YEN D NYA D ZEN (The New World Order)

Transkript

YEN D NYA D ZEN (The New World Order)
SEÇİLMİŞLER İNSANLARIN CAN, MAL, NESİL, AKIL, DOGRU HABER
HAK VE GÜVENLİKLERİNDEN SORUMLUDURLAR
YURTTA SULH CİHANDA SULH
Yeni Dünya Düzeni
The New World Order
1
PEACE FOR BOTH IN THE COUNTRY AND IN THE WORLD
THE SUGGESTION OF CONSTITUTION ITEMS TO THE WORLD
Burhan EROL
Sayın
……………………………………………………………………………
Dünya 7.310.794.392 3 Kasım 2015 100.00%
worldometers dünya nüfusu sayacı
The New World Order “ YENİ DÜNYA DÜZENİNE “*
eleştiri ve
katkılarınızı aşağıda yazılı e-mail adresime iletmenizi rica eder, şimdiden
teşekkürlerimi arz ederim.
…. / …. / 20….
Burhan EROL
GSM: 0 542 214 83 66
Adres: İnönü cad.313/03 Konak/İZMİR
[email protected]
[email protected]
burhanerol-google +
@burhanerol 55 twitter
2
İÇİNDEKİLER
Önsöz 4
TERÖRÜN ON
SEBEBİ
VE GÜVENLİK DOKTRİNİ 5
Terörün önlenmesi için; KANUN TEKLİFLERİ
Ek 1-
İnsan Hakları Kanunu 37
Ek 2- 12 yıl çalışarak ev+iş yeri kazanma kanunu 7
Ek 3- Evrensel Suçlar kanunu 15
Para nasıl kazanılır. 62
İlmin önemi 68
YENİ DÜNYA KURUMLARI;
YENİ KURUM 1- Evrensel Medeniyet Partileri 85
YENİ KURUM 2- BM Dünya Adalet Meclisi 100
YENİ KURUM 3- Dünya Birleşik Devletleri 105
YENİ KURUM 4- KÜRESEL DEVLET EMAŞ / Evrensel Medeniyet ANONİM ŞİRKETİ 111
Üçüncü Dünya Savaşı 139
İnanç kaynaklı terörün kültürel kaynakları 147
Bir devlet memurunun (1931-2015) anlattıkları 225
YENİ KURUM 5- İsevi+Musevi+Müslimanlar arasında DİYALOG KURUMU 302
YENİ KURUM 6- Üniversitelerde Akıl+Bilim ile çelişmeyen;AYET inceleme merkezleri 304
YENİ KURUM 7- İNSAN HAKLARI veya EVRENSEL MEDENİYET BAKANLIKLARI.
Türkçe+İngilizce 308 ------350
3
ÖNSÖZ
İnsanların sırtlarındaki doğal/fıtri yükleri sayalım.
1- Aş,iş,eş,ev gibi eksikliği hissedilen ihtiyaçları bulma yükü.
2- Güvenlik yükü.Canını,malını,aklını,ırzını,doğru haber hakkını korumak.
3- Adalet yükü. Haksızlığa uğradığında hakkını alabilmek.
İnsanların ortak malı olan yeryüzünde ki sahipsiz toprakları, sahiplerine/vatandaşlara verme
ve ortak (kamu) kaynaklarımızı kullanma yetkisi verdiğimiz ; Cumhurbaşkanı, Başbakan,
Bakanlar ve devletten maaş alanların; tüm vatandaşlara ait olan, sahipsiz topraklardan, kamu
kaynaklarından, işsizlere, evsizlere, özürlülere, yetimlere pay aktarmaları, güvenlik ve adalet
işlerini yerine getirmeleri gerekiyor.
3.Dünya savaşına yol açabilecek küresel teröre karşı, herkesin güvenliği ve adalet için, Yurtta
Sulh, Cihan da Sulh için; yeryüzünde, insan hakları, açık toplum, serbest piyasa, özgürlük ve
evrensel hukuka dayanan YENİ DÜNYA DÜZENİ olması gerekiyor. 8.11.2015.
Burhan EROL
[email protected]
[email protected]
burhanerol-google+
@burhanerol55 twitter
+90 542 214 83 66
İnönü cad.313/16 İZMİR
4
“GÜVENLİK DOKTİRİNİ”
Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından 1984 yılından itibaren bugüne kadar
30 yılda , her yıl ortalama 10 milyar Dolar olmak üzere toplam 300 Milyar Dolar para,
terör gerekçesiyle harcandı.300 Milyar Dolar kasadan çıkan nakit para.Terör sebebi
ile ihracat ve yatırım azalmış. Olası ihracat ve yatırımlardan elde edebileceğimiz kar
meblağı tahminen 30 yılda 1.7 Trilyon Dolar. Toplamda 2 Trilyon Dolar kayıp var.
Kamuda şu an 3 milyon 215 personel çalışıyor. Terör olmasa idi, kamu
çalışanlarının eline geçecek para azalmayacak, bilakis artacaktı.
Terörün sebeplerini analiz edelim.
Terörün sebeplerinden on tanesini öncelikle inceleyelim.
1- İnsanlara haklarının verilmeyişi terörün birinci sebebi.
Ek 1- İnsan Hakları Kanun Teklifi. İnsanlara haklarını vermek lazım. İnsan hakları
nelerdir?.(Sahife 36 da sunulmuştur.)
3- İşsizlik terörün ikinci sebebi.
Ek 2- On iki yıl çalışarak ev+iş yeri kazanma kanunu ile
hedef alınmıştır.(Sahife 7 de sunulmuştur.)
işsizliğe, evsizliğe çözüm
3- Evrensel suçlardan caydırıcı karşılıkların olmayışı terörün üçüncü sebebi.
Ek 3- Evrensel Suçlar Kanun Teklifi ; Cinayet, iftira, hırsızlık, fuhuş eylemlerini yok
denilebilecek kadar en aza indirmeyi hedef almıştır.(Sahife 15 de sunulmuştur)
4- Çeşitli ülkelerde herkese seçme-seçilme hakkı verilmeyişi terörün
dördüncü sebebi.
Yeni Kurum 1- Evrensel Medeniyet Partileri projesi çeşitli ülkelerde, ülke
vatandaşlarına parti programı örneği sunar.(Sahife 85 de sunulmuştur.
5- Herkes için adaletin olmayışı terörün altıncı sebebi.
Yeni Kurum 2- BM çerçevesinde Dünya Adalet Meclisinin oluşumu gündeme
gelebilir. ( Sahife 100 de sunulmuştur.)
6- Parçalanmış uluslar terörün altıncı sebebi.
5
Yeni Kurum 3- Dünya Birleşik Devletleri. İnsanları evrensel insani ortak değerler
de birleştirebilir. Devlet talebi olan halklara (Musevi ve kürt halkları dahil) devlet kurma
hakkı, bu çerçevede ve başkalarına zarar vermeden gerçekleşebilir.( Sahife 105 de
sunulmuştur.)
7- İnsanların hiç bir ilke tanımadan sadece para için çalışması terörün
yedinci sebebi.
Yeni Kurum 4- EMAŞ projesi tüzel veya özel kişilere ilkeli para kazanmanın yolunu sunuyor.
Örneğin; 26 Nisan 2014 itibarıyla 8000 (sekiz bin) civarında MİT çalışanı mevcut. 26 Nisan
2014 tarihinde resmi gazete de yayımlanan MİT kanunu çerçevesinde DIŞ OPERASYON
YAPACAK yeni çalışanlar alınacaktır. Personel sayısının 120.000 olması öneriliyor.
DIŞ OPERASYON denilince vurma-kırma akla gelmesin.” DIŞ OPERASYON”
denilince küresel şirket oluşturmak akla gelsin.
112.000 yeni personel alındığında, 100.000 personel Ek 7 de belirtilen Evrensel Medeniyet
Anonim Şirketi şeklinde çalışabilir.( Sahife 111 de sunulmuştur.)
8- İnsanlar arasında diyalog eksikliği terörün sekizinci sebebi.
Yeni Kurum 5- Diyaloğ Kurumu kurulmalı.İseviler,Museviler,Müslümanlar arası.
Herkes empati yapabilir. Akıl + Bilim+ Kitaplar çelişmezliği sağlanarak Diyaloğ
kurulabilir.
Şirk ( Din+akıl+ bilim ile ilgili çelişkili düşünceler,hurafeler,efsaneler) terörün ana
sebebi. Diğerleri yavru sebepler ). (Sahife 302 de sunulmuştur)
9- Ünivrsitelerde Akıl ve bilim ile çelişmeyen KUR’AN ögretimi olmayışı
terörün dokuzuncu sebebi.
Yeni Kurum 6- Üniversitelerde Akıl ve Bilim ile çelişmeyen Ayet İnceleme Merkezleri
oluşmalı.(Sahife 304 de sunulmuştur)
10- Evrensel (Herkes için insan hakları, iş, adalet ve güvenliği sağlayabilen)
Hukuka dayanan Evrensel Medeniyetin olmayışı terörün onuncu sebebi.
Yeni Kurum 7- İnsan Hakları veya Evrensel Medeniyet Bakanlıkları kurulmalı.
((Sahife 308 de sunulmuştur)
6
Kabul Tarihi:....................
Kanun No:........................
12 YIL ÇALIŞARAK EV+İŞ YERİ KAZANMA KANUNU;
BİRİNCİ BÖLÜM: Genel hükümler:
Madde 1- 18 yaşına gelen, işi ve evi olmayıp çalışmaya karar verenlere ; on iki yıl
çalışmalarının karşılığında EV+ İŞ YERİ sağlanır.
Madde 2- 50 kişi bir araya gelip dilekçe verdiğinde şehir merkezlerinde toplam 10 dönüm,
diğer yerlerde toplam 1000 dönüm arsa/arazi tahsis edilir. Bu orana göre diğer dilekçe
sahiplerine işlem yapılır.
Madde 3-Hak sahiplerine tahsis edilen bu arsa/arazilere; şartları bu kanunda yazılı
yüklenicilere/müteahhitlere %50 ile kat karşılığı konut + iş yeri yaptırılır.
Madde 4- Yüklenici/Müteahhit arsa alma hakkını kullanan, emeğinden başka bir şeyi
bulunmayan işçileri, malzeme karşılığında değişik meşru işlere gönderebilir.Gerektiği
kadarını işi öğrettikten sonra inşaatta çalıştırabilir. Meslek sahibi yapar.
Madde 5- Beslenme, giyinme, evlenme (ev edinme+evlenme) gibi gerçek ihtiyaçların
üretildiği, yeni siteler, yeni köyler, yeni kasabalar, yeni şehirler arsa/arazi tahsisinden
itibaren on yıl içinde inşa edilir.
Madde 6- Çevre ve Şehircilik Bakanlığından, hazineden,ormandan, belediyelerden, kamuya
ait tüm yerlerden,yurt içinden, yurt dışından bedelsiz arsa veya arazi tahsis edilir/verilir.
Madde 7- Belediye vergileri, harçları alınmaz. Altyapıları; belediyeler ve ilgili idarelerce
ücretsiz yapılır.
Madde 8-Arsa temin ettikten sonra işçiler işe alınır. İşçilerin ikamet edeceği asgari sağlıklı
yemek, temizlik , giysi,dinlenme, ibadet yeri vb. ihtiyaçları yüklenici tarafından karşılanır.
Madde 9- Vatan vatandaşlarındır. Sahipsiz vatan toprakları vatandaşların ortak topraklarıdır.
7
İKİNCİ BÖLÜM: Ş A R T N A M E
VE
FİAT
Madde 10- 400 cm. x 400 cm. akslara sahip, bodrum katlarında üretim yapılabilen, zemin
katlarında alış veriş merkezi olabilen, birinci katlarında alıcılara verilecek iş yeri ofisleri
bulunan, üst katlarında ikamet edilen 100 konut + 100 iş yeri barındıran rezidanslar; arsanın
kıymetli olduğu kalabalık yerlerde sekiz veya daha fazla katlı olabilir.
Madde 11- Ev + İş yerli ( 9.9 dönüm tarla) köy-kentler seçilebilir.
Madde 12- Ortaklardan inşaat mühendisi şantiye şefine çalışanlar, işler ve iş güvenliği
emanet edilir. Zemin hafriyatı iş makinaları ile yapılıp, inşaata başlanır.
Madde 13- Katılımcılar, çalışanlar ; cinayet, fuhuş, iftira, hırsızlık ,uyuşturucu gibi suçlar
işleyemezler. Bu nedenle hakemlerin çıkarılmasını tavsiye ettiği kişiler çıkarılır.
Madde 14- Çalışması karşılığı saat ücreti asgari 5 TL'den , ev+iş yeri: toplam tavan fiatı
200.000 TL’den hesaplanır. Rezidans projelerinden ev+iş yeri almak isteyen alıcı hakkını
istediği gibi seçebilir. Metrekare fiatı 1000 (Bin)TL den hesaplanır.
Madde 15- Köy-kent projelerinden almak isteyen; Temeli 50 m.kare olan iki katlı modern
köy evi + 9900 m.kare tarla alabilir. Çatı olmaz. Su ve ısı izolasyonu yapılmış teras yapılır.
Teras çevresine bir metre yüksekliğin de duvar örülür.. Evi ile birlikte ortalama on dönümlük
yaşama alanının fiatı 200.000 TL olarak hesaplanır.
Madde 16- Evler yapılırken ısı izolasyonuna dikkat edilir.
Madde 17- Alıcı herhangi bir bölgede; ev+iş yerini beğenmezse sabır eder, ne zaman
beğendiği bir bölgede ev+iş yeri inşa edildiğinde alma hakkını kullanabilir.
Madde 18- Seri üretime gidileceği için iç ve dış donanımlar bütün evler için eşit imal edilir.
Evini seçmiş olanların boya renkleri istedikleri gibi yapılır.
Madde 19- Teslim süresi en fazla on yıldır.
Madde 20- Hiç parası olmayan bir insanın üretim yaparak yaşayabileceği medeni bir ortam
oluşturulmaya çalışılır.
Madde 21- Köy-kentlerin doğal su çıkan yerlerde kurulmasına özen gösterilir.
8
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM:Yükleniciden borç/alacak belgelerinin alınması
Madde 22- Yükleniciden şu şekilde borç/alacak belgeleri alınır.
…………………………….. Kimlik no lu
……………………………………….'den
…………………. saat çalışması karşılığı
…………..TL borç/alacak kayıt edilmiştir.
…………………………………………………………………………………………………..
Saat ücreti 5 TL den işçilik yapanların, malzeme verenlerin, arsa, arazi koyanların, borç
verenlerin hakları metrekaresi 1000 (Bin) TL olan inşaat üretimimizden ödenecektir.
Aşağıda isimleri ve imzaları bulunan yükleniciler projenin başarısı için hak ve sorumluluk ta
ortaktırlar…./.../….
YÜKLENİCİ ORTAKLIĞININ İSİM VE İMZALARI LİSTESİ
1-..........................................................................
2-.........................................................................
3-.........................................................................
4-........................................................................
5-........................................................................
6-.........................................................................
7-........................................................................
8-........................................................................
9-.........................................................................
10-.......................................................................
9
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM : Form Dilekçe;
Madde 23-Bakanlığa dilekçeler şu şekilde verilir.
TC ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANLIĞINA
ANKARA
Konu: Arsa / Arazi talep dilekçesi.
1-- Kendimize, ailemize, insanlara, çevreye zarar vermeyeceğiz.
2- Zarara uğrarsak; zarara zarar vererek hak almayacağız.
3- Hukukla, hakemle, hakimle hak alınabilir.
4- Başkalarına zarar verdiğimiz hukukla, hakemle, hakimle kanıtlandığı takdirde yerleşim
yerinden dört ay içinde ayrılma dahil hakemlerce verilecek karara uyacağız.
6- Gerçek ihtiyaçlar ( Beslenme+Giyinme+Evlenme ) için çalışacağız.
7- Üretim halkalarında; bir kişi on kişinin çalışmasında işçi başı olabilir.
8- Kimselere söz vermekten ve karşılıksız borçlanmaktan kaçınacağız.
9- Kendimize ait evimiz ve iş yerimiz yok.
10- Genel hükümlere, teknik sözleşme ve maliyet tavanına göre borçlarımızı çalışarak
ödeyeceğiz.
11- On iki yıl çalışarak ev+iş yeri kazanma kanunu çerçevesinde bedelsiz arsa, arazi tahsis
edilmesini/verilmesini vatandaşlık hakkı olarak talep ediyoruz.
…../…./……..
isim-soy isim
imza
Kimlik no:...............................................
E-mail:....................................................
GSM:......................................................
Meslek:...................................................
Adres:......................................................................................................
………………………………………………………………………….
Yüklenici:......................................................................................................................................
.......................................................................................................................................................
.......................................................................................................................................................
BEŞİNCİ BÖLÜM: YÜRÜTME
10
MADDE 24- Bu kanun yayımlandıgı tarihte yürürlüge girer.
ALTINCI BÖLÜM: YÜRÜRLÜK
Madde 25- Bu kanunu Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yürütür
12 YIL ÇALIŞARAK EV+İŞ YERİ KAZANMA KANUNU
GEREKÇELER
BİRİNCİ BÖLÜM: Genel hükümler:
MADDE 1- On sekiz; planlanmış işlerde çalışmak, üretmek, kazanmak için en uygun yaştır.
Kişi ayni zamanda üniversiteyede devam edebilir. Yeter ki planlanmış bir iş olsun.Bu kanun
bu planlamayı yapmakta. Çalışmak, üretmek, kazanmak isteyenler hem okuyabilir, hemde
ev+iş yeri kazanılabilir.
MADDE 2- Elli üniversiteli gencin bir araya gelip, ortak dilekçe verdiğini düşünelim.Şehir
merkezlerinde 10 dönüm, şehir dışlarında 1000 dönüm bu gençlere devlet tarafından tahsis
edilmiş olsun.
MADDE 3- Bu elli genç, on ortaklı bir yüklenici/müteaahhit bularak kat karşılıgı bir
anlaşma yaparlar.Yarı yarıya. %50 ,% 50 ile. Yapılacak üretimin yarısı yükleniciye,yarısı
arsa sahiplerine. 100 konut, 100 işyeri olacak şekilde planlama yapılır.
MADDE 4- Yüklenici çalışmak isteyen gençlere saat ücreti ile iş vermek zorundadır.Bir genç
üniversiteden arta kalan zamanda saat ücreti ile çalışabilir. Cumartesi, pazar, tatil günleri
çalışabilir. Her gün kaç saat çalışmış ise , saat ücreti 5 TL den hesaplanarak, borç / alacak
belgesini alır.
MADDE 5- Yüklenici kat karşılığı sözleşmeden sonra on yıl içinde işi tamamlamak
zorundadır. Şehir dışlarında yapılacak köy kentlerde hem ikamet, hem üretim yapılır.
Şehir içinde yapılacak rezşdanslarda da hem ikamet,hem üretim yapılır.
MADDE 6- Devlete ait her türlü arsa ve arazilerden bu kanun kapsamında tahsis edilir,verilir.
MADDE 7- Bu kanun çerçevesinde alınacak ruhsatlardan verği, harç alınmaz. Alt yapılar
ücretsiz yapılır.
11
MADDE 8- İnşaatlarda çalışacak olanların insanca çalışması,dinlenmesi,beslenmesi,ikameti
için en önce şantiye kompleksi yapılır.
MADDE 9- Vatanın vatandaşların oldugu, tapusu verilmemiş vatan topraklarının tapusu
olmayan vatandaşların ortak topragı oldugu böylece anlaşılmış olur. Ve herkes vatana sahip
çıkar. Kimse vatanını satmak için çaresiz duruma itilmez. Terör plancıları, teröre gidecek
eleman bulamaz artık. Yılda 10 Milyar Dolar teröre değil, alt yapılara harcanabilir.
İKİNCİ BÖLÜM: Ş A R T N A M E
VE
FİAT
MADDE 10- Şehir merkezlerinde yapıların saglam, estetik, kullanışlı, ekonomik olması için
kolon aralarının dörder metre olması düşünülmüştür. Bir rezidansta 100 konut,100 işyeri
planlanır. Bunun sebebi şehirlerde işten-eve gidip gelmek çok külfetli olmaktadır. Büyük
şehirlerde evin, iş yerine ne kadar yakınsa o kadar iyidir. Kişi üst katlarda oturmalı, alt
katlarda hizmet veya mal üretmelidir. Bir kişinin ihtiyacı ev+iş yeri toplam 200 metrekare
olarak düşünülmüştür.
MADDE 11- Şehir dışlarında bir kişinin ihtiyacı 100 metrekare ev, 9900 metrekare tarla
olarak düşünülmüştür.
MADDE 12- Yüklenici ortaklardan en az biri inşaat mühendisi olmalı ve baştan teslime
kadar , saglık nedenleri hariç işin başında olmalıdır. Şantiye şefine çalışanlar ve üretimler
emanettir. Çalışanlar işleri şantiye şefinin talimatlarına göre yapmak zorundadır.
MADDE 13- Evrensel Suçları işleyenler çalışan ve ortak olmaktan hakem kararı ile çıkarılır.
MADDE 14- Ter dökmeden birşey sahibi olmak söz konusu değil.Bu nedenle;
200.000 / 5 = 40.000 saat çalışma mecburiyeti getirilmiştir. Devletten ücretsiz arsa alan,
40.000 saat ter dökmek zorundadır. Bu ter 12 yıl içinde dökülecektir. 12 yılda 4000 iş günü
vardır. Günde 10 saat eder. Demekki ortalama günde 10 saat çalışılır. Bu çalışma angarya
şeklinde olmaz.
24 saatin 10 saati çalışmaya ayrılırsa, kalan 14 saatin yarısı üniversiteye, yarısı uykuya
ayrılabilir.
Saat ücret 5 TL ile metrekare birim fiatı 1000 TL ölçek rakamlardır. Piyasa değerleri değildir.
MADDE 15- Şehir dışlarında kurulacak köy-kentlere özellikle demir yolu ve yol yapmak
devletin görevidir. Yol, kanalizasyon, su, elektirik idareleri bu işleri ücretsiz yaparlar.Bir
taraftan köy-kent inşa edilirken, buna parelel alt yapı da devlet tarafından yapılır. Evler en
fazla iki katlı olmalı, teras da kullanıma uygun olmalıdır. Evler tip proje ile yapılır. Seri
üretimle kaynak ve zaman kazanılır. 50 metrekare üzerine iki kat + teras bulunur. Zeminde 5o
12
metre kare toprakla ilişkisi kesilmiş teras ilave edilir. Geriye 9900 metrekare tarla kalır.
Tarlalar, evler arasında minumum ulaşım yolları açılır.
MADDE 16- İzalasyon önemli. Her taraf izole edilmeli ki, iklimlendirmede kolaylık olsun.
MADDE 17- Rezidanslar ve köy-kentler arası değişimler olabilir.
MADDE 18- Boya dışında tüm üretimler standart imal edilir. Her evde alaturka ve ala franga
olmak üzere iki tuvalet bulunur.
MADDE 19- Arsa sahipleri ile kat karşılığı sözleşme tarihinden itibaren, yüklenicinin azami
teslim etme süresi on yıldır.
MADDE 20- Parası,evi,eşi,işi olmayan bir vatandaş düşünelim. Bu proje ile bu vatandaşlar
üretime ve hayata katılmış olurlar.
MADDE 21- Köy-kentlerin doğal su kaynaklarına yakın olmasına özen gösterilmelidir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM:Yükleniciden borç/alacak belgelerinin alınması
Madde 22- Yükleniciden şu şekilde borç/alacak belgeleri alınır. Örnegin;
305 307 219 027 Kimlik no lu
Hasan Sezer'den
10 saat çalışması karşılığı
50 TL borç/alacak kayıt edilmiştir.
…………………………………………………………………………………………………..
Saat ücreti 5 TL den işçilik yapanların, malzeme verenlerin, arsa, arazi koyanların, borç
verenlerin hakları metrekaresi 1000 (Bin) TL olan inşaat üretimimizden ödenecektir.
Aşağıda isimleri ve imzaları bulunan yükleniciler projenin başarısı için hak ve sorumluluk ta
ortaktırlar…./.../….
YÜKLENİCİ ORTAKLIĞININ İSİM VE İMZALAR LİSTESİ (Örnegin;)
1- İnş.Müh.Burhan EROL
imza
2- Mak.Müh. Hasan SEZER
13
3- Elektirik Müh. Süleyman TATAR
4- Mimar Nebahat Karagülle
5- Kimya Müh. İsmail Hakkı Metecan
6- Satın almacı.Cihat EROL
7- İş takipçisi Emin BOZKUŞ
8- Eğitimci Güngör KIZILBAĞ
9- Bilği İşlemci M.Şamil EROL
10-Muhasebeci Hulusi TAKCI
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM : Form Dilekçe;
Madde 23- Bakanlığa dilekçelerin verilmesi; bir form olarak tasarlanır.
Kimse kimseye zarar vermeden , tabiattan istifade ederek yaşamayı başarmak herkesin
çıkarınadır. Devlet; iyi yaşamak isteyenleri ödüllendirme alışkanlıgı kazanmalıdır.
Bu kanun ile devlet kimseye zarar vermeden geçinmek; çalışmak, üretmek, kazanmak
isteyenlere toprak haklarını vermiş olacaktır.
Milli Emlak Müdürlüklerine giden vatandaşlara “siz yeri bulun, getirin, satışa çıkaralım,
ihalede kim yüksek fiat verirse o alır” denilme dönemi bu kanun ile sona ermiştir.
Devlet arsa, arazi satma kurumu değil, devlet vatandaşların ortak işlerini yapmak için
vatandaşların yetki ve maaş vediği çalışanlardır.
Asıl olan vatandaşlardır. Devlet; vatandaşların ortak işlerini yapan görevlilerdir.
Beylik, padişahlık kaldırılmıştır.
Allah adına insanları yönetme hakkı da kimseye verilmiş değildir.
BEŞİNCİ BÖLÜM: YÜRÜTME
MADDE 24- Yürürlük ile ilğilidir.
ALTINCI BÖLÜM: YÜRÜRLÜK
Madde 25- Yürütme ile ilgilidir.
Kanun No:.....................................
Kabul Tarihi:................................
EVRENSEL SUÇLAR KANUNU
14
BİRİNCİ KİTAP
Genel Hükümler
BİRİNCİ KISIM
Temel İlkeler, Tanımlar ve Uygulama Alanı
BİRİNCİ BÖLÜM
Temel İlkeler ve Tanımlar
Evrensel Suçlar Kanununun amacı
MADDE 1. - (1) Evrensel Suçlar Kanununun amacı; kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu
sağlığını ve çevreyi, toplum barışını korumak, suç işlenmesini önlemektir. Kanunda, bu amacın gerçekleştirilmesi için ceza sorumluluğunun
temel esasları ile suçlar, ceza ve güvenlik tedbirleri düzenlenmiştir.
Suçta ve cezada kanunîlik ilkesi
MADDE 2. - (1) Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Kanunda yazılı
cezalardan, güvenlik tedbirlerinden, ve hakimlere verilen yetkilerden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunamaz.
(2) İdarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamaz.
(3) Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz. Suç ve ceza içeren hükümler, kıyasa yol açacak
biçimde geniş yorumlanamaz.
Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi
MADDE 3. - (1) Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur.
(2) Ceza Kanununun uygulamasında kişiler arasında ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, siyasal veya diğer fikir yahut
düşünceleri, felsefi inanç, millî veya sosyal köken, doğum, ekonomik ve diğer toplumsal konumları yönünden ayrım yapılamaz ve hiçbir
kimseye ayrıcalık tanınamaz.
Kanunun bağlayıcılığı
MADDE 4. - (1) Evrensel Suçlar kanununu ve karşılıklarını bilmemek mazeret sayılmaz.
Özel kanunlarla ilişki
MADDE 5. - (1) Bu Kanunun genel hükümleri, özel ceza kanunları ve ceza içeren kanunlardaki suçlar hakkında da uygulanır.
Tanımlar
Madde 6 - (1) Evrensel Suçlar Kanunlarının uygulanmasında;
a) Cinayet: Yaşama hak ve özgürlüğüne , organ bütünlügüne zarar veren eylemler,
b) Hırsızlık: Mal sahibi olma hak ve özgürlüğüne zarar veren eylemler,
c) İftira: Doğru haber alabilmek hak ve özgürlüğüne zarar veren eylemler,
d) Tecavüz: Zorla gerçekleştirilen cinsel eylemler,
e) Zina : İsteğe bağlı yapılan lakin bir zaman sonra cinayetlere, hastalıklara, hırsızlıklara, iftiralara, intiharlara neden olduğu bilimsel
olarak kanıtlanmış cinsel eylemler,
f) Fuhuş: Yeni TCK’da olduğu gibi, 1926 tarihli TCK’da (md. 6/4) da fuhuş suçunun kovuşturulması açısından evrensellik ilkesi kabul
edilmişti. Yeni TCK’nın 227. maddesinde düzenlenmiş olan fuhuş suçunun yurt dışında işlenmesi halinde evrensellik ilkesinin kabul
edilmesi, fuhuşla mücadeleye ilişkin Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararası sözleşmelere dayanmaktadır. Fuhuş suçlarının cezalandırılması
yükümlülüğünün temelini 4.5.1910 tarihli Beyaz Kadın Ticaretinin Yasaklanmasına Dair Uluslararası Sözleşme, 30.9.1921 tarihli Kadın ve
Çocuk Ticaretinin Yasaklanmasına Dair Sözleşme, 1933 tarihli Tüm Yaşlarda Kadın Ticaretinin Yasaklanmasına Dair Sözleşme ve
21.3.1950 tarihli İnsan Ticaretinin ve İnsanların Fuhuş Yoluyla Sömürülmesinin Yasaklanmasına Dair Sözleşme gibi bir çok uluslararası
sözleşme oluşturmaktadır. Ancak bu sözleşmelerde evrensellik ilkesine göre ceza kovuşturmasına açıkça yer verilmemiştir. 1921 tarihli
Sözleşme (md. 4) ve 1950 tarihli Sözleşme (md. 9) sanığın iade edilmemesi halinde ceza kovuşturması yükümlülüğü getirdiği ve bu suçların
kovuşturmasının uluslararası toplum için taşıdığı önemden hareketle, evrensellik ilkesine göre ceza kovuşturmasının caiz olduğu sonucuna
ulaşabiliriz. Çünkü, fuhuş ve kadın ticareti suçlarında, özellikle cinsel özgürlük ve vücut bütünlüğü gibi evrenselliği uluslararası hukuk
tarafından kabul edilmiş temel insan haklarının korunması söz konusudur. Bu suçların örgütlü bir şekilde işlenmesi, uluslararası devletler
topluluğu açısından önemli bir tehlike teşkil etmektedir. Bu nedenlerle fuhuş suçlarının evrensellik ilkesine göre kovuşturulması uluslararası
hukuka uygundur. 1 Ambos, in: Münchener Kommentar § 6, no. 12.
g) Güvenlik: İnsanların, canlarını, mallarını, nesillerini, sağlıklarını, doğru haber alabilme haklarını güvende, emniyette hissetmesi, başına
gelebilecek kötü durumlarda hakkının kanun yoluyla alınmasının en kısa zamanda gerçekleştirilmesi,
h) Evrensel Suç: Hayatın başlangıcından itibaren, herkes için geçerli, herkes tarafından kabul edilen insan hak ve özgürlüklerine veren
15
eylemler,
ı) Hürriyet/Özgürlük:.Hürriyet; her düşündügünü,her istediğini yapabilmek ise gerçekte hürriyet yok demektir.İnsan bir eylemi kendi
rızası ile yapsa bile, kendine veya diğer insanlara zarar verebilen bir varlık olduğu için, başkalarının hak ve özgürlük sınırına kadar olan
eylemler hürriyet/özgürlük kabul edilir. Akıl ve duygular ise tam hürdür, özgürdür,
i) Hak : Sınırları belirlenmiş hürriyetler, özgürlükler, kazanımlar, faydalar anlaşılır.
İKİNCİ BÖLÜM
Kanunun Uygulama Alanı
Zaman bakımından uygulama
MADDE 7. - (1) İşlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez ve güvenlik
tedbiri uygulanamaz. İşlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı da kimse cezalandırılamaz ve hakkında
güvenlik tedbiri uygulanamaz. Böyle bir ceza veya güvenlik tedbiri hükmolunmuşsa infazı ve kanunî neticeleri kendiliğinden kalkar.
(2) Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan
kanun uygulanır ve infaz olunur.
(3) Güvenlik tedbirleri hakkında, infaz rejimi yönünden hüküm zamanında yürürlükte bulunan kanun uygulanır.
(4) Geçici veya süreli kanunların, yürürlükte bulundukları süre içinde işlenmiş olan suçlar hakkında uygulanmasına devam edilir.
Yer bakımından uygulama
MADDE 8. - (1) Türkiye'de işlenen suçlar hakkında Türk kanunları uygulanır. Fiilin kısmen veya tamamen Türkiye'de işlenmesi veya
neticenin Türkiye'de gerçekleşmesi hâlinde suç, Türkiye'de işlenmiş sayılır.
(2) Suç;
a) Türk kara ve hava sahaları ile Türk karasularında,
b) Açık denizde ve bunun üzerindeki hava sahasında, Türk deniz ve hava araçlarında veya bu araçlarla,
c) Türk deniz ve hava savaş araçlarında veya bu araçlarla,
d) Türkiye'nin kıt'a sahanlığında veya münhasır ekonomik bölgesinde tesis edilmiş sabit platformlarda veya bunlara karşı,
İşlendiğinde Türkiye'de işlenmiş sayılır.
Yabancı ülkede hüküm verilmesi
MADDE 9. - (1) Türkiye'de işlediği suçtan dolayı yabancı ülkede hakkında hüküm verilmiş olan kimse, Türkiye'de yeniden yargılanır.
Görev suçları
MADDE 10. - (1) Yabancı ülkede Türkiye namına memuriyet veya görev üstlenmiş olup da bundan dolayı bir suç işleyen kimse, bu
fiile ilişkin olarak yabancı ülkede hakkında mahkûmiyet hükmü verilmiş bulunsa bile, Türkiye'de yeniden yargılanır.
Vatandaş tarafından işlenen suç
MADDE 11. - (1) Bir Türk vatandaşı, evrensel suçu yabancı ülkede işlediği ve kendisi Türkiye'de bulunduğu takdirde, bu suçtan dolayı
yabancı ülkede hüküm verilmemiş olması ve Türkiye'de kovuşturulabilirliğin bulunması koşulu ile Türk kanunlarına göre cezalandırılır.
(2) Yargılama yapılabilmesi; zarar görenin veya yabancı hükûmetin şikâyetine bağlıdır. Bu durumda şikâyet, vatandaşın Türkiye'ye
girdiği tarihten itibaren altı ay içinde yapılmalıdır.
Yabancı tarafından işlenen suç
MADDE 12. - (1) Evrensel suçu yabancı ülkede Türkiye'nin zararına işlediği ve kendisi Türkiye'de bulunduğu takdirde, Türk
kanunlarına göre cezalandırılır. Yargılama yapılması Adalet Bakanının istemine bağlıdır.
(2) Yukarıdaki fıkrada belirtilen suçun bir Türk vatandaşının veya Türk kanunlarına göre kurulmuş özel hukuk tüzel kişisinin zararına
işlenmesi ve failin Türkiye'de bulunması hâlinde, bu suçtan dolayı yabancı ülkede hüküm verilmemiş olması koşulu ile suçtan zarar görenin
şikâyeti üzerine fail, Türk kanunlarına göre cezalandırılır.
(3) Mağdur yabancı ise, fail, Adalet Bakanının istemi ile yargılanır:
(4) Birinci fıkra kapsamına giren suçtan dolayı yabancı mahkemece mahkûm edilen veya herhangi bir nedenle davası veya cezası düşen
veya beraat eden yahut suçu kovuşturulabilir olmaktan çıkan yabancı hakkında Adalet Bakanının istemi üzerine Türkiye'de yeniden
yargılama yapılır.
Diğer suçlar
MADDE 13. - (1) Evrensel suçların yabancı bir ülkede iş­lenmesi durumunda, failin Türk vatandaşı veya yabancı olmasına bakılmak­sızın,
Türkiye’de Türk kanunlarına göre yargılama yapılacağı hüküm altına alınmıştır.
(2) Evrensel suçlar dolayısıyla yabancı bir ülkede mahkûmiyet veya beraat kararı verilmiş olsa bile, Adalet Bakanının talebi üzerine
Türkiye'de yargılama yapılır.
Seçimlik cezalarda soruşturma
MADDE 14. - (1) 11 ve 12 nci maddelerde belirtilen hâllerde, suçun hürriyeti bağlayıcı ce­zayı gerektirmesi bir soruşturma koşulu olarak
gösterilmiştir. Hapis ve adli para cezasından birinin uygulanması hâkimin takdirine bağlı bulunan se­çimlik cezalı fiiller, genellikle vehamet
16
arzetmeyen suçlardan olduklarından, yabancı ülkede işlenmeleri hâlinde soruşturma veya kovuşturma koşulu gerçekleşmemiş sayılır.
Soruşturma konusu suçun yer aldığı kanun maddesinde hapis cezası ile adlî para cezasından birinin uygulanması seçimlik sayılmış ise
soruşturma veya kovuşturma açılmaz.
Soruşturma koşulu olan cezanın hesaplanması
MADDE 15. - (1) Miktarının soruşturma koşulu oluşturduğu hâllerde ceza, soruşturma evresinde ileri sürülen kanunî ağırlaştırıcı
nedenlerin aşağı sınırı ve kanunî hafifletici nedenlerin yukarı sınırı göz önünde bulundurularak hesaplanır.
Cezadan mahsup
MADDE 16. - (1) Nerede işlenmiş olursa olsun bir suçtan dolayı, yabancı ülkede gözaltında, gözlem altında, tutuklulukta veya
hükümlülükte geçen süre, aynı suçtan dolayı Türkiye'de verilecek cezadan mahsup edilir.
Hak yoksunlukları
MADDE 17. - (1) Yukarıdaki maddelerde açıklanan hâllerde mahkeme, yabancı mahkemelerden verilen ve Türk hukuk düzenine aykırı
düşmeyen hükmün, Türk kanunlarına göre bir haktan yoksunluğu gerektirmesi hâlinde, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine Türk
kanunlarındaki sonuçlarının geçerli olmasına karar verir.
Geri verme
MADDE 18. - (1) Yabancı bir ülkede işlenen veya işlendiği iddia edilen bir suç nedeniyle hakkında ceza kovuşturması başlatılan veya
mahkûmiyet kararı verilmiş olan bir yabancı, talep üzerine, kovuşturmanın yapılabilmesi veya hükmedilen cezanın infazı amacıyla geri
verilebilir. Ancak, geri verme talebine esas teşkil eden fiil;
a) Türk kanunlarına göre suç değilse,
b) Düşünce suçu veya siyasî ya da askerî suç niteliğinde ise,
c) Türkiye Devletinin güvenliğine karşı, Türkiye Devletinin veya bir Türk vatandaşının ya da Türk kanunlarına göre kurulmuş bir tüzel
kişinin zararına işlenmişse,
d) Türkiye'nin yargılama yetkisine giren bir suç ise,
e) Zamanaşımına veya affa uğramış ise,
Geri verme talebi kabul edilmez.
(2) Uluslararası Ceza Divanına taraf olmanın gerektirdiği yükümlülükler hariç olmak üzere, vatandaş suç sebebiyle yabancı bir ülkeye
verilemez.
(3) Kişinin, talep eden devlete geri verilmesi hâlinde ırkı, dini, vatandaşlığı, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasî görüşleri
nedeniyle kovuşturulacağına veya cezalandırılacağına ya da işkence ve kötü muameleye maruz kalacağına dair kuvvetli şüphe sebepleri
varsa, talep kabul edilmez.
(4) Kişinin bulunduğu yer ağır ceza mahkemesi, geri verme talebi hakkında bu madde ve Türkiye'nin taraf olduğu ilgili uluslararası
sözleşme hükümlerine göre karar verir. Bu karara karşı temyiz yoluna başvurulabilir.
(5) Mahkeme geri verme talebinin kabul edilebilir olduğuna karar verirse, bu kararın yerine getirilip getirilmemesi Bakanlar Kurulunun
takdirine bağlıdır.
(6) Geri verilmesi istenen kişi hakkında koruma tedbirlerine başvurulmasına, Türkiye'nin taraf olduğu ilgili uluslararası sözleşme
hükümlerine göre karar verilebilir.
(7) Geri verme talebinin kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi hâlinde, ayrıca Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerine göre
tutuklama kararı verilebilir veya diğer koruma tedbirlerine başvurulabilir.
(8) Geri verme hâlinde, kişi ancak geri verme kararına dayanak teşkil eden suçlardan dolayı yargılanabilir veya mahkûm olduğu ceza
infaz edilebilir.
Yabancı kanunun göz önünde bulundurulması
MADDE 19. - (1) Türkiye'nin egemenlik alanı dışında işlenen suçlar dolayısıyla Türkiye'de yargılama yapılırken, Türk kanununa göre
verilecek olan ceza, suçun işlendiği ülke kanununda öngörülen cezanın üst sınırından fazla olamaz.
(2) Ancak suçun;
a) Türkiye'nin güvenliğine karşı veya zararına olarak,
b) Türk vatandaşına karşı ya da Türk kanunlarına göre kurulmuş özel hukuk tüzel kişisi zararına olarak,
İşlenmesi durumunda, yukarıdaki fıkra hükmü uygulanmaz.
17
İKİNCİ KISIM
Ceza Sorumluluğunun Esasları
BİRİNCİ BÖLÜM
Ceza Sorumluluğunun Şahsîliği, Kast ve Taksir
Ceza sorumluluğunun şahsîliği
MADDE 20. - (1) Ceza sorumluluğu şahsîdir. Kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz.
(2) Tüzel kişiler hakkında ceza yaptırımı uygulanamaz.
Kast
MADDE 21. - (1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanunî tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek
gerçekleştirilmesidir.
(2) Olası kast durumunda, evrensel suçların karşılığında bir değişiklik olmaz. Sadece magdur yakınları, haklarını talep ederken bu durumu
dikkate alabilir.
Taksir
MADDE 22. - (1) Taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hâllerde cezalandırılır.
(2) Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanunî tanımında belirtilen neticesi
öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir.
(3) Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi hâlinde bilinçli taksir vardır; bu hâlde taksirli suça
ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.
(4) Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir.
(5) Birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda, herkes kendi kusurundan dolayı sorumlu olur. Her failin cezası kusuruna göre ayrı ayrı
belirlenir.
(6) Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevî durumu bakımından, artık bir cezanın
hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmez.
Netice sebebiyle ağırlaşmış suç
MADDE 23. - (1) Bir fiilin, kastedilenden daha ağır veya başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet vermesi hâlinde, kişinin bundan
dolayı sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en azından taksirle hareket etmesi gerekir.
İKİNCİ BÖLÜM
Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Nedenler
Kanunun hükmü ve amirin emri
MADDE 24. - (1) Kanunun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmez.
(2) Yetkili bir merciden verilip, yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emri uygulayan sorumlu olmaz.
(3) Konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine getirilemez. Aksi takdirde yerine getiren ile emri veren sorumlu olur.
(4) Emrin, hukuka uygunluğunun denetlenmesinin kanun tarafından engellendiği hâllerde, yerine getirilmesinden emri veren sorumlu
olur.
Meşru savunma ve zorunluluk hâli
MADDE 25. - (1) Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan
haksız bir saldırıyı o anda hâl ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza
verilmez.
(2) Gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakka yönelik olup, bilerek neden olmadığı ve başka suretle korunmak olanağı bulunmayan
ağır ve muhakkak bir tehlikeden kurtulmak veya başkasını kurtarmak zorunluluğu ile ve tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan vasıta
arasında orantı bulunmak koşulu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.
Hakkın kullanılması ve ilgilinin rızası
MADDE 26. - (1) Hakkını kullanan kimseye ceza verilmez.
(2) Kişinin üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin olmak üzere, açıkladığı rızası çerçevesinde işlenen fiilden
dolayı kimseye ceza verilmez.
18
Sınırın aşılması
MADDE 27. - (1) Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması hâlinde, fiil taksirle işlendiğinde de
cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yazılı cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur.
(2) Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez.
Cebir ve şiddet, korkutma ve tehdit
MADDE 28. - (1) Karşı koyamayacağı veya kurtulamayacağı cebir ve şiddet veya muhakkak ve ağır bir korkutma veya tehdit sonucu
cinayet ve tecavüz hariç diğer suçlarda suç işleyen kimseye ceza verilmez. Bu gibi hâllerde cebir ve şiddet, korkutma ve tehdidi kullanan
kişi suçun faili sayılır.
Haksız tahrik
MADDE 29. - (1) Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, cinayet ve tecavüz
suçları hariç, diğer cezaların yarısı uygulanır.
Hata
MADDE 30. - (1) Fiilin icrası sırasında suçun kanunî tanımındaki maddî unsurları bilmeyen bir kimse, kasten hareket etmiş olmaz. Bu
hata dolayısıyla taksirli sorumluluk hâli saklıdır.
(2) Bir suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hâllerinin gerçekleştiği hususunda hataya düşen kişi, bu hatasından
yararlanır.
(3) Ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, bu
hatasından yararlanır.
Yaş küçüklüğü
MADDE 31. - (1) Fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmamış olan çocukların ceza sorumluluğu yoktur. Bu kişiler hakkında, ceza
kovuşturması yapılamaz; ancak, çocuklara özgü güvenlik tedbirleri uygulanabilir.
(2) Fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmuş olup da onbeş yaşını doldurmamış olanların işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını
algılayamaması veya davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmemiş olması hâlinde ceza sorumluluğu yoktur. Ancak bu kişiler
hakkında çocuklara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur. İşlediği fiili algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme
yeteneğinin varlığı hâlinde cinayet ve tecavüz hariç, diğer suçların karşılığının yarısı verilir.
(3) Fiili işlediği sırada onbeş yaşını doldurmuş olup da onsekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında; iftira suçunun yarısı verilir.
Diğer suçlarda indirim yapılmaz.
Akıl hastalığı
MADDE 32. - (1) Akıl hastalığı nedeniyle, işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak
davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye ceza verilmez. Ancak, bu kişiler hakkında güvenlik tedbirine
hükmolunur.
(2) Birinci fıkrada yazılı derecede olmamakla birlikte işlediği fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan kişiye,
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine yirmibeş yıl, müebbet hapis cezası yerine yirmi yıl hapis cezası verilir. Diğer hâllerde verilecek
ceza, altıda birden fazla olmamak üzere indirilebilir. Mahkûm olunan ceza, süresi aynı olmak koşuluyla, kısmen veya tamamen, akıl
hastalarına özgü güvenlik tedbiri olarak da uygulanabilir.
Sağır ve dilsizlik
MADDE 33. - (1) Bu Kanunun, fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmamış olan çocuklara ilişkin hükümleri, onbeş yaşını
doldurmamış olan sağır ve dilsizler hakkında; oniki yaşını doldurmuş olup da onbeş yaşını doldurmamış olanlara ilişkin hükümleri, onbeş
yaşını doldurmuş olup da onsekiz yaşını doldurmamış olan sağır ve dilsizler hakkında; onbeş yaşını doldurmuş olup da onsekiz yaşını
doldurmamış olanlara ilişkin hükümleri, onsekiz yaşını doldurmuş olup da yirmibir yaşını doldurmamış olan sağır ve dilsizler hakkında da
uygulanır.
Geçici nedenler, alkol veya uyuşturucu madde etkisinde olma
MADDE 34. - (1) İrade dışı alınan alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle, işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamayan
veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye ceza verilmez.
(2) İradî olarak alınan alkol veya uyuşturucu madde etkisinde suç işleyen kişi hakkında birinci fıkra hükmü uygulanmaz.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Suça Teşebbüs
19
Suça teşebbüs
MADDE 35. - (1) Kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan
nedenlerle tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı evrensel suçlardan sorumlu tutulmaz.Sadece başka bir bölgeye sürgün edilir.
Gönüllü vazgeçme
MADDE 36. - (1) Fail, suçun icra hareketlerinden gönüllü vazgeçer veya kendi çabalarıyla suçun tamamlanmasını veya neticenin
gerçekleşmesini önlerse, teşebbüsten dolayı cezalandırılmaz; fakat tamam olan kısım esasen bir suç oluşturduğu takdirde, sadece o suça ait
ceza ile cezalandırılır.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Suça İştirak
Faillik
MADDE 37. - (1) Suçun kanunî tanımında yer alan fiili birlikte gerçekleştiren kişilerden her biri, fail olarak sorumlu olur.
(2) Suçun işlenmesinde bir başkasını araç olarak kullanan kişi de fail olarak sorumlu tutulur.
Azmettirme
MADDE 38. - (1) Başkasını suç işlemeye azmettiren kişi, işlenen suçun cezası ile cezalandırılır.
(2) Üstsoy ve altsoy ilişkisinden doğan nüfuz kullanılmak suretiyle suça azmettirme hâlinde, azmettiren de cezalandırılır.
(3) Azmettirenin belli olmaması hâlinde, kim olduğunun ortaya çıkmasını sağlayan fail veya diğer suç ortağı ile ilğili olarak , magdur
yakınlarınca dikkate alınır.
Yardım etme
MADDE 39. - (1) Suçun işlenmesine yardım eden kişiye, cinayet ve tecavüz hariç diğer suçların cezalarının yarısı verilir.
(2) Aşağıdaki hâllerde kişi işlenen suçtan dolayı yardım eden sıfatıyla sorumlu olur:
a) Suç işlemeye teşvik etmek veya suç işleme kararını kuvvetlendirmek veya fiilin işlenmesinden sonra yardımda bulunacağını vaat
etmek.
b) Suçun nasıl işleneceği hususunda yol göstermek veya fiilin işlenmesinde kullanılan araçları sağlamak.
c) Suçun işlenmesinden önce veya işlenmesi sırasında yardımda bulunarak icrasını kolaylaştırmak.
Bağlılık kuralı
MADDE 40. - (1) Suça iştirak için kasten ve hukuka aykırı işlenmiş bir fiilin varlığı yeterlidir. Suçun işlenişine iştirak eden her kişi,
diğerinin cezalandırılmasını önleyen kişisel nedenler göz önünde bulundurulmaksızın kendi kusurlu fiiline göre cezalandırılır.
(2) Özgü suçlarda, ancak özel faillik niteliğini taşıyan kişi fail olabilir. Bu suçların işlenişine iştirak eden diğer kişiler ise azmettiren
veya yardım eden olarak sorumlu tutulur.
(3) Suça iştirakten dolayı sorumlu tutulabilmek için ilgili suçun bir kısmının gerçekleştirilmiş olması gerekir.
İştirak hâlinde işlenen suçlarda gönüllü vazgeçme
MADDE 41. - (1) İştirak hâlinde işlenen suçlarda, sadece gönüllü vazgeçen suç ortağı, gönüllü vazgeçme hükümlerinden yararlanır.
(2) Suçun;
a) Gönüllü vazgeçenin gösterdiği gayreti dışında başka bir sebeple işlenmemiş olması,
b) Gönüllü vazgeçenin bütün gayretine rağmen işlenmiş olması,
Hâllerinde de gönüllü vazgeçme hükümleri uygulanır.
ÜÇÜNCÜ KISIM
Yaptırımlar
BİRİNCİ BÖLÜM
Cezalar
Madde 42- Cinayet suçunun karşılığı şunlardır.
(1) Yaptığını kendisine yapmak
(2) Katilin tüm mal varlığını tazminat olarak almak.
(3) Af etmek.
(4) Katledilenin en yakını tarafından kabul edilecek seçenek hakim tarafından yazılı karar haline getirilir.
Madde 43- Hırsızlık suçunun karşılığı şunlardır.
20
(1) Karşılıksız para basanların eli kesilir.
(2) Evlere izinsiz girenlerin eli kesilir.
Madde 44- İftira suçunun karşılığı şunlardır.
(1) İftira suçunun karşılığı; parmak kalınlığında plastik çubuk ile gömlek üzerinden sırtlarına suçun işlendiği yerde basına açık şekilde
seksen defa vurulur.
(2) Herhangi bir insanın veya savcının dava açması halinde Allah adına, resuller adına, insanlar adına iftira atanlara da; yargılanıp, suç
işlediği kesinleştiği takdirde, yargıç tarafından iftira suçunun karşılığı verilir.
Madde 45-Zina,fuhuş,tecavüz suçlarının karşılıkları şunlardır.
(1) Erkek erkekle, kadın kadınla, insan hayvanla, evrensel hukuk kanununda evlenmesi yasak olanlar arasında kanıtlanan zina, fuhuş
eylemlerine parmak kalınlığında plastik cop ile gömlek üzerinden sırta, basın huzurunda yüz defa vurulması , hakim tarafından karara
bağlanır. Kamu düzeni açısından yarar görülürse ayrıca sürgün cezası verilir.
(2)İstek dışında zorla tecavüzde zina, fuhuş karşılıkları verilir. Ek olarak, mağdur tarafından af edilmez ise, mağdurun (çocuksa en
yakınının) talepleri hakim tarafından dikkate alınır.
Madde 46- İnsanın sağlıklı yaşamasına zarar veren maddeler nedeniyle verilecek karşılıklar:
(1) Aklı giderici, temiz olmayan yiyecek ve içecek üretenlere, bilerek mikroplu yiyecek ve içecek kullananlara , biyolojik, kimyasal silah
üretenlere, kitle imha silahı yapanlara; açılacak davalarda üç mahkeme yolu tükenerek suç işlediği şüphesiz kanıtlandığı takdirde, iftira
suçunun karşılığı verilir.
(2) Bu maddelerin kullanılmasından dolayı ölüm meydana gelmiş ise, ölen şahsa bu maddeleri verene, verdirenlere cinayet karşılığı verilir.
(3) Uyuşturucu maddelerin kullanılması suç işlenmesini meşru hale getirmez.Suç işlemede hafifletici neden sayılmaz. Bu maddelerin
kullanılması sonucu ne yaptığını bilmez hale gelen bir insan hangi suçu işlemişse o suçun karşılığı verilir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Cezanın Belirlenmesi ve Bireyselleştirilmesi
Cezanın belirlenmesi
Madde 47- (1) Evrensel Suçlar bir kaza sonucu ortaya çıkması halinde evrensel suç sayılmaz.
Madde 48- (1)Evrensel Suç’un ‘ŞÜPHESİZ’ kanıtlanması gerekir.Suçun işlendiğine dair en küçük bir şüphe olsa bile evrensel suç işlenmiş
sayılmaz.
Madde 49- (1) Evrensel Suçlarla ilgili, herkes dava açabilir. Açılacak davalar her türlü harçtan, mahkeme masrafından, tebligat masrafından
muaftır.
Madde 50- (1) Kesinleşmiş mahkeme kararı olmadan hiç kimse suçlu ilan edilemez.
Madde 51- (1) Evrensel Suç ile ilgili yargılamalar internet ve televizyonlardan naklen yayınlanır. İzleyenler zanlının suçlu olup olmadığı ile
ilgili reylerini mahkeme başkanlığına iletebilir.
Madde 52- (1)Evrensel Suç iddiası ile herhangi bir insan veya savcı dava açabilir.Dava açan bir hakim seçer, zanlı bir hakim seçer.İki
hakim müştereken bir başkan hakim seçer.Kararlar oy çokluğu veya oy birliği ile alınabilir. Dava açan ve dava açılan bu kararları kabul
etmezse işlem tekrarlanır. Üçüncü tekrarda karar kesinleşir.
Madde 53- (1)Mahkemeler evrensel suç iddialarını araştırmak için hayatını yalansız yaşadığına kanaat getirdiği dört insanı dedektif olarak
görevlendirebilir.
Madde 54 - (1)Mahkemeler lüzum görmesi halinde dava açan ve dava açılanların göstereceği ikişer hakem tayin ederek hakemleşme kararı
verebilir. Hakim hakemlerin karar veya kanaatlerini değerlendirir.
Madde 55- (1)Evrensel suçlarla suçlananlar hakkında şüpheye yer kalmayacak şekilde tüm insanların izlemesine açık, tüm vicdanların ‘Evet
bu suçu kasten işledi’diyebileceği bir konum oluştuğunda, zanlı ikinci, üçüncü mahkeme hakkını kullanırsa ve ayni karar çıkarsa
‘SUÇLU’ilan edilir. Ve bundan sonra ‘Suçun Karşılığı Mahkemesine’ havale edilir.
Madde 56- (1) Evrensel Suçlar yurt içinde işlenmiş ise, işleyenin yerli veya yabancı olmasına bakılmaksızın bu hükümler uygulanır. Suç
üstünde yakalanma hariç, kişi suçlu ilan edilinceye kadar tutuklama yapılmaz. Yurt dışı çıkış yasağı konulmaz. Kişi suçlu ilan edilirse, suç
21
kendisine tebliğ edilir. Kişi yurt dışında ise kendi rızası ile suçunun karşılıgını almak için yurt içine dönebilir. Dönmediği takdirde insanlık
vicdanında suçlu bir şahıs olarak muamele görür. Döner de yaptıgının karşılıgını alırsa, suçtan temizlenmiş insan muamelesi görür.
(2) Evrensel Suçlar yurt dışında işlenmiş ise, kişi ister bu evrensel suçlar yasasına göre, isterse suçu işlediği ülkenin yasalarına göre
yargılanma hakkına sahiptir.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Dava ve Cezanın Düşürülmesi
Madde 57- (1) Evlenmeye ehil olanların evlenmesi-boşanması serbest değil ise zinaya ceza verilemez.
(2) Ayni anda birden fazla kişi ile, noter huzurunda evlilik sözleşmesi yapmış olanlara zina cezası verilemez.
(3) Evlenip bir gün sonrada boşanmış olsa dahi, üç ay sonra bir bay ile evlilik yapan bayana zina cezası verilemez. Evlen-boşan,evlen-boşan
şeklinde genelevlerde çalışanlar üç aylık
bekleme süresine riayet ederek, yılda azami dört erkekle, noter huzurunda evlilik sözleşmesi yaparlarsa, zina cezası verilemez.
Madde 58- (1)Dünyadaki en büyük hırsızın eli kesilmeden , küçük hırsızların eli kesilmez.
(2) Evlere girmemek şartı ile yiyecek, içecek maddelerini çalarken yakalanan hırsızların eli kesilmez.
Sanığın veya hükümlünün ölümü
MADDE 64. - (1) Sanığın ölümü hâlinde kamu davasının düşürülmesine karar verilir. Ancak, niteliği itibarıyla müsadereye tâbi eşya ve
maddî menfaatler hakkında davaya devam olunarak bunların müsaderesine hükmolunabilir.
(2) Hükümlünün ölümü, hapis ve henüz infaz edilmemiş adlî para cezalarını ortadan kaldırır. Ancak, müsadereye ve yargılama
giderlerine ilişkin olup ölümden önce kesinleşmiş bulunan hüküm, infaz olunur.
Af
MADDE 59. - (1) Bu kanunun yürürlüğe girmesinden evvel işlenmiş tüm suçlardan kamu davası düşer, hükmolunan cezalar bütün
neticeleri ile birlikte ortadan kalkar.
(2) Bu kanunu yürürlüge girmesinden evvel işlenmiş, dava açılmış veye açılmamış tüm evrensel suçlar af kapsamına girer.
Dava zamanaşımı
MADDE 60. - (1) Kanunda başka türlü yazılmış olan hâller dışında kamu davası;
a) Cinayet cezasını gerektiren suçlarda otuz yıl,
b) Tecavüz cezasını gerektiren suçlarda yirmibeş yıl,
c) Hırsızlık cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıl,
d) Sağlığı bozucu maddeler üretimi cezasını gerektiren suçlarda onbeş yıl,
e) Zina, fuhuş cezasını gerektiren suçlarda on yıl,
g) Sözlü iftira cezasını gerektiren suçlarda beş yıl,
geçmesi halinde; suçun kasten işlendiğinin şüphesiz biçimde kanıtlanmasının zorlaşması nedeniyle düşer.
(2) Fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmuş olup da onbeş yaşını doldurmamış olanlar hakkında, bu sürelerin yarısının; onbeş yaşını
doldurmuş olup da onsekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında ise, üçte ikisinin geçmesiyle kamu davası düşer.
Ceza zamanaşımı ve hak yoksunlukları
MADDE 61. - (1) Yazılı iftira suçlarında zaman aşımı yoktur.Yazılı ve görsel belgelere geçmiş ifiralarda zanam aşımı yoktur.İsteyen
istediği zaman dava açabilir.
(2) Evrensel suçları işleyenler suç üstü halinde yakalandıgı zaman, zanlının adaletten kaçınma veya kaçınmama durumu göz önüne
alınarak,özel tutuk evlerinde, evinde, mescitte, kilisede, sinağoğda, tapınakta, otelde, futbol sahasında, fabrikalarda, adalarda tutukluluk
haline hükmolunabilir. Bu durun serbest dolaşım hakkından yoksunluk demektir.Yargılama sürerken cezanın kesinleşmesine kadar veya
zaman aşımına kadar hak yoksunlukları devam ettirilebilir. Zanlının kaçması söz konusu değilse, yargılama tutuksuz yapılabilir.
22
İKİNCİ KİTAP
Özel Hükümler
BİRİNCİ KISIM
Evrensel Suçlar
BİRİNCİ BÖLÜM
Adliyeye Karşı Suçlar
İftira
MADDE 62. - (1) Yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği hâlde, hakkında
soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idarî bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden
kişi, evrensel suçlardan iftira suçuna verilecek olan karşılık ile cezalandırılır.
(2) Fiilin maddî eser ve delillerini uydurarak iftirada bulunulması hâlinde,iftira suçu karşılığına ilaveten mal varlıgının
konulması cezası verilir.
üçte birine
(3) Basın ve yayın yoluyla işlenen iftira suçundan dolayı verilen mahkûmiyet kararı, aynı veya eşdeğerde basın ve yayın organıyla ilân
olunur. İlân masrafı, hükümlüden tahsil edilir.
İKİNCİ KISIM
Son Hükümler
BİRİNCİ BÖLÜM
Yürürlük
MADDE 63. - (1) Bu Kanunun tüm hükümleri yamımlandığı tarihte yürürlüğe girer.
İKİNCİ BÖLÜM
Yürütme
MADDE 64. - (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
23
EVRENSEL SUÇLAR KANUNU
MADDE GEREKÇELERİ
BİRİNCİ KİTAP
Genel Hükümler
BİRİNCİ KISIM
Temel İlkeler, Tanımlar ve Uygulama Alanı
BİRİNCİ BÖLÜM
Temel İlkeler ve Tanımlar
MADDE 1.– Evrensel Suç kanunları bireyin hak ve özgürlüklerine derin bi­çimde müdahale eden yaptırımları içermektedir. Bu nedenledir ki
bir ülke­deki Evrensel Suç kanununa hâkim felsefe, değer ve ilkeler, o ülkedeki siyasî rejimin niteliğini gösterir. Nitekim tarihte ve
günümüzde totaliter devletler, ideolo­jilerini benimsetmek ve rejimi ayakta tutmak için ceza kanunları yoluyla kişi hak özgürlüklerini ya
geniş biçimde sınırlandırmışlar ya da ortadan kaldır­mışlardır. Hukuk devletleri ise ceza kanunlarının kötüye kulla­nılmasını önlemek için,
bu kanunların temel ilkelerine anayasalarında yer vermektedirler. Yine insanların adaletsiz ve haksız biçimde ceza ve tedbir­lere maruz
kılınmaması amacıyla başta İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olmak üzere bir çok uluslararası
söz­leşme ve belgede bireyi ceza kanunlarının keyfi uygulanmalarına karşı gü­vence altına alan hükümlere yer verilmiştir. Bu sözleşmelere
taraf olan ül­kemizin Anayasasında da aynı esaslar öngörülmüş olduğundan, ceza kanu­nunun amacını tanımlayan maddeyle, bireyin sahip
bulunduğu hukukî de­ğerler, hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınması ön plana çıkarılmıştır. Böy­lece kanunun özgürlükçü karakteri
vurgulanmakta, bunun yanında bire­yin; adalet ve güvenliğin sağlandığı bir toplumda yaşama hakkının gereği olarak, kamu düzeni ve
güvenliğinin korunması ile suç işlenmesinin önlen­mesi, Evrensel Suç kanunun temel amaçları arasında sayılmaktadır.
MADDE 2.– Kanunun amacına ilişkin maddesinde ifade edilen kişi hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınabilmesi için, hangi fiille­rin
suç teşkil ettiğinin kanunda açık bir şekilde belirlenmesi gerekir. Aynı şekilde, suç işlenmesi dolayısıyla verilecek ceza ve tedbirlerle, cezaya
mahkûmiyetin hukukî sonuçları ve bu yaptırımların süre ve miktarlarının da kanunla dü­zenlenmesi zorunludur.
Anayasamızda da ifade edilen ve evrensel nitelikteki “kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesinin gereği olarak suçların tanımlanması ve ceza
hu­kuku yaptırımlarını kabul yetkisine sadece Türkiye Büyük Millet Meclisi sahiptir. Yine Anayasamıza göre yasama (içtihat) görevi,
devredilmesi mümkün ol­mayan bir yetkidir. Bireyin maddî ve manevî varlığı üzerinde derin etkiler doğuran suç ve cezaların, ancak ulusal
iradeyi temsil eden organ tarafından yapılacak kanunla düzenlenebilmesi, kişi hak ve özgürlüklerine sağlanan en önemli anayasal
garantilerden birini oluşturmaktadır.
Anayasada temel hak ve özgürlükler alanının, kanun hükmünde karar­namelerle düzenlenemeyeceğinin öngörülmesi de, bu garantinin bir
ifadesi­dir. Kişi hak ve özgürlükleri konusunda kanun hükmünde kararname çıka­rılmaması bakımından anayasal normla getirilen bu
yasağın, idarenin diğer düzenleyici işlemleri için de geçerli olduğu kuşkusuzdur. İşte maddenin ikinci fıkrasındaki düzenlemeyle, Anayasada
yer alan emredici normların gereği yerine getirilerek, idarenin düzenleyici işlemleriyle bir suç tanımının kapsamının belirlenemeyeceği ve
ceza konulamayacağı açıkça düzenlenmiş olmaktadır.
Yine suçta ve cezada kanunilik ilkesinin doğal bir sonucu olan evren­sel ilke niteliğindeki ceza kanunlarının uygulanmasında kıyasa
24
başvurula­mayacağı, maddenin üçüncü fıkrasında açıkça düzenlenmiştir. Böylece ceza kanunlarının bireye güvence sağlama işlevinin bir
gereği daha yerine geti­rilmiş olmaktadır. Yeni tarihli ceza kanunlarında da kıyas yasağına ilişkin olarak açık hükümlere yer verilmektedir.
Örneğin yeni Fransız Ceza Kanu­nunda bu husus “ceza kanunları dar yorumlanır” biçiminde ifade edilmiştir. Kıyas yasağıyla getirilen
güvencenin tam anlamıyla uygulanabilmesini mümkün kılmak amacıyla, kıyasa yol açacak şekilde yapılacak geniş yo­ruma da
başvurulamayacağı açıkça ifade edilmiştir. Ancak bu hükümle ceza hukukunda genişletici yorum tümüyle yasaklanmamakta, sadece bu
yorum biçiminin kıyasa yol açacak şekilde uygulanmasının önüne geçilmek isten­mektedir.
Tecavüz suçlarında magduriyet konusunda yüzlerce ihtimal söz konusu olmaktadır. Vicdanlar tatmin olmayınca kişiler kendi adaletlerini
kendileri saglama yoluna gitmekte ve neticede ölümler olmaktadır. En iyisi magdur olan ile magdur eden arasında rızaya dayanan sulha
ulaşılmasıdır. Bu sulhu saglamak için hakimlere yetki verilmiştir. Yargı/yargıçlar/hakimler bagımsız olarak, magdurun taleplerini de dikkate
alarak, magdur edene de sorarak karar verebilirler.
MADDE 3.– Suç işlenmesiyle bozulan toplum düzeninde adaletin sağlanması için suç işleyen kimseye uygulanacak ceza hukuku
yaptırımları­nın haklı ve ölçülü olması gerekir. Çünkü ancak haklı ve suçun ağırlığıyla orantılı bir yaptırım ile suç işleyen kişinin bu fiilinden
pişmanlık duyması sağlanabilir ve yeniden topluma kazandırılması söz konusu olabilir. Yine bireylerin hukuka olan güvenlerinin pekişmesi
ve cezanın caydırıcılık etki­sinin doğru biçimde gösterilebilmesi için de ceza hukukunun temel ilkele­rinden olan oranlılık ilkesine uymak
gerekir. Madde ile bu hususa ceza ka­nunda açıkça yer verilerek, ceza kanunun adaletçi bir karaktere sahip olduğu da vurgulanmak
istenmiştir.
Geçmişte ve günümüzde, insanın ırk, din, düşünce veya cinsiyeti ne­deniyle uğradığı haksız muamelelerin önlenmesi, insanlık camiasının
temel uğraşlarındandır. Ceza hukuku araçlarıyla yapılan ayrımcılık ise insana yö­nelik yapılan en zalimane uygulamalardan biridir. Özellikle
totaliter rejim­lerdeki ayırımcılığın ortaya çıkardığı felaketler insanlık tarihinde unutula­mayacak acı izler bırakmıştır. İşte bu nedenlerledir
ki insan haklarıyla ilgili uluslararası sözleşmelerde ve Anayasamızda ifade edilen eşitlik ilkesine yer verilerek, ceza kanununun insancıl
niteliğe sahip olduğuna da işaret edil­mekte­dir. Ceza kanunlarının düzenlenmesinde ve uygulanmasında bireyler ara­sında herhangi bir
sebeple ayırım yapılmamasının ifade edilmesi, aynı za­manda hukuk devletinin özünü oluşturan insan onurunun korunmasının ceza
kanununda da temel değer olarak benimsenmesi anlamına gelmektedir.
MADDE 4.– Evrensel Suç kanunlarını ve karşılıklarını bilmemek mazaret sayılmaz.
MADDE 5.– Özel ceza kanunlarında ve ceza içeren kanunlarda suç tanımlarına yer verilmesinin yanı sıra, çoğu zaman örneğin teşebbüs,
iştirak ve içtima gibi konularda da bu Kanunda benimsenen ilkelerle çelişen hü­kümlere yer verilmektedir. Böylece, ceza kanununda
benimsenen genel ku­rallara aykırı uygulamaların yolu açılmakta ve temel ilkeler dolanılmaktadır. Tüm bu sakıncaların önüne geçebilmek
bakımından, ayrıca hukuk uygula­masında birliği sağlamak ve hukuk güvenliğini sağlamak için; diğer kanun­larda sadece özel suç
tanımlarına yer verilmesi ve bu suçlarla ilgili yaptı­rımların belirlenmesi ile yetinilmelidir. Buna karşılık, suç ve yaptırımlarla ilgili olarak bu
kanunda belirlenen genel ilkelerin, özel kanunlarda tanımla­nan suçlar açısından da uygulanmasının temin edilmesi gerekmektedir.
MADDE 6.– Bu madde metninde, kanunda kullanılan bazı kavramlar tanımlanmaktadır.
MADDE 7.– Madde, kanunun zaman bakımından uygulanmasına ilişkindir. Lehe olan kanunun uygulanacağı kuralı muhafaza edilmiştir.
Yü­rürlükteki usul hükümleri, kesinleşmiş hükümler hakkında lehe olan yeni kanunun nasıl uygulanacağını göstermek bakımından yeterli
görülmüştür.
İkiden çok kanunun değişmesi hâlinde bunlardan hangisi daha lehte ise onun uygulanacağını belirtmek maksadıyla maddenin ikinci fıkrası
ka­leme alınmıştır.
Maddenin üçüncü fıkrasında güvenlik tedbirleri hakkında, infaz usul ve uygulamaları yönünden hüküm zamanında yürürlükte olan
hükümlerin geçerli olacağı belirtilmiş ve böylece, tedbirlerin “iyileştirme” işlevi vurgu­lanmıştır.
Süreli ve geçici kanunların bu madde kapsamı içinde olmamasının, adalet, sosyal yarar ve kanunun etkinliği gereği bulunduğu kabul
edildiğin­den, son fıkraya metinde yer verilmiş ve böylece süreli ve geçici kanunların etkinliğinin ve adaletin sağlanması istenilmiştir.
Bilindiği gibi bir kısım ceza kanunları, olağanüstü hâlleri ve geçici du­rumları karşılamak amacıyla ve dolayısıyla nitelikleri yönünden geçici
ola­rak veya kanun metninde açıkça belirtilen süre kadar yürürlükte kalmak üzere meydana getirilirler. Bu tür kanunların, nitelikleri gereği,
yürürlükte bulundukları süre içinde işlenmiş bütün suçlar hakkında uygulanmaları zo­runludur. Aksi takdirde söz konusu kanunların
caydırıcı etkileri kalmaz veya azalır. Oysa, çeşitli nedenlerle suçların failleri ele geçirilememekte ve örne­ğin iştirak hâlinde işlenen bir suçta
kaçan fail, kanunun uygulama süresi geçtiğinde hiçbir yaptırım ile karşılaşmamaktadır. Bu nedenle maddenin son fıkrasıyla, bu maddenin
geçici ve süreli kanunlar hakkında uygulanmayacağı hükmü getirilmiştir. Zamanaşımı hükümleri ise, elbette ki, bu suçlar bakı­mından da
geçerlidir.
MADDE 8.– Mülkîlik ilkesinden ve ceza kanunlarının millî egemen­liğin bir sonucu oldukları kuralından hareketle, Türkiye’de işlenen
suçlar hakkında sanığın ve mağdurun uyrukluğuna bakılmaksızın Türk kanunları­nın uygulanacağı maddede açıkça belirtilmiştir.
Ayrıca Türk kanunlarının uygulanması bakımından Türk Ülkesinin anlamı açıklanmış ve Türk kara ve hava sahaları ile karasularında işlenen
suçların Türkiye’de işlenmiş sayılacakları belirtilmiştir. Karasularının an­lamı buna ilişkin Kanuna göre belirlenecektir.
Bundan başka açık denizlerde ve bu denizlerin üzerindeki hava saha­sında her çeşit Türk deniz ve hava araçlarında veya bu araçlarla işlenen
suçlarla, askerî deniz ve hava araçlarına özgü olmak kaydıyla, yabancı kara­sularında veya hava sahalarında işlenen suçların Türkiye’de
işlenmiş sayıla­cakları maddede belirtilmiştir.
MADDE 9.– Türkiye’de işlediği suçtan dolayı yabancı ülkede hakkında hüküm verilmiş olan yabancı ile vatandaş arasında yabancı lehine
bir ayırım öngörülmüştü. Anayasa’da güvence altına alınan eşitlik ilkesiyle bağdaşmadığı düşüncesiyle, bu ayırım ortadan kaldırılmıştır.
25
MADDE 10.– Maddeyle, yabancı ülkede Türkiye namına memuriyet veya görev yapan kişilerin, yabancı memlekette bu memuriyet ve
görevle­rinden dolayı bir suç işlemeleri hâlinde Türkiye’de yargılanacakları belirtil­miştir. Bu gibi memur ve görevliler hakkında yabancı
ülkede yargılama ya­pılmış ve hüküm kurulmuş olması Türkiye’de suçun türüne, cezanın ağırlı­ğına, suçtan zarar görenin uyruğuna ilişkin
başkaca bir koşul aranmaksızın yeniden yargılama yapılmasına engel değildir. Ancak, bu durumda mahsup işlemlerinin uygulanacağı
hususunda şüphe yoktur. Memuriyet veya görevin sürekli veya geçici olması, Devlet veya herhangi bir kamu kuruluşu adına yapılmış
bulunması arasında fark yoktur.
MADDE 11.– Türk vatandaşının yabancı ülkede işlemiş bulunduğu suçtan dolayı Türkiye’de yargılanabilmesi için belli koşulların
gerçekleş­mesi gerekir.Bunun için, failin Türk vatandaşı olması ve Türkiye’de bulunması ge­rekir. Failin Türkiye’de bulunması, bir
kovuşturma şartı niteliğindedir. Va­tandaşın yurt dışında işlediği suç dolayısıyla Türkiye’de Türk kanunlarına göre cezalandırılabilmesi için,
bu suçun Türkiye’de kovuşturulabilir bir suç olması gerekir. Bunun belirlenmesinde Türk kanunlarının göz önünde bu­lundurulması
gerektiği muhakkaktır.
Türk vatandaşının yabancı ülkede işlediği suçtan dolayı mağdur olan kimse yabancı ise; fail hakkında Türkiye’de Türk kanunlarına göre
yargı­lama yapılabilmesi için, fiilin, işlendiği ülke devleti kanununa göre de suç teşkil etmesi gerekir.
Yabancı ülkede işlenmiş olan suçtan dolayı yurt dışında yargılama ya­pılmış ve hatta hüküm verilmiş olabilir.Bu suç dolayısıyla yabancı
ülkede yargılama yapılmakta olsa bile, fail hakkında Türkiye’de Türk kanunlarına göre re’sen yargılama yapılacaktır.
Buna karşılık, yurt dışında işlediği suçtan dolayı Türk vatandaşı hak­kında yabancı ülkede mahkûmiyet veya beraat kararının verilmiş olması
hâlinde, artık Türkiye’de yeniden yargılama yapılamayacaktır.
MADDE 12.– Maddeyle, bir yabancının yabancı ülkede işlediği bazı suçlardan dolayı Türkiye’de ne gibi koşullarla yargılanabileceğine
ilişkin hükümler getirilmiştir.
Evrensel suç­tan dolayı yabancı mahkemece mahkûm edilen veya herhangi bir nedenle davası veya cezası düşen veya beraat eden yahut suçu
kovuşturulabilir ol­maktan çıkan yabancı hakkında Adalet Bakanının talebi üzerine Türkiye’de yeniden yargılama yapılabilecektir.
MADDE 13.–Evrensel suçların yabancı bir ülkede iş­lenmesi durumunda, failin Türk vatandaşı veya yabancı olmasına bakılmak­sızın,
Türkiye’de Türk kanunlarına göre yargılama yapılacağı hüküm altına alınmıştır.
Evrensel suçlar nerede işlenmiş olursa olsun, bu nedenle Türkiye’de yargı­lama yapılarak, Türk vatandaşı veya yabancı olmasına
bakılmaksızın fail hakkında Türk kanunlarına göre cezaya hükmolunur. Yabancı ülkede işlenen bu suçlar dolayısıyla failler hakkında
Türkiye’de re’sen takibat yapılır.Maddenin ikinci fıkrasına göre, bu suçlar dolayısıyla yabancı bir ül­kede mahkûmiyet veya beraat kararı
verilmiş olsa bile, Türkiye’de yeniden yargılama yapılır. Ancak bunun için Adalet Bakanının talepte bulunması gerekir.
Yabancı ülkede mahkûm olunan ceza bu ülkede tamamen veya kıs­men infaz edilmişse; infaz edilen bu ceza miktarının, mahsup
hükümlerine göre, Türkiye’de hükmolunan cezadan mahsup edilmesi gerekir.
Evrensel suç dolayısıyla, suçu işleyen kişinin Türk vatandaşı veya yabancı olması arasında fark gözetmeksizin, Türkiye’de Türk kanunları
uygulanarak yargılama yapılabilecektir.
Türkiye’nin taraf olduğu çeşitli uluslararası sözleşmelerde aut dedere aut judiciare/aut punire kuralına yer verilmek suretiyle ilgili sözleşme
kap­samına giren suçlar dolayısıyla ister vatandaş olsun ister yabancı olsun fail­lerin suçun işlendiği ülkeye geri verilmesi öngörülmüştür.
Ancak, bu söz­leşmelerle, çeşitli hukukî mülahazalarla geri verme yoluna gidilmemesi hâ­linde, taraf devletlere yargılama ve cezalandırma
yükümlülüğü yüklenmiştir.
MADDE 14.– 11 ve 12 nci maddelerde suçun hürriyeti bağlayıcı ce­zayı gerektirmesi bir soruşturma koşulu olarak gösterilmiştir. Hapis ve
adli para cezasından birinin uygulanması hâkimin takdirine bağlı bulunan se­çimlik cezalı fiiller, genellikle vehamet arzetmeyen suçlardan
olduklarından, yabancı ülkede işlenmeleri hâlinde soruşturma veya kovuşturma koşulunun gerçekleşmemiş sayılacağı maddede belirtilmiştir.
MADDE 15.– Ceza miktarının soruşturma koşulunu oluşturduğu hâllerde, suçun ilgili olduğu kanun maddesindeki cezaya mı, yoksa iddia
çerçevesinde kanunî ağırlaştırıcı ve hafifletici nedenler de göz önüne alın­mak suretiyle bulunacak olan cezaya mı itibar edileceği hususuna
açıklık getirilmesinde uygulama bakımından yarar bulunduğu düşünülmüş ve bu gibi hâllerde, soruşturma aşamasında ileri sürülen kanunî
ağırlaştırıcı ne­denlerin aşağı sınırı ile kanunî hafifletici nedenlerin yukarı sınırı göz önüne alınmak suretiyle soruşturmaya esas oluşturacak
cezanın hesaplanacağı be­lirtilmiştir.
MADDE 16.– Maddede, suç nerede işlenmiş olursa olsun, yabancı ül­kede gözaltında, gözlem altında, tutuklulukta veya hükümlülükte
geçen sü­relerin aynı suçtan dolayı Türkiye’de yapılacak yargılama sonunda verilecek cezadan indirilmesi öngörülmüş, böylece adalet
esaslarına uyulması sağlan­mıştır.
MADDE 17.– Yabancı bir mahkeme tarafından hükmolunmuş olan cezaya, bu kararın verildiği ülke hukukunda bağlanmış olan hak
yok­sunluklarını esas alan düzenlemeler, sağlıklı bir sonuç vermek­ten uzaktır. Özellikle her ülkedeki mahkûmiyete bağlı hak
yoksunluklarının kapsamının farklı olması çeşitli sorunlara yol açmaktadır. Nitekim bazı ül­kelerde hak yoksunluklarına ayrıca
hükmedilmediğinden, bunlar mahkeme kararında belirtilmezler. Bu durum da göstermektedir ki, hak yoksunlukları bakımın­dan yabancı ülke
hukukunun esas alınması ülke içinde yeknesak ve adil bir uygulamaya imkan vermemektedir. İşte bu nedenlerledir ki, madde met­ninde,
eşitlik ilkesi gereği olarak, yabancı bir mahkeme tarafından hük­me­dilmiş olan cezaların, doğurduğu hak yoksunlukları bakımından ülkemiz
hukukunun dikkate alınması kabul edilmiştir.
MADDE 18.– Geri vermeye ilişkin koşullar, Türkiye’nin çeşitli dev­letlerle imzalamış bulunduğu iki taraflı sözleşmeler ile Suçluların
İadesine Dair Avrupa Sözleşmesinde belirlenmiştir.
Ancak, buna rağmen geri vermeye ilişkin asgari şartların, iç hukuk düzenlemesi olan kanunla belirlenmesi, uygulamada tek düzeliği sağlama
açısından önem taşımaktadır. Geri verme taleplerinin hangi usul ve esaslara göre yerine getirileceği, sözleşmelerde genellikle
düzenlenmemekte, taraf devletlerin iç hukukuna bırakılmaktadır. Kişi özgürlüğünün kısıtlanması sonucunu doğuran geri vermenin usul ve
esasına ilişkin asgari şartların ka­nunla belirlenmesine ihtiyaç vardır.
Geri verme yoluna ancak Türkiye’nin egemenlik sahası dışında işlen­miş olan suçlar dolayısıyla gidilebilir. Anayasa’da hüküm altına
alındığı üzere, vatandaş kural olarak geri verilemez. Ancak, Uluslararası Ceza Diva­nına taraf olmanın gerektirdiği yükümlülükler
dolayısıyla vatandaş da yar­gılanmak veya mahkûm olduğu cezası infaz edilmek üzere yabancı bir dev­lete teslim edilebilecektir. Geri
vermenin dayanağını teşkil eden fiilin Türk kanunlarına göre de suç oluşturması gerekir. Bu itibarla, yabancı bir ülkede işlenen veya işlendiği
iddia edilen bir suç nedeniyle hakkında ceza kovuş­turması başlatılan veya mahkûmiyet kararı verilmiş olan bir yabancı, talep üzerine,
kovuşturmanın yapılabilmesi veya hükmedilen cezanın infazı ama­cıyla, geri verilebilir.
Geri vermenin dayanağını teşkil eden fiilin, düşünce suçu veya siyasî ya da askerî suç niteliğinde olmaması gerekir. Ancak, belirtmek gerekir
ki, ceza kanunlarında esasen suç olarak tanımlanan ve suç oluşturduğu husu­sunda bütün insanlığın fikir birliği içinde bulunduğu fiillerin bu
istisna kap­samında mütalâa edilmesi mümkün değildir.
Suç, yurt dışında işlenmiş olmakla birlikte, Türk Devletinin güvenli­ğine karşı, Türk devletinin veya bir Türk vatandaşının ya da Türk
kanunla­rına göre kurulmuş bir tüzel kişinin zararına işlenmişse, geri verme talebi kabul edilmez.
26
Geri verme talebinin dayanağını oluşturan suçla ilgili olarak gerek ta­lep eden devlet hukukuna göre gerek Türk hukukuna göre dava ve ceza
za­manaşımının dolmamış olması gerekir. Keza suç, her iki devlette affa uğra­mamış olmalıdır.
Madde metninde hukukumuz açısından yeni bir hükme yer verilmiştir. Geri verme hâlinde talep eden devlette kişiye işkence ve insanlık dışı
mua­mele yapılabileceğine dair kuvvetli şüphe sebepleri mevcut ise, yani bu ko­nudaki kuşkunun somut vakıalara dayanması durumunda,
talep kabul edil­meyecektir.
Geri verme talebiyle ilgili olarak hukukî nitelikte karar verme yetkisi­nin ağır ceza mahkemesine ait olduğu kabul edilmiştir.
Mahkemeye, gerek bu maddede gerek ilgili sözleşme hükümleri çer­çevesinde inceleme yaparak, geri verme talebinin kabul edilebilirliği
veya reddi yönünde karar verme yetkisi tanınmıştır. Mahkemenin kararına karşı temyiz kanun yoluna başvurulabileceği maddede hüküm
altına alınmıştır.
Mahkemenin, geri verme talebinin kabul edilebilir olduğuna karar vermesi durumunda; Bakanlar Kurulu, siyasî gerekçelerle kişinin talep
eden devlete geri verilmesinden imtina edebilir.
Madde metninde ayrıca geri verme sürecinde koruma tedbirlerine ne suretle başvurulabileceği düzenlenmiştir.
Son fıkrada, geri vermede özellik kuralına yer verilmiştir.
MADDE 19.– Türk hâkimi, yargılamak durumunda olduğu somut olayla ilgili olarak ancak Türk kanunlarını uygulamak görev ve yetkisine
sahiptir. Bu nedenle, yabancı kanunun doğrudan doğruya yurt içinde uygu­lanması kabul edilemez. Aksi görüş, Devletin hâkimiyet ilkesiyle
bağdaş­madığı ve Anayasaya aykırı olduğu gibi, uygulamada da pek çok güçlüğe ve hatta imkansızlığa sebep olur. Çünkü, yabancı ceza
kanununun uygulanması, hem fiilin suç olarak tespitinde ve cezanın tayininde yabancı kanunun ölçü olarak alınması anlamına gelmektedir.
Türk hâkiminin yabancı kanunu bu şekilde uygulama yükümlülüğü, yukarıda da değinildiği üzere, egemenlik ilkesiyle bağdaşmadığı gibi,
böyle bir yükümlülüğün tam anlamıyla yerine getirilebilmesi de olanaklı değildir. Buna karşılık, adalet ilkesi gereğince yabancı kanunun göz
önünde tutulması mümkündür. Nitekim madde met­ninde yabancı kanunun göz önünde bulundurulması hususunda bir hükme yer verilmiştir.
Bu düzenlemeyle öngörülen uygulama şöyle olacaktır: Türk hâkimi yargılamakta olduğu olayla ilgili olarak fail hakkında önce Türk
kanunlarına göre bir ceza belirleyecektir. Ancak, Türk kanununun uygulanması suretiyle belirlenen somut cezaya yabancı kanunun göz
önünde bulundurulması sure­tiyle bir sınırlama getirilmektedir. Buna göre, Türk kanunlarının uygulan­ması sonucunda belirlenen ceza
açısından, yabancı kanunda yargılama ko­nusu suçla ilgili olarak öngörülen soyut cezanın azami ölçü olarak alınması gerekir.
Ancak, işaret etmek gerekir ki; Türk hâkimi, yurt dışında Türkiye’nin güvenliğine karşı veya zararına olarak ya da Türk vatandaşına karşı
veya Türk kanunlarına göre kurulmuş özel hukuk tüzel kişisi zararına olarak işle­nen suçlarda münhasıran Türk kanunlarını uygulamak
suretiyle hüküm tesis edecek, yani suçun işlendiği ülke kanununu göz önünde bulundurmayacak­tır. Aynı şekilde, Türkiye Devleti tarafından
görevli olarak yurt dışına gön­derilen kişilerin bu görevleri dolayısıyla, bu görevleriyle bağlantılı olarak işledikleri suçlardan dolayı da ceza
belirlenirken yabancı kanun göz önünde bulundurulmayacaktır.
İKİNCİ KISIM
Ceza Sorumluluğunun Esasları
BİRİNCİ BÖLÜM
Ceza Sorumluluğunun Şahsîliği, Kast ve Taksir
MADDE 20.– Özel hukuk tüzel kişilerinin suç faili sayılıp sayılmaması ile işlenen bir suçtan dolayı bunlar hakkında bir yaptırıma
hükmedilmesi sorununu bir­birinden ayırmak gerekir. Suç ve ceza politikası gereği olarak ancak gerçek kişiler suç faili olabilir ve sadece
gerçek kişiler hakkında ceza yaptırımına hükmedilebilir. Bu anlaşılış, Anayasamızda da güvence altına alınan ceza sorumluluğunun şahsîliği
kuralının bir gereğidir.
MADDE 21.– Kast, kişi ile işlediği suçun maddî unsurları arasındaki psikolojik bağı ifade etmektedir. Suçun kanuni tanımındaki maddî
unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi, kastın varlığı için zorunludur. Suç tanımında yer almakla birlikte, fiilin ifade ettiği
haksızlık üzerinde etkili olmayan koşulların gerçekleştiğinin bilinip bilinmemesi, kastın varlığı açı­sından önem taşımamaktadır.
Madde metninde doğrudan kasttan ayrı olarak olası kast da tanımlan­mıştır.
Olası kast durumunda suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşebileceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili
işlemektedir. Diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullen­mektedir. Mevzuatımıza giren yeni bir kavram olan olası kastla
ilgili uygu­lamadan bazı örnekler vermek yararlı olacaktır.
Yolda seyreden bir otobüs sürücüsü, trafik lambasının kendisine kır­mızı yanmasına rağmen, kavşakta durmadan geçmek ister; ancak
kendilerine yeşil ışık yanan kavşaktan geçmekte olan yayalara çarpar ve bunlardan bir veya birkaçının ölümüne veya yaralanmasına neden
olur. Trafik lambası kendisine kırmızı yanan sürücü, yaya geçidinden her an birilerinin geçtiğini görmüş; fakat, buna rağmen kavşakta
durmamış ve yoluna devam etmiştir. Bu durumda otobüs sürücüsü, meydana gelen ölüm veya yaralama neticele­rinin gerçekleşebileceğini
öngörerek, bunları kabullenmiştir.
Düğün evinde törene katılanların tabancaları ile odanın tavanına doğru ardı ardına ateş ettikleri sırada, bir kişinin aldığı alkolün de etkisi ile
elinin seyrini kaybetmesi sonucu, yere paralel olarak yaptığı atışlardan bir tanesin­den çıkan kurşun, törene katılanlardan birinin alnına isabet
ederek ölümüne neden olur. Bu örnek olayda kişi yaptığı atışlardan çıkan kurşunların orada bulunan herhangi birine isabet edebileceğini
öngörmüş; fakat, buna rağmen silâhıyla atışa devam etmiştir. Burada da fail silâhıyla ateş ederken ortaya çıkacak yaralama veya ölüm
neticelerini kabullenmiştir.
Verilen bu örneklerde kişinin olası kastla hareket ettiğinin kabulü ge­rekir.
Kasten işlenebilen suçlar, ilke olarak hem doğrudan hem de olası kastla işlenebilir. Ancak, kanundaki tanımında “bilerek” ifadesine yer
veril­miş olan suçlar sadece doğrudan kastla işlenebilir. Örneğin iftira suçunda, failin suçsuz olduğunu “bilerek” kişiye suç isnat etmesi
gerektiğinden, bu suç ancak doğrudan kastla işlenebilir.
MADDE 22.– Madde metninde taksire ilişkin hükümlere yer veril­miştir.
Suçlar, kural olarak kasten işlenirler. Ancak, istisnaen taksirle işlenen belli fiiller de kanunlarda suç olarak tanımlanmaktadır.
Taksirli suçların belirgin özelliği, icrai veya ihmali şekilde olabilen iradi hareketin varlığı ve kanunî tanımda yer alan unsurlardan birinin
öngö­rülmemiş olmasıdır. Fakat bu öngörmemenin, “gerekli dikkat ve özen” yü­kümlülüğüne aykırılık dolayısıyla ortaya çıkması gerekir.
Çünkü, gerekli dikkat ve özen gösterilmediği için kanunda tanımlanmış olan neticenin ger­çekleşeceği öngörülmemiştir.
Bu dikkat ve özen yükümlülüğünün belirlenmesinde, failin kişisel ye­tenekleri göz önünde bulundurulmaksızın, objektif esastan hareket
edilir. Nitekim toplum hâlinde yaşamanın güvenli bir biçimde sürdürülebilmesi için, çeşitli alanlarda kişilerin dikkat ve özenli
davranmalarıyla ilgili kurallar konmaktadır. İnşaat faaliyeti, sağlık hizmetlerinin yürütülmesi ve trafik dü­zeniyle ilgili kurallar, dikkat ve
özen yükümlülüğüne örnek olarak gösterile­bilir.
Taksirli suçlarda fail, kendi yetenekleri, algılama gücü, tecrübeleri, bilgi düzeyi ve içinde bulunduğu koşullar altında, objektif olarak varolan
27
dikkat, özen yükümlülüğünü öngörebilecek ve yerine getirebilecek durumda olmalıdır. Bütün bu yeteneklere sahip olmasına rağmen bu
yükümlülüğe aykırı davranan kişi, suç tanımında belirlenen neticenin gerçekleşmesine neden olması durumunda, taksirli suçtan dolayı
kusurlu sayılarak sorumlu tutulacaktır.
Taksirle işlenen suçlardan dolayı kusurluluk, bir değerlendirmeyle an­cak olay hâkimi tarafından yapılabilir. Bu nedenle, taksirden dolayı
kusur­luluğun matematiksel olarak ifadesi mümkün değildir. Ancak, normatif de­ğerlendirmeyle hâkim tarafından belirlenen kusurluluk göz
önünde bulundu­rulmak suretiyle, suçun cezasında belli bir oranda indirim yapılabilir.
Taksir dolayısıyla kusurun belirlenmesi normatif bir değerlendirmeyle mümkün olmakla birlikte, somut olayda dikkat ve özen
yükümlülüğünün ihlâl edilip edilmediğinin belirlenmesi açısından bilirkişi incelemesi yaptırı­labilir. Örneğin ölümle sonuçlanan bir ameliyat
sırasında hastaya yapılan tıbbi müdahalenin tekniğine uygun olarak yapılmış olup olmadığının belir­lenmesi açısından bilirkişi incelemesine
gerek bulunduğu muhakkaktır. Keza, ölüm veya yaralanma ile sonuçlanan bir trafik kazasında, sürücülerin trafik kurallarına uyup
uymadıklarının, hangi trafik kuralının ne suretle ihlâl edildiğinin, trafiğe çıkarılan aracın teknik bakımdan herhangi bir arızasının olup
olmadığının belirlenmesi açısından da bilirkişi incelemesi yapılabilir. Ancak, bu durumlarda, bilirkişinin yapacağı inceleme, işin tekniği ile
sınırlı olmalıdır. Bunun dışında, bilirkişi tarafından münhasıran hâkimin yetkisinde bulunan kusurluluk konusunda herhangi bir
değerlendirme yapılmamalıdır. Aksi yöndeki tutum, bilirkişilik görevinin sınırını aşmayı ve hâkimin yerine geçmeyi ifade eder.
Hâkim, bu teknik veriler çerçevesinde somut olayda failin kusurlu olup olmadığını takdir edecektir. Failin kusurlu bulunması durumunda,
ku­surun ağırlığı ve diğer sebepleri de göz önünde bulundurmak suretiyle suçun kanuni tanımındaki cezanın alt ve üst sınırı arasında bir
cezaya hükmede­cektir.
Birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda herkes kendi kusuru göz önünde bulundurulmak suretiyle sorumlu tutulur. Taksirli suçun
kanuni ta­nımında belirlenen netice birden fazla kişinin karşılıklı olarak işledikleri taksirli fiiller sonucunda gerçekleşmiş olabilir. Örneğin
bir trafik kazasında sürücü ile yaya veya her iki sürücü de taksirle hareket etmiş olabilir. Bu gibi durumlarda neticenin oluşumu açısından her
kişinin taksirli fiili dolayısıyla kusurluluğu bir diğerinden bağımsız olarak belirlenmelidir.
Aynı şekilde birden fazla kişinin katılımıyla gerçekleştirilen bir ame­liyatın ölüm veya sakatlıkla sonuçlanması durumunda, ameliyata katılan
kişiler müştereken hareket etmektedirler. Ancak tıbbın gereklerine aykırılık dolayısıyla ölüm veya sakatlıkla sonuçlanan bu ameliyatta
işlenen taksirli suçun işlenişi açısından suça iştirak kuralları uygulanamaz. Kanunun suça iştirake ilişkin hükümleri, kasten işlenen suçlarda
suçun işlenişine iştirak eden kişilerin sorumluluk statülerini belirlemektedir. Birden fazla kişinin katılımıyla yapılan ameliyat sırasında
meydana gelen ölüm veya sakatlık neticeleri bakımından her bir kişinin sorumluluğu kendi kusuru göz önünde bulundurulmak suretiyle
belirlenmelidir. Bu tespitte diğer kişilerin kusurlu olup olmadığı hususu dikkate alınamaz.
Maddenin üçüncü fıkrasında, bilinçli taksirin tanımı verilmiştir. Bi­linçli taksiri basit taksirden ayıran özellik, fiilin neticesinin failce fiilen
ön­görülmüş ve fakat istenmemiş olmasıdır. Bilinçli taksir hâlinde hükmedile­cek ceza üçte birden yarısına kadar artırılacaktır. Böylece
bilinçli taksir, iş kazalarını, trafikte meydana gelen taksirli suçları önlemek bakımından cay­dırıcı etki yapacak ve suçların önlenmesinde
yarar sağlayacaktır.
Örneğin ülkemizde özellikle kırsal bölgelerde rastlandığı üzere, tak­sirli suçlarda failin meydana gelen netice itibarıyla bizzat kendisinin ve
ai­le bireylerinin ağır derecede mağduriyete uğradıkları görülmektedir. Söz gelimi, köylü kadınların gündelik uğraşları ve hayat zorlukları
itibarıyla, sayısı çok kere üç dörtten fazlasına varan küçük çocuklarına gerekli dikkati ve itinayı gösterememeleri sonucu, çocukların
yaralandıkları veya öldükleri görülmektedir. Aynı şekilde meydana gelen trafik kazalarında da benzer olaylara rastlanmaktadır. Bu gibi
hâllerde ananın taksirli suçtan dolayı ko­vuşturmaya uğraması ve cezaya mahkûm edilmesi, esasen suçtan dolayı evladını kaybetmesi sonucu
uğradığı ızdırabı şiddetlendirmekle kalmamakta, ayrıca, ailenin tümüyle ağır derecede mağduriyete düşmesine neden olmak­tadır.
Söz konusu fıkraya göre, hâkim suçlunun durumunu takdir ile ceza vermeyebilecektir. Elbette ki hâkim bu husustaki takdirini kullanırken
suç­lunun ekonomik durumunu, aile yükümlerini, söz gelimi diğer çocukların bakımını göz önünde bulunduracak, ona göre hüküm
kuracaktır. Ancak, dikkat edilmelidir ki, bu fıkranın uygulanabilmesi için fiilden dolayı münha­sıran failin kişisel ve ailevî durumu itibarıyla
zararlı netice meydana gelmiş bulunmalıdır; böyle bir netice ile birlikte söz konusu durumlara ilişkin bu­lunmayan başka bir netice de
meydana gelmişse fıkra uygulanmayacaktır. Fıkrada yazılı suç bilinçli taksir hâlinde işlenirse ceza yarıdan üçte birine kadar indirilebilir.
MADDE 23.– Kişi suç teşkil eden bir fiili işlerken, kastettiği netice­den daha ağır veya başka bir netice gerçekleşmiş olabilir. Bu gibi
durum­larda netice sebebiyle ağırlaşmış suç söz konusudur. Örneğin, basit yarala­mada bulunulmak istenirken, kişi görme, işitme yeteneğini
yitirmiş olabilir. Yaralama fiili gerçekleştirilirken, genellikle bunun sonucunda ağır bir neti­cenin meydana gelebileceği düşünülür. Örneğin
gözün, kulağın üzerine sert bir biçimde vuran kişi, bu yumruk neticesinde mağdurun görme veya işitme yeteneğini yitirebileceği olasılığını
göz önünde bulundurur. Ağır neticenin ortaya çıkacağının bu şekilde öngörüldüğü durumlarda, meydana gelen ağır netice açısından fail olası
kastla hareket etmektedir.
Buna karşılık, yaralama fiili sonucunda kişinin öngörmediği ağır bir netice de meydana gelmiş olabilir. Örneğin canının biraz yanması için
mağ­durun karın boşluğuna hafif bir biçimde vurulması hâlinde mağdur inhibisyon sonucu ölebilir. Bu gibi durumlarda ise fail, yaralama
fiilini iş­lerken, mağdurun ölebileceğini tahmin etmemiş olabilir.
Madde metnindeki düzenlemeyle, meydana gelen ağır netice açısından kişinin sorumlu tutulabilmesi için, söz konusu neticeye ilişkin olarak
en azından taksir dolayısıyla kusurlu bulunması gerekmektedir. Bu hükümle, meydana gelen kastedilenden başka ve ağır netice açısından
sorumluluğun, kusura dayalı bir sorumluluk olması sağlanmak istenmiştir.
İKİNCİ BÖLÜM
Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Nedenler
MADDE 24.– Hiyerarşik yapı içinde amirin verdiği emrin hukuka uygun olması hâlinde, verilen bu emrin yerine getirilmesi de hukuka
uygun olacaktır. Amirin emri, hukuka aykırı olmasına rağmen, bu emir emredilen açısından bağlayıcı ola­bilir. Anayasamıza göre; kamu
görevlileri, görevlerini ifa ederken amiri du­rumundaki kişilerden aldıkları emirleri hukuka aykırı bulmaları hâlinde, bu emri “yerine
getirmez ve bu aykırılığı o emri verene bildirir”ler. Ancak, emir hukuka aykırı olmakla beraber, amir “emrinde ısrar eder ve bu emrini yazı
ile yenilerse, emir yerine getirilir; bu hâlde emri yerine getiren sorumlu olmaz” (madde 137, fıkra 1). Bu durumda emri yerine getiren
açısından bir hukuka uygunluk nedeni değil, bir sorumsuzluk nedeni söz konusudur. Ye­rine getirme zorunluluğu, esasen hukuka aykırı olan
emri hukuka uygun hâle getirmez. Ancak, hiyerarşik yapı dolayısıyla, emri yerine getiren sorumlu olmaz. Bu durumda sorumluluk, emri
verene aittir.
Emir, hukuka aykırı olmanın yanı sıra, ayrıca suç da teşkil edebilir. Anayasamız, konusu suç teşkil eden emrin yerine getirilmesine “hiçbir
su­rette” izin vermemektedir (madde 137, fıkra 2). Bu durumda emri “yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz”. Maddenin üçüncü
fıkrasında ya­pılan değişiklikle Anayasanın söz konusu hükmüyle paralellik sağlanmıştır.
MADDE 25.– Maddenin birinci fıkrasında bir hukuka uygunluk ne­deni olarak meşru savunma düzenlenmiştir.
28
Meşru savunma bakımından Tasarı şu koşulları saptamıştır:
Bir kere her türlü hakka yönelik haksız bir saldırıya karşı meşru sa­vunmanın söz konusu olduğu belirtilmiş ve böylece kurumun, bazen
anlam­sız ve sosyal gereklere aykırı düşecek derecede dar tutulmasının önüne ge­çilmesi istenilmiştir.
Ayrıca, şu husus da belirtilmelidir ki, kişileri suç işlemekten caydıra­cak en etkin araçlardan birisi, suç işlediklerinde karşılık görebilecekleri
en­dişesi olduğundan, meşru savunma hakkının böylece genişletilmesi, krimi­nolojik yönden caydırıcı etki de yapabilecektir.
İkinci olarak meşru savunmanın “haksız saldırı” koşulu bakımından, “gerçekleşen haksız saldırı” ile “gerçekleşmesi muhakkak haksız
saldırı” veya “tekrarı muhakkak haksız saldırı” aynı sayılmıştır. Böylece kişilerin haksız saldırılara karşı kendilerini korumaları olanağı daha
da genişletilmiş olmaktadır.
Savunmanın “saldırı ile orantılı biçimde” olması, yani saldırıyı defe­decek ölçüde olması, meşru savunmanın temel koşullarından birisi
olarak kabul edilmiştir. Saldırıya uğrayan kişi, ancak bu saldırıyı etkisiz kılacak ölçüde bir davranış gerçekleştirdiği takdirde, meşru savunma
hukuka uy­gunluk nedeninden yararlanacaktır.
Maddenin ikinci fıkrasında, kusurluluğu ortadan kaldıran bir neden olarak zorunluluk (zaruret, ıztırar) hâli düzenlenmiştir. Zorunluluk
hâlinde, kişinin, kendisinin veya başkasının sahip bulunduğu bir hakka yönelik bir tehlikeyi gidermek amacıyla gerçekleştirdiği davranış
dolayısıyla, ceza so­rumluluğu yoktur. Meşru savunmadan farklı olarak, zorunluluk hâlinde bir saldırı değil tehlike söz konusudur.
Zorunluluk hâlinin kabulü için, kişinin tehlikeye bilerek neden olmaması, tehlikeden suç olan bir harekete başvur­madan kurtulmanın
olanaklı bulunmaması ve tehlikenin ağır ve muhakkak olması da araştırılacaktır.
Ayrıca, tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan araç arasında “oran­tılılık ilkesi” kabul edilmiştir.
MADDE 26.– Maddenin birinci fıkrasında hakkın kullanılması hu­kuka uygunluk nedeni düzenlenmiştir. Bir hakkı kullanan kimsenin
hukuka aykırı bir şekilde hareket etmiş sayılamayacağı, bilinen bir gerçektir.
Bir hak, kanun, tüzük, yönetmelik, genelge gibi nizamlara dayanabilir ve hukuken tanınmış ve düzenlenmiş olmak kaydıyla, bir mesleğin
icrasın­dan da doğabilir.
Burada hakkın doğrudan doğruya kullanılabilir olması aranacaktır. Eğer hak, bir mercie başvurarak kullanılabilecekse, artık buradaki hak
kap­samında kabul olunmayacaktır.
Maddenin ikinci fıkrasında ilgilinin rızası hukuka uygunluk nedeni düzenlenmiştir. Söz konusu hukuka uygunluk nedeninin varlığı için,
rızanın kişinin üzerinde mutlak surette tasarrufta bulunabileceği bir hakka ilişkin olması gerekir. Keza, kişinin bu hakla ilgili olarak rıza
açıklamaya ehil ol­ması gerekir.
Madde metnindeki “mağdurun rızası” ibaresi “ilgilinin rızası” veya “kişinin rızası” olarak değiştirilmiştir. Ceza sorumluluğunu kaldıran bir
se­bep olarak rıza, suçun oluşumu açısından fiilin işlenmesinden önce ve en geç işlendiği sırada açıklandığında etkili olur. Bu durumda
herhangi bir mağduriyet söz konusu olmadığı için, “mağdur” yerine “ilgili” veya “kişi” kelimesi tercih edilmiştir.
MADDE 27.– Madde ile ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran ne­denlerin hepsini kapsamına alacak surette sınırın kast olmaksızın aşılması
hâli düzenlenmiştir.
Sınır kasten aşıldığında, örneğin, meşru savunmada bulunan kişi vaki saldırıyı defetmek için saldırganı öldürmenin şart olmadığını bile bile
ve sırf tecavüze uğramış olması fırsatından yararlanarak saldırganı öldürdüğü tak­dirde hukuka aykırılığın kalkmayacağı ve failin bu
maddedeki herhangi bir ceza indiriminden yararlanamayacağı şüphesizdir. Bu nedenle madde sınırın kast olmaksızın aşılması hâlini
kapsamaktadır.
Yukarıda verilen örnekte fail, maruz kaldığı saldırı dolayısıyla ve içinde bulunduğu durum itibarıyla esasta gerekli olandan fazla bir
savun­mada bulunmuş olabilir. Sınırın aşılmasındaki bu taksir kendisinin cezalan­dırılmasına yol açabilirse de, bunun için işlenen suçun
taksirle işlendiği tak­dirde de cezalandırılabilen bir fiil olması zorunludur. Demek oluyor ki, bu gibi hâllerde işlenen suçun niteliğine
bakılacak ve sadece kast bulunduğu takdirde cezalandırılabilen bir suç söz konusu ise faile ceza verilmeyecek buna karşılık, suç taksirle
işlendiği takdirde de cezalandırılabilen fiillerden birini oluşturduğunda, maddede öngörülen biçimde cezadan indirim yapıla­rak faile taksirli
suçtan dolayı ceza verilecektir.
Bölüm başlığına paralel olarak, madde metnindeki “hukuka uygunluk nedenleri” yerine, “ceza sorumluluğunu kaldıran nedenler” ibaresi
konul­muştur.
Maddenin ikinci fıkrasında meşru savunma hakkına ilişkin özel bir sı­nırın aşılması hâli düzenlenmiştir. Buna göre, meşru savunmada sınırın
aşılması, fail bakımından mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya te­laştan ileri gelmiş ise, faile ceza verilmeyecektir.
Heyecan, korku veya telaş, ancak meşru savunma hâlinde söz konusu olabileceği için, fıkra met­ninin başına “meşru savunmada” ibaresi
konulmuştur.
MADDE 28.– “ikrah” sözcüğü yerine, korkutma sözcüğü tercih edilmiştir.
MADDE 29.– Maddede ceza sorumluluğunu azaltan bir neden olarak haksız tahrik hâli düzenlenmiştir.
Haksız tahrikin ana koşulu, yapılan haksız hareketin fail üzerinde bir hiddet veya şiddetli elem meydana getirmesi ve suçun işlendiği anda
failin bu durumda bu etki altında bulunması olduğundan, madde söz konusu psi­kolojik hâlleri belirtecek biçimde kaleme alınmıştır. Gazap,
aslında hiddet­lenmeyi ifade eder; şedit bir elem deyimi psikolojik bakımdan aslında hare­ketsizliğe, pasifliğe yöneltici bir ruh hâli ise de,
burada söz konusu olan hid­dete yönelten bir elemdir. Bu itibarla sadece hiddet sözcüğünün kullanılması bu hâli de kapsar idi. Ancak
uygulamada duraksamalara neden olmamak için metinde her iki sözcüğün kullanılması uygun sayılmıştır.
Hiddet veya şiddetli elemin haksız bir fiil sonucu ortaya çıkması gere­kir. Maddeye bu ibarenin eklenmesinin amacı, ülkemizde özellikle
“töre veya namus cinayeti” olarak adlandırılan akraba içi öldürme suçlarında hak­sız tahrik indiriminin yanlış biçimde uygulanmasının önüne
geçmektir.
Maddedeki düzenleme nedeniyle bir suçun mağduruna yönelik olarak gerçekleştirilen fiiller dolayısıyla fail haksız tahrik indiriminden
yararlana­mayacaktır. Örneğin cinsel saldırıya maruz kalmış kadına karşı babanın veya erkek kardeşin işlediği öldürme fiilinde, haksız
tahrike dayalı olarak ceza indirimi yapılamayacaktır. Maddedeki haksız fiil terimi, bir davranışın hu­kuk düzenince tasvip edilmediği
anlamına gelmektedir. Ancak böyle bir haksız fiili yapan kişiye karşı yönelik fiilin varlığı durumunda maddenin uy­gulanması söz konusu
olabilecektir.
MADDE 30.– Madde metninde çeşitli hata hâlleri düzenlenmiştir.
Birinci fıkrada suçun maddî unsurlarında hataya ilişkin hükme yer ve­rilmiştir. Kast, suçun kanuni tanımındaki maddî unsurların bilerek ve
istene­rek gerçekleştirilmesidir. Bu unsurlara ilişkin bilgisizlik, eksik veya yanlış bilgi sahibi olunması durumu ise, maddî unsurlarda hata
olarak adlandırılır. Böyle bir hata kastın varlığına engel olur. Örneğin, kişi vestiyerden kendisi­ninki zannederek başkasının paltosunu alır.
Keza, kişi gece karanlığında vahşi bir hayvan zannıyla hareketli bir cisme ateş eder. Ancak, gerçekte bu hareket eden cisim bir insandır ve
dolayısıyla; bu insan ölür veya yaralanır. Örnek olarak verilen bu olaylarda failin bilgisi gerçeğe uysaydı; işlediği fiil haksızlık teşkil
etmeyecekti. Bu nedenle hata hâlinde kasten işlenmiş bir suçtan söz etmek mümkün değildir.
29
Fıkrada ayrıca, maddî unsurlarda hata hâlinde, taksirle sorumluluğa ilişkin hükme yer verilmiştir. Buna göre, meydana gelen neticeye ilişkin
olarak gerekli dikkat ve özen gösterilmiş olsaydı böyle bir netice ile karşıla­şılmazdı şeklinde bir yargıya ulaşılabiliyorsa; taksirle işlenmiş
bir suç söz konusu olur. Ancak bu durumda neticenin taksirle gerçekleştirilmesinin ka­nunda suç olarak tanımlanmış olması gerekir. Bu
nedenle, kendisinin sana­rak başkasının çantasını alan kişinin yanılgısında taksirin varlığı kabul edilse bile; kanunda hırsızlık fiilinin ancak
yararlanma kasdıyla işlenebileceği belirtildiği için; böyle bir olay dolayısıyla ceza sorumluluğu doğmayacaktır. Buna karşılık, av hayvanı
zannederek gerçekte bir insana ateş edip onun ölümüne neden olan kişinin bu hatasında taksiri varsa, adam öldürme ka­nunda taksirle işlenen
bir suç olarak da tanımlandığı için, böyle bir olayda fail, taksirle adam öldürme suçundan dolayı sorumlu tutulacaktır.
Kastın varlığına engel olan hata, suçun sadece temel şekline ilişkin unsurlar hakkında değil, aynı zamanda failin daha ağır veya hafif ceza ile
cezalandırılmasını gerektiren nitelikli unsurları bakımından da ortaya çıka­bilir. İkinci fıkra ile kişinin, suçun nitelikli unsurlarına ilişkin
hatasından yaralanması öngörülmüştür.
Keza, hedefte sapma hâli ile ilgili olarak bu madde kapsamında dü­zenleme yapılmasına gerek görülmemiştir. Çünkü hedefte sapma hâlinde
bir hata söz konusu değildir. Bu durumda suçların içtimaı hükümleri kapsa­mında değerlendirilmesi gereken bir sorun söz konusudur.
Nitekim, uygu­lamada da hedefte sapma, suçların içtimaı ve özellikle fikri içtima bağla­mında ele alınmaktadır.
“Hukuka uygun­luk neden­leri” yerine, “ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenler” ibaresi konulmuştur. Somut olayda söz konusu
nedenlere ait koşulların ger­çekleştiği hususunda hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanabilecektir. Ancak, bu­nun için hatanın kaçınılmaz
olması gerekir. Hatanın kaçınılabilir olması durumunda ise, kişi işlediği fiilden dolayı sorumlu tutulacak ve fakat bu hata, temel cezanın
belirlenmesinde göz önünde bulundurulacaktır.
MADDE 31.– Kişinin, fiziksel gelişimine paralel olarak, toplumun değer yargılarını, bunların anlam ve içeriğini algılama yeteneği
gelişmekte­dir. Yine bu gelişim sürecinde algılama yeteneğinin yanı sıra, ayrıca top­lumdaki ölçü davranış kurallarının gerekleri
doğrultusunda hareketlerini yönlendirebilme (irade) yeteneği de gelişmektedir.
Suç oluşturan fiili işlediği sırada henüz oniki yaşını bitirmemiş olan çocukların ceza sorumluluğu bulunmamaktadır. Fiili işlediği sırada
henüz oniki yaşını bitirmemiş olması, çocuk açısından kusurluluğu mutlak surette ortadan kaldıran bir neden olarak kabul edilmiştir.
İzlenen suç ve ceza politikasının gereği olarak, bu gruba giren yaş kü­çüklerinin ceza sorumluluğunun olmadığı normatif olarak kabul
edilmiştir. Çünkü, bu çocuklar hakkında ceza yaptırımının uygulanması, cezanın özel önleme ve yeniden topluma kazandırma işlevi
bakımından tamamen ters etki gösterecektir. Hatta, bu çocuklarla ilgili olarak ceza kovuşturmasına ilişkin işlemlerin yapılması, psikolojik
gelişimleri üzerinde olumsuz etkiler mey­dana getirebilmektedir. Bu nedenle, suç yoluna sürüklenmiş olan bu çocuk­larla ilgili olarak,
sadece koruyucu ve eğitici nitelikte olan güvenlik tedbirle­rine başvurulabilir.
Çocukluktan gençliğe geçiş sürecinde bulunan oniki yaşını doldurmuş ve fakat henüz onbeş yaşını tamamlamamış kişiler, genellikle işlediği
fiilin bir haksızlık oluşturduğunun bilincinde olmakla beraber, bazı durumlarda fiili işlemekten kendini alıkoyamamakta ve bazı davranışlar
açısından irade­sine yeterince hâkim olamamaktadır. Bu nedenle, suç oluşturan bir fiili işle­diği sırada oniki yaşını bitirmiş olup da henüz
onbeş yaşını bitirmemiş olan kişilerin, işlediği suç açısından davranışlarını yönlendirebilme yeteneğine sahip olduğunun belirlenmesi
hâlinde, ceza sorumluluğunun olduğu kabul edilmiştir.
Bu grup yaş küçüklerinin ceza sorumluluğunun olup olmadığı, çocuk hâkimi tarafından tespit edilir. Ancak, bu belirlemeden önce, yaş
küçüğünün içinde bulunduğu aile koşulları, sosyal ve ekonomik koşullar ile psikolojik ve eğitim durumu hakkında uzman kişilerce rapor
hazırlanması istenir. Ço­cuk hâkimi, hazırlanan bu raporları, ceza sorumluluğunun belirlenmesiyle ilgili olarak yapacağı değerlendirmede
dikkate alır.
Kusur yeteneği bulunmayan yaş küçüğü hakkında ceza tertibine yer olmadığına karar verilir. Ancak, bu kişiler hakkında koruyucu, eğitici ve
yeniden topluma kazandırıcı nitelikte güvenlik tedbirlerine hükmedilir.
Çocuk hâkimi, işlediği suç açısından ceza sorumluluğunun olduğunu kabul ettiği yaş küçüğü hakkında ise kural olarak indirilmiş cezaya
hükme­decektir.
Fiili işlediği sırada onbeş yaşını doldurmuş ve fakat henüz onsekiz ya­şını tamamlamamış gençler, normal koşullarda, gerçekleştirdikleri
davra­nışların hukukî anlam ve sonuçlarını kavrama yeteneğine sahip olmakla bir­likte; bu kişilerin, davranışlarını yönlendirme yetenekleri
yeterince geliş­memiş olabilmektedir. Bu nedenle, suç yoluna girmiş olan gençlerin, işle­dikleri suçlar bağlamında irade yeteneğinin zayıf
olduğu normatif olarak kabul edilmiştir. Azalmış kusur yeteneğine sahip bulunan gençler hakkında kural olarak indirilmiş cezaya hükmedilir.
MADDE 32.– Kusur yeteneğini etkileyen bir neden olan akıl hastalı­ğının varlığı durumunda, kişi işlemiş bulunduğu fiilin anlam ve
sonuçlarını algılayamamakta veya işlediği fiille ilgili olarak irade yeteneği önemli öl­çüde etkilenmektedir. Kişi bu durumda kusurlu
olamayacağından, hakkında cezaya hükmedilemeyecektir. Ancak, fiili hukuka aykırı niteliğe sahip oldu­ğundan, kişi hakkında akıl
hastalarına özgü güvenlik tedbirlerine başvurula­caktır.
Ayrıca işaret etmek gerekir ki, akıl hastalığı kişinin işlediği her fiil açısından algılama veya irade yeteneği üzerinde etkili olmayabilir.
Örneğin, kleptomani akıl hastası olan kişinin hafif değerdeki şeylere yönelik olarak işlediği hırsızlık suçu açısından irade yeteneğinin
olmadığı söylenebilir. Ancak, bu kişinin kasten adam öldürme suçunu işlemesi durumunda, malûl olduğu akıl hastalığı bu fiille ilgili olarak
algılama ya da irade yeteneğini etkilemez.
Kişinin akıl hastası olup olmadığının tespiti ile hastalığının algılama ve irade yeteneği üzerinde ne gibi etkilerinin olabileceğini,
davranışlarını ne surette etkilediğini genel olarak belirleme, tıbbî bir konudur. Uzman bilirkişi bu hususu ortaya koyduktan sonra, akıl hastası
olan kişinin somut olay açı­sından algılama veya irade yeteneğinin olup olmadığını, akıl hastalığının somut olay açısından kişinin bu
yeteneklerini ne ölçüde etkilediğini normatif olarak belirleme görevi, hâkime aittir.
Madde metninde akıl hastalığının kusur yeteneğine etkisi düzenlen­miş; buna karşılık, akıl hastaları hakkında uygulanacak güvenlik
tedbirleri­nin ilgili bölümde düzenlenmesi uygun bulunmuştur.
MADDE 33.– İşitme yeteneğine doğuştan sahip olmayan veya küçük yaşta bu yeteneği tamamen yitiren insanın algılama yeteneği yeterince
ge­lişmez.
Sağır ve dilsizin ceza sorumluluğunun belirlenmesinde, suç oluşturan fiili işlediği sıradaki yaşı, ölçü alınmıştır. Böylece, sağır ve dilsizlerle
ilgili olarak, yaş küçüklerinin sorumluluk rejimine paralel bir düzenleme yapıl­mıştır. Ancak, sağır ve dilsizlerin algılama ve davranışlarını
yönlendirme yeteneği daha geç gelişebileceği düşüncesiyle, ayrı bir yaş grubu sınıflan­dırması yapılmıştır.
Fiili işlediği sırada yirmibir yaşını doldurmuş olan sağır ve dilsizler açısından yaşın ceza sorumluluğu üzerinde herhangi bir etkisinin
olmadığı kabul edilmiştir. Ancak, bu kişilerin işledikleri fiil açısından algılama veya irade yeteneğinin olup olmadığı yönünde ortaya
çıkabilecek sorunla ilgili olarak, akıl hastalarına ilişkin sorumluluk rejiminin göz önünde bulundu­rulması gerekmektedir.
MADDE 34.– Kişi, gerçekleştirdiği davranışın hukukî anlam ve so­nuçlarını algılama veya davranışlarını yönlendirme yeteneğini etkileyen
bir nedenin etkisine bilinci olmaksızın veya iradesi dışında girmiş olabilir. Ör­neğin, kimyasal madde üretiminin yapıldığı bir tesiste çalışan
kişiler, kimya­sal maddelerden yayılan kokunun etkisinde kalarak, geçici bir süre algılama ve irade yeteneğini tümüyle yitirmiş olabilir. Bu
gibi durumunda, kusur ye­teneğinin olduğundan söz edilemez.
30
Yine yatağında bebeğini emzirdiği sırada uykuya dalan anne, uyku­dayken bebeğin havasızlıktan dolayı ölümüne neden olabilir. Bu durumda
ölüm olayının gerçekleştiği anda anneye izafe edilecek bir fiil bulunma­maktadır. Yani, uyku hâlinde iken kişi hareket yeteneğini
yitirmektedir. An­cak, annenin bu ölüm neticesinden dolayı sorumluluğunu belirlerken, uyku hâlindeki davranışlarını değil, uykuya
geçmeden önceki dönemde gerçek­leştirdiği davranışları göz önünde bulundurmak gerekir. Anne, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı
olarak, emzirmek üzere bebeğini yatağına almış ve bu esnada uyuya kalmıştır. Aynı şekilde, hipnotik telkin altına girmiş olan kişinin de bu
hâldeyken hareket yeteneğinin varlığından söz edilemez.
Kişi, alkol veya uyuşturucu madde almak kastıyla hareket etmemesine rağmen, yanılarak bu maddeleri almış olabileceği gibi, alkol veya
uyuştu­rucu madde almaya zorlanmış da olabilir. Gerek bilmeyerek gerek zorla alınan alkol veya uyuşturucu maddenin etkisindeyken işlenen
suç açısından kişinin kusur yeteneği bulunmamaktadır. Ancak, belirtmek gerekir ki, geçici bir neden olarak istemeyerek alkol veya
uyuşturucu madde alınması dolayı­sıyla failin taksirinin dahi olmaması gerekir.
Kişinin algılama yeteneğini etkileyen sistemik hastalıkları da geçici neden olarak kabul etmek gerekir. Örneğin diyabet, gebelik sonrası
ortaya çıkan psikozlar ve üremi gibi hastalıklar, kişinin algılama yeteneğini ortadan kaldırabilmektedir.
Kişi, önceden kararlaştırdığı suçu işlemeye başlamadan önce, isteye­rek alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde alabilir. Keza, kişi
herhangi bir suç işlemeyi kastetmediği hâlde, isteyerek alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde almış ve bu maddelerin etkisinde iken bir
suç işlemiş olabilir. Bu durumlarda, işlediği suç açısından kişinin kusur yeteneğinin var olduğu kabul edilir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Suça Teşebbüs
MADDE 35.– Suça teşebbüste fail suçu tamamlamak amacıyla hare­ket etmesine rağmen, elinde olmayan nedenlerden dolayı bunu
gerçekleşti­rememektedir. Bu durumda ise kişiye tamamlanmış suça oranla daha az bir ceza verilmektedir.
MADDE 36.– Gerek icra hareketleri aşamasında gerekse icra hare­ketlerinin bitmesinden sonra, failin suçu tamamlamaktan gönüllü olarak
vazgeçmesini teşvik etmek modern suç politikasının temel araçlarından biri­dir. 765 sayılı Türk Ceza Kanununda sadece icra hareketlerinin
devamı aşa­masında kabul edilen gönüllü vazgeçme, icra hareketlerinin bittiği ancak neticenin meydana gelmediği olaylar bakımından da
öngörülmüştür. Böy­lece suçun icrası sürecindeki bütün aşamalarda gönüllü vazgeçme mümkün hâle gelmektedir. Ancak icra hareketlerinin
bitmesinden sonra gönüllü vaz­geçmenin kabulü için, vazgeçenin suçun tamamlanmasını önlemek bakımın­dan ciddi bir çaba göstermesi
gerekmektedir.
Gönüllü vazgeçme hâlinde kişiye ceza verilmemekte, ancak o ana ka­dar yapılan hareketler ayrıca bir suç oluşturuyorsa sadece o suçtan
sorumlu tutulmaktadır.
Suç bütün unsurlarıyla tamamlandıktan sonra örneğin çalınan eşyanın geri verilmesi veya kaçırılan kişinin serbest bırakılması hâllerinde,
artık vazgeçme değil etkin pişmanlık söz konusudur.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Suça İştirak
MADDE 37.–İştirak şekilleri, fiilin işlenişi üzerinde kurulan hâkimiyet ölçü alınarak belirlenecektir. Bu sistemde birer sorumluk statüsü
olarak öngörülen iştirak şekilleri ise, faillik, azmettirme ve yardım etmeden ibarettir.
Düzenlenen maddenin birinci fıkrasına göre suçun kanuni ta­nımında öngörülen fiili gerçekleştirilen kişi fail olup; suçun birden fazla kişi
tarafından birlikte işlenmesi durumunda, bu kişilerin her biri müşterek fail olarak sorumlu tutulacaklardır.
Müşterek faillikte, birlikte suç işleme kararının yanı sıra, fiil üzerinde ortak hâkimiyet kurulduğu için, her bir suç ortağı fail statüsündedir.
Ortak hâkimiyetin kurulup kurulmadığının saptanmasında suç ortaklarının suçun icrasındaki rolleri ve katkılarının taşıdığı önem göz önünde
bulundurulur. Bu durumda, fiilin icrası veya sonuçsuz kalması ortak faillerden her birinin elinde bulunmaktadır. Örneğin suç ortaklarından
birinin cebir veya tehdit kullanarak mağduru etkisiz hâle getirdiği, diğerinin de üzerindeki para ve sair kıymetli eşyayı aldığı yağma suçunda
her iki suç ortağının suçun işleni­şine yaptıkları katkı, suçun icrası açısından birbirini tamamlayıcı nitelikte­dir. Dolayısıyla, her iki suç
ortağı, suçun işlenişi üzerinde ortak bir hâkimi­yet kurmaktadır.
Suç ortaklarının iştirak katkılarının karşılıklı olarak birbirlerini ta­mamlamadığı durumlarda da müşterek faillik mümkündür. Bazı hâllerde
failler, her biri suçun kanuni tanımındaki bütün unsurları tek başına gerçek­leştirmek üzere, bir anlaşmaya varabilir. Örneğin bir kişiyi
öldürmek için aralarında anlaşmış olan beş kişi, amacın gerçekleşme ihtimalini daha da yükseltmek için, aynı anda mağdurun üzerine ateş
ederler. Ateşlenen mer­milerden bir kısmı mağdura isabet eder, bir kısmı ise etmez. Bu örnek olayda bütün suç ortakları ortak bir suç işleme
kararına dayanarak birlikte hareket etmektedirler. Bu beş suç ortağının ateşlediği mermilerden sadece bir tanesinin mağdura isabet edip
ölümüne neden olması hâlinde dahi, ta­mamlanmış kasten adam öldürme suçundan dolayı bu kişilerden her biri müşterek fail olarak sorumlu
tutulacaktır.
Müşterek faillik bakımından zorunlu diğer bir koşul, failler arasında birlikte suç işleme kararının varlığıdır. Belli bir hareketin icrasına ve
netice­nin meydana gelmesine ilişkin olan birlikte suç işleme kararı, kast kapsa­mında düşünülmelidir. Suç ortaklarının suçun işlenişine
ilişkin kastlarının doğrudan veya olası kast gibi farklılık göstermesinin, müşterek fail olarak sorumlulukları üzerinde bir etkisi yoktur.
Bir suçun failine, onun haberi olmaksızın, tek taraflı iradeyle, suçun işlenmesine başlamadan önce veya suçun icrası sırasında yardım
edilmesi hâlinde, müşterek fail olarak değil, yardım eden olarak sorumlu tutulmak gerekir.
Maddenin ikinci fıkrasında, dolaylı faillik düzenlenmiştir. Kişi suçu bir başkasını araç olarak kullanmak suretiyle gerçekleştirebilir. Bu
durumda dolaylı faillik söz konusudur. Dolaylı faillikte, arka plandaki kişi, suçun icraî hareketlerini gerçekleştiren şahsın ve hareketinin
üzerinde hâkimiyet kur­maktadır ve bu hâkimiyet nedeniyle, fail olarak sorumlu tutulmaktadır.
Suçun işlenmesinde kusur yeteneği olmayan kişilerin araç olarak kul­lanılması durumunda, dolaylı faile verilecek olan cezanın bu nedenle
artı­rılması kabul edilmiştir. Zira bu durumda sadece bir suç işlenmemekte, ken­disini yönlendirme yeteneği olmayan kişiler istismar da
edilmektedir.
MADDE 38.– Azmettirme, belli bir suçu işleme hususunda henüz bir fikri olmayan bir kişinin başkası tarafından bu suçu işlemeye karar
verdiril­mesidir. İzlenen suç politikasının gereği olarak, azmettirenin suçun kanun­daki cezası ile cezalandırılacağı kabul edilmiştir.
Maddenin ikinci fıkrasında, üstsoy ve altsoy ilişkisinden doğan nüfuz kullanılmak suretiyle suça azmettirme hâlinde, azmettirenin cezasının
belli bir oranda artırılması uygun görülmüştür. Ancak, çocukların suça azmetti­rilmesi hâlinde, bu fıkra hükmüne göre cezanın artırılabilmesi
için üstsoy ve altsoy ilişkisinin varlığı aranmayacaktır. Bu durumlarda azmettirenin ceza­sında artırım öngörülmesinin hukukî dayanağı,
ayrıca, azmettirme olgusu­nun tek başına bir haksızlık ifade etmesidir.
31
Üçüncü fıkrada, ceza soruşturması ve kovuşturmasının amacına hiz­met eden bir hükme yer verilmiştir. Buna göre, azmettirenin belli
olmaması hâlinde, kim olduğunun ortaya çıkmasını sağlayan fail veya diğer suç ortağı hakkında verilecek cezada indirim yapılabilecektir. Bu
durumda indirim yapılması hususunda hâkim takdir yetkisine sahiptir. Bu hükmün uygulana­bilmesi için, kişiliğe ilişkin olarak verilen
bilginin maddî gerçeğin ortaya çıkmasını sağlaması gerekir.
MADDE 39.– “Fer’î iştirak” yerine yardım etme ifadesi benimsenmiştir.
MADDE 40.– Bağlılık kuralı, suç ortaklarından bazılarında faillik için aranan şartların bulunmaması hâlinde, bu kişilerin işlenen suçtan
sorumlulu­ğunu sağlamaktadır. Böylece; suçun işlenişinde hâkimiyet kuramadığı veya özel faillik niteliğini taşımadığı için fail olarak
sorumlu tutulamayan bir suç ortağı, bağlılık kuralı sayesinde, gerçekleşen suçtan sorumlu tutulabilmekte­dir.
Bağlılık kuralının gereği olarak, diğer suç ortaklarının azmettiren veya yardım eden olarak sorumlu tutulabilmesi için, failin işlediği fiilin
kasten işlenmesi ve hukuka aykırı olması gerekir ve yeterlidir. Failin bu fiil nede­niyle ayrıca kusurlu olmasına gerek yoktur. Yine, cezayı
hafifleten veya ortadan kaldıran kişisel nedenler, ancak ilgili suç ortağı açısından hukukî sonuç doğururlar.
Özel faillik niteliğinin arandığı suçlarda, ancak bu niteliğe sahip olan kişiler fail olabilir. Örneğin zimmet suçunun faili ancak kamu görevlisi
ola­bilir. Özel faillik niteliğini taşımayan kişiler, özgü suça iştirak etmeleri hâ­linde, ancak azmettiren veya yardım eden olarak sorumlu olur.
Sadece özel faillik niteliğine sahip olmak, özgü suçun faili olarak so­rumluluk için yeterli olmayabilir. Bunun için, özel faillik niteliğinin
yanı sıra, ayrıca fiil üzerinde hâkimiyet kurulması gerekir. Örneğin resmî belgede sahtecilik suçunun işlenişine iştirak eden kamu görevlisi
kişilerin, bu suçun nitelikli şekli açısından müşterek fail olarak sorumlu tutulabilmeleri için, birlikte suç işleme kararının yanı sıra, ayrıca
belgede sahtecilik fiili üzerinde ortak hâkimiyet kurmaları gerekir.
Azmettiren veya yardım eden olarak sorumluluk için, suçun tamam­lanmış veya en azından teşebbüs aşamasına varmış olması gerekir. Bu
so­nuç, bağlılık kuralının niceliksel etkisinden çıkarılmaktadır.
765 sayılı Türk Ceza Kanununda olduğu gibi, “kişisel ağırlatıcı nedenlerin” ve “fiilî ağırlatıcı nedenlerin şeriklere uygu­lanması”
hükümlerine yer verilmiştir.
MADDE 41.– Maddede, iştirak hâlinde işlenen bir suçta suç ortakla­rından birinin gönüllü vazgeçmesinin ceza sorumluluğu üzerindeki
etkisi düzenlenmiştir.
İştirak hâlinde işlenen suçlarda gönüllü vazgeçme ile ilgili olarak bazı durumlarla karşı karşıya gelinebilmektedir.
Gönüllü vazgeçen suç ortağı, suçun işlenmemesi için elinden gelen bütün gayreti göstermiş ve fakat, suç başka bir nedenle işlenememiş
olabilir. Bu durumda dahi, gönüllü vazgeçen suç ortağını gönüllü vazgeçme hüküm­lerinden yararlandırmak gerekecektir.
Keza, gönüllü vazgeçen suç ortağının bütün gayretine rağmen, diğer suç ortakları suçu işlemiş olabilir. Bu durumda, suçun işlenmiş olmasına
rağmen, gönüllü vazgeçen ve suçun işlenmemesi için elinden gelen bütün gayreti gösteren suç ortağının işlenen suça iştirakten dolayı
sorumlu tutul­maması gerekir. Ancak, bu durumda, suç ortağının gönüllü vazgeçme anına kadar gerçekleştirdiği fiillerin bağımsız bir suç
oluşturması durumunda, bu suçtan dolayı sorumlu tutulacağı kuşkusuzdur.
ÜÇÜNCÜ KISIM
Yaptırımlar
BİRİNCİ BÖLÜM
Cezalar
MADDE 42- “Kendine yapılmasını istemediğini,başkasına yapma” evrensel insani ortak degerlerden biridir.”Ölmek istemiyorsan,
öldürmeyeceksin” bildirimlerini insanlar birbirlerine hep hatırlatmışlar, hep söylemişlerdir. Bu nedenle madde 42 yazılmıştır.
Ve hatalı karar verilmesini önlemek için “kasten cinayet işlendiğinin ŞÜPHESİZ kanıtlanması şartı ile ceza söz konusudur. Milyarda,
trilyonda bir ihtimal bile şüphe varsa, ceza verilemez.
Avrupa Birliğinde “ yargıdaki kayırmalar, kusurlar nedeniyle, suçsuz insanlara idam cazaların verilmiş olması, tedbir nedeniyle idam
cezalarının kaldırılmasını mantıklı hale getirmiştir” Lakin AB ülkelerinde de insanlar cinayet işlemekte, çoğu zamanda esas işletenler gizli
kalmaktadır. Emir verenler, emir alanlara “ hapishanelerde krallar gibi size bakarız” sözleri ile cinayete teşvik etmeye devam ediyorlar.
Aşağıda sunulan habere bakılırsa bu kanunun AB tarafından kabul edilebileceği; ülkemizde uygulama sonuçları görüldükten sonra
düşünülebilir. AB uygulamaya önem veren bir birlik. Henüz girmiş değiliz. Müzakereler sürüyor. Bu kanun çıkıp bir kaç sene uygulanırsa,
uygulama sonuçlarına bakarak AB ülkeleri de bu kanunu kendi ulusal çıkarlarına uygun bulabilir. Evrensel Suçlara bu kanunda yazılı olan
karşılıklar verilmemesi halinde, suç önlenemiyor, suç işleyenler dahi acı çekiyor. Belçika’dan bir örnek bunu en çarpıcı biçimde
anlatıyor.Cinayet işleyen,tecavüzde bulunankendisini af edemiyor.Ölmek istiyor;
Gazetevatan.com » Dünya » Seri katilin ötenazi isteği kabul edildi
32
Seri katilin ötenazi isteği kabul edildi. DHA | 05 Ocak 2015 Pazartesi - 10:36
“BELÇİKA’da 30 yıldan bu yana hapiste tutulan bir seri katil ve tecavüzcünün ’Dayanamayacak kadar büyük psikolojik acı çektiği’ için
ötenazi istemi kabul edildi. De Morgen gazetesinin haberine göre, Belçika Adalet Bakanlığı, çok sayıda kişiye tecavüz ederek öldürdüğü
için 30 yıldır demir parmaklıkların ardında bulunan 50 yaşındaki Frank Van Den Bleeken’in ötenazi başvurusunun kabul edildiğini açıkladı.
Bakanlık Frank Van Den Bleeken’in ötenazi isteminin önümüzdeki günlerde Bruges kentinde yerine getirileceğini duyurdu. Seri katil, erken
af teklif edildiği halde mahkum kendisini toplum için tehdit gördüğünü belirterek hapisten çıkmayı reddetmişti.
Frank Van Den Bleeken, buna karşılık cezaevi koşullarını da insanlık dışı bulduğunu söylemişti. Belçika’da 2013 yılında 1807 kişi
ötenaziyle hayatına son vermişti.”
MADDE 43- (1) Karşılıksız para basanlar, bu eylemlerinin nelere yol açtıgını izleme imkanına sahip değiller. Cinayet, savaş, terör gibi tüm
insanların kaçındıgı eylemlerin sebeplerinden biri karşılıksız para basımlarıdır. Herkese ulaşma ve aydınlatma imkanı olsa, herkes
”karşılıksız para basılmasın” diyebilir. Madde 43 ile herkes korunmaktadır. Gerçekte herkesin çıkarına bir karşılık düzenlenmiştir.
Karşılıksız parayı, yaygın olarak tüzel kişiler basmaktadır.Tüzel kişiliğin canlı eli olmadıgına göre, tüzel kişiliklerin karşılıksız para
basımları önlenir. Devletler, Bankalar, Şahıslar karşılıksız para basamaz. Evrensel suçtur. Bir matamatik kuralı “Bir bayagı kesirin
payını,paydasını ayni sayıyla çarparsan,değeri değişmez.
Karşılıksız basılan kagıt para, ilk basımda herkesin IBAN hesabına eşit yüklenirse, hırsızlık sayılmaz. Böylece mal ve hizmetler için değişim
aracı üretilmiş olur.Örneğin 16 yaş ve üzeri insanların IBAN hesaplarına 18.000 evrensel money, dogan çocukların hesabına 180 ay boyunca
her ay 100 evrensel money, 0-16 yaş arası çocukların hesabına kaç yaşında iseler 16 yaşına kadar eşit taksitlerle toplam 18.000 evrensel
money yüklenirse; hiç kimseye haksızlık edilmiş olmaz.
(2) Konut dokunulmazlıgı, tüm insanların istediği bir haktır. Hırsız bile, kendi konutuna izinsiz girilmesini istemez. 43.maddenin (2) fıkrası
ile bunun saglanması düşünülmüştür. Hırsızların ailenin, çocukların yaşadıgı evlere girmeleri, cinayetlere, aşırı psikolojik travmalara neden
olmaktadır. Elleri kesilen hırsız, bir daha böyle bir eylemi gerçekleştirecek imkanı bulamayacak ve evlere izinsiz girilmesi önlenmiş
olacaktır.
MADDE 44- (1) Hiç kimse basın huzurunda, parmak kalınlıgında plastik cop ile gömlek üzerinden sırtına 80 defa vurulmasını istemez.
Kimse bunu istemeyeceği için “iftira”eylemine de sürüklenmez. Nitekim iftiraların yakında veya uzakta cinayetlere yol açtığı görülmüş,
bilinmektedir. Can güvenliğinin korunması için de iftiranın önlenmesi gerekmektedir.
(2) Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’e iftiralar o kadar çogalmıştı ki, Menderes Döneminde koruma kanunu çıkarılmıştı. Yaşamış olanlara,
yaşayanlara iftira atılması, Allah adına yalanlar söylenmesi keza savaşlara ve cinayetlere yol açmaktadır. Önlenmesi gerekir.Savcılar şikayete
gerek olmaksızın iftira suçlarına kamu davası açarlar.Keza insanlar da, dava açma hakkına sahiptirler.
MADDE 45- (1) Cinayet, tecavüz, zina, fuhuş, uyuşturucu, hırsızlık, iftira fiillerinin evrensel suç oldugu, yeryüzünün her yerinde suç kabul
edildiği yaşanmış olaylardan ve istatitiklerden anlaşılmaktadır.
Örneğin; Dünyanın her yerinde çok sayıda insan fuhuş veya fuhuş şüpheleriyle öldürmekte ve ölmektedir.
“Ünlü şarkıcı eşini öldürüp intihar etti 2014-12-09 12:52:43 Earl Hayes, çiftin Los Angeles’taki evinde dansçı ve oyuncu eşi
Moseley’i kendisini ünlü bir şarkıcıyla aldattığını iddia ederek öldürdü ve hemen ardından kendisi de intihar etti.”
33
“Ahi Evran Üniversitesi eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde sağlık kontrolünden geçirilen kadınlardan M.S.'nin Hepatit C (Bulaşıcı)
hastası olduğu belirlendi. M.S. yaklaşık 300 erkekle birlikte olduğunu anlattı. M.S. ve M.M. sınır dışı edildi.”
Ünlü oyuncu ev arkadaşını öldürdü 2015-02-02 16:18:20
Olayın Ricardo Medina’nın kız arkadaşıyla birlikte odasına çekildikten sonra Sutter’ın israrla odaya girmek istemesi üzerine
yaşandığı belirtiliyor. Ünlü oyuncu ev arkadaşı Joshua Sutter'ı kılıçla yaraladıktan sonra 911’i arayarak acil yardım istedi. Ev
arkadaşı hemen hastaneye kaldırılsa da yapılan müdahale yeterli olmadı ve yaşamını yitirdi.
Tüm bu olaylar insanların canlarını, saglıklarını korumak için, tarafların rızası ile de olsa zinanın önlenmesini gerektirmektedir. Zira insanlar
sosyal varlıklar. Bağlantıları çok sayıda insanı içermektedir. Zina yapan çiftin razı olması, can güvenliklerini ve saglıklarını garanti etmiyor.
Bu durum çok iyi incelenirse , zinanın suç olmasını ve ceza gerektirmesini herkes kabul edebilir.
“2013 yılı içerisinde sadece İzmir’de çocuklara karşı işlenen toplam 39 bin suçun yaklaşık 6 bini cinsel nitelikli suç olarak kayıtlara
geçmiş. İzmir’i; İstanbul, Kilis, Muğla, Aydın, Manisa, Bursa, Antalya, Ankara ve Adana illeri takip etmiştir.”
Ülkemizde işlenen suç sayıları (2003-2012).
Kaynak: EUROSTAT@ahmeterkankoca
(2) İstek dışı tecavüzde, fuhuş, zina cezasına ek olarak magdura, çoçuksa velilerine hakimden talepte bulunma hakkı getiriliyor. Hakim
maduriyetin durumuna bakarak, evrensel ortak vicdanın onaylayabileceği bir karşılığı, fuhuş, zina cezasına ek olarak takdir yetkisine
sahiptir.Bu gerçekleşmeyince tecavüzcülerin can güvenliği de tehlikeye girmekte, çogunlukla ya hapishanede, veya hapisten çıktıktan sonra
magdur yakınlarınca şişlenmekte veye şişletilmektedir.
MADDE 46- (1) Can güvenliğinin korunması için bu karşılık getirilmiştir.
(2) İnsanın sağlıklı yaşamasına zarar veren maddeler nedeniyle ölüm meydana geliyorsa ve bilinerek yapılan kasdi bir eylem olduğu,
şüphesiz kanıtlanırsa cinayet karşılığ verilir. Bilerek kitle imha silahı üertimi bu kanunun yürürlüge girmesinden sonra cinayet
sayılacaktır.Kişilerin bu kurumlarda çalışmaması gerekir. Kanun geriye geçerli olamayacağı için, bu kanunun yayımlandığı tarihten önce
kitle imha silahı üretiminde çalışmış olanlara her hengi bir ceza verilemez. Kovuşturma yapılamaz. Dava açılamaz.
(3) Uyuşturucu madde tıbbi nedenlerle üretilebilir. Tıbbi bir neden olmaksızın aklı giderici madde kullananlar, bilirler ki akıllarını
kullanamaz hale geldiklerinde her türlü suçu işleyebilirler. Bunu bilerek hareket etmeleri gerekir. Bu nedenle evrensel suç işlemekte mazaret
sayılmaz. Hangi suçu işlemişlerse, o suçun karşılığı verilir. Bira, alkol, şarap uyuşturucu, tüketenler sarhoş olup, ne yaptıgını bilmez hale
34
gelip, lakin herhangi bir evrensel suç işlemiş değiller ise, evrensel suçlardan herhangi birinin karşılığı verilmez. Alkollü araç ve uçak
kullanmak gibi eylemler ölümlere sebebiyet verebilir. Evrensel, ulusal, yerel meclislerce güvenlik tedirleri kanunla düzenlenebilir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Cezanın Belirlenmesi ve Bireyselleştirilmesi
Cezanın belirlenmesi
MADDE 47- (1) Evrensel suçlar irade dışı, kasıt olmadan oluşmuş ise evrensel suç sayılmaz ve evrensel suçlara verilecek karşılıklar
verilmez.
MADDE 48- (1) Kişinin suçu üzerine alması, suçu işlediğinin şüphesiz kanıtlanması anlamına gelmez. Makul şüphe, kuvvetli şüphe
durumlarında Türk Ceza Kanunu hükümleri uygulanır. Evrensel Suç hükümleri uygulanmaz. Bir suçun,evrensel suç kabul edilebilmesi için
trilyonda bir ihtimal şüphe olsa bile isbatlanmış sayılmaz. Şüphesiz kanıtlanması gerekir. Bu nedenle evrensel suçlardan ceza alacak insan
sayısı minumum olur, güvenliğe katkısı ise maksimum olur.İnsanlar bu cezalardan psikolojik olarak çekinerek suç işlemekten kaçınırlar.
MADDE 49- (1) Evrensel suçlardan dolayı hem savcıların,hem insanların dava açma hakları vardır.Bu nedenle her türlü harç,mahkeme
masrafı,tebliğat masrafı alınmaz.Suç kendisine yönelik olmasa bile, bir insan bu suçlardan dolayı dava açma hakkına sahiptir.
MADDE 50- (1) Birinci,ikinci,üçüncü mahkeme hakkı kullanılıp, evrensel suçun işlendiği şüphesiz kanıtlanmadığı sürece, hiç kimse suçlu
ilan edilemez.
MADDE 51- (1) Evrensel Suçlar ili ilgili yargılamalar yayınlanır. Bu yargılamalar insanlardaki hukuk bilgilerini artırır. Mahkemelere
güveni temin eder.Suç egilimini azaltır. İnternet üzerinden yayın işlerini ilgili adliye teşkilatı yapar.Televizyonlarda yayın serbesttir.
MADDE 52- (1) Mahkemelere, hakimlere güvenin saglanması için zanlının da bir hakim seçme hakkı saglanmıştır. Birinci mahkeme kararı
taraflarca kabul edilmez ise,ikinci mahkeme oluşturulur. İkinci mahkeme kararrı de taraflarca kabul edilmezse üçüncü mahkeme
oluşturulur.Üçüncü oluüturulan mahkeme kararı kesindir.
MADDE 53- (1) Mahkeme iki erkek, iki bayan olmak üzere dört dedektif görevlendirebilir. Dedektiflerin hayatlarında hiç yalan
söylememiş kişilerden oluşmasına özen gösterilir. Dedektiflere asgari ücret ödenir.
MADDE 54- (1) Mahkemeler luzum görmeleri halinde hakemleşme kararı verebilir. Taraflar ikişer hakem seçerek hakemleşir. Hakem
kararını mahkeme degerlendirir.
MADDE 55- (1) Yargılama süreci ile ilğili tüm aşamalar büyük bir dikkat ve titizlilkle tamamlandıktan sonra isnat edilen evrensel suç,
şühesiz kanıtlanmış ise, zanlı suçlu ilan edilir.
Suçlu ilan edilen kişi aşamada tutuklanır. Suçun karşılığı mahkemesince gerekli işlemler yapılarak, suçluya verilecek karşılık tebliğ edilir.
Suçun karşılığı mahkemesinde dava açanların ve suçluların infaz tarihi konusunda anlaşmaları söz konusu olursa bu mutabakata göre infaz
tarihi belirlenir. Mutabakat yoksa evrensel vicdanın huzur duyabileceği bir tarih infaz tarihi olarak mahkeme tarafından belirlenir.
MADDE 56- (1) Türk Vatandaşları evrensel suçları yurt dışında işledikleri takdirde, suçu işledikleri ülkede yargılanabilirler. İsterlerse ayrıca
yurt içinde de bu suçlardan dolayı yargılanma talebinde bulunabilirler.
(2) Yurt dışında yargılanmış olmaları, ayrıca yurt içinde yargılanma işlevini iptal etmez. Herhanği bir insanın veya savcının dava açması
halinde yurt için de, evrensel suçlardan yargılama işlemi yapılır. Yabancı bir kişi , yurt dışında bir Türk Vatandaşına karşı evrensel suç
işlerse, suçun işlendiği ülkede yargılanmış olması, Türkiyede yargılanma hakkını iptal etmez.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Dava ve Cezanın Düşürülmesi
MADDE 57- (1) Evlenme-boşanma işlemleri noter huzurunda serbestce yapılamıyorsa, gizli zina teşvik ediliyor demektir. Hem teşvik, hem
ceza olmaz. Devlet hem teşvik, hem ceza işlemini aynı zamanda yapamaz. Birisinden birini seçmesi gerekir.
(2) Noterde evilik sözleşmesi yapmış kişilere zina cezası verilemez. Noter evlilik sözleşmelerinden birer suret nufus idarelerine gönderir.
Taraflara kişilerin gerçek medeni durumlarını bildirir. Bu bilgileri bildiğini kabul edenlerce imzalanacak sözleşmeleri ibraz edenlere zina
cezası verilemez.
(3) Genelevlerde çalışanlar bu madde ile kurtarılır. Taylan da 15 yaşında genelevlerde çalışmaya başlayan bayanlar ortalama otuz yaşında
ölmektedir. Bir insanı ölümden kurtaran bütün insanlığı kurtarmış sayılır. Hepimiz insanız. Hepimizin saglıklı ve uzun yaşamaya hak
sahibiyiz. Neden bayanlar otuz yaşında ölsün. Birden fazla erkekle yaşamak isteyen bayanlara bu madde ile saglıklarını da koruyarak imkan
veriliyor.Bir evliliğin noter bildirimi ile iptali sonrasında en az üç ay geçmesi gerekir. Bu üç ay psikolojik ve biyolojik geçiş dönemi için
lazımdır. Bildirimden üç ay sonra, yeni bir evlilik noter huzurunda yapılabilir.Bu işlemleri ibraz edenlere zina cezası verilmez.
MADDE 58- (1) Dünyada en büyük hırsızlar karşılıksız para basanlardır.Bu işlemler kesilmeden hiç bir hırsıza bu kanunda yazılı “el
kesme”cezası uygulanamaz.
(2) Evlere iziniz girmek dışında hiç bir hırsızlık eylemine “el kesme” karşılığı verilmez.
Sanığın veya hükümlünün ölümü
MADDE 59 - (1) Sanıgın ölümü üzerine, sanıga verilecek bir karşılık fiilen imkansız hale gelir. Kişilerin maddi hakları varsa, ölen sanıgın
da geride bıraktıgı imkanlar varsa, dava devam eder.Sonucuna göre imkanlar hakkında gerekli işlemler yapılır.
(2) Sanıgın ölümünden evvel kesinleşmiş para cezaları, yargılama giderleri ölen sanığa ait imkanlardan karşılanmaya hükmolunur. Geregi
yerine getirilir.
35
Af
MADDE 60 - (1) Evrensel Suçlar kanunu olmaması nedeniyle Türkiyede 2012 yılında iki milyona yakın suç işlenmiştir. Bu nedenle tüm
kamu davaları düşürülmüş, hükmolunan suçlar bütün neticeleri ile birlikte ortadan kaldırılmıştır.
(2) Bu kanunun yürürlüge girmesinden evvel insanların-insanlara karşı işlemiş oldukları evrensel suçlar ile ilgili tüm hükümler düşürülmüş
olup,bütün neticeleri ile birlikte ortadan kaldırılır. Devam etmekte olan davalar da ayni şekilde düşürülür ve af edilir. Bunun sebeplerinden
biri bu yasanın olmayışıdır. Bu yasa olmayınca insanlar evrensel suçlara itilmiş, adeta teşvik edilmiştir. Zarar gören tüm taraflardır. Suçu
işleyen de zarar görmüş, suça konu olan da zarar görmüştür. Bu af durumu sadece evrensel suç hükümlerini kapsar.
Dava zamanaşımı
MADDE 61 - (1) Evrensel suçların kanıtlanmsında “şüphesiz” isbatlanması kuralı geçerli oldugu için, belirli bir zaman sonra suçun şüphesiz
kanıtlanması zorlaşmaktadır.Bu nedenle zaman aşımında üst sınırlar konulmuştur. Suçun işlendiği tarihten sonra belirtilen sürede suç
kesinleşmiyor ise dava düşer.
(2) Çocuklar açısından fiili işlediği iddia edilen sıradaki yaşı göz önünde bulundurulmak suretiyle ayrı zamanaşımı süreleri­nin
belirlenmesine ilişkin bir hüküm konulmuştur.
Ceza zamanaşımı ve hak yoksunlukları
MADDE 62 - (1) Tarihte yaşamış kişilere ait oldugu iddia edilen veya Allah’a ait oldugu iddia edilen kanıtlanmamış yazılarla fitne
çıkarılmakta ve cinayetler işlenmektedir.Bu iftiralar yazılı ve görsel olarak yapıldıgında zaman aşımı olmaz.İsteyen herkes dava açabilir.
(2) Evrensel suçları işleyenler suç üstü halinde yakalandıgı zaman, zanlının adaletten kaçınma veya kaçınmama durumu göz önüne
alınarak,özel tutuk evlerinde, evinde, mescitte, kilisede, sinağoğda, tapınakta, otelde, futbol sahasında, fabrikalarda, adalarda tutukluluk
haline hükmolunabilir. Bu durun serbest dolaşım hakkından yoksunluk demektir.Yargılama sürerken cezanın kesinleşmesine kadar veya
zaman aşımına kadar hak yoksunlukları devam ettirilebilir. Zanlının kaçması söz konusu değilse, yargılama tutuksuz yapılabilir.Bunun
gerekçesi, magdur eden kişilerin, vicdanlarının sesine kulak vermesini saglamaktır.Hapishane koşullarında ise,magdur eden kişiler
vicdanlarının sesine kulak vermek yerine, hapihanelerden kaçma planları ile vakit doldurmaktadır.Bazılarının psikolojik yapısı daha çok
bozulup, hapishaneden çıkınca tekrar suç işlemeye devam etmektedirler.Bu durum ceza yasasının amaçlarına aykırı düşmektedir.Evrensel
Suçlarda hapis yerine, yaptıgının karşılığını magdurun veya yakınlarının rızası ile ödeyerek adalet yerine getirilmiş olmaktadır.
İKİNCİ KİTAP
Özel Hükümler
BİRİNCİ KISIM
Evrensel Suçlar
BİRİNCİ BÖLÜM
Adliyeye Karşı Suçlar
İftira
MADDE 63 - (1) Kişi iftira konuşabilir. İftira yazabilir. İftiralı görsel filim yapabilir.
Bu tür eylemler “iftira”suçu kapsamında degerlendirilir. Ancak kişi bununla yetinmeyip, herhangi bir kişi hakkında “iftira” iddiasıyla dava
açarsa ne yapılacak. Dava düşerse, evrensel suçlardan iftira suçuna verilecek karşılık ile cezalandırılır.
(2) Adliyede açtıgı davada, dava için uydurma deliller tanzim etmiş olana iftira karşılığına ek olarak mal varlıgının üçte birine el konulması
cezası verilir.
(3) Basın ve yayın yoluyla işlenen iftira suçundan dolayı verilen mahkûmiyet kararı infaz edilmekle birlikte ayrıca aynı veya eşdeğerde basın
ve yayın organıyla ilân olunur. İlân masrafı, hükümlüden tahsil edilir.
İKİNCİ KISIM
Son Hükümler
BİRİNCİ BÖLÜM
Yürürlük
MADDE 64 - (1) Bu Kanunun tüm hükümleri yayımlandığı tarihte yürürlüğe girer.
(2)Bu kanunda yer alan evrensel suçlara verilecek karşılıklar ile daha önce yürürlükte bulunan mevzuat hükümlerinde zıtlık olması halinde
bu kanun hükümleri geçerli olup,esas alınır.
(3) 2004 yılında yayımlandığı tarihten bu güne kadar 5237 NOLU 345 MADDELİK TÜRK CEZA KANUNU’NUN EK VE
DEĞİŞİKLİK GETİREN MEVZUATIN VEYA ANAYASA MAHKEMESİ TARAFINDAN İPTAL EDİLEN HÜKÜMLERİN
MADDELERİNİ GÖSTERİR LİSTE.
59, 62, 85, 86, 87, 88, 90,116, 235, 344,122,4, 7, 13, 30, 31, 43, 61, 66, 82, 84, 87, 103, 105, 107, 125, 145, 150, 155, 158, 168, 184, 188,
36
190, 191, 218, 221, 245, 252, 263, 268, 269, 288, 292, 293, 299, 302, 304, 30561,73,80,87,89,142,191,221,227,234,245 ,50,301,154,13, 55,
165, 254, 282,79,257,191,132, 133, 134, 141, 142, 163, 168, 220, 250, 252, 254, 255,257, 277, 278, 285, 288,267 nci maddenin yedinci
fıkrası,158,94, 215, 220, 235, 318, Geçici Madde 1,263,122, 278,267,135, 136, 138,112, 113, 115, 122, 222
(4) 2004 yılında yayımlanan 5237 kanunun yaklaşık üçte biri bugüne dek değiştirilmek zorunda kalınmıştır.Keza 100 yıllık tarihimize göz
atıldıgında, yüzlerce defa Türk Ceza kanunun değiştirilmiştir.Bunun nedeni; kanunların insan yapısına uygun olmayışından olabilir.Magdur
olan ile magdur edilenin rızası düşünülmeden kanun yapılmaya çalışılmıştır. Evrensel suçlar kanununda rıza ilkesine de özen gösterilmiştir.
(5) Bu kanundan önce çıkan ceza kanunlarında bulunan maddeleri,tek tek değiştirmek yerine,bu kanunu esas alarak işlem yapılması,bu
kanunda belirtilmeyen hususlarda daha önce çıkarılmış kanunlara göre işlem yapılması daha kolay bir yöntem olarak benimsenmiştir.
(6) Bir kaç yıl içinde Türk Ceza kanunundaki bütün maddeler bir araya getirilip, analiz edildikten sonra,yeni bir kanun tasarısı hazırlayarak
TBMM’ne sunulması, kabul edilirse yayılandığı tarihte, önceki ceza mevzuatının tammamen kaldırılması mümkün olabilir.
İKİNCİ BÖLÜM
Yürütme
MADDE 65 - (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür
Kabul Tarihi:.......................
Kanun No:..........................
İNSAN HAKLARI BAKANLIĞI KANUNU
Bölüm 1
PARA
Madde 1- Mal ve hizmetlerin değişim aracına para denilir.
Madde 2- Dünya Merkez Bankaları Birliği (PARA KURUMU) en kısa zamanda kurulur.Dünyada tek para birimi kullanılmasına geçilir. Her
devletin merkez bankası bu oluşum içerisinde yerini alabilir.Daha önceleri basılan paraların teminatı devletler olduğu için, her devlet kendi
milli parasını kendisine ait menkul değerler veya gayri menkul mallar ile değiştirerek karşılığını ödeyebilir ve piyasadan çekebilir.
