3 Gece Önce - WordPress.com

Transkript

3 Gece Önce - WordPress.com
qwertyuiopasdfghjklzxcv
bnmqwertyuiopasdfghjklz
xcvbnmqwertyuiopasdfgh
jklzxcvbnmqwertyuiopas
3 Gece Önce
Murat Kurt
dfghjklzxcvbnmqwertyuio
pasdfghjklzxcvbnmqwert
yuiopasdfghjklzxcvbnmq
wertyuiopasdfghjklzxcvb
nmqwertyuiopasdfghjklzx
cvbnmqwertyuiopasdfghj
klzxcvbnmqwertyuiopasd
fghjklzxcvbnmqwertyuiop
asdfghjklzxcvbnmqwerty
uiopasdfghjklzxcvbnmqw
fabulanonvera.com
14…
Cuma’nın aklına 12 yaşında, annesinin bir müşterisinden yediği
dayak geldi. Midesinden başlayıp, ciğerlerini ağzından dışarı
fırlatacakmış gibi gelen bir kasılmayla yere serildi. Ellerinin ve
ayaklarının bağlı olduğu sandalyede, düşmenin etkisiyle inledi. Bir
ağız dolusu kanı yere kustu. Başını hafifçe yana çevirdi. Şişmiş
gözlerini olabildiğince odaklamaya çalışarak baktı etrafına. Odada 3
kişi. Biri tepesinde, bir yandan oturduğu sandalyeyi kaldırmaya
hazırlanırken biryandan da 15’inci yumruğu nereye atacağı
konusunda konuşuyordu. Diğer ikisi Cuma’nın zarlarını almışlar
barbut oynamaya çalışıyorlardı. İçlerinden biri 4, 8, 10, ve 12 yüzlü
zarları anlamaya çalışıyordu.
- Böyle zar mı olur amınakoyim?
Sandalye yavaş bir salınımla kalktı tekrar ayağa. 3 adam, 1 kapı, 1
masa, oturduğu hariç 2 sandalye, tek bir lamba ve bu 4’e 4 odada tek
silah masada duran Yadigar. “Artık başlamalı” diye mırıldandı Cuma.
Tahminen 5 dakikası olacaktı bu iş için. 5 dakika yani 300 saniye.
Adam başı 100 saniye, yani 1 buçuk dakikadan biraz fazla. Yeter de
artar bile. Geri çevirdi başını Cuma. Adamlar en güvendikleri zarlara,
6’lılara dönmüşlerdi. Esmer zayıf olan sallayıp attı duvara doğru zarı
ve bağırdı
- Böyle talihin amınakoyim! Hep yek.
- Bi’şey dedi bu it
Cuma mırıldandı tekrar,
- Artık başlamalı
- Bi’şey diyo bu, abi
- Siktiret! ne derse desin devam et sen
10 saniye içinde Cuma zarın ne anlama gelebileceğini düşündü.
“Hep yek, yani 1’e 1, bir ben bir yumruk atan. Hep yek, yani 2
serersem yumruk atanı yere, kalır 2. Hep yek, ben, hep, yek. Hep
yek hatta bazen 4 yani, 1, 2, 3 ve 1 bir daha. 3’ e karşı tek. Daha
kötüsü de olmuştu Cuma için. Daha kötü 3’ler de görmüştü. Zaten 3
gece önce başlamadı mı tüm bu iş? Ne garip, zarların bile hep başa
dönmesi. Zarlar bile bunu gösteriyorsa artık başlamalı”
- Artık başlamalı
- Sus lan, amınakodumun çocuğu!
- 15…
1
3 gece önce (Eleni)
Eleni, Kenarcı Kulüp’ün VIP bölümünde İstanbul’u, insanları ve bir
türlü aklından çıkaramadığı o geceyi düşünüyordu. Müziğin sesi
neredeyse kendi düşüncelerini bile bastıracak kadar yüksekti. “Zaten
insanlarda bunun için gelmiyor mu buraya? Kendilerini duymamak
için.” Dans pistine bir göz attı. Bir birleriyle iç içe geçmiş bir insan
seli, rüzgârlı bir denizin dalgalanması gibi dans pistinin kenarlarına
vuruyor ve oradan tekrar içeri karışıyordu. Işık ve karanlık öyle
ayarlanmıştı ki, bu hengâmede bir insanın nerede başlayıp nerede
bittiğini ayırt etmek imkânsızdı. Eleni dans pistini bırakıp zorlamaya
çalıştı kendini biraz daha “Kimdi oradaki adam? Kimdi Cihat’ın vuran
adam?.
- Buyrun Eleni Hanım…
- Bu ne?
- İlaç…
- Ne ilacı be?
- Baş ağrısı için istemiştiniz…
- Offf pardon ya dalmışım. Sağ ol Kerim. Nedir dışarıda vaziyet?
- Normalden fazla rağbet var bu gece. Nereden baksanız 200 kişi
sırada
- Güzel, aman dikkat edin olay falan çıkmasın.
- Siz merak etmeyin Eleni Hanım.
- Maalesef mümkün değil. Merak etmek benim işim artık burada.
Babam gelecek mi bu akşam? Söyledi mi bir şey?
- Benim bilgim yok, isterseniz Hakan Bey’e sorayım.
- Bir sor bakalım. Böyle temalı partileri sever ama… Hem Noel
Baba kızlarımız hazır mıymış onu da sor Hakan’a. Etraftaki süsler
olmasa Noel Partisi olduğu anlaşılmayacak. Biraz ateşlesin artık
ortamı
- Bir de kızları çıkarırsak iyiden delirir millet.
- Ufff Kerim sormadık fikrini sana. Yürü hadi yürü, Hakan’ı bul sen.
Ben de yerimde olacağım oraya gelir haber edersin bana.
Eleni VIP’den kalktı. Babası kulübü kendisine bıraktığında daha
önceden ufak bir depo olarak kullanılan ve temizlik malzemelerinin
koyulduğu odayı kendisi için hazırlatmıştı. Burası kapısı da
kapatıldığında dışarının tüm gürültüsünü ve tüm bu curcunayı geride
bırakabileceği tek yerdi kulüp içinde.
2
Tek sorun ise oraya ulaşmak için dans pistinden geçmesi
gerekmesiydi. Eleni derin bir nefes aldı ve dans pistine doğru
ilerlemeye başladı. Her adımda daha da keskinleşen, ter, alkol ve
şehvet kokusu… “Hiç kimsenin başkasını umursamadığı, gerçek
dünyadan çok uzak bir yer burası” başı dönmeye başlamıştı
Eleni’nin, “otururken ne güzel bir şey yapmamıştı meret ayağa
kalkınca çarptı”. İnsanların arasından kendine bir yol bulmaya
çalışırken istemsiz olarak müziğin ritmine uyuyor ve sanki tüm bu
dalgalı denizi yaran küçük, ufacık bir tekne gibi; bir sağa, bir sola
sallanarak ilerlemeye çalışıyordu. Öpüşen iki erkeğin yanından geçti,
kocaman göbeği ile dans edecek bir partnere ihtiyaç duymayan
adamın yanından geçti, şampanyalarını göğüslerine döken kızların
yanından geçti ve en sonunda kalabalığı yarıp çıktığında odasına
değil giriş kapısına doğru geldiğini anladı.
- Hay Allah kahretsin!
Arkasına dönüp nereye gitmesi gerektiğini düşünürken birinin kolunu
tuttuğunu fark etti, omzunun üzerinden adama baktı. Kolunu hızla
çekerek tekrar dans pistine doğru hareketlendi.
- Eleni bekle bir dakika
- Çek o pis ellerini üzerimden
- Eleni lütfen dinle bak…
- Fatih, çek ellerini dedim
- Geçer misin lütfen şöyle?
- Ne geçeceğim ya! Bittin benim gözümde Fatih, kendini rezil
etmeden çek git.
- Sen beni dinlemeden şuradan, şuraya gitmem
- Ya kendi rızanla çeker gidersin, ya da attırırım seni buradan!
- Eleni birlikte yaşadığımız onca güzel şeyin hatırına…
- Ne hatırı lan? Ne hatırı? Elalemin orospularıyla yatıp kalktıktan
sonra daha neyin hatrı? AIDS’li misin, frengili misin Allah bilir. Çek
git kime bulaşacaksan ona bulaş bundan sonra. Suratını görmek,
sesini duymak istemiyorum.
- Öyle mi olduk şimdi? Daha iki hafta önce yatakta öyle demiyordun
ama.
Genç adam lafı gediğine koyduğunu düşünerek rahat ve pişkin bir
gülümsemeyle bakıyordu Eleni’ye. Eleni sinirle bir tokat girişimde
3
bulunduysa da Fatih hızla ve rahatça yakaladı kızın elini. Zorla hem
kolunu hem de Eleni’yi kendine çekerek öpmeye çalıştı.
- Eleni Hanım bir sorun mu var?
Bu sefer gülen, sesin Kerim’den geldiğini anlayan Eleni’ydi
- Şimdi bittin Fatih! Kerim alın bu hayvanı, atın dışarı.
Bu lafla birlikte Fatih sinirden kudurmuş gibi bağırmaya başladı,
- Rezil edeceğim kızım seni! Bana bir dokunsunlar var ya…
öldürmekten beter ederim seni.
Fatih’in bu bağırmasıyla diğer korumalar Haşim ve Fikret de geldiler.
- Rezil edeceğim kızım seni! İnsan içine çıkacak halin kalmayacak!
- Çıkarın şunu artık! Kerim bak bir.
Haşim ve Fikret, Fatih’i kollarından tutup zorla dışarı doğru
çekiyorlardı
- Buyurun Eleni Hanım
- Götürün bir köşeye kırın ağzını burnunu. Mekânımda olay
çıkarmak neymiş görsün.
- Nasıl isteseniz Eleni Hanım.
Eleni sonunda odasına geldiğinde, tüm vücudu titriyordu. Zar zor
sandalyesine oturup bir bardak su koydu kendine. “Nasıl böyle
adamlarla beraber olacak kadar aptal olabilirim? Nasıl yapar bunu
bana. Neden tutup sokak ortasında vurmaya çalıştı adam beni. Niye
benim başıma geliyor hep bunlar?”. Sonunda kendini tutamayarak
ağlamaya başladığı sırada, kapı çalındı. Hızla sildi göz yaşlarını
önüne bir kağıt çekip ona bakıyormuş gibi yapmaya başladı
- Gel!
- Eleni Hanım, Hakan Bey’le görüştüm kızları birazdan çıkarıyorlar.
- Sağol Kerim.
- Şey… az önceki konuyu da hallettik Eleni Hanım siz merak
etmeyin.
- Teşekkür ederim.
- Ha, bir de babanız gelemeyecekmiş bu akşam
- Tamam.
- Sizin için yapabileceğim bir şey var mı?
4
Eleni, Kerim’e dönüp gülümsedi.
- Yok Kerim, iyiyim ben.
3 gece önce (Ahmed)
Ahmed gecenin hâsılatını hiç beğenmemişti. Zengin evi diye girdikleri
evde sadece tablo çıkmıştı. Hani çıkan tablo, ünlü birinin tablosu olsa
ona da eyvallah derdi Ahmed, ama Simsar Kazım’a sorarsan
bilinmez tanınmaz bir herifindi tablolar.
- Yine de… satar 3-5 bir şeyler çıkarırız bunlardan, dedi Kazım,
ama nakit cebe girmedikten sonra ne işe yarar.
Ahmed tekrar uzun uzun süzdü bu yaşlı adamı. “Elleri kırış kırış,
yüzü pür-i pak. Saçlar desen apak nerden baksan 70inde var. Ne
derdi var da onca işimizde bize yardım edecek kadar düştü acaba?”
- Ha tabi benim komisyonu da alırım.
- Tamam Simsar alırsın. Geliriz biz 3-5 güne tekrar.
- Tamam o zaman hadi selametle.
Hiçbir zaman uzun uzadıya dükkanda tutmazdı Ahmed’le çocukları
Simsar. “Belki de korkar ihtiyar. Haksız mı? Baksana şunlara! Cemil
desen akıl yok ama tam bir hayvan. Fırat desen sıska ama sinsinin,
kurnazın teki. Seni saymasalar, sen bile tırsardın bu çocukların
yanında Ahmed.”
Ahmed bir yandan Simsarın korkularını, bir yandan da boş yere heba
olmuş geceyi düşünürken, Cemil sordu,
- Eeee…. Şimdi napacaz Ahmed abi?
- Ne yapacağız amınakoyim. Bekliyeceğiz Simsar satsın tabloları.
Artık ne geçerse elimize.
Fırat girdi araya
- Abi satsa bile kaç kuruş geçer ki elimize? Zaten yarısını kendine
saklar bu Kazım
- Yok ya… bilmiyordum sanki!
Bunun üzerine sustu ikisi de bir süre. Yan yana gözleri kaldırımda
yürüdüler bir müddet.
- Ne oldu lan? Sanki ilk ters giden işimiz mi? Sanki bilmiyor
musunuz anasını sattığımın işinde neyin ne olduğunu. Bu iş
5
tutmazsa biz başka iş tutarız. Bulunur yeni hasılat. Ne zaman aç
açıkta bıraktım sizi?
Cemil eğdi başını,
- Yok abi o ne demek…
Fırat başladı tekrar,
- İyi de abi cebimiz delinecek neredeyse…
- Off uzattın ki Fırat keyfini kaçırdın işin. Alın şu elliliği gidin
doyurun karnınızı, gidin bizim mekana zıbarın. Hava aydınlanacak
neredeyse. Daha bir sikim yapılmaz bu saatte.
- Peki ya sen abi?
- Piiki ye sen eeebiii… Anam mısın lan hesap vereceğim sana.
Yürü dedim teres. Gelirim ben de. Kafayı toparlayalım bir. Ben
düşünürüm bir şeyler. Bir iki güne tekrar toplarız bir hasılat. Hadi
dedim, hadi!
Fırat parayı aldı, Cemil ile birlikte Taksim’in ara sokaklarında, karın
içinde yavaş yavaş kayboldular. Ahmed Şişhane’ye doğru inen bir
sokağı tutturup yürüdü.
“Ne basitti işler bir zamanlar. Her şey basit… Gir, al, çık, sat. Cihat
denen o orospu çocucuğundan önce, ne basitti. Polis korkusu
başlamadan önce”. Polisi düşündüğü anda, tereddüt edip telaşla
etrafını kontrol etti. Sokak boştu hala. “offf.. Kabusum oldu
amınakoyim!”. Karaköy’e inen bir sokağa saptı. Ellerini cebine attı.
Bulabildiği sadece bir 5’likle boş bir sigara kutusu oldu. Kutuyu
buruşturup attı yere ve farkında bile olmadan Gizem Büfe’nin yolunu
tuttu. Ahmed yolda göründüğünde, büfenin sahibi Hilmi seslendi.
- Ahmed n’aber? Ahmed?
- İyi diyelim iyi olsun Hilmi Dayı
- Hayırdır, ne bu suratın? mahkeme duvarı gibi…
Hilmi, biliyordu Ahmed’in polis, mahkeme lafına sinir olduğunu,
takılıyordu.
- İşler kesat Hilmi Dayı
- Ulan hangimizin iyi ki?
Ahmed tezgaha yaklaştı bir kolunu dergilerin üzerine koydu.
- Hilmi Dayı bir paket sigara ver de içelim be.
6
- Tamam vereyim, ver parasını.
- Dayı bir kere de he desen ne olur sanki
- Bir kere de vereceğim parasını da alacağım desen ne olur
uğursuz?
- Aman dayı uğursuz deme, bak essah olur sonra.
- Olmuş olacağı kadar. Neyse bırak şimdi iyi misiniz? Çocuklar
nasıl? Onu söyle
- Boğazımızdan bir sıcak çorba geçse daha derdimiz yok çok şükür
dayı.
- Gören de aç bi ilaç kaldınız sanır. Sen yolunu bulmuşsundur, ne
kirli çıkısındır sen!
- Hahaha… Ah be dayı, beni bir sen anlarsın sen de hep yanlış
anlarsın.
- Ben seni çoktan anladım da, sen beni anlamadın senelerdir. Ulan
bırak şu tutturduğun işleri. Yeminle bir gün gelecek burama,
tuttuğum gibi Karaköy meydanında sopaya çekeceğim seni. Ulan
biraz alın teri döksen adam gibi adam olsan ölmezsin. Geberip
gideceksin sokak bir köşesinde.
- Öyle deme dayı essah olur…
Hüzünlendi Ahmed, Hilmi’nin haklı olduğunu biliyordu “haklı olmaya
haklı da kim versin Suriye’li kaçak göçmene iş.”. Hilmi, Ahmed’in
yüzünden anlamıştı bu son lafa içerlediğini
- Neyse hadi meşgul etme beni. Selametle, konuşuruz sonra.
- Eyvallah dayı…Haa bu arada Gizem nasıl, dersleri falan…
- İyi işte ne yapsın. Bir yandan okul bir yandan sınav telaşı uğraşıp
duruyor. Bir de sinirli şu ara tepemize çıkacak neredeyse.
“Keşke benim tepeme…” Ahmed, sanki Hilmi, bu lafı duyacakmış gibi
utanarak başını öne eğdi.
- Selam söylersin. Haydi Allah’a emanet ol Hilmi Dayı
- Dikkat et kendine, sen de çocuklara selam söyle.
Ahmed önce Karaköy’e indi oradan Galata köprüsüne geçti. Balık
tutanların arasına girdi. “Şunca yıl İstanbul’dayım şu kış gününde,
şurada biye balık tutarlar anlamadım bir türlü…” Köprünün
korkuluğuna dayanıp bir sigara yaktı. “…ama bu herifler sabahın bu
saatinde buradaysa demek ki onlar balık tutmanın raconu da bu olsa
7
gerek”. Bir süre karşıda sarayı ve camileri izledi Ahmed. Sigarası bitti
tekrar yaktı, gelen geçen çoğaldı, derken yarım paket bitip günün ilk
vapuru körler ülkesine hareket ettiğinde Ahmed bir eli cebindeki
sigara paketinde diğer elinde 3-5 mezgitin olduğu bir kova çıktı
Galata köprüsünden.
Eve vardığında Fırat ve Cemil uyuyorlardı. Çocuklarını görmüş bir
baba gibi baktı bu genç adama. Balıkları kovadan çıkarıp buz
dolabının yarım yamalak çalışan buzluğuna koydu. Üstünü çıkardı ve
kanepeye uzandı. “O geceden beridir rast gitmedi işimiz. Yarı aç, yarı
tok geziyoruz. Yazık değil mi bu çocuklara Ahmed. Güya aç açıkta
bırakmazsın. Tırsaksın oğlum sen. Gitti erkekliğin bir polis
kovalamasıyla. Ulan Cihat! Ulan onun bunun çocuğu! Ulan
pezevenk! Sen düşürdün lan bizi bu hallere. Bunun hesabını
göreceğim seninle! Bulacağım ulan seni!”.
3 gece önce (Kamil)
Komiser Kamil küçük toplantı odasına girdiğinde 4556 telsiz kodlu
Cinayet Bürosu birimi tam kadro odadaydı. Takıma yeni gelmiş iki
kişiden biri olan Ziya elinde bir dosya tutuyor ve kağıtlarıyla
oynuyordu.
- Bulundu mu herifin kimliği?
- Bulundu amirim.
- Kimmiş?
