eylül 2015 - Türk Parlamenterler Birliği

Transkript

eylül 2015 - Türk Parlamenterler Birliği
Parlamento
TPB
Eylül 2015 Sayı: 28
Fiyatı: 20 TL/Kurum ve kuruluşlar için: 30 TL
Yerel süreli yayın
ISSN 2147-6616
Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. adına
TPB Parlamento Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü
Eren Safi
Yayın Koordinatörü
Erbay Kücet
Editör
Songül Baş
Yazı İşleri
Çağla Taşkın
Enver Uygun
Evren Özesen
Gökçe Doru
İrem Coşkunseven
Nehir Öztürk
Nil Özben
Özge Aydın
Pınar Ünsal
Zeynep Yiğit
Katkıda Bulunanlar
Dr. Ahmet Tetik
Hakan Arslanbenzer
Dr. Polat Safi
Tasarım
Evrim Uluçay
Sinan Günçiner
Genel Koordinatör
İsmail Demir
TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ
GENEL BAŞKAN
Nevzat PAKDİL
22, 23, 24. Dönem Kahramanmaraş Milletvekili
YAYIN KURULU
Yahya AKMAN
21, 22, 23, 24. Dönem Şanlıurfa Milletvekili
Cahit BAĞCI
Çorum Milletvekili
Kadir Ramazan COŞKUN
Genel Sekreter
19. Dönem İstanbul Milletvekili
İlknur İNCEÖZ
Aksaray Milletvekili
Alpaslan KAVAKLIOĞLU
Niğde Milletvekili
Ömer Faruk ÖZ
Genel Sayman
23. ve 24. Dönem Malatya Milletvekili
Ramazan Kerim ÖZKAN
22, 23, 24. Dönem Burdur Milletvekili
Yayımlanan yazıların hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir. Makul alıntılar dışında izinsiz iktibas yapılamaz.
YAPIM
Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti.
Uğur Mumcu Cad. 89/8 Çankaya/ANKARA
T: 0312 446 15 72 F: 0312 446 15 82
www.buyukharf.com.tr
BASKI
Özel Matbaası
Basım Yeri: Matbaacılar Sanayi Sitesi 1514. Sokak No: 6
İvedik/Ostim/ANKARA
T: 0312 395 06 08
Basım Tarihi: 02.09.2015
EYLÜL 2015
İÇİNDEKİLER
12
TÜRK SIYASETINDE TARIHÎ BIR GÜN
1 KASIM 2015
28 Geleceğimizin anahtarı
Fethi Akkoç:
“rejim-seçim-geçim”dir
42 Kadınların siyasette yer
Türkan Miçooğulları:
almaları ülkemizi daha
barışçıl, daha sorun
çözücü bir yapıya kavuşturur
EYLÜL 1961
46 16-17
DARAĞACINDAKİ DEMOKRASİ
60 Kalkınmanın
Hüsamettin Korkutata:
anahtarı barış,
huzur ve güven ortamıdır
32 12 MART 1971’DEN 12 EYLÜL 1980’E
36 BATI ANADOLU’DA BIR DÜNYA MIRASI EFES ANTIK KENTI
72 TULUMBACILARDAN ITFAIYECILERE 300 YILLIK BIR KAHRAMANLIK ÖYKÜSÜ
78 YURTTAN SESLER PEŞİNDE BİR ÖMÜR: MUZAFFER SARISÖZEN
4
BAŞKAN’IN MESAJI
5 BIRLIK’TEN
6 HABERLER
8 DÜNYADAN
68
TARIH SAHNESI
82
ERBAY KÜCET: TABELALAR KÜLTÜR GÖSTERGESIDIR
84 KITAP
86 MÜZIK
87 FILM
88
VEKILLER NE OKUYOR / NE IZLIYOR
90
SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERI
91
CHP KONYA MILLETVEKILI M. HÜSNÜ BOZKURT ILE SOSYAL MEDYA SÖYLEŞISI
92 UNUTMAYACAĞIZ
22
HINT MÜSLÜMANLARININ
GENÇ ÜLKESI:
PAKISTAN
54 KURBAN BAYRAMI
İBADET VE GELENEĞIN BULUŞMASI
64
ÜLKÜSÜNÜN PEŞINDE BIR
ENTELEKTÜEL
AHMET AĞAOĞLU
BAŞKAN’IN MESAJI
DARBE VE DEMOKRASİ
BİRLİKTE DÜŞÜNÜLEMEZ
İ
nsanlık tarihinin binlerce yıllık deneyimleri, ulaşılmış en erdemli yönetim şeklinin demokrasi
olduğunu ortaya koyuyor. Yöneten ile yönetilen arasındaki ilişki çağlar boyunca ülkelerin
kaderine etki etmiş, yöneticilerinden memnun olmayan halkların hak talepleri tarih kitaplarını
doldurmuştur. İmparatorlukların çöküşü ve millî devletlerin doğuşuyla birlikte millet iradesi
kavramı da ortaya çıkmış, kederde ve sevinçte ortak olan milletin idarede söz sahibi olması
fikri yaygınlaşmıştır.
Türkiye’de Meşrutiyet’in ilanıyla millî irade yönetimde şeklen temsil edilmeye başladıysa da
gerçek anlamda milletin kendi yöneticilerini belirlemesi uzun yıllar gerçekleşmez. İstiklal Harbi-
mizi yöneten Gazi Meclis’tir, ama olağan dönemde, sağlıklı şartlarda yapılan seçimlerle ülkenin
Nevzat Pakdil
Türk Parlamenterler Birliği
Genel Başkanı
22, 23, 24. Dönem
Kahramanmaraş Milletvekili
başına gelecek isimlerin belirlenmesi ancak 1950 yılında mümkün olur. 1946’da kurulan Demokrat
Parti’nin kazandığı yalnız bir seçim zaferi değildir. Aynı zamanda, partinin sloganında belirtildiği
gibi sözün millete geçtiğinin de tescillenmesidir. Ne yazık ki kendilerini milletin üstünde görenler,
bu demokrasi hareketini hoş karşılamaz. Seçimlerden 10 yıl sonra, millî iradenin temsilcisi olan
Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun içinden çıkmış Bakanlar Kurulu, hatta bu Meclis’in seçtiği
Cumhurbaşkanı silah zoruyla görevden alınır. Böylece 27 Mayıs 1960 günü ülkemizin ilk darbe
tecrübesi yaşanmış olur. Takip eden günlerde Yassıada’da sürdürülen duruşmaların da gösterdiği
gibi darbe aslında yüce milletimize inmiştir. Milletin hizmetinde bir ömür geçiren ve darbecilerin
kirli planları yüzünden darağacında can veren Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan
Polatkan’ı da bu vesileyle rahmetle anmak isterim.
27 Mayıs, yalnızca o günün şartları içinde doğmuş yanlış bir hareket olarak kalmamış, 12
Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997’de tekrar dirilerek demokrasimizin başına musallat
olmuştur. Demokrasinin rafa kaldırıldığı bu süreçler milletimizde derin yaralar açtı. Vatanlarını
terk etmek zorunda kalan insanlarımızdan yaşı mahkeme kararıyla büyütülerek idam edilenlere,
“karıştır-barıştır” diyerek aynı hücrelere hapsedilen sağcı ve solcu gençlerden kılık kıyafeti dolayısıyla üniversite kapılarından kovulan öğrencilere kadar bir yığın acı hatıra yakın tarihimizde
duruyor. Bize düşen bu acılarla yüzleşmenin yanında demokrasimizi mükemmelleştirmek için
hiç durmadan çabalamak olmalıdır.
Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın şehadetlerinin 54. ve 12 Eylül’ün 35. yılını doldurduğu şu
günlerde alınan seçim kararının milletimiz için hayırlara vesile olmasını temenni ederim. Ayrıca,
bu ay içinde idrak edeceğimiz mübarek Kurban Bayramımızı en kalbî duygularımla kutlarım.
4
DARBELERIN ÜLKEMIZE
VERDIĞI ZARARLARLA
YÜZLEŞMELI VE
DEMOKRASIMIZI
MÜKEMMELLEŞTIRMEK
IÇIN HIÇ DURMADAN
ÇALIŞMALIYIZ.
BİRLİK’TEN
NEVZAT PAKDIL:
TÜRKIYE CUMHURIYETI DEVLETI’NI VE
MILLETIMIZIN BIRLIK VE BERABERLIĞINI
HEDEF ALANLAR DÖKTÜKLERI
KANDA BOĞULACAKLARDIR
TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI GENEL BAŞKANI NEVZAT PAKDIL, TERÖR
SALDIRILARINI LANETLEYEREK, “DEVLETIMIZ HERKESLE ANLADIĞI DILDEN
KONUŞMAYA MUKTEDIRDIR. ÜLKEMIZDEKI BARIŞ VE HUZURU ENGELLEMEK
ISTEYENLER HAK ETTIKLERI CEVABI ALMAYA DEVAM EDECEKLERDIR” DEDI.
TÜRK Parlamenterler Birliği Genel
Başkanı ve 22, 23, 24. Dönem Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat
Pakdil, terör örgütü PKK’nın düzenlediği silahlı ve bombalı saldırıların
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ve
milletimizin birlik ve beraberliğini
hedef aldığını belirterek, teröristlerin döktükleri kanda boğulacaklarını
ifade etti.
Nevzat Pakdil yaptığı yazılı açıklamada son dönemlerde artan terör
olaylarına sert tepki göstererek saldırıları lanetledi. Güvenlik güçlerinin bölücü terör örgütü
mensuplarına anladıkları dilden gerekli cevabı verdiğini ve vermeye devam edeceğini vurgulayan
Pakdil, “Ülkemiz ve milletimizin birlik ve beraberliği için şehadet şerbetini içen tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet, aileleri, yakınları ve aziz milletimize başsağlığı diliyorum” dedi. Pakdil,
Türkiye’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne kasteden iç ve dış güçlere karşı yürütülen
kararlı mücadelenin devam edeceğini kaydederek, “Devletimiz herkesle anladığı dilden konuşmaya muktedirdir. Güvenlik güçlerimize saldırarak bir netice elde etmeye çalışan ihanet şebekeleri hak ettikleri cevabı almaya devam edeceklerdir” ifadelerini kullandı.
“Terör örgütü emellerine asla ulaşamayacak”
Nevzat Pakdil, son yıllarda Türkiye’de demokrasi alanında ciddi adımlar atıldığını ve çok önemli
kazanımlar elde edildiğini belirtti. Demokrasi alanındaki gelişmelerin yanı sıra ülkede barış, huzur ve kardeşlik ortamının tesis edilmesi için de önemli bir süreç yaşandığını hatırlatan Pakdil,
“Türkiye son yıllarda bölgesinde ve dünyada güçlü ve etkin bir ülke haline gelmiştir. Türkiye’nin
ilerlemesini, gelişmesini, kalkınma hamlelerini sürdürmesini istemeyenler, milletimizin barış,
huzur ve kardeşlik içinde bir arada yaşamasını engellemeye çalışanlar bu emellerine asla ulaşamayacaklardır. Bölücü terör örgütü mensupları döktükleri kanda boğulacaklardır. Milletimiz
müsterih olsun. Şehitlerimizin kanı yerde kalmayacaktır” dedi. Silahlı ve bombalı alçakça saldırıları lanetlediğini vurgulayan Pakdil, yazılı açıklamasının sonunda şehitlere Allah’tan rahmet,
aileleri, yakınları ve Türk milletine başsağlığı diledi.
5
HABERLER
BÜYÜK ZAFERIN
93. YILDÖNÜMÜ KUTLANDI
30 Ağustos Zafer Bayramı ve Türk Silahlı Kuvvetleri Günü tüm
yurtta çeşitli etkinliklerle kutlandı. Ankara’da Anıtkabir’de başlayan törenler Atatürk Kültür Merkezi’nde (AKM) yapılan resmî
geçitle devam etti. AKM’deki törene Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı İsmet Yılmaz,
Başbakan Ahmet Davutoğlu, Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü
Arslan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, Cumhuriyet
Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, bakanlar ve milletvekilleri katıldı. Törende konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “93.
6
yıldönümüne ulaştığımız büyük zaferin sevincini bize yaşatan
ordularımızın başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ve
Kurtuluş Savaşımızı yöneten Gazi Meclisimizin tüm üyelerini bir
kez daha saygıyla yad ediyorum. Malazgirt’ten günümüze kadar
bu toprakların bizlere vatan olması için mücadele eden, bu uğurda
şehitlik mertebesine ulaşan, gazilik şerefini kazanan tüm askerlerimizi, ecdadımızı rahmetle, minnetle yad ediyorum” dedi. Erdoğan
sözlerini şöyle sürdürdü: “Balkanlar’ı, Kuzey Afrika’yı, Ortadoğu’yu
kaybettiğimizde son sığınağımız yine Anadolu ve Trakya topraklarıydı. Çanakkale’de çeyrek milyon kayıpla toprağa diktiğimiz
bağımsızlık fidanı 30 Ağustos’ta Dumlupınar’da kök salmış,
Cumhuriyet’in ilanı ile genç bir çınar olarak göğe doğru yükselmeye
başlamıştır. Hamdolsun bugün artık Cumhuriyetimizin yüzüncü
yıldönümü için kendimize yeni ve büyük hedefler belirleyebilecek
bir güce, olgunluğa eriştik.”
Başbakan Ahmet Davutoğlu 30 Ağustos dolayısıyla yazılı bir
açıklama yaptı. Davutoğlu mesajında şu ifadeleri kullandı: “30
Ağustos 1922, kahraman ecdadımız tarafından gerçekleştirilen
büyük istiklal mücadelesinin zaferle tamamlandığı gündür. Bu
zafer, bağımsızlık ve vatan şuuruyla temayüz eden millet ruhunun
tarihimizdeki en görkemli örneklerinden biridir. Emperyalist saldırılar karşısında milletimizle birlikte kahraman ordumuzun sergilediği
cesaret ve fedakârlığın, düşmana karşı milletçe yekvücut mücadele etmenin destansı belgelerindendir. Bu büyük zaferle birlikte vatan toprakları bir defa daha Türk milletinin kaderiyle bütünleşmiş,
akabinde Türkiye Cumhuriyeti vücut bulmuştur.”
Akşam saatlerinde Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve eşi Emine Erdoğan’ın evsahipliğinde
bir resepsiyon verildi. Resepsiyona Başbakan ve Bakanlar Kurulu
üyeleri ile Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının yanı sıra
şehit yakınları, gaziler, akademisyenler, iş adamları, sanatçılar ve
sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin de aralarında bulunduğu
1800 davetli katıldı.
ADALET VE KALKINMA PARTISI 14 YAŞINDA
ADALET ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) kuruluşunun 14.
yıldönümü AK Parti Genel Merkezi’nde sade bir törenle kutlandı.
Terör olayları dolayısıyla bu yıl kutlama resepsiyonu yapılmadı.
Törende konuşan AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Ahmet
Davutoğlu 14 yıllık sürece ve gündeme ilişkin açıklamalarda
bulundu. AK Parti kadrolarının 2 Cumhurbaşkanı, 3 Başbakan,
5 Meclis Başkanı çıkardığını ifade eden Davutoğlu, 2001’de çıktıkları yolun, Anadolu’nun beklediği şahlanış hareketi olduğunu
söyledi. Davutoğlu sözlerine şöyle devam etti:
“Anadolu 2001’de yeni bir yükselişe hazırlanıyordu. Bu 14 yıla
bakıp tekrar tekrar düşünmeliyiz. Nelerle karşılaşmadık ki? Vesayet çabaları, provokasyonlar, parti kapatma girişimleri... 14 yıl
erdemin, irfanın, adaletin peşinde olduk. Biz hiçbir zaman kibre
kapılmayız. Kurucu liderimiz, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip
Erdoğan partimizi kurduğu toplantıda yaptığı konuşmada 5 kurucu ilkesini ifade etmişti: ‘Bugün Türk siyaset tarihine kolektif
liderlik anlayışının yerleştiği bir hareket olarak gireceğiz. Bugün
yeni bir zihniyet ve özgür düşünce ortamı yeşerecek. Bugün
Türk siyaset tarihine her yönüyle şeffaf bir siyasal örgütlenme
modelinin kurulduğu gün olarak geçecek. Bugün siyaset tarihine
koltuğa değil hizmete sevdalıların kurduğu AK Parti iktidarının
kurulduğu gün olarak geçecek. Bugünden sonra Türk siyaset
tarihinde hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.’ Evet, Türk siyasetinde
hiçbir şey eskisi gibi olmadı, olmayacak. AK Parti bir ortak akıl
hareketidir. Afyon’dan çıkan bu gür ses her türlü denetime açık
bir siyaseti hedefliyordu. O gün yasaklarla anılan Türkiye bugün
özgürlüklerle anılıyor.”
Davutoğlu konuşmasında millî birlik ve bütünlüğe yönelen tüm
tehditlerle kararlılıkla mücadele edileceğini söyleyerek çözüm
sürecine de değindi: “Seçim meydanlarında demokrasiden, barıştan bahsedenler bir baktık ki ‘Sırtımızı PKK’ya dayıyoruz’ diye
açıklama yaptılar. Suruç katliamından sonra Türkiye’yi kaosa ve
krize sokmak isteyen çevreler eş zamanlı olarak harekete geçti.
Her bedeli öderiz, millete bedel ödetmeyiz. Türkiye’ye karşı eş
zamanlı bir hareket vardı biz de bunlara bedelini ödettik. Son
30 yılın en etkin operasyonları yapıldı. Şehitler verdik, yüreğimiz
yanıyor. Gelecek nesillere bedel ödetmeyeceksek bugün gerekli
tedbirleri almalıyız. Hepimiz çözüm sürecini millî birliğimizin ve
kardeşliğimizin teminatı olarak gördük. Bu sürecin gereğini yapacağımızı söyledik. Çözüm sürecini istismar ederek Güneydoğu ve
Doğu’da her türlü baskıyı yaptılar.”
5. Olağan Büyük Kongre 12 Eylül’de yapılacak
Geçici Bakanlar Kurulu’nun oluşturulmasının ardından AK Parti’de
gündem Büyük Kongre oldu. 12 Eylül 2015 Pazar günü yapılacak 5.
Olağan Büyük Kongre’de Genel Başkan Davutoğlu’nun karşısına
aday çıkması beklenmiyor. Delegelerin 50 kişilik Merkez Karar ve
Yürütme Kurulu, 11 kişilik Merkez Disiplin Kurulu ve 3 kişilik Genel
Merkez Parti İçi Demokrasi ve Hakem Kurulu için oy kullanacağı
kongre Ankara Spor Salonu’nda gerçekleştirilecek.
7
DÜNYADAN
YUNANİSTAN’DA YENİ DÖNEM
YUNANISTAN’DA, uluslararası kuruluşlara borçların ödenmesi için halka kemer
sıkma politikası uygulamayacağı vaadiyle iktidara gelen Solun Birliği ve Ortak Hareketi İçin Diyalog Alanı (SYRIZA) Başkanı ve Başbakan Aleksis Çipras, Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopulos’a kendisinin ve hükümetin istifasını sundu. Çipras hükümeti
Avrupa Birliği’nin çıkardığı borç ödeme cetvelini referanduma götürmüş ve geçtiğimiz 5 Temmuz’da yapılan oylamaya katılanların %61’i “hayır” oyu kullanmıştı.
Aleksis Çipras istifasını vermek üzere Cumhurbaşkanı’yla yapacağı görüşme
öncesinde açıklamalarda bulundu. Hükümetinin altı aylık icraatını ve aldığı kararları
Yunan halkının onayına sunmak için erken seçime gidilmesi gerektiğini düşündüğünü belirten Çipras, Avrupa Birliği’yle yapılan kurtarma anlaşmasının ülkenin kalkınmasına yararlı olup olmayacağına kamuoyunun karar vermesi gerektiğini söyledi.
Çipras sözlerini şöyle sürdürdü: “Hükümetimin icraatlarından gurur duyuyorum.
Vicdanım rahat. Bundan sonra daha deneyimli olarak kendi programımızı uygulamak için Yunan halkının oylarını istiyorum. Değerlerimizden ödün vermeyeceğiz.
Önümüzdeki dönemde memorandumların olumsuz etkilerini azaltarak kreditörlerin
egemenliğinden kurtulmaya çalışacağız. Sizleri, Yunanistan’ın ayakta kalabilmesi
için birlikte mücadele etmeye çağırıyorum.”
8
Çipras’ın istifasının ardından Cumhurbaşkanı Pavlopulos, hükümeti kurma görevini ana
muhalefetteki Yeni Demokrasi Partisi lideri
Evangelos Meymarakis’e verdi. Yunanistan
anayasası gereği üç gün içinde hükümeti kuramayan Meymarakis görevi Cumhurbaşkanı’na
iade etti. Pavlopulos görevi son kez SYRIZA’dan
ayrılan milletvekillerinin kurduğu, meclisteki
üçüncü parti konumundaki Halk Birliği’nin lideri
Panayotis Lafazanis’e verdi. Lafazanis’in koalisyon görüşmelerinin de olumsuz sonuçlanmasıyla hükümet kurma süreci sona erdi. Yasalara
göre Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopulos ülkeyi
seçime götürecek geçici hükümetin başına Yunanistan Yüksek Mahkemesi Başkanı Vasiliki
Thanu’yu atadı.
Yunanistan’ın hükümetsiz kalması uluslararası finans kuruluşlarını ve Avrupa Birliği’ni de
harekete geçirdi. Almanya Hükümet Sözcüsü
Steffen Seibert, Yunanistan’ın taahhüt ettiği
programa uyması konusunda seçimlerin bahane
edilmemesi gerektiğini belirtti. Reform sözlerinin tutulması konusunda hassas olduğunu
kaydeden Almanya, bir gecikme olduğu takdirde
Yunanistan’a yapılacak mali yardımın da erteleneceğini bildirdi. Öte yandan finans kuruluşlarından yapılan açıklamalar, ülkedeki istikrarsızlığın
ve muhtemel bir hükümet krizinin kurtarma
paketini tehlikeye atacağı yönünde. Erken seçim
kararından önce Almanya ve Hollanda parlamentoları Yunanistan için 3. Kurtarma Paketi’ne
onay vermişti.
AVRUPA KOMİSYONU KAÇAK GÖÇMENLER İÇİN FON OLUŞTURDU
ÖZELLIKLE Ortadoğu’daki savaş ve çatışma ortamından kaçarak Avrupa’ya
sığınan insan sayısının her geçen gün artması Avrupa Komisyonu’nu harekete geçirdi. Komisyon, yoğun göçmen akışına maruz kalan Avrupa ülkelerine toplam 2,4
milyon avro tutarında yardım yapma kararı aldı.
Ayrılan fondan en büyük payı ise 560 milyon avro
ile İtalya ve 473 milyon avro ile Yunanistan alıyor.
Birleşmiş Milletler raporuna göre, 2015 yılının
başından bu yana Avrupa’ya kaçak olarak girmek
isterken Akdeniz’de can veren göçmen sayısı 2
bin 500’e yaklaştı. Aynı süre zarfında 255 binin
üzerinde göçmenin de Avrupa ülkelerine ulaşmayı
başardığına değinilen raporda kaçak göçmenlerin
yarısından fazlasının Suriyeli olduğuna dikkat
çekildi. 2014 yılında Akdeniz’i aşarak Avrupa’ya
ulaşan göçmen sayısı 219 bin, yolda hayatını kaybedenlerin sayısı 3 bin 500 olarak kaydedilmişti.
Avrupa Komisyonu yıl içinde on üç göçmen programına daha fon sağlamayı planladığını açıkladı.
Öte yandan Çek Cumhuriyeti ve Slovakya ülkelerinin kapılarını yalnızca Hıristiyan göçmenlere
açacağını duyurdu. Uluslararası Göç Örgütü ise
Avrupa Birliği ülkelerinde böyle bir ayrımcılığın
söz konusu olamayacağını ifade ederek bu ülkeleri uyardı.
SUUDİ ARABİSTAN’DA KADINLARA
SEÇME VE SEÇİLME HAKKI TANINDI
SUUDI Arabistan’da 12 Aralık 2015’te yapılacak yerel yönetim
seçimlerine kadınların da hem seçmen hem de aday olarak katılabileceği duyuruldu. Önceki Kral Abdullah Bin Abdulaziz 25 Eylül
2011 tarihinde kadınların şeri kurallar çerçevesinde seçmen ve aday
olarak 2015 seçimlerine katılması yönünde karar çıkarmıştı. Seçim
takviminin başladığı Suudi Arabistan’da seçmen kayıt işlemleri
erkekler ve kadınlar için ayrı merkezlerde yürütülecek. Belediye
Seçimleri Genel Komitesi ülke genelindeki 1163 seçim merkezinin
424’ünün kadınlara ayrıldığını bildirdi. Belediye seçimlerinin özellikle muhafazakar Suudi Arabistanlılar tarafından toplumsal ve dinî
tartışmaların odağına alınacağı düşünülüyor. Kadınlara seçme ve
seçilme hakkının tanınması Kral Selman Bin Abdulaziz’in önceki
kralın başlattığı reformlardan vazgeçmediğinin göstergesi kabul
ediliyor.
9
ARJANTİN, DEVLET BAŞKANI ADAYLARINI BELİRLEDİ
ARJANTIN’DE 25 Ekim’de yapılacak devlet başkanlığı seçimlerinde yarışacak adaylar belli
oldu. Her parti veya parti birliğinin seçimde adayını belirlemesi için gerçekleştirilen ön seçimin sonucuna göre Daniel Scioli, Mauricio Macri ve Sergio Massa’nın devlet başkanlığı
adaylıkları kesinleşti.
Devlet Başkanı Cristina Fernandez de Kirchner’in desteğini açıkladığı “Zafer İçin Cephe”nin
aday adayı Daniel Scioli, ülke genelinde en fazla oyu alarak Ekim ayında yapılacak seçimlerde
iddialı olduğunu gösterdi. Anketlerde
Scioli’yle yakın oranlarda görülen “Değiştirelim” (Cambiemos) ittifakı aday adaylarının toplam oyunun Scioli’den yüzde
8 oranında az olması şaşkınlık yarattı.
“Değiştirelim” ittifakının diğer iki adayını
büyük farkla geride bırakan Cumhuriyetçi Öneri Partisi Başkanı Mauricio
Macri’nin, devlet başkanlığı seçimlerinde
Scioli’nin en ciddi rakibi olacağı öngörülüyor. Üçüncü aday, Yenilikçi Cephe’nin
diğer aday adayı Jose Manuel De La
Sota’yı geride bırakan kongre üyesi Sergio Massa oldu. Muhalif lider Massa’nın
en önemli özelliği 2009 yılına kadar
mevcut başkan Kirchner’in hükümetlerinde görev almasına rağmen daha sonra
Kirchner’le yollarını ayırması. Devlet
başkanlığı seçiminde Sergio Massa’nın
şansının olmadığı öne sürülüyor.
ÇIN’DEN CİBUTİ’DE ASKERÎ ÜS GIRIŞIMI
üssünden birini terk etmiş, Çin ise sınırları dışında ilk kez üs
kurmuş olacak. Söz konusu üç ülkenin yetkilileri konuyla
ilgili açıklama yapmaktan kaçınırken, daha önce söylenen
kimi sözlerin Çin Halk Cumhuriyeti’yle Cibuti arasında
anlaşmaya varıldığını gösterdiği ve Cibuti hükümetinin
ABD’ye üssü boşaltma talebini bildirdiği de iddialar arasında. Çin, Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa’dan Cibuti’ye
uzanan demiryolu hattını 3 milyar dolar harcayarak inşa
etmiş, Obok Limanı’nın modernizasyonu için de 400 milyon
dolarlık yatırım yapmıştı. Çin’in Sudan’daki petrol çıkarma
faaliyetlerinin güvenliğini sağlamak ve Kızıldeniz, Hint
Okyanusu ve Doğu Afrika’yı kapsayan bir alanda stratejik
mevzi kazanmak üzere 10 bin askerden oluşan bir gücü
ÇIN basını, Amerika Birleşik Devletleri’nin Cibuti’nin Obok bölgesinde bulunan askerî üssü boşaltacağını ve bu üsse Çin ordusunun yerleşeceğini
iddia etti. İddialar gerçekleşirse ABD Cibuti’deki 4 bin asker barındıran iki
10
DÜNYADAN
Cibuti’ye yerleştirmesi bekleniyor. ABD’ye yakın kaynaklar
Amerika’nın bu askerî varlık karşısında Hint Okyanusu ve
Kızıldeniz’deki varlığının tehlikeye gireceğini düşünüyor.
LATİN AMERİKA PARLAMENTOSU’NDAN
“SOYKIRIM” KARARI
1964’TE yayımlanan Lima deklarasyonu ile kurulan
Latin Amerika Parlamentosu (Parlatino), 1915 Olayları’nı
“soykırım” olarak tanıyan bir karara imza attı. 31
Temmuz’da Panama’da yapılan toplantıda, Ekvatorlu
delegelerin sunduğu tasarı oy birliğiyle kabul edildi.
Tasarının gündeme alınmasında Parlatino Dönem Başkanı Meksikalı senatör Blanca Alcala, Arjantinli senatör
Liliana Fellnerr, Uruguaylı milletvekili Alfredo Asti ve
Bolivyalı milletvekili Edgar Mejia Aguilar’ın etkili olduğu
belirtildi. Parlatino’da temsil edilen ülkelerden Arjantin,
Bolivya, Brezilya, Şili, Uruguay ve Venezuela daha önce
kendi parlamentolarında “soykırım” kararı almıştı.
IRAKLI BAKANLARA YURT DIŞI YASAĞI
IRAK’TA Başbakan Haydar el İbadi’nin başlattığı yolsuzlukla mücadele reformları kapsamında
20 bakan ve 314 üst düzey devlet yetkilisi için
yurt dışına çıkma yasağı getirildi. Irak Parlamentosu Yolsuzlukla Mücadele Komisyonu’nun
titizlikle çalıştığı, yolsuzluğa adı karışan herkesin
mutlaka soruşturulacağı, suçlu bulunanların cezalandırılacağı bildirildi.
Hükümetin reform kararıyla birlikte görevini
kendi çıkarları için kullananlar hakkında dava
açıldığını söyleyen yetkililer, yurt dışına çıkma
yasağı getirilen kişiler dışında başka görevlilerle ilgili yolsuzluk dosyalarının da olduğunu
belirtiyor. Konunun kısa süre içinde çözüme kavuşması için var güçleriyle çalıştıklarını belirten
Iraklı yetkililer, yolsuzluk dosyasında adı bulunan
eski Bağdat Belediye Başkanı Sabır el-İsavi’nin
Lübnan’a kaçtığını, diplomatik görüşmeler
sonucu şüphelinin Irak’a iadesinin sağlandığını
söylüyor.
Başbakan İbadi, 16 Ağustos’ta ülkede “yolsuzlukla mücadele ve reformlar” çerçevesinde bir dizi karar almış, ülkede geçmişte ve bugün ortaya çıkan yolsuzluk iddialarının ivedilikle soruşturulması talimatını vermişti. Irak’ta ayrıca bakanlık ve devlet
kurumlarına tahsis edilen istisnai bütçenin de kaldırılması kararı çıkmıştı.
11
1 KASIM 2015
12
45 GÜNLÜK HÜKÜMET KURMA SÜRECININ OLUMLU
SONUÇLANMAMASI NEDENIYLE 1 KASIM’DA TEKRAR SEÇIME
GIDILIYOR. TÜRKIYE, TARIHINDE ILK KEZ CUMHURBAŞKANI’NIN
SEÇIMLERIN YENILENMESI KARARI VE GEÇICI BAKANLAR KURULU
ILE SANDIK BAŞINA GITMEYE HAZIRLANIYOR.
ZEYNEP YIĞIT
13
“S
ayın Cumhurbaşkanımız, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın İsmet Yılmaz
ile istişare ederek, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 104. ve 116. maddelerinin
kendisine verdiği yetkiye istinaden, Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerinin yenilenmesine
karar vermişlerdir”… Cumhurbaşkanlığı Basın Merkezi’nden 24 Ağustos 2015 tarihinde
yapılan bu açıklama ile birlikte Türkiye yaklaşık iki buçuk ay aradan sonra tekrar seçim atmosferine girdi. Yüksek Seçim Kurulu (YSK) seçim tarihini 1 Kasım 2015 olarak belirlerken
Başbakan Ahmet Davutoğlu 28 Ağustos 2015 tarihinde Geçici Bakanlar Kurulu’nu açıkladı.
Şimdi Türkiye, tarihinde ilk kez Cumhurbaşkanı’nın seçimlerin yenilenmesi kararı ve Geçici
Bakanlar Kurulu ile sandık başına gitmeye hazırlanıyor.
Türkiye’de 7 Haziran 2015 tarihinde yapılan son genel seçimlere 20 parti ve 165 bağımsız
milletvekili adayı katıldı. Seçimlerde 56 milyon 608 bin 817 kayıtlı seçmenden 47 milyon
507 bin 467’si oy kullandı. Seçime katılma oranı yüzde 83,92 olurken 46 milyon 163 bin
243 oy geçerli, 1 milyon 344 bin 244 oy ise geçersiz sayıldı. Seçimler sonucunda Adalet ve
Kalkınma Partisi (AK Parti), Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)
ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Meclis’te temsil edilmeye hak kazandı. AK Parti
yüzde 40,87, CHP yüzde 24,95, MHP yüzde 16,29, HDP ise yüzde 13,12 oy aldı. Bu sonuçla
Meclis’teki sandalye dağılımı AK Parti 258, CHP 132, MHP 80, HDP 80 şeklinde oldu.
TBMM’de yeni dönem 23 Haziran 2015 tarihinde başladı. 25. Dönem’in ilk birleşiminde
Genel Kurul’u “en yaşlı üye” sıfatıyla Geçici Başkan Deniz Baykal yönetirken milletvekilleri
yemin ederek görevlerine başladı. Meclis 30 Haziran ve 1 Temmuz günlerinde ise 26. TBMM
Başkanı’nı belirlemek üzere toplandı. AK Parti Sivas Milletvekili İsmet Yılmaz, CHP Antalya
Milletvekili Deniz Baykal, MHP İstanbul Milletvekili Ekmeleddin İhsanoğlu ve HDP Mersin
Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat’ın aday gösterildiği TBMM Başkanlığı seçiminin ilk
üç turunda bir netice elde edilemedi. Dördüncü turda ise oylamaya katılan 547 milletvekilinin 258’inin oyunu alan İsmet Yılmaz TBMM Başkanı oldu. Yılmaz, oylama sonucunun
14
açıklanmasının ardından yaptığı teşekkür
konuşmasında, Meclis’in milletin her
sorununun çözüm adresi olduğunu ifade
etti ve yeni bir anayasa yapılması gerekliliğini vurguladı.
TBMM Başkanı’nın seçilmesinin ardından 9 Temmuz 2015 tarihinde Başkanlık
Divanı oluşturuldu. Üye sayılarının partilerin parlamentodaki temsil oranına
göre belirlendiği Başkanlık Divanı’na AK
Parti’den 8, CHP’den 4, MHP ve HDP’den
3’er milletvekili seçildi. Yapılan görev
dağılımında Amasya Milletvekili Mehmet
Naci Bostancı, İstanbul Milletvekili Şafak
Pavey, Trabzon Milletvekili Koray Aydın
ve Van Milletvekili Yurdusev Özsökmenler TBMM Başkanvekili oldu. Balıkesir
Milletvekili Sema Kırcı, Bolu Milletvekili
Fehmi Küpçü, Çanakkale Milletvekili
Bülent Turan, Osmaniye Milletvekili
Mücahit Durmuşoğlu, Denizli Milletvekili
Gülizar Biçer Karaca, Tekirdağ Milletvekili Emre Köprülü, Kastamonu Milletvekili Emin Çınar ve Mardin Milletvekili
Erol Dora Katip Üye olarak Başkanlık
Divanı’nda yer alırken TBMM İdare Amirliği görevini Ankara Milletvekilleri Ahmet
Gündoğdu ve Sırrı Süreyya Önder, Çorum
Milletvekilleri Salim Uslu ve Tufan Köse
ile Adana Milletvekili Seyfettin Yılmaz
üstlendi.
Hükümeti kurma görevi
9 Temmuz’da verildi
TBMM Başkanlık Divanı seçiminin yapıldığı 9 Temmuz 2015 tarihinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 63.
Hükümet’i kurmak üzere AK Parti Genel
Başkanı ve Konya Milletvekili, Başbakan
Ahmet Davutoğlu’nu görevlendirdi.
