EDEP YA HU! - Mehmed Zahid Kotku KS

Transkript

EDEP YA HU! - Mehmed Zahid Kotku KS
EDEP YA HU!
Mehmed Zahid Kotku
Cennet Yolları
Baskı / Cilt
Kilim Matbaacılık
Litros Yolu Fatih San.
Sit. No: 204
Topkapı / İstanbul
Tel: (0212) 612 95 59
Basım Tarihi
Haziran 2011
İç Tasarım
İrfan Güngörür
Kapak Tasarım
Sena İzgi
VUSLAT
Eğitim-Yardımlaşma
Dostluk ve Çevre Vakfı
Şems-i Tebrizi Mah.
İstanbul Cd. No: 149
Karatay / Konya
Tel: 0332 350 64 99
© Tüm yayın hakları
VUSLAT VAKFI’na aittir.
Kaynak gösterilerek
iktibas yapılabilir.
Mehmed Zahid Kotku
CENNET YOLLARI
İstanbul - 2011
İÇİNDEKİLER
• Seyyid Mehmed Zahid Kotku (ks) Hazretleri Hakkında
Kısa Bilgiler .........................................................................................9
• MUKADDİME ...............................................................................39
• 1- Tevekkül........................................................................................47
• 2- Haya ve İman...............................................................................50
• 3- İlim: ..............................................................................................53
• a- İlmi ehline öğretmenin önemi .....................................................54
• b- Cehâletin getirdiği felâketler ........................................................55
• 4- İslamın hayat veren esaslarına sarılmak .......................................57
• a- Namaz kılmak ..............................................................................58
• b- Zekât vermek................................................................................61
• 3- Oruç tutmak ................................................................................62
• d-Harp ganimetlerinin Allah yolunda taksimi:................................65
• 5- Allah’a Kulluk ve İbadet .............................................................66
• a-Allah’a ibadet etmek ......................................................................67
• b- Kuran-ı Kerim’e sımsıkı sarılmak ................................................69
• c- Müslüman olan ulü’l-emre itâat: ..................................................70
• 6- Ahsâb ve Ensâr-ı Kirâm’a hürmet ve bağlılık ..............................70
• 7- Kana’at ve tek gönüllülük ............................................................73
• 8- Şirkten uzak gerçek tevhid ...........................................................77
• 9- Tevbe ve Allah’a rucû: ..................................................................77
• A- Günahlardan ve özellikle içkiden uzak durmak: ........................80
• a-İçki mü’min kesin kesin feraseti köreltir .......................................82
• b- İçkinin haram kılınışının hikmetleri............................................84
• c- İçki bütün kötülüklerin kaynağıdır. .............................................88
• d- İçkinin getirdiği felâketler ............................................................99
• B- ilim cennete giden en kısa yol ...................................................106
Cennet Yolları
6
• 1- İlim öğrenme ve öğrenmenin önemi.........................................106
• 2- İlim mü’minin kaybolmuş malıdır, nerede bulursa almalıdır....118
• 3- İlim İslâmın hayatı, imanın direğidir.........................................132
• 4- İlim ibadetten, âlim âbidden üstündür......................................134
• 5- Allah korkusu ve ilim .................................................................139
• 6- Âlimlerin cemiyet içerisindeki yeri ve değeri .............................160
• 7- Âlimlerin cemiyet içindeki yeri ..................................................165
• 8- Fıkıh bilmenin zarureti ..............................................................168
• 9- İlim sormakla öğrenilir. ..............................................................175
• İlim öğrenmek isteyenlere hürmet etmek ve yardımcı olmak .......182
• İlimde asl olan kalb ve yakın ilimdir. .............................................185
• İlim ve kıyamet ...............................................................................188
• İlim ve kıyâmet (cehâlet ve bilgisizlikle gelen kıyâmet) .................190
• Kuran-ı Kerim’in yüce emirlerine hürmet göstermek .................197
• Kuran-ı Kerim’in yüce emirlerine hürmet göstermek....................199
• İlim öğrenenler için ilahi müjdeler.................................................202
• İlim öğrenmek erkek-kadın her müslümanın ilk vazifesidir. .........208
• Fıkıh ilmini bilmenin zarûreti ........................................................214
• Rızkı helâlinden kazanıp, helâl yerler harcamak ............................216
• İlim ibadetten, âlim âbidden üstündür. .........................................220
• Allah’tan korkmak ve haşyetullah ...................................................224
• Kuran-ı Kerim’in hayat veren emirlerine sımsıkı sarılmak ............227
• Cenneti dileyen mü’minde bulunması gereken özellikler ..............231
• İlim ibadetten, âlim âbidden üstündür ..........................................234
• Kuran-ı Kerim’in üsütnlüğü ve O’nu öğrenmenin lûzumu ..........242
• Çocuklara ve gelecek nesillere Kuran-ı Kerim’i öğretmenin
fazileti ..............................................................................................244
• Hz. Peygamber’in (s.a.v.) dilinden öğrencilere müjdeler................247
• İlmi ya öğrenen yada öğreten ol.....................................................250
• Cemiyeti şeytandan ve şeytanî tuzaklardan korumanın yolu
ilimdir. .............................................................................................251
• Âlimlere uymak ve onların sohbetlerinden ayrı kalmamak ...........253
Mehmed Zahid Kotku
• İlim öğrenenler için ilahi müjdeler.................................................255
• İlim öğrenenler için ilahi müjdeler.................................................257
• İlim ve ihlas.....................................................................................261
• Fıkıh ilmini bilmenin zarureti ........................................................270
• İlmi kötüye kullanmaktan kaçınmak .............................................276
• Nefsi, malı ve canı ile Allah yolunda cihad....................................280
• İlim ve zühd: ...................................................................................283
• Âlime ve ilim erbabına hürmet etmek gerekir: ..............................286
• Nefsi, malı ve canı ile Allah yolunda cihad....................................294
• Güvenilir, emîn ve zararsız bir şahsiyete sâhip olmak....................297
• Mü’minler arasında şefkat ve tenânüd............................................300
• Hadis-i şerifleri öğrenmenin fazileti: ..............................................306
• İlim ve ihlas.....................................................................................309
• Hadis-i Şerifleri öğrenmenin fazileti...............................................313
• Hz. Peygamber’in (s.a.v.) dilinden öğrencilere müjdeler ...............316
• İlmi kötüye kullanmaktan kaçınmak .............................................321
• Hadis-i Şerifleri öğrenmenin fazileti...............................................329
• Hazreti Peygamberin dilinden öğrencilere müjdeler......................332
• Kur’an okuyanlarda bulunması gereken rıza..................................349
• Hadis-i şerifleri öğrenmenin fazileti ...............................................353
• İlmi kötüye kullanmaktan kaçınmak: ............................................354
• Müslüman idarecileri iş başına getirmek........................................354
• İlim ve zikir: ....................................................................................358
• Fıkıh ilmini bilmenin zarureti ........................................................361
• İlim ve kıyamet ...............................................................................364
• Müminler arasında şefkat ve tesanüd .............................................369
• Kur’an-ı Kerim’in yüce emirlerine hürmet göstermek...................371
• Kur’an-ı Kerim’in sâhibine şefâ’ati..................................................373
• Güvenilir, emîn ve zararsız bir şahsiyete sahip olmak....................374
• Resûlüllah (s.a.v.)’e kayıtsız şartsız bağlılık .....................................376
• Alime ve ilim erbabına hürmet etmek gerekir ...............................380
• Müslüman idarecileri iş başına getirmek........................................382
7
Cennet Yolları
8
• İlmi kötüye kullanmaktan kaçınmak .............................................385
• İtikat ve ibadette gerçek tevhide ermek..........................................387
• Güvenilir, emin ve zararsız bir şahsiyete sahip olmak....................394
• İlmi kötüye kullanmaktan kaçınmak .............................................406
• Güvenilir, emin ve zararsız bir şahsiyete sahip olmak....................412
• İlmi ehline öğretmenin önemi .......................................................415
• Müslüman idarecileri işbaşına getirmek .........................................416
• İlim ve kıyameti ..............................................................................418
• Güvenilir, emin ve zararsız bir şahsiyete sahip olmak....................425
• Fıkıh ilmini bilmenin zarureti ........................................................427
• İlim sormakla öğrenilir ...................................................................428
• İlim müminin kaybolmuş malıdır nerede bulunursa almalıdır.....430
• Davranışlarda orta yolu tutmak .....................................................432
• Bid’atlardan uzak durmak ..............................................................435
• İlim ve kıyamet ...............................................................................436
• Rızkı helalinden kazanıp, helâl yerde harcamak ............................439
• İlim ve kıyamet ...............................................................................440
• Alime ve ilim erbabına hürmet etmek gerekir ...............................443
• İlmi kötüye kullanmaktan kaçınmak .............................................444
• İlim ibadetten, âlim âbidden üstündür ..........................................445
• Allah’ı daima zikretmek ..................................................................447
• İLİM VE ULEMÂ İLE İLGİLİ HADİSLER...............................453
Seyyid Mehmed Zahid Kotku (ks) Hazretleri
Hakkında Kısa Bilgiler
Dünyaya bir göz atınız. Huzur ve mutluluk adına neler görüyorsunuz?
İnsan huzur ve mutluluğu nasıl yakalayacak? Bu konu
çoğumuzun bildiği bir gerçek ki, huzur ve mutluluğun merkezi, itikat, amel-i salih ve iyi ahlak ile Allah sevgisi dolu bir
kalbdir. Allah (CC)’ın yüce elçisi (sav) şöyle buyuruyor: “Dikkat ediniz! İnsan vücudunda öyle bir et parçası vardır ki,
o iyi olursa bütün vücut iyi olur. Eğer kötü olursa, bütün
vücut bozulur. İşte, o et parçası kalbdir.” (Buhari)
Kalb, öyle harikulâde özelliklere sahip ki... Ancak Rabbimize yönelmekle huzur buluyor. Çünkü kalbin yaratıcısı
Allah-ü Teâlâ... Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“Dikkat ediniz! Kalbler ancak Allah (CC)’ı anmakla huzur ve sükûna kavuşur.” (Râ’d:28)
Allah (CC)’a yönelen bir kalbin sahibinde sevgi, merhamet, iyilik, hoşgörü gibi ulvî duygular gelişir. İç âlemi zenginleşir. Gönül âleminde nur meydana gelir ve sonunda huzur ve mutluluk iklimine yelken açar.
Kalbin bu ulvî yüksekliğe ulaşması için ehil kılavuzlara
ihtiyaç vardır. Kendisi bu noktaya ulaştıktan sonra, başkalarını da yükseltebilecek kemâlât ehline... Bu gönül mimarlarından biri de Gümüşhaneli Dergâhı’nın postnişinlerinden
Cennet Yolları
10
Silsile-i Zeheb’deki Mürşid-i Kâmil Mehmed Zahid Kotku
rahmetullahi aleyhtir.
Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’nin naklettiklerine göre babaları O’na: “Oğlum Mehemmed!” diye hitap
edermiş. Soyadlarının ‘mütevazi’ manasına geldiği nüfus cüzdanının başına not edilmiş idi.
Tevellütleri; hicrî 1315, milâdî 1897 yılında Bursa Şehrinde, kale içinde Türkmenzâde Çıkmazı’ndaki baba evinde
vaki olmuştur.
Ailesi
Babaları ve anneleri Kafkasya’dan 1297’de göç eden müslümanlardandır. Dedeleri Kafkasya’da Şirvan’a bağlı eski bir
hanlık merkezi olan Nuha’dandır ki burası dağ eteğinde, ipekçilikle meşhur, ahalisi müslüman, hâlen Azerî Türkçesi konuşulan bir yerdir.
Babaları İbrahim Efendi, Bursa’ya 16 yaşlarında iken gelmiş, Hamza Bey Medresesi’nde tahsil görmüş, muhtelif yerlerde
imamlık yapmış, Hazret-i Peygamber (sav) sülâlesinden bir Seyyid ve mutasavvıftır. 1929’da 76 yaşlarında iken Bursa Ovasındaki İzvat Köyü’nde vefat etmiş ve oraya defnolunmuştur.
Anneleri Sabîre Hanım da Seyyide’dir. Hocamız Mehmed
Efendi (ks) Hazretleri 3 yaşlarında iken muhterem anneleri yeni
bir kardeş dünyaya getirmiş ve lohusalık hali devam ederken
şehit olmuşlardır. Bursa’da bulunan Pınarbaşı Kabristanı’na
defnedilmişlerdir. Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’nin muhterem anneleri ile ilgili hafızalarında kalan tek şey; muhterem
babalarının bir bayram öncesi eve gelirken yanında bir çift
pabuç getirmesi ve “Oğlum Mehemmed, annen sana bunları cennetten gönderdi” demesidir.
Mehmed Zahid Kotku
Bu anne ve babadan doğma ağabeyleri Ahmed Şâkir
(1308 – 1335) subaylık yapmış, Kudüs’te ve Çanakkale’de
bulunmuş, siperlerde hastalanmış ve 28 yaşlarında iken vefat
edip, Söğütlüçeşme mezarlığına defnolunmuştur. Aynı anneden bir küçük kardeşleri daha olmuşsa da çok yaşamamış ve
birkaç aylık iken vefat etmiştir.
Babalarının ikinci evliliği yine Dağıstan muhacirlerinden, Fatma Hanım’ladır. Ondan doğma üç kız kardeşleri olmuştur. Bunlardan Pakize Hanım’ın efendisi de, Bursa Ulu
Cami imamlarından ve İsmail Hakkı Tekkesi şeyhlerinden
merhum Ahmet Efendi (ks)’dir.
Bugünkü anlamda ipek böcekçiliği zanaatını Kafkasya’dan
Bursa’ya dedeleri getirmişlerdir. Kendileri çok köklü ve zengin bir aileye mensup olmakla birlikte tamamen zühd içerisinde yaşamayı şiar edinmişlerdi.
Tahsili
Mehmed Zahid Efendi (ks) Hazretleri ilk mektebi Oruç
Bey İbtidâîsi’nde okumuşlar, ardından Maksem’deki idâdîye
devam etmişler, sonra da Bursa Sanat Mektebi’ne girmişlerdir.
Bu esnada Birinci Cihan Harbi dolayısıyla 19 yaşlarında iken
27 Nisan 1916’da askere alınmışlar, senelerce askerlik yapıp,
birçok hastalıklar atlatmışlardır. Ordunun Suriye’den çekilmesinden sonra, binbir güçlükle İstanbul’a dönmüşlerdir.
23 Temmuz 1919 Cuma gününden itibaren 25. Kolordu
30. şubede yazıcı olarak vazifeye devam ettikleri, 1922 Martında
hala bu vazifede oldukları hatıra defterinden anlaşılmaktadır.
Tasavvufî ve Dinî Hizmetleri
Hoca Efendi Hazretleri (ks) İstanbul’da bulunduğu esnada çeşitli dini toplantılara, derslere, camilerdeki vaazlara de-
11
Cennet Yolları
12
vam etmişlerdir. Bilhassa Seydişehirli Abdullah Feyzi Efendi
(ra)’yi çok sevdikleri anlaşılıyor. 29 Temmuz 1920 Cuma
günü, Cuma namazını Ayasofya Camii’nde edâdan sonra
Vilayet önünde bulunan Fatma Sultan Camii yanındaki
Gümüşhâneli Tekkesi’ne giderek Dağıstanlı Ömer Ziyâüddin
Efendi (ks)’ye intisâb eyleyip günden güne ahvalini terakki
ettirmişlerdir.
Ömer Ziyâüddin (ks) Hazretleri’nin, 18 Kasım 1921
(Hicri 1339) Cuma günü vefatından sonra postnişin-i irşâd
olan Tekirdağlı Mustafa Feyzi (ks) Efendi’nin yanında tahsil-i
kemâlâta devam etmişler, birçok defalar halvete girmişler, 27
yaşlarında hilâfetnâmeyle birlikte Râmuzü’l-Ehadis, Hizb-i
A’zam ve Delâilü’l-Hayrât icâzetnâmelerini de alarak Beyazıt,
Fatih ve Ayasofya Camii ve Medreselerinde derslere devam
etmişler, bu esnada hafızlıklarını da tamamlamışlardır. Aynı
zamanda hocasının işareti üzere muhtelif kasaba ve köylerde
dini hizmetler îfa etmişlerdir.
Mustafa Feyzi (ks) Hazretleri’nin vefatından sonra Bursa’ya
dönerek yerleşmişler ve evlenmişler, 1929’da vefat eden babalarının yerine Bursa Ovasındaki İzvat Köyünde 15–16 sene
kadar imamlık yaptıktan sonra, Bursa’da önce bir müddet
Veled Veziri Camisi’nde fahri hatiplik yapmışlar, daha sonra,
Üftade Camii Şerifi’nin imam-hatipliğine tayin edilerek, şehirde hisar içindeki baba evine yerleşip, burada, 1945’den
1952’ye kadar hizmet etmişlerdir.
1952 Aralık ayında, Gümüşhaneli Dergâhı Postnişini
eski tekke arkadaşı Kazanlı Abdülaziz (ks) Hazretleri’nin vefatı üzerine onun hizmet ettiği Zeyrek Çivicizade Camisi’nde
hizmete başlamışlar ve burada 1/10/1958 tarihine kadar vazife yapmışlardı. Daha sonra İskenderpaşa Camii Şerifi’ne
Mehmed Zahid Kotku
nakil olunmuşlar ve vefatlarına kadar da bu camide vazifeli
olarak kalmışlardır.
Ahirete İrtihalleri
Hocamız Mehmed Zahid (ks) Hazretleri, vefatından takriben bir sene kadar önce rahatsızlanmışlardı. Şiddetli ağrılarından sürekli olarak muzdariplerdi ve zor ayakta durabiliyorlardı. 1979 yazında uzun zaman kalmak üzere gittikleri
Hicaz’dan, ağır hasta olarak 1980 Şubat’ında dönmek zorunda kalmışlardı. 7 Mart 1980’de ameliyata girdiler ve midelerinin üçte ikisi alındı.
Ameliyattan sonra tedricen düzeldiler. Hatta 1980 Ramazanında hiç aksatmadan oruç tuttular, hatimle teravih
kıldılar, vaaz ettiler, Hac mevsimi gelince de son haclarına gittiler. Orada rahatsızlıkları iyice nüksetmişti. Haccı
güçlükle ifadan sonra, 6 Kasım 1980’de İstanbul’a döndüler. 13 Kasım 1980’de (5 Muharrem 1401), Perşembe
günü gözyaşları ile uyur gibi bir halde iken ahirete irtihal eylediler.
Cenaze namazları 14 Kasım 1980 Cuma günü Süleymaniye Camii’nde muhteşem, mahzun, vakur ve edepli bir
cemm-i gafir tarafından kılınarak, mübarek vücutları, Süleymaniye Camii haziresinde, kendisinden feyz aldığı hocaları ve
üstadlarının yanındaki istirahatgâhlarına defnolundular.
Vefatları İslâm Âleminde büyük üzüntüye yol açmış, Suudi Arabistan’da, Kâbe’de, Kuveyt’te ve daha pek çok şehirde
gıyablarında cenaze namazı kılınmıştır.
Vefat tarihi olan 13 Kasım 1980 tarihli takvim yapraklarında çok manidar ibareler yer alıyordu. Meselâ bunların
birindeki şu nazım şâyân-ı taaccübdür:
13
Cennet Yolları
14
Arkamdan Ağlama
Öldüğüm gün tabutum yürüyünce
Bende bu dünya derdi var sanma!
Bana ağlama,”Yazık, yazık!” “Vah, vah!” deme!
Şeytanın tuzağına düşersen vah vahın sırası o zamandır.
Yazık yazık asıl o zaman denir.
Cenazemi gördüğün zaman “Elfirak, elfirak!” deme!
Benim buluşmam asıl o zamandır.
Beni mezara koyunca elveda demeye kalkışma!
Mezar cennet topluluğunun perdesidir.
Mezar hapis görünür amma,
Aslında cânın hapisten kurtuluşudur.
Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret!
Güneşle aya batmadan ne ziyan gelir ki?
Sana batma görünür amma
Aslında o doğmadır, parlamadır.
Yere hangi tohum ekildi de yetişmedi?
Neden insan tohumu için
Bitmeyecek, yetişmeyecek zannına düşüyorsun?
Hangi kova suya salında da dolu olarak çekilmedi?
Can Yusuf’un kuyuya düşünce niye ağlarsın?
Bu tarafta ağzını yumdun mu, o tarafta aç!
Çünkü artık hay-huy’un, mekânsızlık âleminin boşluğundadır.
Şemâil-i Şerifi
Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri uzunca boylu,
iri kemikli, yapılıca, heybetli, pehlivan gibi bir zattı. Beyaz
tenli, dolgun pembe yanaklı, uzunca ak sakallı, geniş alınlı,
aralıklı kaşlı, irice başlı, gül yüzlü, sevimli, alımlı bir kimse
idiler. Gençken zayıf olduklarını, öksüzlükte yemek yerine yu-
Mehmed Zahid Kotku
murta içivererek böyle iri vücutlu olduklarını gülerek anlatırlardı. İlk görüşte insanda sevgi ve saygı uyandıran bir halleri
vardı. Tanıdığına tanımadığına selâm verir, güler yüz gösterir,
gönül alırlardı. İlk nazarda koyu kestane renkli görünen, fakat dikkatle bakılması imkânsız, esrarlı ve derin manalı gözleri vardı. Gözleri içinde kırmızılık, sırtlarında ve karınlarında
ise avuç içi kadar iri bir ben mevcuttu. Hafızaları çok kuvvetli idi, konuşmaları tatlı ve sâfiyâne idi.
Şahsiyetleri
Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri, çok kere halk
telaffuzu kullanır, karşısındakine söz fırsatı tanır, çok iyi bildiği bir şeyi bile sanki ilk defa duyuyormuş gibi yumuşak bir
tavırla dinler, manalı ve nükteli cevaplar verirlerdi. Sohbetleri hoş, hutbeleri fevkalâde celâlli olurdu. Hutbe esnasında
seslerini yükseltir, ordu önündeki bir komutan gibi celâdetle
ve irticalen konuşurlardı.
Kerametlerini gizler, kendilerini hiç belli etmez, kimsenin kusurunu yüzüne vurmaz, mütevazi, güler yüzlü, bakışlarıyla insanın içini okur, herkesin haline göre konuşur, kişinin bilmediği şeyi sorup mahcup etmezlerdi. Talebelerine ve
insanlara karşı alçak gönüllü davranır, onlara bir kardeş gibi
muamele ederlerdi. Öyle ki, bu duruma aldanan insanlar,
kendilerini nerede ise bir arkadaş gibi görürdü.
Çok temiz ve titizlerdi. Önüne bir şey damlasa “eyvah kabahat ettik” derlerdi. Çoğu zaman sofralarında misafir bulunurdu. Hiçbir zaman hiçbir kimseye emir vermezlerdi. Zengin
fakir demez, herkesin davetine gider, gönül yaparlardı. Bazen de davetsiz gider, fakir yahut hastanın gönlünü alır, dua
ederlerdi. Sıkıldıklarını hiç belli etmezlerdi. “Aman sakın bir
kalp kırmayın, kırarsanız o size yeter de artar” derlerdi. Dost-
15
Cennet Yolları
16
larına vefaları emsalsiz idi; onları ziyaret eder, arar, sorarlardı.
Akrabalarına karşı vazifelerinde kusur etmez ve onlara karşı
hiçbir yardımı esirgemezlerdi.
İnsanlarla konuşurken, gülümseyerek söz söylerler, kimseye doğrudan şöyle yap, şöyle yapma demezler, îmâ ile, misalle, dolaylı yoldan arzularını anlatırlardı. Dini mevzularda
olmayan suallere net cevap vermezlerdi.
Özel hayatlarında ev halkına karşı müşfik ve latifeli davranır, onlara doğrudan doğruya bir şey emretmez, “bir çay
olsa içeriz” gibi tabirler kullanırlardı. Hocamız (ks) Hazretleri,
daima telmih ve îmâ ile söylerler, anlaşılmazsa sabrederlerdi.
Midelerinin üçte ikisi alınacak hale geldiğinde bile, hastalıklarından hiçbir şikâyette bulunmamışlardı. Rahatsız oldukları, hacı annemiz tarafından kısa istirahatları sırasında çıkardıkları hafif sesle anlaşılabilmişti.
Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri kimseye sert
muamele etmezler ve kimsenin gönlünü kırmazlardı. Kendileri İslam’a aykırı olmayan hemen her teklife ‘peki’ derlerdi.
Gerçekleşmesi mümkün olmayan tekliflere bile peki demişler, vefatlarından kısa bir zaman önce de “Siz peki demesini
öğrenesiniz diye, olur olmaz tekliflerinize peki diyorum” buyurmuşlardır. “Pekey demesini öğrenmek lâzım” ve “Arkadaşlık pekey demekle kaimdir” sözleri meşhurdur.
Tevâzu ve Teslimiyetleri
Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri o kadar büyük
bir tevazu sahibi ve kendisini gizlemekte o kadar mahir idiler ki; en iyi bildikleri bir mevzuyu dahi, muhatapları, Hocamız Mehmed Efendi (ks)’nin bilmedikleri zannı ile uzun
uzun izah ederken, Hoca Efendi (ks) Hazretleri hiç seslerini
çıkarmadan, onu sonuna kadar dinlerlerdi. Ziyaretlerinde bu-
Mehmed Zahid Kotku
lunmuş bir yabancı, Hocamız (ks)’ın tevazusunu ‘riyaya kaçmayan bir tevazu’ olarak nitelendirmiştir.
Kendileri; kerametleri zahir büyük bir mürşid-i kâmil ve
zamanın kutbu olmalarına rağmen, makamını ve kemâlâtını
gizlerler, normal insanlardan biri gibi görünürlerdi. Talebeleri
kendilerinin bu halinden çoğu zaman aldanır ve edebe muhalif laubaliliğe düşebilirlerdi. Gene bu tevazu sebebiyle insanlar
Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’ni cana yakın bulur,
kendisinden çekinmez ve O’na yaklaşır, istediği suali içinden
veya dışından sorardı. Suallerin cevapları, soranı mesul mevkide bırakmamak için net olmaz, dolaylı olurdu.
Tasavvufu çok iyi biliyor, ne muazzam mutasavvıf, ne
kadar üstün bilgili adam, denmesini hiç mi hiç istemezlerdi.
Bilen bilmeyen herkese kapılarını açık tutmak için tevazuyu
hiç terk etmemişlerdi. Her görenin O’nu bir köy imamı
zannetmesine bayılırlardı. Hocamız Mehmed Efendi (ks)
Hazretleri’nin zamanın kutbu oldukları, pek çok kişinin harikulade hallerine şahit olmaları ile son zamanlarında anlaşılabilmiştir. Seyyid oldukları ise ancak vefatlarından sonra
öğrenilebilmişti.
Daima herkese kapıları açıktı. Günün beş vakti Hocamız
Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’ni görebilmek O’nun sohbetinde bulunabilmek mümkündü. Hiç bir kimseyi kapılarında
bekletmemişler ve kapılarından geri çevirmemişlerdi. Kendisine ulaşamayan fakat bir şey sormak isteyen veya bir müşkülü
olana da, onu hiç kırmadan, ona en ufak bir külfet vermeden
ulaşmasını bilirler, bunu da büyük bir gizlilik içinde yaparlardı
ki bunların çoğu vefatlarından sonra ortaya çıkmıştır.
Birini dinlemekte, maddi ve manevi derdine çare aramakta çok cömert olmakla beraber, fevkalade maddi sıkıntılar içinde olduklarında dahi, ihtiyaçlarını hiç kimseye söyle-
17
Cennet Yolları
18
memişlerdi. Kimseden, kimse için de para ve diğer yardımlar
hususunda aracı rolüne girmemişlerdi. Kimsenin işine, eşine,
aşına, mesleğine, meşrebine, gelirine, giderine, evine barkına,
vasıtasına, makamına, mansıbına, giyimine, kuşamına, varlığına, yokluğuna ne karışır ve ne de özenirlerdi.
Bir keresinde Mekke-i Mükerreme’de kendisine sadaka
vermek isteyen bir yabancının verdiği parayı kabul etmişler
ve yakınları hayretle nedenini sorduğunda “biz o parayı almasaydık, o kişi her sadaka verişinde ‘acaba reddedilir miyim’ diye
tereddüt edecekti” buyurmuşlar, o sırada oradan geçen bir ihtiyaç sahibine, paranın üzerine birkaç mislini de koyarak tasadduk etmişlerdir.
Kıskançlık ve çekememezlik sanki lügatlerinden tamamen
silinmişti. “Ben falancadan ders almak istiyorum” diyene de
iltifatkâr davranarak o kimseye nasıl ulaşacağını ince ince ve
zevkle anlatırlardı. Daima gönüllere Allah (CC) sevgisi nakşetmeyi gaye edindikleri, her tavırlarından anlaşılıyordu.
Hanımlara ders tarifi yapmaktan son derece çekinmişlerdi. Zaruret hallerinde ancak karı-kocaya, baba-kıza veya
yanında muhterem validemizi bulundurarak odanın dışında
oturan bir hanıma ders tarif ettiklerine rastlanmıştı. “Sen bu
tarif ettiklerimizi hanımına da anlat, o da derslere devam etsin” dedikleri de olmuştu. Hanımlara cihad olarak; kocalarına hizmet etmeyi ve evlerine sahip çıkmayı, çocuklarını iyi
bir müslüman olarak yetiştirip terbiye etmeyi, dedikodulardan son derece uzak durarak, civarına İslam’ı yaymaya çalışmayı tavsiye ederlerdi.
Sünnete Olan Bağlılıkları
Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri hizmetleri ve
sohbetleriyle olduğu kadar yaşantısıyla da insanlara İslamî bir
Mehmed Zahid Kotku
hayatın nasıl olması gerektiğini göstermişlerdi. Muhterem Ali
Ulvi Kurucu Rahmetullahi Aleyh, Hocamız Mehmed Efendi
(ks) Hazretleri’nin kendisini en çok etkileyen yönünü “Sünnetleri ihya etmek, Peygamber gibi yaşamak... Yani hal ve
hareketlerini Efendimiz (sav)’e uydurmak...” şeklinde anlatıyordu. “Sanki Rasulullah (s.a.v)’ı görüyor da, O nasıl hareket ediyorsa öyle hareket ediyorlardı” diyordu.
Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri, kendi üstadlarına fevkalâde saygılı ve bağlı idiler. Kadîm dostları, üstadlarının meclisine gittiklerinde Hoca Efendi (ks) Hazretleri’nin diz
üstü oturup, baş eğip hiç ayak değiştirmeden edeple oturduklarını anlatırlar. Bu bağlılıkla ilgili olarak, Aziz Efendi Hazretleri (ks) 1950 senesinde aşağıdaki menkıbeyi aktarmışlardır:
“İki arkadaş vardı, bunlar Cuma namazlarını Hocaları
Mustafa Feyzi (ks) Hazretleri’nin kıldığı camide kılmak isterlerdi. O Hazret de Cuma’yı ya Beyazıt, ya da Ayasofya Camii’nde
kılardı. Bu arkadaşlar Cuma vakti, önce Beyazıt Camii’ne gelirler, kapıdaki deri perdeyi kaldırıp içeriyi koklarlar, Hocalarının kokusunu alırlarsa içeri girerler yoksa Ayasofya’ya giderlerdi.” Bu iki arkadaştan birinin Hocamız Mehmed Efendi
(ks) Hazretleri olduğu bilinmektedir. Nitekim Rasulullah’la
(sav) rabıtalı olanlara has olan bu koku, Hocamız Mehmed
Efendi (ks) Hazretleri’nden de yakınındakiler tarafından defaten duyulmuştur.
Gece ve sabah ibadetlerine çok riayet ederler, talebelerini
de bunlara teşvik ederlerdi. Ziyaretlerine gelene sormadan cevabını verir, istemeden ihtiyaç sahibinin muhtaç olduğu şeyi
bağışlarlardı. Gönüllere ve rüyalara Allah’ın izni ile tasarrufları vardı. Bereket gittikleri yere yağar; bolluk O’nunla beraber gezer, en ücra, en kıtlık yerlere O gelince nimet dolardı.
Beraberinde seyahat edenler, tevafuklara, tecellilere, maddî
19
Cennet Yolları
20
ve manevi hallere ve ikramlara gark olur, hayretlere düşerler,
parmaklarını ısırırlardı.
Bütün ihvanı içinde belki de kendilerini en iyi anlayan ve ona göre davranan da muhterem eşleri Hacı Annemiz Hazretleri olmuştur. Günlük oturdukları mindere bir
kez bile -velev ki çocuk dahi olsa- başkasını oturtmaz, Hoca
Efendi (ra) hakkında fevkalade titizlenir, başkaları tarafından
-çok yakın aile bireyleri de olsa- özel eşyalarının kullanımına
izin vermezlerdi. Hoca Efendi Hazretlerine (ra) ve ihvana
karşı cansiperane hizmeti ibadet bilirler, yaz-kış soğuk-sıcak
demeden her gelene yemek hazırlarlar, kahvaltı ikram ederlerdi. Çayın o kutlu hanede kaç kez demlendiği bilinmezdi.
Bunları yaparken özellikle 1960 yıllarında her gün dışarıda
maltız yakılır, yemekler orada pişer, çay orada demlenirdi.
Ömürleri boyunca evlatları ve torunları tarafından muhterem Hacı Annemiz Hazretlerinin bir kez yattıkları, uyudukları görülmemiştir. Bir kez bile olsa ‘yoruldum’, ‘bittim’ gibi
bir şikâyetlerine şahit olunmamıştır. Bunları burada bir vefa
örneği olsun diye arz etmeyi borç biliriz.
Şunu da kanaati acizanemiz olarak uygun bulduk ki böyle
bir mürşidin arkalarında onlara hizmet ve vefada sanki bir
Hatice-i Kübra validemizin 20. asırdaki ruhdaşını gördük demek abartılı olmasa gerektir.
Talebelerini Yetiştirme Tarzları
Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri gerçekten milletimize Mürşid-i Kamillik örneği göstermek üzere yetiştirilmiş gibi, faaliyetlerini ülfetin tesisi için sürdürmüşlerdi. Var
gücü ile enaniyeti terke, her şeyde Allah (CC)’ın rızasını arayarak O’nun sevgili bir kulu olmaya, dedikodu ve gıybet et-
Mehmed Zahid Kotku
memeye, milletin birliği ve beraberliği için çalışmaya kararlı
bir şekilde hiçbir nefesini boşa geçirmeden gece gündüz gayrete soyunmuşlardı.
Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri dersini dinleyenlere yeni bir şey anlatıyorsa, sanki kendileri de yeni öğrenmiş gibi anlatırlar ve “bugün bir eserde yeni bir şeye rastladım” derlerdi. Böylece dinleyenler için tatbik hususunda geç
kalınmadığını, bu yaşlarında olmalarına rağmen kendilerinin
de yeni öğrendiklerini üstü kapalı olarak söylemiş olur ve bu
hâl üzere talebelerini eğitirlerdi.
Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri, ele aldığı bir
kimseyi terbiye edip yola getirinceye kadar büyük bir sabırla
çalışırlardı. İlk zamanlarda kusurlarına müsamaha ederler, yıllarca çalışır, yarı yolda bıkıp bırakmazlardı. “İnsanları ıslahın
bir kaç lâfla ve münakaşa ile değil, hâl ile ayrıca sabır ve çalışmakla olacağını” buyurmuşlardı.
Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’nin sohbetlerindeki buluşlara teşbihlere hayran kalmamak mümkün olmazdı. Çok uzun ve derin düşünürler, bir ayetin, bir hadisin
üzerinde haftalarca, aylarca durup konuştukları olurdu. 1980
senesinde tedavi görmekte oldukları kum havuzunun içerisindeyken söylemiş oldukları şu sözler, sâlikin Allah (CC) yolundaki görevini harikulade bir tasvirle anlatmaktadır:
“Süluktan murad, eriştiği mertebede sineğin kanadına değmeyen dünya ve içindeki mülevveslikten uzak olmak kaydı ile
müsterih bir zevkle yaşarken, vasıl olamadığı mertebeler için
işte şu kum taneleri adedince gam çekmekten ibarettir.”
Bu yolun ilme dayandığının şuuru içinde kesbî ve vehbî
ilimlerde zirveye erişmişlerdi. Nitekim bir talebesine “Evladım, işte bu Kur’an-ı Kerim bize tam 30 yılda sure sure değil,
21
Cennet Yolları
22
sayfa sayfa değil, âyet âyet değil, kelime kelime yutturuldu.” buyurdukları nakledilmektedir
Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri, en katı kalpli bir
kimseye dahi nazar etseler veya o kimse vaaz ettikleri camiye ya
da sofrasına olsun, bir kerecik getirilse, kalbi yumuşardı.
Sosyal ve Ekonomik Yaşamdaki Etkileri
Mehmed Zahid Efendi (ks) Hazretleri yalnız ‘gönüller sultanı’ değildi. O aynı zamanda güzel ülkemizin manevi ve maddi
kalkınmasını ve güçlenerek İslam âlemine örnek olmasını isteyen ve bunu canı gönülden teşvik eden bir dava adamı idi. Bireysel kazanımların bir araya getirilerek ‘toplum yararına’ yatırımlara dönüştürülmesini işaret ve teşvik ederlerdi.
“Bu kapının önünde cemaatin dizdiği otomobillerden
rahatsız oluyorum, rahatsız oluyorum! ... Yabancı diyarlara ekmek parası için giden işçilerin o diyarlara gitmemesi
var iken buna mecbur kalınması beni üzüyor. O getirilen
otomobillerin yerine atölyeler, fabrikalar kurulsa ve aç susuz vatandaşlara iş bulunsa, hem onlar İslam diyarında yaşama imkânı bulur, hem de biz, yabancıların kölesi olmazdık” buyurmuşlardı.
Birçok konuşmalarında, Hocamız Mehmed Efendi (ks)
Hazretleri, ekonomik yönden, özelikle de küçük sanayi ve ağır
sanayide, dışarıya bağımlı olmamak için sanayileşmek gerektiğini dile getiriyorlardı. Türkiye’nin ekonomik bağımlılığının,
kültürel bağımlılığı getireceğini misallerle izah ediyor ve bunun da Batı’ya tutsaklık anlamına geldiğinin şuuru ile müslümanların kalkınması için birleşmeyi, bir ibadet gibi algılamalarını istiyor ve “teşebbüsler, şirketleşerek yapılırsa daha kalıcı,
daha güçlü, daha heybetli ve daha güzel olur” diyorlardı.
Mehmed Zahid Kotku
Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretlerinin Türkiye’nin
sorunlarına getirdikleri çözüm önerileri, sadece düşünce
düzleminde kalan fikirler değildi. Meselâ millî sanayimizin kurulmasını gündeme getirmişler, bilâhare incelemelerde bulunmak üzere yurt dışına çıkmışlar ve böylece bir tabu gibi görünen yerli sanayinin kurulmasıyla
ilgili korkuların aşılmasına yardımcı olmuşlardı. Bizzat
teşvikleriyle kurulan ve zamanında Avrupa’nın en büyük fabrikaları olan tesisler bu bağlamda güzel, canlı birer örnektir.
Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri, mevki, makam ve para tutkunu olmaktan kurtarmaya çalıştığı insanları bir yandan da Türkiye’nin yönetimine talip olmaya yönlendiriyorlardı. Çünkü güzel yurdumuzun ancak mevki ve
makam düşkünü olmayan insanlar eliyle kalkındırılabileceğine inanıyorlardı.
Ahlâkıyla, yaşantısıyla, tebessümüyle, yaratılanı Yaratan’dan
dolayı seven ve kucaklayan felsefesiyle gönülleri fetheden
Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri, hayatın her anına
‘inancın’ hâkim olması için çalışmışlar, geriye imzalı imzasız birçok eser bırakmışlardır. Vakıflar, dernekler, ticari kuruluşlar, çeşitli yayınlar, her kademeden talebeler...
Hocamız (ks) Hazretlerinin, vefatlarından bir hafta
önce, hacdan dönerken Medine-i Münevvere’de yaptıkları
bir konuşmadaki şu sözleri O’nun yaşam felsefesinin hem
bir özeti, hem de sevenlerine bıraktığı mirasıdır:
“Ne dervişlikte, ne şeyhlikte, ne imamlıkta iş yok. İş, Allah (CC)’ın rızasını kazanabilmekte. İş, Allah (CC)’ ın rızasını kazanabilmekte... İş, Allah (CC)’a sevgili kul olabilmekte.”
23
Cennet Yolları
24
Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretlerinden
Nasihatler
“Sen amellerin işlendiği ve fakat hesap sorulmadığı şu
zamanda fırsat eline geçmişken değerlendirmeye bak. Amel
işlemenin mümkün olmadığı, orada işlense de beş para etmeyeceği, pişmanlıklarla yerin göğün inleyeceği ve fakat hesap sorulacağı, hesap görüleceği, dönüşü olmayan ahiret mekânına
doğru gidiyorsun. Şuurlu ol, akıllı ol. Aklını güzel işler yapmakta kullanmaya bak. Büyüklerimizden ibret al. Boşa zaman geçirme ey aziz kardeş”
“İnsan dakikada ortalama 18 defa nefes alıyor. Her nefesinde Allah (CC)’a karşı zimmetlenmiş olur. Kalp atışları
ise normal olarak dakikada 72 adettir. Şu halde sen ey kardeş, her dakika 72 kere sana bu atışı temin eden Rabbini anmaya mecbur değil misin? Bu şuurda yaşamalısın. Bir günde
24 saat ve 1440 dakika var. Şu hale göre günde 26,000 defa
‘Allah’ diyesin ki nefeslerinin karşıtı kadar Rabbini zikretmiş
olasın. Kalbinin atışlarını düşünecek olursan günde 104,000
defa Rabbini anabilmelisin. Biz öyle veliler tanıyoruz ki Rabbimizin yeryüzünde ‘Rahmet’ olarak vazifelendirdiği peygamberler adedinden fazla ‘Allah’ demeyi kendi nefislerine borç
bilmişler, yani günde 125,000 defa Rablerini anmışlar. İşte
bunların duaları sayesinde bu ülkenin pek çok yerine kâfirler
girememiş, karşılarında hiçbir fiziki ve maddi güç olmamasına rağmen, korkularından ülkeye girmelerine fırsat bulamadan def olup gitmişlerdi. Çanakkale niçin geçilemedi bir
düşün. Karşılarında daima ehl-i zikrin duaları vardı. Her
dua kâfirin tepesinde mermi gibi işlem görmedi mi? İşte bu
zikirler seni öyle bir sevgili kul haline getirir ki 4 dakikada
Mehmed Zahid Kotku
bir derece yani takriben saatte 1700 km hızla dönen şu dönek dünya senin ayaklarının altında döner de sen dönmezsin
aziz dostum, sen döndürülmezsin aziz kardeş. Herkes dönek
olsa da gene sen dönek olamazsın. Yalan dünya içindekilerle
döne döne ömrünü yitirir de sen dönmezsin! Sen dönmezsin! Rabbinin sevgili kulu olarak şu fâni dünyada kimseye
zarar vermeden ömrünü tamamlar, arkandan dualar edilen biri olur gidersin. Allah (CC) seni ya ‘Allah’ demen veya
birine ‘Allah’ dedirtmen için yarattığını hiç hatırından çıkarmamalısın. Sen böyle olmaya devam edebilsen, Rabbin
senin ayağını dünyaya bastırmaya kıyamaz. Şunu hatırından çıkarma ki Cenab-ı Hakk’ın gizlediği ‘İsm-i Azam’ senin içindedir. Bul onu çıkar. Göreyim seni. Bu Rabbimin
taahhüdüdür. İsmi A’zam senin içinde olur da hiç Rabbim
seni incitir mi? Senin burnunu bile kanatmayacağı gibi...
‘Ya Sâriye! İle-l Cebel!’ dediğinde 1500 km mesafeden sesini
duyurur. İşte meydan!”
“İnsanlarla iyi geçinmek istiyorsan kimseyi tenkit etme!
Fakir zengini, zengin fakiri tenkit etmeye kalkmasın. Halkın
sevdiğini halka şikâyet etmeyin. (Halkı kandıranların halka
anlatılması ise ibadettir). Kimsenin işine, gücüne karışma!
Dedikodu yerlerinde bulunma! Kardeşlerinizi sık sık ziyaret
ederek ‘acaba hangi hizmetinde bulunabilirim, hangi işine
yarayabilirim’ düşüncesini sakın terk etmeyin. Bu düşünce,
sizin muhabbetinizi artıracaktır”
Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretlerinin, 1980’deki
son haclarında Mekke-i Mükerreme’de bir ‘veda hitabeti’
niteliği taşıyan şu konuşması çok manidardır:
“Buralarda bin sevap işleniyor. Bir taraftan da bin günah işleniyor. Hâlbuki bir anlık cihad kırk hacdan efdaldir.
25
Cennet Yolları
26
Bir anlık nefis ile mücahede (büyük cihad) ise seksen nafile
hacdan efdâldır. Büyük cihad ise ancak halvetlerle olur. ‘Allah’ demekten daha büyük ibadet mi olur? Halvette her nefeste ‘Allah’ deme alışkanlığı edinirsin. Halvet cami, mescid
gibi yerlerde olduğu gibi evde de olur. Buralara gelmek yerine
yılda üç defa, yani Ramazanın son on gününde, Zilhicce’nin
arife günü dâhil on gününde, Muharrem’in ilk on gününde
halvet usullerine uygun olarak bir yerde geçirmenizi, orada
ne yapacağınızı da Gümüşhaneli Ahmed Ziyâüddin Efendi
Hazretleri’nin (ra) eserlerini okuyarak öğrenmenizi tavsiye
ediyorum. Bir daha toplu olarak buralara gelemeyiz. Toplu
olarak da bulunacağımızı zannetmiyorum. Ne dervişlikte ne
imamlıkta, ne şeyhlikte iş yok, iş Allah (CC)’ın rızasını kazanabilmekte, iş Allah (CC)’ın sevgili kulu olabilmekte. Allah (CC)’ın rızası ise devamlı günahlardan kaçarak ve ibadetlerle öğrenilir. Çok bilmek hüner değil. Her ilmin üstünde
ilim vardır. Çok paranın da hesabı çoktur. Kuvvete sahip olmak da hüner değil, hüner o kuvveti, o ilmi, o parayı Allah
(CC)’ın emrinde kullanabilmektedir.
İlim, edeb ve takvayı beraber yürütün. Gönlünüze şeytanı sokmamaya çalışın, çıkarması çok zordur. Gümüşhanevi
(ks) Hazretleri, günahları ihtiva eden kitaplarını -Necatü’l
Gâfilîn’i- her salike 1000 defa okuturlardı. Siz de okuyun.
Buralara farz hac için veya başka maksatla gelinecekse, ceplerinizi iyice doldurarak gelin. Sakın kimseye sığınmayın.
Onun bunun yardımı ile hac etmeye kalkmayın. Yerlerde sürünür gibi hac yapmayın. İbadetiniz bitince de hemen memleketinize dönün.”
Mehmed Zahid Kotku
Evrad-ı Şerif’in İnşası
Aziz Kardeşlerim!
Bu güne kadar pek çok dua kitapları yayınlanmıştır.
Abdûlkadîr Geylâni, Ahmed Rufâi, Hasan-ı Şazeli, Muhammed Bahaüddin Nakşibendî Hazretleri gibi daha nice büyüklerin tertip ettikleri günlük, haftalık evrâd kitapları inceden
inceye tetkik edilerek şu an evlerde, mescitlerde takip edilmekte
olan ‘evrad-ı şerîf’ meydana gelmiştir. Bu tarzdaki yedi günlük
evrâdı bir daha meydana getirmek imkânsızdır. Bu Kur’an evradına ilaveten; Buhari, Tirmizi, Cami’us-sagir, Ramuz ve diğer hadis kitaplarındaki Peygamber Efendimiz (sav)’in mübarek
dudaklarından dile gelmiş zikir ve dualarla üstad-ı muhteremimiz Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi (ks)’nin tertip ve bizlere
emanet ettikleri iki binden fazla sayfalık üç kitaptan seçme dua
ve zikirler alınmıştır. Dikkat etmelisin ki senin oradan buradan
duyarak biçimlendirdiğin dualar bunların yerini tutmaz. Sen
bu evraddaki duaları usulüne uyarak oku. Cenab-ı Hak muhtaç olduğun ve olacağın her şeyi bilir. Onları dilediği zaman
sana ihsan eder. Her kim ki bu evradı salih bir niyetle, ihlâsla
okusa, Allah (CC)’ın izni ile muradına kavuşur. Bu evrad-ı şerifi günü gününe ve Allah (CC)’dan ümidini kesmeden sürekli
olarak okumaya devam etmelisin. Niyetinin halis ve saf olmasına dikkat et. Allah (CC), canı gönülden okuyacağınız evrad-ı
şerifin feyiz ve bereketini sizden ve bizden eksik etmesin.
Bu evrad-ı şerif ile beraber; Allah (CC) bizlere müslüman
olarak yaşamayı, müslüman olarak ölmeyi sonsuza kadar cennette sâdât efendilerimiz ile beraber kalmayı nasib etsin.
Mehmed Zahid Kotku (ks)
27
Cennet Yolları
28
Üstadımız Mehmed Zahid Efendi (ks) Hazretleri, tertib
ettiği bu muazzam eser olan ‘Evrad-ı Şerif’ ile bir kimsenin
ilaveten hangi namazları kılacağını, namazlardan sonra hangi
sureleri okuyacağını, hangi zikirleri yapacağını, rabıta çeşitlerini anlatmıştır. Kendisi, kimsenin bir kelime dahi ekleyemeyeceği zarafette, sanki ‘Halidiyye’ ye merbut yepyeni bir
‘Zahidiyye’ nin karkasını teşkil edercesine, efradını cami, ağyarını mani olan bu ‘Evrad-ı Şerif’ i inşa etmişlerdi.
Mehmed Zahid Kotku
Mehmed Zahid Kotku (ks) Hazretlerinin
Altın Silsile-i Şerifleri
Silsile-i Zeheb
1. Başımızın tacı, gönüllerimizin tabibi, dünya ve ahiret şefaatçimiz, hidayetimizin, gözlerimizin ve letâifimizin nuru,
yaratılmışların en üstünü:
Seyyid-i Kainat Hz. Muhammed Mustafa (sas)
Sıddıkiyye
2. Peygamber Efendimiz (sav)’in en sadık ve mağara arkadaşı, ashabın en üstünü, Sıddıkıyye’nin kurucusu:
Hz. Ebubekir Sıddık (ra)
3. Peygamber Efendimiz (sav)’in kendi ailesine severek dâhil
ettiği:
Hz. Selman el-Farisi (ra)
4. İmamların imamı:
Hz. Kasım İbn-i Muhammed (ra)
5. İmamların rehberi:
Hz. Cafer-i Sadık (ra)
Tayfuriyye
6. Kutupların kutbu:
Hz. Beyazid el-Bestami (ks)
7. Evliyalar kutbu:
Hz. Ebu’l-Haseni’l-Harakani (ks)
Haceganiyye
8. Kutupların kutbu:
Hz. Ebû Ali el-Faremedi (ks)
29
Cennet Yolları
30
9. Kutupların kutbu:
Hz. Yusuf el-Hemedani (ks)
10. Kutupların kutbu:
Hz. Abdülhalık el-Gûcdüvani (ks)
11. Evliyanın kutbu:
Hz. Arif er-Rivgeri (ks)
12. Evliyanın kutbu:
Hz. Mahmud İncir el-Fağnevi (ks)
13. Evliyanın kutbu:
Hz. Ali Ramiteni (ks)
14. Evliyanın kutbu:
Hz. Muhammed Baba es-Semmasi (ks)
15. Evliyanın kutbu:
Hz. Emir Külâl (ks)
Nakşibendiyye
16. İmamların imamı, kutupların kutbu, Silsile-i Zeheb’in
sürekli düzenleyicisi, Abdülhalık el-Gûcdüvani’nin
kabri şeriflerinden tarikatın bütün boyutlarını ve özellikle ‘hâfî’ zikrinin inceliklerini tahsil eden, sürekli feyiz ve nur kaynağı
Hz. Şah-ı Nakşbend Muhammed Bahaüddin Üveysi
el-Buhari (ks)
17. Nakşibend Hazretleri’nin damadı şerifi ve evliyanın
kutbu
Hz. Alâeddin Attâr (ks)
18. Evliyanın kutbu:
Hz. Yakub el-Çerhi (ks)
Mehmed Zahid Kotku
19. Evliyanın kutbu:
Hz. Ubeydullah Ahrâr (ks)
20. Evliyanın kutbu:
Hz. Muhammed Zahid (ks)
21. Evliyanın kutbu:
Hz. Muhammed Derviş (ks)
22. Evliyanın kutbu:
Hz. Hacegi el-Emkenegi (ks)
23. Evliyanın kutbu:
Hz. Muhammed Baki (ks)
Müceddidiyye
24. İkinci bin yıl yenileyicisi, evliyanın kutbu, tarikatı şeriattan her boyutu ile ayırmadan; yeniden ırk, dil, coğrafi
tüm farklılıkları İslam’a endeksleyerek projelendiren:
Hz. İmam Rabbani Müceddid-i Elf-i Sani Ahmed Faruk es-Serhendi (ks)
25. İmam-ı Rabbani’ nin oğlu, evliyanın kutbu, urvetü’lvüska:
Hz. Muhammed Masum (ks)
26. Evliyanın kutbu:
Hz. Şeyh Seyfüddin (ks)
27. Evliyanın kutbu:
Hz. Seyyid Nur Muhammed el-Bedvâni (ks)
28. Evliyanın kutbu:
Hz. Şemsüddin Cân-ı Cânân Mazhar (ks)
29. Evliyanın kutbu:
Hz. Şeyh Abdullah ed-Dehlevi (ks)
31
Cennet Yolları
32
Halidiyye
30. Evliyanın kutbu, açık ve gizli ilimlerde iki kanat sahibi,
efendimiz, rabıta şeyhimiz, hâfî zikirlerin tümünü yeniden tanzim eden:
Hz. Mevlânâ Ziyâüddin Halid el-Bağdadi (ks)
31. Mevlânâ Ziyâüddin Halid el-Bağdadi’nin özel olarak yetiştirdiği, tarikatların efendisi, kutupların kutbu:
Hz. Ahmed İbn-i Süleyman Halid Hasen eş-Şami (ks)
Ziyaiyye
32. Evliyanın ve ariflerin kutbu, yardımcısı ve ellerinden
tutanı, kendisine ulaşanların, kendisinden ne zaman
olursa olsun yardım bekleyenlerin rehberi, yol göstericisi, Rahmân’ın ahlâkı ile teçhiz edilmiş, Kur’an’ın terbiye ettiği, Rasulullah’ın sünnetini ve yolunu yaşayan ve
gösteren, ilim ve irfan kaynağı her türlü olgunluğa, kemalin zirvesine yerleştirilmiş ve genellikle ‘Büyük Şeyh
Efendi’ diye anılan:
Hz. Ahmed Ziyâeddin el-Gümüşhanevi (ks)
33. Büyük Şeyh Efendiden (ks) özel olarak rehberlik eğitimi
ile teçhiz edilmiş, Silsile-i Zeheb’de Allah (CC)’a dayanmanın, yönelmenin istikametinden zerre miktar sapmayan, tüm evliyanın, ariflerin, âlimlerin kutbu olmasını
bilen:
Hz. Hasan Hilmi el-Kastamoni (ks)
34. Büyük Şeyh Efendiden (ks) özel olarak rehberlik eğitimi
ile teçhiz edilmiş, evliya ve ariflerin kutbu, gizli ve açık
ilimlerin iki kanadı:
Hz. İsmail Necati ez-Zağferanboli (ks)
Mehmed Zahid Kotku
35. Büyük şeyh Efendiden (ks) özel olarak rehberlik eğitimi ile
teçhiz edilmiş, evliyanın, ariflerin, âlimlerden tarikata muhabbet besleyenlerin kutbu, arif yetiştirmekte Büyük Şeyh
Efendiye en yakın hizmetkâr, Kur’an, Hadis hafızı:
Hz. Ömer Ziyâüddin ed-Dağıstani (ks)
36. Büyük şeyh Efendiden özel olarak rehberlik eğitimi ile
teçhiz edilmiş bulunan, evliyanın, ariflerin, kemali olanların ve silsileye muhabbet besleyenlerin kutbu:
Hz. Mustafa Feyzi İbn-i Emrullah et-Tekfurdaği (ks)
37. Mustafa Feyzi Hazretleri’nden çok özel eğitimle feyiz yollarını öğrenen, kutubların, ariflerin kutbu:
Hz. Hasib es-Serezi (ks)
(Vefatı: 15/05/1949)
38. Mustafa Feyzi Hazretleri’nden çok özel eğitim gören kutupların, ariflerin, kemal sahiplerinin kutbu ve yol göstericisi
Hz. Abdülaziz el-Kazani (ks)
(Vefatı: 02/11/1952)
Zahidiyye
39. Mustafa Feyzi Hazretleri tarafından çok özel bir eğitimle
yetiştirilmiş olan, Kur’an ve Hadis hafızı olmakla beraber, Seyyidliğini gizleyebilen, kutubların, ariflerin, hocaların, kemâl sahiplerinin kutbu, silsileye muhabbet besleyenlerin yol göstericisi, zikri ve rabıtaları ve hatta Hatmi
Hace’yi çok basitleştirerek tasavvufta ilerlemek isteyenlerin ayırt etmeden elinden tutanı, yardıma ihtiyacı olana
Allah (CC)’a borç verir gibi koşanı
Hz. Mehmed Zahid İbn-i İbrahim el-Bursevi (ks)
(Vefatı: 13/11/1980)
33
Cennet Yolları
34
Silsile-i Zeheb’de bulunanların bariz vasıfları nasıldı?
Onlar Allah ve Rasulüne ve silsiledeki büyüklerine saygılı, anlayışı yüksek, kavrayışı eşsiz kimselerdi. Kalplerinden
dünya sevgisi çıktıktan sonra, Letâiflerindeki tüm kirlilikler
tevfik nurlarının süpürgesi ile temizlenmişti. Onlar; müridlikten, arifliğe, ebrarlığa, zâhidliğe, sahib-i ahvâle çok süratle
gelmiş kimselerdi. Onlar erbain fırınlarında, istiğfar ateşinde
tevfik alevi ile hidayet sıcaklığında sırat-ı müstakim mayasıyla
pişirilmiş kimselerdi. Onlar yal dervişini, kal dervişini kollarının arasında muhabbet ateşinde pişirip hâl dervişine döndürmek için çalışır Allah dostları ile.
Ebûbekir (ra) buyurdular ki:
− Ölümü her an hatırlayalım.
− Allah ve Rasulünün sakınılmasını emrettiklerine yaklaşmayalım.
− Dünyada, nefislerimizi Rabbimizin rehin aldığı şuuru içinde olalım.
− Ecellerimiz gelmeden, dünyada ahiret için yarışalım.
Selman (ra) buyurdular ki:
Selman (ra)’ın son nefesine yakın bir halde ellerini yüzüne kapayıp hıçkırıklar içinde ağlarken Sâd bin Ebi Vakkas
(ra) ziyaretine gelmiş ve niçin bu kadar ağlıyorsun? demişti.
Selman (ra) da:
− Rasulullah’ın huzuruna giderken nasıl ağlamayayım.
Vasiyetini tutamamış bir ümmet olarak utanıyorum.
O Rasul bana buyurmuştu ki: “Sizin dünyadaki
azığınız, binek bir hayvanın üstünde yolculuk etmekte olanın yanındaki azığı kadar olmalıdır”
Ben ağlamayayım da kim ağlasın be kardeşim diye
cevap verdiler.
Mehmed Zahid Kotku
Cafer-i Sadık (ra) buyurdular ki:
− Yaratılmayanın peşine düşüp de harap olmayalım.
Onun peşine düşersen yorulursun fakat gene de ona
kavuşamazsın.
− Ya Şeyh, Rabbimizin yaratmadığı nedir?
− Dünyada müslüman için rahatlıktır.
Gel şu yaratılmayan rahatlığın peşine takılmayalım.
Abdulhalık el-Gûcdüvani (ra) buyurdular ki:
− İnsanların hor görmesini, rağbet ve teveccühüne tercih edelim.
− Dünyaya aldanmayıp, ölüme hazırlıklı olalım.
− Ahiret ilmini dünya bilimine, ahireti tümü ile dünyaya tercih edelim.
− Allah’ın rızka kefil olduğunu hiç hatırdan çıkarmayalım.
− Çok gülerek kalbi öldürmeyelim.
− Allah’tan gayri hiçbir şeyden ve kimseden korkmayalım.
Şahı Nakşibend (ra) buyurdular ki:
− Dünyanın şöhretinden, izzetinden ilişiğimizi keselim.
− Halkın itibarından ve vereceği mertebelerden vazgeçelim.
− Başkalarının müptelâ olduğu dünyalığın bizden uzaklaşmasından dolayı Rabbimize şükrü artıralım.
− Bize verilmeyeceğini bildiğimiz bir şeye karşı hür olduğumuzu, verilmesini çok istediğimiz şeyin ise kölesi olduğumuzu hiç hatırımızdan çıkarmayalım.
− Bu yolda vücud perdesinden daha büyük ve daha
güçlü perde olmadığını düşünelim.
35
Cennet Yolları
36
−
−
−
−
Kendi can ve cismimize karşı muhabbeti silelim.
Dünyayı ebedî hayatın saadetine vesile kılmak, ahiretin tarlası haline getirmek suretiyle yaşanmaya değer ömür geçirmek mümkündür.
Amellerimizde sürekli azîmeti seçelim.
Farz ve sünnetlere, nafilelere bütün gücümüzle sarılalım.
İmamı Rabbânî (ra) buyurdular ki:
− Allah’a karşı yalvarıcı, kalbi kırık ve O’na her an sığınıcı olalım.
− Nefsimize büyüklük ve üstünlük pâyesi vermeyelim.
− Dünya sevgisi bütün hataların başıdır. Dünya adamlarından, onlarla sohbetten uzak duralım.
− Gıybetten, kötü zandan, kendi nefsine başkasının
kötü zan beslemesinden olabildiğince uzak duralım.
− Günah ve mekruhlardan göze gelen simsiyah şualar
seninle Rabbinin arasını açar. O halde gözü haram
ve mekruhların her türlüsünden koruyunuz.
− Dünyayı ebedî hayatın saadetine vesile kılmak, ahiretin tarlası haline getirmek suretiyle yaşanmaya değer yapıya kavuşturmak mümkündür.
Mevlâna Halid (ra) buyurdular ki:
− Dünyada ömür sürerken ölümü, ahiret hallerini ve
bunların gerçek sahibini hep hatırda tutalım.
− Allah’ın hoşnut olduğu evliyanın kalplerinde yer
edenler büyük devlete konmuştur.
− Bedeni beslemeye çalışandan, makam ve mevki sahibi olmak isteyenden, bidat sahiplerinden, gösterişe
kapılanlardan mümkün mertebe uzakta bulunalım.
Mehmed Zahid Kotku
−
−
Fıkıh ve ilm-i sahih ile sürekli ilgilenelim.
Başkasına hiçbir şekilde yük olmayalım.
Gümüşhaneli Ahmed Ziyaeddin (ra) buyurdular ki:
− İhlâs ile islâh etmek dünya sevgisinin terkine bağlıdır.
− İsraftan ve israf edenlerden uzak duralım.
− Yüksek ve görkemli binalara, insanların özendiği bineklere, aşırı her türlü ziynete itibar etmeyiniz.
− Diyarı küffara ait kefere sözlere, kaplara, giyim kuşama, yiyeceklere, ev eşyalarına özenmeyelim.
− Âlim ve ebeveynden gayrisinin elini öpmeyelim. Kimseye boyun eğmeyelim. İhtiyacımızı kimseden talep
etmeyelim.
Mehmed Zahid (ks) buyurdular ki:
− İdarecilikte şu üç hususa dikkat edelim:
• Daima adaletle muamele ediniz.
• Müşavirleri Allah’a itaat edenlerin arasından seçiniz.
• Emaneti, Allah ve Rasulüne itaat edenler arasından
ehillerine veriniz.
− Allah’a kulluktan alıkoyan her şey dünyadır.
− Dünyayı sevmek demek, zevk ve sefa âlemlerine dalarak müptelâ olmak demektir.
− Büyüklerimiz dünyada süs, saltanat, her türlü ziynet
eşyalarının hiçbirine iltifat etmemişlerdir.
− Dünyanın aldatıcı cazibelerine kapılıp da güzel amellerden, ibadet ve taatten mahrum bir şekilde yaşamaktan şu aciz canımızı korumalıyız.
− Dünyada evliya gibi yaşamak istiyorsan:
37
Cennet Yolları
38
−
−
−
• Merhamet sahibi olmalısın.
• Selâmet-i sadır sahibi olmalısın.
• Sehaveti- nefis sahibi olmalısın.
Def-i mefâsid, celb-i menâfiden evlâdır.
Bir kimsenin mülkünde O’nun izni olmaksızın tasarruf etmek caiz olmadığına göre ve “mülk Allah’ındır”
diyorsak, O’nun mülkünde O’na isyan ederek, O’na
itaat etmeyerek yaşamak hiç mi hiç caiz değildir.
Silsile-i Zeheb’dekiler;
• Rabıta çeşitleri
• Gizli zikir çeşitleri
• İlmî sohbetler ve irşadlar
• İlmî risaleler, ilmi kitaplar ve evrâd ile çalışmalarını sürdürdüler.
Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, Hocamız Mehmed
Efendi (ks) Hazretleri’nin derecâtını ulyâ eyleyip, biz aciz-ü
nâcizleri de füyûzat ve şefaatından feyizyab-u nasibdâr buyursun...
Âmin, bihürmeti Seyyidil-Mürselîn ve alihî ve sahbihî ve
men tebiahüm biihsânin ilâ yevmid-dîn, vel-hamdü lillâhi
rabbil-àlemîn.
MUKADDİME
Cenâb-ı Hakk cümlemizi fadl u keremiyle ve lutf u
ınâyetiyle cennetlik kullarından eylesin. Âmin. Bu da ancak
ve ancak Hakk Sübhânehü ve Teâlâ’nın Mü’min, müvahhid,
Müslüman kullarına bir bahşişidir. Bizler Allah (c.c.)’a şükür,
iman ve İslam’la müşerref isek de nefsin, şehvetin, şeytanın,
münafıkların ve kâfirlerin elinden kurtulup da, o canım cenneti kazanmak mümkün olamaz. Olsa olsa Cenâb-ı Hakk’ın
lutf ve ihsanıyla olur. Bizler her ne kadar günahkâr da olsak,
imanımız da her ne kadar zayıf da olsa Ebû Zerr (R.A.) hazretlerinin rivayet etmiş olduğu tebşîrat-ı Peygamberîde bildirildiği gibi, şirk koşmayan kimselerin cennete –velev ki
bir müddet cehennemi gördükten sonra da olsa- yine cennete gireceği, Müslim hadisi ile beyan buyrulmuş olmakla,
Cenab-ı Hakk’dan hiçbir vechile ümîdimizi kesmemekteyiz.
Yine inşallah bu ümidlerimizle de, kendi istihkakımız olarak değil de, Hakk Sübhanehü ve Teâlâ’nın lütfu olarak cenneti ümid ederiz.
ƈ ƈ
ƈ
ƈ
ĪƇ ƈôÓíƆ ĤŽ Ò Ģij
Ƈ ĝƇ ĻƆ ĘƆ çƇ Ýƈ ęƆ øÓ
Ɔ ÖƆ ĵÜÒſ
Ž ĘƆ ÙĩƆ Ļſ ĝĤŽ Ò ĦƆ ijŽ ĺƆ Ùĭƪ åƆ ĤŽ Ò ÔÓ
çƆ ÝƆ ĘŽ ÒƆ Ɔź ĪŽ ÒƆ Ú
Ƈ ĜƇ ÓƆ ĘƆ ÛƆ ĬŽ ÒƆ īŽ ĨƆ
Ƈ ĝƇ ĻƆ ĘƆ ïƄ ĩƪ éƆ ĨƇ Ģij
Ƈ óŽ Ĩƈ ƇÒ ğƈƆ Ö Ģij
ğƆ ĥƆ ×ĜƆ ïƅ èƆ Ɔźƈ
Ž
Lügatler:
Eti: İleride, istikbalde gelmek, y; mütekellim zamiri olup,
yâni âhirette ben gelirim, bab; kapı demektir
el-cenne: Ma’lûm olan âhiretteki Müminler için hazırlanmış
olan mükâfat evi ki; öyle güzel yeri ne gözler görmüştür,
ne de kulaklar işitmiştir, ne de insanların hatırlarına gelebilmiştir. O kadar müstesna güzellikleri havi olan cennet kapısına gelirim.
Yevm: Gün. Kıyamette ve âhirette görülecek olan hesap günü.
“ f ” takip edatıdır.
İstefteha: İstif’âl babından. Aslı fetihtir. Talep mânâsı mevcuttur. Yâni; kapının açılmasını talep ederim. İkinci f de
manasız olup, feyekûlu kâle fiilinin fi’l-i muzaridir. Hazin; Cennet bekçisinin ismidir. O da der ki:
Men ente: Sen kimsin?
Feekûlü: Ben de derim ki, Muhammed (s.a.v.), Ben ahir zaman Peygamberi Muhammed (Aleyhisselâm).
Cennet Yolları
42
O zaman melek der ki:
Ben de senden evvel kimseye açmamak üzere emrolunmuştum.
Ma’lûmdur ki; Peygamberimiz (S.A.V.) âhir zaman Peygamberidir. Peygamberlerin sonuncusudur. Halbûki ilk halk
olunan ruh da, Peygamber (S.A.V.)’in ruhudur. Hikmet-i
ilâhiye iktizâsı peygamberlerin evveli Âdem (Aleyhisselâm)’dır.
Ebu’l-beşer tesmiye olunmuştur. Bütün insanların babası mesabesindedir. Bütün insanlar da O’ndan türemiştir. Havva validemizle Arafat’ta buluşmuşlar ve Kâbe-i Muazzama’yı, melekler inşâ ettikten sonra ve yine melekler vâsıtası ile yerlerini
tespit edip, ilk inşâ eden Âdem (Aleyhisselâm)’dır.
İkinci Ebu’l-beşer Nûh (Aleyhisselâm)’dır. Tufandan sonra
ikinci hayat Nûh (Aleyhisselâm)’dan sonra başlamıştır. İbrahim (Aleyhisselâm)’ı da bütün dindarlar, O’nu peygamberlerin dedesi olarak tanımışlardır. Kendi kendini seksen yaşında
iken ilk sünnet eden İbrahim (Aleyhisselâm)’dır. Putları kırıp
Allahü Teâlâ’yı tanıtan ve Nemrut tarafından ateşe atıldığı
halde yanmayan ve bu vesile ile de bir anda Allahü Teâlâ’yı
halka tanıtıp, Nemrut’un yanlış yolundan kurtarandır. Nemrut, İbrahim (Aleyhisselâm)’ın ateşte yanmadığını görünce:
“Senin Allah (c.c.)’ına yüzlerce kurban keseceğim” deyince; İbrahim (Aleyhisselâm) da: “Binlerce kurban kessen, iman olmadıkça Allahü Teâlâ bunların hiç birisini kabul etmez” demişti.
En evvel imanı iyi öğrenmeli, Allahü Teâlâ’ya Müslümanların inandıkları gibi inanmadıkça hiçbir hayır ve ameli kabul olunmaz. Onun için en evvel imanı iyi öğrenip Allahü
Teâlânın varlığını, birliğini bütün esması ile birlikte sıfat-ı zatiye ve sübûtiyesine tam bir ihlâs ile iman ettikten sonra, emir
Mehmed Zahid Kotku
buyurduklarını yapmağa çalışmak ve yapma dedikleri yasak
ve günah ve haram olan her şeyden son derece sakınmakla
iman tekemmül eder. İnsan da beşeriyete yararlı ve vaat olunan cennete de namzet olur. İşte o cennet ki, oraya ilk giren
Peygamber bizim Peygamberimiz (S.A.V.) olacağı gibi, ilk giren ümmet de yine Peygamberimizin (S.A.V.) ümmeti olan
Müslüman ve Müminler olacaktır. Mûsâ (A.S.) Tevrat’ın sahibi, İsâ (A.S.) İncil’in sahibi. Mûsâ (A.S.) akan suları Allahü
Teâlâ’nın izniyle durdurup sudan hâli olan yerden ordusu ile
geçmiş, Fir’avun da o suda ordusu ile boğulup helak olmuştur. İsâ (A.S.) ise; ölüleri dirilten bir peygamber olduğu halde,
cennete ilk girmek şeref ve devleti yine son Peygamber Muhammed Mustafa (S.A.V.)’e nasip olacaktır. İşte biz bu ahir
zaman peygamberi (s.a.v.)’nin ümmetiyiz. O’nun yolunda
ve izindeyiz. Dünya ve âhiretin bütün saadet ve selâmetleri
de, bu Peygamber-i ahir zamana iman ile beraber olacaktır.
O’nun yolunda canını, başını, varını, yoğunu O’na feda ederek “Fedake ebî ve ümmî ya Resülâllah” diyebilmektir. Yani;
“Anam babam sana feda olsun”. Cenab-ı Feyyaz-ı mutlak
Hazretleri, Cümle ümmet-i Muhammedi Cenâb-ı Peygamber (s.av.)’in getirdiği (inzal olunan) Kur’an-ı Kerim’in yolundan ve Peygamber(s.a.v.)’in de sünnetinden, yani, yolundan
ayırmasın, âmin. Bi hürmeti seyyidil mürselin salevatullahi ve
selâmuhu aleyhi ve aleyhim ecmain.
O cennet ki; Kur’an-ı Azimüşşan’ın hemen her suresinde
ayrı ayrı vasıfları ile nimetlerinin daimi olması ile ve hem de
her istenilen ve hatta gönülden geçirilen her şeyin hemen ve
dakikasında ve hatta saniyesinden daha az zamanda yanında
bulunduğu gibi, her keder, hüzün ve gamdan azade bütün
rahatsızlıklardan azade ve emin olunduğu Cennetin en gü-
43
Cennet Yolları
44
zel hurileri ile ki, insanı katiyen rahatsız edip incitmezler ve
kızları daima baki olup kocamazlar, erkekler de kezalik kocamaz ve ihtiyarlamaz ve yorulmaz ve takatsizlik gibi hiçbir
şey olmaz. Cennet hakkında şu yazdığım ayetlerin tefsirini
de sen bir zahmet Türkçe tefsirlerden oku ve bunlarla mest
ol. Fakat dünyadaki cennetlere girmeyen zavallıların hâli ne
olacak, bilemem.
Bursalı İsmail Hakkı Hazretleri der ki: “Cennet ikidir.
Birisi dünyada, birisi de âhirettedir. Dünyadaki cennet irfan
meclisleridir. Bu irfan meclislerinden nasip alamayan zavallılar, acaba âhirette hangi cennete gireceklerdir? “Dünyada cennet bahçelerine uğradığınız vakit, onun meyvelerinden
istifâde edin”, fermanına karşı: “O cennet bahçesi neresidir ve
nerededir?” demişler. Cevaben; “Cennet bahçelerinin zikir
meclisleri” olduğu bildirilmiştir. Binaenaleyh gizli ve aşikâr
rast geldiğimiz yerde, hemen bizler de iştirak edip onlara iltihak edelim. Zikir meclisleri Kur’an okumak veya dinlemek
ve vaaz u nasihat dinlemek ve söylemek, tesbih çekmek ve
tevhid çekmek, Allah (c.c.) demek, tefekkür etmek, derslere
çalışmak, hatta âlet kitaplarını (arapça öğreten kitaplar) okumak ki; Kur’an ve hadislerin manaları ancak böyle anlaşılır.
Hadis-i şeriflerin mütalâası, hepsi zikir meclisi demektir.
Hemen, Allahü Teâlâ cümlemizi, dünya ve ahirette menfaat veren ilimler ve kendisinden havf ve haşyette olanların
ilminden ve gönüllerimize mârifetullah tohumlarını ekmek
suretiyle kendisini lâyık-ı veçhile bilmek ve ona göre hareket
edebilmek şeref ve devletine nail buyursun, âmin.
Eğer Kur’an-ı Azimüşşan’ı okuyabiliyorsanız, oradaki
Cennet ayetlerinin manalarına bakınız. Yüzlerce ayet-i kerime cenneti ne güzel anlatmaktadır. Akıl ve fikrin bilme-
Mehmed Zahid Kotku
diği en güzel vasıflar ve nimetler hep bu insana Müslümanlık nimetinin mükâfatı olarak hazırlanmış, saadet ve selâmet
evindedir. Amma dünyadaki gibi değil; dertsiz meşakkatsiz,
gam ve kederden hâli çalışma, yorulma, para kazanamamak,
ev kirası, borç, düşünce, yeis, hüzün hiç birisi yok. Bunların
yerine her gün, hatta her saat, hatta her dakika ayrı bir zevk,
ayrı bir neşe, ayrı bir sürür, gayet de güzel ve pek nadide, her
zaman kızlıkları baki, insan baktıkça hayran olduğu cennet
hurileri, kendilerine doyum olmayan o bakire kızlar istediğiniz kadar her zaman emirlerinize amade; üzmezler, kırmazlar,
söz dinlememek yapmazlar. Eğer bir evlât isterseniz hemen
saatinde evlât olur ve hemen büyür, kucağınıza atılır. Aziz
kardeş, sen cenneti ne sanıyorsun, bak, orada cennet ehlinin en ufak bir derecesine nail olabilen kimseye tam 80.000
hizmetkâr, verilecek. Ayrıca 72 cennet hatunları, hurileri verilecek. Evleri öyle bizim evler gibi taştan, topraktan, çimentodan, demirden değil. İncilerin en güzelleri, zeberced denilen çok pahalı ve kıymetli taşlardan ve bir de yakut denilen
o kıymetli cevahirden yapılmış, o yakutun bir parçası, bizim
Dolmabahçe’sindeki müzede pek müstesna bir yerde ve polislerin nezareti altında camekânlar içerisinde gösterilmektedir. İşte o kıymetli cevahirden yapılan cennet evleri bizler için
hazırlanmış olmakla, orada asıl olan Cemal-i İlâhiye’nin müşahede olunacağı bir mekân-ı mahsus olup ziyafet-i ilahiyeler de burada olacaktır. Cennetin cennetliği paha biçilmez bir
durumdadır. Cenab-ı Hak cümlemizi fazl u keremiyle ve lütf
ü inâyetiyle cennetlik kullarından eylesin, âmin.
Bu da ancak ve ancak Hakk (Sübhanehu ve Teâlâ)’nın
Mümin, muvahhit, Müslüman kullarına bir bahşişidir. Bizler - lehü’lhamd - iman ve İslâm’la müşerref isek de, nefsin,
45
Cennet Yolları
46
şehvetin, şeytânın, münafıkların, kâfirlerin elinden kurtulup
da, o canım cenneti kazanmak mümkün olamaz. Olsa olsa
Cenab-ı Hakk’ın lütuf ve ihsanıyla olur. Bizler her ne kadar günahkâr da olsak, yine her ne kadar imanımız da zayıf
ise, Ebûzer (r.a.) hazretlerinin rivayet etmiş olduğu tebşirât-ı
Peygamberîde, bildirildiği gibi şirk koşmayan kimselerin cennetime – velev ki bir müddet cehennemi gördükten sonra
da olsa – yine cennete gireceği, Müslim hadisi ile beyan buyrulmuş olmakla, Cenab-ı Hakk’tan hiç bir veçhile ümidimizi
kesmemekteyiz. Yine, inşallah bu ümitlerimizle de kendi istihkakımız olarak değil de Hak Sübhanehû ve Teâlâ’nın lutfu
olarak Cennat-ü Âliyat’ını ve hem de Cennet-i Firdevs’i ümit
ederiz. Cennet denilince, görmediğimiz, bilmediğimiz bir şeyi
tarif etmek elbette kolay bir şey değildir.
Şimdi iyi oku, bak, cennette bir memba’ vardır. Başı birdir. Fakat dört kola ayrılır. Her birisinin tadı, kokusu, lezzeti ayrıdır. Bu nasıl olur dersen, ben derim ki, işte Cennet
böyle olur. Hakk’ın kudretinin tecellisine akıl erdirmek hiç
mümkün olur mu?
Bunun birisinin; tadına doyum olmaz, gayet saf, berrak,
tertemiz hiç mikrobu olmayan pek güzel bir su.
İkincisi de; en güzel kardan ak, katıksız yağlı bir süt deresi. Şarıl şarıl akmakta. Herkesi mest etmekte. İçebildiğin
kadar iç, dokunmaz. Karnını şişirmez. Tadı damağından gitmez, tükenmez. Hem de üstelik bedava, parasız, istediğin soğukluktadır.
Üçüncüsü ise; insanları hiçbir zaman sarhoş etmez, akılları gitmez içtikçe içeceği gelir. Zevk üstüne zevk, neşe üstüne
neşe.
Mehmed Zahid Kotku
Dördüncüsü de; bal nehridir. Arısız, her içişte ayrı tat.
İçebildiğin kadar iç. Yiyebildiğin kadar ye. Her çeşit meyve
de önünde hazır. Koparır koparmaz orada bir yenisi daha biter. Her lokmada ayrı bir tat. İşte cennetin güzelliklerinden
birkaçı. Bunlar, cehennemin o ateşi, zakkumu, kaynar suları,
irinleri, mikropları, yılanları, çıyanları ile mukayese olunabilir
mi? Ehl-i cennet cenette daimi bir sürurda; ehl-i cehennem de
daimi bir azap ve işkencede.
Tevekkül
İbrahim (Aleyhisselâm)’ın ateşe atıldığı zaman son söylediği söz;
ƈ İÒ
ƈ ƈ
ƈ óÖÒƈ įƈƈ Ö ħĥƪ ġƆ ÜƆ ÓĨ óìƈ Òſ
Ʃ ĵƈƆ ×ùŽ èƆ ƈòÓĭĤÒ
ƪ ĵĘ ĵƆ ĝĤŽ ƇÒ īĻ
Ɔ è ħĻ
Ɔ Ƈ
ƇųÒ
Ɔ
Ƈ ƆŽ
ģĻ
Ƈ Ġƈ ijƆ ĤŽ Ò ħƆ đŽ Ĭƈ IJƆ
“Hasbiyallah ve ni’mel vekil” olmuştur. İbrahim (Aleyhisselâm)’ın menakıbı çok geniştir. Zamanındaki hükümdarın müneccimleri, bu sene bir çocuğun doğup, onun elinden saltanatını
alacağını söylemeleri üzerine, o hükümdar da erkeklerle kadınları
ayırmak suretiyle bu işin önüne geçileceği zannına zâhib olarak
kadınları kocalarından ayırıp birçok da muhafızlarla bunu önlemeğe çalışmış ise de; Hakk’ın kudretinin önüne geçmek mümkün
olamamış ve bir fırsat, babası annesiyle buluşarak, anne İbrahim
(Aleyhisselâm)’a hâmile kalmış; fakat gaddar hükümdar o sene doğan çocukların öldürülmesini emreder; amma yine Hakk’ın kudreti galebe ederek, İbrahim (Aleyhisselâm)’ın dünyaya teşrif etmiştir.
annesi O’nu gizlice uzakta bir mağaraya saklamış ve yine Allahü
Teâlâ’nın gizli lütufları ile İbrahim (Aleyhisselâm) orada büyümüş-
47
Cennet Yolları
48
tür. Ve nihayet halk arasına karışıp, onların kiliselerdeki ayinlerini
ve putlara ibadetlerini tenkide başlamış ve bir yortu veya panayır
gününde halk şehirden uzaklaşmış ve bu fırsattan istifade eden İbrahim (Aleyhisselâm) putları güzelce kırıp dökmüş, baltayı da büyük putun boynuna asmış. Halk akşamüstü evlerine döndükleri
zaman vak’aya vâkıf olmuşlar, bunun kimin yaptığını araştırmağa başlamışlar ve nihayet İbrahim (Aleyhisselâm)’ı yakalamışlar. Evvelâ İbrahim (Aleyhisselâm)’a;
— Bunu sen mi yaptın? Deyince; onları kendi kendileriyle
ilzam etmek için;
— Balta kimin boynunda ise ona sorun, demiş. Onlar da:
— Sen bilmez misin, onlar konuşamazlar. Ağaçtır, taştır,
şudur, budur, deyince:
— Öyle ise, sizlerde hiç akıl yok demek, böyle ellerinizle
yaptığınız heykellere, putlara tapıyorsunuz, demiş.
Çaresiz kalınca da zorbalığa başvurup; “Bunu ateşte yakalım da, bunun Allah (c.c.)’ı onu kurtarsın görelim” diye büyük
bir ateş yakıp bir de mancınık denen âlet vasıtasıyla ateşe atılmak istenildiği zaman birçok melekler Hz. İbrahim’in imdadına gelerek, Rüzgâr meleği;
— Emret ya İbrahim (Aleyhisselâm), bu ateşi dağıtayım
demiş, Yağmur Meleği;
— Emret ya İbrhaim (Aleyhisselâm), bulutları sevk edip bu
ateşi söndüreyim, demişler.
İbrahim (Aleyhisselâm) bunların hiç birisine iltifât etmeyip mancınıkla atılmış, havada giderken bir melek;
— Emrine amadeyim. Ne istersin? deyince;
— Allahü Teala benim durumumu bilmiyor mu?
Mehmed Zahid Kotku
— Evet, hiç şüphesiz biliyor, deyince;
— Öyleyse O bana kâfidir. Sizlere hiçbir ihtiyacım
yoktur ve O ne güzel bir vekildir. Kulunu elinde zayi etmez.
Demesiyle, ateş te, Hakk’ın emri ve izniyle gül-gülistanlık
olur, kâfir ve dinsiz hükümdar bu hali görünce yine imana
gelmemiş ama halk bir anda Müslüman oluvermiştir. Hikâyesi
uzundur. Tefsirlerde daha geniş malûmat vardır.
Binaenaleyh iman Cenab-ı Hakk’ın kullarından istediklerine hidayet buyurduğu bir nurdur. Allahü Teâlâ bizi de o
nur-u ilâhiyeyi yaşayıp o, nur-u iman ile âhirete göçen ve
Hakk’ın namütenahi nimetlerine mazhar olan sevgili ve razı
olduğu kullarından eylesin, âmin! Bihürmeti seyyidil mürselin,
salavatullahi ve selâmühü aleyhi ve aleyhim ecmain.
Bir de, Mekke kâfirleri Bedir gazasında aldıkları mağlubiyetin ahını çıkarmak için birçok kabileleri de kendilerine
yardımcı yaparak, Medine-i Münevvere’ye gelip Peygamberimiz (s.a.v.)’e karşı korkunç bir savaş hazırlığına başlıyorlar
5. kol faaliyeti dedikleri bazı bozguncular Müslümanlara bir
korku vermek için; “ne yapacaksınız bakalım; şöyle kesecekler,
böyle asacaklar” diye bir takım hezeyanlar savurmakta iken,
Müslümanların bunlara karşı cevabı da pek kısa ve veciz bir
şekilde; İbrahim (Aleyhisselâm)’ın dediği gibi “hasbünallah
ve nimel vekil” diye cevap vermişlerdir. Yani “Ne kadar kalabalık ve ne kadar kuvvetli olursa olsunlar, bize Allah (C.C.)
kâfidir ve O ne güzel bir vekildir”diye onları susturmuşlardır. Hakikaten o büyük orduları, hiçbir zafer elde edemeden
perişan bir şekilde defolup gitmişlerdir.
Sure-i Tevbe’nin sonundaki 129. ayette şöyle buyruluyor;
49
Cennet Yolları
50
“Ey Resulüm, eğer senden yüz çevirirlerse (yani sana iman
etmezler, emirlerini dinlemezlerse) de ki; “Bana Allah (c.c.) yeter. O’ndan başka ilâh yoktur, ben ancak O’na güvenirim ve
o Allah (c.c.) büyük arşın sahibidir.”
Evet, muhterem kardeşlerim, Mümin muvahhidin de her
zaman ve her yerde sözü bu olmalıdır. Ancak o büyüklerin
büyüğü olan Allah (c.c.)’a dayanmalıdır; “Esselâtü vesselâmü
aleyke ya Resulallah” bunun sözü kolaydır; fakat imanda tekemmül etmiş kimseler de bunu söyleyip Hakk’a dayanmaları pek de kolay bir şey değildir. İmanı kemâle ulaşınca, her
şey tabiî haline rücû eder. Cenabı Hakk bu kemale ulaşan
kullarından eylesin, âmin.
Hayâ ve İman
Adem (Aleyhisselâm)’dan itibaren bütün peygamberlerden bize
miras olan, hediye edilen söz;
ƈ ƈ ƫ Ħƈ ƆŻĠƆ īĨƈ öÓĭĤÒ ĞƆ òîƆÒ ÓĨ óìƈ Òſ
ÓĨƆ ďŽ ĭƆ ĀÓ
Ž Ƈ ƪ ƆŽ Ɔ Ƈ
Ž ĘƆ çƈ ÝƆ ùŽ ÜƆ ħŽ ĤƆ ÒðƆ Ò Øijƪ ×Ƈ ĭĤÒ
ÛƆ ÑŽ üƈ
“Hayâ’dan mahrum olduğun vakit, canının her istediği şeyi bilâ perva işlemekte senin için artık bir mahzur
yoktur.” Zira hayâ imanın icabıdır. Zaten hayâ ile iman bir
karın kardeşidir. İmanın olduğu yerde hayâ muhakkak vardır. İman yoksa hayâ yoktur. Hayâ da yoksa iman da yok
demektir. Bugün bu hâl ortada, apaçık kendini göstermektedir. İmansızların yaptıkları cinayetlere, felâketlere hepimiz
her gün şahit olmaktayız. Ehl-i imanında şimdiye kadar her
türlü felâket ve işkencelere karşı bir mukabelede bulunma-
Mehmed Zahid Kotku
mış olmaları, yine hepimizin gözleri önünde cereyan eden
hadiselerdendir. Ehl-i iman hem sabırlı, hem de devletine
karşı itaatlidir. Her ne kadar zarar da görse yine devletine karşı çıkmaz. Bu korkaklığından veya beceremediğinden değil; yalnız dine bağlılığı ve devletine ve milletine karşı saygılı olduğundandır. Hayâ hakkında daha geniş
izahlar yapılacaktır. Yalnız şunu bilmek gerektir ki; iman ile
hayâ birbirinden ayrılmayan bir bütündür; Yalnız adları ayrıdır. İman neredeyse hayâ da oradadır. Binaenaleyh hayânın
olmadığı yerde, iman da yok demektir. Bütün bunlarla birlikte iman ayrı bir şeydir. İman: Allahü Teâlâ’nın varlığına,
birliğine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, cennet ve cehenneme, hesap-mizan olduktan sonraki dirilmeğe
ve Hakk (Sübhanehu Teâlâ)’nın Sıfat-ı Zatîye ve Subûtîye’sine
inanıp iman etmekten ibaret ise de; hayâ da, imanın bir sıfatı
oluyor ve onsuz yaşaması mümkün olmuyor, demektir. Zatı
ayrı sıfatı da ayrı ise de; aynada kendini gören insan “Ben buyum” diyemez, “Bu da ben değilim” diyemez. Hâlbuki aynadaki resim başka, şahsın kendi de başkadır. “O ben değilim,
fakat o benim resmimdir, oraya aksetmiştir.” İşte iman da öyledir. Hayâ onun tam bir sıfatıdır. Ondan hiçbir vakit ayrı olamaz. Binaenaleyh ehl-i iman daima hayâlıdır. Çünkü imanın
efdali; kişinin Allahü Teâlâ’nın daima kendisi ile beraber olduğunu bilmesidir. Bu kemal hakikaten tahakkuk ettiği an,
o Mü’minde nur-u iman, nur-u irfan, nur-u muhabbet, havf
ve haşyet de tezahür eder. Artık Halik’ın daimi surette huzurunda bulunan Mümin muvahhidde hayâdan başka bir şey
görülemez. Artık o zat Hakk yolunda, malını da, canını da
feda etmekte hiçbir zaman tereddüt etmez. İşte hayâ, insanı
insan eden ve onu kemal-i insaniyete ulaştıran bir nimet, bir
51
Cennet Yolları
52
devlet, bir saadet kaynağıdır, işte bu iman ve hayâ devletinden mahrum olan genç erkek ve kadınlarımız hatta kızlarımıza bakınız, ne haldedirler? Kâfirlerin, dinsizlerin yaptıklarını biz de mi yapalım? İşte o zaman Fesna ma şi’te emri
tecelli eder. İslâm’dan, insanlıktan, kemalden mahrum, süflî
bir hayat, hem İslâm’ın, hem akl-ı selimin istemediği süfli
yani, hayvanî bir hayat; günah tanımaz haram bilmez; ibadetle de hiç ilgisi yoktur, o zaman bel hüm edalle sırrı zuhur edip, mertebe-i hayvanîyeden daha aşağı düşülür. Artık
o hayata hayat demek de caiz olmaz. Mümkün de değildir.
Çünkü istediği gibi yaşamak, başkalarının hak ve hürriyetlerine riayet etmemek, hürmet etmemek, saygı göstermemek,
istediğini vurup öldürmek insanın değil, ancak hayvanların
işidir. Çünkü insan bir iman ve bir inanç sahibidir. Haksızlığa, saygısızlığa, hele vurup öldürmeğe hiçbir rızası yoktur.
Çünkü yarın onun mesuliyetinden korkar. İşte müslüman
böyle bir hesabından korkar, mesuliyet taşımaktadır. Binaenaleyh mesuliyet taşıyan ve tanıyan içi ve dışı Allah (c.c.)
korkusu ile dolu olan bir kimse ile hak gözetmeyen ve Allah (c.c.)’dan uzak olacağını bilmeyen veya alakadar olmayan insanla havf ve haşyetten bîhaber, vurdum duymaz bir
kimse bir olur mu? Ne kadar büyük bir adam olursan ol ve
ne kadar zengin olursan ol, hayâlı kâmil bir imana sahip olmadıkça, ne bu dünyada, ne de yarın ki ölümden sonra olacak olan âhirette de; ne rahat ve ne huzur ne saadet ve ne
selâmeti bulmak mümkündür. “Hayyün ve lâ yemut” olan
Allahü Teâlâ Hazretleri cümlemizi hayâlı, edepli, terbiyeli,
olgun, kâmil Müminlerden ve kendisinin razı olduğu sevgili ve bahtiyar kullarından eylesin, âmin… Salavatüllahi ve
selâmühü aleyhim ecmain.
Mehmed Zahid Kotku
İlim:
ƈ
ƈ
ƈ
įƈ ĥƈ İŽ ƆÒ óĻĔƆ įƈƈ Ö Þ
Ɔ ïžƈ éƆ ÜƇ ĪŽ ƆÒ įƇ ÝƇ ĐÓ
Ɔ ĄƆ ÒIJƆ ĪƇ ÓĻƆ ùŽ žĭĤÒ ħƈ ĥŽ đĤŽ Ò ÙƇ ĘƆ Òſ
ƆŽ
İlim haddizatında en ulvî ve en kutsî bir nimettir.
Cenab-ı Hakk’ın Kur’an-ı Kerim’inde ulemâyı övmesi ve
peygamberlerine ilim ihsan ettiği ve ilmin sıfat-ı ilâhiyeden
olduğunu ve aynı zamanda peygamberlerden bize miras olarak kaldığı düşünüldüğünde ehemmiyet daha iyi anlaşılır. Ȳ
Bu ilim sayesindedir ki, bugünkü medeniyet dediğimiz devirde gözleri kamaştıracak kadar süratle ilerlemeler, hatta
aylara kadar gidip gelmeler hep bu ilmin sonuçlarıdır. Asıl
olan ilim peygamberler vasıtasıyla bizlere gelip erişen ilm-i
Kur’an ve ilm-i hadistir. Zira bütün ilimlerin neticesi dünyada göz yumuncaya kadar istifade edilir. Öldükten sonra
ise, onun vebalini, acısını çekeriz. Zira ilim ancak Cenab-ı
Hakk’ı bilmek ve O’na kulluk etmek için lâzımdır. Bundan mahrum olup ancak dünya işlerine hasredilince “Kulum, Ben sana bu kadar ilim verdim de sen Ben’i neden tanımadın ve Bana kulluk etmesin?” deyince, acaba insan ne
diyecektir? Onun için Peygamberimiz (sallallâhü aleyhi ve
selem)’in “Fayda vermeyen ilimden sana sığınırım” buyurması ne kadar vecizdir. İstanbul müftüsü rahmetli Ömer
Nasûhî Efendi’den sormuşlar:
— Bu elektriği icat edip bizleri nura gark eden ve bütün işlerimizde sayısız nimetlere nail olmamıza vesile olan falan falan
kâfirler de, falan kimseler de cehenneme gidecekler mi? Beşeriyete
bu kadar hizmetleri var efendim, dediklerinde;
— Evet evlâtlarım, belki onların azabı iki kat olacaktır.
Çünkü Allahü Teâlâ’nın onlara vermiş olduğu müstesna bilgiden
53
Cennet Yolları
54
istifade etmesini bilmemişler ve bütün zekâlarını dünya bilgisine
hasredip hasretüd dünya vel âhire olmuştur.
İlmi ehline öğretmenin önemi
İlim kişinin ziyneti, serveti, saadetidir. Dünyası da, ahireti
de yine ilimle kaimdir. İlimsiz olan kimselerin dünyası da yoktur, âhiretide. İşte bu ilmi öğrenip belledikten sonra, dünya işlerine dalıp, ahireti unutmak kadar belâ, musibet, felâket olamaz. İlmin afeti unutmak oluyorsa, onun zayii de ehlinden
gayriye ilimden bahsetmektir. Köylü kardeşe kimyadan, inşaattan, motordan, elektrikten, fizikten, tıptan bahsetmek ne kadar yersizse, yine köylü kardeşe, sarf u nahivden, mantıktan ve
sair ilimlerden bahsetmek ne kadar abes ise, ehli olmayan ve
lâyık olmayan kimselere ilim öğretmek ve ilmin inceliklerinden bahsetmek o kadar abes ve zayiattandır. Ömrü de, vakti de
zayi ettiğine, yazık. Köylüye ancak tarladan, bahçeden, ekimden, ağaçlardan bahsedilirse, onlar onu daha güzel can kulağı
ile dinlerler. Binaenaleyh her şeyi yerine göre harcamak gerekir.
Nitekim sulak veya batak yerlere tohum atmak ağaç dikmek ne
kadar boş ise, ehlinden gayriye ilim öğretmek de o kadar yanlıştır. Hatta eşkiyanın eline silâh vermekten daha tehlikelidir.
Çünkü eşkiya birkaç kişi öldürse veya onları soysa, bir gün gelir
onu da öldürürler. Fakat ilmi, ehli olmayana vermek ne kadar
tehlikeli olduğunu siz daha iyi bilirsiniz. Binaenaleyh Cenabı
Hakk’ın bizlere verdiğini daima artırıp ehlinden gayriye zayi
etmekten korusun. Çünkü Allah (Sübhanehu Teâlâ) “Rabbi
zidni ilma” fermanı ile bizlere ilmi öğrenmekle beraber, daha
ziyade bilgi sahibi olmayı ve istemeyi tembih ve tavsiye buyururken, bizim bugünkü dünya bilgileri ve teknik bakımdan ne
kadar geri kaldığımız acınılacak başlıca hâdiselerdendir. Bir ta-
Mehmed Zahid Kotku
raftan da düşmanlarımızı ve Allah (c.c.) düşmanlarını korkutacak derecede her bakımdan kuvvetli olmamızı emrederken,
biz bugün adeta yiyeceğimiz ekmeği ve neredeyse içeceğimiz
suyu da onlardan istemek durumuna, aciz bir hale gelmemiz,
ne kadar doğrudur dersiniz? Bu bize gösteriyor ki; demek biz
hakiki Müslüman değiliz de bu zillete katlanıyoruz. Tabiî bunun birçok sebepleri vardır.
Cehâletin getirdiği felâketler
Evvela; mağlubiyetin peşinden, âlimlere karşı tezelzül
veya yaltaklanma ile beraber, bir de mason localarına kaydolunmağa cüret edip devlet başına geçme sevdası… Artık sen
say. Acaba hiçbir masonun Müslüman olduğu görülmüş müdür? Mason Müslüman olmuyorsa, o zaman bir Müslüman’ın
mason oluşuna ne dersiniz? İşte bu masonlar iş başına geçerse
netice böyle olacaktır. Fakat o Müslüman’ım diye geçinen zavallı Müslümana: daha Müslümanla, Müslüman düşmanını;
Mümin ile münafığı; iyi ile kötüyü; fayda ile zararı; zehir ile
şifayı ayıramayan kimseye ne demek lâzım bilemem?
ƈ ä ïƄ ƈıÝåĨIJ óÐÓƈ ä ĦÓĨÒƈ IJ óäÓ
ƈ
ģƄ İÓ
ƈ ïĤÒ
žƈ ÙƇ ĘƆ Òſ
Ɔ Ž Ƈ Ɔ Ƅ Ɔ Ƅ Ɔ Ɔ Ƅ ƈ ĘƆ įĻ
Ƅ ĝĘƆ ÙƄ àƆ ƆŻàƆ īĺ
Ɔ
Pirinçten başka her eşyanın hem faydası hem de zararı vardır. İyi kullanılması bilinmeyen bazı faydalı şeylerden zarar da
geldiği görülmektedir. Mesela; bal. Bal çok şifalı bir gıdadır. Fakat
haddinden fazla yediğiniz takdirde bazı zararlar iras eder. Yağlar,
etler öyle değil mi? binaenaleyh bazı din âlimlerinde bir takım
zararları vardır. Meselâ; dini iyi bilen ve bizlere de hocalık yapan,
öğreten bir kişinin günahkâr oluşu, günah işlemesi, haramlardan
kaçmaması dine çok büyük zararlar iras eder. Onu gören halk ta
55
Cennet Yolları
56
günahların daha büyüğünü işlemeğe cesaret bulurlar. İşte o zaman dinden matlub olan güzel neticeler, Hakk Teâlâ’nın rızası
gibi büyük nimetler elden gider. Onun için âlim (fakih) kimseler son derece müteyakkız olmalıdırlar. Günahlardan ve günahları icap ettiren her şeyden son derece uzak kalmağa dikkat etmeleri lâzımdır ki, halka örnektirler. Talebe ve hafızların ve imam
efendilerin de böyle olması gerektir. Çünkü halk onların medh
ve zemmine pek dikkat ederler. Onların da böylece dikkatli olmaları lâzımdır ki; din, afetlerden emin olsun.
İkincisi; zalim imamlar da din için pek büyük tehlikedir. Onların zulmü insanların zuafasını dinden soğutur. Belki
de dinden bile çıkarır. Bazı menfaatler dolayısı ile bakarsınız
ki, o mütedeyyin olan zat, bir gün gelir de o zalim imama
yardımcı bile olur. İşte o zaman bütün sermayesini kaybeder.
Çünkü: Allahü Teâlâ Hz. “Zalimlere yardım değil; meyletmeyiniz” buyurmaktadır ki, bugünkü felâketlerin çoğu da
hep zalimlere yardım etmekten doğmaktadır.
Üçüncüsü ise, cahil olduğu halde içtihada kalkanlarda
din için büyük tehlike vardır, zarardır. Her zaman görüldüğü
gibi, bugünkü bildiklerimiz devede kulak kabilinde olduğu
halde müçtehitleri beğenmeyen ne kadar cahil vardır. Sanki
birazcık Arapça ve Farsça öğrenince hemen allâme kesilip istediği gibi fetvalar veren ne kadar âlimlik taslayan cahiller vardır ki, zararları pek büyüktür. Gerek mikropların ve gerekse
zehirlerin tehlikesi büyüktür. Lâkin zararları ancak musallat
olduğu kimseleredir. Fakat günahları işleyen âlim kimsenin,
zalim imamların, cahil müçtehitlerin zararları, bulundukları
kavim ve cemaatin, milletin topunadır ki; zararları umumidir.
Cenab-ı Hakk cümlemizi böyle dinine, milletine karşı zararlı
olmaktan korusun, âmin. Bi hürmeti Seyidi-‘l-Mürselin.
Mehmed Zahid Kotku
İslamın hayat veren esaslarına sarılmak
ƈ
ƈ ĩĺźÓƈ
ĮƇ ïƆ èŽ IJƆ ĪÓ
Ƈ ıƆ ĬŽ ÒƆ IJƆ ďƅ ÖƆ òŽ ÓƆ Öƈ ħŽ ĠƇ óƇ ĨƇ Òſ
Ɔ Ž Ö ħŽ ĠƇ óƇ ĨƇ Òſ ďƅ ÖƆ òŽ ÒƆ īŽ ĐƆ ħŽ ĠÓ
ƈ Ʃ Ö ĪƇ ÓĩĺźÒÓ
ƈ
ïƃ ĩƪ éƆ ĨƇ Īƪ ÒƆ IJƆ ƇųÒ
ſ ĪŽ ÒƆ ØƇ îÓ
Ʃ Ʃ źÒƈ įƆ Ĥſ Òƈ ź
Ɔ òƇ ïŽ ÜƆ ÒƆ
Ɔ ıƆ üƆ ųÓƈ
Ɔ Ž ĨƆ ĪIJ
ƈ ƈ ƈ Ʃ Ģij
ƈ ĠƆ õĤÒ ÅÓƈ ÝĺÒƈ IJ Øij
ƈ
ĪÓ
Ƈ øƇ òƆ
Ɔ ąƆ ĨƆ òƆ IJƆ ĦÓƈ ĻƆ Āƈ IJƆ Øij
ƪ Ɔ Ž Ɔ ĥƆ āĤÒ
ƪ ĦÓĜƆ ÒIJƆ ųÒ
ƈ ƫ īƈ Đ ħĠÓ
ƈ Ʃ ƈ î ÅijÜƇ ĪŽ ÒƆ IJ
ƈ
ƈóĻĝƈ ĭĤÒ
ƫ Ɔ
ƪ IJƆ ÅÓÖƪ ïĤÒ
Ɔ Ž Ƈ ıƆ ĬŽ ÒƆ IJƆ ħŽ ÝƇ ĩŽ ĭĔƆ ÓĨƆ ÷Ɔ ĩƇ ìƇ ųÒIJ
Ɔ
óƈ×ìŽ ÒƆ IJƆ īƪ İij
čęƆ èŽ Òƈ Ûƈ Ęƪ õƆ ĩƇ ĤŽ ÒIJƆ ħƈ ÝƆ ĭŽ íƆ ĤŽ ÒIJƆ
ħġƇ ÐƆ ÒòƆ IJƆ īŽ ĨƆ īƪ İIJ
Ƈ
Ƈ
Ƈ
Ž
Ƈ
Bu hadis-i şerifler Câmiüssağir’in 6 no.lu hadisi ile de
zikrolunmaktadır. Cenab-ı Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ümmetine merhamet ve şefkatle; saadet ve selametleri için onları
dört şeyle emredip, felâketlerini mucip olan diğer dört şeyden
de onları men buyurduklarını beyan sadedinde:
“Evvelâ yalnız bir olan Allah (Celle ve Âlâ)’ya iman
etmenizi emrederim.
Malûmdur ki; her işin başı “kul huvallahü ehad” de bildirilen bir Allah (c.c.)’a imandır. Bu iman olmadıkça diğer
amellerin hiç bir kıymeti olmaz. Ne kadar temiz, terbiyeli,
nezaketli, kibar, bilgili, hünerli marifetli olursa olsun; zerre
kadar ind-i İlâhi’de bir kıymeti yoktur. Bu bilgiler, hünerler,
terbiyeler, nezaketler dünya adamları yanında geçer. Cenab-ı
Hakk’ın bizden istediği şey, imandır. Bir çok ayet-i kerimelerin içinde bizlere hitap olunurken; “Ey iman edenler” diye hitap etmektedir. Sonra bu imanı diğer ayetlerle ve peygamberlerin de açıklaması ile imanın esasları olan “Amentü billâhi ve
melâiketihi ve kütübihi ve resülihi ve’lyevmil ahiri ve bil kaderi
hayrihi ve şerrihi min Allahi teâlâ ve-l’bâsü bade-l’mevti hak-
57
Cennet Yolları
58
kun eşhedü en lâilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve resülühü” olduğunu öğrenmiş oluyoruz. Allah (Celle
ve Ala)’ya, meleklerine, kitaplarına ki; 4 büyük kitap Tevrat,
İncil, Zebur ve Kuran-ı Kerim’dir. Kuranı Kerim’e iman bize
ahirette öldükten sonra dirilmeğe, hesaba, mizana, sırat köprüsüne, cennete ve cehenneme de imanı emreder. Ve bunlarda tereddüt, şek ve şüphe kabul etmez. Bir insan her ne
kadar kelime-i şahadet getirse; ahirete, öldükten sonra dirilmeye, hesaba, mizana cennet ve cehenneme inanmazsa; bu
kelime-i şahadet onu kurtarmaz. İman, kelime-i şahadetle beraber içinde bulunan bütün itikadı câmi’ olmakla, bunları en
iyi ve en güzel bir şekilde kadın-erkek hepimizin öğrenmesi
farz-ı ayındır, yani en başta gelen vazzifemizdir. Çünkü bunlarsız iman; olmaz. İmandan sonra;
Namaz kılmak
Birincisi: Namazı ikamedir. Yani istenildiği veçhile güzel
bir şekilde namazı kılmaktır. Tabii bu da namazı farz, vâcib
ve sünnetleriyle lâyık-ı veçhile eda etmekle olur. Huzur ve
huşu da ayrı bir mesele.
ƈ
ÒijąƇ ĜŽ ÒIJƆ ħÝƇ ĠŽ òƆ îŽ ƆÒÓĨƆ Òijĥƫ āƆ ĘƆ ÙƇ ĭĻƆ ġƈ ùĤÒ
ƪ ħƇ ġƇ ĻŽ ĥƆ ĐƆ ØƆ ijĥƆ āĤÒ
ƪ ijÝƇ ÑĺŽ Ò
Ž
ħġƇ ĝƆ ×øÓ
Ĩ
Ž ƆƆ Ɔ
Müslüman’ın namazı, onun gözünün bebeğidir. Aynı
zamanda dinin de direğidir. Onu eda etmek için bir takım
âdab ve erkân vardır. Onlardan birincisi abdesttir. Abdestsiz
namaz olmaz, Namaz varlıkların sahibi ve bizleri yoktan var
eden Allah (c.c.)’ya kulunu günde 5 defa huzuruna davet et-
Mehmed Zahid Kotku
mektedir ki; bu ne büyük lütuf ve ihsan-ı ilâhiyedir. Kulunu
huzuruna davet ediyor, Allah Allah… O nasıl kuldur ki; Sahibi onu evine çağırsın da, o da gelmesin. Artık ona kul demek lâyık olur mu? İşte hakiki kulluğunu idrak eden bahtiyar
kişi, bu davete icabet için hazırlanır. Üstünü başını düzeltir,
güzelce bir abdest alıp günahla kirlenen azalarını yıkar, yani
abdest alır, sonra hudu’ ve huşu’ içerisinde, edaya riayet ederek Rabbi’sinin davetine icabet eder. Câmi kapısından sağ ayağını atarak “Esselâmü âleyna ve ala ibadillâhis salihin” diyerek
içeriye girer. Girerken de kimseyi rahatsız etmeden, çiğnemeden, ön safta veya geri saflarda boş bulduğu yere oturur. Şayet
vakit erken ise, iki rekât tahîyyetül mescit namazı kılmak iyi
olur veya vaktin sünnetini kılıp cemaatin toplanmasını bekler. Bu arada kimse ile dünya kelâmı etmemeğe çalışmalıdır.
Mümkün mertebe ağırbaşlılığı ile aheste, aheste yürümeli ve
acele etmemelidir. Şayet namaza durulmuşsa, yetiştiği kadarını cemaatle kılar, kalan rekâtları imamın selâmından sonra
edâ eder. Yani, onlar selâmını verirken sen selâm vermezsin.
Doğrudan doğruya ayağa kalkar, namazını tamamlamağa çalışırsın, eğer imam efendiye 4. rekâtta yetmişsen, onunla beraber oturur, onlar selâm verirken sen kalkar, bir rekât kılıp
tekrar oturursun, tahiyattan sonra kalkıp, iki rekât daha kılıp
namazını tamamlarsın. Öğle namazının sünnetini kılamadan
imam efendiye uydu isen, farz namazını bitirdikten sonra, istersen evvelki 4’ü, sonra da son sünneti kılarsın. Aksi de caizdir. Bu suretle cemaatin sevabına nail olursun. Zira câmiye
giderken ve girerken havf, hüzün ve inkisar-ı kalp lâzımdır.
Bununla beraber cemaate devama mâni hiçbir özür makbul değildir. Başları takke, kalpak, sarık gibi şeyler varsa, örtülü kılmak açık kılmaktan efdaldir. Bahusus sarıklı olmak
59
Cennet Yolları
60
melâike-i kiramın sıfatıdır. Binaenaleyh her ne şekilde ve vaziyette olursan ol; ille namaza ve cemaate muhakkak ve muhakkak devam eyle. Bilhassa yatsı ve sabah namazlarının
özrü olmadığı halde evde kılınması ve cemaati terk etmesi
de münafıklık alametidir, buyrulmuştur. Sonra namazı kılarken de, hiç acele etmeyip ağır ağır okumalı ve namazın adap
ve erkânına riayetle rükû’daki ve secdedeki tesbihleri güzelce
yapmalı. Rükû’dan kalkınca hiç olmazsa:
“Allahümme Rabbena ve lekelhamd” demeli. Birinci
secdeden sonra da celse denilen dinlenme esnasında:
“Allahümmağfirli verhamni, vecbürni, verzukni ve
afini vehdini va’fu anni” demeği unutmamalıdır. Bunu
okuyamazsan tesbihlerini artırmak suretiyle de olur. Asıl
olan bu secde mahallinde tezellül ve tevazu’unu Hakk’a
arz ederken O’ndan af ve mağfiret salâh-ı hâl, merhamet
ve hayırlı rızklarla merzuk etmesini ve afiyetle birlikte hidayette daim eylemesini ve sıratı müstakimden ayırmamasını talep etmektir. Fatiha-i şerifeyi okurken de çok uyanık
olup, ibadetini ancak Allahü Teâlâ’ya yaptığını ve O’ndan
yardım istediğini ve sıratı müstakim istediğini hiç unutma
ve sonra da gazaba uğrayan Yahudilerden ve dalâlette olan
Hıristiyanlardan beni kılma, diye dua ettiğini ve sonra da
onların yolundan, izinden ayrılmadığını iyi düşün. Dans,
balo, deniz hayatı, çıplaklık, sarhoşluk, kumarbazlık, hırsızlık, eşkıyalık hangi insan ve hangi Müslüman’a yakışır?
Cenab-ı Peygamber (s.a.v.), “Namazınızı ve bahusus rükû
ve secdelerinizi güzel yapınız; tamam yapınız. Saflarınızı doğru yapınız. Ve saflar arasında boşluk bırakmayınız. Sık durunuz” diye bizlere tavsiyelerde bulunurken,
bundan neler murad ettiğini hiç de mi düşünmüyorsunuz?
Mehmed Zahid Kotku
Bu doğruluk yalnız saflara mı mahsus? Yoksa bütün işlerimizde de böyle doğru olmamız lâzım değil mi? Bir insan
namazını ne kadar güzel ve doğru kılarsa, diğer halleri de
o ölçüde doğru olması lâzımdır. Yoksa namazı dikkatsiz ve
tavuğun yem topladığı gibi yatıp kalkmakla eda ettim sanırsa, tabii çok aldanır. Bir de, namaz kılmıyorsa artık vay
onun haline, demekten başka çare yoktur. Müslüman beş
vakit namazını kılmakla, mütemadiyen Cenab-ı Hakk’ın sayısız ve namütenahi gizli ve aşikâr lütuflarına nail olacağını
hiç de unutmamalıdır. İşte bu lütuflar sayesinden dünyada
da mutlu, ölürken de mutlu ve ahirette de çok mutlu yaşar
ve namaz hakkında imamı Gazali’nin İhya-ı Ulûm’undaki
âdabları oku ve onları tasdike gayret eyle. Namaz, Halik ile
mahlûk arasında günde 5 kere tekellümdür. Bu ise ne büyük bir bahtiyarlıktır. Halik-ı Zülcelâl kulunu bırakmıyor.
Her gün kulunu beş defa huzuruna davet edip onu dinliyor. Sonra da istediklerini veriyor. Aman Yarabbi, ne büyük devlet ve mazhariyet! Bundan mahrum olanlara acımak lâzım gelmez mi?
Zekât vermek
İkincisi de, zekâtını vermektir. Bu da Allahü Teâlâ’nın
emridir. Fukaranın hakkıdır. Bu da cemiyet için bir denge
teşkil edip, bu sayede zengin emniyet içersinde, fakir de huzur içersinde yaşamağa muvaffak olurlar. Memlekette asayiş
gayet güzel bir ahenk içinde devam eder. Vakt-i Saadette olduğu gibi. Zengin çeşitli bahanelerle zekâtını vermez köylü
de öşürünü vermezse, tabii fukaranın gözü kalmakla beraber,
ahı da elbette onları yakacaktır. Bakarsınız ki, bu kadar servet
içinde ne huzur ve ne de rahatlık vardır. Doktorlara, ilâçlara,
61
Cennet Yolları
62
avukatlara başvurmaktan Allah (c.c.) ya ibadet etmeğe vakti
kalmaz. Bu zarar da ona hem yeter, hem artar. İbadetsiz bir
vücudun ruhsuz bir cesetten farkı yoktur, onun için cahile de
“ölü” demişler. Cahil deyince okumamış insan akla gelmemelidir. Kitapta; “cahil” diye Allah (c.c.)’ı, Peygamber’i, Kitab’ı
tanımayan kişiye derler. Yoksa ne filozoflar vardır ki Allah
(c.c.)’ı tanımadıkları için onlara da cahil denmiştir.
Oruç tutmak
Üçüncüsü de: Ramazan-ı Şerif’te bir ay oruç tutmaktır.
Hasta ve mazur olanlara iyi oldukları zamanda tutmak üzere
oruçlarını gizlice yemelerine ruhsat verilmiştir. İhtiyar olup
ta tutamayanlar için de, her gün fukaraya bir fitre vermek
şartıyla gizlice yemelerine müsaade olunmuştur. Ramazan-ı
Şerif’te özürsüz bir gün oruç yese, sonra ömür boyunca oruç
tutsa, o günkü orucun sevabını alamaz. Oruç öyle korkulacak bir şey değildir. Sıhhate en çok faydası olan şey, oruçtur.
Zaten her gün yediğimiz yemekler bize çok fazladır, onun
için birçok hastalıklar çok yemekten meydana gelir. Hâlbuki
Ramazan-ı Şerif’ten maada, Pazartesi, Perşembe günlerini ve
Arabî ayının 13. 14. ve 15. günlerini, Recep’ten itibaren iki
ay daha oruç tutmak, hem dünya, hem ahiret için çok faydalıdır. Kişinin birçok düşmanları olduğu gibi, bunların en
mühimi midesidir. Batnü-l’mer’i adüvvühü. (Kişinin karnı
onun düşmanıdır.) Hâlbuki açlıkla mücadele sıddîkların halidir. Yemeğe hırs ise, sıfat-i hayvaniye alâmetidir. Çok yemenin sebep olduğu kalp kasveti, kişiyi müşahede-i Hakk’tan
mahrum kılar. Bu ceza yetmez mi dersiniz? Koma dedikleri
sekerat-ı mevtteki şiddet, hayat-ı dünyanın lezzeti kadardır.
Hükema toklukta 50 kadar zarar saymışlardır.
Mehmed Zahid Kotku
1- Ağırlık,
2- Yorgunluk,
3- Gönül körlüğü,
4- Kasvet,
5- Ruhî zafiyet,
6- Korkusuzluk,
7- Hayâsızlık,
8- Akıl zafiyeti,
9- Şükürsüzlük,
10- Ahlâksızlık,
11- Huzursuzluk,
12- Şehvetin artması,
13- Hayânın kaçması,
14- Bildiklerini unutmak,
15- Ölümü unutmak,
16- Dünyayı çok sevmek,
17- (Bahillik) sıkılık,
18- Cimrilik,
19- Zulüm,
20- Şeytana uyma,
21- Sabırsızlık,
22- Feryat-figan,
23- Hikmetten mahrumiyet,
24- Korkaklık,....... ve benzerleri gibi.
Bilgi, kendisini kemale ulaştırmak için değil de, başkalarına faydalı olup, dünyalık temin etmek için ise, faydasız bir
ilimdir. Cenab-ı Hakka faydasız ilimden sığınmak lâzımdır.
Çok gülmek ki; kalbi öldürür. Kalpte ibadetlerin tadını duyamaz ve vücut ta bu ameli lâyık ve sevimli bulamaz. İnsan pek çabuk ihtiyarlar ve yüzü buruşur. Sevimsiz bir hâl
alır. Hakk (Sübhânehu ve Teâlâ)’yı lâyık-ı veçhile zikredemez
ve ibadet de yapamaz. Ekseriya gösterişe gider. Verdiği sözlerde duramaz. Vaadini yapamadığı gibi emanetlere de riayet edemez. O emanetlerden birisi de, bu vücudumuz değil
mi? vakitlerimiz de böyle değil mi? hemen hemen hep boşa
gitmektedir. Kendisine yakin denilen bilgi hâsıl olmaz. Vaktiyle ibadetlerini yapamadığı gibi hasedden de kendini kurtaramaz. Kibir, gazap ta ekseriya kendisini istilâ eder. Bu suretle cennetten uzak ve cehenneme de yakın olur. Bir de sık
63
Cennet Yolları
64
sık abdeste çıkmak mecburiyeti hâsıl olur. Neticede, şeytana
lokma olup beşeriyetin mümtaz sıfatlarını kaybeder. Şeytanın esiri olur, vesselam. Binaenaleyh Mümin muvahhide lâyık
olan yemeği azaltmasıdır. Bir insana günde iki defa, yemek
kâfidir. Bir sabah, bir de akşam vakti ki; yakın zamana kadar biz Türkler’in âdeti böyle imiş. Sonra bu Avrupa adetleri içimize yerleşince hepsi gitmiş. Asıl olan tokluğa devamdan daima kaçınmak gerektir ki; yine büyüklerimiz “sıhhatin
ve hafızanın kemal ve güzelliği orta bir açlıkla kaimdir”, demişlerdir. Açlık denince ifrat derece de olan açlık değildir.
Kalbin sefası, zekânın gelişmesi, meşakkatin azlığı kanaatin
imkânları, Allahü Teâlâ’nın belâ ve azaplarını unutmamak
ve ölüme hazır bulunmak, ibadete ve abdeste devam daha
ziyade mümkün olur. Zira az yediği için fuzulatı da tabiatıyla az olacaktır. Arttırdıklarını da fukara, zuafa ve miskinlere vermesi mümkün olur. Zira kıyamet gününde nasın en
çok aç olanları dünyada iken karınlarını çok doyuranlar olacaktır. Açlardan birisi de, bu dünya ve melekût âleminden
Hakk’ın kelamından da hiç haberi olmadan gelip-gidenlerdir.
Zira her Müminin bir nuru vardır ki; o nur ile ilerde olacak
hadiseleri anlar ve görür. İşte boğazlarına düşkün olanların
bundan da haberleri olmaz. Bak Lokman Hekim ne diyor;
“Ey oğul, karnını tıka basa doyurmandan senin fikir kaynakların uyur, düşünemez hale gelirsin ve senden hikmet denilen nimet kaybolur” Azaların ibadetten kalırlar. Toklar helâların etrafını dolaşırken, muttakiler mescitlerin etrafında dolaşırlar.
Vaktinden evvel câmiye girip Hakk’a yalvarır, tazarru ve niyaz ederler. Bunun hangisinin iyi olduğunu artık sen takdir
et. Sonra orucun ve riyazetlerin sıhhate faydası o kadar çoktur ki; yazmakla bitmez desek doğrudur.
Mehmed Zahid Kotku
Bakınız, vaktiyle Cezayir’de, Fransızların müstemlekesi bulunan bu memlekette bir hastalık çıkmış ki yakalanan mutlak ölüyor. Fakat bazı Müslümanlar bu hastalıktan kurtuluyor. Tetkikata başlamışlar ve hayvanlar
üzerinde tecrübelere kalkışmışlar. Her gün yedirdikleri,
besledikleri hayvanlar mikrobu alır almaz hiç dayanamadan ölüyorlar. Aç bıraktıkları diğer hayvanlar ise mikrobu
alıyorlar fakat çoğu kurtuluyorlar, o zaman orucun kıymetini anlıyorlar.
Malûm ya, vücudumuzda biriken yağlar zamanın geçmesiyle bir müddet sonra zehir haline gelir. Evlerdeki yağlarımız da öyle değil mi? Buzdolaplarında bir müddet muhafaza edilseler de, bilahare evsafını kaydedip bozulur ve
zararlı bir hale gelir. İşte vücudumuza depo edilen bu yağlar da, Ramazan-ı Şerif’te veya sair oruçlu olup, aç kaldığımız zamanlarda vücûttaki mikroplar biriken yağları yerler
ve bu suretle kendilerinde bir mukavemet hâsıl olur. Binaenaleyh dışardan her ne şekilde olursa olsun, yabancı bir
mikrop girerse, vücudumuzdaki mikroplar bu yabancı ve
zehirli mikroplara hücum edip öldürürler ve bizi de korurlar. Oruç tutmayan ve riyazet yapmayan vücutların mikropları, bu zehirli mikroplarla mücadele edemezler, bu sefer de
bu zehirli mikroplar vücuda yerleşip hastalıkları meydana
getirirler. Bunun neticesi de ölüm olur, vesselam. Müslümanlar da oruç sayesinde bu hastalıklardan Allahü Teâlâ’nın
izniyle masum ve mahfuz kalırlar.
Harp ganimetlerinin Allah yolunda taksimi:
Dördüncü emir de; muharebelerde düşmandan alınan ganimet malının beşte birinin Resülullah’a (s.a.v.) Al-
65
Cennet Yolları
66
lah (c.c.) için yardım diye vermektir. Bu da Allah (c.c.)’nın
Kur’an-ı Azimüşşan’ın 15. cüzünün başında bildirilmiştir.
Şöyle ki; “Biliniz ki, kâfirlerden ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin muhakkak beşte biri Allah içindir. O da, Peygambere ve O’nun akrabalarına, yetimlere, miskinlere ve yolda kalmışlara aittir. Eğer siz Allah’a
iman etmiş ve o hak ile batılın ayrıldığı Bedir günü iki
ordunun birbiriyle çarpıştığı gibi, kulumuza Hazret-i
Peygamber’e indirdiğimiz ayetlere iman etmişseniz. Allah her şeye kadirdir.”
Bundan sonra, men olunduğumuz dört şeyi beyan hususunda kısaca şu dört içki kabı zikredilmiş, ve cüz ün zikri
ile kül murâd olunmuştur. İçki için kullanılan kaplar hurma
köklerinden dallarından içleri oyulmuş ve işlenmiş kaplar,
huntem; yeşil bir renkte şarap içmek için bir nevi kap, elmizfit; zitf ile sıvanmış bir nevi içki kabı hepsinin terki ve
dolayısıyla içki bulundurmamak ve kullanılmasına mani olmak için zikredilmiştir. Bu emir ve nehiylerin muhafazasıyla,
sizlere de sizden sonra geleceklere de duyurulmasını emir buyurmuşlardır.
Allah’a Kulluk ve İbadet
ƅ
ųÒ
Ƈ ıƆ ĬŽ ƆÒIJƆ Þƅ ƆŻáƆ Öƈ ħŽ ĠƇ óƇ ĨƇ Òſ
Ɔ Ʃ ÒIJïƇ ×Ƈ đŽ ÜƆ ĪŽ ƆÒ ħŽ ĠƇ óƇ ĨƇ Òſ ÞƆŻàƆ īŽ ĐƆ ħŽ ĠÓ
ƈ ƈ Ʃ ģƈ ×éƈÖ Òijĩāƈ ÝđÜƆ ĪŽ ÒƆ IJ ÓÑƃ ĻüƆ įƈƈ Ö ÒijĠƇ ƈóýŽ ÜƇ ƆźIJ
ƆźIJƆ ÓđĻ
Ɔ Ž
Ɔ
ƃ ĩäƆ ųÒ
Ƈ ƆŽ
ŽƆ
ħĠÓ
ıĬÒIJ ħĠóĨÒ ųÒ ĮźIJ īĩĤƈ ÒijđĻĉƈ ÜIJ ÒijđĩùÜIJ ÒijĜóęÜ
Ž Ƈ Ɔ ŽƆ Ž Ƈ Ɔ ŽƆ ƇƩ Ƈ Ɔ ž Ɔ Ž Ɔ Ƈ Ƈ Ɔ Ƈ Ɔ Ž Ɔ Ɔ Ƈ ƪ Ɔ Ɔ
ƈ ƈ
ƈ
ƅ
ƈ ĩĤŽ Ò Ùƈ ĐÓ
ĢÓ
ƅ Ĝƈ īŽ ĐƆ
ƫ ØóƆ ᎠĠƆ IJƆ ĢÓĜƆ IJƆ ģĻ
Ɔ Ɔ ĄƆ ÒIJƆ ĢÒſ ijƇ ùĤÒ
Mehmed Zahid Kotku
Bu hadis-i şerifte de Cenabı Peygamber (s.a.v.) Hz. ümmetinin saadet selameti için 3 şeyin men’i (yapılmamasını)
ve diğer 3 şeyin de yapılmasını emir buyurmaktadırlar.
Emr olunan şeyler:
Allah’a ibadet etmek
Birincisi: Hiç bir şeyle şirk etmemek üzere Allahü Teala’ya
ibadet etmeyi emir buyurmuşlardır. Bu Emr-i Peygamberi,
Sure-i Fatiha’da her gün okuduğumuz “İyyake na’budu”
ayet-i celilesiyle, Sure-i Bakara’da 21. ve 22. ayetlerle beraber
diğer birçok ayat-ü beyyinatla bizleri Allah (c.c.)’ya eş tutmamak, şirk koşmamak şartıyla kulluk vazifemizi ibadet ve
itaati güzelce yapmamızı tavsiye buyurmaktadır. İbadet yalnız namaz kılmak değildir. Emrolunduğumuz her şeyi yapmak bir ibadettir. Hatta evlerimizin ihtiyaçlarını temin için
çarşı ve pazarlardaki adımlarımız bile derecelerimizin artmasına ve mağfiret-i ilâhiye ye vesile olacağına da mazhariyet
vardır. Bir bakımdan erkeğin başlıca vazifelerinden biridir.
Allah (c.c.) kadını erkeğin himayesine vermiştir. Onun
eline fileyi verip çarşı Pazar dolaştırdıktan sonra aldıklarını evine getireceğim diye, yaz günleri ter içerisinde, kışın yağmur çamur da o zavallıları çalıştırmak revay-ı hak
mıdır? O evinin hizmetini çocukların hizmetini görsün.
Bu olacak şey değil. Müslüman erkeğe yakışmaz. Onun
için, ibadet bütün vazifeleri içine alan umumi bir kelimedir. Ubûdiyet, tezellül mânasına da gelir. Efendinin evinin
ihtiyaçlarını alıp getirmesi de bir tezellül alâmetidir. Onları
taşımağa tenezzül etmeyenlere münkir kimse derler ki; en
fena bir ahlâktır. Ahlâk kitaplarında geniş malumat vardır.
Fakat zengin bir kimsenin evinin ihtiyaçlarını kendinin ta-
67
Cennet Yolları
68
şıması çok ayıptır, onu bir hamala vermesi gerektir. O fakir de sebeplenir. Para vermemek için kendi taşırsa cimri
denir ki; şahitliği bile makbul değildir. Fakat bu hizmetler
fer’idir, asıl olan Allah (c.c.) nın emrettiği ibadetleri lâyık-ı
veçhile yapmaktır. Namazın vaktinde ve cemaatle kılınması
emr-i ilâhidir bu hiçbir şeyle değişilmez. Diğer bütün hizmetler de bu namaz içindir. Bunu vaktinde kılmayanlar ne
kadar cömert olsalar ve ne kadar hayırhah olsalar, hiç kıymeti yoktur. Müslümanlıkta en önemli olan vazife Hakk
(Celle ve Ala)’ya kulluk vazifesini yapmaktır. Onun başında
namaz gelir. Başsız vücut ne ise; namazsız Müslümanlık ta
öyledir. Cenab-ı Hakk’ın sevmediği ve istemediği şeyden
birisi de şirktir. Şirk de pek büyük bir günahtır. Ondan
son derece sakınmak gerekir. Müezzinlerin Cuma günleri
Bilal-i Habeşî (R.A.) bahusus cemaatin falan imam ve müezzininde geçmişlerine ve de Allah rızası için de fatiha denmesi de şirktir. Bu da caiz değildir. Şirk bir nevi ortaklıktır.
Allah (c.c.) her bakımdan Vahid’dir. Hiçbir suretle ortaklık kabul etmez. Onun için bir ayeti kerimede her günahı
affedip, şirki affetmediğini beyan eder. Mutlaka tövbe etmek lâzımdır. Şirk en büyük bir zulüm olarak vasf edilmiştir. Bugünkü insan bile hep kendini yalnız olarak vasıflandırmağa çalışır. Ben yaptım, ben kurtardım, ben icat ettim
gibi sözlerle öğünürler. Hiç Allahü Teâlâ ortak kabul eder
mi? Hıristiyanlar Allah (c.c.)’ı bilemediklerinden şirke kaçmışlardır. Allah (c.c.)’ın –hâşâ- oğlu diye İsa (A.S.)’a, Meryem anaya da –hâşâ- hanımlık nispet etmek, Meleklere de
kızlarıdır demek, hep şirkin kendisidir. Allah (c.c.) cümlemizi muhafaza buyursun, bu gibi hatalara düşmekten dostlarımızı da kurtarsın âmin.
Mehmed Zahid Kotku
Kuran-ı Kerim’e sımsıkı sarılmak
İkincisi ise, Allahü Teâlâ Hazretlerinin kitabına, yani
Kur’an-ı Azimüşşan’a el birliğiyle sarılıp mucibi ile amel etmektir. Burada “habl” kelimesi olan ipten murâd, Kur’an-ı
Azimüşşan olduğu bildirilmiştir. Bir yere bağlı olan ipe tutunan kişi, ipin bağlı olduğu yere kör de olsa nasıl güzelce gidebilirse, Kur’an-ı Azimüşşan’a yapışanlar da öylece Hakk’a vasıl
olur ve selâmete ererler. Fakat Kitabullah’a belli bir zümrenin yapışması kâfi gelmediği için “ey Müslümanlar birbirlerinizden katiyen ayrılmayınız.”
Bu da pek mühim bir emr-i peygamberidir. Çünkü
dağınıklık, herkesin bildiği gibi büyük bir felâkettir. Düşmanlara yem olunur. Toplu olan iplikler ne kadar ince olsa
dahi koparmak mümkün değildir. Kadınların çoraplarını
görmez misiniz? Çocuğun bile koparabileceği bir iplik bir
yere gelince kopması mümkün olmadıkça, toplu olan iplikler ne kadar ince olursa olsun insanlar tarafından koparılması mümkün olmaz. İnsan topluluğunun da daha kuvvetli olacağı cümlece malumdur. Bir büyük, çocuklarına
vasiyet ederken birçok çubuklar getirmiş onları birer birer
kırmış, sonra onları bir araya getirip bağlamış, her ne kadar uğraştı ise de, bir türlü kıramamış ve çocuklarına; “İşte
evlâtlarım, siz birbirlerinizden ayrılırsanız bu çubuklar gibi
yok olursunuz. Toplu yaşadığınız takdirde çok mesut olursunuz” demiştir. Her halde bundan olsa gerek. Eski Osmanlı
sultanlarının çocuklarını öldürttükleri de meşhurdur. Sırf
ikilik olmasından korkarak, oğlunu bile feda etmiştir. Bazı
tarihçiler bunları kötü zihniyetlere yüklemek külfetinde bulunmuşlarsa da asıl gaye; birlik, vahdet, kuvvetin muhafaza
olsa gerektir.
69
Cennet Yolları
70
c- Müslüman olan ulü’l-emre itâat:
Üçüncüsü de; amirlerin emirlerine itaat edip, sözlerini dinlemektir. Hükümdardan tut da, mahalle muhtarına, kaymakama kadar uzanan bir zincirleme itâattir. Yalnız bizler Allah
(c.c.)’a isyan yolundaki emirlerini dinlemeyiz; meselâ, “namaz
kılmayınız, oruç tutmayınız, içki içiniz” v.s. gibi günah olan
sözleri dinlenmez. Men’ olduğumuz ve yapmamakla emr olduğumuz şeylerden, dedikodudan, çok sorgu-sualden, bir de
malları zayi etmekten kaçınmamız tavsiye edilmiştir. Dedikoduların içinden hem gıybet denilen günah-ı kebire vardır.
Hem de vaktin boş yere zayii olması vardır ki; en büyük kayıplardan biridir. Sorgu-sual, ihtiyacın miktarında olursa ne
ala. Ekseriya lüzumsuz sorulan sualler de kezalik ömrün ve
vaktin zayii demektir. Malın israfı, o da ayrı bir belâ. Çünkü
mal canın yongasıdır, derler. Malın zayii canın kaybı demektir, vesselam.
Ahsâb ve Ensâr-ı Kirâm’a hürmet ve bağlılık
ƈ Ž ÙƇ ĺÒſ
ƈ ÙƇ ĺÒſ IJ ƈòÓāĬŽ ƆźÒŽ Õè ĪÓ
ƈ ĩĺźÒ
ƈ ęƆ žĭĤÒ
ƈòÓāƆ ĬŽ ƆźÒŽ ăƇ ĕŽ ÖƇ ĚÓ
ƫ
Ƈ
Ɔ
Ɔ
Ɔ
Ɔ
Ɔ
İman alâmetlerinden birisi de Ensar denilen Medine-i Münevvere halkını sevmektir. Çünkü o ehl-i Medine Peygamber
(s.a.v.)’in Mekke-i Mükerreme’de tebliğ-i risalet vazifesinin müşkül
olduğu bir devirde, O’nu bade-l’iman Medine-i Münevvere’ye
davet etmişlerdir. Peygamberimiz (s.a.v.)’i canları gibi himaye,
muhafaza ve müdafaa edeceklerine ve her yardımı yapacaklarına söz vermişlerdir. Hicretten sonra bu vermiş oldukları sözleri bil fiil ifa ve icra etmişler ve Müslümanlığın gelişmesine ve
genişlemesine sebep olmuşlardır. Canla başla çalışmışlardır. Bu
Mehmed Zahid Kotku
hususta canlarını da, mallarını da, başlarını da feda etmekten
sakınmamışlardır ve kaçmamışlardır. Hele bizim Eyüp’te yatan
Eyüp Sultan (R.A.) Hz.’leri hanesinde Resul-u Ekrem (s.a.v.)’e
ikram buyurmuş ve alt katta da kendisi kalmış, Resul-u Ekrem
(s.a.v.)’e her fedakârlığı yapmaktan zerre kadar çekinmemiştir.
