Çaylık Şubat 2014

Transkript

Çaylık Şubat 2014
ÇAYKUR’un AYLIK YAYınıdIR. Şubat 2014 • Sayı 9
Çaykur’dan
GNC İLE
STRATEJİK
İŞBİRLİĞİ
“ÇAYKUR,
DOĞU ANADOLU’DA HER
ZAMAN LİDER MARKA”
çay
Dünyadan
manzaraları
[sunuş]
2014 Çaykur için hızlı başladı
Çaykur, yeni yıla yepyeni hedeflerle başladı. Büyük bir ilgiyle karşılanan Çaykur organik çayının daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlamak adına önemli bir adım atıldı. Sağlıklı yaşam ürünleri alanında bir dünya markası olan GNC
Live Well Türkiye ile işbirliği yapan Çaykur, bu stratejik ortaklık sayesinde global pazarlara uzanması hedeflenen
uzun soluklu bir hamleyi başlatmış oldu. Bu tarihi işbirliğinin kapsamını ve hedeflerini Çaykur Genel Müdürü İmdat Sütlüoğlu ve GNC Live Well Türkiye Genel Müdürü Eren Kale’den dinledik.
Bu sayımızda Çaykur Bölge Müdürlükleri arasında yüzölçümü açısından ikinci büyük bölge olan Erzurum Bölge
Müdürlüğü’ne ve yine bu bölgemizde faaliyet gösteren Serçay Gıda’ya sayfalarımızda yer vererek Çaykur’un
bölgedeki faaliyetleri hakkında yöneticilerinden bilgi aldık. ‘Doğu Anadolu’da lider marka’ Çaykur’un bölge insanı tarafından her zaman akla ilk gelen marka olarak tercih edildiğini öğrendik. Erzurum aynı zamanda çayın
ülkemizde en çok tüketildiği kentlerin başında geliyor. Çay, burada başlı başına bir kültürel değer olarak kabul
ediliyor. Erzurumlular, sokak aralarında kurulan çay ocaklarında, dev semaverlerde, kıtlama usulü çay kültürünü
bugün de yaşatıyorlar. Üstelik çay tutkusu Erzurumlu’nun gündelik hayatında özdeyişler, türküler ve maniler ile
var olmayı da sürdürüyor.
Çaykur çalışanlarının hayatlarından ilginç ve renkli kesitleri sizlerle paylaşmaya bu sayımızda da devam ediyoruz. Onlardan biri de kuruma uzun yıllar emek vermiş isimlerden biri olan Necati Tuzcu. Gazetecilik mesleğine
tutkuyla bağlı olduğu için emeklilik günlerinde bile Çaykur’a ve Rize bölgesine dair haberler yapmayı sürdüren
Tuzcu, üretkenliğin yaşı olmadığının en güzel örneklerinden biri. Azmin ve üretkenliğin bir başka güzel örneğini
ise Anatamir Fabrikası Müdür Yardımcısı Murat Çolak’ın hayat hikâyesi gösteriyor bize.
Haber sayfalarımızda ise sıradışı bir öyküye ver veriyor; Prof. Hüsamettin Koçan’ın doğup büyüdüğü Bayburt’un
Bayraktar Köyü’nde kurduğu Baksı Müzesi’ne konuk oluyoruz. 2014 Avrupa Konseyi Müze Ödülü’ne değer bulunmasıyla ünü artık ülke sınırlarını da aşan bu heyecan verici müzenin oluşum hikâyesi kadar bu girişimin sahibi,
kurucusu Prof. Koçan’ın azmi ve çabası da büyük bir övgüyü hak ediyor.
Keyifli okumalar dileriz.
ŞUBAT 2014
[3]
[busayıda]
Çaykur’dan
6
KAPAK KONUSU
10
bölgelerimiz
12
bayilerimiz
14
Pozİtif
18
Paydos
20
hobilerimiz ve biz
22
emek verenler
24
Çaykur’dan haberler
GNC Türkiye ile
stratejik işbirliği
içindekiler
POZİTİF
s.
14
Engeller
beyinde
başlar
KAPAK KONUSU s.
6
çay
Dünyadan
manzaraları
ERZURUM
GEZİ GÜNLÜĞÜ
s.
46
Anatamir Fabrikası Müdür Yardımcısı Murat Çolak: “Engeller beyinde başlar”
Yusuf Albayrak: “Çaykur’da huzur buluyorum”
YaYIN KURULU
Süleyman Pınarbaş, Yavuz Sütlüoğlu, Necla Yeşildağ
Lale Filoğlu, Ülkü Karaosmanoğlu
Mine Türkün, Duygu Durgun Köseoğlu,
Cansu Cangöz, İkbal Erdoğan Karçe
Osman Oğur: “Stres nedir bilmem”
Orijinal haber peşinde bir hayat Necati Tuzcu
YAYINLAYAN
32
Sağlık
34
Aile ve Çocuk
38
teknoloji günlüğü
40
46
50
l
Lale Filoğlu, Ülkü Karaosmanoğlu
(Yayın Danışmanları)
Dünyadan çay manzaraları
Duygu Durgun Köseoğlu
(Editör)
Siyah çayla stresten kurtulun
Doğa Özkan
(Sanat Yönetmeni)
Okuma sevgisi ailede başlıyor
Seyit Göktepe
(Redaksiyon)
Bilim dünyasına damga vuran buluşlar
Dilan Karadağ
(Muhabir)
haber
Baksı Müzesi
Metin Özkan, Ahmet Akgül
(Katkıda Bulunanlar)
gezi günlüğü
Dadaşlar Diyarı Erzurum
Caner Kasapoğlu
(Fotoğraflar)
Serbest Kürsü
Cemal Sahir Sokak No: 26 - 28 Profilo Plaza A Blok
Kat: 2 Mecidiyeköy / İstanbul T: 0 212 337 51 00 pbx
Baksı
Müzesi
BASKI VE RENK AYRIM
Elma Bilgisayar ve Basım
0 212 697 30 30
Yerelden evrensele
HABER
s.
[4]
ŞUBAT 2014
Yayın Yönetmeni
Süleyman Pınarbaş
(Genel Müdür Yardımcısı)
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Necla Yeşildağ
(Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürü)
Foto haber
Dadaşlar
Diyarı
Erzurum Bayii Hüseyin Gültekin:
“Çayı Rizeliler yetiştirir, Erzurumlular içer”
26
26
Sahibi
ÇAYKUR Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü adına
İmdat Sütlüoğlu
(Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdür)
s.
Erzurum Bölge Müdürü Zeki Sarıavcı: “Çaykur, Doğu Anadolu’da her zaman tek lider marka”
‘Çaydan organik gübre’yle
sürdürülebilir ve sağlıklı tarım
l Çaykur 25 bin ton çay atığından elektrik üretecek
l “Çaykur Almanya’da BioFach Fuarı’na katıldı
FOTO HABER
Çaykur’dan GNC Türkiye ile stratejik işbirliği
40
ŞUBAT 2014
[5]
[Kapakkonusu]
Çaykur’u dünya pazarlarına
Çaykur’dan
GNC Türkiye ile
stratejik işbirliği
Dünyanın en büyük organik havzasını oluşturmayı öncelikli hedef olarak
belirleyen Çaykur, 2014 yılına hızlı bir giriş yaptı: Çaykur’un organik siyah
ve yeşil çayı sağlıklı yaşam ürünleri zinciri GNC Türkiye’nin 73 mağazasında
“Organic Beste’n Tea” adı altında satışa sunuldu. Yeni hedef,
Çaykur markasını GNC mağazaları kanalıyla yurtdışında tanıtmak…
tanıtacak dev bir adım
Türkiye’nin konusunda
uzman iki markasının
işbirliği, inanıyorum ki,
organik çayımızı gerek
Türkiye’de gerekse
yurtdışında tüketicilerimizle
en doğru şekilde
buluşturmamızı sağlayacak.
Önümüzdeki dönemde de
Çaykur, GNC gibi sağlıklı
yaşamı ön planda tutan
markalarla işbirliklerine
devam edecek.
Türkiye’nin organik çay üreticisi Çaykur ile tüketicilere doğal vitamin, mineral ve bitkisel ürünler sunan
GNC Live Well Türkiye global pazara da uzanması
hedeflenen stratejik bir işbirliğine imza attı. İşbirliği
kapsamında Çaykur’un siyah ve yeşil organik çayları
GNC’nin “Organic Beste’n Tea” markası altında satışa sunuldu.
Çaykur ile GNC Türkiye arasındaki işbirliğinin detaylarının aktarıldığı toplantıda açıklamada bulunan Çaykur Genel Müdürü İmdat Sütlüoğlu, “Çaykur olarak,
hem ürün kalitemizi artırmak hem de doğayı korumak
için çaylık alanlarımızı organik alana dönüştürme projesini 2003 yılından beri sürdürüyoruz. İlk kez 2007
yılında, 135 çay üreticisi ile organik çay tarımı sözleşmesi imzalamıştık. Şu an 10 bini aşan sayıda çay
üreticisiyle birlikte 3 bin hektara yakın bir alanı organik tarım alanına dönüştürdük. 8 bin 500 çay üreticisi
de 2 bin 500 hektarlık alanda organik tarıma geçiş
aşamasında,” dedi.
Dünyada üzerine kar yağan tek çayın Türkiye coğrafyasında, Çaykur tarafından üretildiğine dikkat çeken
[6]
ŞUBAT 2014
ŞUBAT 2014
[7]
[Kapakkonusu]
Sütlüoğlu, ‘’Bütün çaylarımızı organik yapma hedefimiz var.
Bu hedef uzun vadede 90 bin dekar. Şu an 30 bin dekarda
organik üretim yapıyoruz’’ diye konuştu.
Şu an için GNC’nin sadece Türkiye’deki mağazalarında satışa sunulacağını belirten Kale, dünyada, özellikle de ABD’de çay tüketiminin arttığını; ilerleyen aşamalarda Çaykur ürünlerinin yurtdışındaki
GNC mağazalarında da satışı için görüşmelere başlanacağını sözlerine ekledi.
“Sağlıklı yaşam markaları ile
işbirliklerimiz sürecek”
Çaykur’un organik çayını daha geniş kitlelere ulaştırabilmek
için GNC ile işbirliğine imza attıklarını aktaran Sütlüoğlu,
sözlerine şöyle devam etti: “Türkiye’nin konusunda uzman
iki markasının işbirliği, inanıyorum ki organik çayımızı gerek
Türkiye’de gerekse yurtdışında tüketicilerimizle en doğru şekilde buluşturmamızı sağlayacak. Önümüzdeki dönemde de
Çaykur, GNC gibi sağlıklı yaşamı ön planda tutan markalarla
işbirliklerine devam edecek”.
Toplantıda Çaykur’un yeni ürünü “didi”nin satış başarısından
da söz eden Genel Müdür İmdat Sütlüoğlu, organik çayda
global pazarlara açılma hedefinin soğuk çay kategorisindeki
yeni ürün “didi” için de geçerli olduğunu belirtti. Sütlüoğlu,
“Didi satışlarında şu ana kadar 80 milyonu aşan bir satış
adedine ulaşıldı. Didi doğar doğmaz adeta başpehlivan oldu,
lider bir Türk markası haline geldi. İç pazara yeterli ürünü
sağladıktan sonra yurtdışı için de gerekli olan yeni adımları
atacağız. Şu anda zaten çalışmalarımız, yapılanmamız sürüyor” değerlendirmesini yaptı.
Beste’n Tea;
organik siyah
ve yeşil çay
çeşitleriyle,
GNC’nin
Türkiye’deki 73
mağazasında
satışa sunuldu.
[8]
ŞUBAT 2014
“Dört müşteriden EN AZ birinin organik
çay almasını hedefliyoruz”
GNC Live Well Türkiye Genel Müdürü Eren Kale ise Çaykur
ile yaptıkları işbirliğinin sadece GNC Türkiye için değil, tüm
GNC dünyası için önemli bir gelişme olduğunu ifade etti.
Türkiye genelindeki 73 GNC mağazasında, yılda yaklaşık
800 bin müşteriye ulaştıklarını ifade eden Kale, “Amacımız
tüm çay çeşitliliğimizle Türkiye’de ilerlemek ve bunu GNC
globale de taşımak. Bu çerçevede Çaykur ile yaptığımız işbirliğinin bizim için stratejik bir önem taşıdığını belirtmeliyim”
diye konuştu.
GNC mağazalarına gelen her dört müşteriden en az birinin
Çaykur’un organik siyah ve yeşil çayından almasını hedeflediklerini belirten Kale, GNC Türkiye’nin organik fonksiyonel
çaylar alanında 15 yıla yakın bir süredir çalışmalar yaptığını
ve ürün gamında farklı çay çeşitlerini bulundurduğunu hatırlatarak Çaykur işbirliği ile organik siyah ve yeşil çayı ürün
gamlarına eklemenin memnuniyetini yaşadıklarını söyledi.
Kale, sözlerine şöyle devam etti: “Çaykur, Türkiye’nin en
önemli referans kurumlarından biri. Çay ise Türk halkının neredeyse yüzde 100’ünün vazgeçilmez içeceği... Daha iyi bir
yaşam için sunduğumuz ürünler arasında artık organik siyah
ve yeşil çay da bulunacak. Türkiye pazarına girişimizin 20’nci
yılına denk gelen böyle anlamlı bir dönemde, Çaykur işbirliğiyle Türkiye’de bir ilki de gerçekleştirmiş oluyoruz”.
Çaykur, GNC kanalıyla yılda 800 bin
yeni müşteriye ulaşacak
GNC Türkiye olarak, 1994 yılından bu yana, Türk tüketicilere doğal vitamin, mineral ve bitkisel ürünler sunduklarını ifade eden Kale,
geniş ürün gamına eklenen organik siyah ve yeşil çay çeşitleriyle
GNC’nin tüm çay ailesini “Best’n Tea” markası altında topladığını
açıkladı. Organic Beste’n Tea’nin siyah süzen organik çayı, 12’li,
24’lü ve 36’lı, yeşil süzen poşet çayı ise 12’li kutularda tüketicilerin
beğenisine sunuluyor.
Daha iyi bir yaşam için sunduğumuz ürünler
arasında artık organik siyah ve yeşil çay da
bulunacak. Bu anlamda, aynı zamanda Türkiye
pazarına girişimizin 20’nci yılına denk gelen
böyle anlamlı bir dönemde, Çaykur işbirliğiyle
Türkiye’de bir ilki de gerçekleştirmiş oluyoruz.
Dünyanın çay
şampiyonuyuz!
Dünyadaki çay tüketim oranlarını araştıran Quartz web sitesi,
Ocak ayında yayınladığı “En Çok Çay Tüketilen Ülkeler” listesinde
Türkiye’nin lider olduğunu duyurdu. ‘’Dünyada Türkiye kadar çay
içilen başka bir ülke yok” ifadesiyle duyurulan çay tüketim araştırması sonuçlarına göre Çin yılda 725 milyar kiloyla dünyanın en
büyük çay tüketicisi durumunda. Ancak kişi başına tüketim miktarı
düşünülecek olursa birinciliğe Türkiye yerleşiyor. Türkiye’de her bir
kişinin yılda yaklaşık 3 kilo çay tükettiğinin de belirlendiği araştırmaya göre, Türkiye’yi çay tüketimi sıralamasında İrlanda ve İngiltere izliyor.
(Söz konusu araştırmadaki çay tüketim verileri Euromonitor ve
Dünya Bankası’ndan alınmıştır.)
ŞUBAT 2014
[9]
[bölgelerimiz]
Erzurum Bölge Müdürü Zeki Sarıavcı:
“Çaykur,
Doğu Anadolu’da her zaman
tek lider marka”
Çaykur’un Bölge
Müdürlükleri arasında
faaliyet gösterdiği coğrafi
yüzölçümü açısından
ülkemizdeki ikinci
büyük Bölge Müdürlüğü
olan Erzurum bölgesi
2006 yılından bu yana,
kurum içinden yetişen,
deneyimli bir isme, Zeki
Sarıavcı’ya emanet. Bir
Erzurumlu olarak çaya
tutku derecesinde bağlı
olduğunu söyleyen
Sarıavcı, Doğu’nun fiziksel
şartları ve özellikle kış
mevsiminin getirdiği
zorluklara rağmen, Bölge
Müdürlüğü’ne bağlı 10 bayi
ile Çaykur markası için
canla başla çalıştıklarını
anlatıyor
[10]
ŞUBAT 2014
Zeki Bey sizi tanıyabilir miyiz? Çaykur Erzurum Bölge Müdürü olarak kaç yıldır
görev yapıyorsunuz, bu göreve geliş öykünüzü anlatır mısınız?
1953 yılında, Erzurum’un Tortum ilçesinde dünyaya geldim. İlk, orta ve lise eğitimimi
Narman ilçesinde tamamladım. 1973 yılında, şimdiki ismi Zihni Derin Çay Fabrikası
olan Merkez Çay Fabrikası’nda tarım teknisyeni çay eksperi olarak göreve başladım. 100. Yıl Çay Paketleme Fabrikası’na işletme ve üretim şefi olarak atandım.