Böylece hükümeti kurmak için 45 günlük
süre başlamış oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Davutoğlu’na hükümet
kurma görüşmelerinde başarı dileyerek,
“Temennim, Türkiye’nin içinde bulundu-
CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN’IN 9 TEMMUZ 2015 TARIHINDE HÜKÜMETI
KURMAKLA GÖREVLENDIRDIĞI BAŞBAKAN DAVUTOĞLU ILK OLARAK
CHP GENEL BAŞKANI KILIÇDAROĞLU ILE BIR ARAYA GELDI.
ğu şartların hassasiyetine uygun şekilde yeni hükümetin bir an önce kurulmasıdır.
Bu konuda tüm partilere sorumluluk düşüyor. Bugün Türkiye’nin geçmişini tartışan
değil, mevcut sorunların çözümü ve geleceğin inşası konusunda irade ortaya koyacak
bir koalisyon hükümetine ihtiyaç var. Böyle bir uzlaşma sağlanamadığı takdirde her
zaman ifade ettiğim gibi çözüm merci yine millettir” dedi.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, hükümet kurma görüşmeleri çerçevesinde ilk olarak 13
Temmuz 2015 tarihinde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile bir araya geldi. CHP
Genel Merkezi’nde gerçekleşen görüşmenin ardından Davutoğlu, “Sayın Kılıçdaroğlu
ve ekibine Türkiye’nin hükümetsiz bir dakikaya dahi tahammül göstermeyeceğini,
bir an önce karşılıklı güvene dayalı, güçlü bir hükümetin kurulmasını arzu ettiğimizi
ifade ettim. Kendileri de bu çerçevede görüşlerini dile getirdiler. Aynı şekilde güven
esasına vurgu yaptılar” dedi. CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Haluk Koç ise
görüşmeyle ilgili olarak “Türkiye’nin güçlü bir
hükümet profiliyle önümüzdeki yılları göğüslemesi gereğinin altı her iki tarafça da çizildi.
Ortak çalışma noktalarının tespitine dönük
niyet ortaya kondu” ifadelerini kullandı.
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun 14 Temmuz
2015 tarihinde MHP Genel Başkanı Devlet
Bahçeli, 15 Temmuz 2015 tarihinde ise HDP Eş
Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen
Yüksekdağ ile bir araya gelmesinin ardından
AK Parti ve CHP arasında istikşafi görüşmeler
başladı. 24, 28, 30 Temmuz ve 1, 3 Ağustos
günlerinde gerçekleşen görüşmeler yaklaşık
35 saat sürdü. Toplantıların tamamlanmasının
ardından bir açıklama yapan Kültür ve Turizm
eski Bakanı Ömer Çelik, “Bize verilen görev
çerçevesinde, üstünden geçmemiz gereken
bütün konu başlıklarını tamamlamış bulunuyoruz. Heyetler olarak genel başkanlarımıza
ve partilerimizin yetkili kurullarına gerekli
sunumu yapacak duruma gelmiş durumdayız”
dedi. CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti
Sözcüsü Haluk Koç ise görüşmelerle ilgili olarak
“Biz çalışmamızı yaptık. Olumlu-olumsuz diye
bir çerçeve sunmuyoruz” açıklamasını yaptı
ve bundan sonrasının gelişmelere göre herkes
tarafından takip edileceğini söyledi.
İstikşafi görüşmeler olumlu
neticelenmedi
İki parti heyetleri arasındaki istikşafi görüşmelerin ardından Başbakan Ahmet Davutoğlu ve
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu 13 Ağustos 2015 tarihinde tekrar bir araya geldi. Davutoğlu, görüşmenin ardından yaptığı açıklamada
CHP ile gerçekleşen koalisyon görüşmelerinde
hükümet ortaklığı yapma zemininin oluşmadı-
15
ile CHP arasındaki görüşmelerle ilgili olarak
HDP’den de “Koalisyon görüşmelerinden
sonuç alınmalı” değerlendirmesi geldi. HDP
Grup Başkanvekili İdris Baluken, heyetler arasındaki istikşafi görüşmelerin tamamlanmasının ardından yaptığı açıklamada, “Olası bir
AKP-CHP koalisyonunun Türkiye’nin geleceği
açısından -sağlam bir programla ve güçlü bir
ilkesel çıkışla birlikte- pek çok soruna çözüm
getirebileceğini düşünüyoruz. O nedenle şu
anda erken seçimle ilgili gündemlerden çok
bu koalisyon görüşmelerinden sonuç alınması
gerektiğini, bununla ilgili bir çaba içinde olunması gerektiğini ifade ediyoruz” dedi.
Davutoğlu ve Bahçeli
tekrar bir araya geldi
ğını belirterek, “Erken seçim önümüzde görünen güçlü bir ihtimaldir” diye konuştu. Kılıçdaroğlu ise “Bize şu ana kadar bir koalisyon önerisi gelmiş değildir, bir seçim hükümeti
önerisi gelmiştir” açıklamasında bulundu. AK Parti ile yaptıkları görüşmeleri CHP Genel
Merkezi’nde düzenlediği basın toplantısında değerlendiren Kılıçdaroğlu, “Millî iradeye
saygı şudur; millî irade, siyasal partiler arasında bir oy bölüşümü yapmışsa ve bir siyasal
partiyi tek başına iktidara getirmemişse liderlere düşen millî iradeye saygının gereği
olarak bir koalisyon oluşturmaktır. Eğer siz, ‘Ben koalisyonu oluşturamıyorum, seçime
gideceğim’ derseniz, o zaman millî iradeden nasıl söz edeceksiniz? Bunun denenmesi
gerekiyordu. Türkiye’nin tarihî bir fırsatı kaçırdığını düşünüyorum” dedi. Siyasette 24
saatin çok uzun bir süre olduğuna işaret eden Kılıçdaroğlu, “Bugünden erken seçimi tek
seçenek olarak ifade etmeyi doğru bulmuyorum” diye konuştu.
Bu gelişme üzerine MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli 14 Ağustos 2015 tarihinde
yazılı bir açıklama yaptı. Koalisyon hükümeti kurulması çerçevesinde işleyen 45 günlük
anayasal takvimin bitmesine sayılı günler kaldığına işaret eden Bahçeli, “Beklentimiz,
AKP ile CHP’nin dürüstçe, hiçbir hesap yapmadan, korkularını aşarak, anlaşmazlığa
neden olan tekliflerini soğumaya alarak tekrar bir araya gelmenin yollarını bulmalarıdır.
Türkiye’nin kazanması, düştüğü tehlikeli girdaptan kurtulması için AKP ile CHP şanslarını bir kez daha ve samimiyetle denemelidir” çağrısında bulundu. AKP ile CHP’nin son
defa bir araya gelerek koalisyon düğümünü çözmelerinin tarihî bir zorunluluk ve millî
bir sorumluluk olduğunu ifade eden Bahçeli, “Şayet bu olmayacaksa, böyle bir görüşmeye taraflar yanaşmayacaksa, Milliyetçi Hareket Partisi 17 Ağustos 2015 Pazartesi
günü saat 14.00’te AKP Genel Başkanı Sayın Ahmet Davutoğlu’yla planlı randevusunu
gerçekleştirecektir. Kamuoyuyla paylaştığımız daha önceki ilke ve şartlarımızın kabulü
halinde, önce ülkem ve milletim diyen Türk siyasetinin 46 yıllık dev çınarı Milliyetçi
Hareket Partisi değil elini, gövdesini taşın altına koymaya kararlıdır” dedi. AK Parti
16
AK Parti ile CHP arasındaki hükümet kurma
görüşmelerinin olumsuz neticelenmesinin
ardından Başbakan Ahmet Davutoğlu, 17
Ağustos 2015 tarihinde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile tekrar bir araya geldi.
Davutoğlu, görüşmenin ardından düzenlediği basın toplantısında, “Sayın Bahçeli
daha önce kamuoyuyla paylaşmış olduğu
dört konuyu gündeme getirdi ve bunlar tek
tek ele alındığında AK Parti ile bir koalisyon
imkanını mümkün görmediğini ifade etti. Bir
azınlık hükümetine desteği zaten daha önce
de kabul etmeyeceğini söylediğini belirtti.
Erken seçim kararı için hükümet Meclis’i toplamak isterse toplantıya katılacaklarını ama
kesinlikle erken seçime de destek vermeyeceklerini ifade etti” dedi. Hiçbir kapıyı kapatmadıklarını kaydeden Davutoğlu, “Ancak şu
anki tablo itibarıyla koalisyon ihtimalini gerçekleştirebilecek bir yol gözükmüyor. Bana
hükümet kurma görevi, ülkeyi hükümetsiz
bırakmamak çerçevesinde tevdi edilmiş olduğu için bununla ilgili elimden geleni yapmış
olduğum konusunda manen mutmainim.
Elimden gelen bütün çabayı gösterdim” ifadelerini kullandı. MHP Genel Başkanı Devlet
Bahçeli ise yaptığı yazılı açıklamada, “Milliyetçi Hareket Partisi olarak daha önceden
BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU HÜKÜMETI KURMA GÖREVINI
ALDIKTAN SONRA 14 TEMMUZ’DA MHP GENEL BAŞKANI DEVLET
BAHÇELI, 15 TEMMUZ’DA ISE HDP EŞ GENEL BAŞKANLARI
SELAHATTIN DEMIRTAŞ VE FIGEN YÜKSEKDAĞ ILE GÖRÜŞTÜ.
kamuoyuyla paylaştığımız 4 maddelik ilke ve ön şartlarımızın
AKP tarafından kabulü mümkün olmamıştır. Bu itibarla koalisyon
hükümeti kurmak için lazım gelen uzlaşma zemini oluşmamış ve
siyasi anlaşma iklimi vasat bulmamıştır. Şimdilik görünen odur
ki, mevcut siyasi kompozisyonda bir koalisyon hükümeti ihtimali
çok azalmıştır. Ve Türkiye 7 Haziran Milletvekili Genel Seçimleri’nin
tekrarlanmasıyla karşı karşıya kalmıştır” değerlendirmesinde bulundu. Bahçeli, MHP’nin seçim hükümetine katılmayarak herhangi
bir üye vermeyeceğini de bildirdi.
Koalisyon görüşmelerinden bir sonuç elde edilemeyince
Başbakan Ahmet Davutoğlu, 63. Hükümet’i kurma görevini 18
Ağustos 2015 tarihinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a
iade etti. HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, aynı gün
yaptığı açıklamada partisinin muhtemel bir seçim hükümetinde
görev alıp almayacağını MYK’da değerlendireceklerini belirterek,
“Ülkenin yönetilmesi konusunda hiçbir sorumluluktan kaçmadık,
kaçmayız da” dedi. CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü
Haluk Koç ise 19 Ağustos’taki açıklamasında CHP’nin kurulacak bir
seçim hükümetinde yer almasının söz konusu olmadığını söyledi.
Başbakan Davutoğlu’nun görevi iade etmesinin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hükümeti kurma görevini CHP Genel Başkanı
Kemal Kılıçdaroğlu’na verip vermeyeceği tartışması gündeme
geldi, ancak Erdoğan herhangi bir görevlendirmede bulunmadı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 24 Ağustos 2015 tarihinde TBMM Başkanı İsmet Yılmaz’ı kabul etti. Basına kapalı
olarak gerçekleşen kabulün ardından Cumhurbaşkanlığı Basın
Merkezi’nden yapılan açıklamada, “7 Haziran 2015 tarihindeki 25.
Dönem Milletvekili Genel Seçimleri sonrasında, Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlık Divanı seçiminin tamamlandığı 9 Temmuz
2015 tarihinden itibaren, Anayasa’da öngörülen süre zarfında,
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptıkları
görevlendirme akabinde, tüm siyasi partilerle gerçekleştirilen
temaslara rağmen Bakanlar Kurulu kurulamamış, mevcut şartlarda da kurulamayacağı ortaya çıkmıştır. Bu nedenle seçimlerin
yenilenmesi kararının alınması zarureti hasıl olmuştur. Sayın Cumhurbaşkanımız, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın İsmet
Yılmaz ile istişare ederek, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 104.
ve 116. maddelerinin kendisine verdiği yetkiye istinaden, Türkiye
Büyük Millet Meclisi seçimlerinin yenilenmesine karar vermişlerdir” denildi. Karar aynı gün Resmî Gazete’nin mükerrer sayısında
yayımlandı. 25 Ağustos 2015 tarihinde ise Bakanlar Kurulu’nun
çekilmesi ve Geçici Bakanlar Kurulu’nun kurulmasına ilişkin tezkereler, Resmî Gazete’nin mükerrer sayısında yer aldı. Başbakan
Ahmet Davutoğlu imzasıyla Cumhurbaşkanlığı makamına yazılan
tezkerede, 62’nci Hükümet’in seçimlerin yenilenmesi kararı çerçevesinde Anayasa’nın 114’üncü maddesi uyarınca çekildiği belirtildi.
“Geçici Bakanlar Kurulu’nu Kurmak Üzere Konya Milletvekili ve
AK Parti Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun Başbakan Olarak
Atanmasına Dair Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan İmzalı
Tezkere”de ise Davutoğlu’nun Anayasa’nın 114’üncü maddesi ge-
17
reğince Geçici Bakanlar Kurulu’nu kurmak üzere Başbakan olarak
atandığı ifade edildi.
Bu arada aynı gün TBMM tarafından hazırlanan bakanlık oranlarına ilişkin çizelge Başbakan Ahmet Davutoğlu’na gönderildi.
Çizelgeye göre, Başbakan ve 3 bağımsız bakan dışında AK Parti’ye
11, CHP’ye 5, MHP’ye 3 ve HDP’ye 3 bakanlık düştü.
Seçim tarihi açıklandı, bakanlık teklifleri yapıldı
Yüksek Seçim Kurulu (YSK), Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan’ın seçimlerin yenilenmesi kararının ardından seçim tarihini netleştirmek üzere 25 Ağustos 2015 tarihinde toplandı. YSK
Başkanı Sadi Güven, toplantının ardından yaptığı açıklamada,
“Yüksek Kurulumuz, yapmış olduğu değerlendirmede kış mevsiminin yaklaşmasını da göz önüne alarak Anayasa’nın 79’uncu,
116/son, 2839 Sayılı Kanun’un 8’inci ve 9’uncu maddelerine göre
26. Dönem Milletvekili Genel Seçimleri’nin 1 Kasım 2015 Pazar
günü yapılmasına karar vermiştir” diye konuştu.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, Geçici Bakanlar Kurulu’nda yer al-
18
masını istediği isimlere 26 Ağustos 2015 tarihinde bakanlık teklifi
götürdü. Bu isimler CHP’den İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak,
Ankara Milletvekili Ayşe Gülsün Bilgehan, İstanbul Milletvekili
İlhan Kesici, Antalya Milletvekili Deniz Baykal, Ankara Milletvekili
Tekin Bingöl, MHP’den İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu,
Ankara Milletvekili Yıldırım Tuğrul Türkeş, İstanbul Milletvekili
Meral Akşener, HDP’den İstanbul Milletvekili Abdullah Levent
Tüzel, İzmir Milletvekili Müslüm Doğan ve Kocaeli Milletvekili Ali
Haydar Konca oldu.
Başbakan Davutoğlu, milletvekillerine ayrı ayrı hitaben yazdığı
mektupta şu ifadelere yer verdi:
“25.08.2015 tarihinde Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip
Erdoğan tarafından Geçici Bakanlar Kurulu’nu kurmak üzere Başbakan olarak atanmış bulunmaktayım. Geçici Bakanlar Kurulu
üyeliği için şahsınıza bakanlık teklif ediyorum.
Anayasa’nın amir hükmü gereğince, teklif edilen bakanlık görevini kabul etmemeniz halinde, yerinize bağımsızlardan atama
yapılacağından Geçici Bakanlar Kurulu’nun kurulması için öngörülen anayasal süre dikkate alınarak bakanlık görevine ilişkin
teklife 27.08.2015 tarihi saat 18:00’e kadar yazılı yanıt vermeniz
hususunda gereğini rica ederim.”
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Geçici Bakanlar Kurulu üyeliği
teklifinde bulunduğu milletvekillerinden Yıldırım Tuğrul Türkeş,
Müslüm Doğan ve Ali Haydar Konca daveti kabul ederken diğer
isimler olumsuz yanıt verdi. Konca, “Eğer bu koltuk Türkiye’nin
eşitliğine, adaletine, birliğine, kardeşliğine hizmet edecekse bizim
için mutluluk verici yanı o olur. Görevimizi layığı ile yapmaya çalışırız” dedi. Doğan ise geçici hükümetin ülkemiz için hayırlı olmasını
diledi. Türkeş’in bakanlık teklifini kabul etmesi MHP’de sert tepkiyle karşılandı. MHP Genel Başkan Yardımcısı Edip Semih Yalçın,
Yıldırım Tuğrul Türkeş’in tedbirli olarak kesin çıkarma cezası ile
cezalandırılması istemiyle disiplin kuruluna sevk edildiğini açıkladı.
MHP İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu, kendisine yapılan
Geçici Bakanlar Kurulu üyeliği teklifine tepki olarak MHP Genel
Başkan Yardımcılığı görevinden istifa etti. Tanrıkulu, yaptığı yazılı
açıklamada, “Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından bir mektupla
teklif edilen Geçici Bakanlar Kurulu üyeliğini kabul etmediğime dair
yazımı Başbakanlığa iletmiş bulunmaktayım. Türkiye, gelinen 13
yılın sonucunda ağır güvenlik ve ekonomik zorluklar içindeyken 46
yıllık tarihi, köklü ve saygın bir mensubiyeti olan MHP’nin Genel
Başkan Yardımcısı’na böyle bir teklifin yapılması cüretine tepki
olarak, MHP Genel Başkan Yardımcılığı görevimden bugün itibarıyla ayrılıyorum” ifadelerine yer verdi.
Bakanlık teklifini kabul etmeyen isimler arasında yer alan CHP
eski Genel Başkanı ve Antalya Milletvekili Deniz Baykal, Başbakan
Başbakan Yardımcısı
Başbakan Yardımcısı
Başbakan Yardımcısı
Başbakan Yardımcısı
Adalet Bakanı
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı
Avrupa Birliği Bakanı
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Çevre ve Şehircilik Bakanı
Dışişleri Bakanı
Ekonomi Bakanı
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı
Gençlik ve Spor Bakanı
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı
Numan Kurtulmuş
Ayşen Gürcan
Feridun Hadi Sinirlioğlu
Yalçın Akdoğan
Ali Haydar Konca
Nihat Zeybekci
Cevdet Yılmaz
Fikri Işık
Ali Rıza Alaboyun
Yıldırım Tuğrul Türkeş
Ahmet Erdem
Akif Çağatay Kılıç
Kenan İpek
İdris Güllüce
Kutbettin Arzu
dini alabileceğiniz görüşümü siyasi
stratejilerinize araç yapmanızı, parti
tüzel kişiliklerini ve şahsi beyanları
yok saymanızı siyasi nezaket dışı
olarak gördüğümü üzülerek belirtir, bir kez de yazılı olarak bakanlık
teklifinizi kabul etmediğimi bilgilerinize sunarım” dedi. HDP İstanbul
Milletvekili Abdullah Levent Tüzel
ise düzenlediği basın toplantısında, “iktidarın, gerginliği ve savaş
ortamını tırmandırarak seçimden
prim elde edeceğini hesapladığını”
öne sürdü ve geçici de olsa bu seçim
hükümetinde görev almayı doğru
bulmadığını söyledi.
Başbakan Davutoğlu Geçici
Bakanlar Kurulu’nu açıkladı
Gümrük ve Ticaret Bakanı
İçişleri Bakanı
Kalkınma Bakanı
Kültür ve Turizm Bakanı
Maliye Bakanı
Millî Eğitim Bakanı
Millî Savunma Bakanı
Orman ve Su İşleri Bakanı
Sağlık Bakanı
Ulaştırma, Denizcilik ve
Haberleşme Bakanı
Cenap Aşçı
Nabi Avcı
Selami Altınok
Vecdi Gönül
Müslüm Doğan
Veysel Eroğlu
Yalçın Topçu
Mehmet Müezzinoğlu
Mehmet Şimşek
Feridun Bilgin
Ahmet Davutoğlu’dan gelen davete yanıt olarak kaleme aldığı üç sayfalık mektupta, “12 Mart
1971, 12 Eylül 1980 ateş çemberinden geçmiş, 1991 Hükümeti’nde ve daha sonraki dış zorlamalara dayanan hükümet modellerinde en yukarı düzeyde yer almayı kendisi ve partisi için
reddetmiş bir siyaset anlayışına muhatap olmaktasınız. Nasıl geçmişte 12 Eylül Kenan Evren
hukukuna karşı rakiplerimiz olan siyasetçilerin hukukunu savunduysam, şimdi de milletin hukukunu sizlere karşı savunmak boynumun borcudur” dedi. Baykal, mektubunda “Siyasetimizin
gecikmeden uzlaşmayı, paylaşmayı, hukuka saygı durmayı, hesap vermeyi, alçakgönüllü olmayı
öğrenmesine ihtiyaç var” değerlendirmesinde de bulundu. CHP Ankara Milletvekili Tekin Bingöl
ve İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak ise teklife verdikleri yanıtta “Biz birilerine değil, ‘Önce
Türkiye’ diyerek milletimize hizmet ederiz. Bu sebeple, hiçbir sorumluluğu olmayan ve hiçbir
görevi yerine getirmeyecek geçici hükümette CHP’yi temsilen yer alarak, hak etmediği itibarı
vermemek amacıyla, Anayasa’nın 104 ve 116. maddeleri uyarınca 26 Ağustos 2015 tarihli teklifinizi reddettiğimizi bilgilerinize sunarız” dedi.
CHP Ankara Milletvekili Ayşe Gülsün Bilgehan, yazılı açıklamasında “CHP’nin ilkeleri doğrultusunda, mevcut siyasi şartlarda, önerilen görevi kabul etmediğimi saygılarımla bildiririm”
ifadelerini kullandı. MHP İstanbul Milletvekili Meral Akşener, bakanlık davetine verdiği yanıtta,
böyle bir görev teklifi geldiği takdirde kesinlikle kabul etmeyeceğini daha önce kamuoyuyla
paylaştığını belirterek, “Partimin ve şahsımın tavrının belli olmasına rağmen, telefon ile de teyi-
Bakanlık teklifi götürülen 11 milletvekilinden 3’ünün olumlu yanıt
vermesinin ardından Başbakan
Ahmet Davutoğlu yeni Geçici Bakanlar Kurulu listesini hazırlayarak
28 Ağustos 2015 tarihinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a
sundu. Davutoğlu, daha sonra
Çankaya Köşkü’nde basın mensuplarına yaptığı açıklamada “Sayın
Cumhurbaşkanımızca onaylanan
Geçici Bakanlar Kurulu listesini size
ve yüce milletimize sunarım” dedi.
Geçici Bakanlar Kurulu şu isimlerden
oluştu:
Başbakan: Ahmet Davutoğlu,
Başbakan Yardımcıları: Numan Kurtulmuş, Yalçın Akdoğan, Cevdet Yılmaz, Yıldırım Tuğrul Türkeş, Adalet
Bakanı: Kenan İpek, Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanı: Ayşen Gürcan,
Avrupa Birliği Bakanı: Ali Haydar
Konca, Bilim, Sanayi ve Teknoloji
Bakanı: Fikri Işık, Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanı: Ahmet Erdem,
Çevre ve Şehircilik Bakanı: İdris Gül-
19
TBMM GENEL KURULU, CHP’NIN VERDIĞI TERÖRLE ILGILI
ARAŞTIRMA ÖNERGESINI GÖRÜŞMEK ÜZERE 29 TEMMUZ 2015
TARIHINDE OLAĞANÜSTÜ TOPLANDI.
lüce, Dışişleri Bakanı: Feridun Hadi Sinirlioğlu,
Ekonomi Bakanı: Nihat Zeybekci, Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanı: Ali Rıza Alaboyun, Gençlik ve
Spor Bakanı: Akif Çağatay Kılıç, Gıda, Tarım ve
Hayvancılık Bakanı: Kutbettin Arzu, Gümrük ve
Ticaret Bakanı: Cenap Aşçı, İçişleri Bakanı: Selami Altınok, Kalkınma Bakanı: Müslüm Doğan,
Kültür ve Turizm Bakanı: Yalçın Topçu, Maliye
Bakanı: Mehmet Şimşek, Millî Eğitim Bakanı:
Nabi Avcı, Millî Savunma Bakanı: Vecdi Gönül,
Orman ve Su İşleri Bakanı: Veysel Eroğlu, Sağlık Bakanı: Mehmet Müezzinoğlu, Ulaştırma,
Denizcilik ve Haberleşme Bakanı: Feridun Bilgin
Geçici Bakanlar Kurulu’nda 62. Hükümet’te
görev yapmış isimler de yer aldı. Başbakan
Yardımcıları Numan Kurtulmuş ve Yalçın Akdoğan, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri
Işık, Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce,
Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, Gençlik ve
Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç, Maliye Bakanı
Mehmet Şimşek, Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı,
20
Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu ve Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu aynı
görevlerini sürdürürken Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz Başbakan Yardımcılığı’na
atandı. 7 Haziran seçimleri öncesinde Adalet Bakanlığı’na getirilen Kenan İpek ile
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı olan Feridun Bilgin’in yanı sıra İsmet
Yılmaz’ın TBMM Başkanlığı’na seçilmesiyle Millî Savunma Bakanlığı’na atanan Vecdi
Gönül de görevine devam eden isimler arasında yer aldı. Geçici Bakanlar Kurulu’nda
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı olarak görev alan Ayşen Gürcan, Türkiye’nin ilk
başörtülü bakanı oldu.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, Geçici Bakanlar Kurulu’nun ülkeye ve millete hayırlı
olması temennisinde bulunarak, “Allah bakan arkadaşlarımızla birlikte hayırlı hizmetlere vesile kılsın diye niyazda bulunuyorum. Allah hayırlı, mübarek etsin, Allah
utandırmasın” dedi.
Genel Kurul olağanüstü toplandı
Hükümet kurma çalışmalarının sürdüğü dönemde TBMM Genel Kurulu, CHP’nin
verdiği terörle ilgili araştırma önergesini görüşmek üzere 29 Temmuz 2015 tarihinde olağanüstü toplandı. TBMM Başkanvekili Şafak Pavey, ilk kez yönettiği Genel
Kurul’da gündeme geçmeden önce duygu ve düşüncelerini paylaşmak istediğini
belirterek, “Ben her terörün ardından görünmez yaralıları da merak ederim; kaçını
daha kaybettiğimizi, kaçının ömür boyu engelli kaldığını, onları bekleyen zahmetli
geleceği düşünürüm. Burada yaratacağımız her asabiyet, her tansiyon yükselişi so-
Özgürlük ve Dayanışma Partisi, Saadet Partisi,
Toplumsal Uzlaşma Reform ve Kalkınma Partisi,
Türkiye Komünist Partisi, Vatan Partisi.
Aday listeleri 18 Eylül’de
kağa katmerli şiddet teşviki olarak dönebiliyor. Oysa insanlarımız öfkelerimizden,
nefretlerimizden çok daha kıymetliler, çünkü bu vatan hırslarımızdan çok daha
değerli” dedi. Olağanüstü toplantıda, önerge üzerinde ilk sözü hükümet adına
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç alırken HDP Grubu adına Şanlıurfa Milletvekili
Osman Baydemir, MHP Grubu adına Gaziantep Milletvekili Ümit Özdağ, CHP
Grubu adına İstanbul Milletvekili Murat Özçelik, AK Parti Grubu adına Grup Başkanvekili Ahmet Aydın, önerge sahipleri adına ise CHP Grup Başkanvekili Levent
Gök konuşma yaptı. Terör olaylarının araştırılmasına yönelik Meclis Araştırması
açılmasına ilişkin önerge Genel Kurul’da kabul edilmedi.
Olağanüstü toplantı, TBMM’nin 25. Dönem’deki 8. birleşimi oldu. Genel Kurul
daha önce 23 Haziran, 30 Haziran, 1 Temmuz, 7 Temmuz, 8 Temmuz, 9 Temmuz
ve 14 Temmuz günlerinde toplanmış ve Meclis 1 Ekim’e kadar tatil edilmişti. Genel
seçimlerin 1 Kasım’da yenilenmesi kararıyla birlikte 25. Dönem, TBMM’nin en kısa
yasama dönemlerinden biri olacak gibi görünüyor.
Seçimlere 29 parti katılacak
Yüksek Seçim Kurulu’nun 27 Ağustos 2015 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanan kararına göre 1 Kasım’da yapılacak Milletvekili Genel Seçimi’ne 29 parti
katılabilecek. Bu partilerin isimleri şöyle: Adalet ve Kalkınma Partisi, Anadolu
Partisi, Bağımsız Türkiye Partisi, Büyük Birlik Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi,
Demokrat Parti, Demokratik Gelişim Partisi, Demokratik Sol Parti, Doğru Yol
Partisi, Emek Partisi, Genç Parti, Hak ve Adalet Partisi, Hak ve Özgürlükler Partisi,
Halkın Kurtuluş Partisi, Halkın Yükselişi Partisi, Halkların Demokratik Partisi,
İlk Parti, Komünist Parti, Liberal Demokrat Parti, Merkez Parti, Millet Partisi,
Millet ve Adalet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi, Muhafazakar Yükseliş Partisi,
Siyasi partiler aday listelerini 18 Eylül’de Yüksek
Seçim Kurulu’na verecek. Kesin aday listeleri 28
Eylül’de ilan edilecek. YSK’nın hazırladığı seçim
takviminin bazı aşamaları şöyle:
13 Eylül: Siyasi partilerin birleşik oy pusulasındaki yerlerinin belirlenmesiyle ilgili kura çekimi ve
ilânı.
18 Eylül: Siyasi partilerin genel merkezlerinin,
seçime katılacakları seçim çevrelerine ait aday
listelerini YSK Başkanlığı’na alındı belgesi karşılığında DVD ve kağıt ortamında en geç saat 17:00’ye
kadar vermelerinin son günü.
20 Eylül: Yurt içi ve yurt dışı seçmen kütüklerinin
kesinleştirilmesi; yurt içi seçmenlerin oy vereceği
yer ve sandıkların belirlenmesi; yurt dışı seçmenlerin oy kullanacakları temsilcilik, tarih aralığı ve yer
bilgilerinin www.ysk.gov.tr adresinden ilânı.
22 Eylül: Siyasi partilerin aday listeleri ile bağımsız adayların başvuru evrakındaki eksiklikleri
tamamlamalarının ve bağımsız adayların adaylıktan vazgeçmelerinin son günü.
28 Eylül: Siyasi partilerin seçim çevreleri itibarıyla milletvekili kesin aday listeleri ile bağımsız adayların radyo, televizyon, Resmî Gazete ve illerde ilânı.
8 Ekim: Yurt dışı temsilciliklerde ve gümrük
kapılarında oy verme işlemine başlanması.
13 Ekim: Başvuran siyasi partilerin radyo ve
televizyonda yapacakları propaganda konuşmalarının yayın ve zaman sıralarının belirlenmesi için
ad çekilmesi.
22 Ekim: Propaganda serbestliğinin ve bir kısım
seçim yasaklarının başlaması.
25 Ekim: Yurt dışı temsilciliklerde oy verme
işleminin sona ermesi; radyo ve televizyon propaganda konuşmalarının başlaması; seçmen bilgi kağıtlarının seçmenlere dağıtımının tamamlanması.
31 Ekim: Seçim propagandasının saat 18:00
itibarıyla sona ermesi.
1 Kasım: Oy verme günü.
21
HINT MÜSLÜMANLARININ
GENÇ ÜLKESI:
PAKISTAN
22
DÜNYA DEMOKRASI TARIHI
1947 YILINDA BAĞIMSIZLIĞINI ILAN EDEN PAKISTAN’IN
SIYASI YAPISI DEMOKRASI VE ASKERÎ DARBELER ARASINDA
GELGITLER YAŞAR. NIHAYET BÜYÜK TOPLUMSAL OLAYLARIN
VE KRIZLERIN ARDINDAN ÜLKE BUGÜNKÜ DEMOKRATIK
YÖNETIM ŞEKLINE KAVUŞUR.
HASAN ERKANAR
23
1
947 yılında parçalanan Hindistan’dan
ayrılarak bağımsızlığını ilan eden Pakistan İslam Cumhuriyeti, bugün Hint Alt
Kıtası’nın en büyük devletlerinden biridir.
200 milyona yaklaşan nüfusuyla dünyanın
en kalabalık 6’ncı ülkesi olan Pakistan günümüzde federal bir parlamenter cumhuriyettir. Bağımsızlık ilanı ile beraber ülkenin
siyasi yapısı demokrasi ve askerî darbeler
arasında gelgitler yaşar. Nihayet büyük
toplumsal olayların ve krizlerin ardından
ülke bugünkü demokratik yönetim şekline
kavuşur. Fakat öncelikle Pakistan toplumunu ve siyasetini şekillendiren bağımsızlık
öncesi dönemden bahsetmek ülkenin modern siyasi hayatını doğru değerlendirmek
için elzemdir.
Antik çağlardan beri birçok medeniyet
Pakistan topraklarını merkeze alarak Hint
Alt Kıtası’nı yönetmiştir. MÖ 6. yüzyıl ila
4. yüzyıl arasında etkin güçler olan Maurya
İmparatorluğu ve Ahameniş Hanedanı’nın
Pers İmparatorluğu Pakistan’ı yöneten antik imparatorluklar arasında yer alır. Asya’ya
doğru yola çıkan Büyük İskender de MÖ
326 yılında bugünkü Pakistan topraklarının
içinde yer aldığı Hint topraklarını ele geçi-
24
DÜNYA DEMOKRASI TARIHI
rir. İskender’den sonra Helenizm’in etkisiyle bölgede Hint-Yunan krallığı kurulur. Fakat
Pakistan’a karakterini kazandıran, 7. yüzyılın sonuna doğru etkinliği artan Müslümanlardır. İslam’ın Pakistan topraklarına girişi önce sufi davetçiler eliyle olur. Sufiler, Budist
ve Hindu halkın ihtidasında başroldedirler. Emevi komutan Muhammed bin Kasım’ın
711 yılında İndus Vadisi’ni geçip Sind ve Pencap bölgelerini fethetmesiyle bu topraklar
Müslümanların idaresine girer. Bu tarihten sonra İslam Pakistan’ın Hint kıtasındaki ayırt
edici özelliği olur.
Emevilerin ardından birçok Müslüman devlet bu topraklarda hakimiyet kurar. Bu dönemler aynı zamanda Türk kökenli imparatorlukların Hindistan ve Pakistan’ı yönettiği
bir zaman dilimi olur. 10. yüzyıldan 12. yüzyıla kadar Gazneliler, 13. yüzyıl ila 16. yüzyıl
arasında ise Delhi Sultanlığı bölgeyi yöneten Müslüman Türk imparatorluklarındandır.
Fakat bölgeyi idare eden devletler arasından İslam medeniyeti adına en büyük katkıyı
yapan, 16. yüzyıldan 19. yüzyılın ortasına kadar oldukça geniş bir coğrafyaya hükmeden
Babür İmparatorluğu olur. Türk bir hanedanın yönettiği imparatorluğun etki alanı, bugün
Pakistan’ın resmî dili olan Urducanın ilk olarak ortaya çıktığı yeri de içine alır. Devlet Ekber
Şah döneminde altın çağını yaşamasına rağmen, Şah’ın “din-i ilahi” ismini verdiği yeni bir
dini yayma girişimi tahrif olarak görülerek aralarında Hindistanlı âlim İmam Rabbani’nin
de bulunduğu yerleşik İslami otoriteleri rahatsız eder.
1700’lü yılların başına gelindiğinde ise devlet Avrupalıların Güney Asya’daki etkisinin
artması üzerine zayıflamaya başlar. Önce ticari üstünlük kuran Avrupa devletleri zamanla Babür İmparatorluğu gibi Asya’nın yerleşik siyasi yapılarının hakimiyet alanlarını
tehdit eder. Özellikle Britanya İmparatorluğu’ndan izin alarak bölgede ticaret yapan
Doğu Hindistan Ticaret Şirketi’nin etkinliğinin artması sömürgeciliğe giden yolun başlangıcı olur. Şirket zamanla ticari faaliyetlerinin artmasıyla Hindistan’ın birçok yerinde
ticaret karakolu kurar. Karakolları korumak için oluşturulduğu söylenen askerî birlikler
zamanla şirketin ordusu haline gelir. Nihayet 1757 yılında ticaret tekelini elinde bulunduran şirket, Hindistan’da siyasi yönetimini ilan eder ve 1858 yılına kadar fiilen ülkenin
gerçek yöneticisi olur.