Bu gün de memleketimizin medar-ı iftiharı ve İstanbul Müslüman halkının da şefaatçisi olacaktır. Allah (C.C.)’ın izin ve
keremi ile Cenab-ı Hakk Zülcelâl Hz. bizlere de onlar kadar
kıymetlerini bilmek, daima ziyaretlerine gidip fatihalar hediye
etmek suretiyle onların ruhaniyetlerinden feyizyâb olmak nasip etsin. Bizler her zaman Medine-i Münevvere’ye gidip Resul Efendimiz (s.a.v.)’i ziyaret etmek devlet ve şerefinden mahrum isek de, Hakk (Sübhane ve Teâlâ) Hz.lerinin bizlere olan
lütuf ve inayeti sayesinde bu sultanları bize ihsan buyurmuş
olmakla bunları ziyaret de, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’i ziyaret etmek kadar makbul ve memduhtur. Hatta bazı ecnebi
kişiler ve hatta bazı Ermeni milletine mensup kimseler bile işlerine giderken, Koca Sultan’ı ziyaret etmeden geçmemişler,
diye rivayet ederler. Binaenaleyh gerek Eyüp halkının ve gerekse İstanbul halkının ve bahusus gerek ticaret ve gerek seyahat ve gerekse ziyaret için gelenlerin mutlaka ilk önce Koca
Sultan’ı ziyaret edip, sonra işlerine bakmaları ve hatta memleketten ayrılırken de tekrar gidip veda etmeleri “Allah (c.c.)’a ısmarladık” demeleri ve ruhuna ve bütün ashabının ruhlarına ve
bütün Mümin ve Müminelerin de ruhlarına başta Peygamberimiz (s.a.v.) ve bütün peygamberler de olduğu halde hediyeler etmek sureti ile ayrılanların işleri çok rast gider. Onlardan
uzaklarda olup bu ziyaretleri yapmaktan mahrum olanlar ise;
evlerinde ve bulundukları mahalden okuyup ve ruhlarına hediye etmeleri insanlık ve İslâmlık bakımından elzemdir. Hem
71
Cennet Yolları
72
kendilerine sevap ve hem de o büyüklerin dünya ve âhiret iltifatlarına mazhar olmağa sebep olur. Buradaki Ensar kelimesi
yalnız ehl-i Medine Müslümanlarına muhabbeti tahsis etmemelidir. Çünkü ensar kelimesi, yardımcılar manasına gelir. O
zaman Peygamber (s.a.v.)’e her kim yardım ederse onların hepsini sevmek Müslüman’ın borcu oluyor, demektir. Ehl-i Mekke
olan muhacirini sevmemek olur mu? Onlar Peygamberimiz
(s.a.v.) için canlarını feda eden bahtiyarlar değil mi? Mekkelilerin zulümlerine tahammülleri kalmadı, evvelâ Habeşistan’a
hicret ettiler. Acaba Habeşistanın Mekke’ye ne kadar uzak olduğu, hiç hatırımızdan geçmiş midir? Hâlbuki o günün vâsıtası
çölü ancak yayan olarak geçmekti, denizi de kim bilir o gün
nasıl geçiyorlardı. Olmadı, tekrar Medine’ye geldiler, oradan da
peyderpey Medine-i Münevvere’ye hicret edip, iki hicret sahibi
olmuşlardır ve mükâfat almışlardır. Sonra bütün muharebelerden Resulü Ekrem (s.a.v.)’e nasıl canlarını mallarını feda ederek yardımcı olmuşlar ve birçokları şahadet mertebesine nail
olmuşlardır. Sen, hicreti kolay bir şey mi sanıyorsun? Evini,
malını, çocuklarını, ailesini bırakıp ta, Peygamber (s.a.v.)’in arkasına takılıp terk-i diyar etmek, bahusus, o devirde pek kolay
bir şey olmasa gerektir. Binaenaleyh eshab-ı kiramı bila istisna
toptan sevmek her Müslüman’ın başlıca vazifelerindendir. Cenabı Hakk cümlemize rahmet şefkat lütfetsin de, onlar hakkından suizandan bizleri muhafaza buyursun. İslâmiyet teslimiyetten ibarettir. Allah (c.c.) ve Resulü (s.a.v.)’ne iman edip teslim
olan kişi; kendi aklını, reyini bilgisini bir tarafa atıp emirlere
tam manası ile itaat eden kimsedir. O da büyüklerin dedikleri
gibi; bu hususta çok titiz davranmak sureti ile dilini ve gönlünü tutup elinden gelen hürmet ve saygıyı yapması lâzımdır.
Aksi halden de son derece sakınmalıdır. Bu hususta söylenen
Mehmed Zahid Kotku
veya yazılan şeyleri ne dinlemeli ve ne de okumalıdır. Çünkü
okudukça; muarızları dinledikçe, sizin ilminiz kâfi gelmediğinden korkulur ki, o tarafa kaymış olmayasınız.
Bakınız, ikincisi ne kadar şayan-ı dikkattir. İmanın
alâmeti hubb-u l’ensar olduğu gibi münafıklığın alameti
de, bu muhterem zevata-ensar-ı kirama- buğz etmektir.
Yine sakın sen kendi fikrine ve bazı Yahudilerin ve hatta
bizim tarihçilerimizde görülen bu ifrata varan tutumdan
sakın. Bu hareket hiçbir Müslüman’a yakışmazken, erbabı
tarikatın bunlara dil uzatmaları – doğrusu – çok şaşılacak
ve mucib-i nefret bir şeydir. Bahusus şeyh efendi olan bu
zatların, basiretten ne kadar mahrum olduklarının yegâne
alâmetidir. Zavallı dervişler de şeyhlerine uyarak, atıp tutmalarına körü körüne devam ederler. 1400 sene evvel olan
bu hadiselere, tarihlere bakıp ta hüküm çıkarmak, çok yanlış bir harekettir. Bakınız, mezhepler 4’dür. Bunlar hep ayrı
ayrı kanaattedirler. Fakat hepsi me’cûrdur. Çünkü akıl içtihada o kadar ermiş; yanlış olsa dahi yine mecurdur. Meselâ;
eli veya bir yeri kanayan bir adam o hali ile namaz kılarsa,
Şafii mezhebinde caizdir. Fakat İmamı Azam Ebu Hanife
(R.A.) mezhebinde de caiz değildir. Diğerlerini buna kıyas
eyle yanlış veya doğru, yine sevap alınır. O devirdeki içtihatta böyledir. Bize düşen ashab-ı kirama hürmet ve saygıdır. Vesselam.
Kana’at ve tok gönüllülük
īƆ ÖŽ Òƈ ğĻ
Ɔ ĕƈ ĉŽ ƇĺÓĨƆ ÕƇ ĥƇ ĉŽ ÜƆ ÛƆ ĬŽ ÒƆ IJƆ ğĻ
Ɔ ęƈ ġŽ ĺÓƆ ĨƆ ĞƆ ïƆ ĭŽ Đƈ ĦƆ îƆ Òſ īƆ ÖŽ Òƈ
ÛƆ éŽ ×ĀŽ ƆÒ ÒðƆ Òƈ ĦƆ îƆ Òſ īƆ ÖŽ Òƈ ďƇ ×ýŽ ÜƆ ƅóĻáƈ ġƈƆ Ö ƆźIJƆ ďƇ ĭƆ ĝŽ ÜƆ ģĻ
ƅ ĥƈ ĝƆ Öƈ Ɔź ĦƆ îƆ Òſ
Ɔ
Ɔ
73
Cennet Yolları
74
ğƆ Ĩƈ ijŽ ĺƆ Úij
Ƈ ĜƇ ĞƆ ïƆ ĭŽ Đƈ ğƈƆ ÖóŽ øƈ ĵĘƈ Óĭƃ Ĩƈ Òſ ĞƆ ïƈ ùƆ äƆ ĵĘƈ ÓĘƃ ÓđƆ ĨƇ
ÓęƆ đƆ ĤŽ Ò ÓĻĬŽ ïĤÒ
ĵĥƆ đƆ ĘƆ
Ɔ ƫ
(İbni âdem) Ey âdemoğlu, yani buradaki insanoğlu hitabı,
insanlık sıfatını taşıyan herkese şamildir. Saadet ve selâmetin
nerede ve nasıl olduğunu onlara duyurmak üzere, ey insanoğlu diye söze başlamıştır.
İnsanın haddizatında saadet ve selâmetin nerede olduğunu
bilemediğinden yanlış yollara ve yanlış işlere başvurmakta olduğu, daima görüle gelen şeylerdendir. Hatta bazen de faydalı
diye büyük zararlara felâketlere de sürüklendiği görülmektedir. Onu ikaz etmek, uyandırmak elbette büyüklerin vazifeleri arasındadır. Peygamberler bizlere bildirmedikçe, bizim çok
şeyleri bilmemize imkân yoktur. Ondan dolayı Cenabı Peygamber (s.a.v.) bizleri ikaz sadedinde buyuruyorlar ki;
“Ey âdemoğlu, senin yanında hacetlerini giderecek
yiyecek, içecek, giyecek, oturacak, ihtiyaçlarına kâfi gelecek malın, mülkün ve gelirin varken, sana bu nimetlere
şükrünü ifa etmek de vazifen iken, bunları yapmıyor da,
daha çok şeyler talep ediyorsun. Hâlbuki bu fazla istediğin her çokluğun, senin için faydalı olmayacağını hesap
edemiyorsun.”
Her zaman görmekteyiz ki zenginlik, insanı tuğyana,
azgınlığa sevk etmektedir. İşte bugün başımıza gelen dertlerin başı da budur. Hakk (Subhane ve Teâlâ) İkra’ suresinde
bunu pek açık bir şekilde beyan etmektedir. Bu husus bütün
dünya insanlarına şamildir. Sen Avrupa’nın fabrikalarına ve
terakkilerine bakıp ta aldanma. Gittikleri ve gidecekleri yere
Mehmed Zahid Kotku
bak. Sonu cehennem olan bir yol, ne kadar güzel olursa olsun, sonunda cehenneme götüreceğinden, elbette akıllı insan
o yoldan gitmez. Neticesi cennet olan yol, -her ne kadar zor
olursa olsun- hüküm ona göredir. insanın ihtiyacından fazlasını talep etmesi, ömrünü zayi etmesi, vakitlerini boşa geçirmesi revay-ı hak mıdır? Onun için, ömrünün ve vakitlerinin
kıymetini bil de, kâinatın varlıkların sahibi, her şeye kadir Allah (C.C.)’ın emirlerine sımsıkı yapış; ibadet ü tâatını, hayır
ve hasenatını da ifa ederek, Hakk’ın sevdiği ve razı olduğu
kullarından olmağa çalış.
Yine, ikinci bir nasihat tavsiyesinde: “Ey insanoğlu! Ne
aza kanaat edersin, ne de çokla doyarsın.” Hakikaten de
böyle değil mi? İnsan aza kanaat etmediği gibi çokla da doymuyor. Bu hususta ne hasetler, ne kibirler, ne kavgalar, ne
de kıyametler kopmaktadır. Hâlbuki bu hususta birçok haram ve gayrimeşru yollara gidilmekte olduğunu herkesce bilinmektedir. Neticesi cehennemdir. Sonu küfür veya cehennem olan varlığın ne kıyameti var? Onun için, elindekine
kanaat edip cennetin yolunu tutmak lâzımdır.
“(İbn-i âdem) Ey âdemoğlu! O gün cesedin, sıhhatin
yerinde, afiyette elem ve kederden salim isen; mesleğinde,
işinde, hanende emniyet üzere isen ve o günkü geçinecek
nafakadan da varsa, artık insanları helake sürükleyen dünyaya hiçbir suretle iltifat etme” Zira insanoğlunda aşağı yukarı 300 kadar mafsal; kemiklerin ekleri vardır ki, insanlar bu
ekler sayesinde istedikleri gibi hareket etmek imkânını bulurlar. Bu büyük nimetin şükrünü ifa etmek için de iki yol vardır. Zenginlerin, yani vakti olanların her gün, her parça için
bir sadaka vermesi gerekir. Fakat herkesin yapması mümkün
olamayacağından, güzel bir söz ki; onu söylemek bir sadaka
75
Cennet Yolları
76
yerine geçer. Herhangi bir şeyde Müslüman kardeşine, yardım, yine sadakadır ve susayan bir susuz kimseye verilen bir
yudum su ve yollarda insanlara eza veren şeyleri kaldırmak ta
yine sadaka yerine geçeceği gibi, nafile olarak kılacağı namazın da bu sadakaların yerine geçeceği bildirilmektedir.
Netice şu oluyor ki; kanaat tükenmez bir hazinedir. Dünya
ve ahiret rahatlığının başıdır. Kanaatsizlik ve göz doymazlığı
bir felâkettir ki; ne insanın kendisinde, ne de bulunduğu cemiyette huzur ve asayiş bırakmaz. Bir insanın normal bir kilodan mütemadiyen yükselmesi tabii hiç de iyi bir alâmet
değildir. Belki ilk ağızlarda bu anlaşılmazsa da bir müddet
sonra foyası meydana çıkar. Çeşitli ıstıraplar, dertler, ağrılar, sancılar ve nihayet doktorların elinde adeta bir oyuncak
olur. O da bıkar canından. Vücuttaki fazla şişmanlık ne kadar zararlı ise, şükrü eda edilmeyen haram ve günahlardan
kaçınılamayan servet de böyledir. Paraların helâl olması, ibadetlere helal, noksanlık ve eksiklik vermemesi, kimseyi mutazarrır etmemek, incitmemek ve kimsenin hakkına tecavüz
etmemek de şarttır. Haramlardan ve günah yollardan kazanılan paraların yolları kesen eşkıyaların aldıkları kazandıkları
paradan farkları nedir? Birisi silah kuvveti, gücü ile kazanır.
Öteki adamın silâhı falan yoktur. Faiz, içki satmak, kumar
oynamak ve bunlara benzer şeylerle kazanılan paraların, zararın dışında hiç bir faydası yoktur.
Onun için en iyi yol, kanaat yoludur. Evet, kanaat
helâlinden olmak şartıyla büyük işler yapmağa mâni değildir. Yeter ki; kimsenin hakkına tecavüz etmemeli ve zengin
olunca şımarmak tuğyana, israflara dalmamak ve kendisini
de beğenmemek şarttır.
Mehmed Zahid Kotku
Şirkten uzak gerçek tevhid
Cibril (A.S.)’in tebşiri;
ĞƇ ƈóýŽ ƇĺƆź ğƆ Ýƈ Ĩƪ ƇÒ īŽ Ĩƈ ÚÓ
Ƈ ƈó׎ äƈ ĵĬÓƈ ÜƆ ÒƆ
Ɔ ĨƆ īŽ ĨƆ įƇ Ĭƪ ÒƆ ĵĬƈ óƆ ýƪ ×Ɔ ĘƆ ģĺ
ƈƩ Ö
ĢÓƆ ĜƆ ĚƆ óøƆ ĪŽ Òƈ IJƆ ĵĬſ ôƆ ĪŽ Òƈ IJƆ Û
Ƈ ĥŽ ĝƇ ĘƆ ÙƆ ĭƪ åƆ ĤŽ Ò ģƆ ìƆ îƆ ÓÑƃ ĻŽ üƆ ųÓƈ
Ɔ
ĚƆ óøƆ ĪŽ Òƈ IJƆ ĵĬſ ôƆ ĪŽ Òƈ IJƆ
Ɔ
Buhari ile Müslim’in müttefikan rivayette bulundukları
bu hadisi şerifte; Kelime-i Tevhid’in kadr ü kıymet ve azameti bildirilmektedir. Cibril (A.S.)’ın Efendimiz (s.a.v.)’e tebşiratta buyurdukları bir hadis-i şerifte ümmet-i Muhammede
pek büyük bir tebşirat vardır. Hz. Allah (c.c.)’ın nihayetsiz, bitmez ve tükenmez rahmetinin bir eseri olarak ümmeti
Muhammed’in şirk denilen o fena ve çirkin olan günahtan
müberra olarak dâr-ı ahirete göçen her Mümin-i muvahhidin cennete gireceği pek açık bir lisanla belirtilmiş olduğunu
duyunca, Peygamber efendimiz (s.a.v.);
“Zina eden, sirkat eden o günahkârlar da mı girecek?” diye taaccüple sormuş? Cevabı da;
“Evet, zina ve sirkat etseler dahi netice itibariyle yine
cennete gireceklerdir.” buyurmuştur.
Tevbe ve Allah’a rucû:
Biz bundan anlıyoruz ki, rahmet-i İlâhiye namütenahidir.
İman, ne büyük devlet ve ne büyük bir nimettir ki; sahibi günahları dolayısıyla bir miktar cezalanmış olsa dahi, yine cennete girecektir; günahkâr mü’min cehennemde kâfirler gibi
ebedi bırakılmayacaktır. Zina ve sirkat günahı kebairdendir.
77
Cennet Yolları
78
Tövbe etmekle af olunacağından şüphemiz yoktur. Çünkü
Allahü Teâlâ Erhamürrahimin olmakla beraber, tövbekâr kullarını da o kadar çok sevmektedir. Hatta tövbekâr olanların
hiç günah işlememiz gibi oldukları da malûmdur. Yalnız tövbenin şartlarına uymak ve bir daha o günahı irtikâp etmemiş
olmak lâzımdır. Bazıları şartları altıdır demişlerse de, tövbe-i
Nasuh ile tövbe edip hak sahipleri ile helâlleşmek ve bir daha
o günahı işlememek gerektir. Malûmdur ki; İnsan hadd-i zatında çok aciz bir mahlûktur. Bazen nefsine, şeytana uyarak
ve hiç de istemeyerek bu gibi hatalara düşer de sonradan;
“Ben ne yaptım, Müslümanlıktan çıktım” diye delice işler yapar. İşte, bu zavallıların imdadına yetişip; “Ey kulum, senin
Rabbin Gafuru-r Rahim, Rahim-i kerim. Ata’sı, ihsanı
bol bir Allah (c.c.)’tır. Şeriki, nazîri yoktur. Kimseden de
korkusu yoktur. Sen tövbe edince hemen imdadına yetişip afv eder. Dilediğimi hiç azap etmeden de cennetime
korum.” Binaenaleyh Allah (c.c.)’ın esma-i hünsası vardır.
İman eden kulunu yaptığı günahlardan naşi hemen cehenneme atmaz. Baksanıza, bir insan günah yapınca meleklerine; “hemen yazmayın” der, bazen 3 bazen 6 saat beklemelerini emretmiştir. O arada tövbe ederek ve yaptıklarına
pişman olurlarsa günah bile yazılmaz.
įƇ ĤƆ ÕƆ ĬŽ ðƆ Ɔź īŽ ĩƆ ĠƆ Õƈ ĬŽ ñĤÒ
ƪ īƆ Ĩƈ ÕƇ ÐÓƈ ÝĤƪ ƆÒ
Bu hadisin Câmi-i Sağir’deki diğer bir rivayetine; şarap
içenin de zina ve sirkat edenler gibi cennete gireceğinden
bahs olunmuş, bildirilmiş. Gerek sirkat, gerek zina, bir de şarap içenler de cennete girecekleri ne demek? Demek ki, ehl-i
imandan her ne kadar büyük günah işlemişler varsa; küfür ve
Mehmed Zahid Kotku
şirk’ten maadası hepsi afv olunacak. Cenabı Hakk isterse azap
eder, isterse etmez. Mülkünde tasarruf kendine aittir. Kimse
işine karışamaz. Binaenaleyh ehl-i isyan yani –günahkârlar-,
Hakk’tan ümidini kesmemelidir. Hatta ölmezden biraz evvel
iman eden kâfiri bile cennete koyunca, ömrü boyunca İslâm
üzere yaşamış bazı beşeriyet itibar ile günahlara düşmüş, Mümin muvahhidler, Cenabı Hakk’tan hiçbir veçhile ümidini
kesmemeli ve hemen her gün sabah akşam istiğfara devam
etmelidir. Hele seyyidi-l’ istiğfarı her gün sabah ve akşamda
üçer kere okumayı da unutmamalıdır. İnsan hiç günah işlemese dahi, çok kere gaflete de düştüğü vakidir. Gaflet ise; en
büyük günahtır. Bir hadis-i şerifte, Cibril-i Emin Peygamberimize (s.a.v.) gelip şöyle demiştir (Câmi-i sağir 89);
“Ya Muhammed, istediğin gibi yaşa. Hürriyetin elindedir. Kimsenin sana bir şey demeğe hakkı yoktur. Fakat
iyi bil ki; her gelen gidecektir. Her canlı ölecektir. (Binaenaleyh sen de öleceksin) Yaşamanı ona göre tanzim et. Zira
ölümden sonra ahiret günü. Mesuliyet günü sorgu ve hesap günü. Ceza ve mükâfat günü vardır. Bunları katiyen
unutma” Bu vaaz u nasihat şüphesiz bizleredir. Resulü Ekrem (s.a.v.) zaten tebliğ ile memur olduğundan aynı zamanda
himaye-i ilâhiyede bulunduğundan ve O’nun hayatı hepimize
de örnek olması dolayısıyla, bu emir doğrudan doğruya bizlere ait olsa gerektir.
İkinci cümle ise; daha çok dikkate şayandır.
“İstediğini istediğin gibi sev. Amma iyi bil ki, o sevdiğinden de ayrılacaksın” Binaenaleyh öyle bir şeyi, bir zatı
sev ki; ondan ayrılmak olmaz. O da şüphesiz Cenabı Hakk’ı
sevmek ve O’nun zikrine devam etmektir. Hayat-ı dünya ve
79
Cennet Yolları
80
dünyadakiler hep misafirdir. Misafir ise yolcudur. Bu da bize
bir ikazdır. Nefis terbiyesi gerektir. Her istediğine gönül verip
saplanmak doğru değildir. Çünkü hem ölüm var, hem ayrılık. Öyle ise; senden ayrılmayan ve seni kurtaracak zikre, tefekküre, ibadete devam eyle. Kuran’dan ve Kur’an yolundan
ayrılma. Cennet ve cehennem olmasa bile bize düşen doğruluk, sadakat ve Hakk’a kulluktur. Gücü, kuvveti yeten herkes
istediği gibi yaşaması caiz değildir. İnsanın, verilen nimetlerin kadrini bilip şükretmesi ve isyandan sakınması lâzımdır.
Sevilmesi lâzım gelen ancak her nimeti veren ve bizleri halk
eden Allahü Teâlâ Hazretleridir. Eğer insan, insan ise, sevdiğine karşı kusur etmemeğe çalışır. Allah (c.c.)’ın affı bol diyerek isyan vadilerinde dolaşmak ehli imana ve İslam’a hiç yakışır bir şey değildir. Zira 3. cümlede yaptığımız iyi ve kötü
amellere göre mükâfat veya mücazat olunacağımız bildirilmektedir ki; bunu da unutmamak ve ona göre hareket etmek vazifemizdir. İnsanın şerefi, yüksekliği gece namazlarını,
teheccüdü kılmaktır. İzzeti de insanlardan müstağni olmasıdır. Kanaatte ise de izzet ve hürriyet vardır.
Günahlardan ve özellikle içkiden uzak durmak:
ƈ ĐIJ óĩéĤÒ īđĤ ųÒ ĪÒ ïĩéĨ Óĺ ĢÓĝĘ ģĺ ƈó×äƈ ĵĬÓƈ ÜƆ ÒƆ
ÓİƆ óĀÓ
Ɔ Ɔ Ɔ Ɔ Ž Ɔ Ž Ɔ Ɔ Ɔ ƆƩ ƪ Ɔ Ƈ ƪ Ɔ Ƈ Ɔ Ɔ Ɔ Ɔ Ƈ Ž
ÓıƆ đƈƆ ĺÓÖƆ IJƆ įƈ ĻĤƆ Òƈ ÙƆ ĤƆ ijĩƇ éŽ ĩƆ ĤŽ ÒIJƆ ÓıƆ ĥƆ ĨÓƈ èƆ IJƆ ÓıƆ ÖƆ ƈò ÓüƆ IJƆ ÓİƆ óāƈ ÝƆ đŽ ĨƇ IJƆ
Ž
Ɔ
ƈ
ÓıƆ Ļĝƈ ùŽ ĨƇ IJƆ ÓıĻ
Ɔ ÝƆ ׎ ĨƇ IJƆ
Ɔ ĜÓøƆ IJƆ ÓıƆ ĐÓ
Ɔ
Bir önceki hadis-i şerifin izahı yapılırken şirk ve küfürden maada, bütün günahkârların cennete gireceği açıklan-
Mehmed Zahid Kotku
mıştı. Şimdi ise; bu hadis-i şerifte, içkinin ne kadar fena ve
muzır olmasından naşi, ona lânet edilmekte kalmamış; üzümün suyunu sıkana, sıktırana, içene, taşıyana, taşıtana, yardım edene, kaldırana, satın alana, satana ve o şarabı içene,
verene ve içmek için isteyene de şamil olmak üzere hepsine
birden lanet edilmesi çok şayan-ı dikkattir. Bu günün insanları, bazıları buna karşı delicesine müptelâ oldukları da görüle gelmektedir. Tabii bu dertler, diğer hastalıklar gibi bir
dert ve bir iptilâdır. Buna müptelâ olanları, Allah (c.c.) kurtarsın demekten başka da çaremiz yoktur. Zira bugün bilgin
sayılan her sınıf insan içinde müptelâ olanlar görüle gelmektedir. Daha korkuncu, bunun zararını bilen doktorlarımızın
arasında, maalesef müptelâları bulunmaktadır. Bizim için bu
fayda ve zararların hiç kıymeti yoktur. Asıl olan mühim mesele, bunu yasaklayanın Allahü Teâlâ Hz. olmasıdır. Korkmak lâzım gelirse, cehennemden değil, asıl cehennemi yaratan Allahü Teâlâ’dan korkmak gerektir. Cennet mükâfat evi,
cehennem de ceza evidir. Amma ikisi de mahlûktur. Ateşin
yakması Allahü Teâlâ’nın izniyledir. Eğer ateş muhakkak yakan bir şey olsaydı, İbrahim (A.S.)’ı yakması lâzım gelirdi.
Hâlbuki hiç te öyle olmadı. Hakk’ın emri ile bir anda berd ve
selâm oluverdi. Binaenaleyh, insana yakışan mahlûktan değil,
Halik’tan korkmasıdır. Hapishaneler de bir ceza evidir. İnsan
oraya girmemek için daima tedbirli davranır. Buradaki kanunlar ise; beşerin yaptığı bir kanun olmakla beraber, insan
onlara karşı daima saygılı olmayı vazife bilir, kanunlara muhalif hareketlerden kaçınmalıdır. Varlıkların sahibi, kâinatın
sahibi, bütün mevcudatı yaratan ve kâinatı da gayet ahenkli
bir nizam içinde yürüten ve insana görme, duyma, konuşma,
koklama hissi, idrak, zekâ, akıl, fikir gibi sayısız nimetler ver-
81
Cennet Yolları
82
miştir. Hakk Sübanehu ve Teâlâ, kulunun yine kendi faydası
için, sıhhati için, içindeki nurun muhafazası için içkiyi haram
kılmış, hem içmesini, hem satmasını, hem almasını, hem parasını yemesinin haram olduğunu belirtmiştir. Bu haramlarla
beslenen vücutlar tabiatı ile Hakk’a yönelemezler. Bir vücut
ki, haramla beslenir, ateşte yanmak onun için daha evlâdır.
İçkinin maddi zararları o kadar mühim değildir. Şu hastalık, bu hastalık nihayet; ölüm. O da temizliktir. Dünyanın
felâketlerinden kurtulmuş olur. Akıl bir nur-u manevîdir; iyi
kötü, beyaz kara, hak batıl, bu nur ile fark edilir. Şimdi o insan ki; hak ile batılı fark edemeyecek bir dereceye gelmiş, iyi
ile fenayı, beyaz ile karayı fark edemiyorsa, artık ona nasıl insan diyeceğiz? İşte asıl felâket o felâkettir ki; insanı insanlık
mertebesinden hayvanlık mertebesine düşüren o nursuzluktur. O nurdur ki; insan onun sayesinde Allah (c.c.)’ını bilir,
O’na uyar. Gözler, o nur sayesinde görür. Kulaklar da o nur
sayesinde işitir. O nur, ya söner veya kararırsa, o göz hayvandaki göz gibi basardan değil, basiretten mahrumdur. Eşrefi
Rumi Hazretleri de ne güzel söylemiş;
“Bir göz ki olmaya ibret nazarında,
ol düşmanıdır sahibinin baş üzerinde.”
İçki mü’minin feraseti köreltir
İbret, ancak basiretle olur. Yani, basiret-i maneviyesi olmayan göz sahibinin düşmanıdır. Çünkü o nur’u Cenab’ı
Hakk bize ihsan etmiştir. Gözümüzle dış tarafını, basiretle
iç tarafı görülür. Okunur, bilinir. O sizin teybiniz, televizyonunuz eğer işlemiyorsa neye yarar? Maneviyattan mahrum gönüller, gözler, akıllar, kulaklar da hep işlemeyen saat,
Mehmed Zahid Kotku
makine, teyp, televizyon gibi dışı güzel, fakat asıl olan iç kısım bozuk, cereyan gitmiyor, cereyanın adı elektrik, Arapçası
“nur”dur. Türkçe ışık desek değil, aydınlık desek değil. Bizim can makinesini çalıştıran nur, ruh… Bu olmayınca, insan tabii işe yaramayan çöplüklere atılmış bir makine parçası
gibidir. Sakın darılma. Bak nasıl çalışıyoruz? Hele şu Avrupalıları, dinsiz kavim ve komünistleri görmüyor musun? Harıl
harıl nasıl çalışıyorlar? Şimdi sen de kalktın, bizi cansız bir
insana benzettin.
Aziz kardeşim! Sen her halde çok rüyalar görmüşündür.
Senin rüyada gördüğün, bu yatakta uyuduğun bir ceset mi,
yoksa senin bir emsalin mi? Bak, eti kemiği de yok. Bir anda
her tarafı da dolaşabiliyor. Bazen göklerde uçar. Bazen de denizleri aşar. Hâlbuki insanlık, o da değildir. Asıl olan ruh, bir
nurdur ki, bizim onu tarife gücümüz yetmez. İşte o nur sayesinde insan, insandır. O nurun temizliği, saflığı muhafaza
edilebildiği takdirde, insanlardan pek büyük ve pek çok harikalar zuhur eder. Peygamberlerden zuhur eden mucizeler,
evliyalardan zuhur eden kerametler hep bu nurun temizliği
sayesindedir. Bu nur, iki kısım olarak vücudumuzda tezahür
eder. Birisi dış kısmının haysiyetine; yaşamasını, görmesini,
yemesini, işitmesini sağlar, bu nur kesilince hayat sona erer.
Bu nurun asıl olan kısmı da iç nurdur. İkisinin birleşmesiyle
kemal-i insaniyet insanda zuhur eder. Birisiyle beden çalışır.
Her canlının çalıştığı gibi. Bizim muradımız böyle değildir.
Biz mümtaz bir mahlûkuz, hayvanlar gibi gayesini ve neticesini bilmeden çalışmağa gelmedik. Bizim Halik’ımıza karşı
bir kulluk borcumuz vardır, bu kulluğu yapabilmek için bu
âleme gelmiş bulunuyoruz. Asıl vazifemiz kulluktur. Onu
bırakıp ta, adeta hayvanlar gibi çalışıp toprağa gömülmek
83
Cennet Yolları
84
ve yok olmak için değildir. O zaman bu hayata çok acımak
lâzım. Hem de çok ağlamak. Zira mühim olan insanlık gitmiş. Onun yerine insandan başka mahlûkların yaşaması gibi,
hatta onlardan da daha aşağı mertebeye düştüğü “belhüm
edallü” ayet-i celilesi ile açıklanmıştır.
İkinci nur, iç âlemin nurudur ki; insanı insan eden budur.
Bunu bıraktığımız takdirde, gözü var lâkin görmez. Kulağı var
amma duymaz, kafası var amma düşünemez bir hale geliriz.
Onun içindir ki; insanın ruhunu kirleten nur’unu karartan
her şey günahtır, haramdır. İçki de bunlardan birisi. İnsanın
muvakkat zamanda olsa aklını giderdiği ve insanı çileden çıkardığı malumdur. İşte bu haramlar ve günahlar ruhumuzu
kirletir. Nurumuzu kapatır olduğundan yasak edilmiştir. Bir
de içki falan içmeden dünyaya olan meyil ve muhabbeti neticesinde öyle bir sarhoş olmuştur ki; tarif olunamaz. Bütün
aklı fikri, işi gücü ve fâni dünyayı ele geçirmek, çalışma sarhoşluğudur. Bu da içki sarhoşundan aşağı değildir. Kendisinden İslâm’ın istediği İslâmlık bulunmaz. Binaenaleyh insanı
sarhoş eden her şey, haramdır.
İçkinin haram kılınışının hikmetleri
óĩŽ íƆ ĤŽ Ò ÔƆ ƈóüƆ īŽ ĨƆ IJƆ ĦÒƄ óèƆ ƅóġƈ ùŽ ĨƇ ģƫ ĠƇ IJƆ óĩŽ ìƆ ƅóġƈ ùŽ ĨƇ ģƫ ĠƇ
Ɔ
Ɔ
Ƅ
ĵĘƈ ÓıƆ ÖŽ óýŽ ĺƆ ħĤƆ ÕŽ ÝƇ ĺƆ ħĤƆ ÓıƆ ÝƇ Ĩƈ ïŽ ĨƇ ijƆ İƇ IJƆ ÚÓ
ƫ ĵĘƈ
Ɔ ĩƆ ĘƆ ÓĻſ ĬŽ ïĤÒ
Ž
Ž
Ɔ
óĩĐ īĐ Õè Ú î Ħ ħİ Ć .Øƈ óìƈ źÒ
Ž
Ɔ ſ
buyrulmuştur ve
ƈ ƈ
ƈ ƈ
öÓ×Đ īÖÒ īĐ Õİ Ğ . ƅóüƆ ģƈ ž ĠƇ æÓ
Ƈ ÝƆ ęŽ Ĩ ÓıƆ Ĭƪ ÓĘƆ óƆ ĩŽ íƆ ĤŽ Ò Òij×Ƈ ĭÝƆ äŽ Ò
ž
Mehmed Zahid Kotku
hadisi varid olmuştur.
Bu iki hadis-i şerif de bize anlatıyor ki, her ne ad altında
olursa olsun ve her hangi bir şeyden yapılırsa yapılsın; sarhoşluk veren her şey, şarap gibi haramdır. Şarabın haram olmasının sebeplerinden birisi, insanın şuuruna sahip olamaması
ve söylediklerinin neticesinin nereye varacağını bilmemesi ve
hatta saçma sapan konuşması, her nevi sarhoşluğun neticesi
böyledir. Bununla beraber, içki her fenalığın başıdır ve anahtarıdır. Bizim doktorumuz diyor ki; her ne kadar azdan başlanırsa başlansın, bir gün kaçınılmaz bir ayyaş haline getirir.
Artık önüne geçilmez bir hâl alır ve her şeye de böyle azdan
başlanır. Bu kadarcık zarar vermez kuvvet verir, iştaha sebeptir
diye, bazı aileler –maalesef- buna toptan müptelâdırlar. Sonra
bu az içkiye vücut alışır. Artıra artıra nihayet tam bir ayyaş
olur, etrafa da rezil olur. Ev halkı ve komşuların da mutazarrır olacakları tabiidir. Hele bugünkü apartman daireleri artık bir felâket haline gelir. Bu hususta ne kadar fenalık varsa
toplamışlar. Bir odaya kapamışlar. Kapısının anahtarı da içki
olmuş. Binaenaleyh bir kere içki içtin mi, artık arkasından
her felâket beklenir. Nihayeti ya hapishane, ya da mezardır. Onun için pek muhterem kardeşim, sakın sen bu içkiye
alışma. Milyonlarca sarı altın verseler, damlasını ağzına alma.
Bu husustaki Kuran-ı Azimüşşan ayetlerinin tercümesini Elmalılı Küçük Hamdi Yazır Efendi’nin tefsirinden1 ve Konyalı Vehbi Efendi’nin “Ahkâmı Kuraniye”sini tekrar tekrar
iyi oku. Çünkü tekrarda da çok fayda vardır. Yukarda da arz
ettiğim gibi, fayda veya zarar aynı şey. Asıl olan Allahü Teâlâ
ve Tekaddes Hz.’nin yasaklarına saygı ve rivayettir. İsterse içki
1
Hakk dini, Kur’an dili adlı Tefsirdir.
85
Cennet Yolları
86
baştan başa fayda olsun, şifa olsun, dertlere derman olsun. Ne
olursa olsun, hiçbirisi kulağımıza girmez. Zira Halık-i kâinat
Allahü Teâlâ’dan daha mı iyi biliyoruz? Mademki yasak demiş,
artık akan sular durur. Müslüman olan başka bir şey aramaz.
Neden harammış, diyemez. Elbette ki akıl bunu icap eder.
Şimdi bize birisi akıllı kim, diye sorsa bizim vereceğimiz cevap şu olacaktır ve herkes te böyle diyecektir. Filân zengin
adam da ne akıl var, ne akıl. Denizde gemileri, havada uçakları şu kadar fabrikası, günlük geliri, maiyetinde de şu kadar
adam çalışıyor, çoluk çocuk hepsi şahane yaşıyorlar. Hepsinin
altında lüks otomobiller, şoförler, aşçılar, hizmetkârlar, adeta
eski zamanın sultanlarından daha akıllı kim olabilir? Bu bizim ölçümüz. Her zaman yanlış ölçer. Ayarı sık sık bozulur.
Bir de hiç bozulmayan Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in ölçüsüne bakalım. Bak, O buna ne diyor:
“Akıllı o insandır ki, Rabb’isine itaat eder.” Yani akıllı
adam, Allah (c.c.)’ına itaat eden kimse olduğu gibi, cahilin de Allahü Teâlâ’ya isyan eden kimse olduğundan bahsedilmektedir. Bu İslâmi bir görüştür, doğrusu da budur. Bugünkü dünyada gördüğümüz terakkiler, icatlar bununla, yani
bizim murat ettiğimiz akılla hiç alâkası yoktur. Buna dünya
aklı derler. Dindarlarda da olur dinsizlerde de, bizim murat ettiğimiz o akıldır ki; o dünyasının gerisine, arkasına, sonuna bakar ve varlıkların sahibi Allahü Teâlâ’yı bilmeye ve
O’na kulluk etmeye ve emrinden dışarıya çıkmamaya çalışır.
Öyleyse Rabb’ına itaat et ki; sana akıllı desinler. O’na isyan
etme ki; sonra sana cahil derler. İşte bu bize yeter. Bugün birçok harikaları icat eden kimselerin hemen hepsi gâvurlardır.
Bunların akılları, bu dünya işlerine erdiği için hâlâ o putlarına tapmakta ve Allahü Teâlâ’ya oğlu İsa ve melekler de kız-
Mehmed Zahid Kotku
ları ve daha münasebetsiz şeyleri söylemektedirler. Eğer bizim murat ettiğimiz akıldan bir parça olsa, bu iftirayı, bu şirki
yapmaz hemen İslâm’a dönerlerdi. Demek ki, bunların bizim istediğimiz akıldan mahrum oldukları besbelli oldu. İsyan vadilerinde gezenler ehli iman indinde cahildirler. Ebûd
Derda (R.A.) Hz. ne hitaben: “Aklını ziyade eyle ki Rabbine yakınlık ziyade olsun.”
Nasıl aklımı ziyade edebilirim? Demiş. Cevaben; “Gazab-ı
İlâhi olan şeylerden, günahlardan sakın. Ve feraiz-i ilâhiyeyi
ifa et. O zaman akıllı olursun. Yani aklın her an artar. Sonra
nafile ibadeti çok yap. Dünya aklın artar. Rabb’ine kurbiyetin ve izzetin de artar.” Onun için İmamı Gazali diyor ki;
“Hanaziri a’zam indallah min men asahü”(Allah katında en büyük domuzlar, O’na isyan edenlerdir.) ehli dünyanın bunlara gösterdiği tazim ve hürmete kulak asma. Çünkü
onlar hasırîn ve ziyandadırlar. Akıl, haddizatından insanı Allah
(c.c.)’ya itaate sevk eder. Hakk (Sübhanehu ve Teâlâ)’ya muhalefet, aklın nurunu söndürür. Aklı ifsat eder. Zira mâ’siyet
zulmettir. Akıl da nur’dur. Tabiatıyla günahlar ki; isyanlardır,
o aklı ifsat edeceklerdir. Onun için, aklı başında olan hiçbir
kimse Allah (c.c.)’ya isyan edemez. Mutlaka aklı gider, sonra
günahları gider işler, bakarsın, sonra da pişman olur. Zira akıl
onu her fenalık kötülük, günah ve isyandan onu meneder,
Allah (c.c.)’nın azametini gördüğünü bildiğini ve bir de üstelik verdiği nimetleri gözün önüne getirir, ayıp, korku, utanç,
bunlar sana hiç yakışmaz, diye meneder. Bundan naşi, gerek zina, gerek içki ve gerek sirkat gibi çirkin şeyler, imanla
birlikte kabil-i telif değildir. Yani ehl-i iman bunları asla yapamaz. Hadisi şeriften beyan buyrulduğu gibi, bir kişi Mü-
87
Cennet Yolları
88
min olduğu halde, bunların hiç birisini yapamaz olduğu pek
aşikâr belirtilmiştir.
İçki bütün kötülüklerin kaynağıdır.
Hadis-i şerifte bu ne kadar açık bir lisanla söylenmiştir:
ƈ Ž īĨƈ âóìƆ ĵĬſ ôƆ īĨ
ƈ ĩĺźÒ
óĻĔƆ óĩŽ íƆ ĤŽ Ò ÔƆ ƈóüƆ īŽ ĨƆ IJƆ ĪÓ
Ɔ Ɔ Ɔ
Ž Ɔ
Ɔ
ƆŽ Ɔ
ƈ
ƅ
ƈ
ƈ ĩĺźÒ
ÓıƆ ĘƇ ƈóýŽ ÝƆ ùŽ ĺƆ Ùƃ ×ıŽ ƇĬ ÕƆ ıƆ ÝƆ ĬŽ Ò īƈ ĨƆ IJƆ ĪÓ
Ɔ Ž īƆ Ĩ âƆ óƆ ìƆ ĮóƆ ġŽ ĨƇ
Ɔ
ƈ
ƈ
ƈ ĩĺźÒ
ĪÓ
ƪ
Ƈ ĭĤÒ
Ɔ Ž īƆ Ĩ âƆ óƆ ìƆ öÓ
“Men zenâ harece minel îmân” demekle, iman oldukça
Mümin muvahhit bir kimsenin bu günahları irtikâp etmesine imkân yoktur. İrtikâba teşebbüs ederse, derhal iman çıkar. Sırtımızdan gömleğin çıktığı gibi. Sonra içki içen kimse
müşrik bir kimseye benzetilmiştir. Bir de içip sarhoş olursa,
40 günlük namazı kabul olmaz. Damarlarında içkiden bir şey
bulunduğu halde ölecek olursa, cahiliyet ölümü üzerine ölür.
Bir de içkinin zararı hemen kendi nefsinde kalmaz. Belki zararı ammeyedir, içki yalnız olmaz. Yanında çalgı ve çalgılar da
bulunacağından, bunları irtikâp eden ehl-i fısk yer sarsıntılarına, insanların simalarının değişmesine, ahlâk ve hareketlerinin değişmesine ve bir de kazf denilen gökten atılmalarına
sebep olur. Toprak kaymaları olur. Mezardan çıkmalar olur.
Uçak kazaları olur, lâkin bugünün insanı bunlara birer kulp
takıp yer göçmesi, maden patlaması gibi sebeplere bağlayıp
işin içinden çıkmağa bakarlar. Halbuki bunların başlıca sebepleri hep isyandır. Sakın deme ki; kâfirlere bir şey olmuyor da hep bize mi? Pek âlâ sırası gelince onlara da oluyor.
Sen de dinsizlere karışıp, böyle şey olmaz deme ve kendini
Mehmed Zahid Kotku
de yakma. Sen Allah (c.c.)’ın ve Resulü’nün dediğine bak.
Bu içki iyi bir şey olmuş olsa, içeni ne için dövmeli; nihayet
niçin öldürmeli? 424. hadiste yirmiden fazla râvinin rivayet
ettiği, içlerinde İmam-ı Müslim’in (R.A.) de bulunduğu hadisi şerifte;
ƈ ĘƆ ÙƆ ĻĬÓƈ áƩ ĤÒ
ĮIJ
Ž
Ƈ ïƇ ĥäÓ
Ɔ
.Įij
Ƈ ĥƇ ÝƇ ĜŽ ÓĘƆ ÙƆ đƈƆ ÖóĤÒ
ƪ
ƈ
ƈ ĘƆ óĩíƆ ĤŽ Ò Ô ƈóüƆ īĨ
îÓ
Ɔ ĐƆ ĪŽ ÓĘƆ ĮIJ
Ž Ɔ
Ž Ɔ Ž
Ƈ ïŽ ĥäÓ
Ɔ
ƈ
ƈ ĘƆ ÙƆ áƆ ĤÓƈ áĤÒ
îÓ
ƪ ĮÓƆ ĐƆ ĪŽ Óƈ ĘƆ
Ɔ ĐƆ ĪŽ ÓĘƆ ĮIJ
Ž
Ƈ ïƇ ĥäÓ
þ Ğ Ć ħè
“Şarap içeni üç kere dövünüz” Islah olmazsa artık dördüncü defa da içerse, İmam Malik (R.A.)’e göre katli lâzımdır,
denmiştir. Başka günahkârların değil de sadece, zina ve içki
içenlere katlin vâcib görülmesi, her halde zararın büyüklüğüne delâlet eder. Diğer Müslümanları da korumak için bir
tedbirdir. Çünkü içki bütün günahların, fenalıkların başıdır.
Ona bir kere alışan kimseden, artık her fenalık beklenebilir.
Vaktiyle, bir zat şehir dışında yapılan savma ki, Hıristiyanlarda ibadet ve riyazet için girdikleri yerlerdir. Bir gün şeytan
bir misafir kıyafetinde bu zata misafir olmuş. Ev sahibi buna
ikramlarda bulunmuş, yemekler vermiş. Fakat üç gün misafirliği halinde hiçbir şey yiyip içmemiş. Ev sahibi;
— Sen böyle nasıl kimsesin ki yiyip içmeden yaşıyorsun?
Diye sormuş.
Şeytan bunu kandırmak için;
— Ben bir günah işledim, sonra da tövbe ettim, Allahü
Teâlâ da benden yemek ihtiyacını kaldırdı, deyince, bu âbit
hemen;
89
Cennet Yolları
90
— Aman, demiş bana da öğret te, ben de bu yemek, içmek
külfetinden kurtulayım, demiş.
Cevaben şeytan;
— Ya içki içer, ya zina eder, ya da bir adam öldürmek
lâzımdır, der.
Zavallı âbit düşünür taşınır.
— Bir kere, öldürmek olamaz. Zina, o da hiç olamaz. İçki,
biraz içer, sonra da tövbe ederim. En kolayı bu, der. Şeytan o
arada, devrin padişahının kızı hastaymış, ona gidip:
— Falan yerde bir âbit var, nefesi pekiyi, İnşallah kızınız iyi olur, diye onu kandırmış. Hemen bir arabaya kızı koyup Âbidin evine getirmişler. Âbit sarhoşluk haliyle kıza tasallut edip, zina da yapmış. Sonra ayılınca yaptığına pişman
olarak, padişah da yaptığını duymasın diye düşünürken şeytan gelip,
— Onu öldürüp gömmekten başka çare yok, ararlarsa, biz
gönderdik deriz.
Bunun üzerine, o zavallı abidcağız katl fiilini de işlemiş.
Neticede kızın katili olduğu öğrenilmiş ve gömdüğü yerden
çıkarılarak, bu âbidin de katline ferman verilmiş. Bakınız,
bir içki hem zinaya, hem katle sebep olarak kendinin katline, yok olmasına sebep olmuştur ve nihayet imanını da şeytan elinden almış, canı cehenneme gitmiştir. Onun içindir
ki; içki bütün fenalıkların başıdır. En fenası iman gitmesine
sebep olur. Birkaç saatlik zevk için, bu cinayetler hiç işlenir
mi? İşte, insanın aklı burada duruyor. Bu nasıl Müslümanlık
ve dindarlıktır ki, Allah (C.C.)’nın yasak ettiği içkiye müptelâ
olur. Paralarını zayi eder. Çocuklarını perişan eder. Hayatını
da ifna eder. Çeşitli hastalıklara genç yaşlarında tutulup, ni-
Mehmed Zahid Kotku
hayet ölüme doğru gider. Allah (c.c.) bütün beşeriyeti, bahusus ümmet-i Muhammed’i bu gibi hallerden muhafaza buyursun. Ne güzel çeşitli nimetler, şerbetler, meyve suları hem
faydalı ve hiç te kimseye zararı yok hem de aklı başında. Sarhoşluğun son devrinde, kendinden geçer, ne yaptığını bilmez.
Ölü gibi uyur. Kusar, etrafı berbat eder. Aman Yarabbi, ne
felâket? Bunun sevilecek yeri var mı? Akl-ı Selim bunu hiçbir zaman kabul edemediği gibi, Müslümanlık bunu hiçbir
zaman kabul etmez. Bakınız Cibril (A.S.) vasıtasıyla Peygamberimiz (s.a.v.)’e şöyle buyrulmuştur;
“Ya Muhammed, istediğin gibi yaşa. Fakat şunu iyi
bil ki, sonra öleceksin. Hayatını, yaşamanı ona göre tanzim et. Çünkü neticede ölümle baş başa kalacaksın. Sonraki pişmanlıkların fayda vermeyeceğini de bilirsin.
İkincisi; istediğini istediğin gibi sev, lâkin iyi bil ki,
her sevdiğinden ayrılacaksın. Binaenaleyh, öyle bir Zat
Celle Âlâ’yı sev ki; sevdikçe ayrılmak değil, belki O’na
yaklaşırsın. Hem, neyi seversen sev. O sevdiğini yaratan
Allah (c.c.)’tır. Yine dön de Allah (c.c.)’ını sev. Fayda ancak O’nda var.
Üçüncüsü; istediğin her türlü fenalığı işlemekte serbestsin. Amma iyi bil ki; her yaptığından ceza göreceksin. İyi işlerin için mükâfat; kötü fena işlerin için de azap
göreceksin. Yani, hayatının her halinden mesulsün.” Ona
göre davranmak mecburiyetindeyiz, vesselâm.
ƆźIJƆ ƅóĩŽ ìƆ īƇ Ĩƈ ïŽ ĨƇ ƆźIJƆ ĚÓ
Ƅ ĐƆ ƆźIJƆ
(Ramuz, s. 486) ÚÓ
Ƅ Ýƪ ĜƆ ƆźIJƆ
ĪƄ Óĭƪ ĨƆ ÙƆ ĭƪ åƆ ĤŽ Ò ģƇ ìƇ ïŽ ĺƆ Ɔź
ƅóéŽ ùƈƈ Ö īƄ Ĩƈ ËĨ
Ž
91
Cennet Yolları
92
Mezkûr hadis-i şerifte ise, beş kişinin cennete giremez olduğunu beyan etmesi çok mühimdir. Bunlardan birisi;
“Mennan” denilen iyilikleri başa kakan zavallı.
İkincisi: Ana baba kıymetini bilmeyip, onlara isyan eden
bedbaht.
Üçüncüsü; içkiye devam eden sarhoş,
Dördüncüsü; sihirbaz,
Beşincisi, kannattır ki; mütemadiyen nemmamlık yapan lâf taşıyan koğucu bir kişidir. Bu da tabii sarhoş, sihirbaz gibi, insanların aralarını bozan fitneci bir kimsedir, bu da
cennete lâyık bir kimse görülmemiştir. Çünkü Cennet gayet
temiz bir yer olduğundan hep temizleri ister.
Bu beş sınıf ise; manen çok pistirler. Verdiğini başa kakmak çok adiliktir. Zaten sen onları vermekle mükellefsin, üstelik ona ayrıca bir dua etmesi, beni külfetten kurtardın diye,
teşekkür etmesi lâzım gelirken, biraz kızdı mı hemen; “Yüzüne gözüne dursun, ben sana şu kadar iyilikler ettim. Şunları bunları verdim. Senin nihayet yapacağın bu mu idi?” diye
söylenmek, tabiatıyla çok yanlış bir hareket olduğundan, Cenabı Hakk’ın kullarını şefkat ve merhametten de arî olunca,
yeri cehennem oluyor.
İkincisi, ana ve babaya, dedeler, ninelere isyan etmek, onların sözlerini dinlememesi ve onlara eza ve cefa etmesi ve onların ihtiyaçları ile alâkadar olmamaları, hem İslâmlık ve hem
de insanlığa tamamı ile aykırıdır. Ana, babaya itaat hakkında
yazılan eserler mevcuttur. Bunları hem okumalı, hem onlara
karşı da çok saygılı ve hürmetkâr olmalıdır. Hatta bunu daha
ileri götürüp bütün aile halkına karşı tesanüt, hürmet ve saygıdan geri kalmamağa çalışmalıdır. Bunlar başka memleket-
Mehmed Zahid Kotku
lerde bulunsalar dahi, alâkayı kesmeyip hallerini araştırmalı
ve ihtiyaçlarına yardımcı olmayı vazife bilmelidir. Kendi çocuklarına nasıl bakıyorsa, kendisini yetiştiren ebeveynine aynı
şekilde bakıp, dualarını almalıdır.
Üçüncü felâket, sarhoşluktur. Bu husustaki yazıları dikkatle oku ve başkalarının bu çirkin hareketine sen de kapılma.
Sonra o güzel cennetten mahrum olursun.
Dördüncüsü, sihirbazlık, yani göz boyacılığı, el çabukluğu ve bazı aletler vasıtasıyla insanlığı kandırmak, aldatmak,
hiç yoktan onların paralarını almak ve ömürlerini boşa geçirmek gibi, bir sürü çirkinlikleri yaparak halkı boşu boşuna
meşgul etmek, kıymetli vakitlerini zayi etmeğe vesile olmak,
elbette hem çirkin hem günah, hem de canım o güzel cennetten mahrum olmak ne kadar acıdır.
Beşincisi: Kannat; dedikleri lâf taşıyan, insanları birbirine katan arabozan, küsüştüren, cemiyeti fesada veren, bu
bedbahtın cennetten mahrum olması tabiidir. 117. hadiste
beyan buyrulduğu veçhile içkinin ismini değiştirip konyak,
bira, rakı v.s. adlarla içerler, içmedik derler. Böylece kendilerini de aldatmış bulunurlar. 131. hadiste ise buğdaydan arpadan, üzümden, baldan dahi şarap yapılır ve her sarhoşluk veren müskirattan nehiy ve men olunduğumuzu beyan eder.
įƇ ĭŽ Ĩƈ ƇųÒ
Ʃ ģƈ ×Ɔ ĝŽ ĺƆ ħŽ ĤƆ ÓıƆ ÖƆ ƈóüƆ īŽ ĨƆ IJƆ ßƈ ÐÓƈ ×Ɔ íƆ ĤŽ Ò Ħƫ ƇÒ óƇ ĩŽ íƆ ĤŽ ÒƆ
ƈ
Ùƃ ÝĻƆ Ĩƈ ÚÓ
Ɔ ĨƆ ĪŽ Òƈ IJƆ ÓĨƃ ijŽ ĺƆ īĻ
Ɔ ĨƆ įƈ ĭƈ ĉŽ ÖƆ ĵĘƈ ĵƆ İƈ IJƆ ÚÓ
Ɔ đÖƆ òŽ ƆÒ ØƆ ijĥƆ ĀƆ
ƈ ä
Ùƃ Ļĥƈ İÓ
ƪ Ɔ
Hadis; elhamrü ümmül habais.
93
Cennet Yolları
94
Şarap, bütün habis, fena, kötü şeyler varsa bunların hepsinin anasıdır. Her kim onu içerse Allah (c.c.) tam onun 40
günlük namazını kabul buyurmaz. Eğer o içkiden içinde bir
şey varken ölecek olursa; cahiliyet ölümü üzere ölür. Yani cahiliyet devrindeki insanlar nasıl öldü ise o da öyle olur, yani
dinsizler devrinde olan bedbaht insanlar gibi dinsiz olarak
ölür. Amma altındaki hadisi şerif çok acıdır. O cahiliyet devrinden dinsiz olarak ölenlerin içinde bile yine birçok temiz ve
namuslu kimseler de bulunabilirse de; buradaki teşbih çok
acıdır. Zira anası, teyzesi, halası ile münasebette bulunmak
hiçbir dinde belki de hiçbir millette dahi böyle bir kimse bulunamaz, tasavvuru mümkün değildir. Binaenaleyh sarhoşluk ne kadar fena bir şey ki; böyle kötülüğe cesaret eden bir
serserinin haline benzetilmiş olması sarhoşluğun ne demek
olduğunu beyana kâfidir.
Bakınız başka bir hâdiste de;
ïƇ åƈ ĺƆ ƆźIJƆ Ùƅ ĭƆ øƆ Ùƈ ƆÐÓĩƈ ùƆ ĩŽ èƆ Øƈ óĻùƈ ĨƆ īŽ Ĩƈ Ùƈ ĭƪ åƆ ĤŽ Ò ÙƇ éƆ ÐÒƈ òƆ æÒ
Ƈ óƆ ÜƇ
Ɔ
ƈóĩŽ ìƆ īƇ Ĩƈ ïŽ ĨƇ ƆźIJƆ ĚÓ
ƭ ĐƆ ƆźIJƆ įƈ ĥƈ ĩƆ đƈƆ Ö ĪƄ Óĭƪ ĨƆ ÓıƆ éĺ
Ɔ ƈò
Cennetin misk gibi kokusu tam 500 senelik yoldan duyulur da, ameli ile öğünen ve yine ana ve babaya asi olan
ve içkiye devam eden kimseler – maalesef – bu güzel cennetin kokusunu dahi duyamayacaklardır. Bu demektir ki; bunlar cennete giremeyeceklerdir. Zira Cennet temizdir. İçi iman
ve dışı da Salih amellerle süslenen Mümin ve muvahhitlerin
yerleridir. Ömrünü isyan ile geçirmiş bedbahtların değil. 242.
hadis te Efendimiz (s.a.v.) peygamber olarak gönderilmesinin
hikmetlerinden bahsederken buyurmuşlar ki:
Mehmed Zahid Kotku
“Allah (c.c.) Hazretleri Beni âlemine rahmet olarak
ba’s buyurdular.” Mevlit sahibi Süleyman Çelebi’nin dediği
gibi; “Ey rahmetten lilalemin” Bu rahmeti ilâhiyenin eseri olarak da mezamir, mazif denilen çalgı aletlerini yok etmek ve
cahiliyet adet ve ananelerini ve bir de putlara tapmayı kaldırmak ve menetmek yok etmek için ba’s buyurdular. Rabbimin izzeti celâli hakkı için kasem, yani yemin ederek buyurdular ki;
óĻĨÒƈ õſ ĩƆ ĤŽ Ò ěƆ éƈ ĨŽ Ƈ źƈ ĵĭƈ áƆ đƆ ÖƆ IJƆ īĻ
ĩƈ ĤƆ ÓđƆ ĥŽ Ĥƈ Ĵïƃ İƇ ƇųÒ
ĵĭƈ áƆ đƆ ÖƆ
Ʃ
Ɔ
Ɔ
ƈ ƈƈ
ƈįÜƈ õđƈƈ Ö ĵÖƈ ò ėƆ ĥƆ èIJ ĪÓ
ƪ
Ɔ Ɔ Ɔ àƆ IJŽ ƆźÒŽ IJƆ ÙĻƪ ĥİÓåƆ ĤŽ Ò óƆ ĨŽ ÒƆ IJƆ ĖƆ ƈôÓđƆ ĩƆ ĤŽ ÒIJƆ
žƆ
ƈ ×Đ īĨƈ ïƄ ×Đ ÔóýŽ ĺƆź
ÓıƆ ĨƆ óèƆ ƪ źÒƈ ÓĻĬŽ ïĤÒ
ĵĘƈ óĩŽ íƆ ĤŽ Ò Įƈ ïĻƈ
Ɔ Ž
ŽƆ Ƈ Ɔ Ɔ
Ɔ ƫ
Ɔ
ƪ
ƈ ×Đ īĨƈ ïƄ ×Đ ÓıĠƇ óÝĺ ƆźIJ Ùƈ ĩĻĝƈ ĤŽ Ò Ħijĺ įƈ ĻĥƆ Đ
ĵĘƈ Įƈ ïĻƈ
ÓĻĬŽ ïĤÒ
Ɔ Ž
Ž Ɔ Ɔ Ƈ ŽƆ Ɔ Ɔ ſ Ɔ Ž Ɔ Ž Ɔ
Ɔ ƫ
öƈ ïƇ ĝƇ ĤÒ Øƈ óĻčƈ èƆ ĵĘƈ ÓİÓ
ĺƪ Òƈ ƇųÒ
ĮÓƇ ĝƆ øƆ ƪ źÒƈ
Ʃ
Ɔ
Ɔ
“Kullarımdan her hangi bir kul bunu içerse mutlaka yevmi kıyamette, yani (ahirette ve daha açıkçası) cennet de buna haram olacaktır. Her kim bunu içmez ve
terk ederse hazeri kutsî denilen cennetin bahçelerinde
istediği kadar içirilecektir.” Lâkin şunu da bilmek gerektir ki, o cennet şarapları bu dünya şarapları gibi adamı çileden çıkarıp sarhoş etmez. Her an zevkini, neşesini sürurunu arttırıp hiçbir veçhile zarar melhuz değildir. Hâlbuki
dünya içkilerinin en hafifi bile insanı sarhoş eder. Herkesin bugün bilâperva içtiği sigara insana çok zararlı. O güzel ağzının mis gibi tertemiz kokusunu ne hale sokmaktadır. Diğer bir hadis-i şerifte ise;
95
Cennet Yolları
96
ƈ
ƈ ƈ
ÓıƆ ĩƈ øÒ
Ž ƈóĻŽ ĕƈƆ Ö ÓıƆ ĬƆ ijĩƫ ùƆ Ƈĺ óƆ ĩŽ íƆ ĤŽ Ò ĴïđŽ ÖƆ īŽ Ĩ ĵÝĨƪ ƇÒ ÔƇ óƆ ýŽ ÝƆ øƆ
ħıƇ ƇÐƁÒóĨƆ ƇÒ ÓıƈƆ ÖóüƇ ĵĥſ ĐƆ ħıƇ ĬƆ ijŽ ĐƆ ĪƇ ijġƇ ĺƆ
Ž Ɔ
Ž
Ž
Benden sonra ümmetim şarabın ismini değiştirerek
içecekler. Buna da ümeraları yardımcı olacaktır ki; Bu hadiste beyan buyururken hikmet bu gün tam manası ile tecelli
etmiştir. Maddî gelir sağlamak için açılan şarap fabrikalarına ve
bu fabrikalara verilen üzümlere doğrusu çok yazık demekten
kendimizi alamıyoruz. Çünkü günah olmakla beraber Hakka
karşıda açık bir isyandır, sonra cezası ağır olur. Vaktinde yağmur yağmaması veya birdenbire çok yağıp ekinleri mahsulleri
yok etmesi, bunlara birer örnektir. Yer hareketlerini, zelzeleleri dikkat ederseniz hep isyanların akabinde olmaktadır. Bizim tabiat bilginleri bunu inkâr edip yeraltında patlamalara,
çatlamalara, göçmelere hamlederler. Biz de deriz ki; bütün eşyada tasarruf Allahü Teâlânındır. O’nun izni olmadan kâinatta
hiçbir şey olamaz. Sellere bakıp ta hüküm vermek doğru
değildir. Selleri de halk eden yine Hakk (c.c.) hazretleridir.
ģƈƇ ×ùŽ ĩƇ ĤŽ ÒIJƆ ĮÓƇ ĉƆ ĐƆ ĪƇ Óĭƪ ĩƆ ĤŽ ÒƆ Ùƈ ĩƆ Ļĝƈ ĤŽ Ò ĦƆ ijŽ ĺƆ ħ ƈıĻĤƆ Òƈ ƇųÒ
óčĭĺź ÙàŻà
Ž Ž Ʃ ƇƇ ŽƆƆ Ƅ Ɔſ Ɔ
ſ
ƈóĩŽ íƆ ĤŽ Ò īƇ Ĩƈ ïŽ ĨƇ IJƆ ÅƆ ƆŻĻìƇ ĮƇ òÒƆ ôƆ Òƈ
Ɔ
Cenabı Vacibül Vücut Hz. yarın ki âhiret günü kıyamet
gününde 3 taifenin yüzüne rahmet nazarı ile bakmayacaklarını beyan buyurmaktadır ki, bu üçten birisi: Verdiklerini
başa kakan terbiyesiz; biri de gurur ve kibir alameti olarak
paçaları, etekleri yerlerde sürünen elbise giyenler, birisi de,
içkiye devam eden zavallı şuursuz. Hakkın verdiği güzel hayatı iğrenç bir hale getiren kişilerdir. Hepimiz pekiyi biliriz
Mehmed Zahid Kotku
ki; ekşimiş kokmuş yemekleri hem yemeyiz hem de başkalarına yedirmeyiz. Çünkü nefislerimiz, ondan hoşlanmaz. Karnımız ne kadar aç olsa yiyemeyiz. Çünkü midemiz bozulur.
Çünkü hasta oluruz. Zira bu yemek bize pahalıya mal olur.
Bu üzüm suyu dediğimiz zakkum da aylarca hatta yıllarca
köylerde saklanır, ekşir, kabarır, zehir zemberek olur. Sonra
bu insan buna âşık ve hayran. Parası olmasa dahi o zakkumu
içmek için her şeye başvurur. Artık yüzünün hayâsı da kalmaz. Yine bu sebepten olsa gerek 269. hadiste;
ĚÓ
ƫ đƆ ĤŽ ÒIJƆ ƈóĩŽ íƆ ĤŽ Ò īƇ Ĩƈ ïŽ ĨƇ ÙƆ ĭƪ åƆ ĤŽ Ò ħƇ ƈıĻŽ ĥƆ ĐƆ ƇųÒ
Ʃ ĦƆ óƪ èƆ ïŽ ĜƆ ÙƄ àƆ ƆŻàƆ
(Ramuz, s. 269) ß
Ƈ ĤŽ Ò įƈ ĥƈ İŽ ƆÒ ĵĘƈ óƫ ĝƆ Ƈĺ Ĵñƈ Ĥƪ Ò Þij
Ɔ ׎ í
Ƈ ĺƫ ïĤÒ
ƪ IJƆ
Cenabı Hakk şu üç kişiye cenneti haram kılmıştır.
Birisi; içkiye devam edenler. İkincisi, ana ve babaya asi
olanlar. 3. sü de ailesinin namusunu muhafaza etmediği
halde2 kadınla yaşayan erkekte cennetten mahrumdurlar.
Bu zavallıların dünyada yaşadıkları müddetçe hayatlarından hiç istifade edilemez. Süfli bir hayat yaşarlar. Ömürleri
kavga gürültü, hastalık, dert, belâ ile geçer de, ekseriya çocuklarının ve hatta 7 batın tesiri olan bazı dertlere müptelâ
olurlar ki; bayılma, sinir bozukluğu, şuur eksikliği ve daha bilinmedik birçok iptilâlara giriftar olurlar da, sonra bu çocuk
neden böyle oldu diye doktor doktor, hoca hoca dolaşırlar.
ħ ƈıƈÖ ďƆ ĝƆ ĺƆ ĵÝƩ èƆ ÓĻĬŽ ïĤÒ
Įƈ ñƈ İſ ĵąƈ ĝƆ ĭŽ ÜƆ Ɔź ěžƈ éƆ ĤŽ ÓƈÖ ĵùƈ ęŽ ĬƆ Ĵñƈ Ĥƪ ÒIJƆ
Ɔ ƫ
Ƈ
Ʃ ĵƈƪ ×ĬƆ ÓĺƆ ĞƆ ÒðƆ ĵÝſ ĨƆ ÒijƇĤÓĜƆ ĖƇ ñŽ ĝƆ ĤŽ ÒIJƆ ëƇ ùŽ ĩƆ ĤŽ ÒIJƆ ėƇ ùŽ íƆ ĤŽ Ò
ƇųÒ
2
Dilimizde bunları Deyyus denir.
97
Cennet Yolları
98
ƈ
ƈ
ƈ
ÚÓ
Ƈ ĭƆ ĻŽ ĝƆ ĤÒ Úƈ óƇ ƇáĠƆ IJƆ âIJ
Ɔ óƇ ùĤÒ
ƫ īƆ ׎ ĠòƆ ïŽ ĜƆ ÅÓƆ ùƆ žĭĤÒ ħƇ ÝƇ ĺŽ ƆÒòƆ ÒðƆ Ò ĢÓƆ ĜƆ
įƈƈ Ö ĵęſ íŽ ÝƆ ùŽ Ƈĺ Ɔź óĩŽ íƆ ĤŽ Ò ÔƆ ƈóüƇ IJƆ ƈòIJõĤÒ
ƫ ÚÒ
Ƈ îÓ
Ɔ ıƆ üƆ ïƆ ƈıüƆ IJƆ
Ƈ
Ùƈ ąƪ ęƈ ĤŽ ÒIJƆ Õƈ İƆ ñĤÒ
ƪ Ğƈ óŽ ýĤÒ
ž ƈ ģƈ İŽ ƆÒ Ùƈ ĻƆ Ĭƈ Òſ ĵĘƈ Īij
Ɔ ĥƫ āƆ ĩƇ ĤŽ Ò ÔƆ ƈóüƆ IJƆ
ƈ ùĭĤÓƈ
ƈ
ƈ ƈ
Ę
ÅÓ
ÒIJóĘƈ ïŽ ÝƆ øÓ
Ƈ äƆ žƈóĤÒ ĵĭƆ ĕŽ ÝƆ øÒ
Ɔ
Ž IJƆ
Ɔ ž Ö ÅÓƇ ùƆ žĭĤÒIJƆ ĢÓäƆ žƈóĤÓƈÖ ĢÓ
Ƈ Ž
ƈ ĩùĤÒ īĨƈ ĖƆ ñŽ ĝƆ ĤŽ Ò ÒijĝƇ ÜÒƪ IJ ÒIJïƫ đƈ ÝøÒIJ
(Ramuz, s. 458) ÅÓ
ƆŽ Ɔ
Ɔ
Ɔ ƪ Ɔ
Yukardaki hadiste beyan olunduğu veçhile; Hareketlerin,
zelzelelerin tabiat değişikliğinin, intiharların ne zaman olacağı
sorulduğu vakit; “Kadınların eğerli hayvanlara bindiği, şarkıcı kadınların çoğaldığı, yalan yere şehadet edildiği, utanmadan içkiler içildiği ve namaz kılanların ehl-i şirkin (ehl-i
küfrün) altın ve gümüş kaplardan içtikleri, erkekler birbiriyle, kadınlar da birbiriyle müstağni oldukları vakitler,
utanmadan zillete düşmekten” ve buna mümasil hadiseleri
beklemek ve gökten atılacak şeyler ki; Allahü âlem kim bilir
nelerdir. Daha başka gülleler mi bilmeyiz, bunlara hazır olun
bekleyin. Felâket üstüne felâket demektir. Nefsi hevasına tâbi
olarak kanun-u ilahiyeye ve ahkâm-ı Kur’an’a uymayan hareketlerde bulunmak, kadınlar ise at ve arabalarında keyfe ma
yeşâ zevk âlemlerinde, bunlarla birlikte zevk-u sefa alemlerinde
hep birlikte eğlenceler yapmak, şarkıcı kadınların çokluğu ve
bir de pek nefret edilen yalan şahitlik. Utanmadan sıkılmadan
alenen içki içmek, gerek lûtilik muamelesinin erkek ve kadınlar arasında zuhuru ve bir sofu tabakasının bile artık çekinmeden ehli şirkin altın ve gümüş kaplarından yemeleri, içmeleri,
bu felâketlerin doğumuna başlıca sebeplerdendir. Kaynat keli-
Mehmed Zahid Kotku
mesinin lügat manasında birkaç veçh zikrolunmuş. Bunlardan
birisi, süse müptelâ olup her gün çeşit kılığa girmek sanatına
sahip olanlar kadınlar, bu esnada insanlar insanlık kılığından
çıkarak, hınzırlar gibi istenmedik sıfatlara bürünüp, maymun
gibi taklitçi olurlar ve hanımlarını kıskanmamağa başlarlar;
Maymunun taklitçiliği bize de geçmiş olacak ki modacılık denilen Avrupa’nın âdet ve ananeleri giyim ve kuşamları tamamıyla bizlere geçmiş durumdadır, biz de tam manasıyla onlarına adetlerini benimsemiş bulunuyoruz, Maalesef bu taklitçiliği
asıl sanat hususunda yapmamız lâzım gelirken, bunlara hiçbir
kıymet ehemmiyet vermeden 50 senemiz boşa geçmiştir. 50
seneyi sen az bir şey sanma. İlk İslâm devresinin 50 senesinde
İslâmlık bütün Arabistan, Irak, Suriye, Lübnan hatta Kafkasya
oradan Çin’e, Türkistan’a kadar yayılmıştır. Osmanlılar zamanında 50 senelik fütuhat gözleri kamaştıracak derecede iken; biz
mütemadiyen kıyafetle süs ve saltanatla vaktimizi geçirdiğimiz
gibi, bir de bunun üstüne biber gibi mütemadiyen şarap, bira
fabrikalarını kurup bu haram olan şeye milleti de teşvik ederek
hemen her bakkalı, bir içkici dükkânı haline getirip, büyükküçük herkezin sarhoş olmasına sebep olunmuştur. Sonra bütün sarhoş eden ne kadar içki nevi varsa hepsi de hem haram
hem de şaraptan maduttur. Yalnız üzüm suyundan olması şart
değildir. Her neden yapılırsa yapılsın haramdır.
İçkinin getirdiği felâketler
ĦÒƄ óèƆ įƇ ĥƇ Ļĥƈ ĝƆ ĘƆ ĮƇ óĻáƈ ĠƆ óġƆ øŽ ƆÒ ÓĨƆ IJƆ óĩŽ ìƆ ƅóġƈ ùŽ ĨƇ ģƫ ĠƇ
Ɔ
Ƈ Ɔ
Ƅ
Emr-i Peygamberî mucibince bunun zerresi de haramdır. Buna göre sigara da haramdır. Çünkü birbiri üzerine çok
99
Cennet Yolları
100
içildiği zaman onun çok kimseleri sarhoş ettiği görülmektedir. Sarhoş etmese dahi onun pis kokusu kâfi değil mi? Bugün fen bunun zararlı olduğunu apaçık ilân ederken bunu
içen doktorlara ne demek lâzım bilemem.
Aşağıdaki hadisi şerifte şöyle buyrulmaktadır.
ÒðƆ Óƈ ĘƆ óĩŽ íƆ ĤŽ Ò Ôƈ óýŽ ĺƆ ħĤƆ ÓĨƆ įƈ ĭĺƈ îƈ īŽ Ĩƈ Ùƅ éƆ ùŽ ĘƇ ĵĘƈ ïƇ ×đƆ ĤŽ Ò ĢÒƆ õƆ ĺƆ īŽ ĤƆ
Ž
Ɔ
Ɔ Ž
ƈ ĉƆ ĻýĤÒ
įƇ đƆ ĩŽ øƆ IJƆ įƇ ĻĤƈ IJƆ ĪÓ
ĪÓĠIJ ĮóÝøƈ įĭĐ ųÒ Ěóì ÓıÖ ƈóü
Ž ƪ Ɔ Ɔ Ɔ Ƈ Ɔ Ž Ƈ Ž Ɔ ƇƩ Ɔ Ɔ Ɔ Ɔ Ɔ Ɔ
ƪ
ƅóĻìƆ ģƈ ž ĠƇ īŽ ĐƆ įƇ ĘƇ ƈóāŽ ĺƆ IJƆ ƅóüƆ ģƈ ž ĠƇ ĵĤſ Òƈ įƇ ĜƇ ijùƇ ĺƆ įƇ ĥƆ äŽ ƈòIJƆ ĮƇ óāƆ ÖƆ IJƆ
Ž
ž
Ɔ
Kul içki içmediği müddet içerisinde dininde gayet genişlik ve rahatlık ve huzur içinde yaşar. Ne zaman içki içmeğe başlarsa Allahü Teâlâ da ondan himayesini ve muhafazasını kaldırıp kendi haline bırakır. O zaman şeytan onun
velisi, dostu, kulağı ve gözü ve ayağı olur ve onu ne kadar şer,
fenalık, kötülük, terbiyesizlik ahlâksızlık varsa onlara sürükler
götürür, artık şeytanın sözünden ve arzularından dışarı çıkamaz ve âdeta şeytanın bir eşi olur. Cenâb-ı Hakk cümlemizi
bu kötü akibetten muhafaza buyursun âmin. “Bununla beraber ne kadar hayır, iyilik, güzellik, sevap, itaat, yardım varsa
bunların hepsinden mahrum etmeğe çalışır.” ve muvaffak ta
olur. Artık bir de bakarsınız ki; o sizin sevdiğiniz muhterem
zat bu sefer de Müslümanlık aleyhinde yapmadığı rezaletler
kalmaz. Nihayet dinden ve İslâmlıktan da çıkar, cehennemi
boylar. Baştaki tevhit hadisinde, her ne kadar günahkâr olsalar da cennete gireceklerine dair bir tebşirat varsa da, bu iman
ilen öldüğü takdirdedir. İmanını zayi etmiş olanların yerlerinin elbette cehennem olacağında şüphe yoktur. Hâlbuki bu
Mehmed Zahid Kotku
ayyaşlar, bu içkiciler ekseriyetle şuurları bozulduğu için iman
ve İslâm aleyhine her türlü fenalığı işlemeği arzularlar. Artık
bunda iman ve İslâm kalır mı? Tövbekâr olanlar, nedamet
edenler ise azdır.
īĐ Øóĺóİ ĵƈÖÒƆ īŽ ĐƆ
ĢÓƆ ĜƆ ħĥƪ øƆ IJƆ įƈ ĻĥƆ ĐƆ ƇųÒ
ĵĥƪ ĀƆ ĵƈƈ ×ĭĤÒ
Ɔ
Ž Ʃ
ž ƪ ƈ Ɔ Ɔ ƆŽƆƇ
ĦƆ óèƆ IJƆ ÓıƆ ĭƆ ĩƆ àƆ IJƆ ÙƆ ÝƆ ĻĩƆ ĤŽ Ò ĦƆ óèƆ IJƆ ÓıƆ ĭƆ ĩƆ àƆ IJƆ óĩŽ íƆ ĤŽ Ò ĦƆ óèƆ ųÒ
Īƪ Òƈ
Ʃ
Ɔ
Ž
Ɔ
ƪ
ƪ
ƪ
įƇ ĭƆ ĩƆ àƆ IJƆ óĺ ƈõĭŽ íƈ ĤŽ Ò
Ɔ
Ebû Hüreyre (R.A.)’in rivayet ettiği hadis’de: “Şarabın
içmesi haram olduğu gibi, parası da haramdır.” Yani insan içmese dahi onu satmakla kazandığı para da haramdır.
Hem bu haram onun diğer helâl olarak kazandığı başka paraları da telvis eder. Görmez misin ki; bir kazan yağ veya süte
bir fare düşse veya başka bir pislik karışsa hepsini pis eder,
yenmez ve içilmez hale getirir. Bunun gibi ölmüş bir hayvan
yenmesi haram olduğu gibi, satılıp parasını kullanmakta haramdır. Domuz da böyledir. Hem kendisi haramdır, hem de
parası. Şimdi insaf eyle. İlk Müslümanların haline bak bir de
bizim halimize; tabii İslâm’ın ilk devirlerinde eskiden alışılmış
olan bu çirkin adetten Müslümanların kurtulması için nazil
olan Kur’an ümmete duyurulur duyurulmaz, hemen bütün
Müslümanların birbirlerine haberdar ederek; yapılmış, hazırlanmış, içkileri varsa, kapılarından dışarı boşaltmış küplerini
de kırmışlardır. Hatta Medine-i Münevvere’nin sokaklarından adeta bir sel gibi akıp gitmiştir. Bu emri ifa ederlerken
onları kimse zorlamamış ve mecbur etmemiş, yalnız içlerindeki iman ve O’nun Resulüne (s.a.v.) olan bağlılık ve sevgi
101
Cennet Yolları
102
kâfi geliyordu. Değil böyle içkileri dökmek icabında malları
ile beraber canlarını da feda etmekten hiçbir zaman çekinmedikleri her zaman gözlerimiz önündedir. İslâmiyet aşkına,
doğup büyüdükleri memleketleri bırakıp hicret etmek kolay
bir şey mi sanırsın? Sonra Bedir de, Uhud ta vesair harplerde
nasıl dövüştükleri hepimizce malumdur. İşte bu Müslüman
âşıkları; şarabın yasak olduğunu duyunca hiç tereddüt etmeden bütün içki kaplarını bile kıracak kadar yüksek himmetlerini dünyaya ve ehli dünyaya ispat etmişlerdir. Allah (c.c.)
onlardan razı olsun, Âmin.
÷ƈƄ ĺÒſ įƈ ĻĭƆ ĻĐƆ īƆ ĻÖƆ Ôij
ÝƇ ġŽ ĨƆ Įƈ ƈó×ĜƆ īŽ Ĩƈ òÓ
Ƅ
Ƈ ĩƪ íƆ ĤŽ Ò âƇ óƇ íŽ ĺƆ
Ž
Ž Ž
Ž
ƈ Ʃ Ùƈ ĩèò īĨƈ
ƈ
ƈ
ƈ
Ôij
Ƅ ÝƇ ġŽ ĨƆ Į ƈó׎ ĜƆ īŽ Ĩ ÒijÖƆ žƈóĤÒ ģƇ ĠÒſ Ħij
Ƈ ĝƇ ĺƆ IJƆ ųÒ
Ɔ Ž Ɔ Ž
ƈ Ʃ ïƆ ĭĐƈ įĤƆ ÙƆ åèƆź įƈ ĻĭĻĐ īĻÖ
īŽ Ĩƈ óġƈ ÝƆ éŽ ĩƇ ĤŽ Ò Ħij
ĝƇ ĺƆ IJƆ ųÒ
Ž Ƈ ƪ Ƈ
Ƈ
ŽƆ Ž Ɔ Ɔ ŽƆ
Ƈ
ƈ
ƈ Ɔ ĺ įƈ ĻĭƆ ĻĐ īĻÖ ÔijÝġŽ Ĩ Įƈ ƈó×ĜƆ
ƈòÓĭĤÒ
ƪ īƆ Ĩ ĞƆ ïƆ đƆ ĝŽ ĨƆ ÈŽ ijƪ ×Ɔ ÜƆ óƇ ĘÓĠÓ
Ɔ Ž Ž Ɔ Ɔ ŽƆ Ƅ Ƈ Ɔ Ž
óĩŽ íƆ ĤŽ Ò ÓĩƆ Ĭƪ Òƈ ÒijƇĭĨƆ Òſ īĺ
ñƈ Ĥƪ Ò ÓıƆ ĺƫ ÒƆ ÓĺƆ : ĵĤſ ÓđƆ ÜƆ ƇųÒ
Ʃ ĢÓƆ ĜƆ
Ɔ
Ƈ
ƈ
ģƈ ĩƆ ĐƆ īŽ Ĩƈ ÷Ƅ äŽ ƈò ĦƇ ƆźôŽ ƆźÒŽ IJƆ ÔÓ
Ƈ āƆ ĬŽ ƆźÒŽ IJƆ óƇ ùĻŽ ĩƆ ĤŽ ÒIJƆ
ƈ ĉĻýĤÒ
ĪƇ ÓĉƆ ĻýĤÒ
ïĺ ƈóĺ ÓĩĬÒƈ Īijéĥƈ ęÜ ħġĥđĤ Įij×ĭƈ ÝäÓĘ ĪÓ
Ž ƪ Ƈ Ƈ Ɔ ƪ Ɔ Ƈ ŽƇ Ž Ƈ ƪ Ɔ Ɔ Ƈ Ƈ Ɔ Ž Ɔ Ɔ Ž ƪ
ƈ ĺ ĪŽ ÒƆ
ƈóùƆ ĻĩƆ ĤŽ ÒIJƆ ƈóĩŽ íƆ ĤŽ Ò ĵĘƈ ÅÓƆ ąƆ ĕŽ ×ĤŽ ÒIJƆ ØƆ IJÒƆ ïƆ đƆ ĤŽ Ò ħġƇ ĭƆ ĻÖƆ ďƆ Ĝij
Ƈ
Ɔ
Ž
Ƈ Ž
ƈ
ƈ
ƈ ĥſ āĤÒ īƈ ĐIJ ųÒ
Īij
Ɔ ıƇ ÝƆ ĭŽ ĨƇ ħŽ ÝƇ ĬŽ ƆÒ ģŽ ıƆ ĘƆ Øij
Ɔ Ɔ Ʃ ƈóĠŽ ð īŽ ĐƆ ħŽ ĠƇ ïƪ āƇ ĺƆ IJƆ
ƪ
Şimdi sana bir de şu hadisi açıklayalım. Evvelâ şunu bilmek gerektir. Yahudî veya nasranî kitaplarında da ahiret, cen-
Mehmed Zahid Kotku
net ve cehennem de yazılıdır. Bizler öldükten sonra yaptıklarımızın hesabını verecek ceza ve ya mükâfatına nail olacağız.
Bir de kıyamet denilen gün olacaktır. O gün bütün Peygamberler ümmetleri ile beraber orada hazır olacaklardır. Hesaptan sonra herkes yerini bulacaktır. Ya cennet veya cehennem.
Sen buna akıl erdirmeğe çalışma. Yalnız söylenenleri dinle ve
inan. İnanmazsan Müslüman olamaz, kâfirlerle birlikte cehennemi boylarsın. İnandığı takdirde de yerin meskenin cennet
olur. Bu hususta sana ufak bir misal anlatayım. İpek denilen
kumaşı yapan bir böcektir. Tırtıla benzer. Uzun sülük ve solucana da benzer. Rengi beyazdır. Yalnız dut yaprağı ile beslenir.
Dört uykudan sonra büyür ve ipek kozasını yapmağa başlar. O
kozanın içersinde kendisini saklar. 15 gün sonra o kozayı delip
çıkar. Fakat bir görseniz ne kadar güzel bir kelebek. Halbuki o
kozayı yaparken upuzun bir şeydi. Ne kanadı ne de boynuzları, ne de gözleri vardı. Bu uzun böcek 15 gün içinde fevkalade gözlü, kaşlı incecik boynuzları ipek gibi kanatları ve yemeden içmeden kesilmiş uçan ufak bir kelebek. İşte insanlar
zavallı bu kelebeği kozayı delmesin diyerek hemen sıcak buharlara kor ve öldürürler. Ancak damızlık için iyilerini seçip alırlar.
Bunlar da birbiri ile evlenir tohumlarını bırakır ve ölürler. İşte
tâbi, insan da iyi bir insan olarak öldüğü takdirde onun mezarı o koza böceği gibi bir kuş olup âlemi ahirete intikal ederler.
Böceklerin kılıflarından çıktıkları gibi kılıfları olan cesetlerini
bırakıp kuş gibi, ahiret âleminin sayısız nimetleri içinde şehitler, evliyalar ile birlikte yiyip içer ve hayatı manevîye ile yaşarlar. Buna muvaffakiyet ise, iman ve İslâm ile yaşamakla olur.
Ve yine bizlerin hayatı, manevi olarak mezarda devam eder. Ta
kıyamet gününe kadar. Ehli iman için orası ya cennet bahçesidir veya cehennem çukurudur. İşte senin yerin burasıdır, der-
103
Cennet Yolları
104
ler. Ehli iman sevinç ve sürur içinde ehli küfür de azap üstüne
azap içindedirler. Cenab’ı Hakk bizleri ehli iman olarak ve razı
olduğu kullarından eylesin, âmin. İşte bu mezardan kıyamete
geçiş esnasında şarap içenlerin alınlarına “Ayisün min rahmetullahi” yazılı levhası bulunur. Herkes tarafından görülen ve
acı bir akibettir. Hakk Sübhanehu hepimizi korusun. Alınlarında yazı bulunanların ikincisi ise: Faiz yiyenlerdir. Üçüncüsü:
de muhtekirlerdir. Bakınız, faiz ve ihtikâr da şarap içen kadar
günahkârdır. Bunların üçünün de kabahatleri umumidir. Faiz,
fakir fukaranın hakkıdır, her şeyin pahalanmasına sebep olur.
İhtikâr da böyle değil mi? Onun için en ağır ceza olarak bu
kişilerin alınlarına bu damga vurulacaktır. Allah (c.c.) muhafaza etsin. Bizi hiç yoktan yaratan Allahü Teâlâ Hz.nin kudret ve kuvvetine ve ilmine ve hiçbir şeyine aklımız etmeyeceği
malûmdur. Bu sebepten o bizi yine yaratacaktır. Bütün makinelerin iç kısmı kırılsın parçalansın yok olsun, lâzım olan onun
içindeki şerittir. Onu başka bir makineye kor yine dinleyebilirsiniz değil mi? İşte biz de böyle. Beden çürür, çürüsün varsın
amma ruh bakidir. O yaşadığı müddetçe aldığı bütün filmleri
yarın sahneye koyacaktır. Buna çok dikkat etmek lâzımdır ki;
her akşam; yatmazdan evvel abdest alıp şükür namazını kılar
ve sonra da tövbe ve istiğfarını yaparak yatarsak, ümit olunur
ki; yapmış olduğu hatalar silinir de kıyamet günü temiz bir
yüzle Hakk’ın huzuruna çıkılmış oluruz. Buna ancak dinsizler ve akılsızlar inanmaz. Aklı olan biraz şu âleme bakar ve biraz da düşünürse, hiç şüphesiz hemen âmenna deyip, Hakk’a
teslim olur ve İslâm’ı kabul eder ve ehli cennetten olurlar inşaallahü Terâlâ ve selâmete erişirler.
Risale-i Hakk ve Târik İbni Süveyd-il’cuğfi Resulullah
Efendimizden (s.a.v.) içkiden, yani şarap hakkında suâl sor-
Mehmed Zahid Kotku
dular. Ben onu ancak hastalara şifa için yapacağım dedi.
Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v.): “Şaraptan, dolayısıyla
haramdan şifa olmaz. Belki o zaman derttir”, buyurdular. Müslim hadisi olarak zikrolunan bu hadiste, bunu
kuvvet için veya ısınmak için veya diğer sebeplerle şifadır diye kullananlar iyi bilmelidirler ki, bunda katiyen şifa
olmadığı gibi kuvvet de yoktur. Baştan aşağı her taraftan
maddi ve manevi zararla doludur. Beyhâkî ve Mace’nin rivayet ettiği 933 nolu risalete Ebü’l-Derda’nın hadisi ne kadar mühimdir.
ĵĥĻƈ ĥƈ ìƆ ĵĬÓƈ ĀƆ IJŽ ƆÒ : ĢÓƆ ĜƆ ÒîƆ òŽ ïĤÒ
ƪ ĵƈÖƆÒ īŽ ĐƆ : ěƫ éƆ ĤŽ Ò ÙƇ ĤƆ ÓøƆ ƈò
ƈ Ʃ Ö ĞŽ ƈóýŽ ÜƇ Ɔź Þƅ Ż
ƆźIJƆ ÛƆ ĜŽ žƈóèƇ IJŽ ƆÒ ÛƆ đŽ ĉž ƈ ĜƇ ĪŽ Òƈ IJƆ ÓÑƃ ĻŽ üƆ ųÓƈ
ſ áƆ Öƈ
ÛŽ ƆÐ ƈóÖƆ ïŽ ĝƆ ĘƆ ïƃ ĩžƈ đƆ ÝƆ ĨƇ Øƃ ƆŻĀƆ ĞƆ óÜƆ īŽ ĨƆ Īƪ Óƈ ĘƆ ïƃ ĩžƈ đƆ ÝƆ ĨƇ Øƃ ƆŻĀƆ ĞŽ óÝŽ ÜƆ
Ɔ
Ƈ
ƈ
ƈ
óƅ üƆ ģƈ ž ĠƇ æÓ
ž ƈ įƇ ĭŽ Ĩƈ
Ƈ ÝƆ ęŽ Ĩ ÓıƆ Ĭƪ ÓĘƆ óƆ ĩŽ íƆ ĤŽ Ò ÔŽ óƆ ýŽ ÜƆ ƆźIJƆ ÙƇ Ĩƪ ñĤÒ
ž
ƈ ĐIJ óĩíƆ ĤŽ Ò īđĤƆ ųÒ
ÓİƆ óĀÓ
Īƪ Òƈ ïƇ ĩƪ éƆ ĨƇ ÓĺƆ ĢÓƆ ĝƆ ĘƆ ģĺƆ ƈó×äƈ ĵĬÓƈ Üſ ÒƆ
Ʃ
Ɔ
Ɔ
Ɔ
Ɔ
Ɔ
Ž
Ž
Ɔ
Ɔ
ÓıƆ đƈƆ ĺÓÖƆ IJƆ įƈ ĻĤƆ Òƈ įƇ ĤƆ ijĩƇ éŽ ĨƆ IJƆ ÓıƆ ĥƆ ĨÓƈ èƆ IJƆ ÓıƆ ÖƆ ƈòÓüƆ IJƆ ÓİƆ óāƈ ÝƆ đŽ ĨƇ IJƆ
Ž
Ɔ
ƈ
ƈ
Óıſ ĻĝùŽ ĨƇ IJƆ Óıſ ĻĜÓøſ IJƆ Óıſ ĐÓ
Ɔ ÝƆ ׎ ĨƇ IJƆ
Ɔ
Ɔ
Resulullah (s.a.v.) bana 3 şey vasiyet buyurdular. birisi “Seni yaksalar, parça parça kesseler sakın Allahü Teâlâ
ya hiçbir suretle şirk koşma.”
İkincisi; “Bilerek sakın namazını terk etme. Çünkü
bilerek namazını terk edenlerden Allahü Teâlâ’nın himayesi kalkar”
105
Cennet Yolları
106
Üçüncüsü; “Sakın şarap içki içme, çünkü içki bütün
şerlerin anahtarıdır, başıdır”. Şer yollara sürükler, götürür
ve her hayırdan da alıkor, vesselâm.
İttebiul ulemâ 98 Risaletül’hal.
İlim öğrenme ve öğretmenin önemi
Øƈ óìƈ źÒ
ÖÓāƆ ĨƆ IJƆ ÓĻĬŽ ïĤÒ
âƇ óøƇ ħıƇ Ĭƪ Óƈ ĘƆ ÅÓƆ ĩƆ ĥƆ đƇ ĤŽ Ò ÒijđƈƇ ×Üƪ Òƈ
Ž çĻƈ
ſ
ƫ
Ƈ
Ɔ
Ɔ
Ƈ Ž
Cenabı Kadiri Mutlak Hz.’nin Kur’anı Azimüşşan’ın
müteaddit âyetlerinde, ilmin fezaili hakkında ayetleri pek
çoktur. Cenabı Peygamber (s.a.v.) de bizim ulemâya tâbi
olmamızı tavsiye ederken, bizim de ulemâmıza karşı tutumumuz o kadar acıdır dersem, hata olmaz sanırım.
İlim Allah (c.c.)’ın kullarına bir lutfudur. Herkese de nasip olmamaktadır. Bunu hepimiz de bildiğimiz halde yine
ulemâmıza uyamıyor ve onların gittiği yoldan gidemiyoruz. Ulemâ deyince mutlaka bilgi sahipleri anlaşılmamalıdır. İmamı Gazali bunu kitabının birinci cildinde çok
güzel bir şekilde tasnif etmiştir. Biraz uzundur. Biz onu
daha kısa yoldan anlamağa ve anlatmağa çalışacağız. Fatır
süresinin 27. ayetinde:
“İnnema yahşallahe min ibadihil ulemâ” diye Cenabı Hakk’ın ulemâyı bize tarifi kâfidir. “Allah (c.c.) dan
korkanlar ancak ulemâlardır”. Öyle ise, ancak Allah (c.c.)
dan korkan kimseler ulemâdır. Yoksa bütün bilgi sahiplerinin âlim olmadığı aşikârdır. İlmin dalı pek çoktur. Bir
kısmı dünyaya bir kısmı da ahirete mütealliktir. Dünya ilmini dünya âlimlerinden ahiret ilmini ahiret ulemâsından
öğrenmemiz lâzım gelirken, ne dünya ilmini ne de ahiret
Mehmed Zahid Kotku
ilmini öğrenebildiğimiz yok. Cenabı Peygamber (s.a.v.)
Efendimiz Ashabı kiram hakkında buyurdukları şu cümleye bakınca anlıyoruz ki; ilim denilen şey öyle kitaplardan,
hocalardan öğrenilen ilim değildir, ashabı kennücüm ashabı kiram denilen muhterem zevatın çoğu okuyup-yazma
bilmezdi. Okuyanların bilgisi de çok basitti. Fakat o Peygamberimiz (s.a.v.) ile olan sohbetleri onların her birisini
bir yıldız yapmış,
Ħƈ ijƇ åƇ ĭĤÓ
ƫ ĠƆ ĵƈÖÓéƆ ĀŽ ÒƆ
“hangisine uyarsanız uyun, mutlaka hidayete nail olursunuz”
tebşiratına mazhar kılmıştır. Bu ilim ise; ilmi Kuran, ilm-i Hadistir. Bunları yüksek mevkilere nail eden ilmin hendese, tıp,
kimya v.s. ilimleri olmadığı aşikârdır. Kuran ve hadis ilimleri bize Allah (c.c.)’ı tanıtır, ahireti bildirir. Allah (c.c.)’ı sevmeyi ve O’ndan korkmayı öğretir. Sen bunu kolay bir şey
sanma. Zira O’nu seven, O’nun yolundan zerre kadar ayrılmaz. O’ndan korkan da O’nun yasak ettiği bütün şeylerden
son derece korkup kaçar. İşte bu iki haslet de insanı adeta
Melek yapar, olgunlaştırıp kemâle eriştirir ve bu suretle etrafındakilere de faydalı olur. Yoksa yalnız değil bilmek; edebiyatına vakıf olmak, fesahat, belagat sahibi olmak hiç bir zaman
kâfi değildir. Malumdur ki Arabistan’da da Arapçaya yüksek
vukufu olan Yahudi ve Nasraniler mevcuttur. Hatta birkaç
sene evvel Şam Müftüsüne uğramıştım. Bize bir siyer kitabı
gösterdi ki; bunu Arapçaya yüksek vukufu olan, bir Hıristiyan âlim yazmış, müftü de okumuş. Bir kusur görmedim,
demiştir. Avrupa’da şarkiyatçılar var ki, pekâlâ Arapça biliyor
ve bazı eserler de yazabiliyorlar. Fakat bu bilgi onlara hiç bir
107
Cennet Yolları
108
fayda vermemiştir. İlimden gaye iman ve Ameldir. Bundan
mahrum olanların halleri meyvesiz dikenli bir ağaçtır. Yanmaktan başka bir şeye yaramaz. Onun için Cenabı Peygamber (s.a.v.) Efendimizin de “Faydasız ilimden sana sığınırım” dediği de malumdur ve “Cenabı Hakk hayır murat
ettiği kullarını dinde fakih kılar” tabiri de çok manalıdır.
Fıkıh kelimesi (anlamak) bir çok mânâlara gelir. Fehmetmek
ayet ve hadislerin manalarına vukuf ve idrâk herkeste ayrı ayrıdır. Kiminin daha çok geniş derin anlayışı vardır. Kiminin
de daha zayıf. Bu da Hakk’ı n bir vergisidir. Bu hususta Cenabı Peygamberin (s.a.v.) dualarına mazhar olan eshab-ı kiram da pek çoktur. Binaenaleyh onlardaki fehim ve idrâkin
başkalarında bulunmasına imkân olmaz. Velilik mertebesinde
de onlara erişmek mümkün olmadığı gibi, onun için bizlere
düşen en mühim vazife onların yollarından zerre kadar ayrılmamaktır. O yollarda ayet ve hadis yollarıdır. Bu yolları
bizlere bildiren hakiki ulemâya uymak ve onları ana ve babamızdan daha üst tutmak ve sözlerinden dışarı çıkmamak
gerektir. Hâlbuki bugünkü halimizde gözümüzün önünde,
ne ana-baba, ne de hocasına, üstadına lâyık olduğu hürmet
ve saygı ve kıymet verilmediği maalesef görüle gelmektedir.
Ulemâya tâbi olunuz. Tabiatıyla ilme tâbi olunuz ve ilim sahiplerine uyunuz, demektir. Bayezid’i Bestami (K.S.) Hz. çok
mücahitti. Senelerce nefsinin istediğini vermemiş, onunla çok
mücadele ve mücahede de bulunmuştu. Bir gün kendisine
sormuşlar ki, bu kadar mücahede esnasında size en zor gelen ne idi? Cevaben; “ilme uymaktı” demiştir. İnsan açlığa
ve susuzluğa, uykusuzluğa alışabilmektedir. Fakat asıl hüner
bunlar değil, ilim ve ilme uymak ta olduğunu bizlere açıklamış bulunmaktadır. Bu günkü dünya hayatımızdaki saa-
Mehmed Zahid Kotku
det, selâmet, rahat ve huzur yine hep ilme muhtaçtır. İlmi
çok olanın üstünlüğü, o kadar aşikâr bir şekilde gözlerimizin
önünde. Fertlerin bütün mahsulleri hep ilmin mahsulüdür.
Fakat yine hepsi dünyaya aittir. Ahirette bir şey yok. Belki
neticede inkâra gidip, küfür üzerinde ölmektir ki; bu hayata
ve bu bilgiye acımak ve ağlamak lâzımdır. İlim bizi tevhide,
imana, İslâm’a yanaştırıp, cennete götüren ilimdir. Yoksa şeytani bir ilim mevzuubahisimiz değildir. Ulemaya uyunuz
çünkü onlar dünyanın kandilleri ahiretin de kandilidir.
Yâni dünyanın da, ahiretin de kandilleri, ışıkları, nurlarıdır.
Elbette bunlardan istifade din yolunda ve ahiret babında olması daha lâyıktır ve bu istifâdeyi gönülden temin etmeğe
çalışmak lâzımdır. Zira her zaman onlarla buluşmak ve bulunmakta pek mümkün olmaz. İşte o zaman manen onlarla
birlikte olabilmeyi öğrenmek pek mühimdir. Bu da nihayet
Resulullah Efendimiz (s.a.v.)’e kadar dayanır, O’nun ruhaniyetten istifade edilir ve bu suretle tekemmüle doğru gidilir. Ebud Derda’nın ve Cabir (Radiyallahü anhuma) nın rivayet ettikleri 81. Ramuz sahifesinde ki hadiste;
“Ekrimülulemâ feinnehüm veresetül enbiya Femen ekremehüm fakat ekremallahü ve resuluhu” Hadisi şerif ne
kadar açık ve canlıdır. “Ulemâya ikram ediniz. Çünkü onlar enbiyaların varisleridirler. Her kim onlara ikram ederse
muhakkak ikramı Allah (c.c.) ve O’nun Resulü Muhammed (s.a.v.) yapmış olacağından hiç şüphe yoktur.”
Ashabı Güzîn hazeratının tekemmülü, Resul Ekrem
(s.a.v.) e olan hizmetleri neticesidir. Binaenaleyh insanın tekemmülü de, varisi enbiya olan ulemâlara olan hizmetin neticesidir. Fakat bu ulemâyı bulabilmek de zor. Çünkü yukarıda arzettiğimiz gibi her hocalık ve şeyhlik taslayan insanlarda
109
Cennet Yolları
110
bu meziyet bulunamaz. Yine aynı sahifede hamele-i Kur’ana
ikramı tavsiye buyurmaktadır. Onlara ikram muhakkak Allahü Teâlâya ve Resulüne ikramdır. Hamele-i Kuranın haklarını noksan etmeyiniz ve iyi biliniz ki; Allahü Teâlâ onları,
enbiyalara yakın olarak yaratmıştır. Yalnız onlara Peygamber gibi vahiy olmaz. Olmaz amma işte onlar, Peygamberlere olan vahyin bizlere intikaline sebep olurlar. Bu vasıtalık
bize de, onlara da kâfi olur.
“Ettuhuru Şatruliman” “Temizlik imanın yarısıdır” bu
ibâre Râmûz'un 221. sahifesinde uzunca bir hadisin başıdır.
Ebi Malik-i Askari’den rivayet edilmiştir.
İmanın yarısı olan temizlik, yalnız abdest ve beden temizliği olmayıp iç temizliğine de şâmildir. Bir insanın dışı ne kadar temiz olursa olsun iç âlemi, gönül âlemi temiz olmadıkça
dış temizliği kâfi değildir. Onun için ulemâ denince, bu gönül
âlemine bizleri aşina edecek aşk ve sevgimizi artıracak, havf ve
haşyetle içlerimizi dolduracak nihayet “fedake ebi be ümmi”
dedirtecek kıvama, getirecek âlim akla gelmelidir. Yoksa her başına sarık saran, hocayım diye ortaya çıkan, biraz ilâhi bellemiş,
çenesi kuvvetli lâf ebeleri değil. İçi ve dışı kitap ve sünnete tam
manasıyla uygun; gözü, yüzü nurlu. Allah (c.c.) ve Peygambere
tam âşık aynı zamanda bir tarike mensup, yed-i sahih sahibinden el almış, mezun olması da gerektir. Çünkü ne kadar âlim
olsa dahi tarikattan nasibi olmayan zavallılar da hep noksanlık
vardır. Noksan da ise, kemal bulunmaz. Kemâlsiz kimseden de
istifade edilemez. Şunu da bilmek faydadan hali değildir. Her
tarikata giren mutlaka tekemmül eder, demek değildir. Oradaki
say ve gayretleri halvetlere ve riyazetlere devamı, adabı tarikata
riayeti şartları ile birlikte bir de tekemmülün bir lutfu ilâhi olduğunu da unutmamalıdır. Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri;
Mehmed Zahid Kotku
ƈ Ʃ īĻĨƈ ƆÒ ħĤÓƈ đĤŽ ƆÒ
Ăƈ òŽ ƆźÒŽ ĵĘƈ ųÒ
Ƈ
Ƈ Ɔ
“El alimü eminullahi fil ard” “Âlim yeryüzünde Allah'ın
emînidir” diyerek ona en büyük gayeyi ve kıymeti vermiş bulunuyor. Zira ilim bir bakımdan ibadettir. Bu bakımdan da
âlim Allahü Teâlâ’nın halifesidir ve bu hilafet alâ bir hilafettir. Çünkü Allahü Teâlâ Hz. onun kalbini Ehal sıfatı olan
ilimle doldurmuştur. Ve Hakk’ın yeryüzündeki ilim hazinesidir. Taliplerine o ilmi öğretmeğe de mezundur. Aynı zamanda Peygamber (s.a.v.)’inde halifesidir. Bir de dikkat ederseniz İslâm’ın ilme verdiği kıymeti şimdiye kadar hiç bir din
vermemiştir ve veremeyecektir;
ƈ ĭĤÒ ƈóÐÓƈ ø ĵĘIJ
ƈ ĪÓ
ƈ ġĺ
ħ ƈıĻĘƈ óĻìƆ Ɔź öÓ
Ɔ ƈóüƆ ħƇ ĥžƈ đƆ ÝƆ ĩƇ ĤŽ ÒIJƆ ħƇ ĤÓƈ đƆ ĤŽ ƆÒ
ƪ
Ɔ
Ž
ƆŽ
Şu halde insanlar, şu iki tabakadan birisi değil mi? Ya
öğrenmiş, öğretmekle meşgul, ya da öğrenmeğe çalışandır. Bundan hâlî kalan diğer tabakada ise hiç hayır yoktur. Hayır ancak âlim ve müteallim dedir. Bu ilim ise; ilm-i
şer’îdir. Hakk ilmidir. İman ilmidir. Diğer dünya ilimlerinin
bununla alâkası yoktur. Çünkü dünya bilgilerini bilmeyen insanların sayısı bilenlerden çok fazladır. Kendilerinden ziraatler de, sanatlarda istifade edilir, hayırlar görülür, uçakta uçar,
otomobilde gider, işlerini görür. Telefonla oturduğu yerden
dünya ile irtibatını temin edersin vesaire pek çok hayırlar vardır. Amma, iman, amel ve ahlâk olmazsa neye yarar? Bunlar
her hayvanın, her canlının dünya refahıdır. Âhirette bir faydası ve alâkası yoktur. Âhiret ilmi ayrı bir ilimdir ki; Allah
(c.c.) Hz. has kullarına ihsan eder. O ebediyet âleminin yapıcısıdır. Orada düşme, çarpışma ve tehlike yok. Her tarafı
111
Cennet Yolları
112
saadet üstüne saadet. Selâmet üstüne selâmet vardır. Özeneceksen bu ilme özen ve bu yolda çalış. Hakk Subhanehu ve
Teâlâ yardımcın olsun. İlmi ile âmil olmayan, amel etmeyen
âlimin de misali bir muma benzer ki, etrafındakiler onun ışığından ziyasından istifade ederler, amma mum da yanıp biter. Sen öyle bir ışık ol ki; ne yanıp bitesin ne de sönesin. Öyleyse ilmin ile amel eyle. Süfyan demiş ki; “Ben ilmimle amel
ettikçe âlimim. Ne zamanki ilmimle amel edemezsem, insanların en cahili olurum”. Bu acıyı Cenabı Peygamber (s.a.v.) bizlere şu şekilde anlatmaktadır;
ħĤÓƈ đƆ ĤŽ Ò ģƈ ĩƆ đŽ ĺƆ ħĤƆ ÒðƆ Óƈ ĘƆ Ùƈ ĭƪ åƆ ĤŽ Ò ĵĘƈ ģƇ ĩƆ đƆ ĤŽ ÒIJƆ ħĥŽ đƈ ĤŽ ÒIJƆ ħĤÓƈ đƆ ĤŽ ƆÒ
Ž
Ƈ
Ƈ
Ƈ
ƈ Ɔ ĠƆ ħĥƆ đĺ ÓĩƈÖ
ƈ
ƈ
ƈ ƈ
ƈòÓĭĤÒ
ƪ ĵĘ ħƇ ĤÓđƆ ĤŽ ÒIJƆ Ùĭƪ åƆ ĤŽ Ò ĵĘ ģƇ ĩƆ đƆ ĤŽ ÒIJƆ ħƇ ĥŽ đĤŽ Ò ĪÓ
Ƈ ŽƆ Ɔ
“Amelsiz âlim cahilden de beterdir.” Cenabı Hakk
cümlemizi ilmiyle amil olanlardan etsin âmin. Âlim ilmi ile
Hakk rızası için çalışırsa, ondan her şey korkar, hatta aslanlar bile. Aslanları kullanan âlimler de olmuştur. Bilakis paralarını, hazinelerini çoğaltmak için uğraşırsa, o da her şeyden korkar. Hâlbuki bugünkü tahsillerin hepsi boğaz derdi
ve menfaatlere dayanmaktadır. Onun için de hiçbir fayda
hâsıl olmamaktadır.
ƈ ƈ ƈ
ƈ ĩĤÓƈ Đ ħĤÓƈ đĤŽ ƆÒ
Óđƃ ĩƆ Ĉ
Ɔ įƈ ĻŽ ĥƆ ĐƆ ñƇ ìƇ ÉŽ ĺƆ ħŽ ĤƆ ųÒ
Ɔ ħƇ ĤÓƈ ĐƆ ĪÓ
Ɔ Ʃ įĩĥŽ đƈÖ ÕƆ ĥƆ Ĉ
Ɔ Ɔ Ƅ Ɔ
įƈ ĩƈ ĥŽ đƈƈ Ö ÕƆ ĥƆ Ĉ
įƈƈ Ö ĴóÝƆ üÒŽ IJƆ ÓĻĬŽ ïĤÒ
Ɔ ħƄ ĤÓƈ ĐƆ IJƆ Óĭƃ ĩƆ àƆ įƈƈ Ö ƈóÝƆ ýŽ ĺƆ ħŽ ĤƆ IJƆ
Ɔ ƫ
ſ
ƈ Ʃ îÓƈ ×Đƈ ĵĥſ Đ įƈƈ Ö ģƈ íƈ Ö ÓđĩĈ
ƈ
ĦƆ ijŽ ĺƆ ƇųÒ
Ʃ įƇ ĩƇ åƈ ĥŽ Ƈĺ ųÒ
Ɔ
Ɔ ƃ Ɔ Ɔ įĻŽ ĥƆ ĐƆ ñƆ ìƆ ÒƆ IJƆ
Ɔ
ƅ Ĭ īĨƈ ĦÓƅ åƆ ĥƈƈ Ö Ùƈ ĩĻĝƈ ĤŽ Ò
ĴîÓƈ ĭƆ ĻĘƆ òÓ
Ɔſ
Ƈ Ɔ Ž
Mehmed Zahid Kotku
Ʃ ĮÓƇ ÜƆ ƆÒ Īƅ Ż
ſ ĘƇ īƇ ÖŽ ĪƇ Ż
ſ ĘƇ Òñſ İƆ Īƪ Òƈ ƆźƆÒ Ùƈ ġƆ Ñƈ ĥſ ĩƆ ĤŽ Ò īƆ Ĩƈ ğƄ ĥƆ ĨƆ įƈ ĻŽ ĥƆ ĐƆ
ƇųÒ
Óđƃ ĩƆ Ĉ
Ɔ įƈ ĻŽ ĥƆ ĐƆ ñƆ ìƆ ÒƆ IJƆ Óĭƃ ĩƆ àƆ įƈƈ Ö Ĵóſ ÝƆ üÓ
ƫ ƈòÒîƆ ĵĘƈ
Ž ĘƆ Óĩƃ ĥŽ Đƈ ÓĻƆ ĬŽ ïĤÒ
ƈ ĭĤÒ īĨƈ ĒƆ óęŽ ĺ ĵÝƩ è įƈ ĻĥƆ Đ ĴîÓƈ ĭſ ĺ ĢÒƇ õĺ ƆŻĘƆ
ďƇ ĭƆ āŽ ĺƆ ħƇà öÓ
ƪ Ɔ
Ƈ ƆƆ
ƪ
Ƈ Ɔ Ɔ Ž Ɔ
Õƪ èƆ ƆÒÓĨƆ įƈƈ Ö ƇųÒ
Ʃ
İşte bu hadis de, pek açık bir şekilde göstermektedir ki,
Hakk’ın istediği âlim; Dünyaya talip olan, ilmini bedava
vermeyen, okuturken pazarlıkla okutan. Sonra yazdığı eserleri de para ile kaç misline satan sonra da ilimden bahseden.
Bunu öğreninceye kadar şu kadar para harcadım, diye övünür âlim değildir. Âlim odur ki, ilmiyle Allah (c.c.) rızasını
kast eder. Onun için hiçbir şey almaz. Onu para mukabili
satmaz. Ondan dolayı denizdeki balıklar, karadaki hayvanlar, hatta havadaki kuşlar dahi onun için mağfiret dilerler.
İkinci âlim ise, ilmi ile dünyayı, dünya menfaatlerini talep
eder ve onu para mukabili satar, ücret alır ve Allah (c.c.)’ın
kullarına bahillik edip parasız öğretmek istemezler. Bunun
için de ceza olarak ağızlarına ateşten gem vurulur. Meleklerden bir melek nida edip,
“Ey ehli mahşer agâh olunuz ki falan oğlu falana Allahü Teâlâ, dünyada iken ilim verdi. O da sattı, ücret
aldı.” Diye nidası hesaptan ve mahşerden kurtuluncaya kadar devam eder. Ondan sonra Allahü Teâlâ dilediğini işler. İster affeder, ister affetmez. O’nun bileceği iştir. Fakat rahmetinin bolluğu dolayısı ile affını ümit ederiz. Lakin bu âlimler
yeryüzünün ışığı kandili, ziyası, nuru olamazlar.
113
Cennet Yolları
114
ƈ Ļƈ×ĬŽ ƆźÒŽ ÅÓęƆ ĥƆ ìƇ IJ Ăƈ òƆźÒŽ çĻƈÖÓāĨ ÅÓĩĥƆ đĤŽ ƆÒ
ĵÝƈ àƆ òƆ IJƆ IJƆ ÅÓ
Ƈ Ɔ Ɔ Ƈ Ɔ Ƈ
Ƈ
Ɔ
Ž
Ɔ
ƈ Ļƈ×ĬŽ ƆźÒŽ ÙƇ àƆ òIJIJ
ÅÓ
Ɔ Ɔ Ɔ
Ɔ
Hakiki ulemâlar ise paraya tenezzül etmedikleri gibi, onu
para mukabilinde satmazlar. Onun için yeryüzünün kandili
nuru olmakla enbiyaların halifeleri, benimde diğer enbiyaların da varisleridirler.” Bu nimetin üstüne başka ne aranabilir. Diğer bir hadiste de;
ƈ îÓƈ ×Đƈ ĵĥſ Đ ģƈ øóĤÒ ÅÓĭĨƇÒ ÅÓĩĥƆ đĤŽ ƆÒ
ċƈ ęŽ ĤƆ IJƆ ħİij
Ĥ ƈõÝĐÒIJ ųÒ
Ɔ Ƈ ƫ Ƈ ƆƆ Ƈ Ɔ Ƈ
Ɔ
ŽƇ Ƈ ƆŽ Ɔ Ʃ
ƈ IJ ĵĩƈ ĥƆ ĺïĤÒ
ƈ ƈ
ƈ ïƆ ĺIJ ĪÓ
ÒijĥƇ ìÒ
Ƈ ×Ƈ ĭÝƆ äÒ
Ž Ɔ ƪ Žƪ
ƫ ćĤÓíƆ Ƈĺ ħŽ ĤƆ ÓĨƆ ħŽ İij
Ƈ Ɔ Ɔ ĉƆ ĥŽ ùĤÒ
ƈ
ģƆ øƇ óĤÒ
ƫ
Ɔ ĉƆ ĥŽ ùĤÒ
Ɔ îƆ IJƆ ĪÓ
ƫ ijƇĉĤƆ ÓìƆ ÒðƆ ÓĘƆ ÓĻƆ ĬŽ ïĤÒ
ƫ ÒijƇĬÓìƆ ïŽ ĝƆ ĘƆ ÒijĥƇ ìÒ
ħİIJ
òñèÓĘ
ŽƇ Ƈ Ɔ Ž Ɔ
Ulemânın bir nur kaynağı olması ile beraber “Umenâü'rResül” Yâni resûyller, getirdikleri şerait ve dini âlimlerin
ümmet-i Muhammed'e tebliğ ettiklerindenemindirler. Öğrendikleri gibi, hiçbir değişiklik yapmadan öğretirler ve bu
yüzdendir ki, 1400 seneden beri hiç bozulmadan aynı şekilde
devam etmektedir. Her zaman bozguncular fesatçılar çıkmıştır. Velâkin –Lehü'l-hamd- dinimiz Resulullah (s.a.v.)’ın zamanı saadetlerindeki gibidir. Allah (c.c.) dinin hafızıdır. Bu
âlimlerde beşer olmak münasebetiyle ve bu ulvi makama
nail oldukları halde de, hatadan, kusurdan salim olamazlar.
Binaenaleyh bu gibi kusurları, ayak kayması ile tabir olunan kabahatleri, izam edip dile dolamayınız. Onların hu-
Mehmed Zahid Kotku
kukuna riayet edip, bazı hatalarından naşi muaheze etmeyiniz, bunlara eza etmekten ve gıybet etmekten son derece
sakınınız. Zira onlara yapılan eza ve gıybet başkalarına yapılan eza ve gıybete benzemez. Sonra çok pişman olursunuz ve
iyi olmaz; çaresi olmayan dertlere düşersiniz de nereden geldiğinizi anlayamazsınız. – Fakat bu hürmet, saygı ve tazim
hükmü onlar sultanların kapılarına gitmedikçe ve onlardan
bir şey beklemedikçe ve bir de dünyaya dalmadıkça caridir.
– Her ne zaman ki, sultan kapılarına giderler, vazifeler isterler ve dünyaya dalıp, ahireti unuttukları vakit bu hürmet, tazim hükmüde ortadan kalkar. O zaman resullere hıyanetlik
etmiş olurlar ve üzerlerindeki emniyet kalkar. O zaman çok
acıklı bir hayat baş gösterir. Allah (c.c.) muhafaza buyursun.
O zaman onlara yaklaşmak değil, belki onlardan çok uzak
olmak ve onlara mümkün oldukça yanaşmamak ve uzak olmak lâzımdır. Ulemânın bu baha biçilmez kıymeti ayakları
altına alması, dünyaya aldanmaları ne kadar çirkindir. Zira
dünyanın herkesi aldatmakta olduğu gözümüz önündedir.
Hâlbuki ulemânın kıymetini beyan eden şu okuyacağımız
hadisi şerif bizleri hayretlere düşürmektedir;
ƈ ĩùĤÒ ģƇ İÒƆ ħı×éƈ ĺ ÅÓ
ƈ Ļƈ×ĬŽ ƆźÒŽ ÙƇ àƆ òIJ ÅÓĩĥƆ đĤŽ ÒƆ
ħıƇ ĤƆ óęƈ ĕŽ ÝƆ ùŽ ÜƆ IJƆ ÅÓ
Ž
Ƈ
Ɔ Ɔ Ƈ Ɔ Ƈ
ƫ
Ƈ
ƪ
Ɔ
Ž
Ɔ
Ƈ Ƈ
Ùƈ ĩƆ Ļĝƈ ĤŽ Ò Ħƈ ijŽ ĺƆ ĵĤſ Òƈ ÒijÜÓƇ ĨƆ ÒðƆ Òƈ ƈóéŽ ×ĤŽ Ò ĵĘƈ ĪƇ ÓÝĻƆ éƈ ĤŽ Ò
Ɔ
ſ
Ulemâ-i Kiram Hz. Peygamberlerin varisleri olduğundan, onları sadece yeryüzünün imanlı insanları sevmekle
kalmıyor, aynı zamanda gökyüzünün melekleri de onları
seviyor. Denizin balıkları o Salih öldükten sonra ta kıyamete kadar arkasından istiğfar ederler. Buyrulmuştur ki; bu
devlet acaba kime verilmiştir? İnsan bu nimeti bırakıp ta fani
115
Cennet Yolları
116
dünyanın günahlarla dolu muvakkat hayatına nasıl aldanır?
Zavallı İmam hatip talebelerini bile mekteplerinden soğutmak için saygısız, bilgisiz bir takım zavallılar, siz ölü yıkayıcı
mı olacaksınız? Bak şu bu mekteplerde ne büyük istikballer var.
Onları bırakıp ta imam olmak hiç yakışır mı, diye, kıymetli
yavrularımızı kandırmağa çalışırlar. Çok eseftir. Bir milletin
saadeti, selameti dinine bağlılığı nisbetindedir. Çünkü dinde
ahiret mesuliyeti vardır. Bu korku insanları birçok fenalıklardan alıkor. Maalesef dinsiz olanlar ne ahiret mesuliyeti tanırlar,
ne de kanunlara itaat. Her ne kadar olgunlaşmış İsviçre gibi
memlekette kanunlarına karşı bir saygı var denilirse, onların
da dinlerinde bir ahiret mesuliyeti var. Çin ve Rusya gibi komünist memleketlerde Allah (c.c.) korkusu ahiret mesuliyeti
her ne kadar yoksa da, oradaki ağır cezalar hapisler idamlar
pek korkunç şekildedir. Oradaki bugünkü ahengin sessiz sedasız yürümesi onların memnuniyetinden değil, belki doğrudan doğruya esaretlerinden ve korkularındandır. Tabii bu
da hiçbir zaman makbul ve memduh bir idare değildir. Yıkılması pek uzak değildir. Çünkü tarihte de görüldüğü gibi
esaret idareleri uzun boylu sürmemişlerdir. Sürse dahi o insanlığa artık acımaktan başka elimizden bir şey gelmez. Lâkin
hürriyet sahibi olan ve bir de dininden bahseden Amerika ve
Avrupa’nın çılgın, şımarık halkı da ister zengin ister fakir, nefislerinin esiridirler. Gayeleri harp, darp ve meşakkatlerle insanları ızdıraba düşürüp, top, tayyare, silah vesair malzeme-i
Harbiyeleri satıp, para kazanmağa ve bütün milletleri elleri
altında iktisaden bunaltmak ve kendilerine pay çıkartmadır
ki, bu da Müslümanlığın gayesi dışındadır. Müslümanlık
hem kendi hürriyetini, hem de sair akvamın hürriyetlerine
yardımcı oldukları tarihen de sabittir. Müslümanlığın parlak
Mehmed Zahid Kotku
devirlerindeki seferlerde ve idareleri altındaki sair milletlerin
hukuklarına nasıl riayet edildiği herkesin gözleri önüne serilidir. Muhasara esnasında bile kimsenin ne malına, ne canına,
ne de ırzına zerre kadar tecavüz edilmemiştir. Tecavüz şöyle
dursun, onları himaye de kendi canlarını bile feda etmişlerdir.
Hâlbuki onların, İstanbul'un işgali sırasında Şehzade Câmii
şerifinde uyku halinde bulunan askerlerimizi nasıl gaddarca
katlettikleri de meydandadır. Medeniyet Avrupa’da değil, ancak İslâmiyet’tedir. Çünkü Müslüman ilmin ışığı altında dinine bağlı ve bütün hukuk kaidelerine riayetkârdır. Hedefi
insanlığı; küfürden, delâletten, şımarıklıktan, ahlâksızlıktan
kurtarmak; insanların hakiki dindar olmaları; Rabbisine üçtür demekten, kurtarıp, bir olduğunu onlara göstermek; Allah (c.c.)’a çocuk, karı, kız, oğul isnat etmekten kurtarmaktır. Yine ilmin iktizası; Allah (c.c.)’ı İslâm’ın bildirdiği gibi,
duyar, işitir, görür, bilir, her şeye gücü yeter, her şeye kadiri
mutlak bir Allah (c.c.)’tır., bir Allah (c.c.). Bunu duyurmak
ve buna çağırmak ve bütün peygamberlere, kitaplara inanıp
hemen bir milyara baliğ olan İslâm topluluğunun Peygamber Muhammed Mustafa (s.a.v.)’e ve O’nun getirdiği hak
olan Allah (c.c.)’ın kitabı Kuran-ı Azimüşşan’a inanıp küfürden ve şirkten kurtarmayı hedef etmişlerdir. Hâlbuki İslâm
ulemâsı 3 bölüktür.
Birisi; ulemânın hem kendisi hem de etrafındaki Müslümanlar saadet ve selâmete nail olurlar. İkincisi, etrafındaki
insanlar onun ilminden istifade ederlerse de, kendisi de mum
gibi yanıp helak olur. Çünkü söyledikleri ile amel etmiyordu.
Üçüncüsü ise, ilminden kendisi istifade edip başkalarına faydası olmayan kimsedir ki, bu da zayiattandır. (Fitne devirlerinde, sözlerin dinlenmeği devirlerde inşallah mazur sayılır.)
117
Cennet Yolları
118
İlim mü’minin kaybolmuş malıdır, nerede
bulursa almalıdır.
Bizim ilim öğrenmemiz için, dini meseleler de bilmeğe
mecbur olduğumuz hususlar: Kur’an okumak, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hac etmek ve muameleyi
ticariyeyi, alış-veriş muamelelerini öğrenmek, neler satılır, neler satılmaz? Neler alınır, neler alınmaz, faiz, iskonto, veresiye
almak vermek vesaire hususları hem öğrenmek hem de öğretmeğe çalışmak vazifemiz olduğundan, “ne yapalım bizim
memlekette bunları öğretecek kimse bulamadım.” Veyahut
bir memlekette bunları tatbik mümkün değildir, diye anlatmak caiz olmadığından, Efendimiz (s.a.v.) Hz. (Ramuz 222
sahifenin başındaki) hadisi şerifle bize:
ĮƇ ñƆ ìƆ ƆÒ ĮƇ ïƆ äƆ IJƆ ß
Ƈ ĻŽ èƆ īƈ Ĩƈ ËŽ ĩƇ ĤŽ Ò ÙƇ Ĥƪ ÓĄƆ ħƇ ĥŽ đƈ ĤŽ ƆÒ
“İlim Mü’minin yitik malıdır. Onu zayi ettiği vakit
nerde bulursa alır.” Bunun diğer ilimlerde şümulü varsa da
asıl gaye iman ve İslâm ve ahlâk; kemâl-i insaniyete Müminleri ulaştıracak ilimdir. Malumdur ki, ilim, sıfat-ı ilâhiyeden
bir sıfattır ki; insan bununla hak ve batılı tefrik eder. Noksanlık ihtimali yoktur. Murat; ilmi şer’idir. Tefsir, hadis, fıkıh
hatta ilmi nahiv ve sarf, tecvit ve bunları lâyıkı vechile anlayabilmek için diğer dünya ilimlerine de ihtiyaç vardır. Mesela tarih, coğrafya, fizik, hesap gibi 12 ilme daha ihtiyaç vardır, denilmiştir. işte bunları bilmek için bir rivayette Çin’de
dahi olsa, oraya kadar gitmek lâzımdır. Bir de ilim ta beşikten mezara kadar denilir ki, yaş haddi yoktur. Faraza bir insan 90 yaşında Müslüman olsa, bunları öğrenmek için dünyayı dolaşsa lâyıktır. Sonra bu ilmin içerisinde bir de müdafa-i
Mehmed Zahid Kotku
din, vatan, ırz, namus için askeri ihtiyaçları temin etmek ve
ayrıca Allah (c.c) düşmanlarını ve Müslüman düşmanlarını
korkutacak derecede her bakımdan; deniz, hava, kara kuvvetlerine ve bunların idarecilerine tekniklerine sahip olmak gerekmektedir. Bu emrin; Kur’an-ı Azimüşşan’ın emirlerinden
olduğunu bilerek, düşmandan medet beklemek değil hatta
ondan malzeme, harbiye, yiyecek, giyecek, şeyleri almağa tenezzül etmek çok ayıptır. Bir insan kendi karnını doyurmasını, kazanmasını beceremez, kapı kapı dolaşması ne kadar
çirkinse, bu dinsizlerden de bir şeyler istemek o kadar ayıp ve
çirkindir. Sakın bunlara darılma. Bir Müslüman’ın bir dinsiz
kâfire boyun bükmesi ne kadar abestir. Fakat ruhen zayıflamış kimseler tabiatıyla bunu anlayamazlar ve onlarla dostça
geçinmeğe bakarlar. Lâkin günün birinde bakarsınız ki; biz
tamamıyla onların kölesi olmuşuz. Otur, kalk hepsine peki
demek mecburiyetinde kalınca, halimizin o firavunlar devresindeki kölelerden ne farkı kalır? Allah (c.c) muhafaza buyursun. Onun içindir ki dünyanın dört bir bucağını gezip,
dinimizin emirlerini, Kitabımızı, hadisleri en iyi bir şekilde
öğrenip sonra da öğretmek mecburiyetindeyiz. Çünkü insan
iki kısımdır. Ya öğrenmiş öğretiyor veya öğrenmeye çalışıyor.
Yani muallim veya talebe. Diğer kimselerde hayır yoktur. Bu,
acayip manalar ifade etmektedir. Zaten böyle olmadıkça, kurtuluş ve selâmette yoktur. Bugün Japon milletin yazısının çok
zor olduğu halde okuma- yazma bilmeyen pek azdır, derler.
Okumak yazmak ta kâfi değil, dindar bir Müslüman’ın gönlü
hakk sevgisi, hafv ve haşyetle dolu olmakta; hırs, şehvet, şöhret, gadap, kin veya ucup, haset gibi çirkin huylardan temizlenmiş olmalıdır. Aynı zamnda memleketine, vatanına bütün
akraba-i taallukatına ve cinsi beşere faydalı olmağa çalışır ve
119
Cennet Yolları
120
bilir ki; bütün mevcudat ve mahlûkat Allah (c.c)’ın yarattıklarıdır. Hepsinde ayrı ayrı hikmetleri vardır.
Bizim vazifemiz Halık’ımızın sözünü dinleyip, yapınız dediklerini yapmak, yapmayınız dediklerini yapmamak. Bu dereceye varabilmek için dini kitapları iyi öğrenmek ve onlarla amel
etmek lâzımdır. Bu da ilmi zahir ve ilmi batın diye ikiye ayrılır.
İlmi zahir mektep ve medreselerde yapılan tahsil ile elde edilir.
İlmi batın ise mektepsiz ve medresesiz, erbabına hizmetle elde
edilir. Sanatlar, erbabı ustalara hizmet neticesinden elde edildiği
gibi, ilmi batın da mezmum olan bütün kötü ahlâkların terki
ve bunların yerine Ahlak-ı Hamide de en güzel huy ve sahibi
olmakla elde edilen bir ilimdir ki, pek makbul ve memduh bir
ilimdir. Peygamberlerden, evliyalardan miras kalan ilimdir. Bunun tahsili pek müşküldür. Öyle nasara-yensuru gibi kolay değildir. İnsanın içerisine, kemiklerine kadar işlemiş olan kötülükleri,
benlikleri atmak ve onların yerlerine ahlâkı hâmideyi ve tevazuu
koymak, peygamberlerin yolunu tutmak her babayiğidin harcı
değildir. Çünkü nefis ve şeytan insanları daima hevai nefislerine meylettirir. Para sevgilisi, makam düşkünü yapar. Ondan
sonra da insanlıktan çıkar. Hiç öyle şey olur mu, deme. Dünyaya bak ibret al. Bir göz ki olmaya ibret nazarında, ol düşmanıdır sahibin baş üzerinde ki mısra’ı tekrarla. Bu güzel ahlâklar
yerleştikten sonra, o zat-ı muhteremde keşifler açılır. Bu da bir
nurdur. Marifeti ilâhiyenin tahsili, esma ve sıfatın keşfi, gözden
perdelerin kalkması, işte enbiyaların varisleri olan, meleklerin
duasına, mahlûkatın istiğfarına nail olan ulemâ bu ulemâdır.
Hem ilmi zahirisi ve hem de ilmi batınîsi sayesinde benliklerinden kurtulmuş, kötü mezmum olan ahlâklardan kurtulmuş
ve memduh olan güzel ahlâkları elde etmiş, keşif keramet makamlarına erişmiş, bahtiyarlardır. Cenabı Hakk cümlemizi bu
Mehmed Zahid Kotku
kâmil ve olgun âlim ve amillerden eylesin. Cenab-ı Hakk’ın
sevdiği ve razı olduğu kullar da işte bunlardır. Bunlar ise; bir
kimyadır. Huzurlarında bulunanları kemale ulaştırmağa sebep
olurlar. Bu hususta Abdülhaliki Gucduvani’nin oğluna yaptığı
nasiyat da şayanı dikkattir; “Ey oğul ilim öğrenmekte hiçbir
adım geri kalma, fıkıh ve hadis ilmini öğren. Cahil sofulardan olma” diye oğluna nasihati, ne kadar iyi. Bizim bunlardan hiç birisini yaptığımız yok. Dünya istikbali ne tarafa ise
hemen o tarafa dönüyoruz. Hâlbuki asıl olan ahirettir. İşte bugün yediğimiz, tavuk ve etlere, hiç dikkat ettin mi? Bunlar nasıl besleniyor, hiç düşündün mü? Bunlar hakkında bir malumat almak üzere bir ehli ilme sordun mu? Yukarda arzettiğim
gibi ehli ilim zamanımızda olduğu gibi, Arapça ve Farsça diline aşina olan ehli dünya değildir. Ebu Nâim’in Hazreti Enes
(R.A.) ten rivayet ettiği El ilmi Hadisi şerifidir ki;
İlimde aslolan kalp ve yakîn ilmidir
ƈ
ƈ Ƅ ÖÓàƆ ħĥŽ đƈ ĘƆ ĪÓ
ƈ ĩĥŽ Đƈ ħĥŽ đƈ ĤŽ ÒƆ
ďƈ ĘÓƈ ĭĤÒ
ƪ ħƇ ĥŽ đĤŽ Ò ĞƆ ÒñƆ ĘƆ Õƈ ĥŽ ĝƆ ĤŽ Ò ĵĘ ßƈ
Ɔ Ƈ
Ƅ
ƈ Ʃ ÙƇ åè ĞƆ ÒñƆ ĘƆ ĪÓ
ƈ ùĥžƈ ĤÒ ĵĘƈ ħĥŽ Đƈ IJ
Įƈ îÓƈ ×Đƈ ĵĥſ ĐƆ ųÒ
ƪ Ƈ
Ɔ
Ɔ
Ƅ Ɔ
Bizim de arzetmek istediğimiz ilimdir. Ne yazıktır ki dün
de bugün de bizim ilim tahsil eden kişilerimiz, bu kalp ilmine hiç yaklaşmak istemezler. İçlerinden isteyenleri de pek
nadir bulunur. Onu da istemezler ve sevmezler. Bakınız Cenabı Peygamber Efendimiz (s.a.v.), o ilmi kalp hakkında ne
buyuruyorlar; “Fezâke nilmünnâfi” asıl faydalı olan ilim de
bu ilimdir. Fakat ne yazıktır ki; şartları ağırdır. Bir kere bütün günahlardan ve devlet kapılarından uzak olmalı, sonra
121
Cennet Yolları
122
da sünneti seniyeye tam manasıyla bağlı olmalı. Avrupalıların değil Müslümanlığın istediği gibi olmalı. Pantolon yerine, şalvarı; ceket yerine, latayı; Frenk gömleği yerine de,
ecdadın gömleğini, kravat yerine sadeliği seçmelidir. Hele sakal kazımak, bıyık kazımak ne kadar abestir. Bize göre bunlar hep hoş şeyler. Ehli ilme göre bunlar hep bid’at nevindendir. Kurtulmağa çalışmak lâzımdır. Her ne kadar itikada
taalluk etmezse de yine bidattir vesselam. Kalp ilmine vakıf
olanlar bunlarda hoşlanmazlar. Zamane âlimleri ise; bunlara
bayılırlar, hele kravatsız sokağa çıkmağa cesaret de edemezler. Kalp ilmine ilmi batın da diyorlar, gönül ilmi de denir.
Bu ilim ise, kalp tahir olmadıkça zahir olmaz. Kalbin tahareti bedenin taharetine hiçte benzemez. Vücudunuz her ne
kadar pis olursa olsun, sıcak veya sabunlu su ile yıkandığınızda tertemiz olur. Hâlbuki kalbin temizliği öyle pek kolay
değildir. Nefis mertebelerindeki emmâre, levvame, mülhimeyi atlatıp nefsi mutmainneye erişmedikçe bu temizlik ve
bu yararlı menfaatli ilim zahir olmaz. Emmâre mertebeleri
ki; şeriatın izin vermediği her türlü hevai heveslere tâbi olarak yaşamağa sarf edenlerdir. Levvame ile mülhime ise, bazen aklı başına gelirde günahlardan kaçar, belki döner, fakat
devam etmez, yine eski haline dönüverir. Lâkin mutmainneye geçtikten sonra artık eskiye dönmek mümkün olmaz,
iyilik üstüne iyilik, ibadetlere devam, terakkiler başlar. Hem
kendi, hem mensup olduğu aile, hem insanlık bu muhteremden istifade ederler. Memnun ve mesut bir hayata nail
olurlar. Ondan sonra dünyası da iyi ahireti de iyi olur. Burada rol paranın değil, Hakkın ihsanı, güzel ahlâk güzel imanın neticesidir. Bütün şerefi gece ibadetleri. Nastan müstağni
oluşudur. Hâlbuki ilmi zâhir*ilmi lisan sahibi, geceleri sabaha
Mehmed Zahid Kotku
kadar uyur. Belki sabah namazlarını da cemaatle kılamaz, kaçırır. Sonra da emmârelikten, levvamelikten kendini bir türlü
kurtaramaz. Zira kendini kurtarmağa kendi ilmi kâfi gelmez. Büyüklere de başvurmağa tenezzül etmez. Kalp ilmine
vakıf olup, fena ahlâklardan kurtulmuş, iyi huyları toplamış
muhteremlerde ki; ilmel yâkinden aynelyakine yükselir ki,
bunlarında da ilimlerinde şüphe olmaz. Çünkü görmüştür,
bildiğini bir de görmesidir. İlmel yakin sahibi ise, daima aldanabilir. Çünkü bildiğini görmemiştir. Rahmetlik hocamız,
Yakini bizlere şöyle tarif etmişti. Oğlum yakin üçtür.
1. İlme'l-yakîn: İlmen bilmektir.
2. İlmen bildiğini görerek bilmektir, ayne'l-yakîn derler.
3. Tadarak bilinen ilimdir ki, buna da hakka'l-yakîn
derler.
İlmel yakin bütün ulemâların ilimleridir. Baklavayı birisi
size anlatır, siz de dinlersiniz ve sizde bir malumat hâsıl olur.
Fakat baklavayı görmediğiniz için, bir başka börek tepsisini size
baklavadır, diye yutturabilirler. Fakat bir baklavacı dükkânının
önünden geçerken, gelin çocuklar işte size tarif ettiğim baklavayı gördünüz mü? Buna baklava derler. Buna Aynel yakîn
derler. Sizce baklavanın nasıl olacağı artık tebeyyün etmiştir.
Kolayca aldanmazsınız. Bir de üçüncüsü olan Hakkel yakîn
var ki, bu da Peygamberlere, büyük evliyalara ve varisi enbiya
olan halifelere, âlimlere nasip olur ki; bu da görülen baklavayı
oturup yemekle anlaşılır ki, bunun da tadına doyum olmaz.
Bu yakîni tahsil için mutlaka ilmi zahiri evvelâ öğrenip, sonra
da bu ilmi batını öğrenmeğe ve dolayısıyla da aynel yakine erişmek için gayret sarf edilmesi adeta vâciptir. Ve bu yalnız ilim
sahiplerine değil, her Müslüman’a lâzımdır. Zira Hicret ikidir.