Madde 3- Dünyada tek para birimi kullanılmasına geçildiğinde bütün çocukların İBAN hesaplarına her ay 100 Üniversal Money 15 yaşını
bitirinceye kadar elektronik olarak geçer. 17 yaşını bitiren her insana iş adamı olması için danışmanlı ve denetimli 100.000 Universal
Money kredi limiti açılır. 5+5 yıl geri ödeme süresi verilir.Emisyon hacmi böylece oluşur.
Bölüm: 2
ULAŞIM
Madde 4 - Bering boğazından Arjantin’e ve Pekin’e, Pekin’den Ankara’ya, Moskova dan Güney Afrika ya kadar kıtalar arası kara yolu ve
demir yolu ulaşım ağları planlanır.
Madde 5- Dünya Kara ve Demir yolu Ulaşım Birliği Teşkilatı kurulur. Teşkilata üye her devlet ve hak ve yükümlülük sahibi olur.
Madde 6- Silah sektöründe çalışan işçiler ve patronlar fabrikalarını ulaşım sektörü ihtiyaçlarını üretmeye dönüştürmek şartıyla ortak edilir.
Bölüm: 3
BESLENME
Madde 7- 15 Yaş ve altında olan insanlar Dünya Merkez Bankaları Birliğince basılan evrensel paradan ayda 100 üniversl money pay alarak
beslenmelerine katkı sunulur.Bu para anneleri veya velileri tarafından kullanılır.
Madde 8- Annesi ölmüş veya sütü yetersiz olan bebekler için,kayıtları saglam tutulmak şartyla süt anneliği yapacak olanlara ayda 300
Universal Money Küresel Yardımlaşma Kurumunca ödenir.
Bölüm: 4
GİYİNME
Madde 9- Boşaltım organlarını başkalarına göstermek isteyenler için bir ada tahsis edilir.
Madde 10- Başını örtene de, başını açana da saldırılamaz. Saldıran olursa, güvenlik güçleri saldırganı etkisiz hale getirerek yargı kurumlarına
teslim eder.
Madde 11- Köy,ilçe,il meclislerinde oy birliği ile kılık kıyafet kanunu yapmak serbesttir
Bölüm: 5
KONUT
Madde 10- Yapılar hem sağlam, hem estetik, hem kullanışlı, hem de ekonomik yapılır.
37
Madde 11- Kıtalar arası kara ve demir yolu güzergahlarında köy,ilçe,il inşa etmek isteyenlere kişi başı 10 dönüm olmak üzere araziler
ücretsiz tahsis edilir.On iki yıl kullanılmayan arazilerin tahsisi iptal edilir.İmar edilen arazilerin tapuları verilir.
Bölüm: 6
TEMİZLİK VE SAĞLIK
Madde 12- Temizlik Ödülleri ile (Temiz insan, temiz aile, temiz köy, temiz ilçe, temiz şehir ödülleri gibi) temizlik sürekli gündemde tutulur.
Madde 13- Çocukların küçük yaşlardan itibaren diş, vücut, elbise, çevre temizliğinden ve saglıklarından köy,ilçe,il başkanları / hizmetçileri
sorumludur.
Bölüm: 7
KÜRESEL GÜVENLİĞE KATKI
Madde 14-İnsanlar canlarını, ırzlarını, mallarını, akıllarını, bilgi alma haklarını emniyette hissetmelerinden köy,ilçe,il başkanları/hizmetçileri
sorumludur.
Madde 15-Filistinlilerin başka ülke topraklarında yaşaması için gerekli maddi kaynak İSRAİL ve ABD tarafından karşılandığı takdirde her
filistinli için, konut ve iş sahaları açmak üzere yeryüzünün her yerinde arazi ücretsiz tahsis edilir.
Madde 16- Her yüz bin kişinin yaşadığı bölgeye ilgili dili bilen bir bilim adamı yerleştirilir.Zorunlu masrafları için ayda 1000 Dolar
ödenir.Bu kişi o bölgede en az 10 yıl düşünce konferansları verir. İnsanlarla birebir görüşmeler yapar.Terörden, vurmaktan, kırmaktan elinizi
çekin der.
Bölüm: 8
EĞİTİM VE ÖĞRETİM
Madde 17- Eğitim ve ögretim ders kitapları;
(1)- Bütün insanların kabul ettiği evrensel insani ortak değerler değerlere,
(2)- Bilimlerin teorilerine göre değil isbatlanmış tabiat kanunlarına göre,
(3)- İhtilaf edilen konularda akıl ve bilim ile çelişmezlik çerçevesinde Zebur, Tevrat,
İncil ve Kur’an dan istifade edilerek hazırlanır.
MESLEK ÖĞRETİMİ
Madde 18-Herkes 6-18 yaş arasında İŞ GARANTİLİ bir meslek öğretilir.
BİLİM ÖĞRENİMİ
Madde 19- Var olanı, varlıkları tanımak, olayları kavramak için yapılan metodik araştırmalara bilim denir.Var olan yani gerçek olanlar
bilimin konusuna girer.
Madde 20- Dünyadaki tüm insanlar aşağıdaki soruları kavga etmeden araştırabilir.
S. 1- Allah gerçek midir?
S. 2- Ahiret gerçek midir?
S. 3- Zebur, Tevrat, İncil ve Kur’an gerçek midir?
S. 4- Allah kullarına zulüm yapar mı?
S. 5- Yoksa biz insanlar, Dünyayı zulüm yurduna mı çevirdik?
Madde 21- Yaratıcının yarattıgı dünya, uzay ve içindekiler, varlıklardır. Bilim bu varlıkları ve olayları tanımaya çalışır. Varlıkları ve
olayları beş düzlemde tasnif ederek öğrenebiliriz:
I- ALET BİLİMLERİ:..... Matematik, Mantık.
II- İNSAN BİLİMLERİ:....Felsefe, Psikoloji, Tarih, Ahlak, Sanat, Filoloji, Pedoğoji.
III- TOPLUM BİLİMLERİ:Edebiyat, Sosyoloji, Hukuk, İktisat, Siyaset, Antropoloji.
IV- FEN BİLİMLERİ:........Fizik, Kimya, Biyoloji, Kozmoloji.
V- PRATİK BİLİMLER:...Mühendislik Bilimleri, Mimarlık Bilimleri, Tıp Bilimleri,
Güvenlik Bilimleri.
Madde 22- Zebur, Tevrat, İncil ve Kur’an okurken kainatın, tabiatın gerçeklerine parelel olarak anlaşılır.
Madde 23- Binlerce hurafe ve batıl inançlar, zararlı adetler, evrensel hukuka aykırı töreler kitaplardan çıkarılır.
Bölüm: 9
YARIŞLAR
38
Madde 24- Her yıl öğrenciler arası “evrensel hukuk”güzel konuşma yarışmaları yapılır.
Madde 25- Her yıl üniversiteler arası evrensel hukuk konulu proje yarışmaları yapılır.
Madde 26- Uluslar arası evrensel hukuk ödülleri.Çaba gösteren insanlara ödüller verilir.
Bölüm: 10
SPOR
Madde 27- Kırk kişinin yazılı dilekçesi ile kapalı spor salonları, stadyumlar, arenalar; ibadet ve spor etkinlikleri için;cuma
müslümanlara,cumartesi musevilere, pazar isevilere,pazartesi kırk kişiyi bulan topluluklara sıraya konularak, ücretsiz tahsis edilir.Temizlik
ve Güvenlik ilgili köy, ilçe, il başkanlarıca/hizmetçilerince saglanır.
Bölüm: 11
SANAT VE EĞLENCE
Madde 28- Evlilik dışı seks eglence sayılmaz ve teşvik edilmez.Güzel sesler,insan sesi, hayvan sesi, aletlerin sesleri , insana ve doğaya zarar
vermeyen eglenceler serbesttir.
Bölüm: 12
DİNLENME
Madde 29-Dünyanın her yerinde güneşin doğuşu ile birlikte işe başlanabilir.
Madde 30-Zorunlu sektörlerde işler,hizmetler nöbetleşe olarak kesintisiz sürdürülür.
Bölüm: 13
TURİZM
Madde 31- (1)Bir insana yapılan saldırı, bütün insanlara yapılan saldırı gibidir.
Turiste saldırılırsa , magdura üç hak tanınır:
a- Tüm mal varlığı sınırına kadar maddi tazminat hakkı.
b- Af hakkı.
c- Yapılanı yapma hakkı.
Turist veya velisi velisi hangi seçeneği tercih ederse, hakim ona göre karar verir.
(2) Turiste tecavüz edene, zina yapana, fuhuş yapana; sürgün, hapis, para cezası, basın huzurunda ince parmak kalınlığında plastik 100 jop
gibi cezalar, ayrıca ek olarak tecavüze uğrayan turistin talepleri de dikkate alınarak evrensel vicdanın “adalet yerini buldu” diyebilecegi
karşılık hakim tarafından verilir.
(3)Turistin malını veya parasını çalıp getirip geri vermeyene turistin isteğine göre hapis, sürgün, para cezası, elinin kesilmesi gibi cezalardan
biri hakim tarafından verilir.
(4)Turiste yanlış haber vererek zarara uğratanlara, iftira atanlara;sürgün, para cezası, basın huzurunda seksen jop gibi cezalar hakim kararı
ile verilir.
Bölüm: 14
İ N S A NLAR VE DOĞA
Madde 32-İnsanlar ve doğa Allah’a ait.” Allah’tan korkun” demek;kendine, insanlara, doğaya zarar vermeyin,çünkü insanların ve doğanın
gerçek sahibi Allah’tır demektir.
Bölüm: 15
KADIN VE ERKEK
Madde 33- Bekar veya dul bir kadın arzu ederse bir erkeğe, erkeğin birinci eşinin tüm haklarının korunması şartıyla eş olma hakkına sahiptir.
Madde 34-Evlilikler noterde sözleşme imzalanarak yapılır.Boşanma bildirimleri de noterlerde yapılır.Boşanma bildirimini alan
şahıs,haklarını almak için mahkemelere baş vurabilir.
Bölüm: 16
AİLE
Madde 35- Evlenilmesi yasak olan aşagıdaki akrabalık hallerinde noterler işlem yapamaz.
(1)- Kız kardeş, erkek kardeş ile evlenmek yasak ve suç.
(2)- Dayı, Amca, Hala, Teyze, Anne, Baba ile evlenmek yasak ve suç.
39
(3)- Dede, Anneanne, Babaanne, Kayınvalide, Kayınpeder ile evlenmek yasak ve suç.
(4)- Ayni anda iki kız kardeş ile birlikte evli olmak yasak ve suç.
(5)- Erkeğin erkekle, kızın kızla evlenmesi de yasak ve suçtur.
(6)- Süt kardeşler,süt anne ile evlenmek yasak ve suç.
(7)- Şizofreni,delilik,cüzzam,veba,aidis vb.hastalıklı kişilerin tedavi olmadan evlenmeleri yasaktır.
Bölüm: 17
ÇOCUK
Madde 36- Tüm çocuklar oyun oynamalı, yarışmalara katılmalı, şarkı söylemeli, izcilik yapmalı, okuma yazma öğrenmeli, bilim öğrenmeli.
Zebur, Tevrat, İncil ve Kur’anın orijinalini ve kendi dilinde anlamı okullarda ögrenilir.
Madde 37- Tüm çocuklar 6-18 yaş arasında bir meslek sahibi yapılır.
Madde 38- Tüm çocuklar 17 yaşında meslek stajını askeri geri hizmet tesislerinde yaparak, askerliğini yapmış sayılır.
Madde 39- Herkes 18 yaşında evlenebilir.
Madde 40- Herkese 18 yaşında iş garantisi verilir.
Madde 41- Çocuklara hurafe, uydurma, asılsız, batıl inançlar anlatanla iftira suçu ile ceza kovuşturmasına tabi tutulur.
Madde 42- Çocuklar devşirme yapılamaz.Küçükken alınıp, asker yapılıp, sonra ülkelerine karşı savaştırılamaz .Bu bir insanlık suçudur.
Madde 43- Çocuklar rüşt(ergenlik)çağına gelince aile içerisinde tören düzenlenir Hediyeler verilir.Hayatında dikkat etmesi gerekenler,suç
olup ceza gerektiren yasalar hatırlatılır.Bir ziyafet ile kutlanır.
Bölüm: 18
BELEDİYELER/HİZMET
KURUMLARI
Madde 44- Baş hizmetçi, Bakanlar , İl hizmetçileri/başkanları,İlçe hizmetçileri/başkanları, mahalle/ köy hizmetçileri/başkanları/muhtarları,
vatandaşların ortak ihtiyaçlarının karşılanması ve sorumlu oldukları cografyanın maddi ve teknik alt yapısından sorumludurlar.
Madde 45- Yerleşim yerlerinin sınırları doğal yaşama ilkeleri göz önüne alınarak ;
(1)-İl içinde ilçe sınırlarını il vekilleri/hizmetçileri belirler.
(2)-İlçe içinde köy sınırlarını ilçe hizmetçisi belirler.
(3)-İl hizmetçisi seçimine ildeki tüm seçmenler katılabilir.
(4)-İlçe hizmetçisi seçiminde ilçedeki tüm seçmenler katılabilir.
(5)-18 yaşına gelen herkes seçme ve seçilme hakkına sahip olur.
(6)-İl içindeki tüm sahipsiz yerler ve kaynaklar il vekillerince çıkarılacak il yasalarına göre tasarruf edilir.
(7)-Her il,ilçe,köy yaşayan herkes için iş, güvenlik, adalet garantili bir devlet gibidir.Hiç bir kişiye ayrıcalık tanınmaz.
(8)- İlde , ilçede, köyde seçimle gelen başkanlar, muhtarlar seçim bölgelerinde terörü sona erdiremiyorsa, terör nedeni ile bir kişi dahi ölse
istifa ederler.
Bölüm: 19
HALKLAR
Madde 46-Ana dili ayni olan insanlara halk veya kavim denilir.
Madde 47-Halkların devlet,ana dilde eğitim,bayrak, özerk bütçe,doğal kaynakların işletilmesi gibi talepleri asırlardır ola gelmiş olup;
halkların talepleri İnsan Hakları Kanunu madde 18 ile savaşmaya, teröre gerek olmaksızın çözülmüştür.
Madde 48-İran,Irak,Suriye,Türkiye sınırları içerisinde yaşayan kendisini kürt olarak ifade eden 45 milyona yakın insanın tüm talepleri adı
geçen ülkelerin İnsan Hakları Kanununu kabul etmeleri ile çözülmüş olur.
Bölüm: 20
DEVLET
Madde 49-Dünyanın her yerinde türkçe konuşan ve kendisini türk kabul edenlerin tamamına Türk Halkı (kavmi) denir.
Madde 50--Dünyanın her yerinde kürtçe konuşan ve kendisini kürt kabul edenlerin tamamına kürt halkı (kavmi) denilr.
Madde 51- İNSAN HAKLARI KANUNUNA uygun işler yapmak koşulu ile her köy,ilçe,il bir devlet gibi çalışır.
Madde 52-İlde seçilen belediye başkanı ve atanan vali ayrımı kalkar.İlde ki her şeyden sorumlu tutulacak bir il ortak işler hizmetçisi seçilir.
40
Madde 53-Pasaportların verilmesi ve yurt dışındaki vatandaşların güvenliği dahil, İNSAN HAKLARI, DIŞ İŞLERİ ve DIŞ
GÜVENLİKTEN tamamen sorumlu ve yetkili Ortak işler Baş Hizmetçisidir. İNSAN HAKLARI BAKANLIĞI, DIŞ İŞLERİ, MİT,
ORDU Baş Hizmetçiye bağlı olarak çalışır.
Madde 54- Köy,ilçe,il hizmetçileri 2 yılda bir seçilir. Genel ortak işleri yürütecek baş hizmetçi dört yılda bir seçilir. Baş hizmetçilik için,
1.000 imza toplayan her vatandaş aday olabilir.Seçimler iki turlu yapılır.Köy,ilçe,il hizmetçileri dört defa, baş hizmetçi iki defa seçilebilir.
Bölüm: 21
GÜVENLİK , SİLAHLI KUVVETLER, MİT
Madde 55-Türk silahlı kuvvetlerinin ülke sınırları dışında başka bir toprak parçasını korumak ve kollamak ile görevli tutulması kuvvet
komutanlarının ortak imzalı talebi halinde TBMM’nin kararı ile olabilir.
Madde 56-TSK’nin asıl görevi vatanı ve yurt dışındaki vatandaşları korumak ve kollamaktır.
Madde 57-İl gelirlerinin % 10 u baş hizmetçilik hesabına,% 8 i Genel kurmay hesabına,% 2 si Dış istihbarat ile görevli MİT hesabına
yatırılır.Kalan % 80 il ortak hizmetlerinde kullanılır.
Madde 58-Ülke sınırları dışındaki vatandaşların insan hak ve özgürlüklerini korumakla ilgili gelen talepleri değerlendirmek, uluslararası
psikolojik,kültürel,ekonomik,siyasi, askeri koalisyonlar oluşturmak ve daha sonra dış operasyonlar için MİT’i görevlendirmek yetkisi
seçimle iş başına gelen Baş Hizmetçiye aittir.
Madde 59-Orduda çalışan sayısı nüfusun % 8 ini, MİT ‘de çalışan sayısı nüfusun % 2 sini geçemez. Vatanın bütünlüğünü, yurt dışındaki
vatandaşların güvenliğini korumak ve kollamak üzere nüfusun en fazla % 10 u kadar personel işe alınabilir.
Madde 60-Kimse riskini önceden bilmediği bir işte çalıştırılamaz.Çalışmaya zorlanamaz.
Madde 61-İllerde,ilçelerde,köylerde iç güvenlikten sorumlu olan i seçimle iş başına gelmiş plan köy,ilçe,il hizmetçileridir.Köyde,ilçede,ilde
güvenlik sorunu yaşayan iki bayan+ iki bay vatandaşın ortak yazılı başvurusu üzerine il adalet kurumunca ilgili hizmetçi hakkında
soruşturma açılır. Soruşturma sonucunda il adalet kurumu erken seçim kararı verebilir.
Bölüm: 22
ŞİRKETLER , VERGİLER, VEKİLLER,BÜTÇE PRENSİPLERİ
Madde 62-Şirketler; birden fazla insanın sermayesini ve emeklerini bir araya getirerek kar amacıyla kurdukları alış-veriş kurumlarıdır.
Madde 63- Devletler; vatandaşların verdikleri yetki ve katkı (verği) payları ile vatandaşların ortak işlerini yerine getirmeye çalışan mega
şirketlerdir.
Madde 64- Bankalar ticari şirketlerdir.Mevduata Devlet garantisi kaldırılır.Bankalar sigorta şirketleri oluşturarak mevduatlara sigorta
yapabilirler.
Madde 65- Suç teşkil eden işleri yapmamak şartı ile çalışmanın, üretmenin, para kazanmanın, serbest piyasanın önündeki tüm engeller
kaldırılır.
Madde 66- Özel meslek okullarından, hukuk fakültelerinden, ar-ge şirketlerinden, üniversitelerden, hasta hanelerden, cami, cem evi, kilise,
sinagoglardan,tapınaklardan vergi alınmaz.
Madde 67-Dolaylı vergiler yerine, üretimden %20 ye kadar pay alınabilir.
İllerde seçilen il hizmetçileri bu oranı aşağı çekebilir.Yukarı çıkaramaz
Madde 68-İnsanlar verginin nereye gittiğini bilme hakkına sahiptir.
Madde 69-Şirketler insanlara süreli hizmet alımı sözleşmeleri imzalatıp,süre bitimi öncesinde hizmet almaktan vazgeçenlerden
tazminat,ceza vb.şeyler alamazlar.
Madde 70-Millet vekillerinin/ hizmetçilerinin sayısı 100.000 nufus için bir vekil olarak hesplanır. 50.000 üzerine kalan nufus için 1 vekil
hsaplanır.
Madde 71- (1)İl hizmetçileri vergileri bu kanunda belirlenmiş sınırları aşmadan belirler.Toplanan verginin % 80 i il içinde kullanılır.% 20
si tahsilat anında aşağıdaki hesaplara otomatikman aktarılır.
(2)- BAŞ HİZMETÇİLİK (% 10)
(3)- DIŞ GÜVENLİK(ORDU) (%8)
(4)- MİT (% 2)
Madde 72-Her il hizmetçisi ayrı bir asgari ücret belirleyebilir.
Madde 73-Tüm hizmetçiler bakmakla sorumlu oldukları anne, baba, eş ve çocukların sayısı kadar asgari ücret alabilir.
Madde 74- İldeki tüm sahipsiz toprak ve kaynaklar il vekillerince çıkarılacak il yasalarına göre tasarruf edilir.
Bölüm: 23
41
BİREYSEL TEŞEBBÜSLER
Madde 75- İşsize iş vermek, iş bulamadığına asgari ücretin yarısı kadar işsizlik maaşı vermek il başkanının görevi ve yetkisidir.
Madde 76- İnsan için en hayırlı geçim, müteşebbis olarak kendi emeği ile ürettiği ürünlerle ve hizmetlerle geçinmektir.
Bölüm: 24
FİNANS
Madde 77- Sermayesi 10 Milyar Dolar olan, 100.000 ortağı bulunan bir Anonim Şirket kurulur.Dünya’da her yüz bin kişinin yaşadığı bir
bölgeye bir büro açılır.. Bütün bürolar arasında haberleşme sistemini kurulur.. Ve uluslararası ticaret yapılır. Mal nerede uygun fiyatta ise, bu
mal alınır ve kâr edecek başka bir bölgeye sevk edilir.
Sermaye nakit veya emek karşılığı ödenmek üzere senet olarak ta kabul edilebilir.
Madde 78- Bu şirket; İnsan Hakları Kanunu Bölüm 7 çerçevesinde kullanılmak şartıyla; 10 Milyar Dolar İnsan Hakları Bakanlığına
bağışlamayı beyan ve taahhüt eder.
Bölüm: 25
SİYASET
Madde 78- İnsan Hakları Bakanı Dünyayı dolaşarak , parti başkanları ile görüşebilir. Her parti başkanına 23 bilim dalında 23 kitap ve
kendi dilinde bir Zebur, bir Tevrat, bir İncil, bir Kur’an orijinali ve içinde çelişki taşımayan akıl ve bilim ışığında hazırlanmış çevirilerini
hediye edebilir.
Madde 79-Mikro veya makro devletlerde her yüz bin insan için bir vekil seçilir.İl için seçilen vekiller/hizmetçiler İnsan Hakları kanununa
aykırı olmamak şartıyla il,ilçe,köy yasalarını yapabilir.İlin resmi gazetesinde yayımlanıp,yürürlüğe girebilir.
Madde 80-Milletvekilleri/hizmetçileri oy birliği ile tüm iller için geçerli yasalar çıkarabilirler.
Madde 81-Köy,ilçe,il,ülke yasaları , illerin tamamı için çıkarılmış yasalara ve İnsan Hakları Kanununa aykırı olamaz.
Madde 82-Aykırılık iddiaları sıra ile il Adalet Kurumu,Yüksek Adalet Kurumu, Evrensel Yüksek Adalet Kurumunca karara bağlanır.
Her vatandaş dava açabilir.
Madde 83-YÜRÜTME: Köy,İlçe,İl hizmetçileri köyde,ilçede, ilde, Baş hizmetçi ülkede bu kanun çerçevesinde yürütmeden sorumlu ve
yetkilidir.
Madde 84-YASAMA: Milletvekilleri/Millet hizmetçileri köy için,ilçe için,il için ve ülke için yasamadan/içtihatlardan
sorumludur.Milletvekilleri ilde çalışır. Başkanın/Başvekilin/Baş hizmetçinin çağrısı üzerine Ankara’da toplanır.
Madde 85-YARGI: İlde Adalet Kurumu, Ülkede Yüksek Adalet Kurumu, Devletler arasında Evrensel Yüksek Adalet Kurumu Yargıdan
sorumlu ve yetkilidir.
Bölüm: 26
HUKUK (HAKLAR)
Madde 86-Hak aşagıda sayılan sebeblerle oluşur.
(1)- Yaratılış ile doğan insan hakları
(2)- Çalışma karşılığı doğan haklar.
(3)- Sözleşme gereği doğan haklar.
(4)- Vefat (miras) sonucu doğan haklar.
(5)- Vatandaşlık gereği oluşan haklar.
(6)- Turizm nedeni ile doğan haklar.
(7)- Bir mağduriyete uğramak karşılığı doğan haklar
(8) Akrabalık gereği doğan haklar
Madde 87-Hukukun(hakların) neler olduguna karar verdiğimiz araçlar/kaynaklar;
1- Akıl
2- Bilim
3- Zebur, Tevrat, İncil, Kur’an diğer yazılı metinler.
4- Öneri ve teklifler.
Madde 88- Hukuk bilimi üretilir ve herkesin istifadesine sunulur. Hukuk Okullarına herkes sınavsız, parasız girebilir.Okuyabilir.
Ögrenebilir. Diploma alabilir.
Bölüm: 27
HUKUKİ MEVZUAT(Resmi İçtihatlar)
42
Madde 89-Hukuk bilimi çerçevesinde üretilen içtihatlar, siyasiler tarafından veya insanlar tarafından köy, ilçe, il, ülke meclislerine sunulur.
Meclislerde kabul edilip, ilgili resmi gazetede yayımlanınca hukuki mevzuat haline gelir.
Madde 90-Hukuki Mevzuatın bölümleri şunlardır:
(1)- Evrensel Hukuk Hükümleri.
(2)- Dünya Birleşik Devletleri Anayasası
(3)- Anayasalar
(4)- Ülkede Kanun,ilde kanun,ilçede kanun,köyde kanun
(5)- Kanun hükmünde kararname (Acil durumlarda çıkarılır).
(6)- Tüzük
(7)- Yönetmelik
(8)- Genelge
(9)-
Tebliğ
(10)- Sözleşmeler
Madde 91-Meclisler, Baş Hizmetçi, İl hizmetçisi,ilçe hizmetçisi,köy hizmetçisi halk oyuna gerek duyarlarsa referandum yaparak
seçmenlerden görüş alabilir.
Bölüm: 28
İÇTİHAT
Madde 92- Egemen güç emir ve yasaklar koyar. Belirtilmediği detaylarda ise kişiye karar verme hakkı tanır. İşte bu hakka İÇTİHAT Hakkı
(Yetkisi) denilir.İçtihat hakkını, yetkisini yaratıcı bütün insanlara vermiş. Yaratıcı insanlara özgürlük vermiş.Realitede, gerçekte, kainatta ve
uzayda egemen güç, yani egemenlik Yaratıcının.İnsana içtihat hakkı; evrensel hukuk, anayasa, yasa, kanun hükmünde kararname, tüzük,
yönetmelik, genelge, tebliğ, sözleşme içtihatları yapma hakkı tanımış. Her insan içtihat yapabilir.
Madde 93- İçtihatlar Mecliste kabul edilirse ve resmi gazetede yayımlanırsa yasa olur.
Madde 94- İçtihat hakkı; kayıtsız ve şartsız bütün insanlarındır.
Madde 95-Genel olarak bakıldığında din beş ana bölümde tasnif ediliyor:
(1)- İtikat Bilgileri: İtikatta bilgiler, yasa haline getirilemez. Örneğin; “Her vatandaş meleklerin varlığına inanacak” şeklinde bir yasa
çıkarılamaz.Yaratıcı izin vermiyor.
(2)- İbadet Bilgileri: Örneğin; “Herkes namaz kılacak, oruç tutacak, sadaka verecek, hacca gidecek, Kelime-i Şehadet getirecek” şeklinde
bir yasa çıkarılmasına Yaratıcı izin vermiyor.
(3)- Ahlak Bilgileri: Örneğin; “Herkes gülümseyerek gezecek ” şeklinde bir yasa çıkarılmasına Yaratıcı izin vermiyor.
(4)- Fiillere karşılık Bilgileri:* İnsanın insana, insanın topluma, insanın çevreye, insanın devlete karşı işlediği Hukuki Fiillere karşılık
verilmesi için içtihat yapılmasına izin veriyor.
(5)- İş (Muamelat) Bilgileri: Aile hukuku, borçlar hukuku, medeni hukuk, Devletler arası hukuk, savaş hukuku, hukuk mahkemeleri usulü,
ticaret hukuku, insan hakları ve benzeri konularda içtihat yapılmasına izin veriyor.
*İtikat, ibadet, ahlak ile ilgili konularda dünyada ceza verilmesi söz konusu değil. Örneğin inanana, inanmayana, namaz kılana, kılmayana
ve benzeri konularda Dünya'da herhangi bir ceza için yasa çıkarılamaz. Ahirette ise cezaları Allah ile kulları arsındadır.
Madde 96- Vatandaşlar yaptıkları içtihatları meclise sunabilir. Meclis’te kabul edilirse yasa haline gelir, resmi gazetede yayımlanır. Hukuki
mevzuat haline gelir ve uygulanır.
Bölüm: 29
İLETİŞİM
Madde 97- (1)Kendimize ve başkalarına hukuku (hakları) anlatma,iletişim,tebliğ,
öğrenme, öğretme yolları:
a- %10 Anlatarak, yazarak.
b- %25 Göstererek.
c- %65 Uygulamanın içinde birlikte çalışarak.
(2)-Kendimize ve başkalarına hukuku anlatma,iletişim,tebliğ,öğrenme,
öğretme araçları şunlardır.
a- Okul,cami,kilise,havra,tapınak,
b- Toplantı,Gösteri Mekanları
c- Suhuflar
d- Zebur,Tevrat,İncil,
43
e- Kur’an.
f-
Kitap
g- Dergi
h- Gazete
ı- Radyo
i- Sinema
j- Film
k- TV
m- İnternet
(3)- Tüm bunlar yol ve araçlardır.Asıl olan insanın mutluluğu yolunda,kendine ve başkalarına zarar vermeden ahsen/iyi ameller/işler
yaparak yaşamasıdır.
(4) Okuduklarını, düşündüklerini, anlayışlarını anlatmak isteyen vatandaşların yazılı başvuruları toplanır.Gelecek sene için, süre/anlatmak
isteyen formülü ile, gün ve zaman planlaması yapılır.Vatandaşların düşündüklerini anlatma hakları gerçekleştirilir.
Bölüm: 30
EVRENSEL SUÇLAR
Madde 98-Dünyanın her yerinde suç kabul edilen dört müessir fiil var.
(1)- Cinayet ve türevleri
(2)- Yasak ilişkiler, ırza tecavüz ve türevleri
(3)- Hırsızlık ve türevleri
(4)- İftira ve türevleri
Hukukçular bu fiilleri tarif ederler, ispat yöntemlerini yazarlar, suçlara verilecek karşılıkları yazarlar. Evrensel Hukuk çerçevesinde ilan
edilir.
Madde 99- Bu suçlara ceza verilirken hakimin dikkat edeceği en önemli nokta şu olmalı. Kişinin bu suçları bilerek, planlayarak ve kasten
işlediği “ŞÜPHESİZ” ispat edilmeli. Şüphe ile ağır ceza olmaz/verilemez.
Madde 100- İnsan Hakları Bakanlığı kuruluşundan evvel işlenmiş tüm suçlar bir defaya mahsus olmak üzere affedilir.
Madde 101- Dört evrensel suçun birden fazlasını veya tamamını işlemek, işletmek, azmettirmek gibi fiillere ise FİTNE ÇIKARMAK suçu
denilir.Fitne çıkarma suçu şüphesiz olarak kanıtlandığı taktirde hakim yukarıdaki fiillerin cezalarının toplamı kadar ceza verebilir.
Madde 102- Evrensel suçları işlemeyeceğini,işlediği takdirde hakim tarafından verilecek en ağır cezaları kabul edeceğini beyan edip
imzalayanlara küresel serbest dolaşım pasaportu verilir.
Bölüm: 31
HAFİF CEZALAR
Madde 103-Hapis cezası zamanla kalkabilir.Evinde tutukluluk veya halka açık yerlerde tutukluluk olabilir.Hafif ceza kişinin daha iyi olması
için verilir.Bu gaye dikkate alınarak eğitimciler, psikologlar, hukukçular bir araya gelerek içtihatlar yaparlar. Meclisten geçerse yasalaşır.
Madde 104-Her köyde,ilçede,ilde,ülkede hafif cezalar farklı farklı uygulanabilir.İlgili
köyde, ilçede, ilde, ülkede hafif cezaları beğenmeyenler başka yerlere taşınabilir.
Veya kanunu değişmesi için çalışılabilir.
Bölüm: 32
YÜKSEK ADALET KURUMU
Madde 105- İllerde Adalet Kurumu Başkanı;ildeki millet hizmetçileri/millet vekilleri tarafından oy birliği ile seçilir. İl Adalet Kurumlarının
giderleri il bütçesinden karşılanır.Tüm illerdeki adalet kurumu başkanları, Yüksek Adalet Kurumu Başkanını seçerler.Adalet Kurumu
Başkanlarının hediye vb. şeyler alması yasaktır.
Bölüm: 33
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER TEŞKİLATI+EVRENSEL YÜKSEK ADALET KURUMU
Madde 106-BM insan hakları evrensel beyannamesinde 30 bölüm var. + 5 bölüm ilavesi önerildi.Kabul edilirse 35 bölüm olur. İnsan Hakları
Kanununda bulunan 35 bölüm, BM İnsan hakları evrensel beyannamesi bölümlerinin uygulanabilir hale getirilmesi olarak kabul edilir.
44
Madde 107-Her ülkeden iki parlementerin katılımı ile BM Adalet Meclisi kurulur. Bu meclisin görevi BM insan hakları evrensel
beyannamesinde bulunan 30 + 5 bölüm ile ilğili uygulamanın gerçekleştirilmesidir.
Madde 108-Vatandaşlarına seçme-seçilme hakkı vermeyen idareciler, İnsan Hakları Bakanlığı kurmayı kabul ettikten sonra uluslararası
sisteme katılmış olurlar. İnsan Hakları Bakanlarından oluşan küresel otoriteye “Evrensel Yüksek Adalet Kurumu” adı verilir.
Madde 109- İç savaş, dış savaş gibi büyük problemlerde son karar merci Evrensel Yüksek Adalet Kurumu’dur.
Madde 110- İç savaş, dış savaş gibi büyük problemlerde, Evrensel Yüksek Adalet Kurumu saldırgan tarafa saldırıyı derhal durdurması ve
zararı tazmin için dört ay süre verir. Dört ay içerisinde barış sözleşmesi imzalanmaz ise saldırganın tüm kültürel,ekonomik,siyasi,askeri
güçlerinin etkisiz hale getirilmesi için gönüllü uluslararası koalisyona yazılı emir verir. Etkisiz hale getirilenler, adalet kurumlarına teslim
edilir.
Bölüm 34
NATO, AVRUPA, DÜNYA BİRLİĞİ
Madde 111- Çin,Çin,Rusya,Hindistan ve isteyen ülkeler Nato’ya katılabilir.
Madde 112- Evrensel Hukuk Bakanlığı Kanununu kabul eden Avrupa Birliği, Dünyayı kapsayacak şekilde Dünya Birliğine dönüşebilir.
Madde 113- Tüm ülkelerde İnsan Hakları Bakanlıklarının kurulması; iş, güvenlik , adalet sağlanmış açık toplum, serbest piyasa, küresel
yollar, tek para, evrensel medeniyet, Dünya Birliği demektir.
Bölüm: 35
VİZE
Madde 114-Bir ülkeye başka bir ülke vatandaşının girmesi serbest değilse, giriş iznine vize denilir. Aşagıki şartlar ile vize verilir.
(1)- “Cinayet işlemez, fuhşiyata yaklaşmaz, hırsızlık yapmaz, iftira atmaz, uyuşturucu kullanmaz” diye ahlaki ( cami,cem
evi,kilise,havra,vakıf, dernek, onarlı konsey vb.) kurumlardan belge alan kişiye küresel serbest dolaşım vizesi verilir.
(2)-Bu kişi dünyanın herhangi bir yerinde bir suç işlerse kendisine belge veren ahlaki (cami,cem evi,kilise,havra,vakıf, dernek,onarlı konsey
vb.) kurumlar, kişinin işlediği suçun tazminatını öder. Kişi de en ağır cezalarla cezalandırılır.
()3-Herkes ahlaki kurumlardan belge alabilirse serbest dolaşım vizesi alamayan kalmaz.
Bölüm 36
YÜRÜRLÜK
Madde 115- İNSAN HAKLARI BAKANLIĞI kurulmuştur.Bu kanun yayımlandıgı tarihte yürğürlüge girer.
Geçici Madde 1- İnsan Hakları Bakanlığına Burhan EROL atanmıştır.
Bölüm 37
YÜRÜTME
Madde 116- Bu kanunu Bakanlar kurulu yürütür.
45
İNSAN HAKLARI KANUNU GEREKÇELERİ
Bölüm 1
PARA
MADDE 1.- Birinci Dünya Savaşı’na kadar, Avrupa ve ABD’de tek metal sistemi olarak bilinen “Altın Standardı” veya “Altın Sikke
Sistemi” uygulandı. Altın sikke sisteminde, altın ve madeni paralar ödeme aracıdır. Bunun yanı sıra her zaman altınla değiş-tokuş edilebilen
banknotlar da tedavülde yer alır. Bu düzen 1944 yılına kadar sürdü. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, uluslararası ticaretin gelişmesini
sağlamak için dünya ülkeleri, 1944 yılında toplantının yapıldığı ABD kasabasının adıyla anılan ve “Bretton Woods Sistemi” denilen “Altın
Kambiyo Sistemine” geçti. Bu sistemde bir ons altının fiyatı 35 ABD Doları idi. ABD, 1971 yılına kadar 35 dolar getirene bir ons altın
vermeyi taahhüt etmişti. Ne var ki ’Petrol Krizi’ ile birlikte, 1971’de ABD’nin doların altın ile olan bağını kestiğini ilan etmesiyle bu sistem
son buldu. Bütün dünya ülkelerinin Bretton-Woods’ta aldığı kararı, ABD tek taraflı kaldırdı.Avrupa Birliği EURO çıkardı.Çin’in mal
satışlarından elde ettiği rezerv 4 Trilyon Dolara yükselince endişeler ve tek para arayışları başladı.USA MERKEZ BANKASI BAŞKANI
BEN BERNANKE “sorunları biliyoruz ama çözümlerini bilmiyoruz”demiştir.
MADDE 2.-Dünya da ki tüm merkez bankaları bir araya gelip,Dünya Merkez Bankaları Birliğini oluşturup tek paraya geçilebilir.Eski
paraların garantörü devletler oldugu için,devletler ellerinde bulunan gerçek kıymetleri arzederek milli paralarını piyasadan geri çekebilirler.
MADDE 3.- Çocukların IBAN hesaplarına ayda 100 evrensel money geçilir. 17 yaşını bitirenlere de üretim yapmaları için kredi
açılır.Kredilerin geri dönüşü olan yatırımlara gitmesi için kredi vermede aracılık yapan bankalar ,kredi kullananlara danışmanlık ve denetim
hizmeti sunarlar.Danışmanın ve denetimcinin onayı olmadan krediler kullanılamaz.Piyasada bulunabilecek kagıt para miktarı böylece ortaya
çıkar.Ve herkes Dünya piyasalarında ne kadar kagıt para oldıgunu bilerek hareket edebilir.Fiat istikrarı saglanır.Üretim teşvik edilmiş olur.
Bölüm: 2
ULAŞIM
46
MADDE 4.- “İstanbul'dan başlayan Avrupa turist yolunun asfalt olarak yapımı sürdürülmektedir”.Bu anlayış kürenin her yerinde devam
etmelidir.
MADDE 5.- ” Demir yolları bir ülkeyi uygarlık ve refah ışıkları ile aydınlatan kutsal bir meşaledir.
Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak önemle üzerinde durduğum demiryolları inşaat politikamız, amaçlarına ulaşmak için durmadan
başarı ile uygulanmaktadır.
Doğu ve güneydoğu Sivas, Diyarbakır gibi büyük yerleşim yerlerine varan hatlar, geçen yıl içinde Sivas - Malatya bağlantısı ile birbirine
bağlanmıştır. Zonguldak'a varmış olan hat da bu zengin kömür bölgesini İç Anadolu'ya bağlamış bulunuyor.
Sivas'tan sonra, doğuya doğru uzayıp gitmekten olan hatta ilk varış yeri olan Divrik'e ulaşmıştır. Bu kol, önümüzdeki yıl Erzincan'a ulaşmış
olacaktır. Diyarbakır'dan doğuya uzanacak hattın da yapımına başlanmıştır.
Doğu demir yollarının satın alınmış olduğunu bilirsiniz. Güneyde Nusaybin'e giden hattan başka, yurt içinde bütün demir yollarının yönetim
ve işletmeleri, Cumhuriyet hükümetinin elindedir.(Alkışlar)
Demir yolları yapımlarımızın gelişmesi, İran transit yolunun gelişmesine ve motorize edilmesine de hizmet etmiştir.
Böylece sürdürülen inşaatın, bir plan içinde, ülkenin diğer bölgelerini de içine alması, beklediğimiz milli başarı olacaktır.
Şose ve köprü yapımları gelişmektedir. Demir yolları inşa politikamızın uygulandığı yıllar içinde 78 köprü, geçişe açılmış bulunuyor. 23
köprü de inşa halindedir. Bu köprüler, her biri başlı başına birer bilim ve sanat eseri olarak yeni nesillere Cumhuriyetin armağan anıtları
olacaktır. Demir yolu hatlarımızı iç bölgelere bağlayacak ve bu hatların bir an önce milli ekonomik kalkınmaya en yüksek hizmeti
sağlayacak olan karayolu inşaatını önümüzdeki dönemde yoğunlaştırmak ve bir plan içerisinde genişletmek gerekir.
Her bölgenin ihtiyaçlarına göre, istasyonlarda tamamlayıcı yapıların yapılması ve çeşitli malların gereği gibi gönderilmesini sağlayacak
teknik nitelikler içeren vagon sayısını artırmak zorunludur. Bunda da büyük yardımlarınızın esirgenmemesini dilerim” *** anlayışı kürenin
her yerinde devam etmelidir.
MADDE 6.- Silah sektörünün kar peşinde koştugu söylenmektedir. Küresel yol sektöründe silahtan daha fazla para kazanılabilir. Silah
fabrikaları yol sektörüne ortak edilir. Silah fabrikaları yol sektörünün ihtiyaçlarını üereten fabrikalara dönüştürülür.
Bölüm: 3
BESLENME
MADDE 7.- Bugünün yaşlıları, dünü çocuk idiler.Beslenmezsek, bakılmazsak ne düşünürdük. Bu nedenle buğünün yaşlıları ürettikleri
degerleden çocuklara beslenmeleri ve bakılmaları için bir alım gücü verilmelidir.
MADDE 8.- Anne sütü çocukların bagışıklık sisteminin güçlenmesi için fevkalade gerekli bir besindir. Her çocuga ortalama iki yıl anne sütü
temin edilmesi , hatalıklara ,tedavilere giden kaynakları azaltabilecegi gibi,saglam işgücüne ulaşılmasını da teşvik eder.Kayıtları saglam
tutulmalı ki, süt anneler,süt kardeşler bilinsin.İhtiyacı olan süt annelere süt verdikleri sürece ayda 300 evrensel money bir fondan
ödenmelidir.Bu para ile daha iyi beslenebilsin.Süt imkanı artsın.”Bakanlığın «Sağlam ve güçlü bir nesil, Türkiye'nin özüdür» prensibini, pek
iyi kavrayarak çalışmakta olduğunu belirtmek isterim”.
Bölüm: 4
GİYİNME
MADDE 9.- Temel ilkelerden birisi “başkalarına zarar vermeden,özgürlük kullanmaktır”
Bu ilkenin geregi olarak çıplak dolaşmak isteyenler için bir ada tahsis edilebilir.
MADDE 10.- Başını örtenlere veya açanlara saldıranlar yakalanarak ,yakalandığı bölgedeki adalet kurumuna teslim edilirler.
MADDE 11.- Köy,ilçe,iller doğal yaşama alanlarıdır. Benzer şekillerde giyinme konusunda anlaşan insanlar oy birliği oluşturarak köy,ilçe,il
meclislerinde karar alırlarsa, bu kararlara göre giyinebilirler.
Bölüm: 6
TEMİZLİK VE SAĞLIK
MADDE 12.- Temizlige özen gösterilmesi evrensel bir ilkedir.
MADDE 13.- Seçilmiş başkanlar/hizmetçiler temizlikten birinci derece sorumludur.
Bölüm: 7
KÜRESEL GÜVENLİĞE KATKI
MADDE 14.- Seçilmiş başkanlar/hizmetçiler güvenlikten birinci derece sorumludur.
Seçildikleri bölgede terör nedeniyle bir kişi öldürülse istifa etmeleri gerekir.Böylece yeni seçilecek kişilerin görevlerini daha titiz yapmaları
temin edilir.”Bilindiği gibi, biz yurt güvenliğinin içinde kişilerin güvenliğinin de, ona yaraşacak biçimde olmasını göz önünde tutarız.”
MADDE 15.- Kudüs çevresindeki algılar nedeniyle asırlardır savaşlar yaşanmıştır.Bu savaşlara bir son vermek gerir.Müslümanım diyenler
fedakarlık yaparak,bu bölgeden çekilebilir. Maddi hakları verilerek başka bölgelere yerleşmeleri temin edilir.
MADDE 16.- Bu maddenin uygulanması ile her yıl bir milyar dolar harcanarak küresel güvenlik saglanabilir.Herkesin çıkarına.
47
Bölüm: 8
EĞİTİM VE ÖĞRETİM
MADDE 17.- (1)“ Bu nedenle, okuyup yazma bilmeyen tek vatandaş bırakmamak, ülkenin büyük kalkınma savaşının ve yeni yapısının
istediği teknik elemanları yetiştirmek, ülke davalarının ideolojisini anlayacak, anlatacak, nesilden nesile yaşatacak, kişi ve kurumları
yaratmak, işte bu önemli ilkeleri en kısa sürede sağlamak, Kültür Bakanlığının üzerine aldığı büyük ve ağır görevler arasındadır.
Belirttiğim ilkeler, Türk gençliğinin beyninde ve ulusun bilincinde her zaman canlı tutmak, üniversitelerimize ve yüksek okullarımıza düşen
başlıca görevdir.
Bunun için ülkeyi şimdilik üç büyük kültür bölgesine ayırarak, batı bölgesi için İstanbul Üniversitesinde başlanmış olan reform programının
daha köklü bir biçimde uygulanmasıyla Cumhuriyete gerçekten modern bir üniversite kazandırmak, merkez bölgesi için, Ankara
Üniversitesini az zamanda kurmak gerekir. Doğu bölgesi için Van gölü sahillerinin en güzel bir yerinde, her aşamadaki okulları ve bunlara
ek olarak üniversitesiyle modern bir kültür şehri yaratmak yolunda şimdiden harekete geçilmelidir.(Alkışlar)
Bu yararlı girişimin, doğu illerimiz gençliğine vereceği verimlilik Cumhuriyet hükümeti için en mutlu bir eser olarak kalacaktır.
Önerdiğim bu yeni girişimlerin, eğitmen ve öğretmen ihtiyacını artıracağı şüphesizdir. Fakat bu yön hiçbir zaman işe başlama cesaretini
kırmamalıdır. Bakanlığın geçen yıl içinde bu yönde yaptığı deneyler, çok ümit verici niteliktedir.
Türk Tarih ve Dil Kurumlarının, Türk milli varlığını aydınlatan çok değerli ve önemli birer bilim kurumu niteliğini aldığını görmek, hepimizi
sevindirici bir olaydır.
Tarih Kurumu, yaptığı kongre, açtığı sergi, yurt içinde yaptığı kazılar ve ortaya çıkardığı eserlerle, şimdiden, bütün bilim dünyasına kültürel
görevini yerine getirmeye başlamış bulunuyor.
İlk resim galerimizi de bu yıl açmış bulunuyoruz.
Geçen yıl Ankara'da kurulan devlet konservatuvarının, müzikte, sahneden kendisinden beklediğimiz teknik elemanları hızla verebilecek
duruma getirilmesi için, daha fazla çaba ve özveri yerinde olur. Her çeşit spor çalışmalarını Türk gençliğinin milli terbiyesinin ana
unsurlarından saymak gerekir. Bu işte, hükümetin şimdiye kadar olduğundan daha ciddi ve dikkatli davranması, Türk gençliğini spor
bakımından da milli heyecan için özen ile yetiştirmesi, önemli sayılmalıdır.
Büyük Kamutay,Dış politikamız, geçen yıl içinde de, barış ve uluslararası iş birliği yolunda gelişmiş ve yürüdüğümüz yolun değişmez
olduğunu bir kez daha belirtmiştir.
Milletler cemiyetinin geçirmekte olduğu çetin dönemlerde, cumhuriyet hükümeti, bu uluslararası kuruluşa olan bağlılığını, her alanda
göstererek barış idealine en uygun yoldan ayrılmamıştır.
Dış politikamızın belirgin özelliğini kısaca anlatmış olmak için diyebilirim ki, tuttuğumuz politik yol ve hedeften ayrılmıyoruz. Son yıllarda
uluslararası ilişkilerde sürekli değişiklikler olmasına karşın biz bu karışıklığın ortasında, barışseverlik dolu duygularla karşılıklı
dostluklarımıza uygun hareket ediyoruz. Onların nitelik ve alanlarını genişletmeye uygun düşüncesi ile, uluslararası durum ve görevimizi göz
önünde tutarak çalışıyoruz. Bu yolda, özen ile çalışmayı sürdürmenin hükümete önereceğim en doğru karar olduğu düşüncesindeyim.”
anlayışı evrensel insani ortak degerlererin önemini belirtmektetir.
(2) Hakikate ulaşmanın üç yolu var.
a-Hayata,kainata bakmak,bilim üretmek,
b-Bilime uygun düşünerek,aklını kullanmak,
c-Haberin doğruluğunu test edip, doğru haberden yararlanmak.
Dünyaca bilinmektedir ki, bizim devlet yönetimimizdeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı
prensipler, yönetimde ve politikada bizi aydınlatıcı ana çizgilerdir. Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların doğmalarıyla asla bir
tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz.
Bizim yolumuzu çizen, içinde yaşadığımız yurt; bağrından çıktığımız Türk ulusu ve bir de, uluslar tarihinin bin bir acıklı olay ve sıkıntı ile
dolu yapraklarından çıkardığımız sonuçlardır.
Elimizdeki programın ruhu, bizi sadece bir kısım vatandaşlarla ilgilenmekten engeller, biz bütün Türk ulusuna hizmet ederiz. Geçen yıl
içinde, parti ile hükümet kuruluşunu birleştirmekle vatandaşlar arasında ayrılık tanımadığımızı fiilen göstermiş oldu. Bu olayın bizim, devlet
yönetiminde kabul ettiğimiz, “kuvvet birdir ve o ulusundur” gerçeğine uygun olduğu ortadadadır.
Dünyaca bilinmektedir ki, diyerek Gazi Dünya’ya bir mesaj veriyor.
Peygamberler politika yapamaz.Ruhsat(izin)yok.Gazi bir peygamber değil.Zaten peygamberlik son bulmuştur.Gazi bir insan.Bir devlet
adamı.Bir siyaset adamı.
Kafasına silah dayanan kişinin ,kafasına dayanan silahtan kurtulması için Allah’ı inkar etmesi , tehdit geçer geçmez Allaha imanını
açıklaması herkesçe bilinen evrensel bir haktır. “Ya Kur’andan vazgeçeceksiniz, ya da türklerin tamamını makinalı silahlarla öldüreceğiz”
denilerek 93 harbinde İstanbul yakınlarına Çatalca’ya kadar gelmişlerdir. 1.cihan harbinde milyonlarca Türk öldürülmüştür.Ne yapsın Gazi !.
Tarih 25 Ekim 1938. Ruhsata gerek kalmıyor.Sevri oluşturanlar Gazi’yi bıraktılar,birbirleriyle uğraşıyorlar.Avrupa da savaş rüzgarları
esmeye başlıyor.Gazi talimat veriyor.Yazılı olarak tüm Dünyaya ilan ediyor. Hindistan’a çekilen telgraf metni şöyle;
"bütün dünyanın müslümanları, allah'ın son peygamberi hz. muhammed'in (s.a.v) gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam
olarak tatbik etmeli.
48
tüm müslümanlar hz. muhammed'i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli. islamiyet'in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli; zira,
ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilir."
kaynak: prof. dr. hanif faruk; urduca yayınlarda atatürk; a.ü. dil ve tarih-coğrafya fak. yayınları; ankara 1979; s:102
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Hud suresi 61 ”Yeryüzünü imar edin” ayetinin insanlara gösterdiği yolun gerekleri için çalıştığı
konuşma metninin diğer bölümlerinden anlaşılıyor.
Kul ile Allah arasındaki inanç,ahlak,ibadet sözleşmesi bireyleri ilgilendirir.
Atatürk Allah’a inansın, inanmasın devleti ilgilendirmez.Allah ile kendi arasındadır. ”gökten indiği sanılan kitapların doğmalarıyla” sözü
politik veya reel söylensin inanç ile ilgili olduğu için “kanun”metni olmamıştır.Bu sözün tam zıddı olan söylevlerinin kanun metni olmadığı
gibi.
(3) Kur’an bir haberdir. Günümüze haber olarak intikal etmiştir. Haberler
tetkik ve tahkik bilimine göre incelenir.Bir ayet dahi “yalan” çıkarsa habere itibar edilmez.
a-Kainatı yaratan kim? Allah.
b-Aklı yaratan kim ? Allah.
c-Kur’anı haber olarak ileten kim ?
Kainat+Akıl+Kur’an arasında çelişki olur mu ?
Zeburda,Tevratta,İncilde,Kur’an da tabiat,hayat(fıtrat),kainat,hakkında araştırma yapan bilimlere, akla zıt bir anlam/meal/tefsir varsa ret
etmek, kimseyi dinsiz,imansız yapmaz.
Kainat+Akıl+Kur’an arasında çelişki yok ise,bu takdirde Kur’anın hakikat olduğu ve Allah’a ait olduğu sonucuna varılır.
a-Kainattan gidersen de doğruları yapabilirsin.
b-Aklını kullanarak da doğruları yapabilirsin.
c-Doğru haberden de gidersen , doğruları yapabilirsin.
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK 7 Şubat 1923 günü öğleyin Paşa Camii'nde okunan mevlidden sonra minbere çıkarak yaptığı
konuşmada da bu konulara değinmişti.
"Balıkesir Hutbesi" diye anılan bu konuşmasında "Allah birdir, şanı büyüktür. Allah’ın selameti, atıfeti ve hayrı üzerinize olsun"
diyerek söze başladı ve kurulacak yeni devletin temel esasları ile devrimler ve cumhuriyete ışık tutan mesajlar vererek, Zağnos Paşa
Cami Hutbesin de cemaata şöyle seslenmiştir:
“ Ey millet! Allah birdir, şanı büyüktür. Allah'ın selâmeti, sevgi ve iyiliği üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri,
Cenâb-ı Hak tarafından insanlara dinî hakikatleri tebliğe memur edilmiş ve resul olmuştur. Temel nizamı, hepimizin bildiği Kur'ân-ı
Azimüşşan'daki açık ve kesin hükümlerdir.
İnsanlara maneví mutluluk vermiş olan dinimiz, son dindir, mükemmel dindir. Çünkü dinimiz; akla, mantığa ve gerçeklere tamamen
uymakta ve uygun gelmektedir. Eğer akla, mantığa ve gerçeklere uymamış olsa idi bununla diğer ilâhî tabiat kanunları arasında
birbirine zıtlık olması gerekirdi. Çünkü bütün tabiat kanunlarını yapan Cenab-ı Hak'tır.
Arkadaşlar! Cenab-ı Peygamber çalışmalarında iki yere, iki eve sahipti. Biri kendi evi, diğeri Allah'ın evi idi. Millet işlerini Allah'ın
evinde yapardı. Hazret-i peygamber'in mübarek yollarını takip ederek bu dakikada milletimize ve milletimizin şimdiki ve geleceğine
ait konuları görüşmek maksadıyla bu kutsal yerde, Allah'ın huzurunda bulunuyoruz. Beni bu şerefe kavuşturan Balıkesir'in dindar ve
kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu vesile ile büyük bir sevaba nail olacağımı ümit ediyorum.
Efendiler! Camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler, söylenenleri dinleme ve ibadet ile
beraber din ve dünya için neler yapılması lazım geldiğini düşünmek, yani birbirimizin görüş ve düşüncelerini almak için yapılmıştır.
Millet işlerinde her ferdin zihninin başlı başına faaliyette bulunması lâzımdır. İşte biz de burada din ve dünya için, geleceğimiz için
her şeyden önce hakimiyetimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım.
Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşüncelerini anlamak istiyorum. Millî emeller, millî irade yalnız bir
şahsın düşünmesinden değil, millet fertlerinin tamamının arzularının, emellerinin birleşmesinden ibarettir. Bundan dolayı benden
ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim.”
MESLEK ÖĞRETİMİ
MADDE 18.- “Şimdi arkadaşlar, ekonomik yaşamımızı gözden geçireceğim. Hemen bildirmek isterim, ben ekonomik yaşam denince, tarım,
ticaret, sanayi faaliyetlerini ve bütün bayındırlık işlerini, birbirinden ayrı düşünülmesi doğru olmayan bir bütün sayarım. Bu nedenle şunu da
hatırlatmalıyım ki, bir ulusa bağımsız görünüş ve değerini veren siyasi yaşam çarkında, devlet, fikir ve ekonomik yaşam işleyişleri
birbirlerine bağlı ve birbirleri ile ilişkilidir, o kadar ki, bu işleyişler birbirine uyacak aynı düzen içinde çalıştırılmazsa, hükümetin çekici gücü
harcanmış olur, ondan beklenen tam verim sağlanamaz. Onun içindir ki, bir ulusun kültür düzeyi üç alanda, devlet, fikir ve ekonomi
alanlarındaki çalışma ve başarılı sonuçlarının toplamı ile ölçülür.
Sayın milletvekilleri,
Milli ekonominin temeli tarımdır. İşte bu nedenle tarımda kalkınmaya önem vermekteyiz. Köylere kadar yayılacak programlı ve pratik
49
çalışmalar bu amaca erişmeyi kolaylaştıracaktır.
Fakat bu önemli isteği uygun bir biçimde amacına ulaştırabilmek için ilk önce ciddi çalışmalara dayalı bir tarım politikası belirlemek ve onun
için de, her köylünün ve bütün vatandaşların kolayca kavrayabileceği ve severek uygulayabileceği bir tarım rejimi kurmak gereklidir. Bu
politika ve rejimde, önemle yer alabilecek noktaların başlıcaları şunlar olabilir.
Bir kez, ülkede topraksız çiftçi bırakılmamalıdır.(Bravo sesleri, alkışlar) Bundan daha önemli olan ise, bir çiftçi ailesini geçindirebilen
toprağın, hiçbir nedenle ve hiçbir şekilde bölünemez bir nitelik almasıdır.(Alkışlar) Büyük çiftçi ve çiftlik sahiplerinin işletebilecekleri arazi
genişliğinin, arazinin bulunduğu bölgelerin nüfus yoğunluğuna ve toprak verim derecesine göre sınırlanması gereklidir. Küçük büyük bütün
çiftçilerin iş araçları artırılmalı, yenileştirilmeli ve bakım önlemleri zaman geçirilmeden alınmalıdır. Herhalde, en küçük bir çiftçi ailesi, bir
çift hayvan sahibi olmalıdır, bunda ideal olan öküz değil, at olmalıdır. Öküz, ancak bazı şartların henüz sağlanamadığı bölgelerde hoş
görülebilir. Köylüler için, genellikle pulluğu pratik ve faydalı bulurum. Traktörü büyük çiftçilere öneririm. Köyde ve yakın köylerde,
ortaklaşa harman makineleri kullanmak köylülerin vazgeçemeyeceği bir gelenek haline getirilmelidir.
Ülkeyi iklim, su ve toprak verimi bakımından tarım bölgelerine ayırmak gerekir. Bu bölgelerin her birinde, köylülerin gözleriyle
görebilecekleri, çalışmaları için örnek tutacakları verimli, modern, pratik tarım merkezleri kurulması gereklidir.
Bu gün devlet yönetiminde bulunan çiftliklerdeki ve bunların yönetimi içindeki diğer tarımsal sanayi kuruluşlarındaki bazı kişiler, tarımsal
çalışmaların bütün alanlarında her türlü teknik ve modern deneylerini tamamlamış olarak bulunduğu bölgelerde en faydalı tarım usul ve
sanatlarını yaymaya hazır bulunmaktadırlar. Bu, bakanlık için büyük kolaylıklar sağlayacaktır. Ancak, gerek var olan gerek bütün ulusal
tarım bölgeleri için yeniden kurulacak olan tarım merkezlerinin kesintiye uğramadan tam verimli çalışmalarını; şimdiye kadar olduğu gibi,
devlet bütçesine ağırlık vermeksizin, kendi gelirleriyle kendi varlıklarını yönetmek ve gelişmelerini sağlayabilmek için bütün bu kurumlar
birleştirilerek geniş bir işletme kurmalarını öneririm.
Bir de, başta buğday olmak üzere, bütün gıda ihtiyaçlarımızla endüstrimizin dayandığı çeşitli ham maddeleri sağlamak ve dış ticaretimizin
temelini oluşturan çeşitli ürünlerimizin ayrı ayrı her birinin üretimini artırmak, kalitesini yükseltmek, üretim masraflarını azaltmak, hastalık
ve zararlı böcekler ile uğraşmak için gereken teknik ve kanuni bütün önlemler zaman geçirilmeden alınmalıdır.
Orman varlığımızın korunması gereğine ayrıca değinmek isterim. Ancak, bunda önemli olan, koruma kuralları ile, ülkemizin çeşitli ağaç
ihtiyaçlarını sürekli olarak karşılaması gereken ormanlarımızı dengeli ve teknik bir biçimde işleterek yararlanma konusunu akıllıca
uzlaştırmak zorunluluğu vardır. Buna, Büyük Kamutayın gereken önemi vereceğine şüphe yoktur.
Sayın milletvekilleri,
Dış ticarette izleyeceğimiz ana prensip, ticaret dengemizin aktif karakterini korumaktır. Çünkü Türkiye'de ödeme dengesinin en önemli
temelini bu oluşturmaktadır.
Son yılların rakamları ve geçen yılın bu güne kadar gösterdiği durum ve yön, izlediğimiz prensibin elde edilmiş olumlu sonuçlarını
göstermektedir.
Kota uygulaması, belirgin anlaşma şartlarımızı kabul etmiş ülkeler için tam olarak kaldırılmıştır. Bu ülkelerden piyasanın kayıtsız şartsız
ithalat yapabilmesi sağlanmıştır.
Dış ticaret politikamızın özelliği şudur: İç ve dış durumun gereklerini karşılayarak her zaman bu işlemin dönüşüne uymak.
İç ticarete gelince, bunda, en önde gördüğümüz kural, kurumlaştırma ve belirgin ticaret kuruluşları kurma ve akılcı çalışmadır.
Kesin zorunluluk olmadıkça piyasalara karışılmaz; bununla birlikte hiçbir piyasada da başı boş değildir. Sırası gelmişken Cumhuriyetin
tüccar düşüncesini de kısaca belirteyim. Tüccar, ulusun emeği ve üretiminin değerlendirilmesi için, eline ve bilgisine güvenilen ve bu güvene
yaraşır olması gereken adamdır.(Bravo sesleri, alkışlar) Bu yönden ihracatla ilgili kanun, denetim konusundaki kanun, teşkilatlandırma ile
ilgili hükümler, olumlu sonuçlarını vermektedir.
İhracat mallarımız için hükümetin yakın denetimi altında, satış kuruluşlarının kurulması önemlidir. Bunu göz önünde tutan Ekonomi
Bakanlığı geçen yıl içinde, Iğdır'da, Ege ve Trakya bölgelerinde çeşitli konularla ilgili satış kooperatifleri kurmuş ve onları faaliyete
geçirmiştir. Önümüzdeki yıl içinde, başta fındık olmak üzere, diğer belli başlı ürünlerimizi de ilgilendiren birlikler kurulmalıdır.
Sayın arkadaşlar,
Endüstrileşmek, en büyük milli davalarınız arasında yer almaktadır. Çalışması ve yaşaması için ham maddeleri ülkemizde bulunan büyük
küçük her çeşit sanayii kuracağız ve işleteceğiz.(Alkışlar) En başta vatan savunması olmak üzere, ürünlerimizi değerlendirmek ve en kısa
yoldan, en ileri ve zengin Türkiye idealine ulaşabilmek için bu bir zorunluluktur.
Bu düşünce ile, beş yıllık ilk sanayi planından geri kalan ve bütün hazırlıkları bitirilmiş olan birkaç fabrikayı da ivedi olarak gerçekleştirmek
ve yeni plan için hazırlanmak gerekir.
Endüstrileşme karar ve hareketimize paralel olarak, bu günkü kanunlarımız da, üzerinde düşünülecek ve bazı değişiklikler eklenecek yeni
hükümler gerektirmektedir. Bunların başlıcalarını şöyle özetleyebiliriz:
Sermayesinin tamamı veya büyük kısmı devletin olan ticari sınai kurumların mali kontrol şeklinin, bu kurumların yapılarına ve kendilerinden
istediğimiz ve isteyeceğimiz ticari usul ve düşünce biçimine, çalışma düzenine ivedi olarak uydurulması yararlı olur.Bu gibi kurumların bu
günkü usullerle çalışabilmelerine ve gelişmelerine imkan yoktur.
Elimizdeki gümrük tarifeleri kanununda da bu günkü politika ve eğilime uygun önlemler almak gereklidir.
Diğer önemli nokta, daha önce de değindiğim gibi, ülkede, özellikle bazı bölgelerde, göze çarpacak derecede önem kazanan hayat pahalılığı
konusu ile uğraşmak... Bunun için bilimsel bir inceleme yaptırılmalı ve belirlenecek nedenleri ile köklü ve planlı şekilde uğraş verilmelidir.
Küçük esnafa ve küçük sanayi sahiplerine, ihtiyaç duydukları kredileri kolayca ve ucuzca verecek bir kurum kurulmalı ve kredinin, normal
şartlar altında, faiz oranı azaltılmaya çalışılmalıdır.
Türkiye'de devlet madenciliği, milli kalkınma çalışmaları ile yakından ilgili önemli konulardan biridir.
50
Genel endüstrileşme düşüncemizden başka, maden araştırma ve işletme işini, her şeyden önce, dış kredi imkanlarımızı ve döviz gelirimizi
artırabilmek için sürdürmek ve buna özel bir önem vermek zorundayız.
Maden Tetkik ve Arama Dairesinin çalışmalarında gelişme göstermesini ve bulunacak madenlerin, rantabilite hesapları yapıldıktan sonra,
planlı biçimde hemen işletmeye konulmasını sağlamanız gerekmektedir. Elde bulunan madenlerin en önemlileri için üç yıllık bir plan
yapılmalıdır.
Ereğli Şirketini satın aldığımızı ve Ereğli kömür havzasında rasyonel bir üretim planının, günün sorunu olduğunu biliyorsunuz. Bunun
tamamlanması çabuklaştırılarak, kömür üretimimiz kısa bir sürede en az bir misli artırılmalıdır.
Diğer yandan Maden Tetkik ve Arama Dairesinin Divriği sahasında bulduğu ve cevher oranı yüksek olan demir madeninin hemen
işletilmesine geçilmeli ve Karabük demir - çelik sanayiimiz ihtiyaç planı dışındaki bölümünün ihracatına başlanılmalıdır.(Alkışlar)
Liman işlerinde modern ve planlı çalışma ve tarifelerde ucuzluk yapılmasının verimli sonuçları, ticarette dikkati çekmiştir. Bu yolda devam
edilmesinde yarar olacaktır.
Ekonomik yapımızdaki gelişme, deniz ulaşım araçları ihtiyacını her gün artırmaktadır. Yeni sipariş edilen gemilerden bir kısmı, önümüzdeki
ilkbaharda gelmiş bulunacaktır. Fakat bunlar, bu günden görülmekte olan ihtiyaca cevap verecek sayı ve büyüklükte değildir.
Yeni gemiler inşa ettirmek ve özellikle eski tersaneyi ticaret filomuz için hem tamir, hem yeni inşaat merkezi olarak faliyete getirmek için
gerekli araçları sağlamak zorundayız.(Alkışlar)
Şu günlerde, yüksek Meclise, su ürünleri ve Deniz Bank hakkında bir tasarı gelecektir. Konunun yüksek ilginizi çekeceğinden şüphe
etmiyorum.
Arkadaşlar,
En güzel coğrafi konumda ve üç tarafı denizle çevrili olan Türkiye, endüstrisi, ticareti ve sporu ile, en ileri denizci ulus yetiştirmek
yeteneğindedir. Bu yetenekten yararlanmalıyız. Denizciliği Türk'ün büyük milli ülküsü olarak düşünmeli ve bunu en kısa zamanda
başarmalıyız.(Alkışlar, yaşa sesleri)
Ekonomik kalkınma, Türkiye'nin, hür, bağımsız, her zaman daha güçlü ve her zaman daha müreffeh bir Türkiye idealinin bel kemiğidir.
Türkiye bu kalkınmada; iki büyük güç kaynağına dayanmaktadır.
Toprağımızın iklimi, zenginlikleri ve başlı başına bir varlık olan coğrafi durumu ve bir de, Türk Milletinin, silah kadar, makine de tutmaya
yaraşan güçlü eli ve milli olduğuna inandığı işlerde ve zamanlarda, tarihin akışını değiştiren kahramanlıklar ortaya çıkaran yüksek sosyal
benlik duygusu...Su ve imar işlerine özenle devam edilmektedir.
Posta - telgraf - telefon işlerimizde önemli gelişmeler vardır. Bununla birlikte, şehirler arası telefon görüşmeleri işinin bir an önce
tamamlanmasına çalışılmalıdır.
Ankara'da yeni bir radyo istasyonunun yapımına başlanmış olduğunu memnuniyetle bildiririm.
Sivil Hava Yolları İdaresi, devlet kuruluşları arasında, modern bir idare olarak yer almıştır.
Bütün teknik şartlar ve güvenlik önlemleri içinde çalışmakta olan bu yönetimin büyük şehirlerimiz arasında en modern ulaşım yolu rolünü
bir an önce yerine getirmeye başlaması ve uluslararası hatlarla ve kendi araçları ile bağlantı kurması, kısa sürede sağlanmasını beklediğimiz
önemli işlerdendir.”anlayışı ile her insana 6-18 yaş arasında bir ihtiyaç üretecek bir meslek kazandırılmalıdır.
BİLİM ÖĞRENİMİ
MADDE 19.- “ Büyük davamız, en uygar ve en refaha kavuşmuş ülke olarak varlığımızı yükseltmektir.
Bu, yalnız kurumlarında değil, düşüncelerinde köklü bir inkılap yapmış olan büyük Türk Milletinin dinamik ülküsüdür. Bu ülküyü en kısa bir
zamanda başarmak için, düşünce ve eylemi birlikte yürütmek zorundayız. Bu girişimden başarı, ancak hukuki bir planla ve en verimli bir
biçimde çalışmakla gerçekleşebilir.” anlayışı ile hafızamızda gerçeklerin dışında ne varsa silip, düşünce inkilabı yapmalıyız.
Kainatta var olanları araştırmak,bulmak ve istifade etmek çalışmalarına bilim denilmektedir.
MADDE 20.- Araştırma çalışmalarına baştan engeller koymak yanlıştır. İnsanlar gerçeklere ulaşmak için araştırma yapmalı.Ve herkes
araştırmacılara saygılı olmalıdır. Keza Allahın var olup,olmadıgını araştıranlar içinde böyledir.
MADDE 21.- Kainatı ve var olanları araştırmada kolaylık olması açısından araştırmalar bölümlere ayrılabilir.Kanunda yazılı olan bölümler
araştırmacılara kolaylık olması bakımından konulmuştur.
MADDE 22.- Zebur,Tevrat,İncil,Kur’an metinleri okunurken orijinal kelimelerin anlamları, kainattaki gerçeklere parelel ve zıt olmayacak
şekilde anlaşılır.
MADDE 23.- Kainattaki gerçeklere aykırı ne varsa ders kitaplarından çıkarılır..
Bölüm: 9
YARIŞLAR
MADDE 24- Bu yarışmalar insanların birbirlerini tanımasına ve küresel barışa hizmet eder.
MADDE 25- Ünüversitelerin küresel barışa katkı saglamaları bu yarışmalarla teşvik edilir.
MADDE 26- Kavgacı siyasiler değil, barışsever siyasiler ,insanlar bu yarışmalarla herkese tanıtılmış olur.
51
Bölüm: 10
SPOR
MADDE 27.- İbadetlere Allah’ın ihtiyacı yoktur.İbadetler insanların
egitim-öğretim,sosyalleşme ihtiyaçları için Allah tarafından tavsiye edilmiş işlerdir.
Çogu zaman boş kalan spor komplekslerinden yararlanmak düşünülmüştür.
Bölüm: 11
SANAT VE EĞLENCE
MADDE 28- Kainattaki gerçeklere baktıgımız zaman kadın ve erkek sayısının birbirine yaklaşık oldugu görülür. Bu demektir ki doğal olan
bir erkek ile bir kadın birbirine eş olmalıdır. Birinin eşinin bir başkası ile seks yapması dogaya ve doğala aykırıdır. Başkalarının hakkına
saygısızlıktır. Hak kavramı ihlal edilerek zevk kavramı öne alınmaz. Haklar çignenirse sonunda telafisi imkansız zararlar oluşmaktadır. Hak
kavramı esas alınarak,herkes kendi hakkıyla eglenebilir,seks yapabilir.
Kainata baktıgımızda erekek, kadın sayısı birbirine yakın oldugu için,ileride birine eş oalacak biri ile seks yapmanın mantığı nedir
?.Arkasından yalanlar gelmekte,yalanlarkavgalara yol açmakta,kavgalar cinayetlere yol açmaktadır.
Eş olması düşünülen birisiyle her türlü görüşmede,konuşmada,arkadaşık etmede ne mahsur olabilir. Eş olması düşünülmeyene çeşitli sözler
vererek aldatmak insanlığa degil, hayvanlığa bile yakışmıyor. Böyle yapmak yerine güzel sesler,insan sesi, hayvan sesi, aletlerin sesleri ,
insana ve doğaya zarar vermeyen eglenceler tercih edilmelidir.
Bölüm: 12
DİNLENME
MADDE 29.- Hücreleri yenileyici, bağışıklık sistemini düzenleyici, vücudun biyolojik ritmini ayarlayıcı, anti-oksidan ve yaşlanmayı
geciktirici özellikleriyle her derde deva bir hormon olan Melatonin, gece salgıla*ndığı için "karanlıklar hormonu" olarak biliniyor.Özellikle
büyümeyi artırıcı ve ergenliği başlatıcı özelliklere sahip olan melatoninle "Işığı sevmeyen, ışıkla karşılaştığında engellenen melatonin için
yatak odalarımızdan, özellikle çocuklarımızın uyuduğu odalardan gece lambalarını kaldırmamız gerekiyor.
Bu hormonun üretimi ve salınımı karanlık ile başlar, aydınlık ile sona erer. Gece saat 23.00 ile 05.00 arasında salgılanan melatonin 02.0004.00 arasında yüksek değerlerine ulaşır"
Melatonin için vişne, lahana, badem, fındık, yer fıstığı, kızılcık, papatya çayı, anason-rezene çayı, soya fasulyesi, ton balığı yememiz bu
gıdaların akşam saatlerinde alınması daha faydalı .
"Karanlıkta uyumalıyız. Uyurken mutlaka kullanmak gerekiyorsa solgun ve kırmızı ışık tercih etmeliyiz. Televizyon karşısında
uyuklamamalıyız. Düzenli ve yeterli uyumalıyız"
Hücrelerimizi yenileyici, bağışıklık sistemini düzenleyici, vücudumuzun biyolojik ritmini ayarlayıcı, anti-oksidan, yaşlanmayı geciktirici
özellikleri olan melatonin hormonu üzerine yapılan bir araştırmayla ilgili "Özellikle görme engelli kişilerde kanser olma riskinin diğer
kişilere oranla çok daha az olmasının sebebini görme engellilerde melatonin hormonunun fazla olmasıdır" .
Melatonin hormonunun yeterince salgılanmadığı durumlarda "Vücut direncimiz düşer, çünkü hücrelerimiz yeterince yenilenemez.
Vücudumuzun biyolojik saati korunup, ritmi ayarlanamaz ve jetlag diye tanımlanan, genellikle uzun süreli uçak yolculuklarından sonra
görülen klinik bulgular ortaya çıkar. Bunlar; uykusuzluk, yorgunluk hissi, iştahsızlık, hazımsızlık, zihinsel ve fiziksel performans kaybı,
reaksiyon zamanında uzama, hafızada azalma gibi bulgulardır.
Bilimsel sonuçlar gündüzün çalışmanın, geceleyin uyumanın lazımoldugunu ispatlamıştır.
Güneşin doğuşu ile çalışmaya başlanırsa, saat 22.00 dolayında uyunabilir.Bu tercih insanlar için daha saglıklıdır.
MADDE 30- Güvenlik,ulaşım,tıp vb.sektörlerde 24 saat kesintisiz işlere ihtiyaç oldugundan,bu sektörde hizmetler nöbetleşe sürdürülür.
Bölüm: 13
TURİZM
MADDE 31- Bu güvenlik tedbirleri ile Arjantinden arabasına binen bayan bir turist vahşi hayvan ve Allah korkusundan başka bir korku
duymadan Amarika kıtasını, Berinğ bogazını geçip, Güney Afrikaya kadar gidip, geri dönebilir.
Bölüm: 14
İN S A NLAR VE DOĞA
MADDE 32- Havralarda,kiliselerde,camilerde,tapınaklarda milyarlarca insana “Allahtan korkun” denilmektedir. Bu söylemlerin evrensel
hukukta karşılıgı; İnsanlar ve doğa Allah’a ait kendinize, insanlara, doğaya zarar vermeyin,çünkü insanların ve doğanın gerçek sahibi
Allah’tır demektir
52
Evrensel Hukuk insanın kendisine,başkalarına,doğaya zarar vermeden yaşaması için düzenlemeleri içermektedir.
Bölüm: 15
KADIN VE ERKEK
MADDE 33.- Hayat her zaman normal gitmiyor.Hastalıklar,doğal felaketler olabiliyor.Hayattaki her türlü olasılık hesaplanarak 33.madde
yazılmıştır.
MADDE 34.- Noter evrensel hukukta yazılı maddelere aykırı olmayacak şekilde evlilik sözleşmelerini onaylar ve bir suretini nufus
idarelerine gönderir.
Boşanma bildirimi noterde yapılır. Bu bildirim kendisine ulaşan şahıs haklarını alabilmek için mahkemelere baş vurabilir.
Evlilik sözleşmesi yapılırken herkes dikkat etmelidir.Sözleşmeler mahkemelerde geçerlidir.Hakimler bu sözleşmelere ve evrensel hukuka
göre karar verirler.
Kimse gücü yetmeyecek bir mükellefiyet altına sokulamaz.
Bölüm: 16
AİLE
Madde 35- Bu madde Zebur,Tevrat,İncil,Kur’andan istifade ederek hazırlanmıştır. Kim kiminle evlenebilir.Buna kim karar verecek. Bu
metinlerden hukuk yapımında istifade edemezsek,neye göre kimin kiminle evlenebilecegini düzenleyecegiz !.
Bölüm: 17
ÇOCUK
MADDE 36- Eğitim ve öğretim bölümünde Zebur,Tevrat,İncil,Kur’an kainattaki gerçeklere parelel ve zıt olmayacak şekilde anlaşılması
gerektiği yazılmıştı. Çocukların gerçekleri ögrenmesi,bilim ögrenmesi, aklını özgürce kullanması her anne ve babanın ortak arzusudur.
MADDE 37- Her çocuk 6 yaşında mesleki egitim ve ögretime zorunlu olarak alınır.18 yaşına girdiğinde iş garantili meslek diploması verilir.
MADDE 38- Her çocuk 17 yaşında meslek stajını askeri geri hizmetlerde tamamlar.Ve askerliğini yapmış sayılır.
MADDE 39- 18 yaşına gelen herkes noter huzurunda sözleşme imzalayarak evlenebilir.Böylece zinanın,fuhşun,tecavüzün kökü kazınır.
MADDE 40- Herkese 18 yaşına geldiğinde iş garantisi verilir.Planlamalar daha önceden yapılır.Reel sektör ihtiyaçları ve ailenin talepleri de
dikkate alınarak mesleki egitim,öğretim düzenlenir. Ve kişiler meslek sahibi yapılır.
MADDE 41- “İftira,yalan”öyle bir şeydir ki; tüm kötülüklerin anasıdır.
MADDE 42- “Devşirmelik” insanlık suçudur.
MADDE 43- “Çocuk” degerlidir.Deger verildiği gösterilmelidir.Rüşt çagına girmesi bu degerin ona gösterilecegi en uygun zamanlardan
birisidir.Her aile bu fırsatı degerlendirmelidir.
Bölüm: 18
BELEDİYELER/HİZMET
KURUMLARI
MADDE 44- İnsanlar kendilerine yönetici seçmezler.İnsanlar ortak işlerine yönetici seçerler.Bu fark çok iyi anlaşılmalıdır. Vatan tüm
vatandaşların ortak topragıdır. Vatana hizmet;ortak topraklara hizmet demektir.Ortak topraklarımızı korumak,imar etmek,ortak işlerimizi
yerine getirmektir.Seçenler ve seçilenler bu bilnçte olmalıdır.
“Özel idarelerin geçen yılki çalışmaları verimli olmuştur. Ancak özel idareler ve belediyeler, büyük kalkınma savaşımızda hayat ucuzluğunu
sağlayacak uygun önlemler almalı ve yetkilerini tam kullanmalıdırlar.
Şehircilik işlerinde de teknik ve planlı kurallar içinde çalışmak gereklidir. Bunun için belediyelerimizin hukuka uygun biçimde
aydınlatılmasını ve yol gösterecek bir merkezi teknik büro kurulmasını öneririm.
Kendine inkılabın ve inkılapçılığın çeşitli ve hayati görevler yüklediği Türk vatandaşının sağlığı ve sağlamlığı, her zaman üzerinde dikkatle
durulacak milli sorunumuzdur.
Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığının bu sorun üzerindeki sistemli çalışmaları, yüksek Kamutayı sevindirecek durumda gelişmektedir.”
MADDE 45- Ortak topraklarımızın (vatanımızı) nasıl kullanılacagı,ne gibi hizmetler üretilecegi, istifa onuru, bu madde ile düzenlenmiştir.
Bölüm: 19
HALKLAR
MADDE 46- Çocuk dogumdan itibaren,kendisine bakan,besleyenlerin kullandıgı kelimeleri duya duya,sora sora ögrenir.Ayni sözcükleri
duyarak büyüyenlere kavim veya halk denilir.
MADDE 47- Halkların talepleri madde 18 ile çözülmüştür.
MADDE 48- Halklar iyi işlerde yarışmak için cografi belirlenme talep edebilir.Cografi belirlenme ,başka bir coğrafi belirlenmeye
saldırmak,ele geçirmek için talep edilmez.
53
Bu nedenle talepte bulunmak evrensel hukuka aykırıdır.Evrensel Hukuka uyacaklarını ve uymamaları hailnde evrensel yaptırımları kabul
eden halklara cografi konumlama yapılır. Örnegin; İran,Irak,Suriye,Türkiyede yaşayan kürt halkı, diğer halklara saldırmamak, iyi işlerde
yarışmak,cografyayı imar etmek,iyi işlerde yarışmak,evrensel hukuka uymak üzere kürt cografyası talep edebilir.Böyle bir talep yasal olarak
söz konusu olursa, ilgili devletler, Bireşik Devletler yapılanmasına giderek,orta bölgede bir kürt devleti ve cografyası inşa ederler.Böylece
dört devletten oluşan Birleşik Devletler yerine beş devletten oluşan daha güçlü bir birleşik devletler oluşturulmuş olur.
Bölüm: 20
DEVLET
MADDE 49- Ümmet devlet olmaz.Ümmet devlet insan fıtratına aykırıdır. Birbirinin konuştugunu anlamayan insanlar nasıl devlet işlerini
yürütebilir.Nasıl anlaşabilir.Bu mümkün mü ?.Medine yanlış anlaşılmıştır.Medine Bireşik Devletlerdir.
Her kavimin/ulusun bayragı vardır,vatanı vardır,devleti vardır.Uluslar bir araya gelerek birleşik devletleri oluşturabilir. Medine/Medeniyet;
Evs,Hazreç,Yahudi Uluslarından oluşan üç devletin birleşik Devletler olarak birleşmesiyle ortaya çıkmıştır.
Dünyanın her yöresinde yaşayan Türkler, bulundukları coğrafyalarda “Devlet,bayrak,coğrafya(vatan)” talep edebilirler.Evrensel hukuka
uymaları şartıyla bu talepler her ulus/halk/kavim için geçerlidir.Evrensel Hukuk ile bu talepler,herkesin çıkarına,kimsenin zararına olmadan
gerçekleştirilir.
MADDE 50- Ana dili kürtçe olanlara kürt halkı/ulusu/kavmi denilir.
MADDE 51- 2015 den kıyamete kadar, doğal cografi yaşam alanları; köyler,ilçeler,şehirler evrensel hukuka uymak şartı ile devlet olarak
tanınmışlardır. Böylece bölünme,parçalanma,kavga,gürültü, savaş
paronoyasına son verilmiştir.
Nedir bunca yüzyıllık
savaşlar,cinayetler.Temel sebeb evrensel hukukun olmayışıdır.Evrensel hukuk olmayınca ,evrensel hukuka uymak veya uymamak gibi bir
durum söz konusu da olmamıştır.Ve üreticiler yükü taşımış ,üretime hiç bir katkısı olmayanlar ,çatışmalar çıkartarak geçinmiş,ölmüş ve
gitmişlerdir.
Köy devletler,ilçe devletler,il devletler,ülke devletler sonuçta üst yapı Birleşik Devletler olur. 2023 de Türk Birleşik Devletleri, 2033 de
Dünya Birleşik Devletleri oluşabilir.Dünya Birleşik Devletleri çatısı altında Türk,Kürt,Fars,Arap,İbrani vb.ulus devletler barış içinde
yaşayabilir.
MADDE 52- Büyük Şehir Belediye Başkanları ildeki tüm seçmenlerin oyları ile seçilmektedir. Ayrıca bir valiye gerek yoktur.İlde yanlış
giden birşeyler olursa vatandaş il başkanına / hizmetçisine ayni gün ulaşabilsin.Kapısı açık olsun.Tek sorumlu olsun.Sorumluluğu herkes
birbirinin üzerine atarak vatandaşın işleri aksamasın.Bu sorumluluğu kaldıramayacaklar aday olmasın.
MADDE 53- Her köy,her ilçe,her il ayni zamanda ekonomik bir yaşam alanıdır.Her köy,her ilçe,her il PASAPORT,DIŞ İŞLERİ,DIŞ
GÜVENLİK,DIŞ İSTİHBARAT, İNSAN HAKLARI BAKANLIĞI olmak üzere 5 hizmet konusunda hizmet üretmek isterse ,kaynak
sorunu ile karşılaşıyor. Bu hizmetleri yapmak için parayı nasıl bulacak.Parayı bulabiliyorsa yapsın. Seçmen oy verdiği cografi dogal yaşam
alanında hizmet bekliyor.Bu hizmetlere kaynak bulmakta zorlanan köy,ilçe,il başkanları nasıl pasaport,dışişleri,dış güvenlik,dış istihbarat,
İNSAN HAKLARI hizmetlerini yapsın. Bu nedenle herkes gelirinden % 20 katkı payı ödeyerek, bu hizmetleri Baş Hizmetçiye emanet
ederler. Baş hizmetçi de yine ülkedeki tüm seçmenlerin oyları ile seçilir.
MADDE 54- Şeçimle gelenlerin rehavete kapılmasını önlemek için köy,ilçe,il seçimleri 2 yılda bir, genel seçim dört yılda bir, çift turlu
yapılır. Noter kanalı ile 1000 imzalı dilekçe toplayan her vatandaş Baş hizmetçilige aday olabilir. Adaylardan noter harcı alınmaz..
GÜVENLİK ,SİLAHLI KUVVETLER ve MİT
MADDE 55- “Ordumuz, Türk birliğinin, Türk gücü ve yeteneğinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir simgesidir.
Uygun bir donatım programımızın hazırlanması, başarı ile ilerliyor. Bunları ülkemizde yapma amacımız gerçekleşme yolundadır. Harp
endüstrisi kuruluşlarını, daha fazla geliştirmek ve genişletmek için alınan önlemler sürdürülmeli ve endüstrileşme çalışmalarımızda ordu
ihtiyaçları ayrıca göz önünde tutulmalıdır.
Bu yıl içinde denizaltı gemilerini ülkemizde yapmaya başladık. Hava kuvvetlerimiz için yapılmış olan üç yıllık program, büyük ulusumuzun
içten ve bilinçli ilgisi ile şimdiden başarılmış sayılabilir.
Bundan sonrası için bütün uçaklarımızın ve motorlarının ülkemizde yapılması ve harp hava endüstrimizin de bu temele göre geliştirilmesi
gerekir. Hava kuvvetlerinin aldığı önemi göz önünde tutarak, bu çalışmaları planlamak ve bu konuyu layık olduğu önemle ulusun gözleri
önünde canlı tutmak gerekir.
Büyük milli disiplin okulu olan ordunun, ekonomik, kültürel, sosyal savaşlarımızda bize aynı zamanda en gerekli elemanları da yetiştiren
büyük bir okul haline getirilmesine, ayrıca özen gösterilip, yardım edileceğinden şüphem yoktur.”
MADDE 56- “Balkan politikamız, çok mutlu bir işbirliği yaratmayı sürdürerek kendisine çizilmiş olan barış yolunda her gün daha verimli
sonuçlarla ilerlemektedir.
Cumhuriyet hükümetinin doğuda uygulamakta bulunduğu dostluk ve yakınlık politikası yeni ve güçlü bir adım attı. Sadabat'ta dostlarımız
Afganistan, Irak ve İran ile imza etmiş olduğumuz dörtlü antlaşma, büyük bir sevinçle kayda değer barış eserlerinden biridir.
Bu antlaşmanın çevresinde toplanan devletleri, aynı amacı sürdüren ve barış içinde gelişmeyi içtenlikle isteyen hükümetler arasındaki iş
birliğinin gelecekte de iyi sonuçlar vereceğinden emin bulunmaktayız.
Cumhuriyet hükümetinin, komşularıyla ve diğer büyük küçük devletlerle olan ilişkilerinde uyumlu bir düzen ve gelişme göze çarpmaktadır.
Barış yolunda nereden bir çağrı geldiyse, Türkiye onu ilgi ile karşıladı ve yardımlarını esirgemedi.
54
İspanya olayları nedeniyle Akdeniz ve Karadeniz'de alınması gereken önlemlere, Cumhuriyet hükümeti en geniş bir düşünce ile katıldı.
Dünyanın her yanında olduğu gibi, bizi ilgilendiren alanlarda ve bu arada Akdeniz'de barış ve dengenin korunması, bizim yakından ve ilgi ile
izlediğimiz bir konudur.
Şunu da memnuniyetle söylemek isterim ki, Doğu Akdeniz ve Karadeniz suları ile Balkanlarda ve Yakın Doğuda, geçen yıl belirttiğim
ilişkiler aynen sürdürülmüştür.
Geçen yıldan beri dost ve müttefik devletlerin önemli devlet büyükleriyle bizim devlet adamlarımız arasında karşılıklı ziyaretler olmuş ve bu
temaslar dostluklarımızın gelişmesine neden olmuşur.
Hükümet bu son yıl içinde, devletlerle olan ticari ilişkilerini, ülkenin ekonomik bünyesine uyacak antlaşma ve sözleşmeler yaparak
düzenlemiştir.
Bunlar arasında Fransa, İngiltere, Almanya ve Sovyet Rusya ile imzalanan önemli ticari anlaşmalarını özellikle belirtmek isterim. Hükümetin
dış kuruluşlarının, ekonomik kalkınma savaşımızda ilgili daireleri için bilgi ve haber alma ufuklarını genişleten yardımcı birer daire olarak
çalışmalarını düzenlemek gereklidir.”
Dünya ile bagınızı keserseniz, yurt dışındaki vatandaşları,türkleri,akraba toplulukları korumanız,kollamanız mümkün olmaz.
MADDE 57- “Bütün devlet kuruluşlarının canlılığı, sağlamlığı, işletilmesi yönünden büyük dikkatle üzerinde durulması gereken mali
hayatımıza değinmek istiyorum.
Cumhuriyet bütçelerinin beliren ve daima güçlenmesi gereken ortak özellikleri yalnız denk oluşları değil, aynı zamanda, koruyucu, kurucu
ve verici işlere her seferinde daha fazla pay ayırmakta olmalarıdır.
Bu politikamızın, milli faaliyet üzerinde derhal yaratmaya başladığı etki ile bütçe tahmin rakamlarımız, yalnız gerçekleşmekle kalmamış, her
zaman fazlası ile kapanmaya başlamıştır.
1936 yılı bütçesi, gelir tahminine ve 1935 yılı gelir tahakkuklarına göre, 22 milyon fazla ile kapanmıştı. 1937 bütçesinin de bu güne kadar
gösterdiği durum, aynı ümidi fazlası ile gerçekleştirecek niteliktedir.
Bu sonuç, ülke ekonomisinin gelişmesinin, halkın zenginliğe ulaşmakta olduğunu belirttiği gibi, aynı zamanda, halk için çalışan bir
hükümetin, halkın yararına olarak aldığı önlemlerin uygun olduğunu da göstermektedir.
Samimi bir bütçeye ve gerçek bir ödeme dengesine dayanan paramızın fiili, değişmez durumunu kesin biçimde koruyacağız.
Her türlü mali yükümlülüklerimizi günü gününe yerine getirerek, Devlet saygınlığını korumak ve mali sermaye ve hisseleri koruma ve
destekleme işlemleri konusunda da bütün önlemleri alarak bu hususta dikkatli bulunmak, ilkemiz olacaktır.
Devlet gelirlerinin artırılması için yeni vergilerin yürürlüğe konması yerine, düzenli bir programla var olan vergilerin uygulanması ve
toplanma usullerinin yeniden düzenlenmesi gereklidir.
Son iki yıl içinde hayvan, tuz, şeker, çimento, petrol, benzin, elektrik ve ham madde resim ve vergilerinde yapılan ve her biri % 30 - 50
oranlarında olan bir vergi indirimini gerektiren vergi yükü azaltılması, üretimin özendirilmesi yönünden vatandaş ve ülke için olumlu ve
hayırlı sonuçlar vermektedir.
Hayvan vergisi, buhran ve denge vergileri üzerinde de araştırmalar yapılarak bütçe dengesi temelini bozmayacak biçimde bunları giderek
azaltma önlemleri düşünülmelidir.
Bundan başka, ülkemizde bulunmayan ham maddeler ve üretim maliyeti üzerinde etki yaparak, dış ülkelerin malları ile rekabeti güçleştiren
her çeşit vergi ve resimlerin kaldırılması gereklidir.
Gerek bu konular üzerinde çalışırken gerek herhangi bir mali karar alırken, i1k göz önünde bulundurmamız gerekli olan konu, milli faaliyet
ve milli üretim, yani verginin bizzat ana kaynağı üzerinde yapacağı etkiler olmalıdır. Maliye memurları da içişleri memurları gibi, halkla
sürekli ilişkisi olan kuruluşlardır. Bunların da halk ile ilişkilerinde halk için çalışan bir halk hükümetinin tabii niteliği olan, çok fazla dikkat
ve ilgi göstermek ve en fazla güven ve inan vermek ilkelerinin gelişmesine özellikle özen göstermek gereklidir.
Cumhuriyet rejiminde, devlet hazinesinin çıkarının, kanunun hazine yararına koyduğu hakla, kanunun mükelleflere verdiği görevi çok
dengeli bir biçimde karşılaştırmak demek olduğunu bir an hatırdan uzak tutmamak önemli bir prensibimizdir.
Tekel konusunda özen gösterilmesi gereken ana konu, bu kurumların mali tekel, ticari kuruluş ve milli değerlendirme kurumu karakterlerinin
dikkatle uzlaştırılmasıdır.
Dış ülkelere tütün satışları ve ihracat konusu, daha yakından izlenmeye değer durumdadır.
Gümrüklere gelince, bunda kuruluş çalışma yöntemlerine ve kanuni konular yönünden gerekli düzeltme önlemlerine hız verilmesi
gerekmektedir. Tekel mallarının fiyatları üzerinde yapılan indirim, satışları artırmıştır.
Bu yöntemin her zaman göz önünde bulundurulması yararlı olacaktır”
Halk üretim yapmalı,zenginleşmeli ki, ortak hizmetlere katkı payı ödeyebilsin.Halkın zenginleşnesi esastır.
MADDE 58- “Büyük bir milli davamız olan Hatay olayının geçirdiği dönemler tarafınızdan bilinmektedir.
Milletler Cemiyeti yüksek yönetimi altında yapılmakta olan görüşmeler, Hatay halkına yaraşan mutlu ve bağımsız yönetime kavuşması
yolunda amaçladığımız gayeyi sağlayacak belgelerin kabul ve imzası ile sonuçlanmıştır.
Yeni Hatay rejiminin yürürlüğe girmesine kısa bir süre kaldı.
Bu rejimi, kendileri ile dostça bir düşünce doğrultusunda işbirliği yapmış olduğumuz Fransızların, iyi niyetle ve istenen amaca ulaşmayı
sağlayacak biçimde uygulamaya başlayacaklarından şüphe edilmemelidir.
Yarınki Türk - Fransız ilişkilerinin dilediğimiz yolda gelişmesinde Hatay konusunun iyi bir yönde gelişmesi, önemli bir ölçü ve etken
55
olacaktır, düşüncesindeyiz.”
Baş hizmetçi ayni zamanda baş komutandır. Tek başına karar alarak TSK’ne emir veremez.TSK’nin nasıl görev üstlenebilecegi kanunlarda
yazılıdır. Ancak gecikmesinde hayati tehlike olan durumlar olabilir.Bu durumlarda MİT’na yazılı emir verebilir.
MADDE 59- TSK ve MİT çalışan sayısına sınırlama getirilmiştir. Daha az çalışan olabilir.
MADDE 60- İnsanlar ölmek için değil, yaşamak ve yaşatmak için moralize edilmelidir.
MADDE 61- İç güvenlikten sorumlu olanlar,seçimle iş başına gelenlerdir. İki bay + iki bayan dört kişinin yazılı başvurusu üzerine
köy,ilçe,il başkanları hakkında soruşturma açılır.
Bölüm: 22
ŞİRKETLER , VERGİLER, VEKİLLER,BÜTÇE PRENSİPLERİ
MADDE 62- Şerik;ortak demek olup,arapça bir kelimedir.Şerikler(ortaklar) birlikte iş yapabilir. Nasıl hile yapılır,insanlar ,ortaklar nasıl
aldatılır şeklinde düşünülerek şirketler hukuku degil,dürüstlük üzerine şirketler hukuku düzenlenmelidir.
MADDE 63- Devletler;mega şirketlerdir. Tıpkı bir apartman yönetimi gibi.Büyük sitelerde yönetimi bir şirket de üstlenebilir. Şirketin gayesi
nedir,apartmandaki ortak işleri,apartman sakinlerinin verdiği aidat ve yetki ile yapıp,yıl sonu hesap vermektir.Devlet de böyle çalışmaktadır.
MADDE 64- Bankalarda devlet garantisi kaldırılır. Bu fiat istikrarı için gereklidir. Batan paraları devlet nereden ödeyecek.Para basarak
ödüyor.Bu durum fiat istikrarını bozuyor.Bankalar gerçekten kar-zarar ortaklığı ile çalışabilir.
MADDE 65-Evrensel Suçları işlememek şartı ile, evrensel hukuka uygun olarak çalışmanın,üretmenin,kazanmanın,serbest piyasanın
önündeki tüm engeller kaldırılır.
MADDE 66- Bazı işlerden vergi almamak herkesin çıkarınadır.
MADDE 67- Üretimden pay alımında azami tavan % 20 dir.Örnegin altın madeni işleten,çıkardıgı altının % 20 sini vergi olarak verebilir.
MADDE 68- Vergi de gelirler şeffaf oldugu gibi, giderler de şeffaftır.Herkes ögrenebilir.
MADDE 69- İnsanı aldatan,insan degildir. Bu nedenle bu madde konulmuştur.
MADDE 70- 100.000 insanı temsil etmek için bir Temsilci seçmek optimum kabul edilebilir. Bölümde 50.000 üzeri kusurat kalırsa Temsilci
sayısı bir artırılır.
MADDE 71- Toplanan vergilerin % 80 i il içinde kullanılır. % 20 si Baş hizmetçilik hesabına, maddede yazılı olduğu şekilde aktarılır.
MADDE 72- İllerde asgari ücret farklı belirlenebilir.
MADDE 73- Hizmetçiler kendileri ve bakmakla yükümlü oldukları kadar asgari ücret alabilirler. Başkan/Baş hizmetçi ile köy
başkanı/hizmetçisi ayni kurala göre ücret alır.Köy başkanı ve bakmakla yükümlü oldukları kadar asgari ücreti nasıl alacak.Köyde gelir
olması lazım.Gelir yoksa ücret de yok. Bu durum köylerde kalkınmayı gerçekleştirebilecek kişilerin seçimini teşvik edecektir. İl, ilçe için de
ayni kural geçerlidir.
MADDE 74- Bu madde ile köy,ilçe ve illerde imar, üretim, kalkınma patlaması hedeflenmiştir.
Bölüm: 23
BİREYSEL TEŞEBBÜSLER
MADDE 75- İşsizlik nasıl sona erdirilecek. Köy,ilçe,il başkanları işsizlikten sorumludur.
Ya aday olmayacaklar, yada bu sorunu çözecek olanlar aday olacaktır.
Milletvekillerinin odalarına iş aramak için gelenlerden dolayı,milletvekilleri asıl görevlerini yapamaz hale gelmişlerdir.
MADDE 76- Büyük şehirlere göç edip, masa başında maaş almak dönemi bitmek üzeredir. İnsanlar köylere,ilçelere veya yeni yerleşim
alanlarına gitmeyi düşünmeye başlamışlardır. Evrensel Hukuk Kanunu düzenlemesi doğal hayatı esas alarak düzenlenmektedir.
Bölüm: 24
FİNANS
MADDE 77- Kanun çıkarmak kadar “uygulama” da önemlidir. Bu kanun çıksa bile küresel çapta kabul görebilmesi için tanıtılması gerekir.
Tanıtma sadece bir kanunu tercüme ederek, göndermekle olmaz.Uygulama en iyi tanıtımdır. Ülkemizde bir taraftan uygulama sürerken,diğer
taraften küresel bir şirket ile uygulama ve tanıtım birlikte yapılabilir. Çalışmadan, üretmeden, kazanmadan, kazandırmadan kimseye bir şey
anlatmak mümkün değil. Cami kürsülerinden nasihat vermekle evrensel hukuk oluşmaz. Evrensel Hukuk iş hayatının içinde, iş yaparak
oluşur.
Dürüst üreticilerin,emeklerinin karşılıgını alabilmesi için bu yasa gerekiyordu.Bu yasadan sonra herkes “hırsızlanmadan,emegi,üretimi
çalınmadan,güven ve emniyet içinde işini yapabilir”Ama bundan sonra lazım olan tek şey “çalışmaktır”.
Bölüm: 25
SİYASET
MADDE 78- İnsan Hakları Bakanı , kürede evrensel hukukun tanıtımı, kabulü ve uygulanması için bu maddede yazılı işleri yerine
56
getirebilir.
MADDE 79- İnsan Haklarını kabul eden ülkelere terik ve pratik danışmanlık hizmeti sunulur.
MADDE 80- Bin yolculu bir gemi düşünelim. 999 kişi intihar etmek için gemiyi batırmayı kaptana teklif ediyor.Bir kişi karşı çıkıyor.
Vicdanlı bir kaptan ne yapar. Bir kişiden ne çıkar diyebilir mi ?. Yönetimde böyledir. % 99 birleşerek % 1 e zulüm yapamaz. Bu nedenle tüm
iller için geçerli yasaların yapımı milletvekillerinin oy birliği şartına baglanmıştır.
MADDE 81- Köylerde,ilçelerde,illerde yapılan yasalar ülke yasalarına aykırı olamayacagı gibi,ülke yasaları de evrensel hukuka aykırı
olamaz.Böylece yeryüzünde bir insana dahi zulüm yapılamadan, dogal yaşam ortak hizmetleriyle birlikte sürdürülebilir.
MADDE 82- Bir üst kanunlara aykırlık iddiaları, sıra ile il,ülke,evrensel adalet kurumlarınca sonuca baglanır.
MADDE 83- Nufusun az oldugu çaglarda büyük cografyalarda üniter yapılar ile yürütme işleri yapılabiliyordu. Nufus çogalınca sorunlar da
çogaldı. Parası olan bir kişi ile anlaşarak,onu yürütmeden tek sorumlu yaparak, aslında kendisi yönetiyor hale geldi.Adalet çöktü.Bu durumu
düzeltmek için en kçük yaşama alanında bile insanlara sorumluluk yüklendi. Köyde köy başkanı,ilçede ilçe başkanı,ilde il başkanı artık
yürütmeden sorumlu ve yetkilidir. Baş hizmetçi ise beş hizmetten sorumlu ve yetkilidir.Bu hizmetler pasaport,dış işleri,dış güvenlik,dış
istihbarat ve evrensel hukuk işleridir.
MADDE 84- Milletvekillerinin yasama sorumlulugu artmaktadır. Kendi seçildikleri illerde, il için yasa yapabilirler. Baş hizmetçinin çagrısı
ile merkeze gelip, anlaşabilirlerse oy birliği ile ülke için yasa yapabilirler.
MADDE 85- İlde yargı sorumlulugu ve teykisi il adalet kurumuna ,ülkede Yüksek Adalet Kurumuna aittir.Devletler arasında ise Evrensel
Yüksek Adalet Kurumuna aittir.
Bölüm: 26
HUKUK (HAKLAR)
MADDE 86- Hak olmadan, özgürlük karın doyurmuyor. Özgür olabilmenin teminatı da hakları bilmek ve almaktan geçiyor.
MADDE 87- Bu madde ile hakların ögrenildiği kaynaklar yazılmıştır.
MADDE 88- “Ben insanım. Haklarım var. Haklarımı bütünüyle ögrenmek istiyorum” diyenler hukuk okullarına sınavsız, parasız girebilirler.
Bölüm: 27
HUKUKİ MEVZUAT(Resmi İçtihatlar)
MADDE 89- Teorik olarak köyler,ilçeler,iller,ülkeler kendi cografyalarında evrenel hukuka aykırı olmadan yasa yapabiliyorlar. Pratikte ise
genelde köyler ve ilçeler insanların birbirleriyle iyi geçinmesine ve rızaya dayanan dogal hayat çerçevesinde yaşamaktalar. İl yasaları ve
ülke yasaları bu dogal hayata engel olmsasın,insanların üretim ve kalkınmasına zincir vurmasın diye ilçelere ve köylerede kendi
cografyalarında yasa yapma hakkı tanınmıştır. Resmi gazetelerinde yayımlandıktan sonra yürürlüge girerler.
MADDE 90- Hukuki mevzuat on bölümdür. Akıl zıtlıkları hemen kavrayabilen bir araçtır.Gece ve gündüz birbirine zıttır.Akıl bunu
kavrar.Hukuki mevzuatta böyle zıtlıklar olmaması gerekir. Zıtlık bulunması halinde adalet kurumlarınca iptal edilir.Böylece son sözü
“hukuk”söylemiş olur. Hukuk “Haklar” demektir. Böylece “Hak” yerini bulmuş olur. Yerler,gökler,adalet,insanlık “hak”ile ayakta kalır.
Yoksa bir kaç hastanın arzularıyla ayakta kalmaz. Maalesef hastalar “büyük adam,büyük veli,büyük evliya”zannedilerek “hak” adına
haksızlık yapılan eylemler de yapılmaktadır.
MADDE 91- Referandum “istişare”nin genişletilmiş halidir.Her aşamada yapılabilir.
Bölüm: 28
İÇTİHAT
MADDE 92- Rabbimiz kainatı “hak” ile yarattı. Yarattıkları birirlerine zulüm yapmadan ,özgürce yaşasın istedi.Özgür olmayanlara “melek”
dedi. Özgür olanlara “insan” dedi. “Birbirinize zulüm yapmadan yaşayın” diye elçiler,kitaplar gönderdi. İnsan ne yaptı. Sonuç malum. Allah
adına, Allahın dinini yayıyorum diye insan insana haksızlık yaptı. Zulüm yaptı. Evrensel Hukuk bu istismarları sona erdirebilir.
MADDE 93- Kişilerin içtihatları kendilerini baglar. Mecliste kabul edilip,resmi gazetede yayımlanınca vatandaşları baglar.
MADDE 94- Hiç bir insana “içtihat”yasagı konulamaz.Bu yasak insana okuma,anlama,düşünme,ifade etme demek gibi bir şeydir.
MADDE 95- Fransız aydınların ulaşmaya çalıştıkları “Laiklik”* nedir ?. Kilisedeki papazların, camideki hocaların Allah adına insanlar
üzerinde egemenlik kurmalarına isyandan başka ne olabilir. Evrensel Hukuk Laiklik tartışmalarında şimdilik ulaşılan ileri bir aşamadır.
*İtikat, ibadet, ahlak ile ilgili konularda dünyada ceza verilmesi söz konusu değil. Örneğin inanana, inanmayana, namaz kılana, kılmayana
ve benzeri konularda Dünya'da herhangi bir ceza için yasa çıkarılamaz. Ahirette ise cezaları Allah ile kulları arsındadır.
MADDE 96- Vatandaşa yasa tekifi sunma hakkı yoktu.. Bu yasa ile bu hak asil olana da veriliyor. Eskiden vekilin kanun teklifi sunma
hakkı vardı. Şimdi bu yasa ile bu hak asile, yani vekil seçen vatandaşa da verilmektedir. Her sunulan kanun teklifi kabul edilecek dite bir şey
olmaz. Meclislerde kabul edilp,resmi gazetelerde yayımlanınca kanun/yasa haline gelir.
Bölüm: 29
57
İLETİŞİM
MADDE 97- İnsanların “ifade etme” hakkı nasıl gerçekleştirilecek ?. İfade özgürlün var.Hak olmayınca özgğürük bir işe yaramıyor. İfade
araçlarının sahipleri her vatandaşa ifade hakkı veriyor mu.Hayır.Öyle ise vatandaşların ifade hakları nasıl saglanacak !.
Örnegin bu sene fikirlerini ifade etmek isteyenler mürecaatlarını yapıyorlar. İfade araçları için tarih ve süre ayarlaması, paylaşımı yapılarak
ilgiliye haber veriliyor. Dilekçe sahibi hiç bir ücret ödemeden kendisine verilen tarih ve sürede fikirlerini ifade edebiliyor.
Bölüm: 30
EVRENSEL SUÇLAR
MADDE 98- 11 Eylül 2001 terör saldırısı sebebiyle ABD nin yaptıgı operasyonlarda harcanan para 5 Trilyon Dolardan fazla. Evrensel suçlar
kanunu çıkarıp, Dünyanın her yerinde uygulamak çok zor olmasa gerek.Ne terör kalır. Ne de bu kadar para harcanır.
MADDE 99- Şühe ile agır ceza verilmez.
MADDE 100- Bu kanun çıkmadan evvel, işlenmiş tüm suçlar affedilmiş sayılır.
MADDE 101- Yeryüzünde fitnenin ortadan kalkması, din tamamen Allahın oluncaya kadar çalışılması ne demektir. Bu insanların
inanması,ibadet yapması,ahlaklı olması mıdır ,yoksa evresel hukuk düzeninin kurulmasımıdır ?. Somut olarak Evrensel suçların işlenmesine,
işletilmesine “fitne çıkarmak”denilir.Evrensel suçlar kanununun kürenin her yerinde kabul edilmesiyle bu saglanmış olur. Bundan sonrası
insanlara kalmıştır.İsterlerse Allah’a inansınlar, isterlerse inanmasınlar.
MADDE 102- Bu maddeyi kabul edenlere küresel serbest dolaşım pasaportu verilmesi, zamanla oluşur.Devletler bu kanunu kabul
ettikçe,serbest dolaşım pasaportu alanlar artabilir.
Bölüm: 31
HAFİF CEZALAR
MADDE 103- Temel evrensel ilke; kendine ve başkalarına zarar vermeden özgürce yaşayabilmektir.Hürriyet her düşündüğünü yapabilmek
hakkı ise;hürriyet yok demektir.İnsan kendine zarar verdiğinde sadece kendisi değil annesi,babası ,varsa eşi, çocukları zarara
uğrayabiliyor.Bu nedenle insanın kendine bile zarar verme hürriyeti yok demektir.
Hürriyetin zaten olmadıgı bir yeryüzünde hürriyeti baglayıcı cezalar,insanları hastalandırıyor. Bu da ceza hukuku mantıgına uymuyor. Hapis
cezası yerine başka hafif cezalar düşünülebilir.
MADDE 104- Köyde,ilçede,ilde,ülkelerde hafif cezalar farklı olabilir.
Bölüm: 32
YÜKSEK ADALET KURUMU
MADDE 105- İl Adalet Kurumu Başkanı, il vekillerince seçilir. İl adalet kurumu giderleri il bütçesinden karşılanır. Yüksek Adalet
Kurumunun giderleri Baş hizmetçilik bütçesindan karşılanır.
Bölüm: 33
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER TEŞKİLATI+EVRENSEL YÜKSEK ADALET KURUMU
MADDE 106- “Millete, şunu da ihtar ettim ki, kendimizi cihanın hakimi zannetmek gafleti,devam etmemelidir. Hakiki mevkimizi, dünyanın
vaziyetini tanımamakta ki gafletle, gafillere uymakla milletimizi sürüklediğimiz felaketler yetişir. Bile bile aynı faciayı devam ettiremeyiz.
Efendiler, İngiliz müverrihlerinden Vels, iki sene evvel intişar eden bir tarih yazdı. Eserinin son sahifeleri "dünya tarihinin müstakbel
safhası" ünvanı altında bir takım mütaleati ihtiva eder.Bu mütaleatta istihdaf olunan mesele:"Un government Federal mondial" "cihanşümul
bir ittihadı hükümet"tir..
Vels bu mephaste, cihanşümul bir ittihadı hükümettir, nasıl tesis olunabileceğini ve böyle bir devletin esaslı bazı fariğ hatları hakkında
tasavvurlarını serdediyor, adaletin ve tek bir kanunun saltanatı altında küremiz nasıl bir halde bulunabilecek; bunu tahayyül ediyor.
Vels, "bütün hakimiyetler, tek bir hakimiyet içinde izah olunmaz, milliyetlerin fevkinde bir kuvvet meydana çıkmazsa dünya mahvolacaktır"
diyor ve "hakiki devlet, asri devlet şeraitinin bir zaruret haline getirdiği cihan hükümeti müttehidesinden başka bir şey olamaz" "muhakkaktır
ki insanlar, kendi icatları altında ezilmek istemezlerse er veya geç birleşmiye mecbur olacaklardır" mütalealarında bulunuyor..
"Beşeriyetin tesanüdü hakkındaki büyük hulyanın nihayet fiile çıkması için ne yapmak ve neyin önüne geçmek lazım geleceği sahih olarak
bilinmediği" ve "mütecaviz bir siyaseti hariciye ananesine malik olan devletlerin, cihanşümul bir ittifakı düveli tarafından güçlükle temsil
olunabileceği" de dermeyan ediliyor.
Vels''in "Avrupa ve Asyanın felaketleri ve müşterek ihtiyaçları, belki dünyanın bu iki kısmındaki kavimlerin bir dereceye kadar
birleşmelerine medar olacaktır." "Olabilir ki, bir sıra kısmı ittihatlar, cihanşümul bir ittihadın husulüne takaddüm eder" mütalealarını da arz
edeyim..
58
Efendiler, bütün beşeriyetin tecrübe, malumat ve tefekkürde teali ve tekemmülü, hıristiyanlıktan, (tarikatçıların anladığı)müslümanlıktan,
budizmden sarfınazar ederek basitleştirilmiş ve herkes için anlaşılacak hale konulmuş alemşümul saf ve lekesiz bir dinin teessüsü ve
insanların şimdiye kadar kavgalar, levsiyat, kaba arzu ve iştihalar arasında bir sefalet hanede yaşamakta olduklarını kabul ederek bütün
vücutları zekaları zehirleyen ufunet tohumlarına galebe etmeye karar vermesi gibi şeraitin husulünü müstelzim olan bir "cihanşümul ittihadı
hükümet" tahaylülünün tatlı olduğunu inkar edecek değiliz..
Bu tasavvur ve tahayyüle kısmen müşabih bir hayal, hilafetçileri ve panislamizm taraftarlarını - Türkiye''ye musallat olmamaları şart ile memnun etmek için bizde de tasvir edilmişti.
Tasavvur olunan nazariye şu idi: Avrupa''da, Asya''da, Afrika''da vesair kıtalarda yaşıyan İslam heyeti içtimaiyeleri, istikbalde, herhangi bir
gün, irade ve arzularını istimal ve tatbika iktidar ve serbesti kesbederler; o zaman lüzumlu ve faydalı görürlerse, asrın icabatına muvafık bir
surette bir takım itilaf ve ittihat noktaları bulabilirler.
Şüphesiz, her devetin, her heyeti içtimaiyenin, birbirinden tatmin ve temin edeceği ihtiyaçları vardır. Mütekabil menfaatleri mevcuttur.
Bu mutasavver müstakil islam hükümetlerinin sahibi salahiyet murahhasları bir araya gelip bir kongre yaparlar ve filan ve filan islam
devletler arasında şu veya bu münasebetler teessüs etmiştir, bu münasebatı müşterekeyi muhafaza ve bu münasebatın tazammun eylediği
şerait dahilinde müttehiden hareketi temin için bütün islam devletlerinin murahhaslarından mürekkep bir meclis teşekkül edecektir.
İttihat eden islam devletler bu meclisin reisi tarafından temsil olunacaktır derlerse, işte o zaman, isterlerse, o "islam şümul ittihadı
hükümete" hilafet ve müşterek meclisin makamı riyaseti intihab olunacak zata da halife unvanı verirler. Yoksa, herhangi bir islam
devletinin, bir zata, bütün islam dünyası umurunun tedvir ve teşmiyeti salahiyetini vermesi akıl ve mantığın hiç bir vakit kabul edemeyeceği
bir keyfiyettir.”
Nutuk kitabından ya da online olarak http://www.atam.gov.tr/index.php?Page=N ... erik No=334. 8. paragraftan başlar.
MADDE 107- Her ülkeden iki parlementerin katılımı ile Birleşmiş Milletler Dünya Adalet Meclisi kurulur. Bu meclisin görevi 35 bölümlük
insan hakları evrensel beyannamesini kürenin her yerinde hayata geçirmek olması gerekir.
MADDE 108- Tüm devletlerin Evrensel Hukuku kabul edip,Evrensel Hukuk Bakanlığını kurması sonucu,Evrensel Hukuk Bakanlarının
katılımı ile oluşacak küresel otoriteye Evrensel Yüksek Adalet Kurumu denilir.
MADDE 109- Örnegin, Suriye problemi konusunda son karar mercii Evrensel YÜksek Adalet Kurumu’dur.
MADDE 110- İç ve dış savaşları önlemek için bu madde dışındaki çözümler sonuç vermiyor.
Bölüm 34
NATO, AVRUPA, DÜNYA BİRLİĞİ
MADDE 111- “MİT'in 80. yıl dönümü ile ilgili yaptığı basın açıklaması:
6 Ocak 2007, Cumartesi 00:00
06 Ocak 2007 tarihinde, çalışanlarımız ve emeklilerimiz ile birlikte, Türk Milli İstihbarat Teşkilatı'nın 80. kuruluş yılını kutluyoruz. Türkiye
Cumhuriyeti Devleti'ne ve Milletimize 80 yıldır hizmet edebilmenin görev şuurunu, daha da güçlü olarak hissediyoruz.Dünyadaki tüm
değerlerin, ilişkilerin, sistemlerin ve düzenlerin, ister sosyal-ekonomik-siyasi ister ahlaki-dini olsun yeniden şekillendiği ve hatta
tanımlandığı bir süreç içinde bulunmaktayız. Yaşadığımız bu süreç, aynı zamanda, parçası olduğumuz uluslar arası sistemin de kuralları,
başrol oyuncuları ve figüranlarıyla mevcut olandan çok farklı bir boyutta yeniden belirlenmeye ve hatta doğmaya çalıştığı bir döneme
kaynaklık etmektedir.
Tarihi yakından incelediğimizde görüyoruz ki uluslararası sistemde istikrar hiçbir zaman uzun süre mevcudiyetini koruyamamıştır. Sistemin
bir veya birden çok noktasında mutlaka bir değişim yaşanmıştır. Bunun etkileri geçmişte daha çok bölgesel nitelikte olsa da günümüz
şartlarında, özellikle her alanda yaşanan küreselleşmenin sonucu olarak global düzeye taşınmıştır.
20. yüzyılın ikinci yarısında kurulan iki kutuplu dünya düzeninin uzun süre devam etmeyeceği önceden öngörülebilir bir olgu olmakla
birlikte 1990 ve sonrasındaki sürece hazırlıksız yakalanılmıştır. Elbette bunun en önemli nedeni, sistem içindeki yapılanmaların ve
analizlerin statükocu yaklaşıma koyu bir muhafazakarlıkla sahip çıkmalarıdır. Bu nedenle de geleceğe yönelik tahminler bu katı/kuralcı
yaklaşım içinde başarısız olmuştur.
59
Dünyadaki istihbarat teşkilatları da sistemin birçok aktörü ya da oyuncusu gibi bu yeni "belirsizlikler" dünyasını öngörememiştir. Ayak
sesleri özellikle teknolojik gelişmeler ve bu gelişmelerin öncülük ettiği farklılaşan ekonomik ilişkilerle ortaya çıkan, çoğu kez küreselleşme
olarak nitelendirilen ve dünyadaki insan toplulukları arasında siyasi sınırların ortaya çıkardığı iletişim limitlerini belirsizleştirerek bir "değer
devrimi" de yaratan bu radikal değişim süreci, sarsıcı bir hızla her şeyi etkisi altına almış, savunma ya da uyum mekanizmaları geliştirmeye
imkan tanımamıştır. Soğuk Savaş döneminin ortaya çıkardığı katı kurallarla işleyen istihbarat teşkilatları da ortaya çıkan bu yeni ve
inanılmaz derecede oynak ortam karşısında ister istemez yetersiz kalmışlardır.
İçinde bulunduğumuz 21. yüzyılın ilk çeyreği, uluslararası ilişkiler ve güvenlik alanında yüzyıl boyunca önemli değişimlere yol açacak
parametrelerin gelişmekte olduğu bir evreyi de işaret etmektedir. Bulunduğumuz dönem, gelecekte birçok ulus-devlet ve milletin hızlı bir
şekilde tarih maratonunu kaybetmeye başladığı süreci anlatacaktır. Bu devletler sadece gelişememekle ve dünya yönetiminde söz sahibi
olanlar arasına dahil olamamakla kalmayacak; aynı zamanda birçoğu günümüz teknolojik devriminin ve küresel ekonominin rekabetine
dayanamayıp ulusal egemenliklerini de büyük ölçüde yitireceklerdir.
Gerek ulusal güvenliğin sağlanmasında gerekse dış ve iç politikaların yürütülmesinde güvenlik ortamını şekillendiren pek çok yeni yöntem,
aktör ve vasıtanın görünür görünmez etkisi hissedilmektedir. Ulusal ve uluslararası düzeyde gerçekten sağlam politikalar üretebilmek ve
uygulayabilmek için ulusal güvenlik ve ulus-devlet yapısına yönelen tehdit ve kaynakları iyi algılayabilmek, ulusun karşı karşıya olduğu
fırsatları ve tehditleri öngörmek, doğru analiz edebilmek ve uygun vasıtalar ile karşı koymak zorunluluğu / ihtiyacı her zamankinden daha
fazla hissedilir hale gelmiştir. 21. yüzyıl güvenlik ortamı, istihbarat fonksiyonlarının önemi ve etkinliğini hiç olmadığı kadar arttırmıştır.
Önümüzdeki dönemde de uluslararası sistemin, kuralları belirlenmiş stabil bir yapıya kavuşacağını ummak ve bu yönde tanımlamalar
geliştirmek faydasız bir uğraş olacaktır.
Son derece kaygan bir zemin üzerine oturmuş uluslar arası ortamda Türkiye, bir yandan yakın zamana kadar değişik çap ve karakterde
savaşların yer aldığı ve halen potansiyel çatışma tehditlerinin bulunduğu Balkanlar, diğer yandan birçok bakımdan sürtüşmelere sahne olan
ve çeşitli istikrarsızlık potansiyelleri taşıyan Kafkaslar ile yaklaşık 40 yıldır fiili çatışmalar ve terörist faaliyetlerle yoğrulmuş Ortadoğu'nun
arasında bir iç hat pozisyonuna sahip halde bulunmaktadır. Ayrıca bu pozisyon kademeli olarak Orta Asya'ya açılan alanlarla da bağlantılıdır.
Bu üç bölgenin ve Orta Asya'nın birçok bakımdan küresel politikaların ve "rol" savaşlarının belirli açılardan yoğunlaştığı alanları
oluşturduğu da bir gerçektir. Dolayısıyla yeni sorun ve tehditler doğrultusunda 21. yüzyılda doğuya doğru genişleyen dinamik bir alan
sözkonusu olmakta ve bu durum Türkiye'nin gittikçe genişleyen bir alanda merkezi pozisyon kazandığını/kazanacağını göstermektedir.
Bu süreç içinde Türkiye, gerek stratejik gerekse jeopolitik önemi nedeniyle kendisini hiçbir zaman olayların akışına bırakma ya da "beklegör-tavır al" taktiği ile sınırlama lüksüne sahip değildir. Uluslararası sistemi ayrıntılı ve isabetli bir tanımlamayla (kendi konumu ile ilgili)
taktik, stratejik ve yüksek stratejik tutumlara sahip olmak zorundadır. Yalnız savunma pozisyonunda olmak Türkiye'ye haiz şartlar nedeniyle
kabul edilemez bir davranış olacaktır. Bu nedenle de Türkiye tüm kartlarını/avantajlarını maksimum düzeyde bir verimlilikle değerlendirmek
durumundadır. Elbette bunu gerçekleştirebilmesi hiç de kolay değildir.
Ulusal gücü sağlamanın ve korumanın en etkili yolu, istihbarat fonksiyonlarımızın ulusal güvenlik politikalarımızı ve ulusal çıkarlarımızı
destekleyecek şekilde yapılandırılması ve geliştirilmesidir.
Öte yandan jeopolitik ve stratejik konumu itibariyle oldukça zor bir coğrafya üzerinde bulunan Türkiye için güçlü bir ekonomi, kusursuz bir
dış politika ve caydırıcı bir askeri yapılanma şeklinde adlandırabileceğimiz çok sağlam üç ayağa sahip olmak bir zorunluluk olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bu üç ayağın ifade edilen özellikleri içinse güçlü, dinamik, etkin, esnek, hareket kabiliyeti yüksek ve yaratıcı bir istihbarat
yapılanmasına ihtiyaç vardır.
60
Ülke olarak içinden geçmekte olduğumuz bu zorlu dönemde, özellikle merkezinde bulunduğumuz ve bir parçası olduğumuz uluslar arası
sistemin gelişim süreci, Milli İstihbarat Teşkilatı olarak duyduğumuz sorumluluğu en üst seviyeye çıkarmış durumdadır. Ulusal
güvenliğimizin ve ulusal çıkarlarımızın gelişimine katkıda bulunacak bir stratejik istihbarat yaklaşımı bağlamında Teşkilatımızın mevcut
yapısının yukarıda ifade edilen ihtiyaçlara cevap verecek şekilde hem organizasyon şeması bakımından hem de söz konusu şemaya işlerlik
kazandıracak/hayat verecek organizasyon kültürü açısından revize edilmesine yönelik 2006 yılında başlattığımız çalışmaları 80. yılımızı da
kutlayacağımız 2007 yılı içinde sonuçlandırmak amacındayız. Böylece 21. yüzyılın beraberinde getirdiği koşullarla Türkiye için taşıdığı özel
önem doğrultusunda, ulusal çıkar ve ulusal güvenlik politikalarımız bağlamında Milli İstihbarat Teşkilatı üzerine düşen görevi en mükemmel
şekliyle yerine getirebilecektir.
Milli İstihbarat Teşkilatı olarak vizyonumuz, birlik ve beraberlik içinde ülkemizi içinden geçilmekte olan bu muğlak ve tehlikeli dönemden
başarıyla daha da güçlenmiş olarak çıkarmak ve çocuklarımıza gurur duyacakları bir gelecek bırakmaktır.
Milli İstihbarat Teşkilatı mensupları; halkımızdan, resmi-özel kuruluşlardan ve medyamızdan aldığı destekle, sorumluluklarını sonsuza(
kıyamete) dek yerine getirme kararlılığı içindedir.
Büyük Türk Milletine saygılarımızı sunuyoruz.
EMRE TANER.
MİT Müsteşarı
Çin,Rusya,Hindistan ve isteyen ülkeler Nato’ya katılabilirse ,ulus devletler varlıklarına devam edebilir. Fitnesel ve marijinal olaylar dışında
küresel savaşların çıkma olasılıgı minumum ihtimale düşebilir.
MADDE 112- Avrupa Birliği,ülkemizde bu kanunun uygulamalarını ve sonuçlarını görünce ülkemize katılabilir. Bu katılım zincirleme
reaksiyonlar veya sırayla dik dizilmiş domino taşlarının hareketi gibi diger devletlerin de katılımını saglayabilir. Böylece kısa bir sürede
Dünya Birliği oluşabilir.
MADDE 113- Devlet adamının işi "Dünya tarihinin müstakbel safhası" na hazırlanmaktır. Geçmişte yaşananlara takılarak intikam peşinde
koşmak, Rabbimizin şu uyarısı ile yanlıştır. “Onlar gelip geçmiş bir ümmettir. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız
sizindir. Siz onların yaptıklarından sorumlu tutulacak değilsiniz.”2/134
2015 yılını küresel helaleşme yılı ilan ederek, degil Avrupa Birliğine, Dünya Birliğine de girebiliriz. Ulusumuz,devletimiz,vatanımız adına
endişeye mahal kalmaz.Yeter ki, her ulus, Evrensel Hukuku kabul etmiş olsun. Evrensel Hukuk kimsenin zararına değil, ama herkesin
çıkarınadır.
Dünyada herkese insanca yaşayabilecegi ücretle iş saglanmış ise, güvenlik varsa, adalet varsa ulus devlet nasıl tehlikede olabilir !? Sakın
birileri bizi “tehlike var”diyerek köleleştirmeye mi çalışmasın..Evrensel Hukukun kabulü ile kullara kulluk dönemi sona ererek, insanca
yaşayabilecek ücret kazanarak iş (ekmek), hak ve özgürlükler dönemi başlıyor olabilir.
Bölüm: 35
VİZE
MADDE 114- Sivil toplumun katkısı ile herkes vize alabilir. Örnegin Rotary İnternational bir kişiye şöyle bir belge verse “ “Cinayet
işlemez, fuhşiyata yaklaşmaz, hırsızlık yapmaz, iftira atmaz, uyuşturucu kullanmaz” bu belgeyi gören hangi ülke bu kişye vize vermez. Kişi
bir ülkeye gidecek ve bu evrensel suçlardan uzak duracak.Bu kişiye devletler neden vize vermesin.
61
Böylece ulus devletler, küreselleşmenin baskısı ile otoritelerini kaybetmeden, kendi rızaları ile serbest dolaşıma vize verebilirler. Serbest
dolaşım, serbest piyasa, evrensel hukuk, güvenlik ve adalet olan bir yeryüzü herkes için iyidir.
Bölüm 36
YÜRÜRLÜK
MADDE 115- Yürürlük ile alakalıdır.
GEÇİCİ MADDE 1- TC kimlik No: 305 301 01 946 olan Burhan EROL İNSAN hAKLARI Bakanı olarak atanmıştır.
Bölüm 37
YÜRÜTME
MADDE 116- Yürütme ile alakalıdır.
***ATATÜRK'ÜN TÜRKİYE BÜYÜK
MİLLET MECLİSİNİN V. DÖNEM
3. Yasama Yılını Açış Konuşmaları
1 Kasım 1937 Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. V, C. 20’den alınmıştır.
PARA NASIL KAZANILIR ?
"Büyük olmak için hiç kimseye iltifat etmeyeceksin: Hiç kimseyi aldatmayacaksın. Ülke için gerçek
amaç ne ise, onu görecek, o hedefe yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacaktır; herkes seni
yolundan çevirmeye çalışacaktır, fakat sen buna karşı direneceksin. Önüne sonsuz engeller de
yığacaklardır. Kendini büyük değil, zayıf, araçsız, hiç sayarak, kimseden yardım gelmeyeceğine
inanarak bu engelleri aşacaksın. Bundan sonra da sana büyük derlerse, bunu söyleyenlere
güleceksin.
62
PARA KAZANMAK KOLAYDIR !
SIFIRDAN ( SERMAYESİZ ) BAŞLAYAN BİR İŞ ADAMININ HAYATINDAN ÖRNEK .
“13.03.1957 de doğmuşum
13.03.1958 hatırlamıyorum.
13.03.1959 hatırlamıyorum.
13.03.1960 hatırlamıyorum.
13.03.1961 polat köyündeki evimizin camiye bakan kapısından çıkıp camiye gidip, büyüklerin
dev gibi ayaklarının yanında namazımı hatırlıyorum.
1962
1963
1964
1965
1966
1967
Malatya şehir sıtma pınarı sokaklarda naneli şeker satıyorum.
TÖS-DER-TÖB-DERE de ayakkabı boyuyorum.
Garajda simit,ayran,şurup satıyorum.
Söğütlü cami önünde İTTİHAD mecmuasını satıyorum.
Dükkan dükkan girip konuşarak ittihad mecmuasına 185 abone yapıyorum.
Mahalle camisinde müezzinlik yapıyorum.
1968 İlk okul öğretmenim Tevfik Bey ‘Din derslerini sen yap’diye bana öğretmenlik yaptırıyor
sınıfta. İlk imam hatip açıldı.İmam hatip hocaları ‘dini benden öğrensinler’diye söyleyerek imam
hatip okuluna gitmedim.
1969 ‘Kur’an bizi siyasetten men eder’diye ittihad gazetesinde manşet çıkıyor.Telefon açıp
ittihad mecmuasını artık göndermeyin diyorum.
Bir kaç gün sonra askerden gelen birinde ‘Kurtuluş İslamda’diye manşet atmış Yeniden
Milli Mücadele mecmuasını görüyorum.Sipariş veriyorum.Abonelerime ittihad öldü,yerine bunu
getirdim diye dağıtıma devam ediyorum.
1970 Ev yapmaya başladık.İzliyorum,resmi işlerde takip ediyorum.
1971 Okulda arkadaşlara Allahın varlığını ispata çalışıyorum.1971 Yaz ayında İzmir’e taşındık.
Basmane meydanında ayakkabı boyuyorum.
Öğlen namazı kazaya kaldı.Bu iş namazımı kazaya bıraktı diye boyacılığa son verdim.Seyyar
satıcılığa başladım.
1972 Fuar önünde FINDIK satıyordum.İzmir zabıtasından biri gelip,bir tokat patlattı.Seyyar
arabama el koydu.Ağladım ama küfretmedim.
1974 Türkiyenin Kıbrıs Politikası KKTC olmalıdır diye çıkan bir kitabı iş yerlerine gidip satışını
yaparken Alsancak’ta bir psikiyatri doktorunun ofisine girdim. Kıbrısı konuştuk.Şöyle dedi
‘’Evladım.Bu yaşta sen bunları konuşuyorsun.Bu memleketin başına ya bela olursun,ya da
büyük bir adam olursun’’
1975 Mayıs ayı.Lisenin bitmesine bir ay var.Milli eğitim müdürlüğü ile Rotary international club
‘Liseler arası güzel konuşma ‘yarışması düzenliyor.Katıldım.Büyük Efest’e yapılan elemede 75
lise arasından ilk beşe girdim.Club üyelerinden Tekin Çullu beni ABD’ye davet etti.Üniversiteyi
ABD de okutalım dedi. Teşekkür ettim..Üniversite imtihanı sonuçları geldi.İlk sıraya
Siyasalı,gazeteciliği yazmıştım.Lakin fen puanı dolayısıyla Mühendislik çıktı.Eylül 1975 de
üniversiteye başladım.
63
1976 Ecevit-Erbakan koalisyonundaki aftan yararlananlar üniversitelere gelip, boykotlara
başladılar.Vuruşmalar başladı.
1977 de bir Barbaros mobilya mağazası sahibinin deniz kenarındaki arsasına villa yapımına
başladık. İnş Müh Ethem Uludağ ile birlikte.
1977 yılında 239 sokakta Mehmet İnal’a ait eski evi yıkıp dört katlı bina yapımı için kat karşılığı
anlaşma yaptım.Toplam 3 daire dört dükkan çizdim.Bir daire bir dükkan arsa sahibine,iki daire
üç dükkan bize. Malatya’dan tanıdığım aile dostu astsubay Ali Pektaş’a bir daire 200.000 TL ye,
Almanya’da çalışan eniştesine 425.000TL ye bir dükkan sattım.Proje üzerinde. Bu paralar ile
inşaata başladım.
1978 Bir arsa ile daha anlaştım.Beş katlı.Dört daire ,dört dükkan çizdim.Bir dairesini
sahibine verdim.Bize üç daire,dört dükkan kaldı.
arsa
1979 Bir arsa ile daha anlaştım. 5 katlı.12 daire 5 dükkan.3 daire bir dükkan arsa sahibine,9
daire 4 dükkan bize.Ortağım askere gitti.Tüm kazandıklarımı ona verdim.Sıfırdan tekrar
başlayacaktım.
1980 Üniversitede hem sağcılara para veriyordum,hem solculara.Kusra bakmayın ailem
fakir.Okulumu bitirmek ve çalışmak zorundayım diyordum.Bana anlayış gösteriyorlardı.Her ğün
Türkiye genelinde ortalama 30 faili meçhul cinayet işleniyordu.
239 sokak ile 235 sokak köşesinde bir arsa için anlaştım.8 katlı.Para yok.Pul yok.Sadece bilgi
var,tecrübe var,cesaret var.Samimiyet var.
Şirinyer’de tanıdığım bir müteaahhite uğramıştım.Demir alacağını inşaata ise üç-dört ay sonra
başlayacağını söyledi.Alacağın demirleri benim arsama koyalım.Sana lazım olduğunda kaç ton
ise fabrikadan alıp senin arsana koyarım dedim.Kabul etti.Demirler geldi.Yoldan geçen biri
‘hayırlı olsun daha baştan tüm inşaatın demirini almışsın dedi.Deri tüccarı Abdülkadir ÖZFİLİZ
imiş.Benden bir dükkan aldı.2.400.000 TL ye.Bu para ile inşaata başladım.Haziranda diplomamı
da aldım.Eylül de darbe oldu.Karşıyaka çarşıda bir iş merkezi yapımı için kat karşılığı arsa
aldım.İhtilalden bir ay sonra temellerini attım.
1981 İnşaata zabıta geldi.Ceza yazacağım dedi.Tanıdım.10 yıl evvel bana tokat atan zabıta. Sen
müdüriyetine git.Ben oraya geleceğim.Dedim.Tamam dedi.Gitti.Müdüriyete gittim.Bir demet
para verdim.Aldı.Sevindi.Sen yine cezanı yaz dedim.Ceza yazacak bir şey de yok zaten.İstediği
çorba idi.Çorbasını bol bol verdim.Bana göre on yıl önce attığı tokadın intikamı alınmıştı.Benim
intikam anlayışım böyle bir şey.Vatandaşlarımızı bu hallere düşüren sistemi inşallah bir gün
değiştirecektim.1981 Ekim ayında Neslihan GÜRSOY ile evlendim.Güzel yalıda Hamdi
Dalanların denize sıfır apartmanında kiracı ve yeni evli biri olarak taşındım.
1982
Sekiz katlı 21 daireli 6 dükkanlı bina ile Karşıyaka’daki iş merkezi
satıldı.Tamamlandı.teslim edildi.Hatay caddesi 303 nolu yerde arsa sahipleri ile görüşmeler
yapıyorum.
Pervin Para 1 daire 1 dükkan,bir kardeşine bir daire bir dükkan,bir kardeşine bir daire,İsmail
Erdölek e 4 daire bir dükkan,ortağına dört daire bir dükkan verdim.Arsanın ⅓ ünüde
belediyeden satın aldım.28 daire 10 dükkandan gerisi bana.
64
1983 Martta kısa dönem askerliğe gittim Haziranda döndüm.İnşaat evam ediyor.Bu arada
Alsancak ta Limana yakın bir yerde 5 katlı bir iş yeri yapımına da başladım.Sezai diye bir
eleman çalışıyordu büroda.Muz almaya gönderdim.Aldı,geldi.Dedi ki ‘Patron,muz alırken benim
de çoluk çocuğum var.Kendine de al demeliydin.’ Haklısın sezai dedim.Karşıyaka’dan bir büro
ve bol miktarda para verdim.Meğerse bu kişi ateist imiş.Bu olay üzerine namaza başladı.Bir
ayda Kur’an mealini okudum.Nerelerde yanlışlar yapıyorum kur’ana göre diye oto kontrol
yapıyorum.33 yanlış davranışımı not ettim.Yusuf suresini okurken,kendi hayatımdan kesitler
gördüm.Göz yaşlarıma hakim olamadım.
6 KASIM 1983 de hemşehrimiz ÖZAL başbakan oldu.Melih Gökçek, Celalettin
Sargın,Halil Şıvgın ANAP Teşkilat Başkanlığında konuşuyoruz.Halil Şıvgın bana dedi ki
‘İzmir’den ilçe belediye başkanı adayısın.’Melih Gökçek’e dedi ki Keçiören den Belediye
Başkan adayısın. Ben dedim. Büyükşehir olursa olur. Dedi ki Büyükşehir için Burhan
ÖZFATURA’ya söz verdik.İ
1984 Hatay caddesi 303 nolu bina ve Alsancak’taki iş merkezi bitti.Satıldı.Teslim edildi. Hatay
caddesi 313 teki arsa için sahipleri ile görüşmelerim sürüyor. İş bankası Eğe Bölge Müdürü
Cemalettin Hasdemir ile iş bankası hatay müdürü Ali Bey vasıtası ile görüşmeye gittik.Bana
dedi. Al o arsayı, alalım senden zemin katı. Okey.313 deki arsa sahiplerine ne istiyorlarsa
verdim.Arsanın ⅓ ü Büyükşehir Belediye Başkanlığının.Satın aldım.
1985 Hatay(İnönü)caddesi 313 nolu bina için arsa sahiplerine 11 daire, 25 metrekare başka bir
yerden dükkan verdim.Belediyenin hissesini de 10.800.000TL ye satın aldım. Bana kalan zemin
kat ve 10 daire.
1986 Hatay caddesi 313 deki binanın tamamı iş bankasına sattığım zemin katın parası ile
bitti..İş bankasını üzerinde 6.katta 1 daireyi eşime verdim.İkici katta bir daireyi anneme
verdim.Hatay caddesi 303 de bulunan bir dükkan kirası ile geçinecek ve ilim yapacaktım.Bir
daire,bir dükkan dışında tüm kazançlarımı dağıttım.İhtiyaçtan fazlasını ihtiyaç sahiplerine iş
kurmak için vermeliydim.Verdim
1987 On yıl önce(1977 yılında) yirmi yaşındaydım.Rabbime şöyle yalvarmıştım.
’’Rabbim ! Geçimimi sağlayacak imkanları 30 yaşıma kadar ver, 30 dan sonra ilim
yapayım’’Rabbim yardım etti”. Sözümü tutmalıydım.
İbrahim GÖK ziraat müh. DPT den ayrılıp izmire yerleşmiş.Beni İstanbul’a götürdü.Yaşar
Sartürk araplarla iş ortaklığı yapıyor.Yaşarla tanıştırdı.Bir başka gidişimde ofisine gittim.Dediler
ki şu saatte Lalelide şu lokantada olacak.Cep telefonu yok. O lokantaya gittim.Yanında iki kişi
var.Davet etti.Tanıştırdı.İstanbul il başkanı Tayyip Bey ve Süleymam el-raci. Dedim, Tayyip bey
sizi görmüşken bir soru sorayım.’’’Em tes-elühüm ecran fehüm min megramin müskalün’’’
Kalem suresi 46.ayeti,siz imam hatiplisiniz, bu ayet ne buyuruyor.’’’diye sordum.
Dedi ki sen söyle. Peki öyleyse dedim.Dedim ki ‘’Sen onlardan bir ücret mi istiyorsun da,
ceremesi altında eziliyorlar.’’Burdan çıkan hüküm; Tebliğde ücret istenmez.Parti işinde ise oy
isteniyor.Oy makamdır.Makam maaş dır.Bu nedenle parti işi tebliğ sayılmaz.Şöyle
söylemelisiniz. ‘’İstanbulun su işlerini,yol işlerini vb.işlerini daha iyi yapacağız.Oy istiyoruz’
65
diyebilir ve maaşınızı da alabilirsiniz.Hey gidi günler. Nerede o günkü Tayyip Bey.Ben otuz
yaşındayım.Tayyip Bey 33 yaşında. O günkü günlerimi, umutlarımı, sevgilerimi özlüyorum.
1987-2015 arasında AR-GE, ilim,irşat,tebliğ (ayetlerin iniş sırasına göre akıl,bilim,istişare ile
anlatılması ve uygulanması)işleri ile uğraştım.
1979-1987-1995 Bulgarya,Yugoslavya,Avusturya,Almanya seyahatlerim
1985 Tebriz,Tahran,Kum
1994 Avusturalya
1995 Medine,Mekke,Cidde
1995 2009 Nahcivan
2009 İsrail
2009 Bahreyn
2009 Bakü
2012 Kıbrıs
2013 Kudüs- Ramallah . Tüm yolculuk ve uğraşlar yararlı oldu.
Hakikatleri yerinde görmek lazım.
1987 yılı Türkiyesine bakın.2015 Türkiyesine bakın.28 yılda neler değişti neler.Benim gibi
binlerce insan hiç bir karşılık beklemeden ilim,irşat,tebliğ işleri ile uğraştı.Kur’an çevirisi
girmeyen ev kalmadı.Kur’an 4+4+4 görüşülürken MHP nin ara önergesi ve dört partiden de
vekillerin oyları ile seçmeli ders kitabı oldu.Elhamdülillah ülkemizde on binlerce, cihanda yüz
binlerce ilim öğrenen, bilim üreten insan mevcut.
1983 Aralık ayı Özal döneminde Teşkilat Başkanı Halil Şıvgın İzmir’de ilçe Belediye Başkan
adaylığı teklif etti. Siyasete girme imkanım vardı. Girmedim.
1988 de Erbakan çağırdı. Girmedim.
1999 da Hilmi Güler( Enerji Bakanı)‘Tayyip Beyle parti kuracağız, gel sende katıl’dedi.
Katılmadım.
İkiz kuleler, Terör eylemleri, Irak, Suriye, Gazze, Mısır, Libya vb. işlere çok üzüldüm. Bu
ülkelerde yaşayanların eline somut olarak ne geçti.Somut olarak bu insanların eline ne geçti.
Ben AR-GE ile uğraşırken acı olaylar devam etti.
Samimi olmalıyız. Geçimimizi sağlamak için para kazanmalıyız. Beşikten mezara kadar da ilim
öğrenmeli ve bilim üretmeliyiz.
Burhan EROL
CV
KN:30530101946
GSM: 0 542 214 83 66
email:[email protected]
DT:13/03/1957 Polat/Doğanşehir/Malatya/TÜRKİYE
Mezuniyetler;1- Malatya M.Necati İlkokulu 1968
2- Malatya Sümer Orta Okulu. 1971
3- İzmir Karataş Lisesi 1975
4- Ege.Üni.Mak.Fak.Mak.Uzmanlığı 1977
5- Ege.Üni.İnşaat Fakültesi.İnşaat Mühendisliği 1980
66
Mesleğim : Yap-Sat tarzı özel inşaat işleri + Araştırmacı Yazarlık + Genel Koordinatörlük.
Yaptığım işler:5-15 yaş arasında Malatya’da sokaklarda naneli şeker ,simit,şurup
satmak,ayakkabı boyamak,gazete,mecmua dağıtmak.15-20 yaş arasında İzmir de seyyar
satıcılık yapmak.Ve bu işleri yapıp aile bütçesine katkıda bulunurken okullara devam etmek.
1-1977 İzmir -Gümüldür-Öz dere de de villa.Proje+İnşaat
2-1978 İzmir -239 sokak 4 katlı apartman Proje+İnşaat
3-1979 İzmir -239 sokak 5 katlı apartman Proje+İnşaat
4-1980 İzmir -239 sokak 5 katlı apartman Proje +İnşaat
5-1981 İzmir-Karşıyaka çarşıda 5 katlı iş hanı Proje +İnşaat
6-1982 İzmir -Alsancak liman civarında 5 katlı apartman Proje +İnşaat
7-1983 İzmir -235 sokak 8 katlı apartman Proje +İnşaat
8-1984 İzmir -Hatay caddesi No:303 de 9 Katlı apartman Proje +İnşaat
9-1986 İzmir -Hatay No:313 de bodrum dahil 10 katlı apartman Proje +İnşaat
10-1988-1990 İstanbul Alibeyköy de ülker işçileri kooperatifine ait 8 Blok
200 konut işinin genel koordinatörlüğü.
11-1991- 2005 arasında Malatya ve İzmir de dershane işletmek.
13-1990-2015 İstanbul,Ankara,İzmir ve tüm yurtta ve yurt dışında tebliğ
çalışmaları
14-2006-2011 İstanbul Kıraçta Final Yayıncılık için arsanın alımından inşaatın
tamamlanmasına kadar Genel Koordinatörlük ve şantiye şefliği. İş Merkezi
arsa 10.350 metrekare.İnşaat 23.500 metrekare ,Yükseklik 35 metre.
15-1987-2015 EMAŞ: 10.000.000.000.000 Dolar veya evrensel lira kredili
isteyen herkesin ortak olabileceği anonim şirket için çalışmalar.
Konferanlarım
1-Cehalet.Yoksulluk,Düşmanlık Problemlerine Çözümler Konferansı ve El- Müddessir Suresi
Tebliği. Sabancı Kültür Merkezi.Malatya. 20 Ekim 1990.
2-Dünya Güvenlik ve İş birliği için Küresel Projeler.Atatürk K. Merkezi.İzmir.10 Ocak 2001
3-28 Haziran 2014-26 Eylül 2014 arasında Çay TV de ve You Tubede yayınlanan 8 program.
Kitaplarım:
1-Genel Metodoloji . 1990.Beş bin adet ücretsiz dağıtıldı.
2-Fıkıh Usulü .
1992.Beş bin adet ücretsiz dağıtıldı.
3-Dünya güvenlik ve iş birliği için küresel projeler.Beş bin adet ücretsiz dağıtıldı.2003.
Gazete İlanlarım:
1- 17 Kasım 1999 Yeni Şafak Gazetesi.11.tam sayfa AGİT sonuç bildirgesinde istifade
edilmesi ilan ve davet.
2- 25 Nisan 2007 Cumhuriyet Gazetesi. 14. sahife Sayın Milletvekillerine
11.Cumhurbaşkanlığı seçilecek kişiden istekler,beklentiler ilanı.
Devlete,Devletlere sunulan önerilerim:
67
1- 10/4/1992 tarih 2543 sayısında kayıtlı M.E.Bakanlığına sunulan Eğitim Sistemimizle ilgili
görüş ve teklifler.
2-12/02/2009 İsrail Başbakanı B.Netanyahuya gönderilen Yurtta Sulh Cihanda Sulh Projesi.
3-03.12.2011 USA Başkan Yardımcısı Joe Bidene verdiğim Dünya Birleşik Devletleri Projesi
4-10/06/2013 İsrail Başbakanlığına gönderilen Evrensel Medeniyet Bakanlığı Projesi.
5-Çeşitli Devlet Başkanlarına
kurulması önerileri.
e mail yoluyla iletilen Evrensel Medeniyet Bakanlıkları
6-TC Dış işleri bakanı iken
Ahmet Davutoğluna
arz ettiğim, İsrail Başbakanı
B.Netanyahuya gönderdiğim ingilizce Yurtta Sulh Cihanda Sulh uygulama projesi.
7-TC Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a arz ettiğim BM bildirgesine ek 5 madde
önerisi.
Medeni halim:Evli iki çocuk babası.Eşim Neslihan lise mezunu.Şamil lise mezunu.Selman
Üniversite mezunu.
Seyahatlerim:Bulgaristan,Yugoslavya,Avusturya,Almanya,İran,Singapur,Avusturalya,
S.Arabistan, Nahcivan, İsrail, Azerbaycan, Bahreyn
Bildiğim Diller: Türkçe , Orta düzey İngilizce, 40 Sure Arapça.
Dinim: Akıl ve Bilim(tabiat kanunları) ile çelişmeyen İslam.
1987-2015=28 senelik ilim öğrenme ve AR-GE ile ürettiğim projeler; burhan erol-Google + da
yayınlanıyor.Başlıkları kısaca şunlar;
1-Bireylerin zorunlu ihtiyaçlarının, bireylere meslek kazandırılarak karşılanması projesi.
2-İniş sırasına göre akıl ve bilim ışığında kelime meali projesi.
3-Okullarda akıl ve bilim ışığında Kur’an dersi projesi;http://mealler.org/YazarinTumMealleri.aspx?
4-Bilim üretim metotları projesi
5-Metodoloji,Fıkıh ve Hukuk Usulü telif kitaplarım.
6-Dünya Güvenlik ve iş birliği için BM bildirgesine + 5 madde ilave edilmesi projesi.
7-Ulusumuzun ortak ihtiyaçlarının karşılanması projesi.
8- Terörün/fitnenin yeryüzünden tamamen kaldırılması için; Yeni Dünya Düzeni projeleri.
Hepsi yazıya geçmiş olup,herkesin istifadesine açıktır.”
İLMİN ÖNEMİ !
İlim; gerçekleri, hakikat olanları yalanlardan, hayallerden ayırabilmek ve
doğrularla hareket edebilmektir. Aşağıda aktardığım yazılar ilmin öneminin
çok iyi anlatıyor.
68
ABD eski Savunma Bakanı Donald Rumsfeld de kısa bir süre önce piyasaya çıkan kitabında Irak'ın kitle
imha silahları programı olmadığını kabul etmişti.
ABD eski dışişleri bakanlarından Colin Powell, 22 Mayıs'ta piyasaya çıkacak olan kitabında Irak savaşı ile
ilgili ilginç iddialarda bulunuyor. Irak savaşının başlamadan önce bunun iyi bir fikir olup olmadığının
Beyaz Saray'da hiç tartışılmadığını ileri süren Powell, dönemin Başkanı George W. Bush'un konuyu milli
güvenlik danışmanı ile dahi görüşmediğini yazdı.
Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'nde 2003 yılının şubat ayında Irak'ta kitle imha silahları
olduğuna dair düzmece gizli servis istihbarat bilgilerini okuyan Powell, bu konuşması için aldatıldığını ve
kendisi için "çok kötü bir şöhret" olduğunu dile getirdi. Powell, daha önce de aynı olayı, "utanç dolu" diye
nitelemişti.
Kitabında Başkan Bush'un savaşın kaçınılmaz olduğunu düşündüğünü belirten Powell, "Başkan kafasına
koymuştu (Irak işgali), NSC (Milli Güvenlik Danışmanı) ile bile görüşmedi. Evet hem de hiç görüşmedi
savaşın iyi fikir olup olmadığını." diye yazdı.Irak savaşı öncesinde Milli Güvenlik Danışmanlığı'nı
Condoleezza Riceyapıyordu.
Powell'in 22 Mayıs'da çıkacak kitabının ismi; "Her şeye rağmen; Hayatım ve Liderliğim" (It Worked For Me:
In Life and Leadership). Powell kitabında, Irak'a yönelik güç kullanımından yana olmadığını ifade ediyor.
Powell dışında dönemin CIA (Merkezi Haber alma Teşkilatı) Başkanı George Tenet da 2007 yılında Irak
savaşı için; "Ben de yönetim de Irak'tan bize yönelik ciddi bir tehdit olmadığını biliyorduk." diye yazmıştı.
Tenet de yine Irak'ı işgal etmeyi kafaya koyan Bush'un bu konuda hiçbir zaman başka bir alternatif
arayışına girmediğini dile getirmişti
Bush yönetimi Irak'ı işgal edebilmek için bu ülke de kitle imha silahı bulunduğunu ileri sürmek ile
yetinmemiş devrik diktatör Saddam Hüseyin ile 11 Eylül saldırıları arasında da bağlantı olduğu yalanını
ileri sürmüştü.31 Aralık 2011 tarihinde Başkan Barak Obama tarafından sonlandırılan Irak savaşında
Amerika 4 bin 487 askerini kaybetti. Irak savaşı için 3 trilyon dolar harcayan Amerika, yine 100 binden
fazla Iraklının da ölümüne yol açtı. Pentagon Irak savaşında 32 bin 226 askerin yaralandığını teyit ederken
psikolojik destek gören ordu mensubunun sayısı ise bilinmiyor.
:ERDOGAN “Başımızın çaresine bakarız”
10/12/2002 02:00
A+ A-
69
ABD'nin ünlü think thank kuruluşu CSIS'te konuşan AKP lideri, "AB almazsa biz de başımızın çaresine
bakacağız" dedi.
AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, "AB almazsa biz de başımızın çaresine bakacağız.
Onurumuzla fazla oynanmasına tahammülümüz yok" dedi.
Erdoğan, ABD Başkanı George W. Bush ile görüşmek için geldiği Washington'da, Stratejik ve Uluslararası
Etütler Merkezi'nde (CSIS) bir konuşma yaptı. ABD ziyaretinin AB ülkeleri liderleriyle görüşmelerinin
hemen sonrasına rastladığını belirten Erdoğan, ABD'nin Türkiye'nin AB üyeliğine verdiği destekten
duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Türkiye'nin seçimlerden sonra siyasi istikrara kavuştuğunu anlatan
Erdoğan, Türk halkı ve kendisi için özellikle son 10 yılın 'sarp bir öğrenme eğrisi' olduğunu vurguladı.
Kişilik olarak manevi değerlerin faziletine inandığını kaydeden Erdoğan, şöyle konuştu:
"Fakat aynı zamanda çoğulculuk, çeşitlilik ve toleransın değerini takdir ediyorum. İnançlarımın bir gereği
olarak siyasi ideallerimi, demokrasi, özgürlük, hoşgörü, temel haklar, laiklik ve siyasi katılım olarak
belirliyorum ve biliyorum ki, hem teknolojik hem de demokratik değerler açısından dünyanın diğer
ülkeleriyle başa baş olmalıyız. Bu nedenle ABD'deki toplum ve siyaset algısına büyük bir önem veriyorum.
Çocuklarımın ABD'de okuması da bu yapıyı tanımaları açısından büyük bir fırsattır.
Siyasi görüşlerim ise sürekli bir gelişim içinde oldu. Elbette benden önce gelenlerden de içtenlikle
esinlendim. Atatürk yabancı istilası olan bir zamanda Türkiye'nin egemenliğini ve özgürlüğünü
garantiledi. Bu hiçbir zaman unutamayacağımız bir şeydir. Adnan Menderes de 1950'de özgür girişimci
toplum yapısını kurdu. Türkiye-ABD ilişkileri de bu dönemde ivme kazandı."
Erdoğan, hoşgörüye çok büyük önem verdiklerini ifade ederek, ilk söz verdikleri şeylerden birinin,
Hıristiyan kiliselerinin mülk haklarını garantilemek olduğunu hatırlattı. Türkiye ile ABD arasındaki uzun
geçmişi olan ilişkilerin önemli olmanın ötesinde, stratejik ortaklık temelinde geliştiğini kaydeden Erdoğan,
yeni Türk hükümetinin de ABD ile ilişkilere verdiği önemi programında teyit ettiğini dile getirdi.
11 Eylül saldırılarına da değinen Erdoğan, şekli ve tezahürü ne şekilde olursa olsun, terörizmin hiçbir
şekilde mazur gösterilemeyeceğini belirterek, "En temel insan hakkı olan yaşam hakkının ihlal edilmesine
karşı en etkin şekilde mücadele edilmelidir" dedi.
YENİ RÖNESANS PERSPEKTİFİ
Türkiye'nin yüzyıllardan bu yana tek tanrılı üç dinden değişik kültüre sahip insanların birarada barış
içinde yaşadıkları bir geçmişe sahip toplum olduğunu vurgulayan Erdoğan, hümanizm ve sufizmle
yoğrulmuş anlayışları sayesinde Türklerin baskı ve zulüm altındaki insanlara yardımcı olduğunu anlattı.
Erdoğan, şöyle devam etti:
70
"1492 yılında karanlık orta çağın dinsel baskısından kaçan Yahudi mültecilere sığınma hakkı sağlayan
Türkler, Balkanlardan Orta Doğu ve Afrika'ya kadar uzanan devletlerinde yüzyıllardan beri dünyanın en
ileri seviyedeki hoşgörüsünü yaşatmışlardır. Bu tarihsel geçmiş, Türk modelinin neden Türkiye'de
yeşerdiğini açıklasa da sonuç itibarıyla bu model, evrensel içeriktedir. Sadece Müslüman ve Hıristiyanlar
için değil, tüm dünya için geçerlidir. Bu model inanç dünyasını birey düzeyinde, devlet düzeyinde tüm
inançlara eşit yaklaşan demokratik, laik hukuk ve siyaset düzenidir.
Bu noktayı açıkça ortaya koymamı sağlamak üzere kendi partim hakkında çeşitli vesilelerle çeşitli
sorulara verdiğim cevabı yinelemek istiyorum. Partim hakkında Müslüman ve demokrat parti nitelemeleri
kullanılmaktadır. Bu nitelemeler Müslüman ve demokrat olmadığımız için değil, ikisinin iki farklı düzlemde
ele alınmasının gerekli olduğunu düşündüğümüz için doğru değildir.
Türkiye Müslüman kimliğiyle çağdaş değerler arasında bir senteze dayanan siyasi Magna Carta'sını daha
da ileri noktalara götürerek çağdaş değerler sisteminin aktif bir öznesi olmak istemekte ve böylece
dünyanın önüne herkesin ilham alabileceği yeni bir rönesans perspektifi koymaktadır. Ben çoğunluğunun
Müslüman olduğu bir ülkenin en çok oyu alan partisinin lideri olarak, seçimlerden sonra AB ülkelerini
ziyaretine çıkarak sadece AB üyeliğine kabul edilmeyi istemek için değil, tüm dünyayı yeni rönesansa
davet ettim."
KÜRESELLEŞMENİN MARKASI-
Türkiye'nin; Avrupa'nın siyasi, ekonomik ve askeri kurumlarıyla tam anlamıyla bütünleştiğinde, tüm
dünyaya doğuyla batının Hıristiyanlıkla İslamiyetin birbiriyle kucaklaşabileceğini ve barış içinde varlığını
sürdürebileceğini göstereceğini kaydeden Erdoğan, böylece barış, demokrasi, istikrar ve medeniyetlerin
buluşmasının küreselleşmenin markası haline geleceğini söyledi.
Konuşmasında AB'ye uyum yasalarından bahseden Erdoğan, bu yönde köklü ilerlemelerin kaydedildiğini
söyledi. Yargılanmanın yenilenmesi, yüksek öğrenim kurumlarındaki öğrencilerin aldıkları disiplin
cezalarının bütün sonuçlarıyla kaldırılmasını öngören düzenlemelerin bir paket haline getirildiğini
kaydeden Erdoğan, işkenceyle mücadele konusunda da ciddi gelişmelerin yaşandığını bildirdi.