EMEVILERIN ARDINDAN BIRÇOK MÜSLÜMAN DEVLET
BU TOPRAKLARDA HAKIMIYET KURAR. 10. YÜZYILDAN
12. YÜZYILA KADAR GAZNELILER, 13. YÜZYIL ILA 16. YÜZYIL
ARASINDA ISE DELHI SULTANLIĞI BÖLGEYI YÖNETEN MÜSLÜMAN
TÜRK IMPARATORLUKLARI ARASINDA YER ALIR.
1858 yılında yerini Britanya İmparatorluğu’na bırakmasıyla
Babürlüler tarihten silinirken bölge resmen bir Britanya sömürgesi
olur. Sömürge dönemi Pakistan tarihine de en az Hindistan’ınki
kadar etki eder. Britanya’nın 90 sene süren yönetimi İkinci Dünya
Savaşı sonrası dekolonizasyon ile sona erer. Teker teker bağımsızlığını ilan etmeye başlayan sömürgeler arasında Britanya
sömürgeleri de yer alır. Dönemin nüfus ve ekonomik büyüklük
olarak en önde gelen sömürgesi Hindistan ise bölünerek iki farklı
devletle bağımsızlığını ilan eder.
1940’ta Lahor Kararı alınıyor
Pakistanlılar bağımsızlık ve iki farklı devlet fikrini benimsemeden
önce Britanya İmparatorluğu altında Muhammed İkbal’in önde
gelenlerinden olduğu Müslüman aydınlar uzun süren bir mücadele
verirler. 1906 yılında Britanya Hindistanı’nda “Tüm Hindistan
Müslüman Birliği” isimli bir teşkilat kurulur. Sir Seyyid Ahmed
Han tarafından kurulan Britanya yanlısı teşkilatın amacı Hindu ve
Müslümanların kanun önünde eşitliğini sağlayacak düzenlemelere önayak olarak Müslümanların temel haklarını güvence altına
almaktır. Fakat birliğin siyasi konumu zamanla değişmeye başlar.
Aralık 1930 tarihinde büyük şair ve düşünür Muhammed İkbal
başkan olarak yaptığı konuşmada ilk kez kuzeybatı Hindistan’da
bir Müslüman Hindistan fikrinden bahseder. Allahabad’daki
tarihî konuşmasında Müslüman Hintliler için Pencap, Kuzeybatı
Sınır Eyaleti, Sind ve Belucistan’ı birleştiren tek bir devlet fikrini
öne sürer. 1933 yılında ise Pakistan Deklarasyonu isimli bir risale
kaleme alan Pencaplı Müslüman aydın Rehmat Ali, Pakistan kelimesini ilk kez kullanan kişi olur. Yazar, Pencap, Afgan Bölgesi,
Keşmir ve Sind’in baş harflerinden, Belucistan’ın ise son harflerinden oluşan ismi Hindistan’ın kuzeybatı toprakları için kullanır.
Telaffuzu kolaylaştırmak için Pakstan ismine “i” eklenerek bugün
bildiğimiz Pakistan kelimesi oluşturulur.
Pakistan’ı yaratan siyasi gelişmeler hız kesmeden gündem
oluşturmaya devam eder. Mart 1940’ta Hindistan Müslüman
Birliği toplantısında Lahor Kararı olarak bilinen önemli bir gelişme
yaşanır. Bengal bölgesi başbakanı Fazlul Hak tarafından ilan edilen karar ile Müslüman Birliği Hindistan’dan ayrı tek ve bütün bir
Müslüman devleti çağrısı yapar. Daha önce Rehmat Ali gibi aydınlar tarafından Pakistan fikri öne sürülse de Muhammed Ali Cinnah
gibi önde gelen bazı figürler Hindu ve Müslümanların tek devlette
25
LAHOR KARARI ILE BIRLIKTE MÜSLÜMAN BIRLIĞI BAĞIMSIZLIK
YANLISI BIR TAVIR ORTAYA KOYAR. 1947’DE HINDISTAN’IN BIRLEŞIK
KRALLIK’TAN BAĞIMSIZLIĞINI ILAN ETMESIYLE HINDISTAN
DOMINYONU VE PAKISTAN DOMINYONU OLUŞTURULUR.
beraber yaşamasını savunur. Fakat değişen
lanan ülke olur. 1958 yılında ilan edilen sıkıyönetimden 1971’e kadar süren dönem
siyasi koşullar sonucu alınan Lahor Kararı ile
Pakistan tarihindeki birinci askerî dönemdir. Sıkıyönetimle devlet idaresine el koyan
birlikte Müslüman Birliği bağımsızlık yanlısı
Mareşal Muhammed Eyüp Han döneminde ülke Batı kültürü ile yakın ilişkiye girer.
bir tavır ortaya koyar. 1947 yılında Hindistan’ın
Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa devletleri ile sağlam ilişkiler kurulup ülke
Birleşik Krallık’tan bağımsızlığını ilan etmesiyle
çapında birçok kalkınma hamlesi yapılır. Başkent, Karaçi’den İslamabad’a taşınır. Bu
Hindistan Dominyonu ve Pakistan Dominyonu
dönemde, 1965 yılında, devam eden Keşmir sorunu en sonunda Hindistan’la Keşmir
isimli iki devlet oluşturulur. Bugünkü Bangladeş
Savaşı’nın patlak vermesine neden olur. Savaşın neticesinde imzalanan Taşkent
toprakları olan Doğu Pakistan’ı da içeren Pa-
Deklarasyonu ile ilan edilen ateşkes, iki devlette herhangi bir toprak değişikliği
kistan Dominyonu İngiliz Milletler Cemiyeti’ne
olmayacağını garantiler. Aynı sene Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı
üye olmakla beraber bu tarihte tıpkı Hindistan
konuşmada Dışişleri Bakanı Zülfikar Ali Butto, Hindistan’ın atom bombası üretim
gibi bağımsızlığını elde eder. Muhammed Ali
faaliyetlerine karşı ülkesinin de her ne pahasına olursa olsun kendini savunmak
Cinnah da Pakistan’ın kurucusu olarak tarihteki
için nükleer program başlatacağını ilan eder. Bu gelişmelerin ardından üzerindeki
yerini alır.
baskıyı hafifletmeye çalışan Eyüp Han, Butto’yu görevden alır. Butto’nun görevden
1947 yılından 1958’e kadar süren döneme
alınması halkı daha da galeyana getirir. 1969 yılında Eyüp Han görevi Başkomutan
Birinci Demokratik Dönem de denir. 1956 yılında
Yahya Han’a bırakır. 1970’te yapılan demokratik seçimlerde Butto’nun partisi Doğu
Pakistan İslam Cumhuriyeti ismini alan devlet
Pakistan’da, Bangladeş Halk Birliği de Batı’da hiç sandalye kazanamaz. Bangladeş
tarihte ilk kez “İslam Cumhuriyeti” adını kul-
Halk Birliği parlamentoda hükümet kuracak güce sahip olmasına rağmen Batı
Muhammed Ali Cinnah
26
DÜNYA DEMOKRASI TARIHI
Zülfikar Ali Butto
Benazir Butto
Navaz Şerif
1971 YILINDA YAHYA HAN, IKTIDARI DEMOKRATIK YOLLA SEÇILEN
SIYASILERE BIRAKIR. 1971’DEN 1977 YILINA KADAR BAŞBAKAN
ZÜLFIKAR ALI BUTTO ÖNDERLIĞINDE ÜLKEDE SOL SIYASET
IKTIDARI YAŞANIR. BATI ILE ILIŞKILER KÖTÜLEŞIRKEN
SOVYETLER VE DOĞU BLOKU ILE DAYANIŞMA ARTAR.
Pakistanlılar buna razı olmaz. Gerilen siyasi ortam 1971 yılında
Bangladeş Kurtuluş Savaşı ile sonuçlanır. Doğu Pakistan Bangladeş ismiyle bağımsız bir devlet olur.
Benazir Butto ve Navaz Şerif dönemleri
Savaşın kaybedilmesinin ardından Yahya Han iktidarı demokratik
yolla seçilen siyasilere bırakır. 1971’den 1977 yılına kadar Başbakan
Zülfikar Ali Butto önderliğinde ülkede sol siyaset iktidarı yaşanır.
Batı ile ilişkiler kötüleşirken Sovyetler ve Doğu Bloku ile dayanışma
artar. Demokratik dönem General Ziya ül Hak’ın sıkıyönetim ilan
etmesiyle son bulur. 1988 yılına kadar süren ikinci askerî dönemde
Sovyet yanlılarına karşı devlet sponsorluğunda dinî muhafazakar
politikalar geliştirilir ve sağ siyaset desteklenir. Generalin ölümüyle
1988 yılında tekrar genel seçimler yapılır. Zülfikar Ali Butto’nun kızı
Benazir Butto, sadece Pakistan’daki değil tüm İslam ülkelerindeki
ilk kadın başbakan olur. 1990 seçimlerinin ardından Butto’nun sol
partisi ve Navaz Şerif’in muhafazakar partisi koalisyon kurar. Bu
yıllarda Hindistan ile yaşanan gerilim devam eder. Pakistan dünyanın yedinci, İslam dünyasının ise ilk nükleer silah sahibi ülkesi olur.
1999 yılında General Pervez Müşerref’i görevden almaya çalışan
Navaz Şerif, askerî darbeyle yönetimden uzaklaştırılır.
Pakistan tarihindeki üçüncü askerî dönem 1999’dan 2007’ye
kadar sürer. 2001 yılından itibaren Şerif ve Butto’nun destekçileri
Müşerref yönetimine karşı seslerini yükseltmeye başlar. 2007
yılında Şerif sürgünde olduğu Suudi Arabistan’dan Pakistan’a
döner. Fakat bu girişim daha havaalanındayken sınır dışı edilmesiyle sonuçlanır. Aynı sene sekiz yıllık sürgünün ardından Benazir
Butto 2008 seçimlerine katılmak üzere ülkeye döner. Butto’ya
destek eylemlerinde kanlı intihar saldırıları düzenlenir. Navaz
Şerif 2007 senesinde ikinci kez ülkeye dönme girişiminde bulunur. Destekçilerle yaşanan çatışmaların ardından Şerif başarıyla
ülkesine dönüp seçimlerde adaylığını koyar. Diğer taraftan seçim
hazırlıkları sırasında Butto suikasta uğrayarak hayatını kaybeder.
Suikastın ardından siyaset iyice gerginleşir. 2008 yılının Şubat
ayında gerçekleşen seçimlerden Yusuf Rıza Gilani liderliğindeki
solcular zaferle çıkar. Gilani, iktidarı sırasında mevcut yarı başkanlık sistemini değiştirerek tam parlamenter sisteme dönüştürür.
Parlamentoyu tek taraflı feshetme dahil devlet başkanına ait
yetkiler kısıtlanarak başkanlık sembolik bir makam haline getirilir.
2013 yılında yapılan son demokratik seçimlerde ise muhafazakar
lider Navaz Şerif büyük bir çoğunlukla başbakan seçilir.
Demokratik tarihi büyük çalkantılara sahne olan Pakistan
ülke sloganındaki “İman, İttihad, Nazm” ilkeleriyle hedeflediği
birlik ve düzeni henüz tam anlamıyla tesis edememiş görünse
de demografik ve iktisadi potansiyeliyle, siyasi istikrarda ve demokratik kurumlarını oluşturmada başarılı olması halinde, hem
bölge için hem de bütün dünya için başarılı bir demokratik örnek
olma istidadına sahip.
27
FETHI AKKOÇ:
GELECEĞIMIZIN ANAHTARI “REJIM-SEÇIM-GEÇIM”DIR.
DEMOKRATIK REJIM SAĞLIKLI SEÇIMI, SAĞLIKLI SEÇIM
SAĞLIKLI GEÇIMI GETIRIR
RÖPORTAJ: SONGÜL BAŞ - FOTOĞRAFLAR: EVREN ÖZESEN
19. DÖNEM BURSA MILLETVEKILI FETHI AKKOÇ, YAKIN SIYASI
TARIHIMIZDEKI PEK ÇOK OLAYDA GERÇEK ILE GÖRÜNTÜNÜN
BIRBIRINDEN FARKLI OLDUĞUNU BELIRTIYOR. BU KONUYU
EKOSE ETEKLI LEVREK ISIMLI KITABINDA ÖRNEKLERLE ELE ALAN
AKKOÇ, “SIYASET, BILGININ MANTIK VE FARAZIYE SÜZGECINDEN
GEÇMESIYLE YAPILAN BIR IŞTIR. BILGI SAHIBI OLMAYAN KIŞININ
SIYASET YAPMASI MÜMKÜN DEĞILDIR” DIYOR.
28
RÖPORTAJ
B
ir zamanlar Ankara’nın Babıalisi’ydi Rüzgârlı Sokak. Türkiye’yi kasıp kavuran nice haber bu sokakta yazıldı. Mesleğine tutkuyla bağlı gazeteciler
daktilo tuşlarına her dokunuşta tarihe bir not düştü. Rüzgârlı’da ülkenin ve
siyasetin nabzını tutanlardan biri de Fethi Akkoç’tu. Gazetecilik yıllarının
ardından 19. Dönem’de DYP Bursa Milletvekili olarak Meclis’te yer alan Akkoç
ile yakın siyasi tarihimizi ve ülke gündemini konuştuk.
Fethi Akkoç’un hayat yolculuğu 1945 yılında Bursa’da başlıyor. 1963’te
Zafer Gazetesi’nde muhabirliğe adım atıyor ve manşete çıkan pek çok haberiyle Ankara basınının tanınmış isimlerinden biri oluyor. Mesleki başarısı
ödüllerle taçlanırken gazetecilikteki kariyer basamaklarını da bir bir tırmanıyor. Bu arada Başkent Gazetecilik Yüksekokulu’nu bitiren Akkoç, “Zafer
Gazetesi’nden sonra çeşitli gazetelerde dış politika, başbakanlık ve parlamento muhabirliği ile yöneticilik yaptım. Bir gazeteci olarak İsmet İnönü’den
Osman Bölükbaşı’na, Ekrem Alican’dan Süleyman Demirel’e kadar Türkiye’nin
önemli devlet adamlarını yakından takip ettiğim o yıllarda siyasete girmek
aklımın ucundan bile geçmiyordu. Beni siyasete iten ise TRT’de katıldığım
bir açıkoturum oldu. Mehmet Barlas’ın yönettiği, Ankara’daki duayen gazetecilerden Şemsi Kuseyri, Orhan Tokatlı ve Uğur Mumcu ile birlikte davetli
olduğum açıkoturumda, I. Milliyetçi Cephe Hükümeti’nin güvenoyu alıp
alamayacağının yanı sıra demokrasi ve özgürlükler konusu konuşuldu. Orada
12 Mart Muhtırası ve diğer pek çok konuda gerçek ile görüntünün birbirinden farklı olduğunu örnekler vererek ifade ettim. Amerika’nın Türkiye’de
haşhaş üretiminin yasaklanması için yaptığı baskılara Süleyman Demirel’in
direnmesinin 12 Mart’taki rolüne de değindiğim konuşmam çok beğenildi.
Programdan sonra Meclis’e gittiğimde milletvekilleri tebrik etti. Bursa’dan
Adalet Partili arkadaşlarım ve parti teşkilatındaki kişiler arayarak ‘Adayımız
ol’ dediler. Onların teşvikiyle girdiğim 1977 seçimlerini kıl payı kaybettim.
1981’de yeniden aday olmayı düşünürken 12 Eylül ihtilaliyle birlikte şartlar
değişti, partiler kapatıldı. Bunun üzerine gazeteciliğe devam ettim. 1983
yılında Anavatan Partisi’ne girmem yönünde teklif geldi ama kabul etmedim.
Çünkü siyasete o sırada Zincirbozan’da bulunan rahmetli Süleyman Bey’le
birlikte devam etmeyi istiyordum. 1987 seçimlerinde Doğru Yol Partisi’nden
(DYP) aday oldum, ancak kısmet değilmiş, seçilemedim. 1991’de ise DYP
Bursa Milletvekili olarak Meclis’te yer aldım” diyor.
Fethi Akkoç, 1991 seçimlerinin ardından kurulan 49. Hükümet’te DYP ile
Sosyaldemokrat Halkçı Parti’nin (SHP) koalisyon ortağı olduğunu anımsatıyor. Tecrübeli siyasetçi, 7 Haziran 2015 tarihindeki seçimlerden sonra koalisyon hükümeti kurma çalışmalarının yürütüldüğünü ifade etmemiz üzerine şu
değerlendirmelerde bulunuyor: “Siyaset uzlaşma sanatıdır. Sandıktan çıkan
sonuçlar bir koalisyon hükümeti kurulmasını gerektiriyorsa mevcut şartlar
içerisinde ortak noktalarda buluşulabilmelidir. Halkın takdiri koalisyondan
yana olmuşsa her siyasi parti üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmelidir.
Böyle bir ortamda bir siyasi partinin çıkıp ‘Ben koalisyona girmem’ demesi tamamen yanlıştır. Uzlaşmayı bilmeyenlerin siyaset yapması mümkün değildir.
Koalisyon, olmazı oldurma sanatıdır. Bu konudaki en güzel örneklerden biri
CHP-MSP hükümetinin kurulmasıdır. 1973 seçimleri öncesinde rahmetli Bülent Ecevit ile rahmetli Necmettin
Erbakan’ın müşterek hükümet kuracağını kim söylese
ona ‘deli’ derlerdi. Ancak seçimlerden sonraki gelişmeler
böyle bir tablo ortaya koydu. Milletvekili seçildiğim 1991
yılında ise DYP-SHP hükümeti kuruldu, gayet de başarılı
oldu. Elbette, tek parti hükümetine kıyasla koalisyon
dönemlerinin çeşitli zorlukları vardır, ama koalisyon,
iktidardaki partilerin freni olur bir yerde. Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetleri döneminde yaşanan birtakım
sıkıntılar koalisyonun önemini ortaya koymuştur.”
“Çalışan kadınların doğum izniyle ilgili
kanun teklifim oy birliğiyle kabul edildi”
Fethi Akkoç 1991-1995 yılları arasında milletvekilliği
yapıyor. Meclis’te özellikle hangi konular üzerinde
durduğunu sorduğumuz Akkoç, çalışan kadınların doğum izniyle ilgili kanun teklifi verdiğini belirterek şöyle
devam ediyor: “Sağlıklı bir nesil yetiştirilmesinin ön
koşullarından biri çocukların anne sevgisi ve şefkati ile
büyümesidir. Bu bakımdan, çalışan kadınların doğum
izni süresi büyük önem taşımaktadır. 84 milletvekili arkadaşımın imza attığı kanun teklifim, çalışan kadınlara
29
“DEVLETLERIN YÖNETIMINDE, SIYASI OLAYLARDA, HATTA
SAVAŞLARDA BILE GERÇEKLE GÖRÜNTÜNÜN BIRBIRINDEN ÇOK
FARKLI OLDUĞUNU, SENARYOLARIN ÖNCEDEN
HAZIRLANDIĞINI YAŞAYARAK GÖRDÜM.”
altı ay ücretli, iki yıl ücretsiz doğum izni kullanma imkanı veriyordu.
O dönemdeki yasada ‘Altı aya kadar ücretsiz izin verilebilir’ deniyordu. Ücretsiz izin süresi iki yıla çıkarılarak çocuğun iki buçuk
yaşına kadar anne kucağında ruh ve beden bakımından sağlıklı
yetişmesi sağlanırken çalışan kadınların ‘çocuğuma kim bakacak’
stresi de önlenmiş oluyordu. İki buçuk yaş, çocuğun karakterinin
teşekkül ettiği, ayrıca kreş çağına geldiği dönemdir. Kanun teklifi,
çocuğun kreşe gidinceye kadar ailenin kontrolünde yetişmesine
imkan tanıyordu. Biliyorsunuz, kanun tekliflerinin yasalaşması
hiç kolay değildir, üstelik koalisyon dönemlerinde daha da zordur.
Buna rağmen, milletvekilleri, grup başkanvekilleri, hatta liderlerle
bire bir görüşerek bu kanun teklifinin önemini ifade ettim. Büyük
uğraşlarım sonucunda kanun teklifi 17 Haziran 1994 tarihindeki 119.
30
RÖPORTAJ
Birleşim’de oy birliğiyle Meclis’ten geçti. Ancak Cumhurbaşkanı
tarafından veto edilmesi ve o dönemde erken seçime gidildiği için
Meclis’te ikinci defa görüşülememesi nedeniyle maalesef yürürlüğe giremedi. Sağlıklı nesiller yetişmesi bakımından büyük önem
taşıyan bu konunun günümüzde tekrar ele alınması gerektiğini
düşünüyorum.”
Fethi Akkoç, çiftçiye ucuz mazot verilmesi, sosyal bir yara
haline gelen kumarhanelerin kapatılması gibi konuları da gündeme getirdiğini belirterek, “1992 yılında Dışişleri Bakanı Hikmet
Çetin’le birlikte Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleri’ni ziyaret ettik.
Dönüşte 7 Mart 1992 sabahı rahmetli Süleyman Demirel’in evine
gittim. Bağımsızlıklarını yeni kazanmış Türk Cumhuriyetleri’ne
çeşitli konularda yardımcı olabileceğimizi ifade ettim. Çünkü kanun yapımından bankacılık sistemine kadar pek çok konuda bilgi
eksikleri olduğunu gördüm. Sayın Demirel’e bu ülkelerin temsilcilerinin Türkiye’ye davet edilmesini, Orta Asya’da Türkoloji kolejlerinin kurulmasını, liseyi bitirmiş başarılı öğrencilere burs verilerek
Türkiye’de eğitim görmelerinin sağlanmasını önerdim. O dönemde
beş ülkeden toplam on beş bin öğrenci burs alarak Türkiye’de eğitim gördü. Bu öğrencilerle ilgili gelişmeleri yakından takip ettim.
Sayın Demirel’e Orta Asya’da Türkçenin yaygınlaştırılması için
yurt dışına yayın yapan TRT INT kanalından yararlanılabileceğini,
bu kanalda Türk Cumhuriyetleri’nde sevilen sanatçıların konserleri
ile Çalıkuşu gibi dizilerin yayımlanabileceğini de söyledim. Demirel
hemen TRT Genel Müdürü Kerim Aydın Erdem’i aradı ve ‘Fethi
Bey benim adıma yetkilidir, gerekli çalışmayı yapın’ talimatı verdi.
O dönemde Türk Cumhuriyetleri’yle ilgili çok ciddi çalışmalar yapıldı. 6 Mayıs 1992’de Orta Asya ülkelerine yönelik TRT Avrasya
kanalı yayın hayatına başladı ve büyük ilgi gördü. Öyle ki Aydan
Şener’in başrolünü oynadığı Çalıkuşu dizisinin yayın saatinde Orta
Asya ülkelerinin sokaklarında neredeyse kimse kalmıyordu. Ancak maalesef daha sonraki yıllarda bu çalışmalar sürdürülemedi”
diyor. Tecrübeli siyasetçi, sohbetimizin bu noktasında Süleyman
Demirel’le ilgili değerlendirmelerde bulunarak, “Rahmetli Demirel
ülkenin kaynakları ve imkanlarını çok iyi bilen, bunları en iyi şekilde
harekete geçiren bir liderdi. Türkiye’deki en büyük tesislerin altında
onun imzası vardır” diye konuşuyor.
“27 MAYIS IHTILALI DEMOKRAT PARTI IKTIDARINI YIKMAKLA
KALMAMIŞ, TÜRKIYE’DE ASKERLERIN SIYASETTE ETKILI OLDUĞU
YENI BIR DÖNEMIN YOLUNU AÇMIŞ, SIVIL IDAREYE MÜDAHALE
GELENEĞINI YARATAN BIR BAŞLANGIÇ OLMUŞTUR.”
“Ekose Etekli Levrek’i okuyanlar, gerçekle
görüntü arasındaki farkı görecekler”
Fethi Akkoç, milletvekilliği sırasında TBMM Dışişleri Komisyonu
Başkanvekilliği ile NATO Parlamenter Asamblesi Türk Grubu
Başkanlığı da yapıyor. Gerek milletvekilliği gerekse gazetecilik dönemlerinde yaşadıkları ve tanık olduklarından yola çıkarak kaleme
aldığı Ekose Etekli Levrek isimli kitabı geçtiğimiz Temmuz sonunda yayımlanan Akkoç, “1963 yılından itibaren iç ve dış politikayı
yakından takip edip liderlerin çevresinde bulundum. Devletlerin
yönetiminde, siyasi olaylarda, hatta savaşlarda bile gerçekle görüntünün birbirinden çok farklı olduğunu, senaryoların önceden
hazırlandığını yaşayarak gördüm. Bu kitabı okuyanlar, çok partili
hayata geçtiğimiz 1950 yılından itibaren Amerika’nın desteği ile
iktidara gelen hükümetlerin yine Amerika’nın desteklediği askerî
darbelerle gittiklerini, ülkemizde her dönemde etkili olan güçlerin
postmodern darbeden sonra nasıl yetkili hale geldiklerini komplo
teorileriyle değil, yaşanmış birebir örnekleriyle görecekler” diyor.
Akkoç, 12 Mart dönemiyle ilgili olarak kitabında da yer verdiği şu
anekdotu anlatıyor: “28 Eylül 1970 günü Yeni İstanbul Gazetesi’nin
Ankara bürosunda çalışırken Genel Yayın Müdürü Doğan Koloğlu
ile telefonla konuştum. Bana ‘Çok önemli bir yerden duydum,
Nihat Erim başbakan olacakmış. Kendisiyle telefonla konuşup
sorabilir misin?’ dedi. Şaşırmıştım. Demirel başbakandı ve ortada
iktidarı devirecek bir hareket yoktu. Nihat Erim’i aradım, ‘Beyefendi, başbakan oluyormuşsunuz, tebrik ederim’ dedim ve Doğan
Bey’in söylediklerini aktardım. Nihat Bey de şaşırdı, ‘Nereden çıktı? Kimden duymuş?’ diye sordu. Karşılıklı gülüştük. Muhtıradan
sonraki 15 Mart’ta Süleyman Demirel’in evine gittim. Demirel’e bu
darbenin haşhaş ekimini tamamen yasaklamadığı için Amerika
tarafından yapıldığını söyledim ve Nihat Erim’le telefon konuşmamı aktardım. Doğan Koloğlu’nun bir resepsiyonda JUSMMAT’ta
(Amerikan Askerî Yardım Kuruluşu) çalışan Macar asıllı Amerikalı
bir hukukçudan Türkiye’de darbe olacağını ve Nihat Erim’in başbakanlığa getirileceğini öğrendiğini anlattım. Demirel kaşlarını kaldırarak ‘Olmaz’ dedi ve ekledi: ‘Muhtıranın arkasında Amerika’nın
olacağını sanmıyorum.’ 18 Mart günü telefonum çaldı. Hattın diğer
ucundaki Demirel, ‘Fethi Bey, söylediklerinin hepsi doğru. Darbenin
arkasında Amerika varmış’ dedi. Başbakan olduktan sonra Nihat
Erim’le Meclis’te karşılaştık. Erim’in koruma müdürü yanıma
yaklaşarak ‘Nihat Bey’in selamı var’ diye söze başladı. İçimden
‘Başbakan benimle görüşmek istiyor’ diye geçirirken ‘Bir telefon
konuşması yapmışsınız. O konuşmayı unutmanızı rica ediyor’
dedi. Kendisine ‘Sayın Başbakan’a iletin, o konuşmayı unuttum.
Ancak hükümet güvenoyu alınca ilk demecini bana versin’ dedim.
Gerçekten de Nihat Erim ilk demecini bana verdi, fakat yüz yüze
görüşmek yerine yazılı olarak göndermeyi tercih etti. Kendisiyle
5 ay 20 gün önce yaptığım telefon konuşmasını gözümün önüne
getirdiğimde, 19 Mart’ta Meclis’in Şeref Kapısı’ndan başbakan
olarak gireceğinden haberinin olmadığı anlaşılıyordu.”
“Bilgi sahibi olmayan kişinin siyaset
yapması mümkün değildir”
Ekose Etekli Levrek’te 27 Mayıs’tan 12 Mart’a, 12 Eylül’den 28 Şubat’a
uzanan darbe ve muhtıra dönemlerine ilişkin dikkat çekici değerlendirmelerde bulunan Fethi Akkoç, “27 Mayıs ihtilali Demokrat
Parti iktidarını yıkmakla kalmamış, Türkiye’de askerlerin siyasette etkili olduğu yeni bir dönemin yolunu açmış, sivil idareye
müdahale geleneğini yaratan bir başlangıç olmuştur” yorumunu
yapıyor. Akkoç, ikinci kitabının hazırlıklarını sürdürdüğünü belirterek, “Gazeteciliğim ve milletvekilliğim döneminde siyasi parti
liderlerinin etrafındakiler tarafından nasıl yanlış yönlendirildiğine
tanık oldum. İkinci kitabımda bu konuya örnekleriyle yer vermeyi
planlıyorum” diyor.
Sohbetimiz sırasında tecrübeli siyasetçiye “Size göre politikanın
olmazsa olmazları nelerdir?” diye soruyoruz. “Siyaset, bilginin
mantık ve faraziye süzgecinden geçmesiyle yapılan bir iştir. Bilgi
sahibi olmayan kişinin siyaset yapması mümkün değildir” yanıtını
veren Fethi Akkoç, röportajın sonunda önemli bir konunun altını
şu sözlerle çiziyor: “Geleceğimizin anahtarı ‘rejim-seçim-geçim’dir.
Üçü birbiriyle doğru orantılıdır. Demokratik rejim sağlıklı seçimi,
sağlıklı seçim ise sağlıklı geçimi getirir. Siyasi parti liderinin değil,
halkın seçtiği milletvekillerinin Meclis’te görev yapabilmesi için demokratik rejimin sağlıklı işlemesi gerekir. Bunun için de Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu’nda değişiklik yapılması şarttır.”
31
12 MART 1971’DEN
12 EYLÜL 1980’E
12 Mart 1971: Dönemin Genelkurmay Başkanı
ve Kuvvet Komutanlarının imzasıyla “12
Mart Muhtırası” verildi. Başbakan
Süleyman Demirel istifa etti.
7 Nisan 1971: Nihat Erim Hükümeti
güvenoyu aldı. 321 kabul, 46 ret
oyu kullanılan oylamada 3
milletvekili çekimser kaldı.
26 Nisan 1971: Ülkede yaşanan
olaylar nedeniyle İstanbul, İzmir, Ankara,
Kocaeli, Sakarya, Zonguldak, Eskişehir,
Adana, Hatay, Diyarbakır ve Siirt’te sıkıyönetim ilan
edildi.
13 Mayıs 1971: Sıkıyönetim mahkemelerinde
duruşmalar başladı.
21 Mayıs 1971: Anayasa Mahkemesi, Necmettin
Erbakan’ın genel başkanı olduğu Millî Nizam Partisi
hakkında kapatma kararı verdi.
5 Ekim 1971: Adalet Partisi (AP) Genel İdare Kurulu, hükümetin
partiler üstü vasfını kaybettiği gerekçesiyle AP’li 5 bakanın
kabineden ayrılmasını istedi.
9 Ekim 1971: Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, TCK’nın
146. maddesini ihlal ettikleri gerekçesiyle Ankara Sıkıyönetim
Komutanlığı 1 No’lu Mahkemesi’nce idam cezasına çarptırıldı.
3 Aralık 1971: 11 bakan, öngörülen reformların
yapılmasının imkanı kalmadığı gerekçesiyle
istifa etti. Bu gelişme üzerine Başbakan
Nihat Erim, Cumhurbaşkanı Cevdet
Sunay’a istifasını sundu. Sunay, 5 Aralık
1971’de Erim’i tekrar hükümeti kurmakla
görevlendirdi. 11 Aralık 1971 tarihinde 2.
Nihat Erim Hükümeti kuruldu.
32
17 Nisan 1972: Başbakan Nihat Erim istifa etti.
6 Mayıs 1972: Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam
cezaları infaz edildi.
15 Mayıs 1972: Nihat Erim’in istifası üzerine
Kontenjan Senatörü Suat Hayri Ürgüplü’nün
ardından Millî Savunma Bakanı Ferit Melen
kabineyi kurmakla görevlendirildi. 22 Mayıs
1972’de hükümet güvenoyu aldı.
24 Ağustos 1972: Orgeneral Faruk Gürler
Genelkurmay Başkanlığı’na, Orgeneral Semih
Sancar Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na, Oramiral
Kemal Kayacan Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na
atandı.
21 Şubat 1973: Yüksek Komuta Heyeti, “... Silahlı
Kuvvetler ve 12 Mart Muhtırası’nı küçük düşürecek
sataşma ve beyana son verilmelidir” çağrısının yer
aldığı bir tebliğ yayımladı.
6 Mart 1973: Faruk Gürler, Kontenjan Senatörü oldu.
Genelkurmay Başkanlığı’na Semih Sancar atandı.
13 Mart 1973: Cumhurbaşkanı seçilmesine neredeyse kesin gözüyle
bakılan Faruk Gürler, TBMM’de yeterli oya ulaşamadı.
28 Mart 1973: Türkiye’nin 5. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay yedi yıllık
görev süresini tamamladı.
6 Nisan 1973: Kontenjan Senatörü ve Emekli Oramiral Fahri
Korutürk Türkiye Cumhuriyeti’nin 6. Cumhurbaşkanı seçildi.
15 Nisan 1973: Naim Talu Hükümeti kuruldu.
14 Ekim 1973: Genel seçimlerde CHP 185, AP 149, MSP 48,
Demokratik Parti 45, CGP 13, MHP 3, TBP 1 milletvekilliği kazandı.
Bağımsız adaylardan ise 6’sı Meclis’te yer aldı.
17 Ekim 1973: CHP Genel Başkanı Bülent
Ecevit hükümeti kurmakla görevlendirildi.
Ecevit, hükümet kurma çalışmalarından
bir sonuç elde edilemeyince görevi iade
etti.
4 Eylül 1975: Seçim kampanyası kapsamında Elazığ’a giden CHP
Genel Başkanı Bülent Ecevit saldırıya uğradı.
20 Ekim 1973: Necmettin Erbakan, Millî
Nizam Partisi’nin kapatılmasının ardından
kurulan Millî Selamet Partisi’nin genel
başkanı oldu.
24 Aralık 1975: Kemal Güven, 54 gün süren oylamalardan sonra 48.
turda tekrar TBMM Başkanlığı’na seçildi.
26 Ocak 1974: CHP-MSP koalisyon
hükümeti kuruldu. Seçimlerden
yaklaşık üç buçuk ay sonra kurulabilen
hükümet güvenoyu aldı.
6 Aralık 1975: İstanbul Barosu avukatları, hükümeti anarşik olaylara
karşı uyarma amacıyla duruşmalara girmedi.
23 Temmuz 1976: CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit’e New York’ta
Kıbrıslı bir Rum tarafından suikast girişiminde bulunuldu.
4 Ekim 1976: İstanbul’da benzin sıkıntısı baş gösterdi, taşıtlar uzun
kuyruklar oluşturdu.
1 Temmuz 1974: Bakanlar Kurulu, 1971’de
yasaklanan haşhaş ekimine izin verdi.
25 Ocak 1977: İstanbul Emniyet Müdürlüğü, kent genelinde son
bir yılda 510 öğrenci olayının meydana geldiğini, bu olaylarda 13
öğrencinin öldüğünü, 254 öğrencinin yaralandığını açıkladı.
20 Temmuz 1974: Türkiye, yoğun diplomatik temaslardan bir sonuç
alamayınca Kıbrıs Barış Harekatı’nı başlattı.
1 Mart 1977: 1. MC Hükümeti’nin görevde olduğu süre içerisinde TL
9. kez devalüe edildi. Dolar 17,50 TL oldu.
18 Eylül 1974: Başbakan Bülent Ecevit istifa etti. Cumhurbaşkanı
Fahri Korutürk, 12 Kasım 1974’te Kontenjan Senatörü Sadi lrmak’ı
hükümeti kurmakla görevlendirdi. Kabine Meclis’ten güvenoyu
alamadı.
4 Mart 1977: Türkiye Barolar Birliği’nin aldığı karar üzerine avukatlar
tüm yurtta duruşmalara girmedi.
30 Ocak 1975: ABD, Türkiye’ye silah ambargosu uygulamaya
başladı.