123
Cennet Yolları
124
Birisi herkesin bildiği memleketten hicrettir. İlk zamanlarda ve
bugünkü komünist memleketlerden kaçıp İslam diyarına gelmektedirler. Biz de bunlara muhacir deriz. Fakat asıl hicret ise
günahları, fenalıkları, ahlaksızlıkları bırakıp; iyi, olgun ve kâmil
bir Müslüman olmağa çalışmaktır ki, arada dağlar kadar fark
vardır. Bunun için memleket değiştirmeye lüzum yoktur. Zaten ahlâklar memleket değiştirmekle hiçbir zaman düzelmez.
Yeter ki o kötü ve fena ahlâkları değiştirmeğe azimli olun.
Evvelâ doğru söze alışın. Yalanı tamamı ile unutun, sonra da
birer birer ahlâklarınızı düzeltmeğe çalışın. Bunun için de bir
tarafta oruç, bir tarafta nafileler. Gece ibadetleri; tefekkür, tesbih ile beraber, Allah (c.c.)’dan her an canı gönülden yardım
isteyin. Canı gönülle, bazı üstat ve dostlardan dua ve yardım
isteyin. İnşallah az zaman sonra bir de bakarsınız ki büyük insanlar arasında yer almışsınızdır. İlim zaten Sıfatullahtır. Bir
de gönüle intikal etti mi, artık ona paha biçmek mümkün olmaz. Bakıyoruz ki, kıymetli altın gümüş ve sair cevahirler de
hep yerin derinliklerindedir. İnciler de öyle değil mi? Öyle ise
sen de zahirde, dilde, lâfta, sözde kalma, gönlün derinliklerine inmeğe gayret eyle ki, bütün cevahirler oradadırlar. İnsanın saadet ve selâmeti hep oradadır. Çünkü Fahri âlem Sallallahü aleyhi vesellem “Fezalike İlmünafi” buyurdular. Başka
söze lüzum yoktur.
İlim mü'minin kaybolmuş malıdır, nerede
bulursa almalıdır
ƈ
ƈ ƈ
įƇ Ĭƪ Óƈ ĘƆ ƇųÒ
Ʃ ħƇ ġƇ ĩƇ èƆ óŽ ĺƆ ÒijĥƇ ùƆ ĘƆ ĢÒƇ ËƇ ùĤÒ
ƫ ÓıƆ èÓ
Ƈ ÝƆ ęŽ ĨIJƆ īƇ ÐÒõƆ ìƆ ħƇ ĥŽ đĤŽ ƆÒ
ƈ ƈ
ħıƇ ĤƆ Õƫ éƈ ĩƇ ĤŽ ÒIJƆ ďƇ ĩƈ ÝƆ ùŽ ĩƇ ĤŽ ÒIJƆ ħĥžƈ đƆ ĩƇ ĤŽ ÒIJƆ ģƇ ÐÓƈ ùĤ
ƪ ƆÒ ÙƄ đƆ ÖƆ òŽ ƆÒ įĻĘ óƇ äƆ ËŽ Ƈĺ
Ž
Ƈ
Mehmed Zahid Kotku
İlim haddizatında sıfatullah olduğundan, Zatı gibi sıfatları da eşsizdir ne biter ne tükenir, her şey biter, yok olur,
mahvolur. İlim; Zatı gibi, bâkidir. İlim Allah (c.c.)’ın hazinesidir. Maddi ve manevi bütün ilimler O’ndandır. Bugünkü
gördüğümüz terakki ve tekemmül O’nun ilminden bir nebzedir. Daha bilmediğimiz ne ilimler vardır. İlerde zaman geldikçe tahakkuk eder. Şimdi bize lâzım olan ilmin bir tükenmez hazine olduğunu bilip, ona yapışmaktır. Bu ilim, fâni
olan âlemin ilimleri değildir. Belki ebediyet âleminde insanları sevindirecek din ilmidir. İşte o da amel ile tahakkuk eden
iman ve amel-i salihtir. Cennet de bunlara vaad olunmuştur.
Bir ilmin sonu Cehennem ise, ona ilim demek hatadır. Yâni
imansız ilimler gibi, “Bu ilmin anahtarı da sorgudur”, “Feselu ehle’zzikri” Allah (c.c.) emretmektedir. Buradaki “ehli
zikir”den murat ilim sahipleridir, demişler. Allah (c.c.) sizlere rahmet eylesin.
“Ey ümmetim, sizler de bilmediklerinizi öğrenmek
için daima çalışınız”. Sorgunun en aşağı 4 faydası vardır.
Yâni en aşağı 4 kişi ecir alır. Mükâfat alır faydalanır. Birisi;
soran. İkincisi; öğreten. Üçüncüsü; dinleyen. Dördüncüsü;
ilim dinlemeyi sevenlerdir. İlim bitmez ve tükenmez bir hazine olmakla beraber amelden de hayırlıdır. meselâ, gece
sabahlara kadar nafile ibadetten, gündüzleri oruç tutmaktan
daha hayırlıdır. Yine namazını kıl, orucunu da tut amma,
din ilmini, şeriatın gösterdiği ilmi ki; neticesi zühdü takva
ve verâ’dır. Onun için ilmin kıvamı verâ’dır, Allah (c.c.) korkusu, kendisini o kadar istilâ etmiştir ki her şüpheli şeylerden son derece ihtiraz eder, sakınır, kaçınır. Zira âlim diye,
ilmi ile amel eden kimseye derler. Bilgisi her ne kadar az
olsa dahi bildiği ile amel etmek, bilmediklerini öğrenmeğe
125
Cennet Yolları
126
de vesile olur. Burada adı geçen “Vera” dinin kemâli oluyor. Verâsız, din ve Müslümanlık, hacılık, hocalık hep noksanlıktır. İlmin derinliklerine nüfus edince Hakk korkusu
başlar ve bilgisi nisbetinde Hakk’tan korkusu artar ki buna
vera denir. Eğer bilgisi artıyor da zühdü, takvası, verâ-ı artmıyorsa; bu ilim matlup olan ilim değildir. Belki de bu ilmi
tahsil edenin niyeti de halis değildir. Ve belki gayesi dünya
emellerine mevkilerine nail olmak içindir ki; kendisinde bu
korku bulunmamaktadır. Çünkü hakiki ilim mutlaka korkuyu celbeder. Mıknatısın demir parçalarını celbettiği gibi.
Eğer mıknatıs demir parçalarını çekemiyorsa, onda mıknatıslık kalmadı demektir. Bunun gibi korkusu olmayan ilim
sahibi de âdi mıknatısa, uydurma mıknatısa benzer, hakiki
ilme sahip olanların da “Vera” denilen şüpheli şeylerden sakınmak, kaçmak en başlı vazifesidir. Takva her Müslüman’ın
vazifesidir. Vera ise; takvanın üstünde kâmillerin harcıdır.
Kendisinde takva, vera bulunmayan kişiler eğer gökte uçsalar, denizlerde yürüseler katiyen aldanma, şeytanın hünerlerini unutma, o da cahil değildir. Fakat onu şeytan yapan
vasıflardan birisi Allahü Teâlâ’nın emrine itaat etmemesi ve
benliğini muhafaza etmesidir. Binaenaleyh her emri ilâhiyeyi
dinlemeyen ve benliğine esir olan kimselerin damarlarında
şeytanlıktan birer hisse vardır, demektir. Hakk Sübhanehu
ve Teâlâ cümlemizi bu benlikten kurtarsın, âmin. Yine o
cihan Peygamberi (s.a.v.)’in İbni Abbas (R.A)’dan gelen bir
rivayette.
īŽ ĨƆ ħĤÓƈ đƆ ĤŽ ÒIJƆ ĎƇ òƆ ijƆ ĤŽ Ò īĺ
ƈ ïĤÒ
žƈ ĞƇ ƆŻĨƈ IJƆ ģƈ ĩƆ đƆ ĤŽ Ò īƆ Ĩƈ óƄ ĻŽ ìƆ ħƇ ĥŽ đƈ ĤŽ ƆÒ
Ƈ
Ɔ ĠƆ ĪŽ Òƈ IJƆ ħƆ ĥŽ đƈ ĤŽ ÓƈÖ ģƇ ĩƆ đŽ ĺƆ
ƃŻĻĥƈ ĜƆ ĪÓ
Mehmed Zahid Kotku
buyrulmuştur ki; bunları hemen okuyup geçmemeli. Bak,
bugün dünya nasıl hızla ilerlemekte. Dünya bilgisi olsa dahi,
ilim kimde fazla ise, dünyada sözü geçen odur. İlim varken
amel olmazsa, dünyada dahi işe yaramaz olduğu malumdur.
Ahirette ise; hiç işe yaramayacağı aşikârdır. Bundan dolayı
ilim ibadetten efdaldir, buyrulmuş olmasındaki hikmet daha
güzel anlaşılmış oluyor. Çünkü bir kere ilim esastır. Din, ilim
üzerine kurulmuştur. İbadet ise; bu ilim esası üzerine bina
edilmiştir. Binaenaleyh esas olan ilim elbette efdal olacaktır.
Çünkü ibadetin nasıl yapılacağını bize bildiren ilimdir. Bu
bazen kulak vasıtasıyla, bazen de göz vasıtasıyla, elde edilir.
Eshab-ı Kiramın (Rıdvanullâhi aleyhim ecmain) ilimleri ise
kulaktan ve Peygamberimiz (s.a.v.)’den ve yahut ta Eshab-ı
Kiramdan dinlemek suretiyle hâsıl olmuştur. Bu ilim olmadan, duymadan, işitmeden hangi ibadetin nasıl yapılacağını
bilmek tabii mümkün değildir. Öyleyse ilim, ibadetten efdaldır, vesselam. Bugünkü gözlerimizi kamaştıran teknik; tayyare, vapur, otomobil, elektrik ve elektrikli eşyalar bir bilginin
ve bir planın husule gelmesidir. O bilgiler olmasaydı bunların hiçbirisi meydana gelmezdi. Öyleyse ilim her şeyden efdaldır. Bizim ilmimizin mükâfatı ise cennet ve Cemalullahtır. Yine o ilimdir ki, mahsulü Amel, Takva, Züht ve Vera’dır.
Bunlarsız olan ilim ise; sahibine de zararlı beşeriyete de zararlıdır. Bunun için “el ilmi efdalün minel amel” dedikten
sonra; “Hayrül amel evsatuha” buyrulmuştur. Bir de darb-ı
mesel olarak “her işin hayırlısı ortasıdır” deriz. Amellerin de
hayırlısı ortasıdır. Bunu bize şöyle açıklanmaktadır.
“Ve dinûllahi teâlâ beyne-l’fâsi ve-l’fali” Allah (c.c.)’ın
dini bu iki şeyin ortasıdır. Fâsık ifratçı, gâli tefritçi, haddi tecavüz edendir. İfratçı ki o ibadete devama takat getiremez. Bir
127
Cennet Yolları
128
zaman yapar, sonra dayanmak mümkün olmaz, onu azaltmağa
bakar. Çok fazla nafile namaz, çok fazla nafile oruçlar ki, bir
müddet sonra ihtiyarladıkça işlemesi, yapması zorlaşır. Gurüv de taksiratı dolayısı ile vazife ubudiyeti eksik yapar. Efdal
olan bunun ortasıdır. Her bir iyiliğin iki mezmum tarafı vardır. Meselâ cömertliğin bir tarafı bahillik bir tarafı da israftır.
Hâlbuki cömertlik ne bahillik ne de israftır. Belki ikisinin ortasıdır. Şecaat, cesurlukta böyle; bir tarafı korkaklık, bir tarafı
da ne yaptığını bilmeyen ve kendine hâkim olamayandır. Ortası şecaat’tir. Binaenaleyh şecaat, korkaklıkla tehevvürün ortasıdır. Buna muvaffakiyet ancak Allah (c.c.)’ın izni ve yardımı
ile olur. Seyrü’s-seferin en şerlisi de, meşakkati ve zahmeti şiddetli olan yolculuktur; gece evvelinde yola çıkmakta böyledir.
Çünkü uykusu gelir. Arabasını devirir veya birisine çarpar, ölüm
veya sakatlık olur. Bu da meşakkatli yolculuktan sayılır. Çok sıcaklarda, öğle vakitlerinde yolculuk ta böyle zararlıdır. En iyisi
sabaha karşı erkenden yola çıkmak metholunmuştur. Çünkü
insan hem gündüzün yorgunluğunu, hem de uykusuzluğunu
gidermiş, daha çok dinç ve daha emniyetli olarak yürüyebilir.
ƈ
ƈ ƈ
ħĥŽ đƈ ĤŽ Ò ÒñƆ İſ ĪIJ
Ɔ ñƇ ìƇ ÉŽ ÜƆ īŽ ĩƪ Ĩƈ ÒIJóƇ ƇčĬŽ ÓĘƆ īĺ
Ƅ î ØƇ ijĥſ āĤÒ
Ƅ î ħƇ ĥŽ đĤŽ ƆÒ
ƪ IJƆ īĺ
Ɔ
ƈ ñƈ İ Īij
Ùƈ ĩƆ Ļĝƈ ĤŽ Ò ĦƆ ijŽ ĺƆ Īij
ĥƇ ÑƆ ùŽ ÜƇ ħġƇ Ĭƪ Òƈ IJƆ ØƆ ijĥſ āĤÒ
Į
Ɔ
ſ Ɔ ĥƫ āƆ ÜƇ ėƆ ĻŽ ĠƆ IJƆ
ƪ
Ž
ſ
İbni Ömer (R.A.)’den rivayet edilen hadisi şerifte; İlmin
aynı zamanda Din olduğu bildiriliyor, yâni dinin iktizası
ilimdir. Çünkü ilimsiz din olmaz. Yukarda da arz olunduğu
gibi, din, ilim üzerine kaimdir. Her kim dinini iyi öğrenmek
istiyorsa, ilim öğrensin. İlmi tefsir, ilmi hadis, ilmi fıkıh ta
bu zümredendir. (sarf ve nahiv de bunlara katılabilir.) Hatta
Mehmed Zahid Kotku
sarf ve nahivleri kuvvetli olmayanlar bazen büyük hatalara da
düşebilirler. Dinin aslı ve esası ilme dayanır. İlmi olmayanın
dini de yok demektir. O zaman deriz ki; bu kadar cahil dindarlar var ki, bunlara dinsiz demek hiç olur mu? diye bir sual
çıkar. Cevaben deriz ki; yukarda geçen Vera bahsini iyi okumak gerek “Tasavvufî ahlâk” kitabında bu hususta daha geniş bilgi vardır. Bu günün bilgini de, cahili de, hem içki içer,
hem kumar oynar. Fakiri de, hem faiz yer, hem çıplak gezer.
Dansa, baloya gider. Zekât vermez, İslam’a yardıma gelmez.
Sonra bir de bakarsın mason olmuş. Zaten namaz kılmaz,
oruç tutmaz, hacca gitmez. İster mason, ister komünist ikisi
de bir. Yahudi dolabı. Din ilimle kaimdir. Hem kendini aldatma, hem de başkalarını. Eğer Müslüman isen, bunların hiç
birisi Müslüman’a yakışmaz. Ehli iman bunlardan beridirler.
Zira ilimleri bunları meneder. Şu halde bunlarda hiç de ilim
yokmuş, demektir. Zira ilim nurdur. Kıyamı “vera” dır. Karanlık ve dalaleti katiyen istemez. Bak, din ilim olduğu gibi
“ve-s’salâtü din” namaz da dindir. Şimdi bundan ne anlarız
deme. Namazı olmayanın, dini de yoktur. Malûm ya dindarlar, Müslümanlar üç sınıf üzeredirler. Bir kısmı salâbet-i diniye sahipleri, olgun ve kâmil kimsedir. Namaz vesair ibadetlerinden zerre kadar fedakârlık yapmadıkları gibi, birçok nafile
ibadetlerle kendilerini takviye ederler. Maksatları gayeleri hep
rızai ilâhidir. Onun haricine katiyen çıkmazlar ve onun için
bilcümle yasaklardan ve menhiyattan çok uzaktırlar.
İkinci kısım daha zayıf, üçüncü kısım ise ondan da zayıftırlar. “Lâilâlahe illallah Muhammedün resulüllah” diyenlerin cennete girecekleri söylenmektedir. Fakat şartları vardır.
Evvelâ bu kelimeyi ihlâsla söylemek lâzımdır demişler. İhlâs
nedir diye sormuşlar, cevaben; “Seni Allah (c.c.)’ın yasakla-
129
Cennet Yolları
130
rından menetmesidir” diye, buyrulmuştur. Bu yasaklar ki,
günah kitaplarında sayılıdır ve yazılıdır. Onları öğrenip onlardan kaçmak lâzımdır ki; meselâ; yılanın zehirli olduğunu
bilen kimse ondan uzak olur. Aslan da böyle, diğer zararlı
şeylerin hepsi de öyle değil mi? Ufacık mikroptan bile nasıl
kaçıyoruz. Zira zararı meydanda. Öyleyse Allah (c.c.)’nın yasaklarından niçin kaçınılmaz, namaz niçin kılınmaz. Hem de
ne zararları var. Günahlar baştanbaşa, hepsi maddî ve manevî
zararlarla dolu. İbadetler de, maddi manevi faydalarla dolu.
Öyleyse bu zararları bile bile irtikâp etmek, şüphesiz akılsızlık alâmetidir; lâkin deli de değildir. Şu halde delilik 40 çeşittir derler. Bu da onlardan birisi, faydasını bilmeyen, zarardan kaçmayanın aklı da o kadardır.
İlim dindir, namaz da dindir. Öyleyse bu ilmi kimlerden aldığınıza iyi bakınız ve bu namazı nasıl kıldığınıza iyi
bakınız. Çünkü yevm-i kıyamette bunlardan sorulacaksınız. Cenab-ı Hakk yardımcımız olsun. Dinimizi iyi bellemek
ve namazımızı da dikkatli kılmak nasip eylesin, âmin.
Cenneti dileyen mü'minde bulunması gereken
hususlar
ħĥŽ éƈ ĤŽ ÒIJƆ įƇ ĩƆ Ļƈ ĜƆ ģƇ ĩƆ đƆ ĤŽ ÒIJƆ įƇ ĥƇ ĻĤƈ îƆ ģƇ ĝŽ đƆ ĤŽ ÒIJƆ īƈ Ĩƈ ËŽ ĩƇ ĤŽ Ò ģĻ
Ƈ ĥƈ ìƆ ħƇ ĥŽ đƈ ĤŽ ÒƆ
ž
Ƈ
ƈ Ƈĭä óĻĨƈ ƆÒ ó×āĤÒIJ Įóĺ ƈôIJ
Įij
žƈ IJƆ ĮƇ ïƇ ĤÒƈ IJƆ ěƇ ĘŽ žƈóĤÒIJƆ Įƈ îij
Ƈ ĥĤÒ
Ƈ Ƈ ƇŽ ƪ Ɔ ƇƇ Ɔ
Ƈ ìƇ ƆÒ īĻ
İlim (aynı zamanda) Müminin dostudur. Yâni ilmi olan
başka dost aramaz. Dost istersen Allah (c.c.) yeter. Bu da Allahü Teâlâ’nın lütuf ve keremidir. Nice ilim sahipleri vardır
ki, kaplarına bir türlü sığamazlar ve mütemadiyen tanışacak
Mehmed Zahid Kotku
adam ararlar. Allah (c.c.)’ı unutur. İnsanlarla ünsiyet ederler.
Erzurumlu İbrahim Hakkı der ki; “El-isti'nas (alametü-l'iflâs)
İnsanlarla ünsiyet iflâs alâmetidir” Yâni ömrünü boşa geçirmektir. Yukarda akıldan bahsettik, işte burada da bir akıl geldi. Allah (c.c.) kulunu tam teçhizatla yaratmıştır. Kâbe’ye gittiğimiz
zaman mutlaka bir delil aramak mecburiyetindeyiz. Bilmediği
bir yerde delilsiz iş yapmak kolay değildir. Onun için bilmediğimiz bu dünyada delil olarak akıl vermiştir. Aklın manası,
insanı eğri yola gitmekten men ettiği için akıl diyorlar. Eğer o
akıl bizi eğri, yanlış ve batıl yollara gitmekten men etmiyorsa,
ona tabiatıyla akıl demek doğru olamaz. Şu halde aklın iki
kısım olması, akla daha uygun gelmektedir. Birisi, dünyada
işlerini görebilmesi için lâzım gelen akıldır. Birisi de, âhirete
taallûk eden akıldır. Bizim muradımız da, bu âhirete tâallûk
eden ilimdir ki; asıl ilim budur. Çünkü dünya nasıl fâni ise;
dünyaya tâallûk eden bütün ameller, bilgiler böyle fanidir.
Bir kere gözünü yumdun mu, her şey biter, sona erer. Fakat
ahiret ilmi ise hiç de öyle değildir. Onun cesedi bu âlemden
ayrılır, fakat bütün kazançları da onunla beraberdir. Üstelik
ahireti için yaptığı amellerin mükâfatları da kıyamete kadar
işler durur. Şimdi sen hangisini seçersin? Biri fâni diğeri de
bâki. İlim Müminin en hayırlı dostu. Akıl da delili. Amel
de kayyımıdır. Hilim ise Müminin veziridir. Mümin ilme
tâbi olmağa, hilm ile yetişir. Ondan yani hilm’den yardım
alır. Hilmi olmazsa ilim de muvaffak olamaz. Sabr ise; askerin emiridir. Âmirsiz askerlik olamayacağı gibi, sabrı olmayan
Müminin hali de ona benzer. Rıfk ise Müminin vâlide makamındadır. Ana-babası olmayan çocuklara yetim denir. Bazıları pek perişan olur. Hamileri bulunmayan herkes de böyle
değil mi? Rıfk ve yumuşaklığı olmayan kimseler daima zarar
131
Cennet Yolları
132
görürler. Zıddı sertliktir. O evlerde huzur ve rahatlık hiç olmaz. "Ve'l-lîn" Lînet, bu da rıfk gibi yumuşaklıktır. Haşinliğin zıddıdır. Bu da Müminin kardeşi mesabesindedir. Bu
huylar hangi Mümin de bulunursa çok rahat eder. Ahireti de
o kadar güzel olur. Aklı kâmil olmayan, başkalarının elinde
oyuncak olur; ameli olmayan direksiz eve benzer. Hilmi olmayan, vezirsiz sultana benzer. Sabrı olmayan da kumandansız askere benzer. Rıfk ve lînet olmayan anasız, babasız, kardeşsiz bir zavallıdır, vesselâm.
İlim İslâmın hayatı, imanın direğidir.
ƈ
ƈ
ƈ
ƈ ƈ ſ øźÒ
ƈ ĩĺźÒ
Óĩƃ ĥŽ Đƈ ħĥƪ ĐƆ īŽ ĨƆ IJƆ ĪÓ
Ƈ ĩƆ ĐIJƆ ĦŻ
Ž Ž ØƇ ÓĻƆ èƆ ħƇ ĥŽ đĤŽ ƆÒ
Ɔ Ž îÓ
Ɔ
ģƆ ĩƈ đƆ ĘƆ Óĩƃ ĥŽ Đƈ ħĥƪ đƆ ÜƆ īŽ ĨƆ IJƆ Ùƈ ĩƆ Ļĝƈ ĤŽ Ò ĦƆ ijŽ ĺƆ ĵĤſ Òƈ ĮƇ óäŽ ÒƆ įƇ ĤƆ ƇųÒ
Ʃ ĵĩƆ ĬŽ ÒƆ
Ɔ
Ɔ
Ɔ
ƈ Ʃ ĵĥƆ Đ ÓĝƬ è ĪÓ
ƈ
įƇ ĩƇ ĥƆ đŽ ĺƆ īŽ ġƇ ĺƆ ħĤƆ ÓĨƆ įƇ ĩƆ ĥžƈ đƆ Ƈĺ ĪŽ ƆÒ ųÒ
Ɔ Ɔ Ɔ ĠƆ įƈÖ
Ž
“Elilmü hayatül İslâm ve imadül iman” bu ne büyük
bir ifadedir? Müslüman’ın bunda çok dikkatli olması lâzımdır.
Bu günkü perişanlığımızın yegâne sebebi bu ilme vukufsuzluktur. Herkes kendi bildiğine göre hareket eder. İslâm’ın hayatı olan, can damarına kimse sahip olmamakta ve mümkün
olduğu kadar Müslümanlığı parçalamaya çalışmakta olduğu,
görülmektedir. Bu da dinsizlerin ve Avrupalıların ekmeğine
yağ sürüldüğüne delâlet etmez mi?
“El’Müslimune, kel-cesedi’l vâhid ve ke-l’bünyan”
(Müslümanlar, bir vücud, bir bünye gibidir.) gibi buyruklara ne dersiniz? Bir cesedin en ufak bir parçasının bile
ayrılması ne büyük ızdıraplara sebep olduğu daima görülen
Mehmed Zahid Kotku
ve bilinen şeylerdendir. Hele kol, bacak, göz, kulak gibi azalarda bu ayrılık olursa, artık acıyı siz tahmin ediniz. Cümlenin malumudur ki hayat sağlık ile kaimdir. Sağlık olmadığı zaman hayatın ne kıymeti vardır. Gerek hastanelerde,
gerekse tımarhanelerde inleyen zavallıların hayatlarına hayat mı dersiniz? Onlar bir bakıma cemiyete zararlı kimselerdir. Hayat denince hem kendine hem cemiyetine ve hatta
beşeriyete faydası dokunan kimsenin hayatına hayat derler.
İslâm’ın hayatı ise ilim olduğuna göre bu ilme sahip olmayan kimselerin İslâmî hayatları da sağlığı olmayan hastalara
benzer. İslâm cemiyetine de zararlı olurlar. Bu da şüphesiz
İslâm’ın istediği bir hayat değildir. Binaenaleyh İslâm hayatını isteyen herkese denilecek ilk söz, “İlme çalış” olmalıdır.
Bunu da unutmamalıdır ki; matlup olan ilim, şer’i dir. Bu
da demek değildir ki, ilmi şer’iden başka bir ilme lüzum yoktur. Evvelâ din ilmini, Kur’anını Tefsir, Hadis, Fıkıh ilimlerini öğrendikten sonra, gücün yettiği kadar diğer ilimleri öğrenmeğe çalışmana kimse mâni olmaz. Yalnız zararlı ilimler
müstesna. Bir de Efendimiz (s.a.v.) “faydasız ilimden, sana
sığınırım” dediğini unutma.
İlim, İslâm’ın hayatı olduğu gibi dinin de direğidir. En basit çadır bile direksiz olamadığı gibi, dinin direği olan ilim olmadıkça o din nasıl yaşar. Onun için “Din nasihattir” diye 3
kere tekrar olunmasının sebebi daha güzel anlaşılmaktadır. Din
nasihat denilince anladığımız mana, din de bildiklerini bilmeyenlere öğretmeğe çalışan vaizler, nasihatçilerdir. Gerek Cuma
hutbelerinde ve gerekse Cuma ve sair günlerde yapılan bu nasihatler hep ilmi öğretmektir. Şimdi bir Müslüman, her Cuma
bir mesele bellese, birkaç sene sonra o da bir muallim, bir hoca
olur. Ben de gençliğimde dinlediğim nasihatleri defterime not
133
Cennet Yolları
134
etmiş olduğumu kardeşlerimize arz ederim. Çünkü yazılmayan
bilgiler bir müddet sonra unutulduğu cümlece malumdur. Bazı
müstesnalar varsa da ehemmiyeti yoktur. Sonra Cuma namazının farziyeti ve hutbesinin farziyeti, işlerin terk edilip hemen
câmiye gidilmesi, hutbeyi güzelce dinlemek, okunan Kur’an-ı
Azimüşşan’ı dinlemek hep ilmin ve bilginlerin artmasına vesile olduğu gibi, Cumaya ve vaazlara gelmeğe tenezzül etmeyen zavallılar tam cahillerdir. Hendese, doktorluk, kimyagerlik ve bütün sair, bütün bilgileri bilmek yetmez ve hatta dini
bilgisi dahi ne kadar çok olursa olsun, yine de cahildir. Cuma
namazlarına gelmeyenlerin gönüllerine tam münafıklık damgası vurulur. Sonrasını bilmem.
Her kim bir ilmi öğretirse, onun ecri kıyamete kadar
ziyadesiyle arttırılacak devam eder, her kim bir ilmi öğrenir ve onunla amel ederse Allah (c.c.) ona bilmediklerini
de öğretir. Vesileler halk eder. Az zamanda o da bilginler arasında yer alır, bilginlerin mükâfatına nail olur. Din bilginlerinin nail olacakları fezailden bir tanesini anlatayım.
İlim ibadetten, âlim âbidden üstündür.
Sahife 24 Ramuzu-l Ehadis.
Ebu’ş-şeyh Deylemî İbni Abbas:
ƈ óāĤÒ
ƈ ĵĥƆ Đ ïƈƇ ÖÓđĤŽ ÒIJ ħĤÓƈ đĤŽ Ò ďĩÝäÒ ÒðƆ Òƈ
ģƈ ìƇ îŽ ƇÒ ïƈƈ ÖÓđƆ ĥŽ Ĥƈ ģĻƆ Ĝƈ ĆÒ
Ɔ Ɔ Ɔ Ƈ Ɔ Ɔ ƆƆŽ
Ɔ ž
ƈ
ƈ
ďŽ ęƆ üÓ
Ž ĘƆ ÓĭƆ ĩƇ İƆ ėŽ Ĝƈ ħƈ ĤÓƈ đƆ ĥŽ Ĥƈ ģĻƆ Ĝƈ IJƆ ğƆ Üƈ îÓ
Ɔ ×Ɔ đƈÖ ħŽ đƪ ĭƆ ÜƆ IJƆ Ùĭƪ åƆ ĤŽ Ò
ƈ
ƈ ƅ ƈ
ƈ
ƈ
ĦÓ
Ɔ ĝƆ ĨƆ ĦÓ
Ɔ ĝƆ ĘƆ ÛƆ đŽ ęž üƇ ƪ źÒ ïèƆ Ɔź ďƇ ęƆ ýŽ ÜƆ Ɔź ğƆ Ĭƪ ÓĘƆ ÛƆ ׎ ×Ɔ èŽ ÒƆ īŽ ĩƆ Ĥ
ƈ Ļƈ×ĬŽ ƆźÒŽ
ÅÓ
Ɔ
Mehmed Zahid Kotku
“Âlim ile âbit sırat köprüsünde buluştukları vakit âbid’e
denir ki: Haydi sen cennete gir ve ibadetlerinin mükâfatı
olan cennet meyvelerinden faydalan” denir ve lâkin âlim
olan zata da; “Sen burada dur, sevdiklerin kimselere şefaat ile onları da kurtar. Muhakkak sen her kime şefaat
edecek olursan şefaatin makbuldür. Geri çevrilmez.”
Diyerek enbiyalar makamına çıkarılmıştır. Çünkü bu devlet hangi devletle değişilir? Bu şefaate mazhariyet ne büyük
saadettir, değil mi? Bundan dolayı, hiç olmazsa her Pazartesi
ve Perşembe günü ilim talep ediniz. Bu ilimle beraber sekinet, hilm, ile muamele ediniz ve talebelerinize karşı yumuşak olunuz. İlim öğrendiğiniz muallim ve hocalarınıza karşı
da terbiyeli, nezaketli ve yumuşaklığı da elden bırakmayınız.
Eğer böyle yapmazsanız ulemânın cebabirinden olursunuz.
Efendimiz (S.A.V.) Hz. leri de: “Ve lâ tekunu emreküm.”
“Siz ulemânın cebabirinden olmayınız. Sonra cehliniz
ilminize galip olur da cahillerden sayılırsınız” demektir.
Cebabire kelimesi ululuk taslamak, kibirlenmek ve bir
manası da kahırdır. Talebe üzerinde musallat olup kahredici
şekilde davranmak belki de merhametsizlikle beraber talebeye
kıymet vermeyip, onlara karşı büyüklük taslayıp onları her
bakımdan rencide etmek ve onların kendilerine sokulup bilmedikleri şeyleri sorup öğrenmelerine meydan vermemek, ve
gururlanmak tekebbürün neticesidir. Binaenaleyh âlim olan
kimseye yakışan; talebesine karşı şefkatli, mütevazi, merhametli olup, ona bilmediklerini öğretmeğe, çalışmak ve yardımcı olmaktır. Talebeye yakışan da hocasına, üstadına, mürebbisine karşı terbiyeli, nezaketli olması hürmet ve saygı da
kusur etmemesidir. Zira öğrenilen her bir ilim, öğreten ve öğ-
135
Cennet Yolları
136
renen için kıymet biçilmez bir cevherdir. Bunu takdir edememek doğrusu pek büyük bir hatadır.
Yine bizlere Cenabı Peygamber (s.a.v.) Efendimiz buyuruyorlar ki:
ƈ
ĵžĬƈ Óƈ ĘƆ Įij
Ɔ ĩƇ ĥƪ đƆ ÜƆ ÓĩƆ ĠƆ īĻ
Ɔ ĝĻƆ ĤŽ Ò ÒijĩƇ ĥƪ đƆ ÜƆ
Ƈ ĘƇ ƈóđŽ ÜƆ ĵÝƩ èƆ ĪƆ Òſ óŽ ĝƇ ĤŽ Ò Īij
įƇ ĩƇ ĥƪ đƆ ÜƆ ƆÒ
“Yakin denilen ilmi öğreniniz, Kuran’ı öğrenmeğe çalıştığınız gibi; hatta yakîni öğrenmeğe çalışınız. Çünkü
ben de yakin’i öğrenmeğe çalışıyorum.”
Bu demek değildir ki Ben yakini bilmiyorum da öğrenmeğe çalışıyorum. Belki yakinin bize kıymetini bildirmek için
tevazuen söylenmiştir. Çünkü yakin de, en yüksek makam,
Peygamberimiz (s.a.v.)’in nail olduğu makamdır.
Yakîn lügat manasında, kendisinde şek ve şüphesi olmayan bir ilimdir. Fakat Ehl-i’hakikat indinde ise, kuvve-i iman
ile ayanen görmektir. Burhan’a, hüccete hacet kalmaz. İşte, Cüneydi Bağdadi Haz. “Yakin bir ilimdir ki tagayyür ve tahavvül
etmez.” Cenabı Vâcibu’l vücud Hz. Kuran-ı Kerim de Yakin’i
3 vech üzere beyan buyurmuştur ve şöyle sıralamıştır.
1- İlme-l yakin,
2- Aynel yakin,
3- Hakkel yakin’dir.
Ehli Hakk, yâni olgun ve kâmil olan ulemâi kiram buyurmuşlardır ki; İlmel yakin, tefekkür ve nazarla ve ibret bakışları ile hâsıl olur. Aynel yakin ise, iman kuvveti, iman ile
basiret gözlerinin açılması ve görmesi ve başka bir delile hacet kalmaması ile hâsıl olur.
Mehmed Zahid Kotku
Hakkel yakin ise, bu ikisinin de birleşmesi ile olur, demişler. Yakin, bazılarınca 6 kısma bölünmüşse de ikisi de aynı
yoldur. İlmel’ yakin ulemânın avamına, Aynel yakin evliyalar
için, Hakkel yakin Peygamberler için, Hakikat-ı yakîn ise Peygamberimiz (S.A.V.)’e mahsustur, denmiş. Cenab-ı Hakk bu
yakinden bizlere lütfetsin. O sevgili Peygamberimizin (s.a.v.)
şefaatine nail eylesin, âmin.
İlim ancak talim ile hilm de ilim ile mümkün olacağına
göre, bu Yakin de, ehl-i yakin olan zevatı muhteremeye canı
gönülden, malen, bedenen hizmetle elde edilebilir. Her sanat,
o sanatı bilen ustalara hizmetle elde edildiği gibi;
ƈ Ʃ ijĘƆ ħÝÑüÓ
ƈ Ĩ ħƈ ĥŽ đƈ ĤŽ Ò īĨƈ Òijĩĥƪ đÜƆ
ħƈ ĥŽ đƈ ĤŽ Ò ďƈ ĩŽ åƈƆ Ö ÒIJóäƆ ËŽ ÜƇ Ɔź ųÒ
Ž
Ƈ
Ɔ
Ɔ
Ɔ
Ƈ Ɔ
Ž
Ƈ
ħĠƇ ïƆ èƆ ƆÒ Īƪ Óƈ ĘƆ ďƆ ĘƆ óƇĺ ĪŽ ƆÒ ģƆ ×ĜƆ ħĥŽ đƈ ĤŽ Ò ÒijĩƇ ĥƪ đƆ ÜƆ ÒijĥƇƆ ĩƆ đŽ ÜƆ ĵÝƩ èƆ
Ž Ɔ
Ž
Ž
ƈ Ĩ ĵĤÒƈ óĝƈ Ýęĺ ĵÝĨ Ĵ ƈòïŽ ĺƆź
ħĠÓ
ĺÒƈ IJ ħƈ ĥđƈ ĤÓƈÖ ħġĻĥĐIJ ĮïĭĐÓ
Ɔ
Ž Ƈ ƪ Ɔ Ž Ž Ž Ƈ ŽƆ Ɔ Ɔ Ƈ Ɔ Ž Ɔ ſ Ƈ Ɔ ŽƆ Ƈ Ɔ
ěĻƈ Ýƈ đƆ ĤŽ ÓƈÖ ħġƇ ĻĥƆ ĐƆ IJƆ ěƆ ĩƫ đƆ ÝĤÒ
ƪ IJƆ ĎƆ ïƫ ×Ɔ Ýƪ ĤŽ ÒIJƆ ďƫƆ ĉĭƆ ÝĤÒ
ƪ IJƆ
Ž Ž
Herhangi bir ilim olursa olsun, onu öğrenmekten
maksat onunla amel etmek içindir. Yoksa ne kadar çok
ilminiz olsa da, tahammül ilminiz yoksa o çok ilimden
dolayı ecir alamazsınız. Ecir ve mükâfat, ancak öğrendiğiniz ilimle amel edilince verileceği beyan olunur.
Buyrulmuştur ki; bildiklerinizle mutlaka amel ediniz demektir.
ƈ Ļƈ×ĬŽ ƆźÒŽ ÞÒ
ĵĭƈ Ƈà ƈóĺƆ ĪÓ
óĻĨƈ IJƆ ĵàÒƈ óĻĨƈ ħĥŽ đƈ ĤŽ ÒƆ
Ɔ ĠƆ īŽ ĩƆ ĘƆ ĵĥ×ƈ ĜƆ ÅÓ
Ƈ
Ɔ
ſ
ſ Ƈ
Ùƈ ĭƪ åƆ ĤŽ Ò ĵĘƈ ĵđƈ ĨƆ ijƆ ıƇ ĘƆ
137
Cennet Yolları
138
İlim peygamberlerin mirasıdır. Çünkü peygamberler
mal, mülk bırakmamışlardır; onların bize bıraktığı miras ilimdir. Ve bütün peygamberlerin de bıraktıkları miras yine ilimdir. Her kim Benim mirasıma nail olursa, o
da cennette Benimle beraberdir.
Bundan daha âla ne olabilir? Hem dünyada Peygamberinin
(s.a.v.) mirasına sahip olmuş, bütün ümmeti Muhammed’in
irşadına hizmet etmiş ve onların da iman ve İslâm ile müşerref olmalarına vesile olmuş, hem de ahirette o Peygamber-i
âhir zamanla cennette beraber olmak şerefine mazhar olmaktan daha büyük bir nimet olur mu?
Ùƃ äƆ òƆ îƆ Īij
Ɔ đƇ ׎ øƆ ïƈƈ ÖÓđƆ ĤŽ ÒIJƆ ħƈ ĤÓƈ đƆ ĤŽ Ò īƆ ĻŽ ÖƆ
Âlim ile âbid arasındaki fark 70 derecedir. Yani âlim
âbidten 70 derece fazladır, fakat bu dereceler bizim bildiğimiz gibi rakam, bir iki üç gibi değil, her derecenin arası yer
ile gök arası kadar veya beş yüz yıllık mesafedir. Şu halde
ibadetle meşgul olan kimse ile ilim ile meşgul olan âlimin
kâbına yetişmesine imkân yoktur. Öyle ise; ey benim güzel
kardeşim, sen de din bilgisine çalış, öğren ve öğretici âlimler,
hem de hakiki âlimler sırasına geçmeğe gayret eyle. Çünkü
dünya bilgisi dünyada kalır. Ahiret ilmi ise; hem dünyada,
hem de ahirette seni sonsuz saadetlere eriştirir. Bu canım güzel ilme bir gün rağbet kalmayacak, insanlar hep dünyanın
fâni ilimlerine vakitlerini harcayacaklar. Binaenaleyh siz muhterem dindar kardeşlerim, bu ilim ref’olmadan evvel öğrenmeğe çalışınız. İlmin refi demek, onu okuyacak ve okutacak kimselerin kalmaması demektir. Çünkü insan bilmez ki;
bu ilme ne zaman muhtaç olacaktır? Muhtaç olduğu zaman
Mehmed Zahid Kotku
aranacağına, vaktiyle öğren de hazır bulunsun “ve aleyküm
bil’ilim” emri mucibince “ilmi öğrenmeğe çalışın ve devam
ediniz.” Tasannû’dan, kendinizi beğenmekten ve hazâkatten,
yani bilgideki maharetinizden sakınınız. Bidatlerin derinliklerine girmeyin. Esaslardan ayrılmayınız.
Allah korkusu ve ilim
ƈ Ʃ ƈ įĩĻĥƈ đÜƆ Īƪ Óƈ ĘƆ ħĥŽ đƈ ĤŽ Ò Òijĩĥƪ đÜƆ
ƈ
ØƄ îÓ
Ɔ IJƆ ÙƄ ĻƆ ýŽ ìƆ ų
Ɔ ×Ɔ Đ įƇ ×Ɔ ĥƆ Ĉ
Ƈ Ɔ Ž
Ƈ Ɔ
Ɔ
ƈ
īŽ ĩƆ Ĥƈ įƇ ĩĻ
Ɔ ñƆ ĨƇ IJƆ
Ɔ éŽ ×Ɔ ĤŽ ÒIJƆ çĻƈ
Ƅ ıƆ äƈ įƇ ĭŽ ĐƆ ß
Ƅ ×ùŽ ÜƆ įƇ ÜƆ óƆ ĠÒ
Ɔ ĥđŽ ÜƆ IJƆ . îÓ
Ģƈ ƆŻéƆ ĤŽ Ò ħĤÓƈ đƆ ĨƆ įƇ Ĭƪ Ɔźƈ ÙƄ ÖƆ óĜƇ įƈ ĥƈ İŽ Ɔźƈ įƇ ĤƆ ñŽ ÖƆ IJƆ ÙƄ ĜƆ ïƆ ĀƆ įƇ ĩƇ ĥƆ đŽ ĺƆ Ɔź
Ƈ
Ž
ƈ
ƈ
ƀ
Ùƈ ýƆ èŽ ijƆ ĤŽ Ò ĵĘƈ ÷Ļ
ƈ ×øƆ òÓ
Ƈ ĭƆ ĨƆ IJƆ ĦÒóƆ éƆ ĤŽ ÒIJƆ
Ƈ ĬƆźÒŽ IJƆ Ùĭƪ åƆ ĤŽ Ò ģĻƈ
ƈ āĤÒIJ
ģĻ
Ƈ Ĥƈ ïĤÒ
Ƈ ïžƈ éƆ ĩƇ ĤŽ ÒIJƆ Øƈ ïƆ èŽ ijƆ ĤŽ Ò ĵĘƈ ÕƇ èÓ
ƪ IJƆ Øƈ ijƆ ĥŽ íƆ ĤŽ Ò ĵĘƈ Þ
ƪ Ɔ
ƈ
ƈ ƪ IJ ÅÒƈ óùĤÒ ĵĥƆ Đ
ƈ
īƇ ĺŽ õĤÒ
ƪ IJƆ ÅÒïƆ ĐŽ ƆźÒŽ ĵĥƆ ĐƆ æƇ ƆŻùĤÒ
Ɔ
Ɔ ƪ ƪ
ž IJƆ ÅÒóƪ ąĤÒ
ƈ ÖóĕƇ ĤŽ Ò ïƆ ĭĐƈ ÔóĝƇ ĤŽ ÒIJ Åƈ ƪ Żìƈ ƆźÒŽ ïƆ ĭĐƈ
ÓĨÒƃ ijƆ ĜŽ ƆÒ įƈƈ Ö ƇųÒ
Ʃ ďƇ ĘƆ óŽ ĺƆ ÅÓ
Ž Ƈ Ž Ɔ
Ž
ƆƆ
ƈ
ƈ
Øƃ îÓ
Ɔ ĜƆ Ùĭƪ åƆ ĤŽ Ò ĵĘ ħŽ ıƇ ĥƇ đƆ åŽ ĻƆ ĘƆ
İlmi öğreniniz. Ve Hakk rızası için olanı öğrenmeğe
çalışmakta, talebinde haşyetullah hâsıl olur ki, büyük
devlettir. (re’sul hikme haşyetullah) buyrulmuştur. Yani
“hikmet’in başı Allah (c.c.) korkusudur.” İlme çalışmakta
nafile ibadet sevabı vardır. Yukarda da geçmişti ki, gece sabahlara kadar ibadet sevabından ve yüzlerce hatta binlerce rekât
namaz kılmaktan hayırlıdır. İlim müzakeresinde tesbih sevabı
139
Cennet Yolları
140
vardır. İlimden bahislerde cihat sevabı vardır. Deylem’i’nin
rivayetinde ise şu fazlalıklar vardır: “İlmi bilmeyene öğretmekte sadaka sevabı vardır. Ehli olan kimselere öğretmekte ise takarrubu ilâhi hâsıl olur.” Yani Hakk’a kurbiyyet hâsıl olur. Çünkü ilim helâl ve haramları bildirdiği gibi,
cennet yollarının da nurudur. O nur ile ancak cennete girilebilir. Korkulu hallerde insanın dostu ve yardımcısı, yalnız
kaldığı zaman arkadaşı ve hem de onunla devamlı konuştuğu
yakın dostudur, ilimle meşgul olan insanların dünya insanları
ile görüşme ve konuşmaya ihtiyacı kalmaz. Gerek darlık ve
gerek gençlik zamanlarında onun delili iç ve dış düşmanlarına ve şeytana karşı da silâhıdır. Dostların yanında ilim büyük bir nimettir. İnsanın kıymetini arttırır, sözünü dinlettirir.
Herkesin hürmet ve saygısına mazhar olur. “Gariplerin yanında ve gurbet halinde ise insanın en yakinidir. Allah (c.c.)
Hz. iman edenleri, ehli ilmi yükseltir ve onları cennete idhal eder” ve onlar da halkı hüccet ve bürhanlarla imana davet ve dolayısı ile cennet’e çeker, götürürler.
ƈ Ʃ Ģij
ƈ ƈ Ʃ Ö ÒIJðƇ ijđÜƆ
ƈ
ÓĨƆ IJƆ ųÒ
Ɔ øƇ òÓ
Ɔ ĺƆ ÒijƇĤÓĜƆ ĪõƆ éƆ ĤŽ Ò Õžƈ äƇ īŽ Ĩ ųÓƈ
ƪƆ
ģƪ ĠƇ ħĭƪ ıƆ äƆ įƇ ĭŽ Ĩƈ ðƇ ijƪ đƆ ÝƆ ÜƆ ħĭƪ ıƆ äƆ ĵĘƈ îÒƅ IJƆ ĢÓƆ ĜƆ Īƈ õƆ éƆ ĤŽ Ò Õƫ äƇ
Ɔ
Ƈ
Īƪ Òƈ IJƆ ħ ƈıĤÓƈ ĩƆ ĐŽ ÓƆ Öƈ ĪƆ ÊÒƇ óĩƇ ĤŽ Ò ÅÒƇ óƩ ĝƇ ĤŽ Ò įƇ ĥƇ ìƇ ïŽ ĺƆ Øƅ óĨƆ Ùƈ ƆÐÓĩƈ đƆ ÖƆ òŽ ÒƆ Ħƅ ijŽ ĺƆ
Ž
ſ
ƪ
ƈ ƈ Ʃ ĵĤſ Òƈ ÅÒƈ óĝƇ ĤŽ Ò ăƈ ĕƆ ÖƆÒ īĨƈ
ÅÒƇ óĨƆ Ƈ źÒŽ ĪIJ
Ɔ òIJ
Ɔ ñĤƪ Ò ųÒ
Ž Ž
Ƈ õƇ ĺƆ īĺ
Ʃ
ſ
Bu methüsena, kıymetine baha biçilemeyen, kimsenin
anlatmaya dahi gücünün yetmediği ilim sahiplerinedir. O
ilimlerin sahibi olup da, ilimleri ile amel etmeyenler ve onlara lâzım gelen takva ve haşyetullahtan âri, tam gösterişçi,
Mehmed Zahid Kotku
riyakâr ve mağrur olmaları münasebetiyle, cehennemin dahi
Allah (c.c.)’a sığındığı hubbü-l’hazen, denilen kuyusuna atılırlar. (Kenzü-l Ummal)
O hubbü-l’hazen ki; cehennem ondan her gün 400 defa
Allah (c.c.)’a sığınır ki; bu dehşetli azap evi, mürâi olan amelleri ile gösterişçilik yapan ulemâların sokulacağı bir yerdir. Bir
de ulemânın Cenab-ı Hakk’ın en mebguzu olanı, kendilerine
vermiş olduğu ilmi vesile ederek, ümera kapılarına ziyarete
giden ulemâlar olacağı, Buhari Hz. Tarihinde, Tirmizî Hz.
Garip olarak, İbni Mace de Ebu Hüreyre (R.A.) den rivayet
ettikleri bu hadisi şeriften ders alabilmek şerefine cümlemizi
mazhar eylesin, âmin. Ne kadar mühim olduğu da erbabına
malumdur. Yine bu gösterişçiliğin fenalığı hakkında;
ƈ Ʃ Ö ÒIJðƇ ijđÜƆ
ƈ Ďƈ ijýƇ ìƇ īĨƈ ųÓƈ
ƈ ęƆ Ĭƈ IJ Īƈ ïƆ ×ĤŽ Ò Ďƈ ijýƇ ìƇ ĚÓ
ƈ ęƆ žĭĤÒ
ĚÓ
Ž
Ɔ
ƪƆ
Ɔ
Õƈ ĥŽ ĝƆ ĤŽ Ò
Münafıklık sanatı olarak münafık huşuu, beden huşuu, kalbin nifakı beyan edilmektedir ki, zamanımızda pek
çok görülmektedir. İçinde Hafv ve haşyet olmayan, varmış
gibi ezilip büzülen; kendisini kâmil ve haşyet sahibi imiş
gibi gösteren ve içleri tamamıyla münafıklıkla dolu, para
zevk, sefa budalalarından, Allahü Teâlâya sığınmak gereklidir. Yine ilim sahiplerine de yakışmayan kibir, gurur, iftihar,
kendini beğenme gibi çirkin hasletlerden kendimizi korumalıyız. Bu gibi ulemâlardan da Allah (c.c.) ya sığınmalıyız.
Bu nimetleri bizlere lutf ve ihsan edenin Allah (c.c.)’ın olduğunu bilerek, o ilmin vakarını muhafaza ile birlikte, mütevaziane bir şekilde erbabına öğretmek hizmetinde bulun-
141
Cennet Yolları
142
malıyız. Yoksa ben biliyorum iddiasıyla, kibir, gururlu olmak
hiç kimseye yakışmadığı gibi, ulemâyı zevi-l-ihtirâma hiç
yakışacak bir şey değildir. Hâlbuki bu benlik çok kimseyi
yıkmış ve perişan etmiştir de bunun sebebini de bir türlü
anlayıp üstüne konduramazlar. Binaenaleyh ilmi öğretirken, tasavvufu da beraber yürütmek gerektir ki; bu benlik
davasından ve diğer mezmum huylardan, riyazetler ve zikrullah sayesinde ve büyüklere olan hizmetinin mukabilinde
Cenab-ı Hakk’ın lutfu ile kurtulabilsin, yoksa dâhili bilgileri mutlaka onlara kifayet etmeyecektir. Maalesef dün de
bugün de tasavvuf kimsenin işine gelmemektedir. Tarikatlar her devirde mevcut, fakat bugün hep sun’i! Tasavvufun
gayesine katiyen uyulmadığı görülmektedir. Bu günkü tarikat sahiplerinin tuttukları yola bakınız. Her sebeple tam
bir Avrupa mukallidi, heyhat… Bu değil tarikat erbabına,
hiçbir Müslüman’a yakışacak bir hal değildir. Pirler piri Abdülhalik Gucduvanî’nin oğluna olan nasihatlerini bol oku.
Tekrar tekrar oku, bakalım bizim halimizin hiç O’na benzer tarafı var mı? Cenab-ı Hakk cümlemizi afv ve mağfiret buyurup, sevdiği ve razı olduğu kullarının arasına kabul buyursun. Onun için;
Ùƅ ĥƆ ĻĤƆ ĦÓƈ ĻĜƈ īŽ Ĩƈ óĻìƆ Ùƅ ĐÓ
ø óġęÜ
Ž Ɔ
ƄŽ Ɔ Ɔ Ƈƫ ƆƆ
“Tefekkürü sâatin hayrün min kiyami-l’leyl” Ramuz
“Fikrü saaten hayrün min ibadetin sittine sene” Câmiüssagır
Hadisleri mucibince; “İnsan çok düşünmek mecburiyetindedir ki bu Allah (c.c.) korkusu Hâsıl olsun”. Zira tefekkürün neticesi insanın korkusu artar, gayeleri toplu olur. Dağınık olmaz, ibadetini temiz bir gönülle yapar, her kimin bu
tefekkürü az olur veya hiç olmazsa kalbi katı olur, işleri dağı-
Mehmed Zahid Kotku
nık olduğundan gafleti birbirini kovalar. Binaenaleyh bu tefekkür için, tasavvufa mutlaka müracaat edip erbabından öğrenmek lâzım olduğu gibi, kendisini zorlaması lâzımdır. Bu
tefekkür yalnız Allah (c.c.)’ın kudret ve kuvvetini, azametini
ve mesnuatını tefekkür olmalıdır. Yoksa Allah (c.c.)’nın zatını tefekkür katiyen caiz değildir. Çünkü bu kantar o sikleti çekemez. Lâkin insan kemale ulaşır ve ehli kemal olur ise
Cenab-ı Hakkın azamet, kudret ve şiddetini tefekkürle beraber, sıfatı zâtiye ve subutiyesini de tefekkür mümkün olur.
Bahusus bu tefekkür ki “Efdalü-l’ iman en Ta’leme ennellahe” hadisi şerifinde de beyan buyrulduğu veçhile, tefekkür insanları muhakkak kemale ulaştırır, olgunlaştırır. Fakat
o da öylece kolay şey değildir. Kitapları okuyup, öğrenmek
kâfi değildir. Öyle olsa, uzun boylu tahsillere hiç lüzum yoktur. Tıbba ait kitaplar, mühendisliğe, askerliğe vesair bilgilere
ait kitaplar yazılır, herkes okur. İsteyen doktor olsun, isteyen
de mühendis. Lâkin bu hiçbir zaman olmamıştır, olamaz da;
senelerce kendilerini mektep, medrese odalarında adeta çürütür, sonra bir malumat sahibi olabilirler ve olabiliriz. Hiç
insanın ahlâkı öyle kendi kendine düzelir mi dersiniz? İnsan
senelerce dervişlik yapar da, bakarsınız yine yerinde sayıverir. Hiçbir ilerleme olmamış acaba neden? Cüneyd (K.S.) gibi
Beyazıd-ı Bestamî (K.S.) gibi Hasan-ı Harakani (K.S.) gibi
Abdülhaliki Gucduvani (K.S.) vesair piran gibi zevatı muhteremelerin yaptıkları riyazetleri, bugün yapabilecek kim var?
Meselâ Cüneyt (rahmetullahi rahmeten vasıa) 400 ile 600
rekât namaz kılmadan dükkânını açmaz. Beyazıd (K.S.) ise
riyazette emsalsizdir. Hele Hasan-ı Harakanî Hz. ne ne dersiniz? Tam 12 sene Beyazıd-î Bestamî’nin, her gün kabrine
gidip dua eder ve:
143
Cennet Yolları
144
“Ya Rab, bu zata verdiğin kemal den bir nebze de
bana da ver” dermiş. Yaz, kış bu ziyareti kim yapar. Biz babalarımızın kabrini bile senede bir kere ziyaret ettiğimiz oluyor mu? Binaenaleyh kemal, olgunluk Hakk’ın razı olduğu
bir kul olabilmek kolay bir şey değildir. Yalnız bilgi bazen zararlı da olabilir. Konuşurken tatlı tatlı konuşmak ve dinleyenlerin ağızlarının sularının akması, ağlama-sızlamaları elbette
ki bizleri mütehassıs edecek, biraz da benlik denilen belâya
düşeceğimiz şüphesizdir. Onun için tasavvufa çalış. Dünya
adamı değil, Allah (c.c.)’a kul ol, vesselam.
ƈ Ʃ ÙƇ ĻýŽ ìƆ
ģƈ ĩƆ đƆ ĤŽ Ò ïƇ Ļƈ øƆ ĎƇ òƆ ijƆ ĤŽ ÒIJƆ Ùƅ ĩƆ ġŽ èƈ ģƈ ž ĠƇ öƇ ÈŽ òƆ ųÒ
ž
Ɔ
Allah (c.c.) Hz.nin azameti kibriyasından korku, havf
ve haşyet üzere olmak; bütün hikmetlerin başı ve amellerin seyyidi, makbulü ve en kıymetlisi ise Vera” dır. Bu
hadisin ulemâlara meyanında zikri birçok faydayı müctemildir. Mücemâ denince hemen akla hiç şüphesiz din ilimlerini
bilen fakih, âlim bir zat hatıra gelir. Bu da tabiîdir. Fakat
Alimden murat Allah (c.c.)’ı korkusu ile içi dışı dolu bahtiyar âlimlerdir. Züht, takva sahipleri günahların en ufağından
bile korkup, kaçar. Ve dahi adabi İslâmiye yani, İslâmi edeplere son derece riayetkâr, süs ve saltanatlarda hiç gözü olmayan, her halükârda haline razı, Hakk’a muti, tam bir teslimiyet
ile Rabbisine teslim olmuş, emrinden katiyen dışarı çıkmaz,
ölüme razı olur. Haksızlığa razı olamaz. Hikmet denilen bu
büyük nimet ondan sonra zahir olur. Hikem-i Atâiyye'yi
okur, Şarâni'yi okur. Gazâlî'yi okur. Muhyiddin-i Arabî’nin
Fütuhat-ı Mekkiye’sini okur. Okur amma, hikmetten mahrum bir kabzımal gibi, oradan alıp burada satar. Fakat mal
Mehmed Zahid Kotku
kendisinin değil, ancak bir nâkildir. Bunun ise, ne faydası
olur. Binaenaleyh ulemâ denince hemen akla gelen, içi dışı
Allah (c.c.) korkusu ile dolu olan Hakk sevgilisi, Hakk âşığı,
sahib-i irfan olan gelir. Bu zatlar dinini bütün ahkamını, iyi
bir şekilde bilen, vakitlerini ibadetle, namaz, tesbih zikrullah
ile geçiren kimselerdi. Gündüzleri hem saim (oruçlu) hem de
okur ve okutur. Vaktini hiçbir suretle boşa geçirmez. Hakk
Sübhanehu ve Teâlâ buyurur ki: “innema yahşallahe min
ibadihil ulemâ” Ancak Allah(c.c.)’dan korkanlar ulemâdır,
buyurması şayanı dikkattir.
O zaman halkın Allah (c.c.)’dan korkusu olmadığı anlaşılmaktadır. Allah (c.c.) razı olsun, bizim ulemâlarımızdan
ki ümmeti Muhammed’in hepsi ulemâdır, demişler. İlimden maksat varlıkların sahibi Allah (c.c.)’ı tanımak, bilmek
ve O’nu tastik edip inanmaktır. Şu halde bu hal ümmeti
Muhammed’in hepsinde vardır. Çünkü lâilâhe ilallah demek, bunun için kâfidir. Bakınız Hz. Ömer (R.A.) Efendimizle bir Mekke seferinde yolları üzerinde bulunan bir koyun sürüsünü görmüşler ve çobandan bir koyun istemişler.
Çoban koyunlar benim değil, veremem, demiş. Çobanı tecrübe için adam: Bir koyun verirver, sahibi sorunca da kurt
yedi dersin, demiş. Çoban ne dese beğenirsiniz? Çok güzel,
sahibini kandıracağız amma, Allah (c.c.)’ı ne yapalım? Diye
verdiği cevap, bizim yukarıda söylediğimiz bütün ümmeti
Muhammed, ehl-i ilimdir, sözünü nasıl teyid etmektedir.
Çünkü her Müslüman bilir ki, Allah (c.c.) birdir. Uyumaz,
uyuklamaz, her şeyi hem görür, hem işitir, hem de bilir.
O’ndan saklı hiçbir şey olamaz. Sonra yarınki kıyamet gününde hesabı, mesuliyeti ve cezası vardır, diye korkar ve kaçar. Hakk’tan ayrılmaz. Bu da hikmetin başı ve amellerin
145
Cennet Yolları
146
de seyididir. Zira buna da “vera” derler. Her şüpheli şeyden kaçar, hatta helâlden bile.
ƈ Ƈ ×ĠƆ óƈÖ ħİÒijĩèÒ
ƈ ôƆ IJ ÅÓĩĥƆ đĤŽ Ò ÒijùĤÓƈ è
Ĺƈ éŽ Ƈĺ ųÒ
Ƈ
Ɔ Ɔ Ɔ Ƈ
Ɔ Ʃ Īƪ ÓĘƆ ħŽ ġƈ
Ƈ Ɔ
Ƈ
Ž
Ƈ
ģƈƈ ÖÒijƈƆ Ö ĂƆ òŽ ƆźÒŽ Ĺƈ éŽ Ƈĺ Óĩſ ĠƆ Ùƈ ĩƆ ġŽ éƈ ĤŽ Ò ƈòijƇĭƈÖ ÙƆ ÝƆ ĻĩƆ ĤŽ Ò Ôij
Ɔ ĥƇ ĝƇ ĤŽ Ò
Ž
ƈ ĩùĤÒ
ÅÓ
Ɔ ƪ
Bu hadisi şerif mevzuumuz olan ittebeu-l’ ulemâ hadisi
şerifini daha çok güzel ve geniş bir şekilde izah etmektedir.
Ulemâya uymak ve onlara tâbi olmak, saadetin başını teşkil
etmektedir. Efendimizin (s.a.v.)’in hiçbir sözü boşa değildir.
Ulemâya tâbi olmak, onların meşru olan güzel sözlerini, nasihatlerini dinlemek ve onu tatbik etmek sayesinde insanlar,
hem sıhhate, hem huzura, hem kemale ulaşma imkânını bulurlar. Zira herkes için dinin bütün inceliklerini bilmek mümkün değildir. O halde bilenlere uymak mecburiyeti kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. “Celese” kelimesi malûm olduğu
veçhile oturmak manasına olmakla beraber, câlisu diyerek
cemi’ ile beyan buyrulmuştur. Ulemâ; âlim, şeriatı bilen, yani
din ilimlerini lâyıkı veçhile bilen kimselerdir ki; dış cephesi
beş esasa bağlıdır. Burada ulemâ kelimesinin harfi tarif suretiyle söylenmesinde ayrı hükümler, hikmetler vardır.
Bunlardan birincisi İtikat’tır. En mühimidir. İçini, dışını
bilen ve ona uyan ulemâ demektir ve esastır. Binanın temelini atabilmek için toprağa nasıl muhtaç isek, itikadımız da
böyledir. Temelsiz bina kurulamadığı gibi, sahih bir itikada
sahip olmadan Müslüman olmak ta mümkün değildir. Bunun için itikat kitaplarını iyi oku. İtikadını onlara göre tas-
Mehmed Zahid Kotku
hih etmek lüzumu hâsıl olur. Bahusus Allah (c.c.)’ya İman,
O’nu esmai hüsnası ile bilmeğe mütevakkıftır ki, o da 99’dur.
Bunları bellemek ve ezberleyip okumak veya yüzünden okuyup, iman ettim demek, cennete gitmeğe vesile olur. Bunların
manalarını bilmek te kâfi gelmez. Çünkü bunların bir de iç
yüzleri vardır ki; bunlar, kelimelerle değil, manevi basiret ve
yakin denilen ilme-l’ yakin değil de, hiç olmazda, aynel yakin müşahedelere ulaşmak sayesinde ve nuru iman ile hâsıl
olur. İçine doğan güneşle meydana gelir. Bugün ise; biz bu
ilimden de mahrum bulunmaktayız. Artık gerisini sen anla.
İkincisi: Meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine,
âhiret gününe, hesap, mizan, cennet, cehennem, öldükten
sonra dirilmek, hayır ve şerrin Allah (c.c.)’tan olduğuna
inanarak iman edip, -bilâ şek- haşyet ile ve daima O’nun
huzurunda olduğunda hatırından çıkarmayarak, Hakk’a teslim olup rızasını kazanmağa çalışmak itikattan sonra en büyük nimetlerden biridir.
Üçüncüsü: İbadet kısmıdır. İbadette namaz, oruç, hac,
zekât gibi kısımlara ayrılır. Şehadet kelimesi ise bunların hepsini içine alan bir kelimedir. Bu şehadet kelimesini söylemek
kolaydır. Fakat Allah (c.c.)’ı bilmek (Yarab Seni hakkı ile bilebilmek, hem de Sen’in istediğin gibi yanlışsız bilmek bizlere
nasip eyle) Allah (c.c.) nasıldır? Diye sorsak, herkes bir çeşit
şeyler söyler. Hâlbuki Hakk Sübhanehu ve Teâlâyı büyüklerimiz ne güzel hatırlamışlar ve şu cümleler altında toplamışlar.
“Hayat, İlim, Semi, Basar, İrade, Kudret, Kelâm, Tekvin, Kidem
Bekâ, Vahdaniyet, Muhalifetün-li'l-Havâdis Kıyam binefsihi”dir.
Bu 13 sıfatla biz Hakk-ı tanırız. Bizim Allah (c.c.)’ımız böyle
Allah (c.c.)’tır. Hayatı bizim hayatımız gibi muvakkat değildir.
Hayatının evveli de yoktur, sonu da yoktur, hastalık iptilâsı
147
Cennet Yolları
148
yoktur, uykusu, gafleti yoktur. Hayy’dır, Kayyum’dur, her
şeyi görür, her şeyi bilir, işitir. Hem içini de bilir ve görür.
Hayalinde ve içindeki vesveseleri hiç eksiksiz bilir, bilmediği
hiçbir şey yoktur, ilmi sonsuzdur. Bizdeki ilimler, O’nun ilminin yanında bir nebzedir. Bakınız, ilminin ne kadar geniş
olduğunu anlamak istersen, şu kâinatın içinde yaşayanların
nasıl bozulmaz bir düzen ve ahenkle devam etmekte olduğunu, güneş ve ayın nizamındaki vesair kevakipte olan intizama hayran olmamak mümkün müdür? İşitmesi ise, bizim
gibi kulağa muhtaç değildir. Mesafe de mevzu bahis değildir. Bütün kâinattaki her şeyi pek güzel işitir, işitmesine hiçbir şey mani olmaz. Görmesi ise bizim gibi göz ile değildir,
uyuması da yoktur. Görmediği hiçbir şey yoktur. Hiçbir şey
de görmesine mani olamaz. İradesi ise sonsuzdur. İstediğini;
istediği zaman, istediği gibi yapar, kimse engel olamaz. Kudret ve kuvvetine akıl, fikir yetmez ve bir de Cenabı Hakk’ın
Kelâm sıfatı vardır ki; 104 kitabı ve bahusus bizim kitabımız Kuranı Azimüşşan O’nun kelâmıdır. Onun için Kur’an
okuyanların ve onun ilmine vakıf olanların ve onunla amel
edenlerin kıymetlerine baha biçmek mümkün olamaz. Bundan dolayı, iki cihan serveri Efendimiz (s.a.v.) bizlere “ehli
Kur’an yâni ehli ilimle oturunuz. Hem de sıkışa sıkışa
oturunuz. Dizlerinizi onların dizlerine dayayarak oturunuz.” Zira böyle oturmada ayrı bir hikmet vardır. Efendimiz (s.a.v.) Hz., Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ali (k.v.) Efendimize tarikat talim ederken böyle yapmışlardır. Ceryanların
biri birine geçmesi için teması şarttır. Namazdaki safların da
omuzların biri biri ile irtibatı ve sıklığı tavsiye edilerek “Sevvivu” emrini, imam efendi namaza durmadan söyler. Hem
düzgün olmasını, hem de sık olmasını tavsiye eder. Bu tabii
Mehmed Zahid Kotku
saflar arasındaki irtibatı teminle, manevi cereyanın eksiksiz
ve tam manasıyla husule gelmesini sağlar. Maddi cereyanlar
hatlar kopunca nasıl kesilirse; manevî cereyanlarda böyledir.
Bunun için büyüklerle teması eksik etmeyiniz. Eskiden tariklerde teveccüh denilen bir rabıta vardır ki; dervişler hiç olmazsa haftada iki defa bu teveccühe mazhar olurlardı. Bu teveccühlerden sonra, taliplerin halleri her halde güzelleşirdi.
Bu teveccühe mazhar olabilmek için, can atılırdı. Muhakkak
Allah (c.c.) Hz. bu rabıta ve teveccüh sayesinde ölmüş olan
kalpleri diriltir. Yâni ölü, mesabesinde bulunan, dinî âdetleri
kaybetmiş, Rabbisini unutmuş, yolunu şaşırmış, benliğini zayi
etmiş zavallı insan; yağmurların yağması ile ölü mesabesinde
olan kurak yerler nasıl canlanır, yeşerirse; ağaçlar çiçeklerini
açar, meyvelerini verirse, bütün mahsuller o yağmurlar sebebiyle kemâle ulaşırsa; işte ölü mesabesinde olan şaşkın gönüller de o hikmet nurları ile hayat bulurlar. Yağmurların tesir
edemediği taşlık arazide ise; herkesin malûmu olduğu üzere
hiçbir şey olamaz. Onun için ulema-i zevil-i’ihtiram hazeratının huzuruna varıldığı zaman, taştan daha katı olan benliği bir kenara bırakıp öyle girmelidir. Yoksa boş girip, boş
çıkacağı muhakkaktır. Bazen yağmurlar, o sert taşların üzerinde biriken toprakları da yıkayıp, alıp götürürler de, üzerlerinde ot bitmez hale gelirler. Tâbi bunun gibi, kendilerini
beğenenler, bu bilginlerden bile istifade edemez olurlar. Binaenaleyh bu gibi zevi-l’ihtiram ulemâi kiramın huzuruna onları denemek gayesi ile girenler, ancak nedamet ve hüsranlıkla
ayrılırlar ve bir daha kendilerine gelebilmek imkânını bulamazlar ki; bu acı, her acının fevkinde ve zehrinde en zehirlisidir. Tecrübeleri kitaplarda doludur. Bunun için aziz kardeşim, sen buna çok ehemmiyet ver de, gözüne kestirdiğin
149
Cennet Yolları
150
muhterem bir âlim, müttakî, fakih bir zatı kendine rehber
eyle, onun dediklerini sıkı tut. Onun razı olmadığı hiçbir işi
yapmağa kalkma. Onun sana vermiş olduğu vazifeleri hiçbir
surette ihmal etme. O derslerdir ki; feyizlerin nurların bol
bol üzerine gelmesine sebep olurlar. Yağmur için bulut nasıl lâzım ise, nurların feyizlerin gelmesi için de alınan ve verilen vazifelere de öyle devam lâzımdır. Fakat bazen bulutlar
boş geçer. Bazen de az yağar ve bazen de tatlı tatlı bol yağar.
Bazen şimşeklerle karışık, afet şeklinde yağar. Çok da zararı
olur. Taşkınlıktan sakın, mütevazi ol, mülayim ol. Kimseye
hor gözler bakma. Kendini herkesten daha aşağı gör. İbadetine katiyen mağrur olma. Cömertliğine de aldanma. Allah
(c.c.)’nın sevdiği ve razı olduğu kullarının arasına girmeğe çalış. Sen de böyle hikmetlerle dolu bir nur olmağa gayret eyle.
Bu da iki şeyle mümkündür.
Birisi: Kurân-ı Azimüşşan’ı bilmek ve onu rehber edinmek.
Birisi de, Resûlullah’ın (s.a.v.) sünnetine uymak, onları
bilmek ve bildirmektir.
“Hayrünlehüm men tealleme-l’Kur’ane ve-l’ilme” yâni
sizin hayırlınız Kur’an-ı Azimüşşanı öğreten ve öğrenmeğe çalışanlarınızdır. Ehlül Kur’an ehlüllahtır. “Eşrefi
ümmeti hameletilkuran” ümmetimin en şereflisi Kur’an-ı
Azimüşşana hâmil olan ülemâ-i zevi'l ihtiramdır. Ulemâi
kiramın alâmetlerinden birisi olan başlarındaki sarıklar idi.
Bugün ise, bunu giymek kabahattir, “ekrimül ulemâ” hadisi ile tam manası ile zıddır. Onların sarıkları ile gezmeleri
neye mânidir? Yahudi hahamı kendi kisvesiyle gezer. Bizim
ulemâmıza tamamıyla yasak edilmiştir. Bu hakaret yetmez mi
dersiniz? Ulemâya karşı yapılan bu hakaretin neticesi olarak
Mehmed Zahid Kotku
bak, bugün nasıl bir nesil meydana gelmiştir ki; haklarından
gelmeğe imkân yoktur. Yarın bilmem nasıl olur? Ulemâyı
câmisine hapis etmiş, kapısına kilit takmış buna da kimse
ses çıkartmamış. Bugün, Müslüman gençlik Ayasofya’nın
ibadete açılmasını istemektedir. Bunun için muazzam yürüyüşler tertip etmektedirler. Hocaların sarıkları ile gezmeleri,
bana kalırsa daha mühimdir. Çünkü Ayasofya bir İstanbul
içindir. Bazen Anadolu’dan gelen ziyaretçiler olsa dahi o kadar mühim değildir. Sarıklı olan ulemânın bir şerefi olmakla
beraber, sarıklı kılınan namaz sarıksız kılınan namazdan 72
derece daha fazladır. Sonra sarık, ulemâyı hem tanıtır, hem
de onu bikaye eder. Münasebetsiz yerlere gidemez ve giremez. Daha birçok fezâili vardır. Onun bembeyaz bir sarığı
ve bir de tertemiz cübbesiyle, halkın arasında görünmesinin
kıymeti çok büyüktür. Askerî bir paşanın forma ve kılıçlarını
hamil olduğu halde kisvesinin ordu ve halk nezdindeki itibarı ile formasız ve kılıçsız, sivil elbiseli itibarı arasında dağlar kadar fark vardır. Bunun gibi, ulemânın resmi kisvesiyle
değil, alelade bir kisve ile görünmeleri bundan da mühimdir. Kaması alınmış bir top, bir silâh nasıl ise, ulemânın sarıkları alınıp, onu ancak câmiye hasretmeleri de böyledir.
Onun için Allah (c.c.) kusurlarımızı affetsin. Tam bir hürriyet nasip eylesin. Cuma namazlarının sıhhati için de dine
hürmet ve saygı gerekir. Her şey ilimle kaim olduğu gibi,
şüphesiz din de ilim de ilim sahipleriyle kaimdir. “Din nasihatle kaimdir” demek; nasihat edecek hakiki ilim sahipleri ile kaimdir, demektir. Binaenaleyh ilim sahiplerine hürmet etmek her Müslüman’ın başlıca vazifesidir. Hele din
âlimlerine hürmet saygı, tâzim, yardım, hizmet nisbetinde
tefeyyüze vesile olur; aksi de hüsrana sebeptir. Felâketi mu-
151
Cennet Yolları
152
ciptir. Elbetteki ebedi saadetini mucip olan ulemâya ikram,
izzet aynı zamanda o ilmi onlara ihsan eden Allah (c.c.)’a
râcidir. Öyleyse Allah (c.c.) a ikram etmek isteyen ulemâya
ikram etsin, demektir, vesselâm.
ƈ Ž Ùƈ ĺÒò ģƇ ĨÓƈ è Īƈ Òſ óĝƇ ĤŽ Ò ģƇ ĨÓƈ è
ĦƆ óĠŽ ÒƆ ïŽ ĝƆ ĘƆ įƇ ĨƆ óĠŽ ÒƆ īŽ ĨƆ Ħƈ ƆŻøŽ źÒ
Ɔ
Ɔ
Ɔ Ɔ
Ɔ
Ɔ
Ž
ƈ Ʃ ÙƇ ĭđĤƆ įƈ ĻĥƆ đĘƆ įĬƆ ÓİƆÒ īĨIJ ųÒ
ģƪ äƆ IJƆ õƪ ĐƆ ųÒ
Ɔ Ž Ž Ɔ Ƈ Ɔ Ž Ɔ Ɔ ƆƩ
Kuran’ı Azimüşşan’a hamil olan, yani okuyup ne demek
istediğini iyi bilen kimse, İslâm bayrağı taşıyan kimse gibidir. İslâm bayrağı bulunduğu yerin İslâm’a ait olduğunu bildiren bir bayraktır. Meselâ, her milletin bir bayrağı vardır. O
milleti temsil eder. Türk milletinin bayrağı da Türklüğü ve
Türkiye’yi temsil eder. Gemiler de öyledir. Gemideki bayraktan, Geminin hangi millete mensup olduğunu derhal anlarız.
Bunun gibi İslâm bayrağını taşıyanlar Kuran-ı Azimüşşan’ın
hâmili, hafızı, âlimi olan zevatı muhteremler, âlimlerdir. Hakiki âlimler olmazsa bayraksız gemiye ve millete benzerler.
Teşbih pek yerindedir. Muharebelerde o bayrağı muhafaza
için ne kadar canlar feda edilir. Düşmana bayrak teslim edilemez. Binaenaleyh İslâm’ın muhafazası için de İslâm alemdarları olan ulemâyı böylece muhafaza etmek Müslümanların
borcudur. Çünkü âlimsiz kalan cemaat ve İslâmiyet; çobansız kalan koyun sürüsü gibidir. Kurt gelip hepsini yok eder,
mahveder. Bir daha aklı başına gelmez. Başsız insan yoktur.
Artık onun yeri mezarına gömülmektir. Buna iyi dikkat et.
Dünya da her çeşit sanat ticaret ve ilim dalları vardır hayatın
idamesi için, ihtiyaçların giderilmesi için, bunlara da muhtacız. Fakat en evvel dinimiz lâzımdır. Dinsiz insanların hay-
Mehmed Zahid Kotku
van sürüsünden hiç farkı yoktur. Zira onları nereye çekersek, oraya götürmek mümkündür. Adeta şuursuzdurlar. İçki
içmek, kumar oynamak, zina etmek, haksız yere adam öldürmek, başkalarının mal ve canlarına taarruz etmek, hak
hukuk tanımamak, istediği gibi yaşayabilmek için elinden
gelen her şeyi yapmak. Karşısındaki insan için hiçbir hak tanımamak v.s. gibi halet ki; eski devirlerde evlâtlarını ve bahusus kızlarını diri diri gömen vahşilerden ne farkı vardır?
İnsan saadet ve selâmet içersinde yaşamak isterse en güzel
yol olan İslâm yolundan başka yol yoktur, işte Avrupa hepimizin gözü önünde. Sanatları hünerleri, bilgileri neleri varsa
hepsi onları olsun. Onların ahlâksızlıkları kâfirlikleri yeter. Kendilerinden başka dünyayı da kendi menfaatleri için
mahvetmek, ahlâksızlık yapmak gayeleridir. Mahvolmak için
ahlâksızlık kâfidir. Başka bir şeye lüzum yoktur. Öyleyse sen
de insanca yaşamak istiyorsan, muhakkak surette İslâm yolunu tutmak ve İslâm ulemâsına hürmet, tazim saygı göstermek her Müslüman’ım diyen kişinin başlıca vazifelerindendir. Çünkü Cenâb-ı Peygamber(s.a.v) “Ekrimu” diye ikramı
emreder. İkram ise evvelâ onların sözlerini dinledikten sonradır. Onların sözlerini dinlemeden yapılan ikram, lâyıklı bir
ikram değildir. Aynı zamanda onlara yapılan, hakikatte Allah (c.c)’adır. Hem de onlara ikram edenlere de Allahü teâlâ
ikram eder. Bina’enaleyh Hakk’ın ikramına mazhar olmak
isteyenler, ulemâlarına ikram etsinler. Bilakis onlara zülüm,
hakaret ve saygısızlık hakikatte Allahü Teâlâya karşı saygısızlıktır. Ulemâya hakaret edenleri de Allah (c.c.) hor ve hakir eder. Rezil ve zelil eder. İki yakaları bir araya gelmez. Bir
de lanete müstehak olurlar. Bu âlimleri hükümet kapılarına
muhtaç etmememek lâzımdır. Rezzakın Allah (c.c.) olduğunu
153
Cennet Yolları
154
bilen hiçbir ilim sahibi, hükümet kapılarına tenezzül etmez.
Tenezzül ederse, hubb-u dünya var, demektir. Yâni dünyayı
ve dünyalığı seviyor, demektir. Dünyayı sevmek ise günahların başıdır. Zira aldığı para kadar dinden de fedakârlık etmek mecburiyetinde kalacaktır. Resulü Ekrem (s.a.v)’in yolunu, züht ve takvasını tutmayan kişi âlim olamaz. Her ne
kadar çok bilse dahi. Bak, şeytan önümüzde. Ashabi kiram
ve tabiin devri gözlerimizin önündedir. O fütuhatlar, terakkiler, huzur hep Resulü Ekrem (s.a.v.)’e uymak neticesindendir. Feyzülkadir, Câmiissagîr’in şerhidir. Bu hadisin üstünde
bir hadis vardır. Orada Hamele-i Kuran olanlara beytülmaldan her sene 200 dinar verilmesi emredilmiştir. Bu da ailenin azlığına, çokluğuna, zamana göre çoğaltılabilir denmiştir.
Bu hadise zayıf diyenler varsa da ikram hadisine uygundur.
Onlara ikram borçtur. Onları ne devler eline, ne de halkın
eline muhtaç bırakmamak bakımından çok yerindedir. Bazen
bunu Hz. Ali (R.A.) Efendimize atfedenler olmuş. Bakınız, o
günkü geçim hesabını aklımızın erdiği kadar beyan edelim:
Bir kuruş dediğimiz düne kadar var idi. 40 tane para eder. Bir
para üç akçe eder. Bir akçe’de üç pul edermiş. Bir akçe üç pul
edince, üç akçe dokuz pul olur. Yani bir para dokuz akçe pul
olunca, kırk paradır. 40 x 9= 360 pul yapar. Kırk para dediğimiz bir kuruş, 360 para kadar dağılıyor. Halbuki; bir akçe
ile bir evin masrafı fevkalade görülür. Hele bir kuruş harcarsanız çok müreffeh bir hayata erişmişsinizdir. Bugün ise bir
Dinar elli lira. Bir lira yüz kuruştur. 50 x 100= 5000 kuruş
eder. İkiyüz dinar ise 200 x 5000 = 1000000 bir milyon kuruş eder, bunu da 365 e bölersek elimize günde 2725 kuruş
geçer. Acaba bugün kimin eline geçmektedir. Onlar ulemânın
kıymetini böyle takdir etmiştir. Bu gün devlet bile onlara en
Mehmed Zahid Kotku
düşük bir maaş vermektedir, bu ise ikram mıdır? Yoksa tahkir midir? Sizlere havale. Maaşa geçmek için okuyan hiçbir
kimse âlim olmamıştır ve olamaz ve bunu Feyzü’l kadir’in
üçüncü cildinde bul oku.
İlim-i Kur’an, Hadîs, Tefsir, Fıkıh ve sâireden ilimler Allah (c.c.) için öğrenilir, Allah (c.c.) için öğretilir. Para hiçbir
zaman mevzu bahis olamaz. Ama bu adam ne yiyecektir, dersek. Eski zamandaki ne yediyse, bizde onu yeriz. İmam-ı Ahmed ibni Cebel’in dağlardaki otlarla yaşadığını unutma!
ƈ Ʃ ĦƆŻĠƆ Īij
ƈòijƇĭƈÖ Īij
Ɔ ùƇ מƈ ĥƆ ÝƆ ĩƇ ĤŽ Ò ųÒ
Ɔ ĩƇ ĥžƈ đƆ ĩƇ ĤŽ Ò ħƇ İƇ Īƈ Òſ óŽ ĝƇ ĤŽ Ò ÙƇ ĥƆ ĩƆ èƆ
Ɔ
ƈƩ
ųÒ
Ƈ îÓ
Ɔ ĐƆ ïŽ ĝƆ ĘƆ ħŽ İÒ
Ɔ ĐƆ īŽ ĨƆ IJƆ ųÒ
Ɔ Ʃ ĵĤƆ ÒIJƆ ïŽ ĝƆ ĘƆ ħŽ İƇ ƆźÒIJƆ īŽ ĨƆ ųÒ
Ɔ Ʃ îÓ
Hamelei Kur’an olan ulemâlar, kelâmullah olan Kur’an’ı
Azimüşşanı halka ve taliplerine öğretmeye çalışan, bahtiyarlardır. Kuranı Azimüşşanı güzelce okuyabilmek, büyük bir devlettir. Onun her bir harfinin sevabı, fazileti, kıymeti, kerameti
bitmez, tükenmez birer hazinedir. O Kuran’ın tamamını bilmek, okumak ta her devletin, her saadetin, her nimetin üstündedir. Her ailenin çocuklarına öğretmeğe mecbur olduğu
en başlı vazifesidir. Kur’an okumasını öğrenmek ve O’nu başkalarına da öğretmeğe çalışmak, hayrın başıdır. Çünkü Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur. “Sizin en hayırlınız
Kuran-ı Kerim’i öğrenen ve öğretendir.” Onun için hepimizin üzerinde titizlikle durup, evlâtlarımıza en evvel öğreteceğimiz şey Kur’an-ı Kerim olmalıdır. Sonra da istediğiniz bilgileri, sanatları öğretiniz. Amma evvelâ dinini, imanı,
kitabını, peygamberini, dünyasını, ahiretini, hesabı, mizanı,
cennet, cehennemi, helâl ve haramı; hak ve hukuku insan
155
Cennet Yolları
156
hakkı, hayvan hakkı, komşu hakkı, karı-koca hakkı, ana-baba
hakkı, millet ve devlet hakkı gibi bilinmesi üzerimize borç
olan her şeyi lâyıkı veçhile öğrenmek gerek… Sonra bunları
güzel bir şekilde tatbik ederek hep birden el birliği ile çalışmalıyız. Günahlardan kaçmağa ve ehli takvadan mütteki kişilerden olmağa gayret göstermeliyiz. Bununla beraber nafile
ibadetleri de fazla namaz, fazla oruç, fazla sadaka, fazla hac ve
umre yapmağa da, hem kendinizi, hem de çocuklarınızı alıştırmak lâzımdır. Hamele-i Kur’an olan ulemâlar ve evliyalar
sınıfına geçmeğe gayret etmek bizim hayrımızadır. Sonra günahların, fenalıkların zararını hem kendisi için hem de bütün beşeriyet için bir felâket olduğunu, Avrupa’nın övünülecek sanatından başka bir şey olmadığını, biz de gözümüzü
açtığımız takdirde hiç şüphemiz olmasın ki onlardan daha
iyisini ve güzelini biiznillâh yapabileceğimizi, evlâtlarımıza
daha küçük yaştan itibaren, kemale gelinceye kadar, bıkmadan, usanmadan çeşitli yollarla anlatmağa ve öğretmeğe çalışmamız lâzım gelir. Asıl olan ikinci nokta, Allahü Teâlâ’nın
nurundan “Nur” iktibas etmek. Nuruna bürünmek, nuruna
gark olmak, nurlu bir kişi olabilmek ve etrafına da Nur saçabilmek saadetlerin, selâmetlerin kökü ve kaynağıdır. Güneş
ve ay veya lâmba, elektrik lambaları, mum v.s. ışıklar olmayınca insan nasıl karanlıkta kalır. Canı sıkılır ve hiçbir iş yapamaz. Hatta sokağa bile çıkamaz. İnsanın yalnız gözünün
olması kâfi değil; bir de ışığa, asıl nura muhtaçtır. İşte bu nur
Kur’an-ı Kerim’dir. Binaenaleyh Kur’an-ı Kerim, aynı zamanda
tükenmez bir nurdur. Onu lâyıkı veçhile anlayabilmek için,
bizimde nurlu olmamıza ve Hakk’ın nuruna bürünmemize
ihtiyacımız vardır. Bunun içinde nurların bizlere gelmesine,
aksetmesine mani olan her şeyden, her günahtan kaçmamız
Mehmed Zahid Kotku
gerektir. Zira günahlar, nurun zıddı, karanlıklardır. Malumdur ki güneş ve ay olmayınca, dünya nasıl karanlıkta kalırsa,
meselâ bazen ay, bazen de başka bir yıldız güneşle aramıza
girince güneş tutuldu diyoruz. Yeryüzü bir müddet karanlık
içersinde kalıyor. İşte günahlar da araya girince böylece karanlıkta kalır ve Kur’an-ı Azimüşşan’ın nurundan faydalanamayız. Zira Kur’an-ı Azimüşşan’ın mânâlarına nihayet yoktur. Çünkü Allah (c.c.) nın kelâmıdır. O’nun sıfatıdır. Kendisi
gibi sıfatları da namütenahidir, Sonsuzdur. İlmin sonu yoktur. Bak bugün göklerde uçmak, aya, yıldızlara gitmek hep
o ilmin sayesindedir. Daha kim bilir neler olacak. Binaenaleyh Kur’an-ı Azimüşşan’ın ilmi de böyledir. Bundan istifade
ise, günahlardan kaçmağa ve Hakk’ın sevgili kulu olmağa çalışmakla mümkündür. Günahların başı ise, dünya sevgisidir.
“Hubbul dünya re’sü küllü Hatie” Bu dünya sevgisi, - Allah
(c.c.) muhafaza buyursun -, insanları bütün günahları işlemeğe
sevkeder. Zâlimlere yardımcı olmak, âlimlere buğz etmek, onları sevmemek, onlardan yüz çevirmek maazallah hep dünya
sevgisinin neticesidir. Hâlbuki zalimlere meyil ve muhabbet
etmek onlara dost olup yardımcı olmak zalimin zulmünden
daha beterdir. Zira bir adam zalimin zalim olduğunu bilir de,
onunla arkadaş olup yürürse “fakat harece minel İslâm” dır.
Yâni İslâm’dan çıkar. Uzak olur da haberi bile olamaz. Sonra
nerde kaldı Kur’anı okuyacak ve onu bilecek te, bildirecek,
heyhat! Onun için hubbu dünyanın başı da para sevgisidir.
Memur olmak, hazır maaş almak, dünyasını temin etmektir. Bu ise hem takvaya, hem de tevekküle manidir. Hem de
Peygamber (s.a.v.)’in ashabının yolu değildir. Menfaatleri icabı
okuyan ve okutanlar da matlup olan faydalar hâsıl olamaz.
Zamanımızda olduğu gibi arkadaşını vurmaktan, kocasını
157
Cennet Yolları
158
öldürmekten, boykot yapıp, mektebi kapatmaktan çekinmeyen bir sürü insan ama başa belâ. Eğer bunlar dinlerini güzel
öğrenselerdi muhakkak ki, bu felâketlerin hiç birisi olmazdı.
İşçilerin grevi de ayrı bir dert. Bunlar da yine dinlerini bilselerdi; her türlü haksızlığı yapmaktan, işlemeden; çalışmadan
para almağa, haklarından çok fazla hak istemeye cesaret edemezlerdi. Yarın ki ahiret hesabından, mesuliyetten elbette korkarlardı. Fakat bunlar elli senelik ilimsizlik, dinsizlik devrinde
yetiştiklerinden, başka bir şey beklenemez. İşte bak, din mekteplerinde, imam hatip mekteplerinde ve gerekse enstitülerde
şimdiye kadar hiçbir vukuat duyulmamış ve işitilmemiş, tabii
işitilmez de. İşte dindarlarla dinsizler arasındaki fark. Ve lâkin
inat Ebu Cehilin inadı gibi, hatayı görmemek ve bilmemek
mümkün değil. Fakat tekrar hatalara dönmek ölmekten beterdir. Cenab-ı Hakk cümlemize hidayet buyursun da, İslâm
yolundan ayırmasın, âmin.
Bakınız hadisi şerifin maba’di ne kadar manâlıdır. Malumdur ki, hayatta insanın tek başına muvaffak olması mümkün değildir. Hangi iş olursa olsun, onun için cemiyet hayatına muhtacız. Cemiyette ise insanların her birisi ayrı ayrı
hilkatte, tabiatta, meşrepte, dinli, dinsiz, ahlâklı-ahlâksız pek
çok muhtelif kıymetlerde yaratılmış olduklarından bunların
arasından kendinizin saadet ve selâmetini temin edebilecek
bir kardeş, bir arkadaş, bir dost, bir yâr aramak mecburiyetindeyiz. Bunun için Cenabı Peygamber Efendimiz (s.a.v.)
bizleri irşat sadediyle, ulemâi kiramı tavsiye buyurmakta ve
her kim bunlarla dost olur ve bunlara yardımcı olursa Allahü
Teâlâ ve Tekaddes Hz. de onları kendisine dost eder, diye buyurması da ne kadar şayanı dikkattir ve ne kadar ehemmiyetlidir. Biz ulemâmızı Allah (c.c.)’nın kendilerine bahşet-
Mehmed Zahid Kotku
miş oldukları ilim sebebiyle sevmek durumundayız. Onlarla
hakiki bir dost olmak ve bir de onlara dostluk icabı her bakımdan maddî ve manevî yardımlarda bulunmalıyız. Bu sayede Hakk’ın sevgisine ve yardımına nail oluruz. Binaenaleyh
Hakk’ın sevgisini isteyen kişi, ulemâi zevil ihtiramı sevsin. Bu
sevgi, dolayısı ile Allah (c.c.)’ı sevmektir.
İkincisi ise, daha çok acıdır. Ulemâ-i kirama Adavet eden,
düşmanlık eden onları sevmeyen ve onlara çeşitli hakareti reva
gören betbaht kişilerdir ki, bu adavetin doğrudan doğruya Allah (c.c.)’ya olduğunu bilmek gerektir. Cenab-ı Hak Zülcelâl
Hz. cümlemizi Allah (c.c.)’ın sevdiklerine düşmanlık etmekten
korusun, âmin. Zaten dinde en önemli şey, Hakk’ın sevdiğini
sevmek, sevmediğini sevmemektir. Elbette Hakk’ın sevmediğini sevmek ve sevdiğini de sevmemek en büyük kabahat ve
en büyük te cahilliktir. Cenab-ı Zülcelâl Hz. Musa (A.S.)’a
sormuş ki; “Ya Musa, benim için ne yaptın?” O da yaptıkları ibadetleri saymış. Cenab-ı Hakk; “Ya Musa bunlar hep
senin için, ya Benim için ne yaptın?” Deyince Musa (A.S.)
“Senin için yapacağım şey nedir bilemedim?” demiş. Hz. Allah
(c.c.) “Ya Musa benim için kimi sevdin ve yine benim için
kimi sevmedin?””Hubbu fillâh buğzu fillâh” amellerin en efdalidir vesselam. Sen de buna dikkat eyle, Hakk’ın sevmediği
kişileri ki dinsizler de, ahlâksızlar da, komünist ruhlu insanlar da bunlardandır. Allah (c.c.) yolunda, Peygamber (s.a.v.)
yolunda ölenler, her ne kadar günahkâr olsalar dahi sevilmeğe lâyık kimselerdir. Bahusus bunlar da, dinlerini öğreten
bahtiyarlar, yani ulemâlardır. Cenabı Hakk bizleri de ulemâi
kâmilin sıfatına ithal buyursun ve ulemâi zevil ihtiramı sevenlerden eylesin, âmin. (ve hürmeti seyyidilmürselin selavatullahi ve selamuhü aleyhim ecmain)
159
Cennet Yolları
160
Âlimlerin cemiyet içerisindeki yeri ve değeri
ƈ Ļƈ×ĬŽ ƆźÒŽ ÅÓęƆ ĥƆ ìƇ ÓĻĬŽ ïĤÒ
īƆ Ĩƈ Øƈ óìƈ źÒ
ĵĘƈ ħƈ ĥŽ đƈ ĤŽ Ò ÙƇ ĥƆ ĩƆ èƆ
Ž ĵĘƈ IJƆ ÅÓ
Ƈ
Ɔ
Ɔ ƫ
Ɔ ſ
ÅÒƈ ïƆ ıƆ ýĤÒ
ƫ
Beşeriyetin hayatı ilme bağlıdır. Dünyanın ilimleri, teknikleri, tıpları, mühendisleri, kimyagerleri, hesapçıları, ticaretçileri, gelirleri, giderleri vesaireleri hep ilme bağlıdır. Tabiî
muvakkat olan bu hayatı dünyada bunlar nasıl lâzımsa ve bu
ilimler kimde fazla ise rahatlık da ondadır. Bizler lehülhamd
Müslümanız. Bizim için bir de ebediyet âlemi olan ahiret,
cennet ve cehennem vardır. Buradaki hayat ebedîdir. Bununla
beraber muvakkat olan dünya hayatının ilimlerini terk edemeyiz. Fakat asıl mühim olan ebedi olan ahiret ilmidir. Buna
“Şeriat” ilmi de denir. İlmi fıkıh da denir. Cenâb-ı Hakk
hayır murat ettikleri kimseleri dinde fakıh kılar, tabirine
hiç dikkat ettiniz mi?
“Elbette Cenâb-ı Hakk’ın hayır murat ettiği kimseler
ise, en bahtiyar kişiler demektir. İşte bu muhterem zevat
aynı zamanda dünyada peygamberlere halife olan bahtiyarlardır.” Peygamberlere halife olmak, onların yerlerine kaim olmak; padişahların, hükümdarların, zorbaların, müsriflerin, İslâm
yolunu bırakmış Avrupalıların yolunu tutmuş, İslâm’dan, dinden uzaklaşmış bu gibi bedbahtların yolu değildir; asıl hak sahipleri, dini ilimlere tam mânâsıyla vakıf olan ve kendisini o
yola veren, Peygamberinin (s.a.v.) yolunun yolcusu olan “innema yahşallahu min ibadihil ulemâ” diye meth ve sena
olunan ulemâi kiram hazeratıdır. İşte onlarla oturup kalkmak
ve onların yolunda ve izinde olmak, onlara her türlü yardımı
Mehmed Zahid Kotku
yapmak tıpkı, sahabe-i kiramın Peygamberimiz (s.a.v.)’e yaptığı hürmet, saygı ve fedakârlıklar gibidir. Ashabı kiramın Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e ve O’nun halifeleri olan Ebu Bekir,
Ömer, Osman Ali Efendimize yaptıkları fedakârlıkları, aynen
zamanımızın ulemâsına da yapmak lâzımdır. Ashabı kiram Resulü Ekrem Efendimize (s.a.v.) nasıl ki “fedâke ebi ve ümmi
ya Resulallah” dediler, yani “ya Resulallah, anam-babam
her şeyim Senin uğrunda feda olsun” demişlerse, bugünün
Müslüman kişisinin bu sıfatta olması gerektir. Şimdi tabiî muharebelere girecek değiliz. Amma bizlere miras kalan bu dinimizin muhafazasında da el birliği ile çalışmak mecburiyetindeyiz. Dinimiz iki esas köke bağlıdır. Biri Kur’anı Azimüşşan’a
birisi de Resulu Ekrem (s.a.v.) Efendimiz’in sünnetidir. Binaenaleyh her Müslüman’ın ilk borcu, evvelâ Kur’anı Kerim’i güzelce okumasını öğrenmek, sonra da o Kur’anın ne demek istediğini, yâni mânâlarını öğrenmek, Hakk’ın emrettiği farzları,
vâcibleri, Peygamberimiz (s.a.v.)’in sünnetlerini öğrenerek, iman
ile beraber amel etmek suretiyle İslâmiyetin icaplarını tatbike
gayret etmektir. Asıl halife bu zevatın halifelik müddeti 30.
sene olarak tamamlandırılmıştır. İmam Ali (keremallahuveçhe)
30. senede vefat buyurmuşlardır, “elhilâfetü an badi selâsune
sene” iki sene Hz. Ebû Bekir, 10 sene Hz. Ömer’den, 12 sene
Hz. Osman altı sene de Hz. Ali’nin hilafeti hepsi 30 senedir.
Bakınız bizim itikat kitabımız. Emâlî kırkıncı beytinde “Ve mâ
özrin lizi akli bicehlin bihilâfil esafili vel eali.”
Zira cehil küfre, gözün siyahının beyazına yakınlığından daha yakındır. Kâinatta her şey Allah (c.c.) nın
vahdaniyetine birliğine delâlet etmektedir. Peygamberler Allah (c.c.)’yı ispat için değil, ancak tevhit için gönderilmiştir. Çünkü hiçbir peygamber gönderilmemiş olsa dahi, in-
161
Cennet Yolları
162
san aklı ile Allah (c.c.)’ı bulur ve bilir. İnsandaki akıl, Allah
(c.c.)’ı bulmağa kâfidir.
Sabi’nin irtidadı, yâni dinden dönmesi sahih olmayıp, çocuk ben Müslümanım derse sahihtir. Dedikten sonra şunu da
ilâve etmişlerdir. Bir kimse İslâm diyarında yaşar da, cehil ve
gaflet dolayısıyla akaidi İslâmiesini tasnih etmeyen ve bilmeyen kimseye, dinden dönüş, mürtetlikle hüküm olunur.
Zavallı sultan Selim Mısır’ı zaptedip hilâfeti alıncaya kadar kim bilir ne kadar can, mal telef olmuş, bunun hesabını
kim bilir nasıl ödeyecek. Hâlbuki asıl hilâfet ulemâi kiramın
hakkıdır. Halîfe olup da saltanat sarayında oturup da çalım satmak, ben de halifei Müsliminim diye övünmek, her
halde doğru bir şey değildir. Halife-i Müsliminim der; öteyanda Avrupa’nın kanunlarını beğenip, giyim tarzında, süs
ve saltanatta israfa boğulan ve koca koca sarayları yaptırıp,
içinde de envai çeşitli günahlara karışıp, nadide, güzel, kibar,
saray hanımları, cariyeleri, hizmetkârları, barındırmak acaba
hangisi halifeye, hilafete yakışırdı? Hâlbuki dedeleri Osman
Gazi ve Orhan Gazi’nin nasihatlerini tutmuş olsa ve dinin
emirlerinden dışarı çıkmamış olsalardı, bugün Osmanlı saltanatı, bunun daha 5 – 10 misli büyük ve pek refah ve huzur içinde yaşarlardı. Halife demek Peygamber (s.a.v.)’in eşyasına sahip olmak değildir. Belki O’nun yaşayış harekâtını
da benimsemek ve sonra da buyurduğu sünnet yolundan ayrılmamaktır. Ne kadar acıdır. Şu yapılan câmilerimizdeki süs,
ziynet masrafı. Belki her birisi birkaç câmi daha yapar, biz bu
câmilerimizle övünmek değil, asıl içindeki cemaatin, Müslümanların dinlerine bağlılığı ve huzuru matluptur. Bak bugün
o Süleymaniye, Sultanahmet gibi büyük câmilerdeki cemaat,
hepimizi utandıracak derecedir. Süleymaniye Câmisi yapıl-
Mehmed Zahid Kotku
dığı Kanuni devrinde İstanbul’un Müslüman nüfusu ancak
üçyüz bin olduğu halde yine dolarmış. Bugün ise üç milyon
nüfusa sahip olduğumuz halde câmi bomboş desek hata olmaz, zannederim. Bugüne gelince o da yürekler acısı. Borcumuz pek çok olduğu halde israfımız da yerinde. Meselâ
geçen 50. Cumhuriyet senesi diye yapılan masraf yüz milyonun üstünde, buna benzer her gün birçok masraflar, memur işçi masrafları, hep bu milletin sırtından çıkarılmaktadır.
Hâlbuki evvelki Osmanlıların hele ilk devirlerindeki hemen
bütün masraflar düşmanlardan, harpte alınan ganimetlerle
yapıldığı da rivayet edilmektedir. Fakat her ne kadar ganimet
de olsa, onları daha mühim ihtiyaçlara harcamak ve bugünün
değil de yarının ihtiyaçlarının top, tayyare ve bütün ihtiyaçlarını, dinsizlere el açmadan her şeyimizi kendimizin temin
etmesine çalışmak, en başlı vazifemizken; bunlara ehemmiyet vermeyip, fuzulî yerlere harcamak, elbette hiç bir aklıselim sahibinin işi değildir. Müslüman’ım diyen her Müminin ilk vazifesi Allah (c.c.) ya borcundan sonra, vatanın
muhafaza ve müdafaası için çalışmaktır. 4 halife zamanında
İslâm orduları kendilerinden kat kat kuvvetli ordularla muharebe edip İslâmiyeti dünyanın her tarafında duyurmuşlardır. Bütün Arap Yarım Adasından başka Irak, İran ve Buharaya kadar uzanmış, bunlar ne Amerikan yardımı, ne de
başka bir devletin yardımı sayesinde bu muvaffakiyetleri elde
etmişlerdir. Ne de harp usullerini bilen, muntazam orduları
ve kumandanları, ne de iaşelerini temin edecek bir vasıtaları
vardı. Yine maalesef ne yazık ki, ne zaman muntazam ordular, mektepler, kumandanlar, yetiştirildikten sonra mağlubiyet artsa, bütün fütuhatlar hep hebaen mansur olup gitmiştir. Yok olup gitmiştir. Bir ucu Cebelitarık’a dayanan ve bir
163
Cennet Yolları
164
ucu Viyana kapılarına dayanan, Kırım ve Karadeniz sahilleri,
Kafkaslar, Buharalar, Özbekler, Acemistan’ı, Afganistan’ı, bütün Akdeniz sahilleri hep Müslümanların malı idi. Şimdi ise
yine lehülhamt 42 İslâm ülkesi hürriyetine kavuşmuş ve bir
milyara yakın Müslüman cemaatı meydana çıkmıştır. İnşallah
az bir müddet sonra Hıristiyan ellerinde esir bulunan diğer
Müslümanlar da hürriyetlerine kavuşur ve sonra da hep bir
araya gelip, elele verirler de dünyanın en muazzam yıkılmaz
bir devleti olurlar. Daha sonra da bütün dünyada İslâmiyet’in
kabul edilmesine çalışırlar. Ondan sonra dünyadakiler de rahat ederler, vesselam. Şimdi bu hilafet İslâm ulemâsının hakkı
iken, ipin ucunu kaçırmışlar ve idareleri güçlü kuvvetlerin ellerine bırakmışlar. Onlar da bizim elimizden bütün hürriyetlerimizi alarak, mektepler medreseler, tekkeler kapatılmış ve
birçok ulemâ-i kiram ve bir çok şeyhül İslam; Sabri Efendi,
Zahid Kevseri ve emsali zevat, memleketten kaçmış ve birçoğu da kovularak bir daha memlekete sokulmamıştır. Bu
acı yetmezmiş gibi, hocalara sarıklarını caminin dışarıda sarmamaları, yasağı gelmiştir, hatta bir vakitler Kur’an-ı Kerim’i
okuyan ve okutanlar tecziye edilecek kadar da ileri gidilmişti.
Lehülhamd o günler de geçti. Yine İslâmiyet ayakta. Allahü
Teâlâ hakikaten dininin hafızı ve hamisidir. Karanlık günler
geçer, yeni gün doğup İslâm parlar, herkes rahat ve huzura
kavuşur. Ulemâ-i kirama dünyada peygamberlerin halifesi olması payesi verilmekten başka, bir de ahirette onlara şehitlik
derecesi verilmiştir. Şehit harplerde vurularak ölen askerlerle
beraber, daha yedi sınıf kimseye hükmen şehitlik payesi verilmiştir. Bir şehit kanının ilk damlası ile bütün günahları affolmakla beraber, akraba-i tallukatından, eş ve dostlarından
dörtyüz kişiye kadar da şefaat hakkı verilmiştir. En büyük,
Mehmed Zahid Kotku
şehitlik evinde ve yatağında ölen, içleri Allah (c.c.) bilgisi ve
sevgisiyle dolun olan ulemâi kiramın ve ariflerindir. Loğusa
olarak ölen kadınlar, denizde boğulan, yığıntı altında kalan,
karın hastalığından ve bağırsak hastalığından ve verem hastalığından ölenler de şehitler meyanında zikredilmiştir. Bazen bunların sayısını yirmiye çıkaranlar vardır. Fakat bunların hepsinde iman ve başta gelen şarttır. İmansız ölenlerin ise,
yeri cennet değil, doğrudan doğruya cehennemdir. Cenab-ı
Hakk cümlemizi Resulü Ekrem (s.a.v.) Efendimiz’in hürmetine ehli cennet olan kullarından eylesin, âmin. Salavatullahi
ve selâmühi aleyhim ecmain.
ƈ
ƈ
ƈ
ÓİƆ ÊÓ
Ƈ ĩƆ èƆ òƇ ÓıƆ ÐÓƈ ĩƆ ĥƆ ĐƇ òÓ
Ƈ ĻƆ ì IJƆ ÓıƆ ƇÐ ÓĩƆ ĥƆ ĐƇ ĵÝĨƪ ƇÒ òÓ
Ƈ ĻƆ ì
ƈ
Ó×ĬŽ ðƆ īĻ
đƈ ÖòÒ ħƈ ĤÓƈ đƆ ĥŽ Ĥƈ óęƈ ĕŽ ĺƆ ĵĤſ Óđſ ÜƆ ųÒ
Ɔ Ʃ Īƪ ÒIJƆ ƆźƆÒ
ƃ Ɔ Ɔ ŽƆ
Ƈ
ƈ IJ Ó×ĬŽ ðƆ ģƈ İÓ
ƈ åĥŽ Ĥƈ óęƆ ĕŽ ĺ ĪŽ ÒƆ ģƆ ×ĜƆ
Īƪ Òƈ IJƆ ƆźÒƆ ïƃ èÒ
Ɔ
Ɔ ƃ
Ž
Ɔ Ƈ
ƈ ƈ ƈ
èƈ óĤÒ ħĤÓƈ đĤÒ
ïŽ ĜƆ ĮƇ òij
Ɔ ƇĬ Īƪ ÒIJƆ ÙĩƆ Ļſ ĝĤŽ Ò ĦƆ ijŽ ĺƆ ÏƇ åƈ ĺƆ ħĻ
Ɔ ƪ Ɔ ƆŽ
ÓĩƆ ĠƆ Ôƈ ƈóĕŽ ĩƆ ĤŽ Ò IJƆ Ěƈ ƈóýŽ ĩƆ ĤŽ Ò īƆ ĻÖÓƆ ĨƆ įĻƈ Ęƈ ĵýƈ ĩŽ ĺƆ ÅÓ
Ɔ ĄƆ ÒƆ
Ž
Ĵƫ žƈòïĤÒ
ƫ ÕƇ ĠƆ ijŽ ġƆ ĤŽ Ò Ĵ óƆ ùŽ ĺƆ
Cenab-ı Peygamber (s.a.v.) Hz.leri yine buyuruyorlar ki
“Benim ümmetimin hayırlıları ulemâlardır. Ulemâların
hayırlısı da merhametlidirler. Agâh ve mütenebbih olunuz, anlayışlı olunuz. Muhakkak Allah (c.c.) cahilin bir
günahını affetmeden âlimin 40 günahını affeder. Yine iyi
biliniz ki, muhakkak merhametli bir âlim kıyamet gününde, nur’u meşrik ile mağrib arasını aydınlatmış ol-
165
Cennet Yolları
166
duğu halde yürür. Kevkep dedikleri yıldızın ziyası, nur’u
altında yüründüğü gibi” Sure-i Hadid’in 12. ve 13. ayetlerinde bu hususta daha geniş bilgiler vardır. Oraya bakmanız
tavsiye olunur. İster Elmalı Hamdi Ef. İster diğer tefsir meallerine bakınız. Bu hususta okuduğumuz dualar da vardır ki,
şüphesiz Cenab-ı Hakk kabul buyurmuş olacak ki, şu dünyanın zulmete büründüğü günlerde bile –lehülhamd- Müslümanlar o nurlar sayesinde hiç sıkıntı ve meşakkat görmeden
hayatlarını idame ettirmekte oldukları gibi, ahirette de daha
âlâ ve ekmeli verileceğinden kimsenin şüphesi yoktur. Yalnız
Cenab-ı Hakk ameli salih ile yaşayıp iman ve güzel amellerle
ahirete göçmek cümlemize nasip eylesin, âmin.
279. Sahifede beş şeyin ibadetten sayıldığını bildirirken
ulemânın kıymeti tebarüz etmiş olmaktadır. Birisi az yemek,
ikincisi mescitlerde oturup namaz vakitlerini beklemek,
üçüncüsü Kâbe-i Muazzamaya bakmak, dördüncüsü okumadığı halde yine Kur’an-ı Azimüşşan’a bakmak, beşincisi ümmetin hayırlısı olan ulemânın yüzüne bakmak.
Kur’an-ı Azimüşşan nur kaynağıdır. Onu okumasını bilmeyen bir adamın O’nun yüzüne bakması da ibadet yerine geçer olduğu gibi, nurları da bu suretle saygı ile bakana hiç fark
etmeden geçer. Elektrik tutana cereyanın geçtiği gibi… Elektriği tutan elektrikleniyorsa, Kur’an-ı tutan ve O’na hürmetle
bakan hele O’nu tazimle okuyan bahtiyarlar da muhakkak
nurlanırlar ve bu nur; yarın kıyamet gününde sahibinin sağ
ve solunu ve önünü de parlatarak cennati aliyata doğru yürürler. Meleklerin de tebşiratına mazhar olduğu halde, altından nehirler akan, tadlarına doyum olmayan cennetlerde
ebedî olarak kalırlar ki, bu da ne büyük feyizdir. Bir de bize
bu Kur’an-ı öğreten mânâlarını, vakitlerimizi, ibadetlerimizi,
Mehmed Zahid Kotku
nikâh ve muamelat-ı ticariyemizi, helâl ve haramı, sevap ve
günahları, cennet ve cehennemi, hesap ve mizanı ve ahiret
mesuliyetini öğreten ulemânın kıymetine paha biçmek. Hiç
mümkün olur mu? İşte, bu sebepten naşi onların yüzlerine
bakmak bile ibadet sayılırken, kendini bilmezlerin onlara
dil uzatmalarına ve onlara karşı göstermeğe mecbur olduğumuz hürmet ve saygıyı terk edip de aleyhlerinde bulunmaları, ikram izzet yerine hakaretamiz hareketlerde bulunmaları,
acaba af olunur kabahatlerden midir? Bazen dünyaya tapan
ve kendilerini beğenen, bedbaht kimselerin, onların bilgilerinin azlığını ileri sürerek ve papazların şu kadar dil bilip, şu
kadar üniversiteden mezun olduklarını ileri sürerek, bizim
ulemâlarımızı beğenmeyişlerine ne dersiniz? Bilmem, bu ne
büyük bir hatadır. Bir papazla, dinin direği olan hocasını kıyasa kalkması cahilliğin en fenasıdır. Papaz dünyayı yutsa, yeri
cehennemdir. O zavallı insan papazı hoca ile değiştiriyor. Bu
nurları –teşbihte hata olmazsa- tıpkı bizim el fenerlerimizde,
saatlerimizde, radyolarımızda, vesair birçok yerlerde kullandığımız pillere benzetebiliriz. İşte bu piller fabrikada doldurulup saklanır, isteyenler alıp kullanırlar. Biz de tıpkı bu piller gibi, hayat fabrikasında gönül pillerini yapılan ibadetler
vesair hayırların nurları ile doldurursak yarın ki âhiret gününde tam işimize yarar. Müminler bu kazandıkları nurlarla
cennete doğru giderlerken, nursuz münafık erkeklerle, münafık kadınlar bu nurlara hitaben; aman nereye gidiyorsunuz,
durun, biraz bekleyin, biz sizlerin nurundan istifade ederek sizinle beraber gidelim, bu karanlıklardan kurtulalım, diye yalvarmağa başlarlar. Onlar da cevaben;
“Biz onu dünya hayatında iken ömrün kıymetini bilip Hakk (c.c.)’ın emirlerine, Peygamberimiz (s.a.v.)’in
167
Cennet Yolları
168
sünnetine uyarak bunları kazandık, gönül pillerini güzelce doldurduk. Siz de şimdi dünyaya dönün, bizler gibi
çalışıp nurlanın da, gelip burada kimseye muhtaç olmayın; nurunuzla faydalanın” derler. Ama heyhat! Artık her
şey geçmiştir. Bir daha dönme ihtimali yok. Artık ya cennet veya cehennem. Hakk Sübhanehu ve Teâlâ bizleri afv ve
mağfiret buyursun da, cennet ehli olan kullarından eylesin,
âmin. Bihürmeti seyyidil mürselin velhamdülillahi rabbil alemin. Ve sallalahu âlâ seyyidina Muhammedin ve alihi ve sahbihi ecmain.
Fıkıh bilmenin zarureti
ƈ Ʃ ƈ ħİÓĝƆ ÜŽ ƆÒ
ų
ŽƇ
ħıƇ ĥƇ ĀƆ IJŽ ÒƆ IJƆ
Ž
ƈ Ʃ īĺ
ųÒ
ƈ îƈ ĵĘƈ ħŽ ıƇ ıƇ ĝƆ ĘŽ ƆÒIJƆ
ıĬÒIJ
ƈóġƆ ĭŽ ĩƇ ĤŽ Ò īƈ ĐƆ ħİÓ
Ž Ƈ Ɔ ŽƆ Ɔ
ħƈ èƈ óĥĤƈ
ƪ
ƈ ĭĤÒ
ħİƇ ÊƇ óĜŽ ƆÒ öÓ
Ʃ óƇ ĻŽ ìƆ
Ž Ɔ
ƈ óđĩĤŽ ÓƈÖ ħİõĨÆIJ
ĖIJ
ŽƇ ƇƆ Ɔ
ƇŽ Ɔ
Cenâb-ı Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bizlere “İnsanların
en hayırlısı Kur’an-ı Azimüşşan’ı iyi ve güzel surette okuyabilip, sonra da mânâlarına aşina olup, âlimler sırasına
geçmek olduğunu ve daha sonra da Allah’u Teâlâ’nın dinine, fennine, ilmine çalışanlar ve daha sonra da bu bildiklerini tatbik sahasına koyup, muttaki olanlardır. Yani
her hususta Allahü Teâlâ’dan tam mânâsıla korkanlar ve
yarınki hesap gününü unutmayanlar ve daha sonra da,
maruf olan iyilikleri emreden ve münkir olan ve çirkin
hareketlerden ve işlerden hemcins olan Mümin ve Müslüman kardeşlerini nehyeden, meneden ve aynı zamanda
akraba ve taallukatını sıla-i rahmeden ve onları sık sık zi-
Mehmed Zahid Kotku
yaret eden, muhtaç iseler yardımına koşanlar, olduğunu
beyan buyurmuşlardır.”
Malumdur ki, bütün eşya zıddıyla bilinir. Gece olmazsa,
gündüz bilinmez. Kış olmazsa, yazın kıymeti bilinmez. Fakirlik olmayınca, zenginliğin kıymeti anlaşılmaz. Düşman olmazsa, dostun da kıymeti bilinmez. Bunlar gibi insanlar da iki
kısımdır: Hayırlı-hayırsız, çalışır-çalışmaz, okur-okumaz. Hayırlı insanın kıymetini bize, hayırsız bildirir. İşte, zamanımıza
iyi bak. Dinini bilen, Kur’ânını okuyan ve Allahü Teâlâ’yı tanıyan, helâl ve harama dikkat eden Müslüman’la, bugünkü
anarşist dedikleri gençlere dikkatle bak, bakalım hayır hangisinde? Müslüman, devletine de, milletine de, işine de sadıktır. Grev bilmez. İşine gelmiyorsa başka yerde iş arar. Adamın fabrikasını kapamağa, onun fabrikasını dağıtmağa kimin
hakkı var? Mutlaka istediğimi ya vereceksin veya senin fabrikan çalışmayacak. Davul zurna, burada grev var. Şimdiye kadar bunu hangi Müslüman yapmış? Ama hakkı verilmiyormuş. İş her yerde var. Fakat bunu anlatmaya imkân yok.
Eskiden, dağ başında elinde silahlı eşkıya yolcuları soyarken, bu gün de silah, grev. Öyleyse, Efendimiz (Sallallâhu
Aleyhi vesellem)’in buyurduğu gibi, “Hayrun nas”ın, tam
mânâsıyla Müslüman kişiler olduğu anlaşılmaktadır. Zıddı
olan “Şerrün nas” ise, tam cahil, dinini bilmeyen bedbaht
zavallılardır. Bunların çoluk çocuğuna, eşkıyanın silahıyla ile
topladığı malları yedirenden ne farkı vardır? Bak, nâsın hayırlısı, kalpleri Allah (c.c.) korkusu ile dolu, tertemiz, günahlardan ârî, zulüm ve hasetten uzak, dünyayı sevmeyen, buğz
eden ve bilakis ahireti ve ahiret amellerini seven insanlar olduğu anlaşılıyor. Bunlar güzel ahlâklı Müminlerdir. Şimdi bu
bahtiyar Müslüman’a bak. Bir de abdest ve namazdan haberi
169
Cennet Yolları
170
olmayan, helâl ve haram tanımayan kimselerle hiç ölçülebilir
mi? Allah (c.c.), bizleri nâsın hayırlı olanlarından eylesin.
Duaların hayırlısı, istiğfar olduğu gibi, ibadetlerin hayırlısı da Lâ ilahe illallah kelime-i tayyibesidir. Çünkü bunlara
devam eden kimseler de, insanların hayırlısından sayılır. Öyle
ise, sen de bunlara devam eyle ki, hayrünnasdan olasın.
Zikrin hayırlısı, gizli ve rızkın hayırlısı da kâfi; yeter miktarda olanıdır.
Gençlerin hayırlısı, hilim ve vakarda, sirette, ilim ve ahlâkta
tecrübeli yaşlı başlı insanlara benzeyen, kimselerdir. Yaşlıların
da şerlisi, şehvetlerine sabredemeyen, aceleci, gazaplı ve kötü
huylu, gençlere benzeyenlerdir.
Müminlerin hayırlısı, kanaat sahibi ve başkasının malında gözü olmayanıdır. Müminlerin şerlisi ise, tamah sahibi
ve gözü doymayan, aç gözlü kimselerdir. Azığın hayırlısı takva,
kalbe ilka olunan şeylerin hayırlısı da yakindir.
İbadetin hayırlısı fıkıhtır. Anlayışlı, idrak ve fehim sahibi
ve her âlim fakihtir.
Meclislerin hayırlısı, kıbleye karşı oturmaktır. Dostların hayırlısı, sen Allahü Teâlâ’yı zikrederken, sana yardımcı
olan ve Hakk’ı zikretmeği unuttuğun zaman sana hatırlatandır. Sizlerin hayırlısı o kimsedir ki, görüldüğü zaman Allah
(c.c.) hatırına gelir.
Dostların yine indallah hayırlısı, dostuna hayrı dokunandır. Komşuların hayırlısı, komşusuna hayırlı ve yardımcı
olandır.
Oturduğunuz kimselerin en hayırlısı, onu görünce Allah (c.c.)’ı hatırlar, konuşması ilminizi arttırır, sizlere ahireti
hatırlatır.
Mehmed Zahid Kotku
Suların hayırlısı Zemzem suyudur. Hem taam ve hem
de dertlere şifadır.
Hacamat olduğunuz günlerin hayırlısı, Arabî gök ayının
17, 19 ve 21. günleridir. Sizin hayırlınız da, ehli iyali için hayırlı olanınızdır.
Rüya tabir eden, önce şu duayı okumalı, sonra rüyanı
söyle bakalım, demeli. “Hayırla karşılaş ve şerden korunup, muhafaza olunasın”
”Hayru lena ve şerru alâ a’daina vel hamdülillahi rabbül
âlemin” Sizin hayırlınız, dünyasını âhireti, âhiretini de dünyası için terk etmeyen ve nâsa yük olmayandır.
Süleyman (Aleyhisselâm), mal, mülk ve ilimden hangisini
istersin diye muhayyer kılındı. O da, ilmi istedi. İlmin yüzü
suyu hürmetine mal da, mülk de ona verildi. Sen de bu ilmi
iste. Mal da, mülk de senindir. İyi bil. Bu ilim ise, ilm-i şeriattır. İlim hususundaki dersleri iyi oku.
ƈ ƅƈ
ƈ åÝĨ īĨƈ Ùƅ đĠŽ ò ėƈ ĤŽ ƆÒ īĨƈ óĻìƆ ųÓƈ
ƈ
ģƅ İÓ
Ž Ƅ Ž Ʃ Ö ħĤÓĐſ īŽ Ĩ ÙƄ đƆ ĠŽ òƆ
Ɔ ƆƇ Ž Ɔ Ɔ
ƈƩ Ö
ųÓƈ
“Allah Teâlâ Hazretlerini, layık-ı veçhile bilen bir âlimin
kılmış olduğu bir rekât namaz, Allah (c.c.)’ı bilip de cahilce hareket eden kimsenin kıldığı, bin rekâttan hayırlıdır”, buyrulmuştur. Tecahül ve tegâfü ederek, bilmez gibi
görünmek, günahları işlerken Allah Teâlâ’nın gördüğünü ve
bildiğini halde, Allahü a’lem bilmiyormuş gibi cahilcesine bir
harekettir ki bu da cahil demektir. Cahilane bir harekettir.
Temâruz da böyle değil midir? Hasta olmadığı halde, kendisini hasta gibi gösterip, istirahat almaya çalışanlar gibi… Allah
171
Cennet Yolları
172
(c.c.)’ı bilmekte cahil olmadığı halde, cahilmiş ve bilmiyormuş gibi görünüp, nefsanî arzularını tatmine çalışan zavallıların, kıldıkları bin rekâttan, Allah Teâlâ’ya her bakımdan yakın olan âlim-i müttekî, âlem-i billâh, mutlaka muttakî olur
ve dünyaya katiyen iltifat etmez. Böyle bir âlimin kıldığı namaz daha hayırlıdır.
Diğer hadisde ise, âlimin iki rekât namazı, âlim olmayanın 70 rekâtından efdaldir, buyrulmuştur. Zaten bütün
dert, Allah Teâlâ’yı lâyıkı veçhile bilebilmektir. Bu da iki kısımdır:
1- Kur’ân-ı Azimüşşan da Cenab-ı Hakk, kendisini esması ile tanıtmıştır. Onun için, Kur’ân-ı Kerim-i muhakkak
iyi bir surette, evvelâ okumasını öğretmek ve sonra da, derinlilerine inmek suretiyledir ki, bunu fukahalarımız fıkıh kitaplarında –lehülhamd- toplamış bulunmaktadırlar.
2- İkincisi de, ehli tevhiddir. Bunlar da Allah (c.c.)’ın
kendilerine bildirmesiyle ve zevk-i manevî ile O’nu bilirler. Ulemâyı kiram, ilimle ve ehl-i tevhid de Allah (c.c.)’ın
bildirmesiyle bilirler. Ve derler ki; Ya Rab, Sen’i bilme tohumlarını bizim gönüllerimize ek de, biz de Sen’i Hak marifetile bilelim. Layık olduğun veçhile bilelim. Çünkü biliyorum iddiasında bulunanlar çoktur, amma “Kema yenbeği
en ta’rife bihi” gerektiği şekilde bilmek herkese nasip olmamaktadır.
Bak, İmam Ahmed bin Hanbel Hazretleri bile milyonlarca hadis bildiği halde, onun Hakk bilgisi, ehl-i sünnetin bize
bildirdiğinin dışındadır. Onun için, bir tarafta ilm-i Kur’an’a
vakıf olmağa, diğer taraftan da ehl-i tasavvufla alâkalanıp, tevhid vasıtasıyla bizzat Allah Teâlâ’nın gönüllere vereceği ilham
Mehmed Zahid Kotku
ile birleştirerek bilmektir. Esma-i Hüsna, doksan dokuzdur.
Her bir ismin, Cenab-ı Hakk’ın bir sıfatına delâlet ettiği malumdur. Fakat Allah (c.c.)’ın Rezzak olduğunu Abdülkadir
Geylani’nin, bildiği gibi bilmesine, kimsenin imkânı yoktur.
Çünkü O, bizzat tasavvuf kaidelerince Allah (c.c.)’ın, O’nun
rızkını nasıl verdiğini görmüş ve tanımıştır. Baklavayı yemeyen, onun tadını nasıl bilir? Yiyenle yemeyen bir olur mu?
O, Bağdat çöllerinde ve kimsesiz sahralarda yanına hiçbir şey
almadan sırf, Allah (c.c.) benim rızkımı nasıl verecek, diye
çıkmış, insanları görünce de kumlara saklanmış. Fakat oradan, geçen bir kafile bunu fark etmiş, zavallı açlıktan takatsiz kalmış. Biraz yağ, bal getirin demişler. O da ağzını kilitlemiş, bakalım nasıl olacak, diye ses te çıkartmamış. Fakat
onlar, onun ağzını bıçakla açıp, yağı ve balı dökerlerken gülerek kalkmış. Cenab-ı Hakk’a sonsuz şükürler etmiştir. Biz
ise rızkımız istediğimiz gibi olmuyor diye, ne feryatlar koparır, ne günahlara gireriz. İşte hakkı, Cenab-ı Hak hakkıyla tanıtsın ki, biz de tanıyalım. Bak, o zaman O’nun emrinden,
fermanından dışarı çıkmak, acaba mümkün olur mu? O zaman biz de, Yunus gibi; yaksalar da, külümü dışarı savursalar
da, ben yine derim, Lâ ilahe illallah demekten, şaşmayız. Allah (c.c.) şaşırtmasın, âmin.
Hâlbuki hepimiz pekâlâ biliyoruz ki, bizler âciz kullarız. Kendimizi bile tanımaktan aciziz. Bütün varlıkların sahibi hayyün lâyemut olan Allah (c.c.)’ı hakkıyle tanıyabilelim, belki kitabımız olan Kur’an-ı Azimüşşan kendisini
bize nasıl bildirdiyse, ancak o kadar biliriz. Bu da bizim için
kâfidir. O’nu hakkiyle bilmek kimseye müyesser olmamıştır
ve büyüklerimiz de “Mâ arafnâke hakka mârifetike” diye
izhar-ı acz eylemişlerdir. Biz O’nu ancak esması ile, kâinata
173
Cennet Yolları
174
ve mahlûklatına bakarak, varlığını ve birliğini sıfatı zatiye ve
sübutiyesiyle tasdik eder, inanır ve iman ederiz.
Âlimlerin ibadetinin efdal ve hayırlı olduğu gibi, Mekke-i
Mükerreme ve Medine-i Münevvere gibi mekânlar da yapılan ibadetlerde ve sair yerlerde ve beldelerde yapılan ibadetlerden binlerce ve yüz binlerce efdaldir. Hakk’ın rızası, valideynin rızası içindedir. Yani vâlideyn çocuklarından razı olursa,
Allah (c.c.) da o çocuklardan razı olur. Valideyn çocuklarından hoşnut olmazsa, Allahü Teâlâ da o çocukları sevmez ve
o çocuklara gazabı ile muamele eder.
Misvak ile kılınan iki rekât namaz, misvaksız kılınan
70 rekat namazdan efdaldir. Gizli yapılan bir dua, aşikâre
yapılan 70 duadan hayırlıdır. Gizli yapılan bir sadaka,
aşikâre verilen 70 sadakadan efdaldir. Evlinin 2 rekât namazı, bekârın 82 rekâtından hayırlıdır, duha vakti kılınan 2
rekât namaz, Allah (c.c.) indinde kabul olunan, bir hac ve
umre sevabına muadildir. Fakat gece vakti kılınan 2 rekât
namaz, dünyadan ve içindeki her şeyinden hayırlıdır. Vera
sahibi bir kişinin namazı, vera sahibi olmayan kişinin 1000
rekâtından efdaldir.
Peygamberimiz (s.a.v.): “Allah Teâlâ, benim hulefalarıma rahmet eylesin” deyince, “Ya Resulullah, Senin halifelerin kimlerdir?” diye sormuşlar. Cevaben: Benim sünnetimi
ihya edenler ve onu nasa öğretenlerdir” buyurmuşlar.
“İmandan sonra aklın başı, hayâ ile hüsn-ü hulktür”
buyurmuşlar. Yani, hayâ ve hüsnü ahlâk sahibinin ve aklı başında kimsenin kendisini halka sevdirmesidir. O da, verenlerin elindekine göz dikmemek ve kendi elindekilerini dostlarına ve ihtiyaç sahiplerine vermekle mümkündür.
Mehmed Zahid Kotku
“Ebced” harflerini öğrenmek ve öğretmek, hiç de iyi bir
şey değildir ve bunlarla uğraşanların Allah (c.c.) indinde nasipleri yoktur.
Fıkıh bilen çok kimse vardır ki, hakikî fakih değildir.
İlmi kendisine fayda vermeyenin cehli ona zararlıdır. Faydasız ilimden sana sığınırım. Ya Rab, cümlemizi bildikleriyle
âmil olan ve Senin rızanı talep eyleyen ve emrinden dışarı çıkmayan kullarından eyle…
İlim sormakla öğrenilir.
ÅÒƆ ó×ġƇ ĤŽ Ò ÷ƈ ĤÓƈ äƆ IJƆ ÅÓƆ ĩƆ ġƆ éƇ ĤŽ Ò ģƈ ĤÓƈ èƆ IJƆ ÅÓƆ ĩƆ ĥƆ đƇ ĤŽ Ò ģƈ ÐÓƈ øƆ
ƆƆ
“Mesaili diniyenizi öğrenmek için ulemânıza sorunuz.
İsteyiniz. Hükemalarla düşüp kalkınız. Ve onların içine
karışınız. Büyük zevatı muhteremeler ile de oturunuz.”
İnsanlarda aranılan en kıymetli şey, ilimdir. Bunun tahsili
de, birkaç yol ile mümkündür. Ya okuyacaksınız ki, çok uzun
zamana muhtaçtır. Biri de dinlemek suretiyledir ki, ashab-ı
kiramın bildikleri ve öğrendikleri gibi. Biri de bilmediklerini
ehlinden öğrenmek kasdıyla sormaktır ki, en kolayı budur.
Mesaili diniye pek mühimdir. Evvelâ akaid-i İslamiyesini
ve sonra da ahkâm-ı diniyesini; farz, vâcib, sünnet, müstehap,
mubah, haram, mekruh, müfsidin ki, akaidi diniye esastır ve
marifet-i İlahiye, Allah Teâlâ’yı tanımak ve bilmek ki, esma
ve hünsasını bilmeye mütevakkıftır.
Bir de sıfat-ı zatiyesi ve subutiyesi vardır ki, biz de ancak bunlarla Allah (c.c.)’ı bilebiliriz. Hayat, ilim, semi, basar,
irade, kudret, kelâm, tekvin’dir. Bir de kıdemi, evveli olma-
175
Cennet Yolları
176
mak, sonu olmamak, bakî olmak, ölüm kendisine erişmemek
ve vahdaniyet, bir olmak, bizim bildiğimiz bir iki gibi değil,
ikincisi olmayan birdir. Muhalefetün lilhavadis, hadisattan görülen ve bilinen hiçbir şeye benzememek. Kıyamı binefsihi,
nefsiyle kaimdir. Zaman ve mekâna muhtaç değildir. Bu sıfatlar da, kendisi gibi ezelî ve ebedidir. Fakat bizim bildiğimiz
gibi değil. Kendisine hastır. Bizdeki bilgi, işitme, görme vesair
sıfatları azay-ı civar ile değil, Zat-ı Ecel-i A’l’asına mahsustur.
Bizim bilgimiz daha ileri gidemez. Onun için evvelâ bunları
güzelce öğrenip, sonra da bilmeyenlere öğretmelidir.
Bunun en güzel çaresi, ulemâ-i kiram hazretlerine daima müracaat ile sohbetlerinde bulunmak ve icab eden dini
mes’eleleri, gerek kendisi ve gerekse ailesi ve çocukları için
lâzım ve borç olan bilgileri sorup öğrenmek öncelikle de
Kur’ân-ı Kerim’i kendi harfleri ile okumaya gayret etmek dinimizin icabıdır.
Müslüman olsun da, Kur’ânını okuyamasın, doğrusu çok
acınacak ve ağlanacak bir şeydir. Zira ebedî saadeti ve selâmeti
ona bağlıdır. Hem de güzel okumaya, hafız gibi okumaya çalışmalıdır. Her gün O’nu okumadan evinden çıkmamalıdır.
Zira O da bizim için hem şefaatçi ve hem davacıdır. Okuyup, amel edenlere şefaatçi olduğu gibi, okumayanlar veya
O’nunla amel etmeyenler için de davacı olacaktır. Bunu iyi
belle. Dünya bilgilerine nasıl çalışıyorsak, ahiretimiz için de
böylece çalışmak ve bunun için de bilenlere sorup, öğrenmek,
kendi okuduğunu bir de onlara okuyup, dinletmek lâzımdır
ki, yanlışlarımız düzelsin.
Sana ufacık bir misâl: Halekani Hallaku noktalı bir “H”
harfi ve Halekani elhallak. Bu iki cümle aynı harflerle yazıl-
Mehmed Zahid Kotku
mıştır. Yalnız birisinde yani “H” harfinde nokta var. birisinde
ise, yoktur. Gerek okurken ve gerekse yazarken çok dikkat ister. Noktalı “H” harfi sert ve boğazdan hırlayarak çıkar. Mânâ
da şöyledir: “Beni Allah (c.c.) yarattı, halk etti”. Noktasız
“H” harfi ise, yumuşaktır. Kaz hayvanın ha! demesi gibi, ağzın boğaza yakın olan yerinden çıkar, ve mânâ da şöyle olur.
“Beni berber traş etti.” Bak, dikkat et. Kur’an-ı iyi okumak için o Kur’an harflerinin mahreçlerinden nasıl çıkarılacağını hoca efendilerin ve ulemây-ı kiramın ağızlarından almaya çalış.
Sübhanekeden başla. Hiç olmazsa Amme cüzünü talim ile
okumalı, sonra tecvitlerini de öğrenmeli. Sonra da mânâlarını.
Aç kalırım diye sakın korkma. Sahibi olan senin rızkını çok
rahat ve geniş olarak verecektir. Hem de hiç kimseye köle olmadan, el açmadan. Buna iyi inan. Bazı ahmakların sözlerine sakın kulak asma.
Hükema ile temas etmek, onların arasında ayrılmamak
ayrı bir meziyettir. Hikmet, hikmet sahiplerinden alınır ve
öğrenilir. Her san’at da böylece sahibinden öğrenildiği gibi.
Hikmet: Adalet, ilim, hilim, sebat ve Kur’an-ı Kerim
ve İncil-i şerife denir. Kevser süresindeki Kevser de hikmetle tercüme edilmiştir. Ve Allah Teâlâ’nın gayet ahkâm ve
ittifakla eşya ve mevcudatı bilip hayırlı işleri işlemek sanatı ve
hakayık-ı eşyaya muttali olmak insanın ve mevcudatın ahval
ve keyfiyatını, hariciye ve bâtınıyesinden bahseden ilme denir ki, ulûm-u saire, onun ecza ve füruatındandır. Taat, ilim,
fıkıh, amel bil-yâkîn haşyet, fehim, takva, vera, akıl, söz, işlerimizde isabet ve tefekkür fi emrillah ve Allah'ın emirlerine
ittiba mânâlarına gelir.
177
Cennet Yolları
178
Her kime hikmet verildi, ona hayır gelir. Çok hem de
pek çok hayırlar verilmiş demektir. Hikmetin başı ise, Allah (c.c.) korkusudur. Bu korku olmadan laftan ibaret olan
kıymetli sözler, hakimane kelâmlar, çalımlar doğrusu hiç
para etmez. Hele biraz da edebiyat, fesahat ve belağat sahibi ise, Allah (c.c.) korkusu olmadıkça bunlar başına adeta
belâdır. Hikmet sahibi ararken aldanma da, Allah (c.c.)’dan
korkanı ara. İstediğin hikmet yoksa da. Onun Hakk korkusu sana da yeter, bana da. Üçüncü emir de, büyüklerle
oturmak. Bunda da çok hikmetler vardır. Onların, hallerinden, sözlerinden edep ve terbiyelerinden, ilim, hüner ve sanatlarından ticaret gibi bilginlerinden, şecaat, semahat, cömertlik ve temiz ahlâklarından ayrıca istifade edildiği gibi,
“El bereketü ma ekâbiriküm” fermanına da uyulmuş ve
bereketler hâsıl olmuş olur. Sonra, küçük kimselerle düşüp
kalkmak da insanı düşürür ve küçültür. Hâlbuki bize lâzım
olan terakkidir.