Erdoğan, öncelikli hedeflerinin Türkiye'yi, AB içindeki en yüksek standartlar doğrultusunda bir
özgürlükler ülkesi haline getirmek olduğunu belirten Erdoğan, sıraladığı düzenlemelerle Türkiye'nin bazı
AB ülkelerinin standartlarının da ötesine geçtiğini ifade etti. Bu nedenle Kopenhag zirvesinde 2003 yılında
katılım müzakerelerine başlamak üzere tarih beklediğini anlatan Erdoğan, Türkiye'nin siyasi reform
alanında attığı adımların bu meyanda Meclis'e sunulan paketlerin Danimarka Başbakanı'na bildirildiğini
anımsattı.
"HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRARIZ"
AB'nin
özünde
Hıristiyanlığın
yattığını
savunan
görüşlere
yenik
düşülerek
Türkiye'ye
üyelik
müzakerelerine başlanılması yönünde tarih verilmemesinin sadece Türkiye'de değil, uluslararası camianın
gerçekleri gören tüm kesimlerinde bir hayal kırıklığı yaratacağını kaydetti.
71
Kopenhag'ta verilecek bir tarihin sonraki süreçte belirsizliği ortadan kaldıracağını anlatan Erdoğan,
"Türkiye'nin AB üyeliğinin geri dönülmez bir noktaya gelmesinin hem Türkiye'ye hem de AB'ye stratejik,
siyasi, ekonomik ve kültürel açılardan çok yönlü olumlu yansımaları olacaktır" diye konuştu.
KIBRIS SORUNU
Kıbrıs sorunu ve Kıbrıs konusuna bakış açısını da anlatan Erdoğan, Kıbrıs sorunun Kopenhag kriterlerinin
bir ön şartı olmadığını vurguladı. Siyasetin başını kuma gömerek sorunları sürüncemede bırakma taktiği
değil, sorun çözme sanatı olduğunu belirten Erdoğan, Kıbrıs konusunda da sorunu çözmekten,
müzakereden ve katkı yapmaktan yana olduklarını bildirdi. Erdoğan, şunları kaydetti:
"Kıbrıs konusunun çözümünü cidden istiyoruz. BM Genel Sekreteri'nin son planının gerekli tadilat
yapıldıktan sonra kalıcı ve adil bir çözüme yol açacağını düşünüyoruz. Bunun içinde öncelikle Kıbrıs'ta iki
egemen kurucu devlete dayanan bir ortaklık devleti çerçevesi öngörülmektedir. Kıbrıs Türk tarafını
müzakereler konusunda teşvik ediyoruz. Türk tarafının haklı talepleri, 28 Şubat'ta bitmesi öngörülen çetin
görüşmelerde asla gözardı edilmemesi gerekir. Bu tarihten önce de BM Genel Sekreteri'nin bir ön çerçeve
anlaşmasının imzalanmasını istemesi durumunda, bunun taraflarca kabul edilmesinin faydalı olacağı
görüşündeyiz. Bu bağlamda, Türk-Yunan ilişkileri iki tarafa ve iki tarafın da üyesi olduğu batı camiasına
zarar verecek şekilde stratejik husumet temeline değil, Başbakan Simitis'le anlaştığımız gibi, stratejik
anlaşma temeline oturacaktır."
12 Aralık'ta Kopenhag'ta bir tarih verilmesi halinde, bunun Kıbrıs konusundaki adımları da
hızlandıracağını anlatan Erdoğan, tarih verilmemesi durumunda, Kıbrıs konusunda ciddi sıkıntıların
belireceğini dile getirdi.
IRAK SORUNU
Irak konusuna da değinen Erdoğan, bu ülkenin en kısa zamanda uluslararası toplumla bütünleşmesini ve
bölgede huzur içinde yaşanmasını istediklerini kaydetti. Körfez Savaşı'nda en büyük zararı gören ülkelerin
başında Türkiye'nin geldiğini anlatan Erdoğan, "Bu nedenle Irak'ın istikrarsızlığa sürüklenmesine neden
olacak gelişmelere karşıyız" dedi.
ABD'nin Irak'a karşı tasavvurlarının daha iyi anlaşılması ve Türkiye'nin kaygılarının giderilmesi
bakımından Türkiye ve ABD'nin Irak konusunda sürekli bir diyalog içerisinde olması gerektiğini belirten
Erdoğan, Irak'ın toprak bütünlüğü, birliği ve bağımsızlığının korunmasına önem verdiklerini dile getirdi.
Irak'a yönelik operasyon söylentilerinin bile Türkiye'nin ekonomisi ve turizmi üzerinde olumsuz etkilere
neden olduğunu vurgulayan Erdoğan, ABD'nin Türkiye'ye dönük yardımlarını, sadece Irak ilgisi
dolayısıyla değil, stratejik ilişkilerin doğal bir gereği olarak yapması gerektiğini vurguladı.
Irak'ın kitle imha silahlarından arındırılmasının Türkiye'nin de içinde bulunduğu
bölge ve dünya barışı açısından elzem olduğunu vurgulayan Erdoğan, Saddam
yönetiminin uluslararası toplumun kararına uymaması durumunda gerekli
72
tepkinin gösterileceğini söyledi. Türkiye'nin tercihinin savaşın en son seçenek
olduğunu kaydeden Erdoğan, "Fakat Saddam yönetimi dünya barışı için tehdit
olan oluşumları himaye etmeye devam ederse, Türkiye son BM kararının
uygulanması için gerekli desteği verecektir" diye konuştu.
SORULAR VE YANITLAR
Erdoğan, Washington'da Stratejik ve Uluslararası Etütler Merkezi'nde (CSIS) yaptığı konuşmanın ardından
kendisine yöneltilen soruları yanıtladı. AKP lideri, AB ülkelerini ziyaretinde dürüstlük ve samimiyet zaafı
gördüğünü söyledi.
Halkın yüzde 80'inin AB'ye girmeye kararlı olduğu bir ortamda 'zeminin zedelendiğini' belirten Erdoğan
"40 yıldır Türkiye AB kapısında müracatta. 5 yıl, 10 yıl önce başvuruda bulunan ülkelerin kabulü söz
konusu. Türkiye'ye tarih verilmemesini ben samimi bulmuyorum. Bu çerçevede 12 Aralık neticesinden AB
ülkeleri sorumludur" diye konuştu.
Erdoğan, bir katılımcının "AB, Türkiye'ye tarih vermezse ne olacak" sorusuna ise "AB almazsa biz de
başımızın çaresine bakacağız. Onurumuzla fazla oynanmasına tahammülümüz yok" karşılığını verdi.
Erdoğan, İsrail'den kendisine davet geldiği takdirde bu ülkeyi ziyaret edip etmeyeceği yolundaki bir soru
üzerine, "Ona Başbakan karar verir. Ülkeyi ben idare etmiyorum" dedi.
Bir gazetecinin Irak konusunda AKP ile Türk Silahlı Kuvvetleri arasında görüş ayrılığı olup olmadığı
sorusuna karşılık olarak da Erdoğan, "Ben şu anda Genelkurmay'ın muhatabı değilim. Muhatap
Başbakan'dır. Herhangi bir ayrım söz konusu değil. Hükümetle parti düşüncesi arasında farklılığa fırsat
vermeyiz. İstişareyle politikalarımızı belirleriz" diye konuştu.
ÖZAL'A ÖVGÜ
Erdoğan, bir başka soru üzerine, 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ı çok takdir ettiğini belirterek, "Özal,
Türkiye'yi, Türk siyasetini dünyaya açtı. Hataları vardı ayrı mesele ama, ben bardağın dolu tarafına
bakıyorum. Kendisini rahmetle anıyorum. O yolu kendimiz için prensip edinmiş durumdayız" diye
konuştu.
WOLFOWITZ DE DİNLEDİ
73
Erdoğan'ın konuşması, dünya medyasının yoğun ilgisiyle karşılaşırken, yaklaşık 250 kişilik kalabalık bir
davetli topluluğu da
konferansı izledi. Öte yandan, Erdoğan'ı dinlemeye, ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz'in de
gelmesi dikkati çekti. Erdoğan ile Wolfowitz, konferans sonrasında bir süre sohbet etti.
ABD eski Savunma Bakanı Donald Rumsfeld de kısa bir süre önce piyasaya
çıkan kitabında Irak'ın kitle imha silahları programı olmadığını kabul etmişti.
Bakınız bir yalan (İLME AYKIRI SÖZLER) nelere mal oluyor.Sadece ABD nin zararı;
3 Trilyon Dolar, 4487 can kaybı,32.226 yaralı.Ağlayan anneler,babalar.Özel savaş
şirketlerinin kayıpları hariç. (Afğanistan zararı ise 1.2 Trilyon Dolar olmuştu.
Samimiyetle ilim öğrenmeye ve bilim üretmeye başlayalım mı ! ? . .
Türkiye
Cumhuriyetinde
itikat,ibadet,ahlak
seçiminde
vatandaşlar
hürdür.Kur’ana inanan da,inanmayan da devlet uygulamalarında eşit muamele görürler.
Kur’anda 114 sure/bölüm,’’6236 ayet/cümle var. İtikat,ibadet,ahlak
konulu ayetler ; “ önerilerimi kabul edin ” davetine ‘evet’ diyenler içindir.
Kur’an da insanoğlunun yaratılış gayesini, hayatın nihai anlamını açıkça ifade eden
pek çok ayet vardır. Bunlardan birisi bütün insanlığı birlikte ilğilendirir: “(Dünyayı) imar
etmeye memur kılarak yaşatan da O’dur.” (Hud, 61.) Bu ayet başta Ragıp elİsfahani olmak üzere pek çok bilgin tarafından müstakil eserlerde ele alınmış, bilhassa
Farabi ve İbn-i Haldun gibi filozoflara ilham kaynağı olmuştur.
İnsanoğluna dünya hayatında bahşedilen zaman dilimine “ömür” denilmiştir.
Ömür, imar ile aynı kökten gelir. İmar ile geçmeyen ömür, ömür değildir. İmar ile
geçmeyen ömür mamur olamaz. Resul-i Ekrem’e izafe edilen bir haber aktarımına göre ,
kıyamet gününde insanın sorğuya çekilmeden yerinden kımıldamayacağı hususların
başında, gençliğini nerede çürüttün, gelir. Kişiye “ömrünü nerede/ne yaparak geçirdin”
diye sorulacaktır.Bu haber aktarımı Tekasür suresi son ayeti ile uyumludur. “ Sonra
kesinlikle,(size verdiğim) bütün nimetlerden sorğuya çekileceksiniz.”Tekasür 8.
Farabi’nin “Erdemliler Şehri”/el-Medinetü’l-Fadıla’daki ifadesine göre her fert
mimardır. Dolayısıyla her ferdin imar etmek, mimar olmak, mamur etmek gibi bir
sorumluluğu herkesin çıkarınadır.
Ancak gönüller imar edilmeden, yürekler tamir edilmeden, beldeler, şehirler,
şehirler imar edilmeden de yeryüzü imar edilemez.
74
İbn Haldun’un “Umran” adını verdiği medeniyet tasavvuru, insanın ve kâinatın
birlikte imar edilmesini öngörür.
Ona göre insanlığın yeryüzünde bir umranı
gerçekleştirmek gibi bir sorumluluğu vardır.
İnsanlar; yeryüzünü talan etmek için
işçilerdir. Tıpkı işçi arılar gibi.
Ayet çevirilerine bakmak için;
değil, imar etmek için yaratılmış
İNİŞ SIRASIN GÖRE TÜRKÇE ÇEVİRİ–Pdf İndirebilirsiniz
“(Dünyayı) imar etmeye memur kılarak yaşatan da O’dur.” (Hud, 61.) ayetini ilk
hareket noktası alarak bir imar üniversitesi kurulabilir. Dünyanın, ülkenin tamamı için
imar planları hazırlanabilir. Kaynaklar daha verimli kullanılabilir.
İnsan hakları, insan-insan ilişkileri ve bilim ile ilgili ayetler için üniversitelere
görev verilebilir. Üniversiteler ayet+akıl+bilim ışığında, ayet+akıl+bilim ile çelişmeyen
uygulama projeleri yapabilir ve yasa taslakları hazırlayabilir. Parlementerler meclise sevk
edebilir.Mecliste kabul edilirse;resmi gazetede yayınlanıp uygulamaya geçilir.
Neticede Devlet; ortak işlerimizi yapmak için aramızdan
seçtiğimiz, atadıgımız yetki ve imkan verdiğimiz kişilerdir.
Ortak işlerimizi yerine getirmekle görevli devlet çalışanlarının
son 12 yılda yaptıkları uygulamaları bir gözden geçirelim.
24 Mayıs 2003 Vatan Gazetesi Sedat SERTOGLU ile Dış işleri Bakanı Abdullah GÜL
röportajında DIŞ POLİTİKA açıklanıyor. Irakta yaşananların bölgeye ders olması, halklarına
özgürlük vermeyen rejimlerin değişmesi gerektiğini, bu konuda ABD ile 9 maddelik anlaşma
yapıldığını anlatıyor.
4 yılda Suriye de katledilen insan sayısı 400.000.
Vatanından kaçan sayısı 4 milyon.
11 Eylül 2001 tarihinde ikiz kuleleri bombalama
planını kim yaptıysa, Rabbimiz azabını kat kat versin.
Yargıçlar da hesap sorsun.
Hile yapanın,yalan söyleyenin dinine kimse ilgi duymaz.”Üç yerde yalan söylenebilir, harp
hiledir vb.” rivayetleri uyduranlar kötü yollar açtılar. Azapları kat kat olsun.Din hakkında
Kur’an ayetleri ve ayetlerin akıl ve bilim çerçevesinde çelişkisiz uygulaması (sünnet)
dışında zihnimizde ne varsa silmeliyiz.
75
Al-i İmran Suresi 161.ayet meali “Bir peygamberin hile yapması
olacak şey değil.Çünkü kim hile yaparsa,herkesin yaptıklarının tam karşılığını alacağı
ve hiç kimseye haksızlık yapılmayacağı
Kıyamet Gününde
hilesi yüzüne
vurulacaktır”. Mürselat
Suresinde de
‘’Yazıklar olsun yalanlayanlara/yalan
söyleyenlere’’hitabı defalarca tekrar edilmektedir.
Kafasına silah dayanan kişinin ,kafasına dayanan silahtan
kurtulması için Allah’ı inkar etmesi , tehdit geçer geçmez Allaha imanını açıklaması
bilinen evrensel bir haktır.Buradan kıyas yapılarak hile ve yalanın önü açılamaz.
Hile ve yalan bumerang gibidir.En sonunda hile ve yalana direktif vereni vurur.
Zulüm; bumerang gibidir.En sonunda zulüm yapanı vurur. Sonu da sonsuz cehennem olur.
Sahabeler 12 yıllık eğitim ve öğretimin ardından ,saldırı için değil,
savunma için mecbur kaldıkları savaşlar sonucunda, 10 yılda Yemenden Sina’ya kadar
yarımadada güvenliği ve adaleti sağladılar. Kur’anı bilen, bilim ve akıl ile hareket eden bir
kaç bin adam krallara, komutanlara, valilere, eşkiyalara, teröristlere öyle şeyler söylediler k i
ya ıslah oldular ya da iradeleri çözüldü teslim oldular. Hicretten itibaren on yıl içinde savaşan
tüm taraflardan ölenlerin sayısı bini geçmedi.Sonraki 12 yılda da insan hakları, güvenlik ve
adalet; Cebel-tarıktan Çin steplerine ulaştı.
Dünya ve ahirette kurtuluş için hüsnü-niyet ve bir şeyler peşinde koşmak
yetmiyor. Zihni hurafelerden, efsanelerden, uydurmalardan,yalanlardan temizlemek
gerekiyor. Bu durum 1300 yıllık bir problem. Problemlerin anası bu.Tıpkı Gazi Mustafa Kemal
Atatürk’e atılan iftiralar gibi. Hz.Muhammed Mustafa’ya ve
Allah’a atılan iftiralarla,
istismarlarla, yalanlarla, hurafelerle oluşmuş İNANÇLAR, problemler hayatımızı mutsuz
kılıyor. Bizi (İNSANLARI) birbirimize düşürüyor.
İnsan; zihnindeki doğru kabul ettiği fikirlere göre hareket eden
bir varlık.Fikirler yanlış olunca davranışlar da yanlış oluyor.
İnsanlar
kendilerini
değiştirmedikçe
Allah
onların
durumlarını
değiştirmeyeceğini Rad suresi / bölümü, 11. ayetinde/cümlesinde söylüyor. İnsanlar kendi
özgür kararları ile, hiç bir baskı altında olmaksızın iyiye, doğruya, güzele, faydalıya
değişinceye kadar hiç kimseden bir şey almadan, istemeden, beklemeden surelerin iniş
sırasına göre akıl ve bilim ışığında aydınlanma/aydınlatma çalışmalarına herkes devam
edebilir.
Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar, Kamu çalışanları resmi
mesai saatlerinde vatanımızın, milletimizin/ ulusumuzun / vatandaşlarımızın / insanların
ortak ihtiyaçlarını karşılamak için uğraşırlar. Devlet 3 milyon 215 personeli, on milyon
emeklisi, yeryüzündeki tüm gönüllü insanlar ile devlet siyasetini yürütmeye çalışır.
Özetle son 13 yılın artıları şunlar;
1- : Ülkemizin maddi ve teknik kalkınması.
2- :Seçmeli Kur’an dersi.
76
3- : Parelel yapıların tasfiyesi çalışmaları.
Özetle son 13 yılın eksileri şunlar;
1- :Parelel yapılarda hurafeler devam ediyor.
2- :Dış politikada sonuçlar alınamıyor.
3- :Borçlar toplamda artıyor.
IMF ye 24 milyar dolar borç ödendi. Doğru. Peki borçlar konusunda hakikat ne ?
Merkez Bankası 2015 te 167 Milyar Dolar Dış borç ödemesi var diyor.
Sayı: 2014/191 20 KASIM 201431.10.2014 Tarihi İtibarıyla Merkezi Yönetim Brüt Borç
Stokuna İlişkin Basın Duyurusu: Merkezi yönetim brüt borç stoku 31.10.2014 tarihi itibarıyla
599,7 milyar TL olarak gerçekleşmiştir.Borç stokunun 411,1 milyar TL tutarındaki kısmı Türk
Lirası cinsi, 188,6 milyar TL tutarındaki kısmı döviz cinsi borçlardan oluşmaktadır.
2002 bütçesinden faize 51,9 milyar lira kaynak ayrılırken, bugün de aynı kaynak ayrılıyor.Faizler
yüzde 60-65’lerden yüzde 7-8’lere düştü. Lakin ödenen faizde bir azalma olmuyor.
2003'te faize 58.6 milyar TL, 2004'te 56.5 milyar TL, 2005'te 45.7 milyar TL, 2006'da 45.9 milyar TL,
2007'de 48.7 milyar TL, 2008'de 50.6 milyar TL, 2009'da 53.2 milyar TL, 2010'da 49.6 milyar TL,
2011'de 47.5 milyar TL ödendi. 2012 yılında 350.9 milyar liralık bütçeden faize ayrılan pay 50.3 milyar
TL'ye ulaştı. 2013 yılında bu rakam 53 milyar TL'ye çıkarken, 2014 yılına geldiğinde bütçeden faize
ayrılan pay 52 milyar lira oldu.
2015 yılı bütçesinde ise faize tahsis edilen miktar 54 milyar TL...
Kısaca Hazine, 2003 yılından 2014 sonuna kadar 611.6 milyar lira nakit faiz ödemesi gerçekleştirdi.
2015 dahil edildiğinde rakam 665.6 milyar liraya yükselecek.
Bunun anlamı şu; demek ki toplamda devletimizin(vatandaşlarımızın ortak) borçları artıyor !
Niçin çalışmalıyız?
Neden çalışıyoruz ? Acıkınca yemek, üşüyünce ısınmak, yorulunca uyumak , barınak
edinmek, evlenmek, kimseye zarar vermeden ihtiyaçlarımızı sağlamak ve ÖLÜM SONRASI
sonsuz mutluluklar içinde yaşayabilmek için değil mi? Öldüğümüzde ayrılıp gittiğimiz şeyler,
aşırı çıkarlar,makamlar,eğlenceler,şöhretler,şehvetler,topraklar,insanlar için mi !?.
İnsanlara sonsuz mutluluklar içinde yaşayabilme çıkarını verebilecek tek evrensel süper güç
kainatın sahibi Yüce Rabbimizi çoğumuz kabul ediyoruz. Allah’ın kendisi için çalışanların
ücretini mutlaka vereceğine çoğumuz inanıyoruz.
Peki Allah için çalışmak ne demek ?
77
Allahın her hangi bir şeye ihtiyacı olmaz. DÜNYA ONUN, İNSANLAR ONUN.
1-Onun(Allahın)Dünyasını imar edersek Allah razı olur. Allah için çalışmış oluruz.
2-Onun(Allahın)yarattığı insanlarız hepimiz.Kendimiz,ailemiz,kavmimiz,milletimiz,insanların
tamamının yararı/çıkarı için çalışırsak Allah için çalışmış oluruz. İnsanların tamamının yararı
için:Örneğin israil dahil, filistin dahil,ermenistan dahil,çin dahil, amerika dahil, türkiye dahil
vb.tüm insanlar dahil. Tüm insanların yararı için,kimseye zarar vermeden.
20.yüzyılın zenginleri Rockefeller , Rothschild ,Koç, vb. aile fertleri Birleşmiş Milletler
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine eklenmek üzere +5 maddeyi (Herkese iş,herkese
güvenlik, herkese adalet, küresel yollar,evrensel para ve seçilenlerin insanların ortak işlerine
hizmetçilik yapmaları) kabul ederlerse açık toplum, serbest piyasa, evrensel medeniyet,
Dünya Birleşik Devletlerine daha kolay ulaşabiliriz.
Yarışanlar eni gökler ve yerler kadar olan cennetler için yarışsınlar.Ölümümüzden sonra ‘bir
kaç gün uyumuşuz’gibi geçecek olan kabir hayatımızdan sonra gelecek yeni/sonsuz
hayatımız da ; Yüce Rabbimizin Başkan olduğu Yüce Divan da (Yüce Mahkeme de)
yargılanmak üzere, herkese af, bağışlanma, helalleşme ve sonsuz mutluluklar diliyorum.
2016 küresel helalleşme yılı olsun. Dostumuz Allah, düşmanımız
iblis* olsun
*İblis:Hem gerçek bir varlık, hem insan beyninin bir fonksiyonu na verilen ad.Beyindeki
başkalarına zarar verici düşünceleri üreten merkez.İnsanlar insanlara değil iblise düşman
olsun.İnsanlar insanlara değil Allah’a bağlı olabilir. Her insan kendi beyninde ki
başkalarına zarar verici düşünceleri düşman bilsin .Her insan kendi düşüncelerini
iyileştirmekte doktor olsun.Ben nerede yanlış yapıyorum diye, hatalarını düşünsün, sorsun,
öğrensin.06.01.2015 tarihinde Al-i imran 169-172 tefsiri soru-cevap bölümünde
Prof.A.BAYINDIR, İbisin de ölmeden evvel “tevbe etmek” hakkı bulunduğunu ifade ediyor.
Nasıl çalışmalıyız?
Birleşmiş Milletler iNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİNE ek olarak önerdiğimiz;
+5 maddenin (Herkese iş,herkese güvenlik, herkese adalet, küresel yollar,evrensel para ve
seçilenlerin insanların ortak işlerine hizmetçilik yapmaları) Dünyanın her tarafında bilinmesi ve
uygulanması için; bir insanın bir yıl içinde on insana anlatması yöntemi ile inşallah 01 Ocak
2024 tarihinde bu fikirler herkese ulaşmış olabilir .Temel koşul: herkes her yıl 10 insana anlatacak.
Bunun için para da gerekmez.Dil yeter,nezaket yeter.
2016---10 insan BU FİKİRLERİ ANLATMAYA BAŞLARSA;
2017---100 insan
2018---1000 insan
2019---10.000 insan
78
2020---100.000 insan
2021---1.000.000 insan
2022---10.000.000 insan
2023---100.000.000 insan
2024---1.000.000.000 insan
2025---10.000.000.000 insana
ANLATILMIŞ OLUR.
Muhtemelen tüm insanların benimsemesi ile ; BM üye devletler tarafından kabul edilmiş,imzalanmış
30 madde ile teklif ettiğimiz + 5 madde tüm yeryüzünde
uygulanabilir.Kültürel,ekonomik,siyasi,askeri başarılar böylece elde edilebilir.
Fikir doğruysa, insan doğru olmak isterse, hemen işe başlanabilir. İNSANLARIN ZAFERİ YAKINDIR.
Gizliyi,açığı bilen Alemlerin Rabbinin evrendeki sistemi gereği, eğer ben yanlış yapıyorsam,Rabbimizin
koruma kalkanı kalkabilir ve zarara uğrayanlardan olurum.Ve ayrıca büyük günün azabından da
korkarım.Sizler de, hepimiz,tüm insanlar korkmalıyız.Gelin tüm insanlar kardeşçe yaşayalım.Hep
birlikte sonsuz cennetlerde gülelim oynayalım.
Kimse kimseyi kurtaramaz. Direk Allaha bağlı olursak; Allah kurtaracaktır. Hangi
kavimden olursak olalım ; Allah kendisine direkt bağlı olanları cennette bir
araya getirecektir. Sırtlarımızdaki yükler sonsuza değin kalkacaktır.
Kimle çalışmalıyız?
Her insan on kişilik bir liste yaparak konsey oluşturmak için harekete başlayabilir.
Konsey için teklif sunulacak on insan ile ilgili bir örnek verelim.
1- Cumhurbaşkanı.
2- Mustafa YILDIZ. e.müfettiş.
3- Hilmi ÖZKÖK. e.orgeneral.
4- Altan Tan .Parlementer.
79
5- Burhan EROL.Uygulamacı Fakih.
6- Abidin ÜNAL : İzmir Karataş da 1976 yılında deniz kenarında ayni evde kaldık. İzmir çiğlide
pilotluk eğitimi alıyordu. 40 yıl sonra Hava Kuvvetleri Komutanımız oldu.
7- Koç ailesi : 2006 Koç iftarında Mustafa Koç’a meal hediye ettim.Ertesi sene aile iftarında
okuyup, okumadığını sordum.Aileye dağıtmak için izin istedim.Dağıttım.Hep ücretsiz. 2014
ve 07/07/2015 personel iftarında İkra+Fatiha+Maun sureleri çerçevesinde konuşma yaptım.
Ve inşallah Rockefeller ve Rosctchild aile fertleri ile randevu almamda Koç ailesi yardımcı
olursa görüşme planlıyorum.
3 Kasım 2014 tarihinde Rahmi Koç’a Kur’an Çevirisi hediye ettim. Çeviride akla ve bilime aykırı
bir ifadeye rastlarsa bana iletmesini rica ettim.
Koç holding de 80.000 kişi çalışıyor.İnşallah 180.000 kişi çalışsın.
8- Rockefeller ailesi:Birleşmiş Milletler iNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİNE ek
olarak
önerdiğimiz +5 maddeyi(Herkese iş,herkese güvenlik, herkese adalet, küresel
yollar,evrensel para ve seçilenlerin insanların ortak işlerine hizmetçilik yapmaları)anlatmak ve
kabul ederlerse küresel konsey üyeliği teklif etmeyi düşünüyorum.
Dünya 7.310.794.392 3 Kasım 2015 100.00%
worldometers dünya nüfusu sayacı
8 milyara yakın insanlar düşünmeli. Bu ailenin yediği, içtiği, giyindiği ortalama insan
ihtiyaçları kadar sınırlı. Ellerinde bulunan aile serveti ne işe yarıyor. İşsizlere iş ve madenler
kullanıma alınıyor.Herkese insan merkezli iş versinler.Tüm yeryüzünde boş ve sahipsiz yerlerin
%50 sini bu aileye verelim.18 yaşına gelen ve çalışmak isteyen her gence, insan gibi
yaşayabileceği ücretle iş vermeleri şartıyla.
9- Rostchidler ailesi::Birleşmiş Milletler iNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİNE ek
olarak
önerdiğimiz +5 maddeyi(Herkese iş,herkese güvenlik, herkese adalet, küresel
yollar,evrensel para ve seçilenlerin insanların ortak işlerine hizmetçilik yapmaları)anlatmak ve
kabul ederlerse küresel konsey üyeliği teklif etmeyi düşünüyorum.
Dünya 7.310.794.392 3 Kasım 2015 100.00%
worldometers dünya nüfusu sayacı
Bu ailenin yediği, içtiği, giyindiği ortalama insan ihtiyaçları kadar sınırlı. Ellerinde bulunan aile
serveti ne işe yarıyor. İşsizlere iş ve madenler kullanıma alınıyor.Herkese insan merkezli iş
versinler. Tüm yeryüzünde boş ve sahipsiz yerlerin %50 sini de bu aileye verelim.18 yaşına
gelen ve çalışmak isteyen her gence, insan gibi yaşayabileceği ücretle iş vermeleri şartıyla.
80
Konseye ihtiyaç var. 10 kişi konseyde tartışacak. Sonunda oy birliği ile kararlar
alınacak. Hem kendileri mutlu, mesut, bahtiyar olabilir, hemde 8 milyar insan
mutlu, mesut, bahtiyar olabilir.
USA merkez bankası
bilmiyoruz’’demiştir.
eski
başkanı
Ben
Bernanke
‘’Sorunları
biliyoruz,
çözümlerini
1 Ocak 2016 da çözümler için start alıyoruz, inşallah. Biraz sabır. Normal şartlarda 10 yıl, azami
18 yılda inşallah tüm cihanda iş, güvenlik, adalet, küresel yollar, evrensel para, seçilenlerin
insanların ortak işlerine hizmetçilik yapması garantili yerel ve küresel sistemi oluşturmak
herkesin çıkarına.
10- Prof.Abdülaziz BAYINDIR:
Ek 8 de bulunan Diyalog Protokolü Sayın BAYINDIR’ı anlatmaya yeter.
Din+Akıl+Bilim çelişmezliğini savunuyor.
Herkes 10 kişi ile birlik oluşturarak kendi konseyini kurmaya başlayabilir.
On kişilik ailede seçilen biri doğal olarak konsey başkanı veya sivil onbaşı sayılır.On onbaşı bir
araya gelip bir başkan seçerse ,seçtikleri kişi sivil yüzbaşı olur.On yüzbaşı bir araya gelip bir
başkan seçerlerse,seçtikleri kişi sivil binbaşı olur.On binbaşı bir araya gelip bir başkan
seçerlerse, seçtikleri kişi sivil on binbaşı olur.On on bin başı bir araya gelip bir başkan
seçerlerse, seçtikleri kişi sivil yüz bin başı olur.On yüz bin başı bir araya gelip bir başkan
seçerlerse, seçtikleri kişi sivil milyon başı olur.On milyon başı bir araya gelip bir başkan
seçerlerse, seçtikleri kişi sivil on milyon başı olur.On on milyon başı bir araya gelip bir başkan
seçerlerse, seçtikleri kişi sivil yüz milyon başı olur.On yüz milyon başı bir araya gelip bir
başkan seçerlerse, seçtikleri kişi sivil milyar başı olur. Milyar başılardan onu bir araya gelip
bir başkan seçerlerse, seçtikleri kişi sivil
Dünya 7.310.794.392 3 Kasım 2015 100.00%
worldometers dünya nüfusu sayacı
( 7.310.794.392 ) milyar başı /ortak işler hizmetçisi /Genel Hizmetçi seçilmiş olur.
Doğal olan seçme ve seçilme (Demokrasi+Laiklik) sistemi budur.
Tüm insanlar sivil ve silahsız bir ordu gibi, adrese dayanan seçme-seçilme sistemine geçebilir.
Babadan oğula geçen padişahlık sistemi kardeş katliamlarını getirmiştir. Başkalarının zararı üzerine
birilerinin yararı kurulamaz.
2015 Dünyasında “GÜÇ” ilk konsey için isimleri geçen özel ve tüzel kişilerin elinde.
81
Ancak 3. Dünya savaşı çıkarsa hiç birinin elinde kalmayabilir.
İnsan doğmuş olmak yeterlidir. Bu sisteme katılmak için başka hiç bir şart aranmaz.
İnşallah 19 Mayıs 2019 pazar günü her köyde, her ilçede, her ilde, yurt
dışında ve yurt içinde ayni gün mitingler yapılmalı. Her on kişinin başına bir onbaşı seçilmesi
yoluyla insanlar sivil, silahsız ordu gibi teşkilatlanarak TSK ve güvenlik birimlerinin koruma
ve kollamasında Ankara’ya doğru yürüyüşe geçmeli. 24 Mayıs 2019 cuma günü 81 ilden
gelenler önceden belirlenecek 81 camide cuma namazı kılmalı. Gece cami de kalınmalı.
25.05.2019 Cumartesi günü Büyük Ankara Mitingi yapılmalı. Tüm konseyler bu mitinge
katılmalı.
Mitingde ‘’Dünyadaki tüm çocuklar altı
yaşından on sekiz yaşına
kadar okuma,yazma,ana ve ortak dil,temizlik,sağlık,geçimini sağlayabileceği mesleki
eğitim ve öğretime alınmalı.Son bir yılı staj olarak ordunun ihtiyaçlarında
çalışılıp,askerliğe sayılmalı. On yedi yaş sonunda meslek diplomaları verilmeli.İşe
yerleştirmeli.İsteyen evlenmeli, çiftlere 1+1 konut ücretsiz verilmeli. İsterlerse hem
çalışmalı, hem de bilim üretmeye devam etmeli. Herkese güvenlik, herkese adalet,
küresel yollar, Dünya Merkez Bankaları Birliğince basılan küresel kağıt para,
insanlara başkanlık değil insanların ortak işlerine hizmetçilik, doğru sözlülük,
öngörülebilirlik, şeffaflık, söze, anlaşmaya sadakat’’ fikirleri tüm insanlara kitle
iletişim araçları ile ilan edilmelidir.
İnşallah;
2016 küresel helalleşme yılı olsun. Dostumuz Allah, düşmanımız iblis *olsun.
2023 Türkiye Birleşik Devletleri bayramı olsun.
2033 Dünya Birleşik Devletleri bayramı olsun.
*İblis:Hem gerçek bir varlık, hem insan beyninin bir fonksiyonu na verilen ad.Beyindeki
başkalarına zarar verici düşünceleri üreten merkez.İnsanlar insanlara değil iblise düşman
olsun.İnsanlar insanlara değil Allah’a bağlı olabilir. Her insan kendi beyninde ki
başkalarına zarar verici düşünceleri düşman bilsin .Her insan kendi düşüncelerini
iyileştirmekte doktor olsun.Ben nerede yanlış yapıyorum diye, hatalarını düşünsün, sorsun,
öğrensin. 06.01.2015 tarihinde Al-i imran 169-172 tefsiri soru-cevap bölümünde
Prof.A.BAYINDIR, İbisin de ölmeden evvel “tevbe etmek” hakkı bulunduğunu ifade ediyor.
Stratejik
siyaset;
Stratejik siyaset; bir kitap değil. Stratejik siyaset; doğru ilmi güçlerin , haklı
ekonomik güçlerin, adil siyasi güçlerin, merhametli askeri güçlerin, ileri tarihteki bir
hedefe, bir plan doğrultusunda birbirinin etkisini artıracak şekilde sevk
edilmesidir.
82
STRATEJİK SİYASET PLANI: (İnşallah 2016-2034)
Her gün iniş sırasına göre sureleri öğrenmeye,yaşamaya,anlatmaya devam
2016 Herkese İş, Güvenlik, İnsan Hakları Kanun tekliflerini TBMM’ne sunmak.Bu kanunlar
çıkarsa, çıktığı tarihten önceki tüm suçlar af edilmiş olacak.
2016 EMAŞ+ Onarlı iş, güvenlik ve adalet sistemi ile EMP çalışmaları,
2017 EMAŞ+ Onarlı iş, güvenlik ve adalet sistemi ile EMP çalışmaları,
2018 EMAŞ+ Onarlı iş, güvenlik ve adalet sistemi ile EMP çalışmaları,
2019 On dokuz Mayısta her köyde, her ilçede, her ilde miting yapılabilir.Böyle
kapsamlı bir mitingin yapılabilmesi halk devrimi niteliği taşır. 28/08/2019 dan itibaren
Sayın R.T.ERDOĞAN’a yeni görev Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği
olabilir.Cihandaki tüm parelel yapıların ıslahına çalışabilir.
Burhan EROL genel başkanlığında EMP iktidara gelebilir.
2021 Devletimizin tüm borçlarını ödemek.Ödeyemezsek iktidarı muhalefete
bırakmak.
2023Türkiye Cumhuriyeti Birleşik Devletlerinin ilanı.Türkiye Cumhuriyeti tarafından
Dünya Birleşik Devletleri kuruluş çağrısı.
2033 Türkiye Cumhuriyetinin önderliğinde Dünya Birleşik Devletlerinin kuruluşu.
2034 Türkiye Cumhuriyetinin YURTTA SULH CİHANDA SULH hedefine ulaşması
Herkese Sonsuz Mutluluklar !
Çocuklarımız; iş, güvenlik,insan hakları, küresel yol, evrensel
para, seçilenlerin insanların ortak işlerine hizmetçilik yapması garantili olan bir Dünya
da yaşasınlar. Çocuklarımız için çalışmaya değmez mi ? Çocuklarımız; Rabbimizin
hediyeleridir.Onlar için çalışmak Rabbimiz için çalışmak demektir. Karşılığı hem
dünyada hem ahirette.Dünyada karşılığını görmeden ölenlere yalnız ahirette.Cenet
hepimize yetecek kadar geniş.Yarış başlıyor. Start 1 Ocak 2016.
83
Kainatın imparatoru Rabbimiz hepimizi muhakeme edecek. Adaletle hüküm
verecek. Büyük günün azabından korkalım. Rabbimize isyan edersek, bizleri
(insanları) sonsuz azaptan kim kurtaracak !. Herkese sonsuz mutluluklar …
Geniş bilgi için bu linkleri tıklayabilirsiniz ;
İNİŞ SIRASINA GÖRE KUR’AN MEALİ (TÜRKÇE ÇEVİRİ – Pdf
İndir)
Bizim en büyük sıkıntımız aslında okullarda. Benim eğer bir yetkim olsaydı,
bütün tarih kitaplarını yakarım ve iki şey yaparım. Birincisi, yeniden bir tarih
yazarım ve ikinci iş olarak Kur’an-ı Kerim’i duvardan indiririm. Okullarda ilmi
öğretirim, Kur’an’ı duvardan indirerek öğrencilere öğretirim. Kur’an olduktan
sonra başka bir şeye gerek kalmaz. Hiçbir hacıya, hocaya ihtiyaç kalmadan
okullarda satır satır Kur’an’ı öğretirim. Kur’an-ı Kerim duvara asılan değil,
başucu kitabı olmalıdır. Bakın bir kitap yazdım Türkiye’de basılamıyor. Orada
da bunları belirttim.(Kaynak:İnternet;TSK’dan bir general)
HUKUK USULÜ ve SÜNNET (Pdf İndir) Peygamberimizin Hayatı:
Resmi Gazete 11 Nisan 2012 Sayı 28261 Kanun No.6287
Kabul Tarihi:30/03/2012 MADDE 9 ile bu öneri kanunlaşmıştır.
Tüm vatandaşlarımız bu kanunun gereğine yardımcı olabilirler.
http://www.suleymaniyevakfi.org
Yaşamın kılavuzu Kur’an ile İslamiyetin detaylarının tek tek açığa çıkarıldığı programlardan
bir tanesi; perşembe akşamları saat 22:00’da Karadeniz TV ekranlarında..
Bölümleri kaçıranlar ve tekrar izlemek isteyenler için tekrarı:
Pazar 17.00 Karadeniz Tv
NÜZUL SIRASINA GÖRE SESLENDİRİLMİŞ NECM NECM KUR’AN MEALİ (m4b)AUDIO BOOK
NÜZUL SIRASINA GÖRE SESLENDİRİLMİŞ NECM NECM KUR’AN MEALİ (mp3)
TEBYİN-UL KUR’AN (WORD)
MEAL (WORD)
QUR’AN IN ENGLISH
PRESENTATION OF ISLAM AND QURAN
84
UYARI !!!
Birbirinin ayni olan beşyüz milyondan fazla Arapça Kur’an var oldugu hesaplanıyor.
Keza arapça Kur’an basımı pek çok devletin denetimi altında.
İçinde hata bulunmayan Kur’an bu kitaplar. Orijinal arapça Kur’an.
Bunun ( Orijinal Arapça Kur’an ) dışında kalan tüm kitaplarda hata vardır.
Hatalara karşı uyanık olmamız için;
1-Akıl ile sağlamasını yapabiliriz.
2-Kainattaki, tabiattaki, doğadaki
sağlamasını yapabiliriz.
varlıklar ve olayların hakikatini araştıran bilim ile
3-Çevirilerin, meallerin, tefsirlerin
a- kendi içinde çelişmezliğini
b- akıl ile çelişmezliğini
c- bilim ile çelişmezliğini kontrol edebiliriz.
Bu uyarı herkesin çıkarına olabilir !!!
Bu uyarı arapçayı en iyi bilen için de geçerlidir.
Bir arap veya arapçayı en iyi bilen bir insan bir ayeti okudugunda zihnin de oluşan anlam;
1- Diğer ayetlere zıt olmamalı, çelikiye düşmemelidir.
2- Kainattaki, tabiattaki, doğadaki varlıklar ve olayların hakikatini araştıran bilim ile uyumlu
olmalıdır.
3- Aklına,mantığına,vicdanına ters düşmemelidir.
CİHANDA SULH İÇİN
YENİ DÜNYA KURUMLARI
( 7 KURUM OLUŞMALI )
Baskı tarihi: 19 Mayıs 2009
85
KURUM 1- Evrensel Medeniyet Partileri
TBMM kütüphane yayınları internette yayınlanıyor.
İNSANLARIN ORTAK İHTİYAÇLARININ KARŞILANMASI. 24 AY LIK program;
1. AY - Süt Anneleri Havuzunun oluşturulması:
Zeka gelişimi, bağışıklık sistemi vb. pek çok yarar içeren anne sütüne, doğan her çocuğun iki yıl
ihtiyacı vardır. Annesinin sütü kesilmiş veya yeterli olmayan çocuklar için süt annesi bulunur. Süt
annelere ortak bütçeden maaş ödenir.
2. AY - Atatürkün başlattığı projenin tamamlanması:
Kur'anın Türkçe'ye tercümesi Atatürk'ün talimatı, Meclisin kararı ile gerçekleştirilmiştir.Akıl ve Bilim
ışığında tercüme edilmiş mekki sureler üniversite öncesi tüm okullarda ders kitabı yapılır. Medeni
sureler üniversitelerde ders kitabı seçilir. Surelerin ini sırasına göre orijinal ve anlamı öğrenilir. Kur'an
insanın kendisine, başkalarına, çevreye, devlete, vatana zarar vermesini emir etmez. Kur'ânın hiç bir
ayeti başkalarına zarar verici söz ve eylemleri emir ediyor tarzında yorumlanamaz.
3.AY - Tüm üniversite mezunlarına imamlık-hatiplik imkanı;
‘’Medeni sureler tüm üniversitelerde ders kitabı seçilir. Surelerin iniş sırasına göre orijinal ve anlamı
öğrenilir’’ kanunu gereği, ilk mezunlar verilince tüm üniversite mezunları cami görevlisi
seçilebilir.Örneğin bir kişi hem doktorluk, hem imamlık yapabilir.
4. AY - Ne yapmalı?
Ne yapmalı diye soran herkese şu tavsiye edilir. "Çalış, üret, kazan, ihtiyaçlarından fazlası nı ihtiyaç
sahiplerine ver. Hayatın tadını bu davranışınla yaşadığını göreceksin." Başbakan "Ulusa Sesleniş"
Programlarında bu konu üzerinde teşvik ve tavsiyelerini sunar.
5. AY - Ulusal Denetleme ve Yardımlaşma Kurumunun kurulması:
86
İlgisizlik, açlık, barınaksızlık, elbisesizlik, kirlilik, tüm acılı haller bu kurum tarafından izlenir. Emekli
vatandaşlara bu kurumda iş sağlanır. Yurt içinde ve Yurt dışındaki tüm vatandaşlar onlu sisteme göre
sivil, silahsız ordu gibi organize edilir. Her onlu sistemin başkanı her akşam 20:00'de Vukuat Tekmili
sunar. Bu tekmiller alına alına 22:00'de tamamlanır. Başbakana bilgi verilir. Başbakan bu bilgilerden
sonra istirahate çekilir. Tüm para cezaları bu kuruma aktarılır. Vakıflar Bankası ve Vakıflar
İdaresi,Yardım Kuruluşları bu kuruma bağlanır. İhtiyaç fazlası mal ve servetlerin yılda bir kez % 2.5 i
bu kuruma verilir. Talep edileni vermeyenden bir daha talep edilmez. Verse de alınmaz.
6. AY - Finans Sorunlarının Çözülmesi:
Bankalar tüm işverenlerle ve şirketlerle Sermaye-Emek ortaklığı yapabilir. Oranlarını karşılıklı olarak
serbestçe belirleyebilirler. Projesi olanlar bankalara sunabilir. Kabul edilirse sözleşme imzalanır.
Denetim banka tarafından yapılır. Bu sistem geliştikçe, faizler aşağı çekilecek yavaş yavaş sıfıra doğru
indirilecek. Bankalarda mevduata devlet garantisi kaldırılır.
7. AY - Çalışmak ve Kazanmanın Teşvik Edilmesi:
Çalışana ihtiyacı olan tüm iş yerleri, ihtiyaçlarını 15 gün içinde İş kura iletirler.
İhtiyaçların çeşitlerine göre mesleki eğitim-öğretim yeniden yapılandırılarak 17 yaşını bitiren herkes bir
meslek diplomasına sahip olacaktır. 17 yaşında bir yıl stajını askeri geri hizmetler de yaparak,askerlik
yapmış sayılır.
Meslek diplomasını alan özel bir kıyafet giyerek bir yıl yeryüzü turuna çıkar. Gittiği her yerde saygı,
hürmet ve sevgi görmeli. Mesleğini icra edip faydalı olamalı. Kendisine en uygun iş yerini bulur
anlaşırsa işe kabul edilmeli.
Tüm ilköğretim okul binaları, tüm lise binaları meslek eğitim-öğretimine tahsis edilmeli. Bilimsel eğitimöğretim, mesleki eğitim-öğretimden sonra üniversitelerde yapılacak. Bir meslek sahibi hem mesleğini
icra edip, hem de üniversitelerde bilimsel öğrenime devam edebilir. Çalışanlar üzerinden her türlü
vergi, harç vb. kesintiler kaldırılır.İsteyenler sosyal güvenlik şirketlerine primlerini kendileri yatırabilir.
İmkanı olan her vatandaş özel mesleki eğitim-öğretim okulu ve üniversite kurabilir.Ve hazine
arazilerinden ücretsiz arazi tahsis edilir. Parti iktidarının yedinci ayında bu konular ile ilgili kanun
tasarıları, mecliste görüşülüp, karara varılır.
8. AY - İnsan Hak ve Hürriyetleri:
87
İnsan Hak ve Hürriyetlerinin, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin hayata
geçirilmesi. Gerekli kanun tasarılarının mecliste görüşülerek, ilan edilmesi. Sekizinci ayda bu konudaki
tasarılar ele alınır, mecliste görüşülür, sonuca bağlanır.
9. AY - Temizlik Seferberliği:
Yiyeceklerde, içeceklerde, kılık-kıyafette, evlerde, sokaklarda, tüm çevrede tertemiz, pırıl pırıl bir
Türkiye için her türlü propaganda, tedbir, teşvik ve gerekli yasalar dokuzuncu ayda çıkarılır.
10. AY - Güvenlik Seferberliği:
Evrensel Suçlar (cinayet, terör, iftira, tecavüz, hırsızlık, fuhuş, uyuşturucu) tarif, tanım, ispat usulü,
karşılıkları kanun tasarıları olarak meclise sunulur. Mecliste kabul edilirse yayımlanarak yürürlüğe
girer.
11. AY - Savaş Hukuku:
Savunma savaşlarıyla ile ilgili yasa tasarıları meclise sunulur. Ve ilan edilir. Saldıran kim olursa olsun,
saldırganın kültürel, ekonomik, siyasi, askeri sistemi etkisiz hale getirilinceye kadar geri adım atılmaz.
12. AY - Medeni Kanun:
Medeni kanun yenilenir. Her vatanda hazırladığı kanun tasarılarını meclise gönderebilir. On sekiz
yaşına gelen herkes noter huzurunda evlilik ve aile hukukuna göre evlenebilir, boşanabilir. Boşanan
ancak üç ay sonra evlenebilir. Çalışan her aile reisine eşine ve çocuklarına yetecek ücret
verilmeli.Ücret yetmiyorsa Ulusal Denetleme ve Yardımlaşma Kurumunca desteklenir.
13. AY - Silahlı kuvvetler iç hizmet kanunu.
Ulusal Silahlı Kuvvetlern iç güvenlik ile uğraşmaz.Vatanı korumak için dıştan gelebilecek saldırılara
karşı hazırlık yapar.Yurt dışında bulunan vatandaşların durumlarını takip etmek, korumak, kollamak
Ulusal Silahlı kuvvetlerin görev alanına dahil edilir. Milli Güvenlik Kurulunda bu konular görüşülerek,
yeni tasarı meclise sunulur.
14. AY - Ticaret Hukuku: Faizler sıfıra indirilmeye çalışılır. Aldığı borcun mal veya hizmetin karşılığını
tarihinde ödemeyen kişilerin ticaret yapması yasaklanır. Banka çekleri için sigorta sistemi kurulur.
Ödenmeyen çeklerin karşılığını sigorta şirketleri öder. Senet düzenlemesi kaldırılır. Fatura altına
88
ödeme tarihi yazılıp imza edilir. Vatandaşlar arasında tartışmaya neden olabilecek her türlü düzenleme
değiştirilir. Yeni Ticaret Hukuku Tasarısı meclise 14. ayda sunulur.
15. AY - Ağaçlandırma Seferberliği / Toprak Reformu:
Parti iktidarının 14. ayına kadar toprağı olmayan her vatanda toprak talep dilekçelerini TBMM'ne
gönderebilir. Bu süreye kadar sahipsiz arazilerin envanteri çıkarılır, talep edenlere, arazi büyüklükleri
yörelere göre tespit edilerek üç yıl içinde ağaçlandırmak, ekip-biçmek şartıyla zimmetlenir. İşsizlere iş
için arsa,arazi verilmesi kanunu çerçevesinde başvuranlara öncelik verilir.
16. AY - Ana dil Olimpiyatları ve Tabela Seferberliği:
Uluslararası Ana dil (Türkçe) Olimpiyatları Milli Eğitim Bakanlığı tarafından herkese açık olarak her yıl
düzenlenir. Ana dil (Türkçe) de Tabela asanlardan tabela harcı alınmaz.
Alt yazılarda farklı dil kullanılabilir.
17. AY - Herkes için Bilim:
Her vatandaşımızın bilimlerin metotlarını öğrenmesi, araştırmalar yapması, bilim üretmesi teşvik edilir.
İlgili yasa tasarıları on yedinci ay meclise sunulur.
18. AY - Milletin Efendisi Köylünün desteklenmesi.
Tütün ekilen topraklarda denk gelir getirilebilecek başka ürünler önerilir ve sübvanse edilir. Tarım ve
hayvancılık desteklenir. Çobanlık meslek okulları açılır.
19. AY - Meczupların Tedavisi:
Kendisine gökten ilham geldiğini söyleyenler,gelecekten haber verenler, muskacılar, cinciler,
büyücüler, dilenciler, ölülerle konuşur gibi yapanlar, ölenlerden yardım isteyenler ve benzerleri tedavi
edilirler.
20. AY - Avrupa Birliği:
Evrensel Hukuk oluşumuna katkıda bulunulur. Evrensel Hukuk ilkeleri ilan edilir. Avrupa Birliği
genişletilerek AFRASYA (Avrupa, Afrika- Asya) Birliği oluşabilir. İsteyen her ülke birlikten çıkma
89
hakkına sahiptir. Amerika Birliği: Kuzey ve Güney Amerika Ülkelerinin Evrensel Hukuk zemininde
Amerika Birliği oluşturması desteklenir. Afraysa Birliği ile Amerika Birliği arasında 1000 yıllık
saldırmazlık anlaşması yapılmasına çalışılır.
21. AY - Güvenlik İhaleleri:
Tüm dünyada güvenlik ihalelerine girilir. 53 yaşını bitiren herkes küresel güvenlik ve savaş
şirketlerimiz de ömürlerinin sonuna kadar çalışma hakkına sahip olur.
22. AY - Sözleşmeler:
Evrensel Hukuka aykırı olmadıkça herkes birbirleriyle sözleşmeler yapabilir. Karşı taraf sözleşmeyi
ihlal ediyorsa, sözleşme geçersiz sayılır. Sözleşme ihlalinden doğan zararları tazmin için her türlü
yargı yolları herkese açıktır. Kimse özgür iradesi ile imzalamadığı bir sözleşmeden sorumlu tutulamaz.
23. AY - Kaynağı Belirsiz Saldırılar:
Saldırı emrini veren beyin, genel olarak gizli kalmaktadır. Teröre karşı çaba harcarken, gizli olan üst
aklın etkisiz kılınmasına çalışılır. Kişiler güvenli bir ortamda,küresel yayın yapan televizyonlarda,seyirci
huzurunda görüşmeye davet edilir. Görüşmekten kaçınan kişinin tüm geçmişi, ilişkileri, bağlantıları
kapsamlı şekilde araştırılır. İlgili mahkeme den arama, görüşme kararı talep edilir. Bulunan kanıtlar
ilgili mahkemeye sunulur.
24. AY - Devletin Borçlarının Ödenmesi:
"Devletin tüm dış ve iç borçları ödenir." Şirketlere ve şahıslara verilen borçlardan devletin sorumlu
olmayacağı ilan edilir.
*İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi tarihte en çok tercüme edilmiş bir dökümandır. 300’ün
üzerinde farklı dillerdeki versiyonları Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komisyon
Üyeliğinde bulunmaktadır.
90
Bu Türkçe versiyonu, İnsan Hakları Koordinasyonu Üst Kurulu tarafından tercüme
edilmiştir
Ön söz
İnsanlık ailesinin bütün üyelerinde bulunan haysiyetin ve bunların eşit ve devir kabul etmez
haklarının tanınması hususunun, hürriyetin, adaletin ve dünya barışının temeli olmasına,İnsan
haklarının tanınmaması ve hor görülmesinin insanlık vicdanını isyana sevk eden vahşiliklere
sebep olmuş bulunmasına, dehşetten ve yoksulluktan kurtulmuş insanların, içinde söz ve inanma
hürriyetlerine sahip olacakları bir dünyanın kurulması en yüksek amaçları olarak ilan edilmiş
bulunmasına,İnsanin zulüm ve baskıya karşı son çare olarak ayaklanmaya mecbur kalmaması
için insan haklarının bir hukuk rejimi ile korunmasının esaslı bir zaruret
olmasına,Uluslararasında dostça ilişkiler geliştirilmesini teşvik etmenin esaslı bir zaruret
olmasına,Birleşmiş Milletler halklarının, Antlaşmada, insanın ana haklarına, insan şahsının
haysiyet ve değerine, erkek ve kadınların eşitliğine olan imanlarını bir kere daha ilan etmiş
olmalarına ve sosyal ilerlemeyi kolaylaştırmaya, daha geniş bir hürriyet içerisinde daha iyi hayat
şartları kurmaya karar verdiklerini beyan etmiş bulunmalarına,Üye devletlerin, Birleşmiş
Milletler Teşkilatı ile iş birliği ederek insan haklarına ve ana hürriyetlerine bütün dünyada
gerçekten saygı gösterilmesinin teminini taahhüt etmiş olmalarına,Bu haklar ve hürriyetlerin
herkesçe aynı şekilde anlaşılmasının yukarıdaki taahhüdün yerine getirilmesi için son derece
önemli bulunmasına göre,Birleşmiş Milletler Genel Kurulu,İnsanlık topluluğunun bütün
fertleriyle uzuvlarının bu beyannameyi daima göz önünde tutarak öğretim ve eğitim yoluyla bu
haklar ve hürriyetlere saygıyı geliştirmeye, gittikçe artan milli ve milletlerarası tedbirlerle gerek
bizzat üye devletler ahalisi gerekse bu devletlerin idaresi altındaki ülkeler ahalisi arasında bu
hakların dünyaca fiilen tanınmasını ve tatbik edilmesini sağlamaya gayret etmeleri amacıyla
bütün halklar ve milletler için ulaşılacak ortak ideal olarak işbu İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi’ni ilan eder.
Önsöz İngilizce versiyonu
Madde 1- Bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve
vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşlik zihniyeti ile hareket etmelidirler
Madde 1 İngilizce versiyon
91
Madde 2- Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasi veya diğer herhangi bir akide,
milli veya içtimai menşe, servet, doğuş veya herhangi diğer bir fark gözetilmeksizin işbu
Beyanname’de ilan olunan tekmil haklardan ve bütün hürriyetlerden istifade
edebilir.Bundan başka, bağımsız memleket uyruğu olsun, vesayet altında bulunan, gayri
muhtar veya sair bir egemenlik kayıtlamasına tabi ülke uyruğu olsun, bir şahıs
hakkında, uyruğu bulunduğu memleket veya ülkenin siyasi, hukuki veya milletlerarası
statüsü bakımından hiçbir ayrılık gözetilmeyecektir.
Madde 2 İngilizce versiyonu
Madde 3- Yaşamak, hürriyet ve kişi emniyeti her ferdin hakkıdır.
Madde 3 İngilizce versiyonu
Madde 4- Hiç kimse kölelik veya kulluk altında bulundurulamaz; kölelik ve köle
ticareti her türlü şekliyle yasaktır.
Madde 4 İngilizce versiyonu
Madde 5- Hiç kimse işkenceye, zalimane, gayriinsani, haysiyet kırıcı cezalara veya
muamelelere tabi tutulamaz.
Madde 5 İngilizce versiyonu
Madde 6-
Herkes her nerede olursa olsun hukuk kişiliğinin tanınması hakkını
haizdir.
Madde 6 İngilizce versiyonu
92
Madde 7-
Kanun önünde herkes eşittir ve farksız olarak kanunun eşit
korumasından istifade hakkını haizdir. Herkesin işbu Beyanname’ye aykırı her türlü ayırt
edici muameleye karşı ve böyle bir ayırt edici muamele için yapılacak her türlü
kışkırtmaya karşı eşit korunma hakkı vardır.
Madde 7 İngilizce versiyonu
Madde 8- Her şahsın kendine anayasa veya kanun ile tanınan ana haklara aykırı
muamelelere karşı fiilli netice verecek şekilde milli mahkemelere müracaat hakkı vardır.
Madde 8 İngilizce versiyonu
Madde 9- Hiç kimse keyfi olarak tutuklanamaz, alıkonulanamaz veya sürülemez.
Madde 9 İngilizce versiyonu
Madde 10-Herkes, haklarının, vecibelerinin veya kendisine karşı cezai mahiyette
herhangi bir isnadın tespitinde, tam bir eşitlikle, davasının bağımsız ve tarafsız bir
mahkeme tarafından adil bir şekilde ve açık olarak görülmesi hakkına sahiptir.
Madde 10 İngilizce versiyon
Madde 111- Kimse suç işlemekten sanık herkes, savunması için kendisine gerekli bütün tertibatın
sağlanmış bulunduğu açık bir yargılama ile kanunen suçlu olduğu tespit edilmedikçe
masum sayılır.
2-Hiç kimse işlendikleri sırada milli veya milletlerarası hukuka göre suç teşkil etmeyen
fiillerden veya ihmallerden ötürü mahkum edilemez. Bunun gibi, suçun işlendiği sırada
uygulanabilecek olan cezadan daha şiddetli bir ceza verilemez.
93
Madde 11 İngilizce versiyonu
Madde 12- Hiç kimse özel hayatı, ailesi, meskeni veya yazışması hususlarında keyfi
karışmalara, şeref ve şöhretine karşı tecavüzlere maruz bırakılamaz. Herkesin bu karışma
ve tecavüzlere karşı kanun ile korunmaya hakkı vardır.
Madde 12 İngilizce versiyonu
Madde 13
1.
Herkes herhangi bir devletin sınırları dahilinde serbestçe dolaşma ve yerleşme
hakkına haizdir.
2.
Herkes, kendi memleketi de dahil, herhangi bir memleketi terketmek ve
memleketine dönmek hakkına haizdir.
Madde 13 İngilizce versiyonu
Madde 14
1.
Herkes zulüm karşısında başka memleketlerden mülteci olarak kabulü talep
etmek ve memleketler tarafından mülteci muamelesi görmek hakkını haizdir.
2.
Bu hak, gerçekten adi bir cürüme veya Birleşmiş Milletler prensip ve
amaçlarına aykırı faaliyetlere müstenit kovuşturmalar halinde ileri sürülemez.
Madde 14 İngilizce versiyonu
Madde 15
1.
Her ferdin bir uyrukluk hakkı vardır.
2.
Hiç kimse keyfi olarak uyrukluğundan ve uyrukluğunu değiştirmek hakkından
mahrum edilemez.
Madde 15 İngilizce versiyonu
94
Madde 16
1.
Evlilik çağına varan her erkek ve kadın, ırk, uyrukluk veya din bakımından
hiçbir kısıtlamaya tabi olmaksızın evlenmek ve aile kurmak hakkına haizdir. Her
erkek ve kadın evlenme konusunda, evlilik süresince ve evliliğin sona
ermesinde eşit hakları haizdir.
2.
Evlenme akdi ancak müstakbel eşlerin serbest ve tam rızasıyla yapılır.
3.
Aile, cemiyetin tabii ve temel unsurudur, cemiyet ve devlet tarafından
korunmak hakkını haizdir.
Madde 16 İngilizce versiyonu
Madde 17
1.
Her şahıs tek başına veya başkalarıyla birlikte mal ve mülk sahibi olmak
hakkını haizdir.
2.
Hiç kimse keyfi olarak mal ve mülkünden mahrum edilemez.
Madde 17 İngilizce versiyonu
Madde 18- Her şahsın, fikir, vicdan ve din hürriyetine hakkı vardır; bu hak, din
veya kanaat değiştirmek hürriyeti, dinini veya kanaatini tek başına veya topluca, açık
olarak veya özel surette, öğretim, tatbikat, ibadet ve ayinlerle izhar etmek hürriyetini
içerir.
Madde 18 İngilizce versiyonu
Madde 19- Her ferdin fikir ve fikirlerini açıklamak hürriyetine hakkı vardır. Bu hak
fikirlerinden ötürü rahatsız edilmemek, memleket sınırları mevzubahis olmaksızın
malümat ve fikirleri her vasıta ile aramak, elde etmek veya yaymak hakkını içerir.
Madde 19 İngilizce versiyonu
95
Madde 20
1.
Her şahıs saldırısız toplanma ve dernek kurma ve derneğe katılma serbestisine
maliktir.
2.
Hiç kimse bir derneğe mensup olmaya zorlanamaz.
Madde 20 İngilizce versiyonu
Madde 21
1.
Her şahıs, doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtasıyla,
memleketin kamu işleri yönetimine katılmak hakkını haizdir.
2.
Her şahıs memleketin kamu hizmetlerine eşitlikle girme hakkını haizdir.
3.
Halkın iradesi kamu otoritesinin esasıdır; bu irade, gizli şekilde veya serbestliği
sağlayacak muadil bir usul ile cereyan edecek, genel ve eşit oy verme yoluyla
yapılacak olan devri ve dürüst seçimlerle ifade edilir.
Madde 21 İngilizce versiyonu
Madde 22-
Her şahsın, cemiyetin bir üyesi olmak itibariyle, sosyal güvenliğe
hakkı vardır; haysiyeti için ve şahsiyetinin serbestçe gelişmesi için zaruri olan
ekonomik, sosyal ve kültürel hakların milli gayret ve milletlerarası iş birliği yoluyla ve
her devletin teşkilatı ve kaynaklarıyla mütenasip olarak gerçekleştirilmesine hakkı
vardır.
Madde 22 İngilizce versiyonu
Madde 23
1.
Her şahsın çalışmaya, işini serbestçe seçmeye, adil ve elverişli çalışma
şartlarına ve işsizlikten korunmaya hakkı vardır.
2.
Herkesin, hiçbir fark gözetilmeksizin, eşit iş karşılığında eşit ücrete hakkı
vardır.
96
3.
Çalışan her kimsenin kendisine ve ailesine insanlık haysiyetine uygun bir
yaşayış sağlayan ve gerekirse her türlü sosyal koruma vasıtalarıyla da
tamamlanan adil ve elverişli bir ücrete hakkı vardır.
4.
Herkesin menfaatlerinin korunmasi için sendikalar kurmaya ve bunlara
katılmaya hakkı vardır.
Madde 23 İngilizce versiyonu
Madde 24-
Her şahsın dinlenmeye, eğlenmeye, bilhassa çalışma müddetinin
makul surette sınırlandırılmasına ve muayyen devrelerde ücretli tatillere hakkı vardır.
Madde 24 İngilizce versiyonu
Madde 25
1.
Her şahsın, gerek kendisi gerekse ailesi için, yiyecek, giyim, mesken, tıbbi
bakım, gerekli sosyal hizmetler dahil olmak üzere sağlığı ve refahını temin
edecek uygun bir hayat seviyesine ve işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk,
ihtiyarlık veya geçim imkânlarından iradesi dışında mahrum bırakacak diğer
hallerde güvenliğe hakkı vardır.
2.
Ana ve çocuk özel ihtimam ve yardım görmek hakkını haizdir. Bütün çocuklar,
evlilik içinde veya dışında doğsunlar, aynı sosyal korunmadan faydalanırlar.
Madde 25 İngilizce versiyonu
Madde 26
1.
Her şahsın öğrenim hakkı vardır. Öğrenim hiç olmazsa ilk ve temel safhalarında
parasızdır. İlköğretim mecburidir. Teknik ve mesleki öğretimden herkes istifade
edebilmelidir. Yüksek öğretim, liyakatlerine göre herkese tam eşitlikle açık
olmalıdır.
2.
Öğretim insan şahsiyetinin
tam gelişmesini ve insan haklarıyla ana
hürriyetlerine saygının kuvvetlenmesini hedef almalıdır. Öğretim bütün
97
milletler, ırk ve din grupları arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu teşvik etmeli
ve Birleşmiş Milletler’in barışın idamesi yolundaki çalışmalarını geliştirmelidir.
3.
Ana baba, çocuklarına verilecek eğitim türünü seçmek hakkını öncelikle
haizdirler.
Madde 26 İngilizce versiyonu
Madde 27
1.
Herkes, topluluğun kültürel faaliyetine serbestçe katılmak, güzel sanatları
tatmak, ilim sahasındaki ilerleyişe iştirak etmek ve bundan faydalanmak
hakkını haizdir.
2.
Herkesin yarattığı, her türlü bilim, edebiyat veya sanat eserlerinden mütevellit
manevi ve maddi menfaatlerin korunmasına hakkı vardır.
Madde 27 İngilizce versiyonu
Madde 28- Herkesin, işbu Beyanname’de derpiş edilen hak ve hürriyetlerin tam
tatbikini sağlayacak bir sosyal ve milletlerarası nizama hakkı vardır.
Madde 28 İngilizce versiyonu
Madde 29
1.
Her şahsın, serbest ve tam gelişmesi ancak bir topluluk içinde mümkündür ve
şahsın bu topluluğa karşı görevleri vardır.
2.
Herkes, haklarının ve hürriyetlerinin kullanılmasında, sadece, başkalarının
haklarının ve hürriyetlerinin gereğince tanınması ve bunlara saygı gösterilmesi
amacıyla ve ancak demokratik bir cemiyette ahlâkın, kamu düzeninin ve genel
refahın haklı icaplarını yerine getirmek maksadıyla kanunla belirlenmiş
sınırlamalara tabi tutulabilir.
3.
Bu hak ve hürriyetler hiçbir veçhile Birleşmiş Milletler’in amaç ve prensiplerine
aykırı olarak kullanılamaz.
Madde 29 İngilizce versiyonu
98
Madde 30- Beyanname’nin hiçbir hükmü, herhangi bir devlete, zümreye ya da
ferde, bu Beyanname’de ilan olunan hak ve hürriyetleri yok etmeye yönelik bir
faaliyete girişme ya da eylemde bulunma hakkını verir şekilde yorumlanamaz.
Madde 30 İngilizce versiyonu
KURUM 2- HERKES İÇİN ADALET
BİRLEMİŞ MİLLETLER
DÜNYA ADALET MECLİSİ
GENEL KURULU
BM’e üye ülkelerden ikişer parlementerin katılımı ile BM DÜNYA ADALET MECLİSİ Genel
Kurulu oluşur.
BM İnsan hakları evrensel beyannamesi 30 madde olup,üye devletlerce kabul
edilip, imzalanmıştır.BM 70. Genel Kurulunda kabul edilmiş 30 maddeye
eklenmesi
önerilen + beş madde şunlardır;
30+1 -Tüm anneler çocuklarına iki yıl anne sütü emzirsinler..Annesi ölenlere veya sütü
olmayanlara kayıtları tutulmak şartıyla süt annesi temin edilsin. Çocuklar altı yaşında
okuma,yazma,ana ve ortak dil,temizlik,sağlık,geçimini sağlayabileceği mesleki eğitim ve
öğretime alınsın.Son bir yılı staj olarak ordunun ihtiyaçlarında çalışılıp,askerliğe sayılsın. On
yedi
yaş sonunda
meslek diplomaları verilsin.İşe yerleştirilsin.İsteyen
evlenebilsin.Çiftlere 1+1 konut ücretsiz verilsin. İsterlerse hem çalışmalı, hem de bilim
üretmeye devam edebilmelidir.
Bunları sağlamak küresel sistemin birinci işi olsun.(Bkz.BM.Bildirgesi Madde 25, 26 )
On sekiz yaşına gelen her insan çalışma,evlenme,üniversitede okuma hakkına sahip
olabilsin.(Bkz.BM.Bil.Madde 23,26)
99
Çocukların haklarının korunabilmesi için; birden fazla* evlilik yapmış veya boşanmak
isteyen taraflar noterler de sözleşme yapabilsin. (Bkz.BM.Bil.Madde 16 )
30+2 - Küresel Güvenlik sözleşmesini okuyup,kabul edip,imzalayana küresel serbest
dolaşım kartı verilsin. Küresel güvenlik sözleşmesi şöyle olabilir.
‘’Öldürmeyeceğim.Yaralamayacağım.Çalmayacağım.Tecavüz ve
fuhşiyata
teşebbüs
etmeyeceğim.Yalan söylemeyecek ve iftira atmayacağım.
Uyuşturucu kullanmayacağım. Şayet bunları yaparsam kendimi ihbar edeceğim.Ve yargıç
tarafından verilecek en ağır cezaya razı olacağım’’.
Bu sözleşmeyi imzalayan küresel serbest dolaşım kartını alır. Ayni zamanda işi,evi,toprağı
olmayanlardan yüz,bin,on bin,yüz bin kişilik dilekçelerle başvuranlara; kişi başına on dönümü
geçmeyecek şekilde sahipsiz arazilerden ücretsiz verilir.. Bunları sağlamak küresel sistemin
ikinci işi olsun..(Bkz.BM.Bil.Madde 3)
30+3 -Londradan başlayıp Berinğ bogazından geçerek New Yorka ulaşan ayrıca PekinLondra, Moskova-Güney Afrika küresel demir yolu ve oto yol şirketi kurulsun.Silah
şirketleri bu şirkete ortak edilsin.Bu projelerde işsiz olan her insan çalışabilsin.Yeni yolların
sağında, solunda, yeni arsalar,araziler, kentler, iş yerleri oluşturulsun.Bunu sağlamak küresel
sistemin üçüncü işi olsun.Gaz,enerji nakil hatları da yol kenarından geçsin.
30+4 -Devletler bastıkları paraların karşılıklarını arsa,arazi,maden,hisse senedi vb. mallarla
ödemeye başlasın. Merkez bankaları bir araya gelerek, Dünya Merkez Bankaları Birliğini
oluştursun. Yeni küresel tek kağıt para* basımına geçilsin.Mal ve hizmetlerin değişim aracı
olan kağıt parada güvenlik ve adalet sağlansın.Bunu gerçekleştirmek küresel sistemin
dördüncü işi olsun.
30+5 - Sandıklara oy atmak suretiyle her iki yılda bir köy,ilçe ve illerde hizmetçiler ve her
dört yılda bir ülke genelinde baş hizmetçi seçilsin.İki defa seçilmek yeterli olsun.Yılda bir
defa olmak üzere tüm Dünyada elektronik oylama ile, Genel Başkan / Genel Hizmetçi
seçilsin.Bir kişi azami on yıl seçilebilsin. Bunları gerçekleştirmek küresel sistemin beşinci
işi olsun.(Bkz.BM.Bil.Madde 21)
Birleşmiş Milletlere üye ülkelerden BM Dünya Adalet Meclisine gidecek bir
iktidar, bir muhalefet partili
iki parlementer
ülkelerin milli meclisleri
tarafından seçilir.
*Mal ve hizmetlerin değişim aracına para denilir.
Önceleri insanlar mal ve hizmetlerini takas yoluyla veya altın ve gümüş gibi madeni
maddelerle değiştirmişler ve bu değerler üzerinden satış işlemlerini yapmışlardır.
Değişim aracı olarak günümüzde altın, gümüş gibi bazı kıymetli madenlerin yanı sıra
çoğunlukla kağıt para veya elektronik para kullanılmaktadır.
Dünya Merkez Bankaları Birliği (PARA KURUMU) en kısa zamanda kurulmalı. Sekiz yıl
sonra inşallah (01.01.2024) Dünyada tek para birimi kullanılmasına geçilmeli. Her
100
devletin merkez bankası bu oluşum içerisinde yerini almalı. Daha önceleri basılan
paraların teminatı devletler olduğu için, her devlet kendi milli parasını kendisine ait
menkul değerler veya gayri menkul mallar ile değiştirerek(2034 e)kadar karşılığını öder
ve piyasadan çekebilir.
BM Dünya Meclisi; Paranın ilk basımında tüm insanların hakkı ve ortak değeri
olduğunu kabul ve ilan eder.
Fiat istikrarı için USA DOLARI alım gücü esas alınarak ÜNİVERSAL
1,5,10,20,50,100,1000 lik banknotlar şeklinde organize edilebilir.
MONEY basılabilir.
BM Dünya Meclisi** kararları ile basılan 100.000 ÜNİVERSAL MONEY (UM) 18 yaşına
gelmiş her insanın
hesabına (İBAN/International Bank Hesaplarına ) 5 yıl geri
ödemesiz+5 yıl geri ödemeli, danışmanlı, denetimli olmak şartıyla yüklenir.
2024 yılından itibaren 15 Yaş ve altında olan insanların İBAN(internasyonel banka hesap
numaraları)na her ay Para Kurumu tarafından 100 Universal Money yüklenir.
Kişinin parayı çekebilmesi için seçeceği banka tarafından danışmanlık ve denetim hizmeti
alması şarttır. Yapacağı iş danışman tarafından onaylanmalı ve harcadığı yerler ise
denetmen tarafından denetlenmelidir.
Bütün insanlara eşit kredi açılan “Kağıt Para” dağıtım sistemini” bilinçsiz hırsızlıktan
kurtarmış olabilir. Yeni para çalışmayı, üretmeyi , fiat istikrarını kolaylaştırabilir.
Mal ve hizmetlerin değişim aracı olan kağıt para, değişim aracı fonksiyonuna
kavuşabilir.
gerçekten
Çalışan insanlar muhteşem bir zenginliğe ulaşabilir.
Sayın,
Devlet ve Hükümet Başkanları,
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri,
Baylar, Bayanlar !
BM ….. Genel Kurulu tüm insanlara hayırlı olsun.
Yeryüzünde işsiz, evsiz, eşsiz, aç kimse kalmasın.
İnsanların canları,malları, nesilleri, akılları,doğru haber alma hakları güvende olsun.
Herkes birbirinin hakkına,hukukuna saygılı olsun.
İnsanlar,devletler birbirlerine adaletle davransın.
101
Kimsenin zararına değil, herkesin yararına / çıkarına
anlatmaya çalışacağım.
çalışmamız gerektiğini
Birinci örnek: Sayın Rockefeller ve Rothschild aile fertleri ile birlikte Temmuz
2014 savaşında ölen 68 İsrailli ve Filistinli askerin anne ve babalarını birlikte ziyarete
gidelim.Dilek ve temennilerini soralım.Ben onların dilek ve temennilerinin altına
imzamı atacağım. Sizde imza atacaksanız, bu ziyareti en kısa zamanda
gerçekleştirelim.
İkinci örnek:Katledilme görüntülerini izlediğimiz gazetecinin anne ve babasını
sizlerden gelmek isteyenlerle beraber ziyaret edelim.Acılı anne ve babanın dilek ve
temennilerinin altına hep birlikte imza atalım.
Anneler !Babalar ! evlatlarınızın kıymetini en iyi sizler bilirsiniz.Hangi gerekçe ile
olursa olsun evlatlarınızın birbirlerini öldürmesine artık ‘’DURUN’’ demenin vakti
gelmiştir.
Tüm anneler ,babalar ve evlatlar için ülkemim önderliğinde yeni uluslararası
küresel sistemin yol haritası + 5 madde olabilir. Görüş,öneri,eleştiri ve katkılarınıza
açık olarak, insan hakları evrensel beyannamesi olarak imzaladığımız 30 maddeye
ek olarak, artı beş madde ilave edilmesi önerimi huzurlarınız da açıklamak
istiyorum.
30+1 -Tüm anneler çocuklarına iki yıl anne sütü emzirsinler..Annesi ölenlere veya sütü
olmayanlara kayıtları tutulmak şartıyla süt annesi temin edilsin. Çocuklar altı yaşında
okuma,yazma,ana ve ortak dil,temizlik,sağlık,geçimini sağlayabileceği mesleki eğitim ve
öğretime alınsın.Son bir yılı staj olarak ordunun ihtiyaçlarında çalışılıp,askerliğe sayılsın.
On yedi
yaş sonunda
meslek diplomaları verilsin. İşe yerleştirilsin.İsteyen
evlenebilsin.Çiftlere 1+1 konut ücretsiz verilsin. İsterlerse hem çalışmalı, hem de bilim
üretmeye devam edebilmelidir.
Bunları sağlamak küresel sistemin birinci işi olsun.(Bkz.BM.Bildirgesi Madde 25, 26 )
On sekiz yaşına gelen her insan çalışma,evlenme,üniversitede okuma hakkına sahip
olabilsin.(Bkz.BM.Bil.Madde 23,26)
Çocukların haklarının korunabilmesi için; birden fazla* evlilik yapmış veya boşanmak
isteyen taraflar noterler de sözleşme yapabilsin. (Bkz.BM.Bil.Madde 16 )
30+2 - Küresel Güvenlik sözleşmesini okuyup,kabul edip,imzalayana küresel serbest
dolaşım kartı verilsin. Küresel güvenlik sözleşmesi şöyle olabilir.
‘’Öldürmeyeceğim.Yaralamayacağım.Çalmayacağım.Tecavüz ve
etmeyeceğim.Yalan söylemeyecek ve iftira atmayacağım.
102
fuhşiyata
teşebbüs
Uyuşturucu kullanmayacağım. Şayet bunları yaparsam kendimi ihbar edeceğim.Ve yargıç
tarafından verilecek en ağır cezaya razı olacağım’’.
Bu sözleşmeyi imzalayan küresel serbest dolaşım kartını alır. Ayni zamanda işi,evi,toprağı
olmayanlardan yüz,bin,on bin,yüz bin kişilik dilekçelerle başvuranlara; kişi başına on dönümü
geçmeyecek şekilde sahipsiz arazilerden ücretsiz verilir.. Bunları sağlamak küresel sistemin
ikinci işi olsun..(Bkz.BM.Bil.Madde 3)
30+3 -Londradan başlayıp Berinğ bogazından geçerek New Yorka ulaşan ayrıca PekinLondra, Moskova-Güney Afrika küresel demir yolu ve oto yol şirketi kurulsun.Silah
şirketleri bu şirkete ortak edilsin.Bu projelerde işsiz olan her insan çalışabilsin.Yeni yolların
sağında, solunda, yeni arsalar,araziler, kentler, iş yerleri oluşturulsun.Bunu sağlamak küresel
sistemin üçüncü işi olsun.Gaz,enerji nakil hatları da yol kenarından geçsin.
30+4 -Devletler bastıkları paraların karşılıklarını arsa,arazi,maden,hisse senedi vb. mallarla
ödemeye başlasın. Merkez bankaları bir araya gelerek, Dünya Merkez Bankaları Birliğini
oluştursun. Yeni küresel tek kağıt para**** basımına geçilsin.Mal ve hizmetlerin değişim
aracı olan
kağıt parada güvenlik ve adalet sağlansın.Bunu gerçekleştirmek küresel
sistemin dördüncü işi olsun.
30+5 - Sandıklara oy atmak suretiyle her iki yılda bir köy,ilçe ve illerde hizmetçiler ve her
dört yılda bir ülke genelinde baş hizmetçi seçilsin.İki defa seçilmek yeterli olsun.Yılda bir
defa olmak üzere tüm Dünyada elektronik oylama ile, Genel Başkan / Genel Hizmetçi
seçilsin.Bir kişi azami on yıl seçilebilsin. Bunları gerçekleştirmek küresel sistemin beşinci
işi olsun.(Bkz.BM.Bil.Madde 21)
BM’e üye ülkelerden ikişer parlementerin katılımı ile BM DÜNYA ADALET MECLİSİ Genel
Kurulu oluşmalı ve Birleşmiş Milletlere üye ülkelerden BM Dünya Adalet Meclisine
gidecek
bir iktidar, bir muhalefet partili
meclisleri tarafından seçilmelidir.
iki parlementer
ülkelerin milli
BM DÜNYA ADALET MECLİSİ’nin görevi ve yetkisi İnsan hakları evrensel beyannamesinde
kabul edilmiş 30 maddenin ve bu maddelerin uygulanabilmesi için öngörülen +5 maddenin
gereklerini yerine getirmek olmalıdır.
Ölüp gitmiş olanların yaptıkları onlara.Bizim yaptıklarımız bizlere.Biz, Siz , ölüp gitmiş
olanların yaptıklarından sorumlu değiliz. Örneğin 1915 den bizler sorumlu değiliz.
2016 uluslararası HELALLEŞME yılı olsun .
Önerdiğim + 5 madde tüm üyelerce kabul edilsin.
Herkes birbirini affetsin. Hapishaneler boşalsın.
Bundan sonra evrensel suç işleyenler yargıya teslim olsun. Suç işlemiş olduğu şüphesiz
kanıtlanırsa, hakim tarafından en ağır ceza verilsin.
103
BM üyelerince kabul edilmiş bulunan 30 maddeye ek olarak,önerdiğim;artı 5 maddenin
bu genel kurul da kabul edilip yayınlanmasını tüm üyelerden rica ediyorum.
İnsan hakları, işsizlere iş, herkese güvenlik ve herkese adalet için çalışanlara,
sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum.
_________________________________________________________
*Rusya’da hükümetin tüm teşviklerine rağmen nüfus gerilemeye devam ediyor. Son nüfus
sayımına göre 2002’den bugüne 2,3 milyon kişi azaldı, rakam 142 milyon 857 bine indi.
10 yıl önce 37,7 olan ortalama yaş oranı 39’a çıktı. Dünyada Rusya’nın önünde 7 ülke
var: Çin, Hindistan, ABD, Endonezya, Brezilya, Pakistan ve Bangladeş. Bu arada kadın
nüfusu erkek nüfusundan 10,7 milyon daha fazla. İşte resmi veriler: Rusya Federal
Devlet İstatistik Kurumu (Rosstat) Sovyet sonrası dönemde yapılan ikinci nüfusa sayımı
ile ilgili sonuçları yayınlamaya devam ediyor. Düşük doğum oranı, yaşam sürelerinin
giderek kısalması ve diğer etkenler nedeni ile özellikle kırsal kesimde köy ve kasabalar
hayalet şehirlere dönüşüyor. Ülkede 2002’den bu yana tamamı ile terk edilen kasaba
sayısı 8 bin 500’ü geçti. Tüm Rusya’da bulunan 134 bin kasabadan, 19 bin 400’ünde
sürekli yaşayan kimse kalmadı. Yeni verilere göre kadın nüfusun erkek nüfusa oranında
da olumsuz gelişme var. Buna göre 2002’de kadınlar 10 milyon erkeklerden daha
fazla iken, şimdi fark 10,7 milyona çıktı. 76 milyon 700 bin bayanın yaşadığı ülkede
erkek nüfusu ise 66 milyon 205 bin. Kent ve kırsal alanda yaşayan nüfusta da önemli
göstergeler var. Buna göre 2002’de 106 milyon 427 bin kişi kentlerde yaşarken, şimdi bu
rakam 105 milyon 318 bine geriledi. Kırsal kesimde ise 2002’de 38 milyon 737 bin olan
nüfus, 37 milyon 587 bine düştü. Rusya nüfusu 2002’ye göre daha yaşlı hale geldi. 10 yıl
önce 37,7 olan ortalama yaş oranı,39’a,çıktı.
http://www.rusyaforum.com/rusyada-yasam/rusya-nufusu-2012-resmi-veriler-kadinerkek-oranlari-ortalama-yaslilik-t110.0.html (Cihan
YURTTA SULH CİHANDA SULH İÇİN !
KURUM 3-
DÜNYA BİRLEŞİK DEVLETLERİ
1- Çocuklar için süt anneliğinin ve iki yıl anne sütü emzirilmesi nin teşvik
edilmesi. Her çocuğa altı yaşından on sekiz yaşına kadar on iki yılda okumayazma, bilim, ihtiyaçlara göre iş ve meslek öğretilmesi.
2- Zebur, Tevrat, İncil ve Kur'an çevirilerinin okullarda gerçekleri aramak için
incelenmesi.
3- İlköğretim, meslek okulları ve liselerde iniş sırasına göre mekki surelerin ve
akıl ve bilim ışığında yapılmış çevirilerinin ders kitabı olması. Üniversitelerde
ini sırasına göre medeni surelerin ve akıl ve bilim ışığında yapılmış
çevirilerinin ders kitabı seçilmesi.
4- Özel mesleki eğitim-öğretim kurumları ve üniversite açmak üzere arazi-arsa
talep edenlere, başvuru sırasına göre ücretsiz arazi-arsa tahsis edilmesi. On yıl
104
içinde öğretime baş lanmadığı taktirde tahsis edilen arazi üzerindeki tüm
yatırımlarla birlikte ücretsiz iade edilir."
5- Küresel insan ve çevre sağlığının korunması için, pislikleri yiyerek
temizleyen domuzların ormanlara salınması ve domuz etinin sağ lık nedenleri
ile tüketilmesinin yasaklanması.
6- Her devletin kendi bastığı paraların karşılıklarını petrol, altın, değerli maden,
arsa ve gayrimenkul borsası kurarak on yıl içinde ödemesi.
7- Merkez Bankaları iş birliği ile Dünya Merkez Bankasının kurulması. EM
(Evrensel Money) basılması. Paranın emisyonunun her insana adil ve eşit
şekilde verilerek ayarlanması. Faizlerin sıfıra doğru indirilmesi.
8- Beslenme, giyinme, barınma, güvenlik, evlilik ve aile hukuku çerçevesinde
sigorta şirketlerinin kurulması.
9- Dünyada ihtiyaç duyulan çeşitli işlerde çalışmak üzere, işi olmayan her insanı
eğiterek, diğer ülkelerde işsiz olan her on işsizin başına "on işçi başı" olarak
görevlendirip, kü resel işsizliğin azaltılması, işçilere günde 10 Evrensel Lira, işçi
başlarına günde 20 Evrensel Money ödenmesi. Arjantin-Alaska, Pekin-Paris,
Moskova-Güney Afrika Küresel otoyol ve demir yolu şirketlerinin kurulması.
10- Her anneye on altı yaş altındaki her çocuğu için ayda 100 EL (Evrensel
Money) verilmesi.
11- Ermeni-Türk, Israil-Filistin, Amerika-lran, Hindistan-Pakistan vb. yerel
veya küresel sorunların, yeni sorunlara yol açmadan; ölmüş lerin suçlarının
karşılığının yaşayanlara verilemeyeceği, insanların birbirlerine saygılı olması,
insan hak ve özgürlükleri çerçevesinde çözümlenmesi.
12- Dünyada küresel yollar için istimlaklar, açık öğretim, barış, adalet, evrensel
hukuk, güvenlik ve iş birliğini koordine etmek üzere BM Dünya Adalet Meclisi
kurulması.
105
13- İhtiyaç fazlası mal ve servetlerin, her yıl yüzde iki buçuğunun alınmasıyla
bütçesi oluş turulan, zor durumda kalmış olanlara haklarını verecek küresel
yardımlaşma kurumu'nun kurulması.
14- Teröre sebep olan kültürel, ekonomik, siyasi ve askeri ortamların evrensel
hukuka uygun olarak kurutulması.
15- Evrensel Suçları Önleme Sözleşmesini ("İftira, cinayet, hırsızlık, tecavüz,
fuhuş, uyuşturucu suçlarını işlemeyeceğim. İşlediğim takdirde kendimi ihbar
edeceğim. Evrensel suçlardan birini işlediğim mahkemece sabit olursa, tüm mal
varlığımı Evrensel Güvenlik ve Adalet Kurumuna bağışlayacağım ve verilecek
en ağır cezaya razı olacağım") imzalayan herkese yeryüzünde Serbest Dolaşım
Pasaportu verilmesi.
16- Dünyada inanana-inanmayana, başını açana-açmayana, ibadet yapanayapmayana ceza verilemez.
17- İnsanların kurumlara veya kişilere kul-köle edilmesinin önlenmesi. Kendine,
başkalarına, doğaya zarar vermemek şartıyla Birleş miş Milletler İnsan Haklan
Evrensel Bildirgesindeki 30 madde + 5 maddede yazılı hak ve özgürlüklerin
sağlanması.
18- Tüm silah şirketlerinin küresel yol şirketlerine ortak edilmesi yoluyla
Evrensel Güvenlik ve Adalet Kurumu tarafından satın alınması.
19- İnsanların "yahudi, hristiyan, müslüman, ateist, budist" gibi ayrımlarla
inançları, renkleri, dilleri, fikirleri ve fikirlerini ifade etmesi vb. nedenlerle
öldürülmelerinin, eziyete uğramalarının "onarlı piramit güvenlik sistemi"
oluşturularak önlenmesi.
20- ABD'nin seçme-seçilme ve devletler sistemi örnek alınarak, her dört yılda
bir Dünya Birleşik Devletleri Başkanlık seçimi yapılması. Dünya Birleşik
Devletleri anayasası dışında kalan konularda, her devlet kendi içinde ba ğımsız
hareket etmek hak ve özgürlüğüne sahiptir.
106
CHANGE!!!
WE CAN SUCCEED ALL TOGETHER
PEACE FOR BOTH IN THE COUNTRY AND IN THE WORLD
THE SUGGESTION OF CONSTITUTION ITEMS TO THE WORLD
1-Wet-nursing and the new born babies’ being suckled for two years should be
encouraged. Each child should be taught literacy, science and profession
according to the necessity from three years to fifteen in twelve years.
2-The book of Psalms, the Torah, Bible and Koran’s translation should be
scrutinized in the schools to look for the realities.
3-According to the revelation order, the sures of the Koran which were revealed
in Mecca and the translation of them in the light of mind and science should be
course book in primary, vocational and high schools and also the sures which
were revealed in Medina and the translation of them should be chosen as a
course book in universities.
4-The people who demand land should be obtained as a free of charge according
to the order of application so as to establish primary vocational schools. The
procured land should be given back as a free of charge together with the whole
investment being performed unless education starts in five years.
5-Environmental cleanliness should be provided. It should be forbidden to kill
the pigs which are unleashed to the forest with the aim of cleaning dirtiness by
eating.
6-Each state should pay the equivalent of the money which is printed by
themselves by means of petrol, gold, valuable mine, territory and immovable
exchange in ten years.
7-The World Central Bank should be set up in cooperation with the Central
Banks. Universal Money (UM) or Universal Lira should be printed. It should be
regulated that each person is given the emission of the money in an equal way.
The rate of interest should be reduced.
107
8-The insurance companies should be set up related to nourishment, wearing,
sheltering, security, marriage as of sixteen years and marrying within family
rights.
9-Global unemployment should be decreased by educating the each unemployed
person and charging them as a “head worker” for every ten of unemployed
people with a view to working for various jobs being needed. The workers
should be paid 10 and the head workers should be paid 20 Universal Money or
Universal Lira as a daily wage. Argentina- Alaska, Peking- Paris, MoscowSouth Africa global high and rail way companies should be set up.
10-Each mother should be given 100 Universal Money or for her each child
under 16 years old
11-Local and global issues such as Armenian-Turk, Israel-Philistine, AmericaIran should be found a solution in accordance with human rights and freedom
without causing new ones as it is not suitable to impute the crimes of dead
people to the living.
12-Universal Security and Justice Association should be established in order to
coordinate expropriations for global ways in the world, open education, peace,
justice, universal law, security and cooperation.
13-Global Inspection and Helping Association, whose budget consists of being
taken half and two percent of the possessions and fortunes more than necessary
every year, should be established.
14-Cultural, economic, political and military surroundings causing terror should
be eradicated in accordance with universal law.
15-Everybody who signs the Agreement of Preventing Universal Crimes (“I
will not commit the crimes which are slander, homicide, theft, violation, rape,
prostitution, narcotic etc. In case I do, I will denounce myself. If one of the
universal crimes that I commit is proved by law court, I will donate my all
personal estate to Universal Security and Justice Association and I will consent
to the most major punishment...”) should be given the Free Traveling Passport in
the world.
16-Nobody could be punished in the world whether she believes or not, wears
turban or not and worships or not.
108
17-It should be prevented that people serve the institutions or the individuals
with utter faithfulness and obedience. The human rights and liberty in the
Universal Declaration made by the United Nations should be provided on
condition that people do not harm themselves, the others and the nature.
18-All the weapon companies should be bought by the Universal Security and
Justice Association through associating them with global road companies.
19-It should be prevented by constituting “ pyramid security system” that people
are killed and tortured as their beliefs, flesh colors, languages and ideas differ
from each other on account of their being Jewish, Christian, Muslim,Atheist.
20-The president of the United States of the World should be elected in each 4
years by taking the USA s election and state system as a model. Each state has
the right of living independently on its own, except for the subjects that are the
World United States Constitution .
KURUM 4- Devlet; vatandaşların ortak işlerini vatandaşların verdiği yetki ve imkan ile yapan mega
şirkettir. Yeryüzünde halen 200 den fazla devlet bulunmaktadır. Tüm devletlerin vatandaşlarının yetki
ve imkan verdiği bir devlet henüz yoktur. Devletleri yıkarak tek bir küresel devlet kurmak kanlı
çatışmalara yol açar. Zaman ve kaynak verimliliğini saglamak için; çatışmadan devletlere, insanlara
zarar vermeden, küresel devlet; neden anonim şirket şeklinde oluşmasın?.
109
EMAŞ
EVRENSEL MEDENİYET ANONİM ŞİRKETİ
(KÜRESEL DEVLET)
ANA SöZLEŞMESİ
KURULUŞ:
Madde 1- Aşağıda adları ve uyrukları, ikametgahları yazılı kurucular arasında
Türk Ticaret Kanununun anonim şirketlerin ani surette kurulmaları hakkındaki
hükümlere göre bir anonim şirket teşkil edilmiştir.
1-T.C. Tebaasından BURHAN EROL. İnönü cad. NO: 313/16 Karabağlar/İZMİR
ŞİRKETİN UNVANI:
Madde 2- Şirketin Unvanı ‘EVRENSEL MEDENİYET ANONİM ŞİRKETİ’ dir.
ŞİRKETİN MİSYONU, VİZYONU, İLKELERİ:
Madde 3a- Şirketin misyonu; emek harcayıp, tabiattan yararlanarak, ihtiyaç duyulan
mal ve hizmetleri üretmek ve temin etmektir.
b- Şirketin vizyonu; evrensel medeniyet,açık toplum ve serbest piyasadır.
c- Şirketin ilkeleri ; 35 ilke şeklinde yazılmıştır.Şirket maksat ve mevzunda iş
yaparken bu ilkelere uyacağını beyan ve taahhüt eder.
1-PARA İLKESİ
110
Kağıt para; gerçekte ve hakikatte mal ve emek değildir.
Kağıt para; mal ve emek için değişim aracıdır.Kağıt para; mal ve emek
üretimini ve değişimini kolaylaştırmak için icat edilmişti.
Önceleri insanlar mal ve hizmetlerini takas yoluyla veya altın ve gümüş gibi
madenler ile değiştirmişler ve bu değerler üzerinden alım-satım işlemlerini
yapmışlardır.
Açık Toplum, Serbest Piyasa ve Küreselleşme Sürecini Evrensel Medeniyet olarak
düşünürsek 2024 Ocak ayında tek paraya geçilmesi mümkün olabilir.
Ekonomistler den bu görüşü savunanlar olmuştur.
Dünya Merkez Bankaları Birliği (PARA KURUMU) en kısa zamanda kurulmalı ve 8
yıllık bir süreç sonunda (2024 yılı Ocak ayında) Dünyada tek para birimi
kullanılmasına geçilmeli. Her devletin merkez bankası bu oluşum içerisinde yerini
almalı.
Basılan paraların teminatı devletler olduğu için, her devlet kendi milli parasını
2034 yılına kadar kendisine ait menkul değerler veya gayri menkul mallar ile
değiştirerek karşılığını ödeyebilir ve piyasadan çekebilir.
Yüzlerce devletin bastığı yüzlerce para birimi; masa başında oturup ay sonu
maaşı düşünerek yaşamaya yol açmıştır. Bu durum obezite, sağlık sorunları,
depresyon, kanser, terör, uyuşturucu, vb. yüzlerce problemin görünmeyen
nedeni olabilir.
ABD merkez bankası başkanlarından Ben Bernanke “sorunları biliyoruz fakat
çözümlerini bilmiyoruz” demek zorunda kalmıştır.
Yeni Para sistemi şeffaf olmalı.Emisyondaki para miktarını herkes bilebilmeli.
Üretmek isteyen her insanın bankaca atanacak danışman ve denetime uyması
şartıyla 100.000 evrensel para kredi çekme hakkı olmalı.
Yeni para sistemi ile masa başı maaş yerine, reel sektörde üretim patlaması
yaşanabilir. 16 yaş altındakilere ayda 100 evrensel money verilmesi ve 16 yaş
üzerindekilere ise 5 yıl geri ödemesiz + 5 yıl geri ödemeli, danışmanlı ve
denetimli 100.000 evrensel money kredi limiti açılması kadar da emisyon
hacmi olabilir.
2- U L A Ş I M İLKESİ
Küresel ulaşım projeleri düşünülmeli ve bir taraftan işe başlanmalıdır.
Berinğ Boğazından, Arjantin’e ve Pekin’e, Pekin’den Ankara’ya, Moskova dan
Güney Afrika'ya kıtalar arası kara yolu ve demir yolu ulaşım ağları düşünülür.
Rus devletinin 2014 yılında 500 Milyar Dolar rezervi var. Çin Devleti ŞanğayBagdat yolu için 100 Milyar Dolar tahsis etti.
Rusya da
edebilir.
Moskova-Güney Afrika demir ve otoyolu için 100 Milyar Dolar tahsis
111
Milyonlarca insana iş sahası açılabilir.
Silah şirketleri sermayelerini ve işçilerini kıtalar arası ulaşım projelerine
aktarırlarsa, silahtan kazandıklarından daha fazlasını kazanabilirler.
3-BESLENME İLKESİ
Beslenme işimizi tıp bilimleri ne göre yapmalıyız.
Tıp bilimleri ne göre temiz olmayan, zararlı yiyecek ve içeceklerden uzak
durmalıyız.
Kendimize yeterli kalori ihtiyacına göre, yiyip içmeliyiz.
Paramız var diye, gerçekten ihtiyaç olmayan şeyleri almamalıyız.
4-G İ Y İ N M E
İLKESİ
Şirketimiz Giyim sektörün de genel tedarikçi şirket olarak olabilir.
EMAŞ
tedarikçi şirket.Uygulama bir mağaza ile başlar.
On mağaza, yüz mağaza derken süreç içerisinde yüz bin mağazaya
ulaşılabilir. Bu ancak açık toplum, serbest piyasa şartlarında olabilir.
5- K O N U T
İLKESİ
Yapılarda dört temel ilke gözetilir:
A-
Sağlamlık
B-
Estetik
C-
Kullanışlılık
D-
Ucuzluk
Bir yapı hem sağlam, hem estetik, hem kullanışlı, hem de ucuz yapılmalı.
2034 Yılında Dünya nüfusunun 10 Milyara yaklaşabileceği tahmin edilmektedir.
Yıllık nüfus artışı dünya genelinde %2 civarındadır. Şu anda dünya nüfusu 8
Milyar civarında. Ortalama her yıl 120 milyon çocuk doğuyor. Ölenleri
hesaplarsak 100 milyon civarında her yıl nüfus artabilir. Bu konutu ortalama iki
kişi kullanmış olsa her yıl 50 milyon yeni konuta ihtiyaç olabilir.
Konut firmalarına küresel yol güzergahlarında bedava araziler tahsis
edilmelidir.Kendi aralarında organize olan her 100 müşteri için;
müşteri başına 100 metrekare ev+ 9900 metrekare tarlayı (iş yerini)
sabit fiat ile üretmeyi başararak, müşterilere çok özel yerleşim olanakları
sunabiliriz..
112
Küresel kara ve demir yolunun geçeceği yerlerde büyük araziler temin edilerek
yeni köyler, kasabalar,şehirler inşa edilerek para kazanılmaya çalışılır.Çeşitli
nedenlerle birlikte yaşamak isteyen kişiler için bu faaliyetimiz yeni fırsatlar
oluşturabilir.
6- TEMİZLİK VE SAĞLIK İLKESİ
Su,enerji,kanalizasyon hatları yapılmamış yer kalmamalı.
Bunun için su ve enerji kaynaklarına sahip ülkeler iş birliği yapabilir.
Zaman zaman düzenlenecek Temizlik Ödülleri ile (Temiz insan, temiz aile, temiz
köy, temiz ilçe, temiz şehir ödülleri gibi) temizlik sürekli gündemde tutulur.
Sürekli teşvik edilir.
Çocukların küçük yaşlardan itibaren diş,(Fırça veya Misvakla) vücut, elbise, çevre
temizliğine alıştırılmasında herkes üzerine düşeni yapmalı.
Hastalanmadan önce sağlığın kıymeti bilinmeli.
İnsan sağlığını korumaya azami titizlik göstermeli.
Hastanelere, ameliyatlara, ilaçlara ayrılan kaynaklar korkunç boyutlara gelmiş
durumda.
Hastalıklar artsın ilaç satalım mantığı yanlış. Asıl olan hastalık değil sağlıktır.
Sağlık bilimleri çerçevesinde sağlığın korunması için önceden nasıl davranmak
gerekiyorsa öğrenmek lazım.
Her insan kendi sağlığını korumak konusunda titiz olmalı. Öğrenmeli ve ailesine
öğretmeli.
Tıpta uzmanlık için her pratisyen hekime ihtisas imkanı sağlanmalı.
Sosyal güvenlik kuruluşlarından maaş alan kişiler “hastalık hastası” olmaktan
vazgeçmeli.
Bu ilkelere uymak şartı ile temizlik ve sağlık işlerinden para kazanabiliriz.
İnsanlar hastalansın biz tedavi edelim, ilaç satalım şirketimize uymaz.
Bu ilkeleri hayata geçirmek için sağlık meslek liselerine 6 yaşında öğrenci
alınmalı, askerliğini yapmış sayılarak 18 yaşında diploması verilmelidir.
7- KÜRESEL GÜVENLİK İLKESİ
113
İnsanların canları, ırzları, malları, akılları, doğru haber alma hakları emniyette
ise, bu taktirde güvenlik sağlanmış demektir.
a- Canım emniyette
b- Irzım emniyette
c- Malım emniyette
d- Aklım emniyette
e- Doğru haber alma hakkım emniyette diye insanlar güven duymalı.
Terörün olduğu yerlerde emniyet hisleri oluşmaz.
Terör nedir ? Evrensel Hukuka aykırı her eylem terördür.Usulsüzlük
terördür.Hakkını almanın yolu hakemleşme veya hakime/mahkemeye
gitmektir.Buna rağmen zulüm devam ediyorsa hicret etmektir.
Nasıl k i Mekke’ de müşriklerin zulmünden kaçanlar Medine’de Devlet
kurmuşlar ise , Holokost tan hicret edenler de arzın bir bölgesinde devlet
kurmuşlardır.
İsrail ile İran yüz yıllık , bin yıllık veya kıyamet gününe dek
'SALDIRMAZLIK’ antlaşması imzalayabilirler.
Şirketimiz bu antlaşmanın olması için insiyatif üstlenebilir.
FİLİSTİN HALKI İÇİN BİRLİKTE ÇALIŞALIM !
22 Mart 2013 tarihinde Türkiye ve İsrail filistin halkının durumunun iyileştirilmesi
için birlikte çalışma kararı aldılar.Bu ortak kararın uygulaması için şirket olarak
hazırız.
Filistinlilerin tamamını herhangi bir ülkeye davet edelim. Filistinlilerin herhangi bir
ülke topraklarında yaşaması için gerekli maddi kaynak İSRAİL+ABD tarafından
karşılansın. Her Filistinli için, konut ve iş sahaları açmak üzere 100.000 USA
Dolar ödenmeli. Şirketimizin bu işten % 10 para kazanması herkes tarafından
kabul edilebilir.
Doğu, batı, kuzey, güney hepsi Allah’a ait. Arzın neresinde yaşarsan yaşa.
Önemli mi? Önemli olan insanca yaşamak, medenice yaşamak.
Filistinlilerin tamamının herhangi bir ülkede iskanı ve iş sahalarının açılması için
gerekli maddi kaynak İsrail ve ABD yetkilileri ile görüşülür.
Bir insanın düşüncesini, diğer insanlara duyurması eskiden çok zordu.
Günümüzde çok kolay. İnsanların düşüncelerini değiştirmekle bazen orduların
yapamadıkları işler yapılır.
114
Bunun için, 10 Milyar $ lazım. Üniversal TV kanalı dev prodüksiyonlar, gazeteler,
dergiler, kitaplar, çeşitli etkinlikler ile insan beynini etkileme faaliyetleri.
Her yüz bin kişinin yaşadığı bölgeye bir düşünce adamı (ilgili dili bilen bilim
adamları) yerleştirilecek. Bu kişi o bölgede en az 8 yıl düşünce konferansları
verecek. İnsanlarla birebir görüşmeler yapacak. İnsanların düşüncelerini Evrensel
Medeniyet doğrultusunda değiştirmeye çalışacak. Terörden, vurmaktan,
kırmaktan elinizi çekin diyecek.
Aynı zamanda TV kanalları ile her dilde yayınlar yapılacak. Kitaplar, dergiler
dağıtılacak. Gazeteler bu doğrultuda gerçek haberleri yazacak. İnsanlara moral
aşılayacak.
2016 Temmuz ayında harekete geçilebilir. En az 70.000 bilim adamı bu konuda
görevlendirilebilir. Her yüz bin kişinin yaşadığı bir bölgede bir bilim adamı çalışır.
Her bilim adamına ortalama 1.000$ maaş ödense, ayda 70.000.000$ eder. Yılda
840.000.000$ eder. 8 Yılda ise 6.72 Milyar $ tutar. 8 yıl dünya genelinde
çalışmaları yeterli olabilir.
Kalan 3.28 Milyar $ ile küresel TV kanalları, Radyo istasyonları kurulur, dergiler,
gazeteler çıkarılır ve çeşitli etkinlikler sürdürülür.
KÜRESEL GÜVENLİĞE KATKI İÇİN
10 MİLYAR DOLAR NASIL TEMİN EDİLECEK !
1- 10 milyar Dolar (30 Milyar TL) kredi bulabiliriz.
2- 10 Milyar Dolar, 100.000 E.M.A.Ş ortağı tarafından ödenebilir.
3- 10 Milyar Dolar insanların hibe edeceği veya borç vereceği bir kaynak
olabilir.
Bu kaynak insanların güveni olabilir. Güven varsa “alım gücü” da var
demektir.Herkesin güvenliği için 10 Milyar Dolar alım gücünde güvene dayalı,
EL-ELE borç senedi taklidini üretmesi çok zor olacak şekilde hazırlanır. Bu yeni
kağıda güvenenler, mal ve emeklerini bu yeni kağıt ile değişebilir.
8- EĞİTİM VE ÖĞRETİM İLKESİ
Her çocuk eğitime muhtaçtır. İnsanlar bu konunun önemini kavramış
durumdadır.
ABD hükümeti bir derneğe 700.000 $ bağışladı. Bu dernek 14.000 ABD li gençten
söz almış. Bu gençler evlilik öncesi evlilik deneyi (seks) yapmayacaklarına söz
vermişler.
Bir zamanlar evlilik öncesi, evlilik deneyleri teşvik edilirken, bugün tam tersi
teşvik ediliyor. Demek ki düşünceler değişebiliyor.
İnsanı hangi ölçülere göre eğitmeliyiz?
115
A- Aklın kabul ettiği ve bütün insanların birleştiği Evrensel değerler
doğrultusunda.
B- Bilimlerin kesin olarak ispatladığı sağlık kurallarına göre.
C- İhtilaf edilen konularda ise hakem Zebur, Tevrat, İncil ve Kur’an olmalıdır.
İnsana aklı Yüce Yaratıcı vermiştir.
Bilim üretmeyi Yüce Yaratıcı emretmiştir.
İnsanların birliğini, beraberliğini, Evrensel değerleri Yüce Yaratıcı hatırlatmıştır.
Kitapları Yüce Yaratıcı indirmiştir.
Herkes geçimini sağlayacağı bir meslek öğrenmeli.
Herkes Zebur, Tevrat, İncil ve Kur’an öğrenmeli. Bu kitaplar okullarda her
milletin kendi dilinde ders kitabı olmalı.Herkes kendisine zararlı ve yararlı olacak
davranışları öğrenmeli.
MESLEK ÖĞRENİMİ
Şu an yeryüzünde insanların geçimlerini sağladıkları binden fazla meslekürüvar.
Öğrenimle insan bir meslek sahibi olabiliyor. Her insana bir meslek öğretmek her
devletin görevleri arasında olmalıdır. İş sahalarının açılması ve meslek
öğrenimleri birbirine paralel sürdürülecek işlerdendir.
BİLİM ÖĞRENİMi
Var olanı, varlıkları tanımak, olayları kavramak için yapılan metodik araştırmalara
bilim denir.Var olan yani gerçek olanlar bilimin konusuna girer. Gerçeği var olanı,
varlıkları, olayları kavramak lazım. Gerçeği öğrenmek, var olanı, varlıkları,
olayları kavramak her insanın arzu edeceği bir kazanım. Yeter ki gerçek diye
yalanlar öğretilmesin.
Dünyadaki tüm insanlar aşağıdaki soruların cevaplarını samimiyetle düşünmeli?
S. 1- Allah gerçek midir?
S. 2- Ahiret gerçek midir?
S. 3- Zebur, Tevrat, İncil ve Kur’an gerçek midir?
S. 4- Allah kullarına zulüm yapar mı?
S. 5- Yoksa biz insanlar, Dünyayı zulüm yurduna mı çevirdik?
Allah var olandır. Allah gereği gibi bilinmeli. Allahın yarattığı dünya, uzay ve
içindekiler, varlıklardır. Bilim bu varlıkları ve olayları tanımaya çalışır. Varlıkları ve
olayları beş düzlemde tasnif ederek öğrenebiliriz:
I- ALET BİLİMLERİ: Matematik, Mantık.
116
II-İNSAN BİLİMLERİ: Felsefe, Psikoloji, Tarih, Ahlak, Sanat, Filoloji, Pedoğoji.
III-TOPLUM BİLİMLERİ: Edebiyat, Sosyoloji, Hukuk, İktisat, Siyaset, Antropoloji.
IV- FEN BİLİMLERİ: Fizik, Kimya, Biyoloji, Kozmoloji.
V- PRATİK BİLİMLER: Mühendislik Bilimleri, Mimarlık Bilimleri, Tıp Bilimleri,
Güvenlik Bilimleri.
Zebur, Tevrat, İncil ve Kur’an okurken kainattaki,tabiattaki gerçeklere uygun
olarak anlamaya çalışmalıyız.
Binlerce hurafe ve batıl inançlar, zararlı adet, hukuka aykırı töre terk
edilir.Yerine beş on maddelik (on emir gibi) değerler yerleşebilir..
Şirketimiz ders kitapları üretebilir. Meslek okulları ve üniversite kurabilir.
9- Y A R I Ş L A R
İLKESİ
Tüm çalışanlar ve ortaklar onlu sisteme göre organize olurlar.
Her on başkan da bir araya gelerek kendi aralarında bir başkan seçerler.
Onlu guruplar hariçten birini alarak 11 kişilik futbol takımı oluşturabilir ve kendi
aralarında yarışmalar düzenleyebilir.Profesyonel bir takım oluşturularak para
kazanılabilir.
10- S P O R İLKESİ
Dünyanın her yerinde spor yaygın olarak yapılıyor.
Abdest ile vücuttaki fazla elektrik suya salınır. Temizlik sağlanır.
Şirket ortakları ve çalışanları cuma namazlarını şehrin en büyük stadyumunda,
hava soğuksa spor salonunda eda edebilirler.
E M A Ş mağazaları cuma günleri kapalı olabilir.
Cuma namazından sonra futbol maçları düzenlenebilir.
Bu etkinlikler tüm insanlara açık olmalıdır.
Cumartesi Havralara,Pazar Kiliselere gitmek isteyenler gidebilirler.
Ortak mekanlarda başlayan iyi ilişkiler zamanla iyi işlerde ortak yatırımlara yol
açabilir.
Karşıdakine yalan söylememek şartıyla ortak yatırımlar yapılabilir.
Yalan söylemek hiçbir şartta caiz değildir.
Çalışanlar ve ortaklar onlu sisteme göre koordine olurlar.
117
Her on çalışan veya ortak kendi aralarında bir Başkan seçerler.
Başkanlar şirket ana sözleşmesini çalışanlar ile istişare ederek uygulamalıdır.
Başkan cuma günleri sabah kahvaltısında problemler istişare eder.
Cuma namazını kıldırır ve istişare sonunda hazırladığı metni hutbede ilan
eder.Cuma namazları stadyumda kılınabilir.
Cuma namazından sonra stadyumda futbol maçları düzenlenebilir.
11-SANAT VE EĞLENCE İLKESİ
Profesyonel işler para için,
Amatör işler zevk için yapılıyor.
Para ve zevk insanı harekete geçiren iki önemli etken.
İnsana, doğaya, kendimize zarar vermeksizin eğlenmekte lazım.
Seks eğlence değildir. Evlilik Yüce yaratıcının yeni insanlar yaratması için anne,
baba adaylarına verdiği bir güzelliktir.
Evlilik dışı seks ise, sonu kişileri mutsuzluğa götüren, gelişi güzel davranışlardır.
Güzel sesler eğlence dünyamızın vazgeçilmez unsurlarındandır.
İnsan sesi, hayvan sesi, aletlerin sesleri yeter ki güzel olsun.
Zevk için her şeyi deneyelim mantığı kişiyi nereye götürüyor.
Deneyenlere mutluluk getirmedi.
Tecrübeli akıl sahibi insanlar bilimlerden istifade ederek kimseye zarar vermeyen
eğlenceleri teşvik etmeli, zararlı eğlenceler ise zaman içinde tarihe karışmalı.Bu
ilkeler çerçevesinde eğlence sektöründen para kazanabilir.
12-D İ N L E N M E
İLKESİ
İnsan nasıl dinlenir? 24 Saat çalışmak mümkün mü? Hayır.
Gündüz çalışmak için.
Gece dinlenmek için.
Çok üretelim diye gündüzümüzü gece, gecemizi gündüz yaparsak dengemizi
bozabiliriz.
Güneşin doğuşu ile birlikte işe başlamalı.
Güneş tepemize geldiğinde birinci dinlenmeye geçilmeli.
118
Uykunun bir dinlenme olabilmesi için yatmadan en az dört saat önce hafif şeyler
yemek lazım.
Yiyecekler ve içecekler insan bünyesine uygun kullanılmazsa tam dinlenme
gerçekleşmiyor.
Günlük Çalışma ve Dinlenme Programı:
Güneşin Doğuşundan Önce: Kalkış(Sabah namazı ) ve kahvaltı.
Güneşin Doğuşu: İşe başlangıç.
Güneşin tepemizde oluşu; dinlenmeye geçiş (Öğle +ikindi namazı birlikte
kılınabilir)
Güneşin Batışına dek; işlerimize devam.
Güneşin Batışı: Eve Dönüş ( Akşam + Yatsı Namazı birlikte kılınabilir )
Akşam yemeğinden dört saat sonra uyunabilir.
Güvenlik, tıp, trafik, su, elektrik, medya, eğitim vb. sektörlerde ayrıcalıklı
durumlar olabilir.
13- T U R İ Z i M İLKESİ
Turist gittiği ülkede para alıcı değil, para vericidir.
İnsanlar para vereni severler. Para isteyeni sevmezler.
Turistler için her türlü kolaylıklar sağlanmalı.
Turistler canından emniyette olmalı.
Turistler ırzından emniyette olmalı.
Turistler malından emniyette olmalı.
Turistler akıllarından emniyette olmalı.
Bir insana yapılan saldırı; bütün insanlara yapılan saldırı gibidir.
Turist öldürülürse ölenin velisine üç hak tanınabilir:
a- Yüklü bir tazminat hakkı.
b- Af hakkı.
c- Ölümünü isteme hakkı.
Ölen turistin velisi hangi seçeneği tercih ederse; hakim ona göre karar verebilir.
119
Turistin ırzına geçene;fuhuş yapana sürgün, hapis, para cezası, 100 sopa gibi
cezalar şikayete göre hakim tarafından verilebilir.
Turistin malını veya parasını çalıp getirip geri vermeyene şikayete göre hapis,
sürgün, para cezası, elinin kesilmesi gibi cezalardan biri hakim tarafından
verilebilir.
Turiste uyuşturucu verenlere, çıplaklar adasına sürgün cezası verilebilir. Cezası
bitmeden adadan dışarı çıkamaz.
Turiste yanlış bilgi vererek zarara uğratanlara, iftira atanlara sürgün, para cezası,
seksen sopa gibi cezalar hakim kararı ile verilebilir.
Böylece turistlerin dünya çapındaki can, ırz, mal, akıl,dogru bilgi alma hakları
korunur, emniyete alınabilir. Dünyada turizm patlaması yaşanabilir.
14- İNSAN
MERKEZLİLİK
İLKESİ
İnsan biyolojik ve psikolojik bir varlık.
İnsan zayıf, aciz.
İnsan menfaati sever.
İnsan çıkarına düşkündür.
İnsan miras, yemekten hoşlanır.
İnsan zalim,
İnsan korkak olabilir
………………………………
İnsan hakkında daha çokça cümleler yazılabilir.
İnsanda Allah korkusu olmalı.
Ne demek Allah korkusu!
“İnsanlara ve tabiata zarar verme” demektir.
Çünkü “1insanların ve tabiatın gerçek sahibi Allah’tır. Allah kendisine ait
varlıklara(insanlar ve kainata)zarar verenden hesabını sorar” demektir.
İlkeler doğruysa, ortakların doğruysa, hemen işe başlamalısın.
Allah’tan başkasından korku zamanı geçti. Zaman çalışmak zamanıdır. Her insan
ölümlüdür. Her insan ölümü tadacaktır. Bu tadış önce olmuş, sonra olmuş fark
etmez. Yeter ki her an doğruların üzerinde ol.
Dört kitaba göre ölüm bir kayboluş, bir yitiş değil.
120
Ölüm; birkaç gün uyumuşuz gibi algılayıp, sonra sonsuz yaşayacağımız
bir hayatın başlangıcıdır.
yeni
15- KADIN VE ERKEKLERE SAYGI İLKESİ
Kadın bir mucize.
Yüce yaratıcımızın yarattığı bir mucize.
Firavun’un karısı Asiye
İmran kızı Meryem
Bütün alemlere örnek gösterilen iki kadın.
Kadın kocasına kul, köle değildir.
Kadın Allah’a bağlı, Yaratıcısına bağlı. Yaratıcı onu güzelce yarattı. Sonra
öldürecek. Sonra sonsuz hayat başlayacak.
Kadın yaratıcısını unutmadı.
Kadın onurun, iffetin, hayatın, şeref ve haysiyetin sembolü.
Rabbi yeni canlar yaratabilir diye kocasıyla birlik oldu. Yeni canlar yüklendi.
Dokuz ay karnında taşıdı. Anne oldu.
Samimi idi. İlim sahibi oldu. İman etti. İbadet yaptı. Güzelce yaşadı ve güzelce
gitti.
Erkeklerin dört kadın alma hakları yok.
Bekar veya dul kadınların evli erkeklerle evlenebilmeleri hakkı var.
Bekar veya dul kadınların böylesi tercihlerine herkes saygılı olmalı.
Bir kadın arzu ederse bir erkeğe, erkeğin birinci eşinin tüm haklarının korunması
şartıyla eş olabilir.
Evlilik sözleşmesi taraflar arasında noterde yapılabilir.
Evlenenin veya boşananın hakları ihtilaf halinde, sözleşmeye göre önce aileler
arasında görüşülmeli. Uyuşma olmazsa hakemlere gidilmeli. Yine uyuşma
olmaz ise yasal hakimlerce karara bağlanmalı.
16- A İ L E İLKESİ
A-Küçük Aile: Anne, Baba ve çocuklar.
B- Büyük Aile: Bütün insanlar.
121
Evlenmesi yüce yaratıcımız tarafından yasaklananlar şunlar:
a- Kız kardeş, erkek kardeş ile evlenmek yasak ve suç.
b- Dayı, Amca, Hala, Teyze, Anne, Baba ile evlenmek yasak ve suç.
c- Dede, Anneanne, Babaanne, Kayınvalide, Kayınpeder ile evlenmek yasak ve
suç.
d- Erkeğin erkekle, kızın kızla evlenmesi de haramdır, günahtır.
Haram demezsek, suç demezsek, günah demezsek bu çirkinlikleri hangi
gerekçelerle önleyeceğiz.
Bu ilişkilerin suç olduğunu Zebur, Tevrat, İncil ve Kur’andan öğrendik.
Öğrenmeyenler ne yaptı? Bilemediler. Bunalıma düştüler intihar ettiler.
Türkiye Cumhuriyeti Medeni kanununda evlenmesi yasak olanlar bölümü
Zeburdan, İncilden, Tevrattan ve Kur’andan alınmıştır.
Şirketimizde çalışmak isteyen bekarların dünyanın değişik bölgelerine
gönderilmesi ve gittikleri bölgede evlenmeleri teşvik edilir.
Evlenmek isteyenler evlilik sözleşmesi düzenlemeli ve bu sözleşme hükümlerine
riayet etmelidir.
Sevgi, saygı, hukuk devam ettiği sürece evlilik devam eder.
Sevgi biterse, saygı biterse, hukuka,sözleşmeye uyulmaz ise evlilik sona erer.
17- Ç O C U K
İLKESİ
Çocuklar oyun oynamalı, yarışmalara katılmalı, şarkı söylemeli, izcilik yapmalı,
okuma yazma öğrenmeli, bilim öğrenmeli. Zebur, Tevrat, İncil ve Kur’an’ın
orijinalini ve kendi dilinde anlamını öğrenmeli. Bir meslek sahibi olmalı.
Suç işlemeden, suça teşvik edilmeden 17 yaşını bitirmeli ve büyük aileye
gönderilmeli.
Çocuklar bir meslek sahibi olursa, çocuklar aşık olursa, eşini bulursa, evlilik
törenlerinde bulunmak bir baba ve anne için çok bir mutluluk ve mürüvvet.
Çocukların iyiden, doğrudan, gerçekten yana olması için yardımcı olunur.
Yetimler beslenir,barındırılır,meslek öğretilir.
Anne ve babalar olarak biz neye inanıyorsak sende ona inan derse çocuk özgür
yetişmez.Çocuğa kainatta gerçekten var olanları araştır ve gerçek olana sen
karar ver denilmelidir.
Çocuklar rüşt(ergenlik) yaşına geldiklerinde özel bir tören yapılmalı,hediyeler
verilmeli, dikkat etmesi gerekenler söylenmeli ve bir ziyafet ile kutlanmalıdır.
122
18- B E L E D İ Y E
HİZMETLERİ
İLKESİ
Bir belediyenin yapacağı çeşitli hizmetleri şirketler üstlenebilir. Şirketimiz
belediye hizmetlerinin yapılması konusunda ilgili belediye ile iş sözleşmeleri
yapabilir.
19- HALKLAR
İLKESİ
Aynı ana dili konuşan insanlara halk denilir. Dünyada ana dili türkçe olan insan
sayısının yüzde dört civarında olduğu sanılmaktadır.
Dünya nüfusu genelinde %4 Türkler ve %96 diğer halklar 2016’dan itibaren hep
birlikte , yeryüzünde İŞ, GÜVENLİK VE ADALET içerisinde yaşayabiliriz
Şirketimiz halkların başkanları ile
alanda iş yapmaya çalışabilir.
ile görüşerek, halka hizmet sunulabilecek her
Şirketimiz birbirleri ile sorunu olan halklar
çalışır.
20- D E V L E T L E R
arasında iyi ilişkiler oluşmasına
İLKESİ
Din Evrensel bir değerdir. Gerçek din Allah’tan gelmiştir. Bir devletin isminin
başına konulması uygun değildir.
Devletler; vatandaşların ortak işlerini yapan mega şirketlerdir.
Ortak malları,kaynakları kullanma hakları mevcuttur.Nüfus artınca,sorunlar
çoğalınca Devletler bocalamaya başladılar.
Kaostan para kazanmak yerine Devletlere yardımcı şirket olma yolunu seçtik.
Ve 2016 Temmuz ayında böyle bir şirketi kurmaya karar verdik.
Tüm Devletlere hayırlı olsun.
Hangi Devlet şirketimizden hizmet satın almak isterse görüşmelere hazırız.
21-SİLAHLI
KUVVETLER
İLKESİ
2016 yılında silahlı kuvvetlerde görev yapan ve emekli olan hiçbir insan şu
zamandaki sorunların sebebi değiller. Yüzlerce yıl önceden gelen
sorunlar...Sorunları çıkaranlar ölüp gittiler...Kimi yakalayıp hesap soralım...2016
yılı helalleşme yılı olsun.Bir format atalım.Herkes birbirini affetsin.
123
İsrail ile İran yüz yıllık , bin yıllık , isterlerse kıyamet gününe
dek 'SALDIRMAZLIK antlaşması imzalayabilirler.
İran nükleer silah için ayrılan kaynakları varsa iptal edip,yerine
Çince,Hintçe,Rusça milyarlarca Kur'an ve çevirisi dağıtabilir.Kuranı da doğru
anlamaya çalışmak lazım.Doğan her çocuk masum doğar.
22- ŞİRKETLER VE VERGİLER İLKESİ
Şirketler, birden fazla insanın sermayesini ve emeklerini bir araya getirerek kar
amacıyla kurdukları alış-veriş kurumlarıdır.
Şirketlerin daha başarılı olması için mevzuatlarını geliştirmek lazım.
Bankalar ticari şirketlerdir. Devlet garantisinin kaldırılması lazım.
Suç teşkil eden işleri yapmamak şartı ile çalışmanın, üretmenin, para
kazanmanın önündeki bütün engellerin kaldırılması lazım.
SGK primleri, prim ödeyenlerin zorlanmayacağı düzeye çekilmeli.
İnsanlar verginin nereye gittiğini bilmeli. Seve seve ödemeli.
Vergiler halkın ortak hizmetlerini yerine getirmek için alınabilir ve kullanılabilir.
Savunma hizmeti de ortak bir hizmet sayılır. Yok yere saldırılar için vergi
alınamaz ve kullanılamaz.
Akaryakıt ve bazı tüketim maddeleri üzerinden alınan dolaylı vergilerin;
kaçakçılığa yol açarak teröristlerin parasal kaynaklarını oluşturduğu
kanıtlanmıştır.
Dolaylı vergiler kaldırılmalıdır.
Üretimden pay alan vergi sistemleri düşünülmeli.
23- BİREYSEL TEŞEBBÜSLER İLKESİ
05-15 yaş arasında bir şeyler alıp satabilirsiniz.
16-40 yaş arasında insanların ihtiyaç duyduğu ürünleri üretebilirsiniz.
40 yaşından sonra öğretmen, politikacı, siyasetçi olabilirsiniz.
55 yaşından sonra savunma/güvenlik sektöründe çalışabilirsiniz.
Herkes okulu bitirip masa başında oturarak çalışmayı hayal ederse sonunda
herkes işsiz kalabilir.
İhtiyaç maddelerini kim üretecek?
İhtiyaç maddelerini kim dağıtacak?
124
İnsanların ihtiyaç duyduğu mesleki faaliyetleri kim yapacak?
Kolay gibi görünen işlere değil, gerçekten ihtiyaç olan işlere teşebbüs edilmelidir.
Şirketimiz bireysel teşebbüslere mikro kredi vermek üzere bina verenlerin,
çalışanların, müşterilerin ortak olduğu banka (E M A Ş BANK) kurabilir,
bankacılık yapabilir.
İlk pilot uygulama olarak; Yapı ve kredi bankası sahiplerine;bankalarını böyle bir
bankacılığa dönüştürmeleri önerilebilir.
Mevzuata bu tür bankacılık düzenlemeleri ilave edilmelidir.
24-ORTAK SAYISI ve CİRO HEDEFİ İLKESİ
Dünya nüfusunun 2034 yılına kadar 10 milyara yaklaşacağını
varsayalım.
Her 100.000 kişinin yaşadığı yere bir dükkan açılır. Her dükkanda bir ortak ve
bir eleman bulunur.
O bölgede ihtiyaç duyulan mallar araştırılır. Ve bu ihtiyaç maddeleri nerede ucuz
ve kaliteli ise oradan temin edilir. Dünya genelinde nüfus/100.000 kadar dükkan
açılmaya çalışılır.
Aynı tabela aynı logo, aynı hizmet.
EMAŞ
DÜKKANLARI arasında mallar gelir gider. Küresel ticaret gerçekleştirilir.
Bu ticaretin yapılabilmesi için 100.000 ortak yeterlidir.
Temmuz 2016 den Ocak 2024'e kadar ciro hedefimiz 400 Milyar Dolar.
İnşallah 400.000.000.000 USA DOLAR CİRO. Ortalaması yılda 50 milyar
dolar ciro.İlk yıllarda daha az ciro.Zamanla inşallah ciro hedefimize
ulaşmak nasip olsun
Yılda 50 milyar dolar ciro . Yüz bin mağazaya ulaştığımızda mağaza
başına yılda 500.000 Dolar ciro demektir.Mağaza başına ayda 42.000
Dolar eder.Haftada 6 gün çalışılsa her gün için 1600 Dolar ciro ile
hedefe ulaşılabilir.
Birkaç kişi düşünülürse hedef gerçekçi değil .Yüz bin ortak ,yüz bin
mağaza birlikte çalışırsa hedefe ulaşılabilir.Tek bir ortak için cirodan % 10
kar ederek çalışmak iyidir.
Bir ortak için günde 160 Dolar kar elde etmek başarı kabul edilebilir.
Birkaç yerde uygulama başlarsa yeryüzünün her yerinden sisteme
katılmalar olabilir.
25-S İ Y A S E T
İLKESİ
125
Her toplumda siyaset farklı farklı yapılıyor.
Şirket dünyanın her yerinde, siyaset yapmak isteyenlere fikir ve proje üretir ve
satar.
2016 yılından itibaren itibaren her ülkede Evrensel Medeniyet Partileri
kurulabilir.
26-HUKUK (HAKLAR) İLKESİ
Hak nasıl doğar ?
a -Yaratılış ile doğan haklar.
b -Çalışma karşılığı doğan haklar.
c- Sözleşme gereği doğan haklar.
d- Vefat (miras) sonucu doğan haklar.
e- Vatandaşlık gereği oluşan haklar.
f- Turizm nedeni ile doğan haklar.
g- Medeni haklar.
Hukuk artık bir bilim haline gelmiştir.
Her
ülkede üniversitelerde geliştirilmeye devam ediliyor.
HUKUKUN KAYNAKLARI
A- Akıl
B- Bilim
C- Zebur, Tevrat, İncil, Kur’an diğer yazılı metinler.
D- Öneri ve teklifler.
Kaynaklar arasında çelişmezlik sağlanmalıdır.
Hukuk bilimi üretilir ve herkesin istifadesine sunulur.
Hukuk üniversitesi kurulabilir.
27- HUKUKİ MEVZUAT İLKESİ
Hukuk bilimi çerçevesinde üretilen içtihatlar meclise sunulur.
126
Kabul edilirse hukuki mevzuat haline gelir. Hukuki Mevzuatın bölümleri şunlardır:
A-Evrensel Hukuk
B-Anayasa
C-Köy,ilçe,il,ülke kanunları.
D-Kanun hükmünde kararname
E- Tüzük
F- Yönetmelik
G- Genelge
G- Tebliğ
I - Sözleşme
Hukuki mevzuatın insanlarca okunması herkesin çıkarına.
Resmi gazete her eve nasıl ulaşır ?
Gerekirse tüm mevzuat sıfırlanarak yeniden yazılabilir.
Şirketimiz bu konuda hizmet üreterek para kazanabilir.
28-İ Ç T İ H A D
İLKESİ
Egemen güç emir ve yasaklar koyar.
Belirtilmediği detaylarda ise kişiye karar verme hakkı tanır.
İşte bu hakka İÇTİHAT Hakkı (Yetkisi) denilir.
İçtihat hakkını yaratıcı bütün insanlara vermiş. .
Realitede, gerçekte, kainatta ve uzayda Egemen güç yani egemenlik yüce
yaratıcının. İnsanlara evrensel hukuk , anayasa, yasa, kanun hükmünde
kararname, tüzük, yönetmelik, genelge, tebliğ, sözleşme içtihatları yapma hakkı
tanımış.
Her insan içtihat yapacak. Seçim olacak. Meclis oluşacak. İçtihatlar Mecliste kabul
edilirse yasa olacak. Demek ki içtihat hakkı kiminmiş? Kayıtsız ve şartsız bütün
insanların..
Genel olarak bakıldığında din beş ana bölümde tasnif ediliyor:
A-İtikat Bilgileri: İtikatta bilgiler, yasa haline getirilemez. Örneğin; “Her vatandaş
meleklerin varlığına inanacak” şeklinde bir yasa çıkarılamaz.
127
B-İbadet Bilgileri: Örneğin; “Herkes namaz kılacak, oruç tutacak, sadaka
verecek, hacca gidecek, Kelime-i Şehadet getirecek” şeklinde bir yasa
çıkarılmasına izin vermiyor.
C-Ahlak Bilgileri:Örneğin; “Herkes lüzumu kadar konuşacak” şeklinde bir yasa
çıkarılmasına izin vermiyor.
D-Ukubat (Ceza)(*)Bilgileri:İnsanın insana, insanın topluma, insanın çevreye,
insanın devlete karşı işlediği Hukuki Fiillerde ceza için içtihat yapılır, yasa çıkarılır.
E-İş (Muamelat) Bilgileri:Aile hukuku, borçlar hukuku, medeni hukuk, Devletler
arası hukuk, savaş hukuku, hukuk mahkemeleri usulü, ticaret hukuku vb.
konularda içtihat yetkisi verilmiştir.Bir vatandaş yaptığı içtihadı meclise sunar.
Meclis’te kabul edilirse yasa haline gelir, resmi gazetede yayınlanır.İçtihadı
yasalaşan kişilere çeşitli armağanlar verilebilir
* İtikat, ibadet, ahlak ile ilgili konularda dünyada ceza verilmesi söz konusu
değil. Örneğin inanana, inanmayana, namaz kılana,kılmayana vb. konularda
herhangi bir ceza için yasa çıkarılamaz. Ahirette ise cezalar Allah ile kulları
arasındadır.
29- İ L E T İ Ş İ M
İLKESİ
I- Düşündüklerimizi Anlatma Yolları:
A-
%10 Anlatarak, yazarak.
B-
%25 Göstererek.
C-
%65 Uygulamanın içinde birlikte çalışarak.
II- Düşündüklerimizi Anlatma Araçları:
A-Dergi
B- Gazete
C- Radyo
D- TV
E- Film
F- Toplantı ve Gösteri
G- Mikro Medeniyet
H- Bölgesel Medeniyet
İ - Küresel (Evrensel) Medeniyet
İletişim araçlarının giderleri, reklam gelirlerinden karşılanabilir.
128
Asıl olan araçlar değil, insanların topyekün mutlulugudur.
30- EVRENSEL SUÇLAR İLKESİ
Dünyanın her yerinde suç kabul edilen 4 müessir fiil var.
1-
Cinayet ve türevleri
2-
Yasak ilişkiler, ırza tecavüz ve türevleri
3-
Hırsızlık ve türevleri
4-
İftira ve türevleri
Hukukçular bu fiilleri tarif ederler, ispat yöntemlerini yazarlar, suçlara verilecek
karşılıkları yazarlar. . Zamanla dünyanın her yerinde uygulama birliği oluşabilir.
Bu suçlara ceza verilirken hakimin dikkat edeceği en önemli nokta şu olmalı.
Kişinin bu suçları bilerek, planlayarak ve kasten işlediği “ŞÜPHESİZ” ispat
edilmeli.
Şüphe ile ağır ceza olmaz/verilemez.
Bu dört evrensel suçun birden fazlasını veya tamamını işlemek, işletmek,
azmettirmek gibi fiillere ise FİTNE ÇIKARMAK suçu denilebilir.
Fitne çıkarma suçu şüphesiz olarak kanıtlandığı taktirde hakim yukarıdaki fiillerin
cezalarının toplamı kadar ceza verebilir.
Evrensel suçlar ile ilgili yasalar yayınlanmadan önce işlenmiş olan tüm suçlar bir
defaya mahsus olmak üzere affedilmelidir.
Ülkemizde 2016 yılında EVRENSEL SUÇLAR yasası çıkarılmalıdır.Bu yasa
çıkmadan kimse güvende değildir.Güven yoksa zorunlu ihtiyaçlar hariç iş yapmak
belaya bulaşmak demektir.
Dünya genelinde inşallah 2024 yılına kadar tüm devletler tarafından örnek
alınarak yasalaşabilir.
Bireylerin,şirketimizin,şirketlerin açık toplum,serbest piyasa,evrensel medeniyet
çerçevesinde kıyamet gününe kadar birbirlerine zarar vermeden
çalışabilmelerinin teminatı bu yasalar olabilir.
Şirketimiz Evrensel suçlar yasa tasarısını hazırlatarak en yakın seçimler akabinde
meclise sunmayı kararlaştırmıştır.
Evrensel Suçlar yasası güvenliğe harcanan kaynakları azaltarak,diğer sektörlere
daha fazla kaynak ayrılmasını sağlayabilir.
31-HAFİF CEZALAR İLKESİ
129
Hapis cezası zamanla kalkabilir. Evinde tutukluluk veya halka açık yerlerde
tutukluluk olabilir. Cezası yargıç tarafından kesilinceye kadar halka açık yerlerde
tutukluluk hali mümkün.
Hafif ceza niçin verilir?
Hafif ceza niçin verilir?
Hafif ceza kişinin daha iyi olması için verilir.
Bu gaye dikkate alınarak eğitimciler, psikologlar, hukukçular bir araya gelerek
içtihatlar yaparlar. Meclisten geçerse yasalaşır.
Ağır cezalar ise hak yerini bulsun diye verilir. Çünkü Evrensel suçlara ağır
karşılıklar verilmezse insanların vicdanı mutmain olmaz. Huzursuzluk bütün
cihanı kaplar. Birkaç kişinin ağır ceza görmemesi için bütün insanlık huzursuz
edilemez.
Hafif cezaların gayesi kişiyi iyiye, doğruya, güzele motive etmek olmalıdır.
Uyuşturucu kullananlara, üretenlere ne ceza verilecek? Bir hafif ceza önerisi
düşünelim: “Çıplaklar adasına sürgün edelim.” Ceza mı , mükafat mı ?
32- EVRENSEL YÜKSEK ADALET KURUMU İLKESİ
Adalet içerisinde açık toplumun, serbest piyasanın,evrensel medeniyetin oluşumu
için yeni bir kurum oluşturulması gerekli. Adına Evrensel Yüksek Adalet Kurumu
diyelim.
A-
Kuruluş
B-
Görevleri
C-
Yetkileri
D- Bütçesi
E-
Denetim esasları yazılır.
Devlet Başkanı, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Milletvekili gibi görevlere halkın
seçimi ile geliniyor. Halkın seçtiği yetkili kişilerin atacakları imza ile de Evrensel
Yüksek Adalet Kurumu Başkanı ilk defa seçilmiş olur. Daha sonraki başkanlar,
kurumun iç tüzüğüne göre seçilir.
Çin de, Rusya da, Hindistan da, Pakistan da, İran da, Amerika da ve diğer
ülkelerde milyonlarca asker, polis, savcı, yargıç adaleti, güvenliği sağlamak için
maaş almaktadır. Kullanılan araç , gereç ve genel giderleri hesaplarsak muazzam
bir parasal büyüklük kullanıldığı görülecektir.
Dünyada barış ve güvenliğin sağlandığını düşünelim. Şu anda güvenlik ve adalet
için harcanan muazzam parasal kaynak dünyanın geri kalmış bölgelerinin maddi
130
ve teknik kalkınmasına yönlenebilir. Milyar civarında insana yeni iş kapıları
açılabilir.
Evrensel Yüksek Adalet Kurumu başkanı ve çalışanları devletler nezdinde güven
kazanırsa Dünyadaki tüm güvenlik güçleri (askerler, polisler, savcılar, yargıçlar)
Evrensel Yüksek Adalet Kurumu'na bağlı olarak yeniden organize olabilirler.
33- BİRLEŞMİŞ MİLLETLER TEŞKİLATI İLKESİ
Evrensel Yüksek Adalet Kurumu Birleşmiş Milletler Teşkilatı ile iş birliği yapar.
Zamanla iki kurum birleşebilir.
Birleşmiş Milletler Teşkilatı İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ilan ederek çok
hayırlı bir hizmet yaptı.
Günümüzde gücü ve etkisi zayıf kalıyor. Sorunları çözmek için kendi iç sistemi
çalışmıyor. Evrensel Yüksek Adalet Kurumu ile birleştirmek daha mantıklı olabilir.
34-NATO VE AVRUPA BİRLİĞİ İLKESİ
Nato Dünya çapında geliştirilebilir. Öyle ki kimse kimseye saldıracak gücü
kendisinde görmesin. Natoya Çin de dahil edilmelidir. NATO zamanla Dünya
Güvenlik Kurumu’na dönüşebilir.
Avrupa Birliği, Dünya Birliği için iyi bir zemin.
Evrensel Medeniyet bir anlamda Dünya Birliği demektir.
Herkes kendi çıkarı için koşabilir. Kimse başkasına zarar verme hakkına sahip
olamaz.
Başkasına zarar vermeden ne yapabilirsen yap.Böyle bir birlik.
Petrol,su,stratejik madenler,toprak paylaşımı için tasarlanan savaşlara gerek
kalmaz.
Hangi nedenle olursa olsun,
yanlış öğretilmiş inançlar dahil hiçbir gerekçe ile insanlara zarar verilemeyeceği,
insanlara öğretildiği zaman,evrensel medeniyetin,açık toplumun,serbest
piyasanın, kültürel temeli oluşmuş demektir.
35- V İ Z E
KOLAYLIĞI
İLKESİ
Bir ülkeye başka bir ülke vatandaşının girmesi serbest değilse, giriş iznine vize
denilir. Vize dünyanın şu anki durumu açısından faydalı bir iş. Açık toplum,
serbest piyasa, evrensel medeniyetin oluştuğu bir dünyada vizelere gerek
kalmaz. Vize aşamalı olarak süreç içinde kolaylaşabilir.
1- “Cinayet işlemez, fuhşiyata yaklaşmaz , hırsızlık yapmaz, iftira atmaz,
uyuşturucu kullanmaz” diye ahlaki kurumlardan belge alan kişiye vize verilmeli.
131
Bu kişi dünyanın herhangi bir yerinde bir suç işlerse kendisine belge veren ahlaki
(kilise, havra, cami, vakıf, dernek,onarlı konseyler vb.) kurum, kişinin işlediği
suçun tazminatını öder. Kişi de ayrıca en ağır karşılık ile cezalandırılır.
2- Herkes ahlaki kurumlardan belge alabilirse dünyada vize alamayan kimse
kalmaz. Böyle bir durum Evrensel Medeniyetin bilfiil gerçekleştiğini gösterir.
İnsanların birbirine zarar vermekten kaçındığı, terörün/fitnenin(insan hakları
ihlallerinin ) kalmadığı bir Dünya; evrensel medeniyet, açık toplum
serbest piyasanın da
teminatı olur.
Bu şartların oluştuğu bir Dünya tüm insanların ve şirketlerin
çıkarınadır.
MAKSAT VE MEVZUU:
Madde 4- Şirketin maksat ve mevzuu başlıca şunlardır.
A-Küresel Serbest Piyasada İş Yapılacak Sektörler:
1-Para (Değişim Aracı)
2-Ulaşım,
3-Beslenme,
4-Giyinme,
5-Konut ve iş yeri üretmek,satmak.Bu konuda bankalarla veya katılım
bankalarıyla kar,zarar ortaklığı yapabilir.
6-Temizlik ve sağlık,
7-Güvenlik,
8-Eğitim,öğretim işleri,bilim üretmek,ders kitapları hazırlamak,özel okullar
üniversiteler açmak,çalıştırmak.
9-Yarışlar,
10-Spor,
11-Sanat ve Eğlence,
12-Dinlenme,
13-Turizim,
14- İnsan kaynakları,
15-Kadın ve erkek kıymetleri,
132
ve
16-Aile ihtiyaçları,
17-Çocuk değerleri,
18-Belediye ihaleleri,
19-Halkla ilişkiler,
20-Devlet ihaleleri,
21-Silahlı kuvvetler ihaleleri,
22-Şirketler ve vergi ihaleleri,
23-Bireysel mikro teşebbüslere melek yatırımcı olarak girilmesi,
24-Finans
25-Siyasi partilere danışmanlık,seçim hizmetleri ihaleleri,
26-Hukuk Yayınları,
27-İçtihat Yayınları,
28-Hukuki Mevzuat Yayınları,
29-İletişim,
30-Evrensel Suçları azaltmak için TV programları,konserler vb.
31-Hafif suçları azaltmak için ,caydırıcı,ilginç,uygulanabilir öneri yayınları,
32-Evrensel Yüksek Adalet Kurumu ihaleleri,
33-Birleşmiş Milletler ihaleleri,
34-Nato ve Avrupa Birliği ihaleleri,
35-Vize alım hizmetleri,
sektörlerinde şirketimiz iştigal edebilir.Ticari faaliyet yapabilir.
B-Maksat ve mevzuunu gerçekleştirmek için gayrimenkuller almak,satmak,satın
aldığı gayrimenkuller üzerinde ipotek,irtifak,intifa gibi mahut ayni haklar tesis
etmek.
C-Her türlü taşıt araçlarını almak, satmak.
D-Gerek kurulmuş şirketlere,gerekse kurulacak şirketlere iştirak etmek.
Şirket yukarıda sayılanlardan başka işlere girmek isterse,yönetim
kurulunun teklifi üzerine keyfiyet genel kurulun onayına sunulur.Bu yolda
alınacak karardan sonra şirket dilediğini yapabilir.Ana sözleşme değişikliği
mahiyetinde olan bu husus için Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığından ön izin
alınacaktır.
133
ŞİRKETİN MERKEZ VE ŞUBELERİ:
Madde 5- Şirketin merkezi İzmir dedir.Şirket merkezinin adresi: 174 sokak
NO:39/A Basın Sitesi İZMİR/TÜRKİYE dir. Şu kadar ki şirket Bilim Sanayi ve
Teknoloji Bakanlığına haber vermek şartıyla yurt içinde ve yurt dışında şubeler
açabilir.
ŞİRKETİN SÜRESİ:
Madde 6- Şirketin süresi belirsizdir.
SERMAYE:
SERMAYE:
Madde 7- Şirketin sermayesi 10.000.000.000.000 EL dir. (ON TRİLYON DOLAR
ALIM GÜCÜNE EŞDEGER)
Bu sermaye her hissesi
hisseye ayrılmıştır.
1000 EL olup,
on milyar insan için, on milyar
HİSSE SENETLERİ:
Madde 8- Şirketin hisse senetleri nama yazılıdır.
Ancak sermayenin tamamının ödenmesi halinde hamiline muharrer hisse
senetleri çıkarabilir.Pay sahiplerinin isteği üzerine,idare meclisi birden fazla payın
bir senette temsil ve ifade edilmesini sağlar.
İDARE MECLİSİ:
Madde 9- Şirketin işleri ve idaresi pay sahipleri tarafından seçilen Türk Ticaret
Kanunu hükümleri dairesinde olmak kaydıyla, seçilecek en az bir kişiden teşkil
olunacak bir idare meclisi tarafından idare olunur .
İDARE MECLİSİNİN BAŞLICA VAZİFELERİ:
Madde 10- Yönetim kurulu Türk Ticaret Kanununun iş bu ana sözleşme ve bu
hususlarda şirketin genel kurulu tarafından ittihaz edilen kararlarda, kendisine
verilen vazifeleri ifa ve icra ederler.
ŞİRKETİN TEMSİLİ:
Madde 11- Gayri menkul ve her türlü eşyanın alımı satımı,kat irtifakı
kurulması,kat mülkiyetine geçilmesi,kiralanması,ipotek edilmesi vb.işlerde dahil
şirket adına işlem yapmak, şirketi temsil ve ilzam etmek yönetim kuruluna aittir.
İDARE MECLİSİNİN MÜDDETİ:
Madde 12- İdare meclisi azaları en çok üç sene müddet ile seçilirler.
İDARE MECLİSİ TOPLANTILARI:
134
Madde 13- İdare meclisi şirket işleri ve işlemleri için lüzum gördükçe
toplanır.Ancak en az ayda bir defa toplanması gerekir.
İDARE MECLİSİNİN ÜCRETİ:
Madde 14- İdare meclisi üyelerinin ücretini genel kurul tespit eder.
MURAKIPLAR:
Madde 15- Genel kurul en çok üç yıl için bir veya birden fazla murakıp
seçer.Bunların sayısı beşi geçemez.
MURAKIPLARIN VAZİFELERİ:
Madde 16- Murakıplar T.T.K.’nun 354. maddesinde sayılan ödevlerin ifası ile
birlikte şirketi iyi idaresi,çıkarlarının korunması konusunda idare meclisine teklifte
bulunmaya,icap ederse genel kurulu toplantıya çağırmaya ve toplantı gündemini
tayine T.T.K. nun 354.maddesinde yazılı raporu tanzime yetkilidir.Şirketin
işlerinin doğrulukla yürütülmesinden murakıplarda sorumludurlar.
MURAKIPLARIN ÜCRETİ :
Madde 17-Murakıpların ücretini genel kurul tayin eder.
UMUMİ HEYET:
Madde 18- Genel kurullar ya olağan yada olağanüstü toplanırlar. Olağan genel
kurul şirketin hesap devresinin sonundan itibaren 3 ay içerisinde ve senede en az
bir kere toplanır. İncelemeler yapılır ve gerekli kararlar alınır.
Bilim,Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı genel kurulu gerektiğinde her zaman
toplantıya çağırabilir.
TOPLANTI YERİ:
Madde 19- Genel kurullar şirketin idare merkezinde veya idare merkezinin
bulunduğu şehrin elverişli bir yerinde toplanır.
TOPLANTILARDA KOMİSER BULUNMASI:
Madde 20-Gerek olağan,gerekse olağanüstü genel kurul toplantılarında
Bilim,Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı komiserinin bulunması şarttır.Komiserin
gıyabında alınacak kararlar ve komiserin imzasını taşımayan toplantı tutanakları
geçerli değildir.
TOPLANTI VE KARAR NİSABI:
Madde 21- Genel kurul toplantıları ve bu toplantılardaki nisap Türk Ticaret
Kanunu hükümlerine tabidir.
OY:
135
Madde 22- Genel Kurul toplantıların da hazır bulunan hissedarların veya
vekillerinin her hisse için bir reyi olacaktır.Pay sahipleri kendisi için,eşi yahut usul
ve füruu şirket arasındaki kişisel bir işe veya davaya ait oy kullanamazlar.
VEKİL TAYİNİ:
Madde 23- Genel kurul toplantılarında hissedarlar,kendilerini diğer hissedarlara
veya hariçten tayin edecekleri vekil vasıtası ile temsil ettirebilirler.Şirkette
hissedar olan vekiller ,kendi reylerinden başka temsil ettikleri hissedarların sahip
olduğu reyleri kullanmaya yetkilidirler.
Yetki formlarının şeklini idare meclisi tayin ve ilan eder.
İLAN:
Madde 24- Şirkete ait genel kurul ilanları şirket merkezinin bulunduğu yerde
intişar eden bir gazete ile asgari 15 gün evvel yapılır.Şirket ana sözleşmesi ve
faaliyetleri internet sitesinden yayınlanır.
OYLARIN KULLANILMA ŞEKLİ:
Madde 25- Genel kurul toplantılarında reyler el kaldırmak suretiyle verilir.Ancak
hazır bulunan hissedarların temsil ettiği sermayenin onda birine sahip olanların
talebi üzerine gizli oya başvurulur.
ESAS MUKAVELE DEĞİŞİKLİĞİ:
Madde 26- Bu esas mukavelede meydana gelecek bilumum değişikliklerin
tekamül ve tatbiki için yönetim kurulunun bu konuda Bilim Sanayi ve Teknoloji
Bakanlığından izin alması gerekir.Bu husustaki değişiklikler usulüne uygun
olarak tasdik ve ticaret siciline tescil ettirildikten sonra ilanları tarihinden itibaren
muteber olur.
SENELİK RAPORLAR:
Madde 27- İdare meclisi ile murakıp raporları ve senelik bilançodan, umumi heyet
zabıtnamesinden ve umumi heyette hazır bulunan hissedarların isim ve hisse
miktarını gösteren cetvelden ikişer nüsha umumi heyetin son toplantı gününden
itibaren en geç bir ay zarfında Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığına gönderilecek
veya hazır bulunan Komisere verilecektir.
SENELİK HESAPLAR:
Madde 28- Şirketin hesap yılı ,Ocak ayının birinci gününden başlar ve Aralık
ayının sonuncu günü sona erer.Fakat birinci hesap yılı şirketin kesin olarak
kurulduğu tarihten başlar ve o senenin Aralık Ayının sonuncu günü sona erer.
KARIN TAKSİMİ:
136
Madde 29- Şirketin umumi masraflarıyla muhtelif amortisman bedelleri gibi
şirketçe ödenmesi veya ayrılması zaruri olan miktar hesap dönemi sonunda tespit
edilen gelirden indirildikten sonra geriye kalan miktar safi karı teşkil eder.
Bu suretle elde edilecek safi kardan kurumlar vergisi ve sair kanuni
kesintilerde hesaplandıktan sonra %5 yedek akçe ,kalandan hissedarlara %5
birinci temettü hissesi olarak ayrılır.Umumi heyet kararı ile idare heyetine %10
,memur ve müstahdemlere %7 ye kadar ikramiye verilebilir.Geriye kalan miktar
umumi heyetin tasarrufuna bırakılır.Umumi heyet bu miktarı ikinci temettü
hissesi olarak hissedarlara dağıtabileceği gibi bir kısmını veya tamamını
olaganüstü yedek akçe olarak ayırabilir.
Kara iştirak edenlerle temettü hissesi olarak ortaklara dağıtılan kar
üzerinden de % 10 kesilerek yedek akçeye eklenir.
KARIN TEVZİİ TARİHİ:
Madde 30- Senelik karın hissedarlara hangi tarihte ve ne şekilde verileceği idare
meclisinin teklifi üzerine umumi heyetçe kararlaştırılır.Bu esas mukavele
hükümlerine uygun olarak dağıtılan kardan geri alınamaz.
YEDEK AKÇE:
Madde 31- Şirket tarafından ayrılan adi yedek akçe şirket sermayesinin yüzde
yirmisine varıncaya kadar ayrılır. Bu miktar azalacak olursa bu miktara
varıncaya kadar yeniden yedek akçe ayrılmasına devam olunur.
Adi yedek akçe sermayenin yarısını geçmedikçe münhasıran ziyanların
kapatılmasına,işlerin iyi gitmediği zamanlarda işletmeyi idameye ,işsizliğin
önüne geçilmeye veya neticelerini hafifletmeye elverişli tedbirler alınmasına sarf
olunabilir. Kanuni ve ihtiyari yedek akçelerle kanun ve esas mukavele
hükümlerine göre ayrılması gereken paralar safi kardan ayrılmadıkça hissedarlara
kar dağıtılamaz.
FESİH VE İNFİSAH:
Madde 32- Şirket T.T.K.’unda sayılan sebeplerle veyahut mahkeme kararıyla
infisah edebileceği gibi, kanuni hükümler dairesinde şirketin feshi ve infisahı
halinde tasfiyesi T.T.K.’nu hükümleri dairesinde umumi heyet tarafından alınacak
karar ile de fesih olunabilir.
HAKEM VE MAHKEME HEYETİ:
Madde 33- Şirketin gerek faaliyet ve gerekse tasfiye zamanında şirket ile
hissedarlar veya yalnız hissedarların arasında şirket işlerinden doğacak
anlaşmazlıklar hakem yoluyla halledilir.
BAKANLIĞA GÖNDERİLECEK MUKAVELE:
137
Madde 34- Şirket bu esas mukaveleyi bastırarak hissedarlara vereceği gibi,altı
nüshasını da Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığına gönderecektir.
KANUNİ HÜKÜMLER:
Madde 35- İş bu mukavele 35 maddeden ibarettir.Ana sözleşmede yazılı
olmayan hususlarda Türk Ticaret Kanunu hükümleri geçerlidir.
DAMGA VERGİSİ:
Geçici Madde: Bu ana sözleşme ile ilgili 1000 TL.damga Vergisi üç ay içerisinde
ilgili vergi dairesine ödenecektir.
KURUCULAR(KURUCU)
13.08.2014 - 02:30 | Son Güncelleme: 12.08.2014.
3. Dünya Savaşı tehlikesi !
138
BURHAN EROL
Kemal Derviş, Ukrayna’daki kriz ve Ortadoğu’daki kargaşanın
finansal piyasalara yansımamasının kimseyi gevşetmemesi
gerektiğini belirterek şartların I. Dünya Savaşı öncesini andırdığını
savundu.
EKONOMİ SERVİSİ
Eski Devlet Bakanı ve ABD’li düşünce kuruluşu Brooking Enstitüsü’nün Başkan Yardımcısı
Kemal Derviş, yeni bir dünya savaşına karşı uyarılarda bulundu.Saygın fikir ve analiz sitesi
Project Syndicate’e bir makale yazan Derviş, 1914’te patlak veren I. Dünya Savaşı’nın
100’üncü yıldönümü içinde olduğumuzu hatırlatarak, şu andaki şartların da bir asır öncesine
benzer olduğunu kaydetti.
‘Küresel yönetim gücünün’ zayıflamasıyla ‘uluslararası düzenin’ güvenlik açıklarının
genişlediğini savunan Derviş, bu durumun dünya ekonomisi önündeki en büyük riski
yarattığını dile getirdi.4 yıl süren ‘Büyük Savaş’ sırasında 20 milyon kişinin öldüğünü belirten
Derviş, uluslararası toplumun bir süre sonra da II. Dünya Savaşı’na sürüklendiğini anımsattı.
Fazla mı iyimseriz?
139
1914 öncesinde küresel ekonominin göreceli olarak iyi işlediğini yazan Derviş, bu yıllarda
küresel ticaretin genişlediğini, finans piyasalarının sağlıklı işlediğini ve iş dünyasının da siyasi
sorunları geçici gördüğünü belirtti. Piyasaların ve ekonomik faaliyetlerin, uluslararası düzen
işlediği sürece belirsizlik ve siyasi baskıya dayanabileceğini dile getiren Derviş şunları
kaydetti:
“Örneğin bugün, ekonomideki beklentiler oldukça iyimser. IMF dünya ekonomisinin 2015’te
yüzde 4 büyüyeceğini öngörüyor. Dünyanın bir çok yerinde borsalar yükseliyor. Ancak son
birkaç ay içinde Ukrayna’nın doğusunda bir yolcu uçağı Rus yapımı bir füzeyle düşürüldü.
Güney ve DoğuÇin denizlerinde tartışmalı Adalar yüzünde sinirler gerildi. Ortadoğu’daki kaos
yayılıyor. İsrail -Filistin çatışması en kötü dönemlerinden birini yaşıyor.
Batı Afrika, korkunç bir ebola salgınıyla karşı karşıya. Bir hastalığı ya da terörist tehdidi
uluslararası ulaşımı kısıtlayarak kontrol altına almak ise dünya ekonomisini mahveder.”
4 yıl süren 1. Dünya Savaşı’nda 20 milyon kişi hayatını kaybetti.
‘LİDERLER UYURGEZER’
I. Dünya Savaşı örneğini düşününce büyük felaketlerin yavaş yavaş ortaya çıktığının
anlaşıldığını belirten Derviş şöyle devam etti:
140
“Çatışma yaratan çıkarları kanalize edecek kurumlar yaratarak riskleri kontrol altına alması
gereken liderler uyurgezer durumda olabilir. Bu uyurgezerlik durumu 2008 yılındaki finansal
çöküntüye de yol açmıştı. Tüm bu örnekler dünyayı birlikte hareket etmeye teşvik etmeli.
Ancak tersi oluyor. Birleşmiş Milletler felç olmuş durumda. ABD Kongresi, IMF reform
paketini 2010’dan beri onaylamayarak önemli bir uluslararası kurumu zayıflatıyor. Ülkeler
üstü bir işbirliği örneği yaratacağı yerde Avrupa Birliği küçük tartışmalara saplanıyor.
İleri gitmek, birbiriyle çatışan ulus devletler dönemine geri dönerek olmaz. Gelecek ancak
liberal demokrasi ve hukukun üstünlüğüne bağlı olanların güçlü işbirliğiyle garanti altına
alınır. Çifte standartlar ve bahaneler yaratmadan, bu değerlere sahip olan vu bunları hayata
geçiren uluslararası kurumları güçlendirerek…
Ekonomik potansiyel büyük
Küresel veya bölgesel bir güç bu değerlere ters hareket ettiği zaman, güvenlik ve refah
kaynağı olan uluslararası düzeni baltalar. Küresel ekonomi büyük potansiyele sahip. Ancak
bu potansiyel kural, rıza, saygı ve ortak bir adalet duygusuna sahip uluslararası bir sistemde
açığa çıkar.
Ortadoğu’daki kargaşa ve Ukrayna’daki krizin finans piyasalarını etkilememesi bizi
gevşetmemeli. Ağustos 2014’ün hatırası dünyanın nasıl felakete sürüklendiğini hatırlatmalı.
İklim değişikliği örneğinde olduğu gibi en kötü durum senaryosu zayıf olsa bile büyük riskler
kontrol altında tutulmalı.”