31 Mart 1975: AP Genel Başkanı Süleyman
Demirel’in başkanlığında kurulan Milliyetçi
Cephe Hükümeti’nde, MSP Genel Başkanı
Necmettin Erbakan, MHP Genel Başkanı
Alparslan Türkeş ve CGP Genel Başkanı
Turhan Feyzioğlu Başbakan Yardımcısı
oldu. Hükümet 12 Nisan 1975’te
güvenoyu aldı.
17 Nisan 1975: Üniversitelerdeki olaylar
tırmanmaya başladı. Orta Doğu Teknik
Üniversitesi 10 gün kapatıldı.
23 Haziran 1975: CHP Genel Başkanı Bülent
Ecevit, Gerede’deki mitingde saldırıya uğradı.
24 Haziran 1975: MHP Genel Başkanı Alparslan
Türkeş’in Diyarbakır gezisinde olaylar çıktı. 2 kişi
öldü, 46 kişi ağır yaralandı.
1 Mayıs 1977: DİSK’in Taksim Meydanı’nda düzenlediği “1 Mayıs İşçi
Bayramı” kutlamaları çevredeki bazı binalardan açılan ateş sonucu
kana bulandı. Olaylarda 34 kişi öldü, yüzlerce kişi yaralandı.
15 Mayıs 1977: IMF, Türkiye’ye borç vermek için “seçim” ve “yüzde
20 devalüasyon” koşullarını öne sürdü.
29 Mayıs 1977: İstanbul Sirkeci Tren Garı ile Yeşilköy
Havaalanı’nda aynı saatlerde zaman ayarlı bombalar
patladı. 5 kişi öldü, 49 kişi yaralandı.
5 Haziran 1977: Genel seçimlerde CHP 213, AP
189, MSP 24, MHP 16, CGP 3, Demokratik Parti 1
milletvekilliği kazandı. 4 bağımsız milletvekili adayı
Meclis’e girmeyi başardı.
13 Haziran 1977: Başbakan Demirel’in istifasıyla 1. MC
Hükümeti sona erdi.
3 Temmuz 1977: CHP’nin kurduğu azınlık hükümeti
güvenoyu alamadı.
9 Temmuz 1977: Avrupa Ekonomik Topluluğu, Türkiye’den
her türlü tekstil maddesi ithalini kısıtlama kararı aldı.
33
21 Temmuz 1977: Süleyman
Demirel’in başkanlığında 2.
Milliyetçi Cephe Hükümeti
kuruldu. Hükümet 1 Ağustos
1977’de güvenoyu aldı.
6 Ağustos 1977: Emekli olan
Deniz Kuvvetleri Komutanı
Oramiral Hilmi Fırat’ın yerine
Oramiral Bülend Ulusu atandı.
5 Eylül 1977: Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na Ege Ordu Komutanı
Orgeneral Kenan Evren atandı.
1 Kasım 1977: Bulgaristan, elektrik borcunun ödenmemesi
nedeniyle Türkiye’ye verdiği elektriği keseceğini bildirdi. Dolar 20
TL’ye ulaştı.
17 Kasım 1977: Cahit Karakaş, yaklaşık 165 günün sonunda 38. turda
227 oyla TBMM Başkanı seçildi.
21 Kasım 1977: Irak, borcun ödenmediği gerekçesiyle Türkiye’ye
verdiği petrolü kesti.
11 Aralık 1977: Yerel seçimlerde yurdun hemen her yerinde görülen
protesto ve çatışmalarda 13 kişi öldü, 87 kişi yaralandı.
21 Aralık 1977: Japonya, borç ödenmediği için Türkiye’ye demir
sevkiyatını durdurduğunu açıkladı.
31 Aralık 1977: Türkiye’de ilk defa bir
hükümet (2. MC Hükümeti) gensoru ile
düşürüldü. Bu yıl içinde anarşi ve terör
olayları neticesinde 157 kişinin öldüğü,
1667 kişinin yaralandığı açıklandı.
2 Ocak 1978: Hükümeti kurmakla
görevlendirilen Bülent Ecevit, kabinesini
açıkladı. Hükümet 17 Ocak 1978’de güvenoyu
aldı.
6 Mar t 1978: Kara Kuv vetleri
Komutanı Orgeneral Kenan Evren,
Genelkurmay Başkanlığı’na atandı.
Evren’in yerine Orgeneral Nurettin
Ersin getirildi.
23 Mart 1978: IMF ile 1,5 milyar dolarlık
kredi anlaşması yapıldı.
34
24 Mart 1978: Ankara Cumhuriyet Savcı Yardımcısı Doğan Öz,
suikast sonucu öldürüldü.
7 Nisan 1978: İstanbul’da evinin önünde silahlı saldırıya uğrayan
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Server Tanilli
ağır yaralanarak felç oldu.
17 Nisan 1978: Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu’na
bombalı bir paket gönderildi. Fendoğlu paketi açınca gelini ve iki
torunuyla birlikte hayatını kaybetti. Malatya’da başlayan olaylar
Kahramanmaraş’a da sıçradı.
11 Temmuz 1978: Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Bedrettin
Cömert, aracının içinde uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını
kaybetti.
25 Temmuz 1978: ABD Senatosu, Türkiye’ye uygulanan
silah ambargosunun şartlı olarak kaldırılmasına karar
verdi. 1 Ağustos’ta yapılan oylamada 205’e karşı 208
oyla ambargo kalktı, ancak Türk askerinin Kıbrıs’tan
çekilmesi istendi.
21 Ağustos 1978: Orgeneral Tahsin Şahinkaya,
Hava Kuvvetleri Komutanı oldu.
1 Eylül 1978: Yağ, benzin, ilaç ve sabundan sonra
kahve sıkıntısı da başladı.
9 Ekim 1978: Ankara Bahçelievler’de TİP üyesi 7 genç
öldürüldü.
20 Ekim 1978: İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Fakültesi Dekanı
Ord. Prof. Bedri Karafakıoğlu silahlı saldırı sonucu öldürüldü.
19 Aralık 1978: Kahramanmaraş’ta bir sinemaya bomba atılmasının
ardından kentte gerilim yükseldi, Sünni ve Alevi vatandaşlar
arasında sokak çatışmaları başladı. Günlerce süren olaylarda resmî
verilere göre 105 kişi öldü, 176 kişi yaralandı, 210 ev ve 70 işyeri
yakıldı.
26 Aralık 1978: Bakanlar Kurulu, İstanbul, Ankara, Adana, Elazığ,
Bingöl, Erzincan, Erzurum, Gaziantep, Kars, Kahramanmaraş,
Malatya, Sivas ve Urfa olmak üzere 13 ilde sıkıyönetim ilan etti.
2 Ocak 1979: İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı istifa etti. Özaydınlı’nın
yerine CHP Sakarya Senatörü Hasan Fehmi Güneş atandı.
1 Şubat 1979: Milliyet Gazetesi Başyazarı ve Genel Yayın Yönetmeni
Abdi İpekçi öldürüldü.
7 Nisan 1979: Türkiye Emekçi Partisi Genel Başkanı Mihri Belli,
İstanbul’da uğradığı silahlı saldırı sonucu ağır şekilde yaralandı.
22 Mart 1980: TBMM’de Cumhurbaşkanlığı seçimi aday
bulunamadığı için yapılamadı.
8 Mayıs 1979: Mersin Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Halit Velioğlu
ve eşi evlerinde öldürüldü.
25 Mart 1980: Cumhurbaşkanlığı seçimi
için turlar başladı. Beş buçuk ay
süresince 118 birleşim ve 115 turda
bir sonuç alınamadı.
15 Mayıs 1979: TÜSİAD gazetelerde ilan kampanyası başlattı. Bu
kampanyanın Ecevit Hükümeti’nin sona ermesinde etkili olduğu
öne sürüldü.
11 Haziran 1979: IMF’nin şartları kabul edilerek devalüasyon yapıldı.
Dolar 47,10 lira oldu.
12 Ağustos 1979: Bingöl Belediye Başkanı Hikmet Tekin silahlı saldırı
sonucu öldürüldü.
16 Ekim 1979: Başbakan Bülent Ecevit istifa etti. Hükümeti
kurma görevi Süleyman Demirel’e verildi. Demirel, 12 Kasım
1979 tarihinde MHP ve MSP’nin dışarıdan desteklediği
azınlık hükümetini açıkladı. Hükümet 25 Kasım 1979’da
güvenoyu aldı.
19 Kasım 1979: Gazeteci İlhan Darendelioğlu uğradığı
suikast sonucu hayatını kaybetti.
20 Kasım 1979: İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi Dekan Yardımcısı Prof. Dr. Ümit Yaşar
Doğanay öldürüldü.
1 Aralık 1979: Başbakan Demirel, Başbakanlık
Müsteşarlığı’na Turgut Özal’ı atadı.
7 Aralık 1979: İstanbul Üniversitesi İktisat
Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cavit Orhan
Tütengil öldürüldü.
27 Aralık 1979: Genelkurmay Başkanı Orgeneral
Kenan Evren ve Kuvvet Komutanlarının imzasıyla
hükümete “uyarı mektubu” verildi. Ülkede yaşanan
siyasal gerginlik, şiddet olayları ve toplumsal
bunalımla ilgili olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’nin
görüşünü içeren mektup, Başbakan Süleyman
Demirel’e ve siyasi parti liderlerine iletilmek üzere
Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e sunuldu.
24 Ocak 1980: “24 Ocak Kararları” alındı. IMF’nin istekleri
kabul edildi. Devalüasyon sonucu dolar 70 lira oldu.
21 Mart 1980: Nevruz Bayramı nedeniyle yurdun çeşitli yerlerinde
çıkan olaylarda 8 kişi öldü, onlarca kişi yaralandı.
6 Nisan 1980: Cumhurbaşkanı Fahri
Korutürk, görev süresinin dolması
üzerine Çankaya Köşkü’nden ayrıldı.
Cumhuriyet Senatosu Başkanı İhsan
Sabri Çağlayangil, Cumhurbaşkanı Vekili
oldu.
8 Mayıs 1980: Anayasa Mahkemesi, Türkiye Emekçi Partisi’ni
kapattı.
27 Mayıs 1980: MHP Genel Başkan Yardımcısı, Gümrük ve Tekel eski
Bakanı Gün Sazak öldürüldü.
10 Temmuz 1980: Çorum’da günlerdir Alevi ve Sünni vatandaşlar
arasında süren gerginlik ve çatışmalar nedeniyle 57 kişi öldü,
yüzlerce kişi yaralandı.
16 Temmuz 1980: CHP İstanbul Milletvekili Abdurrahman
Köksaloğlu öldürüldü.
19 Temmuz 1980: Eski Başbakan Nihat Erim suikast sonucu
öldürüldü.
22 Temmuz 1980: DİSK eski Genel Başkanı Kemal Türkler
öldürüldü.
5 Eylül 1980: AP’li Dışişleri Bakanı Hayrettin
Erkmen gensoru ile düşürüldü. Böylece ilk
defa bir bakan gensoruyla düşürülmüş
oldu.
6 Eylül 1980: Millî Selamet Partisi,
Konya’da “Kudüs’ü Kurtarma Mitingi”
düzenledi. Genelkurmay 2. Başkanı
Orgeneral Haydar Saltık, “Konya mitingi
12 Eylül’e gelinmesinde bardağı taşıran
son damla olmuştur” değerlendirmesini
yaptı.
12 Eylül 1980: Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el
koydu. Hükümet, Senato ve Parlamento feshedildi. Siyasi partilerin
faaliyetleri durduruldu. Anayasa yürürlükten kaldırıldı.
35
BATI ANADOLU’DA BIR DÜNYA MIRASI
EFES ANTIK KENTI
36
KÜLTÜR VARLIKLARI
TARIHI MÖ 5000’LERE UZANAN, BAŞTA YUNAN VE ROMA OLMAK
ÜZERE ÇEŞITLI UYGARLIKLARIN IZLERINI TAŞIYAN EFES, AYAKTA
KALMAYI BAŞARMIŞ YAPILARIYLA YÜZYILLAR ÖNCESINE IŞIK
TUTUYOR. ANTIK KENT, GEÇTIĞIMIZ TEMMUZ AYINDA UNESCO
DÜNYA MIRAS LISTESI’NE KABUL EDILDI.
ÇAĞLA TAŞKIN
“A
tina kralı Kodros’un cesur oğlu Androklos, Ege’nin karşı
yakasını keşfetmek ister. Önce Delfi kentindeki Apollon
Tapınağı’nın kahinlerine danışır. Kahinler ona balık ve domuzun
işaret ettiği yerde bir kent kuracağını söyler. Androklos bu sözlerin anlamını düşünürken Ege’nin lacivert sularına yelken açar.
Kaystros (Küçük Menderes) Nehri’nin ağzındaki körfeze geldiklerinde karaya çıkmaya karar verirler. Ateş yakarak tuttukları
balıkları pişirirlerken çalıların arasından çıkan bir yaban domuzu,
balığı kaparak kaçar. İşte kehanet gerçekleşmiştir. Burada bir
kent kurmaya karar
verirler…”
Hadrianus Tapınağı girişindeki friz
işte böyle anlatır
tarihi yüzyıllar öncesine giden Efes’in
kuruluş efsanesini… Antik Çağ’ın en
önemli kentlerinden
olan Efes’in kuruluşu, bazı tarihçiler
tarafından meşhur
k adın s a v a ş ç ılar
A mazonlar a bile
dayandırılıyor. Bu
görüş artık hemen
hiç kabul görmüyor
olsa da bölge tarihinin MÖ 5000’lere uzandığı, bu alanda Geç Kalkolitik Dönem’de
yerleşimlerin tesis edildiği biliniyor. Bölgenin verimli toprakları,
su kaynaklarına yakınlığı ve stratejik önemi düşünüldüğünde bu
durum şaşırtıcı değil aslında. Efes adının kökeninin ise Mısır ve Hitit kaynaklarında ismine sıklıkla rastladığımız Arzava Krallığı’nın
başkenti Apasa’ya dayandığı tahmin ediliyor. Apasa kelimesinin
zaman içinde Aphesos şeklini aldığı ve nihayet Efes’e evrildiği
düşünülüyor.
Efes, MÖ 10’uncu yüzyıl civarında Yunan etkisi altına girdiğinde
kaderi yavaş yavaş değişmeye başlar. Coğrafi konumu sayesinde
canlı bir ticaret noktası olan şehrin refah seviyesi, İyon Birliği’nin
on iki kentinden biri olmasıyla artar. Farklı dönemlerde Lidyalılar, Persler gibi
çeşitli uygarlıkların
egemenliği altına
giren Efes için asıl
dönüm nok tasını
Romalıların bölgede
hakimiyet kurması teşkil eder. Efes,
yoğun Yunan etkisinin ardından gelen
uzun Roma dönemi
boy unca imparatorluğun en önemli
merkezlerinden biri
haline gelir. Hıristiyanlığın yayılmasıyla ticari ve sosyal
öneminin yanında
dinî tarafı ağır basan bir şehir olur. Efes, bir süre sonra Roma İmparatorluğu’nun
Asya eyaletinin başkenti ilan edilir ve nüfusu 200 bini aşan dinî,
kültürel ve ticari bir merkeze dönüşür. Bu da elbette şehirdeki
37
FARKLI DÖNEMLERDE LIDYALILAR, PERSLER GIBI ÇEŞITLI
UYGARLIKLARIN EGEMENLIĞI ALTINA GIREN EFES IÇIN ASIL
DÖNÜM NOKTASINI ROMALILARIN BÖLGEDE HAKIMIYET
KURMASI TEŞKIL EDER.
bırakır, hatta şehir bir dönem tamamen terk edilir, birçok önemli
yapısı da zamana yenik düşer. Fakat ilerleyen yıllarda özellikle
İngiliz ve Avusturyalı arkeologların bölgeyi yeniden keşfiyle
Efes’in cevherleri tek tek gün yüzüne çıkar, kazılara restorasyon
çalışmaları eşlik eder. Bu süreç, antik kentin geçtiğimiz Temmuz
ayında UNESCO Dünya Miras Listesi’ne dahil edilmesiyle en kıymetli meyvesini verir.
Çok yönlü bir inanç merkezi
imar faaliyetlerinin büyük hız kazanması, inşa edilen yapılardaki
çeşitliliğin artması anlamına gelir. Günümüze ulaşmayı başaran
yapıların önemli kısmı bu ihtişamlı ve refah dolu dönemde inşa
edilmiş veya onarılmıştır. Adeta altın çağ olarak adlandırılabilecek
bu zaman diliminin ardından Bizans, Selçuklu ve nihayet Osmanlı
hakimiyetine giren Efes, zamanla eski şaşaalı günlerini geride
38
KÜLTÜR VARLIKLARI
Efes Antik Kenti’nin her köşesi, her taşı ayrı bir miras aslında.
Farklı medeniyetlerin izlerinin birbirine karıştığı, eski Anadolu
kültleriyle Hıristiyanlığın iç içe bulunduğu Efes söz konusu olduğunda akla ilk gelen yerlerden biri Celsus Kütüphanesi elbette.
Bugün adeta antik kentle özdeşleşen, onun simgesi haline gelen
kütüphane, çok sevilen bir Roma senatörü olan Julius Celsius Polemaeanus onuruna inşa edilmiş. Yüzyıllar içinde birçok deprem
atlatan ve birkaç kere onarılan iki katlı, Korint sütunlu yapının
nişlerinde bir zamanlar görkemli heykeller olduğu tahmin ediliyor.
Zamanında 12 bin ila 14 bin arasında kitap barındırdığı düşünülen Celsus Kütüphanesi’ndeki eserlerin büyük kısmı MS 3’üncü
yüzyıldaki bir depremi izleyen yangında yok olmuş. Özellikle 70’li
yıllarda yürütülen restorasyon çalışmalarının ardından kısmen de
EFES ANTIK KENTI’NIN HER KÖŞESI, HER TAŞI AYRI BIR MIRAS
ASLINDA. FARKLI MEDENIYETLERIN IZLERININ BIRBIRINE
KARIŞTIĞI ANTIK KENT, DÜNYANIN DÖRT BIR YANINDAN GELEN
ZIYARETÇILERINI BÜYÜLÜYOR.
olsa eski ihtişamına kavuşan kütüphane, Yunan etkisinin fazlaca
hissedildiği sütun, niş ve heykelleriyle ziyaretçileri büyülüyor.
Diana Tapınağı olarak da bilinen Artemis Tapınağı ise Efes’in
en eski ve en büyüleyici yapılarından. Lidya Kralı Kroisos’un bölgeyi hakimiyeti altına almasından sonra buradaki çeşitli halkları
Artemis kültü etrafında birleştirmeyi amaçlamasıyla inşasına
başlanan tapınak, yüzyıllar içerisinde birçok doğal afete maruz
kalmış, yeniden inşa edilmiş, fakat ne yazık ki bu görkemli yapıdan günümüze çok az şey kalmış. Anadolu’nun İslamiyet öncesi
en yaygın ve en güçlü inanışlarından olan ana tanrıça kültüne bir
saygı duruşu olarak yorumlanabilecek tapınak, bir zamanlar dünyanın yedi harikasından biri kabul ediliyordu. Apollon’un kardeşi
Yunan tanrıçası Artemis’le aynı adı taşımakla birlikte ondan farklı
özellikleri bulunan; bereket, bolluk ve doğurganlığı temsil eden ve
Anadolu’daki Kibele kültünün bir uzantısı olarak değerlendirilebilecek Efes Artemisi’ne adanan bu tapınağın bir zamanlar dönemin
en ünlü sanatçılarının eserlerine evsahipliği yaptığı, devasa yapıdaki heykel, kabartma ve süslemelerin ihtişamına ihtişam kattığı,
görkemli sütunların tapınağa heybetli bir görüntü verdiği tahmin
ediliyor. Tapınağın en görkemli günlerinde nasıl göründüğünü
39
kesin olarak bilemesek de eski çizim ve resimlerden fikir edinebiliyoruz. Artemis Tapınağı’nın az sayıdaki kalıntısının bile ne kadar
değerli olduğu düşünüldüğünde yapının yüzyıllar önceki önemini
muhafaza ettiğini söylemek yanlış olmaz herhalde.
Efes’in Hıristiyanlık için büyük önem arz ettiğinden bahsetmiştik. Hıristiyanlığın ilk yedi kilisesinin kurulduğu yerlerden
olan, Meryem Ana’nın Hz. İsa’nın havarilerinden Yuhanna ile
son yıllarını geçirdiği düşünülen ve bugün Meryem Ana Evi olarak bilinen bir kiliseye evsahipliği yapan Efes Antik Kenti, aynı
zamanda Hıristiyanlar için bir hac merkezi olma niteliği taşıyor.
40
KÜLTÜR VARLIKLARI
Efes’te Meryem Ana’nın adını taşıyan ve onun için inşa edilmiş
ilk ibadethane konumundaki bir kilise ile havari Yuhanna’nın mezarı olduğu iddia edilen noktada yükselen bir bazilika yer alıyor.
Bölgedeki en ilginç yerlerden biri de hem İncil’de hem de Kur’an-ı
Kerim’de geçen “Yedi Uyurlar” veya “Ashab-ı Kehf” anlatısıyla
ilişkilendirilen mağara.
Büyük imparatorluklardan kalıcı izler
Antik kentin barındırdığı bütün cevherleri tek tek saymak sayfalar
alır elbette. Bir dönem son derece şaşaalı olan sokak ve caddeleri,
gladyatör dövüşlerinin yapıldığı stadyumu, dönemin ticaret merkezi agorasıyla capcanlı bir şehir olan Efes’te sosyal ve kültürel
hayatın ne kadar hareketli olduğunu anlamak için günümüze
kalanlara bakmak yeterli. Antik dünyanın en büyükleri arasında
yer alan yaklaşık 24 bin kişi kapasiteli açık hava tiyatrosuyla,
Roma İmparatoru Hadrianus adına inşa edilen ve rölyefleriyle
dikkat çeken Hadrianus Tapınağı’yla, bir diğer Roma İmparatoru
Domitianus ve üyesi olduğu Flavius Hanedanı’na adanan Domitian
Tapınağı’yla, anıtsal çeşmeleri ve süslemelerinden bir kısmı günümüze ulaşmayı başarmış görkemli kapılarıyla kent sakinlerinin bir
zamanlar nasıl bir hayat sürdürdüğüne dair ipuçları sunuyor Efes.
EFES’TEKI KALINTILAR YALNIZCA SOSYAL VE KÜLTÜREL
HAYATA IŞIK TUTUP MANEVI DEĞERLERIN YANSIMALARINI
SUNMUYOR, AYNI ZAMANDA FARKLI DÖNEMLERDEKI KENTSEL
PLANLAMAYLA ILGILI ILGINÇ BILGILER VERIYOR.
Efes’teki kalıntılar yalnızca sosyal ve kültürel hayata ışık
tutup manevi değerlerin yansımalarını sunmuyor, aynı zamanda farklı dönemlerdeki kentsel planlamayla ilgili ilginç bilgiler
veriyor. Efes’in hem Yunan hem de Roma izleri taşıyan yamaç
evlerinin belirli özellikleri, bu evlerde sıradan kişilerin değil, toplumda önemli yeri olan vatandaşların yaşadığını düşündürüyor.
Etrafı sütunlarla çevrili kare veya dikdörtgen planlı avluları, yani
peristilleri olan, genellikle iki veya üç katlı inşa edilmiş yamaç
evler teraslar üzerinde, birbirini kesmeyecek şekilde inşa edilmiş;
bununla birlikte evler arasında bir görüntü bütünlüğü olmasına
da özen gösterilmiş. Kimilerinde havuz veya çeşmenin de olduğu
yamaç evlerin en dikkat çekici özelliği ise büyüleyici süslemeleri.
Evlerdeki duvar resimleri ve mermer paneller dönemin ihtişamını
yansıtırken farklı türdeki mozaikler sanatsal bir zenginlik ortaya
koyuyor. Özellikle tabanlarda görülen, genellikle siyah-beyaz,
kimi zaman da renkli olan mozaiklerde çeşitli temalar işlenmiş.
Bazen bir portre olmuş Efes mozaiklerinde konu edinilen, bazen
bir hayvan veya bitki motifi, bazen de Poseidon ve Amphitrite,
Dionysos ve Ariadne gibi mitolojik figürler…
Geç Kalkolitik Dönem’den itibaren yerleşim gören, Yunan ve
Roma hakimiyeti altında refahı artan ve en önemli dinî ve kültürel
merkezlerden birine dönüşen Efes’in kalıntılarına baktıkça insan
bu topraklarda doğmuş olmaktan, sayısız medeniyetin imzasını
bıraktığı bu bereketli diyarlarda bulunmaktan övünç duyuyor.
41
KADINLARIN SIYASETTE YER ALMALARI
ÜLKEMIZI DAHA BARIŞÇIL, DAHA SORUN
ÇÖZÜCÜ BIR YAPIYA KAVUŞTURUR
SÖYLEŞI: SONGÜL BAŞ
22. DÖNEM İZMIR MILLETVEKILI TÜRKAN MIÇOOĞULLARI, YAŞADIĞI
TOPLUMUN ÖZELLIKLERINI IYI BILMEYEN VE ONUN BIR PARÇASI
OLMAYI BAŞARAMAYAN INSANLARIN SIYASET YAPMASININ
ZOR OLDUĞUNU IFADE EDIYOR. “SIYASET DÜRÜST, ÇALIŞKAN,
KENDISINDEN ÇOK TOPLUMU VE ÜLKESINI DÜŞÜNEN INSANLARIN
IŞIDIR” DIYEN MIÇOOĞULLARI, KADINLARIN SIYASETTE DAHA
FAZLA GÖRÜNÜR OLMALARI GEREKTIĞINI VURGULUYOR.
42
SÖYLEŞI
Siyasete girmeye nasıl karar verdiniz? Sizi politikaya yönlendiren nedenler nelerdir?
Ülke gündemiyle her zaman ilgili olan bir ailede dünyaya geldim
ve öyle bir çevrede büyüdüm. Ortaokul ve lise yıllarımda zaman
zaman öğretmenlerimle ülkenin içinde bulunduğu sorunlarla ilgili
uzun sohbetlerim, hatta tartışmalarım olmuştur. Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Kimya Bölümü’nde okurken Devrimci Gençlik Hareketi içinde yer aldım. 80 darbesinde yaşanan onca zulmün ardından partiler kapatılmış, demokrasi askıya alınmıştı. O zaman
bir partide aktif siyaset yapmanın gereğini düşünerek ilkelerime
en yakın partiye, SODEP’e kaydoldum. Kısa bir süre sonra SODEP
ve HP birleşti, biz de SHP üyesi olduk. Bir partide siyaset yapmanın tüm gereklerini yerine getirmeye çalıştım. Ortağı olduğum
özel bir poliklinikte yöneticilik görevini üstlendiğimden siyaset
yapmamın önünde bir engel yoktu. Kadınların mutlaka siyasetin
içinde yer almaları ve söz sahibi olmaları gerektiğine yönelik inancım nedeniyle önce mahallemde sonra ilçemde öncülük etmeye
çalıştım. Sayın Erdal İnönü’nün genel başkan olduğu dönemde
SHP’de yapılan tüzük değişikliğiyle yönetimlerde her iki cinsin en
az %25 oranında temsil edilmesi kuralı kabul edilince yani kota
gündeme gelince kurultayda seçilerek en üst düzey karar organı
olan Parti Meclisi’nde yer aldım. CHP yeniden açıldığında ülke
genelinde tek kadın ilçe başkanı olarak Narlıbahçe ilçesinde görev
üstlendim. İlçemde kadın üye sayısını erkek üye sayısının üzerine
çıkaracak bir çalışma yaptım. Amacım kadınların siyasete katılımı
konusunda farkındalık yaratmaktı. Genel Başkanımız Sayın Deniz
Baykal ilçemize gelerek bu olayı kamuoyuyla paylaşmamıza katkı
sağladı. Daha sonra CHP’nin kurultay delegeliği, Parti Meclisi
üyeliği görevlerinde bulundum. Genel merkezin parti içi eğitim
komisyonunda çalışmalarım oldu. Yani dünden bugüne siyasete
girmeye karar verip milletvekili olmadım. Kadınların siyasi partilerde bu tür sorumluluklar almasının, il ve ilçe başkanı hatta
genel başkan olarak karar mekanizmalarında söz sahibi olmasının
önemine inandığım için bu süreci detaylı anlattım.
Sizden önce ailenizde siyasetle ilgilenmiş olanlar var mı?
Babam Köy Enstitüsü mezunu bir öğretmen. Öğretmen örgütlenmelerinin (TÖS, TÖB-DER) hep içinde yer aldı. Evimizde her
zaman siyaset konuşulurdu. Emekli olduktan sonra Urla’da CHP
ilçe yönetiminde görev yaptı. Annem 1977 yılında Urla İlçesi Kadın
Kolu Başkanı’ydı. Üç kız kardeşim de ülkelerine sahip çıkma adına
siyasetten uzak duramamaktadırlar. Eşim siyaset yapılmasına
en az benim kadar inanıyor. İki çocuk annesiyim. Çocuklarıma
da daha iyi yaşayabilmek için çalışmaları gerektiğinin yanı sıra
ülkemizin daha iyi yönetimler tarafından yönetilmesi için siya-
set yapmaları gerektiğini de anlattım. Zorlukları beraber aştık.
Ayrıca Urla’nın Bademler köyünden olan akrabamız Gümrük ve
Tekel eski Bakanı Mahmut Türkmenoğlu ve 18. Dönem Milletvekili Erol Güngör ağabeylerimin siyasi yaşamımdaki katkılarını
anmak isterim.
2002-2007 yılları arasındaki 22. Dönem’de İzmir Milletvekili
olarak görev yaptınız. Aynı zamanda TBMM Başkanlık Divanı
Katip Üyesi’ydiniz. Milletvekilliği döneminizdeki çalışmalarınız arasında ön plana çıkanları bizimle paylaşabilir misiniz?
İçtüzük gereği Başkanlık Divanı üyeleri Meclis komisyonlarında
yer alamadığından parti grubumuzun kurduğu zeytincilik, narenciye, bağcılık, balıkçılık gibi konuları araştıran komisyonlarda
görev üstlenerek bu konuların Meclis gündemine taşınmasına
katkı yaptım. Kadın sorunlarıyla ilgili konuların gündeme gelmesinde ve yasa değişikliklerinin yapılmasında çabalarım oldu.
Evimi Ankara’ya taşımadığım için çoğunlukla İzmir’deydim; iyi
günde kötü günde hemşehrilerimizi yalnız bırakmayıp onlarla
beraber olmaya çalıştım.
TBMM Başkanlık Divanı Katip Üyeliği gibi önemli bir görevle
ilgili değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz?
Başkanlık Divanı’nın oluşumu anayasa ile belirlenmiştir. Üyelerinin tamamının milletvekilleri arasından seçilecek olması, parti
43
“YAŞADIĞI TOPLUMUN ÖZELLIKLERINI IYI BILMEYEN, ONUN BIR
PARÇASI OLMAYI BAŞARAMAYAN INSANLARIN SIYASET YAPMASI
ZORDUR. EMPATI KURAMAYAN SIYASET YAPAMAZ. KLASIK BIR
SÖYLEM VAR, ‘SIYASETÇI DÜRÜST OLMALI’ DENIYOR. OYSA
BU TÜM INSANLARDA OLMASI GEREKEN BIR NITELIK VE DE
SIYASETÇININ OLMAZSA OLMAZI.”
gruplarının üye sayıları oranında temsil edilmelerinin sağlanması
zorunluluğu, Meclis Başkanı için parti gruplarının aday gösterememesi Başkanlık Divanı’nın bağımsız olması gereğinin, Başkanlık Divanı ne kadar bağımsız olursa yasama organının da o kadar
bağımsız çalışabileceğinin ve bağımsız çalışma zorunluluğunun
göstergeleridir. Ancak hepimizin de gördüğü ve bildiği gibi yasamanın bağımsız çalışma ilkesine uyulmamaktadır.
Katip üyeliği veya milletvekilliği döneminize ilişkin unutamadığınız anıları bizimle paylaşabilir misiniz?
Yakın bir arkadaşımın ölüm haberini alınca sabah erkenden yola
çıktık. Afyon yakınlarında üreticiler kendi ürünlerini satmak için
tezgahlarını açmışlardı. Hiçbir şey yemediğimizi fark edip bir
kadın üreticinin tezgahının önünde durduk. Arabadan şoförle beraber inip üreticiyi selamladık. Plakayı fark eden üretici “Bakan mı
var?” dedi. “Hayır, milletvekili var” cevabını alınca “Hani nerede?”
demez mi? “İşte karşında. Ne yani kadından milletvekili olmaz
mı?” dedim. İkimiz de buruk buruk güldük. Sonra ona kısaca bir
köy çocuğu olduğumu, üretmenin kıymetini en iyi kadınların bildiğini, hayatın zorluklarını kadınların omuzladığını, onun için yasa
yapan noktalarda ve yönetici kadrolarında kadınların da olması
gerektiğini anlattım. Üretici kadınla dost olduk. Her geçişimde
ondan alışveriş etmeyi ihmal etmedim.
Size göre siyasetin olmazsa olmazları nelerdir? Milletvekilleri
hangi temel niteliklere sahip olmalıdır?
Siyaset toplum için yapılır. Yaşadığı toplumun özelliklerini iyi bilmeyen, onun bir parçası olmayı başaramayan insanların siyaset
yapması zordur. Empati kuramayan siyaset yapamaz. Klasik bir
söylem var, “Siyasetçi dürüst olmalı” deniyor. Oysa bu tüm insanlarda olması gereken bir nitelik ve de siyasetçinin olmazsa olmazı.
Maalesef buna uymayan siyasetçiler nedeniyle yani toplumdan
önce kendisini düşünen, toplum yararına kullanması gereken
yetkileri kendisi ve yandaşları için kullanan siyasetçiler nedeniyle
44
SÖYLEŞI
siyasete ve siyasetçiye güven azaldı. Aktif siyasete başladığım
yıllarda evimin yakınındaki dükkanından alışveriş yaptığım, zaman
zaman da sohbet ettiğim bir manav arkadaş, “Sizi çok seviyoruz.
Siz çok dürüst bir insansınız. Siyaset size göre değil. Niçin siyaset
yapıyorsunuz?” diye sormuştu. Ben de “Aslında siyaset dürüst,
çalışkan, kendisinden çok toplumu ve ülkesini düşünen insanların
işidir” diye yanıtlamıştım. Siyasetçinin kendisini iyi yetiştirmiş
olması, devamlı yenilenmesi gerekir. Bilginin, teknolojinin, iletişimin hızla geliştiği, bu değişen dünyada sorunlara yeni sorunların
eklendiği ortamda gelişemeyen, değişimi fark edemeyen insanlar
siyasette doğru şeyler yapamazlar.
7 Haziran 2015 tarihindeki genel seçimlerin ardından 98 kadın
milletvekili TBMM’de görev yapmaya başladı. Meclis’te kadınların temsil oranına ve “siyasete kadın eli değmesi”nin kazanımlarına ilişkin değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz?
Tüm dünyada kadın hakları savunucuları toplumsal cinsiyet
eşitliğinden söz ediyorlar. Ama bizim parlamentomuzda biyolojik
farklılıklar üzerinden dil geliştiriliyor. Bugün parlamentoda görev
yapan 98 kadın arkadaşıma başarılar diliyorum. İşleri çok zor.
Siyaset aslında bir uzlaşma sanatı olması gerekirken adeta bir
ayrıştırma aygıtı haline dönüştü. Toplumdaki farklılıkları uygun
zeminlerde bir araya getirmek yerine farklılıklardan beslenen,
ötekileştiren bir siyaset kültürü gelişti. Kutuplaşmadan beslenen
siyasetçiler giderek insanları birbirleriyle çatışır hale getirdiler.
Bilgiden, birikimden, bilimden uzak hoyrat bir siyaset dili oluştu.
Kadınlar genelde yaptıkları işlerin doğrudan yaşama dair olması
nedeniyle henüz insana yabancılaşmamış bir düşünce yapısına
sahipler. Daha barışçıl, daha sorun çözen bir yapı sergileyebilirler.
Dilerim bu 98 kadın milletvekili ülkemizin ihtiyacı olan sosyal barışın kurulmasına öncülük edebilirler.
Size göre günümüzde ülke genelinde çözüm bekleyen konular
nelerdir?