Lokman Hekim’in: “Ben, edebî, edepsizlerden öğrendim”
deyişi müstesnadır. O söz, O’na göredir. irfan sahiplerine göredir. Bize düşen, Efendimiz (s.a.v.)’in emrine uymaktır. Vessalatü Vesselamü Âlâ Seyyidenâ Muhammedin ve Alihi ve Sahbihi Ecmain.
īƆ Ĩƈ óĻìƆ Ěƅ îÓƈ ĀƆ īŽ Ĩƈ ßĺ
ïƈ éƆ ĤŽ ÓĘƆ ħƈ ĥŽ đƈ ĤŽ Ò Õƈ ĥƆ Ĉ
ĵĘƈ ÒijĐƇ ƈòÓøƆ
Ɔ
Ƈ
ƄŽ
Ùƅ ąƪ Ęƈ IJƆ Õƅ İƆ ðƆ īŽ Ĩƈ ÓıƆ ĻĥƆ ĐƆ ÓĨƆ IJƆ ÓĻĬŽ ïĤÒ
Ɔ ƫ
Ž
“İlim talebinde müsabaka ediniz. Acele ediniz. Muhbir-i
sâdık'tan bir hadis bellemek, dünya ve dünya içindeki bütün altın ve gümüşlerden hayırlıdır.”
Mehmed Zahid Kotku
Cenabı Peygamber (s.a.v.) Hz. ümmetine olan merhametinden bu dar-ı dünyada çalışılıp, kazanılacak şeyi bize en güzel bir şekilde öğretmiş bulunmaktadır. İlmin dalları, şubeleri
pek çok olduğu malumdur. Bunların hangisi olursa olsun, beşeriyet için ilim lâzımdır. İlim, sıfat-ı ilahiyedir. Hiç birisi yabana atılmaz. Fakat en mühimi ilmi şer’idir. Din bilgisi, gerek
akaide ve gerek ibadete ve gerekse nikâh ve muamelata dair
olan meseleleri iyi ve güzelce belleyip, helâl ve haramdan ve
günahlardan da son derece sakınıp bildiklerini bilmeyenlere
öğretmek suretiyle ilim talebinde bulunmayı ve ilmi hergün
artırmağa çalışmayı tavsiye buyurmaktadır.
Rızkını temin etmek ve el kapılarına muhtaç olmamak
için kendi ve çocuklarının hatta muhtaç iseler, ana ve babasının rızklarını temin için dünya bilgisine ve sanat veya ticarete çalışmak, üzerimize hem borç ve hem de farzdır. Bu
muvakkat dünyanın hayatını rahatlıkla geçirmek için çalışmak farz olursa, ebediyet âlemi olan ahiretimiz için şeriat ilmini bilmek ve öğrenmek de farz-ı ayındır.
Bahusus muhtaç olduğumuz akidelerimize ve ibadete müteallik meseleleri ve bilhassa ticarete ait meseleleri öğrenmek
farz-ı ayındır, kılacağı namazı, tutacağı orucu ve yapacağı hac
meselelerini ve hatta zekâtını nasıl ayırıp ve kimlere vereceğini
öğrenmek şarttır. Zira zekât da bir ibadet-i maliyedir.
Gelişi güzel, şuna ve buna vermek caiz değildir. Sonra,
emekler boşa gider. Bunu bilmediğinizden dolayı özür olarak kabul olunmaz. Onun için, vaktinde bunları iyi öğren. Sonra hem pişman olursun ve hem de telafisi mümkün olmaz. Vakıa, ölünceye kadar ilmi talep borçtur. Ama
yaşlandıktan sonra kafalar işlemez hale gelir. Okudu-
179
Cennet Yolları
180
ğunu unutur. Duyduğunu da unutur. Onun için gençlik
bir nimettir. Bu fırsatı kaçırma. Evvelâ, öğreneceğin bilgi
Kur’an-ı Kerim, olsun.
Sakın sen O’nu okuyup da yoldan çıkanlara bakıp da,
aldanma. Onu öğrenirken dünyalık bir menfaat bekleme.
Memuriyet ve mevki sahibi olmaya özenme. Onu, Hakk rızası için öğren. Ve O’nunla amel et. Hakk rızası için de öğretici ol. Eğer dünya menfaatlerine aldanıp da, dini bilgilerini bunun için yaparsan, vebalin, günahın, kabahatin o
kadar çok olur.
Bu hususta, İmam Gazâli’nin ilim bahsini çok dikkatli
oku: Peygamberimiz (s.a.v.)’in “Ettalebü’l-İlmü farîzatün alâ
külli Müslimin” emrine dikkat ile “ilmi talep, her Müslüman kişinin üzerine farzdır” dediği halde, dün de ve bugün de bu ilme çalışan kaç kişi bulabiliriz? Biraz evvel yazıldığı gibi, dünyalığı temin için okunan ve okutulan ilimden
matlup fayda hâsıl olamaz, vesselam.
Baksan, “Bir âlimin yatağında dayanarak bir saat ilme
bakması, âbidin 70 senelik ibadetinden hayırlıdır.”
Peygamberimiz (s.a.v.)’in şu buyruğu karşısında bizim
halimiz, ağlanacak durumdadır. Fânî dünya için nasıl gecemizi, gündüzümüze katarak çalışıyoruz da, dinimize gelince
bir Kur’an okumasını bile beceremiyoruz biraz okursak onu
da ağzına, burnuna bulaştırırız. Çünkü bunlar hep gençlik
ve daha doğrusu çocukluk devresinde elde edilir. Kart ağaç,
eğilmez, dedikleri ne kadar doğrudur.
Bak bir tane daha yazayım:
ƈ Ʃ ģĻƈ
ƈ
ƈ
Ùƃ åƪ èƆ īĻ
ƈ ×øƆ ĵĘƈ ÙƄ ĐÓ
Ɔ øƆ
Ɔ ùĩŽ ìƆ īŽ Ĩ óƄ ĻŽ ìƆ ųÒ
Mehmed Zahid Kotku
Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdu ki: “Bir saat fisebilillah
düşmanlara kelimetullah, duyurulması için muharebe, elli
hacdan hayırlıdır” dövüşme muharebedir. Fakat muharebelerin en kuvvetlisi ilimle olan muharebedir. Çünkü bugünün, yarının muharebesi olan toplar, bombalar vesair harp malzemeleri
hep bulundukları mahalli etkiler. Daha uzağa gidemez. Sahası
dardır. Hele süngünün sahası pek mahduttur. Fakat ilim öyle
mi ya! O eserleriyle, mecmualarıyla dünyanın dört bir tarafına
kadar gider. Birçok süngülerle zaptolunan yerlerin, bilahare düşmana terk edildiği görülmektedir. İşte, Rumeli, Bulgaristan ve
Romanya, Kırım, Kafkasya, Irak, Suriye, Kuveyt, Katar, Libya,
Lübnan, Suudi Arabistan, Mısır, Yemen, Fas, Sudan, Cezayir’i
ecdadımız nasıl elde etmişler? Biz de nasıl terk etmişiz?
En büyük kabahat, ilmimizin yetmeyişidir. Bu kadar İslam
devleti neden bu fırsatı kaçırdılar? Taaccüp olunacak şey!
Yine buyruluyor ki: “İki saat vardır ki, o saatlerde sema
kapıları açılır. O anda çok nadir olur ki, dua kabul olmasın. Her halde duaların kabul olunacağı vakitler: birisi namaza durulduğu zaman, birisi de düşmanla döğüşmek için, fisebilillah muharebede bulunulduğu zaman.”
Bu Allah (c.c.) yolundaki her çalışmayı câmidir.
Allah rızası için ilimlerin tahsilinde, medreseler, mektep,
câmiler yollar, sular, barajlar, toplar, tüfekler, tayyareler ve bütün malzemeler hep Allah (c.c.) için olunca, hiçbir farkı kalmaz. Hepsinden aynı sevap alınır. Maksat, yapılan şeyin Allah (c.c.) rızası için yapılması şarttır. Yoksa dünya menfaatleri
için yapılan şeyler ne kadar çok da olsa bir fındık kabuğunu
doldurmaz. Hiçbir şey alamaz. Onun için yapılan her şeyin
mutlaka Allah (c.c.) için yapılması lâzımdır.
181
Cennet Yolları
182
Bakınız, ahir zamanda, benim ümmetimden bir kavim gelecektir ki, mescitlerini süslerler, lakin kalplerini tahrip ederler. Onlardan bazıları esvabının temiz olmasına dikkat ve riayet etmez. Dünyası iyi oldukça, dünya muhabbeti
kendisini istila ettiği için dinindeki kusurlarını göremez, onları düzeltmeye çalışamaz. Bu da bizim için büyük bir derttir. Üstümüze başımıza çok dikkat ederiz. Meselâ; esvaplarımız ütülü olsun. Fotinlerimiz boyalı olsun. Kravatımız şöyle
olsun, gömlek böyle olsun. Azıcık kirli olursa derhal değiştiririz. Kirli gezmek adeta ölümdür. Sabah namazına kalkamamamızın sebebi ise günahlarımızn çokluğundandır, bu
yüzden onlardan kurtulmaya çalışmayız. Allah (c.c.) muinimiz olsun. Âmin.
İlim öğrenmek isteyenlere hürmet etmek ve
yardımcı olmak
ħıƇ ĤƆ ÒijƇĤijĝƇ ĘƆ ħİij
ĩÝĺÒò ÒðÓƈ Ę ħĥđƈ ĤÒ Īij×ĥĉĺ ĦÒijĜÒ ħġĻÜƈ ÉŽ Ļø
Ž
Ž Ƈ Ƈ Ƈ ŽƆ Ɔ Ɔ Ɔ Ɔ Ž Ž Ɔ ƇƇ Ž Ɔ Ƅ Ɔ ŽƆ Ž Ƈ Ɔ Ɔ
ƈ Ģij
ƈ øò Ùƈ ĻĀƈ ijƈÖ Ó×èóĨ
ħİij
ÝĘÒIJ ųÒ
Ƈ Ɔ ƪ Ɔ ƃƆ ŽƆ
Ž Ƈ ƇŽƆ Ɔ Ʃ
Yakın zamanda ilim talep eden bir kavim gelecektir.
Siz onları gördüğünüz zaman onlara Resulüllahın vasiyeti üzerine “Merhaba” deyiniz. Ve onlara ilim öğretiniz.
Onları razı ediniz. İki cihan Peygamberi (s.a.v.), ilim talep
eden, mümtaz ve bahtiyar kişilere yapılması lâzım gelen ikram ve izzetin gösterilmesini onların razı edebilecek bir şekilde karşılanmalarını tavsiye ile en basit bir “Merhaba” kelimesini bizlere öğretiyorlar.
“Merhaba” Hepimizin en çok sevdiği bir sözdür. Hele
köylülerimiz bunu muhakkak bir misafire karşı borç bilirler.
Mehmed Zahid Kotku
Hemen herkes, “Merhaba” der. Bunun mânâsını da bilmeyiz.
Fakat an’ane olarak adet haline gelmiştir. Biz de, “Hoş geldiniz. Buyurunuz. Rahat olunuz. Sıkılmayınız. Size burada ağırlık verecek bir şey olmaz. Geniş gönülle rahat olun ve kat’iyyen
sizin için korkacak bir şey olmaz” gibi bir çok mânâları ihtiva
eder. Yani, gelen kimseyi hoşnut etmek ve onun rahatını ve
huzurunu ve istirahatını kalp ve gönül rahatlığını temin için
vaaz olunan bir kelimedir.
Bundan maksat; gelen, ilim talebinde bulunan kimseye
her türlü huzuru, rahatlığı temindir. Yoksa kuru bir laf, hiçbir mânâ ifade etmez. Onu karşılayınız. Yiyeceğini ve yatacağını mektep medresesini temin ediniz de, onun, sahib-i
ilim bir zat olmasına, say ü gayret ediniz. Zira bütün saadet
ve selamet ilimle, kaimdir. Her ilim lâzımdır. Fakat herkese
değil. Meselâ; askerlik, doktorluk ve mühendislik, idarecilik
vesair ilimler birer zümrede bulundu mu, kâfi, kadro nisbetinde. Fakat dinî mevzuata gelince her mümin kadın ve erkek herkese dinin esaslarını, farzlarını, vâciplerini, sünnetlerini, müstehap ve mubahlarını, haram, mekruh ve müfsit
olanları bilmesi şarttır.
Ticarette, nikâhtaki kaideleri bilmek şarttır. Bilmezsen süt
kardeşin ile belki Allah (c.c.) esirgesin, kendi kardeşin ile de
evlenmeğe kalkarsın. Çünkü bilmiyorsun. Sonunda haramları haram olarak kabul etmek mecburiyetindeyiz. Çünkü harama helâldir dersek, Müslümanlıktan çıkmış oluruz. Haramı
haram olduğunu bilerek işlemek başka, haramı helâldir diye
işlemek başka. Haramı haramdır diye işleyen, günah işlemiş
olur. Tövbe ederse inşallah affolunması ümit olunur. Fakat
haramı helâldir diye işlerse, bu sefer dinden, imandan, Müslümanlıktan çıkmış olur. Bu sebepten naşidir ki, her müslü-
183
Cennet Yolları
184
manın dinini, kitabını iyice okuyup öğrenmesi ve çocuklarına da böylece öğretmesi lâzımdır.
Meselâ: Bir kadın kimlerden kaçması, sakınması ve örtünmesi lâzımdır? Kimlerden kaçmaması lâzımdır? Ama sen
şimdi bunun sırası mı, dersin. Bak, herkes nasıl serbest yaşıyor. Kaçan yok. Sakınan yok. Bize onlar lâzım değil. Biz Müslümanlıktan bahsediyoruz, ve bize müslümanlık lâzım. Bir
müslüman kadın kimlerle evlenebilir? Kimlerle evlenemez?
Bir kere müslüman kadın, hıristiyan kadına vücudunun
mahrem yerlerini göstermez olduğu gibi, bir hıristiyan erkekle
de katiyen evlenemez. Ölüme razı olur da, hıristiyan bir erkekle evlenmez. Sonra, Türk olup da dinsiz ve kızılbaşlarla
da evlenemez. Nikâh kat’iyyen sahih olmaz; nikâhsız yaşarlar. Kocaları kendilerini boşadıkları halde, kanun beni boşamadı diye artık o kocaya görünemez. Bir arada yaşayamazlar. Birbirlerine haramdırlar.
Erkeklerimiz, hıristiyan kadınlarını alıp geliyor ya; biz de
onlara varabiliriz, demek küfürdür. Hıristiyan kadınları ekseriyetle müslüman olup evleniyorlar. Müslüman olmasalar
bile, kitabî oldukları için erkeklerimiz onları alırlar. Ama biz
onlara kızlarımız, kadınlarımızı veremeyiz. Çünkü onlar bizim Peygamberimiz (s.a.v.)’e ve kitabımıza iman etmedikleri
için nikâh sahih olmaz.
Binaenaleyh, her kim olursa olsun dinimize, kitabımıza
ve Peygamberimiz (s.a.v.)’e iman etmedikçe, onlarla müslüman kadınlarının evlenmesi caiz olmaz. Bu sebepten, her
müslüman’ın ilmihalini güzelce öğrenebilmesi için, dünyayı
gezip dolaşıp, erbabını bulup öğrenmesi gerektir. Çünkü beşikten mezara kadar okuyup, ilmimizi her gün arttırmak zo-
Mehmed Zahid Kotku
rundayız. Burada bize öğretici bulamazsan, muhtaç olduğumuz bilgiyi öğrenmek için, icab ederse, Çin’e kadar da gitmek
gerektir ki, cahil olarak yaşamak ve cahil olarak ölmek kadar
acı bir şey yoktur. Milyonlar, servetler, mal ve mülk, bizim
karnımızı kat’iyyen doyurmaz. Sen, mal mülk lâzım değil
mi dersen, evvela ilmin sahibi ol, diğeri arkandan koşa koşa
gelir. Mal mülk gelir. Süleyman (Aleyhisselam) gibi. O ilim
istedi. Allah Teâlâ O’na aynı zamanda mal ve mülkü ihsan
etti. Elbette sana da, ihsan edeceğinde şüphe yoktur, vesselam. Bunu iyi bil ey aziz. İlim kadr ve kıymet demektir. İlmin yoksa hiçbir kadr-u kıymetin yoktur.
İlimde asl olan kalb ve yakın ilimdir.
ƈ Ʃ Ö ÒIJðƇ ijđÜƆ IJ ÓđĘÓƈ ĬƆ ÓĩĥŽ Đƈ ųÒ
ďƇ ęƆ ĭŽ ĺƆ Ɔź ħƅ ĥŽ Đƈ īŽ Ĩƈ ųÓƈ
ƪƆ Ɔ ƃ
ƃ Ɔ Ʃ ÒijĥƇ øƆ
“Allah Teala’dan isteyeceğimiz şeylerin başında, ilmi
nafi; talep ediniz yani faydasının umuma ve hem dünya
ve hem de ahirete müteallik olması lâzım olduğundan,
sizler Cenâb-ı Hakk’dan ilim istediğiniz zaman, ilmin
faydalı olanını isteyiniz.” Bir çok ilimler vardır ki, insanın
ömrünü zayi eder de, ele bir faydası geçmez. Karnı da doymaz. Ahiretine de hiç faydası olmadığı gibi belki büyük zararları da vardır.
İmam Gazâli’nin ihyasında bu faydasız ilimleri güzelce
sıralamıştır. Bundanlar birisi de felsefe ilmidir ki, hiçbir faydası yoktur dersek, doğrudur. Fikirlerin bozulması ayrıca bir
zarardır.
Hele maymundan olma bahsi ise, çok acı. Hiç insan maymundan olur mu? Akıl var. Maksatları Allah (c.c.)’ı inkârdır.
185
Cennet Yolları
186
O dünyanın hadis olmadığını iddia eden budalalar gibi.
Çünkü hadis derse, bir muhdise muhtaç olduğunu ve nihayet Allah (c.c.)’ı kabul etme durumunda kalacak. Öyle ise,
en iyisi toptan inkâr diye kolaylarına gelmiş ve Allah (c.c.)’ı
kabul etmemekte ısrar etmişlerdir ki, bu sırf inatlarından dolayıdır. Bu mezhebin adı da İnadiye, yani İnatçılar mezhebidir. Tam kâfirler. Allah (c.c.), şerlerinden muhafaza buyursun, onlara da insaf versin.
İnsan, kâinata ve ondaki intizama ve bir de kendisine bakar da bunları söylemeğe utanır. Bu gün o Allah (c.c.)’ın verdiği bir parçacık ilim ve akıl ile ne harikalar yapılmış ve yapılabileceği artık hepimizin gözlerimizin önündedir.
Bunları görmeyip de Halik’ı inkâra kalkanlara, akılsız gözüyle bakmaktan başka bir diyeceğimiz yoktur.
Binaenaleyh, Cenab-ı Hakk, cümlemize dünya ve ahirette faydalı ilimler nasip eylesin. Dünya ilimlerine nasıl muhtaç isek, ahiret, din, şeriat ilimlerini bilmek, öğretmek ve öğrenmek zorundayız.
İstenilen şeylerden birisi de afv ve afiyettir. Afv, günahlarının affını ve mahfını istemektir. Afiyet de; dünyada ve
ahirette her türlü emraz, belâ ve felâketlerden tehlikelerden
selâmet istemektir. Bunun yanında bir de Allah Teâlâ’dan yakin isteyiniz, buyurmuştur.
Yakin üç kısımdır;
1- İlmel yakin.
2- Aynel yakin.
3- Hakkel yakin.
Bunlardan İlmelyakin: İlim ile yakinen bilmektir.
Aynel yakin ise: Bildiğimizi bir de görerek bilmektir.
Mehmed Zahid Kotku
Hakkelyakin ise; Peygamberimiz (s.a.v.) ile evliyalara mahsustur ki, bildiğini, gördüğünü Hakkelyakin bilmektir. Yani,
tadarak bilmektir. Ufak bir misâl: Baklavanın nasıl yapıldığını öğrenseniz, buna ilmel yakin derler. Fırından çıkmış, tatlısı dökülmüş tepside güzelce kızarmış ve kesilmiş olarak görseniz, buna görerek bilmek, aynel yakin derler. Bir de bunu
yerseniz, o zaman tamamiyle anlamış olursunuz.
Binaenaleyh, eşyanın varlığı Hakk’ın varlığına ve birliğine
alamettir, gördüğümüz bir izden o izin sahibini bulabiliriz.
Mesela: Kedi izi, köpek izi, insan izi, at izi görülünce,
buradan insan geçmiş, at geçmiş veya kedi geçmiş diye istidlal ediyoruz da, kezalik bunun gibi gökyüzünü görüp de
sahibini görmemek, tam körlüktür. Gözünün olması hiç de
para etmez. Çünkü o göz, hayvanlarda da var.
“Bir göz ki, ibret olmaya nazarında, ol düşmanıdır
sahibinin baş üzerinde.” Mısraını unutma.
Allah Teâlâ’nın fazlından bütün muhtaç olduğunuz her
şeyi isteyiniz. Çünkü Allah (c.c.), kendisinden istenilmesini
sever. Nafile ibadetlerin efdali de, sıkıntılardan, gam ve kederden kurtulmayı beklemektir. Buna, sabır derler. Sevabı
da pek çoktur. Ölçüsüz ve hesapsızdır. Her zaman hava, bulutlu olmaz. Elbette açıldığı gün olacaktır. Gün doğmadan,
neler doğar.
Bundan sonra da, Allah (c.c.)’a, faydasız ilimden sakınınız. Çünkü size verilen ömür muvakkattır. Bunun kıymetine baha biçmek mümkün değildir. O, baha biçilmez cevher
ömrü, boş faydasız yerlere harcayıp zayi etmek kadar cahillik
ve çocukluk olmaz. Onlardan birisi de kahvelerde, gazinolarda, oyun peşinde, top peşinde, güreş peşinde ve buna ben-
187
Cennet Yolları
188
zer radyo ve televizyonda faydasız şeyleri seyretmek suretiyle,
ömrünü zayi etmek, çok büyük telafisi mümkün olmayan zayiattır ki, bundan daha fena cahillik olmaz. Çünkü biraz paranızı kaybetseniz, kim bilir ne kadar acınırsınız? Hâlbuki telafisi mümkündür. Fakat ömür, su gibi akar gider, bir daha ele
geçmez. Onun için, ey aziz ve muhterem kardeş, ömrünün
kıymetini bil de, onunla Cenâb-ı Hakk’ın rızasını kazanmağa
çalış. Sonraki pişmanlık, elbette ki fayda vermez.
Kötü ahlaktan son derece sakın, ve iyi bil ki, kötü ahlâk
kazandığın hayırlı amelleri ifsad eder. Sirkenin balı ifsad ettiği gibi.
İnsanların kemale ulaşmaları, hep güzel ahlâkları sayesindedir. Onları, ahlâk kitaplarından oku ve öğren. Kur’an okumasını bilmeyen, namazı sahih olacak kadar ezberlemeyen,
abdestin, namazın, orucun, zekâtın ve haccın farzlarını, teyemmümün farzlarını, vâcib ve sünnetlerini ve imanın şartlarını bilmeyen insan nasıl insan olur, bilmem
İlim ve kıyamet
ƈ ĭĤÒ ĵĥƆ Đ ĵÜƈ ÉŽ Ļø
ėƆ ĤŽ ƆÒ ħıƇ ĭŽ Ĩƈ ïƈ åƈ ùŽ ĩƆ ĤŽ Ò ĵĘƈ ĵĥžƈ āƆ Ƈĺ ĪƄ ÓĨƆ ôƆ öÓ
ƪ
Ɔ
Ž
ƆƆ
īƄ Ĩƈ ËŽ ĨƇ ħ ƈıĻĘƈ ĪƇ ijġƇ ĺƆ Ɔź ØƄ îÓ
Ɔ ĺƆ ƈôIJƆ ģƅ äƇ òƆ
Ž
“Yakın zamanda, insanların üzerine öyle zaman gelir
ki, bir mescide onlardan binden daha ziyade kimse bulunur da, içlerinde bir Mümin bulunmaz.”
Buradaki Mümin tabiri, umumi olup kâmil, olgun Mümin bulunmaz, mânasına gelmektedir.
Mehmed Zahid Kotku
Bu hâdisi şerif de bize gösteriyor ki gafil insanlar din ilmine rağbet etmeyip, dünya ilimlerine ve dünya menfaatlerine, memuriyetlere nail olabilmeğe çalışacaklardır. İlmi şer’i
ve dinî ilimler bilinmedikçe de halk câhil kalır. Kıldığı namazın sıhhat ve fesadını bilemez hale gelir. Günahları da bilmezler. İmana zarar veren şeyleri farkında olmadan işlerler. Yalnız,
adları müslüman olarak kalır. Binaenaleyh, her müslümana
lâzım olan: akaidi diniyesini evvela güzelce öğrenip, sonra da
müslümanlığa ait mesaili diniyesini de güzelce öğrenmeğe ve
sonra da başka müslümanlara öğretmeğe çalışmalıdır.
Çünkü, dünya da, din de, ahiret de hep ilimle kaimdir.
Dünya ilimleri olmasa, dünya muattal olur. Herkes zahmet,
meşekkat ve felâketler içinde kıvranır. Hastalıklar, yeme içme
sıkıntısı, giyinme, ev yapma, barınma hep ilme muhtaçtır. Medeniyetin bu günkü tekniği hep ilmin gelişmesi sayesindedir.
Bunu nasıl inkâra gücümüz yetmezse, ahiretin bitmez ve tükenmez sonsuz nimetlerine mazhariyette dininin, kitabının
ve şeriatın emrettiklerini bilmek ve yapmağa matuftur.
İşte, dinini bilmeyen insanlar câmiye dolarlar amma,
içlerinden işe yarar bir kimse bulunmaz. Çünkü cahilin
kıymeti yoktur. Okuduğunu doğru okuyamaz. Faizden
kaçmaz. Kumar, zina ve içki artık onda Müslümanlık mı
bırakır? Sonra çalışıp ekmek parası kazanmak zor gelir. Bugün ise, okuyup bir memur olur, maaş alır, rahat ederim zihniyeti daha galip. Tüccarlar da kazanırken helâl haram demez satıp para kazanacağım, der. Fahiş fiyatla satmak, hile
yapmak, pahalı satmak, malın içine yabancı şeyler karıştırmak… Neler ve neler… Şüphesiz bunlar insanların kanlarında bozukluk yapar. Hem çok hasta olurlar. Hem de rahat ve huzur görmezler.
189
Cennet Yolları
190
Bütün bunların yegâne çaresi, okumak, okumak… okuduklarıyla da amel etmektir. Amelsiz bilgi, meyvesiz ağaca
benzer. Biliyorsunuz ki, Kur’an-ı Kerimin ilk ayeti de okumakla başlamıştır. Okuyup bir kişinin hidayetine sebep olmak, ne büyük devlettir? Bu hadisi şerif, hepimiz için büyük bir dersi ibrettir. Bir mescitte binden fazla namaz kılan
var da, içlerinde kâmil, olgun bir Müminin bulunmaması ne
kadar acıdır. Allah’u âlem, dünya menfaatleri ve sevgisi içlerimizi istila ettiğinden, kemalden, yakınden, ihlâstan, sevgiden,
aşktan, havf-ı haşyetten âri olan namaz o kadardır.
Müslümanda aranılan hususlar ise dünya sevgisi ile bir
arada barışmaz, yaşamaz, nuru İlahi de gönüllere inmez. O
gönül ki cife-i dünya ile dolu ola. Cenab-ı Hakk, cümlemizi
fazlı keremi ile sevdiği ve razı olduğu kâmil ve olgun Müminlerden eylesin. Âmin…
Bi hürmeti seyyidelmürselin. Salavatullahu vesselâmu aleyhim ecmain.
ƈ ƈ
ƈ ĭƆ øƆźÒŽ ÞÒ
ƈ ĨõĤÒ
ÅÓƇ ıƆ ęƆ øƇ ĪÓ
Ƈ ïƆ èŽ ÒƆ ĦƄ ijŽ ĜƆ ĪÓ
Ɔ ƪ ƈóìÒſ ĵĘ âƇ óƇ íŽ ĻƆ øƆ
Ž
ĤijĝƇ ĺƆ Ħƈ ƆŻèŽ ƆźÒŽ
ĪƆ Òſ óĝƇ ĤŽ Ò ĪƆ ÊƇ óĝŽ ĺƆ Ùƈ ĺƪ ƈó×ĤŽ Ò ƈóĻìƆ Ģƈ ijŽ ĜƆ īŽ Ĩƈ Īij
Ƈ
Ɔ
Ɔ
Ž
Ž
Ɔ
ƈ ĭƆ èƆ ôƇ IJÓƆ åƆ ÝƆ ĺƆź
ĚƇ óĩŽ ĺƆ ÓĩƆ ĠƆ īĺ
ƈ ïĤÒ
Ɔ ĜƇ óƇ ĩŽ ĺƆ ħŽ İƇ óƆ äÓ
žƈ īƆ Ĩƈ Īij
Ɔ
Ƈ
ĥÝĜÓĘ ħİijĩÝĻĝƈ Ĥ ÒðÓƈ Ę Ùƈ ĻĨƈ óĤÒ īĨƈ ħıùĤÒ
ĵĘƈ Īƪ Óƈ ĘƆ ħİij
ŽƇ ƇƇŽ Ɔ ŽƇ ƇƇ Ɔ Ɔ Ɔ ƪ ƪ Ɔ Ƈ Ž ƪ
ƈ Ʃ ïƆ ĭĐƈ ħıĥƆ ÝĜƆ īĩĤƈ ÒóäƆÒ ħ ƈıĥƈ ÝĜƆ
Ùƈ ĩƆ Ļĝƈ ĤŽ Ò ĦƆ ijŽ ĺƆ ųÒ
Ž ŽƇ Ɔ Ž Ɔ ƃ Ž Ž Ž
ſ
Mehmed Zahid Kotku
“Ahir zamanda bir kavim (yakında) çıkar ki, yaşları
genç, akılları hafif olacak. Sözleri ise, halkın en iyi sözlüsü
olacak. Kur’an okurlar. Ama gırtlaklarını geçmez. Onlar
dinden çıkarlar. Ava, hedefe atılan okun, hedefi veya avı
delip öteye geçmesi gibi, siz onlara mülaki olduğunuzda
onları öldürünüz. Çünkü onların katlinde Allah (c.c.) indinde sizler için ecir vardır.”
Abdürrezzak’ın, Buhari’nin, Müslim’in, Davud’un,
Nesaî’nin Hazreti Ali (Kerremallahü veche)’den naklettikleri
şu hadisi şerif bizlere ne büyük bir ibret levhasıdır. Gençler,
akıllarıda noksan olduğundan hayrı, şerri, kârı, zararı bilmeden mallarını israf ederler. Hakk Teâlâ hazretleri bunlar hakkından “Bu gibi sefihlere mallarınızı vermeyiniz.” buyurmuştur. Bunda, nâşî sefinin kendi malı ve parası bile olsa,
mahkemeye müracaat edilip de, bu sefih diye ispat edilirse,
mahkeme onun kendi parasını bile kendisine veremez. Ona
bir vasi tayin edip de, ancak malından ihtiyacı kadar verilerek, malının zayi olmasından kurtarılır.
İşte, bu gibi sefih kimselerin akılları tam değildir. Yalnız
halkın cehlinden ve saflığından istifade ederek kürsülere çıkarlar ve “mahlûkatın hayırlısı ahir zaman Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) Hazretleri şöyle diyordu, böyle diyordu diyerek vaaz vermeğe ve nasihat etmeğe kalkarlar.”
Malumdur ki, bütün Peygamberler ve İsa (Aleyhisselam)
da dahil hep kırk yaşından sonra Peygamber olmuşlardır.
Çünkü insanın aklı 25 yaşına kadar büyümekte ve 40 yaşına
kadar da tecrübeleriyle tekemmül etmektedir. O bahtiyar, seçilmiş zevatı muhtereme, bu kanuna tabi olarak, 40 yaşlarından sonra peygamberlik unvanına mazhar olunca, bizim gibi
âciz kullar her halde daha çok temkimli olup genç yaşlarında
191
Cennet Yolları
192
âyet ve hadislerden bahsederek, öğrendiği birkaç kelime ile
o mukaddes makamları işgale cesaretleri doğrusu şayanı taaccüptür. Orada yapacağı birkaç edebiyatla halkı memnun
edebileceğini düşünenlerin, bu ve buna benzer birçok hadislerden ders almaları çok yerinde olur.
Bu yüzdendir ki, senelerce kürsülerimizi işgal eden bu
gibi zavallılar, hep yıkıma sebep olmuşlardır… Çünkü söyledikleri sözlerle, evvelâ kendileri âmil olmadıklarından, halkın istifadesi için yaptıkları vaaz ve nasihat böylece kısır kalır.
Bazen böyle edebiyatçıların, etrafına toplanan büyük kalabalıkların yanlış yollara da sürüklendikleri görüle gelen hadiselerdendir.
Bakınız… Böylece bunların iç yüzlerini Peygamberimiz
(s.a.v.) ne güzel açıklamıştır: Bunlar Kur’an-ı Azimüşşan’ı
okurlar. Hem de güzel sesleri ve makamları ile halkı mest
ederler. O derecede okurlar. Hatta ağlayanlar bile olur. Fakat bunların maksatları, Allah (c.c.) rızası olmayıp dünyalıklarını temin için okuduklarından veya vaaz ve nasihatleri de bu kabilden olduğu sebebiyle ne sevap alabilirler
ve ne de halka müessir olurlar… Yalnız ve yalnız, herkes
bir maşallah, der ve bir de hediye ikram eder. O da gayesine erişmiş olduğunu zannederek daha fazla gayretle
çalışmalarına devam eder. Fakat dikkat buyurunuz ki, Peygamberimiz (s.a.v.) bunları bize nasıl teşhir etmektedir.
İşte, bu okudukları ve söyledikleri onların gırtlaklarından aşağı geçmediğini yâni gönülden değil, belki yalnız ağızlarından öğretilen sözleri tekrarlayıp, ne demek
istediğini bilmeyen bir papağan kuşu gibi şuursuz bir
kimseye benzediklerini açıklıyor. İyi amma bak, alt tarafı
Mehmed Zahid Kotku
ne kadar acıdır. Bunlar, bu okumaları ve nasihatleri dolayısı
ile çok mükâfat almaları ve yüksek derecelere ve velilik makamlarına erişmeleri lâzım gelirken, maalesef çok acı ve hayret vericidir ki, dinden çıktıklarını belirtiyor, hem de “ava atılan okun avı, delip öte yandan çıktığı gibi, bunlar da böylece
dinden çıkarlar.” tabirini kullanıyor.
Bu kadarla da kalmıyor… Bir de bunların akidelerinin
bozukluğundan naşi, cemaati İslâmiyeye yapacakları derin
yaraların, sonraları tamir ve ıslahı da çok güç olacağından,
bu gibi fasit akidelere sahip olan ehl-i sünnet dışı kimselerin katlinde, katleden için ecri mükâfat, cennet vardır, diyor.
Çünkü bir vücut kangren olursa, vücudun selâmeti için, o
azanın kesilmesi yoluna gidilir. “Kısasta hayat vardır,” diye
buyrulmuştur ya… Böyle habislerin katli ile milleti İslâmiyye
onların şerlerinden kurtulur. Yavuz Sultan Selim, 30.000 kızılbaşın başını keserken her halde bu hadislerden fetva almış
olacak. Bu hadiste ise, kızılbaşlıktan falan bahsedilmiyor. Yalnız okuyan ve konuşan kimsenin her halde ihlâslı olmadığı
gibi, inancı da sağlam olmadığından, katline kadar gidilmiş.
Şeriat istemeyiz diye bağıranların kulakları çınlasın. Kur’an
okuyanlar böyle olursa, dinini bilmeyen ve dinsizleri destekleyenlerin hali nasıl olacaktır?
Büyük günahlara bile şefaatçi olduğunu ilân eden, ümmetine çok rahim, şefik ve merhametli bir Peygamber (s.a.v.),
Kur’an okumasını bilen, fakat her halde içi inançsız bulunan
bu gibi kimselerin ümmetine zararının dehşetinden korkarak bunların, katline kadar ferman vermiştir. Hâlbuki birçok münafıklar vardır ki, bunların katlini emretmemiştir
de, bu okuyucuların katlini ve katledene de mükâfat vereceğini söylemesi hepimizi korkutmaktadır. Çünkü İslâm di-
193
Cennet Yolları
194
nine en çok zarar, bu sapık inançlara kapılan bedbahtlar yüzünden gelmiştir.
Hâlbuki ilim tahsili hakkında buyrulan hadisi şeriflerle,
bunlar hakkındaki hadisler arasında bir ayrılık yoktur. Birisi,
imanlı ihlâslı, âmil havf u haşyet sahibi ve birisi de, nefsinin
esiri, kölesi, inançsız, ihlâssız, amelsiz, hafv u haşyetten âri,
sapık itikatlı, cehennem kütüğü hem ben de Müslüman’ım
der, hem de şeriat isteyenleri tehdit eder. Gerisi size ait…
İşte hadis.
ƈ ĭĤÒ ĵĥƆ Đ ĵÜƈ ÉŽ Ļø
įƇ ĩƇ øŽ òƆ ƪ źÒƈ Īƈ Òſ óĝƇ ĤŽ Ò īƆ Ĩƈ ĵĝƈ ×ĺƆ Ɔź ĪƄ ÓĨƆ ôƆ öÓ
ƪ
Ɔ
Ž
ƆƆ
Ž
ƈ
ƈ
ƈ ĭĤÒ ïƇ đÖƆÒ ħİIJ įƈƈ Ö ĪƆ ijĩùÝĺ įĩøÒƈ ƪ źÒƈ Ħƈ ƆŻøźÒ
öÓ
ƪ ƆŽ ŽƇ Ɔ
Ž ƪ Ɔ ƆƆ Ƈ Ƈ Ž
Ž Ž īƆ Ĩ ƆźIJƆ
ƈ
ƈ ùĨƆ įƇ ĭŽ Ĩƈ
ğƆ Ĥƈ ðƆ ÅÓƇ ıƆ ĝƆ ĘƇ Ĵïſ ıƇ ĤŽ Ò īƆ Ĩƈ ÔÒ
Ƅ óƆ ìƆ ƄØóƆ ĨÓĐƆ ħŽ İƇ ïƇ äÓ
Ɔ
ƈ ĩùĤÒ ģƈ ž Čƈ ÛéÜƆ ÅÓıĝƆ ĘƇ óüƆ ĪÓ
ƈ ĨõĤÒ
Ûƈ äƆ óìƆ ħıƇ ĭŽ Ĩƈ ÅÓ
Ɔ
Ɔ
Ž
Ɔ
Ɔƪ
ƪ
Ɔ
ƫ
Ɔ Ž
ƈ
ƈ
îij
Ƈ đƇ ÜƆ ħŽ ƈıĻŽ ĤƆ ÒIJƆ ÙƇ ĭƆ ÝŽ ęĤŽ Ò
“Yakında insanların üzerine öyle bir zaman gelir ki,
Kur’an-ı Kerim’in ancak resmi, yazısı, İslâm’ın da ismi
kalır, ve bu isimle anılırlar. Hâlbuki onlar insanların
İslâm’dan en uzak olanlarıdır. Mescitleri mamur ve içleri ise, hidayetten haraptır. O zamanın fakihleri, semanın gölgesi altında bulunan fakihlerin en şerlileridir. fitne
onlardan çıkar, ve onlara döner.” Hâkim’in tarihinde Hazreti Ömer’in oğlundan, Deylemin Hazreti Muaz Radıyallahu
anhadan rivayet ettikleri bu hadis, bizlere kendimizi gösteren bir ayna gibidir. Evlerimizde Kur’anlarımız raflarda veya
Mehmed Zahid Kotku
keselerde asılı durur da okuyacak kimse bulunmaz. Herkes
dünyaya sarılmış paraların, servetlerin peşinde… Kur’anı
belki küçükken mektepte okumuş, öğrenmiş. Fakat sonraları
okumadığı için unutmuş ve bir daha okuyamaz hale gelmiştir. Tabiî, bu suretle Kur’an’ın emirlerinden ve yasaklarından
haberi olmadığı gibi, helâl ve haramını da bilmez. Veya bilir de yine irtikâp eder.
30 Mayıs 1976 günü saat 11’de radyoda, İstanbul ve
Belgrad’ın fethi, Osmanlıların fütühatı hakkında Avrupa tarihçilerin çok iyi bir dille bahsettiği görüşlerini naklederken,
Tuna üzerine 12 köprünün pek kısa bir zamanda kurulduğu,
Belgrad’ın uzun menzilli toplarla dövüldüğü ve nihayet 29
Ağustos tarihinde fethin müyesser olduğu anlatılmıştı. Bu meyanda geçtiği üzere Ezan-ı Muhammediye’nin Belgrad’da ilk
defa okunuşunun verdiği sevince askerlerin tekbirleriyle iştiraki ile, bugün müslümenız diyen bizlerin halinin mukayese
olunmasına imkân yoktur. O günkülerin imanı ile, Peygamberimiz (s.a.v.)’in, sahabe-i kiramın ve hülefâi Raşidin devrinin müslümanlarına bakınca, bizim için ancak yukarıdaki
bu hadisin uygun olduğu anlaşılıyor. Allah (c.c.) cümlemize
imanı kâmil nasip eylesin. Âmin.
Ne acayiptir ki, bunlar hep müslümanız, diye avunurlar.
Hâlbuki onlar müslümanlıktan çok çok uzaktadırlar. Çünkü
onlar Müslümanlığın hiçbir ahkâmını benimsememişlerdir ve
hatta muarızdırlar. Mirasta erkek hissesi ikidir. Razı olan pek
nadirdir. Faizden kat’iyyen korkmaz, kaçmaz ve kanaat bilmezler. Diğer günahlarda, hiç mesabesinde. Kaç-göç de kalmamıştır. Bak, dedelerimizin bıraktıkları vakıflar kimsenin
malı değildir. O vakıf, rahmetliğin malıdır. O ne dedi ise,
öyle olur. O vakıflar, ne alınır ve ne de satılır. Alan da, satan
195
Cennet Yolları
196
da hayır görmez. Ahiretteki hesabı, azabı ayrıdır. Hâlbuki ne
devirler geçmiş. Vakıf falan kalmamış.
Bak, ne kadar câmi, medrese, tekke vakıf dükkân ve araziler yağma edilircesine satılmış. Bedava, diye kapan kapana. Bir
gün gidip de burası vakıftır, günahtır, parasını verelim de burasını tamir edip, halkın namaz kılmasına yardımcı olalım gibi bir
şeyler deseniz, daha neler söyleseniz yine elinden almağa imkân
yoktur. Sözde, bu da müslüman ama ancak adı müslüman. Sen
bu câmii, medreseyi nasıl alırsın? Kendi menfaatine kullanabilmeğe cesaret ediyorsun. Hiç mi duymadın? Vakıf, alınmaz, satılmaz. Sahibi ne dedi ise, öyle kullanılır. Alıp satmaya kimsenin hakkı yoktur.
Hatta bugün en basit olan nikâh meselelerini bile, bilen
hemen hemen pek azdır. Fakat pek mühimdir. İşte, Kur’an-ı
Azimüşşan bilinmeyince onun kalıbı duvarlarda, raflarda şekli
kalır. Ancak, ölüm olunca hafızları toplar, bir hatim okutur. Ama
ne tesettür var, ne de namaz vesair ibadetler. O zaman fitneler
başlar. Istıraplar ve ihtilaflar birbirini kovalar. Artık, Cenabı
Hakk, müslümanların muini olsun demekten başka çare kalmaz.
Böyle fitne zamanlarında, insanın en çok sığınacağı şey
Allah (c.c.)’ınadır. Sonra da, Peygamberimiz (s.a.v.)’e bol bol
selâtü selâm getirmelidir. Mümkün mertebe fitnelerden uzak
kalmaya gayret etmelidir.
Vessalâtü vessalâmu âlâ seyidena Muhammedin ve alihi ve
sahbihi ecmain.
Yine bir hadis-i şerif de:
ôƇ IJÓƈ åƆ ƇĺƆź ĪƆ Òſ óĝƇ ĤŽ Ò ĪƆ ÊƇ óĝŽ ĺƆ ĦƄ ijŽ ĜƆ ĵÝƈ Ĩƪ ƇÒ īŽ Ĩƈ Ĵïƈ đŽ ÖƆ Īij
Ɔ ġƇ ĻƆ øƆ
Ž
Ɔ
ƈ īĨƈ Īijäóíĺ ħıĩĻĜƈ Żè
ħıŽ ùĤÒ
âóíĺ ÓĩĠ īĺïĤÒ
Ƈ ƪ Ƈ Ƈ Ž Ɔ ƆƆ ƈ ž Ɔ Ɔ Ƈ Ƈ Ž Ɔ ŽƇ Ɔ Ɔ Ɔ
Mehmed Zahid Kotku
ƈ ƈ īĨƈ
Ùƈ ĝƆ Ļĥƈ íƆ ĤŽ ÒIJƆ ěƈ ĥŽ íƆ ĤŽ Ò óƫ üƆ ħİƇ įĻƆ Ęƈ ĪIJ
Ɔ îij
Ƈ đƇ ĺƆ Ɔź ħƪ Ƈà ÙĻƪ ĨóĤÒ
Ž
ƪ Ɔ
ƈ
ěĻƇ ĥƈ éŽ ÝĤÒ
Ƈ ĩĻ
ƪ ħƇ İÓ
Ɔ ø
Kuran-ı Kerim’in yüce emirlerine hürmet
göstermek
“(Yakında) Benim ümmetimden bir kavim gelir.
Kur’an okurlar, boğazlarından aşağı geçmez. Dinden
çıkarlar. Okun ava isabet edip bir taraftan girip diğer
taraftan çıktığı gibi, ve bir daha dinlerine dönmezler.
Onlar, hilkat, tiynet ve cibilliyet itibariyle yaratılanların en şerirleridir. Alâmetleri de, sakal, bıyıklarının tıraşlanmalarıdır.”
Ahmed bin Hanbel hazretlerinin Müslim ile İbni Mace’nin
Ebûzer-ı Gıfârı hazretlerinin ittifakla beyan buyurdukları
bu ve bundan evvelki ve bundan sonra da, yine bunlara
müşâbih hadisi şeriflerde ümmeti Muhammed’den oldukları ve Kur’an da okudukları halde ki; bu okunan Kur’an-ı
Azimüşşandan istifade edememeleri dolayısıyla okudukları
Kur’an, hulkum denilen boğazlarından aşağı inmediği, yani
sureta okudukları anlaşılmaktadır. Okudukları ile ne amel
ederler ve ne de amel edilmesine müsaade ederler… Yani,
amel de ettirmezler.
Fikirleri bozuk, akideleri bozuk, amelleri bozuk olmakla
beraber menhiyatı işlerler. Günahlarından da korkup kaçmazlar. Bu suretle dinden de çıkarlar. Bir daha tövbe edip dine
de dönmezler. Bir taraftan, biz de müslüman’ız derler. Diğer
taraftan şeriatçılık kanunen yasaktır, derler. Biraz düşünecek
olursak, bu birbirlerini tutmayan sözlere, çocuklar bile ina-
197
Cennet Yolları
198
namazlar. Çünkü şeriat dindir. Din de şeriattır. Şeriat başka,
din başka diye bir şey yoktur. Bu iki şey ruh ile ceset gibidir.
Ruhsuz ceset, olmadığı gibi, cesetsiz ruh da olamaz. Bunlar
birbirlerini tamamlarlar. Mahlûkatın tıynet ve tabiat itibariyle en şerirleridirler. Ehli iman ve bahusus imanda tekemmül edenlerin, mahlûkatın en hayırlısı olduklarını Kur’an
bize bildirirken, mahlûkatın en şerlisinin de dinsizler olduğunu bildirmiştir. (Sure-i Beyine : 6-7. ayetler.) Bu da pek
tabiî doğrudur.
Zira bir kere mesuliyet diye bir şey taşımaz. Vurduğu vurduk, kırdığı kırdıktır. Bütün insanları kendi arzularına birer
köle gibi çalıştırmaktan lezzet alır. Bu da şer olarak yetmez
mi dersiniz? İşte, zamanın firavunları gözlerimizin önünde
daima tahayyül edilmektedir.
Bizim hürriyetimiz olmazsa, dinimiz olmazsa, dünyaya
hâkim olsak, bütün dünya bizim olsa ne fayda… Ben köle,
sen de şah. Ne güzel memleket. Bu ve buna benzer hadisler,
Şiiler ve havariç denilen tayfalar için olduğunu her ne kadar
şarihler tarafından yazılmış ise de, bu tıynette olan herkese
şamil olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Hâlbuki bugün bir de
mason derdi başımıza çıktı. Bir Müslüman, akidesindeki yanlışlık dolayısıyla İslâm’dan çıkarılırsa ve biraz evvelki hadiste
olduğu gibi katline de hükmedilir.
İslâm dininin dışında ve tam bir yahudi düzeni olan
mason cemiyetlerine giren ve onların emellerine hizmet
eden Müslümanların halleri acaba nasıl olur? Cenab-ı
Hakk, bütün ümmeti Muhammed’i hem cahillikten hem
de dünyaya köle olmaktan kurtarıp dinine, imanına, kitabına, devlete ve milletine sadık olan sevgili kullarından
eylesin. Âmin.
Mehmed Zahid Kotku
Īij
Ɔ ıƇ ĝƪ ęƆ ÝƆ ĺƆ IJƆ ĪƆ Òſ óŽ ĝƇ ĤŽ Ò ĪƆ ÊƇ óƆ ĝŽ ĺƆ ĵÝƈ Ĩƪ ƇÒ īŽ Ĩƈ Ĵïƈ đŽ ÖƆ ĦƄ ijŽ ĜƆ Īij
Ɔ ġƇ ĻƆ øƆ
ĪÓ
Ƈ ĝƇ ĻƆ ĘƆ ĪƇ ÓĉƆ ĻŽ ýĤÒ
Ɔ ĉƆ ĥŽ ùĤÒ
ƪ ħƇ ƈıĻÜƈ ÉŽ ĺƆ īĺ
žƈ ĵĘƈ
Ɔ ïĤÒ
ƫ ħƇ ÝƇ ĻŽ ÜƆ ÒƆ ijŽ ĤƆ Ģij
ĪƇ ijġƇ ĺƆ ƆźIJƆ ħġƇ ĭĺƈ ïƈƈ Ö ħİij
ĩƇ ÝƇ ĤŽ õƆ ÝƆ ĐÒ
IJƆ ħĠÓ
ĻĬŽ îƇ īŽ Ĩƈ çƆ ĥƆ ĀŽ ÓƆ ĘƆ
Ƈ
Ƈ
Ž
Ž
Ž
Ž Ɔ
ĵĭſ ÝƆ åŽ ƇĺƆź ğƆ Ĥƈ ñſ ĠƆ ĞƇ ijýĤÒ
ƫ ƪ źÒƈ îÓƈ ÝƆ ĝƆ ĤŽ Ò īƆ Ĩƈ ĵĭſ ÝƆ åŽ ƇĺƆź ÓĩƆ ĠƆ ğƆ Ĥƈ ðƆ
ÓĺÓƆ ĉƆ íƆ ĤŽ Ò ƪ źÒƈ ħ ƈıƈÖóĜƇ īŽ Ĩƈ
Ž Ž
“Yakında benim ümmetimden bir kavim, Kur’an okurlar ve dinde tefekkuh ederler. Fakih olur. Şeytan, bunlara
gelip der ki, “Eğer siz sultana gitseniz, sizin dünyanızı ıslah ederler. Siz de, dininizle onlardan uzak, ayrı olursunuz.” Hâlbuki bu hal dikenli bir yerde gezen adamın üzerine dikenler dağıldığı gibidir ve bunlar da hatalardan salim
olamazlar.
İbn-i Asakir’in İbni Abbas’tan naklettiği bu hadisi şeriften anlıyoruz ki, Müslüman’ın yalnız Kur’an okuması ve
dinde fakih olması, yani dinini güzel ve tam bilir olması kâfi
gelmemektedir. Zira insan midesinin de esiridir, yemek, giyim, iskân vesair ihtiyaçların içindedir. Yalnız din adamı olmak kâfi gelmiyor. Ele bakmayacak derecede bir gelire veya
bir ticarete ihtiyaç zaruridir. Bunlara sahip olamayan okuyucu o zaman ya millete veya devlere yüklenecektir. Bunların ikisi de hatalıdır.
En iyisi, İmamı Azam Efendimiz gibi bir ticarete sahip
olup devlet memuriyetini kabul etmemektir. Velev ki ölüm
olsa dahi… Çünkü zamane idarecileri her ne kadar iyi kim-
199
Cennet Yolları
200
seler olsalar dahi yine cibilliyet itibariyle, istediklerini yaptırmak isterler, veya verdikleri kadar dininizden alırlar.
Onun için en iyisi, onların kapılarına sokulmamaktır. Halkın eline bakma da çok abestir. Bu sefer de, halk size musallat olur. Nitekim dikenli bir arazide dolaşan kimseye ayaklarına, üst ve başlarına dikenlerin batacağı malumdur. Devlet
kapılarında dolaşanların hali böyledir. Yani, hatalardan salim
olmak mümkün değildir.
Tabiî insanın birçok düşmanı olduğu gibi, şeytan da baş
düşmanıdır. Bu da, insana musallat olup, sen âlim bir adamsın diyerek ihtiyaçlarını temin için sultana yani devlet idarecilerine müracaat edip bir vazife istemesini veya yardım istemesini, tavsiye etmekten hiç de geri kalmaz, yaptırıncaya
kadar uğraşır. “Adam, hele hele sen bir müracaatla dünyanı
düzelt ki daha güzel çalışmalar yaparsın, der. Tabiî, dininle
onlara hiç de taviz vermez, onlardan ayrı olursun. Bu suretle,
daha verimli bir çalışmaya muvaffak olursun,” der .Buna benzer çeşitli iğvalar ile onlar ilimleriyle âmil olamadıkları gibi,
dünya tamahı bunları devlet kapılarına iter. Ondan sonra da
tam bir dünya adamı olur, vesselam.
Cenab-ı Hakk, cümlemizi nefsinin ve şeytanın ve sevmediği kullarının şerrinden muhafaza buyursun, ve razı, hoşnut
olduğu amellerde bulunmayı lütuf eylesin. Âmin.
ƈ Ʃ īĺ
ƈ Ʃ ÔÓÝĠƈ ÅóĜƆ ěƄ øÓ
ƈ ĘƆ öÓ
ƈ ĭĤÒ òÒóüƈ
ųÒ
ƈ îƈ ĵĘƈ įƆ ĝƪ ęƆ ÜƆ IJƆ ųÒ
ƪ Ƈ Ɔ
Ɔ Ɔ ƆƆ
ƈƈ ƈ
ƈ ęƆ Ĥƈ įƇ ùęŽ ĬƆ ĢƆ ñƆ ÖƆ ħƇà
įƈ Ýƈ àƆ îÓ
Ɔ ýƆ ĬƆ ÒðƆ Òƈ ƅóäÓ
Ɔ éƆ ĨƇ IJƆ įÝƆÐÒóƆ ĝƈÖ įƆ ġƪ ęƆ ÜƆ ć
Ɔ
ƪ
ďƈ ĩƈ ÝƆ ùŽ ĩƇ ĤŽ ÒIJƆ ģƈ ÐÓƈ ĝƆ ĤŽ Ò Õƈ ĥŽ ĜƆ ĵĥƆ ĐƆ ƇųÒ
Ʃ ďƆ ×Ɔ ĉŽ ĻƆ ĘƆ
Mehmed Zahid Kotku
“Nâsın şerlilerinden o fasık ki, Allah (c.c.)’ın kitabını
okur ve Allah (c.c.)’ın dininde tefakkuh etmiştir. Sonra
nefsini bir facire bezleder. Zevkli ve sevindiği zaman okunan Kur’an’a karşı konuşmalarıyla, kibir ve tacibi ile faydalanır olmakla, Allah Teâlâ da hem okuyanın ve hem de
dinleyenlerin kalbini mühürler.” Allah (c.c.)’ın kitabı olan
Kur’an-ı Azimüşşan’ı okur ve öğrenir. Bir de ezberler. Sonra
da güzel bir fakih olur. Âlim olur. Hoca olur.
Evvelki hadiste zikrolunan şeytan her yerde yine o şeytandır. Herkese yaptığı iğvalar gibi, bu âlim ve hafıza da çeşitli kandırma yollarına başvurup, fâcir, fâsîk taatı ilahiyeden
huruç etmiş, kendilerini beğenen parasına, evine, servetine
mağrur olan kimselerin arzularına uyarak onlara Kur’an okumak ve onları ferahlandırıp sevindirmek ve faydalandırmak
için hafız efendilerimiz de güzel sesleriyle neşeli neşeli okurlar. Çünkü mukabelenin sonunda alacağı dünyalığı da hesaba
katarak okurlar. Gerek evlerde ve gerekse câmilerde okunan
bu hatim ve mukabelelerin Allah (c.c.) indinde makbul olup
olmayacağı şu hâdiselerle açıklanmaktadır.
Okunan Kur’an-ı Kerim’in ve söylenen nasihatlerin makbul olmaları okuyucunun hem ihlâsına ve hem de niyetine
bağlıdır. Eğer gayesi dünyalığı toplamak için ise, vay başımıza gelenlere… Dünyalık için olunca, İhlâsın bulunmasına
da imkân yoktur. O zaman kıyamet gününde herkes yaptığının karşılığını alırken, bunlar da haklarını isterler. İsterler
amma, elleri boş, sıfır çıkarlar. Bunlara denir ki, siz amellerinizin sevabını kimler için okuduysanız, gidip onlardan isteyiniz, diye kovulacakları malûmdur.
Sonra, ne acıdır ki, okumasıyla iftihar eden ve kendini beğendirmeğe çalışan zavallıların hali, bakınız ne oluyor. Dün-
201
Cennet Yolları
202
yalıklarına bu güzel Kur’an-ı vesile eden kimselerin ve bir de
bunları dinleyenlerin kalplerine Hakk’ın bir daha açılmasına imkân olmayan mühür damgası vurulur. Artık duyma,
idrak hisleri söner. Hayrı ve şerri fark edemez hale gelirler.
Ondan sonrasını sen düşün. Fakat tekrar yazmak mecburiyetinde kalıyorum. Bu boğaz yemek ister. Giyim ister. Barınacak yer ister. Onun için insan evvelâ üzerine farz olan rızkını temin etmeğe çalışmalı, zanat, ticaret, ziraat gibi işleri
yap. Sonra da dinin kitabını oku. Dediklerini tut. Yasaklarından kaç. Her gün bir iki saatini de tahsili ilme ayır. Hem
öğren ve hem de öğret. Kimsenin yardımına muhtaç olma.
Muhtaçlara yardım et. Tok gözlü ol.
Abdülhâlik Gücdüvani (K.S.)’nin dediği gibi, ne imam ve
ne de müezzin ol. Fakat cemaatten ayrılma. Bunun mânâsını
şimdi anlıyoruz ki, Hazret bizim ele bakar olmamızı istemiyor, bunu şimdiye kadar söyleyen olmamıştır. Allah (c.c.),
cümlesinden razı olsun. Âmin.
İlim öğrenenler için ilahi müjdeler
ƈ ijĨƆźÒŽ īĻÖ ĵƈ éĤŽ ÓĠƆ ĢÓ
ƈ ıåĤŽ Ò īĻÖ ħƈ ĥŽ đƈ ĤŽ Ò ÕĤÓƈ Ĉ
ÚÒ
ƪ Ƈ Ɔ ŽƆ
Ƈ Ɔ
Ɔ Ž Ɔ ŽƆ ž Ɔ
“Cahiller arasında ilmi talep eden, ölüler arasında kalan diri gibidir.” Bu çok veciz lafzın kısa olmasına mukabil
mânâları hemen hemen sonsuzdur. Zira ilmin sonunun olmadığı her gün gözlerimizin önündedir. Bundan bir müddet evvel ismini bile duymadığımız icatlar, her gün bir yenisi
ile bizleri ferahlığa ve rahatlığa kavuşturmakta olduğu görüle
gelen adeta basit şeylermiş gibi gözlerimizin önüne serilmektedir. Dünyaya ait bu bilgiler böyle olup gidince, din âlimleri
Mehmed Zahid Kotku
de o nisbette zayıflamakta ve hatta erbabı da pek bulunmamaktadır.
Hâlbuki ölüler arasındaki bir dirinin bulunması ne büyük bir mâna ifade etmektedir. Ölü ölmüştür. Artık, ondan
hiçbir fayda beklenemez olduğu malumdur. Fakat bir diri, ne
de olsa diridir. Hayat sahibidir. Kendisinden her türlü menfaat beklenebilir. Yardım görülür. Hatta hiç olmazsa bir can
arkadaşı olur. Görüşmek, konuşmak mümkün olur. Birbirlerinin elinden tutarlar, dertleşirler. İşte bunun gibi, cahilin
hali ölülere benzetilmiştir ki, kendilerine zararlarından başka
bir faydası olmaz. Lakin âlim hiç öyle değildir. O, hayat sahibi insan gibi kendisinden her fayda beklenebilir. Çünkü cehilden daha zararlı bir şey yoktur, demişler. Cehalet karanlık,
bunaltılı bir havaya benzer. İlim ise, gayet berrak, her taraf
gül gülistan… Ne tarafa baksanız, içiniz açılır. Cahil ise, ölüler gibi olduğundan, okuduğundan bir şey anlamaz olduğundan ölülere benzetilmiştir.
Âlimler, Allahü Teâlâ’nın hüccetidir, elinde Fatih’in toplarından daha fazla silahı vardır. Bu silahı ile bütün muarızlarıyla muharebe eder ve zafer kazanır. İşte, bu da cihadı ekberdir. Görme nasıl gözün hassası ise, ilim de kalbin hassasıdır.
Kalp selim olunca, bütün vücut da selamette olur. Kalp selim
olunca, o kalbin sahibi mahlûka nazar etmez ve başka şeylere de, hatta dünyaya da nazar etmez. Cenab-ı Hakk, cümlemizi ihlâslı, dinini ve dünyasını bilir ve Hakk’ın rızasını kazanmaya muvaffak eylesin. Âmin.
ƈ Ž īĠŽ ò ħƈ ĥŽ đƈ ĤŽ Ò ÕĤÓƈ Ĉ
Ħƈ ƆŻøŽ źÒ
ÕƇ ĤÓƈ Ĉ
ħƈ ĥŽ đƈ ĤŽ Ò ÕƇ ĤÓƈ Ĉ
Ɔ
Ɔ
Ƈ Ƈ
Ƈ Ɔ īƈ ĩſ èŽ óĤÒ
ƪ
īƆ ĻĻƈ×ĭĤÒ
ďĨ ĮóäÒ ĵĉđĺ
ž ƪ Ɔ Ɔ Ƈ Ƈ Ž Ɔ ſ ŽƇ
ſ
203
Cennet Yolları
204
Hadisin manası:
“Öğrenmek niyyeti ile ilim talebinde bulunan kişi,
Rahman olan Allah’ın tâlibidir. İlim öğrenmek isteyen
kişi İslâm’ın rüknü mesâbesindedir. O’nun ecri kendisine nebîlerle birlikte verilir.”
Dünyada talep olunan ve olunacak olan birçok şeyler vardır. Bunların içinde, en iyi talep olunacak şey, ilimdir. Tabiî,
ilmin de şubeleri çoktur. Dünya ilimlerinin kıymeti sanat ve
ticaretler gibidir. Dünyasını tatmin eder. Fakat âhireti için
eline bir şey geçmez. Meğer ki o kazandığı paralarla, bu ilim
sahiplerine fisebilillâh, hayır yerlerine harcamış ola. Bundan
dolayı da bir sevap alır. Fakat maksad yalnız sevap kazanmak değil, asıl maksad ve gaye, Hakk Teâlâ’nın sevgi ve rızasını kazanabilmektir.
Çünkü, belki sevaplar bir gün yapılan bazı yanlış hareketlerden naşi zayi olabilir. Fakat Hakk’ın sevgisini ve rızasını
kazananlar, Allah Teâlâ’nın hıfzı himayesine nail olan bahtiyarlardır ki, nefis mertebelerini aşarak raziye ve mardiyye
devletine mazhar olan zatı muhteremlerdir ki, her cihetten
takdire lâyık ve şayeste kimselerdir. Bakınız hak ve hukukun
İslâmda yeri pek büyüktür. Meselâ: Bir dirhem dediğimiz
bir kuruşun kırkta biridir ki, buna bir para derlerdi. Bizden
evvelki insanların kullandıkları para ölçüsüdür. Bu paranın
dörtte biri kadar bir hak için tam kabul olunmuş ve cemaatle kılınmış 700 rekât namaz sevabı alınacaktır.
Onun için Müslümanlar, hak ve hukuka son derece
riayetkârdırlar. İlim, bize bunu tavsiye ediyor. Cahil olunca,
tabiî bu haklara riayet hiç de mümkün olamaz ve istediği gibi
yaşamaya başlar, sonra ahirette eline hiçbir şey geçmeyeceği
Mehmed Zahid Kotku
de tabiîdir. Bugünkü insanların hemen hemen bütün gayeleri dünyalarıdır. Bu cehalet de onlara yetip artar. Cehalet,
gözün siyahı ile beyazı birbirine ne kadar yakın ise cehalet de
küfre o kadar yakındır. Onun için mutlaka ve her ne bahasına olursa olsun ilme çalışmağa, öğrenmeye gayret et. Kulaktan dolma bilgiler vardır, amma onların insana kâfi olmadığı da malumdur. Bakınız bir de buyuruyor ki, ilim İslâm’ın
bir rüknüdür, İslâm’ı ayakta tutan bir esastır.
İlim olmayınca İslâm da gider, din de gider, her şey de gider. O zaman adeta Afrika’daki yamyamlardan farkı bile kalmaz. Belki bu sözümü ayıplarsınız, yamyam olmanın başlıca
sebeplerinden birisi de cahilliktir. Cahil, çok paraların, servetlerin sahibi olabiliyor, ama o servetin onun için ahirette
sönmez bir ateş olacağı da unutmamalıdır.
Asıl fazilet bu ilim taliplerine, ilimlerinin mükâfatı verilirken lalettayin bir kimseye verilir gibi verilmez; Belki peygamberlere yapılan izzet ve ikram ve saltanatla verilir. Dünyada, ehli dünyaya verile mükâfatlar gibi verilir. Cenab’ı Hakk
cümlemizi ve cümle Ümmeti Muhammedi hem âlim ve hem
de ilmi ile âmil olan bahtiyarlardan eylesin. Âmin…
ƈ Ʃ ģĻƈ
ƈ Ʃ ƈ ħƈ ĥŽ đƈ ĤŽ Ò ÕĤÓƈ Ĉ
õƪ ĐƆ ųÒ
IJƆ Ĵ ƈôÓĕƆ ĤŽ ÓĠƆ ų
ƈ ×øƆ ĵĘƈ çƈ
ƈ ĺÒóĤÒ
Ƈ Ɔ
ƪ
ģƪ äƆ IJƆ
“Din ilmini, şeriat ilmini talep edenin hâli, fisebilillah gazaya cihada giden bahtiyarlar gibidirler.” Malûmdur
ki, cihadın İslâm’daki yeri her şeyin en yüksek tepesi gibidir.
Oraya ancak büyük insanlar çıkabiliyor. Meselâ; minarenin
zirvesi en yüksek yeri, ağacın zirvesi, onun en yüksek ucu ve
205
Cennet Yolları
206
dağın zirvesi onun en yüksek tepesi olduğu gibi İslâm’ın zirvesi de cihattır. Talibi ilim, işte bu cihetle İslâm’ın en yüksek
makamlarına, derecelerine nail olan mücahitler gibidir. Ehli
cihad olmazsa ne kadar âlim olursan ol, düşman istilasına uğranıldığı vakit, düşmanın nice vahşetinden inleyerek ölmeye
mahkûm olursun. Ya kaçıp kurtulacaksın veya esir olup onun
emrine boyun eğeceksin. Bugün Rusya’da olan milyonlarca
Müslüman’ın halleri malum… Onun için Müslüman hem
ilmine çalışır, hem de her zaman cihada hazır bir vaziyette
bulunur. Yine malumdur ki, cihat dinin emridir. Cihad ilmi
de yine dinin emridir. Binaenaleyh Müslüman demek bütün
ilimlere her milletten daha fazla ve daha üstün olarak hazırlanan ve onlardan korkmak değil, belki onları korkutacak derecede bütün ilim, teknik, sanat, ticaret ve fabrikalara malik
olan, muhtaç olduğu ve alacağı her şeyi hazırlayıp tetikte durandır. Ecdadımızın yaptıkları gibi ve daha âlâsını yapmağa
çalışmak her müslüman ve her mümin için bir borçtur.
ƅ ĝƆ ×Ĉ
Ùƃ ĭƆ øƆ Īij
Ɔ ģƫ ĠƇ ÚÓ
ƆƆ ÷Ƈ ĩŽ ìƆ ĵÝƈ Ĩƪ ƇÒ ÚÓ
Ɔ
Ɔ đƇ ÖƆ òŽ ƆÈ Óıſ ĭŽ Ĩƈ Ùƅ ĝƆ ×Ɔ Ĉ
Ƈ ĝſ ×Ɔ Ĉ
ƈ Ž IJ ħƈ ĥŽ đƈ ĤŽ Ò ģƇ İÒƆ ĵƈÖÓéĀÒƆ ÙƇ ĝƆ ×Ĉ
ƈ ĝƆ ×Ĉ
ƈ
ƈ źÒ
IJ
ĵ
Ý
IJ
īĺ
Ɔ
Ž
Ɔ ñĤƪ ÒIJƆ ĪÓĩĺ
Ɔ
Ɔ
Ɔ
Ž
Ɔ
Ɔ
ƆƆ Ɔ
ħıƇ ĬƆ ijĥƇ ĺƆ īĺ
ñƈ Ĥƪ ÒIJƆ Ĵijſ ĝŽ ÝĤÒ
IJƆ ƈóƈ×ĤÒ ģƆ İŽ ÒƆ īĻ
ĬÓƈ ĩƆ áĤÒ
ĵĤƆ Òƈ ħıƇ ĬƆ ijĥƇ ĺƆ
ƪ
ƪ
Ɔ
Ɔ
Ž
Ž
ž
ƅ ƆÐÓĨƈ IJ īĺ ƈóýŽ đĤŽ Ò ĵĤƆ Òƈ
ƈ
ƈ èÒóÝĤÒ
īĺ
ij
ÝĤÒ
IJ
ħ
ģ
İ
Ò
Ù
Ɔ
Ƈ
Ž
ƪ
ƪ
Ɔ ñĤƪ ÒIJƆ ģƈ ĀÒ
Ƈ
Ɔ
Ɔ Ɔ
Ɔ
Ƈ Ɔ
Ɔ
ƅ ƈ
ƈ
ƈ ƈ ĵĤƆ Òƈ ħıĬƆ ijĥƇ ĺ
īĺ
ƪ IJƆ ďƈ ƇĈÓĝƆ ÝĤÒ
ƪ ģƇ İŽ ƆÒ ÙƆÐÓĨIJƆ īĻ
Ɔ ñĤƪ ÒIJƆ ƈóÖÒƇ ïƆ ÝĤÒ
Ɔ Ýž ùĤÒ
ž
ŽƇ Ɔ
ÔIJ
ƈ óéƇ ĤŽ ÒIJƆ æƈ ó×Ɔ ĤŽ Ò ģƇ İŽ ƆÒ īƈ ĻƆÐÓĩƈ ĤŽ Ò ĵĤƆ Òƈ ħıƇ ĬƆ ijĥƇ ĺƆ
Ž
Ž
Ɔ
Ƈ
Mehmed Zahid Kotku
“Benim ümmetim beş tabaka üzerinedir, her tabakanın müddeti 40 senedir. Ben ve ashabım, ehli ilim ve
iman sahipleridir. Bunun arkasından 80. seneye kadar
ehlül-bir vet-takva, bunun arkasından 120 seneye kadar
ehlü’l-birri vet-terâhîm ve’t-tevâsil ve bunun arkasından
160 seneye kadar ehlü’t-tekaatü ve’t-tedâbür ve bundan
sonra 200 senesine varınca harpler ve kavgalar ve karışıklıklar zamanıdır.” Bundan sonraki bizlerin yardımcısı Allah
(c.c.) olsun. Vay halimize.
Bu 5 tabaka kırkar seneden 200 sene olduğuna göre,
bundan sonraki senelerin içerisindeki gelen bu ümmedi
Muhammed’in hali ne olacak diye, insanın hatırına elbette bir
şeyler gelecektir. Yine hiç şüphe yoktur ki, bu gün sene 1400
e yaklaşmakta ve bu ana kadar bu ümmedi Muhammed içerisinden ne hayırlı ne muhterem ne âlim ve ne âbit kimseler
gelmiştir. Meselâ: İmamı Gazali, İmamı Birgivî, İmam Serahi
ve bunlara benzer birçok ilim sahipleriyle, Kütü’l-kulûb sahibi
Abdülkadir Geylanî, Nakşibend Mehmed Bahaeddin, Hasan
Harakanî, Abdülhalik Gucduvanî ve bunlara benzer yüzlerce,
binlerce ulemâyı kiram ile birlikte kütüphanelerimizi dolduran, on binlerce eserler hep bu Ümmeti Muhammed’in bizlere bıraktıkları eserlerle kütüphanelerimiz de doludur.
Bundan anlıyoruz ki, harpler, kıtaller, kavgalar ve gürültüler arasında ümmeti Muhammed’den bir grup, bir cemaat
dinin icaplarına riayetkâr kalarak öğrenme ve öğretme ile
meşgul olarak, gelecek olan Ümmeti Muhammed’e yardımcı
eserler bırakmışlardır, dinlerine sadakatte samimiyet göstermişlerdir. Kıyamete kadar da biiznillahi Teâlâ devam edeceğinde hiç de şüphemiz yoktur. Cenab-ı Hakk, cümlemizin
muini olsun da evvel emirde, dinini, kitabını, Peygamberini
207
Cennet Yolları
208
güzelce öğrendikten sonra güzel amellerle de Hakk (c.c.)’ın
rızasını kazanmağa çalışan bahtiyarlardan ayırmasın. Âmin.
Salavatullahil ve selamühü aleyhim ecmaîn.
İlk iki kırk senedeki ehli ilim ve ehli iman sahipleriyle
bugünkü ilim ve iman sahiplerinin boy ölçüşmeye kalkışması çok gülünç olur.
Bugün, bilgi çok, fakat pamuk gibi okkası yoktur. Koca
bir çuval pamuk 100 kilo gelirse, o çuval dolusu demir belki
1000 kilo gelir. Veya daha ziyade… O zamanki Müslümanın verdiği bir kuruş sadaka ki, bugünkü onun aldığı sevabı
alabilecek para bile bulamaz. Heyhat!
İlim öğrenmek erkek-kadın her müslümanın ilk
vazifesidir.
ħƅ ĥƈ ùŽ ĨƇ ģƈ ž ĠƇ ĵĥƆ ĐƆ ÙƄ ąĺ
Ɔ
Ɔ ƈóĘƆ ħƈ ĥŽ đƈ ĤŽ Ò ÕƇ ĥƆ Ĉ
“Dinini öğreten ilmi şer’iyi talep etmek, her Müslüman üzerine farzdır.”
Farzlar 2 kısımdır. Sünnetler de öyledir. Birisine farz-ı
ayın, diğerine de farz-ı kifaye derler. Memlekette her türlü
ilme ihtiyaç vardır. Fakat bu ilimlerle herkes mükellef ve muvazzaf değildir. Bunların hepsine birer zümre sahip çıkınca,
diğerlerinden bu yük kalkar. Adeta, cenaze namazı gibi… Cenaze namazı farzdır. Ama bazı kimselerin kılmasıyla diğerlerinden sakıt olduğu gibi… Doktor lâzım, mühendis lâzım,
şoför lâzım… Kaptan, tayyareci, makinist ve pilot lâzım…
askerî kumandan lâzım, lâzım, lâzım… Fakat bir zümre bu
işi yapınca, diğerlerinden tabiatıyla sakıt olur. Askerlikte öyle
değil mi?
Mehmed Zahid Kotku
Velâkin; dinini, kitabını, peygamberini, ahiretini ve başka
ilimleri öğrenmekten seni kimse menedemez. İlimlerin sonu
gelmez. Yani, bitmez tükenmez. İyisi, Kur’an’ını güzelce okumayı öğren, dilini Kuran diline alıştır. Harfleri mahreçlerinden çıkarmayı öğren. Sonra ilm-i halini tamamıyla öğren.
Namaz, oruç, zekât, hac meselelerinden sonra bir de nikâh
meseleleri vardır ki, pek mühimdir. Bir erkek, hangi kadınla
nasıl evlenir? Kimleri alır? Kimleri alamaz? Nikâh ne zaman
ve nasıl bozulur? Sütkardeş meselelerini iyi öğren. Sonra ticaret, ziraat ve sanattaki ticari meseleleri öğren ki, haram yemeyesin.
Zira; ilmin biriside helâl lokma yemek ve kazanmaktır.
Ticaret muamelelerini bilemez isen, tabiatıyla haram yemekten kendini kurtaramazsın. Haram yiyen bir kişi, dünyanın
bilgisini yutsa, hem kendisine ve hem de hemcinsi Müslümanlara zarardan başka hiçbir faydası olmaz.
Nitekim şeytanın bilgisinden ancak, şeytanlar istifade ederler. Onun için, lokmaların helal olması, İslâm’da en yüksek
makamları ihraz etmeye sebeptir. Bize düşen vazifelerin başında, hepimizin elbirliğiyle haram olan alışverişten, ticaretten, sanattan son derece sakınmak gerektiğini tavsiye etmekten başka elimizden başka bir şey gelmeyeceği malumdur.
Meselâ: Evvela dükkânlardan içkiyi kaldırmak, kahvehanelerden oyunları kaldırmak, oraları birer tembelhane ve kumarhane olmaktan kurtarmak, belki mütalaa yerleri olarak
kullanmak, faizden ve faizli işlerden son derece sakınmak,
herkesin birbiriyle tam ve hakiki bir kardeş olarak yaşamalarını temin etmek, bunlar herkesin üzerine düşen hem dinî
ve hem de ilmi bir borcudur. Vesselam.
209
Cennet Yolları
210
ƈ
ƈ IJIJ ħƅ ĥƈ ùĨ ģƈ ž ĠƇ ĵĥƆ Đ ÙƄ ąĺ
ïƆ ĭŽ Đƈ ħƈ ĥŽ đƈ ĤŽ Ò ďƇ ĄÒ
Ɔ
Ɔ Ɔ ƈóĘƆ ħƈ ĥŽ đĤŽ Ò ÕƇ ĥƆ Ĉ
Ɔ Ɔ
ŽƇ
ÕƆ İƆ ñĤÒ
ƪ IJƆ ËƆ ƇĤËŽ ĥƫ ĤÒIJƆ óƆ İƆ ijŽ åƆ ĤŽ Ò ƈóĺ ƈôÓĭƆ íƆ ĤŽ Ò ïƈ ĥžƈ ĝƆ ĩƇ ĠƆ įƈ ĥƈ İŽ ÒƆ ƈóĻŽ ĔƆ
“İlim talep etmek, her müslime farzdır.” Ehli olmayana ilim vermek hınzırın boynuna cevher, inci, altın takmak gibidir. Buradaki ilimden murat, ilmi şer’idir. Zira diğer ilimlerin hiçbirisi farz değildir. Askeri bilgiler bile, farz
veya vâcib olsa da, farz-ı kifayedir. Bazı kimselerin yapmasıyla, diğerlerinden sakıt olacağı, bu güne kadar gelen anane
bunları bizlere göstermektedir.
Bir müslümana, mesaili diniyesini güzelce ve lâyıkı veçhile öğrenmekten daha mühim bir şey olmasa gerektir. Yaptığımız ve yapacağımız ibadetlerimizin sıhhati için mutlaka,
ilmi halimizi bilmek şarttır. Bilgisiz ilimler, hem devamlı olamaz, hem de makbulü İlahî olamaz. İbadetlerin makbuliyeti
için, günahları da bilmeli ve onlardan kaçmalıdır.
İbadetlerin hepsinde, haram, mekruh ve müfsit vardır.
Meselâ, nikâhta bile bunlar vardır. İbadetler, ne zaman bozulur veya mekruh, fesada varır? Nikâhta ne zamana kadar devam eder? Nikâhı neler bozar? Bunların hepsi bilgiye muhtaçtır. Nikâh hakkında sana kısa bir misal vereyim. Evvela,
nikâhın nikâh olması için iki tarafın da Müslüman olması
şarttır. İki taraf da Müslümanlığın esasları olan 32 farzı bilir
ve yapar olması şarttır. İkincisi, imanın ölünceye kadar devamı şarttır, imanın elden gitmesine sebep olan haller fıkıh
kitaplarında yazılıdır. En ufak olan Mızraklı İlmihalde de bulabilirsiniz. En basiti “Şer’an tazimi vâcib olan şeylere hakaret ve saygısızlık ve küfür mucip sözler ve ameller… Maazallah, insanı dininden imandan çıkmasına sebep oldukları
Mehmed Zahid Kotku
gibi, yeniden tecdidi iman ile tecdidi nikâh da şarttır. Çünkü
iman gidince, nikâh da gider. Hacı ise, hacılık da gider. Yeniden hacca da gitmesi lâzımdır. Bu en basiti… Onun için
ilmi dini öğrenmek farzdır. Bunları bilmezsek, insan Müslüman mı, kâfir mi, bilmez. Maazallah, böylece küfür üzerinde
gider, ebedi olarak cehennemde kalır.
Nikâh dairesinde kıyılan veya imam efendilerin kıydıkları nikâhların hiç kıymeti yoktur. Onlar birer merasimden
ibarettir. Kanuni vazifelerdir. Asıl hüküm ve kıymet, Müslüman olup olmamasına bağlıdır. Kanunla ilgisi yoktur. Kanunen nikâhımız nikâhtır. Fakat, şer’an bu nikâh, nikâh sayılmaz. Onun için, bu gibi hayati meselelere çok dikkat etmek
lâzımdır. Hele, sarhoşların nikâhları, kim bilir sarhoşluk haliyle sövmek küfür ve daha neler neler… Allah (c.c.) muinimiz olsun. Kızını bir sarhoşa vermek veya dinsize vermek,
onu eliyle ateşe atmak gibidir. Belki daha fena…
Hakk Sübhanehu ve Teâlâ yardımcımız olsun da dinimize hürmetkâr saygılı, emirlerini tutup, yasaklarından kaçınan ve her zaman “İlahi ente maksudî ve rızake matlubî”
deyip daima Hakk’ın rızasını ve sevgisini kazanmaya çalışan
sevgili kullarından eylesin. Âmin. Bihürmeti seyyidilmürselin, Salavatullahi ve selamühü aleyhim ecmain velhamdülüllahi rabbilâlemin.
ƈ Ʃ ïƆ ĭĐƈ ģƇ ąƆ ĘŽ ÒƆ ħƈ ĥŽ đƈ ĤŽ Ò ÕĤÓƈ Ĉ
ƈ ųÒ
ƈ ƈ
ī
Ĩ
ãƈž éƆ ĤŽ ÒIJƆ ĦÓƈ ĻāĤÒ
Ž
Ɔ
Ƈ Ɔ
žƆ IJƆ Øijĥſ āĤÒ
ƪ
ƈ Ʃ ģĻƈ
ģƪ äƆ IJƆ õƪ ĐƆ ųÒ
ƈ ×øƆ ĵĘƈ îÓƈ ıƆ åƈ ĤŽ ÒIJƆ
“İlim talebinde bulunmak, Allah (c.c.) indinde, nafile
namazdan, nafile oruçtan, nafile hactan ve fisebilüllah na-
211
Cennet Yolları
212
file cihattan efdaldır.” İlmi fıkıhı öğrenme talebinde bulunmanın, nafile ibadetlerin hepsinden efdal olduğunun bildirmesi şayanı dikkattir. İmamı Gazali der ki: Âlemi billâh olan
zat daima, Allah (c.c)’a seyir halindedir. İsterse, ibadette kaim
olsun… İsterse, uyusun ve isterse yemek ve içmekle meşgul
olsun ve isterse oruçlu olsun, isterse oruçsuz, ister kabz halinde
ve ister bast halinde. Hiç fark etmez. İlmin nuru ile dünyanın dört bucağına dinini ifa ve ikame için sa'y-u gayreti ona,
âlemleri seyir için kâfidir. Bu seyir durmaz, uyumaz. Daimi
akan büyük bir nehre benzer. Hatta nehir demek de doğru
olmaz. Zira nehrin hududu vardır. Ne kadar büyük olursa
olsun bir yerden çıkıp bir yere akar. İlim, öyle değil. Adeta,
dünyayı ışığa ve hararete garkeden nur gibi, güneş gibi, bu
da az; zira gece güneş bulunmaz. Hâlbuki ilme gece de yoktur. Çünkü uyku halinde de seyirdedir.
Belki, misli bulunmayan bir nur desek, daha doğrudur.
Onun içindir ki, namazdan da, oruçtan da, hactan da, cihattan da efdal, üstün ve âlâdır.
Binaenaleyh, en büyük kazanç, kâr faydanın ilimde olduğu aşikârdır. O ilimde, her ilim değil ancak din ilmidir.
Sen evvelemirde, dinini öğren. Bu sana hem yeter ve hem
de artar. Sonra, başka ilimleri de istersen öğren, ona da mani
değildir. Fakat din ilminden mahrum olarak diğer bilgilerle,
ticaretlerle, sanatlarla meşgul olursan, zarara ve gaflete düşersin ki, artık telafisi mümkün olmaz.
Bu itibar ile dinini iyi öğrendiğin takdirde, dünyanı da
öğrenmiş olacaksın. O zaman ömrünü rahatlıkla geçirir ve
rızkın hususunda hiçbir müşkülata uğramazsın, herkesle de
kardeşçe geçinir, ne kimseyi incitir ve ne de kimse seni incitir, olduğun halde rahatça dünyadan ayrılırsın. Ahirete sela-
Mehmed Zahid Kotku
metle geçersin. Bu devlet sana yetmez mi dersin?. Tabiî, bunun arkası hiç şüphesiz cennet ve hem de cennet’ül Firdevs.
Cenabı Hakk, cümlemize nasip etsin. Âmin…
Bunu bir daha tekrar edeyim. Bugün ve yarın ve yarından sonra gelecek bütün felaketlerin başı dini bilmeyen cahillerden gelecektir ki, bunların başları masonluktur. Masondan
kork ve kaç. Aslandan korkup kaçtığın gibi… Vesselam.
ƈ
ƈ Ɔ
ÓĨƃ ijŽ ĺƆ ħƈ ĥŽ đƈ ĤŽ Ò ÕƇ ĥƆ Ĉ
Ɔ IJƆ Ùƅ ĥƆ ĻŽ ĤƆ ĦÓƈ ĻƆ Ĝƈ īŽ Ĩƈ óƄ ĻŽ ìƆ Ùƃ ĐÓ
Ɔ øƆ ħƈ ĥŽ đĤŽ Ò ÕƇ ĤÓĈ
ƅóıƇ üŽ ÒƆ Ùƈ àƆ ƆŻàƆ ĦÓƈ ĻĀƈ īŽ Ĩƈ óĻìƆ
Ɔ
ƄŽ
Bir saat (ki saati şer’idir) bir zaman, bir müddet; ilmi
talep bir gece ibadetinden hayırlıdır. Bir gün ilmi talep
ise, 3 ay oruç tutmaktan hayırlıdır. Bu hadisi şerif de bize,
ilim talebinin ne kadar ehemmiyetli olduğunu apaçık göstermektedir.
15 dakika veya yarım saat fıkıh kitaplarını, hatta âlet kitaplarının mütalaası, bir gece sabaha kadar ibadet etmiş gibi
insanın sevaba nail olması demektir. Sonra, hele bir gün akşama kadar ilim talebinde bulunan kimse, 3 ay oruç tutmuşçasına sevaba mazhariyeti ne büyük bir iltifattır. Evinde veya
okulunda kitabıyla, dersiyle meşgul veya mütalâa ile sonra
da 3 aylık oruç sevabı almak, ne büyük bir kazançtır ve ne
de kolay.
Bunlar, bize pek güzel bir şekilde hitap edip diyorlar ki,
durma. Durma sevap istersen, kitabını oku. Saadet ve selamet istersen yine kitabını oku. Dünyayı istersen yine kitabını
oku. Ahiretini istersen yine kitabını oku. Cennet, kitabının
içinde, Hakk’ın envai çeşit tecellileri Kur’anın içinde. Bina-
213
Cennet Yolları
214
enaleyh, Kur’ana sahip olan, dünyada iken, cennete nail olmuş ve sanki cennette gibidir.
Kur’ansız dünya, bir zindan, bir hapishane ve bir tımarhane. Bir eşkıya âlemi, cinler, şeytanlar âlemi, sonsuz bir bunaltı. Ölsem de kurtulsam diye feryadı basar. Öldükten sonra
da felaket üzerine felaket… Onun için aziz kardeşim, sen
söz dinle. Sakın dik kafalılık yapıp da bunda ne var deme…
Bak, bir doktor olursam bu kadar insana faydam olur. Bu
kadar da yararım olur. Mühendis olursam bak, memlekete
neler yaparım. Fabrikalar, refah ve saadet evleri. Paralar da istediğin kadar. Senin kitabını okuyacağım da, benim çocuklarımın karnını kim doyuracak? Elbette bu sözleri, dinsizler
ve imansızlar söylerler. Mümin, bu gibi şeyleri hatırı hayaline bile getirmez. Çünkü o bilir ki, Allah Teâlâ Razzaktır.
Bu güne kadar dinin yardımcılarından hiçbirisi ne aç kalmış
ve ne de sıkıntıda kalmıştır. Halbuki, diğer meslek sahiplerinin sıkıntı içinde kalanlar “Lâ yuat ve la yuhza”dır. Hem
de, Karun gibi paralara sahip olup da sonra yerin dibine gömülenleri unutma. Cenab-ı Hakk, cümlemizi dinine sahip
âlim ve kâmillerden eylesin âmin.
Fıkıh ilmini bilmenin zarûreti
ƈ IJƆ ħÝŽ èƆ įƈ ĝŽ ęƈ ĤŽ Ò ÕƇ ĥƆ Ĉ
ħƅ ĥƈ ùŽ ĨƇ ģƈ ž ĠƇ ĵĥſ ĐƆ Õ
Ɔ
Ƅ äÒ
Ƅ
İlmi fıkhı öğrenmeğe çalışmak istemek, her bir Müslim üzerine vâciptir. Mütemadiyen zikrolunan ilmin talebi
buradan daha açık olarak zikredilmektedir ki, o da ilmi fıkıhtır. Fukahadan addolunan İmamı Tirmizi hazretleri fıkıhın tarifini de şöyle buyurmuşlardır.
Mehmed Zahid Kotku
FIKIH: Fehim ve idraktir. O da, gönülden, gönül perdesinin kalkmasıyla hâsıl olan inkişaftır, keşiflerdir. Haddi
zatında, kul Allahü Teâlâ’ya halisane ibadet eder, emrini tutar, yasaklarından kaçarsa bu gibi zevatın gönül gözleri açılır. Bundan sonra bilir ki, her emrolunan sayısız faydaları olduğu gibi, nehyolunan yasakların da sayısız zararları vardır.
Bunu idrak edemeyen ve göremeyen kişiye kör demekten
başka bir söz kalmaz. Fayda ve zararları gören insanın, kalbi
kavi, imanı kuvvetli olduğu gibi, bu görgüden mahrum olan
zavallılar ise, tam cahil ve belki de echeldirler.
Tembel ve nefisleri de çok ağır batıyyü'n nefis ve batıyyü't
tasarrufdurlar. Bu görgüsüzlükleri dolayısıyla ömürlerini gafletle geçirirler de, kemali insiyaniyete, yeknesaklığa, olgunluğa
ulaşmağa hiç yüzleri yoktur.
Ömürlerini kîl ü kâl ile işe yaramayan şeylerle ve bilgilerle geçirirler de, insanın bunlara ağlayacağı gelir. Be mübarek adam, senin hilkatin bunun için midir? Hani gece namazların, hani mübarek tevhitlerin ve hani mübarek 3 ayların
oruçları? Pazartesi, Perşembe oruçları her ayın 13. 14. 15.
günlerinin oruçları? Sonra, hepsinden daha öte günahlardan
kaçıp istikamet üzere herkese numune olmak. Sonra, fıkıh
deyip de geçme… İlmi fıkıh, Kuran-ı Azimüşşanın ve hadisi Nebeviyyenin bizim anlayabileceğimiz tarzda, bir zübde
ve bir hülasasıdır. Neden nafile namaz kılmaktan, oruç tutmaktan, hactan ve cihattan efdal olmasın?
Cenab-ı Hakk, cümlemize medet, inayet buyursun da,
gözü açık gönlü açık, ahlakı güzel, dini güzel, tam istikamette
devletine, milletine de faydalı olmaya çalışan bahtiyar kullarından eylesin. Amin. Bi hürmeti seyyidül mürseliyn salevatullahi
ve selâmühü aleyhim ecmaine vel hamdülillahi rabbil alemin.
215
Cennet Yolları
216
Rızkı helâlinden kazanıp, helâl yerlerde harcamak
Ùƅ ąĺ
Ɔ
Ɔ ƈóęƆ ĤŽ Ò ïƆ đŽ ÖƆ ÙƄ ąĺ
Ɔ ƈóĘƆ Ģƈ ƆŻéƆ ĤŽ Ò Õƈ ùŽ ĠƆ ÕƇ ĥƆ Ĉ
Helâl kazanç istemek, farz üzerine farzdır. Evvelâ bu
helâl kazancı temin etmeğe çalışmak, fıkhî bir meseledir. Fıkıhı
bilmeyen, kazancının helal ve haram olup olmadığını bilemez.
Göreneğe uyar, herkesin yaptığını o da yapmaya çalışır.
Temiz dükkânda helâl mallar varken, yanına bir de içki
kor. Bütün kazancını haram eder, berbat eder, mahveder. Nasıl ki, bir kazan süt veya zeytinyağına bir miktar içki düşse
veya yağa düşse ifsad eder. İçilmez, yenmez, haram olur.
Dükkânda da böyle birçok şeyler satılır, meselâ: Ekmek, şeker, çay, pirinç, un vesaire. Bunun yanında bir miktar da şarap vesair içkiler satarsa, işte bunların hepsi haram olur. İçki
içen, bedbaht zavallının kendisi bunu idrakten mahrumdur.
Çünkü kendisi müptela…
İnsanın anlayamadığı şeylerden birisi de, budur. Bir adam
müslümanlığı kabul ettikten sonra, onun yasaklarına riayetkâr
olmamak ve emirlerini tutmamak kadar abes, acı ve çirkin
bir şey olmasa gerektir. İçki bahsinde, zikrolunduğu gibi bir
kere, fuzulî bir masraf… İkincisi, sıhhate tamamıyla zarar…
Üçüncüsü, çoluk çocukların nafakalarına tecavüzdür. Dördüncüsü, ağzının pis kokusu ile ev halkını rencide etmesi…
Beşincisi, çocukların da buna alışmasına sebep olması… Yedincisi, Hakk Teâlâ’nın gazabına uğrayıp nihayet mahvı perişan olması. Bir de, maazallah imansız olarak ahirete göçmesi
ve kâfirlerle birlikte ebediyyen cehennemde kalması. Hep bu
nefse köle olmanın cezası…
Mehmed Zahid Kotku
Cenab-ı Hakk, lütfedip yanlış yollardan ve yanlış işlerden
cümlemizi muhafaza buyursun da, helâl kazanıp helâl yiyen
ve yediren dinine, imanına, kitabına ve Peygamberine bağlılığını, sadakatini izhar eden kullarından eylesin. Âmin.
Takvay-ı vera denilen nimetler var ya, takvanın esası ve
veranın aslı, bu helâl lokmaya bağlıdır. Memuriyetlerde o
kadar makbul değildir. Zira muayyen bir paraya bel bağlanmıştır. Tevekkülü zayi olmuştur. Hakk’a bağlılığı da kalmaz.
Çünkü rızk sıkıntısı, düşüncesi, meşakkati da yoktur. Bunlar ise, insanın feyzine, kemaline başlıca manidirler. Abdülhalik Gucdüvani (K.S.) Hazretleri, bak sana imam ve müezzin olmayı bile istemiyor. Artık sen düşün.
Davut (Aleyhisselâm), her zaman kendini halka sorarmış.
Davud’u nasıl bulursunuz? Halk da, daima iyi biliriz, derlermiş. Bir gün bir köşe başına bir melek, insan kıyafetinde
durmuş. Dâvud (Aleyhisselâm) bu meleğe de Dâvud nasıldır?
Diye sormuş. O da alel usul, iyi bir kimsedir. Lakin o da beytülmaldan yiyor, demiş. Bunun üzerine Dâvud (Aleyhisselâm),
demircilik yapmak suretiyle maaşını, geçimini temine başlamış ve demircilikte pir olmuştur.
Oğlu Süleyman (Aleyhisselâm) da, zenbil örer ve maişetini böyle kendi elinin emeğiyle temin ettiği rivayet edilmektedir. Mekke-i Mükerreme’nin muhacirleri de Medine-i
Münevvere’ye geldikleri zaman ehli Medine, kendilerine çok
büyük bir lütufta bulunur. Her şeylerinin yarısını Mekke’li
kardeşlerine vermek istediler de, yalnız, Mekke’liler bu lutufu kabul etmeyip, “siz bizlere, çarşı pazaryeri gösteriniz. Bizler orada ticaret eder, ekmeğimizi kazanırız. Sizlere de çok teşekkür ederiz”, diye çalışmayı tercih etmişlerdir.
217
Cennet Yolları
218
Bizim, imamımız, İmamı Azam Hazretlerinin ticaretleri
de meşhurdur. Kadılık memuriyetini almaktan ise, ölmek
daha evlâdır, diye ölümü tercih ettiğini unutma. Abdülhaliki
Gucdüvani (K.S.)’nin ve Ubeydullah Ahrar (K.S.) Hazretlerinin de ticaretleri meşhurdur. Bunlar ki, ehli tasavvufturlar.
Hazır yemekten ise, yedirmeyi tercih etmişlerdir. Hep büyüklerimizin halleri böyleymiş. Şimdi, hepimizin gözü, devlet kapısında… Tabii, bu bizim aczimizin, zaafımızın başlıca
alâmetleridir. Çünkü işini beceren, becerikli adamlar ekmek
parasını nereden olsa kazanırlar. Bu günkü büyük servetlerin, fabrikaların, apartmanların sahipleri, hep kendi kafalarıyla, paralarıyla birçok kimseleri de maiyetlerinde çalıştırırlar.
Hem kendileri ve hem de, fakir fukara bu sayede geçinirler.
Memur ise, dananın kuyruğu gibi ne uzar ve ne de kısalır.
Bazen de, geçinemez hale gelir. Bu sefer de, haram olan rüşvete tenezzül eder. Bu korkunç bir gaflettir.
Binaenaleyh, babalarının evlatlarına kazanç yollarını ve
yine de lâzım olan dini ve dünyevi ilimleri de öğretmesi birinci vazifesidir. Helalinden kazanıp yemesi kadar güzel bir
nimet var mıdır?
Ɔ îÓ
Ɔ
Ʃ ħƇ ĠƇ óƆ ıƪ Ĉ
Ɔ ùƆ äŽ ƆźÒŽ ñſ İƆ IJóƇ ž ƈıĈ
ƇųÒ
“Siz, bu cesedinizi temiz tutunuz ki, Allah (c.c.) da
sizi temizlesin.”Cesedin temizliği, malûm ya, bir kere 5 vakit abdest almakla, haftada bir iki kere gusletmekle olur ki,
buna dış temizliği, derler. Asıl matlup olan temizlik de iman
temizliğidir.
Birinci temizlik; küfür, şirk ve günahlardan temiz olmaktır. Küfür şirk ve günahlar oldukça, her gün balık gibi
Mehmed Zahid Kotku
sudan çıkmazsa hiç faydası olmaz, böyle kaldıkça hiçbir zaman da temiz olmaz ki, Allah Tealâ’da onu temizlesin. Binaenaleyh, bu cesetlerin bir de, kan temizliği vardır. Haramdan
beslenen vücutların kanları daima pistir. Onlardan hayır ve
fayda beklenemez.
İkinci bir temizlik de ahlâktadır. Yine haramdan beslenen vücutlar, ahlâken de temiz olamazlar. Helâlden beslenen
vücutların ise, ahlâken kusurlarını tashih etmeleri ve iyi huyları iktisap edebilmeleri için ahlâk kitaplarını çok okumalarına ve nihayet kendisini terbiye edebilecek bir ehl-i hale teslim olmalarına bağlıdır. Çünkü bu ahlâklar öyle sazla, sözle
yola gelmezler.
Zira bunlar nefis meselesidir. Kuvvetli riyazatlar ve ibadetler ister. Bu da kendi kendine mümkün olamaz. Onun
için, bir ehli hal, âlim, hem de kâmil ve mükemmel bir Şeyhe
teslim olmaktan başka çare yoktur. Bunun için elden gelen
her fedakârlığı yapmaktan kaçınmamalıdır. Açlık, susuzluk,
fakirlik, ne olursa hepsine razı olmalı. Yalnız Allah (c.c.)’ın
sevdiği ve razı olduğu bir kul olmağa gayret etmelidir.
İnsanın kemâline mani olan huyları yetmiş kadar olup,
ahlâk kitabında yazılıdır. Burada sırası gelmişken birkaç tanesini yazayım ki, bunlar nefsi emarenin sıfatlarıdır. Kibir, gazap,
haset, kin, hırs, şehvet ve şöhret gibi ki bunların cisimleri yoktur. Meselâ: Şarap haramdır. Ama bir cismi vardır. İşte, şuna
şarap denir. Onu görünce tabii aslandan kaçar gibi kaçmak
lâzım. Fakat riya, kibir, gazap, haset, hırs ve şöhret ki bunların cisimleri yoktur. Bir riyakâra, sen bir riyakâr adamsın, dersin. Derhal kızar. Bir kibirli adama, “bu ne kibir yahu?” dersen kızar. Kabul etmez. İşte, bunlardan seni kurtarabilecek
bir ehli hal behemehal lâzımdır. Buna âlimler de dâhildir.
219
Cennet Yolları
220
Kâmil olmak başka, başkalarını yetiştirebilmek, o da,
başkadır. Ya da mühimdir. Çünkü onsuz insanlık da olmaz.
İslâmlık da, vesselam…
Allahümme salli vesellim ala hayrü halkihi Muhammedin
ve âlihi ve sahbihi ecmain velhamdülillahi Rabbilâlemin.
İlim ibadetten, âlim âbidden üstündür.
,ïƈƅ ÖÓĐƆ ėƈ ĤŽ ƆÈ īŽ Ĩƈ óĻìƆ įƈ ĩƈ ĥŽ đƈƈ Ö ďƇ ęƆ ÝƆ ĭŽ Ƈĺ ħĤÓƈ ĐƆ
Ƅ
ƄŽ
“İlmiyle menfaatlanan bir âlim, bin âbitten hayırlıdır.” Tabiî bizler ilmin kıymetini takdir edemediğimizden
bu rakamlar gözümüzde büyümekte ve belki aklımız bu
sırra bir türlü erememektedir. Hâlbuki basit bir düşünce ile
idrak etmek mümkündür. Çünkü ilim müteaddidir. Bakınız
dünyanın dört bir bucağından çıkan ilimler yine dünyanın
her tarafına yayılmaktadır. İstifade edebilen herkez istifade
etmektedir. Hâlbuki her hangi bir âbit ne kadar çok ibadet
etse dahi, kendi nefsine aittir. Başka kimseye faydası olmaz.
Lâkin ilim hiç de öyle olmadığı pek âlâ bilinen bir hakikattir.
Gerek dünyaya ve gerek ahirete tealluk eden ilimler olmasaydı,
herkes öğrendiği ile kendi kendine amel etseydi, bu gün bizim
halimiz nice olurdu?
Elhamdülillah ki, ilim erbabı, ilimlerini kâğıtlara, intikal
ettirerek zamanımıza kadar gelmiş ve inşallah, kıyamete kadar da devam edecektir. Onun için, sen de adının kıyamete
kadar anılmasını istiyorsan, her halde ilme çalış, hayırlı eserler bırak ki, adın anılsın.
Zira ne kadar muhkem bir mezar yaptırsan, yaptır kubbeli de olsa bir zaman sonra eskiyecek, toprağa munkalip
Mehmed Zahid Kotku
olup yıkılacak ve unutulacak. Fakat eserlerin kütüphanelerde, yüksek yerlerde, gönülden gönüle intikal ederek daima anılacaksın. Bu fırsatı kaçırma. Ömrünü boş yerlerde boşuna geçirme. Hakk’ın razı olacağı sevgili bir kulu olmaya ve
ebediyen de gönüllerde yaşayabilecek bir efendi olmayı iste.
Allahü Teâlâ ve Tekaddes hazretleri, cümlemizin yardımcısı
olsun da, sevgili, bahtiyar kullarının arasına bizleri de kabul
buyursun. Âmin.
“Allahu Teâlâ, Âdem (Aleyhisselam)’a 1000 sanat öğretmiştir. Ona demiştir ki, “Evlâdına ve zürriyetine söyle. Eğer
sabredemezlerse, dünyayı istemesinler. Çünkü din yalnız
benim içindir. Yazıklar olsun. O kimseye ki, din ile dünyayı talep eder.”Yazıklar olsun ona.” Cenab-ı Hakk Feyyazı Mutlak Hazretleri Âdem (Aleyhisselam)’ı yarattıktan sonra
O’na bir müddet cenneti seyrettirdi. Sonra, O’nu her şeyi bilir olduğu halde dünyaya gönderdi. Gerek kendisi ve gerekse
zürriyetinin hayatlarını idame ve dünyadaki refahları için bu
sanatlarla rızıklarını temin etsinler de, dinlerini dünyalarına alet
etmesinler. Dindar görünerek kimseden bir şey istemesinler.
Zira din ile dünyayı talep, çok çirkin bir harekettir. Din,
Allah (c.c.)’ındır. Onu dünyaya alet etmek kadar abes bir şey
olamaz. Onun için, onlara “veyil” kelimelerle hitap olunmuştur. Veyil, cehennemde bir çukurun adıdır. Verilen bir cezayı
müstelsim kelimedir. Azap kelimesidir. Yani, yazık olsun, veylolsun o kimselere ki, dinleriyle dünyalarını talep ederler. Musa
(Aleyhisselâm)’ın zamanında bir adam, Musa (Aleyhisselâm)’ın
yanından hiç ayrılmazken birdenbire kaybolmuş. Musa Peygamber sormuş ki, bu bizim derslerimize devam eden kişiye ne
oldu? O da, -maazallah- insan kıyafetinden döndürülmüş bir
hayvan şeklinde evinde saklanıp kalmış… Sebebini araştırılır-
221
Cennet Yolları
222
ken meğer Musa Peygamberden öğrendiklerini diğer memleketlerde satmak hevesiyle dünyasını temin etmeğe çalıştığından bu cezaya çarptırılmış. Allah (c.c.) korusun, insan okurken,
okuturken ve dinine ait her şeyini yalnız Allah (c.c.) için yapmağa mecburdur. Ben hafız olurum… Ben, imam olurum.
Ben müezzin olurum da geçimimi temin ederim dememeli.
Allah (c.c.) , insanları musibetlerden korusun.
İşte onlara tam bir veyl, hem bir daha veyil. Bu sebepten olsa gerek. Bizim okumalardan hiçbir zaman gerekli faydalar olamamaktadır. Dünya da, öyle bir dünya oldu ki, bütün insanların yegâne gayesi para… Eğer şimdi şu maaşlar
olmasa, ne imam, ne müezzin ve ne de vaiz bulunur. Maaşsız vaizler bulunur. Lakin bu sefer halkın kesesine gözler dikilir. Eğer halktan da bir şey çıkmazsa kürsülerde söz söyleyecek kimseyi bulmak mümkün olmaz.
Zira herkes, maişet derdinde boğaz ve mide derdinde,
bazı nimet sahibi kimseler bulunsalar da, bu sefer de onları
dinleyecek dindarları bulmak zor olur. Çünkü cehil ortalığı
istila eder. Helâl, haram aramadan kazanç teminine çalışanlardan artık hayır mı kalır, dersiniz? Allah Zülcelâl muinimiz olsun, vesselâm.
İlimde asl olan kalb ve yakîn ilmidir.
ƈ Ʃ ƈòÒóøÒƆ īĨƈ óøƈ īƈ ĈÓ
ƈ ×ĤŽ Ò ħĥŽ Đƈ
ħƈ ġƆ èƈ īŽ Ĩƈ ħġŽ èƇ IJƆ ĵĤſ ÓđƆ ÜƆ ųÒ
Ɔ Ƈ
Ƅ
Ɔ Ž Ž Ƅ
ƈƩ
ƈ Ʃ îÓƈ ×Đƈ īĨƈ ÅÓýſ ĺ īĨ Ôij
ųÒ
ĥĜ ĵĘƈ įƇ ĘƇ ñƈ ĝŽ ĺƆ ųÒ
Ɔ Ž Ƈ Ɔ Ž Ɔ ƈ ƇƇ
“İlmin bâtın, Allah-u Teâlâ’nın esrarından bir sırdır,
ve yine Allah (c.c.)’ın hikmetlerinden bir hükümdür. Kullarından dilediğinin kalplerine ilka buyurur.”
Mehmed Zahid Kotku
İlmi ikiye ayırmışlar; birine ilmi zahir, diğerine de ilmi
bâtın demişlerdir.
İlmi zahir: Malum olduğu üzere, zâhiren bilinen mânâdır.
Gerek Kur’an-ı Kerim’de ve gerekse, Ehadisi Nebeviyye’de zikrolunan kelimeyi aynıyla ifade etmektir. Bazen, tevile muhtaç kelimeler vardır ki “ve men kâne fi hazihi â’ma ve hüve
fil ahireti a’ma” gibi buradaki a'ma'dan murat, Allahü âlem
Hakk’ı görmeyen körler olsa, gerektir ki, ahirette âma olacak olanlar bunlardır. Yoksa bu gün körlerden hafız, âlim ve
ehl-i hal sahipleri vardır. Eğer bunlar da âma olarak haşrolunacak ise, buna da kimse bir şey diyemez.
Mülkün sahibi tasarrufu da kendi elindedir. İlmi batın
ise; gönüller mezmum olan sıfatlardan temizlendiği zaman
zahir olan bir nurdur ki, gözlerin göremediğini, o gönül gözleriyle görmek mümkün olur.
İlmi batın; bir gizli ilimdir ki, Allahü Teâlâ, dilediği, kulunun gönlüne ilka eder. Onu ancak Allahü Teâlâ’yı bilen ehli
marifet bilir. Bazı arifler demişlerdir ki: Kimin bu gizli ilimlerden nasibi yoktur, onun süi hatimesinden korkulur. İnsanda
iki haslet vardır ki o gönüllere esrarı ilahi giremez. Biri kibir,
biri de dünyaya muhabbettir. Hâlbuki dünyada bulunduğumuz müddetçe dünya ihtiyaçlarını gidermeye muhtacız. Bu
ise, dünyayı sevmek değildir. Belki sevmek, Allahü Teâlâ’nın
emirlerini bırakıp yasaklarından kaçmadan, günahlardan da
korkmadan dünyası için dünyalık biriktirmekle olur. Yoksa
biriktirilen paralar ahiret için ise, ona dünyalık denmez.
Meselâ, hac etmek için, câmi, mektep, medrese, yol,
köprü ve çeşme gibi ve fakirlerin, yetimlerin ve dulların barınacağı evler odalar ve vakıflar gibi paralar, dünya için değil belki, doğrudan doğruya ahireti içindir. Yalnız, bunların
223
Cennet Yolları
224
helalden olması şarttır. Burada, "hûkmün min hikemillahi"
deki hüküm ilimle tefsir edilmiştir. Yani, ilm-i batın, Allahü
Teâlâ’nın gizli ilimlerinden bir ilimdir.
Ahlakı güzel, kibir, haset, gazap, hırs veya şehvet, şöhret
gibi afatlardan emin olan kimselere verilir. Herkes bu ilimden istifade edemez. İstifade edemeyenlere de, yazıklar olsun. Demektir ki, son nefeste süi hatimeden korkulur. Yani,
ahlâksız, terbiyesiz olması münasebetiyle bu ilme liyakati olamamıştır. Vesselam.
Allah’tan korkmak ve haşyetullah
ƈ Ʃ ĴijĝŽ ÝƈÖ ğƆ ĻĥƆ Đ
ĩſ äƈ ÓıƆ Ĭƪ Óƈ ĘƆ ųÒ
îÓƈ ıƆ åƈ ĤŽ ÓƈÖ ğƆ ĻĥƆ ĐƆ ƅóĻìƆ ģƈ ž ĠƇ ĎÓ
Ƈ
ſ Ɔ
Ž
Ž
Ž Ɔ
ƈ
ƈƈ
ƈ ƈ
Įƈ ƈóìƈ Òſ ĵĤſ Òƈ īĻ
Ɔ ĩĥùŽ ĩƇ ĥŽ Ĥ ÙƄ Ļƪ ĬÓ×Ɔ İŽ òƇ įƇ Ĭƪ ÓĘƆ
“Allah’dan korku üzerine daim olunuz. Takvada bütün hayırlar câmidir. Cihada da devam eyle. Çünkü cihad Müslümanlığın ruhbanlığıdır.”
“Zikrullah ve kitabı İlahiyeyi de okumaya devam eyle.
Çünkü bu senin için yeryüzünde ve nur-u semada da, senin isminin anılmasına sebeptir. Dilini de tut. Hayır söyle,
sen de bu sebeple şeytana galip olursun.”
Rivayet olunduğuna göre, bir adam Cenabı Peygamber
Efendimiz (s.a.v.)’e gelmiş ve bir vasiyet yani nasihat istemiş.
Peygamberimiz (s.a.v.) de, ona bu nasihatleri yapmış. Nasihatlerin başında evvelâ Allah (Celle Âlâ)’dan korkuyu tavsiye
etmektedir. Zira bütün hayırların başı bu korkuya bağlıdır.
Allah (c.c.)’dan korkmayan insandan her zaman ve her yerde
her fenalık umulur. Cenab-ı Hakk’da kendisinden korkup
Mehmed Zahid Kotku
emirlerine itaat eden kullarına hiç ummadıkları yerlerden rızıklar nasip eder. Sıkmaz. Bütün korkularından emin kılar.
Dünyada ve âhirette rahat ederler. Onun için her Mümin-i
muvahhide ilk tavsiye olunacak şey, Allah (c.c.) korkusu olmalıdır.
Malum ya, Allahü Teâlâ’dan korkmak için O’nu bilmek
lâzımdır. O’nu bilmeden, O’ndan nasıl korkulur? O’nu bilmek,
O’nun bize gönderdiği kitabı okuyup bilmekle olur. Çünkü
O, bize kitabında, 99 esmasiyle tanınmıştır. Meselâ: Aslandan
korkmayı, aslanı bilmeyen birisine söylerseniz onun korkusu
başka olur. Fakat aslanı tanıyan bir adamın korkusu da mükemmel olur ve aslanların mıntıkasına kolayca sokulmaz.
Allah (Azze ve Celle)’i de güzelce tanıyan bir Müslüman
O’nun istemedikleri şeylerin hiç birisini yapamaz.
İkinci tavsiye ise, cihattır. Cihat: Düşmanla dövüşmeğe
derler. Müslümanlıkta, Hıristiyan papazların yaptıkları gibi
dağlara, kimsesiz yerlere çekilip ibadetle meşgul olmak yasak
edilmiştir. Müslümanlıkta ruhbanlık yoktur. Yani Hıristiyanlar gibi bir kenara çekilip ibadetle meşgul olmak bidattir.
Bizde cemâat vardır. İbadetlerimizi cemaatle eda etmeğe
çalışırız, onlardan daha çok sevap alırız. Müslümanlığın ruhbanlığı cihattır. Cihat da, çok geniş manalı bir kelimedir.
Üçüncüsü: Allah (c.c.)’ın zikrine devam etmektir. Çünkü
Allahü Teâlâ, kendisini zikredenler ile beraberdir. Yani, rahmeti, ihsanı, keremi, Allahü Teâlâ’ya zikredenlere bol bol verilir. Bu beraberlik, rahmeti, ihsanı, ikramı onlar üzerine demektir. Hâşâ, bir cisim gibi sanılmamalıdır. Çünkü Allahü
Teâlâ, her akla gelen şeyden münezzehtir. Ona benzer bir misal yoktur. O hem duyar, hem işitir, hem görür ve hem de
bilir. O, her şeye kadir olan bir Allah (c.c.)’tır.
225
Cennet Yolları
226
Dördüncüsü: Kitabı ilâhi olan Kur’an-ı Azimüşşanı okumaya devam et. Daima oku. Gece oku. Her zaman oku. Onu
okudukça gönlün açılır. Gözün açılır. İçin dışın nur olur. Nur
üstüne nur olur. Zira Kur’an, nurdur. Okuyan da nurlu olur.
Senin için, yeryüzü nur olduğu gibi, semada da, yani gökteki melekler arasında senin ismin zikrolunur.
Kur’an okuyanların, muratlarını Cenab-ı Hakk, onlar istemeden, isteyeceklerinden daha alâsını verir. Hem de mağfireti İlahiyeye mazhar olurlar.
Kur’an gibi nimet olmaz. Ona hürmet ve saygıda fazla
mübalağa eyle.
Beşincisi ise, dilini tut. Boş konuşma, ve lüzumsuz konuşma. Dilin Allah (c.c.)’ı zikretsin. Gönlün de Allah (c.c.)’ınla
olsun. Konuşacağın vakit mutlaka hayır söyle. Sen ancak, şeytana bu suretle galip olursun. Malum; vaktiyle Arabistan’da
bir yerde bir ağaç varmış. O zaman ki insanlar ona taparlarmış. Bir gün bir adam, baltasını almış, ben gidip şu ağacı keseyim de halk da, buna tapmaktan kurtulsun, diye yola çıkmış.
Yolda şeytan karşısına çıkmış. Nereye gidiyorsun diye sormuş.
O da anlatmış. Şeytan yok kesemezsin, diye kavgaya başlamışlarsa da, adam şeytanı yatırmış.
Şeytan, mağlup olunca adama demiş ki, sen fakir bir
adamsın. Ben sana, her gün şu kadar para vereyim de, beni bırak. Hem sen de rahat edersin. Allah (c.c.) dilerse, o ağacı kurutur. Halk da kurtulur. Sen şu paraları al da, rahatına bak demiş. Adam da buna aldanarak, şeytanı bırakmış. Birkaç gün
şeytan sözünde durup paraları götürüp vermiş. Sonra, kesmiş. Bu sefer, adam yine baltasını alıp ağacı kesmek üzere
yola çıkmış… Şeytan, bu sefer yine karşısına dikilmiş, Kesersin, kesemezsin diye kavgaya başlamışlar. Ama bu sefer, şey-
Mehmed Zahid Kotku
tan adamı kolaylıkla yenmiş. Adam taaccüp etmiş. Geçen
defa, ben seni pek âlâ yenmiştim. Şimdi nasıl oldu da yenildim, diye düşünmeğe başlamış. Şeytan buna cevap vererek,
evvelce Allah (c.c.) için gidiyordun. Şimdi ise, para için gidiyorsun. Anladın mı? Demiş.
Cenab-ı Hakk, her işimizde ihlâs buyursun. Âmin. Bu
güzel bir misal.
Kuran-ı Kerim’in hayat veren emirlerine sımsıkı
sarılmak
ƈ
ƈ
Ôžƈ òƆ ĦƇ ƆŻĠƆ įƇ Ĭƪ Óƈ ĘƆ Òïƃ ÐÓƈ ĜƆ IJƆ ÓĨÓƃ ĨƆ Òƈ ĮIJ
Ƈ ñƇ íÜÓƪ ĘƆ ĪÒſ óŽ ĝƇ ĤŽ ÓƈÖ ħŽ ġƇ ĻŽ ĥƆ ĐƆ
ƈ
īĻ
Ɔ ĩĤƆ ÓđƆ ĤŽ Ò
Siz Kur’an okumaya devam ediniz ve o Kur’ân-ı kendinize imam ve çekici ittihaz ediniz. Çünkü Kur’ân Rabbil
âleminin kelâmıdır. Ondan gelmiş ve O’na avdet eder.”
Kur’an Allah Teâlâ’nın Cebrail vasıtasıyla 23 sene içerisinde
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e gönderilen kitaptır. Mukaddestir. Her türlü şek ve şüpheden uzaktır. Beşer kelâmı değildir. Ulumu evvelin ve ulûm-ı âhirin içerisindedir. Beşeriyetin saadeti ve selametini havidir.
Kur’an-ı Kerim, beşeriyete yol gösterir. Dünyayı ve âhireti
öğretir, ve kendisini beşeriyete esmayı hünsasıyla anlatır. Bütün fenlerin, icatların anahtarı Kur’andadır. Kur’an, kelamı
Rabbil âlemindir. Artık, başka söz söylemeye lüzum yoktur.
Kur’an, ancak, kendi diliyle kendi öz harfleriyle okunur. Her
harfin ağızdaki yerlerine göre okumak için her Müslümanın
behemehal talim edip öğrenmesi şarttır.
227
Cennet Yolları
228
Kur’an lalettayin bir kitap ve bir gazete gibi okunması
kat'iyyen caiz değildir. Herkesin farz olan ilmihalinin başında
olan Kur’an-ı Kerimi dürüst olarak okumak için her halde
tecvidi öğrenmesi ve ona göre okuması gerektir. İslamın hayatı olan ilim, evvelâ Kur’an-ı okumakla başlar. Onu okumasını bilmeyen kimse, diğer İslâmî bilgileri de, layık vechile öğrenemez, bilemez. Kur’an okumaktan gaflet edip de
diğer bilgilerle meşgul olarak dünyalıklarını temin etmeğe
çalışanlar, eninde sonunda muhakkak pişmanlık duyacaklar
ve dünyadan ayrılma anında, bunun acısını pek acı bir şekilde çekeceklerdir.
Kur’an-ı Kerimi okumaktan murad, ona uymaktır. Emirlerine itaat edip yasaklarından kaçmaktır. Kendisine uyulmadan okunan Kur’an-ı Kerim, makbulü İlâhî olamaz. Onun
için insan her zaman kendini kontrol edip, yanlışlıklarını tashih etmeğe çalışmalıdır. Bu ayrıca bir vazifedir.
Kur’an, 3 cüz üzerinedir.
Birincisi: Yapılması lâzım gelen ibadetlerdir ki, o da 5
kısımdır. Bunları yapmak
İkincisi: Men olunan yasaklardır ki, bunlardan kaçıp
uzak olmak gerekir.
Üçüncüsü: de: Müteşabih olan kısmıdır ki, bunu da
ehline terk edip kendi reyi ile mânâ vermeğe kalkmamalıdır. Kur’an 1400 seneden beri okunur. Hele Fatiha-i Şerife
ve İhlâslar her gün aşağı yukarı en aşağı 40 defa okunur. Ne
bıkılır ve ne de bunu biz biliyoruz diye terk olunur. Ne de
eskir. Her zaman taze ve her zaman yepyeni… Okudukça
mânâlar keşfolunur. Okuyan nura gark olur. Fakat onu kendinize imam, önder ve rehber ittihaz ediniz ki, sizleri çekip
Mehmed Zahid Kotku
cennete Hakk’ın rızasına, sevgisine götürsün. Onu okuyup
ta yolunda gitmeyen kişiler bedbaht kişilerdir. Nurundan nur
alamazlar. Saadet ve selamete erişemezler. Dünyaları da perişan, âhiretleri de.
Onun için ey aziz ve muhterem kardeşim, sen her halde
Kur’an-ı Kerimi güzel ve dürüst okumaya gayret et. Sonra
da, onu kendine imam olarak kabul et, her müşkülünü
orada halletmeğe çalış. Çünkü Allah Teâlâ’nın kelâmıdır.
Ona sarılan, iman-ı kâmil sahibi olur. Mes’ut ve bahtiyardır, vesselam.
įƈƈ ×ÐÓƈ åſ ĐƆ Øƈ óᎠĠƆ IJƆ Īƈ Òſ óĝƇ ĤŽ Ò ħƈ ĥƫ đƆ ÝƈƆ Ö ħġƇ ĻĥƆ ĐƆ
Ž Ž
Ɔ
Ž
“Siz Kur’an öğretmeğe devam ediniz ve onu çok okuyunuz. Onda çok acayip hârikulâdelikler vardır. Böylece
cennetin yüksek derecelerine nail olursunuz.” Bu hadisi
şerif de, bir evvelki hadis gibi, bizlere Kur’an-ı Azimüşşan’ı taallüm etmeği ve öğrenmeği, güzelce okumayı tavsiye etmektedir. Her şeyde olduğu gibi, tekrarlamanın çok faydası vardır.
Mesela, hafızlar da, hafız olabilmek için ne kadar tekrar
yapmışlardır. Ezberciliğin hangi nev’i olursa olsun, tekrarlamağa mecburdurlar. Hatta ezberlediklerini tekrar etmezlerse çabuk unuturlar. Onun için, Ramazan mukabelelerinde
çok çalışırlar. Çalışmazlarsa, sonra halka karşı mahcup olurlar, bir daha onları kimse dinlemek istemez. Sonra, çok çok,
tekrar tekrar okumaktaki faydalar ise pek çoktur. Her okudukça, ayrı ayrı gelişmeler olur. Mânaları derinliklerine vukuf hâsıl olur. Sonra, gönüllerde yer eder, pek çok acayiplikleri vardır. Onları ehli olan âlimlerden öğrenir. Öğrendikçe
de, aşkı ve şevki artar.
229
Cennet Yolları
230
Cevahir bulanlar, madenciler yeni madenler, cevherler
buldukça ne kadar seviniyorlar? Kur’an âşıkları, Kur’an-ı
tekrar tekrar okudukça, daha çok fazla sevinirler. Gönülleri açılır. Zevkleri artar da, artar. Bunlar hep tekrar tekrar
okumakla hâsıl olur. Bu dünyada ne mânâsı biter ve ne de
acayibi tükenir. Madenler bulununca nasıl işletilir? İşletilmezse faydası olmaz. Kur’an da, tekrar tekrar okunmadıkça
hiç faydası olamaz demek, doğru değildir. Ama okunmazsa
unutulabilir.
Bir cüz Kur’an’ı saatlerce okuyup çıkamaz. Bu da tabiî
okuyanı sıkar. Onun için daima okuduğunuz takdirde, hem
süratle okumak mümkün olur ve hem de Kur’an’a karşı bir
ünsiyet hâsıl olur.
Bu sefer de, siz onu elinizden bırakmak istemezsiniz. Beşeriyetin saadet ve selâmeti Kur’an’dadır. Bu insanlar, ne kadar bocalasalar da, nihayet Kur’an’a teslim olmayı ve müslüman olup, rahata kavuşmayı isteyecekler.
Çünkü bundan başka yol yoktur. Yol ancak, Kur’an yoludur. Vesselam.
Öyle ise, ey muhterem kardeş, sakın sen de Kur’an’dan
ve Kur’an yolundan ayrılma. Emirlerini tut. Yasaklarından da
kaçın. Çünkü bu dünya fânidir. Kendisi de fânidir, içindekiler de. Bak, mütemadiyen bırakıp bırakıp gidiyorlar. Hem
giderken herkes eli boş gidiyor. Kimsenin buradan giderken
bir şey götürdüğü de yok. Bu ibretamiz hadiseler bizlere yetmez mi dersiniz? Mevlâ, cümlemize hidayet nasip etsin de,
Hakk yolundan ayırmasın.
Bi hürmetil Kur’an-ıl azim. Ve bihürmeti men erseltehü rahmeten lilâlemin. Salavatullâhi vesselamu aleyhim ecmain.
Mehmed Zahid Kotku
Cenneti dileyen mü’minde bulunması gereken
özellikler
ĮƇ óĺ ƈôIJƆ ħĥŽ éƈ ĤŽ ÒIJƆ īƈ Ĩƈ ËŽ ĩƇ ĤŽ Ò ģĻ
Ƈ ĥƈ ìƆ ħƆ ĥŽ đƈ ĤŽ Ò Īƪ Óƈ ĘƆ ħƈ ĥŽ đƈ ĤŽ ÓƈÖ ğƆ ĻŽ ĥƆ ĐƆ
Ɔ
Ƈ
óĻĨƈ ÒƆ ó×āĤÒ
IJƆ Įij
ÖƇ ÒƆ ěƆ ĘŽ ƈóĤÒIJƆ įƇ ĩƇ Ļƈ ĜƆ ģƆ ĩƆ đƆ ĤŽ ÒIJƆ įƇ ĥƇ ĻĤƈ îƆ ģƆ ĝŽ đƆ ĤŽ ÒIJƆ
Ƈ
ƪ
ž
ž
Ƈ ƆŽ
ƈ Ƈ ĭä
Įƈ îij
Ƈ
“Din ilmini öğrenmeğe çalış. Çünkü ilim Müminin
dostudur. Hilm de, Müminin veziridir. Akıl da, delilidir.
Âhiret de onun hafızıdır, Rıfk da babası, sabır da askerin
emiri mesabesindedirler.”
Hadis-i şerif, gayet güzel ve açıkça bizlere, ilme devamı
tavsiye etmektedir. Çünkü ilim en evvel aranılan bir meziyettir. İlim, sahibine herkes iltifat eder, herkesin yanında en
büyük bir kıymete haizdir. Cahile de kimse iltifat etmediği
gibi, hiçbir kimsenin yanında öyle kadir ve kıymeti de olmaz.
Sonra, ilim sayesinde hem dünyada rahat edersin ve hem de
âhirette. Dünyan da, ahiretin de mamur olur.
Cahil ise, tam bunun aksindedir. Dünyada, ömrü meşakkat ile ve bunaltılarla geçer. Âhirette ise, daha fena bir duruma düşeceğinden bir şüphen olmasın.
İlmin evveli, biraz acıdır, zordur. Fakat sabredilince ve
Hakk’ın izniyle sonu çok rahat ve tatlıdır. Evinde otururken
de sanki cennet bahçesinde imiş gibi bir tatlı neş’e ve zevk
içerisindedir. Cahil ise, hiç de böyle değildir. Ne kadar deniz kıyılarında pek yüksek apartmanlarda, villalarda, bir sürü
hizmetçi ve cariyeler arasında olsa dahi ne huzuru, ne rahatı
ve ne de zevki vardır. Onun içindir ki, o zevki muvakkat da
231
Cennet Yolları
232
olsa tadabilmek için o haram olan, günah olan müslümana
hiç de yakışmayan içkiye başvururlar da, sonra da birçok yaramazlıklar, hadiseler zuhur edip, pişmanlıklar üstüne pişmanlıklar hasıl olur. Âlim ise, aldığı zevk-i manevî içerisinde
mest ü hayran olur.
İkincisi, herkese bir dost lâzımdır. Bir dost, bir eldir. Birbirinin yardımına koşarlar. Ellerinden tutarlar. Fakat bu gün
böyle hakiki dostları bulmak çok müşküldür. Öyle ise, senin en güzel dostun ilimdir. İlme sarıl ve ilim sahibi ol. İlimden ayrılma. İlim sahibi, aynı zamanda halim olur. Halim
de, bir vezir mesabesindedir. Onun bilgisinden, tecrübesinden yardımlarından faydalanılır, hilm sayesinde birçok müşküllerini halleder.
Hükümdarlar, vezirlerinden faydalandıkları gibi, vezirin
yeri bu gün başbakanlık mevkiidir. Başbakanlık ne ise, hilmin de yeri öyledir.
Üçüncüsü, insana lâzım olan nimetlerin başında bir de
akıl gelir. Akıl, cenab-ı Hakk’ın insana verdiği en şerefli bir
nimettir. Onun kıymetini bilmek için akılsız olan delilere
bakmak kâfidir. Onları da Cenab-ı Hakk, bizlere ibret için
yaratmıştır. Zira eşyanın kıymeti zıddı ile belli olur. Gece olmazsa, gündüzün, kış olmazsa yazın ve fakirlik olmazsa zenginliğin, hastalık olmayınca da sağlığın kıymetleri belli olmaz.
Aklın kıymeti de ancak, akılsızları görünce anlaşılır. Onun
icabı, aklı kendisine bahşeden Allahü Teâlâ’ya şükredip emirlerini tutmağa akıl delil olur.
Malum ya, delil her yerde lâzımdır. Delilsiz yola çıkılmaz
derler. Biz de Mekke-i Mükerreme’ye gittiğimizde bir delile
muhtacız. O olmazsa çok sıkıntı çekilir. Onda istirahat eder-
Mehmed Zahid Kotku
sin. Diğer mahallerde çadırlarında rahat edersin. Hatta yemek ve içmekte de çok faydaları vardır. Delile muhtaç olduğumuz gibi, yani; akıl, sahibini eğri yanlış yollara gitmekten
meneder. Böyle olan kimseye aklı var denir. Yoksa kötü ve
çirkin ve günahkar yollardan sahibini men edemiyorsa, ona
nasıl akıllı diyeceğiz?
Dördüncüsü, ameldir. O da sahibinin hafızıdır. İlmin
muhafazası amel iledir. Amelsiz ilim, meyvesiz ağaç gibidir,
derler.
Beşincisi ise, rıfktır. Rıfk, yumuşaklık demektir. İlim sahipleri, sert değil yumuşak olursa, talebe ve halk, ondan daha
çok istifade ederler. Binaenaleyh, her ilim sahibine yumuşak
olmaları tavsiye edilmektedir. Bu da huylar arasında bir babaya benzetilmiştir. Herkese bir babası nasıl gerekse, ilim sahibine de rıfk öylece lâzımdır.
Yalnız ilim sahibine değil, herkes için lâzımdır. Rıfk,
hangi evde olursa, o evde rahatlık ve bereket olur. Rıfktan
mahrum evlerde ise, daima huzursuzluk ve bereketsizlik vardır. Onun için, her ev sahibi bunu kazanmaya çalışmalıdır
ki, rahat etsin.
Altıncısı ise, Lînet’dir. Bu da rıfk gibi yumuşaklığı ifâde
eder. Şu halde rıfk, baba gibi ise, Lînet’te kardeş gibidir. Kardeşler uygun oldukları takdirde çok mes’utturlar. Zira herkese
bir arkadaş, bir ahbap muhakkak lâzımdır. İcabında sohbet
eder. İcabında yardım eder. İcabında, kardeşini korur. Sayısız faydaları vardır. Sahib-i ilim, pamuk gibi yumuşak ve bal
kadar tatlı olunca, o ilim sahibine doyum olmaz.
Yedincisi; sabırdır, bir ordunun kumandanı gibi temsil
olunmuş, kumandanı olmayan ordunun hali nasıl harap ise,
233
Cennet Yolları
234
sabrı olmayan herkesin –ve bahusus ilmin hali de böyledir.
Sabrın sonu selamettir, denir. Ahlâk kitabında bunlar hakkında geniş tafsilatlar vardır.
Cenab-ı Hakk, cümlemizin muini olsun da, ilminde kamil ve aynı zamanda âmil, hâlim, selim ve günâhlardan ve yaramaz şeylerden kaçan yumuşak, sabırlı, sözünde duran, ağır
başlı, dünyası için âhiretini; âhireti için dünyasını berbat etmeyen sevgili kullarından eylesin. Âmin.
İlim ibadetten, âlim âbidden üstündür
ƈ Ƈ ĬƆ îƆÒ ĵĥſ Đ ĵĥƈ ąŽ ęƆ ĠƆ ïƈƈ ÖÓđĤŽ Ò ĵĥƆ Đ ħƈ ĤÓƈ đĤŽ Ò ģƇ ąŽ ĘƆ
ųÒ
Ž
Ɔ
Ɔ
Ɔ
Ɔ
Ɔ Ʃ Īƪ Ò ħŽ ĠÓ
ƈ
ƈ
ƈ
ĵĘƈ ÙƆ ĥƆ ĩŽ ĭĤÒ
ƪ ĵÝƪ èƆ īĻ
Ɔ ĄòƆ ƆźÒŽ IJƆ ÚÒijƆ ĩſ ùĤÒ
ƪ ģƇ İŽ ƆÒIJƆ įƇ ÝƆ ġƆ Ñĥſ ĨƆ IJƆ
ƈ
öÓ
Ɔ ĥƫ āƆ ĻƇ ĤƆ Úij
Ɔ éƇ ĤŽ Ò ĵÝƪ èƆ IJƆ Óİſ ƈóåŽ èƇ
ƪ ħƈ ĥž đƆ ĨƇ ĵĥſ ĐƆ Īij
Ɔ ĭĤÒ
ƈ óĻíƆ ĤŽ Ò
ÚÒ
ƆŽ
Âlimin, âbid üzerine fazilet, Benim, sizin en ednanız
üzerine olan faziletim gibidir. Muhakkak, Allahü Teâlâ
Hazretleri ve O’nun melekleri, yer ve gök ehli, hatta yuvalarında karıncalar ve denizlerde balıklar nâsa, hayır öğretenlere duacıdırlar.”
İnsanlar, ekseriyetle şu iki kısma ayrılır; âlim veya âbid.
Diğerlerinde zaten hayır yoktur. Âlim ile âbid arasındaki fark
ise ölçülemeyecek derecede büyüktür. Peygamberimiz (s.a.v)
ile zamanımızın en ednası arasındaki fark ne ise, âlim ile âbid
arasındaki fark da böyledir. Peygamberler de dâhil olduğu
halde, insanlara hayır öğreten bütün muallimlere, muhakkaki Allahü Teâlâ Hazretleri ve bütün melekleri, yer ve gök
Mehmed Zahid Kotku
ehli, hatta yuvalarındaki karıncalar ve hatta denizlerdeki balıklar dua ederler. Bu, ne ulvî ve ne şahane bir manzara Âlim
yatağında yatar, uyur, veya kitaplarını mütalaa eder. Onlarla
meşgul olur da, bütün mahlûkat melekleri de dâhil ve hatta
Cenabı Hakk’ın bizzat kendisini ona dua ederler. Acaba, bu
saltanat kime nasip olmuştur? İlim denince, sayısını bile bilemediğimiz birçok şubeleri vardır. Kimi gökte uçar ve kimi de
su altında yüzer. Oturduğu yerde her yerden haber alır, her
yere de haber salar. Daha akla gelmedik nice âlimler. Bunların beşeriyete hizmeti de çoktur.
Fakat matlup olan, bilgiden uzak ve gayeden uzak bir takım teferruattır. Lâkin bunların hepsi bir ağızdan beşeriyet-i
İlahiyeye yönelmeğe davet etmektedir. Kulaklarını Hakk’a karşı
tıkamış bedbaht, gökte uçsa ne olur? Denizlerin dibinde dolaşsa, ne olur? Maksat ve gaye, Allah (c.c.)’a ulaşmaktır, vuslattır. O da, evvela iman ile başlar.
Allah (c.c.)’ı tanımayan ve İslam’a arka çeviren zavallı firavunlar gibi dünyaya hâkim olsalar, ne olacak? Mülk, Allahü Teâlâ’nındır. Yine her saltanatını bırakıp, o toprağın
altına gömülmeğe mahkûm değil mi? İsterse, mezarın altından olsun. İmanın yoksa vay haline. İman, laf ile değil ancak amelle belli olur. İman eden, iman ve İslam yolunda yürür. Bu yolu bırakanın sözüne iltifat olunmaz. Hem kiliseye
git ve hem de kilise âmâline hizmet et, hem de müslümanlık
tasla. Böyle maskaralık olmaz. Müslüman, müslümanlık yolunda çalışır. Daima küfrün karşısında aslan gibi dinini korur. Bunun için, ilm-i dine ihtiyaç vardır.
Eğer, sen de müslümanlığa hizmet etmek istiyorsan, dinini öğren ve öğret, vesselam. Sonra seni, toprak bile yemez.
235
Cennet Yolları
236
Mevlâ, cümlemizi dinini öğrenip, sonra da öğreten kullarından eylesin. Âmin.