1978 yılında Çaykur Erzurum Bölge Stok ve Satış Müdürlüğü’nün kuruluşunda muhasebe şefi olarak görevlendirildim. 1980-1988 arasında kurum dışında çalıştıktan
sonra 1988 yılında müesseseme geri dönerek 100.Yıl Çay Paketleme Fabrikası’nda
İşletme ve Üretim Şefliği’ne tayin edildim. Ardından, Teknik İşler Kısım Müdürlüğü
görevine getirildim. 1992 yılında Pazarköy Çay Fabrikası’nda
teknik işler kısım müdürü olarak görevlendirildim. 1995 yılı
Aralık ayında Erzurum Bölge Müdürlüğü’nde muhasebe kısım müdürü olarak göreve başladım. 1997 yılında ise Çaykur Erzurum Bölge Müdür Yardımcılığı görevine getirildim.
Çaykur’un yaş çay fabrikalarında, paketleme fabrikasında ve
Bölge Müdürlüğü’nde görev yapmam nedeniyle tecrübeli,
donanımlı ve daha önemlisi heyecanını kaybetmemiş bir memuriyet disiplinini prensip edinen bir anlayışa sahibim. Pazarköy Çay Fabrikası Teknik İşler Kısım Müdürlüğü görevini
yürütürken, Erzurum Bölge Müdürlüğü’ne muhasebe kısım
müdürü olarak atandım. Bölge Müdürlüğü’nde değişik görevlerdeki başarılarımdan dolayı 2006 yılında Bölge Müdürlüğü görevine asaleten atandım. Uzun sözün kısası, 70’lerden
bu yana Çaykur ailesinin bir ferdi olmanın mutluluğuyla bugün de görevimin başındayım.
Coğrafi olarak Bölge Müdürlüğünüzün sorumluluk alanı
hangi sınırlara uzanıyor?
Coğrafi olarak Bölge Müdürlüğümüzün sorumluluk alanı kuzeyde Artvin ve Gümüşhane illeri, doğuda Gürcistan, Ermenistan ve İran sınırı, güneyde Irak sınırı ve Bitlis, Bingöl, Tunceli illeri, batıda Sivas iliyle sınır olan Türkiye coğrafyasının
doğusunu kapsamaktadır. Bölge Müdürlüğümüze bağlı olan
iller; Erzurum, Erzincan, Bayburt, Ardahan, Kars, Iğdır, Ağrı,
Muş, Van ve Hakkari’dir. Bölgemizde 18 bayi bulunmaktadır.
Toplam 10 bayi ile hizmet veren Bölge Müdürlüğümüz coğrafi olarak Ankara Bölge Müdürlüğü’nden sonra yüzölçümü
açısından en büyük ikinci bölge konumundadır.
Ekibiniz kaç kişiden oluşuyor?
Bölgemizde 1 Bölge Müdürü, 1 Bölge Müdür Yardımcısı, 3
Kısım Müdürü, 3 Şef, 3 Veri Hazırlama ve Kontrol İşletmeni
olmak üzere 11 memur personeli, 4 bekçi, 8 işçi personeli
bulunuyor.
Erzurum bölgesi gibi geniş bir alanda faaliyet göstermek
aynı zamanda yoğun bir iş temposu anlamına geliyor.
Pazarlama alanında faaliyetleriniz neler?
Pazarda özel sektör firmaları ile yoğun rekabet içindeyiz.
Müşteri memnuniyetini maksimum seviyeye çıkarmakta ve
müşteri şikâyetlerini yerinde incelemekteyiz. Genel Müdürlüğümüzün verdiği promosyonlar ve yaptığı kampanyaların
tüketicilere en iyi şekilde ulaşmasını sağlamak gayretindeyiz.
Sabit satıcıların şikâyetlerini dinlemekte ve piyasada yalnız
olmadıklarını kendilerine hissettirmekteyiz. Kamu disiplininde özel sektör zihniyetiyle hareket ediyoruz bir anlamda. Pazarın her noktasında bulunmaya çalışıyoruz. Raflarda dolu
dolu bulunmak mecburiyetindeyiz. Daha fazla çay satmak
için bölgemizdeki bütün satış unsurları ile koordinasyon içinde hareket etmekteyiz... Bayilerimiz ve Çaytaş yöneticileri ile
sürekli görüş alışverişi içindeyiz. Piyasaların sürekli denetimini yapan saha ekiplerimizin düzenlediği raporlar kurumumuzun Pazarlama Dairesi Başkanlığı’na her ay düzenli olarak
sunuluyor.
Erzurumlular’ın çay tutkunu olduğunu biliyoruz. Peki rakamsal olarak bölgenizde çayın tüketim oranı nedir?
Bölgemizde zor şartlara rağmen satış personellerimiz üstün bir gayretle çalışıyor. Çay tüketimi bölgemizde ortalama
ayda 400 ton olarak seyrediyor. Bunda satış başarımızın etkisinin önemli olduğunu eklemek isterim.
Çaykur markası bölgenizde nasıl bir fark yaratıyor?
Erzurum Çaykur Bölge Müdürlüğü’nde yıllardır verdiğimiz
hizmetlerin sonucunda Çaykur’un marka değeri bölgemizde
zirve yapmıştır. Çaykur Caddesi’ndeki adresimizde Çaykur
Tavuk, Çaykur Döner, Çaykur Market gibi adını Çaykur’dan
esinlenerek alan pek çok işletme yer alıyor. Erzurum’da bütün kültürel etkinliklerde Çaykur’u görebilirsiniz.
2014 yılı için bölge hedefleriniz nelerdir?
Kaçak çay girişleri, kalite değeri çok düşük çayların bölgemiz
piyasalarına sürülmesi, tüketicinin sosyo-ekonomik yapısı
gibi olumsuzluklara rağmen Çaykur çayının tüketim alışkanlığı çay piyasalarındaki yerini korumuştur. Biz, lider marka
olarak Çaykur’un Doğu Anadolu’daki performansını daha da
artırmayı hedeflemekteyiz.
Çaykur ailesinin bir parçası olmak sizin için ne ifade ediyor?
Çaykur ailesinde olmak ve ona hizmet etmek benim için çok
büyük bir ayrıcalık anlamına geliyor; çünkü ben çaya gönül
verenlerdenim. Erzurumlu olmam münasebetiyle çaya olan
sevgim ve tutkum bir başkadır.
ŞUBAT 2014
[11]
[bayilerimiz]
Erzurum Bayii Serçay Gıda Genel Müdürü Hüseyin Gültekin:
“Çayı Rizeliler yetiştirir,
Erzurumlular içer”
Çayın en çok tüketildiği bölgelerimizden biri Erzurum. “Kıtlama çay” adı verilen özel bir kültürü
hâlâ yaşatan bu kentimizde çay, semaver usulü ile bir başka güzel demleniyor. Hüseyin Gültekin,
13 yıldır Çaykur ailesinin bir ferdi ve Erzurum ilimizde Serçay Gıda’nın Genel Müdürü olarak
kuruma bayilik hizmeti veriyor. Gültekin, bir Erzurumlu olarak, çaya dair birbirinden güzel maniler
ve günlük hayata yerleşmiş cümlelerle süsledi söyleşimizi.
Sizi tanıyabilir miyiz?
Erzurum’un Tortum ilçesinin Bağbaşı beldesinde dünyaya geldim. Serçay Gıda ve İhtiyaç Mad. Ticaret ve
Pazarlama Ltd. Şirketi’nin ortaklarından biri ve aynı zamanda genel müdürüyüm. 13 yıldır da Çaykur Erzurum
bölge bayisi olarak kuruma hizmet veriyorum.
Bayi olarak verdiğiniz hizmetin kapsamını öğrenebilir miyiz?
Bölgemizde en fazla sevilen ve en çok tüketilen içecek
olan çayın tanıtımını ve dağıtımını yapmaktayız. Erzurum
merkez başta olmak üzere yaklaşık 20 ilçede Çaykur
ürünlerini pazarlamaktayız.
Kaç kişilik bir ekibiniz var?
Şirket ortaklarının dışında, aktif olarak çalışan 16 personelimiz bulunuyor. Çaykur Erzurum bayisi olarak ortaklarımızla birlikte 19 personelle halkımıza hizmet sunmaktayız.
“Çay özellikle Ramazan döneminde daha
fazla tüketiliyor. Çay tiryakileri Erzurum’da
iftardan sonra sokak aralarındaki çay
ocaklarında, dev semaverlerde demlenen
çayı kıtlama şeker ve limonla tüketmekten
büyük keyif alıyor” diyen Hüseyin Gültekin,
iyi bir semaver çayı yapmanın püf
noktalarını da Çaylık okurları için anlattı…
[12]
ŞUBAT 2014
Çay, Türkiye’nin vazgeçilmezi adeta. Doğu Anadolu
Bölgesi açısından düşünürsek, bölgenizde çay tüketimi ne düzeyde?
Çayın en çok tüketildiği şehirlerden birisi Erzurum’dur
diyebilirim. Erzurum’da çay, bir kültür haline gelmiştir.
Şu maniyle ilimizdeki çay kültürüne ve tüketimine hakkıyla değinmiş oluruz sanırım: Çıktı mı beşe sür on beşe
/ Olsun yirmi versin neşe / Kırmam seni doldur neyse…
Erzurum’da Çaykur’un hangi ürünleri daha fazla rağbet
görüyor? Çaykur’un yeni ürünleri hakkında neler düşünüyorsunuz, bölgede bu ürünler nasıl karşılanıyor?
Aslında ürünlerimizin hepsi rağbet görüyor. Ancak şehrimizin ekonomik yapısı göz önünde bulundurulunca Tiryaki grubu önde görünüyor. Soğuk çay konusu gündeme geldiğinde
önce şehrimizde böyle bir kültür olmadığı için yadırganacağı
ve kabul görmeyeceği düşüncesindeydik. Ancak yeni ve geleceği parlak olan ürünlerimizden “didi”de büyük bir başarı
elde edildi. Çayın soğuk halini tüketicilerimiz de çok beğendi,
biz de çok beğendik. Halkımızın ekonomik yapısı itibarıyla,
bütçesine daha uygun ürünlere yöneldiğini gözlemekteyiz.
Çaykur ürünlerinin ‘fark yaratan’ özellikleri sizce nelerdir?
Köklü bir maziye sahip, gönüllerde taht kuran eşsiz aroması... Kaliteden ödün vermeyişi... Ve nefis içimi...
Bölge Müdürlüğü ile ilişkileriniz nasıl? Çalışmalarınızı nasıl bir koordinasyonla yürütüyorsunuz?
Başta Bölge Müdürümüz olmak üzere tüm çalışanlar bizleri
ve pazarı iyi takip etmekte, başarıyı artırmak için koordinasyonu müthiş bir şekilde sağlamakta... Takım ruhu içinde hepimiz üzerimize düşen görevleri layıkıyla yapmaya çalışıyoruz. Çaykur büyük bir aile ve biz de bu ailenin birer parçası
olmaktan gurur duyuyoruz.
Erzurum’da çay ve semaver kültürünün çok özel bir yeri
olduğunu biliyoruz. Semaver geleneğinden bahseder
misiniz bize biraz?
Çay, Erzurum’da çok büyük kabul görmüş ve şehir de çay
kültürüne önemli katkılar yapmıştır. “Kıtlama çay” ve semaver, Erzurum çay kültürünün vazgeçilmezleri arasında yer
alır. Kesme çay şekerinin küçük parçalar halinde kullanılarak
ağızda eritilmesi, “Kıtlama Çay” olarak adlandırılmaktadır.
Erzurumlular, Ramazan ayında, iftardan sonra, sokak aralarındaki çay ocaklarında dev semaverlerde demlenen çayı
Erzurum usulü kıtlama şeker ve limonla tüketir. Şu mani de
şehrimizdeki semaver kültürünün önemini vurgulayacaktır
sanırım: Hıngel ile turşu yedim yanmışam / Otuz içtim şimdi
Soğuk çay konusu gündeme geldiğinde
önce şehrimizde böyle bir kültür olmadığı
için yadırganacağı ve kabul görmeyeceği
düşüncesindeydik. Ancak yeni ve geleceği
parlak olan ürünlerimizden “didi”de büyük
bir başarı elde edildi. Çayın soğuk halini
tüketicilerimiz de çok beğendi, biz de çok
beğendik.
ancak kanmışam / Semaverin tükendiğini sanmışam / Tazesinden hele doldur ver bir çay...
Peki, iyi bir semaver çayı nasıl yapılır?..
Her yörenin kendine mahsus bir çay demleme usulü vardır
elbette. Ama bana kalırsa, lezzetin sırrı her şeyden önce en
iyi çayı kullanmakta ve çayı ateşe koymadan buharda demlenmesine izin vermekte yatar. Erzurumlular genelde açık
çay içer ama demlenen çay da “layıkıyla” demlenmelidir.
Çayın Erzurumlu’nun günlük hayatında nasıl bir yeri var ? Örneğin Erzurum ve bölgeye özel, çayla ilişkili özdeyişler var mı,
varsa bizimle paylaşır mısınız?
Çayı Rizeliler yetiştirir ama Erzurumlular içer. Erzurum’da çay bir başka içilir. Posoflu Âşık Zülali şöyle der: “Herkes çay içer ama
Erzurumlu bir başka çay içer.” İçer içer de... neler der neler... Erzurum’da çay istemenin pek çok yolu vardır:
1. bardak: Bi tene çay ver. 2. bardak: Tezele. 3. bardak: Hele doldur. 4. bardak: Doldur da neye bahisan? 5. bardak: Goy gardaş.
6. bardak: Ele yaniram böyün, hele doldur. (zor çayı) son bardak: Yeter cırıldım.
ŞUBAT 2014
[13]
[pozitif]
Engeller
beyinde
başlar
“Kurum herhangi bir işletmesinin
engelli bir vatandaştan rahatsız
olmasına hiçbir zaman
izin vermez; engelli
arkadaşlarımızı değil,
onlara yönelik
herhangi bir yanlış
davranışı önler.
Bu açıdan Çaykur
harika işler yapmaktadır.”
Anatamir Fabrikası Müdür Yardımcısı Murat
Çolak, 1987 yılından beri Çaykur’da görev yapan
bir makine mühendisi. 26 yıllık süreçte Çaykur
fabrikalarında hayata geçirilen pek çok çalışmaya imzasını atmış ve alın terini sunmuş bir yöneticimiz. Çok küçük yaşta geçirdiği çocuk felcine
rağmen, azminden hiçbir şey yitirmeyen Çolak,
komşularının bir cümlesi üzerine makine mühendisi olmaya karar vermiş. Kendisini engelli olarak
tanımlamayan Çolak’a göre, engeller insanların
beyninde başlıyor. Elleri ve ayakları çalışmasa
bile bir insanın aklının her şeye yeteceğini düşünen Murat Çolak, her şeyden önce meraklı olmak
gerektiğini belirtiyor ve meraklı çocukları çok sevdiğini sözlerine ekliyor. Çolak’a göre, engelli çalışanların Çaykur’da kariyer yapmasıyla ilgili hiçbir
“engel” bulunmuyor.
Öncelikle sizi biraz tanıyabilir miyiz?
1960 yılında, Akçaabat’ta doğdum. İlk, orta ve lise
eğitimimi Akçaabat’ta tamamladım. Yıldız Teknik
Üniversitesi’nden 1986 yılı eylül ayında mezun oldum. Ardından, kurumun açtığı sınavlara girdim.
Çok yüksek bir puanla kazandım. O zamanlar
güvenlik soruşturması uygulaması vardı ve uzun
sürüyordu. 1986’da sınavı kazandıktan sonra ilk
görev yerim Hopa Çay Fabrikası’nda 1987 yılının
şubat ayında çalışmaya başladım.
Göreviniz neydi?
Makine mühendisi olarak, bakım onarım bölümünü yönetmeye başladım. Burada yaptığımız işler
üniversitede aldığımız formasyonla birebir aynı olmasa da benzer alanları içeriyordu. Kurumumuz
da, işe aldıktan sonra kendi formasyonuna uygun
bir eğitime tabi tuttu bizi. Bu eğitimlerde hem
makine parkını tanıyorsunuz hem de iş güvenliği
alanında hukuki altyapıyı öğreniyorsunuz. Daha
sonra da Cumhuriyet Çay Fabrikası’nda çalışmaya başladım.
Cumhuriyet Çay Fabrikası’nda ne gibi çalışmalarınız oldu?
Hopa Çay Fabrikası’na kıyasla Cumhuriyet Çay
Fabrikası çok daha büyüktü. Ayrıca gelişime de
çok daha açıktı. Burada çok önemli deneyimlerim
oldu. 1991 senesinde, hareketli soldurma ünitelerini ilk defa orada kurduk. 1998 yılında Veliköy Çay
[14]
ŞUBAT 2014
Fabrikası’na atandım. Burası çok daha küçük bir