“UZUN SIYASET YAŞAMIMIN DÖRT BUÇUK YILINI MECLIS’TE
GEÇIRDIM. MILLETVEKILLIĞI DÖNEMIMIN SONA ERDIĞI
2007 YILINDAN BU YANA SIYASET YAPMAK ISTEYEN
ARKADAŞLARLA DENEYIMLERIMI PAYLAŞIYORUM, ÖZELLIKLE
KADINLARIN SIYASETTE GÖRÜNÜR OLMALARI ADINA ONLARI
YÜREKLENDIRMEYE ÇALIŞIYORUM.”
Aslında o kadar çok sorunla karşı karşıyayız ki saymakla bitmez. Gelir dağılımındaki
adaletsizlik, eğitim sistemindeki belirsizlik, bitirilmiş ve yok edilmiş tarım, yargıya güvensizlik gibi hepimizin her gün tekrarladığı olumsuzluklar… Yangın yerine dönmüş bir
ülke, bir taraftan cenazeleri gelen gencecik çocuklar, ağlayan analar babalar, bir taraftan
umutsuz gözlerle bakan üniversite mezunu işsiz gençler, yıkılan yuvalar... 7 Haziran
seçimlerinin üzerinden aylar geçmiş, sanki her şey çok normalmiş gibi parlamento
çalışmak için 1 Ekim’i bekliyor. Bir an önce Meclis’in açılması, komisyonların kurulması
ve milletvekillerinin çalışmaya başlaması lazım. Terör almış başını gidiyor, sınırlarımız
savaş alanı, 7 Haziran’da millet iradesiyle seçilen milletvekilleri şimdi çalışmayacak da
ne zaman çalışacak? Meclis Başkanı’nın görevini yapması lazım.
2007 yılından bu yana Meclis çatısı altında yer almıyorsunuz. Siyaset dışındaki uğraşılarınızı öğrenebilir miyiz?
Uzun yıllar değişik konumlarda siyaset yaptım. Siyaset, yaşamımın bir parçası oldu. Bu
uzun sürenin sadece dört buçuk yılını Meclis’te geçirdim. 2007 yılından bu yana da yine
düşüncelerimi her yerde söylemeye çalışıyorum. Benim bir de sivil toplumcu yanım var.
Milletvekili olmadan önce de Çağdaş Yaşamı
Destekleme Derneği, Ege Kadın Dayanışma
Vakfı, Kadın Adayları Destekleme Derneği,
Atatürkçü Düşünce Derneği gibi sivil toplum
örgütlerinde görev almaya çalıştım. Milletvekilliği dönemimde İzmir’deki çalışmalara
katılıp onlardan hiç kopmadım. Kadın hareketinin hep içinde oldum, kadın sorunlarıyla
ilgili her çalışmaya katkı koymaya çalıştım.
Şunu da söylemek lazım, kadınlar lehine
Meclis’ten geçen her olumlu yasanın altında
kadın hareketinin çok önemli katkıları vardır. 2007 yılında aktif görevim sona erince
hiç ayrılmadığım arkadaşlarımın arasında
daha iyi bir Türkiye için mücadele etmeye
devam ettim. Kurucu üyesi olduğum Ege
Kadın Dayanışma Vakfı’nda başkan olarak
çalışmalarım devam ediyor. İzmir Kadın
Kuruluşları Birliği’ne bir süre başkanlık
yaptım. Türk Parlamenterler Birliği İzmir
Şubesi Yönetim Kurulu Sekreter Üyesi
görevim var; ülke sorunlarını ve gündemini
ele alan seminerler düzenliyoruz. Siyaset
yapmak isteyen arkadaşlarla deneyimlerimi
paylaşıyorum, özellikle kadınların siyasette
görünür olmaları adına onları yüreklendirmeye çalışıyorum. En önemlisi bir torunum
var, bir yaşında, onunla zaman geçiriyorum.
Okumaya çalışıyorum, bahçemdeki çiçekler,
maydanoz ve rokalarla ilgileniyorum, hayat
devam ediyor.
45
16-17 EYLÜL 1961
DARAĞACINDAKİ
DEMOKRASİ
46
ÇOK PARTILI HAYATA GEÇIŞIN ARDINDAN 1950 SEÇIMLERI
MILLET IRADESININ ILK KEZ YÖNETIME DOĞRUDAN
YANSIMASININ MILADI OLMUŞTUR. NE VAR KI BUNDAN
10 YIL SONRA DEMOKRASIMIZ KAPANMAZ BIR YARA ALACAK,
16-17 EYLÜL 1961 TARIHLERINDE DARAĞACINA
ÜÇ ŞEHIT YOLLAYACAKTIR.
ENVER UYGUN
47
“BUGÜN DEMOKRASIMIZIN IÇINE DÜŞTÜĞÜ BUHRAN VE SON
MÜESSIF HADISELER DOLAYISIYLA VE KARDEŞ KAVGASINA
MEYDAN VERMEMEK MAKSADIYLA TÜRK SILAHLI KUVVETLERI
MEMLEKETIN IDARESINI ELINE ALMIŞTIR.”
“D
ikkat! Dikkat! Muhterem vatandaşlar, radyolarınızın başına geçiniz. Güvendiğiniz silahlı
kuvvetlerinizin sesi bir dakika sonra sizlere hitap
edecektir” diyordu Ankara Radyosu’nun bir stüdyosunda başında askerlerin beklediği spiker, 27 Mayıs
1960 Cuma sabahına karşı. Ardından mikrofon tok
sesli bir albaya geçiyor, “Bugün demokrasimizin içine
düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla
48
ve kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri
memleketin idaresini eline almıştır” sözleri yayılıyordu radyo frekansları aracılığıyla tüm yurda. Evinde radyosu olmayan veya bildiriyi dinlemeden havanın
aydınlanmasına yakın işlerine, okullarına gitmek üzere dışarı çıkanlar sokak
başlarını tutmuş erler tarafından durduruluyordu. Mikrofon başındaki albay,
“Müttefiklerimize, komşularımıza ve bütün dünyaya hitap ediyoruz. Gayemiz
Birleşmiş Milletler Anayasası’na ve insan hakları prensiplerine tamamıyla
riayettir. Büyük Atatürk’ün ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ prensibi bayrağımızdır.
Bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sadığız. NATO’ya inanıyoruz ve
bağlıyız. CENTO’ya bağlıyız” derken Türkiye yavaş yavaş yeni bir döneme
gözlerini açıyordu.
İhtilalin bildirisini okuyan albay ilerleyen yıllarda Türk siyasi hayatının en
önemli isimlerinden biri olacak Alparslan Türkeş’ti. Ancak 27 Mayıs sabahından
geleceğe kalacak tek anı bu olmayacak; darbe, adeta bir geleneğin başlangıcı
olarak tarihe kaydedilecekti. On yıllık Demokrat Parti iktidarı yorgun düşmüş,
Türkiye’nin demografik ve sosyolojik yapısındaki değişimlerin doğurduğu
kimi yeni taleplere cevap veremez olmuştu. Özellikle üniversite gençliğinin
örgütlenmeye başladığı ve sesini yükselttiği bir dönemde, toplum içindeki
hareketliliği kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek isteyen iç ve dış
odakların varlığı bugünden bakılınca daha net görülüyor.
27 Mayıs darbesini takip eden günler, yakın geçmişimizin baştan aşağı acı ve
utançla dolu sayfaları olarak tarihe geçti. Düşük rütbeli subayların kıvılcımını
çaktığı harekatın başına emekliliğini bekleyen Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel’in geçirilmesiyle ilk anda ordunun en üst kademesinden
yönetiliyormuş algısı yaratılan darbenin kadroları arasındaki fikir ayrılıkları da
çok geçmeden gün yüzüne çıktı. Görünüşte, bir çeşit hükümet olarak oluşturulan 38 kişilik Millî Birlik Komitesi’nin tüm mensupları ülkenin gidişatını iyi
görmeyerek, demokrasinin yeşerebileceği bir zemin oluşturma fikrini savunuyordu. Ancak kimi subayların Demokrat Parti düşmanlığı ön plana çıkıyor,
“Çankaya’dan Kızılay’a kadar her elektrik direğine bir Demokrat Partili asma”
fikri dillendiriliyordu. Ele geçirilen yönetimin seçim yapılmaksızın İsmet İnönü
başkanlığındaki Cumhuriyet Halk Partisi’ne devredilmesi gündeme getiriliyor,
iktidardan indirilenlerin nasıl yargılanacağı ateşli tartışmalara neden oluyordu.
Bu ortam içinde Yassıada Duruşmaları olarak bilinen yargılamalar başlıyor, çok
kısa bir süre sonra da on dört subay Millî Birlik Komitesi’nden ihraç ediliyordu.
Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan
Menderes’e karşı olumsuz tavrı bilinen Korgeneral
Cemal Madanoğlu’nun öncülüğünde gerçekleşen bu
tasfiyenin mahkemeyi etkilemek, verilecek cezaları
en üst noktada tutabilmek için planlandığını düşünmek için elde sağlam ipuçları bulunuyor.
Propaganda savaşları
27 Mayıs’ın Türk siyasi hayatına etkisi, demokrasiye
indirdiği darbe ve getirdiği kurumlarla sınırlı kalmaz.
Silahlı gücün millet iradesiyle oluşan Türkiye Büyük
Millet Meclisi ve onun bünyesinden çıkan hükümet
üstünde denetleyici, hatta buyurucu bir konum
alması bu tarihte başlar. Açılan yol, 12 Mart 1971,
12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 tarihlerinde demokrasinin bir kez daha ağır hasar görmesine neden
olarak ülkemizin ekonomik ve sosyal gelişimini de
derinden etkiler. Bir kez denenmiş yöntemin tekrar
başarıya ulaşabileceği düşüncesi, 1962 yılında Albay
Talat Aydemir’i askerî darbeye sevk edecek, 1970’li
yıllarda Millî Demokratik Devrim fikrini savunan
kimi gruplar “orducu sosyalizm” yaklaşımıyla askerler arasında örgütlenmeye çalışacak, hatta Hava
Kuvvetleri Proleter Devrimci Örgütü adlı bir örgüt
kurarak ordu eliyle yönetime gelmeyi planlayacaktır.
Her ne kadar sunumu itibarıyla ideolojik gerekçelere
dayanıyor görünse de 27 Mayıs’ın, Türkiye’de asker
49
sınıfının 1908 sonrası kaybetmeye başladığı sosyal ve ekonomik
geçmeden anlaşılır. Mahkeme heyetinin sanıklara karşı tavırları,
konumunu yeniden tesis etmek için uygulamaya konduğu ancak
aralarında Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın bulunduğu mahkum-
yıllar sonra tartışılabilecektir.
ların zorla filme alınıp “Düşükler Yassıada’da” adıyla sinemalarda
Cumhuriyet tarihinin ilk askerî müdahalesi, tarihyazımı bakı-
gösterilmesi gibi insanlık onurunu çiğneyecek davranışlar hâlâ
mından da dikkate değer özellikleri beraberinde getirir. Demokrat
akıllardadır. Basın da bu rüzgara kapılır; “Sayın Başvekil” veya
Parti’nin kurulduğu 1946’dan itibaren dile getirdiği “Devr-i sabık
“Beyefendi” olarak anılan Adnan Menderes “Sabık Başbakan”a
yaratmama” düşüncesi üzerine kurulan siyasi zemin birdenbire
dönüşüverir.
kayıyor, cuntacılar geçen 10 yılda suç teşkil edebilecek eylem
Baştan sona bir propaganda programı çerçevesinde yürütülen
ve konuşmalar aramaya başlıyordu. Hukukta delilden suçluya
duruşmalar, beklendiği gibi halk üzerinde etki bırakır. Genç su-
ulaşmak esasken, 27 Mayıs hukukun temel ilkelerini çiğniyor ve
bayların alyanslarını bağışlayarak başlattığı “Ordu-Millet El Ele”
“suçlu”dan delile doğru yol alıyordu.
kampanyası yaygınlaşır, vatandaşlar takılarını orduya teberru
Yassıada duruşmaları darbe zihniyetini gözler önüne sermek
etmek için kuyruklar oluşturur. Ordunun işgalci düşman askerini
için var gücüyle çalışır. Yargılamaların başladığı 14 Ekim 1960
yurttan kovmuş gibi konumlandırılması, henüz üç yıl önce yapı-
gününden itibaren mahkeme karşısına çıkarılanların, ülkeyi
lan seçimlerde Demokrat Parti’ye oy veren yaklaşık dört buçuk
siyasi ve ekonomik bir darboğaza soktuğu suçlaması altındaki
milyon seçmen (%48) başta olmak üzere kitleler üzerinde büyük
siyasetçiler değil, kurgulanmış bir tarih içinde geçmişin bütün ha-
moral bozukluğu yaratır. Yassıada’da sonu baştan belli olan
talarının üzerlerine yüklenebileceği kişiler olarak görüldükleri çok
mahkemede yargılananlar için de durum bundan farklı değildir.
50
592 SANIĞIN YARGILANDIĞI DAVALARDA BAŞSAVCI ALTAY ÖMER
EGESEL 228 SANIK HAKKINDA IDAM CEZASI ISTER. 202 OTURUM
SONUCUNDA YÜKSEK ADALET DIVANI, CUMHURBAŞKANI CELAL
BAYAR, BAŞBAKAN ADNAN MENDERES, DIŞIŞLERI BAKANI FATIN
RÜŞTÜ ZORLU VE MALIYE BAKANI HASAN POLATKAN’I OY
BIRLIĞIYLE IDAMA MAHKUM EDER.
“Bağlı olmayarak yerlerini aldılar”
Yassıada duruşmaları, suçlamalar ve savunmalar kadar Mahkeme Başkanı
Salim Başol’un sözleriyle de hafızalara kazınır. “Sanıklar getirildiler. Bağlı olmayarak yerlerini aldılar. Müdafiler hazır” cümleleri ve bu sözlerin vurgusunda
dikkat çeken ses tonu mahkemenin tavrını belli eder niteliktedir. Yüksek Adalet
Divanı adıyla kurulmuş, temyiz olanağı sunmayan mahkemede Başol’un sanıkların sık sık sözünü kesen, savunmalarını duymazdan gelen, onları azarlayan
tavrı da hafızalardaki yerini almıştır.
14 Ekim 1960-15 Eylül 1961 tarihleri arasında Yassıada’da üç ana grupta
toplanan 19 dava görülür: Cinayet, isyana teşvik, cana ve mala kast etme gibi
suçları kapsayan üç ağır ceza davası; anayasayı ihlal temelinde ele alınan altı
siyasi dava ve yolsuzluk üst başlığında toplanan dokuz dava. 592 sanığın yargılandığı davalarda Başsavcı Altay Ömer Egesel 228 sanık hakkında idam cezası
ister. 202 oturumda tamamlanan, binden fazla tanığın ifadesine başvurulan
bu sürecin sonunda Yüksek Adalet Divanı, Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı
Hasan Polatkan’ı oy birliğiyle idama mahkum eder. Aralarında TBMM’nin son
51
ADNAN MENDERES’IN DILE GETIRDIĞI ITIRAZA MAHKEME
BAŞKANI SALIM BAŞOL’UN VERDIĞI ŞU YANIT YASSIADA’NIN
RUHUNU BAŞKA SÖZE GEREK KALMAKSIZIN AÇIKLAR: “SIZI
BURAYA TIKAN KUVVET BÖYLE ISTIYOR!”
başkanı Refik Koraltan ve bir önceki Genelkurmay Başkanı Rüştü
Erdelhun’un da bulunduğu on bir sanık hakkında oy çokluğuyla
idam kararı verilir. 31 sanık müebbet hapis cezasına çarptırılırken
418 sanık içinse 6 ay ile 20 yıl arasında değişen sürelerde hapis
kararı çıkar.
Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir cumhurbaşkanının sanık sandalyesine oturduğu, kamuoyunda “Köpek davası” olarak bilinen
davada Celal Bayar ve eski Tarım Bakanı Nedim Ökmen, Afganistan Kralı’nın Bayar’a hediye ettiği tazıyı zorla bir devlet kurumuna
satarak haksız kazanç elde ettikleri gerekçesiyle yargılanıp hüküm
giyer. Vatanı kurtarmak adına girişilen bir hareketin adalet ayağında perdeyi böyle bir davayla açması manidardır. Ayrıca, Adnan
Menderes’in yeni doğmuş gayrimeşru çocuğu öldürmek ve bu suça
azmettirmek suçlamasıyla yargılanıp beraat ettiği “Bebek davası”
ile Hasan Polatkan ve Refik Koraltan’ın Almanya’dan getirttikleri
52
1990 YILINDA MENDERES, ZORLU VE POLATKAN’IN NAAŞLARI
DEVLET TÖRENIYLE İMRALI’DAN ALINARAK İSTANBUL’A
GETIRILIR VE ANITMEZARA DEFNEDILIR. BÖYLECE TÜRKIYE’NIN
NORMALLEŞMESI VE GEÇMIŞTEKI HATALARLA YÜZLEŞILMESI
IÇIN SEMBOLIK DE OLSA ÖNEMLI BIR ADIM ATILIR.
hizmetçi aracılığıyla döviz kaçakçılığı yaptığı
ithamına dayanan “Barbara davası” da özel
hayata, kişilik haklarına, insanlık onuruna hakarete varan birer propaganda gösterisi olarak
tarihteki yerini alır.
“Sizi buraya tıkan kuvvet”
Sanıkların en temel hakkı olan savunma haklarının kullandırılmaması da Yassıada duruşmalarının kara lekelerindendir. Hukukun dayanak
noktalarını hiçe sayan tavırlarla yürütülen
mahkemelerde ağır suçlamalarla karşı karşıya
olan sanıkların sözlü savunmalarını çok kısa
tutmaları istenir. Yazılı savunmalarınsa okunmadığı yıllardır söylenir. Adnan Menderes’in
bu duruma karşı dile getirdiği itiraza Mahkeme Başkanı Salim Başol’un verdiği şu yanıt
Yassıada’nın ruhunu başka söze gerek kalmaksızın açıklar: “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle
istiyor!”
Yassıada duruşmalarında 6-7 Eylül Olayları,
Kore’ye asker gönderilmesi, NATO üyeliği gibi
konular enine boyuna masaya yatırılmaz.
Türkiye’nin Kıbrıs konusunda yürüttüğü politikaların ve son dönemde Sovyetler
Birliği’yle kurulmaya çalışılan ilişkilerin Amerika Birleşik Devletleri’nin başını çektiği
batı bloku tarafından hoş karşılanmaması, hükümetin bu yüzden tehdit ediliyor
oluşu gündeme getirilmez.
Yüksek Adalet Divanı’nın oy birliğiyle aldığı idam kararları Millî Birlik Komitesi
tarafından onaylanır. Konsey, oy çokluğuyla idama mahkum edilen 11 sanığın ve
65 yaşını geçmesi nedeniyle Celal Bayar’ın cezasının ömür boyu hapse çevrilmesine hükmeder. İdam cezalarının İmralı adasında infaz edilmesi uygun görülür.
Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu 16 Eylül 1961 günü darağacına çıkar. Adnan
Menderes’in de aynı gün idam edilmesi düşünülmüş, ancak Menderes’in ilaç içerek
intihara kalkışmasından dolayı infaz ertelenmiştir. Ertesi gün, 17 Eylül’de asılan
Adnan Menderes’in, boynuna urgan geçirilirken yaşayıp yaşamadığı bugün hâlâ
açıklığa kavuşmamış bir noktadır.
1965’te yapılan genel seçimlerde Demokrat Parti çizgisini sürdüren, hatta halkın
“demokrat” sözcüğünü “demir kırat” olarak telaffuz etmesinden hareketle amblemini kır at şeklinde belirleyen Adalet Partisi’nin birinci parti olması darbecilere
adeta bir cevap niteliğindedir. Ancak silahlı vesayet ve Cumhuriyet Senatosu’ndaki
“tabii senatörler” aracılığıyla sürdürülen denetim bir süre daha demokrasimizin bir
yanını eksik bırakmaya devam edecektir. 1990 yılına gelindiğinde Menderes, Zorlu
ve Polatkan’ın naaşları devlet töreniyle İmralı’dan alınarak İstanbul’a getirilir ve
anıtmezara defnedilir. Böylece Türkiye’nin normalleşmesi ve geçmişteki hatalarla
yüzleşilmesi için sembolik de olsa önemli bir adım atılır.
53
İBADET VE GELENEĞIN BULUŞMASI
KURBAN BAYRAMI
54
TOPLUMSAL BIRLIK VE BERABERLIK ILE YARDIMLAŞMA VE
DAYANIŞMANIN EN ÜST DÜZEYE ULAŞTIĞI BAYRAM GÜNLERI,
HAYATIMIZA AYRI BIR ANLAM VE GÜZELLIK KATIYOR.
BU AY KUTLAYACAĞIMIZ KURBAN BAYRAMI DA IBADET VE
GELENEĞI BULUŞTURARAK İSLAM DÜNYASINA BIR
HUZUR IKLIMI ARMAĞAN EDIYOR.
ÖZGE AYDIN
R
ahmet, bereket ve mağfiret ayı Ramazan ile toplumsal birlik,
beraberlik ve dayanışmanın en güzel örneklerinin sergilendiği
Ramazan Bayramı’nın ardından yeni bir “sevinç ve huzur iklimi”ne
giriyoruz. Bu yıl 24-27 Eylül günleri arasında kutlayacağımız Kurban Bayramı, ibadetle geleneğin harmanlandığı değerli bir zaman
dilimi olarak hayatımıza apayrı bir anlam katıyor.
Ortaya çıkışı insanlık tarihinin başlangıcı kadar eski sayılabilecek kurban ibadeti, amaç ve uygulanış biçimleri açısından farklılık
gösterse de hemen hemen her inanışta kendine yer bulabilmiştir.
Batı dillerinin çoğunda “sacrifice” olarak kullanılan kurban sözcüğü, en genel anlamda inanılan kutsal (sacred) varlık ile inanan
arasında kurulan manevi yakınlığı ifade eder. Tarih boyunca bitki,
hayvan gibi çeşitli semboller vasıtasıyla gerçekleştirilen kurban
ibadeti, İslam dünyası açısından da büyük önem taşımaktadır.
Farklı kültürler,
farklı uygulamalar
Kurban ibadeti, ortaya çıkışından itibaren farklı dönem ve kültürlerde çeşitli
şekillerde uygulanmıştır.
Antik Yunan döneminde
kurbanın tanrılara hayat
verdiği kabul edilirdi. Tabiat ve insan yaşamının
sürekliliği için vazgeçilmez
olduğuna inanılan tanrılara
kanlı kurbanların yanı sıra
bal, zeytinyağı gibi ürünler
de sunulurdu.
Eski Mısır ve Sümer kültürlerinde rahiplerin katıldığı kurban
ritüelleri yapılırdı. Eski İran’da ise kanlı hayvan kurbanı yasaktı.
Bunun yerine tanrılara çeşitli bitkiler sunulurdu. Japonların millî
dini Şintoizm’de tanrılara ibadet amacının yanı sıra ölenlerin
ruhlarını yüceltmek adına ve günahların affedilmesi için kurban
törenleri yapılırdı.
Tek tanrılı dinlere bakıldığında ise Yahudilerin kurban edilen
ögeleri zevah (hayvan sunuları) ve olah (yakımlık sunular) kategorilerine ayırdığı görülür. Tapınaklarda icra edilen kurban (İbranice
Korban) ibadeti, Süleyman Mabedi’nin yıkılışına kadar sürdürülür.
Hıristiyanlık inancında ise Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesi hadisesinde kurban ibadetinin gerçekleştirildiğine inanılır. Bir başka
deyişle Hz. İsa, insanlığı kurtarmak adına kendisini feda etmiştir.
Bu nedenle Hıristiyanlık’ta kurban kesmeye gerek görülmez. Kurbanı temsilen ekmek ve şarap ayini (Pazar Ayini olarak da bilinir)
yapılır. Bu ayin, Hz. İsa’nın
ölmeden önce havarileriyle buluştuğu son akşam
yemeği anısına düzenlenir.
Şarabın Hz. İsa’nın kanını,
ekmeğin de etini temsil
ettiğine inanılır. Böylelikle
Hıristiyanlık’ta kurban geleneğinin semboller üzerinden sürdürüldüğü görülür.
İslam kültüründe kurban
Tarih boyunca değişik şekillerde icra edilen kurban
ibadetinin kökenlerine dair
55
KURBAN BAYRAMI, HER YIL HICRÎ TAKVIMIN SON AYI OLAN
ZILHICCE’NIN 10’UNCU GÜNÜNÜ TAKIP EDEN 4 GÜN BOYUNCA
KUTLANIR. GÜNLER ÖNCESINDEN BAŞLAYAN HAZIRLIKLARIN
VAZGEÇILMEZI KURBANLIK VE PAZAR ALIŞVERIŞIDIR.
çeşitli söylentiler bulunuyor. Kurbana dair en eski anlatıya ise
Tevrat ve Kur’an-ı Kerim’de rastlanıyor. Kur’an’ın Maide suresinde
belirtildiğine göre, ilk kez yaratıcıya kurban sunan Hz. Âdem’in
oğulları Kâbil ve Hâbil’dir. Bazı kaynaklar, iki kardeş tarafından
Allah’a takdim edilen kurbanların ne olduğunun bilinmediğini öne
sürer. Bazı kaynaklara göre ise çobanlık yapan Hâbil Allah’a sürüsünden bir koç, çiftçilik yapan Kâbil ise kendi yetiştirdiği ekinlerden
sunar. Ancak bu esnada gökten inen ateş Hâbil’in kurbanını yakar.
Kurbanın yakılması adağın kabul olduğu şeklinde yorumlanır. Kâbil’e
“Allah sadece muttaki olanlardan kabul eder” diyen Hâbil, kardeşinin takva sahibi olmadığını ve bu nedenle de onun takdim ettiği
kurbanın kabul edilmediğini söyler. Buna öfkelenen Kâbil, Hâbil’i
öldürür ve yeryüzündeki ilk kardeş katili olur.
Kâbil ile Hâbil’in bu kıssası, kurban olgusu ile İslam’ın temel
prensiplerinden takva arasındaki ilişkinin anlamlı bir örneğidir.
Bir ibadetin takvayı barındırabilmesi için Allah korkusuyla ve
56
haramdan sakınılarak yapılmış olması gerekir. Bu bakımdan
kurban ibadeti, kişiyi günahlardan uzaklaştıran bir işlev üstlenir.
Tevrat’ta yer alan bir kıssada ise kurban kesme geleneğinin
Hz. Nuh ile başladığı anlatılır. Büyük Tufan’dan kurtulan Nuh
Peygamber, Allah’a minnetini göstermek için bir kurban adanması gerektiğini söyler. Böylece tarihteki ilk kanlı kurban ibadetinin
gerçekleştirildiğine inanılır.
Kur’an’da kurbandan bahseden bir diğer hikaye ise Saffat
suresinde yer alır. Hz. İbrahim ile oğlu arasında geçen kıssada
anlatıldığına göre, Nemrut’un ateşinden sağ kurtulmasıyla bilinen Hz. İbrahim’in en büyük arzusu, davasını ve soyunu devam
ettirecek bir evlattır. İlerleyen yaşına rağmen bir çocuk sahibi
olamayan Hz. İbrahim, bunun için “Ey Rabbim! Bana salihlerden
bir oğul bahşet” diyerek Allah’a dua eder. Hz. İbrahim’in duası
en sonunda kabul olur ve Hz. Hatice’yle İsmail adını verdikleri bir
erkek çocuğa kavuşurlar. Oğluna her geçen gün daha da artan
KURBANLIK OLARAK SEÇILEN HAYVANIN SAĞLIKLI OLMASI
ÖNEMLIDIR. BU NEDENLE HEM SATIN ALMA SÜRECINDE BUNA
DIKKAT EDILMESI HEM DE BAYRAMA KADAR GEÇEN ZAMANDA
KURBANLIK HAYVANA ÖZENLE BAKILMASI GEREKIR.
bir sevgiyle bağlanan Hz. İbrahim, günün birinde ilginç bir rüyaya uyanır. Rüyasında
İsmail’i öldürdüğünü görmüştür. Bu rüyayı Allah’tan gelen bir vahiy olarak yorumlar ve
emri yerine getirmek üzere Şam’dan yola çıkar. Hz. Hatice ve oğlu Hz. İsmail’in yaşadığı
Mekke’ye ulaşan Hz. İbrahim, karısına oğluyla odun kesmeye gideceklerini söyler ve
Hz. İsmail’den yanına bir bıçak ve bir ip almasını ister. Hz. İsmail’in kurban edileceği
dağın eteklerine vardıklarında rüyasını üzüntü içinde oğluna anlatan Hz. İbrahim onun
ne düşündüğünü sorar. Hz. İsmail, büyük bir olgunluk içinde babasından Allah’ın emrini
yerine getirmesini ister. Kaderine boyun eğen Hz. İbrahim, bıçağını oğlunun boğazına
dayadığı esnada bir mucize gerçekleşir ve gökten bir koç iner. Bu ilahî imtihanda Allah’ın
emrine sadık olduğunu gösterdiği için oğlu babasına bağışlanmış ve Hz. İbrahim bir koç
ile ödüllendirilmiştir.
İslamiyet’ten önce Cahiliye Arapları’nda da kurban ritüelinin gerçekleştirildiği bilinmektedir. Ancak Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak anlamına gelen tevhit ilkesinin
timsali olan Hz. İbrahim’in bu kıssası doğrultusunda kurbanın, bu inançla bağdaşmayan
unsurlardan arındırıldığına ve böylece İslam’a özgü bir kimlik kazandığına inanılır. Hz.
İbrahim aynı zamanda Müslümanlığın en kutsal mekanı Kâbe’nin de mimarıdır. Kur’an,
Kâbe’nin Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail
tarafından inşa edildiğini belirtir. Kurban
Bayramı’na denk gelen zamanda Kâbe’nin
ziyaret edilmesiyle İslam dininin beş şartından biri olan Hac görevi tamamlanır.
Kurban Bayramı’na özgü gelenekler
Diğer birçok inançta olduğu gibi İslam’da
da kutsal kabul edilen kurban ibadeti, her
yıl Hicrî takvimin son ayı olan Zilhicce’nin
10’uncu gününü takip eden 4 gün boyunca Müslümanlar tarafından bayram
olarak kutlanır.
Kurban Bayramı’nı Ramazan’dan ayıran
en belirgin gelenek, bayram alışverişine
eklenen kurbanlıklardır. Bayramdan birkaç
57
İSTANBUL’DA MISIR ÇARŞISI, ANKARA’DA ÇIKRIKÇILAR YOKUŞU,
İZMIR’DE KEMERALTI ÇARŞISI GIBI HER ILIN SIMGESI OLMUŞ TARIHÎ
ALIŞVERIŞ MEKANLARI, BAYRAM ÖNCESINDE AĞIRLADIKLARI
KALABALIKLARLA YENIDEN HAYAT BULUR.
ay önce kurulan kurban pazarlarında gerçekleşen
alışverişler, keyifli ve sıkı pazarlıklara sahne olur.
Pazarlık esnasında müşterilerle satıcılar arasında
bir klasik halini alan tokalaşma geleneği yerine
getirilir.Kurbanlık olarak seçilen hayvanın sağlıklı
olması önemlidir. Bu nedenle hem satın alma
sürecinde buna dikkat edilmesi hem de bayrama
kadar geçen zamanda kurbanlık hayvana özenle
bakılması gerekir. Bazı yörelerde kurbanlıklara
kına yakılması, gelin telleriyle süslenmesi gibi
uygulamalarla sürdürülen gelenekler vasıtasıyla
kurbanlık hayvana verilen değer ortaya konulur.
Bayram günü yaklaştıkça daha da hareketlenen kurban pazarlarının yanı sıra kıyafet ve
gıda alışverişleri için çarşıların yolu tutulur.
İstanbul’da Mısır Çarşısı, Ankara’da Çıkrıkçılar
Yokuşu, İzmir’de Kemeraltı Çarşısı gibi her ilin
58
simgesi olmuş tarihî alışveriş mekanları, bayramlarda ağırladıkları kalabalıklar ile
yeniden hayat bulur.
Kurban kesme işlemi bayram namazından itibaren bayramın üçüncü günü akşamına kadar gerçekleştirilir. Ülkemizdeki yaygın gelenek ise ilk gün, namaz sonrası
mahallelilerin toplanarak yardımlaşma içinde kurban kesmesidir. Kurban kesilirken
getirilen tekbir, bayram namazlarında olduğu gibi büyük bestekar Buharizade
Mustafa Itri Efendi’nin segâh makamındaki bestesiyle okunur. Kurban edilen hayvanın eti üçe bölünerek ihtiyaç sahipleri, aile ve eş-dost arasında pay edilir. İhtiyaç
sahipleri için ayrılan etler çoğunlukla çiğ olarak takdim edilir. Bazı bölgelerde ise
pişirilen kurban etlerinin topluca yenmesi geleneği sürdürülmektedir. Bayramın
bir diğer geleneği kurban kesen kişinin oruç tutmasıdır. Kurban orucu tutan kişi
kestiği hayvanın eti pişene kadar yemek yemez ve orucunu kurban etiyle açar.
Kurban Bayramı ziyaretlerinde tatlı ve şekerlemelere ek olarak misafirlere kurban eti ikram edilir. Ramazan bayramlarında olduğu gibi aile büyüklerinin ziyaret
edilmesi ve çocukların harçlıklarla sevindirilmesi gelenekleri sürdürülür. Bayram
sevinci, toplumsal birlik ve beraberlikle, paylaşma ve dayanışmanın verdiği huzurla
katlanarak artar.
TÜRK
PARLAMENTERLER
BIRLIĞI
SAĞLIK PROTOKOLÜ IMZALANAN HASTANELERDEKI TBMM HATTI
GAZI ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .............................................................................................................................................0312 202 44 91
HACETTEPE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................................0312 305 32 62-63
ANKARA ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ....................................................................................................................................0312 508 30 03
EGE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ................................................................................................................................................0232 390 41 06
AKDENIZ ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ...................................................................................................................................0242 249 65 91
GAZIANTEP ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................................0342 360 95 05
MEDIPOL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ..................................................................................................................................0212 534 86 86,
0212 631 20 50/4029,
0212 440 10 00/1212
İSTANBUL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .................................................................................................................................0212 414 22 27
İSTANBUL ÜNIVERSITESI CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESI HASTANESI:...............................................................................................0212 414 34 54
KONYA SELÇUK ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ....................................................................................................................0332 224 49 70
KARADENIZ TEKNIK ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI:..........................................................................................................0462 377 54 22
KONYA NECMETTIN ERBAKAN ÜNIVERSITESI MERAM TIP FAKÜLTESI HASTANESI:.............................................................................0332 223 79 79
YILDIRIM BEYAZIT ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ..............................................................................................................0312 291 27 01
AFYON KOCATEPE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................0272 246 33 36
İSTANBUL BEZMIALEM ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI:...................................................................................................0212 453 18 58
MARMARA ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI (PENDIK DEVLET HASTANESI):...................................................................................0216 625 47 16
YÜZÜNCÜ YIL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .......................................................................................................................0432 216 05 16
SAĞLIK HATTI: SAĞLIK UYGULAMALARI, HASTANELER VE ANLAŞMALI ECZANELERE ILIŞKIN HER TÜRLÜ
BILGI IÇIN 0312 420 0 112 VE 0312 420 72 24 NUMARALI TELEFONU ARAYABILIRSINIZ.
TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI
TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 50-51 Bakanlıklar/ANKARA Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24
Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001
HÜSAMETTIN KORKUTATA:
KALKINMANIN ANAHTARI BARIŞ,
HUZUR VE GÜVEN ORTAMIDIR
SÖYLEŞI VE FOTOĞRAFLAR: NEHIR ÖZTÜRK
19, 20 VE 21. DÖNEM BINGÖL MILLETVEKILI HÜSAMETTIN
KORKUTATA’NIN YÖNETIM KURULU BAŞKANI OLDUĞU DOĞU VE
GÜNEYDOĞU ANADOLU KALKINMA VAKFI ÖNEMLI FAALIYETLERE
IMZA ATIYOR. KALKINMANIN GERÇEKLEŞEBILMESI IÇIN BARIŞ VE
HUZUR ORTAMININ ŞART OLDUĞUNU VURGULAYAN KORKUTATA,
“TÜRKIYE’NIN ÇOK ÖNEMLI KAZANIMLAR ELDE ETTIĞI BARIŞ
SÜRECINDEN ASLA VAZGEÇILMEMELIDIR” DIYOR.
60
SIYASETTEN SIVIL TOPLUMA
Söyleşimizin başında Doğu ve Güneydoğu Anadolu
Kalkınma Vakfı’nın (DAKAV) kuruluş amaçlarını
öğrenebilir miyiz?