ƈ
ƈ
ƈ ƈ
ħġƇ ĭĺƈ îƈ óĻìƆ IJƆ Øƈ îÓ
Ɔ ×Ɔ đĤŽ Ò ģƈ ąŽ ĘƆ īŽ Ĩ ĵƪ ĤƆ Ò Õƫ èƆ ƆÒ ħƈ ĥŽ đĤŽ Ò ģƇ ąŽ ĘƆ
Ž
ƇŽ
ĎƇ òƆ ijƆ ĤŽ Ò
“İlmin fazileti, Bana, ibadetin faziletinden daha sevgilidir ve sizin dininizin hayırlısı verâ sahipleridir.”
Fazl kelimesi, lügatte hüner, ziyadelik, artıklık gibi mânâları
ifâde etmektedir. Yani, ilmin fazlası, ilme fazla çalışmak, çok
şeyler öğrenmek istemek ki, ilmin fazlası, ziyadesi bana ibadetin ziyadeliğinden daha sevgilidir.
Yani, fazla ibadet etmektense, fazla ilim sahip olmak,
bana daha ziyade sevgilidir. Çünkü fazla ibadetteki sevap,
o zatın şahsına münhasırdır. Sevabı artar. Belki, bir veli de
olur. Lâkin ilim müteaddidir. Dünyayı dolaşır. Faydası şahsına münhasır olmakla beraber, ammeye faydası vardır. İlim,
güneş gibidir. Güneşin faydası nasıl âmmeye ise, ilmin faydası da yine âmmeyedir. Elbette, şahsa münhasır bir fayda
ile âmmeye taalluk eden fayda, bir olmaz. Geceleri sabahlara
kadar uyumadan ibadet etseniz, gündüzleri de hiç aralıksız
ibadet etseniz, ancak kendiniz faydalanırsınız. Fakat ilim hiç
de öyle değildir.
Meselâ: gece sabaha kadar bir şeyler okusanız, sabahleyin de onları kaleme alıp, bir eser meydana getirseniz ve
bunu dünyanın her tarafına göndermek imkânına sahip olsanız, bunu okuyup da imana ve İslâm’a gelenler veya yaptıkları çirkin şeyleri terk edenlerin sevabı, hep sizlerin defterine eksiksiz olarak yazılır. Ma’lum ya, insan dünyaya gözlerini
Mehmed Zahid Kotku
yumduğu an, bütün hayırları kesilir. Ancak onda şu üç eseri
baki kalır.
Birincisi; sadaka-i cariyedir. Yani arkası kesilmeyen sadakalar. Vakıflar, medreseler, mescitler, çeşmeler, köprüler, vesair,
buna benzer hayırların devamı müddetince, sahibinin defterine sevaplar yazılır. Mesela; İskender Paşa, dünyadan göçeli
aşağı yukarı belki beş yüz senedir, câmiinde namaz kılanların, vaizlerin, hafızların bütün sevapları bu zatın defterine
hiç eksiksiz sevap olarak yazılır. Mamafih, buralarda ibadet
edenlerin de sevabından bir şey eksiltmez. Herkesin sevabı,
yine kendi defterine yazılır. Meselâ; 500 kişinin sevabı da İskender Paşa’nın defterine yazılır. Maâzallah, günah kapılarını
açanlara da, oralarda işlenen günahların hepsi, o günah kapısını açan kimsenin defterine yazılır. Cenab-ı Hakk, cümlemize hayır kapılarını açmayı nasîb etsin, şer kapılarını açmaktan da muhafaza buyursun. Âmin.
İkincisi, kendisinden faydalanan ilim bırakmaktır.
Üçüncüsü de, kendisinin isminin hayırla anılmasına vesile olan hayırlı bir evlat; işte, bunların da sevapları daima
defterlerine yazılıp durur. Hakk Sübhane Teâlâ cümlemizi,
ilmiyle âmil olan ve beşeriyete faydası dokunan kâmillerden
eylesin. Âmin.
įƈ Ýƈ Ĩƪ ƇÒ ĵĥƆ ĐƆ ĵƈƈ ×ĭĤÒ
ģąęĠ Įƈ ƈóĻĔ ĵĥĐ ħƈ ĥđƈ ĤÒ ģąĘ
ž ƪ ƈ Ž Ɔ Ɔ ŽƆ Ɔ Ɔ Ž Ž Ƈ Ž Ɔ
“Âlimin, âlim olmayan kişiler üzerine ziyadeliği ve
üstünlüğü, nebinin, ümmeti üzerine olan üstünlüğü gibidir.”
Enes (R.A.) rivayet ettiği hadis-i şerifte, âlimin üstünlüğü
ne güzel bir şekilde belirtilmektedir. Peygamber (s.a.v.) üm-
237
Cennet Yolları
238
metinin nasıl baş tacı ise, O’ndan gelen ilme varis olan ehl-i
ilmin derecesi yüksek olup, zamanındaki insanların başlarının tacı olması gerektir.
Her devirde bulunan bazı müstesna âlimler, hakikaten
müminlerin baş tacı olmuşlar ve bırakmış oldukları eserlerle,
kendilerini tanımış bulunuyoruz. Bu gün bile, kütüphanelerimizi dolduran sayısız eserler hep muhterem âlimlerimizin
himmetleri, gayretleriyle olmuştur.
Allah Teâlâ, onlardan razı olsun, bizleri de onların seviyesine ulaştırsın. Hangi bir meslek, hangi bir meziyet vardır ki,
insanı Peygamberler seviyesine kadar ulaştırsın. İşte, din bilgisi
seni böyle yüksek makamlara ulaştıracak olduğundan, sen her
halde evvel emirde dinini pekiyi bir şekilde öğren. Sonra da,
öğretmeğe çalış. Bu arada, Peygamberlere de uy. Onlar, nasıl
meccânen (bedava) talim buyurdu iseler, sen de meccanen
öğret. Rızkını Allah (c.c.)’tan bekle. Başkasından değil.
Hem de rızkın için, dinini sakın alet etme. Bak, Abdülhalık Gücduvani (K.S.), imam ve müezzin olmamıza bile razı
olmuyor. Zannedersem bunlar da birer menfaat kapısı haline
gelmiş. Namaz kılmasını bilen herkes, namazı da kıldırabiliyor.
Vaktiyle, hocaların bolluğu varmış. Cemaat toplanınca herkes ben kıldırayım, davasına düşmüş. Nihayet, resmi imamlar
tayin olunup bu isteklerin önüne geçilmiş. Yoksa bu hizmet
Peygamberlerin yolu, imamlarımızın yoludur. Fakat bizim de
onlar gibi fisebilillah yapmamız lâzım gelirken, bak bu gün
ne hale geldik. Daha da kim bilir neler olacak.
Bugünkü tahsiller, netice itibariyle hep birer maaş alabilecek ve dolayısıyla, rahatça geçinmeye kavuşacak bir meslek
sahibi olmak, söz söylemekten daha ziyade, söz dinletmek
sevdasına kapılmaktır. Memur olmaktan ise, âmir olmak ve
Mehmed Zahid Kotku
bunun için sözü geçer kimselerin yardımını temin etmek ve
hatta birkaç yerden maaş alabilmek ve saçı bitmedik yetimlerin mallarına göz dikmekten adeta zevk alıp, sonra da çalım
satmak, sanki bir hüner, sanki bir hizmet yapıyormuş gibi tavırlar takınmak hiçbir ehli ilme yakışmayan çirkin şeylerdir.
Hakk Sübhane ve Teâlâ cümlemizi korusun. Sevdiği ve razı
olduğu bahtiyar kullarının arasına kabul buyursun. Âmin.
ĵĥƆ ĐƆ ƈòïŽ ×ĤŽ Ò ÙƆ ĥƆ ĻĤƆ ƈóĩƆ ĝƆ ĤŽ Ò ģƈ ąŽ ęƆ ĠƆ ïƈƈ ÖÓđſ ĤŽ Ò ĵĥƆ ĐƆ ħƈ ĤÓƈ đſ ĤŽ Ò ģƇ ąŽ ĘƆ
Ɔ
Ž
ƈ ijġƆ ĤŽ Ò ƈóÐÓƈ ø
Õƈ ĠÒ
Ɔ
Ɔ
“Âlimin âbid üzerine üstünlüğü, ay’ın leyle-i bedirdeki haliyle sair yıldızlara karşı olan üstünlüğü gibidir.”
Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve selem) her fırsatta, ilmin
kadir ve kıymetini bizlere duyurabilmek için, çalışmışlar ve
çeşitli numuneler vermişler.
Bazen, kendisinin ümmeti üzerine olan üstünlüğüne benzetmiş, bazen de ayın tam yuvarlanıp ziyasının arttığı devirde,
diğer yıldızlar ne kadar sönük kalıyorsa, Alimleri de leyle-i
bedirde etrafa nurunu saçan aya, abidleri ise, sönük kalan belirsiz yıldızlara benzetmiştir.
Öyle ise, ey muhterem kardeş! Sen de, ay gibi ol. Işığınla
etrafını nura gark et. Sen de bu arada, bol bol sevaplar alır,
saadet ve selâmete nail olursun.
Sakın cahil kalma. Cahillik bir zulmet ve bir çıkmaz,
Hem de karanlık bir yoldur. Hiç kimseye, cahillik yakışmadığı gibi, Müslümana hiç yakışmaz. Bak, sırası gelmişken
sana ilmin ne demek olduğunu bilfiil anlatayım, göstereyim. Bizim yüksek tahsil mekteplerimiz, liselerimiz, üni-
239
Cennet Yolları
240
versitelerimiz, fakültelerimiz, akademilerimiz var. Var ama
ne fayda? Bütün kavgalar, kıyametler onlardan kopmakta.
Birbirlerini döverler, öldürürler. Hatta hocalarına kafa tutarlar. Mekteplerde boykotlar yaparlar. Haftalarca, hatta aylarca mekteplerini açtırmazlar. Bunu da isteriz, şunu da isteriz, diye kafa tutarlar.
Mekteplerin içini adeta silah deposu yapıyorlar. Devleti,
milleti, orduyu meşgul ederler. Hatta sözde kendilerini müdafaa diye askerlerimizi ve polislerimizi de şehit ederler. İşte
bu gün hepimizin gözleri önünde cereyan eden çok esef verici hâdiselerin zuhuruna sebep ve âmil.
Bu günün yüksek tahsil gençleri, bilmeyiz ki orası mektep midir? Yoksa bir anarşist yuvası mı? İstediğiniz kadar silah ve cephane mevcut. İcabında birbirlerine ve icabında polis ve askerlerimize ateş açabilecek güçte ve durumda… Bu
nasıl mektep?
Bak, beri tarafta İslam mektepleri var. Onlar da İslâm
Üniversitesi. Tek bir çıtırtı bile yok. Herkes dersini çalışır. Ne
birbirlerine karşı ve ne de dışarıya karşı hiçbir vukuat görülmemiş ve duyulmamıştır. İşte, İslam’ın nuru böyledir. Daima
memleketin refahını ister. Milletinin de selamet ve saadetini.
Onun için, partilerle de alâkası yoktur. Zaten, bu particilik
müslümanlığa yakışan bir şey değildir. Müslümanlık bizden
daima vahdet ve birlik ister. Fırsat buldukça, bunu aşılamağa
ve anlatmağa çalışır. Müminler ve müslümanlar bütün dünyada bir vücut, bir bina gibidirler.
Bunlar kendi başlarına buyruk olmaya çalışırlar. Bunlar,
hakiki mümin ve müslim değildirler. Sırf menfaatleri iktizası hareket ederler. Yoksa müslümanlıkta bölücülük, ayrılık-
Mehmed Zahid Kotku
gayrılık yoktur. Hepimizin gayesi, bir Allah (c.c.)’tır, bir Allah (c.c.)…
Allahü Teâlâ da bizleri bu yoldan ayırmasın. Âmin.
ƈ ƈ
ƈ
īƈ ĻÝƆ äƆ òƆ îƆ ģƈ ž ĠƇ īƆ ĻÖƆ Ùƃ äƆ òƆ îƆ īĻ
Ɔ đ׎ øƆ ïƈÖÓđſ ĤŽ Ò ĵĥƆ ĐƆ ħƈ ĤÓđſ ĤŽ Ò ģƇ ąŽ ĘƆ
Ž
Ž
ƈ
Īƪ ÒƆ ğƆ Ĥƈ ðƆ IJƆ ĦÓƅ ĐƆ ÙƆ ƆÐÓĨƈ ƈóĩƆ ąŽ ĩƇ ĤŽ Ò ďƈ ĺ ƈóùĤÒ
ƪ öóƆ ęƆ ĤŽ Ò óƇ ąŽ èƆ
ƈ ĭĥĤƈ ÙƆ ĐïƈŽ ×ĤŽ Ò ĎïƆ ĺ ĪÓ
ÓıƆ ĭŽ ĐƆ ĵıſ ĭŽ ĻĘƆ ħĤÓƈ đƆ ĤŽ Ò ÓİƆ óāƈ ×ĻĘƆ öÓ
ƪ
ƪ Ɔ
Ƈ Ɔ Ɔ ĉƆ ĻŽ ýĤÒ
Ɔ Ƈ
Ɔ ŽƇ
ƈ ƈ ×Đƈ ĵĥſ Đ ģƈƄ ×ĝŽ Ĩ ïƈƇ ÖÓđĤŽ ÒIJ
ÓıƆ ĘƇ ƈóđŽ ĺƆ ƆźIJƆ ÓıƆ ĤƆ įƇ äij
Ɔ Ɔ
Ɔ
ƪ ÝƆ ĺƆ Ɔź įÜîÓ
Ƈ Ɔ Ɔ
“Âlimin âbid üzerine 70 derece üstünlüğü vardır. Her
derecenin arası, süratli koşan bir atın 100 sene koşmasıyla
olan mesafedir. Muhakkak Şeytan, insanları bir takım
bid’atlere sevkeder. Bunu âlim görüp halkı o bid’atlerden
meneder. Hâlbuki âbid, ibadetiyle meşgul. O, bid’atlere
hem teveccüh etmez ve hem de onları bilmez.” Bu hadisi
şerifte de, Peygamberimiz (s.a.v.) ümmetine ilmin fezailini
bildirmek üzere ne güzel buyurmuşlar? Âlim ile âbid arasındaki 70 derece 100 x 70 = 7.000 senelik yolu ölçmek bile
mümkün değildir.
Dünyanın bir ucundan diğer ucuna gitmek, bu gün bile
süratli rahvan atla, bir sene bile sürmez. Bunu 100 seneye
zam edince böylece 100 dünya 70 ile darp edince, 7.000
misli bir mesafe hâsıl olur ki, bunu bu gün biz takdirden
bile âciziz. Daha doğrusu âlim ile âbid arasındaki fark, ölçülmez bir mesafedir.
Binaenaleyh, sen hem ibadetine devam eyle ve hem de
dinini, şeriatını, kitabını iyi oku ve onu bil. Sakın cahil sofu-
241
Cennet Yolları
242
lardan olma. Sonra, şeytan seni yener. Perişan eder. Hem dünyan, hem de âhiretin elinden gider de farkında bile olamazsın. Onun için, her fırsattan istifade ederek ilme çalış. Diğer
ilimler de lâzım değil mi? Diyeceksin ama din olmayınca Allah (c.c.) Peygamber, kitap, âhiret, hesap ve mizan ve cennet,
cehennem bilinmedikçe ve bunlara iman edilmedikçe bütün
bilgiler beşeriyete zarardan başka bir şey getirmezler. İnsan diyeceği geliyor ki “Keşke bugünkü fenler, teknikler, icatlar olmasaydı da, yalnız beşeriyet, bir rahat bir huzur içerisinde yaşayabilseydi.” Hâlbuki ilk insan devri başlamış ve bugüne kadar
gelen devirde insanlar bir huzur, bir rahat içerisinde yaşayamamışlardır. Zavallılar kendilerini şerlerden koruyabilmek,
dünyanın taşını toprağını yığmak suretiyle, halen görmekte
olduğumuz kaleleri yapmışlar ve içerisine sığınmak mecburiyetini duymuşlar. Sonraları toplar icat olunmuş ve bu kalelerin kıymetleri kalmamış. Şimdi de uçaklarla, bombalarla,
atomlarla birbirlerini tehdit ederek beşeriyeti, galipler, köle
halinde kullanmaktan da kaçınmamaktadırlar. Allahü Teâlâ
cümlemizin muini olsun. Onun için sen, ilimle meşgul ol,
ehl-i irfan zümresine dâhil ol, dünya cennetine gir, rahatına
bak. Dünya ilim ve ehl-i irfan için cennettir. Cahiller için de
bir bela, bir mihnet ve sonra da bir cehennemdir. Artık hangisini istersen onu tercih et, vesselam.
Kuran-ı Kerim’in üstünlüğü ve O’nu
öğrenmenin lûzumu
ĵĥƆ ĐƆ īƈ ĩſ èŽ óĤÒ ģƈ ąŽ ęƆ ĠƆ Ħƈ ƆŻġƆ ĤŽ Ò ƈóÐÓƈ øƆ ĵĥſ ĐƆ Īƈ Òſ óĝƇ ĤŽ Ò ģƇ ąŽ ĘƆ
Ž
ƪ
įƈ ĝƈ ĥŽ ìƆ ƈóÐÓƈ øƆ
Mehmed Zahid Kotku
“Kur’an’ın diğer başka kelâmlar üzerine fazileti,
Rahman’ın yarattıkları üzerine fazileti gibidir.” Malumdur ki Kur’an-ı Azimüşşan, Allahü Teâlâ Hazretleri’nin Peygamberimiz (sallallâhü aleyhi ve selem)’e göndermiş oldukları kitabın ismidir. Diğer daha birçok isimleri de vardır. Bu
Kitab-ı kelâm Rabbülâlemin’indir. Beşer kelâmı değil, Allah
(c.c.) kelâmıdır. Kelam, Cenab-ı Hakk’ın sıfatıdır. Sonradan yazılmış veya icat edilmiş değildir. Sıfatları da kendisi
gibi kadimdir. Binaenaleyh kelâmı da kadimdir. Beşeriyetin saadeti ve selameti için Peygamberimiz (s.a.v.)’e 23 senede bu sebepler münasebeti ile gönderilmiştir. Lehülhamd
bu güne kadar hiçbir harfine ve harekesine dahi bir arıza
gelmemiştir, noksanlık olmamıştır. Gönderildiği gün ne
ise, bu gün de yine o Kur’an’dır. Şimdiye kadar hiç kimse
onun karşısına çıkamamıştır ve bir mislini bile getirmeye
yine kimse muvaffak olamamıştır, Hafızı (O’nun koruyucusu) Allahü Teâlâ’dır.
Allah (c.c.)’a sarılanları Cenab-ı Hakk hıfz ve himaye
eder. Allah (c.c.) haliktir ve yaratıcıdır. Doksandokuz esma-i
hüsnâsıyla, onüç de sıfatı zatiye ve sübutiyesi vardır. Bizler
de mahlûkuz, yani yaratılmış. Her an ölüme mahkûm, günahlara gark olmuş birer biçareyiz. Hâlıkla mahlûk arasında
bir ölçü yoktur ve olamaz da. Çünkü Allahü Teâlâ hayyun
lâyemuttur. Kendisine hiçbir zaman ne gaflet, ne uyku ve ne
de ölüm gibi bir hadise tasavvur olunamaz. Mahlûk ise, malum… Her zaman çeşitli arzular ve hastalıklar, uykular, gafletler içerisinde olur. Nihayet toprağa munkalip olup, ismi
de, cismi de yok olup kaybolur. Her bakımdan âciz. Uykusuz duramaz, def’i hacet etmedikçe rahat olamaz. Yemeden
içmeden yaşayamaz.
243
Cennet Yolları
244
İşte böyle her bakımdan âciz olan bir mahlûk, kemal sıfatları ile muttasıf ve noksan sıfatlardan tamamıyla münezzeh
varlıkların sahibi, yer ve göklerin ve içindekilerin sahibi, mâliki
olan bir Allah (c.c.) ile hiç ölçülebilir mi? Hiçbir akl-ı selim
sahibi, bunu inkâr edemez. Onun bize gönderdiği ve kıyamete kadar da bakî kalacak olan, Kur’an-ı Azimüşşan’ı okuyamamak ve O’nu kendine imam ve önder edememek, O’nun
va’zettikleri kanunları, ahkâmları tebdil, tağyir edip de, diğer
milletlerin kanunlarını, ahkâmlarını benimsemek, Müslüman
olan ve Allah (c.c.)’ı tanıyan bir kimseye yakışır mı dersiniz?
Bu, doğrudan doğruya Allah (c.c.)’ı tanımamak ve inanmamaktan; daha doğrusu, dinsizlikten neş’et eder.
Bu dinsizlik, iki kısımdır: Birisi, doğumundan beri bir din
sahibi olmamış dinsizdir. Biri de, vaktiyle Müslümanmış…
Sonra, dünyaya aldanıp Müslümanlığı terk etmiş bir dinsizdir
ki, kestiği yenmez. Nikâhları da sahih olmaz, kendisi de katl
olunmaya mahkûm bir mürteddir. Öyleyse, ey aziz arkadaş!
Sen Kur’an’ı iyi öğren. Bütün ilimler onun içindedir.
Bize tavsiye olunan ilmin kaynağı da Kur’an’dır. Allah
(c.c.), bizleri Kur’andan ayırmasın. Âmin.
Çocuklara ve gelecek nesillere Kuran-ı Kerim’i
öğretmenin fazileti
Ùƈ ĩƆ Ļĝƈ ĤŽ Ò ĦƆ ijŽ ĺƆ ĮÒƇ ijƆ ÖƆ ÒƆ âƆ žƈijÜƇ ƪ źÒƈ Īƈ Òſ óĝƇ ĤŽ Ò ĮƇ ïƆ ĤƆ IJƆ ħĥƪ ĐƆ ģƅ äƇ òƆ īŽ Ĩƈ ÓĨƆ
Ɔ
ſ
Ž
ƈ
ƈ ƈ ÝƈÖ
ÓĩƆ ıƇ ĥƆ ᎠĨƈ öÓ
ƪ óƆ ĺƆ ħŽ ĤƆ īƈ ĻŽ ÝƆ ĥƪ èÓ
Ɔ
Ƈ ĻƆ ùĠƇ IJƆ ğƆ ĥĩƆ ĤŽ Ò âÓ
Ƈ ĭĤÒ
“Evlâdına Kur’an öğreten hiçbir kişi yoktur ki, muhakkak onun ana ve babasına, yevm-i kıyamette bir me-
Mehmed Zahid Kotku
lek tacı ile insanların mislini görmedikleri iki hulle giydirilmesin.” İlm-i din, ind-i ilâhî’de o kadar kıymetlidir ki,
onu evlatlarımıza lâyık-ı veçhile öğretebilmemiz için bizlere
ne büyük lütuflarda ve ikramlarda bulunulmaktadır.
O ana ve baba ki, evlatlarına Kur’an’ı öğrettiler ve öğretmeğe çalıştılar, emekler çektiler. Masraflar yaptılar. Onları
okuttular ve ümmet-i Muhammed’e (s.a.v.) irşad için yetiştirdiler. İşte, buna mükâfatan o ana ve babaya, melek tacı giydirilir, padişahların, şahların, kralların merasim günlerinde
giydikleri taç, bunun yanında hiç kalır. Bu tac, Hakk’ın tacı.
Dünya tacı değil. Âhiret tacı. Yani, bütün insanların gözlerini kamaştıran, o şaşaalı, kıymet biçmek mümkün olmayan
o tac, bu evlatlarını okumaya sevk eden ana ve babaya giydirilir de, herkesin ağzının suyu akar. İmrenir. Bayılır. Ne çare,
artık fırsat geçmiştir.
O, dünyada iken, kazanılacak bir nimet idi. Fakat dünyanın gözleri, bunu yapan sahtekâr tavırlarına aldanıp, dinî
tedrisatı bırakıp, diğer ilimlere hücum edildi. Adına, müsbet
ilim de dediler, dediler amma, bizi baştan çıkararak, dinden
imandan ayırıp, bir sürü ahlaksızlıklar, nümayişler ve gösterişlerle, o müsbet ilmi de elde edemediler.
Bugün boğaz üzerine kurulan bir köprüyü bile, yine Avrupalılara muhtaç olarak, onlara yaptırdık. Eğer Fatihler, Yavuzlar, Kanuniler olsa idiler, muhakkak bizleri sopalarla döver. "Bu ne rezalet" derlerdi, siz öldünüz mü? Nedir bu hal?
Eğer onlar sağ olsalardı, -emin olunuz- bu köprüyü hem kısa
zamanda ve hem de daha mükemmel olarak yaparlardı.
Belgrad’ın muhasarası esnasında Kanuni’nin, Tuna üzerine 10-15 gün içinde kurduğu köprüler, bu gün tarihlerde
245
Cennet Yolları
246
gözlerimiz önüne serilmekte. Fakat biz bunlardan ders alamıyoruz, işimiz hep tenkit. Hele Sinan’ın câmileri, köprüleri
hepimizin gözü önünde… Ama ne yazık ki bu kadar okuruz. Ömrümüz tükenir. En nihayet bir masa başında ömrümüz tükenir, vesselam.
Bu bizler için acı ve hem de çok acı hadiselerdir. Ecdadımız Kur’ân’a ve Kur’an ilmine sarıldıkları kısa müddet zarfında, dünyaya hâkim olabilecek kuvvete sahip ve malik oldukları, inkârı mümkün olmayan bir hakikattir. Ne zaman
ki Kur’an’a sarılmayı bıraktık, Avrupa adet ve ananesine uymak sevdasına düşmüşüz; o zamandan itibaren inhitat başlamıştır. Hâlâ, aklımızı başımıza alacağımız yok gibi.
Bir millet, köprüsünü, yolunu, fabrikasını ve bütün ihtiyac-ı
askeriyesini ve milliyesini, gemisini, uçağını, topunu, tüfeğini
kendisi yapamaz ise, o milletten ne hayır gelir? Bunlar hep
bizim tenkit ede geldiğimiz şu güzel dinimizi terk edişimizin
acılarıdır. Gemisini karadan yürüten ecdadımızın, boğazın iki
yakasına mükemmel Anadolu ve Rumeli hisarlarını kısacık
bir zamanda yaptıkları hala gözlerimizin önünde canlılıklarını muhafaza etmektedir. Biz ise hâlâ Rusya’dan Amerika’dan
medet beklercesine, boynu bükük zavallılar gibi dansla, balo
ile balayları ile ve top sahalarıyla kendilerimizi ve yavrularımızı avutmaktayız. Hele yaz vaktindeki deniz hayatı Müslümanlığa büyük, hem de pek büyük bir darbedir.
Kadınlarımızın hatta erkeklerimizin bile kapalı hamamlarına girmelerine müsaade etmeyen Peygamberimiz (s.a.v.) bu
gün o deniz hayatına nasıl müsaade ederdi? Hem çeşitli hastalıklar ve mikroplar alınır ve hem de İslâm ahlakını berbat
ve perişan eder. Çıplak vücutları ile hangi Müslüman hanımı
Mehmed Zahid Kotku
soyunur da denize girebilir? Şifa kaynağı diye bizlere yutturulan o ahlâk bozucu hadiselere Müslümanların hiç yanaşmaması lâzım gelirken, bu gün gördüğümüz, bildiğimiz nice
Müslüman aileleri deniz hayatının hayranıdırlar. Onun için
deniz kıyılarında yapılan evler hep Müslümanlık taslayan
ailelerle dolu. Bunlar, cahilliğin yegâne alâmetidir.
Müslümanlığın yürürlükte olduğu devirlerde bunlara kimse
tenezzül etmezdi. Çünkü herkes, günahtan korkar ve kaçardı.
Bilirdi ki, bu günahlar, onların kalplerini perişan edecek ve
kendilerini zulmete, karanlığa ve daha açıkça felâketlere itecek, nihayet mahv ve helâklerine sebep olacaktı. Onun için
Müslüman, bu gibi yerlerden uzak kalırdı.
İşte, din bilgisinden mahrum olan insanın hali. Öyle
ise, ey aziz ve muhterem kardeş, evvelâ sen kendin dinini iyi
öğren. Dinine, imanına zarar veren her şeyden kork ve kaç.
Sonra da, evlatlarını muhakkak dindar yetiştirmeğe ve dini
bilgilerle teçhiz etmeğe son derece gayret eyle ki sen de, senin
evladın da ve senin mensup olduğun millet de, bu sayede rahat etsin. Âmin. Vel hamdülillahi Rabbil âlemin.
Hz. Peygamber’in (s.a.v.) dilinden öğrencilere
müjdeler.
ƈ Ā Ĵïƈ ıĺ ħƅ ĥŽ Đƈ ģƈ ąŽ ĘƆ ģƆ ᎠĨƈ Õùƈ ÝġŽ Ĩ ÕùÝĠÒÓ
ĵĤſ Òƈ įƇ ×èÓ
ŽƆ
Ƅ Ɔ Ƈ Ɔ Ɔ Ɔ Ž ĨƆ
Ɔ Ɔ
Ĵïſ İƇ
“Sahibini hidayete sevkeden ve onu helâkten koruyan ilimden daha kârlı hiç bir kazanç olmamıştır, bir de,
kişinin dini doğru olmaz. Hatta aklı müstakim olmadıkça.”
247
Cennet Yolları
248
İnsanların bu dünya âleminde rahat edebilmeleri ve güzel, tatlı bir ömür sürüp, sonra selâmetle âhirete göçebilmeleri en büyük bir nimettir. İşte, bu nimete mazhar olabilmenin en güzel yolu, seni hidayete ulaştıran, dünya ve âhiret
tehlikelerinden koruyan ilimdir.
Görüyoruz ki, bu gün ilmin birçok şubeleri var. Hepsi
de insanı dünya saadetine nail edecek zannıyla okunur, birer
meslek sahibi olunur. Fakat bakarsınız ki, istediğimiz hiç de
olmamıştır. Ne göz doyar, ne de karın. Herkes bir hırsın peşinden koşar da koşar. Çektiği ızdırabın haddi hesabı yoktur.
Bir de bakarsınız, günün birinde bir inkılâp. Her şey suya
düşmüş. Derin bir düşünce. Sonra mahkemeler, hastaneler,
belki sehpalar da. İşte senin istediğin ilmin bugünkü neticesi… Bir de hayat boyunca her gün birbirini artıran çirkinlikler. İnsan, bu ömre acımasın da neye acısın?
Sen şimdi gel, bir ilme çalış ki, bu hayat boyunca sana
ıstırap, gam değil, belki, her anında saadet üstüne saadet,
selâmet üstüne selâmet, feyiz üzerine feyiz… Âdeta cennet
üstüne cennet, çünkü; ilm ü irfan cennet bahçelerinin tâ
kendisidir. Nerede gam, nerede keder? Cennette olan nasıl
her gamdan azade ise ve her güzelliğe ve her muradına nail
ise ilm ü irfan sahibi de böyledir, her an terakki içerisindedir. Terakkinin de sonu yok.
Müslüman’ın dininde müstakim olması aklının istikametine bağlıdır. Aklın doğruluğu ve dürüstlüğü onun günahlardan kaçmasına ve korunmasına vabestedir. Bir akıl sahibi ki
günahlardan korkmaz ve kaçmaz, onun dininde istikamet sahibi olabilmesi mümkün değildir. Aklın ölçüsü, onun günahlardan kaçmasıyla anlaşılır. Öyle ise ey muhterem kardeş, bir
taraftan dinî bilgileri öğrenmeye çalış, bir taraftan da günah-
Mehmed Zahid Kotku
lardan ve şüpheli şeylerin hepsinden uzak ol. Hiçbir şekilde
dinsizlere uyma. Her gün ilme çalış. Çünkü hiçbir şekilde ilmin sonu yoktur. Her gün cennetteki gibi yaşa ve yaşat.
įƇ ĤƆ ƇųÒ
Ʃ ģƆ ıƪ øƆ ƪ źÒƈ Óĩƃ ĥŽ Đƈ ÕƇ ĥƇ ĉŽ ĺƆ įƈ Ýƈ ĻŽ ÖƆ īŽ Ĩƈ ģƄ äƇ òƆ âƆ óƆ ìƆ ÓĨƆ
Ùƈ ĭƪ åƆ ĤŽ Ò ĵĤƆ Òƈ Óĝƃ ĺ ƈóĈ
Ɔ
“Bir kişi ilim talep için evinden çıkarsa, muhakkak
Allahü Teâlâ onun cennete yolunu kolay eder.” Cennet kazanmak kolay bir şey değildir. Yapılan amellerin bidatlerden
uzak olması, kitap ve sünnete de uygun olması şarttır. Bu ise,
ancak ilimle elde edilebilir. İlim olmazsa, zamanımızdaki birçok bidatlar, günah oldukları da belli olduğu halde, dini bilmeyen kişilerin hoşlarına gitmesi dolayısıyla revaç bulmuştur,
mevlithanları ve bazı mukâbeleleri de bu araya sokabilirsiniz.
Hatta ders vereceğiz ve irşat edeceğiz diye, câmi câmi dolaşan
vaizleri de bu meyanda zikretmek mümkündür.
Yalnız, ilmi isterken, ihlâsı elden bırakmayınız. Dünyayı
kat’iyyen kast etmeyiniz. Rızık sahibi, Allah (c.c.)’tır. O’nun
verdiği rızka kanaat edip, büyüklerin arasında yer almaya bakınız. Bugünün haris insanlarına ayak uydurmağa değil. Belki
müslümanlığın ilk fütuhat devirlerinin müslümanlarına ayak
uydurunuz ki, cennet yolları sizlere ayan olsun. Kolay olsun.
Rahatça cennete girmeğe muvaffak olasınız.
Her zaman ve her kesin bilmesi lâzım olan ilk şey, ilk vazife, evvelemirde dinini, imanını güzelce öğrenmektir. Ona
sahip ol. Eğer saadet ve selâmet istiyorsan, cennetin de göbeğinde Peygamberimiz (s.a.v.)’e arkadaş olmak istiyorsan; ilme
çalış, öğren, öğret. Dininden bir zerreyi bile feda etmeği dü-
249
Cennet Yolları
250
şünme. Şehit ol, ama dindar ol. Canın giderse gitsin. Lakin
dinin gitmesin. Dinsiz, can olmaz. O yaramaz, şerli zararlı
bir candır. Cenab-ı Hakk, cümlemizi zararlı değil, hayırlı ve
dertlere derman olan kullarından eylesin. Âmin.
İlmi ya öğrenen yada öğreten ol
ƈ ġƆ ĥƆ Ĩ įƈƈ ÖÓÖ ĵĥƆ ĐIJ ƪ źÒƈ ïƅ èƆÒ īĨƈ ÓĨ
ïƇ ĔŽ ƇÒ :ƆźÓĜƆ âƆ óìƆ ÒðƆ Óƈ ĘƆ ĪÓ
Ɔ Ž ſ
Ɔ ſ Ɔ Ɔ
Ɔ
ß
ſ IJƆ Óĩƃ ĥžƈ đƆ ÝƆ ĨƇ IJŽ ÒƆ Óĩƃ ĤÓƈ Đſ
Ɔ ĤÓƈ áĤƪ ÒƆ īŽ ġƇ ÜƆ ź
“Hiçbir kimse yoktur ki, illa onun kapısında iki melek
vardır. Evinden çıktığı an, o iki melek ona derler ki, sabah
vakti ya ilim öğrenmeğe veya ilim öğretmeğe git. Sakın,
üçüncü gruptan olma.” Ebû Hüreyre (r.a.) Hazretleri’nin
naklettiği şu hadis-i şerif kadar, insanları ilme teşvik eden, ne
bir söz ve ne de bir fiil işitilmiş değildir. O, ilk zamanın insanlarının bin bir türlü dert ve meşakkatler ve ihtiyaçlarının
fazlasıyla süregeldiği devirde, onlara ve kıyamete kadar gelecek beşeriyete – her ne olursa olsun – ilk vazife, ilk iş, ilim
öğrenmek. Sonra da öğrendiği ilmi bilmeyenlere öğretmek
olacaktır. Bütün iş, bundan ibarettir. Çünkü ulum-u evvelin
vel âhirin, Kur’an-ı Azimüşşan’ın içindedir. Onu lâyık-ı vechile öğrenip, öğretmek kadar tatlı ve lezzetli, sevimli ve kıymetli bir şey yoktur.
Zira her şey fânidir. Her bilgi fânidir. Yalnız, Kur’an ilmi
bâkidir. Ona, fânilik ârız olmaz. Çünkü Cenab-ı Hakk’ın
kelâmıdır. Ona sarılanlara da fânilik yoktur. O’na sahip olanlar, O’nunla amel edip O’nu kendilerine imam edinenler,
cennette gibi yaşarlar.
Mehmed Zahid Kotku
Bursa’lı İsmail Hakkı Hazretleri’nin dediği gibi, cennet
ikidir. Biri dünyada ve diğeri de ahirettedir. Dünyadaki cennet, ehl-i ilim ve irfan meclisleridir. Bu meclislere giremeyenlerin, âhiretteki cennet meclislerine nail olmaları çok müşküldür, demiş. Hakikaten de öyledir.
Şimdi ziyarete gelen bir kardeşin hali, cümlemiz için calib-i
dikkattir. Kendisi genç, kuvvetli, bir köylü çocuğu askerlik devrine kadar kulak duygusuyla müslüman adını taşımış. Askerdeyken yine kendi gibi bir askerin irşadiyle namaza başlamış.
Fakat zevk-i mâneviden mahrum olduğu için zor gelmiş, binnetice namazı bırakmış. Dünya kazancına meyletmiş. Tabiî her
kesin aklı kendine kâfi gelmemekte ve bir yardımcı aramakta
haklıdır. Bunu bulamazsa, denizde dalgalara tutulan ufak tefek, hatta büyük teknelerin de denizlere gark olup gittikleri
görülegelmektedir. İşte tıpkı bunlar gibi Hakk’a dayanmayan,
Hakk ile Hakk olmağa çalışmayan ve Hakk’ın emirlerine uymayan ve bunları bilmeyen kişilerin akıbetleri de dalgalar arasında gömülen gemiler gibidir.
Böyle fena bir akıbete düşmemek için yapılacak ilk şey
ve vazife, dinini öğrenmek ve sonra da öğretmek olacağından artık hiç şüphen olmasa gerektir. Çünkü mülkün sahibi
Allah (c.c.)’tır. O’na ilticadan başka ne çare vardır. Öyle ise,
saadet istersen dini öğren, selâmet istersen yine dinini öğren.
Dünyayı istiyorsan dinini öğren, ahiretini istiyorsan yine dinini öğren, vesselam.
Cemiyeti şeytandan ve şeytanî tuzaklardan
korumanın yolu ilimdir.
ƈ ƈ
ƈ
ƈ
Ùƅ ĥƆ Ļƈ×ĜƆ ĵĘƈ âƇ óíŽ ĺƆ ħƅ ĤÓƈ ĐƆ īŽ Ĩƈ ÷Ļ
Ɔ ĥÖŽ Ò ƈóıŽ čƆ Ĥ ďƇ ĉƆ ĜŽ ƆÒ ƅÏĻŽ üƆ īŽ Ĩ ÓĨƆ
Ƈ
251
Cennet Yolları
252
“Şeytanın belini kıran hiç bir şey yoktur ki, bir kabileden çıkan âlimden daha başkası olsun.” Veya bir kabile içinden çıkan, bir âlimden başka, şeytanın belini kıran
bir şey yoktur. Şeytan nurani değil, fakat zulmanî bir varlıktır. Cenab-ı Hakk’ın hikmetlerine aklımızın ermesine imkân
yoktur. Onu da bizim başımıza musallat kılmıştır. Akıllarımıza olmadık şeyler getirir, vesveseler getirir, bizleri de Hakk
yolundan saptırmaya çalışır.
İlim ve irfandan bizi mahrum etmek için elinden gelen her şeyi yapmaktan geri kalmaz. Sun’i hastalıklar ki, ona
manevi hastalıklar da derler. Vücûdun sıhhati tam, fakat
doktorların bilemediği sebepsiz rahatsızlıklar, uykusuzluklar, neşesizlikler, iştahsızlıklar sebebiyle kişi hiçbir iş yapmak
istemez. Kimsenin yanına sokulmak istemez, kimseyle ülfet
etmez. Âdeta yabani bir mahlûk gibi her şeyden kuşkulanır,
sui zan sahibidir.
Şeytanı biz her ne kadar göremezsek de, onun varlığına
şeksiz ve şüphesiz inanırız. Mikropları görmeden nasıl onların varlığına inanıyorsak şeytanın varlığına da böylece inanırız ve daha kuvvetli… Çünkü mikropları bize haber verenler
mahlûklardır. İster dinli, ister dinsiz; biz bir mahlûkun bir insanın sözüne itimat edip inanır da, varlıkların sahibi olan Allahü Teâlâ’nın haber verdiği şeytanı görmüyoruz diye, ona inanmamak hiç olur mu? Cennetten dahi Âdem (aleyhisselam)’ın
çıkmasına vesile olan, şeytan değil mi?
Kitabımızı okumağa başlarken, ilk sözümüz “E’uzü billahi mineş şeytanir racim” değil mi? Daha ne istiyorsun? İşte,
insan sabahleyin evinden çıkarken, kapısının önünde bir melek ve bir de şeytan, ellerinde bayraklarıyla bekler. Evinden
çıkan zat, euzü besmele ile çıkarsa, meleğin bayrağı, yani hi-
Mehmed Zahid Kotku
mayesi altındadır. Ta, akşam evine dönünceye kadar… Eğer
–maazallah- euzü besmelesiz çıkarsa, bu sefer de şeytanın bayrağı altında akşam evine dönünceye kadar gezer. Yani, şeytanın kumandası altında… Şeytanın bayrağı, şeytanın gemidir.
Onu kimin ağzına geçirirse, artık o kimse başka tarafa gidemez. Ancak, şeytan nereyi isterse, onu o tarafa sevkeder.
Onun için, ey aziz ve muhterem okuyucu kardeşim. Sen
mümkün oldukça abdestsiz gezme dilinden Allahü Teâlâ’nın
zikrini bırakma. Her ne bahasına olursa olsun, ilme çalış. Dinini iyi öğren, dinine zarar veren her şeyden, her günahtan
ufak tefek deme, kaç. Nasıl merkep kurdun kokusunu aldığı
zaman kaçıyorsa, sen ondan daha fazla kaç. Kurt, et yer. Koyun, kuzu, merkep gibi gücünün yediklerini yer. Fakat şeytan, -Allah esirgesin- insanın, dinini, imanını elinden alır. Almağa çalışır. Cahil, en başta gelen dostudur. Bugün bizi bu
hale getiren hep cahilliktir. Aman yavrum, sakın cahil kalma.
İlme çalış. İlme çalış ki, şeytanın belini kırasın. O, ma’lum!
Toptan, tüfekten korkmaz. Korktuğu şey yalnız âlimlerdir.
Onun için bir âlim, bin âbitten hayırlıdır, demişlerdir.
Âlimlere uymak ve onların sohbetlerinden ayrı
kalmamak
ƈ ƈ
ØƄ îÓ
Ɔ ×Ɔ Đ ÅÓĩƆ ĥƆ đƇ ĤŽ Ò ÙƇ ùƆ ĤƆ ÓåƆ ĨƇ
“Ulemâ meclislerinde oturmak ibadettir. İlmi, fıkıhtan âri olan âbidin misali, geceleri yapıp, gündüzleri yıkan kimseler gibidir.” Bu iki hadis-i şerif, birbirlerinin mütemmimidir. İlmin bize tavsiye ettiği hiç boşuna değildir.
İlimsiz ne olur ki?
253
Cennet Yolları
254
Bir âlimin meclisinde oturulduğu vakit insanın aldığı
zevk, neş’e, lezzetin; tadı damağında kalıyor. O günü tekrar
canla, aşkla, şevkle beklemekte olduğumuzu hepiniz hatırlarsınız. Evvelce, müslümanların toplantı yerleri, ulemâ meclisleri idi. Öyle kahvehane falan bilmezlerdi. Gezilere çıksalar
bile, yine yanlarında bir âlim olur, onun samimiyetiyle güzel, tatlı bir gün geçirilirdi.
İnsan, sohbet esnasında bilmediklerini öğrenir. Sorar ve
okur, öğrenir. Oralara şeytan sokulamaz. Her ne zaman ki,
ulemâ meclislerine uzak kalınır, işte o zaman bilgiden de
mahrum olursun, ibadet eder bu da bana yeter der; işte o
zaman yıkılır, gider. Belki, gece uykusuz kaldığı çok olmuştur. Gündüzleri de aç oruç tutar. Fakat akşama doğru orucun verdiği açlık ve yorgunluk tesiriyle sinirleri bozulmuş,
önüne gelene çatar. Kavgalar eder. Pis, çirkin ve günah sözleri ağzına geldiği gibi kullanır. Derken, ne o namazların ve
ne de o oruçların sevabı kalır.
İşte, akşam yapıp gündüz yıkmak böylece tahakkuk eder.
Bu zat ilim tahsiliyle meşgul olsaydı, muhakkak bu vartaya ve
tehlikeye düşmezdi. Mamafih, huy cibillîdir. Ne âlim taslakları vardır ki, cahilleri bile arattırır. Bizim muradımız, böyle
âlimler değil, ilimleriyle amil, kâmil kimselerdir. Elektrik cereyanı nasıl geçerse, ilim sahipleriyle olan musahabet, onların hem bilginleri ve hem de huyları, ahlakları, böylece geçer. Gün geçtikçe bakarsınız, siz de onlar gibi olgunlaşmağa
başlamışsınızdır.
Bu dahi, ancak ulemaların meclislerine, sohbetlerine devamla hâsıl olur. Bunun için, her halde kendine bir ilim sahibi seç, O’nun sohbetini bırakma. Nasıl ki, bir insanın hayatından muzdarip olduğu anlar için bir doktora ihtiyacı
Mehmed Zahid Kotku
vardır. Hatta bazı ailelerin hususi aile doktoru vardır. Arasıra
onları kotrolden geçirir, icab ettikçe de hemen doktorunu çağırır, derdini anlatıp çareler ararsa, bir müslümanın da böylece, hususi bir âlime ihtiyacı vardır.
İnsanın her şeyi bilmesi mümkün değildir. Meselâ: doktor, kendi mesleğinin icaplarını öğrenmeğe çalışır. İlmini bu
sahada artırır. Hâlbuki doktorluğun da birçok dalları olduğu
malumdur. Fakat hiçbir zaman bir mühendislik, bir kimyagerlik ve bir askerlik, bir uçak, bir top, bir tank, vesairede ihtisası yoktur. Keza, mühendislik de böyledir. Sair her meslek de böyledir.
Bunun için, ilm-i şer’i mesleği de ayrı bir ihtisastır. Bununla beraber, bugünkü ilimde az ve çok her ilimden insanlarda bir bilgi mevcuttur. Fakat ihtisas sahibi değildirler. İhtisas, her mesleğin kendine göredir. Öyle ise, sen de ilm-i dinde
ihtisas sahibi olan bir âlime teslim ol, onun göstereceği yoldan çıkma, vesselam.
İlim öğrenenler için ilahi müjdeler
ÙƇ ġƆ Ñƈ ĥſ ĩƆ ĤŽ Ò įƇ ęƫ éƇ ÝƆ ĤƆ ħƈ ĥŽ đƈ ĤŽ Ò ÕƆ ĤÓƈ Ĉ
Ɔ Īƪ Òƈ ħƈ ĥŽ đƈ ĤŽ Ò Õƈ ĤÓƈ ĉƆ Öƈ Ó×Ɔ èƆ óŽ ĨƆ
ÒijĕƇ ĥƇ ×ĺƆ ĵÝƩ èƆ Óąƃ đŽ ÖƆ ħıƇ ąƇ đŽ ÖƆ ÕƇ ĠƆ óĺƆ ħƇà ÓıƆ Ýƈ éƆ ĭƆ äŽ ÓƆ Öƈ įƇ ĥƫ čƈ ÜƇ IJƆ
Ž
Ž
Ž ƪ
ÕƇ ĥƇ ĉŽ ĺƆ ÓĩƆ Ĥƈ ħ ƈıÝƈ ×éƆ ĨƆ īŽ Ĩƈ ÓĻĬŽ ïĤÒ
ÅÓĩùĤÒ
Ž ƪ
Ɔ ƫ Ɔ Ɔ ƪ
Taberâni’nin Safvan (r.a.)’dan rivayet ettiği şu hadis-i
şerif de bizim için ne kadar kıymetlidir. Cenab-ı Peygamber (sallâllahu aleyhi ve selem)’in din ilmini talep edenlere,
şu iltifatı ne kadar şayan-ı dikkattir. Cenab-ı Peygamber
255
Cennet Yolları
256
(sallâllahû aleyhi ve selem) Hazretleri, talibi ilme merhaba
diyerek, ne büyük bir iltifat göstermektedir. Bu her bir
ilm-i diniyi tahsile çalışanlara yeter ve artar. Bununla da iktifa etmeyip, o talib-i ilm-i şer’i olanlara, meleklerin de iltifatı
tahakkuk ederek, onları –âdeta- kucaklar ve ağuşlarına alıp
onları okşarlar. Onların etrafında dönmeğe başlarlar.
Bizim, Kâbe-i Muazzama’nın, pervanelerin, lambaların etrafında uçuştukları gibi meleklerinde bu meclise ziynet, şevk,
zevk, neşeler bahşettikleri aşikârdır. Pervaneler, gördükleri, o
nura, ziyaya âşıktırlar.
Malum, kendilerini helak edinceye kadar o ziyanın etrafından ayrılmazlar. Binaenaleyh, melekler de şer’i ilim talebinde olanlara Allah Teâlâ Hazretleri’nin bahş-i manevî,
nur ve ziyanın âşıkı olan melekler pervaneler gibi, onların
etrafında döner ve birbirlerine de haber vererek, tâ sema ve
dünyaya kadar dolarlar, ve onları kanatlarıyla gölgelendirirler. Talib-i ilme muhabbetlerinden nâşi, ta dünya semasına erişinceye kadar, bazısı bazısının üzerine binerek talib-i
ilmi şer’iye şeref bahşederler. Herkes ve bahusus, her ilim sahibi iyi bilsin ki, ilm-i şer’inin şeref ve kıymet ve meziyeti,
tâliplerinin de Allah (c.c.) indinde ne kadar paha biçilmez
bir devlete mazhar oldukları açıkça ortadadır..
Bunu iyice bilmek her devletin üstündedir ki, bu suretle
taleb-i ilim olanlar, bu ilmi tercih etsinler. Çünkü her ilmin
de faydası, nihayet ölünceye kadardır. Fakat şer’i ilimlerin faydası ise, hem dünya ve hem de âhirete aittir. Yani, hem dünyada mes’ut ve bahtiyardır. Hem de âhirette mes’ut ve bahtiyardır ve dahası da vardır. O da aynı zamanda, sevdiklerine
ve kendisine, dünyada iken yardımda bulunanlara şefaat et-
Mehmed Zahid Kotku
mek hakkı verilir. Bu suretle de, peygamberler derecesine kadar yükseltilmiş olurlar ki, bu da büyük bir devlettir.
Hulâsa: “Merhaba ey talibi ilim. Muhakkak talibi ilim
olanlara melaike-i kiram hazeratı tavaf ederler. Ve onları kanatlarıyla gölgelendirirler ve sonra, birbirlerinin üzerine binerek ta dünya semasına çıkıncaya kadar dururlar. Bunun hareketleri, sırf talib-i ilme olan muhabbetlerinden naşidir” İşte,
bunları iyi oku ve yolunu ona göre çiz, seç. Dünya fânidir.
Âhiret ise, bakidir.
Mülkün asıl sahibi Allah (c.c.)’tır. O’nu bilmek, bütün
beşerin en başta gelen vazifesidir. O da ancak, ilm-i şer’iyi bilmekle mümkündür. O bilinmedikçe, insanın bütün hayatı
zayiattandır. Bu güzel varlığın zayiatı ise, en büyük cezayı istilzam olacağı bedihidir. Vesselam.
ƈ ƈ
ƈ
ƈ
Ùƅ ĭƆ øƆ Øƈ îÓ
Ɔ ×Ɔ Đ īŽ Ĩ įƇ ĤƆ óƄ ĻŽ ìƆ īƇ ĨËŽ ĩƇ ĤŽ Ò ÓıƆ ĩƇ ĥƪ đƆ ÝƆ ĺƆ ØƄ ïƆ èÒIJƆ ÙƇ ĤƆ ÓƆ ùŽ ĨƆ
ÕƆ ĤÓƈ Ĉ
Ɔ Īƪ Òƈ IJƆ ģĻƆ đƈ ĩſ øŽ Òƈ ïƈ Ĥƈ IJƇ īŽ Ĩƈ Ùƅ ×Ɔ ĜƆ òƆ ěƅ ÝŽ Đƈ īŽ Ĩƈ įƇ ĤƆ óƄ ĻŽ ìƆ IJƆ
ƈ ƈ Ɔ ĉƈ ĩĤŽ Ò ØƆ ÅƆ óĩĤŽ ÒIJƆ ħƈ ĥŽ đƈ ĤŽ Ò
įƈ ĺŽ ïƆ ĤÒƈ ijƆ Ĥƈ òÓ
ƪ ×Ɔ ĤŽ Ò ïƆ ĤƆ ijƆ ĤŽ ÒIJƆ ÓıƆ äIJŽ õƆ Ĥ ÙƆ đĻ
Ƈ
ŽƆ
ƈ Ļƈ×ĬŽ ƆźÒŽ ďĨ ÙƆ ĭåĤŽ Ò Īij
ÔÓ
ƅ ùƆ èƈ ƈóĻĕƈƆ Ö ÅÓ
Ɔ Ɔ ƪ Ɔ Ɔ ĥƇ ìƇ ïŽ ĺƆ
Ž
Ɔ
“İşte bir tane daha. Hep birbirinden âlâ. Aman Ya
Rab! Bizi kendi halimize bırakma. Bu güzel dünyada da
dinin güzel ilminden bizleri mahrum etme. Dünyaya aldanıp, âhireti kaybedenlerden etme. Bir Mümin ve Müslim kişinin dünya ve âhiret için muhtaç olduğu sayısız
ilimler vardır. Millet olarak bunların hepsini de öğren-
257
Cennet Yolları
258
mek mecburiyetindeyiz. Fakat dünya fâni olduğundan,
şimdiye kadar iyi ve kötü kimse hayatta kalmamış. Herkes kazandığı yere göçmüştür. İyilerin yerleri cennet, kötülerin, yani dinsiz ve imansızların yeri de cehennemdir.”
Âhireti bilmek için cennet ve cehennemi anlamak, mizan ve
sırât’a iman, hep ilim ile âhirete ve ilm-i şer’iye taalluk eder.
Binaenaleyh her mü’min ve müslim dinini çok iyi bir şekilde
bilmek mecburiyetindedir. Yoksa öyle körü körüne hiçbir şey
olmaz. Bu sebepdendir ki, bir dini mes’eleyi öğrenmeğe çalışmak, tam bir sene ibadetten hayırlı olacağından ve bir de
İsmail (A.S)’ın evlatlarından olan bir köle azat etmekten de
hayırlı olacağı pek açıkça bildirilmektedir. Bu teşvik hiç boşuna değil, ömrünü hiç boşuna zayi etme, dakikasına bile,
kıymet biçilemeyen bu aziz ömrünü boşa zayi etme. Her zayiatın telafisi mümkündür. Fakat ömrün zayiatı mümkün değildir. Akan suyun kaçanı kaçmıştır. Bu aldığın su, o kaçırdığın su değildir. Sonra aklımı başıma alır, kaçan günlerimin
zayiatını telafi ederim deme, sakın böyle bir vehme düşme,
sonra pişmanlığın kimseye fayda vermediği malumdur.
İsmail (A.S.)’ın kölesinin zikri, o da ayrı bir teşviktir. Zira
İsmail (A.S.) evladından olan bir köle diğer kölelerin 12 binine bedeldir. 12.000 köle azat edebilmek de kimin harcıdır?
Binaenaleyh, bu kadar kıymetli olan dininin ilmini, dünyanın
fani ilimlerine değişip de büyük adam olacağım diyerekten,
dinden imandan da mahrum kaldın. Bu acı, acaba cehennemin acısından aşığı mıdır? Yalnız, bunun acısı yarın çıkacaktır.
Allahü Teâlâ cümlemizi muhafaza buyursun. Kişinin dinini
evvelâ güzelce öğrendikten sonra, istediği bütün ilimleri öğrenmesine hiçbir mâni olmadığı ve olamayacağı da malumdur. Yalnız öğrenmek de kâfi değildir. Çünkü hıristiyanların
Mehmed Zahid Kotku
arasında bizim dinimizi tetkik edip öğrenen şarkiyatçılar da
pek çoktur ki, onlara o bilgi hiçbir fayda temin etmemiş ve
etmeyecektir de. Tâ ki, iman sahibi olmadıkça. Ehl-i imanın
da bildikleriyle amel etmemesinin cezası pek ağırdır. Zira İsra
gecesinde, yani Mirac gecesinde Cenab-ı Peygamber (s.a.v.),
bir kavmi gördü de, ateşten makaslarla dudakları kesiliyordu.
Cebrail (A.s.)’a sordu ki; bunlar kimdir?
Buyurdu ki, “Bunlar, ehl-i dünya hatiplerindendir ki,
nâsa yani, insanlara hayırlar ve iyiliklerle emredip kendi
nefislerini unuturlar. Yani, söyledikleriyle amel etmezler.
Hâlbuki Kitab-ı da okurlar, lâkin akıl edemez, düşünemez, idrakleri kısır kimselerdir ki, kendilerinin yapamadıklarını, başkalarına, yapın diye söylemek, ne kadar cahilce bir iştir. Çünkü söylediklerini kimse dinlemez, hiç
tesiri ve faydası da olmaz.”
Meselâ; içki içen birisi cemaate, içkinin fenalığından ne
kadar bahsederse etsin, tesiri olmaz. Diğer fenalıklar da böyledir. Fakat ne zaman ki, onu kendi nefsinde evvelâ tatbik
edip, sonra da cemaate söylerse, onun tesiri çok daha fazla
olacağı hepimizce aşikârdır.
Yine buyruluyor ki, “Muhakkak talib-i ilim olan kimse
ile erkeğine muti olan bir hanım efendi ve bir de valideyne
(ana-babasına) ikram ve ihsanda bulunan evlât, Peygamberlerle beraber hesapsız cennete girerler.”
İşte, bu gün bizlerin bu büyük tebşiratı bırakıp, fani olan,
öldükten sonra hiçbir faydası dokunmayan ve belki de büyük
mesuliyetler altında kalmamıza vesile olan dünya bilgileri yüzünden, dinini öğrenmekten ve onu yapmaktan mahrum kalan insanların hali, çok acınılacak ve ağlanılacak bir haldir.
259
Cennet Yolları
260
Hâlbuki İbn-i Asâkir’in Ebi Said’den ve Hâkim’in İbn-i
Said’den rivayet ettikleri bir hadis-i şerifte;
“Sizlerden birinizin fisebilillahda bulunması (velev ki
bir saat, kısa bir müddet de olsa) ömrü müddetince yaptığı
ve yapacağı amellerden hayırlıdır.” Buyrulmuştur. Buradaki
fisebilillah kelimesi, Allah (c.c.) rızası için yapılan her amele
şâmildir. İster düşman karşısında dövüşmek ve nöbet beklemek,
ister gece namazlarına devam etmek, isterse dinî ilimlere vaktini harcamak, ister Kur’ân-ı Azimüşşan’ı okumak veya okutmak gibi bütün hayırlı amelleri kaplayan bir kelimedir.
Ölüm, haktır. İnkâr etmeğe kimse cesaret edemez. Senin
dünya için olan çalışmanın ve bu arada ömrünü zayi etmenin acısını, ilk önce, ölürken göreceksin. Sonrası ayrı.
Bakınız, Ata bin Yaser şöyle der: “Melekülmevt (ölüm
meleği) olan Azrail (A.S.)’ın insanların canlarını almağa başladığı zaman, o zaman insanın hali kılıçla yediği bin darbeden daha şiddetlidir.”
Hiçbir mümin yoktur ki, ölürken her azası elem görmesin. O an, kişiye şeytanın en yakın olduğu bir saattir. Yani,
korkulacak bir andır ki, o can acısı anında, şeytan insanı
kandırmağa ve imanını elinden almağa çalışır. Artık imansızın hali, kim bilir nasıl olur? Onun için pek aziz ve muhterem kardeşim, hem dinini iyi öğren. Allahü Teâlâ’yı iyi bil.
Ve O’na layık ameller işlemeğe ve O’nun sevdiği ve razı olduğun kullardan olmaya çalış ki, dünyan da cennet, âhiretin
de cennet olsun, vesselam.
Cennetin, annelerin ayağının altında olduğunu, “Elcennetü tahte akdamül ümmehat” hadis-i şerifi pek güzel açıklamaktadır. Cennet, ana ve babaya, itaatin meyvesi olduğu
gibi, yine kadın için cennet de, kocasına olan itaat, hizmet ve
Mehmed Zahid Kotku
saygısının neticesidir. Hatta bir kadın, kocası çeşitli hastalıklara muzdarip olduğunda ve karısı, onu tedavi için yaptığı bütün fedakârlıklara rağmen yine koca hakkını ödemiş olamaz.
Böyle iken, erkeklerin de karılarına karşı son derece şefkatli ve
merhametli olmaları tavsiye edilmektedir. Evlâtların ise, ana ve
babalarına hiçbir şekilde ve hatta en ufak bir “öf” kelimesiyle
dahi olsa onları incitmemeleri ve her hal ü kârda onlara son
derece saygılı, edepli ve sözlerini kırmadan istediklerini yapmağa çalışmalıdır. Bu da, evlâtlık vazifesidir. Buna mukabil,
cennet ile taltif olunacaktır. Ramuz’un 68. sayfasında.
“Dört şey kimde bulunursa, Allahü Teâlâ, onların üzerine rahmetini bol bol neşreder, yayar ve cennete kor.”
1- Miskinleri barındıran.
2- Zaiflere acıyan; merhamet eden.
3- Kölelere yumuşaklıkla muamele eden.
4- Ana ve babasına infak eden, yani onları ayırmayıp, maişetlerine yardımcı olan evlat.
Gerek anne ve baba, gerekse evlâtlar, maddi ve manevi
olarak ikiye ayrılırlar: Manevî evlatlar, daima maddî evlatlardan daha kıymetlidirler. Manevî babalar da, maddî babalardan daha kıymetlidirler. Maddî baba, evlâdının dünyasını ve manevî baba ise, onun ebediyet âlemine ve cennete,
Cemalullah’a nailiyetine gayret ederler. Kezalik, manevî evlâtlar,
manevî babalarına daha ziyade bağlıdırlar. Ve böyle olması,
gerektir. Vesselam.
İlim ve ihlas
ƈ
ƈ ƈ ƈ ƈ
ÅÓƆ ıƆ ęƆ ùĤÒ
ƫ įƈÖ Ĵ ƈòÓĩƆ Ƈĺ IJŽ ÒƆ ÅÓƆ ĩƆ ĥƆ đƇ ĤŽ Ò įƈÖ ĵƆ İÓ×Ɔ ĻƇ Ĥ ħƆ ĥŽ đĤŽ Ò ĵĕƆ ÝƆ ÖÒŽ īƈ ĨƆ
ƈ ƈ ƈ ƈ ØƆ ïƆ Ñƈ ĘŽ ƆÒ ģƈƆ ×ĝŽ ĺ IJƆÒ
ƈòÓĭĤÒ
ƪ ĵĤƆ ÓĘƆ įĻŽ ĤƆ Ò öÓĭĤÒ
ƪ
Ƈ Ž
261
Cennet Yolları
262
İhlâs; her şeyde şarttır. İhlassız yapılan amellerin hepsi de
merdûttur. Kabule şayan olamaz. İhlâs dersinde bunlar uzun
uzadıya izah edilmiştir. Amelde ise, ihlâs şart-ı âzamdır. İnsan, onu yalnız Allahü Teâlâ’nın rızasını kazanmak için tahsil
eder. Dünya menfaatleri için edilen tahsillerle birlikte, bir de
ilim sahiplerine karşı iftihar edip gururlanmak, çalım satmak,
bende böyle bir âlimim diye, ikide bir lüzumsuz yere ortaya
atılıp mesele çıkarmak için öğrenmek boşu boşuna zamanları
zayi etmektir. Sırf gurura ve iftihara aldanıp ilim tahsil edenlerin hâli ile yine bu ilimle, sefihlerle mücadelede muvaffak olabilmek gayesiyle okumak da, yine hem zaman zayiatına ve hem
de ömr-ü azizini boş yere harcamaya sebep olur. Bu acı evvelki
gibi, ulemâ ile iftihara vesile olsun diye çalışanların acısına denk
bir acıdır. İlim bunlar için gönderilmemiştir. İlimden gaye Allah (c.c.)’a vusul için emredilmiş vasıtadır. Bu da Hakk’a vusule
mâni olan ahlâk-ı zemimelerinin terki ile ve nefs-i emmârenin
ve levvâmenin elinden kurtulmakla olur.
Gerek ulemâya karşı iftihar ve gerekse, süfeha ile mücadele, ahlâk-ı mezmumenin başı ve nefs-i emmârenin kendisidir. İlim tekemmüle yegâne bir vasıta iken, onu unutup da
iftihar ve mücadeleye hasretmek, tabiatıyla, hiçbir akl-ı selime yakışmaz. Onun için tekemmül, ancak fena nimetlerle
hâsıl olur. Fena demek, yok olmak mânâsına ise de, asıl fenadan maksat, ahlak-ı zemimeleri birer birer terk edip, yerlerine ahlâk-ı hamideleri yerleştirmekle olur. Bunu da Tasavvufi Ahlâk kitabında bulursun. O kitabı çok oku, hem tekrar
tekrar oku ki, o güzel içinize yerleşsin. İyi ahlaklar içe yerleşmez; kötü ahlâklar çıkmadıkça. Hâlbuki insan, kendi kendine
ahlâkının kötü olduğunu bilemez. Birçok kötü huylarını iyidir zannedip, saplanıp kalır. Onun için, hemen herkes –bila
Mehmed Zahid Kotku
istisna- bir tarikate girmek ve kendisini terbiye edebilecek bir
mürebbi bulmak mecburiyetindedir. Yoksa tasavvuf bugünkü
günde olduğu gibi, al sana şu kadar tesbih çek de çek… Evet,
tesbihler lâzım. Fakat asıl olan, hareketlerin tashihidir; yani
İslâm ahlâkı ile ahlâklanmaktır. Bu da, yine kötü ahlakların
içinde bulunan ve her gün –en aşağı- namazlarımızda 40 defa
okuduğumuz Fatiha Suresi’nde Cenab-ı Hakk’tan istediğimiz
ve Peygamberlerine verdiği istikameti isterken, Yahudi ve Nesara yolu olmasın, diye feryat ederiz.
Sonra, bir de bakarsınız ki, bütün adet ve an’anelerimiz hemen hemen onlara tam uygun. Bu nasıl Müslümanlık, bilinmez.
Nâsın kendilerine teveccüh etmelerine vesile olsun diye
de ilim tahsil edilemez. Çünkü o zaman bu insan tam bir
ehl-i dünya olur ve nihayet gideceği yer de cehennemdir.
Hâlbuki ilmi Cennet ve Cemalullahı, kazanmak için tahsil etmek gerektir. O zaman, hem kendine, hem de başkalarına faydalı olunur. Yine çok teessüf olunur ki, bugün çok,
hem de pek çok bilgilere sahip olduğumuz halde, faydası da
o kadar azdır.
Hülasa; her kim, iftihar için veya sefihlerle mücadele
için veya nasın gönüllülerini kendisine çevirmek için ilim
talep ederse, yeri nardır, cehennemdir, ateştir. Vesselam.
“Dünya ve âhirette en büyük derece ve en âlâ, makam-ı
enbiyadır, Peygamber makamıdır. Bu dereceye ümmetten hiç kimse erişemez.” Bu Allahü Teâlâ’nın onlara bir
lütuf ve ihsanıdır. Çalışmakla elde edilemez. Bundan sonra
ise, ikinci makam, ilmi şer-i talebinde iken, kendisine ecelin
eriştiği, yani ölümün gelip dünyasının bitip âhiretinin başladığı gündür.
263
Cennet Yolları
264
Peygamberle arasında bir derece fark vardır ki, o da nübüvvet makamıdır. Bu talib-i ilme Peygamberler gibi şefaat
hakkı tanınmıştır. Şöyle sıralanabilir:
Şefaat, evvel Peygamberimiz (s.a.v.)’in şefaatidir ki, Cenabı Hakk’ın izniyle verilmiştir. Çünkü Peygamberimiz (s.a.v.)
şafi ve müşfidir. Şefaati kabuldür. Red olunmaz.
İkinci şefaat; ulemânın şefaatidir. Evliyaların, şehitlerin, küçük yaşta ölen çocukların ebeveyni hakkında şefaatleri vardır.
Maalesef, akika kurbanı kesilmemiş çocuklar bu şefaati yapamayacaklardır. Hâtib’in Cabir (radıyallâhû anh) den rivayet ettiği,
Ramuzun 396. sayfanın son satırdaki hadisi ise, calib-i dikkattir.
Malumdur ki, herkes âlim olamaz. Böyle oluncaya kadar
da ilim talebinde bulunmak, her kula da nasip olmaz. Fakat
lutf u İlahi o kadar mebzul ve o kadar geniştir ki, hâsseler
onu idrakten âcizdirler.
Herhangi bir kavim, amellerinden naşi onları seviyorsa,
kıyamet gününde onlarla haşrolunacak, onların hesaplarıyla
hesaplanacak. Her ne kadar, onların yaptıklarını yapamamış ise de. Tabiî iki tarafa da şâmildir. Yani, insan alimleri, salihleri, zahidleri, muttakileri seviyorsa, yine o iyilerle
haşrolunacak ve onlarla beraber cennete girecektir.
Bir de, maalesef, şerli bir kavmi seviyorsa, bu sefer de o
şerli kavimle haşr olunur. Onların yaptıkları şerleri yapmamış olsa dahi yine onlarla haşrolunur. Azâb-ı İlâhî olan cehenneme müstahak olacaktır, demektir. Bugünkü rey hakkını buna göre kullan ki, reyini hangi zümreye versen, yarınki
âhiretteki yerini, şimdiden ona göre kendi elinle kendin seçmiş olacağını da unutma. Yine, dost seçerken öyle kimseleri
seç ki, seni cennete götürsünler.
Mehmed Zahid Kotku
Eğer dostun, yaramaz ve şerli kimseler ise, sarhoş, kumarbaz, faizci, ırz düşmanı ise, iyi bil ki, yarınki âhiretteki yerin
tam onların gideceği yer olacaktır. Her ne kadar sen, onların
yaptıklarını yapmasan bile…
Allah (c.c.), cümlemizi hıfz u himayesine alsın. Dar-ı
dünyada iyi, âlim, âbit, salih kimselerle dostluk ve komşuluk nasip eylesin, âmin. Vesselam.
İlmi öğrenmek ve onu öğretmek vakt-i saadette, Allah
(c.c.) rızası için yapılırdı. Buna mukabil, her birisi ufak bir
hediye bile kabul etmekten çekinirlerdi. Zira ilim talebi, en
büyük bir cihattır. Bunu öğretmek de, cihattan sayılırdı. Binaenaleyh Ebu’d Derda’nın (r.a.) rivayet ettiği şu hadis-i şerif
bizlere güzel bir derstir. Dünyalığını temin için yapılan tahsili ilimler de böyledir.
"Bir adam Kur'an öğretmesi karşılığında bir yay alsa, Allah ona, onun yerine kıyamet günü ateşten bir yay kuşatır."
Cenab-ı Hakk, cümlemize ihlâs nasip etsin de ilm-i
şer’i tahsilimiz, diğer ilimler gibi, dünyalık tahsili için olmasın. Dünyalığını başka yollardan ara ile ilmi ancak Allah
(c.c.) rızası için tahsil eyle. Bizim eski cerci hocalarımız gibi
olma. Hoca efendi vaaz eder. Nasihat eder. Güzel güzel anlatır. Sonra da, ihtiyaçlarından bahsederek yardım talebinde
bulunur ki, bu hiçbir vakit tasvip edilen iyi bir hareket olmadığı cümlece aşikârdır.
İşte bu sebepten, bu hadis-i şerif çok yerindedir. “Her
kim, Kur’ân-ı Kerim’in, taliminden dolayı bir ücret alacak olursa –ki burada yay ile işaret buyurulmuş- ki, okuyan okutana verecek, başka bir şeyi olmadığından ve bu
bir mal değildir. Bununla düşmana ok atarsın diye ver-
265
Cennet Yolları
266
mek istemiş ise de, Peygamberimiz (s.a.v.) razı olmamışlar,
eğer alacak olursa, bunun yerine sana da kıyamet günü,
cehennemde bir yay yeri verilecektir.”
İmam-ı Âzam hazretleri, buna binaen ücret almayı haram demiştir. Fakat cumhur-u ulemâ, kendisini ilme tahsis
etmiş olmak münasebetiyle tecviz buyurmuştur ki, öğretmek
dolayısıyla başka iş yapmaya vakti olmadığından, ücret almasına cevaz vermişlerdir. Caiz demek başka, bundan kaçınmak
başka. İttika sahibi olup almamak, daha evlâdır.
İnsanın geçimini, başka işlerle temin ederek muayyen saatlerde de talebeleriyle meşgul olması daha âlâ ve daha efdaldir. Bakınız, cennet kazanmak nasıl oluyor?
Hazret-i Abbas’ın (r.a.) oğlundan rivayet olunan şu hadis-i
şerifte, “Ümmet-i Muhammed’in (s.a.v.) saadet ve selametine delâlet eden bir hadisi ümmetime ulaştırmak ki, o
hadisle ya bir sünnet-i seniyye icra ediliyor, veya yerleşmemiş bir bidat kaldırılıyor. İşte, buna sebep olan kimsenin yeri cennettedir.” Para ile yapılan öğretmenlikten, aldığı para veya mal kadar cehennemden yer alır.
Allah (c.c.) rızası için, bildiği bir hadisi, ümmeti
Muhammed’e (s.a.v.) ulaştırmakla da cennetlik olur. İnsanoğlunun gözü doymadığı malumdur. Bir de hırs vardır
ki, -maazallah- helâl ve haram tanımadan mal mülk sahibi
olma hırsı ile insanlarda bir de rekabet hissi uyanırsa, artık
işin içinden çıkılmaz olur. Öyle bir sünnet-i seniyyenin ihyası ve bir bidatın kalkmasına yarayan bir hadisin nakli bile,
insanın cennete girmesine sebep olursa, ömrü boyunca ilimle
meşgul olan ve belki binlerce, hatta yüz binlerce ve hatta milyonlarca hadis-i şerifi belleyip, bunları ümmet-i Muhammed’e
Mehmed Zahid Kotku
(s.a.v.) ulaştıran bahtiyarların mevkii, kim bilir ne muazzam
ve ne muhteşem olacaktır.
İmam-ı Buharî ve İmam-ı Müslim’in, Davut ve Tirmizi,
gibi muhaddislerle beraber, İmam-ı Ahmet Bin Hanbel Hazretlerinin bir milyon hadis bildiği rivayet edilmektedir. Allahü Teâla, bizlere de lütfetsin de, bu ilimleri öğrenip, öğretelim, vesselam.
ƈ
ƈ
ƈ
ďĻƈ
Ɔ ÓĨƃ ijŽ ĺƆ īĻ
Ɔ ×ſ đĤŽ Ò ÿƆ ĥƆ ìŽ ƆÒ īŽ ĨƆ
Ɔ đÖƆ òŽ ƆÒ ųƩ ØƆ îÓ
Ƈ ÖÓĭƆ ĺƆ ÚŽ óƆ ıƆ Č
ƅ ùĤƈ ĵĥſ Đ įƈƈ ×ĥŽ ĜƆ īĨƈ Ùƈ ĩġŽ éƈ ĤŽ Ò
ĪÓ
Ɔ
Ž Ɔ
ſ
İlmin iktizası veya kişinin yapacağı her amelin buna
göre ayarlaması noktasından, bu hadisleri ilim mevzuuna
almış bulunuyorum. Zira bir ilim var ki, hepimizin bildiği gibi uzun zaman yapılan tahsillerin neticesinde ancak
elde edilebilir. Fakat onun da faydalı bir ilim olması, sahibinin ihlâsına ve takvasına bağlıdır. Yoksa her tahsil sahibi,
bu ihlâs ve takvaya sahip olamadığı görülen ve bilinen hadiselerdendir. Yine hepimizce malûmdur ki, tazı denilen
bir cins köpek, tuttuğu avı yemeden sahibine getirir. Yine
yırtıcı kuşlardan olan şahin, akbaba gibi avcı kuşların kırk
günlük bir terbiyeden sonra sahibine tamamıyla teslim ve
muti olduğu, havada gördüğü kuşları avlayıp, sahibine yemeden getirdiği ve sahibinin omzundan katiyen ayrılmadığı, görülen, bilinen gerçeklerdir.
İşte, bir hayvan bile kırk gün içinde ıslah edilebiliyor ve
kendisinin zararları giderilip iyi hallere dönüşüyorsa, bunun
gibi, bir insan da kırk gün ihlâs ile ibadete devam ederse,
onun da içinde gizli ve saklı olan hikmet kaynakları, kalbin-
267
Cennet Yolları
268
den fışkırarak diline dökülür. Çünkü bugün de gördüğümüz
vechile, Cenab-ı Hakk insanoğlunu çok mükemmel bir şekilde çeşitli ilimlerle techiz etmiş, kimisini iç âlemine, kimisini de dış âlemine tahsis buyurmuş. Bugünkü terakkiyat-ı
fenniye elektronik beyin makinalarına varıncaya kadar, aya
gidip gelmek noktasına gelmiştir. Şimdi de dünyamıza şu kadar uzakta olan Merih yıldızının etrafında dolaşıp, toprağını
bile alıp oradan bize getirecek kadar harikaların sahibi olan
bu insan Cenab-ı Hakk’ın sonsuz lütuf ve ihsanlarından ancak bir nebzesine de sahiptir. Bu aşikâr olan şeyler her gün
gözümüzün önünde bir yenisinin daha ortaya çıkmakta olduğu görülegelmektedir. Eskiden üç ayda gittiğimiz hac yolculuğu, şimdi üç saate inmiş. Böylece sefer denilen ruhsat da
ortadan kalkmış oluyor. Çünkü sabah namazını İstanbul’da
kılan bir hacı efendi, öğle namazını Cidde veya Mekke’de rahatça kılabilmektedir. Namaz vakti bile geçmeden gidip gelmek mümkün oluyor. Kırk günlük gerek halvetler ve riyazetler ancak Allah (c.c.) rızası için ihlâs ile yapıldığı takdirde,
insanın içinde gizli olan esrar-ı ilâhiler meydana çıkıp, onun
dilinden etrafa hikmetler saçılır. İnsanların bilmedikleri birçok ilimler ortaya atılır. Eski günlerin evliyalarıyla bugünün
evliyalarında zuhura gelen kerametler hep meydandadır. Evliyaullahın menkıbelerinde bizleri hayretten hayrete düşüren
çok çeşitli harikalar, işte bu kırk günlük ihlâsla yapılan ibadetlerin neticesi, Cenab-ı Hakk’ın onlara lütuf ve ihsanıdır.
Onların hayatı, cennet hayatına müşabihtir. Çünkü dünyada
cennettedirler. Onun için, ey aziz kardeşim, den de bu ilâhî
lütfa mazhar olmak istersen, kendini terbiye edecek bir
mürebbi, bir üstad, bir mürşit bul da, kıymeti paha biçilmez ömrünü boşa zayi etme. Bunun mesuliyeti kadar ağır
Mehmed Zahid Kotku
bir mesuliyet yoktur. Sen bu kadar hazinelere sahip iken, aç
kalmak reva-i hak mıdır?
İnsanı bu güzel nimetlerden mahrum eden, evvelâ insanın kendi nefsidir. Çünkü o nefis hiçbir zaman sahibini
doğru yola sevketmez. İşi gücü daima sahibine kötülük emreder ve Hakk’tan uzaklaştırmaya gayret eder. İbadat ve taatına yanaştırmak istemez. Yabani hayvanlar gibi, ta ki ıslah-ı
nefs edilmedikçe. Onun için, insanın en başlı vazifelerinden
biri de, kendisini Hakk’tan uzaklaştırmak isteyen ve Hakk’ın
kendine verdiği cevherleri, gizli hazinelerin çıkmasına engel
olan nefsini terbiye edip, kemâlat-ı insaniye ve İslâmiye’ye
nail ve mazhar olmasına çalışmak farz değil de, ya nedir? Tarikat deyince, hemen herkesin ödü kopmakta… Aman, sen
yapamazsın, deli olursun, işten güçten kalırsın, aman sakın
gireyim deme, diye şeytanlar kıyamet koparırlar. Çeşitli bahaneler bulurlar. Sırf bu hakikatlerin meydana çıkmasına
mani olmak için çalışırlar. Bizim de vazifemiz, bu manileri
yıkarak Hakk’ın verdiği bu hazinelerden mümkün mertebe
istifade etmeye çalışmaktır. Yoksa ömrümüz boşa gidecektir.
Bakınız yine;
“Her kim kırk gün sabah namazını ilk tekbiri kaçırmadan imam ile kılarsa, ona iki tane beraat verilir. Birisi
nardan, yani cehennemden beraat. Birisi de münafıklıktan beraatır.”
Yani; münâfıklık amelinden berâattır. Dünyada da, ahirette de münâfıklık azabından beraat verilir. Beraat, Allah
(c.c.)’ın sevdiği kullarına verdiği kurtuluş imtiyazıdır.
Kırk gün sabah namazına devamla bulunmaya mazhar olan
insanın, elbette ki kırk günlük riyazat ve halveti, ona daha
269
Cennet Yolları
270
büyük nimetlerin bahşolunmasına sebep olacaktır. İnsanın
kemâli öyle pek kolay olacak bir şey gibi değildir. Cenab-ı
Hakk o kulunu Peygamberler gibi lütfa mazhar kılıp, kolaylıkla velilik mertebesine erişirtirir ki, nadirattandır. En-nâdirü
k’el-mâdûm derler. Asıl olan, insanın çalışmasıyla kemalatına
mani olan nefsin sıfatlarından, ilmi sayesinde kendini kurtarıp, kemâlata ulaşmasıdır ki, pek çok ve devamlı mücahede gerekli olur. Ahlâk kitaplarında yazılı olan güzel sıfatları, ahlâkları, huyları kendisine mâletmeye çalışmaktır. Sonra
bu kendi kendine olacak bir şeye benzemez. Mutlaka hakikî
bir mürşide ve hakikî bir mürebbiye muhtaç olduğunu da
unutmamalıdır. Kendini beğenip açıkta kalmamalı, şeytana
da maskara olmamalıdır.
İlmin, ilm-i zahir ve ilm-i bâtın olmak üzere iki kısım
olduğu malûmdur. İlm-i zahir malûm, ilm-i batın ise Allah
Teâlâ’nın esrarlarından bir sırdır ki, dilediği kulunun kalbine ilka eder. Bu ilim, ilm-i nafidir. Kalpte sabittir. İşte, biz
bu ilmin zahir olabilmesine say ü gayret göstermek mecburiyetindeyiz ki, hem dinimiz, hem imanımız, hem müslümanlığımız, dosdoğru olsun. Bugünün sadece adı müslüman olan müslümanı gibi değil. Her türlü günahları işler,
faizden korkmaz, zinadan kaçmaz, içkiyi içer, dinine, imanına küfreder, sonra da müslümanlığı kimseye vermez. Çıplak da gezdiği ayrı, Avrupa’nın adet ve an’anesini taklit kâfi
değil mi? Vesselam.
Fıkıh ilmini bilmenin zarureti
İlmin ne kadar lüzumlu olduğunu şu hadis-i şerif pek
açık bir şekilde bizlere bildirmektedir:
Mehmed Zahid Kotku
īĺ
ƈ ïĤÒ
Ʃ îƆ òƆ ƆÒ īŽ ĨƆ
žƈ ĵĘƈ įƇ ıŽ ĝžƈ ęƆ Ƈĺ Òóƃ ĻŽ ìƆ įƈƈ Ö ƇųÒ
“Cenab-ı Hakk herhangi bir kulunda hayır murad ederse, o kulunu dinde fakih kılar.” Anlayışlı, idrakli,
eshab-ı fehim ve idrak sahibi kılar. Anlayışlı yani, yanlış değil doğruyu bulur, şaşırmaz. İsabetli hareket eder.
Fıkıh: Bizim dinimizin Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerinden istinbat edilmiş, itikat ve amellere müteallik dinî
meselelerimizi bize açıklayan bilgiye derler. Beş kısım üzerine kılınmıştır:
Birincisi; itikada mütealliktir. Pek mühimdir. Her
müslüman’ın öncelikle, bunu tekrar tekrar okuyarak itikatını sağlamlaştırması gerektir. Zira temeldir. Temel sağlam
olmazsa, bina da sağlam olmaz. İtikadı da sağlam olmayan
müslüman’ın halinde buna benzer. Müslümanlığın en büyük
gayesi, Hâlık’ını tanımak ve O’nu en güzel bir şekilde bilmektir ki, o da ancak itikata müteallik kitapları çokça okumak ve anlayamadığı mes’eleleri ehli olan muhterem zatlardan öğrenmeye çalışmaktır. Bir kere en basiti, Allah Teâlâ
birdir. Eşi ve benzeri yoktur.
Görür; görmesi bizim gibi değildir, görmesine hiçbir mani
ve engel bulunmaz. Gece karanlığında kara taşın üzerindeki
en ufak şeyleri ve gezen karıncaları da görür.
İşitir; işitmesi de bizim gibi değildir. En gizli fısıltıları
dahi işitir.
Bilir; bilmesi de, bizim bildiğimiz gibi değildir. Olmuş,
olacak her şeyi bilir. İçimizden geçirdiğimiz kuruntuları, vesveseleri ve bütün halimizi bilir. Bilgisi dışına hiçbir şey yoktur. Sonra, bizi muhittir. İhata etmiştir, bizim gözcümüz yani
271
Cennet Yolları
272
bizleri daima murakabesi, kontrolü altında bulundurur. Hiçbir harekâtımız yoktur ki, onu bilmesin ve görmesin.
Gücü, her şeye yeter ve artar. Bütün gördüğümüz ve görmediğimiz, bildiğimiz ve bilmediğimiz varlıkların, mevcudatın sahibi ve malikidir. Bunları hep O yaratmıştır. Bu gördüğümüz varlıklar, hep O’nun eseridir.
Cazibe kuvvetlerini de yaratan dengeyi sağlayan, yine
O’dur. Bunlar hep sonradan olmuştur. Bunları yapan bir
Allah (c.c.)’tır. Evlatları, anası, babası yoktur. Ezelî ve ebedidir. Bizler gibi kendisine ölüm erişmez. O’nun için ölüm
olmadığı gibi gaflet de gelmez. Uyku arız olmaz. Hiçbir şeyi
yapmakta aciz değildir. Yarattığı bütün mahlûkatın zerreleri ve madeniyatın zerreleri lisan-ı hal ile Allahü Teâlâ’yı
zikrederler. Zikirden kesildikleri vakit ölürler. Doksan dokuz güzel isimleri, sıfatları vardır ki, onları bilmedikçe Allahü Teâlâ’yı lâyık-i vechile bilmek mümkün olmaz. Onun
için, onları hergün okumak ve imanını, bilgisini kuvvetlendirmek lâzımdır.
Esma-i Hüsnâ ile yapılan dualar red olunmadığı gibi, bunları belleyip itikat edip, okuyup muhafaza edenlerin yeri cennettir, buyrulmuş ve bu Esmâ-i Hüsnâ’nın gerek âlimlerimiz
tarafından ve gerekse Diyanet İşleri tarafından mânâları da
yazılarak okuyucuların istifadelerine sunulmuştur. Her halde
arayıp bulmak ve tekrar tekrar okumakta pek çok fayda vardır. Allah Teâlâ’yı ancak böylece tanır ve bilirsin.
Allah Teâlâ mekândan münezzehtir. Mekânları o yaratmıştır. Yaratmazdan evvelki hali neyse, yine öyledir. Zaman
ve mekân O’nun için mevzû’u bahis olamaz. Varlığı kendindedir.
Mehmed Zahid Kotku
Allah Teâla’ya hiçbir noksan ve kusur atfolunamaz. Bütün noksan sıfatlardan münezzeh ve bütün kemâl sıfatları ile
muttasıftır. Allah Teâlâ’nın sayısız melekleri vardır. Bizim bildiğimiz dört büyük meleği vardır. Adları da şöyledir:
1- Cebrail (Aleyhisselâm)
2- Mikail (Aleyhisselâm)
3- İsrafil (Aleyhisselâm)
4- Azrail (Aleyhisselâm) hazretleridir.
Kullarının ıslahı için gönderdiği kitapları da vardır ki,
bunlar da 104 tanedir. 100’ü ufak sahifelerden, 4’ü de büyük kitaplardandır. Dört büyük kitap da şunlardır:
1- Tevrat, Musa (Aleyhisselâm)’a.
2- Zebur, Davud (Aleyhisselâm)’a.
3- İncil, İsa (Aleyhisselâm)’a,
4- Kur’ân-ı Kerim de Cebrail (Aleyhisselâm) vasıtasıyla
bizim Peygamberimiz Sallallâhü Aleyhi ve Selem)’e 23 senede gönderilmiştir.
Ölüm hak olduğu gibi ölümden sonra tekrar dirilmemiz de haktır. Ahiret hesabı, mizan, sırat köprüsü ve cennet,
cehennem de haktır. Hakk’ın emirlerini dinleyip yasaklardan kaçan ve korunan iman ehli için cennet ve cemalullah
vardır. Âsi ve münkirler, inanmayan kâfirler için de cehennem vardır.
Kadere iman da, İslâm’ın şartındandır. Hayır ve şer, her
ne varsa Allah Teâlâ’nın izniyle olur. Kadere iman eden, bütün kederlerden emin olur. Bunların tafsilatı, akaid kitaplarımızda çok geniş bir surette izah olunmuştur. Mutlaka okuyunuz ve öğreniniz.
273
Cennet Yolları
274
İkincisi, ibadet kısmıdır. Namaz nasıl kılınır, ne zaman
kılınır ne zamana kadar kılınır, kaç rekâttır, neler okunur?
Bunlar büyük kitaplar halinde yazılmıştır. Herkesin bunları
mutlaka okuması ve kıldığı namazı ne için kıldığını ve kimin için kıldığını bilmesi lâzım değil mi? Oruç, hac, zekât;
hep bu ikinci kısma aittir. Oruç mes’eleleri, hac mes’eleleri,
zekât mes’eleleri çok mühimdir. Hepsi hakkında ayrı ayrı kitaplar yazılmış, bilinmesi lâzım olan her şey pek açık bir şekilde bildirilmiştir.
Üçüncüsü de, nikâhtır. Evlenme mes’eleleridir. Bir Müslüman, kimlerle evlenebilir ve bir kız kimlere varabilir? Nikâh
ne zaman ve nasıl bozulur? Süt annelik mes’elesi de ayrıca bu
nikâh kitaplarında zikredilmiştir. İmanı olmayana kız verilmediği gibi, imansız kızı da almak katiyen caiz değildir. Hz. Ali
(Radiyallâhû Anh) Efendimize –haşa- Allah (c.c.) diyen veya
Peygamberlik onun hakkıydı, Cibril (A.S.) yanlış götürdü,
diyen taife de dinsizlerden ve imansızlardan sayılır. Bunların
kızları alınmaz, bunlara kız da verilmez.
Dördüncüsü ise, muamelattır. Ticaret, ziraat, san’at,
alış-veriş ortaklık v.s. hakkında olan muamelat kısmıdır ki,
bunları bilmeyenlerin ticaretleri meşru olamaz. Faiz ile muamele katiyen doğru değildir. Yahudi dolabıdır. Fakir fukaranın ekmeğini elinden almak, halkı zarurete düşürmek, bazen
de vurguncuların keselerini doldurmak, hep faiz oyunudur.
Haramdır, günahtır, azabı kıyamette pek büyüktür. Faizle iş
çevirenlerin akıbetleri de felâkettir. Yangından, zelzelelerden,
hırsızlardan vs. felâketlerden hastalıklardan kendilerini bir
türlü kurtaramazlar.
Beşincisi ise, ceza kısmıdır. Hırsızın cezası, şarap içenin
cezası, adam öldürenin cezası ve bütün cezayı müstelzim şey-
Mehmed Zahid Kotku
ler, burada zikrolunmaktadır. Şu halde İslâm esasları itikat,
ibadet, münakahat, muamelât, mücazat olmak üzere beş kısımdan ibarettir
İman altı kısımdan ibarettir:
1- Allahü Teâlâ’ya iman.
2- Meleklere iman.
3- Kitaplara iman.
4- Peygamberlere iman.
5- Ahiret gününe iman.
6- Hayır ve şerrin Allah (c.c.)’tan olduğuna iman.
İslâm esasları da, ibadette beş kısımdır:
1- Namaz kılmak,
2- Oruç tutmak,
3- Zekât vermek,
4- Hacca gitmek,
5- Kelime-i Şehadet getirmek.
Namazın farzları onikidir, namazdan evvel olan şunlardır:
1- Hadesten taharet, yani abdestli olmak.
2- Necasetten taharet,
3- Avret yerlerini örtmek. Erkekler için göbekten dizkapağına kadar, kadınlar için ise yüzünün, ellerinin ve ayaklarının haricinde her yerini örtmesidir.
4- Namaz kılarken kıbleye dönmek.
5- Namazı vaktinde kılmak.
6- Niyet etmek.
Her şeyde niyet şart olduğu gibi, namazda da şarttır. Niyetsiz kılınan namazlar sahih değildir.
275
Cennet Yolları
276
Namazın içinde olan farzlar şunlardır:
1- Namaza, Allahü Ekber diyerek başlamak.
2- Kıyam; namaza sağlamların ayakta durması.
3- Kıraat; namaz sahih olacak kadar Kur’ân okumak.
4- Rükû etmek.
5- Secde etmek,
6- Son rekâtta ettehiyyatü okuyacak kadar oturmak.
Orucun farzları, zekâtın farzları, haccın farzları, bunlar ibadet kısmına dâhildir. Bunların her biri kulu Cenab-ı Hakk’ın
rızasına ulaştıran nimetlerdir. Bir de bunlardan gayri Müslümanın adab-ı muaşeret denilen, insanlarla iyi geçinebilmesi
için ahlâkının huyunun güzel olmasıdır. Bir de bizi Hakk’ın
rızasından uzaklaştıran büyük ve küçük bilumum günahlardan korkup kaçmaktır. İşte o zaman insan, insan olur. Bu da
kolay bir şey değildir. Onun için gece gündüz daima Cenab-ı
Hakk’a dua edip yalvarmak ve “Ya Rab, bizi göz açıp kapatacak kadar az bir zaman dahi olsa kendi halimize bırakma ve
başkalarında da muhtaç etme” diye çeşitli duaları yapmaktan
hâli kalmamalıdır ve sonra Kur’ân-ı Azimüşşan’ın mânâlarını
da okuyup anlamak suretiyle çok çok oku, zira bütün ilimler
onun içindedir. “Ulum-u evvelin ve âhirin bilmek isteyen
Kur’ân-ı Azimüşşan’ı okusun.” Tedebbür ve tefekkürle en
büyük saadet O’ndadır. Vesselam.
İlmi kötüye kullanmaktan kaçınmak
ƈ ĭĤÒ ïƫ üƆ ƆÒ
įƇ ĩƇ ĥŽ Đƈ įƇ đŽ ęƆ ĭŽ ĺƆ ħĤƆ Ùƈ ĩƆ Ļĝƈ ĤŽ Ò ĦƆ ijŽ ĺƆ ÓÖÒƃ ñƆ ĐƆ öÓ
ƪ
Ž
ſ
ƈ ĭĤÒ ïƪ üƆ ÒƆ
ĵĘƈ ħĥŽ đƈ ĤŽ Ò ÕƆ ĥƆ Ĉ
Ɔ ģƄ äƇ òƆ Ùƈ ĩƆ Ļſ ĝƈ ĤŽ Ò ĦƆ ijŽ ĺƆ Øƃ óƆ ùŽ èƆ öÓ
ƪ
Ɔ
įƈƈ Ö ďƆ ęƈ ÝƇ ĬŽ ÓĘƆ ÓĭƆ ĩƆ ĥŽ Đƈ ħĥƪ ĐƆ ģƄ äƇ òƆ IJƆ įƇ ×ĥƇ ĉŽ ĺƆ ħĤƆ IJƆ ÓĻĬŽ ïĤÒ
Ž
Ɔ
Ž Ɔ ƫ
Mehmed Zahid Kotku
“Nâsın yâni insanların kıyamet gününde en şiddetli
azap görenleri, kendilerine ilimleri faide vermeyen kimselerdir.” Yine,"Dünyada ilim öğrenme fırsatı olduğu
halde öğrenmeyenler ile, ilminden başkaları istifade ettiği halde, kendisi faydalanamayan kimseler kıyamet gününde en şiddetli hüsrana uğrayacaklardır." Elbette bunlara yazık değil de kime yazık olsun?
Malûmdur ki, bir şeyin kıymeti nisbetinde insanlar müstefit olurlarken, bu pek büyük ve hatta kıymetine paha biçilemeyen ilmin zaiyatı demektir ki, o ilimden fayda görmemiş olmasından naşi en şiddetli bir azaba müstahak
olmuştur. İlimlerinden fayda gören muhterem zatlar nasıl
en yüksek mevkilere, derecelere yükseliyor; hatta istediklerine şefaat hakkı da kendilerine tanınıyorsa, bu güzel ilim
cevherinden faydalanmayan bedbaht kişiler de, tabiatıyla
en büyük bir azaba uğrayacaktırlar. İlmin, insanın kendisine fayda vermemesi birkaç bakımdan mülahaza olunabiliyor. Ya inancı yoktur ki, - maazallah - bu da küfre kadar
gider. O zaman tabiî, azaba müstahak olur, veya inancı var
da nefsin elinden kendini kurtaramamış olması, dolayısıyla
ilmin müsaade etmediği fenalıkları, çirkinlikleri günahları
irtikap eder. Halkın gözünden düşer. O zaman Hakk’ın da
gözünden düşeceğinden, azaba müstehak olur. Hâlbuki bir
âlimin günahları irtikâbı, halkın da bu sefer o günahları
irtikâp etmesine vesile olur. Hocası yapar da cemaat durur
mu? İşte bu bakımdan günahları müteaddi olup diğer kimselere de sirayet ettiği için azabı o nisbette şiddetli olur. Zaten ilim tahsilinden gaye bilmediklerini öğrenip yapmaya
çalışmaktır. Yapamadığı ilimler tabiatıyla ömür zayiatıdır.
Ömür ise, pul ve para ile alınabilen bir şey değildir ki zayi
277
Cennet Yolları
278
olunca bir başkasını alalım. Öyle olunca, Cenâb-ı Hakk
onun dakikasını bile zayi etmeden matlup olan, “İlâhi ente
maksudî ve rızake matlubî” bahtiyarları zümresine ilhak
buyursun. Âmin.
İkinci hadis-i şerif ise, çok mühimdir. İnsanlar, hemen
hemen bütün vakitlerini dünya ilimlerini öğretmek için gece
gündüz çalışırlar da, din ilmini tahsile gelince, her biri bir tarafa kaçamak yapar. Hâlbuki öğrendiği dünya bilgileri malûm,
gözler yumuluncaya kadardır. Ölüm geldi mi hepsi biter. Ne
şeref ne de saltanat kalır ve dinini de öğrenmediği için en büyük felâket buradan başlar.
Yine ne kadar acıdır ki, vakti müsait olduğu gibi, zamanı da müsait nice kimseler vardır ki, yine öyle iken dinini öğrenmeğe çalışmazlar ve zannederler ki, din namaz
kılmak, oruç tutmak değil mi, bunu ben nasıl olsa yaparım,
der. Zavallı insan hiç bilmez ki, din bilgisi o kadar geniştir
ki kütüphanelerimiz yüzbinlerce eserlerle doludur. Eğer basit bir şey olsa idi, bu kadar kitap yazmaya ne lüzum vardı?
Çünkü gaye Hakk’ı bilmek ve O’nun emirlerine uymak ve
yasaklarından kaçınmaktır, Hakk’ı bilmeyi o kadar basit bir
şey zannetme, ibadat ve tâatlardan gaye Cenabı Hakk’ın rızasını kazanmaktır. Bu çok pahalıdır. Çünkü evvelâ insanın
içinde bulunan nefsi buna manidir. Bu nefis ıslah olmadıkça
Hakk’ı bilmek ve O’na uymak mümkün olmaz. Nefis bilgisi
ise öyle kitaplardan okumakla veya şuradan, buradan dinlemekle olacak şey değildir. O büyük bir ilim ve mücadele ister. Halktan ayrılıp Hakk ile baş başa kalmaya ve kendini
O’nun zikrine ve tefekküre vermeğe ve burada yine nefsin,
şeytanın, şehvetin elinden kendini kurtarmağa çalışmak mecburiyetindedir. Çünkü burada, - maazallah – ilmi kâfi gel-
Mehmed Zahid Kotku
mezse, nefse ve şeytana esir ve köle olarak mahvolup gider.
Binaenaleyh, ilmi her halde talep etmek mecburiyetindeyiz.
İlm-i zahir malûm olan kitapları okumakla olur da, asıl olan
ve faydalı olan ilm-i batındır ki, bu da ancak Hakk’ın vereceği nur ile zahir olur. Cenab-ı Hakk (Celle Celâlühü) o nurunu hemen her isteyene kolayca vermez. Belki o nura lâyık
ve müsait olması şarttır. İstidat olmadan verilen her şey zayiattandır. Meselâ kayalarla, mermerlerin üzerine ne kadar
çok yağmur yağarsa yağsın, hiç faydası olmaz. Belki onların üzerlerinde biriken tozu alıp götürür. Tıpkı kabiliyetten mahrum olan kimselere edilen emekler gibi. Onun için
vaktiyle Meşayıh-ı Kiram Hazretleri dervişleri imtihan etmeden ve onlara ağır vazifeler yükleyip, kabiliyetlerini görmeden dergâhlarına kabul etmezlermiş. Üsküdar’da yatan Aziz
Mahmud Hüdayi Hazretleri Mısır’da da kadılık yapmış pek
büyük bir âlimdir. Bursa’da kadı iken, Hazreti Üftâdi’ye derviş olmak istemiş, O’na evvelâ Uzun çarşı’da ciğer satmasını
tavsiye etmiş. O da tereddüt etmeden kabul edip, koyunların
kesildiği yerden ciğer almış ve onu Uzun çarşı’da o kadılık kıyafeti ile satmaya başlamış. Tabiî burada çok olaylara, hakaretlere de uğrayan Mahmud Hüdâî Hazretleri, nihayet dervişliğe
kabul olunmuş. İlmi ve kabiliyeti de yerinde olduğundan, az
bir zamanda tefeyyüz edip şeyhlik makamına oturmak üzere
kendisine hilafet ve ruhsat verilmiştir. Hâlbuki birçok seneler dergâhta hizmet eden çok kimseler olduğu halde, kabiliyet ve istidatları olmadığı için yerlerinde saymak mecburiyetinde kaldıkları görülegelen hâdiselerdendir. Bu kabiliyet ve
istidat da ancak ilmin neticesidir. İlim, irfandan mahrum olan
kimselerde bu kabiliyet nadirattan olarak bulunur. Bazen ümmilerde olduğu gibi… Meselâ, Üftâde Mehmet Muhyiddin
279
Cennet Yolları
280
Hazretleri’nin şeyhi de bir çoban olup, lâkin Hacı Bayram
Veli’nin delaletiyle velilik mertebesine ulaşan muhterem bir
zattır. Abdülaziz Debbağ Hazretleri de öyledir. Cenab-ı Hakk
cümlemizi Hakk’ı seven ve O’na teslim olan bahtiyar kullarından eylesin. Âmin. Vesselam.
Nefsi, malı ve canı ile Allah yolunda cihad
Õƈ ąƆ ĕƆ ĤŽ Ò ïƆ ĭŽ Đƈ įƇ ùƆ ęŽ ĬƆ ÕƆ ĥƆ ĔƆ īŽ ĨƆ ħĠƇ ïƪ üƆ ƆÒ
Ž
“Sizin en kuvvetliniz (pehlivanları yenen başpehlivan
değil) belki nefsinin arzularını yenen, nefsine her bakımdan galip olan, nefsine hâkim olan, nefsini günahlardan
ve Hakk Teâlâ’nın razı olmadığı yerlerden uzak eden ve
nefsini ibâdat-ı tâata sevk edip Hakk (Celle Celâlühü)’ın
rızasını kazanan kimsedir.”
Bahusus, kızdığı zaman nefsini zapt edip gadabını yenmeğe muktedir olan zattır. Burada gadâbın zikri dikkate şayandır. Malûmdur ki, günahların sayısı pek çoktur. Buna
mukabil, yalnız gadâbın zikrinde herhalde mühimce bir şey
olsa gerektir. Zira şeytan gadâplı insanlarla, çocukların top
oynadığı gibi oynar. Bunu İmam Gazali (rahimellah) İhyâ-ı
Ulûmuddin’de zikretmektedir. Onun için, gadabını yenmek
en büyük kuvvet ve en büyük bir hünerdir. Kuvvet ve hüneri
olmayan buna muvaffak olamaz. Kuvvetten murad ise, iman
kuvvetidir. Hünerde, ilimdir. Bu ilimde Kur’ân ve Hadis ilmidir. Binaenaleyh imanı zayıf, Kur’an ve Hadis ilminden nasibi olmayan zavallı insan dâima, nefsinin esiri ve kölesi olmaktan kendini kurtarması mümkün değildir. Bu ilimlerin
Mehmed Zahid Kotku
de halisane olması gerektir. Zira dünya menfaatleri için yapılan tahsillerin faydası hep dünyada kalır.
İmanın kuvveti, kişinin gece namazlarında devam etmesiyle anlaşılır. İnsanın her bakımdan tekemmülüne gece namazları, ibadetleri, Kur’an okumaları ve içlerinin dâima sızlar
olması, imanındaki kuvvetin alâmetidir. Bir de, kişinin Allah (Azze ve Celle)’yi dâima zikir halinde bulunması ve murakabelerine dikkat ve ihtimam göstermesi de imanının kuvvetlenmesine sebeptir. Yemeden ve içmeden kesilen bir zâtın
vücudu kuvvetten nasıl düşerse ibâdetten ve Allah (c.c.)’ı zikir etmekten vazgeçen insanın “iman” âkibeti de böylece zayıflar, zayıflığının neticesi de ölümle sonuçlanır. Binâenaleyh
her Mü’mine lâzım olan namaz, oruç, zekât, hac gibi farizaların ifasında titizlik göstermesi ve bunlara nafile ibadetleri
de çokça eklemek yine imana kuvvet veren sebeplerdendir.
İmam-ı A’zam ve emsalinin sabahlara kadar namaz ve sâir
ibadetlerle meşgul oldukları hatırdan çıkarılmamalıdır.
Bir kişinin Resulü Ekrem (Sallallâhü aleyhi ve selem)’e
ahlâka müteallik sorduğu suâlin cevâbında, gadabın terkinin
lâzım olduğunu dört defa tekrar etmiştir. Zira öfke, umumiyetle insanların ya ölümüne veya hapishanelere girmelerine sebep olan huyların başında gelir. Öyle ise bize yakışan, bu gadabı yenmeğe çalışmak ve bunun için de ibadete
son derece ve sıkıca sarılmak gerekir. Dolayısıyla da Cenâb-ı
Hakk’ın emirlerine boyun eğmeye mecburuz. Bu da ancak
Allahü Teâlâ (celle celâlühü)’nın hakiki nimet sahibi olduğunu
anlayıp, O’nu cân-ı gönülden sevmektir. Tabiatıyla kişi sevdiğine itaat edecektir. Hakk Teâlâ’dan korkmak da, yine sevgiden neşet eder, çünkü sevgilisinden ayrılmak veya onu darıltmak kadar acı bir şey yoktur. Bize bazı kimseler, gerek hizmet
281
Cennet Yolları
282
mukabili ve gerekse sevdiğinden nâşî bazı hediyeler verseler,
meselâ; size güzel bir ev bağışlasalar, istediğiniz gibi güzelde
bir araba hediye etseler, bunun yanında her ayda bolca şu
kadar aylık verseler veya bir gelir yeri verilse, siz o zâtları ne
kadar sever, hürmet ve saygı gösterirsiniz. Hâlbuki Cenâb-ı
Hakk’ın bizlere verdiği sayısız nimetlerin yanında, bu zâtın
verdiği devede kulak misâli bile olamaz. Hele şu gözümüz,
kulağımız, aklımız ve bütün aza’larımızın noksansız oluşunun pahası biçilebilir mi? Bakınız bir âbit, hiç günah işlemeden insanlardan hâli bir yerde yaşamış ve orada bulduğu
meyvelerden yiyerek hayatını idame ettirip vâ’d olunan ömrünü yaşadıktan sonra Hakk’a kavuşmuş. Cenâb-ı Hakk bu
kuluna sormuş; “Kulum, seni rahmetle mi Cennete koyayım,
yoksa amelinle mi?” deyince; “Yâ Rab! Ben hiç günah işlemedim
amelimle Cennete girmek isterim” demiş. O zaman Cenâb-ı
Hakk meleklerine emredip, “Bu adama verdiğim göz nimetiyle onun yaptıklarını tartınız” demiş ve tartıda göz nimeti
bütün amellerine karşı gali ve ağır gelmiş. O zaman cehenneme sürüklenmesi lâzım geldiğini anlayan zavallı âbid, yalvarmaya başlamış. “Yâ Rabbî, rahmetinle beni cennetine koy,
ben yanlış söyledim, beni afv ve mağfiret eyle” demiştir, bu suretle cennete sevk olunmuştur. Bunun ve bunun emsali vak’a
ve hadis-i şeriflere göre, bizim cennete girişimiz ancak Allahü
Teâlâ’nın rahmetiyle olacaktır. Onun için bizlere lâyık olan,
hemen her zaman ve her yerde Hakk Sübhânehû ve Teâlâ’ya
ilticadan başka çaremiz yoktur.
Kuvvetlinin birisi de kudreti olduğu halde hatalı ve kabahatli kimseleri ister özür dilesinler ister dilemesinler herhalde
onları af edebilmektir ki, bu da insanda bulunması lâzım gelen
“Hilim” sıfatının iktizasıdır. Hilmi olmayan pek çok hatalara
Mehmed Zahid Kotku
düşebilir. Bu hususta tasavvufi ahlâk kitabında genişçe malûmat
vardır, arzu edenlerin oraya müracaatları tavsiye olunur. Hilim,
yumuşaklık, vakar ve sükûnet mânalarını taşıyan bir kelimedir
ki tecziyesi gerektiği hallerde dahi acele etmeyip teenni ile ağırca
hareket etmek ve icâbında icrayı, cezayı terk etmektir. Kudreti
cezayı vermeğe vardır. Kudreti olmazsa o zaman ona acz denilir. O zaman afv hilminden değil belki aczinden nâşidir ki bu
da o büyük mükâfata nail olmasına mânidir.
Şu halde insan ve bahusus müslüman olan kişi evvel emirde
nefsini islah etmeğe ve ona hâkim olabilecek bir vaziyete gelmesi ile beraber bir seyyid-i ahlâk olan hilme sâhib olmasıdır. Bu iki huy, gadabını yenmek ile hilm her kimde bulunursa, bu zât herkesi yenebilecek bir kudret ve kuvvete sâhip
demektir. Yâni manen çok yükselmiş ve oldukça kemâlede
ulaşabilmiştir, evliyaların mertebesine ayak basmıştır. Bu hususta İbrahim Hakkı (Rahimehüllah)’ın mârifetnâmesinde geniş malûmat vardır. Cenâb-ı Hakk cümlemizi afv ve mağfiretine mazhar buyursunda, insanlığın ve müslümanlığın en
yüksek noktasına erişmek, hem kullarına faydalı bir kul ve
hem de Hakk (Celle Celâlühü)’ın razı olduğu kullarından eylesin. Bihürmeti seyyidilmürselin ve selâmühü alelmürselin velhamdü lillâhi rabbiâlemîn.
İlim ve zühd:
īƆ Ĩƈ îŽ îƆ õŽ ĺƆ ħĤƆ Òïƃ İŽ ôƇ ÓĻĬŽ ïĤÒ
ĵĘƈ îŽ îƆ õŽ ĺƆ ħĤƆ IJƆ Óĩƃ ĥŽ Đƈ îÒƆ îƆ ôÒŽ īƈ ĨƆ
Ž
Ɔ ƫ
Ž
ƈ
Òïƃ đŽ ÖƇ ƪ źÒƈ ųÒ
Ʃ
“Her kim ilmini mütemadiyen artırırda, dünyada
zühdünü arttırmazsa, bu kimse ancak Allahü Teâlâ’dan
uzaklık ziyade eder.”
283
Cennet Yolları
284
İlim tahsilinden gaye hiç şüphesiz ki Cenab-ı Hakk’ın
rızasını elde etmek ve ümmet-i Muhammed’e bilmediklerini
öğretip, onların Hakk’ın rızasını kazanmalarına vesile olmaktır. Hâlbuki ilim ebedî saadeti kazanmak içindir. Dünya ise
fânidir. Ne kadar büyük servetlere nail olsan dahi bunların
hepsi bırakılır. Âhirete sadece beyaz bir kefenle gidilir. Zühd
ise dünyadan yüz çevirmektir. Yani, yaptığı bütün işleri dünya
için değil, dünyada iken âhiretini kazanmak için yapmalıdır.
Parayı, âhireti kazanmak için bir vasıta yapmalıdır. İşte bundan gafil olan ilim sahipleri, ilimlerini her ne kadar arttırırlarsa arttırsınlar Allahü Teâlâ (c.c.)’nın rızasını değil belki gadabını kazanmış olurlar. Çünkü insanların kıyamet gününde
en şiddetli azaba dûçar olanları ilimleri kendilerine fayda
vermeyen bedbaht kimselerdir. Malûmdur ki ilmiyle âmil
olmayan kişini yaptığı vaaz ve nasîhatlar veya yazdığı eserler
faydasız olur. İlimden gaye, öğrendikleriyle amel etmektir.
İlmiyle âmil olmayanın kendisine faydası olmadığı gibi o
ilimden başkasına da faydası olmayacağı açıktır ve aşikârdır.
Binaenaleyh bizlerin ümmet-i Muhammed’e faydalı olabilmemiz ilmimizle âmil olmamıza bağlıdır. Biz ilmimizle amel
etmedikçe hem başkalarına faydamız olmaz, hem de Allah
(c.c.)’ın rızasını kazanamayız. Buna mukabil Hakk’a yakın olmak değil, belki Hakk’dan uzaklık, yâni uzak olmamıza sebep
olur. Dünya sevgisiyle dolu olan kalbe, ilâhi rahmet nail olmaz. Dünya sevgisiyle dolu olan bir gönül elbette Hakk’dan
uzak olarak kalır. Bu sûretle de insandaki tekemmüliyet terakki
etmez. Ruh ölü gibi, şahsî menfaatinden başka bir şey düşünemez olur. O zaman insan insanlık vasfından çok şey yitirir.
Onun için gerek âlim ve gerek câhil hepimize, her zaman
lâzım olan dâima kusurlarımızı idrak edip istiğfara devam et-
Mehmed Zahid Kotku
mektir. Zira Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Selem) her
gün yetmiş kere, bir rivayette de yüz kere istiğfar buyururlardı. Bu tabiî sırf bize istiğfara devam için örnek oluşudur.
O Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selem) Efendimiz ki bütün geçmiş ve gelecek günahlarının afolunduğu sûre-i Feth’in
başında aşikâr bir şekilde beyan edildiği cümlemizce malumdur. Öyle iken yine Peygamber Efendimiz (Aleyhisselam) istiğfarı mübarek dillerinden bırakmazlardı. Biz ise ne kadar
âlimde olsak, âbit de olsak, zâhid de olsak her harekâtımız
kusurlarla doludur. Onun için dâima bilerek ve bilmeyerek yaptığımız hata ve kusurlara karşı sabah ve akşam istiğfar etmek mecburiyetindeyiz. Bahusus Cenâb-ı Peygamber
(s.a.v.)’in bizlere talim buyurdukları istiğfar ve seyyidülistiğfârı
sabah ve akşam üçer kere okuyanların cennetle tebşir buyurulması tabiî hepimiz için bir nîmet-i uzmâ olduğundan şek
ve şüphemiz yoktur. Hele her namazın sonunda üçer kere:
“Estağfirüllah, estağfirüllah’azîmellezî lâile illâhüvel hayyül kayyümü ve etübü ileyh” demekle insanın bütün günahlarının afv ve mağfiret olunacağı rivayet olunmaktadır.
Yine istiğfar hakkında her kim günde yetmiş kere istiğfar
ederse ve diğer bir rivayette “her namaz arkasında bu istiğfara devam edenlerin yediyüz günahının, diğer bir rivayette ise kazandığı bütün günahlarının afvolunacağı,
cennetteki meskenlerini ve oradaki hurilerden olan hanımlarını görmedikçe dünyadan çıkmayacaklarına dair
pek çok teşvikler vardır.” Cenâb-ı Hakk bizlere de bu istiğfarlara devam edip rızasını kazanmayı nasip buyursun. Âmin.
İlmini arttırırken zühd-i takvânı da arttır ki, dünya ve âhiret,
saadet ve selâmetine nail olasın vesselâm.
285
Cennet Yolları
286
Âlime ve ilim erbabına hürmet etmek gerekir:
ïŽ ĝƆ ĘƆ ÅÓƆ ĩƆ ĥƆ đƇ ĤŽ Ò òÒƆ ôƆ īŽ ĨƆ IJƆ ĵĭƈ ĥƆ ×ĝŽ ÝƆ øÒ
ïƈ ĝĘ ÅÓĩĥđĤÒ ģ×ĝÝøÒ īĨ
Ɔ Ž ƆƆ Ɔ Ɔ ƆƇ Ž Ɔ ƆŽƆ Ž ƈ Ɔ
ĵĭƈ ùƆ ĤƆ ÓäƆ īŽ ĨƆ IJƆ ĵĭƈ ùƆ ĤƆ ÓäƆ ïŽ ĝƆ ĘƆ ÅÓƆ ĩƆ ĥƆ đƇ ĤŽ Ò ÷Ɔ ĤƆ ÓäƆ īŽ ĨƆ IJƆ ĵĬƈ òÒƆ ôƆ
ĵÖžƈ òƆ ÷Ɔ ĤƆ ÓäƆ ÓĩƆ Ĭƪ ÓƆ ġƆ ĘƆ
Ulemâya verilen değerin ve onun kadrü kıymetinin bilinmesi için bundan daha güzel bir söz olamaz. Cenâb-ı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selem) Efendimiz Hazretleri
Mekke-i Mükerreme’den Medîne-i Münevvere’ye hicretleri
sırasında Medine halkının gösterdikleri tezahüratı ve sıcak
ilgiyi tarih kitaplarından okumaktayız. Tabiî Mekke ahâlisi,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selem)’in kadr-ü kıymetini
takdir edemeyip, küfrân-ı nimet ettikleri için Allahü Teâlâ
(Celle Celâlühü) Hazretleri de, bu güzel nimeti onların elinden alıp, ehli Medine’ye verdi. Onlarda ellerinden gelen her
fedakârlığı yaparak Peygamberimiz (s.a.v.)’in şan şerefine lâyık
bir şekilde ile karşıladılar. Daha sonra da, can ve mallarıyla da
muhacir müslümanlara insanüstü (fevkalbeşer) her fedakârlığı
da yapmaktan zerre kadar çekinmediler. Bu an’âne ile müslümanlar âlimlerine karşı son derece hürmetkâr ve saygılı idiler. Harun Reşid zamanında olsa gerek, meşhur bir âlimin
Harun Reşîd’in memleketine geleceği duyulunca ahâli âlimi
karşılamak için yollara dökülmüşler. Harun Reşid de bu hâli
bulunduğu yerden seyrederken bu kalabalığın hangi sebeple
yollara döküldüğü etrafındakiler sormuş cevap olarak büyük
bir âlimin gelmekte olduğunu ve onu karşılamağa gittiklerini öğrenince Harun Reşid hayretinden kendini tutamayarak
Mehmed Zahid Kotku
asıl hükümdar bunlardır, diye takdirini izhar eylemiştir. Zira
hükümdarları karşılama merasiminde hükümetlerin kendilerine göre bir usulleri vardır ki bu da mecburîdir. Ulemâları
karşılamakta ise, böyle bir mecburiyet olmayıp sırf âlimlerine
karşı halkın gösterdiği saygı ve hürmetin icabıdır. Binaenaleyh “Bir âlimi karşılamak bir peygamberi karşılamak gibidir” yâni bir peygamberi karşılamış gibi olur. Gerek sevap
cihetinden ve gerekse insanlık ve müslümanlık bakımından,
her müslümanın âlimlerine karşı böylece son derece saygılı
ve hürmetkâr olması icap eder olduğu bizlere hatırlatılmaktadır. Yine “Her kim bir âlimi ziyaret ederse muhakkak
beni ziyaret etmişçesine sevap alır” Peygamberini binlerce
sene sonra da olsa,ziyaret etmek isteyen insana, bir alimi ziyaret etmesi kafidir. “Yine her kim bir ulemâ meclisinde
bulunursa veya ulemâlarla oturursa muhakkak benimle
oturmuş sayılır. Benimle oturan kimse ise, güya Allahü
Teâlâ ve Tekaddes Hazretleriyle oturmuş gibidir.” Rafiî
hazretleri bu hadîs-i şerifi beyan buyurmakla müslümanların hocalarına, ulemâsına karşı nasıl ve ne şekilde davranmalarının lüzumunu pek açık bir şekilde beyan buyurmuşlardır. Zira ulemâ-i kiram hazretleri de Peygamberimizin (s.a.v.)
vârisi sayılmakta olduğu cümlemizce malumdur.
“Ekrimü’l-Ulemâ” hadîsi şerifinde ise Hz. Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Selem) Efendimiz, ulemâ-i kiram
hazerâtına bilhassa ikramda ve onlara karşı saygı ve ta’zimde
bulunulmasını tavsiye buyururken hamele-i Kur’ana yâni
ulemâ-yı muhteremeye yapılacak olan ikramın doğrudan doğruya Cenab’ı Hakk’a yapılmış bir ikram sayılacağını bizlere
duyurmuş olmalarıyla beraber, onların hukuklarına karşı bir
kusur veya saygısızlıkta bulunulmamasını da bu tavsiyelerine
287
Cennet Yolları
288
eklemiş bulunmaktadırlar. Zira hamele-i Kur’ân olan ülema-i
kiram hazretleri Peygamberlerin vârisleri olmakla beraber, onların makamlarının, peygamberler makamı gibi olup yalnız
kendilerine vahiy nazil olmadığını beyanla, kadrû kıymetlerinin ne kadar yüksek olduğuna açık bir işarette bulunmuş
olmaları, şübhesiz hepimiz için şâyan-ı dikkattir. Binâenaleyh
onlara yapılan ikrâm aynen Allahü Teâlâ’ya ve O’nun Peygamberi Muhammed Mustafa (Sallallâhü Aleyhi ve Selem)’e
yapılan ikram demektir. Allah (c.c.) ve Resülüne (s.a.v.) ikram
etmek isteyen kimsenin doğrudan doğruya bir âlime yaptığı
ikram kâfidir. İlim tahsil etmeğe çalışan talebe-i ulum ile ilmi
öğrenmiş ve öğrenmekte olan zevata aynı göz ile bakılması
gerektir. Çünkü bu günün talebesi yarınında âlimi olacaktır.
Onun lâyıkı vechiyle yetiştirilebilmesi için elinden tutmak
ve ona da aynı hürmet ve saygıyı göstermek hem insanlık ve
hem de müslümanlık bakımından çok önemlidir.
Ulemâ-i kiram da bizim gibi beşerdirler, hata ve kusurdan salim olamazlar, Peygamber değildirler ki masum olsunlar. İsmet ancak Peygamberler içindir. Çünkü onlarda insanlar
gibi hata ve kusurlara ve günahlara düşerlerse halk arasında
itibarları kaybolur. Onun için Cenâb-ı Hakk, onları himaye
buyurup günah ve kusurlardan korumaktadır ki, risaletlerini güzelce yapabilsinler, yine öyle iken (Sallallâhü Aleyhi ve
Sellem) Hazretleri Cenâb-ı Hakk’a yalvarıp, Yâ Rabbî beni,
bana bir göz açıp kapayacak kadar az bir zaman olsa dahi
beni, kendi halime bırakma, hıfzı himayenden ayırma.
Buna benzer pek çok duaların olduğu yine cümlemizce malumdur. O halde bizim için ne yapmak lâzım geldiğini iyice
düşünmek gerektir. Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Hazretlerinin zaman-ı saadetlerindeki ashab-ı kiram’ın
Mehmed Zahid Kotku
erişmiş oldukları ve kimsenin kıyamete kadar erişemiyeceği
yüksek makamlara nail olmalarının yegâne sebebi Resûllâh
(Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’ın mübarek cemâlini müşahede ve
O’nun yanında biraz bulunmaları idi. Burada ince bir nokta
daha vardır ki, Ebû Cehilde o devirdeki o memleketin ileri
adamlarından idi, bak o kâfir olarak öldü. O da Resûlüllah
(s.a.v.)’i görüyordu fakat bu görmek ona hiçbir fayda temin
etmedi ve bilakis Peygambere (s.a.v.) düşman olmuştu cezasını da Bedir de katlonularak ödedi, canı cehenneme gitti.
Onun gibi olanlar birer birer cehenneme sürüklenip gittiler.
Hele Ebû Leheb’in ölümü son derece şayan hayret ve dikkattir. Ölüsü açıkta kaldı, kimse yanına sokulmak imkânını
bulamadı. Cenazesi duvar arkasından taşlayarak, taşlarla gömüldü, mezara konmak bile kendisine nasip olmadı. Peygamber düşmanlarının akıbetleri hep böyle acı olmuştur. Peygamberimizin (s.a.v.) cemâlini ehl-i îman tarif ve tavsifte kelime
bile bulmakta çok âciz kalarak, kimisi kılınçların güneşdeki
parıltısı gibi, kimisi de Aya teşbih edip Ay gibi, kimisi de,
Güneş'e teşbihle Güneş gibi idi diyenlerde olmuştur. Hatta
hicret esnasında çölde bir çadıra uğramışlar, çadırda oturan
bir kocakarıdan biraz süt istemişlerse de o da koyunların otlağa gittiklerini burada ancak zayıf ve hiç sütü bulunmayan
bir koyunun bulunduğunu söylemiş. Cenab-ı Peygamber
(Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’de kadından müsâde isteyerek
koyunu sağmış ve koyundan fevka’t-tabi’yye çok süt çıkmış,
o sütü kendileri ve Ebubekir (r.a.) Hazretleri doya doya içtikten sonra çadır halkına yetecek kadarda süt sağarak bırakmışlar. Akşamüstü koyunlarıyla gelen çadır sahibi, sütü görünce şaşırmış ve hanımına sormuş, o da vak’ayı anlatmış.
Bu arada Peygamberimiz (s.a.v.) için, o kadar güzel bir kim-
289
Cennet Yolları
290
seyi ömrümde görmedim. Gerek mübarek sözleri ve gerekse
orada gösterdikleri insaniyet perverliğe hayran kaldığını izahla
hemen karı koca kalkıp Medine’ye gelip Efendimiz (s.a.v.)’i
bularak imanla müşerref olmuşlardır.
İşte bu Peygamberi âhir zamanı yalnız görmek kâfi değildir. Kemâlâta ulaşıp, irfan ve muhabbet-i ilahiyeye mazhar olabilmek mutlaka îman ve islama ihlâsla girmek şartı
a’zamdır. İşte Ebû Bekir ve sâir o günün ehli îmanı olan
sahabe-i kiram hazerâtı ile, yine o günün imansız kişilerinin
âkıbetleri. Bu gün Peygamberlerin vârisi olan ulemâ-i kiram
hazeratının huzurunda ve meclislerinde oturan Mü’minlerin
kemâlâta ulaşmaları da ancak onların sohbetlerinin neticesidir. Bu günkü, o ulemâ-i kiram hazretleri ki, Peygamber
(Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in vârisidirler, sen onlara sakın
dil uzatma. Onların kusurlarıyla alâkadar olma, yalnız elinden gelen hürmeti, saygıyı ve ihsanı yap. Allah (c.c.)’ın lutfuna mazhar olmağa çalış, onların gıybetini de yapma. Kusursuz yalnız Allah (c.c.)’tır, kusurları da gözünde büyütme,
kendi kusur ve kabahatlerini düşün onları ıslaha çalış, bu sana
hem yeter, hem de artar, zaten vazifen de bu.
Bak bu sözümü iyi dinle. Gökten yağan yağmur ve karlar ne kadar temiz ve güzeldir. Fakat düştüğü yere göre vasıf
alırlar. Meselâ denize dökülen yağmur suyu denizin sıfatına
bürünerek oda tuzlu su olur. Tuz gölüne düşen yağmur tuzlu
olur. Van gölüne düşen yağmur sularıda sodalı olur. Çünkü
Van gölünün suyu sodalıdır. Sapanca ve İznik göllerine düşen sularda tatlı olurlar. Sokaklara düşen sularda sokakların
çamurlarıyla simsiyah olurlar. Ruhlarda tabii bu yağmur suları gibi gayet berrak ve latîfdirler. Kâfirlerin vücutlarına isabet eden ruh, o kâfirin hali gibi olur. Münafığın ruhuda o
Mehmed Zahid Kotku
münafık gibidir. Kamil Mü’min’in ruhu ise tertemizdir. Şimdi
burada kabahat ruhda değil o ruhun isabet ettiği kimsededir.
Kâfir ile münafık tevbekâr olurlarsa ruhları ile pek güzel ve
lâtif, merhametli, şefkatli, halim, selim, cömert, şecaatli, kamil ve olgun bir mümin olur. Günahkâr mü’min’in ruhuda
günahları nispetinde kirlenir. Bunların temiz bir hale gelmesi
için muhakkak riyazatla, mücahedeler lâzımdır. Çamurlu su
nasıl içilmezse ve bir şeye yaramazsa böyle günahlarla kirlenen
ve küfürle zulmete bürünen ruh ne Allah (c.c.)’ı ne de Peygamber (s.a.v.)’i tanıyabiliyor. Ruh bir kandildir, şişesi kirlenince ışık dışarı çıkmaz. İşte Ebû Cehil, Peygamber (s.a.v.)’in
zamanında ve her gün O’nu gözüyle görmüştü. Aslında tertemiz fakat küfür içinde olan rûhu hiç işe yaramadan cehennemi boyladı gitti.
Ebû Bekir (Radıyallâhü Anh)’ın ise ruhu imanla ve
muhabbet-i Resûlüllah ile öyle bir dereceye geldi ki, ehli cennet olarak tebşîrat-ı Peygamberîye mazhar oldu. Mahlûkatın
içerisinde insandan daha güzel hiçbir mahlûk yoktur. O insan Allahü Teâlâ’nın aynasıdır. O insandan Allahü Teâlâ’nın
cemali müşahede olunur, bu müşahedenin neticesinde insan
muhakkak iman sahibi olmak mecburiyetinde kalacaktır. Bu
imandan mahrum olanlarında, zulumât içerisinde olup yerleri cehennem olacağında şüphe yoktur. Çünkü şu topraktan
yaratılan insandaki güzellik, görme ve işitme, sezme, idrak,
fehim ve tenâsüb-ü endam hangi mahlûkta vardır. Bununla
beraber bu günkü harikaları icat etmek göklerde uçmak, telefon, televizyon ve bütün teknik araçlar uçaklar, gemiler hep
bu insanın hünerleri değil mi? Ama şunu da unutmamalı ki,
bu kudreti bu bilgiyi ve bu hüneri insana bahşeden bir Allah
(c.c.)’dır. Cenab-ı Hakk Âdem (Aleyhisselâm)’ı yarattığı za-
291
Cennet Yolları
292
man meleklerin yanında Âdem (Aleyhisselâm)’a eşyaların adlarını sordu. Âdem (Aleyhisselâm) ise onları evvelce görmüş
ve bilmiş değilken onların hepsinin isimlerini birer birer söyledi. Melekler ise, izhar-ı aczederek biz bize bildirdiklerini bilebiliriz, dediler. Âdem (Aleyhisselâm)’ın bu bilmesi, şüphesiz
Allahü Teâlâ’nın ona bahşettiği ruhun temizliği sayesindedir.
İşte ruhlar ne zaman böylece temiz olunca maddelere, kitaplara muhtaç olmadan her şeyi bilmeğe yetip artar. Binaenaleyh Cenâb-ı Hakk’ın bizlere lütfettiği o güzel temiz ruhu bir
sürü günahları işleyerek, kirletenlerin kabahati ne kadar büyük olduğu meydana çıkmaktadır. Onun için Müslümanlık
günahlara karşıdır. İster açık gez, ister kapalı, istersen herkesin gözü önünde çıplak olarak denize gir. İstersen çarşı pazarda da çıplak gez. İster şarap iç, ister konyak, ister kumar
oyna, istersen dans et. İstersen hırsızlık et, istersen yol kes.
İstersen haram ye, istersen helal. İstersen vazifeni doğru dürüst yap, istersen rüşvetsiz yapma. Yalnız bunu iyi bilki, yaptığın bütün fenalıklar kendinedir. O kıymetli, tertemiz, bulunmaz cevher olan ruhun berbat olacak. Artık dünyada bile
esfel-i sâfilin denilen en derin çukurlara düşüp hayvanlardan
bile aşağı olacağını sakın unutma. Âhirette ise ister inan, ister inanma yerleri cehennem’den başka bir yer değildir. İnananlara Müslüman, inanmayanlara da kâfir derler, vesselam.
Onun için saadet ve selâmetini, sana dünya ve âhiretini ve
varlıkların sahibi Allahü Teâlâ’yı bildirecek ve O’nun emrine
inkıyat ettirecek olan ilmi öğrenmeğe çalış, cahil kalma. Cahil ise, dinini bilmeyene derler. Onun için her işini bırak bütün gücünle dinini, kitabını, peygamberini, meleklerini, âhiret
gününü, hayır ve şerrini öğren. Körü körüne kalma. Şeytana
Mehmed Zahid Kotku
maskara olma. Dinsizlerinde yardımcısı olup âhiretini elinden kaçırma, vesselam.
ƈ ĭĤÒ ÔóĜŽ ƆÒ
ħƈ ĥŽ đƈ ĤŽ Ò ģƇ İŽ ƆÒIJƆ îÓƈ ıſ åƈ ĤŽ Ò ģƇ İŽ ƆÒ Øƈ ijƪ ×ĭĤÒ
Ùƈ äòî īĨƈ öÓ
ƪ Ƈ Ɔ
Ƈƫ Ɔ Ɔ Ɔ Ž
ƈ
ƈ åĺ îÓıåƈ ĤŽ Ò Īƪ Ɔźƈ
ÓĨƩ ƆÒIJƆ ģƇ øƇ óĤÒ
Ɔ ïƇ İÓ
Ɔ ĨƆ ĵĥƆ ĐƆ ĪIJ
ſ Ƈ Ɔ ſ
ƫ įƈÖ ÚŽ ÅƆ Ɓ ÓäÓ
ƈ
ÅÓƇ Ļƈ×ĬŽ ƆźÒŽ įƈƈ Ö ÚŽ ÅƆ Ɓ ÓäÓ
ƪ ijƫĤïƆ ĘƆ ħƈ ĥŽ đĤŽ Ò ģƇ İŽ ÒƆ
Ɔ ĨƆ ĵĥƆ ĐƆ öÓ
Ɔ ĭĤÒ
ſ
“Na’sın nübüvvet derecesine en yakın olanı ehl-i cihad
ve ehl-i ilimdir. Şu muhakkak ki, cihad ehli peygamberlerin, resullerin getirdiği hak yol üzerine cihad ederler ve
bu cihadlarıyla hem dinlerini korurlar ve hem de dinlerini etrafa yayarlar. Ehl-i ilim ise onlarda, ilimleriyle enbiyaların getirmiş olduğu hak yola insanların girmesine
delâlet ederler.” Şu halde dinin muhafazası ve yaşaması için
iki şeye ihtiyaç vardır. Birisi cihad, diğeri de ilimdir. Bu ikiside
ruhla beden gibi birbirlerinden ayrılmayan iki unsurdur. Birbirlerinden ayrılmasına imkân yoktur. Cihat için ilme ihtiyaç
zarurîdir. Zira ilimsiz olan cihadlar aynı zamanda büyük zararlar doğurur. Bu gün cihad için ne kadar bilgi ve kuvvete,
ilme ihtiyaç olduğunu yazmağa bile lüzum yoktur. Çünkü
herkes görmekte ve bilmektedir. Kuvvetle bilgi yan yanadır.
İman ile hayâ da birbirinden ayrılmaz, imanın bulunduğu
yerde hayâ, hayânın bulunduğu yerdede iman vardır. Binaenaleyh kuvvetin yanında bilgi, bilginin yanında da kuvvet
şarttır. Bilgi bir kısmı dünya işlerine âit, bir kısımda dîne taalluk eden ilm-i Kur’an ve ilm-i Hadîs’tir. Bunların hulâsası
ise fıkıhtır. Binâenaleyh dünya bilgisi ne kadar çok olursa olsun, bu dîni, şerî ilimler bilinmedikçe, yine ilim yok demektir. Kuvvet de yine iki kısımdır. Biri maddî biri de menevîdir.
293
Cennet Yolları
294
Ölürsem şehid, kalırsam gâzî akîdesini taşıyan askerle bu duygudan mahrum asker hiçbir olur mu?
İslamın ilk devirlerindeki zaferlerinin başlıca sebeplerinden biridi de bu maneviyat idi. Maneviyatsız asker çobansız
koyun sürüsü gibidir. Sen, bu günkü Rusya’nın ve Çin’in
dinsizliklerine hiç aldanma, bir mağlup olsunlarda bak
cümbüşe, kim bilir kaç parça olacaktır, velevki mağlup olmasalarda daha çok büyüseler ne olacak. Kâfirlik iyi bir şey
mi? İşte şeytan her hüneri mevcut, fakat yine şeytan vesselam,
sonları cehennem değil mi? Niye o kadar düşünüyorsun.
İlmi talep etmenin hem farz-ı ayın, hem de ibadetlerin en
efdali olduğu, cümlece malumdur. Bu ilim ise ibadet olması
dolayısıyla ilim dindir. Çünkü dünya ilmi ibadetten sayılamaz. Hem de ibadetin en efdalinin din ilmi olduğu aşikârdır.
Çünkü din olmadan bizde, Ruslar gibi veya onlardan daha
kuvvetli olsak ne mânâ ifâde eder. Sonu cehennem olan bilgi
ve kuvvet faide değil, belki baştanbaşa zarardır vesselam.
Nefsi, malı ve canı ile Allah yolunda cihad
ƈ åĺ ĪŽ ƆÒ îÓƈ ıåƈ ĤŽ Ò ģƇ ąƆ ĘŽ ƆÒ
ĮÒƇ ijƆ İƆ IJƆ įƇ ùƆ ęŽ ĬƆ ģƇ äƇ óĤÒ ïƆ İÓ
ſ
ſ Ƈ
ƪ
“İnsanların peygamberlere nübüvvet cihetinden en
yâkın olanı cihad ehli ile ilim ehlidir.” İşte bu cihad dünyadaki bütün milletler tarafından yapılmakta ve hazırlanmaktadır. Fakat kâfirin cihadı, cehennemdeki yerini genişletir.