- Cihat Akyürek diye bir herif.
- Eeee..
- Nasıl yani amirim?
- Ulan siz çaylaklar yüz yıl da geçse adam olmazsınız. Neciymiş?
ne yaparmış bu Cihat Akyürek?
- Ha pardon amirim…
- Başlatma pardonuna anlatsana oğlum!
- Hemen amirim! Bu adam Kenarcı diye bir gece kulübünde
çalışıyormuş. İşletmecisiymiş hatta. Kulübün esas sahibi… Hah!
burada işte. Mehmet Karaoğlu.
- Var mı Mehmet Karaoğlu hakkında bir şey?
- Kişisel olarak yok amirim ama mekan birkaç defa narkotik
tarafından basılmış. Birkaç tane torbacı yakalanmış her defasında.
Hiç biri Mehmet Karaoğlu’na bağlanmamış.
- Bağlansa şaşardım. Mermiyle ya da silahla ilgili bir şey çıktı mı?
8
Birimin diğer yeni elemanı Faruk
- Maalesef henüz bir sonuç veremediler amirim.
- Hay ben böyle balistiğin…
- Neyse Çömez 1 narkotikten biraz daha detaylı bilgi al bakalım.
Yakalanan torbacılarla ilgili bir şeyler çıkar belki. Malları nerden,
nasıl aldıkları, kime çalıştıkları bağlantıları ne varsa öğrenmek
istiyorum. Bunları bilirsek ortak noktalarını bulabiliriz belki. Eğer
bunların ortak noktalarını bulursak belki adamımız Cihat’la da bir
bağlantı yakalayabiliriz. Çömez 2 sen de bırak balistik falan,
adamımızı biraz daha detaylı araştır bakayım. Banka hesaplarında
ne kadar para varmış, Nerede yaşarmış, ne yer, ne içermiş, kolu
komşusu ne der bu adam hakkında... Adamımızı tanıyalım biraz.
İki yeni polis bir ağızdan “Emredersiniz amirim” diyerek çıktılar. Kamil
birimin geri kalanına dönüp
- Allah iyiliğinizi versin! Öğretmediniz mi daha çocuklara bana
amirim değil komiserim diyeceklerini.
Komiser yardımcısı Haluk cevapladı
- Ama komiserim çok eğlenceli
Tüm birim gülerek katıldı, Haluk’un yorumuna.
- Tamam işte, eğlendiniz eğleneceğiniz kadar uzatmayın. Bir de
söyleyin, askeriye değil burası, ben her laf ettiğimde hazır ola
geçiyorlar.
Haluk bir yandan gülmeye devam ederek tekrar cevapladı
- Tamamdır komiserim.
- Nefise, kızım, şu balistiğe bir sen git bakalım. Dürtükle biraz
şunları da, ellerini çabuk tutsunlar biraz.
- Ben konuşurum komiserim.
- Murat sen de bir bak bakalım daha önce şu Mehmet denen
adamla yada şu gece kulübüyle… neydi adı?
- Kenarcı komiserim
- Nasıl isim lan o öyle, “yancı” gibi. Neyse orayla yada sahibiyle
ilgili bir dosyamız falan var mı? Varsa çıkar bir göz at bakalım neler
var. Haluk…
- Emredin komiserim
9
- Biz de gidelim bakalım, ortamı nasılmış bu yancı kulübünün.
Kamlil ve Haluk, Kenarcı’ya geldiklerinde kulübün önünde uzayıp
giden bir sıra vardı. Kamil önce biraz uzaktan durumu kontrol etmek
için beklemeyi daha temkinli bulmuştu. İki koruma kollarından
tuttukları bir adamı dışarı sürüklüyorlardı. Adam avazı çıktığı kadar
bağırarak birilerini rezil etmekten bahsediyordu. Az sonra üçüncü bir
izbandut çıkarak onları takip etti. “İçki içmeye diye gelenlerden biri
sağlam bir dayak yiyecek anlaşılan.”, diye düşündü Kamil “Böyle
yerlerde normaldi bu işler. Üstelik korumalar çoğu zaman sebepsiz
pataklamaz ya birine sarkmıştır ibne ya da kavga çıkarmıştır.” 3
koruma gidince kapıda sadece tek bir koruma kalmıştı. Tüm
kalabalığa rağmen biraz önceki olay haricinde her şey düzenli
görünüyordu. Kamil, Haluk’a hadi anlamında işaret yaparak yolun
karşısına geçti ve kulüp girişine doğru yürümeye başladı. Koruma,
“kolaydan içeri girmeye çalışan iki sap” kategorisine koyduğu, iki
polise ters ters bakıp gerisin geri yollamaya hazırlanırken, Kamil
kimliğini çıkarıp korumanın yüzüne yapıştırabilecek kadar yakın tuttu.
Koruma tam bir şeyler diyecekti ki Kamil,
- Siz hiç zahmet etmeyin biz yolumuzu buluruz, diyerek kapıdan
içeri daldı.
Dans pistinin olduğu alana geldiğinde Kamil’in ilk tepkisi kendisinin
bile duyamadığı bir “hassiktir!” oldu. Hayatında bu tarz bir kulübe hiç
gelmemişti. Giriş koridorundan itibaren giderek yükselen ve kulübün
ana dans pistinin bulunduğu alana gelindiğinde sağır edecek noktaya
gelen bir müzik çalıyordu içeride. Dans pistindeyse, insanlar dans
etmekten çok bir kriz geçiriyorlarmış gibi duruyordu. Düşünmeye izin
vermeyecek kadar yüksek müzikte bir an için ne yapacağını
şaşırmıştı. “Ulan, hazırlıksız yakalar az biraz birilerinden bir şeyler
öğreniriz diye geldik ama bu karmaşada kiminle neyi konuşacaksın.
Barmen desen dans pistinden geçip oraya gidene kadar ölürüz
herhalde, hadi gittik diyelim herif duymaz ki bizi. Garsonlar desen yok
onlara da ulaşamazsın bu kalabalıkta.” Son çare olarak etrafı
kolaçan etmek üzere salonun sağına doğru ilerledi. Haluk’a da diğer
tarafa gitmesi için işaret yaptı. Biraz uzaklaştıklarında, Haluk bu
absürd kalabalığın içinde o kadar normal kalıyordu ki, her haliyle
göze batıyordu. “Bu da demek oluyor ki ben daha da çok göze
batıyorum”. Konuşmalara kulak kabartma olasılığının olmadığı, daha
yanına yaklaştığı ilk insan grubunda belli olmuştu. İnsanlar bu
kalabalıkta birbirlerinin kulaklarına eğilip avazları çıktığı kadar
10
bağırarak ancak seslerini duyurabiliyorlardı. Bu da herkesin kulaktan
kulağa gizli bir şeyler konuştuğu hissini yaratıyordu. Tüm dans
pistinin etrafını dolaşıp karşı tarafa ulaştıklarında VIP girişinin tam
önündeydiler. Kamil ancak o zaman, biraz önce dışarıya yaka paça
adam taşıyan korumanın kendisine bakıp VIP kapısını açtığını fark
etti. İki polis birlikte VIP salonuna girdiler ve kapı kapandığında asla
bitmeyecekmiş gibi gelen müzik biraz olsun yakalarını bırakmış fakat
yerini durmak bilmez bir uğultu almıştı.
Cam kenarından, denizi ince bir çizgi halinde gören masalardan
birinden, bir adam kalkarak onlara doğru yaklaştı. Kamil’e elini
uzatarak
- Merhaba memur bey. Ben Hakan Elmacı. Kenarcı’nın
işletmecisiyim size nasıl yardımcı olabilirim?
Kamil polis kimliğini çıkarttı.
- Ben Komiser Kamil Kara bu da yardımcım Haluk Alkan. Cihat
Akyürek davası hakkında görüşmek için gelmiştik.
- Tabi ki buyurun
- Merhumu tanır mıydınız?
- Maalesef tanımazdım. Beni onun kaybından 2 gün sonra işe
aldılar.
Haluk ters bir ses tonuyla lafa girdi
- Hızlı bir geçiş olmuş
- Aslına bakarsanız yavaş bile. Böyle bir işletmede saatler bile çok
önem kazanabiliyor.
Kamil devam etti
- Eminim öyledir. Siz tanımıyorsunuz fakat, zannediyorum Mehmet
Bey kendisini yakından tanıyordur. Kendi işletmesini ona teslim
ettiğine göre…
- Evet, elbette Mehmet Bey tanıyordur.
- Kendisiyle görüşebilir miyiz? burada mı?
- Hahaha… Eğer kendisi burada olacak olsa bana ne ihtiyaç var.
Mehmet Bey Kenarcı’nın sadece karıyla ilgilenir. Geri kalan işlerine
ben bakarım.
Haluk tekrar söze dahil oldu,
- Peki ya çalışanlar? Onlar tanırlar sanırım.
11
- Onu da sanmam. İnsan kaynakları için genelde ajansla
çalışıyoruz ve daha geçen hafta yeni bir ajansla çalışmaya
başladık. Kadromuz tamamıyla yenilendi. Daha iyi bir hizmet için…
Kamil adamın sözünü keserek,
- Peki ya korumalar onlar da değişti mi?
- Evet onlar da. Fakat korumalar ajanstan değil. Onları biz
seçiyoruz.
- Siz mi?
- Hayır, biz derken, Mehmet Bey bizzat seçiyor. Buradaki insanların
güvenliği bizim için önemli
- Ama yine de birkaç kez polis baskını yemişsiniz ve eski işletmeci
de vurulmuş...
- İşte bu yüzden de her şeyi tekrar düzenlememiz gerekti. Bu tarz
bir olayın bu işletmenin imajına nasıl zarar verebileceğinden
haberiniz var mı? Bu münferit olayla bağlantılı olabilecek kimseyle
ilgimiz olsun istemiyoruz. Eğer gerekirse eski ajansın ve
çalışanların isimlerini size temin edebiliriz. Siz de katilinizi onlar
arasında ararsınız.
Kamil şu aşamada daha fazla bastırmanın ters tepeceğini adı gibi
biliyordu.
- Çok faydalı olur Hakan Bey. Çok teşekkür ederiz. Biz bir arkadaşı
yollar aldırırız. Buyurun bu benim kartım. İsimler geldiğinde veya
eğer soruşturmaya faydalı olacağını düşündüğünüz bir şey aklınıza
gelirse lütfen bizimle irtibata geçin.
- Tabii ki eğer elimizden gelen bir şey olursa yardımcı olmaya
çalışırız.
- Tekrar sağ olun.
Kamil ve Haluk VIP’den ve kulüpten korumalar eşliğinde çıktılar.
Kulübün kapısındaki kalabalık hala aynıydı.
3 gece önce (Cuma)
Bu geniş bekleme salonu Cuma’yı her zaman rahatsız ediyordu.
“Hapishanede olsa böyle odaya 2 koğuş birden sığar”. Tek avuntusu,
her ne kadar hep aynı şeyler olsa da, odada kendini oyalayabileceği
bir şeyler olmasıydı. Odanın tavanındaki avizede 72 tane pırlanta
benzeri taş, yerde 203 tane parke, duvarlarda, her biri 6 parçalı 3
12
tane geniş pencere vardı. Duvardaki resimde çizilmiş 124 Kazak
Sipahisinin 103’ünü saymıştı ki, ismi 6 harfli hizmetçi odaya girip artık
kendisini içeri alabileceklerini söyledi. Söylenene uyarak seri
adımlarla içeri girdi (18 adım).
Kapının tam karşısında duran masada karma karışık bir kağıt
yığınının arasında Oğul oturuyordu. Cuma masanın önünde durdu ve
saygıda kusur etmemek için hiçbir şey saymamaya çalışarak Oğul’un
işini bitirmesini bekledi.
- Babamın yapmanı istediği bir iş var.
- İsim ve adres olsa yeter
- Bu sefer öyle değil
- Hı?
Oğul dizinin üzerinde duran elinin işaret parmağını 6 kere dizine
vurdu. Bu esnada kısa kısa ve 3 kere soludu ve iki yanına baktı.
- Bu seferki iş sadece bir yere gitmen ve babam için bazı
dokümanları alman
- Dosya alınacaksa şoförü yollardı Pres Baba
- “Pres Baba” hasta biliyorsun. Bu önemli bir iş. O kağıtlar hepimiz
için önemli
- Hmmm…
- İşte adres. Üzerinde Nahzimat, Pres yazan ne varsa al gel.
- Hmmm…
- Söylediğim gibi bu hepimiz için çok önemli, o yüzden gereksiz
yere kimseye silah doğrultma. Bu işin kimse ölmeden hallolması
lazım.
- Hmmm
- Anlamadığın bir şey mi var?
- Yok anladım.
- O zaman yolun açık olsun hadi bakalım.
Cuma adresi alıp odadan çıktı (104). İsmi 6 harfli hizmetçi elinde
tozlukla ileri geri 6 hareket yapmıştı Cuma odadan çıkıp 6 adım
attığında ama kim bilir gerçekte kaçıncı hareketindeydi? Her
saymanın başında bir sıfır vardır demişti hapishanedeki bir
gecelerinde Mehmet öğretmen. (112) Karısı onu çok paralı biriyle
aldatmış, Mehmet öğretmen de kadını 37 yerinden bıçaklamıştı.
- Her saymanın başında bir sıfır vardır Cuma
- Peki sonunda ne vardır Hoca?
13
- Sonsuzluk elbette…
(120)
Cuma bu sonsuzluğu anlayamamıştı bir türlü ve her ne kadar
sayarsa saysın bir türlü sonunu bulamıyordu sayıların. Kalmış ki
ötesi… Fakat hapishaneden çıktıktan birkaç yıl sonra dank etti
Cuma’ya (Zengin bir iş adamının oğlunu öldürürken) Ölüm vardı
elbette tüm sayılardan sonra. Ölüm demek bunca yıl saydığımız
yıllarımızın sonuna gelmek demekti. Ve insanlar bu sona yaklaştıkça,
bir sayı daha yukarı çıktıkça seviniyorlardı. Cuma bir bakıma
insanları bu en son sayıya daha hızlı yaklaştıran bir elçiydi. (124,
son)
Cuma, Colt 1911’ini yani “Yadigar”ı, hayatında bir rakam olarak da
kalabilecekken bir ismi olan yegane şey olan silahını, kontrol etti. 2
şarjör, 14 mermi. Evden çıktı ve durağa doğru yürümeye başladı. (1,
2, 3, 4…)
2 gece önce (Eleni)
Eleni, Kerim’e yüzünü dönmeden seslendi,
- Baştan
- Eleni Hanım…
- Baştan dedim. Tekrar izleyeceğim
- Siz buyurun, bari ben çıkayım...
- Hayır gerek yok. Hem olan ortada. Şimdi çıksan ne yazar?
Baştan…
Kerim isteksizce kumandanın tuşuna basıp, başını öne eğdi. Eleni
kaşlarını çatmış gözlerini hiç ayırmadan ekrana bakıyordu.
Kamera başta bir apartman dairesinde geziyor ve sadece Fatih’in
sesi duyuluyordu. Ardından bir etek ve iki bacak giriyordu kadraja, bir
kadın sesiyle beraber. Kameradan çıkan bir el, kavradı kadının belini.
Sonra yukarı çıktı kadraj. Bir süre, bir bluz içinde iki meme göründü
ekranda sadece. Bir erkek ve bir kadın sesi, gülüşüyor ve
şakalaşıyordu. Sonunda ise bir yüz göründü. Eleni tiksintiyle baktı
ekranda kendi yüzüne. Bu noktadan sonra kameranın bakış açısı
sabitleniyor ve olaylar çok daha hızlı gerçekleşiyordu. Önce
dudakların birleşmesi, eller geziyor vücutlarda, fısıltıyla söylenen
sözler, eteğin altına doğru uzanan bir el... Eleni’nin kameraya dönen
yüzü ve iç geçirerek bir inleme bıraktığı yerde duruyordu kaset. Eleni
14
oturduğu koltuktan kalkıp elindeki nota baktı. Özensizce yazılmış bir
“devamı bende”
Eleni dvd oynatıcıya giderek cd’yi makinen çıkardı ve 4’e kırdı.
Parçaları Kerim’e doğru atıp “Yakın şunları” dedi. Kerim aceleyle
yere düşen parçaları toparladı ve kapıya yöneldi.
- Sen gitme, ver Haşim’e halletsin. Kal sen. Konuşmamız lazım.
- Nasıl isterseniz Eleni Hanım. Haşim!
- Buyur ağabey!
- Al şunları. Yakın bir güzel külü bile kalmasın, anladın mı?
Göreceğim daha sonra.
- Emrin olur ağabey.
Haşim geldiği hızla kayboldu kapıdan. Kerim tekrar Eleni’ye dönerek,
- Aklınızda ne var Eleni Hanım?
- Bana birkaç adam bul. Gitsinler, dövsünler bu iti! Alsınlar ne kayıt
varsa getirsinler.
- Başkasına gerek yok Eleni Hanım ben yaparım.
- Biliyoruz senin yaptığın işi. Hayır, senin gitmeni istemiyorum. İş
bizim üstümüze kalmasın sonradan. Bul birkaç adam, girsinler,
bilgisayar, telefon, hard disk ne varsa alsınlar. İyice de dağıtsınlar
bu iti, hastanelik edene kadar dövsünler öyle sizin gibi değil.
- Eleni Hanım ama…
- Ne aması! Yok ama falan! Ayarla olsun Kerim, uzatma!
- Eleni Hanım yapmayın lütfen bu herif öyle boş herif değil.
- Ne demek şimdi bu?
- Size daha önce söyleyememiştik ama bu herifi hap map satarken
görenler var bizim çocuklardan
- Yok artık!
- Maalesef Eleni Hanım
- Ulan ona değil size yok artık! Bunca zamadır adamla birlikteyim
ulan insan söylemez mi böyle bir şeyi bilirde?
- Ama Eleni Hanım…
- Kes Kerim. Dediğim gibi hallet şu işi. Adamları önce bana getir.
Sana da güvenemeyeceğiz artık anlaşılan.
- Hayır Eleni Hanım bana her zaman güvenebilirsiniz konu o
değil…
- Hay konuna Kerim! Çıkar artık şu baklayı ağzından, ne var?
15
- Fatih öyle basit bir torbacı da değil. Pres diye bir herif var, Rus.
Onun malını satıyor.
- Eeee?
- Ee’si şu ki Eleni Hanım bu adamlara bulaşmaya gelmez.
- Napayım peki Kerim? Bırakayım da herif bu kaydı tüm dünyaya
yaysın da beni rezil mi etsin?
- Konuyu babanıza açsak o nasıl davranmak gerektiğini bilir.
- Ne diyorsun sen ya? Babam bu heriflerin ne olduğunu biliyor yani
öyle mi?
-…
- Öyle mi dedim?
- Evet, Eleni Hanım.
- Ve göz yumuyor bu heriflerin burada cirit atmasına?
-…
Eleni bu son sessizlikle cevabını almıştı. Hiçbir söz etmeden tekrar
yerine oturdu. Eteğini düzeltti.
- Kaç kişi var böyle?
- Nasıl Eleni Hanım?
- Torbacı olarak diyorum, kaç kişi var?
- 8-9
- Her zaman gelirler mi?
- Özellikle Cuma ve haftasonu akşamları
- Atsak hepsini
-…
- Anladım.
- Ne yapalım istersiniz?