Vakfımızın gayesi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu başta
olmak üzere Türkiye’nin iktisadi, sosyal ve kültürel
kalkınmasına katkı sunmaktır. Kalkınmanın gerçekleşebilmesi ve toplumun her kesimine yayılabilmesi için
ülkede barış, huzur ve güven ortamının olması şarttır.
Bu nedenle vakıf olarak ülkemizde barış ve huzurun
tesis edilmesi konusunda da üzerimize düşen görev
ve sorumluluğu yerine getirmenin gayreti içindeyiz.
Vakfımızın kuruluş gayesi çerçevesinde bugüne kadar
çeşitli faaliyetler gerçekleştirdik. Geçtiğimiz Mart
ayında düzenlediğimiz “Barış Süreci ve Birlikte Yaşam:
Yüzleşme, Uzlaşma ve Helalleşme” paneli bu faaliyetlerden biridir. Ayrıca Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun
kalkınması için yapılması gerekenlerle ilgili çeşitli
araştırmalarda bulunduk. Bu araştırmalar sırasında
bölgedeki ak saçlıların da fikirlerini alıp tecrübelerinden
faydalandık. Daha sonra bu çalışmaların neticelerini
kamuoyuna açıkladık.
Kalkınma sadece ekonomik alanı değil, sosyal
ve kültürel alanları da kapsar. Bu sebeple Doğu ve
Güneydoğu Anadolu’da ekonomik yatırımların yanı
sıra özellikle gençlerin eğitimi ve onlara yönelik sosyal
ve kültürel faaliyetlerin gerçekleştirilmesi büyük
önem taşımaktadır. Mesela Şırnak, Mardin, Hakkari
veya Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki bir başka
ilimizden on bin genç, Antalya, Mersin, Bursa gibi
illerimize götürülerek onların buralarda Türkler ve
Kürtlerin barış ve kardeşlik içinde bir arada yaşadıklarını
bire bir görmeleri ve topluma entegre olmaları
sağlanabilir. İki buçuk yıllık barış ve huzur sürecinde,
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki gençlerin eğitimi
ve topluma entegre olmaları konularında maalesef
yeterli çalışmaların yapılmadığı kanaatindeyiz. Bundan
sonraki süreçte bu konular mutlaka öncelikli olarak
ele alınmalıdır. Tabii son günlerdeki gelişmeler, benim
“bayram arifesi” olarak nitelendirdiğim iki buçuk yıllık
barış sürecinin bittiği gibi bir endişeye yol açıyor,
bayramı göremeyecekmişiz gibi bir üzüntü yaratıyor,
ama ümitsizliğe kapılmadan herkesin bayrama
ulaşmak için elinden geleni yapması gerekiyor.
Çocuklarımızın geleceği için yarını beklemeden hemen
bugün harekete geçmemiz lazım. Türkiye’de barış,
huzur ve güven ortamının tekrar tesis edilmesi konusunda hepimize görev
ve sorumluluk düşüyor. Ülkemiz adına çok önemli kazanımlar sağlayan
barış sürecinden asla ve asla vazgeçmemek gerekiyor. Unutulmamalıdır ki
savaş kolay, barış zor bir iştir. Bu kadar mesafe kat edildikten sonra barıştan
vazgeçmek hiç kimsenin yararına değildir.
Milletvekilliğim döneminde Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu
üyeliği ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da boşaltılan yerleşim birimleri
nedeniyle göç etmek zorunda kalan vatandaşların sorunlarının araştırılması
amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonu üyeliği yaptım. O dönemdeki
çalışmalarda da görüldüğü üzere, geçmişte ret, inkar ve baskı politikaları
devletin resmî politikası gibi yürütülüyordu. Bu politikalar sorunların
çözümüne bir fayda sağlamadı, aksine terör olaylarının giderek tırmanmasına
yol açtı. Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetleri döneminde ret, inkar, baskı
ve asimilasyon politikaları çöpe atılırken demokratik açılımla birlikte birçok
kazanım elde edildi. Yirmi-yirmi beş yıl öncesinin şartlarını hatırladığımız
zaman nereden nereye gelindiği açık ve net bir şekilde görülüyor. Bu
bakımdan, son yıllardaki kazanımların yok sayılması, görmezden gelinmesi
mümkün değildir. Barış, huzur ve güven ortamının sona ermesi tarihî bir
hata olur.
Biraz önce vakfın gerçekleştirdiği çalışmalara değindiniz. Önümüzdeki
döneme yönelik faaliyet planlarınız nelerdir?
Vakfımız Doğu ve Güneydoğu Anadolu başta olmak üzere tüm Türkiye’de
yatırımların önünün açılması için nelerin yapılması gerektiği konusunda çalışmalar yürütüyor ve bunları hükümet ile kamuoyunun dikkatine sunuyor. Tabii
bu bölgelerimizde yatırımların önünde birçok engel var. Terör bunların başında
geliyor. Devletin yatırımlar konusunda ciddi teşvikler sağlamasına rağmen
sıkıntılar devam ediyor. Biz Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki yatırımlarla
ilgili olarak tıpkı kalkınma ajansları gibi bir yapılanmanın fayda sağlayacağını
düşünüyoruz. Arsa ve kredi temininden ÇED raporuna kadar bütün aşamalarda yatırımcıya yol gösterip destek verecek resmî bir yapılanma hayata
geçirilebilir. Bu sistem yatırımları da kalkınmayı da hızlandırır.
61
“VAKIF OLARAK DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BAŞTA
OLMAK ÜZERE TÜM TÜRKIYE’DE YATIRIMLARIN ÖNÜNÜN
AÇILMASI IÇIN NELERIN YAPILMASI GEREKTIĞI KONUSUNDA
ÇALIŞMALAR YÜRÜTÜYOR VE BUNLARI HÜKÜMET ILE
KAMUOYUNUN DIKKATINE SUNUYORUZ.”
Geçmiş dönemlerde görev yapmış
milletvekillerinin bilgi ve tecrübelerini
sivil toplum alanında değerlendirmeleri
konusundaki görüşlerinizi öğrenebilir
miyiz?
Kalkınma odaklı çalışmalarımız çerçevesinde panel, sempozyum gibi çeşitli toplantılar gerçekleştirirken toplumsal birlik ve beraberliğe katkıda bulunmak amacıyla sosyal ve kültürel
konularda projeler oluşturuyoruz. Bu projelerden birini inşallah yakın zamanda Ankara’da
hayata geçireceğiz. Bildiğiniz gibi ülkemizde taziye çok önemlidir. Birçok ilimizde taziye evi
bulunur ve insanlar buraya gelerek bir yakını vefat etmiş kişilere başsağlığı diler, onların
acısını paylaşır. Taziye evi aynı zamanda insanların ortak bir mekanda buluşup kaynaşması
ve çeşitli konular üzerinde konuşması için de bir vesile olur. Vakıf olarak Ankara’da bir arsa
satın aldık ve burada bir taziye evi yapacağız. Adını da “Anadolu Taziye Evi” koyacağız. Bu
projenin yanı sıra öğrencilere eğitim burslarımız devam ediyor. Biraz önce ifade ettiğim
gibi, gençlerin entegrasyonu konusunu çok önemsiyoruz. Bu çerçevede Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki gençler için çeşitli çalışmalar yapmayı ve bu yöndeki faaliyetlere katkıda
bulunmayı hedefliyoruz.
Vakıf olarak üzerinde durduğumuz bir başka konu ise ülkemize sığınmış olan mülteciler.
Türkiye, ülkelerindeki iç savaş nedeniyle mağdur olan yaklaşık iki milyon mülteciye kucak
açmış ve çaresiz insanlara yardım elini uzatmıştır. Biz mültecilerin durumları ve geleceklerinin
konuşulacağı uluslararası bir sempozyum düzenlemek istiyoruz. Bu sempozyumla
mültecileri taşıyan teknelerin batmasıyla yaşanan insanlık dramına da dünya kamuoyunun
dikkatini çekmeyi planlıyoruz. Sempozyumun hazırlıkları devam ediyor; şu anda ilgili kurum
ve kuruluşlarla irtibat kurma çalışmalarını yürütüyoruz.
62
SIYASETTEN SIVIL TOPLUMA
Geçmiş yıllarda milletvekilliği, bakanlık
yapmış kişilerin bilgi ve tecrübelerinden
ülkemizin maalesef yeterince istifade
etmediğini düşünüyorum. Oysa, çözüm
süreci gibi ülkemizin geleceğini yakından
ilgilendiren konularda bu kişilerin çok
önemli katkıları olacaktır. Bir kere, milletvekilleri seçim bölgelerindeki insanları çok
iyi tanır, onlarla nasıl iletişim kuracağını
bilir. İnsanlar da dertlerine ortak olmuş;
mutluluklarını paylaşmış; köyüne, ilçesine, iline hizmet götürmüş milletvekiline
güven duyar, onun söylediklerini dikkate
alır. Bu bakımdan, ülkemizle ilgili çeşitli
konularda ve sivil toplum alanındaki
çalışmalarda geçmiş dönemlerde görev
yapmış milletvekillerinin tecrübelerinden
faydalanılması her zaman için Türkiye’nin
yararına olacaktır.
Geleceğimiz bugünden göstereceğimiz
samimi gayretlerimize bağlıdır. Herkes
olumlu gayretini hemen ve acilen ortaya
koymalıdır. Hakkın muhatabı hakkı
verilmeyen herkestir. Barış ve huzurun
muhatabı bütün Türkiye halkıdır. Barışa
giden yolda tüm sivil toplum kuruluşları
Edirne’den Hakkari’ye kadar el ele
oldukları anda yapamayacağımız hamle
ve kalkınma yoktur. Gelecek ne dünle ne
yarınla bugünlerle inşa edilir.
63
ÜLKÜSÜNÜN PEŞINDE BIR ENTELEKTÜEL
AHMET AĞAOĞLU
64
RUSYA, AZERBAYCAN, FRANSA, TÜRKIYE GIBI BIRÇOK ÜLKEDE
BULUNARAK ÇEŞITLI KÜLTÜRLERLE ENTELEKTÜEL BIRIKIMINI
ZENGINLEŞTIREN AHMET AĞAOĞLU, PANISLAMIZM VE
PANTÜRKIZM AKIMLARININ ÖNCÜLERINDEN KABUL EDILIR.
KALEMINI ÜLKÜSÜNÜN HIZMETINE SUNAN AĞAOĞLU, ÖMRÜ
BOYUNCA ÖZELLIKLE YURT DIŞINDAKI TÜRKLERI İSLAM’IN
BIRLEŞTIRICI GÜCÜ ALTINDA TOPLAMAK IÇIN ÇABALAMIŞTIR.
İREM COŞKUNSEVEN
18
. yüzyılda Erzurum’dan Karabağ’a göç eden varlıklı bir
ailenin çocuğu olarak Şuşa’da, 1869 yılında dünyaya gelir
Ahmet Ağaoğlu. Servetini büyük pamuk çiftliklerine borçlu olan
Ağaoğlu ailesi, aynı zamanda ulema sınıfına mensuptur. Öyle ki
aile büyüklerinin isimlerinin önünde Pers kültüründen gelen ve
soyluluk ile bilgeliği ifade eden “Mirza” unvanı bulunur. Ahmet
Ağaoğlu’nun babası Mirza Hasan, Farsça bilen, şiirler yazan,
entelektüel birikimi olan bir hattattır. Babası milliyetçilikten çok
muhafazakar Müslümanlığa meyilli Ağaoğlu, çocukluğunu babası
ve özellikle amcasının gözetiminde geçirir. 50 kişilik aşiretin başı
olan büyük amcası Hacı Mirza Mehmed, aile içinde sözü dinlenen, evinde dinî sohbetler veren, nüfuz sahibi bir aile büyüğüdür.
Hacı Mirza Mehmed, yeğenine Farsça ve Arapça öğreterek onu
müctehid olarak yetiştirmek ister. Ancak bu noktada yarı göçebe
bir ailenin kızı olan annesi Taze Hanım, Ağaoğlu’nun hayatında
belirleyici bir rol oynar. Oğlunun bir din adamı olarak yetişmesini
istemeyen Taze Hanım, Ahmet Ağaoğlu’na babası ve amcasından
gizli Ermeni bir hoca tutar ve oğlunun Rusça öğrenmesini sağlar.
Böylece Ahmet Ağaoğlu, birçok kültürün, dilin ve inancın harmanlandığı bir eğitimden geçecektir.
İlkokula mahallesindeki sübyan mektebinde başlayan Ahmet
Ağaoğlu, eğitimine bir Rus ortaokulunda devam eder. Her ne
kadar oturdukları muhittekilerin yarısı Türk yarısı Ermeni olsa da,
gittiği okulda okuyan üç Müslümandan biridir. Hocalarının çoğunun Çar’a düşman olduğu bu okulda Ağaoğlu yasaklanmış kitapları okur, evde gördüğü eğitimden çok farklı bir sistemle karşılaşır.
Geleneksel ve moderni görür, tecrübe eder. Bu dönemde edindiği
gözlemleri gelecekte yazı hayatı üzerinde izler bırakacaktır.
Okulda başarılı bir öğrenci olan Ahmet Ağaoğlu, Petersburg’daki Politeknik Enstitüsü’ne kabul edilir. Ancak kaynaklara
göre ya gözlerindeki bir problem nedeniyle ya da oğlu Samet
Ağaoğlu’nun belirttiği üzere kendisini bir Musevi zanneden ve
ona cephe alan hocası nedeniyle bu okula devam etmez. Bunun
üzerine Azerbaycan’da yaşayan Türkler arasında bir ilke imza
atarak üniversite hayatını Avrupa’da tamamlamak üzere Paris’e
doğru yola çıkar.
Avrupa yılları
Paris’e ilk gittiği dönemlerde maddi sıkıntılar yaşasa da kısa sürede şehrin entelektüel çevresine dahil olmayı başarır. Collège de
France (Fransa Koleji) ile Ecole des Langues Oriéntales’in (Doğu
Dilleri Okulu) derslerine katılır. Ahmed Rıza gibi o dönemlerde
Paris’te bulunan Jön Türkler ile temas kurar. Ancak onun İslamiyet ve milliyetçilikle ilgili fikirlerinin oluşmasına katkıda bulunanlar Jön Türkler’den ziyade İslam’da modernleşmeyi savunan,
Panislamizm’in önde gelen isimlerinden Cemaleddin Afganî; A.
Holly Sissler’in de belirttiği üzere Doğu biliminde bir otorite kabul
edilen, kilisenin kutsallaştırılmasına karşı çıkan, eleştirel aklı savunan “liberal” Ernest Renan ve hem hocası hem de hamisi James
Darmesterer olmuştur. Bahsi geçen şahsiyetlerin ortak noktası
İslam dünyasına ve özellikle İran kültürüne ilgi duymalarıdır. Din
ve devlet işlerinin ayrı olması gerektiğini savunan bu isimler laik
addedilebilseler de, dini milletleri bir araya getiren en temel öge
olarak değerlendirirler. Bu düşüncelerden yola çıkan Ağaoğlu,
ömrü boyunca İslam’ın birleştirici gücüne inanmış, fakat İslami
kurumların, İslami kuralların layıkıyla yerine getirilmesi suretiyle
yenilenmesi gerektiğini savunmuştur.
65
1912 YILINDA İTTIHAT VE TERAKKI’NIN MECLIS-I UMUMI AZALIĞINA
GELEN AĞAOĞLU’NUN SIYASI YAŞAMI BÖYLECE BAŞLAMIŞ
OLUR. 1914-1918 YILLARI ARASINDA MECLIS-I MEBUSAN’DA
AFYONKARAHISAR MEBUSU OLARAK GÖREV YAPAR.
Yazarlık hayatına 1891 yılında La Nouvelle Revue’de düzenli
olarak makale yayımlayarak başlayan Ahmet Ağaoğlu, Revue Politique ve Journal des Débats’ya da yazar. Paris’te altı yıl kaldıktan
sonra 1894 yılında Azerbaycan’a döner ve bir yandan halihazırda
yazı gönderdiği Kavkaz gazetesinde çalışmaya devam ederken
diğer yandan lisede Fransızca öğretmenliği yapar. Daha sonra
Azerbaycan’da yayımlanan Kaspiy’nin baş muharrirliğine getirilir.
Bu yıllarda Ahmet Ağaoğlu, Rusya topraklarındaki Müslümanların
hakları için savaşan bir aktivist olarak karşımıza çıkar. O dönemde
Kafkasların en geri kalmış halklarından biri olan Azerilerin, Ermeniler ve Museviler gibi diğer azınlıklarla eşit haklara sahip olmaları
için çalışmalar yürütür. Azeri dilinde gazete yayımlamak için hükümete önerge sunar, fakat önerisi reddedilir. Eğitimi yaygınlaştırmak amacıyla Şuşa’da bir halk kütüphanesi kurar. Bu kütüphane
aynı zamanda eserlerin tartışıldığı entelektüel bir kulüp görevi
görür. Ayrıca, İsmail Gaspıralı’nın eğitim metotlarında gerçekleştirilen reformlar aracılığıyla çocukların daha kolay öğrenmesini
hedefleyen Usûl-i Cedid okulları modelini yansıtmak üzere Neşr-i
Maarif Vakfı’nı kurar. 1900 yılında yazdığı fakat basılmayan İslam
ve Ahund başlıklı eseri Azerbaycan’da popülerlik kazanır. İkinci
66
eseri İslama Göre ve İslam Aleminde Kadın’ı 1901 yılında yayımlar.
Tarihe “Kanlı Pazar” olarak geçen ve Petersburg’taki işçilerin Çar II.
Nikolay’ın emriyle öldürüldüğü olaydan sonra Azerilerde milliyetçilik kavramının oluşmasına yardımcı olan günlük Hayat gazetesini
çıkarmaya başlar. Ardından İrşad ve Terakki dergilerini çıkaran
Ağaoğlu, İrşad’da yayımladığı makaleleri sebebiyle saldırıya uğrar.
1905 yılında aralarında Yusuf Akçura’nın da bulunduğu isimlerin
öncülüğünde kurulan ve Rusya’daki Müslümanların tüm vatandaşlarla eşit haklara sahip olması için hükümetten hak talebinde
bulunmayı amaçlayan “Bütün Rusya Müslümanları İttifakı”na üye
olur. Rusların düşmanlığını kazanması ve üzerindeki baskıların
artması üzerine 1908 yılının sonunda Türkiye’ye gelir.
Anavatana dönüş
Ahmet Ağaoğlu İstanbul’a geldiğinde öncelikle vakıf okullarının müfettişi olarak görev yapar. Ardından Süleymaniye
Kütüphanesi’nin müdürlüğüne tayin edilir ve 1909 yılından itibaren
İstanbul Darülfünunu’nda Rusça ve Türk-Moğol tarihi dersleri
vermeye başlar. Yazılarına Sırat-ı Müstakim, İslam, Türk Yurdu,
Tercüman-ı Hakikat’te devam eder.
Ağaoğlu’nun İstanbul’a yerleştiği dönemlerde ülkede Türkçülük
fikri filizlenmeye başlar. Türkçülük akımının öncülerinden Yusuf
Akçura’nın başkanlığında kurulan “Türk Derneği”ne üye olur. Ağaoğlu Yusuf Akçura, Ziya Gökalp gibi isimlerle birlikte Türk Ocağı’nı
kuranların yanında yer alır. Cemiyetin yayın organı Türk Yurdu’nda
yayımladığı çok sayıda makalede yurt dışındaki Türklerin refahı
ve İslam çerçevesinde birleştirilmesi konusundaki görüşlerini
sunar. Bu makalelerin birinde şöyle der: “Rusya’da cereyan eden
ahval -tabiatı ile- nazar-ı dikkatimizi Rusya’da sakin milyonlarla
Türk kardeşlerimize doğru celbediyor. Bunların vaziyetlerini ve
cereyanlara karşı alabilecekleri tavrı, Rusya’daki inkılaba ne kadar
iştirak ettiklerini, milliyet meselesi bunca müzakere olunduğu
ve Rus inkılâbının hemen ruhunu teşkil ettiği bir zamanda bu
halden ne dereceye kadar istifade edebileceklerini, hülasa Rus
inkılâbının Rusya’daki Türkler üzerine ne suretle ve ne kadar tesir
edebildiğini anlamak bizim için zaruridir. İşte bu ihtiyacı tatmin
içindir ki Rusya’daki Türkler hakkında birkaç makale neşretmeyi
münasip gördük.”
1912 yılında İttihat ve Terakki’nin Meclis-i Umumi azalığına gelen
Ağaoğlu’nun siyasi yaşamı böylece başlamış olur. 1914-1918 yılları
arasında da Meclis-i Mebusan’da Afyonkarahisar mebusu olarak
görev yapar. I. Dünya Savaşı sırasında Azerbaycan’ın bağımsız
bir devlet olması için Rusya’ya Nuri Paşa komutasında bir ordu
göndermeyi planlayan Osmanlı Devleti, Ahmet Ağaoğlu’nu da Nuri
Paşa’nın siyasi müşaviri olarak Azerbaycan’a tayin eder. Burada
kısa süre içinde kurulan parlamentonun bir üyesi olan Ağaoğlu,
bu anlamda iki ayrı Türk devletinde mebus olarak görev yapan ilk
Türk olma özelliği taşır.
I. Dünya Savaşı’nın ardından İstanbul’un işgal edilmesiyle
Malta’ya sürgün edilen aydınlara Ahmet Ağaoğlu da dahildir. II.
İnönü Zaferi’nin ardından serbest bırakılan Ağaoğlu, sürgünden
döndükten sonra soluğu Ankara’da alır. Bizzat Mustafa Kemal tarafından 29 Kasım 1921 tarihinde Matbuat ve İstihbarat
Müdürlüğü’ne tayin edilir. 1923 yılında görevinden ayrılan Ağaoğlu, 1923-1927 yıllarında TBMM II. Dönem Kars Milletvekili olarak
siyasi hayatına devam eder. Aynı zamanda Hakimiyet-i Milliye’nin
başyazarlığına getirilir ve Ankara Hukuk Mektebi’nde hukuk
dersleri verir. TBMM’nin III. Döneminde de Kars Milletvekili seçilen
Ağaoğlu, Meclis’te eğitim üzerine yaptığı bir konuşmada şöyle
der: “Efendim birinci maddede muallimlik meslektir denilmesi bir
maksada matuftur. Muallimlik şimdiye kadar maatteessüf memleketimizde bir meslek olarak teessüs etmemiştir. Muallimlerimiz
tesadüfi olarak muallimlik ediyorlar. Muallim meslekine, muallimlik
silkine mensup olanlar bu meslekten çıkmak için, kurtulmak için
her an, her dakika fırsat arıyorlardı. Çünkü meslek teessüs etmemişti. Her meslekin icabettiği füyuzat bu meslek için temin
edilmemişti. (...)Efendiler bugün bütün milletler terbiyei iptidaiyeyi
mecbur kılmışlardı. Bu ne demektir efendiler? Evet, devletler talim
ve terbiyeyi o kadar mühim görmüşlerdir ki, babanın evladı üzerindeki velayetini inkar etmişler ve elinden almışlardır. Onun için asri
devletler ve bugün mevcut olan bütün medeni milletlerce maarifi
umumiye hidemat-ı devletten hattaa en mühim hidemat-ı devlet
addolunmaktadır. Ve böyle addedilmelidir. Bu nokta-i nazardan
bütün milletler çocukları bir muayyen yaştan muayyen yaşa kadar
alıp ailesinin, ebeveyninin yerine kaim olarak talim ve terbiyesini
üzerine almıştır.”
1930 yılında Fethi Okyar’ın başkanlığında kurulan Serbest
Cumhuriyet Fırkası’na Mustafa Kemal’in teşvikiyle geçen Ahmet
Ağaoğlu, partinin aynı yıl içinde feshedilmesinin ardından siyasi
hayatına veda eder. Emekliye ayrıldıktan sonra kendisini yazmaya veren Ağaoğlu, 1939 yılında Nişantaşı’nda vefat edene kadar
Kültür Haftası, İnsan, Türklük dergilerinde ve İkdam gazetesinde
makaleler yayımlamaya devam eder.
67
12 Eylül 1980
Türk Silahlı Kuvvetleri emir-komuta
zinciri içinde yönetime el koydu.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral
Kenan Evren, Millî Güvenlik Konseyi ve Devlet Başkanı ilan edildi.
13 Eylül 1921 -
4 Eylül 1919 -
Kurtuluş Savaşı’nın dönüm
noktası kabul edilen Sakarya
Meydan Muharebesi, Türk
ordusunun zaferiyle sonuçlandı.
Millî Mücadele’nin en önemli
aşamalarından olan zaferden
sonra Mustafa Kemal’e Gazi
unvanı verildi.
“Millî sınırları içinde vatan bölünmez bir bütündür, parçalanamaz”
ilkesiyle hafızalara kazınan, Millî
Mücadele’nin yapıtaşlarından
Sivas Kongresi başladı.
EYLÜL
4
5
11
12
Türkiye Cumhuriyeti’nin 4’üncü
Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel
71 yaşında vefat etti. 27 Mayıs
1960 askerî müdahalesi sırasında
Genelkurmay Başkanı olan Gürsel,
darbenin ardından Millî Güvenlik
Konseyi Başkanı ilan edilmişti.
11 Eylül 2001 Dünya tarihinin en önemli olayları
arasında yer alan 11 Eylül saldırıları
gerçekleşti. Dünya Ticaret
Merkezi ve Pentagon odaklı terör
saldırılarında 2 binin üzerinde kişi
hayatını kaybetti.
68
14
14 Eylül 1966 -
5 Eylül 1945 Çok partili hayata geçişten
sonra kurulan ilk muhalefet
partisi olan Millî Kalkınma
Partisi resmen çalışmalarına
başladı. Kuruculuğunu Nuri
Demirağ’ın üstlendiği partinin
diğer önemli isimleri arasında
Hüseyin Avni Ulaş ve Cevat
Rıfat Atilhan yer alıyordu.
13
17 Eylül 1961
27 Mayıs askerî darbesiyle
görevden indirilen Başbakan
Adnan Menderes, Yüksek
Adalet Divanı’nın aldığı kararla
İmralı adasında idam edildi.
Menderes’ten bir gün önce
Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü
Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan
Polatkan idam edilmişti.
17
18
29 Eylül 1887
Alman mucit Emile Berliner, günümüzde artık
nostaljik bir obje olan gramofonun
patentini aldı.
25 Eylül 1982
Türkiye Cumhuriyeti’nin
ilk kadın büyükelçisi Filiz
Dinçmen, Hollanda’da
göreve başladı.
25
26
29
27 Eylül 1930 -
18 Eylül 1890 II. Abdülhamid’in İstanbul’u ziyaret
eden Japon İmparatoru Komeii’ye
gerçekleştirilecek iade-i ziyaret için
özel inşa ettirdiği Ertuğrul Fırkateyni,
dönüş yolculuğu sırasında fırtınaya
yakalanarak battı. Kazada 500’den
fazla kişi hayatını kaybetti.
27
Türk sivil havacılık tarihinin
en önemli isimlerinden,
Birinci Dünya Savaşı ve
Kurtuluş Savaşı gazisi, İstiklal
Madalyası sahibi Vecihi
Hürkuş, kendi imal ettiği
uçağı İstanbul’da uçurdu.
26 Eylül 1932 Türk Dil Kurumu tarafından ilk
kez düzenlenen on günlük Türk
Dil Kurultayı başladı. 26 Eylül
günü aynı zamanda Dil Bayramı
olarak kutlanıyor.
69
29 EYLÜL 1887
“SAHIBININ SESI”
YANKILANMAYA
BAŞLIYOR
GRAMOFON
ÇAĞLA TAŞKIN
N
ostalji denilince akla önce kişisel deneyimler, insanın kendi
geçmişinden hatıralar gelir muhtemelen. Bu çağrışımlar kişiye özeldir, birinde uyandırdığı hisleri bir başkasında uyandırması
mümkün değildir. Fakat nostaljide bazen öyle objeler vardır ki verdiği hissiyat ortaktır, imgesi kimin zihninde uyanırsa uyansın aynı
telleri titretir. Gramofon da bu objelerden biri kuşkusuz. Eskiye
dair, geçmişe ait bir obje; onu hiçbir zaman kullanmamış, hatta
gerçekte belki hiç görmemişlerin zihninde bile aynı çağrışımları
yapan bir ortak hafıza ürünü...
Beş temel duyumuzdan işitmenin yapıtaşı olan sesi kaydetme,
kaydedileni istenilen anda yeniden dinleme arzusu yatıyor gramofonun icadının temelinde. Buluşun tarihi 1877 yılına ve son derece
tanıdık bir isme dayanıyor: Thomas Edison. Ampulün mucidi olarak tanıdığımız Edison’ın gramofonun arketipi kabul edilen icadı
fonograf olarak adlandırılır. Edison’ın fonografı, sesi kaydetme
çabalarının ilk ürünü değildir, fakat kaydedilen sesi tekrar tekrar
dinleme olanağı sunması bakımından muadillerinden önemli
şekilde ayrılır. Amerikalı mucit, icadının bu niteliğinin büyük bir
adım olduğunun farkındadır; 21 Kasım 1877 günü sesleri hem
kaydedebilen hem de istenildiğinde tekrar çalabilen bir alet icat
ettiğini resmen açıklar, sekiz gün sonra da halka açık bir şekilde
aletin nasıl çalıştığını gösterir.
Edison’ın fonografının ortaya çıkışının ardından mucitler ve
teknoloji laboratuvarları çalışmalarına hız verir. Bu çalışmalarda
yine tanıdık bir isme, telefonun mucidi Graham Bell’e rastla-
70
rız. Bell’in önde gelen isimlerinden olduğu Volta Laboratuvarı,
Edison’ın icadı üzerinde birtakım değişiklikler yapar, fonograf
teknik müdahalelerle daha etkin çalışan bir alet haline getirilir.
1880’ler boyunca fonograf üzerinde değişiklikler yapan, icadı
mükemmelleştirmeye çalışan diğer iki isimse Chichister Bell ve
Charles Sumner Tainter’dır. Bell ve Tainter, fonografın kayıt yapma süresini uzatmayı başarır. Fonografı geliştirme çabaları kısa
süre içerisinde büyük bir rekabete dönüşür. Zira herkes sese adeta
hükmetmeyi mümkün kılan bu aletin potansiyelinin farkındadır.
Bu rekabetten sıyrılan isim Emile Berliner olur.
YENI NESILLERIN BELKI DE AILE BÜYÜKLERININ EVINDE GÖRÜP
AŞINALIK KAZANDIĞI, ONU BIZZAT KULLANMIŞ KIŞILERIN ISE HER
INCE AYRINTISINA VÂKIF OLDUĞU GRAMOFON, ARTIK NOSTALJIK
BIR NESNEYE DÖNÜŞSE DE CAZIBESINDEN HIÇBIR ŞEY YITIRMIYOR.
EMILE BERLINER’IN 1887 SENESINDE PATENTINI ALDIĞI ALET, YILLAR
GEÇTIKÇE DAHA DA KIYMETLI BIR OBJE HALINE GELIYOR.
Sese hükmetmenin dayanılmaz cazibesi
Tüccar bir baba ile amatör olarak müzikle ilgilenen bir annenin 13 çocuğundan
biri olan 1851 doğumlu Emile Berliner,
Hannover’de geçen çocukluğu ve
gençliği boyunca babasının mesleğini
devam ettirmek için eğitim alır. Fakat
Berliner’in asıl ilgisini çeken mucitliktir. 1870 yılında Amerika’ya göç
ettiğinde bu ilgi alanında çalışmayı
sürdürebilmek için birçok zorlukla başa
çıkmak durumunda kalır. Gündüzleri
ahırda çalışır, akşamları eğitimine devam
eder. Berliner’in sıkı çalışması meyvelerini kısa
zamanda verir. 1886 senesinde ses kaydı
meselesi üzerine yoğunlaşan Berliner,
fonografta önemli teknik geliştirmeler ve
malzeme değişiklikleri yapar. Berliner’in
girişimleri ses kayıtlarının kopyalanmasını daha kolay ve daha az zahmetli hale
getirirken Edison’ın icat ettiği fonografı
da hem görünüş hem işlev olarak dönüştürür. Ortaya tamamen farklı bir şey
çıkardığının farkında olan Berliner, 29
Eylül 1887 günü bugün gramofon olarak
bildiğimiz aletin patentini alır. Hemen
hepimizde bazı çağrışımlar yapan gramofon böylece resmiyete dökülmüş, kağıda
geçmiş olur.
Berliner’in çalışmaları gramofonun
patentini almasından sonra hız kesmez.
Mucit, aleti daha iyi hale getirmek için
uğraşırken bir yandan da çeşitli ticari
girişimlerde bulunarak gramofona mad-
di destek bulmak ve yaygınlaşmasını sağlamak
için çalışır. Bir süre sonra da kendi gramofon
şirketini kurar, bunu Londra, Hannover ve
Montreal’de açtığı diğer şirketler izler.
Gramofonu halk arasında yaygın bir
alete dönüştürmeyi kafasına koyan
Emile Berliner tahayyül ettiğinin
ötesinde başarıya ulaşır. Gramofon
yıllar içinde gelişmesini sürdürerek
bütün dünyaya yayılan, yeryüzünün
dört bir tarafında insanları müzikle
buluşturan bir ürün haline gelir. Gramofon uzun yolculuğu sırasında Türkiye’ye
de uğrar elbette. “Sahibinin Sesi”, 45’likler,
longplayler hayatımıza Berliner’in 1887 senesinde aldığı patent ve böylece somutlaşıp
yaygınlaşan buluşu ve ardından adeta bir
“gramofon endüstrisi” kurma gayretleri
sayesinde girer.
Gramofon bir süre sonra gelişen koşullara, her gün ilerlemeyi sürdüren teknolojiye
ayak uyduramaz. Uzun süre devam eden
krallığını önce kasetçalarlar ve CD çalarlara devreder; ardından MP3 çalarlar, akıllı
telefonlar gelir. Ne olursa olsun bu “tahtı
devretme” durumunun yalnızca teknolojik
bir şey olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Zira gramofondan sonra gelen hiçbir alet,
gramofonun cazibesine, kendine has havasına ve uyandırdığı çağrışımlara sahip
olamaz. Gramofonun üzerimizde bıraktığı
açıklaması zor etki, onu teknolojik ardıllarından farklı kılar, yıllar geçtikçe değerine
değer katan bir şeye dönüştürür.
71
TULUMBACILARDAN ITFAIYECILERE
300 YILLIK BIR
KAHRAMANLIK ÖYKÜSÜ
72
GÜNLÜK HAYATTA SAYISIZ IŞLEV ÜSTLENEN ATEŞ, KONTROLDEN
ÇIKTIĞINDA EN ÇOK KORKULAN AFETLERDEN BIRI HALINE
DÖNÜŞEBILIYOR. YANGIN VE BENZERI FELAKETLERE
MÜDAHALE EDEN ITFAIYECILER FEDAKARCA GÖREV YAPARAK
HAYAT KURTARIYOR. ÜLKEMIZDE HER YIL EYLÜL AYININ SON
HAFTASINDA KUTLANAN “YANGINDAN KORUNMA VE İTFAIYECILIK
HAFTASI”, YANGIN GERÇEĞINE KARŞI FARKINDALIĞI ARTIRMAYI VE
ITFAIYE KURUMUNUN ÖNEMINI VURGULAMAYI AMAÇLIYOR.
ÖZGE AYDIN
O
danın içinde bir yanık kokusu. Hemen anlar kadın. “Yusuf,
kalk, kalk. Yanıyoruz.” Hemen fırlar kadın. “Şamdan nerede,
şamdan?” Mumu yakar. Oda kapısını açmasıyla kapaması bir olur.
Dışarıdan içeriye öyle bir duman saldırır ki, gözlerinin içi yanan
kadın “Ayy” diye bağırır ve aksırmaya başlar. “Yanıyoruz. Alt kat
da tutuştu. Kalkın çocuklar.” Fakat nereye kaçacaklar? Üçüncü kat.
“Yusuf, Yusuf!” Adam şaşkın.
Sanki direk. Odanın ortasına
saplanmış duruyor. “Zehra,
baba, çocuklar.”
Peyami Safa
İnsanoğlunun doğay ı
kontrol etme güdüsüyle
ortaya çıkan ateş, uygarlık
tarihini bir adım daha ileriye
götüren başlıca keşiflerden.