Onlara bir ecir, bir mükâfat ve bir şehâdet yoktur. Ölürlerse murdar olarak ölürler. Kalırlarsa da hiçbir sevap alamazlar, belki azapları artırılır. Binaenaleyh cihadın en efdali, küfürden kendisini kurtarıp, iman ve İslamla müşerref
Mehmed Zahid Kotku
olmak sonrada bizim kemâlimize engel olacak bilumum günah ve kötü huylardan sıyrılmak için nefsiyle, hevâsıyla mücadele ve mücahedeye devam etmektir. Zira Cenâb-ı Hakk,
insanı yaratırken iki kuvvet arasında serbest bırakmıştır. Bunlardan birisi şer kuvveti, diğeri de hayır kuvvetleridir. İnsan
bütün ömrü boyunca bu iki kuvvetle çarpışmak mecburiyetindedir. Şer kuvvetler nefsin arzularıdır. İnsanı daima hayırlardan menetmeğe ve kötülük işletmeğe çalışır. Hayır kuvvetleri de, bunları önleyip iman ve İslâm’ın istediği doğruluğa,
saadet ve selâmete, şevke çalışır. İşte insanın bunlardan hangisinin kulu olursa, âhireti de ona göre olur. Şer kuvvetlerin
başı kibir, kin, haset, gadab, hırs, şehvet, şöhret gibi ahlak kitaplarında yazılı olan yetmiş şer kuvvet vardır ki bunlar insanı, mahv perişan edip ne dünyasının dünya, ne de âhiretinin
âhiret oluşundan bir şey öğrenmeden dünyasını da âhiretini
de felâkete sürükler. Sen onların dünyadaki yaşayışlarına aldanma, her şeyin sonuna bakılır. Sonu cehennem olan hayatın nesine hayat denir.
Müslümanın namazını kılmaması, orucunu tutmaması,
zekâtını vermemesi, hacca gitmemesi ve Hakk’ı daima zikirden kaçması, hep nefsin oyunları hileleri, tuzağıdır. Nefis tiyneti itibariyle daima kötülüğü ister ve sahibini oraya doğru
sürüklemeye çalışır.
Müslümana yakışan ise; bu fenalığı idrak edip kendisini
Cehennem doğru sürüklemeye çalışan nefsin elinden kendini kurtarmağa çalışmaktır. Bu da yine hem ilme hem amele
muhtaçtır. Amelin az dahi olsa, ilminle amelin sana fayda
verir. Eğer ilmin yoksa amelin ne kadar çok olsa da bunların sahibine faydasının olmayacağı açıktır, bellidir. Binaenaleyh dünya nizamı ile bir vücudun nizamı aynıdır. Şimdi bu
295
Cennet Yolları
296
şer kuvvetlere karşı Cenab-ı Hakk yine kullarına akıl, fikir,
irâde gibi nimetlerle beraber kibir’in karşılığı tevazu, kin’e
karşı afv’ı, haset’e karşı Hakk’a rızâyı yani Hakk’ın verdiklerine razı olmayı, gadab’a karşı yumuşaklığı, hırs’a karşı tevekkülü, ucub’a karşı da Hakk’ın lutuflarını mulahazayı, şehvet ve şöhret’e karşı’da sabrı ve Hakk’dan korkmayı ve buna
benzer yetmiş kadar güzel huylar vermiştir. İşte bu iki kuvvet daima mücadele halindedirler. Onun için cihadın efdali,
nefsini ıslah edip, şer kuvvetlere galebe çalmağa çalışmaktır.
Bu muharebe ve mücadelede muvaffak olabilmek için kişinin her zaman kendisini yaratan Allah Tebâreke ve Teâlâ hazretlerinin yardımına muhtaç olduğunu anlayıp, gece gündüz
can-ı gönülden Hakk’a yalvarıp; ya Rab, beni bana, kendi halime bırakma, sevgini muuhabbetini ve Sen’i bilmeyi ve Sana
lâyık olabilecek ibâdat tatlarımı yapabilmemi bana lüft eyle ve
beni nefsin eline bırakma. Buna benzer Kur’an-ı Kerim’deki
ve Peygamberimiz (s.a.v.)’den naklolunan duaları sakın bırakma, öğren ve daima oku ki, düşmanın olan nefse mağlup
olmayasın. Cennet ile Cehennem bu iki kuvvetten birisinin
galebesi neticesidir. Şer kuvvetler galip gelirse, sahibi cehennemi boylar. Hayır kuvvetler galip gelirse, mükâfatı cennet
olur. Cenâb-ı Hakk Kur’an-ı Kerîmin’de:
ƈ
Īƪ Óƈ ĘƆ Ĵijſ ıƆ ĤŽ Ò īƈ ĐƆ ÷Ɔ ęŽ ĭĤÒ
Ɔ ìƆ īŽ ĨƆ ÓĨƪ ƆÒIJƆ
ƪ ĵıƆ ĬƆ IJƆ įÖžƈ òƆ ĦÓ
Ɔ ĝƆ ĨƆ ĖÓ
ĴIJſ ÉŽ ĩƆ ĤŽ Ò ĵİƈ ÙƆ ĭƪ åƆ ĤŽ Ò
Ɔ
Buyurmuştur. Vücudumuzda olan kırmızı ve beyaz kanlarda böyle değil mi? Beyaz kanların kırmızı kanlara galip
gelmesi, vücut sıhhatinin bozulması ve tedavi olunamadığı
takdirde ölümle neticeleneceği nasıl belli ise, şer kuvvetlere
Mehmed Zahid Kotku
mağlup olanların da âkıbeti aynı ölümü intac eder. Zira insan
ancak ruhuyla insandır. Şer kuvvetlere mağlup olan ruhda da
artık bir şey kalmaz. Belki bu defa “Bel hüm edal” kabilinden
hayvanlardan da aşağı mertebeye düşer. Bu sebepten insan
ne olursa olusn, şer kuvvetlere galebe için Cenâb-ı Hakk’ın
yardımına şiddetle muhtaçtır. Bu yardımı temin için Resülüllah (Sallallâhü Aleyhi veSellem)’in sünnet-i seniyyesine tam
mânâsıyla uymak ve O’nun rûhâniyetiyle, Halik-ı Zülcelâlin
imdadını istemek lâzımdır. Bu da o kadar kolay ve mümkün
değil. Ancak mükemmel bir ilme sâhip olmak gerektir. Bunun için, o ilmi bilen ulemâyı bulup ona eshab-ı kirâm’ın
Resulüne yaptığı sevgi ve saygıyı aynen göstermek ve O’na
sevgide fâni olmakla olur. Bu da laflarla ve bir sürü beylik
sözleri bellemek ve söylemekle değil, hakikî bir mücahede ile
mümkün olur. Binâenlayh bütün saadet ve selâmet bizim içimizde olan nefsi emmâremizi ıslah edip, hiç olmazsa mutmainneye geçmek için çalışmak ve uğraşmak lâzımdır. Aksi
takdirde bütün felâket, hezimet, şekavet içinde ömr-i azîzini
bitirip bu dünyadan eli boş olarak ve çok da çirkin bir şekilde gözlerini yummak mecburiyetinde kalır. Tarihe lüzum
yok, şu elli sene içinde ölenlere iyi bak, ne kadar acı bir şekilde can verdiler. Hepimize ibret doğrusu…
Güvenilir, emîn ve zararsız bir şahsiyete sâhip olmak
ƈ Ž ģƇ ąƆ ĘŽ ƆÒ
Įƈ ïƈ ĺƆ IJƆ įƈ ĬÓƈ ùſ Ĥƈ īŽ Ĩƈ Īij
Ɔ ĩƇ ĥƈ ùŽ ĩƇ ĤŽ Ò ħƆ ĥƈ øƆ īŽ ĨƆ Ħƈ Ż
ſ øŽ źÒ
ƈ ĥƆ āĤÒ ģƇ ąƆ ĘŽ ÒƆ IJ Óĝƃ ĥƇ ìƇ ħıƇĭùèÒƆ ÓĬƃ ÓĩĺÒƈ īĻĭƈ Ĩƈ ËŽ ĩĤŽ Ò ģƇ ĩĠŽ ÒƆ IJ
Øij
Ɔ
ƪ
Ɔ Ɔ
ſ Ɔ
Ƈ
ŽƇ Ɔ Ž
ƈ
ģƈ ž ĝƈ ĩƇ ĤŽ Ò ïƇ ıŽ äƆ Ùƈ ĜƆ ïƆ āĤÒ
Ƈ ƇĈ
ƪ ģƇ ąƆ ĘŽ ƆÒIJƆ ÚijƇĭĝƇ ĤŽ Ò Ģij
297
Cennet Yolları
298
Bu hadis-i şerif her ne kadar ilim mevzuunun dışında
gibi görünüyorsa da, bu ve bunun gibi aşağıda yazılan dört
hadis daha vardır ki, İslamdaki fezâili anlatmaktadır ve bu
fezaili ancak ilimle elde etmek mümkündür. İlim olmazsa
ne fezâil bilinir ve ne de günahlar. Hâlbuki Hakk’ın rızasını
kazanabilmek, bu ve bunun gibi fezâili işlemekle ve bir de
günahlardan korkup kaçmakla mümkün olur. Fezailler yapılmadan ve günahlardan kaçmadan Hakk’ın rızasıda kazanılmaz. Belki de maazallah Allahü Teâlâ’nın gadabına müstahak olmak tehlikesi de mevcuttur. İşte bunlar hep güzel ve
ihlâslı bir ilme muhtaçtır.
İmdi İslâmın efdali, etemmi ve eşrefi bütün Müslümanların onun dilinden ve elinden selâmette olmasıyla
hâsıl olur. Elinden ve dilinden selâmette olması demek
yani hiçbir Müslümanı ne diliyle ne de eliyle incitmemek,
arkalarından gıybet denilen şeyi yapmamak, İslâmın istediği güzel vasıflardan birisidir. Hâlbuki bu gün bizler bu fezailden tamamiyle mahrum bulunmaktayız. Çünkü dilimizi
muhafaza edemiyoruz. Gözümüzle görmediğimiz halde bile
birçok yalanları, iftiraları, gıybetleri yapmaktan kaçınmıyoruz. Tabii bu da bizim kazandığımız bütün sevapları alıp götürmektedir. Sonra da o gönlümüzün simsiyah, kapkara olmasına sebep olur. Ondan sonra da, iyiyi-kötüyü, hayırı ve
şerri idrakten mahrum kalırız. Öyle ise muhterem kardeşim
sakın hiçbir Müslüman kardeşini hiçbir şekilde incitme, darıltma, mahzun ve mükedder etme, elinden geldiği kadar
müslüman kardeşine bahusus akrabalarına ve komşularına
karşı daima hayırlı olmağa gayret et ve iyi bil ki sen müslüman kardeşine yardımcı olduğun müddet Allahü Teâlâ Hazretleri de senin yardımcın olacaktır.
Mehmed Zahid Kotku
İkincisi Mü’minlerin iman cihetinden kâmilleri, ahlâk bakımından en güzel olanıdır. Tasavvuf-ı Ahlâk kitabında güzel
ahlâklar tafislatlı yazılmıştır. Oradan okuyabilirsiniz.
Namazın efdali ise kıyamı uzun yapmaktır, yani uzun
sûreler okumaktır.
Sadakanın efdali ise fakirlik halinde bile verebilmektir.
Zenginin vermesi tabiidir. Fakat kendi muhtaç iken mümkün olduğu kadar kendinden daha düşkünlere yardım da bulunmak elbette çok büyüktür.
ƈ
ƈ ĩĐŽ ƆźÒŽ ģƇ ąƆ ĘŽ ÒƆ
ĵąƈ ĝŽ ÜƆ IJŽ ÒƆ ÒòIJ
Ɔ ìƈ ƆÈ ĵĥƆ ĐƆ ĢÓ
ƃ óƇ øƇ īƈ ĨËŽ ĩƇ ĤŽ Ò ğĻ
ſ
Òõƃ ×ìƇ įƇ ĩƇ đƇ ĉŽ ÜƆ IJŽ ƆÒ Óĭƃ ĺŽ îƆ įƇ ĭŽ ĐƆ
Ž
“Bir Mü’min kardeşine sürur, sevinç vermek, ister para
ile ister söz ile Mü’min kardeşinin sürurunu mucib olacak
bir iş işlemek, amellerin en efdali olmakla beraber, yine
o Mü’min kardeşinin bir borcunu ödeyivermek veya hiç
olmazsa biraz da olsa ona ekmek yedirmek.” İşte bunlar
basit ameller gibi görünür, fakat en efdal amellerin arasına
sokulmuştur. Yemek yedirmek, ziyafet vermek herkesin elinden gelmez. Bir muhtaca bir miktar yiyecek verip onun açlığını gidermeğe çalışmaktan daha güzel ne olabilir?
Yukarıda geçen hadiste, fakirlik halinde bile verebilmek
İslam’ın efdal-ı âmâl olarak gösterilmiş ve bu suretle alıcı değil verici olmağa teşvik edilmiştir.
İman’ın efdali ise; Allahü Teâlâ’nın sevdiği kimseleri sevmek ve yine Allahü Teâlâ’nın sevmediklerine buğzetmektir.
Sevmediğini ancak Allah (c.c.) için sevmemek, sevdiğini de
Allah (c.c.) için ve Hakk yolunda olduğu için sevmektir. Sev-
299
Cennet Yolları
300
mediğini Allahü Teâla sevmiyor diye sevmez, Hakk yolunda
olmadığı için sevmez. Sevdiğini de, Allah (c.c.)’ın emirlerini
tutup yasaklarından kaçtığı için sever. Namaz kılanı, oruç tutanı, zekâtını vereni, hacca gideni ve Hakk’ı her haliyle zikredeni sever, çünkü bunları Allah (c.c.)’da sever. Zikri geçen
şeyleri yapmayanları ise sevmez. Çünkü Cenâb-ı Hakk’da onları sevmez. Yine imanın efdali, lisanını dâima zikrullah ile
meşgul edip herhalde daima Allah (c.c.) demektir. Yine her
halde nefsi için istediği her hayırı insanlar içinde sevmek ve
istemektir. Yine kendin için istemediğin ve kerih gördüğün
her şeyi de yine insanlar için istememek ve hoş görmemektir. Yine imanın efdalinden, maduttur ya hayır söylemek veya
sükût etmektir. Yani konuştuğun vakit mutlaka hayır söyle,
insanları hayra teşvik eyle. Bunu yapamazsan sükut eyle, gönlünü dinle. Hakk’ın zikrini gönlünde devam ettirmeğe gayret
eyle. Yine imanın efdali, sabır ile cömertliktir. Sabır her işin
başıdır. Sabredenler zafere nail olurlar. Sabır ile koruk, helva
olur; sabır ile yaprak atlas olur. Tasavvufi Ahlâk kitabında
sabrı ve cömertliği oku hem tekrar tekrar oku…
Mü’minler arasında şefkat ve tesânüd
ƈ ƈ
ÛƆ ĭŽ ĠƇ Óĩſ ƇáĻèƆ ğƆ đƆ ĨƆ ųÒ
Ɔ Ʃ Īƪ ƆÒ ħƆ ĥƆ đŽ ÜƆ ĪŽ ƆÒ ĪÓĩĺſ źÒŽ ģƇ ąƆ ĘŽ ƆÒ
Ž
İmanın efdaliyetinden birisi ve en mühimi de, “sen nerede olursan ol, muhakkak Allahü Teâlâ’nın (Celle Celâlühü)
ilmiyle kuvvet ve kudretiyle seninle beraber olduğunu bilmendir.” Senin yaptığın bütün işleri hem görür ve hem de
bilir. O’nun ilminden hariç hiç bir şey yoktur. Bunu böyle
bil, O’ndan saklı hiç bir şey yapılamaz. Aynı zamanda Allahü Teâlâ hazretleri bizim gözcümüzdür. Her yerde bizim
Mehmed Zahid Kotku
hareketlerimizi gözlemektedir. Bizim nâil olacağımız feyz-i
Rabbâni, Hakk’ın gözlediğini bilip, O’nun istemediği yerden ve işlerden ve günah şeylerden kaçınmamızı îcab ettirir,
bu aynı zamanda Hakk’ın emrettiği ibadet ve taatin yapılmasını iktiza ettirir.
Sonra daha da terakki ederek, gönlünü Allah (c.c.)’tan
gayrıya vermez, Allah (c.c.)’tan başka her şey gözünden silinir. O zaman nereye baksa ve nereye gitse ve yatsa da uyusa
da daima, Allah (c.c.)’tan ayrılmaz, vesselam. İşte o zaman,
kendisinde fenafillâh tahakkuk eder, hakiki kul olur, gönlünde mâsiva kalmaz. Her nereye baksa Allah (c.c.)’ı görür.
Biz gözümüzün önündeki bütün gün teneffüs ettiğimiz havayı bile görmekten âciz olduğumuzu bilmeyiz de, Allah
(c.c.)’ı görmeğe çalışırız. Allah (Celle ve Alâ) görünmekten
ve mekândan münezzeh değil midir? Bâzı sapıkların, ben Allah (c.c.)’ı görmüyorum, ama şeker vereni görüyorum, demeleri aptallıktan başka nedir? İşte gözünün önünde duran
havayı görmüyorsun ama varlığına inanıyorsun. Çünkü hissimizle, varlığını idrak ediyoruz, dersen de bütün varlıkların
sahibini idrak edemiyorsa, o zaman senin aklından, şuurundan şüphe etmekten başka çare kalmıyor. Eğer idrak ediyorsan, o halde O’na mutlaka itaat etmek mecburiyetindesin.
Çünkü O’nu bilen, hiç şüphesiz O’nu mutlaka sevecektir.
O’nu sevincede tabiatiyle, O’nun emrinden dışarı çıkamayacaktır. Nasıl sevmeyerecek, onu yaratan O, ona her nimeti
veren; göz, kulak, akıl, fikir, sıhhat, afiyet ne varsa hepsini veren O değil mi? Bize ufacık bir yardım yapanı sevmeyi vazife
biliyoruz da, saymakla bitmeyen nimetleri vereni sevmemek
mümkün mü? Bir de bize Ahirette Cennet denilen mükâfat
evini hazırlamış olan Allahü Teâlâyı sevmemek akılsızlık ve
301
Cennet Yolları
302
delilikten başka bir şey değildir de nedir? Gâvurluk da deliliktir. Şer kuvvetlere esir olmaktır. Her şey gözünden silinir
demek, onları göremez değil, belki onlar vasıtasıyla onları,
yaratanı görür ve O’na döner. Eşyanın her biri lisan-ı hal ile
onları Hakk’a çağırır ve onları Hakk’ın birliğinin, varlığının,
alamet ve nişanesi olarak görür. Yoksa eşya kâmilen gözden
kaybolmuş değildir. Belki eşya canlı ve cansız hepsi, kulları
Allah (c.c.)’a davet etmektedirler, yani lisan-ı halleriyle hepsi
bize Allah (c.c.)’ın varlığına ve birliğine işaret ve delâlet etmektedirler. Allah-ü Teâlâ (Azze ve Celle) hazretleri uyanıklık versinde Hakkâ dönen ve Hakk’ı kabul eden ve Hakk’ın
sözlerini dinleyen, emirlerine itaat eden, yasaklarından kaçan
kullarından eylesin. Âmin.
Yerlerin efdali mescitler, câmilerdir, ibadethanelerdir.
Câmilere girenlerin en efdali en evvel girip, en sonra çıkanıdır. Cemaata erken giren, imana evvel giren gibidir.
Cihadın efdalide, kişinin nefis ve hevasıyla mücahedesidir. Şer kuvvetlerin kökü ve kaynağı nefis ve şeytandır. İnsanı
bütün hayırlardan ibadetlerden alıkoyan, sünnet-i seniyyeden
uzaklaştıran ve bütün kötülükleri işleten; içki, kumar, zina,
faiz, gadap, hile, hırsızlık ve birçok fenalıkları yaptıran, süse,
saltanata, zevk ve safaya meyyal olan, yaz vaktı hava alacağız
diye deniz kıyılarında çeşitli günahlara giren, kendisi denize
girmese bile denize girenlerin görmesinin ne kadar günah ve
felâket olduğunu eğer bir bilse, yaptıklarına kim bilir nasıl nadim olacak, tevbe üstüne tevbe diyerekten feryâd-ı figan edecektir. Fakat zâyiât zayiattır, telafisi mümkün değildir. Ömür,
pahası kıymet biçilmez, bulunmaz bir cevherdir. Onu isyan
ve günah yollarında zayi etmek kadar cahillik, akılsızlık olamaz. Allah (c.c.) korusun evler ve dükkânlar yangına maruz
Mehmed Zahid Kotku
kalsa veya çalınsa, bakarsınız ki kısa bir zaman sonra hepsi
yeniden olmuş, belki daha iyisi ve daha güzeli, fakat ömrün
bir saniyesini bile, bir daha ele geçirmek mümkün değildir.
Bu fırsatı kaçırma aziz kardeşim, vesselam.
Faziletin efdali şu üç şeyledir:
1- Gelmeyene gitmek
2- Vermeyene vermek
3- Söğeni de afvetmektir.
Zâhidliğin efdali ölümü anmak, ibadetin efdali de tefekkürdür. Ölümü çok düşünenin kabri Cennet bahçesi gibi geniş olur.
Hicretin efdali ise, Allah (c.c.)’ın kerih gördüğü, beğenmediği, sevmediği ve istemediği şeyleri bırakmaktır.
İlmin efdali de Allah (Azze ve Celle)’yi, zatî ve sübûti
sıfatlarıyla bilmektir. Ölümün efdali de, Hakk yolunda
şehid olmaktır. Sonra hudutta nöbet beklemek, bundan
sonra, Hac ve Umre yaparken ölmek, sonrada elinden gelirse köylü ve tacir olarak ölme. (Zira köylerde cehalet,
ticârettede yalan ve cemaattan mahrumiyet vardır.)
Din haddi zatında çok kolaydır. Onu siz zorlaştırmayınız. Kendi kendinize sofuluk taslayacağım diye, kendinizi aç
bırakmayınız. Gece ibadet yapacağım diye uykusuz kalmayınız. Çünkü “Hayrül-umûr, evsatüha” yı unutmayınız. Her
işin hayırlısı ortasıdır. Ne ileri gidip dikkati çekmek, ne de
geride kalıp gülünç olmak. Elinden geldiği kadarda Hakk’a
yakın olmaya çalış. Bunun da en güzeli ve en kolayı ve en
iyisi Namaz’dır. Zira her hangi bir Müslüman, namaza durduğu vakitte Hakk Teâlâ Hazretleri, ona rahmet ve fazilet ile
ikbal eder. O musallî kulu, Allahü Teâlâ’nın huzurunda hafv
303
Cennet Yolları
304
ve haşyetle durduğu müddetçe Hakk’ın sonsuz iltifatlarına
mazhar olacağı şüphesizdir. Meselâ şu gördüğümüz Ay, ilk
ve son günlerinde pek az görülebilmektedir. Sebebi herkesçe
malum olduğu vechile, güneşi görebildiği kadar bize ışık aktarabilmektedir. Fakat ayın 13, 14, 15. günlerinde tam yüzüyle
bize nûr, ışık vererek gecelerimizi aydınlatmaktadır. Kendisi
dünyamız gibi taş topraktan ibaret olan Ay diye ad verdiğimiz
bu cansız varlık güneşten aldığı nuru, ışığı bir ayna gibi bize
aktarabiliyorda, en kâmil varlık olan insan namazda Nur-u
ilâhi’nin karşısına durduğu zaman alacağı nurun, ışığın, acaba
hesabı olur mu dersiniz? Aldığı bu manevî nurlarla hem kendisi tedrici bir suretle kemâle, melekiyet sıfatlarına bürünüp
ekmel-i mahlûkat olur. Bundan dolayı Peygamber (Sallallâhü
Aleyhi ve Selem) Efendimiz: “Namaz benim gözümün bebeğidir”, demekle, namazın ne olduğunu da bize duyurmuşlardır. Bir büyükte evlâdına şöyle tenbihte bulunmuştur: “Ey
evlâdım sakın namazda iki tarafına sallanma ve bakınma
ve de gönlünü sakın Allahü Teâlâ’dan zerre kadar ayırma.
Zira namaz Müminin münacat edeceği, yalvarıp yakaracağı bir mahaldir. Bu fırsatı kaçırma.” Bir de namazda, iki
tarafa bakınmak ve gönlünün başka şeylerle meşgul olması
insan için ölümdür, helâkdir. Buna göre namazına çok dikkat et. Zinhar gönlünü Hakk’dan ayırma ve iyi bilki namaz
senin imanının terazisidir. Ne kadar huzur ile ve uyanıklıkla
namaz kılarsan mükâfatında o nispette olacaktır. Namazda
bulunduğun müddetçe Hakk Teâlâ Hazretlerine münacatta,
duada olduğunu unutma ve hem o namaz halinde iken Allah
(c.c.) ile aranızda hiçbir manî ve perde yoktur. O sırada kuldan Hakk’a öyle bir sevgi hâsıl olur ki tarifi mümkün olmadığı gibi ondan lezzetli bir şey bulunması da mümkün değil-
Mehmed Zahid Kotku
dir. Gönlünü Hakk’a bağlamanın mükâfatı olarak “makam-ı
iliyyin” denilen en yüksek makamlara nail olursun ki bunlardan birisini arzedeyim.
Yarın ki, âhiret gününde herkes yerini aldığı zaman, yani
cennetlikler Cennete girip rahata kavuştukları zaman, bu ehl-i
illiyyin denilen muhterem zatların Cennetin en yüksek makamlarında olduklarında, oradan şöyle bir aşağı doğru ehl-i
cennete bir nazar bir bakış yaptıkları vakit cennet ehli bile
şaşırıp kalacaklar. Çünkü bu bakışlarında ehli cennet öyle bir
nura gark olacaklar ki tarifi bile mümkün değildir. Çünkü
onlar, ehl-i illiyyin olan muhterem zatlar, Hakk’ın nuruna
gark olmuşlar ve o nuru ehl-i cennete yaptıkları vakit, cennet bile nurunun üstüne yeni ve çok parlak bir nura kavuşacaklar ve sanki cennet de nurları üstüne nura boyanacaklar.
Bu demektir ki, sizlerde bu ehli illiyyinden olmağa çalışınız.
Cenâb-ı Hakk (Azze ve Celle) cümlemizi afv ve mağfiret eyleyüp sevdiği ve razı olduğu kullarından eylesin ve ehli cennetinde, en yüksek makamlarına nail olan muhterem zatlar
zümresine bizleri de ilhak buyursun. Âmin.
Bu namaz kılanların aralarındaki fark da şöyle izah edilmektedir. İki kimse namaza durmuşlar, birisinin namazı sivrisineğin kanadı kadar kıymetli olmadığı halde diğerinin namazı ise Uhut dağına muâdildir. Çok sevaba nail olacaklar ve
namazın mükâfatı kimin aklı güzel ise onun olacaktır, denilmiş ve buna şöyle cevap verilmiştir. Allah Teâlâ’nın yasak ettiği günahlarından kaçan verâ sahibi olanlara ve bir de hayırda
haris olanlara verileceği beyan buyurulmuş ve bu vera sahibi
ötekinin yaptığı çok nafile ibadetler yapamasa dahi derece itibariyle araları ölçülemeyecek kadar geniştir. Bunları okuduğumuz zaman anlıyoruz ki, bu en yüksek makamlara nail olacak
305
Cennet Yolları
306
bahtiyarlar olsa olsa hakiki ulemâlar olacaktır. Çünkü Halik
Zülcelâl Kur’ân-ı Kerim’inde “İnnemâ yehşellâhe min ibadihi el-ulemâ” buyurmuştur. Bu yüksek makamlar ise havf
ve haşyet ile içleri dolu olan ulemâya mahsus olduğundan,
Cenab-ı Hakk bizleri de bu bahtiyar ulemâ sınıfına idhâl buyursun, Âmin. Demek ki dünya saadeti ilme bağlı olduğu
gibi, âhiret saadeti yine ilme bağlıdır. Öyle ise, ey muhterem
kardeş, sende bu ilimden mahrum kalma. Dünya saltanatlarının hiç birisinin sonu iyi gelmemiştir. İmdi nefis, şeytan ile
mücadele edip ilim ve âhireti tercih eyle, her ne kadar dünya
insanları, onları hor görselerde o Allahü Teâlâ’nın dinidir, Peygamberler yoludur. Bu insan Peygamberlerle de uğraşmış. Ama
hepsinin yeri cehennem olup gitmişlerdir. Sen sûre-i fatihadaki “İhdinessırâtalmüstakim”i iste ve “Gayrilmağdûbi
aleyhim ve leddallin” den sakın olma, sonra ebedî yanarsın. Velhamdü lillâhi rabbilâlemin.
Hadis-i şerifleri öğrenmenin fazileti:
ƈ
Ùƈ ĭƪ åƆ ĤŽ Ò ĵĘƈ ĵęĻƈ Ęƈ òƆ ijƆ ıƇ ĘƆ įƈ Üƈ ijŽ ĨƆ ïƆ đŽ ÖƆ Óáƃ ĺïƈ èƆ īĻ
Ɔ đÖƆ òŽ ƆÒ ĞƆ óƆ ÜƆ īŽ ĨƆ
“Her kim Peygamberimiz (s.a.v.)’in mübarek hadislerinden kırk hadis yazarak, ölümünden sonra geride kalan insanların faydalanması için bırakırsa, o kimse cennette benim refikim olacaktır.”
Tebşîrâtı ehli ilim için bulunmaz bir ganimettir. Bundan dolayı bütün müslüman âlimler Türkçe, Arapça, Farsça
kırkar hadis yazılmış eserleri doludur. Tabiîdir ki, herkesin
âlim olması mümkün olmadığından; bilenlerin, bilmeyenlerin faydalanması için itikada, amele ahlâka dair yazdıkları
Mehmed Zahid Kotku
veya yazacakları hadis-i şeriflerle, sonradan belki yüzlerce ve
belki de binlerce sene sonra gelecek kimselerin ve bahusus
müslümanların faydalanacakları ilim, itikad, amel ve ahlâk
cihetinden istifade edecekleri muhakkak olmakla, en büyük
bir nimete mazhar olurlar. Kendisi dünyadan ayrılmış olsa
bile defter-i âmâli her gün o kitapları okuyanların sevaplarıyla dolup taşar. Meselâ ve bir medrese ve buna benzer hayır
yerlerinden yüzlerce sene geçtiği halde oralarda yapılan ibadetlerin sevapları herkese verildiği gibi o câmii yaptıran kimselerin üzerine, o câmide namaz kılanların aldıkları sevaplar
hiç eksiksiz o câmii yaptıranın defterine de yazılır. Fakat o
câmideki ibadetlerin makbul olması ise, müslümanların ilim
sahipleri olmasına bağlıdır. Zira ilimsiz amel ve ibadet makbul olmaz. Şu halde bırakılan ilim nisbetinde, ilmi bırakan
kıyamete kadar müstefid olur ki bu ne büyük bir nimet ve
ne bir mazhariyettir.
Cenâb-ı Hakk cümlemizi bu ilim yolunda çalışıp müslümanların faydalanacakları güzel bilgileri hazırlayıp, bırakarak Allah (c.c.) rızasını kazanmayı nasip etsin. Ancak para
kazanmak ve dünyalığını temin etmek ve daha müreffeh bir
hayata nail olmak sevdasıyla yazılan eserlerden pek de matluba muvafık olmasa gerektir. Hele fahiş fiyatlarla satılan eserlerden doğrusu pek de istifade edilemez zannederim. Çünkü
her şeyde matlup, ihlâstır. İhlâstan gaye de Hakk Teâlâ’nın rızasını kazanmaktır. Para için yazılan eserler ise tabiatıyla bundan hariçtir. Para için okumak, öğrenmek ne ise para için eser
bırakmak da odur. Allah Teâlâ hazretleri cümlemizi ilmiyle
âmil ve hemde âbid ve sâlih kullarından eylesin, âmin.
Bakınız bu hadis-i şerif bize ilmin lüzumunu ne kadar
açık bir şekilde anlatmaktadır. Herkes âlim, mûfessir, mu-
307
Cennet Yolları
308
haddis olamaz, fakat gücü yettiğince ilimden geri kalmamağa çalışmalıdır.
ĮƇ óĻĔƆ ÓĩƆ ıƇ ĩƇ ĥžƈ đƆ ƇĺIJƆ įƇ ùƆ ęŽ ĬƆ ÓĩƆ ƈıƈÖ ďƇ ęƆ ĭŽ ĺƆ īƈ ĻĭƆ àŽ Ò īƈ ĻáƆ ĺïƈ èƆ ħĥƪ đƆ ÜƆ īŽ ĨƆ
Ž
Ž
Ɔ
ƆŽ
ƈ ƈ
ƈ ƈ ƈ ×Đƈ īĨƈ įĤƆ ÒóĻìƆ ĪÓ
Ùƃ ĭƆ øƆ īĻ
Ɔ Ɔ Ž Ƈ ƃ Ž Ɔ ĠƆ įƈÖ ďƇ ęÝƆ ĭŽ ĺƆ IJƆ
Ɔ Ýž ø ØîÓ
“İki tanecik olsa bile bir hadis-i şerifi öğrenip bellemesi ve onunla kendisinin faydalanması ve sonrada onu
başkalarına öğretip onların da, bu hadis-i şeriflerden faydalanmasını temin etmesi, bu zatın tam altmış senelik yapacağı nafile ibadetlerden hayırlı olduğunu” Deylemî, Bera’
hazretlerinden naklen rivayet buyurmuş olmaları bütün ehl-i
iman kardeşlerimiz için son derece câlib-i dikkattir.
Peygamber (Sallallahû Aleyhi ve Sellem) Efendimiz Hazretleri ümmetinin câhil kalmaması ve hiç olmazsa faydalanacağı iki hadis-i şerifi belleyip onunla amel eder ve onu diğer
bilmeyen kardeşine öğretip onun da faydalanması için çaba
harcamasını, mükâfatı öyle azıcık değil, bir sene filanda değil, tam eksiksiz altmış senelik yapacağı nafile ibadetten daha
hayırlı olduğunu bizlere müjdelemektedir. Cenabı Hakk Peygamberimiz (s.a.v)’i rahmeten li’l-âlemin yaratmıştır. Ona bol
bol salâtü selâm borcumuzdur. Lâkin onunla mübarek hadis-i
şeriflerini, mübarek fem-i saadetlerinden çıkar çıkmaz hemen
ezberleyen ve sonrada bize kadar ulaştıran ulemanın hizmetleri elbette unutulmaz büyük nimetlerden ve en kıymetlilerinden birisidir. Cenab-ı Hakk cümlemize hidâyet, selâmet,
Tevfik ihsan buyursunda mübarek Peygamberimiz (Sallallahû
Aleyhi ve Sellem) Hazretlerinin mübarek hadislerini, mümkün olduğu kadarını ezberleyip amel etmek ve diğer müs-
Mehmed Zahid Kotku
lüman kardeşlerimize öğrendiklerimizi öğretebilmek sa’yı ve
gayretini ihsan buyursun, âmin.
Hayırlı işler pek çoktur. Zengin olup câmiler, medreseler,
köprüler yollar yapmak, sular getirmek, harplerde yardımcı
olmak ve bilfiil harplere iştirak edebilmek gibi sayısız hayırlar vardır. Fakat bunların en iyisi ve en güzeli ve en sağlamı
dini malumat sahibi olarak insanlara ve bahusus müslümanlara dinlerini öğretebilmek kadar faydalı bir hizmet yoktur.
Zira insanların en yüksek makamlara ve melekiyyet sıfatına
girip en iyi bir insan olabilmesi ancak dinine olan bilgisi ve
hizmeti kadardır. Binâenaleyh sende iyi bir insan olmak istiyorsan, muhakkak dinini iyi bilmen ve ona lâyık olduğu
hizmeti yapman gerektir. Bu hizmet ve bilgi her müslüman
için lâzımdır. Cenab-ı Hakk’ın lutfunu ve O’nun himayesini isteriz, vesselam.
İlim ve ihlas
ƈ ĭĤÒ
ƈ
ƈ ƈ
ģƈ ×ĝŽ ĺƆ ħĤƆ öÓ
Ʃ Ôij
Ɔ ĥƇ ĜƇ įƈÖ ĵƆ מƈ ùƆ ĻƇ Ĥ ĦƆŻġƆ ĤŽ Ò ĖƆ óŽ ĀƆ ħƆ ĥƪ đƆ ÜƆ īŽ ĨƆ
Ɔ Ž
ƃźïŽ ĐƆ ƆźIJƆ ÓĘƃ óŽ ĀƆ Ùƈ ĩƆ Ļſ ĝƈ ĤŽ Ò ĦƆ ijŽ ĺƆ įƇ ĭŽ Ĩƈ ƇųÒ
Ʃ
İlim baştan başa yalnız Allahü Teâlâ’nın rızasını tahsil
için ve bu rızâ-i ilâhiyi başkalarınında kazanmasına vesile olmak için öğrenilir. Buradaki sarf kelimesi hilye mânasına ve
bir de hacetten fazla gelen ve cümleleri zinetlendirmek için
söylenen söz demektir. İnsanların gönüllerini kendisine bend
etmek, kendisine bağlamak, emirlerine âmâde etmek, aman
efendim baş üstüne dedirtmek için söylenen sözlerdir ki hiç
bir zaman makbul bir şey değildir. Bugünkü tabir ile edebi-
309
Cennet Yolları
310
yat taslayan, fesahat, belagat müptelâlarının kısmen hallerini
de andırır. Bugün edebiyat, fesahat, belagat ilmin birer dallarıdır, birçok talipleri de vardır. Hepimizin de sözü iyi söyleyebilmek için çalıştığı bir ilim dalıdır. Ömrümüz bu hususta
kaybolup gider. Hâlbuki edebiyattan, fesâhattan, belagattan
ancak erbab-ı ilim anlar. Halk tabakası ise bundan bir şey anlayamaz, belki maşallah ne güzel konuştu diye medh eder.
Fakat ne dedi derseniz bir cevap veremez. Çünkü bir şey anlayamamıştır.
ƈ
ƈ ƈ ƈ ƈ
ÅÓƆ ıƆ ęƆ ùĤÒ
ƫ įƈÖ Ĵ ƈòÓĩƆ Ƈĺ IJŽ ƆÒ ÅÓƆ ĩƆ ĥƆ đƇ ĤŽ Ò įƈÖ ĵİÓ×Ɔ ĻƇ Ĥ ħƆ ĥŽ đĤŽ Ò ħƆ ĥƪ đƆ ÜƆ īŽ ĨƆ
ƈ ĭĤÒ ĮijäIJ įƈƈ Ö ĖƆ ƈóāĺ IJƆÒ
ħĭƪ ıƆ äƆ ƇųÒ
Ʃ įƇ ĥƆ ìƆ îŽ ƆÒ įƈ ĻŽ ĤƆ Òƈ öÓ
ƪ Ɔ Ƈ Ƈ
ŽƆ Ž
Ɔ
Bir vakitler memleketlerinde kıtlık olan halk, bazı edipleri
başka memleketlere göndermişlerki bizim halimizi arz etsinler
ve yardımlar temin etsinler. Bu gayeyle giden muhterem zatlar
görüşmüşler, konferanslar vermişler, birçok alkışlar toplayarak
memleketlerine dönmüşler ve demişler ki; “yakında onlardan
her halde çok yardım gelecektir.” Fakat zaman geçmiş, bakmışlar ki hiç yardım falan yok. Bunun üzerine halktan başkalarını göndererek bunlar onlara, ana diliyle hallerini arz etmişler ve şimdiye kadar niçin yardım ellerini uzatmadıklarına dair
sitemli sözler söylemişler. Onlarda cevaben: “Yahu hakikaten
bir takım beyefendiler geldiler, güzel güzel konuştular, lakin halk
bundan bir şey anlamadı,” dediler ve derhal faaliyete geçerek
kıtlık olan memlekete yiyecek maddeleri yollamışlar. Halkın
anlayamadığı sözler söylemek elbette zayiattandır. Sonra üstelik halkın gönlünü elde etmeğe çalışmaya da ayrı bir bela denilse caizdir. Şiirler bu meyanda epeyce bir yer alır. Hele tasavvuf ehlinin söylediği sözleri söylemek de ayrı bir dert ve bir
Mehmed Zahid Kotku
de mevlitlerde hafız efendilerin okudukları bazı kasideler vardır ki, hepimizi pek düşündürür.
İşte bu gibi konuşmaların Allah (c.c.) indinde bir kıymeti
olmadığı gibi farz ve nafile ibadetlerin dahi kabul olunmaması
şayan-ı dikkattir. Onun için ilim yalnız Allahü Teâlâ’nın rızasını
kazanabilmek ve halkında bu rızâ-i ilâhiyeyi kazanabilmesine
sebep olmak için öğrenilir. Yoksa ilim, ne memuriyet ve ne de
karnını doyurabilmek için bir vesile olamaz. Ne imam olmak
ve ne de vaiz olmak veya müfti olmak gayesiyle okunan ilimler,
Allah (c.c.) için değil midesi içindir ki, bu ilimlerden ne sahipleri ne de başkalarının istifade etmesine imkân yoktur. Onun
için Abdülhaliki Gucduvânî Hz.leri yaptığı bir nasihatinde,
imam ve müezzin olma, demişlerdir. Çünkü bu günde imam
ve müezzinlik de bir meslek haline gelmiş birer memuriyettir.
İmam-ı A’zamı görmüyor musun? Zamanının en büyük âlimi
olduğu halde, memuriyetten nasıl kaçmıştır. Zamanının hükümdarı kendisini kadı yapmak istediği halde, hapis ve dayağa
razı olmuş yine de kabul etmemiştir. Biz bunları pek a’la biliriz de yine memur olabilmek için can atar, kapılar aşındırırız.
Allahü Teâlâ (Celle ve Ala)’nın rızasından gayri için öğrenilen ilimler, ister nâsın teveccühünü kazanmak ister ilim
sahipleriyle mücadele etmek, ister dinsiz sefih kimselerle
mübâheseler yapmak ve onları mağlup etmek gayesiyle, her
ne şekilde olursa olsun Hakkın rızasının haricinde olan din
ulemâlarının tahsili, sahibi için bir vebal olmakla beraber, ibadetleri de kabul olunmaz. Allahü Teâlâ onları cennete sokmak
şöyle dursun belki yerlerini cehennem olarak hazırlamış olurlar. Cenâb-ı Hakk cümlemizi, dinini, kitabını, fıkhını sırf Allah (c.c.) rızası için çalışıp öğrenen ve öğretmeye çalışan bahtiyar kullarından eylesin, âmin.
311
Cennet Yolları
312
Şöyle bir hikâyede akla geldi, her halde faydadan hâli olmaz. Vaktiyle Musa (Aleyhisselâm)’ın dizi dibinden ayrılmayan ve onun nasihatlarını dinleyen bir zât bir zaman sonra
ortadan kaybolmuş. Musa (Aleyhisselâm) bu zâtı sormuş, demişler ki; “Sizden öğrendiklerini başka memleketlerde söylüyor.
Ve bu sûretlede maişetini temin ediyor” demişler. Bir müddet
sonra Allahü Teâlâ onun simasını büsbütün değiştirerek başka
bir şekle sokmuş. Din Allah (c.c.) içindir. Yaşamak için âlet
edilemez, vesselam. Memuriyet devlet için lâzımdır. Fakat sen
hürriyetini seç, hür yaşa, boyunduruk altına girme, kurtla köpeğin hikâyesini hatırla muhterem kardeşim.
Bakınız bu hadis-i şerif ne kadar tatlı, güzel, canlı ve canına can katan bir hadistir. İnsanların ve bahusus müslümanları
ilme teşvik bakımından bundan daha â’la bir yol olamaz.
īŽ Ĩƈ ģƆ ąƆ ĘŽ ƆÒ ĪÓ
Ɔ ĠƆ įƈƈ Ö ģŽ ĩƆ đŽ ĺƆ ħŽ ĤƆ IJŽ ƆÒ ħƈ ĥŽ đƈ ĤŽ Ò īƆ Ĩƈ ÓÖÓƃ ÖƆ ħƆ ĥƪ đƆ ÜƆ īŽ ĨƆ
ƈ ĥſ Ā
įƇ ÖÒƇ ijƆ àƆ įƇ ĤƆ ĪÓ
Ɔ ĠƆ įƇ ĩƆ ĥƪ ĐƆ IJŽ ƆÒ įƈƈ Ö ģƆ ĩƈ ĐƆ ijƆ İƇ ĪŽ Óƈ ĘƆ Ùƅ đƆ ĠŽ òƆ ėƈ ĤŽ ƆÒ Øij
Ɔ
Ùƈ ĩƆ Ļĝƈ ĤŽ Ò Ħƈ ijŽ ĺƆ ĵĤſ Òƈ įƈƈ Ö ģƇ ĩƆ đŽ ĺƆ īŽ ĨƆ ÔÒ
Ƈ ijƆ àƆ IJƆ
ſ
“İlimden bir dîni meseleyi öğrenmek (meselâ bir nikâh,
bir namaz veya oruç meselesi) ister amel etsin ister etmesin bin rekât namaz kılmaktan efdaldir.” Buyurulmuştur.
Acaba bu ne demektir. Yâni durmadan ilim öğrenmeğe çalışınız. Zira saadetiniz ve selâmetiniz bu ilme bağlıdır demektir.
Ve bir de “Bu öğrendiğiniz ilimle amel ederseniz ve başkalarına öğretirseniz bunun sevabı ve öğrenenlere de sevabı
kıyamete kadar sizlerin defter-i amalinize geçecektir.”Onun
için hoca efendilerin sevap defterleri tükenmez birer hazine-
Mehmed Zahid Kotku
dir. Çünkü talebesi ve talebesinin talebeleri, onların talebeleri
devam ettikleri müddetçe, sevapları kat kat ziyade olarak defterlerine geçer. Binaenaleyh en iyi kazanç ve en yüksek makam ulemâların kazançları ve makamlarıdır. Dünyanın bekası da yine bu ulemânın bekasına bağlıdır. Ulemâ bitince
dünyada biter, vesselam. Artık dünyada da hayır kalmaz. Kıyamette o zaman kopar. Artık sen anla.
Öyle ise muhterem kardeş, sende bu ilimden nasibini almağa çalış. Dünya ilimleri her ne kadar lâzımsa da onun yanıbaşında dini ilimleri bilmek de şarttır. Zira bu ilimleri bilmeden dünya ilimlerinin de faydası olamaz. Faydası olsa bile,
bizim imanımız vardır ki, öldükten sonra âhiret denilen cennet ve cehennemi hâvî olan bir âlem vardır ki, buradaki yeri
cehennem olduktan sonra, senin dünyalığının mamur olmasının ne kıymeti vardır. Artık oradaki pişmanlık faydasızdır.
Şimdi sen söyle, dünyadaki kıymetinde, âhiretteki selâmetinde
ilimle kâimdir. Aklın varsa ilme çalış, âleme, cehlin ve cehaletin hiçbir fayda yoktur. Cahil deyince sakın bunu yanlış anlama. Dinini bilmeyen Allah (c.c.)’ını tanımayan ve hatta Allah
(c.c.)’ına kulluk etmeyen ve O’nu sevip emirlerine uymayan
ve korkup yasaklarından kaçmayan yine de cahil demektir. İşte
asıl hüner bu cahillikten kurtulmaktır. Bu da gönül uyanıklığıyla olur. Bunun da kapısı yine ilimdir vesselam.
ƈ įƈ äIJ ÅÓĕÝƈ ÖÒƈ Óáĺïƈ è īĻđƈ ÖòÒ ħĥđÜ īĨ
ĵÝƈ Ĩƪ ƇÒ įƈƈ Ö ħĥƆ đŽ ĻĤƈ ųÒ
Ɔ Ɔ Ʃ Ž Ɔ Ɔ Ɔ Ž ƃ Ɔ Ɔ Ɔ ŽƆ Ɔ ƪ Ɔ Ɔ Ž Ɔ
Óĩƃ ĤÓƈ ĐƆ Ùƈ ĩƆ Ļĝƈ ĤŽ Ò ĦƆ ijŽ ĺƆ ƇųÒ
Ʃ ĮƇ óƆ ýƆ èƆ ħŽ ƈıĨÒƈ óƆ èƆ IJƆ ħŽ ƈıĤƈ ƆŻèƆ ĵĘƈ
ſ
313
Cennet Yolları
314
“Ümmetimin helal ve haramı bilmeleri, öğrenmek hususunda Allah (c.c.) rızası için kırk hadis öğrenen kimseyi, Allah Teâlâ Hazretleri kıyamet gününde âlim olarak haşredecektir.”
Binâenaleyh âlim olabilmek için çok değil, yukarıda yazılı helâl ve harama ait kırk hadîsi bellemek de kâfidir. Her
insanın her şeyi bilmesi tabiatiyle mümkün değildir. Onun
için herkesin gücü yetebildiği kadar ilimden bir nasip alması
da muhakkak lâzımdır. Ben büyük bir âlim olamam, deme,
insan ye’se düşmemeli ve elinden geldiği kadar dinine mütaallik ve bahusus helal ve harama ait dini meseleleri öğrenip
onları bilmeyenlere öğretmeğe çalışmak hepimizin vazifesidir.
Hele bu gün, bu dini bilgiye daha çok ihtiyacımız vardır. Birçok haramlar alenen işlenmekte olduğu görüle gelmektedir.
Bunlara mümkün olduğu kadar, haramların dünya ve âhirete
verdiği zararlardan bahsedilse ve bunların üzerinde durularak
tekrar tekrar bu adamlara söylense umarım ki bir müddet
sonra bu işi kendiliğinden terk edebilecektir. Maalesef şimdi
bütün müslümanlar kabuklarına çekilmişler, kimseye bir şey
demeğe cesaret edememektedirler. Halbuki emr-i bilmaruf
nehy-i anilmünker müslümanın namaz borcu gibi borcudur.
Mutlaka elinden gelen herkes, dilinin döndüğü kadar dinini
müdafaa edecek ve onu başkalarına çiğnetmeyecektir. Meydanı boş bulan ahlaksız ve saygısızlarda ellerinden geldiği kadar müslümanlık aleyhinde çalışmakta geri kalmadıkları da
gözümüzün önünden cereyan etmektedir. Meselâ müslüman
gençler daima toplu halde gezerler ve böyle çirkin şeyleri görünce el birliği ile müdahale edip o adamı utandırmak suretiyle o kötü işin önüne geçmeleri pek âlâ mümkündür, zennederim. Şu halde kabahatin çoğu bizim oluyor. Zira bu emr-i
Mehmed Zahid Kotku
mârûfi ve nehy-i anil münkeri âdeta unutmuş vaziyetteyiz.
Hâlbuki Cenâb-ı Hakk bir çok âyet-i kerimelerinde iyiliklerle
emri ve kötülüklerden de men etmeğe çalışmamızı emir buyurmuşlardır. Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in
de bu husustaki emirleri şayan-ı dikkattir. Emr-i mâruf ve
nehy-i anil münker hususunda eliyle, diliyle, en sonda kalbiyle buğzetmektir ki, bu da imanın en zayıf olması demektir. Bilfiil emir, devletin icra kuvvetine düşer. Dil ile de emir
ulemâ-i kiram hazerâtına düşer. Kalb ile buğuzda halka düşer ki bu da imanın en zayıfıdır. (ed’afûl-îman). Bu hususta
ulemâ-i kiram hazretleri pek çok eser yazmışlardır, bizimde
yazdıklarımız inşallah onlardan olur. Vesselam.
ïžƈ éƆ ĻĤƈ ßĺ
îÓƈ èƆ ƆźÒŽ ħĥƪ đƆ ÜƆ īŽ ĨƆ
ÙƆ éƈƆ ĺÒòƆ æŽ óĺƆ ħĤƆ öÓ
ĭĤÒ
įƈƈ Ö Þ
Ɔ
Ɔ
ƪ
Ɔ
Ž
Ɔ
Ƈ
Ɔ
ƈ ƈ
ĦÓƅ ĐƆ Ùƈ ƆÐÓĩƈ ùƈ ĩŽ ìƆ Øƈ óĻùƈ ĨƆ īŽ Ĩƈ ïƇ äij
Ɔ ĻƇ ĤƆ ÓıƆ éĺ
Ɔ ƈò Īƪ ÒIJƆ Ùĭƪ åƆ ĤŽ Ò
Ɔ
Bu hadis-i şerifte bundan evvel yazılan hadisi şerifler gibi
tekellüfle, zorlanarak, fesâhatla söz söylemeğe ve bilinmeyen
şeyleri söylemeğe çalışmanın hiçbir faydasının olmayacağı gibi;
aynı zamanda böyle söyleyenler, kokusu 500 senelik yerden
alınan o canım cennetin kokusunu bile koklayamayacaktır.
Yani, cennete giremeyecektir, demektir. Bu da bize anlatıyor ki ilim ancak Allah (c.c.) için ve amel etmek için öğrenilir ve öğretilir. Yoksa halkın gözüne girmek için sarf edilen
gayretler ne sahibine ve ne de dinleyenlere faydası olamayan
bir zayiattır. İşte ne zamanki bu söz söylemeğe önem verilmiş ve asıl öz olan ihlâs bırakılmış netice alkışlarla bitmiştir.
Onun için Cenab-ı Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i
şeriflerinde:
315
Cennet Yolları
316
“Ümmetim üzerine korktuklarımdan birisi de alîmüllisan olan münafıklardır” buyurmuşlardır ki ne kadar haklıdırlar. Konuşmasını iyi bilen fakat amelden ve ihlasdan mahrum olan bu gibi zatlar halk üzerinde derin hem de çok derin
kötü tesirler bırakır. Halk bu defa ulemâsından soğumağa ve
onlardan yüz çevirmeğe ve sözlerini de dinlememeğe başlarlar
ki bu felâket insanlara yetip artar. Zira halk, hakiki ulemâ ile
böyle ulemâ kisveli münafığı ayırt etmek kabiliyetinde olmadığından, hepsini birden lekeler sonra bir daha kendimizi toplamağa imkân kalmaz. Bu gibi insanlar ekseriya mideleri için
konuşurlar. Kalbleri hem cahil ve hem de karadır. İlmi sanat
edip yaşamağa bakarlar. İnsanları ibadete ve hayırlara davet
ederler, kendileri ise Allah (c.c.)’tan, ibâdet ve taattan kaçarlar. Günahları irtikâp etmekten kaçmazlar. Böylece Hakk’ın
gözünden düşmeleriyle beraber, halkın da gözünden düşerler ve bir daha da insanlar bunların sözlerini dinlemek istemezler. Zaten dinleselerde sözlerinin hiçbir tesiri olmaz. Buda
bizim için yeter, artar. Nihayet o güzel cennetin kokusunu
bile duymaktan mahrum olduğu gibi, içine de giremeyeceği
pek aşikâr bir şekilde anlaşılmaktadır. Cenab-ı Hakk cümlemizi ihlâslı imanlı, amelli, ahlâklı, Allahü Teâlâ’nın sevdiği,
sevgili bahtiyar kullarından eylesin, sevmedikleri işleri işleyen,
kötü ahlâklı, ihlâssız kullarından etmesin, âmin. Bihurmeti’lmürselin velhamdülillâhi Rabbilâlemin.
Hz. Peygamber’in (s.a.v.) dilinden öğrencilere müjdeler
ĵĤſ ÒIJƆ īŽ ĨƆ IJƆ ÙƆ Ýƪ ×ĤŽ ƆÈ įƇ ĤƆ ƇųÒ
óęƆ ĔƆ ħƈ ĥŽ đƈ ĤŽ Ò īƆ Ĩƈ ÓĘƃ óèƆ ħĥƪ đƆ ÜƆ īŽ ĨƆ
Ʃ
Ɔ
Ɔ
Ž Ɔ
ƅ
ƈ Ʃ ĵĘƈ Ó×Ļƈ×è
Ĭ
ī
Ĩ
IJ
į
Ĥ
ųÒ
ó
ę
Ĕ
ųÒ
ųÒ
Ɔ
Ʃ
Ɔ
ƩƇ óƆ ęƆ ĔƆ ÅijĄƇ IJƇ ĵĥſ ĐƆ ĦÓ
Ɔ
Ɔ
Ƈ
Ž
Ɔ
ƆƆ Ƈ Ɔ
ƃ Ɔ
Mehmed Zahid Kotku
ƈóĨŽ ƆÓÖƈ ƆÈïƆ ÝƆ ÖŽ Òƈ īŽ ĨƆ IJƆ įƇ ĤƆ ƇųÒ
Ʃ óƆ ęƆ ĔƆ įĻƈ ìƈ ƆÒ įƈ äŽ IJƆ ĵĘƈ óƆ čƆ ĬƆ īŽ ĨƆ IJƆ įƇ ĤƆ
ƈ Ʃ ħƈ ùƈÖ ĢÓƆ ĜƆ IJ
įƇ ĤƆ ƇųÒ
Ʃ óƆ ęƆ ĔƆ ųÒ
Ɔ
Ž
Cenâb-ı Vâcibü’l-vücud Hazretlerinin kullarına lûtfunun
hududu yoktur. Yani nihayetsiz lütuflar vardır. Her lûtfunun
altında da binlerce gizli lutufları vardır. İşte o lûtuflarından
bir tanesi de şu hadis-i şeriftir ki, kullarını ilme teşvik etmektedir. Hepimiz her an birçok kusur ve kabahatlar içindeyiz.
Bunların af ve mağfireti şüphesiz yine hepimiz için matluptur.
Öyle ise yine hepimize düşen ilk vazife Kuran-ı Azîmüşşandan
hiç olmazsa en ufak bir şey öğrenmek gerektir. Meselâ ilim
için ilk evvel okumak lâzım, onun için elif bâ dediğimiz kitabı okuyup öğrenmek lâzımdır. Bu da yirmi dokuz harften
ibarettir. Bunlardan bir tanesini bile öğrenmek ile ilme bir
adım atılmış olacağından, bu zâtın mağfiretine vesile olacağını bizlere duyurmuş ve bize mutlaka ilme çalışmayı öğretmektedir. Bu günde yarında, dünyada da âhirette de bütün
nimetler ve bâhusus din ve imanının bekası ilme muhtaçtır. İlim olmayınca ne dünyada ne de âhirette rahat ve huzur bulmak mümkün değildir. Bütün mevcûdat ve hayvanat
tabii olarak Halik Zülcelâli zikrederken, en şerefli mahlûkat
olan insan Allah (c.c.)’ı tanımasın! Aman ya Rab, ne kadar
korkunç ve iğrenç bir hâdise. İlimden murad Kur’an ilmidir,
fıkıhtır, ilmi hadistir. Namaz, Oruç, zekât, kelime-i şehadet
hep ilme bağlıdır. Zaten şehadet kelimesi olan Lâ ilahe illallah Muhammeden Resûlüllah başlı başına bir ilme muhtaçtır
ki, bu da Kur’an-ı Azîmüşşan’ın hulâsasıdır. Kur’an ilminden
haberi olmayan kimsenin imanı taklididir. Anamızdan, babamızdan veya hocalarımızdan duyarak biz de söylüyoruz. Bu
317
Cennet Yolları
318
bize yeter demek, cahilliktir. Tabiî zaten cahillikten kurtulmak başlıca vazifemizdir. Onun için her halde Kur’ân ilmine
çalışmak en mühim bir ihtiyacımızdır, vesselam.
Sonra Allah (c.c.) için O’nun sevdiği kullarından bir dost
edinmek de yine insanın mağfiret-i ilâhiyeye mazhar olmasına sebeptir. Bu da bize duyuruyor ki, insanlar birbirlerine
daima muhtaçtırlar ve birbirleriyle rahatça ve güzelce geçinebilmeleri, şüphesiz birbirlerini Allah (c.c.) için sevmelerine
bağlıdır. Bu sevgi oldukça birlik ve beraberlik içinde yine güzelce yaşarlar. Öyle ise Allah (c.c.) için dost ol ve bu dostluğu
sakın bozma. Kimsede kusur arama, kendi kusurunu düzeltmeğe bak. Eğer kendi kusurunu göremiyorsan veya düzeltemiyorsan o zaman başkasına da söz söylemeğe hakkın olmadığı anlaşılmaktadır. Zaten kişi sevdiğinde katiyen kusur
göremez. Hatta ona toz bile konduramaz, değil mi? Öyle ise
sende hem sevdiğinde, hem de bütün müslüman kardeşlerinde kusur arama, vesselam.
Yine abdest alarak, temizce yatmak da, mağfiret-i ilâhiyeye
mazhar olmaya sebeptir. Bunu da unutma, daima abdestli
gez. Şayet su bulunmazsa teyemmüm eyle, abdest Mü’min’in
silâhıdır. Ona düşman kolayca yaklaşamaz. En büyük düşmanımız şeytandır. Allahü Teâlâ cümlemizi onun şerrinden
muhafaza eylesin. Onun için her zaman abdestli olmağa çalış.
Bahusus yatarken insan kendinden geçer. Her halde kendisini muhafaza edecek bir muhafıza ihtiyacı vardır. Abdestli ve
okuyarak ve bir de nafile namaz kılarak yatmak çok sevaptır.
Hele yüz kere İhlâs süresini okur ve seyyidû’l istiğfar denilen
istiğfarı yaparak elinden geldiği kadarda bildiği zikirleri yaparak uyumak ne kadar güzeldir. Bu da bizlere güzel bir nasihat
ve güzel bir derstir. Çünkü uyku ölümün bir kardeşidir. Şa-
Mehmed Zahid Kotku
yet uyanamazsak öldük demektir. Böyle bir tehlike karşısında
hazır abdestli ve namazlı ve tevbekâr olarak ölmek veya uyumak pek büyük bir bahtiyarlıktır. Onun için abdestli olarak
yatmayı kendimize vazife edinmeliyiz, vesselam.
Yine kişinin kardeşinin yüzüne sevgi ile bakması da
mağfiret-i ilâhiyeye vesile olmasına sebeptir. Ne kadar dikkate şâyandır ki bir kere Müslümanlar bilâfark kardeşdirler.
İkincisi o yüzden Cenab-ı Hakk’ın Cemâli müşahede olunur. Dikkatle bakarsak yüzde neler var: Göz, kulak, ağız, burun birde kafatasının içinde beyin denilen servet hazinesi ki
baha biçilmez bir kaynaktır. Yüz denilince, bunların hepsini
hâvi bir baş hatıra gelmektedir. İnsanın bütün hünerleri bu
baş sayesindedir. Gözü olmazsa bir şey yapamaz, kulağı olmazsa bir şeye yaramaz. Ağzı yüzü olmazsa yaşayamaz. Hele
kafası olmazsa aklı olmazsa soluğu tımarhanede alır. İşte bu
kadar geniş bir varlığı câmi olan yüze bakıldığı zaman insan
hayretlere düşüp, acaba bu tabloyu kim yaptı demez mi?
İşte o zaman tabii olarak insanın kendisini yaratan Allah
(Celle ve Alâ)’ya dönecek. Bunu ancak bu varlıkların sahibi
Allah (c.c.) yapar diyerek, Allah (c.c.)’ı bulacak ve tabiatiyle
O’na teslim olacaktır. Zaten insan doğuştan İslâm üzere doğar, sonra bulunduğu ve mensup olduğu ailenin durumuna
bağlıdır. Müslüman aile, onu müslümanlığa sevk eder. Hıristiyan aile de onu hıristiyanlığa sevk eder. Dinsizler ise o
nuru büsbütün söndürürler. Mü’min mü’minin aynasıdır, sırrı
o zaman tecelli eder. Öyle ise sen de mü’min kardeşine şefkat ve muhabbetle bak. Bak da ibret al, sâni-i hakiki’yi gör,
O’na teslim ol, mutî ol, emirlerini dinle, yasak ettiği şeylerden kaç, kendi aklına uyma ve yoldan çıkanlardan ders al.
Onun için sen kardeşine iyi bak, ondan ibretler, nasihatler
319
Cennet Yolları
320
al, elele tutuşup kardeşçe yaşamağa bak, kendini beğenip cemiyeti parçalamağa kalkma. Bir nehrin suyu ne kadar çok
bol olursa olsun birçok kollara ayrılırsa kuvvetide o nisbette
azalır. Nihayet işe yaramaz hale gelir. Bunu sen de pekâlâ bilirsin. Fakat ne nefis, ne de şeytandan yakamızı kurtaramadığımızdan kendimizi beğene beğene, göz göre göre kendimizi helake sürükleriz, vesselam.
İmdi sen, eğer dinini seviyorsan, Allah (c.c.)’ını seviyorsan,
kitabını seviyorsan, ey muhterem bu benliği bırak. Mü’minleri
kardeş bil, hiçbirisini muahese etmeye kalkma. Bu günün yarını da var, bunu da unutma. Kardeşini daima tatlı dil ve güler
yüzle karşıla ve onunla mücadele bile etme. Çünkü Mü’minler
kardeştir, diyen Allah (c.c.) değil mi? Daha ne istiyorsun, istediğin, yani herkes senin kölen mi olsun? Senin emrine mi
tâbi olsun? Senin uşağın mı olsun? Allah Allah bu kadar benlik he! Hele bugün ne kadar acıdır, ne kadar acı. İşte büyük
bir su toplanırsa barajlar yapılır, elektrikler istihsal olunur, tarlalar sulanır, bu suyu parçalarsan ne elektrik olur ve ne de tarlalar sulanır vesselam. Sonra kardeşine iyi bak ve kendini de iyi
muhasebe et. Bak Allahü Teâlâ bizi topraktan yaratmıştır. İşte
bütün yediklerimiz bu toprağın mahsulleri değil mi? Şimdi o
yediklerimiz vücut makinesinde kana çevrilir. Meni dediğimiz
tohumda ondan hâsıl olmaz mı? Senin çocuğunda, sen de, ben
de, işte hep o topraktan hâsıl olmaktayız. Bu büyük kudret
ve kuvvet sahibi Allah (c.c.)’tır. O yüz, o göz, o kafa ve bütün
azalar işte o topraktan süzülmüş insanlar olarak gelmekteyiz.
Bunu inkâra kimsenin gücü yetmez. Öyle ise sen de kardeşine
hor bakma. Onu yaratana bak, vesselam.
Bir derse veya bir işe başlarken Bismillâhirrahmânirrahim
demeyi sakın unutma. Çünkü besmelesiz başlanan her iş akim
Mehmed Zahid Kotku
ve yarım kalır, kendisinden istifade edilemez. Bu hususta çok
geniş tafsilatlar vardır. Bir kere besmele ondokuz harftir. Cehennemin zebanilerinden emin olunur. Besmele-i şerifeyi çok
okuyanlar, hem nimetlere gark olurlar, hem de görünür görünmez afetlerden emin olurlar. Bir de sara hastalığına tutulanlara hastalıkları esnasında 786 (yediyüz seksen altı) defa
okunursa –biiznillahi Teâlâ- şifa hâsıl olacağı ümit edilir. Binaenaleyh her işin başında besmele-i şerifeyi okumayı diline
vird edin. Hem zikrullah sevabı alırsın. Hem de Peygamberimiz (s.a.v.)’in emrine uymuş olursun, bu suretle sayısız
nimetlere nail olursun. Sonra besmele-i şerife Kur’an-ı Kerimin hulâsasıdır. Yâni Kur’ân-ı Kerîm’in mânalarını ve gayesini besmele-i şerife içinde toplamıştır. Besmele-i şerifenin B
si bile kâfidir. Yani kul kendini kul, yaradanı da Allah (c.c.)
olarak bilir ve O’na can-ı gönülden yapışır. Artık O’ndan ister. Tam kul, tam abd. Artık ona sakın hor gözle bakma, garibdir, fakirdir, biçaredir, yeri yurdu yoktur. Fakat nur gibi
bir gönlü var. Bir de varlıkların sahibi olan Allah (c.c.)’ı var,
o O’nunladır. Ona ilişen, mahv olur, perişan olur. Sakın onların kalplerini kırma, dünyalığına marur olup onları hor görüp azarlama. Sonra pişman olsan da para etmez. Vesselam.
İlmi kötüye kullanmaktan kaçınmak
ƈ ĩùĤÒ ÙƇ ġƆ Ðƈ ƆŻĨ įÝĭđĤƆ ħƅ ĥŽ Đƈ ƈóĻĕƈƆ Ö öÓĭĤÒ ĵÝĘŽ ÒƆ īĨ
ÅÓ
Ɔ Ž Ɔ
Ɔ Ƈ ŽƆ Ɔ
Ɔ ƪ
Ɔ ƪ
Ž
Ăƈ òŽ ƆźÒŽ IJƆ
“Her kim mesâil-i dîniyyesini lâyık vechiyle bilmeden
sorulan suallere fetva vermeğe kalkarsa o kimseye yer ve
321
Cennet Yolları
322
göklerde olan melekler lanet eder” buyrulmuştur. Hâlbuki
fetva vermek çok ağır ve mesûliyetli bir iştir. Aslında her işte
böyledir. Ehli olmadan hemen her şeye biliyorum diye atılmak cahillikten gelir. İnsan bildiği bir şey dahi olsa belki
unutmuşumdur. Bir kere kitaba bakayım der. Sonra baktığı ile iktifa etmemeli, bu hususta yazılı birçok eserler vardır. Bir kerede onlara bakma zahmetinde bulunmalıdır, hem
de kestirip atmamalıdır, oldukça ihtiyatlı konuşmağa dikkat
etmelidir. Meseleleri birbirine benzeterek söz söylemek çok
hatalıdır. Hele fetva makamında bulunan kimse muhakkak
çok okumalı, meseleler üzerinde dikkatle durmalıdır. Daha
doğrusu işi ehline havale edip mesuliyetten kurtulmağa bakmalıdır. Ne derlerse desinler, sen kendini töhmet altında bırakmamağa çalış. Zira bu meleklerin lanetine uğramak çok
büyük bir felâket ve tehlikedir. Cenâb-ı Hakk cümlemizi bilirim benliğinden ve davasından muhafaza buyursun. Hele
bugünkü ilmimiz fetva vermeğe hiç de kâfi değildir. Çünkü
bütün bilgilerimiz noksandır. Bunu itiraf etmek mecburiyetindeyiz. Bazı müfti efendiler Cuma namazının on rekâttan
fazla kılınmamasını emir buyurmuşlar. Çok ayıp bir şeydir.
Bu hususta eskiden beri bu zihniyeti taşıyan kimseler bulunmuşsa da hiçbir zaman revaç görmemişlerdir. Bundan da ders
almayarak, fikrinde ısrar etmek pek abes bir şeydir. Eski devrin ulemâsının yanında biz talebe bile olamayız. Bunları ihdas eden âlimlerin devirleriyle bu günkü devri kıyas etmeğe
kalkmak âdeta hamakattır diyesimiz geliyor. O gün anayasada Türk’ün dini İslâm diye yazılırken bugün lâik diye yazılmakta olduğunu da hatırdan çıkarmamalı. Binâenaleyh
kıldığımız bir namaza bid’at demek yakışmaz zannederim.
Bid’atlerinde iki kısım olduğunu unutmamak lâzımdır. Bu
bidat-ı hasenedir. Cuma’nın on rekad olduğunu herkes bilir.
Mehmed Zahid Kotku
Bu şüpheli bir namaz değildir. Fakat ihtiyatı da elden bırakmamak lâzımdır. Cuma’nın vs. bayramların bir takım şerâiti
vardır ki, bu şartlar diğer namazlarımızda yoktur. Hâlbuki bu
şerait bu gün kısmen olsun mevcut değildir. Öyle ise o günün öğle namazını “Zuhr-ı âhır” diye kılmakta ne mahzur
vardır. Hz. Ali (Radıyallâhû anh) Efendimizin bayram günü
kerahat vaktinde namaz kılan bir kimseyi men etmek isteyenlere karşı, (mennan) namazını, men edicilerden mi olayım da dediğini, her halde görmüşüzdür veya duymuşuzdur.
Allah Teâlâ cümlemize insaf versin.
Sadaka verenlerin daha çok sadaka vermelerini daha çok
hayırlar yapmalarını teşvik ederken hayırların başı olan namazdan insanları alıkoymak ne kadar gülünçtür. Bidat haddizatında çok korkunç ve çok da tehlikeli bir icatdır ki, ona
Peygamber (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem)’in izni ve ruhsatı ne
kavlen ve ne de fiilen yoktur. Meselâ Bid'at sahibinin ne farz
ve ne nafile hiçbir ibadetinin kabul olunmayacağı bildirilmektedir. Bu husustaki hadis-i şerifler hem meşhur ve hem de
çoktur. Ama bu bidat yalnız Cuma günü kıldığımız “Zuhrı
Âhır” niyetiyle dört ve ikide sünnete mi mahsustur, amelde,
itikatda ef’âle de şumulu yok mudur? Sevilmeyen israflar, sevilmeyen zalimler, sevilmeyen münafıklar, sevilmeyen fâsıklar
müslümanım deyip de namaz kılmayan, oruç tutmayan, zekât
vermeyen hacca gitmeyenlere ne diyeceksiniz. Hatta bir zaman bir kitapta okumuştum. Bu minareleri neden bu kadar
yüksek yapıyorsunuz, yoksa ezanı gökteki meleklere mi duyuracaksınız diye açmış ağzını yummuş gözünü çalmış satırı,
câmilere serilen halılara da çatmış. Duvardaki işlememizi ve
yazılara da çatmış. Hele bizim kalıp ve kıyafetimize hiç ses çıkaran yok. Hele hele hanımlarımızın hâli hiç göze bile çarp-
323
Cennet Yolları
324
mıyor, bir de o deniz âlemlerini görebilen yok, yalnız derdimiz müslümanın namazıyla uğraşmak. Hanımlar, Cenâb-ı
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in arkasında namaz kılmak istediklerini beyân ettiklerinde namazlarını evlerinde kılmaları
tavsiye edilmekte iken 1360 senesine kadar Medine-i Münevverede kadınlar mevkii gayet kalın perdelerle erkekler arasında mevcut iken, bugün bidatlarla mücadele ettiklerini iddia eden vahhâbiler, o perdeyi de ortadan kaldırmış, kadın
erkek karma karışık bir halde! Çok acı. Hele Mekke-i Mükerremedeki hal daha da acı. Hazret-i Âişe validemizi hacca
götüren hizmetkârlara Hz. Ömer (Radıyallâhu anh)’ın verdiği talimat pek çok mütalaaya şayandır. Ziyaret tavafından
sonra, onları şehrin dışındaki çadırların muhafızlarla himaye
ve tavafı ancak gece yarısında Kâbe’nin pek tenhâ olduğu bir
anda yaptırılması tavsiye olunurken, bu gün bizim hanımların hâli çok da acayib hele hacerül evsedi öpmek için yaptıkları çaba ve kazandıkları günah yeter. O bidatları kaldıracağız
iddiasında bulunanların, Kâbe-i Muazzama’yı tavaf edecekleri zaman, bir sürü silahlı ve silahsız asker ve kumandanlar
ile Kâbe’yi işgal edip, halkın tavafına mâni olmalarına ne diyeceksiniz? İşte bidatları bahane edenlerin sonu. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) böyle bir şey yapmış mı veya yapılmasına izin vermiş mi? Yoksa bu günün idarecileri hâşa
Peygamber (s.a.v.)’den de mi kendilerini yüksek görüyorlar?
Bunlara kimse bir şey diyemez. Herkesin gücünün yettiği
Müslümanın namazına çatmak. Vesselam.
ƈ Ö įƈƈ Ö îóĻĤƈ ħƈ ĥŽ đƈ ĤŽ Ò īĨƈ ÓÖÓÖ ÕĥƇ ĉŽ ĺ âóìƆ īĨ
IJŽ ÒƆ ěžƅ èƆ īŽ Ĩƈ ƃŻĈÓ
Ɔ ƃ Ɔ Ƈ Ɔ Ɔ Ɔ Ž Ɔ
Ɔ ƪ ƇƆ
ƈ ƅ
ƈ ƅ
ƈ ×đƈ ĠƆ ĪÓ
ÓĨÓƃ ĐƆ īĻ
Ɔ Ɔ Ɔ ĠƆ Ĵïƃ İƇ īŽ Ĩ ÙĤƆ ƆŻĄƆ
Ɔ đÖƆ òŽ ƆÒ ïמƈ đƆ ÝƆ ĨƇ ØîÓ
Mehmed Zahid Kotku
“Her kim ilimden bir bab öğrenmek ve onunla Hakk’ı
izhar ve bâtılı red veya hidayete mazhariyette, dalâletten
kurtarmak niyetiyle çalışması, âbid’in kırk senelik ibâdet
yapması gibidir.”
Büyüklerimiz meseleyi diniyyeyi öğrenmek için çok gezmişler, dolaşmışlar, meşhur olan İmam Buhârî tam 16 sene
Arabistanı, vesair bilgileri bulmak için dolaştığı malumdur.
Eğer bu mücahid ve muhterem zevat olmasaydı kim bilir
hâlimiz nice olurdu. Binaenaleyh bu gün dahi hak ile bâtılın
karıştığı şu anda bu çalışmaları yapmağa mecburuz. Zira bu
gün, bâtıl âdeta hak olarak tanıtılmaktadır. İşte ilme muhtaç
oluşumuz nasıl meydandadır. Eğer ilim sahipleri olmazsa hepimiz bu batıla uyar gideriz. Bâtıl nedir? Hakk nedir? Bunu
bilmek hepimizin başlıca borcudur. Bu da mutlaka dini iyi
öğrenmek için çok okumağa ve bu okuduğumuzu iyice anlamağa mecburuz. Okumak ayrıdır, idrak, fehm de ayrıdır.
Bu fehim, idrak ancak Allahü Teâlâ’nın vereceği nûr ile anlaşılılır. Zâten o nûr olmadan ne anlaşılıyor ki? Onun için duâ
kitaplarında (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)’in o nuru Cenâb-ı
Hakk’dan nasıl istediği malumdur.
Dünya işleri bile o nura ve ışığa muhtaçtır. Işık, aydınlık olmayınca nasıl olduğumuz yerde kalıyoruz. Onun behemehal ahiret ışığına ve mânevi ışığa böylece muhtaç olduğumuz meydana çıkmaktadır. Bunu inkâr etmek ve bu
nuru arayıp bulmamak af edilmez büyük bir hatadır. Bir
hikaye var. Büyük bir suyun aktığı yerde bulunan ecnebi
bir zât, orada bulunan halkda hitaben “Su buradan akar,
sizde bakarsınız ha” demiş. Tabiî halk bunu anlamamış, suyun aktığına bakmak zannetmişler. Hâlbuki onun muradı
suyun aktığına bakıp seyirci kalanlar. Ancak “Bakar” keli-
325
Cennet Yolları
326
mesinin mânası olan öküzdür demek istemiştir ki bize de
güzel bir derstir.
Bu dünyaya gelip âhiret nurlarını, mânevi nurları almadan gidenler, o suya bakanlar gibidirler. O su yalnız içmek
için değil ondan her türlü nimetler elde edileceğine işaret
edilmiş, barajlar, elektrik santraları, tarla sulamalarında kullanmak ve kuraklarda tarlaların su ihtiyacını karşılamak, şehir halkına sularını vermek, hep bu su sayesinde ve bu suyun
toplanmasıyla mümkündür. Toplanmayan ve birleşmeyen sular nasıl zâyî olursa ayrı ayrı fikirlere hizmet edenlerde bundan derslerini alabilirler, vesselam.
“Allahümme erine’l – hakka hakan ve erine’l – bâtile
bâtilen” duasına ne kadar muhtaç olduğumuz meydandadır.
Hakk’ı Hakk görmek kâfi değildir. Asıl o Hakk olan şeye ittibadır, uymaktır. Ona uymadıktan sonra Hakk’ı bilmişsin
ne fayda, her şeyde bir maksad ve gaye vardır. Buradaki gaye
Hakka uymayı temindir. O olmadıkça boşa atılan silahlar gibidir. Veya tersine gidilen yol gibidir. Meselâ: İzmir’e gidecek
bir adamın karadenizden Trabzon’a giden gemiye binmesi gibi
veya Samsun’a gidecek bir adamın İzmir’e giden bir vapura
binmesi gibi. Binaenaleyh Hakkı Hakk olarak hem görmek
ve hem de onun izinde yürümek lâzım olduğu gibi; bâtılı da
bâtıl görmek kâfi değildir. Belki bâtıldan tam manâsıyla ictinab edip uzak kalmak ve batıla hiçbir suretle uymamak ve
onu tasvip etmemek gerektir. Hâlbuki görüyoruz ki bu günün insanı henüz Hakk’ı görmüş değildir. Çünkü onu görecek ne ilmi var ne de nuru, karanlıkta kaybolan şeyi bulmak ne kadar müşkülse karanlıklar içerisinde kalan insanın
hakkı bulması o kadar güçtür. Bilmek başka görmek başka,
uymak da başkadır, bilir de uymazsan, görür de yine uymaz-
Mehmed Zahid Kotku
san bu Firavunun, Ebû Cehil’in, Ebû Leheb’in ve sâirelerin
işine benzer ki netice onlar gibi helaktir, vesselam.
ƈ Ʃ ģĻƈ
ĵÝƩ èƆ ųÒ
ƈ ×øƆ ĵĘƈ ijƆ ıƇ ĘƆ ħƈ ĥŽ đƈ ĤŽ Ò Õƈ ĥƆ Ĉ
Ɔ ĵĘƈ âƆ óƆ ìƆ īŽ ĨƆ
ďƆ äƈ óĺƆ
Ž
“Her kim ilim talebi için (evinden) çıkarsa, o zât evine
dönünceye kadar fi sebilillah’dır.” Yâni Allah (c.c.) yolunda,
cihad yolunda, hac yolundakiler gibidir. Ecri tükenmez. Yolların en güzeli ve en iyisi ilim yoludur. Her kim ilim öğrenmek için evinden çıkar yakın veya uzak bir yerdeki ilim sahibi bir zattan, ilim öğrenmek niyetiyle bulunduğu müddetçe
hep fisebilillâh, mücahid bir gazi gibidir. Bu öğrenmek istediği ilim dünyaya ait, ilimler olmayıp dinini, Allah (c.c.)’ını,
Peygamberini (s.a.v.), kitabını öğrenmek için yapılan ve çıkılan yolculuklardır. Hâlbuki bu gün dünya ilimlerini öğrenmek için memleketlerden çıkıp, diyar diyar dolaşan talebeler ve sonra burada dünya ilimlerini öğreneyim derken bir de
bakarsın ki dinini, Peygamberini, Kitabını unutmuş, ya Mao
veya Lenin veya tam komünist veya mason olmuş. Ondan
sonrası Allah (c.c.) Kerim’dir demekten başka çaremiz kalmaz. Dövüşmeler, birbirlerini yaralamalar veya öldürüp katil
olmalar. Sonra bunun adıda ilim tahsili oluyor. Heyhat böyle
ilim yerin dibine batsın. İlimden maksat ve gaye bu mudur?
Ananız, babanız sizleri bunun için mi buralara yolladı, bu ne
hal? Sen bu Müslümanlıktan ne zarar gördün ki bu gün o İslamın güzel, nurlu, hakikat yolunu bırakıp bir dinsizin, bir
Çin’linin bir Rus’un yolunu beğenip onun için bu aziz canı
da feda etmekten çekinmiyorsun ve hiç de sonunu düşüne-
327
Cennet Yolları
328
miyorsun? Bu dinsizlerin sözlerine aldanıp dinini, imanını
elden kaçırıyorsun. Cenneti bırakıp, ebedî cehennemi satın
alıyorsun. Hiç düşünemiyor musun? Allah (c.c.)’ı ancak deliler inkâr eder. Zerre kadar aklı olan Allah (c.c.)’ı elbette bulacak ve O’na şüphesiz uyacaktır. Bu cahillik insana yetmez
mi dersiniz? Muhterem kardeşim senden çok rica ederim, din
ilmine gayret eyle. Allah (c.c.)’ı tanımaya ve bilmeye çalış, bu
da ilimsiz olamaz. Onun içindir ki din ilmini öğrenmek gayesiyle evinden çıkan zât, tâ evine dönünceye fisebilillah cephelerde çarpışan mücâhid askerler gibidir. Kaç senede öğrenirse öğrensin, bu sevap onun defter-i amaline mütemadiyen
yazılır. Hâlbuki bir mücâhid askerin bir geceki nöbeti bin senelik nafile ibadetten efdal olduğunu duyunca, insan bütün
ömrünü ilim tahsili ile geçirmeğe çalışası geliyor.
Ey aziz kardeş; Her türlü nimetlerden mahrum olan
bu dinsizleri bırak da, Allah Teâlâ’nın en sevgili kulu olan
Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in yoluna dön.
İçinde nur olsun, dışında da, sonra bir kere başını çevirde,
hür dünya devletlerine bir bak, köle olarak mı yaşamak iyi,
yoksa hür olarak mı?
İster gökte uç, ister en üstün bir devlet veya millet ol,
köle gibi yaşamak mı, yoksa hür yaşamak mı? Eski devrin firavunlarını tarihler yazmaktadır. Onlar tâbilerine kan kusturmuşlardır. Ellerinden insanları kurtarmak için Cenab-ı Hakk
(Azze ve Celle) Peygamberler göndermiştir. Bu Peygamberler
insanlara, Allahü Teâlâ’nın varlığını ve birliğini duyurmuşlardır. Nihayet o firavunların ellerinden kurtarmışlar. Şimdi
sen de bu günün firavunlarına yardımcı mı olacaksın, yazık, yazık hem kendine hem de mensûb olduğun milletin
efradına? Kendine acımazsan bile bu masum millete acı da,
Mehmed Zahid Kotku
bu yanlış fikirlerinden dön. İslâmın yardımcısı ol. Namazdan, oruçtan kaçıyor veya korkuyorsan emin ol ve iyi bilki
onlar nurdurlar. Namazı ihlâs ile kılanlar ve oruçlarını Allah (c.c.) için tutanlar nura gark olurlar. Sen hiç pil kullandın mı? Boş piller hemen atılır. Çünkü artık işe yaramazlar.
Onun için elektrik fişine takılır ve yeniden dolar ve işe yarar. Müslüman da böyle, Hakk’ın huzuruna durdukça gönlü
nur ile dolar, dolu piller gibi işe yararlar. Sen Müslümanlığa
sarıl. Selâmeti bul, Vesselam.
Hadis-i Şerifleri öğrenmenin fazileti
Ęƈ Óáƃ ĺïƈ èƆ īĻ
đƈ ÖƆ òŽ ÒƆ ĵÝƈ Ĩƪ ƇÈ ĵĥƆ ĐƆ ć
ęƈ èƆ īŽ ĨƆ
ƈóĨŽ ƆÈ īŽ Ĩƈ ħıƇ đƇ ęƆ ĭŽ ĺƆ ÓĩĻ
Ɔ
Ɔ
Ɔ
Ž
ƈ ĩĥƆ đĤŽ Ò īĨƈ Ùƈ ĨÓĻĝƈ ĤŽ Ò Ħijĺ ß
ƈ
ƈ ƈ
ÅÓ
Ɔ Ƈ Ɔ Ɔ ſ Ɔ Ž Ɔ Ɔ đÖƇ ħŽ ƈıĭĺî
“Ümmetimden her kim dinlerinde kendilerine fayda
verecek kırk hadîsi bellerse, hıfzederse kıyamet gününde
âlim olarak ba’solunur, ve âlimin, ibâdetle meşgul olan
âbid üzerine yetmiş derece üstünlüğü, fazileti vardır. Her
bir derecenin arasındaki farkı ise ancak Allah (c.c.) bilir.”
Bu da yukarılarda geçen hadis-i şerifler gibi, ilm-i hadisin
ne kadar mühim ve kıymetli olduğunu bizlere açıklamaktadır. Dünyada âlim diye şöhreti olanların kıymetleri herkesçe malumdur. Dünyadaki şöhret ise kendi gibi fanidir.
Asıl âhiret âlimi olmak, âhiret şöhretini kazanmak ne kadar âladır. Zira âhiret gününde ulemânın mevkii çok müstesna bir haldedir. Ona herkes imrenecek, ağızlarının suları
akacaktır. İşte o da, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in fem-i
saadetlerinden zuhur eden hadis-i şeriflerden dinleri hususunda kendilerine fayda verecek kırk hadisi belleyip insan-
329
Cennet Yolları
330
lara anlatmak ve öğretmek saadetlerin başı ve selâmetinde
ta kendisidir. Muhaddis olanların hâlini ise takdire gücümüzün yetmeyeceği malumdur.
Hele bir de hafız-ı Kur’ân ve Kur’an ilminin hükümlerini, emirlerini ve yasaklarını bilenlerin hâli şüphesiz en
yüksek makamlar olacaktır. Cenâb-ı Hakk cümlemizi,
böyle âlî makamlara ve devletlere fazl u keremiyle nail buyursun, âmin.
Bu sebepten ulemâlarımızın çoğu kırkar hadis diye
birçok hadis tercemeleri bırakmışlardır. Cenâb-ı Hakk bizimde yazdığımız bu hadis-i şerifleri onlar meyânına idhal
buyursun. Her ne kadar bizler onlar gibi bunların ehli değilsek de niyetimiz hâlistir. Kabulünü Mevlâdan niyaz eyleriz. Malumdur ki, ilim Allah (c.c.) için tahsil olunur ve o
ilimle dünya murad olunmaz. Nitekim bizim büyük imamlarımız hep böyle yapmışlardır. Eğer diyecek olursak, ya bu
insan birçok ihtiyaçlar içerisindedir. Bunları ne şekilde karşılayacak. Ona deriz ki, bu yol Allah (c.c.) yoludur, tevekkül
yoludur, kanaat yoludur. Allah Teâlâ (Azze ve Celle) hiçbir
zaman şer-i ilmi tahsil edeni aç bırakmamıştır. Bakınız, bildiğimiz imamlarımızın nesi vardı. Fakat Allahü Teâla onları
en müreffeh bir hayata nail etmiştir. Varlıklarını etrafındaki
dindarlara nasıl dağıttıklarını bilseniz hayretlere düşersiniz.
Bir isteyene âdeta bin verirlermiş. Onların ihsanlarını bugünün en büyük zenginleri bile yapamazlar. Birde ufacık
bir menkıbe anlatayım. Hanbelî mezhebinin sahibi olan
İmam Ahmed Hazretleri bir milyon hadisi ezber biliyor,
altmış binde şüpheli hadis bildiği rivayet olunur. Bu zât katiyen yağ yemez, bitkilerle, yani sebzeyle taayyüs edermiş.
Öyle iken cenazesinde kimsede görülmedik fevkalâde ihti-
Mehmed Zahid Kotku
şama mazhar olmuş idi. Bu ihtişam ne bir kralda ve ne de
bir sultanda ve ne de her hangi bir hükümdarda görülmüş
değildi. Cenazesinde 900.000 bin kadar erkek 60.000 kadarda kadın bulunduğunu kitaplar yazmaktadır. Bahusus
Tergîb ve’t Terhib’in birinci cildinde, imamların menakıbları zikrolunurken yazılmıştır. Bu zatlar ki dünya servetlerine mâlik olmadıkları halde halkın bu derece teveccühüne
nail olmaları onlardaki, hakiki ilim aşkının ufacık bir numunesidir. Cenâb-ı Hakk cümlemizi onların şefaatlarına
nail eylesin, âmin.
Çünkü şefaat evvelâ Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in
sonra, ashab-ı güzîn hazerâtının, sonrada ulemâ-i izam hazeratınındır. Daha başka şefaatçılar varsa da en mühimleri
bunlardır. Meselâ; şehidlerin, çocukların ebeveynlerine şefaati bu meyanda zikrolunursa da bunların şefaatları mahduttur. Oruç tutanlara, Ramazan ayı da şefaat edecek. Kur’an-ı
Kerim’i Allah (c.c.) için okuyanlara Kur’an’da şefaat edecek,
hem de kendilerine birer tâc da giydirilecek.
Rızık meselesine gelince; Onu hiç de düşünme, yeterki
sen Allah (c.c.)’a lâyık bir kul olasın. O senin rızkını görünmez yerlerden, hazinelerinden ihsan eder. Nitekim Abdulkâdir
Geylânî (K.S.) ve bütün tarikat pirleri hep hazinei ilâhiyeden
geçinmişlerdir. Mülk Allahü Teâlâ’nındır, mahlûkat’da O’nundur.
Göklerde O’nun kabza-i kudretindedir. Esbabı halk edende
yine O’dur. O’nu bilen hiç tereddüt etmez. O istediğini zengin eder, istediğini de fakir. İlimde ancak O’nundur. Onun
için ilim sahibi olmak her yerde muhterem ve her yerde azizdir. Sen hemen ilmi öğrenmeğe bak, gerisini de Allah (c.c.)’a
bırak. O zaman dünya ve âhiretin selâmetine mazhar olursun, vesselam.
331
Cennet Yolları
332
Hazreti Peygamberin dilinden öğrencilere müjdeler
ƈ Ƈ ƈóĺ âóìƆ īĨ
ƈ
Ùƈ ĭƪ åƆ ĤŽ Ò ĵĤƆ Òƈ ÔÓ
Ƅ ÖƆ įƇ ĤƆ çƆ ÝĘƇ įƇ ĩƇ ĥƪ đƆ ÝƆ ĺƆ Óĩƃ ĥŽ Đ ïĺ
Ƈ Ɔ Ɔ Ž Ɔ
ƈ ijĩùĤÒ ÙƇ ġƆ Ðƈ ƆŻĨ įƈ ĻĥƆ Đ ÛŽ ĥƪ ĀIJ ÓıĘƆ ÓĭƆ ĠŽ ÒƆ ÙƇ ġƆ Ðƈ Ż
ÚÒ
ſ ĩƆ ĤŽ Ò įƇ ÝŽ üƆ óƆ ĘƆ IJƆ
Ɔ Ž Ɔ
Ɔ Ɔ Ɔ
ſſ ƪ
ģƈ ąŽ ęƆ ĠƆ ïƈƈ ÖÓđƆ ĤŽ Ò ĵĥƆ ĐƆ ģƈ ąŽ ęƆ ĤŽ Ò īƆ Ĩƈ ħƈ ĤÓƈ đƆ ĥŽ Ĥƈ IJƆ ƈóéŽ ×ĤŽ Ò ĪƇ ÓÝĻƆ èƈ IJƆ
Ɔ
ƈ ĩùĤÒ ĵĘƈ Õƅ ĠƆ ijĠƆ ƈóĕƆ ĀÒƆ ĵĥſ Đ ƈòïŽ ×ĤŽ Ò ÙƆ ĥƆ ĻĤƆ ƈóĩĝƆ ĤŽ Ò
Īƪ Òƈ ÅÓ
Ɔ
Ž
Ž
Ɔ ƪ
Ɔ
Ž Ɔ
ƈ
ƈ
ƆźIJƆ ÒòÓ
ƃ ĭĺƆ î ÒijƇà žƈòijƆ Ƈĺ ħŽ ĤƆ ÅÓƆ ĻƈƆ ×ĬŽ ƆźÒŽ Īƪ ƆÒ ÅÓĻƈƆ ×ĬŽ ƆźÒŽ ÙƇ àƆ òƆ IJƆ ÅÓƆ ĩƆ ĥƆ đƇ ĤŽ Ò
ñƆ ìƆ ÒƆ ïŽ ĝƆ ĘƆ ħƈ ĥŽ đƈ ĤŽ ÓƈÖ ñƆ ìƆ ÒƆ īŽ ĩƆ ĘƆ ħĥŽ đƈ ĤŽ Ò ÒijƇàòƪ IJƆ ħıƇ ĭƪ ġƈ Ĥſ IJƆ Óĩƃ İƆ òŽ îƈ
Ž
Ɔ
ijƆ İƇ IJïƫ ùƆ ÜƇ Ɔź ÙƄ ĩƆ ĥŽ ƇàIJƆ ó×åŽ ÜƇ Ɔź ÙƄ ×Ļāƈ ĨƇ ħĤÓƈ đƆ ĤŽ Ò Ú
Ƈ ijŽ ĨƆ įƈ žčƈ éƈƆ Ö
Ɔ
Ƈ
ƇƆ
ħƅ ĤÓƈ ĐƆ Úƈ ijŽ ĨƆ īŽ Ĩƈ óùƆ ĺŽ ƆÒ Ùƅ ĥƆ Ļƈ×ĜƆ Ú
Ƈ ijŽ ĨƆ ÷Ɔ ĩƈ ƇĈ ħƄ åŽ ĬƆ
Ƈ
“Her kim ilim öğrenmek maksadıyla evinden çıkarsa
onun için cennet kapıları açılır, melekler ona ve onun etrafına kanatlarını gererler, yine semâvattaki meleklerle,
denizdeki balıklar ona duâ ederler. Bir âlimin âbid üzerine fazileti, üstünlüğü dolunayın 13, 14, 15 inci gecelerinde gökteki, en uzak yıldıza karşı üstünlüğü gibidir,
Muhakkak âlimler enbiyaların vârisleridirler ve muhakkak Peygamberler ne dînar ve ne dirhem (bir para) mîras
olarak bırakmamışlardır. Ancak onların bıraktıkları miras ilimdir. Her kim ilimden bir şey alırsa, o ilimden nasibini almış olur. Âlimin ölümü bir musibettir ki, telafisi
mümkün olmaz ve bir kederdir ki, kapanmaz ve ölen alim
batan ve sönen bir yıldızdır.”
Mehmed Zahid Kotku
Bir âlimin ölümünden, bir kabilenin ölümü daha ehven
ve kolaydır. İlim öğrenmek ne kadar kıymetli bir devlettir
ki, daha o ilmi öğrenmek kasdıyla evinden çıkar çıkmaz ona
cennet kapıları açılmaktadır, daha sonra da bütün meleklerin
ona olan şefkat ve muhabbetlerinden nâşî, üzerlerine kanadlarını gererler. Kuş kanadı, kapı ve pencere kanadı gibi birde
ana ve babaların evladlarına karşı şefkat kanatları tabiri vardır ki, onları sevgilerinden nâşi korumaları, muhafaza etmeleri, esirgemeleri demektir. Meleklerin kanadlarını germeleri
onları muhafaza etmeleri, demektir. Korurlar, himaye ederler, yardım ederler. Cenâb-ı Hakkın birçok melekleri vardır
ki, her birilerinin vazifeleri ayrı ayrıdır. Bu meleklerden bir
kısmı, zikir meclislerini ararlar, bulunca birbirlerine haberdar edip, tâ semâya kadar onların etraflarını çevirirler. Bir
kısmıda, bu tâlib-i ilim olan kimselerin himayesine memurdurlar. Kanadlarını yaymak, onları korumak ve yardım içindir. Sonra semâvattaki meleklere denizdeki balıklar da iştirak
edip, o talib-i ilme duacı olurlar k, bu tâbir Allahü a’lem Allah Teâlâ’nın o ilim öğrenmek isteyenlere büyük bir lutfudur
ki, bu meleklerle o deniz mahlûklarını duaya memur eylemiştir. Bu da bize gösteriyor ki, ilm-i dini öğrenmek her ilmin
ve her işin başıdır. Sen de bu nimete mazhar olmak istersen
dini bilgini, o nispette arttır ki bu suretle Hakk Sübhanehû
ve Teâlâ’nın rızasına nail olasın.
İbadetle meşgul olmak büyük bir devlettir. İlim de bu
ibadet içine dâhil olunur. İlmi olupta ibadeti olmazsa o makbul değildir. İlim ancak Hakk’ı ve ibadeti bilerek ve severek
yapmak için tahsil olunur. Bu ibadetler olmayınca ilim zayiattandır, bundan elbette mesul olacaktır. Hâlbuki bir âlimin
bu ibadetiyle meşgul âbit üzerine üstünlüğü, evvelki hadis-i
333
Cennet Yolları
334
şerifde 70 derece olduğu ve her derecenin arasını ancak Allah’ın
(c.c.) bildiği izah buyurulmuştu. Bu hadis-i şerifde ise, ayın
bedir halindeki gökte en ufak bir yıldıza nispeti gibidir, buyurmuşlardır ki, bu da bizim aklımıza daha güzel bir hitaptır ki, bedir gecesi her taraf gündüz gibi parlak ve ışıltı içerisinde o uzak yıldızların ise bize hiçbir faydası yoktur. Belki
göklerin bir zineti olabilir. Bir de yolcular onlarla gece yolculuğu yapıp yol tayin ederler, pusulalar gibi.
Bakınız en mühimi, hakiki ilim sahipleri, Enbiyâların,
Peygamberlerin vârisidirler lutfunda bulunuşu, büyük bir lütuf bir ikram ve bir ihsandır ki, bundan daha büyük bir lütuf, bir ihsan bir paye olamaz. Peygamberlere vâris olmak ne
demektir. Bunun kadrû kıymetini bilmek hepimizin üzerine
vâcibdir. Peygamberler insanların saadet ve selâmeti için ve
kulların Allah Teâlâ’yı bilip O’na lâyık kulluğu yapabilmeleri
için O’nun gönderdiği müstesna bahtiyar kimselerdir. Dünyaya katiyen meyl etmemişler. Bütün emelleri, zamanlarındaki
insanların tekâmülüne, kemâle ulaşmalarına ve Hakk’a lâyık
bir kul olarak yaşamalarına çalışmışlardır. Bu da yine Allahü
Teâlâ’nın kullarının irşadı için Peygamberler vasıtasıyla gönderdiği kitaplarla mümkün olmuştur. Onun için ilim en büyük bir servet, en büyük bitmez bir hazinedir. Hem Peygamberlere vâris olacaksın hem de Kur’an hazinelerinden nasibini
almış olacaksın ki, bu devlet, bu servet, bu nimet başka hiçbir
yerde bulunmaz. Binâenaleyh sen var kuvvetini bu ilme ver.
Gerisine sakın karışma. Size bir hadiseyi nakledeyim: Müslüman olan bir Amerikalı Hacc’a gelmiş ve Müzdelife denilen
mahalde paralarını pasaportunu ve bütün eşyalarını kaybetmiş. Kâ’beyi ziyarete geldiği zaman kendisinin böyle bir ziyana
uğradığından, geçmiş olsun diyenlere karşı güler yüzüyle mü-
Mehmed Zahid Kotku
kedder olmadığını belirterek, şöyle cevap vermiştir: “Ben Allah (c.c.)’ın misafiriyim, ev O’nundur. Bende O’nun misafiri, O
nasıl isterse öyle yapar, üzülecek ne var demiş.” Nasıl hepimize
ne güzel bir ders. Peygamberler geriye, yâni mirasçılarına hiçbir servet bırakmamışlardır. Bıraktıkları şey sadece ilimdir. Binaenaleyh, her kim, bu Kur’an ilminden ve Peygamberimiz
(s.a.v.)’in yolu olan sünnet-i seniyelerden nasibini almış ise,
dünya ve âhiret için nasiplerini peşin olarak almışlardır. Bakınız bir âlimin ölümü geri kalanlar için öyle bir musibettir
ki, ıslahı, düzeltilmesi katiyen mümkün değildir. Onların vücutları âdeta güneş gibi beşeriyete hayat bahşeder. O gidince
dünyanın tadı da, tuzu da kalmaz. İşte ulemânın gidişi de yâni
ölümü de böyle bir felâkettir. Bunun başka bir suretle telâfisi
mümkün değildir. Aynı zamanda, bir gedik bir delik bir boşluktur. Bu da ıslahı mümkün olmayan “Lâ tücîrü” kelimesi gibi
“Sülmetûn” kelimesi de kapanması mümkün olmayan bir gedik demektir. Yani bazı barajlar vardır ki, onlarda bir gedik bir
delik hâsıl olur. Bu da kapanmazsa günün birinde o baraj duvarı yıkılınca ne büyük bir facia hâsıl olur, tahmini bile müşkildir. Bunun gibi bir âlimin vefatı çok büyük bir zayiattır ki
telâfisi mümkün olamaz. Sonra gelen âlimler gidenlerin yerlerini katiyen dolduramazlar. Bu da bir mûcize-i Peygamberidir ki, aynen zuhur etmektedir. Hiçbir zaman gidenin, yani
ölenin yerini kimse dolduramamıştır. O âlim bir yıldızdır ki,
onun ölümü bir yıldızın sönmesi gibidir. Bir daha sönen yıldız doğamaz. Bundan dolayıdır ki, bir kabilenin ölümü, bazen bu kabileler 10.000 den 50.000 kadar olur ki, bunların
ölümü bir alimin ölümünden daha kolaydır. Yani bir âlimin
ölümü bir kabileye bedeldir. Onun için âlimlerin kıymetlerini
bilin ve onlara lâzım gelen hürmet ve saygıyı göstermekte ku-
335
Cennet Yolları
336
sur etmeyin ve hem de sizler de bu devlete nail olabilmek için
Kur’an ilmine, Hadis ve Fıkıh ilmine gayret ediniz. Sen vazifen olan ilmi öğrenmeğe çalış. Cenâb-ı Hakk’ın, onu sana öğretecek kimseleri yaratır olduğuna inan, vesselam.
ƈ ƅ ƈ Ʃ įĩåĤŽ ÒƆ įĩÝġƆ ĘƆ įƈ ĩƈ ĥŽ Đƈ īĐ ģƆ Ñƈ ø īĨ
ƈòÓĭĤÒ
ƪ īƆ Ĩ ĦÓåƆ ĥƈÖ ƇųÒ
Ƈ Ɔ Ɔ Ɔ ƆƆ
Ž Ɔ
Ƈ Ž Ɔ
“Her kim bildiği ilmi (ehli olan) isteyenlerden saklarsa
Allahü Teâlâ o kimseyi ateşten gemlerle gemler.”
ƈ
ƈ ƈ ƈ ƈ
ÅÓƆ ıƆ ęƆ ùĤÒ
Ɔ īŽ ĨƆ
ƫ įƈÖ ĴƆ ƈòÓĩƆ Ƈĺ IJŽ ƆÈ ÅÓƆ ĩƆ ĥƆ đƇ ĤŽ Ò įƈÖ ĵƆ İÓ×Ɔ ĻƇ Ĥ ħƆ ĥŽ đĤŽ Ò ÕƆ ĥƆ Ĉ
Ùƈ ĭƪ åƆ ĤŽ Ò ÙƆ éƈƆ ĺÒòƆ æŽ óĺƆ ħĤƆ ÷ƈ ĤÓƈ åƆ ĩƆ ĤŽ Ò ĵĘƈ
Ƈ Ž
“Her kim ulemâlara karşı övünmek için veya sefihlerle meclislerde mücadele için ilim öğrenmek isterse o
kimse cennetin kokusunu bile koklayamaz.”
ÅÓƆ ĩƆ ĥƆ đƇ ĤŽ Ò įƈƈ Ö óàÓƈ ġƆ Ƈĺ IJŽ ƆÈ ÅÓƆ ıƆ ęƆ ùĤÒ
įƈƈ Ö ĴƆ ƈòÓĩƆ ĻĤƈ ħĥŽ đƈ ĤŽ Ò ÕƆ ĥƆ Ĉ
Ɔ īŽ ĨƆ
ƫ
Ƈ Ɔ
Ɔ
ƈ
ƈ ƈ ƈ ĮijäIJ įƈƈ Ö ĖƆ ƈóāĺ IJÒƆ
ƈòÓĭĤÒ
ƪ īƆ Ĩ ĮƇ ïƆ đƆ ĝŽ ĨƆ ÈŽ ijƪ ×Ɔ ÝƆ ĻƆ ĥŽ ĘƆ įĻŽ ĤƆ Ò öÓĭĤÒ
ƪ Ɔ Ƈ Ƈ
ŽƆ Ž
“Her kim sefihlerle mücadele etmek veya ulemâya
karşı iftihar vesilesiyle veya nâsın teveccühünü kazanmak
için ilim talep ederse, cehennemde yerini hazırlasın.”
İnsan ilmi öğrenir, hem kendisinin selâmeti ve hem de
hemcinsi müslüman kardeşlerinin faydası içindir. Şimdi öğrendiği bu ilmi isteyenlere vermez, saklarsa buna ceza olarak
ağzına ateşten gem vuruluyor ki, buna lâyıktır. Hâlbuki Müslümanlıkta ki kaidelerin en mühimi, kardeşine karşı mâlî, bedeni, kavli elinden gelen yardımları yapmaktır. Hattâ onun
Mehmed Zahid Kotku
yardım istemesine meydan vermeden bu yardımları yapmaktan kaçınmamaktır. Efdal olan bu iken sorulan ve öğrenilmesi
istenilen bir şeyi bildiği halde, cevapsız bırakmak, hakikata
ve hele müslümanlığa hiç de yakışmaz olduğu cümlece malumdur. Onun için ateşten gemleri hak etmiş oluyor. Cenâb-ı
Hakk cümlemizi korusun, âmin. Bilmediği halde biliyorum
diye söze atılmakta böyledir.
İkinci hadiste, ilmi, ulemâya karşı övünmek gayesiyle ve
onlara galebe çalabilmek maksadıyla veya sefihler meclisinde
onlarla mücadele etmek için öğrenmek isterse, bu da güzelim cennetin kokusunu bile koklayamaz. Zira ilim ancak Allah (c.c.)’ın rızasını kazanmak ve Hakkı Hakk olarak bilmek
ve bildirmek için öğrenilir, o kimseye ne mutlu. Bilakis başka
başka gayeler peşinde öğrenilen ilim hiçbir zaman ilim bile
değildir. O gibilere âlim bile demek hatadır.
Sefih: Bu kelimenin cem’i süfehâ’dır, sefihler demektir.
Hilim denilen güzel huyun zıddı olmakla beraber; akılsızca
işler yapan kimselere de sefih deniliyor ki, bunlarla münakaşa ve mücadele hiçbir zaman doğru olamayacağından mücadele edenler, söz dinlemeyenler, cennetin güzel kokusundan mahrum olurlar, yani cennete giremezler.
Üçüncü hadis de aynı mânaları ifade etmekle beraber;
akılsızlarla mücadele için yahut âlimlere karşı galibiyetini, üstünlüğünü göstermek gayesiyle ve insanların teveccühünü kazanıp, menfaat dünyasını temin gayeleriyle yapılan tahsillerin
ne kendisine ve ne de başkalarına faydası yoktur. Netice itibariyle de yerlerinin nihayet cehennem olacağı anlatılmak üzere,
cehennemdeki yerini hazırlasın, buyurulması ne kadar korkunç
hâdisedir. Bugün gördüğümüz hadiseler bunun ne kadar yerinde olduğunu bizlere açıkça göstermektedir. Ashab-ı Kiram’ın
337
Cennet Yolları
338
ve Tabiîn devirlerindeki ulemânın adediyle bu günkü ulemâ
adedi ne kadar farklıdır. Meselâ Resûl-i Ekrem (Sallallahû Aleyhi
ve Sellem)’in zaman-ı saâdetlerindeki ulemânın adedi, yanılmıyorsam yedi idi. Bu gün ise 700 değil belki de 70.000 dir. Fakat bu yetmiş binin bir yedi kadar kıymeti olmadığı aşikârdır.
O yedi kişi, ilmi Allah (c.c.) için öğrenmişler ve Allah (c.c.)
için de öğretmişlerdir, zamanlarında ki insanlar, onların izlerinden zerre kadar ayrılmamışlar. Çünkü bilgileriyle evvela kendileri âmil idiler. Öyle olunca ilimleri etrafındakilere tesir ediyor, onları da öğrendikleriyle amele sevk ediyordu. Bugün ise
tamamiyle aksi bir halde. Yalnız, bütün kuvvet sözlere dayanır. Amelden bahsedemezsiniz. Kendinizde yapmadığınız bir
işi başkasına söylemeye cesaret edemezsiniz. Zâten söylese de
faydası olmayacaktır. Çünkü kendi de yapmıyor. Onun için
lâf ebesi denilen beylik sözleri ezberlemek suretiyle ne müslümanlık ve ne de sofuluk olur. Belki dünyalığı dünyalık olur,
ama yeri de cehennem olur. Böyle olunduktan sonra böyle bilgiye ne lüzum var. O zaman bir işin, bir tüccarın, bir sanatın
sahibi olarak hayatını kurtarmak ve bu suretle cenneti bulmak
mümkündür. Çünkü cennetin istediği şeylerden birisi temizlik, nezâfet dediğimiz iç ve dış temizliği, güzel ahlâktır. Birisi
de Allahü Teâlâ’nın emirlerine riayettir. Allahü Teâlâ cümlemize sıhhat ve selâmetler nasip edip, cennetini kazanıp, Cemâl-i
İlâhiyesini müşahede edenlerden eylesin, vesselam.
ĵąſ ĨƆ ÓĩƆ Ĥƈ ØƆ òÓ
Ɔ īŽ ĨƆ
Ɔ ĠƆ ħƆ ĥŽ đƈ ĤŽ Ò ÕƆ ĥƆ Ĉ
Ɔ ęƪ ĠƆ ĪÓ
“Her kim (Allah rızası için din) ilmini talep ederse o
ilim onun için geçmiş günahlarına kefaret olur.”
Mehmed Zahid Kotku
ƈ óĻĔ įƈƈ Ö îÒòƆÒ IJƆÒ ųÒ
ƈ
ƈ ƈ
ÈŽ ijƪ ×ÝƆ ĻĥŽ ĘƆ ųÒ
Ɔ īŽ ĨƆ
Ɔ Ɔ Ž Ʃ ƈóĻŽ ĕƆ Ĥ ħƆ ĥŽ đĤŽ Ò ÕƆ ĥƆ Ĉ
Ɔ Ɔ Ʃ Ɔ ŽƆ
ƈ
ƈòÓĭĤÒ
ƪ īƆ Ĩ ĮƇ ïƆ đƆ ĝŽ ĨƆ
“Yine bu ilmi Allah (c.c.)’ın rızasından gayrı işler için
(meselâ menfaat dünyası için talep ederse veya o ilimle, Hakk
Teâlâ’nın rızasından gayri bir şey) talep ederse cehennemdeki yerini hazırlasın.”
Şu halde anlaşılıyor ki, ilmi ancak Allahü Teâlâ’nın rızasını kazanabilmek için tahsil etmek lâzımdır. Bu gün mektepler talebeleri almıyor, yâni mektepler az geliyor. Maşallah
çok talip var. Lâkin maaş, parada o nisbette çok var. Yalnız
bu seneki İmam Hatip talebe adedinin 15000 olduğu söyleniyor. Bunlar yüksek tahsil için –Enstitüye girmek için- imtihana gelmişler. Artık hocalık diye bir şey kalmamıştır. Barem denilen maaş usûlüyle, herkes tahsili nispetinde maaş
almakta müsavidir. Eskiden zavallı hocalara pek az maaş verilmekte idi. Hatta köy hocalarına, köyün kalabalığı nispetinde maaş verilmesi kânun iktizasıydı ki, elli altmış hanelik
köyler bir imama 6 lira verebiliyorlardı. O para ile hiçbir zaman geçinmek mümkün olamazdı. Fakat Allah (c.c.) âşıkları
olan bahtiyarlar hiç maaş almasalar bile, yine o kudsi vazifesini yapacak kimseler bulunuyordu, lâkin bugün maaş verilmese, bakalım kaç talebe bulunur. Hâlbuki bir hadis-i şerifte buyurulmaktadır:
įƈ Ĝƈ ôŽ ƈóƈÖ įƇ ĤƆ ƇųÒ
Ɔ īŽ ĨƆ
Ʃ ģƆ ęƪ ġƆ ÜƆ ħƆ ĥŽ đƈ ĤŽ Ò ÕƆ ĥƆ Ĉ
“İlim talep eden kimsenin rızkını Allah (c.c.) tekeffül eder.” İlim sahiplerinden hiç muhtaç kimse görülmemiştir.
339
Cennet Yolları
340
Şayet muhtaç bir kimse varsa, mutlak o da ilim sahibi değildir,
demekten başka bir şey denilemez. Çünkü rızkı tekeffül eden
Allah (Celle ve alâ)’dır. Hatta şöyle bir vaka hikâye ederler. Zamanın birinde misafir bir âlim, câmiin birinde namaz kılmış.
Caminin imamı o misafir alime “Rızkınızı nereden temin ediyorsunuz?” diye sormuş. Câmiin imamı o misafir âlime şöyle
cevap vermiş: Dur, evvelâ ben senin şu arkanda kılmış olduğum
namazımı iade edeyimde, sonra sana cevap veririm, diyerek namaza durmuş. Namaz bittikten sonra, imama sormuş, sen rızkını nasıl temin ediyorsun? O da, şurada birisi var, benim rızkımı o tefekkül ediyor demiş. “Sen ona güveniyorsun da, pekalâ
diyor, Cenab-ı Hakk’ın tefekkülünden neden şüpheye düşüyor ve
benim rızkımın nereden geldiğini soruyorsun” diyerek adamcağızı uyandırmıştır. Bütün mahlûkatın rızkını veren Cenâb-ı
Hakk’tır. Sebepleri de halk eden yine O’dur. Binâenaleyh rızkı,
ilim kapısında değil… Allah Teâlâ’nın rızık kapıları çoktur,
ilmi yalnız ve yalnız Allahü Teâlâ’nın rızâsını kazanmak için,
Hakk’ın sevgili bir kulu olabilmek için ve Peygamber (s.a.v.)
yoludur diye talep etmek gerektir, vesselam.
ĮƇ ïƆ đŽ ÖƆ īŽ ĩƆ Ĥƈ IJŽ ƆÒ įƇ ùƆ ęŽ ĬƆ įƈƈ Ö çƆ ĥƈ āŽ ĻĤƈ ħƈ ĥŽ đƈ ĤŽ Ò īƆ Ĩƈ ÓÖÓƃ ÖƆ ÕƆ ĥƆ Ĉ
Ɔ īŽ ĨƆ
Ƈ
ãƅ ĤÓƈ ĐƆ ģƅ ĨŽ òƆ ģƆ ᎠĨƈ ƈóäŽ ƆźÒŽ īƆ Ĩƈ įƇ ĤƆ ƇųÒ
Ʃ ÕƆ ÝƆ ĠƆ
“Kim ki, kendini veya kendinden sonrakileri ıslah
için ilimden bir bâb, yâni bir mesele-i diniyyeyi öğrenmek maksadıyla ilim talep ederse, Allahü Teâlâ (Azze ve
Celle) bu kimseye büyük kum yığınları gibi, yani sayısız
ecirler verir.”
Her ilim hadisinden anlıyoruz ki, ilim ancak Allah (c.c.)
için talep olunur. Gerek kendi nefsinin ve gerekse gelecek
Mehmed Zahid Kotku
olan neslin ıslahı ve bekası ve dinlerinde sebatları, azimleri
ancak ilimle olacağından, bir bâb, bir mesele bile bellemek
bu kadar sevaba nail kılarsa, birçok meseleleri ve Kitabının
hükümlerini, Peygamberinin hadislerini belleyip de, onu,
bilmeyen kardeşlerine öğretmeleriyle, elbette nihayetsiz ecirlere, mükâfatlara mazhar olacakları gibi en mühimi Hakk’ın
rızasını kazanabilmeleri ne kadar büyük bir saadettir. İnsan
da ilmi nispetinde Hakk’ı bilme, Hakk’ı sevme ve Hakk’dan
korkma olur. Gerek sevmek ve gerek korkmak, Allahü Teâlâ
Hazretlerini bilmeye mütevakkıftır. İşte bu bilgi hiç şüphesiz ilmin mahsulüdür. Allahü Teâlâ’yı en iyi bilen Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Hazretleridir. Efendimiz
ümmîdir, fakat O’nun hocası Allahü Teâlâ’dır. O’nu Allah
(c.c.) yetiştirmiş, terbiye etmiş, kemâle ulaştırmış ve bizlere
örnek olarak göndermiştir.
Başka kime nasip olmuştur ki o cahil, mutaassıp, haşin olan bir kavmi melek gibi yapmak. Tabii hepsi Allahü
Teâlâ’nın lutfudur. İlmi ancak O’nun için tahsil et ve kendini de ona göre yetiştir ve kemâle ulaşmağa bak.
ěƆ éƈ ĨƇ IJƆ įƇ ıƇ äŽ IJƆ ÷Ɔ ĩƈ ƇĈ Øƈ óìƈ źÒ
Ž ģĩđƈÖ ÓĻĬïĤÒ ÕĥĈ īĨ
Ɔ ſ ƈ Ɔ Ɔ ƆŽ ƫ Ɔ ƆƆ Ž Ɔ
ƈ Ɔ ×àŽ ƇÒIJ ĮóĠŽ ðƈ
ƈ
ƈòÓĭĤÒ
ƪ ģƈ İŽ ÒƆ ĵĘ įƇ ĩƇ øŽ Ò Ûƈ
Ɔ ƇƇ
“Her kim âhiret amelleriyle, ilmini dünyası için talep ederse yüzü karartılır şan ve şöhreti yok edilir, ismi
de cehennem ehlinin arasında tespit edilir, yazılır.” Artık işin içinden çıkmak mümkün mü? Ne yazık, dünya hayatını sen boşuna sanma, burası bir imtihan evidir. Bizimde
tembel çocuklar gibi bu imtihanı kazanabilecek ne kuvve-
341
Cennet Yolları
342
timiz ne de kudretimiz vardır. Şeytan peşimizde, nefis içimizde, kâfirde arkamızda, münafıklarda gözümüzün içine
bakar, kusurlarımızı araştırır ve bizleri perişan etmeğe çalışır. Cenâb-ı Hakk muinimiz olmazsa, biz bunların ellerinden yakamızı kurtarıp da Hakk’a karşı nasıl makbul bir kul
olabiliriz. Aman yâ Rabbi, bizi bir an bile olsa hıfz-ı himayenden katiyen ayırma, kusurlarımızla muâhaza etme, fazl
u keremin, lutf-ı inayetinle bizleri de sevdiğin ve razı olduğun cennetlik kullarından eyle, âmin. Bihurmeti’l Mürselin
vel’hamdü lillahi Rabbil âlemin.
ƈ Ž įƈƈ Ö ĵƈĻéĻĤƈ ħƈ ĥŽ đƈ ĤŽ Ò īĨƈ ÓÖÓÖ ÕĥƆ Ĉ
įƇ ĭƆ ĻÖƆ ĪÓ
ĠƆ ĦƆ ƆŻøŽ źÒ
Ɔ
Ɔ ƃ Ɔ Ɔ Ɔ īŽ ĨƆ
Ž
Ɔ Ž Ƈ
ƈ
ƈ IJ ÙƄ äòî ÅÓ
Ùƈ ĭƪ åƆ ĤŽ Ò ĵĘƈ ØƄ ïƆ èÒ
Ɔ Ɔ Ɔ Ɔ ĻƈƆ ×ĬŽ ƆźÒŽ īƆ ĻŽ ÖƆ IJƆ
“Kim ki İslâmın ihyası için ilimden bir bâb öğrenmek isterse, bu zâtın Peygamberlerle arasında, cennette
bir derece fark vardır.”
Mâlumdur ki İslam’ın muhafazası iki kuvvete dayanır.
Bunlardan birisi memleketimizin muhafaza ve müdafaası
için cihad denilen askeri kuvvete, birisi de halka dinini öğretecek ilim sahiplerine ihtiyacı vardır. Bunların her ikisinin sayısız denilecek kadar şubeleri vardır, hepsi de lâzımdır. Bunlar olmazsa ne memleket müdafaası yapılabilir, ne de tedrisât.
Hâlbuki Cenâb-ı Hakk (Azze ve Celle) Kur’ân-ı Kerim’de küffar ile mücadele ve muharebe etmek için nasıl hazırlanmamızı
Enfâl sûresinin 60. ncı âyetinde bizlere bildiriyor:
“Siz de düşmanlara karşı gücünüzün yettiği kadar her
türlü kuvvet ve cihat için, bağlanıp, beslenen atlar hazırlayın ki, bunlarla Allah (c.c.) düşmanını, kendi düşmanınızı
Mehmed Zahid Kotku
ve bunlardan başka sizin bilmeyip de Allah (c.c.)’ın bildiği
diğer düşmanları korkutasınız” âyeti celilesinde bizleri ne
güzel irşad etmektedir. Bu açık uyarmaya karşı bizim davranışımız çok içler acısıdır. Bugün dünyanın ne hızla gittiğini
ve düşmanlarımızın dişlerini nasıl bilebildiklerini de gördüğümüz halde hâlâ da uyanacağımız yok. Hâlbuki ufacık devletlerin nasıl çalıştıkları gözümüzün önünde “El ilmü hayatülİslâm” diye İslâm’ın hayatı ve bekasının ilme bağlı olduğunu
bildiğimiz halde senelerce ilim kapıları kapalı kaldı. Bugün
yetişen neslin din ile hiçbir irtibatı bile kalmadığından, bakın bugün başımıza gelen felâketlere. Bir millet kaç partiye
bölünmüş, hepsinin fikirleri, kanaatleri, bilgileri, idareleri hep
ayrı ayrı. İslâmın istediği vahdet tamamiyle ortadan kalmış
durumda. Cenâb-ı Hakk cümlemizin muini olsun.
Her kim İslamın ihyası için çalışmak istiyorsa mutlaka ilme
çalışması lâzımdır. Allah (c.c.)’sız insan olamaz. Allah (c.c.)’ı
bilmek de ilimle olacağına göre insanın da, milletinde, hayatı bu ilimledir. Fabrikalar insanı Allah (c.c.)’a yaklaştırmaz,
belki daha çok sefâhata ve günahlara sevk eder. Kurtuluş fabrikalarla değil, ancak ilim ve cihad iledir. Fabrika bunlar için
lâzımdır. Yâni cihada hazırlıktır. Yoksa fabrikalar insanı kurtuluşa götürmez. İşte Avrupa ve Rusya, gözleri hep dünyada
ve paralarda, onun için rahat yüzü görmezler vesselam.
įƇ ĩƆ ĥžƈ đƆ Ƈĺ IJŽ ƆÒ ÒóĻìƆ ħĥƪ đƆ ÝƆ ĺƆ ĪŽ ƆÒ ƪ źÒƈ ïĺ
Ƈ ƈóƇĺƆź ïƈ åƈ ùŽ ĩƆ ĤŽ Ò ĵĤƆ Òƈ ïƆ ĔƆ īŽ ĨƆ
ƃŽ Ɔ
ƈ
ƈ
ïƈ åƈ ùŽ ĩƆ ĤŽ Ò ĵĤƆ Òƈ æÒ
Ɔ ĠƆ
Ɔ òƆ īŽ ĨƆ IJƆ ØóƆ ĩŽ đƇ ĤŽ Ò ĦÓƪ ÜƆ ƅóĩÝƆ đŽ ĨƇ ƈóäŽ ÓƆ ĠƆ įƇ ĤƆ ĪÓ
Ùƈ åƪ éƆ ĤŽ Ò ĦÓƪ ÜƆ âÓ
ƅž èƆ óƇ äŽ ƆÒ įƇ ĥƆ ĘƆ įƇ ĩƆ ĥžƈ đƆ Ƈĺ IJŽ ƆÒ Òóƃ ĻŽ ìƆ ħƆ ĥƪ đƆ ÝƆ ĺƆ ĪŽ ƆÒ ƪ źÒƈ ïĺ
Ƈ ƈóƇĺƆź
343
Cennet Yolları
344
“Kim bir hayrı öğrenmek veya bir hayır öğretmek için
sabahleyin mescide giderse tam bir umre yapmış gibi onun
sevabına nail olur ve yine kim akşam üstü, yâni ikindiden sonra yine bir hayır öğrenmek veya öğretmek kasdıyla
mescide giderse, orada bir hacının hac sevabı verilir.”
Bu hadis-i şeriflerdeki hayırlardan murâd Allahü âlem
sabah ve akşam derslerine devam eden talebe ile hocası murad olunmaktadır, bu hadislerden anlaşıldığı vechile günde
sabah ve akşam olmak üzere, şartıyla günde iki ders yapılmasına işaret ve delâlet vardır. Sabah dersi tam bir umreye, akşam
dersi de tam bir Hacc’a muâdil olması da çok mühimdir. Bu
iki vakit çok mübarek vakitlerdir. Bu iki vakitte, gaflet etmeyip Cenâb-ı Hakk’ın zikrine ve tesbihlerine devam edilmelidir. Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetlerinde bu iki vakitte zikir
ve tesbih ile meşgul olmayı tavsiye buyurmaktadır. Binaenaleyh gerek ticaret, gerek ziraat ve gerekse sanat sahipleri her
ne olursa olsun bu vakitlerin kıymetini bilip işini ona göre
ayarlamalıdır. Çünkü dünyanın ne olduğunu anlamış bulunuyorsa bu vakitleri boşuna geçirmemek lâzımdır. Eğer dünyayı anlayamadıysak, bu sefer Cenâb-ı Hakk’ın ve Peygamberimiz (s.a.v.)’in fermanına boyun büküp bu vakitleri ihya
etmeğe çalışmalıdır. Gerek dünya işleri ve gerekse ibadetler
insanların şahıslarına münhasırdır. İlim ise ammeye taallûk
eden, umûmi faydası olan bir ibâdettir. Onun için kendisine
bir Hacc ve bir Umre gibi büyük ve meşakkatli bir ibadetin
sevabı verilmektedir. Öyle ise ey muhterem kardeş! Sen de
durmadan bu ilme çalış, Kur’an’ını güzelce oku, mânalarına
vâkıf olarak derinliklerine nüfûz etmeğe gayret eyle. Böylece
saadet-i dünyeviyeye ve selâmet-i uhreviyeye nail ve mazhar
olasın, vesselam.
Mehmed Zahid Kotku
ƈ
ƈ
Ùƈ ĭƪ åƆ ĤŽ Ò īƆ Ĩƈ ƃźõƇ ƇĬ įƇ ĤƆ ƇųÒ
Ʃ ïƪ ĐƆ ƆÒ æÒ
Ɔ òƆ IJŽ ƆÒ ïåƈ ùŽ ĩƆ ĤŽ Ò ĵĤƆ Ò ïƆ ĔƆ īŽ ĨƆ
æÒ
Ɔ òƆ IJŽ ÒƆ ÒïƆ ĔƆ ÓĩƆ ĥƪ ĠƇ
“Kim sabah ve akşamüstü mescide devam ederse, Allahü Teâlâ ona her gidip gelişinde, yâni sabah ve akşam
cennette bir menzil verir.”
ƈ Ʃ ģĻƈ
Īƪ Òƈ IJƆ ďƆ äƈ óĺƆ ĵÝƩ èƆ ųÒ
ƈ ×øƆ ĵĘƈ ĪÓ
Ɔ ĠƆ Óĩƃ ĥŽ Đƈ ÕƇ ĥƇ ĉŽ ĺƆ ÒïƆ ĔƆ īŽ ĨƆ
Ž
ħƈ ĥŽ đƈ ĤŽ Ò Õƈ ĤÓƈ ĉƆ Ĥƈ ÓıƆ ÝƆ éƆ ĭƈ äŽ ÒƆ ďƇ ąƆ ÝƆ ĤƆ ÙƆ ġƆ Ðƈ Ż
ſ ĩƆ ĤŽ Ò
“Kim ilim öğrenmek için yola çıkarsa, evine dönünceye kadar o kimse Allah (c.c.) yolundadır. Muhakkak
melekler o talib-i ilim için hoşnut olduklarından ötürü
kanatlarını onun üzerine koyarlar, yani ona her türlü yardımı yaparlar ve onu himaye ederler.”
ƈ ÕĥƇ ĉŽ ĺ ÒïƆ ĔƆ īĨ
įƇ ĤƆ ĞƆ ƈòijÖƇ IJƆ ÙƇ ġƆ Ñƈ ĥſ ĩƆ ĤŽ Ò įƈ ĻĥƆ ĐƆ ÛŽ ĥƪ ĀƆ ħĥŽ đĤÒ
Ž Ɔ
Ƈ Ɔ
Ž
Ɔ
đƈ ĨƆ ĵĘƈ
įƈ ĻĥƆ ĐƆ ÓĠƃ òÓ
×ĨƇ ĪÓ
ĠƆ IJƆ įƈ Ĝƈ ôŽ ƈò īŽ Ĩƈ ÿŽ ĝƈ ÝƆ ĭŽ ĺƆ ħĤƆ IJƆ įƈ Ýƈ ýĻ
Ɔ
Ɔ
Ɔ
Ɔ
Ž
Ž
“Kim sabah vaktinde ilim öğrenmek için yola çıkarsa,
ona melekler rahmetle duâ ederler ve maişeti de ona mübarek olur ve rızkından hiçbir şey eksilmez ve o gün ona
mübarek olur.” Yâni Allahü Teâlâ ona din ve dünyasının bereketlerini hal-i hayatında iken üzerine yağdırır. Kıyamette vereceği nimetler elbette daha çok olacaktır. Yeterki bu nimetlerin
kadrini bilenlerden olalım. Cenab-ı Hakk’da bizleri, verdiği nimetlerin kadrini bilip şükrünü ifa edenlerden eylesin, âmin.
345
Cennet Yolları
346
Mâlumdurki, şükredenlerin nimetlerinin şükürleri nispetinde artacağı da yine Cenab-ı Hakk (Azze ve Celle) Kitab-ı
Keriminde beyan buyurmuştur. Yalnız şükür sadece lafzan, yâ
Rabbî sana çok şükür demek hiç de kâfi değildir. Belki Hakk
Teâlâ’nın emirlerini tutup yasaklarından kaçınmak suretiyle
ancak şükrünü ifa etmiş sayılır. Hakk Teâlâ bizleri de onlardan eylesin. Âmin.
ĦƆ óèƆ IJƆ įƇ ĤƆ Ż
èƆ ģƪ èƆ ÒƆ IJƆ ĮƇ óıƆ čŽ ÝƆ øÒ
IJƆ įƇ čƆ ęƈ éƆ ĘƆ ĪƆ Òſ óĝƇ ĤŽ Ò ƆÈóĜƆ īŽ ĨƆ
ſ
Ž
Ɔ
Ž
Ɔ
ƪ
įƈ Ýƈ ĻÖƆ ģƈ İŽ ƆÒ īŽ Ĩƈ Øƅ óýƆ ĐƆ ĵĘƈ įƇ đƆ ęƪ üƆ IJƆ ÙƆ ĭƪ åƆ ĤŽ Ò ƇųÒ
Ʃ įƇ ĥƆ ìƆ îŽ ƆÒ įƇ ĨÒƆ óƆ èƆ
Ž
Ɔ
ƈ
ƈ
òÓ
ƪ ÕƆ äƆ ijŽ ÝƆ øÒ
Ɔ ĭĤÒ
Ž ïĜƆ ħŽ ƈıĥž ĠƇ
“Kim Kur’an’ı okur ve hıfzeder ve hıfzında mübalağa
eder helalini helal, haramını da haram tanırsa Allah (c.c.)
onu cennetine idhal eder. Onu ehl-i beytinden üzerlerine
cehennem vâcib olan on kişiye şefaatçi kılar.”
İlmin evveli elif ba’yı bellemekle başlar. Sonu da yoktur,
sonra Kur’an-ı Kerim’i okumaya başlar ve daha sonra nasibi
olanlar Kur’an-ı Kerîm’i ezberlemeğe başlar. Muvaffak olduğu takdirde ehli beytten on kişiye şefaat etmek hakkına
nail olur ki, bunlar da cehennemi hak etmiş olan kimselerdir. Bu ne büyük bir lütuf ve bir ihsandır ki hem kendini
hem de efrad-ı ailesinden cehennemlik on kişinin kurtulmasına sebep olmak ne nimettir.
Hepimizin evlatları bugün hep dünya ilimlerine karşı
son derece meyilli, fakat hepsinin gayesi dünya. Dünya sevgisi ve zineti, hemen hemen çoğu Kur’an okumasını bile bilmez, öğrenmeğe de hevesi yoktur. Çünkü dünya gönüllerini
Mehmed Zahid Kotku
karartıp, hayır ve şerrini bilmez hale getiriyor. Ondan sonra
da dini hakkında hiçbir malumat sahibi olmadan bir memuriyete veya ticarete atılıp günahlar içinde helal ve haramı bile
tanımadan ancak dünya şehvetlerini tatmin için var kuvvetleriyle çalışmakta oldukları ve yine çoğunun abdest, namaz,
zekât, hac, taharet, tesettür, bilmeden zevk safa peşinde ve
nefsi arzularına kurban olarak bu fâni dünyadan tamamiyle
eli boş olarak, Allah (c.c.) ve Peygamberi (s.a.v.) tanımadan
ayrılıp gittikleri görülegelen hâdiselerden olduğu malumdur.
Bu ne acıklı gidiş?
Hâlbuki insanların ve bahusus mü’minlerin en hayırlısı
Kur’an-ı Azîmüşşânı evvela öğrenip sonrada öğreten olduğu
halde, bu günkü halimiz bu emre tamamiyle mugayir olarak gelişmekte olduğu da görülegelmektedir. Açılan Kur’an
kursları, her ne kadar faydadan hâli değilse de, matlup olan
neticeyi vermektedir. Asıl mühim olan devlet teşkilatının,
idarecilerinin iman sahibi olmaları ve İslamiyeti benimsemiş
olmaları lâzımdır. Milletin fertleri ne olursa olsun, dini ister
müslüman isterse dinsiz veya kâfir olsun, o kadar mühim değildir. Mühim olan idarecilerin müslüman olmaları ve halkı
ona göre yetiştirmeleridir. İdarecilerin müslümanlığı ise, ilk
tedrisâttan itibaren son tedrisata kadar fertleri dini ilim ve
amellerle teçhiz edilmesi gerektir ki, memleketteki her çeşit
fenalıklar, itaatsizlikler, isyanlar, grevler, günahlar kendiliğinden ve kökünden kesilmiş olsun. Kanunlarla zor ve şiddetle
fenalıkların önüne geçmek mümkün olmadığı artık görülen
ve bilinen şeylerdendir. Müslümanlıkta bazı kimselerin çirkin
hareketleri görülse de tedipleri kanunlarla da mümkündür.
Her kavmin içerisinde bazı zayıf akıllı, günahkârlar çıkabiliyor. Fertlerin bu çirkin hareketleri nizamı bozmaz ve asayişi
347
Cennet Yolları
348
de ihlal etmez. Milletin hayatı ve can damarlarına tecavüz
edip milyarlarca liralık zarar sokamazlar, vicdanları, dinleri,
imanları, ahlakları bu gibi fenalıklara katiyen müsait değildir. İşte sizlere İslam tarihi, Osmanlı tarihi; oku. Peygamberimiz (s.a.v.)’in zamanındaki müslümanlıkla bugünkü müslümanlık kıyas bile edilemeyecek derecede, arada pek büyük
uçurumlar vardır. Yirmi üç senedeki zafer dünyanın hiçbir
yerinde görülmüş değildir. Bu ancak İslamın zaferidir. İslam
da ancak ilimledir. İlmin başı da dindir, sonu da dindir. Din
ile başlar din ile yaşanır. Saadet ve selâmetle dindar olarak
âhirete gitmektir. Cenâb-ı Hakk cümlemizi dinini sevenlerden eylesin âmin.
Bu halden hafızlarımız şüphesiz çok memnun ve mahfuz olacaklardır. Tabii hakları da vardır. Fakat Araplar lisanlarında kari kelimesini, âlim mânasına kullandıkları kitaplarımızda yazılıdır. Bütün büyük ulemâlar evvela hafız olmuşlar,
sonra da o okudukları Kur’an-ı Azimüşşanın mânasına hulul
etmişler ve daha sonra da mânanın derinliklerine nufûz etmeğe çalışmışlardır. Ma’amafih her şeyin tamamının herkese
nasip olması da mümkün değildir. Binaenaleyh herkes ilimden gücü yettiği kadar bir şeyler bellemeğe çalışması lâzımdır.
Bizde ekseriyetle hafız olanlar, onunla yetinip ilerisine cesaret edememektedirler. Hafız olanlar mukabelelerle seslerini,
tecvitlerini düzeltmekle meşgul olmayı yeterli görmektedirler. Bir de mevlidci oldu mu, artık hayat müemmen, başka
bir şeye lüzum görmemektedirler. Maazallah bu da bizim için
bir felaket kaynağı olmaktadır. Allah (c.c.) esirgesin, ondan
sonra cenaze evlerini ziyaret âdeti olursa vay halimize; Cenâb-ı
Hakk cümlemizi sevdiği kullarından eylesin âmin. Bihürmeti
seyyidi’l- Mürselin vel – hamdülillâhi Rabbil-âlemin.