141
Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlarını, Dünyanın her yerinde saldırılara karşı koruma ve
kollama görevi Türk Silahlı Kuvvetlerine aittir.
Hayatta ana başlıklar ile dört görev alanı bulunmaktadır.
1- Kültürel görevler
2- Ekonomik görevler
3- Siyasi görevler
4- Askeri görevler
Vatanını, milletini en iyi seven, görevini en iyi yapandır.
Edip Başer: Hedef büyük Kürdistan
142
Fotoğraf: Levent KULU
22/09/2014 08:37
A+ ABir dönem ABD'yle 'PKK ile mücadele pazarlıkları' yürüten Emekli Orgeneral Edip
Başer, "ABD artık, Boğazları elinde tutan bir Türkiye'ye, petrol bölgelerine hâkim
ve İsrail'in güvenliği açısından hayati olan bir Kürdistan'ı tercih eder" dedi. Bir
dönem ‘özel temsilci’ sıfatıyla PKK ile mücadele için ABD’yle pazarlıkları yürüten
Emekli Orgeneral Edip Başer, Hürriyet gazetesinden Cansu Çamlıbel’e bölgedeki
gelişmeleri değerlendirdi.
2002’de Kara Kuvvetleri komutanı olması beklenirken sürpriz bir kararla emekli
edildikten sonra sessizliğini koruyan ve 2006’da PKK ile mücadelede ABD’yle
pazarlıklar için ‘özel temsilci’ olarak görevlendirilen Edip Başer, 9 ay sonra bu
görevden de alınmış ve bu ani görevden alma da gizemini korumuştu. Başer, 12
yıldır kamuoyu önünde girmediği bu konulara ilişkin önemli ipuçları da içeren bir kitap
yazdı. Bu hafta piyasaya çıkacak olan ve “Kanatsız Uçmak: Ana-Babasız
Çocukluktan Ordu Komutanlığına” adını taşıyan kitap bir otobiyografi. Başer, kitabın
yayınlanmasından hemen önce Hürriyet gazetesinden Cansu Çamlıbel’in sorularını
yanıtladı.
Büyük Ortadoğu Projesi rafa kalkmadı mı?
143
Sonra onun adı Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi oldu. Eski Amerikan
Dışişleri Bakanı Condelezza Rice bir sefer demişti ki; “Bölgede 22 ülkenin sınırlar
değişecek”. Bu arada Amerikan Silahlı Kuvvetleri’nin bir dergisinde bir harita
yayınlandı. “Büyük Kürdistan”ı ayrı bir devlet olarak gösteren ve Türkiye’nin Doğu ve
Güneydoğu Anadolu bölgelerinin büyük bir kısmını içine alan bir haritaydı bu.
ABD’nin kafasındakinin bu olduğu kanısındayım ben. Bu büyük planlarında ABD
önemli sapmalar yapmaz. Büyük devlet olmanın verdiği güvenle ana politikalarını
saptar ve o politikanın uygulanması için aynı puzzle’da olduğu gibi parçaları adım
adım yerine koyar.
Ben o politik bir proje olan “Büyük Ortadoğu”nun iptal edildiği kanaatinde değilim. Bu
genel proje içinde Kürdistan’ın önemli bir konu olduğu anlaşılıyor. O size bahsettiğim
yanlışlıkla basılacak bir harita değildi. Yine 2006 yılının sonlarına doğruydu. Ben özel
temsilciyken Irak kuzeyinden Barzani’ye karşı olan iki aşiret reisini Türkiye’ye
getirttim. Bunlardan bir tanesi bana bir almanak verdi. Süper bir baskı, deri kapak, en
arka kapak içinde bir harita. Büyük Kürdistan haritası. Kafalarında böyle bir planla
yaşayan insanların bugün o hedefleri gerçekleşmediği sürece Türkiye ile dost
olacaklarını düşünmek mümkün değil. Son süreç de, “Büyük Kürdistan”ın oluşması
için onlar açısından bir adım.
- “Büyük Kürdistan”a doğru mu gidiyoruz yani?
“Büyük Kürdistan”a doğru gidiyoruz evet. Önce Türkiye Kürdistan’ını da içine
alacak bir Kürdistan, ondan sonra da Büyük Kürdistan. Biliyorsunuz, Büyük
Kürdistan dedikleri, Kars’tan başlıyor, Erzurum-Erzincan, Sivas ve Malatya’yı
içine alıyor, Mersin’e iniyor. Mersin de dahil olmak üzere bir harita.
- ABD’nin bundan çıkarı nedir?
Şimdi artık Amerika için Boğazların eskisi kadar önemi kalmadı. Amerika artık
Boğazları elinde tutan bir Türkiye’ye, petrol bölgelerine hâkim ve İsrail’in güvenliği
hayati olan bir Kürdistan’ı mutlaka tercih eder.
144
- Dokuz ay süren Terörle Mücadele Özel Temsilciliği sırasında yaptığınız
temaslarda edindiğiniz izlenim bu mudur?
Evet, edindiğim izlenim bu.
ORTADOĞU’NUN PLANLANAN
YENİ HARİTASI..
Çözüm için ; 1990 yılında Sayın ÖZAL’a Türkiye, Suriye, Irak , İran, Rusya, İsrail ile
başlayan BİRLİK oluşturması, altı devletin için de bir de yedinci KÜRT DEVLETİ
oluşturması tavsiye edilmişti.
Eski MGK Genel Sekreteri Tuncer KILIÇ Paşa da buna benzer bir öneri
getirmişti.
145
dile
İnşallah nihai çözüm; Ülkelerde İnsan Hakları Bakanlıklarının kurulacağı, Dünya
Birleşik Devletlerine, insanlar yavaş yavaş ilerliyor..
UYARI!. Tarihin normal akışını beklemeden, birkaç (Irak,Suriye,İran,Türkiye) devleti
parçalayarak, yeni bir devlet kurmak, herkesin çıkarına degildir. 2023 de
edilecek Dünya Bireşik Devletleri çerçevesinde
ilan
bir KÜRT DEVLETİ oluşturmak
herkesin çıkarına olabilir.
İnanç Kaynaklı Terörün Kültürel
Kaynakları:
Caniler yapmak istedikleri işi planlar. Sonra gelecekten haber verdiği
pompalanan kişiler vasıtasıyla yayarlar. Sonra o işi yaparlar. Suçu da kader böyleymiş
diyerek Allah'a atarlar. Kaderin insana verilmiş ÖZGÜRLÜK olduğunu söylemezler.
Örneğin; Yezit Hz. Hüseyini katletmek için kurduğu gizli teşkilatı nasıl ikna
edecek!. Bak hadis var diyecek. ”iki imam çıkarsa, birini öldürün” diye uyduracak.
Hüseyinin kaderi bu diyecek vesaire,vesaire.
UYARI! Şu anda Kur’anda yazılı olmayan hiç bir bilgi, bildirilmiş bilgi değildir.
2.000.000.000 (İki milyara yakın) müslümanım (!) diyen insanlar; Din diye nelere inanıyorlar !!!
Kaynak:Uydurulan Din ve Kuran'daki Din - Kuran Araştırmaları Grubu, Ozan Yayıncılık,
2.Baskı, İst-2000
Tasavvufa bağlı tarikatlar (S.166-167)
146
ŞEYTAN ACABA KİMiN MÜRŞİDİ?
"Tarik" Arapça "yol" demektir. Bundan türetilen "tarikat" ise "yol, yöntem, usul, tarz" manalarına gelir.
Tarikatlar Allah'a gitmek için bir yoldur, bir mecburiyet değildir şeklinde yumuşak izahlarla tarikat bağlılığını
açıklayan tarikatçılar vardır. Fakat birçok tarikatçı "Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır," uydurma hadisiyle
tarikata girmeyi, tarikatın şeyhini mürşit kabul etmeyi dini bir vecibe, kurtuluşun bir şartı gibi sunmaktadır. Şimdi
sormak lazım hicri 600'lü yıllara kadar tarikatların yokluğunda Müslümanlar eksik Müslümanlar olarak mı
yaşadılar? Tarikat şeyhlerinin yaygın olmadığı bu dönemde Müslümanların mürşidi şeytan mıydı? Kuran'ın
izahları bu yıllara kadar Müslümanların manevi gelişimine rehberlik etmekte yetersiz mi kaldı ki tarikatlara ihtiyaç
doğdu? Kuran'a göre Kuran din adına her şeyi açıklamaktadır. Peygamberimiz ise Kuran'ın uymamız konusunda
kefil olduğu tek insandır. Oysa tarikatların ürettiği birçok sahtekar şeyh tartışılmaz kişi ilan edilmiş, bu şeyhlerin
etrafındakiler kurtulanlar, diğer kimseler cehennemlik olanlar olarak sınıflandırılmış, bu şahıslara uymak dinin en
önemli şartı gibi kabul ettirilmeye çalışılmıştır. Bu tarikatların birçok liderinin Mehdi veya İsa ilan edilmesi sadece
geçmişteki tarikatların değil, günümüzdeki birçok tarikatın da bir gerçeğidir. Her şehirde, kasabada veya
mahallede bahsettiğimiz tiplere rastlayabiliriz. Bunların çoğu paranoyak hezeyanları olan, insanların hem ruh
dünyasını, hem de kesesini zarara uğratan kişilerdir.
2-Şeyhe körü körüne bağlanmanın saçmalığı (S.167-168)
ŞEYHE KÖRÜ KÖRÜNE İTAAT
Tarikatların en önemli kurallarından biri müridin kendisini şey-hine ölünün kendini ölü yıkayıcısına
bıraktığı gibi bırakmasıdır. Ku-ran'ın aklımızı çalıştırmayı emretmesine rağmen tarikatlarda körü
körüne itaat esastır. Tarikat üyelerine akıllarını bir kenara bırakıp şeyhlerine tabi olmaları, aklın bu
yolda yürümeyeceği anlatılır. Bu prensibi kabul edip şeyhe tabi olan kişiye şeyhin Mehdiliğinin veya
İsalığının inandırılması, şeyhin dünyadaki en üstün insan olduğuna iknası, kişinin maddi açıdan
sağılması, dine yapılan ilave ve eksilt-melerin yutturulması gayet kolay olmaktadır. Üstelik kişi aklı
kenara bırakma prensibini kabul ettikten sonra üniversite bitiren okumuş müritle, cahil, okuma
yazma bilmeyen mürit aynı mertebeye gelmektedir. Bu yüzden bizi tarîkatlardaki okumuş kişilerin
tavrı şaşırtmamalıdır. Çünkü bu kişiler tarikatların yapısı gereği aklını kenara bırakmış ve şeyhe
teslim olmuşlardır. Bu tavrın neticesi ise cahil ile okumuşun, bilen ile bilmeyenin farkının
olmamasıdır.
Araştırma yerine yutturma, düşünme yerine taklit esas
olunca, tarikattaki herkesin inancı, hayata bakış açısı ve dini değerlendirişi tamamen şeyhiyle aynı
olmaktadır, Hatta birçok zaman aklı bırakma prensibi kabul ettirildiği için şeyhten çok daha bilgili
ve kültürlü bir kişi bile Ben bilmem, şeyhim bilir. Şeyhim diyorsa vardır bir hikmeti. izahlarıyla
şeyhin en saçma izahlarını bile yutmaktadır. Yakın zamanlardan traji-komik izaha yüzlerce tarikat
bağlısının sırf şeyhleri dedi di-ye nasıl inandıklarını örnek verebiliriz. Birinci şeyhin Amerika'ya kızıp
nasıl uzay mekiğini düşürdüğünü şeyhin müritleri büyük bir gururla anlatıyorlardı, ikinci şeyhin ise
Kıbrıs'ta duyulan ve başta nedeni çözülemeyen gürültüyü ejderha ilan etmesini en okumuş müritleri
bile hemen kabul etmişlerdi. Üçuncü şeyh ise nefislerinizi terbiye edeceğim diyerek müritlerine
cinsel organını öptürüyor, cinsel organı öpecek mürit töreni havasında "Muz yemeye" parolasıyla
şeyhin cinsel organım öpmeye götürülüyordu. Tarikatların yapışanı ve şeyhe bağlılığın felsefesini
bilmeyenlere, bu abukluklara okumuş, kültürlü müritlerin bile inanmasını anlamak çok zor
gelmektedir. Fakat eğer tarikata, girenlerin baştan akıllarını kenara bırakıp, çoğu zaman yan veya
tam kaçık şeyhlere tabi oldukları ve düşünme yerine taklidi ön plana aldıkları anlaşılırsa bu
hareketleri de anlaşılabilir. Tarikatlara girenlere verilen tarikat terbiyesini anlamak için bir tarikatta
müride uymasının zorunlu olduğu yedi madde diye eline verilen listeyi gürelim:
l-) Mürşidine (şeyhine) tam teslim olmak ve hiç kimseyi mürşidinden üstün bilmemek.
2-) Zeki ve idrak kabiliyeti yüksek olmak.
3-) Şeyhinin hizmetinde hareketli ve atılgan olmak,
4-) Sözünde sadık ve güvenilir olmak.
5-) Malı ve mülkünü şeyhinin hizmetine vermek.
6-) Mürşidin ( şeyhin) ve tarikatın sırlarını gizli tutmak.
7-) Canını şeyhi yolunda vermeye her an hazır olmak.
3-Şeyhin çiftliğinde SAĞILACAK MÜRİTLER/ALINACAK GÖNÜLLÜ HİMMETLER/BAĞIŞLAR
147
Biz tarikat mantığı içinde tüm bu maddeleri anladık da bir tek ikinci maddeyi anlayamıyoruz. Hep
aklı kenara bırakıp, şeyhe akılları olmasa bile tabi olmayı isteyen tarikatlar, neden acaba zeka ve
idrak kabiliyeti istiyorlar. Herhalde burada beşinci maddede belirtilen mal ve mülkün daha çok elde
edilmesi için kullanılacak zeka kastediliyor olsa gerek. Ne de olsa mürit ne kadar kazanırsa, o kadar
sağıla-bilir
Muhammed İkbal bu manzaraya "şeyhperestlik" manasına gelen "pirizm" adını takmıştır. Bununla
"Allah ne istiyor? Kuran'da ne geçiyor?" mantığı yerine "Şeyh efendi nasıl buyurdu? Bizim
tarikatımızda nasıl açıklandı?" yi geçiren zihniyeti anlatmaktadır. İkbal'in diğer bir izahı ise şöyledir:
"Tekkelerde benliği yaratmak ve yetiştirmek imkanı kalmamıştır. Bu rutubetli alev, kıvılcım
saçmaz." Muhakkak ki her tarikat ve her şeyh bir değildir. Bizim asıl karşı olduğumuz tarîk
atlardaki genel zihniyettir. Kuran'da, bilmediğimiz bîr şeyin ardınca gitmememin, bundan sorumlu
olduğumuz geçer. (17-Isra Suresi-36 Oysa en düzgün tarikatta bile kişiler şeyhlerine tabi olurlar ve
tarikatların akıbeti şeyhin kişiliğine, insafına kalır, insanlar bilginin değil, taklidin uygulayıcıları
olurlar. Mantık aklı bir kenara bırakmak olunca, saydığımız en kötü Örneklerin ortaya çıkısı hiç de
sürpriz değildir.
4-Müridi cezbeye getiren Tasavvuf ve tarikatlarda uydurulmuş masallar.
(S.169-170)
TARİKATLARDA MASALLAR
Şeyhe kayıtsın şartsız itaat tarikatın en önemli şartı öldüğünden, bunun sağlanması için müritlere
hikayeler anlatılır. Örneğin: "Bir şeyh bir müridine 'Git babanın kafasını kopar bana getir' der. Mürit
de görünürde çok garip olan bu isteği şeyhine olan güveninden dolayı vardır bir hikmeti diyerek
yerine getirir. Bir de bakar ki annesiyle yatarken kopardığı baş babasının değil. Annesiyle zina
yapan başka birine ait. Şeyh uzaktan kerameti sonucu bu olayı görüyor ve müridini denemek için
hikmetini açıklamadan böyle bir emir veriyor." Bu örnek hikayeyle görüldüğü gibi şeyh müride
haramı emretme bile onun emrine itaat edilmesi, çünkü bunun muhakkak bir hikmeti olacağı telkin
edilir. Oysa bir Müslüman'ın böyle bir şey iddia eden kişiye "Ben böyle bir haramı niye isleyeyim?
Allah cana kıymayı haram etmişken benden böyle bir şeyi nasıl istersin?" demesi gerekir. Oysa
tarikatlarda şeyhe bu şekilde karşı çıkışlar, normal olmanın değil, imanı zayıf bir kimse olmanın
belirtisi sayılır. Hikayelerle müridi şeyhin robotu yapma tarikatlarda çok sık kullanılan bir yöntem
olduğu için meşhur bir hikayeyi daha örnek verelim: "Bir gün Hacı Bek-taş Veli'nin çok müridi
olmasından rahatsız olan devrin yöneticileri Hacı Bektaş'a gelip bu rahatsızlıklarını, müritlerinin
çokluğunu hatırlatıp dile getirmişler. Hacı Bektaş da "Rahatsız olmayın benim sadece bir buçuk
müridim var," demiş. Gelenlere bunu ispat için içeride bir koyun kesen Hacı Bektaş kanını dışarı
akıtmış. Müritlerini de dışarıda toplatma, ve tüm müritlerini kesmesi gerektiğini ve sırayla
gelmelerini söylemiş. Bir kadın ve bir erkek dışında herkes kaçmış. Erkek bir, kadın yarım sayıldığı
için gerçek müritler işte bu bir buçuk-muş," Bu kıssa anlatılıp müritlerden bu gerçek müritler gibi
olup şeyhi öldürecek olsa bile kendilerini teslim etmeleri gerektiği öğreti lir. Aklı bir kenara bırakan,
şeyhi haram ulan bir şeyi istese bile vardır bir hikmeti deyip, boyun eğen kimiler olarak yetiştirilen
müritler artık şeyhleri nasıl Müslüman olmalarını isterse öyle Müslüman olabilmekte, Allah'ın kitabı
yerine şeyhlerine tabi olmaktadırlar. Bu halleriyle şeyhler halkın parasını haksızlıkla yediği söylenen
hahamlara ve rahiplere Rab edinilme hususunda da benzerlik göstermektedirler.
Şeyhe tabiyet Kuran'a tabiyet ile nasıl bağdaşır? Kuran yerine şeyhe tabi olanlar, Kuran'ı ancak
ölülerin arkasından onu da bilmedikleri dilde okuyanlar, Kuran'ın manası yerine melodisine önem
verenler ne yazık ki bu ayetlerdeki uyarıyı anlamamakta, Kuran'ı rehber kitap olarak değil ölülerin
arkasından okunan okuma kitabı olarak görmektedirler.
5-Şeyhi tanrı gibi görüp , Müridi ona kul eden rabıta (S.170-172)
RABITANIN ABUKLUĞU
148
Tarikatlardaki en garip olaylardan biri de şeyhe rabıtadır. Türkiye'mizde en yaygın tarikat olan
Nakşibendiliğin de en önemli uygulamalarından biri olan rabıta şöyle yapılır: Mürit abdestli olarak,
kıbleye dönerek yere oturur. Şeyhinin iki kaşının ortasını hayalinde canlandırarak Allah'ı zikreder.
Rabıtayla şeyh ile mürit arasındaki sürekli beraberlik sağlanır. Fotoğrafın icadından sonra rabıtayı
fotoğrafa bakıp yapan modern (!) Nakşibendiler de mevcuttur. Bu uygulama kadar acayip olan bir
izah ise şöyledir: " Rabıtasız zikir yerine, zikirsiz rabıta tercih edilir. Zikir ve rabıtadan birini
terketmek zorunda kalırsak zikri terk etmek daha uygundur. Çünkü zikirsiz, rabıta erdirir, fakat
rabıtasız zikir erdirmez." Günümüzde yaygın olarak yapılan bu uygulama, tarikatlar konusunu niye
ayrı bir başlıkla incelediğimizin sebeplerinden biridir. Bize göre en kibar ifadeyle abukluk olarak
değerlendirdiğimiz bu uygulama, Kuran'ın diniyle hiçbir şekilde bağdaşmaz.
Tarikatlarda kullanılan bazı temel deyimlerin Kuran'daki kullanılışlarına baktığımızda, aradaki uçuk
farkı, alakasızlığı fark ederiz. Örneğin '"şeyh" kelimesi Kuran'da "ihtiyar adam" manasında
kullanılmıştır .(Bakın 11-Hud Suresi 72, 12-Yusuf Suresi 78, 28-Kasas Suresi 23,40-Münıin Suresi
67) Kuran-ı Kerim'de "veli" kelimesi "dost, yakm" gibi manalarda kullanılır. "Evliya" kelimesiyle bu
kelimenin çoğuludur. Kuran'a göre Müslüman Allah'ın velisidir, Allah da onların velisidir.(Bakın 2Bakara Suresi 257,3-Ali İmran Suresi 68, 5-Mai-de Suresi 55, 7-Araf Suresi 196,9-Tevbe Suresi
71) Kafirler ise şeytanın velisidir, tüm kafirler de birbirinin velisidirler.Bakın 4-Nisa Suresi 119, 4Nisa Suresi 76, 7-Araf Suresi 27, 16-Nahl Sureai 16) Mutlak anlamda gerçek dost sadece Allah'tır.
Tüm dostlar ona nispetlerdir. O halde ondan başka gerçek veli yoktur.(Bakın 2-Bakara Suresi 107,
9-Tevbe Suresi 116, 25-Furkan Suresi 18, 39-Zümer Suresi 3, 42-Şura Suresi 3) Görüldüğü gibi
Kuran'da 80den fazla yerde geçen "veli" veya "evliya." kelimeleri hiçbir yerde günümüzde halka
takdim edilen süper-men insanlar manasında kullanılmamıştır. Bu evliyaların, şeyhlerin gösterdiği
olağanüstü haller manasında "keramet" kelimesinin kullanıldığına da Kuran'da rastlamıyoruz. Bu
kelimeyle aynı "KRM" kokünden bir çok fiil Kuran'da geçer ve bu kelimelerle Allah'ın cömert-iği,
verdiği rızıkların bolluğu anlatılır ama süper adamların süper olağan üstülükleri anlatılmaz.(Bakın
27-Neml Suresi 40, 8-Enfal Su-resi 4, 17 İsra Suresi 70, 36-Yasin Suresi 11)
Tarikatlardaki dönmelerin, semanın musikinin dinin bir parçası olduğu iddia edilmediği sürece hiçbir
zarar olmadığı kanaatindeyiz. Çünkü Kuran bunları ne yasaklamıştır, ne de emretmiştir. Yeter ti bu
uygulamalar ibadet olarak takdim edilmesin. Fakat ne yazıktır ti birçok tarikatta bu tarz
uygulamaların adeta dinin bir uygulaması gibi tanıtıldığına tanık olmaktayız. Bizim de kars,ı
olduğumuz budur, toksa Müslümanlar elbette ki vakıflar, dernekler gibi kurumsal yakılar kurabilir,
bunların içinde bir hiyerarşi oluşturabilirler. Tüm bu vuruluşlarda sür okunması, müzik dinlenmesi,
sema, sanat, toplantı, gösteri yapılması da normaldir. Fakat anormal olan insanları tartışılmaz ilan
etmek, ister iyi, ister kütü olsun tarikatların kendilerini ^e Kuran'da yer almayan uygulamalarını
dinin bir parçası gibi göstermeleridir.
Tarikatların diğer bir zararı ise dinimizi bir çile dini gibi tanıtmaları olmuştur. Hindu anlatımlarını ve
hindu tarikatlarını andıran suni çilelerle, müritleri terbiye edeceğini söyleyen tarikatlar insanları
karanlık odalarda uzun sure aç, susuz bırakıp, onlara acı çektirip, bir çok kişinin ruh dengesini
bozmuşlardır. Ruh dengesi bozulan bu insanların gördüğü halusinasyonlar ise, bu kimselerin
üstünlüğüne, evliya olduklarına yorumlanmıştır. Oysa. Kuran'da hiçbir Peygamber'in, hiçbir
kimsenin kendisine böyle suni çileler çektirip, kendi kendine işkence etmesi geçmez, Kuran'a göre
Allah gerekirse imtihan için zorluk verir ve bu zorluk her ne olursa olsun Müslüman buna katlanır.
Fakat bu zorlukları Allah hayatın doğal akışında insanın karşısına çıkarır, yoksa çile olsun diye,
zorluk olsun diye insanın kendisine işkence etmesine dinimizin tek kaynağı olan Kuran'da
rastlamayız.
6-Şeyhlerini Everest tepesinden uçuran müritler
Ölen şeyhlerin kabirlerinde yapılan garip hareketler, bez bağlamalar,eğilmeler, secdeler de başlı
başına bir rezalet tablosudur. Şeyhlerin bir kısmının ölmeden tarikatın devamını oğluna, damadına,
kardeşine bırakıp, bu manevi ve maddi sömürü çarkının aile tekelinde tutulması da sayısız
garipliklerin bir halkasıdır. Oysa dinimize göre emanet ehline verilir, kan bağı olana değil. Müritlere
bile isnad edilen evliyalık mertebeleri şeyhlere çok daha abartılı şekilde isnad edilir. Şeyhlerin
kerameti diye öyle hikayeler anlatılır ki; Kuran'da anlatılan birçok Peygamber mucizesinin bile bu
kerametler kadar olmadığı görülür, "Şeyh. uçmaz, mürit uçurur," deyimiyle halkın arasında
ifadesini bulan bu gerçek, ayrı tarikatın müritlerinin birbirlerine karşı hava atma mekanizmalarıdır.
En çok ve en büyük kerameti gösteren şeyhin müridi olmanın gururunu tatmak isteyen müritler,
149
böylece her seferinde şeyhlerini diğer şeyhten biraz daha fazla uçurarak bu yarışı karşılıklı devam
ettirirler. Hayvanları, insanları canlandıranlar, denizlerin, okyanusların üstünde yürüyenler, aynı
anda bir sürü yerde gözükenler, neler vardır, neler…
Süpermen şeyhler kalpleri bilir, uzaktan kumandalı yönlendirmelerde bulunur, bir bakışıyla
hidayete erdirir, dilediğini cin veya diğer yöntemleriyle çarpar, üfürüğü, tükürüğü, nefesi ile şifalar
saçar, dokunuşlarıyla alemlere nurlar yağdırırlar(!) Şeyhler bunları yapınca müritlerin ne haddine
düşer şeyhe itiraz, şeyhin lafını tartışma, aklını kullanma(!) Müridin en iyisi gözü kapalı itaat eden
ve itaati en çok olandır.
Müslümanlığa geçişinin en başında bu tarikatlara kapılan Türk halkı, ne yazık ki hala araştırma,
akıletme yerine taklidi, tabi olmayı getiren bu tarikatların düşünceye vurduğu prangalardan
kurtulama-maktadır. Körü körüne itaat, hayatın zevklerinden kendini soyutlama, az gülme, bireysel
zekayı az geliştirme gibi özellikler tarikatların verdiği zihniyetin sonuçlarıdır. Hatta tahminimizce bir
araştırma yapılsa; bugün halkımızın belli liderleri tartışmasız Önder kabul etmelerinin kökündeki
sebeplerinden biri olarak tarihimizde uzun ve derin etkisi olan tarikata, şeyhlere körü körüne
uymayı buluruz. "Karı gibi gülmek" gibi hayattan gülerek zevk almaya, neşeli olmayı hoş
karşılamayan deyimlerin çıkış sebeplerinde de Osmanlı döneminde yıllarca devam etmiş tarikat
terbiyesini bulabiliriz. Kanaatimizce tarikatların verdiği bu terbiye geleneğe dönüşerek, günümüzde
tarikatla alakası olmayanların bile yaşamlarında, farkında olmamalarına rağmen derin etkiler
bırakmıştır.
Çilede medet ummayı ve bir insanı aşırı yüceltip, araştırmadan o insana bağlanmayı gerektiren
tarikatlar, Kuran'ın istediği aklını çalıştıran insan modelinin önünde en önemli engellerdir. Kuran'a
gidip, Kuran dışında tüm dini kaynakları, hadisleri, ilmihal kitaplarını, mezheplerin dinini Kuran'ın
önünden süpürmek, nasıl Kuran'ın dininin ortaya çıkmasının bir şar-tıysa, aynı şekilde tarikatlar da
Kuran'ın dininin ortaya çıkıp, dini, şeyhlerin tekelinden kurtarmak için süpürülmesi gerekenler
listesine dahil edilmelidirler. Böylece dinimizin bağlıları Peygamberimizin ve daha sonra 4 halifesinin
döneminde olduğu gibi, Kuran dışında kaynak kitabı olmayan, cami dışında tekke, zaviye gibi
alternatif kutsal kurumları olmayan, şeyh gibi Allahla kul arasında aracılık yapan ruhban sınıfı
tanımayan, Allah dışında hiçbir varlığa teslim olmayan, kalple beraber aklınıda çalıştıran, salt
Allah'a kul olan kullar olacaklardır.
Haberin olsun, halis din yalnızca Allah' indir. O' ndan başkalarını evliya(veliler) edinerek
" Biz bunlara yalnız bizi daha fazla Allah'a yaklaştırmaları için kulluk ediyoruz." diyenlere
gelince Allah tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmünü verecektir. Şu bir gerçek ki Allah
yalancı, kafir kişiyi hidayete erdirmez.
39- ZümerSuresî 3
Rabbinizden size indirilene uyun. O'ndan başka evliyanın(velilerin) ardına düşmeyin. Siz
ne kadar da az hatırınıza getiriyorsunuz.
7- Araf 5ufesi 30
7-Dine sokulan ve dinin bir parçası gibi gösterilen hurafeler (S.247)
Dine sokulan ve dinin bir parçası olarak gösterilen bu hurafeleri, bunları savunan kaynaklardan
öğrenmek istiyorsanız size Pamuk yayınevinin "Kuran-ı Kerim'in Havas ve Esrarı" kitabı ile Kudret
Şandranın derlediği" Dert Sizde, Derman Bende, Şifa Reçeteleri" kitabını öneriyoruz. Gerek
yayınevi, gerek kitabın ismi, gerek yazarın kimliği kitapların dini kimlik kazanmasına sebep
olmaktadır. Zaten binlerce hurafe ile dinin zorlaştırıldığı yetmiyormuş gibi, dini özel bilgiler gibi
takdim edilen hurafeler, Kuran'ın güzel dinini tanımayanların dîni saçma, mantıksız, uydurma
sanmalarına sebep olmuştur. Size yüzlerce hurafeyi sayamayacağımız için, bu iki kitaptan on örnek
hurafeyi yazmakla yetineceğiz. Bu hurafelerde Allah'ın mübarek kelamı, rehberimiz Kuran'ın
surelerinin nasıl kullanıldığı ayrı bir ibret vakası dır:
örnek hurafe 1: Rum suresinde geçen bu üç ayeti kerime ile, Es Saffat süresindeki bu üç
ayeti kerimeyi okumayı adet haline getiren kimselerin denizler, yahut da çöllerdeki kumlar kadar
günahı olsa yine de Cenabı Hak bağışlar derlerdi. Bir kimse bu surenin tamamını ağız kısmı der
olan cam bir kap içerisine yazar ve hasta olmasını istediği kimsenin evine bırakırsa, o evde
bulunanların tamamı derhal hastalanırlar. Hatta o eve evin yabancısı olan bir kimse dahi girse
derhal hastalığa yakalanır.
150
örnek hurafe 2: Sancıdan kıvranan bir hasta üzerine Mücadele suresi okunursa
sancısı geçer ve tatlı tatlı uykuya dalar. Gece ve gündüz bu sureyi okumaya devam eden kimse
hırsızlara karşı korunur. Surenin tamamı bir kağıt üzerine yazılıp
herhangi bir mahsul üzerine
atılırsa, o mahsul her türlü haşerenin tahribatından kurtulur, bolluk ve bereket meydana gelir.
örnek Hurafe 3: Bir kimse Maun suresini ev eşyası üzerine okuyup üfürse,
kırılmaktan ve kaybolmaktan kurtarılmış olur. Bu surenin okunmasını alışkanlık haline getiren
kimsenin sözü her yerde geçerli olur. Hiç kimse bir dediğini iki edemez.
örnek hurafe 4: Para biriktirip zengin olmak isteyenler her namazın sonunda
hümeze suresine devam etmelidirler. Bir kimseyi teşhir etmek için de 101 adet biber üzerine
okunup, niyet edilene yakılır.
örnek hurafe 5: Sık sık hamamcı olan kimseler, bir şap üzerine Tarık suresi'ni
okuyup, yastığın altına kor ve bu şekilde uyuduğu taktirde hamamcı olmaktan kurtulur.
Örnek hurafe 6: Basur hastalığına yakalanan kimse namazların sonunda Ala
suresini yedişer defa okursa hastalığı geçer. Cuma ezanında yazdırıp üzerine alan,
kıskançlık, nazar ve sihre karşı kendini korur,
Örnek hurafe 7: Felak suresini bir kağıt üzerine baştan sona yazıp,
ayın
son
Cumartesi günü güneş doğmadan ve yedi kuyudan alınacak, güneş görmemiş kuyu suyuna çivit
mürekkebi ile yazılıp silinerek herhangi bir düşmanın üzerine, 41 kere de kapı eşiğine okunarak,
o evde geçimsizlik çıkmasına ve ayrılmalara sebep olunur.
Örnek Hurafe 8: Bir çirişe 7 ilmik atılır. Birinci ilmiğe .. ve yedinci ilmiğe Sure-i Kevser
okunur. Her düğümde: "Ya rabbi filanın şehvetini, cinsel urganını aklını fikrini 360 beden azası île
72 endamı ile bağladım ve düğümledim Bu çiriş rüzgara karşı asılır, icap ettiğinde çözmek için
kaybolmaması da şarttır.
Örnek Hurafe 9:İçinde 17 Mim harfi bulunan Ayetel Kürsi'yi yine bir çiriş alıp bakire bir kıza 17
kez düğümlenecek şekilde ilmik attırılır. Her ilmiğe 10 adet Ayet-el kürsi okunur... Kimin için
niyetleniyor,ne için isteniyorsa Ya Rabbi falanın şehvetini, dilini ya da yolunu bağlıyorum. Ayetel
Kürsi'deki ismi Azamın ve esma-i ilahiyenin
yüzü hürmetine düğümledim." diyerek bakire kıza bir düğüm attırılıp işaretle hiç konuşmadan 17
ilmik böylece düğümlenir ve 170 adet Ayetel Kürsi okunmuş olur. Bu okunmuş çiriş karanlık bir
yerde ağır bîr taş altına konarak muhafaza edilir.
Örnek Hurafe 10: Erkekliği bağlı bir şahsın çözülmesi için; temiz bir kağıda Ayetel
Kursi, diğer bir kağıda da Sure-i Haşr'ın son dört ayeti ile Amener Resuli ayeti kelime olarak ayrı
harf harf yazılır.Ayetel Kürsi sağ kola, diğer yazılı Amener Resulî ve Haşır Suresi sol kola bağlanır.
Sonra hiç kullanılmamış bir baltanın deliğinden bağlı erkeklik uzvunu geçirip işer.
1-De ki: Sabahın Rabbine sığınırım,
2-Yarattıklarının kötü işlerinden
3-Çöktüğü zaman gece düşünülen kötülüklerden
4-Düğümlere üfürenlerin (tuzak kuranların)kötülüğünden
5-Ve kıskandığı zaman kıskananın kötülüğünden.
felak suresi 1-5
Allah düğümlere üfürenlerin kötülüğünden, bu tip büyüvari hareketlerin kötülüğünden kendisine
sığınmamızı Kuran'da söylerken, Kuran'ı üfürme, düğümlere üfleme gibi yollarda kullanmak ne
yaman bir çelişkidir! Uyduruk karelerde sureleri ve Arapça harfleri kullanarak yazılan muskalara,
tılsımlara, efsunlara kudsi, mübarek, dini bir hava verilmiş ve din namına çok cahil olan halk
yüzyıllardır kandırılmıştır. Kuran'in musikisi yerine manası, üfürülmesi yerine okunması, ölülere
hitabı yerine canlılara kitabı asıl olmadıkça bu kaos, bu rezalet ne yazık ki devam edecektir.
151
8-Kur’andan habersiz kimseleri dininden eden evliya aldatması (S.251)
EVLİYA ALDATMACASI
Bu kitap onunla uyarman İçin ve inananlara hatırlatıcı olarak indirildi. Öyleyse
bundan dolayı göğsünde bir sıkıntı olmasın. Rabbinizden size İndirilene uyun. Ondan
başka evliyaya(velilere)uymayın. Ne kadar az hatırlıyorsunuz? Araf suresi 2 ve 3.ayet
Allah Kuran'a uymamızı ister. Ondan başka evliyaya uymamamızı söyler. Oysa gücümüzde
hurafelerle dolu bir çok kitabın yazarı Kuran'da kullanılan "evliya" kelimesiyle isimlendirilip kitapları
Marifetname diye, ilmihal kitabı diye, hadis, tefsir, mezhep kitabı diye satılmaktadır. Kuranın
insanların yanlış uyduğu adres olarak evliyayı göstermesi ve günümüzde Kuran dışı kaynak ve
insanlara uyanların hu kaynak ve yazarları Kuran'da geçen aynı kelimeyle isimlendirmeleri ilginçtir.
("Evliya" Arapçadaki "veli* kelimesinin çoğulu olup "dostlar" demektir.)
Kuranın kelimeleri bu şekilde kullanmasına rağmen mezhepçi zihniyet kendi mezhep büyüklerinin
evliyalık delillerini göstererek) (Kuranın bu tarz kullanımına karşın mezhepçi literatürde evliya
kelimesi insan üstü,
süper man manasında kullanılır,) onların eserlerinin de dinin kaynağı
olduğunu ispatlamaya gayret eder.
Para için önüne geleni basan yayın evleri, aklından her geçeni yazan yazarla?, bunları rekortmen
yapan cahil alıcılar, Kuran'ı rehber yerine üfürük uygulayıcısı yapanlar oldukça, halimiz bakalım ne
olacak!.. Hele bir de bu üfürükçüleri din adamı, hoca sananlar yok mu!.
Kaynak:Türkiye'de İslamcılık Düşüncesi I - İsmail Kara, Risale, İstanbul-1986
Vahdet-i vücud Yalanı(S.438-442)
İnsanlardan kimi de Allah'tan, beride bir takım tanırlar (endad) ediniyorlar da onları Allah sever gibi
seviyorlar,,,'(Bakara 2/165).
Lâkin "her mevcut Allah'tır" denildiği zaman vücudda hakiki bir kesret (çokluk) kabul edilmiş ve hepsinin
Allah olduğu iddia edilmiş oluyor ki bunda tevhid. yok, bilakis Allah'ı teksir (çoğaltma.) ile işrak (şirk koşma, ortak
kabul etme) vardır. Bu bir vah-det-i vücud değil ittihad-ı vücud (varlığın birliği) veya hulul [Allah'ın varlıklara hulul
etmesi) nazariyesidir veyahut Allah'ı inkâr ile ancak âlemi isbattır-bir-e -her- demektir. Ortağı olmayan Allah'a
namütenahi ortaklar (şerikler) isbat etmek, hayali varlıkları hakiki varlık farzetmektir. Buna en ziyade -panteizm-, ittihad-ı ilâhiye- denilir ki bu nazariyede Allah ve vücut hakikaten hersey ile birleşmiştir veya her şeyin içine hulul
etmiştir. Hâşa Ali ilâh, Veli ilâh. Firavun ilâh, Nemrud ilâh... her şey ilâhtır. Bunda alemin isbatı ve Yaratıcının
nefyi vardır.
İşte bir takım cahiller veya mülhidler hikmet-i ilâhiye adıyla muhal olan bu ittihad veya hulul veya ta'til
nazariyesini vahdet-i vücud ve mahz tevhid diye ele alarak -La ilahe illa hû- demek «la mevdûde illa hû» demek
olduğunda ısrar eder ve bunu da «her mevcut O'dur» manasıyla tefsir eder ve hatta küll-i mecmui ile küll-i ifradiyi
ayırt etmeyerek "heme ost" (herşey O'dur) der, Herşeyin maverasında Allah'ı görecek yerde herşeyde ve hatta
herşeyı Allah görmek ister, -O Evvel'dir, Ahır'dır, Zâhir'dir, Bâtın'dır- (Hadid 57/3) âyetinin beyan ettiği cem'
mertebesini, fark mertebesinde ayrı ayrı söyler vo bu suretle kendini Allah görmek ve göstermek için kâmil
insanları bizzat Allah gibi gösterir. Artık erenler, evliyalar, bir ilâhlar cemaati manzarasında tahayyül edilir. Halbuki
bu nazariyenin esasına göre şeytanların velilerden, kafirlerin müminlerden farkı kalmamak lazım gelir.
(Geniş Bilği için bakınız ElmalılıHamdi Yazır,Hak dini Kur'an dili.I,shf 572)
(Kaynak:Hurufattan Hakikate kitabı, sahife 283-295 TC.
Başbakanlarından M. ŞEMSETTİN GÜNALTAY
152
Mistisizm (Tasavvuf) doğunun en eski geleneklerindendir. Hind'in Buda ve Brahma mezhebine tâbi
olanlar ezici riyazetlere katlanmak, münzevi hayatlar geçirmek suretiyle zillet ve meskenetin en sefil derekelerine
düşmüşlerdi. Benlik hissiyle izzet-i nefs denilen seciyeyi öldüren bu menfur yollar, doğuluları asırlardan beri
tenbellik ve esaret boyunduruğu altına sürüklemiş durmuştur. O eski devirlerin kötü tortuları acaip kıyafetlere,
garip şekillere bürünerek memleketleri dolaşan miskin derbederler tarafından îslâmiyete nakledilmişlerdir. Çünkü
Hz. Peygamber Efendimiz, uzlet edeceğim diye bir köşeye kıvrılarak ibadet etmeyi menetmiş-tir (1). Esasen
Hind'in fakirizm azmanları olan tembel, sefil ve aynı zamanda sefih heriflerin derviş adı altında gülünç vaziyetlerle
dilencilik yapmaları hakiki İslâmiyetle taban tabana zıt bir harekettir.
İslâmiyet vahdet, adalet ve fazilet esasları üzerine kurulmuştur. Meskenet, hülyacılık, pislik, tenperverlik,
İslâmiyetin necip hariminden pek uzaktır, ilk müslümanlar metin, faziletkâr, iyi huylu, ciddi bir ahlâkla temayüz
etmişlerdi.
Müslümanlığın ilk devresinde miskin miskin bir köşeye kıvrılarak saçma sapan sözlerle vakit geçirmiş bir
fert gösterilemez (2). Ashab-ı Suffe ile iddiamızın tenkit ve reddedilemiyeceğini islâm tarihine tam vukufu olan
zevatın itiraf edecekleri şüphesizdir
Aşere-i mübeşşerenin hepsi harp(savunma) meydanlarında, faal hayat sahalarında, usanç getirmeksizin
didinmişler, uğraşmışlardır (3). Hz. Ebu Bekir zengin bir tüccar idi. Hz. Ömer çalışkanlığı ve şehametiyle şöhret
bulmuştu. Hz. Osman'ın serveti, muharebelerde mücahitlere yetebilecek bir miktara ulaşmıştı. Hz. Ali'nin irfan ve
fazileti uzun ve Sebatkâr bir çalışma gayretinin mahsulü idi. Aşere-i mübeşşereden Talha, Zübeyr ticaret
sayesinde büyük bir servet ve saman kazanmışlardı. Ebu Ubeyde b. Cerrah, Sa'd, b. Ebu Vakkas gibi
mücahitlerin harp meydanında gösterdikleri harikaları tarih sayfalan altın kalemlerle kayd etmiştir. As-hab-ı
kiramdan herbiri kendi salahiyet dairesi içinde kendine ve millete faydalı olacak bir işle meşgul idiler.
İslâmın ilk devirlerinde tekke ve türbelerin köşelerine sokularak hazır lopçulukla vakit geçiren bir fert
gösterilemez. Esasen o devirde ne tekke ve ne de türbe yoktu. Malul olanlar bile behemehal kudretlerinin
yetebileceği bir işle meşgul olurlardı. Hz. Peygamber, hayatın bir mücadele olduğunu beyan buyurmuştu. Her
müslüman bu mücadelede galip gelmeye çalışmakla mükellef bulunuyordu. Çalışmak ve gayret îslâmiyetin ruhu
idi. Tembeller güruhu islâm ailesi arasında barınmak salahiyetine sahip değillerdi (4).
Müslüman fertlerden her biri behemehal bir işle, bir sanatla uğraşır, müslümanların refah ve saadetine
hizmet eden bir mesleğe intisap ederdi, İlk müslümanlar bir taraftan cihat, diğer taraftan ilmi yaymakla meşgul
oldukları gibi bir taraftan da ziraat ve ticaretle uğraşıyorlardı. Hz. Peygamber, ekip biçmeyi (5), koyun sürüleri
beslemeyi emretmişlerdi (6). Çiftiyle çubuguyle uğraşarak çocuklarını ve torunlarını zillet ve sefaletten, milletini
izmihlal ve sükûttan kurtarmaya çalışan bir müslüman, ötede beride bir köşeye büzülerek tembel tembel ömür
geçiren, rızkını başkalarından bekleyen çerçi güruhuna elbette yüz bin kere tercih edilir. O çiftçinin Allah
katındaki şerefinin, yalancı ve riyakâr tembellere göre kat kat fazla olacağında asla şüphe yoktur.
Türbeler, ziyaretgâhlar eski hurafelerin islâm ruhuna galebesinden sonra teessüs etmişlerdir. Bu yolda
rahat geçinmek lezzetini tadanlar türbe ve ziyaretgâhlann, dinî ve îslâmî olduklarına dair, dinlemek zahmetini
ihtiyar edenlere pek çok masallar, hatta birçok kerametler nakledebilirler. Fakat dini Hz. Peygamberin yüce
tebligatı dairesinde telakki edenler, tabii bunlara ehemmiyet vermezler. Tekkeler vaktiyle birer irfan yurdu olarak
kurulmuşlardı. Dinî fazilet ve üstün ilimlerle donanmış zevat buralarda ahlâkî fazilet, ruhî necabet, insani
seciyelerin esaslarını öğretmek suretiyle halkın ruhunu yükseltmekle meşgul oluyorlardı. Bugün birer tembelhane
haline dönüşen müesseselerle ön- ' çeki tekkeler arasında hiçbir münasebet yoktur, önceki ler aydınlatmaya ne
kadar hizmet etmişlerse sonraki ler de millette yaşamak ve çalışmak ruhunu o derece öldürmüşlerdir. Acaba
tekkelere binlerce lira gelir vakfeden zevat, işsiz, güçsüz, ilim ve kemalden mahrum tembellerin sırtüstü yatarak
ziftlenmeleri maksadını mı takip etmişlerdir? Hz. Peygamber, hayatım kazanmak, çocuklarının geçimini temin
etmek, islâm cemiyetine faydalı bir uzuv olmak üzere çalışanları tebcil etmiş ve tembelliği menetmiştir (8).
İslâmın en ziyade tavsiye ettiği, çalışmak, ticaret yapmak, hülâsa hayat hakkını kazanmaktır (9).
Türbeler, ziyaretgâhlar ise îslâmiyete aykırı bidatlardır (10). Bir tür ölüperestlik olan bu gibi şeylerin
îslâmiyetle hiçbir münasebeti yoktur (11).
Kaba mistisizm(Tasvvuf) İslama Hint'ten sokulmuş olduğu gibi türbelere, kabirlere, ziyaret mahallerine
derin bir bağlılık ve meyil de eski mitolojilerden ve özellikle eski Hıristiyanlıktan intikal etmiştir. Ortaçağ
Hıristiyanlarının adım başına bir savmaa (manastır) ları , her şehirde bir veli (aziz) leri vardı. Cahil insanlar
velileri ziyaret etmek, savmaalara adaklar vermekle af ve mağfirete kavuşacaklarına inanırlardı, islâmiyet ortaya
153
çıkışıyla beraber bu gibi esassız şeyleri yıkmıştı (13). Fakat Ab-basîlerin sonlarına doğru bütün bu hurafeler,
daha koyu bayağılıklara bulanarak, yavaş yavaş İslâmiyete sokulmaya başladılar. Tavaif-i mülûk devrinin
buhranlı sükûtları ise (İslâmiyeti) esasından sarsacak hurafelerin yayılmasına ve genelleşmesine pek çok yardım
etmiştir.
Türbelere, kabirlere, ziyaretgâhlara bağlılık ve meyil gösteren zavallılar bilmelidirler ki İslâmda kabirlerin
üzerine türbeler yapmak, mescit bina etmek, kandil asmak kesinlikle yasaktır (14). Bunları yapanlar Allah'ın
lanetine müstahak olurlar (15).
Bir defa gerçek îslâmiyeti, bir defa da bizim davranış ve âdetlerimizi tetkik edersek müslüman
olduğumuzu isbat için binlerce şahit getirilmesine ihtiyaç olduğu tahakkuk eder: Putperestlik devrine ait âdetleri,
ananeleri islâmiyet adına ihya ve tatbik ediyoruz. Halkın türbelere, velilere olan taparcasına bağlılıkları ile geçmiş
asırların putperestliği ve kâhinperestliği arasında ne fark yardır?
Bir müşküle karşılaşıldığı zaman, haydi filan türbeye bir kurban! Sıtma tutar, tedavisi için bilmem hangi
babanın dergâhına koşulur, kapısına, penceresine bezler, iplikler bağlanır. Türbeye mumlar, türbeda-ra hediyeler
adanır! Sara tutar, ölülerden yardım istenir! Kıza müşteri çıkmaz, tekkeden tekkeye dolaşılır. Kadın çocuk
doğurmaz, türbelerin eşikleri aşındırılır! Memuriyet almak için tesbihler çekilir, adaklar adanır...
Hazreti Akif'in dediği gibi:
Harabeler, çamur evler, çamurdan insanlar; Ekilmemiş koca yerler, biçilmiş ormanlar; Durur sular, dere
olmuş helâ-yı carîler; Isıtmalar, tifolar, türlü mev-i sâriler;
Hurafeler, üfürükler, düğüm düğüm bağlar; Seraser oturup hasta baktıran sağlar... Atâletin o mülevves
teressübatı bütün! Numune işte biziz... Görmek isteyen görsün!
Gaflet ve sefaletin bu derekesi ilkel kavimlerde bile az görülür. O türbelerde, tekkelerde defnedilen
muhterem zatların maneviyetleri bu hallerden kim bilir ne kadar muazzep oluyor. Çünkü yapılan şeylerin hepsi
îslâmiyete aykırı bidatlar, rezaletlerdir.
Evliya tanınan zevat, hayatta oldukları müddetçe irşad vazifelerini ifa etmiş, vefatlarından sonra artık
dünyadakilerle hiçbir alakalan kalmamıştır. Onlara hürmet etmek istiyorsak huzur ve sükûnlarını ihlâl etmeyelim.
Evet ölüler yüzünden geçinen dirilerin martavallarına kulak verilirse; o türbelerde gömülü olan zevat,
sağlık zamanlarından (yaşarken) daha fazla (şimdi) dirilerle meşgul oluyorlarmış! Biçare halkı soymak için bu
iğrenç tuzaklar çok görülmemelidir. Çünkü mezar bekçileri arasında, aptalları soymamanın ahmaklık olduğu
düşüncesinde olan açıkgöz-lüler nadir değildir.
Bunlar arasında «Bir işte tereddüte düştüğünüz zaman kabir ehlinden yardım isteyiniz» yolunda
yalandan hadis uydurmak cesaretini gösterenler bulunduğunu söylersek, menfaat temini için bunların daha nelere
cüret edebilecekleri takdir edilebilir.
Merak edenler bu uydurma hadisi, süslü levha halinde ziyaretgâh olan mahallerin göze en çok çarpacak
yerlerinde her vakit gidip görebilirler. Halkı avlamak için ne güzel tuzaklar; hele orada gömülü olan muhterem
zata isnat edilen acibeler!
İddia edildiği gibi oralarda defnedilen zevat keramet sahibi evliya-ullahtan iseler, şüphe yok ki cahil
halkın taparcasına nümayişlerinden cidden huzursuz olurlar. Hele kabirlerinin, bir takım kimselerin adaklarla
ceplerinin dolmasına, kurbanlarla karınlarının şişmesine vasıta olmasına asla razı olmazlar. Velilik mertebesine
çıkan zevatın, kendilerini halka tanıtmaktan ne derece sakındıklarını yine o zatların kitaplarında görüp okumuyor
muyuz? Yaşarken bu derece sakınan zevat kabirlerinin sükûnunun ihlaline hiç razı olurlar mı?
Halbuki sevaba gireceğiz diye türbelere adanan kurbanlar, adaklar, ziyaretgâhlara hediye edilen mumlar,
paralar şeran kötülenmiştir (17). Kabirler üzerine kurban kesmek Hz. Peygamber tarafından yasaklanmıştır (18).
Türbeye niçin kurban adanıyor? Kabrin başında neden kandil ve mum yakılıyor? Bu gibi şeylerin islâm
şeriatı ile ne münasebeti var? Buraları düşünmek ne yazık ki hiç birimizin hatırına gelmiyor!
Hiç şüphe yok ki bu âdetler Bizans ve İran yadigârı ve islâmiyet öncesine ait bir takım ananelerdir. Hâlâ
bu gibi âdetlere devam etmek islâm dinine aykırı olduğu (gibi) yaşadığımız asrın kültür seviyesiyle de mütenasip
değildir.
154
Hurafeperestlikte devam etmek, medeniyet dünyasına karşı maskara olmaktan başka bir şey olmaz!
Bilmem hangi dileği olursa falan tekkeye, falan zatın türbesine adaklar adamak budalalığı yalnız kadınlarımıza
münhasır değildir. Devlet dairelerinde oldukça mühim mevkiler işgal eden beyinsizler arasında da bu zihniyette
olan yadigârlar pek çok gibi görülüyor.
Eğer bu efendiler dindar iseler, bilmeleri icap eder ki Hz. Peygamber adakları kesinlikle yasaklamıştır
(19). Çağdaş bilgilere sahip iseler bu gibi şeylere önem vermenin gülünç bir ahmaklık olacağını takdir etmeleri
gerekir.
İslâmiyet Hıristiyanlık gibi kerametlere, olağanüstü şeylere o kadar büyük bir önem vermemiştir. İslâmın
esaslarına göre insan dan zuhur eden olağanüstü şeylerin dinle ilgisi yoktur. Yani olağanüstü haller bir dinsizde
de zuhur edebilir. Bir adam aeroplansız havada uçsa su üzerinde yürüse, ateş yese, karnına şiş soksa, göğsüne
kılıç saplasa ve daha bilmem neler yapsa o adamın ârif-i billâh bir mürşid, velhasıl vâsıl-ı ilellah bir şeyh olması
lazım gelmez! Nasıl ki manyetizm, hipno-tizm işlerinde maharetli olan frenkler birçok harikalar gösteriyorlar.
Acaba meşhur Kaznof'a da dinî bir paye mi verelim? Hürmet ve peres-tiş edilen türbelerde gömülü olan zevat,
hakikaten evliya-yı kiram yüce mertebesine yükselmiş iseler kendilerine karşı yapılan perestişkârane
davranışlardan, hiç şüphe yok, manen muazzep olurlar. Değilseler yapanların izanına yuf olsun!
İslâmiyet putperestlik değildir, insanlığın saadet ve tekâmülünü gaye edinen necip bir dini, putperestlik
âdetleri, Mecusi ve Hint hurafeleri, Bizans ve Yunan ananeleriyle karıştırarak bir sefalet kâbusu, bir garebet
ucubesi haline getirenlere yüzbinlerce lanetler olsun! (20)
Kaynak: İslama(Barışa,Güvenliğe,Adalete) Yönelen Yıkıcı Hareketler
M.ABKDÜLHAMİT. Diyanet İşleri Başkanlığı Yy. Terc.Saim Yeprem,
Hasan Güleç, Ankara-1986
1-Seyid Ahmed Han’ın
(S.32)
Yıkıcı hareketler cümlesinden 19. asrın başlarında Hindistan'da Seyyid Ahmet Han'ın hareketini zikretmek gerekir.
Ahmed Han'ın görüşü Dehriyyeye (Maddeci - Tabiatçı) dayanıyor ve tabiatçılığa sarılmayı, din bağlarından kurtulmayı, hayvani
arzuların peşinden koşmayı teşvik ediyor, müslümanlardaki cihat ruhunu zayıflatmayı, kâfir ecnebiyi İslâm ülkelerine doldurmayı
ve her şeyde onlan taklid ederek peşlerinden yürümeyi telkin ediyordu. Çünkü, kanaatince, ecnebiler medeniyet sahibi, kültürlü
ve ileri kimselerdi.
[İslama Yönelen Yıkıcı Hareketler-Muhsin Abdulhamid, Diyanet İ.B.Yay., Terc.Saim Yeprem, Hasan Güleç, Ankara1986, Sayfa: 32]
2-Mirza Gulam Ahmed Kadiyani
(S.32-33)
Diğer bir hareket yine 19. asırda Mirza Gulâm Ahmed Kadıyânî'nin idare ve hizmetinde Hindistan'da ortaya çıkan
kadıyânîlik hareketidir. Ken dişi, geleceği vâdedilen Mesih ve beklenen Mehdi olduğunu iddia ederek cihadı kaldırdığını ilân
etmiş, ingilizlere tam bir itaati salık vermişti. Bunun üzerine ingilizler onu ikram ve ihsanlara garketmişlerdi. Bu adamları,
müslümanlara hükmedecek olan ihtilâl kılıcının himayesi altına almışlardı. Çünkü bu davranışlarında Hindistan'ı sömürmekte
devam imkânını görüyorlardı. Cihadı kaldırmanın manası is»', salim ve düşman kâfirlerle gürültüsüz yaşamayı sağlamak,
ecnebi ihtilâl üslerine karşı koyma gücünü ve gayret ruhunü öldürmek demekti.
[İslama Yönelen Yıkıcı Hareketler-Muhsin Abdulhamid, Diyanet İ.B.Yay., Terc.Saim Yeprem, Hasan Güleç, Ankara1986, Sayfa: 32-33]
3--Babilik (S.33)
Bir başka hareket, 19. asrın ilk yansında İran'da ortaya çıkan «Babîlik» hareketidir. Bu hareket de yine İngilizleri ve
Rusları sevdirmek, ecnebileri iyi göstermek esasına dayanıyordu. Hazırlanan plan gereğince hareketlerin ikinci merhalesi
«Bahaîlik» teşkil etmektedir. Bu iki hareket, kitabımızın konusudur. Söylenebilir ki Babîlik ve Bahaîlik beynelmilel masonluğun
yönettiği ve Yahudi, Rus, İngiliz emperyalistlerinin faaliyetleriyle devamlı irtibat halinde beslenen cereyanlardır.
[İslama Yönelen Yıkıcı Hareketler-Muhsin Abdulhamid, Diyanet İ.B.Yay., Terc.Saim Yeprem, Hasan Güleç, Ankara1986, Sayfa: 33]
4-Fransızların emriyle Suriyede ismi Süleyman
derebeyinin kendisine Rabb adını
vermesi (S.33-34)
155
murşid
olan
bir
Sömürgeci Fransızların Suriye'de yaptıkları, gözlerden uzak değildir. Sömürgecilik prensiplerine hizmet eden umumî
misyonerlik programlan uyarınca, ismi Süleyman Mürşid olan bir derebeyini göndermişler, o da tanrılık iddia etmiş, kendisine
«R a b» adını vermiş ve içinde bulunduğu topluluğa bu esasla muamele etmeğe başlamıştı.
Şunu da zikretmek gerekir ki emperyalistler, bütün bu hareketlerde, müslümanlar arasındaki misyonerlik faaliyetlerine
ait eski bir kaideye dayanıyorlardı. Bu kaide şu idi :
«Müslümanları hıristiyanlaştırmalı, bu iş onların kendi safları arasından bir yalancı peygamber vasıtasıyla olmalıdır.
Zira ağacı yine kendi dalı keser.
[İslama Yönelen Yıkıcı Hareketler-Muhsin Abdulhamid, Diyanet İ.B.Yay., Terc.Saim Yeprem, Hasan Güleç, Ankara1986, Sayfa: 33-34]
5-Hurrimiye (S.43-44)
Bu bâtını hareketin kökleri İslâmdan önceki Mazdekîliğe kadar uzanır.
Lideri, Azerbeycan'da ortaya çıkarf «Bâbek Hurremî» adında biriydi. Zamanla taraftarları ço
ğaldı, tehlikesi büyüdü. Yirmi sene boyunca Abbâsîlerin birçok ordularını bozguna uğrattılar. Tarihçilerin ifadesine
göre, bunlar müslüman halkın birçoğunu boğazlamışlardır. -Daha sonra da kadeşli îshak ile birlikte esir alınmış ve Halife
Mu'tasım zamanında Sürre men Reâlda idam edilmiştir.
Hurremîler birçok kollara ayrıldılar.
6-Mazyariye (S.44-45)
Bunlar Mazyar isminde birine tâbi olanlardır. Bâbek'in görüşlerine benzer fikirler ileri sürüyorlardı. Teberistan dağlan
civarında taraftar topladılar. Elebaşıları Mu'tasım zamanında yakalandı. Sürre Men Reâ'da idam edildi.
Taberistan dağlannda, geceler tertib ederler, toplanırlar, içkili çalgılı çengili eğlenceler yaparlar, daha hatıra
gelebilecek her çeşit zevklerle vakit geçirirlerdi. Kadın ve erkekler bir araya gelirler, mum söndü yaparlar ve herbiri elinde kalan
kadınla bir köşeye çekilirdi.
Nizamü l'Mülk bunlardân şöyle bahsetmiştir : «..Bunlar namaz, oruç, hac ve zekat gibi dini farzları terk etmişler, şarap
içmeyi mubah görmüşler, haramları serbestçe irtikâb etmeyi kadınları ortaklaşa kullanmayı teşvik etmişlerdir. Daima bütün
güçlerini İslâmı yıkmaya sarfetmişler, aslında ehl-i beytten herhangi birine yapılan eziyete karşı, kalplerinde bir şefkat, bir
üzüntü hissetmemişlerdir. Buna rağmen, İslâm imanını yıkmayı hedef alan davetlerini yaymak için, kendilerine yar-dım
sağlayacak bir yol olarak ehl-i beytin isimlerine sarılmışlardır. Bâbek'in inancına, dinsizlik, İslâmdan dönüş, hulül yoluyla beşeri
tanrılaştırma gibi sapıklıklar eklenmiştir,
7-Karamita (S.45-47)
Aslen Küfe'li Hamdan b. Kır--mit isimli bir râfıziye bağlıdır. Kendisinden sonra Ebu Said el Cenabı onu takib etmiş ve
hicrî 301 senesinde hamamda ölmüştür.
Bunlar hicrî 281 yılında el-Mu'tezıd Billâh'ın halifeliği zamanında ortaya çıkmışlardır. Uzun zar man devam etmiş, güç
ve kuvvetleri artmış, müs-lümanları korkutmuşlar, Abbasî devletini tehdit eden bir tehlike haline gelmişlerdi. Seri halinde birçok
katliamlar da yapmışlardı. Bağdadî örnek olarak şunu zikreder:
«... Sonra onlardan Ebu Sadd Hasan b. Beh-ram adında biri Ahsa, Katîf ve Bahreyn halkı üzerine yürüdü. Kendi
adamlarıyla bu bölgeleri aldı. Kadınları çocukları esir etti, mushafları yaktı, mescitleri yıktı. Esir ettiği kadınları, çocuklan
köleleştirdi, erkeklerini de kılıçtan geçirdi.
Sonra, aralarında Yemenli Sanadakî adıyla tanınan biri o bölgelerin halkını, kadın ve çocuklarına varıncaya kadar
katletti.
Hicrî 317 senesinin Hac mevsiminde onbinlerce müslümanı öldürmeleri, belki de yaptıkları katliamların en büyüğüdür.
O sene Mekke'yi istilâ etmişler, Hacer'i Esvedi yerinden koparıp Bahreyn'e götürmüşlerdi. Sonra, İsmâîlî mezhebine bağlılıkları
sebebiyle, Kırmıtîlerle aralan iyi olan Fatımîlerin halifesi araya girmiş ve Hacer-i Es-ved'in yerine iadesini sağlamıştı. Kırmıtîler
birçok kimsenin kalbine nüfuz etmiş, halifeliğin Ali sülâlesine ait bir hak olduğu tezinin arkasına gizlenerek çoğunluğun gönlünü
çelmişlerdi. Sonra fesatları anlaşılmış, yaptıkları rezaletler, işledikleri ahlâksızlıklar neticesinde niyetleri ortaya çıkmıştı. Çünkü
dine karşı açıkça cephe aldıkları görülmüştü.
Kırmıtîler Bahreyn, Ahsa' ve Katîf'de bâtıl prensiplerine dayalı bir devlet teşkil ettiler. Prensipleri, maddeci - tabiatçılık,
zındıkçılık, âlemin kadîm olduğuna îman, mal ve kadınlarda ortaklık gibi esaslara dayanıyordu.
Devletin idari ve siyasi işlerinde yâhudileri kullandılar. Bunda şaşılacak bir şey yoktu. Çünkü Kırmıtîler, Bâtınîlerin bir
kolu idi. Daha önce açıkladığımız gibi, Bâtınîlerin hakiki yöneticileri de yahudilerdi.
Kırımıtilerin hareketi, dinsizliği, şiddet taraftarı oluşu ve her şeyi mubah addetmesi yönünden aslında bir komünizm
hareketiydi. Komünist Rus müsteşriki Bandaly Juzy der ki: «Karamâta'nın sosyal ve ferdî hayatı komünizm prensiplerine
dayanmıştır. Bu prensipler, Bahreyn'deki idarecilerin ve îsmâîliyye hareketi liderlerinin yaymaya ve yerleştirmeye çalıştıkları
esaslardır.»
Sonra şöyle der: «...Bu asırdaki birçok—komünistler kadar dinden ve dinin esaslarından
uzaktılar. Onların hakiki dinleri, tapınırcasına,peşine düştükleri büyük sosyal isteklerinden ibaretti.
8-Haşhaşiler (S.47-48)
İsmailiyye hareketinin bir koludur.
Ehl-i Beytin halifelikteki hakkını ister görünen fakat aslında dinsiz olan Hasan b. Sabbah bu
hareketin lideridir. Mezhebini yedi kademeli hiyararşik bir sıra halinde, ince ince planlanmış esaslar
üzerine kurmuştur. İlk kademe olan «Dünya» kademesi, bu hareketin gayesinde dair hiçbir şey
156
bilmezdi. Sırlar, dinin batıl bir şeyden ibaret olduğunu kabul eden yüksek kademeye hasredilmişti.
Şiarları «Varlığın aslı yoktur, herşey mubahtır » cümlesinden ibarettir.
Özellikle İran, Irak ve Suriye'de, suçlar tarihinde çok büyük sahifeler işgal eden misli
görülmemiş cinayet işlediler. Devlet ve ilim adamlarından birçoklarını, kendilerine muhalefet edenleri
öldürdüler. Katledilenlerden biri de meşhur Selçuklu Veziri Nizamü'l Mülktür. Keza Selahaddin
Eyyûbî'nin öldürülmesi için de gayret sarfetmişlerdir. Hasan ve adamları İran'da Almut Kalesine
üslendiler. Oradan etrafa dehşet ve korku saçtılar. İnsanlara darbeler hazırladılar. Bol bol yol kestiler,
adam öldürdüler, gelene geçene tecavüz ettiler, yolcuların kafilelerin mallarını gaspettiler.
Haşhaşiler Abbasi devletine şiddetle mukavemet ettiler. Yıllarca kaleyi muhasara eden halife
ordularının gayreti boşa çıktı. Hasan'ın adamları bu orduları defalarca bozguna uğrattılar.
Hasan b. Sabbah hicri 520 senesinde öldü. Arkasından taraftarları bölündüler. Allah
aralarında şiddetli bir geçimsizlik yarattı, bir azab bir belâ verdi, birbirlerini öldürdüler. Böylece, birçok
insanın kalbine korku saldıktan sonra, kendi kendilerini de tehdide başladılar.Daimî olarak haşiş
(haşhaş, kenevirden elde edilen uyuşturucu madde) alıp verdiklerinden "bunlara «Haşşâsîler» adı
verilmiştir.
9-Zenciyye (S.48-50)
Bu harekât direkt İs-mâilî harekâtı olmasa bile yine İsmâilî kollarının kararttığı devirler içinde gelişmiştir.
Bu harekât, Basra ile Vasıt arasında uzanan kesif yeşillik ve bataklık bölgede ortaya çıkmıştır. Yöneticisi İranlı Ali b.
Muhammed ismini taşıyan bir adamdır. Kendisi gaybı bildiğini iddia ederek peygamberliğim ileri sürmüş bazı Kur'an âyetlerini
bâtınî esaslara te'vil etmiştir. Çok hiddetli, acıma nedir bilm'iyecek derecede katı kalpli idi. Adamları ile Kâdisiye'ye girdi, şehir
halkının hep sini öldürdü. Köylere, kasabalara sık sık hücum ederdi, iğrenç tecavüzlerinden biri Basra'ya yaptığı hücumdur.
Hicri 257 senesinde Basra'ya girmiş, orada büyük bir ateş yakmış şehir halkını öldürmüş, büyük mescitlerini hayvan ahin
yapmıştı.
İbn-i Rûmî'nin Basra'da oynayan bu tarihî trajediyi tasvir evlen parlak bir kasidesi vardır:
Ey Basra, güzel Basra senin bendeki aşkın Volkan gibidir, belki de ondan daha aşkın İslama idin kubbe ve hem yok
idi dengin Ruhumdaki hasret sana, umman kadar engin Ey, beldeki fâtihi, ruhumda bu hasret Sönmez ebediyyen unutulmaz da
o, elbet Alçak köleler şehri çapul etti ve talan Rahat yaşayan halkını sürgün ve perişan Hırsız gibi bir gün geceden girdiler oraya
Zulmet de haramilere yardımcı olur ya Halkın sesi, insan dolu meydanları nerde? Mermerli sokak, çarşısı dükkânları nerde?
Rıhtımda eser kalmadı ol seyru seferden Bayrak gibi deryaya dikilmiş gemilerden. Köşkler ve o kuvvetli binalar hani noldu?
Sağlam ve güzel evleri hep yerle bir oldu. Âh, ondaki köşkler ne hazin şekle büründü. Kül, kum ve zibilden tepeler haline döndü.
Zenc isyanının çıkardığı fitne hicri 255 - 270 seneleri arasında devanı etti. Abbasi devletine birçok mal, suâli ve
adama mal oldu.
Zenciler hertarafta azgınlık gösterdiler. Bol bol fesat çıkardılar. İslama karşı açıkça düşmanlık ettiler. Bir çok
müslümanın kanını akıttılar. Halkın mallarına, ırzlarına tecavüz ettiler. İslâm toplumunu zayıf düşürdüler. Müslümanların
kuvvetlerini ezdiler. Böylece, İslâm'a düşmanlık hisleriyle dolup taşan haçlıların ve tatararm hırslarını tahrik ettiler. Kendileri için
en uygun vasatın hazır olduğuna hükmeden bu düşmanlar, İslâm birliğini tamamen yok etmek, medeniyetini ortadan kaldırmak,
şehirlerini yıkmak ve bundan sonra müslümanlan gerilik, fesat, hastalık, cehalet, kâbusunun kapladığı karanlık asırların ötesine
atmak için her taraftan hücuma geçtiler.
Mehdî düşüncesi, herşeyi mubah sayan, dinsiz, yıkıcı dalaverecilerin istismar ettiği bir fikirdir. Bu fikrin arkasına
gizlenenler Şeyhîler, Reştîler, Bâbiler ve Bahâîlerdir. Okuyucunun bir fikir sahibi 'olabilmesi için, bu grupların içyüzüne, mü-him
şahsiyetlerine ve zuhur edip geliştiği yerlere 'dair kısaca bilgi vermeğe .gayret edeceğiz.
10-Mehdilik (S.51-58)
Şiilerin esas inançlarından biri olan «Bekle-nen kurtarıcı (Mehdi)» fikri, şu anda gizlenmiş olan fakat tekrar zuhur
edeceği beklenen bir liderin varlığına inanmaktır. Kendisi gizlendikten sonra zulümle dolmuş olan yeryüzünün, o zuhur eder
etmez adaletle dolup taşacağı umulmakta-dır. (2) Şiiler, gelmesini bekledikleri Mehdi'nin, kayıplara karışan 12. imam olduğuna
inanmaktadırlar. Bu zat, hicrî 255 senesi Şaban ayının ortalarında bir Cuma günü Bağdat'ta doğan Muhammed el-Mehdî b. elHasen el-Askerîdir. ifade ettiklerine göre, «annesi ile birlikte Sâmerrâ'daki evlerinin bodrumuna girmiş, orada kaybolmuş ve bu
ana kadar da geri dönmemiştir. O, ölmemiştir, halen hayattadır, Şiiler ile devamlı irtibat halindedir.» Şiîler bu inanç içinde onun
geri dönerek kendilerine yardım etmesini ve şianın düşmanlarından intikam almasını bekler dururlar.
Bu fikir, esası ve kökleri itibariyle şark inançlarından, Hıristiyanlık ve bilhassa Yahudilikten İslâm toplumuna intikal
etmiş olan ric'at (geri dönmüş) fikrine dayanmaktadır. Ric'at fikrini, entrikacı Abdullah b. Sebe, terennüm etmeğe başlamış ve
ilk zamanlarda bu fikri Resülüllah (S. A. V.) a tatbik ederek şöyle demiştir . «İsa'nın geri döneceğini zannederek Muhammed
geri dönmez diyene şaşarım Allah azze ve celle şöyle buyurmuştur : Kur'an'ı sana farz kılıp (veren) mutlaka seni eski yerine
döndürecektir. Muhammed geri dönmeğe İsa'dan daha lâyıktır.»
157
Sonra bu fikri Ali b. Ebu Talib'e intikal ettirmiş ve Hz. Ali'nin şehid olmasından bir müddet geri döneceğini söylemeye
başlamıştır.
ilk olarak Hz. Ali'nin kölesi Keysan, Muhammed b. el-Hanifiyye'nin Mehdî olduğunu, binaenaleyh hakikatte İmamın bu
zat olduğunu ileri sürmüştür. O sırada Muhammed b. el-Hanefiyye Hicaz'da Cebel-i Radvâ'da ikamet ediyordu. Hicrî 81
senesinde vefat etmiş ve namazını Hz. Osman (R. A.) nın oğlu kıldırmıştır. (2)
Bu mânadaki mehdîlik fikrinin İslâm âlemine girmesine iki âmil sebep olmuştur :
l—Küfe, şiîlerin beşiğidir.'Orada birçok fikirler, görüşler çarpışıyor, Yahudilik, Hıristiyanlık, Mecusilik bizzat kendi
memleketlerindeki gibi boğuşuyordu. Hava, dışardan gelen fikirlerinin yayılmasına müsaitti. Meselâ yaralı şianın içinde
bulunduğu hava. en uygun vasattı.
Aynca Küfe mühim bir kültür merkezi idi. Yunan felsefesi, zındıklık hareketi, kültürlüler ar rasında yayılmıştı.
Şüphecilik çoğalmış, İslâmiyet’e ait dinî görüşler sarsılmıştı. Aynı zamanda Küfe muhiti, cehaletin, mitolojinin, hurafelerin
yayıldığı, hattâ bazı eski putperestlik inançlarının halk arasında yaşadığı garib bir ortamdı. Bu var sat, onları, menfaatleri
gerektirdiği zaman, inançlarım bile terkedebilecek duruma getirmişti,
2 — Şiilerin uzun müddet maruz kaldıktan haksızlıklar kendilerinde intikam hisleri doğurmuş ve bu esnada zihinlerine
Mehdîlik fikri yerleşmiştir. Çünkü taraftarlarının, Ehl-i Beyt üzerindeki emellerini kaybetmemeleri onların iş başına gelip adaleti
yayacaklarına ve zanlarınca— zulmü kaldıracaklarına dair imânlarını yitirme-meleri için böyle bir Mehdîlik fikrine ihtiyaçları
vardı. Kur'an-ı Kerim'de Mehdî'nin geleceğine delalet eden bir âyet bulamayınca hadise sığınmak zorunda kaldılar. Bu yüzden
birçok hadîs uydurup cemiyete yaydılar. Bu filerin ortaya çıkması ile hadislerin derlenmeye başlaması arasında iki asırlık bir
zaman geçmiştir. Bu zaman zarfında fikir adamakıllı gelişmiş ve bâzı hadis kitaplarına sızma imkânı bulabilmiştir. Çünkü, henüz
bu devirde hadisler tam manasıyle kritiğe tabi tutulup ayıklanmamış.
Bununla beraber hadisçiler ve ilim adanılan bu tip hadisleri reddetmişler, hadis kritiğinin (el-Cerhu ve't-Ta'dil) ışığı
altında bilâhare uydurma olduklarım isbat etmişlerdir. Hadisçilerin bu mevzudaki mühim görüşlerinden bazıları şunlardır:
1-- Eki büyük hadis âlimi Buhârî ve Muslini bu tip hadisleri kabule uygun görmemişlerdir. Onların, Sahih isimli
kitaplarına bu hadisleri alma-maları, bu rivayetleri, kıymetlerini önemli derecede düşürmüştür.
2 — Bu rivayetler, delil olarak ileri sürüldükleri mevzularda tenakuz halindedir. Meselâ bir rivayette Mehdi Ehl-i
Beytten, diğerinde Âl-i Abbas tan. başkasında Âl-i Abdülmuttalip'ten bir başkasında da ehl-i Medinedendir. Bir rivayet der ki,
Mehdî'nin ismi peygamberin adını tak'ib eder, diğer bir rivayet isminin Haris olduğunu söyler. Bütün bu ayrılıklar, bu tip
hadislerin uydurulduklarına açıkça delâlet eder. Çünkü peygamberlerden çelişik ifadelerin gelmesi imkânsızdır.
3— Birçok siyasi hevesler bu rivayetlerle ade- tâ oyun oynamışlar ve oyun sonunda kendi çıkarlarına yarayacak fikir
ve mefhumları rivayetler arasına karıştırmışlardır. Abbasîlerin şark taraflarından doğan siyah bayrakları böyle bir devirde
dalgalanmış ve âlevîleri üzen meseleler bu devrin karakteristik özelliğiniteşkiletmiştir.
Emeviler, şiîlerin kendileri için bir şu Mehdi uydurduklarını görünce, onlar da buna karşılık «Süfyânî» fikrini ortaya
attılar. Resulüllah'a iftira ettiler, birçok mevzu hadis uydurdular. Gariptir ki, şiiler yine uydurma bir hadis ile bu rivayeti reddettiler.
Buna göre Mehdi çıkınca Süfyânî'yi öldürecekti.
Abbasiler de meydanı terketmediler. Şia'nın. bir Mehdisi olduğunu, Emevilerin de bir Süfyâni' si bulunduğunu görünce
onlar da nesebi Abbas'a ulaşan Halife Mansur'un oğlu Mehdi Abbasî'yi teyid eden uydurma hadisler ortaya koymaya bâşIadılar.
4 — Hadisçilerden birçokları bu rivayetleri
tenkit ederek, râvîlerini çürütmüşler ve yalancılıkla itham etmişlerdir. Hattâ bar kısmını Şiilikle, harûrîlikle, ehl-i kıbleye
kılıç çekmekle suçlamışlar, bir kısmını da hafıza bozukluğu, hadiste mün-kerlik, kötü gidiş, sapıklık ve evham, meçhullük,
râvîlerin sırasızlığı, tedlis, zayıflık, kuvvetsizlik, an'ane bozukluğu, yalan, ıztırap ve hata çokluğu . ile tenkid etmişlerdir. Bu
tenkitleri yapan meşhur hadisçiler şunlardır: «Dârakutnî, Zehebî, el-Iclî, Ahmed b. Hanbel, Ebu Davud, Ebu Zer'a, Ibnü Hıban,
Yâhya b. Maîn, Ebû Hatim, el-Cürcânî, Ebû Üsâme, en-Neseî ve İbn-i Mâce vb.
5 — Büyük ilim adamı Muhammed Ferid Vecdi derki : «Bu hadislere bakan basiret sahibi kimseler, Resulüllah'ı bu
cins sözlerden, tenzih için kalplerinde bir zorluk hissetmezler. Bu sözlerde mübalağa, tarihi tahrif çabası, ifrata dalma gayreti,
dünyadan habersizlik, Allah'ın sünnetine aykırılık vardır. Okuyan herkes ilk nazarda bu ha-dislerin bâzı sapıklar tarafından
uydurulduğunu, halifeliğe hevesli bazı grupların marifetiyle çıkarıldığını anlar.
Bu mânadâki Mehdilik fikrinin bizzat kendisini akıl ve mantık ölçülerine vurarak incelediğimiz zaman bozukluğu açıkça
ortaya çıkar. Şöyle ki:
1— Bu itikadî mesele İslâm toplumunun ve bütün insanlığın varlığı ile ilgilidir. Hakikatte hiçbir kıymet ifade etmeyen
ve inanç gerektirmeyen. zannî haberlere dayandırılması mümkün değildir.. Bu haberlerin bir an için sahih olduğunu düşün sek
bile Kur'an-ı Kerîm karşısında bu düşünceden hemen vazgeçeriz. Çünkü Kur'an-ı Kerîm her ana meselede gerekli açıklığı
getirmiş ve kat'i sözü söylemiştir. Çok önemli bir itikadı mevzu olmasına rağmen Kur'an-ı Kerîm'de buna dair bir habe-rin
bulunmayışı, meselesinin bâtıl olduğuna ve yokluğuna yeter kuvvetli bir delildir.
2-Resulülîah (S. A. V.) birçok hadislerinde, İslâm toplumu içinde dâima doğru yolda olan bir grubun bulunacağını, bu
grubun dîni mevzuları tazeleyeceğini, din yolunda mücahede edeceğini, adaleti yayacağını, dosdoğru ölçülere sarılacağını,
zulümle mücadele edeceğini ve yeryüzüne İslâmı yerleştireceğini haber vermektedir. Onlar dünyada yaşarlar, bilinmeyen
gaibler alemindeki şeylerle uğraşmazlar. Bu, Allah'ın kâinattaki sünnetine, İslâmın ruhuna ve amelî talimatlarına mutabıktır.
Artık bundan böyle, binlerce yıldan sonra tekrar âleme dönme niyetiyle gözlerden kaybolan bir çocuğa ne lüzum vardır?
3 — Ebedî kelâm Kur'an-ı Kerîm'in sahibi Allah her devirde hakiki mehdiler yüzlerce mücahid ıslahatçılar yaratabilir.
Vaktiyle böyle yapmıştır. Bundan sonra da elbette böyle olacaktır. Artık müslümanlar için Kur'an-ı Kerîm'in hakika-tından kaçıp
hayale sapmalarına, evham ve hurafelere saplanmalarına ne lüzum vardır, alelade bir insandan hiç farkı vasfı bulunmayan
158
kaybolmuş bir şahsın âhir zamanda tekrar geleceğini ve kendilerini zulüm ve azgınlıktan kurtaracağını iddia ederek efkâr-ı
umumiyeyi zorla taşlaştırmaya, sosyal hayatı dondurmaya ne ihtiyaç vardır?
Şunların akıllarına bak! Büyük bir çoğunluk olmalarına rağmen kendi kendilerini uyaramıyor-lar da gaibten bir kurtarıcı
bekliyorlar. Allah onlara çalışmayı ve cihadı emretmemiş midir? Zulmü kaldırıp adalet sarayını kurmalarını söyleme-" mis midir?
Her müslümanın doğru yolda bir Mehdî olması gerekmezini imiş?
Aslında yahudilerden gelen bu hurafe mûslümanlar için büyük bir uyuşukluğa sebep olmuş, korku ve ümitsizliği
yaymış, İslâm toplumundaki yaratıcı güçleri söndürmüştür. Bu camiaya şiddetle düşmanlık eden, içi kinle kaynayan, günahkâr,
zalim kiçbir kimse düşünülemez ki gayesine ulaşmamış, kinini açığa vurmamış, düşmanlığını açıklamamış olsun. Yine o kimse
tasavvur edilemez ki belli şiarların altında İslâm toplumuna birliği zayıfatacak narkozu vermemiş, devletin kuvvetlerini
parçalamamış ve îslâm düşmanlarının emellerini doyurmamış olsun. Muhali-kaktır ki böyle bir düşman İslâm eserlerini
mahvetmiş ve mûslümanlar arasına putperestlik kokan fikirlerini yaymıştır.
Gerçek Ahsâî ve Reştî'nin iddiaları gerekse Bab ve Bahânın sapıklıkları, İslâmı yıkıcı hadiseler zincirinin birer
halkasından başka birşey değildir. Beşeriyetin zihnine böyle dolambaçlı hurâfî yollar kadar tesir edebilecek başka usul mevcut
değildir. Nitekim böyle olduğunu ileride göstereceğiz (İnşallah).
11-Kazım Reşti (S.67-71)
1790 (1205 H.) senesinde İran'da Reşt (1} denilen yerde doğduğu söylenir. Yirmi altı yaşında iken Şeyh Ahmed Ahsâî
ile görüşmek üzere Tah-ran'a gitmiş, sonra onunla beraber Kerbelâ'ya gelmiş ve şeyhe talebelik ederek onun vehimlerini,
hurafelerini kolaylıkla elde etmiştir. Görmüyor musun o yalan rüyayı nasıl da rivayet ediyor, surda burda, taraftarlar ve müritler
arasında nasıl da yayıyor?
Şurası hakikattir ki bizzat Resti de rüyaya sığınıp o rüya ile insanları aldatmak, bu vesile ile etrafında bir sürü adam
toplamak hususunda hocasının yolunu tutmuştur. Mehdî'nin geleceğini, zuhurunun yaklaştığını, ona inanmanın farz olduğunu
bildirmekte, yine hocası Ahsâî ile birlikte, daha önceden başkaları tarafından tesbit edilmiş bir plânın tatbikçisi olmuşlardır.
Reştî'nin iddiasına göre, Kâzımiye yolunda giderken bir koyun çobanı kendisine rastlamış ve şöyle demiş : «Üç
günden beri koyunlarımı bu civardaki mer'alarda otlatıyordum. Bir seferindi beni uyku bastırdı. Rüyamda Muhammed
Resulullah'ı gördüm, bana şöyle diyor : Sözlerindi dinle ey çoban! Adamakıllı hatırında tut. Çünkü bu sözler ezberlemen için
Allah tarafından sana verilmek üzere bana emanettir. Emanete riayet edersen işin iştir. Ama ihmal edersen başına çok şiddetli
bir azap gelir. Dinle, sana vereceğim emanet işte budur. «Berrâse mescidinin yakınında bekle. Bu rüyadan üç gün sonra,
zürriyetimden biri, Seyyid Kâzım, arkadaşları ile sohbet ede ede buraya gelecek, öğle vaktinde, caminin yakınındaki hurma
ağacının altında duracaklar. Sen onu görür görmez selâmlarımı takdim et ve benim tarafımdan ona de ki: Sevin, çünkü ayrılma
zamanın gelmiştir. Kâzımiyye'de ziyaretini bitirip Kerbelâ'ya döndükten ve orada da üç gün geçtikten sonra -yani Arefe
gününde- bana uçacaksıû. Çok geçmeden hak olan zuhur edecek ve dünyayı yüzünün nurlarıyla aydınlatacak...»
Burada ana fikir şudur. Resti, kendisine tâbi olanları Mehdi'nin zuhuruna kandırmak için yalanların peşinden
gidiyordu. Böylece onlarda hiçbir şüphe kalmayacaktı. Ahsâî'nin yalan rüyasının bir benzeri, bu akılları başlarından gitmiş,
idraksiz ve şuursuz teslim olmuş cahiller güruhunu kandırmaya yetecekti.
Fakat yine de talebelerinden ve arkasından gidenlerden bir çokları bu tuzaklara düşmedi. Hattâ bir defasında Reştî
kandıramadığı adamlarla yüz yüze getirildi ve kendisine dediler ki : «Biz Şeyh Ahsâî'nin iddia ve talimatlarına hiç itiraz etmeden
kırk seneden beri tahammül ettik. Halbuki şimdi Seyyid, buna benzer iddialarda bulunuyor, artık bu vaziyette, bu iddialara
tahammül etmek ve yayılmasına göz yummak bizim için mümkün değildir...»
Reşti, Mehdi'nin zuhur etmek vaktinin yaklaştığını sadece bildirmekle yetinmedi. Onun şahsını onlara hemen hemen
direkt olarak tayin etti. Özelliklerini, şeklini, ahlâkını tasvir etti. Toplulukta öyle fikir uyandı ki, adetâ Mehdi aralarında
bulunmaktadır da ancak Reştî'nin ölümünden sonra zuhur edecektir. İleride de anlaşılacağı gibi talebelerinden Mirza Ali
Muhammedi tarif etmiştir. Nitekim hadislerin izahında bu adamın ismi ileride bol bol zikredilecektir. Reştî'nin her dersinde sık sık
tekrar ettiği vasıflara - Mirza AH Muhammed uygun düşüyordu. Derslerde şöyle diyordu; «Va'dedilen (Mehdi) şu topluluğun
arasında yaşamaktadır. Zuhurunun vakti artık yaklaşmıştır. Ona yol açın. Ruhlarınızı temizleyin ki onun cemalini görebilesiniz.
Ama bu cemal, ben bu âlemden ayrılmadıkça, görülmeyecektir. Artık ben ayrıldıktan sonra onu aramaya başlamanız gereklidir.
Bulana kadar bir an bile boş durmayınız.»
Resti, aralarında oturmakta olan talebesi, Mirza 'Ali Muhammed'e teveccüh ediyordu. Bu surette ona ve diğerlerine şu
sözünü duyurmak istiyordu : «Din ve âdab usulleri muhakkak ki ruhun gıdasıdır. Bu sebepten din kaidelerinin çeşidi olması
lâzımdır, öyleyse vski dinî hükümlerin de değiştirilmesi gereklidir.»
Böylece görüyoruz ki Reşti, hiylesiyle, zekâsıyla, işi güzel idare etmesiyle, etrafındaki adamların ruhlarında,
va'dedilmiş ve gelmesi beklenen Mehdi'ye kavuşma aşkım alevlendirmiştir. Onların arasında bu fikri o derece yaymıştır ki hepsi
Mehdî'nin rüyasını görür olmuşlardır. Bütün talebeleri, Reştî'nin ölümünden sonra, kendilerine vâ'ad ettiği Mehdî'yi göremeyince
büyük .bir suku-tu hayale uğramışlar ve dağılmışlardır. Hattâ bazıları yine onun talebelerinde Molla Hüseyin el-Bişrûî'ye «Sen
bunu (Mehdîliği) iddia etseydin, mutlaka sana iman ederdik»» demişlerdir.
Bu ana kadar Şeyhiyye ve Reştiyye hakkında tesbit ettiğimiz bilgiler Bâbîliğin islâm aleyhine çevirdiği dolapları
anlamaya yardım edecektir. Çünkü bu hareket, Reştî'nin talebesi Mirza Ali Muhammed, kendisinin beklenen Mehdi olduğunu
ilân ettiği zaman, hemen o gün kurulmuş değildir. Birçok safhalar geçirmiş, zihinleri, kafaları alıştırmış ve fikrin kabul
edilebilmesi için lüzumlu ortamı önceden hazırlamıştır.
Bâbîliğin tarihini ve önemli şahsiyetini inceleyenler, onların sapıklıklarını isbat için bir takım rüyalara sığındıklarını
açıkça müşahade ederler ve hayretler içinde kalırlar. Ve yine garip-senecek noktadır ki bu harekete tâbi olanların birçoğu da
keza gördükleri rüyalarda hareketin bâzı mühim şahsiyetlerini tanımışlar ve onlara inanıp arkalarından gidivermişlerdir.
Bu görünüş, Aksâî zamanından itibaren son merhale olan Bahaîlik dâvasına kadar müşterektir.
Daha önce Ahsâî'nin rüyasında Hz. Hasan'ı nasıl gördüğünü, mukaddes dilini rüyada nasıl Ahsâî'nin ağzına koyarak
fazilet, ilim ve ilham akıttığını (!) anlatmıştık.
159
Reştî'nin de nasıl rüya uydurduğunu ve adamlarını bu rüyanın doğruluğuna nasıl kandırdığını ifade etmiştik. Meselâ
bir çoban, rüyasında, Resulüllah'ı görmüş ve Hz. Peygamber ona Reşti'nin üç gün sonra öleceğini ve bundan sonra Mehdi'nin
zuhur vaktinin gelmiş olacağını bildirmiş!.
işte bizzat Mirza Ali de, bir rüya gördüğünü iddia etmiş ve bu rüyadan sonra, kendisinin dünyada kaim olmak üzere
seçildiğini yahut da yer yüzünde ilâhî varlığı izhar etmek için tensib edildiğini ileri sürmüştür. Bakınız ne diyor:
«Benim Allah için dünyayı terkim, dualarım ve ibadetlerim, dâvayı ilândan bir sene önce gördüğüm bir rüyayı
görmeme sebep olmuştur. O rüyada ben şehitlerin efendisi İmam Hüseyin'in başını bir 'ağaca asılmış olarak gördüm. Kesik
boğazından bol bol kan damlıyordu. Ağaca yaklaştım, o sırada çok heyecanlıydım, iki elimi de uzattım, o mukaddes kandan bir
miktar avuçladım ve ihlâsla içtim. Uyanınca bir de baktım ki Allah'ın nuru vücudumu sarmış bütün ruhumu kaplamış. Kalbim
ilâhî varlığın huzurunun sevinci ile heyecanlandı. Bütün güzelliği ve şerefi ile ruhî, ilâhî sırlar gözlerimin önünde tecelli etti. (l)
Nitekim, BAB'ın adamları da böyleydi. Bir çoğu rüya yoluyla O varlığı tanımaya eriştiklerini ileri sürüyorlardı. Yine
Reşti'nin adamlarından Molla Abdülkerim el-îrâvânî üstadından örnek alarak bize şu rüyayı rivayet ediyor: «Bir gece -yani hicrî
1255 senesi Arefe gününün akşamı-namaza durmuştum, birden bana bir uyku bastırdı .önümde, başımın etrafında dönen kar
gibi beyaz bir kuş gördüm. Sonra benim tarafımda bir ağacın dalına kondu. Anlatılamayacak derecede hazin nağmelerle: Ey
Abdülkerim, sen mazhariyeti ister misin? îşte sana bu mazhariyet 60 senesinde gelecektir, dedi. (2) Çok geçmeden kuş uçtu ve
kayboldu. Bu sözlerin manası beni heyecanlandırdı. Daha sonraları hatırıma sık sık gelen her defasında sanki bütün cennet
lezzetlerini tatmış gibi olduğum bu manzaranın güzelliğini uzun uzun düşündüm. Bundan birkaç sene sonra kulağıma Şiraz'dan
bir ses çalındı. Derhal oraya koştum. Yolculuk sırasında Tahran'da Molla Muhammed Muallim ile karşılaştım. Bu adam benim
durumumu, mazhariyetimi biliyordu. O'na inananların Kerbelâ'da toplandıklarını ve imamlarının Hicaz'dan dönmesini
beklediklerini haber verdi. Bunun için ben de doğruca oraya gittim. Nihayet BAB ile karşılaşınca ve kuştan işittiğim dilin aynını,
aynı sözleri ve aynı nağmeleri onun dudaklarından duyunca, kasdedilenin ne olduğunu anladım. Kuvvetinin ve güzelliğinin
cazibesine kapıldım ve şuursuzca ayaklarına kapandım, ismini temcid ettim.»
Mahko kalesi emiri Ali Han'ın BAB'a iman etmesinin sebebi de yine gördüğü bir rüyadır. Bu rüyayı apaçık yalanı, hak
ve hakikata aykırılığı yönünden burada arzedeceğiz. Böylece okuyucu anlayacak ki Bâbîlere ait kitaplarda bulunan bu cins
rüyalar tesadüfen konmuş değildir. Bilâkis rüya sahiplerinin safdil ve basit kimseleri aldatma vesileleridir. Bildiğimiz gibi avam
tabakasının ve cahillerin büyük bir kısmı rüyaya bağlanırlar, rüyadan gelen herşeyi tasdik ederler, onu hayatlarında takib
edecekleri yolu aydınlatan bir ışık sayarlar, alâmetlerini, hayallerindeki kalıntıları incelemeye koyulurlar.
Ali Han şöyle diyor : «Rüyamda gördüm ki ben, birdenbire Muhammed Resulüllah'ın Mah-ko'ya geleceğini
haber almıştım. O, kaleye, orada hapis bulunan BAB'ı ziyaret etmek ve onun Nevruz bayramını tebrik etmek için gelecekmiş.
Sür'-atle onu karşılamaya çıktım. Böyle mukaddes bir siyaretçiye hoş geldin demeyi, hürmetlerimi arzetmeyi canı gönülden
istiyordum. Tarifsiz bir sevdnçle nehir tarafına koştum. Mahko'dan biraz ötedeki köprüye varınca bana doğru gelen iki ki-şi
gördüm. Bir tanesinin bizzat Resulullah olduğuna, arkasından gelenin de seçkin sahabelerden biri olduğuna kanaat getirdim.»
Uyandıktan sonra, köprüye gittiğini ve iki adam gördüğünü ileri sürmektedir. Onlara iyi cins atını takdim etmek isteyince
Resulullah: «Hayır, nefsim üzerine ye-min ettim ki yolculuğumu yürüyerek tamamlayacağım ve yine yürüyerek dağın tepesine
çıkacağım. Oradaki hapisi ziyaret edeceğim.» demişti.
Şu apaçık yalana, yüce islâm'a karşı yapılanş şu kötü muhafelete bakınız. Resulullah'ın BAB'ı ziyarete gitmiş
olacağını nasıl da düşünebiliyor. Hem de o BAB, peygamber'in dininden dönmüş ve küfürünü, ecnebilere yaptığı uşaklığı —
ileride göreceğimiz gibi— herkesin önünde ilân etmiş bir adam olduğu halde.
Sonra, bırak, Resulullah gitmiş olsun, nasıl olur da dinin herhangi bir hükmü ve şian ile ilgisi olmayan mecûsî
bayramını tebrik için gider?
Yine, haydi, rüyada geçenlerin hepsi doğru olsun, Ali .Han uyandıktan sonra bizzat gözleriyle o ikisini gördüğünü nasıl
âddia edebilir? Bu Allah'a ve peygambere açık bir iftiradır, alçakça bir sözdür, yalandır. Bu yalanı ancak, aklında delilik
gönlünde maraz bulunanlar; avam tabakasına, câhillere, bönlere karşı kalpleri hakikatlere yalan karıştırmak ve meramına
erişmek için vasıta olarak kullandığı habis maksatlarla dolu olan kimseler inanabilirler..
Rüyaların dindeki yeri.( S.101-105)
Rüyaların büyük bir kısmı te'vil olmayan kompleks şeylerdir. Onlar yâ ruhî hastalıkların bir neticesidir veya aklî
bozukluklardan, vücut hastalıklarından doğar, yahut da insanın farkında olmadan şuur altında saklanan ve herhangi bir sebeple
uygun,bir zamanda şuur üstüne çıkan, başından geçmiş eski hadislerin tesiriyle meydana gelir.Sâdık(çıkan) rüyalar azdır.
Üzerlerine itîkâdî esaslar kurulamaz, bir fikrin isbatına veya dinî hükümlerden herhangi birine delil olamaz.
12-NAKŞİBENDİLİK
Sene 1971. Tasavvuf eserlerini incelemeye aldığım sene. İlk elime geçen Tasavvuf
Kitabı Miftah-ül-Kulub (Kalplerin Anahtarı). Yazan Mehmet Nuri Şemseddin Nakşibendi.
Demir Kitabevi 1968 İst.
Kitabın Önsözü
Kitabımızın yazarı Şeyh Mehmet Nuri Şemseddin El-Nakşibendi, 1216 Hicri yılında
İstanbul'da doğdu. 1231'de Beyazıd Camiinde devrin ünlü dersiamlarından Baltacı Hasan
Efendi’nin talebeleri arasına katıldı. 14 yaşında Kur'an-ı Kerim'i ezberlemiş oldu. 1257'de
160
tekrar hacca gitti. 1259 senesinde "Miftah'ül-Kulub" adlı kitabını yazmağa başladı. 1280
senesinde 64 yaşında vefat etti.
Kitabın başlangıç kısmını şöyle özetleyebiliriz.
“1259 senesinde Muhammed (s.a.v.) Şeyhin hücresine gelip, ‘Evladım Nur’, buyurdu.
‘Vakitler acaib (hayret verici) oldu. Zira birçok kimse evliya elbisesine bürünmek, kuşak
bağlayıp, başına taç giymekte, fakat şeriatıma kıymet vermemektedir. İşte bir risale yaz ki,
bunları mahvolma tehlikesinden kurtarsın. Şeriat, tarikat, marifet, hakikat ve sevdiğine
kavuşma nedir bilsin de, doğru aşıkların yüzünü görmeyi isteyen ümmetim, ona uyarak amel
etsinler. Yollarını doğrultsunlar. İsmi de Miftah'ül-Kulub sırr-ı Şemseddin olsun.’
Hz. Muhammed (s.a.v.) efendimizin emirlerine uyarak işte bu risale-i yazmağa
başlıyorum.”
Allah Resulü'nün emrine uyarak yazılan bu eser bir şirk namedir. Hak ve batıl
karıştırılmıştır.
Aynı kitap, Tam Miftah'ül-Kulub ‘Kalplerin Anahtarı’ olarak Salah Bilici Kitabevi
yayınları arasında 1979 İstanbul'da neşredilmiştir. İki kitap konu itibarıyla aynıdır.
Bu kitaptan birkaç örnek:
Üçüncü Bab.
s. 40. Sırrı hilafet, kutbul-aktab, Gavs'ül-azam, kutbu ula ve aktab-ı saire bütün
evliyaları üç bölümde beyan eder.
Bu gizli yönetim, her asırda Allah tarafından bu şahıslara ihsan edilir. Muhammed
(s.a.v.) ümmeti idare ve terbiye etmeleri için izin verir.
s. 42. Vazife tayin edilen bu zata bir zerre bile olsa, gizli hiçbir şey yoktur, hilafet
nuruyla, kendisi ortada bulunup da bir müridi batıda, bir müridi doğuda olsa ikisine birden
emr-i Hak (ölüm) vuku bulup da can boğaza geldiğinde iblis, rahatsız etse, o anda iblisin
şerrinden kurtarmak için yetişebilir.
Yakın-uzak, gece-gündüz onun için birdir. Herkesin haline vakıftır. Kişinin halini
kendisinden iyi bilir. Nereye uzansa yetişir. Yakın uzak, nereye uzansa ayak basar. Göz açıp
yumuncaya kadar nereyi görmek isterse görür.
Kutbu ula, Bağdat, Şam, Halep gibi beldelere mutasarrıf olur. Öbür kutublarda
hallerince, birer ikişer yere mutasarrıftır. Hatta kafir beldelerine bile mutasarrıftırlar.
Ancak bunların mutasarrıfları kutbul aktabın emriyledir. Kainat dışında bir şey olmaz
ki, ona mutasarrıf olmasın. Bütün eşyaya, bütün velilere mutasarrıftır. Kainatta iyi, kötü ne
vuku bulursa onun bilmesi ve dilemesiyledir.
Kutublar, memur edildikleri yerden kalkıp da tasarruf etmez. Kendisi İstanbul'da
memuriyeti Hint'te olsa, yine o anda icrasına muktedir olur. Bunlar için uzak yakın müsavidir.
Sonra yüzler, üç yüzler, yedi yüzler ve binler yer alır. Bunlar da taraf-ı ilahiden
kutbul-aktabın ve öbür kutubların hizmetindedir. Bunlardan başka üç binler, beş binler, yedi
binler, on binler vardır. Bunların kamil ve mükemmeli de olsa, tasarruf işlerine karışmaz.
s. 82 Bunlar her asırda üçü geçmez.
Birincisi : Kutb-i irşaddır. Bütün halifelere üstündür. Kendisi doğuda, müridi batıda
olsa da müridini terbiye ve irşad eder. Allah'a ulaştırır. Yakın ve uzak kendisine müsavidir.
İkinci : Gavs-ı Azamıdır. Bütün âlemin idarecisidir. Fakat kutb-ul aktab'a bağlı olduğu
için tasarrufa karışmaz. Daima kendi halinde olur.
161
Üçüncüsü : Kutbul-aktabdır. Zamanın bir tanesi, ariflerin sultanı, Allah'ın halifesidir.
Derecesi ve kimliği olduğu için bütün yaratılmışların, bütün varlıkların yiyimi, içimi,
hareketleri, kaza ve kaderleri, hasılı dünyada olan her şey onun tasarrufu altındadır.
Dilemesiyle vücuda gelir.
s. 100 Aktab ve Ehlullah
Tecelli-i zatta ilerleyenler, mustağrak-i fizat olurlar. Yüksek olan Allah'ın zatında yok
olurlar ki, kendisinden asla haberleri olmaz. Bu tecellide iki hal zuhur eder. Celaliye,
cemaliye.
Celaliyede, kendinden habersiz olarak kahır yüzünden tasarrufa dair bazı alametler
zuhur eder ve o anda husul bulur. Mesela bir kimseye o anda "öl" dese o saat ölür. Bir ölüye
"iznimle kalk" demiş olsa, o saatte hayat bulur.
1.Örnek; SAYFA 32-33 Tasavvuf Meseleleri – Doç. Dr. H.Kamil YILMAZ
Ricalü’l-Gayb – Gayb Erenleri
Allah dünyanın cismani düzenini sağlamak için bazı insanların bir takım
görevler üstlenmesini murad ettiği gibi, alemdeki manevi ve ruhani düzenin korunması,
hayırların temini, kötülüklerin giderilmesi için de sevdiği bazı kullarını görevlendirmiştir.
Bunlar büyük peygamberlerin yerine, onlardan bedel kişilerdir. Allah’ın yeryüzünü
kendilerine musahhar kıldığı kimseler olarak değerlendirmiştir. Onlar alemin intizam
sebebidir. İnsanların işlerini tanzim ettiklerine inanılır.
Kerkes tarafından kolayca tanınmayan ve gizli olan bir takım sırlara vakıf olan
”ricalü’l-gayb” ın kendi içinde hiyerarşik bir düzen söz konusudur. Bu düzenle ilgili verilen
bilgilere, genellikle, ibn Arabi öncesi kaynaklardakilerle ibn Arabi sonrakiler arasında
birtakım farklar müşahede edilmektedir. Ebu Kettani’ye izefe edilen bir tasnifte ricalü’l-gayb
aşağıdan yukaru doğru nukaba, nüceba, abdal, ahyar, umed ve gavs şeklinde sıralanmıştır.
İbn Arabi ise ricalü’l-gayb’ı nüceba, nukaba, abdal, evtad, imameyn ve kutub
şeklinde tasnif etmiştir.
Velilerin üstün vasıflı olanlarına “evtad” (direkler) denir. Onların üstünde
”revasi” (dağlar) vardır. Bir felaket zamanında kulların mercii evtad, evtadın mercii de
revasi’dir. Revasi seçkin velilerdir. Revasi’yi kutub idare eder.
Bir başka tasnife göre kutubdan sonra gelen iki kişiye de imaman denir.
Bunlardan birine “imam-ı yemin” diğerine “imam-ı yesar” adı verilir. İmam-ı yemin kutbun
hükümlerine, imamı yesar da hakikatına mahzardır. Kutbun yerini imam-ı yesar alır. Kutup ile
iki imam üçleri oluşturur.
…..
Bu topluluğun içinde kadınlar da bulunabilir. Abdal, maddelerini mana, nefislerini ruh,
mevhum varlıklarını gerçek varlığa verdiklerinden bu adı alırlar.
Kutub: Lüğatta değirmen taşının iği demektir. Tasavvuf ıstılahında en büyük velidir.
Bütün ricalin başı, Allah’ın izni ile kainatta tasarruf sahibidir.
Gavs: Darda kalındığında iltica ve istimdat edilen kutub demektir. Darda kalan
sufiler,”Yetiş yaa Gavs!” diye gavsa sığınırlar. Gavs istimdat edene yardım elini uzatır.
Abdu’l Kadir Geylani gavs-ı azam lakabı ile ünlüdür.
Ancak bütün bu sığınma ve istimdatlar, zahirde gavsa ise de hakikatte Allah’a
dır. Çünkü sufilere göre alemde yegane mutasarrıf Allah Tealadır. O’ndan başka fail-i mutlak
yoktur. Gavs olarak bilinenler esma ve sıfat-ı ilahi mahzarıdırlar.
162
Bunlardan başka sayıları bir rivayette 8 diğer bir rivatte 40 olan “nüceba” ile
sayıları 10 ya da 300 olan “nükeba” denilen ve insanların iç dünyalarından haberdar olan yüce
şahsiyetler vardır. Genel olarak ricalü’l-gayb ve gayb erenleri olarak anılan bu hakk
dostlarının makamı boş kalmaz. Ölenin yerine tedricen kendisinden sonraki yükseltilir.
Abdal ve ricalü’l-gayb ile ilgili rivayetlerde bunların sayıları ve özellikle Şam,
Irak, Mısır ve Suriye gibi bölgelerde bulunduklarına dair rivayetler ilgi çekicidir.
2.Örnek: ALTINOLUK DERGİSİ, TEMMUZ 1996, SAYI 125, SAYFA 31-32
Tasavvuf Meseleleri – Prof. Dr. H.Kamil YILMAZ
İnsan-ı Kamil
“İnsan-ı Kamil” kavramının tasavvufta lüğat anlamından farklı ve kapsamlı bir
manası vardır. İnsanın Allah’ın yeryüzünde halifesi olması itibarı ile O’nun bütün isim ve
sıfatlarına mahzar olan hazarat-ı hams ve meratib-i vücudu kendinde toplayan kişiye İnsan-ı
Kamil denir.
“İnsan-ı Kamil” kavramı ilk devir süfilerinde hemen rastlanmayan bir
kavramdır. Ancak Hallac-ı mansur (ö.309/921): “Allah Ademi kendi suretinde yarattı.”
hadisinden(uydurmadan) yola çıkarak, Allah’ın kendi nefsinde, kendisi için tecelli ettiğini
söylemiştir. Hallac’ın bu anlayışı, daha sonra İbn Arabi (ö.638/1240)’nin “İnsan-ı Kamil”
düşüncesine zemin hazırlamıştır.
…..İnsan-ı Kamil Allah’ın bütün isimlerini bilen tek varlıktır. İnsan-ı Kamil,
maddi ve manevi bütün kemal mertebelerini kapsamaktadır.
İnsan-ı Kamil Hz. Muhammeddir. Ancak O’nun tarihi şahsiyeti değil, henüz
Adem balçık halinde iken peygamber olan Muhammed’dir. Yani hakikat-ı
Muhammediyye’dir. İnsan-ı Kamil varlığın ve hilkatın gayesidir. Zira ilahi irade ancak O’nun
vasıtası ile tahakkuk edebilir. Eğer İnsan-ı Kamil olmasa Allah bilinemezdi.
….Kamil insana birçok isimler verilmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır: Şeyh
hadi, mehdi, arif, imam, halife ve sahib-i zaman. İnsan-ı Kamil, cihanı gösteren ayna, ölüyü
dirilten İsa, kuşların dilini bilen Süleyman gibi tasarruf sahibi, ab-ı hayatı içeren Hızır gibidir.
İnsan-ı Kamil alemde daima vardır. Birden fazla olmaz. Çünkü tüm mevcudatın bütünlüğü tek
şahıstadır. İnsan-ı Kamil için mülkte, melekutta ve ceberutta hiçbir şey örtülü ve gizli
değildir. O eşyayı ve eşyanın hikmetini olduğu gibi bilir.
3.Örnek: İMAM-I RABBANİ ve İSLAM TASAVVUFU, İlaveli 3. Baskı,
Nesil Yayınları. Bayrak Matbaacılık 1992
Arapçadan çeviren :Prof. Dr. HAYREDDİN KARAMAN (C.1, 260.Mektub)
Ey oğul! Ben, “el-Mebde ve’l –Me’ad” isimli kitabcığımın, fayda alış-verişi
(ifade ve istifade) bahsinde, kutbu’l-İrşad ile ilgili bilgiler vermiştim. Aynı konunun burası
ile de alakası bulunduğu ve faydalı olacağı için bu mektupta da aynı şeyleri kaydettim.
Buradan da anlaşılmalıdır ki, ferdiyet kemalatını da haiz olan kutbu’l-irşad son derece
az bulunur. Uzun zamanlar ve asırlar geçtikten sonra böyle bir cevher ortaya çıkar, hidayet
ve zuhurunun nuru ile karanlık cihanı aydınlatır. Onun irşadı bütün cihana yaygındır. Arştan
yeryüzünün merkezine kadar her kime rüşd, hidayet, iman ve marifet ulaşırsa onun
yolundan ulaşır ve ondan alınır. Onun aracılığı olmadan bu devlet kimseye nasib olmaz.
Nuru, mesela büyük okyanus gibi cihanı kaplamıştır da bu denizde hiçbir hareket meydana
gelmemiştir, sanki donmuş gibi durmaktadır. Ona yönelen ve samimiyetle inanan, yahut onun
163
yöneldiği talibin –yönelme sırasında- sanki kalbinden bir pencere açılır ve bu yoldan, ve bu
yoldan yöneliş ve samimiyeti (ihlası) nisbetinde nasib alır ve doyar. İnkar ettiği için değil de
onu tanımadığı, bilmediği için (doğrudan) Allah zikri ile meşgul olan ve gönlünü Allah’a
yönelten kimse de –tıpkı o kutuba yönelenler gibi- ondan istifade ederler; ancak birinci
durumdaki istifade daha ziyadedir. Kutbu inkar eden, yahut ondan rahatsız olan kimselere
gelince, Allah’ı zikir ile meşgul olsalar bile gerçek rüşd ve hidayetten mahrum olurlar.
Onu inkar ve rahatsız etmek kişinin feyz yolunu tıkar, kutub onu faydalandırmamayı, ona
zarar vermeyi istemese bile o gerçek hidayetten uzak kalır. Onda bulunan ancak rüşd ve
hidayetin görünüşüdür (suretidir). Manadan uzak, içi boş suretin faydası da azdır.
yönelmeseler, Allah’ı zikir ile meşgul olmasalar dahi, yalnızca sevgileri sebebi ile rüşd ve
hidayetin nuru onlara ulaşır. Bu bilgi mektubun da sonu olsun’
Kendini böyle gören bir zat hiç HUKUK dinler mi ?
İyi niyetli insanlar böyle yazılar ile aldatılıyor !
Tarihte yaşamış insanlar adına basılan kitaplarla batıl inançlar üretiliyor !
13- İSKENDER EVRENOSOĞLU
“Mürşide inanmak farz mıdır?” Kendi anlayışını "Mutluluk Tasavvuf-İslâm"1 adlı eserinde yazmış.
Sayfa 78. İrşad olabilmek kesinlikle Rabbimizin bizim için tayin ettiği mürşidle olabilir. Mürşidsiz Allah'a teslim olabilmek
mümkün değildir. Beyazıd-ı Bestami Hz.lerinin buyurduğu gibi; “Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır” sözü gereğince irşadsız
ancak şeytana teslim olunur. Çünkü mürşidi Allah tayin eder, irşad kademesinin her seviyesinde mürşidler vardır. İrşadın
başlangıç noktasında vazifeli mürşidler, mutlaka Allah'ın veli (dost) edindiği kişilerden biridir. Daha aşağıda irşatla vazifeli kılınan
mürşid yoktur. Allah'ın veli edindiği kişinin ise mutlaka ruhen Allah'a teslim olması gerekir. Yetmez velinin Allah'da baki olması
(indi ilahide bir taht ihsan edilmesi ile beka makamına gelmesi) gerekir.
s. 162 Mürşid Nasıl Bulunur
Görevli kıldığı kişileri biz nasıl buluruz? Görevli kıldığı kişileri Allahü Teâlâ ?ayin ettiğine göre mutlaka o bilecektir.
s. 200 Kim teslim olmak isterse mürşidi arar. Görülüyor ki, Allah'a teslim olmak ve vasıl olmak mürşide teslim olmakla başlar. Bu
teslim yapılırsa o kişi için cennet söz konusu olur.
s. 268 Mürşid Tayini
Mürşidler, ister Resul makamında olsun, ister halife olsun, isterse seviye mürşidlerinden olsun Allah'ın emriyle o göreve tayin
edilir. Resul, halife ve ihlas sahibi mürşidin irşad görevini yerine getirebilmesi Rabbimizin emriyledir. İkinci seviye mürşidi, bağlı
olduğu resul halife veya salah sahibi mürşid, o göreve vekaleten tayin edilir.
s. 290 Mürşidin vazifelerinden ikincisi, nefsimizi tezkiye etmektir. O halde tezkiye olmamız için mürşid farzdır. Mürşidsiz kimse
kendini tezkiye edemez (temizleyemez).
s. 362 Mürşidin Önünde Tevbe
s. 411 Tasavvuf Farzdır
İrşad yani 3 cesedimizin de Allah'a teslimi farz kılındığına göre ve zaten bu emanetlerin teslimi ayrıca emrolunduğuna göre, 3
cesedin Allah'a teslimi farzdır. 3 cesedin de Allah'a teslimi ise tasavvuf olduğuna göre tasavvuf farzdır.
s. 412 Mutluluk Eşittir Tasavvuf O da Eşittir İslâm
Bu ülkenin, bütün dünya insanlarının özledikleri saadete kavuşmalarında, dominant rolü üstlenmesi, ancak tasavvuf ile mümkün
olacaktır.
RİSALET NURLARI2
Aşağıda, içindekilerden aynen iktibaslar yaptığımız bu kitap, iktibaslardan da öğreneceğiniz gibi kendisinin Allah tarafından
“Mehdi” olarak görevlendirildiğini iddia eden İskendender El-Ekber'e aittir.
Kitap latin harfleriyle ve el yazısı ile çoğaltılmıştır. Kitabın kapağında (İskender El-Ekber'e aittir) ifadesi bulunmaktadır. Kitap,
isim olarak Risalet Nurları adını taşımaktadır.
164
Daha alt kısmında ise, Itla-ıt Türk, bunun altında ise, “İskender kulumuza katımızdan indirilmiştir” ibaresi bulunmaktadır. En alt
kısmında ise “Biiznillahi Teâlâ indirmiştir” kısa cümlesi yazılıdır.
Orta boy 68 sahife olan kitap, başlangıcından itibaren 21 sureye(!) ayrılmış ve bunlar isimlendirilmiştir. Kitapta ayet numaraları
bulunmaktadır. (Surelerin listesi kitabın sonundadır).
Şimdi sizleri, biraz da sabırlarınızı zorlayarak kendisine ait (içinde belirttiği gibi) 1972 yılından başlayarak 1982 yılına kadar, yani
on yıl içinde “Kur'an-ı Kerim'den sonra dünyaya indirmekte olduğumuz ilk kitaptır.” (S.1) dediği, kendisine Cibril-i Emin'in aziz
ruhu tarafından doğrudan doğruya kalbine indirildiğini...” (S.1) söylediği bu kitaptan yaptığımız iktibaslarla başbaşa bırakıyoruz.
Serinkanlı bir şekilde fakat mutlaka Kur'an-ı Kerinı'in ışığında okumanızı ve değerlendirmenizi diliyoruz.3
Sizlere yukarıda uzunca alıntılar yaptığımız, kendisini Mehdi zanneden son Ayeti!nin 1982 yılının haziran ayının altısında da
nazil olduğunu iddia eden zatın kitabında ki çakma,sahte,uydurma sure isimlerini sırası ile vermek istiyoruz.
Sure Adı (Sahte iddialar) _
1. İnzal
2. Anlaşmazlık
3. Müjde
4. Mehdi
5. Sürür
6. Tilavet
l
7. AllahüTeâlâ
4
8. Namaz
l
9. İnsan
3
10. Zaman
6
11. Kuddusi sır
2
12. Cebrail
3
13. Marifet
6
14. İnsan
4
15. Tayyi Mekan
3
16. Ramazan
2
17. Vazife
6
18. Rıza
4
19. Esmaül Hüsna 5
20. İmamet
2
21. Kadir-i Mutlak 3
Kaç sayfa olduğu Bulunduğu sayfa Numarası
l
l
8
2-3-4-5-6-7-8-9
l
10
l
11
2
12-13
14
15-16-17-18
19
20-21-22
23-24-25-26-27-28
29-30
31-32-33
34-35-36-37-38-39
40-41-42-43
44-45-46
49-50-51-52-53-54
55-56-57-58
59-60-61-62-63
59-60-61-62-63
64-65
66-67-38
Dipnotlar:
1 İskender Ali Mihr Mutluluk-Tasavvuf-İslâm. Basım Tarihi 1990, 1343 Sok. No: 25 İzmir.
2 İskender Erol
Evrenosoğlu, Risalet Nurları:Bu kitabın bir nüshası da bizdedir. İktibasları (alıntıları) elimizdeki el yazması
kitaptan aldık. Kur'an'a (indirilmiş kitaplara) benzetilmek ve aynı imajı verebilmek için özellikle el yazısı ile çoğaltılmaktadır. Adı
geçen şahsın güvendiği kimseler tarafından dağıtılmaktadır.“Bu kitap, katımızdan emir gelene kadar kendisine (İskender elEkber'e) ittiba edenlerden (uyanlardan) başkasına sırdır.” (S.1) Denildiğine göre, bize intikal eden nüsha da kendisine
ittiba
umulan birine verilmiş ve işi fark eden bu kimse de bize getirmiştir. Başından sonuna kadar Kur'an üslubuna benzetmeye
çalışan kitabın yazarı, kuruntularının vahiy olduğuna kendisini inandırdığı gibi, çevresinde topladığı
sosyeteye de (topluluğa) inandırmış görünüyor.
3 Tamamını okumanız için Ercüment Özkan'ın Tasavvuf ve İslam I. Baskı Ekim 1993, II. Baskı Mart 1996 Anlam Yay. İst., III.
Baskı Pınar Yayınevi tarafından yayınlanarak piyasaya arz edilmiştir.
14 -MELAMİLİK
Kaynak: Dünkü ve Bugünkü Melamiler - Abdurrahman Cerrahoğlu, Bayram yayıncılık, İst-1984
Akşemseddin ile Emir Sikkini arasını düzelten ateş masalı (S.49-50)
Vaktaki; Hacı Bayram Velî irtihal etti. Şeyh Ak Şemseddin onun irşad makamına oturdu. Göynük
kasabasına yerleşti. Bayramiyye dervişleri orada toplanarak bey'at aldılar.
Her gün mescide gelirler, halka olurlar, zikrederler, zikirden sonra musafaha edip Ak
Şemseddin'in elini öperlerdi. Şeyh Emir Sikkinî de (Bıçakçı Ömer Dede) o mescide gelir, fakat halkai
zikre girmeyip, bir köşeye çekilirdi. Şeyh Ak Şemseddin'in canı sıkılmağa başladı. Bir gün Şeyh Emir
Sikkinî'ye dediği:
«Bizim halkai zikrimize niçin girmiyorsun? Gir, yoksa başından tacını alırım».
Emir Sikkinî — Dediğin gibi alabilir misin?
Ak Şemseddin — Evet alınm.
165
Emir Sikkinî — Madem ki; «alırım» diyorsun, yarın cuma namazından sonra bizim eve gelirsiniz Al
lah'u Taâlâ murad ederse tacı da, hırkayı da teslim ederim.
Şeyh Emir Sikkinî ertesi günü evin avlusunda büyük bir ateş yaktıktan sonra mescide gitti, Şeyh
Ak-Şemseddin ve müridleri orada hazırdı, namaz kılındı, Şeyh Emir Sikkinî Şeyh Ak Şemseddin ve
müridlerine dedi ki:
-Buyrun bize gidelim tacı ve hırkayı teslim ederim.
Bütün cemâat gittiler. Evin avlusunda büyük bir ateş karşısında bulundular. Şeyh Emir
Sikkînî başında şeyh tacı ve sırtında derviş hırkası olduğu halde ateşin ortasına atılıverdi. Biraz
oturdu, sonra kalktı. Ateşin içinden sapsağlam çıktı. Yalnız tacı ve hırkası yanmıştı.. Ateş
vücudunu yakmamıştı, bedenine ufak bir zarar bile vermemişti.
Orada hâzır bulunanlar bu harikulade olay karşında hayret ederek dağıldılar, îşte o günden
itibaren Emir Sikkinî'nin müridleri, halifeleri ne tâç giyerler, ne hırka. Kıyafetlerini değiştirmezler,
oldukları gibi tabiî elbiseleri ile gezerler.
15- A D I Y A M A N
MENZİL
Kaynak: Sohbetler 2 – Şeyh Muhmmed Konyevi, Reyhani Yayınları, İstanbul 1998
Ey habibim, sen olmasaydın bu kainatı yaratmazdım.”yalanı (S.13)
«Ey Habibim, Sen olmasaydın bu kainatı yaratmazdım.» Bu söz hadis-i kudsi
olarak söylenmiş ise de sahih rivayete göre, hadis-i kudsi olmayıp, bazı evliyalara ilham yoluyla gelmiş olan bir kelamdır
Zülkarneyn ile bir cemaatin tartışması yalanı (S.46)
Zülkarneyn, zamanında, bir yere giderken garib bir cemaat gördü. Kendi evlerinin arasında kabir kazmışlar ve yemekleri
de ottan ibaretti. Zülkarneyn yerine gittikten sonra onların ileri gelen büyüğüne bir elçi gönderdi. Fakat adam «Benim
Zülkarneyn'e ihtiyacım yoktur. Eğer onun ihtiyacı varsa o yanıma gelsin» dedi. Elçi durumu Zülkarneyn'e anlatınca «Hakkikaten
benim ona gitmem lazımdır» diyerek kalktı ve yola çıktı. Onların yanına gidince «Siz gelmediniz işte biz geldik» dedi. Adam
«Doğrudur, çün'kü bizim sana ihtiyacımız yoktur" dedi. Zülkarneyn «Ben hiç böyle bir cemaat görmedim, neden evlerinizin
arası) na kabir kazdınız?» diye sordu. Adam «Bu kabri daima ölümü hatırlamak içirt kazdık. Bu kabir önümüzde olduğu zaman,
daima ahiret aklımızda oluyor ve daha çok ibadet alıyoruz» dedi. Zülkarneyn «Peki neden yemek yemiyorsunuz?»' diye sordu.
Adam «Eğer yemek yersek vücudumuz büyür ve o vücudu, bu kabrin \ içinde kurtlar yiyecektir. Allah'ın otu çoktur ondan
yiyoruz.» dedi.
Bundan sonra bir kafatası eline aldı «Bu kimdir, biliyor musun?» diye sordu. Zülkarneyn «Hayır, bilmiyorum» diye cevap
verdi. Adam «Bu da senin gibi bir padişah idi. Onun mülkleri, hâzineleri vardı ve o kadar zalim idi. Bak sonu ne oldu!..» dedi.
Adam elini başka bir kafatasının üzerine koyarak «Bu da adaletli bir insandı. İşte onun sonu da böyle oldu» dedi. Adam daha
sonra elini Zülkarneyn'in başına koydu ve «Acaba bu baş öldükten sonra zalim padişah gibi mi, yoksa adaletli bu kimse gibi mi
olacak?» dedi. Bu esnada Zülkarneyn ağlamaya başladı ve «Senin bu nasihatin bana yeter. İstersen her gün bana nasihat
etmek için vezirim ol.» dedi. Adam «Hayır! bütün dünyayı bana versen yine de olmam. Ben halimden memnun" dedi.
“Allah onun ruhunu huzuruna çağırdı.” Yalanı (S.57)
. Ebu Said el Hudri (r.a.) anlatıyor:
"Bir insan vardı... Dünyada yapmadığı günah kalmadı. En sonunda eceli gelip öleceği vakit kendi vasiyetini yaptı. Şöyle
vasiyet etti; "Ben öldükten sonra benim vücudumu parça parça yapın. Parçalarımı ateşte yakın. Bir kısmını denizlere, bir kısmını
dağlara, bir kısmını rüzgara savurun, atın. Ayrı ayrı yerlere dağıtın" diye vasiyet etti. Vefat ettikten sonra Allah-u Zülcelâl onun
ruhunu huzuruna çağırdı ve sordu "Senin niyetin, maksadın ne idi?Niçin böyle vasiyette bulundun?.." Onun ruhu; "Yarabbi!
Benim işlemediğim günah kalmamıştı ve senin azametinden korktuğum için, ben de böyle bir vasiyette bulundum. Ne
yapacağımı şaşırmıştım. Ecelim de gelmişti, Ya rabbi ben senin, korkundan böyle yapmalarını vasiyet ettim. Benim maksadım
buydu" dedi.
Bir müminle kafirin balık yakalaması yalanı (S.66)
Anlatıldığına göre zamanın birinde, bir mümin ile bir kâfir balık ayına çık mıştı. Kâfir, putların adını anarak ağını atıyor ve
ağını yukarı çektiğinde balıkla dolu olduğunu görüyordu. Mümin ise Allah'ın adını anarak ağını atıyor ve ağını çektiğinde hiç
balık tutamıyordu. Nihayet akşam üzeri ağına bir balık takıldı. Fakat o da sıçrayarak tekrar dereye atlayıverdi. Böylece mümin
bir tek balık bile tutamazken, kâfir balık dolu torba ile geri dönmüştü. Bu durum, müminin koruyucu meleğini üzmüştü. Fakat
gökyüzüne çıkınca, Allan ona müminin Cennetteki yerini gösterdi. Melek orayı görünce; 'Vallahi, o buraya gelecek olduktan
sonra, karşılaştığı hiç bir tersliğin zaran yoktur." dedi.
Allah aynı meleğe bir de kâfirin yerini gösterince. 'Vallahi, o sonunda buraya gelecek olduktan sonra, eline geçen bir dünya
nimeti kendisine yaramaz." dedi.
166
Hz. Peygamber (a.s,v.) Efendimiz'in şöyle buyurduğu anlatılmıştır:
“Sabır üç türlüdür; şöyle ki; musibete sabır, taata sabır, mahiyetten uzak durmaya sabır.
Şeytanın Hz. Musa’ya Allah’a şöyle beni affetsin yalanı (S.71-72)
Rivayet edildiğine göre şeytan birgün Hz. Musa'ya (a.s.) gelerek, kendisine; «Sen Allah tarafından seçilerek peygamber
olarak gönderilmiş ve doğrudan doğruya onunla konuşma mazhariyetine erişmiş bir kimsesin. Ben de Allah'ın mahlukatından
biriyim. Rabbine karşı tövbekar olmak istiyorum ona söyle de tövbemi kabul etsin.» dedi. Hz. Musa (a.s.) duyduğu bu sözlerden
dolayı sevindi. Hemen su isteyerek abdest aldı ve Allah'ın dilediği kadar namaz kıldıktan sonra, Rabbine; «Allahım şeytan
senin mahlukatından biridir. Senden tövbesini kabul etmesini istiyor, onun tövbesini kabul et!» diye dua etti. Bu sırada
kulağına, «Ya Musa, o tövbe etmez.» diye bir ses geldi. Fakat Musa yine, «Ya Rabbi. o tövbesini kabul etmeni istiyor.» dedi.
Bunun üzerine Allah (c.c.), vahiy yolu ile Musa'ya (a.s.) duasını kabul ettiğini bildirerek; «Şimdi Şeytana söyle de, Ademin (a.s.)
mezarına secde etsin. Ben de tövbesini kabul edeyim» buyurdu. Bu vahiy karşısında çok sevinen Musa (a.s.), hemen geri
dönüp şeytana durumu anlattı. Fakat şeytan, Musa'nın (a.s.) anlattıkları konusunda küplere bindi ve büyük bir kibirlilik edası ile;
«Ben ona diri iken secde etmemiştim, hiç onun ölüsüne secde eder miyim!..» dedi. Böyle dedikten sonra Hz. Musa'ya (a.s.)
dönerek, "Ya Musa, benimle Rabbin arasında şefaatçi olduğundan dolayı hakkın var. Bu yüzden sana 3 öğüt vereyim, şu üç
durumda beni hatırlayıver:
"Öfkelenince beni hatırla Çünkü o sırada ben vücudunda dolaşan kari gibi kalbinde dolaşırım. Düşmanla karşılaştığın an
beni cephede hatırla. Çünkü düşmanı ile karşılaşınca insanoğluna sokulur ve ona eşini, ailesini, malımı ve çocuklarını
hatırlatırım ki; cepheden kaçıversin. Sakın namahrem kadınlarla oturma. Çünkü ben o sırada, bir yandan undan sana ve bir
yandan da senden ona gidip gelerek aranızda mekik dokurum."
Ruhun alınmasında , Allah’a , Azrail’e iftira (S.75-76)
Naklederler ki bir insanın eceli geldiği vakit Azrail (a.s.) onun ruhunu almaya gelir. İlk önce onun ağzından ruhunu almak
ister. Eğer dünyada ağzı, dili zikirle, ibadetle hayrı anlatmayla meşgul olmuşsa, Azrail (a.s.)'a izin vermeyecektir, ben kabul
etmiyorum diyecektir. Çünkü ben hep Allah-u Zülcelâl'in zikri ve ibadetiyle, hayırla meşgul oldum diyecektir, bırakmıyorum
diyecektir. Azrail (a.s.) Allah-u Zülcelâl'in huzuruna geri dönecektir. Bakın ibadet, Allah-u Zülcelâl'in zikri, Azrail (a.s.)'ı bile
perişan ediyor. Neden?.. Çünkü o da Allah-u Zülcelâl'in elinde..
Azrail (a.s.) Allah-u Zülcelâlin huzuruna varınca diyecek ki; «Ya Rabbi, se-nin kulun beni perişan etti, onun ruhunu ağzından
almak istedim bırakmadı» Allah-u Zülcelâl; «Git başka bir yerinden al» diyecek... Azrail (a.s.) bu sefer gelip ellerinden ruhunu
almak isteyecek. Eller de «Hayır, ben Allah için sadaka yerdim, Allah için hizmet ettim» deyip izin vermeyecek. Azrail (a.s.)
umutsuz kalacak Ayakları tarafından yaklaşacak. Ayaklar da, «Ben camiye gittim, hayır (işlerine koştum, namaz kıldım» deyip
izin vermeyecek. Böylece Azrail (a.s.) nereden giderse gitsin, o kul salih bir kişi ise, her azası Allah-u Zülcelâl'in emirlerine
uyduysa, hiç bir aza ona izin vermeyecektir, Onun ruhunu alması için Azrail (a.s.), yine Allah-u Zülcelâl'in huzuruna çıkıp; «Ya
Rabbi, senin kulun bırakmadı ki, onun ruhunu alayım. Onun ruhunu almam için, benim için hiçbir tarafından yol yok.» der. Eğer
biz Allah-u Zülcelâl'e aşık isek, Allah-u Zülcelâl'in zikrine aşık isek, Allah-u Zülcelâl Azrail (a.s.)'a diyecek ki; «Benim ismimi
onun karşısına koy, onun ruhu bana aşık olduğundan, benim ismimle meşgul olacak ve onun ruhu ağzından birden
çıkacak, sen hiç zahmet çekmeyeceksin" diyecektir.
Mezarın başında selavat getirme ve cennet kazanma yalanı (S.105)
Bir gün bir kadın, Hasan-ı Basri (k.s.a.)'nin yanına gelmiş. Kadın, kızının öldüğünü ve Hasan-ı Basri'den bir dua öğrenip,
onun kabrindeki halini öğrenmek istediğini söylemiş. Hasan-ı Basri'nin ona bir dua öğretmesi üzerine gitmiş. Kadın, bir müddet
sonra geri gelip, «Ben kızımı katrandan bir cehennem elbisesi giymiş ateşte yanıyor gördüm» denir. Bunun üzerine, Hasan-ı
Basri de aynı duayı okuyup gece yatmış ve kadının kızını cennet bahçelerinde görüp, bu hale şaşırmış. Oysa ki, kızını annesi,
bir kaç gün önce cehennem ateşinde yanarken görmüştü. Kıza sormuş «Sen cehennem ateşinde yanmıyor muydun, oysa şimdi,
cennet nimetleri içindesin, nasıl oldu bu?» diye. Kız «Doğrudur. Bir kaç gün önceye kadar halim perişandı, fakat mezarlığın
yanından bir Allah dostu geçerken bir defa salavat getirdi ve sevabını bizlere bağışladı. Bizim mezarlıkta tam 500 kişi vardı. Biz
bu sevabı paylaştık ve bana düşen pay ile cennet nimetlerine kavuştum» demiş.
Veliye “Senin amelin kabul olunmaz” diye bir nida geldi yalanı (S.106-107)
Bir evliya vardı. Devamlı dua eder," amelinin kabul olup olmadığını merak ederdi. Bir gün «Senin amelin
kabul olunmaz» diye bir nida geldi. Evliya, çok üzüldü ve sebebini sordu «Çünkü senin hanımın filan yere gittiğinde, orada
namazını kılmadı» diye cevap geldi. Hemen gidip hanımına durumu sordu, o da doğru olduğunu, namazı kılamadığını
söyleyince, O evliya «Seni Allah Rızası için boşuyorum dedi». Sonra tekrar ibadet yaptı ve dua etti. Bunun üzenine «Şimdi
senin amelin kabul olundu» diye bir daha nida geldi.
İşte, namazı kılmanın ağırlığı böyledir. İnsan sadece kendinden değil, aile etrafından da sorumludur.
Muaviyeye Şeytan’ın namaz kıldırması yalanı (S.126)
Hz. Muaviye (r.a) bir gün yatarken birisi geldi ve Onu kaldırdı. Hz. Muavi-ye (r.a.) kalkınca baktı ki, karşısında duran insan
kılığına girmiş şeytandır. Dedi «Ben biliyorum sen şeytansın ama, beni niye kaldırdın?» Lain; «Ben filan [yerden gelen bir
yolcuyum, namaz vakti geldi, baktım uyuyordun!.. Onun için seni kaldırdım» dedi. Hz. Muaviye (r.a.) ona «Ben seni tanıdım,
şimdi söyle, niye beni kaldırdın?» deyince, Lain «Bir Ashab-ı Kiramdan birisi yatıyordu. Ezan okundu. Abdest alıp da cemaat
167
gitti, fakat tam kapıdan içeri girdiğinde, Hz. Peygamber (a.s.v.) Ashab-ı Kiram'la beraber namazı kılıp dağıldılar. Bunun üzerine
o sahabe bir "ah!" çekti, onun bu ahından arş-ı ala titredi. Onum o "ah!" çekmesinden dolayı, Allah-u Zülcelâl, o günün bütün
insanlarının namazlarını o "ah!" üzerine kabul etti. Sen de kalk namaza yetiş, sen de ah! çekme diye seni kaldırdım» dedi. İşte
onlar ibadetlerine böyle düşkün idiler. İşte lain insana böyle düşmandır. İbadetlerini, zikirlerini yaptırmamaya çalışır. Bu da
olmazsa, insanı Allah katında sevapları çok olan ibadet ve zikirlerden alıkoymaya çalışır. Yani insanı derecesinin artmaması, az
sevap alması için elinden geleni yapar. Ondan dolayı lain, düşmanımızdır. Onun gibi yapmamak lazımdır. Ona uymamak,
daima onu düşman olarak bilmek lazımdır.
16- Hüseyin Hilmi Işık
Kaynak: Tam İlmihal, Saadet-i Ebediye, Hakikat Kitabevi, 80.Baskı, İst.2000
1-Sen olmasaydın gökleri yaratmazdım, iftirası.(S: 33)
Seyyid Abdülhakîm efendi buyurdu ki: (Her Peygamber, kendi zamanında, kendi mekânında, kendi kavminin
hepsinden, her bakımdan üstündür. Muhammed "aleyhisselâm" ise, her zemânda, her memleketde, ya'nî dünyâ yaratıldığı
günden, kıyamet kopuncaya kadar, gelmiş ve gelecek, bütün varlıkların, her bakımdan en üstünüdür. Hiç kimse, hiçbir
bakımdan Onun üstünde değildir. Bu güç birşey değildir. Dilediğini yapan, her istediğini yaratan, Onu böyle yaratmışdır. Hiçbir
insanın Onu medh edecek gücü yokdur. Hiçbir insanın, Onu tenkîd edecek iktidarı yok-dur). Allahü teâlâmn, (Sen olmasaydın,
gökleri yaratmazdım!) buyurduğu, (Ma'ri-fetnâme) önsözünde ve (Mevâhib-i ledünniyye)nin 6. cı ve 13. cü ve (Envâr-ı
Muhammediyye)nin 13. cü ve 15. sahîfelerinde yazılıdır. İmâm-ı Rabbaninin (Mektubat)'ının üçüncü cildindeki 122.ve 124.
mektublarında da yazılıdır.
2-İbn Arabi’nin kabirde ademen önceki ademlerle görüştüğü yalanı. (s:79)
Soruyorsunuz ki, şeyh Muhyiddîn-i Arabî "kuddise sirruh", (Fütûhât-ı mekkiyye) kitabında, bir hadîs-i şerîf bildiriyor. Bu hadîs-i
şerîfde, Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem", (Allahü teâlâ, yüzbin Âdem yaratmışdır) buyurmakdadır. Muhyiddîn-i
Arabî "rahmetullahi aleyh" sonra âlem-i misâlden gördüğü birkaç şeyi yazıyor ve diyor ki, (Kâ'be-i mu'azzamayı tavaf ederken,
yanımda birkaç kişi vardı. Bunları hiç tanımıyordum. Tavaf yaparken, arabî iki beyt okudular. Bir beytin ma'nası şöyle idi:
Yıllarca, biz de sizin gibi,
Hepimiz, tavaf etdik bu evi.
Bu beyti duyunca, bu kimselerin âlem-i misâlden olması hatırıma geldi. Böyle düşünürken, içlerinden biri, bana bakarak, ben,
senin dedelerinden birisiyim dedi. Sen öleli kaç sene oldu? dedim. Kırkbin seneden çok dedi. Bu sözüne şaşdın ve tarihçiler,
insanların ilk babası olan Âdemden "aleyjıisselâm", bugüne kadar yedibin sene geçmediğini söylüyor dedim. Senj hangi Âdemi
diyorsun? Ben, ye dibin seneden çok önceki zemânlarda yaşıyan Âdemin evlâdındanım, dedi. Bunu işitince yukarıdaki hadîs-i
şerifi hatırladım).
3-Evliyaların bir çoğu bir anda çeşitli yerlerde görülmüş , birbirine uymayan işler yapmışlardır. Yalanı (s: 85)
Evliyadan bir çoğu, bir ânda çeşidli yerlerde görülmüş birbirine uymıyan işler yapmışlar. Burada da latifeleri, insan şekline
girmekde, baş-ka başka bedenler hâlini almakdadır. Bunun gibi, meselâ Hindistânda oturan ve şehrinden hiç çıkmamış olan bir
Velîyi, hacılar Kâ'bede görüp konuşduklarını, başkaları da, meselâ aynı günde İstanbulda, bir kısm kimseler de, bu Velî ile, yine
o gün, Bağdâdda görüşdüklerini söylemişlerdir. Bu da, o Velînin latifelerinin muhtelif sekiler almasıdır. Ba'zan o Velînin
bunlardan haberi olmaz. Seni gördük diyenlere, yanılıyorsunuz, o zamân, evimde idim. O memleketlere gitmemişdim, o şehrleri
bilmiyorum ve sizleri de tanımıyorum der. Yine bunlar gibi, güç hâlde bulunan kimseler, korku ve tehlükelerden kurtulmak için,
ölü veya diri olan ba'zı Evliyadan yardım istemişdir. O büyüklerin, kendi sekilerinde olarak, hemen orada bulunduklarını ve
imdâdlarına yetiştiklerini görmüşlerdir. Bu Evliyanın "kadde-sallahü teâlâ esrârehümül'azîz, yapdıkları yardımdan ba'zan haberi
olmakda, ba'zan da olmamakdadır. [Bu hâl, bilhassa muharebelerde görülmüşdür.] Böyle yardımları yapanlar, o din büyüklerinin
ruhları ve latifeleridir. Latifeleri ba'zan, bu âlem-i şehâdetde, ba'zan da âlem-i misâlde şekl almakdadır. Nitekim Peygamberimizi
"sallallahü aleyhi ve sellem" bir gecede, binlerce kimse, rü'yâda görüp istifâde etmekdedir. Bu gördükleri, hep Onun "sallallahü
aleyhi ve sellem" latifelerinin ve sıfatlarının âlem-i misâldeki şekileridir. Yine bunlar gibi, sâlikler, mürşidlerinin âlem-i misâldeki
suretlerinden istifâde ederler ve bu yolla müşkillerini çözerler.
4-Resülullahın beşeri vasfını kutsallaştırma, iftirası. (s:379-380)
Server-i âlemin "sallallahü aleyhi ve sellem" mübarek gözleri uyur, kalb-i şerîf-i uyumazdı. Aç yatıp tok kalkardı. Asla
esnemezdi. Mübarek vücûdu nûrânî olup, gölgesi yere düşmezdi. Elbisesine sinek konmaz, sivrisinek ve diğer böcekler
mübarek kanını içmezdi. Allahü teâlâ tarafından Resûlullah olduğu bildirildikden sonra, şeytânlar göklere çıkarak haber
alamaz ve kâhinler söyleyemez oldu.
Bir kimse, Rahmeten-lil-âlemin "sallaîîahü teâlâ aleyhi ve sellem" rü'yâda görse, muhakkak Onu görmüşdür. Çünki, şeytân
Onun şekline giremez.
Server-i âlem "sallallahü aleyhi ve sellem", bizim bilmediğimiz bir hayât ile, şimdi hayâtdadır. Cesed-i şerifi asla çürümez.
Kabrinde bir melek durup, ümmetinin söyledikleri salevâti kendisine haber verir. Minberi ile kabr-i şerîfi arasına (Ravda-i
mutahhera) denir. Burası cennet bahçelerindendir.
5-Hilmi Işık Ebu Hanife’nin şahsında Allah’a ve Resülune iftira ediyor. (s:441-442)
Hadîs-i şerîfde, (Ümmetimden, Ebû Hanîfe adında biri gelecektir. Bu, Kıyamet günü, ümmetimin ışığı olacakdır)
buyuruldu. Bir hadîs-i şerîfde, (Nu'mân bin Sabit adında ve Ebû Hanîfe denilen biri gelecek, Allahü teâlânın dînini ve benim
sünnetimi canlandıracakdır) buyuruldu. (Ebû Hanîfe adında biri gelir. O, bu ümmetin en hayrlısıdır), (Ümmetimden biri,
sünnetimi canlandırır. Bid'atleri öldürür. Adı, Nu'mân bin Sâbitdir), (Her asırda, ümmetimden, yükselenler olacakdır. Ebû Hanîfe,
zemânının en yükseğidir), (Ümmetimden, Ebû Hanîfe adında biri gelecekdir. İki küreği arasında ben vardır. Allahü teâlâ, dînini,
onun eli ile canlandırır) hadîs-i şerifleri meşhurdur. Âlimlerden biri, rü'yâda, Resûlullaha "sallalla-hü aleyhi ve sellem", (Ebû
168
Hanîfenin ilmi için ne buyurursunuz?) dedi. Cevâbında, Onun ilmi herkese lâzımdır) buyurdu. Başka bir alim, rü'yasında (Ya
Resulallah! Küfe şehrindeki Nu'mân bin Sabitin bilgileri için ne buyurursunuz?) dedi. (Ondan öğren ve onun öğretdiği ile amel
et. O, çok iyi kimsedir) buyurdu! İmâm-ı Alî "radıyallahü anh" (Size, bu Küfe şehrinde bulunan, Ebû Hanîfe adında birini haber
vereyim. Onun kalbi, ilm ile, hikmet ile dolu olacakdır. Âhır zemânda, birçok kimse, onun kıymetini bilmiyerek helak olacakdır.
Nitekim, şî'îler de, Ebû Bekr ve Ömer için helak olacaklardır) dedi. İmâm-ı Muhammed Bakır "rahmetullahi aleyh", Ebû Hanîfeye
"rahmetullahi teâlâ aleyh" bakıp (Ceddimin dînini bozanlar çoğaldığı zemân, sen onu canlandıracaksın. Sen korkanların
kurtarıcısı, şaşıranların sığınağı olacaksın! Sapıkları doğru yola çevireceksin! Allahü teala yardımcın olacak!) buyurdu.
6-Hilmi Işık’ın ‘veliler gaybı bilir’, iddiası (s: 448)
Evliya gaybı bilemez diyorlar. Bunlara cevâb olarak deriz ki, bu âyet-i kerîme, gaybın vasıtasız olarak ve yalnız vahy
getiren meleğe bildirilmesini haber veriyor. Peygamberler ve Evliyâya diğer melekler vâsıtası ile veya başka vâsıta ile
bildirilmekdedir.
7-Hilmi Işık Abdulkadir Geylani ve Maruf Kehriye ilahlık vasfı veriyor. (s:455-6)
Abdülhak-ı Dehlevî hazretleri de(Mişkat) tercemesinde buyuruyor ki, (Peygamberler ve Evliya öldükden sonra, bunlardan
yardım
istemeğe,
meşâyıh-ı
izam
ve
fıkh
âlimlerinin
çoğu
caizdir
dedi.
Keşf ve kemâl sâhibleri, bunun doğru olduğunu bildirdi. Bunlardan çoğu ruhlardan feyz alarak yükseldiler. Böyle yükselenlere
(Üveysî) dediler. İmâm-ı Şâfi'î buyuruyor ki, imâm-ı Musa Kâzımın kabri, duamın kabul olması için bana tiryak gibidir. Bunu çok
tecribe etdim. İmâm-ı Gazâlî buyurdu ki, diri iken tevessül olunan, feyz alınan kimseye, öldükden sonra da tevessül olunarak
feyz alınır. Meşâyıh-ı kiramın büyüklerinden biri diyor ki, diri iken tesarruf yapdıkları gibi, öldükden sonra da tesarruf, yardım
yapan dört büyük Veli gördüm. Bunlardan ikisi, Ma'ruf-i Kerhi ve Abdülkâdir-i Geylânî hazretleridir.
8-1-Hilmi Işık insanları kabirlere tapmaya çağıroyor.(s.459)
Abdüllah-ı Dehlevî hazretleri sekizinci mektubunda, (Bu fakîrin rûhâniyyetine teveccüh ediniz! Yâhud, mirza Mazher-i Cân-ı
Cananın mezarına gidip, onun rûhâniyyetine teveccüh ediniz! Ona teveccüh edince, Allahü teâlânın feyzlerine kavuşulur. O,
zemânımızdaki binlerce diriden daha fâidelidir) buyurmakdadır. (Makâmat-i Mazheriyye) 58. sahîfesinde buyuruyor ki, (Evliya
mezarlarını ziyaret ederek, feyz vermeleri için yalvar! Fatiha ve Salevât okuyup, sevâblanın mübarek ruhlarına göndererek,
onları Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için vesîle yap ki, zahir ve bâtın se'âdetlerine bu vesîle ile kavuşulur. Fekat, kalbi
tasfiye etmeden, Evliya kalblerinden feyz almak güçdür. Bunun için, hâce Behâüddîn "kaddesallahü teâlâ sirrehül'azîz" evvelâ,
Evliyanın kalblerinden feyz almağı nasîb etmesini Allahü teâlâdan istemek, daha iyidir, demişdir).
8-2-Hilmi Işık’ın ‘Kur’an’ı anlamak için değil, bereketlenmek için okunmalıdır’, iddiası (s:469)
Kur'ân-ı kerîmi, anlamak ve anladığımıza göre amel etmek için değil, kelâm-ı ila-hîden bereketlenmek, fâidelenmek
için okuyoruz. Biz mukallidler, tefsir ilmini bilmediğimiz için, ahkâm-ı islâmiyyeyi, din imamlarımızın kitâblarından öğreniyoruz.
11-Hilmi Işık Kutb dediği hayali kişilere ilahi sıfatlar vererek Allah’a iftira ediyor. (s:909)
Bugün memleketimizde ve bütün dünyada bir Mürşid-i Kamil, bir Arif-i mükemmil bulunduğunu bilmiyoruz.
Evet (Kutb u medar) her zaman bulunur. Şimdi de vardır. Resulullah(sav) zemanın da vardı. Bunlara (Kutbul Aktab) da
denir. Fekat, bunlara inziva lazımdır. Bunları kimse tanımaz. Hatta bazen, kendileri bile kendilerini bilmez. (Kutb u
İrşad) ise kayyum-ı alemdir. Herkese rüşd ve iman, bunun vasıtası ile gelir
17- MAHMUT EFENDİ
Kaynak: Ruh'ul-Furkan Tefsiri cilt 1 - Mahmud Ustaosmanoğlu, Sirac Kitabevi, İstanbul-1991,
“Bu tefsir Rasulullah’ın manevi işareti ve Meşayih-ı Kiram’ın yardımıyla başlamıştır.” Yalanı (S.9)
RUHU'L - FURKAN ismi verilen bu tefsire, başta Mevlâ Tealâ'nın büyük yardımı, Resulullah(sallallahu Aleyhi
ve Sellem)in manevi işareti ve Meşayih-ı Kiram (Kaddesallahu Esrarehum) Hazeratının âli himmetleri (büyük yardımları) ile
başlanmıştır. Ayrıca bu tefsir, Ehli Sünnet ulemasından zahir ve batın erbabının (dil ve gönül ilimlerine sahip olan kişilerin)
sözlerinden istifade edilerek her sınıf insanın anlayabileceği şekilde yazılmaya çalışılmıştır.
“Peygamber’in Allah’tan aldığı Nur Meşayih’a (hakiki mürşidlere) aksediyor.” İftirası (S.16)
"Allah-u Tealâ'nın ilk yarattığı, senin Peygamberinin nurudur ey Cabir." buyurmuştur.
(Manen rivayet edilen bu iki Hadîs-i Şerif için bak. El-Adunî, Keşfül Hafal/311)
O hâlde Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Mevlâ'nın aynası "olması itibâriyle, Mevlâ'nın Cemalinin nurunu
alıyor ve o nur, ona hakkıyla ittiba ve rabıta eden (uyan ve bağlanan) meşayiha (hakikî mürşitlere) aksediyor (parlıyor).
“Şeyh’te rabıta eden kimseler sırasıyla şeyhte, Rasulullah’ta ve sonra Allah’ta fani oluyorlar.” Yalanı (S.17)
169
İşte o meşayiha rabıta eden kimseler de, evvelâ Efendimiz (Sailallahu Aleyhi ve Sellem) den kendilerine nur
aksetmiş olan o meşayihda fanî oluyorlar (eriyip gidiyorlar). Sonra, Mevlâdan kendisine nur aksetmiş olan Resulullah (Sailallahu
Aleyhi ve Sellem) de fanî oluyorlar. Sonra da, göklerin ve yerlerin nuru olan Mevlâ'da fanî oluyorlar, Nitekim Risale-i Kudsiye'de,
Mustafa îsmet Garibullah (Büyük şeyh EfendiKuddise Sırruhu)
Hazretleri şöyle buyuruyor :
Manevî yolda ilerlemeye çalışan kişi, evvelâ şeyhinde fanî olur. Yani şeyh birinci kapıdır. Ondan sonra, Resulullah
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de fanî olma devletine (şerefine) sahip olur ki, Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ikinci
kapıdır. Ondan sonra da, Mevlâ'da fanî olur.
Mahmud Efendi Levh-i Mahfuzu görme hususunda Allah’a iftira ediyor.(S.18)
Diğer bir tasavvufî tevile göre: Levh-i Mahfuz'a, ruhaniyeti (manevi tarafı) nefsanî kirlerden temizlenmiş
olanlardan başkası vakıf (haberdar) olamaz. Ona ancak melekler ve melekânî (meleklere ait) sıfatları takınan büyük veliler
muttalî olabilir.
Mahmud Efendi deriye yazılan Kuran-ı Kerim’i ateş yakmaz diye Allah’a ve resulüne iftira ediyor. (S.32)
Ukbetibni Amir (Radıyaliahu Anh) den rivayete göre, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Kuran (-ı
Kerim) bir deriye konsa (yazılsa) sonra, ateşe atılsa, yanmaz." buyurdu.
(Darimî: Fezaü-i Kuran:l, A. b. Hanbel: 1/151-155)
“Allah gökleri ve yeri yaratmadan önce Ta’ha ve Yasin surelerini okudu.” Diyerek Allah’a ve Rasulune iftira etmesi
(S.33)
Ebu Hureyre (Radıyaliahu Anh) dan rivayete göre, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) : "Muhakkak Allah
Tebareke ve Tealâ (Hazretleri) gökleri ve yeri yaratmadan bin sene evvel Tâ Ha ve Yâ Sîn surelerini okudu. Melekler Kuranı
duyunca, bu surelerin ineceği ümmete müjdeler olsun, bu sureleri ezberleyen kalplere müjdeler olsun, bu surelerle konuşan
(okuyan) dillere de müjdeler olsun dediler."buyurdu.
(Darimî, Fezail-i Kuran :20, 2/456)
“Fatiha, Ayet’ül kürsü sure-i Bakara’nın sonu Allah’ın tahtının altındaki hazinesinden indirilmiştir.” İftirası (S.65)
Ebu Umame (Radıyaiiahu Anh)den rivayet edildi ki, Efendimiz (Saiiaiiahu Aleyhi ve Seiiem) şöyle buyurdu:
"Dört şey Arşu'r-Rahman (Allah-u Tealâ'nın bütün kâinatı kaplayan tahtın) m altındaki hazmeden indirilmiştir. Bunlarda Fatiha-i
şerife, Ayetü'l-Kürsi, Sure-i Bakara'nın sonu ve Kevser süresidir.
(El-Muttekî. Kenzu 'l-Ummal:ll558. No:2504)
“İnsan Allah’ın dinini öğrendikten sonra Nakşi tarikatiyle aşılanıp, seyru sülukle Allah’a yürümelidir.” Uydurması (S.94)
Nakşibendi Tarikatına mensup olan kişi, sülük eder."
Sülük: Tasavvuf yoluna intisap ederek (girerek), riyazetle iştigal edip, (az yemek, az içmek, az uyuyup, az konuşmak
gibi manevî vazifelerle meşgul olmak suretiyle) salik'in (Allah yolcusunun), Mevlâ ile kendi arasındaki perdeleri aşmak için
manevî bir yürüyüşle yürümesinden ibarettir.
“Süluk -tasavvuf yoluna- ederek (giderek) Mevla ile kendi arasındaki perdeleri aşmaktadır.” (S.116)
Nakşibendi Tarikatına mensup olan kişi, sülük eder."
Sülük: Tasavvuf yoluna intisap ederek (girerek), riyazetle iştigal edip, (az yemek, az içmek, az uyuyup, az konuşmak
gibi manevî vazifelerle meşgul olmak suretiyle) salik'in (Allah yolcusunun), Mevlâ ile kendi arasındaki perdeleri aşmak için
manevî bir yürüyüşle yürümesinden ibarettir.
“Eshab- ı Kiram ölünün yanında Bakara suresini okurlardı.” Yalanı (S.116)
Şa'bî(Radıyallallahu Anh) şöyle buyurdu: "Ensar-ı Kiram (Rıdvanullahı Aleyhim Ecmein) ölünün yanında Bakarasuresini
okurlardı." (Suyutî,DMensu
Şeytan ve Sahbeyle ilgili bu hadise Allah’a Rasulune, Kur’an ve İslam’a açık iftiradır. (S.116-117)
İbn-i Mesut (Radıyallahu Anh) ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir :
Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ashabı (adamları) ndan bir kişi yolda giderken karşısına şeytan çıktı. Güreşe
tutuştular, Resulullah'ın ashabından olan kişi şeytanı yere yıktı. Şeytan: "Bırak beni sana bir haber söyleyeceğim." dedi. O da
bırakınca: "Hayır söylemeyeceğim." dedi. O ikinci defa şeytanı yakaladı, tutuştular,Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in
170
ashabından olan zat onu yıktı. O yine: "Sal beni sana şaşıracağın bir haber vereceğim." dedi. O da saldı ve: "Haydi söyle." dedi.
Şeytan yine: "Hayır." dedi. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in ashabından olan o kişi üçüncü defa şeytanı tuttu yere
vurdu. Sonra göğsünün üzerine oturup baş parmağını çiğnemeğe başladı şeytan yine: "Sal beni." dedi. O da: "Söylemeden seni
salmam." dedi. O zaman şeytan: "Sure-i Bakara yok mu? Onün herhangi bir ayeti şeytanların ortasında okunsa, mutlaka
dağılırlar. Veya herhangi bir evde okunsa o eve şeytan giremez." dedi. Bunun üzerine îbn-i Mesud (Radıyaliahu Anh)’a., Ey
Abdurrahman'ın babası !: "O adam kimdi ?" diye soruldu. O da: "Ömer İbn-i Hattap'dan başka kim olabilir dersiniz." buyurdu.
(Suyutî, DMensur:l/52)
“Sevenlerin arasında bir sır vardır, ki bu sırlar Resülullah’tan sonra onun vekilleri olan veliler bilir.” Yalanı (S.118)
"Sevenlerin arasında bir sır vardır ki, onu insanlara ne bir söz ifşa edebilir (açıklayabilir), ve nede hiç bir kalem
hikâye edebilir (yazabilir). "
Resulullah (Saiiaiiahu Aleyhi ve Sellem) den sonra, bu ilimleri ancak onun varis (vekil) leri olan veliler bilebilir. Çünkü
onlar bu ilimleri Mevlâdan alırlar ve harfler onlara içlerindeki manayı söylerler. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in
avucunda çakıl taşlan teşbih ettiği, sırtlan ve ceylân onunla konuştuğu gibi.
(Bak. Alusî Ruhu l-Meanil/100)
“Cebrail, benim bilmediği sen nasıl bildin.” Yalanı (S.118)
İşte kul nafilelere devamla, Mevlâ'ya yakınlık ağacının meyvasından her kopardığında,göklerde ve yerlerde
ilminden zerre bile kaybolmayan Allahu Te-alâ Hazretlerinin bildirmesiyle,bu harflerdeki incelikleri vedaha nicelerini bilir.
Allah-u Tealâ Hazretleri, Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile beraber hiçbir mukarreb (en yakın) meleğin ve
gönderilen hiçbir Nebi (Peygamber) in bile yanaşamayacağı (araya giremiyeceği) bir vakitte, bu harfleri vaz ve tayin etmiştir.
Hatta bu harfleri indiren Cibril-i Emin bile bunlarda bulunan sırlara ve hakikatlere vakıf olamamıştır.
Haberlerde rivayet edilen şu mesele bu manaya delâlet etmektedir : Cibril-i Emin (Aleyhisselam) Allah-u Tealâ'nın
kavlini indirdiğinde :deyince, Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bildim buyurdu.deyince bildim buyurdu. deyince bildim
buyurdu.deyince bildim bu-yurdu. deyince yine bildim buyurdu. Bunun üzerine Cibril-i Emin (Aley-hisselam) şaşırarak, benim
bilemedi(îsmaü Hakla Bursevî, R.Beyan: 1/28)
“Abdurrahman Bestami, peygamberler vahiy ile veliler keşif ile bu halleri bilirler.” Yalanı (S.119)
Abdurrahman Bestamî (Kuddise Sırruhu) Hazretleri Bahr-i Vukuf isimli kitabında buyurdu ki,
Peygamberlerden bazısı bu harflerin sırlarını vahy-i Rabbani ve ilka-i Samedanî (Mevlâ'nın vahyi ve kalplerine ilham etmesi) yle
bildiler. Evliyanın bazısı da nuranî açık bir keşif, ruhanî yüce bir feyizle bildiler. (İsmail Hakkı Bursevi R.Beyan: 1/29)
Mahmud Efendi haller hususunda tenakuz içerisinde (S.119)
Ulemadan bazısı ise, nakl-i sahih ve akl-ı racih (doğru bir nakil ve üstün bir akıl) la büdiler. Ve onların her biri
kendi ashabı (adamlan) na ya keşif ve müşahede tariki (manada görünme yolu) yla veya yazıp öğretme yoluyla bu harflerin
bazı sırlarını haber verdiler. Doğru olan şudur ki, Allah-u Tealâ Hazretleri bu harflerin sırlarının ilmini, ilâhî hikmetler (incelikler)
ve Rabbanî maslahatlar (menfaatlar) dan dolayı ümmetin ekserisinden gizlemiştir. Büyüklere de ancak bazı sırları yukarıda
zikredilen şekillerle öğretmiştir.