Ateş, eski çağlarda aydınlanma, ısınma ve besinlerin
pişirilmesi gibi en temel
ihtiyaçları gidermek için
kullanılırken, günümüzde
üretimden tüketime sayısız işlev üstleniyor. Ateşin kontrolden
çıkmasıyla meydana gelen yangınlar ise günlük yaşamın en çok
korkulan gerçekleri arasında. Bu nedenle, doğayı ve insanları
tehdit eden yangın tehlikesine karşı geliştirilen önlemler hayati
önem taşıyor.
Yangın hem doğal hem de doğal olmayan yollarla oluşabilmekte.
Ancak, modern yaşam biçiminin getirdiği alışkanlıkların yangın
riskini daha da artırdığını söylemek mümkün. Yangına karşı alınan
önlemler düşünüldüğünde ise akla ilk gelen itfaiye yapılanması
ve kendilerini hayat kurtarmaya adayan itfaiyeciler. Ülkemizde
Eylül ayının son haftası “Yangından Korunma ve İtfaiyecilik
Haftası” olarak kutlanıyor.
Hafta boyunca düzenlenen
etkinliklerle yangın gerçeğine
karşı farkındalığı artırmak ve
itfaiye kurumunun önemini
vurgulamak amaçlanıyor.
Osmanlı’da itfaiye
teşkilatı
Osmanlı Devleti’nde faaliyet gösteren ve “Dergâh-ı
Âli Tulumbacı Ocağı” adıyla
bilinen ilk itfaiye teşkilatının
kuruluş yılı 1720 olarak kabul
edilir. Lâle Devri’nde Yeniçeri
Ocağı’na bağlı olarak kurulan
bu teşkilat, Fransız asıllı bir mühendis olan Davut Ağa’nın geliştirdiği “tulumba” ile yangınlara müdahale eder. Marangoz ve kayıkçı
gibi bazı esnaf grupları da tulumbacı takımlarının taşınması, yangın enkazlarının bertaraf edilmesi gibi görevler üstlenir. Sarayda
73
DÖNEMIN YÖNETIMI TARAFINDAN DESTEKLENEN MAHALLE
TULUMBACILARI HER TÜR ESNAF VERGISINDEN MUAFTIR.
İTFAIYECILIK FAALIYETLERININ KÜLTÜR MIRASIMIZA KATTIĞI
MAHALLE TULUMBACILARININ TÜRKÜLERI ISE GÜNÜMÜZDE DE
SÖYLENMEYE DEVAM EDIYOR.
çıkabilecek yangınlardan ise “Bostancı Tulumbacıları” sorumludur.
1826 yılında Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması, Tulumbacılar Ocağı’nın
da lağvedilmesine neden olur. Ocağın kaldırılmasından kısa bir
süre sonra İstanbul’da çıkan büyük yangın ise tulumbacılığın
gerekliliğini hatırlatır ve 1827’de yarı askerî bir itfaiye teşkilatı
kurulur. 1846’da Zaptiye, 1868’de de Şehremaneti teşkilatlarına
belediye sınırları içerisinde kendi tulumbacı takımlarını kurma izni
verilir. Bunların yanı sıra devlet daireleri, kiliseler ve belirli mahallelerde de tulumba takımları oluşturulur. Halkın kullanımı için
mahallelere tahsis edilen tulumbalar, özellikle İstanbul’da oldukça
meşhur bir kültür haline gelecek olan “mahalle tulumbacılığı”nı ortaya çıkarır. Genellikle gençlerin üstlendiği bu görev, gönüllü olarak icra edilir. Dönemin yönetimi tarafından desteklenen mahalle
tulumbacıları her tür esnaf vergisinden de muaftır. İtfaiyecilik
faaliyetlerinin kültür mirasımıza kattığı mahalle tulumbacılarının
türküleri ise günümüzde de söylenmeye devam ediyor.
74
Yangın olur biz yangına gideriz
Düz ovada keklik gibi sekeriz
Yokuşlarda şahin gibi uçarız
Sandık sandıklar içinde çok şanımız var
Hazreti Mevlâ’ya yalvarmamız var
Beyoğlu’ndan kalktık sandık selamet
Galata’ya vardık koptu kıyamet
Hurşit Bey’im sandık sana emanet
Sandık sandıklar içinde çok şanımız var
Hazreti Mevla’ya yalvarmamız var
Ancak bir süre sonra yangın söndürme için donanımlı bir
teçhizattan yoksun olan ve gönüllülük esasına dayanan bu yerel
ve düzensiz birliklerin olaylara müdahalede yetersiz kaldığı fark
edilir. 1870’te çıkan Beyoğlu yangınında üç bini aşkın bina yok
olur. Büyük hasara neden olan bu yangını 1872’de Edirnekapı,
1873’te Büyük Langa ve Kuzguncuk, 1874’te Galata, Samatya
ve Üsküdar yangınları izler. Yapılarının çoğunluğunu ahşap
binaların oluşturduğu bir şehir olan İstanbul’da düzenli bir itfaiye
teşkilatının kurulması gerektiği tekrar gündeme gelir ve mevcut
kurumların Avrupa seviyesine yükseltilmesine karar verilir.
Bu çalışmalar kapsamında Macaristan’dan İstanbul’a itfaiye
uzmanı olarak getirtilen Kont Szechenyi isimli subay, 1875
yılında askerî disiplinle işleyen ve modern araç-gereçlere sahip
ilk itfaiye teşkilatını kurar. 1880’e kadar İstanbul’daki yangınlara
etkin bir şekilde müdahale edilmesini sağlayan bu kurum, 19.
yüzyıl sonlarında Osmanlı Devleti’nin çöküşüne neden olan
siyasi ve ekonomik bunalımlardan etkilenerek gücünü kaybeder.
Tulumbacılığın yeniden önem kazandığı bu dönem, modern
itfaiyeciliğe geçiş yapılmasıyla sona erer.
Modern itfaiye kurumu
Cumhuriyet’in ilanının ardından itfaiye teşkilatlarının belediyelere
bağlanmasıyla modern itfaiye kurumunun temelleri atılır. Modern itfaiye teşkilatının kuruluş tarihi 25 Eylül 1923 olarak kabul
edildiğinden 25 Eylül’ü takip eden hafta “Yangından Korunma ve
İtfaiyecilik Haftası” olarak ilan edilir. Halkı itfaiye kurumuyla ilgili
bilgilendirmek ve yangın önlemlerine ilişkin farkındalığı artırmak
adına Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren çeşitli etkinlikler
düzenlenir. 1960’lara gelindiğinde terk edilen hafta kutlamaları
1990 yılında, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde öğretim görevlisi
olan Prof. Dr. Abdurrahman Kılıç’ın öncülüğünde yeniden başlar.
Yangın konusunda uzmanlaşan Kılıç, aynı zamanda 1993 yılında
ülkemizdeki ilk kurtarma timinin kurulmasını sağlamıştır.
İtfaiye teşkilatlarının görevleri 21 Ekim 2006 tarihli Resmî
Gazete’de yayımlanan “Belediye İtfaiye Yönetmeliği”ne göre
belirlenmiştir. Kurumun ilk ve esas görevi olan yangınlara
müdahalenin yanı sıra itfaiyeler, su baskınlarına müdahale
etmekten afet kurtarma çalışmalarına katılmaya kadar pek
çok sorumluluk üstlenir. Halkı, kurum ve kuruluşları yangın
tehlikesi ve itfaiye hizmetleri hakkında bilgilendirme gibi eğitim
çalışmalarına katılan itfaiye birimleri, işyeri, eğlence yeri, fabrika
75
ve sanayi kuruluşlarını yangına karşı alınması gereken önlemler
açısından denetlemek ve bu kurumlara gerekli izin ve ruhsatları
vermekten de sorumludur.
İtfaiyeciliğin duayen ismi: Baki Akansel
2009 senesinde hayata gözlerini yuman Baki Akansel, ülkemizde
itfaiyecilik denildiğinde akla ilk gelen isimlerdendir. Prof. Dr. Abdurrahman Kılıç’ın “İtfaiye Duayeni” olarak tanımladığı Akansel’in
itfaiyecilik merakı erken yaşlarda başlar. Askerliğini bahriyeli olarak tamamladıktan sonra Gölcük Deniz Fabrikaları’nın sınaî gazlar
bölümünde çalışmaya başlayan Akansel, sonraki yıllarda Petrol
Ofisi Müdürlüğü’ne uzman olarak kabul edilir. Bu esnada yangın
emniyeti konusunda birikim ve deneyimleri artan Baki Akansel,
1958 senesinde tüm havalimanlarındaki yangın emniyetinden sorumlu kişi olarak göreve başlar. 13 yıl boyunca bu görevi sürdüren
Akansel, söz konusu dönemde pek çok kez Ankara İtfaiyesi’yle
beraber yangınlara müdahale eder. Amerika’da 4 ay boyunca eğitim alan Akansel, Türkiye’den Amerika’ya eğitime giden ilk sivil
itfaiyeci unvanını kazanır ve 1976 senesinde Ankara İtfaiyesi’nin
müdürü olarak çocukluk hayalini gerçekleştirir. İtfaiye santralinde
BOA; Y.MTV 220/57
Umûm İtfaiye Alayı Kumandanlığı
İtfȃiye tabur-ı hümȃyȗnları için tedȃrik olunacak nakliye arabalarının mikdȃr ve
esmȃnını mübeyyin defterdir.
Esmȃn-ı tahmȋniyyesi
Lirȃ-yı Osmȃnȋ Kuruş
100
Nakliye arabası aded: 2
220
Koşum hayvanı, çift: 4 (Dȃire-i askeriyye mübȃyaȃtından alındığı sȗretde
bu fiyatla alınıp, ȃhardan mübȃyaa olunursa bu fiyat tezȃyüd eder.)
48
Binek, reʼs aded: 4
68
Koşum, çift: 4
20
Eyer, aded: 4
456
İtfȃiye Birinci Tabur-ı Hümȃyȗnu için
456
İtfȃiye İkinci Tabur-ı Hümȃyȗnu için
456
İtfȃiye Üçüncü Tabur-ı Hümȃyȗnu için
456
Selimiye Kışla-i Hümȃyȗnu’nda ȃrȃm-sȃz İtfȃiye Dördüncü Tabur-ı
Hümȃyȗnu için.
456
Bahriye İtfȃiye Tabur-ı Hümȃyȗnu için
456
Yıldız Mevki-i ȃlȋsinde bulunan itfȃiye bölüğü için
2736
100
İtfȃiye Üçüncü Tabur’un tulumbalığı dar olduğundan, işbu nakliye
arabalığını istȋȃb için tulumbalığın tevsȋʻi masȃrifi.
450
Selimiye Kışla-i Hümȃyȗnu’nda ȃrȃm-sȃz İtfȃiye Dördüncü Taburu’nun
iki bölüğü kışlada bulunup, kışla-i mezkûr civȃrında iki bölüklü
müceddeden bir kışla inşȃ buyurulup, tehȋ bulunarak, yanında araba ve
tulumbalık mahalli mevcud olmakla beraber gerek Haydarpaşa ve gerek
Üsküdar’a kurbiyyeti bulunduğundan işbu iki bölüğün mezkûr kışlaya
nakli ve maa-hȃzȃ mezkûr taburun mukaddemȃ mübȃyaa edilen tulumba
ve arabaları ahur köşelerinde sürünmekde ve çürümekde olup, akdemleri
inşȃsına irȃde-i seniyye-i hazret-i hilȃfet-penȃhȋ şeref-sudȗr buyurulduğu
halde inşȃ edilmemekle, bu tulumba ve arabalarla nakliye arabaları için
mahall-i mezkûre bir tulumba ve arabalık inşȃsı masȃrifi.
300
İşbu taburun bir bölüğü Kadıköyü Karakol-ı Hümȃyȗnu’nda bulunmakla,
karakolun yanındaki arsasına bir itfȃiye şubesi olmak üzere bir tulumba
ve arabalık inşȃsı.
250
İşbu karakola müceddeden bir tek hidrofor harȋk tulumbasıyla bir aded
eşyȃ ve hortum ve halat arabası.
178
İşbu iki arabaya koşum hayvanı çift: 2 lira: 110, koşum çift: 2 lira: 34,
binek hayvanı lira: 24 reʼs: aded 2, eyer aded: 2 lira: 10.
250
Yıldız mevki-i ȃlȋsinde bulunan itfȃiye bölüğü efrȃd-ı mülȗkȃnesi
Orhȃniye Kışla-i Hümȃyȗnu’nda ve tulumba ve arabaları, kumandanlık
dȃiresinin yanında bulunduğundan ve kışla-i hümȃyȗn-ı mezkûr
kurbunda mezkûr bölüğe mahsȗs mukaddemȃ bir kışla ve tulumbalık inşȃ
buyurulmakla, tensȋb-i ȃlȋye şeref-mukārin buyurulduğu takdirde, efrȃd-ı
mülȗkȃne ve tulumbaların mezkûr kışlaya nakli ve mezkûr bölükde
bulunan tulumba elverişli olmadığından müceddeden bir aded hidrofor
harȋk tulumbasıyla bir aded hortum ve halat arabası.
267
İşbu tulumba ve arabalara mahsus olarak koşum hayvanı çift: 3 lira: 165,
koşum çift: 3 lira: 51, binek hayvanı aded: 3 lira: 36, eyer aded: 3 lira: 15
4531
Mezkûr nakliye arabalarıyla ȃlȃt-ı sȃirenin mikdȃr ve tahmin edilen esmȃnı, bȃlȃda müfredȃtı gösterildiği vechile dört bin beş yüz otuz bir lira-yı Osmȃnȋye bȃliğ
olduğu maʻrȗzdur. Fermȃn.
Fȋ 8 Ağustos sene: 317
Yȃverȃn-ı Hazret-i Şehryȃrȋden
Umum İtfȃiye Alayları Kumandanı
Ferȋk
Bende
76
KÖKLÜ BIR GEÇMIŞE SAHIP TÜRK İTFAIYE TEŞKILATI,
KURULUŞUNDAN GÜNÜMÜZE GEÇIRDIĞI MODERNLEŞME
SÜRECIYLE BIRLIKTE DENEYIMLERINI DE ARTIRARAK SAYISIZ
KURTARMA GÖREVINDE BAŞROL ÜSTLENMIŞTIR.
kadın memurların görevlendirilmesi, itfaiye teşkilatında telsiz
şebekesinin kurulması ve kılık kıyafet düzenlemeleri gibi birçok
yenilik, Baki Akansel öncülüğünde ülkemizde faaliyet gösteren
itfaiye teşkilatlarına kazandırılmıştır.
Başarı öyküleri
Köklü bir geçmişe sahip Türk İtfaiye Teşkilatı, kuruluşundan
günümüze geçirdiği modernleşme süreciyle birlikte deneyimlerini de artırarak sayısız kurtarma görevinde başrol üstlenmiştir.
Faaliyetleriyle ülke dışında da adını duyuran itfaiye teşkilatımız,
Türkiye’nin gurur kaynağı olan başarılara imza atmaya devam
ediyor.
2013 yılında Alman Ulusal Conrad Dietrich Magirus’un
organize ettiği “Dünyanın En İyi İtfaiye Ekibi” yarışmasında
Kocaeli İtfaiyesi dünyada ilk 10’a girerek Türk İtfaiyesi’nin ismini
uluslararası alana taşıdı. Kurtarma videolarının internet üzerinden
oylamaya sunulduğu yarışmada, Kocaeli İtfaiye Ekibi’nin denizin
aniden dalgalanması nedeniyle kayalıklarda mahsur kalan 4 kişiyi
2 saat süren bir operasyonla kurtardığı görüntüler büyük beğeni
kazandı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde görev yapan itfaiye
erleriyse geçtiğimiz 26 Haziran-5 Temmuz günleri arasında
İtfaiyeci Duası
Allah’ım, tehlikeye düşmüş olan her canlının, özellikle küçük
bir çocuk ya da yaşlının imdadına geç kalmadan yetişebilmem için bana güç ver. Yangınla mücadelede bilgi, teknik
ve tecrübemi artır. Sevgimi, cesaretimi eksiltme. Pirimiz
İbrahim Peygamber’i yanmaktan koruduğun ilahi emrin
sırrına beni de dahil et. Kaderimde ölmek varsa çocuklarımı,
eşimi ve yakınlarımı koru.
gerçekleştirilen Dünya Polis ve İtfaiye Oyunları’nda ülkemizi
temsil etti. Her iki yılda bir ABD’de düzenlenen etkinliklere katılan
15 itfaiye erimiz 4 altın, 4 gümüş ve 7 bronz olmak üzere toplam
15 madalya kazandı.
Buna benzer pek çok başarı öyküsü ve her gün televizyon
ekranlarında karşımıza çıkan kurtarma haberleri itfaiye
kurumunun üstlendiği büyük sorumluluğun yalnızca görünen
kısmı. Yangından Korunma ve İtfaiyecilik Haftası vesilesiyle şunu
tekrar hatırlamak ve hatırlatmak gerekiyor: Yaz-kış, gece-gündüz
demeden, canları pahasına ateşe atılan itfaiyeciler, aslında
hepimizin hayatlarını emanet ettiği isimsiz kahramanlar. Kutsal
bir meslek olan itfaiyeciliğin sorumlulukları ve zorluklarına dair
farkındalığı artırmak, bu nedenle büyük önem taşıyor.
77
YURTTAN SESLER PEŞİNDE BİR ÖMÜR
MUZAFFER
SARISÖZEN
78
KÜLTÜR MIRASIMIZIN EN DEĞERLI HAZINELERINDEN TÜRKÜLER,
BEBEKLIKTE DINLEDIĞIMIZ NINNILERDEN ITIBAREN IÇIMIZE IŞLER,
HALK BILGELIĞIYLE KULAĞIMIZA ÖĞÜTLER FISILDAR. HAYATINI
TÜRKÜLERIN YAYGINLAŞMASINA ADAYAN KAHRAMANLARDAN
BIRIDIR MUZAFFER SARISÖZEN. ANADOLU’NUN DÖRT BIR
YANINDAN DERLEDIĞI TÜRKÜLER DILDEN DILE DOLAŞAN
SARISÖZEN, BIR ÖMÜR SÜRDÜRDÜĞÜ ÇALIŞMALARIYLA
HAFIZALARIMIZDAKI VE TARIHTEKI YERINI ALMIŞTIR.
ENVER UYGUN
M
üzik, insanoğlunun ilk uğraşlarından biri. Yazının icadından
çok önce mağara duvarlarına çizilen resimler, taşlara kazınan
şekiller içinde müzik aletlerine rastlandığı biliniyor. Modern antropoloji, hakkında bilgiye ulaşılabilen en eski çağlarda bile müziğin
varolduğunu ortaya koyuyor. Önceleri mistik, belki dinî amaçla
ortaya çıkan, iletişim işlevi taşıdığı da düşünülen bu etkinlik tarih
içinde dünyanın her bölgesinde kendi geleneğini oluşturmuş, acıdan neşeye, hüzünden coşkuya tüm duyguları sesler aracılığıyla
sonraki kuşaklara aktarmayı başarmıştır. Müziğin yazıya geçirilmesinin, yani sesleri ifade eden sembollerin keşfedilmesinin görece yeni bir döneme rast gelmesi, ses kayıt teknolojisininse henüz
150 yıl kadar önce hayatımıza girmesi müzik eserlerinin geleceğe
taşınması için sözlü kültürü zorunlu kılar. Bin yılların söz konusu
edilebileceği bu aktarım zincirinde elbette kopukluklar olacaktır.
Gelecek zamana devreden teker teker müzik eserleri değil her
seferinde yeniden üretilen bir özdür.
Bugün klasik adıyla anılan, karmaşık ögelerin bir araya getirildiği,
birden fazla enstrümanla icra edilmek üzere bestelenmiş eserler
barındıran sistemlerde eserlerin üreticileri bellidir. İster Avrupa’daki
gibi çoksesli ve notaya alınmış olsun, ister Türk Müziği’ndeki gibi
geometrik ses düzenine göre işlemeyen ve meşk geleneğiyle
ustadan çırağa geçirilmiş olsun, bu sistemlerde eserlerin bir
şekilde kaydedilmesi esastır. Genel olarak halk müziği denilen,
üreticilerinin müzik eğitiminden geçmemiş, hatta okuma-yazması
bulunmayan kişiler olduğu sistemlere bakıldığında eski eserlerin
gün yüzüne çıkarılması için özel bir çaba gerektiği görülür. Özellikle kırsal alanlarda icra edilen halk müziğinin yörenin dışında
tanınması ve aynı kültür dairesi içinde kalan başka bölgelerdeki
benzerleriyle etkileşiminin gözlenebilmesi için titiz çalışmalar
yürütmek zorunludur.
Türk Halk Müziği, en az altı yüz yıllık bir geçmişi bulunması bakımından dünyadaki örnekleri arasında saygın bir yerdedir. Halk müziğimiz saray çevresinde gelişen ve himaye edilerek gelişmesinin
önü açılan Klasik Türk Müziği’nin (ki o da Osmanlı’nın Batılılaşma
hamlesi sırasında gözden düşecek, Cumhuriyet dönemindeyse
siyasi kaygılarla geri plana itilecektir) aksine halk arasında oluşan
ve icra edilen türkülerden oluşur. Türkü sözcüğünün Türk’e ait anlamındaki Türkî ifadesinden doğduğu, zaman içinde Türk’ün müziği
anlamında kalıplaştığı biliniyor. Uzmanlar, türkülerin ikiye ayrılarak
incelenmesini yararlı görür. Birinci türdeki türküler, halkın ortak
malı olan, halkın tamamını veya belli bir bölgede yaşayanları derinden etkileyen olaylar üzerine oluşturulmuş, dilden dile dolaşarak
herkesçe benimsenmiş eserlerdir. İkinci türde ise -bir bölümünün
adı zaman içinde unutulsa da- gezici saz şairleri, bir diğer adıyla
âşıklar tarafından yakılan, gittikleri yerlerde çalıp söylemeleri ve
çıraklarına aktarmalarıyla zamana meydan okuyan eserler yer alır.
Birinci tür Türk halkının ortak duygularını yansıtması, ikinci tür
Orta Asya’daki kopuz eşliğinde şiir okuyan ozan geleneğinin yeni
şartlara uyarlanmış biçimi olması bakımından Türk’e ait tanımı
içine girer.
79
Yerelden evrensele
Son iki yüzyılı can ve toprak kayıplarıyla geçirmiş, I. Dünya
Savaşı’nın sonunda bitirici darbeyi yemiş bir toplum için Millî
Mücadele ve ardından Cumhuriyet yepyeni bir sayfa açtı. Ne var
ki açılmış derin yaraları sarmak için askerî ve siyasi zaferler yeterli
değildi. Toplumsal gelişmenin ekonomik kalkınmanın da önünü
açacağını bilen Cumhuriyet’in kurucu kadrosu ilerlemenin temelini
kültürel atılımda gördü. Bir yandan Batılı sanat eğitimi kurumları
kuruluyor, opera gibi o güne kadar yabancısı olunan sanat dalları
teşvik ediliyor, öte yandan Türk’e ait olanın peşine düşülüyordu.
Türkülerin gizli birer hazine gibi kalmaması, Türkiye’nin kültür
hayatına katılması için devlet eliyle 1930’lu yıllarda geniş çaplı bir
çalışma başlatıldı. Anadolu karış karış gezilecek, türküler derlenip
notaya aktarılacak, seslendirilerek kayıt altına alınacaktı. Bugün
sahip olduğumuz türkü dağarı o yıllarda atılan tohumlar sayesinde
doldu.
Türkülerin derlenmesi, yerel değerlerin ulusal, hatta evrensel
boyuta taşınması söz konusu olduğunda akla üç isim gelir: Ünlü
Macar besteci ve müzikolog Bela Bartok, şairliğiyle tanınan Ahmet
Bela Bartok
80
Kutsi Tecer ve Muzaffer Sarısözen. Bartok, 1936 yılında Türk devletinin davetiyle Anadolu’da türküler üzerine saha araştırması yapar,
Ankara’da konuyla ilgili konferanslar verir. Bartok’a çalışmalarında
eşlik eden Ahmed Adnan Saygun ve Ulvi Cemal Erkin, Batı Müziği
tarzında verdikleri eserlerine türkü esintileri katacak, Türk müzik
tarihinde kendilerine sağlam bir yer açacaklardı. Tecer ile Sarısözen
ise başta Âşık Veysel olmak üzere birçok halk ozanını köylerinde
keşfedip Türkiye’ye, dünyaya tanıtacaktı.
Türkülerin izinde
Kültür hayatımızın devamlılığı bakımından hakkı ödenemeyecek
çalışmalara imza atan Muzaffer Sarısözen 1900 yılında Sivas’ta
dünyaya gelir. Ailesinde şair ve müzisyenlerin bulunması, babası
Hüseyin Hüsnü Efendi’nin Nakşibendi şeyhi olması, küçük yaşlardan itibaren kültür dünyasının içinde yer almasını sağlar. Henüz
15 yaşında, Sivas Sultanisi’nin 8. sınıfına devam ederken Çanakkale Savaşı’na katılmak üzere okuldan ayrılır. Zaferden sonra
girdiği bir sınavla ilkokul yardımcı öğretmeni olmaya hak kazanan
Sarısözen 1920 yılında tekrar askere gider. Lise diplomasını ancak
1922 yılının sonunda alır. Cumhuriyet’in ilanından birkaç ay önce
Sivas Lisesi’ne müzik öğretmeni olarak atanır. Müziğe olan ilgisi
ve yeteneğini yükseköğrenimle taçlandırmak isteyen Sarısözen
öğretmenliğe ara verip İstanbul Konservatuvarı’na kaydolur.
1929’da buradan mezun olarak Sivas Lisesi’ndeki görevine geri
döner. Ertesi yıl aynı okula müdür olarak tayin edilen Ahmet Kutsi Tecer’le yollarının kesişmesi Türk kültür hayatı için bir dönüm
noktası olacaktır. Sarısözen ve Tecer 1931 yılında Halk Şairlerini
Koruma Derneği’ni kurarak saz şairleri üzerine araştırmalara başlar. Bu çalışmalar, Sarısözen’in 1936 yılında Ankara’ya çağrılarak
MUZAFFER SARISÖZEN HALK OYUNLARININ KAYDA
GEÇIRILMESI IÇIN DE ÇALIŞMIŞ, KAYBOLMAYA YÜZ TUTAN
KIMI OYUNLARI TEKRAR ÜLKEMIZE KAZANDIRMIŞTIR.
Devlet Konservatuvarı bünyesinde yapılacak derleme gezilerine
dahil edilmesiyle sonuçlanır.
1937-1953 yılları arasında kesintisiz süren derleme gezileri,
Cumhuriyet döneminin müzik alanındaki en büyük atılımlarından
biri kabul edilir. Bu süre zarfında Muzaffer Sarısözen’in neredeyse
insan üstü çabası, bilgisiyle sezgisini birleştirerek peşine düştüğü
kaynak kişilerden derlediği türkülerin kaybolmaktan kurtulmasını
sağlar. Derlenen türkülerin yayımını da yine Sarısözen üstlenir.
1940 yılında Ankara Radyosu’nda “Bir Türkü Öğreniyorum” adlı
bir program yapmaya başlar. Derlediği türküleri profesyonel
sanatçılara icra ettirir, kayıtları tüm Türkiye’yle paylaşır. Gelecek
yıllarda adı bir efsane haline gelen ve birden fazla kuşağın müzik
kültüründe derin izler bırakan Yurttan Sesler Korosu bu sayede
girer ülkenin kültür hayatına. Muzaffer Sarısözen daha sonra
aynı koroyu İstanbul ve İzmir radyoları bünyesinde de kuracak,
devlet radyolarında Türk Halk Müziği sanatçıları için kadro imkanı
yaratmış olacaktır.
Muzaffer Sarısözen, ömrünün sonuna dek sürdürdüğü konservatuvar arşiv şefliğinin yanı sıra ders vererek, özel derleme gezilerine çıkarak, derlediği türküleri notaya geçirerek de Türkiye’ye
büyük hizmetler sunar. Derlediği türkülerin 10 binin üzerinde
olduğu, 2 bine yakın eseri notaya geçirdiği bilinen Sarısözen, halk
müziğinin yaygınlaşması için konser organizasyonlarında bizzat
bulunmuş, sinema filmlerinde türkülerden yararlanılmasını, türkülerin geniş kitlelere ulaşmasını sağlamıştır. Sarısözen ayrıca halk
oyunlarının kayda geçirilmesi için de çalışmış, kaybolmaya yüz
tutan kimi oyunları tekrar ülkemize kazandırmıştır.
Sarısözen Seçme Köy Türküleri, Yurttan Sesler ve Türk Halk
Müziği Usulleri adlı kitaplarında derlediği türkülerden bir kısmının
notalarını ve teknik özelliklerini ortaya koyar. Bu kitapların ortak
özelliği, müzikoloji ihtisası için değil, pratik amaca hizmet etmek
için kaleme alınmasıdır. Özellikle Seçme Köy Türküleri’nin alanında
yazılmış ilk solfej kitabı olduğu, türkü icra etmek isteyen sanatçılara büyük yarar sağladığı üzerinde durulur. Seçme Halaylar,
Altay Halk Türküleri ve Toplu Halk Oyunlarından Sivas Halayları
isimli yayımlanmamış üç eseri daha bulunan Sarısözen, bütün
çalışmalarını özetleyen Yurttan Sesler Korosu için şunları söyler:
“Radyonun sımsıkı tuttuğu ve başardığı halk türküleri yayımı, ne
sadece dinleyicilerine hoş bir vakit geçirmek ne de yalnız türkülerimizin çeşitleri hakkında fikir vermekten ibarettir. Gönüllerimizi
bir araya toplamak ve bütün memleketi tek duygu haline getirmek
Yurttan Sesler’in başlıca hedefidir. Artık izaha lüzum kalmamıştır
ki Yurttan Sesler’in sanatkar işçileri memlekete en modern tahrip
vasıtalarının bile zerresini koparamayacağı bambaşka bir istihkâm
yapmakla meşguldürler.”
Gerek devlet imkanlarıyla gerekse kişisel çabasıyla Türk toplumunun birliğine, kültürel gelişmesine ve geleceğe güvenle
yürümesine büyük katkıları olan Muzaffer Sarısözen 4 Ocak
1963’te, genç sayılacak bir yaşta hayata veda eder. Hatırası,
“Burçak Tarlası”, “Bilmem Şu Feleğin”, “Bülbülüm Altın Kafeste”
gibi derlediği nice türküyle, Ankara Radyosu’nun hemen karşısına
dikilen heykeliyle ve yolundan giden öğrencilerinin çalışmalarıyla
da yaşamaya devam ediyor.
81
TABELALAR KÜLTÜR
GÖSTERGESIDIR
ERBAY KÜCET
Y
ıllar önce Attilâ İlhan’ın bir yazısında “Tabelalar o şehrin kültürünü yansıtır” gibi bir cümle okumuştum. Belki tam anlamıyla
böyle söylememiş olabilir ama ben bu şekilde algılamıştım. Yani
bir şehrin kültürünü o şehirdeki dükkanlarda asılı tabelalardan
öğrenebileceğimizi veya tabelalara bakarak o beldede yaşayanların kültürel seviyeleri hakkında fikir sahibi olabileceğimizi ifade
ediyordu. Bu yazıyı okuduktan sonra yurt içi veya yurt dışında
nereye seyahat etsem en çok dikkat ettiğim konulardan biri o
şehrin tabelaları olmuştur.
Türkiye’de kimi zaman görevimiz dolayısıyla kimi zaman da gezme amaçlı olarak gitmediğim veya görmediğim şehir kalmamıştır.
Attilâ İlhan’ın tabelalarla alakalı ifadesi beni yakalamış olacak ki,
82
gittiğim yerlerle kültürü arasındaki bağıntıyı genellikle tabelalar
üzerinden kurmaya çalışırım. Şehirle kültür arasındaki bağlantıyı
basit bir yöntemle tabelaya indirgemiş olmam ne kadar doğrudur
bilemem ama bu söylemde doğruluk payı olduğunu bire bir yaşayarak gözlemledim.
Tabelalarda kullanılan renklerden tutun da seçilen çerçeveye ve
yazı stiline kadar pek çok detay sayesinde o şehrin kültürel yapısı
hakkında ön bilgi sahibi olabiliyorsunuz. Şehrin tabelacısının yaşadığı kentin kültürünü yansıtması doğaldır. Bulunduğu yörenin
renklerini, yazı stilini tabelasına işleyen sanatçıyla o şehrin kültürü
arasında bağ kurulması da doğaldır. Cumhuriyet’ten önce ticarethane isimlerini levha üzerine boya kullanarak fırça ile yazanlar
bazı sanat dallarında olduğu gibi genellikle Ermeni, Rum, Musevi
ustalardı ve onlara “Levhacı” denirdi. Tabelacı dükkanları bir fırça
ve bir kutu boyayla açılabilirken bazı tabelacılar ceplerinde fırça
ile dolaşıp sanatını icra ederdi. Çantalarında kurşunkalem, gönye,
samur fırça, teneke kutuda ise renkli boya, tiner gibi malzemeler
olurdu. Kırk yıl önce Ankara’da memuriyete adım atmadan evvel
tabelacılık işini sanatçı duyarlılığıyla “zanaat” edinerek yola devam
eden ortağıma dükkanı bırakırken ceketimi alıp çıkmıştım. O yıllarda el emeği göz nuru işlenen tabelaların şimdilerde teknolojik üretildiğini bilenlerdeniz. Tabelanın yazıldığı levhanın sacından ağaç
çerçevesine kadar her detayla ilgilenir, ilk astar boyasının ardından
zemin rengini fırça ile atarken ufak bir çizgi hatasının oluşmaması
için büyük özen gösterirdik. Yazıdaki harflerin uyumundan süslenmesi gereken kısımlara atılacak desenlere varıncaya kadar her
şey elimizden çıkardı.
Tabelacılık ile 1928 yılındaki Harf Devrimi arasında nasıl bir
bağıntı kurarsınız bilemem ama 1940’ta açılan Köy Enstitülerindeki güzel yazı derslerinde mürekkep hokkaları, kesik uç kalem ve
kamışlarla yazı stillerinin de oluşmaya başladığını hatırlatırım. Bu
okullardan mezun olan yetenekli ve işi benimseyen öğretmenlerin
Anadolu’ya gitmeleriyle tabela yazımları yaygınlaşmıştır. Başlangıçta ağaç, sac üzerine, daha sonraları cama samur fırçalarla
yaldızlı levhalar yazılırken bu mesleği icra edenlere de “Tabelacı”
denilmeye başlanmıştır. Yıllar geçtikçe ulusal ve uluslararası
markaların çoğalması, el yapımından makinelere ve seri üretime
geçilmesi, bilgisayar ve grafik programlarının yaygınlaşması, mektepli grafik tasarımcıların yetişmesi, folyo kesim makinelerinin
yaygınlaşması gibi gelişmeler yaşanırken branda ve folyo üzerine
seri baskılarla işler anında teslim edilir olmuştur. Bugün Türkiye’nin
hangi şehrine giderseniz gidin, Attilâ İlhan’ın şehrin kültürünü
yansıttığını ifade ettiği tabelalarda yeknesaklık görürsünüz.
Tabelacılıktan endüstriyel reklamcılığa
İlk bakkal dükkanını açtığında “Tabelamı taktım, dükkanı açtım”
diyen Vehbi Koç’un bakkal dükkanlarının market zincirine dönüşmesi, AVM’lerin çoğalması, akaryakıt şirketlerinin sayısının artarak
istasyonların yenilenmesi, bankalar ve GSM şirketleri ile beyaz
eşya firmalarının şubeleşmesi gibi gelişmeler neticesinde talep
üzerine tabelacılık başka bir boyuta taşınmıştır. Firmaların çoğalmasıyla “tabelacılık” sözcüğü yapılan işi tanımlamakta yetersiz
kalınca “endüstriyel reklamcılık” tanımlaması literatüre girmiştir.
Tabelaların sanat eseri haline dönüşmesi fırçaya sanatını yükleyenlerle olmuş, ancak bugün el ile tabela yapan ustalar kalmamıştır. Elle yapılan tabelalardaki sanatı ve yoğun emeği bugün görmek
mümkün değildir. Eskiden tabelacılar arasında kimin daha iyi
tabela çizdiği konusunda tatlı bir rekabet yaşanırken tabela ustalarının toplumla iç içe olduğunu da biliyoruz. Tabelacılar hem diğer
esnafla hem de mahalle sakinleriyle dostluk içindeydi. Mahalleli
onların tabela yapışlarını hayranlıkla izlerdi. Çocukluğumda Ankara
Cebeci’deki tabelacıların film afişlerini karalama bile yapmaksızın
yazmaları karşısında ağzım açık kalırdı. Daha sonra bu pasajlarda
esnaf olarak arkadaşlık ettiğim birçok tabelacı dostum oldu.