- Sen dediğim gibi adamları bul önce. Yarın işi halletmeye hazır
olsunlar. Ben babamla konuşurum.
- Emin misiniz Eleni Hanım
- Sen dediğimi yap Kerim!
2 gece önce (Ahmed)
- Hııhhhh!
16
Ahmed bir yandan maymuncuğu var gücüyle çevirirken, bir yandan
da omzuyla kapıya abanıyordu.
- Şimdiye kadar açılmış olması lazımdı.
- Polis buradaymış abi belki onlar yapmıştır bir şeyler kapıya.
Ferit kesti Cemil’in lafını
- Ulan ne yapacak polis kapıya? Kilidi güçlendirecek değiller ya…
- Ulan bir susun amınakoyim iş yaptırmadınız bir türlü.
Ahmed “Ne yapacağım bu çocuklarla” diye düşündü. “Daha iş
üstünde çenelerini kapalı tutmayı bile bilmiyorlar. Belki de Hilmi
dayıya kulak vermek lazım. Bir yere gelebileceğimiz yok bu
boktan işlerle. Ama Cihat denen bu ite gününü göstermeden
olmaz. Ne yaptı acaba ibne de Polis mekanı kapatmış böyle?”
Klik!
Ahmed başını hafifçe çevirip arkasındakilere baktı. “Şşşş…”
Yavaşça ittirdi kapıyı maymuncuğu yerinden çıkartırken. İki el
feneri hafifçe aydınlattı, karanlık evi. Modern tarz mobilyalar, her
boş alana koyulmuş ahşap ve egzotik süs eşyaları ile döşenmiş
bir salona girdiler. Ahmed ilk anda neden orada olduğunu
unutarak “5 para etmez” diye geçirdi içinden süs eşyaları için.
Sonra kendine geldiğinde çocuklara döndü. “Siz salonu didikleyin
ben yatak odasına bakıyorum” diye fısıldadı. Yatak odası da
salon kadar darma dağınıktı. Yerde elbiseler, dolaptaki kutular
yerlere saçılmış ve içindekiler dağılmış. Birkaç parça eşyanın
altını kontrol etti önce. Ardından komidin çekmeceleri, balkona
açılan kapıdan boğazı seyretti birkaç saniyeliğine. “İşte anca
böyle adamlar oturur, böyle evlerde amınakoyim.”, diye düşündü.
Küfür kesmeyince, ana diline döndü birkaç küfür daha saydırdı
düşmanı saydığı bu adama ve onunla birlikte, kendisinden daha
berbat işlere bulaşıp daha zengin hayatlar süren insanlara.
“Çıkmayacak buradan bir şey” diye geçirdi içinden sonunda.
Çocuklar da yanına geldiler. Ev boştu, her anlamıyla…
Ahmed’in hadi anlamında bir işaretiyle hep beraber dışarı
yöneldiler. Kapıdan çıkmak üzerelerken Ahmed’in cep telefonu
titremeye başladı. Elini kaldırarak dur işareti yaptı yanındakilere.
İçeride dışarıdakinden daha rahat konuşabileceğini düşünerek
açtı telefonu.
- Alo
- Ahmed sen misin?
- Benim, sen kimsin?
17
- Kerim ben.
- Hangi Kerim?
- Kenarcı’daki Kerim
- Cihat’ın adamı değil misin lan sen? Ne işi var benim telefonumun
sende
- Arap, hele dinle bir.
- Sen dinle lan asıl! Patronun olacak o ite söyle evindeyim şimdi.
Zikicem onun ecdadını.
- Biraz daha susmazsan seni de onun peşinden yollarım. Kendin
dersin derdini tahtalı köyde herife. Mal mısın oğlum dinlesene iki
dakika!
- Ne diyon lan?
- Cihat öldü oğlum! Eğer gerçekten evindeysen…
- Ne demek lan öldü?
- Öldü işte amınakoyim. Mort oldu, nalları dikti, tahtalı köyü boyladı.
Öldü herif! Sıktılar beynine gitti.
Ahmed ne diyeceğini bilemeden öylece susup kaldı telefonun diğer
ucunda.
- Orada mısın?
- Buradayım
- Şimdi dinle beni. Harbiden Cihat’ın evinde misin?
- Evet
- Lan gözetliyor polis orayı nasıl girdin?
- Sana ne amınakoyim! Girerim ben, sizin gibi iki polis var diye
basıp dönmeyiz.
- Tamam dinle. Yatak odasında kutular içinde dosyalar kağıtlar
olması lazım. Eğer hala oradalarsa onları al bana getir. Fiyatı
neyse öderiz.
- Parası hallolur da kalmamış bir şey burada polis toplamış burayı
- Hassiktir.
- Nasıl olmuş?
- Ne nasıl olmuş?
- Cihat nasıl ölmüş?
- Senin elemanları da al Kenarcıya gel. Hem olanları konuşalım
hem de sana bir iş var onu anlatırız.
18
Ahmed gönülsüz bir “peki” dedi. Yanındakilere tekrar yürüyün işareti
verdi. Kapıyı yavaşça açtı tekrar apartman koridoru boştu. Hızlı ama
pür dikkat indi merdivenlerden, apartmandan çıkmadan önce bir iki
dakika kontrol etti sokağı polis var mı diye. “biz öyle iki polis var diye
basıp gitmeyiz”. Etrafta polis göremiyordu. Sokağa çıktıklarında bir
sigara yaktı.
- Şimdi napacağız ağabey?
- Şindi napacaaaz aabiii? Yürü işte!
Ferit:
- Abi bu herifi kovalayacağımıza bir eve falan gireydik. Biraz para
görürdü cebimiz.
Düşündü Ahmed, “Eve girsek evde televizyon olur, bilgisayar olur,
altın gümüş olur belki kristal takımlar bile olabilir.”
- En azından biraz para yapardık abi. Simsardan bir haber çıkmadı
daha.
Ahmed önemsemedi Ferit’i devam etti düşünmeye “Ortaköy’de
denize bakan bir eve girdik. Hadi altını gümüşü geçtim, ne
televizyon, ne bilgisayar… Hiçbir şey yoktu evde.”
- Ne yapar lan polis ölü adamın televizyonunu, bilgisayarını, diye
birden sesli konuştu daha sonra
- Hangi ölü adam abi?
- Bizim adam ölmüş.
- Cihat mı?
- Nereden anladın ağabey?
- Anlamadım amınakoyim Kerim söyledi telefonda.
Cemil:
- O muymuş arayan?
- Yok ebenmiş! Kerim duştaymış, eben aramış!
Fırat:
- Nasıl olmuş peki?
- Öğreneceğiz bakalım. Bir de iş var diyor, sonunda bir şeyler
çıkartırız belki.
19
2 gece önce (Kamil)
- Çömez 2 bak bir yanıldıysan… Oyarım lan seni!
- Hayır amir… Aman, komiserim! Eminim, kesin birileri almış
dosyaların bazılarını.
- Nereden biliyorsun?
- Komiserim dosyaları aldığımızda ilk başta fazla dikkat etmemiştik
ama meğer hepsi alfabetik sıraya göre diziliymiş
- Eee?
- Eee’si komiserim N ve P harflerinin ikisi de yok.
- Hmmm… Belki herifin o harflerle başlayan kaydı yoktu?
- Komiserim bırakın normal harfleri Q’su, W’su İngilizce harfleri var
hatta Ğ ile başlayan kayıt bile var ama N ve P yok.
- Anladım, peki nerede bu kayıp dosyalar?
- Bilgisayar neredeyse ordadır komiserim.
- O niye?
- Şöyle ki, eve giren adamlar dosyaları ya bir şeyleri araştırmak ya
da bir şeylerin üstünü örtmek için çalmışlardır, zira hepsinde kişiler
ve mekanlar hakkında bilgiler var. Bu tarz bilgiler aynı zamanda
kolaylıkla bilgisayarda da saklanabilir.
- Aferin lan Çömez 2
- Ama komiserim hala bir sorunumuz var.
- Neymiş o?
- Ne dosyaları, ne de bilgisayarı kimin aldığını bilmiyoruz.
- Yakında Mobese veya güvenlik kamerası olan bir dükkan falan
yok muymuş?
- Var komiserim ama adamları nasıl tanıyacağız ki?
- Oğlum sen az önce kendin dedin işte. Bilgisayar taşıyorlarmış işte
evden çıkarken. Elinde bilgisayar gezen herkesin eşgalini
çıkarmaya çalışacağız. Ayrıca kapıda duran elemanları da bir daha
arayın bakalım gelen giden olmuş mu bana da bağlayın sonra.
Hadi bakayım Çömez 2 göreyim seni.
Ziya fırladı masadan. Sonra geri döndü.
- Önce nöbet bekleyen arkadaşları mı bağlayalım komiserim?
Kamil eliyle hızla alnına vurdu ve kısa bir süre öylece bekledi.
20
- Ulan iyi ki iki dakika övdük şurada seni. Sen git kamera
kayıtlarına bak, ben bulurum elemanları tamam.
Ziya başını öne eğip ayrıldı. Kamil cep telefonunu açıp Nevin’i aradı.
Telefon ikinci çalışta açıldı.
- Alo canım? Nasıl oldu Esma?
- Hala ateşi var babası. İlaç verdi doktor, onları alacağız, şimdi eve
gidiyoruz. Yatıracağım eve varır varmaz
- Tamam, beni haberdar edin olur mu aklım sizde kalır yoksa.
- Tamam Kamil veririm sana haber, yalnız…
- Yalnız ne?
- Doktor bayağı tuttu Kamil.
- Tamam canım ne yapalım artık. Hastalık bu.
- Testler falan…
- Tamam Nevin, yapacak bir şey yok. Yeter ki Esma iyi olsun.
- Tabii canım önce onun sağlığı tabii… ama söylüyorum yine de
işte… ilaçlar da tutacak şimdi
- Tutsun Nevin ne yapayım? Ne kadar tuttu hastane?
Yan masada Nefise balistik laboratuarıyla hararetli bir tartışma içine
girmişti.
- Bakın silah tipi ile ilgili raporu hemen almamız lazım yoksa
ilerleyemeyeceğiz.
- 350 tuttu. Testlerle falan…
- Tamam o toplamıdır. Sigortadan kesmediler mi? Sen ne kadar
ödedin onu soruyorum.
- Kestiler işte, benim ödediğim 350 tuttu şimdi bir de ilacı var
bunun.
Kamil’in yüzü saniyenin onda biri kadar bir süre somurttu ve sonra
normale döndü
- Ne demek mermi sonuçları bir haftaya gelmez?
- Tamam Nevinciğim, sen merak etme ben hallederim para
konusunu meraklanma sen.
- İyi de Kamil ilaçlar…
- Bak bana kardeşim değil en erken 5 gün, yarın desen bile geç,
hemen diyorum sana.
21
- Onları da hallederiz Nevin yeter ki Esma’nın ateşi düşsün. Merak
etme sen.
- Yahu ben mi anlatamıyorum sen mi Türkçe anlamıyorsun. Şimdi
diyorum gerekirse araya alın bu işi önemli bir ip ucunu kaçıracağız.
- Nasıl meraklanmayayım Kamil o kadar para…
- Ben ayarlarım canım benim. Neyse kapatıyorum şimdilik…
- 3 günden önce olmaz diyorsun yani…
- Tamam canım, eve gelince haber ederim sana.
- Haydi dikkat et kendine, aman sana yada oğlana geçmesin.
- Bari sabahtan verseniz akşam olduktan sonra ha 3 gün olmuş ha
4…
- Sen de kendine dikkat et canım.
- Yahu öğlen olsun bari!
Kamil telefonu kapattı. Önündeki radyonun sesini açtı. Ağlayan bir
ses “Ben de özledim, ben de” diyordu.
- Bak vallahi çok acil
Kafasını Nefise’ye çevirmeden seslendi Kamil:
- Nefise! Söyle kızım o elemana, oraya getirtmesin beni, ağzına
sıçtırtmasın, analizini yaptırtmasın bana! Bugün dediysek bugün
işte!
Nefise telefon elinde dilini yutmuş gibi oturuyordu. Bir cevap
gelmeyice Kamil ona dönüp,
- Söyle, bir şey olmaz söyle…
- Komiserim diyor ki…
2 gece önce (Cuma)
Alfabenin 17 ve 19’uncu harfleri üzerine toplam 42 dosya. Hepsi
toplam 93 sayfa (yarım olan 8 sayfayı da tam sayarsak 97). Bu 97
sayfa içinde (veya 93) Nahzimat veya Pres kelimerinin geçtiği 19
başlık (toplam 489 başlık içinden). Ve bu 19 başlığa bakılırsa Press
Baba hiç kimsenin umduğu kişi değildi. Bilgisayar kayıtlarında ne
vardı bilmiyordu Cuma, makinelerle arası iyi değildi, Yadigar hariç.
Okuyabiliyordu ama, çok şükür. “19 başlık bir insanın hayatını
anlatmak için yeterliymiş demek ki” diye düşündü.
İsim: Dmitri Ivanovic
22
Doğum: 1932 Stalingrad
Anne: Ev Hanımı
Baba: Çiftçi
Kardeş: Askerde koğuş kavgası sırasında ölmüş
Kısa hayatı: Rusya’da silah fabrikasında pres operatörü (Haaa!).
İkinci dünya savaşı çıkınca asker olamamak için Türkiye’ye kaçış.
Türkiye’ye yerleşme. MIT ile bağlantı. Karşı istihbarat biriminde uzun
yıllar süren çalışma. MIT’den ani kopuş.
“19 başlık kaç sayfa sürüyor acaba?” diye düşündü Cuma.
Oğul odaya girdi.
- Ne işin var senin burada?
- Hiç oturuyorum.
- Dosyaları neden bizim çocuklara vermedin?
- Bir bakayım dedim
- Dosya getir dedik evi soymaktan beter etmişsin. “Birkaç adam
yolla” deyince dosyalar fazla geldi herhalde dedim meğer adam evi
yükleniyormuş. Hadi bilgisayarı anladım televizyonu neden aldırdın
elemanlara?
- Yeni televizyonlardan beyim. Bunlar internete falan giriyor. Belki
onda da dosya vardır dedim.
- Senin işin değil bunları düşünmek. Sen ancak tetik çekmeyi
bilirsin.
- Ama hırsızlık yapmayı da öğrendim sayenizde beyim.
- Kes lan! Bir de dalga geçiyor.
- Pres Baba nasıl?
-…
- Kötü mü hala?
- Evet, kötü
- Görsem, konuşsam bir…
- Olmaz dinlenmesi lazım
- Çok kısa…
- Olmaz uzatma! Mehmet Karaoğlu’nun adamları bizim
elemanlardan birini dövmüş. Git kimse bul, haddini bildir.
- Tamam bir kurşuna bakar.
- Öyle değil salak! Korkut herifi yeter!
- Pres Baba bizim kabadayıları yollardı birini silkelemek lazım
olunca
23
- Ben seni yolluyorum git hallet. Önce bizim elemana uğra ismi
Ferit mi Fatih mi neydi. Ne kadarını okudun bunun.
- Rusya’da pres işletirmiş, Pres baba onu okudum en son
Oğul şüpheyle karıştırdı kağıtları
- İyi neyse, haydi git şimdi. İş bitince haberdar et beni.
- Peki beyim.
Cuma arkasına döndü ve kapıya doğru yürümeye başladı.
Arkasından 11 dıt sesi ve sessiz bir “Alo” duydu.
1 gece önce (Eleni)
Eleni, derin bir nefes aldı ve kapıyı itti. Mehmet Karaoğlu’nun ofis
olarak kullandığı odasına her girdiğinde Eleni, odanın solunda duran
ve tüm duvarı tavana kadar kaplayan kitaplıktan kafasına kocaman
bir kitap düşeceğini ve bu kitabın altında kalarak öleceğini
düşündüğü küçüklük yıllarını hatırlardı.
Hep bu odada yemişti azarlarını. Okulda yaramazlık yaptığında,
Tiyatro veya Sinema tercih etmeyi istediğini ailesine ilk söylediğinde,
ailesi ilk kez bir erkeği öptüğünü öğrendiğinde (gerçi bunda daha
fazlası da olduğu için kendini şanslı saymıştı)…
Ama Çevre Ekonomisi kazanınca da babası herhalde bu adada
alınını öpmüştü “Hatırlayamıyorum tam”
Kocaman ahşap masa, hangi ağaçtan yapıldığını aklında tutamazdı
hiç, çocukluğunda boyundan uzunken ve oradan babasını
göremezken şimdi masadan uzun olmasına rağmen göremiyordu
babasını. Bu masanın başına oturmuş takım elbisesi hala ütülü,
kravatı bir santim bile gevşememiş ve kağıtlarından başını kaldırıp
yüzüne bile bakmayan bu adam “baba” olabilmeyi başaramamıştı
Eleni’nin gözünde. Ancak büyüyünce anlamıştı bunu ve artık bu
güveni tekrar tesis edebilecek hiçbir kuvvet yoktu.
Kafasını kaldırmadan sordu babası,
- Erkenden gelsin demiştim çocuklara, saat kaç oldu neredesin?
Eteğinin pilelerine gitti Eleni’nin elleri
- Kulübün işi 7’de ancak bitti. Konuşmadan önce uyumak istedim
biraz
- Koskoca kadın oldun hala bir tutam aciliyet duygun yok.
- Baba lütfen başlama yine…
24
- Ne? Yalan mı? Acil bir konu olabileceği gelmedi bile aklına öyle
değil mi?
- Baba altı üstü uyudum biraz ve geciktim. Hem sen ne zamandan
beridir acil konuları benimle tartışır oldun ki?
- Böyle yaparsan nasıl konuşayım ki zaten. Biraz uyumuşmuş.
- Offf…
- Ben çağırtmasam elbette gelip ne oldu, ne bitti haber
vermeyeceksin de!
- Hayır! Bugün ben de konuşmaya gelecektim seninle, sen erken…
- Tabi şimdi burada bunu söylemek ne kadar kolay değil mi? Hala
bir Karaoğlu sorumluluklarını nasıl taşır bilmiyorsun.
- Her şeyi yapıyorum kulüp düzgün işlesin, kar etsin, ayakta kalsın
diye. Her şeyi! Son insan çekip gidene kadar kalıyorum başında
işlerin. Her şeyiyle özel olarak ilgileniyorum. Sense hala
sorumluluklarımı bilmediğimi söylüyorsun baba. Daha ne yapmam
lazım?
- Daha ne yapman lazım öyle mi küçük hanım?
“Küçük hanım” demek, Eleni’nin Çin’den özel olarak gelmiş seramik
bir vazoyu kırması demekti. “Küçük hanım” demek, çuvalla para
verilen yeni Piyano öğretmeninin istifa edecek raddeye gelmiş olması
demekti.
“Küçük hanım” demek, özenle sakladığı sevgilisinin ortaya çıkmış
olması demekti.
- Yine ne yapmışım baba?
- Bir de ne yapmışım diye soruyor bak! O kadar habersizsin ki
durumundan.
- Baba ne oldu söyler misin?
- Nereden başlasam ki? Yaptıklarından evvel yapmadıklarından
başlayalım istersen
- Haydi bakalım yine nasıl ulvi bir işi unuttum acaba?
- Durumun vahametini bilmeden hala dalga geçiyorsun!
- Tamam sustum.