fabrikaydı. Cumhuriyet Çay Fabrikası kozmopolit
bir işletmeydi. Veliköy ise yerel bir özelliğe sahipti. Burada hemen yeni projelere başladık. O
zamanlar soldurma tekneleri yapılmıştı ancak fırınlara otomatik yükleme yapılması yani elle yüklemenin ortadan kaldırılması çalışmaları orada
başladı. 1998 yazında da devreye aldık.
Veliköy’ü özlemle anıyorsunuz sanki…
Ben gitmeden önce Veliköy’de kapasite daraltılmıştı. Soldurma ünitelerini yıkıp fabrikayı
100 tonluk üretim yapacak bir hale getirdik. O
zamanlar doğudaki fabrikaların kapasiteleri artırılıyordu. Oradan söktüğümüz parçaları doğudaki fabrikalarda kapasite artırımı için kullandık.
2012-2013 döneminde, Anatamir Fabrikası’na
gelmeden önce, Veliköy’ün kapasitesi iki katına
çıkarıldı. Taşlıdere Fabrikası kapandı ve makineleri Veliköy’e nakledildi. Güneysu Fabrikası’ndaki
bazı makineler de taşındı. Gecemizi gündüzümüze kattık ve kapasite artırımını gerçekleştirdik. Bir
fabrikaya gittiğiniz zaman yeni bir arkadaşlık ortamı da oluşuyor ister istemez. Çünkü evden çok
orada zaman geçiriyorsunuz. Hep bir aradasınız.
Kurumumuzun eğitim konusunda
hiçbir dönemde bir kısıtlaması
olmadı. Örneğin 1988 yılında
dil hocaları getirtip yabancı dil
öğrenmemizi sağladılar. Amaç
kurum mühendislerinin dil
bilgisini geliştirerek, yurtdışında
kurumumuzu rahatça temsil
etmelerini ya da kurumu ziyaret
edecek yabancılarla rahatça iletişim
kurabilmelerini sağlamaktı.
ŞUBAT 2014
[15]
[pozitif]
Bu işler için kalifiye bir ekip gerekiyor değil mi?
100. Yıl Paketleme Fabrikası’nda bir metal konstrüksiyon
ekibi, bir de betonarme inşaat ekibi var. Bu arkadaşlarımıza
hayran kalmamak elde değil. İş disiplinleri ve iş düzenleriyle,
yönlendirmeleriyle işlerin kolayca halledilmesini sağlıyorlar. Bir
yerde malzeme sıkıntısı yaşandığında başka bir alanda fazla
olan malzemeyle, işleri problem yaşamadan yürütüyorlar.
Eğer belirli bir formasyon almışsanız
ve bu formasyon sizi en üst noktaya
kadar götürecekse, önünüzde hiçbir
engel yoktur Çaykur’da. Çünkü sistem
sınavla sizi yükseltiyor ve bu değişmez.
Yöneticilerimiz iyi ya da kötü yönde
herhangi bir ayrıcalık tanımazlar.
Kurum içinde ne tür eğitimler aldınız?
Çaykur bu konuda pek çok kurumdan çok daha ileride.
Biliyorsunuz, son olarak iş sağlığı ve güvenliği alanında
bir yasal düzenleme yapıldı. Kurum bütün mühendislerini, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın eğitim merkezine gönderdi. Bu eğitim sonucunda aldığımız belge
hem kariyer açısından biz mühendislere, hem de kuruma fayda sağlayacak... Kurum, iş sağlığı ve güvenliği
uzmanlarıyla kendisini daha da güçlendirdi ki bu, bütün
fabrikalarda olmak zorundaydı.
Bu anlamda Çaykur’un eskiden beri süregelen bir geleneği var herhalde…
Kurumumuzun eğitim konusunda hiçbir dönemde bir kısıtlaması olmadı. Örneğin, 1988 yılında dil hocaları getirtip yabancı dil öğrenmemizi sağladılar. Amaç; kurum
mühendislerinin dil bilgisini geliştirerek, yurtdışında kurumumuzu rahatça temsil etmelerini ya da kurumu ziyaret
edecek yabancılarla rahatça iletişim kurabilmelerini sağlamaktı.
Peki, engelli çalışanlar konusunda ne tür uygulamalar var?
Engelli çalışanlar konusunda da kurumumuzda hiçbir
“engel” yoktur. Eğer belirli bir formasyon almışsanız ve
bu formasyon sizi en üst noktaya kadar götürecekse,
önünüzde hiçbir engel yoktur Çaykur’da. Çünkü sistem
sınavla sizi yükseltiyor ve bu değişmez. Yöneticilerimiz
kimseye iyi ya da kötü yönde herhangi bir ayrıcalık tanımazlar. Engelli bir insanı engelinden dolayı arka plana
itmek ne kadar yanlışsa kayırmak da o kadar yanlıştır.
Ben böyle bir şeyle karşılaşmadım hiç. Aldığınız eğitim
formasyonu ne ise onun gereklerini yerine getirdiğiniz
sürece önünüzde hiçbir engel yok ve bu politikalar kurumda tüm yönleriyle uygulanıyor. İnsanın da hoşuna
gidiyor gerçekten. Ben engelli olduğum için önümde bir
engel olsun istemem. Diğer taraftan, bu nedenle kurumun bana bazı avantajlar sağlamasını da istemem.
Engelli çalışanlar daha çok hangi alanlarda istihdam
ediliyor?
Genel Müdürlüğümüz, fabrikalarımızı belirlediği politikalarla yönlendiriyor bu konuda. Çalışan işçilerimizin belirli bir oranı engelli arkadaşlarımızdan oluşmak zorunda
ama biz üretim sektöründeyiz. Hizmet sektörü olsanız
yürüyemeyen bir çalışanınızı bir bankonun arkasına oturtup elleriyle çalışmasını sağlayabilirsiniz. Bizde de buna
benzer çalışma ortamları var. Mesela tasnif bölümündesiniz diyelim; çayı torbaladınız, ağzını diktiniz, kaşe vura-
[16]
ŞUBAT 2014
caksınız. Bu işi engelli bir arkadaşımıza kolayca yaptırabiliyorduk. Şu anda bu iş otomatik olarak yapılıyor.
Çalışanlar arasındaki ahengi sağlamak adına neler yapılıyor kurumda?
Kurum herhangi bir işletmesinin engelli bir vatandaştan rahatsız olmasına hiçbir zaman izin vermez; engelli arkadaşlarımızı değil, onlara yönelik herhangi bir yanlış davranışı
önler. Yani o arkadaşımızın kendisini “engelli” hissetmesini
istemez. Bu açıdan kurum harika işler yapmaktadır. Eskiden böyle şeyler yoktu; bu konuyu düzenleyen yasa çok
yararlı oldu. Bir bilgisayarın başında oturup klavyede çalışmanıza bacaklarınızın engelli olması bir mani teşkil etmiyor.
Ellerinizin ve beyninizin sağlam olması yeterli.
Peki sizin engelinizin öyküsü nedir?
Ben bir buçuk yaşımda çocuk felci geçirdim. Çocuk felci çok
yaygın bir hastalıktı 1960’lı yıllarda. Ben de o zamanlarda
doğduğum için çocuk felci oldum. Bana sorarsanız hiçbir
engelim yok. Çocukken top bile oynardım ama ileri uçta oynamazdım da kalecilik yapardım. Çok da iyi bir kaleciydim.
Kara avcılığından su altı avcılığına kadar her türlü sporu da
yaptım.
Makine mühendisliği macerası nasıl gelişti peki?
Ben ortaokul yıllarındayken, 1973-74 gibi, Murat 124’ler
piyasaya yeni çıkmıştı; “Türkiye’nin Mercedesi”olarak. Mahallede birisi satın almış, kaputu açmışlar, bakıyorlardı içine. Ben de meraklı bir çocuktum. Biliyorsunuz öğrenmenin
ilk adımı meraktır. Ben de gittim ve baktım. Motorun dört
zamanlı olduğunu söylüyorlardı. Ben de motorun üzerinde
dört kablo olduğu için mi öyle dendiğini sordum. Bana “Sen
anlamazsın,” dediler. Ben de makine mühendisi olmaya o
gün karar verdim.
ŞUBAT 2014
[17]
[paydos]
“Çaykur’da
huzur
buluyorum”
Yusuf Albayrak, Cumhuriyet Çay
Fabrikası’nda laborant olarak görev yapıyor.
Mevsimlik bir çalışan olarak kampanya
dönemi dışındaki zamanını televizyon tamiri,
bakımı, montajı ve çanak anten kurulumu
yapan bir işyerinde çalışarak değerlendiriyor.
Çaykur’da severek çalıştığını söyleyen
Albayrak, kurumda edindiği iş disiplinini
kurum dışında çalışırken de titizlikle uyguluyor.
Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
Rize’nin Derepazar ilçesi Maltepe Köyü’nde 1976 yılında
doğdum. İlkokul, ortaokul ve lise eğitimimi Rize merkezinde tamamladım. Daha sonra KTÜ Meslek Yüksek
Okulu İşletme Bölümü’nden 1996 yılında mezun oldum.
Bir-iki işe girip çıktıktan sonra askerlik görevimi yaptım.
1998’de, askerliğimi de bitirdikten sonra Çaykur’a girdim.
Üniversite mezunu olduğum için işe kuraya katılmadan,
doğrudan başladım. İki yıl Tersane Çay Fabrikası’nda
görev yaptım. Daha sonra orada yol ve vasıta problemi
yaşayınca, merkezi bir fabrikada çalışmak için müracaat
ettim ve Cumhuriyet Çay Fabrikası’na atandım. İlk yıl laboratuvarda görev yaptım.
Laborant olmak için ayrı bir eğitim mi aldınız?
Laborantlık eğitimi almadık ama fabrikada hocalarımız
vardı. İyi bir laboratuvarın nasıl yapılacağını üç-dört yıl boyunca öğrettiler. Şu anda benden iyi çay da, kötü çay da
kaçmaz. Aşırı titiz olmamız gerekiyor. Hiçbir şeyi gözardı
etmememiz gerekiyor. Biraz da mesleği sevmek gerekiyor. Biz mesleğimizi sevdik ve bu zamana kadar geldik.
Mevsimlik çalıştığımız için de tabii ki ek gelire ihtiyaç duyuyoruz. Benim küçük yaşlardan beri elektroniğe merakım vardı. 2000 yılında kendi dükkânımı açtım. 10 yıl kadar
sürdü. Çeşitli nedenlerle kapatmak zorunda kaldım.
[18]
ŞUBAT 2014
Peki, kendi işinizi kurmaya nasıl karar
verdiniz?
1998 yılında, bir tanıdığımın yanında çalışıyordum. Dükkânını bana teslim etmişti;
ben de satış yapıp zamanı gelince parasını veriyordum. Zamanla, iki iş birden yaptığı için, işleri yetiştirememeye başladı ve
bana devretmeye karar verdi dükkânı. O
zamanın rayiçleriyle çok düşük bir fiyata
devraldım. Dükkândaki mallarını da satın aldım ve parasını 9-10 ayda ödedim.
Bu şekilde bir dükkân sahibi oldum. Zamanla çanak anten işine girdim. İş beni
yetiştirdi aslında, ben işi yetiştirmedim.
Müşteri yetiştirdi. Ben işle haşır neşir
ola ola şu anki seviyeme geldim ve ustalaştım. Gel gör ki insanların niyetleri,
yaptıkları işe göredir. Dükkânım kiralıktı
ve zamanında ona yüklü bir hava parası ödemiştim. Belediyenin dükkânıydı. O
bölgedeki dükkânların yıkılmasına karar verildi ve yeni bir yer de
gösteremediler. Durum bu olunca dükkânımı kapatmak zorunda
kaldım. Şimdi çalıştığım yerdeki arkadaşlarımı daha önceden tanıyordum zaten. En azından belli bir süre zarfında yardımcı olmak
üzere burada çalışmaya başladım. Bir nedeni de şu: Ben boş durunca evde eşimle tartışıyorum (Gülüyor).
Televizyon tamiri de tıpkı laborantlık gibi titiz bir çalışmayı
gerektiriyor sanırım…
Televizyon tamiri çok ince bir iştir. Yüzlerce devre arasında arızalı olanı bulmak çok zordur. Bulmaca çözmek gibi bir durumdur bu. Ben temizliği, titizliği severim. Pek çok iş arkadaşım da
bu konuda şikâyetçidir benden. Çantalarını düzenli, arabalarını
temiz tutmalarını, aldıkları eşyaları yerine bırakmalarını isterim.
Benden sıkıldıkları da oluyor bazen.
Hem fabrikada hem kendi işinizde çalışmak zor olsa gerek…
Gece 12 vardiyasında Çaykur’dan çıkıp sabah sekizde dükkâna
gelip, akşam sekizde üç saat uykuyla işe gittiğim çok olmuştur
senelerce. Yani ben ticarette çok kazandım ama ticaretin yanında
çay üretimi severek yapılacak bir iş. Doğal olarak, esnaflık yaparak kazandığınız kadar kazanamıyorsunuz. Ama Çaykur’u, oradaki arkadaşlık ortamını seviyorum. Sonuçta ticaret hayatı adeta
kurtlar sofrasıdır. Dört ay da olsa Çaykur’da rahat ediyor, kafamı
dinliyorum. Huzur buluyorum orada. Kurumda bedenen çok çalışıyoruz ama, kafam çok daha rahat oluyor. Yaptığım işi biliyorum.
Her şeyin zamanı belli. Özel sektördeki gibi bir koşuşturmaca yok.
Müşterilerinizle sıkıntılı anlar da yaşadığınız oluyor mu?
Bir anımı anlatayım isterseniz. Bir müşterimizin evine televizyon
tamir etmeye gittik. Müşteri kapıyı açar açmaz bize bağırmaya
başladı. Zannettik ki ev yıkılıyor. “Televizyonum arızalı. Siz ne
biçim servissiniz? Neden arızalı televizyonu bana veriyorsunuz?
Neden arızalı bu televizyon?” diye yaklaşık yarım saat boyunca
bağırdı bize. Arızanın ne olduğunu sorduk ve sinyal olmadığını
söyledi. Yeni nesil televizyonlarda altı-yedi tane giriş olduğu için,
müşteri bir giriş yerine başka bir girişe takmış anten kablosunu.
Ben bunu içeri girer girmez anladım. Televizyon kumandasını
almasını rica ettim, kabloyu doğru girişe taktıktan sonra iki düğmeye basmasını söyledim ve ekran açıldı. “Bakın, bağırmanıza
değdi mi?” diye sorduğumda çok utandı. “Evde çocuğunuz var
Özel sektörde şu iş benim, bu
iş benim diyemezsiniz. Böyle bir
şansınız yok. Koşturabildiğiniz her
işe bakmak zorundasınız. Televizyon
tamiri, montajı olsun, müşterilerle
birebir ilişki kurmak, çanak
anten takmak olsun her şeyle siz
uğraşıyorsunuz. Yani bir dükkânda
tayfa da sensin, kaptan da...
mı? diye sordum “Evet”, dedi. “Büyük ihtimalle çocuk giriş kablosunun yerini değiştirmiş,” dedim. İkimiz de güldük. Ufak tefek
sorunlar oluyor yani ama hepsi tatlıya bağlanıyor sonuçta.
Çaykur’daki iş disiplininiz buradaki işinize
nasıl yansıyor?
Çaykur’da benim yaptığım işte temizlik ve düzen şart. Elektronik işinde çatılara çıkıyorsunuz, montaj ve tamirat için lüks evlere giriyorsunuz. Oradaki düzen elbette burada da lazım. Öyle
müşteriler gördüm ki, yanımdaki elemanın çorabı pis diye evin
içine almadı. Başka bir müşterim beni içeri almadı. Televizyonu
kapıda kurdurdu. Ben tuttuğum için televizyonu mendille tuttu
ve bu şekilde içeri aldı. Hastalık derecesinde hassas müşterilerim oldu.
Peki kendi işinizde çalışmak ile Çaykur’da çalışmak arasında nasıl bir fark var?
Özel sektörde şu iş benim, bu iş benim diyemezsiniz. Böyle bir
şansınız yok. Koşturabildiğiniz her işe bakmak zorundasınız.
Televizyon tamiri, montajı olsun, müşterilerle birebir ilişki kurmak, çanak anten takmak olsun her şeyle siz uğraşıyorsunuz.