Mehmed Zahid Kotku
Kur’an okuyanlarda bulunması gereken rıza
ƈ Ʃ ěƈ ĥŽ ìƆ īĨƈ Òïƃ èƆÒ Īƪ ƆÒ ĴÒſ óĘƆ ĪƆ Òſ óĝƇ ĤŽ Ò ƆÈóĜƆ īĨ
ģƪ äƆ IJƆ õƪ ĐƆ ųÒ
Ž
Ɔ
Ɔ
Ž
Ɔ Ž Ɔ
ħčƪ ĐƆ IJƆ ƇųÒ
ħčƪ ĐÓ
ĨƆ óĕƪ ĀƆ ïŽ ĝƆ ĘƆ ĵĉƈ ĐŽ ƇÒ Óĩƪ Ĩƈ ģƆ ąƆ ĘŽ ÒƆ ĵĉƈ ĐŽ ƇÒ
Ʃ
Ɔ
Ɔ
Ɔ
Ɔ
Ɔ
Ɔ
ƈ ƈ
ƈ ƈ ƈ
ƈ
ïƪ åƈ ĺƆ īŽ ĩĻ
Ʃ óƆ ĕƪ ĀÓ
Ɔ ĨƆ
Ɔ Ę ïƪ åĺƆ ĪŽ ƆÒ ĪÒſ óŽ ĝƇ ĤŽ Ò ģƈ ĨÓéƆ Ĥ ĵĕ×Ɔ ĭŽ ĺƆ Ɔź ƇųÒ
ƈ
Īƈ Òſ óĝƇ ĤŽ Ò žƈõđƈ Ĥƈ çƇ ęƆ āŽ ĺƆ IJƆ ijęƇ đŽ ĺƆ īŽ ġƈ Ĥſ IJƆ ģŽ ıƆ åŽ ĺƆ īŽ ĩĻ
Ɔ Ę ģŽ ıƆ åŽ ĺƆ ƆźIJƆ
Ž
“Bir insan, bir Müslüman Kur’an okurda, sonra Allah (Azze ve Celle)’ın halkından birisine verilen dünyalığı, kendisine verilenden daha üstün ve daha alâ görürse
muhakkak o kimse, Allah Teâlâ’nın büyüttüğünü küçük,
küçülttüğünü büyük görmüş olur. Hiçbir hâmil-i Kur’an
olan kimse lâyık değildir ki, sabırlı ve gayretli ve yapılması
gereken şeyi doğru yapmağa çalışmak ve cahillerle câhilâne
hareket etmemek ve lâkin af edici ve bağışlayıcı olmak
Kur’ân’ın izzeti ve şerefi için gereklidir ve lâzımdır.”
Görülüyorki Kur’an-ı Azimüşşan’ın nimeti yanında
onunla denk olacak hiçbir şey yoktur. Ne servet ve ne de
şeref. Kur’an-ı Kerim her nimetin üstündedir. Binaenaleyh
o Kur’an okuma veya ezberleme nimetine nail olduktan
sonra, başkalarına verilen dünya nimetlerini gözünde büyütmek pek büyük hatadır. Zira Hakk’ın büyüklediğini küçümsemiş ve yine Hakkın küçük gördüğünü gözünde büyütmüş olur ki, pek büyük hatadır. Bu hata her kusurun
her kabahatin ve her hatanın üstünde bir hatadır, bir kabahattir ve büyük bir kusurdur. İnsan nasıl olurda Hakk’ın
büyük dediğini küçük görsün. En ufak suresini okuyan bile
349
Cennet Yolları
350
Hakk’ın rızasını kazanabiliyor. Ona cennet veriliyorda, bütün Kur’anı okuyanın ve ezberleyenin hâlini kim bilir? Bir
İhlâs süresini 50, 100, 200 veya 1000 defa okuyabilenlere
verilen mükâfatlara kim nail olabiliyor. Onun için hâfız-ı
Kur’an olanlar kendi kadri kıymetlerini bilip ona göre kendilerine lâyık olmayan her hattı hareketten son derece ictinab etmelidir. Sabırlı, vâkur ve çalışması lâzım gelen her
şeyde ve bahusus Kur’an hususunda çok çalışkan ve gayretli, mânâlarına çok dikkat göstermeleri lâzımdır. Aynı zamanda cahillere karşı da uyanık olup onlardan ders almalı,
ibret almalı ve onlar gibi cahilce hareket etmemeli ve günahlardan son derece sakınmalıdır. Çok konuşmamak, boş
konuşmamak, yaramaz iş yapmamak, kimse ile mücadele
ve münakaşalara girmemek ve kimseyi incitmemek, herkesle
hoş geçinmek ve herkesin hüsn-ü teveccühünü kazanmak,
herkese elinden gelen her iyiliği yapmağa çalışmak herkesin vazifesi olduğu gibi hâmil-i Kur’an olanlara, hafızlara ve
hoca efendilere de en çok yakışan bir harekettir. Allah (c.c.)
cümlemize nasip etsin, âmin.
Bununla beraber bir de cemiyet içinde bulunan çeşitli insanların çeşitli hareketlerini hoş görür olup, daima afv edici
bir meziyete sahip olmayı şiar edinmelidir.
Mezkûr geçen hadisle beraber Kur’an-ı Kerim’in fazileti hakkında pek çok hadis-i şerifler vardır ki, onları yazmayı başka bir eserimize bırakmış bulunuyoruz. Burada anlamak ve anlatmak istediğimiz husus, ilme âit olduğundan
mezkûr hadis-i şerif bizim için kâfidir. Yukarıdaki birinci
hadis-i şerifte Kur’an okumakta ve hafız olmaktaki fezâilin
şartı olarak helal ve haramı bilip onlara tâbiyetin lüzumunu
beyan buyurulmuştur ki, siz her ne kadar hafız dahi olsanız
Mehmed Zahid Kotku
bu helal ve harama riayet etmediğiniz takdirde bu vaad olunan fezâile nail olamazsınız. Netice olarak Kur’an okuyan
ister hafız olsun, ister olmasın, ister okumasını bilsin veya
bilmesin, müslümanım diyen herkese lâyık olan ve elzem
olan Kur’an-ı Kerim’in emirlerine uymaktır. Emirler yapılması içindir, namaz, oruç, zekât, hac gibi. Yapılmaması istenen şeylerde, içki, kumar ve zina gibi kötü işlerdir, yapılmasını emrettiği şeylerin içinde hesapsız faydalar vardır ki
onları söylemeğe ve yazmağa tabii lüzum yoktur, yine yasak ettiği şeylerdeki faydalı şeyleri akıl erdirmeğe gücümüz
yetmez. Allahü Teâla’nın gerek emirlerinde ve gerekse nehyettiklerinde hikmetler sayısızdır. Allah (c.c.)’ı tanıyan herkes bilir ki, Hakk Sübhanehu ve Teâlâ’nın kullarına olan
şefkat ve merhameti sonsuzdur. Emir ve nehiyleri bu şefkat
ve merhametin eseridir. Dinleyenlere cennet vaadi ve dinlemeyenlere karşı da, cehennem vaadi bunun delilidir. Cehennem ıslah evidir. Müslümanlar neticede imanları sebebiyle cennete konulurlar.
Buradaki açıklamada kasdımız; Kur’ana uyanlar ile uymayanların anlaşılması içindir. Kur’an-ı Kerim’e uymayanların lisanları ne kadar güzel olsa da fesahat ve belâgatin en
yüksek tabakalarına erişmiş olsalar dahi, akidelerindeki bozukluk ve Kur’ân-ı kendi reylerine göre tevile kalkmaları ve
Kur’ana uymamaları dolayısıyla imandan bile çıkacakları ve
okudukları Kur’an onların hulküm denilen boğazlarından
bile aşağı geçmeyeceği gibi, bir avcının avına attığı kurşun,
ok ve sâir av hayvanını delip öteye geçiyorsa ve o avdan gerek kurşuna ve gerekse oka bir şey isabet etmiyorsa, o okunan Kur’anda okuyana hiç fayda vermez. Akidesinin bozukluğundan nâşi gerek bu hadis-i şerifte ve gerekse Buhâri’deki
351
Cennet Yolları
352
ifâdeye göre bunların öldürülmesine ferman verilmiştir ki,
bunları öldürenlere ecir vardır, buyurulmuş, yâni bunların öldürülmesinde İslama fayda vardır, bu ahlaksızların çoğalması
İslâmın helâkine sebep olacağından bu ferman-ı Peygamberî
sâdır olmuştur. Elbetteki bunda bir hikmet vardır, demek gerektir. Zira Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hazretleri
Medine-i Münevvere’ye geldikten sonra bâzı Yahudi büyükleri
Peygamber Sallallâhü Aleyhi ve Selemin aleyhinde harekete
geçtiler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bunların katli ve helâki lâzımdır, diye fedayileri üzerine yolladı ve
bunlarda kendilerine mahsûs bazı hilelerle adamların canlarını cehenneme yolladılar. Bu vak’a Buhari’de geniş ve tafsilatlı olarak anlatılmaktadır. Bizde de söz dinlemeyenin hakkı
kötektir tâbiri herhalde yanlış olmasa gerektir. Yine de muzır
olan hayvanları ve mikropları öldürdüğümüzde meydandadır. Çünkü “Küllü mudırrün yuktelü” fermanı hiçbir zaman boşuna değildir. Eğer biz de türeyen mazarratlı insanları
kanunî yollarda katl veya hapsedeydik, elbette görülen ve yapılan fenalıklar çoktan biterdi. Herkeste rahat ve huzur, sürur içinde ve dersinde olurdu, yine bu gün görülen ve bilinen
hadiseler meydandadır. Bir inkılâp yapılınca ne kadar canlar feda ediliyor. Hepimizin gözünün önünde cereyan eden
bu hadiseler karşısında bunların öldürülmesinde de elbette
İslam milleti için bir selamet vardır. Hapishaneler hiçbir zaman boşuna yapılmamıştır. Her devirde aklı, şuuru bozuk
kendini beğenenler, hükümetleri yıkmağa çalışanlar çıkmıştır. İşte bunlar kendi keyiflerine bırakılırlarsa pek çok canlar
ve mallar feda ve helak olup gider. Bu büyük zarardan kurtulmak için fena mikrop mesabesinde olanların vücutlarının
ortadan kalkması meşrudur, vesselam.
Mehmed Zahid Kotku
Hadis-i şerifleri öğrenmenin fazileti
ƈ
ƈ
óęƆ ĔƆ įƇ ĤƆ ƇųÒ
Ʃ óƆ ęƈ ĕŽ ĺƆ ĪŽ ƆÒ ÅÓƃ äƆ òƆ Óáƃ ĺïƈ èƆ īĻ
Ɔ đÖƆ òŽ ƆÒ ĵžĭĐƆ ÕƆ ÝƆ ĠƆ īŽ ĨƆ
Ɔ
Óáƃ ĺïƈ èƆ IJŽ ÒƆ Óĩƃ ĥŽ Đƈ ĵžĭƈ ĐƆ ÕƆ ÝƆ ĠƆ īŽ ĨƆ ÅÒƈ ïƆ ıƆ ýĤÒ
ƫ ÔÒ
Ɔ ijƆ àƆ ĮÓƇ ĉƆ ĐŽ ÒƆ IJƆ įƇ ĤƆ
ßĺ
Ƈ ïƈ éƆ ĤŽ ÒIJƆ ħƇ ĥŽ đƈ ĤŽ Ò ğƆ Ĥƈ ðſ ĵƆ ĝƈ ÖƆ ÓĨƆ óƇ äŽ ƆźÒŽ įƇ ĤƆ ÕƇ ÝƆ ġŽ Ƈĺ ĢŽ õƆ ĺƆ ħŽ ĤƆ
“Kim mağfiret olunması ümidiyle Benden kırk hadis yazarsa Allah (c.c.) onu mağfiret eder, Ona şehidler sevabı verir ve yine kim Benden bir ilim veya hadis yazarsa, o ilim ve hadis kaldığı müddetçe ona ecir
yazılır.”
Bu tebşiratlara tamâen ulemâlarımız birçok kırkar hadis
yazmışlar ve kütüphanelerimize hediye etmişlerdir. Mevlâ cümlesinden razı olsun, bizlere onlardan istifade etmek nasip olsun. Binaenaleyh bu kırk hadis-i şerifi belleyenlerin ulemâlar
meyânında haşr olunacağı evvelki hadislerde zikredilmiştir.
Ulemâlar meyânında haşrolunmak pek büyük bir devlettir.
Zira ulemâlara ayni zamanda şefaat hakkı vardır. Bunların
şefaatları diğer şefaatçılar gibi mahdud değildir. Meselâ şehide şu kadar insana, hâfız-ı Kur’an âlimlere şu kadar ehl-i
beytten on kişiye hakiki ulemâlara ise istedikleri herkese şefaat hakkı verilecek yani Peygamberler gibi hem mağfiret-i
ilâhiyeye mazhar olmak ve hem de şehidler sevabı almak ve
hem de diğer günahkârlara şefaatçi olmak, doğrusu asıl gıpta
edilecek bir saltanat ve bir meziyettir ki, başka şeylerde bunu
bulmak mümkün değildir. Cenab-ı Hakk cümlemizi bu mukaddes ve ulvi devlete nail olan bahtiyarlar zümresinden eylesin, âmin.
353
Cennet Yolları
354
İlmi kötüye kullanmaktan kaçınmak:
ƈ
ƈ ƅ ƈ ƈ ƈ
ƈòÓĭĤÒ
ƪ īƆ Ĩ ĦÓåƆ ĥƈÖ ÙĩƆ Ļſ ĝĤŽ Ò ĦƆ ijŽ ĺƆ ħƆ åƈ ĤŽ ƇÒ įƇ ĩƇ ĥƆ đŽ ĺƆ Óĩƃ ĥŽ Đ ħƆ ÝƆ ĠƆ īŽ ĨƆ
“Kim bildiği bir ilmi saklar, onu ehline öğretmez veya
soranlara söylemezse (bildirmezse) yevm-i kıyamette ateşten gem ile (ağzına) gem vurulur.”
Hüner yalnız öğrenmekte değil, öğrendiğini aynı zamanda
ehline de öğretmektir. Nasıl ki insan bir servete sahip olurda,
gerek zekâtını ve gerekse sâir sadaka ve hayırlarını yapmazsa,
ona bahîl, cimri, sıkı gibi adlar takılırsa, bildiği ilmide saklayanlar bunlardan daha ağır bir cezaya çarptırılırlar ki, talipleri
ilimden mahrum ettiğinin cezasıdır. Onun için herkes gücü
yettiği kadar bildiğini bilmeyenlere öğretmek mecburiyetindedir. Hem sevab alır, hem de cezadan kurtulur, vesselam.
Müslüman idarecileri iş başına getirmek
ƈ
ƈ ƈ Ʃ Ģij
īĻ
Ƈ ĝƇ ĺƆ ĦƆ óƆ äŽ ÒƆ ïŽ ĝƆ ĘƆ ħƅ ĤÓƈ Č
Ɔ ďƆ ĨƆ ĵýſ ĨƆ īŽ ĨƆ
Ɔ Ĩ ƈóåŽ ĩƇ ĤŽ Ò īƆ Ĩ ÓĬƪ Ò ƇųÒ
Īij
Ɔ ĩƇ ĝƈ ÝƆ ĭŽ ĨƇ
“Kimki bir zâlim ile yürürse muhakkak cürüm (suç)
işlemiş olur. Allah Teâlâ buyurur ki: “Biz mücrimlerden
intikam alırız.”
Bu hadisi şerifte de:
âƆ óìƆ ïŽ ĝƆ ĘƆ ħĤÓƈ Č
įĬÒ ħĥđĺ ijİIJ įĭĻđƈ ĻĤƈ ħƅ ĤÓƈ Č
Ɔ ďƆ ĨƆ ĵýſ ĨƆ īŽ ĨƆ
Ƅ Ɔ Ƈ ƪƆ Ƈ Ɔ Ž Ɔ Ɔ Ƈ Ɔ Ƈ Ɔ Ƈ
Ɔ
ƈ Ž īĨƈ
Ħƈ ƆŻøŽ źÒ
Ɔ
Mehmed Zahid Kotku
“Kim zâlimin zâlim olduğunu bildiği halde ona yardım için, onunla yürürse muhakkak hakikat-i İslâmiyeden
çıkmış olur.”
Bu iki hadis-i şerifin buradaki nakline sebep ilimden
murad hayır ve şerrini bilmektir. Bir insan yaptığı şeyin hayır veya şer olduğunu bilmezse ona cahil demek yaraşır. Bu
günde olmak üzere, her devirde birçok zâlimler gelmiş, firavunlar gibi, Haccac-ı zâlim gibi meşhur zalimlerde vardır ki,
bunların hepsi kendilerine yardımcı, destekçi kimseleri bulmuşlar ve bunlarda bilerek veya bilmeyerek zulümlerine yardımcı olmuşlardır. Hâlbuki Cenâb-ı Hakk Kur’an-ı Kerim’inde
“Vela terkenü ilellezine zalemu” diye bizleri zalimlere yardım değil, onların kuvvet, kudret, saltanat ve servetlerine bakıpta, en ufak bir meyil ile meyletmeyiniz buyurmuştur . Doğruluktan ayrılan yanlış yollara giden İslamın
emirlerinden dışarı çıkan bidatçılara sakın azıcık da olsa hiçbir suretle meyil etmeyiniz ve onlara hiçbir vechile de yardımcı olmayınız. Zira bir zâlim ne kadar zâlim olursa olsun,
“ateş ancak düştüğü yeri yakar” tabiriyle zulmü etrafa sirayet etmez, olduğu yerde kalır ve çabucak söndürülür. Lâkin
zâlime yardımcılar çoğalınca zâlimin zulmü de o nispette artar, umumileşir. Artık yangının söndürülmesi mümkün olamaz. Bunun da sebep zâlimin yardımcılarıdır. Bundaki sebebi
zâlimlerin bir araya gelmesi ile olur. Birçok zâlim ve zâlimlerin
para ile kendisine yardımcı bulunmakta olduğu her zaman
görülen hadiselerdendir. Para sevgisi ile içleri dolu olanlarla
iş bulamayan, ekmek parasını çıkaramayan nice gafiller vardır ki, zâlim değil, kâfirlere bile yardımcı olanlar olagelmiştir. Düşmanlara casusluk yapanlar da yok mu? Onun için
zâlimin zulmüne bilerekten biraz yürümek bile insanın
355
Cennet Yolları
356
hakikat-ı İslâmiyeden çıkmasına kâfi gelince, bütün ömrünü zâlimlerle geçiren ve zâlimlere her bakımdan yardımı dokunan zavallılara ne demek lâzım bilemem. Bu
paraların gözü kör olsun diyeceği geliyor. İnsan bunlara tamah ederek güzel dînini, imanını, İslamlığını feda ederek
onların emirleri altında yaşar mı dersiniz? İnsan çöpçülük,
sakalık, amelelik ve buna benzer bütün işleri yapar, yine de
ekmek parasını çıkarır fakat, parası çokmuş, mevkii yüksekmiş, şeref ve saltanatı şöyleymiş diyerek zulmün olduğu yere
sokulamazken İslâm yolundan çıkan kâfirlere hizmet edenlere ne dersiniz bilemem.
Zulmün lügat tarifi şöyledir. Zulüm, zulmet kelimesiyle
birdir. Zulmet, karanlık, aydınlıktan mahrumiyet, gece karanlığı, zifiri karanlık ki göz gözü görmez olur. İşte zulüm
de böyledir. Yâni aydınlıktan çıkıp karanlığa düşmek. Aydınlığın Arapça adı nurdur. Karanlığın, zulmetin mukabili de küfürdür. İslâm nurun alâ nûr, küfür, şirk ise zulmet üzere zulmettir. Bir adam karanlıktan aydınlığa çıkınca
nasıl sevinirse, küfürden kurtulup İslama geçmek daha a’lâ
ve daha sevinç ve sürur vericidir. Bilakis aydınlıktan karanlığa girmek ne kadar fena ise, İslamdan çıkıp küfre kaymak daha çok fena ve daha kötüdür. Çünkü neticesi cehennemde ebedî kalmak ve dünyada yakalandığı takdirde
ise ölüme mahkûm edilmektedir. Kestiği de yenmez, murdar olur. Nikâhı da sahih değildir.
“Zulüm”; Bir nesneyi mahalline vaz eylemeyip, mahal-i
mahsusunun gayrıya vaz eylemektir ki, vaz’ı mezbûr veya
noksan ile vaktinden veya mekânından udûl olur.
Zulüm üç nevidir:
Mehmed Zahid Kotku
Birincisi: Beynel-insan ve beynallah’dır. Bunun a’zamı
küfür, şirk ve nifaktır.
İkincisi: Beyne’z-zâlim ve beynen-nâs olur.
Üçüncüsü: Beyne’z-zâlim ve beyne’n-nefse olur. Bir kimse
ye cevir ve cefâ etmek ve haksız olan iş yapmak gibi adalete
mugâir şeylerdir. Kurân-ı Kerim’de ise şöyle bir âyet var:
“Allah’ın mescitlerini Allah (c.c.)’ın ismini anmaktan,
zikretmekten, ibâdet etmekten men eden ve harap olmaları yolunda çalışanlardan daha zâlim kim vardır.” Bakara
sûresi (114. âyet) buyurmakla zulmün en fenasının Allahü
Teâlâ’nın mescidlerinin içinde isminin anılıp zikredilmesine
mâni olmak çok büyük bir zulümdür. Bununla berâber, camilere girip ibâdet edecek ve Allah Teâlâ’nın bilinmesine sebep olacak dînini, imanını, ahlâkını öğrenecek olan ilim kaynaklarını kapatmak, susturmak câmileri kapatmaktan daha
fena bir zulümdür. Çünkü câmiler kapansa dahi Müslüman
olan yine evinde namazını kılabilir ve Allah (c.c.)’ını zikredebilir. Lâkin mekteplerin, medreselerin, din okullarının kapanması istikbalin evlâdlarını dinsiz bırakmaktan ve Allahü
Teâlâ’ya ibadet etmekten mahrum kalmalarına sebep olur.
Bunlardan başka helal, haram bilmedikleri gibi sevap ve günah da bilmeyeceğinden, kendilerinden her çeşit fenalık beklenebilir. Okuyanlar arasında da her ne kadar bazı fenalıkları
yapanlar bulunsa dahi her halde dinsizler, imansızlar inançsızlar gibi olmazlar ve olamazlar. Yâni nasihat dinlemeyen sûre-i
Kehf’in 301. sahifesinde 57. âyetinde de:
“Rabbi’sinin âyetleriyle kendisine nasihat edilip sonra
da, onlardan yüz çeviren ve daha önce yaptığı günahları
unutan kimseden daha zâlim kim olabiliryor.” Yine sûre-i
357
Cennet Yolları
358
Kehf’in “Ve men elzeme mimmen ifterâ alallâhi kezibâ”
buyurulmuştur ki, Allahü Teâlâ’ya iftirada büyük bir zulümdür. Meselâ: Kızı veya oğlu var, ‘Allah baba’ ve saire gibi sözlerden sakınmak gerektir, Vesselam.
İlim ve zikir:
ß
ƅ ĥƈ ıŽ ÜƆ IJŽ ÒƆ ƅóĻƈ×ġŽ ÜƆ IJŽ ÒƆ çĻƈ
ƅ ×ùŽ ÜƆ ĵĥſ ĐƆ ĦÓ
Ɔ đƈ ÖƇ ïĻƅ ĩƈ éŽ ÜƆ IJŽ ÒƆ ģĻ
Ɔ ĬƆ īŽ ĨƆ
ĦƆ ijŽ ĺƆ ÓıƆ ĻĥƆ ĐƆ ß
đƈ Ö Ùƅ ĥęĔ ĵĥĐ ĦÓĬ īĨIJ Ùƈ ĩĻĝƈ ĤÒ Ħijĺ ÓıĻĥĐ
Ž Ɔ Ƈ Ɔ Ž Ɔ ſ Ɔ Ɔ Ɔ Ž Ɔ Ɔ Ɔ ſ Ž Ɔ ŽƆ Ɔ ŽƆ Ɔ
ƈ ž ƈ ħġƇ ùęƇ ĬŽ ƆÒ ÒIJî ƈijđĘƆ Ùƈ ĩĻĝƈ ĤŽ Ò
Ħƈ ijŽ ĭĤÒ
ƪ ïƆ ĭŽ Đ ƈóĠŽ ñĤÒ
Ƈ žƆ Ɔſ
Ž Ɔ
“Kim tesbih veya tekbir veya tehlil veya tahmid çekerek uyursa, kıyamet gününde öylece ba’solunur. Eğer gaflet
üzerine uyursa kıyâmette de öylece ba’solunur. Binâenaleyh
uykuya yatarken nefislerinizi zikrederek uyumağa alıştırınız ve âdet edininiz.”
Tesbih: Sübhânellâh
Tekbir: Allahüekber
Tehlil: Lâ ilahe illallah
Tahmid: Elhamdülillah, demektir.
Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Hazretleri kızı
hazret-i Fâtima (Radıyallâhü anhâ)’ya yatarken 33 sübhanellah 33 elhamdülillah 33 kere Allahüekber demesini tavsiye
etmişlerdir. Bize bu bir derstir. İnsan yatınca tabiî olarak uykuya dalar. Bu uykunun ölümden acabâ farkı nedir? Eh sabahleyin kalkacağız deriz. Ya kalkamazsak işte ölüm, öldük
gitti. Uykunun ölümden farkı olsa olsa bu uyanma olacaktır.
Uyandırılamayan uykuya ölüm denir. Binâenaleyh yatar-
Mehmed Zahid Kotku
ken çok ihtiyatlı yatmak lâzımdır ki, hem kıyamet gününde
tesbih, tekbir, tehlil, tahmîd ederek ba’s olunması, onun saadete ulaşmasının bir alâmeti olmakla beraber, cennet ehlinden olacağı da anlaşılmaktadır. Şüphesiz bu tesbih ve tehliller
her Müslümanın her gün yapmakla mükellef olduğu vazifelerdendir. Bu tesbih ve tehliller hem sevabının çokluğuna ve
hem de Cenâb-ı Hakk’ın kendisini sevmesine vesile olacağından bunları ihmal etmek büyük bir hatadır. Dünya işlerinin sonu ölümdür. Ne kadar servet veya mevki sahibi olsanız dahi neticede hepsi bırakılacaktır. Ondan sonra onun
hesabı vebali olan haklar, hukuklar, faizler, zekât ihmalleri,
namaz, oruç ve hattâ hac vazifelerinde görülen tekâsûl ve
ihmallerin hesabını vermek acaba kolay mı olacak? Bakınız
sûre-i Bakara’nın 278, 279, 280, 281. ayetlerini tekrar tekrar okuyunuz. Faiz almak veya faiz vermek suretiyle iş çevirmeğe çalışanların halleri, dikkat edersiniz sonları pek perişanlıktır. Artık tamiri ve tashihi de mümkün olamayacağından
böyle perişan bir şekilde gözlerini fâni dünyaya bir daha açmamak üzere yumarlar. Bu şuna benzer. Bir kâğıdı yakarsınız, birdenbire parlar. Fakat çok geçmeden bir serâb gibi sönüverir ve neye uğradığınızı bile anlayamazsınız. Onun için
sen Hakk’ın sözünü dinle, emirlerini tutmaya çalış ve yasaklarından da mümkün mertebe kaçarak korunmağa çalış. İnsan zikir etmekten, tesbih çekmekten ne zarar görecektir. Bir
türlü zikrullâha yanaşmak istemezler ve kendilerince birçok
özür ve bahane bulurlar. Bilmezler ki, bu hayat hem muvakkat hem de ecelin ne zaman geleceği belli değil. Buna mukabil borçlara girmek, faizlere bulaşmak her halde akıl işi değildir. Büyük işleri, büyük sermayeleri olanlar yapsın. Sermayen
yetmiyorsa bu gibi işlere girmek elbette caiz olmaz. O za-
359
Cennet Yolları
360
man sermayedarlar toplanıp, büyük şirketler kurarak işlerini
yürütmek pek âlâ mümkündür ki, buna da bir türlü yanaşmak istemezler. Daha doğrusu bu gibi büyük işleri hükümetin yapması daha uygundur. Bu günkü muazzam fabrikaları
kurduğu gibi, memleketin muhtaç olduğu her sanayii kurması elbette mümkündür. Binâenaleyh hem biz faiz işlerinden kurtulmuş oluruz, hem de memlekette her nevî sanayi
kendiliğinden meydana gelir. Avrupaya giden işçilerimiz de
yabancı memleketlere gidip köle olmaktan kurtulmuş olurlar. Fakat asıl mühim olan memleketi fabrikalarla doldurup
sefâhete boğmak değildir. Allah (c.c.)’tan, Peygamberden, Kitaptan, dinden, imandan mahrum olan bir kitleye gökten altın yağsa yine kıymeti yoktur. Sonu cehennem olan hayata,
hayat demek doğru mudur?
Biz kullarının yaratılmasından asıl gaye, yaradanımız olan
Allah Teâlâ’yı bulmak ve bilmek ve O’na gereği mucibince
ibadet edip hâs kullarından olmağa çalışmaktır. Bunun için en
kolay olan, dilimizle ve gönlümüzle her yerde her zaman da
Allah (Azze ve Celle)’yi hatırımızdan çıkarmamak şartıylaO’nu
zikretmeyi vazife bilip, bahusus sabah ve akşam vakitlerinde
muntazaman hiç olmazsa yüzer kere bu ve buna benzer tesbihlere devam etmektir. Yatarken abdest alıp dört rekât namaz kılar ve bu tesbihleri çekerek uyursanız şüphesiz hem o
gün yaptığınız kusurlar dolayısıyla kazandığınız günahlar afv
olur. Hem de çok sevab alarak uyumuş olursunuz. Rüyalarınızda da tatlı tatlı şeyler görürsünüz. Yalnız şu kadar var
ki, günahlardan sakınmak da şarttır. İbadetlerle günahlar af
olunuyormuş diye de aldanmamalı. Hele büyük günahlarla,
hukuka tecavüz olan günahlar, kabul olunacak bir tevbeye,
hukuka âit olan kısmı ise, sahibi ile de helallaşmeğe bağlıdır
Mehmed Zahid Kotku
ki bu da kolay bir şey olmasa gerek. Cenâb-ı Hakk cümlemizi afv ve mağfiretine mazhar olan kullarından eylesinde ve
tevfikat-ı hamadâniyesine nail edip, hiç olmazsa hergün bahusus sabah namazından sonra işrak vaktine kadar hem zikirlerini yapıp, hem işrak namazını kılarak, hacc ve umre sevabını almayı nasip etsin. Hem de işleri rast gider, hem rızkı
bollanır ve hem de kolaylaşır.
100 istiğfar,
100 salâvat-ı şerife,
100 Allah,
100 Lâilahe illallah,
100 ihlâs sûresi,
100 lâilâhe illallah vahdehu la şerîkeleh lehülmülkü ve
lehûlhamdü yuhyi ve yümidü ve hüve ala külli şey’in kadir,
100 de, Sübhanallahi velhamdülillâhi velâ ilahe illallâhü
vallahü ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billahil aliyyil azim,
Bir de, Sübhanellâhi vebihamdihi sübhanellâhilazim okursanız en büyük devlete nail olmuş olursunuz, vesselam.
Fıkıh ilmini bilmenin zarureti
ĮƇ ïƆ üŽ òƇ įƇ ĩŽ ƈıĥŽ ƇĺIJƆ īĺ
ƈ ïĤÒ
Ʃ îƈ ƈóƇĺ īŽ ĨƆ
žƈ ĵĘƈ įƇ ıŽ ĝžƈ ęƆ Ƈĺ Òóƃ ĻŽ ìƆ įƈƈ Ö ƇųÒ
“Allah Teâlâ kendisiyle hayır murad ettiği kimseyi dinde
fakîh kılar ve ona rüşdü ilham eder.” Kitabımız Kur’an-ı
Azimüş’şandır. Emr-i ilâhi ve yasaklar, ibadetler ve günahlar
orada, zikrolunmaktadır. Dünya ve âhireti o Kitap bildirir.
Allah (c.c.)’ı o Kitap tanıtır. Allah (c.c.)’a kulluk da o Kitapla
olur. Allah (c.c.)’dan korkmayı ve Allah (c.c.)’ı sevmeyi, say-
361
Cennet Yolları
362
mayı öğreten yine o Kitaptır. Fakat bizler, o Kitab-ı ilâhi’den
ahkâm istinbât edecek kabiliyet ve isti’datda olmadığımızdan fıkıh bizim için en lüzumlu bir kitaptır. Fıkıh Kur’an-ı
Kerim’den ve Hadis-i şeriflerden çıkarılmış hükümlerin hulasasıdır. Eğer biz de bu mânâlara âşinâyız deyipde, ayrı bir
hüküm çıkarmağa kalkarsak en büyük bir hatayı irtikap etmiş oluruz. Zira Kur’an-ı Kerim bir nurdur. Onu ancak nurlu
insanlar anlar. Bizler ise şehvetimizin esiri, nefsin kölesi, şeytanında oyuncağı olmuşuz. Bu hal ile Kur’an ve hadis-i şeriflerden hüküm çıkarmak bizim ne haddimizdir. Bâzı sivri
akıllılar azıcık Arapça bilmekle nerede ise allâme-i cihan kesilip, müstenitlere de itiraz edip karşı gelecekler ve bunu siz
anlayamamışsınız, diyecekler. Tevhid-i mezâhip hakkında yazılan eserlerle sünnetlerin aleyhinde yazılan eserler meydanda.
Öyle zannederim ki, bu gibi zavallılar, henüz taharetlerini
bile öğrenmiş olamamışlardır ki, böyle başlarından aşkın işlere girerler. Haddini bilmek pek büyük bir marifet ve meziyettir. Edep ise her şeyin üstündedir. Bize sorsalar kaç sabah namazını cemâatle kıldınız ve kaç defa yatsı abdestiyle
sabah namazını kılabildiniz ve günde ne kadar Kur’ân okuyor ve farz namazlardan maadâ ne kadar nafile namaz kılıyorsunuz ve kim bilir ne kadar da kılınmamış borç namazlarımız ve belki tutamadığımız ne kadar orucumuz vardır ve
bunları henüz kaza bile etmemiş olduğumuz halde, ortalığı
bulandırmak herkesin zihnini bozmak akidelerini zedelemek
olacak hüner ve yapılacak iş mi?
İnsan her halde hem sabırlı hem vakur hem de çok derin
düşünmeli. Hemen hurafeleri kaldıracağız, bu nedir? Diye çalakalem aklına geleni yazmaktan hayâ etmelidir. Sözler hatalı
da olsa ancak orada kalır, fakat yazılar dünyayı dolaşır. Sonra
Mehmed Zahid Kotku
günahı da ayrıca o yanlış eser kaldıkça zavallının defterine yazılır durulur. Bir de o kitapları okuyup da Hakk yoldan sapanların günahları da ayrıca o eser sahibinin defterine geçer.
Yazık hem de çok yazık. Hele şu bidat diye söz söyleyene bir
baksak. Senin her tarafında bidat, bak bakalım neren Müslümana benziyor. Kendi kendine hüküm verme, o şeytana
yakışır. Kulağın dışarıda olsun, süfehanın medhi seni aldatmasın. Bizim Kur’an-ı Kerim’den ahkâm çıkarmaya hadis-i
şeriflerden fetva çıkarmaya hiçbir vechile hakkımız ve gücümüz yoktur. Yarasa gibi ışıktan kaçan mahlûkla farkımız nedir? Çünkü Kur’an nurdur, hadis-i şeriflerde nurdur. Bunları
ancak nura gark olan nurlu insanlar anlarlar ki, onların ibadet ve taata ne kadar haris olduklarını görüyoruz, bu nurdan
başka bir şey değildir. Bizim gibi zavallıların bu gibi ibadetlerde kusurlarımız meydandadır. Bir de kalkıp dâva peşinde
bulunmak bu olsa olsa delilere mahsustur. Yapacağımız bir
şey varsa, o da hazırlanmış olan fıkıh kitaplarını, akaid kitaplarını güzelce okuyup, iyice anlamak ve sonra da anlatmağa
çalışmaktır. Gerek itikat meselelerini güzel belleyip, bakalım
benim harekâtım hangi mezhebin harekâtına uygundur, ehl-i
sünnettenmiyim, yoksa ehl-i dalâlettenmiyim. Evvelâ bunu ayırmak lâzım… Sonra namaz, oruç, hac, zekât meselelerini öyle
kolay ve basit bir şey sanma, bunlar çok mühimdir. Sonra bütün amellerimiz boşa gider. Daha sonra lokmanın, yâni kazancımızın helâl olması için muamelât kısmını da çok hem
de çok tekrar tekrar okumalı ve kazancımızı ona göre ayarlamalıyız. Meselâ: İçki müslümana haram olduğu halde, bir
küffar diyarında bulunan müslüman burada içmek caiz diye
içebilir mi? Faiz de müslümana haram iken bu gün faize bulaşmayan kaç müslüman gösterebilirsiniz. Bunu da unutma-
363
Cennet Yolları
364
mak lâzımdır ki, bugünkü grevler Allah (c.c.)’ın sözünü dinlemeyenlere, Hakk’ın sopasıdır. İşçiye hiç kabahat bulma,
bunun sebebi nedir? Diye düşünmek lâzımdır.
Daha sonra o bidattan bahsedenlerin kulakları çınlasın.
Bida’tın iki kısım olduğunu her halde bilirsiniz. Belki o bidatin bidat-ı hasene veya bidat-ı seyyie dahi olduğunu bilmek gerektir. Bidat diye tutunup durma, câmilerdeki halılar
nedir? Minareler, hele üstümüzdeki elbiseler, kravatlar nedir?
Çok rica ederim. Bidati kaldırmak kolay… Evvela kisvemizi
düzeltelim, sonra başkalarına geçeriz. Cenâb-ı Hakk cümlemize insaf, merhamet, hakiki şuur ve hakiki bilgi versin de,
şunun bunun taklidciliğinden muhafaza buyursun, âmin.
İlim ve kıyamet
īƆ ĠƇ òƆ IJƆ ħĠƇ ƈóƈÖÓĭƆ ĨƇ ÅƇ Ɓ Ó×ĉƆ ìƇ óƇáĠƆ ÒðƆ Òƈ Ùƈ ĐÓ
ùĤÒ
ÔÒ
ƈ óÝƈ ĜŽ Ò īƈ Ĩƈ
Ɔ
ƪ
Ɔ
Ž
Ɔ
Ɔ
ƈ
ƈ
IJ ĵĤÒ ħĠÅÓĩĥĐ
ÒijĨƇ óèƆ IJƆ ĦÒƆ óéƆ ĤŽ Ò ħıƇ ĤƆ Òijĥƫ èƆ ÓƆ ĘƆ ħġƇ Üź
Ž ſ Ƈ ſ ŽƇ Ƈ ƆƆƇ
Ž
Ɔ
ƪ
ħġƇ ƇÐÓĩƆ ĥƆ ĐƇ ħĥžƈ đƆ ƇĺIJƆ Īij
Ɔ ıƇ ÝƆ ýŽ ĺƆ ÓĩƈƆ Ö ħŽ İƇ ijŽ ÝƆ ĘŽ ƆÓĘƆ ĢƆ ƆŻéƆ ĤŽ Ò ħƇ ƈıĻŽ ĥƆ ĐƆ
Ž
Ɔ
ƈ
ƈ ƈ
ƈ
ƈ ƈ
Øƃ òÓ
Ɔ åƆ Ü ĪƆ Òſ óŽ ĝƇ ĤŽ Ò ħƇ ÜƇ ñŽ íƆ ÜÒƪ IJƆ ħŽ ġƇ ĩƆ İÒòƆ îƆ IJƆ ħŽ ĠƇ óĻƆ ĬÓĬƆ îƆ įƈÖ Òijĥƫ éĻƇ Ĥ
“Kıyamet alametlerindendir. Minberlerinizdeki hatiplerin çokluğu ve ulemânızın yüksek idarecilerinize meyilleri ve onlara haram olan şeyleri helaldir ve helal olan
şeyleri de haram demeleri. Onların arzularına uygun bir
şekilde fetva vermeleri ulemânızın ilmi öğrenmeleri aldıkları paraların helal olması ve Kur’ân’ı ticeret metaı ittihaz etmeleri kıyamet alâmetidir. Yine kıyamet alametlerinden birisi de, yağmurların çokluğu mahsullerin azlığı
Mehmed Zahid Kotku
kurrâların, hafız ve âlimlerin çokluğu fakat fukahanın
azlığı, emirlerin çokluğu, emin kimselerin azlığıdır. İşte
bunlar kıyamet alâmetlerindendir.”
Şu iki hadis-i şerif bizlere ne güzel ders vermektedir. Gerek hutbe okumak ve gerekse ilim öğrenmek başta gelen ve
kıymetli vazifelerimiz olduğu halde; insanların gerek ıslahı
ve gerekse dinlerine bağlı kalmaları bunlarla olacağına göre,
kıyamet alâmetinden olarak gösterilmesi şayan-ı taaccübdür.
Şundan anlaşılıyor ki, bu devirdeki ulemâlar ve hatipler ihlâs
sahibi kişiler değillerdir. Söyledikleri sözlerin hem âmili, işleyicisi değiller ve hem de nefislerinin ve şehvetlerinin esiri olduklarından söyledikleri sözlerde kimsenin kulağına bile girmediği gibi, bilakis aksi tesir yaparak hutbeleri ve nasihatleri
de dinlenmemeğe başlarlar. İkincisi ise o da çok mühimdir.
İnsanların paraya mevkiye çok önem verdiklerinden bu mevkileri ele geçirebilmek gayesiyle tahsillerine devam ederler ki,
bu da Allah (c.c.) rızası için değil belki paraların hatırı için
olduğundan Cenab-ı Hakk’ın da böyle tahsile elbette razı olmayacağı aşikârdır.
Minberlerdeki hatiplerin çokluğu her halde menfaatperestlik nokta-i nazarından olsa gerek. Allahü a’lem bissevap, biz hatiplerin çokluğu ile iftihar ederiz. Şimdi bile bazı
câmilerimizde Cuma namazını kıldıracak hatip bile bulunmadığından, başka çift imamlı câmilerin hatipleriyle idare
edilmekte olduğu da malumdur. Aynı zamanda hatip demek, konuşmasını becerebilen din adamlarıdır ki, ümmet-i
Muhammede her yerde faydalı olurlar ki, bunların çokluğunun kıyamet alâmeti oluşu doğrusu düşünülecek taaccüp
edilecek bir meseledir. Sonra ulemânın, idarecilerin keyiflerine göre hareket etmesi tabii sevilen ve istenilen bir şey de-
365
Cennet Yolları
366
ğildir. Büyüklerin ve Şeyhülislamların durumlarını yazan bir
kitapda okumuştum ki, üç ayda, beş ayda hemen azil edilmişler veya istifa edip çekilmişler, demek ki idarecilere boyun bükülmezse çabuk el değiştirilir. Bugün de ayni vaziyeti
müşahede etmekteyiz. Söz dinlemeyenler her ne kadar âlim
ve fâdil olsalar dahi idarecilerin arzularına uygun bir şekilde
çalışılmazsa orada oturmak mümkün olamaz. Onların arzularına muvafakat ise bazen büyük veballere, günahlara, hattâ
küfre kadar da insanın sürüklenmesine vesile olabilir. Daha
sonra bütün memleket bu gibi insanlara hiçbir zaman hayır
dua da yapamazlar. Bilakis aleyhlerinde büyük ve pek büyük
bir sü-i zanda hâsıl olur.
Bugün bizim bilâperver kullanageldiğimiz sigara, bira
ve emsali meşrubat hep bu yanlış verilen ve yanlış anlatılan,
hükümler, fetvalar, hattâ fetva olmasa dahi umûmî bir belâ
olarak her kesin içtiği ve kullandığı şeylerdir ki, artık bunlar
doğru mudur? Yanlış mıdır? Sevap mıdır? Yoksa günah mıdır? Diye sormağa bile lüzum kalmadan herkes istediği gibi
hareket etmektedir.
Kur’an-ı Kerim’in tilâvetinin bir ticaret metâ-ı hâline gelişine de doğrusu hiç tahammül edilemez. Lâkin bu gün görüyoruz ki, bâ husus Razaman-ı Şerif içerisinde mukabele okutan
ve okuyan arasındaki pazarlığa bakın. Tabii 600 sahifelik bir
Kur’ân’da bedava okunsun olur mu? dersiniz. Kur’an-ı Kerim
ölülere okunsun diye gönderilmemiştir. Bu hepimizin malumudur. Onun lafzının bile, okunmasında büyük faydalar olduğu malumdur. Fakat Kur’an-ı Kerîm ilmi ile amel etmek
için gönderilmiş bir kanun-ı ilâhîdir. Onun kelimelerini ezberlemek nasıl sayısız faydaları câmi ise, onun mânâlarını anlayıp, emrolunduğumuz ibâdetleri yapmak ve men olunduğu-
Mehmed Zahid Kotku
muz günahlardan kaçmak, mütteki, mücâhid, sabırlı, şecaatli,
çalışkan ve Hakk’ın sevdiği ve razı olduğu bir kul olmak da
o kadar faydalıdır. Yoksa bilgisi çok, ameli yok olunca işte o
zaman kıyamet alâmetlerinden olur, vesselam.
Bakınız hediyenin efdali veya atıyye ve ihsanın efdali,
hikmetli kelamlarından bir kelamdır ki, onu kişi işitir
sonra onu öğrenir, sonra da kardeşine öğretmesi onun için
niyetine göre bir senelik ibadetten hayırlıdır, buyurulması,
hepimiz için ne kadar büyük bir ganimet ve ilme ne güzel
bir teşviktir. Cenâb-ı Hakk cümlemizi hayırları öğrenip öğreten kullarından eylesin, âmin. Bihürmeti Seyyidilmürselin.
“Muhakkak imanın en efdali, kulun, nerede olursa
olsun, Allahü Teâlâ’yı kendisiyle beraber bilmesidir.”
Beraberliğe maiyet-i mâneviye tâbir olunur. Maddi birlik başkadır ki, her zaman ve her yerde aynı kişi ile beraber
bulunması muhaldir. Gerek geceleri yatarken, gerek def-i hacete gittiği zaman ve gerekse eşiyle meşgul olduğu zamanlarda, tabiatiyle kişi yalnız kalacaktır. Hâlbuki hadis-i şerifdeki izahda her nerede olursa olsun –ki zaman ve mekân
mevzu bahs değildir- Allahü Teâlâ kulu ile beraberdir. Yine
yanlış anlaşılmamalıdır ki, bu birlik maddi birlik gibi hulul
filan yoktur. Bu mânevi birlik ilmiyle kulunu mahittir, ihata
etmiştir. Gizli aşikâr olan her şeyi ve her kazanıp kespettiği
gerek ibâdet ve taat ve gerekse masiyet ve günahların hepsini
Cenâb-ı Hakk bilmektedir. Yani ne kadar gizli bir mahalde
gizlice yaptığınız işleri ve hatta gönüllerinizden geçirdiğiniz
kuruntuları, vesveseleri, hâtıraların hepsini pek âlâ bilmektedir. Hatta hatırınızda olmayan ve lâkin bilâhara yapacağınız
şeyleri de bilmektedir. O’nun ilminin dışında hiçbir şey yoktur. O’nun bizimle bulunması ancak bu cihetledir. Yoksa bir-
367
Cennet Yolları
368
leşmek veya içimizde bulmak gibi bir şeyler hatır, hayâle bile
gelmemelidir. Bu bilginin insanda husulü, kişinin içinin dışının bir olmasına sebep olur ve bu sayede kişide tabiatiyle bir
utanma ve bir hayâ hâsıl olur ki, bir günah ve bir yaramaz
iş yapacağı zaman hemen Allahü Teâlâ’nın kendilerinin bu
çirkin harekâtını gördüğünü bilerek utanır, hayâ eder, sıkılır
ve o fenalığı yapamaz ve bu suretle günahlardan kurtulmuş
olur. Binnetice Hakk Sübhânehü ve Teâlâ’nın rızasını kazanıp cennetin en güzel yerinde yer alırlar. Birde bu ilim dil
bilgisi değil, belki gönül bilgisidir. Çünkü bu gün şarkiyatçı
dediğimiz Hıristiyan bilginler vardır ki, Arapça ve Farsça’yı
pekiyi bilirler ve bazı eserleri de vardır. Yüksek fiyatla satarlar. Bunlarda bu ve bunun emsali hadisleri çok iyi bilirler,
lâkin yine bir türlü gâvurluklarından vaz geçemezler. Tabii
bu bilginin onlara hiçbir faydası olmadığı gibi, belki azaplarının şiddetlenmesine sebep olacaktır. Gönülde bu ilim hâsıl
olunca, gönül gözleri açılır ve hakkı Hakk ile görür de artık onu Haktan ayırmak mümkün olamaz, o zaman Allahü
Teâlâ’dan manâsıyla hayâ hâsıl olur. Cemâat arasında Hakk’ın
tefekkürü, düşüncesi, kendisini istila eder. Bolluk anlarında,
Cenâb-ı Hakka hamdü senada mübalağa eder, zaruret vakitlerin de haline razı olup kimseyi rahatsız etmez ve incitmez.
Zenginlik hâlinde fakir fukaraya ve muhtaçlara ve bahusus
akrabasına bol bol ihsan eder, ikram eder, kapısı açıktır, yemeği boldur, kıskanmaz, cimrilik yapmaz, paralara da tapmaz, onlarla âhiretini kazanmağa çalışır. Fakirlik halinede de
sabırlı olur. Zaruret sahipleri gibi kimseye hallerini duyurmak istemezler. Ellerine bir dünyalık geçerse hemen onu yemeğe çalışmazlar. Belki kendisinden daha ziyade bir muhtacı
arayıp ona vermeğe çalışırlar. Taatlerinde, ibadetlerinde son
derece ihlas sahibidirler. İbadeti yalnız Allah (c.c.)’ın rızasını
Mehmed Zahid Kotku
kazanmak için yaparlar, kimsenin medh senasını istemezler
ve kimseden de dünyalık talebi akıllarından bile geçmez. Saf
temiz berrak nurlu kimselerdir. Eğer bir masiyete müptelâ
olurlarsa hemen Cenâb-ı Hakk’a iltica eder ve O’na sarılıp
aman yâ Rab beni bu mâisyetten kurtar feryadını basarlar,
gece gündüz ağlar, sızlar, yalvarıp yakarıp o mâsiyetten kurtulmağa çalışırlar. Aman ya Rab, ne büyük nimet, lütfedip
biz âciz kullarını bu nimetlere nail ile hamd ve şükrünü ihsan
et, sevdiğin ve razı olduğun bahtiyar kullarının arasına ilhak
eyle. Bihurmeti mürselin vel’hamdü lillâhi Rabbilâlemin.
Müminler arasında şefkat ve tesânüd
óĻìƆ įƈ ĻĤƆ Òƈ ÓĜƃ ijŽ üƆ IJƆ įƇ ĤƆ Ó×Ƭ èƇ ħƈ ĥƈ ùŽ ĩƇ ĤŽ Ò įĻƈ ìƈ ƆÒ ĵĤſ Òƈ ģƈ äƇ óĤÒ óčƆ ĬƆ
ƇŽ Ž
ƪ Ƈ
ƈ ġƆ Ýƈ ĐÒƈ īĨƈ
Òñſ İſ Ĵïƈ åƈ ùŽ ĨƆ ĵĘƈ Ùƅ ĭƆ øƆ ĖÓ
Ž Ž
Bu hadis-i şerif ilme müteallik değil gibi görünüyorsa da,
manen ilme dâhildir. Zira ilimden murad hem amel hem de
Hakk’ın rızasını taleptir. İşte bu hadisi şerife göre:
“Müslümanın kardeşine muhabbet ve şevk ile bakması Peygamber (Salllallâhü Aleyhi ve Sellem)’in mescidinde
bir sene itikâftan hayırlıdır.”
İtikâf üç nevidir:
1- Vacib
2- Sünnet
3- Müstehab’dır.
Nezir ile yapılan itikâflar vâcibtir. Ramazan-ı Şerifin yirmisinden sonra bayrama kadar yapılan itikâflar sünnettir. Sair
zamanlarda velevki bir saat dahi olsa itikâfa niyetle itikâf se-
369
Cennet Yolları
370
vabı alınır. Bir gün, bir hafta, bir sene, gibi itikâflarda müstehabtır. İtikâfta, niyetle beraber oruçlu olmakda şarttır. İtikâfda
olan kimse zarûretsiz mescidinden dışarı çıkamaz. Zaruretleri
ise; Abdest almak, gusül icap ederse gusül için, bir de yemek
getiren olmazsa ekmek almak için çıkabiliyorsa da, en yakın
yerden alıp, yemeğini de ancak mescidinde yer. Mümkün
mertebe kimse ile konuşmamağa dikkat eder. Kur’an-ı Kerim
ve fıkıh kitaplarını okur, ders ve zikrini, evradını yerine getirir. Uykusu da mescidindedir. Mescidinde bulunduğu müddetçe Allahü Teâlâ (Azze ve Celle)’nin misafiri sayılır. İtikâfı
bitince mescidinden çıkarken anadan doğmuş gibi günahlardan arınmış olur. Bu itikâfı Mekke-i Mükerreme’de yapılırsa
100.000 Medine-i Münevvere’de yapılırsa 10.000 ile 1000
arasında, Mescid-i Aksa’da yâni Kudüs’teki Mescid-i Ömer’de
ise 500 misli sevap vardır. Binâenaleyh bizim mescitlerimiz
ile Peygamberimiz (s.a.v.)’in mescidi arasında en aşağı bin
itikaf sevabı varken, bir gün İbni Abbâs (Radıytallâhû Anh)
itikâfda iken bir müslüman kardeşini dargın olduğu bir kardeşiyle barıştırmak için mescitten çıkarken; diğer bir Müslüman kardeşi nereye gidiyorsun, sen itikâfta değil misin? Diye
onu ikaz etmek istemişse de, İbni Abbâs (Radıyallahü Anh)
cevaben Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in kabrini göstererek,
burada yatan zâttan (s.a.v.) işittin mi? Daha derken dayanamadan ağlamaya başladı ve şöyle dedi. Resûl-i Ekrem (s.a.v.)
Efendimiz buyurdular ki:
“Her kim kardeşinin herhangi bir işi için yardımcı
olarak yürürse ve maksadına erişirse bu hareket onun on
senelik itikâfından hayırlıdır.” Allah (c.c.) rızası için yapılan bir günlük itikâf için cehennem ile o zât arasında Cenâb-ı
Hakk üç büyük hendek kılarken, her bir hendek şark ile garp
Mehmed Zahid Kotku
arası veya yer ile gök arası gibi ki, cehennemin yüzünü bile
görmeyecektir, demektir. Cenâb-ı Hakk cümlemizi bütün
Müslüman kardeşleri hakkında faydalı olmak nasip ve müyesser eylesin, âmin.
Kur’an-ı Kerim’in yüce emirlerine hürmet göstermek
ƈ Ʃ ÔÓÝĠƈ ƅóĻĨƈ ƆÒ ïƆ ĭĐƈ ƆÈóĜƆ īĨ
ƆÈóĜƆ Ėƅ óèƆ ģƈ ž ġƈ
Ʃ ÙƇ ĭƆ đƆ ĤƆ ųÒ
Ƈ Ö ƇųÒ
Ž Ɔ Ž Ɔ
Ɔ Ɔ
Ɔ
Ž
ƅ
ƈ
ƈ
ĪƇ Òſ óĝƇ ĤŽ Ò įƇ äÓ
ƫ éƆ ƇĺIJƆ ÚÓĭƆ đŽ ĤƆ óƆ ýƆ ĐƆ óĻƆ ĨƆźÒŽ īƆ đƆ ĤƆ IJƆ Ùƃ ĭƆ đŽ ĤƆ ĮƇ ïƆ ĭŽ Đ
Ž
ƈ ƈ
ƈ
ƈ
įƇ ĤƆ ĢÓ
Ƈ ĝſ Ƈĺ īŽ ĩƪ Ĩƈ ijƆ ıƇ ĘƆ Òòij
ƃ ×Ƈ Ƈà ğƆ ĤÓĭſ İƇ ĴîÓĭſ ĻƇ ĘƆ ÙĩƆ Ļſ ĝĤŽ Ò ĦƆ ijŽ ĺƆ
ƈ IJ Òòij×Ƈà ĦijĻĤŽ Ò ÒijĐïŽ ÜƆ Ɔź
ÙƆ ĺƆ ź
ſ Ž ÒƆ Òïƃ èÒ
Ƈ
Ɔ ƃ Ƈ Ɔ ŽƆ
“Her kim bir emirin yanında (riya ve gösteriş için)
Kitâbullah’tan okursa okuduğu her harf için okuyana
bir lanet, dinleyen emire de on lanet eder ve Kur’an kıyamet gününde o zât için davacı olur. Ona orada helak
diye nida olunur. O da kendisine Bu gün yalnız bir kere
değil birçok kere helak olmayı çağırır” âyetlerle çağrılan
kimselerden olur.
Bu ne kadar acıdır ki, okunan âyet-i kerimelerden sevab
beklenirken, buna mukabil lânet gibi pek büyük bir hakarete
ve felâkete maruz kalıyor ki, görülür şey değil. Bu insanın pek
büyük bir gafletinin neticesidir. İnsan Kur’an-ı Azimüşşanı
bellerken, hafızlığında ve sonraki hallerinde de istediği yegâne
şey, ancak Allahü Teâlâ’nın rızasıdır. Ne dünya ve ne de dünya
metaı, mevkii, şöhreti hiç hatıra bile gelemez. Hattâ ve hattâ
âhiret zevk ve safaları bile hiç kalır. Çünkü Hakk’ın rızası her
nimetin üstündedir. Onun için Müslümanın yegâne gayesi
371
Cennet Yolları
372
Hakk Sübhanehü ve Teâlâ’nın rızası olmalıdır. Ondan başka
hepsi boştur. Emirin ise haddini bilip böyle hafız-ı Kur’an
kimseleri keyiflerine âlet edip, onlara Kur’an okutmaya kalkmaları doğrusu pek büyük hatadır ki, o lanete duçar olması
ne büyük felâkettir.
Kur’an-ı Kerim hem şefaatçidir. Şefâatide indi ilâhide
makbuldür. Hem sahibini ve hem de başkalarına şefaat sahibi iken bu sefer aksi olarak Kur’an-ı Kerim’in ona davacı
olması ki, davası da yine indiilahi de makbul olduğundan yakayı kurtarması mümkün değildir. Onun için Kur’an okuyan kimselerin, böyle kendini bilmezlerin yanında Kur’an
okumaktan son derece hazer etmeli. Böylece hem vebal altında kalmaktan kurtulur. Hem de emrin lanete uğramasına mani olur.
Kur’an-ı Kerim mukaddes bir kitab-ı ilâhidir. Onun
noktası bile mukaddestir. Bütün beşerin saadet ve selâmeti o
Kitab-ı İlâhiyeye uymakla olur. Emirlerse Kur’an-ı Kerim’e
uymaktan uzak kimseler olduğundan onların yanında Kur’an
okumak tabiatiyle caiz olamaz. Onlar zevk u safa sahibidirler. Kur’an ise zevk ve safa için değil, gönüllerin ve bedenlerin Allahü Teâlâ’ya dönmesi içindir. Emirler ise bundan çok
uzak kimselerdir. Burada emirler zikrolunmuş, fakat emirler
gibi her zevk, safa sahibi nefsine ve şehvetine meyyal kimseler mağrur, kendini beğenen şöhret sahiplerinin dahi huzurlarında okumak caiz olmasa gerektir. Hele bu devirlerde mevta
sahipleri evlerinde hafızları toplayıp, onlara Kur’an okuturlar,
mevlid okuturlar, ilâhi söyletirler. Hanım kızlarda ortalarda
dolaşarak helva dağıtırlar. Aman ya Rab! Burası matem evi
mi? Yoksa düğün evi mi? Buna kimseler de ses çıkarmazlar.
Zira altında büyük menfaatler var. Cenâb-ı Hakk cümlemi-
Mehmed Zahid Kotku
zin hâmisi ve hafızı olsunda, dininin, Kitabının, İslâmının
kadr-û kıymetini bilip şükrünü ifa edip dünyaya kul değil
Allah (c.c.)’ın kulu olanlardan eylesin. Âmin.
Kur’an-ı Kerim’in sâhibine şefâ’ati
ƈ āĤƈ ĪƇ Òſ óĝƇ ĤŽ Ò ďĻęƈ ýĤÒ
Ôžƈ òÓ
ħđŽ Ĭƈ
Ƈ ĝƇ ĺƆ Ùƈ ĩƆ Ļſ ĝƈ ĤŽ Ò ĦƆ ijŽ ĺƆ įƈƈ ×èÓ
ƪ
Ɔ ĺƆ Ģij
Ƈ
Ɔ
Ɔ
Ž
ĵùſ ġŽ ĻĘƆ ĮƇ îŽ ƈô Ôžƈ òÓ
Ƈ ĝƇ ĺƆ ħƪ Ƈà Ùƈ ĨÒƆ óƆ ġƆ ĤŽ Ò âÓ
Ɔ ÜƆ ÷Ƈ ×Ɔ ĥŽ ĻƇ ĘƆ įƇ ĨŽ ƈóĠŽ ÒƆ
Ɔ ĺƆ Ģij
Ƈ
ïƆ đŽ ÖƆ ÷Ɔ ĻĥƆ ĘƆ įƇ ĭŽ ĐƆ ĂƆ òŽ Òƈ ĮƇ îŽ ƈô Ôžƈ òÓ
Ƈ ĝƇ ĺƆ ħƪ Ƈà Ùƈ ĨÒƆ óƆ ġƆ ĤŽ Ò ØƆ ijƆ ùŽ Ġƈ
Ɔ ĺƆ Ģij
Ž
ƈ ĵĄƆ ƈò
ÏƄ ĻüƆ ųÒ
Ž Ʃ
“Kıyamet gününde Kur’an sahibine ne güzel şefaatçidir. der ki: Ya Rabbî, ona ikram et, bunun üzerine hemen ona keramet tacı giydirilir. Sonra tekrar derki: Ya
Râb daha artır, der, bu defa ona keramet esvabları giydirilir. Sonra tekrar, ya Rabbi daha ziyâde eyle ve ondan
razı ol der. Allah (c.c.)’ın rızasından daha büyük başka
ne olabilir ki?”
Peygamberlerin şühedâların, âlimlerin, hafızların şefâatları
olduğu gibi Kur’an-ı Kerim’in de şefâat-ı hassası vardır ki, şefaatten ma'a da bir de keramet tacı ile keramet elbiseleri giydirilmekle her şeyin üstünde olan rızâ-i ilâhiyeye nail olmak
devletine erişir ki nimetlerin, devletlerin, saltanatların en büyüğü ve en güzeli ve en mühimidir ki böyle bir devlet başka
yerlerde, hizmetlerde, ibâdetlerde bulunması çok nâdirattandır.
Onun için Kur’an-ı Kerim’e lâyık olan ta’zimi ifâda kusur etmemek gerekir O’nun emrinden dışarı çıkmamak suretiyle
her zaman hürmetle eline alıp okumak ve O’nu alçak yer-
373
Cennet Yolları
374
lerde bırakmamak ve abdestsiz katiyen ele almamak, mecburiyet halinde mendil ve buna benzer bir şeyle tutmak ve öpüp
başına koymak ve O’na karşı ayak uzatmamak ve yatacağı
odada bulundurmamak lâzımdır. Zira O’nun olduğu yerde
cinsi muamelede bulunmak yakışık olmaz. İlk hükümdarlardan Osman Gazi’nin misafir bulunduğu evin yatak odasında,
Mushaf-ı Şerifin asılı olduğunu görünce sabaha kadar yatmayıp
ayakta durduğu da rivayet olunmaktadır ki, kurdukları devlet
bu hürmetin mükâfatıdır, derler. Bu büyük kitabı okumasını
bilmemek kadar büyük kabahat olamaz. Her ne kadar manasına âşinâ olamazsan da, onun lafzını belleyip okuyabilmek
her halde bu şefaate mazhar olmaya kâfidir. Mânalarını anlamağa çalışmak ayrı bir meziyettir. Onun mükâfatı yine ayrıdır. Onun için, her ne pahasına olursa olsun, çocuklarımıza
Kur’an-ı Kerim’i belletmek ve her gün okunması için elinden
gelen gayretleri sarf etmek, her akl-ı selim için ve her baba ve
anaların başlıca vazifelerindendir. Çocukları sünnet ettirmek,
evlendirmek, nasıl vazifemiz ise Kur’ân-ı Kerim’i öğretmekte
böylece vazifelerimizin en mühimidir. Cenab-ı Hakk cümle
ümmet-i Muhammed’e Kur’an-ı Azimüşşan’a el birliği ile sarılmalarını nasip ve müyesser eylesin, âmin.
Güvenilir, emîn ve zararsız bir şahsiyete sahip olmak
ƈ Ʃ Ģij
ƈ Ʃ IJ īĨƈ ËĺƆź ųÒ
ƈ
ƈƩ IJ
ƈ ƈ
ƈ
ųÒ
Ɔ øƇ òÓ
Ɔ ĺƆ ģĻƆ Ĝ īƇ ĨËŽ ƇĺƆź ųÒ
Ɔ Ƈ Ž Ƈ Ʃ IJƆ īƇ ĨËŽ ƇĺƆź ųÒ
Ɔ
ƈ
Ž
įƇ ĝƆ ÐÒƈ ijƆ ÖƆ ĮƇ òÓ
Ƈ äƆ īƇ ĨƆ ÉĺƆ Ɔź ĴñĤƪ ƆÒ ĢÓƆ ĜƆ īŽ ĨƆ IJƆ
“Allah’a yemin ederim ki, tam ve kâmil iman etmiş sayılmaz vallahi Allah (c.c.)’a tam iman etmiş değildir. Vallahi kâmil iman sahibi değildir. Kimdir o ya Resûlallah,
Mehmed Zahid Kotku
diye sordular. Komşusu şerrinden emin olmayan kimsedir” buyurdular.
Cenâb-ı Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Hazretleri
işin ehemmiyetine binâen üç kere kasem ederek komşusuna
eza eden kimsenin hakiki iman sahibi olmadığını beyân buyurmaktadır. Onun için her Müslümana lâzım olan, ahlâkını
düzeltmesinin ne kadar lüzumlu olduğu pek açık bir şekilde
beyan buyrulmaktadır. Ahlâkın ıslahı kadar da zor bir şey
yoktur dersem hata etmiş olmam zannederim. Çünkü gerek
büyüklerin sözlerinden ve gerekse uzun zamanın tecrübelerinden anlaşılan bir şeydir. Binâenaleyh kötü huy ve âdetlere
alışmamak en doğru bir harekettir. Bu da anne ve babaların
evlatları üzerindeki alâkaya bağlıdır. Sonra büyüklerimizden
yine menkuldur ki, bir dağ yerinden kalkmış derlerse inanınız, fakat bir ahlaksız, terbiyesiz, ahlâkını değiştirmiş, terbiyeli olmuş derlerse inanmayınız demişler. Zira ahlâkı değiştirmek terbiyeli, kibar, edip bir insan olmak pek kolay bir şey
değildir. Onun için yine büyüklerimiz, ağaç körpe iken eğilir bir kere kartlaştı mı, onu eğmek nasıl mümkün olmazsa
ahlâksız olarak yetişen kart bir insanı yola getirmek, deveye
hendek atlatmaktan daha zordur. Çünkü olmaz değil, olur.
Ama o mücâhedeyi yapabilecek ve o riyazetlere katlanabilecek baba yiğitleri bulmak meselesidir.
Nefis kendi başına nasihatlarla, hatta sopalarla yola gelecek bir nesne değildir. Onun hakkından ancak Bayezid-i
Bistâmî (K.S.)’nin riyazatı gibi riyâzat yapabilecek veya nefsi
mücâhedelerde muavaffak olacak Cüneyd Bağdadî (K.S.)
ler, Abdülkâdir Geylâni (K.S.) gibi mücâhidleri bu gün bulmak şüphesiz muhaldir. Üniversitelerin edebiyat fakültelerinden çıkan pek çok talebe vardır. Edepten, terbiyeden
375
Cennet Yolları
376
pek yoksundurlar. İstenilen matlup, ahlâk kendilerinde
yoktur. Ahlâkın başı Allahü Teâlâ’ya itaatla ve O’nun ihsan
ettiği nimetlere, şükürle başlar. Şükrün başı da ibadetle olur.
Binâenaleyh ibâdetsiz kimse ne Allah (c.c.)’a mutî olur ve ne
de ibâdeti vardır, yalnız bol lafı vardır. Fakat lâfla peynir gemisi yürümez derler.
İyi ahlâk ancak dinine sarılmakta ve Peygamberin (s.a.v.)
sünnetine uymakla elde edilir. Mevlâ cümlemizi dinine bağlı,
iyi ahlaklı kullarından eylesin, âmin.
Resûlüllah (s.a.v.)’e kayıtsız şartsız bağlılık
Õƪ èƆ ƆÒ Īij
Ɔ ĠƇ ƆÒ ĵÝƩ èƆ ħŽ ĠƇ ïƇ èƆ ƆÒ īƇ Ĩƈ ËŽ ƇĺƆź Įƈ ïƈ ĻƈƆ Ö ĵùƈ ęŽ ĬƆ Ĵñƈ Ĥƪ ÒIJƆ
Įƈ ïƈ ĤƆ IJƆ IJƆ Įƈ ïƈ ĤÒƈ IJƆ īŽ Ĩƈ įƈ ĻĤƆ Òƈ
Ž
“Nefsim yed-i kudretinde olan Allah (c.c.)’a kasem
ederim ki sizden birinizin îmanı kâmin iman sayılmaz.
Tâ ki Ben ona, validesi ve evlâdından daha ziyade sevgili
olmadıkça.” Diğer bir rivayette ise, “bütün insanlardan”
tabiri de vardır ki; “Anasından, babasından, evlatlarından
ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça, o kimsenin imanı, iman sayılmaz yâni, imanı kâmil ve olgun bir
iman değildir.” Başka bir hadisi şerifte de:
“Ey dilleri ile iman edip de iman gönüllerine girmeyen cemâat, Müslümanlara ezâ etmeyiniz, o Müslümanları ayıplamayınız, onların kusurlarını, hatalarını araştırmayınız.”
Bunlar da müminiz diyorlar, ama bunların imanları işte
bu kadar, bir taraftan müslümanların aleyhinde konuşur, yine
Mehmed Zahid Kotku
müslümanlar aleyhinde yalan ve iftiralar yapar. Diğer taraftan
da, acaba neresinde bir hata veya kusur bulacağım, diye uğraşır. Sonra kendisinin de yapmadığı yaramazlık ve günah kalmaz. Zavallı onları hiç görmez ve düşünmez de. Bütün derdi
Müslümanları çekiştirmek, sanki en iyi Müslüman kendisi,
hâlbuki Cenâb-ı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ne
buyuruyor; kâmil müslümanın her şeyden ziyade Resûlüllah
(s.a.v.)’ı sevmesi gerektir, diyor. Fakat bu sevgi ile Resûlüllah
(s.a.v.)’ın yoluna can ve baş verenler elbette O’nun yolundan ve izinden katiyen ayrılmaz “Fedâke ebi ve ümmî yâ
Resûlallah” diye feryâd ederler, yani “Anam babam sana
feda olsun” derler. O’nun için hiçbir fedakârlıktan geri kalmazlardı. Bir gün Hz. Ömer (Radıyallâhû Anh) hazretleri;
Yâ Resûlallah, ben Seni her şeyden çok seviyorum, yalnız nefsim müstesna, demiş. O zaman Cenâb-ı Peygamber Efendimiz (s.a.v.); “Yâ Ömer Ben sana nefsinden de daha sevgili
olmadıkça Mümin-i kâmil olmazsın” demiş. Bunun üzerine Hz. Ömer (Radıyallâhü Anh)’de “Sana Kitabı (Kurân-ı
Kerim’i) gönderen Allah (c.c.) hakkı için, Sen bana nefsimden de ziyâde sevgilisin” demiş. Bunun üzerine Peygamber
Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem): “İşte şimdi imanın
tamam oldu.” Buyurmuşlar. Bu bizlere pek güzel bir ders ve
bir ibret levhasıdır. Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’e
dediler ki:
— Kişi ne zaman sâdık bir Mümin olur? Buyurdular ki;
— Allah’ı sevdiği zaman sadık ve kâmil mümin
olur.
— Ne zaman Allah (c.c.)’ı sever? Buyurdular ki;
377
Cennet Yolları
378
— O’nun Resulünü sevdiği zaman.
— O’nun resulünü ne zaman sevmiş olursun. Buyurdular ki;
— O’nun yoluna uyduğun ve O’nun yolundan gittiğin zaman ve bir de O’nun sünnetini işlediğin vakit,
O’nun sevgisiyle O’nun sevdiklerini sevmek, O’nun buğz
ettiklerine buğz etmek, O’nun velileriyle dostluk etmek
ve düşmanlarıyla da düşmanlık etmek. İşte o zaman Allah (c.c.)’ın Resulü (s.a.v.)’nü sevmiş olursun.
Bu kadar mühim bir sevgiyi O’nun kabrini ziyaret etmekle oldu – bittiye getirip, övünmek ve sevinmek isteriz,
biraz da salâvat-ı şerife okuduk mu, işte bak seviyoruz diye
kendimizi aldatırız. Hâlbuki asıl mühim olan O’nun yolunda gitmek, sünnet-i seniyesini tamamıyla icra etmek ve
birde O’nun sevdiklerini sevmek, sevmediklerini de sevmemek, dostunu dost, düşmanını da düşman bilmektir. Bu olmadıkça diğer sevgiler lâftan ibarettir, kıymeti yoktur. Yanlış
anlaşılmasın! Sen yine salâvat-ı şeriflerine fazlasıyla devam et,
fakat Peygamberinin (s.a.v.) sünnetinden sakın ayrılma ve bir
de sevdiklerini mi seviyorsun, yoksa sevmedikleri zâlimleri,
fâsıkları veya kâfirleri mi seviyorsun? Yine bak bakalım. Dostun Allah (c.c.) ve Resulünün (s.a.v.) sevdikleri kimseler midir?
Bunlar çok mühimdir. Yine iyi dikkat et, hem de çok dikkatli ol. Şimdi elimizde tek bir fırsat var, bakalım onu nerede
kullanacaksın? Allah(c.c.)’ın ve Resulünün (s.a.v.) sevdiklerine
mi? Yoksa tam bir müslüman düşmanına mı? Her halde bilirsin, zâlimlerin yardımcısı da zâlimlerden sayılır. “Zâlim ve
onların yardımcılarının yeri doğruca cehennemdir.”Hiç
te’vile kalkma. Allah (c.c.) insana hem göz, hem akıl, hem de
Mehmed Zahid Kotku
irfan ve sevgi vermiştir. İnsan önünü gördüğü gibi çok uzakları da görebildiğinden, başkasının menfaatine kendisini kurban etmemelidir. Akıl bunu icab ettirir.
Müslümanlardaki iman değişikliği, farkı ve üstünlüğü Peygamber (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem)’e olan muhabbet, sevgi
ve alâka, bağlılık nispetindedir. Onun için “Agâh ve mütenebbih olunuz ve iyi biliniz ki, Resûlüllah’a muhabbeti
olmayanın imanı yoktur” yani, kâmil, işe yarar bir iman
değildir. Nasıl ki bir insan, henüz daha ölmemiş, fakat kendisinden geçmiş, etrafındakilerden haberi yok, ama ölmemiş
henüz canlıdır. Böyle bir durumda olan kişi nasıl, işe yaramaz bir insan ise, o iman da tıpkı buna benzer.
Bazen mü’minler havf-ı haşyet içerisinde oldukları halde
bazısında bu havf-ı haşyetten eser görülmez. Acabâ sebebi nedir? Diye sormuşlar da, cevaben, imanın tadını bulan haşyet sahibidir. İmanın tadını bulamayan zavallı da bu havf-ı
haşyet elbette bulunmaz. Yine sormuşlar ki; bu havf haşyete
ne sebeple nail olunur ve nasıl kazanılır? Buyurmuşlar ki; bu
da ancak Allah (c.c.) ve Resulü’nü (s.a.v.)’nün rızasını kazanmakla ve O’nu sevmekle olur. Allah (Azze ve Celle) ve O’nun
Resulü’ne (s.a.v.) muhlisâne bir surette iman eden kimseler
ehl-i safa ve ehli vefadırlar. Alâmetleri de Allah (c.c.) ve Resulünün (s.a.v.) muhabbetini sevgisini her mahbub ve sevginin üstünde tutarlar ve Allahü Teâlâ’nın zikrinden sonra içleri
dışları Resûlüllah (s.a.v.)’ın zikri ile meşguldür. Bu bahtiyar
kimseler ki bütün varlıklarını Resûlüllah (s.a.v.) uğrunda feda
etmekten zerre kadar çekinmezler. Cenâb-ı Hakk cümlemizi
Allah (c.c.) ve Resulü (s.a.v.)’nü candan seven sevgili bahtiyar kullarından eylesin ve şefaatına da nail eylesin, âmin. Bihurmeti seyyidil mürselin.
379
Cennet Yolları
380
Alime ve ilim erbabına hürmet etmek gerekir
įƇ ĬƆ ijĩƇ ĥžƈ đƆ ÜƇ īŽ ĨƆ ÒIJóƫ Ĝƈ IJƆ IJƆ ħĥŽ đƈ ĤŽ Ò įƇ ĭŽ Ĩƈ Īij
Ɔ ĩƇ ĥƪ đƆ ÜƆ īŽ ĨƆ ÒIJóƫ Ĝƈ IJƆ
Ɔ
ħĥŽ đƈ ĤŽ Ò
Ɔ
“İlim öğrendiğiniz kimselere (hocalarınıza) hürmet ve
saygı gösteriniz, ilim öğrettiğiniz kimselere (talebelere de)
hürmet ve saygı gösteriniz.”
İki tarafa da ne güzel nasihat ve ne güzel bir edeptir. Hoca
talebesine karşı hürmetkâr bulunması lâzımdır. Zira talib-i
ilim olanlara melekler bile kanat gererler. Yerde, gökte ve denizdeki mahlûkata varıncaya kadar talib-i ilim olan kimselere
duacı olurlarken, hocalarının onlara karşı sert, haşin, şiddet
ve hiddet ve gadap göstermeleri tabiatıyla lâyık olmayan çirkin bir harekettir, dolayısıyla talebelerin dersten soğumalarına
ve belki de okumayı bile terk etmelerine sebep olmuş olurlar. İşte bu gün görmekte olduğumuz talebelerin boykotları
ve dolayısıyla okulların kapanışının yegâne alâmeti, hocalarının talebe üzerindeki lüzumsuz ve saygısız davranışlarından
ileri gelmekte olduğu ve bazen de para sevdasına düşen öğretmenlerin yazdıkları kitapları talebelerine fahiş fiyatla sattıkları da görülen hadiselerdendir. Talebesini seven ve ona
saygı gösteren hocanın, talebenin muhtaç olduğu bilgiyi ona
en kolay yoldan öğretmesi lâzım gelirken, onu paraya çevirerek talebenin zor duruma düşmesine razı olmak elbette akıllıca bir iş değildir. Şimdiye kadar görülmeyen talebe isyanları, boykotları bunların birer numunesidir. Sonra hocaların,
doçentiz, profesörüz gibi hülyalara kapılıp ta kendilerini beğenmeleri… Talebeleri hor görmeleri ve onların arasına girip
Mehmed Zahid Kotku
onların halleriyle hemdem olup, bilmedikleri derslerde onlara yardımcı olmaları lâzım gelirken, ders verip kaçmaları ve
başka başka yerlerdeki kazanç yerlerine gitmeleri doğrusu hiç
iyi şey değildir. Talebeyi ihmalin, neticesi isyan ve boykot, sebebi ise hocadır, öğretmendir. Talebenin ise bilakis hocasına,
üstadına, öğretmenine karşı son derece hürmetkâr ve saygılı
olması da lâzımdır ki, okuduğu dersten feyz alsın. Zira üstatlarına karşı hürmet ve saygısı olmayan talebe, hocasından
bir şey öğrenemez. Her ne kadar zeki, akıllı olsa da kıymeti
yoktur. Çünkü; talebe hocasına hürmet ve saygısı nispetinde
tefeyyüz eder ve kendisinden istifade edeblir. Arapça ta’lim ve
müteallim diye bir kitap vardır. Bu kitap talebenin hocasına
karşı nasıl davranacağını anlatmaktadır. O kitaptan hatırımda
kalan iki meseleyi zikretmeyi faydalı bulmaktayım.
Birisi: Hazret-i Ali (K.V.) Efendimizin “Bana bir harf öğretenin ben kölesi olurum” demesi, ilmin ne kadar kıymetli
olduğunu ve onu öğrenebilmek için insan her fedakârlığa katlanması lâzım gelirken hocalarına karşı gelmek, onları dövmeğe, öldürmeğe cesaret edenlere ne demek lâzım bilmem?
İkincisi: Hocasına lâzım gelen hürmet ve saygıdan maada hocasının hanımına “hanımanne” diye seslenir, ona karşı
hakiki anne gibi hürmet ve saygı gösterirler. Hocalarının çocuklarına da, hocaları gibi hürmet ve saygı gösterilmelidir.
Bir gün hoca efendi ders okuturken bâzı bâzı ayağa kalkar
gibi bir tavır takınırmış, bu hal talebelerinin gözünden kaçmamış ve ders sonunda hocalarına sormuşlar. Hoca efendi;
derste iken ikide birde ayağa kalkıyordunuz. Sebebini bir türlü
anlayamadık demişler. Hoca efendi de, çocuklar câmi avlusunda oynuyorlar, aralarında hocamızın çocuğu da vardı, ben
381
Cennet Yolları
382
onu gördükçe hocama hürmeten ona da ayağa kalkıp hürmetimi arzediyorum, demiş. Fakat bize ne kadar uzak.
Hz. Ali (Radiyallâhû Anh)’ın beyti:
“Biz Rabbimizin kısmetime verdiği nimete razı olduk, bize
lâzım olan ilimdir. Düşmanlara ise lâzım olan maldır. Lâkin
mal pek çabuk yok olup gider, ilim ise bakîdir. Mal gibi yanıp
kül olmaz. Durdukça kıymeti artar. İlmin ise hulâsası edebtir.
Onun için ilim meclisinde aradım kıldım, taleb-i ilim en geridedir. İllâ edeb illâ edeb,”
Edebten mahrum olan kimselerde ilim bulunmaz. Onların sözleri bayram topları gibi kuru gürültüden ibarettir. Onun
içindir ki bu güne kadar ilimden hiçbir şey elde edememişiz,
hepsi lâf. İnsanın şerefi ancak ilim ve edebledir. Yoksa mal ve
neseb ile şeref olmaz.
Ey birader, oku ilmi, etme şek;
Câhilin elinden iyidir, bir uyuz eşek.
İlim insana zinettir, gökteki güneş gibi; Cehil çok çirkin
bir buluttur, karanlık havadaki siyah bulutlar gibi.
Yetim diye anası-babası olmayana demezler. Belki yetim
ilim ve edepten mahrum olana derler.
Müslüman idarecileri iş başına getirmek
ƈ ĘóđĥĤƈ ģĺIJ
ƈ ĭĨŻĤƈ ģĺIJ ÅÒƈ óĨŻĤƈ ģĺIJ ÅÓ
ĦƆ ijŽ ĺƆ ĦÒƄ ijƆ ĜŽ ÒƆ Īƪ îƪ ijƆ ĻĤƆ ÅÓ
Ɔ Ɔ ƆƇ Ž Ƅ Ž Ɔ Ɔ ƆƇ Ž Ƅ Ž Ɔ Ɔ Ɔ Ƈ Ž Ƅ Ž Ɔ
ƈ ƈ
ƈ
ÔƇ ñƈ ÖŽ ñƆ Ƈĺ Óĺƪ óƫáĤÓƈÖ ħ ƈıƈ×ÐÒƈ IJƆ ñƈƆ Ö īĻ
Ɔ ĝĥƪ đƆ ĨƇ ÒijƇĬÓĠƆ ħŽ ıƇ Ĭƪ ƆÒ ijŽ ĤƆ ÙĩƆ Ļſ ĝĤŽ Ò
Ž
Ɔ
ƈ ĩùĤÒ īĻÖ ħ ƈıƈÖ
ƈ ĭĤÒ īĨƈ ÒijĥƇ ĺ ħĤƆ ħıĬƪ Òƈ IJ Ăƈ òƆźÒŽ IJ ÅÓ
ÓÑƃ ĻüƆ öÓ
ƪ
Ƈ
Ɔ
Ž Ɔ Ɔ ƪ Ɔ ŽƆ Ž
Ɔ Ž Ž Ɔ
Ž
Mehmed Zahid Kotku
“O irfan sahibi olan reislere veyl (yazıklar olsun), Emirlere yazıklar olsun, Ümeralara da yazıklar olsun. Kıyamet
gününde bir kavim isterdi ki, sahipleri saçlarından Süreyya denilen yıldıza asılsalar da yer ile gök arasında bir
o tarafa, bir bu tarafa sallansalar da, keşke insanlar arasında hiçbir şeyle zulm eden bir âmir olmasaydık diyecekler, fakat…”
Urefâ, arifin cemi olarak urefâ denilmiştir. Elif ve lâm
ile el-urefâ da olduğu gibi ma'lum olan reisler, kethüdalar,
kâhyalar, nâsın seyyidi, başı, efendileri demektir. Bir de A'raf;
cennet ile cehennem arasında bir makam vardır ki ona da
âraf derler. İtiraftan bir isimdir. Bin dirheme derler. Bizim bu
günkü 1200 grama muâdildir. Örf ve âdet üzere ma’ruf, olan
ve bilinen evladlara da maruf kimsenin evladları da denildiği
gibi, birbirini müteakiben, mütetâbian bir yerin arkasına gelenlere de arefe derler. “Elmürselatü urfen” mütetâbian gibi.
Bu kelimenin halkın, ahvâlini bilici olan, seyyidlik, mânâ itibariyle kethudalık, reislik, ululuk, riyaset gibi baş idarecilere
de şumûlü olsa gerek, hatta muhtarlıktan tutunda, son basamağa kadar şümullü bir kelimedir. Bunlara veyl ile hitap ise,
bu hizmetlerin çok kolay bir şey olmadığına işareten veyl denilmiştir. Veyl, cehennemde bir derenin ismidir ki, veyl deresi
derler. Aynı zamanda tehdîd ve azab makamında da kullanılır. Yazıklar olsun o reislere ki, milletin, kavmin cemaatin işlerinde adalet edemezler. Menfaatleri uğrunda çok işkence ve
azab, zulüm de ederler. Haccac-ı Zâlim ve emsali firavunlar
gibi, milleti köle gibi kullanmaktan lezzet alırlar. İşte bunun
acısını tadacaklarından, veyl kelimesiyle işaret olunmuştur.
Reislik büyük bir nimettir. Fakat bizler her nimetin kadrini
bilemediğimiz gibi bu reislik devletinin de kadrini bileme-
383
Cennet Yolları
384
mişiz, aynı zamanda bu kuvvetten istifade ederek Hakk’ın
ve hattâ halkın da razı olamayacağı zulümleri irtikab etmeden de hâli kalınmadığı için kendisine emniyet-i kâmilesi olmayan insanların bu gibi yüksek makamlara özenmeleri çok
mu çok tehlikeli olduğundan, bunlardan mümkün mertebe
uzakta kalmayı tavsiyedir. Hâlbuki bu günkü bizim tahsil gayelerimizden birisi de, memur değil âmir olabilmektir. Urefa,
reis, umerâ, her üçü de milletin işlerine bakan muhtelif kimselerdir. İşte bunlar yaptıkları işlerdeki yanlış hareketlerden ve
istediklerini de yaptırabilmek için şiddet kullanan, hapishanelerde inleten, sehpalara asan, idam eden, kurşuna dizenlerin belki haddi hesabı da yoktur. Bunların hesabını vermek
acaba kolay bir şey midir? Elbette ki hesabını veremeyeceklerinden azaba, hem de pek büyük bir azaba duçar olacaklarına dair bir sürü âyet-i kerime ve Hadis-i Şerifeler vardır. Allah Teâlâ (Celle ve Celâlühü) kullarına karşı çok merhametli,
Rahman ve Rahim olduğundan kullarına başkalarının azab
ve işkencesine hiç razı olamayacağından, veyl demiş, sonra
çok yüksekte olan süreyyâ adlı yıldızda asılması ne kadar korkunçtur. Asılmak bir nevi idamdır. Fakat bu on dakika içinde
olup biter. Bazen korku vermek için bir iki gün durdukları
da olur. Ama nihayet çukura da atılır, biter gider. Eğer haksız yere asıldı ise şehid olmuştur, eğer kabahatli ise cezasını
çekmiş olur. Ahirete bir şey kalmaz, yâni âhirette tekrar azab
görmese gerektir. Fakat Hakk’ın astığı o yüksek yıldızdan ister baş aşağı ayakları yukarıda, ister ayakları aşağıda başından
asılmış olsun. Gök ile yer arasında asılı kalmak ne demektir?
Allah (Celle Şânühü) cümlemizi böyle acı âkıbete uğramaktan muhafaza buyursun, âmin. Fakat bu dua iyidir. Ama insan da böyle tehlikelere pek yaklaşmamalıdır. Zira yılandan
Mehmed Zahid Kotku
korkan, onun yanına sokulmaz. Arslandan korkan, onların
olduğu yerlere gitmez. Eğer onlardan sakınmıyorsa dua da
kâr etmez. Arslan parçalar, yılanda sokar, kabahat kimsenin
değil, ancak kendisinindir.
Gerek ticaret, gerek ziraat ve gerek sanat ve gerekse riyaset büyük Peygamberlerin ve evliyaların makamlarıdır. Âdem
(Aleyhisselam)’ın Nuh (Aleyhisselam)’ın İbrahim (Aleyhisselam)’ın
Süleyman (Aleyhisselam)’ın Yusuf (Aleyhisselam)’ın ve Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin ve hulefâ-i râşidin
olan Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali (Radıyallâhû anhüm)’ün
ticaret, sanat, ziraat, idareci, reislik, hulefalıkları herkesçe malumdur. Fakat Onların haline kim tahammül edebilecek? Süleyman (Aleyhisselam) hutbe okurken bile bir şeyler örer, onu
satıp parasıyla geçinirdi. Hazret-i Ömer (Radıyallâhû anh)’da
hilâfeti esnasında Acemistan’dan getirilen ganimetlerden bir
şey almadığı gibi, hutbe okuduğu sırada da giydiği cübbesinin üzerinden birçok yırtıklar ve yamalar var idi. Peygamber
(Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in hali ise öyle bir kitaba sığacak
kadar kısa değil, O’nun nasıl aç kalıpta karnına taş bağladığını ve nasıl cihad ettiğini, lütfen siyer kitaplarından okuyunuz. Sallallâhû âlâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihi ve sahbihi ecmâîn.
İlmi kötüye kullanmaktan kaçınmak
ƈ ùĤ ÅÓ
ƈ
ƈ ƈ
ƈ ƈ ƈ
Øƃ òÓ
Ɔ ñƇ íƈ Ýƪ ĺƆ Åij
ƫ ĩƆ ĥƆ ĐƇ īŽ Ĩ ĵÝĨƪ Ƈ ź ģƇ ĺŽ IJƆ
Ɔ åƆ Ü ħƆ ĥŽ đĤŽ Ò ÒñƆ İſ ĪIJ
Ʃ çƆ ÖƆ òŽ ƆÒƆź ħŽ ƈıùƈ ęƇ ĬŽ Ɔźƈ Óéƃ ÖŽ ƈò ħŽ ƈıĬÓƈ ĨƆ ôƆ ÅÒƈ óƆ ĨƆ ƇÒ īŽ Ĩƈ ÓıƆ ĬƆ ijĕƇ ÝƆ ׎ ĺƆ
ƇųÒ
ħıƇ ÜƆ òÓ
åÜƈ
Ž Ɔ Ɔ
385
Cennet Yolları
386
“Bu ilmi ticaret ittihaz edip, zamanın ümeralarından
nefisleri için kazanç temin etmek isteyen kötü ulemâlar
yüzünden ümmetim için veyl olsun. Allah (c.c.)’da onların ticaretlerinde kazanç vermesin.”
Veyl kelimesi yukarıdaki hadis-i şerifte de geçmişti. Burada
ümmetime veyl olsun, yazıklar olsun. Kötü ulemâlar yüzünden
çekecekleri var demektir. Ümmet-i Muhammed’in kabahati
ne ki, onlara veyl olsun, deniyor. Asıl veylin o kötü ulemâlara
olması lâzım gelirken ümmetime veyl demek, her halde onlara
acımak bakımından olsa gerek. Zavallı ümmeti Muhammed
ulemâsına itimad eder, sözlerini dinlerler ve sözlerin ne kadar
doğru veya yanlış olduğunu ayırt edemezler ve körü körüne
onlara uyarlar. İşte bu körü körüne uyduklarından dolayı onlara veyl olsun, yazıklar olsun ki, bilgi sahibi olamamışlar, kör
kalmışlar, cezası da veyl’dir. Cehennemdeki o çukur yeridir.
Bu veyl aynı zamanda o kötü âlime de şâmildir ki, hem ilmiyle âmil değil, hem de ümmet-i Muhammed’in kötü yollara sürüklenmesine sebep olmaktadırlar. Zira, “Nâsın yevm-i
kıyamette en şiddetli acaba duçar olanı, bu kötü âlimler
olacaktır ki ilimleri kendilerine fayda vermemiştir.” Başkalarına Allah Teâlâ’nın emirlerini ve nehiylerini söylerler, fakat kendileri yapmazlar. Cenâb-ı Hakk bu gibileri için:
“Ey iman edenler kendinizin yapmadığı şeyi başkalarına niçin söylüyorsunuz.” Diye tehdit te vâki olmuştur.
Elbette âhirette şiddetli azaba müstehak olacaklardır. Bununla
beraber peşlerine takıp günahlarına ve felâketlerine sebep olduklarından azabları kar kat olsa gerektir. Bu ulemânın kötü
ulemâ diye yâd olunmalarının yegâne sebebi dünya menfaatlerini temin ve kazançlar sağlamak için ve hiç olmazsa maaşlar alıp zevk-u sefalarını yerine getirmek ve etrafındaki za-
Mehmed Zahid Kotku
yıflara karşı da övünmek ve böbürlenmek suretiyle bu veyl’e
müstehak olmuş oluyorlar. Biraz da arkalarını ümeralara dayamaları daha çirkin bir hareket olmuştur. Lâkin Cenab-ı
Peygamber (s.a.v.)’in onların aleyhlerindeki son cümlesinden
bunların maksatlarına da nail olamayacakları anlaşılmaktadır. Yani ne bu dünyada bir kazanç sahibi olabilecekler, belki
âhirette de elleri boş olarak gideceklerinden korkulur. Allah
(Azze ve Celle) bizleri ve ümmet-i Muhammedi muhafaza
buyursun, âmin.
İtikat ve ibadette gerçek tevhide ermek
ƈ Ʃ ćƈ íƆ ø īĨƈ îÓ×đƈ ĤŽ Ò ďĭĩÜƆ ųÒ
ƈ ƈ
ÒIJóàƈ ËŽ Ƈĺ ħĤƆ ÓĨƆ ųÒ
Ɔ Ž Ɔ Ɔ Ƈ Ɔ Ž Ƈ Ʃ ƪ źÒ įƆ Ĥſ Ò Ɔź
Ž
Ƈ
ĻĬî ÙĝęĀ
ĵĥſ ĐƆ ħİÓ
ĻĬî ÙĝęĀ ÒIJóàÒ ÒðÓƈ Ę ħ ƈıĭĺƈ îƈ ĵĥſ ĐƆ ħİÓ
Ž Ƈ ƆŽƇ Ɔ Ɔ Ž Ɔ
Ž Ƈ ƆŽƇ Ɔ Ɔ Ž Ɔ ƇƆſ Ɔ Ɔ Ž
Ʃ Ʃ źÒƈ įƆ Ĥſ Òƈ Ɔź ÒijƇĤÓĜƆ ħƪ Ƈà ħŽ ƈıĭĺƈ îƈ
Ʃ ĢÓƆ ĜƆ IJƆ ħŽ ƈıĻŽ ĥƆ ĐƆ ÚŽ îƪ òƇ ƇųÒ
ƇųÒ
ħÝƇ ÖŽ ñƆ ĠƆ
Ž
"Lâ ilahe illallah" bir kelime-i Tayyibe-i münciyedir
ki, bunu söyleyen kimse Müslüman sayılır. Fakat Muhammed Resûlüllah’ı da birlikte söylemesi şarttır. İşte bu kelimeyi söyleyen kimse dünyayı, âhireti üzerine tercih etmedikçe o kelime onları Allah Teâlâ’nın gadabından men eder,
yani korur. Her ne zaman dünyayı âhirete tercih ettikleri
takdirde, sonra lâ ilâhe illallah derse, “siz yalan söylüyorsunuz”. Evvelâ kişi, söylediği tevhidin manâsını bilmesi gerektir. Bunu söyleyen mânasını bilirse ki, o zaman ona iyi sarılır ve ondan katiyen ayrılmaz. Gözü de dünyada hiç olmaz.
Veysel Kârani Hazretleri ve benzerleri gibi. Bütün dünya ki
387
Cennet Yolları
388
hayat, O’nun verdiği hayat ile kâimdir. İlim de yine O’nun
kullarına verdiği ilimden bir nebzedir, kullardaki bütün ilimler O’nun verdiği ilmin neticesidir. Lâ ilahe illallah mânâ itibariyle bütün akaid kitaplarımızda bildirilen sıfat-ı zâtiye ve
sübûtiyesine ve bir de meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, öldükten sonra dirileceğine, kadere, hayır
ve şerrin Allah (c.c.)’tan olduğuna inanmakla beraber, sıfatları
olan hayat-ı ebediyesine, ilmine ki her şeyi bildiğine hattâ ne
kadar gizli olursa dahî ve hatta gönüllerimizden geçirdiklerimize ve hattâ yaptığımız ve yapacağımız her şeyi de bildiğine,
yerden çıkan her nebatı ve her şeyi ve gökten inen yağmurları
ve her şeyi pek güzel bildiğini ve O’nun ilminden hâriç bir şey
olmadığını iyice bilip, inanıp tasdik etmektir. Semî’ ki, Allahü
Teâlâ’nın işitmesidir. Her şeyi, her fısıltıyı işiticidir. Belki bizim kulağımız gibi kulakla değil. Basîr ki, yine Allahü Teâlâ
her şeyi pekiyi görür. Kullarının aynı zamanda her harekâtını
gözleyicidir. O’nun gözünden hiçbir şey kaçmaz. İşte bu bilgi
her ne zaman tahakkuk ederse ki o zaman imanı da kemâl
bulur, bütün fenalıklardan el çeker. Rabbim benim yaramaz,
günahkâr bir hâlimi görmesin diye, kılı kırk yarar, hem korkar, hem de kaçar. Arslanın yırtıcı olduğunu bilenin ondan
kaçtığı gibi. Oda Allah (c.c.)’ın rızasına muhalif her şeyden
öyle kaçar. Bir de kadere iman eden dünyada rahat ve huzur
içinde yaşar. Her işini O’na teslim edip selâmet bulur. İrade,
kudret, kelâm, tekvin de O’nun sıfatlarıdır. Sonra şunu da iyi
bilki, Allah Teâlâ’nın kıdem, beka, vahdaniyet, muhalefetünlil havadis, kıyambinefsihi sıfatları vardır ki, O’nun evveli olmadığı gibi âhiri de yoktur. Her şey fâni olur. Allah (c.c.) bakidir. Sonra Allahü Teâlâ mahlûkatından ve mevcudatından
hiçbir şeye benzemez. “Leyse kemislîhi şey’ûn ve hüvessemîu-
Mehmed Zahid Kotku
lbasîr, yani Allah Teâlâ’nın hiçbir benzeri bulunmaz. O işitir ve görür.” Akıl ve hatıra gelen her şeyden münezzehtir.
Dünyadaki her şey O’na muhtaçtır, O bir şeye muhtaç değildir. Doğmamış, yani anası, babası yoktur ve Kendisinin de
evlâdı yoktur. Bütün insanlar O’nun kuludur. Peygamberler
de O’nun resûlü ve elçisidir. O’na hiçbir şey eş olamaz, dengi
bulunmaz bir Allah (c.c.)’tır. Yerlerin Allah’ı, göklerin Allah’ı
hayırların ve şerlerin Allah’ı hep O bir Allah (c.c.)’tır. Gecelerin ve gündüzlerin, yazın ve kışın Allah’ı yine hep O bir Allah (c.c.)’tır. Mevlid-i şerifin sahibi Süleyman Çelebi mevlidin
başında ne güzel söylemiştir. “Bir kez Allah (c.c.) dise aşk ile
lisan, dökülür cümle günah misli hazan” gördüğümüz her şey
ve aklımıza gelen her şey hadistir. Cenâb-ı Hakk hadis değil,
muhdistir. Hadis sonradan yaratılan her şeyin adıdır. Yâni Cenabı Hakk var iken hiçbir şey yok idi, yalnız Allah (c.c.) var
idi. Bu gördüklerimizin hepsini Allah Teâlâ hikmeti îcabı yaratmıştır. Yaratılan yer, gök ve içindeki her şey sonradan olmuş, yaratılmıştır. Cazibe kanunları da Hakk’ın yaratmasıyla
kâinatın nizâmını temin etmiş ve içindeki her nevi mahluk ve
mevcut Allah Teâlâ’nın emriyle ve dilemesiyle olmuştur. Bunlara muhdes denir. İcad edene muhdis derler. Hiçbir eşya yoktur ki kendi kendine olsun mutlaka onu bir yapan vardır. En
basiti, başımızdaki takkeden tutun da, üstüne oturduğumuz
koltuklara varıncaya kadar bütün eşya sahipsiz midir? Oturduğumuz ev ve câmilerimiz, vaktiyle yapılan kaleler hep kendinden mi olmuştur? Yoksa bunları bir yapan mı olmuştur?
Kimse diyebilir mi, efendim tabiatın eseri… İşte şöyle olmuş,
böyle olmuş, sonra bunlar oluvermiş deseler bunlara kim inanır?
Belki deliler bile inanmazlar. Bu gayet basit şeylerin bir yapıcısı
vardır, deyen insan bu mevcudatın ve içindeki mahlûkatın sa-
389
Cennet Yolları
390
hipsiz olmasına hiç imkân var mıdır? İşte bu varlıkları, mevcudatı ve bizleri yaratan sonsuz kuvvet ve kudret sahibi olan
bir Allah (c.c.)’tır, bir Allah (c.c.). Sonra bizlerde bulunan hayat, semi, ilim, görme, kuvvet, kudret ve zekâ hep O’nun
in’am ve ihsanıdır. Bu kadar nimete mukabil O’na hamd ve
şükür etmemek mümkün müdür? Maazallah azalarımızda bir
noksanlık olsa, meselâ görmesek veya aklımız olmasa hâlimiz
nice olur? Bizlere ufak tefek ikramda bulunanlara nasıl teşekkür edeceğimizi bilemeyiz de, hadsiz, hesapsız nimetlere bizleri gark eden Allah (Azze ve Celle)’nin emirlerini tutmaktan
kaçarız. Üstelik yapmayın diye yasak ettiği şeyleri de yapmaktan geri kalmayız. Allah’ım bu nasıl kulluk?
Allahü Teâlâ’yı böylece bil ve inan ve O’na hürmet ve saygını artır. Emrinden de dışarı çıkma; yasaklarından son derece
kork ve kaç, nefsinin arzularına uyma. Televizyon başında ömrünü zayi etme, o çirkin hallere baka baka içine işler. Sonra sen
de, çocukların da onlara benzer. Şöyle faydası var, böyle faydası
var, lisan öğreneceğim diye kendini aldatma. Bak sana bir misal vereyim, ama iyi dinle, haksızsam söyle. Bal ne kadar tatlı
ve faydalı bir gıdadır. Bir kilo balın içine bir gram zehir katsak
bu balı yer misiniz? Yoksa onun şifası yerinde dursun, ölmeğe
niyetim yok diye o balı atar mısınız? Doğru söyleyin. Hayatını ifna etme, kendine acı, çocuklarına da acı da bu zehri onlara yutturma. Zevk-u safânın sonu mahrumiyettir. Biz elhamdülillah Müslümanız, bizim için âhirette cennet vardır. Allah
(c.c.) bizleri cehennemi isteyenlerden etmesin.
Lâ ilahe illâllah’ın ikinci şartı, şeksiz ve şüphesiz bir
iman ve inançtır. Zira şek ve şüphe edenlerin imanları iman
sayılmaz.
Mehmed Zahid Kotku
Üçüncüsü de ihlâstır. İhlâssız iman iman değildir. İhlâs
her şeyin özüdür, halisidir, katıksız olanıdır. Hâlis süt dendiği
vakit onun içine su katılmamış demektir. Hâlis yağ denince,
başka nebatı yağ yok demektir. Eğer su katılmış ise veya yağa
başka bir şey katılmış ise, o zaman hâlis olmaz. Binâenaleyh
tevhid kelimesi lâ ilahe illallah da böyle olmalıdır.
Dördüncüsü, bu kelime-i sıdk ile söylemelidir. Münafıklar gibi dilleri ile söyleyip içleri inanmazsa, buna da iman denmez. Sadakatin icabı Müslüman’ın dininde şeksiz ve şüphesiz
sebatıdır. Bazen kiliseye, bazen havraya, bazen camiye gitmek
imana münâfidir. İman sahibi yalnız camiye gider. Sonra iman
sahibi eğer dininde sadık ise, mason da olamaz. Nasıl ki
mason Müslüman olmaz. Şu halde Müslüman da mason
olmaz, değil mi? Şimdi masonun hikmeti ne ise, komünist de böyledir. Zaten o da, yâni komünist de yine mason teşkilâtının bir şubesidir. Yine Müslüman, alevî veya
kızılbaş da olamaz. Zira Müslüman akidesine muhaliftirler.
Yine Müslüman, vahhâbi de olamaz. Zira onun da akidesi
bozuktur. Zira Allah Teâlâ’ya mekân isnad ederler. Hâlbuki
Allah Teâlâ mekândan münezzehtir. Mesele incedir, dikkat ister.
Müslüman zina da yapmaz, kumar oynamaz, şarap içmez, faiz
de yemez, yetim malı hiç yemez. Hak hukuka son derece riayet eder. Mahlûkattan kimseyi incitmez. Herkese elinden gelen
maddi ve manevi yardımı yapar. İçi ile dışı birdir, sözü özüne
uygundur. Sözü özüne uymayana münafık derler.
Beşincisi, imana münâfi ve muhalif hareketlerden son
derece sakınmak gerektir. Sonra, Mü’minlere düşman kesilip
ehl-i küfürü ve ehli şirki sevenlerden olma sakın, sonra imanın para etmez. Mümin, mü’minleri sever. Kâfiri ve müşriki
sevmez ve onların ardından katiyen gitmez.
391
Cennet Yolları
392
Altıncısı, inkıyad, itaat, tâbiyettir. Hakiki müslüman,
müslümanlığın emirlerine ve nehiylerine itaat eder. “Ve men
yutıillâhe ve resûlehû” sırrına erişir. Namaz, oruç zekât, hac
emirlerini yerine getir. Günaha müteallik yasaklar maddî ve
manevîdir. Maddî günahlar içki, kumar, zina, faiz, katil, anaya
babaya âsî olmak, yetim malı yemek ve saire gibi. Manevî yasaklar, günahlar ise, kin, hased, riya, gadab, şöhret, şehvet ve
emsali günahlardır ki, ahlâk kitaplarında yazılıdır ve tafsilatı da
vardır. Onları okuyunuz, tavsiye ederim. Hele günah kitabını
çok okumak gerektir. İnkıyad ve itaat söz dinlemektir. Söz dinlemeyen insana itaatkâr demezler. Askeri görmez misin, topun,
tüfeğin ateşin altında emre nasıl inkıyad etmektedirler? Saadet
selâmetin de bu itaatin altında olduğunu unutma.
Yedincisi ise, muhabbet-i ilâhiyeye münâfî her hatt-ı hareketten son derece çekinmek gerektir ki, bunlarda Hakk’ın
rızâsına muhalif her şeyden son derece uzak kalmalıdır. Hâlbuki
her zamanda görüldüğü gibi namaz kılmadan, oruç tutmadan, zekât vermeden, haccını ifa etmeden kendini Müslüman sayanların sayısını ancak Allah (c.c.) bilir. Cenâb-ı Hakk
cümlemizi, Hakkı seven ve emirlerine itaat edip uyan kullarından eylesin, âmin.
ƈ ĭĤÒ
öÓ
ÕąĔ ÕåéÜ ųÒ Ʃ źÒƈ įƆ Ĥſ Òƈ Ɔź ĢÒƇ õƆ ÜƆ Ɔź
Ʃ īƈ ĐƆ Ôžƈ óĤÒ
ƪ Ɔ Ɔ Ɔ Ƈ Ƈ Ž Ɔ ƇƩ
ƈ ƈ
ƈ
ħİÓ
ƇŽ Ļſ ĬŽ îƇ ħŽ ıƇ ĤƆ ÛŽ éƆ ĥƆ ĀŽ ÒƆ ðŽ Ò ħŽ ƈıĭĺîƈ īŽ Ĩ ÕƆ İƆ ðƆ ÓĨƆ ÒijƇĤÓ×Ɔ ĺƆ ħŽ ĤƆ ÓĨƆ
ƈ
ÓıƆ ĥƈ İŽ ƆÒ īŽ Ĩƈ ħÝƇ ÖŽ ñƪ ĠƆ ģĻƆ Ĝƈ Óİij
Ɔ ƇĤÓĜƆ ÒðƆ ÓĘƆ
Ž
Lâ ilahe illallah Allah (c.c.) indinde o kadar büyük
bir kelimedir ki, onu her kim ihlâs ile söylerse ona cen-
Mehmed Zahid Kotku
net vâcib olur, her kim onu yakından, yani inanmadığı
halde, malını ve canını kurtarmak için söylerse mal ve canını korumuş olur ama âhiretteki yeri cehennemdir.
Lâ ilahe illallah kelimesi nâsın gadab-ı ilâhiyeye uğramasına hicaptır, yani mânidir. Şu kadar ki, onların dünyaları güzel, fakat dinlerinden olan zayiata ehemmiyet vermedikleri vakit, yine lâ ilahe illallah derlerse, onlara siz yalan
söylüyorsunuz, bu kelimenin ehli değilsiniz, denir. Cenab-ı
Hakk cümlemizi afv eylesin. Mühaddislerin indinde iman
şöyle sabittir: Dil ile ikrar, kalp ile tasdik ve amel-i bil
erkândır. En güzel selâmet yol da bu yoldur. Hakk cümlemizi bu selâmet yolundan ayırmasın. Âmin.
ƈƩ ć
îÓƈ ×đƈ ĤŽ Ò īƈ ĐƆ ųÒ
íƆ øƆ ďƇ ĘƆ ïŽ ĺƆ ƇųÒ
źÒƈ įƆ Ĥſ Òƈ Ɔź ĢƇ ijŽ ĜƆ ĢÒƇ õƆ ĺƆ Ɔź
Ɔ
ƪ
Ʃ
Ɔ
īŽ Ĩƈ ÿƆ ĝƆ ĬƆ ÓĨƆ Īij
Ɔ ƇĤÓ×Ɔ ƇĺƆź Ĵñƈ Ĥƪ Ò Ģƈ ƈõĭŽ ĩƆ ĤŽ ÓƈÖ ÒijƇĤõƆ ĬƆ ÒðƆ Òƈ ĵÝƩ èƆ
ƈ ƈ
ƈ
Ʃ ĢÓƆ ĜƆ ğƆ ĤÒƈ ðƆ ïƆ ĭŽ Đƈ ÒijƇĤÓĝƆ ĘƆ ħŽ İÓ
Ƈ ĻƆ ĬŽ îƇ ħŽ ıƇ ĤƆ ÛŽ ĩƆ ĥøƆ ÒðƆ Ò ħŽ ƈıĭĺîƈ
ƇųÒ
ħÝƇ ÖŽ ñƪ ĠƆ ħıƇ ĤƆ
Ž
Ž
Bu hadis-i şerif de daha evvelki hadis-i şerifin daha kısası
fakat aynı manaları hâvîdir. Lâ ilahe illallah kelimesi kullardan, Allah Teâlâ’nın gadabını def etmekte daimdir. Ta şu
vakte kadar ki, dünyaları ve dünyalıkları selâmette olup
ta, dinlerinden olan noksanlara ehemmiyet vermeyinceye
kadar, bu kelime-i tevhîd onları Allah Teâlâ’nın gadabından men etmekte dâim olur. Vaktaki, dünyalarına meyledip, dini noksanlıklarına ehemmiyet vermezler. İşte o zaman her ne kadar lâ ilâhe illallah deseler de, Allah Teâlâ
onlara yalan söylüyorsunuz der. Çünkü bu kelime-i tev-
393
Cennet Yolları
394
hid bir nevîdir ki, insana dünyanın cifeliğini ve âhiretin kıymetini gösterir. O zaman insan gayr-ı ihtiyarî dünyadan soğur, zühdü, takvayı şiar edinir, var kuvvetiyle ahireti için yani,
Hakk rızası için çalışır ve Hakk kullarıyla sohbet eder, dünyası
da cennet olur, âhireti de cennet olur, vesselam. Allah Teâlâ
o nuru bizlere de ihsan buyursun. Şimdi bu kelime-i tevhidi
söyleyip de dünyaya dalanlar, o nurdan mahrum kimselerdir
ki dünyanın ne mal olduğunu anlamadığı gibi âhireti içinde
hiç haberi yok demektir ki, Allah Teâlâ onlara yalan söylüyorsunu, diyor. Ve sallallâhû ala Seyyidinâ Muhammedin ve
Âlihi ve Sahbihi Ecmâin.
Güvenilir, emin ve zararsız bir şahsiyete sahip olmak
ƈ Ʃ Ö ħĥŽ đƈ ĤŽ Ò ģƈ ĩđĤŽ Ò ģƇ ąƆ ĘŽ ƆÒ
ħƈ ĥŽ đƈ ĤŽ Ò ďƆ ĨƆ ďƇ ęƆ ĭŽ ĺƆ ģƈ ĩƆ đƆ ĤŽ Ò ģĻ
Ƈ ĥƈ ĜƆ ųÓƈ
ƆƆ
Ƈ
ģƈ ıŽ åƆ ĤŽ Ò ďƆ ĨƆ ďƇ ęƆ ĭŽ ĺƆ Ɔź ģƈ ĩƆ đƆ ĤŽ Ò óĻáƈ ĠƆ IJƆ
Ƈ
İlim bahsinde iman bahsini zikretmekteki gaye ilim, iman
için lâzımdır. İmansız ilim, dinsizlerin ilmidir. Onun için imanın ne demek olduğunu da bilmek lâzımdır. Yukarıda imanın
şartlarını yazdık, fakat bu bahis ayrıdır. Şimdi Cenâb-ı Peygamber (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) den ibni Mes’ud Hazretleri naklen buyuruyorlar ki:
ƈ
įƇ ĤƆ òij
Ɔ Ɔź īŽ ĩƆ Ĥƈ ØƆ ijĥſ ĀƆ ƆźIJƆ įƇ ĤƆ ÙƆ ĬƆ ÓĨƆ ÒƆ Ɔź īŽ ĩƆ Ĥƈ ĪÓ
Ɔ ĩĺ
Ɔ ıƇ Ĉ
Ɔ Ò Ɔź
ƈ ĥſ āĤÒ ďĄƈ ijĨIJ įĤƆ ØƆ ijĥſ ĀƆź īĩĤƈ īĺîƈ ƆźIJ
īĺ
ƈ ïĤÒ
žƈ īƆ Ĩƈ Øij
Ž Ɔ Ɔ
Ɔ
Ɔ
ƪ Ƈ ŽƆƆ Ƈ
ïƈ ùƆ åƆ ĤŽ Ò īƆ Ĩƈ öƈ ÈŽ óĤÒ ďƈ Ąƈ ijŽ ĩƆ ĠƆ
ƪ
Mehmed Zahid Kotku
“Emanete riâyet etmeyen kimsenin imanı yoktur.” İslam da emânet çok geniştir. Yalnız dünyada bildiğimiz emanetlerin muhafazasıyla, birlikte; dinde imanda, namazda, oruçta,
zekâtta, Kur’an’da bütün farzlar ve sünnetler, câmilerimiz,
cemâatimiz, vatanımız ve vazifelerimiz hep emânete dâhildir.
Bunların hepsinin muhafazasına ve idâmesine çalışmak
borcumuzdur. Bu emanetlerle alâkası olmayan insan, imanda
kâmil ve olgun bir kimse değildir ve cehlinin alâmetidir. Zira
imanlı kişilerde mutlaka emânete riayet vardır. Bu emânetlere
riâyet, elbette ki bir ilme muhtaçtır. O ilim olmadıkça emanete riayet de bulunmayacağı açıktır, bellidir.
Diğeri ise, ahid ve söz vermedir. Sözünde duran ancak er
kişilerdir. Binâenaleyh sözünde durmayanın dini de şüphelidir. Emânete riâyet etmeyenin imanı yoktur denildiği gibi,
ahdinde de durmayanın dini yoktur, buyrulmaktadır ki buradaki yoktur tâbiri mutlaka tam dinsiz, imansız anlamında
olmayıp, dinde kâmil olgun kişiler değildir, demektir.
Fakat her şeyde kemâl aranırken, dinde ve imanda da
kemâl elbette aranacaktır. Bir kavun, bir karpuz, bir meyve
olgun olmayınca nasıl işe yaramıyorsa, din ve imanda kâmil
olmayanlar da böyle işe yaramazlar.
Ve yine Cenâb-ı Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Selem)
efendimiz:
ƈ Ɔ ĩĺÒƈ Ɔź
ƈ
Ĵñƈ Ĥƪ ÒIJƆ įƇ ĤƆ ïƆ ıŽ ĐƆ Ɔź īŽ ĩƆ Ĥƈ īĺ
Ɔ î ƆźIJƆ įƇ ĤƆ ÙƆ ĬƆ ÓĨƆ ƆÒ Ɔź īŽ ĩƆ Ĥ ĪÓ
Ɔ
įƇ ƇĬÓùƆ Ĥƈ ħĻĝƈ ÝƆ ùŽ ĺƆ ĵÝƩ èƆ ïƅ ×ĐƆ īĺ
îƈ ħĻĝƈ Ýùĺ ź Įƈ ïƈ ×ƈÖ ïƅ ĩƪ éƆ ĨƇ ÷Ƈ ęŽ ĬƆ
Ž Ƈ Ƈ Ɔ ŽƆƆ
Ɔ
Ɔ
ÙƆ ĭƪ åƆ ĤŽ Ò ģƇ ìƇ ïŽ ĺƆ ƆźIJƆ įƇ ×ĥŽ ĜƆ ħĻĝƈ ÝƆ ùŽ ĺƆ ĵÝƩ èƆ įƇ ƇĬÓùƆ Ĥƈ ħĻĝƈ ÝƆ ùŽ ĺƆ ƆźIJƆ
Ƈ Ɔ
Ƈ
ƈ
ƈ ƈ
Ž
ĢÓƆ ĜƆ ěƇ Ðƈ ijƆ ×ĤŽ ÒÓĨƆ ųÒ
Ɔ øƇ òÓ
Ʃ Ģij
Ɔ ĺƆ ģĻƆ Ĝ įƇ ĝƆ ÐÒijƆ ÖƆ ĮƇ òÓ
Ƈ äƆ īƇ ĨƆ ÉĺƆ Ɔź īŽ ĨƆ
Ɔ
395
Cennet Yolları
396
įƈ ĥƪ èƈ ƈóĻĔƆ īŽ Ĩƈ ƃźÓĨƆ ÔÓ
Ɔ ĀƆ ƆÒ ģƅ äƇ òƆ ÓĩƆ ĺƪ ƆÒIJƆ įƇ ĩƇ ĥŽ ƇČIJƆ įƇ ĩƇ ýŽ ĔƆ
Ž
ƈ
ÓĨƆ IJƆ įƇ ĭŽ Ĩƈ ģŽ ×ĝŽ Ƈĺ ħĤƆ ĚƆ ïƪ āƆ ÜƆ ĪŽ ƆÒIJƆ įĻƈ Ęƈ įƇ ĤƆ ĞŽ òÓ
Ɔ ×Ɔ Ƈĺ ħŽ ĤƆ įƇ ĭŽ Ĩ ěƆ ęƆ ĬŽ ƆÒIJƆ
Ɔ Ž
ƈ
ƈ
īƪ ġƈ Ĥſ IJƆ ßĻƈ
Ɔ ×íƆ ĤŽ Ò óƆ ęžƈ ġƆ ƇĺƆź ßĻƈ
Ɔ ×íƆ ĤŽ Ò Īƪ ÒƆ ƈòÓĭĤÒ
ƪ ĵĤſ Ò ĮƇ îÒƆ õƆ ĘƆ ĵƆ ĝÖƆ
ßĻƈ
Ɔ ×íƆ ĤŽ Ò óƇ ęžƈ ġƆ Ƈĺ ÕƆ Ļžƈ ĉƪ ĤÒ
“Nefsim yed-i kudretinde olan Allah (c.c.)’a kasem
ederim ki, kulun dili doğru olmadıkça dinî doğru olmaz,
dili doğru olmadıkça kalbi doğru olmaz.” Binâenaleyh hem
ahdinde riâyet ile sözünde durmalı ve hem de katiyen yalan
söz söylememek gerekir. Her ne pahasına olursa olsun, yalandan hayır gelmez. Bunu iyi bilmeli, sonra Müslüman her
halde maddî ve manevî bütün emânetlere karşı gayet hassas
olmalıdır. Manevî emânetlere hassas olmayan kişiler, maddî
emânetlere de riâyet etmeyi beceremezler. Çünkü emânete
riâyetin başında, âhiret mesuliyetini müdrik olmak gerekir.
Bu idrak olmayınca istediğini istediği gibi yapar, ne emânet
kalır ne de başkası.
ƈ ĝƈ Ýùĺź
ħĻĝƈ ÝƆ ùŽ ĺƆ ƆźIJƆ įƇ ×ĥŽ ĜƆ ħĻĝƈ ÝƆ ùŽ ĺƆ ĵÝƩ èƆ ïƅ ×ĐƆ ĪƇ Óĩĺ
Ɔ Ò ħĻ
Ɔ Ɔ
Ž
Ɔ
Ƈ Ɔ ŽƆſ
īƆ ĨƆ ÉŽ ĺƆ ĵÝƩ èƆ ÙƆ ĭƪ åƆ ĤŽ Ò ģƇ ìƇ ïŽ ĺƆ ƆźIJƆ įƇ ƇĬÓùƆ Ĥƈ ħĻĝƈ ÝƆ ùŽ ĺƆ ĵÝƩ èƆ įƇ ×ĥŽ ĜƆ
Ƈ
Ɔ
įƇ ĝƆ ÐÒƈ ijƆ ÖƆ ĮƇ òÓ
Ƈ äƆ
“Kişi komşusu şerrinden emin olmadıkça cennete evvel girenlere giremez.” Ah ne kadar güç, hele kendini beğenenler, hiç rahat edemezler.
Mehmed Zahid Kotku
“Her hangi bir kimseye helal olmayan malı infak
ederse, bu infak ona mübarek olmaz. Eğer tasadduk ederse,
ondan o sadaka kabul olunmaz. Geriye kalan malda onu
cehenneme sürükler. Çünkü habîs olan, haram olan mal
ile pis şeyler temizlenmez. Pis su ile pislikler temizlenmediği gibi, lâkin temiz olan sular, pis malları temizlerler.” Yani haram ile bir sevab, bir kâr elde etmek mümkün
değildir. Hediyeleri kabul olunsa bile yine sevap ve ecir olamaz. Bu hediye ve infaklar onun geri kalan mallarını da temizler, hediyelerine de, günah yoktur. Temiz olan helal mallardan yapılan sadakalar, infaklar, hediyeler hem günahlarını
temizler, hem mallarını artırır. Hem de sevabı çok olur. Yeri
de inşallah cennet olur. Bu hadis-i şerif çok mühim ve çok
değerlidir. Bunu hemen her müslüman’ın bilmesi ve ona göre
hareket etmesi, doğrusu candan talep olunur. Müslümanlar
için, hattâ bütün insanlar için bir kanun gibi olmasını istemek hepimizin arzusudur. Çünkü insanda emniyet, komşuya
karşı saygılı ve hürmetkâr olmak, kazancın da helâl olması ve
sonra onu hayırlara infak edebilmesini kim istemez? Cenâb-ı
Hakk, cümlemizi, böyle emânete riayetkâr, sözü doğru, özü
doğru, komşusuna faydalı, helal kazanıp, helâl yiyen ve yediren bahtiyar ve sevgili kullarından eylesin, âmin.
ƈ
įƇ ĤƆ òij
Ɔ Ɔź īŽ ĩƆ Ĥƈ ØƆ ijĥſ ĀƆ ƆźIJƆ įƇ ĤƆ ÙƆ ĬƆ ÓĨƆ ƆÒ Ɔź īŽ ĩƆ Ĥƈ ĪÓ
Ɔ ĩĺ
Ɔ ıƇ Ĉ
Ɔ Ò Ɔź
ƈ ĥſ āĤÒ ďĄƈ ijĨIJ įĤƆ ØƆ ijĥſ ĀƆź īĩĤƈ īĺîƈ ƆźIJ
īĺ
ƈ ïĤÒ
žƈ īƆ Ĩƈ Øij
Ž Ɔ Ɔ
Ɔ
Ɔ
ƪ Ƈ ŽƆƆ Ƈ
ïƈ ùƆ åƆ ĤŽ Ò īƆ Ĩƈ öƈ ÈŽ óĤÒ ďƈ Ąƈ ijŽ ĩƆ ĠƆ
ƪ
“Emânete riâyeti olmayanın imanı yoktur, (yani tam
bir îman değildir) Tahareti olmayanın namazı yoktur, (yani
397
Cennet Yolları
398
namazı, namaz değildir). Namazı olmayanın da dini yoktur.
Dinde namazın yeri, başın ceseddeki yeri gibidir.”
Emânet İslâm’da en büyük bir mevkiye hâizdir. Zira Hz.
Allah (Azze ve Celle) Kur’ân-ı Kerim’inde:
“Biz emâneti (Allaha itaat, ibâdetleri, emir ve nehiylerini) göklere, arza, yere ve dağlara teklif ettik de, onlar bunu yüklenmekten çekindiler, ondan korktular da,
onu insan yüklendi.” İnsan bu emanetin hakkını gözetmediğinden çok zâlim, çok câhil bulunuyor. Emanet tam doğruluk ve dürüstlük isteyen bir şeydir. Bunu hakkıyla yapabilenlere gıpta olunur. “Festekim” kelimesinin de Resûl-i
Ekrem (Sallallâhü Aleyhi ve Selem)’i ihtiyarlattığı malumdur.
Zira insan bazı noktalarda muvaffak olsa dahi çoğu zaman
aciz bir mahluktur. İstikamet ise her şeye şâmildir. Yâni bütün harekât ve sekenâtınızda istikamete riâyet ediniz. O zaman tam kâmil bir Mü’min olursunuz. Birbirlerine gizlice
söylenilen sözler de emânettir. Başkalarının duyması istenmeyen, sözlerde emânettir. Din emânet, İslâmiyet emânet,
Kur’an emanet, namaz emânet, oruç emânet, zekât emânet,
kelime-i tevhîd emanet vazifeler emânet; memleket emânet,
ailemiz emânet, çocuklarımız da emanettir. Bu yükün altından selâmetle çıkabilmek elbette büyük bir muvaffakiyettir.
Bu husustaki kusurlarımızdan ve daha doğrusu aczimizden
nâşî, her akşam yatmazdan evvel güzel bir abdest alıp hiç olmazsa dört rekât namaz kılıp arkasından güzel bir tevbe-i istiğfar ve bir de seyyidül istiğfarı da üç kere okuyup günahlarımızın afvını ve istikamet üzere yaşayabilmemiz için Cenab-ı
Hakk’ın da yardımını isteyerek biraz zikir, biraz Kur’an, biraz
da salâvat-ı şerife getirerek uyumak ne kadar tatlıdır. Geceleri
uyandıkça mümkün mertebe tesbih, zikir ve dualarla meşgul
Mehmed Zahid Kotku
olmalı ve hele kalkıp hiç olmazsa iki veya dört rekât namaz
kılıp, tekrar yatmak ne kadar hoştur. Hâlbuki insanın kendisi
de emânettir. Onu korumak, muhafaza etmek de vazifelerimizin başında gelir. Onu helâl gıdalarla beslemek, haram lokmaları yemekten kaçmak, haram içkilerden sakınmak, akşamları yatsıdan sonra oturmayıp yatmak, fazla ve zararlı şeyleri
yememek, lüzumsuz konuşmamak… Zîra, nefesler de ömürden sayıldığından boşa zayi etmemek gerekir. Çünkü ömür
de, nefes te emânettir. Cenâb-ı Hakk cümlemizi emânete
riâyet eden bahtiyar kullarından eylesin, âmin.
İkinci kısım taharettir. Taharet te iki kısımdır:
1- Maddî taharet,
2- Manevî taharet.
Maddî taharet, bedeninin, elbisesinin ve namaz kılacağın yerin şer’an temiz olması, demektir. Necis olan her şeyden, sidikten, kazurattan, kandan, irinden, şaraptan, pis sulardan ve daha ne kadar pis şey varsa hepsinden korunmak
gerektir. Mayi olan pisliklerden el ayası kadarı, mayi olmayanın da kuru pislikler tırnak büyüklüğünde olanlarından bile
sakınmak lâzımdır, meniler de pistir. Onları da yıkamak gerektir. Manevî pislikler ise bütün günahlar ile birlikte kir, hased, gadab, kin, riya, şehvet, şöhret hırsı ve emsali günahlar
ve ahlaklardır ki, bunlara necâset-i mâneviye derler. Maddî
necâsetlerden daha fenadır. Zira maddi necaset sidik ve pislik gibi ne kadar çok olursa olsun, bir banyo yapar, hele kokulu sabunla yıkandın mı, birde çamaşır değiştin mi, tertemiz olursun. Fakat manevi necaset olan kir, hased, gadab, riya
hırs, kin ve emsali pislikleri öyle sularla, sabunlarla, kokularla
temizlemek imkânı yoktur. Bunlar uzun ve ihlâslı mücadele
ve mücahede ve riyazetlere ve olgun üstadların terbiyesine
399
Cennet Yolları
400
muhtaçtır. Bu terbiye görenlerin yine hepsi, müptelâ oldukları kötü ve fena ahlakları kolayca bırakamazlar, yine zaman
zaman bu huylarını icra ederler.
Suyun temizliği üç şeyle belli olur. Tadı, rengi, kokusu,
suyu tadı yerinde ise, rengi de su renginde ise, kokusu da
yoksa o su ile abdest alınır, gusul edilir, çamaşır da yıkanır.
Eğer bu üç vasfı bozuksa, o su ile ne abdest alınır ne de içilir.
Müslüman’ın da iyiliği yine üç şeyle belli olur. Sözünde doğru
ise, ahdinde ve vadinde duruyorsa, emânete riâyet ediyorsa,
o iyi müslüman’dır. Eğer sözünde sadakat yoksa vadinde ve
ahdinde durmuyorsa, emânete de hıyanetlik ediyorsa, o da
kullanılmayan su gibidir, vesselâm.
Binâenaleyh, tahareti olmayanın namazı da yoktur. Şart
olmayınca, meşrut bulunmaz, derler. Abdestsiz namaz nasıl hiç
sahih değilse, taharetsiz ve pis sularla abdest de olmaz, namaz
da olmaz. Dini de yoktur. Namazı olmayan kişinin dini de
tam değildir. Zira namaz dinin direği olduğu gibi, direksiz
bina olmaz. Direkler yıkılınca, bina da yıkılır değil mi? öyle
ise, namazsız din olmaz, olur ama o içilmeyen pis su gibi varlığı ile yokluğu müsavidir. Şimdi de namaz hakkında kısada
olsa biraz malumat vermeyi münâsip buluyorum. Evvelâ ibadetlerin çeşidi çoktur, fakat mühimi miraçta emrolunduğumuz namazdır. Namazın faydaları hakkında çok eserler vardır.
Halil Abdullah Siracüddîn’in İslam’da namaz hakkında yazdığı
eserden iktibasla, bazı faydalarını zikretmeyi faydalı gördüm.
Şöyle der ki: Allahü Teâlâ Hazretleri dini İslâm’ı bizlere göndermiş ki, O’na ibâdet edelim ve O’nun gösterdiği yoldan gidelim
ki, nefislerimiz temizlensin ve akıllarımız doğru olsun, kalplerimiz nûr olsun. İbadetlerimiz sebebiyle hayvâniyet sıfatlarından
kurtulup insaniyet ve melekiyet sıfatlarına nail olsun. Zira insan
Mehmed Zahid Kotku
iki sıfatın sahibidir. Sıfat-ı melekî, sıfat-ı hayvanidir. İnsan ibadet eder, doğru yoldan ayrılmazsa ve günahları irtikâb etmezse
melekiyet sıfatını kazanır. Bunun aksine ibadetinden mahrum
kaldığı takdirde “İnsânü’l-erdul’-hayvânî” mucibince sıfat-ı
hayvani olur. İnsan hayvan-ı nâtıktır. Onun kemâlât-ı insaniyeye ulaşması ibâdatı sayesindedir. İbadetten mahrum olduğu an
derhal hayvân-ı natık menzilesine düşer. Bu husustaki Kur’an
âyetlerini ve hadis-i şerifleri yazmak istemedim. Şunu arzedeyim ki sûre-i Bakara’nın 21. âyetinde:
“Ey insanlar! Sizi ve sizden evvelkilerini de yaratan
Allahü Teâlâ Hazretlerine ibadet ediniz.” Fermanı ilâhiyesi
mucibince kulların Allahü Teâlâ’ya her zaman, her yerde emrettiği ibadeti yapmak suretiyle, bu insanlık ve melekiyet sıfatını muhafaza eder, bu ibadet ölünceye kadar devam eder. Bir
müddet namaza devam edip de, sonra bırakmak insana hem
yakışmaz ve hem de olmaz. İbadeti ancak şeytanlara uyanlar
ve nefislerine mağlûp olup hayvani sıfatlara düşenler bırakır.
Zira ibadet Allahü Teâlâ’nın kulları üzerinde ki haklarındandır. Çünkü onu yaratan, onu büyütüp yetiştiren O’dur. Ona
akıl, zekâ, irâde, kuvvet, kudret, sıhhat ve afiyet ve her şeyi
veren O’dur. Sonra çeşitli nimetlerine gark eden ve onların
lezzetlerine doyuran yine O’dur. Gökten yağmurunu yağdırıp, bizleri rahmetine nail eden yine O’dur. Güneşi ve Ayı ile
gündüzü ve gecesi ile çalışmamızı ve istirâhatımızı veren yine
O’dur. Bakınız Muâz b. Cebel (Radıyallâhû Anh) Hazretleri
bir seferinde Resûl-i Ekrem (Sallallâhû Aleyhi ve Selem) Efendimizin arkasında hayvanına binmiş olduğu halde giderlerken Cenâb-ı Peygamber (s.a.v.) Efendimiz:
“Ya Muâz b. Cebel” diye seslendi. Ben de “lebbeyk yâ
Resûlallah”, dedim. Ama Resûlûllah (s.a.v) Efendimiz bir şey
401
Cennet Yolları
402
söylememişler. Bir müddet sonra tekrar “Yâ Muâz b. Cebel” dediler, ben de “lebleyk yâ Resûlallah ve sâdeyk” dedim.
Fakat yine bir şey demediler. Bir müddet daha yürüdükten sonra “Yâ Muâz b. Cebel” diye seslendi. Ben de “lebbeyk Resûlûllah ve sa’deyk” dedim. Buyurdular ki: “Allah-û
Teâlâ’nın kulları üzerindeki hakkı nedir bilir misin?” diye
sordular. Ben de “Allah ve Resulü bilir” dedim. Buyurdular
ki: “Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, O’na ibadet edip
hiçbir şeyi şerik koşmamaktır” dedi. Yine yolumuza devam ediyorduk, bir müddet sonra bana “Yâ Muâz b. Cebel”
diye seslendi, ben de “lebbeyk Resûlûllah ve sa’deyk” dedim.
Buyurdular ki: “Kulların Allah (c.c.) üzerindeki hakları
nedir, bilirmisin?” Ben yine “Allah (c.c.) ve Resulü (s.a.v.)
bilir”, dedim. Buyurdular ki: “Onlar O’nun istediklerini
yaptıkları zaman, Onlara azab etmemektir.” Yine ibadetin meşru kılınmasının sebeplerinden birisi de halk ettiği
kullarının güzel ahlak sahibi olmaları ve nûr’ı ilâhi ile cemal ve kemâl sahibi olmalarıdır.
İnsanların işledikleri her bir amelin işleyen insan üzerinde
bir tesiri, bir alâmeti olduğu muhakkaktır. İbadetlerin de kullar üzerindeki alâmeti, kulun nura boyanması ve nurlanmasıdır. Yâni ibadetlerin alâmeti nurdur. İbadetsizliğin alâmeti de
zulmettir. Çünkü insan her hangi bir işe devam ederse o iş
ona meleke olur, alışır, terki kolay olmaz. En basiti sigaradır.
Alışan kimse onun zararını bildiği halde, onu terk edemediği
görülen ve bilinen şeylerdendir. Zira kulların halk olunmasındaki sebeplerden en mühimi, Allahü Teâlâ’ya ibadet sayesinde şereflensinler ve Allahü Teâlâ’nın muhabbetini kazanarak
sahip-i izzet olsunlar, ibadetler sayesinde Hâlık Zülcelale hem
sevgi ve hem de kurbiyet hâsıl olur. Bir hadis-i kudsîde:
Mehmed Zahid Kotku
“Benim kulum bana benim farz ettiğim şeyden, yâni
ibâdetlerden daha sevgili bir şeyle bana yakın olamaz ve
bana nafile ibâdetler yapmaya devam edince, Ben de onu
severim… ilâ âhir” Zaten "severim" dedikten sonra mesele
kalmaz. Maksat ve gaye o sevgiyi o rızayı elde etmek idi. Oda
bu ibadette tecelli edince, kul maksadına erişmiş demektir.
Malûmdur ki kişi kendisine verilen hizmeti yapmazsa
veya yapamazsa ona iyi bir ad vermezler. Bırak şunu, o da
adam mı, deyiverirler. Binâenlaleyh insan insanlığını, halkolunduğu gaye için yaptığı ibâdet kadar, yani o nispette insanlıktan nasibini alır, vesselam.
Her kim bu kulluk vazifesi, kulluk borcu olan ibadeti
terk ederse, hakikî insanlıktan tamamıyla soyunmuş ve sûretâ
insan olarak yaşar. Bunlar hakkında Kur’an-ı Azimüşşan’daki
hitap çok acıdır. Çünkü hakiki insanlık mertebelerine ulaşamayan zavallılardan beşeriyet çok ezâ ve cefâ görür. İnsanların
huzurlarını kaçırırlar. Birçok tedbirlere başvurmağa, masraflara girmeye mecbur ederler. Kendisinden beşeriyet ve insanlık hemen hemen hiçbir fayda göremez, ne dirisinden ne
de ölüsünden. Hâlbuki bir hayvanın bile beşeriyete çok hizmetleri dokunur. Meselâ: Tarlaları sürmekte, arabalarda yük
taşımakta, et, yağ, süt, yumurta bal gibi faydalı şeyleri bizlere yetiştirirler. Öldükten sonra da derisinden yününden,
kemiklerinden hatta bağırsaklarından hep istifade edilmekte
olduğu malumdur da, bu dinsiz, ibadetsiz ve ahlaksız yaramaz insandan, ne istifade edilir? Kendisini yaratan ve envâ-î
nimetlerle besleyen ve O’nun mülkünde bedava oturup yaşayan insan, O Halik Zülcelâl Hazretlerine ki şükretmez, sözünü tutmaz, emrini dinlemez. Artık onun hakkında hükmü
siz veriniz. Binâenaleyh izzet, şeref, devlet, saltanat hep Allah
403
Cennet Yolları
404
(c.c.)’ındır. Allah (c.c.)’a kulluk eden aziz olur, şerefli olur.
Devlet saltanatı da onadır ki, o dünya saltanatını bu ahiret
saltanatı için İbrahim Edhem nasıl terk etti. Devlet kuşu da
öyledir. Hiç düşünme, hemen tövbekâr ol ve seni yoktan yaratan Allah (c.c.)’a dön ve O’nun emirlerini dinle ve yasak
ettiği her şeyden kaç, dünyaya sakın aldanma; bak kimseye
kalmamıştır. Sana da kalacak değildir. Sana kalmayan şeyle
ne diye uğraşır, ömrünü zayi eder, dünyan da elinden, ahiretin de elinden gider, vesselam. Onun için uyanık ol ve iyi
düşün. Kâfirlere bakıp da dalâlete düşme. Sen, cennet ehlinden olmağa çalış.
Ey aziz ve muhterem kardeşim! Bunlar Abdullah
Serâcüddîn’in yazdığı “Essalâtü fil’İslâm” kitabından alınmış hulâsalardır. Cenâb-ı Hakk cümlemize hakiki ve dürüst namaz kılmak ve bu sebeple içi ve dışı nûr ile beraber;
dinde kemâle, ahlakta kemâle, dünyada saâdete, ahirette de
selâmete nail olan bahtiyar kullarının zümresine ilhak buyursun, âmin. Bihurmeti Seyyidil mürselîn velhamdülillâhi
Rabbil âlemin.