- Evet sus artık! Zıvanadan çıktın iyice! Hiçbir şeyden haberin yok
kulüpte olan! Polisler Cihat hakkında bilgi toplamaya geliyorlar,
Hakan olmasa kimse tutup bunlar ne arıyor burada demeyecek. Ne
sen, ne de adamların olacak fütursuzlar.
25
- Polis mi ne za…
- Kes dedim Eleni! Senin çocukça patronculuk oyunlarına
tahammülüm kalmadı artık
- Baba ama…
- Tek bir laf duymak istemiyorum bu konuda. Bir de adam
dövdürüyorsun kulüpte. Ayyuka çıktı yaka paça dışarı taşıttığın
herifi nasıl dövdükleri. Hakan olmasa nasıl toparlayacaktık durumu
haberin yok!
Eleni sımsıkı kapattı dudaklarını. Masanın karşısında cezalı bir
öğrenci gibi ayaktaydı hala. Pilelerine dokundu İskoç kaşmiri
eteğinin.
“Oysa siz babacığım. Siz… Mehmet Karaoğlu. Annemin neden
öldüğünü de bilirsiniz. Siz… Kulüpte satılan uyuşturucuyu da
bilirsiniz. Hatta, fiyat listesi masanızın çekmecesindedir belki. Cihat
niye beni öldürmek istedi onu da bilirsiniz belki? Ve nasıl öldü onu
da. Bana söylmezsiniz elbet, siz en iyisini bilirsiniz.”
Senelerdir içinde tuttuğu her şeyi yüzüne vurmak istedi babasının.
Senelerdir biriktirdiği ama yapamadığı tüm konuşmaları yapmak
istedi babasına karşı. Bu isteğini bir gün sonra yapabileceğini hiç
düşünmemişti maun masanın karşısında aklından bunlar geçerken.
“Evet hatırladım maun’du masa”.
Sımsıkı kapattığı dudaklarından bir,
- Beni hiç anlamıyorsun, çıktı istemsizce.
- Ya! Evet kızım, kimse seni anlamıyor. Nasıl anlasın bizim gibi
faniler, yüce Eleni Karaoğlu’nu
-…
- Gitme artık kulübe boşuna. Hakan halleder orayı.
- Peki baba.
Telefon çaldı. Mehmet Karaoğlu acelesiz ve sinirli değilmişçesine
kaldırdı ahizeyi.
- Karaoğlu
-…
- Nereden bulmuşlar?
-…
- Niye şimdi haberim oluyor bundan?
-…
26
- Size çuvalla para veriyoruz her ay böyle şeyleri başlamadan
bitirin diye
-…
- Dur bir dakika!
-…
- Bu önemli bir konu bana biraz izin ver tekrar konuşacağız.
- Peki baba
Eleni çalışma odasından ağır adımlarla çıktı. Kapıyı arkasından
kapattı. Derin bir nefes aldı tekrar. Gözlerini karşıya dikerek ifadesiz
bir yüz takındı ve yürümeye başladı. “Sağol baba. Bana kararlılığı
öğrettiğin için sağol. Zor yolla da olsa”. Cep telefonunu açıp
numarayı çevirdi.
- Buyrun Eleni Hanım
- Geldiler mi?
- Gelmek üzereler
- Güvenebilir miyiz?
- Bu işi halledecek kadar
- Peki ben de yoldayım kulüpte görüşürüz.
- Eleni Hanım babanız?
- Babamı karıştırma Kerim, ben konuştum konuşacağımı onunla.
Eleni cevap beklemeden kapattı telefonu. Arabaya bindi, “Kulübe
gidiyoruz” dedi şoföre. Cama sabitlediği gözlerinin önünden hızla
geçerken dışarıdan görüntüler, o sadece pileleri ile oynuyordu.
1 gece önce (Ahmed)
Ahmed ayağa kalkıp volta vurmamak için zor tutuyordu kendini. Oysa
bu oda, o kadar dardı ki o da ayağa kalkarsa kimseye kıpırdayacak
yer kalmayacaktı. Fırat’la Cemil’in izbandut gibi korumaları
gördüklerinden beri ağızları açılmamış, tek kelime etmemişlerdi.
“Kerim denen iti görüp de tırsmayan, ya delidir ya da aptal”. Haşim’i
gözden geçirdi baştan aşağı “Su katılmamış ayı! Kerim en azından
konuşmayı bilir. Bunu bıraksan, nefes almayı unutur bu”. Dizini
yukarı aşağı sallamaya başladı Ahmed.
- Bir saattir bekliyoruz amınakoyim
- Ne var? Ne diyon?
- Bir saattir bekliyoruz diyorum. Ne zaman gelir Kerim geri
27
- Gelir birazdan. Hanım gelince gelir
“Ben senin de, hanımının da, Kerim’in de…” diye sövmeye başladı
Ahmed Arapça
- Ne diyon lan?
- Dua ediyorum, dua. Seni ne diye diktiler buraya?
- Başka yere gitmeyin diye
- Lan nereye gideceğiz. Çekip gidecek olsak baştan niye gelelim?
- Tamam kes!
- Ulan bari kapıyı aç! Kıçım kadar oda, ne pencere var ne birşey
bari hava girsin biraz
- Bi’şey olmaz
- La havle ve la kuvvete!
Küçücük odada bir süre daha beklediler. Bir süre sonra Haşim sol
elini çok gizli kulaklığına götürdü
- Tamam ağabey getiriyorum… Kalkın haydi, gelmiş hanım.
Ferit ve Cemil uslu çocuklar gibi kalktılar yerlerinden ve Haşim’i takip
etmeye hazır beklediler. Ahmed inadına yavaş, önce dizlerine vurdu
iki elini sonra oradan destek alarak ağır ağır katlı ayağa ve kendini
zorlayarak esnedi. Haşim’ sinirli sinirli kendisine baktığını görünce
gülümseyerek,
- Haydi bakalım, dedi
Kapı açılır açılmaz müzik sesi hem odayı, hem de kulaklarını
doldurdu. Karanlığın içinde insanın gözünü kamaştırarak yanıp
sönen ışıklar ve gürültü yüzünden, nereye gittiklerini kestiremiyordu
Ahmed. Bir koridorun sonunda sola döndüklerinde, Haşim’in yukarı
doğru yükseldiğini görmese fark etmeyecekti merdivenleri.
Merdivenlerin sonundaki kapıdan girdiler ve hepsi birden ışıktan
kamaşan gözlerini kırpıştırıp etraflarını çözmeye çalıştılar. Bir önceki
odaya göre daha ferah ve köşedeki küçük bir pencereden sokağın
seslerinin duyulduğu bir odaya girdiler. Ufak, cam bir masanın
önünde duruyordu Kerim. Ahmed ve çocuklara masanın önündeki
deri koltuğu gösterdi. 3’ü birden gıcırtılarla oturdular koltuğa.
Hepsinden zaten uzun olan Kerim buradan bakınca iyiden heybetli
bir adam oluvermişti. “Tepeden bakıyor bize züppe köpek”. Sinirle
sokacak laf aradı Ahmed.
- Şöyle kaliteli bir kırmızı gömleğim olmadı hiç, diyebildi sonunda
28
Kerim, hafif bir sırıtışla dimdik kapıya bakıyordu.
- Daha mı bekliyeceğiz amınakoyim
Kerim aynı sırıtışla ve hiç istifini bozmadan kapıya bakıyordu hala
- Başka işin mi var? Hah! İşte Eleni Hanım adamlarımız bunlar.
Ahmed’in adını koyamadığı bir koku geldi önce. Sonra topuklu
ayakkabıların sesi ve en sonunda orta boylu, kahverengi saçlı, biçimli
bacakları ve dolgun hatlarıyla bir kadın geldi. Hiç konuşmadan
masanın arkasına geçip oturdu. Bacak bacak üstüne atıp pileli
eteğini düzeltti.
Hilmi dayının kızı Gizem bir “kız”dı elbette. Biraz naif, biraz oynak,
biraz çocuk… Oysa karşısında duran insan her şeyiyle bir kadındı.
“İnsana en akıl almaz günahları işletebilecek bir kadın. Kendine gel
oğlum Ahmed! Yakacaksın hem kendini hem çocukları”
Ahmed tüm ciddiyetini takınarak girdi lafa
- Eeee… Gel dediniz geldik
- Hayır, geldiniz çünkü iş ve onun da ucunda para var, diye karşılık
verdi kadın.
- Sadece o değil hanım abla, bu herifin anlatacakları da var bize.
Kerim’in yüzünden sırıtışı silindi birden. Kadın kollarını masaya
dayayıp öne doğru yaslandı
- Neymiş anlatacağı?
Ahmed’in gözü bir anlığına kadın’ın üzerindeki gevşek gömleğin, açık
üst düğmesinin ortaya çıkarmaya karar verdiği dekolteye takıldı.
Sonra devam etti
- Cihat, Cihat’ın nasıl öldüğünü anlatacak bize.
Kadın geri çekildi hemen.
- Tanır mıydın Cihat’ı?
- Tanımak mı? O ibne yüzünden az daha bok yoluna gidiyorduk
hanım abla. Ölmemiş olsa ben kendi ellerimle gebertirim iti.
- Eee… Niye merak ediyorsun ki o zaman, kim nasıl öldürmüş, ne
fark eder? Öldü işte.
- Anlamadın herhalde hanım abla. Biz bu herifle çalışıyorduk. Bir
önceki işte yakalanıyorduk it oğlu it yüzünden. Eğer peşinde birileri
varsa biz de bilelim ki kendimizi garantiye alalım.
- Kerim ne biliyormuş ki, size ne anlatacakmış?
29
Genç kadın Kerim’e döndü, uzun beyaz boynu açıldı bu dönüşle.
“Allah belanı verecek Ahmed, Allah belanı verecek… Öyle deme
essah olur. Nereden tanıyorum lan ben bu kadını?”
Kerim mektepte duayı unutan çocuklar gibi sıkıldı. En sonunda,
- Eleni hanım, bunu daha sonra özel olarak konuşsak.
- Ben anlamam telefonda anlatacağım dedin anlatacaksın Kerim
efendi.
- Senin lafınla değil aptal Arap. Sus sen…
- Kerim bu heriflere anlatacağım dedin mi demedin mi?
- Inkar ederse şerefsizdir, Allahıma dedi.
- Dur bir dakika sen.
- Eleni Hanım…
- Cevap ver Kerim.
- Evet dedim
- Anlat o zaman da hep beraber dinleyelim
- Pekala. O zaman biraz geriden başlamam gerekecek. Cihat
bildiğiniz üzere çok kısa bir sürede babanızın sağ kolu denecek
kadar yakınlaşmıştı babanıza. Bunun en önemli sebebi Mehmet
Bey’in kendisine duyduğu güven olduğu söylenirdi hep. Artık sizin
de bildiğiniz gibi Kenarcı’da farklı işler de dönüyor…
“Ulan cümle alem biliyor Kenarcı denen bok çukurunda nelerin
döndüğünü. Saf mı lan bu kız?”
- … Cihat bu işler için pek çok bağlantı buldu. Pek çok insanı
Kenarcı’ya bu anlamda müşteri yaptı. Sadece bu olsa bir nebze…
Aynı zamanda Mehmet Bey’in rakipleri hakkında da çok önemli
bilgiler getirdi. Öyle ki herkesin ağzı açık kalırdı. Buraya kadar her
şey, klüpteki herkesin az çok bildiği şeyler.
“Ulan vallahi saf çıktı hatun, gözlere bak faltaşı”
- Fakat bundan sonrasını öğrenmek için eşelemek gerekti. Ben de
biraz uğraşıp birkaç kişiyi silkeledim. Hikayeni kısası, bizim Cihat
denen adam meğerse sivil polismiş.
- Yok ebenin amı!
Ahmed konuşmamış adeta bağırmıştı. Tüm odaya bir sessizlik çöktü.
Ahmed hayatında ilk kez yerinde bir küfrün garip karşılandığı bir
ortamda buldu kendini. Kerim ve kadın dik dik ona bakarken,
30
vücudunda sıcak bir dalganın boynunda yüzüne doğru hareket
ettiğini hissetti ve esmer suratının kızarıp kızarmadığını merak etti.
- Esas görevi Mehmet Bey ve ortakları hakkında bilgi toplamakmış
fakat anladığım kadarıyla uzun bir zaman sonunda kendisi de pek
temiz kalamamış. Söylentilere göre hakkındaki delilleri yok etmek
karşılığında, Mehmet Bey’den yülü bir meblağ istemiş. Mehmet
Bey yanaşmayınca da…
- Yanaşmayınca ne?
- Sizin Cihat’la yaşadığınız durum aşağı yukarı bu zamana denk
geliyor.
“Hassiktir! Demek bu hatun, o hatundu! Dedim essah olur diye, şimdi
buldun belanı Ahmed”
- Vay amınakodumun aynasızı, vay! Oyuna getirmiş cümlemizi
ama neyse cezasını bulmuş.
- Bunları şimdiye kadar neden bana anlatmadın Kerim?
- Tüm bunları ben de yeni öğrendim Eleni Hanım, size
anlatacaktım ama…
- Ama ne?
- Babanız…
- Öyle olmasa şaşardım zaten. Merak etme anlattıklarını ona haber
edecek değilim. Başka bir şey var mı?
- Cihat’ın bir de ortağı var. Babanız onun da araştırılmasını istedi.
- Tamam bunları sonra konuşuruz. İşimize bakalım.
Kadın tekrar Ahmed’e döndü ve koltuğa yaslandı.
- Sizden bir adamdan bir kayıt almanızı çalmanızı istiyorum.
Bilgisayar veya CD’deki bir kayıt.
Ahmed elinden gelen en rahat tavrıyla
- Kimmiş bu zat?
- Ferit diye bir herif, keşin teki.
- Ne var kayıtta?
- Orası beni ilgilendirir
- İyi de hanım abla bilmezsek nasıl anlayacağız istediğin şeyin ne
olduğunu?
- Herifi bir güzel benzetir öğrenirsiniz.
- Abla sen karıştırdın bizi. Biz basit hırsızlarız kabadayılar değil.
31
- Herifi bir güzel döveceksiniz ve kaydı alacaksınız. Parası da
neyse vereceğim.
- Peki diyelim benzettik herifi bir güzel. Verdi bize uyduruktan bir
şey yolladı, ne bilelim biz doğru şeyi mi aldık ne yaptık?
- Kaydı izler anlarsınız. Ben varım kayıtta.
- Sen mi? Haaa şimdi anlaşıldı…
Kerim sinirle girdi araya,
- Ağız burun yapma, dağıtırım ağzını burnunu
Ahmed bilmiş bir hava takınmaya çalıştı bu sefer,
- Arkası markası var mı bu herifin? Kimdir nedir bilmeden zor bu iş
hanım abla?
- Sizin arkanızda ben varım merak etmeyin. Basit bir torbacıyla
başa çıkabilirsiniz herhalde.
- Oooo… Abla ne yaptın. Torbacı dediğin kesin kalın enselinin
birine çalışır…
Ahmed, Fırat’in yanında diziyle dizine vurduğunu hissetti.
- 10.000 Lira kayıtları alıp adamı hastanelik edip çıkacaksınız.
- Yok hanım abla olmaz bu iş
Kerim tekrar girdi araya,
- Naz yapma!
- Vallahi olmaz
Kadın,
- 15.000
Fırat öksürdü hafif. Ahmed devam etti
- Abla parasından değil, başımız belaya girer vallahi. Zaten Cihat
denen itin yüzünden kendimizi düzlüğe çıkaramadık daha. Böyle
heriflerin arkası sağlam olur.
Fırat hala dürtüyordu Ahmed’i, Cemil ağzı açık pazarlığı izliyordu.
- “Arkadaşın pek öyle düşünmüyor gibi”, diyerek güldü kadın.
“20.000, bu da son ya yapın ya da defolun gidin”
Ahmed birden, Fırat’ın yerinden yay gibi fırladığını gördü.
32
- Ne gitmesi abla olmuş bil sen.
- Ne yapıyorsun ibne otur oturduğun yere!
- Tamam mı? Değil mi? Karar verin
- Tamam abla, tamam olmuş say bu işi
- La havle… Olmaz diyorum Fırat.
- Ağabey olur hallederiz. Sen bulaşmak istemezsen biz Cemil’le
gider hallederiz.
“Ulan geri zekalı Fırat, ulan işgüzar, ulan… Ne küfür etsem az şimdi
sana.” Derin bir iç çektir Ahmed sonunda sadece “iyi” diyebildi. Fırat
devam etti
- Yalnız bir miktar avans gerekir tabii abla.
“Ah ulan salak çocuk. Ben bilme sanki hangi iş yapılır, hangisi
yapılmaz. Haberin yok, boka batırdın ki bizi hem de nasıl. Ben Kerim
denen itten kurtulmaya çalışırken geldik mi şimdi herifin oyununa”
- 5000 önden. Paranızı ve herifin adresini Kerim’den alırsınız. Yarın
haber bekliyorum.
- Olmuş bil abla, dedi Fırat
“Abla diyen dilini sikeyim Fırat”. Kadın ağır adımlarla dışarı çıktı ve
Haşim denen koruma tekrar içeri girdi. Kerim, Ahmed’i işaret ederek,
“Sen benle gel. Haşim bu ikisini dışarı çıkar”
Ahmed hiç ses etmeden takip etti Kerim’i, klübün gürültüsü bile
bastıramıyordu düşündüklerini. “Hilmi dayı, ne dedi lan? Ne dedi
sana? Bir gün sokak ortasında ölüvereceksin demedi mi sana? Sen
git hala bu işler peşinde koş. Belanı buldun Ahmed. Ah aptal çocuk
ah!”
Kerim, diğer birkaç adamın oturup bilgisayar ekranından kulübü
izledikleri bir odaya girdi ve bir tepki beklemeden,
- 5000 lira, Eleni Hanım’ın emri.
Parayı sayıp Ahmed’e uzattılar. Ahmed parayı alıp paltosunun
cebine sığdırmaya çalıştı. Kerim alayla,
- Bir saysaydın önce.
- Saydılar ya işte, güveniriz size
- Hah işte şöyle. Adam ol. Niye biliyor musun? Avcumdasın çünkü
artık. İki dudağımın arasındasın Arap. Biliyorum Cihat’la birlikte
çalıştığınızı.
33
- Herkes biliyor amına koyim, dedim ya içerde.
İyice Ahmed’in üzerine eğildi Kerim ve fısıldayarak,
- Eleni Hanım’ı kaçırmaya yardım etmeye çalışıtığınızı da
biliyorum. Ne oldu lan, dilini mi yuttun? Yok mu şimdi akıllı bir lafın?
Tek bir yamuk yap, tek bir laf, hatta ters bir bakışını bile görsem,
Mehmet Beyin haberi olur ve gözünü açıp kapamayamadan
eşekler cennetine gönderirim seni. Adam ol, al şu kartı, üzerinde
telefonum var. İşi halledince ara. Terslik çıkmazsa iyi olur. Senin
açından yani. Bundan sonra tasman bende, bana çalışıyorsun
anladın mı? Yaylan şimdi.
Ahmed geri döndü ve sessizce dışarı çıktı. Cemil ve Fırat kendi
aralarında konuşuyorlardı.
- Oğlum, ya Ahmed ağabey’in dediği gibi arkası sağlamsa herifin?
O zaman ne yapacağız?