Yani bir dükkânda tayfa da sensin, kaptan da...
Bir ekip çalışması söz konusu değil mi yani?
Burada, bireysel olarak ne yapabildiğiniz önemli. Bir ekip yok.
Mesela televizyon montajından ve tamirinden sorumluyum
diyelim. Televizyon montajım yarım günde bittiği zaman ben
çanak takmaya da gidiyorum ama bireysel olarak... Fabrikada
ben fırındayım, fırını yaptım, ondan sonra tasnife bakmam diye
bir şey yok. Gerekirse fırına da gireceksin, tasnife de gireceksin. Özelde ise bu durum çok farklı. Çaykur, iş yoğunluğuna
rağmen benim için bir dinlenme yeri oluyor. Vücudum daha
fazla çalışıyor burada ama Çaykur’da kafam daha rahat. Burada teknik bir iş yapıyorum sonuçta.
ŞUBAT 2014
[19]
[hobilerimizvebiz]
Ne tür malzemeler kullanıyorsunuz?
Testere, çekiç, zımpara ve çakı kullanıyorum. Torna tezgâhı
gibi motorlu bir alet kullanmıyorum. Keser ve baltayla kabasını alıyorum, bir de kumpas kullanıyorum. Özellikle satranç
takımlarında milimetrik bir hata bile bulamazsınız. Aslı ile birebirdir yaptıklarım hemen hemen.
Peki nereden ilham alıyorsunuz?
Bana satranç taşlarını ilk olarak ortaokulda öğretmenim yaptırdı. Yaptığım o taşlar hoşuma gitmemişti. Sonra internette
daha iyilerinin olduğunu gördüm ve baka baka yapmaya karar verdim. İnsanın yaratıcılığı da bence böyle gelişiyor.
Bunlar pek çok yerde insanların özel eğitim alarak yaptığı
işler... Siz herhangi bir eğitim almadan nasıl yapabiliyorsunuz?
Ben lise mezunuyum. Bu bir ilgi meselesi. Eniştemin yaptıklarına bakarak onu taklit etmem de bir eğitim sayılabilir belki.
Başlarda ellerimi kestiğim de oldu ama şimdi gözüm kapalı
yapıyorum.
Osman Oğur:
“Stres
nedir bilmem”
Genel Müdürlük bünyesinde boyacı
olarak çalışan Osman Oğur; bir
testere, bir çekiç ve çakıyla harikalar
yaratıyor. Satranç tahtalarından
tulumlara, tekne maketlerinden
kemençeye varıncaya kadar pek çok
nesneyi ustalıkla imal eden Oğur’un
bir özelliği de işe 13 yıldır her gün
bisikletiyle gidip gelmesi...
[20]
ŞUBAT 2014
Bize kendinizden bahseder misiniz?
1969 doğumluyum. Kurumda 1992’de çalışmaya başladım. Maket yapmaya 10 yaşında başladım. Eniştem ahşaptan cami maketleri, gemiler yapıyordu çakıyla. “Üzüm üzüme baka baka kararır” derler ya... İşte bende de
böylece bir heves oluştu. İlk yaptıklarımı beğenmeyip attım. Sonra yeteneğim gelişti. Zevkli bir uğraş; hoşuma gidiyor.
Ustalaşmış oldunuz yani zamanla…
Benden daha iyi olanlar var bu konuda ama ben kahveye gitmem, kötü
alışkanlığım yok. Hobilerim benim en büyük uğraşım. Bununla huzur buluyorum; sakinleştiriyor beni. Sabrımın sırrını soranlar oluyor. Oysa ben bu
işlerle uğraşırken sabrım daha da pekişiyor.
Eserlerinizi herhangi bir yerde sergiliyor musunuz?
Aslında elimde daha çok malzeme olsa bir sergi açmayı düşünürdüm. Küçük yaşlardan beri pek çok
şey yaptım ama birçoğunu dağıttım. Arkadaşlarım, yakınlarım istedi; kıramadım ve
onlara verdim. Biriktiremedim de dolayısıyla...
Peki en çok
zamanınızı alan parça
hangisi oldu?
Balıkçı motorunu
yaparken çok uğraştım.
Yaklaşık 7 ayımı aldı
tamamlamam. Özellikle
radar kulelerinin
üst kısımlarıyla çok
uğraştım. Bir de
sudaki dengesi önemli.
Yaptıklarım uymadı ve
sonradan değiştirdim.
Denge önemli böyle bir
parçada. Çok hassas bir
iş. Simetrisi de birebirdir.
Eserlerinizin çalışır durumda olmaları
da önemli…
Öyle tabii. Mesela, yaptığım kemençe
çok güzel ses çıkartıyor. Eşimin amcası
bu işin uzmanı. Akordunu yaptı; çıkan ses
harikaydı. Genel Müdürlük’te arkadaşımız
Enver Bey’e götürdüm; çok güzel çaldı. Şeklinin ve sesinin çok iyi olduğunu söyledi.
Kemençeyi nasıl yaptınız peki?
Bakarak... Bir kemençe buldum ve ona bakarak aynısını yaptım. Bir nesneyi gördüğümde elimde bir kumpas
ve kalem olması yeterli. Herhangi bir nesneyi belirli bir
oranda küçültüp aynısını yapabiliyorum. Severek yaptığım için zor gelmiyor bana. Beyni biraz yoruyor belki
ama sevgiyle yapınca bir problem kalmıyor.
Kurumdaki göreviniz nedir?
Genel Müdürlük’te boyacılık yapıyorum. 10 sene önce Gündoğdu Fabrikası’ndan geçici görevle geldim. Şu anda kadroluyum. Hafta sonları kayıkhaneme gidip hobime yoğunlaşıyorum. Balık tutmak da başka bir tutku benim için. Bu da farklı
bir uğraş. Denizi ve yosun kokusunu çok seviyorum. Stres
nedir bilmem ben. Yaptığım işler hoşuma
gidiyor ve bu şekilde dinleniyorum. Beynimi
buna alıştırdım.
Kurumda bir boyacının görevi nedir?
Kapı ve pencerelerin tadilatını yapıyoruz.
Fabrikada imalattaydım, kış döneminde boya işlerine başladım. Boyacılık baba mesleği. Babamdan öğrendim işin inceliklerini. Onun sayesinde Genel Müdürlük’e geldim ve kadro aldım diyebilirim. Ayrıca
Çaykur İlköğretim Okulu’nun altyapısını hazırladık. Ben mesleğimi severek yapıyorum. Severek yaptığım için de, tıpkı hobilerim gibi, işimden büyük keyif alıyorum.
ŞUBAT 2014
[21]
[emekverenler]
Orijinal
haber peşinde
bir hayat
Necati
Tuzcu
Çaykur Genel Müdürlüğü
Basın Yayın ve Halkla İlişkiler
Şubesi’nden emekli Necati Tuzcu.
Kurumda ilk olarak paketleme
fabrikasında çalışan Necati Bey,
Rize bölgesinde pek çok gazeteye
ve ajansa haber geçen bir muhabir
olarak görevini sürdürmüş.
Kurumda çalışırken ara vermiş olsa
da emeklilik günlerinde bu işi fahri
olarak yeniden üstlenmiş durumda.
Bilinen birçok gazeteye haber
geçerek tüm Türkiye’nin Rize’den,
çaydan ve Çaykur’dan haberdar
olmasını sağlıyor. Gazeteciliği
çok sevdiğini ve memleketine
hizmet etmekten onur duyduğunu
söyleyen Necati Bey’le keyifli bir
sohbet gerçekleştirdik.
Çaykur serüveniniz ne zaman ve nasıl başladı?
Kuruma 1978 yılında girdim. İki sene çalıştıktan sonra, askere gitmek için ayrıldım. 1984’te
yeniden kuruma girerek paketlemede çalışmaya başladım. 15 sene kadar da orada görev yaptıktan sonra Çaykur Genel Müdürlüğü
Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Şubesi’nde çalışmaya başladım ve buradan emekli oldum.
[22]
ŞUBAT 2014
Basın yayınla ilgili bir eğitiminiz var mı?
Ben lise mezunuyum. Basın yayında memur olarak çalıştım. Gazeteciliği lise çağlarımdayken hobi olarak, çok
sevdiğim için yapıyordum. Çeşitli gazetelerde, ajanslarda
fahri olarak çalıştım.
Yerel basında mı, ulusal basında mı?
İstanbul basınıyla çalıştım. Hürriyet gazetesi, Anka Haber Ajansı, Türk Haber Ajansı, Akşam gazetesi, Güneş
gazetesi ve Sabah gazetesi gibi çeşitli basın kuruluşlarının muhabiri olarak görev yaptım. Kuruma memur olarak
girince bu işleri tabii bir kenara bıraktım. Emekli olduktan
sonra da fahri olarak yine Takvim gazetesinin bölge temsilciliğini yapıyorum. Hâlâ faal olarak çalışıyorum yani.
Çaykur gibi büyük bir kurumun basın yayın bölümünde çalışmak zor olsa gerek...
Çok zor, sorumluluk isteyen bir meslek. Biz o zamanlar
fotoğraf da çekiyorduk. Basın bültenlerini de hazırlıyorduk. Burada çalıştığım için çok mutluyum. Burada çalışmış olmam dışarıda da saygınlığımın sürmesini sağlıyor.
Mesleğimi yaparken gittiğim her yerde itibar görüyorum.
Rize’de gazetecilik faaliyetleri ne durumda? Gördüğüm kadarıyla pek çok yerel gazete mevcut...
Maalesef Rize’de ofset baskı gazetelerimiz yok. Hepsi
siyah-beyaz gazeteler. Şehrimizde bu işi yapacak, ofset
baskıyı getirecek bir firma çıkmadı bugüne kadar. Okuyucu renkli gazeteye hasret kaldı ve o nedenle Trabzon’dan
gelen yerel gazeteler daha çok okunuyor şehrimizde.
Güzel anılar da biriktirmiş olmalısınız bunca yıl içinde...
Turgut Özal’ın cumhurbaşkanı olduğu dönemde Sarp
Sınır Kapısı’nın açılış törenine katıldım. Orada çok heyecanlandım. Fotoğraflar çektik. Fotoğrafları çekerken çok
zorlandım. Çünkü koskoca cumhurbaşkanını takip etmenin heyecanı bambaşka oluyor. Hâlen daha kariyerimde
bunu hep anımsarım.
Bir başka anımı daha anlatayım. 20 sene önce Dedeman
Oteli’nin açılışında rahmetli Savaş Ay da vardı. Bana
“Sen bana benziyorsun” diyerek, başındaki “A takımı”
yazılı şapkasını hediye etti. Ona benzemekten şimdi de
gurur duyuyorum, ona layık olmak için gece-gündüz haberlerimle kamuoyuna hizmet etmek adına çalışıyorum.
Emekliliğinizde neler yapıyorsunuz? Bir gününüz nasıl geçiyor?
Sabah evimden çıkıyorum. Akşam gündeminde gazeteme ne haber vermişsem kendi istihbaratımla, kendi
Rize’de doğrudan İstanbul’la
çalışan, direkt olarak genel yayın
yönetmeni, yazı işleri müdürü
ve haber müdürleriyle muhatap
olan gazetecilerden biriyim. 24
saat boyunca telefonum açıktır.
Devamlı çalışır, güzel konuları
bulur ve yazarım.
kaynaklarımla çalışmalarımı yapıyorum. Ben kimsenin
yapmadığı orijinal haberleri yaparım. Çayın 24 saat boyunca baştan başa takipçisiyim. Çaykur’la ilgili haberleri
yaparım. Fotoğrafları çekerim. Orijinal haberleri bulurum.
Bu konuda küçük çaplı bir ünüm de var. “Koku aldığı her
yerden mutlaka orijinal bir haber çıkarır” derler benim
için. Böyle bir istihbaratım var. Ondan sonra da genel yayın yönetmeninden yazı işleri müdürüne kadar ulaşır. Bu
bölgede bütün gazeteciler Trabzon bölgesine bağlı olarak çalışır. Her haber önce Trabzon’da işlenir, bölgeden
haberleri geçer. Rize’de doğrudan İstanbul’la çalışan, direkt olarak genel yayın yönetmeni, yazı işleri müdürü ve
haber müdürleriyle muhatap olan gazetecilerden biriyim.
24 saat boyunca telefonum açıktır. Devamlı çalışır, güzel
konuları bulur ve yazarım. Gazetelerin yönetici kadroları
da her dakika flash haber olarak ismimi yayınlarlar.
Bir gazeteci olarak, kamuoyunun çaya ve Çaykur’a
olan ilgisini nasıl görüyorsunuz?
Çaykur, Sayın İmdat Sütlüoğlu’yla beraber yurtdışına
açıldı. Türk çayını dünyaya tanıtmanın peşindeler. Bu da
Avrupa ve dünyadaki haber potansiyelinin arttığını gösteriyor.
Genel olarak medyaya bakışınız nasıl?
Eskiden çok çileler çektik. Telefonlar çalışmazdı. Şimdi
internet çağındayız. Bu çağda haberleri ekran başında
hemen gönderip hemen alıyoruz. Tabletlerimiz var. Şimdi çok daha rahatız. Eskiden haber yetiştirmek için telefotolarla, çok zor cihazlarla çalışıyorduk. Fotoğrafların
tab edilmesi konusu vardı; şimdi yok. Dijital makinelerle
hemen görüntüyü geçiyoruz, peşinden de yazımızı veriyoruz. O günkü haberimizi geçmiş oluyoruz. Bu, Türkiye
ve biz gazeteciler için büyük bir başarıdır.
ŞUBAT 2014
[23]
[Çaykur’danhaberler]
‘Çaydan organik gübre’yle
sürdürülebilir ve sağlıklı tarım
Türk çayının kalitesini yükseltmek yönünde en önemli adımlardan
biri de çay tarımında organik gübre kullanımını yaygınlaştırmak.
Çaykur; Karadeniz Tarımsal Araştırma Müdürlüğü ve Atatürk
Çay Araştırma Müdürlüğü ile birlikte çay atıklarının organik
gübre olarak değerlendirilmesi yönünde çalışma yürütüyor. Bu
kapsamda, siyah çayın işlenmesi aşamalarında açığa çıkan toz,
lif ve çöp gibi çay atıkları, fosforlu ve potasyumlu gübrelerin yanı
sıra kireç ve mikroorganizmalarla da zenginleştirilerek kompost
haline getiriliyor. Bu sayede, çay atıklarının organik gübreye dönüştürülmesi için en uygun yöntem belirleniyor.
Söz konusu çalışma kapsamında yaklaşık 5 ton kadar çay atığı,
Karadeniz Tarımsal Araştırma Müdürlüğü’ne gönderilerek dört
farklı içerikte kompost hazırlandı. Hazırlanan örnekler, Çay
Araştırma Enstitüsü’nün klon bahçelerine uygulanarak çay bitkisinin verimine etkisi tespit edildi. Çay atıkları, toprağın fiziksel
yapısını etkilediği gibi, besin maddesi kaynağı olması nedeniyle
çay bitkisinin verimini de artırıyor. Ayrıca, çay atığının yarattığı
çevre kirliliğinin önüne geçilmesi de mümkün oluyor. Besin elementlerince zengin bu materyalin organik tarım havzalarında
gübre kaynağı olarak kullanılması amaçlanıyor.
Çaykur, organik çay tarımının tüm Karadeniz Bölgesi’nde yaygınlaşması yönünde çalışmalarda bulunuyor. Çaykur; Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı başta olmak üzere üniversite ve
enstitülerle işbirlikleri geliştiriyor. Çaykur Genel Müdürü İmdat
Sütlüoğlu organik tarım ve organik gübre konusunda yürütülen
bu çalışmaların Çaykur’un öncelikleri arasında yer aldığını belirterek üniversiteler ve araştırma enstitüleriyle birlikte sürdürülen projelerde önemli mesafeler kat ettiklerini vurguluyor.
Çaykur 25 bin ton çay atığından
elektrik üretecek
Çaykur, çay yapraklarının işlenmesinin ardından arta kalan atıkların elektrik enerjisine
dönüştürülmesi kapsamında, çevre sağlığını gözeten son derece önemli bir projeye imza atacak.
ÇaykuR tarafından fabrikalarda işlenen çayın atıklarından piroliz
yöntemi ile (yüksek derecede ısı ile metan gazı elde edilmesi)
elektrik üretilmesi için çalışma başlatıldı.