“İmam-ı Rabbani, bu halleri ilimde derinleşenler bilir.”,yorumu(S.119)
İmam-ı Rabbani (Kuddise Sırruhu) Hazretleri, Mektubat'ının birinci cildinin 298. sayfasında, Kuran-ı Kerim'in
muhkemat ve müteşabihat'ını beyanla ulema ve kemalât'ım izah hakkında ki, 276. Mektubunda şöyle buyuruyor :
Ey Kardeş ! Muhakkak Allah-u Sübhanehu, Kitab-ı Mecid'ini (ulu kitabını) iki kısma ayırmıştır. Bir kısmı muhkemat
(kendinden kasdedilen manaya delâletleri kat'î, kesin) dir, bir kısmı ise, müteşabihat (birbirine benzeyen mana lara ihtimali
olduğundan manalarına delâletleri kesin olmayan ayetler) dir.
Meselâ: Surelerin evvellerinde olan: gibi ve bazı ayetlerde geçen:
gibi, manaları hakkında kat'î karar verilemeyenler müteşabihattır. manası açık olan diğer ayetler de muhkemat'tır.
Birinci kısım ayetler, şeriatların ve hükümlerin kaynağıdır, ikinci kısım ayetler ise, hakikatler ve sırlar (gerçekler ve gizlilikler)
ilminin hazinesidir. Kuran-ı Kerimde veya hadis-i şeriflerde (Allah hakkında) geçen el, yüz, ayak, parmaklar ve parmak uçları
gibi bütün tabirler müteşabihattandır. Kuran-ı Kerim'in surelerinin başlarında varit olan (gelen) huruf-u mukattaa (okunurken
birbirine eklenmeyen harfler) de, ancak ulema-i rasihin (Allah-u Tealâ'nm kendilerine sebat ve iktidar vermesiyle ilimde
derinleşen kişiler) in muttali (vakıf) olabileceği müteşabih ayetler cümlesindendir.
“Bunların tevilleri en hususi kullar için keşfedilmemiş ve açılmış gizli sırlardır.” İddiası (S.119)
Bunların hakiki tevillerinin, eli, kudretle, yüzü zat la tabir etmek (açıklamak) tan ibaret olduğu zannedilmesin,
ancak bunların hakiki tevilleri, Ehas-su'1-Havas (en hususi kullar) için keşfedilmiş (açılmış) olan gizli sırlardandır.
171
Kırk küp yağı döktü yalanı (S.127
Risale-i Kuşeyriye'de şöyle yazılıdır (Bak. ı/348-349,.Takva bahsi): Muttaki, Ibn-i Şîrîn (Kuddise Sırruhu)
Hazretleri gibi kimselerdir. O'nun kırk küp yağı vardı, kölesi küplerin birinden bir fare çıkardı, Ibn-i Şîrîn Hazretleri fareyi hangi
küpten çıkarttığını ona sordu. O da, bilmiyorum devince, bütün küpleri döktü.
“Bestami’nin nebati içerisinde çıkan karıncaları aldığı yere götürdü.” Hurafesi (S.127)
Ve muttaki Beyazid-ı Bestamî (Kuddise Sırruhu) gibi kişilerdir. Hemedan denen yerden bir nev'i nebatat aldı,
Bestam'a gelince içinde iki karınca buldu, hemen döndü vekarıncaları aldığı yere bıraktı.
Beyazıd-i Bestami İslam’la Alay ediyor. (S.127)
Yine nakledilmiştir ki; Beyazid-ı Bestamî (Kuddise Sırruhu) bir arkadaşıyla beraber sahrada elbisesini yıkadı.
Arkadaşı ona dedi ki, "Elbiseyi duvara asalım da kurusun." O: "insanların duvarına çivi çakamayız." dedi. Arkadaşı: "Ağaca
takalım." dedi. O: "Dalları kırar." dedi. o zaman: "Yere döşeyelim." dedi. Bu sefer de: "Yerde hayvanların yiyeceği var onları
örtemeyiz." dedi. sonra, elbiseyi sırtına koydu, bir tarafı kuruyunca öbür tarafını çevirdi, o tarafını da kuruttu.
‘Aziz Mahmud Hüda-i Akan sulardan “ Ya Daim!” Zikrini duyduğunu yazmıştır.’ İftirası (S.402)
Zamanının kutbu, Üsküdarlı Aziz Mahmud Hüdaî (Kuddîse Sırruhu) Hazretleri 'Vakiat-ı Mahmudiye' isimli eserinde: Seyr-u
sülük esnasında (manevî yolda ilerlerken) akan sulardan:Ya Daim !" zikrini duyduğunu yazmıştır.
18- KADİRİLİK
Kaynak: Gavs'ül Azam Seyyid Abdulkadir Geylani ve Kadiri Tarikatı - M. Şefik Korkusuz, Menzil Yayınevi-Adıyaman, 1995
“Gavs’ın sesi uzaktanda yakından da duyulurdu.” Yalanı (S.82)
Yine onun kerametlerinden biri de; meclisinde bulunup da gerek yakınında ve gerekse uzağında bulunanlar
onun sesini aynı derecede işitirlerdi. Her ayağa kalktığında, herkes kalkar. Onun sesinden başka çıt bile çıkmazdı. Yalnız bazen
Rical Ül Gayb'-in gökten yere düşen bir cismin sesi gibi çıkan sadaları duyulurdu.
“Gavs’ın fırlattığı nalınlar mağaradaki adamı öldürdü.” Yalanı (S.83-84)
İyi bir hanım onun müridi olmuştu, mürid olmadan önce bu hanıma ahlaksız bir adam aşıktı. Bir gün bu kadın
dağda iken bir ihtiyaç için mağaraya girdiğinde o ahlaksız adam da ardından mağaraya girip, kadına sataşmaya başladı. Kadın
kaçıp kurtulacak bir yer bulamadı, Hz. Gavs'ın adını anıp imdat istedi. O anda Hz. Gavs medresede abdest alıyordu,
ayaklarındaki tahta nalınları çıkarıp fırlattı. O ahlaksız adam arzusuna kavuşamadan nalınlar kafasına ulaştı ve ölünceye kadar
adama vurdular. Adam ölünce nalınlar da durdu. Kadın da o nalınları alıp Hz. Gavs'a getirip olayı anlattı.
Gavs sağlığında şarkıcı olan hristiyanı mezarından diriltmesi yalanı (S.85-86)
hz. Gavs birgün bir mahalleden geçerken bir müslümanla bir hristiyanın münakaşa ettiklerini gördü, sebebini
soydu, müslüman; "Bu hristiyan bizim peygamberimiz sizin peygamberinizden üstündür" diyor, ben de tam tersini iddia
ediyorum, dedi.
Hz. Gavs hristiyana: "İddianı hangi delille ispat edersin?" diye sordu. Hristiyan: "Bizim peygamberimiz ölüyü
diriltiyordu" dedi.
Hz. Gavs "Ben peygamber değilim, ama peygambere uyan bir müslümanım. Eğer ben ölüyü diriltirsem,
peygamberimize inanır mısın" dedi. Hristiyan "Evet, inanırım" dedi. Hz. Gavs "Bana harap birine zar göster" demiş, Hristiyan da
çok harap bir mezar göstermiş.
Hz. Gavs: "Hz. îsa ölüyü dirilttiği zaman ne söylerdi?" diye sormuş. Hristiyan: "Kum biiznillah" derdi.
Hz.Gavs: "Bu mezarda yatan sağken şarkıcılık yapıyormuş, istersen kalktığında şarkı söyleyerek kalksın" demiş ve
ayağını mezara vurarak "Kum biiznillah." demiş. Derhal mezar açılarak içindeki kişi şarkı söyleyerek ayağa kalkmış. Hristiyan
bu olay karşısında hayran ve sekran olarak hemen h£ Gavs'ın ellerine kapanıp şehadet getirmiş.
Gavs kendisinden 157 sene sonra Bahaddin Nakşibend’in geleceğini haber vermesi yalanı (S.86-87)
Hz.Gavs bir defa Medine-i Münevvere'ye geldi. "'Ravzayı ziyaret ederek tam kırk gün ayakta âdab üzere durdu ve elleri
göğsünde şu münacaatta bulundu:
"Günahlarım denizin dalgalarından daha çok "..
Yüce dağlara benzer, hatta daha büyük.
Lakin affedici Kerim olanın huzurunda,
172
Sinek kanadı kadar hatta daha da küçük.
Şeyh Abdullahi Belhi "Havarikul ahbab fi ma'-rifetil aktab" isimli kitabın 25. babında Şah-1 Nakşibendi anlatırken diyorki:
"Hace-i Sermest'ten duydum o da, Buhara'da yaşayan kamil zatlardan duymuş, onlar şöyle anlatırlardı: "Hz. Gavs birgün
cemaatle terasta otururken birara Buhara taraflarına dönüp güzel bir koku almış ve: "Benim vefatımdan 157 sene sonra
Muhammedi meşreb birisi dünyaya gelir, ismi; Bahaeddin Muhammed Nakşibendi'dir. Bana mahsus nimetlere kavuşur."
buyurdu ve gerçekten öyle oldu.
19- GULAT-I ŞİA
Kaynak: Şia'nın Kuran İmamet Ve Takkiye Anlayışı - Prof. İhsan İlahi Zahir, Ter.Sabri Hizmetli, Afşaroğlu Matbaası, Ankara1984
12. İmam’ın öldükten sonra döneceği YALANI. Rec'at Akidesi
Şîa'nın sapık inançlarından birisi de, rec'at akîdesi-dir. Şiîler, kurucuları İbni Sebe' ile birlikte, oldukça er ken bir
devirde, buna inanmaya başladılar. Kitaplarını okuyan ve mezheplerini bilen herkes, onların, bu inanç üzere olduklarını
hemen farkedebilir. Onlar, sadece Hz. Ali'den Hasan el-Askerî'nin oğluna kadar olan Şîî imamların imametlerine inanmakla
kalmaz, aynı zamanda, On-ikinci îmânın öldükten sonra geri döneceğine (rec'at) de inanırlar.
Şiîler, imamlarını insan üstü birer varlık olarak görür; Hatta onları, insanların ömürlerini ve ecellerini bilen ilâhlar gibi
telakki ederler. Hiçbir şey, imamlara gizli değildir; bütün dünyâya maliktirler; bütün mahlûkâta hâkimdirler. Kâinat, onların
heybet ve kudretinin şiddetinden titrer. Melekler, tıpkı nebiler ve resuller gibi, onlara itaat ederler. Bunlardan hiçbiri, onlara
denk değildir. Okuyucunun Şîî akidesini yakından tanıyabilmesi için, onların önemli kitaplarından konuyla ilgili bazı örnekler
vereceğiz.
Şia’ya göre imamların gaybı bilmeleri yalanı (S.57-58)
Büyük Şîî bilgin ve muhaddis el-Kuleynî, el-Kâfî'sinde “İmamlar Bir Şeyi Bilmek istedikleri Zaman Onu Bilirler”,başlığı
altında Cafer'den şu rivayette bulunur: “İmâm, bir şeyi bilmek isterse, bilir.”
Aynı şeklide o, «İmamlar Ne Zaman Öleceklerini Bilirler, Onlar Ancak Kendi İhtiyarları ile Ölürler» başlığı altında şu
rivayeti nakleder: «Ebû Basîr, Cafer b. el-Bâkır'ın şöyle söylediğini bildirir : “Ne zaman gâib olacağını ve ne olacağını bilmeyen
imam , mahlukat üzerine Allah’ın bir hücceti olamaz.”
“Biz bir kişiyi gördüğümüzde de küfür ve münafık olduğunu anlarız.” Yalanı (S.59)
Şîa, bu hasletlerin sâdece Hz. Ali'ye has olmayıp on-iki imamın da bu vasıflarla muttasıf olduğuna inanırlar.
Kuleynî, Abdullah b. Cundub'den, Şia'nın sekizinci imamı Ali b. Musa'nın, ona yazdığı şu mektubu rivayet eder: «...Biz
imamlar, yeryüzünde Allah'ın eminleriyiz. Belâlar ve felâketler, Arab nesebi, İslâm'ın doğuşu ile ilgili ilimler bizim
katımızdadır. Biz, bir kişiyi gördüğümüzde, onun gerçekten mü'min mi, münafık mı olduğunu biliriz. Bizim taraftarlarımız,
isimleriyle ve babalarının isimleriyle birlikte yazılıdır. Allah, bizim ve taraftarlarımız hakkında mîsâk almıştır».
Muhammed el-Bakır’a atılan iftiralar (S.59-61)
: «Muhammed el-Bâkır,Hz. Ali'nin şöyle dediğini bildirir : Bana altı şey verildi : Belâlar ve felâketler ilmi; vesayet; hükümler
ilmi; dünyâya geri dönmem ve bütün dünyâya hâkim olmam; asa ve meyrem ile insanlarla konuşan dâbbe'nin sahibi olmam."
Halbuki Allah'ın şu âyetleri, Şiilerin bu sözlerini bütünüyle reddetmektedir:
«De ki: «Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka bilen yoktur» (Neml : 27/65); «Gaybın anahtarı O'nun ka. tındadır.
Onları ancak O bilir» (En'âm : 6/59) ,
Allah, Hz. Peygamber'e gaybı bilmediğini, bilmediğini ikrar etmesini ve bunun insanlara ilân etmesini şu âyetlerle
emreder : «De ki: «Size Allah'ın hazineleri elimdedir,
demiyorum; gaybı da bilmiyorum; size, ben meleğim de demiyorum. «De ki: Allah'ın dilemesi dışında, kendime bir fayda ve
zarar verecek durumda değilim. Görülmeyeni bileydim, daha çok iyilik yapardım ve bana kötülük de gelmezdi. Ben sâdece,
inanan bir milleti uyaran ve müjdeleyen bir peygamberim".
«Kıyamet saatini bilmek ancak Allah'a mahsustur. Yağmuru O indirir, rahimlerde bulunanı O bilir, kimse yarın ne
kazanacağını bilmez ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir, her şeyden haberdardır".
Yüce Allah, Hz. Peygamber (s.a.s)'e hitaben, münafıklar hakkında şöyle buyurur: «Çevrenizdeki bedeviler içinde
ikiyüzlüler ve Medîneliler içinde de ikiyüzlülükte direnenler vardır. Onları siz değil, ancak Biz biliriz. Kendilerine iki defe
azâbedeceğiz; onlar sonra da büyük bir azaba uğratılırlar"
Allah, Tebük Gazvesine gitmemek isteyen münafıklara izin veren Hz. Peygamber'e şöyle buyurur : «Allah seni affetsin;
doğrular sana belli oldu, yalancıları bilmeden önce, niçin onlara izin verdin?».
173
Bu âyetlerde görüldüğü gibi, Yüce Allah, Kur'an-ı Kerîm'de, resuller, hatta resullerin efendisi Hz. Muhammed de dâhil olmak
üzere, hiçbir kimsenin gaybı bilemiyeceğini, açıkça beyân etmektedir. Buna karşılık Şîa, imamlara hiçbir şeyin gizli
kalmadığını, onların herşeyi bildiğini söylemektedirler.Yüce Allah, Hz. Peygamber (s.a.s)'in bile, Allah'ın dilemesi dışında,
kendisine fayda ve zarar veremiyeceğini belirtirken, onlar, Hz. Ali'yi, cennetlikleri ve cehennemlikleri tespit eden bir kişi olarak
kabul ederler ve Şia'yı, Allah'ın, kendileri için nebilerden ve resûlullerden mîsâk aldığı bir dereceye yükseltirler.
Allah, kıyametin ne zaman olacağını, yağmurun yağmasını ve bir insanın yarın başına ne gelecegini , ancak kendisinin
bildiğini beyân ederken, Şiiler, bu hususiyetleri, imamlarına atfederler. Aynı şekilde Allah, Hz. Peygamber'in münafıkları
bilemiyeceğini ve onları mü'minlerden ayıramayacağını söylerken, onlar, imamlarının imân ve nifak bakımından insanları
tanıdıklarını ve ayırdıklarını ileri sürerler.
Kaynak: Yeniden oluşum adlı kitaptan – Ayhan(Medihanın eşi) Ömer Aliş
Haberci Basın yay., İst-2001
(TARİKATA GİREN BİR BAYANIN BAŞINA GELENLER !)
Semra üç sene önce bir dergaha girmiş haftada iki gün bu dergaha gidiyordu. "Mediha sende gel bir gün seni muhakak
dergaha götüreceğim der dururdu. Semra"Bana bak Mediha seni bu sefer kesin bizim dergaha götüreceğim. Dergahda biz
Allah(cc) a zikrediyoruz ve zikir esnasında çok büyük mucizelere tanık oluyoruz" dedi.
-Bu sefer Semranın teklifini kabul ettim. Semra "bak Mediha dergaha giderken başının kapalı olması gerekir" "tamam" dedim.
Semra islami çevrelerde tesettür olarak bilinen kıyafetiyle sokağa çıkardı. Semra'yla Zeytinburnu'nda bulunan Güney Market
yazan büyük bir tanzim satış mağazasına girdik içeride tahminen 15-20 kişi çalışıyordu, Mağazanın arkasında bulunan bir büro
ya geçtik.Büro da siyah sakallı ve cübbeli bir adam oturmaktaydı. Semra Selammaleyküm dedi. Adam da "ve
Aleykümselam"dedi. Semra "şeyhi- mizin oğlu Hüseyin efendi ve arkadaşım Mediha"dedi. Tokalaşmak üzere elimi uzattım elim
bir müddet havada asılı kaldı.
-Hüseyin bey tokalaşmak üzere uzattığım elimi tokalaşmayarak boşlukta bırakmıştı. Semra "Efendim Mediha Allah(cc) in aşkıyla
yanıp tutuşan devamlı ona secdeler edip zikirler yapan bir kardeşimiz . Bu arada Hüseyin beyi hızla incelemeye başladım.
-Takribi 40 yaşlannda olup boyu 1.70 civarında sakalı esmer bir adamdı yüzündeki ifade tamamen anlamsızlık içeriyordu.
Hüseyin efendi ağır bir edayla "çok güzel Semra hanım bu genç kardeşimizi Meliha Hocanın yanma götür.Tanışsınlar daha son
Meliha Hocayla birlikte bana gelin daha iyi konuşur ve tanışırız" diyerek uzaklaştı.
Tanzim satış mağazasından çıkıp hemen mağazanın yanındabulunan apartmanın kapısından içeri girip merdivenlerden
bodruma doğru inmeye başladık, içimde önce büyük bir heyecan dalgası ardından çok değişik tarifi mümkün olmayan bir korku
fırtınası meydana geldi. Ayaklarım bir anda kilitlenmiş merdivenin ortasında çakılıp kalmıştım. İçimden bir ses kesinlikle geri
dönmemi istiyor. Hatta haykırıyordu geri dön aşağıya kesinlikle inme Semra "Haydi kız ne duruyorsun yürüsene " dedi.
Semara'ya geri dönmeyi istiyorum" dedim, "neden" dedi "içimden bir ses geri dönmemi istiyor" dedim .Semra "Saçmalama haydi
yürü" dedikten sonra elimden tutup çekerek yürümemi sağladı. Dar bir koridordan geçerek büyük bir odaya girdik yerler koyu
yeşil halıyla kaplıydı.Ayakkabılanmızı çıkarıp içeriye girdik İçeride takribi 40-45 kadar kadın vardı. Çoğu siyah çarşaflı bir bölümü
Semra gibi tesettürlü idi. Kadınların karşısında yaşlı bir teyze vardı.Takriben 65 yaşlarında gösteriyordu. Elinde bir tesbih vardı.
Bizim girdiğimizi gördü ve bize bakmaya başladı.Kadınlardan bazılarıda bize bakıyordu Semra" Selamınaleyküm dedi" ve
"aleykümselam" dediler. Ben de"merhaba iyi günler" dedim hiç biri cevap vermedi. Semra beni göstererek" kardeşimizin adı
Mediha onu Meliha Hocayla ve sizinle tanıştırmaya getirdim inşallah Mediha kardeşimiz, bu günden itibaren bizimle birlikte
zikirler yapacak". Bayanların, sol baş tarafında takribi 50 yaşlarında gösteren bayan bizi yanına çağırdı.
Semra bizi çağıran Meliha Hoca diye kısık sesle mırıldandı. Meliha hocanın yanına oturduk karşımızdaki yaşlı teyze hadi
bakalım hazırmısmız. Kadınlar ve Semra hep birden hazırız dedi. Semraya baktım niye baktığımı anlamıştı
"Bak şuanda zikir yapacağız hep beraber Allah(c.c.) Allah(c.c.) diyeceğiz ve gözlerimizi kapatacağız. Ağlayan olur bağaran olur
sakın gözlerini açma sen Allah(c.c.) demeye devam et "dedi". "Tamam olur" dedim.. Karşımdaki yaşlı teyze haydi gözlerinizi
kapatın ve başlayın dedi. Hep birden "Allah(c.c.) Allah(c.c.) Allah(c.c.)" diyorduk Sesimiz koro halinde çok etkileyici çıkıyordu
içim bir hoş oluyor yüksek duygulara ulaşıyordum koro halinde çıkan Allah(cc) sesleri 2,3 dakika sonra anlaşılmamaya
başlamıştı. Ses uğultu halinde çıkıyordu.
174
Birden bir kadın çığlığı arkasından birbir daha çığlıklar, birbirine karışıyordu çok korkmuştum. Gözlerimi açtım Semranın elini
tuttum bir de ne göreyim kadınlardan biri ayakta elinin birini kaldıyor birini indiriyordu. Oda ne diğer bir kadında onun karşısında
sağ ayağını kaldırıp kaldırıp yere vuruyordu. Semra gözlerimin açık olduğunu anlamış olmalıki kız gözlerini kapat ve Allah(cc)
demeye devam et dedi tüm kadınların ne dediği anlaşılmadan sağa sola vücudlarınıı hareket ettiriyorlardı. Bağrışlar çığlıklar
ağlamalar, takribi bir saat kadar sürdü, içerisi çok sıcaktı herkes kanter içerisendeydi. Bende çok terlemiştim, içeriye bir kadın
girdi, elinde bir şişe vardı. Herkese ikram etmeye başladı banada ikram etti iki elime iyice bulaştırıp iki elimi yüzüme sürüp derin
bir nefes çekerek kokladım çok güzel bir Gülsuyuydu, biraz ferahlamıştım. Bu arada yaşlı teyze "Selamunaleyküm diyerek çıktı.
Semraya haydi gidelim dedim daha bitmedi şimdi başka bir hoca gelecek ve burada bize vaaz verecek bekleyelim dedi içeriye
40 yaşlarında çarşaflı bir kadın girdi. Selamınaleyküm dedi, Hep birlikte ve "Aleykümselam" dedik. Bende "Aleykümselam"
demiştim. Çarşaflı kadın, yaşlı teyzenin olduğu yere yürüyerek geldi ve bize dönerek.
Güzel kardeşlerim bugün size bazı gerçekleri anlatacağım, Allah(c.c.) kadınların örtülü olmasını emrediyor. Doğru kardeşim
saçını başını ört kolların bileğine kadar örtülü olsun, Cehennemde açık bıraktığın kolların yanarken sana j hesap soracaklar bizi
niye açıkta bıraktın yanmamıza sebep oluyorsun senden davacıyız diyecekler o zaman için kararacak cevap veremiyeceksin.
Sadece Allah(cc)'ım beni affet diyeceksin ama nafile cayır cayır kolların yanmaya devam edecek saçını gösterenler saçını
kapatmayanlar onlarda perişan olacak-lar. Saçlarından tek tek tutuşturulacaklar. Cehennem zebanileri onları bekliyor
saçlarınızda yanarken size hasap soracaklar bizi niye örtmedin yanmamıza sebep oluyorsun senden davacıyız diyecekler o
zaman ne yapacaksınız . Kadınlar hep birden ağlamaya başladılar, kadının konuşmaları beni etkilemeye başlamıştı. Gerçekten
kollarımız saçlarımız Cehennemde yanacakmıydı, yoksa onların yan-malanna benmi sebep olacaktım, Hayır!.. .evet.. .evet
Benim de başımı örtme m uzun kollu giyinmem lazımdı. "Vaaz bitmişti burası çok güzel bir yer olmalıydı.
Daha sonra Meliha Hoca'ya zikir esnasında kadınlardan birinin sağ ayağını [durmadan niçin yere vurduğunu, diğer kadın'ın da
ellerini aşağı, yukarıya neden kaldırdığını sordum. Meliha Hoca "Ellerini kaldırıp indiren kadın Mukail isimli Meleğin yardımcısı,
el hareketleriyle davul çalındığını sembol ediyor, her vuruşunda tabiat olaylarını meydana getiriyor (Şimşek, deprem, yağmur
v.s.) Sağ ayağını yere vuran kadın da İsrafil isimli Meleğin yardımcısı, oda ayağını yere vurarak kıyametin haberini veriyor" dedi.
Bu arada Meliha hoca bize hitaben ben odama gidiyorum. Haydi gelin beraber gidelim dedi. Semra, Meliha Hocaya, hocam
arkadaşım Mediha.çok fey-zli, Allah(c.c.)'a öylesine aşıkki" diyerek kısaca beni Meliha Hocaya tanıttı.
Meliha Hoca "A aa belli zaten Semra'cım" dedikten sonra demene gerek yok , onun maneviyatı çok yüksek" maşallah yüzünde
nur parlıyor" dedi. -bana dönerek ne güzel senin yaydığın ışık bir meşale gibi bizim ışığımız mum ışığı Medihacığım, dışarıda
başını örtüyormusun "hayır hocam örtmüyorum" Vah vah senin gibi yüzünden nurlar saçılan senin gibi inançlı olan bir kız başını
kapatmayacak, olacak şeydeğil" Meliha Hocanın sözlerinden sonra bir utanç'ın benliğimi kapladığını hissedip başım önüme
düşmüştü, içimden Meliha hocam kesinlikle kapanacağım Saçımın bir telini asla göstermeyeceğim kollarım ve bacaklarım asla
çıplak olmayacak her yerimi örteceğim dedim.
Mediha’nın Sultan Baba’ya biat ettirilmesi. (S.6-7)
Meliha hoca Semra'ya hitaben "Mediha biat'ını yaptımı"? hayır hocam yapmadı. Hüseyin efendi sizinle tanışıp konuşmamız için
Medihayı size yolladı. Meliha hoca "kızım Mediha bizim dergahımıza tabii olup bağlı kalırmısın" Ne söyleceğimi bilemiyordum.
Çünkü böyle bir olayla ilk defa karşılaşıyordum. Meliha hoca sözlerine devam etti. Bizim yolumuz efendimiz , şeyhimiz sultan
babamızın yoludur, Sultan babamızın yoluna gidip Allah(cc)'ın ipine sıkı sıkı sarılmak O bize cennetin kapılarını açtıracak.
Dergaha bağlı olmayanlar kıyamet günü şefaatçi arayacaklar. Bizim ise şeyhimiz bizi toparlayıp bize şahitlik edecek. Cennete
götürecek o çok büyük bir zat, ona tabii olmak herkese nasip olmaz. Bak senin kaydın çoktan buraya yazılmış yapılmış ama
gelmeyi Allah(cc) sana bugün nasip etti. Haydi gel yukarıya çıkalım, Üçümüz ayağa kalktık ve Güney markete gittik. Güney
marketin içinden arka tarafına geçtik.
Küçük bir büro gibi yer ayrılmış. Halı serilmiş. Büyük taht gibi koltuk konmuş. Camekan içinde bir cami maketi ve rahle, içinde de
altın kakmalı bir kuran. Bir kaç tane de sandalye. İçeriye geçtik. Meliha Hoca Kızım Mediha biraz sonra şeyhimiz gelecek ona
biat edeceksin dedi.
Bu arada sandalyelere oturduk. Takribi 5 dakika sonra gri cübbeli, beyaz sarıklı, beyaz sakallı, 80 yaşlarında bir dede kapıdan
içeriye "Destur" diyerek girdi. Taht gibi olan büyük koltuğa oturdu. Meliha Hoca sandalyesinden kalkıp, yaşlı dedenin önünde diz
çöktü, "Selamünaleyküm Şeyhim" dedi. Dede "Ve aleykümselam" dedi. Meliha Hoca "Şeyhim, Mediha kızımız biat etmek için
yüksek müsaadelerinizle huzurunuza gelmek istiyor", dedi. Şeyh, bana doğru elini işaret edip, "Kızım Mediha yanıma gel", dedi.
Heyecanlanmıştım. Sandalyemden kalkıp, şeyhin önüne geldim. Şeyh, "kızım Mediha diz çökerek otur", dedi. Meliha Hocanın
nasıl diz çöktüğüne bir göz atıp, bende şeyhin önünde diz çöktüm. Şeyh Kur'an dan bir bölüm açtı ve yüksek sesle okumaya
başladı. Arapça bilmediğim için şeyhin okuduklarını anlıyamıyordum.
Okumasını bitiren şeyh "Kızım Mediha Nakşibendi Tarikatı'nın kutsal yolu olan Abdülkadir Geylani Hazretleri önderliğinde
şeyhim Sultan Baba'ya biat edeceğine söz veriyormusun? dedi. Heyecanım daha da artarak kalbim atış hızını artırmıştı. Sanki
taşikardi geçiriyordum. Allah (cc) şahidimdir ki, beynimde birisi konuşmaya başladı, "sakın biat etme, biat sadece Allah'a
((Allahın emirlerine ayeti görmek şartıyla isyan etmemek için )) yapılır". "Burası şirk yuvası". Beynimde ikinci bir kişi daha
konuşmaya başladı. "Kızım Mediha". "Sultan Baba'nın yolundan gidenler cennete gidecekler". "Şeyhimiz sana şefaat edecek,
sakın başka birşey düşünme, hiç bir sese de kulak verme. O arada da Meliha Hoca beni eliyle dürterek, "Mediha cevap ver",
175
dedi. Şeyh bir daha sordu. "Kızım Mediha Nakşibendi Tarikatının Kutsal yolu olan Abdülkadir Geylani Hazretleri önderliğinde
Şeyhim Sultan Baba'ya biat edeceğine söz veriyormusun? ", dedi. "Evet" dedim.
Üç defa tekrarladı., üç defa "Evet", dedim. Şeyh, cebinden bir tesbih çıkardı. Mediha Hoca sağ eliyle, şeyhin elinde bulunan
tesbihi tuttu. Ben de sağ elimle şeyhin tesbihini tuttum. Şeyh, "Kızım Mediha Nakşibendi Tarikatı'nın kutsal yolu olan Abdülkadir
Geylani Hazretleri önderliğinde şeyhim Sultan Baba'ya biatin kabul edildi", diyerek cebinden yazılı bir kağıt çıkarıp bana
uzatarak, "Kızım Mediha bu kağıtta bugünden itibaren yapman gereken derslerin yazılı. Bundan böyle bu kağıtta yazılı olan
derslerini muntazaman yapacaksın" dedi. Şeyhin uzattığı kağıdı aldım.
1000 adet "Estağfurullah El Azim", 1000 adet "Allahümme salliala seyidine Muhammedin ve Ala Ali Muhammed", 500 adet "La
ilahe illallah", 500 adet "Allah" deyip, 2 rekat Allah (CC) için , 2 rekat Peygamber efendimiz (Sav), 2 rekat Abdülküdir Geylani
Hazretleri için, 2 rekat şeyhimiz Sultan Babamız için, 2 rekat embiya, evliya ve meczublar için namazlar kıl yazılıydı. Şeyhin
huzurundan çıktık. Meliha Hoca dergahta makamların yedi ayrı dereceden meydana geldiğini, benim üçüncü dereceden
dergaha kabul edildiğimi söyledi, çok sevinmiştim. O akşam sevgili anneanneciğime ve anneciğime Sultan Baba'ma biat ettiğimi
kısaca anlattım, dergahı övüp durdum.
Dünyanın en tatlı en temiz kalpli, şevkatli, sadece Allah (cc)'a inanan anneanneciğim "Ahh! bende genç olsam seninle dergaha
gelirdim" dedi. Anneciğim ise dergaha gitmeme tamamen karşı çıkıyordu. Anneciğimin konuşmalarını duymak istemiyordum.
Anneanneciğime dönerek, "Cankuşunuz bundan böyle kapanmaya karar verdi", dedim. Semra ile haftada iki gün dergaha
gitmeye devam edeceğim. Anneanneciğim "sen bilirsin" derken, anneciğim "Demek cankuşumuz özgür uçmayı reddedip,
kafeste yaşamayı tercih ediyor" dedi. "Anneciğim lütfen böyle konuşmayın" dedim. Anneciğim ağlayarak yalvarıyordu. "Beynini
yıkayacaklar, seni bize düşman yapacaklar. Bir ülkeyi kurtaran Mustafa Kemal Atatürk'ün düşmanı olacaksın, ne olursun gitme".
Dergaha katılma kararı tarafımdan resmen imzalanmıştı. Anneciğimi dinlemedim. O gün den sonra başımı kapatıp, uzun kollu
giyinmeye başladım,
Bu arada Sultan Babayla ilgili öyküler dergahın müritleri tarafından devamlı anlatılmaktaydı. Beni Sultan Babaya Aşk
derecesinde bağlıyan öyküler kısaca şöyle özetlenmekteydi.
Dergahın müritlerinden bir kadının 9 yaşında ki yüzme bilmeyen oğlu denize düşüyor ve çocuk denizin dibine doğru gitmeye
başlıyor. Çocuğun annesi ellerini havaya açıp yetiş ya Sultan Baba der demez denizin içinden bir el çıkıyor ve elin üzerinde
kadının boğulmak üzere denizin dibine giden oğlu durmakta, tabi el sultan baba'nın eli.Sultan Babanın an, kuş, böcek, kelebek
her hangi bir bitki, insan, melekler ve kısaca her türlü canlının kılığına girme yeteneği varmış.
Sultan baba iyi müridlerinin (Dergahın yasalarına tam uyanlar) ziyaretine sevimli zararsız hayvanların (kelebek öten ve güzel
görünümlü kuşlar ve özellikle bal arısı) kılığında, ayrıca iyi müridlerinin, sevdiği insanların kılığında gelirmiş.
Sultan Baba görevlerini tam yapmayan müridlerinin (Dergahın yasalarını tam uygulamıyan) ziyaretine ise zararlı sevimsiz olarak
kabul edilen yılan, çiyan, akrep, ve müritlerinin düşmanlarının kılığında gelirmiş.
Şeyh vekili Vahit HOCA, Hüseyin Hoca, ve Meliha Hoca bizlere imamlık edip namazlar kıldırırken namazlarımızı sık sık
bozdurup ,
Sevgili Peygamberimiz (Sav) efendimizin ruhu geldi, namazımızı o kıldıracak dediklerinde hep beraber çığlıklar atıp ağlardık ve
hayalı olan namazları kılardık. % 70 olarakta Şeyhimiz Sultan Babamızın ruhu geldi deyip namazlarımız bozulduğunda
ağlamalarımız daha görkemli olurdu. Yediğimiz ekmek , içtiğimiz su da şeyhimiz Sultan Babanın varlığı asla eksik olmuyordu.
Şeyhim Sultan Babam benim her şeyim olmuştu. Ben Allah(cc)'ın aşkı ile yanarken artık şeyhim Sultan Babanın aşkı ile
yanıyordum. O olmazsa beni Allah (cc) a kim götürürdü ki!... Kim bana kıyamette şefaat ederdi.
Anneciğim ve babacığımla ilişkilerim tamamen bozulmuştu. Onlar benim şeyhim Sultan Babamın emirlerine uygun
yaşamıyorlardı, onlar kafirdi, onların evinde yemek yemem haramdı. Anneciğimle, babacığımla her gün tartışıyorduk. O güzel
insanlara siz kafirsiniz diyordum. Dergahtaki vaazlar hep cehennemin felaketlerini anlatan konuşmalarla geçmekteydi. Bu arada
Meliha Hoca 5 inci dereceye yükseldiğimi bildirdi. Demekki ben doğru yoldaydım. Derslerim şeklini muhafaza ediyordu. Her
hangi bir artış yoktu, her derece alışımda olduğu gibi sevincim 5 inci dereceye yükselmemle de artmıştı.
Dergahta 3 yılımı doldurmuştum. Dergah hakkında bilgilerim ve gördüklerim bayağı çoğalmıştı. Bu arada birçok konunun beni
rahatsız etmeye başladığını görmekteydim.
Dergahın içinde bulunan kuyudan su çekilir, pet şişelere dergahtaki görevliler tarafından konur güney markette çok yüksek
paralar karşılığı zem zem suyu diyerek satılırdı. Meliha Hocaya, Bu nasıl iş bu sular resmen kuyu suyu, niye zem zem suyu diye
satılıyor dedim. Meliha Hoca "Mediha" sen 5 inci dere ceye yükselen bir mürit olarak bana saçma sapan bir soru soruyorsun.
Şeyhimiz Sultan Babamız bu kuyuya hergün zem zem suyu getirip döküyor, dedi. Meliha Hoca'nın anlattığı bu öyküye pek
inanmamıştım. Ama 5 inci dereceye yükselmem beni çok mutlu etmişti. Dergahta 3. yılımı doldurmuştum ama diğer müritlerin
her gün ben sevgili şeyhim Sultan Babamı gördüm. Akşam beni şu şekilde ziyaret etti. Sevgili Peygamberimiz (sav) efendimiz
ziyaretime geldi, meleklerle sohbet ettim, Bana cennetteki yerimi gösterdi, dergahın müritlerinin anlattıklarını dinlediğimde
içimde fırtınalar kopuyordu. Ben ki Allah (cc) dan çok korkuyordum. Benki Sevgili şeyhim Sultan Babama biat etmişim. Onun
yoluna baş koymuşum neden bana mucizeler gösterilmiyor, ben dergaha girmeden büyük mucizeler yaşamamışmıydım. Beşinci
176
dereceye yükseldikten sonra geniş çerçeveli siyah gözlük ve siyah eldiven takmam emredilmişti. Dergahta beşinci dereceye
yükselenler kesinlikle siyah gözlük ve siyah eldiven takmak zorundaydılar.
Vaazlarda ve zikir anlarımızda dergahta bulunan kadınlar "oyunuzu Erbakana verin oyunu Erbakan'a vermeyenler Kafirdir" diye
bağırıyorlardı. Erbakan'la şeyhimiz Sultan Babamız'ın birlikte çekilmiş video filimlerini sık sık seyrediyorduk. Dergahta
Erbakan'la ilgili en meşhur hikaye şöyle anlatılmaktaydı: Erbakan şeyhimiz Sultan Babamıza "Şeyhim izin verirsen sakal
bırakmak istiyorum" demiş, Şeyhimiz Sultan Baba ise "Sen devletimizin liderisin. Senin sakal bırakmana izin vermiyorum"
demiş. Erbakan'a oy vermeyip başka partilere oy veren insanların elleri kıyamette hesap verecek diyorlardı.
Eller kıyamette şöyle diyecekmiş. "Vallahi benim günahım yok. . Bana falan partiye oy at dedi, bende attım" işte o zaman
yapacak birşey olmadığını ve yanmaktan bizi kimsenin kurtaramıyacağım haykırıp duruyorlardı.
Bu arada tarikatın üst düzey yöneticilerinden bir yaşlı adama beni dördüncü eş yapmak istiyorlardı. Kesinlikle ben bu
dergaha evlilik yapmak için gelmediğimi, sadece Allah (cc) a ulaşmak için bu dergahta bulunduğumu söylüyordum.
Bir gün Meliha hocaya "Hocam diğer müritler zikir esnasında ağlıyorlar, bağınyorlar. Sultan Babamızı gördüklerini söylüyorlar,
Ben neden göremiyorum? Ben de Şeyhimiz Sultan Babamızı ve bir çok ilahi olayı görmek istiyorum " dedim. Meliha Hoca "
İstihare dualarını oku, zikre öyle katıl, inşallah sen de Şeyhimiz Sultan Babamızı ve mucizeleri görürsün" dedi. Ben de aynen
Meliha Hoca'nın dediklerini yerine getirip her zaman devam eden zikir seansına katıldım ve gözlerimi kapatıp Allah (cc)'ın adını
tekrarlamaya başlamıştım ki Meliha Hoca dahil tüm kadınların kafa tasları ortadan ikiye ayrılmıştı. Ve Meliha Hoca dahil her
kesin kafa tasının içinde beyinleri yoktu, korkuyla gözlerimi açtım . Aman Allah'ım bu nasıl bir şeydi kimsenin beyni yoktu
gözlerimi açmama rağmen değişen birşey olmamıştı, gözlerimi bir daha kapattım hakikaten bütün müritlerin kafa tasları açık ve
hepsinin içi boştu. Zikirden sonra Meliha Hoca'ya durumu olduğu gibi anlattım. Gözlerimin içine bakarak bana aynen şöyle dedi.
"Mediha sana tek bir şey söylüyorum. Senin yerin bu dergah değil", dedi. Halbuki üç sene önce senin kaydın buraya yapılmış,
sen buraya aitsin" demişti. "Neden" dedim, cevap vermedi.
O gece rüyamda bir ses üç kez "Haşiyer Rahmane Bil Gayb" dedi . Anlamını bilmediğim bu cümle beni çok etkilemişti. Ertesi
gün Meliha Hoca'ya rüyamı anlattım. Meliha Hoca "Ben anlıyamadım. Gel seni Şeyh vekilimiz Vahit Hocanın huzuruna
çıkarayım, ona sor" dedi. Şeyh vekilimiz Vahit Hoca'ya rüyamı anlattım. Yüzüme baktı rüyanda sana söylenen sözleri bir daha
tekrar-larmısın dedi. "Haşiyer rahmane Bil Gayb" efendim dedim. "Bu şeytan işi, cin işi. Allah (c.c.)'a tövbe et, yatmadan önce
önüne, arkana, sağına, soluna, aşağıya Ameneresulû, yedi Ayetelkûrsi, üç ihlas, üç nas, üç Felak, bir Fatiha suresi okuyup
üfleyeceksin. Artık bundan sonra böyle şeytan işi cin işi şeyler görmez ve duymazsın" dedi. Aman Allahım ben şeyhim Sultan
Babamın vasıtasıyla sana ulaşmak için her gün sabahlara kadar ders ve ibadetler yaparken rüyalarımda seni görmeyi düşlerken
ben şeytan işi, cin işi rüyalar görüyorum", diye acıyla düşündüm. Belediye konservatuarında şan dersleri eğitimi almıştım. Sesim
çok beğenilirdi.Üç yıl boyunca dergahta Allah (cc)'ıma , sultanıma ilahiler söylüyordum. Ben neden böyle kötü, şeytan işi, cin işi
rüya gördüm. O gece şeyh vekilimiz Vahit Hoca'nın dediği gibi duaları okuyup önüme, arkama, sağıma soluma, yukarıya
aşağıya üfledim. Ama aynı şekilde rüyamda üç kez "Haşiyer rahmane Bilgayb sözü tekrarlandı. Büyük bir paniğe kapılmıştım,
ben ne günah işlemiştim de böyle şeytan işi, cin işi sözler bana söyleniyordu.
Bütün günüm zehir zemberek geçti. Öğece tekrar şeyh vekilimiz Vahil hocanın dediği duaları dediği şekilde okuyup üfledim,
ayrıca ilaveten namazlaı kıldım, bilmediğim bir günahım varsa beni affetmesi için Allah (cc)'a yüreğimi, ellerimi açıp yalvardım,
ama o gece yine rüyamda üç kez "haşiyer rahmane bil gayb" sözü tekrarlandı. Büyük bir korkuyla uyanıp tekrar dualar edip
namazlaı laldım ve o gün dergaha gittim. Meliha Hocaya durumu anlattım.
Mediha’nın şeyhin oğlu Hüseyin ile görüştürülmesi. (S.12-13)
Meliha Hoca gel "Mediha bu sefer de şeyhimizin oğlu Hüseyin efendinin huzuruna çıkalım. Biliyorsun o sultanımızın ruhuyla
devamlı görüşüyor" dedi. Dergahtan çıkıp Güney markete girerek Hüseyin efendinin bulunduğu bölüme geçtik. Hüseyin
efendinin masasının başında resmen uyuklamaktaydı. Meliha hoca " şeyhimiz sultan babamızın oğlu Hüseyin efendi bu
haldeyken şeyhimiz sultan babamızın ruhuyla bağlantı halinde oluyor, aman rahatsız etmeyelim. Daha sonra gelir, rüyanın
yorumunu öğreniriz" dedi. " hayır Meliha hoca bekleyelim" dedim. Bir müddet sessizce bekledik. Hüseyin efendi gözlerini açtı.
Hemen yanına gittik. "Selamın Aleyküm" dedik. Destur, destur ve aleykümselam" dedi. Meliha hoca "Hocam, küçük müridimiz
bir rüya görmüş yorumunu sizden öğrenmek istiyor." dedi. Hüseyen efendi "anlat" dedi. Rüyamı Hüseyen efendiye anlattım.
Hüseyin efendi sağ eliyle sakalını karıştırıp daha sonra iki eliyle uykulu gözlerini oğuşturup, gözlerini oğuşturup, gözlerini
kapattı. "Hımm bu rüyayı başka kimseye anlattın mı? dedi. Evet efendim Vahit Hocam'a anlattım "ne dedi" "şeytan işi cin işi
dedi., ve dualar okumam gerektiğini söyledi. Hüseyin efendi "Vahit hocam doğru söylemiş, bu sözler şeytan işi, cin işidir. Bu
sözlerin hiç bir manası yoktur. Vahit hocamın dediklerini yap kurtulursun" dedi.
Hüseyin efendinin yanından ayrıldığım da isyan etmeye başladım. "Dergahta beşinci dereceye yükselmişim. Ben ki Allah'ım
sana öylesine aşığım ki, sultan babamın vasıtasıyla hep sana ulaşmak istiyorum, ama rüyalarımda şeytan işi, cin işi sözler
söyleniyor" diyerek ağlamaya başladım. Güney marketten koşarak çıkıp evime geldim ve Allah (cc)'a secdeler edip namazlar
kılıyorum, ama "Haşiyer rahmene bil gayb" sözü rüyalarımda durmadan tekrarlanıyordu. Ruh yapım tamamen bozulmuştu,
ruhumda meydana gelen yanar dağlardan fışkıran lavların kandamarlarımda aktığını hissediyordum, düşünmekten beynim iflas
etmişti ve bir gün intihar etmeye karar verdim, ve ölmek için apartımanımızın dördüncü katına çıktım. Tam aşağıya
atlayacağım sırada kızım Ayşem gözlerimin önüne geldi, sanki konuşuyordu, "anneciğim sana ihtiyacım var, seni çok
seviyorum" diyordu. Kendimi aşağı atamadım, intihardan vazgeçtim.
Aşağıya daireme indim. Allah (cc) a sabaha kadar yalvardım , secde ettim beni affetmesi için yüreğimi ve elimi açtım, ve kur'anı
Kerimi elime alıp bildiğim kuran diliyle yasin sûresini okumaya başladım. Aman Allah'ım "Haşiyer rahmane Bil gayb" yazıyordu.
Bir daha okudum. Bir daha okudum kalbimin heyecandan bir an duracağını zannettim. Bu cümlenin anlamını öğrenmek için
günün iyice aydınlanmasını bekledim.
177
Ve Kadıköy Müftülüğüne gittim. Sayın Müftü'den aldığım cevap gözlerimden oluk gibi yaşların akmasına sebep olmuştu.
"Haşiyer Rahmane Bil Gayp" kısaca görmeden Allaha inanıp Allah'tan korkan anlamına geliyordu. Yasin suresi 11 ayette
geçmekteydi. Bir anda dergahtan buz gibi soğudum. Biz Kur'an la hükmediyoruz, biz insanların Allah (cc) a ulaşması için
aracıyız diyenlerin Arapça bilmediklerini üstelik tamamen bilgisiz olduklarını, onların bilgisizliğinin benim ölümüme sebep
olacağım anladım.
Bütün bu gerçekler bir bir gözümün önünden geçiyordu. Başta Vahit Hoca, Hüseyin Efendi, Meliha Hoca ve diğer hocalar.
Kur'an la hükmediyoruz diyorlar, fakat hep hikayeler anlatıp bana durmadan ilahiler söyletiyorlardı. Rüyamda duyduğum
"Haşiyer Rahmane Bil Gayp" sözüne şeytan işi, cin işi diyorlar. Evet, evet bunlar kesinlikle yanlış yoldalar. Hem bu güne kadar
ben şeyh Sultan Baba'nın ruhunu hiç görmedim. Gördüm diyenlere ne kadar güvenilirdi
Hem bu dergahta birçok kız ve kadın dergahın üst düzey zengin müritlerine kandırılarak üçüncü, dördüncü eş yapılıyordu. O
günden sonra bir daha İstanbul Zeytinburnu'ndaki Sultan Baba Dergahı'na hiç gitmedim.
Mediha’nın Hüdayi tarikatına bağlı Hacı Anne ile görüştürülmesi. (S.13-14)
Ve eve kapandım. Kendimi boşlukta hissediyordum. Bir gün aynı zamanda arkadaşım olan Kuaför'üme gittim. Havadan sudan
konuşurken bir gece evvel gördüğüm rüyam aklıma geldi. Rüyam beni çok etkilemişti. Kuaför arkadaşım Neslihan'a rüyamı
anlattım. Arkadaşım Neslihan "Mediha istersen seni bir teyzeye götüreyim hacı anne diyorlar, çok güzel rüya yorumu yapıyor
dedi. Kabul ettim. Neslihan ile Üsküdar'da bulunan 5 katlı bir apartıman'ın alt zilini çaldık. Orta yaşlı kapalı bir bayan kapıyı açtı
"Buyrun" dedi. içeriye girip bir odaya geçtik içeride kapalı kadınlar, ve yaşlı bir teyze vardı. Birden şok olmuştum. Bu teyze
benim rüyamda gördüğüm kadındı. "Selamünaleyküm dedim. Hepsi birden "Vealeykümselam" dediler. Arkadaşım Neslihan
yaşlı teyzeye hitaben "Hacı Anne seni arkadaşım Mediha ile tanıştırayım. Kendisi bir rüya görmüş, eğer uygun görürsen
anlatsın" dedi. Hacı Anne "Hoşgeldiniz, önce bir oturun sonra rüyanı anlatırsın kızım dedi. Çok heyacanlanmıştım. Sesim
titreyerek "Efendim rüyamda bir kadın ve elinde ölü bir erkek çocuğu vardı. Bu kadın sizdiniz efendim dedim ve ağlamaya
başladım.
Hacı anne "ağlama kızım, bundan 45 sene evvel dokuz aylık bir erkek çocuğum hastalanarak öldü" dedi. hacı anne ile böylelikle
tanıştık ve hacı anneyi ziyaretlere başladım. Hacı anne de beni çok sevmişti. Hacı anne Aziz Mahmut Hüdai Hz. bağlı bir
hocaydı. Evinde daima dini sohbetler yapılır, namazlar kılınır, ve zikir yapılırdı. Altı ay kadar Hacı anneyi ziyaret ettim. Çok saf
ve çok inançlı bir kadındı. Aziz Mahmut Hüdai Hz. öylesine aşıktı ki ona öylesine tapıyordu ki, kendisine kıyamet gününde şefaat
edeceğine ve Aziz Mahmut Hüdai Hz. inanıp ayrıca, onun yolundan giden tüm insanlara kıyamette şefaat edeceğine inanıyordu
burası bir dergahtı, Hacı anne aynca Aziz Mahmut Hüdai Hz. ruhunun kendisini ziyarete geldiğini söyler dururdu bir gün
kendisine sordum. "Aziz Mahmut Hüdai Hz. ziyaretine geldiğini görüyor musun?" dedim, "hayır" dedi. "Peki görmediğin halde
nasıl seni ziyarete geldiğine inanıyor-sun"dedim. Bir müddet yüzüme baktı ve "töğbe de, Şeyhim Aziz Mahmut Hüdai Hazretleri
her zaman ziyaretime geliyor ben bundan eminim" dedi. Hacı anneyi çok sevmiştim ama inancı bana uygun gelmiyordu ve Hacı
anneden ilişkimi tamamen kestim.
Mediha Şabani tarikatın piri Mehmet Dumlu’ya biat etmesi. (S.14-16)
Bu arada başımı açıp normal yaşantıma başladım, Kadıköy'de üniversiteye hazırlık ingilizce ve bilgisayar kursları açtım, istanbul
Maltepe de bulunan belediye konservatuarına giderek, tekrar şan dersleri almaya başladım derslerden sonra dini sohbetler
yapılıyordu bende bu dini sohbetlere katılmaya başlamıştım. Hocamız Fikret Erkaya çok mutevazi görünen ve dini inançları olan
bir insandı. Bir yıl sonra bir gün Fikret Hocanın ve okulun bir çok öğrencisinin bir tarikata üye olduğunu anlamıştım. İnsan bazen
isteyerek, bazen istemeden zorunlu olarak kaderini yaşıyordu. "Hocam siz kesin bir tarikata bağlısınız ama hangi tarikata bağlı
olduğunuzu anlayamadım" dedim. Fikret hoca bana dönerek "bu kadarım anladığına göre elbet bir gün gerisini de anlarsın"
dedi.
Müzik derslerinden sonra devam eden dini sohbetlerden anladığım kadarıyla, tarikatın adı Şabani tarikatı olarak biliniyordu.
Tarikatın şeyhi olan Mehmet Dumlu'ya tarikat üyeleri sultanım diye hitap ediyorlardı. Dini soh-betlerede Mehmet Dumlu adına bir
çok hikayeler anlatılmaktaydı. Bir gün inancı zayıf olan bir adam Mehmet Dumlu'ya getirilir, adam Dumlu'ya hocam "lailaheillallah" ne demektir? diye sorar soru şekli adeta dalga geçer gibiymiş Mehmet Dumlu dalga geçer gibi soru soran adama
dönerek başını sol göğsüne doğru eğip "lailahe" demiş ve ortadan kaybolmuş (görünmez olmuş) daha sonra görünür hale
gelmiş illallah diyerek başını sağ göğsüne koymuş ve adama dönerek şimdi manasını anladın mı demiş adam çok korkmuş affet
beni sultanım affet demiş ve buna benzer bir çok hikaye.
Fikret Erkaya hoca çok kibar modern görünümlü giyisileri güzel sesi ve güçlü diksiyonu ile insana güven veriyordu
(Tarikatın güçlü beyin yıkayıcıları bir anda etrafımda bitmeye başlamışlardı, doktorlar, avukatlar, iktisatçılar, kuyumcular, Fikret
hoca, talebeleri ve bir çok kişi beni tarika ta kazandırmak için hummalı bir çalışma yapıyorlardı. Bu arada tarikatın şeyhi olan
Mehmet Dumlu'nun, Kütahya'da, ikamet edip, sık sık İstanbul'a gelerek Maltepe'deki dergahında müritlerine vaazlar verdiğini
öğrenmiştim, beyin yıkayıcılarımın etkisi kısa zamanda kendisini göstermiş, kendimi bir anda Mehmet Dumlu'nun huzurunda
bulmuştum. Mehmet Dumlu, takribi yetmiş yaşlarında, ince yapılı, kısmen uzun boylu, sivri beyaz sakallı saçları geri taranmış,
bakımlı, takım elbisesi ve iki elinde tuttuğu teşbihi ve ela gözleriyle oldukça mütevazı bir görünüm sergilemekteydi. Hemen
yanıda, altmış yaşlarında, ciddi görüntülü, oldukça şişman, başı tamamen kapalı şık giyimli bir kadın vardı., daha sonra, bu
kadının Mehmet Dumlu'nun karısı olduğunu öğrendim. Dergahta iki bölüm mevcuttu.. Erkekler ve kadınlar bölümü kadınlar
bölümünde yüz civarında başı kapalı kadın vardı. Bende başımı kapatmıştım. Mehmet Dumlu biat edecekler gelsin dedi.
178
Yerimden kalkıp Mehmet Dumlu'ya doğru yürüdüm iki tane orta yaşlı kadın tam Mehmet Dumlu'ya yaklaştığım sırada önüme
geçerek otur dediler, kalabalığın içinden üç tane daha benim gibi genç bayan Mehmet Dumlu'ya doğru geldiler iki tane yaşlı
kadın onlanda benim yanıma oturttu. Mehmet Dumlu ceketinin iç cebinden, bir kalem ve ufak bir not defteri çıkardı, orta yaşlı iki
kadın dizlerinin üzerinde bir metre kadar yürüdüler ve yavaş sesle Mehmet Dumlu'ya isimlerimizi yazdırdılar, ve bizim de
dizlerimiz üzerinde yürüyerek Mehmet Dumlu'nün iki eliyle tuttuğu teşbihi sağ ellerimizle tutmamızı söylediler, dizlerimizin
üzerinde yürüyerek sağ elleremizle Mehmet Dumlu'nun ellerinde olan teşbihi tuttuk. Mehmet Dumlu yüksek sesle anlamını
bilmediğim arapça olduğunu zannettiğim bir şeyler okudu ve bize içimizden bir fatiha bir ihlas bir nas bir de felak sûresi
okumamızı istedi.
Bir çırpıda dört sûreyide okudum Mehmet Dumlu Mediha kim? dedi. Benim efendim dedim, diğerleri teşbihi bıraksınlar sadece
sen tut diyerek konuşmasına devam etti. "Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammet Mustafa (s.a.v) efendimizin rızasıyla şeyhimiz
pirimiz Şaban Veli Hazretlerinin emriyle, Allah'ın ipine Şu andan itibaren sıkı sıkıya sarılacağına, dergahın kurallarına tam
anlamıyla uyacağına, ve dergahımızı hiç bir zamana terk etmeyeceğine Allah (cc) in adına yemin ediyor-musun" dedi, aman
Allahım beynimde yine çok iyi tanıdığımbir ses burasıda şirk yuvası sakın biat etme dedi. ikinci bir ses inanma duymuyormusun
Allah (cc)'ın ipine sarılacakmısın diye soruyor, tanıdık ses tekrar haykırdı hayır inanma buda tuzak inan ki şirk yuvasındasın çık
buradan hayır çıkmayacağım sultan baba dergahında Şefatçiler var Hacı annenin Şefatçisi Aziz Mahmut Hüdayi Hazretleri
oralarda şirk var. Bunlar temiz giyimli tahsilli kültürlü insanlar hem Allah'ın ipipine sarılmaya yemin etmeyecekmiyim yemin
ediyorum efendim üç defa yemin ediyorum diyerek Şabani tarikatı Sultan Mehmet Dumlu'ya resmen biad etmiştim, ilerleyen
aylarda tarikatın müritlerinin zikir yaparken Mehmet Dumlu'yu rabıta aldıklarını öğrenmiştim.
Fikret Erkaya hocama şeyhimiz sultanımız Mehmet Dumlu'yu düşünüp rabıta alarak zikir yapmamız şirk olmuyor-mu diye
sordum Fikret hoca bana çok kızdı "Mediha saçmalama Allah (cc) dostu şeyhimiz Mehmet Dumlu bu konuştuklarını duydu
çabuk töğbe et" dedi Ne diyeceğimi şaşırmıştım" hocam gerçekten duydumu? "Fikret hocama çok güveniyordum onun yalan
söylemesi mümkün olamazdı. Töğbe ettim, böylece işirk batağının ortağı olmuştum, Mehmet Dumlu'nun dergahındaki zikir
seanslan sekil olarak Zeytinburnu'ndaki Sultan baba dergahındaki zikir seanslarına benzemiyordu zikirler diz çökerek oturuluyor
vücutları hareket ettirmeden Mehmet Dumlu düşünülüp rabıta alınıyordu üç sene kaldığım Sultan baba dergahındaki zikir
seanslarında Sultan babayı düşünmeye çalışmış ama hiç bir zarnan Sultan babayı rabıta alamamış sadece Allah (cc)'ı
düşünmüştüm. Mehmet Dumlu'nun dergahında ki zikir seanslarında Mehmet Dumlu'yu düşünüp rabıta almaya çalışıyor fakat
başaramıyor. Allah ve Allah'ın yarattığı güzellikleri düşünüyordum Fikret hocaya Mehmet Dumlu'yu rabıta alamadığımı söyledim,
kolay diyerek cebinden Mehmet Dumlu'nun vesikalık resmini çıkarıp bana uzattı. " bundan böyle zikir anında Sultanımız Mehmet
Dumlu'nun resmine bakarak düşün ve Sultanımızı rabıta al" dedi. Zikir seanslarında Mehmet Dumlu'nun vesikalık resmine
bakıyor gözümün önüne getirip rabıta almaya çalışıyor fakat bir türlü başaramayıp sadece Allah (c.c.)'ı düşünüyordum bu arada
Mehmet Dumlu'nun vesikalık resmini bir fotağraf sütüdyosunda eni bir metre yirmi santim, Boyu iki metre uzunluğunda
büyüttürüp çerçevelettirerek dersanemin yönetim odasına astım gidiyorum geliyorum Mehmet Dumlu'nun büyüttüğüm resmine
bakıyorum geceleyinde vesikalık resmine bakmaya devam ediyor fakat zikirlerde kesinlikle Mehmet Dumlu'yu rabıta
alamıyordum Mehmet Dumlu yaşamımda önemli bir yer teşkil etmeye başlamıştı bazen beynimde bir sesin ona çok bağlı
olduğumu söylediğini bazende beynimdeki tanıdık sesin "aptal hala niye inat ediyorsun Allah (c.c.) senin daha fazla şirke
batmaman için şeyhleri rabıta almana izin vermiyor sen gerçekten Allah (c.c.)'m aşığısın ne işin var bu şirk yuvalarında sen
Allah (c.c.)'ın ipine sarılıyorum diye Mehmet Dumlu'nun ipine sarıldın"
Mediha’nın Ayhan Hoca ile tanışıp tarikattan kurtulması. (S.16-19)
Yaşamım tamamen alt üst olmuştu., bu arada iki yıldan beri böbreklerimden rahatsızdım böbreklerim gerekli süzme işini
yapmıyor karnımda su birikiyordu bu da çok acı çekmeme neden oluyordu, bu rahatsızlığımdan dolayı tedaviler görüyor, yeterli
fayda göremiyordum bir gün dersahanemde yine karnım su toplamış acıdan ve sancıdan kıvranıyordum. Dershanemde
ingilizce kurslarına devam eden çok sevdiğim Derya isimli kız öğrencim bu durumu görerek " öğretmenim neyiniz var"
diyerek bana sarıld. Böbreklerimden rahatsız olduğumu söyledim "öğretmenim babam sizi iyileştirir sizi babama
götüreyim" dedi "baban doktor mu " dedim "hayır ama bitkilerle sizin böbreğinizi tedavi edebilir" dedi. "babanın adı
ne" dedim."Ayhan hoca" dedi bu isim bana yabancı gelmiyordu "Babanın yeri nerede!' dedim. "Kadıköy'de öğretmenim dedi. Bir
yıl evvel halamın kızı Ayhan hocayı tavsiye etmiş fakat bir türlü Ayhan hocadan randevu alamamıştım. Öğrencim Derya hayat
hikayesini bana kısaca anlatmıştı Ayhan hocanın manevi kızıydı. Öğrencim Derya'nın vasıtasıyla Ayhan hocadan randevu aldım
bu arada öğrencim Derya manevi babası Ayhan hocayı övüyor adeta göklere çıkarıyor onun iş adamı olup turizm ile
uğraştığını eski bir gazeteci olduğunu dini konularda çok bilgili olduğunu şifalı bitkilerle ilgili iki kitap
yazdığını,iyileşebileceğimi söylüyordu. Halamın kızı da Ayhan hocayı aynı şekilde anlatmıştı. Ayhan hocayla randevumuz bir
gün sonra olacaktı. Bütün gece Ayhan Hoca'yı merak ettim, ertesi gün Ayhan hocanın şirketine Derya ile birlikte gittik, Derya
"babacığım size bahsettiğim öğretmenim Mediha hanım" dedi. Ayhan Hoca elini uzatıp yüzüme bakmadan hoş geldiniz efendim
diyerek benimle tokalaşıp, Deryayı her iki yanağından öptü, süratli bir şekilde Ayhan Hocayı baştan aşağı süzmüştüm, kısmen
uzun ve dağınık saçları oldukça geniş omuzlu iri yapılı yuvarlak yüzü, ince uzun bıyıkları, alalade giyinişiyle dikkati çekiyordu.
Hemen Ayhan hoca "buyurun sizi dinliyorum" dedi. iki yıldan beri çektiğim hastalığı Ayhan hocaya anlattım. İnşallah faydamı
olur diyerek bana bir dizi bitki ve bitki özü kullanmam için reçete yazdı. Derya'nın başarılı olup olmadığını sordu diksiyonu çok
düzgün ve kibardı, bir aya kadar Ayhan hocanın tavsiye ettiği bitki ve bitki özlerim kullandım, Allah (c.c.)'ın izniyle iyileşmiştim.
Ayhan Hoca benim sağlık sorunumu manevi kızının durumunu öğrenmek için beni dershanemde ziyarete geldi, sağlık
durumumu sordu, çok iyi olduğumu söyledim, gülümsedi "inşallah bir daha hastalanmazsınız" dedi. "bir ay daha verdiğim " bitki
ve bitki özlerini kullanmaya devam edin" dedi. Manevi kızı Derya'nın başarı durumunu sordu ve aynı anda gözü duvarda asılı
bulunan Sultanım Mehmet Dumlu'nun resmine kaydı, ve bana dönerek "efendim aile büyüğünüzmü"dedi, "hayır manevi
büyüğüm" dedim, "nasıl yani" dedi, "şeyhim olduğunu söyledim" yüzüme baktı "şeyhim mi dediniz?" dedi, "evet dedim", "ismi ne"
dedi. "Mehmet Dumlu" dedim. Yüzüme bakarak Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla dedikten sonra "and olsun; sizi ilk kez
179
yarattığınız gibi yine tek olarak bize geldiniz ve dünyada size verip hayale daldırdığımız şeyleri arkanızda bıraktınız. Hani sizin
bize yaptığınız ibadetlerle bize ortak olduklarını sandığınız Şefaatcilerinizide yanınızda görmüyoruz, aranızda ki bağlar kesilmiş
Şefaatçi sandığınız şeyler sizden kaybolup gitmiştir "bu sözler nerde yazılı bilmiyorsunuz" dedi. bilmiyorum dedim, efendim size
Kuranda bulunan enam sûresi 99. ayeti okudum şimdide Bakara sûresi 120. ayeti okuyorum diyerek. Rahman ve Rahim Allah'ın
adıyla "ve şu günden sakının kimse kimsenin cezasını çekmez kimseden fidye kabul edilmez hiç kimseye Şefat aracılık iltimas
fayda vermez bir taraftan yardım da görmezler" dedikten sonra yüzüme sert bir ifade ile bakarak ne sultanı ne şeyhi Mediha
hanım ben size şah damarınızdan daha yakınım diyen Kuranın haber verdiği Allah (c.c.)'ını duymadınız herhalde dedi.
Beynim dönmeye başlamıştı yine tanıdık ses beynimde konuşmaya başladı. Biat sadece Allah (c.c.)'a yapılır dediğimizde bizi
dinlemeyerek şeyhlerine biat ettin. Doğru ya ben Allah (c.c.)'ın dostlarıyız diyerek kendilerini şefaatçi ilan edenlerin peşine
düşmüştüm. Ayhan hoca sağ elini boynuna götürüp işaret parmağını boğazına değdirdi, şu anda parmağımızın altındaki derinin
altında şah damarımız olduğunu biliyormusunuz, işte Kuran Allah'ın bize şah damarımızdan bile yakın (aklımızdan,kalbimizden
geçeni bilir) olduğunu söylüyor dedi.
O anda beynimdeki tanıdık ses "hala ne duruyorsun iki ayaklı canlı putun resmini niye'parçalayıp yırtmıyor sun" dedi. Yerimden
kalkarak duvarda asılı bulunan Mehmet Dumlu'nun çerçeveli resmini aldım ve Ayhan hocaya dönerek "kusura bakmayın Ayhan
bey" diyerek elimdeki çerçeveyi büyük bir öfke ile duvara çarptım çerçeve bir kaç parçaya ayrılmış camı tuz buz olmuştu. Ortaya
çıkan Mehmet Dumlu'nun resmini ellerimle yırttım yüreğimi ve ellerimi Allah'a açarak "affet yarabbi" dedim Ayhan hoca gayet
sakin olarak beni seyrediyordu. Ayhan hocaya tarikat geçmişimi anlattım, dikkatlice dinlemiş ve Rahman ve Rahim
Allah'ın adıyla diyerek "onların içinde birde ümmiler, (okur yazar olmayanlar) var ki kitabı bilmezler. Bütün bildikleri bir
takım kuruntulardır, yahut bilgileri kulaktan dolmadır, onlar sadece zan içinde bulunurlar .Vay haline o kimselerin ki;
kitabı elleriyle yazıp az paraya satmak için bu Allah kalındadır derler. Ellerini yazdığından ötürü vay haline onların,
kazandıklarından ötürü vay haline onların''.
Ayhan hoca "efendim size bakara sûresi 78 ve 79 ayetleri okudum şimdi de Rum sûresi 32. 33. 34. ve 35. ayetleri
okuyacağım arkasındanda enam sûresi 159. ayeti okuyacağım diyerek "Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla dinlerini
parçalayan ve bölük bölük olanlardan olmayın bunlardan her fırka kendilerinden olan ile böbürlenmektedirler. İnsanlar
bir zarara uğrayınca rablerine dönerek ona yalvarırlar. Sonra Allah kendi katından onlara nimet ve bolluk tatdırınca
bakarsınız ki onlardan bir grup rablerine ortak koşup durmaktadırlar, kendilerine ve verdiklerimize nankörlük etsinler
bakalım. Haydi safa sürün ! Ama yakında bileceksiniz Yoksa onlara kesin bir delil indirdikte o delil ona müşrik
olmalarını mı söylüyor.Rahman ve rahim Allah söylüyor ki , dinlerini, parça parça edip grup kurup olanlar var ya senin
onlarla hiç bir ilişkin yoktur. Onların işi Allaha kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını haber verecek ''
"Mediha hanım, şu anda sırf Amerika'da dört yüz civarında sahte peygamber var 2500 civarında tarikat var dünyada .
Ülkemizde sunni ve alevi isimler altında 150 den fazla tarikat mevcut.
Bu tarikatlar yaşamlarını hikaye ve masallara dayanarak sürdürüyorlar. Bu şirk yuvalarının tuzaklarına düşmemek için
Kur'an okumamız ve Kur'an'ın bildirdiği Allaha tabi olmalıyız" dedi.
O günden sonra Yaşar Nuri Öztürk ve bir çok çevirmenin Türkçe mealli çevirdikleri Kur-anı Kerimleri okumaya başladım. Ara
sıra Ayhan hocaya gidip onunla Kur-an üzerinde sohbetler de yapıyorduk.Bu arada Ayhan Bey ile bir birimizi sevip evlendik.
Mediha Aliş , İstanbul, 2001
,
Kaynak: İslam-Prof.Dr.Fazlur Rahman, Çev.Prof. Mehmet Dağ, Prof.Mehmet
Aydın, Selçuk yay., 4.Baskı,
“Tarikat ruhani bir anarşidir”gerçeği (S.188)
Sûfîlik, kendine özgü sade bir dindarlık ve aşk çağırışı ile uzun süre yetinmeye daha fazla
devam edemezdi. O, saygıdeğer Sünnî müslümanlar arasında kendi genel görüş açısına yeterli
sayıda taraftar kazanır kazanmaz, kendi metodolojisi . olan 'ruhanî yol'u ve Allah'a gitmede yardımcı
olan kendi 'ruhanî yolculuğu'nu geliştirmeye koyuldu. Sûfîllğin bu şekilde hareket etmesine ulemânın
sûfîler hakkındaki kanatleri de hız vermiş olabilir. Ulemâya göre eğer sûfî iddiaların doğrulukları kabul
edilirse rûhâni bir anarşinin yolu açılmış olacaktır; çünkü bu 'bâtınî hayatı düzenlemek, kontrol etmek
ve onun nasıl bir gelişme göstereceğini tahmin etmek imkânsız olacaktır. Sûfîlerin, ruhanî gelişmenin
'makamlar'ını tasnif eden kişi olarak kabul ettikleri Zü'n-Nûn el-Mısrî (ölm. 245 / 859), Bağdad'da
240/854 yılında zındıklıkla itham edilmişti. Ayrıca sûfîlerin, kendi dînî tecrübelerini standart bir duruma
getirmek ve mümkün olduğu ölçüde objektifleştirmek için bir tenkid ve kontrol metodu geliştirmeleri
gerekiyor.
Beşeri sıfatların yerini ilahi sıfatların alması yanılgısı (S.189)
180
Her ne kadar tasavvufî yolculuğun 'makamlar' nazariyesi, Kur'ân'dan alınan dînî/ahlâkî
terimlerle ifade edilmiş ise de (ki çok kere tevbe, zühd, sabır, şükür, tevekkül ve rıza gibi terimleri
ihtiva etmektedir) o, aynı zamanda sûfinin yaşadığı bir psikolojik ve gnostik 'haller' (ahvâl) nazariyesi
de geliştirmiştir. Üçüncü/dokuzuncu yüzyılın ortalarına doğru bu gelişme kesin bir şekil kazanarak
'Fena Nazariyesi' (beşeri sıfatların yerini İlâhî sıfatların alması) ile son buldu. Bu nazariye, geleneksel
olarak ünlü Sûfî Ebû Yezîd Bistâmî (ölm. 260/874) adı ile ilgili görülmüştür. Bu sûfînin vecd hâlinde
iken "Hamd, benim içindir", "Ben ne kadar uluyum", "Ben Hakk'ım" ve "Benim alemim Hz.
Muhammed'inkinden daha büyüktür" gibi sözler sarfettiği söylenmektedir.
“Eğer ruhani yapı olmasaydı,kainat paramparça olurdu.”yalanı (S.190)
Velilik nazariyesi, beraberinde bir de 'koruyucu' veliler hiyerarşisi nazariyesini ortaya çıkardı
ki, bu nazariye büyük bir ihtimalle Şia'nın îmâmet görüşünün sûfîlikteki benzeridir. Bu öğreti, III/IX.
yüzyılda ortaya çıkmasına rağmen, ancak daha sonraki yüzyılda tasavvufun kesin bir nazariyesi hâline
geldi. Bu nazariyeye göre dünya, bütünlüğünü, görünmeyen ve çeşitli mertebelerde bulunan velîlerin
varlığına borçludur. Bu mertebeler merdiveninin birbiri ardından gelen basamaklarını, Vârisler' (yahut
'bedel' çoğulu (ebdâl), 'kazıklar' (evtâd), 'sütunlar' (amâ'id) vs. oluşturmakta, en son basamakta ise
çevresinde bütün kâinatın döndüğü 'kutup' (kutb) bulunmaktadır. Eğer bu ruhanî yapı olmasa idi,
kâinat paramparça olurdu. Tasavvufî velîler düzeninde özel bir yer de Hıdır ('yeşil' anlamına gelir)
denen ve görünmeyen bir varlığa verilmektedir. Zümrüdüankâ kuşu gibi gençliğini her zaman yeniden
kazanan ve ölümsüz olan Hıdır'ın asıl görevi yolunu şaşıranlara (maddeten ve manen) yardımcı
olmaktır. Birçok büyük sûfî, Hıdır'a tâbi olduğunu ve insanlara yol göstermek için gerekli olan ruhanî
yetkiyi O'ndan aldığını söylemektedir. (Sünnîlere göre Hıdır; Kur'ân'da zikredilen, -XVIII, 65- Allah
tarafından kendisine özel bir bilgi verilen ve Hz. Musa'ya yol gösteren Tanrı Kulu'dur).
Mürid’in mürşidinin elinde gassal elinde meyyit gibi olması sapıklığı (S.190-191)
Gözle görülmeyen âlem için bu kadar bilgi yeter. Görünen dünyada ise sûfîlerin, daha doğrusu
kendilerine velilik verilmiş olanların, kerametler gösterdiklerine yahut veliliğin nişaneleri olan bazı ilâhî
lütuf ve keremlere mazhar olduklarına inanılmaktadır. Velîlerce gösterilen kerametlerle
peygamberlerin gösterdikleri mucizeler arasındaki farkı bütün incelikleriyle belirtmek için özel
nazariyeler ortaya atılmış ve bu yolla arada bir rekabetin ve çatışmanın olmadığı gösterilmeye
çalışılmıştır. Mesele bu şekilde ortaya konunca Sünnîlik, böyle bir nazariyeyi kendi sistemi içine
almada bir sakınca gör-memiştir. Fakat IV/X. ve V/XI. yüzyıllardan itibaren Sünnî İslâm'ın ruhuna tam
anlamıyla zıt olan yeni bir nazariye ortaya çıktı. Sûlîlik, kendi sistemine bir şekil kazandırma yoluna
gidince bu yeni doktrin, sûfîlik müessesesinin ilk akidesi hâline geldi. Bu itibarla tasavvufun sadece
Sünnî İslâm'a değil, ilk sûfî uygulamaya da ters düşmesi oldukça dikkat çekicidir, îlk üç asırda sûiîlik
yolunda yürüyenler, çarpıcı bir ruh bağımsızlığına, verimlilik ve yapıcılığa sahip oldukları halde, daha
sonraları amansız bir disiplin ve Şeyhin ruhanî diktatörlüğüne sorgusuz-sualsiz mutlak bir boyun eğme
anlayışı baş gösterdi. Üçüncü/dokuzuncu yüzyılda Cüneyd-i Bağdadî, müridin Allah karşısında bir
kukla gibi davranmasını tavsiye ediyordu; oysa daha sonra onun, yani müridin, mürşidin elinde
"cenazenin, yıkayıcısının elinde durduğu gibi" durması gerektiği söylenmekte idi. Bu arada tasavvufla
Sünnî îslâm arasındaki uçurumu kapatmak ve tasavvufu makûl bir sınır içinde tutmak amacıyla daha
III/IX. yüzyılda sûiîlik içinde bir takım çabaların gösterildiği görülmektedir. Muhasibî'nin durumunu
daha önce incelemiştik, ondan sonra el-Harrâz (ölm. 286/899) ve ilk sûfî hareketinin büyük tenkidci
ruhu ve Sünnî Tasavvufun formülleştiricisi Cüneyd-i Bağdadî (ölm. 298/911) gelmektedir ki bu
ikincinin, Muhasibî'nin öğrencisi olduğu söylenmektedir. Bu hareketin sonucunu ve Sünnî tasavvufun
gelişmesini biraz sonra ele alacağız.
Üçüncü/dokuzuncu yüzyılda büyük temsilcilerinden birinin, yani Hallaç diye adlandırılan Huseyn İbn
Mansûr'un öldürülmesiyle tasavvufun ödediği bedele dokunarak bu kısma son vereceğiz. Cüneyd'in
öğrencisi olan fakat daha sonra onun meclisinden kovulan Hallaç, "Ene'1-Hakk" diyerek kendisinin
Tanrı olduğunu söylemek ve büyü yaparak halkı aldatmakla suçlanmış, önde gelen Bağdad kadılarının
fetvasıyla ölüme mahkûm edilmiştir. O. halkın gözü önünde kamçılanmış, organları kesilmiş, başı
gövdesinden koparılmış ve yakılmıştır. Her nekadar bizzat sûfîler daha sonralan hem Hallâc'ın suçsuz,
hem de onun muhaliflerinin mazur olduğunu göstermek için birtakım açıklamalara girişmişlerse de, bu
181
olay islâm dünyasında hiç bir zaman unutulmamıştır. Hallaç adı, yalnız sûfîler arasında değil, bütün
İslâm dünyasında halk edebiyatında bir masal kahramanı hâline gelmiştir.
Fena ve Beka hurafesi (S.192)
Mistik şuuru Hz. Peygamberin şeriatı ile kaynaştırmayı amaçlayan sûfî ıslâhat bereketinin kaynağı,
bizzat sûfîliğin içinde olup III/DC. yüzyılın son yansında el-Harrâz ve Cüneyd gibi kişilerin faaliyetleri ile
başlamıştır. Harrâz, Bistâmî'nin Fena nazariyesini düzeltmek ve genişletmek için Beka kavra-mı'nı
ortaya attı. Konuyla ilgili kaynakların yetersizliğinden dolayı Harrâz'ın sözkonusu bu kavramla tam
olarak neyi kastettiğini söylemek kolay değildir. Genel olarak onun bu kavramla olumlu bir hususa
işaret ettiği söylenmektedir. Şöyle ki, Fena, (beşerî noksanlıkları) yokettiği halde Beka sayesinde insan
Tann'da veya Tanrı'yla yaşamaya devam etmektedir. Harrâz'ın az sayıda mevcut olan bir kaç
ifadesinden kesin olarak anlaşıldığına göre Beka, Allah'ın insana kendi benliğim bulabilmesi için
bahşettiği ruhanî bir tekâmüldür. 122 Dördüncü/Onuncu yüzyıla doğru bu nazariyenin mutasavviflerce
kabul edildiği görülmekte olup bu konuda el-Kelâbâdî (ölm. 385/995), bir sûfî otoriteden (muhtemelen
Hallâc'dan) şunu iktibas etmektedir: "Beka, Allah'ın peygamberlere (velîlerden ayrı olarak) bahşettiği
bir sulh ve sükûnet makamıdır. Vecd haliyle ilgili gelişmelerin ortaya çıkardığı hâller ne olursa olsunlar
bunlar, peygamberleri Allah'ın kendilerine vermiş olduğu görevlen yerine getirmekten alıkoyamazlar.
Tasavvuf dini ile ilgili kitapların yazılması şuursuzluğu (S.195)
Bütün bu yaklaşma olayının güçlü bir aracısı da III/IX. ve IV/X. yüzyıllarda hem tasavvufun
amacına hizmet etmek, hem de onu Sünnî çerçeveye yerleştirmek için ortaya atılan yeni hadîslerdir.
Dördüncü/onuncu yüzyılın son çeyreğinde Serrâc (ölm. 377/987)'ın Kitabü'l-Lumâ'sı ve Kelâbâdî'nin
(ölm. 385/995) Kitâbu't-Ta'arrufu gibi birtakım eserler kaleme alınarak Sünnî-likle tutarlı olan, hattâ
onu destekleyen bir düşünce yapısına sahip ılımlı bir tasavvuf anlayışının gayesine hizmet edildi. Bu
faaliyetleri, sûfîlikle Sünnî kelâmı birleştirmede bir belge durumunda olan Kuşeyri (ölm. 465/1073)'nin
ünlü Risâle'si takip etti. (438/1047'de)
“Hz. Muhammed’in aslının nur olduğu doktrini kabul edildi” (S.198-199)
Bu Gnostik-Manikeist fikirlerin Sûfîliğe girişinin (III/ IX. yüzyılın sonlarında) ilk örneklerinden biri
Hz. Muham-med' in Aslî Nur olduğunu ihtiva eden nazariyedir. "Ontolojik hakikatin Allah'dan sonra
gelen unsuru" demek olan Nur, İb-nü'1-Arabî'nin (VH/XIII. yüzyılda) fikirleri sayesinde sûfîliğin ana
doktrini haline geldi. İleride görüleceği gibi, İbnü'l-Arabî, bizzat 'Allah'ı Nur olarak kabul etti. Adem
dâhil bütün peygamberleri gölgede bırakan Hz. Muhammed'in 'Aslî Nur' olduğu nazariyesi ile birlikte
geniş ölçüde Sünnilerce de kabul edilen şu meşhur hadîs ortaya çıktı: "Adem, daha su ile toprak
arasında iken ben peygamberdim". Sünnîlik, bu hadîsin ihtiva ettiği metafizik hususları kabul
etmemekle beraber, onu, Hz. Muhammed'in diğer peygamberler yanındaki mevkiini dile getiren güzel
bir ifâde olarak gördü.
Yine Tustiriye atfedilen; “Allah Muhammedi kendi nurundan yarattı” yalanı (S.199)
Yine Tusterî'ye atfedilen fakat muhtemelen bu nazariyenin daha sonra Tusterî'nin izinden
gidenler tarafından geliştirilmiş hâlini temsil eden bir ifadede şunları okumaktayız: "Allah,
Muhammed'in Nûr'unu kendi Nûr'undan yarattı; onu kendi elleriyle şekillendirip ortaya koydu. Bu Nur,
Allah'ın huzurunda yüz bin sene kaldı. Bu süre içinde Allah, gece-gün-düz yetmiş bin defa bu Nûr'u
düşündü. Daha sonra da aynı Nûr'dan bütün varlıkları yarattı". 13i bu felsefî yöneliş, nazarî sûfîliği
güçlü cazibesine kaptıran Yeni-Eflâtuncu sudur nazariyesinin de mezcedilmesi ile hız kazandı. Bütün
182
bu fikirler, IV/X. yüzyılın sonlarında kendilerine Îhvânu's-Safâ adını veren İsmâîlî bir grubun kaleme
aldığı ansiklopedik eserlerde formüle edildi. Beşinci/onbirinci yüzyılda geniş ölçüde yaygınlaşan ve
daha sonraki İsmâîli Bâtınîliğin kaynaklarından biri olan bu dînî-felsefî eserler, yâni Resâilu İhvâni'sSafâ, ruhun mutlak Varlık'a yükselmesini veya 'dönmesini' ve bu Varlık içinde eriyip gitmesini gaye
edinen Yeni-Eflâtuncu görüşü, ma'rifet peşinde koşanların dikkatlerine sundu.
Vahdet-i Vücut nazariyesi, hurafesi (S.204)Tam anlamı ile Vahdet-i Vucûd'cu bir sistem, dîne ne
kadar önem verdiğini, ne kadar dikkatli ve basiretli olduğunu söylerse söylesin, • mahiyeti gereği,
ahlâkî standartların objektif geçerliğini ciddîye alamaz. "Herşey O'dur" (farsça, heme üst) bunun
kaçınılmaz sonucu idi. iranlı sûfî şâir (IX/XV. yüzyıl) Câmî şöyle der:
Arkadaş, dost, yoldaş.
Hepsi O,
Dilencinin yırtık - sökük elbisesindeki de,
Kırallara lâyık sırmalı kaftanlardaki de.
Hep O;
Çeşitliliğin sergilenişinde veya birliğin gizliliğinde
Vallahi hep O!Tallahi hep O !
Halk inançları da V./XI. yüzyıldan itibaren bütün İslâm dünyasında hayret verici bir hızla
tarikatlar istikâmetinde bir gelişme gösterdi ki, bu, doğrudan doğruya tasavvufî okulların nazariyeleriyle
ilgilidir. Tasavvufi idealin ilk gelişmesi, ifade edilişi ve bu ideale ait geniş tatbikat usûlleri, sınırlı ve
kapalı bir müridler topluluğunun başında bulunan münferit sûfîlerce ortaya konmuştur. Farklı
nazariyelere sahip olan bu tasavvufî gruplara kolayca 'tasavvufî okullar' adı verilebilir. Beşinci onbirinci
yüzyılda yaşayan sûfî Ali el-Hucvirî (Lahor'daki türbesine halk büyük bir sevgi ve hürmet
göstermektedir) Keşf el-Mahcûb adlı eserinde bu okulların bellibaşlı görüşlerini kaydetmiştir.
Sufilik din içinde din haline geldi (S.209-210)
Üçüncü/dokuzuncu yüzyılın ortalarında Bağdad'da ve diğer yerlerde sûfîlik, halka açıkça
öğretilmeye başlandı. Onun, halk kitlelerini büyük bir coşkunlukla kendisine çekmesini, çeşitli dînî,
içtimaî ve siyâsî etkenleri dikkate alarak açıklamak gerekir. Herşeyden önce sûfilik, mensuplarını
Allah ile doğrudan temasa geçirdiğini öne sürmekteydi. Bu görüşü ulemâ reddetti. Ancak bu idealin
cazibesi o kadar güçlüydü ki, sûfilik, zamanla tam anlamıyla kendisine ait düşünce yapısı, tatbikat ve
teşkilâtıyla 'din içinde din' haline geldi. Sûfîlik, idealinin gerçekleşmesi için derli-toplu ve somut bir
met-od sunmakta ve buna göre mürid, beşerî tabiatından sıyrılıp ilâhî bir hâle kavuşuncaya kadar
'makam'dan 'makam'a iletilmekteydi.
Samimî olarak açıklanan yüksek ideallerine ve ahlâk kurallarına rağmen, tasavvufî hareketin halk
seviyesindeki önderleri, meslek hâline gelmiş ve müesseseleşmiş bir 'Allah'a varma' anlayışının zarurî
olarak ihtiva ettiği ahlâkî tehlikeler karşısında günden güne daha az hassasiyet göstermeye
başladılar. Fakat tasavvufun cazibesi o kadar dayanılmaz idi ki, ulemânın uyarıcı sesi gittikçe etkisini
yitirdi ve nihayet Sünnî İslâm VIII/X1V. yüzyıldan sonra teslim oldu.
Mevlana’nın çobanın şahsında Allah’a iftira (S.215-216)
Sûfîliğin daha yüksek manevî seviyede 'kalbe hitâb et-mesi'nin yanısıra, yarı-ihtidâ etmişlerin, hattâ
yalnız ismen müslüman olan yığınların inanış ve fiilleri karşısında rahatsız edici bir uzlaşmaya
yönelmiş olduğu görülmektedir. Tâ başından beri içinde saklı duran ahlâkî kayıtsızlık yüzünden sûfîlik.
yeni ihtida etmişlerin eski dînlerinden -Afrika'daki animizm'de tutunuz da, Hindistan'daki Panteizm'e
varıncaya kadar- getirdikleri rengârenk dînî tutum ve davranışların yerleşmesine ses çıkarmamıştır.
Tipik bir sûfî hadîse göre, Hz. Peygamber, şöyle buyurmuştur: Yüce Allah, "Ben, kullarım Beni nasıl
düşünüyorsa öyleyim." Birçok büyük sûfî, son derece yaygın olan bu hadîsi ilginç yorumlara tâbi
tutmuştur. İbnü'l-Arabî, bu hadîste birçok tasavvufî (teosofik) mânâlar bulmuş ve dînî hakikatin izafiliği
183
üzerinde ısrar etmiştir. Rûmî, bunu 'Çobanın Duası' adlı şiirinde gayet canlı olarak şöyle tasvir
eder:"Musa yolda yürürken bir çobanı, şu sözleri haykırırken görür:'Ey istediğini seçen Rabbim!
Neredesin, Sana hizmet edeyim, ayakkabılarının söküğünü dikeyim ve saçını tarayayım? Elbiseni
dikip, bitlerini öldüreyim, sana süt getireyim, ey mabudum... Küçücük elini öpüp, ayaklarını yıkayıp,
uyku vakti gelince küçük odanı süpüreyim.'Bu aptalca söylenen sözleri duyunca, Musa şöyle, dedi:
'Ey adam, konuştuğun kimdir?Bu ne gevezelik! Bu ne küfür; Bu ne deli saçması; Ağzına bir miktar
pamuk tıkasana!
Doğrusu, bir aptalın dostluğu, düşmanlıktır; Yüce Allah'ın o çeşit hizmetlere ihtiyacı yoktur.'Çoban
hırkasını yırttı, âh çekti ve başını alarak uzaklara gitti. Tam o sırada Musa'ya vahiy geldi: "Kulumu
Ben'den ayırdın; sen birleştiren bir peygamber olarak mı gönderildin, yoksa ayıran olarak mı? Ben,
herkese bir ibâdet etme şekli nasib ettim; herkese bir başka ifade etme tarzı verd Hindistan'ın deyimi,
Hindliler, Sind'in deyimi de Sindliler için mükemmeldir".
Kerametler bir velinin ve ona ait bir tarikatın itibarını artırmak için şuurlu olarak imal edilmesi
(S.221-222)Velîlere keramet atfedilmesi, sûfîlik tarihinin son derece dikkat çekici bir bölümünü
oluşturmaktadır. Şurası bir gerçektir ki, bu kerametlerin çoğu belli bir velînin veya onun adına nisbet
edilen bir tarikatın itibarını artırmak için şuurlu olarak imâl edilmiştir. Fakat önemli bir husus daha var:
Şeyhin mutlak otoritesi ne kadar uzun süre uygulanmak imkânı bulmuşsa, müridlerin pasifliği, telkîn ve
tesîr altında kalmaları da o ölçüde büyük olmuştur. Birçok durumlarda müridler. şeyhleri tarafından
reddedilen birçok kerameti onlara atfetmekteydiler. Bu da gösteriyor ki, yaşayan şeyhten bir önceki
şeyhe kerametler atfetme eğilimi daha da kuvvetliydi. Bu çeşit keramet atfetmelere, yaşayan şeyh çok
kere göz yum maktaydı; çünkü her ne kadar o, bizzat keramet sahibi olduğunu iddia etmiyorduysa da,
kendisinin uzak ve yakın şeyhi olan birinde keramet görülüyor, dolayısıyla şeyhi sayesinde kendisine
daha yeni kerametlerin atfı yeterli ölçüde inandırıcı oluyordu. Son derece dindar ve iyiliksever oluşu ve
va'azlarında gösterdiği samimiyet ile dikkati çeken Abdülkadir Giylânî'nin durumunda olduğu gibi,
keramet atfının, şüphesiz başka sebebleri de vardır.
Zulüm ( e yol açan yalan, iftira, hurafe, efsane, şirk
kitaplara 31 örnek
) karışmış
1-ZULÜM KARIŞMIŞ KİTAP-BİR: Kitabın Adı: Hazret! İbrahim Ramazanoğlu Elhac Mahmud Sami
Fatih Gençlik Vakfı Yayınları No. 2 Baskı Tarihi Görülemedi
Sayfa 32:"... İbrahim aleyhisselâm oğlunu kesmek için hazırlandı ve eline bıçağı alarak şöyle
söyledi:
- 'Ey Allah'ım! bu benim oğlumdur. Kalbimin mey-vesidir ve bana insanların en sevgilisidir..'
Bu arada Hazret-i İbrahim aleyhisselâm şöyle bir nida işitti:
-" Sen benim kulumun helak olmasını istediğin geceyi hatırlıyor musun? Senin oğluna şefkatli
olduğun gibi benim de kullarım için şefkatli ve merhametli olduğumu bilmiyor musun? Sen benden
kulumu helak etmemi istemiştin. Şimdi ben de senden oğlunu kesmeni istiyorum. İlk başlayan daha
zalimdir." (Hikem-i A-tâî) Bu eserde buna benzer bir kaydı daha görmek isteyenler baksın (sh. 34):
Güya Cenab-ı Hakk'ın Hz. İbrahim'e sürülerini satıp vakıf kurmasını vahyettiğini yazmış. Vakıf hâlâ o
kaynaktan besleniyormuş. İlmî bir kaynak yok.
2-ZULÜM KARIŞMIŞ KİTAP-İKİ: Kitabın Adı: irfan Sofraları Niyâzî-i Mısrî
Çeviren: Dr. Süleyman Ateş İsteme Adresi: Kılıç Kitabevi Baskı: 1971
184
Sayfa 150: "Allah Teâlâ Muhammed'e (s.a.v.): 'Ben, Zekeriyya oğlu Yahya için doksan beş bin kişi
öldürdüm. Senin kızın oğlu Hüseyin için bunun iki mislini öldüreceğim1 diye vahyetti.." Kaynak yok, ne
büyük iftira.
3-ZULÜM KARIŞMIŞ KİTAP-ÜÇ: Kitabın Adı: Tezkiretu'l-Evliya
Feriduddîn-i Attar'dan Hazırlayan: M. Z. K. Gümüş Neşriyat No.1
Baskı:1959
Sayfa 80:"... Cenab-ı Hak,Ya Cüneyd! Uçmağa girer misin? buyurdu.
Sultanım, ben seni güçle buldum, beni karşına koy, hayran olayım durayım. Hak Teâlâ:
Ya Cüneyd! Ben seninim, sen benim. Şimdiye değin sen benim dediğimi tutardın, şimdiden sonra ben
de senin dediğini tutanm, buyurdu." Kaynak yok. iftira.
Sayfa 128: "... Bir zâlim Rabiayı altı akçaya sattı. Rabia'yı alan kişi ona iş buyurdu. Rabia işe
giderken düştü. Elini dayadı. Yüzünü yere koydu:
Bari Hûda! Atam, anam yoktur, ben esir oldum.Bunun cezasına guşam yoktur amma
senin rızanı isterim. Dileğim odur ki sen benden hoşnut olasın, dedi.Bir ün işitti:
- Ya Rabia! Seni öyle bir mertebeye erdireyim ki gökteki feriştahlar sana gıpta etsinler, dedi..."
Kaynak yok.
Bu kitabta, benzer zulümler eksik değil. Meselâ, 5. sahifede 'Veysel Karanî'nin Allah Teâlâ ile bir
pazarlığının' diyalogu var. Tabii ilmi bir kaynağı yoktur.
4-ZULÜM KARIŞMIŞ KİTAP DÖRT: Kitabın Adı: Ihyâ-i Ulûmi'd-Dîn İmâm-ı
Gazali Tercüme Eden: Aîi Arslan Baskı: 1979
Cild 5, Sayfa 8: "Rivayet ediliyor ki, Cenab-ı Hak (c.c.) Musa'ya (aleyhisselam) şöyle buyurdu: -'Ya
Musa! Herhangi bir kimse ki, annesine ve babasına karşı iyi davranır, sadece bana isyan ederse, onu
mutî kullarımdan yazarım. Ve kim ki, bana itaat eder, babasına ve annesine isyan ederse, onu âsi
yazarım.' Deniliyor ki: Ya'kub (aleyhisselâm), oğluz Yusufun (aleyhisselam) huzuruna girdiği zaman,
Yusuf (aleyhisselâm) a-yağa kalkmadı. Bunun üzerine Cenab-ı Hak kendisine şu vahyi gönderdi: Sen baban için ayağa kalkmayı, kendin için bir küçüklük mü sanıyorsun? izzet ve celâlim hakkı için
yemin ederim: Bu hareketinden dolayı senin sulbünden bir tek peygamber bile çıkarmayacağım." Delil
yok. Bir de zaif rivayetlerle benzer haksızlıklar yer alıyor bu kitapta. Misal olsun diye (Bkz., cild 6, sh
10.; cild l, sh. 309.)
5-ZULÜM KARIŞMIŞ KİTAP-BEŞ: Kitabın Adı: Tam Müzekkin Nüfus Eşrefoğlu
Arslan Yayınları 1976
Sayfa 311: "Hak Teâlâ nefsi yarattığı zaman sordu:
Ey nefis! Sen kimsin, ben kimim? Biliyor musun?Nefis:
Sen sensin, ben de benim diye cevap verdi.
İşte, nefis tâ o zaman da Hak Teâlâ'nın huzurunda senlik benlik davasında bulundu. El'an da bu
davasını elinden bırakmadı. Hak (celle ve âlâ) bunun üzerine nefse hışım etti. O hışım
kıvılcımlarından cehennem yaratıldı. Hakkın emriyle cehennemi üçbin yıl yaktılar. Öylesine karardı ki
cehennemin içinde göz gözü görmez hale geldi. Gayet de sıcak. Hak Teâlâ'nın emriyle nefsi getirdiler.
Cehennemin içine attılar, îyice yandıktan sonra çıkarıp Allahu Teâlâ'nın huzuruna getirdiler. Tekrar
Hak Teâlâ nefse sordu:
Ey nefis! Sen kimsin, ben kimim? Yine nefis Hak Teâlâ'ya:
Ben benim, sen sensin, dedi. Hak Teâlâ yine buyurdu:
Bunu bin yıl daha cehennemde yakın!. Tekrar çıkardılar ve kendisinden soruldu. Tekrar eskisi gibi
cevap verdi. Tekrar Hakk'ın emriyle bin yıl daha cehennemde yakıldı. Böyle toplam olarak nefs-i
emmare
üçbin
yıl
cehennemde
yandı.
Henüz
senlik-benlik
dava
sını elden bırakmadı. Tekrar Hak Teâlâ emretti ki:
Gidin bunun gıdasını kesin..."
Daha ne iftiralar,ne asılsız diyaloglar var, meselâ bkz. sh. 301-302.
185
6-ZULÜM KARIŞMIŞ KİTAP-ALTI:
Kitabın Adı: Fihi Mâfih
Mevlâna
Çeviren: Meliha Ülker Tarıkâhya
Maarif Vekâleti Yayınları
Baskı: 1958
Sayfa 192: "...Yine Yüce Tanrı buyurur ki: Eshab zayıf olduğundan, can korkusundan ve
kıskançların kötülüğünden senin adını halkın kulağına gizli gizli fısıldıyorlar. " Nerede buyurdu? delil
yok.
Sayfa 86: 'Tatarlar, padişahlarının yanına dert yanmağa gittiler ve: 'Mahvolduk' dediler. Padişahlan
on günlük izin istedi. Bir mağaranın kovuğuna gitti ve tam bir vecd içinde ibadet etti, Allah'a yalvardı.
Ulu Tann'dan: 'Senin dileğini, yalvarışlarını kabul ettim. Dışan çık. Her nereye gidersen, muzaffer ol'
diye bir ses işitti, (İşte böyle) Tanrı'nın buyruğu ile çıktıklarından, karşılarında bulunanları yendiler ve
bütün yeryüzünü kapladılar." Geh Allah, geh Tanrı diye verdikleri haberlerin kaynağı yok.
Sayfa 237: "Bayezid dedi ki: Yarabbi! Ben sana hiç ortak koşmadım. Tanrı: 'Ey Bayezid süt gecesi
de ortak koşmadın mı ve bu süt bana dokundu, demedin mi? Halbuki zarar ve fayda veren benim'
buyurdu. Bayezid sebebe baktığı için Tanrı onu müşrik saydı.." Allah Bayezid'i ne zaman müşrik
saydı? Kaynak yok.
Sayfa 171: "Ulu Tanrı, Bayezid'e: 'Ey Bayezid! Ne istiyorsun?' buyurdu. Bayezid: 'Bir şey
istememeyi istiyorum' (K.K.) cevabını verdi." Bu diyalogun da kaynağı görülmüyor.
Ve aynı kitap sayfa 33'te bir dostunu görmek isteyen ve bu uğurda Allah ile diyalogda bulunan bir
kula güya Allah, "eğer onun sana görünmesini istiyorsan başını feda et.." demiş. Hani kaynak? Yine
yok.
7-ZULÜM KARIŞMIŞ KİTAP-YEDİ: Kitabın Adı: Sohbetname II İmam Efendi
Hazırlayan: Cemalettin Emiroğlu Baskı: 1984.
Sayfa 60: "Mansur, fani olduktan sonra hak onun lisanından: 'Enelhak' dediği halde Cenab-ı Hak
yine razı olmayarak Mansuru dara çektirmiştir. Ya haksız olarak 'ene' diyen ne olur bilmem! Bu
sözümü Vahdet-ciler duysunlar. Bazı zevat 'ene' dediklerinden Cenab-ı Hak onlara: 'Kulum sözünde
doğrusun lâkin bu işi hoş etmedin' diye emir buyurduğu mervidir." Hani kaynak; nereden mervidir?
Yok.
Sayfa 128: "Hz. tsa (a.s.) hasta olduğu zaman, ilâç tavsiye etmişler kabul buyurmamış ve Cenab-ı
HakTca arzetmiş ve Cenab-ı Hakk: 'Ya îsâ! Ben senin için sebeb-leri kaldırmam' diye emir
buyurmuştur." Kaynak yok.
8-ZULÜM KARIŞMIŞ KİTAP-SEKİZ: Kitabın Adı: Halkadan Pırıltılar Necip
Fazıl Kısakürek Türk Neşriyat Yurdu Baskı: 1948
Sayfa 180: "Birgün Horasan'daki büyük velinin huzurunda Mansur'un (Hallaç) bahsi geçti. Ahî
Ali'nin sualine Horasan büyüğü cevap verdi:
- Birgün murakabede Mansur'u yüksekler yüksekliğinde buldum ve Allah'a yalvardım: 'Ya Rabbi!
Bu ne sır ve hikmettir ki, Firavun da, Mansur da Hüdalık davası ettikleri halde birinin ruhunun
yükseklerde, ö-bürünün ki de aşağılıklardadır?' Hitap geldi: 'Firavun, sadece kendisini görerek,
kendisine nisbet ederek o lafı söyledi; Mansur ise bizden başka hiçbir şeyi görmeyerek ve kendisine
nisbet şuurunu kaybederek... Artık farkı sen anla!.." Kaynak yok. Bu eserde kaynaksız o-larak Allah
adına konuşturulmuş hayli söz var. Meselâ, bir zâtın bağlılarının "Cehennemden kurtuluşunu" haber
alması (bkz. sh. 210) ve meselâ, güya Allah Mansur hakkında, "Kendi sırrımı ona açtım; o herkese
gösterdi..." demiş. Bu uydurmayı, insan rüyada da görse söylemekten çekinir. (sh. 61
9-ZULÜM KARIŞMIŞ KİTAP-DOKUZ:
Kitabın Adı: Mektûbât
İmam-ı Rabbânî Ahmed Farukî Serhendî
186
Tercüme: Hüseyin Hilmi Işık
Baskı Tarihi Görülemedi
Sayfa371:".. Çok zaman sonra, AllahuTeâlâ, merhamet ederek, bu mes'elenin (bir çeşit kâfirin
ebediyette halinin ne olacağı konusu) hallini ihsan eyledi. Şöyle bildirdi kî, bu (tür) kâfirler, ne
Cennette, ne Cehennem'de kalmayacak, âhirette dirildikten sonra, hesaba çekilip, kabahatlari kadar
mahşer yerinde azâb çekeceklerdir. Herkesin hakkı verildikten sonra, bütün hayvanlar gibi, bunlar da,
yok edileceklerdir..."
Böyle olacağını, Allah "şöyle bildirdi" deniyor. Hani bu bildirinin kaynağı? Yok.
10-ZULÜM KARIŞMIŞ KİTAP-ON:
Kitabın Adı: Otuz Ramazan Otuz Mev'iza
Yakup Altın
Salah Bilici Kitabevi Yayınları
Baskı: 1968
Sayfa 119: "Bir gün îsâ (aleyhisselâm) Cenab-ı Hakk'a ciddi bir şekilde ibadet eden bir kavme
uğradı. Baktı ki, çoluk çocuk toplanmış (....) refah içinde yaşadıklarını gördü. Ne iyi diyerek oradan
uzaklaştı. Bir zaman sonra Hz. İsa oraya uğradı. İlk gördüğünden hiçbir şey kalmamış, orası bir
harabelik olmuştu. Bunun üzerine Hazreti îsâ: Ya Rabbi! Bu ne hal? Ne oldu bunlara? Yoksa bunlar
namızı mı terketti, neden bunları helak ettin? deyince kendisine şu vahy geldi: Ey I-sâ! Onlar
namazlarını terketmediler, bana isyan da etmediler. Fakat onların kullandıkları sudan, bir beynamaz
elini yüzünü yıkadı. O su da onların diyanna u-laştı, bunun için ben, onları helak ettim, buyurdu." Vaiz
efendi namazsızlığın fecaatim söyleyecekse, Allah'a iftira etmesine gerek var mıydı? Kaynak yok.
11-ZULÜM KARIŞMIŞ KİTAP-ONBİR:
Kitabın Adı: Rehber ilmihâli
E. Müftü Hasan Yavaş
Hakikat Kitabevi (Türkiye Gazetesi)
Baskı: 1986
Sayfa 256: "...Cebrail Aleyhiselam isimli melek göründü. Peygamber Efendimize şunları söyledi:
Ya Rasulallah Hak Teâlâ'nın selamı var. Eğer Peygamberin Mağara arkadaşı Sıddık;
bir kere daha 'Allah' deseydi; 'Yüceliğim' hakkı için bütün şehitleri diriltirdim..." Kaynak yok.
Sayfa 325: "Hazret-i Musa Aleyhisselam zamanında kıtlık olmuştu. Kaç defa yağmur duasına
çıkılmışsa da duaları kabul olmamıştı. Allahu Teala Musa aley-hisselam'a vahyetti ki: (içinizde bir
koğucu vardır. O bulunduğu müddetçe duanızı kabul etmem?) Musa a-leyhiselam dedi ki:
Ya Rabbi, onu bildir, aramızdan çıkaralım. Allahu Teala buyurdu ki:
Ey Musa! Ben sizi koğuculuktan men ederken, kendim koğuculuk yapar mıyım?"
İşte böyle delilsiz kaynaksız hikayeleri marifet sanan yeni kitaplar bile, hayırlı buldukları, işleri arasına
zulüm karıştırmadan edememişlerdir. Dergilerde, gazetelerde, takvimlerde haksız ifadeler arzı endam
e-der olmuştur. Mesela bkz. Yenilerde çıkmaya başlayan HİCRET takvimine; 22-2-1986 yaprağı:
"...İbrahim Ethem (k.s) hazretleri diyorlar ki, 'Ben mültezem kapısı önünde durdum ve dedim ki, Ya
Rab sana ebediyyen is yan etmemek üzere beni masuminden kıl. 1 Hafiften bir ses kulağıma geldi. '
Ya İbrahim, sen benden ismet istiyorsun, bunu bütün kullarım da istiyor, ben herkesi masum edince
kime mağfiret edeceğim?" Kaynak yok.
12-ZULÜM KARIŞMIŞ KİTAP-ONİKİ : Kitabın Adı: Din Adamının Din Düşmanlığı
Hazırlayan ve Neşreden: Hüseyin Hilmi Işık Işık Kitabevi 1975 Dördüncü Barkı.
Sayfa 41: "... Allahu Teala insanlara Kur'an-ı Ke-rim'den hüküm çıkarınız diye emretmiyor. Rasûlu
nün ve esbabının çıkardığı hükümlere uyunuz, bunları kabul ediniz diyor" Nerede diyor? Kaynak yok.
Sayfa 14: "Halbuki dört mezhebin ayrılmasını Kur'an-ı Kerim emrediyor." Hangi ayette?
Sayfa 69-70: "...İbni Abidin'e tâbi' olmak istemeyen ise, Kitab'a ve Sünnet'e tâbi' olmayıp, kendi
hevâsına, nefsinin arzulanna tâbi' olan bir kimsedir. Böyle kimsenin Cehenneme gideceğini Kur'an-ı
187
Kerim ve hadis-i şerifler haber vermektedir.." Bu ifadelerin Kuran'da olduğu söyleniyor, fakat delil
verilmiyor.
13-ZULÜM KARIŞMIŞ KİTAP-ONÜÇ: Kitabın Adı: Yeni ictihad Fikri ve Müctehid Taslakları Enver
Baytarı Baytarı Kitabevi Baskı: 1975
Sayfa 89: "İmam-ı Âzam Hazretleri, "Cenab-ı Hak onu ictihad için yaratmış..."İmam Malik, İmam Ah
med ibni Hanbel, İmam Şafii'nin de aynen öyle yaratıldığı iddia ediliyor. Neye dayanarak söylüyor
bunları? Kaynak yok.
14-ZULÜM KARIŞMIŞ KİTAP-ONDÖRT: Kitabın Adı: islâm Fıkhında Devlet
Ayetullah Humeyni Çeviren: Hüseyin Hatemi Düşünce Yayınları Baskı (Tarihi
Görülmedi)
Sayfa 53: "Yüce Allah vahy yolu ile Rasûl-i Ekrem'i şunu tebliğ etmeye memur etti. Rasul-i Ekrem
de (s.a.v.) Hazret-i Emiru'l-Müminin'i (a.s.) hilafete tayin etti." Hani sözkonusu vahyin ilmi bir
kaynağı? Delil yok. Böyle bir vahiy var idiyse, Ensar ve Muhacirin bu vahye karşı gelerek mi Hz.
Ebu Bekr'i halife olarak seçtiler ?. Bu iftira Rasûlullah'ın ashabına da yapılmıştır.
15-ZULÜM KARIŞMIŞ KİTAP-ONBEŞ: Kitabın Adı: Ertelenen İslâmi Hayat
ibrahim Balcı, M. Balcı iklim Yayınları Baskı: 1986
Sayfa 119: "Nuh (a.s.) iman etmemiş oğlunu kurtarmak isteyince: 'Ey Nuh! Sen bir oğluna
kıyamadın. Bunca insan benim kulum değil mi idi ki onlara beddua ettin' hitabıyla, Allah'ın ikazı, Nuh'u
(a.s.) uyandırmış.." Kaynak yok.
16-ZULÜM KARIŞMIŞ KİTAP-ONALTI:
Kitabın Adı: Nefahatü'l-Üns
Molla Cami
Çevirenler: Kâmil Candoğan, Sefer Malak
Bedir Yayınevi
Baskı: 1971
Sayfa 123: "Güneyde dediler ki: 'Vatanın nerededir?1 'Arşın altındadır' dedi. Hak Teâlâ, Musa'ya
(aley-hisselâm) buyurdular: 'Ya Musa sen garipsin ve senin vatanın benim" Nerede kaynak? Hoş
olmayan ifadeler de var bu kitapta. Meselâ bkz, sh. 42.
17-ZULÜM KARIŞMIŞ KİTAP-ONYEDİ Kitabın Adı: Nura Doğru Yazan ve Tercüme
Eden: Abdullah Aydın İlaveli 4. Baskı (Tarihi Görülmedi)
Sayfa 1634: ".Hz. Musa Tur Dağı'nda Yüce Allah'a şöyle niyazda bulunur:
Ya Rabbi! Kullarının dilinden şikayetçiyim. Beni onların dillerinden kurtar ki, aleyhimde konuşmasınlar!
Bunun üzerine yüce Allah şöyle buyurdu:
Ya Musa! Ben alemlerin Rabbi iken, kullarım benim dahi aleyhimde bulunuyor. Ben bile kullarımın
dillerinden kurtulamazken, sen nasıl kurtulursun."
Sayfa 1040: "Arazisi taşlık olan bir köy halkı Hz. Muhammed'e (s.a.v.) başvurarak; 'Ey Allah'ın Elçisi!
Köyümüzde bulunan taşlar yüzünden, arazimiz çok dardır, o taşların kaldırılması için sonsuz gücün
sahibi ulu Allah'a dua etmez misiniz? diye o NUR'a dilekte bulundular, Peygamberimiz de (s.a.v.)
sahabilerden bazılarını alarak o taşlık köye gitti ve taşların kalkması için Yüce Allah'a niyazda
bulundu. Dua esnasın-da ulu Allah Cebrail'e (a.s.), 'Ey Cebrail! Elçime benim selâmım söyle ve
taşlara kutsal eliyle işaret etmesini tenbih eyle taşlara işaret eden Peygamberimiz (s.a.v.) ve seçkin
sahabiler gördüler ki taşlar tamamen ve tüm olarak toprak oluvermişler." Görüldüğü gibi burada da
Allah'a ve Rasulü'ne atıflar yapılırken kaynak yok.
18-ZULÜM KARIŞMIŞ KİTAP-ONSEKİZ:
Kitabın Adı: Büyük Mutasavvıf Abdulkadir Geylani
Mustafa Ertuğrul
188
Gayret Kitabevi
Baskı: 1948
Sayfa 18-19: "Birgün; Şeyh Mehmet Sühreverdi'nin hanımı Hazreti Abdulkadir'in evine geldi. Ve
kendisinin hiç çocuğu olmadığından Cenab-ı Allah'a bir erkek evlat ihsan etmesi için niyazda
bulunmasını rica etti. Hazreti pir:
Ya Rabbi! Bu hatun bir erkek evlat ihsan etmeni istiyor!' deyince Cenabı Allah'tan şu
hitabı duydu:
Ya Gavsül Azam, bu kadının kaderinde evlat yoktur!.
Hazreti Abdulkadir üç defa Allah'a yalvardı. Ve üçünde aynı cevab karşısında kalınca aşkı
muhabbetleri bir derya kabardı ve sırtında hırkai şeriflerim çıkardı attı.
Ya Rabbi! Bu hatuna evlat ihsan etmedikçe bu hırkayı giymiyeceğim! dedi. O sırada
Sultanı Külli Enbiya, Allah'ın aynası, gönüllerin padişahı Hz. Muhammed Mustafa Aleyhisselam zuhur
etti. Ve eliyle hırka yi Pire uzattı:
Ey benim gözümün nuru oğlum, aşık ile maşuk arasında bu gibi nazlar, cilveler daima
olur.
Allah,
o
ha
tuna bir evlat ihsan buyurdu!.
Hazreti pir Allah'a şükretti. Ve hatuna müjdeyi verdi. Bir müddet sonra, hatun bir kız evlat doğurdu.
Evladının bir kız evlat olduğunu görünce onu bir kırmızı kundağa sarıp Hazreti Abdulkadir'in yanına
vardı.
Ya sultam alem, ben Allah'tan bir erkek evlat istemiştim. Halbuki kız oldu. Hazreti
Bazül Eşhep: Çocuğu kucağına aldı. Ve kimyayı saadet olan ilahi bakışlarını çocuğun yüzüne dikti. Ve
kerametleriyle erkek olan çocuğu validesine uzattı.." Bunların ne bir ilmî kaynağı ve ne de tutarlı bir
taran yok! iftira.
19-ZULÜM KARIŞMIŞ KİTAP-ONDOKUZ: Kitabın Adı: Ariflerin Menkıbeleri
Yazar Adı: Görülemedi Önsöz: Demir Kitabevi Yayınlayan: Demir Kitabevi
Baskı: 1970
Sayfa 349: "Hak Teâlâ Hazretleri otuz yıl Cüneyd diliyle halka hitap buyurdu." Gerçekten böyle mi
oldu? iftira değil mi bu?
Sayfa 13-14: "Gavsü'l-A'zam Sultan Şeyh Abdulka-dir Hazretleri bir sene kadar ayak üzerinde
ibadet ve Batınî ilimlerle meşgul iken Cenab-ı Hak1 dan şu merkezde emir ve ferman geldi:
Ya Gavsü'l-A'zam! Bunca zamandır meşakkat ve eziyete nefsini alıştırmış, kıyama
durmağı âdet haline getirmişsin. Bunun sebebi nedir? Hazret-i Bazül Eş-hep Sultan Abdulkadir şu
yolda münacaatta bulundu:
Her şeyi bilen ve hacetleri yerine getiren ya Rabbi! Zat-ı ulûhiyetine ne malûm değildir ki: Zat-ı Ecellü
Suhaniye'nin mahbub ve aşıklanyla alemin yüzü uzun uzadıya doludur. Buna binaen ayağımı
uzatmam edebe aykın olduğundan utanıyorum. Bu hal üzerine Ce-nab-ı Hak o vakit:
Ya Gavsül A'zam ayağım indir evliya-ı kiram kaddesellah esrarahum hazeratının omuzlan üzerine koy!
diye kati ferman buyurdu." Bu kat'i ferman hani, nerede? iftira.
20-ZULÜM KARIŞMIŞ KİTAP-YİRMİ Kitabın Adı: Mucizatu'l-Enbiya
Derleyen: Elhac Muzaffer Ozak Salah Bilici Kitabevi Baskı: 1965
Sayfa 49: "... Ebi Leheb'in oğlu Utbe ve arkadaşları huzuru saadete gelip, hak peygamber isen
filan yerdeki ağaca emir ediniz yanınıza gelsin, dediler. Bu teklif üzerine Cebrail nazil olup: Yâ
Rasullullâh Cenab-ı Allah size selâm ediyor. Dua ederse ağaç istediği yere gelecektir." Kaynak yok.
Sayfa 81:"... Bazıları efendimize gelip halanızın iki koyunundan başka bir şeyi yoktur, dua ediniz,
belki Cenab-ı Hak duanız bereketiyle halanızı zengin eder, diye rica ettiler. Derhal Cebrail nazil olup,
Yâ Rasulallah! Cenab-ı Hak selam eder, elini koyunların arkasına koysun diye vahy getirdi." Bu vahiy
nerede kaynak yok.
21-ZULÜM KARIŞMIŞ KİTAP-YİRMİBİR:
189
Kitabın Adı: Hazret! Muhammed'in Hakikat Olmuş
Rüyaları ve istikbali Bildiren İhbarları
Nakleden: Mehmet Fazıl
Ressam Kemal Bakı Yayınevi
Baskı: 1961
Sayfa 22: "Hazreti Muhemmed eshabma dedi ki: "Cenab-ı Hak bana şunu bildirip söyledi: Biz Hazreti
Yahya'mn intikamını yetmiş bin ile aldık. Senin torununun intikamını yetmiş bin misliyle alacağız." Öbürlerinde olduğu gibi bunda da kaynak yok. Allah'a ve Rasulüne iftira var.
22-ZULÜM KARIŞMIŞ KİTAP-YİRMİİKİ: Kitabın Adı: Dürretül Vaizin Yazan:
Ermişlerden Osman Efendi Tercüme Eden: Abdullah Aydın İkinci Baskı: 1976
Ey Cebrail! Kıyamet günü ümmetim ne olacak?Bunu anlat bana. Cebrail:
Sana şunu müjdeleyeyim ki, Ulu Allah şöyle buyuruyor: Ey Muhammed! Sen girene kadar cenneti
diğer peygamberlere haram kıldım; ümmetin girene kadar da diğer ümmetlere yasakladım.
Peygamber:
İşte şu an içim rahat etti, tasam dağılıp gitti." Kaynak yok. İftira.
Sayfa 499: "...îsâ peygamber bu olayın sebebini merak eder. Fakat soracak kimse yoktur. Yalvarıp
yakararak ulu Allah'a, 'Ey Rabbim! der. 'Burada eskiden yaşayan o insan topluluğuna ne oldu? Yoksa
namaz kılmadılar, sana baş mı kaldırdılar? Ulu Allah Hz. İsâ'ya, 'Ey sevgili Peygamberim! O aklına
gelenler yüzünden değil. Onlar gerçekten iyi insanlardı. Fakat aralarına bir beynamaz karıştı, îşte ne
olduysa ondan sonra oldu. Birgün bize karşı da isyanında damlayı taşıran son bir çirkin harekette
bulundu. Biz de birlikte silip süpürdük." -Enisu'l-Mecalis- ilmi bir kaynak verilememiştir. Delil yok.
23ZULÜM KARIŞMIŞ KİTAP-YİRMİÜÇ:
Kitabın Adı: Marksizm ve Diğer Batı Düşünceleri
Ali Şeriat!
Türkçesi: Fatih Selim
Düşünce Yayınları
Baskı: 1980
Sayfa 86:"... İslâm, Allah'ın deyimiyle, onu, insandaki ilahi fıtratın gelişmesi ve olgunlaşmasının bir
faktörü olarak görür: 'Ey kulum, bana itaat et ki, seni de kendim gibi yapayım." Kaynak yok, iftira
olmasın, sakın. (Entel görülen Ali Şeriati'nin tenkidi için bakınız: Bu kitabın kişiler bölümüne.)
24-ZULÜM KARIŞMIŞ KİTAP-YİRMİDÖRT: Kitabın Adı: Aşıkların Nurları (Envâru'l-Âşıkîn)
Ahmed BicanTürkçesi: Fatih Selim Kitabı Sunan: Ahmed Karaman Tercüman 1001 Temel
Eser:48 Baskı: 1973
Sayfa 222: "Hz. Musa:
-Ey Rabbim! iblisin tevbesini kabul et, dedi.
Hak Teâlâ:
Varsın Adem'in kabrine secde etsin. O zaman secdesini kabul edeyim, buyurdu." Sayfa 203-204:
"Musa (A.S.):
Ey Rabbim! Firavuna mühlet verdin. Bundaki hikmet nedir? dedi.
Hak Teâlâ hazretleri:
Firavn'da güzel sıfatlar vardır, ben o sıfatlan severim. Onun için Firavnı hemen helak etmiyorum,
buyurdu.
Musa (A.S.):
-Ey Rabbim! O sıfatlar nelerdir? dedi.
Allah Teâlâ hazretleri:
Benim şehirlerimi adaletle imar etti ve kullarım arasında adaletle hükmeyledi. Onun
yalan iddialarından bana ne ziyan vardır? buyurdu ." Kaynak yok.
190
25-ZULÜM KARIŞMIŞ KiTAP YİRMİBEŞ Kitabın adı: islâm'da Kur'an Allâme
M.H. Tabatabai Çeviren: Ahmet Erdinç Bir Yayıncılık Baskı :1988
Sayfa 51: Kur'ân'ın 33/33. âyeti için diyor ki Tabatabai, "Bu ayet özellikle Ehl-i Beyt için inmiştir. Ve
arınmışlardan oldukları için, onların, Kur'an'ın te'vi-lini bildiklerini gösterir." Resulullah'ın muhterem
hane halkını gözardı ederken ne tutarlı bir izah ve ne de ilmî bir kaynak vermiştir.
26-ZULÜM KARIŞMIŞ KİTAP-YİRMİALTI: Kitabın adı :Mevlit Süleyman Çelebi
Hazırlayan: Faruk K. Timurtaş Devlet Kitapları Yayınları Basımı :1972
Sayfa 117: "Hakk Teâlâ'dan irişdi bir nida/ Ya Mu-hammed ben sana kıldum atâ/..Zatuma mir'at
idin-düm zâtuni/ Bile yazdum adum ile aduni.../ Gel habî-bum sana aşık olmışam/ Cümle halkı sana
bende kılmışam.." Hak Teâlâ cümle halkı Rasulullaha bende (kul, köle) mi kılmıştır? Yüce Yaratıcı
habîbine aşık mı olmuştur? (Aşk, aşın sevgi. Türkçe Sözlük) Allah Teâlâ'ya aşırılık mı yakıştırılıyor?
Bediuzzaman da " sana âşık oluşum tabiri (...) Vaci-b-ül-Vücudun kutsiyetine ve istığna-i Zatîsine,
mânâ-ı örfi ile münesip düşmüyor.." diyor. (Bkz. Mektubat. Bediuzzaman Said Nursi, 1958 baskı,
Sh.280)
Aslında Mevlidte geçen bütün ifadeler'in Çelebi'ye ait olduğu görülmüyor. Çünki, "Süleyman Çelebi
mevlidi metni bir hayli karışıklığa uğramıştır." (Bkz. îslâ-mî Türk Edebiyatı, Dr. Necla Pekolcay, 1967
bşk, s. 154)
Prof. Ahmet Ateş'in 'Eski el yazması nüshalara göre bastı'rılan geniş bir tetkikine bakılınca da
mistik edalı Ahmet adlı bir şair gibi "..batini akidesi taşıdığı.." görülenler tarafından mevlide
karıştırmalar yapılıp durmuştur. (Bkz. Mevlid, Ahmed Ateş, 1954 bşk, s. 61-83)
Ömer Rıza'nın "..müceddid liyakafında görerek takdim ettiği bir ilim adamı da "Mevlit kitabı namı
altında Arapça-Türkçe hususi risaleler de yazılmıştır.Her memlekette okunmaktadır, içerisinde doğru
sözler olduğu gibi malesef bir takım uydurma ve mübalağalı sözler de vardır.." diyor. (Ana Kaynaklara
Göre îslâm Dini, Mehmet Hatiboğlu, 1946 bşk, s. 14 ve 131).
Her ne ise konumuz bu değil. Ancak Allah'a atıflarda bulunurken kaynak gerekmez mi? Delil yok.
27-ZULÜM KARIŞMIŞ MAKALE-YİRMİYEDİ
Makale Başlığı: Sohbetler
Ahmed Şahin
29.6.1992 Tarihli Zaman Gazetesi
"Bak, bütün ikram ve ihsanların sahibi olan Rabbimizin sevgili kulu Bayezid-i Velisi'ne nasıl hitap
ediyor:
Ey Bayezid! Benim huzuruma gelirken hazinemde bol bol bulunan ibadetlerle,
ikramlarla, ihsanlarla, faziletlerle gelmeyi kâfibulma.Bunlarınyanındabenimhazinemde olmayanlarla
gel!..Bayezd-i Veli düşünmeye başlar. En sonunda fer,yad eder:
Ey Rabbim! Senin hazinende olmayan var mı ki,ben o olmayanlarla geleyim?
Şöyle cevap gelir Sultanulârifin'e:Evet, ey Bayezid! Benim eşsiz zenginlikteki hazinemde olmayanlar
da vardır. O olmayanlar, acz, fakr,zaaf ve çaresizliktir! Sen de aczinle, zaannla, fakrın veçaresizliğinle
gel. Kendini bunlarla bil. Bunları giydiğin elbise, sarındığın gömlek, örtündüğün cübbe gibi benimse.
İşte o zaman seni haddini bilmiş, durumunu anlamış, makamını tayin ve tesbit etmiş bir kul olarak
kabul eder, huzuru izzetime buyur ederim!..." Bayezid, nerede Allah'la böyle konuşmuş? Kaynak yok.
Ahmed Şahid Bey'in diğer yazılarına, benzer zulümler karıştırılıyor bazen. Mesela bkz. Zaman
Gazetesi, 31.3.1991' -deki sütununa bu kitapla 'zulüm karışmış kitap beş'-teki bir iftirayı da almış.
28-ZULÜM KARIŞMIŞ MAKALE-YİRMİ SEKİZ
Makale Başlığı: Camide Konuşmak
Ali Güler
23.5.1991 Türkiye Gazetesi
191
"Melekler, 'Yâ Rabbi! Bu kulun, camide dünya kelamı söylemesinden dolayı ağzından çıkan fena
koku, bizleri rahatsız ediyor.' derler. Hak Teâlâ da buyurur ki: İzzetim, Celâlim hakkı için, onlara büyük
bir bela veririm." Allah nerede böyle demiş, kaynak yok.
29- ZULÜM KARIŞMIŞ YAZI - YİRMİ DOKUZ.
Zaman gazetesi 29 Kasım 1996 tarihinde yayınlanan söyleşide :(SORU)“'''Son Avcılar
kampında Bedir ashabıyla alakalı bir hadise olmuş. Bedir Ashabıyla alakalı başka hadiseler
de varsa anlatır mısınız?”sorusu üzerine;(M.F.GÜLEN cevap veriyor)“Hz. Hamza ile alakalı
müşahedelerime gelince bunların hepsini hatırlamam imkansız. Hatırlayabildiklerimden bir
ikisini kısaca arz edeyim: İhtilalden sonraydı. Salih Bey, Cevdet ve ben, üçümüz Ankara'dan
İstanbul'a geliyoruz... Kartal civarına kadar geldik. Hava hafif hafif yağıyordu. Oralarda
çukurca bir yer varmış; tam biz oraya yaklaşmıştık ki, yağmur olanca hızıyla şiddetlendi ve
rampanın dibine indiğimizde de bujiler su aldı ve araba stop etti. Bir iki dakika içinde su
kabardı ve bizim arabayı yüzdürmeye başladı. Her geçen dakika su daha da kabarıyor ve bir
afet halini alıyordu. Öyle ki kısa bir müddet sonra kalas yüklü kamyonları bile kaldırıp sağa
sola sürüklemeye başladı. Camı biraz açayım dedim. İçeriye dolan su üçümüzü de sırılsıklam
ıslattı. Hemen camı kapattım. Elimden hiçbir şey gelmiyordu. Koca koca otobüs ve
kamyonlar dahi suyun yüzünde adeta saman çöpüne dönmüşlerdi. Hatta onlardan bir kaçı
sağımızdan, solumuzdan geçerken, “geçen sene burada bir sürü taksi sürüklendi gitti”,
diyerek moralimizi de bozdular... Cevdet soğukkanlı ve gülüyor. Salih Bey ise benim adıma
endişeli.
Arkadaşlara, “dua edin”", dedim. Her ikisi de, “Sizi kalas yüklü bir kamyona
bindirelim, biz arkadan geliriz” diyorlardı. Tabii ki kabul etmedim. Ben araba için
endişeleniyordum; zira o araba bizde emanet olarak bulunuyor, ya giderde şu kıyıdaki
bariyerlere çarparsa diye ödüm kopuyordu. Zaten böyle olmaması için de herhangi bir sebep
yok. Selin ortasında oradan oraya sürüklenip duruyoruz. Yer yer diğer arabalar bizim
üzerimize, biz de onların üzerine gidiyoruz. Direksiyon hakimiyeti diye bir şey yok ve tabi
yapacak da. Adam üzerimize gelmeyin diye bağırıyor. Nasıl gitmeyeceksin, sel tutmuş, seni
oraya sürüklüyor... Sonra bakıyorsun, aynı adam senin üzerine geliyor. Bütün bunlar olurken
benim “fikri sabitim”dir. Kibir o değişmiyor. Ya araba kıyıdaki bariyerlere vurur da
parçalanırsa; halbuki emanet, durmadan bunları düşünüyorum.
“Bir ara baktım ki, büyük bir kalas bize doğru geliyor. Aklımdan, şu kalas bizim ile
sütre arasında dursa hiç olmazsa araba kıyıdaki sütrelere çarpmaz diye düşündüm ve tam o
esnada arkadaşlara “dua edin” dedim, kendim de "Ya Seyyidena Hz. Hamza! Ya Seyyidena
Hz. Hamza!", diyerek o yüce ruhu imdadımıza göndersin diye Cenab-ı Hakk'a dua ettim.
Üzerimize doğru gelmekte olan kalas yanımızdan geçerek gözden kayboldu. Ve hayrettir,
selin mecrası birden değişti, hızı da azaldı. Olayın şahitleri var. Bu değişikliği ve birden selin
hızının azalmazı fiziki kanunlarla imkansız ki, Cenab-ı Hak, o mukaddes ve yüce ruhu
istihdam buyurdu ve yardımımıza gönderdi.
Hz. Hamza (r.a.) ile alakalı bir başka müşahedem de şudur: Kaldığım yerin salonunda
arkadaşlarla öğle namazını kıldık. Ben son sünneti kılmak için odama döndüm. Bir tuhaf ruh
haletinde bir garip müşahede; baktım cin diyebileceğim bir yaratık. Biraz da Tatarlara
benziyordu. Beni elimden tuttu ve götürmeye çalıştı.
192
Teferruatını unutmuşum. Ancak çok bunaldığımı hatırlıyorum. Birden istimdat
ile “Ya Hz. Hamza!” dedim. O şanlı sahabi benim gibi aciz bir insanın davetine icabet
etti ve adeta odanın içinde belirdi... Cin onu görünce korkudan geri geri gitti ve
duvardan süzülerek gözden kayboldu”'''(M.F.Gülen)
İnsanlık kan ağlıyor ,
madem ki M.F.Gülen Hz.Hamzayı çagırdığında yetişip
yardım ediyor !
neden M.F.Gülen yeryüzünde teröristlere karşı
Hz.Hamza’yı “ yardıma” çağırmıyor
diye soruyor insanlar !!!
İstanbul müftülüğü Hz.Eyüp Sultan türbesine kocaman bir yazı
asmış.”Sakın Hz.Eyüp Sultandan , ölmüşlerden asla ve asla yardım
istenmez/istemeyin” diye uyarılar bulunmaktadır.
Yasin Suresine bakalım;
13 - Sen onlara, o şehir halkını örnek ver. Hani oraya peygamberler gelmişti.
14 - Hani biz onlara iki peygamber göndermiştik, fakat onlar ikisini de yalanlamışlardı.
Biz de (onları) üçüncü bir peygamberle destekledik. Onlara: "Şüphesiz ki biz size
gönderilmiş elçileriz." dediler.
15 - Onlar da: "Siz bizim gibi insandan başka birşey değilsiniz, hem Rahman olan Allah,
hiçbir şey indirmedi. Siz sadece yalan söylüyorsunuz." dediler.
16 - Peygamberler dediler ki: "Rabbimiz biliyor ki biz gerçekten size gönderilmiş
elçileriz."
17 - "Bize düşen de sadece apaçık tebliğdir."
18 - Onlar dediler ki: "Herhalde biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer bu
işten vazgeçmezseniz, andolsun ki, sizi hiç tınmadan taşlarız ve mutlaka bizden size
pek acıklı bir azab dokunur."
19 - Peygamberler de şöyle cevap verdiler: "Sizin uğursuzluğunuz beraberinizdedir.
Size öğüt verildi diye mi (uğursuzluğa uğradınız)? Doğrusu siz israfı âdet etmiş bir
kavimsiniz."
20 - O sırada şehrin ta ucundan bir adam koşarak geldi ve: "Ey kavmim! Uyun o
elçilere!"
193
21 - "Uyun sizden hiçbir ücret istemeyen o zatlara ki, onlar hidayete ermişlerdir."
22 - "Bana ne oluyor da kulluk etmeyecekmişim beni yaratana? Hep döndürülüp O'na
götürüleceksiniz."
23 - "Hiç ben O'ndan başka ilâhlar edinir miyim? Eğer O Rahman, bana bir zarar
dileyecek olsa, onların şefaati benden yana hiçbir şeye yaramaz ve onlar beni
kurtaramazlar."
24 - "Şüphesiz ki ben, o zaman apaçık bir sapıklık içinde olurum."
25 - "Şüphesiz ki ben, Rabbinize iman getirdim, gelin dinleyin beni."
(Bu kişi ölünce)
26 - (Sonra ona) "haydi gir cennete!" denildi. O da dedi ki: "Ne olurdu kavmim
bilseydi!"
27 - "Rabbimin beni bağışladığını ve beni kendilerine ikram edilen kullarından
kıldığını."
28 - Biz arkasından kavminin üzerine bir ordu indirmedik, indirecek de değildik.
29 - Sadece bir gürültü oldu, onlar da hemen sönüverdiler.
Yasin suresinde şehidin cennette yaşadığını” Rabbimiz bize haber veriyor. Ve “Şehid” Yasin
26 ve 27 de ne diyor “
26 - (Sonra ona) "haydi gir cennete!" denildi. O da dedi ki: "Ne olurdu kavmim bilseydi!"
27- "Rabbimin beni bağışladığını ve beni kendilerine ikram edilen kullarından kıldığını."
Demek ki, şehitler cennette yaşarlar, cennete yaşayanlara ölü denilmez. ikram edilirler.
İman ederiz.Ayetler ayetleri zıtlık/çelişki olmadan tefsir eder.Diger ayetlere bakalım.
Sure: 3 - Al-i İmran Suresi
C:4
Ay
et:
16
9
Konu:
Allah (c.c) Yolunda Öldürülenlerin
Mükafaatları
‫بســـم هللا الرحمن الرحيم‬
‫هللا أَ ْم َوا ًتا َب ْل أَحْ يَاء عِ ن َد رَ ب ِِّه ْم يُرْ َزقُون‬
ِ ‫يل ه‬
ِ ‫َ َوالَ َتحْ سَ بَنَّ الَّذِينَ قُ ِتلُو ْا فِي س َِب‬
169 - (Ey mü'minler!) Allah yolunda öldürülenleri ölü zannetmeyin. Bilakis
onlar diridirler, Allah katında rızıklandırılırlar.
Rasulullah (s.a.s), Cabir b. Abdullah b. Cahş (r.a) ile karşılaştı. Onu üzgün
görünce:
"Üzgün olduğunu görmekteyim. Seni üzen nedir?" diye sordu. Cabir (r.a):
194
"Babam şehid öldü. Geride de bakıma muhtaç çocuklar ve ödenmesi
gereken borçlar bıraktı. Bunun için üzülüyorum" dedi. Rasulullah (s.a.s)
ona:
"Allah (c.c)'nun babana ne mükafat verdiğini sana haber vereyim mi?"
dedi. Cabir (r.a): "Evet" dedi. Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:"Allah (c.c)
baban dışında herkesle bir hicab (perde) arkasından konuştu. Fakat
babanla arada hiçbir hicab bulunmaksızın konuştu ve ona şöyle dedi:
"Ey Kulum! Benden ne istersen iste, sana vereyim." Abdullah b. Cahş:
"Ey Rabbim! Ruhumu tekrar geri döndür de senin yolunda tekrar öleyim."
dedi. Allah (c.c) ona:
"Ben, dünyada ölen kimseleri tekrar dünyaya döndürmeyeceğimi daha
önce bildirmiştim. Bunun için senin tekrar dünyaya dönmen mümkün
değildir." dedi. Abdullah b. Cahş:
"Ey Rabbim! O zaman, benim şu an içinde bulunduğum hali, bana verilen
nimeti benim gibi şehid ölmeyen kimselere bildir." dedi. Bunun üzerine
Allah (c.c) Ali İmran: 169 ayetini indirdi."(Tirmizi, Hakim, İbn-i Mace, İbn-i
Huzeyme, Taberani, Beyhaki, İbn-i Merdeveyh) (Tirmizi bu hadis için hasen,
Hakim ve Zehebi ise sahih dediler.)
Bu ayetin nuzül sebebi ile ilgili olarak; İbn-i Abbas (r.a)'dan
şöyle bir rivayet vardır: Rasulullah (s.a.s)'in şöyle buyurdu:
"Allah (c.c), Uhud savaşında şehid ölen kardeşlerinizin ruhlarını, arşın
gölgesinde asılı duran kandillerin üzerindeki yeşil kuşların içine koymuştur.
Böylece onlar cennet nehirlerine gider, orada cennet nimetlerinden yerler.
Sonra arşın gölgesinde asılı duran kandillere tekrar dönerler. Allah (c.c)'nun
kendilerine verdikleri nimetleri gördüklerinde:
"Bizim gibi ölmemiş müslüman kardeşlerimiz Allah (c.c)'nun
bizi nasıl nimetlendirdiğini, bizim cennette nasıl yaşadığımızı istediğimiz
şeylerin nasıl yerine getirildiğini keşke bilselerdi Allah yolunda cihaddan
geri kalmasalar, kaçmasalar." dediler. Bunun üzerine Allah (c.c):
"Ben onlara bunu haber vereyim" dedi." Bunun üzerine Al-i
İmran: 169 ayeti indi." (Ebu Davud, Hakim, Beyhaki, Taberi, Ahmed) (Hakim
bu hadis için sahih dedi.)
İster Hamza b. Abdulmuttalib, Mus'ab b. Umeyr gibi
savaşarak ölsünler, isterse Sümeyye (r.a) gibi işkence altında can versinler,
isterse kafirlerle çarpışmak için giderken veya hazırlık yaparken ölsünler,
fark etmez.
Ammar
b.
Yasir'in
annesi
195
Sümeyye
(r.a)
savaşarak
ölmemiştir, ama şehid hükmündedir ve ilk şehid kadındır. Ebu Cehil, ondan
Rasulullah (s.a.s)'e laf atmasını ve sahte ilahları övmesini istiyor, itaat
etmeyince de ona işkence ediyordu. O ise, onu dinlemiyor sürekli olarak La
ilahe İllallah Muhammedun Rasulullah diyordu. Sonunda Ebu Cehil onu
bıçaklayarak öldürdü.
Uhud savaşında da, müslümanlardan yetmiş kişi şehit oldu.
Onlardan dört tanesi muhacirlerdendi. İçlerinde Hamza b. Abdulmuttalib,
Mus'ab b. Umeyr, Abdullah b. Cahş, Şimas b. Osman El Mahzumi gibi
şahsiyetlerde vardı. Ensardan da altmış altı kişi şehit edilmişti.
Allah
yolunda
öldürülenlerin
diri
oldukları söylenirken onların, kabirlerinde ceset ve ruhlarıyla dünyada
yaşayan diğer insanlar gibi sağ oldukları veya yemek yedikleri, su içtikleri,
evlendikleri, cesetlerinin semaya yükseltildiği kast edilmiyor. Çünkü onların
cesetleri parçalanmakta, yanmakta, hayvanlar tarafından yenmekte veya
çürümektedir.
Şehitlerin vücutlarının çürümediğini ifade eden görüşler ise
sağlam bir delile dayanmıyor. Allah (c.c) şehitlerin hayatı hakkında fazla
bilgi vermemiştir.
Şehitler hakkında inanılması gereken budur. Allah (c.c)'nun
bildirdiği kadarına iman etmek gerekir.
Ayetteki: "Allah katında rızıklandırılırlar" kelimesi buna
delildir.
Rasulullah (s.a.s) de, şehitlerin içinde bulundukları hayatı
bizzat açıklamıştır. Bu nedenle şehitlerin içinde bulundukları hayat
hakkında hadislerde bildirilenlerden başka bir şey söylenemez.
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyuruyor:
"Allah yolunda öldürülmek, borç hariç her şeyi affettirir." (Müslim)
Bu hadiste bahsedilen borç, emanet, kul hakkı ve bunlara
benzer şeylerdir. Allah (c.c) malı olduğu halde borcunu ödemeyen veya
öldükten sonra ödenmesini vasiyet etmeyenleri affetmeyecektir. Fakat
gerçekten ödeme gücü olmadığı halde şehid olanların borcu beytül maldan
karşılanır. Hatta geride bakıma muhtaç çocuklarına müslüman devlet bakar
veya bir bakıcı ayarlar yada maaş bağlar. Allah (c.c) böyle kulunu affeder.
Ebu Hureyre (r.a)'dan Rasulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğu
rivayet edilmiştir:
"Kim ölür de geride bir borç veya çocuk bırakırsa, onun borcunu
ödemek, çocuklarının maişetini temin etmek Allah'a ve rasulüne aittir. Kim
196
ölür de bir mal terk ederse o mal mirasçılarına aittir." (Buhari, Müslim)
Şehitler, Salihler ve Nebilerden Medet Ummak Şirktir
"Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin onlar canlıdırlar.
Fakat siz bilemezsiniz." (Bakara: 154)
Allah (c.c)'nun ve Rasulullah (s.a.s)'in haber verdiği dışında,
şehitlerin hayatı hakkında yorum yapmak, gaipten delilsiz bir şey söylemek
hükmündedir. Hiçbir müslüman bu işi yapmaz.
Şehitler hakkında; "Allah (c.c)'nun bildirdiğine göre onlar
ölü değil, canlıdırlar" diyerek İslam'ın izin verdiği konular dışında onlar
hakkında herhangi bir inanca sahip olmak veya bir amel yapmak caiz
değildir.
"Şehitler
salih
kişilerdir,
Dünyadan
ayrılmış
olsalar
bile,Dünyaya dönebilirler, Allah (c.c) katında büyük mertebeleri vardır, bizi
görür ve duyarlar, bu nedenle bir sıkıntıya düştüğümüzde onlardan yardım
isteyebiliriz, mertebeleri yüksek olduğu için bize yardım edebilirler"
şeklinde düşünmek ve onlardan medet ummak sapıklıktır, şirktir.
Nebi ve rasuller hakkında da aynı inanca sahip olmak şirktir,
dünyadan ayrılmış kimseler, ister ölü hükmünde sayılmayan şehid ve
nebiler olsun, isterse kabir hayatı yaşayanlar olsun dünyada yaşayanlara
hiçbir fayda veya zarar veremezler. Dünyadaki insanlara veya olaylara
hiçbir etkileri yoktur. Şayet etkileri olmuş olsaydı, İslam'ı en iyi bilen
sahabeler bunu bilirler ve onlardan bir fayda elde etmek için çalışırlardı.
Fakat Sahabelerin hayatlarına bakıldığında bunun tam aksi
görülür. Onlar, bir sıkıntıya düştüklerinde ne rasul, ne şehid ve ne de salih
zannettikleri hiç bir ölüden yardım istememişlerdir. Onlar, kim olursa olsun
bu dünya dan göçenlerin dünyadakiler üzerine hiç bir fayda ve zararları
olmadığını çok iyi biliyor ve buna inanıyorlardı.
Ömer (r.a) zamanında yağmur yağmadığı zamanlar halk
kıtlığa ve sıkıntıya düştüklerinde, hiçbir müslüman: "Gelin,
gidip
Rasululah (s.a.s)'den, Bedir veya Uhud şehitlerinden yardım isteyelim"
dememiştir. Eğer caiz olsaydı bunu muhakkak yaparlardı. Fakat bu konuda
caiz olan şey; Yaşayan salih kişilerden dua etmelerini istemektir. Bu
sebeple sahabeler yağmur yağması için sağ olan Rasulullah'ın amcası
Abbas'a dua ettirdiler ve duasına amin dediler. Allah (c.c)'de onların bu
duasını kabul edip onlar için yağmur yağdırmıştı.
İslam'a gerçekten teslim olmuş müslümanlar da sahabelerin
yaptığı
gibi
yapar.
Hiçbir
sağlam
delile
197
dayanmadan,
sahabelerin
yapmadığı, hatta tam tersini yaptığı şeyleri yapanlar, niyetleri ne olursa
olsun Allah katında sorumludurlar. Yaptıkları haram ise günahkar, şirk ise
müşrik olurlar.
Bamteli: Hizmet’in Evrenselliği ve Gönüllülerinin Ortak Paydası
09/11/2014
“Mefkûre muhâcirleri ile dünyanın dört bir yanında onları istikbal edenler arasındaki irtibatın
tamamen evrensel insanî değerlere saygıdan kaynaklandığı ifade ediliyor.” şeklinde ki bir
soruya M.F.GÜLEN “Evrensel insanî değerlere saygı, bir ortak paydadır esasen.”
diye cevap veriyor.
Evrensel insani ortak değerler “ Zaman gazetesi 29 Kasım 1996
tarihinde yayınlanan yazıda / söyleşide “ söylenen sözler olmasa gerek.
Herkul | 04/01/2015. | BAMTELI
Kur’an’a Dönüş Yılları
*Dr. İkbal bir edip, bir şair, bir düşünür olmakla beraber, aynı zamanda bir zahid bir âbiddir.
Londra’da 15-18 sene kadar kalmış, bir gece teheccüdünü kaçırmamış. Dolayısıyla Kur’an-ı
Kerim’e karşı da ciddi bir alakası var. Diyor ki: “Ben hep Kur’an okuyordum da babam bana
diyordu ki, ‘Oğlum Kur’an oku!’ Bir gün babama cevap mahiyetinde ‘Baba, dedim, ben her
zaman Kur’an okuyorum.’ ‘Oğlum, Hazreti Muhammed (aleyhissalatu vesselam)’a inmiş
Kur’an’ı, O’na inmiş gibi değil, şu anda Allah sana indiriyor gibi oku!’ dedi .”
Zannediyorum tecdide ( yenilenmeye) bir de bu mülahaza ile bakmak lazım.
*Kur’an’ı Kerim’i sana iniyor gibi ve her ayetin, başta seninle bir münasebeti olduğu
mülahazası ile okuyacaksın. Hatta kafirlerle, münafıklarla alakalı şeyleri okurken bile
“Galiba bende de bir kafir sıfatı var!..” düşüncesinden uzak kalınmamalı. Bir kafir sıfatı
198
bulunmakla insan kafir olmaz, fakat her mü’minde kafir sıfatı da bulunabilir. Mesela gafil
yaşamak, lâhî ve lâğî yaşamak, ömrünü, zamanını israf etmek kafir sıfatlarıdır. Yalan
söylemek, iftira etmek, bunları görüp sessiz kalmak, onların yanında oturmak kafir sıfatıdır.
Yani Kur’an-ı Kerim’in her ayetinin bize bir şey dediğine inanmakla ancak gönül dünyamızı
ihya edebiliriz. Çünkü hatalar görülmeyince, kabul edilmeyince -zannediyorum- onların
giderilmesine de gayret edilmez. Onlardan vazgeçmek, tevbe-yi istiğfarda bulunmak, her
defasında 10-20-30 yıl sonra, yaptığımız o mesavî aklımıza geldiği zaman bir kere daha
onun üzerine tevbe doluları yağdırmak, balyozları indirmekle giderilmesine çalışılmış olur.
*Kültür müslümanlığı olarak, yetiştiğimiz kültür ortamından aldığımız şeyleri yeterli
gördüğümüz için, bugün sadece Türkiye değil, bütün âlem-i İslam böyle yarım yamalak,
nazarî müslümanlığın derbederliği içinde bocalayıp duruyor -hafizanallah-”.
*Herkul.org sitesinden alınan bu yazı bir yöntem (usul) öneriyor.
Bu yönteme (usule) sadık kalarak; M.F.GÜLEN adına yayınlanan tüm yazıları gözden
geçirelim.
Özellikle, ivedilikle
Herkul | 04/01/2015. | BAMTELI
Kur’an’a Dönüş Yılları’nda yayınlanan”
Kur’an’ı Kerim’i sana iniyor gibi ve her ayetin, başta seninle bir münasebeti olduğu
mülahazası ile okuyacaksın” cümlesinin gereğini herkes yapabilir.
“Kur’an’ı Kerim’i sana iniyor gibi ve her ayetin, başta seninle bir münasebeti olduğu”
mülahazası ile okuyacaksın”
yöntemine sadık kalmaya çalışarak; konular üzerinde Tecdit/Yenilenme için sorular
hazırlayıp, herkul org da belirtilen E-mail adresine iletmeye HERKES gayret sarfedebilir.
30- ZULÜM KARIŞMIŞ YAZI: OTUZ.
Perşembe,19 Temmuz 2007 12:00 M.Fethullah Gülene ait internet sitesinde
aşağıdaki yazıyı inceleyelim
199
Gelecekle Alâkalı Haberleri Nübüvvetinin ve Risâletinin Delilleridir.
1) Bir insanın, bırakın gelecekle ilgili hâdiseleri, içinde yaşadığı vak'aları bile bütün
yönleriyle en ince noktalarına kadar inceleyip anlatması öyle kolay bir mesele
değildir. İçinde yaşadığımız zamanla alâkalı hakikat bu iken, en büyük politikacı,
sosyolog ve dâhiler dahil, kim 50-100 sene sonrası için kesin ifadelerde bulunabilir?
Bu mevzuda yapılsa yapılsa, sebep-netice prensibine, birtakım tarihî kanunlara ve
tecrübelere dayanılarak bazı tahminler yapılabilir
2) Kur'ân'ın ifadesiyle, gaybı Allah'tan başka kimse bilemez; bir de Allah'ın
bildirmesiyle nebiler, resûller, bir de Allah'ın hususî lütufta bulunduğu bazı kimseler
bilebilir.[1] Evet, ilerde zuhur edecek hâdiseler hakkında kesin söz söylemek, ancak
ve ancak Cenâb-ı Allah'a ait bir iştir. Bununla birlikte, şayet bir insan çıkıyor ve aynı
sahada çok kesin sözler söylüyorsa, Allah'ın bildirmesine mazhar bir nebi olabilir.
[1] Bkz.: Cin sûresi, 72/26-27.
M.F.GÜLEN’adına yayınlanan yazıda “Allah'ın hususî lütufta bulunduğu bazı
kimseler bilebilir.[1]” deniliyor ve delil olarak 72.surenin 26 ve 27.ayetleri
gösteriliyor.
“Muhyiddin b. Arabî, Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan bir asır önce yaşamış
olmasına rağmen, Edirne kütüphanesinde bulunan ve Efranî tarafından tercümesi
yapılmış olan “Şeceretü’n-Nu’mâniyye” adlı eserinde, Osmanlılar devrinde zuhur
edecek pek çok hâdiseyi aynen haber vermiştir. Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan ve
Şam'la Mısır'ın fethinden Yavuz Selim’in Şam’a girmesiyle kendi kabrinin ortaya
çıkarılacağına kadar bir düzine hadiseden rümuzlu bir şekilde bahseder. Yine aynı
eserde, Hafız Paşa’nın dokuz ay muhasara etmesine rağmen Bağdat'ı alamayacağı
ve fethin 40 gün içinde Dördüncü Murad'a müyesser olacağı anlatılır. Dünyâya
gelmesinden asırlar önce, Sultan Abdülaziz'in katledileceğini haber verir. Muhyiddin
b. Arabî, bu eserinde Rus-Japon savaşından söz ettiği gibi, müslümanların
düşmanlarıyla muharebe edeceklerinden ve neticede galip geleceklerinden de
bahseder. Türkler hakkında da “Türkler için muzafferiyet ve saadet var” der.
[ İnancın Gölgesinde 1, M.fethullah Gülen, Nil Yayınları shf 83)
200
M.F.Gülen adına yayınlanan yazıya tekrar bakalım.
2) Kur'ân'ın ifadesiyle, gaybı Allah'tan başka kimse bilemez; bir de
Allah'ın bildirmesiyle nebiler, resûller, bir de Allah'ın hususî lütufta
bulunduğu bazı kimseler bilebilir.[1] Evet, ilerde zuhur edecek
hâdiseler hakkında kesin söz söylemek, ancak ve ancak Cenâb-ı Allah'a
ait bir iştir. Bununla birlikte, şayet bir insan çıkıyor ve aynı sahada çok
kesin sözler söylüyorsa, Allah'ın bildirmesine mazhar bir nebi olabilir.[1]
Bkz.: Cin sûresi, 72/26-27
Bismillah diyerek 72.surenin 26 ve 27.ayetlerini inceleyelim.
Kur'ân-ı Kerim 72.SURE /CİNN-26.AYET
‫ب َف َل ي ُْظ ِه ُر َعلَى َغي ِْب ِه أَ َح ًدا‬
ِ ‫َعالِ ُم ْال َغ ْي‬
Âlimul gaybi fe lâ yuzhiru alâ gaybihî
ehadâ(ehaden)
1.
2.
âlimu
el gaybi
: âlim, bilen
: gayb, gizli olan, görünmeyen
3.
fe
: artık, bu sebeple
4.
lâ yuzhiru
: zahir etmez, bildirmez
5.
alâ gaybi-hî
: gaybını
6.
ehaden
hiç kimseya
İskender Ali Mihr
O (Allah), gaybı bilendir. Fakat O, gaybını hiç kimseye
izhar etmez (açıklamaz).
Abdulbaki Gölpınarlı
:
Gizliyi bilen odur, gizlediği şey de hiçbir kimseye
açılmaz.
Abdullah Parlıyan
:
Yaratılmışların akıl ve duyularıyla kavramaktan aciz
oldukları şeyleri ancak O bilir. Erişilmez derinlikteki
sırlarını kimseye açmaz.”
Adem Uğur
:
O bütün görülmeyenleri bilir. Sırlarına kimseyi muttali
kılmaz;
Ahmed Hulusi
:
Gayb'ın bilenidir!
çıkarmaz;
Ahmet Tekin
:
O, duyu ve bilgi alanı ötesini, gayb âlemini bilir.
Sırlarına hiç kimseyi vâkıf etmez.
201
Zâtî
Gayb'ını
kimsede
açığa
Ahmet Varol
:
O, gaybı bilendir. Kendi gaybını kimseye açmaz.
Ali Bulaç
:
Ali Fikri Yavuz
:
O, gaybı bilendir. Kendi gaybını (görülmez bilgi
hazinesini) kimseye açık tutmaz (ona muttali kılmaz.)
O, bütün gaybi bilendir; gaybe dair ilmini ise, hiç
kimseye açmaz.
Bayraktar Bayraklı
:
Allah bütün gaybı bilir. Sırlarını kimseye açıklamaz.
Bekir Sadak
:
Gorulmeyeni bilen Allah, gorulmeyene kimseyi muttali
kilmaz.
Celal Yıldırım
:
O, gaybı bilendir. Gaybına kimseyi muttali' kılmaz.
Cemal Külünkoğlu
:
Diyanet İşleri (eski)
:
Yaratılmışların kavrayış sınırlarının ötesindekini sadece
O bilir. Erişilmez derinlikteki sırlarını hiç kimseye
açmaz.
Görülmeyeni bilen Allah, görülmeyene kimseyi muttali
kılmaz.
Diyanet Vakfi
:
O bütün görülmeyenleri bilir. Sırlarına kimseyi muttali
kılmaz;
Edip Yüksel
:
O geleceği
göstermez.
Elmalılı Hamdi Yazır
:
Elmalılı (sadeleştirilmiş)
:
O bütün gaybi bilir, fakat gaybına kimseyi apaçık agâh
etmez.
O bütün gaybı bilir, fakat gaybına kimseyi apaçık vakıf
kılmaz.
Elmalılı (sadeleştirilmiş 2)
:
O bütün gaybı bilir. Fakat gaybını hiç kimseye açmaz.
Fizilal-il Kuran
:
Gaybın bilgisi O'nun tekelindedir. O gaybın sırlarını hiç
kimseye açmaz.
Gültekin Onan
:
O, gaybı bilendir. Kendi gaybını kimseye açık tutmaz
(ona muttali kılmaz.)
Hasan Basri Çantay
:
(O bütün) ğaybı bilendir. Öyle ki gaybına kimseyi
muttali etmez O.
Hayrat Neşriyat
:
(Bütün) gaybı hakkıyla bilen (O’)dur; hem gaybına hiç
kimseyi muttali' kılmaz.
İbni Kesir
:
Gaybı bilendir. Gaybını kimseye açıklamaz.
Kadri Çelik
:
O, gaybi bilendir. Kendi gaybına hiç kimseyi egemen
kılmaz.
Muhammed Esed
:
(Yalnız) O bilir yaratılmışların kavrayış sınırlarının
ötesindekini ve hiç kimseye açmaz Kendi erişilmez
derinlikteki sırlarını,
Ömer Nasuhi Bilmen
:
O, gaybı bilendir, fakat gaybı üzerine bir kimseyi
apaçık haberdar etmez.
Ömer Öngüt
:
Şaban Piriş
:
Gaybı bilen ancak O'dur. Gaybına kimseyi muttali
kılmaz.
(26-27) Gaybı bilen, gaybını elçisinden razı olduğu
dışında hiç kimseye açıklamaz. Çünkü o, onun
202
bilendir;
ve
O
sırrını
hiç
kimseye
önünden ve arkasından gözcüler koyar.
Suat Yıldırım
:
(26-28) O bütün gaybı bilir. Fakat gayplarını kimseye
açmaz. Ancak, bildirmeyi dilediği bir elçiye bildirir. Bu
durumda (mesajı korumak için) o elçisinin önüne ve
arkasına gözetleyiciler yerleştirir. Böylece (Allah)
elçilerinin, Rab’lerinin mesajlarını gereğince tebliğ
ettiklerini bilmek (yani fiilen görmek) ister. Doğrusu
Allah, kullarının nezdinde ne var, ne yoksa her şeyi
ilmiyle ihata etmiş, her şeyi bir bir kaydetmiştir.
Süleyman Ateş
:
Gaybı bilen O'dur. Gizli bilgisini kimseye göstermez.
Tefhim-ul Kuran
:
Ümit Şimşek
:
O, gaybi bilendir. Kendi gaybını (görülmez bilgi
hazinesini) kimseye açık tutmaz (ona muttali kılmaz).
Gaybı bilen Odur; hiç kimseye gayb bilgisini açık bir
şekilde bildirmez.
Yaşar Nuri Öztürk
:
Gaybı bilendir O.
yardımcı yapmıyor.
Gaybı
konusunda
hiç
kimseyi
Kur'ân-ı Kerim 72.SURE /CİNN-27.AYET
‫ْن َي َد ْي ِه َو ِمنْ َخ ْلفِ ِه‬
ُ ُ‫ُول َفإِ َّن ُه َيسْ ل‬
َ ‫إِ َّال َم ِن ارْ َت‬
ٍ ‫ضى ِمن رَّ س‬
ِ ‫ك ِمن َبي‬
‫ص ًدا‬
َ ‫َر‬
İllâ menirtedâ min resûlin fe innehu yesluku min
beyni yedeyhi ve min halfihî rasadâ(rasaden).
1.
illâ
: ancak, hariç
2.
men irtedâ
: rızaya ulaşan kimse
3.
min resûlin
: resûllerden
4.
5.
fe
inne-hu
: o taktirde
: muhakkak ki o
6.
yesluku
: sevkeder
7.
min beyni yedey-hi
: onların elleri arasında, önünden
203
8.
ve min halfi-hî
: ve onun arkasından
9.
rasadan
: gözleyen, gözeten
İskender Ali Mihr
:
Resûllerden razı oldukları (tasarruf rızasına ulaşmış
olanları) hariç! O taktirde, muhakkak ki O (Allah),
onların önünden ve arkasından gözetenler sevkeder
ki,
Ancak peygamberlerden seçtiği müstesnâ; onların da
önlerinde, artlarında gözetleyiciler yollar.