- Oğlum öyle olsa bile bizi kim ne yapsın en kötüsü, deriz biz
bilmiyorduk bu karı yaptırdı bize diye yırtarız. Bana da dua et
oğlum, Ahmed’ ağabey’e kalsak kaçmıştı mangırlar elimizden.
Cemil gözüyle işaret etmeye çalıştıysa da Fırat’a anlatamadı. Ahmed
gençtir, çocuktur demedi, Allah yarattı demedi Fırat’ın lafı biter
bitmez omzundan tutup patlattı yumruğu Fırat’ın suratına
- Ulan it! Ulan geri zekalı! Ne yaptın lan sen! Ne bok yediğini
zannediyorsun lan sen! Ulan tam Cihat ibnesinin bokundan
kurtulduk derken, aynı bokun içine gerisin geri attın lan bizi. Köpeği
yaptın lan bizi Kerim denen orospu çocuğunun. Kimdi lan içerdeki
hatun haberin var mı senin?
Haşim tekrar bitti yanlarında,
- Siktirin gidin lan buradan. Ne bok yiyecekseniz başka yerde
yeyin.
Ahmed yakalarından tutup kaldırdı Fırat’ı,
- Bitirdin lan bizi. Yürü geri zekalı yürü anlamıyorsun hala, sanki
ben bilmem hangi iş yapılır hangi iş yapılmaz. Yürü başımın belası.
Şu saatten sonra ya herro ya merro. Battık bir işe ki ancak beraber
çıkarız çıkarsak içinden.
34
Ahmed, Fırat’ı ittirerek ve Cemil arkalarından ne yapacağını
bilemeden takip ederek İstiklal Caddesinde karanlığa karıştılar.
1 gece önce (Kamil)
- Nereden belli dokümanların uydurmaca olmadığı?
- Sayın Savcım, isimleri mekanları, hepsini kontrol ettik birkaç defa.
Son derece tutarlı görünüyor hepsi.
- Tutarlı görünüyor olabilir ama hiçbiri kesinlik göstermiyor. Kafası
çalışan herkes böyle dokümanları hazırlayabilir.
- Fakat sırf böyle dokümanları herkes hazırlayabilir diye delilleri bir
kenara mı atacağız?
- Delil derken? Ben burada sadece kağıt üzerinde laflar görüyorum.
Suç dediğimiz eylem ve niyetle olur. Siz polislere bir türlü
anlatamıyoruz bunu.
- Bakın… Araştırdığımız cinayetle ilgili çok önemli bir durumdan
bahsediyoruz. Eğer maktul tüm bu insanlar hakkında bu tarz
bilgilere sahipse ve bu insanlar da bunu öğrendiyse bu pek ala
cinayet sebebi teşkil edebilir.
- Komiser Bey bu bilgilerin doğruluğunun şüpheli olması bir kenara
maktul’ün bu bilgeleri nasıl ve hangi niyetle topladığı da burada son
derece mühim. Bahsettiğimiz kişi Mehmet Karaoğlu. Toplumda
belirli bir yeri, konumu olan bir kişiyi aslı astarı olmayan, şüpheli
dayanaklarla göz altına almayı hatta onu da geçtim evini aramayı
istiyorsunuz. Deliller kesinlik göstermeden böyle bir şeye izin
veremem.
- Sayın Savcım burada bir ölümden ve bununla bağlantılı olduğu
açıkça belli olan uyuşturucu kaçakçılığından söz ediyoruz. Elimzde
bir kişinin bu suçları işlediğine işaret eden kanıtlar varken bu adamı
sırf “toplumda konumu var” diye görmezden mi geleceksiniz?
- Lafımı çarpıtmayın Komiser! Birincisi cinayete dair bir kanıtınız
yok. Diğer olası suçlar için deliliniz olsa bile, ki dikkatinizi çekerim o
da elinizde yok sadece bu kağıtlar var, bu sizin biriminizin değil
narkotiğin işi. Bu konu benim için kapanmıştır. Arama iznini
vermiyorum, lütfen işinize dönün.
Kamil kapıyı çarpmamak için kendini zor tuttu. Dışarıda Haluk ve 2
çömez bekliyorlardı. Kamil doğrudan merdivenlere yöneldi. Gençler
arkasından hızlıca ona yetişmeye çalışıyorlardı. Kamil dış kapıyı
35
hızla itti. Bir süre arandıktan sonra, paltosunun cebinden bir paket
sigara çıkarttı ve bir tane yaktı. Derin bir nefes çekti. Dumanı soğuk
havada yoğunlaşan nefesiyle birlikte dışarı verirken ağzından bir
mırıltı çıkıverdi,
-…rrrospu çocuğ…
Haluk çömezlerle birlikte dışarı çıktı. Gençlere döndü Kamil,
- Çömez 2! Bak oğlum emin misin dosyalardakilerden?
- Eminim komiserim.
- Haluk, sen biliyor musun bu Mehmet denen herifin adresini?
- Biliyorum komiserim.
- İyi, yürüyün gidiyoruz.
Fırat sordu,
- Komiserim çıktı mı arama emri?
- Çömez 1 tepemin tasını attırma tüm hıncımı senden çıkarmayım.
Yürüyün, hadi...
Haluk’un kullandığı ekip arabası Mehmet Karaoğlu’nun evine
vardığında onları kocaman demir bir kapı, güvenlik kameraları ve bir
ses sistemi karşıladı. Kamil, Haluk’a düğmeleri işaret ederek,
- Bas bakalım evde kimse var mıymış?
Zırrrrrtttt...
Zırrrtttt...
- Buyrun,
- Cinayet masasından komiser yardımcısı Haluk Alkan, Mehmet
Karaoğlu ile görüşmek için gelmiştik.
- Mehmet Bey şu anda meşgul, kimseyi kabul etmiyor. Yarın sabah
gelmeniz mümkün mü acaba?
- Maalesef... Mehmet Bey’in kendisini de ilgilendiren Cihat Akyürek
cinayeti konusunda kendisinden bilgi alabileceğimizi düşünüyoruz.
Acilen görüşmemiz şart, kapıyı açın lütfen.
- ...
- Beyefendi bir cinayet soruşturmasını engellemek istemiyorosanız
kapıyı açın lüften.
Klik, Gcııırrrrrtttt....
Haluk arabayı hızla bahçeden evin girişine sürdü.
- Çömezler siz arabada bekleyin.
36
Kamil ve Haluk evin girişine giden merdivenleri sessizce çıktıklarında
kapıyı açık ve hizmetçiyi kapıda bekler buldular. İçeri girerlerken
Kamil hizmetçiye soğuk bir bakış fırlattı. Haluk,
- Teşekkürler
Kamil, Mehmet Karaoğlu’nu beklemeleri için alındıkları odayı süzdü
hızlıca. Antik mobilyalarla döşenmiş odada büyük bir duvar saati
gece 01:28’i gösteriyordu. “Nevin’le çocuklar yatmıştır şimdi”.
Düşüncelere dalmak üzereyeken Haluk’un sesiyle kendine geldi.
- İyi geceler Mehmet Bey. Kusura bakmayın bu saatte rahatsız
ettik.
Kamil arkasına döndü. Merdivenlerden inen, kısa boylu, kır saçlı,
üçgen şeklinde ve kırışıklarla dolu bir suratın ortasına yerleştirilmiş
sivri burnu olan bir adamdı.
- Rahatsızlık verici olduğu kesin. Sabahı bekleyemez miydi?
Kamil en ciddi ifadesini takındı.
- Maalesef bekleyemezdi Mehmet Bey. Ben cinayet masasından
Komiser Kamil Kara. Bu da yardımcım Haluk Alkan. Eski
çalışanlarınızdan Cihat Akyürek’in cinayeti ile ilgili dosyayı
yürütüyoruz.
Aldığı cevap en az kendisi kadar ciddi ve soğuktu,
- Size nasıl yardımcı olabilirim?
- Öncelikle bize Cihat Akyürek ile aranızdaki ilişkiyi anlatabilir
misiniz?
- Cihat benim çalışanımdı. İstiklal’deki Kenarcı isimli klübün
işletmesini yapıyordu benim için.
- Görevi konusunda biraz daha detay verebilir misiniz? İşletme
derken tam olarak neyi kastediyorsunuz?
- Tüm çalışanların yönetimi ve diğer klüplerde yapılan etkinliklerin
takibini kastediyorum.
Haluk araya girerek,
- Kendisine böyle bir sorumluluk verdiğinize göre ona bayağı
güveniyordunuz.
- Kafası çalışan bir adamdı ve klüp kar ediyordu.
37
Kamil devam etti,
- Bildiğiniz üzere İstiklal caddesinde bulunan bar ve klüplerde
uyuşturucu ticareti ve fuhuş sık sık karşılaşılan durumlar
Mehmet Karaoğlu’nun kaşları çatıldı.
- Hayır böyle bir şeyi bildiğimi söyleyemem.
- Sizce Cihat böyle bir konuya karışmış olabilir mi?
- Benim bildiğim kadarıyla hayır.
- Merhumun evinde yaptığımız aramada bazı belgeler bulduk. Bu
belgelerde Cihat’ın sizin ona biçtiğiniz görevler haricinde
Kenarcı’daki uyuşturucu satışını da yönettiğine dair bilgiler var.
- Hmmm... Açıkçası bu büyük bir hayal kırıklığı olurdu. Cihat’tan
böyle bir şey asla beklemem. Ayrıca sizi temin ederim ki
Kenarcı’da bu tarz yasadışı işlere kesinlikle müsama gösterilmez.
Haluk tekrar araya girerek,
- Kulübün sahibi olmanıza rağmen içeride olanlar hakkında pek az
bilginiz olduğunu düşünmüyor musunuz?
- Ben bir sermayedar’ım Haluk Bey. Benim ilgilendiğim konular
işletmemin kar edip etmediği ve işletme ile ilgili kritik önem taşıyan
kararlardır.
Kamil karşısındakinin düşünmesine fırsat vermeden cevap verdi,
- Örneğin uyuşturucunun kimden temin edileceği gibi mi?
- İleri gidiyorsunuz!
- Elimizdeki belgelerde uyuşturucu temni ile ilgili anlaşmayı sizin
yaptığınıza dair bilgiler var.
- Bu bir iftira!
- Uyuşturucunun Pres lakaplı bir adamdan temin ettiğinizi de
biliyoruz
- Komiser Bey böyle asılsız iddialarla beni itham edemezsiniz!
- Mehmet Bey bizimle merkeze kadar gelmeniz gerekiyor.
- Beni böyle asılsız iddialarla tutuklayamazsınız.
- Mehmet Bey hakkınızda ciddi şüpheler var eğer bunları ortadan
kaldırmak istiyorsanız bizimle gelmelisiniz.
- Umarım bir tutuklama emriyle gelmişsinizdir aksi takdirde beni
hiçbir yere götüremezsiniz.
38
- Bu bir tutuklama değil Mehmet Bey, sizi sorgulama için
çağırıyoruz.
- Sizinle birlikte gelmek zorunda olmadığımı siz de çok iyi
biliyorsunuz. Yarın sabah kendim gelip ifademi verebilirim.
- Üzgünüm Mehmet Bey, ne yazık ki buna müsade edeyiz. Sizin
konumunuzdaki bir kişi için her zaman delilleri karartma veya bu
sorumluluktan kaçma riski olabilir.
Ses tonunu değiştirerek kinayeli bir tavırla devam etti Kamil,
- ...Elbette sizin gibi saygıdeğer bir insan bunu yapmayacaktır ama
bilirsiniz kural kuraldır.
- Bunu yapamazs...
- Mehmet Bey eğer bizimle gelmezseniz sizi görev başındaki
memura mukavemet ve soruşturmayı engellemekten göz altına
almak durumunda kalacağım.
Kamil bunu yapamayacağını elbette biliyordu. İçinde bulundukları
durumdan çıkmanın tek yolu kuralları iyi bilen bir adamı, kurallara
uygun görünen bir tehditle alt etmekti.
- Avukatımı istiyorum.
- Tabii ki. Avukatınızı aramakta serbestsiniz. Buyrun lütfen, gidelim.
Mehmet Karaoğlu hizmeyçiye döndü,
- Kerim’i ara. Durumu anlat. Avukatı alsın gelsin. Hangi karakola
gidiyoruz?
- Cinayet büro amirliği, Gayrettepe.
- Duydun mu?
Hizmetçi, evet anlamında başını salladı.
Mehmet Karaoğlu arka koltukta çömezlerin ortasına oturdu. Haluk
arabayı kullanıyordu. Kamil yan koltukta saatine baktı. 02:16
“Nevin’le çocuklar uyumuştur şimdi”.
39
1 gece önce (Cuma)
Cuma, merdivenlerde kaç basamak saydığını, evde kaç koltuk
olduğunu, poşetlenmiş kaç mavi hap olduğunu, hepsini unutmuştu.
Yeni bir oyuncak bulmuş küçük bir çocuk gibi elindeki kırmızı, bazı
rakamları silinmeye yüz tutmuş zarlara bakıyordu.
1 tane 20’lik
1 tane 12’lik
1 tane 10’luk
1 tane 8’lik
2 tane 6’lık
1 tane 4’lük zar vardı. Hayatında ilk kez 6’lıklardan farklı zarlar
görmüştü. Yan tarafta Ferit ikinci bir sarı hapı boğazından aşağı
doğru itiyordu. Bilgisayardaki çift iniltiler içinde ikinci postayı
gidiyorlardı.
- Bunlar benim olsun mu?
- Bana ne, olsun amınakoyim. Şuna bak geri zekalı orospu.
Cuma, Ferit’e döndü. Zarları aldığı masaya bıraktı. Ferit’in karşısına
geçti,
- Anlat.
- Amınakodumun orospusu bana atar yaptı, ben de atara atar
gidere gider deyip... Offff vurdu, vallaha fena vurdu lan bu hap.
Hahhahaha, bak ben de vurdum.
Eliyle bilgisayarı gösteriyordu. Cuma ekrana bakmamak için kendini
tutarak,
- Kim dövdü?
- İzbandutlar.
- İzbandutlar kim?
- Off be oğlum ne çok soru soruyon lan
- Kim?
- Kenarcının korumaları amınkoyim kim olacak. Başta Kerim denen
ibnator. Bak, bak nasıl yalıyo orospu, hahahah...
- Orospu deyip durma
- Nolacak lan! Baksana orospu işte.
Cuma göz ucuyla ekrana baktı.
- Kapat şunu
- Şöyle ağız tadıyla bir daha çaksam şu orospuya varya...
40
13 yaşına gitti Cuma. Kapı ağzında annesini beklerken duyduğu
adamı hatırladı. “Ağız tadıyla bir çaktırmadı senin şu piçin.”
- Kapat şunu. Orospu deyip de durma
- Orrrroosssspuuuuuu! Hahahaha... Oğlum nasıl kafam güzel bir
bilsen varya... Sen de al lan. Fena bir mal böylesini bulamazsın bir
daha ha... Kendi malım diye söylemiyorum bak.
Cuma yüzünü buruşturdu. İşaret parmağını havaya kaldırıdı.
- Bu kaç?
- Ne?
- Bu kaç!
- Ne biliyim lan, 5 hahahaha...
Cuma derin bir nefes aldı. Islahevinde çocuklar çok azdıklarında
yada görevliler olacakları hatırlamalarını istemediklerinde çocuklara
uyuşturucu verirlerdi hep. Yasal olanlardan. “Narkoz falan ama o da
bir tür uyuşturucu sonuçta”. Uyuşturucuyu alan çocuklar saçma
sapan, hiç bir anlamı olmayan şeyler anlatırlardı. Uyuşturucunun etki
edip etmediğini görmek için görevliler çocuklara “Bu kaç?” diye
sorarlardı hep. Bu gerizekalı ise kendi kendini bu hale getiriyordu.
Rakamları bile ayırt edemeyecek kadar zavallı bir haldeydi. “Kendi
kendine bunu yapan adamın aldığı nefes bile ziyan. Ettiği lafa da
güven olmaz bu halde. Sabahı beklemek gerekecek”
Ihhhmmmm, Ahhhhh...
- Hahahaha... Geri zekalı orospu
Cuma laptopun ekranını kırarcasına kapattı. Ferit yerinden fırlayarak,
- Napıyorsun lan mal!
Cuma, Ferit’i yakasından tutup kaldırırken suratına bir yumruk
patlattı. Ferit oturduğu koltuğa geri düştü. Cuma, boynundan Ferit’in
nabzını kontrol etti. “1, 2, 3, 4...112. Dakikada 112, haplar
yüzünden”. Cuma belinden Yadigar’ı çıkarıp masanın yanındaki
sandalyeye oturdu. Silahı kucağına koydu ve eli silahta gözlerini
kapatarak, çitten atlayan koyunlar hayal etmeye başladı.
“1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14...”
O sabah (Eleni)
Eleni hızla ilerleyen arabanın içinde sakin ve telaşsız oturuyordu.
Oysa dikiz aynasında Kerim’in aceleci ve gergin yüzü görünüyordu.
- Yürüsene be orospu çocuğu... Afedersiniz Eleni Hanım.
41
- Önemli değil
- Üzgün görünüyorsunuz
- Öyle mi?
- Merak etmeyin babanızı sorunsuz şekilde çıkartacağız.
- Hıh... Öyle mi?
Kerim, Eleni’nin sesindeki alaycılığı anlamamış veya
önemsememişti.
Cinayet Büro Amirliği’nin önüne geldiklerinde Eleni hala arabanın
penceresinden dışarı bakıyordu. Kerim arabadan inip Eleni için
kapıyı açtığında birden sıçradı.
- Buyrun Eleni Hanım
- Ben gelmeyeceğim Kerim. Sen git ben burada bekliyorum.
- Ama Eleni Hanım...
Eleni uzanıp hızla kapıyı kapattı. Bundan 18 yıl önce bir gün
evlerinde duran tabutu hatırladı. Babası onu bir tabureye çıkarıp,
- Artık annene veda etmemiz gerekiyor. O artık bizimle olamayacak
- Biliyorum. Öldü o.
- Evet kızım o artık çok daha güzel bir yerde. Bir gün biz de onun
yanına gideceğiz.
- Yani toprağın altına mı?
- ...
- Onu gömecekler değil mi? Ölenleri gömerler.
- Evet.
- Bir gün biz de öleceğiz, bizi de gömecekler.
Sonrasında sadece ağladığını hatırlıyordu, bir de “balsarısı saçlarını
annesinden almış” laflarını. Peder bazı sözler söylemişti ve
sonrasında siyah bir araba içinde annesini mezarlığa götürdüler. “Ne
garip” diye düşndü Eleni, “Babamın tüm arabaları siyah ve ben kutu
kadar bir odadan kutu kadar başka bir odaya gitmekten başka bir şey
yapmıyorum”
Kapılar açıldı. Kerim sürücü koltuğuna, Avukat Nazım Bey ön
koltuğa, babası da Eleni’nin yanına oturdu. Eleni’yi görünce
şaşırmıştı.
- Gelmene gerek yoktu.
- Biliyorum.
42
Avukat Nazım söze girdi.
- Endişe edilecek hiçbir şey yok Mehmet Bey. Ellerinde hiçbir şey
yok sadece bir kaç kağıt parçası. Sizi bu şekilde göz altına almaları
büyük bir hataydı.
- Gereken neyse yapın. O iki polise hadlerini bildirin.
- Tabii ki Mehmet Bey.
- Sen değil
Kerim ve Mehmet Karaoğlu dikiz aynasından bakıştılar. Kerim,
- Nasıl isterseniz Mehmet Bey.