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na bağlı Karadeniz Tarımsal
Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü Enerji Tarımı Araştırma Merkezi
Bölüm Başkanı Mustafa Acar, Çaykur yetkilileriyle görüşerek
atıklardan elektrik üretilmesi için piroliz yöntemini önerdiklerini
söyledi. Yaklaşık bir buçuk yıllık bir ön çalışmanın ardından
fizibilite raporu hazırlanacak projenin uygulanabilir bulunması
halinde gerçekleştirileceği bildirildi. Piroliz yöntemiyle yaklaşık 25
[24]
ŞUBAT 2014
bin ton çay atığından elektrik enerjisi elde edilmesi planlanıyor.
Acar, Çaykur’un yıllık yaklaşık 20-25 bin ton çay atığının
oluştuğunu dile getirdi. Acar, “Diğer özel çay fabrikalarıyla
birlikte yıllık atık miktarı yaklaşık 45-50 bin tona ulaşıyor.
Bu atıkların aslında tamamı biyoyakıta dönüştürülebilir. Çay
atıkları piroliz yöntemi ile de işlenebildiği gibi, katı yakıta da
dönüştürülebilir. Çok ciddi bir potansiyel olduğu ortadadır. Bu
atıkların biyoyakıta dönüştürülmesi hem ciddi bir geri kazanım
sağlayacak hem de çevreye olumsuz etki oluşturması ortadan
kaldırılacak” diye konuştu.
Çaykur ALMANYA’DA
BioFach Fuarı’na katıldı
“Dünyanın organik ihtiyacını
Türkiye karşılayabilir”
Dünyanın en büyük organik fuarlarından biri olan BioFach, Almanya’nın Nürnberg kentinde
Şubat ayında gerçekleştirildi. Fuara katılan Çaykur Genel Müdürü İmdat Sütlüoğlu,
Türkiye’nin, organik dünyasında hızla yükselen önemli bir aktör olduğunu vurguladı.
Çaykur, dünyanın pek çok ülkesinden
organik tarım ve üretim yapan kurum ve
kuruluşları bir araya getiren Uluslararası
Organik Tarım Fuarı’na (BioFach)
katıldı. Almanya’nın Nürnberg kentinde
düzenlenen fuarda Çaykur Genel
Müdürü İmdat Sütlüoğlu da yer aldı.
Fuarda basın mensuplarının sorularını
yanıtlayan Sütlüoğlu, organik ürünlerin
artık yükselen bir trend olduğunu ve
tüketicilerin çoğunlukla sağlıklı ve organik
ürünlere yönelmeye başladığını ifade etti.
Her geçen sene fuarın ziyaretçi sayısının
daha da arttığını dile getiren Sütlüoğlu,
Türkiye’nin yurtdışı fuarlarda kendini çok
iyi tanıttığını ve organik dünyasında önemli
bir aktör olduğunu kaydetti.
varsa bir ürünün organik olması mümkün
değil. Bizim çayımız dünyada üzerine kar
yağan, haşere barındırmayan tek çaydır.
Dünyanın en kuzey iklim kuşağında biz
çay yetiştiriyoruz. Dolayısıyla haşere
yok, 1 gram bile pestisit kullanmıyoruz.
Çayımızın tamamı organiktir. Dünyanın
organik ihtiyacını da ancak Türkiye
karşılayabilir”diye konuştu.
“Dünyanın her yerine aynı
kalitede çay satıyoruz”
Türkiye’nin dünyanın en büyük beşinci
çay üreticisi olmasına rağmen yurtdışına
daha yeni yeni açılmaya başladığını
aktaran Sütlüoğlu, Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla çayda
dünya markası olmayı hedeflediklerini
dile getirdi. Sütlüoğlu, “Türkiye’nin en
iyi çayı yurtdışına gönderiliyor, ikinci
kalite çayı ise iç pazarda tüketiliyor’ iddiası gerçek dışıdır. Yurtdışına giden
çay ile vatandaşın içtiği çay aynıdır. Dolayısıyla buna kimse inanmasın,” dedi.
Sütlüoğlu, “Bizim paketlerimizde Rize’de
ne satılıyorsa, onun içinde nasıl bir çay
varsa Hakkari’de de, Edirne’de de aynı
çay satılıyor. Almanya’da, Amerika’da ve
dünyanın ulaşabildiğimiz her noktasında
aynı kalitede çayı satıyoruz. Bizim
markalarımızın kalitesi standarttır, hiçbir
şekilde değişmez” şeklinde konuştu.
“Çayımızın tamamı
organik”
Tüketici talebinden dolayı organik
pazarının hızla büyüdüğüne işaret eden
Sütlüoğlu, “Bu pazara ürün yetiştirmek
özellikle çayda önemli bir problem.
Çünkü bizim dışımızdaki bütün dünya
ülkelerinin organik üretme kapasitesi
çok sınırlı” diye konuştu.
Türkiye dışında, çay üreten birçok ülkenin
haşere istilasından dolayı çok yoğun
haşere zehiri (pestisit) kullandığını ifade
eden Sütlüoğlu, “Pestisit, kimyasal gübre
ŞUBAT 2014
[25]
[fotohaber]
TAYLAND
çay
Dünyadan
ÇİN
manzaraları
Çay sadece Türkiye’de değil, dünyanın dört bir yanında
yetiştirilen bir bitki. ABD’den Bangladeş’e, Japonya’dan
Uganda’ya kadar hemen her kıtada uygun iklim ortamının
bulunduğu ülkelerde çay tarımı yapılıyor. Ülkemizde “çaylık”
olarak adlandırılan çay yetiştirilen alanlarsa bir başka güzellik
sunuyor bizlere. Bulunduğu yörenin yeryüzü şekline göre
dikimi yapılan çay, her yörede farklı biçimde düzenlenmiş
bahçelerde, birer sanat eseri gibi diziliyor sıra sıra.
UGANDA
[26]
ŞUBAT 2014
ŞUBAT 2014
[27]
[fotohaber]
G.AFRİKA
ENDONEZYA
SRİ LANKA
TAYVAN
ARJANTİN
Türkiye’nin bir dağ gibi yükselen çay
bahçelerinden Arjantin’in düzlüklere yayılmış
sarmal çay bahçelerine kadar pek çok biçimde
düzenlenen çay bahçelerinin ortaya koyduğu
bu görsel şölen, çayın sadece bir tarım ürünü
olarak değil, turizm açısından da mutlaka
görülmesi gereken bir manzaranın parçası
şeklinde değerlendirilebileceğini kanıtlıyor...
NEPAL
BANGLADEŞ
[28]
ŞUBAT 2014
ŞUBAT 2014
[29]
[fotohaber]
İRAN
Tüm dünyada genellikle kadınların çalıştığı çaylıklar, geleneksel giysileri içindeki
toplayıcılarla rengarenk bir görüntü arz ediyor. Üretici ülkelerin günlük yaşamında ve
geleneklerinde çaya ait pek çok öğeye rastlamak mümkün. Şarkılardan edebiyata ve
efsanelere kadar her alanda çayla ilgili bir anlatıya rastlamak mümkün.
JAPONYA
[30]
ŞUBAT 2014
Japonya’nın dağlık bölgelerindeki
çaylıklar da tıpkı Rize’deki gibi
taraçalar şeklinde, tepeler boyunca
uzanıp gidiyor. Elle hasat edilen Japon
çayı, toplayıcıların sırtlarına astıkları
sepetlere doldurularak fabrikaların
yolunu tutuyor.
SEYLAN
KAMERUN
ŞUBAT 2014
[31]
[sağlık]
Siyah
Siyah çay, kişiyi
stresten arındırması
ve kalp krizi riskini
azaltmasıyla bilim
dünyasının da
dikkatini çekiyor.
[32]
ŞUBAT 2014
çayla
stresten kurtulun
Yeşil çay ve insan sağlığı arasında ayrılmaz
bir bağ olduğu yapılan araştırmalarla pek çok
kez ortaya konulmuştu. Kalp hastalıklarından mide problemlerine, katarakttan kansere
kadar pek çok hastalığa iyi geldiği, mucizevi
etkileri olduğu yıllarca dile getirilmişti. Siyah
çay ise sanki bir köşede unutulup kendi kaderine terk edilmiş gibiydi. Oysa yapılan son
araştırmalar, sağlık üzerinde siyah çayın da
en az kardeşi yeşil çay kadar önemli ve olumlu etkileri olduğunu gösteriyor. Stresin azaltılmasından kalp krizi riskini düşürmeye kadar
pek çok alanda yardımcı bir unsur olarak tüketilen siyah çay, hak ettiği yeri artık alıyor.
İngiltere’deki University College London’da
yapılan araştırmada, günlük bir bardak siyah
çayın stresle başa çıkmak için birebir olduğu belirlendi.
Bilim adamlarının yaptığı bu araştırmaya göre siyah çay,
vücuttaki stres hormonlarının seviyesine doğrudan etki
ediyor. ‘Psychopharmacology’ isimli sağlık dergisinde
yayınlanan araştırmanın sonuçları, siyah çay içenlerin
stresten çok daha çabuk arınabildiğini ortaya koyuyor.
Siyah çayın insanlar üzerinde anti-stres etkisi yarattığını
ortaya çıkaran bilim adamlarının yaptığı araştırmalar kapsamında katılanlar içinde, altı hafta boyunca günde dört
kez çay içenlerin kanlarında bulunan “cortisol” isimli stres
hormonu seviyesinin, stresli geçen etkinliklerin ardından
ölçüldüğü ve söz konusu hormonun beklenenin daha altında olduğu görüldü.
Araştırmanın uygulandığı denekler, normal yaşamlarında
düzenli olarak çay içme alışkanlığı bulunanlar arasından
seçildi. İlk aşamada bütün denekler çay içme alışkanlıklarına bir süre ara verdi. Denekler iki gruba ayrılarak,
bir gruba normal siyah çay verilmeye devam edilirken,
diğer gruba siyah renkli, tadı çaya benzeyen ancak siyah çaydan farklı bir bitki çayı verildi. Her iki grubun da,
stresli oldukları durumlardaki cortisol, kalp atışı ve kan
basıncı değerleri ölçüldü. Her iki grubun stres seviyeleri
birbirine yakın çıksa da, 50 dakika sonunda, normal çay
içen grubun stres seviyesi yüzde 47 oranında düşerken,
“başka” çay verilen grubun stres seviyesi en fazla yüzde
27 oranında düşebildi. Siyah çay içenlerin, yaşadıkları sorunların ardından daha hızlı ve kolayca rahatlayabildikleri
gözlendi.
Kalp krizi riski az
Araştırmanın bir diğer sonucuna göre ise; çay içenler, içmeyenlere göre “kan pıhtılaşmasına bağlı gelişen kalp krizi” geçirme riskini daha az taşıyor. Uzmanlar, çay içmenin
günlük yaşamdaki stresli durumlarda rahatlatıcı olduğuna
inanıldığını, ancak bunun ilk kez bilimsel bir araştırma ile
test edildiğini söylüyor. Uzmanlar, çayın içindeki hangi
maddenin rahatlamayı ve stresi yenmeyi sağladığının ise
henüz bilinmediğini vurguluyorlar.
Çayın içinde birçok farklı maddenin bulunduğu ve bu
maddelerden catechin, polyphenol, flavonoid ve aminoasitlerin beyindeki vericileri etkilediğinin daha önceki araştırma sonuçlarında ortaya çıktığını, ancak bu araştırma
ile bu farklılığın nedenlerine ilişkin bir şey söylenemeyeceğini belirten bilim adamları, “Bizim araştırmamız, siyah
çay içmenin günlük yaşamdaki stresten kurtulmak ve çok
daha hızlı rahatlamakta etken olduğunu ortaya çıkardı;
bununla birlikte, çay içmek, stres hormonunu normale
indirmekte çok etkili,” diyorlar.
İçeriğinde pek çok antioksidan madde barındıran
çayın biyolojik etkileriyse şöyle sıralanıyor:
Kolesterol ve kandaki LDL seviyesini düşürür.
l Kan basıncını düşürür l Ruhsal rahatlık verir
l Kan kanserini önler l Kısırlığı önler
l Diş çürüklerini önler
l
Kataraktı da önlüyor
Diğer taraftan, Hindistanlı araştırmacılar da çay içindeki
maddelerin kataraktı önlediği görüşündeler. Göz merceğinin saydamlığını yitirmesi anlamlına gelen katarakt, körlük
nedenleri arasında yüzde 40’lık bir paya sahip. Çay, birçok
hastalık üzerindeki iyileştirici etkilerini, zengin bir antioksidan
madde deposu olmasına borçlu. Bu maddeler, beden dokularına zarar veren ve “serbest radikaller” olarak adlandırılan
kararsız oksijen moleküllerini yok ediyorlar.
Haydarabad’daki L. V. Prasad Göz Enstitüsü’nden Moleküler Biyolog Dorairajan Balasubramanian, fare yavrularına katarakta yol açan bir madde aşılayarak, farelerin bir grubuna
12 gün süreyle, altı bardak çaya karşılık gelecek ölçüde yeşil
çay ekstresi, bir gruba siyah çay ekstresi ve son gruba da
yalnızca serum verdi. Altı haftalık olunca gözleri incelenen,
yeşil ve siyah çay içen farelerde kataraktların, kontrol grubuna göre daha yavaş geliştiği gözlendi. Hintli araştırmacı,
bunu çay ekstrelerinin oksidasyon stresini ortadan kaldırmasına bağlıyor ve dünyada en çok çay tüketen ülke olan
Çin’de kataraktın az görülmesine dikkat çekiyor.
ŞUBAT 2014
[33]
[aileveçocuk]
Kitaplarla iç içe olan, okumayı seven ve kendilerini sürekli geliştiren çocuklar
geleceğin aydınlık yüzleridir. Çocuklara kitap sevgisini aşılamak ve okumanın
erdemlerini anlatmaksa ailelere düşen en önemli görevlerden biri şüphesiz...
Her anne-baba çocuklarının çeşit çeşit kitaplar okumasını, hayata hazırlanırken birçok şeyi öğrenmesini
ister. Kendi okumasa bile, onun okuması, öğrenmesi
için elinden geleni yapar. Kitap fuarlarında kendisi için
kitap almayan ama çocuğunun istediği kitapları tereddütsüz alan ebeveynlere rastlamıyor muyuz?
Peki, şuna ne demeli?: Eve onlarca kitapla geliyoruz;
rengârenk, çeşitli ebat ve türde pek çok kitabı paraya
kıyıp alıyoruz, ama çocuğumuz okumuyor! Saatlerce
televizyon izliyor, bilgisayarla oynuyor, ama bırakın
okumayı, kitapların kapağını olsun açmıyor!
Okuma
sevgisi
ailede
başlıyor
[34]
ŞUBAT 2014
sevmeden sevdiremeyiz
Çocuklarımıza okumayı sevdirmek istiyoruz; peki ya
biz “okuyan” bir anne-baba mıyız?
Eğer çeşitli sebeplerden dolayı okuma alışkanlığı edinememiş veya okumaya vakit bulamadığını söyleyen
birer yetişkinseniz işe önce kendinizden başlamanızı
tavsiye ederiz. Çünkü “kendi nefsini ıslah edemeyen,
başkasını ıslah edemez”... Hele en yakını olan çocuğunu asla!
Zaman probleminden bahsediyorsanız bunun o kadar
basit çareleri var ki, bu çareler saymakla bitmez. Toplu
taşıma araçlarında, vapurda, trende kitap okuyabilirsiniz. Avrupa’da kırmızı ışıkta 20-30 saniyelik o kısacık
zaman dilimini bile kitap okuyarak değerlendiren insanlar olduğunu duyanlarınız olmuştur mutlaka.
Uzun bir seyahate çıkarken yanınıza bir kitap alabilir,
böylece hem can sıkıntınızı giderebilir, hem de vaktinizi
değerlendirebilirsiniz. Piknikte bile kitap okuyabilirsiniz. Bir ağacın altında, çimenlerin üzerinde kitap okumanın keyfini tatmayan bilemez.
Elektrik, su, telefon, doğalgaz faturası ve hastane kuyruklarında beklerken geçen zamanları düşündüğünüzde okumak için aslında ne kadar çok zaman olduğunu
daha net görebilirsiniz.