Abdulbaki Gölpınarlı
:
Abdullah Parlıyan
:
Adem Uğur
:
Ahmed Hulusi
:
Ahmet Tekin
:
Ahmet Varol
:
Ali Bulaç
:
Ali Fikri Yavuz
:
Ancak bir peygamber olarak seçtiği müstesnadır;
(O’na gaybe dair bazı ilimleri açıklar ve bunlar mucize
olur). Çünkü Allah, peygamberin önünden ve ardından
muhafız melekler tayin eder (de O’nu korurlar).
Bayraktar Bayraklı
:
(27-28) Ancak hoşnut olduğu peygamber hariçtir.
Çünkü O, peygamberinin önünden ve ardından
gözetleyiciler gönderir ki Rablerinin emirlerini tebliğ
ettiklerini bilsin. Allah onları çepeçevre kuşatmıştır ve
her şeyi bir bir saymıştır.[686]
Bekir Sadak
:
(27-28) Ancak peygamberlerden, bildirmek istedigi
bunun
disindadir.
Rablerinin
bildirilerini
teblig
etmelerini ortaya koymak icin her peygamberin
onunden va ardindan gozculer salar; onlarin
Ancak bu tür bilgileri seçip, razı olduğu bir
peygambere bildirebilir. Bu bilgileri bildirme esnasında
o bilginin cin ve şeytanlar tarafından çalınmaması için
getiren meleklerin önünden ve ardından muhafızlık
yapacak melekler gönderir.
Ancak, (bildirmeyi) dilediği peygamber bunun
dışındadır. Çünkü O, bunun önünden ve ardından
gözcüler salar,
Sadece irtiza ettiği (seçtiği; arındırdığı) bir Rasûl
istisnadır bundan! Muhakkak ki O, Onun (O Rasûlün)
önünden ve arkasından rasat (gözeten, koruyan)
koyar!
Ancak, kendisinden razı olduğu Rasulü sırlarına vâkıf
olabilir. Çünkü, onun önüne arkasına, sağına soluna,
gözeteci, koruyucu melekler dizer.
Ancak elçilerinden hoşnud oldukları müstesna. Çünkü
O, bunun önüne ve arkasına gözetleyiciler koyar.
Ancak elçileri (peygamberleri) içinde razı olduğu
(seçtikleri kimseler) başka. Çünkü O, bunun önüne ve
arkasına izleyici (gözetleyici)ler dizer.
204
yaptiklarini ilmiyle kusatir ve herseyi bir bir sayar. *
Celal Yıldırım
:
Ancak seçip razı olduğu bir peygambere (bildirmesi)
bunun dışındadır. Şüphesiz ki, o peygamberin önünde
ve ardında dizi halinde gözcüler yürütür ki,
Cemal Külünkoğlu
:
Bu sırları sadece seçtiği peygamberine açar. Çünkü
Allah, peygamberin önünden ve arkasından muhafız
melekler tayin eder (de onu korurlar).
Diyanet İşleri (eski)
:
Diyanet Vakfi
:
(27-28) Ancak peygamberlerden, bildirmek istediği
bunun
dışındadır.
Rablerinin
bildirilerini
tebliğ
etmelerini ortaya koymak için her peygamberin
önünden ve ardından gözcüler salar; onların
yaptıklarını ilmiyle kuşatır ve herşeyi bir bir sayar.
Ancak, (bildirmeyi) dilediği peygamber bunun
dışındadır. Çünkü O, bunun önünden ve ardından
gözcüler salar,
Edip Yüksel
:
Elmalılı Hamdi Yazır
:
Elmalılı (sadeleştirilmiş)
:
Seçtiği bir elçiden başka; çünkü onun önünden ve
ardından gözetleyiciler dizer.
Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2)
:
Ancak seçtiği elçiye açar. Çünkü onun önünden ve
ardından gözetleyiciler salar.
Fizilal-il Kuran
:
Gültekin Onan
:
Bu sırları sadece seçtiği peygamberlerine açar. Onların
önlerinden ve arkalarından gözcüler, korucular salar.
Ancak elçileri (peygamberleri) içinde razı olduğu
(seçtikleri kimseler) başka. Çünkü O, bunun önüne ve
arkasına izleyici (gözetleyici)ler dizer.
Hasan Basri Çantay
:
Hayrat Neşriyat
:
İbni Kesir
:
Ancak beğenip seçtiği bir peygamber müstesnadır.
Çünkü onun önünden ve ardından gözcüler koyar.
Kadri Çelik
:
Ancak elçileri içinde razı olduğu başka. Çünkü O,
bunun (elçinin) önüne ve arkasına gözcüler koyar.
Muhammed Esed
:
Ömer Nasuhi Bilmen
:
seçmekten hoşnutluk duyduğu elçisi hariç. O zaman
Allah hem onun gözü önüne serilmiş olan her konuda,
hem de aklının ermeyeceği her alanda onu
gözetlemek için (semavi güçler) gönderir;
İhtiyar buyurduğu bir resûl müstesna, çünkü o, bunun
önünden ve ardından muhafızlar sevkeder.
Ömer Öngüt
:
Ancak seçtiği bir elçi hariç; nitekim O, o elçiden
önceye ve sonraya ait bir gözlem sunar.
İhtiyar buyurduğu bir Resulden başka, çünkü onun
önünden ve ardından râsıdler dizer
Meğer ki beğenib seçdiği bir peygamber ola. Çünkü O,
bunun önünden, ardından gözetleyiciler dizer,
Ancak peygamber(lerin)den (gaybın bir kısmını
bildirmeye) râzı olduğu kimseler müstesnâdır; çünki O
(Allah), onun (o peygamberin) önünden ve arkasından
gözetleyici(melek)ler gönderir.
Ancak beğenip seçtiği elçi bunun dışındadır. Çünkü O,
205
bunun önünden ve arkasından gözetleyiciler koyar.
Şaban Piriş
:
(26-27) Gaybı bilen, gaybını elçisinden razı olduğu
dışında hiç kimseye açıklamaz. Çünkü o, onun
önünden ve arkasından gözcüler koyar.
Suat Yıldırım
:
(26-28) O bütün gaybı bilir. Fakat gayplarını kimseye
açmaz. Ancak, bildirmeyi dilediği bir elçiye bildirir. Bu
durumda (mesajı korumak için) o elçisinin önüne ve
arkasına gözetleyiciler yerleştirir. Böylece (Allah)
elçilerinin, Rab’lerinin mesajlarını gereğince tebliğ
ettiklerini bilmek (yani fiilen görmek) ister. Doğrusu
Allah, kullarının nezdinde ne var, ne yoksa her şeyi
ilmiyle ihata etmiş, her şeyi bir bir kaydetmiştir.
Süleyman Ateş
:
Tefhim-ul Kuran
:
Ancak râzı olduğu elçiye gösterir. Çünkü O, elçisinin
önüne ve arkasına gözetleyiciler (koruyucular) koyar.
Ancak elçileri (peygamberleri) içinde razı olduğu
(seçtikleri kimseler) başka. Çünkü O, bunun önüne ve
arkasına izleyici (gözetleyici)ler dizer.
Ümit Şimşek
:
Ancak bildirmek istediği peygamberler müstesna.
Onun da önüne ve arkasına bekçiler koyar.
:
206
Arapça
(Arabic-‫)عربية‬
Muhammet ABAY
(Türkçe
Okunuşu)
Diyanet Vakfı
‫ْن َيدَ ْي ِه‬
ُ ُ‫ُول َفإِ َّن ُه َيسْ ل‬
َ ‫ إِ َّال َم ِن ارْ َت‬27.
ٍ ‫ض ٰى ِمنْ َرس‬
ِ ‫ك ِمنْ َبي‬
‫ص ًدا‬
َ ‫َو ِمنْ َخ ْل ِف ِه َر‬
27. illâ meni-rteḍâ mir rasûlin feinnehû
yesluku mim beyni yedeyhi vemin ḫalfihî
raṣadâ.
27. Ancak, (bildirmeyi) dilediği peygamber bunun dışındadır.
Çünkü O, bunun önünden ve ardından gözcüler salar,
(Türkçe)
27. (27-28) Ancak seçtiği resûller başka. (Onlara bildirir.) Fakat
Diyanet
İşleri O, Resûlün önünde ve arkasında gözetleyici (melek)ler yürütür ki
Başkanlığı
resûllerin, Rablerinin vahiylerini tebliğ ettiklerini bilsin. Allah,
onların her hâlini kuşatmış ve her şeyi inceden inceye sayıp
(Türkçe)
dökmüştür.
27. Ancak seçip razı olduğu bir peygambere (bildirmesi) bunun
dışındadır. Şüphesiz ki, o peygamberin önünde ve ardında dizi
Celal YILDIRIM
halinde gözcüler yürütür ki,
(Türkçe)
27. (26-28) O bütün gaybı bilir. Fakat gayplarını kimseye açmaz.
Ancak, bildirmeyi dilediği bir elçiye bildirir. Bu durumda (mesajı
Suat YILDIRIM
korumak için) o elçisinin önüne ve arkasına gözetleyiciler
(Türkçe)
yerleştirir. Böylece (Allah) elçilerinin, Rab’lerinin mesajlarını
gereğince tebliğ ettiklerini bilmek (yani fiilen görmek) ister.
Doğrusu Allah, kullarının nezdinde ne var, ne yoksa her şeyi
ilmiyle ihata etmiş, her şeyi bir bir kaydetmiştir.
27. Meğer ki beğenib seçdiği bir peygamber ola. Çünkü O, bunun
Hasan
Basri önünden, ardından gözetleyiciler dizer,
ÇANTAY
(Türkçe)
Abdulbaki
GÖLPINARLI
27. Ancak peygamberlerden seçtiği müstesna; onların da
önlerinde, artlarında gözetleyiciler yollar.
(Türkçe)
27. İhtiyar buyurduğu bir Resulden başka, çünkü onun önünden
Elmalılı
207
Muhammed
Hamdi YAZIR
ve ardından râsıdler dizer
(Türkçe)
Ömer
BİLMEN
27. İhtiyar buyurduğu bir resûl müstesna, çünkü o, bunun
Nasuhi önünden ve ardından muhafızlar sevkeder.
(Türkçe)
Yusuf Ali
27. "Except a messenger whom He has chosen: and then He
makes a band of watchers march before him and behind him,
(English/
İngilizce)
Hamidullah
27. sauf à celui qu´Il agrée comme Messager et qu´Il fait
précéder et suivre de gardiens vigilants,
(French/
Fransızca)
Kurdî
27. Ji pêştirê ewan qasidên, ku bi xweber ji bona zanîna wan ra
qayîl be. Loma îdî (Yezdan) di ber û paşî ya wan (qasidan)
dadîdevanan digerîn e.
(Kürtçe)
Теофанов
(Tzvetan
Theophanov)
27. освен на онзи пратеник, когото е избрал. И сторва Той
пред него и зад него да има [ангели] пазители,
(Bulgarian/
Bulgarca)
Sherif Ahmeti
27. Me përjashtim të ndonjë të dërguari që Ai do. Atëbotë Ai vë
roje para edhe prapa tij (kur i shpall fshehtësinë),
(Albanian/
Arnavutça)
Fred Leemhuis
27. behalve aan een gezant aan wie Hij een welbehagen heeft.
En Hij laat voor hem en achter hem bewakers op de loer liggen,
(Dutch/
Hollandaca)
Amir Zaidan
27. außer demjenigen, an dem ER als Gesandten Wohlgefallen
findet, also gewiß läßt ER vor ihm und hinter ihm Wachende sein,
208
(Deutsch/
Almanca)
Muhammad
García
27. Salvo aquel con quien Él se complace como Mensajero [y le
Isa revela asuntos de lo oculto]. Entonces, hace que lo escolten
[ángeles] por delante y por detrás
(Spanish/
İspanyolca)
27. магар бар он паёмбаре, ки аз ӯ хушнуд бошад, зеро ки
AbdolMohammad барои нигаҳбонӣ аз ӯ пеши рӯй ва пушти сараш нигаҳбоне
Ayati-Оятӣ
қарор медиҳад,
(Tajik/ Tacikçe)
‫مودودی‬
‫ابواالعلی‬Mevdudi
(Urdu/ Urduca)
-Celaleyn Tefsiri
‫تفسير الجللين‬
(‫عربية‬-(Arabic
‫ سوائے اُس رسول کے جسے اُس نے )غيب‬27.
‫ تو اُس‬،‫کا کوئی علم دينے کے ليے( پسند کر ليا ہو‬
‫کے آگے اور پيچهے وہ محافظ لگا ديتا ہے‬
‫ «إال من ارتضى من رسول فإنه» مع إطلعه‬27.
‫على ما شاء منه معجزة له «يسلك» يجعل ويسير‬
»‫«من بين يديه» أي الرسول «ومن خلفه رصدا‬
.‫ملئكة يحفظونه حتى يبلغه في جملة الوحي‬
Daha geniş araştırma için; http://mealler.org/YazarinTumMealleri.aspx?id=52
Sayın
M.Fethullah GÜLEN.
Allah'ın hususî lütufta bulunduğu bazı kimseler bilebilir.[1]
209
diye yazılı ifade size mi ait ?
Size ait değilse, size ait olmadığını açıklamanızda yarar var.
Şayet size aitse !
S 1-Allah'ın hususî lütufta bulunduğu bazı kimseler bilebilir[1] diye kimleri kast ediyorsunuz.
S-2-Şia kitaplarında Hz.Alinin 1979 iran islam devrimini haber verdiği yazılıyor.Sizce
iran islam devrimi mi ? İddia edildiği gibi ‘hususi lutuf’ ise, Hz.Aliden daha iyi
hususi lütufta bulunulacak kim olabilir ! ?
S 3- Bu haber veren (!) birbirine zıt haberleri nasıl veriyor !. Cenab-ı Allah birbirine
zıt haberler vermez.
Tarihte ve günümüzde;M.İbnül Arabi haber verdi ki “Türklere ‘size muzafferiyet
var”, İranlılara M.İbnül Arabi haber verdi ki “size muzafferiyet var” diye uydurup fitne
çıkaranları hiç incelediniz mi ? Kim bunlar !.
S 4-’’Yahudi ağacın arkasına saklansa,ağaç haber verecek,gel burda öldür’’şeklinde
yalan haberlerle,uydurma hadislerle, iftiralarla, fitnelerle, 1300 yıldan beri Rabbimizin
yarattığı İshak oğullarını, ismail oğullarına düşman eden kim ? Hiç düşündünüz mü !
S 5- Rahmetli Üzeyir Garih bu uydurmalara sizin de inandığınızı bilseydi, sizi
sevenlere Rusya da okul inşa edip bağışlar mıydı ?
S 6 - Secere-i Numaniye gibi kitapların
Osmanlı Gizli Servisinin Arap
isyanlarını durdurmak için ürettiği gri propoganda kitapları olup, olmadığını
“karbon 5” bilimsel yöntemi ile teste tabi tutturdunuz mu ?
S 7- Sizin adınıza yazılan yazıda belirtilen ” Edirne kütüphanesinde bulunan ve Efranî
tarafından tercümesi yapılmış olan “Şeceretü’n-Nu’mâniyye” adlı eserin, Edirne dahil,
kütüphanelere yerleştirilmiş, güya yüzlerce yıl önceden yazılmış gibi gösterilip gösterilmediği
konusunda nasıl emin olunacak ?
S 8- Bu konuda gerçek / hakikat neyse bu konuda uzlaşmadan başka konularda
uzlaşmak mümkün mü ?
S 9- Faraza hususi kişilerden birine iddia edildiği gibi “ Allahtan bir haber”
gelse (!) inananlara neler neler yaptırılmaz ki ?
210
S 10- Herkul | 04/01/2015. | BAMTELI ‘nde yayınlanan yazıda, yöntem veriyorsunuz.Harika bir
yöntem.Tüm ayetler tek tek bize iniyor gibi algılayalım diyorsunuz.Bu yönteminizi
uygulayarak sizin adınıza yayınlanan yazılarda ki 83 alıntı ile ilgili, hangi ayetler var !?
S 11- Hz.Hamza yardıma gönderilir mi ?
Said Nursi Mektubat altıncı baskı 1991 İstanbul. Birinci mektup. Dördüncü Tabaka-i Hayat bölümünde;
de şöyle yazıyordu.S. 6. da ' hatta seyyid-üş-şüheda olan Hz Hamza (r.a.) mükerrer vakıatla kendine
iltica eden adamları muhafaza etmesi ve dünyevi işlerini görmesi ve gördürmesi gibi çok vakıatla, bu
tabaka-i hayat tenvir ve ispat edilmiş' diye yazılmış.
Çok,çok zor durumda kalmış insanların “Halisünasyonlar”görmesi olası tıbbi bir durum.
Kişi bunu hafızasında bulunan güçlü bir kişilik olarak algılayabilir.
Bunlar
iman
esası
olur
mu
?
Uhut Harbi ile ilgili olarak, düşmanın şehirde ya da şehrin dışında ovada karşılanması
konusunda farklı fikirlerin oluşması ve bir müşkülün ortaya çıkması, bu müşkülün halli ile
ilgili ayetlere bakıldığında çözüm usulünün de beraberinde bulunduğu görülüyor. Allah “Bir
kere de azmettin mi, artık Allah'a güven, O'na tevekkül et” buyurmaktadır.
Yani düşünülüp, taşınılıp, istişare edilip uygun görülen bir karar verilecektir ve sonra
işin gereği azimle yerine getirilmeye çalışılacaktır. Örneğin; bütün bu işleri yapıp, uçaga
bindikten sonra “tevekkül”etmekten başka mü’min ne yapabilir ?.
Şehitlerin, ölülerin bu yardıma hiç imkanları yoktur.Şehitler dünyaya
dönemezler.Cennette yaşarlar.Ne kendileri ne de ruhları Cennetten Dünyaya gönderilip
kimseye yardım edemezler.Şehitler için ölüler tabirini demeyin,cennette yaşarlar lakin siz
bilemezsiniz.Biz bilemeyiz.Siz,biz, ruhlarını da veya geldiklerini de göremeyiz.İddia
edemeyiz.
Yasin suresinde şehidin cennette yaşadığını Rabbimiz bize haber veriyor..Allahın sözleri
çelişki kabul etmez.Bir tarafta Allah 'siz bilemezsiniz/göremezsiniz'desin diğer taraftan
birilerinin bilmesi/görmesi için Hz.hamzanın ruhunu göndersin. Hangi ayet çağırdığınızda
Hz.Hamzanın ruhunu size göndereceğim diyor. İtikatta usul: itikat edilecek şeylerin subuti
kati ve delaleti kati bir delile dayanmasıdır. Katiyet olmayan şeylere iman edilmez.
Yorumla, kıyasla iman esasları oluşmaz. Dünyada görülen olayları yorumlayabilirsin. Ameli
konularda sahih kıyaslar yapabilirsin.Çoraba mest olur mu olmaz mı gibi konularda kıyas
yapabilirsin.İtikadi konularda kıyas olmaz.Yorum olmaz. Kur'an tamamlandığı gün itikadi
konular tamamlanmıştır.
‘nde yayınlanan yazıda, yöntem veriliyor.Tüm ayetler tek tek
bize iniyor gibi algılayalım yazılıyor. Ayet açık ; ” İyyake nestain ” (”Yardımı yalnız
senden bekleriz”). Öyle ise Hamza’dan, A. Geylaniden medet, imdat, yardım istenir mi ?
Herkul | 04/01/2015. | BAMTELI
211
Hz.Yusufun rüyaları tabir ettiğine kıyas yaparak ,şimdi de rüyalara tabir yaparak
hareket edilebileceğini bir
tv programında iddia
edenler var..Halbuki Hz.Yusuf
peygamberdir. Peygamberliğini kanıtlamak için verilen mucizelerdir.Peygamberliğin sona
ermesiyle birlikte mucizeler bitmiştir.Keza rüyalar yolu itikatta ve amelde açılırsa biri de
gelir, hoşlanmayacağınız konularda rüya gördüğünü söyleyip, örneğin “ Peygamber
rüya da dedi ki, filanı tutuklayın, der ve eyleme kalkışırsa ne yaparsınız ?.
Bu yolları açarsanız ne dört kitap kalır ne din kalır ne diyanet.Hukuka aykırı eylemler
din adına,rüya adına her yanı sarar. Kaos olur.Ve bundan herkes zararlı çıkar.İlk çağlardan
beri zihin ve eylem yönlendirme oyunlarıdır bunlar. Peygamberler hariç. Kime inanayım
diye düşünebilirsin. Kimseye inanma.Kimse peygamber değil. Allah hariç kimse seni (Said-i
Nursi dahil) ateşten kurtaracak güce sahip değil. Kur'anı kendimize iniyor gibi anlayarak
okuyalım diyorsun.Haklısın. Öyleyse kendi itikadımızı; şüphesiz/katiyetle/delaleti kati
ayetlerle oluşturabiliriz. Ve sahih sünnet ( Kur'anın iniş sırasına göre akıl, bilim ve
istişare ışığında uygulaması) ile,icma ile,kıyas/içtihat ile de amellerimizi oluşturabiliriz.
Kur'an'da varlık; bilgiye konu olması itibariyle iki ana kategoriye ayrılır: Şehadet
(görünen âlem) ve gayb (görünmeyen âlem). Bu bakımdan gayb kelimesi yer yer görünmeyen
şeklinde çevrilmiştir. Kur'an’da, Allah'ın peygamberlere vahiy yoluyla verdiği bilgiler
dışında, hiç kimsenin gaybı bilemeyeceği konusu ısrarla vurgulanmaktadır. Bu noktada
gaybın tanımı önem arz etmektedir. Gayb kelimesi, müşahede alanı dışında kalan her şeyi
ifade etmekle birlikte, Allah'tan başka kimsenin bilemeyeceği gayb, ahiret ahvali, melekut
(ruhlar) âleminin mahiyeti ve istikbalde (gelecekte) vuku bulacak olaylar şeklinde
belirmektedir. Şu anda Kur’anda yazılı olmayan hiç bir bilgi, bildirilmiş bilgi değildir.
Düşünelim. Yezit Hz.Hüseyini katletmek için kurduğu gizli teşkilatı nasıl ikna
edecek!. Bak hadis var.”iki imam çıkarsa, birini öldürün”dedi diye uyduracak.
Hüseyinin kaderi bu diyecek vesaire,vesaire.
Teröristler, yalancılar yapmak istedikleri işi planlar. Sonra gelecekten haber
verdiği pompalanan kişiler vasıtasıyla yayarlar. Sonra o işi yaparlar. Suçu da kader
böyleymiş diyerek Allah'a atarlar. Kaderin insana verilmiş ÖZGÜRLÜK olduğunu
söylemezler.Yani Allah özgür bir insan yarattı. İnsan bir şeyi düşündüğü anda Rabbimiz
insanın aklından geçirdiğini bilir. Kötü düşüncelerde özgür.Kötü düşünenler eylem için
örgütlenir.Güçleri kadar eylem özğürlüğüne sahiptirler.Düşünceler eyleme döküldüğünde
kozmik görevliler(melekler) tarafından kayda alınır.Büyük mahkeme için dosyalar hazırlanır.
Yaratılış+ özgür bırakılış+ kayda alınış+büyük mahkemede
yargılanış+Cennet veya cehennemde sonsuz kalış bütünlüğüne KADER
denilir.İnsanın kaderi bu. Kader sözcüğünü doğru anlamak lazım.Daha henüz
yaratılmamış insanlar var. Kader onlar için başlamadı bile. Bizler için başlamış
devam ediyor.
212
Hangi aşamadayız.Özgürlüğümüzü kullanıyoruz. Kayda alınıyoruz.
Yaptıklarımız,söylediklerimiz yazılıyor. Din(hesap) gününde yüce divanda,
Rabbimizin mahkemesinde hepimiz yargılanacağız.
Hatem-i Nebi Hz.Muhammed (SAV) (Allah’tan haber iletenlerin
sonuncusu)’den sonra, Allahta’tan haber iletenler devam etseydi; Bu durumda
hukuka ne gerek kalır ? Kur’ana ne gerek kalır. Sünnete ne gerek kalır. İcmaya ne
gerek kalır. Kıyasa/içtihada ne gerek kalır. Fen bilimlerine ne gerek kalır ?
“Allah bildirir o hususi kişiye ifadesi ile”, insanlar O kişiye veya O kişinin
yakınlarına baglanmak isteniyor.Böylece O hususi kişi kim ise
haberleri
bildirecek,insanlar bu haberlere göre hareket edecek ve ne yaptırmak istiyorlarsa o
işler yaptırılacak. Gerçekte idare eden ise gizli örgütsel yapılar olmaz mı !!!???
‘nde yayınlanan yazınızda, yöntem veriliyor.Tüm ayetler tek tek
bize iniyor gibi algılayalım yazılıyor. Ayet açık ; ” İyyake nestain ” (”Yardımı yalnız
senden bekleriz”). Öyle ise Hamza’dan, A. Geylaniden medet, imdat, istimdat, tasarruf,
yardım istenir mi hiç ?
Herkul | 04/01/2015. | BAMTELI
Hile yapanın,yalan söyleyenin dinine kimse ilgi duymaz.’Üç
yerde yalan söylenebilir, harp hiledir vb.’ rivayetleri uyduranlar kötü yollar açtılar.Azapları
kat kat olsun.Din hakkında Kur’an ayetleri ve ayetlerin akıl ve bilim çerçevesinde çelişkisiz
uygulaması dışında zihnimizde ne varsa silmeliyiz.
Al-i İmran Suresi 161.ayet meali :’Bir peygamberin hile yapması
olacak şey değil.Çünkü kim hile yaparsa,herkesin yaptıklarının tam karşılığını alacağı
ve hiç kimseye haksızlık yapılmayacağı Kıyamet Gününde hilesi yüzüne vurulacaktır’.
Mürselat
Suresinde de
‘’Yazıklar olsun yalanlayanlara/yalan söyleyenlere’’hitabı
defalarca tekrar edilmektedir.
İtikatta usul: itikat edilecek şeylerin subuti kati ve delaleti kati bir delile dayanmasıdır.
Katiyet olmayan şeylere iman edilmez. Yorumla, kıyasla iman esasları oluşmaz.
Subut-i kati; Rabbimiz’den geldiği katiyet ifade eden demektir.Kur’an gibi.
Delalet-i kati;Gösterdiği mana katiyet ifade eder.”Allah bir”gibi.
Müminlerin inançları, iman ettiği şeyler farklı farklı olmaz.Hepsi aynidir.Katiyet ifade eder.
Müminlerin amellerinde farklı şeyler olabilir.
Ameller Subut-i kati, delalet-i kati delillerle anlaşıldığı gibi, subut-i kati, delaleti zanni deliller
ile de yapılabilir. Ayaklar tam yıkanmalı mı ?. Mest olur mu olmaz mı vb. konular.
İtikadi konularda kıyas olmaz.Yorum olmaz. Bir şey iddia eden “delilini”göstermek
zorunda.
Hangi ayet” çağırdığınızda Hz.Hamzanın ruhunu göndereceğim” diyor !?
213
S 12- Çok zor durumda kalmış insanların;“Halisünasyonlar”görmesi
olası tıbbi,insani bir durum.Kişi bunu hafızasında bulunan güçlü bir
kişilik (Hz.Hamza vb.)olarak algılayabilir.
İsevi,Musevi,Müslüman Tıp doktorları ile bu konuyu bir
açık oturumda konuşmanız mümkün mü ?
S 13- Din adına hafızanızda, yayınlarınızda ne varsa
silerek;
Sonra Herkul | 04/01/2015. | BAMTELI Kur’an’a
Dönüş Yıllarında önerdiğiniz metoda göre;
kendinizi , bilgilerinizi, inançlarınızı yenilemeyi göze
alabilir misiniz ?
S 14 - “Herkul | 04/01/2015. | BAMTELI Kur’an’a Dönüş Yılları yazınızda ifade edilen;
*Dr. İkbal bir edip, bir şair, bir düşünür olmakla beraber, aynı zamanda bir zahid bir âbiddir.
Londra’da 15-18 sene kadar kalmış, bir gece teheccüdünü kaçırmamış. Dolayısıyla Kur’an-ı
Kerim’e karşı da ciddi bir alakası var. Diyor ki: “Ben hep Kur’an okuyordum da babam bana
diyordu ki, ‘Oğlum Kur’an oku!’ Bir gün babama cevap mahiyetinde ‘Baba, dedim, ben her
zaman Kur’an okuyorum.’
‘Oğlum, Hazreti Muhammed (aleyhissalatu vesselam)’a inmiş Kur’an’ı, O’na inmiş gibi
değil, şu anda Allah sana indiriyor gibi oku!’ dedi.”
Zannediyorum tecdide ( yenilenmeye) bir de bu mülahaza ile bakmak lazım.
214
Kur’an’ı Kerim’i sana iniyor gibi ve her ayetin, başta seninle bir
münasebeti olduğu mülahazası ile okuyacaksın.”
şeklinde ki kendi yazınıza, sizin ve sevenlerinizin uyarak ve sadık
kalarak
TECDİDE (YENİLENMEYE) başlamanız
ve ayrıca
uygulamayı görünceye kadar tavsiyeye devam etmeniz gerekir.
31-Zulum karışmış yazı.OTUZ BİR.(Uydurulmuş hadis rivayetleri)
“İnsanlar
lailahe illallah deyinceye kadar savaşılır Mumsema insanlar lailahe illallah
deyinceye kadar savaşılır
2606- Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Bu insanlarla
Allah’tan başka ilah yoktur deyinceye kadar savaşmakla emrolundum Allah’tan başka ilah
yoktur dediklerinde mallarını ve canlarını benden kurtarırlar ancak gizli durumlarının hesabı
Allah’a kalmıştır.”(Nesâî, Tahrimüddem: 1; Müslim, İman: 8)
ž Bu konuda Câbir, Sa’d ve ibn Ömer’den de hadis rivâyet edilmiştir.
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
2607- Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a.v.) vefat edince ve
Ebû Bekir de halife olunca Araplardan kafir olup İslam’dan çıkanlar oldu Ömer b. Hattâb, Ebû
Bekir’e şöyle dedi: Sen bu İnsanlarla nasıl savaşacaksın? Rasûlullah (s.a.v.), tüm insanlarla
Allah’ın birliğini kabul edinceye kadar savaşmakla emrolundum kabul ederlerse mal ve
canlarını benden kurtarırlar gizli durumlarının hesabı Allah’a kalmıştır, demesine rağmen Ebû
Bekir de şu karşılığı verdi namaz ile zekatı birbirinden ayıranlara karşı vallahi savaşacağım
çünkü zekat malın hakkıdır. Allah’a yemin ederim ki Rasûlullah (s.a.v.)’e verdikleri bir deve
215
yularını bana vermeseler bunun verilmemesi yüzünden kendileriyle savaşırım. Bunun üzerine
Ömer b. Hattâb şöyle dedi: Vallahi durum bu merkezde iken Allah’ın, Ebû Bekr’in göğsüne
ferahlık verdiğini gördüm savaş konusunda kendisinin hak üzerinde olduğunu anladım.”
(Nesâî, Tahrimüddem: 1; Buhârî, Zekat: 29
ž Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Aynı şekilde Şuayb b. Ebî Hamza, Zührî’den Ubeydullah b. Abdullah’tan ve Ebû Hüreyre’den bu hadisi
rivâyet etmiştir. Bu hadisi Imrân el Kattan, Ma’mer’den Zührî’den, Enes b. Mâlik’den, Ebû Bekir’den
rivâyet ediyor ki bu rivâyet yanlıştır. Imrân’a, Ma’mer’den yaptığı rivâyetle muhalefet edilmiştir. “
İslam; müşrikleri,kafirleri,münafıkları,yahudileri,musevileri,isevileri,herhangi
birilerini
öldürmek için gelmedi. İslam insanları en güzel tarzda aydınlatarak, sonsuz mutluluğa davet
etmek için geldi.Ve bunun en kısa yolu;insanların tek tek aydınlatılması ve insanın Allah ile
baş başa bırakılması.Kişinin yeryüzünün neresinde olursa olsun Allah'a direkt bağlı olarak
yaşayabilmesidir.
Müslümanlarca bilinen bu genel gaye açısından bakıldıgında, hicretten ikiyüz
sene sonra yazılmış hadis denilen bu tür rivayetlerin Peygambere aidiyeti red olunur.
Tek tek aydınlanan insanlar çoğala çoğala
her yana yayılınca yeryüzü de
aydınlanmış olacaktır. Yeryüzünün tamamı çalışma alanı. Tıpkı arılar gibi. Bal yap ki insanlar
yesin ve şifa bulsun.Kalbe merhamet lazım. Kaynak Beled suresi 17. ayet çevirisi şöyle;
“Sonra da iman edenlerden, sabrı tavsiye edenlerden ve merhameti
tavsiye
edenlerden olmaktır.”
80.000 kişi Sıffinde, 6000 kişi Cemel’de katledildi. “İki halifeye biat edildiği zaman,
onladan diğerini öldürün”, “merhamet etmeyene ,merhamet edilmez “gibi hadis rivayetleri
216
uydurulmuş. Kur’an ne diyorsa, tam zıddı bir hadis rivayetine rastlamak mümkün.Neden
Çünkü uydurulmuş rivayetler, hevaya hoş geliyor.Kişi aslında kendini kandırmış oluyor.Din
işin içinden çıkılmaz
çelişkiler ve zulümlere kültürel kaynak haline getiriliyor. İlk başta
önerilen üç kanun tasarısı ile bu çelişkilere, bu zulümlere bir son vermek hedeflenmiştir.1789
Fransız devriminde “Laiklik”ilkesi ile bu hedefe gidilmek istenmiş.1789 dan bu güne çelşkiler
ve zulüm kalkmış olsaydı ne ala.
Çelişkiler ve zulüm devam ediyor.Tasavvuf,Demokrasi,Laiklik devam ediyor.İnsanlıgın hali
ortada.Yeni bir yol gerekiyor. Kitabın başında önerilen üç kanun teklifi bu yeni bir yol
öneriyor..Çelişkiler ve zulüm bitsin.
Yarın ölecekmiş gibi yaşayalım.Ama insanları şirk konusunda aydınlatmaya devam
edelim.Mükafatımız Alemlerin Rabbine aittir. Böyle yaparsak mükafatımız sonsuz cennettir.
Hindistan’a, Çin’e gidin. İnege tapanları uyarın. Şirk bitsin. Umarım Rabbimiz
ahirette
başlarınıza taç giydirsin.Taçlarınızdaki mücevherler yıldızların ışığı gibi ışık saçsın.İşte
müjde bu. Dünyada uyarı için girmediğiniz tek iş yeri kalmasın. Şirk içinde tövbe etmeden
ölenlere
af
olmadığını,
sonsuz
cehennem
olduğunu
anlatın.
Hindistana git. Çine git.Rusyaya git. Hz.Ademin oglu kabil gibi değil, Habil gibi olmaya
çalış.Sonsuzluğa imanın varsa .Sahabeler İspanyadan Çine kadar yayıldılar.Sonra gelen
nesiller, aydınlatma çalışmaları yerine ganimet peşine,toprak peşine,altın peşine düştüler.
Savaşlarla karşı karşıya kaldılar.Öyle ki İstanbul toprağını almak için hadis bile
uydurdular.Ebu Eyüp El Ensari surların önünde savaşırken şehit oldu diye yalanlar
söylediler.Yalanı realize etmek için birde türbe yaptırdılar.İnsanları bu türbeden yardım
dileterek şirke sevk ettiler. Yüzyıllardır uydurmalarla
sürdüler.Yeter artık.
217
insanları
savaşlardan savaşlara
Hz.Muhammed (SAV) Medine'yi
savaşarak mı kurdu.Hayır.Hayır.Tek tek aydınlanan
insanlar Medine’yi kurdu.Halk özgür/hür iradeleri ile hiç bir baskı altında olmaksızın kurdu.
Medine Sözleşmesi ile resmiyet kazandı.Medine oluştuktan sonra Rabbimiz Bakara Suresi
190. ayeti ile Medine halkını katletmeye gelen saldırganlara karşı savunma izni verdi.Ve
saldırganlar bir daha saldırmasın diye saldırganların teslim olup barışa razı olacakları
noktaya kadar savunma savaşının sürdürülmesini tavsiye etti.Bu savaşlarda medinelilerden
toplam 165 kişi, saldırganlardan toplam 334 kişi öldü. Allah'ın yasakladığı bir yoldan giderek
,Allah'ın razı olacağı bir iş yapılmaz. Savaşlarla kurulmuş onlarca,yüzlerce devlet var.Hiç
birisi Medine olamaz. Öyle ise ne olacak. Zulüm olan topraklarda yaşayanlar, zulüm olmayan
topraklara hicret edecek. Ve insanları şirk konusunda aydınlatma çalışmaları kıyamet gününe
kadar devam edecek.
İlk medine içinde sahabelerin de bulunduğu 80 bin kişinin katledildiği SIFFİN FİTNESİ
ile hicri 40 yılında yıkıldı. Asr-ı Saadet 40 yıl sürebildi.O günden bugüne kadar usulüne
uygun oluşmuş ikinci bir medine olmadı. Allahın Resulü her zaman '''KİMİN BENDE BİR
HAKKI VARSA GELSİN İSTESİN' demiş ve gereğini yapmıştır. Nerede öyle devlet başkanı !
Yeryüzünde hiç bir insan
'sen bana haksızlık yaptın' demiyorsa; bu takdirde
Hz.Muhammed'in yolundasın. Müslümanım diyen herkesin kendisini yeniden çek (kontrol)
etmesi
Rabbimiz ÖZGÜRLÜK
lazım.
ÖZELLİĞİ ile
yarattığı insanı, kıyamete kadar uyarmaya
ayetleriyle devam ediyor. Başkalarının özğürlüğünü elinden almayın, başkalarını kendinize
kul ederek kullanmayın. Din bunun için indirildi. Allahın işlerinde çelişki olmaz.Allah sözünden
caymaz. Verdiği özgürlüğü geri almaz.
218
Rabbimiz ilk insandan beri itikat,ibadet,ahlak,muamelat, ukubat hükümlerini; indirmesinin
gayesi; yeryüzünde ÖZGÜRLÜK VERDİĞİ
İNSANIN cennette yaşıyor gibi yaşayabilen ,
sonsuz cenneti hak eden bir tür olabilmesi özlemidir.
Kagıt para imparatorluğunu yöneten 1500 insana da çağrım; Rabbinizin çağrısına koşun.
Sonsuz mutluluğunuz için. Evrensel Medeniyet, Dünya Birleşik Devletleri
savaşla değil,
insanların hür iradesiyle, resmi sözleşmelerle kurulabilir.Tüm insanların güvenlik ve adalet
içinde yaşayabileceği küresel Medine’ye doğru çalışışalım. Gel sende bu çalışmalara katıl.
Önce elini terörden çek.
Cinayetin katillere, iftiranın müfterilere , hırsızlığın
hırsızlara
mutluluk getirmediği
anlaşıldı. Geriye ne kaldı fuhuş. Fuhuş; hastalıkların bir kaynağı olarak tüm insanları tehdit
ediyor.Bundan
da
uzak
durulması
yavaş
yavaş
anlaşılıyor.
Herkes terörden, cinayetten, iftiradan(şirkten), hırsızlıktan, fuhşiyattan elini çeksin. Çekin
ki yeryüzünde güvenlik ve adalet olsun.Önce müslümanım diyenler silahlarını inşaat demiri
fabrikalarına satsınlar. Sonra gayri müslimlere örnek olsun. 2016 HELALLEŞME YILI
OLSUN.
Herkes
birbirinden
özür
dilesin.
İnsanlar ÖZGÜR varlıklarız.Özgürlüğünü kendine , başkalarına, kainata zarar vermeden
kullanabilenlere ne mutlu.Din bize bunun yolunu gösteriyor .Din bunun için indirildi.İnsanlar
anne karnında yaratılırken beyin bilgisayarımıza (fıtratımıza) Rabbimizin (Bütün insanların
sahibinin) tek Allah oldugu
yazılımı
kullanmaya
kaynaklanıyor.Kendini
mani
YAZILIM olarak yükleniyor . Bilgisayara giren virüs nasıl ki
oluyor.Bu
virüs
Allah'ın
şirk.
ortağı
Kibirden
ve
büyüklenmeden
kabul
ediyor.
Rabbimiz şirk virüsüne karşı , ekstra hatırlatma olarak anti virüs programı gibi olan
kitapları (Suhuflar,Tebur,Tevrat,İncil,Kur'an) gönderdi.
219
Beyinde şirk olunca
kişi hem
kendisine hem başkalarına zulüm yapmaya başlıyor.Savaşlar çıkıyor.Zulüm her yanı sarıyor.
ŞİRK EN BÜYÜK ZULÜMLERE YOL AÇIYOR.Zulmü önlemenin en kısa yolu beyinlerdeki
şirk virüsünden insanların kurtulmasıdır.
Her türlü yalan,iftira,hurafe,efsane,kibir,büyüklenme şirkin kaynağıdır. Hakikat olmayan
her bilgi şirkin/zulmün kaynağıdır.Çevrendekiler yanlış biliyor olabilir. Hakikati öğrenmek için
yeryüzünde bir gezintiye çıkabilirsin.Düşman diye sana söylenen insanlarla konuşabilirsin.
Hz.Muhammed (SAV) peygamber olduğu için devlet başkanı olmadı.Medine halkı ortak
işlerinin yapılması için yetki ve imkan vererek seçtiği için devlet başkanı oldu.Biat ta seçim
demektir.Ortak işleri yapmak için.Yoksa insanları yönetmek için değil. Ortak işler;imar,çevre
temizlik, güvenlik,adalet gibi
ortak hizmetlerdir. Seçilen seçildikten sonra herkesin
hizmetçisidir. Ve hata yapmayan insan da yoktur.Tövbe kapısı ölünceye kadar herkese
açıktır.
Yeryüzünde ekonomik,siyasi,askeri zulümler ne kadar çok olursa olsun,insan kültürel
olarak özgürdür. KÜLTÜREL ÖZGÜRLÜGÜNÜ kimse insanın elinden alamaz. Bağlanılan
hocaya, efendiye, şeyhe, lidere, imama 'ARTIK SANA İTAAT ETMEYECEĞİZ' diyebiliriz. Ve
Rabbimize 'LEBBEYK, ALLAHÜMME LEBBEYK ( Emret Allahım Emret) diyebiliriz.
Rabbimizin
İtikat,ibadet,ahlak,muamelat,ukubat
hükümleri
buna
alıştırmak
içindir.
“Emret,Allahım Emret” sözüne ve geregine alıştırmak içindir . İnsan Dünyada da cennet gibi
yaşayabilsin.Ve
cenneti
hak
etsin.
Dinin
gayesi
budur.
Kendine ve bağlı olduğun oluşuma ne ad verirsen ver. Cemaat de, tarikat de, örgüt de,
teşkilat de, devlet de ne dersen de asla ve asla terör, cinayet, iftira, hırsızlık, fuhuş işleme
hakkına sahip değilsin. İşte bu nedenle örneğin Suriye'de bu suçların işlenmesine kim
sebep olmuş ise, oluyor ise tövbe etmeden ölür ise mutlaka Rabbimizin mahkemesinde
220
yargılanacaktır.Vay
hallerine.
İnsanları Rab'den koparıp kendilerine kul haline getirebilmek için şerde yarış yapmayalım.
Çözüm basit: Şair Nazım Hikmet'in dedigi gibi BİR AĞAÇ KADAR HÜR, BİR ORMAN GİBİ
KARDEŞCE YAŞAYABİLMEKTİR. Arıları örnek alarak bal yapabilmektir. Arılardan ögrenmek
zorunda kalabiliriz.
Devletlerin; insanların maddi ve teknik ortak işlerini yapan organizasyonlar
olmasında her bir sakınca yok. İmar, yol, su, elektirik, kanalizasyon, mesleki eğitim,
öğretim,
güvenlik
ve
mahkeme
binaları
yapmak
gibi
ortak
işler.
Her şeyi devletten bekleyen, aklını kullanmayan, bilim ve iş üretmeyen, geçimini
sağlamak için çalışmayan, öğrenim, sağlık, güvenlik ve adalet hizmetlerine katkı vermeyen
insanlar da takdir edilemez.
Kendi ihtiyacını kendin üretmeye çalışacaksın. Ortak maddi ve teknik ihtiyaçları
ise yetki ve imkan vererek seçtiğin devlet
karşılamaya çalışacak. Hayat böylece
cennet tadında yaşanacak. Asrı saadet işte bu. Ve inşallah hep birlikte sonsuz
cennette
yaşamaya
hak
kazanan
insanlar
olmaktan
söz
edebilelim.
Kimse kendisini garantili olarak cennete gidecek sanmasın. Herkes elini başına koyup
düşünsün. Düşünüyorum. Nerede yanlış yapıyorum. Her akşam muhasebemizi yaparak
başımızı yastığa koyalım. Sabahında Dünyadan göçmüş olabiliriz. İyi düşünelim. Neden
doğduk,
neden
ölüyoruz
?
Her devlet, her cemaat,her tarikat,her örgüt,her parti doğrulardan bir demet yapmış
221
sunuyor.Dinleyenler ilk anda etkileniyor, sonra gelen yanlışlar ne yazık ki fark edilmiyor.
İnsanların şirkten /zulümden kurtuluşuna zaman biçilemez. İnsanlar tek tek, çift çift veya
kitleler halinde şirkten tövbe ederek savaşsız,baskısız,hiçbir zorlama olmaksızın bir de
bakmışsın ki
on milyara yakın insan yalnız Rabbe şirksiz / zulümsüz
Kürenin her yerinde 'Yalnız ve yalnız Allah'a bağlıyım'diyerek
kul olmuş.
özgürleşip, İNSAN
HAKLARINA dayanan KÜRESEL ORMANI oluşturmaya, yani evrensel medeniyeti, resmi
adı
Dünya
Birleşik
Devletlerini
Ortalama 20 maddelik kısa
yormabilir.
oluşturmaya
herkes
çalışabilir.
Evrensel Medeniyet sözleşmesi olmalı. Herkes kafa
Herkes
düşünebilir.
Ve
anlaşabiliriz.
Surelerin iniş sırasına göre, akıl ve bilim çelişki olmayacak şekilde, din ve bilim
adamlarımız ibranice meal hazırlasınlar.Ve tüm ibranice konuşanlara hediye etsinler.
Yeryüzünde
2016
helalleşme
yılı
olsun.
Geçmiş
suçlar
affedilsin.Hapishaneler
boşalsın.Gazze de yaşayanlar silahlarını ak denize atsın. Gazze;Singapur gibi özgür,silahsız,
tarım, ticaret ve turizim ülkesi olsun.Karşılığında sina çölü Suud kralı tarafından Mısırdan
parayla
alınıp
İsrail'e
verilsin.
Veya
Mısır'a
verdiği
kredilere
sayılsın.
Evrensel Büyük Medeniyet oluşsun.Dünya Birleşik Devletleri kurulsun.Devletlerin merkez
bankaları bir araya gelerek küresel tek para sistemine geçilsin. Doğan her insan masum
doğar.Doğan
her
insan
günahsız
doğar.
Geçmişte
lanetlenmiştir.Peygamberlik sona erdiği için, çağımızda
peygamberleri
öldürenler
lanetli insan , lanetli toplum söz
konusu
değildir.
Herkese adaletle değişim aracı olarak basılan küresel tek para olmayınca hırsızın elini
kesemezsin.Hırsızların insanları işsiz,evsiz,yurtsuz,aşsız bıraktığı bir gezegende insanlar
ne
yapsın
?
Savaşlar
nasıl
çıkmasın.
222
Kaos
nasıl
oluşmasın.
2024 de Küresel tek paraya geçilebilir. 2023 den itibaren on yıl daha eski paralar
kullanıma devam edebilir. İnşallah 2033 de yaklaşık 9 milyar insan tek parayı DEĞİŞİM
ARACI
olarak
kullanabilir.
İşte
böylece
en
büyük
hırsızın
eli
kesilmiş
olur.
Degişim aracını bilmezsen, ekonomiyi bilmezsen, çagdaş bilimleri üretmezsen, hükümleri
dos
doğru
nasıl
anlayacaksın,
nasıl
uygulayacaksın!
Osmanlı imparatorluğunda ki zulümler nedeniyle çözüm arayanlar kağıt para icat ederek
kağıt para imparatorluğu kurdular.Osmanlı imparatorluğu gibi bunlarda
yeryüzünün
tamamında hukuk imparatorluğunu başaramadılar. Kağıt paralar teröristlerin eline geçince
en büyük zararı kendileri gördüler.Osmanlı imparatorluğunun başaramadığı gibi, küresel
para imparatorluğu da arzulanan huzuru, barışı, evrensel hukuk düzenini
Küresel kağıt
para
imparatorluğunu
başaramadı.
yöneten 1500 insan da çözüm arıyor.
Devletlerin Merkez Bankaları tarafından ortaklaşa basılacak tek para sistemine geçilmediği
takdirde hangi ülkede kim iktidara gelirse gelsin ekonomik,siyasi,askeri sorunları çözemez.
Bu durum değişmezse insanlar sadece kültürel olarak özgür olabilirler.Özgürce inanabilirler
ama özgürce yaşayamazlar.Kavga sürer.Kaos sürer.USA Merkez Bankası başkanlarından
Ben Bernanke'nin itiraf ettigi gibi
'SORUNLARI BİLİYORUZ
AMA
ÇÖZÜMLERİ
BİLMİYORUZ “ dediği gibi.
SÜNNET: İniş sırasına göre, akıl+bilim+istişare ışığında ayetlerin gereğini yerine getirme
uygulamalarıdır.(Bunu Son Resül'ün yapmasına Hz.Muhammedin Sünneti adı verilir.)
İCMA: İnsanların karşısına çıkan
sorunlar
konusunda
ne yapılacağı araştırılırk en
çözümünü Kur'an ve Sünnette açıkça göremediğimiz; örneğin organ nakli, kagıt para nasıl
olmalı
gibi
a-Çözümü
konularda
karar
Kur’anda
almak
üzere
aradın,
223
insanların
diyelim
oy
birliğidir.
bulamadın.
peygamberlerin
b-Çözümü
yapalım
c-İcma
d-Mecburen
dedin,
sünnetinde
diyelim
icma
aradın,
(insanların
diyelim
oy
birliği)
bulamadın.
oluşmadı.
kıyas / içtihat yapabilirsin. Ameli konularda. Örneğin kağıt para kullanımı
çağdaş bir problem. Kagıt para nasıl olmalı.İçtihat/kıyas yapabilirsin. İtikadi konular da kıyas
olmaz. Neden olmaz? Arapçada 'inne' sözcüğü var.Şüphesiz demektir. Rabbimiz 'şüphesiz
inanırlar' buyurmuştur.Bu nedenle bir şeyin doğruluğunda katrilyonda bir hata/yanlış ihtimali
olsa bile o şeye itikat edilmez. İnanılmaz. İman edilmez.
Yeryüzünde bu kadar zulüm varken, Allah neden izin veriyor ? diye soruyorlar !
Cevap:Kozmik takvime göre çok az bir süredir yaşayan insanlara ÖZGÜRLÜK verdigi için.
Allah
verdiği
sözden
caymaz.
Özgürlüğünüzü
Bilime
(kainattaki gerçeklere)
göre
kullanabilirsiniz. Ve tüm kitaplardan kainattaki gerçeklere aykırı değilse istifade edebilirsiniz.
Şirk(Allah ile ilgili çelişkili düşünceler)insanı çelişkili davranışlara sevk eder.Ve çelişkiler
ihanetlere yol açar. İhanetler savaşları doğurur. Yeryüzünde şirk kalmayıncaya kadar,büyük
bir düşünce seferberliğine
herkes çıkabilir.Tek tek hangi tarikatın, hangi cemaatin
kitaplarında şirk var, zihinlerde şirk var inceleyelim. Bu uzun bir yol. Kısa yol ise hepsinden
tövbe
etmektir.
Kainata bakın.Tesadüfen mi oluştu?. Yoksa oluşturan biri mi var ?.Bu soruların
cevaplarını düşünerek,araştırarak bulmaya çalışabilirsiniz. Bu yolda ilerlerken sakın ola şu
aşağıdaki
12-
Her
İftira
eylemlere
ne
gerekçe
atmatalım,yalan
3-
hiç
ile
kimse
olursa
söylemeyelim,
Allah’a
Hırsızlık
4- Fuhşiyata yaklaşmayalım.
224
olsun
girişmesin.
cinayet
şirk/kendimize
zulüm
işlemeyelim.
etmeyelim.
yapmayalım.
Dünyada
ve
1-
Tabiattan
2-
sonrasında
istifade
sonsuz
mutlu/huzurlu
ederek
geçimimizi
olmak
sağlamaya
istersek;
çalışabiliriz.
İhtiyacınızdan fazlasını özür nedeniyle geçimini sağlayamayanlarla paylaşabiliriz.
3- Bir ağaç gibi hür , bir orman gibi kardeşçe yaşayayabiliriz.
4- Siyaset apartman yöneticiliği gibidir.Ortak işlerimizi yapmasını arzu ettiğimiz kişileri
seçebilir, denetleyebilir, ibra edebilir veya etmeyebiliriz.
HURAFELERDEN HİDAYETE
DOĞRU
İFTİRALARDAN HAKİKATE DOĞRU
H A T I R A L A R
Emekli Öğretmen Mehmet EROL(1928- 15/06/2015)
İktisadi kriz, hiç bir asırda görülmemiş bir canavar haline bürünerek işsiz-güçsüz
kalmış insanlara ölüm korkusu saçıyordu. Bu canavarı yok edecek bir çare de ortalarda
görünmüyordu. O günün gençleri, günümüzün güngörmüş ihtiyarları bilirler ki, ergenlik
çağına girmiş bir gencin ayağında ayakkabısı, pantolon ve donu yoktu. Üzerinde boydan
boya uzanan Amerikan bezinden bir gömlekten başka giysisi bulunmuyordu. Çocuklar
yırtık giysiler içerisinde idi. Para çok kıttı. Zorunlu ihtiyaç malzemeleri bulunamadığı için,
parası olanlarda çaresizdi.
Vergiler çoğalmış, yol parası denilen yıllık bir vergi ödenemeyecek hale gelmişti.
Vergilerini ödeyemeyenlerin evleri jandarmalar tarafından basılarak en kıymetli eşyaları
satılığa çıkarılırdı. Şeker, tuz, gaz, bez, sabun piyasada yoktu. Köyümün her yanını pire ve
bitler istila etmişti. Çekirge afeti gibi bölgeyi sarmıştı. Erkek ve kadınların saçları arasına,
gömleklerinin koltuk altlarına yuva yapmışlardı.
Kadın ve genç kızların saçları kil denilen bir çamurla yıkanıp taranıyor,
çamaşırlarımız odun külü ile yıkanıyordu. Çileli analarımız çamaşırlarımızı büyük bir su
kazanında kaynatıp bitleri öldürüyorlardı. Fakat evler ve ahırlar zehirli haşerat dolu olduğu
225
için ikinci gün tekrar vücudumuzdaki taze kanı emmek için çılgınca saldıran vampirler gibi
hücum ediyorlardı.
En büyük ihtiyaç malzemesi ekmek ele geçmez olmuş, buğday altın fiyatına
yükselmişti. Evlerde soba yok.Dumanı geniş çıkan ve ocaklarda yanan odun ışığında ders
çalışıyorduk. Gündüzleri bile ışık almayan hayvan ahırlarına çam ağaçlarından yapılan
çıralarla girebiliyorduk.
KÖY ENSTİTÜSÜNE GİRİŞİM
Malatya ili Akçadağ ilçesi Karapınar köyünde kurulmuş olan köy enstitüsünün
idarecileri köylüleri dolaşarak, çocuklarını öğretmen yetiştiren bu okullara göndermeleri
için telkinde bulunuyorlardı. Anne ve babama beni bu okula göndermeleri için rica da
bulunuyordum. Babam pek ilgilenmiyordu. Kendi sanatını öğrenmemi istiyordu. Bu
hususta annemi ikna ettim. Bir sabah babamdan habersiz olarak ilçeye giderek okulun
istediği evrakları hazırladım.
O zamanlar köyümüz Akçadağ ilçesine bağlı olup, altı saat uzaklıkta idi. Annem
beni yaşı benden büyük olan bir arkadaşa emanet ederek köyümüze döndü. Ben ise
arkadaşımla beraber okul yolunu tuttuk.Okul ile ilçeyi birbirinden ayıran Sultan Suyu çayı,
mayıs ayı içerisinde bulunduğumuz için dağlardan eriyen kar sularıyla coşkun ve hızlı
akıyordu. Köprü yok. Çaresiz olarak çaya gireceğiz. Gömleklerimizi boynumuza sararak
suya girdik. Birbirimizin elini tutarak zor bela karşıya geçtik. Arkadaşım su içerisinde
heyecanlandığı için diğer elindeki çarığını suya kaptırdı. O da benim gibi yalın ayak
kalmıştı.
O vaziyette okula vardığımızda bütün öğrenciler bu halimize acımışlardı. Hemen
okul başkanına haber verdiler. Okul başkanı bizi idareye götürerek giysi ve ayakkabımızı
takdim eyledi. Böylece sırtımız bir elbise ve ayağımız bir ayakkabıya kavuşmuş oldu.
Duam kabul olmuş, Allah istediğimizi vermişti. Gözlerim 1944 yılı okula girişimin
göz yaşlarını akıtıyordu.
Köy enstitüleri, köy okullarına öğretmen ve eğitmen yetiştirmek, yöre kalkınmasına
etkin bir görev yüklenmek üzere ilk olarak 1940 da açılmış olan eğitim kurumlarıdır.Çeşitli
meslek okullarından karşılanan öğretmen gereksinimi yeni bir kuruluşu zorunlu kılıyordu.
Köy enstitülerine öğretmen yetiştirmek ve projenin yürütülmesine ilişkin araştırmalar yapmak
üzere, 1942-1943 öğretim yılında, Hasanoğlan Yüksek Köy Ensitütüsü açıldı.
Siyasal yaşamda çok partili döneme girildiği 1946 yılında, bu eğitim kuruluşlarına
yöneltilen eleştiriler Kenan Ömer-Hasan Ali Yücel davası ile noktalandı. Yücel’den sonra
Milli Eğitim Bakanlığı’na getirilen Reşat Şemsettin Sirer zamanında, önce Hasan oğlandaki
yüksek bölüm kapatıldı ve enstitülerin kuruluş amaçlarından önemli sapmalar oldu. Enstitüler,
teker teker klasik öğretmen okullarına dönüştürüldü. 1950’den sonra işlevlerini tümüyle
yitirdi.
226
Köy enstitülerine 5 yıllık köy okulunu bitirenlerle 3 yıllık köy okullarından çıkıp
2 yıl hazırlık sınıfı okuyan çocuklar alınıyordu. Eğitim süresi 5 yıldı. 1946-1947 ders yılında
köy enstitülerinden 5447 köy öğretmeni, 8756 eğitmen, 541 sağlık memuru yetişti. Sayıları
önceleri 14 olarak düşünülen ve sonra 20 olarak gerçekleşen enstitülerde, genel bilgi ve kültür
derslerinin yanı sıra tarımsal ve teknik bilgiler, beceriler kazandırmaya yönelik uygulamalı
derslere büyük ağırlık verilirdi.
Tarım olarak toprağı yarım metre kazarak hava almasını sağlar ve buna karizma
derdik. Sonra buralara kayısı fidanı dikerdik. Buğday, arpa, mercimek, nohut ekip biçerdik.
Sebzemizi kendimiz yetiştirirdik. Okulun bir sürü koyunu vardı. Süt ve yoğurdumuzu bu
koyunlardan sağlardık. Her öğrenci kendi branşında tam bir usta olarak yetişirdi.
Öğretmenlikle ilgili meslek derslerinde ise, yılda bir kere imtihan olarak sınıf geçerdik.
Sınıfta kalma vardı.
Gazi Mustafa Kemal Paşanın vefatından sonra, Bolşevikler Anadoluyu istila etmesin
diye Halk Partisi bolşevizme yöneldi. Onun için köy enstitülerinin zihniyeti, bolşevik
fikirler üzerine inşa edildi. Okullara bolşevik görüşlü öğretmenler gönderildi. Okul
müdürleri katıksız bolşevik idi. Okulda namaz kılmak ve oruç tutmak yasaklanmıştı.
Öğretmenler sınıflarda yer yer Allah’ı inkar ederlerdi. Din, insanlar ahiret korkusu ile
uyuşturan bir afyondu. Kainat tesadüfi olarak oluşmuştu. Tabiat ananın eseriydi. Rusya daki
bolşeviklerden milleti, ülkeyi, devleti korumak için bir taktikti bu. Stalin başka türlü
ikna edilemiyordu. Proleterya ihtilal çalışmalarını stalin devlet politikası haline
getirmişti. Bunları sonradan anladım. O zamanlar nereden bilecektim.
Erkek kız ilişkileri serbestti. Birbirlerini sevenler okul idaresine başvurarak
nişanlanabiliyordu. Bize yapılan telkinlere göre marksizm bir dünya cenneti idi. Oraklar
elimizde, çekiçler belimizde rus şarkılarıyla işe gidip gelirdik. Okul kütüphaneleri rus
klasikleri ile doldurulmuştu. Köye gidersek muhtarı, nahiyede müdürü, ilçede kaymakamı,
ilde valiyi dinlemememiz, köylüyü harekete geçirerek marksist halk ihtilali yapacağımız,
bunun için önce gerici inançlarla mücadele edip onları baskı altına alacağımız üzerine
telkinler yapılıyordu.
Başımızdaki müdür ve eşi tam bir bolşevik idi. Bu bolşevik hanım, grup öğretmeni
olarak defalarca sınıfta Allahın varlığını inkar ederdi. Bu okullara girip de bolşevik olmayan
bir tek kişiye rastlanamaz. Ara sıra tesadüfen okulumuza milliyetçi öğretmenler gelirdi.
Bunların durumu belli olunca derhal okuldan uzaklaştırılırdı. Bunu önlemek için Ankara
Hasan oğlan köy enstitüsünü açarak burada bolşevik öğretmen yetiştirip, köy enstitülerini
bolşevik bir kadroya kavuşturmak istediler.
Ben ise, Rabbime beni öğretmen yapması için dua etmiştim. Allah duamı kabul
etmişti. Köyümdeki insanlardan duyduklarıma dayanan taklidi imanım bunların telkinleri
karşısında sarsılmıştı. Bu telkinler altında müthiş bir materyalist olmuştum. Tatillere gidip
geldikçe anne ve babamı gericilik ve yobazlıkla suçluyordum. İnkarcılık bizler için bir din, bir
inanç halini almıştı. Okulu altı yılda bitirdim.
ÖĞRETMENLİĞE ATANIYORUM
227
1949 haziran ayında okuldan mezun oldum. Eylül ayında tayin emrim gelmiş oldu.
Kahramanmaraş iline bağlı Elbistan Orta Ören Köyü’ne tayin edilmiştim. Ekim ayı içerisinde
köye giderek vazifeye başladım. Kerpiçten yapılmış tek sınıftan ibaret bir okulu vardı.
Öğretmen evi yoktu. Köy altmış haneden ibaret olup, Hüseyin Ağa denilen bir kişiye aitti.
Yirmiden fazla erkek çocukları vardı.
Evi misafirsiz kalmaz, yedirip içirmeyi çok severdi. İlme ve irfana çok açık olan bir
ağaydı. O güne göre tam bir eğitim gönüllüsü. Muhterem bir kişiliği vardı. Okulun evi
olmadığı için beni kendi evine aldı. Ben de onların ailesinden bir fert olmuştum. Beni evlatları
gibi severdi. Böylelikle manevi bir anne ve babaya kavuşmuş oldum. Oğlu Mehmet Efendi
muhtardı. Bir yılım böyle geçti. Birinci ve ikinci sınıfları tek sınıfta okutuyordum. İkinci sene
muhtar beni misafir etti. Beni kardeşlerinden bir kardeş gibi kabul ediyordu. Muhtarın evine
de gelen giden çok olduğu için okuma fırsatı bulamıyordum. Muhtara rica edip, okula bitişik
bir oda yapmasını söyledim. Muhtar bu ricamı kabul ederek isteğimi yerine getirdi. Yıl
ortasında, yapılan küçük tek odadan ibaret evime taşınmış oldum.
KÖYDE BAŞIMA GELEN BİR OLAY
Ara sıra evlere davete gidiyordum. Bir gün Mustafa isminde bir öğrencinin ailesi beni
davet etti. Anişe isminde bir kızları yemeklerimizi sofraya getirmişti. Çay sohbetinde köy ile
ilgili sorunları görüştük. Köyün arazisi geniş olduğu halde tarıma pek elverişli değildi. Çünkü
ovaya su getirilmemişti. Karşı tepelerde üzüm yetiştirildiği halde meyve bahçeleri çok azdı.
Gelir düzeyi düşük olduğu için köyün gençleri evlenmek ve başlık parasını ödemek için nişanı
iki üç sene uzatırlardı. Kızın annesi benim niçin evlenmediğimi sordu. Durumumun müsait
olmadığını söyledim. Benim evlenme fikrim olmadığı için ergenlik çağına gelmiş köy
kızlarıyla ilgilenmiyordum. Hanelerini bana açmış olan bir köyün genç kızlarına kötü gözle
bakamazdım.
Bize yemekte hizmet eden evin güzel ve terbiyeli kız iç aleminde bana aşık olmuş. Bu
tutkusunu bir iki ay anne ve babasından gizli tutuyor. Neticede annesine derdini söylemek
zorunda kalıyor. Annesi de sabır etmesini söyleyerek teselli ediyor. Aşk hiç sabır dinler mi?
İkinci sınıfa devam eden kardeşi Mustafa ile bir mektup göndererek aşkını ilan ediyordu.
Benim için tehlike çanlarının çalmaya başladığını anlamıştım. Mektuba cevap vermedim.
Sabır göstermekten başka bir çarem de yoktu. Mektuplar üst üste gelmeye başladı. Cevap
vermedikçe üzerime geliyordu. Kendisini anne babasından istemi arzu ediyordu. Köyün en
güzel kızlarından biriydi. Ne olursa olsun benim evlenmek fikrim yoktu.
Birgün annesi ile beraber okula geldiler. Kızıyla evlenmemi teklif etti. Bunu
yapmazsam kızının bu aşktan keder olup gideceğini söyledi. Ben ise, böyle bir işe teşebbüs
imkanımın olmadığını söyledim. Bu tavrımdan dolayı kızcağız aşkını şiirle ilan etmeye
başladı. Ben ne yapacağımı şaşırdım. Durumu muhtara söyleyerek bir tedbir almasını
söyledim. Muhtar, merak etmememi, böyle şeylerin olabileceğini, köyün bu konuda anlayışlı
olduğunu söyledi. Ağanın sağ olduğu müddetçe bana kimsenin zarar veremeyeceğini, benim
doğru ve namuslu bir insan olduğumu herkesin şahit olduğunu söyledi. Anişeyi anne ve
babasından isteyip her ikimizi nişanlamakla bu olayı kapatırız diyerek söz verdi.
228
Birkaç gün sonra muhtar evlerine giderek kızcağızı istedi. Kızın babası kardeşinin bu
işe razı olması şartıyla kabul edebileceğini söylerken, amca ise bu işi duyar duymaz değil razı
olmak küplere binmişti. Kızın ailesini tehdit ediyor, siz benim gelinliğimi nasıl olur da
yabancı bir kişiye verirsiniz diyordu. İki kardeşin oğlu ve kızı aynı sene dünyaya gelmişlerdi.
Bu iki minik çocuk beşik geleneği olarak nişanlanmış, büyüdüklerinde evlenmeleri için her iki
taraf söz vermişti.
Muhtarın isteğinden sonra kızın amcası harekete geçti. Birkaç gün içinde kız ile oğlanı
nişanlanmış, kızcağız takıları kabul etmeyerek önlerine fırlatmıştı. O yörenin hiç bir yere
uymayan bir geleneği vardı. Nişan merasimi yapıldıktan sonra her ikisinin nikahı hoca
tarafından kıyılarak oğlanın kız evine serbest olarak gidip gelmesi sağlanmış olurdu. Çok
ailede kız gelin olmadan evlilik meydana geliyormuş.Anişenin de nikahı kıyıldığı için
nişanlısı serbest olarak gidip gelebiliyordu. Yine şiirler ve mektuplar devam ediyordu. Bana
güvenmemi söylüyordu. İkisini bir araya getirmeyi başaramadılar.Anişeyi birleştirmek için
başka bir köyde akrabalarına götürdüler. Orada da bir bu işe bir çare bulamadılar. O köyden
merak etmememi, kendisine elini vuracağı zaman bir yumruk vurarak köşeye sıkıştırdığını
bildiren haberler gönderiyordu.Anişeyi tekrar köye getirmek mecburiyetinde kaldılar.
Okulun kapanmasına üç ay kalmıştı. Artık beni yer yer tehdit ediyorlardı. Babama bir
telgraf çekerek bana bir kız bulup nişanlamasını yazdım. Hayatımın tehlikede olduğunu
söyledim. Babam da isteğimi kabul ederek, yakın bir dostunun kızı ile beni sözledi.
Evleneceğim kızın fotoğraflarını alarak beni ziyarete geldi.
Babamın beni nişanladığı bütün köye yayılıyordu. Köylüler Anişe’nin durumunu
bildikleri için onun adına üzülüyorlardı. Artık emin olarak görevime devam edebilirdim. Kız
evi babamı davet ettiği için husumetin kalktığına inanmış oldum.
Okulun kapanmasına bir ay kalmıştı. Bir Pazar günü köyün alt taraflarında kalan
bahçelere inmiştim. Köyün içinden geçip okula giderken, evlerine yakın bir yerde önümü
kesip kendini kaçırmamı söyledi. Sevginin gözü kördür diye bir atasözü meşhurdur. Bu sözü
büyük kardeşinin yanında söylüyordu. Ben bir olayın çıkacağını anlayarak muhtarın evine
yöneldim. Kız kardeşinden bu sözleri duyan abisi, arkamdan tabanca ile bana ulaşıp
durmadan bana ateş ediyordu. Tabanca bir türlü ateş almıyor veya tutukluk yapıyordu.
Böylelikle muhtarın evine ulaşmış oldum. Köy halkı bu olaya şahit olmuşlardı. muhtarla
birlikte ilçeye giderek, İlköğretim Müdürü’ne durumu beraberce izah edip savcılığı haberdar
ettik.
Durumu yerinde incelemek için müfettişler gönderildi. Haklı olduğum rapor
edilerek ilgililere bildirildi. Okulun kapanmasına bir hafta kala, beni bir gün kız arkadaşının
evine çağırdı. Ev halkının diğerleri arazilerine gitmişlerdi. Elinde bir mendil, yüzünden
boncuk boncuk göz yaşları boşalıyordu. Titrek bir sesle nişanlımın fotoğrafını görmek istedi.
Elbette diyerek gösterdim. Sevginin ne demek olduğunu bilmeyen ve engel olanların hepsini
suçlayarak artık bu sevginin ahirete kaldığını ifade etti ve beni son olarak uğurladı. Ben de
helalleşerek o köyden ayrıldım. Üçüncü yıla girmeden bakanlık tarafından Malatya il emrine
atanmıştım.
KAİNATA BAKIP DÜŞÜNEREK ALLAHA İNANMAYA BAŞLADIM
229
1951-1952 öğretim yılı içerisinde Doğanşehir İlçesi, Sürgü Nahiyesi, Kurucu ova
Köyünde öğretmenim. Beş sınıfı birlikte okutuyorum. İslam ile hiçbir ilgim yoktur. Çünkü
Malatya Akçadağ köy enstitüsünde o günkü bolşevik fikirler ile yetiştirildim. O zamanlar
dünyada pek çokları materyalizme yönelmiş, inkarcılığı kendisi için bir din, bir yaşam
biçimi olarak kabul etmişti. Mutsuzdum , bu maddeleşmiş cesetten biran evvel kurtulmak
istiyordum. Ne çare ki, bir türlü kurtuluş yolu bulamıyordum.
Düşünmeye başladım. Bir yaz gecesi okul bahçesinde gökyüzünü seyre dalmıştım. Ay
bütün haşmetiyle yüzünü dünyaya çevirmiş, öncelikle benim gibi insanlara tebessüm ederek
beni oku diyordu. Birdenbire, “Allah!” diye bağırmaya başladım. Hanım pencereye koşarak,
“ne oluyor?” dedi. “Müjde müjde! Ben Müslüman oldum” dedim. “Bak! Ay, boşlukta, kendi
yörüngesinde, dünyamızın etrafında dolaşıp dururken, yolundan sapmıyor ve Rabbine teslim
olmuşken, benim gibi akıllı olduklarını sanan milyonlarca insan Rabbinin yolundan saparak,
maddeciliğin kölesi olmuştur. Sen şahit ol. Şu andan itibaren kula kulluk zincirini kırarak,
Rabbime kul köle(işçi) olarak gerçek hüviyetime kavuşmuş bulunuyorum.”
Hemen namaz kılmak aklıma geldi. Abdest alarak Rabbimin huzuruna durdum.
Bundan sonra Allah'tan başka hiçbir kimsenin huzurunda kıyama durmayacağıma ant içtim.
Kıyamdayım, hiçbir dua bilmiyorum. Babamdan Allahu ekber kelimesini duymuştum. Bu
kelime ile namaz hareketlerini tamamladım. Ey Allahım! Beni affet diye ağlıyordum. O gün
sevincimden uyuyamadım.
Sabahın erken saatlerinde Malatya il merkezine hareket ettim. İslâm ile ilgili bir kitap
bulup, İslâm'ı öğrenecektim. Ne kadar kitap evi varsa, hepsini dolaştım. Ne yazık ki, İslâm'la
ilgili bir kitap bulamadım. Elim boş olarak köye döndüm. İbadetime devam
ediyorum. Üç ay sonra tekrar gittim. Bir kitap evinde Yunus Emrenin şiirler antolojisi elime
geçti. Bütün şiirleri bir araya getirilmişti. Onu alarak sevinçle köye döndüm. İçerisinde Allah,
peygamber geçen şiirleri okuyarak teselli bulmaya çalışıyordum.
Her ay maaşımı almak için Doğanşehir ilçesine gidiyordum. İlçe ile köy arasında
Sürgü nahiyesi var. Sürgüye kadar yaya iki saat yolum var. Yol dağların arasından geçerdi.
Bu gördüğüm ve göremediğim varlıklar Rabbime işaret eden ayetlerdi. Yol boyunca her on
adımda beni selamete hidayet eden Allahıma hamd ediyordum. İlçeye her gidiş ve gelişimde
nahiyeye uğramak mecburiyeti vardı. Çünkü yolum içinden geçiyordu. Zamanla nahiyede
bulunan müslümanlarla tanışmak nasip oldu.
TARİKATA GİRİYORUM
Bir gece beni nahiyede misafir ettiler. “Bir evde dini sohbet var, bu gece seni o eve
götüreceğiz”, dediler. Beni evinde misafir eden Bağdat Ahmet ile beraber sohbet yapılacak
eve gittik. Evin salonunda tam kırk kişi vardı. Yatsı namazından sonra halka şeklini aldılar.
Onbaşıları ortada komut vererek zikre başladılar. “Allah!” diyerek bir öne bir arkaya
sallanıyor, başları hızla inip kalkıyordu. Bir müridin elinde zilli bir def vardı. Devamlı ilahi
söyleyerek müritleri coşturuyordu. Hep birden kol kola ayakta bir öne bir arkaya gidip
geliyorlardı. Bazıları halkadan ayrılarak gözleri kapalı hızla dönüyor, “Yetiş Ya Şeyh
kurban!” diyerek şeyhinden yardım istiyordu. Ben divanda oturmuş bunları seyrediyordum.
230
Bir mürit kolumdan hızla tutarak, beni halkanın içine çekti. Ben de Allah diyerek hızla
dönmeye başladım.
Zikirden sonra çay sohbeti başladı. Şeyhlerinden gördüklerini anlatmaya başladılar.
Şeyh Ali Efendi her gün, Kore'de savaşan Türk askerlerine yardım için Kore'ye gidip
geliyormuş. Defalarca kanlı elbiseleriyle gördüklerini söylediler. Şeyhe gittiklerinde kapı
anahtarının «la ilahe illallah» zikrini yaptığını işitmişler. Tarikat çok ince bir yoldur. Bu yola
girmeden şeriat, tarikat, marifet ve hakikate ulaşmak mümkün değildir. O gün onbaşımız Şeyh
adına bizi tarikata kabul etti. Yapacağım tespihleri yazarak bana verdiler. Her hafta Pazar
günleri Sürgü nahiyesine gelerek zikir meclisine katılıyordum.
Üç ay sonra beni Akçadağ ilçesine bağlı Örüşkü köyünde oturmakta olan Şeyh Ali
Efendiye götürdüler. Şeyhimizin iki katlı evi ve üç karısı vardı. Büyük araziye sahip evi,
jeneratörle aydınlatılıyordu. Malatya çevresinde çok müridi vardı. Adıyaman, Gaziantep,
Adana, Mersin, Antalya, Konya, Kayseri taraflarından mürit akını vardı. Her mürid elindekini
ve avucundakini Şeyhine getirirdi.
Benim Şeyhimin Şeyhi Şeyh Osman, emekli olduktan sonra Malatya il
merkezine yerleşiyor. Arap asıllı olduğu için güzel Kur'an okuyormuş. Kendisini Kadiri
Tarikatı Şeyhi olarak tanıtıyor. Kısa bir zamanda ünü her tarafta duyuluyor. Çünkü yapılan
propagandalara göre, dağlar, taşlar, ağaçlar, kuşlar ona selam veriyor ve O da, onlarla
konuşabiliyormuş. Doğudaki ve batıdaki bir müridin çağrısı üzerine yetişip, o müridini
tehlikelerden koruyabiliyormuş. Yer küre avucunun içinde bir ceviz misali her şeyi gördüğü
gibi, bir anda istediği yerde görülebiliyormuş. Cuma namazlarını Mekke-i mükerrem de kılar,
her çeşit hasta, evinde bir gece kalsa bile şifaya kavuşurmuş. Okuduğu her şeker derde
derman olur, Levh-i mahfuzu okuyarak müritlerinin kaderine hükmedebiliyormuş. Kalplerden
geçenleri sen söylemeden okuyabiliyormuş.
Üç sene sonra, yani 1954-1955 öğrenim yılında kendi köyüm olan Doğanşehir Polat
köyüne tayin edildim. Kendi evimi tekke yaptım. Bizim köyümüz bin haneye yakındı. Şirin
bir kasaba, belediye başkanı ve karakolu mevcut. İki ilkokulu, iki camisi, orta okul ve lisesi
var. Her hafta bizim evde toplanarak zikre devam ediyoruz. Erkekler ön safta, kadınlar arkada
halka şeklinde oturuyoruz. Şeyh Ali Efendi, beni Doğanşehir çevresine Çavuş olarak tayin
etti. Artık zikirleri ben yaptırıyorum. Şeyh namına herkese tespih verebiliyorum. Gerçek
İslâm'ı bulmuş gibi inanıyorum. Sözde değil, hareketlerimle yaşamaya çalışıyorum. Onun için
müritler beni çok seviyorlardı.
Bütün öğretmenler aleyhimde çalışıyorlar. Çünkü hepsi
bolşevik fikirli,Kendilerinden ayrıldığım için hazmedemiyorlar. Durmadan ilgili makamlara
şikayet ediyorlar. İlçe kaymakamı çağırarak nasihat ediyor. Ara sıra savcılığa ve karakola
ifade veriyorum. İlden müfettişler gönderilerek ifadelerim alınıyor. Beni bu işten
vazgeçirmeye çalışıyorlar. Bir taraftan kayınpeder, annem ve babam, beni görevden alırlar
diye korku içerisinde, durmadan bana baskı uyguluyorlar. Onlara diyorum ki, "Benimle
boşuna uğraşıyorsunuz. Ben Rabbime teslim olmuş bir askerim. O nun emrettiklerini yapmak,
yasaklarından kaçınmak gerekir. Bir müslüman inandıktan sonra tekrar küfre döner mi?
Atılmalar, işkenceler, hapisler onun için bir mükafattır. Okumadınız mı Peygamberler bu
yolda ne çileler çekti? Şahsım için ne olursa olsun bu davadan vazgeçemem. Bu çilelere
231
sabredebilirsen, sonunda rıza-i ilâhi ve cennet var." Ben, inkarcılığın dünyada dahi bir
cehennem azabı verdiğini ruhumda yaşamıştım. İlgili makamlara defalarca söyledim. Beni
her an bu görevden alabilirsiniz. Ümitleri kesilmişti. Ne yapsalar dönmeyeceğimi
anlamışlardı.
Belediye Başkanı Mehmet Efendi Allah'a inanmayan bir kişiydi. Benimle tartışmayı
çok severdi.Bir gün makamında kendisini ziyaret ettim. Ayağa kalkarak yer gösterdi.
“Geldiğine sevindim”, dedi. “Kahvemizi içtikten sonra bugün sana son sözümü
söyleyeceğim. Senin dediğin gibi bu dünya hayatından başka bir ahiret hayatı olsaydı Lenin,
Mao, İnönü, Nasır gibi, toplumlarında devrimler yapmış ve halkları tarafından sevilen akıllı
insanların inandıklarını ilan etmeleri gerekirdi. Sen, bunlardan daha mı akıllısın”, dedi. Bu
sözünden dolayı çok üzüldüm. “Bak arkadaş, ben de sana karşı son sözlerimi söyleyerek
münazara kapısını kapatalım. Sen de biliyorsun ki, insan ömrü çok kısa. Ölümün hangi gün,
hangi saat kapıyı çalacağı belli değil” dedim.
Sabahleyin acı bir haber kasabayı sardı. Başkan sabahleyin evinden dairesine
giderken, köy meydanında bayılıp yere yığılıyor. Meydanda toplananlar, Başkanın etrafında
toplanıyorlar. Dili tutulmuş, cevap alamıyorlar. Bir taksi ile acele ilçeye ulaştırıyorlar. Doktor
Malatya Devlet Hastanesine ulaştırmalarını söylüyor. Kavuşmadan yarı yolda ruhunu teslim
ediyor.
Okulumda Hasan Mumcu diye bir öğretmen var. Biraz felsefe okumuş, ara sıra
münazara ederdik. Ben, onu Allah'a inandırmaya çalışırken, o gün inanır, ertesi gün inkar
ederdi. Bu durum altı ay devam etti. Hasan Öğretmeni Şeyhe götürmeye karar verdik. Hasan
Bey teklifimizi kabul etti. Yanımıza Şeyh Osmanın müritlerinden bir kişi daha alarak yaya
olarak Şeyhe gittik. Şeyhin köyü, bizim köye yedi saat uzaklıkta idi. Hasan Beyin durumunu
Şeyhime izah ettim. Bütün köydeki müritlerini toplayarak evinin büyük bir salonunda zikir
yaptırdı. “Ya Allah, Ya Şeyh” diye bağıran biri vardı. Zikirden sonra Şeyh Ali sohbete
başladı. Şeyhi Osman’dan duyduklarını ve gördüklerini anlatıyordu:
(Ben şahsen Şeyh Osmanın sağlığına kavuşamadım. Tarikata girmeden çok önce
ölmüştü. Şeyhim Ali Efendinin otomobili ve özel şoförü vardı. Hanımlarına emir verir:
“Taksinin bagajına peynir, çökelek, tereyağı, bulgur doldurun. Şeyhim Osman'ı ziyarete
gideceğim”, der giderdi.)
“Malatya İl merkezlerinde oturan Şeyhim Osman’a giderek kapısının zilini çaldım.
Kapısı açılınca Şeyh bahçesinde beni gördü. “Oğlum Ali, hediyeleri üst katta anana ver, bir
sandalye alarak yanıma gel”, dedi. “Ben de şoföre Yeni Caminin arka tarafına taksiyi park
eyle ve çarşıda gez dolaş, ikindi ezanı okunduğu zaman gel”, dedim. Ben bir sandalye alarak
havuzun başına geldim. Şeyhim oyuncak bir kayığı su üzerinde uzun bir çubukla yüzdürüyor,
ben de seyrediyorum. Bir den bire kayık yan yattı. Kayığı çubukla kaldırdıktan sonra, bana
dönerek şöyle dedi: ‘Oğlum Ali şu anda bir olay oldu. Sen bilir misin?’, dedi. ‘Şeyhim bilir’
dedim. ‘Oğlum, Basra Körfezin de içinde müritlerim bulunan bir vapur alabora oldu. Tam
batmak üzere iken, bir müridim ‘Yetiş ya Şeyh Osman!’ diye bağırdı. Buradaki bu oyuncak
kayığı doğrultmakla oradaki vapuru doğrulttum. İşte oğlum Ali, bir şeyhin müridi, doğuda ve
batıda bir tehlikeye maruz kalsa ona ulaşamayan şeyh, köpeklerin şeyhi olsun. Kim ki,
müridine ulaşamıyorsa, o kişi köpeklerin şeyhidir’ dedi.” Yüzünü Hasan'a dönerek, “İşte ben
232
böyle cihan kutbunun müridiyim”, dedi. “O gün havuz başında şeyhimden aldığım feyzi tarif
edemem. İkindi vakti yaklaşmıştı. ‘Şoför beni bekliyor. Müsaade ederseniz döneyim’, dedim.
‘Gidebilirsiniz’, dedi. Yeni caminin yanına geldiğimde ikindi ezanı okundu. Cemaatle beraber
namaza durdum. Şeyhime uyarak namazı bitirdim. Namaz içerisinde şeyhimi gözümün önüne
getirerek rabıta yapıyordum. Sonunda ellerimi açarak cemaatle birlikte dua ediyorum. Dua
içerisinde kendi kendime dedim ki, ‘senin bu şeyhin, Şeyh Osman var ya, Allah'tan daha
büyüktür dedim.” Hasan'a dönerek, “şeyhine böyle inanmayan mürit tarikatta yol alamaz”,
dedi.
Harem tarafından büyük tepsi içerisinde etli pilav geldi. Hepimiz davet edildik.
Müritler tepsinin etrafını sardılar. Hasan yerinden kalkmadan; “şeyhim kusura bakma ben
senin yemeğini yemeyeceğim”, dedi. “Niçin oğlum”, dedi. “Çünkü ben Allah'ın var olduğuna
inanmıyorum. Ama sen, kendi şeyhini Allah'tan büyük yaptın. Senin yemeğin yenmez”, dedi.
Ben de, “Ulan Hasan, ben seni irşad olman için getirdim. Şimdi ise, sen beni yeniden irşad
ettin. Evet, bu putperest adamın yemeği yenmez”, dedim. Beş sene batıl bir yola hizmet
ettiğimin farkına vararak bu batıl inançtan tövbe ettim. Böylelikle şeyhten ayrılmış oldum.
Hasan böyle insanların,sahtekarların inançlarına tepki duyuyordu.Halbuki bu sahtekarlar
gerçek Allah’a değil şeyhlerine inanıyorlarmış.Hasan bunu anlayınca gerçek Allah’a inandı ve
namaza başladı.Hala namaza devam ediyor.
SÜLEYMANCI OLUYORUM
Doğanşehir ilçesinde teşbih verdiğim bütün müritleri gezerek tevbe etmelerini
bildirdim, uyanan uyandı, uyanmayan bu batıl yolda devam etti. Ben yine çölde kervanı
kaybetmiş bir yolcu gibi yalnız kalmıştım. 1956'ya gireceğimiz sene bizim köye Süleymancı
olduklarını söyleyen bir takım kimseler geldiler. Camide halka vaiz vererek, ilkokulu bitirmiş
çocuklara Kur'an öğreteceklerini uzun uzadıya anlattılar. Köylünün verdikleri boş bir evde
hizmete başladılar. Diğerleri çevre köylere dağılarak Kur'an Kursu adı altında çalışmaya
başladılar. Süleymancı grup, Nakşi tarikatına mensuptu. Yine elime İslâm'la ilgili bir kitap
geçmediği için bunlarla ilgi kurmaya başladım. Benim Kadiri tarikatından ayrıldığımı
öğrenmişlerdi. Beni kendi tarikatlarına teşvik ettiler. Neticede onlara dahil oldum. Burada
zikirler sessiz ve kalpten yapılıyordu. Bizim tarikat ile pek farkı yoktu. Bunlar da aynı şeylere
inanıyorlardı. Her toplantıda Hatmi Hace yapılırdı.
Küçükhatme
Değirmi bir halka teşkil edilecek şekilde oturulur. 100 adet taş hatmeye iştirak edecek
şahıs adedine taksim edilir.Hatmeyi idare edenin işareti üzere gözler yumulur ve 25'er defa
estağfurullah denir. Rabıta-ı şerif nidası üzere beş dakika rabıta yapılır. Fatiha-ı şerif nidası
üzerine nidayı yapan şahıs dahil sağ taraftaki yedi kişi euzu besmele ile birer fatiha-ı şerif
okur. Ya baki entel baki üzerine herkes şahsına düşen taş adedince “Ya baki entel baki” der ve
beş defa tekrar edilir. Fatiha-ı şerife salavatı şerife, hatmeyi idare eden silsile-i şerife okur. Bu
bitince asrı şerif okunur. Gözler açılır.
Büyük hatme
233
Hatmeye iştirak edenler 15 defadan fazla, İnşirah suresini okur. Nida üzerine gözünü
kapayıp, 25 defa estağfurullah der. Elem neşrahleke duasını bilen sağ avucu sol göğsü
üzerinde açık tutularak taş verilmesini bekleyenlere 79 taş dağıtılır. Rabıta-ı şerifi salavatı
şerife, sonra taşlar adetince İnşirah suresi okunur. Daha önce taş almamış olanlara 21 taş daha
dağıtılır. Böylece dağıtılan taş adedi 100 adete tamamlamış olur. İhlas-ı şerif nidası üzerine
İhlas-ı şerif 10 defa okunur. Böylece 100 İhlas-ı şerif okunmuş olur. İdare eden bir fazla
okuyarak 101'e tamamlanır. Fatihayı şerif, salavatı şerifle hatme tamamlanır.
SÜLEYMANCILARIN İTİKATLARI
Seyr-i sülük
Rabıta ve silsile-i saadet
S.125. Vakta ki Tarikat ehli kendi tertiplerine dair okunuşu basit ifadesi düzgün,
rabıta ehlinin bütün hallerini içinde toplamış, bir risaleye muhtaç olduklarından, bu fakir ve
acizi rabıta ehli olduğuna inanarak, her türlü hüsnü zanda bulunup Rabbimiz Tealanın feyiz
ve ihsanına muhtaç olduğum halde acizlerden hallerine uygun bir risale istediler. Ben de
hallerine muvvafık risaleler içinde bir risale arayıp, mizanüs sülük isimli risaleyi azıcık
açıklayarak rabıta ehlinin hal ve arzularına uygun kılıp ve her tarikatın özünü şamil ve ehl-i
tarikat ile ehl-i iman aralarını bulup tarikatın, şeriatın bir hülasası olduğunu ve şeriatın da
tarikatın temeli bulunduğunu açıkladım ki mağfiretime ve cennete girmeme sebep olsun.
Mehmet Arif
S.134. İkinci Edep Rabıta Edebidir
Rabıta Edebi (Rabıtanın tam şekli): iki gözün arasında bulunan bütün düşünce ve
hayallerin hazinesi ve toplandığı yer ile mürşidin ruhani yüzlerine bakılacaktır. Çünkü
mürşidin manevi yüzü ruhani feyiz kaynağıdır. Sonra mürşit vesilesiyle mürşidin ruhaniyeti,
hayal ve düşünce hazinesine sokulacak, o anda kalp derinliğine devamlı bir şey iniyor diye
düşünülecek, ötesinden yavaş yavaş inilip o kalpte kaybedilmeyecektir. Hatta nefsten gaib
(bile) olunacaktır. Çünkü kalp derinliğine nihayet yoktur. Ve Allah’a seyr kalpten hasıl olur.
Rabıta her an ve her yerde yapılması mümkün bir ibadettir. Zikri kalbiyle beraber
yirmi dört saatte bir defa yapılmasına vazife denir. Ve şöyle yapılır: Abdestli ve temiz olarak
tenha bir yere kıbleye dönük eller diz üstünde oturulur. Euzü besmele ile bir fatiha, üç ihlas-ı
şerif okunup silsile-i saadet efendilerimizin (k.s.) ve yaşadığımız asırdaki mürşit-i kamilin
ruhlarının makamlarına hediye edilir. Usulu ile yedi istiğfar ve yedi salavat okunur. Gözler
kapalı, baş öne ve kalp üzerine eğik olarak durulur. İki kaşımızın arasındaki bütün vesvese ve
düşüncelerin çıkış noktası olan nefis, kalbe, kalb de mürşit-i kamilin kalbine bağlanır. Dil
damağa yapışık olarak ve kalbine cenab-ı hakkın ihsan-ı olan feyzin mürşidinin manevi
kalplerinden kendi kalbine aktığı tahayyül edilerek en az çeyrek saat durulur. Bu hallerde
mürşitle diz dize durma en iyi şeklidir.
Sonra dil damağa tam yapışık olarak yalnız kalp ile (verilen miktar ne ise) tesbihle
lafza-i celal kalpte zikr edilir. Zikir anında masiva dan hiç bir şey düşünülmemelidir. Eğer
herhangi bir düşünce gelecek olursa zikri bırakıp 3-4 dakika daha rabıta yapıp sonra zikre
devam edilir. Zikir bitince en az elli en çok beş yüz ihlas-ı şerif okunup dua yapılır. (A.D.)
S.147. Mürşit-i kamil de bir ruhaniyet vardır ki, bütün hallerde müridden
ayrılmaz. Hatta ihvanımızdan bazıları ruhaniyeti mürşit üzerlerinde hazır ve kendilerine nazır
234
olduğunu bildikleri için uykuda bile ayak uzatmazlar. Eğer mürit bu haleti görmezse görür
gibi inansın. Çünkü bu inanç sebebiyle edeplendiği için görmüş olan mürit ile feyzde müsavi
olur. Ruhaniyeti mürşit, müridin ruhu çıkacağı ve şeytanın tasallutu hazır olup şeytanı
defeder. Ruhaniyet-i mürşit kabir suali zamanında da müridin yanında hazır olarak
münkirlerin suali anında imdat ve tesliyet edip, şeytan ondan kaçar. Çünkü zikr olunduğu gibi
ruhaniyette perde, madde ve zaman yoktur.
Sonunda Nakşiliğin önderleri meziyetleriyle sayılır.
Nakşibendilerin "Silsile-i Sâdatı"
1. Ebu Yezid-i (Bayezıd) Bestami
2. Eb'ul-Hasan el-kharagâni
3. Ebu Ali Fermadi
4. Yusuf Hemedani
5. Abdulhalıg-ı Gonjduwâni
6. Arifi R'wegeri
7. Mahmud-i İnjir fagnavi
8. Aliyyi Ramiteni
9. Muhammed Baba Semmasi
10. Emir Kulâl
11. Muhammed Bahâuddîn Buhâri
12. Akruddin Attar
13. Ya'gûb-i Çarkhi
14. Nasuriddin Ubeydullah-ı Ahyar
15. Gâdıy Muhammed Zahid Bedakhşi
16. Derviş Muhammed Semerkandi
17. Muhammed Khuwajegi-yi Emkeneği
18. Muhammed Bağıy-Billah
19. Ahmed Farugıy-i Serhindi
20. Muhammed Ma'sum Farugıy
21. Seyfeddin Farugıy
22. Nur Muhammed Bedevvani
23. Şemsuddin Habibullah Mirza Mazhar Can-ı Canan
24. Gulam Ali Abdullah-ı Dehlev
25. Halid Bağdadî
26. Taha-yi Hakkari (Nehrili Seyyid Tâhâ)
27. Sibgatullah Arvasi (Kuşağı ve halifeleri)
28. Süleyman Hilmi Tunahan
İşte ben bir sene boyunca bu ruhban sınıfını kutsadım. Süleyman Hilmi Tunahan'ı
hatırlayarak onun kalbinden bizim kalbe nur aktarıyorduk. Neticede resme taptığımı anlayarak
bu tarikattan da tövbe eyledim.
Sonra nurcu oldum.
Sene 1956. Yine elimde İslâm'la ilgili bir kitap yok. Yine açıkta kaldım. Radyo
dinlerken Nurcular diye bir grubun olduğunu duydum. Beni merak sardı. İlk işim Malatya
merkezine gidip, nurcuları bulmaktı. Merkezde günlerce soruşturma yaptım. Devlet demir
235
yollarında çalışan Tarık isminde bir Nurcuyu buldum. “Ben Nurcu olmak istiyorum. Ne
yapabilirim?”, dedim.Bana Diyarbakır’dan bir adres verdi. “Mehmet Kayalar diye
yüzbaşılıktan ayrılmış bir ağabeyimiz var, oraya gideceksin”, dedi. Üstadımız sait Nursi, onu
Diyarbakır'a temsilci olarak tayin etmiş. Tarikattan uyandığım kişilerle Diyarbakır'a gittik.
Yatsı ezanı okunmuşken kapı zilini çaldık. Kapı açılarak bizi içeri aldılar. O günde tesadüfen
ders varmış. Biz Malatya’dan geliyoruz. Mevsim sıcak, açık avluda tam 95 kişi var.
Namazdan sonra Mehmet Kayalar Arap harfleriyle yazılı lemalardan ders yaptı. Dersten
sonra, “ağabey müsaade ederseniz, misafirleri birer birer evlerimize götürelim” dediler.
“Hayır olmaz. Hasırlar üzerinde kalabilirler”, dedi. Sabah namazından sonra biz ders yaptık.
O da bize ders yaptı. “said nursi ahir zaman da gelen son mehdi dir. Bundan sonra bir başka
mehdi gelmeyecektir. Risale-i Nur'da son tefsirdir. Risale-i Nur Mehdi'nin elinde elmas bir
kılıçtır. Risale-i Nur gönülleri fethedecektir. Bütün dünya müslümanlarım bir hilafet altında
toplayacaktır. Şam'a inecek olan Hz. İsa (a.s.) imam olacak. En sonunda üstadımız 2005
yılında ölecek, götürüp Medine-i Münevvere'de Peygamber (a.s.m.) yanına gömeceğiz”, dedi.
Ben, “üstadın 2005 yılında öleceğini nereden biliyorsun”, dedim. Bir âyet alarak onu
cifir-ebced hesabına vurarak ispat etmeye çalıştı. “Öyleyse ağabey, bize müsaade et, biz trenle
Isparta'ya gidip, Mehdi'ye biatimizi yapalım”, dedim. Üstadın, «Benim fani şahsımı ziyaret
etmektense, eserlerimi okumak ondan bin kere daha kıymetlidir» sözünü hatırlatarak, bana
arap harfleriyle yazılı bütün külliyatı verdi. Ne çare ki, ben Kur'an harflerini bilmiyorum.
Elime bir elif-ba geçirdim. Başladım kendi kendime öğrenmeye. Bizim köyde Bayram Hoca
diye eski Rüştiye mezunu bir hoca vardı. Risale-i Nurları ona okutuyorduk. Bir de ondan eski
yazıyı okumaya başladım. Kopya kağıdı koymak suretiyle yazıları öğrenmeye çalışıyordum.
Gecemi gündüzüme katarak 6 ay içinde kendi kendime okuyacak duruma geldim. Yine
dersleri Bayram Hoca yapıyordu. Şimdi de evim tekke olmaktan çıkarak Nur dershanesi
olmuştu. Artık elimizde İslâm adına yazılmış Mehdi'nin elmas kılıçları vardı. Risale-i Nur
okunduğunda hepimizi ağlama tutardı. Çünkü üstadımız Said Nursi'nin başına gelenleri
duydukça kendimizden geçerdik. Yumruklarımızı masaya vurmakla teselli oluyorduk.
Yedek subay iken nurculuğu yaymaya devam ettim.
1957'de askere çağrıldım. Ankara Piyade Harp Okulunda 4 ay kurs gördük. 44.
Dönem olarak eğitime başladık. Bu döneme katılan öğretmen arkadaşlarla bir araya gelmiştik.
Hepimiz Malatya Akçadağ Köy Enstitüsünden mezun olmuştuk. Ekseri arkadaşlarım sol
fikirlerini halen Beni devam ettiriyorlardı. Benim Nurcu olduğumu öğrendiklerinde hepsi
bana cephe aldılar.Gerici ve yobazlıkla itham ettiler. Ben de onlara şöyle dedim: “Bir
müslüman asla gerici ve yobaz olamaz. Müslüman daima kendini yenileyen ve geriye adim
atan değil, ileriye adım atandır. Biz Müslüman Türkler ve diğer Müslüman ülkeler çok
gerideyiz. Eğer bizler Müslümanlar olarak İslâm'ı yaşamış olsaydık, Amerika ve Avrupa
ülkeleri bizden çok gerilerde kalır, ilmi ve fenni bizden öğrenirlerdi. Bakınız pusula, harita,
saat, takvim, barut, cebir, geometri, fizik, kimya ilimleri bizim buluşlarımızdır. Mehmet Fatih
devrinde o kalın sur duvarları toplarla delik deşik eden Müslüman Türkler değil miydi? İslâm
coğrafyası olarak aslımızı unuttuk ve İslâm'ı yaşamadığımız için, Allah'ın gazabına uğradık.
Kur'an ile cihat etmeyi terk ettik. Onu dirilere değil, ölülere okuduk. Param parça olduk.
Kardeşlik ruhunu yitirdik. Birbirimize düşman gibi davrandık. Allah da İslâm'ı çekip bizden
aldı. Hz. Musa'ya asi olanların, çöllerde 40 yıl başı boş dolaştıkları gibi. Her ülke kendi
236
topraklarında köle ve esir durumuna düştü.” İşte o gün onlara böyle konuştum. Baktım pek
dinleyen yok. “Sizin dininiz size benim dinim bana”, dedim.
Okulumuzun bir mescidi vardı. Müslüman arkadaşlarla yatsı namazını mescidde toplu
olarak kılardık. Ortasına büyük bir Isparta halı serilmişti. Bir gün namaz kılmak için mescide
girdiğimizde halı yerinde yoktu. Kimin götürdüğünü araştırmaya başladık. Neticede anons
yaptırmak mecburiyetinde kaldık. Okul komutanının emri ile o gün dans yapılacak salona
alındığını öğrendik. Okul komutanı heybetli bir kişi idi. Herkesin gözünü korkutmuş. Onun
için okul disiplinli bir hayat yaşıyor. Aramızda konuştuk. “Albaya kim gidebilir”, dediler.
“Ben giderim”, dedim. Yanıma bir arkadaş daha alarak Albayın odasına gidip, askere yakışır
bir selam verdik. “Niye geldiniz?”, dedi. “Albayım, mescidin halısı dans yapılacak salona
alınmış. Müsaade ederseniz halıyı almaya geldik”, dedim. “Danstan sonra gönderirim”, dedi.
“Albayım, namaz kılınan halı ayakkabı ile çiğnenip, üzerine şarap, viski dökülürse, bir daha
onun üzerinde namaz kılınmaz”, dedim. “Teşekkür ederim, ben bunu bilmiyordum”, dedi ve
emriyle halı tekrar yerine gönderildi. (Yıkanıp ve silinip kılınabilir deseydim, belki de
vermeyecekti).
Kıtalara dağıtım günü gelmişti. Kuralar çekilmeye başlandı. Ben içimden Isparta'ya
düşeyim diye dua ediyordum. Torbadan Isparta değil Van çıktı. Yine Üstadımın senelerce
kaldığı şehir çıktı diye gözlerim sevinç yaşları döktü. O gece elbiselerimiz verildi. Subay
olduğumuza kani olduk. Gece yarısı yedi kişi isimleriyle idareye çağrıldı. Elbiseleri soyularak
er olarak kıtalarına gönderildi. Bunlar aşırı bolşevik militanlardı.
15 günlük izin müddeti içinde Malatya'ya gelerek çocukları alıp, 1958 Ocak ayı içinde
Van'a hareket ettik. Alaya yakın bir yerden bir ev kiralayarak yerleştik. Malatya'dan ayrılırken
Van da ki kardeşlerin adreslerini almıştım. Bir anda alaya bir nurcu subay gelmiş diye herkes
birbirine haber vermiş. Nurcular aileleriyle birlikte ziyaretime geliyorlar. Risale-i Nurlar yeni
harflerle piyasaya sürülmüştü.Kuralkanlar diye bilinen bir ticarethane, Risale-i Nurları satışa
sunmuştu. Birkaç gün sonra sözler kitabını masamın üzerine koydum. Ben onlardan vazifeye
daha erken gelirdim. Yanımda çalışan Kemal isimli binbaşı kitabın üzerindeki Bediüzzaman
Sait Nursi yazısını görünce korkmaya başladı. “Sen yoksa nurcu musun?”, dedi. “Evet”,
dedim. “Derhal bu kitabı buradan kaldır.” “Hayır kaldıramam, bu benim dini kitabımdır.
Akşam eve götürüp, sabahleyin tekrar getiriyorum”, dedim. İki binbaşı, beni Albaya şikayet
ettiler. Albay bizzat gelerek kitabı masanın üzerinde görünce şaşkına döndü. “Bu kitabı bir
daha buraya getirme” dedi.
“Albayım bu benim dini kitabımdır. Boş kaldığım zaman bunu okumak
mecburiyetindeyim”, dedim. “Hayır, bu kitaplar yasak kitaplardır, askeriye içerisinde
okuyamazsın”, dedi. “Bunlar yasak değildir, mahkemelerde beraat etmiştir. Hiçbir art niyetim
yok. Propaganda yapmamak şartıyla kendim okuyorum”, deyince Alay kumandanı bir şey
demeden çekip gitti.
O tarihlerde nurcular için sıkı takibat vardı. Dersleri gizli olarak evlerde yapıyorlardı.
Ben bir ay sonra Müftü Bey’e gittim. Üstadımızın uzun zaman Van'da kaldığını, Erek dağında
inzivaya çekildiğini söyledim. Üstadımız bir yandan Vanlı sayılır. Ben “Nurşin Camisi’nde
yatsıdan sonra Risale-i Nur okuyabilir miyim?”, dedim. “İçten ve dıştan kapısı olan camiye
bitişik eski bir medrese var. İmama söyle dıştaki kapının anahtarını sana versinler. Orayı
237
temizleyerek Risale-i Nur okuyabilirsin”, dedi. Medreseyi kısa zamanda temizleyerek derslere
başladık. Bir ay içinde 100 kişi olduk. Dersleri resmi elbise ile yapıyorum. Polisler
etrafımızda dolaşıp duruyorlardı. Subay olarak resmi elbise ile yaptığım için ilişemiyorlar.
Şikayetler Albaya kadar gidiyorsa da Albay şikayetlere aldırış etmiyor. Ayrıca Pazar günleri
çayhanelerde Said Nursi ve Risale-i Nurları anlatıyorum.
Bir gün askeri yatakhanede nöbetçi subay ile asker arasında bir anlaşmazlık çıkıyor.
Askerleri susturamıyor. O akşam bir yarbay beni alarak yatakhaneye götürdü. “Bizim subay
hocadır. Size vaaz edecek”, dedi. Ben, “Bismillah her hayrın başıdır. Biz dahi başta O'na
başlarız. Bil ey nefsim! Şu mübarek kelime İslâm nişanı olduğu gibi, bütün mevcudatın lisanı haliyle vird-i zebanıdır. ‘Bismillah’ ne büyük tükenmez bir kuvvet, ne çok bitmez bir
bereket olduğunu anlamak istersen, şu temsili hikayeciği bak dinle. Şöyle ki“ deyip, birinci
sözü ezbere sonuna kadar okudum
.
Askerde Allah sedaları yükselmeye başladı. Bir daha da yatakhanede uygunsuz bir
hareket olmadı.
Günler böyle devam ederken, teskereye üç ay kala teğmen oldum. Apolete yıldız
takmış oldum. Benim bu açık çalışmalarım, nurcuların ve halk üzerinde olan korkuyu
kaldırdı. Albay beni serbest bıraktı. Benimle uğraşmanın bir yararı olmadığının farkına
vardılar. “Bu samimi bir müslümandır. Bir çıkar ve menfaat gözetmiyor. İnançlarını olduğu
gibi söylüyor. Bundan zarar gelmez” diyerek beni serbest bıraktılar.
Teskereme bir ay kalmıştı. Camilerde konuşmaya başladım.Sait Nursi ve Risale-i
Nurları anlatıyorum. Ben, Kur'an dan mahrum olduğum için Risale-i Nurları, Kur'an-ı
Kerim'in hakiki bir tefsiri sanıyordum. Abiler de bize böyle telkin ediyorlardı. Çünkü
Üstadımız Sait Nursi, bunları kendi düşüncesine göre yazmıyordu. İhtiyari dışında Allah
tarafından ilham (vahiy) ediliyordu. Risale-i Nur'da hata aramak, Allah korusun insanı
nurculuktan çıkarmış olur. Risale-i Nur'da hata aramak Mehdi'yi inkar etmektir. Çünkü
elimde Risale-i Nurlardan başka ne bir tefsir, ne de Kur'an-ı Kerim'in Türkçe anlamı vardı.
İbadetlerin nasıl yapılacağına ait bir ilmihal dahi yoktu.
Bir gün kalabalık bir camide cumadan sonra mehdi ve süfyanı anlattım. Beşinci Şua'yı
olduğu gibi ezbere okudum. O risalede bir takım rivayetler tevil edilerek anlatılıyor.
Alay yakın olduğu için bir vatandaş konuşmayı yarıda bırakarak doğru alay
kumandanına koşuyor. “Sizin teğmen Mehdinin geldiğini ilan ediyor. Süfyan diye birinin
çıkacağını söylüyor”, diye şikayette bulunuyor. Albay acele iki inzibat subayı gönderiyor.
Dışarıda beni tutuklayarak alaya götürdüler. Albay beni çağırmadı. Sabahleyin beni sivil
mahkemeye sevk ettiler. Mahkemeye gönderildiğim bir anda Van'da duyulunca, binlerce
insan mahkemenin önünü doldurdu. Kalabalığı gören savcı ve hakim beni serbest
bıraktığında, meydan “Yaşasın Adalet!” sesleriyle çınladı. Böylece askerlik görevimi bitirerek
Van dan ayrıldım.
Bakanlık beni Malatya il emrine tayin etti. Milli Eğitim
Müdürü şahsımı tanıdığı için Arguvan ilçesine gönderildim. İlçede tam kadro olarak Alevi
vatandaşlar yaşıyorlar. Onlar bilmiyorlar ki, alevi ve sünnilerin birbirlerinden ayrı ve gayrı bir
238
tarafları yoktur. Böyle bir ilçeye gönderildiğime cidden memnun oldum. 1958-59 öğretim
yılında görevime başladım. İlçede cami var, fakat kapısı kapalı. İmam ve müftü yok.
Kaymakama müracaat ederek camiyi açtırdım. Bazı vakitler memurlarla birlikte kılıyoruz
namazlarımızı. Müracaatlarımız üzere Diyanet bir imam gönderdi. Cuma namazları da
kılınmaya başlandı.
Ben o sene çocuklarımı götüremediğim için kendime bir ev kiraladım. Alevi
vatandaşları birer ikişer eve davet eyledim. Birlikte Risale-i Nurlar okumaya başladık. Bir ay
içinde otuz kişi olduk. Onlar hep bana şarabın helal ve haram olup olmadığını soruyorlar. “Bu
sonraki bir mesele önce Rabbimize ve Onun Kitabına iman etmeyi öğrenelim”, dedim. Risalei Nur Külliyatından Sözler'in birinci sözünden başlayarak her akşam bir söz okuyoruz. İlçede
benden başka sünni öğretmen bulunmadığı için, halk üzerinde etkin oluşumu engellemek
istediler. Halka korku vererek vatandaşların gelmesine mani oldular. Bu defa Risaleleri
getirerek çevre köylere dağıtmaya başladım. Ne yaptılarsa hizmete engel olamadılar.
Yalnız, valiliğin almış olduğu bir karara göre terfi edemiyorum. Müfettişler ona göre
rapor veriyorlar. Bir gün şöyle bir olayla karşılaştım: Sabahleyin okula geldiğimde, müdür
dahil bütün öğretmenler oturdukları sandalyede uykuya dalmış, mışıl mışıl uyuyorlar.
Sonradan öğrendiğime göre bir düğün evine davet edilmişler. Sabaha kadar içerek uykusuz
kalmışlar.Kendilerini uyarmadan sınıfıma gittim. Bizim okul hademesi de bir sınıfa girerek
çocuklara aile bilgisi anlatıyormuş. Tesadüfen o saatlerde ilk öğretim müfettişi teftişe geliyor.
Müdür odasına girince hepsinin derin bir uykuya daldığına şahit oluyor. O da uyarmadan
sınıfları kontrol ediyor. Bakıyor ki, okul hademesi sınıfın içinde çocuklara aile bilgisi
anlatıyor. Hiçbir şey demeden benim sınıfa geldi. Dersimi dinledi. “Bak hocam” dedi, “Ben
Bektaşiyim. Biz Bektaşiler Allah'a inanırız. Allah'a inanan öğretmenlerle inanmayanların
durumunu gözümle gördüm. Şimdi ben ne yapayım. Valiliğin hakkında talimatı var. Sana iyi
rapor veremeyeceğim. Sabret, inşallah baskılar bir gün ortadan kalkar”, dedi. Üçüncü sene
halk benim terfi etmediğimi öğreniyor. 20 kişi bir araya gelerek hakim beyi ziyaret ediyorlar.
“Sizden bir ricamız var, ilçemizde sünni bir öğretmen var, terfi ettirilmediğini öğrendik. Bu
üç senedir ilçemizde yaşantısını takip ediyoruz. Ayrıca nurcu olduğunu söylüyorlar. Mesela
bunu bir örnekle size ifade edebiliriz. Erol Hoca dediğimiz bu kişi evimize izinsiz girmiş,
çoluk-çocuğumuz içinde oturduğunu görsek kalbimize hiçbir şüphe gelmez. Bizden bir
öğretmen yapsa onu hastanelik ederiz. Onun sınıfındaki çocuklar daha ahlaklı ve daha bilgili
yetişiyor. Böyle bir öğretmen terfi ettirilmiyor da, her melaneti yapan bizim öğretmenler mi
terfi edecekler” diyorlar. Hakim Bey, “Ben ne yapabilirim” diyor. “Sen önümüze düş, valiye
gidip durumu anlatalım”, diyorlar. Hakim Bey ricalarını kabul ederek, Vali Bey’le görüşüp
terfi etmemi sağlamış oldu.
Yıl 1960 Mart ayı. Üstat sait Nursinin ısparta dan Urfa'ya götürülüp İpek Palas
Oteline yerleştirildiğini duymuştum. Kulağım radyoda. Martın 23. günü bütün
radyolar, Sait Nursi'nin Urfa'da öldüğünü haber veriyordu. İnanmak istemiyordum.
Malatya da ki kardeşlere telefon açtım. Haberi doğruluyorlardı. Ağlamaya başladım. Üç
gün yemek yiyemedim. Çünkü Üstadım dünyayı terk ediyordu. Arguvan bana zindan
olmuştu.
Okulumuz tatil olunca yine kendi köyüm olan Polat köyüne geldim. Üç öğretim yılı
Arguvan'da bekar olarak çalıştım. Çocuklarımı götüremedim. Hafta içinde evimde gençlere
239
Risale-i Nur okuyorum. Artık Türkiye'de tanınmış bir nurcuyum. Sungur Ağabey her yıl
ziyaretime geliyor.
Yine 1960 ihtilalinde kendi köyümde tatil yapıyorum. Komşum olan öğretmen Hasan
Mumcu geçici olarak Belediye Reisi oldu. Hasan Bey’in hanımı, bizim hanıma Risale-i
Nurları evden kaldırın. Bize örfi idare kumandanından telefon geldi. Sizin eve baskın
yapılacak” diyor. Hanım korkarak, benim evde olmadığımdan istifade edip, Risale-i Nurları
amcasının evine taşıyor. Ben çarşıdan dönünce baktım ki, hiçbir kitabım ortada yok. Hanım
kızacağımı bildiği için hemen cevap verdi. “Belediye Reisine ilçeden telefon gelmiş, bizim
eve baskın düzenlenecekmiş. Onun için Risale-i Nurları amcamın evine taşıdım”, dedi.
“Hanım sen ne diyorsun. Risale-i Nur'un tokadını yeriz. Hiç bir Nurcu korkar mı?”, dedim.
Hemen koşup, Risale-i Nurları getirip kütüphaneye yerleştirdim. Zavallı hanım ikinci gün
yine evde olmadığım bir vakitte babamın evine taşıtıyor. Eve geldiğimde bu defa, “Seni
görevden uzaklaştırırlarsa biz perişan oluruz. Hiç çare yok evimiz basılacakmış”, dedi. “Bak
hanım, böyle bir inanç senin ahiret ve dünyanı yok eder. Allah korusun seni dinden çıkarır..
O'nun izni olmadan hiç kimse beni görevden uzaklaştıramaz. Allah bir kulunu koruma altına
alırsa, dünya üzerine gelse hiçbir şey yapamazlar. Bu sözlerinden dolayı, tövbe et ve Rabbine
yönel. Allah bizimle beraberdir”, dedim. Ben hiç vakit geçirmeden babamın evine gidip
Risale-i Nurları getirerek kitaplığa yerleştirdim. Gerçekten üçüncü günü örfi idare kumandanı
olan yüzbaşı, bir başçavuş, üç jandarma eri eve baskın yaptılar. Hemen çalışma odama
girdiler. Risale-i Nurları görünce beni suçüstü yakalamış oldular. Hanıma dedim “bunlara bir
kahve yap”. Kahvelerini içtikten sonra görevlerine başladılar. Kitaplığımda ne kadar kitap
varsa hepsini daktilo ile liste yapıp bir çuvala doldurdular. İçinde Kur'an-ı Kerim'de vardı.
Beni jipe alarak kitaplarımla birlikte ilçe karakoluna getirdiler. Savcı gelip ifademi aldı. Üç
jandarma hazırlandı, beni Sivas'a gönderecekler. İhtilalde binlerce müslüman Sivas'ta
topladılar. Yüzbaşı eli arkada bir ileri bir geri gidip geliyor. Bir ara şöyle dedi: "Sizin gibi
müslümanları Sivas'ta toplayacağız. Mahkeme etmeden götürüp Akdeniz'de boğacağız". Bu
söz üzerine şehadet parmağımı kaldırarak, “Yüzbaşım bana bak, değil beni Sivas'a göndermen
ve denizde boğman, etlerimi paramparça etsen, her parçasını bir tarafa savursan La ilahe
illallah Muhammedin resulullah demekten vazgeçmeyeceğim. Eğer sende cesaret varsa
yapacağını burada yapabilirsin” dedim. Gezerek bir tur daha yaptı. Savcıya hitaben
“daktilodan o kağıdı çıkararak bana ver” dedi. Kağıdı yırtarak çöp sepetine attı. Jandarmalara
hitaben jip hazırlayın emrini verdi. Bana dönerek “Arkadaş şu kitaplarını al, doğru Polat'a.
Ben bu kazada olduğum müddetçe Doğanşehir köylerini gez ve davanı anlat. Kaşının üstünde
kara var diyeni bana bırak”, dedi. Beni jip le köye gönderdi. Köylüler artık benim bir daha
köye dönemeyeceğimi, görevden atılacağıma tam olarak inanmışlardı. Bizim köyün geniş bir
meydanı var. Bütün vasıtalar orada durur. Bir de ne görsünler, Erol Hoca askeri jip le
kitaplarıyla birlikte tekrar geldi. Buna bir mana veremediler. Sonra ben, onlara “Bu, Risale-i
Nurların kerametidir”, sandım.. O zamanlar böyle inanıyordum. Gittiğin ve kabul ettiğin inanç
yanlış da olsa, o inançta samimi olmak gerekirdi. Sonradan beni tanıyanlar, yüzbaşıdan
soruyorlar. “Erol Hocayı niçin Sivas'a gön-dermedin?” Şöyle cevap veriyor: “Davasına öyle
inanmış ki, ne yaparsan yap, nereye gönderirsen gönder vazgeçmez. Böyle insanlara saygılı
olmak gerekir. Ben de bir dava adamıyım. Dava adamı dava adamına eziyet etmez.”
O yıl içinde öyle nurcuları öğrendik ki, korkusundan Risale-i Nurları götürüp toprak
altına gizlemiş ve ateşte yakanlar olmuş. 1960 Ekim ayında il emrine verildim. Sıtmapınar
semtinde Cumhuriyet İlkokulunda göreve başladım. Böylelikle köy hayatım bitmiş oluyordu.
240
Şehirde iman hizmetini daha geniş çapta yapacağıma inanıyordum. İldeki nurcular da benim
ile tayin edildiğime çok sevinmişlerdi. Hiç vakit geçirmeden şehir merkezinde bir ev
kiralayarak Risale-i Nur okumaya başladık. O zamanlar okullarda sabahçılık ve öğlencilik
vardı. Ben hep sabahçı olmayı tercih ediyordum. Amaç, öğleden sonra boş kalıp, gece birlere
kadar çarşıda, pazarda, çayhanelerde insanlara Risale-i Nurları okuyabilmekti. Elimde siyah
çanta her an benimle birlikte gezerdi. İçinde ya mektubat ya Lemalar ya da Sözler bulunurdu.
Her önüme gelene Risale-i Nur okumalarını söylüyordum. Nerede bir kalabalık görsem onlara
Risale-i Nurları anlatıyordum. Öyle faal bir nurcuydum ki herkes bu hareketliliğime hayret
ediyordu. Maaşımın çoğuna Risale-i Nur alıp, bedava dağıtıyordum.
Merkezde İslâm'a hizmet bakımından çeşitli gruplar var. Özellikle Nakşi ve Kadiri
tarikatı çok yaygındı. O zaman biz Nurcular tarikatçılarla iyi anlaşıyorduk. Onların itikatları
ile bizim itikadımız arasında bir fark yoktu. Yalnız üstatları değişikti. Biz, Said Nursi'ye
Mehdi diye inanıyorduk.
Malatya'da bizleri ikaz eden, meseleleri bilen münevver müslümanlar da vardı. Hele
hele bir kişi vardı ki, Allah kendilerinden razı olsun, kendisini yetiştirmiş alim ve fazıl bir
kardeşti. Sanatında da mahirdi. Bu kişiye Terzi Sait yahut Çekmegil derlerdi.Bir zamanlar
malatya müftülüğü yapmış ismail hatip Erzen den istifade ettiğini anlatırdı. Her hafta Pazar
akşamı dükkanında yatsı namazından sonra gelenlerle sohbet ederdi. Onun usulü, kaç kişi
gelmişse onların içinden toplantıyı idare etmek için bir başkan seçilir, herkes neyi konuşmak
istiyorsa söylerdi. Bunlar başkan tarafından kaydedilir, konuşularak konular reye sunulurdu.
Hangi konu çok rey alırsa, o gündem konusu olurdu. Sağdan konuşmaya başlanır, herkes
görüşünü anlattıktan sonra birinci tur sona ermiş olurdu. Bundan sonra ikinci tur başlar. Bu
tur tenkit tamamlama turudur. En son başkan konuşur. Yanlış konuşanların yanlışları
düzeltilir. Toplantıda insan sayısı çoksa, dakika olarak belirlenir. Toplantı bir disiplin
içerisinde sona ererdi. Çünkü bu usul, insanı okumaya teşvik ederdi. Delilsiz konuşanların
konuşmalarına önem verilmezdi. Sait Çekmegil bir ilkokul mezunudur. Fakat kendisini
serbest hayatta okuyarak yetiştirmiştir. O muhterem insan Malatya'da bir halk üniversitesinin
profesörüdür. Otuzun üstünde eseri vardır. Eserlerinde bir tane dahi hurafe bulamazsınız.
Delilsiz bir şey yazmaz. Binlerce insanın şirkten, hurafeden kurtulmasına sebep olmuştur.
İnsanlar takdir etmese bile hayat boyu çalışmasının ecrini Cenab-ı Hak versin inşallah..
Allah, ondan ve onun gibi mümin ve müslümanlardan razı olsun. Benim Nurcular içinde
samimi olduğumu bildiği için, şahsım üzerinde çok durdu. “İslamiyet, şuculuk buculuk dini
olmaz. Bir müslüman için, temel kaynak Allahın Kitabıdır. Hiçbir insan ve kitabı, hüccet
(delil) olamaz. Delil Allah'ın Kitabı ve Resulü'dür. Eğer bir insanın eseri, Allah'ın kitabının
ve Resulünün sünnetinin dışına çıkmamışsa okunmaya değerdir” der, bizleri defalarca Kitap
ve sünnete teşvik ederdi.
Halk profesörlerinden ikincisi Sait Ertürk hocamızdır. Senelerce cami kürsülerinde
gerçekleri haykırdı. O gerçi eser yazmadı ama, yüzlerce insan yetiştirdi. Boğaziçi diye bir
çayhanemiz vardı. Osmanlı kıraathanesinin bir benzeri idi. Hocamız geldiği zaman herkes
susardı. Oradakiler etrafını sarar, oturduğu ufacık yer kürsüsünde o konuşur, herkes payına
düşeni alırdı. Malatya halkı onun tebliği ile canlılığını muhafaza ederdi.
Üçüncü profesör: Mehmet Alptekin hocamızdır. Kendisini küçüklüğünden beri
tanırdım. Samimiyeti ve takvası her hareketinden belli olurdu. Fakat fakru zaruret içinde
241
yaşadığı halde halini kimselere açmazdı. Kendine has bir dershanesi olmadığı için muhtelif
dernek ve vakıflarda Arapça öğrenmek isteyenlere ders verirdi. Allah bu muhlis kardeşim gibi
olanlardan razı olsun.
Sene 1969 da Kur'an-ı Hakim ve Meâl-i Kerim adlı kitab elime geçti. 1970 yılı
sonuna kadar müddetle Risale-i Nurlarla karşılaştırdım. Allah'ın kitabını okudukça
Said Nursi ve Risale-i Nur gözümde küçülmeye başladı. Çeşitli tevillerle Kur'an'ı
yorumlamaya çalışıyor. Kendini Kur'an âyetleriyle teyid etmeye çalışıyordu. Hazret-i Ali,
Abdulkadir Geylani, İmam-ı Rabbani gibi kişilere isnad edilen sözlerle bu asırda kendinin ve
eserlerinin zuhur edeceğini onlara söyletmiş oluyordu. Artık nazarımda hurafeci idi.Osmanlı
gizli servisinde kendisine öğretilen yalanlara inanmış, aldatılmış, bir insandı. Cenab-ı
Hakk'a çok şükür ki, bu tarihe kadar ömür verdi. Eğer Kadiri ve Nakşi (Süleymancı)
tarikatlarında ecelim yetmiş olsaydı, müslüman olarak değil, Kadiri ,Süleymancı,Nurcu olarak
ölmüş olacaktım. Eğer 1971'den önce ölmüş olsaydım tam bir hurafe itikadında ölmüş olup,
ebedi cehennemi boylamış olacaktım.
Kadri, Nakşi, Nurcu olduğum zamanda dünyevi bir çıkar ve menfaatim yoktu. Samimi
olarak ahiretimi kazanmak ve günahlarımın affedilmesi için gayret gösteriyordum. Cenab-ı
Hak benim bu samimiyetimi bildiği için beni kendi kitabı ile karşı karşıya getirdi. Rabbime
hamd olsun bana hidayet etti ve beni kendi kitabı ile selamete çıkardı. 1970 sonunda bir
bildiri yayınlayarak 1951 ile 1971 arasındaki geçirdiğim 20 yıla tövbe ettim. Yeni baştan
Kur'an-ı Kerim'deki İslâm'a yönelmiş oldum. Artık Kur'an-ı Kerim'in son kitap, Hz.
Muhammed'in son nebi ve resul olduğuna iman ettim. Kur'an'ı Kerim'in haber vermediği ,
Mesih, Deccal, Sahib-üz-Zaman, Mehdi-yi Muntazır, Gavs, Kutub diye uydurulmuş sözlerin
istismarından kurtulup hidayet kitabı Kur'an'da karar kıldım. Sahih hadis ve sünneti kendim
için prensip edindim. Bu anlayışa geldikten sonra bir görevim kalmıştı: Risale-i Nur
kitaplarına karıştırılmış bine yakın batıl inançları kimin yazdığını araştırmak. Sait Nursi'ye
hüsnü zan edenlere göre bu hurafeleri, Said Nursi'den habersiz talebeleri yazmıştı. İşte ben bu
meseleyi öğrenmek için, abilerle görüşmek istedim. İlk önce Ankara'da Hacı Bayram
semtinde bulunan Nur Dershanesine uğradım.
Bekir Berk, Hüsnü ve Bayram Ağabeylere dedim ki; “hak ve batılın karışımından meydana gelen bu eserler
gerçekten Sait Nursi'ye mi aittir?” Bu sözüme şiddetli tepki gösterdiler. “Sen Risale-i Nuru anlamış olsaydın, bu
soruyu bize sormazdın, çünkü bu risaleleri ne Said Nursi, ne de biz yazdık. Bu eserler baştan sona İlham-ı
Rabbani'dir. Üstadımız Said Nursi bile Risale-i Nur talebesidir. Risale-i Nurlarda hata aramak, maksatlı kişilerin
işidir”, dediler. Bunlardan net bir cevap alamadığım için Kastamonu'ya hareket ettim. Kastamonu'da
Bediüzzaman'a sekiz sene hizmet eden Mehmet Feyzi Efendi’yi ziyaret ettim. O da: “Kur'an-ı Hakimin otuz üç
âyeti Said Nursi'ye işaret etmekte ve İmam-ı Ali (r.a.), Celculitiye ve Ercüze kitaplarında Said Nursi'nin bin dört
yüz sene sonra zuhur ederek, Risale-i Nurları yazacağını bildirmiştir. Ayrıca Abdulkadir Geylani 9 asır önce
Said Nursi ve eserlerinin ortaya çıkacağını müjdeleyerek beyan etmişlerdir” diyerek beni başından savmak
istedi. Mehmet Feyzi bu görüşünü, Bediüzzaman Said Nursi Tarihçe-i Hayatı, Yeni Asya Neşriyat, Temmuz
1994, s. 284'te beyan etmektedir.
Oradan doğruca Denizli'ye hareket ederek Ahmed Feyzi Efendiyi ziyaret ettim. Bu meseleleri onunla da
konuştum. Yemin ederek; “Risale-i Nurdaki bütün yazılar, Üstadımız Said Nursi'ye aittir. Şakirtlerin
(öğrencilerin) bütün yazıları Üstadımızın uygun görmesiyle Risale-i Nurlara girmiştir. Ona gösterilmeden ve
okumadan hiçbir talebenin yazısı, şiiri, Risale-i Nura alınmamıştır”, dedi. O da bana Said Nursi ve Risale-i Nur
hakkında yazmış olduğu Maidetü'l-Kur'an adlı eserini gösterdi. En az kırk elli hadis ile Mehdi'nin geleceğini ve
242
asırlarca beklenen Mehdi'nin Said Nursi olduğunu ispat etmeye çalıştı. Bu eseri Said Nursi tarafından tasdik
edilerek tılsımlar mecmuasında neşir edilmiştir.
Denizli'den Isparta'ya hareket ettim. Husrev Beyle görüştüm. Üç günde ancak muvaffak olabildim. Ona dedim
ki: “Bütün Risale-i Nurlar senin elinle yazıldı. Hiç kimse Risale-i Nurlara senin kadar vakıf değil.” Bir takım
hurafeleri anlattım. “Bunları sizler mi, yoksa Üstad mı yazdı?”, dedim O da yemin ederek Üstadın yazdığını
söyledi. “Bunlar sizce doğru mudur?”, dedim. “Evet”, dedi. Mesela Asa-yı Musa Risalesinde Isparta'daki umum
Risale-i Nur talebeleri ve on üç fıkra ile tadil edilmiş bir mektup var. Üstad bunu tasdik etmiş 1. Orada aynen
şöyle yazılmaktadır: “Ve Risale-i Nur'un şakirtlerini, talebe-i ulum sınıfına dahil edip, münker, nekir suallerine
Risale-i Nurla cevap verdiklerini merhum kahraman şehid Hafız Ali'nin vefatıyla keşfeden ve hayatta
bulunanlarımızın da yine Risale-i Nur ile cevap vermenizi rahmeti ilahiyeden dua ve niyaz eder; Hazret-i Kur'anı Azimüşşanın kırk tabakadan her tabakaya göre bir nevi i'cazı manevisini göstermesiyle ve umum kainata bakan
kelamı ezeli olmasıyla ve tefsiri olan Risale-i Nur'un Mu'cizat-ı Kur'aniye ve Rumuzat-ı semaniye risaleleriyle
ve Risale-i Nurun gül fabrikasının serkatibi gibi kahraman kardeşlerin ve şakirtlerin fevkalade gayretleriyle asr-ı
saadeten beri böyle harika bir surette mucizeli olarak yazılmasına hiç kimse kadir olamadığı halde, Risale-i
Nurun kahraman bir katibi olan Husrev'e “yaz” emri buyurulmasıyla, Levh-i Mahfuzdaki yazılan Kur'an gibi
yazılması.”
Husrev'e dedim ki; “Levh-i mahfuzu hangi peygamber görmüştür, bir örnek verebilir misiniz?” Bu soru
karşısında sustu. “Sen kim oluyorsun da Levh-i mahfuzdaki yazılan Kur'an gibi bir Kur'an yazıyorsun. Orayı
görmeden orada yazılış şeklini nasıl bilebiliyorsun? Bu sözden tevbe et” dedim. Etmedi.
Bunda sonra İzmir'e döndüm. Karşıyaka'da tuz fabrikası olan bir nurcunun evinde toplandık. Sikke-i Tasdik-i
Gaybi kitabında mevcut olan birinci şua, sekizinci şua, yirmi sekizinci lema, on sekizinci lemadaki Allah'a,
Resulüne, kitabına, Hz. Ali (r.a.)’ye yapılan iftiraları anlattım. Bunlara inanmayan nurcu olamaz deyip bana
karşı çıktılar. “Sen Risale-i Nurları anlamamışsın. Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Risale-i Nurun hakkaniyetine bir
delildir”, dediler.
“Bakınız”, dedim; “Üstat Said Nursi, Sözler Mecmuası 25. sözde Kur'an-ı Kerim'i şöyle tarif ediyor: ‘Şu alemi
insaniyetin mürebbisi ... ve insaniyet-i kübra olan İslamiyetin ma ve ziyası... ve nev-i beşerin hikmet-i hakikiyesi
ve insaniyet-i saadete sevk eden hakiki mürşidi ve hadisi. Ve insana hem bir kitab-ı şeriat, hem bir kitab-ı dua,
hem bir kitab-ı hikmet, hem bir kitab-ı fikir, hem bir kitab-ı zikir, hem insanın bütün hacat-ı manevisine merci
olarak çok kitapları tazammun eden tek cami-i bir kitabı mukaddestir,”.
Sonra Risale-i Nurun, Kur'an'a bir benzetiliş var bu övgüde: Şeriat ilminden, edebiyat
ilmine kadar her çeşit ilmin Kur'an-ı Kerim'de bulunduğu nasıl söz konusu ediliyorsa, bu
övgüde Risale-i Nurun da aynı özelliği taşıdığı anlatılmak isteniyor. Yani demek istiyor ki:
“Risale-i Nur da, Kur'an gibi bütün ilimleri içine almıştır”
MEHDİ !
Risale-i Nur kitaplarında şunlar yazılmış.
Haşiye 1: Cihet güneş gibi aşikar bir hakikattir ki, o zât-ı zihavarik (herkesçe
hayranlık uyandıran) daha hali sabavetinde (çocuk) iken ve hiç tahsil yapmadan zevahiri
(insanları kurtarmak üzere), üç aylık bir tahsil müddeti ulûm-i evvelin ve ahirin (ilmin
öncesini ve sonrasını) Ledünniyat ve hakaik-i eşya, esrar-ı kâinata ve hikmet-i ilahiyyeye
(kendisine verilen ile eşyanın iç yüzüne, kâinatın bilinmeyen gizliliklerine ve ilahi ilimlere)
varis kılınmıştır ki, şimdiye kadar böyle bir mazhariyet-i ulyaya (yüksek şerefe) kimse nail
243
olmamıştır. Bu harika-i ilmiyenin iş asla mesuk değildir (sevk olunan, ileri sürülen,
gönderilen olmamıştır). Bu cihet, Risale-i Nur'u anlayarak okuyanlara malumdur.
Hadis-i şerif Meali: “Mehdi (r.a.)'nin çıkmasından önce doğudan, parlak kuyruğa
sahip bir yıldız doğacaktır.” (Haşiye 1)
Hadis-i şerif Meali: "Mehdi (r.a.), evladımdan kırk yaşında biridir. Yüzü necmi
(yıldız) ziyadar gibidir. Sağ yanağında siyah bir ben vardır. Üzerinde iki pamuklu hırkası
bulunur. Bu halife, ben-i İsrail erkeklerine benzer. Hazineler istihraç edip (çıkarıp), şirk
medinelerini (şehirlerini) fethedecektir." (Haşiye 2)
Haşiye 1: O yıldız, birinci harb-i umumide (birinci cihan savaşında) Risale-i Nur'un
ilk intişarı anlarında zuhur etmiştir. Bu senede görenlere şayan-ı dikkattir.
Haşiye 2: Hazret-i üstada (Said Nursi'ye) dikkat edenler, sağ yanağındaki siyah beneği
kolaylıkla görebilirler. İki pamuklu hırkası olup, hal-i sabavetinden (çocukluğundan) beri acib
ve başkalarına benzemeyen bir giyime sahip olup, hadis-i şerifi fıilen tasdik etmektedir.
Lisanındaki siklet (ağırlık) ise, kendisi ile görüşenlere malumdur ve kırk yaşında Risale-i
Nur'un te'lifiyle (yazılmasıyla) meşgul olup, mukaddes vazifesine, iman-ı tahkikin neşri
vazifesi başlamıştır.
Nurculara göre Said Nursi'den başka kimse bu şerefe nail olmamıştır. İşte ben 15 sene
böyle inanmıştım. Hurafelerin din içinde ayrı ayrı bir din olduğunun farkına vardım. Hemen
yazılı bir bildiri yayınlayarak Nurculuktan da tevbe ettim. Yeniden şehadet getirerek Kur'an-ı
Kerim'deki İslâm'a dönüş yaptım. Benim gibi hızlı ve samimi bir kimsenin bu ekolden
ayrılışı Nurcuları çok üzdü. Malatya Nurcuları, Risale-i Nurun tokadını yedikten sonra tekrar
döneceğim hususunda yer yer ihtarda bulundular. Elhamdülillah o günden bu güne 44 yıl
geçtiği halde tokat yemedim. Aksine Rabbimin çeşitli nimetlerine kavuşmuş oldum.
1970 yılı sonunda herkesten özür dileyerek ve tüm cemaat ve tarikatlarda ki
şirklerden tövbe ederek müslüman oldum. İnsanlara Kur'an'ın anlamını okumalarını
önerdim.Ramazan ayında teravihten sonra 27 camide konuşmalar yaptım.Müslüman olmak
her şahsın Allah'ın kitabını anlayarak okumasına ve yaşamasına bağlıdır. Artık O’nu asılı
olduğu duvardan indirip, yaşantımızı O’na göre tanzim etmeliyiz. Türkiyeli her müslüman
hane her gün yatmadan bir saat önce çoluk çocuğu ile Fatiha'dan başlayıp, Nas suresine kadar
her gün 10 âyet okuyarak yatmalıdır. Ailede her fert ne anladığını söylemelidir. Hep birlikte
yanlış anlamalar düzeltilmelidir. Size şöyle bir misal verebilirim: Her haneye Amerika
Cumhurbaşkanından bir mektup gelse, postacı bu mektupları gece yarısı evlere dağıtsa, bütün
ailenin uykusu kaçar. “Baba, şu saatte git bize bir tercüman getir. Başkanın ne dediğini
öğrenmiş olalım. Belki bize bir hediye göndermiştir”, der ev halkı. Hıristiyan bir başkan dan
gelen bir mektubu öğrenmek için tercüman ararken, Rabbinden 114 mektup geldiği halde
Rabbim bizden ne istiyor diye hiç merak ettin mi acaba? Rabbinin dünya ve ahirette verdiği
nimetlerini hiç düşündün mü? Yazıklar olsun kitabını okumadan müslümanım diyenlere. Ey
insan şu fen asrında aklını çalıştır. Vakit geçirmeden Kur'an'a dön. Dünya ve ahiret saadetine
kavuş. İslâm'a (sulh ve selamete) gir, kurtul.
Malatya da 1971 yılında da başlayarak, 2014 yılına kadar tam 44 yılda 466 tarikat
ve cemaat inceledim. Her tarikatın öz kaynakları temin edilerek bir kütüphane meydana
gelmiş durumda. Hiç kimseye iftira edilmiş değildir. İftiradan Allah'a sığınırım. Okuyanlar
göreceklerdir ki, kimseye bir iftirada bulunmadım. Ve kendi yazdıklarını kendilerine
göstermekten başka bir şey yapmadım. Haklarında şu veya bu kişilerin söylediklerine değil,
bizzat kitaplarından inançlarını açıkça ifade eden metinlere ve sözlere yer verdim. Bunları
244
Kur'an-ı Kerim ayetleri ve Resulullah'ın (s.a.v.)sahih sünnetiyle karşılaştırdım. Böylece her
biri, Allah'a (c.c.) birer iftira olan sözlerini kopyaladım.
Malatya Yeşil kaynak İlkokulunda öğretmenliğe devam ederken, Bu arada Yeşil
kaynak Lisesi’ne ek ders olarak din derslerine gidiyorum. Bu sene Elazıgdan bizim okula bir
bayan öğretmen geldi. Kocasını da ayrı bir okula vermişler. Bunlar sol fikirli olduğu için
Malatya'ya sürgün olarak gönderilmişler. Mao Sosyalizmini Türkiye'ye yaymak istiyorlar.
Bizim diğer öğretmenlerle anlaşamamışlar. Onlar, Rus Sosyalizmini savunuyorlardı. Okulda
sadece namaz kılan benim. Bir müslüman sağ sol diye bir tarafı savunamaz. Beni müslüman
olarak biliyorlar. Kadıncağız benim namaz kıldığımı görünce bana yakınlık gösterdi. “Sen
müslüman olarak ne yapmak istiyorsun”, dedi. Ben de, “Bizim, Allah tarafından bütün
insanlık için son olarak gönderilen bir kitabımız var. İşte biz bütün insanlara diyoruz ki,
insanlık için gönderilen Kur'an-ı Kerim'i tek tek okuyunuz. Dünya saadeti de ahiret saadeti de
bu ilahi kitabın bilinmesinde ve yaşantısındadır. İster bir fert, isterse millet olsun, yaşam
tarzını Allahın kitabına göre tanzim ederse, buna inanarak yaşayacak olursa, maddi manevi
zenginliğe ulaşır. Artık o millet sulh, adalet ve hürriyet içinde sosyal adaleti dünyada
gerçekleştirmiş olur. Çünkü artık o toplumda yöneten ve yönetilenler mü'mindir ve
kardeştirler” dedim.
“Demek öyle”, dedi. “Evet”, dedim. “Öyle ise sen bana bir kitap ver, ben de Maonun
sistemi ile ilgili iki cilt kitap vereyim bir ay içinde okuyalım. Sonra seni bizim eve davet
ederim. Kocamla beni ikna edersen, biz müslüman oluruz. Şayet biz, seni ikna edersek solcu
olur musun? Bir deneyelim”, dedim. Ben O’na, Muhammed Kutup'un ‘İslâm'ın Etrafındaki
Şüpheler’ adlı kitabı takdim ettim. O da bana, ‘Çin Uyanınca Yer Yerinden Oynar’ adlı iki
ciltli bir kitap verdi.
Bana verdiği kitap Fransızcadan dilimize tercüme edilmiş. Mao'nun devriminden iki
üç sene sonra Fransa dan on beş muhabir Çin’e gelip Mao'yu ziyaret ediyorlar. Mao'ya
hitaben; “Sen, İmparatorluğu yıkarak sol bir sistem oluşturdun. Bizler masa başında oturup
komünizm, kapitalizm, faşizm, liberalizm diye izim leri hayali olarak yazıyoruz. Sen, bunların
müesseselerini oluşturdun. Bize müsaade et, senin sistemini görerek ve yaşayarak kaleme
almak istiyoruz”, diyorlar. Mao buna çok seviniyor. Kalmalarına müsaade ediyor. Bu heyet 4
yıl kalarak bu iki cilt kitabı meydana getiriyorlar. Kitap çok akıcı ve olayları sinema filmi gibi
insanın gözü önünden geçirmiş oluyor.
Aradan bir hafta geçti. Baktım ki kadın okula gelmez oldu. Müdüre, “Bu Maocu kadın
niçin gelmiyor”, diye sordum. “Onları bir gece içinde Çanakkale'ye sürgün ettiler”, dedi.
Benim kitap onda gitti. Onların kitapları ben de kaldı. Ben iki cildi de okudum. Bana cazip
gelen bir yerini siz okuyucularıma aynen aktaracağım. Tabii özet olarak.
Sonra kitapları kütüphanemden biri aldığı için, kaybettim. Hatırımda olanları size
aktaracağım.
Bir gün Mao, büyük bir kalabalığa konuşma yapıyor. Halka hoperlör ile hitap ediyor.
Kürsüden ayrılacağı zaman bütün halk hep bir ağızdan bağırıyor: “Bir millet dinsiz
yaşayamaz. Bize dinimizi göster” diye ortalığı çınlatıyorlar. Bunun üzerine Mao tekrar
kürsüye dönerek halka şöyle hitap ediyor: “Benim sizlere neyi getirdiğimi anladığınıza
inanmıştım. Şimdi anlıyorum ki, benim size ne getirdiğimin farkında bile değilsiniz. Ben
esasta sizin için bir din getirdim. Komünizm, sadece Çin'in dini değil, evrensel bir dindir”
245
diyerek kürsüden ayrılıyor. 15 kişilik Fransız heyeti bu sözleri kayda geçirdi. “Bu söz bizde
bir inkılap yaptı. Biz dinimizin Hıristiyan olduğuna inanıyorduk. Şimdi anladık ki, bir millete
hangi izim hükmediyorsa, o milletin dini o izmidir. Fransa'da Sosyalizm uygulandığı için
bizim dinimiz Sosyalizmdir. Artık biz Hıristiyan değiliz”, diyorlar. Bu sözün etkisinde kalan
heyet, başka bir şehirde bir kısım Çinlileri başlarına toplayarak onlara şu soruyu yöneltiyorlar:
“Sizler, yabancı dinlerin Çin'de yayılmasına niçin izin vermiyorsunuz?” “Hayır, öyle bir şey
yok. Bizim ana yasamızda her yabancı inandığı dini Çin'de yaşar, yayar diye bir madde
vardır”, dediler. Onların içinden bir aydın ileri çıkarak “Beyefendiler, bu halktan siz yabancı
dinleri soruyorsunuz. Acaba kendileri dinlerini biliyorlar mı?” dedi. Onlar namına şöyle
konuştu: “Mao nun getirdiği Komünist düşünce Çin halkı için aşk ve şevkin en yüksek
seviyeye ulaştığı bir dindir. Bu dinin parlementosu ve anayasası mevcuttur. Biz,
komünizmden başka bir din tanımıyoruz” diye karşılık verdi.
Aynı sene Yeşil kaynak Lisesinde din derslerine giriyorum. Sınıfın birinde şöyle bir
olay meydana geldi. İslâm'ın amentüsünü anlatıyorum. Sırada bir çocuk arkadaşını
yumruklamaya başladı. Olaya müdahale ettim. “Arkadaşını niçin yumrukladın?”, dedim.
“Öğretmenim, bu çocuk kulağıma yaklaşarak benim Tanrım Mao'dur”, dedi. Onun için
vurdum. Böyle inanan çocuğu ayağa kaldırdım. “Gerçekten Mao'nun Tanrı olduğuna inanıyor
musun?”, dedim. “Evet”, dedi. “Bak yavrum, Mao bir insandır. Senin gibi yer ve içer.
Evlenerek çoluk çocuk sahibi olmuştur. Ömrünü tamamlayarak dünyadan ayrılmıştır. Bundan
sonra sana kim tanrılık yapacak?”, dedim. Çocuk, kendi inancına göre çok makul bir cevap
verdi. “Mao'nun düzeni devam ettiği güne kadar, benim tanrım ölmemiştir”, dedi. Bu çocuk
dinin ne manaya geldiğini çok iyi biliyordu. Hemen not defterini cebimden çıkararak
öğrencilerin huzurunda samimi inancından dolayı on numara verdim. Böyle bir çocuk
dövülmez, kovulmaz ve kınanmazdı.
Bu çocuğu döven öğrenci, “Din hocamız, İlahım Mao diyene on verdi” diye mahalleyi
tahrik ediyor. Sabahleyin 20 veli ile okula gelip, beni okul müdürüne şikayet ediyorlar. Okul
müdürü çocukla birlikte beni odasına çağırdı. “Bu veliler, hakkınızda şikayetçi. Sen ilahım
Mao diyene on vermişsin.” “Evet”, dedim. Müdür Beye ve sayın velilere, “İlahın kimdir? diye
çocuğa sorun”, dedim. Çocuk, “Benim ilahım şüphesiz Mao'dur”, dedi. “Gördünüz mü? Siz
kulağınızla duydunuz. Türkiye laik bir devlettir. Herkes inancında serbesttir. İşte bu çocuk,
laik bir devletin laik vatandaşıdır. Onun için bu çocuğu takdir ettim. Samimi inancından
dolayı on verdim.” Sustular ve gittiler. İşte ben, bütün dünya insanlarının en az bu çocuk
kadar samimi olmasını istiyorum. Neye inandığını her fert serbest olarak söyleyebilmelidir.
1970 yılı sonunda tüm tarikatlardan,cemaatlerden tövbe ederek yalnız ve yalnız
müslüman oldum.Bir ağaç gibi özgürüm,bir orman gibi 8 milyar insan içinde kimseye
zararım olmadan , insan kardeşliğini ve mümin kardeşliğini yaşıyorum.
1971 yılı Haziranda İzmire göç etmiştik.Oğlum Burhan İzmir’de kaldı.Biz bir yıl
sonra Malatya’ya geri döndük.Oğlum Burhan 1972 yılında Buca’da diş doktoru Özcan
AKSOYLU’nun evinde Fetullah GÜLEN ile görüşmüş. M.F.GÜLEN’e “sabah namazında
gençlerin camilere gittiği, camiden sonra okullara gittiği, okullardan sonra geçim için çalıştığı
bir Dünya görmek istiyorum”demiş. M.F.GÜLEN oğlumun bu sözlerinden etkilenerek yurt,
cami, okul, işyeri bulunan Yamanlar projesini geliştirdiğini bir yerde ifade etmiş.1988 yılında
246
Mina-merve kitabevinin sahibi bu olayı bana anlattı. M.F.Gülen’in Burhan’ı aradığını,
özlediğini, görmek istediğini ifade etti.
1979'da ailece Malatya'dan İzmir'e göç etmek için karar verdik. O sene evi İzmir'e
gönderdim. Ben bir öğretim yılı Malatya'da kaldım. 1980 yılında naklimi İzmir'e aldırdım.
Buca'da Süleyman Bilgen İlkokulu’na tayin edildim. İki sene daha görev yaptıktan sonra
1982'de emekliye ayrıldım.
Bir ev kiralayarak Kur'an-ı Kerim'e çağrı hizmetimi devam ettirdim. Bir taraftan da
tasavvuf ve tarikatları araştırmayı hızlandırdım. 1982'den 1989'a kadar yüzlerce kişiye şirk
konusunu anlatmaya çalıştım. Kur'an-ı Kerim'i nüzul sırasına göre okumalarını tavsiye ettim.
Her suredeki emirleri, yasakları, tavsiyeleri, bilinmesi gerekenleri yazmalarını söyledim.
İkinci sene tekrar bu şekilde çalışmalarını söyledim. Bu çalışmalarım yazılı olarak yaptılar.
Bu şekilde çalışmalarının amacı, emirleri yapmak ve yasaklarından kaçınmaktır. Tavsiyeleri
yerine getirip, bilinmesi gerekenleri öğrenmektir.
Üçüncü sene, kütübü sitte denilen altı hadis kitaplarını okuyarak sureler içerisinde
ayetleri izah eden hadislerin toplanmasını tavsiye ettim.
Dördüncü sene,Ebu Hanife,Şafii,Malik,Hanbel,Cafer-i Sadık gibi müçtehitlerin hangi
âyet ve hadislere göre içtihad ettiklerini yazıp getirmelerini söyledim.
Beşinci sene, bir İnsanlık Tarihi özetleyip getirmelerini önerdim.
Altıncı sene, çağdaş ilimleri okumalarını tavsiye ettim. Bundan sonra her insanın ilim,
bilim ve bir meslek sahibi olmasının faydalarını anlattım. İlim derken, Kur'an-ı Kerim, İncil,
Tevrat, Zebur'u kabul etmiş oluyorum. Bilim derken Fizik, Kimya, Biyoloji, Jeoloji, tıp vb.
bilimleri söylemiş oluyorum. Son kitap olan Kur'an-ı Kerim, bize lazım olan özetlerini
vermektedir. Bilimle ilim asla çatışmaz. Bu iki ilmin tek kaynağı Allah'ın kitabı olan Kur'an-ı
Kerim'dir. İlim, bilim ve meslek sahibi olan her şahıs, bir iş başaran, çalışkan, örnek ve
güvenilir insan olma vasfını kazanmalıdır. Dünya ve ahiretini mamur etmelidir.
1982 senesinde Bursa Keles'te görev yapan bir yakınımı ziyarete gitmiştim.. O
kardeşime dedim ki, “Benim seni ziyarete geldiğimi kimseye söyleme. Bir hafta bu ilçeyi
inceledikten sonra, sende misafir olduğumu açıklayabilirsin”, dedim. İlçede bir yabancı gibi
gezerek, ilçenin bütün durumlarını öğrenmiş oldum. Orta, lise, imam hatip okullarını ziyaret
ettim. Kaymakam Beyle tanıştım. İlçe, ormanlar arasında kurulmuş şirin bir kasaba
görünümünde olup, sanayi kuruluşlarından mahrum durumda. İşsizlik son haddinde. Halk bağ
ve bahçesinde çalışmakla geçimini sağlamaktadır. İlçenin tam ortasında büyük bir camileri
var. Caminin önü ilçenin meydanını oluşturuyor. Meydanın etrafı esnaf dükkanları ile çevrili.
Meydanda her Cuma günü pazar kuruluyor. Köylüler mahsullerini bu pazarda
değerlendirmeye çalışıyor. O gün ilçe çok kalabalık oluyor. İlçe insanları ilim ve bilimde çok
geri kalmış. Çok yaşlı kimseler namaz kılıyor. Gençlerin ibadetle ilgisi yoktur. Kitap okuma
alışkanlıkları olmadığı için kafalarının içi hurafelerle doldurulmuş. Hükümet yeni anayasa
yapmakla meşgul. Bu ilçe halkını aydınlatmak üzerime vacip oldu. İkinci cuma haftasında
konuşmak için kendimi hazırladım. Halk pazara akın etmiş iş güç ile meşgul. Cuma ezanı
okunmaya başladı. Halk yavaş yavaş camiye dolmaya başladı. Ben ön safta yerimi aldım.
247
Çantamı pencerenin önüne koydum. Cuma namazı kılındı. Herkes elini açmış Rabbine dua
ederken, çantamdan Kur'an-ı Kerim'i alıp, imamın sağına geçtim. Kur'an'ı sağ elime alarak,
yüzüm cemaate dönük vaziyette ellerimi havaya kaldırmış ayakta dua ediyorum. Herkes göz
altından bana bakıyor. Eller yüzlere sürülür sürülmez “Ey Cemaati Müslimin! Ben bir
yolcuyum. Yolum Keles kazasından geçmektedir. Esasta hepimiz bir yolcuyuz. Yarın Cenab-ı
Hak Ey Yolcu yolun Keleş kazasından geçtiği halde benim kullarımı niçin uyarmadın
sorusuna muhatap kalmamak için sizinle kısa bir sohbet etmek istiyorum. Oturup dinlerseniz
sevabı beraber alacağız. Eğer camiyi terk edip giderseniz ben yine konuşacağım. Allah ve
melekleri ahiret günü hakkımda şahitlik edecektir”. Hiç kimse yerinden kalkmadı. “İşte şu
elimdeki Kur'an-ı Kerim Hz. Muhammed'den tâ kıyamet gününe kadar bütün insanlık için
gönderilen temel ana kitaptır. Hangi bir millet dünya ve ahiret yaşam biçimini bu kitaba göre
tanzim etmiş ise, o millet müslüman bir millettir. Yani, iktisat, ticaret, ekonomi, hukuk,
maliye, maarif, mülkiyet, veraset, aile, ahlak, ibadet sulh ve savaş hukuku, inanç ve akideleri
Kur'an'a göre değilse o millet için Allah, Kitabında şöyle buyuruyor:
‘Şüphesiz ki, Tevrat'ı biz indirdik, onda bir hidayet, bir nur vardır, kendisini Allah'a teslim etmiş olan (İsrail
Peygamberleri), Yahudiler(e ait davalarda) onunla hükmeder(ler)di. Âlimler, fakihler de Allah'ın o kitabını hıfza (korumaya)
memur oldukları için (yine hükümlerini onunla verirlerdi). Hepsi de onun (Allah tarafından gönderilmiş olduğu) üzerinde (ittifakla)
şahid idiler. O halde (Ey Yahudiler!) siz insanlardan korkmayın, benden korkun. Benim âyetlerimi az bir bahaya (hasis [bayağı,
küçük] menfaatlere) satmayın. Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kafilerin ta kendileridir.’ (Maide: 44)
‘Biz onda (Tevrat'ta) onların üzerine (şunu da) yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak,
dişe diş (karşılıktır. Hülasa bütün) yaralar birbirine kısastır. Fakat kim bunu (bu hakkını) sadaka olarak
bağışlarsa o, kendisine (günahına) kefaret (onun yargılanmasına vesile)dir. Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile
hükmetmezse onlar zalimlerin ta kendileridir.’ (Maide: 45)
‘(Ve dedi ki): İncil sahipleri Allah'ın onun içinde indirdiği (hükümler) ile hükmetsin. Kim Allah'ın
indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse onlar fasıkların ta kendileridir.’ (Maide: 47)
Bu âyetlerden sonra Müftü Bey ayağa kalkarak beni sorgulamaya başladı. “Sen
kimsin? Nereden geldin? Kim sana izin verdi? Camii terk et”, diye beni tehdit etti. Ben de
“Konuşmamın sonunda kim olduğumu açıklayacağım. İzne gelince, bana bu izni elimdeki bu
Allah kitabı vermektedir. Sana düşen oturup dinlemektir”. Güzelce yerine oturdu.
‘Sana da hak olarak kitabı (Kur'an'ı) kendilerinden evvel ki kitap(lar)ı tasdik edici (ve doğrultucu) ve
ona karşı bir şahit olmak üzere gönderdik. O halde (bütün ehli kitap) aralarında Allah'ın (sana) indirdiği ile
hükmet, sana gelen hakikatten (dönüp de) onların heva (ve heves)lerine uyma. (Ey Musa'nın, İsa'nın,
Muhammed'in ümmetleri!)
Sizden her biriniz için bir şeriat, bir yol tayin ettik. Eğer Allah dileseydi (topunuzu bir şeriata tâbi) bir
tek ümmet yapardı. Fakat o size verdiği (muhtelif şeriatler dairesi)nde sizi imtihan etmek için (ayırdı). Öyle ise
(hepiniz) hayırlı işlerde birbirinizle yarış edin. Zaten hepinizin en son dönüp gelişi Allah'adır. Artık o hakkında
ihtilaf etmekte olduğunuz şeyleri size (orada) haber verecektir.’ (Maide: 48)
Müftü Bey yine ayağa fırladı. Halka hitaben “susturun bu adamı, yoksa her birimiz 15
seneden aşağı ceza almayız”, dedi. Halktan bir tek ses yok. Müftü Bey yine yerine oturdu.
‘O gökte de tanrı, yerde de tanrı olan (bir Allah)tır. O, yegane hüküm ve hikmet sahibidir; (her şeyi)
hakkıyla bilendir.’ (Zuhruf: 84)
Müftü Bey tekrar ayağa kalkarak gür sesle: “Savcı ve hakim, bu arkadaşı dışarıya
çıktığı zaman yakalamazsanız, bu kadar insan şahid olsun ki, sizi anayasa mahkemesine
248
vereceğim” dedi. Bunun üzerine Hakim Bey camiden ayrılarak üç jandarma eri yetiştirip
kapıda beklemeye başlamıştı.
Halkın içinden biri kalkarak (Savcı bey) şöyle hitap etti: “Arkadaşlar Kur'an ve iman
dile geldi. Eğer bu arkadaşı dışarıdaki jandarmalara teslim edersek bize dünya ve ahirette
huzur yoktur. Ben dışarıda bir taksi hazırlattım. İki tarafı el ele tutuşun. Hocayı ortaya alın.
Taksiye bindirebilirseniz hocayı alıp götürecekler” dedi.
Halk, Savcı beyin emrine uyarak beni taksiye bindirdiler. Taksi düdüğünü çalarak
ilçeden ayrıldı. Ben nereye gittiğimi bilmiyordum. Beni aynı ilçenin bir saat uzaklığındaki bir
köye götürdüler. O gece misafir edip, sabahleyin başka bir yolla Bursa'ya götürecekler. Köyde
muhtarın evine misafir olduk.
Muhtar köylüleri topladı.Ve konuşmamı rica etti.Bu konuşmada şunları söyledim. “Ey dünyanın
her ülkesinde yaşayan Allah'ın kulları ve bu insanları yöneten devletler, hükümetler, adaleti
sağlayan savcılar, hakimler, emniyeti temin eden polisler, ülkelerin sınırlarını iç ve dış
düşmanlardan koruyarak insanların huzurlarını sağlayan askerler ve bunların hepsini yetiştiren
öğretmenler! Şu üç yüz hanelik köyden sizlere sesleniyorum. Hayatınızı; Allah'ın hepimiz için
gönderdiği en son kitabı olan Kur'an-ı Hakim'e göre tanzim etmezseniz, hiçbir zaman dünya
ve ahirette huzur bulamazsınız”.
Kürsüden inmek üzere iken üç kişi ayağa kalkarak şehadet kelimesini söyleyerek
müslünman olduklarını söylediler. Şöyle dediler: “Bizim solcu olduğumuzu biliyorsunuz. Biz
şu anda Rabbimizden tövbe dileyip, İslâm'ı kabul ettik. Hocamızı bize misafir edeceğiz”, diye
halka rica ettiler. Bir öğretmenin evinde toplanarak sabaha kadar yatmadan sohbet ettik.
Sabahleyin köylüler beni Bursa'ya götürmek için toplandılar. “Ben Bursa'ya gitmeyeceğim,
tekrar ilçeye döneceğim”, dedim. “Hayır, savcının emri var, seni Bursa'ya götüreceğiz”,
dediler. “Buna imkan yok. Taksi ile götürmezseniz, yaya olarak yola düşer giderim”, dedim.
Çare bulamadılar. Taksi ile tekrar ilçeye geldim.