Eleni içinde bir şeylerin titrediğini hissetti. Bir anda bu insanların kim
olduklarını düşündü, babası bir avukat ve bir koruma haricinde kim
olduklarını... Bir uyuşturucu satıcısı, bir kiralık laf cambazı ve kiralık
bir zorba.
Mehmet Karaoğlu, Kerim’le konuşmaya devam etti.
- Deniz denen kadından haber varmı? Buldunuz mu yerini?
- Henüz değil Mehmet Bey ama uğraşıyoruz. Bay Sergey’de
yardımcı olmayı kabul etti.
- Peki ilgilen bu konuyla. Beni bıraktıktan sonra da savcı olacak o
salakla görüşeceksin. Elinde dosyalar var onları al yok et.
- Elbette Mehmet Bey.
Eleni camın dışında hızla akan yola baktı, dinlemek istemese de her
şeyi duydu ve eve varana kadar tek bir kelime etmedi. Eve
vardıklarında babası doğrudan çalışma odasına gitti. Eleni,
- Ben yatıyorum.
- Bu saatte mi?
- Yorgunum.
- Beni tutukladıkları için uykusuz kalmadın herhalde.
- Öyle olsa fark eder miydi?
- Çocukça davranma yine. Yeri geldiğinde büyükmüşçesine laf
ebeliği yapmasını biliyorsun.
- Baba yorgunum, sadece dinlenmek istiyorum.
- Konuşmamız lazım.
- Ne hakkında?
- Senin hakkında.
- Neymiş benim hakkımda konuşmamız gereken?
43
- Şu sorunun hakkında.
- Ne sorunu?
- Gayet iyi biliyorsun ne sorunu olduğunu. Benden gizli
halledebileceğini düşünmedin herhalde.
- Ne mümkün...
- Bu soyadına verdiğin zarar yetmedi mi? Sana kaç kere
söylemedim mi arkanı toplamaktan bıktım diye.
- Ben yatıyorum. Ne de olsa her şeyi bilen Mehmet Karaoğlu bunu
da halleder. Gerekenlere hadlerini bildirir.
- Buraya gel çabuk!
- Gelmezsem ne olur baba? Ne yapacaksın bana da mı haddimi
bildireceksin?
- Gerekirse evet!
- Gerekmez baba merak etme. Ben yerimi de, senin için ne ifade
ettiğimi de çok iyi biliyorum artık.
Eleni koşarak üst kata çıktı ve bebekliğinden beri kaldığı odasına
kendini kilitledi. Arkasında babası tüm gücüyle bağırıyordu.
- Eleni Karaoğlu hemen buraya gel dedim.
Eleni kapıya yaslandı ve olduğu yere oturarark kulaklarını kapattı.
Kızamıyordu, üzülemiyordu, ağlayamıyordu. İçi çekilmişti, gözleri ve
kulakları sımsıkı kapalı olduğu yerde kaldı bir süre. Babasının
bağırtısı kesildiğinde eteğini dizlerine çekti. Oturduğu yerde
bacaklarına sarıldı ve uyuyakaldı. Rüyasında babası “Artık sana
veda etmem gerekiyor” diyordu Eleni’nin içinde yattığı tabutun
kapağını kapatırken.
O sabah ( Ahmed)
3’e tektiler. Bu açıdan bir sıkıntı yoktu. Fakat Ahmed’in kafasındaki
esas soru gündüz vakti fark edilmeden eve nasıl girecekleriydi. Bu işi
gece halletseler daha rahat edecekti Ahmed ama Fırat’ın boş
boğazlığından sonra bu akşama ya şu hatunun kaydıyla geri
döneceklerdi ya da Kerim... “Ya da Kerim hepimizi kabak gibi oyup,
kıçımıza da pamuk tıkayacak. Bu da sana ders olsun artık Ahmed.
Artık bu işleri bırakmak farz oldu. Kerim denen it tasmamızı takar
dans eden ayılar gibi sokakta dolandırır hepimizi yoksa. Bu iş bir
44
bitse, şöyle adam gibi bir iş bulsak. Verir mi acep Hilmi Dayı
Gizem’i?”
- Şimdi ne yapacağız ağabey?
- Fesübhan Allah! Oğlum Cemil bir sus amınakoyim, düşünüyoruz
işte.
Fırat, sol elmacık kemiğinin üstü mosmor, dün geceden beri
konuşmamıştı. “Geri zekalı çocuk”, diye düşündü Ahmed. “Neyse
şimdi sırası değil. En olmazı yapsak gitsek çalsak kapıyı patron
yolladı desek. Tanımazsa açmaz. En azından kime çalıştığını bilmek
lazım. İşin bir de o tarafı var anasını satayım. Eleni yolladı desek, o
da olmaz. Kilidi zorlasak, bu heriflerin her zaman dolu olma ihtimali
var. Belki herif evde değildir. Ya herro, ya merro hadi bakalım.”
- Yürüyün lan.
Ahmed apartmanın girişine yürüdü. Zillerden birine rastgele bastı.
Açan olmadı, başka zile bastı. Zrrrrrııııt . Bekledi, biraz zaman
geçtikten sonra kapıyı açtı, işaret parmağını dudaklarına götürerek,
arkasından gelen Cemil ve Fırat’a “Şşşşttt”. Yavaşça içeri girdiler.
Apartmanda bir kaç ayak sesi dışında bir şey duyulmuyordu. Biraz
daha bekledi Ahmed. Bir kapının kapandığını duydu ve sesler kesildi.
Merdivenleri çıkmaya başladı temkinli ve sessiz adımlarla. Bir
yandan da hala etrafa kulak kabartıyordu. 3. kata geldiklerinde
durup, soldaki kapıya yöneldi. Cemil’e alt katı işaret etti. Fırat’a da
yukarıyı. Cebinden, yanından ayırmadığı, maymuncuğunu çıkardı.
Yavaşça ve sadece hafif tıkırtılar çıkartarak çevirmeye başladı kilidi.
Ortalık hala sakindi, sadece maymuncuğun tıkırtıları duyuluyordu.
Sonunda tek ve kesin bir “Klik” sesiyle kilit koyuverdi kendini.
Ahmed eliyle Fırat’a işaret etti. Kapıyı yavaşça araladı ve önde
Ahmed arkada Fırat içeri girdiler. Ahmed kapıdan geçtiği anda
kapının arkasından kendisine doğru gelen bir şey fark etti. Kendini
korumaya fırsat kalmadan bir silah kabzası suratına öyle bir vurdu ki
yere yığıldı Ahmed. Hızlıca toparlanmaya çalışıp ayağa kaltığında,
gri pantolon, siyah ceket, mavi gömlekli, kara kuru ve kaşık suratlı bir
tüysüz Fırat’ın şakağına silahı dayamıştı.
Sıska herif başıyla içeriyi işaret etti. Ahmed ve Fırat yavaşça evin
içine girdiler. Sıska herif silahı aşağı yukarı hareket ettirdi. Ahmed’le
Fırat ellerini havaya kaldırdılar. Sonunda konuştu sıska herif,
- Kaç kişisiniz?
Ahmed,
45
-3
Sıska herif anlamamış bir ifadeyle kırıştırdı yüzünü ve daha arkasına
dönmeye fırsat bulamadan, Cemil birbirine kenetlediği elleriyle herifin
ensesine balyoz gibi bir darbe indirdi. Sıska herif baygın yere düştü.
Fırat hemen silaha davrandı, Ahmed ise mutluluktan neredeyse
bağırarak,
- Aslanım Cemil tam zamanında yetiştin ki yetişmeseydin tahtalı
köye giderdik. Tut kaldıralım şunu.
Fırat hızla evin sağını solunu karıştırmaya başladı. Ahmed sinirli bir
halde,
- Napıyorsun oğlum gel de yardım etsene
- Bir dakika ağabey.
- Oğlum gel dedim.
Fırat sonunda çekmecelerin birinde bir koli bandı buldu ve havaya
kaldırdı. Ahmed’in gözleri parladı birden.
- Aferin lan, kafan çalışıyor bazen.
- Bazen ağabey.
Muzip bir çocuk edasıyla güldü Fırat. Ahmed’de hafif bir tebessümle
karşılık verdi ona. Sıska herifi sandalyeye bağladılar. Cemil hemen
kapıya dönüp kapıyı kapatırken, Ahmed bulduğu koltuğa çöküverdi.
Fırat, Ahmed’e dönerek,
- Başın nasıl ağabey?
- İyidir, iyidir...
- Neyse ki kurşunla delip geçmedi ikimizi de orospu çocuğu.
- Öyle deme essah olur. O tabancıyı da çıkar belinden.
- Ama ağabey...
- Çıkar lan! İkinize de söylüyorum bak. Son işimiz bu silah görmek
istemiyorum artık. Delecekler yoksa postumuzu bir gün.
Fırat isteksizce silahı belinden çıkarıp masaya bıraktı. Diğer koltukta
genç düzgün giyimli başka bir adam öylece yatıyordu. Ahmed,
- Hangisi bizim adam lan şimdi?
Fırat’la Cemil her iki adama da baktılar ve omuz silktiler. Ahmed,
- Kayıt bilgisayarda mı lan acaba?
46
Ahmed bilgisayarın düğmesine bastı. Ekrana görüntü geldiğinde tek
bir kelime yazıyordu, “Şifre”.
- Hay amınakoyim. Fırat uyandır şunlardan birini.
Fırat kanepede uyuyan adamın yanına gitti.
- Ağabey bu uyanmaz kolay kolay, uyansa da bize faydası olmaz
pek.
- Niye lan?
Fırat kanepenin önündeki geniş sehpadaki hapları gösterdi. Ahmed,
- Amına kodumun keşi. Diğerini uyandırın o zaman.
Cemil sandalyedeki sıska adamı sarstı. Fırat gülerek,
- Ağabey gel, gel... Şunlara bir bak.
- Neymiş lan?
- Zar herhalde ağabey.
- Zarın neyine bakayım oğlum?
- Ağabey bildiğimiz zar değil, baksana bir.
Ahmed koltuktan kalktı ve Fırat’ın yanına gitti. Cemil,
- Ağabey uyandı bu.
- Sor bakalım kayıtlar neredeymiş?
- Kayıtlar nerede lan?
Sıska adam hiçbir şey söylemiyordu.
- Konuşmuyor ağabey.
- Oğlum konuştur o zaman. O nu da ben mi öğreteyim. Oha ne
biçim zar lan bunlar? Acayip barbut oynanır ha bunlarla, hahaha...
Cemil sıska herifin karnına bir yumruk indirdi, adam bir şeyler söyler
gibi oldu.
- Ne dedin?
-1
O sabah (Kamil)
- Bu yaptığınız düpedüz görevi kötüye kullanma.
- Hayır, bu yaptığımızın adı soruşturma Savcı Bey. Elimizde bu tarz
ipuçları varken öylece oturamazdık.
47
- Aaaa... Demek şimdi elinizdekiler ipuçları oldu. Daha önceki
konuşmamızda kanıtlardan bahsediyordunuz oysa.
- Şimdi de kelime oyunları mı yapacağız?
- Eğer kelimelerin anlamlarına biraz daha dikkat etseydiniz bu
noktada olmazdık. Size açıkça deliller kesinlik göstermiyor
demiştim. Eğer bunun anlamını kavrayabiliyor olsaydınız bir iki
kağıt parçasına güvenerek, başınıza buyruk hareket etmezdiniz.
Daha kesin, daha somut verilerle gelir beni ikna ederdiniz.
- Eğer siz bu soruşturmanın yürümesini isteseydiniz bize destek
olurdunuz.
- Siz hiç merak etmeyin. Ben bu soruşturmanın yürümesini
istiyorum. Cihat Akyürek soruşturmasının yürümesini ve suçluların
bulunmasını can-ı gönülden istiyorum. Bu yüzden de Büro
Amirinize soruşturmanın saçma sapan iddialara yönelmesine engel
olacak bir ekibe verilmesi konusunda tavsiyede bulunacağım,
bundan emin olabilirsiniz.
- Ne dedin sen?
- Duydunuz beni. Büro amirinize birazdan görüşerek, soruşturmayı
sizden almasını isteyeceğim.
- Bunu yapamazsınız!
- Ben size Mehmet Karaoğlu’nu tutklayamazsınız dediğimde siz de
beni dinlememiştiniz Komiser Bey.
- Durumu kişiselleştiriyorsunuz.
- Ben, durumu kişiselleştiriyorum öyle mi? Size tutuklama
yapamazsınız dememe rağmen tutklama yaptınız. Sanırım
hepimizin kendi yerini bilmesi gerekiyor.
- Savcı Bey! İdari amir de olsanız bu soruşturma için bizlerin size
sunduğu ip uçlarını değerlendirmeden bir karara varamazsınız.
- Ona şüphe yok, fakat emirlerimi dinlemeyerek hem kendinizi, hem
de başkalarını zor duruma soktunuz. Siz bu soruşturmada ip
uçlarını bulmakla görevlisiniz ben de soruşturma ile ilgili kararları
almakla. Amirinize soruşturmanın başka bir ekibe verilmesi
kararımı ilettiğimde eminim ki amiriniz de olanlar konusunda size
karşı gereken uygulamayı yapacaktır.
- Siz...
48
- Bu manasız tartışma için daha fazla vaktim yok, iyi günler
Komiser Bey.
Kamil, savcı odasının kapısına karşı zar zor dayanabildiği bir kin
beslemeye başlamıştı. “Bir gün dan diye çarpıp kıracağım bu kapıyı”.
Sigara yakmak için dışarı doğru yöneldi. Koridorun ortasında Faruk
yanında belirdi.
- Çömez 1 tek bir laf et de hıncımı senden çıkarayım hadi.
- Ama komiserim...
- Siktir git lan!
- Komiserim Haluk ağabey...
- Lan git dedim.
Kamil binandan dışarı çıktı ve sigarasını çıkartıp yaktı. Derin bir
nefes alıp ciğerlerinde bekletti. Şu anda hiçbir şey düşünmek
istemiyordu. İkinci nefesi çektiğinde Haluk kapıdan çıkıp yanına
geldi.
- Ne var Haluk?
- Komiserim bunu mutlaka görmeniz lazım. Tüm ekip, toplantı
odasındayız sizi bekliyoruz.
Kamil sigarasına baktı. Yere atıp ayağıyla söndürdü.
- Hadi bakalım neymiş bu kadar önemli olan.
Haluk ve Kamil birlikte toplantı odasına çıktılar. Tüm ekip masanın
etrafında ayakta bekliyorlardı.
- Eeee. Hadi anlatın bakalım.
Murat, Kamil’e bir fotoğraf uzattı.
- İsterseniz ben başlayayım komiserim.
- Kim bu?
- Fotoğraftaki kişi Dimitri Ivanoviç, Kendisi Pres lakabıyla tanınıyor.
Aslen Rus, 50’lerde Türkiye’ye gelmiş. Adam hakkında geniş bir
dosya yok açıkçası fakat pek çok dosyada adı geçiyor.
- Eeee peki ne alakamız var bu herifle?
- Pres’in İstanbul’daki uyuşturucu hareketinin önemli bir bölümünü
yönettiğine dair şüpheler var. Kenarcı’daki narkotik baskınlarını
incelememi istemiştiniz. Dosyaları baştan sona okudum. Çoğu
dosyada oklar Pres’e yönelmeye başladığı anda dosya sonuçlanıp
49
kapanıyor. Gözaltına alınanlar sadece ufak çaplı torbacılar. Pres
hakkında pek bilgi olmamasına rağmen kolunun uzun olduğunu
düşünüyorum.
Kamil başını fotoğraftan kaldırıp Murat’a baktı,
- O ne demek şimdi?
- Dışarıdaki dedikodulara göre genç çocukları alıp özel olarak
yetiştiriyor ve onların farklı konumlara gelmelerine yardım
ediyormuş. Tabii ki bu konumlara geldiklerinde de onları
kullanıyor.Bu sayede pek çok yasadışı grubun içinde adamları
olduğu söyleniyor.
Kamil kinayeli şekilde cevap verdi,
- Hepsi söylenti yani.
- Evet fakat şans eseri söylentileri kanıta çevirebiliriz sanırım
Komiserim.
- O nasıl oluyor?
Murat, Kamil’e bir fotoğraf daha uzattı.
- Bu fotoğraf yaklaşık 18 sene önce çekilmiş. Fotoğrafta Pres ve
birkaç adamı var. Bir de tabii ki şuradaki çocuk. Çocuğun adı Kerim
Günver.
Haluk sakince araya girdi.
- Kerim artık çocuk değil tabii ki. Bu sabah Mehmet Karaoğlu’nu
almaya gelen izbandutu hatırlarsınız komiserim.
Murat devam etti,
- Ta kendisi. Aynı dönemde Mehmet Karaoğlu’nun karısı Eva
Karaoğlu, annesinin mezarını ziyaret ettiği sırada vurulmuştu.
Haberlerde kadının mezarlıkta yaşayan tinerci bir çocuk tarafından
öldürüldüğü söylenmişti. Polis olayı araştırmış, hazırlanan raporda
bir uyuşturucu şebekesi hakkında bir veri bulunmasına rağmen ne
katil çocuk, ne de cinayet aleti bulunabildiği için soruşturma
kapanmış.
Nesrin,
50
- Kayda değer olan ise kadından çıkan kurşunun balistik
incelemesi. Bazı kısımlar düzenli olmasa da ana konular
doldurulmuş.
Nesrin eski püskü bir kağıt parçasını Kamil’e uzattı.
- Bu da Cihat Akyürek’ten çıkan kurşunun incelemesi
Nesrin bir kağıt daha uzattı. Kamil iki kağıttaki verileri karşılaştırdı
hızlıca.
- Sonuçlar benzer ama eksikler var dediğin gibi.
- Murat bunları anlatınca aklıma bir iki sene önceki bir olay geldi
komiserim. Aslında olayın kriminal bir değeri yok. Kenarcıda bir
kavga çıkıyor. Adamlardan biri bıçak çekiyor. Ortalık birden
karışınca korumalardan biri silah çekip havay iki el ateş ediyor.
Yaralanma yok, polis olayı rapor ediyor ve konu kapanıyor.
Murat,
- Ama biz yine de kanıt odasından kurşunları bulduk ve analiz
ettirdik. İyi ki de yapmışız.
Murat, Kamil’e bir balistik raporu daha uzattı.
- Ateş eden koruma Kerim Günver ve rapora bakılacak olursa, silah
Cihat Akyürek’i vuran silahla aynı. İki mermiyi karşılaştırmalı olarak
tekrar inceletiyoruz. Balistiğin ilk izlenimi ikisinin de aynı silahtan
çıktığı. Eva Karaoğlu ile ilgili konu hakkında bilgilerimiz eksik olsa
da, diğer mermilerin analizi ile Cihat’ın katilini kesinleştirmemiz
mümkün.
Kamil düşüncelerini toparlamaya çalıştı.
- Bir dakika. Yani bu teoriye göre, Pres denen adam önce Kerim’e
Eva Karaoğlu’nu öldürttü. Sonra çocuğu yetiştirdi ve Mehmet
Karaoğlu’nun yanına soktu. Sonra Kerim gerek Mehmet
Karaoğlu’nun gerekse Pres’in talimatıyla Cihat’ı öldürdü. Peki iyi de
biri veya diğeri Cİhat’ı neden öldürtmüş olsun?