Sabırla gelen ustalık
Bir zamanlar ustalıkları ve sanatlarıyla toplumun beğenisini kazanan tabelacılar gün geldi sokağımızdan da hayatımızdan da
çekildiler. Onların gidişinin ardından şehirlerimizin dört bir yanını
estetikten uzak, birbirinin benzeri tabelalar kuşattı. Bir hikaye ile
yazımızı taçlandıralım:
Delikanlı, caddelerde dolaşırken tabelalardaki yazı ve resimleri
gördükçe imrenirmiş. Tabela ustası olmaya karar vererek en iyi
tabela ustasını aramaya başlamış. Sonunda o ustayı bulmuş ve
yanına gitmiş. Tabelalara ilgi duyduğunu ve iyi bir tabela ustası
olmaya karar verdiğini heyecanla anlatmış. Yaşlı usta, genç adamı
dinlemiş, sözleri bitince de ona bir yazı fırçası uzatmış. “Bu bir samur fırçasıdır. Bu fırçayı avcuna koy ve bir yıl boyunca elini açma.
Bir yıl sonra tekrar gel” demiş. Delikanlı kendisini merakla bekleyen
anne ve babasına yaşadıklarını anlatmış. Günler geçmeye başlamış. Genç adam, “Nasıl böyle budalaca bir şey yapmamı ister? Bir
de ülkenin en iyi tabela ustası olacak. Bu saçmalığa bir yıl boyunca
nasıl katlanacağım? Böyle bir eziyetle nasıl yaşarım? Ustalık kaprisi yapacaksa bari başından yapmasaydı” diye sürekli söyleniyor,
ama avcunu hiç açmıyor, bütün işlerini diğer eliyle yapıyormuş.
Böylece bir yıl geçmiş. Her günü zorluklarla dolu, her gecesi yarım
uykuyla yaşanmış bir yılı tamamlayan delikanlı, sonunda ustanın
karşısına çıkmış. Yaptığı şeyi ne kadar saçma bulursa bulsun, bu
sınavı başarıyla tamamlamış olmanın verdiği gururla elini uzatmış
ve avcunu açmış. “İşte fırçan. Bir yıl boyunca avcumda taşıdım.
Şimdi ne yapacağım?” diye sormuş. Yaşlı usta, “Şimdi başka
bir fırça vereceğim, onu da aynı şekilde bir yıl boyunca avcunda
taşıyacaksın” deyince genç adam sükûnetini kaybetmiş, bağırıp
çağırmaya başlamış. Ustayı bunaklıkla, delilikle suçlamış, tabela
ustalığını öğrenmek için gelen genç bir insana böyle eziyet ettiği
için hasta olduğunu söylemiş. Genç adam bağırıp çağırırken yaşlı
usta ona hissettirmeden bir başka fırçayı avcuna sıkıştırmış.
Öfkeden yüzü kıpkırmızı kesilen ve bağırıp çağırmayı sürdüren
delikanlı, o sırada avcundaki fırçayı hissetmiş. Bir an durmuş,
fırçanın kıllarını biraz daha sıkmış ve heyecanla konuşmuş: “Bu
fırça, samur fırça değil usta!..”
83
ANADOLU’NUN GÖZYAŞLARI
YAŞAR YILMAZ
YEM YAYIN
İSTANBUL, 2015
312 S.
Başarılı mühendislik yaşamını geride bıraktıktan sonra araştırmacı kimliğiyle ön plana çıkan ve millî kültür
varlıklarımızla ilgili alanlara yönelen Yaşar Yılmaz’ın kaleme aldığı Anadolu’nun Gözyaşları, özellikle 18301922 yılları arasında Anadolu’nun çeşitli yerlerinden yurt dışına götürülen eserleri konu ediniyor. Almanya,
Avusturya, Danimarka, Fransa, Hollanda, İngiltere, Yunanistan ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki müzeleri tek tek gezen Yılmaz, Anadolu’dan taşınmış eserlere dair en kapsamlı envanteri okuyucuyla buluşturuyor. Kitapta Hitit, Likya, Urartu, Doğu Roma, Selçuklu ve Osmanlı gibi pek çok medeniyete ait heykel, takı,
mozaik, anıtmezar gibi birçok eser alfabetik sırayla listeleniyor.
YARASINI SAKLAYAN ŞEHIRLER
ÂTIF BEDIR
CÜMLE YAYINLARI
İSTANBUL, 2015
108 S.
“Yeryüzünde bir yolcu olan insanın evi kalbidir. İnsanın yeryüzü yolculuğu aslında kendi evine varmak
içindir” diyor Yarasını Saklayan Şehirler… Âtıf Bedir’in imzasını taşıyan gezi-anlatı türündeki kitapta,
İstanbul, Ankara, Kahramanmaraş ve Kudüs’e dair izlenimler Nuri Pakdil ve Cahit Zarifoğlu’nun kılavuzluğunda yazılırken Batı şehirlerindeki izlenimler ise daha çok bu kentlerin görünmeyen yüzüne tutulan
bir ayna işlevi görüyor.
RIZA İHLAS VE TEVEKKÜL
İBN ARABÎ
LİTERA
İSTANBUL, 2015
238 S.
Endülüs’ten Kuzey Afrika’ya, Anadolu’dan Arap Yarımadası’na çok geniş bir coğrafyada “Şeyh-i Ekber”
olarak anılan ve düşüncelerinin etkisi bugün bile süren Muhyiddin İbn Arabî’nin (1165-1245) dev eseri
Fütûhât-ı Mekkiyye Türkçeye çevrilmeye devam ediyor. Fütûhât’ın 7. cildinde bulunan 101 ila 106 ve 128 ila
161’inci bölümleri içeren Rıza İhlas ve Tevekkül de bu çabanın ürünlerinden biri. İbn Arabî bu kitapta bir araya getirilen bölümlerde, tasavvuf tarihinin en tartışmalı konularından vuslat hali ve rıza makamı üzerine
fikirlerini sıralıyor. Vuslat kavramının dile gelişiyle ilgili sorunları tartışırken batı felsefesinin 20. yüzyılda
karşılaştığı dil felsefesi problemlerine dikkat çekmesi de kitabın öne çıkan özelliklerinden.
84
YARALI CEYLANLAR KULÜBÜ
MIM KEMAL ÖKE
SUFI KITAP
İSTANBUL, 2015
192 S.
Fatih Vural’ın söyleşisiyle yayına hazırlanan Yaralı Ceylanlar Kulübü, Prof. Dr. Mim Kemal Öke’nin tasavvuf
yolculuğunu konu alıyor. Öke’nin hayatındaki dönüm noktalarını, özellikle de down sendromlu kızının doğumunun ardından yaşam çizgisindeki değişimi ve tasavvufa gönül verme sürecini aktaran kitap, iki ayrı dünya, iki Mim Kemal Öke anlatıyor. Yaralı Ceylanlar Kulübü’nün kapağındaki şu not ise dikkat çekiyor: “Gönlün
yanmadan gitmezsin!”
CENGİZ HAN
M. TURHAN TAN
KAPI YAYINLARI
İSTANBUL, 2015
326 S.
M. Turhan Tan’ın roman türündeki eseri Cengiz Han, Temuçin adıyla da bilinen Cengiz Han’ın yaşamı ekseninde şekilleniyor. Moğol kabilelerini tek bir bayrak altında toplayarak sınırları Çin’den Hindistan’a, oradan
Avrupa’ya uzanan ve Orta Asya’nın en büyük devletlerinden biri olarak kabul gören Moğol İmparatorluğu’nu
kuran Cengiz Han’ın hayatına dair bugüne dek pek çok şey yazılıp çizilmiş, hayat öyküsü zaman zaman
efsane, zaman zaman destanlarla karışmış. Fakat kısa ömrüne Cem Sultan ve Safiye Sultan gibi birçok
romanı sığdıran M. Turhan Tan, kitabını mümkün olduğunca gerçeklere bağlı kalarak kurgulamış. Kişilik
çözümlemelerine de yer veren kitap, okuyucuyu tarih içinde bir yolculuğa çıkarıyor.
KOKUSUZ BAHÇELER
FUAT EREN
ŞULE YAYINLARI
İSTANBUL, 2015
62 S.
Önceki hâliyim bir cesedin / Senin nefesin orman / Ortasında ayan beyan şiirlerin / Ağaçların gölgesi yok
artık / Hey! Siz en diptekiler / Bari yaprakları süpürmeyin... Fuat Eren ilk şiir kitabı Kokusuz Bahçeler’ le
okurun karşısında. Şiirleri daha önce Karabatak dergisinde yayımlanan şair, beğeni kazanan eserlerini
bu kez ilk kitabıyla şiirseverlere ulaştırmanın heyecanını yaşıyor.
85
TAŞTI RAHMET DERYASI
YUNUS EMRE ŞİİRLERİ
NAZ MÜZİK
“Taştı Rahmet Deryası”, Türkçe şiirin öncüsü kabul edilen mutasavvıf ve büyük halk şairi Yunus
Emre’nin şiirlerini bir araya getiriyor. 13. yüzyılda yaşayan ve hem şiirleri hem de kişiliğiyle
olduğu kadar inançları ve yaşam tarzıyla da bugüne kalmayı başaran Yunus Emre, 20 şiirinden
derlenen albüm sayesinde hayatlarımıza dokunmaya devam ediyor. Albümde “Gönül Hayran
Oluptur Aşk Elinden”, “Ey Aşikan”, “Mecnuna Sordular” ve “Severdim Ben Seni Candan İçeru”
gibi şiirler yer alıyor.
UNUTULMAYAN PLAKLAR 2
MÜZEYYEN SENAR & ZEKİ MÜREN
YAVUZ & BURÇ PLAK
Geçtiğimiz Şubat ayında hayata gözlerini yuman Türk Sanat Müziği’nin duayen isimlerinden Müzeyyen Senar ile “Sanat Güneşi” olarak anılan Zeki Müren’in yolları “Unutulmayan Plaklar 2” albümünde kesişiyor. 2 disk halinde toplam 26 şarkıdan oluşan albüm, Türk Sanat Müziği’nin değerli
isimlerini ortak bir çalışmada dinleme imkanı sunuyor. Unutulmaz şarkılarla Türk Sanat Müziği’ni
genç kuşaklarla da buluşturan albümde “Ey But-i Nev Eda”, “Ada Sahillerinde Bekliyorum”, “Akşam Olmadan Gel”, “Sen de Başını Alıp Gitme” ve “Böyle Ayrılık Olmaz” gibi klasikler yer alıyor.
FRANK SINATRA
BEST OF COLLECTION
BELLEVUE PUBLISHING
Amerikalı tanınmış şarkıcı Frank Sinatra’nın unutulmaz parçaları, koleksiyoncuların arşivinde
yerini almaya hazırlanıyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde 1935-1946 yılları arasında popülerlik kazanan Swing Çağı’nda müzik kariyerine başlayan Frank Sinatra’nın dört diskten oluşan
albümü, “It Was A Very Good Year”, “New York, New York”, “You Make Me Feel So Young” ve
“Strangers In The Night” gibi şarkıları içeriyor.
86
KARAYEL POYRAZ
YÖNETMEN: LEVENT İNANIR
SENARYO: LEVENT İNANIR, YILDIRIM BEYAZIT
OYUNCULAR: YÜKSEL ARICI, NUMAN ÇAKIR, HİKMET KARAGÖZ, LEVENT İNANIR, YILDIRIM BEYAZIT
YAPIM: 2013, TÜRKİYE
TÜR: KOMEDİ, DRAM
Çekimleri 2013 yılında tamamlanan fakat filmin kadrosundaki bazı isimlerin rahatsızlanması nedeniyle bu ay izleyiciyle buluşabilen “Karayel Poyraz”, konservatuvarın müzik bölümünde okuyan gençlerin hikayesini konu alıyor. İstanbul’dan yola çıkıp Karadeniz
Bölgesi’ne gelen gençler, farklı sosyal kesimlere mensup ve farklı dünya görüşlerine sahiptir. Bununla birlikte, hepsini bir araya getiren ortak bir tutkuları vardır: Müzik. Üniversite
yıllarında kurdukları grup sayesinde birbirlerine gittikçe yaklaşan bu arkadaşlar, zamanla
birçok müzisyenin karşı karşıya kaldığı bir çıkmaza düşer. Ya hayallerinin peşinden gidecek
ve istedikleri müziği yapacak ya da para kazanmak için herkese hitap eden piyasa müziğini
icra edeceklerdir. Fikir ayrılığına düşen gençler, kısa bir süre sonra gruplarını dağıttıkları
gibi yollarını da ayırır. Ancak hayatın onlar için planladıkları henüz bitmemiştir. Yolları yine
kesişecek, arkadaşlıklarını test etmek ve kurtarmak için bir şans elde edeceklerdir.
EVEREST
YÖNETMEN: BALTASAR KORMÁKUR
SENARYO: WILLIAM NICHOLSON, SIMON BEAUFOY
OYUNCULAR: JAKE GYLLENHAAL, KEIRA KNIGHTLEY, ROBIN WRIGHT,
SAM WORTHINGTON, JASON CLARKE
YAPIM: 2015, İNGİLTERE, AMERİKA, İZLANDA
TÜR: MACERA, DRAM, GERİLİM
Birçok dağcının yaşamına mâl olan ve 1996 Everest Faciası olarak adlandırılan gerçek bir
olaydan ilham alınarak beyazperdeye aktarılan “Everest”, dünyanın en yüksek dağının zirvesine ulaşmayı amaçlayan iki keşif grubunun hikayesini anlatıyor. Birbirine rakip iki ticari
firmayı temsil eden ve biri Scott Fischer (Jake Gyllenhaal), diğeri Rob Hall’ın (Jason Clarke)
önderliğindeki iki keşif grubu, isimlerini tarihe yazdırmak üzere tırmanışlarına başlar. Zirveye ulaşmak halihazırda birçok zorluk ve engeli barındırırken, insanlık tarihinin gelmiş geçmiş
en şiddetli fırtınalarından biri, dağcıların keşif macerasını bir ölüm kalım savaşına dönüştürür. Nefes kesen sahneleriyle dağcılık tarihinin en büyük trajedilerinden birini beyazperdeye
aktaran ve üç boyutlu versiyonu da bulunan film, 18 Eylül’de izleyiciyle buluşacak.
87
NE OKUYOR NE IZLIYOR
ELIF DOĞAN TÜRKMEN - CHP ADANA MILLETVEKILI
Her zaman birden fazla kitabı aynı anda okumayı tercih ederim. Biyografilerin
yanı sıra Türkiye ve dünya yakın tarihini okumaktan keyif alırım. Şu anda
AKP’nin Suriye Yenilgisi ve Esad, Japon Kültürü ve Reis isimli kitapları okuyorum. Ara ara Agatha Christie romanları okuyarak dinlenirim.
Sinemada film izlemek en keyif aldığım etkinlik. Ancak uzun zamandır sinemaya gidemiyorum. “Avatar”, “Baba 1”, “Baba 2”, “Dövüş Kulübü”, “Selvi Boylum
Al Yazmalım”, “Hababam Sınıfı” (Ertem Eğilmez) ve “Kış Uykusu” bende iz bırakan
filmlerdir. Müziğin her türünü dinlerim; Mehter Marşı’ndan Türk Halk Müziği’ne, Anadolu
Rock’tan Türk Sanat Müziği’ne, Klasik Batı Müziği’nden caz ve blues’a... Oğlumun hazırladığı CD’leri büyük
bir keyifle dinlerim, çünkü müzik zevklerimiz uyuşur. Cahit Berkay’ın film müzikleri CD’lerini de dinlerim. Arabamda Kültür ve Turizm
Bakanlığı bünyesinde çıkan Mehter Marşı CD’si bulunur. Bir de Ruhi Su türkü yorumları vazgeçilmezimdir. Suna Kan Adanalı bir sanatçıdır. Onun uluslararası konser CD’leri de her zaman elimin altındadır. Keza keman sanatçısı Farid Farjad’ın CD’leri de.
FILIZ KERESTECIOĞLU - HDP İSTANBUL MILLETVEKILI
Roman okumayı çok severim. Araştırma kitaplarına da ilgi duyuyorum, ancak
romanlar ve şiir hayatımın ayrılmaz bir parçası. Bazı yazarların kitaplarını tekrar tekrar okumak dahi keyif verebilir. Örneğin Dostoyevski, Thomas Mann,
Albert Camus, Sabahattin Ali, Sevgi Soysal, Oğuz Atay, Behçet Necatigil
gibi şair ve yazarlar en sevdiklerim. Son olarak Orhan Pamuk’un Kafamda
Bir Tuhaflık ve Behçet Çelik’in Soluk Bir An kitaplarını okudum. Tabii TBMM
İçtüzüğü de en son okumakta olduğum kitaplar arasında!
Politik gerilim ve kadınların özgürleşme hikayeleri üzerine filmleri izlemeyi çok severim. Film, aslında hep sinema salonunda izlenebilir bir şey benim için. Son zamanlarda sinemaya gitmeye
fırsat bulamadığımdan eksikliğini hissediyorum. Geçmişte izlediğim ve hiç aklımdan çıkmayan epeyce film var, ama bunların en
başta geleni, Fred Zinnemann’ın, birbirinden farklı iki kadının dostluğunu 2. Dünya Savaşı döneminde politik bir arka planla birlikte
aktardığı, 1977 yapımı “Julia” filmi… Ettore Scola, Jane Campion, Margarethe von Trotta, Angelopoulos, Costa Gavras, Ken Loach,
Nuri Bilge Ceylan, Coen Kardeşler etkilendiğim filmleri olan yönetmenler.
Müzik, hayatımın çok önemli bir parçası. Kendim de zaman zaman beste yapıyorum. Her türü gerçekten severek dinliyorum.
Rock müziği de severim, türküleri de. Bir yandan Neriman Altındağ Tüfekçi, Münir Nurettin Selçuk, Neşet Ertaş, Serap Yağız, Erkan
Oğur, Nilüfer, Aynur Doğan dinlerken, diğer yandan Joan Baez, Bob Dylan, Deep Purple, Zaz dinlemeye geçebilirim. Müzik ruhumun
gerçekten gıdası ve son zamanlarda maalesef bu da eksik kalıyor.
88
ZEYNEL BALKIZ - MHP MANISA MILLETVEKILI
Okumayı bir tutku olarak sürdürüyorum. Mesleki kitap, makale ve dergilerin
yanında tarih, biyografi, sosyal ve siyasi araştırmalar ile ilgili kitaplar okumayı
çok seviyorum. Ayrıca propaganda teknikleri ve kişisel gelişim üzerine yazılmış
çok sayıda yerli ve yabancı kitap okudum. En son Daron Acemoğlu ve James A.
Robinson’un yazdığı Ulusların Düşüşü adlı kitabı bitirdim. Ondan önce de Prof.
Dr. Oktay Sinanoğlu’nun Hedef Türkiye, Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın Türkiye’nin Yakın
Tarihi ve Cumhuriyet’in İlk Yüzyılı (1923-2023), Norman Vincent Peale’nin Olumlu
Düşünmenin Gücü, Cristina Stuart’ın Etkili Konuşma, Taha Akyol’un Türkiye’nin Hukuk
Serüveni ve Ama Hangi Atatürk, Adem Çaylak, Mehmet Dikkaya, Cihat Göktepe ve Hüsnü Kapu’nun editörlüğünü yaptığı Türkiye’nin
Politik Tarihi adlı eserleri okudum. Bunlarla eş güdümlü olarak Kur’an-ı Kerim Tercümesi ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın İslâm Ansiklopedisi ile birlikte yayımladığı 5 ciltlik Kur’an Tefsiri’ne devam etmekteyim.
Sinemaya ilgim azdır. Sinema filmi yerine belgesel ile sosyal ve siyaset içerikli programlar izlemeyi tercih ediyorum. Tavsiye üzerine
izlediğim ve beğendiğim sinema filmleri “Çağrı”, “Truva”, “Titanik”, “Şeytanın Avukatı” ve “Çöl Aslanı-Ömer Muhtar”.
Türk Sanat Müziği, özellikle de Dede Efendi, Hacı Arif Bey, Itri, Sadettin Kaynak ve Münir Nurettin Selçuk bestelerini dinliyorum. Ses
ve yorum olarak Zeki Müren, Nesrin Sipahi, Özdemir Erdoğan, Nükhet Duru, Cem Karaca ve Barış Manço’yu, ayrıca Ege, Rumeli, Malatya
ve Urfa türkülerini beğeniyorum. Arif Nihat Asya, Necip Fazıl Kısakürek ve Yahya Kemal Beyatlı şiirlerini dinlemekten de keyif alıyorum.
ORHAN SARIBAL - CHP BURSA MILLETVEKILI
Genellikle ekonomi ağırlıklı kitapları tercih ediyorum. Şu sıralarda okumakta
olduğum kitaplar Kapital 3. Cilt (Karl Marx) ve Dünyadan Türkiye’ye, İktisattan Siyasete (Korkut Boratav). Doğrusunu isterseniz sinemaya gitmeye
pek zamanım olmuyor, ancak TV’de film izliyorum. En son izlediğim filmler
“Kelebeğin Rüyası”, “Entelköy Efeköy’e Karşı”, “Oflu Hoca’nın Şifresi” ve
“Hükümet Kadın.” Müzik tercihimin ilk sırasında türküler yer alıyor. Dinlediğim
başlıca grup veya sanatçılar ise Kızılırmak, İlkay Akkaya, Kardeş Türküler, Feryal
Öney, Erdal Erzincan, Musa Eroğlu, Özlem Özdil ve Arif Sağ.
MEHMET ATILLA MARAŞ - 22. DÖNEM AK PARTI ŞANLIURFA MILLETVEKILI
Daha çok sanat, kültür, edebiyat, felsefe, etik ve estetik üzerine kitaplar okuyorum. Her zaman elimin altında birkaç kitap birden olur. Şu anda Kültür ve
Turizm Bakanlığı’nın yayımladığı Attilâ İlhan Armağanı-Kaptan’a Saygı İle kitabının yanı sıra Ebu’l-Alâ el-Mevdudî’nin Tefhimu’l Kur’an adlı 7 ciltlik eserinin
5. cildini okuyorum. Bir yandan da Arapça pratiğimi geliştirmeme yardımcı
olacak kitaplara zaman ayırıyorum. Bir şair ve yazar olarak kendi çalışmalarımı
da sürdürüyorum. Yakın zamanda Şair ve Yazar Dostlarım ile Yüzyılın Türk Şairleri
Antolojisi isimli kitaplarım yayımlandı. Abdülhak Hamit Tarhan’dan bu tarafa 102
şairin eserlerinin yer aldığı antolojinin Osmanlıca versiyonu da okurlara sunuldu.
Sinemaya pek gidemiyorum, ama Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Ankara Şubemizde her cumartesi günü film gösterimi yapıyoruz.
Gösterimlerin ardından film üzerine sohbet gerçekleştiriyoruz. Müzik tercihimin ilk sırasında halk türküleri ve Klasik Türk Musikisi yer
alıyor. Radyoda TRT Nağme ve TRT Türkü kanallarını sürekli takip ediyorum. Şu sıralar dinlediğim albümlerden birkaçı ise “Tarihsel
Süreç İçinde Klasik Türk Müziği”, “Türkülerle Urfa” ve Nurten Demirkol’un TRT Arşiv Serisi’nden çıkan çalışması.
89
SOSYAL MEDYA
GÜNLÜKLERİ
@semakirci
@Murat_Alparslan
Devlet-millet bağını güçlendirmeyi ilke
edindiğimiz siyasi yolculuğumuzda milletimizle birlikte yürüyüşümüz devam
edecek.
“Sabret ki, her şey hissettiğin kadar derin
ve sonsuz olsun. Sabret ki, her şey gönlünce olsun” Mevlana
Herkese iyi haftalar diliyorum.
@selcukozdag
@utkucakirozer
@EmreKoprulu
Bayan Boks Millî Takımımızdan 12 Madalya.
Günyüzü yolunda, arıcılık yapan Yüksel
Abla’nın gerçek çiçek balını tattık.
Türk Harf Devrimi’nin ve Büyük Önder
Atatürk’ün Tekirdağ’ı ziyaretinin 87’nci
yıldönümü kutlu olsun.
@SeyitAhmetGocer
@arzuerdem2015
@alikenanoglu
17 Ağustos depreminin yıldönümünde
kaybettiklerimizi rahmetle yad ediyoruz!
Adıyaman Çokpınar köyündeyiz, Can’larla
muhabbet ediyoruz.
Esnaflarımıza hayırlı işler diledik. Sadece
seçim zamanı değil geçim zamanında da
yanlarındayız.
90
M. Hüsnü Bozkurt
@HsnBozkurt
KBB Uzmanı- CHP Konya Milletvekili
Sosyal medyayı aktif biçimde kullanan siyasetçilerimiz arasında yer alıyorsunuz. Sosyal paylaşım sitelerini ne zamandır ve
gün içinde hangi sıklıkta kullanıyorsunuz?
Sosyal medya hesaplarımın biri yaklaşık 8, diğeri de 5 yıldır
mevcut. Günümüzde artık sosyal medya ağlarını kullanmayan
yok gibi. Bilgiye erişmenin ve düşüncelerinizi insanlara en hızlı ve
kolay şekilde ulaştırmanın önemli bir ayağını oluşturuyor sosyal
medya. Son birkaç yıldır çok daha aktif kullanmaya çalışıyorum.
Gün içinde kullanım sıklığım ülke gündeminin yoğunluğuna göre
değişiklik gösteriyor.
Sosyal paylaşım siteleri her ne kadar bilginin en çabuk yayıldığı
platform olsa da bazen tamamen “asparagas” olarak niteleyebileceğimiz haberler bilgi kirliliğine yol açabiliyor. Sosyal medyayı
kullanırken çok dikkatli olunması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü
suistimale son derece açık bir mecra. Mümkün olduğunca “resmî”
olarak adlandırılan ve güvenilirliğinden emin olunan hesapların
takip edilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Sosyal paylaşım ortamında ilginç anılarınız oldu mu?
Hayır, bugüne dek ilginç olarak niteleyebileceğim bir olayla karşılaşmadım.
Sizce siyasetçilerin sosyal paylaşım sitelerini etkin ve doğru bir
şekilde kullanması ne bakımdan önemli?
Bugün ülkemizde çok büyük bir kesim sosyal paylaşım sitelerini
kullanıyor. Ülke nüfusumuzun yüzde 60’ının 30 yaşın altında olduğu
ve gençlerin neredeyse tamamının sosyal medyayı aktif olarak kullandığı düşünülürse, bu ağlar toplumun en etkin iletişim aracı olarak
önümüzde duruyor. Günümüz koşullarında artık gazeteler de, televizyonlar da sosyal medya araçları kadar rağbet görmüyor. İnsanlar
haberleri, çevresinde gelişen olayları sosyal medyadan öğrenmeyi
tercih ediyor. Bu sebeplerle siyasilerin sosyal paylaşım sitelerini
etkin kullanımı fikirlerini ifade edebilmeleri ve en hızlı şekilde hedefe
ulaştırabilmeleri açısından önemli. Çünkü yeri geliyor insanlar haberi
ve doğruluğunu, haber sitelerinden değil sizden öğrenmek istiyor.
Bir diğer önemli nedeni ise vatandaşla en hızlı şekilde iletişime
geçebilmeniz. Vatandaşlar sosyal medya aracılığıyla sorunlarını ve
taleplerini milletvekillerine kolaylıkla iletebiliyorlar.
Sosyal medyanın gündemi doğru takip etme açısından yararlı
olduğunu düşünüyor musunuz?
91
UNUTMAYACAĞIZ
Galip Demirel
18. Dönem Malatya Milletvekili Galip Demirel 1931 Malatya doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki eğitiminin ardından kaymakamlık, mülkiye müfettişliği ve valilik yaptı. İçişleri Bakanlığı Müsteşarlığı ve TBMM İçişleri
Komisyonu Başkanlığı görevlerinde bulundu. Galip Demirel için 26 Ağustos 2015 tarihinde TBMM’de tören düzenlendi.
Demirel’in cenazesi Kocatepe Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından Karşıyaka Mezarlığı’nda
toprağa verildi.
Hilmi Biçer
14, 17 ve 18. Dönem Sinop Milletvekili Hilmi Biçer 1931 Boyabat doğumludur. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra serbest avukatlık yaptı ve çeşitli kamu kurumlarında görev aldı. Hilmi Biçer için 23 Ağustos 2015 tarihinde
TBMM’de tören düzenlendi. Biçer’in cenazesi Kocatepe Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Fikri Pehlivanlı
15. ve 16. Dönem Ankara Milletvekili Fikri Pehlivanlı 1929 Kırıkkale doğumludur. İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ni
bitirdikten sonra serbest eczacılık yapan Pehlivanlı’nın cenazesi 18 Ağustos 2015 tarihinde Kırıkkale Nur Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
92
DOSTLUK GRUPLARI
Hilmi Çeltikçioğlu
10. Dönem Çoruh ve 11. Dönem Artvin Milletvekili Hilmi Çeltikçioğlu 1922 Artvin doğumludur. Demokrat Çoruh gazetesini ve
matbaasını işleten Çeltikçioğlu’nun cenazesi 8 Ağustos 2015 tarihinde İstanbul Teşvikiye Camii’nde öğle namazını müteakip
kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Sadettin Tokbey
Kurucu Meclis Üyesi (1961) Sadettin Tokbey 1926 İstanbul doğumludur. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten
sonra serbest avukatlık yapan Tokbey’İn cenazesi 7 Ağustos 2015 tarihinde Adana Kabasakal Mezarlığı Camii’nde Cuma
namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Mustafa Demir
17. ve 18. Dönem Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Demir 1952 Şanlıurfa doğumludur. Urfa Meslek Yüksekokulu İnşaat
Bölümü’nü bitirdikten sonra inşaat teknikerliği ve işletmecilik yaptı. Demir’in cenazesi 5 Ağustos 2015 tarihinde Şanlıurfa
Yusuf Paşa Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından torağa verildi.
93
Salih Özcan
16. Dönem Şanlıurfa Milletvekili Salih Özcan 1929 Akçakale doğumludur. Özcan, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde başladığı yükseköğrenimini bırakarak gazetecilik, yazarlık, editörlük ve yayıncılık yaptı. Birçok mesleki örgütün ve sivil toplum
kuruluşunun yönetim kademelerinde yer aldı. Dünya Parlamenterler Birliği Başkan Yardımcılığı görevini de üstlenen Özcan’ın
cenazesi 4 Ağustos 2015 tarihinde İstanbul Fatih Camii’nde ikindi namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından
toprağa verildi.
Lütfi Ceylan
21. Dönem Tokat Milletvekili Lütfi Ceylan 1954 Kabatepe doğumludur. Karadeniz Teknik Üniversitesi Kimya Mühendisliği
Bölümü’nü bitiren Ceylan, Çalışma Bakanlığı’nda iş müfettişi olarak görev yaptı. Ceylan’ın cenazesi 3 Ağustos 2015 tarihinde
Tokat Merkez Alipaşa Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Tevfik Fikret Alpaslan
Danışma Meclisi Eskişehir Üyesi (1981-1983) Tevfik Fikret Alpaslan 1926 Göynücek doğumludur. Harp Okulu, Hava Harp Akademisi ve Silahlı Kuvvetler Akademisi mezunudur. Hava Kuvvetleri’nin çeşitli kademelerinde görev yapan Alpaslan, Kıbrıs
Barış Harekatı’na Hava Kuvvetleri Kurmay Başkanı olarak katıldı. Alpaslan’ın cenazesi 22 Temmuz 2015 tarihinde Kocatepe
Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Halil Karaatlı
16. Dönem Bursa Milletvekili Halil Karaatlı 1934 Bulgaristan Osmanpazarı doğumludur. İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü ve
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitiren Karaatlı vaizlik, avukatlık ve hukuk müşavirliğinin yanı sıra serbest ticaretle
uğraştı. TBMM Başkanlık Divanı Katip Üyeliği görevini de üstlenen Karaatlı’nın cenazesi 20 Temmuz 2015 tarihinde Bursa
Ulu Cami’de ikindi namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Hüseyin Baytürk
14. Dönem Zonguldak Milletvekili Hüseyin Baytürk 1926 Sürmene doğumludur. Amerika Birleşik Devletleri’nde tamamladığı
maden mühendisliği eğitiminden sonra çeşitli devlet kurumlarında başmühendislik, teknik müdür yardımcılığı, kurul üyeliği
ve müşavirlik görevlerini yürüttü. Hüseyin Baytürk için 13 Temmuz 2015 tarihinde TBMM’de tören düzenlendi. Baytürk’ün
cenazesi Kocatepe Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Muzaffer Erdem
15. Dönem Bilecik Milletvekili Muzaffer Erdem 1925 Silvan doğumludur. Ticaretle uğraşan ve Demokrat Gürses gazetesinin
sahibi olan Erdem’in cenazesi 12 Temmuz 2015 tarihinde İstanbul Sarıyer Kethüda Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan
cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Ali Rıfkı Atasever
17. ve 18. Dönem Tekirdağ Milletvekili Ali Rıfkı Atasever 1931 Bulgaristan Eskicuma doğumludur. Almanya’da mimari eğitimi
aldıktan sonra bir süre Avrupa’da şantiye şefliği yaptı. İthalat, ihracat ve taahhüt işleriyle meşgul olan Atasever’in cenazesi
8 Temmuz 2015 tarihinde Tekirdağ Çorlu Otogar Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Mehmet Bilgin
Cumhuriyet Senatosu Bingöl Üyesi (1975-1980) ve TBMM 14. Dönem Bingöl Milletvekili Mehmet Bilgin 1922 Palu doğumludur. Harp Okulu’ndan mezun olduktan sonra Türk Silahlı Kuvvetleri ve Millî Savunma Bakanlığı bünyesinde çeşitli görevler
üstlenen Bilgin, Cumhuriyet Senatosu Başkanlık Divanı Katip Üyeliği de yaptı. Bilgin’in cenazesi 22 Mayıs 2015 tarihinde
Bingöl’ün Genç ilçesi Doğanlı köyünde toprağa verildi.
ARAMIZDAN AYRILAN ARKADAŞLARIMIZ IÇIN CENAB-I ALLAH’TAN
RAHMET DILIYOR, KEDERLI AILELERI IÇIN KALPTEN DUYGULARLA SABR-I CEMÎL NIYAZ EDIYORUZ.
TÜRK
PARLAMENTERLER
BIRLIĞI’NDEN
- ÜYE AIDATLARIMIZ 17. OLAĞAN GENEL KURUL KARARIYLA 2015 YILINDA YILLIK 120 TL’DIR.
- BANKALAR TARAFINDAN MÜŞTERILERINE ULUSLARARASI BANKA HESAP NUMARASI (IBAN) VERILMEKTEDIR. ÜYELERIMIZIN AIDATLARINI YATIRIRKEN PROBLEM YAŞAMAMALARI IÇIN BIRLIĞIN IBAN NUMARASI AŞAĞIDA BELIRTILMIŞTIR.
- BILINDIĞI GIBI 2002’DE YILLIK 30 TL OLAN ÜYE AIDATLARI 2004 YILINDAN ITIBAREN 60 TL VE 2013 YILINDAN BERI
120 TL’DIR. GERIYE DOĞRU AIDAT BORÇLARININ BUNA GÖRE HESAPLANMASI VE BIRLIĞIMIZIN AŞAĞIDAKI HESAP NUMARASINA YATIRILMASI; 5253 SAYILI DERNEKLER KANUNU’NA GÖRE, ALINAN AIDATLARIN BELGESINE ÜYELERIN TC KIMLIK NUMARALARININ YAZILMASI GEREKMEKTEDIR.
- ÜYELERIMIZIN TC KIMLIK NUMARALARINI MEKTUP VEYA TELEFONLA BIRLIĞE BILDIRMELERI RICA OLUNUR.
TPB HABER PORTALI www.tpb.org.tr
FAX HATTI: 0312 420 66 24
SAYIN ÜYELERIMIZ HER KONUDA BIZE ULAŞABILIRSINIZ.
TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI ANKARA KONUKEVI:
ANKARA HOTEL PİNO
BAYRAKTAR MAHALLESI VEDAT DALOKAY CADDESI
BAYRAKLI SOKAK NO: 35 GOP/ANKARA
TEL: 0312 446 36 86
TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI
TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 50-51 Bakanlıklar/ANKARA Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24
Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001

Benzer belgeler