Benden sonra benim damat, hakime gidiyor. İlçe Kaymakamı her yıl bir ay izne
gidince benim damat vekillik yapıyor. Doğru ve şuurlu bir müslümandır. İlçede sevilmiş bir
kişidir. Hakim'e diyor ki: “Yakalamak istediğin o kişi kimdir, biliyor musun?” “Vallahi, Savcı
Bey onu kaçırttı. Yakalasaydım, elini kolunu bağlayıp hapse gönderecektim.” “İşte o kişi,
benim kayınpederimdir.” “Eyvah ben ne yaptım. Şimdi bana söyle Türkiye'nin neresinde ise,
gidip özür dileyeceğim”, diyor. “Şu anda benim evimdedir. Kalk savcıya gidelim.” Savcı
Beyin yanına gidip: “Savcı Bey özür dilerim. Senin müdafaa ettiğin kişi Aytekin Bey'in
kayınpederi imiş” der. O da: “Haydi git, bizi kabul ederse, aşam namazından sonra ziyaretine
geleceğiz.” Ben de “gelsinler”, dedim. Selamlaşıp, birbirimizin hatırını sorduktan sonra
sohbete başladık. O gece onlara tarikatların içindeki İslâm dışı inançları anlattım. Sohbet
sabahın üçüne kadar devam etti. Sonunda “bizi kardeşliğe kabul eder misin?”, dediler. Ben
de; “nıü'minler birbirlerinin kardeşleridir”, dedim. “İzmir'e gitme, sana bir cip hazırlayalım bu
Keles'in köylerini gez ve insanları Kur'an-ı Kerim'e çağır”, dediler. “Teşekkür ederim, ben
bunu kendime düstur edinmişim. Sabahleyin Müftü Beye gittik”, bana: “Sen Aytekin Beyin
kayınpederi olarak bana gelip, izin isteseydin sana izin verirdim” dedi. Ben de “başıma bir iş
gelirse bana gelsin diye izin istemedim”, dedim. Bana: “Senin kafa çalışıyor. Allah beni
affetsin. Ben ekmek hocasıyım” dedi.
249
1989 da Kütüphanemi İstanbul'a taşıdım. Fındıkzade'de Karagül İş Hanında Ahmet
Albayrak’n tahsis ettiği bir büroda çalışmalarıma devam ettim.Yanıma bir çok üniversiteli kız
ve erkek öğrenciler geldi. Çokları girdikleri tarikatlardan tövbe etti. Ayrıca Alak/İkra(Oku)
suresini arapça ve alt yazıda türkçe hazırlayarak 1990 yılında 50 bin adet dağıtık.100.000
meal dağıttık.Hamdolsun neredeyse meal girmeyen ev kalmadı.Hamdolsun Kur’an seçmeli
ders oldu.Hamdolsun 100 den fazla ülke ‘dini’ Türk devletinden öğrenmek isteriz diye
Kur’an dersini okullarına koymak istiyor.
Kur'an ?
1-Kendi içinde çelişkisiz bir kitaptır.
2-Akıl ile çelişmez.
3-Bilim(Kainattaki var olanlar ve olayların gerçekleri) ile çelişmez.
“Kur'an'ı ağır ağır insanlara okumak için okuma parçalarına ayırdık.” (17/106)
“Kendilerine verdiğimiz kitabı gereği gibi okuyanlar var ya, işte onlar ona inanırlar. Onu inkar edenler
ise ziyana uğrarlar.” (2/121)
“Kendilerine okunmakta olan kitabı (Kur'an'ı) sana (nüzul sırasına göre)indirmemiz onlara yetmiyor
mu?” (29/51)
Kur'an'ın Gönderiliş Gayesi
“Kur'an uyarıcı olarak gönderildi.” (32/3, 41/4)
“Kur'an zalimleri uyarmak için indirildi.” (18/2)
“Onu sana indirdik ki, ayetlerini düşünsünler ve aklı selim sahipleri öğüt alsınlar.” (38/29)
“Kur'an insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için gönderildi.” (5/16)
Kur'an Ölülere Değil, Dirileredir
“(Ölüleri değil), diri olanları uyarmak (dirilere okumak) için indirildi.” (36/70) “Sen ölülere
duyuramazsın.” (27/80, 30/52, 35/22)
“Onlar ölüdürler, diri değildirler. Ne zaman dirileceklerini de bilmezler.”(16/21)
“İnsanlar, ahirette yalnızca kendi kazandığı amelleri bulur. (öldükten sonra hiç bir şey beklemesin) .”
(2/110, 22/77, 36/12, 59/18, 75/13, 82/5)
Ölmüş Mü'minler İçin Ancak Af Dilenir.
“Onlardan sonra gelenler derler ki: Rabbimiz bizi ve bizden önce inanan kardeşlerimizi bağışla.”(59/10)
Kur'an Apaçıktır
“Allah size, Kur'an'ı açıklamış olarak indirmiş iken, ben ondan başka hakem mi arayayım?” (6/214)
“Apaçık Kur'an'a and olsun.” (44/2) ,
“Gerçekten size Allah'tan bir nur ve açık bir kitap geldi.”(4/15)
“Bunlar apaçık Kitabın âyetleridir.” (12/1, 26/2)
“Kur'an açıklayıcıdır.” (10/37, 17/41)
“Kur'an'da korkulacak (sakınılacak) şeyler açıklandı.” (20/113)
“Kur'an, apaçık delil (belge)dir.” (6/157)
“Kur'an'da açık mesaj var.”(21/106)
250
Kur'an Rahmettir
"Ey insanlar, size Rabbinizden bir öğüt, göğüslerde olana bir şifa ve insanlara bir yol gösterici ve
rahmet (olan Kur'an) gelmiştir.”(10/57)
“Biz Kur'an'dan mü'minlere şifa ve rahmet olan şeyler indiriyoruz. Ama bu zulümden
vazgeçmeyenlerin ziyanını artırmaktan başka bir katkıda bulunmuyor..” (17/82)
“Kur'an'ı dinleyin ve Kur'an'a uyun ki size rahmet edilsin.” (6/155; 7/204)
“Kur'an'a uyun ki size rahmet edilsin." (6/155)
“Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmi peygambere uyarlar... ve
onunla indirilen nura (Kur'an'a) uyarlar, işte kurtuluşa erenler onlardır.” (7/157)
Kur'an'ın Gönderiliş Gayesi
İnsanlara okumak için gönderildi:
“Kur'an'ı ağır ağır insanlara okumak için okuma parçalarına ayırdık.”
Düşünmek için gönderildi:
“Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı; yoksa kalpleri mi kilitli?” (47/24)
“O'nu sana indirdik ki, ayetlerini düşünsünler ve aklı selim sahipleri öğüt alsınlar.”(50/45)
Öğüt almak için gönderildi:
“Kur'an ile öğüt ver.” (50/45)
“Kur'an, aklı selim (temiz akıl) sahipleri öğüt alsınlar diye (gönderildi).” (38/29)
Hakla batılı ayırmak için gönderildi: (8/29; 17/81; 25/1)
Müjdelemek ve korkutmak için gönderildi:
“Kur'an, müjdelemek ve korkutmak için indirildi.” (41/4)
“Kur'an güzel davrananları müjdelemek için indirildi.” (16/89,102; 18/2)
“Kur'an iyi işler yapan mü'minlere büyük bir ecir olduğunu müjdeler.” (17/9)
İnsanları uyarmak için gönderildi: (6/92,155; 7/2; 14/52; 32/3; 41/4; 65/10)
İnsanları uyarmak ve müjdelemek için indi(rildi): (18/2)
Kur'an zalimleri uyarmak için indirildi: (46/12)
“İnsanları karanlıklardan aydınlığa (Nura) çıkarmak için gönderildi.” (5/16; 14/1; 33/43; 57/9; 65/11)
Kuran insanları sağlamlaştırmak için indirildi: (16/102)
“İnsanları doğru yola (sırat-ı müstakime) ulaştırmak için gönderildi” (5/16; 14/1; 17/9)
Mü'minlere veli (dost/arkadaş) olması için gönderildi:
“Rabbinizden size indirilene uyun, O'ndan başka velilere duymayın. Ne kadar da az öğüt
alıyorsunuz.” (7/3)
Ferdi ve toplumsal hastalıklara şifa ve insanlara rahmet olması için gönderildi: (12/111; 16/89; 17/174)
Sakınanlara ve sakınacak olanlara hayır olması için gönderildi: (16/30)
Kesin kanıt, delil olması için gönderildi: (4/174)
Bütün kutsal kitaplardaki Hakkı doğrulamak, tasdik ve teyid etmek için gönderildi: (4/47; 6/92; 12/111;
35/31)
Mü'minlerin imanlarını artırmak için gönderildi: (9/124)
Mü'minlerin kalplerini yatıştırmak ve mutmain kılmak için gönderildi: (11/120; 16/102)
Mucize olarak gönderildi: (29/50,51)
İbret alınması için gönderildi: (12/111)
Mü'minlerin görüş gücünü keskinleştirmek için gönderildi:
“Andolsun, sen bundan önce bir gaflet içindeydin; işte biz de senin üzerindeki örtüyü açıp kaldırdık.
Artık bugün görüş gücün oldukça keskindir.” (50/22)
“Onlara ( saldırğanlara ) karşı Kur'an'la bütün gücünü kullanarak cihad et).” (25/52)
“Onların sana getirdiği bir misale (örneğe) karşı biz sana gerçeği (hakkı) ve en güzel açıklamayı
getiririz.” (25/53)
“Ayetlerimiz sayesinde onlar size asla erişemeyecektir.” (28/35)
“Kur'an'ı boşa çıkaracak (etkisiz kılacak) söz gelmez.” (41/41,42)
“İnsanların ihtilafa düştükleri şeyleri onlara açıklaman için indirdik.” (16/64; 27/76,78)
“Eğer Allah, sana onları (rüyada) az değil de çok gösterseydi, muvaffak olamazdınız ve savaş içinde
birbirinizle çekişirdiniz.” (8/43)
“De ki: Ey Allah'ım, ihtilafa düştükleri hususlarda kulların arasında sen hükmünü vereceksin.” (39/46)
Kendisiyle hükmedilmesi için gönderildi: (4/105; 5/44,45,47)
251
Kendisine tâbi olunup yaşanması için gönderildi: (61/155,157; 7/3)
Kur'an'da Dua Örnekleri
“Rabbimiz günahlarımızı bağışla.” (3/147,193)
“Rabbimiz, kötülüklerimizi ört.” (3/147,193)
“Rabbimiz, canımızı iyilerle beraber al.” (3/193)
“Kıyamet günü bizi rezil ve rüsva eyleme.” (3/194)
“Doğrusu sen duaları işitirsin.” (3/38)
“Rabbim duamı kabul eyle.” (14/40)
VAHİY ?
Vahiy, Allah'ın kullarına onlararasından seçtiği elçiler aracılığıyla mesajını iletme
biçimidir. Vahiy ile kitap birbirinden farklıdır. Her peygambere vahy edilmiş olmakla birlikte,
her peygambere kitap verilmemiştir. Vahiy: (4/163, 164 11/37, 20/114, 21/45, 23/27, 42/51,
53/4)
“Nuh'a ve ondan sonra gelenlere vahy ettiğim gibi sana da vahyettik...” (4/163)
“Sana anlattığımız peygamberlere ve sana anlatmadığımız peygamberlere de
(vahyetmiştik).” (4/163, 164 Ayrıca bakınız: 6/42, 35/24)
“Musa'nın kavmini Harun'a bırakarak Tur-i Sina'ya vahiy almağa gitmesi.” (2/51, 52,
92, 93; 7/148, 152, 155, 156; 20/83-97)
“Musa (a.s.)'ya da ilk vahiy bir ağacın yanında verilmişti.”
“Allah, Musa ile (perde arkasından konuşmuştu)” (4/164, 7/143, 19/52)
“Rabbim, bana (kendini) göster, sana bakayım”, dedi. (7/143)
“Musa (a.s.)'ya Tur-i Sina'da vahyedilirken Muhammed (a.s.) orada değildi: “Allah,
Musa (a.s.)'ya (mukaddes vadi'nin batı tarafında) vahyedeceği zaman Muhammed
(a.s.) orada değildi.” (28/44,46)
“Peygamberler, yalnızca kendilerine vahyeden ayetlere uyarlar.” (6/150, 106 7/203,
10/15, 109 11/112 33/2 43/43 45/19 46/9)
Peygamberimize vahyin ilk gelişi: (73/1 74/1 96/1-5)
Vahyin bir ara kesilmesi/Fetret devri: (19/64 44/1-3)
“Bu kitabın vahy edileceğini ummuyordun: Sen, bu kitabın sana (vahiy yoluyla)
bırakılacağını ummuyor (beklemiyordun).” (28/86)
Kıssaların en güzeli Kur'an'ın vahyedilmesi:
“Biz, bu Kur'anı vahyetmekle sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Sen bundan önce
bilmeyenlerden idin. (Bunlardan habersizdin)” (12/3-3/44)
“... İşte bunlar gaybın haberleridir. Onu sana vahyediyoruz.” (3/44)
“İşte bu gaybın haberlerindendi, onu sana vahyediyoruz.” (12/102)
Muhammed (a.s.)'in konuştukları (âyetler) vahiydir. (33/1-3 53/3-5)
“Arkadaşınız (Muhammed) sapmadı, O azmadı. O, hevadan konuşmuyor. O, (Kur'an)
kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir.” (53/3-4)
“Vahyedilen (Kur'an)'ı oku ve ona uy”:
“Sana vadedileni oku” (18/27)
“Rabbinden sana vahyolunana uy.” (6/106 7/3 32/2)
252
“Rabbinden size indirilenin en güzeline (Kur'an)'a uyun.” (39/55)
“Kur'an'a uyun ki, size rahmet edilsin.” (6/106 7/3 32/2)
“Peygamber (a.s.)'in eşlerine kızarak Allah'ın helal kıldığı bir şeyi kendine haram
etmesi ve Allah'ın ona vahiyle ikaz etmesi” (66/1-5)
Kur'an, insanları uyarmak için vahyedildi:
“De ki: "Bu Kur'an bana vahyolundu ki, onunla sizi ve (onun) ulaştığı herkesi
uyarayım.”(6/19)
Vahyin Geliş Şekilleri ?
Kaç çeşit vahiy vardır?
“Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi
gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder.” (42/51)
Cebrail'in görünerek vahiy getirmesi: (53/6-15)
Kafirlerin gelen vahiylere karşı tutumları: “Bize de (bize de) vahiy gelmeli, (yoksa
inanmayız) diyorlar.” (6/124)
“Biz dururken vahiy O'na mı indi? Hayır, O şımarık bir yalancıdır” dediler. (54/25)
Allah'ın Verdiği (Vahiyler) Yüzünden Onları Kıskanıyorlar mı ?
“Yoksa Allah'ın, lütfundan insanlara verdiği (vahiyler) yüzünden onları kıskanıyorlar
mı? Oysa İbrahim Ailesine de kitabı ve hikmeti vermiş ve onlara büyük bir mülk vermiştik.”
(4/54)
“Bana da Vahyolundu” veya insanların rüyasıda vayiyden bir parçadır
diyenler !
“Allah'a karşı yalan uydurandan, ya da kendisine bir şey vahy edilmemiş iken, “bana
vahyolundu” diyenden, daha zalim kim olabilir? O zalimler ölüm dalgaları içinde, melekler
ellerini uzatmış, “Haydi canlarınızı çıkarın, Allah'a gerçek olmayanı söylemenizden ve O'nun
ayetlerine karşı büyüklük taslamanızdan ötürü, bugün alçaklık azabıyla cezalandırılacaksınız.
(Derken onların halini bir görsen)” (6/93)
Rabbin meleklere vahy ediyor ki: "Ben sizinle beraberim... vurun boyunlarının üstüne,
vurun bütün parmaklarına" (7/12)
"Rabbin bal arısına şöyle vahyetti..." (16/68)
Tasavvufun mezhepleri olan tarikatların kurucuları bütün mutasavvıflar En'am suresi
96.âyetin şümulü içine girmişlerdir. Kıyamete kadar böyle inanan kimselerin hakkında nazil
olmuştur. Beyazıd-ı Bestami ve Hallac-ı Mansur'dan Said Nursi'ye kadar geçen bütün
mutasavvıflar âyetin dediği gibi inanmışlardır. Bazıları açıktan vahiy geldiğini ve eserlerinin
vahiy ile yazdırıldığını söyledikleri halde, bazıları ise insanların tekfir etmesinden korktukları
için eserlerinin ilhamla yazdırıldığını söylemişlerdir. Bunlardan bir iki örnek verebiliriz.
Abdulkadir Geylani şöyle diyor: “Cenab-ı Hak (c.c.) bana (ilham yoluyla) şöyle
buyurdu:
- Ey Gavs-ı Azam!
- Buyur Allah'ım buyur, emrine amadeyim!
253
- İnsanlık alemiyle melekut (Ruhlar) âlemi arasındaki her hal ve sınır, şeriatın
kendisidir. Melekut alemiyle, Allah'a varmanın üçüncü basamağı Ceberut â-lemi arasındaki
her hal ve sınır, tarikatın kendisidir. Ceberut (batın) alemiyle lahut (ilahi âlem) arasındaki her
hal ve sınır ise hakikatin kendisidir.
Ve sonra Allah (c.c.) şöyle buvurdu.
- Ey Gavs-ı Azam, Ben insanda zahir (belirgin) olduğum hiçbir şeyde zahir olmadım.
Ve sonra şöyle sordum:
- Ya Rabb! Melekleri neden ve hangi şeyden yarattın?
- Ey Gavs-ı Azam, Melekleri insanın nurundan yarattım; insanları da kendi nurumdan
vücuda getirdim. Rabbim sonra buyurdu:
- Ey Gavs-ı Azam! İnsanın cismi, nefsi, kalbi, ruhu, kulağı, gözü, ayağı, dili var ya,
işte onların hepsinde Ben varım. (Hepsinde benim tecellim zahir olur; ben onların başkası
değilim)
Karşılıklı konuşma devam edip gidiyor.
MESNEVİ'de şunlar yazıyor;
Mesnevi, Mısır'daki Nil'e benzer. Sabırlılara içilecek sudur. Firavun'un soyuna sopuna
ve kafirlere hasret. Nitekim Tanrı da, Hak onunla çoğunu azıtır, çoğunun da yolunu doğrultur
demiştir. Şüphe yok ki Mesnevi, gönüllere şifadır, hüzünleri giderir, Kur'an'ı apaçık bir hale
koyar, rızıkların bolluğuna sebep olur, huyları güzelleştirir. Şanları yüce, özleri hayırlı
katiplerin elleriyle yazılmıştır. Temiz kişilerden başkasının dokunmasına müsaade etmezler.
MESNEVİ ALEMLERİN RABBİNDEN İNMEDİR: Batıl ne önünden gelebilir, ne ardından.
Tanrı onu korur, gözetir; Tanrı en iyi koruyandır. Merhametlilerin en merhametlisidir.
FUSÛS ÜL-HİKEM'de şunlar yazıyıor.
Çünkü bu kitap nefis arzularından münezzeh ve içine fesad karışmamış olan en kudsi
makamdan indirilmiştir.
Umarım ki ulu Tanrı duamı işitince nidamı kabul ede. Çünkü ben ancak indirilmiş
hakikatleri dile getirdim. Halbuki ben Nebi değilim, Resul hiç değilim. Lakin Nebi'nin
mirasçısı ve âhiretin koruyucusuyum.
HZ. ALİ'YE (R.A) SUHUF İNDİ Mİ?
Said-i Nursi ON SEKİZİNCİ LEM'A'da şunlar yazıyor.
Gizlidir herkese gösterilemez. Otuz birinci mektubun onsekizinci lem'ası Risale-i Nur
şakirtlerine (talebelerine) işaret eden Hz. Ali (r.a.)nin bir keramet-i gaybiyesidir. (Gaybi,
bilinmeyenleri bildirmesidir)
Said Nursi'nin, Hz. Ali'ye suhuf indiğine dair bazı iddiaları mevcuttur. Bu iddialarını
on sekizinci lem'ada şöyle ifade ediyor:
Hazret-i Gavs-ı Âzam Şeyh Geylani'nin sarahat (açıklık) derecesindeki keramet-i
gaybiyesini te'yid ve takviye eden (sağlamlaştıran) Hazret-i Esedullah-ul Galib Ali ibn-i Ebu
Talib (r.a.) ve keremullahu vechehü (Ebu Talib'in oğlu olan galip ve üstün Allah'ın arslanı Hz.
Ali (r.a.). (Allah, Hz. Ali'nin şahsını muhterem kılsın) kaside-i Ercüze-i Meşhuresinde aynen
İhbarat-ı Gavsiyeyi tasdik edip işaret ediyor.
254
Bu surette İmam-ı Ali'nin (r.a.) hicretten otuz sene sonra Kufe'de yazdığı bu
Ercüze'deki dokuz defa almış, otuz ilave edilse beş yüz yetmiş olur ki, Cengiz'in ve
Hülağû'nun hücum ve tahribat zamanıdır. Sonra Hz. Cebrail'in, Âlâ Nebiyyina (a.s.m.) huzuru nebevide getirip Hz. Ali'ye sekine namıyla bir sahirede yazılı ism-i âzam, Hz. Ali (r.a.)'nin
kucağına düşmüş: “Ben Cebrail'in şahsını yalnız alaim-üs-sema (gök kuşağı) suretinde
gördüm. Sesini işittim. Sahifeyi aldım; bu isimleri içinde buldum” diyerek bu ism-i azamdan
bahs ile hadisat-ı zikirden sonra tahdis-i nimet suretinde diyor ki: Yani “evvelki dünyadan
kıymete kadar ulumu esrar-ı mühimme (bilinmeyen gizli ilimler) bize meşhud derecesinde
inkişaf etmiş. Kim ne isterse sorsun, sözümüzde şüphe edenler zelil olur. Vahiy ile Allah
tarafından gönderilen Zebur, Tevrat, İncil, Kur'an gibi büyük kitaplar, suhuf (sahife ç.)
sahifeler kimlere gönderilir diye bir soru yöneltsek şüphe yok ki, çoğunluğu peygamberlere
diye cevap verirler.
Peygamber olmayan herhangi bir kimseye kitap ve sahife gönderilir mi? Hayır derler.
Bu Allah'ın adet kanunlarına aykırıdır. Bakınız Allah bu hususta şöyle diyor:
“Sizden öncede nice sünnetler (yasalar) gelip geçmiştir (uygulanmıştır). Yeryüzünde
dolaşın da yalancıların sonunun nasıl olduğunu görün.” (3/137)
“Bu, Allah'ın öteden beri süre gelen sünneti (yasası)dır. Allah sünnetinde (yasasında)
bir değişme bulamazsın” (48/23)
“Sizden önce geçenler arasında da Allah'ın yasası böyle idi. Allah'ın emri, olup bitmiş
bir şeydir.” (33/38)
Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'inde herhangi bir sahabiye, özel olarak da Hz. Ali'ye bir
sahife (suhuf) gönderdiğini söylemediğine göre Said Nursi'nin Hz. Ali'ye Cebrail vasıtasıyla
sekine adında bir sahife gönderdiğine ait bir delili olmalıdır. Bir delil göstermediğine göre
böyle bir inanış Allah'a, Resulüne, kitabına ve Hz. Ali'ye iftira olur.
Gurabiyye fırkasının iddiasına göre: “Nasıl bir karga diğerine çok benziyorsa, Hz.
Peygamber de Hz. Ali'ye öylesine benziyor” der. Bu bakımdan Cebrail şaşırdı, peygamberliği
(haşa) yanlışlıkla Muhammed (a.s)'e verdi. Onlardan bir kısmı, bu fiili hata ile işlediği için
Cebrail'e lanet etmezken, diğer bir kısmı bu işi kasten yapmıştır, der, lanet ederlerlerTus (asıl)
-büyük ve küçük- iki cerf, HzAli'nin mushafı, Hz. Fatıma'nın mushafı, el Camia ve birinde
kıyamete kadar ki dostları, diğerinde de düşmanları yazılı olan iki sahife bulunacaktır. Hz.
Peygamberin ve kılıcı zülfıkar onun yanında olacaktır.
Said Nursi ve Nurcular, Hz. Ali'ye Allah tarafından Sekine adıyla yazılı sahife
geldiğine inanmalarına mukabil; ilk cahilliye müşrikleri de Allah'ın Resulü olan Hz.
Muhammed'e Allah tarafından kağıtlara yazılı bir kitap göndermesini istemişlerdi.
Müşriklerin bu itirazına karşı Cenab-ı Hak, Rasulüne şu âyet-i kerimeyi gönderdi: “Eğer sana
kağıt üzerinde yazılı bir kitap indirmiş olsaydık da onu elleriyle tutsalardı, yine inkar ederler,
‘Bu, apaçık bir büyüden başka bir şey değildir!’1 derlerdi.”
Aynen bu müşrikler gibi, Şi'anın bir kolu olan Gurabiyye fırkası Hz. Ali'nin
peygamber olduğunu, ondan sonra oğullarının peygamber olacaklarını ileri sürmüşlerdir.
Nurcuların, bunlardan daha ileri giderek Hz. Ali'ye, Allah tarafından içinde ism-i
â'zam bulunan Sekine adlı yazılı sahifenin geldiğine inanmaları hurafe ve şirke düşmenin bir
örneği değil midir?
Diğer taraftan; Hz. Ali'nin kim ne isterse sorsun, dünyanın yaratılışından kıyamete
kadar olacak hadiseleri gördüğünü, geçmişte neler olduğunu, gelecekte neler olacağını bilip
cevap verdiğine inanmaktadırlar.
255
Allah'ın bir muhlis ve veli kulu olan Hz. Ali bu gibi iftiralardan uzaktır. Aslında bir
ilim sahibi olan bu büyük sahabi, kendi asrında uzun bir devre düşmanları tarafından kendine
yapılan bu gibi iftiraları önlemek için uğraşmıştır.
Şimdi Nurcuların, Hz. Ali'nin kendi zamanında bizzat kendi lisanından, gelecekten
haber veren sapıkları ikaz ettiğini ve bu düşüncelerden vazgeçmezlerse cezalandırılacaklarını
duyduktan sonra tevbe etmeyip halen müslüman olduklarına inanmaları şirkin başka bir çeşidi
değil midir?
Bakınız Ashabın, Allah'a tevekkülünü ve ehl-i batılın yalanlarını Hz. Ali'den
dinleyelim:
Abdullah b. Afv. b. Ahmed'den Müsafır b. Afv bin Ahmed, Hz. Ali (r.a.)'nin
Enbar'dan Nehrivan'lılar üzerine gitmek üzere olduğu sırada
- Ey müminlerin emiri! Bu saatte yola çıkma. Akşam karanlık bastıktan üç saat sonra
yola çık, dedi.
- Niçin?, diye sordu. Müsafır:
- Eğer bu saatte yola çıkarsan, sen ve ordun büyük bir belaya maruz kalırsınız. Benim
söylediğim saatte yola çıkarsan zafer kazanırsın, galip gelirsin. Arzularına nail olursun, dedi.
Bunun üzerine Hz. Ali (r.a.):
- Muhammed (s.a.v.)'in müneccimi (falcısı) yoktu. Ondan sonra bizim de olmayacak.
Şu kısrağın karnında ne olduğunu biliyor musun?, dedi. Müsafır:
- Tahminle bilirim, dedi. Hz. Ali (r.a.):
- Senin şu sözünü kim tasdik edecek? Kur'an bunu yalanlıyor. Allah: “O kıyamet
saatine ilişkin bilgi Allah katındadır. Yağmuru o yağdırır, rahimlerde olanı bilir? Hiç kimse
yarın başına ne geleceğini bilmez. Hiç kimse nerede öleceğini bilmez. Her şeyden haberi
olan yalnız Allah'tır” buyuruyor (Lokman Suresi:34). Müsafir:Evet dedi. Hz.Ali ise ona şöyle
dedi.
- Sana kim inanır, zararı ve ziyanı Allah'ın men edeceğine inanmıyorsun. Sana uyan
kimsenin, işinde Allah'a değil de sana güvenmesi gerekir. Sen, sefere çıkanın zarardan
kurtulacağı saati tayin ettiğini söylüyorsun. Bu sözüne inanan kimsenin Allah'a şirk koşan
müşrikler gibi olmayacağından emin olamam. Allah'ım hayrı ve şerri halk eden sensin, dedi.
Müneccime:
- Söylediklerinin aksine, uğursuz dediğin bu saatte yola çıkıyoruz, dedikten sonra
orduya dönerek:
- Ey inananlar! İlim nücumu (yıldızların hareketlerinden mana çıkaran falcılığı)
öğrenmeyin. Ancak kara ve denizde gecenin karanlığında yolunuzu bulmak için gerekli olan
yıldızları öğrenin. Müneccimler (falcılar), kafirler gibidir. Küfür ise, Cehennemdir, dedi.
Tekrar müneccime döndü:
- Eğer yıldızlara bakıp, bunlarla insanları aldattığını duyarsam canım sağ oldukça
ömrünün sonuna kadar seni hapis eder, ganimetten hisseni keserim, dedi.
Sonra müneccimin yola çıkma dediği saatte yola çıktı. Nehrivan'a ulaştı. Savaşarak
onları hezimete uğrattı. Askerlere hitaben: "Eğer müneccimin söylediği saatte hareket edip de,
zafer kazansaydık, bazıları: ‘Müneccimin dediği saatte yola çıktılar da zafer kazandılar’,
diyeceklerdi. Hz. Muhammed'in (s.a.v.) müneccimi yoktu. Ondan sonra da bizim olmaz.
Allah (c.c.) bize Kisra ve Kayser'in ülkelerini ve diğer ülkelerin (bize karşı savaş başlattıkları
için) fethini nasip etti. Ey insanlar! Allah (c.c.)'a uyun ve O'na güvenin ki, başkasına muhtaç
olmayasınız.
256
Müminlere yaptığı hutbesinde Hz. Ali diyor ki: "Bak ey sonraki kişi! Onun
sıfatlarından Kur'an'ın gösterdiğine uy ve Kur'an'ın hidayet-i nuru ile ziyalan. Bundan gayri
her ne varsa şeytanın teklifidir ki, Allah onu sana kitabında teklif etmemiş ve Resulullah
sünnetinde bildirmemiş ve hidayet imamları (hidayete vesile olanlar) bu hususta bir eser
ortaya koymamışlardır. Bilmediğin yerde dur ve onu bilmeyi Allah'a havale et. Allah'ın sen de
nihayet hakkı budur. Bil ki, ilimde rusuh bulmuş (ilmin fenninin derinliğine vukufiyet
kazanmış) olanlar onlardır ki, örtü olan gaybın tefsir ve tevilini bilmemeyi ikrar ve itiraf
etmek, onları gaybın üzerine vurulmuş kalıplara hücumdan da alıkoymuştur. İlimlerin ihatası
dışında kalan maddeler hususunda aczlerini itiraftan dolayı Allah, o kişileri methetti. Ve
onların bu mükellef olmadıkları meselelere dair araştırmayı bırakmalarına, rüsuh adını verdi.
Ey arkadaş, Hz. Ali'nin ordusu içinde gaybı bildiğini iddia eden bir askeri ile
aralarında geçen tartışmaları dinledin. Bakınız Müneccimin; şu kısrağın karnında ne olduğunu
sormasını iyi düşün ve gerçek veliye yakışan sözün bu olduğunu anla.
Cehalet ne kadar büyük bir suçtur; Hz. Ali'nin ordusunda dahi böyleleri çıkabiliyor.
Hz. Ali (r.a.) onu ikaz edip tövbeye davet ediyor. Dinlemezse hapis ile cezalandırıp,
ganimetten hissesini vermeyeceğini beyan ediyor.
Lokman suresinin son ayeti ile o kişiyi ikaz ederken kıyamete kadar son sözünü
söylemiş oluyor. "Sen çıkanın zarardan kurtulacağı saati tayin ettiğini söylüyorsun. Bu sözüne
inanan kimsenin, Allah'a şirk koşan müşrikler gibi olamayacağından emin olamam"
demektedir. Müneccimler (gaybı bildiğini iddia eden) kafirler gibidir, kafirler ise
cehennemdedir.
Ne yazık ki, bu gün Hz. Ali'nin askeri Müsafir gibi düşünenleri yeryüzünde ikaz edip
cezalandıracak bir merci yoktur. Şu anda inancınızın temel kitapları olan Risale-i nurların en
üçte birinde, Hz. Ali ve Abdulkadir Geylani'nin gaybı biliyorlardı, diye yaptığınız yalan
isnatlardan dolayı sizleri kim cezalandıracaktır.
Elbette dünyada cezalandırılacak (cezalandıracak) bir otorite olmadığı herkesçe
bilinen bir gerçektir. Bir gün mutlaka kurulacak olan mahşerde Hz. Peygamber, Hz. Ali,
Cebrail (a.s.) sizlerden, Allah adına davacı oldukları zaman ne cevap vereceksiniz.
Dinin içinde şirk koşanlar, kendilerini dindar ve doğru yolda sandıkları için müşrik
olduklarının farkında değillerdir, buna ihtimal vermezler. Hatta ahirete gittiklerinde bile şirk
koştukları kendilerine haber verildiği zaman müşrik olduklarını kabullenmek istemezler.
Onların bu durumunu âyet şöyle bildirmiştir:
“Onların tümünü toplayacağımız gün; sonra şirk koşanlara diyeceğiz ki: ‘Nerede (o
bir şey) sanıp da ortak koştuklarınız?’ Sonra onların: ‘Rabbimiz Allah'a and olsun ki, biz
müşriklerden değildik’ demelerinden başka bir fitneleri olmadı.” (En'am: 22-23)
Kur'an ifadesiyle kitaplar ve suhuf ancak peygamberlere indirilmiştir. Peygamberler
dışında hiç kimseye kitap ve suhuf indiğine dair bir kayıt yoktur. Bunun varlığını iddia
edenler, kitapta delilini göstermek zorundadır.
“İlimsizler dediler ki: ‘Allah bizimle konuşmalı veya bize de bir âyet gelmeli değil
miydi?’ Onlardan öncekiler de, onların bu söylediklerinin benzerini söylemişlerdi.
Kalpleri birbirine benzedi. Biz, kesin bilgiyle inanan bir topluluğa âyetleri apaçık
gösterdik." (Bakara 118)
257
“İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler
gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında
hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi.” (Bakara 213)
“Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahiy ettiğimiz gibi sana da vahy ettik.
İbrahim’e, İsmail'e, İshak'a, Yakup'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve
Süleyman'a vahy ettik Davud'a da Zebur'u verdik.” (Nisa 163)
Böylece Allah'ın kitaplarının yalnızca peygamberlerle birlikte indirildiği apaçık
anlaşılmış oluyor. Âyette suhuf ile ilgili olarak şöyle buyurulur:
“Şüphesiz bunlar ilk suhuf ta İbrahim ve Musa'nın suhufunda vardır.” ( 86/18-19)
“Onlar dediler ki: (Muhammed) bize bir âyet getirmeli değil miydi? Önceki suhuftan
kendilerine apaçık bir burhan gelmedi mi?”(Taha 133)
“İşte o apaçık delil, Allah tarafından gönderilen, içinde doğru yazılmış hükümler
bulunan suhufu okuyan Resul'dür.” (Beyyine 2/3)
“Güya onlardan her biri, kendilerine (özünde) açılmış suhuf (ilahi vahiy) verilmesini
istiyor. Elbette olacak şey değil! Aslında onlar ahiretten korkmuyorlar.” (El-Müddesir 52-53)
Gerçekten olacak şey değil... Allah ancak kitaplarını ve suhufu peygamberlere
göndermiştir. Bununda sebebi şöyle belirtilmiştir:
“Öyle ki Resullerden sonra, insanların Allah'a karşı (savunacak) delilleri
olmasın.”(Nisa 165)
Demek ki peygamberlerden sonra böyle bir kitap ve suhuf gelmeyecek ki, bu şekilde
ifade kullanılmıştır. Eğer vahiy devam etmiş olsaydı, kitaplar ve sayfalar gelmiş olsaydı, niçin
Allah böyle söylesin idi? Nitekim kitapta son nebinin Hz. Muhammed olduğu apaçık ilan
edilmiyor mu? Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Muhammed, sizin erkeklerinizden birinin babası değildir. Fakat Allah'ın Resulü ve
peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilir.” (Ahzab 40)
Yine Allah'ın Resulü de sahih bir hadiste, “benden sonra peygamber gelmeyecektir”
buyurmuştur. Her ümmete peygamber gönderilmiş ve şöyle denilmiştir:
“Her ümmetin bir rasulü vardır.” (Yunus 47)
Son peygamber ise, âlemlere rahmet olarak indirilmiştir. Bütün toplumların son
peygamberidir. Kendisine kitap olarak da Kur'an verilmiştir. Onun için iman edenlerin önemli
özelliklerinden biri şöyle ifade edilir:
“Onlar sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler.” (Bakara 4)
“Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım. Ve sizin için din
olarak İslâm'ı beğendim?” (Maide 3)
Âyette görüldüğü üzere din, tamamlanmış ve Allah'ın nimeti son nebi ve son kitap ile
kemale ermiştir. Dinde hiçbir eksiklik ve risaletin eksik bıraktığı hiçbir nokta
kalmamıştır. Eğer böyle olsaydı son peygamber görevini yapmamış olacaktı. Bu da bir
peygamber için muhaldir. Öyleyse peygamberin varlığı ile birlikte böyle bir suhufün veya
sekinenin indiğini söylemek, boş ve çürük bir iddiadır, safsatanın ta kendisidir. Ancak bu tür
iddiaları, yukarıdaki ayette de belirtildiği üzere ilimsizlerden başkaları ortaya atamazlar.
Yine Allah şöyle buyuruyor:
“Biz, senden önce, şehirler halkına kendilerine vahy ettiğimiz kimseler dışında
göndermedik.”(Yusuf 109)
Kendilerine vahy edilenler de, Kur'an'da isimleri geçenlerdir, peygamberlerdir. Eğer
Hz. Ali'ye bir suhuf inmiş olsaydı, o da mutlaka Kur'an'da geçecek ve bize bildirilmiş
olacaktı. Vahiy ile ilgili şu âyet-i kerime, bu ilişkinin nasıllığı konusunda bize bilgi veriyor:
258
“Kendisiyle Allah'ın konuşması bir beşer için olacak (şey) değildir, ancak bir vahiy
ile ya da perde arkasından veya bir Resul gönderip kendi izniyle dilediğine vahyetmesi
başkadır. Gerçekten O, yüce olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Şura 51)
Hz. Ali'ye böyle bir suhuf (sahifeler ve kitap), hem de yazılı olarak indiğine dair ne
kitapta ne de Resulün sahih hadislerinde bir ifadeye rastlamıyoruz. O halde bu tür ifadeler, bir
hezeyandan öte bir şey değildir. Bunların varlığına inanmak dahi insanın imanını tehlikeye
düşürür. Son risalete karşı, Allah'ın kitabına karşı cürüm işlemiş olur.
Rabbimizin şu âyetiyle bu hususu bitirmemiz yerinde olacaktır:
“Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenler veya kendisine hiçbir şey
vahyolunmamışken ‘Bana da vahiy geldi’ diyen ve ‘Allah'ın indirdiğinin bir benzerini ben
de indireceğim’ diyenden daha zalim kim vardır”. (Enam 93)
Kur'an'da varlık bilgiye konu olması itibariyle iki ana kategoriye ayrılır: Şehadet
(görünen âlem) ve gayb (görünmeyen âlem). Bu bakımdan gayb kelimesi yer yer görünmeyen
şeklinde çevrilmiştir. Kur'an’da, Allah'ın peygamberlere vahiy yoluyla verdiği bilgiler
dışında, hiç kimsenin gaybı bilemeyeceği konusu ısrarla vurgulanmaktadır. Bu noktada
gaybın tanımı önem arz etmektedir. Gayb kelimesi, müşahede alanı dışında kalan her şeyi
ifade etmekle birlikte, Allah'tan başka kimsenin bilemeyeceği gayb, ahiret ahvali, melekut
(ruhlar) âleminin mahiyeti ve istikbalde (gelecekte) vuku bulacak olaylar şeklinde
belirmektedir.
Gizli teşkilatlar yapmak istedikleri işi planlar.Sonra gelecekten haber verdigi
pompalanan kişiler vasıtasıyla yayarlar.Sonra o işi yaparlar.Suçu da kader böyleymiş
diyerek Allah'a atarlar.Kaderin insana verilmiş ÖZGÜRLÜK olduğunu
söylemezler.Yani Allah özgür bir insan yarattı. İnsan bir şeyi düşündüğü anda Rabbimiz
insanın aklından geçirdiğini bilir.Kötü ise yardım etmez.Kötü düşüncelerde özgür.Kötü
düşünenler eylem için örgütlenir.Güçleri kadar eylem özğürlüğüne sahiptirler.Düşünceler
eyleme döküldüğünde kozmik görevliler(melekler) tarafından kayda alınır.Büyük mahkeme
için dosyalar hazırlanır.Yaratılış+özgür bırakılış+kayda alınış+büyük mahkemede
yargılanış+Cennet veya cehennemde sonsuz kalış bütünlügüne KADER denilir.İnsanın
kaderi bu.
Kader sözcüğünü doğru anlamak lazım. Daha henüz yaratılmamış insanlar var. Kader
onlar için başlamadı bile. Bizler için başlamış devam ediyor. Hangi aşamadayız.
Özgürlüğümüzü kullanıyoruz. Kayda alınıyoruz. Bizler şimdi bu aşamadayız.
85 yaşına geldim. 1931 yılında, Malatya ili Doğanşehir ilçesi Polat köyünde
doğmuşum. Babamın adı Halil, annemin adı Meryem. Babamın sanatı demircilikti. Çevre
köyler çift ve el aletlerini bizim köyden temin ederlerdi. Benden küçük olan kardeşlerim
babamın sanatını öğrendiler. Kendim ise okumak istiyordum. O zamanlar köyümüze gelen
öğretmenlere çok saygı gösterilirdi.
Köyde bir anlaşmazlık meydana gelse her iki taraf da öğretmenlere müracaat ederek
meselelerini çözüme kavuştururlardı. Bugünkü gibi iletişim ve yayın organları yaygın
olmadığı için dünyadan pek haberimiz olmuyordu. Dünyayı içinde yaşadığımız köyden ibaret
259
biliyorduk. Yeryüzünde öğretmenden daha bilgili ve değerli bir kişinin varlığı bize hayal
geliyordu.
1943 yılında, ilkokulu bitirip diplomamı aldığım gün Allah’a dua ederek beni
öğretmen yapmasını istemiştim. Bu duamı yazılı yapmak için çocukluk ruhu içerisinde
Alemlerin Rabbine dileğimdir diye, şu anlamda bir dilekçe yazdım.
“Rabbimiz! Şu öğretmenlerime öğretmen olmalarını nasip eylediğin gibi, bana da
öğretmen olmamı nasip eyle. Senin kulların ancak okumak suretiyle cehaletten kurtulabilir.
Öğretmen olarak başkalarını yetiştirmek mesleklerin en güzelidir.
Hz. Muhammed’i (s.a.v.) bütün insanlığa son olarak öğretmen seçip gönderen
sensin.Yeryüzünde Allah Resulünü Başöğretmen kabul edip, onun izinden samimi olarak
gidenlere rahmetini esirgeme.”
Yazdığım bu dilekçemi şiddetle esen bir rüzgarla göndermiştim, on iki yaşında.
Rabbimiz 12 yaşında o çocugun duasını kabul etmiş. Bin bir günah
işlemişim.Yaşatmış.Tevbesini beklemiş.Tevbe etmiş. Dilerim affetsin.İşte O çocuk bendim.
Apaçık gerçek olan Allah;tüm insanların Rabbi’dir.
Size denilse ki İzmir’in varoşlarından birinde oturan bir ayakkabıcı bu ilminden dolayı
uzay mekiği ve uzaya uydu gönderme çalışmalarına dahil edildi! Ne dersiniz ? Şunu
diyeceğinizden eminim: Şaka yapıyorsunuz !!!
Niçin? Zira uzay çalışmalarını yürüten bu bilim adamları bu alanda yıllarca eğitim görmüş,
ihtisas yapmış kabiliyetli, kariyer sahibi kimseler arasından özenle seçilmiş kimselerdir.
Sıradan insanların onlarla beraber aynı işi yapmaları mümkün değildir.
260
Bir uzay mekiğinin gönderilip geri getirilmesi çok detaylı bilimsel çalışmalar ve
programlar çerçevesinde yürütülen büyük çalışmaların neticesinde gerçekleşmektedir. En
küçük bir ayrıntı , büyük akılların yoğun gayretlerinin bir neticesidir.
Dolayısıyla ayakkabıcıyı bırakın bu alanda uzman olmayan diğer bilim adamlarının dahi bu
alanda yapabilecekleri bir şey yoktur. Eğer size denilse ki şu gördüğün sanat ve mimarî
harikası sarayın projesini şu gördüğünüz at arabalarını çeken atlardan birisi çizdi!!
Size bunu söyleyen kimsenin delirdiğini sanırsınız. Niçin ? Bu tür bir projenin ancak tüm
ayrıntılarım en güzel şekilde tasarlayan mesleğinde başarılı ve yetenek sahibi bir mimar
tarafından çizilebileceğini biliyorsunuz. Proje ortaya konur. Binanın yapımı sonra usta eller
tarafından mevcut projeye göre şekillenmeye başlar.
Tüm bunların bir at tarafından yapıldığım düşünmek mümkün-müdür ?
İnsan aklının tüm bu saçma faraziyeleri şiddetle reddetmesine rağmen bazı kimseler bunları
saygın birer hakikatmiş gibi görme ve gösterme gayreti içindedirler.
Küçük bir suni uydunun yapılıp uzaya gönderilmesi üstün bir zeka, geniş, ayrıntılı
ve derin bir ilim gerektirirken; milyonlarca büyük yıldız ve gezegenlerin yapımı ve her
birinin kendi yörüngesinde yüzdürülmesi tüm bu niteliklerden bir şey gerektirmez mi?
Yoksa tüm bunları basit bir ayakkabıcı mı idare etmekte ve yörüngelerinde
yüzdürmektedir?
Basit bir binanın yapımı bile mutlaka belli düzeyde mimari ve mühendislik bilgileri yanı
sıra ustalık gerektirirken; uçsuz bucaksız koca kainatın binası bu niteliklerden hiç bir şey
gerektirmez mi?
At arabacısı plan ve proje çizmeye kadir midir?
Bir şeylerin icat edilmesi, yönetilmesi ve diğer büyük işler, yüksek bir irade, kudret,
hikmet, ilim ve yaratıcılık olmadan gerçekleşmesi mümkün müdür?
Bu sıfatlar ancak irade sahibi, her şeye güç yetiren, hakim, alim, gökleri ve yeri yaratan,
celal ve ikram sahibi bir zat için tasavvur olunabilir.
Bu açık ve zaruri gerçek zihin yormayı, fikri içtihadı gerektirmez. Bununla beraber bir
yazar kitabına konu olarak hayatın sırrını seçmiştir. Niçin ? Bu sırrı, ayakkabıcının suni
uyduyu uçurduğu, Gize piramitlerinin bir at tarafından yapıldığı, yerin altındaki gizli bir
gücün buğday sümbülleri bitirdiği, her bir buğday tanesini kendi kabuğuna koyduğu, onu
çeşitli vitaminlerle donatarak insanlığa besin kaynağı kıldığı varsayımı esasına göre çözmek
için.
Tüm bunları yerin altında bulunan akıldan, duygudan, dilemeden, yönetmeden uzak gizli
bir güç yapıyormuş!
Bizim işte bu şekilde anlamamızı ve tasdik etmemizi istiyor.
Bu toprağı, bir başka toprak yaratmış! Tüm bu görkemli bağ ve bahçeler kendiliğinden
oluşmuş!
Meyve dolu bu ağaçlar, güzel kokulu tüm bu çiçekler, meyveler ve sebzeler .. evet, tüm
bunlar " saygıdeğer bilgin toprak efendi" nin yaratması ile olmuş! Tanrının, yüksek varlığın
etkisi olmadan kendiliğinden meydana gelmiş!
Bu toprak efendi, Rus ve Amerikan astronotlarla beraber uzay mekiği çalışmalarına iştirak
eden "ayakkabıcı efendi"nin kardeşi imiş!
"Bir İlah yoktur ve hayat maddeden ibarettir." İşte hayatın sırrını araştıran asık suratlı
yazarın bizim inanmamızı istediği safsata!
Bakınız ne diyor: "Hayat nedir? Hayatın sırrı nedir? Civcive yumurtayı kırıp içinden
çıkmasını kim öğretti...?"
261
Tabi o bunu kendi özel aklı ile bildi !!!
"Göçmen kuşlarına denizler ve çölleri aşarak daha iyi hava ve gıda buldukları ve bir araya
gelerek üreyecekleri uygun ortamlar buldukları mekanlara göç etmelerini onlara kim öğretti ?
Nasıl oluyor da bu göçler esnasında binlerce mil kat etmelerine rağmen uçuş güzergahlarını
hiç şaşırmıyorlar? "
Tabi sahip oldukları olağanüstü dehaları ile her şeyi biliyor ve yollarını hiç şaşırmıyorlar!
"İpek böceğine birbiri ardınca elbisesinden soyunmasını sonra kendisine ipek kozası
üretmek için bir zaviyeye çekilip ehl-i kehf gibi uzun bir uykuya dalmasını ve bu uzun uyku
sonucunda güzel beyaz kelebekler çıkarmasını kim öğretti?'
Sonra şöyle devam ediyor: "Burada bir tarz yaratılıştan diğerine düzenli bir intikal vardır.
Böcek halinden ipek haline doğru yaşanan bu gelişmenin meydana gelebilmesi için
milyonlarca hücre birbirleriyle yardımlaşırlar. Tüm bunlar bir öğretici olmadan kendiliğinden
gerçekleşir"
" Yani bu işi burada yürüten ve yöneten harici bir ilham verici olmadan meydana
gelmektedir.''
İşte bunların ilmî mantıkları bu kadar. Bu konudaki açık hakikati iyice açıklayıncaya kadar
insanın yaratılış merhaleleri konusunda bu mantık üzere yürümeye devam edelim.
Bilindiği gibi insan, canlı meninin ana rahmindeki yumurtalarla döllenmesiyle
oluşmaktadır. Bu canlı meni olağan üstü bir maddedir. Erkeğin maddi ve manevi özelliklerini
taşır. Çocuğun babasına olan fiziki ve ruhi benzerliği bundan kaynaklanır.
Şimdi soruyoruz: Bu olağan üstü maddeyi kim yarattı? O adam mı? Yoksa sizler veya ben
mi yaratıp onu insan neslinin sırlarını ve kişisel özellikleri ile donattık?
Tabi ki hayır. Şimdiye kadar kimse böyle bir iddiada bulunmamıştır. Yoksa dişlerimiz
arasında çiğnediğimiz ekmek lokması mı gelişme yolunda mücadeleye girişerek kendi
kendine önce kana, sonra da meniye dönüşmektedir?
Dişler arasında çiğnenen bu ekmek lokmasının insanın icadı için kendi başına bir tam
proje çizmiş olmasını veya yeryüzünde yürüyen bir insana dönüşmüş olmasını düşünmek son
derece komiktir.
O halde bu canlı meniyi yaratıp içine insan projesini koyan kimdir? Elbette ki Allah'tan
başkası değildir!!
"Söyleyin öyleyse, (rahimlere) döktüğünüz meni nedir? Onu siz mi yaratıyorsunuz
yoksa yaratan biz miyiz?" (Vakıa 58-59)
Bu yüce Yaratıcı esbaba hükmeder, esbap ona hükmetmez. O, insanı bilinen ilk
yaratılışından daha başka şekillerde de yaratabilir. Bu nedenle yukarıdaki ayetten sonra şöyle
buyurmuştur :
Böylece sizin yerinize benzerlerinizi getirelim ve sizi bilmediğiniz bir âlemde tekrar var
edelim diye (ölümlü yarattık).” (Vakıa 60-61)
İnsanın bilinen nutfeden sonraki yaratılış merhalelerine göz atmaya devam edelim. Nutfe
kemâle erme yolunda rahmin derinliklerindeki yolculuğuna devam ediyor. Acaba bu oluşum
ve şekillenmeyi kim sağlıyor? Anne mi? Baba mı? Babanın rolü çoktan sona erdi. Bu ceninin
gelişimi için anne ne yapıyor?
Gören gözler koymak için göz kapaklarını yaran kimdir? Kulakları yapan ve ona duyma
hissi veren kimdir? Tüm bunları yapan kimdir kim?...
262
Anne karnındaki cenin yiyecek ve fazlalıklarla dolu midenin altında ve her birinin
muayyen bir görevinin olduğu çeşitli organlarının ortasındadır. Bizden dolaşım veya dışkı
sistemini bu gözlerin, kulakların ve kalbin yaratıcısı olarak düşünmemiz mi isteniyor?
Belki Piramitlerin bir at tarafından yapılmış olduğu düşünülebilir fakat insanın yaratılışının
inkarcıların öngördükleri Allah tarafından değil de kendi kendine olduğunu asla
düşünemeyiz.
Ey akıl sahipleri yaratma veya bir şeyi vardan veya yoktan icat etmek zaruri birtakım
özellikler, nitelikler gerektirmektedir. Basit bir radyonun yapımı bile sıradan canlıların
yapabilecekleri bir şey değildir. Bunun için dahi akıllı ve meseleyi bilen uzman ve usta
kişilerin bulunması gerekir.
Bu akıllara durgunluk veren muhteşem kainatın ruhsuz ve bilinçsiz bir madde tarafından
dizayn edildiğini söyleyenler, kendi cinnet ve gafletlerini halka bulaştırmaya çalışan bir
gruptur. Fakat bunların bu çirkin emellerine ulaşmaları mümkün değildir.
Bunlardan birisi bana: "Evrim teorisini inkar mı ediyorsun?"diye sordu.
Ona şöyle cevap verdim : Bir an için bu teorinin ilmi bir gerçek olduğunu düşünelim. Bu
bilim adamlarının türlerin asılları ile ilgili açıklamalarından daha doğru bir açıklamanın
olmadığını düşünelim. Bu teorinin ne faydası olacaktır ?
İnsanın önce bir emibye iken sonra evrim yoluyla bugünkü halini aldığını varsayalım. Bu
Allah'ın olmadığı anlamına gelir mi ? Kesinlikle hayır. Bu evrimin harici bir müdahale
olmadan kendi kendine gerçekleştiğini iddia etmek mümkün değildir. Bu ilim ve mantıktan
uzak bir iddiadır.
Sen bu bahçedeki ağaçların, meyvelerin ve türlü türlü güzel çiçeklerin toprak tarafından
yaratıldığını söylerken, ben tüm bunların bahçedeki toprak tarafından değil, bilakis Yaratıcı
ve Şekillendirici olan yüce bir varlık tarafından yaratıldığını söylüyorum.
Sen, anne rahminden yeni çıkan bir bebeğe annesi tarafından et ve kemik giydirildiği, zeka
ve düşünce yeteneği sağlayan akıl ile donatıldığını söylerken ben, anne cisminin sadece Yüce
Yaratıcının yaratış alanı olduğunu düşünüyorum.
O Yüce Yaratıcı şöyle buyuruyor: "Andolsun biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış)
bir özden yarattık. Sonra onu sağlam bir karargâhta nutfe haline getirdik.
Sonra nutfeyi alaka yaptık. Peşinden, alakayı, bir parçacık et haline soktuk; bu bir
parçacık eti kemiklere çevirdik; bu kemikleri etle kapladık. Sonra onu başka bir yaratışla
insan haline getirdik. Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir." (Mu’minun 1214)
Sen büyük bir binanın kaldırım taşının evrimi sonucu bu hale geldiğim söylerken ben
onun mimarlar, mühendisler ve ustalar tarafından tasarlanıp yapıldığını söylüyorum.
Sizlerin bilim diye sarıldıklarınızın çoğu cehaletten ibarettir. "Yoksa sen, onların(Kur’an
indiği zaman peygamberin tebliğ ettiği kişilerin) çoğunun gerçekten (söz) dinlediğini yahut
düşündüğünü mü sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibi istiyorlar.Ve yolca da sapık
olmak istiyorlar.'? (Furkan 44).
İnsan Hayatındaki Hata
263
Allah'a teslimiyet mantığı ve insanlardan sadır olan hatalar arasındaki çelişkiyi giderme
noktasında bu hususun açıklığa kavuşturulması gerekir.
İnsan hayatında irade dışı birçok hatalar vaki olmaktadır.
Örneğin kitap basım işini ele alalım. Bir kitabın basımı her bir sayfasının bir kaç
kontrolden geçmeden tamamlanamaz. İlk kontrolde bir çok basım hatası bulunur. Sonra bu
hatalar tamamen giderilinceye kadar kontroller devam eder.
Matbaa işçisinin en büyük arzusu işini hatasız yapmaktır. Harfleri ve kelimeleri doğru
bir şekilde bir araya getirmede tüm irade, göz ve ellerini kullanmasına rağmen yine de
kendisini hata yapmaktan kurtaramamaktadır.
Başka bir örnek : Terziye elbise diktirmek istiyorsunuz. Terzi sizin ölçülerinizi tam
olarak almasına rağmen, ancak bir çok provadan sonra en uygun dikimi yapabilmektedir.
İşte bu hatalar insanoğlunun daha ilk gayrette kemale ulaşmadaki acizliğinin eseridir.
Hata burada, herhangi bir kasıt olmaksızın neredeyse kendiliğinden oluşmaktadır.
Ve var ki bir müslüman Allah'a isyan etmeye ne katlanır, ne razı olur ne de bunu
devam ettirebilir. Gaflet, bıkkınlık ve şehvete kapılma gibi nedenlerle kendisinden günah
sadır olan bir müslüman, bundan son derece sıkıntı ve pişmanlık duyar. Allah'a olan saygısı
ve itaat etme isteğini kaybetmez ve işlediği günahların işlenilmemesi gereken kötü davranışlar
olduğunu bilir.
O, tıpkı tarlasını ekipte sonra burada zararlı bir maddenin zuhur ettiğini görüp tarlasını
bu zararlı unsurdan korumaya çalışan çiftçi gibidir.
Müslüman bu şekilde tüm hayatı boyunca kendisine saldıran bu hataları gidermeye
veya işlediği bu hatalardan kurtulmaya çalıştığı sürece Allah'ın bağışlama dairesinde
bulunuyor demektir.
Şu hadisi kudsiden(Kur’anda ki bir ayete dayanan hadis/söz) maksat da bu olsa gerek:
"Ey Adem oğlu ! Bana dua ettiğin ve benden dilediğin sürece, seni bağışlarım ve
hatalarına aldırmam. .
Ey Adem oğlu ! Günahların göklere ulaşsa ve sonra benden bağışlanma dilesen seni
bağışlarım. Ve hatalarına aldırmam.
Ey Adem oğlu! Bana yeryüzünü dolduracak kadar çok günah ile gelsen, sonra şirk
koşmayarak bana kavuşsan, ben de sana yeryüzü dolusu bağışlama ile gelirim."
Bazıları bu ve benzeri hadisleri getirip bunların günah işlenilmesine izin verdiğini
sanırlar.
Bu zan basiret körlüğündendir ve bunun sahipleri bağışlanmadan uzak kimselerdir.
Gerçekte günah tehlikeli bir şeydir. Kişinin iradesi ile ona yönelmesi iman sarsan
büyük bir musibettir.
Bu nedenle Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Zani bir kimse, zina yaptığı sırada
mü'min olarak zina yapmaz, hırsız da çaldığı sırada mü'min olarak hırsızlık yapmaz, içkici,
içki içtiği sırada mü'min olduğu halde içki içmez."
Bu çirkin davranışlar esnasında geçici olarak sahibinden uzaklaşan iman, acaba ona
tekrar temiz bir şekilde mi yoksa kirlenmiş olarak mı döner?
Kişinin bu davranışını sürdürmesi halinde geçici olarak ondan uzaklaşan imanın tekrar
ona dönmesi mümkün müdür?
Uzun etüt ve deneyimler göstermektedir ki günahı onu kuşatan psikolojik durumdan ve
meydana geldiği harici şartlardan ayrı düşünemeyiz.
264
Bu şartlar itibariyle dine aykırı davranışlar çeşitlilik gösterir. Bazı hatalar vardır ki
bağışlanması umulur, bazı hatalar kınanmayı gerektirirken diğer bazı ağır hatalar ise cezayı
gerektirir.
Diğer bazı dini aykırılıklar ise sahibini dinden çıkarır.
Kimi zaman isyana kayan teslimiyet ile isyan üzere kurulu hayat arasında büyük bir fark
vardır.
Teslimiyetteki eksiklik kişiyi İslam'dan çıkarmaz. Ancak isyanda süreklilik ve itaat
etmemedeki ısrarın İslam olarak isimlendirilmesi mümkün değildir. Bilakis bu genelde haramı
mubah görmek ve dini emirleri inkardan kaynaklanan bir durumdur ki her ikisi de
müslümanların ittifakıyla küfürdür.
Ayeti kerime günahlarda ısrar eden bu gibi kimseleri ebedi cehennem ile korkutmaktadır:
"Artık kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, bilsin ki ona, (kendi gibilerle birlikte)
içinde sonsuz kalacakları cehennem ateşi vardır. (Cinn 23)
Başka bir örnek : Mahkemelerdeki bazı hakimler kimi zamanlar bakmakta oldukları bir
davada haktan uzaklaşarak makam sahibi kimselerin lehlerine veya nefsine uyarak haksız yere
taraflardan biri aleyhine hüküm verebilmektedirler.
Şüphesiz bunu yapan kimse Allah'ın hükmüne aykırı bir hüküm vermesi nedeniyle
kınanma ve azabı gerektiren büyük bir günah işlemiştir. Fakat bu günah küfür ve dinden
çıkmayı gerektirir mi?
Veya başka bir ifade ile bu günah, Allah'ın hükümlerini beğenme-yip de kendi görüşlerine
göre hükümler uyduran, insanları Allah'ın hükümlerini bırakıp kendi hükümlerine uymaya
çağıran ve bu yolda mücadele veren kimsenin günahı ile aynı kefeye konulabilir mi?
Birinci örnekteki şahıs, çıkarına veya nefsine yenilerek, kabul edip benimsediği
hükümlere aykırı davranmıştır.
İkinci örnekteki şahıs ise, bilinçli bir şekilde Allah'ın hükümlerim beğenmemekte ve
insanlar tarafından yapılan kanunların Allah ve Resulünün kanunlarından daha iyi olduğunu
savunmaktadır.
Karanlıkta vaki olan günah ile gün aydınlığında vaki olan günah arasındaki uzaklık gibi,
birinde akıl uyur halde, diğerinde ise gayet bilinçli ve fikrinde kararlı durumdadır.
Birinde sahibi işlediği günahtan utanmakta diğerinde ise günahım bir faziletmiş gibi
görmektedir.
Birinde hayır yolunda zaafa uğramış bir azimet, diğerinde şer yolunda yitirilmiş bir
azimet.
İsyanında ısrarcı, Allah'ın sınırlarını çiğnemede kararlı, helallarını haram, haramlarını
helal kabul eden bir fert veya toplumun İslam'a, nisbet edilmesi mümkün değildir.
Din -daha önce açıkladığımız gibi- Allah'ın gerçek olduğuna iman, hükümlerine uyulması
gerektiğini ikrar, kalp ve organlar ile O'na secde etmektir.
Açıkça Allah'ın emir ve yasaklarına aykırı bir yol tutan, Allah ve Resulüne aykırı tavrını
yerleştirmek için çalışan kimse dinden çıkmış azgın bir kafirdir. Bu gibilerini iman ile
nitelendirmek aptallık olur.
"Öyle ya, mümin olan, yoldan çıkmış kimse gibi midir? Bunlar elbette bir olamazlar.
İman edip de, iyi işler yapanlara gelince, onlar için yaptıklarına karşılık olarak varıp
kalacakları cennet konaklan vardır.
Yoldan çıkanlar ise, onların varacaktan yer ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde
geri çevrilirler ve kendilerine: Yalandır deyip durduğunuz cehennem azabını tadın!
denir"(Secde 18-20)
265
Özetle İslam'ın emirlerinin benimsendiği yerde İslam vardır. Aksi taktirde İslam'dan
söz edilemez.Evet, farzların inkar edildiği, hükümlerin katledildiği, heva ve arzunun hakim
olup, gökten gelen hidayetin (suhuflar,zebur,tevrat,incil,kur'an) ziyan edildiği bir yerde İslam
yoktur.
Gerçek Zikir
Fakat geçmiş dönemlerdeki birçok Müslüman zikri Allah katında en makbul ve rızasına en
uygun amel sayarak veya ihsan derecesine ancak dergah veya zikir meclislerinde yapılan
uzun zikirlerle nail olunacağını sanarak diğer amellerden çok zikre önem verdiler ve bu
konuda aşırıya kaçtılar. Bunun için çeşitli uzun birtakım virdler ve Esma-ı Hüsna dışında
birtakım isimler, değişik zikir kelimeleri icat ettiler. Allah'ın hoş gördüğü bir ibadeti hafife
almaktan yine O'na sığınırız. Ve Allah'a peygamber (sav)'in bize öğrettiği şu dua ile
münacatta bulunuruz: Allah'ım seni zikretmek, sana şükretmek ve sana güzelce ibadet etmek
için bize yardım et!
Bu kimselerin tuttukları yola sempati duyan kimseleri uyarmak istiyoruz : İhsan makamına
bu yoldan daha doğru ve sıratı müstakime daha yakın bir yol ile varmak mümkündür.
İlk Sufilerin büyüklerinden olan İbn Ataullah İskenderî müritlerine şu tavsiyede bulunuyor:
"Yaptığın zikir ile kalbin Allah ile huzurunu bulmuyor diye zikri terk etme. Zira zikrinden
gafil olman zikir yaparken gafil olmandan daha kötüdür.
Olabilir ki gaflet ile yapılan zikirden uyanıklık ile yapılan zikre, sora da uyanıklık
zikrinden huzur zikrine yükseltilirsin. Ve sonra da huzur zikrinden mezkurdan başka rağbet
olmayan zikre yükseltilebilirsin. Bunu yapmak Allah için hiç de zor değildir."
İbn Ataullah'ın maksadı açık. İnsan bir zikir esnasında zihninin başka şeylerle meşgul
olması nedeniyle bir virdi sürekli tekrarlamaktan usanabilir.
O'na göre kişi kalbi başka şeylerle meşgul da olsa zikri terk etmemelidir. Zira zikirde
devamlılık kişiyi hayırlı sonuçlara ulaştıracaktır.
Her an Allah'ın inayetini hisseden bir insanın Rabbini unutması veya O'nun zikrinden
bıkması hoş bir şey değildir.
Bazen yakın varlıkların görüntüleri kalbi meşgul edebilir ve bu durumda kişinin zikri bir
dil hareketinden ibaret kalabilir. Bu durumu gören kişi de yaptığı işin önemsiz veya gereksiz
olduğunu düşünerek hepten zikri terk edebilir. Oysa devam etmesi onun için sonuç olarak
daha hayırlı olacaktır.
Bir organın Allah'ın itaati ile meşgul olması sessiz durmasından daha hayırlıdır. Ne kadar
önemsiz görünse de bu meşgale aynı zamanda kişi ile günahlar arasında bir engeldir.
Allah'ın zikrine bu devamın yükselerek kişinin kalbindeki gaflet basamaklarını aştığını ve
kişiyi uyanık hisli kılarak Allah'ı dili ve kalbi ile beraber zikreder hale getirdiğini bir
düşünelim. O zaman nasıl olur?
İbn Ataullah Müslümanları layık olmadıkları nahoş bir duruma düşmekten korumaya
çalışmaktadır. Kişi kalbiyle zikredemiyor diye diliyle yaptığı zikri de terk eder ise hayat
esintileri içinde tamamen zikirden uzaklaşır ve artık Rabbini anmaz olur.
Bu zeki sufinin dikkatlerimizi üzerine çektiği şey istiğrak halidir! İstiğrak hali nedir?
Normal insanlar hayatlarında istiğrak hallerini değişik şekillerde yaşarlar.
266
Yolda yanınızdan geçen bir arkadaşınıza bağırarak seslendiğiniz halde dönüp
de size bakmadığını görürsünüz. Çünkü o kendisini son derece çok meşgul eden bir
düşünceye dalmış bulunmaktadır. Dolayısıyla etrafındakiler! pek hissedememektedir.
Bu hali kendi üzerimde bir çok kez tecrübe etmişimdir. Cuma günü Ezher Camisine gidip
minberin yanına oturarak hutbeyi dinlemeye başlıyorum.
Sonra tüm zihnimi ve duyularımla hutbenin konusu, delilleri, parçalar arasındaki bağ,
birbirini takip eden manalar ve bazı cümleler üzerinde odaklaşıyorum. Sonra bu akli
gezintiden bir de uyanıyorum ki Kur'an hafızı yüksek bir sesle ayetler okumakta. Okumaya
ne zaman başladı? Ne okudu? Nereye kadar okudu?
Hoparlörden çıkan sesler Camiyi inletmesine rağmen ben sanki bundan hiç bir harf bile
duymamış gibiyim ! îstiğrak hali insanların hayatında normal, sıradan bir şeydir.
Zahir durumları , batınları temiz, Allah ile olan bağları güçlü, kalpleri Allah sevgisiyle
yanıp tutuşan bazı salah ehli kimselerin, belki de Mele-i Alâ'dan gelen bir esinti ile, insanların
normal hayatlarında görülmeyen bir şekilde, uzun veya kısa bir süre için kendilerinden
geçerek istiğrak halini yaşayıp bu halde Rablerinin sevgisini,korkusunu hisedebilirler.
Bunda şaşılacak ne var? İman tıpkı bir denizin dalgaları gibi büyüyüp sonra da bir önceki
halinden uzak olarak durgun bir halde dönebilir.
Bu gibi haller müminlerin hayatlarında gayet olağandır!
Ben bu hali, fena veya cezbe olarak isimlendirmekten hoşlanmıyorum.
Ve bu kelimelerin incelik ve edebiyat bakımından eksik olduğunu görüyorum.
Şimdi şu soruyu sorabiliriz: Bu istiğrak ve Allah'a yakınlaşma hali ulaşılması gereken bir
hedef midir?
Cevap: Hayır ... Bunlar ulaşılması gereken gayeler değil, husule gelen hallerdir.
Allah'ı kalp veya dil ile zikretmek bu hale ulaşmaya bir vesile olarak görülmemelidir.
Bilakis Hüküm Koyucu' nün çizdiği, kendisiyle fert ve toplumun varlığını oluşturduğu büyük
amellere yönelmelidir.
Her hangi bir duygu coşkunluğu çalışanların hayatlarına arız olabilir. Fakat bu sınırlan
geçmez.
Bu hali fena olarak isimlendirmeyi kerih gördük. Çünkü bu tabir bazı kimselerin
zatlarından soyunup çıkmaları için kullanılmaktadır.
Bazılarının bu hali vahdet-i vücut hurafesine karşı, vahdet-i şuhud olarak
isimlendirdiklerini görüyoruz!
Bununla beraber İbn Ataullah'ın bu tabiri - doğruluğuna rağmen -bu mahzurlara yol
açmıştır. İbn Acibe O'nun az önce zikrettiğimiz ifadelerini şöyle açıklıyor: "Huzur zikri
üzerine iseniz sizi gaybet ile beraber mezkurdan başka zikre yükseltir. Kalbinizi nurla kaplar.
Bazen mezkurun nuru yakınlaşarak zakiri nura boğabilir. Ve böylece o, mezkurdan başka
şeylerden kaybolur ve zakir mezkura, talip matluba, vasıl mevsula dönüşür ki bu Allah'a hiç
de zor değildir....."
Sonra şöyle devam etti: "Allah'ı kalpleriyle zikredenler, onlar Allah'ı dilleri ile zikrettikleri
halde iken, Allah'ın zikrini terk edenlerden daha gafildirler." Niçin? "Çünkü Allah'ı dil ile
zikir, nefsin varlığını gerektirmektedir ki bu da şirktir. Şirk ise gafletten daha çirkindir."
Biz bu açıklamaları tamamen reddediyoruz. Ayrıca İbn Ataullah'ın bu anlatılanlardan beri
olduğuna inanıyoruz. Kesinlikle zakir (zikreden) mezkurun (zikredilen) aynısı değildir.
Yaratılmışların kendilerinin yaratıcı olmadıklarını hissetmeleri şirk değil, tevhidin ta
kendisidir.
267
Vakıa şu ki sufilerin bu kabil bulanık ifadeleri, her ne kadar mecaz ve başka açıklamalarla
mazur gösterilmeye çalışılsa da, bizi bu ekolü talim ve terbiye sahasından uzaklaştırmaya
sevk etmektedir.
Kur'an ve sünnette geçen ihsan, bu kişisel istiğrak ve bazen kişinin kendi nefsinden
gıyabını doğuran derin düşüncelerden başka bir şeydir.
Müslüman Allah'a ve Rasulüne itaat ettiği zaman, kendisini hayal mahsulü dar dergah
kalıpların içine hapsetmiş olmaz. Bilakis müslümanın dergahı tüm genişliğince bu yer
yüzüdür. Bu genişliği salih ameller ve istenilen vacipleri yerine getirmekle doldurur.
İhsan, bir kısım ibadetleri güzelleştîrirken, bunlardan daha önemli olabilecek diğer bir
kısmını da ihmal etmek değildir. İhsan, farzı ayın ve farzı kifayeleri yerine getirmek, dünya
ve ahiret işlerini beraber görmektir.
Yine ihsan, insan hayatına İlahi emirlerin hakikatini içirmek ve dünyevi hallere semanın
renklerini verebilmektir.
Ve yine o, her amelin Allah'ın zikri ile yükselmesidir. Tenhalarda Allah'ı zikretme
iddiasıyla amellerden kaçmak değildir.
Muaz b. Cebel'den rivayet edildiğine göre adamın biri Resu-lullah (sav)'e şöyle sordu:
"Mücahitlerden sevapça en büyük olan kimdir? 'Allah'ı en çok zikredenler, buyurdu. Adam:
Salihlerin sevapça en büyük olanları kimdir ? Allah'ı en çok zikredenler, buyurdu. Sonra
namaz, zekat, hac ve sadaka zikredildi. Tüm bunlar için de Resulullah (sav) 'Allah'ı en çok
zikredenler, buyurdu.
Ebu Bekir, Ömer'e “ Ey Ebu Hafs ! Zikredenler tüm hayırlarla beraber gittiler, dedi.
Resulullah (sav) Evet, dedi."
İşte bu, amel ile beraber yürüyen zikirdir. Burada istiğrak, hu-lusi kalp, el becerisi ve
amaç asaletine dönüşür.
İhsan, murakabe ve müşahadedir. İlahi murakabe, bir amele sarılırken .diğer amelleri terk
etmeyi gerektirmez. Bilakis tüm amelleri birlikte kapsar.
İhsan, sevgi üzere bir ev kurmak için hanımınızın ağzına verdiğiniz bir lokmadan, adalet
üzere bir dünya kurmak için çalışırkan size saldıran olursa,savunmak için muharebe alanında
attığınız kurşuna kadar tüm amellerinizi kapsar.
Çıplaklığınızı örtmek ve güzelleşmek için giydiğiniz elbiseden, toprağın altına koyulurken
sarıldığınız kefene kadar her şey ihsanın kapsam alanı içindedir.
İhsan, tüm hal ve amelleri kapsar. Cenabı Hakk şöyle buyurdu: "Ne zaman sen bir işte
bulunsan, ne zaman Kur'an'dan bir şey okusan ve siz ne zaman bir iş yaparsanız, o işe
daldığınız zaman biz mutlaka üstünüzde şahidizdir. Ne yerde ne gökte zerre ağırlığınca bir
şey Rabbinden uzak (ve gizli) kalmaz. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü yoktur ki
apaçık kitapa (levh-i mahfuza ) kayıt ediliyor olmasın"(Yunus 61)
Zikir = Akıl+Bilim+Kur’an çelişmezliğini başarmaktır.
268
DİNİN GAYESİ; Dünyada Herkese;İnsan hakları,
İş,güvenlik,adalet saglamak, ahirette ise sonsuz
mutluluktur.
Kur'an-ı Kerim'in çoğu ayetleri kulların eylemlerine uygun düşen Allah'ın güzel
isimlerinden biriyle son bulduğu görülür.
Bunun hikmeti ; kullar ne yaparlarsa yapsınlar Allah'ın murakabesinin kendileriyle
beraber olduğunu hissettirmektir.
İlahi marifetlerin aydınlığı sadece dergah veya mihraplara has değildir. Bilakis her gün
yapmakta oldukları onlarca ayrı iş esnasında da müminlerle beraber olması gerekir.
Hakk Teala şöyle buyurdu: "Kim mucizeler kendisine geldikten sonra Allah'ın nimetini
(âyetlerini) değiştirirse bilsin ki Allah'ın azabı şiddetlidir.'' (Bakara 211) Son cümlenin
gelmesiyle cevabı şarta gerek kalmamıştır. Sıfatlarından bir tanesi ile beraber Allah'ın isminin
zikredilmesi, müminlere her hal ve hareketlerinde daima Allah'ın gözetiminde oldukları
duygusunu ve bu nedenle O'ndan sakınmaları gerektiğini bildirmektedir.
Ve yine şöyle buyurdu: "Kim Allah'a dayanırsa, bilsin ki Allah mutlak galiptir, hikmet
sahibidir." (Enfal 49) Yine son cümle (himaye ve nimet ile zafer bulur) olan cevabı şarta
gerek kalmamıştır. Korkuda olanlara itminan ve güven aşılayan sıfatlarından biriyle beraber
Allah ismini hatırlatmak, müminlerin her hallerinde şanı bu olana dayanmaları gerektiği
duygusunu vermektedir.
İhsan , Allah'a görür gibi ibadet etmektir... Allah'a bu bilinçle ibadet ediniz. Mesela hırsıza
had cezasını uygularken Allah'ın suçluları cezalandırarak güvenlik ve esenliği yaymak
istediği bilinciyle hareket ediniz ki had cezasının hikmeti de budur: "Hırsızlık eden erkek ve
kadının, yaptıklarına karşılık bir ceza ve Allah'tan bir ibret olmak üzere ellerini kesin.
Allah izzet ve hikmet sahibidir." (Maide 38)
Mahkeme alanında bu cezayı uygularken Allah'ı görmek, mescitte namaz kılarken Allah'ı
görmek ile aynıdır.Bazı ailevi problemlerle ilgili nazil olan şu ayeti kerimelerin sonlarındaki
Allah'ın şu güzel isimlerini düşününüz: "Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler dört ay
beklerler. Eğer (bu müddet içinde) kadınlarına dönerlerse, şüphesiz Allah çokça
bağışlayan ve esirgeyendir. Eğer (müddeti içinde dönmeyip ) boşamaya karar verirlerse
(ayrılırlar). Biliniz ki, Allah işitir ve bilir." (Bakara 226-227)
Kişi bazen hanımından sıkıntı duyabilir ve bu öfke onu eşinden kaçınmak için yemin
etmeye sevk edebilir. Kur'an bu problemi yumuşaklıkla başlayıp kararlılık ile sonuçlanan bir
üslupla çözmektedir.
Kocaya eğer hanımını affeder ve bağışlarsan Allah (gafur) çokça bağışlayan ve (rahim)
esirgeyendir, demektedir.
Burada Esmau'l-Hüsna'dan bu iki ismin zikredilmiş olması çalkantılı evde şefkat ve
bağışlama rüzgarları estirmektedir. ..
Sonra diyor ki bu sağlanamayıp da boşanmaya karar verilirse, Allah işitir ve bilir. O
sizden uzak değildir. Karı ve kocanın ne yaptığını bilir.
Allah'ın güzel isimlerinden bu iki ismin hatırlatılması muhatapları davranışlarında ölçülü
ve dikkatli olmaya davet vardır.
269
Kur'an kalplere ihsan tohumlarını eken bu gibi yüzler ve binlerce ayetlerle doludur ve
kendisine başvurulduğunda hayatın tüm problemlerini çözmektedir.
Özetle şunu ifade etmek isterim ki hadiste geçen "Allah'a görür gibi ibadet etmendir. Sen
O'nu göremezsen O seni görür" sadece ayaklarını namaza gitmek için hareket ettiren veya
dilini zikir için oynatan kimselerin vasfı değildir.
Bu, hayatın tüm alanlarında Allah'ın tüm emirlerini yerine getiren kimselerin vasfıdır.
İhsan alanı çok geniştir. Sınırları insanın beşikten mezara kadar tüm görevlerini kapsar.
İhsan Ve Kötülük Açısından İslam toplumu
Müslümanların kendilerine ve dinlerine kötülükleri aşırı derecede çoktur. Bu kötülüklerin
şiddeti ve alanı özellikle son çağlarda daha da artmıştır. Avam ve havas arasında din ile ilgili
garip cehaletler yayılmistir. Bundan daha garip cehaletler ise genel hayatla ilgili olarak
yayılmıştır. Ümmet önce gerileme ve tökezleme ardından hızlı bir çöküş sürecine girmiştir ve
bu süreç içinde bir çok acı yenilgilere uğramış ve hem kendi katında hem de başkaları katında
saygınlığını yitirmiştir. Şairin dediği gibi:
Teym kaybolduğu zaman emir yerine getirilir.
Onlar yaşadıkları sürece başkasına tabi olmazlar !!
Ümmet ne dinin hakikatleriyle güzel bir şekilde amel edebilmiş ne de dünyasının
işlerini güzel bir şekilde görebilmiştir. Ve bu darboğazdan mutlaka kurtulmalıdır.
Dil kurallarını yeterince bilmeyen kimse sözlerini güzel ifade edemez. Namazın
rükünlerini bilmeyen kimse de güzel ibadet yapamaz. Aynı şekilde hayatı ve sorunlarını
bilmeyen kimse hayattan yararlanamaz ve hayata kendi damgasını vuramaz.
İlim iki kısımdır: Kaynağı vahiy olan ilim. Bunun alanı sınırlıdır ve sınırları
belirgindir.
Bir diğer ilmin kaynağı ise tabiat/kainattaki varlıklar, insanın faaliyetleri ve
bizatihi hayatın kendisi ve barındırdığı sırlardır. Bu gayet geniş bir alandır.
Kişi birinci bilgiler açısından semadan gelen bilgileri okuyup öğrenerek ameli salih
işleyebilir.
Diğer nevi bilgiye gelince, sema bizi onunla onu da bizimle baş başa bırakmıştır.
Değişik meslekler ve sanatları öğretmek için vahiy gelmemiştir. Allah hayatımızı kurmak için
gerekli sanat ve meslekleri öğrenme işini bize bırakmış ve sonra bizden sahip olduğumuz
bilgilerimizi güzel bir şekilde bizim için seçmiş olduğu risaleti teyit için kullanmamızı
istemiştir.
Ne yazık ki eski müslümanlar her iki sahada da başarısız olmuşlardır. Kitab ve
sünnet bilinçleri oldukça zayıf, hayatın görünen ve görünmeyen kısımlarıyla ilgili bilgileri
bundan daha da zayıftır. Hayatı ve birikimlerini dinlerine hizmete yönlendirmede çok daha
büyük bir zaaf içindedirler.
Bu durumu değiştirmek için gökten imdat beklemek ibadet değildir.
Genel anlamda bizler de diğer insanlar gibi beşeriz. Onlar gibi biz de kalp, işitme ve
görme yeteneklerine sahibiz.
O halde diğer insanlar her alanda duygu ve düşüncelerini harekete geçirdikleri halde biz
niye geçiremiyoruz?
Niçin eşya onların eli değdiği zaman güzelleşiyor ve bizim elimiz değdiği zaman acaip bir
hal alıyor?
270
Bir zamanlar insanlar edebi ve maddi alanlarda bizim atalarımızdan yararlanırken sonra
bizlere ne oldu da kendi ülkemizdeki madenleri işletemez, nehirlerimiz üstüne barajlar ve
köprüler yapamaz, fabrikalarımızda çeşitli araç ve gereçler tasarlayıp üretemez, gereksinimiz
olan savaş ve barış malzemelerini geliştiremez olduk?
Gerçek şu ki ihsan kudretine son derece muhtacız. Ve dilersek bu kudretin sebeplerini
elde etmemiz mümkündür.
Allah diğer milletleri olduğu gibi müslümanları da bu arz üstünde yaşatmaktadır.
Müslümanlar her ne kadar büyük önem taşıyan semavi vahye sahip olmakla diğerlerinden bir
ayrıcalığa sahip iseler de, maddi bilgiler bakımdan böyle bir ayrıcalıkları yoktur.
O halde bu alanda bilgi sahibi olmak için diğer milletler gibi gayret göstermeleri ve
onların tecrübelerinden faydalanmaları gerekmektedir.
Bu alandaki bir gevşekliğin anlamı fikri ve maddi seviyelerinin düşmesi anlamına gelir.
Bunun bir diğer anlamı da mesajlarını iletecek ve gayelerine ulaşmayı sağlayacak vasıtalardan
büyük ölçüde mahrum kalmalarıdır.
Bu acizlik haline dini doğru anlamama olgusu da eklenince, gereklerini yerine getirmede
bir zaaf oluşmaktadır ki işte asıl bela da bundan çıkmaktadır.
İhsan iki kısımdır : Biri gecikmeli olarak ahiret hayatındadır. Burada bu konu üzerinde
durmayacağız. Diğeri ise milletlerin şimdi acil olarak yaşamlarında gerçekleştirmeye
çalıştıkları olgudur. Şanı yüce Allah şöyle buyurdu:
"Güzel davrananlara daha güzel karşılık, bir de fazlası vardır. Onların yüzlerine ne bir toz
(kara leke) bulaşır ne de bir horluk (gelir). İşte onlar cennet ehlidirler. Ve onlar orada
ebedî kalacaklardır. Kötülük yapanlara gelince, kötülüğün cezası misli iledir. Onları zillet
kaplayacaktır. Onları Allah'a karşı koruyacak hiç kimse yoktur. Onların yüzleri sanki
karanlık geceden bir parçaya bürünmüştür. İşte onlar da cehennem ehlidir. Onlar orada
sonsuz kalacaklardır."Yunus 26-27
Ve yine şöyle buyurdu: "Eğer iyilik ederseniz kendinize etmiş, kötülük ederseniz yine
kendinize etmiş olursunuz."İsra 7
Ve: "İyiliğin karşılığı iyilikten başka bir şey midir?"Rahman 60
Mesela doğruluk nasıl parçalara ayrılamazsa yukarıda açıkladığımız gibi ihsan
da parçalanma kabul etmez. Verdiği haberlerin yarısı doğru yarısı yanlış olan bir kişi
doğru söylemiş sayılamaz.
Bilakis bu insanın kişiliğinde doğruluk faziletinin oluşmuş olduğu söylenemez.
Amellerinin bir kısmı çirkin ve aptalca diğer bir kısmı ise güzel olan bir kimse
muhsinlerden değildir.
Bilakis bu sınıf insanların varlığı uzak bir ihtimaldir. Zira faziletler bölünemez.
İhsan, mümin ve kafirin eşit bir şekilde bildikleri aynı surette alışılagelmiş işlerden bir
iştir. Zira bu amellerde ihsanın esası, bunların insanların dünyalarında kararlaştırılmış olan
kanunlara uygun olarak gerçekleşmesidir.
Müslüman tabibin yaptığı ameliyat Marksist ya da Materyalist veya Yahudi bir tabibin
yapmış olduğu ameliyatın aynısıdır.
Bu ameliyatların iyi veya kötü olarak nitelendirilmesi ancak tıp biliminin teknik şartlarına
göre değerlendirilir. Hangi dinden olursa olsun hiçbir doktorun tıp biliminin üzerinde ittifak
bulunan kesin kurallarından ödün vermesi kabul edilemez.
271
Böylesi bir tıbbi operasyonun müslüman bir doktor eliyle gerçekleştirilmesinin
diğerlerinden tek bir farkı var. O da, müslüman yaptığı her işte hayra niyet eder. Allah ile olan
bağını sürdürür ve yaptığı ve yapmadığı her şeyde Allah'ın rızasını arar ... Yani müslümanlar
ve diğerlerinin yaptıkları ortak işlerde işin görüntüsü açısından bir fark yoktur. Ancak
psikolojik görüntü açısından aralarında fark vardır.
Müslüman dini açıdan, yaptığı işte ruhî ve nefsi olgunluğu bir arada
bulundurmadıkça muhsin olarak isimlendirilemez.
Niyeti ne kadar güzel olursa olsun, niyeti iyi diye işini kötü, eksik ve kusurlu yapması
kabul edilemez.
Müslümanlar bu kurallar çerçevesinde hayatın tüm alanlarında ve dünya işlerinde
diğer milletlerle ortak çizgide hareket ederken İslam Toplumunun diğerlerinden ayrıldıkları
bir diğer özelliklerini unutmamak gerekir ki bu da eda etmekle yükümlü oldukları farz
ibadetlerdir.
İhsan tüm bunları Risalet sahibinden geldiği ve olması gerektiği gibi eksiksiz olarak
yerine getirmektir. Namazımız, zekatımız, orucumuz, haccımız tüm bunlar O'nun beyan ettiği
gibi uygulanmalı ve sünnetlerine tabi olunmalıdır.
Kur'an-ı Kerim ihsanın bu kapsam ile, hayatta yer edinmenin, meydana gelen krizleri
yenmenin ve hayatın bereketlerini kuşanmanın biricik yolu olduğunu açıklamaktadır.
Hz. Yusuf son derece iffetli, yakin sahibi, güzel ahlaklı, Allah'a güveni büyük bir genç
idi. Vatanından ayrı kalma, hapse düşme, geçim derdi gibi büyüklü küçüklü bir çok
problemlerle karşı karşıya kalmasına rağmen ne azmi kırıldı, ne ayağı kaydı ne de hedefini
şaşırdı.
Peki bu ihsanın neticesi ne oldu ? Bu ihsanı sonucu hapisten çıkıp insanlar arasında en
büyük makamlara geçerek ülkenin ve halkın yöneticiliğini yaptı: "Kral dedi ki: Onu bana
getirin, onu kendime özel danışman edineyim. Onunla konuşunca: Bugün sen yanımızda
yüksek makam sahibi ve güvenilir birisin, dedi. "Beni ülkenin hazinelerine tayin et! Çünkü
ben (onları) çok iyi korurum ve bu işi bilirim" dedi. Ve böylece Yusuf'a orada dilediği gibi
hareket etmek üzere ülke içinde yetki verdik. Biz dilediğimiz kimseye rahmetimizi eriştiririz.
Ve güzel davrananların mükâfatını zayi etmeyiz."Yusuf 54-56
Tüm bunlar dünyada idi ama daha sonra da şöyle buyruluyordu: "İman edip de
(kötülüklerden) sakınanlar için ahiret mükâfatı daha hayırlıdır."Yusuf57
Yusuf'un Allah'tan hiç sakmmayıp kendisine ihanet eden kardeşleriyle ayrı bir
konumu var:
İhsan O'nu zirvelere taşımış ve Mısır'ın en etkili yöneticisi olmuştur. Fakat diğer
yandan kendisine ihanet eden kardeşlerinin durumları değişmiş, nefisleri gibi geçimleri de
kötüleşmiştir. Öyle ki içinde bulundukları acıklı halleri oları methini duydukları Mısır
yöneticisinden erzak talep etmek üzere buraya gelmelerine sebep olmuştur. Yusuf ile Mısır'a
gelen kardeşleri arasında şu konuşma geçmiş ve böylece onlar kiminle muhatap olduklarım
anlamış oldular:
"Yusuf'un yanına girdiklerinde dediler ki: Ey aziz! Bizi ve ailemizi kıtlık bastı ve biz
değersiz bir sermaye ile geldik. Hakkımızı tam ölçerek ver. Ayrıca bize bağışta dbulun.
Şüphesiz Allah sadaka verenleri mükâfatlandırır. Yusuf dedi ki: Siz, cahilliğiniz yüzünden
Yusuf ve kardeşine yaptıklarınızı biliyor musunuz? Yoksa sen, gerçekten Yusuf musun?
dediler. O da: (Evet) ben Yusufum, bu da kardeşim. (Birbirimize kavuşmayı) Allah bize
lütfetti. Çünkü kim (Allah'tan) korkar ve sabrederse, şüphesiz Allah güzel davrananların
mükâfatını zayi etmez, dedi."Yusuf 88-90
272
Ayetin son cümlesinin matematik ve biyoloji ilminin herkesçe kabul edilmiş kanunları
gibi, toplumsal davranış alanında ilmi bir kanun olarak kabul edilmelidir. İhsan, başlangıçta
ne kadar büyük problemlerle baş başa kalsalar da hiçbir tohumu zayi etmez ve bu nitelik
sahiplerinden Allah'ın inayetini eksik etmez.
İhsan tabiatı gaflet olan zihni bir olgu veya tabiatı donukluk olan nefsi uyanıklığı
değil, sürekliliği olan bir huy ve en güzeli yapma aşkı ve güzellik hobisinden oluşan bir
meleke, Allah'ın zikrine devam ve her daim Allah'ın murakabesini hissetmedir.
Nasıl ki ilim, kalite daha çok uzmanlık ve çalışma gerektiriyorsa -zira hayatın işleri
daima gelişim ve değişimi gerektirmektedir- nefsi güzellik de daima itaat ve fazilet üzere
olmayı, Allah'ın rızası peşinde koşmayı ve bağışlamasına yakın olmayı gerektirmektedir.
Hakk Teala şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki Allah'a isyandan sakınanlar, cennetlerde ve pınar
başlarında bulunacaklar. Rablerinin kendilerine verdiğini alarak. Kuşkusuz onlar, bundan
önce dünyada güzel davrananlardı. Geceleri pek az uyurlardı. Seher vakitlerinde de istiğfar
ederlerdi."Zariyat 15-18
İhsanın bir çok yolu vardır. Ancak bunlara kim dayanır ? Bu büyük bir azimet, güzel
bir sabır, kararlılık ve sürekli bir cihat ister. Bu hasletlerin sahipleri artık Allah'ın sürekli bir
inayetini hak etmişlerdir. Şu ayetler de bunu pekiştirmektedir.
"Muhakkak ki iyilik edenlere (muhsinlere) Allah'ın rahmeti çok yakındır."Araf 56
"Çünkü Allah, (kötülükten) sakınanlar ve güzel amel edenlerle beraberdir." Nahl
128
"Ama bizim uğrumuzda (tavsiye ettigimiz gibi) cihad edenleri elbette kendi
yollarımıza eriştireceğiz. Hiç şüphe yok ki Allah iyi davrananlarla (muhsinlerle)
beraberdir."Ankebut 69
"Doğruyu getiren ve onu tasdik edenler var ya, işte kötülükten sakınanlar onlardır.
Onlar için Rableri yanında diledikleri her şey vardır. İşte bu, iyilik edenlerin mükâfatıdır.
Böylece Allah, onların geçmişte yaptıkları en kötü hareketleri bile örtecek ve yaptıklannın
en güzeline denk olarak mükâfatlarını verecektir."Zümer 33-35.
Son ayeti kerime muhsinlerin hatadan masum olmadıklarını anlatmaktadır. Geçmişte bir
çok günah işlemiş ve bunlardan tevbe etmiş olabilirler. Uygunsuz şeyler yapması için
vesveselerin baskısı altında olabilir. Ancak hayatını nur ile dolduran ışık sayesinde tüm
bunları aşar. Zira Allah'ın onun üzerindeki fazlı daha büyük ve daha yücedir.
Yukarıda resmini çizmeye çalıştığımız ihsandan ümmetimizi birey ve toplum düzeyinde
dünya ve ahiret hayatının tüm alanlarında geri kalmış olduğunu görüyoruz.
Ümmet iddia ve temennilerde bulunmaktadır ancak Allah'ın kainattaki sünnetleri iddialar
ve kuru temennilere mağlup olmaz.
Her iki hayatımızın yükselmesi için tek yolu yaptığımız her şeyi, Allah'ın bizi gördüğü
bilinciyle semavi vahyin ve tabiat kanunlarının gereklerine göre en güzel şekilde yapmalıyız.
İhsan; sanki gözlerinle görüyormuşsun gibi Allah'a ibadet etmendir. Sen O'nu görmesen
de O seni görüyor..."un anlamı da budur.
O halde din, nefislerini tezkiye ederek, özlerini düzelterek kendisine uyanları yükselten
İlahi bîr bağdır ki insani olgunluğun, kemalin hakikati de budur.
273
Allah ile iletişimi kopuk ve tavsiyelerinden uzak insani bir kemal tasavvur edemeyiz.
Allah hakkında bilgisizlik ve yolundan uzaklık kişileri kasıp kavuran bir hastalık gibidir.
Böylesi insanların iddiaları hiçbir anlam ifade etmez.
Bunca nimetler bahşeden büyük nimet sahibinin varlığını veya hukukunu inkar büyük
ihanettir. Ki bu ihanetle beraber sunulan hiçbir hayır kabul olunmaz.
Bu hakikatleri açıkça itiraf etmek istiyoruz. Öyle kimseler vardır ki dinin kişiye hiçbir edep
ve şeref kazandırmayan sadece Allah ile aralarında bir subjektif
bağ olduğunu
zannetmektedirler.
Ve yine bazıları Allah'a inanmadan, namaz kılmadan, zekat vermeden kişisel olgunluğa
ulaşılabileceğini söyleyenler bulunmaktadır. Bunlar kuru iddia sahibi mağrur kimselerdir.
Bunlara saygı gösterilmesi veya bunların dikkate alınması caiz değildir. Zira insanlık şeref
ve haysiyetini ancak Allah'a iman etmek, O'na boyun eğmek, tavsiyelerine uymakla elde
eder
Çağımızda eğitim öğretim aşamalarını düzenlerken, bireylerin aydın bir akla sahip olması
ve ona güzel idrak ve doğru yargıda bulunma yeteneği kazandıracak genel kültür
edinmesinin on ila yirmi yaş arasında olması gerektiğine inanıyoruz,
Nefsin terbiye edilmesi, şehvetlerinin kontrol altına alınması, fazilet, şeref, sevgi
kazanması bundan daha az bir vakitte çok zordur.
Faziletleri şehvetlere galip getirmek uzun bir nefis cihadı gerektirmektedir.
Nefis hayrı sevip ondan lezzet alan ve şerden nefret eden bir dereceye ulaşmış ise bu daha
uzun bir merhaleye girildiğini gösterir ki bu merhalede verilen mücadele kemale doğru
seyreder.
Bu durumda kişi ayeti kerimede kendilerinden bahsedilen kimselerdendir: "Fakat Allah
size(Allah’a yönelenlere) imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize sindirmiştir. Küfrü, fışkı ve
isyanı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır. Bu, Allah'tan bir
lütuf ve nimettir. Allah alimdir, hakimdir.”(Hucurat 7-8)
Çoğu kez şuna şahit olmaktayız ki bazı insanlar, nefislerini o kadar çok ifsat ediyorlar ki,
hakka uymak bir yana onu göremeyecek bir hal alıyorlar. Böylece çöplüklerden artık
toplayan kimselerin çöp kokularına alışmaları gibi bunlar da batıl ve cehaletin pis kokularını
misk sanıyorlar!
İşte bu hal vicdan ve ahlakı öldürmekte ve bu kişileri sabahı olmayan bir geceye mahkum
etmektedir.
İnsan bu kimselerin bu hallerini gördükçe sürekli şöyle dua edesi geliyor: "Allah'ım! Bize
hakkı hak olarak göster ve hakka uymayı nasip et. Batılı da batıl olarak göster ve bizi ondan
kaçınmakla rızıklandır."
Kontrol altına alınması gereken birçok şehvetler vardır. Bunlar bir kişide aynı ölçüde
bulunmazlar. Fakat herkesin hayatında bunlardan belli bir ölçüde bulunmaktadır.
Nefis sevgisi, kadın sevgisi, mal sevgisi ve meşhur olma sevgisi gibi arzular vardır.
Her insan belli bir miktarda bu arzulara sahiptir
Mesela öyle kimseler vardır ki kendi nefsine olan sevgisi yüzünden kendisinden başka
kimseyi gözleri görmez, her şeyde enaniyet duygusu ile hareket eder.
Diğer yandan bir başkası mal ve zenginlik sevdasıyla yanıp tutuşmaktadır. Gece ve
gündüzünü mal toplamakla geçirir. Mala mal olduğu için aşıktır ve asla gerekli yerlere infak
etmez.
274
Diğer yandan bir diğerinin mala ihtiyacı olmasına rağmen elindeki malı isim yapmak ,
şöhret olmak için harcadığını görürsünüz. İsim yapmak, herkes tarafından tanınmak ve saygı
görmek için yapmayacağı hiç bir şey yoktur.
Bir başkası ise kadınların peşinden Öyle koşar ki suya asla kanmak bilmeyen susuz
gibidir.
İnsan hayatının devamı ve gelişimi bu arzuların aslına dayanır. Fakat bu arzular normalin
ötesinde bir taşkınlık hali aldığı zaman yeryüzünde fesat, ahlaksızlık ve anarşi meydana gelir.
Namuslar yitirilir ve kanlar dökülür.
İnsan içtiği az bir suyun susuzluğunu giderdiği ve terini kestiği görmüyor mu? Çok su ise
nefesini keserek ve midesini şişirerek onu boğar ve ruhunu alır.
Beşikten mezara kadar uzanan uzun hayat çizgisi boyunca insan sahih bir kalp ve aydın bir
basireti gerektiren değişik olaylarla karşılaşmaktadır. Nefsin rızk endişeleri ve insanların
fitneleri ile çatışması, muhtelif vesveselere muhatap olması, çeşitli zorluklarla mücadele,
hayrı gerçekleştirmek ve şerri önlemek için güç toplama gereği, işte tüm bunlar sürekli bir
cihadı gerektirmektedir.
İnsan nefsi arzularını kontrol altına alamadığı, rehavet ve endişelerine kapılmaksızın ciddi
ve istikrarlı bir şekilde dosdoğru yolda yürümediği sürece bu cihatta başarılı olamaz.
Allah yarattığı kullarının en hayırlısını bile nefsi heva ve arzulara uymaktan kaçındırdı ve
buna uymanın Allah'tan uzaklaşmak ve haktan kopma anlamına geldiğini beyan etti.
Cenabı Hakkın Davud (as)' a hitabına bakınız: "Ey Davud ! Biz seni yeryüzünde halife
yaptık. O halde insanlar arasında adaletle hükmet. Hevâ ve hevese uyma, sonra bu seni
Allah'ın yolun dan saptırır. Doğrusu Allah'ın yolundan sapanlara, hesap gününü
unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır." (Sad 26)
Peygamberi Muhammed (sav)'e de şöyle hitap ediyor: "Sana gelen ilimden sonra onların
arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı
vardır" (Bakara 120)
"Sonra da seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy; bilmeyenlerin
isteklerine uyma.(Casiye 18)
"Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da onların
arzularına uyma."(Maide 49)
Kafirler kötülük ve bilgisizliği arzulayanlar tarafından kendilerine güzel gösterilen
kimseler olarak nitelendirilmiştir: "Gel gör ki haksızlık edenler, bilgisizce kötü arzularına
uydular. Allah'ın sapıklıkta da özgür bıraktığını kim doğru yola eriştirebilir? Onlar için
herhangi bir yardımcı yoktur.”(RUM 29)
Hatta birçok insan arzularını kalplerine egemen kılmakta, söz, eylem ve yargılarını
arzularının kontrolüne vermektedirler. Böylece her şeye bu açıdan bakmaktadırlar. Yani onlar
harici hayatı hakikati üzere değil özel düşünceleri doğrultusunda görmektedirler. Aynen mavi
bir gözlük ile bakıp dünyayı mavi olarak görmek gibi! "Kötü duygularını kendisine tanrı
edinen kimseyi gördün mü? Sen (Resulüm!) ona koruyucu olabilir misin? Yoksa sen,
onların(tebliğ yaptığın kişilerin) çoğunun gerçekten (söz) dinlediğini yahut düşündüğünü
mü sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibi olmak istiyorlar. Ve sapıklığı tercih ediyorlar.
"(Furkan 43-44)
Behimiyyet (hayvanilik) bir çok kimse tarafından bilinen bir gidişattır. Bu dünya rezilliği
ve ahiret azabının en yakın ve kestirme yoludur.
275
Bu mezhebin tabileri sadece rahat sevgisi, lezzet isteği, gelip geçici tutkular peşinde
koşmak, taşkın şehvetleri ile beraber coşmak, akıldan uzak görüşleri ifade etmek, adaletten
yoksun yargılarda bulunmak, acil ve ucuz olanı, değerli fakat sonra olana tercih gibi arzularla
hareket ederler.
Kur'an bu tarz gidişatın sonunu açıkça beyan etmiştir: "Artık kim azmışsa, ve dünya
hayatını ahirete tercih etmişse, şüphesiz cehennem(onun için) tek barınaktır. Rabbinin
makamından korkan ve nefsini kötü arzulardan uzaklaştırmış kimse için, şüphesiz
cennet(onun)
yegâne
barınağıdır.(Naziat
37-41)
Cihadın doğruluğu öncelikle gösterilen çaba açısından değil, niyet ve gaye açısından
değerlendirilmelidir.
Hırsız soyacağı evin sakinlerinin uyumasını beklemek için gecesini uykusuz geçirir. Polis
memuru da aldığı belli bir ücret karşılığı güvenliği sağlamak üzere gecelerini uykusuz geçirir.
Teheccüd için rahat yatağını ve tatlı uykusunu terk eden bir kimse ise bunu ancak Rabbine
teslimiyet ve safiyetle ibadet etmek, huşu ve reca ile ayetlerini tefekkür etmek, dünyada
ektiklerinin hasadını ahirette toplamak ümidiyle yapar. "Korkuyla ve umutla Rablerine
yalvarmak üzere (ibadet ettikleri için), vücutları yataklardan uzak kalır ve kendilerine
verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar. Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için ne
mutluluklar saklandığını hiç kimse bilemez."(Secde 16-17)
Bu üç insan da gecelerini uykusuz geçirmektedir fakat aralarında büyük fark ardır.
İlk şahıs bir suçludur ve yaptığı işten dolayı cezalandırılmayı hak etmiştir.
İkinci insan ise para karşılığı görevini yapan bir memurdur. Ücreti biraz geciktirildiği
taktirde görevini gereği gibi yapmaz.
Üçüncü kişi ise gayba ve görünen şeylere inanan bir mümindir. Ne yaptığını ve niçîn
yaptığını bilir.
Bu örnekten hareketle nefisle yapılan her cihadın ve insanların katlandıkları her sıkıntının,
Allah'ın koyduğu sınırlar dahilinde sağlıklı bir biçimde eda edilen bir cihat olmadıkça, doğru
bir istikamette seyrettiğini söyleyemeyiz.
Hindu mistiklerin nefis mücadelesi yolunda giriştikleri riyazetler ve uzun oruçlar herkesin
malumudur.
Şüphesiz bu büyük bir azimet ve iradeye dayanarak bedeni ezmekten başka bir şey
değildir.
Bu büyük azim ve iradeye rağmen onların bu yolunun övgü ve teşviki gerektiren bir yol
olmadığını biliyoruz.
Bunlardan birinin kendisini aylarca toprağa gömdüğünü duysak bu tür hikayeleri hiçbir
şekilde hoş karşılamayız.
Böylesi bir davranış bizce vücud gösterisi yapan sporcu gençlerin hareketlerine
benzemektedir.
Birisi tokluk gösterisi yaparken diğeri açlık gösterisi yapmaktadır. Her iki fırka da bu
ihtisas sahalarında tabii bir hazırlık yapmışlardır.
Her iki davranışın da İslam'ın öngördüğü nefis cihadıyla bir alakası yoktur.
Nice rahipler hayatın güzelliklerinden uzak uzun yıllar geçirmektedirler. Nefsiyle böyle
zor bir cihada girişen onu hoşlanmadığı bir şeye sevk etmiştir.
Ancak Hak'tan sapmış olması, hiç bir şeye muhtaç olmayan ancak her şeyin kendisine
muhtaç olduğu, doğmamış ve doğrulmamış olan Allah hakkındaki bilgisizliği onların tüm bu
çabalarının boşa gitmesine neden olmaktadır.
276
Hint miskinlerinin veya rahiplerin bu halleri yanlış nefis cihadına ör n e k t i r.
Nefis cihadının doğru olabilmesi için mutlaka Kur'anın koyduğu ölçülere uygun olması
gerekir. Haramı terk ve vacibi yerine getirmek için verilen cihat makbuldür.
Makbul cihat nefsi aşırılıklarından arındırma ve Allah'ın tavsiye ettigi gibi hizaya
sokmakla olur.
Makbul cihat her hareketinde Allah'ın tavsiyesi ve rızası gözetilen cihattır. Allah ile
bağları koparan her cihat kesinlikle yanlıştır.
Arzuların Karşılanması:
Çağımızda hastalıklardan bir tanesi; ahlakî değerleri önemli ölçüde değişmesidir.
Böylece kişisel erdemler çoğu insan nazarında gereksiz, boş hatta kurtulmak zorunda
olduğumuz işler olarak görülmektedir. Kontrole almak için bir gayret gösterilmeksizin
arzuların yerine getirilmesi için nefis serbestçe salıverilmelidir denilmektedir.
Gençler arzularının peşinde koşup bunalıma düşünce , nefsi kemal ve ruhî yükseklik
çabalarını boş verip, kusurlarını itiraf edip hatalarını sürdürmeye devam ettiler.
Sonra elde etmekten aciz kaldıklar bu manevi yönü, insan tabiatı üzerinde gam ve tasa
verici ağırlıklar olarak nitelendirmeye başladılar...!
İnsanların en belirgin hastalıklarından birisi de nefsin heva ve arzularını kanıncaya kadar
doyurma tutkusudur.
Nefsin istek ve tutkularının haram yollarla doyurulması kişiye yıkımdan başka bir
şey kazandırmaz. Zira nefsin isteklerini doyurmak mümkün değildir. Azdıkça azar.
Nefsin heva ve arzularını serbest bırakmış toplumlar azgınlığın, bencilliğin, hasedin,
fesadın ve anarşinin hakim olduğu günah toplumlarıdır ve bu toplumların akibetleri yıkımdan
başka bir şey değildir.
Bunlar dinden soyutlanan ve öğretilerini çiğneyen maddi uygarlığın afetidir: "Geri
dönerseniz, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya ve akrabalık bağlarını kesmeye dönmüş
olmaz mısınız? İşte bunlar, Allah'ın lanetini hak eden, işitmek istemeyen ve görmek
istemeyen kimselerdir."(Muhhamed 22-23)
Şu bir gerçektir ki heva ve arzulara tabi olmak bireylerin duygularını kararttığı gibi,
mutsuzlugu daha şiddetli etkilemekte ve kaygılara boğmaktadır.
Allah’a itaat ederse; serbest seks yaşayamayacağını düşünenler, hevesin peşine
düşerek, apaçık gerçek olarak bildiği, inandığı Allah’ın emrini yerine getirmediler,
kibirlendiler ve kendilerine verilen özgürlük tercihini böyle kullandılar.
Burada İslam hakkında bilgisiz olanların sıkça gündeme getirdikleri bir şüphe üzerinde
durmak istiyorum. İslam insanlara hayatı güzelleştiren birçok şeyi haram
kılmakta ve halkın tatminini sağlayan birçok doğal arzularının önüne
geçmektedir diyorlar.
277
Bu görüş doğru değildir. Zira İslam hiçbir güzel şeyi haram kılmamış ve
insanları hiçbir hayırlı şeyden engellememiştir. İnsan tabiatının
gerektirdiği her şeyi İslam serbest bırakmıştır.
Allah insanlara ancak onları doğru yoldan saptıracağını ve şerre sevk
edeceğini, başka insanların hak ve özgürlüklerine zarar vereceğini bildiği
için haram kılmıştır.
İslam kesinlikle insanın maddi tabiatını ve fıtri haklarını inkar etmez. İslam insanın madde
ve ruhtan müteşekkil olduğunu, gök ile olan bağının yer île olan bağından daha asil
olduğunu, bu nedenle insanın bu yönüne ilgi göstermesi ve gereklerini yerine getirmesi
gerektiğini vurgular.
İnsan gök ile olan yüksek bağından kaynaklanan hukukuna vefa gösterdiği zaman, nefsi
buna engel olmaya çalışacak ve onu isyana teşvik edecektir. İşte bu durumda insanın nefsinin
bu kötü isteklerine boyun eğmemesi, ona karşı direnmesi ve onu hakkı kabule zorlaması
gerekir.
Bu anlamda nefis mücadelesi tüm inananların en belirgin ve gerekli ahlakî özelliklerinden
birisidir.
Müminler şehvetlerine hükmedebildikleri derecede ve arzularını
edebildikleri ölçüde yüksek derecelere ve gönül huzuruna ulaşırlar.
kontrol
Gizli savaş, silahsız ve sinsi bir şekilde cereyan eder. Ancak netice itibariyle bu tür
savaşlar, silahların patladığı, kanların döküldüğü savaşlardan daha tehlikelidir.
Bu, insanı yüksek örnek zirvesine ulaşmasını sağlayan gerçek yolun nefis cihadı olması
nedeniyledir. Bir rivayette belirtildiğine göre Resulullah (sav)savunma gerekleri nedeniyle
bir gazveden dönerken şöyle buyurmuştur: "Küçük cihattan büyük cihada döndük."
Ömer b. Hattab şöyle dedi: "Hesaba çekilmeden önce nefislerinizi muhasebe ediniz.
Tartılmadan önce nefislerinizi tartınız. Bu, yarın kıyamet gününde kendinizi muhasebe
etmekten daha kolaydır. Büyük buluşma günü için nefislerinizi süsleyin: "O gün (hesap için)
huzura alınırsınız; size ait hiçbir sır gizli kalmaz."
Ve Hasan şöyle dedi: "Mümin nefsine hakim olan insandır. Aziz ve Celil olan Allah için
nefsini hesaba çeker. Dünyada nefislerini hesaba çekenlerin kıyamet gününde hesapları kolay
geçer. Bu dünyada kendilerini muhasebe etmeyen kimselerin kıyamet gününde hesapları zor
geçer.
Mümin ilginç bir obje ile karşılaşır ve şöyle der: Vallahi ben sana iştiyak
duyuyorum. Sen benim ihtiyacımsın. Fakat vallahi sana ulaşmaya bir delil, bir izin
yok.
Allah'a kavuşuncaya kadar hiçbir şeyden emniyet duyulmaz. İşitme, duyma, dil ve
organlarından sorumlu olacağını bilir.
278
Nefis; tamaha düşürüldüğü zaman tamah eder. Allah'ın emrini uygulamaya sevk
edildiği zaman ıslah olur. Başıboş bırakılırsa ifsat olur.
Eğer nefse yaklaşırsanız amellerinizden hiçbir şey kalmaz. Sabredin ve azmi bırakmayın.
O (Dünya hayatı) sayılı gecelerden ibarettir. Sizler ayakta duran binicilersiniz.
Hazırınızda bulunan salih (helal) şeylerle dönün.
Bu gerçeğe / hakikate onun faziletini bilen ve sonucunu ( cennette sonsuz mutluluk,
arzuların karşılanmasını ) ümit edenler ulaştı. Muhakkak ki bu gerçek/hakikat (Allahın
tavsiyeleri, emirleri, yasakları, verdiği bilgiler) insanları yordu ve onlar ile şehvetleri
arasına girdi.
GEÇMİŞ !
İNSAN KARDEŞLERİMİZİN TARİHİNDE BİR GEZİNTİ;
Kaynak:
Dinler Tarihi, Prof.Dr.Günay Tümer
Prof.Dr.Abdurrahman Küçük, Ocak Yay., 4.Baskı, Ankara 2002
Günümüzde yaşayan dinler arasında, bazı noktalarda kısa bir karşılaştırma.(shf.457- 502)
Günümüzde dünyada çeşitli dinlerin yaşamakta olduğunu görmekteyiz. Bu dinlerden bazısı
sadece bir ada ahalisine ait olabilirken, bazısı bir milletin, bazısı da birçok milletin dinidir.
Yüzyılımızda hâlâ ilkel kabileler bulunmaktadır ve bunlar dünya nüfusunun % 5'ini
oluşturmaktadır. İlkel kabileler, Okyanus adalarında, Güney ve Orta Afrika'da, Avustralya'da, Hindistan
içerisinde, kutuplarda bulunmaktadır. İlkel Kabîle Dinleri adlarını kabile adlarından almaktadır: Nuer,
Ga, Maori, Ainu, Dinka, Pigme dinleri gibi.
Günümüzde yaşayan millî dinler; Konfüçyüsçülük, Taoizm, Hinduizm, Caynizm, Sihizm,
Şintoizm ve Yahudiliktir. Yahudi dini, önce evrensel iken sonra Babil sürgününü müteakiben
millîleştirilmiştir. Hindistan'daki Parsîlik, aslında bir İran dinidir. O, Mecusîliğin kalıntısıdır; bir
"deplasman" dinidir.
Asrımızda da evrenselliğini sürdüren üç büyük din; Buddizm, Hıristiyanlık ve İslâm'dır.
Buddizm; Asya ülkelerinde, çıkış yeri olan Hindistan'da (çok az sayıda), Tibet, Çin, Kore, Japonya,
Hindi Çinî'de (Laos, Kamboçya, Vietnam) ve Hint adalarında nüfus yoğunluğuna sahiptir. Hıristiyanlık;
Avrupa'da, Amerika'da, Avustralya'da yaygın ve dünyanın diğer yerlerinde de mensupları bulunan bir
dindir. İslâm; Bal-kanlar'da, Anadolu'da, Asya ülkelerinde, Kuzey ve Orta Afrika'da yaygın ve
dünyanın her tarafında mensupları bulunan bir dindir.
Üç büyük evrensel din, dünya nüfusunun yarısını oluşturmaktadır. İlkel Kabîle Dinleri çıkarılırsa,
geriye kalan miktar millî dinlere mensup olanların sayısıdır.
Günümüzde bu sayılanlara ilâveten ayrıca "din"leştirilmiş, mez-hebimsi, tarikatımsı, taklit, sun'i,
türedi, din görüntüsü altında siyasî, ticarî, iktisadî, kültürel gayelerle yürütülen hareketler, cereyanlar
da vardır. Bunları konu dışında tutulmuştur.
Bunun yanında, dinleri bir bir ele alıp uzun boylu anlatma yerine günümüzdeki dinlerde yer alan
inanç sistemi (amentü-kredo), tanrı kavramı, ahiret, kurucu-peygamber, kutsal metin, dinin adı,
ibadet-âyin sistemi, mezhepleri, aktüel değeri gibi hususlar üzerinde durulmuştur.
279
a. Din Adları
Önce dinlerin adlarından başlayalım. İlkel kabîle dinleri, o kabîlenin adına göre adlandırılır.
Millî dinlerden Konfüçyüsçülük'e bu ad, Batılılar tarafından verilmiştir. Çinliler, Konfüçyüs'ü takip
edenlere "Ju-çiya" (edipler) derler.
Hinduizm, Batılılarca verilmiş bir addır. Hindular, dinlerine "Sana-tana dharma" (ezelî, ebedî
din) derler.
Buddizm de batılılarca kullanılan bir addır. Buddistler, Asya'da bu din için "Budda Sâsana"
(Budda disiplini) adını kullanırlar. Kelime, Budda'dan kalan ahlâkî-manevî prensipleri, ibadet diye
yapılan şeyleri, meditasyonu (tefekkür-mürakabe) ve sosyal ilişkileri ifade eder.
Taoizm, "tao" deyiminden kaynaklanır. Tao; yol nizam; bir ferdin, bir hükümdarın, bir devletin
tutması gereken yol, gök nizamı'nın insan davranışına verdiği örnektir.
Şintoizm, Japonların Buddizm ile karşılaştıklarında daha önceki inançlarını ifade etmek üzere
kullanılmıştır. Kelime, Çince "Shen-tao"dan (tanrıların yolu) gelmektedir.
Caynizm, bu adı, reformcusu Mahavira'ya verilen "cina" (Muzaffer) lakabından gelen "cayn,
cayna" kelimelerinden almıştır.
Sihizm ve Sin Dinî Hareketi ise "Şakirtler" anlamına gelmektedir.
Parsîlik, İranlılığı ifade eden Fars (Pers) kelimesinden kaynaklanmıştır.
Yahudilik, Hz. Yakup'un 12 oğlundan olan Yehuda'ya mensubiyetten bu adı almıştır. Tarihî
gelişmesi içinde ikiye ayrılan devletin güneydeki bölümüne de bu ad verilmiştir (Ayrıca İsrail ve İbranî
kelimeleri de aynı gaye için kullanılır).
Hıristiyan kelimesi, l. Yüzyıl içinde ilkin Antakya'da kullanılmıştır. Bu dine bağlı olanlara
Antakya'da Hıristiyan denilmiştir. Kelime Yunan-ca'da "yağlanmış" anlamına gelen ve İbranî Dili'nde
"Maşiah" tarzında yazılan Hıristos, Mesîh kelimesinden kaynaklanmış olup "Mesîh'e bağlı" anlamına
gelmektedir.
İslâm, her hangi bir kimse veya grup tarafından değil, doğrudan doğruya dinin kutsal kitabından
gelen bir addır. Kelimenin geldiği kök İslâm'dan önce Arap toplumunda kullanılmış olmakla beraber,
"İslâm" tarzı Kur'ân'la başlamıştır. Kelime; teslim olmak, boyun eğmek, itaat-inkiyat anlamlarına
gelmektedir.
b. Din Kurucuları/Gerçek Dini insanlara anlatan peygamberler
Burada dinlerin kurucusu veya peygamberleri konu edilecektir. İlkel Kabîle Dinlerinde bir
kurucu söz konusu değildir. Hinduizm ve Şintoizm için de durum aynıdır.
Konfüçyüsçülüğün kurucusu, Kung Fu-tzu'dur (M.Ö. 551-479). Ona "Büyük Mürşid" denilirdi.
Çin'de Lu eyaletinde dünyaya geldi. Babasını 3 yaşında kaybedince yetim büyüdü, yoksulluk çekti.
Bununla beraber büyük bir şevkle tahsilini tamamladı ve bir muallim oldu. O öğrencilerine tarih,
edebiyat ve hikmet öğretiyordu. Sosyal düzen ve idare ile ilgili çalışmalar yaptı. Sistemini uygulayacak
bir idareci arayarak bütün Çin'i dolaştı. Ömrünün son 5 yılını eski Çin klasiklerine hasretti. Öğrencileri,
onun ve öncekilerin telkin ve talimlerini birleştirdi.
"Lao-tzu" (ihtiyar bilgin anlamında) diye lakaplandırılan Li Poh-Yang da (Doğumu M.Ö. 600
veya M.Ö. 571?) büyük bir Çin hakîmi idi. Lao-tzu, sarayda arşiv memuru idi. Emekliye ayrıldığından
ondan bir kitap yazması istendi, "Tao te-king"i (Tao fazilet kitabı) yazdı.
Buddizm'in kurucusu, "Budda" (aydınlanmış,uyanmış) diye lakaplandırılan Siddhattha
Gotama'dır (M.Ö. 563-M.Ö. 483). Budda, Hi-malaya eteklerinde Sakya kabîlesinin hükümdarının oğlu
olarak şimdiki Nepal'de Lumbini koruluğunda doğdu. Sarayda yaşadı, 29 yaşında, oğlunu, karısını ve
saray hayatını terketti. Altı sene çile hayatı sürdürdü. İki hayat tarzı da onu tatmin etmemişti. O,
gerçeği arıyordu. Otuzbeş yaşında Neranjara nehri kıyısında bağdaş kurup tefekküre dalmış iken, bir
280
Temmuz gecesi dolunayında zihni aydınlandı, gerçeği, orta yolu ve hayattaki ızdırapları gidermenin
yolunu buldu ve ömrünün geri kalan kısmını bunları öğretmekle geçirdi.
Caynizmin kurucusu olan Parsva da (M.Ö. VIII. Yüzyıl), reformcusu olan "Mahavira" (Büyük
kahraman) lakaplı Vardhamana da (diğer lâkabı Cina: muzaffer anlamında) aristokrat zümreden, Hint
Kast yapısında Kşatriya sınıfından idi. Mahavira'nın (M.Ö. 599-527) çilesi 13 sene sürdü. O da
sarayını, çoluk çocuğunu terketmişti.
Parsîlik, İran'dan Hindistan'a gelmiş ve bölgeden etkilenmiş olmasına rağmen, Zerdüşt'ü
unutmuş değildir. Zerdüşt'ün ne zaman yaşadığı kesin olarak bilinmemektedir. Bununla beraber M.Ö.
7'nci veya M.Ö.6'ıncı Yüzyılda yaşamış olması kuvvetli bir ihtimal dahilindedir. Zerdüşt, tek tanrılı bir
inancın İran'daki en kuvvetli temsilcisidir.
Nanak, Sihizm'in kurucusu ve ilk "gürü" su (mürşit, rehber) olarak kabul edilmektedir (14691538). Bir müslüman ailenin yanında yetişmiş olan Nanak, Hinduizm ile İslâm Dini'ni birleştirmek
istemiştir.
İlâhî kaynaklı dinlerden Yahudiliğin en büyük Peygamberi Hz. Musa'dır. Yahudiler, ona Moşe
(Sudan çekilmiş anlamında) demektedir. M.Ö. XVI-XIII. Yüzyıllar arasındaki bir zaman diliminde
yaşadığı düşünülmektedir. M.Ö. XIII. Yüzyılda yaşamış olması ihtimali daha kuvvetlidir. Yahudileri
Mısır'daki esaretten kurtarmış ve Sina dağında vahiy almıştır. Tora (Tevrat) ve On Emri, Yahudilere, o
getirmiştir.
Hz. İsa'nın Milad diye bilinen tarihten 6 veya 10 sene önce doğduğu kabul edilmektedir. Bu
konudaki hatanın Ortaçağda yaşamış bir Hıristiyan keşişin düzenlediği takvimden kaynaklandığı
bilinmektedir.
İsa,mesih
bulmuştur.
olduğunu açıklamış; fakat Yahudiler kabul etmemiş ve böylece çarmıh olayı vuku
Hz.
Muhammed,
MS.571 yılında,
Mekke'de doğdu. Doğumundan önce babasını, 6
yaşında annesini kaybetti. Yetim büyüdü. Kırk yaşında ona vahiy gelmeye başladı. Altmışüç yaşında
vafat etti.
İslâm, hem Hz. Musa'yı ve hem de Hz. İsa'yı Peygamber olarak kabul etmektedir. Hıristiyanlık
ise Hz. Musa'yı kabul etmekte; fakat Hz. Muhammed'i kabul etmemektedir. Yahudilik ikisini de kabul
etmemektedir. Zerdüşt, Konfüçyüs, Lao-tzu, Budda, Mahavira gibi din kurucuları da birer Peygamber
olarak değerlendirilebilir. Hinduizmde Vişnu, insan suretinde dünyaya gelip insanlara bir örnek önder
(Rama, Krişna) gibi kabul edilmiştir. Onlara göre bu bir çeşit peygamber anlayışıdır. Onlar, ayrıca
diğer dinlerin önemli şahsiyetlerini Vişnu'nun bir "avata-ra"sı (hulul) olarak görürler.
c. Dinlerin İnanç Sistemleri
Dinlerin inanç sistemlerine gelince, bu konuda Hıristiyanların "kredo", Müslümanların "âmentu"
deyimlerini kullandıkları belirtilmelidir. Hinduizm, Şintoizm, Konfüçyüsçülük gibi dinlerde bir âmentükredo söz konusu değildir. Buddizm'de bu konuda "tri-ratna" (üç cevher) vardır: "Budda'ya sığındım
Dhammaya sığındım, Sangha'ya sığındım". Bu cümledeki "Dhamma", doktrin; "Sangha" ise bekâr
rahipler topluluğu, cemaatıdır.
Yahudi Dini'nde Moşe ben Meymun'un (İbni Meymun, Maimoni-des: 1133-1204) düzenlediği 13
maddelik inanç sistemi XIII. Yüzyıldan bu yana, Yahudilerin âmentüsü olmuştur (daha önce yoktu). Bu
âmentu şöyledir: "Tam bir imanla inanırım ki; 1) Allah, var olan her şeyi yarattı ve onlara O hükmeder,
2) Allah birdir ve ondan başka tanrı yoktur, 3) Allah'ın bedeni yoktur ve hiçbir şekilde tasvir edilemez,
4) Allah'ın başlangıcı yoktur ve nihayeti olmayacaktır, 5) Yalnız Allah'a dua etmeliyiz, 6)
Peygamberlerin bütün sözleri doğrudur, 7) Musa, bütün Peygamberlerin en büyüğüdür, 8) Elimizde
olan Tora, Allah
tarafından Musa'ya verildiğinin aynıdır ve değiştirilmemiştir, 9) Dinimiz, ilâhî bir dindir ve
değiştirilemez, 10) Allah, insanların bütün hareket ve düşüncelerini bilir, 11) Allah, emirlerini yerine
getirenleri mükafatlandırır, getirmeyenleri cezalandırır, 12) Allah, Mesîh'i (Meşiah) gönderecektir ve
281
geciktiği halde yine beklerim, 13) Ruhum ölümsüzdür ve Allah, dilediği zaman ölüleri hayata
kavuşturacaktır.
Hıristiyanların IV. Yüzyıla ait, üç bölümlü ve oniki maddeli Havariler Kredosu şöyledir: " 1) Ben,
Tanrı'ya, Kudretli Baba'ya, 2) ve O'nun biricik oğlu Rab İsa'ya, 3) Bakire Meryem ve Kutsal Ruh'tan
doğmuş olduğuna, 4) Pilatus zamanında Çarmıh'a gerilmiş ve gömülmüş olduğuna, 5) Üçüncü gün
ölüler arasından dirilmiş olduğuna, 6) Göklere yükselmiş olduğuna, 7) Baba'nın sağında oturmuş
olduğuna, 8) Oradan ölüleri ve dirileri yargılamak üzere ineceğine, 9) ve Kutsal Ruh'a, 10) Kutsal
Kilise'ye, 11) Günahların bağışlanacağına, 12) Ölülerin dirileceğine inanırım. Bu maddeler üç gruba
ayrılabilir. Bu gruplardan ilki Tanrı, ikincisi Hz. İsa ve üçüncüsü de Kutsal Ruh'la ilgilidir. Dolayısıyla
bütün Hıristiyan kredoları teslisin (üçleme) üç maddesi etrafından kümelenmektedir.
İslâm'da imanın altı esasının beşi Kur'an'da, tamamı hadislerde arka arkaya sıralanmaktadır.
Bildiğimiz "Amentü", İmam-ı A'zam Nu'man b Sâbit'in (80-150) "el-Fıkhu'l-Ekber" (En Büyük Bilgi)
başlıklı eserinden yaygınlaşmıştır: Allah'a, peygamberlere, meleklere, kitaplara, Ahiret Gününe ve
Kadere inanırım.
d, Dinlerde Tanrı
Animist inançlar, büyü, atalar kültü yanında bir de Yüce Varlık, Yüce Tanrı, Yüce Ruh inancı
vardır.
Hinduizm'de politeizm, panteizm, monizm yanında monoteizm de vardır. Brahma, Vişnu ve
Şiva'dan oluşan teslisde (üçleme) Brahma yaratıcı; Vişnu, yapıcı, koruyucu; Şiva ise yıkıcı, yokedici
güçtür. Bütünbunlarla beraber en önemli Hint Kutsal. Dinlerde Tanrı kavramına girmeden önce
belirtilmelidir ki bazı dinlerde farklı isimlerle, farklı şekillerde nitelendirilse de bütün dinlerde bir yüce
Tanrı inanışı bulunduğu araştırmalar sonucu belirlenmiştir.
İlkel kabîle dinlerinde totemist Kitabı Vedaların Rigveda bölümünde şöyle bir cümle vardır:
"Tanrı tektir, fakat hakîmler onu değişik şekillerde nitelendiriyorlar".
Buddizm ve Caynizm, ateist dinler olarak nitelendirilir. Ancak bu ateizm; Tanrı' yı inkâr anlamında
değil, şahsî kurtuluşu, Nirvana'da (Nib-bana) ferdî davranışı, kasıtlı kişi seçimini ön plana alma
şeklindedir.
Sihizm'de monoteizm esastır. Tanrı, "Allah" ve "Rama" olarak adlandırılır.
Parsîlik, Zerdüşt Dini'nin ve Mecusîliğin bakiyesidir. Zerdüşt, İran'a monoteist, tevhitçi bir inanış
getirmişti. Bu dinde Yüce Tanrı "Ahura Mazdah" diye adlandırılmaktadır. Şimdi Parsîlik, Mecûsilik'teki
ateş kültünü devam ettirmekte ve bu inanışın nefsinde bir monoteizm sürdürmektedir.
Konfüçyüsçülük'ten de önce Çin'de uzun devrelerde Yüce Tanrı "Şang-ti" diye adlandırılmıştı.
Konfüçyüs zamanında ise "Tien" kelimesi kullanılmakta idi.
Taoizm, Çin'deki "Tao" deyimini, uluhiyeti ifade sadedinde, kendine mahsus bir anlatım tarzı
içine çekmişti. Aslında çok anlamları bulunan "Tao", âlemin anası idi. Her şey ondan gelmişti. Başı
sonu yoktu. Hiçbir şeye muhtaç değildi.
Japonya'da politeist, animist bir inanış şekli uzun devreler devam etmişti. Tanrı ve ruh gibi
varlıklar "karni" kelimesiyle ifade ediliyordu. Onlar, tabiatta bir çok şeyleri tanrılaştırmalardı. Sekiz
milyon, sekizyüz bin rakamlarıyla ifade edilen tanrıları vardı. İmparatorları da tanrı kabul ediliyordu. O,
kültün başı idi. Bununla beraber en büyük tanrı "Amate-rasu" (Güneş Tanrıçası) idi. Onlara göre
imparator onun neslinden gelmişti.
Yahudilik, en eski monoteist dinlerdendir. Bu dinde Tanrı, Yahve (Yehova), Elohim
kelimeleriyle adlandırılır. Onun adı boş yere ağza alınmaz (On Emre göre). Ayrıca Hâ-şem ve Rab
anlamında "Adonay" kelimeleri kullanılır. Yahve yalnız İsrail'in Rabbıdır ve Yahudilerle Moşe (Hz.
Musa) vasıtasıyla ahitleşmiştir. Yahve, tek Rab'dır, yaratıcıdır. Tanrı'nın baş ve sonu yoktur. Âlemi
yaratırken, altı günde bu işi yapmış, yorulmuş, yedinci gün (Cumartesi, sebt: "Şabat") dinlenmiştir.
Yahudilerdeki Cumartesi günü hiçbir şey yapmamak, bu hükme bağlanmaktadır. Yakup, Yahve ile
güreşmiş ve O'nu yenmiş, bu sebeple Yakub'a "İsrail" (Yahve'yi yenen) denilmiştir.
282
Hıristiyanlık da, özde monoteist olmakla beraber, üçlemeye (teslis) gitmiş bir dindir. Üçleme,
Baba, Oğul ve Kutsal Ruh'dan oluşur. Bu üçü aynı cevherdendir. Bununla beraber üçü de ayrı ayrı
şahıslara sahiptir. Baba, yaratır; Oğul, kurtarır; Kutsal Ruh da takdis eder. İsa Mesîh'de hem ilâhî hem
de beşerî, iki tabiat vardır.
İslâm'da Allah vardır, birdir; ezelîdir, ebedîdir. O, hiçbir şeye benzemez. Varlığı kendisindendir.
O'nun da, peygamberinin de resim ve heykeli yapılmaz. Peygamber, O'nun sadece kulu ve elçisidir.
Görüldüğü gibi, bütün dinlerde bir yüce Varlık inancı, şu veya bu adla, şu veya bu ifadenin
içinde, vardır. Ancak bazı dinlerde bu yüce varlığın nitelikleri farklılaştırılmış; o, bazen bir panteon,
bazen de teslisin içine oturtulmuştur. İslâm'da tevhid, en açık-seçik ve sade bünyeye kavuşmuş,
Allah'la Peygamberin, insanların, yaratıkların arasındaki çizgi belirginleşmiştir.
e. Dinlerde Kutsal Kitap/Metin
Dinlerde kutsal kitap, kutsal metin, daha geniş bir karşılaştırmayı gerektirir. Ancak, bu
karşılaştırmaya, burada kısaca temas edilecektir.
İlkel kabîlelerde yazı olmadığından bir kutsal metin de söz konusu değildir.
Hinduizm'de çok sayıda ve hacimli, dili Sanskritçe olan kutsal metinler vardır. Bunlar genelde ikiye
ayrılır: 1) Şruti, yani vahye-ilhama dayananlar, 2) Smriti, yani destânî olanlar. İlk grubun en önemli
metinleri, Vedalar'dır. Bunların "rişi" denilen hakîm kimselere vahyolun-duğuna inanılır. Bununla
beraber Rig-veda, Yajur-veda, Atharva-veda ve Sâma-veda diye adlandırılan bu metinlerin kime ait
olduğu bilinmez, belirli bir yazarı yoktur. Vedaları, aynı gruptaki Brahmanalar, Upanişadlar ve
Aranyakalar takip eder. İkinci gruptaki destan? metinlerin en önemlisi, Mahabharata Destanı ve onun
bir bölümü olan Gita'dır. Bu destan, dünyanın en uzun destanıdır. Onu, Ramayanalar, Purana-lar ve
Manu Kanunnamesi takip eder.
Buddizm'in kutsal metinleri Pali dilinde yazılmış Ti-pitaka'dır (Üç sepet). Üç bölüme ayrılır. 1)
Vinaya-Pitaka), 2) Sutta-Pitaka, 3) Abhid-hamma-Pitaka. Bu metinler, Budda'dan çok sonra, M.Ö. l.
Yüzyılda Seylan'da yazıya geçirilmiştir. Hinduizmin metinleri gibi bunlar da asırlarca şifahî olarak
nakledilmiştir.
Caynizm'in kutsal metinleri, "Ağama" veya "Siddhanta" diye adlandırılmaktadır. Onbir bölümden
oluşmaktadır. Mahavira'dan çok sonra yazıya geçirilmiştir.
Sihizm'in kutsal kitabı "Adi-Grant"tır. Metin içinde sadece Nanak'ın değil, Ferit ve Kabir'in şiirleri
ile ilâhîler de yer almaktadır.
Parsîliğin kutsal kitabı, "Avesta"dır. Üç bölümdür: 1) Yesna, 2) Yeşt, 3) Videvdat. Zerdüşt'e
nisbet edilen "Gatha'lar", bunlardan ilki içindedir.
Konfüçyüsçülüğün kutsal metinleri, beş kitap ve dört klasiktir. Beş kitap; 1) Şiir kitabı, 2) Tarih
kitabı, 3) Ayin kitabı, 4) Değişiklikler kitabı, 5) İlkbahar ve Sonbahar vekayinâmesi'dir. Dört klasik ise;
1) Konfüçyüs'den Seçmeler, 2) Orta Yol Doktrini, 3) Mensiyus'den Seçmeler, 4) Büyük Bilgi'dir. Bu
metinler, Konfüçyüs'den sonra talebeleri tarafından toplanmış, bazıları ona, bazıları daha öncekilere
ait bilgileri ihtiva eden metinlerdir.
Taoizm'in kutsal metni, "Tao te-king" dir (Tao'nun fazilet kitabı); anlaşılması güç, mistik bir
metindir.
Şintoizm'de bildiğimiz anlamda olmasa da, "Kojiki" ve "Nihongi" (açıklamaları Engişiki) kutsal
vekayınâmeler olarak saygı görür. Bu metinler, bütün Japonya'nın imparatorluk hanedanının belirli
tarihlere kadar tarihçesini ihtiva eder.
Yahudiliğin kutsal kitabı "Tanah"dır. Üç bölümdür: 1) Tora, 2) Ne-viim, 3) Ketuvim. Tora beş
kitaptan oluşur ("esfâr-ı hamse": Pentatök). Tora, Sina'da Moşe'ye (Hz. Musa) Yahve tarafından
vahyedilmiştir. İçinde "On Emir" iki yerde geçer. Neviim, Peygamberler; Ketuvim, kitaplar demektir.
Şifahî gelenek olan ve Hz. Musa'ya vahyedildiği kabul edilen diğer kutsal kitap Talmud'tur. O da,
kutsal kitap olarak saygı görmektedir.
283
Hıristiyanlar, Yahudilerle ilgili bu kutsal kitabı kendi Kitab-ı Mukaddeslerinin (Bible) ilk bölümüne
alıp ona "Eski Ahid" derler, ikinci bölüm "Yeni Ahid"dir. Yeni Ahid'de İnciller (Markos, Matta, Luka ve
Yu-hanna), 21 Mektup, Resullerin İşleri ve Vahiy yer alır. Hıristiyanların tasnifine göre Yeni Ahid 27,
Eski Ahid ise 39 kitaptan oluşur. Eski Ahid'de bir kısım apokrif (sahte, sahîh olmayan, kanonik
sayılmayan) metinler konusunda Hıristiyan mezhepleri arasında ihtilaf vardır. Protestanlar, Yahudiler'e
uyarak, bu konuda, Katolik ve Ortadokslar'dan farklı görüşe sahiptirler. İnciller Hz. İsa'dan sonra
yazılmıştır. Yüzlerce metin arasından birbiriyle alâkalı dört tanesi seçilmiş ve Kilise onları muteber
saymıştır. Bunların ilk üçüne"Sinoptik İnciller" (birbirine benzeyen) denilir. Döndüncüsü, Yuhanna ise
tasavvuf? bir metindir. Bu indilerin arasında da hayli farklı ifadeler vardır. Bazen birisinde bulunan
ötekinde bulunmaz. Bunlar, Hz. İsa'dan sonra yazılmış metinlerdir. Matta'nın, 86; Markos'un, 66-75;
Luka'nm, 80-90; Yuhanna'nın, 100-200 yıllarında yazıldığı tahmin edilmektedir. Bu metinlerin ne
dereceye kadar Hz. İsa'ya nisbet edilebileceğine, İnciller'de onun çarmıh olayının da anlatılması misal
olarak verilebilir (Tora'da Hz. Musa'nın ölümünün de yer aldığı gibi).
İslâm'ın kutsal kitabı Kur'ân-ı Kerîm'dir. Kur'ân, Hz. Muhammed'e 20-23 sene içinde âyet âyet,
sûre sûre nazil olmuştur. Peygamber, gelen vahiyleri, kendine ait sözlerle karıştırtmamış, kendisinden
Kur'ân'dan başka bir şey yazılmamasmı emretmiştir. O, âyet ve sûreleri vahiy kâtiplerine hem
yazdırtmış hem ezberletmiş hem de yazılanları kontrol etmiştir. Böylece Kur'ân, Hz. Ebubekir
zamanında bir araya getirilmiş, Hz. Osman zamanında ise çoğaltılmıştır. Günümüze tek nüsha olarak
intikal etmiştir. Günümüzde yaşayan dinlerin kutsal kitaplarının hiçbiri, Kur'ân hariç, peygamberi veya
din kurucusunun zamanında yazılmamıştır. Bu sebeple çok sayıda nüshalar, bu nüshalar arasında
tutmazlıklar, ihtilaflar, çelişkiler ortaya çıkmış, bu da dinlere intikal etmiştir. Kur'ân'ın böyle zaaf
noktaları bulunmaması İslâm Dini'nde de kendini belli etmiştir.
f. Dinlerde Âhiret Anlayışı
Yine bir karşılaştırma konusu dinlerin âhiret inançlarıdır. İnsan ve âlemin sonu, bir yerde dinlerin
en önemli mesajlarını oluşturur. Meselâ Kur'ân, "Allah'a ve ahirete inanma"yı sık sık bir arada
zikreder.
İlkel Kabîle Dinlerinde bu konuda fazla bir şeyle karşılaşmıyoruz.
Hint dinlerinde âlem kadîm olarak kabul edilir. Onlarda ölüm ötesinde tenasüh, ruh göçü inancı
vardır.
Buddizm'de ruh kavramı yoksa da tenasüh vardır. Tanrı kavramında olduğu gibi, yine bu
konunun ayrı bir anlatımı bulunmaktadır. Buddizmde insan, bir beden-zihin birliği içinde düşünülür.
Bununla beraber yine de bir "Pudgala vadin" kavramı oluşmuştur ki bu da aşağı yukarı ruhun yerine
kullanılan bir deyimdir.
Hinduizm'de insan Brahma'ya, Buddizm'de "nirvana"ya (nibba-na) ulaşınca tenasuhtan kurtulur.
Caynizm'de de tenasüh ve kurtuluş vardır. Sihizm ne kadar monoteist bir karaktere bürünmüşse de
tenasuhtan kopamamıştır. Buddizm'de cennet-cehennem inançları vardır. Ancak orada devamlı
kalınacağına inanmazlar. Onların kozmolojik inançlarına göre uzun zaman dilimleri ve devreleri vardır.
Bunlara "kalpa" derler. Dört devre vardır: Âlemin sona ermesi devresi, karışıklık devresi, âlemin teşkili
devresi, âlemin devamı devresi. B"ir kalpa, yüzbinlerce yıl sürebilir. Kalpalarm sonu da gelmez. Her
Kalpa'nın Bud-dası sonunda da cenneti ve cehennemi vardır. Kalpa'larm sonu yoktur. İnsan için son,
Nirvana'ya ulaşmaktır. Âlem için bir sona inanmazlar. Hinduizm'in eski şekli olan Vedizm'de, Veda
ilâhîlerinde de görüleceği gibi, ölen kimsenin ya ateşte yakılmak-suretiyle temizlenip Ateş Tanrısı Agni
tarafından göklerdeki kutsal varlıkların arasına gönderildiği veya toprak dünyasında kaldığına
inanılırdı. Upanişadlar devresinde (M.Ö. 8-4. yüzyıllar arası) bu inanç değişti ve tenasuha inanılmaya
başlandı. Sonraki hayat, bir "karma" tüzahürü olarak görülüyordu. Ruhlar, ya dünyevî zeminde veya
bir cennet-cehennemde yeniden doğmaya mahkumdu. Ancak bu durumlar sürekli değildi. Bir ruh,
zaman olur bir cehennemde (naraka) azap çeker, zaman olur bir cennette saadeti yaşayabilirdi.
Bhakti kültünde cennet, Tanrı'nın ikâmetgâhı ve bir hürriyet yeri olarak kabul edildi. Bütün bunlara
rağmen bir üst sınıftan Hindu'nun cenaze töreninde ölüye ve atalarına sunulan hediyeler, onları
yatıştırmak gayesini, onlardan korkulduğunu, bu Vedik inançların hâlâ yaşadığını gösterir.
284
Parsîliğin dayandığı Zerdüştî inanca göre, ölüyü bekleyen, altında erimiş madenler bulunan,
Çinvat Köprüsü'nü geçme imtihanı vardır. Ruh, eğer bu köprüyü geçebilirse, ameline göre iyi veya
güzel sonuca ulaşır. Alemde Ohrmazd (Hürmüz) ve Ehrimen arasındaki mücadele, ölülerin dirilişi,
muhakemesi ve kötülerin erimiş madenlere atılmasıyla sona erecektir. Sonunda kötülük yokedilecek
ve günahlarından arınmış olan günahkârlar da dahil bütün geri kalanlar, ebedîlik için, yeniden
diriltilmiş olacaktır.
Konfüçyüsçülüğün bir eskatolojisi yoktur. Bir hüküm günü, kıyamet ve yeniden diriliş inancına
Çin'de pek rastlanmazken, Bud-dizm'in Çin'e girmesi sonucu bu dindeki tenasüh, özellikle zaman
kategorileri gibi inançlar Taoizm'e geçmiştir. Bu konuda Buddist ve Taoist telkinat şöyledir: Ölür ölmez
ruh, ölülerden seçilmiş 10 hâkimden oluşan bir mahkeme önüne getirilir. Onlar büyük bir tarafsızlıkla o
kimsenin akıbeti konusunda karar verirler. Buddist ve Taoist mitolojiye göre ruh, bu karara göre,
cennet veya cehennemlerden birinde bir müddet kalır. Böylece nirvanaya (nibbana) ulaşıncaya kadar
ruh, sayısız tenasuhlar geçirir. Çin Buddizm'inde Budda'dan 3000 yıl sonra Buddizm'in çökeceğine, bu
sırada Maitreya (Mi Lo Fo) denilen kurtarıcının gelerek, bin yıllık bir kurtuluş devresini başlatacağına,
böylece bütün canlıların kurtulacağı bir hayat devresi yaşan Nacağına inanılır. Maitreya, Tuşita
Cenneti'nden inecektir.
Japonların da eskatolojileri yoktur. Onlar öldükten sonra kişinin ruhunun yaşadığına inanırlardı.
Buddizm'in gelişiyle Çin'deki gibi inançlar ortaya çıktı.
Yahudi geleceğine göre ölüm hayatın sonu idi. Kalan şey, "Şeol" denilen yerde, kederli
varlıklardan ibaretti. Öldükten sonra bir muhakeme olduğuna dair eldeki kaynaklardaki îmalar
kapalıdır. Metin tarihlerindeki ihtilâf bu konuda kesin bir şey söylemeyi mümkün kılmamaktadır.
Ölümden sonra hayat, mezarda ve ölüler âleminde (Şeol) geçecektir. Ölenler, ölüler âleminde, bir
gölge gibi varlığını sürdürecektir. Ölmüş kimselerin ne Yahve ile, ne de diğer insanlarla bir münasebeti
vardır. Eski Mısırlılar'da, Ken'anîler'de hayata dönüş inançları bulunmaktadır. Zerdüştîler'de ahiret
inancı kuvvetlidir. Kaynaklar, Yahudiliğe ve onların kutsal kitabına yeniden dirilme inancının İran'dan
geçtiğini, Daniel Kitabı'nın 12:2. cümlesine dayanarak ileri sürmektedirler.
Yahudiler, İran'da, M.Ö. 6. Yüzyılda esir olarak 50 yıl bulunmuşlardır. Daniel Kitabı ise M.Ö. 2.
yüzyıla aittir. Bu konudaki belirsizlik, kutsal metin yetersizliğinden kaynaklanmaktadır. Yahudilikle
yeniden dirilme ve ölülerin muhakeme edilmesi inancı M.Ö. 2. yüzyılın sonlarında, bazı çevrelerde,
ortaya çıkmış ve M.S. 70'lerde artık yerleşmiştir.
Bu eskatoloji, münferit kaderden daha çok, İsrail'in kurtuluşu ve Yahudi olmayanların
cezalandırılmasını konu edinen Apokaliptik (gelecekten haber veren) literatüre bağlıydı ve gelişi,
mevcut dünya düzenine son verecek Mesih fikrini içine almaktaydı. Eski Yahudi mezhebi olan
Saddukîler, bu inancı, Tevrat'ta bulunmadığı için, kabul etmediler. Diğerlerinin bu konudaki inançları
ise ayrı bir âlemde değil, dünyada bu işleri kabul etmek tarzında idi.
Yahudi dinî ve siyasî inançlarının en önemlisi Mesîh inancı oldu. Mesîh, Kral David (Hz. Davud)
soyundan gelecek ve yeryüzünü kaplamış dinsizlik, ahlâksızlık, bereketsizlik, onun gelişiyle son
bulacak; bereket avdet edecek, çöller cennetleşecek, insanlar düzelecek, vahşi hayvanlar
evcilleşecektir. Mesîh, Mabed'i yeniden kuracak, bütün dünyaya, Yahudi olsun-olmasın herkese
hükmedecektir. Tevrat'ı bütün milletlere öğretecektir. O, Kudüs'ü kuşatacak; Ye'cüc ve Me'cüc'ü Yahve
imha edecektir.
Mesih'in hakimiyeti dünyanın 6 bininci yılında sona erecektir. Bin yıllık bir devreden sonra
insanlar diriltilecek, ceza-mükâfat göreceklerdir. Maymonides'in hazırladığı 13 maddeli inanç
esaslarında (dünyanın sonunda umûmî muhakeme) ceza-mükafat, mesih, ölülerin dirilmesi de
Yahudilerin mutlaka inanması gerekli hususlar arasında sayılmaktadır.
Hıristiyanlar, beklenen Mesih'in İsa olduğuna inandıklarından dolayı eskatolojilerini buna göre
belirlemişlerdir. Onlara göre, öldükten sonra dirilen ve göğe yükselen İsa Mesîh, kıyamete yakın geri
dönecektir. Âlemin sonu yakındır. Filistin'de ilâhî mesih devleti kurulacaktır. Bu ilâhî devlet, kıyametin
başlangıcı olacaktır. Mesih'in gelişini insanların kalplerinden kötülük, istek ve arzularının çıkarılışı,
285
peygamberlerin va'dettikleri yeni kalplerin takılması gibi olaylar takip edecektir. İlâhî hâkimiyet, ansızın
gerçekleşiverecektir.
Ancak havarilerden itibaren bu beklenti bir türlü gerçekleşmedi. Bu, hayal kırıklığı doğurdu.
Bununla beraber haftanın ilk günü, Pazar, haşir günü olarak kabul edildi. İsa'nın bir pazar günü
dünyaya geri döneceği, ahiret hayatını başlatacağına inanılıyordu. İlk yüzyıllar, hep bu beklenti ile
geçti. Ahire-tin yakın olduğu inancı bir zühd hayatı doğurmuştu. Bütün ahiret hallerinin gerçekleşmesi
İsa Mesîh'in ikinci gelişine bağlanmıştı. O, zelzeleler, harpler, kıtlıklar akabinde gökten, bulutların
arasından şimşek çakar gibi ansızın geliverecekti. Onun gelmesiyle bir devre geçecek, bu devrede
Mesîh hükmedecekti. Bu devre iyilerin dirilmesinden itibaren başlayacak, bitiminde de kötüler yeniden
dirilecek ve genel muhakeme bunu takip edecekti. (Milenyum: bin yıllık devre inancı 5. yüzyıldan
itibaren pek gözükmese de Protestanlar onu diriltmişlerdir). Hıristiyanlık'ta iki muhakeme vardır: İlki,
ölür ölmez kişi yaptıklarından muhakeme edilir ve A'rafa gönderilir (A'raf'ı kabul etmeyen Hıristiyan
grupları da vardır).
O, orada ikinci muhakemeye kadar kalır. A'raf'da beşerî günahlarını itiraf etmemiş olmaktan
suçlu bulunmayan ölü ruhları, affedilebilir; küçük günahlarının kefaretini çekerler. Burada beden-siz bir
durumda olmalarına rağmen bedenî azap çektikleri şeklinde kuvvetli bir kanaat hakimdir. Ancak
a'rafdaki azap muvakkat, cehennemdeki farklı ve ebedîdir. Orta çağdaki "Papalık Endülüjans zayıf
ruhları" affetme gayesiyle düzenlenmişse de bu tavır, reformcuların A'rafı inkârlarına yol açmıştır.
Hıristiyan inanışına göre ölen kimse ilk muhakemesi sonunda A'rafda kalacak, burada onun ruhu
beşerî günahlarının kefaretini ödeyecek, İsa'nın ikinci gelişinden sonra başlayacak olan bin yıllık
devrenin başında iyiler, sonunda ise kötüler yeniden dirilecektir. Daha sonra Hz. İsa'nın başkanlığında
büyük genel muhakeme kurulacak ve sonunda iyiler cennete, kötüler cehenneme gidip orada ebedî
kalacaklardır.
İslâm Dini'nde kıyametin küçük ve büyük alâmetleri vardır. Bu alâmetlerden sonra ansızın
kıyamet kopacaktır. En sonunda Yüce Allah, "mülk kimin" diye soracak ve yine bu sorunun cevabını
kendi verecektir. İnsanların tek tek ölümüyle ilgili melek Azrail, kıyametle ilgili olanı İsrafil'dir. Her
ölenin, kabir sorgulamasiyle karşılaşacağı, iyi ise başında yapılan telkini işitip sorulara cevap
vereceği, kötü ise veremeyeceği inancı yaygındır. Kıyamet sonunda yeniden dirilme, mahşer, hesapkitap vardır. Herkes, yaptığı zerre kadar hayrın ve şerrin karşılığını görecektir. İlâhî adalet tecelli
edecek, suçlar, suçlular ortaya çıkacak, organlar insanların yaptıklarına şehâdet edecektir (İki melek
her insanın yaptıklarını bilip şehâdet edecektir. Bunlara, "Kirâmen Kâtibîn", yazıcı melekler denir);
kimsenin kimseye faydası dokunmayacaktır. Hesap-kitap sonucu bazılarının amel defteri sağından,
bazılarının da solundan verilecektir. Mîzan ve kul haklarının ödenmesi sonucu kişi, eğer mü'min ise,
Sırat Köprüsü'nü geçip Cennet'e gider; mü'min değilse veya günahları ağır geldiyse Cehennem'e
düşer. Günahkâr olan mü'min, günahı kadar Cehennem'de kalır, cezasını çeker, sonra Cennet'e gider
(A'raf inancı farklıdır.) Cennet 8, Cehennem 7 tabakadır. Herkes ameline göre yerleştirilir. Cennet, ne
sıcak, ne de soğuk, altından ırmaklar akan, bahçeli-köşklü bir mekândır. Orada ihtiyarlık, hastalık,
çalışma ve ibadet yoktur. Hem bedenî hem de manevî zevkler ve bu arada en önemlisi rü'yet (Yüce
Allah'ı görme) cennetin nimetlerindendir. Cehennem'de ateş azabı (soğuk olanı da vardır) ve en
kötüsü Cennet'tekileri görüp "keşke toprak olsaydık da..." diye hayıflanmak vardır. Cennet ve
Cehennem, ebedîdir.
Dinlerde âhiretle ilgili inançlarda Hint dinleri arasında âlemi sonsuz görüp tenasuha inanmak;
Çin-Japon dinlerinde ölümden sonra sadece ruhun yaşadığını kabul etmek; Zerdüşt Dini, Yahudilik,
Hıristiyanlık ve İslâm'da öldükten sonra ceza-mükâfat, Cennet-Cehenneme yer vermek bakımından
benzerlikler vardır.
Hint dinlerindeki, tenasüh anlayışı bu son sıralanan dinlerde yoktur. Bu dinlerde ruh, bir bedenle
sorumluluk altına girmiştir.' İslâm, ahi-rete bakış bakımından diğer iki ilâhî dinden ayrılmaktadır.
Yahudilikte ayrı bir âlem, öte dünya pek net değildir. Her şey bu dünyada gibidir. Gözler, dünyaya
çevrilmiştir. Hıristiyanlık'ta her şey âhirete göredir, âhiret yakındır; bu, aşırı bir züht hayatına,
ruhbanlığa, dünya nimetlerini terke yol açmıştır. İslâm'da dünya-âhiret dengesi vardır. Gaybı kimse
bilemez, Kıyamet de bilinmeyen beş şey arasındadır (Mugayyebât-ı Hamse). Kişi için çalışmak esastır.
Dünyadan nasip de unutulmayacaktır. Dünya âhiretin tarlasıdır. İslâm'da ruhbanlık yoktur. İslâm'da
286
âhiret muhakemesini Yüce Allah yürütür. Zira "Din gününün sahibi" O'dur. Hıristiyanlık'ta, bu görev Hz.
İsa'ya verilmiştir.
ğ. Dinler Arasında İslâm ve Farkları
Dinlerin adları, dikkat edilecek olursa o din kurucusu ve peygamberi veya dayandığı uluhiyet
tarafından verilmemiş, sonradan onlara atfedilmiştir. Bunun tek istisnası "İslâm"dır. İslâm, Kur'ân-ı
Kerîm'de hem yeni din hem de dinin dayandığı "tevhid caddesi"nin genel adı olarak kullanılmıştır.
Batılı müsteşrikler (Oryentalistler), önce bu din için "Muhammedanizm" kelimesini kullanırken, sonra
hatalarını anlamış, "İslâm" adına alışmışlardır. Tekrarlarsak, dinlerin adları İslâm dışında dinin ana
otoritesinin ötesindeki bir kaynakdan geldiği, genel olarak bir kabîle, millet veya kişiye bağlılığı ifade
ettiği görülmektedir.
Yaşayan dinlerin kurucu veya peygamberleri ya Önasya ya Çin veya Hindistan'da
yaşamışlardır. Bunlardan bazılarının getirdiği nizam sadece kendi ülkesinin sınırları içinde kalmış,
bazılarınınki de bu sınırlardan taşmış, diğer ülkelere, hatta bütün dünyaya yayılmıştır. Bu dinlerden
bazıları ihtida kabul eder, bazıları da etmez. Bu şahsiyetler, sadece bir sosyal sınıftan değil, çeşitli
tabakalardan çıkmışlardır. Sadece bir devirde değil, çeşitli devirlerde yaşamışlardır. Getirdikleri
nizamın devlet sistemi haline geldiğini hayatlarında pek görmemişlerdir. Bunun tek istisnası Hz.
Muhammed'dir. O, aynı zamanda Yüce Allah'ın kulu ve elçisi olarak kalmış, tanrılaştırılmamıştır.
İslâm'da, peygamberler için ismet (masumluk, günah işlememek), sıdk (doğruluk), tebliğ (kendisine
vahyolunanı, tevhidi bildirmek), emanet (emin, güvenilir olmak) ve fetanet (zeki, uyanık olmak) gibi
ortak nitelikler kabul edilir. Peygamberler arasında bir ayrım yapılmaz; ancak bazılarının bazılarından
daha faziletli olduğuna inanılır. Peygamber ve din kurucuları, genel olarak ya yetim-babasız veya baba
ocağını terketmiş kimselerdir. Hepsinde ahlâk, fazîlet, nefse hâkimiyet, takva, tebliğ, maddeden
feragat esastır. Aşağı yukarı hepsinin tahsili vardır. Hz. Muhammed ümmî olmakla müstesnadır.
İslâm'da Allah'ın sıfatlarının Peygamberinkiyle karıştırılmamış olması dikkatten kaçmamaktadır.
Dinlerden inanç sistemi bulunanlarında bu sistem (kredo), dinin özünde, kutsal metninde
bulunmayıp sonradan belirlenmiştir. Yine İslam bu konuda istisna teşkil etmektedir. İslâm'da
"âmentü", Kur'ân ve Hadîslere dayanır. Hadiste altı maddesiyle aynen geçer (İmâm-ı Â'zamın yaptığı;
sadece mevcut ibareyi birkaç kelime ilâve ederek ferdî ikrar haline getirmekten ibarettir).
Dinlerde tanrı kavramı çok karmaşık bir görüntü arzeder. Bir dini din yapan bu çok önemli
kavramın bazı dinlerde pek belirgin olmadığı, bazı dinlerde ise politeist, panteist, monist bir karakter
gösterdiği görülmektedir. Monoteist olan dinlerde bile tanrı kavramının bir üçlem içinde açıklanmaya
çalışılması, peygamberle tanrının birbirine karıştırılması, sıfatlar konusunda hataya düşülmesi
yanında; İslâm'da melek, peygamber ve Tanrı'nın sıfatlarının birbirine karıştırılmamış olması dikkat
çekmektedir. İslâm'da Tanrı kavramı sade, açık ve herkesin anlayabileceği makul bir anlatıma
kavuşmuştur.
Kutsal metin, bir dinin geleceğinin ve değerinin garantisidir. Belirtilen dinlerin kutsal kitapları
(Japonlarınkine kutsal vekayiname denilebilir), hem çok hacimli veya nüshalı hem de sayıca çoktur.
Ancak kutsal metinlerle ilgili 'vahiy inancı, hemen hemen bütün yaşayan dinlerde yaygındır. Bununla
beraber bu husus biraz da vahiyden ne anlaşıldığına, diğer bir anlatımla vahyin nasıl anlaşıldığına
bağlıdır. Meselâ İslâm'da vahiy sadece Peygamberle ilgili bir konu iken, Hıristiyanlar İncil yazarlarına
da, hattâ Katolikler Papa'ya da vahiy geldiğine inanırlar. Günümüzde mevcut kutsal metinler arasında
çok nüshası bulunmayan, yani elimizde tek nüshası olan kitap, Kur'ân'dır. Kur'ân'ın hacmi, dikkat
çekecek kadar matluba uygundur. Kur'ân en iyi korunmuş; aslı üzere günümüze intikal etmiş tek
kutsal kitaptır. Kur'ân'ın muhtevasiyle diğer kutsal kitaplarmki karşılaştırılırca, bazı benzer noktalar
yanında, farklı noktalar da açıkça görülür. Kur'ân, akla ve bilime daha çok yer verir.