Ziya,
- Sanırım bunu da biliyoruz komiserim. Faruk’la birlikte Cihat’ın
evinden toplanan belgelerin tamamının üzerinden geçtik. Başta bir
51
suç örgütü falan içinde zannetik malum Mehmet Karaoğlu’nun
uyuşturucu işlerinden falan bahsediyor.
- Evet biliyoruz orasını bir yere varamadık onunla.
- Evet komiserim ama dokümanların dolduruluş şekli sanki Cihat bu
işleri ortaya çıkarmak istiyormuş gibi. Bir de “teşkilat” kelimesini
pek sık kullanmış. Bir de şöyle bir şey bulduk komiserim. Mehmet
Karaoğlu başlığında.
Kamil kağıdı alıp üstü fosforlu kalemle çizilmiş bölümü okudu.
“Teşkilata gerekli bilgileri ulaştırmamıza rağmen haftasonu
gerçekleşecek olan teslimatla ilgili harekete geçmelerini
sağlayamadık. Deniz hala görüşmelere devam ediyor. Bu teslimat,
Karaoğlu’nun uyuşturucu temin etmekte zorluk çektiği bu dönemde
kritik önem taşıyor. Pres ile ilgili bölümde bahsettiğim bağlantılar
sayesinde Pres’in bu soruşturmanın önünü tıkadığından
şüpheleniyorum. Eğer bu şüphelerim doğru çıkarsa yakında ben ve
Deniz’in ifşa olması kaçınılmaz”. Kamil odadaki herkesi tek tek süzdü
sonra kaygıyla,
- Soruşturma mı?
- Evet komiserim.
- Yani bu teşkilat...
- Evet komiserim sanırım bu teşkilat bildiğimiz teşkilat.
- Peki Deniz kim?
- Cihat’ın ortağı olabileceğini düşünüyoruz.
Haluk sözü devraldı,
- Cihat gerçekten teşkilattansa ve Pres’in de gerçekten teşkilat
içinde bağları varsa, Cihat’ın infaz emrini Pres vermiş olabilir. Tüm
işleri bilen tek adamı ortadan kaldırarak şüpheli olmamak için...
Kamil yüzünü astı iyice,
- Veya daha da iyisini yaptı.
Haluk,
- Nasıl yani komiserim?
- Kendisi doğrudan Cihat’ı öldürtebilir ve işi kapatabilirdi elbette,
fakat bu problemin bir yönüydü sadece. Pres’in, Mehmet
Karaoğlu’na yakınlaşması gerekiyordu. Mehmet Karaoğlu
uyuşturucu temin etmekte zorluk çekiyordu ve belki de Pres,
52
Karaoğlu’nu kendisine daha sıkı bağlamak istiyordu. Bunun içinde
elinde çok iyi bir koz vardı, Kerim. Cihat’ı kendi öldürtmektense bu
bilgiyi bir şekilde Mehmet Karaoğlu’na ulaştırdı ve Cihat’tan
kurtulması için Kerim’i kullanmaya ikna etti. Böylece hem Cihat
ortadan kalktı hem de adamı Karaoğlu’nun gözüne girdi. Cihat’ın,
Pres’le ilgili notlarında bunu teyid edebilecek bir bilgi var mı?
Ziya tekrar devraldı sözü,
- Hatırlarsanız dokümanlarda “p” harfi eksikti komiserim.
- Allah kahretsin! Herifin asıl ismiyle peki? Ivan mıydı neydi?
- Yok komiserim adamdan hep ya Pres yada Rusçası “Nahzimat”
olarak bahsedilmiş.
- Ve işe bak ki “n” harfi de yok kayıtlarda değil mi?
- Aynen komiserim.
- Peki çocuklar elinize sağlık. Tüm bunları toparlayıp bir an önce
Akın Başkomiserime bir rapor vermemiz lazım. Bu dosya ile ilgili
durumumuz çok kritik şu anda.
Murat sıkılarak tekrar arya girdi.
- Komiserim aslında çok mühim bir konu daha var.
- Neymiş?
Murat elindeki son belge olan fotoğrafı Kamil’e uzattı.
- Bunu dosyalar arasında tesadüfen buldum. Sanırım birileri
atlamış.
- Ne ki bu...
Kamil bir an fotoğrafa bakakaldı.
- Tüm başrol oyuncularımız tek bir karede komiserim. Sağda,
Karaoğlu, Cihat ve Kerim. Solda Pres yanında henüz kim olduğunu
bilmediğimiz bir adam. Ortada oturanı tanıyorsunuz zaten.
- Bunu kimseye gösterdiniz mi? Veya bahsettiniz mi kimseye?
- Hayır komiserim. Siz gelene kadar hiçbir şey yapmamak daha
uygun göründü.
- Aferin çocuklar. Hemen dosyalayın bunları, Bu fotoğrafı ben
saklayacağım. Nevin kızım hemen Başkomiserimi ara, acilen ekip
olarak görüşmek istediğimizi söyle.
- Emredersiniz komiserim.
53
Hemen telefona yöneldi Nevin.
- Murat oğlum bu soldaki sıska herif. Kim olduğu hakkında hiçbir
fikrimiz yok mu?
- Maalesef komiserim ama benim tahminimi sorarsanız bir tür
koruma olamlı. Karaoğlu sağ kolu Cihat ve koruması Kerim’le
oradayken Pres tek başına gelmez diye düşünüyorum.
Nevin telefonu kapattı.
- Komiserim, Başkomiserimiz Savcı Ahmet’le görüşüyormuş
kimseyi kabul etmiyormuş şu anda.
Tüm ekiptekiler tedirginlikle Kamil’e döndüler.
- Peki, beklemekten başka bir şey yapamayız şu anda. Kesinlik
neymiş göstereceğim sana Ahmet efendi.
Başlangıç (Cuma)
15
Tepesindeki herif sandalyeyi kaldırırken söylendiği gibi tekar
midesine indirdi yumruğu.
- Sikerim lan böyle zarları. Kaldır şunları. Cemil konuşmuyor mu bu
kaltak hala?
- Saçmalıyor ağabey.
- Bir boku beceremedin amınakoyim.
Ahmed ağabey dedikleri herif Cuma’yı yakasından tutup silkeledi.
- Senin yerinde olsam şimdi konuşurdum. Yoksa birazdan gelecek
olan Kerim denen izbandut varya, pekmezini akıtır yemin ediyoru
şuracığa.
Cuma herifin suratı suratında, iyice yaslandı ayak uçlarına. Her bir
adımı dikkatlice atmalıydı.”Artık başlamalı”.
1.
Cuma parmak uçlarında durarak var gücüyle kendi etrafında döndü.
2.
54
Sandalyenin arka ayakları, yakasına yapışmış adamın dizlerinde
kırıldı ve Cuma herif öne doğru devrilirken altından hızla geçip,
sandalyenin geri kalanıyla birlike kendini arkaya doğru attı.
3.
Cuma’yı yumruklayan herif ve Cuma, aralarında sandalyenin geri
kalanıyla birlikte sırtüstü devrildiler ve sandalye aralarında
parçalandı.
4.
Cuma ayağa kalmasıyla birlikte, zarlarıyla oynayan diğer adamın,
masanın üzerinde duran Yadigar’a doğru hamele ettiğini gördü.
5.
Cuma sol elinde, bağları gevşemiş tahta parçasını, kendi etini de
yırtarak kolundan çekti.
6.
Karşıdaki herif Yadigar’a elini attığında, Cuma da elindeki tahta
parçasını herifin kafasına fırlattı.
7.
Ahşabın yüzünde patlamasıyla herif Yadigarı düşürdü ve yüzünü
tutarak dizlerinin üstüne çöktü.
8.
Yere düşmeden önce, Cuma’nın yakasından tutan adam, Cuma’yı
bacaklarından yakaldı.
9.
Cuma sağ kolundaki tahta parçasıyla, herifin dişlerinin üzerine vurdu
ve kırılma sesini duydu.
10.
Cuma kendini sandalye parçalarından kurtardı ve hala yerde yüzünü
tutan adamın yanından Yadigar’ı aldı.
11.
Yadigarı yerdeki herifin kafasına dayadı.
12.
Bam... 3 eksi 1, kaldı 2. Yerdeki adam yüzünü tutmuyordu artık.
13.
Cuma’ya yumruk atan herif bağırarak atlamaya çalıştı Cuma’nın
üstüne.
14.
Cuma hızla kaldırdı Yadigarı. Bam... iri cüsseli herif yığıldı Cuma’nın
ayaklarının dibine. 2 eksi 1 kaldı 1. 1 Ahmed, 1 Cuma, hep yek.
15.
55
Cuma kalan son herfin işini bitirmek için tepesine giderken birinin
kapıyı açtığını duydu.
16.
Cuma kapıdan odaya açılan holün yanındaki duvara yaslandı.
17.
İçeri giren adam yavaş adımlarla odaya doğru ilerledi.
18.
Cuma eve yeni gelen adam odada belirir belirmez bacağına bir
kurşun sıktı. Refleksle tetiği çeken adam, yerdeki Ahmed’i
bacağından vurdu.
19.
Cuma odaya yeni girmiş herifi saçlarından tutup çevirerek masaya
doğru savurdu.
20.
Masaya çarpan adam, masayla birlikte yere devrildi. Zarlar yere
saçıldı.
21.
Cuma masanın yanından geçip yerdeki bu tanımadığı adamın
tepesine çöktü ve Yadigarı şakağına dayadı.
22
Yerdeki adam silahını bırakarak yalvarmaya başladı.
- Dur! Ne olur dur! Ben sadece bir CD için buradayım seninle bir
alışverişim yok. Ağğğğhhhh bacağım.
23.
Cuma Yadigarı adamın şakağına bastırırken boştaki eliyle adamın
bacağındaki yaraya bastırdı.
- Adın Kerim mi?
- Ağğğhhhh... Evet! Evet!
24.
- Kenarcının koruması mısın?
- Ağğhh... Evet!
25.
- Şuradaki çocuğu sen mi dövdün? Pres Babanın torbacısını?
- Dur! Ne olur... Ağğğhhh. Evet, evet... ama ben de Pres’in oğluna
çalışıyorum dur! Ağğğggghhh.. Pres’in oğlunun planıydı herifin
dövülmesi.
56
26.
- Yalan deme!
- Ağğhhh.. anam avradım olsun öyle... ağğhhh.. kanıtlarım...
Pres’in oğlunu arayalım kanıtlarım valla...
27.
Cuma herifin cebinden telefonunu çıkardı ve adama uzattı. Adam iki
düğmeye basarak bir numara çevirdi.
28.
Telefon çaldı...
29.
Telefon çaldı...
30.
Telefon çaldı...
31.
- Alo, Kerim?
- Patron dinle ne olur...
- Ne oluyor lan? Hallettin mi Cuma denen iti?
32.
Yaralı adamın gözleri kocaman açıldı ve göz bebekleri büyüdü.
33.
Bam... ve göz bebekleri büyümedi artık. Telefondan kesik kesik bir
“dıııt” sesi geliyordu.
34.
Cuma ayağa kalktığında Ahmed denen herif ortalıkta yoktu. Kan
izleri kapıya doğru gidiyordu.
35.
Torbacı sonunda ayılarak ayağa kalkmış, etrafına bakıyordu.
- Vay amınakoyim! Tribe gel!
36.
Cuma işaret parmağını kaldırarak sordu
- Bu kaç?
37.
- 3 amınakoyim.
38.
Bam...
57
Cuma birileri gelip işe burnunu sokmadan hızla evden ayrıldı. “Pres
baba... Oğula haddini bildirse bildirse o bildirir. Bekle baba, sonunda
seni görmeye geliyorum.”
Başlangıç (Eleni)
Eleni bilgisayardaki ekranı kapatıp, bankanın internet sitesini tekrar
açtı. Transfer ettiği miktar sonunda aynı sıfırlarla çıktı karşısına. “İlk
bir yıl için bu bana yeter. Sonrası için kendimi hazırlamam
gerekecek”.
Cüzdanını tekrar kontrol etti ve vardığında yetecek kadar parası
olduğuna kendini ikna etmek için parayı tekrar saydı. Atkısını,
yamurluğunu ve küçük valizini alarak odadan çıktı.
Mehmet Karaoğlu’nun odasının kapısı açıktı.
- Bay Sergey, sizinle çalışmak gerçek bir zevk. Bay Ivanoviç’e de
acil şifalar dilerim. Çok sağolun iyi geceler.
Mehmet Karaoğlu telefonu kapattı ve kafasını kaldırmadan sordu.
- Bir yere mi gidiyorsun?
- Evet.
- Nereye?
- Artık sana hesap verecek değilim
- Bak sen... Demek öyle...
Mehmet Karaoğlu sonunda başını kaldırarak sinsi bir tebessümle
baktı kızına. Eleni çantasını çekip devam etti.
- Eleni bu şımarıklığı bırak odana dön hemen.
- Artık küçük bir çocuk değilim fark ettiysen. Öyle odana demekle
olmuyor artık.
- Eleni hemen geri dön dedim!
- Dönmezsem ne olur?
- Asabımı bozma benim
- Ne yaparsın? Cihat’ı vurdurduğun gibi beni de mi vurdurtursun?
Ya da o polislere yapacağın gibi haddimi mi bildireceksin bana?
Her şeyi biliyorsun değil mi baba? Hepsinin sebebi sensin. Kulüpte
uyuşturucu satılmasının, Cihat’ın kafama silah dayamasının, hatta
annemin ölümünün bile...
- Yeter artık Eleni!
58
- Yetmez! Bir sokak arasında kafama kurşun sıkıp öldüreceklerdi
beni. Umrunda mı ha? Senin yüzünden ölecektim.
- Asıl ben olmasam ölecektin. Eğer Kerim’i, Cihat’ı bulması için
yollamasaydım o zaman bir sokak arasında geberip gidecektin asıl.
- Kahramanlık taslama baba. Adam öldürten sen, uyuşturucu
sattıran sen! Sen bu işlere bulaşmasaydın, sen böyle bir adam
olmasaydın, tüm bunlar zaten olmazdı.
- Evet kızım olmazdı. Eğer ben böyle bir adam olmasaydım; Nasıl
ki ben, Cihat’ı ortağı ve sevgilisi olan kadını öldürmekle tehdit
ettiysem, beni de seni öldürmekle tehdit ederlerdi. Ben Cihat’ı nasıl
vurdurttuysam, seni öyle vurdurturlardı. Eğer ben böyle
olmasaydım, şu anda ikimiz de ölü olurduk.
- Sen benim için zaten ölüsün baba!
Mehmet Karaoğlu tüm hiddetiyle bakıyordu kızına.
- Git! Defol git! Ama babandan böylece kaçabileceğini
düşünüyorsan hala şımarık küçük bir kızdan başka bir şey değilsin
demektir.
Eleni hiçbir cevap vermeden çantasını aldı ve evden çıktı.
Taksi yolculuğu ve hava alanındaki bekleyişi, beyninin içinde ufak bir
karınca oradan oraya dolaşıyormuş ve her bir adımında beyni
kaşınıyormuş hissiyle geçti. Sonunda uçağa bindi. Koridor
tarafından olan koltuğuna oturup arkasına yaslandı ve derin bir nefes
aldı. Havalandı uçak. Birkaç sıra önündeki ekrandan uçağın rotasını
izlemeye koyulduğu sırada, cam kenarında oturan adamın kendisine
baktığını fark etti. Eleni adama döner dönmez adam arkasına
yaslandı. Ortada oturan yaşlı kadın yüzünden göremiyordu adamı.
Kemer ileri eğilmesini engelliyordu. Umursamadı tekrar rotayı
izlemeye devam etti. Eleni monitöre döner dönmez adam tekar
Eleni’yi izlemeye başladı. Eleni hızla adama döndü fakat adam tekrar
saklandı. Eleni eğilmeye çalışmasına rağmen, eğilip adama
bakamıyordu. Kemerini çözmeye çalıştı fakat kemer sıkışmıştı. Tam
o anda yanından bir hostes geçti.
- Bakar mısınız?
Döndü hostes.
- Kulağına bir şey söyleyeceğim
59
Hostes Eleni’ye doğru eğildi.
- Kemerimi çözer misin? Şuradaki adam bana bakıyor ama kim
olduğunu göremiyorum.
Hostes Eleni’nin kemerini çözdü.
- Bana ihtiyacın olursa arka bölümdeyim.
Eleni tekrar rotayı izliyor gibi yaptı ve beklediği gibi adam tekrar
Eleni’yi izlemeye başladı. Hızla döndü adama fakat döner dönmez
adam tekrar saklanmıştı. Eleni yavaş yavaş öne doğru eğildi. Önce
sivri burnunu gördü adamın, sonra yine sivri çenesini ve kirli
sakallarını. Eleni’nin kendisine baktığını gören adam yavaşça kadına
doğru döndü ve Eleni, Cihat’ın yüzünü gördü adamda.
- Artık kaçamazsın!
Hızla ayağa kaltı Eleni ne yapacağını bilemeden ve “imdat” diye
bağırabildi sadece. “Bu tarafa” diye karşılık verdi arka bölümdeki
hostes. Eleni hostese doğru koşmaya başladı. Uçağın normal ışıkları
sönmüş ve koridorda kırmızı ışıklar yanmaya başlamıştı. Eleni
koridordan hızla koşarken arkasına baktı. Cihat elinde tabancayla
koridora çıkmaya çalışıyordu fakat orta koltukta oturan kadın hareket
etmiyordu. Arkasına bakarken ayağı takıldı ve koridora düştü. Hostes
yanına gelip Eleni’nin ellerinden tutarak onu kaldırdı. Bu sefer hostes
kıyafetleri içindeki annesiydi. Annesi arka bölümde uçağın kapısını
açtı. Bulutlar, kapıdan uçağın içerisine giriyordu.
- Anne uçak düşüyor ne yapacağız?
- Merak etme kızım. Baban uçağı olabildiğince aşağı indirtti. Birlikte
atlarsak bir şey olmaz.
- Peki
Eleni ve annesi birlikte atladılar. Annesi kollarını ve bacaklarını açıp
elbisesini bir paraşüt gibi kullanarak süzülmeye başladı. Eleni de
aynısını yaparak süzüldü ve daireler çizerek aşağı inmeye başladılar.
Eleni tekrar yukarı baktığında uçağın kapısından eğilen Cihat’ın ateş
ettiğini gördü. Kurşun elbisesini delmişti ve şimdi daha hızlı iniyordu
aşağı. Yere yaklaştığında ayaklarını indirdi fakat yere hızlı çarptığı
için boyu ufaldı ve küçük bir çocuk oldu. Yukarı baktığında annesinin
de zarifçe süzülerek aşağı indiğini gördü.
- Bak böyle yapman gerekirdi. Şimdi tut elimi, kestirme bir yol
biliyorum ama yatay duran taşlara basma onlarda tuzak var.
60
Eleni annesinin elinden tutup yatay kaldırım taşlarının üzerinden
atlayarak yürümeye başladı. Annesi,
- Bak babanın iş yerine çok yaklaştık
Bunu duyan Elen’nin bir an dikkati dağıldı ve ayağının ucu yatay bir
taşın üzerine geldi.
- Ah canım... Ama ben demedim mi sana yatay taşlara basma
diye?
- Ama sadece ucu değdi anne. Sayılmaz ki!
