricinde, Türkiye’nin
4,766 metre uzunluğundaki ilk teleferik hattıyla Uludağ’ın 2543 metrelik zirvesine çıkabilirsiniz. Bursa’nın yakın
çevresinde; Ankara yolundaki Cumalıkızık köyünün 300 yıllık açık hava müzesi atmosferinde Osmanlı
kültürünün, bir başka iyi korunmuş yerleşim yeri olan, Marmara Denizi kıyısındaki Trilye’de (Zeytinbağı) ise
Rum kültürünün izlerini sürebilirsiniz. Adını dünya zeytinyağıyla duyuran Trilye’ye giderken, Osmanlı’dan
bugüne, kenti İstanbul’a bağlayan bir liman olan Mudanya’da; 1922’de, Kurtuluş Savaşı’nı sonlandıran
anlaşmanın imzalandığı Mütareke Evi’ni gezebilirsiniz. Bursa’da ayrıca kendi adını taşıyan gölüyle olduğu kadar
“çini”nin başkenti olarak tanınan İznik’i ve İznik’le birlikte Bursa’nın iki mavi gözünden bir olarak nitelendirilen
Uluabat Gölü’nün kenarındaki Gölyazı’nı da programa almakta fayda var. Bursa’da son olarak, Ankara
yolundaki İnegöl’ün yakınlarında bulunan doğa harikası Oylat Mağarası’nı görebilir, İnegöl’ün meşhur köftesini
tadabilirsiniz.
Otobüsle Ankara’ya dört ve İstanbul’a ise üç saat uzaklıkta bulunan Bursa’ya uçakla ulaşım pek cazip değil.
Gerçi Yenişehir’de bir havaalanı var ve buraya İstanbul’dan bazı uçak seferleri düzenleniyor ama uçuştan önce
havaalanında bekleme ve Yenişehir’e gidiş geliş süreleri de dikkate alındığında, Ankara için Eskişehir’den
yüksek hızlı tren, İstanbul için Mudanya’dan feribot bağlantılı otobüs seferleri çok daha cazip oluyor.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:14, Ekim 2011)
Dünyadan ______________________Arzu Özgen [email protected]
KOMŞUDA DÖRT GÜN
Çok kısa bir sürede planladığımız Ermenistan gezimize uçakla ve sorunsuz bir şekilde ulaştığımız
Tiflis’ten başlıyoruz. Gece yolculuğundan sonra, sabah soğuğunda ve uykusuz bir şekilde Erivan’a
gitmek için sabah kalkacak olan minibüsü beklemek çok eğlenceli olmuyor. Sabah saat 9.30 civarında
başlayan minibüs yolculuğumuz, sınırda verilen vize işlemleri ve Ermenistan’ın Lori bölgesindeki mola
dâhil yaklaşık 5 saat sürüyor. Molada uykusuzluğumuza rağmen Lori’nin çok güzel bir bölge olduğunu
fark ediyoruz. Öğleden sonra 14.30 sularında Erivan’a varıyoruz. Gezimizi her zaman “Lonely Planet”
kitaplarını kullanarak planladığımız için Erivan’da kalacağımız “Envoy Hostel”i de oradan buluyoruz ve
hostele varıp, çantalarımızı fırlatıp derhal şehri biraz keşfe çıkıyoruz. Birkaç dakika içerisinde şehrin
merkezindeyiz ve o gün Pazar yani tatil günü olmasına rağmen çok tenha olduğu hemen dikkatimizi
çekiyor ve şaşırıyoruz ama zaten ülke nüfusu ne kadar ki, sadece 3,3 milyon. Bu tenha şehir merkezini
turlarken ertesi akşam Erivan Müzik Festivali kapsamında Goran Bregoviç konseri olduğunu öğreniyoruz
ve koyu birer hayranı olarak derhal konser biletlerimizi alarak mutlu oluyoruz. Ertesi akşam da Erivan
halkı ile birlikte 2,5 saat süren harika bir konser dinliyoruz, genelde kendi halinde sessiz sakin görünen
Ermenilerin Goran Bregoviç’in ritmik parçalarında oldukça coştukları, yerlerinde duramadıkları ve bu
yönden Türklere çok benzedikleri gözümüzden kaçmıyor.