Dinlerde âhiret inançları Uzakdoğuya, Hindistan'a ve Önasya'ya göre farklı görüntüler arzeder.
Çin'de ve Japonya'da öldükten sonra ruhun varlığını sürdürmesiyle sınırlı inancı, Buddizm'in getirdiği
tenasüh ve kozmoloji genişletti ve böylece bir mahallî eskatoloji oluştu. Diğer evrensel dinler de, kendi
âhiret inançlarını gittikleri yerlere taşıdılar. Bu durumda iki önemli eskatolojik odak göze çarpmaktadır:
1) Hint "âlem kadîm, ruh dâim" inancı ki karma ve tenasüh bu inancın iki önemli karakteristiğidir.
287
2) Önasya ilâhî dinlerinin eskatolojisi: Önasya dinlerinde dünya-ahiret dengesi, Yahudiliğin ilkine,
Hıristiyanlığın da ikincisine talip olmasıyle tek standartlı kalmıştır. İslâm bu iki kefeyi dengede tutmakla
kalmamış , suç ve bedeni ferdî kılarak, diğer iki evrensel din, Hıristiyanlık ve Buddizm'den ayrılmıştır.
B. DİNLERDE İBADET VE MABED KONUSUNDA BİR KARŞILAŞTIRMA
Her dinde, inançtan sonra ibâdet gelmekte ve o dinin inanç esaslarına uygun olarak yerine
getirilmektedir. İbadetlerin yerine getirilme arzusu, ibadetlerin yapılabileceği bir yeri ortaya
çıkarmıştır. Yaşayan dinlerin bazısında ibadet yeri bulunmamakta, bazısında bazı ibadetler mabede
bağlı kılınmakta, bazısında bir mabedde yapılan ibadet ferdî yapılandan üstün görülmekte ve
cemaatle yapılması teşvik edilmektedir.
Dinin temel unsurlarından olan ibadet; Hıristiyan ilâhiyatçı Saint -Augustin'e göre, "Tann'ya
doğru sevgi dolu bir gayret"; Saint Jean Da-mascen'e göre "Ruhun Tann'ya doğru yükselmesi" veya
"Tanrı'dan uygun olan şeylerin istenmesi"dir (1).
Kur'ân-ı Kerîm'de, insanın Allah'a karşı kulluk görevini yerine getirmesi de (2), müşriklerin
putlara tapınması ve dua etmesi de ibadet olarak belirtilmektedir (3). Zâriyât Suresinin 56'ıncı
Ayeti'nde Allah; "Ben, Cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler (kulluk etsinler) diye yarattım";
Hac Suresinin 67'inci Ayetinde de, "Her millete takip edebilecekleri bir ibadet yolu kıldık"
buyurmaktadır. İbadette iki husus vardır: 1- Allah'a tapınma, ibadet, itaat ve saygı arzusu, 2- Allah'ın
iyilik, lütuf ve nimetlerini isteme ve bu nimetlere şükretme arzusu. Zaten A.H. Akseki de, ibadeti,
"Allah'a saygı ve ta'zim göstermektir" (4) şeklinde tarif etmektedir.
Genel olarak ibadet konusunda çeşitli tarifler yapılmaktadır. Bunlardan birkaçı şöyledir: İbadet;
Kulun inandığı ve bağlandığı Yüce Varlık'a, Allah'a karşı kulluk borcunu yerine getirmesi; samimî
olarak O'ndan yardım talep etmek için kurmaya çalıştığı manevî bir irtibat halidir. İbadet; insanın
Tanrı'nın teveccühünü kazanmak için yaptığı fiildir, eylemdir. İbadet; Yaratıcı ile diyalog, Yaratıcı'ya
ulaştıran bir köprüdür.
Tarihî eserler ve arkeolojik kazılar, her dönemde kulun kul olduğunu idrak edip Allah'a karşı
"kulluk borcu"nu yerine getirmeye çalıştığını ortaya koymaktadır. Geçmişte olduğu gibi bu gün de
insan, aynı görevleri yerine getirme gayreti içinde bulunmaktadır. İnsanoğlu, varolduğundan bu tarafa,
bazı dinlere ve bunlara bağlı olarak da Tanrı veya Tanrılara, Yüce Varlığa inanagelmiştir. İnanmakla
da kalmamış, yaratılışının bir gereği olarak, inandıklarına uygun olarak bazı davranışları ile bunu
göstermeye ve kul olduğunu isbatlamaya çalışmıştır. Çünkü insan her ne kadar yeryüzünün halifesi
kılınmışsa da, ihtiyaç, sığınma ve yardım dileme duygusu içinde yaratılmıştır. Bu eksikliğini, zayıflığını
farkeden insan; eksikliğini tamamlamak, hamlıktan tamlığa ulaşmak istemiştir. Bundan dolayı insan,
daha kuvvetliye, daha mükemmele, Yüce Varlığa, yani Allah'a bağlanmak ve teslim olmak ihtiyacını
kavramıştır.
Bütün dinlerde dikkati çeken husus; inanılan, bağlanılan "Yüce Varlık" ile insanlar arasında
manevî yakınlaşmayı sağlayan çeşitli ibadet şekillerinin bulunmasıdır. İbadeti olmayan din yoktur.
Dünyadaki insanların büyük çoğunluğu, her hangi bir dinin mensubudur ve mensubu
bulundukları dinin hükümlerini yerine getirme gayretindedir. Bu dinlerdeki ibadetler; şekil, kemiyet
ve keyfiyet bakımından farklı olsa da gaye ve anlam bakımından birbirine yakındır. Dinler Tarihi
alanında yapılan son araştırmalardan elde edilen benzer bulgular, ilkel kabîlesinden gelişmişine kadar
bütün toplumlardaki ve dinlerdeki " ilk dinin", tevhid dininin kalıntıları olarak değerlendirilmekte;
yaşayan dinlerin inanç ve ibadetlerdeki anlam yakınlıkları buna bağlanmaktadır. Tektanrılı dinlerde
insan Tanrı karşısında korku, inanç, umut ve bağlılık içinde bulunmakta ve bunu da "ibadet"
ile göstermektedir.
İlmî araştırmaların varmış olduğu bu netice, Kur'ân-ı Kerim'in, İslâm'ın, 1400 sene önce tebliğ
ettiği hakîkatleri teyid etmektedir. Çünkü İslâm'a göre insanlığın ilk dini, "tevhid" dinidir. İlk insan ile din
başlamıştır. Sonra insanlar çoğaldıkça, zaman zaman, yer yer doğru yoldan uzaklaşmış, Allah'tan
başka şeylere de tapmaya başlamış; bunun üzerine Allah, elçiler göndererek onları uyarmış, "Hak
Din"e, "Hak Yol"a davet etmiştir. Böylece Hak Din, Allah'ın gönderdiği peygamberler ve kitaplar ile akıl
ve irade sahibi insanlara bildirilmiştir. Tev-hid'den ve Hak Yol'dan ayrılmalar, çok çeşitli tanrılara
yönelmeler daha sonra olmuş ve çeşitli dinler ortaya çıkmıştır.
288
Allah; insanlara doğru ve eğri yolu gösterdiğini (5), şeytandan kaçınıp Allah'a kulluk etmelerini
elçileri vasıtasıyla tebliğ ettiğini (6), elçi göndermedikçe azap etmeyeceğini (7); açıkça anlatabilmeleri
için her peygamberi kendi kavminin diliyle gönderdiğini (8) bildirmektedir. Yine ilk dinin Tevhid dini
olduğunu, Hz. Muhammed'e kadar bütün peygamberlerin aynı esasları tebliğ ve telkin-ettiklerini,
bunların İslâm çizgisi üzerinde ceryan ettiğini; son din olan İslâm'ın, ilk "İslâm Dini" geleneğinin
tekâmül etmiş şekli bulunduğunu (9); İslâm ile din müessesesinin ikmâl edildiğini, Allah'ın insanlara
olan nimetinin tamamlandığını (10); Allah katında dinin İslâm olduğunu (11), fakat insanların çoğunun
bunu bilmediklerini (12) Kur'an açıklamaktadır.
İbadeti ele alırken, İslâm'da ibadetle namaz, dua, oruç, zekât ve haccın kastedildiğini göz
önünde bulundurarak, diğer dinlerde de bunları aramayı uygun bulduk. Bu çerçeveyi tesbit ettikten
sonra bir nevi fenomenoloji yapmaya, fenomenolojik bir yaklaşımla meseleye bakmaya; yaşayan
dinlerden bir kısmını ele alarak mevcut ibadet tarzları üzerinde kısaca durmaya çalıştık. Ancak, her
dini kendi mantığı içinde değerlendirmek gerektiğini hatırlatarak, İslâm'daki ibadet şekillerini ve diğer
dinlerde bunlara yakın olanları ortaya koymaya gayret ettik.
1. DİNLERDE İBADET a) Namaz Dua
Namaz, Kur'ân'da "Salât" kelimesi ile ifade edilmektedir. Arapça "salât", kelime olarak, namaz,
dua, niyaz, rahmet, mağfiret, istiğfar gibi anlamlara gelmektedir. Bu kelime anlamı yanında "salât";
Hicretten iki yıl kadar önce, Hz. Muhammed'in Miraç Mucizesi ile Müslümanlara günde beş vakit farz
kılınan, belli bir disiplin içinde, kıyam, kıraat, rüku ve secde ile yerine getirilen özel bir ibâdet tarzını
ifade etmektedir.
Salât kelimesi dua anlamına da gemektedir. Mecburî olan namaz yanında duada serbestlik
vardır. Dua, belirli bir şarta bağlı değildir. İslâm dışındaki dinlerde, dua, yakarma, tevbe şeklinde kulun
inandığı tanrıya karşı görevlerini yerine getirdiği bazı davranışlar bulunmaktadır.
İslâm'daki Namaz; vaktin girmesiyle farz olur; ön hazırlık yapıldıktan sonra niyet ile başlar ve
belirli bir disiplin içerisinde şartlarının yerine getirilmesiyle ifâ edilir.
İslâm'a mahsus olan namaz, aklın ve kalbin katıldığı bir ameldir. Bu namaz, beden için kıyam,
rüku, secde; dil için dua ve teşbih; akıl için düşünme ve anlama; kalp için huşu' ve manevî bir
lezzettir.
Allah, namazın şuurlu olarak ve huşu içinde kılınmasını emretmiş (13), böyle kılınan namazın
"hayâsızlıktan ve fenalıktan alıkoyduğunu" (14) belirtmiştir. Kur'ân, bu özellikleriyle namazın önceki
ümmetlere, Hz. İbrahim'e ve soyundan gelenlere (15), Hz. Meryem'e (16) ve Hz. İsa'ya zekâtla birlikte
emredildiğini haber vermektedir (17). Beş vakit namaz farz kılınmadan önce Hz. Muhammed'in, sabah
ve yatsı olmak üzere, günde iki vakit namaz kıldığı da bilinmektedir.
Allah, Kur'ân-ı Kerîm'de, Hz. Muhammed'in risâletinden ve namazın farz kılınmasından
önce, kendilerine namaz farz kılınan milletlerin sonraki nesillerinin namazı bıraktıklarını, şehvetlerine
uyduklarını (18); mü'minleri Mescid-i Harâm'a girmekten alıkoyan müşriklerin "Kabe'deki namazlarının
ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka birşey olmadığını" (19) ortaya koymakta ve Müslümanlara şu
ihtarı yapmaktadır: "Allah'a dönüp itaat edin. O'ndan korkun. Namazı dosdoğru kılın ve sakın
müşriklerden olmayın" (20).
Bugün mensubu olan dinlerde ibadet, belirli yerlerde konuşma, dua, yakarma şeklinde ferdî
veya cemaat halinde sesli veya sessiz olarak yerine getirilmektedir. Aşağıda bu dinlerin bazılarında
ibadet (namaz, dua, âyîn) ele alınacaktır:
aa. Yahudilikte İbâdet (Âyin, Dua):
Yahudilikte namazın emredilmesi, hükümleri ve durumunda bir açıklık yoktur. Bunun için bütün
yüzyıllar boyunca kılnagelen namaz konusunda tek ve açık bir şekilden bahsetmek, tarih boyunca
kıldıkları namaz şudur diyebilmek zordur. Yahudi Kutsal Kitabı'nda namazı emreden açık bir hüküm
bulunmamakla beraber, namaz ve dua Allah'a yaklaşma vesilesi kabul edilmiştir. Dua ve ibâdet
289
anlamına gelen İbranîce "Tephillah" kelimesi, Yahudilerdeki namaza ve ondan kasde-dilen anlama
gelmektedir.
Yahudi Kutsal Kitabı'nda (Tanah) geleneksel ibadetler, hemen hemen kurbanlara hasredilmektedir.
Kurbanlar ile ibadet arasında bir bağ bulunmaktadır. Kurban, ibâdetin esasını teşkil etmektedir.
Mecburî ibadet, Tanah'ta, Mabed'de gerçekleştirilen âyinler çerçevesinde mez murlar şeklindedir.
Mabed'e bağlı olmayan ibadet merasimi, Babil Sürgünü'nden sonra ortaya çıkmıştır.
Mabed döneminde dindar Yahudiler, ferdî ve cemaat halinde namazı sabah, öğle ve akşam
olmak üzere üç vakitte yerine getirmişlerdir. Bugün de Yahudiler'de sabah, öğle ve akşam yapılmakta
olan günlük; Cumartesi (Şabat) Sinagog'ta yapılmakta olan haftalık; yalnız Kipur gününde yapılmakta
olan yıllık ibâdet, âyin, dua bulunmaktadır.
Sabah duası (tefillat sahrit), günlük işler başlamadan önce; öğleden sonraki dua (tefillat
minhah), günün yarısı geçtikten sonra; akşam duası (tefillat arvit), resmî bir dua olarak, güneş
battıktan sonra yapılmaktadır. Bu, günlük üç duaya, ilâve bir kurbanın sunulduğu "mussaf" duası da
dahil edilmektedir. Sabah duasında, diğer vakitlerden farklı olarak, dua atkısı (tallit) örtülmekte; sol
pazıya ve alına muska şeklinde "Dua Kayışı" takılmaktadır.
Yahudilikte ibadet ferdî ve cemaat halinde yapılır. Ferdî ibâdet evlerde; cemaatle ibâdet
Sinagog'da (havra) 12 yaşını bir ay geçmiş en az on kişinin bulunması ile yerine getirilir. İbadette
kadınlarla erkeklerin ayrı olması gerekir ve kadınlar sadece başları örtülü olarak dışarıdan ibadeti
seyredebilir. Önemli an, Tevrat rulolarının bohçalar içerisinden çıkarılması ve haham tarafından
okunmasıdır. Tevrat okunurken başın bir takke ile örtülmesi şarttır. Cemaat sesli bir şekilde, Tevrat
parçalarını okur.
Yahudiler, Allah'ın huzuruna çıkmak için lüzumlu hazırlıkları yapmakla emrolunduklarından,
dua ayininden önce hazırlık yapar, vücutlarının bazı kısımlarını yıkarlar. (Yahudilikte takdis edilmiş
suya el daldırmak veya bileğe kadar el yıkamak abdest almak sayılır). Yom Kipur'da bütün vücut
yıkanır. Toprağa el sürerek teyemmüm de vardır. Özel âyin elbiseleri giyilir. Dua sırasında Kudüs'e
dönülür; buna "Mis-rah" (Doğu yönü) denilir. Bu dua şeklinde olan namaz, alçak bir yerde, ayaklar
bitişik olarak ve ayakta olur.
Ayaklar bitişik, eller uzatılmış, baş öne eğilmiş, gönül Allah'a bağlanmış olarak dua edilir.
Bundan dolayı buna "Amidah" (İbranîce, ayakta durma) denilir. Dua eden, şükür ve ta'zim esnasında
rükû'a varır ve "besmele" çekerek kalkar. "Amidah" duasından sonra üç adım geri giderek sağa sola
eğilir (Yahudiler'in coğrafî dağılımlarına göre farklı âyin ve törenleri olmuştur).
Duaları arasında bazı Aramîce eski dualar bulunmasına rağmen, Yahudi ibâdet dili İbranîce'dir.
Mişna, diğer dillerde dua edilmesini kabul etmektedir. Hellenik diasporada dualar Grekçe yapılmıştır.
XIX. yüzyıldan sonra, konuşma dilinde ve dualarda İbranîceye sadık kalınmıştır.
Yahudilik'te ibadet (âyin), İslâm'da camide huşu ve belirli bir disiplin içinde yapılan ibadete
benzemez. Yahudi ibadetinde belirli bir düzen ve disiplin yoktur. Cemaat Sinagog'da dolaşır, birbiriyle
konuşur. Okunanları dinleyenler azdır. Onlara göre sinagog, bir mabedden daha çok bir toplantı
yeridir.
ab. Hıristiyanlıkta Âyin (Namaz, Dua):
Hıristiyanlıkta ibâdet iki esasa dayanmaktadır:
1. Hz. İsa'nın ibadet (âyin, dua) konusundaki telkini, 2- Hz. İsa'nın yaşayan ibâdeti (âyin, dua).
Hıristiyan Kutsal Kitab'ında İsa tarafından tavsiye edilmiş dinî bir uygulama bulunmaz. Ancak,
orada, kalben dua edilmesi yer almaktadır.
Dua konusunda da Hz. İsa'nın telkinleri menfî ve müsbet olmak üzere iki şekildedir. Hz. İsa;
Putperestler, Ferisîler gibi ibâdet etmemek (21); onu odaya kapanarak ve gizlilik içinde yapmak
290
gerektiğini (22) telkin etmiştir. İsa'nın ibâdet ettiği, namaz kıldığı ve geceyi ibadetle geçirdikten sonra
havarilerini seçtiği (23) tartışılan konulardır.
Hıristiyanlıkta dua, âyin, 325 İznik Konsili'nde kabul ve tesbit edilmiştir. Vatikan, İznik Konsili'nde kabul
edilen dua (namaz) konusunda zaman zaman değişiklik yaparak Katolik Hıristiyanlara bildir mistir. İleri
gelen kiliseler de , daha sonra ortaya çıkan protestanlar da kendilerine göre değişiklikler yapmışlardır.
Hıristiyanlıkta mevcut ibadet (âyin) şu özellikleri ihtiva etmektedir:
1-
Tanrı, İbadetin tek kaynağıdır (Tanrıya yönelmek, vaftiz olmak).
2-
İbadetin gayesi, Tanrı'da birleşmektir (Ekmek-Şarap âyini, kurban yolu ile).
3İbadet nitelik bakımından hayatı değiştirici olacaktır (Ruh, yeni dünyaya yönelmeli,
gözler de o dünyaya çevrilmelidir).
4Tanrı'nın
iradesinde
birleşme,
ancak
Kutsal
Ruh'un öncülüğünde
gerçekleştirilebilecektir (Kurtuluş, Kutsal Ruh'un öncülüğünde olabilecektir).
Bu dört husus, Hıristiyanların kurtuluşlarının temel dört noktasıdır. İbadet; Tanrı'nın
Hıristiyanlara bir sırrıdır. Bu sır, Tanrı'ya varmak ve onu tanımaktır. Tanrıya varmanın ve O'nu
tanımanın yolu da duadır. Dua İsa merkez olmak üzere, Tanrı (Peder) ve Kutsal Ruh etrafında
dönmektedir.
Bugün Hıristiyanlıkta, özel âyin vardır ve buna Katolik Kilisede "Messe" (Mass) denilmektedir.
Âyin, kiliselerde cemaatle ve papaz nezaretinde yapılmaktadır. Bu âyinler; günlük, haftalık ve yıllıktır.
Kiliseler arasında uygulamada bazı farklılıklar bulunsa da, genelde öz aynı sayılmaktadır.
Günlük ibadet (âyin): Sabah ve akşam olmak üzere günde iki defa yapılmaktadır. Kilise, toplu
halde yapılan ibadeti ferdî yapılandan üstün görmüştür. Bunun için, mecburî olmasa da ibâdet, sabah
ve akşam, kilisede, papaz nezaretinde yapılmaktadır. Zamanı, iklime ve hayat şartlarına göre
ayarlanmaktadır.
Haftalık İbâdet (âyin): Pazar günleri sabah ve akşam olmak üzere günde iki vakittir ve kilisede
yapılmaktadır. Pazar günü yapılan âyinin (Messe) özel bir yeri ve önemi vardır.
Yıllık İbâdet (âyin): Noel, Paskalya ve Haç Yortusu'dur.
Kiliselerde yapılan âyin; rahiple cemaat arasında konuşma; tevbe, günahların bağışlanması için
dua ve Kitab-ı Mukaddes'ten parçalar okuma şeklindedir. Kutsal kitap okunurken ayağa kalkılır. Pazar
ayininde (Messe), diğer günlerdekinden farklı olarak, duruma göre, bir vaaz ve inanç tazeleme vardır.
Hz. İsa'nın sıfatları sayılırken, cemaat (isteyen) diz çökmektedir. Mess âyininde, ayrıca, oturma ve
ayakta durma da bulunmaktadır. Fakat cemaatin buna uyma mecburiyeti yoktur. Âyin; "Ekmek-Şarap"
dağıtılarak ve dua edilerek bitirilmektedir.
aç. Hinduizmde İbadet (dua):
Hinduizmde ibâdet, inandırıcı ve tutarlı sözler vasıtasıyle haberleşmedir. Bu haberleşme,
büyülü sözler söyleme, dilekte bulunma, yakarma, tavassut, övgü ve bilhassa tapınma şeklinde icra
edilmektedir.
Hinduizmde ibadet her yerde yapılabilmektedir. Mabed vardır, fakat cemaatle ibâdet yoktur.
İbadet, ferdîdir ve belirli bir şekle bağlı değildir. Tann'nın her yerdeki ibadeti gördüğüne inanılmaktadır.
Bundan dolayı, ibâdet, her yerde, her zaman ve her şekilde yapılabilmektedir. Bir Hintli,
kendisi ile tapındığı tanrı arasında zihninin odaklaştıracağı bir vasıta aramaktadır. Bundan dolayı çok
sayıda tanrı tasvirleri bulunmaktadır.
Hinduizm'e mensup olan biri, sabah şafaktan önce kalkar, evde veya nehir kıyısında, yapacağı
sabah ibadetine hazırlanır; tanrısının adını zikreder ve yıkanır. Yüzünü doğuya dönerek oturur.
Vücuduna su sepeler. Nefesini kontrol eder. Tanrısının putuna yakarır. Öğle ve akşam yaptıklarını
tekrarlar. Evlerde, genellikle, tapınılan puta tahsis edilen bir oda veya köşe bulunur. Onun önünde
291
tefekküre dalar. Hintli, tanrısını evindeki bir misafir olarak kabul eder, ona hoşgeldin der. Tanrısının
putunun ayaklarını yıkar, güzel kokulu bir ağaç ve pirinç takdim eder. Puta ipten gerdanlıklar takılır,
alnına koku sürülür, tütsü verilir, fener yakılarak etrafında dolandırılır. Önüne yemek, meyve konulur,
çiçek sunulur. Sonunda veda edilir.
Mabedlerde yapılan ibadetler, evdekinin biraz gelişmiş şeklidir. Brahmanlar gecenin sekizinci
saatinde kutsal kitap okuyarak putu uyandırırlar. Boru çalınarak dışarıdakilere ibadetin başladığı
bildirilir. Put yıkanır, yağlanır, elbise giydirilir. Önünde ışıklar yakılır; çiçek ve yemek sunulur. Put,
gündüz istirahate, gece uykuya bırakılır. Put, bayram ve özel günlerde bir kral gibi gezmeye çıkarılır;
arabalarla çekilerek ırmaklara götürülür ve törenle yıkanır.
Hinduizmde ibadette kurban önemli yer tutar. Tanrılara sunulan her türlü takdime "kurban"
olarak kabul edilir. Tanrının öfkesini gidermek için özel hediyeler de "kurban" olarak sunulur.
Hinduizmde ibadet eden kimse, özellikle dinine bağlı olan, tapınmaya başlamadan önce büyük
bir hazırlık yapar: yıkanır, temizlenir, yiyeceklerini sınırlar, nefsini frenlemeye çalışır. Sükunet içinde
kutsal sözleri durmadan tekrarlar. Kutsal kitapları okumak da ferdî ibadettendir. Yapılması gereken
ibadetler, ferdin evinde yapılacak cinstendir. Kişi bunları sabah, kuşluk ve akşam olmak üzere günde
üç vakitte yapar.
Ölüler yakılır, külleri Ganj nehrine dökülür. Yakılamayanlar Ganj'a bırakılır.
ad. Buddizm'de İbadet (dua) :
Buddizm'de "Yüce Varlığa" karşı belirli bir ibâdet ve dua söz konusu değildir. Budda
tanrılaştırılmış ve ibâdet ona yöneltilmiştir. Budda'ya dua edilmekte ve ondan bazı şeyler
istenmektedir. Bir Budist, tapınağa (Pagoda) girdiğinde, Buda'nın heykeline ta'zimde
bulunmaktadır. Budda'nın putuna çiçek, tütsü, meyve, sebze sunulmakta ve tefekküre dalmakla
ibadet yerine getirilmektedir. Buddist'in evinde Budda'nın heykeli bulunmaktadır.
Buddizm'de tek ibadet; rapihlerin ayda iki defa, aybaşı ve ayın ondördüncü günlerindeki "Oruç
günü" bir araya gelip yaptıkları" alenî ve resmî itiraf "dır.
Budist için üç şey önemlidir: Budda'nın heykeli,
ilhama kavuştuğu Bodhi Ağacı.
Budda'nın' hatıraları ve Budda'nın altında
ae. Caynizm'de İbadet:
Caynistlerin idaresi rahip ve rahibelerin elindedir. Önceleri gezici zahitler olarak yaşayan
rahipler, daha sonra manastırlara yerleşmişlerdir. Rahip ve rahibeler kutsal yazıları okuyarak, ruh ve
bedenlerini terbiye ederek vakit geçirirler. Halk da, bunlar gibi günlük belirli ibadetleri yerine getirir;
Tirtankaralar ile ilgili ilâhîler söyler, tefekküre dalar ve tövbede bulunur; belirli hareketleri uygular; hiç
bir canlıyı incitmemeye gayret eder. Onlar, "Ahimsa Prensibi"ni sıkı bir şekilde yerine getirir, nebatî
besinlerle beslenirler. Caynistler, mabetlerinde bulunan heykelleri takdis eder; önlerinde ilâhiler
söyler, meyve ve sebze sunarlar. Putların önlerine lamba, tütsü koyar; yıkar, yağlar ve çiçeklerle
süslerler.
af. Sihizm'de İbadet:
Tek tanrıya inanan Sinlerin ibadetleri basit ve sadedir. Dinî ve içtimaî faaliyetlerinin merkezi
Amritsar Altın Mabedi'dir. Altın Mabedin havuzunda ibâdet kastiyle yıkanılır.
Âyin ve ibadetleri basit bir duadan, bir nevi abdest almaktan (yıkanmak) ve Amritsar'a "hac" için
gitmekten ibarettir. Dindar bir sinin günlük ibadeti, üç dinî hüküm altında toplanır: 1-Adi Grant'tan ve
Gru Nanak'a ait pasajlardan ezber okumak, 2- Ailevî bir vecibe olarak, her sabah toplanıp, Adi
Grant'tan herhangi bir yer okumak, 3- Mabede (gurdvvara) ibadet için gitmek.
ağ. Şintoizm'de İbadet (dua):
Şintoizm'de ibadet, tapınak veya evde yapılmaktadır. İbadet, dua ve kurbanlardan (bilhassa
yemek kurbanları) ibarettir.
292
Tanrılara ibadet; dua etmek, pirinç ve pirinç şarabı sunmakla yerine getirilir. İbadet için
tapınağa girecek bir Şintoistin, ağzını su ile çalkalamış ve özel âyin temizliğini yapmış olması gerekir.
Bazı özel durumlarda bir nevi "gusül" de yapılır. Özel tören temizliğini yaptıktan sonra tapınağa giren,
dua salonu önüne gelip sunacağını sunduktan sonra, el çırparak tanrının dikkatini çeker ve dua
etmeye başlar.
ah.
İslâmdaki
Namazın
Diğer
Dinlerdekilere
Göre Değerlendirilmesi:
Namaz; ergenlik çağına gelmiş akıllı her kadın ve erkek üzerine farz olan
bedenî
bir
ibâdettir. Tek başına da cemaatle de, kılınmaktadır. Günlük namaz dışında, haftada bir kılınan
Cuma Namazı, yılda iki defa kılınan Bayram namazı ve vakte bağlı olmayan Cenaze Namazı vardır.
Namaz dinin direği, mü'min'in miracıdır. Namazın içinde İslâm'ın şartlarını teşkil eden diğer
esaslar da bulunmaktadır. Namaz kılan, bir şey yiyip içmediği için, namazda bir çeşit "Oruç";
namazda, Tahiyyat-Duası'nda şehadet kelimesi yeraldığından "Kelime-i Şehadet"; namaz kılan
Ka'be'ye yöneldiği için namaz içinde sembolik bir "Hac"; namaz kılan maddî gelirini bir tarafa bırakıp
namaza vakit ayırdığı için namazda bir çeşit "Zekât" da vardır. Bunun için namaz; vakit vakit kılman ve
kulun Yüce Allah'ın divanına durarak O'nun rızasını aradığını isbat ettiği bir ibadettir.
Hiçbir dindeki ibadette namazın 12 farzının tamamı bulunmaz. Ancak bunlardan biri veya
birkaçı bulunabilir. Vakit kavramı, hiçbir dinde İslâm'daki kadar belirli ve disiplinli değildir. Çünkü Allah,
vakitleri belli bir farz olarak namazı bildirmiştir (Bkz. Nisa, 103). Hiçbir dinde niyet, İslâm'daki kadar
ibadetin ana rüknü olmamıştır. İslâm'da ibadet şuuru, niyetle başlar. Yine hiçbir dinde ibadetten önce
İslâmdaki ha-desten ve necasetten temizlenme kadar titiz bir hazırlık göze çarpmaz.
Namazın dışındaki farzlar, namaz süresince devam eden farzlardır. Namazın içindeki farzlar
ise, intikalî farzlardır; biri diğerini takip eder. Böylece namazda hem ayakta durma hem de oturma;
hem rükû hem de secde bulunur. Bunun yanında namazda, okuma da, yer yer sessizlik de vardır.
Bütün bunlar, niyeti takip eden başlangıç tekbiriyle başlar.
Namazda kul Rabbinin huzurunda olduğunun şuurundadır. Bu şuur, onun kalbini ve fillerini
nurlandırır..
Bütün bu özellikleriyle, İslâmdaki namaz, diğer dinlerle mukayese edilemeyecek bir şekildedir
ve İslâm'a has bir ibâdettir.
b. Oruç
Kur'ân'da, Allah, şöyle buyurmaktadır: "Ey İnananlar! Sizden öncekilere olduğu gibi Oruç size
de farz kılındı. Olur ki sakınırsınız" (Bakara 183).
Aklı selim tarafından açık olarak görülen faydaları ile fıtrata uygun düştüğü için olacak ki Allah,
kullarına rahmet, ihsan, siper ve kalkan olarak orucu her millete farz kılmıştır.
Tarihte bilinen hemen hemen bütün dinlerde oruç var olmuş ve mensuplarından da tutmaları
istenmiştir. Bugün de mevcut dinlerin çoğunda oruç veya perhiz şeklinde bir ibâdet yer almaktadır.
ba. Yahudilikte Oruç:
Yahudilik, Hz. Musa tarafından emredilmiş "Keffaret" orucunu benimser. Yahudiler, belirli ve
alışılmış birçok bayramdan, özellikle Yom Kippur'dan önce oruç tutar. "Keffaret" orucu tutulması
mecburî olan oruçtur.
Bunun yanında Yahudi takviminde belirtilmiş oruç günleri de vardır. Meselâ, Babil esaretinde
çekilen ızdırapları hatırlatan (Temmuz, Ağustos, Tishril, Tebet aylarına rastlayan) oruçlar bu
çeşittendir. Bazı Talmud yorumcuları, Yahudiler başka devletlerin hâkimiyetleri altında yaşarken bu
oruçların mecburî, bunun dışında mecburî olmadığı ka-naatindedirler. Yahudilerin maruz kaldıkları
diğer felâketleri hatırlatmak için tutalan oruç günleri zamanla ötekilere ilâve edilmiş, fakat çoğunluk
293
tarafından ilgi görmediği için mecburî sayılmamıştır. Bazı küçük değişikliklerle bu çeşit oruç sayısı
25 güne ulaşmıştır.
Yahudilerin ikâmet ettikleri çeşitli ülkelere göre değişen mahallî oruçları da vardır. Bu oruçlar,
Yahudilerin o ülkelerde çektikleri ızdırapları sembolize etmektedir. Diğer taraftan aynı amaçla bazı
Yahudi zümrelerince tutulan oruçlar da vardır. Bunlac sadece, matem için değil, bazı kişilerin
yaşadıkları müstesna günler içindir. Bazı Yahudi zümreleri arasında sene başında oruç tutma
geleneği yaygındır. Bunlardan başka halka ağır gelen kanun ve emirleri protesto etmek veya ülkede
yağmur yağmayıp kıtlık başgösterdiğinde yalvarmak gayesiyle hahamlar tarafından konulan ve
tutulması emredilen oruçlar da vardır.
Yahudi tarihinde öteden beri yaygın olan oruç çeşitlerinden biri de bazı şahısların tuttuğu
oruçtur. Bu oruç ferdîdir; günahları affettirmek veya bir musibet anında Allah'ın rahmetini celbetmek
gayesini taşımaktadır. Ancak bu oruçta, bu konuda, bilgili ve söz sahibi olma şartı vardır. Korkulu
rüya gören kimsenin de arkasından hemen oruç tutması gerekmektedir.
Yahudilerde oruç, şafağın sökmesinden ilk yıldızın doğmasına kadar devam eder. Keffaret günü
orucu ile Ağustosun 9'una rastlayan oruçlar bir akşamdan ötekine kadar devam eder. Mutad oruçlar
için konulmuş ayrı bir hüküm ve gelenek yoktur. Yahudilerin Kutsal Kitaplarında oruç, nefislerin
alçaltılması, ona azab edilmesi ve oruçlunun hiç bir iş yapmaması olarak belirtilir (Bkz. Levililer,
XVI/29-31; XXIV/26-28; Sayılar, XXIX/7).
Ağustosun ilk 9 günü ile 17 Temmuz ve 10 Ağustos arasındaki bazı günler yalnız et yeme ve
içki içme yasağını taşıyan kısmî oruç günleridir. Ayrıca, "Beyt ha-Kineset"te (Mabed'de SinagogHavra) Tevrat yere düşerse haham (Rav) alır. O kimse ve orada bulunanlar (bütün cemaat) 30 gün
oruç tutmaya mecbur olur. Buna "Cumhur (cemaat) Orucu" (Taanit Tsibur) denir. Taanit, nefse eza
etmek demektir. Yalnız cemaat reisi (rav), Taanit Orucu (topluluk orucu) koyabilir.
Yahudiler ve Hicazdaki Arapların birçoğunun tutageldikleri "Aşure Orucu" vardı. Hz. Muhammed
Medine'ye geldiğinde Yahudilerin Aşure Orucunu tuttuklarını gördü. Bunun üzerine "Bu nedir?" diye
sordu. "Bu hayırlı bir gündür; Allah'ın Benî İsrail'i (İsrailoğullarım) düşmanlarından kurtardığı gündür.
Hz. Musa da bu günde oruç tutmuştur" dediler. Hz. Muhammed, "Ben, Musa'ya sizden daha yakın ve
lâyığım" buyurdu; o günün orucunu tuttu ve tutulmasını da emretti.
Ramazan Orucu farz kılınınca bu orucun üç gün olarak (birgün önce ve bir gün sonra olmak
üzere) tutulmasını tavsiye etti.
bb. Hıristiyanlıkta Oruç:
Hıristiyanlıkta oruç, tarihî gelişimi içinde çeşitli değişikliklere uğramıştır. Hz. İsa,
peygamberliğinden önce 40 gün oruç tutmuş ve bunun dışında Yahudilikteki "Keffaret" orucunu da
yerine getirmiştir. İsa döneminde ve Hıristiyanlığın ilk yıllarında oruç çok takdir edilen bir ibadet
şeklidir.
Kur'ân, önceki milletlere de orucun farz kılındığını belirtmektedir. Ancak, bu orucun mahiyeti ve
şartları hakkında kesin bilgiye sahip değiliz. Hz. İsa'nın oruç konusunda hükümler koymadığı, geride
bazı prensipler bıraktığı ve bu konuda kiliseye serbestiyet tanıdığı belirtilmektedir. Bununla beraber
Tertulliyen, "Oruç Üzerine" başlıklı eserinde havarilerden kalma mecburî bir oruçtan bahsetmektedir.
Bugün Hıristiyanlıkta iki çeşit oruç vardır: Ökaristik (Le Jeûne Eucharistique), Eklesiyastik oruç
(Le Jeûne Ecclesiastique).
Ökaristik Oruç: Bu oruç, Kominyondan (Ekmek-Şarap âyini) önce belirli bir süre katı besinlerin
yenilmesinin yasaklanmasıdır. Ökaristiya'yı (Ekmek-Şarap âyinini) karşılamaktan dolayı "Ökaristik
Oruç" diye adlandırılmıştır. Bu oruç, eskiden gecenin saat 12'sinden Kominyon zamanına kadar hiçbir
şey almamak (yememek-içmemek) şeklinde iken şimdi, II. Vatikan Konsilinden sonraki değişiklikle,
Kominyondan 1 saat önce hiçbir şey yememek ve 3 saat öncesinden alkol almamak şeklinde icra
edilmektedir.
Eklesiyastik Oruç (Le Jeûne Ecclesiastique) : Bu oruç, Katolik kilisesinde 40 günlük perhiz
dönemidir. Kilise takvimine göre yılın belirli dönemlerinde yerine getirilen bir "Keffaret" (Tevbe)
294
uygulamasıdır. Bu oruç, günümüzde, oldukça hafifletilmiş ve azalmıştır. Tutulması; gündüz tek bir
yemek almak, sabah ve akşam da hafif yiyeceklerle yetinmek şeklindedir.
Ortodokslar oruçta eski geleneğe bağlıdır. Onlarda orucun daha sert ve uzun dönemleri
vardır. Bazı cemaatler (gruplar) hariç, Protes- tanlar orucu reddederler. Bunlardan Anglikan Kilisesi
oruç günlerini tayin ve tesbit etmiş; fakat takip ve tatbik edilecek hükümleri oruçlunun vicdanına ve
sorumluluğuna bırakmıştır.
Hıristiyanlıkta orucun ülkelere göre değişen hüküm ve gelenekleri vardır. Bazıları yumurta ve
meyve yemekten kaçınır; bazıları yalnız kuru ekmek yer; bazıları da bunların hiçbirini yemez. Bazıları
hayvanî besinleri yemeyip nebatî besinleri yiyerek orucu gerçekleştirir.
be. Hinduizmde Oruç:
Hinduizm'de nefis temizliği için senenin belirli günlerinde ve bayramlarda oruç tutulur. Hinduizm
mensuplarının dua ve ibadetle geçirdikleri özel günleri vardır. Bu günlerde çoğunluk yemek yemez,
bütün gece kutsal kitaplarını okuyarak ve tanrıyı düşünerek vakit geçirirler. Oruç daha çok, çok sayıda
besini yememe şeklindedir (bir nevi perhizdir). Bu hal, bütün Hinduist gruplarda yaygındır.
Bazı günlerde yalnız kadınlar oruç tutar ve "Tanrının kadınlık sıfatlarının tecelligâhı" olan
tanrıçaya dua ederler. Bu günlere, özel bir önem verildiği için, "And" denilir. Bu günler nefsi
temizlemeye ayrılmış günlerdir.
Gayeleri
de
ruhanî
(manevî),
bir
gıda
ile ruhu
gıdalandırmaktır.
Brahmanlarda oruç geniş bir yer tutmakta ve uygulanmaktadır.
Brahmanlar, hâlâ mahallî ayların 11 ve 12'inci gülerinde oruç tutarlar. Böylece tuttukları orucun
sayısı, bu geleneği devam ettirenlere göre, 24 güne ulaşmaktadır.
bd. Caynizmde Oruç:
Caynistlerde oruç geniş bir yer tutar. Daha ağır şartlar ve hükümler taşır. Caynistler arka
arkaya 40 gün oruç tutarlar. Bu oruç, çok sayıda besini yememe şeklindedir. Caynistler haklı bir
sebep için oruçla intiharı kabul ederler. Ayrıca Caynistlerdeki "Ahimsa Prensibi" yaygındır. Bu
prensibe göre hiçbir canlıya zarar vermeme bir ibadett
be. İslâm'da Oruç ve Diğer Dinlerdekilerle Bir Mukayese
Orucun en belirli ve en özel şekline İslâm'da rastlanmaktadır. İslâm'daki orucun şartları, zamanı
ve hükümleri açıktır. İstisnalar bir tarafa, keyfî bir durum söz konusu değildir. Hiçkimsenin, hiçbir
kurumun belirtilen hükümleri değiştirme yetki ve selâhiyeti yoktur. Kitap ve Sünnetle tesbit edilmiştir.
İslâm dışındaki dinler, oruç günlerini başlangıç ve sonuçlarıyla belirlememiş, bağlayıcı hükümler
koyarak tam bir ibâdet disiplini haline sokamamış; işi tamamen oluruna bırakmıştır. Birçok dinde
insanlar, oruç tutacakları günleri seçmekte, sayılarını tayin etmekte, tamamen veya kısmen yeme ve
içmeden kesilme sekilerinden birini tercihte serbest bırakılmıştır. Bu din mensupları bazı yiyecekleri
bırakmak ve bazılarını tercih etmekle emrolunmuşlardır. Hint dinlerinde bu şekildeki uygulamalara
rastlanmaktadır. Bu din mensuplarının bazıları et, bazıları ateşte pişeni yememekte; bazıları da yalnız
bir kaç çeşit yemekle veya tuzlu suyla yetinmektedir.
Bu keyfî durumlar orucun kıymet ve kuvvetini zayıflatmış; oruçtan bekleneni verememiştir.
Orucun isteğe bırakılması insanların haddi aşmalarına, oruçtan beklenen ahlakî fayda ve
fonksiyonların kaybolmasına sebep olmuştur.
İslâm, bütün ibadetlerde olduğu gibi, oruçta da köklü bir yenilik ve tamamlama getirmiştir. İslâm,
orucu belirli bir disiplin ve kurala bağlamış; insanların keyfî tasarrufundan çıkarmış, fıtrata en uygun,
en kolay, manevî faydaları en fazla içinde bulunduran, fert ve topluma en çok etkili bir hale sokmuştur.
İslâm'ın yaptığı yeniliklerden biri de; Yahudilikte matemin ve tarihî felâketlerin hatırası olan
orucu, uğursuz ve karanlık bir çerçeveden kurtarıp iyimserliğin hakim olduğu aydınlık ve sevinç verici,
sonu bayramlı bir devreye dönüştürmesi ve umûma şâmil kılmasıdır.
295
Yahudi Kutsal Kitabında oruç nefsi alçaltıma, ona eziyet etme olarak yeralmış; mukîm olsun,
misafir olsun oruçlunun hiçbir şey yapmayacağı belirtilmiştir (24).
İslâm, bütün lüzumsuz kayıt ve hükümleri kaldırarak orucu nefse işkence etmekten ve ceza
olmaktan çıkarmış; Allah'a yaklaşma vesilesi olan bir ibâdet kılmıştır. İslâm akıl baliğ olan her
Müslüman için, istisnalar bir yana,orucu mecburî kılmış; insanın gücünün dışında kalan, nefse eza
verecek şeylerle mükellef tutacak hükümler koymamış; sahurun geciktirilmesini müstahap saymış;
sahura kalkmayı, iftarda acele etmeyi sünnet kılmış; gece ve gündüz uyumayı, istirahat etmeyi mubah
addetmiş; san'atla, ticaretle ve faydalı işlerle uğraşmayı serbest bırakmıştır. İslâm dışındaki dinlerin
çoğunda oruç, güneş aylarıyla hesap edildiği için, belirli bir mevsimde donup kalmasını gerektirmiş,
matematik hesaplara, astronomik bilgilere ve bir takvimin yapılmasına ihtiyaç hissettirmiştir. İslâm'da
oruç hilâle bağlanmış, kameri aylar esas alınmış ve bundan dolayı en az 45 yıl yaşayan insan, her
mevsimde oruç tutmanın zevkini tadabilmiştir.
c. Zekât
İslâm'ın beş şartından biri olan zekât Kur'ân'da genel olarak, namazla birlikte zikredilir. Kelime
olarak zekât; artma, çoğalma, temizleme anlamına gelir. Terim olarak, İslâm'da nisaba mâlik olan bir
Müslümanın •malının belirli bir kısmını fakirlere veya ihtiyaç sahiplerine vermesidir.
İslâm'daki zekâtın bir benzerine hiçbir dinde rastlanmaz. Zekatın hem ibâdet olarak uhrevî yönü
hem de sosyal ve iktisadî bir sistem olarak dünyevî bir yönü vardır. Yahudi ve Hıristiyan Kutsal
Kitaplarında İslâm'daki zekât benzeri mecburî bir ibadet sistemi bulmak zordur. Ancak ahlâkî ve ruhî
yönelmelerden öteye geçmeyen genel mahiyette bazı tavsiyeler serpiştirilmiş olarak bulunur. Kimlere,
hangi maldan ve ne kadar olduğuna dair bir şey çıkarılamaz. Halbuki İslâm'da Kur'ân, Hadîs ve Fıkıh
kitaplarında açık olarak belirtilmiştir. Hıristiyanlar tarafından hazırlanmış Fransızca bazı lügat ve
ansiklopedilerde zekât karşılığı kelimeye ya rastlanmamakta veya "aumone legale: mecburî sadaka"
kelimesi altında sadece İslâm'daki zekat ele alınmaktadır.
Bazı araştırıcılar; Yahudilerde zekât mallarının Beyt-i Mukaddes'in zekât sandığına verildiğini;
1/10'u veraset yoluyla haham olan Harun soyundan kabul edilen Levililere taksim edildiğini; 1/60'ı
diğer dinî makam sahiplerine ayrıldığını ve çok az miktarı da Beyt-i Mukaddes'i (Beyt-Ha-MiktaşSüleyman Mabedi) ziyarete gelenlerin ağırlanmalarına harcandığını belirtmektedirler.
Allah, Kur'ân-ı Kerîm'de, Yahudiler'den Allah'tan başkasına ibadet etmeyeceklerine, ana
babaya, yakınlara, yetimlere ve yoksullara iyilikte bulunacaklarına; insanlara iyi söz söyleyeceklerine,
namazı dosdoğru kılıp zekat vereceklerine dair söz aldığını, çok azı hariç, yüz çevirdiklerini beyan
etmektedir (Bkz. Bakara, 83).
Yahudiler, kendilerine vazifelerini hatırlatanları, üzerlerine farz kılınmış olan zekât ve
sadakaların verilmesini isteyenleri terslemiş; bazen de kovmuşlardır. Allah'a fakirlik isnad etmiş,
Allah'a "Zorla almak" suçlamalarında bulunmuşlardır. "Gerçekten Allah fakirdir, biz zenginleriz" (Al-i
İmrân 181); bazen de "Allah'ın eli bağlıdır" (Maide 64) demişlerdir. Kur'ân, Yahudi ve Hıristiyanlara
bildirilen hükümlerin gerçeğini de ortaya koymakta ve Müslümanlara şu hususu hatırlatmaktadır: "Ey
iman edenler! Hahamların ve Rahiplerin çoğu, insanların malları batıl sebeplerle yerler. (Onları) Allah
yolundan men ederler. Altın ve gümüşü yığıp da Allah yolunda harcamayanları elem verici bir azab ile
müjdele" (Tevbe 34).
Yukarıda belirtilen âyetlerden; Yahudilere ve Hıristiyanlara zekât ve sadakanın emredildiği,
ancak onların buna uymadıkları yanaşılmaktadır.
Bugün Yahudilerde olduğu gibi Hıristiyanlarda da farz olan bir zekâta açık olarak rastlamak
mümkün değildir. Hıristiyan Kilisesi, oruç günlerinde, yemediklerini başkalarıyla bölüşmeyi
mensuplarına tavsiye etmekte ve bunu da herkesin vicdanına bırakmaktadır.
d. Hac
Hac, genel olarak, dinî mecburiyet veya arınma elde etmek gayesiyle belirli bir yere doğru
gerçekleştirilen yolculuktur.
296
Tarihin her döneminde, büyük saygı duyulan bu yerlere doğru yolculuk yapıldığının izine
rastlanmaktadır. Hac olayı, dinî antropolojinin temel konularından biridir. Dinî akd olarak hac, övgülü
bir karakter taşımaktadır. Hac, bir kurtuluş vasıtası, temizleme vesilesi ve bir ibadet törenidir. Haccın
insan hayatında ayrı bir yeri ve önemi vardır.
Hemen hemen her dinden insanların gidip ziyaret ettiği "Mukaddes yerler" bulunmaktadır. Bu
yerlerin ziyaret edilmesi teşvik edilmekte, bunun için de bir takım şartlar ve hükümler konulmaktadır.
İnsan, daima ta'zim edeceği ve yaklaşmak konusundaki isteğini tatmin edeceği, aşkını
söndürebileceği, arzularını yönelteceği ve gözüyle görebileceği bir şey aramaktadır. Aynı şekilde
günahlarını af-fettirebilmek, hatalarını bağışlattırabilmek için uzun ve yorucu bir işi, meşguliyeti de
arzulamaktadır. Bunun yanında insan, her zaman, din kardeşleriyle ve manevî bağlarla bağlı
bulunduğu kimselerle bir araya gelebileceği büyük toplantılara da ihtiyaç duymuştur. Bundan dolayı
tarihin her döneminde insanlar, Allah'a ve inandıkları kutsal varlıklara ibadet etmek ve kurban kesmek
için büyük toplantılar yapmışlardır. Zaten Allah, Hac Suresi 34. Âyette bunu şöyle belirtmektedir. "Biz,
her ümmete, ibadet mahiyetinde kurban kesmeyi meşru kıldık".
Tarihî eserler ve arkeolojik kazılar, geçmiş topluluklarda da bu çeşit toplantı ve ibadetlerin
bulunduğunu göstermektedir. Tarih de aynı hususta bilgi sunmaktadır. Eski dinlerin toplantı ve
ibadetlerinin tam olarak, nasıl olduğunu, zamanını, hükmünü ve kurallarını ortaya koymak oldukça
zordur. Bunun için ilâhî menşeli dinlerden başlayarak dünyada mevcut olan dinlerdeki "Hac" ibadetine
göz atmak uygun olacaktır
da. Yahudilikte Hac:
Yahudilikte hac,Beyt-i Mukaddes'e (Bet ha Mikdaş=Süleyman Mabedi) yapılmaktadır. Hac,
Şavvat (Gül Bayramı), Pesah (Mayasız ekmek, Fısıh) ve Kipur (Kefaret, günah çıkarma)
bayramlarında yapılmaktadır. Bu hac; küçükler, körler, kadınlar, akıl ve beden hastalıkları olanlar
hariç, her Yahudiye farzdır. Yahudilik, ibadeti yerine getirecek herkesin beraberinde Tanrı'ya sunacağı
bir takdime götürmesini gerekli kılmıştır.
Kadın ve çocuklar hariç tutulmuş olmasına rağmen, birçok kadın kocaları, çocuklar da
ebeveynleri ile haccedebilmektedirler. Bu ziyarette büyük sayıda kurbanlar kesilmekte ve derileri de
karşılıksız olarak hacıların hizmetinde bulunanlara verilmektedir.
Yahudi Kutsal Mabed'inin Romalılar tarafından yakılıp yıkıldıktan sonra (M.S. 70), bir müddet
oraya bağlı ibadetler yapılamamış ve kurbanlar sunulamamıştır. Mabed'in yıkılmasından sonra geriye
kalan Batı Duvarı, "Ağlama Duvarı" (Hakotel ha-Mavravi) olarak görülmüş ve ziyaret edilmiştir.
Selahaddin Eyyûbî'nin Kudüs'ü fethetmesi ile Yahudiler hac etme serbestliğine kavuşmuş; 1492
yılında İspanya'dan Osmanlı İmparatorluğuna sığınan Yahudilerden hac için Kudüs'e gidenlerin
sayısında artışlar olmuştur.
Yahudilerde meşhur olan kral peygamber ve veli kimselerin kabirlerinin ziyaret edilmesi de
yaygındır: Sion Dağı'nda Hz. Davud'un mezarı, Karmel Dağı'nda İlyas Mağaraları, Meymonides'in
mezarı, Haham Meir ve Talmudik önemi olan diğer yerler.
Yahudiler, Süleyman Ma'beti'nin "Batı Duvarı"nın karşısında, 17 Temmuz akşamından 19
Ağustos'a kadar, 23 gün devamlı toplanmakta ve bu ibadeti yerine getirmektedir.
Belirtilen bu yerlerin dışında Yahudilerin çeşitli ülkelerde ziyaret ettikleri kabirler ve mahallî
ziyaret yerleri de bulunmaktadır.
db. Hıristiyanlıkta Hac:
Hıristiyanlıkta, Hz. İsa'nın yaşadığı ve hatıralarının bulunduğu yerler ile ilk Hıristiyan azizlerinin
mezarları hac yerleridir. Hz. İsa'nın doğduğu Bethlehem (Beytlahim) en büyük saygı gören "hac"
yerlerinden biridir. İsa'nın yaşadığı yerler ile Kudüs'ten sonra Roma en çok ziyaret edilen yerlerden
olmuştur. Kudüs'ten sonra Roma'nın "hac" merkezi olması Petrus ve Pavlus'un mezarlarının orada
bulunmasından kaynaklanmıştır. Bu gelenek yerleşip yaygınlaştıktan sonra Roma'ya ziyaret hiç eksik
olmamıştır. Hac gayesiyle Roma'ya böylece akın edilmesi "Bütün yollar Romaya çıkar" atasözüne
konu olmuştur.
297
Günümüzde Hıristiyan hac yerlerinde bazı değişiklikler olmuş, yeni yeni ve mahallî ziyaret
yerleri ortaya çıkmıştır.
dc. Hinduizm'de Hac:
Hindistanda ziyaret edilen yedi kutsal yer bulunmaktadır. Hima-laya'nın yüksek tepeleri, Ganj
ve Jamna nehrinin kıyıları, Brindaban ve bilhassa iki bin tapmağın bulunduğu Benares bunlardandır.
Bu kutsal yerlere yapılan ziyaretler, "hac" seferleri Hindularm hayatında önemli rol oynamaktadır.
dd.Buddizm'de Hac:
Sadık Budistler için Budda'nın hayatının geçtiği ve hatıralarını taşıyan yerler kutsal ziyaret
yerleridir:Budistlerin hac yerleri şunlardır: 1- Budda'nın Nepal'daki doğum yeri olan Lumbini.
Budda'nın altında ilhama kavuştuğu Bodhi ağacıyla Gay.Budda'nın "nirvana"ya ulaştıktan
sonra ilk vaazını»verdiği Benares yakınındaki Sarnath Geyik Parkı.Budda'nın öldüğü Uttar-pradeş
şehri. Ganj da kutsal yerlerdendir
Ayrıca Budda'nın kutsal eşyalarının bulunduğu stupalar ziyaret yerleridir (Rivayete göre 84.000
stupa vardır). Ancak bütün Budist gruplar "hacca" aynı önemi vermezler. Bunun yanında her Budist
memlekette kutsal hac yerleri bulunmaktadır. Meselâ Tibette: Lhosa, Samye, Gaden, Tashilimpo,
Sera. Bugün Hindistanda ise şu yerlerdir: Benares yakınında Sarnath, Modh-Gaya, Ajanla, Sanehi ve
eski Stupalar. Bu yerler, Budda'ya ait tapınmada önemli bir yer tutar.
Bu kutsal yerlerde bayramlar yapılır, panayırlar kurulur.
de.Caynizm'de Hac:
Ziyaret edilen çok yer bulunmaktadır.Hindistanda Buddizm, Caynizm ve Hinduizm'de mabetler
ve mukaddes yerler çoktur. Oraların büyük şerefe ve özel kutsallığa sahip olduğuna
inanılmaktadır. Dinî önderlerin oralarda hakîkata ulaştığı, bazı ilâhların oralarda özel olarak
tecellî ettiği inancı bulunmaktadır.
Bu yerlerde dinî havaya bürünen bayramlar ve panayırlar yapılmaktadır. Kutsal yerlerin büyük
çoğunluğu Ganj nehri kıyısında bulunduğundan, Ganj nehrinde yıkanmanın da büyük bir fazilet
sayıidığıdan kalabalıklar halinde buralarda toplanılmaktadır. Bu toplantıların bazısı senede bir, bazısı
birkaç defa ve bazısı da, Ganj'la Jamna nehrinin birleştiği yerde olduğu gibi, oniki yılda bir
yapılmaktadır.
df. İslâm'da Hac ve Değerlendirme:
İslâm'da hac, Mekke'ye yapılmaktadır. Haccedilmeğe en lâyık yer de Beytullah'dır (Kâ'be).
Orada açık âyetler vardır. Burası ilâhî menşeli üç dinde de kabul edilen Hz. İbrahim'in hatırasını
taşımaktadır. Bunun dışında, Müslüman tarafından mukaddes kabul edilip ziyaret edilen Medîne,
Kudüs gibi yerler de vardır; ancak bunlar haccın rükünlerinden değildir.
İslâm; hayalde mücerretliği, düşüncede yüceliği, irade ve niyette temizliği, amel ve tatbikatta
ihlası, Allah'dan başkası ile alâkayı kesmeyi isteyen bir dindir.
Diğer din mensuplarında olduğu gibi, Yahudi ve Hıristiyanlar hac ve ziyarette aşırı gitmişlerdir.
Ziyaret yerlerine verdikleri önem, oraları takdis etmeleri, bu yerlerin uğrunda katettikleri uzun ve
meşakatli yolculuklar, onların duygu ve düşüncelerine hâkim olmuş, takdis ve ta'zimde haddi aşıp
şirke düşmüş ve Allah'tan başkalarına tapmalarına yol açmıştır. Hz. Muhammed, bu gibi aşırı davranış
ve âdetlere karşı tepki göstermiş, böyle âdetlerin ümmetine sirayet etmesinden endişe duymuş; kendi
kabrinin her türlü şirk ve tapınmadan uzak kalması için gayret göstermiştir. Bu endişeler son
hastalığında bile onu meşgul etmiştir. Buna sebep de; Yahudi- ve Hıristiyanlardaki mezar ve türbelere
tapınma fitnesinden ümmetini korumak istemesidir.Hz. Muhammed; Yahudi ve Hıristiyanların
peygamberlerinin, azizlerinin mezarlarını secde yeri yaptıklarını belirterek, kendi kabirinin tapılan bir
yer yapılmamasını istemiştir (Bkz. Buhari, Tecrid-i-Sarîh Tercümesi, Ank. 1972, 11/367-381).
2. DİNLERDE MABED
298
Kur'ân'ın temiz elbiselerle girilmesini istediği Mabed, genel olarak bir ulûhîyete, yüce bir varlığa
saygı göstermek için yapılmış önemli yapıdır. Özel olarak, Mabed, Allah'a karşı kulluk görevini yerine
getirmek için insanların biraraya geldikleri yerdir.
Din deyince, akla o dine inanan insanların yerine getireceği görevler ve bu görevlerin ifâ
edileceği mabedler gelmektedir. Her din, insanların biraraya gelip ibadet edecekleri, kendi aralarında
toplanabilecekleri yer mes'elesini ortaya çıkarmıştır. Hemen hemen bütün dinler, ilk ortaya çıkıp
yayılmaya başladığı sıralarda, belirli bir toplantı yerine sahip olmamıştır. Biraraya gelmeler
inananlardan birinin evinde veya müsait bir yerde olmuştur. Zamanla mensupların sayısında artış
olunca, umûma şâmil yerler ortaya çıkmıştır.
Yeryüzünde ilk "mabed"in Hz. Adem ile başladığı ileri sürülmekte; Kur'ân, bu yerin "Allah'ın evi"
Kabe olduğunu belirtmektedir (25). Dünyada meşhur olan, bütün peygamberlerce hürmet gören bu
makam, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail ile yüceltilmiş (26); sonunda putlardan tamamen temizlenerek asıl
gayesine hizmet etmesi Hz. Muhammed ile gerçekleşmiştir.
Yahudi Kutsal Kitabı'nda (Tanah), Allah'ın Hz. İbrahim'e, Hz. Ya'kub'a Allah için bir mezbah
yapmayı emrettiği; onların da bu emri yerine getirdikleri (27); Hz. Yakub'un yaptığı yerin adını "el
Beyte!" koyduğu (28); Tanrının evinin istenilen şekilde bir "Mabed" olarak Hz. Süleyman tarafından
gerçekleştirildiği (29) görülmektedir.Kur'ân'da, Ka'benin yüceliği, fazileti ve haccedilmesi dışında bir
bilgiye rastlanmamaktadır. Fakat Tanah'ta, Süleyman Mabedi'nin (Bet ha-Mikdaş) yapılışı, eni, boyu,
yüksekliği ve diğer teferruat yeralmak tadır. Kutsal iki kitapla belirtilen bu mabedler, sonrakilere model
olmuştır. O dinin mensupları arttıkça mabedler de çoğalmıştır.
Yeryüzündeki mabedleri iki kısma ayırabiliriz: 1) Allah tarafından yapılması emredilen mabedler
(Ka'be ve Yahudi Kutsal Kitabı'ndaki bilgilere göre Süleyman Mabedi). 2) Sonradan ortaya çıkan
mabedler.
Her dinin veya her toplumun kendine mahsus ibâdet yerleri, mabedleri vardır. Her mabed; o
dinin muhtevasına göre şekillenmekte; ya aslî görevini, yani "Allah'ın evi" vazifesini ifâ etmekte; ya bir
toplanma yeri, "Tanrının bulunduğu yer" fonksiyonunu icra etmekte; ya da sadece dinî liderlerin
heykellerinin bulunduğu yer, "putevi" hüviyetini taşımaktadır.
Aşağıda bugün yeryüzünde mevcut olan dinlerden bazılarındaki mabedler hakkında bilgi
verilecektir.
a) İslâm'da Mabed (Mescit, Cami)
İslâm'da ibadet yeri cami veya mesciddir. Cami, "bir yere toplayıcı ve bir araya getirici"
anlamındadır. İslâm'da cami ile eşanlamda olan mescid, "dik durmak, eğilmek, baş eğmek, alnı yere
koymak" gibi anlamlara gelen bir mekân ismidir.
Mescit kelimesi, Kur'ân'da, "Mescidu'l Haram" (30), "Mescidu 'l Aksa" için kullanılmıştır (31).
İslâm'dan önce mukaddes bir türbe de, Tanrı'ya adanmış ve içinde Tann'ya dua edilen ibadet yerleri
de "mescid" ile ifade edilmiştir. Şu âyette umûmî anlamda kullanılmıştır: "Allah insanların bir kısmını
diğer bir kısmıyla savmamış olsaydı herhalde manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah ismi çokça
anılan mescidler yıkılıp yok olurdu..." (Hac, 40).
Mekke'de, ilk Müslüman cemaatin husûsî bir ibadet yeri yoktur. Peygamber, Ali ve en eski
arkadaşlariyle birlikte, Mekke'nin dar sokaklarında, gizlice namaz kılmaktaydı. Hz. Muhammed,
umumiyetle bazen Ka'be civarında, bazen kendi evinde, tek başına namaz kılmıştır.
İslâmî hükümler, esas olarak, bir ibâdetgâhın mevcudiyetini zarurî kılmıştır. Allah nazarında her yer
birdir ve namaz vasıtası ile Allah'ın huzurunda secdeye varmak her yerde mümkündür. Hz.
Muhammed, bütün Dünyayı bir mescid olarak tanıdığını belirtmiş; bunun yanında Namaz zamanı
geldiğinde namazın kılınmasını ve bir mescidde kılınmasını istemiştir (32).
Mescid, daha başlangıçta, cemaat halinde ibadet için kullanılmıştır. Topluluk arttıkça mescid,
toplulugun merkezi haline gelmiştir. Cami, mü'minlerin, namaz kılmak için, peygamberlerin etrafında
299
toplandıkları yer olmuştur. Peygamber orada, Mü'minleri Allah'a itaate davet etmiş, Müslümanların
orada hayata dair dair sorunları çözümlenmiştir.
İslâm'da ibadet yeri mescid ile başlamış'tır (Mescid-i Nebevî, Küba Mescidi). Medîne Mescidi,
İslâm'daki camilerin umûmî şekline örnek olmuş; ibadet yeri vasfı ağırlık kazanmıştır. Bu ilk mescidler,
Müslümanların çoğaldığı, İslâm'ın yayıldığı yerlerde, yenileriyle takviye edilmiş ve büyük camiler
ortaya çıkmıştır. Bu camiler, İslâm'ın işareti ve o bölgenin Müslüman olduğunun delili olmuştur.
Müslüman olan toplum, İslâmi duygusunu camilere yansıtmış; istemeleriyle, yapı tarzlarıyla ona
verdiği önemi göstermiş; fethettiği yerlerde camileri vücuda getirmiştir. Zamanla millet, mabedlerle bir
ve aynı sayılır hale gelmiştir. Böyle mabedlerin inşası dinî sevap vesilesi olmuş ve hayırda yarış
başlamıştır. Hatta Türk şairlerinin, düşünürlerinin şiirlerine, millî marşlarına konu olmuştur. Yahya
Kemal, "Süleymâniye'de Bayram Sabahı" şiirinde;"Ulu mâbed, seni ancak bu sabah anlıyorum; Ben
de bir varisin olmak üzere bugün mağrurum"; Mehmet Akif Ersoy da,
"Değmesin ma'bedimin göğsüne nâmahrem eli Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli"
diyerek mabede verilen önemi en iyi şekilde göstermişlerdir.
b) Yahudilerde Mabed
Yahudilerde mabed önemli bir yere sahiptir. Mabed, Yahudilerin dinî merkezi olmuştur. Yıllarca
kendilerini mabedle bir ve aynı gören Yahudiler, Babil Sürgünü (M.Ö. 586) dönüşü "Mabedi"
yeniden yapmış ve M.S. 70'de yakılıp yıkılıp yok edilmesinden sonra, hep onun hayaliyle, onu yeniden
ihya etmenin ülküsü ile yaşamışlardır. Bu mabed Yahudilerin gönlünde taht kurmuştur. Yahudiler,
Beyt-ha Mikdaş denilen Süleyman Mabedine bağlı olarak yaptıkları ibadetleri (Kurban gibi) bir müddet
yapamamışlardır. Sonraları bu mabed örnek alınarak, gittikleri yerlerde, ibadet yeri olarak "Beyt-haKnesset" (Sinagog, havra) vücuda getirmişlerdir.
Sinagog, Yahudilerin toplanma yeridir. Kudüs Mabedi'nden uzakta kaldıkları sürece, ibadetlerini
yerine getirecekleri, Ahit Sandığını muhafaza edecekleri yer olarak büyük mabed modeli sinagoglar
inşa etmişlerdir. Buralarda, ibadetler, dualar yerine getirilmekte ve kutsal kitap okunmaktadır.
Mabedler, Yahudilikte, Ahd-i Atik'in (Tanah) sembolü, "İsrail'in gerçek tanrısı", Tanrının görünmez
varlığın bulunduğu yerdir, Tanrının evidir.
Yahudiler için Süleyman Mabedinde, bir Tanrı ile bir ma'bed aynı övgüde birleşmiştir. Her yıl
çok sayıda Yahudi, Süleyman Mabedi'ni ziyaret etmekte; mecburî dualarını yerine getirmektedir. Batı
Duvarı (Ağlama Duvarı) önünde geleneklerini sürdürmektedir.
Sinagog (Beyt-ha Knesset), ibadet yapılması, kutsal kitapların okunması ve dinî emirlerin
öğrenilmesi için Yahudi cemaatinin toplandığı yapıyı ifade eder. Toplanmalar, Şabbat günü ve günde
üç defa olur. Bu sinagoglarda yapılan ibadetlerde kurbanlar yer almaz. Kurbanlar ancak Kudüsteki
Süleyman Mabedinde icra edilebilir.Sinagogda, Tevrat özel bir dolapta saklanır, törende okunur ve
dua edilir. Sinagogdaki tören son derece sadedir. 12 yaşını bir ay geçmiş 10 erkekle sinagogda ibadet
yapılır. Kadınlar ibadete katılamaz ve erkeklerle bir arada olamazlar. Kadınların yeri ya arkada ya
perde veya kafesle kapatılmış yan taraflardadır. Bugün din, Yahudilerin tek devleti olan İsrail'in
temelidir. İsrail, bir bakıma dinî devlettir. Hastanelerde, her yapılan mahallede muhakkak bir mabed
(Bet-Ha-Knesset) vardır. Her üniversitenin de bir mabedi bulunmaktadır.
İslâmdaki cami disiplini Yahudi mabedlerinde yoktur. Halk sohbet için de buraya gelmektedir.
c.Hıristiyanlıkta Mabed
Hıristiyanların ibadet yerlerine, mabedlere Kilise denilir. Kilise, Tanrı'nın evi kabul edilir. Kilise,
meclis veya cemaat anlamına gelmektedir. Hıristiyanlıkta Kilise'nin fonksiyonu diğer ibadet yerlerinden
farklıdır. Kilise'nin hem bina hem de teşkilat anlamı var. Bina olarak, Hıristiyanların ibadet ettiği yeri
kasdettiği gibi, teşkilat olarak, "Ruhban sınıfını" da ifade etmektedir. Kilise, İsa'nın manevî vekili kabul
edilmektedir. Katolik, Ortodoks, Anglikan gibi kiliseler vardır. Kiliseler arasında yapılan ibadetlerde
bazı farklar bulunmaktadır. Sabah, akşam ve pazar günleri ibadet kiliselerde yapılmaktadır. Mabed,
"Kominyon Âyini", tevbe ve benzeri ibadetlerin yapıldığı yerdir.
300
Hıristiyanlıkta da ilk zamanlar bir mabed yoktur. İbadet, evleri müsait olanların evlerinde veya
katakomp denilen yeraltı mabedlerinde yapılırken, daha sonra muhteşem kiliseler ortaya çıkmıştır.
Hıristiyanlar millî kültürlerinin temelinin kiliselerde atıldığını kabul ederler. Kilise, hem milletin hem de
dinin odak noktasıdır.
d.Hinduizmde Mabed
Hinduizmde ibadet her yerde yapılabilir anlayışı olmakla beraber, mabed de vardır. Mabedlerde
ibadet, evdekinin biraz gelişmiş şeklidir. Mabedlerin yıllık şenlikleri vardır. Bu şenliklerde putlar
arabalarla çekilerek, ırmaklara götürülür, yıkanır.
Tapınaksız köy yoktur. Kasaba ve şehirlerde büyük mabedler vardır. Bu mabedlerin yanında,
kutsal yıkanmaya elverişli, havuz bulunmaktadır.
e.Buddizmde Mabed
Buddizmde mabed, putevi anlamında "pagoda" kelimesiyle belir tilir. Pagodalarda Budda'nın
heykelleri bulunur. Pagoda'ya giren bir Buddist, Budda'nın heykeline ta'zimde bulunur; ona
çiçek ve tütsü sunar
f.Caynizmde Mabed
Caynist Mabedlerinde heykeller bulunmaktadır (Tırtankaralar). Bu heykeller önünde ilâhiler
söylenir, onlara meyve ve sebze sunulur; önlerine lamba ve tütsüler konulur. Bu heykeller yıkanır,
yağlanır ve çiçeklerle süslenir. Mabedlerdeki ibadetler rahipler tarafından değil, halk tarafından idare
edili
g.Sihizmde MabedAltın Mabe-di'dir. Kutsal kitapları bu mabedde muhafaza edilir. Buraya
"hacı*1 olmak için gidilir. Bunun yanında gurdvvara denilen mahallî mabedleri de vardır. Bunlar,
sihlerin hayatında önemli rol oynar. Gurdvvara'da yapılan ibadet, Kutsal Kitaptan pasajların
okunmasından ibarettir. Buraya giren bir Sih, hemen Kutsal Kitab'a kadar ilerler, alnını yere dayar ve
bir takdimede bulunur. Cemaat,- sihlerin geçmiş sıkıntılarını dile getiren ve muzaffer olmasını isteyen
duaları beraber okurlar.
301
GELECEK !
GERÇEK DİN ( hesap günü
KURUM 5- MÜSLÜMANLAR+MUSEVİLER+İSEVİLER İLE FITRAT ZEMİNİNDE
DİYALOĞ KURUMU
‫بسم هللا الرحمن الرحيم‬
.‫الحمد هلل رب العالمين و الصلة و السلم على رسولنا محمد و على آله و صحبه أجمعين‬
Diyalog, insanlar arası ilişkinin en etkili yoludur.
Fıtrat, varlıkların temel yapısını ve bu yapıyı oluşturan yaratılış, değişim, gelişim ilke ve
kanunlarını ifade eder. İnsanların, hayvanların, bitkilerin, yerin, göğün hâsılı her şeyin yapısı
ve işleyişi buna göredir. Fıtrat kanunları ve o kanunlarla oluşan varlıklardan her biri birer
âyettir. Bu sebeple varlıklar âlemine büyük kâinat kitabı demek uygun olur. Her insan bu
kitabın ayetlerini okur ve kendi kabiliyeti oranında ondan bilgiler alır. Araştırma ve
gözlemlerini derinleştirenler daha derin bilgilere, keşiflere ve icatlara ulaşırlar. Evrensel
değerler, bilim ve felsefe böyle oluşur. Kitaplar, bu bilgileri saklamak, eğitim ve öğretim de
yeni nesillere aktarmak içindir.
Kâinat kitabını okuyan her insan, Allah’ı kavrar ve her şeyi ona borçlu olduğunu anlar.
İhtiyaçlar bitmeyeceği için şeytan işte bu kapıdan sokulur, Allah ile arasının iyi olduğunu
göstermek için kılıktan kılığa girer ve insanı Allah ile aldatır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“O
aldatıcı, sakın sizi Allah ile aldatmasın.” (Lokman 31/33)
Şeytan ilk uygulamayı Âdem ve Havva (a.s.) üzerinde yapmış, yasaklanan ağaçla ilgili
olarak arzularını kabartan sözler söylemiş ve ondan yemelerini sağlamıştır.
“Ey
Âdem, sana ebediyet ağacını ve yok olmayacak bir saltanatı göstereyim mi?”
“(Bakın) Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, sırf melek olursunuz, ya da ölümsüz
hale gelirsiniz diyedir” demiş ve “ben size karşı gerçekten samimiyim” diye yemin etmişti.
(Araf 7/21-22)
Bu sebeple en büyük sömürü Allah ile ilişkilerde yani din sahasında olur. Kimi “Allah her
şeyi versin ama işime karışmasın” diyerek kendini tanrılaştırır, kimi de batıl inanç kümelerine
takılır. Şeytan her ikisini de aldatır ve kendilerini dindar saymalarını sağlar. Allah Teâlâ şöyle
buyurur:
(İnsanlar iki kesimdir) Bir kesimi Allah yolunu(BİLĞİ VE EMİRLERİNİ) kabul eder.
Bir kesimi de dalaleti hak eder. Çünkü bunlar şeytanları, Allah ile aralarına birer dost
olarak koyar ve kendilerini doğru yolda sayarlar. (Araf 7/30)
Peygamberler çalışmalarını bu sahada yoğunlaştırmış, din konusunda aklın ve fıtrat
bilgilerinin kullanılması için çaba göstermişlerdir.
Onların üzerinde durdukları kavram zikirdir. Zikir, marifeti kullanıma hazır tutmaktır.
Marifet ise kafa yorup bir şeyin etki ve tepkisini ölçerek elde edilen bilgidir. O bilgi ile
Allah’ın dini arasında tam bir uyuşma vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
302
“Sen yüzünü dosdoğru bu dine, Allah’ın fıtratına çevir. O, insanları ona göre
yaratmıştır. Allah’ın yarattığının yerini tutacak bir şey yoktur. İşte sağlam din bu
dindir. Ama insanların çoğu bunu bilmezler.” (Rum 30/30)
Peygamberler, bu zikri harekete geçirmeye çalışmışlardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
Sen tezkirde bulun, senin görevin sadece tezkirdir. (Gaşiye 88/21)
İlâhî kitaplardan alınan bilgiler de fıtrattan alınanlar gibi zikirdir. Allah Teâlâ şöyle
buyurur:
De ki, bu (Kur’an) hem benimle beraber olanların hem de benden öncekilerin
zikridir. Aslında onların çoğu bu gerçeği bilmez, o sebeple yüz çevirirler. (Enbiya 21/24)
“…
Peygamberler insanlara “tezekkür etmez misiniz’’ derken “Fıtrattan edindiğiniz bilgilerle
size yapılan tebliği karşılaştırıp gerçeği görmez misiniz?” demiş olurlar. Bu, insanları akla
ve bilime çağırmaktır.
Diyalog çalışmalarının fıtrat zeminine oturtulması halinde Allah’ın yarattığı kitapla
indirdiği kitap arasındaki bütünlük, asırlar sonra yeniden görülecek ve insanları hurafelere
değil, tartışmasız doğrulara çağırdığımız anlaşılacaktır. O zaman Allah’ın kitabı, temel
başvuru kitabı haline gelecek ve bilimsel çalışmalar hayallerin ötesinde bir sıçrama
yapacaktır.
Öneriler/Teklifler:
Dinlerin temel kitaplarındaki evrensel değerleri belirlemek. ( Evrensel insani ortak
değerleri; akıl ve bilim ile çelişkisiz şekilde ifade etmek.)
Hedefe alınan kitlelerin inançlarını ve örflerini tespit için araştırma grupları kurmak.
Merkezi Türkiye’de; şubeleri Avrupa, Afrika ve Amerika’da olan araştırma merkezleri
kurmak
Allah Teâlâ’dan hayırlı işlerimizde başarılar vermesini niyaz eder.
KURUM 6 - Üniversitelerde tüm bilim adamlarının kendi dallarındaki ayetler ile ilğili
çalışma yapabilecegi; AYET İNCELEME MERKEZLERİ.
303
Ekselansları
Roma, 10.3.2009
Kardinal Jean-Louis Pierre Tauran
Dinlerarası Dialog Kurulu Başkanı
Vatikan
Aşağıdaki yazıyı imzalayanlar, şu ana kadar yaptıkları işbirliği çalışmalarından sizleri
bilgilendirmeyi uygun görmüşlerdir:
1- Tübingen İşbirliği Açıklaması
Taraflar, önce İstanbul’da sonra Tübingen’de yaptıkları toplantılar sonunda yaratılış
düzenini, yani fıtratı temel alan ortak çalışmalar yapmak için görüş birliğine
varmışlardır.
Her iki fakültede ve Süleymaniye Vakfında din hukuku ve fıtrat alanlarında araştırmalar
yapacak birimler oluşturmak, doktora ve mastır çalışmalarını desteklemek için elden gelen
gayret gösterilecektir.
Diyaloğun da fıtrat zeminine oturtulması için çalışma yapılacaktır. Bunun başarılması
halinde Allah’ın yarattığı kitap, yani fıtratla indirdiği kitaplar arasındaki bütünlük, asırlar
sonra yeniden görülecek, tartışmasız doğrular etrafında işbirliği imkânları doğacak, yanlış
inançlar bir kenara bırakılacak, Allah’ın kitabı, temel başvuru kitabı haline gelecektir.
Yaratılış düzeninden çıkarılan bilgilerin bir bölümü tabii hukuku oluşturur. Bu hukuk,
Allah’ın yarattığı insanın tabiatından türetilen ve doğal idrak ile anlaşılan normların tümü
anlamına gelir ve insanda ilahi bir tabiatın var olabileceği tasavvuruna dayanır. Tabii hukuk
farklı inançlarda insanların ve devletlerin kendi aralarında akılcı birlikteliğinin zeminini
oluşturmaya hizmet eder. Ayrıca bu hukukun, yöneticileri ve yasa koyucuları bağlayıcı
niteliği vardır. Bu durum özellikle temel hakların ve insan haklarının gerçekleşmesi için
gereklidir.
Tabiat kitabını okuyan her insan Allah’ı kavrar ve her şeyi ona borçlu olduğunu anlar.
Peygamberler çalışmalarını bu sahada yoğunlaştırmış, din konusunda aklın ve fıtrat
bilgilerinin kullanılması için çaba göstermişlerdir. Onların örnek alınması halinde din ve bilim
uyuşacak ve insanlığın, ortak değerler etrafında bütünleşmesinin zemini oluşacaktır.
Bilimin kaynağı Allah’ın yarattığı kitap, yani fıtrattır. Bu sahada Allah’ın indirdiği kitaptan
da yararlanılırsa bilimde, hayallerin ötesinde bir gelişme yaşanacaktır. Böylece diyalog içinde
birlikte araştırmalar yapma ve hayırlı işlerde yarışma imkânları ortaya çıkacaktır.
Taraflar, insanlığın hayrına olan bu büyük işbirliği için anlaşmış, Allah’tan yardım ve
başarı niyaz ederek bu metni imzalamışlardır.
2- Tübingen Açıklamasının Kabulü ve Yürütülmesi Protokolü
Geçtiğimiz yılın Aralık ayında bu Açıklama, bazı ortak araştırma projelerini tanımlayan
ekteki protokolle yürürlüğe konmuş, daha sonra o protokole aşağıdaki konu da eklenmiştir. .
Ek Protokol: Ekonomi, Ticaret ve Faiz
304
“Taraflar, Dünya’da arzulanan yeni ekonomik düzenin felsefi zemininin oluşturulmasına
katkıda bulunmak istemektedirler. Bunun için yapılması düşünülen çalışmanın başlığı
“Ekonomi, Ticaret ve Faiz” şeklinde belirlenmiştir.
Bayındır bu hususta şuna işaret eder: “İnsanların paraya değil, sadece mal ve hizmete ihtiyacı
vardır. Para, vücuttaki kan gibidir. Kan, vücuda giren gıdaları nasıl hücrelere taşırsa para da
alım satım yoluyla mal ve hizmeti ilgili yerlere taşır. İnsanlar mal ve hizmet üretebilirler ama
para üretemezler. Bu sistemde faizin rolü ne olacaktır?”
3- Roma Katolik Kilisesi’ne Teklifimiz:
9. 3. 2009 tarihinde Roma’da gerçekleştirilen ilmi toplantıda Müslüman taraf Katolik
Kilisesine ortak hedef ve ortak görev teklifinde bulmuş ve toplantının Katolik tarafı bu
teklifin ortaklaşa yapılmasını kabul etmiştir.
Ortak hedef; “Din ve bilim dengesini kuramaktır.“ Böylelikle yeni bir çağ, denge çağı
başlayacaktır.
Ortak görev de bu hedefe ulaşmak için “Allah’ın indirdiği kitapları, Allah’ın yarattığı kitapla
birlikte okumak olacaktır.”
Çünkü Allah’ın yarattığı kitap, yani varlıklar âlemi tüm ilimlerin kaynağıdır.
Bu işbirliği, Allah’ın yarattığı kitapla indirdiği kitaplar arasındaki bütünlüğün görülmesini
sağlayacak, tartışmasız doğruların bulunmasının yolunu açacak ve toplumları hayırda
yarıştıracaktır. Böylece dinler ve toplumlar arası ilişkide rahatlama olacak ve bilimde de
yoğun bir ilerlemeler sağlanacaktır. Bu, bizim en önemli görevimizdir.10.03.209
Prof. Dr. Abdulaziz BAYINDIR
Mustafa EVLI
imza
imza
İstanbul Üniversitesi İlahiyat
Fakültsei Dünya Dinleri Kültürü
Bölümü Başkanı
Süleymaniye Vakfı Yönetim
Kurulu Üyesi
ve Dış İlişkiler Sorumlusu
İstanbul Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi
Baba Hasan Alemi Mh, Kavalalı
Sk, A-Block
Fatih – İstanbul
Süleymaniye Vakfı
Hoca Giyasettin Mh,
Sifahane Sk, No 20,
Fatih - Istanbul
Prof. Dr. Richard PUZA
imza
Tübingen Eberhard-KarlsUniversitesi Katolik İlahiyat
Fakültesi Şimdiki Dekanı
Katholisch Theologische
Fakultät Eberhard-KarlsUniversität
Tübingen Liebermeister Str 12,
D - 72074 Tübingen
DİYALOG ÖRNEKLERİ;
305
T.C
05.04.2015
Başbakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Musevi vatandaşlarımızın Hamursuz Bayramını
tebrik mesajı aşağıdadır;
“Musevi vatandaşlarımızın ‘Hamursuz’ olarak isimlendirdikleri ve Yahudilerin Mısırdan
kurtuluşunu sembolize eden bayramlarını yürekten tebrik ediyorum.
Tarihin en çoğulcu devlet ve toplum düzenini yüzyıllarca yaşamış ve yaşatmış bir millet olarak
haksızlığa uğrayan her toplumun, her inanç grubunun yanında olduğumuzu bütün insanlık ile
beraber en iyi Musevi vatandaşlarımız bilir.
‘İnsanı yaşat ki devlet yaşasın’ anlayışımızın esası, bütün insanlara ve bütün yaratılmışlara
karşı adalet, merhamet ve şefkattir. Kendimiz için istediğimizi hangi inanca, dine, felsefeye,
ideolojiye mensup olursa olsun ev ve ülke komşularımız başta olmak üzere herkes için, yani
bütün insanlık için istiyoruz.
İnsanlar arası ilişkilerden uluslararası ilişkilere kadar her insan, her toplum için her türlü
ayrımcılığı reddediyor, herkesin inandığı gibi yaşamasını kabul etmeyi, haksızlığa, zulme maruz
kalan herkesin elinden tutmayı medeniyetimizin esası, devletimizin en temel kriteri, milletimizin
en asli karakteri olarak yaşatıyoruz.
Bu münasebetle, huzur içinde yüzyıllardır birlikte yaşadığımız Musevi vatandaşlarımız başta
olmak üzere bütün Musevilerin Hamursuz Bayramlarını tekrar tebrik ediyor, bütün insanlık
ailesi içinde kendilerine barış ve esenlik dolu bir hayat diliyorum.”
16.12.2014 Tarihinde; Hanuka Bayramı dolayısıyla yayınlan mesaj;
“Tarih boyunca hüzünlerimizi ve sevinçlerimizi birlikte paylaştığımız Musevi vatandaşlarımızın
Hanuka Bayramlarını tebrik ediyorum.
Bilindiği üzere farklı inanç ve kültürlere ev sahipliği yaparak zenginleşen Türkiye büyük
medeniyet birikimiyle ve çoğulcu toplumsal karakteriyle dün olduğu gibi bugünkü dünya için
de örneklik teşkil etmektedir.
Kan ve gözyaşının dinmediği, masumiyetin ölümcül saldırılara maruz kaldığı dünyamızın en
çok muhtaç olduğu değer, bir arada yaşama iradesi ile kendisi gibi olmayanların hukukunun
korunmasıdır.
Musevi ve diğer inanç gruplarına mensup bütün vatandaşlarımızın kültürel hasletlerini ve
inançlarını korumaları yüzyıllardır olduğu gibi bugün ve yarınlarımız için de huzur ve
barışımızın, toplumsal dayanışmamızın güvencesi olacaktır.
Hükümet olarak bütün çabamız ve gayretimiz aralarında inanç ayrımı olmaksızın bütün
vatandaşlarımızın hak ve hukuklarını en üst düzeyde korumak ve her vatandaşımızın mutlu
olmasını sağlamaktır.
Bütün farklılıklarıyla zenginleşerek bugünlere gelen Türkiye, geleceğe de farklılıklarıyla birlikte
bir hoşgörü ve barış limanı olarak yürüyecektir. İnsanlık ailesinin medeniyet yolunda mesafe
alması ve dünyanın daha huzurlu olması kimsenin ötekileştirilmeden herkesin birbirinin
hukukunu korumasına bağlıdır.
Bu manada bütün inanç mensuplarına yüzyıllar boyu ev sahipliği yapan ve zulme uğrayan
herkesi kucaklayan ülkemiz tarihi tecrübesiyle ve bugünüyle bütün insanlığa numune olacak
bir birikime ve örnekliğe sahiptir.
306
Yüzyıllar boyu bir arada yaşama iradesi gösterdiğimiz Musevi vatandaşlarımızın ülkemize
katkıları her zaman takdire şayandır. Hanuka bayramları vesilesiyle bütün Musevi
vatandaşlarımız için sonsuza kadar huzur dolu bir hayat diliyorum.
Hanuka bayramlarının birlik ve beraberliğimizi pekiştirmesi temennisiyle Musevi
vatandaşlarımıza en içten sevgi ve selamlarımı sunuyorum.”
Prof.Dr.Ahmet DAVUTOĞLU
TC.Başbakanı
DEAR
BENJAMİN NETANYAHU
Dört yıl önce Telaviv den adresinize ATATÜRK' ün YURTTA SULH CİHANDA SULH
ilkesi çerçevesinde ingilizce metin göndermiştim. Cevabınıza teşekkür ediyorum.
Gönderdiğim metnin uygulama projesini dört yılda hazırlayabildim. Türkçeyi iyi
bilen bir bilim insanı aramızda tercümanlık yapabilir. MİNİSTRY OF UNIVERSAL
CIVILIZATON
PROJESİ. Bu bakanlığı İsrail'de kurabilirsiniz. Veya USA da
kurulması için B.Obama ya siz iletebilirsiniz.
Bugün İsrail'e geldim.Hoteldeyim.Sizden randevu bekliyorum.Projemi size
sunmak istiyorum.İnşallah projemde sizin isminizin bulunduğu yere atacağınız
tek imza ile on yıl içinde herkesin güvenliği sağlanabilir.
Dönüş biletim 21 Haziran 2013 te. Ümit ederim bu tarihten önce görüşebiliriz.
Güvenlik ve Adalet yolunda size başarılar diliyorum.
Saygılarımla. 03.06.2013
[email protected]
Burhan Erol
İnönü cad 313/1635280 Konak/İZMİR/TÜRKİYE
GSM:+90 542 214 83 66
307
KURUM 7BAKANLIGI”
“İNSAN HAKLARI BAKANLIĞI”
VEYA
“EVRENSEL MEDENİYET
STATE OF ISRAEL
EVRENSEL MEDENİYET BAKANLIĞI
MINISTRY OF UNIVERSAL
CIVILIZATION
E.M. Bakanlığının Hedefi: Evrensel Medeniyetin Oluşumunu hızlandırmak,
herkesin Güvenliğini ve yeryüzünde Adaleti en kısa zamanda sağlamaya
çalışmaktır.
Bölüm: 1
(Evrensel Medeniyet’te)
308
PARA
Mal ve hizmetlerin değişim aracına para denilir.Önceleri insanlar mal ve
hizmetlerini takas yoluyla veya altın ve gümüş gibi madeni maddelerle
değiştirmişler ve bu değerler üzerinden satış işlemlerini yapmışlardır. Değişim
aracı olarak günümüzde altın, gümüş gibi bazı kıymetli madenlerin yanı sıra
çoğunlukla kağıt para veya elektronik para kullanılmaktadır.
Dünya Merkez Bankaları Birliği (PARA KURUMU) en kısa zamanda kurulmalı, on
yıl içinde Dünyada tek para birimi kullanılmasına geçilmeli. Her devletin merkez
bankası bu oluşum içerisinde yerini almalı. Daha önceleri basılan paraların
teminatı devletler olduğu için, her devlet kendi milli parasını kendisine ait menkul
değerler veya gayrimenkul mallar ile maksimum yirmi yıl içinde değiştirerek
karşılığını ödeyebilir ve piyasadan çekebilir.
Bölüm: 2
(Evrensel Medeniyet’te)
ULAŞIM
Evrensel Medeniyet oluşum sürecinde, şimdiden kıtalar arası ulaşım projeleri
düşünülmeli ve bir taraftan işe başlanmalıdır.
Mesela, Berinğ boğazından, Arjantin’e ve Pekin’e, Pekin’den Ankara’ya, Moskova
dan Güney Afrika'ya
kıtalar arası kara yolu ve demir yolu ulaşım ağları
düşünülmelidir.
Mal ve Hizmetlerinin Kürenin her yanına taşınması, küresel turizm için ulaşım
ağları, insanları birbirine düşman değil, dost yapabilir.
Dünya Kara ve Demiryolu Ulaşım Birliği Teşkilatı kurulmalı. Teşkilata üye her
devlet ve hak ve yükümlülük sahibi olmalı.
20 Yıl içerisinde kademeli olarak 5 Trilyon Dolar yatırım yapıldığında 50 Trilyon
Dolar Katma Değer oluşturmak mümkün. Milyonlarca insana iş sahası açılabilir.
Silah sektöründe çalışan işçilere ve şirketlere ulaşım sektöründe iş verilebilir.
Silah şirketleri sermayelerini ve işçilerini Kıtalar arası Ulaşım projelerine
aktarırlarsa, silahtan kazandıklarından daha fazlasını kazanabilirler. Devletler
bazında her türlü görüşmeler yapılarak, kendilerine her türlü kolaylıklar
sağlanmalıdır.
Bölüm: 3
(Evrensel Medeniyet’te)
309
BESLENME
15 Yaşını bitirmiş herkes başkalarına yük olmaksızın kendi beslenmesini, kendisi
üreterek veya çalışarak karşılamalı.
15 Yaşını bitirenler hasta ve çalışamaz değilse, çalışmıyorsa, tembellik ediyorsa,
iş sahaları olduğu halde beğenmiyorsa aç kalmasına seyirci olunmalı. Birkaç gün,
birkaç hafta aç kalınca, otomatikman çalışma dürtüleri harekete geçer.
15 Yaşını bitirdiği halde avantacılık, başkalarına yük olmak, dilencilik insan
onuruna yakışmıyor.
Öğrencilerin de hem
davranışlardandır.
çalışıp,
hem
öğrenimlerini
sürdürmeleri
onurlu
15 Yaş ve altında olan çocuklara Dünya Merkez Bankaları Birliğince basılan
Evrensel Paradan pay verilerek beslenmeleri sağlanır. Bu para ile çocukların
beslenmeleri anneleri veya velileri tarafından karşılanır.15 yaşını bitirmiş her
insana iş adamı olması için 100.000 Üniversal Money kredi limiti açılır.
Danışmanlı ve denetimli 5+5 yıl geri ödeme süresi verilir.
Herkese eşit olarak uygulanacak bu sistem ile emisyon hacmi oluşacaktır.
Beslenme işimizi tıp bilimlerine göre yapmalıyız. Tıp bilimlerine göre temiz
olmayan, zararlı yiyecek ve içeceklerden uzak durmalıyız. Kendimize yeterli kalori
ihtiyacına göre, yiyip içmeliyiz. Paramız var diye, gerçek ihtiyaç olmayan şeyleri
almamalıyız. Aile hekimleri aileye yol göstermeli.
Bebekler için sütanneliği teşvik edilir.
Bölüm: 4
(Evrensel Medeniyet’te)
GİYİNME
Giyinme sektörü milyonlarca, belki milyar civarında insana iş imkanı sağlıyor.
Evrensel Medeniyette başını örtene de, kipa takana da, başını açana da, kipa
takmayana da saldırılmaz. Saldıran olursa, güvenlik güçleri saldırganı etkisiz hale
getirerek yargı kurumlarına teslim eder.
Bazı kurumlar “Güvenlik” gerekçesi ile belirli yönetmelikler yapabilir. Örneğin bir
haber alma örgütünde çalışacak bir bay ve bayanın dikkat çekmeyecek bir giyside
olması gerektiği gibi.
Bölüm: 5
310
(Evrensel Medeniyet’te)
KONUT
Sağlıksız konutların yıkılıp, sağlıklı ve kullanışlı konutlar yapılabilir.
Yapılarda üç temel ilke gözetilir:
A-
Sağlamlık
B-
Estetik
C-
Ucuzluk
Bir yapıyı hem sağlam, hem estetik, hem de ucuz yapabilmelisiniz.
2033 Yılında Dünya nüfusunun 10 Milyara yaklaşacağı tahmin edilmektedir. Her
yıl 25 milyon yeni konuta ihtiyaç olabilir.
500 milyar dolar sermayeli uluslararası konut şirketi kurulabilir. Kıtalar arası
kara ve demir yolu güzergahların da araziler tahsis edilir. Üretilen konutlar
ortalama 20.000 Dolara yirmi yıl vadeli, kira öder gibi satılabilir. Aynı zamanda
milyonlarca insana yeni iş kapıları açılabilir.
Bölüm: 6
(Evrensel Medeniyet’te)
TEMİZLİK VE SAĞLIK
Medeniyetin ölçülerinden birisi temizlik… Temiz olmayan insanlara medeni insan,
temiz olmayan toplumlara medeni toplum demek zor.
Temizlik ve sağlık için su lazım. Denizlere akan temiz sular su ihtiyacı olan
yerlere ulaştırılabilir.
Enerji kaynaklarına sahip ülkeler ellerine geçen paraları silahlanmaya
değil,insanların
hepsinin
temiz
sulara
kavuşmasına,enerji hatlarının
yapılmasına,küresel kara ve demir yollarının inşa edilmesine yönlendirebilirler.
Hindistan'da 60 milyon insanın; kanalizasyon olmadığı için sırtlarındaki küfelerle
fos septiklerden dışkı yükleyip nehirlere boşaltmasından herkes utanmalıdır.
Acilen tüm yeryüzünde kanalizasyon su, yol enerji, temizlik seferberliği
başlamalıdır.
Çocukların küçük yaşlardan itibaren diş, vücut, elbise, çevre temizliğine
alıştırılmasında herkes üzerine düşeni yapmalı.
Hastalanmadan önce sağlığın kıymeti bilinmeli. İnsan sağlığını korumaya azami
titizlik göstermeli. Hastanelere, ameliyatlara, ilaçlara ayrılan kaynaklar korkunç
boyutlara gelmiş durumda.
Hastalıklar artsın ilaç satalım mantığı yanlış. Asıl olan hastalık değil sağlıktır.
311
Sağlık bilimleri çerçevesinde sağlığın korunması için önceden nasıl davranmak
gerekiyorsa öğrenmek lazım. Her insan kendi sağlığını korumak konusunda titiz
olmalı. Öğrenmeli ve ailesine öğretmeli.
Tıpta uzmanlık için her pratisyen hekime ihtisas imkanı sağlanmalı.
Yeni doğan çocuklara iki yıl anne sütü
edilmeli.
verilmeli
veya
süt
anneliği
teşvik
Bölüm: 7
(Evrensel Medeniyet’te)
TERÖR VE GÜVENLİK
Evrensel Medeniyet terörün kaynaklarını kurutabilir. Öyle ki Paris’ten arabasına
atlayan bayan turist, vahşi hayvan saldırısı veya Allah korkusundan başka bir
korku duymadan Pekin’e kadar turistik seyahat yapabilir. Canını, Irzını, Malını,
Aklını, Bilgilerini güvende hissedebilir. Ve gerçekten de güvende olabilr.
FİLİSTİN HALKI İÇİN TÜRKİYE + İSRAİL BİRLİKTE ÇALIŞABİLİRİZ.
Filistinlilerin tamamı herhangi bir ülkeye davet edilir. Filistinlilerin o ülke
topraklarında yaşaması için gerekli para ABD tarafından karşılanabilir. Her
Filistinli için, konut ve iş sahaları açmak üzere 100.000 Dolar ödenebilir.
Doğu, batı, kuzey, güney hepsi Allah’a ait. Arzın neresinde yaşarsan yaşa.
Önemli olan insanca yaşamak, medenice yaşamak.
Bir insanın düşüncesini, diğer insanlara duyurması eskiden çok zordu.
Günümüzde çok kolay. İnsanların düşüncelerini değiştirmekle bazen orduların
yapamadıkları işler yapılır.
Bunun için, 10 Milyar $ lazım. Üniversal TV kanalı, dev prodüksiyonlar, gazeteler,
dergiler, kitaplar, çeşitli etkinlikler ile insan beynini etkileme, insan düşüncesini
değiştirme faaliyetleri.
Her yüzbin kişinin yaşadığı bölgeye bir düşünce adamı (ilgili dili bilen iş+ bilim
adamı) yerleştirilecek. Bu kişi o bölgede en az 8 yıl düşünce konferansları
verecek. İnsanlarla birebir görüşmeler yapacak. İnsanların düşüncelerini Evrensel
Medeniyet doğrultusunda değiştirmeye çalışacak. Terörden, vurmaktan,
kırmaktan elinizi çekin diyecek.
Aynı zamanda TV kanalları ile her dilde yayınlar yapılacak. Kitaplar, dergiler
dağıtılacak. Gazeteler bu doğrultuda gerçek haberleri yazacak. İnsanlara moral
aşılayacak.
2016 yılında harekete geçilebilir. En az 70.000 bilim adamı bu konuda
görevlendirilebilir. Her yüzbin kişinin yaşadığı bir bölgede bir bilim adamı çalışır.
Her bilim adamına ortalama 1.000$ maaş ödense, ayda 70.000.000$ eder. Yılda
312
840.000.000$ eder. 8 Yılda ise 6.72 Milyar $ tutar. 8
çalışmaları yeterli olabilir.
yıl dünya genelinde
Kalan 3.28 Milyar $ ile küresel TV kanalları, Radyo istasyonları kurulur, dergiler,
gazeteler çıkarılır ve çeşitli etkinlikler sürdürülür.
70.000 Bilim Adamının, her yüz bin kişinin yaşadığı bölgede 8 yıl süreli çalışması
SİNERJİK etki yapabilir. Dünya insanları, dünyanın her yerinde çalışan bu
hareketten etkilenebilir.
Herhangi bir kişi veya kuruluştan yılda 1.250 dolar evrensel medeniyet
bakanlığına borç temin edilir. Her yıl bir milyar dolar borç verilir. Sekiz yıl
boyunca devam ettirilir. 8 yıl içinde toplam 10 milyar dolar borç verilmiş olur.
24. BÖLÜMDE YAZILDIĞI GİBİ KURULACAK E M A Ş tarafından on milyar dolar,
Evrensel Medeniyet Bakanlığına borç para veren kişi veya kuruluşa borcun
verilişin den on yıl sonra geri ödenecektir. Bununla ilgili protokol EMAŞ Yönetim
Kurulu Başkanı Burhan EROL ile borcu veren kişi veya kuruluş başkanı ile
imzalanacaktır.
Bölüm: 8
(Evrensel Medeniyet’te)
EĞİTİM VE ÖĞRETİM
Küçük yaşlardan itibaren çocuklara temizlik alışkanlığı kazandırmak bir eğitimdir.
İnsanı hangi ölçülere göre eğitmeliyiz?
A-Aklın kabul
doğrultusunda.
ettiği
ve
bütün
insanların
birleştiği
Evrensel
değerler
B-Bilimlerin kesin olarak ispatladığı gerçeklere göre.
C-İhtilaf edilen konularda ise hakem Zebur, Tevrat, İncil ve Kur’ an olmalıdır.
İnsana aklı Yüce Yaratıcı vermiştir.
Bilim üretmeyi Yüce Yaratıcı emretmiştir.
İnsanların birliğini, beraberliğini, Evrensel değerleri Yüce Yaratıcı hatırlatmıştır.
Kitapları Yüce Yaratıcı indirmiştir.
Herkes geçimini sağlayacağı bir meslek öğrenmeli.
Herkes Zebur, Tevrat, İncil ve Kur’ an öğrenmeli. Bu kitaplar okullarda her
halkın anladığı dilde ders kitabı olmalı.
Herkes kendisine zararlı ve yararlı olacak davranışları öğrenmeli.
MESLEK ÖĞRENİMİ
Şu an yeryüzünde insanların geçimlerini sağladıkları binden fazla meslek türü
var. Öğrenimle insan bir meslek sahibi olabiliyor. Her insana bir meslek öğretmek
313
her devletin görevleri arasında olmalıdır. İş sahalarının açılması ve meslek
öğrenimleri birbirine paralel sürdürülecek işlerdendir.
BİLİM ÖĞRENİMİ
Var olanı, varlıkları tanımak, olayları kavramak için yapılan metodik araştırmalara
bilim denir.
Var olan yani gerçek olanlar bilimin konusuna girer. Gerçeği, var olanı, varlıkları,
olayları kavramak lazım. Gerçeği öğrenmek, var olanı, varlıkları, olayları
kavramak her insanın arzu edeceği bir kazanım. Yeter ki gerçek diye yalanlar
Dünyadaki tüm insanlar aşağıdaki soruların cevaplarını samimiyetle düşünmeli?
S. 1- Allah gerçek midir ?
S. 2- Ahiret gerçek midir ?
S. 3- Zebur, Tevrat, İncil ve Kur’ an gerçek midir ?
S. 4- Allah kullarına zulüm yapar mı ?
S. 5- Yoksa biz insanlar, Dünyayı zulüm yurduna mı çevirdik ?
Allah var olandır. Allah gereği gibi bilinmeli. Allah’ın yarattığı dünya, uzay ve
içindekiler, varlıklardır. Bilim bu varlıkları ve olayları tanımaya çalışır. Varlıkları ve
olayları beş düzlemde tasnif ederek öğrenebiliriz:
I- ALET BİLİMLERİ: Matematik, Mantık.
II- İNSAN BİLİMLERİ: Felsefe, Psikoloji, Tarih, Ahlak, Sanat, Filoloji, Pedoğoji.
III- TOPLUM
Antropoloji.
BİLİMLERİ:
Edebiyat,
Sosyoloji,
Hukuk,
İktisat,
Siyaset,
IV- FEN BİLİMLERİ: Fizik, Kimya, Biyoloji, Kozmoloji.
V- PRATİK BİLİMLER: Mühendislik Bilimleri, Mimarlık Bilimleri, Tıp Bilimleri,
Güvenlik Bilimleri.
Zebur, Tevrat, İncil ve Kur’ an okurken kainattaki,tabiattaki gerçeklere uygun
olarak anlamaya çalışmalıyız.
İnsan tek başına değil, toplum içinde yaşıyor. Toplum içinde yaşarken hangi
davranışları yaparsa kendisine zarar gelir, hangi davranışları yaparsa yarar gelir.
Bunları da öğrenmeli.
Binlerce hurafe ve batıl inançlar, zararlı adet, hukuka aykırı töre zihinlerden atılır.
Yerine beş on maddelik(on emir gibi) herkesin dikkat etmesi gereken değerler
yerleşir.
314
Bölüm: 9
(Evrensel Medeniyet’te)
YARIŞLAR
Yarışlar düzenlenmeli. Evrensel Medeniyet doğrultusunda iş başaranlara ödüller
verilmeli.
Her yıl liseler arası Evrensel Medeniyet konulu güzel konuşma yarışmaları.
Her yıl üniversiteler arası Evrensel Medeniyet konulu proje yarışmaları.
Bölüm: 10
(Evrensel Medeniyet’te)
SPOR
Spor müsabakalarında
etkinlikler yapılabilir.
Evrensel
Medeniyet
oluşumu
istikametinde
çeşitli
Müslümanım diyenlere Cuma günü, Museviyim diyenlere Cumartesi günü,
İseviyim diyenlere pazar günü spor salonları, stadyumlar, arenalar ücretsiz tahsis
edilir. Diledikleri gibi ibadet ve spor yapabilirler. Kırk kişinin imzaladığı yazılı
müracaat yeterlidir. Güvenlik ve temizlik ilgili belediyeler tarafından sağlanır.
Bölüm: 11
(Evrensel Medeniyet’te)
SANAT VE EĞLENCE
Yeni bir heyecan, yeni bir rüzgar. Evrensel Medeniyet rüzgarı.
Fuhuş eğlence değildir. Evlilik Yüce yaratıcının yeni insanlar yaratması için anne,
baba adaylarına verdiği bir güzelliktir. Evlilik dışı seks ise, sonu kişileri
mutsuzluğa götüren, gelişi gü zel davranışlardır.
Güzel sesler, eğlence dünyam ızın vazgeçilmez unsurlarındandır.
İnsan sesi, hayvan sesi, aletlerin sesleri yeter ki güzel olsun.
Zevk için her şeyi deneyelim mantığı deneyenlere mutluluk getirmedi.
Tecrübeli, akil insanlar bilimlerden istifade ederek kimseye zarar vermeyen
eğlenceleri teşvik edebilir, zararlı eğlenceler zaman içinde tarihe karışabilir.
Bölüm: 12
(Evrensel Medeniyet’te)
315
DİNLENME
Günlük Çalışma ve Dinlenme Programı:
Güneşin Doğuşundan Önce: Kalkış ve kahvaltı.
Güneşin Doğuşu: İşe başlangıç.
Güneşin Batışına dek: İşlerimize devam.
Güneşin Batışı: Eve Dönüş.
Akşam yemeğinden dört saat sonra, uyku vaziyeti.
Çalışmak insan onurudur. Paran olsa bile yine çalış. Çalışmak sağlıktır, spordur,
güzelliktir. Güneşin batışında evine dön. Annenle, babanla, dedenle, varsa eşinle,
kardeşinle, çocuklarınla,torunlarınla konuş. Güvenlik, tıp, trafik, su, elektrik,
medya, eğitim vb. sektörlerde ayrıcalıklı durumlar olabilir.
Bölüm: 13
(Evrensel Medeniyet’te)
TURİZM
Dünyalı olarak dünyayı gezip görmek herkesin hakkı.
Küresel Turizm insanları birbirine dost edebilir.
Turizm; Küresel zenginliğin her tarafa yayılması için önemli bir sektör. Turistin
ulaşım maliyeti düşerse turist dünyanın her tarafına gidebilir.
Turistler kendilerini, gezdiği yerlerde emniyette, güvende hissetmeli.
Turistler canından emniyette olmalı.
Turistler ırzından emniyette olmalı.
Turistler malından emniyette olmalı.
Turist aklından emniyette olmalı.
Turiste doğru bilgi verilmeli. Yanıltılmamalı.
Turistlerin canına kastedene ne yapılmalı?
Turistin ırzına kastedene ne yapılmalı?
Turistin malına kastedene ne yapılmalı?
Turiste uyuşturucu verene ne yapılmalı?
Turisti yanıltana ne yapılmalı?
Bunlara çok ağır cezalar verilebilir.Bir insana saldırı,tüm insanlara yapılan saldırı
gibidir.
Turist öldürülürse, ölenin velisine üç hak tanınabilir:
a-Yüklü bir tazminat hakkı.
316
b-Af hakkı.
c-Ölümünü isteme hakkı.
Ölen turistin velisi hangi seçeneği tercih ederse, hakim ona göre karar verebilir.
Turistin ırzına geçene; sürgün, hapis, para cezası, 100 sopa gibi cezalar, ırzına
geçilen turistin isteğine göre hakim tarafından verilebilir.
Turistin malını veya parasını çalıp getirip geri vermeyene turistin isteğine göre
hapis, sürgün, para cezası, elinin kesilmesi gibi cezalardan biri hakim tarafından
verilebilir.
Turiste uyuşturucu verenlere sürgün cezası verilebilir.
Turiste yanlış bilgi vererek zarara uğratanlara, iftira atanlara sürgün, para cezası,
seksen sopa gibi cezalar hakim kararı ile verilebilir.
Böylece turistlerin dünya çapındaki can, ırz, mal, akıl, bilgi alma hakları korunur,
emniyete alınabilir. Dünyada turizm patlaması yaşanabilir. Ekonomide
kullanılmayan paralar dünya ekonomisinde dolaşmaya başlayabilir.
Bölüm: 14
(Evrensel Medeniyet’te)
İNSAN
İnsan yüce yaratıcımızın bir mucizesi.
İnsan biyolojik ve psikolojik bir varlık.
İnsan zayıf, aciz.
İnsan menfaati sever.
İnsan miras yemekten hoşlanır.
İnsan zalim ve nankör olabilir.
Her insan Evrensel Medeniyet için çalışma hakkına sahiptir.
Bölüm: 15
(Evrensel Medeniyet’te)
KADIN VE ERKEK
Kadın bir mucize. Yüce yaratıcımızın yarattığı bir mucize.
Firavun’un karısı( Moşeyi öldürmeyin diyen) Asiye,
İmran kızı Meryem,
Bütün alemlere örnek gösterilen iki kadın.
Kadın kocasına kul, köle değildir.
Kadın
Allah’a bağlı, Yaratıcısına bağlı. Yaratıcı onu güzelce yarattı. Sonra
öldürecek. Sonra sonsuz hayat başlayacak.
317
Kadın yaratıcısını unutmadı.
Kadın onurun, iffetin, hayatın, şeref ve haysiyetin sembolü.
Evrensel Medeniyet’te bir kadın arzu ederse bir erkeğe, erkeğin birinci eşinin tüm
haklarının korunması şartıyla eş olabilmeli. Her şey resmi olmalı. Evlenenin veya
boşananın hakları yasal hakimlerce karara bağlanmalı. Başvuranlardan harç ve
posta masrafı alınmayan “Aile Mahkemeleri” kurulmalı.
Bir erkeğin ikinci eşi olan kadına soralım “Niçin ikinci eş olmayı kabul ettiniz?”
Erkek tarafından zorlanmış ise konu yargıya taşınır.
Bölüm: 16
(Evrensel Medeniyet’te)
AİLE
A-
Küçük Aile: Anne, Baba ve çocuklar.
B-
Büyük Aile: Bütün insanlar.
Evlenmesi yüce yaratıcımız tarafından yasaklananlar şunlar:
a-
Kız kardeş, erkek kardeş ile evlenmek yasak ve suç.
b-
Dayı, Amca, Hala, Teyze, Anne, Baba ile evlenmek yasak ve suç.
c- Dede, Anneanne, Babaanne, Kayınvalide, Kayınpeder ile evlenmek yasak ve
suç.
d- Erkeğin erkekle, kızın kızla evlenmesi de haramdır, günahtır. Haram
demezsek, suç demezsek, günah demezsek bu çirkinlikleri hangi gerekçelerle
önleyeceğiz.
Bu ilişkilerin suç olduğunu Zebur, Tevrat, İncil ve Kur’ andan öğrendik.
Öğrenmeyenler ne yaptı? Bilemediler, bunalıma düştüler, intihar ettiler.
Bölüm: 17
(Evrensel Medeniyet’te)
ÇOCUK
Çocuk sevilir. Sevgi olan gönül mutluluk bulur. Çocuklar güzel, çocuklar temiz.
Çocuklar herkesi kendisi gibi düşünür. Çocuklar saf. Her söylenene inanır.
Çocuklar oyun oynamalı, yarışmalara katılmalı, şarkı söylemeli, izcilik yapmalı,
okuma yazma öğrenmeli, bilim öğrenmeli. Zebur, Tevrat, İncil ve Kur’ an’ın
orijinalini ve anladığı dilde anlamını öğrenmeli. Bir meslek sahibi olmalı.
Suç işlemeden, suça teşvik edilmeden 15 yaşını bitirmeli ve büyük aileye
gönderilmeli.
318
Çocuklar bir meslek sahibi olursa, çocuklar aşık olursa, eşini bulursa, evlilik
törenlerinde bulunmak bir baba ve anne için çok bir mutluluk ve mürüvvet.
Çocukların iyiden, doğrudan, gerçekten yana olması için lütfen yardımcı olalım.
Çocuklara hurafe, uydurma, asılsız, batıl inançlar empoze etmeyelim.
Çocuklar
rüşt
(ergenlik)
yaşına
geldiğinde
aile
içinde
tören
düzenlenmeli,hediyeler verilmeli, bundan sonra dikkat etmesi gerekenler
hatırlatılmalı ve bir ziyafet ile kutlanmalıdır.
Bölüm: 18
(Evrensel Medeniyet’te)
BELEDİYELER
Başkan, Başbakan, Bakanlar Kurulu, Meclis, Senato vatanın maddi ve teknik
kalkınması için çeşitli yöntemler düşünür. Bu yöntemlerden bir tanesi de Belediye
teşkilatlarının kurulmasıdır. Belediye başkanlarının göreve gelmesi ise ister
seçilme yolu ile olsun, ister atanma yolu ile olsun fark etmez.
Her devlet belediye teşkilatlarını istediği gibi kurabilir.
Bölüm: 19
(Evrensel Medeniyet’te)
HALKLAR
Dil nasıl öğrenilir? Çocuk doğar. Annesi ona onlarca, yüzlerce defa “Anne de
bebeğim” der, çocuk bir gün “Anne” der. Annenin çok mutlu olduğu bir gün.
Zamanla baba sözcüğünü işite
işite tekrarlar. Zamanla diğer duyduklarını.
Böylece konuşmayı öğrenir. Ana dili ayni olan insanlara halk denilir.
2016’den itibaren 8
yıllık geçiş süreci sonucunda, hep birlikte Evrensel
Medeniyeti oluşturabiliriz.
Her halk dört yılda bir yapılacak objektif seçimlerle ortak işleri; yine halkın
ödediği aidatlarla (vergilerle) yönetecek bir başkan seçebilir.
Başkanlar da bir araya gelerek Dünya Birleşik Devletleri (Evrensel Medeniyet)
Başkanını seçebilir.
Bölüm: 20
(Evrensel Medeniyet’te)
DEVLETLER
İnsan karada yaşar. İhtiyacı kadar toprak çevirir. Mikro vatandır bu. Topluluğun
çevirdiği kara parçasına ise makro vatan denir.
319
Çevrilen toprak parçasında topluluk yaşar. Topluluğun güven içinde yaşaması için
askerler seçilir. Başlarına bir komutan atanır. Topluluğun hayatı devam ettikçe
yeni görevliler seçilir ve atanır. Görevlileri yönetmek için bir baş görevli (Başkan)
seçilir. Görevlilerin tamamına ise Devlet denir.
İnsan – Aile – Aileler – Halklar- Toplumlar – Vatanlar – Askerler – Komutan –
Görevliler – Baş görevli (Başkan) – Devletler
Din Evrensel bir değerdir. Gerçek din Allah’tan gelmiştir. Bir devletin isminin
başına konulması uygun değildir.
Her insan meclise kanun teklifi (içtihadı) sunabilme hakkına sahiptir.
Meclis kabul ederse, resmi gazetede yayınlandıktan sonra yürürlüğe girer.
Bölüm: 21
(Evrensel Medeniyet’te)
SİLAHLI KUVVETLER
Evrensel Medeniyet’te Silahlı Kuvvetlere ihtiyaç vardır ve kıyamete kadar da
ihtiyaç olabilir.
Bölüm: 22
(Evrensel Medeniyet’te)
ŞİRKETLER VE VERGİLER
Şirketler, birden fazla insanın sermayesini ve emeklerini bir araya getirerek kar
amacıyla kurdukları alışveriş kurumlarıdır.
Şirketler hukukunda yeni gelişmeler lazım. Akıl ve bilim sahibi kişiler çok iyi
düşünmesi lazım. Şirketlerin daha başarılı olması için mevzuatlarını geliştirmek
lazım.
Suç teşkil eden işleri yapmamak şartı ile çalışmanın,
kazanmanın önündeki bütün engellerin kaldırılması lazım.
üretmenin,
para
İnsanlar verginin nereye gittiğini bilmeli. Severek ödemeli.
Vergi verenler derneği kurulur, vergi harcayanları denetlerse, vergi vermek
sevimli gelebilir.
Bölüm: 23
(Evrensel Medeniyet’te)
BİREYSEL TEŞEBBÜSLER
Dua eden duasını teşebbüs ile devam ettirebilir.
Yeter ki teşebbüs ettiğin şey “suç” olmasın.
320
Çocuklar! Gençler! Hayatı paylaşmak, hayattan zevk almak istiyorsanız bireysel
teşebbüslere derhal başlayabilirsiniz.
Bölüm: 24
(Evrensel Medeniyet Bakanlığının İhtiyaçları İçin)
FİNANS TEMİNİ (KAZANILMASI)
Sermayesi 10 Milyar Dolar olan, 100.000 ortağı bulunan bir Anonim
Şirket(EMAŞ) kurulur. Dünya’da her yüz bin kişinin yaşadığı bir bölgeye
bir iş yeri açılır. Bütün iş yerleri arasında haberleşme sistemi kurulur. Ve
Uluslararası Ticaret yapılır. Mal nerede uygun fiyatta ise, bu mal kâr
edecek başka bir bölgeye sevk edilir.
Bu çalışmalar Temmuz 2016 da başlayabilir.
100.000 ihracatçı ile 8 yıl içinde 400 Milyar $ ihracat yapılmaya çalışılır.
Her bir ortak için minimum 100.000 $ sermaye düşünebiliriz.
Bu sermaye nakit, çek veya senet olarak ta kişinin özel durumuna göre kabul
edilebilir.
Kazanılan paranın 10 Milyar Doları Evrensel Medeniyet Bakanlığının
finansmanı için kullanılır.
Bölüm: 25
(Evrensel Medeniyet’te)
SİYASET
Evrensel Medeniyet Bakanlığı Dünyanın her yerinde, siyaset yapmak isteyenlere
fikir verir.
Her ülkede Evrensel Medeniyet partileri kurulabilir.
Medeniyet fikirleri doğrultusunda oy isteyebilirler.
Bölüm: 26
(Evrensel Medeniyet’te)
HUKUK (HAKLAR)
Hak nasıl doğar?
a-
Yaratılış ile doğan haklar.
b-
Çalışma karşılığı doğan haklar.
c-
Sözleşme gereği doğan haklar.
d-
Vefat (miras) sonucu doğan haklar.
e-
Vatandaşlık gereği oluşan haklar.
321
Bu
partiler
Evrensel
f-
Turizm nedeni ile doğan haklar.
g-
Medeni haklar.
Hukuk artık bir bilim haline gelmiştir. Hukuk fakültelerinde hukuk bilimleri
tartışılıyor ve üretiliyor.
Her ülkede binlerce değişik hukuki mevzuat var. Hukuk bilimi, bilim olarak
evrenseldir. Üniversitelerde geliştirilmeye devam ediliyor.Hukuk fakültelerine
sınavsız,parasız her isteyen girebilmeli.Her insan hukuk öğrenebilmelidir.
HUKUKUN KAYNAKLARI
A-
Akıl
B-
Bilim
C-
Zebur, Tevrat, İncil, Kur ’an diğer yazılı metinler.
D- Öneri ve teklifler.
Kaynaklar arasında çelişmezlik sağlanmalıdır.
KONUSU HUKUK OLAN MESLEKLER
Hukuk fakültelerinde okuyan öğrenciler hukuk tarihini okurlar, hukukun
kaynaklarını incelerler, öneri ve tekliflerde bulunurlar. Değişik ülkelerdeki hukuki
mevzuatı öğrenirler, Hukuk usullerini ve asıllarını öğrenip sınavlarını verirler.
Avukat, savcı, yargıç vb. meslekler edinirler.
Bölüm: 27
(Evrensel Medeniyet’te)
HUKUKİ MEVZUAT
Hukuk bilimi çerçevesinde üretilen haklar (hukuk) insanlar tarafından meclise
sunulur. Kabul edilirse hukuki mevzuat haline gelir. Hukuki Mevzuatın bölümleri
şunlardır:
A-
Anayasa
B-
Kanun
C-
Kanun hükmünde kararname
D- Tüzük
E-
Yönetmelik
F-
Genelge
G- Tebliğ
H- Sözleşmeler
322
Evrensel Medeniyet oluşumu, ülkelerin anayasalarında, yasalarında uyumu
gerektiriyor. Her ülke prensipte sözleşmeyi imzaladıktan sonra bir geçiş süreci
içinde uyum yasaları çıkarabilir.
Bölüm: 28
(Evrensel Medeniyet’te)
İÇTİHAD
Egemen güç emir ve yasaklar koyacak. Belirtilmediği detaylarda ise kişiye karar
verme hakkı tanıyacak. İşte bu hakka İÇTİHAT Hakkı (Yetkisi) denilir.
İçtihat hakkını (yetkisini) yaratıcı bütün insanlara vermiş. Yaratıcı Dünyada
insanlara özgürlük vermiş. Hesap soracak.
Realitede, gerçekte kainatta ve uzayda Egemen güç, yani egemenlik yüce
yaratıcının. İnsana içtihat hakkı yani anayasa, yasa, kanun hükmünde
kararname, tüzük, yönetmelik, genelge, tebliğ, sözleşme içtihatları yapma hakkı
tanımış. Hesap gününde hesabını da soracak.
Her insan içtihat yapacak. Seçim olacak. Meclis oluşacak. İçtihatlar Mecliste kabul
edilirse yasa olacak. Demek ki içtihat hakkı kiminmiş?Kayıtsız ve şartsız bütün
insanların.
Yaratıcı din indirmiş. Genel olarak bakıldığında din beş ana bölümde tasnif
ediliyor:
Aİtikat Bilgileri: İtikatta bilgiler, yasa haline getirilemez. Örneğin; “Her
vatandaş meleklerin varlığına inanacak” şeklinde bir yasa çıkarılamaz.
Bİbadet Bilgileri: Örneğin; “Herkes namaz kılacak, oruç tutacak, sadaka
verecek, hacca gidecek, Kelime-i Şehadet getirecek” şeklinde bir yasa
çıkarılmasına izin vermiyor.
C- Ahlak Bilgileri: Örneğin; “Herkes alçak sesle konuşacak” şeklinde bir yasa
çıkarılmasına izin vermiyor.
DUkubat (Ceza)(*) Bilgileri: İnsanın insana, insanın topluma, insanın
çevreye, devletin devlete karşı işlediği suçlarda ceza için içtihat yapılır, yasa
çıkarılır.
(*) İtikat, ibadet, ahlak ile ilgili konularda dünyada ceza verilmesi de söz
konusu değil. Örneğin inanana, inanmayana, namaz kılana, kılmayana ve
benzeri konularda Dünyada herhangi bir ceza için yasa çıkarılamaz.
Ahirette ise cezaları Allah ile kulları arasındadır.
Eİş (Muamelat) Bilgileri: Aile hukuku, borçlar hukuku, medeni hukuk,
Devletler arası hukuk, savaş hukuku, hukuk mahkemeleri usulü, ticaret hukuku
ve benzeri konularda konular da içtihat yapılabilir, yasa çıkarılabilir.
323
Bir insan yaptığı içtihadı meclise sunar. Meclis’te kabul edilirse yasa haline gelir,
resmi gazetede yayınlanır. Hukuki mevzuat haline gelir ve uygulanır.
Bölüm: 29
(Evrensel Medeniyet’te)
İLETİŞİM
I- Düşündüklerimizi Anlatma Yolları:
A-
%10 Anlatarak, yazarak.
B-
%25 Göstererek.
C-
%65 Uygulamanın içinde birlikte çalışarak.
Düşündüklerimizi yazmakla iletişimin ancak %10’u gerçekleşmiş oluyor. Zamanla
%100 ‘e doğru gitmeliyiz.
II- Düşündüklerimizi Anlatma Araçları:
A-
Dergi
B-
Gazete
C-
Radyo
D- TV
E-
Film
F-
Toplantı ve Gösteri
G- Mikro Medeniyet
H- Bölgesel Medeniyet
İ-
Evrensel Medeniyet
Bölüm: 30
(Evrensel Medeniyet’te)
EVRENSEL SUÇLAR
Dünyanın her yerinde suç kabul edilen 4 müessir fiil var.
1-
Cinayet ve türevleri
2-
Yasak ilişkiler, ırza tecavüz ve türevleri
3-
Hırsızlık ve türevleri
324
4-
İftira ve türevleri
Hukukçular bu fiilleri tarif ederler, ispat yöntemlerini yazarlar, suçlara verilecek
karşılıkları yazarlar. Evrensel Medeniyet
çerçevesinde ilan edilir. Zamanla
dünyanın her yerinde uygulama birliği oluşabilir.
Bu suçlara ceza verilirken hakimin dikkat edeceği en önemli nokta şu olmalı.
Kişinin bu suçları bilerek, planlayarak ve kasten işlediği “ŞÜPHESİZ” ispat
edilmeli.
Şüphe ile ağır ceza olmaz/verilemez.
Evrensel Medeniyet Bakanlığı kuruluşundan evvel işlenmiş tüm suçlar bir
defaya mahsus olmak üzere affedilir.
Bu dört evrensel suçun birden fazlasını veya tamamını işlemek, işletmek,
azmettirmek gibi fiillere ise FİTNE ÇIKARMAK suçu denilebilir.
Fitne çıkarma suçu şüphesiz olarak kanıtlandığı taktirde hakim yukarıdaki fiillerin
cezalarının toplamı kadar ceza verebilir.
Bölüm: 31
(Evrensel Medeniyet’te)
HAFİF CEZALAR
Hapis cezası zamanla kalkabilir. Evinde tutukluluk veya halka açık yerlerde
tutukluluk olabilir. Cezası yargıç tarafından kesilinceye kadar halka açık yerlerde
tutukluluk hali mümkün.
Hafif ceza kişinin daha iyi olması için verilir.
Bu gaye dikkate alınarak eğitimciler, psikologlar, hukukçular bir araya gelerek
içtihatlar yaparlar. Meclisten geçerse yasalaşır.
Ağır cezalar ise hak yerini bulsun diye verilir. Çünkü Evrensel suçlara ağır
karşılıklar verilmezse insanların vicdanı mutmain olmaz. Huzursuzluk bütün
cihanı kaplar. Birkaç kişinin ağır ceza görmemesi için bütün insanlık huzursuz
edilemez.
Hafif cezaların gayesi kişiyi iyiye, doğruya, güzele motive etmek olmalıdır.
Her ülkede hafif cezalar farklı olarak uygulanabilir. Bir ülkenin hafif cezalarını
beğenmeyenler diğer ülkelere vatandaşlık için müracaat edebilirler.
Bölüm: 32
(Evrensel Medeniyet’te)
EVRENSEL YÜKSEK ADALET KURUMU
Evrensel Yüksek Adalet Kurumu Meclis’te kabul edilecek bir kanun ile kurulur.
325
Hazırlanacak kanun tasarısında:
A-
Kuruluş,
B-
Görevleri,
C-
Yetkileri,
D- Bütçesi,
E-
Denetim esasları yazılır.
İnsanlar, kurumlar, halklar, devletler arasındaki ihtilaflarda son karar merci
Evrensel Yüksek Adalet Kurumu olabilir. Adaletin sağlanmasında küresel bir
otoriteye duyulan ihtiyaç bu kurum ile sağlanmaya çalışır.
Bölüm: 33
(Evrensel Medeniyet’te)
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER TEŞKİLATI
Evrensel Yüksek Adalet Kurumu Birleşmiş Milletler Teşkilatı ile işbirliği yapar.
Zamanla iki kurum birleşebilir.
Bölüm: 34
(Evrensel Medeniyet’te)
NATO VE AVRUPA BİRLİĞİ
NATO Dünya çapında geliştirilebilir. Öyle ki kimse kimseye saldıracak gücü
kendisinde görmesin. NATO ya Çin de dahil edilebilir.
NATO'ya Evrensel
Medeniyet Maddelerini kabul eden tüm devletler katılabilir. NATO; Dünya
Güvenlik Kurumu’na dönüşebilir.
Avrupa Birliği, Dünya Birliği için iyi bir zemin.
Evrensel Medeniyet bir anlamda Dünya Birliği demektir.
Evrensel Medeniyet Bakanlığı Yetkilileri Avrupa Birliğinin liderleri ile görüşürler.
Evrensel Medeniyet Maddelerini onlara sunarlar. Kabul ederlerse Avrupa Birliği;
Dünyayı kapsayacak şekilde Evrensel Medeniyete (Dünya Birleşik Devletleri'ne)
dönüşebilir.
Bölüm: 35
(Evrensel Medeniyet’te)
VİZE
Bir ülkeye başka bir ülke vatandaşının girmesi serbest değilse, giriş iznine vize
denilir. Vize aşamalı olarak süreç içinde kolaylaşabilir.
1“Cinayet işlemez, ırza tecavüz etmez, hırsızlık yapmaz, iftira atmaz,
uyuşturucu kullanmaz” diye ahlaki kurumlardan belge alan kişiye vize verilmeli.
Bu kişi dünyanın herhangi bir yerinde bir suç işlerse kendisine belge vere n ahlaki
326
(cami, kilise, havra, tapınak, cemiyet dernekleri gibi) kurum, kişinin işlediği
suçun tazminatını öder. Kişi de ayrıca cezalandırılır.
2Herkes ahlaki kurumlardan belge alabilirse dünyada vize alamayan kimse
kalmaz. Böyle bir durum Evrensel Medeniyetin gerçekleştiğini gösterir.
…./…../……..
BENJAMİN NETANYAHU
PRİME MİNİSTER STATE OF İSRAEL
Dear Benjamin NETANYAHU
I had sent a letter to you four years ago from Tel Aviv related to Ataturk’s principle of Peace at Home, Peace in the Universe-. Thank you very much for your answer. I have
prepared the application of the text as a project in the last four years: (A scientist who is
proficient in Turkish can serve as a translator between us.) -MINISTRY OF UNIVERSAL
CIVILIZATON- PROJECT. You can establish this ministry in Israel. Another possibility is
that you can forward this idea to Barack OBAMA in order for the ministry to be
established in the USA.
I have arrived in Israel today.
I am staying at a hotel. I am kindly asking for an appointment. I would like to present
my project to you. God willing, with only one signature of yours under your name in my
project can lead to achieving the safety of everyone. My return ticket is on 21st of June. I
hope we can meet before this date.
I sincerely wish you success in your path towards Security and Justice.
327
Piece and Regards.
03.06.2013
[email protected]
Burhan Erol (Civil Engineer)
Inonu Cad No 313/16 Konak / IZMIR 35280 TURKEY
GSM: +90 542 214 83 66
STATE OF ISRAEL
MINISTRY OF UNIVERSAL CIVILIZATION
The purpose of the Ministry of Universal Civilization is to accelerate the formation of Universal
Civilization, ensure the security of everyone (including Israel), and provide Justice on the globe.
Part 1
MONEY
(in the Universal Civilization)
The exchange tool of goods and services is called money. Previously, people used to exchange goods
and services via swaps or by using minerals such as gold or silver. The means of exchange, in our day,
are mostly cash or electronic money, along with valuable materials such gold or silver.
World Central Banks Union (Money Institution) needs to be established as soon as possible and the
use of a single currency over the world must become effective in ten years. Central banks of every
country shall take their place in this settlement. As the guarantors of the previously printed money
are governments, each government shall collect its money back from the market in exchange of
stocks or real estate within a maximum of twenty years.
Part 2
328
TRANSPORTATION
(in the Universal Civilization)
In process of formation of the Universal Civilization, intercontinental transportation projects need
to be developed and put in construction in the meantime. In particular, highways and railroads can
be considered from Bering Strait to Argentina and Beijing, from Beijing to Ankara, from Moscow to
South Africa.
The transportation of goods and services all around the world, and ease of access for global tourism
can make people friends rather than enemies. World Ground Transportation Organization shall be
settled. Each member country shall have rights and responsibilities.
It is possible create a surplus of 50 trillion dollars in twenty years after a total of 5 trillion dollars of
investment in smaller installments. Moreover, this can provide employment for millions of people.
Companies and employees in weapons industry can be redirected to this new industry. It should be
kept in mind that companies in weapons industry can become more profitable if they redirect their
capital and labor towards intercontinental transportation projects. There shall be government level
meetings to provide them any convenience they would need.
Part 3
NUTRITION
(in the Universal Civilization)
Everyone over the age of 15 shall provide himself/herself the required food either by producing or
working, and shall not be a burden to anybody else. People over the age of 15 who choose not to
work although he/she is not disabled and there are available jobs, hence being lazy, shall not be
helped. In a few days or weeks his/her instincts to work would be activated. Despite being over 15,
living on others or begging are not befitting to honor. Moreover, it is a more honorable attitude for
students to work and study at the same time.
Children under the age of 15 shall be provided nutrition by allocating a share of the Universal Money
(UM) printed by the World Central Banks Union. Feeding these children shall be a responsibility of
329
their parents or guardians by using this allocated money. Everyone over the age of 15 shall be
provided a credit limit of 100,000 UM for being businessman. The debt shall be given with 5+5 years
terms under counseling and monitoring. (This system, applied fairly among everyone, would
generate the issued currency over time.)
Nutrition shall be organized with respect to science. We shall stay from unclean or harmful food or
drinks as determined by science. We need to feed ourselves in regards to our daily need of calories.
We shouldn’t buy things we don’t actually need just because we can afford it. Family doctors should
help families.
Nursing motherhood can be promoted for babies.
Part 4
CLOTHING
(in the universal civilization)
Textile industry provides employment for millions of people.
In the universal civilization, people who wear headscarves or kipas, or people who do not wear
headscarves or kipas, shall not be attacked. If anyone attacks, security forces capture the offenders
and deliver them to institutions of justice.
Some institutions can make some regulations. For example a man or a women working at an
intelligence agency has to use clothes that will not attract attention.
Part 5
HOUSING
(in the Universal Civilization)
Weak or faulty structures can be demolished and healthier and more useful housing can be
constructed instead. There are three main principles in buildings: firmness, esthetics, and cheapness.
In 2033, it is estimated that the world population can reach 10 billion. We may need 25 million new
units of housing every year. An international construction company can be settled with 500 billion
dollars of initial funds. Land around intercontinental highway and railroads can be allocated to the
company. Constructed housing can be sold for 20 thousand dollars on average in 20 years terms, like
a rent. This, at the same time, would lead to employment for millions of people.
Part 6
330
HYGIENE AND HEALTH
(in the Universal Civilization)
One of the measures of civilization is cleanliness. It is very difficult to call unclean people civilized and
unclean societies civilized.
For hygiene and health, we need water. Clean waters pouring into seas can be directed to regions in
need. Countries in occupation of natural energy resources can use the earned money for supplying
clean water to all people, for the construction of energy pathways, and for the construction of global
highways and railways, instead of armament.
Everyone should be ashamed that in India, sixty million people carry fecal matter on their backs in
baskets from cesspits to rives, because they don’t have sewerage. We urgently need a global
campaign to provide sewerage, water, roads, energy, and hygiene to everyone.
Everyone should take their part in educating children to get used to keeping their teeth, body,
clothes, and neighborhood clean.
We shall appreciate the value of health before becoming ill. People shall try to preserve their health
very meticulously. The resources allocated to hospitals, surgeries, and drugs have become terribly big
amounts. The mentality of -more illness so we can sell more drugs- is wrong. The point is not
recovering from illness, it is being healthy. People shall be educated to practice ways of protecting
their health, in the light of medical sciences. Every person has to be careful for his/her own health,
learn the preventive techniques and teach them to their family.
Opportunities shall be provided to every trainee or practitioner for expertise and specialty.
Every newborn baby shall be given breastfeeding for two years or nursing motherhood shall be
promoted.
Part 7
TERROR AND SECURITY
(in the Universal Civilization)
Universal Civilization can delete terror. Such that, a tourist lady getting on her car can go from Paris
to Beijing without any fear except wild animals or fear of God. She can feel that her life, chastity,
property, mind, and knowledge is safe. She can actually be safe.
WE ARE GOING TO WORK TOGETHER, AS TURKEY AND ISRAEL, FOR THE PEOPLE OF PALESTINE.
331
All of Palestinians can be invited to another country. The required money to make a living for those
Palestinians in this new country can be provided by the USA. 100,000 dollars can be given to every
Palestinian for creating housing and jobs.
East, West, North, and South all belong to God. Wherever one lives on Earth, what matters is to live
humanly in a civilized way.
In the past, it was very difficult for a man to be heard out by others. It is very easy in our recent
times. By changing people’s ideas and opinions, sometimes, tasks that armies cannot do can be done.
For this, 10 billion dollars are necessary; via Universal TV channel, colossal productions, newspapers,
magazines, books, and other various similar activities in order to affect human brain and change
people’s opinions.
For every region populated by 100,000 people, a thinker (someone who knows the relevant
language, who is a businessman and a scientist at the same time) shall be placed. This person will
organize thinking conferences in the region for at least 8 years while making one to one meetings
with people in order to change people’s opinions in favor of Universal Civilization. He/she will tell
people to refrain from terror, violence, etc.
At the same time, there will be broadcasts in every language in TV channels. Books and magazines
will be distributed. Newspapers will the truthful news on this matter, and try to build morale in
people.
We can act in 2016. At least 70,000 scientists can be employed for this sake. For every region with
100,000 occupants, a scientist can be assigned. Assuming that each scientist would be paid 1000
dollar per month on average, this would make 6.72 billion dollars over 8 years. Their work may
suffice in 8 years. The remaining 3.28 billion dollars would fund global TV’s, radio stations,
magazines, newspapers, and various activities.
70,000 thousand scientists working in their regions for 8 years can create synergic effects. People all
over the world can be affected by this movement.
The Ministry of Universal Civilization can procure 1.250 billion dollars every year by borrowing from
any individual or institution for 8 years. This debt shall be repaid by Universal Civilization Corporation
(UCCO), of which details of establishment are given below in the 24 th part, in 8 years. The protocol
regarding the matter shall be signed by Burhan Erol as the president of the board of UCCO and the
lender.
Part 8
EDUCATION AND TEACHING
(in the Universal Civilization)
Providing children with the habits of cleaning since small ages is an example of education.
Under which principles shall we educate people?
332
A. Around Universal values that the mind accepts and all people are united around.
B. With respect to facts that science has proven with certainty.
C. By taking Psalter, Torah, Bible, and Qur’an as referees for disputed matters.
The Almighty Creator has given mind to mankind. The Almighty Creator has ordered us to produce
science. The Almighty Creator has reminded us the unity and cooperation of mankind and the
universal values. The Almighty Creator has given us the Holy Books.
Everyone should have a job to maintain his/her living.
Everyone should learn Psalter, Torah, Bible, and Qur’an. These books should become textbooks in
the language that people understand at schools.
Everyone should learn the behavior that is beneficial and harmful to him/her.
PROFESSION EDUCATION
There are over one thousand different jobs in the world that people make a living with. A person
obtains a profession by education. Teaching every person a profession shall be amongst the duties of
every government. Creating new jobs and profession education are two tasks to be pursued together
hand in hand.
SCIENCE EDUCATION
Science is called the methodic research that is performed for the sake of knowing the existence and
understanding the happenings and facts.
The existence, the truth, is concern of science. The truth, the existence, the facts need to be
understood. Learning about the truth and understanding the existence and facts is a gain that every
person desires.
Every individual on earth needs to think about the answers to these questions sincerely.
S.1- Is God a truth?
S.2- Is hereafter a truth?
S.3- Are Psalter, Torah, Bible, and Qur’an true?
S.4- Does God do oppression to his servants?
S.5- Or we, the people, have turned Earth into a place of oppression?
God exists. God should be known properly. The Earth, the universe, and everything within these are
all created by God, are the beings. Science tries to understand the beings and happenings. We can
learn these by classifying sciences under five categories:
INSTRUMENTAL SCIENCES: Mathematics, Logic.
II. HUMAN SCIENCES: Philosophy, Psychology, History, Ethics, Arts, Philology, Pedagogy.
III. SOCIAL SCIENCES: Literature, Sociology, Law, Economics, Politics, Anthropology.
IV. NATURAL SCIENCES: Physics, Chemistry, Biology, Cosmology.
I.
333
V. APPLIED SCIENCES: Engineering, Architecture, Medicine, Security.
When we read Psalter, Torah, Bible, and Qur’an, we need to try to understand them in accordance
with the facts in the universe and nature.
Men do not live alone, but rather live in a society. What behavior would turn to him/her as beneficial
or harmful should be learnt.
Thousands of superstitions, harmful traditions, and unlawful customs shall be rid from minds. They
can be replaced by five or ten clauses of values (like the Ten Commandments) that everyone should
be careful about.
Part 9
CONTESTS
(in the Universal Civilization)
Contests should be organized. Successful people towards achieving Universal Civilization shall be
rewarded. For example, annual public speaking contests or university level projects competitions
with Universal Civilization theme.
Part 10
SPORTS
(in the Universal Civilization)
There can be various sports activities towards promoting Universal Civilization.
Sports centers, stadiums, arenas can be allocated free of charge to Muslims on Friday, to Jews on
Saturday, and Christians on Sunday. They can pray or do sports as they wish. An application with
forty signatures is sufficient. Security and cleaning is maintained by municipalities.
Part 11
ARTS AND ENTERTAINMENT
(in the Universal Civilization)
334
A new sensation, a new wind; Universal Civilization wind…
Prostitution is not entertainment. Marriage is a beauty that the Almighty Creator has given the
prospective mothers and fathers in order to create new human beings. On the other hand, sex
outside of marriage is haphazard behavior that progressively leads people to a state of unhappiness
at the very end.
Beautiful sounds are indispensible parts of entertainment; sounds of humans, animals, tools as long
as it is beautiful.
The idea “trying everything for happiness” has not brought happiness to anyone who has tried it.
Experienced and wise people can benefit from sciences to invent forms of entertainment that are not
harmful for anyone. This way, harmful means of entertainment can vanish naturally over time.
Part 12
RECREATION
(in the Universal Civilization)
Daily working and resting schedule:
Before dawn: Getting up and breakfast.
Sunrise: Start working.
From Sunrise to Sunset: Keep working.
Sunset: Turn back home.
Four hours after dinner: Sleep time.
Working is the honor of man. One should keep working even if he/she has wealth. Working is sports,
health, and beauty. One should turn back home at sunset; spend time with parents, grandparents,
wife, siblings, children, and grandchildren, and talk to them. Security, medicine, traffic, water, media,
education, or similar sectors’ employees can be exceptions.
Part 13
TOURISM
335
(in the Universal Civilization)
Every person, as a human being on this planet, has the right to travel around the world. Global
tourism indeed can make people friends and allies.
Tourism is an important sector for the distribution of wealth all around the world. If the costs of
travelling drops, tourists can start seeing all around the world.
Tourists need to feel safe at places they travel. A tourist’s life, chastity, property, and mind has be
secured. Truthful information should be provided to tourists. What needs to be the punishment to
people who violate these principles? For example what should be done to a person who kills a tourist
? Very severe punishments can be considered. An assault on one person is like an assault on entire
humanity. If the tourist is killed, the guardian of the deceased can be given three options:
A loaded indemnity.
b. Forgiveness.
c. Death of the killer.
The judge can decide with respect to the wish of the guardian of deceased tourist.
a.
An assault on the chastity of a tourist can be punished by banishment, prison, clubbing 100 times,
again with regards to the wishes of the victim.
Stealing a tourist’s property or money and not bringing stolen items back can be punished by prison,
banishment, a fine, or cutting the hands, with the judge’s decision.
Drugging a tourist can be punished by banishment.
Harming a tourist by providing misinformation or uttering slander against the tourist can be punished
by banishment, a fine or clubbing eighty times with the judge’s decision.
This way, life, chastity, property, mind, and rights to truthful information of tourists can be protected
all around the world. This can lead to boom in global tourism. This may cause the money that is not
used in economies to be included into the global circulation.
Part 14
HUMAN BEING
(in the Universal Civilization)
Human being is a miracle of the Almighty Creator. Human being is a biological and psychological
being. It is weak and powerless. Human being likes profit. It likes spending the bequests. It can be
oppressive and ungrateful.
Every man has the right to work for Universal Civilization.
Part 15
336
MEN AND WOMEN
(in the Universal Civilization)
Women are miracles, created by our Almighty Creator. The Pharaoh’s wife (who said “Don’t kill
Moses”) Asiye, Imran’s daughter Mary, were two women whom were exemplified for all the worlds.
A woman is neither a servant nor a slave to her husband. A woman is bound to her God, her Creator.
The creator created her beautifully. Then he will take her life. Then the eternal life will start. Women
have not forgotten their creator. Women are symbols of honor, chastity, life, dignity, and pride.
In the Universal Civilization, a woman can become a second wife to a man at her will, provided that
all rights of the first wife are protected as they are. Everything should be kept legitimate. The rights
of people who get married or get divorced must be decided by legal judges. Costless “Family Courts”
should be settled.
We can ask the second wife of a man why she has accepted to be the second wife. If it turns out that
she was forced by the husband, then the matter will be taken to the court.
Part 16
FAMILY
(in the Universal Civilization)
A. Small Family: Mother, Father, and Children.
B. Large Family: All humans.
Those who are forbidden to get married are the ones that follow:
Sister or brother; forbidden and crime.
b. Uncles, aunts, parents, grandparents; forbidden and crime.
c. Parents in law; forbidden and crime.
d. Man to man, woman to woman; sinful. If we don’t say this is sinful or a crime, how are we
going to stop this ugliness?
We have learned that these kinds of relations are forbidden from Psalter, Torah, Bible, and Qur’an.
What about those who haven’t learned? They didn’t know, they fell into depression, they committed
suicide.
a.
Part 17
CHILDREN
(in the Universal Civilization)
Children are to be loved. A heart with love finds happiness. Children are beautiful and clean. They
think everyone is like them. They are pure. They believe whatever is told to them.
Children should play games, attend contests, sing songs, go scouting, learn reading and writing, learn
sciences. They should learn the originals of Psalter, Torah, Bible, and Qur’an and the translations in
the language they can speak. They should acquire a profession for a job. They should be helped to
reach 15 while being kept away from crime, then sent out the large family.
337
When children find jobs, fall in love, find their spouses, it becomes a great happiness for parents to
be at their marriage ceremony.
Please let’s help children to be on the side of goodness, righteousness, and truth. Let’s not impose
them superstitions.
When children reach adulthood, there should be ceremonies within the families with gifts and feasts,
and children shall be taught about matters they should be careful about from thereon.
Part 18
MUNICIPALITIES
(in the Universal Civilization)
President, Prime Minister, Ministers, Parliament, Senate think of ways for the economic and
technical development of the country. One of these ways is to settle municipal organizations.
Mayors, or provosts can be chosen by elections or they can be directly appointed. Every government
can organize their municipalities as they wish
Part 19
NATION
(in the Universal Civilization)
is talking learned? The child is born. His/her mother tells her “Say mom” hundreds of times, and the
child says “mom” one day. It is a very happy day for the mother. In time, the baby learns to say dad,
and other things. This way the baby learns to talk. People who talk the same language are called a
nation.
Starting from 2013, in a transition period of 10 years, all together we can found the Universal
Civilization.
Every nation, at objective elections every four years, can select a president to manage the common
duties with the collected taxes. Consequently, the presidents can come together to elect the
President of The United States of the World (Universal Civilization).
Part 20
States
(in the Universal Civilization)
Men live on the ground and occupy the land he needs. This is the micro motherland. The land that is
covered by a society is called the macro motherland.
The occupied land hosts a society. Then soldiers are chosen to maintain the safety of the life of the
society, and a commander is appointed. As long as the community lives on, new officers keep in
being selected and appointed. Then a head officer (President) is chosen to manage the officers. The
union of all of these officers is called the state.
338
Humans –Families – Nations – Societies – Motherlands – Soldiers – Commanders – Officers – Head
Officers (Presidents) – States
Religion is a universal value. The true religion comes from God. It is not appropriate to be put in front
of the name of a state.
Every man has the right to propose a law to the parliament. If the parliament approves, then it can
be published at the gazette and can come into force.
Part 21
ARMED FORCES
(in the Universal Civilization)
The Universal Civilization needs Armed Forces and the need might remain until the Last Day.
Part 22
CORPORATIONS AND TAXES
(in the Universal Civilization)
Corporations are trading settlements that some people bring together their capital and labor in order
to gain profits. There needs to be new advances in the corporate law. People with wisdom and
science need to think very carefully.
The regulations need to be improved to make firms more successful. All obstacles against working,
producing, and earning money have to be removed, except not allowing for criminal behavior.
People should know where the taxes are being used so as to pay by heart. A tax payer union can be
settled with rights to inspect tax spenders. This can make paying taxes pleasant.
Part 23
Entrepreneurship
(in the Universal Civilization)
The person who prays can continue his/her prayer with an initiative, as long as his/her attempt is not
a crime.
Children! Youth! If you would like to share and enjoy life, start entrepreneurship immediately.
Part 24
Procurement of Funds - by Earning
(for the needs of the Ministry of Universal Civilization)
A corporation (UCCO) shall be founded with 100,000 shareholders and 10 billion dollars of funds.
An office shall be settled at every region with 100,000 occupants. Then a communication network
shall be set up between all offices in order to carry out international trade. Goods can be
transferred from where it is priced less to where it is priced higher.
339
These works can start in July 2016. In 8 years, 400 billion dollars of exports can be achieved with
100,000 traders. We can think of 100,000 dollars as appropriate funds for each shareholder. These
funds can be accepted as cash, checks, or IOU’s depending on the person’s personal situation. The
procured 10 billion dollars are used to fund the Ministry of Universal Civilization.
Part 25
Politics
(in the Universal Civilization)
The Ministry of Universal Civilization can give ideas to anyone around the world who wants do
politics. Universal Civilization parties can be settled in every country and these parties can ask for
votes with expressed views in line with Universal Civilization.
Part 26
LAW
(in the Universal Civilization)
How does a right arise?
Rights that arise out of birth.
Rights that arise in return of working.
c. Rights that arise in regards to an agreement.
d. Rights that arise as inheritance.
e. Rights that arise due to citizenship.
f. Rights during tourism.
g. Civil rights.
Law has become a science now. Law is being discussed and produced at law faculties.
a.
b.
Every country has thousands of different legal regulations. However, the science is law is universal as
a science. It is being developed in universities. Every person should be allowed to admit to law
faculties freely. Every person should be allowed to learn law.
THE SOURCES OF LAW
A. Mind
B. Science
C. Psalter, Torah, Bible, and Qur’an
D. Propositions
There should be no contradiction among the resources.
PROFESSION RELATED TO LAW
Students at law faculties study history of law, inspect legal resources, and make proposals. They learn
different legal regulations of different countries. They learn the methods and foundations of law and
pass their exams. They become lawyers, prosecutors, and judges etc.
340
Part 27
EGISLATION
(in the Universal Civilization)
The codes of rights that are produced using the principles of the science of law are proposed by
people to the parliament. If it is adopted, it becomes an act. The legislation has the following
elements; constitution, acts, laws, bylaws, regulations, codes, notices, communiqués, articles, etc.
The formation of the Universal Civilization requires a degree of compatibility across the laws of
states. Every state, after signing a protocol in principle, can start enacting adaptive laws in a
transition period.
Part 28
Opinion
(in the Universal Civilization)
The sovereign power enacts commandments and prohibitions. For details that are not prescribed, it
leaves the right to decide to the individual decision maker. This right is called the right for opinion.
The right for opinion is given by the Creator to every person. He gave freedom to people on earth
and he is going to call people to account.
In reality, the sovereignty in the Universe and the space belongs to the Almighty Creator. He has
given people to the right to opinion, i.e. the right to make constitutions, acts, bylaws, regulations,
etc. He is going to hold people to accountable at the Judgment Day.
Every individual can propose opinions. There are elections and a parliament. If the opinions, in form
of proposals are enacted, they become acts/laws. So, who owns the right for opinion? Regardless
and unconditionally all people.
The creator has given us religion. Generally, religion is classified into five main parts:
A. Knowledge of Faith: Knowledge related to faith cannot be enacted as laws. For example,
there cannot be a law that states “Every citizen shall believe the existence angels”.
B. Knowledge of Worship: He doesn’t allow for making laws like “Everyone shall pray, fast, give
charity, go to pilgrimage, admit faith…”
C. Knowledge of Ethics: He doesn’t allow for laws like “Everyone has to talk with low volume”.
D. Knowledge of Penalty*: Making opinion and enacting laws for punishment of crimes of
person against person, person against society, person against environment, state against
state are possible.
*For faith, worship, and ethics, there cannot be punishment laws in this world. For example there
cannot be any laws to punish who believes or disbelieves, or who prays or not, etc. in this world. It is
a matter between the person and God in the hereafter.
341
A. Knowledge of Work: Making opinion and enacting laws on the family law, debt law, civil law,
international law, war law, court methods, trade law, etc. are possible.
An individual presents his opinion as a proposal to the parliament. In case it is approved by the
parliament, it is enacted as a law, gets published in the gazette, and applied.
Part 29
Communication
(in the Universal Civilization)
A.
B.
C.
D.
E.
F.
G.
H.
İ.
Means of Communicating What We Think
A. %10 Telling, writing
B. %25 Showing
C. %65 Demonstrating during application while working together
D. Only %10 of communication is through writing what we think. Over time, we need to go towards
%100.
Tools of Communicating What We Think
Magazines
Newspapers
Radio
Television
Movies
Meeting and Performances
Micro Civilization
Regional Civilization
Universal Civilization.
Part 30
UNIVERSAL CRIMES
(in the Universal Civilization)
There are four kinds of effective actions that are considered criminal all around the world.
Homicide and derivatives
2. Forbidden affairs, rape, and derivatives
3. Theft and derivatives
4. False defamation and derivatives
Legislators shall define these actions, identify methods of proof, find corresponding punishment.
Then these can be only announced within the framework of Universal Civilization. Over time, there
may happen to be a common application among countries.
1.
In the process of deciding for the punishment, the judge has to keep in mind the most important
point, which is that it must have been proven –without a single doubt- the person has committed the
crime on purpose, with planning, deliberately.
342
There cannot be heavy punishment of there is doubt.All crimes prior to the settlement of the
Ministry of Universal Civilization are forgiven for this time.The act of committing, enthusing, or
enforcing two or more of these types of criminal behavior can be named MISCHIEF-MAKING.
If the act of mischief-making is proven without a single doubt, then the judge can decide the give a
punishment that equals the sum of the punishments for above categories.
Part 31
LIGHT PUNISHMENT
(in the Universal Civilization)
The imprisonment as a punishment can be removed over time. Instead, imprisonment at home or
custody in public places can be considered. It is also possible to consider custody in public places
until the judge decides the punishment.
Light punishments are given to make the person better. Keeping this goal in mind, pedagogues,
psychologists, and legislators can come together to produce opinions. It becomes a law if enacted by
the parliament.
On the other hand, heavy punishments are given to make sure justice was done. Because in case
universal crimes are not punished heavily, people’s hearts don’t feel satisfied. Then discomfort
covers the whole world. The piece of entire humanity cannot be sacrificed so that a few people don’t
get heavy punishments.
The point of light punishment should be motivating the individual towards goodness, truthfulness,
and beauty.
Light punishments can be practiced differently in every country. People who don’t like the light
punishments of one country can apply to other countries for citizenship.
Part 32
UNIVERSAL HIGH JUSTICE ORGANIZATION
(in the Universal Civilization)
Universal High Justice Institution is founded by a law to be enacted at the parliament. The law
proposal describes the principles of:
A. Founding
B. Responsibilities
C. Authority
D. Budget
E. Inspection
343
Universal High Justice Organization can be final decision maker for disputes between individuals,
institutions, nations, states. The authority which is necessary for the establishment of global justice
can be realized via this institution.
Part 33
UNITED NATIONS
(in the Universal Civilization)
Universal High Justice Organization cooperates with the United Nations. Over time, the two
institutions can united.
Part 34
NATO AND EUROPEAN UNION
(in the Universal Civilization)
NATO can be developed all over the world, so that no one feels powerful enough to attack another.
China can be included into NATO as well. Indeed, any country that accepts the clauses of Universal
Civilization can join NATO. NATO can turn into World Security Organization.
European Union is a suitable ground for World Union. Universal Civilization is, from one aspect,
World Union.
Commissioners of Universal Civilization meet with European Union commissioners and present them
the Universal Civilization Clauses. In case they accept, the European Union can turn into Universal
Civilization (United States of the World) while encompassing the entire world.
Part 35
VISAS
(in the Universal Civilization)
A visa is a document that grants a non-citizen entry into a country. Obtaining visas can become easier
over time during the process.
Any individual who is documented by moral institutions that -he does not commit murder,
rape, theft, slander, drug use- should be given a visa for entry. If this person commits a crime
anywhere in the world, the moral institution (mosque, church, synagogue, temple,
association etc.) that has given the document compensates the victims. Moreover, the
individual is also punished.
2. If every individual can take such clearance from moral institutions, there is no one left in the
world without a visa. This would signal that Universal Civilization is achieved.
1.
344
DEAR
Barack OBAMA
I sincerely wish you success in your path towards
Security and Justice.
Piece and Regards.
25.01.2014
[email protected]
Burhan Erol (cıvıl enginer)
Inonu Cad No 313/16 Konak / IZMIR 35280
TURKEY
GSM: +90 542 214 83 66
USA
345
MINISTRY OF UNIVERSAL CIVILIZATION
The purpose of the Ministry of Universal Civilization is to accelerate the formation of Universal
Civilization, ensure the security of everyone (including Israel), and provide Justice on the globe.
DEAR
Queen Elizabeth
Queen of the United Kingdom
I sincerely wish you success in your path towards
Security and Justice.
Piece and Regards.
25.01.2014
[email protected]
Burhan Erol (cıvıl enginer)
Inonu Cad No 313/16 Konak / IZMIR 35280
TURKEY
GSM: +90 542 214 83 66
UNITED
KINGDOM
MINISTRY OF UNIVERSAL CIVILIZATION
346
The purpose of the Ministry of Universal Civilization is to accelerate the formation of Universal
Civilization, ensure the security of everyone (including Israel), and provide Justice on the globe.
Dear
V. PUTİN
Prezident RUSSİA
I sincerely wish you success in your
path towards Security and Justice.
Piece and Regards.
17.01/2014
[email protected]
Burhan Erol (cıvıl enginer)
Inonu Cad No 313/16 Konak / IZMIR 35280 TURKEY
GSM: +90 542 214 83 66
UNITED STATES OF RUSSİA
MINISTRY OF UNIVERSAL
CIVILIZATION
347
The purpose of the Ministry of Universal Civilization is to accelerate the formation of Universal
Civilization, ensure the security of everyone (including Israel), and provide Justice on the globe.
Dear
Xi JİNPİNG
PREZİDENT CHİNE
I sincerely wish you success in your path towards Security and
Justice.
I Piece and Regards.
03.06.2013
[email protected]
Burhan Erol (cıvıl enginer)
Inonu Cad No 313/16 Konak / IZMIR 35280 TURKEY
GSM: +90 542 214 83 66
STATE OF CHINE
MINISTRY OF UNIVERSAL
CIVILIZATION
The purpose of the Ministry of Universal Civilization is to accelerate the formation of Universal
Civilization, ensure the security of everyone (including Israel), and provide Justice on the globe.
348
Dear
Angela MERKEL
Chancellor of Germany
I sincerely wish you success in your
path towards Security and Justice.
Piece and Regards.
25.01.2014
[email protected]
Burhan Erol (cıvıl enginer)
Inonu Cad No 313/16 Konak / IZMIR 35280 TURKEY
GSM: +90 542 214 83 66
STATE OF
DEUTSCHLAND
MINISTRY OF UNIVERSAL CIVILIZATION
The purpose of the Ministry of Universal Civilization is to accelerate the formation of Universal
Civilization, ensure the security of everyone (including Israel), and provide Justice on the globe.
349
350
Dear
Hasan RUHANİ
Prezident State of the İran
I sincerely wish you success in your
path towards Security and Justice.
Piece and Regards.
25.01.2014
[email protected]
Burhan Erol (cıvıl enginer)
Inonu Cad No 313/16 Konak / IZMIR 35280 TURKEY
GSM: +90 542 214 83 66
STATE
OF THE İRAN
MINISTRY OF UNIVERSAL
CIVILIZATION
The purpose of the Ministry of Universal Civilization is to accelerate the formation of Universal
Civilization, ensure the security of everyone (including Israel), and provide Justice on the globe.
351
İNSAN HAKLARI BAKANLIKLARI
veya
EVRENSEL HUKUK BAKANLIKLARININ
KURULMASI İÇİN;
İsrail’e gönderilen ingilizce metni
kopyalayarak;
diğer ülkelerdeki devlet başkanlarına
ismini, ünvanını yazarak, herkes gönderebilir.
352
353
354
355
356
357
358
359
360
361
362
363
364
365
366
367
368
369
370
371
372
373
374
375
376
377
378
379
380
381
382
383
384
385
386
387
388
389
390
391
392
393
394
395
396
397
398
399
400
401
402
403
404
405
406
407
408
409

Benzer belgeler