Hakiki Müslümanlardan bir misal: Sa’d b. Ebî Vakkas
(Radıyallahû Anh) Hazretlerinin ihtiyarlıkta gözleri görmez
olmuş, fakat mübarek duâsı da çok keskinmiş, derhal kabul olunurmuş. Kendisinden rica etmişler. Senin duanın
ne kadar makbul olduğunu biliyoruz. Şu gözlerinin açılması
için Cenâb-ı Hakk’a bir duâ etsen derhal kabul olunacağına
ve gözlerinin açılacağına eminiz demişlerse de, mübarek zât
buyurmuş ki: “Ben Allahımı ve O’nun takdirini gözümün
nurundan daha çok fazla sevdiğim için böyle bir dua yapamıyacağımdan beni mazur görünüz” demiş. Bakınız, Allah
(c.c.) adamı nasıl?
Mehmed Zahid Kotku
İkincisi Zübeyr (Radıyallâhü anh)’in ayağı ağrımış, nihayet kesilmeye karar verilmiş. Fakat o devirlerde vücudu uyuşturan ilaçlar olmadığı için o ıstırabı mümkün mertebe teskin için, kendisinin şarap içmesi sonunda, uykusu gelip uykuya
daldığı sırada keseriz, demişler. Hz. Zübeyr ise; hayır öyle şey
olmaz. Ben o haramı ağzıma koyamam. Ama zikrullaha devam ederim. Siz de ayağımı istediğiniz gibi kesersiniz, demiş
ve öyle yapmışlar. O da ayağının kesildiğini bile duymamış.
Bakınız Müslüman nasıl oluyor!
Üçüncüsü: İsmini hatırlayamadığım zatın muharebede
kolu kesilmiş, fakat kopmamış. Kesik kolu kılıç sallamağa
mâni oluyor diye koparıp atmış ve tek kol ile harbe devam
etmiş, nihayet şehâdet şerbetini içerek âhirete göçüp gitmiştir. Hele Talha (Radıyallâhû anh)’ın, Uhud muharebesinde
Resûlüllah (s.a.v.)’in önüne durup düşmanın hücumlarına
mâni olduğu sırada aldığı yaralarının sayısı pek çok olduğu
halde, Efendimiz (s.a.v.)’in muhafazası için canını fedaya razı
olduğundan yerinden zerre kadar kımıldamamıştır. Bir gün
bahçesinin güzelliğine ve kuşların cıvıltısına hayran olarak yatarken, ikindi namazını cemaatle edâ etmeyi kaçırmış, bundan dolayı üzüntüsünü gidermek üzere:
“Yâ Resûlallah (s.a.v.)! Bu bahçe bu gün benim Sizin arkanızda ikindi namazımı kılmama manî oldu. Binâenaleyh
bu bahçeyi umûr-ı Müslime harcanmak üzere vakf eyledim”
demiş. Bunların menakıpları öyle bir iki kitapta bitmez. Allahü Teâlâ bize de o müslümanlar gibi müslümanlık nasip
buyursun, âmin.
Dindeki namazın mevkii, cesedde ki baş gibidir. Ne kadar mühim bir irşad, zira başsız cesed hiçbir zaman yaşaya-
405
Cennet Yolları
406
maz. Baş olmayınca cesedin kıymeti olmadığı gibi, namazsız müslümanın hâlini artık sen düşün.
İlmi kötüye kullanmaktan kaçınmak
÷ƈ ĩŽ íƆ ĤŽ Ò īƆ Ĩƈ ħĠij
Đïĺ ħƅ ĤÓƈ Đ źÒƈ ħƅ ĤÓƈ ĐƆ ģƈ ž ĠƇ ïƆ ĭŽ Đƈ ÒijùƇ ĥƈ åŽ ÜƆ Ɔź
ŽƇ Ƈ ŽƆ Ɔ ƪ
ĵĤƆ Òƈ ƈó×ġƈ ĤŽ Ò īƆ Ĩƈ IJƆ īĻ
ƈ ĝƈ ĻƆ ĤŽ Ò ĵĤƆ Òƈ ğžƈ ýĤÒ
ƪ īƆ Ĩƈ ÷ƈ ĩŽ íƆ ĤŽ Ò ĵĤƆ Òƈ
Ž
ƈ ĺ ƈóĤÒ īĨƈ IJ Ùƈ éĻāƈ ĭĤÒ ĵĤƆ Òƈ Øƈ IJÒïƆ đĤŽ Ò īĨƈ IJ ďƈ ĄÒ
ĵĤƆ Òƈ ÅÓ
ƪ
Ɔ Ɔ Ɔ Ɔ Ƈ ijƆ ÝĤÒ
Ɔž Ɔ Ɔ Ɔ ƪ
ƈŽ
īĨƈ IJ þƈ Ż
ïƈ İŽ õĤÒ
ſ ìŽ źÒ
ƫ ĵĤƆ Òƈ Ùƈ ×Ɔ ĔŽ óĤÒ
ƪ Ɔ Ɔ
“Siz her âlimin, her bilginin yanında oturmayın (yâni
onların sohbetlerini dinlemeyin) ancak şu âlimle ki, onlar
sizleri beş (kötülükten) kurtarıp beş (iyiliğe) sizi sevk eder.
Birisi, şekten kurtarıp yakîne eriştirir. İkincisi kibirden
kurtarıp tevazua eriştirir. Üçüncüsü, adavetten, düşmanlıktan kurtarıp, nasîhatle muhabbete ve ıslah hale çalışır
ve değiştirir. Dördüncüsü, riyakârlıktan kurtarıp, ihlâsa
ulaştırır. Beşincisi, dünyaya rağbetten kurtarıp, zühde
eriştirir.”
Böyle alimlerin meclislerinde bulunun demek, onlara benzeyin demektir. Her devirde olduğu gibi bâzı âlimler dünya
adamıdırlar. Gerek eserlerinde ve gerekse nasîhatlerinde dünyayı medh ederler. Refah ve saadete nâiliyet için birçok yollar
bulup, tatlı tatlı konuşurlar. Bazen ahireti de meth etse dahi,
kendi varlığı, çalımı, fesahat ve belagat taslaklığı, edebiyatçılığı ile herkesi hayran bırakırlar, ama bir kulaktan girip öteki
kulaktan çıkar. Çünkü sözlerinde samimi değil. Gönül avla-
Mehmed Zahid Kotku
mak, dünyalığını temin etmek için olsa gerek. Hiç bir fayda
temin etmez, hepsi hava. Bu gün başımıza gelen bütün fenalıkların başı hemen hemen bu olsa gerek. Sen öyle bir âlim
ara ki, bulduğun âlim seni şu beş şeyden, şüphelerden, fenalıklardan kurtarsın. Sen de hakikî Müslüman olasın.
Birisi şekdir ki, şeytan aleyhillânenin iğfaliyle insan şüphelere düşer. Gerek Allahü Teâlâ’nın hakkında, Kitabı hakkında, Peygamberi hakkında, âhiret hakkında, cennet ve cehennem hakkında bazı şek ve şüphelere düşerse, gerçek âlim
onu bu şek ve şüpheden kurtarıp İslâmiyet’e, dinine yakîn
hâsıl eder, gerek nasîhatlerle ve gerek ef’âl ve harekâtıyla.
İkinci, kibirdir. Malum, kibir pek büyük bir derttir, cehlin alâmetidir. Kendini bilende katiyen kibir olmaz. Kibirliler kolayca cennete giremezler. Her ne kadar ibadetleri çok
olsa dahi ve bu kibir insanları birbirinden soğutur ve cennete
dahî giremez. Şu hadis-i şerif mucibince: “Kimin kalbinde
zerre kadar kibir varsa o kimse cennete giremez.” Sonra
kibir şeytanın sıfatıdır ki, Hz. Âdem’e secde edemedi. Kendini büyük gördü ve Allah (c.c.)’a âsî olup, kovuldu. Malum
kibir necâset-i mâneviyedir. Namaz sahih olsa bile, makbul-i
ilâhî değildir. Sonra, günâh-ı kebîredir. Günahların tekrarı ne
kadar büyük olduğu malumdur. Onun için kibirden bir an
evvel kurtulmak lâzımdır. “Men tevâdaa tefeahûllah” sırrına mazhar olmağa gayret etmelidir. Zira tevazu sahiplerini
Hz. Allah (Azze ve Celle) hem sever ve hem de onların makamlarını dünyada da ahirette de arttırır. “Ve men tekebbere vedaahûllah” Eğer ıslah-ı nefs edemezse, öyle kibir ile
kalırsa, onların hali ise günden güne perişanlıktır. Ne dünyada ve ne de âhirette huzur göremezler. Allah (c.c.) cümlemizin muîni olsunda, bütün kötü huylardan ve bahusus bu
407
Cennet Yolları
408
kibir derdinden kurtarsın, âmin. Bazı insanlar kendilerinde
kibir olmadığını iddia ederler ve kibirli olduklarını da bilmezler. Bu da çok fena… İnsanlar zenginleştikçe ve bir de yüksek
makamlara geçince mâfevklarına karşı mütevazı olsalar dahi,
mâdünlarına karşı böbürlenmeyi âdeta bir vazife telakki ederler. Hele işi istediği gibi yapamadıysanız, vay halinize, işte o
zaman insanın mâhiyeti meydana çıkar. Bir münakaşa esnasında bu kibir kendini iyice gösterir. El birliği ile yapılan işlerde kenini kasar. Başkalarını çalıştırmayı sever. Ama kendisi
buyruk istemez, bu da kibir alâmetidir. Namaz kılmamak ta
kibirden ileri gelir derler.
Üçüncüsü, düşmanlıkları da nâsihatlar ile teskin edip
adaveti, muhabbete çevirip barıştırmak, nafile ibadetlerin
en efdali sayılmıştır. Çünkü kardeşler arasındaki soğukluk,
birbirleriyle çekişmek, küsmek ve birbirinin aleyhinde bulunmak tabiatiyle hiçbir kimseye yakışmayacağı gibi, Müslümanların birbirleriyle adaveti, katiyen doğru olamayacağı
herkesçe malumdur. Cemiyetlerin huzur ve salâhı, efradının
birbirlerine sevgi, saygı, hürmet ve muhabbetlerine bağlıdır.
Böyle birbirlerini candan seven kişilerin bulunduğu cemiyet,
ne kadar güzel ve ne kadar kıymetli ve ne kadar da bahtiyar
bir cemiyettir. Bunun için, insanların evvel emirde nefislerinin elinden kurtulması şarttır. Zira cemiyetleri birbirine katan ve aralarını açıp onları cehennem çukuruna sürükleyen
hep nefislerinin kölesi olmaktandır. Tahsiller, yüksek makamlar hiçbir zaman insanın iyi ve makbûl-i ilâhi olan bir insan
olmasını temin edemez. Belki gururlara ve sefâhete ve isyanlara sevk ettiği de görülen hâlattandır. Bu ıslahı nefs için en
büyük âmil, zikrullaha devamla birlikte ahlâk kitaplarını
okuyup, iyi dürüst olgun müslüman kitlelerine karışmak
Mehmed Zahid Kotku
ve onlarla hem hal olmakla ancak mümkündür. Zira o
mecliste zikirlere dâhil olanlara Cenâb-ı Hakk tarafından
sayısız lütuflar ihsan buyrulur. Sana ufak bir misâl:
— Sofilerin reisi olan Cüney Bağdâdi (K.S.)’yi ve etrafındaki sofileri bâzı çekemeyenler, o günün idarecilerine
aleyhinde iftiralarda bulunmuşlar (hükümet-i yıkacaklarmış
gibi). Bu hal üzerine devrin idarecileri bu sofilerin idamına
hükmetmişler. Fakat cellât bu sofilerin yüzlerindeki ilâhi
nura hayran olarak âmirine, “Efendim bunlar tam evliya kişiler, bunlarda böyle bir kusur sâdır olamaz. Bir yanlışlık olsa
gerek” diye tahkikini istemiş. Neticede iftira edenlerin haksızlığı anlaşılmış. Bu defa müfterilerin idamını emretmiş ise
de Cüneyd-i Bağdadî (K.S) hazretleri onlarında afvını talep etmiş, böylelikle onları da kurtarmış. Onlarda yaptıklarına pişman olarak kucaklaşmışlar, sevişmişler, selâmete
erişmişler. Cenâb-ı Hakk bizleri de iki cihanın selâmetine
nail eylesin, âmin.
Dördüncüsü, riyadır. Riya büyük bir belâdır, buna
çok kimse müptelâdır. Sofuluk taslayanlar arasında çok vardır. Riya, şirkin kardeşidir. Riya hem gösteriş, hem de kendisinde olmayan hâlatı varmış gibi göstermeğe çalışmak, menfaatlere erişmek için kullanıla en korkunç bir desise yoludur,
hilekârlıktır. Adam kandırmak için riya kötü bir vâsıtadır.
Riyakârın hiçbir ameli makbul değildir. Kıyamet gününde
o; ibadeti kimin için yaptınsa, sevabını git ondan iste, diye
kovulacaktır. İşte seni bu çirkin huydan kurtaracak bir âlim
bul ki, senin riyakâr halini ihlâsa çevirsin, yani ihlâs sahibi
bir adam olasın. İhlâs da öyle kolay bir şey değildir ki, hemen ihlâs sahibi bir adam olabilesin. O nefis yok mu, onun
başı ezilmedikçe ihlâsı kolayca kabul etmez. Saltanatına düş-
409
Cennet Yolları
410
kün insanlar ise bunu hiç beceremezler, sofulukları, dervişlikleri hemen dillerindedir, sıkıya hiç gelemezler. Hevâ ve nefsi
arzularından, süs ve saltanatlarından bir türlü vazgeçemezler.
İsrafları boylarını aşmıştır. Fakir fukaraya da el uzatamazlar.
Hal hatırını da soramazlar. Onların işlerini yapmak onlara
âdeta ölümdür, ölüm.
Zira ihlâs Allahü Teâlâ’nın bir nurudur. Onu ancak sevdiği
kullarının gönüllerine ihsan eder. Onun için evvel emirde bu
ihlâs sahipleri, kişileri ve cemiyetleri bulmak ve bunların arasına girip bunların rengine boyanmakta şarttır. Allahü Teâlâ
cümlemizi ihlâs sahiplerinden eylesin, âmin.
Beşincisi, dünyaya rağbeti bırakıp, zühdü, takva sahibi olmağa bizi sevkedebilecek bir âlime ihtiyacımız katidir. Dünya dediğimiz vakit de şunu anlamak gerektir;
bizi Allahü Teâlâ’nın emirlerini yapmaktan ve daha doğrusu bizi Allah (c.c.)’tan uzaklaştıran, ayıran her şey dünyadır. İbadetimizi güzelce yaptıktan sonra dünya bize hiç
de mâni değildir. İbadetleri terk edip, hattâ bu hususta ki
lâzım olan ilimleri de terk edip, geceyi gündüze katarak
çalışmak, elbette hem insanî değil, hem de sıhhî. O beş
vakit namaz için alınan abdestin ve kılınan namazın ne
demek olduğunu bir kere idrâk etmiş olsa, acaba ne pahasına olursa olsun, ne namazı bırakabilir, ne de Allahü
Teâlâ’nın diğer emirlerini.
Bu hususta Abdülhâlik Gücdûvânî (K.S.)’nin hikâyesi
pek meşhurdur. Muhterem zât kendisi bezzaz denilen esnaftan olduğu halde, günde 10.000 tevhid çektiğini söylermiş,
buna taaccüb eden bir zât akşama kadar dükkânının karşısında oturup muhterem zâtın ne zaman bu kadar tesbihi
çekeceğini beklemiş, durmuş. Bakmış ki müşterilerde pek
Mehmed Zahid Kotku
çok, adamcağızın nefes almağa bile vakti yok. Muhterem
zât da bunu anlamış olacak ki, akşamüstü adamı çağırmış
ve ne istediğini sormuş, o da cevaben; “Efendim sizin günde
10.000 tevhîd çektiğinizi duydum da, onu ne zaman ve nasıl
çektiğinizi öğrenmek için geldim” demesi üzerine muhterem
zât, evlâdım, bak, Cenâb-ı Hakk her eşyayı bir şey için yaratmıştır. Göz görmek için, kulak da işitmek için, burun koklamak için, el tutmak, koparmak, ayak yürümek, dişler ağızdaki gıdaları ezmek, parçalamak için olduğu gibi… Bir de
gönül yaratmıştır ki, oda kendisini zikretmek içindir. Bazen
dil ona yardımcı olur. Ama o her zaman için zikrinden katiyen ayrılmaz. Eller alır, verir. Gözler bakar, ağızlar konuşur.
O gönülle ki, Allah (c.c) ile o da Allah(c.c.)’ı can-ı gönülden
zikredip durur. Nasıl bir kez Allah (c.c.) dîse aşk ile lisan (gönül), dökülür cümle günah misli hazan, kış mevsiminde yaprakların döküldüğü gibi.
Zühd: Lügat manâsıyla dünyadan yüz çevirmek, yani
kişiyi Allah (c.c.)’tan alıkoyan her şeyden kaçmak demektir, yoksa insan nafakasını temin için çalışması, dünyadan değil, belki âhiret ameli gibi sevaptır. Zühdün tarifini Tasavvufi Ahlâk kitabından okuyunuz. Bunu da
unutmayınız ki, gönül kendi kendine zikrullaha alışmaz.
Onu zikrullaha alıştırmak için, mürşidlerinin terbiyesi altında çalışmak ve gönlü uyandırmağa gayret etmek gerekir. Yoksa gönül kendi hevasında alıştığı şeylerle meşgul olup Hakk’tan gafil olarak gider. Buna çok dikkat ve
ehemmiyet vermek lâzımdır ki, gönül uyansın ve mevlasıyla meşgul olup, O’nun yolundan ayrılmasın. Sallallâhû
Alâ Seyyidinâ Muhammedin ve Âlihi ve Sahbihi Ecmain
velhamdûlillahi Rabbilâlemin.
411
Cennet Yolları
412
Güvenilir, emin ve zararsız bir şahsiyete sahip olmak
ĵÝƩ èƆ įƈ žÖƈ òƆ ïƈ ĭŽ Đƈ īŽ Ĩƈ Ùƈ ĩƆ Ļĝƈ ĤŽ Ò ĦƆ ijŽ ĺƆ ĦƆ îƆ Òſ īƈ ÖŽ Òƈ ÓĨƆ ïƆ ĜƆ ĢIJ
Ƈ õƇ ÜƆ Ɔź
ſ
ƅ
ƈ ƈ
ƈ ƈ
Ɔ
ÓĩĻ
Ɔ Ę įƈÖÓ×Ɔ üƆ īŽ ĐƆ IJƆ ĮÓƇ ĭƆ ĘŽ ÒƆ ÓĩĻſ Ę Į ƈóĩŽ ĐƇ īŽ ĐƆ ÷ĩŽ ìƆ īŽ ĐƆ ĢƆ ÉùŽ Ƈĺ
ģƆ ĩƈ ĐƆ ÒðƆ ÓĨƆ IJƆ įƇ ĝƆ ęƆ ĬŽ ƆÒ ÓĩĻſ Ęƈ IJƆ įƇ ×ùƆ ÝƆ ĠŽ ƆÒ īƈ ĺŽ ƆÒ īŽ Ĩƈ įƈ ĤÓƈ ĨƆ īŽ ĐƆ IJƆ ĮƇ ƆŻÖŽ ƆÒ
Ɔ
ħĥƈ ĐƆ ÓĩĻſ Ęƈ
Ɔ
“Âdem oğlunun kıyamet gününde huzûr-ı Rabbi’lâlemin’de ayakları sabit olur, kımıldanamaz. Ta ki, beş
sorunun cevâbını vermedikçe:
1- Ömrünü nerede yok ettin? (harcadın).
2- Gençliğini nerede tükettin? (yok ettin).
3- Malını nereden kazandın?
4- Malını nerede harcadın?
5- Bildiklerinle nasıl amel ettin?
Bu suâllerin cevâbı öyle pek kolay olmasa gerek, tabiatıyla ilk suâl ömründen, çünkü ömür denilen hayat nimeti
Cenâb-ı Hakk’ın kullarına olan sayısız nimetlerinin başında
gelmektedir. Zira ömür olmazsa, insan ne dünyayı, ne ahireti, ne Allah (c.c.)’ı, ne de Peygamber (s.a.v.)’ini bilir. Allah
Teâlâ’yı bilmek ne büyük bir devlettir. O’na kul olmak, da ayrı
bir devlet, hem de bulunmaz devlettir. Dünyanın ve âhiretin
bütün emirleri bu ömürde elde edilir. Onun için bunun kıymetini bilip Hakk Sübhanehû’nun razı olmadığı günah yerlerde ömrünü zâyı etme. Zîra bu ömür de bize emânettir.
Her emânet sahibine vakti gelince verileceği gibi, bu ömür
de vakti gelince Hakka teslim edilecektir.
Mehmed Zahid Kotku
Birincisi, Bu ömrün vazifelerinden başlıcası, bizi yaratan ve bizim muhtaç olduğumuz bütün nimetleri de yaratan
Allah’ü Teâlâ’ya kulluk hizmetlerini güzelce yapıp, Hakk’ın
rızasını kazanmak en büyük şeref, izzet, devlettir. Onun için
bu suâlin cevâbını ölmeden evvel hazırlamak lâzımdır. Yoksa
o kıyamet gününde elbette mahcup kalırız.
İkincisi; Yine Cenab-ı Hakk’ın kullarına olan lütuf ihsanının birisi de, gençliktir. Nice kimseler vardır ki, daha
pek küçük yaşlarında hiçbir şey bile bilmeden gözlerini bu
âleme yumup giderler. Sonra, ihtiyarlık devresine geçenler ise,
o gençlik ellerinden gittiği için, onun pişmanlığı içerisindedirler. Çünkü tâkatları kesilmiş, gözlerinin nuru azalmış, istediklerini yapamaz hale gelmişler. Artık ellerinden tutacak
birisini arar dururlar. Onun için şâirin, dediği gibi “Leyte’şşebâbü yeûdû yevmen” diye feryat ederler, yani teessürlerinden, gençliğin hiç olmazsa bir gün dahî olsa kendilerine
rücûuna razı olup, ah kafam dercesine, hayatlarının sonunu
beklerler. Öyle ise, ey muhterem kardeş! Sen de gençliğinin
nimetini bil de, onu yok yerlerde, hele günahlarla zayi etme
ki, sonra cevabında âciz kalırsın. Son pişmanlık fayda vermez,
derler. Ne kadar doğrudur.
Üçüncüsü ve dördüncüsü; malından suâl sorarlar. Bu
malı nereden kazandın? Helalden mi, yoksa yaramdan mı?
Veya hırsızlık, rüşvet, ihtikâr veya şarap satarak mı? Veya kumardan mı? faizden mi? Diye ince ince sorarlar. Helâlinden
kazanmış isen, ne mutlu. Fakat bu seferde bu helalden de
olsa, kazandığın bu serveti, bu paraları nerelere harcadın,
diye hem gelirini, hem de giderini ince ince sorarlar. Yapılan ve harcanan israf paralarının hesabı ne kadar güç ise,
onları haram yollara harcamak ta o kadar fenadır, tarifi bile
413
Cennet Yolları
414
mümkün değildir. Onların arasında o sigara paraları da sorulacak, hem sıhhatini berbat eder, hem de meleklerini rahatsız eder. Şeytan aleyhillâneyi sevindirmenin ne olduğunu o zaman insan anlayacak ama ne fayda? Hele diğer
günah ve israf yollarına, haram yerlere harcadığı paraların
hesabını acaba nasıl verecek? Parayı kazanırken helâlinden
ihtikârsız, yalansız, sözünde sadık, emanete riayetkâr, vadinde durmak suretiyle kazanılan para çok güzelde, bir de
bu parayı Hakk’ın istediği ibadet yollarına, fukaralara, muhtaçlara, efrâd-ı ailesinin nafakasına israfsız sarf edebilmek te
ayrıca bir nimettir. Bundan dolayı sevap kazanacak, cennetin yüksek makamlarına nail olacağı gibi, haramdan kazanıp haram yerlere harcayanların da günahları o nispette çok
olup, yerleri de cehennem olacaktır. Zâten haram paralar
iyi yerlere, sevap yerlere nasip olmaz, sonunda da sahibini
cehenneme sürükler götürür, vesselam.
Beşincisi ise; Âlime sorulacak suâldir ki, sana verilen bu
ilimle ne yaptın? Hangi amelleri işledin? Amellerin ilmine uygun mu idi, yoksa câhiller gibi mi idi? İlmin sorgusu her sorgunun fevkindedir. Evvelâ iman ve itikattan sonra abdest, namaz ve oruçlarından sonra farz, vâcib, sünnetlere riâyet edip
etmediğinden, hattâ sakalından, bıyığında ve hatta komşusuna nasihat edip etmediğinden ve onlara emir ve nehyi ifa
edip etmediğinden ayrı ayrı, inceden inceye sorulup, ameller mizanda tartılarak ve ona göre mükâfat veya mücâzat verileceğinden, Cenâb-ı Hakk cümlemizin muini olsun da, o
gün bizleri fazl-u keremiyle sorgulara çekmekten, hesapsız ve
azapsız olarak cennete idhal edileceği kullarının arasına kabul
buyursun, âmin. Bihurmeti Seyyidilmürselin velhamdülillâhi
Rabbil âlemin.
Mehmed Zahid Kotku
İlmi ehline öğretmenin önemi
Ôƈ ƆŻġƈ ĤŽ Ò ĮÒƈ ijƆ ĘŽ ƆÒ ĵĘƈ òƪ ïĤÒ
ſ
ƫ Òijè
Ƈ óƆ ĉŽ ÜƆ ź
“Siz inciyi (yani fıkhı) kelblerin ağzına atmayın.”
ħĥŽ đƈ ĤŽ Ò ĵĭƈ đŽ ĺƆ ƈóĺ ƈôÓĭƆ íƆ ĤŽ Ò ĮÒƈ ijƆ ĘŽ ÒƆ ĵĘƈ òƪ ïĤÒ
ſ
ƫ ÒijèƇ óƆ ĉŽ ÜƆ ź
Ɔ
Yine “Siz inciyi (yani ilmi) hınzırların ağzına atmayın.”
Bu iki hadis-i şerif bizlere ne güzel bir derstir. Hayvan,
inci ve onun emsali olan kıymetli eşyanın kadr-û kıymetini
elbette bilemeyeceğinden, kendini bilen kişinin böyle bir hıyanete cesaret edemeyeceği malumdur. İnci ve yakut ilmin
yanında hiç kalır. Bu kadar kıymetli bir ilmi hayvan mesabesinde olan şuursuz ve inançsız kimselere sakın öğretmeye kalkmayın. Sonra başınıza öyle bir belâ olur ki, artık
onun şerrinden kendinizi kurtarmağa imkânda bulamazsınız. Binâenaleyh mürebbilerin, üstadların, okulların, medreselerin ve emsali yerlerde tahsil-i ilme çalışacak kimselerin
ahvalleri kontrol edilmeli, daha da ileri gidilerek aile teşkilatını da tahkikten geçirmeli, mütedeyyin ehl-i namus ve ehl-i
iffet sahipleri, namuslu ve şerefli insanları okutup, yetiştirmeli ki, ondan hem kendisi, hem de mensup olduğu cemiyet, millet müstefid olsun. Hatta bu günün işçileri bile böyle
elenip alınmalı, yoksa sonraki pişmanlıkların fayda vermediği
cümlece malum.
Muhterem kardeş! İnsanda bir yaratılış ve bir hilkat vardır
ki, bunun değişmesi kadar zor bir şey yoktur. İnsanlar terbiye
edilmek suretiyle her ne kadar ıslah ediliyorsa da, o tabiat ve
o hilkat yine zamanı geldikçe hikmeti icradan geri kalmaz.
415
Cennet Yolları
416
Meşhur hikâyelerdendir ki, bir çingene kızı çok zengin bir
aileye gelin olmuş, her şey elinde ve önünde olduğu halde
yine o çingenelik icabı, ekmeklerden bâzı parçaları alır, saklar
ve sonra da çıkarıp yermiş. Bu yokluktan değil, belki hilkat
icabı onu yapacaktır. Şimdi bunu, malınızın başına koyduğunuz zaman mutlaka çalacaktır. Meselâ bir kediyi, ne kadar
terbiye ederseniz ediniz, o sıçanı görünce açlığından değil, fakat hilkati icabı derhal sıçanın üstüne atılıp onu parçalamak,
onun başlıca hedefi ve arzusudur. Tıpkı bunlar gibi, gerek aile
teşkilatında ve gerekse kendi hilkatinde bozuk olanların tahsilleriyle gerek orduda ve gerekse mülkiyede kendilerinden
zarardan başka fayda gelmez. Gerek kelb’in gerekse hınzırın
ağzına ilmi fıkıh ve sâir ilimleri öğretmek te o kadar boş bir
emektir. Bugün gözümüzün önünde görmekte olduğumuz
bir çok yanlış ve zararlı hareketlerin ve hırsızlıkların yegâne
sebebi, bu usûl ve kaideye riâyetsizliğimizin cezasıdır. Hattâ
o ashab-ı kiramın az ve zayıf kuvvetlerle kendilerinden çok
üstün ve kuvvetli orduları yenmelerinin başlıca sebeplerinden birisi de, salâbet-i dîniyeleri olduğu inkâr edilemez. Ve
sallallâhû aleyhi ve selem ve alâ âlihi ve sahbihi ecmâîn.
Müslüman idarecileri işbaşına getirmek
ƈ ĥſ Ā ĵĘƈ ħġĺ
ħĠƇ ƈõÐÓƈ ĭƆ äƆ ĵĥſ ĐƆ ź
ïƈ ĺÒ īĻÖ ÒijĨïƈ ĝÜ ź
ſ IJƆ ħŽ ġƇ Üij
Ɔ
Ž
Ž Ƈ ŽƆ Ɔ ŽƆ Ƈ ž Ɔ Ƈ ſ
ƈ ĥſ Ā ĵĘƈ ħġƇ ĬƆ ÓĻ×Āƈ IJ ħġƇ ƆÐÓıęƆ ø ÒijĨïžƈ ĝƆ ÜƇ ź
ħġƇ Üij
ħġÐÓıęø
Ɔ
Ž
Ž ƆŽ Ɔ Ž Ɔ Ƈ Ƈ ſ ŽƇ Ɔ Ɔ Ɔ Ƈ
ƈ Ʃ ĵĤƆ Òƈ ħĠƇ ïƇ ĘŽ IJ ħıĬƪ Óƈ ĘƆ ħĠƇ õÐÓƈ ĭä ĵĥſ Đ ź
ģƪ äƆ IJƆ õƪ ĐƆ ųÒ
Ɔ ſ IJƆ
Ɔ ŽƇ Ž Ɔ ƆƆ
Ž
“Siz gerek namazlarınızda ve gerekse cenaze namazlarınızda sefihleri öne geçirmeyiniz ve yine siz sefihlerinizi
Mehmed Zahid Kotku
ve çocuklarınızı gerek namazlarınızda ve gerekse cenazelerinizde öne geçirmeyiniz. Zira öne geçenler sizlerin Allahü Teâlâ’ya elçilerinizdir, resûllerinizdir.”
Bu iki hadis-i şerifte yine bizlere dinimiz hakkında güzel bir öğüt vermektedir. Zira önümüze geçirdiğimiz imam
efendiler gerek ölülerimize ve gerekse dirilerimize yol gösteren, rehberlik eden, delillik yapan, elçilik yapan bizim
dertlerimizi Hazret-i Allah (c.c)’a ulaştıran bahtiyar kimselerdir. Cennete de sorgusuz girecek olan bu bahtiyarların
bazen içlerinde yaramazlar da çıkar. Çürüksüz ceviz olmaz
derler. İşte bunları iyice ayırt etmek ve ona göre önümüze
geçireceğimiz imamlara karşı uyanık olup, sesinin güzelliğine, kendisinin güzelliğine, hele sözlerinin güzelliğine hiç
aldanmamalı.
İnsanda en mühim olan şey, salâbet-i diniye denilen
dinîne bağlılık ve düşkünlüktür. Süse, saltanata meyyal,
kıravatlı, çalımlı insanlardan ne hoca olur ne de bir şey.
Allah (c.c) cümlemizi bu süs, saltanat, çalım derdinden muhafaza buyursun. Tabii cemiyetteki insanlara uyma mecburiyetini his eden insanda da salâbet-i dinîye yok demektir.
Yâni aklı, şuuru yerinde olmayan adama kendi parası bile
olsa onu ona vermek caiz de olmaz, doğru da olmaz. O paralarla insan dünyasını, rızkını, çocuklarının nafakasını temin
edecek. Bunu kullanmasını bilemeyen, har vurup harman savuran kimselere de mirasyedici derler ki, sonra ellerinde avuçlarında bir şey kalmayıp, şunun bunun yardımına muhtaç
olurlar. Bir kısmının işi de bozulur. Artık kendisini de toplayamaz. İşte bu gibi sefihleri ne imam yapın, ne de işlerinizin önderi. Cenab-ı Hakk cümlemizi sevdiği ve razı olduğu
bahtiyar kullarından eylesin, âmin.
417
Cennet Yolları
418
İlim ve kıyamet
ƈ
ĢƇ ƈôƆźõĤÒ
ſ
ƪ óƆ ƇáġŽ ÜƆ IJƆ ħƇ ĥŽ đĤŽ Ò ăƆ ĝƆ Ƈĺ ĵÝƩ èƆ ÙƇ ĐÓ
Ɔ ùĤÒ
Ƈ ĝƇ ÜƆ ź
ƪ Ħij
ģƇ ÝŽ ĝƆ ĤŽ Ò ijƆ İƇ IJƆ âƇ óıƆ ĤŽ Ò óƇáġŽ ÖƇ IJƆ īƇ ÝƆ ęƈ ĤŽ Ò óıƆ čŽ ÜƆ IJƆ ĪƇ ÓĨƆ õĤÒ
ƪ ÔƆ òÓ
Ɔ ĝƆ ÝƆ ĺƆ IJƆ
Ɔ
Ɔ Ɔ
ăĻ
Ƈ ĩſ ĤŽ Ò ħƇ ġĻ
Ɔ ęƈ ĻƆ ĘƆ ĢÓ
Ƈ Ęƈ óƆ ƇáġŽ ĺƆ ĵÝƩ èƆ
“İlim kabz olunur, zelzeleler çoğalır, zamanlar yaklaşır,
fitneler meydana çıkar, zahir olur. Katl (öldürme) çoğalır.
Mal da sizde çoğalır ve arttığı zaman kıyamet kopar.”
“Kıyamet kopmaz, ilim kabzolunmadıkça, zelzeleler
çoğalmadıkça, zamanlar yaklaşmadıkça fitneler zahir olmadıkça, katiller çoğalmadıkça, taşıncaya kadar mal sizlerde bol ve çok olmadıkça kıyamet kopmaz.”
İlim ve ilim sahipleri mevcut oldukça kıyamet kopmaz
felâketler gelmez. İlmin ve ilim sahiplerinin kıymetine bakınız, ne kadar kıymetlidir? Onlar bulundukça kıyamet bile
kopmuyor. Kıyamet kopmadıkça da herkes selâmettedir, demektir. Bundan sonrada zelzeleler başlar. İlim gidince arkasından yer de yerinde duramaz, sallanmağa başlar ki, bu da
kıyamet alâmetlerindendir. Yine kıyamet alâmeti olarak zamanlar birbirine yaklaşır. Yâni akşam olmadan birde bakarsınız sabah oluyor. Öğle ikindi de hemen birbiri arkasına geliveriyor. Bu günkü vasıtalara, işaret olsa gerek ki, eskiden üç
ayda Hacca gidilirken, bu gün uçakla üç saatte, otobüsle de
3 veya 5 günde gidilmesi de zaman içinde zaman gibi mesafeler de kısalmakta, zamanda kısalmaktadır. Üç aylık zaman üç saate inmiştir. Bu da ancak ilim ortadan kalkınca
olacağına göre, acaba bu günkü ilim, ilim değil midir? Al-
Mehmed Zahid Kotku
lah (c.c.) diyenler bulundukça kıyamet kopmaz tabirinden,
hakkıyla iman sahiplerinin Allah (c.c.) diyenler bulunacaktır. Ama bu Allah (c.c.) deyiş candan değil, belki riyakârane,
gösterişçi, aldanan ve aldatanların deyişleridir ki, hiç kıymeti
yoktur. Acaba bu bizim ilim de böylemi ki, zamanlar acaba
bundan daha fazla mı kısalacak, Allahü âlem. Yine kıyamet
alâmeti olarak fitnelerin çoğalması da ilmin yokluğundandır.
Zîra ilim oldukça, fitneler baş kaldıramaz. Hâlbuki bu fitneler Hulefâ-i Râşidin devrinde başlamış, hâlâ da devam edip
gider. Her devrin bir fitnesi ve bir firavunu vardır. Efendimiz (s.a.v.)’in devrinin firavunu Ebû Cehil idi. Bu devirde de
kim bilir, kimdir. Bu da ilmin gaybubetinden sonra olacak
bir fitne-i azîmedir ki, misli de görülmemiştir. O fitnelerin
başı da masonluktur. Yabana atma, katiller, döğüşler, kavgalar
kıyametler kopar. Bu günkü okullardaki fitne, hiçbir devirde
görülmüş fitne değildir. Sebebini sen ara, bul. Sonra mal da
o kadar çoğalır, bollaşır ki hatta sadaka verilecek kimse bile
bulmak mümkün olmaz. Hele çok şükür, daha sadaka alacak
fakir çok. Bu fukaralar da kalmazsa, o zaman kıyamet kopacaktır. Fakat Amerika’da hiç fakir yokmuş, çünkü hükümetin her muhtaca maaş bağladığı rivayet olunuyor. Buna rağmen bütün fenalıklar da oradan çıkmaktadır.
ĪƇ Òſ óĝƇ ĤŽ ÒIJƆ īƇ ĠŽ óĤÒ
ſ
Ɔ ùĤÒ
Ƈ ĝƇ ÜƆ ź
ƪ Ħij
ƫ ďƆ ĘƆ óŽ Ƈĺ ĵÝƩ èƆ ÙƇ ĐÓ
Ž
“Kâbe-i muazzama ile Kur’an-ı Kerîm kalkmadıkça
kıyamet kopmaz.” Yâni bir gün gelecek ki, o gün kıyamet günü olsa gerektir. Kâbe-i Muazzama yıkılmış, Kur’an-ı
Kerîm’i okuyan da kalmamıştır. Veya; Kâbe-i Muazzama’nın
o nûru ve heybeti kaldırılacak ve hacca gidenler ise, şuursuz
bir gidişle, huzursuz ve huşusuz bir dönüşle dönecekler
419
Cennet Yolları
420
ve haccın faydalarından istifade edemeyecekler, adetâ bir
seyahat. Orada istenilen âdab-ı İslâmiye ve muâşeret-i ihvan
bulunamayacağı gibi, o makam-ı mubârekelere lâyık ihtiram
da yapılamayacak, üstelik bir sürü günah işlerde işlenmeğe
cesaret edileceği teessüfle görülmektedir. Hâlbuki oraya giden ziyaretçi adeta bir melek gibi, kimseyi incitmez, rahatsız etmez, kimsenin aleyhinde hiç konuşmaz. Sonra da herkese elinden gelen iyilikleri de yapmağa çalışır. Binâenaleyh
Kâbe-i Muazzama’nın örtüsünde şu âyet-i kerime yazılıdır.
“Fe men farada’lhacca fe la refese velâ füsûka velâ cidâle
fil’hacci” Üzerlerine farz olan kimsenin şu üç şeye dikkatini
çekmek üzere, gözlerin hattâ kör gözlerin bile göreceği şekilde gayet büyük ve sırmalı bir yazı ile bilumum kötü sözlerin, fıskın, mücadelenin sûret-i katiyede terk edilmesi tavsiye
olunurken, bunları hesaba katmamak Kâbe-i Muazaama’ya
karşı büyük bir saygısızlık değil midir? Sonra, o Kâbe’nin
içinde yatıp uyumak ve envâ-ı çeşit muhabbetler ve dedikodular, hatta konuşmalar bile hiç caiz olur mu? Bizler, memleketimizdeki câmilerimizin kadr û kıymetini bilemediğimiz için, o Kâbede de böyle hatalardan kendimizi bir türlü
kurtaramamaktayız. Allah (Celle ve ala) muinimiz olsun. Elbette böyle hacılık olmaz. Hacılıktan murad; kemali insaniyete yükselmek, tam, olgun kâmil bir mümin ve müslim olmaya çalışmaktır. Bundan nâşi, Îmam Şibli’nin hacılara bir
sorgusu vardır ki, şayan-ı takdir ve ibretâmizdir. Hülâsa olarak hacıya der ki: Sen hacca niyet ettin mi ve niyetinle günahlarından da sıyrıldın mı, elbiselerini çıkarırken dünyayı içinden
çıkardın mı? Beyaz ihramları giyerken, ölümü hatırladın mı?
Beytullah’a girerken, Hakk’ın huzuruna girebildin mi? Kâbeyi
tavaf ederken Hakkı tavaf edebildin mi? Sa’yi yaparken o gün-
Mehmed Zahid Kotku
leri hiç düşündün mü? Arafâta çıktığında Allah (c.c.)’ı gönlünde
buldun mu? Yoksa yiyip, içip akşam olsa da, gitsek mi dedin?
Müzdelife’de yattın mı? Günahlarını tamamıyla bıraktın mı?
Minaya geldin ve şeytanı taşlayınca içindeki şeytanı ne yaptın?
Kurban kestin mi? Nefsini de kestin mi? Yani, hevâ ve nefsinden
kurtuldun mu? Onların elinden yakanı kurtarabildin mi? Tıraş oldun mu? Fena huylarını orada bıraktın mı? Kâbe’ye veda
haccını yaptın mı? Bütün fenalıklara, kötü huylara, ahlaksızlıklara da veda ettin mi? Mevlâ kusurlarınızı afv etsin, Hacca
gittin mi, gittim, ne gördün yahu, anlat bakalım. Efendim,
şöyle bir memleket, içerisi şöyle böyle, ortada şu ende, şu boyda
bir bina var, üstü açık bir oluğu var, etrafını siyah süslü bir örtü
ile örtmüşler, bir köşesinde bir taş var, herkes onu öpmek için
birbirini çiğniyor. Ah muhterem güzel kardeş, sen oranın taş
ve topraklarını mı görmeğe gittin? Yoksa Hakk Sübhânehû
ve Teâlâ’nın rızasını mı kazanmağa gittin? Kusuruma bakma
da, şu suallerin cevaplarını ver bakalım.
İyi bak! Öyle duâ kitabını eline alıp ta dolaşmak kolay.
Kâbe’ye gidip gelmek te kolay, lâkin adam olmak, insan olmak, Hakk’ın sevgili kulu olmak nerede? asıl gayeyi bırakıp
da günahlara bürünerek isyan ve günah kefenleriyle sarınıp
mezara gitmek, daha doğrusu Hakk’a gitmek nerede? Aradaki fark ne kadar?
Şimdi bir de Kur’an-ı Kerim’in ref’i meselesi var. Bir
gün gelip Kâbe yıkılacak, lâkin hacc yine yapılacak, çünkü
mukaddes olan o mekândır. Binası olmasa dahi, o mekânda
yine tavaflar yapılacak. Fakat Kur’an-ı Kerim’in ref’i meselesi öyle değil. O’nunla amel kalktı mı, kıyamet koptu demektir. Kur’an-ı Azîmüşşan’ın hükümleri Hicaz kıtasında icra
edilmekte olduğundan, bugün dünyanın en rahat ve selâmet
421
Cennet Yolları
422
yeri orasıdır. Bir hırsızın elini keserler. Ama yüzbinlerce insan rahat ve huzur içindedir. Sarhoşu döverler, bir daha içemez. Zina edeni bilmem ne yapıyorlar, ama katili kısas ile
öldürüyorlar. Onun için herkes hayatından emin. Evvelce askerle, top, tüfek ile giden hacılar kafilesi, şimdi serbest, yalnız başına istediği gibi gidebilmektedir. Kur’an hükmünün
icra olunduğu her yerde emniyet, huzur ve asayiş vardır. Bugünkü kanunların hâli de gözümüzün önünde, haydi bakalım hangisini beğeneceksin? Kur’an-ı Kerim ilâhî bir nurdur.
Onu evvelâ okumasını öğrenmek, sonra da manalarının derinliklerine inmek ve ehl-i sünnet mezhebinin dışına çıkmamak şartıyla, Arab lisanını edebiyatiyle, fesahat ve belâgatiyle
öğrenmek, Kur’an kıraatini de güzelce bellemek, yani tecvidini, sonra asıl mühim olan Kur’an’ın emirlerini tutmak ve
yasaklarından tamamıyla kaçmak suretiyle, Kur’an ahkâmını
bilfiil tatbik etmek. Kur’an-ı Kerim müminler ancak kardeştirler, derken biz ne âlemdeyiz? Kur’an-ı Kerim namazı,
orucu, zekâtı ve hacc’ı emrederken biz bunlara karşı ne durumdayız? Kur’an bizim zinadan, içkiden, kumardan, sarhoşluktan, hırsızlıktan, faizden, rüşvetten, isyanlardan menederken, bizim anaya-babaya, komşulara, akrabalara ve bütün
müslümanlara karşı durumumuzu tetkik etmek, Müslümanlığımızı anlamağa kâfidir.
Müslüman demek Kur’an’a uyan insan demektir. Kur’an’a
uyan Peygamberine (s.a.v.) de uyar. Peygamberine (s.a.v.) uyan,
Allah (c.c.)’ı sever, Allah (c.c.)’ı seven Resûlünü (s.a.v.) de sever. Hem de canından, ciğerinden daha fazla sever. Seven de
O’nların buyruklarından dışarı katiyen çıkamaz. İşte o zaman
dünya dünya olur. Herkes selâmette, o zaman dünya da cennet olur, yâni cennet gibi olur vesselam.
Mehmed Zahid Kotku
Böyle olmaz da Kur’an ahkâmıyla hüküm olunmadığı
yerden, Kur’an ref olunmuş demektir. O zaman oralarda
fitne ve fesattan başka bir şey bulunmaz. O zaman da kıyamet kopmuş demektir. Bir insanda huzur ve rahat olmazsa, birbirlerine karşı da saygı ve hürmet bulunmazsa ne
olur? Onun için Kur’an’ı ve Kur’an ahkâmını istemeyenler
iyi bilmelidirler ki onlar kıyameti istemektedirler. Yâni huzur ve rahat kalmasın, kuvvetli zayıfı ezsin. Bilgili olan da
câhil olanı ezsin. Câhil de cehlini icra etsin. İşte o zaman
kıyamet hazırdır vesselam. Allah Teâla cümlemizin muini
olsun. Vessalâtü vesselâmü ala Seyyidinâ Muhammedin ve alâ
âlihi ve ashabihi ecmaîn.
Bu üç hadîs-i şerifin meali şöyle ki:
ƈ ƈ ƈ
ĚÒƈ ijƆ øŽ ƆźÒŽ IJƆ Ěƈ óƫĉĤÒ ĵĘƈ ÷Ļ
ſ
Ɔ ùĤÒ
Ƈ ĝƇ ÜƆ ź
Ƈ ĥÖŽ Ò ĵýĩŽ ĺƆ ĵÝƩ èƆ ÙƇ ĐÓ
ƪ Ħij
Ƈ
ƈ ĩĥƆ đĤŽ ÓƈÖ į×ýƆ Ýĺ
ƈ øò īĐƆ Īƅ ƆŻĘƇ īÖÒ ĪƇ ƆŻĘƇ ĵĭƈ àƆ ïƪ è Ģij
ĝ
ĺ
IJ
ÅÓ
Ģij
Ƈ
Ƈ
Ž
Ɔ
Ƈ
Ž
Ɔ
Ɔ
Ɔ
Ƈ
Ɔ Ƈ Ƈ ƪ ƆƆ
ƈ
ÒñƆ ĠƆ IJƆ ÒñƆ ġƈƆ Ö ħĥƪ øƆ IJƆ įƈ ĻĥƆ ĐƆ ƇųÒ
ĵĥĀ ųÒ
Ɔ
Ž Ʃ ƪ Ɔ Ʃ
“İblis yollarda ve sokaklarda ulemâ kıyafetinde yürümedikçe kıyamet kopmaz ve dedi ki bana filan oğlu filan
Resûlüllah’tan (Sallallâhû Aleyhi ve Selem) şöyle şöyle hadîs
rivayet eyledi.” İkinci hadîs ise: Oturduğunuz meclislere
iyi bakınız ve dîniniz kimlerden öğrendiğinize dikkat ediniz. Zirâ muhakkak şeytanlar âhir zamanda erkek kılığına
bürünüp, “heddesenâ ve ahberenâ” diyecekler. Siz böyle
bir adamla oturduğunuz zaman, onun isminden, babasının isminden ve hangi aşiretten olduğunu sorunuz. Zirâ:
gâib olduğu vakit ararsınız.”
423
Cennet Yolları
424
Üçüncü hadîs ise: “Dünyanın ömrü yetmez, hattâ bir
takım şeytanlar denizden çıkıp, nâsa Kur’an’ı Kerim öğretinceye kadar” Hz. Hâlid bu hadise sahihtir, demiş.
Bu hadis-i şeriflerden anlaşılan –Allahü âlem bissavâbâhir zamanda iblis aleyhillânenin bu hileleri ile insanları kandırıp, dinden ve îmandan çıkmalarına sebep olacağı gibi, zamanımızdaki bâzı kimselerin de müçtehitleri beğenmeyişleri ve
hadîsleri kendi kafalarına göre mânâlandırılıp birçok sûnen-i
senîyelerin kalkmasına çalışmaları ve müçtehidlerin içtihadını
hiçe sayarak Kitabımız bir, Peygamberimiz bir, dînimiz bir,
neden mezheplerimiz dört olsun, davasını güden kişilerle birlikte, bazı kendini bilmez mağrurlar da bunlara kanmaktadırlar. Ümmet-i Muhammed’in bu ihtilafında bir rahmet-i ilâhî
olduğunu da sezemezler de, mütemadiyen sözleri çevirip mezhepleri kaldırmağa çalışırlar. Bu adamlar mezheplere çatacaklarına Resûlûllah (s.a.v.)’a çatsalar, daha makbul iş yapmış olurlar.
Zîra dört mezhebin bundan tutanakları Resûlûllah Efendimizin
(s.a.v.) hadîsleri ve vakalarıdır. O isteseydi, bir yoldan başka yol
gösteremezdi. Bazen de öyle yapmış veya söylemiş, sonra mezhep sahiplerinin her biri, birini alıp mezhebini kurmuş. Maazallah biz bize kalsak, ne din kalır ne iman. Zira bütün millet
câhil, o zaman bu şeytanlar bize karışıp, Resûlûllah (s.a.v.) şöyle
dedi, böyle dedi deyince, işin içinden kim çıkabilecek? Bu gün
Arabistanda carî olan Kur’an var, hadis de meydanda. Artık şu
mezhep bu mezhep ne olacakmış gibi, mezhepsizlik davasının
sonu –maazallah- dinsizliğe kadar dayanır. Zîra hadis-i şeriflerden ahkâm istinbat edebilecek âlimi, Kur’an-ı Azîmüşşan’ın
ahkâmını –kezâlik- istinbat edecek bizler mi olacağız? Allah
(c.c.) cümlemize insaf versin. Halimiz bu kadar günahlara
bürünmüş, içi dışı siyah olmuş bu zavallılara mı kaldı? Onun
Mehmed Zahid Kotku
için, işine gelen hadisi alır, işine gelmeyeni de “Hazâ gayri sahih” der, geçer. Bakın açık bir misâl: Hacc vakti Mûzdelife ve
Mina’da vâki olan hâdiseler şâyan-ı dikkattir. Müzdelife denilen
mahalde dört mezhebin sahipleri toplanıyor. Oradan Mina’ya,
farz edin bir milyon insan, öğleden en az bir veya iki saat evvel şeytanın yanında bulunması lâzım. Eğer bu bir milyon bazen de iki milyon insanı, Mina denilen mevkiye bir boğazdan
geçirip, herkesi yerli yerine yerleştiriniz. Bu da Hanefi mezhebine göre, güneş doğmazdan evvel ayrılması lâzım. O vakte
kadar Müzdelifede ibadet edecek, sabah namazını kılarak öyle
yola çıkacak. Aziz kardeş, kimbilir kaç yüzbin vâsıta ile bunları havadan uçursanız yine bu işi beceremezsiniz. Ama, dinde
ne güzel; Mâlikî Müzdelife’de beş on dakika oturup, kalkar ve
yoluna devam eder, bir iki saat sonra da Hanbeli’ler gider. Bir
iki saat sonra da Şafi’ler gider. Kala kala Hanefi’ler kalır. Öyle
iken ikindi olur. Hâlâ cemâat yolda. Eğer bu dört mezhep birden hareket etseler, oranın hali nice olurdu. Muhterem kardeş,
sen dinîne iyi sarıl, başka lâfa kulak verme, vesselam.
Güvenilir, emin ve zararsız bir şahsiyete sahip olmak
ĞƆ ïƈ ĺƆ IJƆ ğƆ ĬÓƈ ùƆ Ĥƈ īŽ Ĩƈ öÓ
ſ
Ʃ ħƆ ĥƆ ùŽ ĺƆ ĵÝƩ èƆ Óĩƃ ĥƈ ùŽ ĨƇ ĪƇ ijġƇ ÜƆ ź
Ƈ ĭĤÒ
ĪƇ ijġƇ ÜƆ ƆźIJƆ ƃŻĨÓƈ ĐƆ ħƈ ĥŽ đƈ ĤŽ ÓƈÖ Īij
Ɔ ġƇ ÜƆ ĵÝƩ èƆ Óĩƃ ĤÓƈ ĐƆ ĪƇ ijġƇ ÜƆ ƆźIJƆ
Īij
Ɔ ġƇ ÜƆ ĵÝƩ èƆ ÓĐƃ ƈòIJƆ ĪƇ ijġƇ ÜƆ ƆźIJƆ ÓĐƃ ƈòIJƆ Īij
Ɔ ġƇ ÜƆ ĵÝƩ èƆ Òïƈƃ ÖÓĐƆ
ƈ ƈ
Īƪ Óƈ ĘƆ ğƆ éŽ ąĤÒ
žƈ ģƈ ž Ĝƈ ÒƆ IJƆ óƆ ġŽ ęƈ ĤŽ Ò ƈóáƈ ĠŽ ÒƆ IJƆ ÛƆ ĩŽ āĤÒ
Ƈ ģƈ ĈÒƆ ïƃ İÒôƆ
Õƈ ĥŽ ĝƆ ĥŽ Ĥƈ ØƄ ïƆ ùƈ ęŽ ĨƇ ğƆ éŽ ąĤÒ
žƈ ØƆ óƆ ᎠĠƆ
425
Cennet Yolları
426
“(Bütün) insanlar senin dilinden ve elinden selâmette
olmadıkça müslüman olamazsın. İlminle âmil olmadıkça
âlim olamazsın, âbid de olamazsın, verâ sahibi olmadıkçaabid olamazsın, zâhid olmadıkça da vera sahibi olamazsın. Sukutu çok yap. Gülmeni de az yap. Çünkü çok gülmek, muhakkak kalbi ifsad edicidir.”
İbni Mesûd Hazretlerinin rivayet ettiği şu hadis-i şerif olgun, kâmil müslümanların halini çok güzel bir şekilde
izah etmektedir. Zira müslüman, her bakımdan selâmette
olan bir kimsedir. Binaenaleyh o müslümandan da herkes
selâmette olması lâzımdır. Ne eliyle ve ne de diliyle kimseyi
incitmez, aleyhinde konuşmaz ve hiçbir kimsenin zararını istemez, bunlara âlet de olmaz. Elimizden sâlim olmak bir dereceye kadar mümkündür de, bu dil yok mu ya? İşte insanların çoğunun cehenneme girmesine başlıca sebeplerden birisi
de dilleridir. Eliyle yapamadığını dili ile yapmak hem kolay,
hem de hiçe sayarcasına, yâni günah bile demeden, hemen
doğru veya yanlış sayarcasına, yâni günah bile demeden, hemen doğru veya yanlış konuşur. Yapma derseniz, yalan söylemiyorum ya, der. Hâlbuki asıl günah olan o doğru söylediğin sözdür ki, ona gıybet derler. Eğer yalan söylüyorsan,
o zaman hem iftira etmiş olursun, hem de yalan söylediğin
için günahın iki misli olur. Binâenaleyh müslüman kimseyi
çekiştirmez ve incitmez.
Bir insan okumakla âlim olamaz. Ancak öğrendikleriyle
amel ederse, o zaman ona âlim denir. Âbid de olamaz, tam
manasıyla Verâ denilen şüpheli şeylerden kaçmadıkça. Günahtan kaçmağa takva denir. Acaba ile ifade edilen şüpheli her
şeyden kaçtığı zaman verâ sahibi olur ki, o zaman ona âbid
denir. Verâ sahibi olmakta kolay değildir, âbid olmadıkça; yani
Mehmed Zahid Kotku
dünyadan iraz edip yüz çevirmedikçe. Zîra dünyaya, zevke,
sefâhate, saltanata meyli ve muhabbeti olan kimse, zâhid olamaz. Sükûtun çok olsun, zikrullah ile Hakk’ın nimetlerini tefekkürle, sana verdikleri maddî ve manevî nimetleri tefekkür
ile bu düşünceni çok eyle ve gülmeni azalt, muhakkak çok
gülmek kalbi ifsad eder. Kalbin ifsadı ise, insanın mahvı demektir. Artık o kimseden hayır gelmez, demektir. Ruhsuz, şuursuz, menfaatperest bir insan kılığında, fakat hakikat-ı insaniyeden mahrum bir zavallıdır.
Cenâb-ı Hakk cümlemizi sevdiği hakiki Müslümanlardan eylesin âmin, velhamdülüllâhi rabbil âlemin.
Fıkıh ilmini bilmenin zarureti
ƈ
ƈ
ƈ ſ
óĻìƆ įƅ ĝŽ Ęƈ ÷Ƈ ĥƈ åŽ ĨƆ IJƆ įƅ ĝŽ ęƈƈ Ö ƪ źÒƈ ØƆ îÓ
Ɔ ×Ɔ Đ ƆźIJƆ ƅóÖƫ ïƆ ÝƈƆ Ö ƪ źÒ ØƆ ÅÒƆ óƆ Ĝ ź
ƇŽ
ƈ ƈ ƈ ×Đƈ īĨƈ
Ùƃ ĭƆ øƆ īĻ
Ɔ Ɔ Ž
Ɔ Ýž ø ØîÓ
“Kıraat (Kur’an) ancak tedebbürle olur. İbadet te ancak fıkıh ile olur. Bir fıkıh meclisi altmış senelik ibadetten hayırlıdır.”
Hz. Ömer (Radıyallâhû anh)’ın oğlunun rivayet ettiği
şu hadis-i şeriften anlaşılan, -Allahü âlem bissevâb- okuduğumuz Kur’an-ı Kerim’i tedebbürle, anlaya anlaya okumanın lüzumunu bildirmektedir. Kur’an-ı Azîmüşşan’ın harfleri, kelimeleri, cümleleri hepsi mukaddes ve mübarektir.
O’nu okumada çok fedâil vardır. Tabii biz Arab olmadığımız
gibi, âlimde değiliz. O’nun mânalarını da bilemeyiz. Fakat
O’nu ne kadar çok okursak, o kadar çok feyz alır, sevab kazanırız. Eğer bir de –mümkün mertebe- mânalarını anlaya-
427
Cennet Yolları
428
rak okuyacak olursak, ona da doyum olmaz. Yapılan ibadetlerde fıkhî bilgi lâzımdır. İbadetlerin sıhhati ve makbulü bu
fıkıh bilgisi ile hâsıl olur. Türkçemizde buna “İlmihal” deriz.
Namaz, oruç ve sâir mâlî ve bedeni ibâdetlerin nasıl yapılacağını bildiren bir ilimdir ki, onu bilmeden bir şey yapılamaz.
Bu da sekiz şeydir ki; farz, vâcib, sünnet, müstehab, mubah,
haram, mekruh ve müfsiddir. Yapılan ibadetler muhakkak şu
sekizden biridir. Dördü yapılmasını emreder, üçüde yasakları
emreder. Biri de mubahtır ki, işlenmesinde ne sevâb var, ne
de ikâb, ceza. Bunları öğreten bir ilim meclisinde bulunmak
ve bunları tafsilatıyla öğretmek, altmış senelik nafile ibadetten hayırlıdır, buyrulmuş. Bu demektir ki, siz mutlaka dininizi iyi ve güzelce öğrenin ki, ibadetleri körü körüne yapmayasınız. Hem ibadetiniz düzgün ve makbul olsun, hem
de öğrendiklerinizi bilmeyenlere öğretirseniz, sevabınız kat
kat olur. Bu fıkıh sayesinde idrakiniz genişler, anlayışınız artar. Cenâb-ı Hakk’ı iyi bilirsiniz ve O’nu bildikten sonra da
O’nun ibadetinden ayrılamazsınız, emrinden dışarıya hiç çıkamazsınız. Cenâb-ı Hakk cümlemizi anlayışlı hakikî, âlim
ve âbit kulların eylesin, âmin.
İlim sormakla öğrenilir
ƈ ĝƈ Ýùĺź
ħĻĝƈ ÝƆ ùŽ ĺƆ ƆźIJƆ įƇ ×ĥŽ ĜƆ ħĻĝƈ ÝƆ ùŽ ĺƆ ĵÝƩ èƆ ïƅ ×ĐƆ ĪƇ Óĩĺ
Ɔ Ò ħĻ
Ž
Ƈ Ɔ
Ɔ
Ƈ Ɔ ŽƆſ
īƆ ĨƆ ÉŽ ĺƆ ĵÝƩ èƆ ÙƆ ĭƪ åƆ ĤŽ Ò ģƇ ìƇ ïŽ ĺƆ ƆźIJƆ įƇ ƇĬÓùƆ Ĥƈ ħĻĝƈ ÝƆ ùŽ ĺƆ ĵÝƩ èƆ įƇ ×ĥŽ ĜƆ
Ƈ
Ɔ
įƇ ĝƆ ÐÒƈ ijƆ ÖƆ ĮƇ òÓ
Ƈ äƆ
“Kişinin kalbi doğru olmadıkça imanı doğru olmaz;
dili, yâni sözü doğru olmadıkça kalbi de doğru olmaz,
Mehmed Zahid Kotku
kişinin şerrinden komşusu emîn olmadıkça cennete giremez.”
Hz. Enes (Radıyallâhü anh)’ın rivayet ettiği bu hadis-i
şerif, insanın ilme taallûku nedir, diyeceği geliyor. Hâlbuki
imanın dürüstlüğü, kalbin dürüstlüğü, dilin dürüstlüğü hep
ilme bağlıdır. Hem de öyle gelişi güzel bir ilim değil, hakiki
ilme vâbestedir. Hakiki ilme mazhar olamayanlarda ne îman
ve ne de kalb, ne de söz dürüst olamaz. Sonra komşularla iyi
geçinmek, hatta onların ezasına sabretmek kolay bir şey değildir. Sabrı olmayan kimse, öyle komşularla iyi geçim yapamaz. Sabır da her kişide, her âlimde bulunan bir nesne değildir. Ona nail olmak, hakikî îmana ve hakiki ilme bağlıdır.
Bununla kalmak ta mümkün değildir. Riyazetlerle birlikte,
Cenâb-ı Hakk’ın himayesini taleb içinde, zikrullah ve tesbihlerle mücehhez olarak devamlı surette meşgul olmak da gerektir. Cenâb-ı Hakk cümlemizi bu hakiki imana ve hakiki
ilme nail olan bahtiyarlardan eylesin, âmin.
ĵĕƈ ×ĭŽ ĺƆ ƆźIJƆ įƈ ĩƈ ĥŽ Đƈ ĵĥſ ĐƆ ÛƆ ġƇ ùŽ ĺƆ ĪŽ ÒƆ ħƈ ĤÓƈ đƆ ĥŽ Ĥƈ ĵĕƈ ×ĭŽ ĺƆ Ɔź
Ɔ
Ɔ
ƈ åĥŽ Ĥƈ
ÒijĥƇ ÑƆ øÓ
Ʃ ĢÓƆ ĜƆ įƈ ĥƈ ıŽ äƆ ĵĥſ ĐƆ ÛƆ ġƇ ùŽ ĺƆ ĪŽ ƆÒ ģƈ İÓ
Ɔ
Ž ĘƆ ĵĤſ ÓđƆ ÜƆ ƇųÒ
Īij
ž ƈ ģƆ İŽ ÒƆ
Ɔ ĩƇ ĥƆ đŽ ÜƆ Ɔź ħŽ ÝƇ ĭŽ ĠƇ ĪŽ Òƈ ƈóĠŽ ñĤÒ
“İlmi varken sükût etmek âlime lâyık olmaz. Câhile
de cehli üzerine sükût edip kalmak lâyık olmaz.”
Hakk Teâlâ (Celle ve Alâ) buyuruyor ki:
“Bilmediklerinizi ilim ehlinden sorunuz” yâni öğreniniz. İlim hem amel etmek ve hem de bildiklerini bilmeyenlere öğretmek için taleb olunur. Binâenaleyh, âlime yakışan
429
Cennet Yolları
430
ilminin zekâtını vermektir. İlmin zekâtı o ilmi bilmeyenlere öğretmektir. Vaaz ve nasihatler de ilmin zekâtıdır. Bir de
ilme muhalif şeyler gördüğünde sükût etmeyip, derhal onları
uyandırmak, ikaz etmek başlıca vazifesidir hele bidat denilen, ilim hârici şeyleri gördükçe dayanamaz, derhal müdahale
edip ikaz eder ve onları da kurtarır. Âlim için nasıl çalışmak
lâzımsa, câhil için de cehl üzere kalmak, katiyen caiz olmaz.
Cehlini gidermek için mutlaka çalışıp öğrenecek ve sonra da
öğrendiklerini öğretmeğe çalışacaktır. Çünkü insanlarda cahillik kadar büyük kusur olmaz. Evvelâ Allah Teâlâ’yı, sıfatlarını öğrenmek, emirlerini öğretmek, yasaklarını öğrenmek,
Peygamberimiz (s.a.v.)’i bilmek, sünnetlerini bilmek, Allah
Teâlâ’yı ve O’nun Resulünü (s.a.v.) sevmek hep bilgiye bağlıdır. Allah Teâlâ cümlemizi dinini iyi bilen kullarından eylesin, âmin.
İlim müminin kaybolmuş malıdır nerede
bulunursa almalıdır
ĪŽ ÒƆ ģƆ ×ĜƆ IJƆ ăƆ ×ĝŽ Ƈĺ ĪŽ ÒƆ ģƆ ×ĜƆ ħƈ ĥŽ đƈ ĤŽ ÓÖƆ ħġƇ ĻĥƆ ĐƆ öÓ
ƪ ÓıƆ ĺƫ ÒƆ Óĺſ
Ƈ ĭĤÒ
Ž
Ɔ
Ž
Ž Ž
ƈ ġĺ
ĵĘƈ óĻìƆ ƆźIJƆ ƈóäŽ ƆźÒŽ ĵĘƈ ĪÓ
Ɔ ƈóüƆ ħƇ ĥžƈ đƆ ÝƆ ĩƇ ĤŽ ÒIJƆ ħƇ ĤÓƈ đƆ ĤŽ Ò ďƆ ĘƆ óŽ Ƈĺ
ŽƆ
ƈ ĭĤÒ ƈóÐÓƈ ø
ïƇ đŽ ÖƆ öÓ
ƪ
Ɔ
“Ey insanlar! Siz kabz olunmadan ve ref olunmadan
evvel ilme çalışınız. Zira öğreten ile öğrenen sevapta ortaktırlar. Bundan sonra da diğer insanlarda hayır yoktur.”
İlmin ref olunacağına dair hadis-i şerifler geçmiştir. Bu
hadis-i şerifte de aynen zikrolunmaktadır ki, bir gün bu ilim
Mehmed Zahid Kotku
kabz ve ref olunacaktır. Binâenaleyh, bu gün gelip çatmadan
ilme devam edip öğreniniz. Zira sonra öğrenmek isteseniz de
buna muvaffak olamayacaksınız. Zira zihinleriniz zayıflayacak, zekânız kaybolacak, fehm ve idrakten de mahrum olacağınızdan ne kadar çalışsanız dahi bir şeyler elde edemeyeceksiniz. Onun için fırsat elde iken ilmi elde etmeğe çalışınız.
Evet, sahabe-i kiramdaki, tâbiindeki ve tebe-i tabiîn devrindeki insanların zekâsı, idrâki ve anlayışlarını bugün bile bulmak mümkün değildir. Bir kere Kur’an-ı Kerîm-i bir haftada
ve bir ayda ezberleyen, binlerce, yüzbinlerce ve hattâ milyonlarca hadîs-i şerifi belleyen, ezberleyen o günkü insanlarla hiç
kıyas olunacak hâlimiz var mıdır? Bu hâlimize rağmen onları da beğenmeyiz. Allah (c.c.) cümlemize insaf ve merhamet versin.
Cenâb-ı Hakk’ın yine lûtuflarındandır ki, öğreten ile öğrenene aynı sevabı vermekte ve onları ecir ve mükâfatta ortak
tanımaktadır. Bununla beraber, öğrenmeyen ve öğretmeyen
sâir insanlarda da hayır yoktur, diye ne güzel buyurmuşlar.
Çünkü cahillik çok fenadır. Âdeta kıymetsiz bir ottur. Onun
için, cahillikten kurtulmak herkesin ilk vazifesidir. Cahilliğin
en fenası ve kötüsü Allah Teâlâ’yı ve Peygamberini ve Kitabını tanımamak, daha doğrusu tam bir dinsizliktir. Sakın sen
kalkıp deme ki, bugün Allah (c.c.) ve Resulünü (s.a.v.) tanımayan ne kadar dinsiz var, bak hepsi de son derece refah ve
saadet içindedirler. İşte bu görüşe körlük derler. Arkasındaki
tehlikeyi görememekten ileri gelmektedir. Bu dünyanın ne
kıymeti var? Eğer kıymetli bir yer olsaydı, kâfirlere Cenâb-ı
Hakk bir yudum su bile vermezdi. Bu dünyanın arkasında
âhiret denilen âlem var. Asıl kıyamet orada kopacaktır. Buna
inanmayan bedbaht kişiler cezalarını görünce akılları başla-
431
Cennet Yolları
432
rına gelecek, ama işte işten geçmiş olacak. Binâenaleyh, sen
ilmi öğrenmeğe bak, sonra da öğretmeğe çalış. Saadet ve
selâmeti bul, vesselam.
Davranışlarda orta yolu tutmak
ğƆ ĻĥƆ ĐƆ ğƆ ĥƈ İŽ Ɔźƈ IJƆ ÓĝƬ èƆ ğƆ ĻĥƆ ĐƆ ĞƆ ïƈ ùƆ åƆ Ĥƈ Īƪ Òƈ ÅÒƈ îƆ òŽ ïĤÒ
ƪ ÓÖƆ ƆÒ ÓĺƆ
Ž
Ž
ħĀƇ įƇ ĝƪ èƆ ěžƈ èƆ Ĵðƈ ģƪ ĠƇ ćƈ ĐŽ ƆÓĘƆ ÓĝƬ èƆ ğƆ ĻĥƆ ĐƆ ğƆ Öžƈ óĤƈ IJƆ ÓĝƬ èƆ
Ž
Ž
Ɔ
ğƆ ĥƆ İŽ ƆÒ Ûƈ ÐŽ ÒIJƆ ħĬƆ IJƆ ħĜƇ IJƆ óĉƈ ĘŽ ƆÒIJƆ
Ž Ž Ž
“Ya Ebû Derdâ, muhakkak cesedinin senin üzerinde
hakkı vardır. Ehlinin de senin üzerinde hakkı vardır.
Rabbinin de senin üzerinde hakkı vardır. İmdi sen her
hak sahibinin hakkını ver. Oruç tut, fakat iftar et, bazen
kalk namaz kıl, fakat biraz da yat uyu. Bâzen de ehlinin
de yanına git.”
Bu hadis-i şerif bizlere ne güzel bir derstir. Ebû Derdâ
(Radıyallâhü anh) Hazretlerine karşı buyuruyor ki, muhakkak
senin cesedinin, senin üzerinde hakkı vardır. Bu hakkı ödemek lâzımdır. Zira bu cesed senin bineğindir. Seni taşıyacak
ve senin işlerini görecek, namazını, orucunu, haccını hep bu
cesedle yapacaksın. Kendi nafakanı, çocuklarının nafakasını
hatta cemiyetin işlerini, fukaralara yardımı yine hep bu cesedle
yapacaksın. Eğer sen bu cesedin hakkını vermezsen, sonra bu
cesed sana hizmet edemez. Hasta olursun veya dermansız kalırsın, başkalarının yardımına muhtaç kalırsın. Onun için cesedine bak, onu büsbütün aç bırakma, uykusuz da bırakma,
istirahat da lâzımdır. Çünkü o da yorulur, dinlenmek ister. Hanım efendinin de senin üzerinde nasıl hakkı varsa, efendinin
Mehmed Zahid Kotku
aynı hakları vardır. İhmal etmeğe gelmez. Sonra hem muaşeret
tatlı olmaz, evinizde huzur da olmaz. Onun için onun haklarını da gözetlemek zorundayız. Cenâb-ı Hakk’ın da bizim üzerimizde hakları vardır ki, bu hak her hakkın üstündedir. Zira
bütün servet O’nundur. Bize hayatı veren O, akıl ve zekâyı,
idrâki, kuvveti ve kudreti veren hep O, sermaye O’nundur.
Bize bu vücut bir emânettir. Onun için bizlere bu emâneti veren Halık-ı Zülcelale karşı borcumuz da vardır ki, evvelâ O’nu
tanımak, bilmek, sevmek, emirlerini tutup yasaklarından kaçmak ve O’na daima hamdû sena edip, O’nu hatırdan çıkarmayıp, namazını vaktiyle ve fazlasıyla kılmak, orucu tutmak ve
sâir İslâmî vecîbeleri yerine getirmekte, Allahü Teâlâ’nın hakkıdır. Bunları yapmayan büyük haksızlık yapmış olur. Bu cesed
bana lâzım diye onun hakkına riayet eder. Hanım bana lâzım
diye onun da hakkına riayet eder de kendisini yaratan ve her
şeyi kendisine vermiş olan, Allah Teâlâ’nın hakkına riayet etmezse hiç olur mu? Çünkü bizim Allah Teâlâ’ya olan ihtiyacımız cesedimize ve ailemize olan ihtiyacımızdan daha fazladır.
O’ndan ayrıldığımız an, hayatımız derhal söner. O’nun, Hakk
Sübhânehû’nun hakkı her haktan üstün ve âladır.
Sonra bundan başka haklar da yok değildir. Ana-baba
hakkı, kardeşlerin hakkı, akrabaların hakkı, devlet hakkı, cemiyet hakları, bunların hepsi ayrı ayrı haklardır. Her hak sahibinin hakkını ödemek mecburiyetindeyiz. Bunlar tabii pek
kolay şeyler değildir. Hepsi için kuvvetli ilimlere ihtiyaç vardır.
İlim hakiki olmadıkça bunların hiçbirisi olmaz, vesselam.
Bazen oruç tutar ve bâzen de iftar edersin. Bâzı geceleri kalkıp namaz kılarsın. Gecenin bir kısmında da uyur,
vücûdunu dinlendirirsin. Ehlin ile olan kurbiyetini de unutma
ve onu da ihmal etme.
433
Cennet Yolları
434
Orucun efdali Dâvud (Aleyhisselâm)’ın orucudur. Bir gün
oruç tutar bir gün ver. Bizim Peygamberimiz (s.a.v.) de pazartesi ve perşembe oruçlarıyla birlikte, her ayın 13, 14, 15.
günleri ki “Eyyamı bîd” tâbir olunur oruçlu geçirirdi, bunları tutmak sevaptır. Bu hadisin zikrine sebep, -Allahü âlem
bissevâb- şu vaka olsa gerektir ki; Resûl-i Ekrem Efendimiz
(s.a.v.) ashab-ı kiramı birbirleriyle kardeş etmişlerdi. Mekkeli muhacir kardeşlerle Medîneli yerli halk arasında yapılan bu kardeşlikte, Selman-ı Fârisi Hazretleriyle Ebû Derdâ
(Radıyallahû anhûmâ) kardeş olmuşlardı. Bir gün Selman-ı
Fârisi, kardeşi Ebû Derdâ’nın evine gitti. Kendisi evde yoktur. Evi ve Ebû Derdâ’nın annesinin üst başlarını beğenmedi.
Çünkü Ebû Derdâ büsbütün dünyayı bırakmış, kendisini ibadete vermiş. Bir müddet sonra Ebû Derdâ geldi ve kardeşliğine ikram olmak üzere yemek getirdi. Selman-ı Fârisî onunda
oturmasını beraberce yemelerini istedi. Ebû Derdâ, ben oruçluyum, diyerek yemek istemedi ise de Selmân-ı Fârisi, sen yemeyince ben de yemem diye, onu yemeğe mecbur etti. Akşam
olunca ona yatak yapıp yatırdı ise de Selmân; sen yatmayınca
ben de yatmam, diyerek, onu da yatırdı. Fakat bir müddet
sonra Ebû Derdâ kalkmak istediyse de, Selmân yine, olmaz
yat, dedi. Nihayet gece yarısından sonra Selmân da ev sahibi
de kalkarak namaz kıldılar, okudular, dualar ettiler. Fakat
Ebû Derdâ mezkûr olayı hemen Resûlûllah (s.a.v.)’a giderek,
Selmân’ı şikâyet etti. Ama Resûlûllah (s.a.v.)’ın cevâbı, Ebû
Derdâ’nın isteğinin tersi oldu. Efendimiz (Sallallâhû Aleyhi
ve Selem) Selmân haklıdır, demesin mi? İşte o zaman Ebû
Derdâ pek şaşaladı. Ondan sonra da Efendimiz vücûdun
hakkından bahs eden yukardaki hadisi buyurdular. Cenâb-ı
Hakk, cümlemizin muini olsun da, bütün haklara tamamıyla
Mehmed Zahid Kotku
ve ciddiyetle riâyet eden bahtiyarlardan eylesin, âmin. Bihurmeti Seyyidil mürselîn.
Bid’atlardan uzak durmak
ƈ āĤƈ ųÒ
Ùƃ ĜƆ ïƆ ĀƆ ƆźIJƆ ÓĨƃ ijŽ ĀƆ ƆźIJƆ Øƃ ijĥſ ĀƆ Ùƅ ĐƆ ïƈŽ Ö Õƈ èÓ
Ɔ Ƈ Ʃ ģƇ ×Ɔ ĝŽ ĺƆ Ɔź
ƃźïŽ ĐƆ ƆźIJƆ ÓĘƃ óŽ ĀƆ ƆźIJƆ îÓ
ƃ ıƆ äƈ ƆźIJƆ Øƃ óƆ ĩŽ ĐƇ ƆźIJƆ ÓåƬ èƆ ƆźIJƆ
ƈ Ž īĨƈ âóíŽ ĺ
īĻ
ƈ åƈ đƆ ĤŽ Ò īƆ Ĩƈ ØƇ óƆ đŽ ýĤÒ
ƪ âƇ óƇ íŽ ĺƆ ÓĩƆ ĠƆ Ħƈ ƆŻøŽ źÒ
Ɔ Ƈ Ƈ Ɔ
“Allah Teâlâ bid’at sahiplerinin namazını, orucunu,
sadakasını, haccını, umresini cihadını, ne farz ve ne de
nafilesini kabul etmez ve İslâm’dan hamurun içinden kılın çıktığı gibi çıkar.”
Bidat; Ne Kitab-ı ilâhîde ve ne de Resûlûllah (s.a.v.)’ın
sünnetinde işlenmesine, yapılmasına ne kavlen ve ne de fiilen
izin verilmeyerek, yapılan ibadetlerdir. İki kısımdır:
1- Bid’at-ı hasene,
2- Bid’at-ı seyyie,
Bir de itikat bakımından bid’atlar vardır ki, bunlar en
tehlikelidir. Bir misâl ile daha iyi anlaşılır. Minareler, mescitlerdeki halılar, bunlar Resûlûllah (s.a.v.) zamanında yok idi.
Lâkin bunlara olan ihtiyaç dolayısıyla, bunlara ve emsaline
bid’at-ı hasene dediler. Bu günkü hoparlörlü tesisler, elektrikler de bunlara dâhildir. Bid’at-ı seyyie ise; sinema, kahve, gazino gibi sonradan ihdas olunanlara denir. Bir de bizim namaz, oruç gibi ibadetlerimiz muayyen ve malumdur. Bunlara
ek yapmak veya azaltmak katiyen caiz değildir. Meselâ namaz rekâtlarında ikiyi üç yapmak, üçü dört yapmak, dördü
435
Cennet Yolları
436
beş yapmak veya aksini yapıp; dördü üç, üçü de iki, ikiyi de
bir yapmak veya vakitleri öne veya sonraya bırakmak, orucu
akşam olunca bozmadan ertesi günün orucuna eklemek ve
sâire gibi ki, bunlar dinde tahriftir. Böyle yapanların hiçbir
ibadeti kabul olunmayacağı gibi, üstelik din ile alâkaları bile
kalmaz.
Bu gün bizim okuttuğumuz kitaplardan ilm-i kelâmı da
eski ulemâdan bir kısmı tecviz etmemişlerdir. Bugün ise, insanlar hiç çekinmeden bile, şeraiti istemeyiz, diye alenen dünyaya
bile duyuracak şekilde bağırıyor da, bu adam hiç bid’atten çekinir mi? Namazlardaki aceleler, tesbihleri kısaltmak, kısa sürelerle okuyuvermek, bâhusus teravih namazlarındaki bid’atler.
Cenâb-ı Mevlâ kusurlarımız afv etsin de, amellerimizi bidatten muhafaza etmeyi nasip eylesin. Meselâ; namazlarda müezzin efendilerin yaptıkları ilâvelerde bid’atlerdendir. Efendimiz (Sallallâhû Aleyhi ve Selem)’in birçok emirleri vardır ki,
onları herkes kendi kendine yapmakla mükellef ve muvazzaftır. Onları bir kanun ve bir nizam altında yapmağa mecbur
etmemelidir ki, bizim namazlardan sonra yaptığımız toplu
duâ ve tesbihlerde bu kabildendir. Mevlîdlerdeki ahenkli okumalar ve uzun uzadıya dualar da böyledir.
Sen istersen bunlara bidat-ı hazene veya bid’at-ı seyyie
de, sonra kalıp ve kıyafetimizdeki bidatler ise saymakla bitmez, vesselam.
İlim ve kıyamet
ƈŽ
ƈ
òÓ
Ƈ ĕƆ ĺƆ IJƆ Óąƃ đŽ ÖƆ ħŽ ıƇ ąƇ đŽ ÖƆ ÅÓƇ ıƆ ĝƆ ęƇ ĤŽ Ò ïƇ ùƇ éŽ ĺƆ ĪƄ ÓĨƆ ôƆ ĵÝĨƪ ƇÒ ĵĥſ ĐƆ ĵÜÉĺƆ
ƈ ĻÝĤÒ ƈóĺÓđÝĠƆ ăƅ đÖ ĵĥſ Đ ħıąƇ đÖ
ăƅ đŽ ÖƆ ĵĥſ ĐƆ ÓıƆ ąƇ đŽ ÖƆ öij
ŽƆ Ɔ ŽƇ ŽƆ
Ƈƪ Ƈ Ɔ Ɔ
Mehmed Zahid Kotku
“İnsanların üzerine bir zaman gelecek ki, o zaman
fukahâlar birbirlerine hased edecekler. Tekelerin birbirlerine karşı gösterdikleri gayretleri gösterecekler.”
Tîs kelimesi, erkek keçiye, yâni, teke dedikleri inatçı keçiler ki, kızdıkları vakit birbirleriyle döğüşürler ki, bu da kıskançlıklarından ileri gelmektedir. Bu kıskançlık her müslümanda
vardır, vazifesidir. Gerek efrâd-ı ailesinin ve gerekse sâir müslümanların hoş görünmeyen çirkin hallerine karşı gayretli olmaları lâzımdır. Bu gayretler her hayvanda olduğu gibi, insanda
da olması tabiî bir şeydir. Bundan mahrum olan müslümanlar
ayıplanmaya lâyıktır. Bu Hıristiyanlarda da mevcuttur ki, evlerine her kim isterse serbestçe girip çıkmakta olduğu gibi, hanımlarında da kıskançlık yoktur. Zamanımız insanlarında bu
hal maalesef görülmektedir. Deniz banyoları başlıca şahitleridir. Hased, manevî necasettir. Maddi necasetlerden kurtulmadıkça namaz kılması caiz olmazsa, mânevi necasetler de böyledir.
Mânevi necasetlerle namaz sahih ise de makbul-i ilâhi değildir. Zaten hased öyle bir derttir ki, insanların yaptıkları bütün
hasenatı silip, süpürüp gider. Sellerin ortalığı silip, süpürdüğü
gibi… Bundan nâşî denilmiştir ki; ateşin odunu yediği gibi –
yâni yakıp kül ettiği gibi – hased de hasenatı böyle mahveder.
Onun için, insanların ve bahusus müslümanların bu çirkin
âfatın şerrinden kurtulmak için, mutlaka olgun mürebbîlere
müracaat etmeleri şarttır. Onun için taassuba lüzum yok, tarikata ihtiyaç hissetmemek mümkün değildir. İnkârcılar sırf taassublarından inkâr ederler. Resûlûllah (s.a.v.)’ın zamanında
tarikat yoktu, derler. Evet, Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’in kendisi
en büyük mürşidimiz, mürebbimiz değil mi? Tarikatlardaki
hakikî mürşidler Peygamberimiz (s.a.v.)’in vârislerinden başka
bir şey midirler?
437
Cennet Yolları
438
Bahusus evli kadınların, yetişkin kızların çıplak denecek derecede açılmaları, gerek babalarının ve gerekse kocalarının bunlara ses çıkarmamaları, elbette ki hoş görmelerinden nâşîdir. Hâlbuki bu teyusluk, bizim Türkçemizdeki
deyyûslukla da alâkadar bir kelimedir ki, şâyân-ı teessüftür.
Lâkin bugün moda olmuş, mestûre hanımlar tersine olarak
ayıplanmakta, mahrem yerlerini açanlar ise, taktirle karşılanmaktadır. Bakalım, bu hal ne kadar sürer? Tarihte yalnız isimleri kalmış yok olmuş milletlere hiç de bakılmaz mı? Allah
Teâlâ hepimize doğru yol nasîb eylesin, âmin.
ƈ
ƈ ĭĤÒ ĵĥſ Đ ĵÜƈ ÉŽ ĺ
óđƇ ýŽ ĺƆ ÓĨƆ IJƆ įƇ ĬƆ Óĩĺ
Õĥùĺ ĪÓĨô öÓ
ƪ
Ɔ
Ɔ
Ɔ Ò ģƇ äƇ óĤÒ
Ƈ
ƪ Ƈ Ɔ ŽƇ Ƅ Ɔ Ɔ
ƈ
ƈ
ÿĻ
Ƈ ĩĝƆ ĤÒ ģƫ ùƆ Ƈĺ ÓĩƆ ĠƆ įƇ ĭŽ Ĩ ģƫ ùƆ Ƈĺ
“İnsanların üzerine bir zaman gelecek ki, kişinin îmanı
selb olunur da, haberi bile olmaz. Onun gömleği sırtından selb olunduğu gibi.”
Bu fitne devirleridir ki akşam müslim olarak yatar da, sabahleyin fikir değiştirerek kâfir olur. Bazen sabahleyin müslim olan bir adam, bir de bakarsınız ki akşamüstü kâfir olmuştur. Yâni îmanı elinden gitmiştir. Öyle ki, farkında bile
değildir. Yine kendisini müslüman zanneder. Mâlumdur ki
müslümanlık, Allah (c.c.) ve Resulüne (s.a.v.) îman ile birlikte, îmana muhalif ve muarız olan her şeyden uzak kalmakla olur. Dinsizlerin amaline hizmet edene nasıl müslüman diye bilirsiniz? Hâlbuki o da kendini müslüman sayar.
Dinsizlerin amaline hizmetlere en büyük rolü para oynamaktadır. Yâni midelerinin ve zevklerinin esiri olan insanlar, alacakları paralar yüzünden o dinsizlerin emirlerine âmâde ve
Mehmed Zahid Kotku
emellerine de yardımcı olarak, dinsizliğin yapılmasına ve kökleşmesine sebep olmaktadırlar, elbette onların da dinleri ellerinden alınacak ve haberleri bile olmayacak. Allah (c.c.) muhafaza eylesin de, ekmeği elinin emeği ile kazanıp Allah (c.c.)
düşmanlarına, Peygamber (s.av.) düşmanlarına, Kitab-ı ilâhi
düşmanlarına bizleri yardımcı etmesin, âmin. Bihurmeti seyyidil mürselin ve salavâtûllahi ve selâmühû ecmain.
Hz. Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) dâmâdı Ali
Efendimize (K.v) hitaben:
Rızkı helalinden kazanıp, helâl yerde harcamak
ƈ ƈ ƈ
ƈ
Ĵïſ ıƇ ĤŽ Ò įƇ üÓ
Ƈ ĺƆ ƈòIJƆ Ĵijſ ĝŽ ÝĤÒ
ƪ įƇ øÓ
Ƈ ×Ɔ Ĥ ĪƇ ÓĺƆ óŽ ĐƇ ĦƆ ƆŻøŽ źÒŽ Īƪ Ò ĹĥĐƆ ÓĺƆ
ƈ
ƈ
çƇ ĤÓƈ āĤÒ
Ƈ ĩƆ ĐIJƆ ÅÓƇ ĻƆ éƆ ĤŽ Ò įƇ ÝƇ ĭĺƆ ƈôIJƆ
Ʃ ģƇ ĩƆ đƆ ĤŽ Ò įƇ ĠƇ ƆŻĨIJƆ ĎƇ òƆ ijƆ ĤŽ Ò ĮƇ îÓ
ƈ Ž öÓøÒƆ IJ
ĵÝƈ ĻÖƆ ģƈ İŽ ÒƆ Õƫ èƇ IJƆ ĵ×ƈ èƇ Ħƈ ƆŻøŽ źÒ
Ƈ Ɔ Ɔ
ž
Ž
“Yâ Ali, muhakkak İslam çıplaktır, elbisesi takva,
kanatları hüdâ, zineti, süsü hayâ, direği verâ, kıvamı da
amel-i sâlihtir. İslam’ın esası, beni ve benim ehli beytimi
sevmektir.”
İslam bir kelimedir ki, bununla bir şey anlaşılmaz. Karşıdan bakan ürker, bu gün müslümanlıktan ürkenler gibi. Fakat
onu ne zaman giyindirir, kuşatır, takvâsıyla mal ve mülkü ile
bir de hayâ nimetiyle zinetlendirirseniz ve bir de bunun üzerine vera denilen şüphelerden içtinap ile yâni tertemiz gözleri
kamaştıran bir elbise ki, hiç toz, kir yok. Bir de bunu amel-i
Sâlih ile yâni güzel ameller, namazdan tutunda, bütün hayırlarla kıvamlandırmak, kıvama getirmek suretiyle tertiplerseniz,
439
Cennet Yolları
440
böyle İslam’a herkes bayılır. Vaktiyle topluca gelip müslüman
olanlar gibi, herkes böyle müslümanlığa imrenir. Zira yüzü
nûr, içi nûr, dışı da nûr, bakanlar hayran olurlar. Çünkü hiç
kimseye kötülük aklından bile geçmediği gibi, herkese karşı
çok merhametli ve şefkatli bir adam, artık böyle bir kimseyi
kim sevmez? Sonra, asıl meziyetleri ve İslam’ın asıl esâsı Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Selem) Efendimizi her şeyden
fazla sevmek ve O’na canını ve her şeyini feda edebilmekle
beraber, ehl-i beyt-i Resûlüllah (s.a.v.)’ı da sevmektir. Beyt-i
Resûlüllah da Hz. Ali, Hz. Fâtıma ve ahfadıdır, (Radıyallâhü
anhûmâ). Bunları ve bunların kıyamete kadar gelecek neslini
de sevmek Müslüman’ın borcu ve vazifesidir.
Cenâb- Mevlâ bizleri de böyle seven ve sevilen Müslümanlardan, hem de hakiki müslümanlardan eylesin, âmin.
İlim ve kıyamet
ƈ ĭĤÒ ĵĥſ Đ ĵÜƈ ÉŽ ĺ
ģƇ ÝƆ ĝŽ ÜƇ ÓĩƆ ĠƆ ÅÓƇ ĩƆ ĥƆ đƇ ĤŽ Ò įĻƈ Ęƈ ģƇ ÝƆ ĝŽ ÜƇ ĪƄ ÓĨƆ ôƆ öÓ
ƪ
Ɔ
Ɔ
ƈ ƈ
ƈ
ƈ ĨõĤÒ
ÒijđƇ ĨÓƈ åƆ ÜƇ ĪÓ
Ɔ ƪ ğƆ ĤðƆ ĵĘ ÅÓƇ ĩƆ ĥƆ đƇ ĤŽ Ò ÛƆ ĻŽ ĤƆ ÓĻƆ ĘƆ ÔƇ ƆŻġĤŽ Ò
“İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o zaman ulemâlar katlolunur. Kelblerin öldürüldüğü gibi.
Keşke o zaman ulema birlik içinde olsaydı.”
Bu zamanlar hemen hemen her devride görülegelmektedir. Zira insanlar istedikleri gibi yaşamak azmindedirler. Günah, yasak tanımak istemezler. Kendilerine engel olmak isteyenleri de hemen çeşitli bahanelerle yok etmeğe çalışırlar.
Engel de ancak ulemâ tarafından olacağından, bunları hemen
öldürmek hem de köklerini kazımak için çalışagelmişlerdir.
Mehmed Zahid Kotku
Allah (c.c.), diyenleri odunlarla dolu olarak yanan ateşlere, hendeklere attıkları işitile gelen hâdiselerdendir. Kur’ân’da
sûre-i Bürûc bunun şahididir. Bunların mektep ve medreselerini kapamak, hürriyetlerini ellerinden almak, ulemâ alâmeti
olan libaslariyle dolaşmalarını men etmek; bunlarda, birer
ölüm nişânesidir. Hikmeti Hüdâ insanlar arasında tefrika, dağınıklık ve bölünme olduğu gibi, ulemâlar arasında bu gibi
hatalar maalesef görülegelmekte olduğundan, Cenâb-ı Peygamber (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) “Leyte” kelimesiyle bu
hatayı yapmayıp, birlik olarak yaşasalar ve icâbında kendilerini müdafaa etmek imkânını bulabilirlerdi. Fakat ne yazık,
buna muvaffak olamayacaklar, birlikte yaşarlarken yakalanıp
katlolunacaklardır. Bu da âhir zamanın büyük alâmetlerinden
biridir. Ulemânın katline seyirci olanlar da bunların vebaline
müşterek olacaklardır.
Cenâb-ı Hakk cümlemizi hıfz- himayesinde daim eylesin, âmin.
ƈ ĭĤÒ ĵĥſ Đ ĵÜƈ ÉŽ ĺ
óƇáġŽ ÜƆ ÙƄ ĭƆ ÝŽ ĘÓƈ İƆ ÅƇ Ɓ ÓĩƆ ġƆ èƇ IJƆ ÙƄ ĭƆ ÝŽ ĘÓƈ İƆ ÅƇ Ɓ ÓĩƆ ĥƆ ĐƇ ĪƄ ÓĨƆ ôƆ öÓ
ƪ
Ɔ
Ɔ
Ƈ
ƈ ùĩĤŽ Ò
ïƆ đŽ ÖƆ ģƆ äƇ óĤÒ ƪ źÒƈ Óĩƃ ĤÓƈ ĐƆ ĪIJ
Ɔ ïƇ åƈ ĺƆ Ɔź ĵÝƩ èƆ ÅÒƇ óƪ ĝƇ ĤŽ ÒIJƆ ïƇ äÓ
Ɔ Ɔ
ƪ
ģƈ äƇ óĤÒ
ƪ
“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, ulemâsı
da, hukemâsı da fitnedir. Mescidler, kurâ hafızlar çoğalacak, fakat câmilerde namaz kıldıracak âlim bulunmayacak.”
Bu devirde fitne devri olduğundan ulemâsında da hayır yok, hâkimlerinde de hayır yok, ikisi de fitneye karışmışlar, fitneleşmişler. Tabii o zamanlarda insanların rahat
441
Cennet Yolları
442
ve huzur bulması mümkün olamaz. Bununla beraber mescitler çoğalır, yeni yeni câmiler yapılır. Hafızlar da, kurâlar
da çoktur, mütemadiyen hafız yetiştirilmektedir. Hafızlarla
birlikte ulemâ da çoktur. Fakat ne yazık ki, câmilerde namaz kılmak isteyenlere imamlık yapacak kimse bulunmaz.
Bundan anlaşılıyor ki, namaz kıldıracak kimselerin azlığı
olsa gerek, fakat kurâların çokluğundan zikredilmektedir.
Her kurâ âlimdir. Her âliminde hem namaz kılması, hem
de kıldırması lâzım gelirken, maalesef namaz kıldıracak kimselerin pek az bulunması, demek ki cemaate devam eden
hoca efendiler bulunmayacak. Namaz kılsalar da evlerinde
kılacaklar. Câmilere gelmeğe yâ tenezzül etmeyecekler veya
imamlık yapmağa tenezzül etmeyecekler. Bu zamanlardaki
ulemânın hâli, bundan sonra yazılacak olan hadis-i şeriften
her halde daha iyi anlaşılacaktır. Arapça bilmek, hiç hüner
olmadığı pek güzel anlaşılmaktadır. Yeter ki Allah (c.c.)’ı tanısın ve Onun emirlerine tâbi olup, sevgili ve razı olduğu
bahtiyar kullarından olsun.
Bilmemek, cahillik ne kadar kötü, çirkin ve fena ise, bilip de amel etmemek de o kadar çirkin olduğu cümlece malumdur. O devir ki mescitleri, câmileri, medreseleri, okulları o kadar çok, kurrâsı da, hâfızı da o nispette çok olduğu
halde, mescitlerde namaz kıldıracak bir âlimin bulunmaması taaccüp olunacak hâdiselerdendir. Yâ imamlara para
vermeyecekler, onlar da biz parasız bu vazifeyi yapmayız deyip, kendilerini kasacaklar veyahut cemaate ehemmiyet vermeyecekler. Aklın ermediği bir şey… Allah Teâlâ cümlemizi
afv buyursun da, sevdiği kullarının arasına kabul eylesin, sevilmeyen bedbaht, ulemâ-i sû’ denilen yaramaz bilginlerden
etmesin, âmin.
Mehmed Zahid Kotku
Alime ve ilim erbabına hürmet etmek gerekir
ÅÒƈ ïƆ ıƆ ýĤÒ
Ɔ îÒƈ ïƆ ĩƈƈ Ö ĵÜſ ËŽ Ƈĺ
ƫ Ħƈ îƆ IJƆ Ùƈ ĩƆ Ļſ ĝƈ ĤŽ Ò ĦƆ ijŽ ĺƆ ħƈ ĥŽ đƈ ĤŽ Ò Õƈ ĤÓƈ Ĉ
ƈ ĬƆ ôij
ÒñƆ İſ ĵĥƆ ĐƆ ÒñƆ İſ ƆźIJƆ ÒñƆ İſ ĵĥſ ĐƆ ÒñƆ İſ ģƇ ąƈ ęŽ ĺƆ ƆŻĘƆ ĪÓ
Ɔ ĻƇ ĘƆ
“Kıyamet gününde talib-i ilim olan kimsenin mürekekbi ile şehidlerin kanları mizana konur. Hiç biri diğerine ağır gelmeyecek.”
Diğer hadislerde de, tâlib-i ilmin mürekkebi şehidin
kanından ağır gelecek tabiri de vardır. Bu da her ikisinin
amellerinin ind-i ilâhide makbul olduğunun alâmetidir.
Her ikisi de Allah (c.c.) yolunda çalışanlardır. Şehid bilfiil
harblere iştirak ile mertebe-i şehâdete nail olmuşsa da, ilmin
meziyeti daha umûmidir. Yazdığı güzel bir eserle maksadını
dünyanın dört bir köşesine ulaştırmağa çalışır. Harbler ise
ancak bâzı mevzularda, mekânlarda olur, oda muvakkattir, harp biter, her şey de biter. Fakat yazılan eserler, basılan kitaplar binlerce sene durur ve okunur. Onlardan faydalar elde edilir. Onlar durdukça isterse okuyan olmasa bile
yine sahibine sevaplar yazılır, yapılan câmiler gibi. Onların
cemaatleri olmazsa bile melekler yeter. Fakat fedakâr şehid
de lâzım. Zira onlar olmazsa memleketlerin muhafazası ve
müdafaası da kolay olmaz. Onun için onlara da ihtiyacımız vardır. Bu sebepten Cenâb-ı Hakk onların da ecrini
talib-i ilim olan ulemâlarla beraber ve müsavi olarak vermektedir. Şehid’in ilk kanı ile bütün günahları afv olur ve
kendisine şefaat hakkı da verilir. Fakat şehidin şefaati mahduttur. Lâkin ulemânın şefaati her istediğine şâmildir. Kendisini tam manasıyla Allah (c.c.)’a vermiş olanların ölüm-
443
Cennet Yolları
444
leri yataklarında dahi olsalar, kendilerine yine şehadet sevabı
çok fazla olarak verilecektir.
Cenâb-ı Hakk bizleri tam manasıyla dinine bağlı sadık
kullarından eylesin, âmin.
İlmi kötüye kullanmaktan kaçınmak
ƈ ùĤÒ ÅÓ
ƈ ĩĥƆ đƈÖ ĵÜſ Ëĺ
ħĭƪ ıƆ äƆ ƈòÓĬƆ ĵĘƈ Īij
ĘƇ ñƆ ĝŽ ĻĘƆ Ùƈ ĩƆ Ļĝƈ ĤŽ Ò ĦƆ ijŽ ĺƆ Åij
Ɔ
ŽƇ
ƫ
Ɔ Ƈ
Ɔ
Ƈ
ſ
ƈ
ƈ
ƈ
òÓ
Ƈ ĩƆ éĤŽ Ò òIJ
Ƈ ïƇ ĺƆ ÓĩƆ ĠƆ įƈ×āŽ ĝƇ Öƈ ħƆ ĭƪ ıƆ äƆ ĵĘ ħŽ İƇ ïƇ èƆ ÒƆ òIJ
Ƈ ïƇ ĻƆ ĘƆ
ĢÓƆ ĜƆ ğƆ ƇĤƆÓÖƆ ÓĩƆ ĘƆ ÓĭƆ ĺŽ ïƆ ÝƆ İÒ
Ƈ ĝƆ ĻƇ ĘƆ ĵèƇ óĤÓƈÖ
Ž ğƈƆ Ö ğƆ ĥƆ ĺŽ IJÓƆ ĺƆ įƇ ĤƆ ĢÓ
ƪ
ħĠÓ
ıĬÒ ÛĭĠÓĨ ėĤÓƈ ìÒ ÛĭĠ ĵĬƈ Òƈ
Ž Ƈ Ɔ ŽƆ Ƈ ŽƇ Ɔ Ƈ Ɔ Ƈ Ƈ ŽƇ ž
“Kıyamet gününde ulemâ-i sû’ getirilir ve cehenneme
atılır da, bunlardan cehennemde merkebin değirmen dolabını döndürdüğü gibi bağırsaklarından bağlanıp veya
tutulup dönecek. Kendisine: vay hâline, yazıklar olsun.
Biz senin sayende hidâyete eriştik, sana ne oldu, bu hâlin
ne, dedikleri zaman şu cevabı alacaklar, sizi men ettiğim
şeyi ben işliyordum.”
Cenâb-ı Hakk hepimizi afv eylesin, âlim olmak hüner
değil, ilmiyle âmil olmak ta gerektir. İlmiyle âmil olmayanların hâli ne kadar acıklıdır. Fakat bu yalnız hoca olmağa mahsus değildir. Elhamdülillah bütün müslümanlar dinin emrettiklerini veya yasak ettikleri hemen hemen hepsini bilirler.
Lâkin bildiklerini yapan kaç kişi bulursunuz? Bununla beraber, şöhret sahibi, tanınmış âlimlerin cezası da o nispette ağır
olmaktadır. Cehenneme girmek bir felâket… İkincisi değir-
Mehmed Zahid Kotku
men döndüren merkep gibi. Cehennemde dönmek, değirmen taşı gibi dönüp durmak, ne büyük felâket. Allahü Teâlâ
hemen hepimizi afv, etsin. Bugün ilmiyle âmil kaç âlim bulmak mümkün. Hepimizin, bir noktada olgun olsak dahi, bozuk olduğumuz taraflar da pek çoktur. O kemâl denilen olgunluk, Allahü Teâlâ’nın bir lutfu ve bir ihsanıdır.
Cenâb-ı Hakk cümlemize lutfetsin de cehennemin azablarını hiç birimize göstermesin.
İlim ibadetten, âlim âbidden üstündür
ĢÓ
Ƈ ĝƆ ƇĺIJƆ ÙƆ ĭƪ åƆ ĤŽ Ò ģƈ ìƇ îŽ ƇÒ ïƈƈ ÖÓđƆ ĥŽ Ĥƈ ĢÓ
Ƈ ĝƆ ĻƇ ĘƆ ïƈƇ ÖÓđƆ ĤŽ ÒIJƆ ħƇ ĤÓƈ đƆ ĤŽ Ò ß
Ƈ đƆ ׎ Ƈĺ
ƈ ĭĥƩ Ĥƈ ďęƆ ýŽ ÜƆ ĵÝƩ è ÛŽ ×àŽ ƇÒ ħƈ ĤÓƈ đĥŽ Ĥƈ
ħıƇ ÖƆ îƆ ÒƆ ÛƆ ĭŽ ùƆ èŽ ÒƆ ÓĩƈƆ Ö öÓ
Ɔ
Ƈ
Ɔ
Ƈ
Ž
“Âlim ile âbid ba’solunduğu vakit, âbide denir ki, cennete gir. Âlime ise, sen dur ve insanlardan güzel yetiştirdiklerine, terbiye ettiklerine şefaat eyle denir.”
Âlim ile Âbidin arasındaki fark ne kadar büyük. Âbid cennete girer ve yaşamasına devam ederken, âlim kimse de, cennete girmesi mümkün olmayan bir sürü talebesini ve dostlarını kurtarmağa çalışır. İnsanın kendini kurtarması başka, bir
de kendinden başkalarını kurtarmağa çalışması daha başka.
Biz başkalarından şefaat beklerken, şefaatçı olmak ne mutlu
bir devlettir. Allah Teâlâ hazretleri afv buyursun da, hem kendisini cennete sokan ve hem de başkalarının cennete girmesine sebep olmak ne büyük devlettir. İmdi sen bu ilmi bırak
da, insanların belki de felâketine sebeb olacak şeylerle meşgul ol. Elbette akıllıca bir iş değildir. Onun için sen bu fakir
kardeşinin sözünü, nasihatini dinle de, Kur’an ilmine çalış.
445
Cennet Yolları
446
Lâkin kötü âlimlerden olmamak şartıyla ki okuduğun ve öğrendiğinle amel edesin. Cenâb-ı Hakk yardım etsin de, bizi
de cennetlik kullarından eylesin.
ƈ ĩĥƆ đĥŽ Ĥƈ ĵĤſ ÓđÜƆ ųÒ
įƈ Ļƈ øƈ óĠƇ ĵĥſ ĐƆ ïƆ đƆ ĜƆ ÒðƆ Òƈ Ùƈ ĩƆ Ļĝƈ ĤŽ Ò ĦƆ ijŽ ĺƆ ÅÓ
Ƈ ĝƇ ĺƆ
Ɔ Ƈ Ʃ Ģij
Ɔ Ƈ
ž Ž
ſ
ƈ ąƆ ĝƆ Ĥƈ
Ʃ źÒƈ ħġĻ
Ęƈ ĵĩƈ ĥŽ èƈ IJƆ ĵĩƈ ĥŽ Đƈ ģŽ đƆ äŽ ƆÒ ħĤƆ ĵžĬƈ Òƈ Įƈ îÓƈ ×Đƈ ÅÓ
Ɔ
ŽƇ
Ž
ĵĤÓƈ Öſ ƇÒ ƆźIJƆ ħġƇ ĭŽ Ĩƈ ĪÓ
ĠÓ
ĨƆ ĵĥſ ĐƆ ħġƇ ĤƆ óęƈ ĔŽ ÒƆ ĪŽ ÒƆ ïĺ
Ɔ
Ɔ
Ƈ ƈòƇÒ ÓĬƆ ÒƆ IJƆ
Ž
Ž Ɔ
“Allahü Teâlâ kıyamet gününde kürsüsünden kullarına hüküm için tecelli buyurduğu vakit ulemâya der ki;
Benim ilmi ve Hilmi sizlere vermekten muradım, ancak
sizlerden vâki olan günahları, hataları, kusurları mağfiret içindir. Günahlar ne olursa olsun, ona ehemmiyet vermem ve bağışlarım.”
Ebû Nuaym’ın talebesinden Sa’lebe bin Hakem'in bildirdikleri şu hadis-i şerif ve bir de bundan evvelki hadis-i şeriflerde, ilmin ehemmiyetini belirtmek üzere zikr olunan diğer hadisi şeriflerden de anlaşıldığına göre ilim, haddi zâtında
nimetlerin en güzeli ve en büyüğü ve en kıymetlisidir. İlmin
çeşitleri sayılamayacak kadar çoktur, hepsi de lâzımdır. Hiç
birisi ihmal edilemez. Fakat bunların içinde bâzen de beşeriyete zararlı olanları da vardır. Meselâ, atomların bütün canlıları aynı anda öldürmesi, böyle ilim hiç olmasa daha iyi.
İlim diye dünyada beşeriyete, ahirette de cennet-i âliyeye sokan bir ilim lâzım. O ilimde Kur’an ilmidir. Bu ilim olmadıkça ne ferd, ne de cemiyet rahat edebilir. Çünkü Kur’an
hem dünya, hem de âhiret ilimlerini câmi bir Kitab-ı Mukaddestir. O’nu okuyan bahtiyar kişidir. Her Müslüman’ın
Mehmed Zahid Kotku
O’nu okumasını ve emirlerini tutmağa çalışmasını can-ı gönülden istemek de vazifemizdir.
İşte Cenâb-ı Vâcibûl Vûcûd Hazretleri, kıyamet gününde
kullarının hakkında hüküm ve kazasını icra edeceği anda buyurur ki:
“Ey kullarım, Benim size verdiğim ilmi ve hilmi vermekliğimden muradım, sizlerde vâki olacak her ne gibi
günahlarınız olursa olsun, onlara ehemmiyet ve kıymet
vermeyerek, mağfiret edip bağışlayacağım, bu da kafi gelmeyerek bir de şefaat hakkı verilip, ümmet-i Muhammed’in
ulemâları, burada durun, istediklerinize şefaat ediniz. Sizlere dar-ı dünyada okumanıza, ilim tahsilinize yardımcı
olanlara ve sonra da geçiminizle alakadar olup, ihtiyaçlarınızı gideriveren kimseleri bulup, şefaat ediniz. Şefaatiniz de makbûl-i ilâhidir.”
Bu ne devlet ve ne saadettir. Aziz ve muhterem kardeşim, bu güzel nimeti bırakıp ta, dünyanın fânî ilimlerine ve
saltanatlarına aldanmadan hem Hakk’ın sevgisini ve rızasını
kazan, hem de diğer müslüman kardeşlerini de cehennemden kurtarıp cennete girmelerine başlıca sebep sizler olacağınızdan, sevaplarınızın da kat kat olacağında hiç şüpheniz
olmasın.
Allah’ı daima zikretmek
Allah azze ve velle buyurur ki:
ƈ Ž ïƈ ×đĤŽ Ò ĵĥƆ Đ ÕĤÓƈ ĕƆ ĤŽ Ò ĪÓ
ĢÓƇ ĕƆ Ýƈ üŽ źÒ
Ƈ ĝƇ ĺƆ
Ʃ Ģij
Ɔ ĠƆ ÒðƆ Òƈ ģƪ äƆ IJƆ õƪ ĐƆ ƇųÒ
Ɔ Ƈ
ŽƆ
įƇ ÝƆ ĻĕŽ ÖƇ Û
ĥđä ÒðÓƈ Ę Ĵ ƈóĠŽ ðƈ ĵĘƈ įƇ ÜƆ ñƪ ĤƆ IJƆ įƇ ÝƆ ĻĕŽ ÖƇ Û
ĥđä ĵƈÖ
Ɔ Ƈ ŽƆ Ɔ Ɔ Ɔ
Ɔ Ƈ ŽƆ Ɔ
447
Cennet Yolları
448
įƇ ÝƇ ĝŽ ýƈ ĐƆ IJƆ ĵĭƈ ĝƆ ýƈ ĐƆ ÒðƆ Óƈ ĘƆ įƇ ÝƇ ĝŽ ýƈ ĐƆ IJƆ ĵĭƈ ĝƆ ýƈ ĐƆ Ĵ ƈóĠŽ ðƈ ĵĘƈ įƇ ÜƆ ñƪ ĤƆ IJƆ
Ęƈ ÔÓ
åƆ éƈ ĤŽ Ò Û
Ó×ƇĤÓĕƆ ÜƆ ğƆ Ĥƈ ðſ Ú
óĻĀƆ IJƆ įƇ ĭƆ ĻÖƆ IJƆ ĵĭƈ ×ĺƆ ÓĩĻ
Ƈ
Ƈ đŽ ĘƆ òƆ
Ɔ
Ɔ
Ž
ƃ
Ž
Žƪ
ƈ
ƈ
ÅÓƈ Ļƈ×ĬŽ ƆźÒŽ ĦƇ ƆŻĠƆ ħıƇ ĨƇ ƆŻĠƆ ğƆ Ñƈ Ĥſ IJƇÒ öÓ
ƪ ÓıƆ øƆ ÒðƆ Ò ijıƇ ùŽ ĺƆ Ɔź įĻŽ ĥƆ ĐƆ
Ƈ ĭĤÒ
Ɔ
Ž
ƈ
ƈ
ƈ
Ăƈ òŽ ƆźÒŽ ģƈ İŽ ÓƆ Öƈ Ú
Ƈ îŽ òƆ ÒƆ ÒðƆ Òƈ īĺ
Ɔ ñĤƪ Ò ğƆ ÑĤſ IJƇÒ ÓĝƬ èƆ ĢÓƇ ĉƆ ÖŽ ƆźÒŽ ğƆ ÑĤſ IJƇÒ
ħıƇ ĭŽ ĐƆ ğƆ Ĥƈ ðſ Û
Ƈ ĘŽ óƆ āƆ ĘƆ ħŽ ıƇ ÜƇ óŽ ĠƆ ðƆ ÓÖÒƃ ñƆ ĐƆ IJŽ ƆÒ Ùƃ Öij
Ɔ ĝƇ ĐƇ
Ƈ
“Kulumun benimle meşguliyeti onun üzerine gâlib
olursa, Ben onun maksad ve arzusunu ve lezzetini zikrimde kılarım. Maksad ve arzusunu ve lezzetini zikrimde
kıldığım kimse, nihayet bana âşık olur. Bende ona âşık
olurum (mecazen). Ben ona, oda Bana âşık olunca onunla
Benim aramdaki perdeyi kaldırırım ve bu aşk hâli ona,
Zâtımın suretinde onun hâli olur da, insanlar yanıldığı
zaman o yanılmaz. Bunların sözleri Peygamberlerin sözleri gibidir ve bunlar eşi bulunmayan hakiki bahadır kimselerdir. İşte onlar o kişilerdir ki, yeryüzündeki halka bir
ukubet murad ettiğimde onların halini hatırlarım da, o
azabı onlardan men eder, kaldırırım, vaz geçerim.”
Bu hadîs-i şerifteki iştigal kelimesi, bir insanın meşgul olduğu işte, yâni bu kimsenin işi, meşguliyeti, meşgul olduğu
şey Ben olunca, bu da ya Kur’an-ı Kerimi dâimi surette okuyup kendisini Kur’ân’a uydurmaya çalışan bahtiyardır. Veya
zikrullah’ın, yâni zikrin tesiriyle kendisini kaybedip, Allah Celle
ve Ala’ya kendisini veren bahtiyar kimselerdir ki, bu hal netice
itibariyle Bana âşık olmasına sebep olur. O Bana âşık olunca
Ben de ona âşık olurum. Âşık kelimesi Cenâb-ı Hakk hak-
Mehmed Zahid Kotku
kında kullanılması caiz değilse de, burada mecazen kullanılmıştır. Aşk, muhabbet-i ilahiyenin fazla oluşundan neşet eder.
Muhabbet olmadıkça aşk olmaz. Âşık kendisini maşukunun
tefekküründe kaybedince, bu sefer Allah (Azze ve Celle) böyle
güzel, bahtiyar kuluna âşık olur. Leylâ ile Mecnûn hikâyesini
unutma! İşte o zaman Halik ile mahlûku, yani bu Âşık kulumun arasındaki perdeyi kaldırırım. Bu perde, bizim bildiğimiz
bir perde değil, nûrâni ve zulmânî hicaplardır. 70.000 nûrânî
ve 70.000 de zulmânî hicap vardır ki, bunlar kalkınca artık
o kulda benlik denilen nesne kalmaz ve daimî suretle Allah
Teâlâ’nın cemâl ve celâl ve azamet kuvvet, kudretinin tefekkürü ile kendinden geçer. Kendini de bilmez. İster mecnûn
de, istersen meczup, tam Allah (c.c.) adamı vesselam.
Yine Cenâb-ı Hakk buyurur ki:
ƈ ƈ ƈ
īŽ Ĩƈ Īij
Ƈ ĝƇ ĺƆ
Ʃ Ģij
Ɔ ÖÓƫ éƆ ÝƆ ĺƆ īĺ
Ɔ ñĥƪ Ĥ ĵÝ×ƪ éƆ ĨƆ ÛŽ ĝƪ èƆ ïŽ ĜƆ ĵĤſ ÓđƆ ÜƆ ƇųÒ
ƈ
ƈ ƈ ƈ
ĵĥƈ äŽ ÒƆ īŽ Ĩƈ ĪIJ
Ɔ òƇ IJÒƆ õƆ ÝƆ ĺƆ īĺ
Ɔ ñĥƪ Ĥ ĵÝ×ƪ éƆ ĨƆ ÛŽ ĝƪ èƆ ïŽ ĜƆ IJƆ ĵĥäŽ ÒƆ
ƈ ƈ ƈ
ïŽ ĜƆ IJƆ ĵĥƈ äŽ ÒƆ īŽ Ĩƈ Īij
Ɔ ƇĤðƆ Ó×Ɔ ÝƆ ĺƆ īĺ
Ɔ ñĥƪ Ĥ ĵÝ×ƪ éƆ ĨƆ ÛŽ ĝƪ èƆ ïŽ ĜƆ IJƆ
ƈ ƈ ƈ
ÛŽ ĝƪ èƆ ïŽ ĜƆ IJƆ ĵĥƈ äŽ ƆÒ īŽ Ĩƈ Īij
Ɔ ĜƇ îÓ
Ɔ āƆ ÝƆ ĺƆ īĺ
Ɔ ñĥƪ Ĥ ĵÝ×ƪ éƆ ĨƆ ÛŽ ĝƪ èƆ
ƈ ƈ ƈ
ƆźIJƆ īƅ Ĩƈ ËŽ ĨƇ īŽ ĨÓƈ ĨƆ ĵĥƈ äŽ ÒƆ īŽ Ĩƈ ĪIJ
Ɔ óƇ ĀÓ
Ɔ ñĥƪ Ĥ ĵÝ×ƪ éƆ ĨƆ
Ɔ ĭƆ ÝƆ ĺƆ īĺ
ƈ ƅ ƈ
ß
ſ IJŽ ƆÒ ÙƆ àƆ Ż
ſ àƆ ųÒ
Ɔ ĭŽ éƈ ĤŽ Ò ÒijĕƇ ĥƇ ׎ ĺƆ ħŽ ĤƆ įƈƈ ×ĥŽ ĀƇ īŽ Ĩƈ îƅ ź
Ɔ Ʃ ĦƇ ïž ĝƆ Ƈĺ ÙĭƆ ĨËŽ ĨƇ
ħİÓ
ĺÒƈ įƈ Ýƈ ĩèò ģąęÖƈ ÙĭåĤÒ įĥìîÒ źÒƈ
ŽƇ ƪ Ɔ Ž Ɔ ƈ Ž Ɔ Ɔƪ Ɔ Ž ƇƆ Ɔ ŽƆ ƪ
“Benim için sevişenlere Ben’im muhabbetim muhakkak
hak olur. Benim için birbirlerini ziyaret edenlere benim
449
Cennet Yolları
450
muhabbetim muhakkak hak olur. Benim için birbirlerine
ihsan ve ikramda bulunanlara muhakkak muhabbetim hak
olur. Benim için birbirlerine sadakat gösterenlere muhabbetim muhakkak hak olur. Benim için birbirlerine yardım edenlere muhakkak muhabbetim hak olur.”
Hiç bir Mümin ve Mü’mine yoktur ki, kendi sulbünden üç evlâdı bülüğa ermeden âhirete göçerse, fazl-ı keremiyle ve rahmetiyle Allah (c.c.) onları cennete koyar. Yine
tebâreke ve Teâlâ hazretleri buyuruyor ki:
īŽ ĐƆ Ĵ ƈóĠŽ ðƈ IJƆ ĪƇ Òſ óĝƇ ĤŽ Ò įƇ ĥƆ ĕƆ üƆ īŽ ĨƆ ĵĤſ ÓđƆ ÜƆ IJƆ ĞƆ òÓ
Ģij
Ƈ ĝƇ ĺƆ
Ɔ ×Ɔ ÜƆ Ôƪ óĤÒ
Ž
ƪ
ƈƈ
ƈ
Ħƈ Ż
ſ ĠƆ ģƇ ąŽ ĘƆ IJƆ īĻ
Ɔ ĥÐÓùĤÒ
ƪ ĵĉƆ ĐŽ ÒƆ ÓĨƆ ģƆ ąƆ ĘŽ ÒƆ įƇ ÝƇ ĻŽ ĉƆ ĐŽ ÒƆ ĵÝĥƆ ÑƆ ùŽ ĨƆ
ƈ Ʃ ģƈ ąŽ ęƆ ĠƆ Ħƈ ƆŻġƆ ĤŽ Ò ƈóÐÓƈ ø ĵĥſ Đ ųÒ
ƈƩ
įƈ ĝƈ ĥŽ ìƆ ďƈ Ļĩƈ äƆ ĵĥſ ĐƆ ųÒ
Ɔ
Ɔ
“Her kime, Kur’an-ı Kerim’i okuması ve Benim zikrimle meşgul olması onun Benden isteyeceği şeylere mâni
olursa, Ben ona, isteyenlere verdiğimden, daha âlâ ve üstünü veririm.” Allah Teâlâ’nın kelâmının üstünlüğü, başkalarının sözlerine nispetle, Hz. Allah (c.c.)’ın diğer kullarına
nispeti gibidir. Yâni ölçü yoktur, zira biri halik diğeri ise mahluktur. Bundan anlaşılıyor ki, kulun bu dünyada en çok yapacağı şey, Kur’an-ı Kerim’i çok okumak ve dâima okumak
sonra kendisini Kur’an’ın emirlerine uydurmağa çalışmak ve
daha sonra da, Allah Teâlâ’nın zikrini diline vird edip, dâimi
surette zikretmektir. Zikrin efdali “Lâ ilahe illallah”dır. Duanın efdali de “Elhamdülillah” deyip, Allah (Azze ve Celle)’ye
hamd û sena’da bulunmaktır. Sakın deme ki, bu dünya ihtiyaçları ne olacak? Bir kere çalışmak hiçbir zaman Allah Teâlâ’nın
Mehmed Zahid Kotku
zikrine mâni değildir. Abdülhâlik Gucduvanî (K.S.)’nin halini ve bütün sahâbe-i kiramın hallerini iyi oku, bütün büyüklerimiz hepimize ibrettir. Onların çalışmaları, onları Allah (c.c.)’ın zikrinden zerre kadar alıkoymamıştır. Kur’an-ı
Kerim de onları medh eder.
Hazret-i Allah (Azze ve Celle) buyurur ki:
ƈƈ
ĵĭƪ Ĕƈ ğƆ ×ĥŽ ĜƆ ƇŷƆ ĨŽ ƆÒ ĵÜƈ îÓ
Ƈ ĝƇ ĺƆ
Ɔ ×Ɔ đĤ ĒŽ óƪ ęƆ ÜƆ ĦƆ îƆ Òſ īƆ ÖÒÓ
Ž ĺƆ ħŽ ġƇ Öƫ òƆ Ģij
Ɔ
ƈ ×ÜƇ Ɔź ĦîÒſ īÖÒÓĺ ÓĜƃ ôŽ ƈò ğƆ ĺïƆ ĺ ƇŷƆ ĨƆÒIJ
ğƆ ×ĥŽ ĜƆ ƇŷƆ ĨŽ ƆÓĘƆ ĵžĭƈ Ĩƈ ïŽ ĐÓ
Ž Ɔ Ž Ɔ
Ɔ ƆƆ Ɔ Ž Ɔ
Ɔ
ƃŻĕŽ üƇ ğƆ ĺŽ ïƆ Ƈĺ ƇŷƆ ĨŽ ÒƆ IJƆ Òóƃ ĝŽ ĘƆ
“Ey Âdem oğlu benim ibadetime sarıl, korkma aç kalmazsın. Ben senin gönlünü zenginlikle doldurur ve ellerini de rızıkla doldururum.”
Bu bizim kulağımıza inşallah küpe olur da, Hakk
Sübhânehû ve Teâlâ’nın zikrini, ne gönlümüzden ve ne de
dilimizden ayırmasın. Zikrin faziletleri hakkında Tasavvufî
Ahlâk kitabında iyice malûmat vardır. Cenâb-ı Hakk kusurlarımızı afv buyursun, okuyucu kardeşlerim de vâkî olan kusurları da afv buyursunlar. Biz hep kusur içindeyiz. Cenâb-ı
Hakk’ın rahmetine sığınır, afv ve mağfiretimizi dileriz.
Ve sallallâhû alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihi ve sahbihi ecmaîne velhamdü lillâhi rabbil âlemin.
451
İLİM VE ULEMÂ İLE
İLGİLİ HADİSLER
ÞÒ
Ʃ ăƈ
Ƅ ïƆ èŽ ƆÒ ijýƇ ĭŽ ĻƆ ĘƆ ħŽ ıƇ đƆ ĨƆ ħƆ ĥŽ đƈ ĤŽ Ò ăƈ
Ƈ ×ĝŽ ĺƆ IJƆ ÅÓƆ ĩƆ ĥƆ đƇ ĤŽ Ò ƇųÒ
Ƈ ×ĝŽ ĺƆ
ĪƇ ijġƇ ĺƆ IJƆ ƈóĻđƆ ĤŽ Ò ĵĥƆ ĐƆ ƈóĻđƆ ĤŽ ÒIJƆ õŽ ĬƆ ăƅ đŽ ÖƆ ĵĥſ ĐƆ ăƄ đŽ ÖƆ IJõƇ ĭŽ ĺƆ
Ž
Ž
Óęƃ đƆ ąŽ ÝƆ ùŽ ĨƇ ħ ƈıĻĘƈ ëƇ ĻýĤÒ
Ž
Žƪ
ƈ ĩĥƆ đĥŽ Ĥƈ ĵĤſ ÓđÜƆ ųÒ
įƈ Ļƈ øƈ óĠƇ ĵĥſ ĐƆ ïƆ đƆ ĜƆ ÒðƆ Òƈ Ùƈ ĩƆ Ļĝƈ ĤŽ Ò ĦƆ ijŽ ĺƆ ÅÓ
Ƈ ĝƇ ĺƆ
Ɔ Ƈ Ʃ Ģij
Ɔ Ƈ
ž Ž
ſ
ƈ ąƆ ĝƆ Ĥƈ
ƪ źÒƈ ħŽ ġĻ
Ƈ Ęƈ ĵĩƈ ĥŽ èƈ IJƆ ĵĩƈ ĥŽ Đƈ ģŽ đƆ äŽ ƆÒ ħŽ ĤƆ ĵžĬƈ Òƈ Įƈ îÓƈ ×Ɔ Đƈ ÅÓ
ĵĤÓƈ Öſ ƇÒ ƆźIJƆ ħġƇ ĭŽ Ĩƈ ĪÓ
Ɔ ĠÓ
ſ Ĩſ ĵĥſ ĐƆ ħŽ ġƇ ĤƆ óƆ ęƈ ĔŽ ƆÒ ĪŽ ƆÒ ïĺ
Ƈ ƈòƇÒ ÓĬƆ ƆÒIJƆ
Ž
ƈ ƈ
ƈ
îÓƈ ×đƈ ĤŽ Ò īƆ Ĩƈ įƇ ĐƆ ƈõÝƆ ĭŽ ĺƆ ĵÝƩ èƆ ÓĐÒ
Ƈ ×ĝŽ ĺƆ Ɔź ųÒ
ƃ õƆ ÝƆ ĬŽ Ò ħƆ ĥŽ đĤŽ Ò ăƈ
Ɔ Ʃ Īƪ Ò
Ɔ
ƈ ĩĥƆ đĤŽ Ò ăƈ ×ĝƆ Öƈ ħĥŽ đƈ ĤŽ Ò ăƈ
ěƆ ×ĺƆ ħĤƆ ÒðƆ Òƈ ĵÝƩ èƆ ÅÓ
Ƈ ×ĝŽ ĺƆ īŽ ġƈ Ĥſ IJƆ
Ɔ Ƈ
Ž Ž
Ž Ɔ
ƈ ƈ
ƈóĻĕƈƆ Ö ÒijŽ ÝƆ ĘŽ ƆÓĘƆ ijĥƇ Ñƈ ùƇ ĘƆ ƃźÓıƪ äƇ ÅÓƆ øƆ ÊƇ òƇ öÓ
ƪ ñƆ íƆ Üƪ Ò Óĩƃ ĤÓĐƆ
Ƈ ĭĤÒ
Ž
Òijĥƫ ĄƆ ƆÒIJƆ Òijĥƫ ąƆ ĘƆ ħƅ ĥŽ Đƈ
Cennet Yolları
454
ƈ Ɔ Đ ģƄ äò ÙƄ àƆ ƆŻàƆ ÅÓĩĥƆ đĤŽ ƆÒ
įƈ ĩƈ ĥŽ đƈ Ĥƈ įƈƈ Ö úÓ
Ɔ ĐƆ IJƆ öÓ
ƪ įƈÖ úÓ
Ɔ Ƈ Ɔ
Ƈ Ɔ Ƈ
Ƈ ĭĤÒ
úÓ
Ɔ ĐƆ ģƄ äƇ òƆ IJƆ
Ɔ ĐƆ ģƇ äƇ òƆ IJƆ įƇ ùƆ ęŽ ĬƆ ğƆ ĥƆ İŽ ƆÒIJƆ öÓ
Ʃ įƈƈ Ö úÓ
Ƈ ĭĤÒ
ĮƇ óĻĔƆ ïƄ èƆ ÒƆ įƈƈ Ö ûƆ đŽ ĺƆ ħĤƆ IJƆ įƈ ĩƈ ĥŽ đƈƈ Ö
Ž
ƇŽ
ƈ
ƈ
ƈ
ƈ
īĺ
Ƈ îIJƆ ÓıƆ ƇĉøƆ IJŽ ƆÒ ĢÓĩƆ ĐŽ ƆźÒŽ óƇ ĻŽ ìƆ IJƆ ģƈ ĩƆ đƆ ĤŽ Ò īƆ Ĩ ģƇ ąƆ ĘŽ ƆÒ ħƇ ĥŽ đĤŽ ƆÒ
ƈƩ
ƈ ĕƆ ĤŽ ÒIJ ĵøÓ
ƈ ĝƆ ĤŽ Ò īĻÖ ųÒ
ī
Ļ
Ö
Ù
ĭ
ù
é
Ĥ
Ò
IJ
ĵ
ĤÓ
ÓıƆ ƇĤÓĭƆ ĺƆ Ɔź īƈ ĻÝƆ ÑƆ Ļƈ ùĤÒ
Ž
Ƈ
Ɔ
Ɔ
Ɔ
Ɔ
Ɔ
Ɔ
Ɔ
Ɔ
Ž ž ƪ
Ž Ɔ
Ž
ƈ Ʃ Ö ƪ źÒƈ
ÙƇ ĝƆ éƆ ĝŽ éƆ ĤŽ Ò ƈóĻùĤÒ
Į
ó
ü
IJ
ųÓƈ
Ɔ
Ƈ
Ɔ
Ž ƪ Ɔ
ƈ
ħ ƈıƈÖ Ĵïſ ÝƆ ĝŽ Ƈĺ Øƃ îÓ
Ʃ ďƇ ĘƆ óŽ ĺƆ
Ɔ ĜƆ ħŽ ıƇ ĥƇ đƆ åŽ ĻƆ ĘƆ ÓĨÒƃ ijƆ ĜŽ ƆÒ ħƈ ĥŽ đĤŽ Ò ÒñƆ ıƈƆ Ö ƇųÒ
Ž
ĩĐÒ ěĨóÜIJ ħİòÓàÒ ÿÝĝĺIJ ƈóĻíĤÒ ĵĘƈ
ÕƇ ĔƆ óÜƆ IJƆ ħİƇ òÓ
Ž Ž Ƈ Ɔ Ž Ɔ Ƈ Ɔ ŽƇ Ɔ Ž Ƈ Ƈ Ɔſ ƫ Ɔ ŽƇ Ɔ ŽƆ Ž
ħıƇ éƇ ùƆ ĩŽ ÜƆ ÓıƆ Ýƈ éƈ ĭƆ äŽ ÓƆ Öƈ IJƆ ħ ƈıÝƈ ĥƪ èƇ ĵĘƈ ÙƇ ġƆ Ðƈ Ż
ſ ĩƆ ĤŽ Ò
Ž
Ž
ħĤƆ ĵžĬƈ Òƈ ĢÓƆ ĝƆ ĘƆ ÅÓƆ ĩƆ ĥƆ đƇ ĤŽ Ò ƇųÒ
Ʃ ďƆ ĩƆ äƆ Ùƈ ĩƆ Ļſ ĝƈ ĤŽ Ò ĦƆ ijŽ ĺƆ
Ž
ħġƇ ÖƆ ñž ĐƆ ƇÒ ĪŽ ƆÒ ïĺ
Ƈ ÖijĥƇ ĜƇ ĵĘƈ ĵÝƈ ĩƆ ġŽ èƈ
Ƈ ƈòƇÒ ÓĬƆ ƆÒIJƆ ħŽ ġƈ
Ž
ĪÓ
Ɔ ĠƆ ÒðƆ Òƈ
ĎŽ îƈ ijŽ ÝƆ øŽ ƆÒ
ÙƆ ĭƪ åƆ ĤŽ Ò ÒijĥƇ ìƇ îŽ ƇÒ
ƈ
ƈ
ƅ ĉƆ ĥŽ ø ÕèÓ
ƅƈ
įƇ ġĺ
Ɔ ĪÓ
Ɔ ĠƆ ƪ źÒƈ ÓĐƃ ijŽ Ĉ
Ɔ ƈóüƆ ĪÓ
Ƈ Ɔ ĀƆ ĵÜſ ƆÒ ħĤÓĐƆ īŽ ĨÓĨƆ
ħĭƪ ıƆ äƆ ƈòÓĬƆ ĵĘƈ įƈƈ Ö ÔƇ ñƪ đƆ Ƈĺ Īƅ ijŽ ĤƆ ģƈ ž ĠƇ ĵĘƈ
Ɔ
Mehmed Zahid Kotku
ƈ ĩĥƆ đĤŽ Ò îÒƈ ïƆ ĩƈƈ Ö ÅÒƈ ïƆ ıýĤÒ
ÅÓ
Ɔ ĠƆ ðƆ Òƈ
Ɔ Ƈĺ Ùƈ ĩƆ Ļſ ĝƈ ĤŽ Ò ĦƆ ijŽ ĺƆ ĪÓ
Ɔ ƫ ĦƇ îƆ ĪƇ ôij
Ɔ Ƈ
ƈ ĩĥƆ đĤŽ Ò îÒïƆ Ĩƈ çäóĻĘƆ
ÅÒƈ ïƆ ıƆ ýĤÒ
ƫ Ħƈ îƆ ĵĥſ ĐƆ ÅÓ
Ƈ ƪ ƆƇ
Ɔ Ƈ Ƈ
õƪ ĐƆ įƈ Öžƈ óƈÖ Îƈ ƈõıŽ ÝƆ ùŽ ĩƇ ĤŽ ÓĠƆ ijƆ ıƇ ĘƆ ģƈ ĩƆ đƆ ĤŽ Ò ƈóĻĕƆ Ĥƈ ħƈ ĥŽ đƈ ĤŽ Ò ÕƆ ĥƆ Ĉ
Ɔ īŽ ĨƆ
Ž
Ɔ
ģƪ äƆ IJƆ
ÓĩƈƆ Ö ĵĄƈ òƆ ħƈ ĥŽ đƈ ĤŽ Ò Õƈ ĤÓƈ ĉƆ Ĥƈ ÓıƆ ÝƆ éƈ ĭƆ äŽ ÒƆ ďƇ ąƆ ÝƆ ĤƆ ÙƆ ġƆ Ñƈ ĥſ ĩƆ ĤŽ Ò Īƪ Òƈ
ƃ
ÕƇ ĥƇ ĉŽ ĺƆ
ƈ
ƈ
ƈ
ƈ
óĻíƆ ĤŽ Ò ēƈ ÝƆ ×ĺƆ īŽ ĨƆ IJƆ ħƈ ĥƫ éƆ ÝĤÓƈ
ƪ Ö ħƇ ĥŽ đĤŽ Ò ÓĩƆ Ĭƪ Ò
ƪ Ö ħƇ ĥŽ éĤŽ Ò ÓĩƆ Ĭƪ ÒIJƆ ħƈ ĥƫ đƆ ÝĤÓƈ
Ž
ƆŽ
įƇ ĜƆ ijƇĺ óýĤÒ
ěƈ Ýƪ ĺƆ īŽ ĨƆ IJƆ įƇ ĉƆ đŽ Ƈĺ
ƪ ƪ
ěƄ ÐÓƈ øƆ įƇ ĤƆ ÓĬƆ ÓƆ ĘƆ įĻƈ Ęƈ ÓĨƆ ħĥƈ ĐƆ IJƆ įƇ ĩƆ ĥƪ ĐƆ IJƆ ĪƆ Òſ óĝƇ ĤŽ Ò ħĥƪ đƆ ÜƆ īŽ ĨƆ ƆźÒƆ
Ɔ
Ž Ɔ
Ùƈ ĭƪ åƆ ĤŽ Ò ĵĤƆ Òƈ ģĻ
Ƅ Ĥƈ îƆ IJƆ
ƈ Ʃ ÅÓĭĨƇÒ ÅÓĩĥƆ đĤŽ ÒƆ
įƈ ĝƈ ĥŽ ìƆ ĵĥſ ĐƆ ųÒ
Ƈ ƆƆ Ƈ Ɔ Ƈ
ƈ
ƈ
ƈ
ĎƇ òƆ ijƆ ĤŽ ƆÒ īĺ
ƈ ïĤÒ
žƈ ĞƇ ƆŻĨƈ IJƆ Øƈ îÓ
Ɔ ×Ɔ đĤŽ Ò īƆ Ĩ ģƇ ąƆ ĘŽ ƆÒ ħƇ ĥŽ đĤŽ ƆÒ
ƈ ĭĥĤƈ Ïąƈ ĺ æÓ
ƈ Ɔ ĠƆ ģŽ ĩđĺ ħĥƆ ĘƆ ħĤÓƈ đĤŽ Ò ħĥƈ Đ ÒðƆ Òƈ
öÓ
ƪ Ƈ Ƈ ƈ ×Ɔ āŽ ĩĤŽ ÓĠƆ ĪÓ
Ɔ ŽƆ Ž Ƈ Ɔ Ɔ Ɔ
įƇ ùƆ ęŽ ĬƆ ĚƇ óíŽ ĺƆ IJƆ
Ƈ
455