Erivan’da Goran Bregoviç konserinden sonra en fazla zevk aldığım şeylerden bir tanesi de Maştots
caddesindeki kapalı pazarı gezmek oluyor. Satıcılar birşeyler almanız için gözünüzün içine baksalar da
kesinlikle çok yapışkan davranıp rahatsız etmiyorlar. Burada hemen dikkatimi çeken şey sattıkları
meyve sebzelerin çok taze göründüğü oluyor ve biz de biraz mandalina ve elma alıyoruz. Bu arada,
birgün Erivan’a yolunuz düşerse mutlaka bu pazardan “cevizli sucuk” alıp yemelisiniz, lezzetine
doyamayacaksınız.
Bir Türk olarak Erivan’da görmek isteyeceğiniz yerlerden birisi de “Tsitsernakaberd” yani “Ermeni
Soykırım Müzesi”. Müzeyi gezmeye başlamadan önce nelerle karşılaşacağınızı merak ediyorsunuz,
hatta yine bir Türk olarak biraz geriliyorsunuz ama müze girişinde Türk olduğunuzu öğrendikleri halde
sizi oldukça güleryüzlü bir şekilde karşılayan görevliler üzerinizdeki endişe ve tedirginliği hafifletiyorlar.
Gezmeye başladığımızda en fazla dikkatimizi çeken şey duvarlardaki büyük fotoğrafların altında yapılan
açıklamalardaki dilin oldukça sade ve hiç kimseyi suçlar tarzda olmadığı. Olayların herhangi gereksiz ve
duygusal bir yorum katılmadan olduğu gibi aktarıldığını farkediyoruz. Müze kapanmak üzere olduğu
halde bizi içeri alan görevlilere aynı şekilde güleryüz ve kibarlıkla karşılık vererek dışarı çıkıyoruz.
Burada yeri gelmişken Ermeni halkın Ermenistan’a turist olarak giden Türklere nasıl davrandığına
kısaca değinmek istiyorum çünkü gezi sonrası bizim en sık karşılaştığımız soru “size nasıl davrandılar
peki?” sorusu oldu. İçtenlikle söylemeliyim ki daha önce gittiğim ve gezdiğim ülkeler arasında Türk
olduğumuzu belirttiğimizde bize en sıcak ve yardımsever davranan birkaç milletten birisi Ermeniler oldu.
İletişime çok açık olmaları, çoğunun İngilizce konuşuyor veya en azından anlıyor ve yardıma hazır
olması gezimizi kolaylaştırdı. Pekçok kereler Ermenistan’ı gezme kararımızın çok isabetli olduğunu
düşündüm
.
Erivan’da bulunduğumuz üçüncü gün Ermenistan’ın en büyük ve görkemli manastırı olan Echmiadzin’i
geziyoruz. Erivan’a 21 km uzaklıkta bulunan bu ünlü manastıra şehir merkezinden kalkan bir minibüsle
kolayca gidip dönebiliyorsunuz. Echmiadzin Ermenistan’ın Vatikan’ı olarak biliniyor çünkü burası 180 –
340 yılları arasında Ermenistan’ın başkenti imiş ve Hıristiyanlık tüm Ermenistan’a buradan yayılmış.
Echmiadzin aslında kasabanın adı ama burası Ermenistan’ın en büyük katedrali ile tanınıyor doğal
olarak. Katedral büyük bir park içerisinde ve burada birkaç dini yapı daha bulunuyor. Parka girince
büyük bir heykel ile karşılaşıyorsunuz, bu heykel 2001 yılında Papa II. Jean Paul’ün ziyareti anısına
yapılmış. Park içerisindeki en görkemli yapı sözünü ettiğim Mayr Tachar ana katedrali. Bu katedral 19.
Yüzyılda yapılmış ve giriş kapısının etrafı ve içerideki taş işçiliğine hayran kalıyorsunuz. Bahçede oturup
bir müddet etrafı seyretmek ve gözlemlemek, oradaki havayı solumak insana keyif veriyor.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:14, Ekim 2011)
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:14, Ekim 2011)
Katedralden çıkıp Erivan minibüsüne binmek için cadde boyunca biraz yürüyoruz, karnımız aç olduğu için
yiyecek birşeyler aranmaya başlıyoruz. Çok kalabalık küçük bir dükkân dikkatimizi çekiyor, dükkân bir dolup
bir boşalıyor. Bütün halk burada yediğine göre ucuz ve iyi bir yer olmalı diye düşünüp oraya yöneliyoruz ve bir
bakıyoruz ki lahmacun, çiğ börek tarzı şeyler yapıp satan bir yer. Lahmacuna Ermenilerin de “lahmacun”
dediklerini orada keşfediyoruz ve çoğunluğun lahmacun yediğini görünce biz de lahmacun yemeye karar
veriyoruz, dükkândaki gerek satıcılar, gerek müşteriler bize yer açma konusunda çok yardımcı oluyorlar,
güleryüzlülükleri ve yardımseverlikleri dikkatimizi çekiyor.