Televizyon ve bilgisayardan/internetten yapacağınız
fedakârlıklarla ciltler dolusu kitap bitirebileceğinizi söylemeye gerek bile yok. Her gün uyumadan önce beş dakika bile
olsa kitap okumayı alışkanlık haline getirebilirsiniz.
Kitap okuyanları örnek gösterin
Okuma konusunda güzel örnek olacak insanları çocuklarınıza gösterin. Onlara büyük insanların hayatlarını okuyun,
okutun, anlatın.
Çocuğunuza faydalı ve büyük bir hedef vermeye, yol göstermeye çalışın. Bir ideali varsa onu ortaya çıkarın. Bu ideal ve
hedef ile okuma arasındaki bağlantıya vurgu yapın. Okumanın hayattaki yerini açıklayın. Okuyanla okumayanın farkını
örneklerle ortaya koyun. Ama bu arada onların çocuk olduğunu da asla unutmayın; kendi çocukluğunuzu gözünüzün
önüne getirin ve onlara aşırı derecede yüklenmeyin.
ŞUBAT 2014
[35]
[aileveçocuk]
Kütüphanelere gönderin
Kitabı ona okutuN, Siz dinleyin
Çocuğa okumayı sevdirmek için, sevdiği konuları tespit ederek o konularla ilgili kitap ve yazılardan bahsedin; okuyun ve
bizzat kendisine okutup dinleyin. Böylece, okumak çocuğa
daha eğlenceli gelecek, kendisine verilen değeri görecek ve
okumayı belki de bu şekilde sevecektir.
Ders dışı kitaplar okutun
Derslerden sıkıldığında nefes alması için eline, zihnini dinlendirecek, zevkle okuyabileceği bir kitap almasını tavsiye edin.
Bir süre sonra, tazelenmiş olarak derslerine yeniden başlayacağı gibi bu arada okuma sevgisi ve alışkanlığı da gelişmiş
olacaktır. Burada “Önce dersini bitir” komutuyla ders dışı
kitap okumasına izin vermemek çok yanlış bir yaklaşımdır.
Derslerini ihmal etmemek kaydıyla, ders dışı okumalara izin
vermeli; roman, hikâye, gazete, dergi gibi yayınları okumaya
teşvik etmelisiniz.
Çocuğunuza okumayı seven
arkadaş arayın
Çocuğunuzun okumayı seven bir çevrede yetişmesi, o atmosferi teneffüs
etmesi işinizi kolaylaştıracaktır. Bunun için, gerekirse imkânları zorlayarak
da olsa ev, okul, sınıf vb. değişikliğine gidin. Onlara “arkadaş” arayın!
Okumayı çok seven insanların çocukluk yıllarına baktığımızda, onları
okumaya yönlendiren çevreler içinde, arkadaşların çok önemli bir yeri
olduğunu görürüz. Arkadaşlarının ve başkalarının, “Bu çok güzel bir kitap!”,
“Şu kitabı mutlaka okumalısın!” şeklinde hararetli tavsiyeleri, çocuklarınız
üzerinde sizin aynı yöndeki tavsiyelerinizden daha etkileyici olur.
[36]
ŞUBAT 2014
Çocukları, sınıf ve okul kütüphanelerinden yararlanmaları için
teşvik edin. İyi düzenlenmiş bir sınıf ve okul kütüphanesinde
çocuklar, yaşlarına uygun pek çok kitap ve dergi bulacaklardır.
Nasıl okuyacağı konusunda çocuğunuza daha iyi yardımcı
olabilmek için onun okuldaki durumunu yakından bilen
öğretmenleriyle de görüş alışverişinde bulunun. Ortaklaşa
yönlendirmeler yapın.
Her eve bir kütüphane
Evde her şeyden önce bir kütüphaneniz olmalı. Ve bu kütüphaneye vitrininizden daha çok önem vermelisiniz. Kütüphanede ya çocuğunuzun kitapları için yer ayırmalısınız
ya da onun özel bir kitaplığı olmalı. Çocuğun kendisine ait
kitaplarının olması, ona okuma ve kitap sevgisini kazandırmada son derece önemlidir.
Eve alınacak düzeyli, ilgi çekici ve kendini okutan gazete ve dergiler, onları okumanın büyülü dünyasına çeker.
Çocuklar için hazırlanmış, onların ilgi alanına hitap eden
dergilere de abone olabilirsiniz. Fakat en güzeli çocuğun
kendisinin abone olması ya da bu dergilerin birlikte gidip
alınmasıdır.
Televizyonu kapatın
Bu konuda yapılabilecek en önemli şey, kitap okumanın televizyon izlemekten daha yararlı olduğunu çocuğa hissettirmek ve bunu bizzat uygulamaktır. Sizin televizyonu kapatıp
kitap okuyabilmeniz, çocuklarınızın üzerinde büyük bir etki
uyandıracaktır. Bilgisayar için de aynı durum geçerlidir.
Takdir ve teşvik edin
Okumada teşvik ve yönlendirmeyi; çocuğun yaşını, ruhsal durumunu, yapısını, zeka, ilgi ve kültür seviyesini göz
önüne alarak, duygularını da işin içine katabilecek şekilde ve en uygun zamanlamayla yapın. Çocuğa takdirlerinizi açık bir şekilde bildirin. Çocuk kendi halinde kitap
okurken, arada kısa, teşvik edici cümlelerle ona iltifat
edin. Örneğin anne, ev işlerini yaparken, oyalanması için
çocuğa çizgi film seyrettirmek yerine, teşvik ve iltifatlarla, “İş yaparken bana kitap okur musun?” diyebilir.
Harçlığın bir kısmı kitaba...
Çocukları, harçlıklarının bir kısmını kitaplara harcamak
için teşvik etmenin de ayrı bir önemi var. Yazar Yaşar
Nabi Nayır, “Okuma sevgisi bende çok erken yaşlarda başlamıştı. İstanbul’da 9-10 yaşlarında bir yandan
okula giderken, bir yandan da her hafta biriktirdiğim
harçlığı köşe başındaki sahaftan Nat Pinkerton kitapları, çocuk dergileri almaya harcardım,” diyor.
Fikir alışverişinde bulunun
Çocuğa onu okumaya yönlendirecek kısa yazılar bulup okutun ve görüş alışverişinde bulunun. Biriyle konuşurken, onun da sizi dinlediğinin hiç farkında değilmiş gibi, okumaya teşvik
edecek ifadeleri sıklıkla kullanın.
Ailece “okuma saati”
Akşamları ailece bir “okuma saatiniz” olsun. Bunu her akşam yapamıyorsanız iki-üç akşamda bir ya da haftada bir
akşam yapın. Bu okuma saatlerinde, herkes eline bir kitap
alıp bir tarafa çekilirken, okumayı bilmeyen küçükler de resimli kitaplara bakabilirler.
Okuma saatinin son 10 dakikasında herkes kendi okuduğu
kitap hakkında bilgi verebilir. Böylece bir görüş alışverişi
ve sohbet havası doğar.
Bu okuma saatlerinde seçkin bir eseri tanıtabilir, uygun
gördüğünüz yerleri yüksek sesle okuyabilir veya okutabilir,
bu bölümler hakkında birlikte değerlendirme yapabilirsiniz.
Okuma sırasında veya arkasından küçük ikramlarda bulunabilirsiniz. Günlük programınız ne kadar dolu olursa olsun, planlı hareket ederseniz, böyle bir uygulama için az
da olsa zaman bulabilirsiniz.
ŞUBAT 2014
[37]
[teknolojigünlüğü]
Bilim dünyasına
damga vuran
buluşlar
Higgs parçacığı Nobel getirdi
Bilim dünyasında son yılların en sarsıcı gelişmelerinden biri CERN’in (Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi) Higgs bozonunun
varlığının kesinleştiğini açıklamasıydı. İngiliz bilim adamı Peter Higgs’in, 1964’te maddelere kütle kazandıran bir parçacık ve
alan olması gerektiğini öne sürmesinin ardından başka fizikçiler de buna paralel bir görüş açıkladı. Uzun yıllardır yürütülen
çalışmalar sonrası CERN’de 103 ülkeye mensup araştırmacıdan oluşan 9 bin kişi Higgs bozonunun varlığını kanıtladı.
Söz konusu buluşa katkı yapanlar arasında Türkiye’den de bilim insanları vardı. Peter Higgs ve Francois Englert, Higgs
mekanizmasını önerdikleri için 2013 Nobel Fizik Ödülü’nün sahibi oldular.
Beyin hücrelerinin
ölmesini engelleyen protein
Beyine giden damarların tıkanması sonucunda,
oksijensiz kalan beyin hücrelerinin kısa
sürede ölmeye başladığı ve bu durumun felce
neden olduğu biliniyor. Oxford Üniversitesi
araştırmacıları, beynin belirli bir bölümündeki
hücrelerin “hamartin” adlı bir protein üreterek
uzun süre oksijensiz yaşadığını buldu. Profesör
A. Buchan, beyinde hafıza ve yön bulmada
önemli rolü olan hipokampus adlı bölgedeki
hücrelerin, beyin oksijensiz kaldığında hamartin
üreterek uzun süre nasıl yaşadığını keşfetti.
Bu hücrelerin ürettiği hamartinin, hücreleri
enerji tasarrufuna zorladığı ve hücrelerin de
faaliyetlerini durdurduğunu açıkladı. Beyin
hücrelerinin, hamartinin etkisiyle protein
üretmeyi durdurup var olanları parçalayarak
kendileri için kullandıkları anlaşıldı. Buchan,
beynin diğer bölümlerinin de kansız kalınca
hamartin üretmesini sağlayacak bir yöntem
bulunursa felcin neden olduğu ölümlerin
önlenebileceğini vurguladı.
[38]
ŞUBAT 2014
Kanat çırparak uçan
mikro robot
Harvard Üniversitesi’nde, 12 yıldır mikro robot
geliştirmek için araştırma yapan Profesör R. J. Wood
ve ekibi, robotun tüm parçalarını kendileri üretti.
Wood ve ekibi, arıların ve sineklerin kanat çırpışını
filme çekip analiz etti ve hafif malzemelerden kanat
ve mikro motorlar yaptı. Saniyede 120 kez kanat
çırpan mikro robotların boyu 3 santimetre, ağırlığı
ise 0,080 gram. Kanatlarını gözle görülemeyecek
bir hızla çırpması için elektrik alanı uygulanınca
büzülen, ince seramik çubuklar kullanıldı.
Parmak ucu kadar
hassas suni deri
ABD’de Georgia Institute of Technology’de, Profesör
Z. L. Wang, akıllı suni deri üretti. Suni deride 8 bin
transistör bulunuyor. Transistörler basınç altında
birbirinden bağımsız olarak elektrik üretiyor. Her
transistör, tıpkı insanın parmak ucu gibi, 10 kilo
paskal basıncı hissediyor. Bu deriyle robotlar, hassas
işleri yapabilecek. Elini kaybedenlerin robot elleri, bu
deriyle kaplanarak hissetmeleri sağlanacak.
Kanserli ve sağlıklı dokuyu
ayırdedebilen cerrahi bıçağı
İngiltere’de Imperial College of London’da öğretim üyesi
olan Macar kimyacı Z. Takatz, “iBistüri” geliştirdi. Takatz,
cerrahların elektrokoter denilen cerrahi bıçağıyla hastanın
dokularını keserken kanserli dokularla sağlıklı dokuların
çıkardıkları dumanlardaki gazın yapılarının farklı olduğunu
buldu. Böylece, cerrahlar, ameliyatta kestikleri dokunun
kanserli mi sağlıklı mı olduğunu birkaç saniyede öğrenecek.
Analizin patoloji laboratuvarında yapılması ise 30 dakika
sürebiliyor. Yakında kullanıma sunulacak cihaz, ameliyatlarda
kanserli dokuların içeride kalabilmesi ya da sağlıklı dokuların
kazara alınması gibi riskleri ortadan kaldıracak.
Bükülebilen ve
esneyebilen pil
ABD’de Northwestern ve Illinois
Üniversitesi’nin ortak çalışmasıyla,
esneyen ve bükülen pil üretildi. Çok
küçük 100 lityum iyon pili esnek tellerle
birbirine bağlandı. Esnek bir plastik
malzeme üzerine yerleştirilen pil, uzaktan
şarj edildiği için kablolu şarj cihazına
gerek duyulmuyor. Bükülebilen bilgisayar
ve televizyonlar için gerekli olan bu
pilin uzaktan şarj edilir olması önemli bir
gelişme olarak kabul ediliyor.
Kuantum
mikroskoBu
Avustralya’da
Queensland Üniversitesi
ve Avustralya Ulusal
Üniversitesi’nin ortak
çalışmasıyla, kuantum
mekaniğinin prensibi kullanılarak
mikroskop yapıldı. Mikroskop,
yaşayan hücrelerin iç yapılarını hücreye
zarar vermeden inceleme olanağı sağlayacak.
Doç. Dr. W. Bowen, bu çalışmayla kuantum fiziğinin
teknolojiye uygulanabileceğini kanıtladıklarını vurguladı.
Mikroskopla hücrelerin yaşam döngüsü de izlenebilecek.
Dünyanın en küçük çizgi filmi
IBM araştırmacıları, karbonmonoksit moleküllerini, Taramalı
Tünelleme Mikroskopu ile hareket ettirerek dünyanın “en küçük” çizgi
filmini yaptı. Araştırmacı Prof. Dr. H. Rohrer ve G. Binnig, 1981’de bu
mikroskobu geliştirmesiyle 1986’da Nobel Fizik Ödülü’nü almıştı. Bu
mikroskopla malzemelerin yüzeyi atom düzeyinde görüntüleniyor.
IBM araştırmacıları atom düzeyinde araştırma yaparken “Çocuk ve
Atomu” adlı bir çizgi film hazırladı. Bakır levha üzerine yerleştirilen
karbonmonoksit molekülleriyle çocuk ve topunun şekli oluşturuldu.
Mikroskopta, karbonmonoksit molekülündeki oksijen atomu nokta
halinde görünüyor. Bu yöntemle 242 farklı resim üretilerek 94
saniyelik çizgi film yapıldı.
Demir pası ve güneş ışığıYLA ucuz
hidrojen üretimi
Lozan Üniversitesi’nden Prof. Dr. M. Gratzel ve Technion
Teknoloji Enstitüsü profesörlerinden A. Rotschild, ucuz
malzemelerle yeni bir teknik geliştirdi. Gratzel, ekibiyle yaptığı
çalışmalarla, güneş pillerinin verimini artırmak için 1990’larda
geliştirdiği birleşik pillerin pratik kullanımını sağladı. Pilin
verimini artırma çalışmaları sürüyor.
ŞUBAT 2014
[39]
[haber]
Baksı
Müzesi
Yerelden evrensele
“Orada doğdum. Öğrendiklerimi ve
düşündüklerimi doğduğum yere taşımak
istiyorum” diyen Prof. Hüsamettin Koçan,
Bayburt’un Baksı Köyü’nde dünyanın birçok
ülkesinden ziyaretçi çeken, modernle
gelenekseli birleştiren bir müze kurdu.
Baksı Müzesi, aralık ayında Avrupa Konseyi
Parlementer Meclisi’nde yapılan bir
oylamayla “2014 Avrupa Konseyi Müze
Ödülü”ne layık görüldü. Koçan bugün,
gelecek kuşaklara bir selam göndermek için
kurduğu Baksı Müzesi’yle sadece Türkiye’ye
değil dünya kültür mirasına da bir eser
kazandırmanın haklı gururunu yaşıyor…
[40]
ŞUBAT 2014
ŞUBAT 2014
[41]
[haber]
Müzedeki bölümlerden kısaca bahseder misiniz?
2010 yılında düzenlenen açılış sergisinde günümüz sanatı bölümünü, çok sayıda
sanatçı, “gelenek ve sanat” olgusundan yola çıkarak yaptıkları resim, heykel, video,
yerleştirme gibi geniş bir yelpazeye yayılan eserlerle oluşturdular. Asma Kat Galeri’de
her yıl bir tasarımcının yerel malzeme çıkışlı tasarımlarını sergilemesini hedefliyoruz.