Annesi Eleni’nin elini bıraktı. Ayağının ucunun olduğu taş hareket
ederek Eleni’yi ara bir sokağa taşırken o, bir yandan tek ayağının
ucunda dengede durmaya çalışıyor, bir yandan da annesine
bağırıyordu,
- Ama anne sayılmaz ki!
Eleni sonunda dengesini kaybetti ve sırt üstü yere düştü. Düşmeyle
sırtındaki kemikler tekrar açıldı ve bir yetişkin oldu. Tam ayağa
kalkmak üzereyken Cihat’ın silahıyla başında durduğunu gördü.
- Artık kaçamazsın.
Cihat nişan aldı ve ateş etti fakat Eleni gözlerini yumup son anda
yana yuvarlandı. Gözlerini açtığında bu sefer Kerim silahla
başındaydı.
- Artık kaçamazsın.
Kerim nişan alıp ateş etti Eleni tekrar yana yuvarlandı. Yine kıl payı
kurtulmuştu. Kalkıp koşmak isterken başında silahla duran babasıydı
bu sefer,
- Artık kaçamazsın.
Eleni uyandığında yolcular el bagajlarını topluyorlardı. Çantasını alıp
uçaktan çıkarken, altın sarısı kıvırcık saçlı, esmer tenli ve ela gözlü
hostes bir dahaki uçuşta yine kendilerini seçmelerini temenni etti.
Zaman farkından dolayı kazandığı 2 saati kaybettiren bir pasaport
sırasından sonra Eleni, Heathrow havaalanı dış hatlar terminalinin
çıkışına yöneldi. Çıkışta insanlar tanıdıklarının karşılıyor, özel
şoförler karşılayacakları insanların isimlerinin yazılı olduğu kartları
havada tutuyorlardı. Eleni şehir merkezine giden bir trene bilet almak
için gişelere ilerlediğinde, takım elbiseli bir adam yanına yaklaştı.
61
- Eleni Hanım
- Siz kimsiniz?
- Mehmet Bey sizinle konuşmak istiyor.
Adam elindeki telefonu Eleni’ye uzattı.
- Alo...
- Benim hesabımdan kendi hesabına para aktarmak pek akıllıca
değil küçük hanım. Bankayı arayarak transferin iznim olmadan
gerçekleştiğini söyledim ve parayı geri çektirdim. Hem bana laf
söyleyip, hem de paramı mı alacaktın? Biletin alındı ilk uçakla geri
dönüyorsun. Hava alanında biri gelir seni alır. Klik... dıt dıt dıt
dıııııttt... dıt dıt dıt dıııııııttt...
Eleni boş gözlerle önce telefona sonra yanındaki takım elbiseli
adama baktı. Telefonu geri uzattı ve bilet gişesine doğru devam etti.
- Eleni Hanım bekleyin biletiniz hazır.
Eleni adamı umursamadı
- Eleni Hanım babanız sizi geri göndermemizi bekliyor...
Eleni yine umursamadı. Adam Eleni’yi kolundan tutarak durdurdu.
- Eleni Hanım...
Eleni kolunu hızla çekerek yoluna devam etti.
- Küçük hanım lütfen zorluk çıkarmayın.
Bu sözle Eleni var gücüyle bağırdı.
- Rahat bırak beni!
Adımlarını hızlandırarak gişelere ilermeye çalıştı Eleni fakat adam
ısrarla tekrar kolundan tuttu. Eleni kolunu sallayarak adamdan
sıyrılmaya çalıştı.
- Bırak dedim, bırak!
- Is there a problem Miss?
Havaalanı polisi bir eli copunda, diğer eli telsizinde Eleni’yi tutan
adama bakıyordu.
- Sir, let the lady go!
Adam Eleni’yi bırakarak, bir adım geri çekildi.
62
- Are you OK Miss?
- I just want a train ticket.
- Over here please. Let me assist you.
Eleni babasının adamını geride bırakarak yanındaki polisle beraber
biletini aldı ve trene bindi.
Tren Londra’nın merkezine dığru ilerlerken, Eleni dalgınca dışarıyı
seyrediyor ve eteğinin pileleri ile oynuyordu.
Başlangıç (Ahmed)
- Kenara çekilelim lütfen! Yer açalım! Ayaklara dikkat!
Vapur Karaköy’e yanaşmıştı. Tahta iskelenin, gemiye sürterken
verdiği sesle birlikte onlarca adım aynı anda atıldı vapurda. Temkinli
bir şekilde çıktı Ahmed tuvaletten. Bacağını süreyerek indi KadıköyKaraköy vapurundan ve lokantaların ışıklarının aydınlattığı rıhtımdan
sola doğru yürüyüp, ilk ara sokağa sol bacağı el verdiğince hızlı
girmeye çalıştı. Yeraltı çarşısının yanından, dönercilerin önünden
ilerledi aksayarak ve tramvay yolundan karşıya geçip Galata
yokuşuna paralel bir yokuştan yukarı doğru çıkmaya başladı. Dikti
yokuş ve Ahmed’in acısından başka bir şey düşünecek takati yoktu.
10 metre gitmemişti ki durmak zorunda kaldı. Kaldırıma geçip bir
binanın girişine verdi elini. Sol bacağından ne kadar yük almaya
çalışsa da, koparcasına ağrıyordu meret. “Şimdi durursan boku
yersin Ahmed”. Bir hışımla tekrar vurdu kendini yokuşa. Dayanamadı
tekrar bir duvara yaslanıp durdu ve tekrar adımlamaya başladı.
Sayamadığı bu duraklamalardan birinde nefesi kesilmişken
arkasından gelen sesle beyninden vurulmuşa döndü.
- Dilililit... 34... Şüpheli... Galata... Takipte.
Ahmed arkasına bakmadan ve yaralı bacağında kalan son güçle
çıkmaya başladı yokuştan. Bulduğu ilk aradan döndü. Işıksız bir yer
aradı gözleri, saklanabileceği ama arkasından gelen adımlardan
başka bir şey geçmiyordu aklından. Bir ara sokak daha. Arkasından
bir daha. Nereye gittiğine, nereye varacağına dikkat etmeden
kaçmaya çalışıyordu o basit aletten gelen sesten.
Dililililit...
63
Başka bir ara sokak. Bacağının ağrısı artık beline vuruyordu. Ayakta
duramayacak hale geldiğinde arkasına baktı ve kimseyi görmeyince
kendini ana kapısını sokaktan, kısacık bir koridor ve birkaç
merdivenin ayırıdığı apartmanlardan birinin girişine atıverdi ve Arap
Ahmed, Arap Ahmed olmadan evvel ki yaşamında karısını,
çocuklarını, memleketini bırakarak Suriye sınırından Türkiye’ye
girdiği o günü hatırladı. Bir daha hiçbirini görmeyeceğini bile bile terk
ettiklerini hatırladı ve o zaman ki gibi ağladı ilk kez.
“Bu ıssız ve soğuk sokak arasında ölünü bulurlar belki oğlum Ahmed.
Ya da daha beteri canlı bulurlar seni. İyileştirirler önce bir güzel,
iyileştirirler ki hapiste çürüyesin. Demeyin dedim Allah cezanı
verecek diye, demeyin essah olur dedim. Aha da oldu işte. Ey
Ahmed Hariki, önce Arap Ahmed oldun şimdi de Topal Ahmed
olursun bundan sonra. Nasıl götürdün o gencecik çocukları
ecellerine? Hani korur kollardın lan! Hani ağabeyleriydin? Götüne
sokayım senin Arap Ahmed!..”
Derin bir sızı bacağından, başlayıp beline kadar öyle bir kastı ki
Ahmed’i bir an beli ikiye ayrılacak zannetti. Dudaklarını ısırdı ses
çıkarmamak için.
“Ne yazarlar dersin Ahmed futursuzca okuduğun o gazeteler yarın 3.
sayfalarında. “Kaçak Suriyeli sokakta ölü bulundu”. Memleketine bile
götürmezler seni ki gömsünler. Buranın toprağı alır mı dersin seni?”
İkinci bir sızıyla kasıldı bacağı ve beli. Dayanamadı inledi bu sefer
hafifçe. Belinden bağladığı montunu araladı yarasına bakmak için.
Mont kandan ıslanmıştı. Karanlıkta göremedi yarasını, eliyle
yoklamak istedi fakat eli etine değer değmez bir sızıyla tekrar kasıldı.
Oturduğu yerden kuvvet alıp doğrultmak istedi kendini fakat yer kan
olmuştu, eli kaydı kendini toparlayacak gücü bulamadı bir türlü.
Hiçbir şey yapamadan, hiçbir şey düzeltemeden elinden kendini
doğrultmak bile gelmeden yattı apartman girişinde. Sonunda bıraktı
kendini. “Bitti artık Ahmed. Çocuklar öyle ölü yatarken, sana
yaşamak helal mi zaten? Tüm yaptıklarının hesabı olmaz mı? Olur,
oldu da işte. Madem öyle, madem gelip çattı diyet vakti. Bu da benim
diyetim olsun.”
Ahmed derin bir uykuya yatarmışçasına yattı apartman girişinde.
Önce üşüdü, sonra sıcacık bir ferahlama geldi. Ne kadar yattığını
bilemedi önce, sonra da umursamadı. Sonunda kapattı gözlerini.
- Sen kimsin? Sen kimsin dedim!
Ahmed bağıranı duydu, “Alırlar buradan beni. Önce ambulans sonra
karakol...”
64
- Ahmed? Sen misin? Oğlum ne oldu sana?
Bağıran adam kapısını açtı apartmanın, Ahmed’i koltuk altlarından
tutup sürükledi içeriye. Bir kapı çalındı, kapı açıldı.
- Şşşşşttt!!! Sakın bağırma! Çekil, çekil, çekil...
- Baba!
- Sus dedim kızım, sus! Bez, falan bir şeyler bul çabuk yeri silmek
için.
Bir koltuğa yatırıldı Ahmed.
- Ahmed oğlum konuş benimle? Çocuklar nerede? Ne oldu sana
böyle?
Kız elinde bezler ve bir kova suyla geldi.
- Getirdim baba.
- Ahmed oğlum! Dayan, dayan geliyorum hemen.
Kafasını çevirdi Ahmed. İki kişi vardı. Biri kadın, biri erkek. Kadın
kısa, adam uzun. Adam sakallı, adam babacandı.
- Hilmi Dayı...
Başlangıç (Kamil)
- Biz işimizi yapmayalım o zaman amirim.
- Oğlum başlama yine.
- Ben ne derim şimdi bu içerideki çocuklara? “Çocuklar kusura
bakmayın her şeyi biliyoruz ama bu adamlar işi tepeden
bağlamışlar” mı diyeyim?
- Kamil!
- Amirim, o belgeleri gösterdim size. Bildiğim her şeyi anlattım. Siz,
benim yerime koyun kendinizi. Adamların ne mal oldukları
kayıdıyla, küreğiyle ortada işte. Bu herifler yüzünden bu halde değil
miyiz? Bu herifler yüzünden polis hep kötü adam değil mi?
65
Orospuçocukları at koşturuyorlar sonra birileri tutup heriflerin
foyasını ortaya çıkarınca da...
- Kamil küfür etme!
- Afedersiniz amirim!
- Oğlum ben bilmiyor muyum? Allah belalarını versin işte, istihbarat
bu ben ne yapayım ha? Herifler soruşturma bizde diye emirle
geldiler taa en tepeden. Ben kurtardım lan seni, süreceklerdi seni
de. Yalvar yakar oldum. Bir kıçını yalamadığım kaldı müdürün.
“Tüm delilleri alın biz de üstelemeyeceğiz daha” dedim. Eğer
birazcık hatırımız olmasaydı seni de beni de dinlemez ikimizi de
atarlardı bir köşeye. Belalı bu herifler, sen de benim kadar iyi
biliyorsun işte. Zaten belalı olduklarından başka da bir bok
bildiğimiz yok ya. Oğlum bak, bilirim sen doğrucu adamsındır.
İnanarak yaparsın işini, ama aileni, çocuklarını düşün. Bu işin
peşini bırak. Zaten bırakmasan da bir bok yiyemeyiz artık. Ne sen,
ne ben... Toparlayıp gittiler işte adamlar. Ne yapalım? Çekelim
vuralım mı hepsini?
- Amirim...
- Tamam Kamil! Daha fazla laf istemiyorum. Inan ben senin
yanındayım bu işte, ama seni de bir köşeye atıp çürmeye
bırakmalarına göz yumamazdım.
- Offfff...
- Sigara?
Kamil, Başkomiser Akın’ın sigarsından bir tane alıp yaktı. Derin bir
nefes çekti.
- Şu ölen Rus... kayıtlarda yanına gizlice gelen adam vardı. Bir
şeyler konuşuyorlar sonra bu herif Rus’un fişini çekiyor. Gerçek
anlamda yani. Herifin bağlı olduğu aletin fişini çekiyor.
- İzleyemedim onu fırsat olmadı.
- Amirim bana öyle geliyor ki, bu Rus istedi fişin çekilmesini. Bir 510 dakika konuşuyorlar ama ses pek net değil.
66
- Oğlum sana bırak diyoruz sen hala nerelerdesin? Eeee ne
yapalım.
- Dudak okuyan birini bulmuştuk komiserim. Kameradan gördüğü
kadarıyla artık. Uğraşıyordu eleman. Rus’un bu fişini çeken
elemana dediği şeylerden biri “Deniz’i bul. Adres odada”
- Yani?
- Yani komiserim bir iki güne kalmaz bu Cihat denen adamın ortağı
Deniz’i de ölü bulabiliriz.
- Haaa bize bırakırlar ya... Ruhumuz bile duymaz oğlum. Aha
şuraya yazıyorum.
- Neyse amirim. Ben çıkıyorum o zaman.
Kamil kalkıp kapıya yürüdü. Başkomiser Akın seslendi tekrar
arkasından.
- Kamil!
- Buyrun amirim.
- Bu işi karıştırma daha fazla
- Tamam amirim konuştuk ya.
- Söz ver bana. Hepimizin iyiliği için... Karıştırmayacaksın.
- Söz amirim, söz. Başka bir şey yoksa eve gidiyorum ben.
- Yok tamam. Yarın dinlenin biraz, sen de senin ekip de. İdare
ederim ben sizi.
- Sağolun amirim.
Kamil küçük toplantı odasına girdiğinde 4556 telsiz kodlu Cinayet
Bürosu birimi tam kadro odadaydı.
- Haydi herkes evine. Yarın da dinlenin ertesi güne devam
ediyoruz.
Tüm birim merakla bakıyordu Kamil’e. Sonunda Haluk sessizliği
bozdu.
- Dosyayı geri alabilecek miyiz komiserim?
- Yok... Bitti o iş. İstihbarata verdiler dosyayı.
- Şimdi ne yapacağız komiserim?
- Herkes evine...
Birim ağır ağır ve isteksizce çıktı odadan. Kamil sandalyelerden
birine oturdu. Elini cekitinin cebine atıp, bir fotoğraf çıkardı. “Sağda
67
Cihat Akyürek, Mehmet Karaoğlu, Kerim Günver; solda Dimitri
Ivanovic ve kim olduğunu bilmediğimiz adamı. Ortada, tüm bu
pisliklerin ortasında sen, Savcı Ahmet Seyrek. Bir gün sana deliller
nasıl kesinlik gösterir öğreteceğim. Bekle Savcı Bey, bekle. Bir
gün...”
Sonrası (Cuma)
79, 80, 81, 82, 83, 84, 85, 86.
Cuma saatine baktı. 06:02:41. 86 merdiveni çıkmak 1 dakika 12
saniye sürmüştü. Kapıya doğru ilerledi Cuma. Kilidi yokladı. “Sur
Kilit”. Bu kilitlerin göbeklerinde 4 dişli olur. Cuma’nın yanında kilide
uyabilecek 4 maymuncuk çeşidi vardı. Eline ilk geleni alıp yokladı
Cuma. Etrafı dinliyordu bu esnada. Bazı insanlar işe giderdi bu
saatlerde. Sabahın erken saatlerinde yola koyulup, evlerine alın
teriyle kazanılmış bir somun ekmek götürmek için didinen çalışkan
insanlar. Çalışkan insanları severdi Cuma. Hapisteyken bile temizlik
onlarla yürürdü. Uyuşukları da eninde sonunda ya döverlerdi, ya da
koğuş ağası el koyardı onlara. “Tabi çalışanların götü taş gibi olur,
ağa yumuşak göt severdi. Allah’tan da öyle severdi yoksa şimdiye...”
3. maymuncuğun 4 tam 3 çeyrek dönüşünde açıldı kapı. Cuma etrafa
bir daha bakıp kimse olmadığını görünce çekti Yadigarı belinden.
Yadigar, 3 ana parçalı, Colt 1911. Bir dolu şarjör içeride, artı bir
yedek, toplam 14 mermi. Susturucuyu silaha taktı Cuma, 4 sıkı turla
çevirdi. İtti kapıyı, girdi geri kapattı. 3 adım, holden sağa, salon boş,
tuvalet boş, 9. adım, yatak odası. Kapıyı itemeden önce 3 saniye
durup dinledi. 3 saniyede 3 buçuk nefes. İçerideki her kimse,
birazdan öleceğini biliyordu. Cuma’ya göre bu %90 ihtimaldi. %10
adam iri çıkarsa diye...
Eğip kafasını menteşe aralığından görmeye çalıştı, seçemedi.
“Kapıya sıksak, kapı kalın. Mermi geçmez”. Boğuşma ihitmali düşük
bir seçenek aradı hemen. “%10, az değil”.
Kapıyı hafifçe iterek açtı. Yorganın tamamen açık olduğu yatak
boştu. “Kahretsin” dedi fısıldar gibi yaparak, geri geri adımlarla ve
silahı hala havada normal bir sesle devam etti. “Alo, ağabey kaçmış
adam. Yok her yere baktım, yok evde. Siz diğer mekana gidin ben
geliyorum birazdan.” Koridordan giriş holüne geldi ve hol duvarına
yaslanarak silahı koridorun girişine doğrulttu. Diğer eliyle dış kapıya
uzanıp, açtı ve sert bir şekilde kapattı. Ayak sesleri... Yatak odasına
toplam 9 adım. Holden koridora 3 adım, koridordan yatak odasına 6,
5, 4, 3, 2, 1...
68
Pop!
Sarı dalgalı saçları görmesiyle ateş etmesi bir oldu Cuma’nın, o
yüzden Deniz Bildik’in aslında kadın olduğunu ancak ceset yere
yığıldığında anladı. Kısa bir iç çekti. “Pres baba için son iş”.
Yadigar’a baktı bir süre. “Seninle de ayrılıyoruz artık”. Öptü silahı.
Ceketiyle izlerini silip silahı yere bıraktı.
“Yeni bir silah bulmak gerekecek şimdi. Yeni işler... Kendisi için
çalışanın ömrü uzun olmaz ya bu işte. Kaç sene yaşarım acaba.”
Tarihe bakıp ezberlemeye çalıştı. Saat 06:21:58. Biraz acele ederse
genelde 1-2 dakika geciken 06:40 vapurunu yakalayabilirdi. Evden
çktı, merdivenlere yürüdü.
86, 85, 84, 83, 82, 81, 80, 79...
SON
69
www.fabulanonvera.com
www.facebook.com/fabulanonvera
@fabula_non_vera
https://instagram.com/fabulanonvera/
youtube/fabulanonvera
70