Erivan’da kalan zamanımızı şehri genel olarak gezmeye, caddelerinde, sokaklarında bol bol yürümeye
ayırıyoruz. Kafeteryalarla dolu Abovyan Poghots’u (cadde) geçtikten sonra Hanrapetutyan Hraparak yani
Cumhuriyet Meydanına geliyoruz. Etrafı büyük ve görkemli binalarla çevrili güzel bir meydan burası. Daha
sonra Erivan merkezini çevreleyen Sarian Poghots’u yürüyoruz ve bu cadde Moskovian Poghots’a bağlanıyor.
Moskovian Poghots’un solunda merdivenleri yukarılara kadar uzanan ve iki tarafı çiçeklerle bezenmiş olan
Kaskad’ı görüyoruz. Her katı ayrı bir sanat galerisi olarak düzenlenmiş olan Kafesjian Kültür Merkezi’nin en
tepesine ulaştığınızda çok güzel bir şehir manzarası yakalıyorsunuz. Kaskad’ın tam karşısında Opera
Meydanı, arkasında da Opera binası bulunmakta.
Havanın güzelliği Erivan’da bol bol gezebilmemize ve bir sürü yeri yürüyerek keşfetmemize yaradı. Böylelikle
bir şehri gezmenin en güzel yolunun yürümek olduğunu bir kez daha anladık. Ama daha önemlisi bu hemen
yakınımızdaki uzak komşu hakkında önyargıların yanlış olduğunu anladık…
Tadı Damağımda
Erdem ENGĐN [email protected]
O YAKADAN BU YAKAYA DOYUMSUZ TATLAR
Hangi yakaya geçerseniz geçin tatlar muhteşem... İster bu
yakada olun, ister atlayın karşı yakaya geçin, orada
deneyin:
Aynı
doyumsuz
tatlar.
Küçük
bir
çocukken yediklerimin nerenin tadı olduğunun farkında
değildim, anneannemin tatlarıydı onlar. Zaten sonrasında
da arada çok fark olmadığını gördüm. Küçücük yaşta bu
topraklara gelen anneannem de bizi hangi tatlarla
buluşturduğunun farkında mıydı bilmiyorum, büyüklerinden
öğrendiğini uygulamaktaydı muhtemelen, belki de bu
topraklara o tatlarla bağlandı... O zamanlar otların
şifalarını falan bilmezdik, zeytinyağında kavrulmuş bin bir
çeşit otu yoğurtlu-yoğurtsuz bandıra bandıra yerdik. "Gizli
Medis" piştiğinde bayram eder, ev ekmeği yemek için
bayram sabahlarını heyecanla beklerdik. Sonrasında biraz
bilinçlenince anneannemle beraber girdik mutfağa, o yaptı
ben çektim, yazdım, tattım, bir gün sizlerle paylaşacağımı bilmeden. Şimdi aramızda olmasa da, SelanikAydın yolculuğunda kim bilir ona da kimden kalmış bu tatlarla ölümsüzleştiğini düşünüyorum.
Birinci tarifimiz "Dalgan Köftesi": 1 bağ dalgan otu nam-ı diğer her derde deva ısırgan otu güzelce yıkanır (bu
işlem için eldiven takmanız tavsiye edilir), 2 adet pırasayla birlikte ince ince kıyılır. 1 su bardağı un, 1 su bardağı
mısır unu bir miktar su ile karıştırılıp bulamaç haline getirilir ve otlu karışım ilave edilip karıştırılır. İsteğe göre tuz
ve toz kırmızıbiber eklenir. Kızgın zeytinyağında yassı iri köfteler halinde altlı üstlü kızartılır. Yoğurtla servis
yapılır.