Müzenin açılış sergisinde bu bölümde moda tasarımcısı Özlem Süer’in ehram kumaşından tasarladığı giysiler yer almıştı. Halk resimleri koleksiyonu benim yıllar içinde
oluşturduğum bir toplam. Bunlar, halk resmi geleneğinin zengin ürünlerinden oluşuyor.
Müzedeki bölümleri esasen altı başlıkta toplamak mümkün… Bunlar sırasıyla şöyle:
Sergileme Salonu: 1.500 metrekarelik bu alanda,
Şahmaran, Köroğlu, Ashab-ı Kehf temalı halk resmi örnekleri, camaltı ve işleme koleksiyonu, yazı resimleri,
şifa tasları, alemleri taş baskılar, çömlek ve seramikler, ehramlar müzenin geleneksel el sanatlarını temsil
ediyor.
Ressam, akademisyen ve kültür programcısı olmak üzere üç farklı
kimlikle, sanatta düstur edindiği ‘türler arasılık’ anlayışını kariyerine
de yansıtmayı başaran Prof. Dr. Hüsamettin Koçan, bir sanatçının ulaşmak istediği en büyük hayale uzanarak, adını ‘ölümsüzler’
listesine yazdırmayı başardı. Üstelik Koçan’ın ölümsüzlüğe giden
yolu, başkasına göre ‘kuş uçmaz kervan geçmez’ denilecek kadar uzak ve sarp bir diyardan geçti. Memleketi Bayburt’un Bayraktar Köyü’ne açtığı Baksı Müzesi ile sanatın elinden tutan Koçan,
onu merkezde kalma gafletinden uyandırıp,
halkla buluşturdu. Hatta daha fazlasını yapıp, merkezdeki sanata ve sanatsevere göz
kırptı, onları harekete geçirip ayağına kadar
getirdi. Bu coğrafyada, bulundukları yer itibarıyla insanı şaşırtan eserler vardır hani...
Trabzon’daki Sümela Manastırı, Sivas’taki
Divriği Şifahanesi, bir çölün ortasındaki vaha
gibi insanı hem şaşırtır hem büyüler bu eserler... Koçan’ın Baksı Müzesi de, ülkemizin
yeni ve modern bir vahası adeta… Görmek
bir yana, orada olduğunu bilmek bile insanı mutlu etmeye yetiyor.
Hüsamettin Koçan’la yaptığımız söyleşide, sanatın eğitim penceresinden başlayıp Baksı Müzesi’ne kadar sürdürdük yolculuğumuzu. Koçan’ın köyde toprağa düşen, bir saksı içinde büyük şehre
[42]
ŞUBAT 2014
taşınıp, burada büyüyen ve sonunda kendi toprağına fidan veren
hayatının öyküsünü de yine bu söyleşide öğrendik…
Baksı Müzesi’ni kurma fikri nasıl oluştu? Bu eseri hayatımıza kazandırmakla neleri hedeflediniz?
1984 yılında babam vefat ettiğinde, cenazesini köye götürdüm.
Babam gurbetçiydi, kendi toprağında kalmak istiyordu. Bizim için
zahmetli olacak diye bunu açık açık söylememişti ama ben hissetmiştim. Gittiğimizde gördüm ki, benim doğduğum köy çok değişmiş. Köyde eskiden bir
konak vardı. Konağın 40 odası vardı, her öğün
yemek pişerdi. İnsanlar yemek yemeden önce
cami meydanına gider, Tanrı misafiri var mı diye
bakar, varsa ona sahip çıkardı. Babamın cenazesi için gittim, bir baktım konak yok. Herkes
küçük evler yapmış, içine de bir televizyon koymuş. Aileler içlerine kapanmışlar. Kimse kimseyle görüşmüyor. Hâlbuki yaşlılar akşam yemekten sonra konağa giderdi eskiden. Âşıklar
gelir, atışırlar, masallar anlatılır, tel helvası çekilirdi. Orası bir kültür,
bir iletişim ortamıydı. Bu ortadan kalkıp herkes televizyon karşısına
oturunca, köyde bile iletişim ortamı yok olmuştu. “Bu kötü bir şey!”
dedim ve kütüphanesi olan modern bir konak yapabilir miyiz diye
düşünmeye başladım. Benim babam, dediğim gibi, gurbetçiydi, köye iki
yılda bir gelirdi. Kar yağdı mı, hemen dışarı çıkar, babamı beklerdik. Uzaktan
her geleni babam sanırdık. Bunun getirdiği bir hasret yaşardım. İnsanlar
gurbete gitmesinler, burada doğsunlar, burada doysunlar ve yaşasınlar diye
düşündüm. Geleneğimiz ve hayallerimiz birlikte olmalıydı. Ben Baksı’da bu
ikisini bir araya getirdim. En avangart yapıt ile, bizim köylünün tası beraber
sergileniyor müzede. Eskiden o bölgeden göçmek isteyenler vardı, şimdi
oraya gitmek isteyenler var.
Bayburt Evi: Özgün bir Bayburt evinin yerel mimari
unsurlarını yansıtan birim etnografik eşyaları bünyesinde barındırıyor.
Daha açılmadan bile duyup gelenler olmuş sanırım...
Evet, hazırlık aşamasında, bir gün köy meydanında İngiliz bir kadınla karşılaştım. Bölgeden geçerken, Baksı Müzesi’nin adını duymuş, internette araştırıp
gelmiş. Ben biraz mahcup oldum, oraya kadar gelmiş ama biz daha Baksı’yı
yeni bitiriyoruz, boyası yapılıyor, hazır değil... Benim böyle mahcup olduğumu görünce, dedi ki, “Hiç üzülmeyin, ben böyle bir hayalle karşılaştığım için
o kadar mutluyum ki, inanın bunun hayali bile yeter.” Yine bir gün doktor bir
çift telefon ettiler. “Karadeniz’den Bayburt’a doğru geçeceğiz, sizin yaptığınız bu yerde kalmak istiyoruz,” dediler. Biz henüz işletmeyi açmamıştık.
Çocuklara telefon ettim, “Misafirlerimizi ağırlayın,” dedim. Yine bir başka çift
kalmak istemişti, “Henüz açılmadı” dediğimde, “Olsun, biz arabada uyuruz,”
demişlerdi. Baksı Müzesi yolun bittiği bir tepenin üstünde. Bu da şu anlama
geliyor: Yol biter ama hayaller bitmez. İnsanın coşkusu, yapma arzusu bitmez. O yüzden Baksı benim açımdan onur duyulacak bir iştir.
Atölyeler: Sürekli üretime yönelik dokuma ve seramik atölyeleri yıl boyunca yerel halka hizmet verecek,
kaybolan el sanatlarını yeniden kazandırmayı amaçlayacak. Yaz aylarında, konuk sanatçıların gözetiminde
çağdaş sanat atölyeleri de gerçekleşiyor.
Konferans Merkezi: Seminer, konferans, panel ve
gösterilere ev sahipliği yapacak 150 koltuk kapasiteli salonda el sanatlarının yanı sıra ziraat, hayvancılık,
sağlık konularında da eğitici programlar düzenleniyor.
Kütüphane: Bu birimde, binlerce sanat yayını, halk
bilimi ile ilgili yayınlar yer alıyor.
Konuk Evi: Aynı anda 30 kişinin konaklayabileceği ayrı
bir birim… Araştırmacılar, eğitimciler, sergi düzenleyicileri ve davetli sanatçılar için tasarlandı.
ŞUBAT 2014
[43]
[haber]
Köyde başlayan eğitiminiz, sayısız birincilik, takdir ve
ödülle taçlanan bir akademik hayata dönüştü. Eserleriniz yurtdışında tanınıyor, Türkiye’de son derece önemli
bir kültür programcısı olarak kabul görüyorsunuz. Sizin
hayatınızda, sanat eğitiminin kıvılcımı nasıl çaktı?
Ben bu konuda gerçekten bir örneğim. Erkek sanat enstitüsü
mezunuyum. Babam mühendis olmamı istemişti. Almanlar’ın
tesadüfen kurduğu bir okul vardı, sanat enstitüsü mezunlarını alıyorlardı, o okula gittim. Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu Resim Bölümü’ne 12 kişi almışlardı, ben
sondan birinci girdim. Bir yıl içerisinde sınıfın ortalarına yükseldim. Mezun olduğumda hem dernek başkanıydım hem
okul birincisiydim. O okulda eksiklerimi çok kolay gördüm.
Bayburt’tan gelmiştim, diğer öğrencilerden biraz farklıydım.
Bazı arkadaşlarım benimle dalga geçerlerdi. Fakat Alman
hocalar beni hiçbir zaman ezdirmediler, kendimi müdafaa etmek zorunda bırakmadılar. Hocalarım potansiyelimi gördü ve
beni destekledi. Okulda geçen bir yılın sonunda ben de gördüm ki, bu çocuklarla benim aramda bir fark var. Bu çocuklar
felsefe, mantık okumuşlar. Bu farkı görünce, akıllı bulduğum
çocuklara gidip hangi kitapları okuduklarını sordum ve kitapların isimlerini bir kâğıda yazdım. Bu 10 kitabı alıp yaz tatilinde köye gittim. Annemin ben
öğrenciyken sorduğu soru şuydu: “Sınıfını geçtin mi?” Ben de
“Geçtim anne,” derdim. O yıl da
aynısı oldu. Annem sordu, ben
“Geçtim,” dedim. Fakat eve 10
tane kitap alıp gelince, annemi
bir telaş aldı. “Bu çocuk geçtim
diyor ama ders çalışıyor” diye
düşünmüş olmalı. Bahsettiğim
kitapları okuduktan sonra, okula farklı döndüm. Ortam bana
“senin eksiğin var” dedi, ben de o eksiği görerek giderdim.
Şunu demek istiyorum ki; güzel sanatlar fakültelerine girmek
isteyen bir öğrenci, alttan zayıf gelebilir. Fakat eğer öğrenciye
sağlıklı bir zemin hazırlayabilirsek kendisini geliştirecektir. Ben
ilkokulun birkaç yılını medresede okudum. Tek hoca beş sınıfa birden giriyordu. Öyle bir eğitimden geçtim. Bana imkân
sunuldu, o imkân benim potansiyelimi açığa çıkarmama yardımcı oldu. Ben de, imkân sunalım, potansiyelleri açığa çıkaralım diyorum. Dekanlığım sırasında, Avustralya, Japonya,
Kore, Almanya, İngiltere, Fransa, İspanya, İtalya ve daha nice
ülkeye gidip eğitim sistemlerini inceledim. Benim gördüğüm,
doğuya gittikçe kimlik biraz zayıflıyor. Batıya gittikçe, öğrenciye daha çok güveniliyor, öğrenci serbest bırakılıyor. Bizim
eğitim sistemimizin de, öğrenciye seçenek sunan, ona yanılma hakkı veren bir sistem olması lazım.
[44]
ŞUBAT 2014
Avrupa’nın En Prestijli
Müzecilik Ödülü Baksı’nın
Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) tarafından
verilen ‘Avrupa Konseyi Müze Ödülü’ EMYA’nın 2014 ödülü için aralık ayında Paris’te AKPM Kültür Komisyonu’nda
oylama yapıldı. Baksı Müzesi, Letonya’dan ‘Zanis Lipke
Memorial’ ve İsveç’ten ‘Bildmuseet’i oylamada geçerek ödülü almaya hak kazandı. EMYA jürisi, Baksı
Müzesi’nin finale kalmasıyla ilgili olarak şu açıklamayı
yaptı: “Kurucusu Hüsamettin Koçan’ın ve ona destek
olan 160 çağdaş sanatçının, samimi bir gayeyle, yüksek
kalitede sanat ve tasarımı Doğu Anadolu kırsalına götürmesi, bir yüreklilik örneği oluşturuyor. Bu proje, yerel
halkın kültürel ve ekonomik olarak kendi toprağında kök
salmasına destek olarak merkez ile periferi arasındaki
uçurumun nasıl aşılabileceğine son derece ilham verici
bir örnek olarak beliriyor.”
Bir ressam olarak, sanat anlayışınızın temellerini hangi değerler üzerine kurdunuz?
Sanatçının gelecek kuşaklara aktaracak bir selamının olması lazım.
İnsanı ancak o zaman anlamlı buluyorum. Yoksa insan bir beden,
bir organizma… Bir konferansta yaşımı sordular. “İnsanlık tarihini algılayabildiğim kadar
eskide doğdum, yaptıklarım unutuluncaya
kadar da yaşarım,” dedim. İnsanın hayata
böyle bakması gerektiğini düşünüyorum.
Doktora tezim aşamasında, herkes güncel
konuları araştırırken ben halk resimlerini
araştırdım. Hiçbir zaman sanatımın pazar
tarafından şekillendirilmesine izin vermedim. Yaptığım resimler bu coğrafyadan
beslensin, beslendiği coğrafyanın öyküsünü
gelecek kuşaklara sunsun istedim. Benim
resmimin bir ayağı Anadolu coğrafyasının içinde, kültürel derinliktedir. Bir başka ayağı da gelecek hayallerindedir. 1990’a kadar
yaptığım resimler, daha geleneksel ve akademik çalışmalardı. Çok
güzel resimlerdi kuşkusuz, ama net bir anlatımları yoktu, sadece
güzel olmak istiyorlardı. Hâlbuki sanatın bir şey anlatması lazım.
Bu düşünceden hareketle, “Anadolu’nun Görsel Tarihi” adılı diziler
yaptım. 1994 yılında Gülhane’de “Osmanlı Sarayı” adlı bir sergi
açtım. Sanatımdaki asıl kırılma noktası odur. Hemen onun arkasından bir seçki hazırladım. Alanya Tersanesi, Türkler’in Anadolu’ya
geldikten sonra ilk kurdukları deniz tesisidir. Sergimi burada açmaya karar verdim. Ölçüleri almaya gittiğimizde farkına vardım ki, biz
buraya geldiğimizde sırılsıklam oluyoruz. İçeride müthiş bir rutubet
var. Ben de o dönemdeki çalışmamda malzeme olarak çamur kullanmıştım. Rutubet, resimlere zarar verecekti. Önce tahta çıtaları
çıkarmaya karar verdik. Peki ya çamur ne olacaktı? Ressamların
sergilerden önce uzun bir okuma dönemi olur. Ben de Selçuklu hakkında ne kadar kitap varsa okumuştum. Orada gördüm ki,
aslında Selçuklu sultanları mumyalanıyor. Bu bilgiyle, “Biz de resimleri mumyalayalım” dedik ve mumyaladık. O malzemeyi o coğrafyada bugün kullandık.
Sanat belirli bir zümreye mi ait olmalı? Sadece resimde değil, örneğin Tanzimat’tan sonraki dönemde sıkça tartışılan
“Sanat sanat için mi, yoksa toplum için mi?” konusuna siz
nasıl yaklaşıyorsunuz? Bu kısır bir döngü halini almadı mı?
Sanatın, İstanbul, Ankara, İzmir gibi sosyal erozyonun yoğun
olarak gerçekleştiği mekânlarda kalmasını doğru bulmuyorum.
Sanat, gerçek anlamda ‘insan’la buluşmalı. Küreselleşme her
yeri aynılaştırmaya yönelse de merkezlerin bu süreçten daha
da güçlenerek çıktığını inkâr edemeyiz. Herkes İstanbul’da,
Beyoğlu’nda bir yerim; galerim, atölyem, müzem olsun istiyor.
Ben bu nedenle sanatı insanın olduğu yere götürmenin doğruluğuna inandım. Bu merkezlerin dışına taşımak istedim ve
“Anadolu’nun Görsel Tarihi” adlı bir dizi yönettim. 1995’te Alanya
- Selçuklu Tersanesi’nde bir sergi açtım. O sergi, merkezin dışında açılmış, Cumhuriyet tarihimizin en büyük kişisel sergisidir.
Arkasında bir sanat TIR’ı yaptık. Elimizde bir koleksiyon vardı,
onu yükleyerek Diyarbakır’a, Van’a, Erzurum’a, Bayburt’a götürdük. Bunu bütün Türkiye’ye dolaştıracaktık ki, büyük deprem
oldu. Bu sefer deprem bölgesinde bir sanat çadırı oluşturduk.
Sanat çadırında altı ay boyunca, çocuklara ve ailelere rehabilitasyon kökenli bir yaratıcılık eğitimi verdik. Bundan dört yıl önce
Yozgat’ta büyük bir tuz madeni vardı. 10 km’lik bir labirent bu.