İkinci tarifimiz "Gizli Medis", Selanik'in sütlü tatlı böreği. Biraz zahmetli görünse de denemeye değer. Tatlının
şerbetinin soğuk olarak dökülmesi gerektiğinden öncelikle şerbet hazırlanmalıdır. Bunun için, 2 bardak toz şeker
ve 1.5 bardak su karıştırılarak kaynatılır. Şeker iyice eridikten sonra içine yarım limon sıkılıp karıştırılıp ocaktan
alınır ve soğumaya bırakılır. Hamur için 3.5 bardak un, biraz tuz, 2 yemek kaşığı sıvı yağ ve aldığı kadar suyla
karıştırılarak kulak memesi kıvamına gelene kadar yoğrulur. Hamur, 10/12 adet yumurta büyüklüğünde bezelere
ayrılır. Bezeler yaklaşık 20 cm çapında açılır, üzerlerine eritilmiş tereyağı sürülerek üst üste konur, altılı olarak iki
gruba ayrılır. Yağlamış olduğumuz iki grup bezeyle tepsi büyüklüğünde 2 adet yufka açılır. Bu arada tatlının
muhallebisi hazırlanır. Bunun için 4 bardak süt ve 3 yemek kaşığı un ile birlikte karıştırılarak kaynatılır. Pişmesine
yakın 1 çay bardağı toz şeker ilave edilir. 10 dakika bekletilen muhallebinin içine teker teker 3 yumurta kırılarak
çırpma teliyle karıştırılır. Yağlanmış fırın tepsisine birinci yufka konur üzerine hazırlamış olduğumuz muhallebi
dökülerek her tarafa eşit miktarda gelecek şekilde yayılır. Üzerine açtığımız diğer yufka konur, kalan tereyağı
üzerine gezdirilir. (Yufkanın kenarları içe doğru kıvrılarak muhallebinin taşması önlenir.) 180 derecede, önceden
ısıtılmış fırında 25 dakika üzeri pembeleşinceye kadar pişirilir. Sonrasında, üzerine soğuk şerbet dökülür,
soğumaya bırakılır ve soğuk olarak servis yapılır.
Gez/Yaz ________________________ Timur ÖZKAN [email protected]
GEZİNİN POETİKASI, İbrahim Berksoy
143 Sayfa, (14x20) Kurgu Kültür Merkezi
İnternette küçük bir dünya turu, müzelerde “sanal geziler”, “ağda dolaşan” birbirinden
çekici Powerpoint sunuları, ses ve görüntü efektleri, masa üzerine yığılmış gezi
dergileri, fotoğraflar, kitaplar, haritalar vb. Bizi bulunduğumuz odadan çıkarıp gerçek bir
yolculuğa, bedenimizle yapılan bir geziye çıkarmayacaksa bence yanılsamadan başka
bir işe yaramaz. “Bedensiz gezintiler”in tatsız tuzsuz bir çorbadan ne farkı var ki? Kaldı
ki ortada çorba bile yok!.. (Ön kapaktan)
Böyle bir manifestoyla başlayan kitap yazarın, İspanya’nın Valencia kentiyle Sao
Paula’dan Rio de Janerio’ya Brezilya’da yaptığı yolculuğunun izlenimlerinden oluşuyor.
www.ibrahimberksoy.com.tr
SAFRANBOLU’DA ZAMANIN RENKLERİ, Gülcan Acar
120 Sayfa, (21x20) Karabük Valiliği
İnsan, doğup büyüdüğü kentin sokaklarında dolaşırken, “insan mı mekânı yaratır,
mekân mı insanı?” sorusu geliyor aklına…
Oyunlar oynadığımız, sokaklarında gezinip koşuşturduğumuz “O” kentlerde,
hafızalarda kalan fotoğraf karelerinin içinde fark etmeden büyümedik mi hepimiz?
Ben de Safranbolu gibi örnek bir kentte doğup, tarih kokak sokaklarında
yoğruldum… Bu kente duyduğum aşk ve hayranlık duygusu ile emanetimiz olan
kültür-tarih hazinesini korumak, konuklarla paylaşmak, gelecek kuşaklara taşımak
en önemli hedefim haline geldi, daha o yıllarda… (Önsözden)
Ankara Kütüphanesi
Timur ÖZKAN [email protected]
ANKARA 1402, Abdullah Turhal
160 Sayfa, (19x24) Altar Askeri Tarih Araştırmaları, Maket, Figür ve Savaş Oyunları
“Ankara bazılarının iddia ettiği gibi, hiçbir cazibesi olmayan, sıkıcı bir şehrin
ötesinde, tarih boyunca gizemli ve önemli bir şehir olmuştur. Hem Osmanlı
Devleti’nin, hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda önemli rol oynayan,
gizemlerini haykırmayan, saygıyı hak eden bir şehirdir. Umuyorum, siz de bu şehre
ve tarihine farklı bir gözle bakabilir, gizemlerini anlamak için biraz hareketlenerek
çaba göstermeye başlayabilirsiniz. Bugün yaşadığınız yerlerden geçmişte kimlerin
geçtiğini bilmek heyecan verici değil midir?” cümleleriyle başlayan kitap Ankara’nın
köklü tarihinin en ilginç dönemlerinden olan Ankara Savaşı’na ışık tutuyor. Kendisini
tarihin ve maketlerin gizemli dünyasına adamış bir araştırmacı olan kitabın yazarı,
şimdiye kadar maket, savaş ve tarih konularında dört kitap yazmış ve bir kitabı da
tercüme ederek Türkçeye kazandırmış.
ANKARA ÇİĞDEMİ, Timur Özkan
80 Sayfa, (20x22) Ankara Kulübü Yayını
Ankara Kedisi, Ankara Keçisi, Ankara Tavşanı, Ankara Güvercini, Ankara Armudu
gibi adı Ankara’yla anılan, Ankara deyince hemen akla gelen Ankara’nın önemli
sembollerinden bir olan ve de diğerlerinden farklı olarak Ankara adını uluslararası
literatürde de taşıyan Ankara Çiğdemi’nin. Latince adı Crocus ancyrensis (Crocus:
Çiğdem, Ancyrensis: Ankaralı). Ankara Çiğdemi aynı zamanda endemik bir çiçek ve
Ankara adının olduğu kadar güzel neslinin de uluslararası literatürde yaşatılması
bakımından daha özel bir ilgi ve özeni hak ediyor. Bu araştırma kitabı, hakkında
özel olarak hazırlanmış yazılı ve görsel başvuru kaynağı bulunmayan Ankara
Çiğdemi’ne ait çeşitli kaynaklarda yayımlanmış veya hiç yayımlanmamış bilgi ve
belgeleri bir araya getiriyor.
Ankara/Ankara ________________________________________
ANKARA, 1923
Feridun Kandemir
Camları kırık, yayları kopuk, döşemeleri sökük, boyaları harap, kirli vagonlarda sarsıla sarsıla, kah yorulmuş tabu
tuvanı kesilmiş gibi inliye inliye, homurdana homurdana dağbaşlarında, sırtlarda durarak; kah atları azmış bir
araba gibi bayırlardan kayarak kuş uçmaz, kervan geçmez bozkırlar aşarak, sabahleyin varmamız gelen yere
ortalık karardığı zaman güç ulaştık:
-Ankara !
Memurlar bağırmasalar lokomotifimizin bir köy istasyonunda nefesi kesildi sanacaktım.
İki yanımızdaki bataklıklardan gelen kurbağaların yırtık seslerini işitmekten, kulaklarımız; şehire çıkan bu harap
yolun düşmeden basılacak selametli yerini beyhude aramaktan, gözlerimiz usandı. Şehrin ışıklarını arıya arıya
yorulduk.
Şimdi hedefi meçhul, istikameti meçhul bir seyahate çıkmış bir kafile halinde ellerimizde çantalarımız,
heybelerimiz soluya soluya yokuşu çıkıyoruz.
Açız, yiyecek yok. Yorgunuz yatacak yer yok.
- Burada aşçılar yatsıdan sonra kaparlar.
- Bir lokma ekmek de mi bulamayız?
- Fırından sorduk, bitmiş.
- Ya otel?
- Üç otel var, dolu. Hanları bir dolaşın.
Ve dolaşa dolaşa bir hanın, şişesi kırık, fitili tüten bir gaz lambasiyle aydınlatılmış havasız odasının bir köşesine
serilen kambur bir şilteye uzandım.
Çok güç, zor gelen bir sabah. Başında kocaman bir kalpak, ayağında kilot pantalon, dizlerine kadar çıkan tiftik
çoraplarla karşıdan geleni tanıyacağım:
- Ooo... Hamdullah Suphi!
Ve adım başında hep aynı kıyafette dostlar, aşinalar.
- Tunalı Hilmi!
- Necati!
- Refik Şevket!
Karaoğlan'dan Meclise giden bu kaldırımları bozuk, toz toprak içindeki kasaba yolunu, kahve, berber, aşçı, nalbur,
kundura yamacısı, eczahane, helvacı dükkanlarını brer birer geçiyoruz.
Ankara sokaklarında tek kadına rastgelmek imkanı yok. Yıkık bağ kulübelerinden bir merkep sırtında, yahut yaya
şehre inen mebuslar..