Hitit’ten beri Anadolu kaya tuzunu oradan alıyor. Tuz madeninde
çok büyük bir sergi açtım. Açılışa 5 bin kişi katıldı. Bu konuda
en son yaptığım, Bayburt’ta bir dağın başında Baksı Kültür Sanat Vakfı’nı kurmak oldu. Baksı projesi benim hayatımın projesi. “Sanat insanın ayağına gitmeli” anlayışının bir sonucu. Sanat
merkezde olarak kendisini daha gururlu hissedemez. İnsan neredeyse sanat da oraya gitmeli. Ben Marmara Üniversitesi’nde
dekanken, Göztepe’de galeriler açtık. Birçok kişi, “Bunlarla ne
uğraşıyorsun, Beyoğlu’na git,” dedi. Merkezde değil diye başlangıçta kabul görmeyen o sergilerin her biri 500 kişiyle açıldı.
İnsan alışkanlığın dışına çıkıp doğru dürüst bir şey yaparsa heyecan yaratır. Sanat en uzağa gitsin, ne olacak? Etrafında bu
kadar alkış olmasa da olur. Baksı’da açtığımız merkez bunun
bir örneğidir.
ŞUBAT 2014
[45]
[gezigünlüğü]
Dadaşlar Diyarı
ERZURUM
Avrupa ve Balkanlar’dan Kırım ve Kafkasya’ya, Anadolu’dan Mısır
ve Arabistan’a kadar uzanan toprakları dolaşmış ünlü gezgin
Evliya Çelebi (1611-1685), 1800’lerin sonunda yayınlanan ve gezi
notlarından oluşan “Seyahatname”sinde bakın Erzurum’dan nasıl
bahsediyor: “Erzurum gerçi sert kış yurdudur ama düzenli bostanları
bol olup kavunu, karpuzu, lahanası, patlıcanı ve çirişi çok olur bir
toprağı geniş, ucuzluk ve verimli memlekettir. Geniş vilayeti bakımlı,
arpa ve diğer hububatı meşhur, yiyecekleri güzel ve beğenilir,
ekinlikleri geniş, bereketi bol, nimetleri çok, nice bin ırmak ve
kaynakları akar bayındır bir Anadolu şehridir’’.
Evliya Çelebi’ye kulak vererek Doğu Anadolu’nun en büyük kenti olan Erzurum’a
uzanıyoruz bu sayımızda. Sert kışlarıyla ünlü olduğu kadar bereketli toprakları, kervansarayları, hanları, medreseleri, camileriyle de bizi karşılayan Dadaşlar diyarı Erzurum’a…
Peki Erzurumlular’a neden ‘Dadaş’ diye hitap edilir, biliyor musunuz? “Dadaş” kelimesi
aslında Erzurum ve yöresine ait bir halk oyunu olan Erzurum Barı’nı oynayan oyuncuları
ifade ediyor. Ama aynı zamanda Dadaş sözcüğü bu yörede erkek kardeş, yiğit, delikanlı, babayiğit kimse, arkadaş veya dost anlamlarında da kullanılıyor. Kişiye hitaben
bazen doğrudan söylenilebildiği gibi, bazen de yüceltme sıfatı olarak kullanılan bu sözcüğün, dostluk, sevgi, saygı, insanlar arasındaki sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın
altyapısını oluşturan sembolik bir anlamı var.
Palandöken Dağı eteklerinde kurulu olan kent son yıllarda kış turizmi açısından büyük
önem kazanmış durumda. Pek çok tarihi eseri bünyesinde barındıran ve adeta bir açıkhava müzesini andıran kent, günümüzde bir turizm değeri olarak da adından sıkça söz
ettiriyor.
Erzurum taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları açısından son derece zengin bir kent. Yörede arkeolojik, kentsel, doğal ve tarihi olmak üzere toplam 28 SİT alanı bulunuyor.
Palandöken Kayak Merkezi ile kış turizminin gözde duraklarından biri olan Erzurum son
yıllarda inanç turizmi ile de öne çıkıyor. Gelin, Evliya Çelebi’nin deyişiyle “Bayındır bir
[46]
ŞUBAT 2014
Ulu Camii
Anadolu şehri” olan Erzurum’un tarihi ve doğal zenginliklerine,
ziyaret edilmeden dönülmemesi gereken merkezlerine yakından bakalım…
Ulu Camii
Şehrin en eski ve en büyük camiisi olan Ulu Camii, Anadolu
Selçuklu ulu camilerinin tüm özelliklerini taşıyor. İlk dönem İslam mimarisinin sütunlar üzerine oturan düz dam ve örtülü avlu
şeklinde yapılan camileri örnek alınarak Anadolu’da “Ulu Camiler” imar edilmiş. Sıcak ülkelerde üzerleri açık bırakılan avlular,
Anadolu’da küçültülmüş ve caminin içine alınmış. Bu anlayışla
Çifte Minareli
Medrese
cami adeta kapalı bir mekâna dönüştürülmüş. Ulu Camii de ilk
dönem İslam mimarisinin günümüze dek kalan en önemli yapılarından biri. 830 yılı aşkın bir süredir varlığını sürdüren Ulu Camii
başta Erzurumlular olmak üzere bütün İslam âleminin huzura
açılan ‘kapısı’ niteliğinde...
Çifte Minareli Medrese
Varlığını günümüze kadar koruyabilmiş ve Erzurum ilinin sembolü
haline gelmiş olan medrese her yıl binlerce yerli ve yabancı turist
tarafından ziyaret ediliyor. Anadolu Selçuklu dönemi medreselerinden olan bu eşsiz yapının 1. Alaaddin Keykubat’ın kızı Huvand
ŞUBAT 2014
[47]
Çobandede Köprüsü
[gezigünlüğü]
Yakutiye Medresesi
Palandöken Kayak Merkezi
Rüstempaşa Bedesteni
Hatun zamanında yaptırıldığı ileri sürülüyor. Yapı, bu nedenle,
Hatuniye Medresesi olarak da biliniyor. Açık avlulu medreselerin
Anadolu’daki en büyük örneği olan medresenin kuzey cephesindeki “taç kapı” bir sanat eseri olarak dikkat çekici. Taç kapının
iki yanından yükselen silindirik minareler tuğla ve mozaik çiniler
ile süslenmiş. Bu minarelere “Allah”, “Muhammed” ve “ilk dört
büyük halife” nin isimleri işlenmiş.
Yakutiye Medresesi
Hoca Celaleddin Yakut tarafından MS 1310 yılında inşa edilmiş olan medrese İlhanlı döneminden günümüze kalan nadir
eserlerden biri. Bu olağanüstü yapı bugün İslam Eserleri ve
Etnografya Müzesi olarak hizmet veriyor. Kapalı avlulu, eyvanlı
ve revaklı medrese tipinin Anadolu’daki en büyük örneği olup,
varlığını günümüze kadar koruyabilen Yakutiye Medresesi’nin
taş kapısındaki işlemeler eşsiz birer sanat eseri niteliğinde.
Medresenin yan duvarındaki aslan ve çift başlı kartal figürleri
İslam açısından önem taşıyor. Ajurlu bir küreden çıkan hurma
yaprakları, iki pars ve kartal figürlerinden oluşan “hayat ağacı” ise Orta Asya Türkleri’nin önemli
simgelerini bir araya getiriyor.
Lala Mustafa Paşa Camiİ
Erzurum’daki ilk Osmanlı camisi
olan Lala Mustafa Paşa Camii, Koca
[48]
ŞUBAT 2014
Sinan’ın eserlerinin listesini veren tezkirelere göre Mimar Sinan
tarafından yapılmış. Bir hamam, muvakkithane, şadırvan, sübyan mektebi gibi ilavelerle zaman içinde bir külliyeye dönüşmüş.
Mimar Sinan’ın İstanbul Şehzade Camii’ndeki gibi merkezi plan
tipi ile tasarladığı camii içerisinde çok değerli halı, şamdan ve
hat örnekleri bulunuyor.
Çobandede Köprüsü
Erzurum-Kars karayolunun 58’inci km’sinde, Bingöl Çayı ile
Hasankale Çayı’nın birleşme noktasında bulunan köprü, 1297
yılında, İlhanlı hükümdarı Gazan Han’ın veziri Çoban Salduz
tarafından yaptırılmış. Kemer boyunca yükselen ve kesik konik şeklinde sonuçlanan ayaklar üzerinde yatay kalın silmelerle
Selçuklu üslubu ile işlenmiş geometrik geçme motifli süsleme
şeritleri yer alıyor.
Rüstem paşa Bedesteni
Kanuni Sultan Süleyman’ın sadrazamı Rüstem
Paşa tarafından yaptırılmış olan bedesten Osmanlı mimarisinin özelliklerini taşıyor. İki katlı
olan bina oltu taşı dükkânlarının yer aldığı
bir çarşı olarak hâlen kullanılıyor.
Erzurum Oltu Taşı
Erzurum, oltu taşı işçiliğiyle de
meşhur. Oltu taşı, kolay işlenebilme özelliğinden ötürü genellikle
ziynet eşyaları yapımında kullanılıyor. Oltu taşından yapılan tespihler, ağızlıklar, bilezikler, gerdanlıklar; broş, küpe, saç tokası
yörenin önemli hediyelik eşyaları arasında yer alıyor. “Kehribar
taşı” da denilen bu değerli taş Erzurum’un Oltu ilçesinde çıkıyor
ve yüzyıllardan beri yörede genellikle babadan oğula geçen evatölyelerde üretiliyor. Her ne kadar oltu taşından yüzük, kolye,
bileklik, küpe, ağızlık gibi aksesuarlar yapılsa da oltu taşı tespih,
taşın adeta simgesi olarak kabul ediliyor. Oltu taşı tespih kullanan insanların, vücutlarında birikmiş olan statik elektriği böylece
attıklarına ve stresten kurtulduklarına inanılıyor.
Narman Peri Bacaları
Peri bacalarının Kapadokya’ya özgü oluşumlar olduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Erzurum’un Narman ilçesi de bu eşsiz
doğa oluşumlarına ev sahipliği yapıyor. Rüzgâr ve su erozyonunun toprağı milyonlarca yıl aşındırması sonucu oluşan peri
bacaları bu bölgenin en önemli turizm zenginlikleri arasında.
Yaz aylarında yöresel sanatçıların katılımıyla Narman ilçesinde
Peri Bacaları Şenlikleri düzenleniyor.
Palandöken Kayak Merkezi
Uluslararası Kayak Federasyonu’nca dünyanın ikinci büyük
kayak merkezi olarak nitelendirilen Palandöken Dağı’ndaki 6.5
km.’lik profesyonel kayak merkezi yılın 180 günü kayak yapma
imkânı sunuyor.
Üniversitelerarası Kış Olimpiyatları’na ev sahipliği yaparak uluslararası ününü pekiştiren Palandöken Kayak Merkezi’nde kayak
sezonu genellikle ekim ayının sonlarına doğru açılıyor. Yüksek
kesimdeki pistlerde mayıs ayının ortalarına kadar kayak yapılabiliyor. Bölgenin kuru bir havaya sahip olması ve geceleri hava
sıcaklığının eksi 40 dereceye kadar inmesi nedeniyle kar kalitesi bozulmadığı için kayak sporu burada çok daha keyifli bir
hale geliyor. Şehir merkezine sadece 7 km uzaklıkta olan kayak
merkezine gün içinde belediye tarafından seferler düzenleniyor.
Ayrıca doğayla baş başa olmak isteyenler için merkezde konaklama seçenekleri de mevcut.
Dadaşlar kentini gezmeye ünlü seyyah Evliya Çelebi ile başlamıştık. Yine onun ünlü “Seyahatname”sinden, Erzurum’u
anlatan başka bir bölümle noktalayalım: “Kış böyle sert olur.
Hatta insanların dilinde darb-ı meseldir ki bir dervişe; -Nereden gelirsin?, derler, -Kar rahmetinden gelirim, der. -O ne diyardır, derler; -Soğukdan ‘Ere zulüm’ olan Erzurum’dur, der.
-Orada yaz olduğuna rast geldin mi, derler? Derviş der: -Vallahi 11 ay 29 gün sakin oldum, bütün halkı yaz gelir derler,
amma görmedim, der. Hatta bir kere bir kedi bir damdan bir
dama atlarken aralıkta donup kalır. Sekiz aydan sonra bahar
gelince, anılan kedinin donu çözülüp mırnav deyip yere düşer.
Bu da latife şeklinde anlatılan bir darb-ı meseldir (Misâl olarak
söylenen meşhur söz)’’.
ŞUBAT 2014
[49]
[serbestkürsü]
Çalışmalarını bizimle paylaşmak isteyen arkadaşlarımız için
iletişim adresimiz: [email protected]
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12
1
2
3
4
5
6
7
8
Z
9
10
SOLDAN SAĞA:
1) Kuşları inceleyen bilim dalı 2) Bilinç-Aile ile ilgili 3) Ortadoğu’da
bir devlet-Grönland’ın kodu-Radyumun sembolü 4) Bir soru sözüHollanda’nın trafik kodu-Bir işaret sıfatı-Bir sayı 5) Düz ve geniş
arazi-Piston 6) Bir ilimiz-Toplu Konut İdaresi’nin kısa yazılışı 7) Türk
Telekom’un kısa yazılışı-Kur’anda bir sure ismi 8) Şerif Gören’in bir
filmi-Bir harfin okunuşu 9) Birkaç federe devletten oluşan devlet
yapısı-Sakağı hastalığı 10) Esnasında-Bir İtalyan yemeği
YUKARIDAN AŞAĞIYA:
1) Denizbilimi 2) John Le Carre’nin bir kitabı-Bir mastar eki 3) Kutsal ışık-Kavga,gürültü,kargaşa 4) Asya’da bir devlet-Evcil bir geyik
türü 5) Delikli kalbur 6) Özcan ….(Eski bir futbol hakemimiz)-Bir
çeşit yapıştırıcı madde 7) Lityumun sembolü-Birinci tekil şahısKarışık renkli 8) Yetişkin,ergin-O sıfatının eski biçimi 9) Şeker,jelatin
ve sitrik asit gibi maddelerden elde edilen bir karışım-Bir besin
maddesi-Karakter 10) Duman kiri-Kiliselerdeki duvar resimlerine
verilen ad-Öğütülmüş tahıl 11) Güç,kuvvet-Simgesi SN olan element 12) Gökkuşağı
Hazırlayan: MİTHAT BAYRAKOĞLU - Veri Hazırlama Kontrol Memuru / Ardeşen Çay Fabrikası
[50]
ŞUBAT 2014
Kalbini Bİr Ömür
Almaya Geldim!
Sevgilim, sultanım, kurbanım sana!
Kapından çevirme, kalmaya geldim!
Sevgine muhtacım, lütfeyle bana!
Aşkımın kölesi olmaya geldim! Sensiz bir saadet yok benim için,
Kalbime nazar et sen bunun için,
Yaşamak umudum hep senin için,
Boş gönül sarayım, dolmaya geldim! Yüzüne bakarken soluyor yüzüm,
Beni yâr bilmeni arzular özüm,
Bin kere assalar değişmez sözüm,
Canımı amade kılmaya geldim! Vuslat arzusudur pembe rüyalar,
Özümde kalmadı başka duyular,
Bu aşkı konuşur dağlar, kayalar,
İzlerin nerede, bulmaya geldim? Ruhumun huzuru güzel cemalin,
Aşkımı taç eyle, bitsin emelin,
Tariften beridir bin bir şemalin,
Gizemli deryana dalmaya geldim. Peşine takıldım dönüp bakmadan,
Aşkınla yak beni, narlar yakmadan!
Sevginle buluştur canım çıkmadan,
Yâr, gönül kapını çalmaya geldim! Ne olur yâr deyip fermanı versen!
Bu meftun yüreğe dermanı versen,
Cennete yürüyen kervanı versen,
Kalbini bir ömür almaya geldim!
Mustafa Hoşoğlu
(Derepazarı Çay Fabrikası)

Benzer belgeler

Çaylık Mayıs 2015

Çaylık Mayıs 2015 Cemal Sahir Sokak No: 26 - 28 Profilo Plaza A Blok Kat: 2 Mecidiyeköy / İstanbul T: 0 212 337 51 00 pbx

Detaylı

Çaylık Aralık 2015

Çaylık Aralık 2015 Cemal Sahir Sokak No: 26 - 28 Profilo Plaza A Blok Kat: 2 Mecidiyeköy / İstanbul T: 0 212 337 51 00 pbx

Detaylı

Çaylık Kasım 2015

Çaylık Kasım 2015 Okuma sevgisi ailede başlıyor

Detaylı

Çaylık Mart 2016

Çaylık Mart 2016 Cemal Sahir Sokak No: 26 - 28 Profilo Plaza A Blok Kat: 2 Mecidiyeköy / İstanbul T: 0 212 337 51 00 pbx

Detaylı