Ne sessiz şehir ! Otomobil kornesi, satıcı yaygarası!.. hayır, hiç bir şey yok. Meclisin karşısındaki Millet
Bahçesi’nin sayılı bodur ağaçlarından birinin altında oturuyor ve önümüzdeki yoldan kalkan toz bulutları içinde
kayboluyoruz.
Bu hale alışmış olanlar mırıldanıyorlar:
- Burası da olmasa.
***
Vilayet Konağının üst katındayız: Geniş sofanın karşılıklı kapılarına yapıştırılmış kağıtlar: ( Dahiliye Vekaleti),
(Şer’iye Vekaleti), (Adliye Vekaleti).. Bütün vekaletler yan yana odalarda.. Kiminde bir, kiminde iki katip var.
Koridor bomboş, hatta ekseriya odalar bomboş. Büyük Milet Meclisi içtima ettiği saatlerde vekiller de Mecliste
bulunduklarından zaten eshabımesalih denen sınıftan o sıralarda eser bulunmadığından ortalıkta ses seda yok.
Yalnız Büyük Millet Meclisi koridorları canlı. İçtima aralarında mebuslar yan koridorlardan kapı önlerine ve
balkonlara taşınıyorlar:
- Ne haber?
Herkesin sorduğu bu !
Akşam üstleri istasyon yolu, istasyona akan bir kalabalıkla dolu. Günde bir defa gelen ve ne getirdiği belli olmayan
treni karşılamak en zevkli iş. Dünyaya bizi bağlayan bu demir çubukların üzerindeki arabaların önünde sevgilisini
arayan aşıklar gibi dolaşıp duruyoruz. Aşina bir çehreye rast gelen kollarını açıyor..
Bu yolun bir ucu artık İstanbul da değildir. Çıkmaz sokaklar ortasında kalmış gibiyiz. Fakat bu çıkmaz yolları aşıp
da trene kavuşabilmiş olan bahtiyarlar var. Kimi bir bohça, kimi bir paket, kimi dara gelmiş de sadece bastonunu
almış, gelmiş.. Ankara’ya kavuşmanın verdiği heyecan ve sevinçle tanımadıklarına bile sarılıp öpüşüyorlar.
-A.. İşte Ferit Bey..(Şimdi Varşova Elçisi)
-Şu inenler Memduh Şevket ve Muhtar Beyler.
-Ya bu?
-Kazım Nami Bey.
Kazım Nami Bey bir mektep çocuğu gibi elinde şeritlerle sarılmış bir yığın kitapla ilerliyor. Bu yolcuların her biri bir
başka istikametten geliyor. Kimi İstanbul’dan dağları, bayırları yaya aşarak, kimi denizden Antalya’ya oradan atla,
araba ile günlerce seyahat ederek, kimi Mudanya ve Bursa’dan bir yolunu bulup kaçarak treni bulmuşlar.
***
Her akşam, şimdi yine Kocaeli mebusu olan Posta Telgraf Umum Müdürü Sırrı Bey’in odasına uğramadan
edemezdik:
- Yeni bir haber ?
O bize, en hoşa gitmeyecek haberleri, hafifleterek, iyileştirerek vermenin yolunu bilirdi ve bunları, biz eksik
olmayan nikbinliğimiz ile bir az daha güzelleştire güzelleştire Kuyulu Kahve’ye giderdik. Kuyulu Kahve ile
karşısındaki Büyük Kahve her gece Ankara münevverlerini çatıları altına toplayan iki kulüp gibi idi.
Büyük Mücadele sıralarında Ankara’nın her akşam bir ajansı vardı. Bu (Hakimiyet-i Milliye Ajansı), bir kaç satırla
bizi dünyadan haberdar etmeye çalışırdı. İzmir Limanına her gün bilmem kaç düşman vapuru gelip Yunan
Ordusuna mütemadiyen silah, cephane, harp teçhizatı taşırken biz İstanbul’dan gazete bile getirtemiyorduk.
Ankara bir çember içinde – Hamdullah Suphi Beyin dediği gibi- “gözsüz ve sağır” kalmıştı. Hiç unutmam,
Hamdullah Suphi Bey, Matbuat ve İstihbarat Umum Müdürü olduğu zaman ajansı ıslah etmek ve akşamları
neşrettiği bültenleri biraz büyütmek istiyordu. Fakat ne ile?
Bir gün bilmem kim İstanbul’dan gelmiş ve gelirken bir de (İleri) Gazetesi getirmiş.. Bunu haber alır almaz hepimiz
birer tarafa koştuk ve (İleri) yi aramaya koyulduk. Nihayet bu ( İleri) elden ele geze geze yırtılmış, yağlanmış,
şurası burası kopmuş bir halde elimize geçti. Hamdullah hemen oturdu. Gazeteyi önüne aldı ve bu bir hafta
evvelki gazeteden öyle olgun, mükemmel bir ajans bülteni çıkardı ki, o gün her rastgelen:
- Tebrik ederiz Hamdullah Bey, diyordu. Cidden ilk defa mükemmel bir ajans okuduk. Tebrik ederiz.
İşte kahvelerde okunan da bu ajanslardı. Hakimiyet-i Milliye Gazetesi küçük kıtada haftada iki defa çıkardı.
Kahvelerde her dert mevzuu bahsolurdu. Yemek derdi, yatak derdi, üst baş derdi, hatta çamaşır yıkama derdi.
Fakat hepsinin üstünde cephe endişesi. Kahve dönüşü kol kola, şimdi Maarif Vekaleti olan mektebin üst katındaki
otuzar kişilik koğuşumuza yatmağa giderken, başlarımız gayri ihtiyari sağa dönmedi. Sağda, uzaklardaki
kapkaranlık sırtın bir noktasında sönmeyen bir ışık vardı. Bu ışık onun, o büyük başın sabahlara kadar çalıştığı
masayı aydınlatan ışıktı. Bu ışık bunalan ruhları, kararan gönülleri, sönen ümitleri bir anda kurtaran ve aydınlatan
bir nurdu.
Ve işte asıl Ankara o idi.”
Feridun Kandemir’in 1934 yılında bir
mecmuada yayınlanan bu yazısı için,
Araştırmacı Haldun Cezayirlioğlu’na teşekkür ederiz…
http://www.haberakis.net/index.php?option=com_content&view=article&id=6645:ankara
Dizelerden ____________________________________________
OTELLER HANLAR HAMAMLAR İÇİN SÜREKLİ ŞİİR
Cemal Süreya
Şu günlerde içkiye düştüm, ondan mıdır bilmem,
Daha çok seviyorum Cansever’i, Uyar’ı, Can Yücel’i
Bir de fethi Naci’yi ve elbet Mustafa Kemal’i
Ankara Ankara
Bir kent değil burası, bir acente dizisi,
Bir işhanı, bir umumi mümessillik belki,
Büyük mağazalar, bahçeliğe özenen süpermarketler
Tutulmamak üzere verilmiş bir söz gibi.
Sahi kaçıncı sanat oluyordu şu mimari?
Birer önyargı gibi uzuyor çağdaş caminin minareleri.
Opera: içine dikiş gereçleri doldurulmuş
ağırlıksız bir keman kutusu,
Osmanlı Bankası davul;
Ve Emlak Kredi’yle başlayan camdan metalden bir
melodika ordusu:
Dol (An) kara bakır dol!
Biletim öldü;
Gömleğim kirli.
Ek yapıların ana yapıları böyle ezip geçmesinde
Yoksa ölümcül bir beğeni de mi gizli?
Ne derdi buna Sadettin Köpek, Necmettin Pervane ne derdi?
Tiren kuşları daha Eskişehir’den başlayarak
Çarpa çarpa bedenlerini kara vagonlara
Can boyasıyla çizer portresinin ilk çizgilerini.
Evliya Çelebi’ye kenti gezdiren rehberin de
Sesi yeraltından geliyordu ve kemiktendi elleri.
Bir kadın torbaya doldurulmuş gibi yürüyor
Yine de, belli, içi içine sığmıyor.
Büyük Millet Meclisi’ni hiç gözden kaçırmamakta
O nereye giderse peşini bırakmayan Ankara Oteli:
İş Bankası da kendine özgü bir humour’la süzüyor
Şimdi biraz daha aşağıda kalmış Anıt-Kabir’i.
İşe bak, dün humour sözcüğü için Fransevi’yi açtıydım,
“Şetaret” diyordu yanlış okumadımsa Şemsettin Sami:
Ey şetaret bankası, artık gelmiş sayılırsın Çankaya’ya!
Ben öyle her şeye dikkat eden bir adam değilim,
Ama biliyorum DÇM için Marmara Oteli’ne gideceğim
Yakamda gizlilik rozeti, eh çobanıllık da caba;
Vergi iadesi için de Stad Otel var,
Paraşüt kulesini yukardan görmüş olursun ayrıca.
Adını titizce saklayan bir sokak buldum
Şimdi söyleyemem hangi alanın arkasında,
Oradan geçerken hep seni düşünüyorum,
Belki de oralarda bir yerdesin,
Sen tavşan aralığı,
Sen ağzımın tadı,
Bir buluş gibisin!
- Ağır ol Bay Düzyazı,
Sen ancak uçağa binebilirsin!
II.
Ankara Ankara.
Ey iyi kalpli üvey ana!
III.
Biliyor musun başkentim nedense
Birbirimizden çekiniyoruz ikimiz de,
Sen yaslarına hiç yaslanmaz oldun
Ben acılarıma yeterince.
Tek boynuzlu yapılar arasında
İki katlı ve gözlüklü bir hayırevi
Dayandım ak bedenine öptüm öptüm
Aşkım değilsen haber ver benzerimi!
Her şey öyle yeni ki burda
Kolunu kaldırsan yarının folkloruna katkı
Ama ben budalalıklarla doldurdum
Yıllarca bütün boş sayfalarımı.
Şurda işte tam şu noktada Dede’nin
İç çekişi Bach’ın soluk alışına karışıyordu,
Bir kapıyı açtım ürktüm ve kapattım
Bir milyon adam ayakta bira içiyordu.
Kim kimdik o gün, unuttum şimdi,
Yalnız buz gibi bir odada oturduğumuz aklımda,
Hani o arsız sonbahar küçücüğü
Gözündeki arpacıkla ısıtmıştı hepimizi.
Sen temiz hava saklı su
Sen bayan Nihayet
Sen bir mevsimin sanat eki
Çeşmeler adın kokulu!
IV.
Hoparlörlerinde halı ve mevlithan
Gri gözlerinde zararsız kırlangıçlar,
Alnaçlarının ardında kirli kan,
Önündeyse temiz ve vurulandan akan.
Bugünün şarkısıdır ama yarın için
Çıkan her kurşun patlayan silahlardan,
Katılaş dur yukarda katılaştığın kadar
Artık bir özel ad oldun ey Duman!
Kooperatif evlerinin sözleri boğazlarında: Çimento!
Alüminyum mırıldanıyor zorluyor güçsüz belleğini,
Adakale Sokak’ta İlhan Berk’i görür gibi oluyorum
Bir kentin tarihinde şairlerin ayak izleri
Şöyle mi derdi İlhan Berk:
“Sevdiğim kadınlar yaşlandınız hepiniz
Ama, inanın, yine de özlediğim sizlersiniz.”
Salah Birsel bu dizeleri şöyle geliştirirdi:
“İsterseniz İlkyazın gazinosuna
Hep birlikte garson girebiliriz.”
Aldı Cahit Sıtkı:
“Özgürlüğümün bir parçası oldun artık
Hangi kuytuya düşsen hemen yapraklanırsın orda.”
Cahit Külebi:
“O ozanlar var ya büyük ozanlar
Biz yanarken çıkardığımız dumanlar.”
Evet, Mehmed Kemal, Yılmaz Gruda, Orhan Veli,
Şimdi hepsi dipte, hepsi birer yeraltı suyu gibi.
Sevgilim bilemem sesimi duyuyor musun
Bir gökkuşağıyla doldurmak istiyorum içini.
Ve Hasan Şimşek, Cahit Sıtkı’nın kasabalısı,
Ve içtiği rakı kadar bembeyaz Şahap Sıtkı ki
Metin Altıok’a devredip masadaki yerini
İnanılmaz biçimde bu kentten gittiydi.
Tam Ataç Sokak’tan Pazaryeri’ne dönüyorum ki
Bir sürü giysiyi üst üste atmış omuzlarına
Terzi çırakları pat pat düşüyorlar ortaya
Rengârenk kır çiçekleri gibi.
- Şair arkadaş,
Bir derdin mi var
Bir şeyler çıkarmak mı istiyorsun derdinden
Ankara’ya gelmelisin.
V.
Yakındoğu’nun düpedüz İtalyancası: Farsça
Yakındoğu’nun zengin Fransızcası: Arapça
Yakındoğu’nun duru İngilizcesi: Türkçe
Yakındoğu’nun dallı İspanyolcası: Kürtçe
Yakındoğu’nun kırık Portekizcesi: Lazca
Yakındoğu’nun yatay Çincesi: Ürgüp, Göreme
Yakındoğu’nun sıcak ve çılgın esperantosu: pazaryeri,
Hani geçen sayıda ondan söz etmiştim de.
VI.
Ankara Ankara
Müfettişler arasından geçiyor tiren